article
stringlengths
7.34k
10k
ereğinden fazla miktarda ışık geldiğinin (filmin çok pozlandırıldığının) göstergesidir. Kullanılması gereken enstantane ve/veya diyafram değerlerinin daha düşük / açık değerlerde kullanılması sonucu oluşur. Dia film (fotoğrafçılık) Bir banyo işleminden sonra görüntünün oluştuğu, gerçek görüntü için ikinci bir işleme (kart baskı) ihtiyaç duyulmayan filmlerdir. Saydam, slayt, diapozitif, pozitif, chrome, E - 6 vb isimlerle anılırlar. 27 Mayıs Darbesi 27 Mayıs Darbesi, 27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askerî darbe. Ayrıca 27 Mayıs Askerî Müdahalesi ya da 27 Mayıs İhtilâli olarak da anılır. Darbe emir komuta zinciri içinde yapılmamıştır; 37 düşük rütbeli subayın planları ile icra edilmiştir. Kritik mevziler bu subayların ellerindeki asker ve silahlarla önce ordudaki komuta kademesinin etkisiz hale getirilmesi ile ele geçirilmiştir. Sonra cumhurbaşkanı ve hükümet üyeleri tutuklanarak, hükümet; 235 general ve 3500 civarında subay (daha çok albay, yarbay, binbaşı) emekliye sevk edilerek, ordu; 147 üniversite öğretim görevlisi görevden alınarak ve bazı üniversiteler kapatılıp el konularak, 520 hakim ve yargıç görevden alınılarak, yargı kontrol altına alınmıştır. Darbeden sonra darbeyi planlayan ve icra eden 37 düşük rütbeli subay ve emekli Orgeneral Cemal Gürsel'in oluşturduğu Millî Birlik Komitesi ülke yönetimini üstlendi. 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti'nin ülkeyi gitgide bir baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü gerekçelerini ileri sürerek Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde bir grup subay, 27 Mayıs 1960 sabahı ülke yönetimine bütünüyle el koydu. 37 subaydan oluşan Millî Birlik Komitesi bu harekat ile anayasa ve TBMM'yi feshetti, siyasi faaliyetleri askıya aldı, Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes başta olmak üzere birçok Demokrat Partiliyi tutuklattı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun, İstiklal Savaşı kahramanlarından Ali Fuat Paşa, Kore gazisi Tahsin Yazıcı ve emekli olduktan sonra DP'den milletvekili seçilen eski Genelkurmay başkanı Mehmet Nuri Yamut da tutuklananlar arasındaydı. 3. Ordu Komutanı Orgeneral Ragıp Gümüşpala'nın, eğer darbenin lideri kendisinden daha kıdemli değilse ordusuyla Ankara'ya yürüyüp isyancıları yakalayacağını söylemesi üzerine darbeden haberi olmayan Emekli Orgeneral Cemal Gürsel Millî Birlik Komitesi'nin başına getirildi. Bu darbenin daha sonraki yıllarda meydana gelen askeri darbelerden farkı, Türk Silahlı Kuvvetleri emir komuta zinciri içinde yapılmamış olmasıydı; nitekim dönemin Genelkurmay başkanı da yönetime el koyan askeri güçler tarafından tutuklanmıştı. 1950'li yılların sonlarına doğru ordunun DP iktidarından memnun olmadığını duyan Adnan Menderes'in çevresine ""Ben bu orduyu yedek subaylarla da idare ederim"" dediği iddia edilerek ordu mensupları tahrik ediliyordu. Yassıada Yargılamaları sırasında Refik Koraltan'ın avukatlığını yapan Hüsamettin Cindoruk, Mahkeme başsavcısının Menderes'e bu konuyu sorması üzerine Menderes'in "“Efendim ben devleti idare ettim, yedek subaylık yaptım, kendi gücümü biliyorum. Bu ordu yedek subaylarla nasıl idare edilir. Bunu kim uydurmuş?”" dediğini belirtmiştir. Kendisinin bu lafı söyleyip söylemediği kesin olarak bilinmemekle birlikte darbeyi hazırlayanların bu sözleri propaganda amacıyla kullandığı bilinmektedir. Bu sözler 27 Mayıs'tan sonra da darbeyi meşrulaştırmak için kullanılmıştır. Darbenin nedeninin Menderes hükümetinin uygulamaları ve çıkardığı yasalar olduğu, cunta yönetimi tarafından ileri sürülmüştür. MBK; darbeyi, kardeş kavgasına son vermek ve laiklik ilkesine aykırı uygulamaları durdurmak için yaptığını ileri sürmüştür. Ayrıca kimi subaylar DP iktidarının Kemalist ve laik rejimi tehdit ettiğini düşünmekteydi.  Öyle ki Menderes'in Demokrat Parti Meclis grubunda yaptığı bir konuşmada "Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz." sözü laik cumhuriyete kastetme niyetini taşıdığını açık etmekteydi. Bunların dışında, darbenin iktidarı geleneksel elit iktidar gruplarına (ordu ile siyasî bürokrasiye) vermek amacıyla yapıldığını öne süren kaynaklar da mevcuttur. Başlangıç aşamasında sayılabilecek bir ekonomik kriz havasının darbenin etkenlerinden olduğu belirtilmektedir. DP anayasa ihlalleriyle suçlamaktadır., Adnan Menderes'in üniversite çevrelerine "kara cübbeliler" olarak hitap ettiği ve bunun yayınlanmaması için basına yasak koyduğu iddia edilir. Üniversite çevreleri ve bazı aydınlar bu eleştirilere destek verirler. İhtilalden bir ay önce İstanbul Üniversitesi'nde DP karşıtı bir eylem zorlukla bastırılır. Eylemi bastırmakla görevli askerlerin tutumu ordunun da DP'ye cephe aldığını gösterir. Bu olaya şahit olan Ali Fuat Başgil o an, gördüklerini şu şekilde değerlendirir: Tırmanan olaylardan ve huzursuz ortamdan CHP'yi sorumlu tutan Demokrat Parti'nin, 2 Ağustos 1958 tarihli bir Meclis grubu bildirisi şu şekildeydi: ""CHP idarecileri, Meclis ve hükümetin meşruiyet ve istikrarını, şiddet yolu ile tahrip etmenin mümkün, hatta lazım olduğu kanaatini uyandırmaya müncer olacak, çok tehlikeli bir yola girmişlerdir"" DP hükûmetinin sansür politikaları basınla olan ilişkilerini de büyük oranda zedelemiştir. Menderes, iktidarının son yıllarında artık Marshall Planı kapsamında Amerika'dan daha fazla kredi alamadığını görmüş ve Seydişehir Aluminyum ve İskenderun Demir-Çelik ve diğer sanayi projelerini kredilendirmek için Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya başlamıştı. Bu amaçla Sovyetler Birliği'ne üst düzey ziyaretler yapılıp, ülkedeki sanayinin gelişmesi için Sovyetlerle yatırım antlaşmaları imzalanma hazırlığı yapılmaktaydı. Nitekim, Demokrat Parti'nin devamı olan ve "Demokrat Parti'nin Yedek Takımı", adıyla anılan Adalet Partisi, darbeden 5 yıl sonra yapılan seçimlerde 1965 yılında tek başına iktidara geldiğinde, Adnan Menderes döneminde projesi yapılıp da kredi yokluğundan gerçekleştirilemeyen bu projeleri Sovyetler Birliği'nden alınan proje kredileriyle bitirmiştir. Bazı iddialara göre bu askeri darbe'nin arkasında, evvelce Mısır lideri Cemal Abdülnasır'ın Asvan Barajı için ABD'nin kredi vermemesi üzerine Sovyetler Birliği'ne yakınlaştığını gören ABD ve diğer bazı Batılı devletler ile CIA vardır. 27 Ekim 1957 seçimleri oldukça sert bir hava içerisinde yapıldı. DP seçimler öncesinde yasal düzenlemeler yaparak, muhalefetin bütünleşerek seçimlere bir cephe halinde girmesini engelledi. CHP'nin iddiasına göre CHP'li seçmenler kütüklere yazılmamış ve bazı yerlerde sandıklarda seçim sonuçları bile değiştirilmiştir. Kayseri, Giresun, Çanakkale ve Samsun'da gösteriler yapılmış ve kavgalar yaşanmıştır. Gaziantep'te ise radyo ve gazeteler önce CHP'nin zaferini ilan etmiş fakat daha sonra "köyden gelen oylar" ile seçim sonucunu DP'nin zaferi olarak değiştirilmiştir. CHP'nin itirazı üzerine oy pusulaları Gaziantep Adliyesi binasına getirilmiş ancak Gaziantep Adliyesi oy pusulalarıyla birlikte yanmıştır. İsmet İnönü, bu usulsüzlükleri "Kütük Marifetleri" ve İçişleri Bakanı Namık Gedik'i de "Kütük Bakanı" olarak adlandırmıştır. DP hükûmeti bu "Antep hadisesi" haberlerinin yayınlanmasını yasaklamıştır. DP oyların %47,88'ini alarak yürürlükteki çoğunluk esasına dayalı seçim sistemi sayesinde 424 milletvekili çıkardı. İsmet İnönü'nün başında bulunduğu CHP %41,09 oyla 178 milletvekilliği kazanmıştı.Cumhuriyetçi Millet Partisi ve Hürriyet Partisi dörder milletvekilliği kazandılar. Muhalefetin toplam oy miktarı DP'yi geride bırakıyordu. Demokrat Parti, matematiksel olarak muhalafet partilerinin oyları karşısında azınlığın iktidarı konumundaydı. Seçimlerden sonra, siyasal ortamdaki gerginlik artarak devam etti. CHP yurt çapında destek görmeye başlamıştı. Bir önceki seçimde %35 olan oy oranını % 41'e yükseltmesi bunun göstergesiydi. Oysa DP 1954'te % 57 olan oy oranını % 47'ye düşürmüştü. 1954'te İstanbul'da Dündar Seyhan ve Orhan Kabibay'ın kurduğu komiteye Faruk Güventürk, Ahmet Yıldız, Suphi Gürsoytrak, Orhan Erkanlı ve Necati Ünsalan gibi genç subaylar katılmışlardır. Ankara'da ise Talat Aydemir, Millî Müdafaa Vekili Ethem Menderes'in yaveri Adnan Çelikoğlu, Sezai Okan, Osman Köksal ve yandaşları ayrı bir komite kurmuşlardır. 1957'de İstanbul ve Ankara'daki iki komite birleşmiştir. Birleşik komite 27 Ekim 1957'de öngörülen seçimlerinde DP'nin kaybedeceğini varsayarak 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı töreninde zırhlı birlikler ile şeref tribünündeki DP'lileri tutuklayarak yönetime el koymayı planladı. Fakat seçimde DP kazandığı için darbe Şubat 1958'e ertelendi. Bu arada 16 Ocak 1958'de komite üyesi Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu'nun ihbarı üzerine emekli Kurmay Albay Cemal Yıldırım, Kurmay Albay Naci Aşkun, Kurmay Albay İlhami Barut, Topçu Yarbay Faruk Güventürk, Piyade Binbaşı Ata Tan, Piyade Binbaşı Ahmet Dalkılıç, Piyade Yüzbaşı Kazım Özfırat, Piyade Yüzbaşı Hasan Sabuncu ve Kuşçu'nun kendisi başta olmak üzere 9 subay tutuklanmıştır. Yargılamalar sonucunda 8 subay beraat etmiş ve Kuşçu "iftira" suçundan mahkûm olmuştur. CHP'nin 1959 yılındaki XIV. kurultayında, ülkenin acilen ihtiyaç duyduğu bazı değişiklikler için çaba gösterilmesi kararlaştırıldı. ""İlk Hedefler Beyannamesi"" adıyla hazırlanan bildirinin, 1961 Anayasası'nın temelini oluşturduğu ileri sürülür. Bildiri metnindeki başlıklar şu şekildeydi: "1. Eşit Muamele, 2. II. Meclis, 3. Anayasa Mahkemesi, 4. Nisbi Temsil Usulü, 5. Yüksek Hakimler Şurası'nın kurulması, 6. Memurlar Kanunu'nun düzenlenmesi, 7. Baskıdan uzak tutulan bir basın rejiminin kurulması, 8. Üniversite muhtariyeti, 9. Sosyal Güven ve Sosyal Adalet esaslarının teminat altına alınması, 10. Yüksek İktisat Şurası'nın kurulması" 17 Şubat 1959'da Menderes'in başkanlığında Londra'daki Kıbrıs görüşmelerine gelen Türk delegasyonunu taşıyan uçak Londra yakınlarında bir ormana düştü. Bu uçak kazasından Menderes'in yara almadan kurtulması iktidar ve muhalefet arasında bir yumuşamaya yol açsa da bu durum fazla sürmedi. 1959'un Nisan ayında CHP Genel Başkanı İsmet İnönü, Batı Anadolu illerini kapsayan bir geziye çıktı. CHP'liler gez
iye "Büyük Taarruz" adını verdi. 29 Nisan'da İnönü Trikupis'i esir aldığı Uşak'ı "Büyük Taarruz"un ilk durağı olarak seçmiş ancak oraya ulaştığında taşlı saldırıya uğrayıp, başından yaralanmıştır. İçişleri Bakanının emriyle İnönü'nün gezisini engelleyen Uşak valisi İlhan Engin'e muhalif basın 'İktidarın "Uşak" Valisi' demeye başlamıştı. İnönü, Manisa ve İzmir'den sonra 4 Mayıs'ta İstanbul'a gelmiş ve Yeşilköy Havalimanı'ndan şehir merkezine giderken Topkapı'da önce trafik müdürü tarafından durdurulmuş ve sonra halkın saldırısına uğramıştır. Polisler ve askerler müdahale etmemişlerdir. Ancak o sırada Binbaşı Kenan Bayraktar'ın emriyle askerler müdahale etmiş ve İnönü kurtarılmıştır. Birçok ilde CHP-DP arasında olaylar patlak verdi. 1960 başlarında basında sansür artmıştı, gazeteler sansür nedeni ile beyaz sayfalarla çıkıyordu. Cezaevleri tutuklu gazetecilerle doluydu. 2 Nisan 1960'ta Kayseri'ye gelen İsmet İnönü'nün treni, vali Ahmet Kınık'ın emriyle durduruldu. Kendisine İnönü'nün Himmet Dede Demiryolu İstasyonu'nda trenin durdurulması ve yolunun kesilmesi için emir verilmiş Binbaşı Selahattin Çetiner, ""Sizin yolunuzu kesmek ve sizin Kayseri'ye gitmenize engel olmaktansa intiharı tercih ederim"" sözlerini söylemiştir. Olaydan sonra emekli edilmiş; ancak Danıştay Kararı ile göreve iade edilmiş, daha sonra orduda Generalliğe kadar yükselmiş, 12 Eylül Darbesi sonrası kurulan hükümette İçişleri Bakanlığı yapmıştır. Zorlukla yoluna devam eden İsmet İnönü'yü Kayseri'de 50 bin kişi karşıladı. Seçim öncesi meydana gelen bu olaydan dönemin Ulaştırma Bakanı sorumlu tutuldu. 27 Mayıs Darbesi'nden sonra hazırlanan 1961 Anayasası'na "Millet Meclisi genel seçimlerinden önce Ulaştırma, İçişleri ve Adalet Bakanları çekilir(m. 109)" maddesinin eklenmesinin sebebi olarak da bu olay gösterilir. Nisan 1960'ta TBMM'de gazete ve dergilerin "yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı" faaliyetlerini inceleyerek meclise bildirmek için Ahmet Hamdi Sancar başkanlığında kurulan Tahkikat Komisyonu meclis ile ilgili bütün neşriyatı yasaklayınca DP-CHP ilişkisi daha gerginleşmiştir. CHP'lilerin konuşmaları basına yansımadan elden ele dolaşmıştır. DP yönetimi bu konuşmalarını "İhtilal beyannameleri" olarak adlandırmıştır. 18 Nisan 1960 günü Mazlum Kayalar ve Baha Akşit'in CHP'nin "yıkıcı, gayrimeşru ve kanun dışı" faaliyetleri olduğu gerekçesiyle meclis araştırmasına açılması yolundaki önerge karşısında İnönü şöyle konuştu: CHP Genel Başkanı uyarılarını sürdürdü. 27 Nisan 1960 günkü TBMM toplantısında İnönü tekrar Tahkikat Komisyonu'nu hedef alınca Meclis, İnönü'ye on iki oturum toplantılara katılmama cezası verildi. Kararı protesto eden CHP milletvekilleri Meclisten polis zoru ile uzaklaştırıldı. 27 Nisan 1960'ta Tahkikat Encümenlerinin görev ve yetkileri hakkında kanun teklifi konuşmasını yapan İnönü'ye Afyon milletvekili Murat Ali Ülgen: ""Kürsüden ihtilal beyannamesi okudun paşam"" demiştir. 28 Nisan'da İstanbul'da 29 Nisan'da Ankara'da çıkan öğrenci olayları şiddetle bastırıldı. İstanbul'da çıkan olaylarda yaklaşık 40 öğrenci yaralanmış ve İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz polisin kurşunuyla öldürülmüştür. Bundan dolayı "Kanlı Perşembe" olarak anılmıştır. DP yönetimi bu illerde sıkıyönetim ilan etti. Öğrenciler hep bir ağızdan Gazi Osman Paşa'nın kahramanlığı için yazılan Plevne Marşı'nın değiştirilmiş hâli olan "Olur mu böyle olur mu" şarkısını söylüyordu: "Olur mu, böyle olur mu? / Kardeş kardeşi vurur mu? / Kahrolası diktatörler / Bu dünya size kalır mı?" Bu olaylarda polisler ""Kahrolsun diktatörler"", ""Hürriyet isteriz"" sloganları atan öğrencileri dağıtmaya çalışmışlardır. Ancak ""Türk ordusu çok yaşa"" sloganı atan öğrenciler ile askerler arasında dayanışma yaşanmış ve askerler polislerin teslim ettikleri öğrencileri serbest bırakmışlardır. Harp okulu öğrencileri bir yandan Atatürk Bulvarı'nda sessiz yürüyüş yapmış ve öte yandan 20 Mayıs'ta Türkiye'yi ziyaret edecek Hindistan Başbakanı Nehru'yu karşılamak için Esenboğa'dan şehir merkezine gitmek için aynı arabaya binecek olan Menderes'i Nehru'nun yanından kaçırmayı planlamıştır. Ancak yabancı misafir varken bu tür hareketlere girişmenin dış dünyaya karşı olumsuz etki yaratacağı kanaatine varılarak plan reddedilmiştir. 3 Mayıs 1960'ta Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel Millî Müdafaa Vekili Ethem Menderes'e bir iletmiş ve Kara Kuvvetleri Kumandanlığı Karargâhına da göndermiştir. Gürsel'in veda mektubundan sonra liderini yitiren gizli örgüt, önce Genelkurmay İkinci başkanı Cevdet Sunay'a başvurmuş fakat olumlu yanıt alamayınca 1. Ordu ve sıkıyönetim Komutanı Fahri Özdilek'e başvurmuş fakat ne olumlu ne de olumsuz yanıt alabilmiştir. Orhan Kabibay Kore'den tanıdığı "argo bir adam" olan Kara Kuvvetleri Lojistik Başkanı Tümgeneral Cemal Madanoğlu'nu önermiş fakat Madanoğlu şu şekilde tereddüdünü dile getirmiştir: "Ulan biliyorsun bende taşak var, kafa yok." Orhan Kabibay, düşünmek için 24 saat izin vermiş ve süre dolduğunda Madanoğlu şu yanıtı vermiştir: "Ulan, erkeklik öldü mü, örgütünüze girmeyi kabul ediyorum!" 5 Mayıs 1960 tarihinde, Ankara, Kızılay'da Demokrat Parti aleyhtarı öğrencilerin yaptığı protesto eylemidir. Adını 5. ayın 5. günü saat 5te Kızılay'da gerçekleşmesinden alan eylem cumhuriyet tarihinin ilk "sivil itaatsizlik" eylemi olarak da anılır. 28 ve 30 Nisan 1960 tarihlerinde polisle öğrenciler arasında çıkan çatışmalarda öğrencilerin hayatını kaybetmesi ve Turan Emeksiz isimli öğrencinin ölmesi ülkedeki ortamı kutuplaşmaya sürükledi. DP mitingi için Kızılay Meydanı'na gelen dönemin başbakanı Adnan Menderes, bir anda kendini protestocuların arasında buldu. Hatta şair Cemal Süreya'nın aktardığına göre Vedat Dalokay, Menderes'in "“Ne istiyorsunuz?”" sorusu üzerine başbakanın yakasına yapışıp "“Hürriyet istiyoruz!”" demişti. Menderes ise şu soruyla cevap vermişti: "“Başbakanın yakasına yapışıyorsun, bundan büyük hürriyet olur mu?”" Adnan Menderes, 28-29 Nisan ve 5 Mayıs olaylarından sonra üniversite hocalarını gençleri kışkırtmakla suçlamış ve onlardan ""Kara Cübbeliler"" olarak söz etmeye başlamıştır. Başkent Ankara'yı ele geçirmek için Tümgeneral Selahattin Kaplan komutasındaki 28. Tümen, Tuğgeneral Yusuf Demirdağ komutasındaki Zırhlı Eğitim Merkezi (Etimesgut), Süvari Yarbay Reşit Çölok komutasındaki 43. Süvari Alayı, Binbaşı Hakkı Bozkaya komutasındaki Tank Taburu (Harp Okulu arkası) gibi birliklerin ikna edilmesi ya da etkisizleştirilmesi gerekirdi. 23 Mayıs Pazartesi, harekât tarihi 25 Mayıs 1960 olarak kararlaştırılmış ve parolalar belirlenmiştir: zamanında gerçekleşirse ""Dündar Seyhan'ın oğlu sınıfını geçti."", ertelendiği takdirde ""Dündar Seyhan'ın oğlu bütünlemeye kaldı."" 27 Mayıs 1960 sabah saat 3.15'te piyade birlikleri ve süvari grubu, 3.30'da tanklar hareket etti. Saat 4.36'da Albay Alparslan Türkeş tarafından radyoda okunan ilk bildiri ile harekat bütün Türkiye ve dünyaya ilan edildi. İlk olarak Tuğgeneral Yusuf Demirdağ evinden alınıp Harp Okulu'na getirilmiş ve nezarethaneye kapatılmıştır. Bundan sonra Refik Koraltan getirilmiştir. 2. Ordu komutanı Orgeneral Suat Kuyaş da enterne edilmiştir. Celâl Bayar Çankaya Köşkünde Veteriner Tuğgeneral Burhanettin Uluç, Topçu Yarbay Abdullah Tardu, Kurmay Albay Sami Küçük tarafından gözaltına alınmıştır. Bu arada komite üyelerinden Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı komutanı Kurmay Albay Osman Köksal da yanlışlıkla içeriye kapatılmıştır. Adnan Menderes Eskişehir'den Konya'ya gitmek üzere Kütahya'ya geçtiğinde Keşif Tabur komutanı Agasi Şen ve Binbaşı Muhsin Batur tarafından gözaltına alınmış ve Ankara'ya getirilmiştir. Darbenin ilk günü, Bayar, Menderes, Koraltan, Fatin Rüştü Zorlu ve Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur ve diğer hükûmet üyeleri Harp Okulunda, öğrenciler tarafından darp edilmişler ve enterne edilmişlerdir. İçişleri Bakanı Namık Gedik ise tutuklu olduğu odanın penceresinden aşağıya atlayarak intihar etmiştir; fakat pencereden aşağıya atılarak öldürüldüğünü savunanlar da mevcuttur. Cemal Gürsel, İstanbul Yeşilköy Askerî Havaalanı'ndan kalkan C-47 ile İzmir Karşıyaka Bostanlı'daki evinden alınıp saat 11.30'da Ankara'ya Harp Tarih binasına gelmiş ve saat 16'da radyoda konuşma yapmıştır. 27 Mayıs 1960’tan, seçimlerin yapılarak normal yaşama geçildiği 15 Ekim 1961 yılına kadar geçen süre, askerin Millî Birlik Komitesi (MBK) eliyle cunta olarak iktidarda olduğu dönemdir. Bu dönemde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin anayasal bütün hak ve yetkileri 38 subaydan kurulu MBK’nin eline geçti. MBK ülkeyi yayımladığı tebliğlerle askeri cunta olarak idare etmiştir. 3 numaralı Tebliğ ile her türlü siyasi parti neşriyat ve faaliyetleri, gösteri yürüyüşleri ve her türlü toplantı yasaklanmıştır. MBK faaliyetlerinin aksamaması için telsiz ve telefon görüşmelerini kısıtlayan 4 ve 5 numaralı Tebliğlerden sonra, ordunun görevini açıklayan 6 numaralı Tebliğ yayımlanmıştır. 6 numaralı Tebliğin ilk fıkrasında, "“Türk Ordusu bir kere daha tarihi bir vazife karşısında bulunuyor. Bu vazife; dâhilde memleketi buhran ve felakete sürüklemek isteyen hırslı politikacıların elinden kurtarmaktır”" demektedir. Aynı şekilde 13 ve 32 numaralı Tebliğlerde bu darbenin yapılış gerekçeleri şöyle yer bulmuştur: "“Biz vatandaşları birbirine düşürecek bir kardeş kavgasını önlemek için bu işe giriştik”. “Millî İnkılâp, hiçbir şahsın, hiçbir zümrenin lehine yapılmış bir hareket değildir. Muhterem halkımızın, köylü ve işçilerimizin demokrasiye kavuşması, hak ve hürriyetinin teminatı, iktisadi kalkınması, ana prensibimizdir. Vatandaşların hususi işlerinde ve her türlü çalışma yerlerinde, kardeşlik duyguları ve huzur içinde bulunmaları esastır.” İsmet İnönü'nün Mebusevleri Ayten sokak (no. 22)'taki evi de koruma altına alınmıştır. MBK üyelerinden Muzaffer Karan ve Fikret Kuytak öteden beri CHP genel sekreteri İsmail Rüştü Aksal ile temas halindeydiler. Darbeden sonra bunlarla aynı grubu oluşturan Refet Aksoyoğlu, Suphi Gürsoytrak ve Ahmet Yıldız ile birlikte CHP ile irtibatlı olara
k çalışmışlardır. "İsmet Paşa, gerdeğe girecek bir delikanlı gibi iktidar için sabırsızlanıyor." (Cemal Gürsel) CHP'deki atmosferi "Aman ne iyi, asker geldi memkeleti kurtardı" olarak tanımlamıştır. 27 Mayıs sabahı, askerler; İstanbul Üniversitesi'nden Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Naci Şensoy, Ragıp Sarıca, Tarık Zafer Tunaya, Hüseyin Nail Kubalı ve İsmet Giritli'yi askerî bir uçakla Ankara'ya getirmişlerdir. 28 Mayıs günü komisyona Ankara'da iştirak eden Muammer Aksoy, İlhan Arsel ve Bahri Savcı ile birlikte yeni bir anayasa taslağını hazırlamak için çalışmalara başlamışlardır. Başkanlığına getirilen Sıddık Sami Onar'ın adıyla "Onar Komisyonu" olarak anılmıştır. Millî Birlik Komitesi, DP'liler hakkında daha sonradan doğru olmadığı anlaşılan bazı haberler yaymaya başlamıştı. MBK, Demokrat Partililerin yurtdışına kaçarken yakalandığını ve beraberlerinde 12 uçak dolusu altın, mücevherat ve parayı kaçırmakta iken yakalandığını iddia etti. Komite ayrıca 28 Nisan - 27 Mayıs 1960 arasında yüzlerce gencin öldürüldükten sonra kamyonlarla mezarlıklara getirilip gizlice gömüldüğünü ve bir kısmının hayvan yemi yapılan makinelerde kıyılarak toz haline getirildiğini öne sürmüş ve bu gençler "Hürriyet Şehitleri" olarak adlandırılmıştır.2 Haziran 1960'ta İstanbul Üniversitesi rektörü Sıddık Sami Onar, Üniversitesi Yönetim Kurulu'nun memleketi hürriyete kavuşturmak için şehit düşenler adına anıt inşa etmeye karar verdiğini açıklamıştır. 3 Haziran'da MBK "Hürriyet Şehitlerimizin tespiti işine Silahlı Kuvvetlerimizin idareyi aldığı andan itibaren ehemmiyetle devam edilmektedir." diyen bir tebliğ yayınlamıştır. Fakat gençlerin cesetleri hiç ortaya çıkmayınca, 9 Haziran'da Sıddık Sami Onar "Naaşları belki bulamayacağız ama ölülerimiz vardır." diye konuşmuştur. 10 Haziran'da 28 Nisan olayının kurbanı Turan Emeksiz, tanktan düşerek ezilen İstanbul Lisesi öğrencisi Nedim Özpolat, 27 Mayıs'ta kaza kurşunuyla ölen Harp Okulu öğrencisi Teğmen Ali İhsan Kalmaz, Ersan Özey ve Sökmen Gültekin'in naaşları Anıtkabir'deki "Hürriyet Şehitliği"ne nakledilmiştir. MBK üyelerinin kimlikleri 18 Haziran 1960'ta açıklanmıştır. Yurt dışında bulunan gizli komite mensupları Dündar Seyhan, Talat Aydemir, Sadi Koçaş komiteye girmemişlerdir. 27 Mayıs sonrasında Cumhurbaşkanı Celâl Bayar, Başbakan Adnan Menderes, hükümet üyeleri ve aralarında Millî Mücadele'nin önemli komutanlarından Ali Fuat Cebesoy'un da olduğu Demokrat Parti milletvekilleri, parti yöneticileri, asker ve bazı üst düzey kamu görevlileri tutuklanarak Yassıada'ya götürüldü. Burada tutuklulara ağır işkence ve kötü muameleler yapıldığı iddia edildi. İşkence ve kötü muameleler neticesinde Cemil Keleşoğlu ve Namık Gedik'in intihar ettiği ileri sürüldü. Hatta DP avukatlarından Hüsamettin Cindoruk, Namık Gedik'in intiharının dahi şüpheli olduğunu iddia etti: "Namık Gedik'in intiharında fiziki zorluk var. Çift camlı bir odada yatağın üzerinden atlayıp çerçevelere çarpmadan camları kırabilmek için Hezarfen Ahmet Çelebi olmak lazım. Olabilirliği çok zor ama tek şahit Ethem Menderes. Bir de cüsseli biri, atletik yapılı değil. Namık Bey'in ailesi intihar olayına hiç inanmadı. Yassıada tutuklularından eski DP milletvekili Gıyasettin Emre, başına gelenleri şu şeklide anlatır: "Askerî havaalanında uçaktan indiriliyoruz. Sille tokat, tekme, küfür... Yemekte konuşamıyorduk.Konuştuğu için dayak yiyen çok oldu. Her sabah kumlu pırasa, akşam da taşlı fasulye veriyorlardı." Tutukluluk süresinde; Yusuf Salman, Lütfi Kırdar, Gazi Yiğitbaşı, Yümnü Üresin, Nuri Yamut ve Kenan Yılmaz hayatlarını kaybettiler.. 14 Ekim 1960'ta başlayan Yassıada davaları, 11 ay 1 gün sürdü. 203 gün davalara bakıldı, 872 oturum yapıldı. 19 davaya bakıldı, 1068 tanık dinlendi ve yargılamalar hükmün açıklandığı 15 Eylül 1961 tarihinde son buldu. Sivil ve askerlerden oluşan Yassıada mahkemelerinde yargılanan siyasîler; vatana ihanet, kamu fonlarının kötüye kullanımı, Kırşehir'in ilçe yapılması, meclis iç tüzüğünde yapılan değişiklik, Meclis oturumlarının yayına engel olunması, CHP'nin mallarına el konulması, Tahkikat komisyonu oluşturmak, hakim teminatı ve mahkeme bağımsızlığının ihlali gibi konularla toplam 19 dava açıldı, davalar anayasayı ihlal davasıyla birleştirildi. Bu bağlamda 14 Ekim'de ilk dava "Köpek Davası"dır. Davanın sanıkları Celâl Bayar ve Nedim Ökmen'dir. Konusu ise bir köpeğin değerinden fazlasına Atatürk Orman Çiftliği'ne satılmasıdır. TCK'nın 209. maddesine göre 5 yıl hapis ve ömür boyu memuriyetten mahrumiyetleri istendi. Bayar'ın savunması Millî Mücadele yıllarında gösterdikleri yardımlardan dolayı bu parayla Bursa 'daki Umurbey Köyü'ne çeşme yaptırdığı yolundadır. Yassıada spor salonunda gerçekleştirilen ikinci davanın konusu 6-7 Eylül Olayları'nın DP hükümetince çıkartıldığına dair suçlamadır. Celâl Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Fuad Köprülü, İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay, Emniyet müdürü Alaaddin Eriş, İzmir Valisi Kemal Hadımlı, Selanik başkonsolosu Mehmet Ali Balin ve diğerleri Selanik'te Atatürk'ün evinin bombalanması ve Rum azınlığın evlerinin yağmalanmasının organizasyonunu yapmakla suçlanıp, 5 ile 10 yıl ağır hapis, kamu hizmetlerinden sürekli men cezası istenildi. Savunma Türk hükümetinin tertip etmesi asla doğru değildir denilerek yapıldı. Bayar beraat ederken, Menderes ve Zorlu 6 yıl hapis, diğerleri 4 ay hapis cezası aldı Bir sonraki dava "Bebek Davası" olup sanıklar Adnan Menderes ve Fahri Atabey'dir. Cemal Gürsel tarafından gizli celse olarak yapılması istense de açık olarak yapılmıştır. Ayhan Aydan'dan olan bebeğini Fahri Atabıyık'ı azmettirerek öldürtmek suçundan her ikisine 5 ile 10 yıl ağır hapis istenir Ayhan Aydan ve Menderes dava sırasında ilişkilerinin ve bebeklerinin olduğunu fakat doğum sırasında öldüğünü belirtirler. Dava sırasında savcı bir kadın külotunu gösterip, kimin giydiğini ve başbakanlıkta unuttuğunu sorar. Adnan Menderes'in avukatı Burhan Apaydın'ın müdahalesi ile olay kapanır. Beraatlerine karar verilir. Bir sonraki dava "Vinilex Davası"'dır. Maliye bakanı Hasan Polatkan'ın şirkete usülsüz kredi sağladığı ve bunun üzerine 110 bin lira rüşvet aldığı iddia edilmiştir. Adnan Menderes ve Hasan Polatkan'ın nüfuzlarını kullanarak "Vinileks" firmasına Türkiye Vakıflar Bankasından kredi verdirmekle suçlanmışlardır. Adnan Menderes tarafından kurulan bu Bankanın 27 Mayıs darbesine kadar Umum Müdürlüğü'nü yapan ve 1961 seçimlerinden sonra tekrar aynı Bankanın Genel Müdürlüğüne getirilecek olan Sabahattin Tulga yaptığı savunmada krediyi, suni deri imal ederek ithal ikamesi yapacak bu firmanın karlı olacağına inandıkları için verdiklerini; nitekim darbe sonrası işbaşına gelen yeni Banka yönetiminin de aynı firmaya ilave kredi vererek bu firmanın kredi limitini iki misli artırdığını belirtmiştir. Buna rağmen bu mahkeme Menderes ve Hasan Polatkan'ı bu davadan da suçlu bulmuştur. Polatkan 7 yıl ağır hapis ve memuriyetten men cezası alırken, şirket yetkilileri de ceza almışlardır. Bu duruşmalarda açılan bir diğer dava radyo davasıydı. Adnan Menderes, bazı bakanlar ve Basın Yayın ve Turizm genel müdürü olan Altemur Kılıç hakkında radyoyu parti organı haline getirdikleri yolunda açılmıştır. Yüksek Adalet Divanı 15 sanığı idam cezasına çarptırdı. Celâl Bayar, Adnan Menderes, eski Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan oybirliğiyle, eski T.B.M.M. Başkanı Refik Koraltan, eski Genelkurmay başkanı Rüştü Erdelhun, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Ahmet Hamdi Sancar, Nusret Kirişçioğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman oy çokluğuyla ölüm cezasına çarptırıldı. Daha sonra özellikle sanık yakınları, bazı sanıklara savunma için süre ve imkân verilmediğini iddia ettiler. Hasan Polatkan'ın yargılamalar sırasında kaybettiği 175 sayfalık savunması yıllar sonra, dönemin Yassıada İrtibat Bürosu Müdürü albay Ömer Faruk Erus'un kasasından çıktı. Sanıklardan Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan 16 Eylül 1961'de sabaha karşı, Adnan Menderes 17 Eylül 1961'de saat 13.30'da İmralı Adası'nda idam edildi. Dünyanın bütün ülkelerinde ceza muhakemesi kanunlarına göre idam cezaları sabaha karşı infaz edilirken Adnan Menderes'in cezasının infazında bu kuralın dışına çıkılarak öğle vaktinde idam gerçekleştirilmiştir. Bu durumun nedeni olarak, Zorlu ve Polatkan'ın idamlarından sonra, İngiltere Karaliçesi II. Elizabeth başta olmak üzere tüm Avrupa devletlerinin var güçleriyle Türkiye'ye baskı yapmaları gösterilir. İdamdan 9 gün sonra Menderes'in evine gidilerek evin kapısına idam hükmünün bir suretinin asıldığı ve idam edilirken kullanılan ip, idam gömleği, cellat, imam ve son gün yiyip içtiklerinin parasının eşi Berrin Menderes'ten alındığı çok sefer dile getirilmiştir. Zorlu, Polatkan ve Menderes'in dışındakilerin cezaları infaz edilmeyip, hapis cezasına çevrildi. İdamları durdurmak için ABD başkanı John F. Kennedy'nin Ankara büyükelçisi Raymond A. Hare aracılığı ile Dışişleri Bakanı Selim Sarper'e bir mesaj ilettiği iddia edilir. 27 Mayıs Darbesi'nden sonra bozulan ekonomiyi düzeltmek iddiasıyla alyans bağışı kampanyası Zırhlı Tugay tarafından başlatıldı. Hatta bu konuda Gürsel'in, ABD'den mali yardım istediğine dair belgeler olduğu iddia edilmektedir. Halktan toplanılan bu alyanslar yerine ucuz metalik alyanslar verildi. Alyanslarını bağışlayanlara MBK tarafından bakır "Devrim" yüzükleri verildi. Vehbi Koç hazineye 26 kilo altın ve bir bina bağışladı. Ankara'nın Yücetepe semtinde yapılan askeri lojmanların halktan toplanan bu alyanslar ve birikimlerle yapıldığına dair söylentiler çıkmış ve "Alyans Evler" olarak anılmaya başlanmıştır. Ekim 1960'ta Millî Birlik Komitesi 147 öğretim üyesini üniversitelerden uzaklaştırdı. Görevine son verilenler arasında Ali Fuat Başgil, Sabahattin Eyüboğlu, Yavuz Abadan, Nusret Hızır, Tarık Zafer Tunaya, Mina Urgan, Haldun Taner de vardı. Genelde bu tasfiyeler üniversite içinden gelen ihbarlara dayanıyordu. Kararı protesto etmek için Turhan Feyzioğlu, Sıddık Sami Onar, F
ikret Narter ve Suut Kemal Yetkin gibi birçok rektör ve öğretim üyesi görevinden istifa etti. 1962 yılında çıkarılan yasayla öğretim üyelerine üniversiteye geri dönüş hakkı tanındı. 27 Mayıs Darbesi'nde DP'liler "Kürdistan Hükümeti tesis etmek" üzere çalışmalar yapmakla suçlandılar. Bu kanun 1962 yılında kaldırıldı. 1961 Anayasası'nda bir takım değişiklikler yapıldı. 1924 Anayasası'nın 3. maddesi olan ""Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir"" sözü ""Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir"" şeklinde değiştirildi. Ağustos 1960 - Şubat 1961 arasında Millî Birlik Komitesi tarafından emekliye sevkedilen 235 general ve yaklaşık 5.000 subay tarafından Emekli İnkılap Subayları Derneği kurulmuş ve orduya geri dönmeye çalışmışlardır. Bu derneğe bağlı emekli subaylar ""Eminsular"" olarak anılmıştır. En yüksek rütbeli üyesi olan Orgeneral Ragıp Gümüşpala daha sonra Adalet Partisi'nin genel başkanlığına getirilmiştir. Millî Birlik Komitesi kuruluşundan itibaren karma ve heterojen bir gruptu. Madanoğlu - Küçük grubu ile Türkeş - Kabibay grubu karşı karşıya gelmiştir. Madanoğlu - Küçük grubu iktidarı bir an önce sivillere devretmeyi planlamıştır. Fakat Türkeş, Kabibay ve Erkanlı grubu reformların yapılmadan önce iktidarını sivillere devretmesine karşı çıkmış ve hemen sivillere devretmenin iktidarı Cumhuriyet Halk Partisine teslim etmek anlamına geleceğini savunmuştur. Eylül ayının başlarında Türkeş, Kabibay, Erkanlı ve Dündar Seyhan, ihtilalin gayesine aykırı çalışan dört beş kişinin ülke dışına çıkarılmasını kararlaştırmışlardır. Türkeş, kararı uygulamak için hazır olduğu halde Kabibay zamana bırakmayı tercih etmiştir. İstanbul'da Muzaffer Özdağ'ın ""Bâb-ı Âli'den de geçeceğiz"" demesi büyük yankılar uyandırmış ve Cemal Gürsel'in tasfiye kararı almasını hızlandırmıştır. MBK üyelerinden Muzaffer Yurdakuler, Seyhan tasfiye kararını arkadaşlarına anlatırken kulak misafiri olmuş ve diğer MBK üyelerine haber vermiştir. Karşı taraf erken davranmış ve Gürsel 13 Kasım 1960'ta Alparslan Türkeş'e bir mektup göndererek Kurmay Albay Alparslan Türkeş, Kurmay Yarbay Orhan Kabibay, Kurmay Yarbay Mustafa Kaplan, Kurmay Binbaşı Orhan Erkanlı, Kurmay Binbaşı Şefik Soyuyüce, Kurmay Binbaşı Dündar Taşer, Piyade Binbaşı Fazıl Akkoyunlu, Tank Binbaşı Muzaffer Karan, Deniz Kurmay Binbaşı Münir Köseoğlu, Deniz Kıdemli Yüzbaşı Rıfat Baykal, Kurmay Yüzbaşı İrfan Solmazer, Kurmay Yüzbaşı Numan Esin, Kurmay Yüzbaşı Muzaffer Özdağ ve Jandarma Yüzbaşı Ahmet Er olmak üzere çoğunluğu "Türkçü" subaydan oluşan 14 MBK üyesini emekliliğe sevkedip yurtdışındaki temsilciliklere danışman olarak tayin etmiştir. 27 Mayıs darbesinden 8 ay sonra 1961 yılında Osmanlı Devleti'nin subayların ihtiyaçlarını karşılamak için oluşturduğu fondan devredilerek 50 bin altınla kuruldu. Kurumun kuruluşu 3 Ocak 1961 kabul edilen 'na dayanmaktadır. Üye olması zorunlu subay ve astsubayların maaşlarının %10'u ve yedek subayların maaşlarının %5'i her ay bu fona aktarıldı. Mustafa Kemal Atatürk tarafından konulan ve askerin siyasete müdahale etmesini kesinlikle yasaklayan mevcut 22 Mayıs 1930 tarih ve 1632 sayılı dışında, 27 Mayıs'tan sonra 4 Ocak 1961 tarihinde Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu çıkarıldı ve Türk Silahlı Kuvvetleri daha sonraki darbe ve teşebbüslerini bu kanunun 35. ve 85. maddesine dayandırdı. 27 Mayıs Darbesi'nin Türkiye'de askeri darbelerin meşru olduğu intibasını yarattığı ve diğer askeri darbelerin yolunu açtığı yönünde iddialar bulunmaktadır. 6 Haziran 1961'de ordu içinde Millî Birlik Komitesine muhalif olan general ve subaylar Silahlı Kuvvetler Birliği (SKB)'ni kurmuş ve sembolik başkanlığına Genel Kurmay Başkanı Cevdet Sunay'ı getirmişlerdir. SKB ordunun yönetimde kalmasından yanaydı ve parlamentonun açılmasına taraftar değildi. SKB, MBK tarafından Washington'a atanan İrfan Tansel'in bindiği uçağı yanlı jetler ile havada geri çevirerek Hava Kuvvetleri Komutanlığına tekrar getirilmesini sağlayacak kadar güçlenmiştir. Bu olay üzerine Cemal Madanoğlu görevinden istifa etti. 6 Ocak 1961'de MBK ve Temsilciler meclisi'nden oluşan Kurucu Meclis kuruldu. Daha sonra Enver Ziya Karal ve Turhan Feyzioğlu başkanlığında Kurucu Meclis'e bağlı 20 kişilik bir anayasa komitesi kurularak yeni anayasa için çalışmalara başlandı. Yeni hazırlanan anayasada 1924 Anayasası'ndan farklı olarak halkçılık, devletçilik ve inkılapçılığa yer verilmemiş, milliyetçilik ise Millî Devlet olarak değiştirilmiştir. İlk kez Sosyal Devlet ilkesi bu anayasa ile ortaya çıkmıştır. Adalet Partisi de resmi olarak yeni anayasanın 1924 Anayasası'na kıyasla "ileri bir adım" olacağını belirtmiştir. Ancak Adalet Partisi'nin desteğiyle ""hayırda hayır vardır"", ""hayır deyin hayırlı olsun"", ""demli çay"" ("hayır" oyunun renginin kırmızı olmasından) gibi sloganlarıyla ""hayır"" kampanyası yürütülmüştür. Hatta ""Mr. Refarendum"" adlı bir Amerikalı'nın olduğu ve ""evet"" oyu vermesinin o Amerikalıya evet demek anlamına geleceği anlatılmıştır. 9 Temmuz 1961'de yapılan halk oylaması sonucu 1961 Anayasası %61.7 gibi bir "evet" oranıyla kabul edilse de, bazı akademisyenler ve uzmanlar %40'a yakın hayır oyunun oldukça anlamlı olduğunu ileri sürdüler ve yeni Anayasanın toplumun ciddi bir kesimi tarafından onaylanmadığını savundular. Adnan Menderes'in idamından üç hafta sonra 15 Ekim 1961'de Demokrat Parti'nin oy tabanının "mirasçıları" Adalet Partisi, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi oyların % 62'sini alarak 277 milletvekili çıkarmışlardır. Buna karşı Cumhuriyet Halk Partisi 173 milletvekili çıkarabilmiştir. Bu seçim ""Menderes'in zaferi"" olarak nitelendirilmiş ve ordu durumdan rahatsız olmuştur. 25 Ekim 1961'de 12. dönem TBMM toplandı ve askeri rejim sona erdi. Ordu içinde MBK kadar etkili olmaya başlayan SKB, seçimlerin millî iradeyi tam olarak yansıtmadığı ve yeni bir darbenin gerektiğini savunmuştur. 21 Ekim'de MBK'nın İstanbul kanadına bağlı 10 general ve 18 albay toplanmış ve en geç 25 Ekim'e kadar yönetime el koyacağını kararlaştıran "21 Ekim Protokolü" imzalamıştır. 22 Ekim'de MBK'nın Ankara kanadı aynı içerikteki "Mürted Protokolü" imzalamıştır. Fakat SKB onursal başkanı durumunda bulunan Cevdet Sunay'ın müdahalesiyle protokoller askıya alınmış ve siyasi parti liderleriyle uzlaşma yolu tercih edilmiştir. Bunun için 24 Ekim'de Çankaya'da Ragıp Gümüşpala (Adalet Partisi), Ekrem Alican (Yeni Türkiye Partisi), İsmet İnönü (Cumhuriyet Halk Partisi), Osman Bölükbaşı (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi), Cevdet Sunay, Cemal Gürsel ve generalların önünde Yassıada mahkûmlarına af çıkarılmayacağına, Emekli İnkılap Subaylar Derneğine bağlı subayların orduya geri alınmayacağına ve Cemal Gürsel'in cumhurbaşkanı seçilmesi için çalışacaklarına dair protokolü imzalamışlardır. Ali Fuat Başgil'in MBK üyeleri tarafından ölümle tehdit edilerek adaylıktan çekilmesiyle 26 Ekim 1961'de yapılan seçimle tek aday Cemal Gürsel cumhurbaşkanlığına getirildi. Ülkenin millî güvenlik politikalarının belirlenmesi amacıyla daha önce çeşitli kararname ve kanunlarla kurulan Yüksek Müdafaa Meclisi Umumi Katipliği ve Millî Savunma Yüksek Kurulu, 1961 Anayasası'nda Millî Güvenlik Kurulu ismiyle düzenlendi. "Anayasa Nizamını, Millî Güvenlik ve Huzuru bozan fiiller hakkında" kanun hazırlanıp, 5 Mart 1962'de kabul edilen 38 Sayılı Kanun'da darbeyi eleştirmenin suç olduğu vurgulandı. Bu kanunun birinci maddesinin B bendinde şöyle denilmekteydi: "27 Mayıs 1960 devrimini zedeliyebilecek şekilde: Bu devrimin neticesi olarak Yüksek Adalet Divanınca veya sair kaza mercilerince verilmiş ve kesinleşmiş olan karar ve hükümleri, söz yazı, haber, havadis, resim, karikatür veya sair vasıta ve suretlerle kötüleyenler, veya üstü kapalı da olsa matufiyeti belli olacak şekilde kötülemeye çalışanlar veya mahkûm edilenlerin mahkûmiyetlerine esas teşkil eden fiillerini, yahut şahıslarını övenler veya neticelenmiş hazırlık, ilk, son tahkikat veya infaz safhalariyle ilgili resim, hatırat, röportaj yapanlar veya beyanat verenler." Eleştirenler hakkında bu kanunda belirtilen 5 madde gereğince Anayasa Mahkemesi'nde dava açıldı. Bunlardan biri Yeni Demokrat Parti genel başkanı Fuad Köprülü'nün, ""af ancak bir haksızlığın tamiri olacaktır"" sözleri üzerine açılan kamu davasıdır. Celâl Bayar (Cumhurbaşkanı): "Ve yine hiç şüphe etmiyorum 27 Mayıs başarıya ulaşmamış ya da hiç yapılmamış olsaydı, ne ordu içinde cuntalar kurulacak, ne 12 Mart, 12 Eylül müdahaleleri yapılacak, ne de demokrasi dejenere edilebilecekti." Cemal Gürsel (MBK lideri): " Demokrat Parti'nin memlekete yaptığı en büyük kötülüklerden biri orduyu ihtilale zorlaması olmuştur. " Süleyman Demirel (Devlet Su İşleri Genel Müdürü):"(1950) Devlete karşı, onların yönettiği devlete karşı kazanılmış bir zaferdi... Onların elinden devleti alma hareketidir. 1960, halkın elinden devleti alma hareketidir." Bülent Ecevit (Cumhuriyet Halk Partisi Ankara milletvekili):"60 İhtilali... Ve kaptılar, işte kendileri güya demokrasisinin bayraktarlığını yapıyorlar... Müdahaleci ekip. Fakat ne yaptılar; üniversiteden geçmeler, 147'ler olayı, arkasından Bab-ı Ali önünden geçeceğiz lafları derken birden, bir ülke ve kültür birliği projesi ortaya çıktı. Bunu biz orataya çıkardık. Dünyada görülmemiş bir totaliter rejim projesi, yani Nazi Almanyası'nda bile eşi görülmemiş bir proje." ABD Dışişleri Bakanlığı İstihbarat ve Araştırma Dairesi'nin 1961 tarihli değerlendirme raporu:"Türk Silahlı Kuvvetleri'nce yapılan kansız darbe, Türkiye dışında genellikle ağırlık taşıyan , Türk Silahlı Kuvvetleri'nin apolitik olduğu ve ciddi bir siyasi bunalımda müdahale etmeyeceği yolundaki inanışı yıkmıştır." Vatan cephesi Vatan Cephesi, Demokrat Parti iktidarı döneminde başbakan Adnan Menderes tarafından kurulan siyasi oluşum. DP'nin il ve ilçe teşkilatları ile gençlik kollarını bir araya getiren oluşumda, DP destekçilerinin isimleri radyodan düzenli olarak halka açıklanmaktaydı. Bunun yapılmasındaki amacın gitgide güçlenen muhalefete karşı gövde gösterisi yapmak olduğu ve ha
lkı kutuplaşmaya ittiği iddia edilmiş, bu uygulama 27 Mayıs 1960 Darbesi'nin de önemli gerekçelerinden biri olmuştur. Bu uygulamayı destekleyenlere göre Vatan Cephesi sadece iktidardan memnun olanların oluşturduğu bir sivil toplum örgütlenmesidir. 1950'lerin ortalarında DP iktidarına karşı özellikle gençlerden oluşan güçlü bir muhalefet hareketi oluştu. Bu rüzgarı arkasına almak isteyen İsmet İnönü Anadolu mitinglerine başladı. 1958 yılında Cumhuriyetçi Millet Partisi ile Türkiye Köylü Partisi birleşti. Bu birleşmeden daha önemli bir birleşme, Hürriyet Partisi'nin CHP'ye katılmasıyla gerçekleşti. Aynı yıl içinde yaşanan bir dış gelişme, Irak'ta yaşanan darbe Demokrat Parti iktidarını daha da rahatsız etti. Muhalefetin güçlendiğini ve güvenlik güçlerini de yanına aldığını gören DP Vatan Cephesi'ni oluşturdu ve seçmenlerini bu oluşuma kaydetmeye başladı. Başbakan Adnan Menderes, 12 Ekim 1958 tarihinde Manisa'da yaptığı bir konuşmada halkı Vatan Cephesi saflarında toplanmaya çağırdı ve şunları söyledi: İktidar ve muhalefet partileri arasındaki cepheleşme halka da yansıdı. Dönemi yaşayanların anlattığına göre, özellikle köylerde DP ve CHP'lilerin gittikleri kahveleri ayırdıkları, aynı camilere gitmedikleri ve çocuklarını evlendirmedikleri iddia edilir. Vatan Cephesi örgütü ocaklar kurarak ülke genelinde kısa sürede örgütlendi. Bu ocakların yalnız DP’lilere değil bütün vatandaşlara açık olduğu bildirildi ve radyodan yapılan yayınlarda her haber saati öncesinde bu cepheye katılan vatandaşların isimleri okunmaya başlandı. Bu uygulamanın yanı sıra birçok yerde yayınlanan ve iktidar lehine haberler yapan Vatan Cephesi adında gazeteler yayınlanmaya başladı. Birçok kişinin adının kendisinin bile haberi olmadan cepheye katılanlar arasında açıklandığı vefat etmiş insanların ya da çocukların da kaydedildiği iddia edilir. TBMM bünyesinde sadece DP'li milletvekillerinden oluşturulan ve muhalefet ile basının eylemlerinin suç oluşturup oluşturmadığını inceleyen Tahkikat Komisyonu'na mahkeme kararı olmadan tutuklama yetkisi verildi. O günkü anayasa meclise soruşturma komisyonu kurma yetkisi tanımakla birlikte bu uygulama, özellikle kuvvetler ayrımı ilkesine aykırı olduğu yönünde eleştirilir. Mahir Çayan Mahir Çayan, (d. 15 Mart 1946, Samsun - ö. 30 Mart 1972, Kızıldere, Niksar, Tokat), Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'nin lideri olan Marksist-Leninist devrimci. 30 Mart 1972 tarihinde, Tokat'ın Niksar ilçesine bağlı Kızıldere köyünde dokuz arkadaşıyla birlikte öldürüldü. Mahir Çayan'ın babası Aziz Çayan, Amasya'nın Gümüşhacıköy ilçesinin Gümüş Bucağındandır. Bucağın Hamamözü tarafında kalan kısmına Çörüklerin Kışla, Amasya tarafında kalan kısmına Çayanların Kışla denmektedir. Mahir Çayan'ın akrabaları halen orada yaşamaktadırlar. Bugün köyün adı Yeniköy olarak değiştirilmiştir. Samsun doğumlu olan Mahir Çayan, ortaokul ve lise dönemlerini Haydarpaşa Lisesi'nde, yani İstanbul'da geçirdi. 1963'te İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu. Ertesi yıl Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğrenimine devam etti. Bu dönemde TİP ve FKF'ye (Fikir Kulüpleri Federasyonu) bağlı olan SBF (Siyasal Bilgiler Fakültesi) Fikir Kulübü'ne girdi. 1965'te bu kulübün başkanlığını da üstlendi. 1967'de kısa süreliğine o zamanlarki kız arkadaşı Gülten Savaşçı'nın yanına Fransa'ya gitti. Buradaki sosyalist hareketlerin genel seyri ve içinde bulundukları tartışmaları izledi. 1968'deki 6. Filo eylemlerine İzmir'de katıldı ve gözaltına alındı. Bu dönemde Türkiye İşçi Partisi (TİP) içinde başlayan Mihri Belli'nin savunduğu Millî Demokratik Devrim tartışmalarının içerisinde ve daha sonra kurulan THKP-C'nin önder kadrosunda bulundu. Bu tartışma sürecinde TİP adına Karadeniz Ereğli'de çalışmalar yürüttü Bu geziden sonra ideolojik olarak Millî Demokratik Devrim saflarında yer aldı. TİP ile olan temel ayrılığı devrim sorunu olarak tarif eder. Fransa'da bulunduğu süreçte Latin Amerika silahlı (fokoist) mücadelelerinden etkilenir. TİP'i bu süreçte yasalcılık ile suçlar, Türkiye'deki devrim sürecinin ancak silahlı bir mücadeleyle ve kendi özgül koşullarının tespit edilmesiyle olabileceğini savunur. Bu görüşe daha yakın olan Türk Solu ve Aydınlık dergilerinde yazılar yazar. Bu dönemde yazdığı önemli yazıları ""Revizyonizmin Keskin Kokusu 1"", ""Revizyonizmin Keskin Kokusu 2"" ve ""Aren Oportünizminin Niteliği"" dir. 1969 yılında Ankara'da yapılan ve Fikir Kulüpleri Federasyonu'nun adını DEV-GENÇ (Devrimci Gençlik Federasyonu) olarak değiştirdiği toplantıda Türkiye sosyalist hareketinin seyrini değiştirir. Mahir Çayan, 1970'te Gülten Savaşçı ile evlenmiştir. 1971 yılında yapılan TİP kongresine katılmamıştır, fakat TİP ve kendi çalışma çevresinden öğrenci ve işçilerle birlikte bir toplantı örgütler. Mihri Belli ile olan ayrılıkları iyice ortaya çıkmış olmasıyla birlikte yolunu Millî Demokratik Devrim (MDD) sürecinden ayırarak, önce "genç subayların" askerî darbe yapmasını beklemek yerine halk ihtilali için silahlı propaganda faaliyetlerine başlar. Bu ayrışmanın temel noktası, aslında MDD tespitinin TİP yasalcılığının başka bir versiyonu olduğu görüşüdür. O dönemde Türkiye devrim sürecini "Kesintisiz Devrim I-II-III" broşürlerinde dile getirir. Türkiye'nin sahip olduğu yapıyı oligarşi olarak tanımlar. Ek olarak "Türkiye'deki geçmişe nazaran refah seviyesinin artması ile birlikte devlet ve halk arasında bir denge vardır," demiş ve bu dengeyi "suni denge" olarak adlandırmıştır. Suni dengeyi de bozmanın ancak silahlı mücadele ile olacağını savunmuştur. “..yeni-sömürgecilik metodu, bir yandan emperyalizmin ülkeye iyice yerleşmesi (yani emperyalizmin sadece dışsal bir olgu değil aynı zamanda içsel bir olgu haline gelmesi) sonucunu doğururken, öte yandan geri-bıraktırılmış ülkelerde, geçmiş dönemlere kıyasla, izafi olarak -feodalizmin etkin olduğu, eski sömürgecilik dönemine kıyasla- belli ölçülerde pazarın genişlemesine paralel olarak toplumsal üretim ve nispi refahı artırmıştır. Bunun sonucu olarak, geri-bıraktırılmış ülke içindeki çelişkiler görünüşte yumuşamış (feodal döneme kıyasla) halk kitlelerinin düzene karşı tepkisi ile oligarşi arasında suni bir denge kurulmuştur.” “Artık geri-bıraktırılmış ülkelerdeki oligarşik devlet aygıtı, mevcut üretim ilişkilerini -buna ülkedeki kapitalizm iç dinamikle gelişmediği için, emperyalist üretim ilişkileri demek yanlış olmayacaktır- uzun bir süre koruyabilecek seviyeye gelmiş, bu ülkelerdeki halk kitlelerinin özellikle geniş emekçi yığınlarının tepkileri pasifize edilerek, bu tepkiler ile oligarşi arasında suni bir denge kurulmuştur. (Bu durum, pasifizmin, revizyonizmin bu ülkelerdeki maddi dayanağını teşkil etmektedir.)” Bu süreçte Münir Ramazan Aktolga ve Yusuf Küpeli ile birlikte THKP-C'nin kuruluş çalışmalarını sürdürür. Örgütün diğer önemli isimleri arasında; Ertuğrul Kürkçü, İlhami Aras, Ulaş Bardakçı, Mustafa Kemal Kaçaroğlu ve Hüseyin Cevahir yer alır. Şehir gerillası modellini benimseyen Mahir Çayan buna uygun silahlı eylemlerin planlanmasında ve gerçekleştirilmesinde bizzat bulunur. Bu arada THKP'nin şehir gerillası eylemlerini de planlayan Çayan, 12 Şubat 1971'de Ankara'da Ziraat Bankası Küçükesat Şubesi'nin soyulmasına katıldı. Şubat 1971'de Hüseyin Cevahir, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz, Kamil Dede ve Oktay Etiman'la birlikte İstanbul'a geldi ve örgütün eylemlerine burada devam edilmesi için hazırlıklarda bulundu. 15 Mart 1971'de Erenköy Türk Ticaret Bankası soygununa katıldı. Bunun ardından 4 Nisan 1971'de işadamları Mete Has ile Talip Aksoy'un kaçırılıp, 400 bin liralık fidye alınması eylemini arkadaşlarıyla birlikte gerçekleştirdi. Bu arada Türkiye Halk Kurtuluş Partisi'nin tüzüğünü Münir Ramazan Aktolga ile birlikte hazırladı. Aynı günlerde "İhtilalin Yolu" adlı parti bildirisini de kaleme alan Mahir Çayan, 22 Mayıs 1971'de İsrail Başkonsolosu Efraim Elrom'un kaçırılıp öldürülmesi olayına karışır. Kaldıkları evden kaçarken polisle girdikleri çatışma sonrasında Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir, İstanbul Maltepe’de bir evde kuşatılır. Evde bulunan 14 yaşındaki Sibel Erkan'ı rehin alırlar. Çayan ve Cevahir’i ikna edebilmek için anne ve babaları ile aile büyükleri olay yerine getirilir. Hüseyin Cevahir ve Mahir Çayan'ın teslim olmaması üzerine 1 Haziran 1971 günü eve operasyon düzenlenir. Cevahir ve Çayan, Sibel Erkan'ı korumak için pencerelerden uzaklaştırır. Hapisteki İlkay Demir, Mahir Çayan'ı hafif saçları dökülmüş, siyah saçlı ve esmer tarif etmiş ve bunun üzerine keskin nişancı Mahir Çayan sandığı Hüseyin Cevahir'e ateş açmıştır. Cevahir ölmeden önce 'aslan' diye bağırır ve son nefesini verir. 'Aslan' Çayan ve Cevahir arasındaki bir şifredir. Çayan ise arkadaşıyla daha önceden anlaştığı gibi sağ ele geçirilmemek için namluyu kalbine doğrultur ve tetiği çeker. Ancak solak olduğu için eli titrer ve kurşun kalbi yerine akciğerine saplanır. Hüseyin Cevahir ölü, Mahir Çayan ise yaralı ele geçirilir. Sibel Erkan zarar görmemiştir. Mahir Çayan tutuklandıktan sonra bir süre dava arkadaşlarından ayrı tek başına bir hücrede tutuldu. Dokuz günlük ölüm orucunun sonunda gece yarısı İstanbul Maltepe Cezaevi'ne getirildi. Dava sürerken 29 Kasım 1971'de THKP-C'den Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Ziya Yılmaz ile Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'ndan (kısaca THKO) Cihan Alptekin ve Ömer Ayna, kazılan tünelden çıkarak firar ederler. Firardan sonra THKP-C içinde bölünme yaşanır. Bu süre içinde örgüt içinde baş gösteren anlaşmazlığı tartışmak üzere 12 Aralık 1971'de Yusuf Küpeli ve Münir Aktolga ile görüştü. Ancak bu görüşmede bir sonuç sağlanamadı ve Çayan içerde oldukları süre içinde partinin çizilmiş olan stratejisini terk ettikleri gerekçesiyle Merkez Komitesi'ndeki bu iki arkadaşını suçladı. Daha sonra genel komitedeki diğer üyelerin de onayı ile Yusuf Küpeli ile Münir Ramazan Aktolga'nın THKP-C'den ihraç edilmelerini sağladı. İstanbul'da kalma olanakları daralan Mahir Çayan, Ankara'ya geçer. 19 Şubat'ta Ulaş Bardakçı, Arnavutköy'de kaldığı evde kuşatılır ve güvenlik güçleyile girdiği çatışmada öldürülür. Mahir
Çayan ve arkadaşları bir yandan sürekli yer değiştirerek yakalanmamaya çalışırken, öte yandan idam cezası verilmiş olan Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın kurtarılması için eylem olanakları araştırırlar. Ankara'daki ilişkiler de yakalanmalar sonucunda giderek daralır. Önce bazı kadrolar Karadeniz'e gönderilir. Koray Doğan'ın polis tarafından öldürülmesi ve diğer yakalanmalar sonrasında da Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna ve Ertuğrul Kürkçü Karadeniz'e geçerler. Bir süre Fatsa'da kalan Mahir Çayan ve arkadaşları infazları engellemek için eylem olanakları araştırırlar. 26 Mart 1972'de Ünye'de NATO'ya ait radar istasyonunda çalışan iki Kanadalı ve bir Britanyalı teknisyeni kaçırır ve karşılığında Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu önderleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın serbest bırakılmasını isterler. 28 Mart'ta rehinelerle birlikte Niksar'ın Kızıldere köyü muhtarının evinde kalmakta olan arkadaşlarının yanına giderler. 30 Mart günü muhtarın evinde askerler tarafından ablukaya alınırlar. Komutanların megafonla yaptığı teslim olun çağrılarına Mahir Çayan tarafından "Erleri geri çekin, rütbeliler gelsin" ve "Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik" sözleri ile karşılık verilir. Evi sarmış olan askerler eve girer. İlk Mahir Çayan düşer. Alnından aldığı yarayla evin çatısında can verir. Güvenlik kuvvetlerinin havan topları ve roketatarlarla evdekilere ateş açması sonucu Kızıldere olayı gerçekleşir. Çatışma sonunda Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Ömer Ayna, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoğru, Hüdai Arıkan, Ahmet Atasoy, Ertan Saruhan, Sabahattin Kurt ve Nihat Yılmaz öldürülür. Evde bulunan Ertuğrul Kürkçü samanlıkta yaralı ele geçirilir. Rehineler ise çatışma sırasında ölürler. Cenazeler savcının nezaretinde Niksar'a götürülür. Olaydan sonra Mahir Çayan'ın cenaze aracı askerler tarafından durdurulur ve cenazesi kimsesizler mezarlığına gömülür. Ancak 1974 Çayan'ın arkadaşları cenazeyi alır ve Karşıyaka Mezarlığı'na defnedilir. Mahir Çayan'ın mezarı Ankara Karşıyaka Mezarlığı, L/3 adası, 99 no'lu mezardır. F-stop F-stop, fotoğraf makineleri ya da kameralarda diyafram açıklığı değeri. Film veya ışığa duyarlı ortam üzerine düşen ışık miktarının ayarlanması için kullanılır. Diyafram çapı ile objektifin odak uzunluğunun birbirine oranını gösterir. Stop sayısı büyüdükçe – f harfinin yanındaki sayı – diyafram açıklığı küçülür (kısılır). Örneğin f/22 çok küçük bir diyafram açıklığı iken f/2 çok geniş bir diyafram açıklığıdır. F-sayıları, enstantane değerleri ve film hızları (ISO sayıları) hep stop birimine göre ölçülürler. Örneğin f/5.6 diyafram değeri f/8 değerinden iki kat daha fazla ışık miktarı geçirirken f/4 değerinin ise yarısı kadar ışık geçirir. Veya 1/250 saniyelik enstantane değeri 1/500 saniyeye göre iki kat daha fazla ışık miktarı geçirirken 1/125 saniyenin yarısı kadar ışık geçirir. Gri kart (fotoğrafçılık) Pozometrelerin kalibre edildiği referans orta tonu temsil eden ve ışığın % 18 ini yansıtan standart gri renge boyalı kart. Penaltı vuruşu Penaltı, futbolda ceza ifade eden bir terimdir. Bir penaltı vuruşu, top oyunda iken, bir oyuncunun, kendi ceza sahası içinde rakip oyuncuya faul ile cezalandırılabilecek 10 kural dışı bir hareketten birini veya birden fazlasını yapması durumunda yapan takımın aleyhine verilir (FIFA futbol oyun kuralları, Kural 14 Penaltı). 10 İhlal: Lehinde karar verilen takım ceza sahası içinde bulunan beyaz noktadan, karşısında yalnızca kaleci olacak şekilde kaleye şut çekme hakkı kazanır. Atışın yapıldığı beyaz noktaya penaltı noktası adı verilir ve tüm penaltı atışları penaltı noktasından yapılır. Penaltı noktası kale çizgisinden 11 metre (ya da İngiliz birim sistemine göre 12 yard = 10,9728 metre) uzaklıktadır. Penaltı atışı sırasında vuruşu yapacak oyuncu ile rakip kaleci dışındaki bütün oyuncular oyun alanının içinde, ceza sahasının dışında bulunmak zorundadır. Kaleci topa vuruluncaya kadar kendi kale çizgisini terk edemez. Vuruşu yapan oyuncu topu ileri (kaleye doğru) atmak zorundadır. Kaleci atışta kale alanını olabildiğince doldurmaya çalışır. Yükseğe ve köşeye atılan toplarda gol olma olasılığı en yüksektir. Top kendi çevresinde 1 defa döndükten sonra oyunda kabul edilir. Atışı yapan oyuncu, başka bir oyuncu oynamadan topla ikinci defa temas edemez. Top kale direklerinin arasından geçerken kaleciye dokunsa bile gol kararı verilir. Gerektiği zaman ya da devrenin bitiminde penaltı atışı kararı verildiğinde atış yapılır. Ancak gol olmuşsa başlama vuruşu yapılmaz. Savunma halindeki takım, yukarıdaki kuralları ihlal ettiği takdirde gol olmamışsa atış tekrar edilir. Penaltı vuruşunu yapan oyuncu dışında, hücum eden takım oyuncularından biri kuralları çiğnediği zaman, vuruşu yapan oyuncu gol atmış ise sayı iptal edilir. Top kaleci tarafından kurtarıldığı ya da başka biçimde gol olmadığı takdirde oyun normal olarak devam eder. Kuralı bizzat atışı yapan oyuncu ihlal etmişse, o noktadan bu oyuncunun takımı aleyhine endirekt serbest vuruş cezası verilir (Bu durum atışı yapan oyuncunun kaleciyi aldatması halinde de geçerlidir). Penaltı atışını yapan oyuncu bunu kaleye doğru olmak şartıyla pas olarak da kullanabilir. Takım arkadaşlarından biri, topun kendi çevresinde bir tur dönmesinden sonra cezaalanına girerek topa vurduğu ve kaleden içeri soktuğu takdirde gol kararı verilir. Temdit penaltısı; ilk yarının ya da maçın bittiği anda verilen penaltı kararlarıyla, kupa maçlarında normal ve uzatma süreleriyle denkliğin bozulmaması halinde başvurulan penaltı atışlarıdır. Temdit penaltısının atılışı sırasında özel kurallar uygulanır. Atışı yapan oyuncu ile kalecinin dışındaki oyuncular, atış sırasında sahanın uzak bir bölümünde (genellikle santra yuvarlağı içinde) beklerler. Atışın golle sonuçlanmaması, direkten ya da kaleciden dönmesi durumunda öteki oyuncular müdahale edemez. Top durduktan ya da oyun sahasını terkettikten sonra atış sona ermiş sayılır. Atışı yapan oyuncu da kalecinin müdahalesiyle geri dönen topa ikinci vuruşu yapamaz. Temdit penaltısında gol olmuşsa, atışı yapan takım hesabına 1 sayı kaydedilir. Gol olmamışsa atış yapılmış ve sona ermiş sayılır. Hakem durumu bitiş düdüğü ile ilan eder. Otomatik Dengelenen Dolgu Flaş (fotoğrafçılık) Fotoğraf makinesinin objektifi içinden geçen ışığa duyarlı pozometrenin (TTL – through the lens) belirlediği ışık miktarı ve buna bağlı poz değerlerini algılayıp, bu şekilde flaşın üretmesi gereken ışık miktarını belirleyen elektronik mekanizmayla iletişimi sağlayan ve de bir kızak aracılığıyla makinaya eklenen bağımsız flaş cihazı ya da doğrudan makina üzerine imalat aşamasında monte edilen flaş. Fotoğrafı çekerken flaş., makinaya geri yansıyan ışığı ölçer ve doğru ışık miktarına ulaşıldığında flaşın ışığını keser. Merkez ağırlıklı ölçüm (fotoğrafçılık) Görüntünün orta kısmındaki ışığa diğer kısımlardaki ışıktan daha fazla ağırlık veren bir poz ölçüm sistemi. Genellikle vizörün ortasındaki büyük bir daire ile ağırlık verilen kısımın sınırları belirlenir. Poz düzeltmesi (fotoğrafçılık) Pozometreler genellikle orta tona göre ölçüm yaparak kullanılacak diyafram ve enstantane değerlerini öngörürler. Pozometrelerin bu özelliğinden dolayı karanlık konular daha aydınlık, aydınlık konular da daha karanlık çıkar. Poz düzeltmesi, aydınlık tondaki bir konunun poz değerlerini ölçerken film üzerine pozometrenin öngördüğünden daha fazla ışık, karanlık tondaki bir konunun poz değerlerini ölçerken de pozometrenin işaret ettiğinden daha az ışık verilmesi işlemidir. Örneğin konumuz beyaz bir kediyse ve beyaz kedi fotoğrafın büyük bir bölümünü kaplıyorsa fotoğraf makinelerinin Av (diyafram öncelikli) fotoğraf makinesi konumuzun beyaz bir kedi olduğunu bilmediğinden etrafın çok aydınlık olduğunu değerlendirecek ve seçtiğimiz diyafram açıklığına göre otomatik olarak poz süresini olması gerekenden kısa olarak atayacaktır ve fotoğrafımız az pozlanmış olduğundan konu karanlık çıkacaktır. Bu durumda poz telafisinde duruma göre +1,5 gibi bir değere getirmemiz ve makinenin buna göre poz süresini daha uzun seçmesini sağlamamız gerekecektir. Poz düzeltmesi (Poz telafisi) yarı otomatik modlarda (Av, Tv) kullanılabilir. Genellikle +2 ve -2 (bazen +3 ve -3) arasında 0,5 veya 1/3 lük adımlar halinde makinelerde sunulur. Poz telafisinin yeterli olmadığı durumlarda makineyi M (tam manuel) modunda kullanarak doğru pozlamayı yapmak mümkündür. Pozometre Pozometre; poz değerini, objektifinden vizöre giren ışığın miktarını ve ışık girme süresini belirleyip ölçen düzendir. Bir SLR fotoğraf makinesinde bu ışık miktarı, haraketli ayna kalkıp obtüratör açıldığında film üzerine vuran miktardır. Pozometre resmi çekilmek istenen sahaya tutulduğunda imal edildiği foto elektrik hücrede meydana gelen elektrik akımının ölçümü esası ile çalışır. Işığı bol alan saha pozometrede yüksek sapma meydana getirirler. Pozometre fotoğraf makinesinin kendi ölçtüğü poz değerinden daha hassas sonuçlar verdiği için gerektiğinde profesyonel fotoğrafçılar tarafından tercih edilirler. Basamaklama Basamaklama, fotoğrafçılıkta ışığın sürekli değiştiği, ışık ölçümünden emin olunmadığı ya da mutlaka doğru sonuç alınması gereken konularda doğru olduğu varsayılan ilk poz değerinde bir değişkenin (enstantane ya da diyafram) sabit tutularak diğer değişkenin daha altında ve daha üzerinde farklı poz değerleri ile seri çekimlerin yapılmasıdır. Focus Bracketing: Çekilen poza ilaveten, odaklama yapılan noktanın biraz arkasına ve biraz önüne odaklama yapılarak iki poz daha çekilir. Bu "biraz"ların miktarı daha önceden ayarlanabilir. Genelde, elle odaklama yapılırken oluşabilecek odaklama hatalarını en aza indirmek için kullanılır. Güneşli Hava f/16 Kuralı (fotoğrafçılık) Güneşli açık bir günde ışığın önden vurduğu bir konunun fotoğrafını çekerken; hangi filmi-sensörü kullanıyorsanız kullanın, doğru pozlandırma değerleri diyafram için f/16, enstantane için ise kullandığınız filmin hızına en yakın 1/ ISO değeridir. Örneğin filminizin hızı (ISO/ASA değ
eri) 100 ise kullanmanız gereken enstantane değeri 1/125, ISO 50 ise 1/60 olmalıdır. Ancak eğer silüet fotoğrafı çekilmiyorsa güneşin kadrajın içinde veya yakınında olmaması gerekir ve bu kurallar silüet fotoğraflarında geçerli değildir. Ayrıca kullanılan filmin hızı DIN veya GOST değerleri ile ölçülüyorsa bu kuralları uygulamadan önce film hızını ISO/ASA değerine çevirmek gerekir. Troçkizm Troçkizm, Marksizm'in Troçki'nin bakış açısıyla yorumlanmasıdır. Aynı zamanda 1917 Ekim Devrimi'nden sonra ortaya çıkmış bir ayrımı ifade eder. Sovyetler Birliğinde "Sol Muhalefet" olarak örgütlenmiş, Dünya'da Troçki'nin kurduğu 4. Enternasyonal'le başlayarak günümüze kadar gelmiştir. Troçkizm'in en önemli unsurları; özgürlüğü ortadan kaldıracak bir sistem olarak görülen "tek ülkede sosyalizmi" fikrinin reddi, dünya devrimi fikri, enternasyonalin gerekliliği, sürekli devrim ve Doğu Bloku ülkelerinin gerçek sosyalizm olmadığı fikirleridir. Troçki'ye göre, bir işçi devleti tek başına kapitalist güçlerin baskısına direnemezdi. Bu nedenle Troçki, sosyalizmin tek bir ülkede kurulmasının olanaksız olduğunu düşünüyordu. Troçki'ye göre kapitalist dünya ekonomisi farklı ülkelerin ekonomilerinin bir toplamı değil, bir bütünüydü. Bu nedenle Troçki, tıpkı Lenin gibi başta gelişmiş kapitalist ülkelerde olmak üzere tüm dünyada sosyalist devrimlerin gerçekleşmesini en öncelikli sorun olarak görmüştür. Bu nedenle Troçki, 3. Enternasyonalin (Komünist Enternasyonal) zaman içinde işlevini kaybetmesini eleştirir. Buna karşılık Troçkistler 4. Enternasyonali kurarak dünya devrimi için mücadeleye devam ettiklerini ilan etmişlerdir. Sovyetler Birliği'nin ekonomik-toplumsal yapısı Troçki'nin tezlerinde önemli bir yer tutar. Troçki, bu ülkede aslında sosyalizmin var olmadığını, başlangıçta işçi devleti olan bu rejimin yalnız kalması, iç savaş, devrimin geri kalmış bir ülkede gerçekleşmesi, bir bürokrasi katmanını oluşturduğunu ve işçi iktidarını deformasyona uğrattığı görüşündedir. Troçki, bürokrasinin kendi çıkarları için içte ve dışta devrimi yenilgiye uğratmak için çalıştığını ve bunu başardığı söyler. Stalin'i ise bürokrasinin bu dönemdeki lideri olarak görür. Troçki'nin önemli kuramlarından birisi de sürekli devrimdir. Aynı isimde bir kitabı da bulunan Troçki, emperyalizm çağında geri kalmış ülke burjuvalarının oynaması gereken rolü de işçi sınıfının devralması gerektiği görüşündeyken devrimin kesintiye uğramadan dünyaya yayılması gerektiğini bu kuramıyla vurgulamaya çalışır. Troçkizm, ekonomi-politik ve devlet kuramı konularında Marksizmin ilk haline sıkı sıkıya bağlıdır. Bu görüşler doğrultusunda Troçkistler, Sovyetler Birliği'nde bürokrasinin devrilmesi, devrimin dünyaya yayılması için mücadele etmişlerdir. Rusya Sosyal-Demokrat İşçi Partisi'nin (RSDİP) 1903'deki 2. Konferansında Lenin'in ve Martov'un başını çektiği iki ayrı eğilim arasındaki ideolojik ve örgütsel ayrılıklar doruk noktasına çıktı. Parti Lenin'in başı çektiği çoğunluk (Bolşevik) ve Martov'un başı çektiği azınlık (Menşevik) olmak üzere bölündü. Troçki, bu bölünmede Menşeviklerin tarafında bulundu. Daha sonra Menşevikler, Rusya'nın koşullarını öne sürerek burjuva partileriyle ittifak yapılmasına yanaşan yeni fikirleri ortaya atınca Troçki, Menşeviklerden ayrıldı. 1917 yılına kadar Troçki, Bolşevikler ve Menşeviklerin dışındaydı. Troçki, Sürekli Devrim adlı teorisinin ilk çekirdeğini oluşturan "Sonuçlar ve Olasılıklar" adlı broşürünü yazmış ve bu konudaki tezlerini geliştirmeye devam etmişti. Şubat 1917'de gerçekleşen devrimle birlikte Rusya'da Çarlık rejimi sona erdi ve hükümetin aciz kalmasından ötürü fiili bir demokratik rejim kuruldu. Önce burjuva-liberal Kadetler önderliğinde, sonra popülist-sosyalist Kerenski başkanlığında geçici hükümetler kuruldu . Menşevikler Rusya'daki devrimin bir burjuva-demokratik devrim aşamasında olduğu gerekçesiyle bu hükümetleri desteklerken; Bolşevikler (Lenin ülkeye dönükten sonra) geçici hükümetin karşısında oldular. Şubat devrimine karşı alınacak tavır, 1. Dünya Savaşına son verilmesi, devrimin daha da ileri götürülüp işçi sınıfı iktidarına varması konularındaki tartışmalar Troçki ve taraftarlarını Bolşeviklere yakınlaştırdı. Ve birleşme fikrini doğurdu. Nisan 1917'de Lenin'in ünlü "Nisan Tezleri'ni" yayınlamasıyla birlikte Troçki ve yaklaşık 4000 taraftarı Bolşevik Partiye katıldı. Bu dönemde Geçici Hükümet, halk desteğini hızla kaybediyordu. Ekim'de (Gregoryen takvime göre Kasım'da) bir devrim daha gerçekleşti. Geçici Hükümet ortadan kalktı ve tüm iktidar Sovyetlerin eline geçti. Devrimin hemen ardından savaşa son verilmesi ve Almanya ile barış görüşmelerine gidilmesi konusu gündeme geldi. Görüşmeler için Troçki görevlendirildi. Barış görüşmeleri, Lenin ile Troçki arasında fikir ayrılıklarına neden oldu. Lenin, hemen barış yapılması taraftarı olduğunu ilan etti ve barış yapılmazsa Almanya'nın SSCB'yi ortadan kaldırılabileceğini belirtti. Troçki ise Almanya'da devrimin yakın olduğunu ve içeriden yıkılacağını, görüşmelerin geciktirilmesi gerektiğini söylüyordu. 2 ay içinde Alman ordularının ilerleyişi Sovyetler Birliği'nin barış görüşmelerine oturmasına neden oldu ve Sovyetler Birliği savaştan çekildi. Troçki daha sonra "deneyim Lenin'in haklı olduğunu gösterdi" diyecekti. 1919'da ise eski rejimi geri getirmek isteyen Beyaz Muhafızlar, savaş ilan ettiler. Bu, iki yıl sürecek bir iç savaşın başlangıcıydı. Troçki bu sürede Kızıl Muhafızların komutanlığını üstlendi ve kısa sürede Kızıl Muhafızları büyük bir orduya dönüştürdü. İki yılın sonunda Beyaz Muhafızlar yenildi ve iç savaş sona erdi. Fakat SSCB ekonomisi büyük bir yıkıma uğradı. Sovyetler'deki "sol muhalefet", Troçki önderliğinde 1920'li yıllar boyunca güç kazandı. 1928'de Stalin bu gelişmeye son vermek için Troçki'yi önce SSCB içinde sürgüne gönderdi, ve yandaşlarını hapsettirdi. Buna rağmen sol muhalefetin faaliyetlerini gizlice sürdürmesi üzerine Troçki yurtdışına, sırasıyla Türkiye, Norveç ve Meksika'ya sürgüne gönderildi. Stalin, gücünün yettiğince, tüm dünyadaki komünist partilerden Troçkistlerin tasfiye edilmesini sağladı. Troçki, gücünü pekiştiren Sovyet bürokrasisinin er ya da geç konumunu kalıcı hale getirmek için kapitalizme yöneleceğini iddia etmiştir. 1936 yılında Troçki'nin yazdıklarına göre çevresi kapitalist ülkelerle çevrili olan Sovyetler Birliği'ndeki dengesizlikler gittikçe artacak ve Sovyet bürokrasisi kapitalizme yönelmek zorunda kalacaktı. Troçkistler, SSCB'deki Glasnost ve Perestroyka hareketlerini, Troçki'nin bu kehanetinin gerçekleşmesi olarak yorumlamıştır. Troçki, yozlaşmasına rağmen SSCB'nin varlığının yine de işçilerin çıkarına olduğunu ve kapitalist ülkelerin saldırılarına, karşı devrim girişimlerine karşı savunulması gerektiğini düşünüyordu. SSCB'de proleter demokrasinin yeniden kurulması için bir "politik devrim" çağrısında bulundu. Günümüzde bu çağrıyı yanlış bulan Troçkistler de vardır. Stalin, Troçki'yi SSCB rejimi için büyük tehlike olarak görüyordu ve onu etkisiz hale getirmek için çeşitli yöntemler denedi. Troçki, Stalin'in emri ile Meksikalı bir Stalinist olan Ramon Mercader tarafından 1940'ta katledildi. Suikastten önce, 1938'de Troçki ve taraftarları, hareketlerini kurumsallaştırmak için Dördüncü Enternasyonal'i örgütleyebilmişti. Troçki, Dördüncü Enternasyonal'in devrimi gerçekleştirebilecek tek güç olduğunu ve gerek kapitalizme gerekse Stalinizme karşı mücadele edeceğini söylüyordu. Bu yıllarda Troçkizm Vietnam'da, Sri Lanka'da ve daha sonra Bolivya'da bir kitle hareketi hüviyeti kazandı. Çin'de de önemli Troçkist hareket mevcuttu. Ancak Stalinistler, güç kazandıkları her yerde Troçkistleri başlıca düşmanları olarak gördüler ve yok etmek için özel bir çaba gösterdiler. II. Dünya Savaşı yıllarında Dördüncü Enternasyonal'den kopmalar yaşandı. Bazı Troçkistler, SSCB'nin artık "yozlaşmış bir işçi devleti" sayılamayacağını söyleyerek Dördüncü Enternasyonal'den çekildiler. Bunlara göre, SSCB gibi bürokratik-totaliter bir rejimi savunmak işçi sınıfı için bir hataydı. Öte yandan, baskı altında kalan Troçkist gruplar Vietnam'daki ve diğer ülkelerdeki kitle desteğini kaybettiler. Dördüncü Enternasyonal Uluslararası Sekreteryası, II. Dünya Savaşı sonrası siyasi durumu ve Doğu Avrupa'daki yeni bürokratik devletleri değerlendirmek amacıyla 1946, 1948 ve 1951 yıllarında bir dizi uluslararası kongre topladı. 1951 kongresi, Doğu Avrupa devletlerini "deforme işçi devletleri" olarak tanımladı. Aynı kongre, Michael Pablo'nun, Troçkistleri Stalinist Komünist partilerin içinde daha etkin olmaya çağıran görüşlerini de benimsedi. Pablo'ya göre Stalinist Komünist partiler, gerçek bir işçi hareketine dayanmaları halinde Stalin'in etkisinden kurtulabilirdi. Pablo'ya göre, Yugoslavya'nın kendi yolunu seçmesi, bunun olabilirliğini göstermişti. 1951 kongresinde Troçkistlerin Stalinist Komünist partiler içinde faaliyet göstermesi yönünde karar alındı. Bu hatalı karar sonucunda yüzlerce Troçkist militan Stalinist Komünist partilerin içinde tasfiye oldu. 1951 kongresinin karşı karşıya geldiği bir başka sorun ise Doğu Avrupa'daki yeni bürokratik rejimler oldu. Marksist görüşe göre SSCB, kendi varlığı için tehdit olmadığı sürece kapitalizmle uyum içinde yaşayacak, devrimi yaymaya çalışmayacaktı. Tartışmalar sonucunda Kongre; SSCB yönetiminin hâlâ karşı-devrimci olduğunu, Doğu Avrupa'daki yeni rejimlerin II. Dünya Savaşı'nın askeri ve siyasi bir sonucu olduğunu, SSCB'nin rejimini bu ülkelere yaymasının devrimcilikten değil varlığını koruma güdüsünden kaynaklandığını açıkladı. Günümüzde, dünya üzerinde Dördüncü Enternasyonal'in devamı olduğunu iddiasını taşıyan birçok Troçkist grup vardır. Troçkizm bugün dünyanın 7 kıtasında da mücadele veren bir siyasi akımdır. Latin Amerika ve Avrupa'da yoğun olmak üzere, Sri Lanka ve Arjantin gibi ülkelerde en güçlü sol akım olarak varlığını sürdürmektedir. Bazı ülkelere göre, Troçkist hareketlerin değerlendirmesini şöyle yapabiliriz: ABD: ABD'de Troçkizm Komünist Enternasyonal kuruluşundan beri var oldu. Uluslarara
sı Sol Muhalefetin bu ülkede bir seksiyonu vardı. Dördüncü Enternasyonal'in kuruluşunda bu seksiyon önemli bir rol oynadı ve aynı zamanda Sosyalist İşçi Partisi kuruldu. Özellikle II. Dünya Savaşı döneminde, enternasyonalin öncülüğünü bu parti yaptı. 1953 yılında James Canon'un mektubuyla bu parti DE'den ayrıldı ve kendisini takip eden diğer seksiyonlarla Dördüncü Enternasyonal'in Uluslararası Komitesi'ni(DEUK) kurdu. Daha sonra bu parti bölündü ve DE'ye geri dönerek BirSek'i kurdu. Günümüzde bu parti bütünüyle Troçkizmi terk etmiş durumdadır. Pablo çizgisinde olan bir grup Neo-conların içinde erimiştir. Ayrıca DEUK'un bir seksiyonu olan SEP, ABD'de faaliyetlerini sürdürmektedir. Kanada: DEUK'un bu ülkede bir seksiyonu bulunmaktadır, BirSek'in bir seksiyonu mevcuttur, diğer Troçkist hareketlerle ilgili bilgiler sınırlıdır. Meksika: Bu ülkede Troçkist hareketin tarihi Sol Muhalefete kadar uzanır. Troçki'nin Meksika'da bulunduğu dönemlerde bazı önemli çalışmaları olmuştur. Arjantin: Arjantin'de güçlü bir troçkist hareket mevcuttur. LIT-CI, UIT-CI ve BirSek'in birer seksiyonları bu ülkede mevcuttur. Ayrıca Partido Obrero (İşçi Partisi) CRFI'nın kuruluşunda önemli bir rol oynamıştır. Bunların dışında pek çok Troçkist grup mevcuttur. Üç Troçkist partinin; Izquierda Socialista (UIT-CI), Partido Obrero (CRFI) ve Partido Trabajadores Socialista (FT-CI) ortaklığı olan İşçilerin ve Solun Cephesi (Frente Izquierda y Trabajadores-FIT) ülkenin 4. büyük siyasal yapısıdır. Bolivya: Bolivya'da gelişmiş bir troçkist hareket mevcuttur. Özellikle de maden işçileri arasında Troçkizm güçlüdür. MAS'ın Pablo çizgisinde pek çok üyesi vardır. Bu ülkede Birsek, LIT-CI ve UIT-CI birer seksiyonları vardır. Brezilya: LIT-CI, UIT-CI, CRFI ve BirSek'in birer seksiyonu vardır. Diğer hareketler dağınıktır. Kolombiya: LIT-CI ve UIT-CI'nın birer seksiyonu mevcuttur. Venezuela: Ülkede birkaç dağınık Troçkist grup bulunmaktadır. Birsek, LIT-CI, UIT-CI ve CRFI'in birer seksiyonu mevcuttur. İngiltere: İngiltere'de güçlü bir troçkist hareket mevcuttur. SWP, IST'nin liderliğini yapmaktadır. DEUK'un bir seksiyonu olan SEP faaliyet göstermektedir. IMT'nin İngiltere seksiyonu İşçi Partisi'ne süresiz entrizm yapmaktadır. Bu ülkede, hemen hemen bütün Uluslararası sektlerin bir seksiyonu bulunmaktadır. Diğer troçkist hareketler dağınık durumdadır. Fransa: Fransa'da troçkist hareket önemli bir güç kazanmıştır. Troçkistler seçimlerde 3 milyondan fazla oy almaktadır. Eski Fransa Başbakanı Lionel Jospin Uluslararası Komunist Akım'dan ayrılmıştır. 2002 Fransa seçimlerinde troçkist gruplar tüm oynalrın %11'ini aldılar. 2006'da %6'ya gerilediler. LO, LCR ve PT en güçlü Troçkist çevrelerdir. Son seçimlerdeki yaklaşık oy miktarları; LO: 1.600.000 LCR: 1.200.000 PT: 130.000 Almanya: DEUK'un bir seksiyonu olan SEP henüz kuruluş aşamasındayken 15.000 oy almayı başarmış bir partidir. Diğer troçkist hareketlerin hepsi Die Linke(Sol Parti) içinde yer almaktadır. İspanya: Dördüncü Enternasyonal'in kuruluş belgelerinden edindiğimiz bilgiye göre henüz sol muhalefet döneminde İspanya Troçkist Hareketi ikiye bölünmüştür. İspanya İç Savaşı döneminde POUM(DE'den koptu) varlığını sürdürmüştür. LIT-CI, UIT-CI ve Birsek'in birer seksiyonu bulunmaktadır. İtalya: LIT-CI'nın bir seksiyonu olan Alternatif Komunist Parti bu ülkede faaliyet göstermektedir. Birsek'in bir seksiyonu vardır. CRFI'nın seksiyonu vardır. Diğer troçkist hareketler dağınıktır. Yunanistan: Sol Muhalefetin en güçlü seksiyonu Yunanistan'daydı. İlerleyen dönemlerde Troçkist hareket görece zayıfladı. CRFI'nın Yunan seksiyonu olan EEK ve Birsek'in bir seksiyonu mevcuttur. Avustralya: DEUK'un bir seksiyonu olan SEP bu ülkede faaliyet göstermektedir. Birsek'in bir seksiyonu mevcuttur. Sri Lanka: Sri Lanka'da güçlü bir troçkist hareket mevcuttur. Eski troçkist LSSP faaliyetlerini sürdürmektedir. DEUK'un bir seksiyonu SEP faaliyetlerini sürdürmektedir. Paraguay:LIT-CI'nın ve Birsek'in birer seksiyonları mevcut. Şili: LIT-CI, UIT-CI, CRFI ve Birsek'in birer seksiyonları mevcut. Kamerun: BirSek'in bir seksiyonu mevcut. Japonya: BirSek'in bir seksiyonu mevcuttur. Türkiye: Troçkistlerin Doğu Bloku'na bakışını incelemeden önce Stalinizmin Yükselişine bakışlarını incelemek gerekir. Troçkistlerin ortak noktası SSCB ve benzeri rejimlerin gerçek anlamda işçi devletleri veya sosyalizm olmadığı görüşüdür. 1917 Rusya Devrimi'nden itibaren devrimin yayılamaması ve görece sanayileşmemiş bir ülkede gerçekleşmesi(hatta bu ülkede bir burjuva devrimi de yaşanmamıştı) genç işçi iktidarını hem yalıtık hem de çok güçsüz bıraktı. Buna bir de iki yıllık bir iç savaş eklenince ülke ekonomisi tamamen çöktü. Bu dönemde işçi sınıfı son derece güçsüz düştü, kırlara göç başladı. Örneğin ülkenin en gelişmiş sanayi merkezi Petersburg'un nüfusu 2.000.000'dan 500.000'e kadar düştü. Köylere göçen işçi sınıfı köylülüğe veya kır proleterlerine katılırken şehirlerde de küçük-burjuvanın güçlenmesine olanak sağladı. Bu yüzden, şehirlerdeki pek çok Sovyet hızla atomize oldu. Durumu düzeltmek isteyen Bolşevikler, ilk önce ticareti canlandırmak için NEP'i (Novaya Ekonomicheskaya Politika- Yeni Ekonomi Politikası) devreye soktular. Bu politika, kapitalizme sınırlı da olsa izin veriyordu. Böylece köylünün elindeki tahılı satmasını ve kıtlığın yok edileceğini umuluyordu. Kırlarda hızla güç kazanan kulak [zengin köylülük] adını verdiğimiz sınıf, bu şartlar altında doğdu. İşçi iktidarı hızla atomize olma sürecine uğrarken, işçi sınıfının yeniden güçlendirilmesi ve ülkenin sanayileşmesi ihtiyacı gündeme geldi. Fakat proje başarısızlığa uğradı, çünkü ülke yalıtık kalmıştı. Dışarıdan yardım alamıyordu. Bu şartlar altında bolşevik partisinde sağ eğilimler güçlendi. Daha sonra, bu sağ eğilimler parti yönetimini hızla ele geçirmeye başladılar. Böylece Stalin etrafında kenetlenen bir bürokrasi ortaya çıktı. Troçkistler çeşitli konularda farklı tavırlar almışlardır. Bunlardan en önemlisi SSCB, Doğu Avrupa, Küba, Çin, Kuzey Kore ve benzer rejimlerin değerlendirilmesidir. Troçkistler Doğu Bloku ülkelerini sosyalist olarak görmezler. Troçkistler bu konuda üçe ayrılırlar: 1) Yozlaşmış İşçi İktidarları: Troçki'nin kendisi de bizzat bu fikri savunmuştur.(Fakat o dönemde sadece SSCB vardı) Bu görüşü savunanlara göre bu ülkelerde işçi iktidarı mevcuttur ama bürokrasi de bulunmaktadır. Bürokrasinin varlığı bu ülkelerde işçi iktidarı olduğu gerçeğini değiştirmez ama bu onun bozulmuş niteliğini gösterir. Bürokrasi mülkiyet ilişkilerine bakılırsa hiçbir mülkiyete sahip değildir, yine işçi sınıfı içinden çıkan sağ bir eğilimdir. Bürokrasi işçi sınıfı içinden çıkıyor, özel bir mülkiyete sahip olmuyor, ama politik iktidara sahip oluyordu. Doğrudan sömürmüyor, çalıyordu. Troçki bu görüşü ömrünün sonlarına doğru terk etmeye başlasa da genel olarak bu fikri savundu. Ardılları ise farklı fikirler önerdiler. Türkiye'de bu görüşü paylaşanlar: Devrimci İşçi Partisi, Sınıf Mücadelesi, Yeni Yol, Sosyalist Alternatif, Devrimci Marksist Kolektif, İşçi Demokrasisi Partisi, RED Dergisi. 2) Devlet Kapitalizmi: Troçkist saflarda bu konuyu ilk dillendiren Tony Cliff oldu. Cliff'e göre bürokrasi, işçi iktidarını karşı-devrimle yıkmıştı ve kendini egemen sınıf olarak örgütleyerek kapitalizmi restore etmişti. Bunun için devleti yıkması gerekmemişti sadece devlet kontrolünde kapitalizmi yaratmıştı. Bu ülkelerdeki kapitalizm diğerlerindeki gibi özel mülkiyetçi değildi, devlet mülkiyetindeydi. Cliff'e göre bürokrasi işi artı-değer sömürüsüne vardırarak kendisini bir çeşit burjuvaya dönüştürmüştü. Türkiye'de bu görüşü paylaşanlar: DSİP, Antikapitalist, İşçilerin Sesi, İşçi Sözü, Sürekli Devrim Hareketi. 3) Bürokratik Diktatörlükler: Bir kısım Troçkistlere göre ise iki görüş de yanlıştır. İşçi sovyetleri ve komiteleri bu ülkelerde ya yoktu ya da işlevsizdi. Tüm iktidar devletin elinde toplanmıştı. Öte yandan birden fazla sermayenin rekabet halinde olmayışı, bürokrasinin doğrudan karı ele almayıp devlet yoluyla kullanması her iki teoriyi de geçersiz kılıyordu. 1941'e gelindiğinde Marx'ın ekonomi-politik üzerine yazdığı Grundrisse adlı eser yayınlandı. Buradan anlaşıldığı kadarıyla, köleci ve feodal toplum biçimleri, istisnalar hariç Asya'da yaşanmamıştı. Burada, asyatik adı verilen farklı bir üretim düzeni mevcuttu. Ve bu doğu despotizminde, sovyetlerde olduğu gibi egemen sınıf bürokrasinin kendisiydi, ayrıca özel mülkiyet de yoktu. Böylece bürokrasinin de bağımsız bir sınıf olabileceği düşüncesi güçlenmiş oldu. 1970'lerde Osmanlı İmparatorluğu'yla da bağlarını kurarak İdris Küçükömer ve Asaf Savaş Akat bu teoriyi Türkiye'de ilk geliştiren isimler oldular. Sürekli devrim, Troçki'nin Marksizme yaptığı en önemli katkılardan biridir. Söz konusu teorinin gelişimi, Troçki'nin hayatının önemli bir bölümünü kapsar. Troçki sürekli devrim düşüncesini ilk önce Sonuçlar ve Olasılıklar broşüründe dile getirmiştir. Ekim Devriminin öncesinde ve sonrasında Troçki pek çok eserinde bu teoriyi tekrar tekrar şekillendirmiş, İstanbul'da kaldığı dönemlerde "Sürekli Devrim" adlı kitabını yazmıştır. İlerleyen dönemlerde özellikle de Çin üzerine yazdığı yazılarla Sürekli devrim teorisine son halini vermiştir. Sürekli Devrim düşüncesine göre geri kalmış ülkelerde bile devrimin öncüsü işçi sınıfı olmalıdır. Burjuva devriminin gerekleri bile ancak ve ancak işçi sınıfı tarafından yerine getirilebilir. Demokratik görevleri yerine getirecek olan işçi sınıfıdır. Burjuva sınıfı gericileşmiş olduğu için bu görevleri yerine getirmez. Önce bir burjuva devrimi yapmaya gerek yoktur. Elbette burada bahsi geçen fikir doğrudan sosyalizme geçiş değildir. Sürekli devrimle birlikte aşamalar birbirine geçer. Teorinin en önemli noktalarından biri; ister ileri bir kapitalist ülkede olsun, isterse gelişmemiş bir ülkede olsun, öncülük görevi sadece işçi sınıfınındır. Fakat işçi sınıfı iktidarı ele alıp, bu gereklilikleri yerine getirmekle yetinemez. Devrim bu noktada tamamlanmaz, aksine yeni başlar. Devrim ulusal sınırlar içinde
başlayacaktır ama ulusal sınırlar içine hapsolamaz; devrimin ayakata kalabilmesi için dünyaya yayılması gerekmektedir. Kapitalizm tek tek ülkelerde değil bütün dünya ölçeğinde devrilebilir. Bu fikirler Sürekli Devrim Teorisinin özünü oluşturur. İkinci Dünya Savaşından sonra yeniden toparlanan Dördüncü Enternasyonal içerisinde Michel Pablo ve Ernest Mandel'in başını çektiği bir akım ortaya çıktı. Onlara göre, Stalinist partilerin içinde "devrimci unsurlar" bulunmaktaydı. Hatta bazı stalinist örgütler gerçekten de devrimciydi. Bu nedenle Troçkistler, Stalinist KP'lere "derin giriş"(sui generis entrizm) yapmalıydılar ve onların içinde çalışma yürütmeliydiler. Yine aynı çizgi o dönemde yeni ortaya çıkan Yugoslavya devletinin bürokratik olmadığını ve gerçek bir işçi devleti olduğunu söyleyebiliyordu(zaten bu nedenle Dördüncü Enternasyonal pek çok militanını Yugoslavya'ya yollamıştı) Böylece Dördüncü Enternasyonalin "her koşul altında işçi sınıfının partisinin bağımsızlığı" ve "stalinist, merkezci, sendikalist, ulusalcı ve benzeri akımlarla kesin olarak ayrılarak uzlaşmacılığı reddetme" ilkelerinden vazgeçilmiş oluyordu. Aynı zaman da SSCB ve benzeri bürokratik rejimlerin kapitalizm ile sosyalizm arasındaki bir "geçiş aşaması" olduğunu iddia ediliyordu. Bunun dışında Pablo-Mandel akımı işçi sınıfı dışında devrim için yeni öncüler aramaya başlamışlardı ve ilk olarak ulusal kurtuluş hareketlerini buldular. Bu sebeple Cezayir Ulusal Kurtuluş Hareketine koşulsuz destek verildi hatta Cezayir'in bir "yarı işçi devleti" olduğu iddia edildi. Bunun yanlışlığı ise daha sonra kabul edilecekti. Daha sonra Küba'nın da bir işçi devleti olduğu ileri sürülecekti. En sonunda "bürokratik bir işçi devletinin, gerçek bir işçi devleti ile aynı işlevi görebileceği" iddiasında bulundular. Yeni kitle öncüleri düşüncesiyle gerillacılığa, ulusal kurtuluş hareketlerine, stalinist, merkezci partilere, eşcinsel ve feminist hareketlerine destek verildi. Bir-Sek'in Bolivya seksiyonu ülkede hızla yükselen işçi hareketini görmezden gelip gerilla mücadelesine koşulsuz bir biçimde katıldı ve Che'ye koşulsuz destek verdi. Che'nin öldürülmesinden sonra ise gerillalarla birlikte bütün Bolivya seksiyonu yok edilecekti. Yıllar sonra ise Bir-Sek gerillacılığın yanlış olduğunu kabul edicekti. Bir-Sek içindeki bütün seksiyonlar ise kendi bölgelerinde ve iç işlerinde tamamen serbest bırakılacaktı. Böylece Dördüncü Enternasyonalin tüzüğündeki "demokratik merkeziyetçilik" ilkesi fiilen terk edilmiş olacaktı. 1985 yılından itibaren SSCB'de başlayan Glastnost ve Perestroyka hareketleri ise Sovyetler Birliği'nin "bürokrasiden kurtarılması" ve "gerçek bir işçi iktidarına dönüşmesi" olarak kabul ediliyor; bu hareketlerin en sonunda yaşanan dağılma ise bir "işçi devrimi" olarak tanımlanıyordu. Hatta Mandel bizzat SSCB'ye seyahat edip Gorbaçov'u kutluyordu. Bu rejimlerinin çöküşünden sonra büyük darbe yiyen stalinist hareketlerden umut kesilecekti ve sosyal-demokrat hareketlerle işbirliğine girişilecekti. Zaten bundan yıllar önce Sri Lanka'da bir sosyal-demokrat parti olan NSSP seksiyonluğa kabul edilmişti. Pablo-Mandel çizgisinin ortaya çıkışından sonra James P. Cannon tarafından yazılan "Dünyanın Dört Bir Yanındaki Troçkistlere Açık Mektup" ile buna tepki gösteren bazı bileşenler ayrılıp Dördüncü Enternasyonal'in uluslararası Komitesi(DEUK)ni kurdu. Daha sonra Cannon'un başını çektiği ABD seksiyonu Dördüncü Enternasyonal Uluslararası Sekreterliği(DEUS) ile tekrar birleşecek ve Dördüncü Enternasyonal Birleşik Sekreterliği(Bir-Sek)ni kuracaktı. Bu akım, ismini Nahuel Moreno'dan alır. 1940'lı yıllarda Arjantin'de Moreno'nun başını çektiği bir grup ile Marksist İşçiler Grubu'nu kuracaktı. Peronculuğu gerici ve sağcı bir akım olarak değerlendirmekle kalmayacak onu faşist olarak da tanımlayacaktı. Peronculuğa uzlaşmaz bir tutum izleyen Moreno aynı zamanda onu destekleyen CGT adlı sendika konfederasyonunun kapatılmasını istemek ve yükselen işçi hareketi CGT ve Peron'un kuyruğunda olduğu için polis hareketi olarak tanımlamak ve karşısında olmak gibi sekter bir davranış için de bulunuyordu. Günümüzde LIT-CI da bu çizginin sekter olduğunu kabul etmektedir. Fakat çok geçmeden birkaç yıl içinde aynı Moreno Peronculuğun en ateşli destekçisi olacaktı ve onun "sol kanadı" olarak tanımlayacaktı kendisini. 1958 yılında işçi hareketinin desteğini hızla yitiren Peron, sağcı Frondizi ile işbirliğine girişti. Bu durum, işçi hareketinin, sendika bürokrasisinin, sol grupların ve hatta Peroncuların büyük tepkisini çekerken sadece Moreno onu destekledi. 1958 seçimleri ise Peron açısından büyük bir yenilgiyle sonuçlandı. Pabloculuğa sert eleştiler getiren Moreno aslında onlardan farklı yönelişlere girmedi. Küba Devrimi'ne kadar gerillacılığa karşı çıkan ve Castro'yu "goril" olarak tanımlayan Moreno daha sonra Castroculuğun savunuculuğunu yapacak ve gerillacılığa destek verecekti. 1969 yılında ise gerillacılığa tekrar karşı çıkmaya başladı. Burjuva anayasalcılığı destekleyen Moreno 19.yüzyıldaki Arjantin anayasasını savunmaya başladı. Bir halk cephesi kurulması fikrini savunarak Troçki'nin bu konuda savunduğu her şeyi pratikte reddetti. 70'lerde tekrar kurulan askeri diktatörlüğü "en demokratik askeri hükümet" olarak tanımladı. Bu askeri hükümetin İngiltere ile yaptığı savaştan yenilgiyle çıkmasından sonra büyüyen işçi hareketine katılmadı. Daha önce DEUK ve Bir-Sek içinde faaliyet göstermiş olan Moreno, kendi enternasyonali olan Uluslararası İşçiler Birliği-Dördüncü Enternasyonal(LIT-CI / UİB-DE)i kurdu. LIT-CI 1987'de Moreno'nun ölümünden sonra büyük bir krize girdi. Moreno, SSCB ve benzeri yozlaşmış bürokratik işçi devletlerinin çöküşünün emperyalizmle girdikleri ekonomik işikiler sonucu olacağını isabetli biçimde öngördü. Bu akım ismini Pierre Lambert'ten almıştır. Lambert Troçki'nin yaşadığı yıllarda Dördüncü Enternasyonal'e katılmış daha sonra DEUK saflarında bulunmuştur. DEUK'dan ayrılan Enternasyonalist Komünist Örgüt, 68 Fransa'sındaki olaylarda Kızıl Üniversite gibi sol sekter sloganları savunarak kendisini gençlik hareketine uyarladı. Bir dönem Moreno ile birlikte Enternasyonal kurma çabasına giren örgüt bu birlikteliği gerçekleştiremedi ve Moreno, kendi enternasyonalini kurdu. Bu akım Tony Cliff'in teorilerini kabul etmektedir. Uluslararası Sosyalist Akım'ın diğer Troçkist akımlardan ayrıldığı en önemli nokta SSCB'nin sınıfsal analizidir. Akım dünya devriminin yenilmesi ve Rusya'daki iç savaş nedeniyle işçi sınıfının deklase olduğunu vurgulayarak, bu sayede bürokrasinin iktidara geldiğini savunur. SSCB'de iktidar işçi sınıfında değil, bürokrasidedir. Bu yüzden SSCB devlet kapitalistidir. Bu görüş ilk defa Cliff'in Rusya'da Devlet Kapitalizmi adlı kitabında dile getirmişlerdir. Aslında yukarıdaki akımların hepsi kendisini ""Troçkist"" olarak görmektedir ama bunların dışında hayırlı ismi kullanan bir başka akım vardır. Bu akım yukarıdaki akımların hepsini pabloculuğun farklı fraksiyonları olarak değerlendirmektedir. İşçi sınıfının partisinin bağımsızlığını savunarak reformist olarak tanımladıkları pablocu, stalinist, merkezci, reformcu, gerillacı, sendikacı, ulusal kurtuluşçu hareketlerin hiçbiri ile ittifaka yanaşmaz, onların devrimcileşebileceğini düşünmez. Bu nedenle onlarla ittifaka yanaşmaz, işçi sınıfının marksist bir parti altındaki birleşik cephesini savunur. Yukarıda sayılan akımların hepsinin devrimcileştirilememesinin nedeninin ise onların sınıfsal, örgütsel yapılanmasında olduğunu ve kapitalizmin günümüzdeki durumunun bir sonucu olduğunu düşünür. Bu akım, diğer akımlardan farklı olarak küreselleşmeyi reddetmez, küreselleşme ile küreselleşmecelik ideolojisini birbirlerinden ayırır. Küreselleşmenin insanlığa barış, huzur ve refah getirecek bir olgu olduğu iddiasına karşı çıkar. Küreselleşme dünya ekonomisinin hızla uluslararasılaşması, üretimin dünya çapında yeni teknolojilerle planlanması olgusudur, bu nedenlerle küçük burjuva sınıfının hızla mülksüzleşmesine ve işçi konumuna gelmesine neden olmaktadır. Bu durum kendisine küçük burjuva ve ulusal burjuva gibi sınıflara dayandıran ya da -bilerek veya bilmeyerek- küçük burjuva perspektife sahip olan pablocu, stalinist, merkezci, ulusal kurtuluşçu akımların hızla gerilemesine neden olmuştur. Ulusal kurtuluş hareketleri ve gerillacı hareketlerin emperyalizmle uzlaşmasına neden olmuştur. Troçki ve Troçkizm gerek sağ, gerek sol ve gerekse liberal kesimden eleştiri almıştır. Sağ ve liberal kesimden gelen yeterince özgürlükçü olmama suçlaması Troçki'nin Kronstadt Ayaklanmasını şiddetle bastırmasına dayandırılır. Sol kesimden gelen eleştiriler ise Stalin ile Tek ülkede sosyalizm konusunda yaşadığı fikir ayrılığını Sovyetler Birliğinin ekonomik ve siyasi yapısını değiştirmek adına sabotaj yapmaya vardırmasına dayanır. Sovyetler Birliği yönetimi ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP), Troçkizmin sabotajçı, casus ve faşizmin bir ajanı olduğunu belirtmiş ve buna yönelik propaganda yapmıştır. Dönemin SBKP Genel Sektereri Stalin konu hakkında şu görüşlere sahiptir; İnsan merkezli bilişim İnsan merkezli bilişim insanların bilgi-işlem yeteneğine sahip nesnelerle nasıl etkileşime girdiğini araştıran bir daldır. Amacı insanların bu teknolojileri nasıl benimsediğini anlamak ve yeni teknolojilerin tasarımında yol göstermektir. Disiplinlerarası bir yaklaşıma sahip olan dal bilgisayar bilimi, sosyoloji, psikoloji, bilişsel bilimler, mühendislik, grafik tasarım ve endüstriyel tasarım gibi dallardan faydalanır. Carlos Castillo Armas Albay Carlos Castillo Armas (d. 4 Kasım 1914 - ö. 26 Temmuz 1957) eski Guatemala Başkanı. 8 Haziran 1954`te gerçekleştirdiği askeri darbeyle başa geldi, 1957`te suikaste uğrayarak hayatını kaybetti. CIA`in desteği sayesinde (CIA kod adı: Calligeris, Operasyon PBSUCCESS) kurduğu askeri cuntanın başına geçti. 26 Temmuz 1957`de Başkanlık Sarayında Başkanlık koruması tarafından öldürüldü. Öldüren kişi, Romeo Vásquez Sánchez, olaydan kısa bir süre sonra intihar etti. Sánchez`in neden öldürdüğ
ü tam olarak aydınlatılamamıştır. Armas`ın yerine Luis Arturo González López gelmiştir. Dark Ages Dark Ages, bir metal grubu olan Soulfly albümlerindendir. 4 Ekim 2005'te yayınlanmıştır. Marcelinho Marcelo dos Santos (d. 17 Mayıs 1975), Brezilya'nın Serie B (2. Lig) takımlarından Esporte Clube Internacional (SC) takımında oynayan Brezilyalı futbolcudur. "Marcelinho" olarak bilinen Brezilyalı futbolcu Hertha Berlin'in orta sahasında hücuma yönelik oynadığı dönemde tanındı. Bundesliga ekibinden önce Brezilya'da Grêmio, Fransa'da Olympique de Marseille, Brezilya'da São Paulo, Rio Branco, Santos ve Campinense Clube formaları taşıdı. Marcelinho ülkesi Brezilya'da ise doğduğu yer olan Paraíba'dan esinlenilerek "Marcelinho Paraiba" olarak da tanınıyor. Marcelinho 2006 yılının Temmuz ayında Trabzonspor'a transfer oldu ve ilk golunü oynadığı 4. maçta 12. dakikada Denizlispor'a karşı kaydetti. Trabzonspor'da iyi performans gösteremediği için Almanya'nın Wolfsburg takımına transfer oldu. Beklenen performansı gösteremeyince Flamengo'ya transfer oldu ve daha sonra ülkesine döndü. 2015 sezonundan itibaren Brezilya 2. Lig (Série B) takımlarından Joinville Esporte Clube'de forma giymektedir. Orak ve çekiç Orak ve çekiç (☭), komünizmin simgesidir. Bir orağın çekiç üzerine çapraz olarak yatırılması ile oluşur. Bu iki simge çiftçileri ve proletaryayı sembolize eder. Bu iki simge bir araya getirilerek çiftçilerin ve işçilerin birliği sembolize edilir. En bilinen biçimi Sovyetler Birliği’nin bayrağındaki orak ve çekicin kızıl yıldızla birlikte kullanıldığı biçimidir. Bunun dışında birçok bayrak ve amblemde kullanılmıştır. Unicode karakter standardında "orak ve çekiç" sembolünün kodu U+262D (☭) şeklindedir. Orak ve çekiç sembolü 1917 ve 1918 yıllarında Sovyetler Birliği'nin kuruluş yıllarında kullanılmaya başlandıysa da resmi olarak kullanılmaya 1923 yılında başlanmıştır. İlk başta yer alan sembollerde kılıç da bulunmakta idi. Bu kılıç devrimin arkasındaki üçüncü güç olan askerleri temsilen konulmuştu, fakat Vladimir Lenin, hem bunun fazla saldırgan bir imge olduğunu düşündü, hem de kılıç imgesinin, komünist geleneğin bir parçası olmadığını belirtti ve kılıcın amblemde yer almamasına karar verildi. O dönemde Kızıl Ordu’nun üniformalarında ve madalyalarında keplerinde vb. kullanılmıştır. Orak ve Çekiç Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti'nin armasında da yer almaktadır. (Rusça: серп и молот, serp i molot) Başlangıçta sadece Rusya Sosyalist Cumhuriyeti’nin askeri armasında ve Kızıl Ordu'nun sembolü (1918’de dizayn edilmiştir) olarak köylü ve işçilerin devletin temelini oluşturduğunu deklare etmek için kullanılmıştır. Daha sonra bu sembolün 1923’te Sovyetler Birliği bayrağında kullanılmaya başlandığını görülmüştür. 1924’te Sovyetlerin kuruluşunu tamamlaması ile diğer sosyalist cumhuriyetlerin bayraklarında da kullanılmıştır. Bundan önce diğer Sovyet cumhuriyetleri için cumhuriyetlerin isimlerinin sarı renkte yazıldığı bir kızıl bayrak düşünülmüştü. Komitern ve Kominform’u oluşturan komünist partiler de Çin’nin ve Sovyetler Birliği’nin liderliğinde bu simgeleri kullanılmaya başladılar. Orak ve çekiç ideolojik temelleri temsiliyetteki başarısı ile Çin ya da Sovyetler’i benimsemeyen bazı komünist partiler tarafından da kullanılmış ve amblem komünizmin genel simgesi haline gelmiştir. Yaratılış tarihinde çekiç işçi ve köylü ittifakının, orak da endüstriyel proletaryanın geleneksel sembolü idi. Ve orak, köylülük için de geleneksel bir simgedir. Ancak anlamı zamanla Marksizm-Leninizm, Marksist-Leninist partiler ya da sosyalist devletler için küresel olarak tanınabilir bir sembol haline geldi. Sovyetler Birliği'nde orak ve çekiç zamanla cinsiyet temelli bir anlam kazanmaya başladı; orak, kadınlarla ve çekiç erkekleriyle ilişkili birer sembol olacaktı. Angola bayrağı, ABD Komünist Partisi bayrağı, İngiliz Taşımacılık İşçileri Birliği logosu gibi birçok yerde de orak ve çekicin türevleri olan amblemler kullanılmıştır. Daha değişik versiyonlar da orak ve çekiçten başka aletlerin bir araya gelmesinden oluşan amblemlerdir; Herşey Yolunda (Athena albümü) Athena grubunun 16 Ocak 2002 tarihinde çıkardıkları stüdyo albümüdür. Albüm ismi olarak "Herşey Yolunda" ifadesini seçtiklerinden ve Türkçede "Her şey" yazımı doğru olduğundan dolayı dil kurumlarının tepkisini çekmiştir. Aynı şekilde Yawaşş Yawaşş şarkısı da tepki toplamıştır. Albümün kartonetindeki ve şarkı isimlerindeki yazım hataları özellikle yapılmıştır. Sende Yap - 1 Mart 2002 Öpücük - 6 Haziran 2002 Bak Takılmana - 20 Ağustos 2002 An - 12 Aralık 2002 US (albüm) US, Athena'nın 5. albümü. Ayrıca grubun yaptığı son ska albümüdür. Athena (albüm) Athena, Athena'nın albümlerinden biridir. Burak Gürpınar'ın gruba dahil olmasıyla bu albümde büyük ölçüde punk rock görülmektedir. Albümdeki şarkılar: İt (albüm) İt, Athena grubunun 2006 yılında Pasaj Müzik etiketi ile çıkarttığı albüm. Albümde ilk şarkı olan Köpek, Nirvana grubunun Breed şarkısının Türkçe sözlü düzenlemesidir. Ayrıca albüm Kurt Cobain'in anısına ithaf edilmiştir. Kivi Kivi kelimesinin farklı anlamları: Deve kuşu Devekuşu, Afrika kökenli uçamayan kuş türlerinden birisidir. "Struthio" cinsinin yaşayan tek üyesidir. Bazı analizler göstermiştir ki, Somali devekuşu, bayağı devekuşlarından ayrı bir tür olarak ele alınabilmektedir fakat taksonomistlerin çoğu Somali devekuşunu bir alttür olarak göstermektedir. Devekuşları kivi, emu ve diğer ratitlerle aynı altsınıfta bulunurlar (Struthioniformes). Görünüşünden ayırt edilebilir. Uzun bir boynu ve uzun bacakları vardır. Saatte 97,5 km (60,6 mph) hızla koşabilme yeteneği ile en hızlı koşan kuştur. Devekuşları, yaşayan kuşlar içerisinde en büyük yumurtalara sahip canlılardır (Madagaskar’da yaşamış ve soyu tükenmiş olan fil kuşları ve Yeni Zelanda’da yaşamış ve yok olmuş dev moaların yumurtaları daha büyüktü). Kendileri de yaşayan en büyük kuşlardır. Devekuşlarının diyetleri genel olarak bitkilerden oluşur. Fakat omurgasızları da yiyebilmektedirler. Beş ila elli arasında birey içeren göçebe sürüler hâlinde yaşarlar. Tehlike anında ya kendilerini toprağa uzanarak saklar ya da kaçarlar. Köşeye sıkıştıklarında güçlü bacaklarıyla tekme savurabilirler. Çiftleşme düzenleri coğrafik bölgelere göre değişiklik gösterir. Aynı bölgede yaşayan erkekler iki ila yedi dişiden gruplar için kavga ederler. Kafalarıyla rakiplerine vurduklarında kolaylıkla ölebilirler. Devekuşları dünyanın her yerinde çiftliklerde üretilmektedir. Çoğunlukla dekoratif toz alıcı olarak kullanılan tüyleri için yetiştirilirler. Derileri deri endüstrisinde kullanılır. Eti ise ticari amaçlı kullanılır. Devekuşlarının kütleleri genelde 63 – 130 kg (140 – 290 Ib) arasında değişir. Ender bazı erkekler 156 kiloya (346 Ib) kadar çıkabilir. Yetişkin erkeklerde tüyler genelde siyah, kanatlar ve kuyruk beyaz olur. Buna rağmen bir alttürün kuyruğu devetüyü rengidir. Dişiler ve genç erkekler gri – kahverengi ve beyaz renktedir. Erkeklerde de dişilerde de boyun keldir fakat hafif bir tüy katmanı vardır. Dişilerin boyun ve kalçaları pembemsi gridir, erkeklerin ise alttürlere göre mavimsi, gri veya pembe olabilir. Uzun boyun ve bacakları sayesinde kafalarını 1,8 – 2,75 metre (6 – 9 ft) yüksekliğe kadar çıkarabilirler. Gözleri ise kara omurgalıları içerisindeki en büyük gözlerdir ve çapları 50 mm olması sayesinde yaklaşan avcıları büyük bir mesafeden fark edebilirler. Ayrıca gözleri, güneş ışığından korunmak amacıyla gölgelendirilmiş bir yapıdadır. Cilt renkleri alttürlere göre değişkenlik gösterir. Devekuşunun güçlü bacakları çıplaktır, "tarsus"tan itibaren (ayak bileği) pullarla kaplanmaya başlar. Bu pullar erkeklerde pembe, dişilerde ise siyahtır. Her bir ayakta sadece iki parmak bulunur (çoğu kuşta dörder tanedir). İç tarafta ve diğerinden daha büyük olan parmaktaki tırnak, toynağı andırır. Dıştaki parmakta tırnak yoktur. Parmak sayısındaki azlık, koşmaya yardımcı olmak amacıyla oluşmuş bir adaptasyondur. Devekuşları saatte 70 km’nin üzeri hızlarda 30 dakika durmadan koşabilirler. Açıklığı iki metreyi bulan kanatları çiftleşme gösterilerinde ve yavruları güneşten korumak amacıyla kullanılır. Tüylerinde, uçabilen kuşların harici tüylerini bir arada tutan kancalardan yoktur. Bu nedenle yumuşak ve pofuduktur, sadece yalıtım amaçlı kullanılır. Kuyruklarında 50 – 60 tüy bulunur. Kanatlarında 16 birincil tüy, dört alular ve 20 – 23 ikincil tüy bulunur. Devekuşunun göğüs kafesi ("sternum") düzdür, uçabilen kuşlarda kanat kaslarının bağlandığı omurgadan yoksundur. Gagası düz, geniş ve ucu yuvarlaktır. Diğer bütün ratitler gibi devekuşlarının da kursakları yoktur. Ayrıca safra keseleri de yoktur. Üç adet mideleri bulunur ve kör bağırsakları ("caecum") 71 santimetredir. Yaşayan bütün diğer kuşlardan farklı olarak, idrarını ve dışkısını ayrı depolar. Diğer bütün kuşlar idrar ve dışkılarını "coprodeum"da birlikte depolarken, devekuşları dışkılarını kalın bağırsağın sonunda depolar. Ayrıca bağırsaklarını tutmak için gelişmiş özgün kasık kemikleri bulunur. Birçok kuşun tersine, erkek devekuşlarının 20 cm’ye ulaşabilen çiftleşme organları vardır. Damak yapısı diğer ratitlerden farklıdır. Çünkü sfenoid ve damak kemikleri bağlantılı değildir. Cinsel olgunluk dönemlerinde (iki ila dört yıl yaş arası) erkek devekuşları 1,8 – 2,8 metre uzunluğuna, dişiler ise 1,7 – 2 metre uzunluğuna ulaşabilir. Yaşamlarının ilk yılında yavrular ayda 25 cm uzarlar. İlk yılın sonunda 45 kiloya ulaşırlar. Ömürleri yaklaşık 40 – 45 yıldır. Dişi bir devekuşu, birleşik bir yuvada kendi yumurtalarını diğer yumurtalardan ayırt edebilir. Devekuşu, ilk olarak 18. yüzyılda Linnaeus tarafından "Systema Naturae" adlı çalışmada günümüzdeki binomial ismiyle kullanılmıştır. Bilimsel adı Latince’den türetilmiştir, "struthio" serçe demektir (ostrich) ve "camelus" da deve (camel) demektir. Deve denmesinin sebebi habitatının kuru olmasıdır. Devekuşu, ratitler de denilen Struthioniformes altsınıfına aittir. Diğer üyeleri nand
u, emu, kasovari, moa, kivi ve şu an soyu tükenmiş en büyük kuş olan fil kuşudur. Ratitleri sadece bir altsınıfta toplamak her zaman sorgulanmıştır. Struthioniformes altsınıfını devekuşu ile sınırlandıran alternatif sınıflandırmalar önerilmiştir. Günümüzde moleküler kanıtların doğruluğu şüphelidir çünkü paleobiyocoğrafik ve paleontolojik faktörler çoklu-altsınıf düzeninin desteğini almaktadır. Beş adet alttür belirlenmiştir. Bazı analizler Somali devekuşunun ayrı bir tür olarak alınması gerektiğini göstermektedir. Ama bu konuda uzmanlar arasında görüş birliği yoktur. Kasuar Deve Kuşu, Avustralya ve Yeni Gine' de yaşarlar. Miğferli, Altın Boyunlu ve Bennet olmak üzere üç alt türü vardır. 3 parmakları bulunur. Orta parmağıyla ölümcül darbeler savurabilir. Boyun kısmında meme benzeri iki et parçası bulunur. 6-8 yumurta yaparlar ve 2 ay kuluçka süreleri vardır. Kivi Deve Kuşu, Yeni Zelanda ormanlarında yaşarlar. Uzunlukları 48-84 cm, boyları 35 cm ve ağırlıkları 1,25-4 kg' dir. Horoz büyüklüğündedir. Erkek devekuşları cinsel olgunluğa (2 ila 4 yaşları) 1.8-2.7 m, dişi devekuşları ise 1.7 -2 m yüksekliğe ulaşınca girer. Yaşamın ilk yıllarında civcivler her ay 25 cm kadar büyür. Bir yıl sonunda devekuşları 45 kg ağırlığa ulaşır. Önyargı Ön yargı, genel ve özel kullanınımlarında bir taraf tutma biçimidir. Bir ideolojik fikri veya bakış açısını koşulsuz desteklemek anlamında kullanılır. Ön yargı, halk arasında genellikle bir kişinin kararlarının ağırlıklı bir şekilde tek taraflı olarak ortaya çıkmasında kullanılmaktadır. Gene halk arasında ön yargı, bir kişinin kararlarının nesnel olmayıp öznel olduğunu ifade etmek için kullanılmaktadır. "Ön yargı" bir kişinin kararlarını alırken nesnel değerleri kullanmadığını iddia etmez. Kısaca kişinin yargılarını oluşturan değerler bütünlüğüne karşı bir söylem getirmektedir. Ön yargılı kişinin kullandığı (sayısından bağımsız) olguların diğer olgularla (kişinin kullanmadığı veya kabul etmediği) karşılaştırıldığında kişi tarafından atanan değerlerin doğru (kapsamı, içeriği anlamında) olmaması sonucunda ortaya çıkmaktadır. Einstein'ın ön yargıya ilişkin bir sözü bulunmaktadır: "İnsanların ön yargılarını parçalamak, bir atomu parçalamaktan daha zordur." Empedans Öz direnç, (Empedans,öz direnç olarak adlandırılmaz.) Öz direnç, maddenin kimyasal özelliğinden dolayı direncinin artması ya da azalmasına neden olan her maddeye özgü ayırt edici bir özelliktir. Farklı maddelerin empedansları aynı olabilir ama öz dirençleri aynı olamaz. R= Lq/Q dur. (Resistif Direnç= Uzunluk*öz direnç/kesit, (empedans ya da elektriksel empedans olarak da adlandırılır) Alternatif akım'a (İngilizce'de AC) karşı koyan zorluk olarak adlandırılır. İçinde kondansatör ve endüktans gibi zamanla değişen değerlere sahip olan elemanlar olan devrelerde direnç yerine öz direnç kullanılmaktadır. Öz direnç gerilim ve akımın sadece görünür genliğini açıklamakla kalmaz, ayrıca görünür fazını da açıklar. DA (DC) devrelerinde öz direnç ile direnç arasında hiçbir fark yoktur. Direnç sıfır faz açısına sahip öz direnç olarak adlandırılabilir. Öz direncin genellikle formula_1 sembolü ile gösterilir ve hem genliğini hem de fazını ifade eden gösterim formula_2'dir. Bununla beraber karmaşık sayı ifadesi devre analizi uygulamalarında daha sık kullanılır. "Empedans" (öz direnç) ifadesi ilk olarak Temmuz 1886'da Oliver Heaviside tarafından kullanıldı. 1893'de Arthur Kennelly de öz direnci karmaşık sayılarla ilk kullanandı. Öz direnç, frekans domeninde gerilimin akıma bölümüdür. Diğer ifadeyse, gerilim–akım oranı belirli ω sıklıktaki tek bir karmaşık kuvvettir. Öz direnç genellikle karmaşık sayıdır. Fakat bu karmaşık sayı, Uluslararası Birimler Sistemi (SI)'ya göre direnç ile aynı birime sahiptir ve o da ohm'dur. Sinüzoid bir akım veya gerilim için, Karmaşık öz direncin kutupsal form, gerilim ve akımın genlik ve fazını ifade eder. Özellikle, Empedansın çarpmaya göre tersi admittanstır. (örn, admittans akımın gerilime oranıdır ve siemens olarak bilinir. Eskiden birimi mho idi). Öz direnç bir karmaşık büyüklük ile ifade edilir formula_1 ve "karmaşık öz direnç" ifadesi de kullanılabilir. Kutupsal form hem genliği hem de faz karakteristiklerini uygun olarak karşılıyor, Burada formula_5 büyüklüğü, gerilim fark genliğinin akım fark genliğine oranıdıyken, formula_6 değişkeni, gerilim ile akım arasındaki faz farkını verir ve formula_7 sanal kısımdır. Kartezyen formunda, Burada öz direncin, gerçel kısmı formula_9 resistans (direncini) ve sanal kısmı da formula_10 reaktansını verir. Öz direnci daha uygun yapmak için kartezyen formuna ekleyip çıkartmak gerekir. Çarpma veya bölme gibi işlemlerde kutupsal form kullanılmak daha basittir. Bir devrede iki paralel öz direnç arasındaki toplam öz direnci bulmak için, hesaplamada formları birkaç kez birbirine dönüştürmek gerekebilir. Formların dönüşümü için normal karmaşık sayıların dönüşüm kuralları uygulanır. Öz direncin anlamı Ohm kanununda daha iyi anlaşılabilir. Öz direncin büyüklüğü formula_5, belirli bir direnç gibidir. Belirli bir formula_13 akımı altında formula_1 öz direncine karşı gerilimin şiddetidir. Faz faktörü, formula_6 fazına göre akımın gerilimden geri kaldığını söyler (örn, zaman domeninde akım sinyali, gerilim sinyali isteği üzerine o ana göre formula_16 kadar değiştirildi). Ohm kanunlarını AA devrelerine uygulayarak öz direnç genişletilir. Gerilim bölücü, akım bölücü, Thevenin teoremi ve Norton Teoremi gibi DA (DC) devre analizindeki diğer sonuçlar da AA devrelerine, direnç yerine öz direnç konularak, uygulanabilir. Hesaplamaları basitleştirmek için, sinüzoidal gerilim ve akım dalgaları, yaygın olarak karmaşık değerli fonksiyonlar şu şekilde ifade edilir: formula_17 ve formula_13. Öz direnç, yukarıdaki niceliklerin oranı olarak tanımlanır. Bunları Ohm kanununa uygularsak; Bu, tüm formula_23'ler için geçerlidir. Büyüklük ve fazı şu şekilde eşitleyebiliriz: Büyüklük eşitliği, Ohm kanununun gerilim ve akım genliklerine uygulanmış haline benzerken ikinci eşitlik faz ilişkisini açıklar. Karmaşık üs kullanılarak yukarıdaki ifade şu şekile dönüştürülebilir (Euler formülüne göre): örn, gerçek değerli sinüzoidal fonksiyon (bizim gerilim ve akım dalgasını ifade eder), iki karmaşık değerli fonksiyona ayrılabilir. Süperpozisyon ilkesine göre, sol taraftaki sinüzoidin davranışını, sağ taraftaki gibi iki karmaşık terimin davranışı gibi ayırarak analiz edebiliriz. Sadece sağ taraftaki bir terimin analizi gerçekleştirme bize diğeri için de benzer sonuç verecektir. Herhangi bir hesaplama sonunda, gerçel değerli sinüzoidleri şu ifade de yerine koyabiliriz: Diğer ifadeyse, basitçe sonucun gercel kısmı elde edilir. Fazör, genellikle üstel formda ifade edilen sabit bir karmaşık sayıdır. Zamanın sinüzoidal fonksiyonunun karmaşık genliğini belirtir. Fazörler, sinüzoidlerin bulunduğu hesaplamaları basitleştirmek için elektrik mühendisleri tarafından kullanılırlar. Diferansiyel eşitliği cebirsel ifadeye dönüştürmek için kullanılırlar. Bir devre elemanı olan öz direnç, fazör gerilim elemanının, fazör akım elemanına oranı olarak tanımlanabilirken ayrıca göreceli olarak gerilim ve akımın genliğini ve fazını da ifade eder. Buradaki fazör, yukarıda verilen Ohm kanunundaki formula_28 ifadesidir. İdeal bir direncin empedansı tamamen gerçeldir ve "rezistif empedans" olarak ifade edilir: İdeal bobinler ve kondansatörler tam sanal "reaktif empedansa" sahiptirler: Aşağıdaki öşdeşlikler sanal birim ve onun karşıtları içindir: Buradan bobin ve kondansatörün empedanslarını kutupsal formda şöyle yazabiliriz: Büyüklük, belirli bir akım genliği için, öz dirençteki, gerilimin genliğinin değişmesi,üstel faktörlerin faz ilişkisini verir. Aşağıda, üç temel devre elemanı olan direnç, kondansatör ve bobin'in öz dirençlerinin türetilmesi gösteriliyor. Herhangi rastgele sinyalin gerilim ve akımı arasındaki ilişkiyi tanımlamak için, bu türetimlerde her rastgele sinyalin, Fourier analiziyle sinüzoidlerin toplamına yaklaşık olduğunda, sinüzoidal sinyaller varsayılacak. Direnç için şöyle bir ilişki vardır: Bu, Ohm kanununun basit ifadesidir. Gerilim sinyaline göre, Buradan Bu, AA (AC) gerilim genliğinin, AA akım genliğine oranının formula_9 gibi bir direnç olduğunu gösteriyor ve AA gerilimini, AA akımının 0 dereceyle takip eden bir direnç olduğunu söylüyor. Bu sonuç genellikle şu biçimde kısaltılır: Konsansatör için ise şöyle bir ilişki vardır: Gerilim sinyaline göre Buradan Sonrasında Bu, AA (AC) gerilim genliğinin, AA akım genliğine oranının formula_45 gibi bir kondansatör olduğunu gösteriyor ve AA gerilimini, AA akımını -90 dereceyle takip eden bir kondansatör olduğunu söylüyor. Bu sonuç genellikle kutupsal formda şöyle kısaltılır; veya Euler formülünü uygulayarak; Bobin için şöyle ilişki vardır: Bu sefer akım sinyaline göre Buradan, Sonrasında, Bu, AA (AC) gerilim genliğinin, AA akım genliğine oranının formula_52 gibi bir bobin olduğunu gösteriyor ve AA gerilimini, AA akımını 90 dereceyle takip eden bir bobin olduğunu söylüyor. Bu sonuç kutupsal forma genellikle şöyle kısaltılabilir; :formula_53 Veya daha basit olarak Euler formülü kullanılarak; :formula_54 Direnç ve reaktans öz direncin genlik ve fazını birlikte şu şekilde ifade ederler: Birçok uygulamada gerilim ve akımın göreceli fazı, çok da önemli olmadığında, sadece öz direncin genliği önemlidir. Direnç formula_9 öz direncin gercel kısmıdır. Tam rezistif empedanslı bir aygıtta, akım ve gerilim arasında faz farkı yoktur. Reaktans formula_10, öz direncin sanal kısmını ifade eder. Sonlu reaktansa sahip bir bileşenin, akımı ile gerilimi arasında formula_6 kadar bir faz farkı vardır. Tam reaktif bileşeninde, sinüzoidal gerilim, akımın tam çeyrek evre farkladır. Bu, bileşenin, devredeki enerjiyi çektiği ve sonra tekrar devreye geri verdiği anlamına gelir Saf reaktans hiçbir güç harcamaz. Kondansatör tam reaktif empedansa sahiptir, o da sinyal frekansı ile ters orantılıdır. Kondansatör, bir yalıtkanla (dielektrik olara
k da bilinir) ayrılan iki iletkenden oluşur. Düşük frekanslarda kondansatör açık devredir ve yalıtkandan akan yük yoktur... İndüktif reaktans formula_62, sinyal frekanslı formula_63 ve indüktans formula_64 ile orantılıdır. Bobin iletken sargılardan oluşur. Elektromanyetik indükleme, Faraday yasasına göre, formula_66 manyetik alanının yük miktarından dolayı bir akım çevriminde, formula_67 emk'sını geri verir (akıma karşı gerilim) AJAX (programlama) AJAX (İngilizce: Asynchronous JavaScript and XML, Türkçe: "Eşzamansız JavaScript ve XML"), İnternet sayfalarında JavaScript ve XMLHttpRequest kullanımı ile etkileşimli uygulamalar yaratan tekniğin adıdır. Nasıl okunması gerektiği konusunda bir genel uzlaşma olmamakla birlikte çoğunlukla yazıldığı gibi "ajaks" olarak okunurken, kimileri tarafından aynı yazımlı ismiyle futbol takımı örnek gösterilerek "ayaks" olarak okunmaktadır. İngilizce'de "ey-ceks" olarak okunur. En yaygın kullanım alanı, sayfayı yeniden yüklemeye gerek kalmaksızın, sayfada görünür değişiklikler yapmaktır. XMLHttpRequest kullanılarak birden fazla bağımsız işlem yapılabilir. Bazı bilişim uzmanları, AJAX'ın HTML ve XML'den sonra en yenilikçi İnternet yazılımı olduğunu ve Web 2.0.'ı sonlandırıp, 3. evrenin kapısını açtığını öne sürmüşlerdir. "Asynchronous JavaScript and XML" sözcüklerinin kısaltması olan Ajax, etkileşimli (interaktif) web uygulamaları yaratmak için kullanılan bir web programlama tekniğidir. Temel amacı arka planda sunucuyla ufak miktarda veri değişimi sayesinde sayfayı daha hızlı güncelleyebilen web sayfaları yapmak, dolayısıyla kullanıcının istediği her anda bütün web sayfasını güncellemek derdinden kurtulmaktır. Bu da web sayfasının etkileşimini, hızını ve kullanılabilirliğini artırmak demektir. Ajax tekniği aşağıdaki teknolojileri kullanır: Hazırdaki bir web sayfasına, tamamen yeniden yüklemeden asenkron (eş zamanlı olmayan) içerik ilave etme teknikleri 1996'da Internet Explorer'la birlikte gelen "iframe" ve 1997'de Netscape (Mozilla'nın ilk dönemlerinde geliştirilmesi durdurulmuştur) ile gün yüzüne çıkan "layer" öğesi kadar eskidir. Her iki öğe de herhangi bir harici url'yi alarak esas sayfayı değiştirebilen "src" özniteliğine sahipti. Sonraları, tarayıcı tarafında çalışan bu teknolojiler DHTML adı altında anılmaya başladı. Macromedia firmasının "Flash" uygulaması da 4. sürümünden itibaren XML ve "CSV" formatındaki dosyaları sayfa yenilemeye gerek kalmaksızın uzak sunucudan yükleme özelliğini bulunduruyordu. Microsoft's Remote Scripting (or MSRS, introduced in 1998) acted as a more elegant replacement for these techniques, with data being pulled in by a Java applet with which the client side could communicate using JavaScript.. This technique worked on both Internet Explorer version 4 and Netscape Navigator version 4 onwards. Microsoft then created the XMLHttpRequest object in Internet Explorer version 5 and first took advantage of these techniques using XMLHttpRequest in Outlook Web supplied with the Microsoft Exchange Server 2000 release. The Web development community, first collaborating via the "microsoft.public.scripting.remote" newsgroup and later through blog aggregation, subsequently developed a range of techniques for remote scripting in order to enable consistent results across different browsers. In 2002, a user-community modification to Microsoft Remote Scripting was made to replace the Java applet with XMLHttpRequest. Remote Scripting Frameworks such as ARSCIF surfaced in 2003 not long before Microsoft introduced Callbacks in ASP.NET. In addition, the World Wide Web Consortium has several Recommendations that also allow for dynamic communication between a server and user agent, though few of them are well supported. These would include: Bant genişliğini ayarlamak ; HTML’yi ağ tarayıcısı (browser) programında oluştururken, JavaScript işlemlerini ve işlenecek verileri kullanırken, sunucudan gelen sayfa bilgisi gerektiğinden daha az yer tuttuğundan dolayı AJAX web sayfalarının görece olarak daha hızlı yüklendiği gözlenebilir. İçeriğin “isteğe bağlı olarak yüklenmesine” ek olarak, bazı web uygulamaları ilk önce Olay Yöneticilerini (event handler), ardından ilgili fonksiyonları indirir. Bu teknik, karmaşık mekanizması ve fonksiyonu olan web uygulamalarının gereksinim duyduğu yüksek miktarda bant genişliği tüketimini önemli ölçüde hafifletir. Web uygulamalarında Ajax teknolojilerini kullanmak, Bilgisayar Erişilebilirliği konusunda araçlar geliştiren tasarımcılar için birçok sorunu beraberinde getirmektedir. Buna ek olarak Section 508 gibi Amerikan Uyum Standartlarına sıkı bir şekilde uyulması gerektiği ABD devlet destekli birçok geliştirme projeleri bulunmaktadır. Bu standartlara uyulmaması, bazı durumlarda bilgisayar uyumluluğuyla ilgili birçok iş anlaşmalarının iptaline ve hukuki problemlerin doğmasına neden olmaktadır. Bu yüzden Ajax'la yapılmış çözümlerin büyük bir kısmı grafik tabanlı tarayıcılara hitap ettiğinden dolayı, geliştiriciler başka platform ve tarayıcı kullanıcılarının da gereksinimlerini karşılamak zorundadır. Web tasarımcıları, web tarayıcısının bütün sayfayı renderlemesine gerek kalmaksızın veri işlemeye olanak tanındığı durumlarda bazen web sayfasının sadece belli kısımları için Ajax'ı kullanabilir. Ajax kullanamayanlar ise bütün bir sayfayı yenilemeye ve yüklemeye devam edebilmeli; geliştiriciler ise Ajax'ı destekleyen tarayıcılarla daha teknik olanaklar sunsa da -bütün erişilebilirlik konuları dahil olmak üzere- Ajax içermeyen ortamlardaki kullanıcıların yeteneklerini kısıtlamamalıdır. Ajax hemen hemen web’de birçok şey için kullanılır. Bunun bir örneği ise Google Maps. Kullanıcı sayfadakı haritaya tıklayıp resmi çektiği an,butun sayfa yeniden yüklenmeden bilgi anında gösterilir. Bütün bunlar Ajax’ın senkron özelliği tarafından yapılmaktadır. Ajax aynı zamanda Gmail’de de kullanılmaktadır.Bilginin yüklenmesi için sayfanın tamamının yeniden yüklenmesi gerekmemektedir.Yeni posta geldiğinde, hemen otomatık olarak gelen kutusuna eklenir. Bu kullanıcının yenileme düğmesine sürekli olarak tıklaması ihtiyacını önler. Google Translate'de de Ajax kullanmaktadır. Kullanıcılar bir yazıyı bir dilden başka bir dile tercüme etmek için yazmaya başladıkları zaman, Ajax hemen diğer dildeki anlamı aynı sayfada gösterir. Halide Edib Adıvar Halide Edib Adıvar (Osmanlıca: خالده اديب اديوار; d. 1884 - ö. 9 Ocak 1964), Türk yazar, siyasetçi, akademisyen, öğretmen. Halide Onbaşı olarak da bilinir. Halide Edib, 1919 yılında İstanbul halkını ülkenin işgaline karşı harekete geçirmek için yaptığı konuşmaları ile zihinlerde yer etmiş usta bir hatiptir. Kurtuluş Savaşı'nda cephede Mustafa Kemal'in yanında görev yapmış bir sivil olmasına rağmen rütbe alarak savaş kahramanı sayılmıştır. Savaş yıllarında Anadolu Ajansı'nın kurulmasında rol alarak gazetecilik de yapmıştır. II. Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte yazarlığa başlayan Halide Edib; yazdığı yirmi bir roman, dört hikâye kitabı, iki tiyatro eseri ve çeşitli incelemeleriyle Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri Türk edebiyatının en çok eser veren yazarlarındandır. Sinekli Bakkal adlı romanı, en bilinen eseridir. Eserlerinde kadının eğitilmesine ve toplum içindeki konumuna özellikle yer vermiş, yazıları ile kadın hakları savunuculuğu yapmıştır. Birçok kitabı sinemaya ve televizyon dizilerine uyarlanmıştır. 1926 yılından itibaren yurtdışında yaşadığı 14 sene boyunca verdiği konferanslar ve İngilizce olarak kaleme aldığı eserler sayesinde zamanının dış ülkelerde en çok tanınan Türk yazarı olmuştur. İstanbul Üniversitesi'nde edebiyat profesörü olan Halide Edib, İngiliz Filoloji Kürsüsü Başkanlığı yapmış bir akademisyen; 1950'de girdiği TBMM'de ise milletvekilliği yapmış bir siyasetçidir. I. TBMM hükümetinde sağlık bakanı olan Adnan Adıvar'ın eşidir. 1884 yılında Beşiktaş, İstanbul'da doğdu. Babası, II. Abdülhamit devrinde Ceyb-i Hümayun (Padişah Hazinesi) kâtipliği, Yanya ve Bursa Reji Müdürlüğü yapan Mehmet Edib Bey, annesi Fatma Berifem Hanım'dır. Annesini küçük yaşta veremden kaybetti. Evde özel dersler alarak ilköğrenimini tamamladı. Yedi yaşında iken yaşını büyüterek girdiği Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nden bir öğrencinin jurnali üzerine bir sene sonra padişah II. Abdülhamit'in iradesi ile uzaklaştırılmış ve evde özel ders görmeye başlamıştı. İngilizce öğrenirken çevirdiği kitap 1897’de basıldı. Bu, Amerikalı çocuk kitapları yazarı Jacob Abbott'un "Ana" adlı eseri idi. 1899 yılında bu çeviri nedeniyle II. Abdülhamit tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. Daha sonra kolejin yüksek sınıfına geri dönerek İngilizce ve Fransızca öğrenmeye başlayan Halide Edib, Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nden lisans derecesi alan ilk müslüman kadın olmuştur. Halide Edib, kolejin son sınıfında iken matematik öğretmeni olan Salih Zeki Bey ile okuldan mezun olduğu yıl evlendi. Eşi rasathane müdürü olduğu için evleri hep rasathane içinde oldu ve bu yaşam ona sıkıcı geldi. Evliliğinin ilk yıllarında eşine Kamus-u Riyaziyat adlı eserini yazmada yardımcı oldu, ünlü İngiliz matematikçilerin yaşam öykülerini Türkçeye çevirdi. Birkaç Sherlock Holmes hikâyesinin de çevirisini yaptı. Fransız yazar Emile Zola’nın yapıtlarına büyük ilgi duymaya başladı. Daha sonra ilgisi Shakespeare’e yöneldi ve Hamlet adlı yapıtının çevirisini yaptı. 1903 yılında ilk oğlu Ayetullah, bundan on altı ay sonra da ikinci oğlu Hasan Hikmetullah Togo dünyaya geldi. 1905 yılında gerçekleşen Japon-Rus savaşında batı uygarlığının bir parçası sayılan Rusya'yı Japonların yenmesinin verdiği sevinçle oğluna Japon Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Togo Heihachiro'nun ismini vermişti. Meşrutiyetin ikinci kez ilan edildiği 1908 yılı Halide Edib’in hayatında bir dönüm noktası oldu. 1908'de gazetelerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmaya başladı. İlk yazısı Tevfik Fikret'in çıkardığı Tanin'de yayımlandı. Başlangıçta, -eşinin isminden ötürü- yazılarında Halide Salih imzasını kullandı. Yazıları, Osmanlı içerisindeki muhafazakâr çevrelerin tepkisini çekti. 3
1 Mart Ayaklanması sırasında öldürülme endişesiyle kısa süre için iki oğluyla Mısır'a gitti. Oradan İngiltere’ye giderek kadın hakları konusundaki yazıları nedeniyle kendisini tanıyan İngiliz gazeteci Isabelle Fry’ın evinde konuk oldu. İngiltere’ye gidişi o dönemde kadın-erkek eşitliği konusunda sürüp giden tartışmalara tanık olmasına, Bertrand Russell gibi fikir adamlarıyla tanışmasına vesile oldu. 1909'da İstanbul'a geri döndü; siyasi içerikli yazıların yanı sıra edebi yazılar da yayımlamaya başladı. "Heyyula" ve "Raik'in Annesi" adlı romanları basıldı. Bu arada Kız Öğretmen okullarında öğretmenlik ile vakıf okullarında müfettişlik görevlerinde bulundu. İleride yazacağı Sinekli Bakkal adlı ünlü romanı, bu görevler gereği İstanbul’un eski ve arka mahallelerini tanıması sayesinde ortaya çıkmıştı. Eşi Salih Zeki Bey'in ikinci bir kadınla evlenmek istemesi üzerine ondan 1910 yılında boşandı ve artık yazılarında Halide Salih yerine Halide Edib adını kullanmaya başladı. Aynı yıl "Seviyye Talip" romanını yayımladı. Bu roman, bir kadının kocasını terk ederek sevdiği erkekle yaşayışını anlatır ve feminist bir eser olarak değerlendirilir. Basıldığı dönemde birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Halide Edib, 1911 yılında ikinci kez İngiltere'ye gitti, kısa bir süre kaldı. Yurda döndüğünde Balkan Savaşı başlamıştı. Balkan Savaşı yıllarında kadınlar toplum yaşamında daha aktif rol almaya başlamışlardı. Halide Edib de bu yıllarda Teali-i Nisvan Cemiyeti’nin (Kadınları Yükseltme Derneği) kurucuları arasında yer aldı ve yardım işlerinde çalıştı. Bu dönemde "Son Eseri" adlı aşk romanını kaleme aldı. Öğretmenlik mesleğinin içinde olduğundan eğitim ile ilgili bir kitap yazmaya yöneldi ve Amerikalı düşünür ve eğitimci Herman Harrell Horne'un The Psychological Principle of Education (Eğitimin Psikolojik Temeli) adlı eserinden yararlanarak "Talim ve Edebiyat" adlı kitabı yazdı. Aynı dönemde Türk Ocağı içinde Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hamdullah Suphi gibi yazarlarla tanıştı. Bu kişilerle dostluğu sonucu Turancılık fikrini benimseyen Halide Edib, bu düşüncenin etkisiyle "Yeni Turan" adlı eserini yazdı. 1911'de "Harap Mabetler" ve "Handan" isimli romanları yayımlandı. Balkan Savaşları 1913’te sona ermişti. Öğretmenlikten istifa eden Halide Edib, Kız Mektepleri Umumi Müfettişliği görevine getirildi. I. Dünya Savaşı başladığında bu görevdeydi. 1916'da Cemal Paşa'nın daveti üzerine okul açmak üzere Lübnan ve Suriye'ye gitti. Arap eyaletlerinde iki kız okulu ve bir yetimhane açtı. Orada bulunduğu sırada babasına verdiği vekalet ile Bursa’da, aile doktorları Adnan Adıvar ile nikahları kıyıldı. Lübnan’da iken "Kenan Çobanları" adlı 3 perdelik operanın librettosunu yayımladı, eseri Vedi Sebra besteledi. Yusuf Peygamber ve kardeşlerini konu alan bu eser, o yıllarda savaş koşullarına rağmen yetimhane öğrencileri tarafından 13 defa sahneye kondu. Türk ordularının Lübnan ve Suriye'yi boşaltması üzerine 4 Mart 1918’de İstanbul'a döndü. Yazar, hayatının buraya kadar olan bölümünü Mor Salkımlı Ev adlı kitabında anlatmıştır. Halide Edib, İstanbul'a döndükten sonra Darülfünun'da Batı edebiyatı okutmaya başladı. Türk Ocakları'nda çalıştı. Rusya'daki Narodnikler (Halka Doğru) hareketinden esinlendi ve Türk Ocakları içindeki küçük bir grubun "Anadolu'ya uygarlık götürmek" amacıyla kurduğu Köycüler Cemiyeti'nin reisi oldu. İzmir'in işgalinden sonra "millî mücadele" en önemli işi haline geldi. Karakol adlı gizli örgüte girerek Anadolu’ya silah kaçırma işinde rol aldı. Vakit Gazetesi'nin sürekli yazarı, M. Zekeriya ve eşi Sabiha Hanım'ın çıkarttıkları Büyük Mecmua'nın başyazarı oldu. Millî Mücadele taraftarı aydınların bir kısmı işgalcilere karşı ABD ile işbirliği yapma düşüncesindeydi. Halide Edib bu düşüncedeki Refik Halit, Ahmet Emin, Yunus Nadi, Ali Kemal, Celal Nuri gibi aydınlarla 14 Ocak 1919'da Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer aldı. Cemiyet, iki ay sonra kapandı. Halide Hanım, Amerikan mandası tezini Sivas Kongresi hazırlıklarını sürdürmekte olan millî mücadelenin önderi Mustafa Kemal'e yazdığı 10 Ağustos 1919 tarihli bir mektupla açıkladı. Ancak bu tez kongrede uzun uzun tartışılacak ve reddedilecektir. Yıllar sonra Mustafa Kemal Nutuk adlı eserinde "Amerikan Mandası için Propogandalar" başlığı altında Arif Bey, Selahattin Bey, Ali Fuat paşa ile telgraf görüşmeleri yanında Halide Edib' in mektubuna da yer vermiş ve mandaterliği eleştirmiştir. Yıllar sonra Halide Edib Türkiye'ye geri döndüğünde verdiği bir röportajında Millî Mücadele için ""Mustafa Kemal Paşa haklıymış !"" demiştir. 15 Mayıs 1919 günü İzmir’i Yunanların işgal etmesi üzerine İstanbul’da ardı ardına protesto mitingleri düzenlenmekteydi. İyi bir hatip olan Halide Edib, 19 Mayıs 1919 günü Asri Kadınlar Birliği’nin düzenlediği ve kadın hatiplerin de konuşmacı olduğu ilk açıkhava mitingi olan Fatih Mitingi’nde kürsüye çıkan ilk konuşmacıydı, attığı nutuk ile belleklerde büyük iz bıraktı. 20 Mayıs’ta Üsküdar mitingi, 22 Mayıs’ta Kadıköy mitingine katıldı. Bunları Halide Edib’in başkahramanı haline geldiği Sultanahmet mitingi izledi. Önceden hazırlanmadan ve yazmadan yaptığı konuşmada sarf ettiği "“Milletler dostumuz, hükümetler düşmanımızdır.”" cümlesi bir vecize halini aldı. İngilizler İstanbul’u 16 Mart 1920’de işgal ettiler. Hakkında idam emri çıkardıkları ilk kişiler arasında Halide Edib ve eşi Dr. Adnan da vardır. 24 Mayıs’ta padişah tarafından onaylanan kararda idama mahkûm edilen ilk 6 kişi şunlardı: Mustafa Kemal, Kara Vasıf, Ali Fuat Paşa, Ahmet Rüstem, Dr. Adnan ve Halide Edib. Haklarında idam kararı çıkmadan önce Halide Edib, eşi ile birlikte İstanbul'dan ayrılıp Ankara’daki millî mücadeleye katılmıştı. Çocuklarını İstanbul’da yatılı okulda bırakarak 19 Mart 1920 günü Adnan Bey ile at sırtında yola çıkan Halide Hanım, Geyve’ye ulaştıktan sonra buluştukları Yunus Nadi Bey ile birlikte trene binip Ankara’ya gitmiş ve 2 Nisan 1920 günü Ankara’ya varmıştı. Halide Edib, Ankara’da Kalaba(Keçiören)’daki karargahda görev aldı. Ankara yolunda iken Akhisar İstasyonu'nda Yunus Nadi Bey ile birlikte kararlaştırdıkları gibi Anadolu Ajansı isimli bir haber ajansının kurulması Mustafa Kemal Paşa'dan onay görünce ajans için çalışmaya başladı. Ajansın muhabiri, yazarı, yöneticisi, ayakişlerine bakanı olarak çalışıyordu. Haber derleyip millî mücadeleye ilişkin bilgileri telgrafı olan yerlere telgrafla iletmek, olmayan yerlerde cami avlusuna afiş olarak yapıştırılmalarını sağlamak; Avrupa basınını takip edip batılı gazetecilerle iletişim kurmak; Mustafa Kemal'in yabancı gazetecilerle görüşmesini sağlamak, bu görüşmelerde tercümanlık yapmak; Yunus Nadi Bey'in çıkardığı Hakimiyet-i Milliye gazetesine yardımcı olmak ve Mustafa Kemal'in diğer yazıişleri ile ilgilenmek Halide Edib'in yürüttüğü işlerdi.. 1921’de Ankara Kızılay başkanı oldu. Aynı yılın Haziran ayında Eskişehir Kızılay’da hastabakıcılık yaptı. Ağustos’ta orduya katılma isteğini Mustafa Kemal’e telgrafla iletti ve cephe karargâhında görevlendirildi. Sakarya Savaşı sırasında onbaşı oldu. Yunanların halka verdiği zararları incelemek ve raporlamakla sorumlu Tetkik-i Mezalim Komisyonu’nda görevlendirildi. "Vurun Kahpeye" adlı romanının konusu bu dönemde oluştu. "Türk'ün Ateşle İmtihanı"(1922) adlı anı kitabı, "Ateşten Gömlek"(1922), "Kalp Ağrısı" (1924), "Zeyno'nun Oğlu" adlı romanlarında Kurtuluş Savaşı'nın değişik yönlerini gerçekçi biçimde dile getirebilmesini savaştaki deneyimlerine borçludur. Savaş boyunca cephe karargahında görev yapan Halide Edib, Dumlupınar Meydan Muharebesi’nden sonra ordu ile İzmir’e gitti. İzmir’e yürüyüş sırasında rütbesi başçavuşluğa yükseldi. Savaştaki yararlılıklarından ötürü İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Kurtuluş Savaşı, Türk ordusunun zaferiyle sonuçlandıktan sonra Ankara'ya döndü. Eşi, Dışişler Bakanlığı'nın İstanbul temsilciliği ile görevlendirilince birlikte İstanbul'a gittiler. Anılarının buraya kadar olan kısmını Türk'ün Ateşle İmtihanı adlı eserinde anlatmıştır. Halide Edib, cumhuriyetin ilanından sonra Akşam, Vakit ve İkdam gazetelerinde yazdı. Bu arada Cumhuriyet Halk Fırkası ve Mustafa Kemal Atatürk ile siyasi fikir ayrılıkları yaşadı. Eşi Adnan Adıvar'ın Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kuruluşunda yer alması sonucu iktidar çevresinden uzaklaştılar. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılıp Takrir-i Sükun kanununun kabul edilmesiyle tek parti dönemi başlayınca, kocası Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye'den ayrılmak zorunda kalarak İngiltere'ye gitti. 1939 yılına kadar 14 yıl boyunca yurtdışında yaşadı. Bu sürenin 4 yılı İngiltere'de, 10 yılı da Fransa'da geçti. Halide Edib, yurtdışında yaşadığı dönemde kitap yazmayı sürdürdüğü gibi Türk kültürünü dünya kamuoyuna tanıtmak amacıyla pek çok yere konferanslar verdi. İngiltere'de Cambridge, Oxford; Fransa'da Sorbonne Üniversitelerinde konuşmacı oldu. 2 defa Amerika Birleşik Devletleri'ne bir defa da Hindistan'a davet edilerek gitti. 1928 yılında ABD'ye ilk gidişinde Williamstown Siyaset Enstitüsü'nde yuvarlak masa konferansına başkanlık yapan ilk kadın olarak büyük ilgi çekti. Artık ABD'de yaşamakta olan oğullarını, Anadolu'da millî mücadeleye katılmak için onlardan ayrılışından 9 yıl sonra ilk defa bu gezi sırasında tekrar görebildi. 1932 yılında Columbia Üniversitesi Barnard Kolej'den gelen çağrı üzerine ikinci kez ABD'ye gitti ve ilk gidişindeki gibi seri konferanslarla ülkeyi dolaştı. Yale, Illinois, Michigan üniversitelerinde konferanslar verdi. Bu konferansların sonucu olarak "Türkiye Batıya Bakıyor" adlı eseri ortaya çıktı. 1935 yılında İslam üniversitesi Jamia Milia'yı kurmak için açılan kampanyaya katılmak üzere Hindistan'a çağırıldığında Delhi, Kalküta, Benares, Haydarabad, Aligar, Lahor ve Peşaver Üniversitelerinde dersler verdi. Konferanslarını bir kitapta topladı, ayrıca Hindistan izlenimlerini içeren bir kitap yazdı. 1936 yılında en ünlü eseri olan "Sinekli Bakkal"’ın İngilizce orijnali "The Daughter of the Clown" yayımladı. Roman aynı yıl Türkçe olarak Haber gazetesi'n
de tefrika edildi. Bu eser 1943 yılında CHP Ödülü’nü aldı ve Türkiye’de en çok baskı yapan roman oldu. 1939'da İstanbul'a döndü ve 1940 yılında İstanbul Üniversitesi'nde İngiliz Filolojisi kürsüsünü kurmakla görevlendirildi ve 10 yıl kürsü başkanlığını yürüttü. Shakespeare hakkında verdiği açılış dersi büyük yankı uyandırdı. 1950 yılında Demokrat Parti listesinden İzmir milletvekili olarak TBMM'ye girdi ve bağımsız milletvekili olarak görev aldı. 5 Ocak 1954 günü Cumhuriyet Gazetesi'nde "Siyasi Vedaname" başlıklı bir yazı yayımlayarak bu görevinden ayrıldı ve tekrar üniversitede görev aldı. 1955'te eşi Adnan Bey'in kaybı ile sarsıldı. Halide Edib Adıvar, 9 Ocak 1964 yılında İstanbul'da 80 yaşındayken böbrek yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdi. Cenazesi, Merkezefendi Mezarlığı’na defnedildi. Hemen her anlatı türünde eserler veren Halide Edib Adıvar, en çok Ateşten Gömlek (1922), Vurun Kahpeye (1923-1924) ve Sinekli Bakkal (1936) adlı romanlarıyla tanınır ve Cumhuriyet dönemi edebiyatında gerçekçi roman geleneğinin öncülerinden biri olarak kabul edilir. Eserleri genellikle içerik bakımından üç grupta incelenmiştir: kadın meselelerini ele alan ve eğitilmiş kadının toplumdaki yerini arayan eserleri, Millî Mücadele dönemini anlatan eserleri; şahsiyetleri, içinde bulundukları geniş toplumla birlikte ele alan romanları. İngiliz romanı geleneklerine uygun yapıtlarında Türk toplumunun geçirdiği evrimi, bu evrim sürecindeki çatışmaları, kendi deneyim ve gözlemlerine dayanarak sergilemiştir. Olaylar ve kişiler çoğunlukla birbirinin devamı özelliği taşıdığı için ırmak roman olarak nitelendirilebilir. Kadın psikolojisini derinliğine işlediği romanlarında, ideal kadın tipleri yaratmaya çalışan Halide Edib, sade dille romanlarını yazmıştır. Gökkuşağı balığı Gökkuşağı balığı ("Melatotaenia boesemani"), doğal yaşam alanı Papua Yeni Gine olan, yaklaşık 9–10 cm. oyunda Melanotaeniidae familyasına ait bir akvaryum balığıdır. Adını göz alıcı renklerinden alan bir balıktır. Barışçıl ve sürü şeklinde yaşarlar. Bol bitkili, bir araya gelecekleri açık alanları bulunan akvaryumlardan hoşlanır. Suyun üst ve orta düzeylerinde yüzer. Yumurtayla çoğalır. Hepçildir. Sergen Elektrik mühendisliği Dünyada elektrik mühendisliği; elektrik, elektronikle ilgili tüm mühendislik disiplinlerinin genel adı olarak kullanılır. Elektrik mühendisliğinin alt dalı olan power engineering (güç mühendisliği) Türkiye'deki elektrik mühendisliğinin karşılığı olup bunun için Elektrik (güç) mühendisliği maddesine bakabilirsiniz. Elektrik Mühendisliği elektrik, elektronik, elektromanyetizma ve elektromanyetik dalgalar üzerine çalışan çok geniş kapsamlı bir mühendislik disiplinidir. Transistör ve mikroçiplerin icadıyla birlikte günümüzde gelişen teknolojiye öncülük eden en önemli alanlardan ve inovasyona en açık mühendislik dallarından biridir. = Tarihi = Elektrik ve mıknatıs (magnet)sözcüklerinin kökeni eski Yunanca’dan gelmektedir.Eski Yunan döneminde Milet'te (Anadolu, Aydın civarında eski yerleşim yeri) yaşayan Thales (MÖ 624-MÖ 546) doğayla ilgili araştırmalar yaparken kehribarın yünle ovulduğunda tüy ve saman gibi hafif maddeleri kendine çektiğini, uzun süreli ovmalarda ise insan vücuduna yaklaştırıldığında küçük kıvılcımlar çıkardığını fark edip bazı araştırmalarda bulunmuştu. Elektriğin bilim dünyasında bir araştırma alanı olarak yer alması 17. yüzyılda gerçekleşmiştir. İlk elektrik mühendisi olarak ilk elektroskobu icat eden William Gilbert kabul edilebilir. Elektrik ve manyetizma üzerine araştırmalar ve ilk mühendislik çalışmalarına başlanması 18. yüzyıldan itibaren mümkün olmuştur. 1672 : Otto von Guericke (1602 – 1686), Kükürt bir küreyi döndüren bir aygıt yaptı. Yün parçasını dönen küreye tutarak bir kıvılcım üretti. Bu aygıt, sürtünme yoluyla elektrik üreten ilk üreteçtir. AC-DC savaşlarına da sahne olan(Tesla-Edison mücadelesi) 19. yüzyıl, elektriğin altın çağıdır. 20. yüzyılın ikinci yarısında elektronik,iletişim ve bilgisayar teknolojisindeki gelişmeler günümüzdeki bilişim çağını başlatmıştır. = Alt dallar = =Eğitimi= Türkiye'de, üniversiteye geçiş sınavı ile Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümü kazanılarak 4 yıllık lisans eğitimi(yabancı dil hazırlık hariç) görülür. 4.sınıfta seçtiği altdala göre daha detaylı eğitim alır. Farklı bir alt dalı yüksek lisansta da seçerek uzmanlaşabilir. Elekrik-elektronik Mühendisliği dışında elektrik mühendisliği, elektronik ve haberleşme mühendisliği, kontrol mühendisliği, biyomedikal mühendisliği gibi bölümler de vardır. Bu bölümlerde elektrik-elektronik mühendisliğinden farklı olarak opsiyon (alt dal) seçimleri sınırlıdır. Alt dallar ayrı bölüm olarak açıldığında daha detaylı ve alana yönelik bir eğitim alınır ancak iş alanları daraltılmış olur. Türkiye'de "Elektrik-Elektronik mühendisliği" olarak geçen lisans programı yurt dışında çoğunlukla "Elektrik mühendisliği" ya da "Elektrik mühendisliği ve bilgisayar bilimleri" olarak geçer yani bilgisayar mühendisliği de bu programa dahildir. Bunun yanında diğer bazı ülkelerde de "elektrik-elektronik mühendisliği" ismi kullanılır ve alt dallar ayrı bölüm olarak bulunmaktadır. Elektrik Mühendisleri Odası'nın belirlediği kriterlere göre Elektrik-Elektronik mühendislerinin yüksek akım imza yetkisine sahip olması için transkriptinde (ders planı) "elektrik makineleri", " iletim sistemleri", " dağıtım sistemleri", " güç sistemleri", " enerji sistemleri", " elektrik tesisleri", " koruma", "yüksek gerilim tekniği" gibi dersler olması gerekir. Yüksek akım, elektrik(güç) mühendisliği'nin uğraş alanıdır. = Elektrik-Elektronik Mühendisinin Çalışma Alanları = -Harita aplikasyon, Harita mühendisi -Zemin Etüdü, Jeoloji mühendisi ile Jeofizik mühendisi birlikte onaylaması gerekir -Mimari proje, Mimar -Elektrik projeleri, Elektrik-elektronik mühendisi -Mekanik projeler, Makine mühendisi -Statik proje, inşaat mühendisi gibi alanlarda görev yapabilirler. = Ayrıca bakınız = = Kaynakça = Tom Morello Thomas Baptist Morello (d. 30 Mayıs 1964), dağılan Audioslave ve eski grubu Rage Against the Machine'in yeniden birleşmesiyle beraber tekrar bu gruba dahil olan, Grammy ödüllü Amerikalı rock gitaristi. Gitarı "Soul Power" ı ile meşhurdur. 2007'de "One Man Revolution" isimli bir solo albüm çıkarmıştır. Serj Tankian ile Lazuras On Down adlı parçayı seslendirmiştir. Fender Stratocaster, Telecaster ve PRS(Paul Red Smith) gitarlarını kullanmıştır, Digitech whammy pedalı favori pedalıdır. Tom Morello Harlem, New York da doğmuştur. Annesi, Mary Morello, yarı İrlandalı ve yarı İtalyan'dır, "Parents for Rock and Rap" grubunu kurmuştur ve aynı zamanda Libertyville Lisesi'nde öğretmenlik yapmıştır. Babası, Ngethe Njoroge, Kenya asıllı, ülkenin ilk Birleşmiş Milletler büyük elçisidir. Morello Libertyville'de büyüdü ve Libertyville Lisesi'ne gitti. Okul korosunda şarkılar söyledi ve "Oberon in A Midsummer Night's Dream" de rol aldı. 13 yaşında , Morello Nebula' ya katıldı, Led Zeppelin coverlayan bu grupta vokaldi. Aynı sene ilk gitarını aldı. Aslında bir solid-body Ovation gitar istiyordu fakat yeterli parası yoktu. Bu nedenle bir Kay gitar aldı. Led Zeppelin e ait "Black Dog" şarkısı çalmayı öğrenmek istiyordu bu yüzden 2 gitar dersi aldı fakat o c-major scale de düşünüyordu bu nedenle vakit kaybı olduğunu düşünüp 3 sene gitara ara verdi. 1984 civarında , Morello tekrar ciddi anlamda gitar çalışmaya başladı. Aynı yıl "Electric Sheep" isimli bir grup kurdu ki bu grupta ilerde adını sıkça duyacağımız Tool grubunun gitaristi Adam Jones bass çalıyordu. Zamanla Morello'nun müzik zevki heavy metal e kaymaya başladı.Başlıca Kiss, Alice Cooper, Led Zeppelin ve Black Sabbath grupları onun yeni müzik zevkini anlatabilir. Morello, elektro gitarda kendi sound unu oluşturdu. Sonraları Morello The Clash, The Sex Pistols ve Devo gibi ünlü gruplardan etkilenmiştir. Morello 1982 de Harvard Üniversitesi' ne başladı. Eğitimi ne kadar ağır olursa olsun günde 4 ila 8 saat arası gitar çalışmaya devam etti. 1986 yılında onur derecesi ile politika mezunu oldu ve sonra Los Angeles'a taşındı. Rage Against the Machine Resmi Web Sitesi The Nightwatchman Music Street Sweeper Social Club The Battle of Turkey - Türkçe RATM Kaynağı ve Fan Sitesi Diablo Diablo (İspanyolca Şeytan) PC ve Macintosh için Blizzard North tarafından geliştirilmiş ve Blizzard Entertainment tarafından 31 Aralık 1996'da piyasaya sürülmüş bir aksiyon-rol yapma hack and slash oyunudur. Kurgusal Sanctuary dünyasındaki Khanduras Krallığı'nda geçen Diablo'da oyuncu, Dehşetin Efendisi(Şeytan) Diablo'yu yok etmeye çalışan yalnız bir kahramanı yönetir. Oyuncu, Tristram kasabasının altındaki on altı zindandan geçerek Cehennem'e varır ve orada Diablo ile yüzleşir. Çıktığı zamandaki bilgisayar oyunlarına kıyasla, elle çizilmiş bitmap grafikleri, kolay kavranan oyun yapısı ve yüksek oynanabilirliği ile firmaya ve oyun türüne büyük popülerlik kazandırdı. Diablo, Sanctuary adlı dünyada geçer. Teknolojik olarak Orta Çağ zamanlarına denk gelen ancak mistik özellikleri de barındıran bu dünyada oyuncu, seçtiği bir kahramanı yönlendirir. Diablo, Cennet ve Cehennem arasındaki ütopik bir savaş olan "Günah Savaşı" ve bu savaşın bir tarafı olan Cehennem'deki olayların dünyaya sıçraması ile ilgili olayları anlatır. Cennet'in tüm varlıklara düzen ve disiplinin, Cehenem'in ise onlar yerine kaosun hüküm sürmesi gerektiği anlayışı yüzünden başlayan savaş gökyüzündeki en eski yıldızdan bile daha öncesine dayanmaktadır. Cehennem 7 Büyük İblis tarafından yönetilir. Bunların üçü, üç temel kötülük lordu olarak öne çıkar: En küçükleri olmasına rağmen liderleri ve en güçlüsü Diablo (Dehşetin Efendisi), Baal (Yıkımın Efendisi) ve en büyükleri Mephisto (Nefretin Efendisi). Onlardan sonra yine büyük güçlere sahip 4 iblis Azmodan (Günahların Efendisi), Belial (Yalanların Efendisi), Andariel(Izdırap Bakiresi) ve Duriel (Acının Efendisi) gelir. Normalde ölümlü dünya ile ilgili olmayan bu savaş, Cehennem'de dönen bir entrika ve
ardından gelen bir devrimle ölümlü topraklara sıçramıştır. Büyük Sürgün olarak adlandırılan bu olayda 3 kardeş, onlara karşı diğer 4 yönetici iblisin önderliğinde birleşen tüm Cehennem güçleri tarafından cehennemden sürülür. Kötülüklerine ve savaşlarına dünyaya sürülmeleri engel olmayan 3 Kardeş, Günah Savaşı'na yeni bir boyut katar: insanlar. Taraf seçme özgürlüğünü elinde tutan tek varlık olan insanlar, her iki tarafta da kendilerine müttefikler bulur. Başmelek Tyrael'ın önderliğinde, politik ve ideolojik farklılıklarını bir yana koyarak birleşen büyücü klanları, Horadrim adında bir birlik oluşturur. Bu insanların Günah Savaşı'nda yarattığı en büyük değişimlerden biri olur. Tyrael'ın Horadrim'e verdiği, iblisleri hapsetme gücüne sahip olan "ruhtaşları" ile Horadrim ava başar. Gayet iyi bir iş çıkaran ve iblis avlamakta uzman olan Horadrim, hemen 3 Kardeşin peşine düşer. Önce Mephisto yakalanır ve ruhu taşa hapsedilip, Zakarum Kilisesi'nin korumasına bırakılır. Baal, Horadrim'in önde gelenlerinden Tal-Rasha'nın önderliğindeki bir grup ile Lut Gholein civarında karşılaşır. Baal ruhtaşınını parçalama başarısını gösterse de, parçalardan biri kalbine saplanan Tal-Rasha kendini feda ederek, kendisiyle beraber Baal'i de Lut Gholein'in sıcak kumları altına hapseder. Bir şekilde Horadrim'den sürekli kaçmayı başaran küçük Kardeş Diablo, Batıya, Khanduras'a doğru çekilir. Onu Jered Cain ve bir grup Horadrim, uzun süre izini sürdükten sonra yakalar, ruhunu taşa hapsedip unutulmuş bir kilisenin derinliklerine gömer. Horadrim iblis yakalamaktaki başarısını ruhtaşlarının saklandığı yeri korumakta gösteremez. İblislerin yakalanması ile zamanla birbirlerine düşen büyücü klanları dağılır. Önce başlarında onları koruyan kalmaz, sonra böyle bir tehlikenin bile varlığı unutulur. Böylece Horadrim dağılmışken, Cennet'in yolundan sapan melek Izual'ın da yardımıyla ilk serbest kalan Mephisto olur. Mephisto, Zakarum'un gardiyanlığından kurtulduğu gibi, Zakarum düzenini etkileyerek ele geçirir. İblisin oyunlarına gelmeyen tek Zakarum rahibi Khalim de yolundan çekilince Mephisto hemen kardeşlerini kurtarmak için harekete geçer. Rahiplerinden biri olan Lazarus'u Khanduras'a götürür. Lazarus Khanduras'ta her şeyden habersiz bir şekilde, kendi krallığını ilan etmiş ve eski bir katedrali kendine saray bellemiş olan Leoric'in yanına sızar. Katedralin derinliklerinde taşın içinde uyuyan Diablo ile bağlantıya geçen Lazarus, şeytanın dünyada vücut bulabilmesi için çalışmalara başlar. Horadrim ile yaptığı ve hapis olduğu durumdan dolayı zayıf olan Diablo, ele geçirmek için ilk denediği kişi olan Leoric'te başarısız olur. İblise direnebilen Leoric bu zorlu savaştan ağır yaralarla çıkar ama akıl sağlığını yitirir. Bunun üzerine Lazarus Diablo'nun yerleşmesi için kralın oğlu Albrecht'i kaçırır. Oğlunun yokluğundan kendi adamlarını suçlu tutan Leoric, deli haliyle gerçekleri göremez ve bundan sorumlu tuttuğu Lachdanan'a adamlarını saldırtır. Lachdanan kralın askerlerini ve en sonunda aslında sonuna kadar sadık oluğu delirmiş kralını öldürür. Albrecht'i ele geçiren ve kendi şekline dönüşen Diablo, son kardeşi Baal'i kurtarmak için çalışmalara başlar. Tam da bu sırada uzun zaman önce Tristram'dan ayrılmış bir gezgin bir keşiş olan oyuncu, eski şehrine geri döner. Ulubatlı Hasan Ulubatlı Hasan (Ulubat, Karacabey, Bursa; d. 1428 - ö. 29 Mayıs 1453; İstanbul), İstanbul'un fethi sırasında Doğu Roma (Bizans) surlarına ilk sancağı diktiği iddia edilen Osmanlı askeri. Bugüne kadar Sipahi veya Yeniçeri şeklinde kurgulanmıştır. Ulubatlı Hasan o dönemin kaynaklarında yer almamaktadır. İstanbul'un fethi sırasında bizzat bulunan Bizanslı tarihçi Francis'in orijinal eserinde Ulubatlı Hasan'ın ismi geçmiyorken, daha sonraki tarihlerde Francis'in eserine geniş ilaveler yapan Melissinos'un yazdığı kitapta yer almaktadır. Melissinos, Francis'in eserine yaklaşık dört misli daha ilave yapmıştır. Bunlardan biri de İstanbul surlarına ilk Türk bayrağını diken Ulubatlı (Lopadionlu) Hasan'dır. Birçok tarihçi ve araştırmacı, Melissinos'un eseri renklendirmek için bu tür hikâyeler uydurduğu ve Ulubatlı Hasan'ın aslında hayali olduğu kanaatindedir. Bir diğer dayanak ise şehrin fethedilişi sırasında o kargaşada surlara bayrağı ilk diken kişinin isminin sağlıklı bir şekilde zikredilmesinin mümkün olmayacağıdır. Gerek Osmanlı kaynaklarında, gerekse İstanbul'un fethi sırasında bulunmuş yabancı tarihçilerin eserlerinde Ulubatlı Hasan'dan bahsedilmemektedir. Melissinos'un ilaveli eserinde hangi kaynaklardan yararlandığı bilinmemektedir. Gerçekliği tartışmalı olsa da Ulubatlı Hasan, İstanbul'un Türkler tarafından fethedilişinin simgesi olmuş ve Türk mitolojisinin bir parçası haline gelmiştir. Ulubatlı Hasan pek çok roman, çizgi film, dergi ve sinema gibi medyatik öğelerde yer almıştır. Fetih 1453'te Ulubatlı Hasan'ı İbrahim Çelikkol canlandırmıştır. Ülkelerin kişi başına GSYİH'ya (nominal) göre sıralanışı Bu madde Dünya ülkelerinin, kişi başına gayri safi yurtiçi hasılalarına (GSYİH) göre sıralanmış bir listesidir. Bu listedeki GSYİH dolar tahminleri hükümetlerin resmi kambiyo kurları esas alınarak hesaplanmıştır. Aşağıdaki tablo, Uluslararası para fonunun 180 üyesinin 2011 yılı verilerini içerir. Veriler Amerikan doları cinsindendir. Kurtuluş Savaşı Müzesi I. TBMM Binası, 1920-1924 yılları arasında TBMM faaliyetlerinin gerçekleştirildiği bina. Ankara'nın Altındağ ilçesinin Ulus Meydanı'nda bulunan I. Türkiye Büyük Millet Meclisi binasının inşaasına, 1915 yılında başlanmıştır. İlkin İttihat ve Terakki Cemiyeti kulüp binası olarak tasarlanmış binanın planı evkaf mimarı Salim Bey tarafından yapılmış, inşasına ise kolordunun askeri mimarı Hasip Bey nezaret etmiştir. Türk mimari stilinde olan iki katlı binanın en belirgin özelliği duvarlarında Ankara taşı (Andezit) kullanılmış olmasıdır. Meclisin, 23 Nisan 1920'de bu binada toplanması kararlaştırıldığında henüz bitirilmemiş olan bina, milli bir heyecanın eseri olarak milletin katkısıyla tamamlanmıştır. 23 Nisan 1920 ile 15 Ekim 1924 tarihleri arasında I. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak kullanılan bina daha sonra Cumhuriyet Halk Fırkası Genel Merkezi ve Hukuk Mektebi olarak işlevini sürdürmüş, 1952 yılında Maarif Vekaletine devredilmiş, 1957 yılında ise müzeye dönüştürülmek üzere çalışmalara başlanmıştır. Bina 23 Nisan 1961'de "Türkiye Büyük Millet Meclisi Müzesi" adıyla halkın ziyaretine açılmıştır. Atatürk'ün doğumunun 100. yılını kutlama programı çerçevesinde, 1981 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından restorasyon Ve teşhir-tanzim çalışmaları sonucu 1981 yılında "Kurtuluş Savaşı Müzesi" adıyla yeniden ziyarete açılmıştır. I. Türkiye Büyük Millet Meclisi binası olarak kullanılan cumhuriyetin ilk yönetim merkezi hem hükumetin, hem de devletin yönetildiği bir yerdir. Dönemindeki meclis hükumeti anlayışının da bir sonucu olan bu biçim aynı zamanda savaş şartlarının ağır koşullarından da kaynaklanmaktadır. Kurtuluş Savaşı Müzesi içerisinde günümüzde Bakanlar Kurulu odası gibi hükumet çalışma odaları halen muhaza edilmektedir. Kurtuluş Savaşı Müzesi geniş bir koleksiyon sahibidir. Yalnızca doğal olarak yapının eski halinden aldığı eserler de sergilenmekteyken aynı zamanda kongrelerin hatıratı da yapı içerisinde teşhir edilmektedir. Diğer yandan Lozan Antlaşması ve Sevr Antlaşması ait belgeler, çeşitli devlet büyüğü hediyeleri ve dönemin ruhunu anlatan yazışma ve haberleşme araçları yapı içerisinde sergilenmektedir. Kurtuluş Savaşı Müzesi çerisinde yer alan eserlerden doğal olarak yapıya miras kalan eserler dönemin Meclis Başkanlığı makamına ait eserler, Riyaset makamı da denilen Başbakanlık makamı eserleri, bakanlara ait çeşitli eserler yer almaktadır. Bunlarla birlikte de alt katta fotoğrafhane ve çeşitli sanat eserleri sergilenmektedir. Üstte ise kongre dönemlerinin şahane ürünleri, anlaşmalara ait tutanaklar, dönemin ilginç telgrafları ve bizzat Mustafa Kemal imzalı yazışmalar bulunmaktadır. Diğer yandan Kurtuluş Savaşı Müzesi içerisinde yer alan Büyük Taarruz hatıraları da ziyaretçilerin ilgisini çekmektedir. Ankara Roma Hamamı Ankara Roma Hamamı, Ankara'nın Altındağ ilçesinin Ulus Meydanı'ndan Yıldırım Beyazit Meydanına uzanan Çankırı Caddesi üzerinde yer almaktadır. 3. yüzyılda Septimius Severus'un oğlu Roma İmparatoru Caracalla tarafından Sağlık Tanrısı Asklepios adına yapılmıştır. Parasal desteği kentin zenginlerinden Tiberius Iulius Iustinianus sağlamıştır. Bugün Roma Hamamı olarak adlandırılan bu platformun bir höyük olduğu, en üstte Roma Çağı (Kısmen Bizans ve Selçuk katları), onun altında Frig Devri yerleşmesinin kalıntıları tespit edilmiştir. Höyük altında kalan taş kalıntılar çok iyi bir şekilde korunduğundan yapının planı anlaşılabilecek durumdadır. Buna göre yapının bir taşra kenti hamamından çok İmparatorluk standartlarına göre yapıldığı anlaşılmaktadır. Hamam 80 x 130 m. boyutunda, taş ve tuğladan yapılmıştır. Çankırı Caddesindeki girişi ile, sütunlu bir revak kalıntısının çevrelediği geniş bir alana yayılan ve Palaestra denilen beden eğitimi ve güreş yapılan yere girilmektedir. Bu kısmın sağ tarafında yer alan sütunlu yolun üzerinde dört köşeli ve yuvarlak birçok yazılı sütun bulunmaktadır. Spor alanının hemen arkasında phirigidarium (soğukluk) kısmı, solunda ise kenarlarında oturma basamakları bulunan piscina (yüzme havuzu) ile apoditarium (soyunma yeri), sağda yuvarlak tuğludan yapılmış sütun parçaları bulunan soğukluk yer almaktadır. İkinci sırada bulunan tepidarium (ılıklık) kısmında yine yuvarlak tuğladan sütun parçaları bulunmaktadır. Yıkanma odaları bu sütunların üzerinde bulunmaktaymış. Caldarium (sıcaklık) kısmı ise hamamın en arka kısmında yer almakta olup, 12 adet külhanı bulunmaktadır. Ilıklık ve sıcaklık kısımlarının diğer bölümlerden daha geniş olmalarının nedeni Ankara'nın çok soğuk kış şartlarına bağlanmalıdır. Bunlar, etrafında ocaktan gelen sıcak havanın rahatça dolaştığı tuğla sütunlardan oluşan bir yer altı ıs
ıtma tesisatı ile desteklenir ve yukarıda bulunan odalar da bu şekilde ısınırlardı. VII. yüzyılda geçirdiği bir yangın sonucu tahrip olan yapının, kazılar sırasında ele geçen sikkelerden, yaklaşık beş yüz yıllık bir süre ile kullanıldığı ve zaman zaman onarıldığı anlaşılmaktadır. 1938-1943 yılları arasında Türk Tarih Kurumu tarafından yapılan arkeolojik kazılarda, hamamın soyunma ve yıkanma kısımları ile yer altındaki külhan ve servis yolları ortaya çıkarılmıştır. Cumhuriyet Müzesi II. TBMM Binası, 1924-1960 yılları arasında TBMM faaliyetlerinin gerçekleştirildiği bina. Ankara'nın Altındağ ilçesinin Ulus semtinde bulunmaktadır. 1923 yılında mimar Vedat Tek (1873-1942) tarafından Cumhuriyet Halk Fırkası mahfili (toplantı yeri) olarak tasarlanan ve inşa edilen bu bina işlevi değiştirilerek meclis olarak kullanılmıştır. Bodrum üzerine iki katlı olan bu yapının iç bölümleri, iki kat boyunca yükselen ortadaki meclis salonunun üç kenarına dizilmişlerdir. Girişten sonra enine uzanan, iki ucunda merdivenlerin yer aldığı geniş geçit, Selçuklu ve Osmanlı bezeme motiflerinin yer aldığı bir tavanla örtülmüştür. Benzer biçimde ele alınmış yerlerden birisi de büyük salondur. Yer yer localarla değerlendirilen bu salonun özellikle yıldız motiflerini içeren ahşap tavanı, sonradan düzenlenen taç kapı ve bazı noktalar dışında kemerler, saçaklar, yer yer çinilerin yer aldığı bölümler ile bu dönemin mimari özelliklerini yansıtmaktadır. I. Türkiye Büyük Millet Meclisi binasının yetersiz olması ve gelişen Cumhuriyet Türkiye'si meclisinin ihtiyaçlarını karşılayamaması nedeni ile bina bir takım değişiklikler geçirmiş, sonra da II. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak 18 Ekim 1924 tarihinde hizmete açılmıştır. II. Türkiye Büyük Millet Meclisi 1924-1960 yılları arasında Atatürk ilke ve inkılâplarının gerçekleştirildiği; Cumhuriyetimizin gelişmesi için çok önemli çağdaş kararların alındığı; çağdaş yasaların çıkarıldığı uluslararası alanda Türkiye'nin etkinliğini ve saygınlığını artıran antlaşmaların yapıldığı; çok partili sisteme geçişin sağlandığı önemli bir yapıdır. Türk siyasi tarihinde önemli yeri olan II. Türkiye Büyük Millet Meclisi binası işlevini 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi'ne kadar 36 yıllık bir dönem boyunca sürdürmüştür. 1961 yılında yeniden açılan Meclisin yapımı tamamlanmış olan modern binasına taşınması üzerine bu bina Merkezi Antlaşma Teşkilatı'na (CENTO) tahsis edilmiştir. 1961-1979 yılları arasında CENTO Genel Merkezi olarak kullanılan bu bina CENTO'nun kaldırılması ile aynı yıl Kültür Bakanlığı'na devredilmiştir. Bu binanın ön kısmının Cumhuriyet Müzesi olarak düzenlenmesi, arka kısmının ise Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün hizmet binası olarak kullanılması kararlaştırılmıştır. Müze kısmı onarım ve restorasyonlardan sonra düzenlenerek 30 Ekim 1981 tarihinde "Cumhuriyet Müzesi" olarak ziyarete açılmıştır. Bu düzeniyle 1985 yılına kadar hizmet vermiştir. Aynı yıl ziyarete kapatılarak, teşhir çalışmaları başlamıştır. Çalışmalar 1991 yılına kadar devam etmiş, Ocak 1992 yılında yeniden ziyarete açılmıştır. Ağustos 2001 tarihinde tekrar ziyarete kapatılan müze, restorasyon ve teşhir - tanzim çalışmalarından sonra 29 Ekim 2008 tarihinde ziyarete açılmıştır. Müzede ilk üç Cumhurbaşkanı dönemini yansıtan olaylar, kendi sözleri, fotoğrafları, bazı özel eşyaları ile o dönemde mecliste alınan kararlar ve kanunlar sergilenmektedir. Bağımsız Cumhuriyet Partisi Bağımsız Cumhuriyet Partisi (BCP) 24 Temmuz 2002'de kuruldu. Amblemi ayçiçeğidir. BCP kurucu başkanı Prof. Dr. Mümtaz Soysal'dır. BCP ilk olağan büyük kurultayını 26 Temmuz 2003'te, ikincisini 24 Haziran 2006'da gerçekleştirdi. Parti'nin programı "Türkiye'yi Türkiye'den yönetmek" belgisi üzerine kurulmuş, bu amaç için temel aracın cumhuriyetçi dönüşüm planlaması olduğu ilan etmiştir. Parti "Profesörler Partisi" diye de anılmaktadır. Kurucuları arasında Prof. Dr. Cevat Geray, Prof. Dr. Sina Akşin, Prof. Dr. Birgül Ayman Güler, Doç. Dr. Attila Erden, N. İlter Ertuğrul, Cumhur Erdin de vardır. Fajr-3 Fajr-3, İran yapımı askeri füze. 30 km dahilindeki hedefler üzerinde etkilidir. Fajr-4 45 km menzilli, Fajr-5 75 km menzillidir. İran'ın 2007 ocak ayında düzenlediği tatbikatta 75 km menzilli "Fecir 5" füzeleri de denenmiştir. Pomoloji Latince'de "pomum" (meyve) ve "logy" kelimelerinin birleşiminden oluşan botanik dalı. Özellikle, yetişen meyveleri, yetiştirmedeki kültür tekniklerini, ve meyve ağaçlarındaki fiziksel çalışmaları inceler. The Secret of Monkey Island The Secret Of Monkey Island (Türkçe: "Maymun Adasının Sırrı") "Maniac Mansion", "LOOM" gibi eleştirel anlamda kabul edilmiş Ron Gilbert'ın liderliğinde geliştirilen, Lucasfilm Games'in (şu anda LucasArts) 1990 senesinde piyasaya sürdüğü, oyun tarihinde kilometre taşı olarak kabul edilen bir macera oyunudur. Oyunun tasarlayıcıları Ron Gilbert, Tim Schafer ve Dave Grossman, bu oyunun başarısının ardından macera oyunu tarihinde önem taşıyan oyunlar tasarlamaya devam ettiler. Tim Schafer, "Psychonauts", "Grim Fandango" ve "Full Throttle" gibi oyunları piyasaya sürerken Dave Grossman Day of the Tentacle'ı tasarlayan iki kişiden biriydi. Oyun Guybrush Threepwood adlı bir korsan hayranının Meleé Adasına gelmesiyle başlıyor. Guybrush adada korsan olmak için SCUMM BAR'a gidilmesi gerektiğini öğreniyor, ve oraya gidip üç korsandan onu yanlarına almalarını istiyor. Üç korsan onu bazı testlere tabi tutmaları gerektiğini söylüyorlar, kılıç ustasını yenmek, bir hazine bulmak, ve valinin şatosundan bir şey çalmak. Guybrush üç testi tamamlarken kılıç ustası Carla, hapse düşmüş Otis ve iki kolu da kanca olan Meathook ile tanışıyor. Vali Elaine Marley'e aşık olan Guybrush, tam geri dönüp üç testi de bitirdiğini üç korsana söyleyecekken barı boş buluyor, ve birine sorup efsanevi korsan, yaşayan ölü LeChuck'ın geri döndüğünü öğreniyor. Otis, Carla ve Meathook'tan oluşan bir tayfa toparlayıp, Elaine Marley'i, onu canlıyken terketmesine rağmen onda takıntı haline gelmiş LeChuck'tan kurtarmak için yola çıkıyor. Monkey Adasına vardığında oraya varmayı başarmış fakat orada yalnız yaşamaktan dolayı delirmiş bir adamın yardımıyla LeChuck'ın inine ulaşıyor, fakat LeChuck'ın çoktan Elaine ile evlenmek için Meleé Adasına geri dönmüş olduğunu öğreniyor. Kiliseye gidip evliliği durdumaya kararlı olan Guybrush, bu denemesinde başarısız oluyor ve LeChuck tarafından dayak yemeye başlıyor. En sonunda Voodoo köklerinden yapılmış olduğu anlaşılan Kök Birasını LeChuck'a sıkarak onu yenmeyi başarıyor, ve Elaine ile havai fişeklerin tadını çıkarıyor. Monkey Island, diğer Lucas oyunlarında da bulunan bir mizaha sahip. Oyun, Sierra'nın macera oyunlarına da birçok gönderme yapıyor. Bir sahnede Guybrush aşağıya düşüyor, ve Sierra'nın ölüm ekranına şüpheli bir şekilde benzeyen bir ekranda "Öldün! Aman Tanrım! Şimdi N'apacaksın? İnşallah save almışsındır!" yazısı çıkıyor. Fakat hemen ardından Guybrush ekrana geri geliyor ve durumu "Kauçuk Ağacı" diyerek açıklıyor. Fakat yine oyunun mizah anlayışının bir örneği olarak oyunda gerçekten ölmek mümkün. Guybrush, korsanlar tarafından yeteneklerine dair soru yöneltilince on dakika nefesini tutabileceğini söylüyor. Oyunun bir noktasında gerçekten suya düşen Guybrush, eğer on dakika içerisinde oradan çıkmazsa ölebiliyor. O zaman alttaki komutların arasına bir de "Oyun Klavuzu Al" komutu ekleniyor. Oyunda kılıç dövüşleri de oyunun genelindeki mizahtan payını alıyor. Bu bir macera oyunu olduğundan kılıç dövüşüne yer veremeyeceğini düşünen oyun ekibi, yine de kılıçsız korsan olamayacağını düşünmüş. Bu nedenle oyundaki kılıç dövüşü hakaretlerle yapılıyor. Söylenen hakaretlere doğru cevabı verirseniz düşmanınıza doğru hamle yapıyorsunuz, eğer yapamazsanız o size doğru geliyor. Yeni hakaretleri düşman üzerinde deneyerek cevabını öğrenebiliyoruz. Carla ile olan maçımızda ise Carla kendisine özel hakaretler kullanıyor ve siz ona en uyan cevabı seçiyorsunuz. Hakaret örneklerinden bir tanesi şöyle: 17 Mayıs Antlaşması 17 Mayıs Antlaşması, 17 Mayıs 1983’te Lübnan, İsrail ve ABD arasında imzalanan antlaşma. 14 Eylül günü Lübnan’ın Hristiyan devlet başkanı Beşir Cemayel'in öldürülmesi üzerine yerine kardeşi Amin geçti ve aynı gün Ariel Şaron’un komutanlığındaki İsrail Ordusu Beyrut’a girdi. 16 Eylül günü ise İsrail’in onay verdiği Falanjistler Sabra ve Şatila mülteci kamplarında yaşayan iki bine yakın sivili katletti. Bu olaydan sonra o dönemde İsrail güçlerine komuta etmekte olan Şaron’a “Beyrut Kasabı” lakabı takıldı. İmzalanan antlaşmayla İsrail’in geri çekilmesi sağlandı. Hizbullah’ın ABD hedeflerine gerçekleştirdiği saldırılar bu süreçte hız kazandı. 18 Nisan 1983’de ABD’nin Batı Beyrut’taki büyükelçiliğine düzenlenen saldırıda 63 kişi öldü. ABD ve Fransa askerlerinin bulunduğu Çokuluslu Güç karargahına 23 Kasım günü düzenlenen saldırıda 298 asker öldürüldü. 20 Eylül 1984’te ABD büyükelçiliği bu kez İslami Cihat’ın hedef oldu ve 8 kişi öldürüldü. Bu saldırılar Hizbullah’ın yıldızını iyice parlattı. Kişi başına düşen millî gelir Bir ülkenin gayri safi millî hasılası (GSMH), o ülkenin nüfusuna bölündüğü zaman, kişi başına düşen GSMH bulunur. Aynı şekilde, bir ülkenin gayri safi yurtiçi hasılası (GSYİH) o ülkenin nüfusuna bölündüğü zaman ise, kişi başına düşen GSYİH elde edilir. Nominal (cari fiyatlarla) GSYİH nüfusa bölündüğünde, kişi başına nominal GSYİH, reel (referans yıla ait fiyatlarla) GSYİH nüfusa bölündüğü zaman ise kişi başına reel GSYİH elde edilir. Millî gelir ve kişi başına düşen millî gelirin ölçümü önemlidir. Millî gelir bir ülkenin ekonomik gücünü gösterir. Kişi başına düşen millî gelir ise bir ülkenin yurttaşlarının ortalama gelir düzeyi hakkında fikir verici bir göstergedir. Uluslararası karşılaştırmalarda millî gelir genellikle Amerikan doları cinsinden belirtilir. Dolar cinsinden GSYİH’yı ve kişi başına düşen GSYİH’yı bulmak için nominal GSYİH’yı kambiyo döviz kuruna bölmek gerekir. Türkiye'de iller bazında kişi başına düşen yıllık millî gelir Kıble
Kıble, bazı dinlerde tapınma sırasında yönelinen doğrultuyu anlatır. Bazı dini gruplar haricinde Müslümanların ibadet (namaz) sırasında yöneldikleri yer Mekke'de bulunan Mescid-i Haram'daki Kabe'dir. "Taraf, yönelme" anlamlarına gelen ""kıble"" kelimesi; bazı araştırmacılara göre, Frig tanrıçası Kibele isminden gelmektedir. Kur'ân'daki ""kıbelel mescid'el haram"" ifadesi ise; ""Mescid-i Haram tarafına"" anlamındadır. Muhammed'in, başlangıçta Mescid-i Haram'a yönelerek ibadet yaptığı, daha sonra Kudüs şehrindeki Mescid-i Aksa'ya yöneldiği, bir süre sonra kıble ile gelen vahiy üzerine yeniden Mescid-i Haram'a yönelerek ibadet yapmaya başladığı ifade edilir. Lodos Lodos, güneybatıdan esen rüzgârlara verilen addır. Türkiye'de, gezici siklonların içeriye daha çok sokulduğu kış mevsiminde çok görülür ve siklonların sıcak cephesinin geçişini izler. Sıcaklıkların yükselmesine neden olur. En sık aralık ayında görülür. Lodos, yoğun olarak Marmara, Ege ve Doğu Akdeniz'de esmekle beraber, zaman zaman Adriyatik Denizi'ni de etkiler. Lodosun, beraberinde taşıdığı mineraller ve toz sebebiyle insanlar üzerinde baş ağrısı, halsizlik, nefes darlığı, göz kanlanması gibi bir dizi etkiye yol açtığına inanılır. Andreas Tietze Andreas Tietze (1914, Viyana - 2003, Viyana), Avusturyalı Türkolog. Viyana Üniversitesi'nde doğu dilleri ve tarihi eğitimi gördü. 1935'te araştırma yapmak üzere Türkiye'ye gelip, 1937 yılında üniversiteye doktorasını verdi. Bir ara İstanbul Üniversitesi'nde de çalıştı. Ayrıca kendi üniversitesiyle birlikte dört üniversitede daha ders verdi. 2003'te Viyana'da vefat etti. Tietze'nin bu kitaplarından olan The Lingua Franca in the Levant, Türkçede denizcilikle ilgili kullanılan terimlerin İtalyan ve Yunan etimolojisiyle harmanlanmış anlamlarını örneklerle anlatan bir eserdir. Tietze, hem bir doğubilimci hem de bir Türkologdur. Georg Lukács Georg Lukács (13 Nisan 1885, Budapeşte - 4 Haziran 1971, Budapeşte) Batı Marksizminin ünlü isimlerinden Macar Marksist filozof ve edebiyat bilimcisidir. Marksizmi Hegelci anlamda yeniden değerlendirmiş ve geliştirmiştir. Ernst Bloch, Antonio Gramsci, Karl Korsch ile birlikte Lukacs, 20.yüzyılın ilk yarısında, Marksist felsefe ve Marksist teorinin yeniden oluşturulmasında en önemli isimlerden biri olmuştur. Lukacs belirgin bir şekilde Ortodoks Marksizm savunusu yapar, ancak metinleri bu anlamdaki Marksizm anlayışının her zaman sınırlarını aşmıştır. Özellikle Marksist sınıf kuramını ve bu kuramın bilinç ile ilgili yönünü geliştirmiş, sınıf bilinci teorisi ile her zaman konuşulan bir isim olmuştur. Bu konu İdeoloji teorisi bağlamında her zaman önemli bir alan olmuştur. Yabancılaşma ve meta fetişizmi konuları da Lukacs'ın özellikle belirli bir dönem esas konuları durumundadır. Öte yandan Lukacs bir edebiyat bilimcisi ve eleştirmenidir. Bu noktada etkili olacak ölcütler ve kavramlar geliştirmiştir. Lukacs, varlıklı bir Yahudi ailesinden gelmektedir. Budapeşte Üniversitesi’nde hukuk ve felsefe eğitimini tamamladı. İlk yazıları tiyatro üzerine eleştiri yazılarıdır. Nyugat adlı bir dergide yazılarını yayınladı. 1910'da kendisini eleştirmen olarak ünlendirecek olan Ruh ve Biçimler adlı çalışmasını yayımlandı. 1910-1914 arasında Berlin ve Heidelberg üniversitelerinde Yeni-Kantçı felsefecilerden Simmel, Windelband ve Rickert’in derslerinin izleyicisi oldu. Max Weber ve Ernst Bloch gibi düşünürlerle yakınlık kurduğu bilinmektedir. Kendisinde Hegel etkisi belirginleşmeye başladı. Roman Kuramı adlı çalışmasını, bu etkinin görüldüğü bir kitap olarak 1916’da yazdı. Giderek sanatta bicimin gelişmesini sınıf mücadelsi tarihine bağlayan edebiyat kuramının temellerini oluşturdu. Daha sonraki yıllarda Lukacs'ın Marksizmi benimsemeye başladığı ve 1918’den itibaren Macaristan Komünist Partisi’ne girdiği bilinmektedir. 1919’da Bela Kun’un önderliğinde kurulan kısa süreli Sovyet Macaristan Cumhuriyeti’nde kültür ve eğitim komiserliğini üstlendi.Marksizmin kuramsal meseleri üzerine önemli metinler üretti. Bu metinler zaman zaman Ortodoks Marksizmden tepkiler aldı ve Lukacs kimi zaman görüşlerinden vazgeçmek zorunda kaldı. Özellikle politik tezleri birçok kez sapma olarak değerlendirildi. Tarih ve Sınıf Bilinci adlı yapıtını 1923'te yayımladı ve burada Marksist tarih felsefesi alanındaki özgün görüşlerini geliştirdi. Bir tür Marksist ideoloji teorisinin açılımlarını ve yabancılaşma kavramının değerlendirmesini yapmaya çalıştı. Burada Hegelci anlamda bir Marksizm değerlendirilmesi ve Hegel üzerinden Markzimin yeniden geliştirilmesi çabası görülür. Blum takma adıyla yazılar yazdığı ve Blum Tezleri olarak bilinen fikirlerin ona ait olduğu bilinmektedir.Ancak bu Tezler Komintern tarafından reddedildi ve ideolojik olarak yadsındı. O sıra sosyalist düsüncede egemen olan sanat fikri gereğince, edebiyatta toplumcu gerçekcilik denilen bir düşünce egemendi. Bu sürec boyunca yalnızca politik fikirleri değil, geliştirdigi estetik anlayışı da burjuva etkisinde kalmış olarak değerlendirildi. Sonradan Marksist edebiyat anlayışının temel yapıtlarından sayılan kitapları, özellikle roman türü ve 19. yüzyılın gerçekçi romanları üzerinedir: Bunlar söz konusu gerçekçi roman anlayışının ürünleri olarak ortaya çıktı. Bunların yanı sıra ve devamında Lukacs, hem Estetik üzerine Marksizm açısından temel sayılabilecek metinleri üretti, hem de Hegel, Goethe ve Thomas Mann gibi isimler üzerine çalışmalar ortaya koydu. Sosyalist yönetimin yıkılmasının ardından Viyana’ya gitti. On yıl kaldığı Viyana’da Kommunismus dergisinin yayın yönetmenliğini yaptı, aynı zamanda Macaristan yeraltı hareketiyle ilişkisini sürdürdü. 1929-1933 arasında Berlin’de yaşadı. Daha sonra çalışmalarını Felsefe Enstitüsü’nde sürdürmek amacıyla yeniden Moskova’ya gitti. 1945’te Macaristan’a dönerek parlamento üyesi ve Budapeşte Üniversitesi’nde estetik ve kültür felsefesi profesörü oldu. 1956’da kültür bakanıydı ve Macar Ayaklamnası’nın önemli kişilerinden biriydi. Ayaklanmanın bastırılmasından sonra tutuklanarak Romanya’ya sürüldü. 1957’de Budapeşte’ye dönmesine izin verildi, ancak önceki konum ve mevkilerden yalıtılmış olarak. Bu dönemden itibaren bütün zamanını felsefe ve eleştiri alanındaki çalışmalarına ayırmaya başladı. Lukács, döneminin siyasal atmosferi içinde sık sık eleştirilere uğramış ve görüşlerini reddetmek zorunda kalmıştır. Ancak buna rağmen günümüzde Marksist felsefe ve estetik kuramını en önemli adlarından biri kabul edilir. Bunun yanı sıra Marksizm konusunda da pek çok güncel teorik tartışma Lukacs'a bağlanacak sekilde önemli metinlerin sahibidir. Lukacs'ın 30 dan fazla kitabı ve yüzlerce deneme notları bulunduğu bilinmektedir. Lukacs, Tarih ve Sınıf bilinci adlı ünlü kitabında Marksizmi kavrayışını ve geliştirme yönünü ortaya koyar. Burada Bütünsellik, Dolayım, Sınıf bilinci, Şeyleşme, Devrimci özne türünde kavram ve kategorileri şekillendirir. Temel yaklaşımı özne-nesne özdeşliği üzerine kuruludur, ve aynı zamanda teori-pratik birliği olarak belirgindir. Daha sonra Lukacs burada ortaya koyduğu kimi kavram ve perpektifleri yadsıyacaktir ya da değiştirecektir, ancak buna rağmen Lukacs'ın çalışması hem Marksizm içinde (özellikle Batı Marksizminde ) hem de Marksizm dışında (özellikle İdeoloji teorisi ve yabancılaşma tartışmalarında) etkili olmuştur. Lukacs'da tüm düşünsel gelişim aşamalarında özne'ye ve pratik'e yapılan vurgu görülür. Hegel üzerinden Marksizmi yeniden değerlendirmeye çalışması da bir anlamda bu teori-pratik birliği ve bunun temeli olarak özne-nesne özdeşliğinin Hegel'de mevcut olması dolayısıyladır. Lukacs, Marks aracılığıyla Hegel'in tarih teorisini materyalist bir konuma sokmaya çalışır. Lukacs'ın teleolojik olmayan bir tarih anlayışını, özne kavramından vazgeçmeksizin kurmaya çalıştığını söylemek yanlış olmaz. Tarih ve Sınıf bilinci'den sonra Lukacs, özellikle Marks'ın ekonomi politik eleştirisine odaklanır ve bunun üzerinden düşünmeye başlar. Özne-nesne özdeşliği konusundaki fikirlerini, 1960'larda bu kitaba yazdığı yeni bir önsezde yadsır, aşırı öznelcilik eğilimi gösterdiğini dile getirir. Temel argümanlarını öznel düşünmenin etkisinde olarak görür. Lukacs'ın daha materyalist ve nesnel bir düşünce yöneliminde olduğunu belirtilmektedir, ki 2000 sayfa cıvarında olmasına rağmen tamamlayamadığı kitabı Toplumsal Varlığın Ontolojisi adlı çalışması bu yönelimin bir işareti olarak değerlendirilir. Bu değişme ve özeleştirilerle birlikte, yine de özne'den vazgeçmeksizin bir teleolojik olmayan tarih düşüncesine ulaşmak çabasının, Lukacs'ın Marksizm-içi arayışının ana meselesi olduğunu belirtmek gerekir. Lukacs'a göre, kapitalizmle birlikte, dünya tarihinde ilk kez, toplumsal yaşamı "bütünü" ya da "bütünlüğü" içinde, kendi amaçlı faaliyetinin nesnesi haline getirebilecek bir "özne" ortaya çıkmıştır. Bu özne proletaryadır ve bunu mümkün kılan, nesnel dünyanın, yani kapitalizmin yapısal nitelikleridir. Kapitalizm, "genelleşmiş meta üretimi düzenidir" ve Meta üretimi şeyleşmeye (reifıcation) yol açar, bu "şeyleşme" nesnel ve öznel yönleri olan bir şeyleşmedir. Kapitalist pazarın yasaları bu sürecin nesnel yönünü oluşturur. Emek bu sürecte salt bir nicelik konusu haline gelir, insan emeği rasyonelleştirilir. Bu sürece, insanın kendi emeğine yabancılaşmasının eklenmesiyle, şeyleşmenin öznel boyutu ortaya çıkmış olur. Lukacs böylece, insan etkinliğinin, insandan bağımsızlaşarak kendi yolunda giden bir metaya dönüştüğünü belirtir. Üretimin ve ürünün organik birliğinin bu dağılmasının sonucu, insan düşüncesinin, toplumsal bilinçin parçalanmasıdır. Bu parçalanmanin sonucunda da "bütünsel bakış" olanaksızlaşır. Lukacs'a göre, mevcut ihtisaslaşma durumu, burjuva bilimlerinin bu parcalanmışlığın ürünleri olması dolayısıyladır. Bu şeyleşmenin kaçınılmaz bir sonucu olarak özne- nesne kopukluğu gündeme gelmektedir Lukacs'a göre. Bu da teori ile pratik arasındaki bağların kopmasını getirir beraberinde. Böylece düşünce değiştiricilik niteliklerinden vazgeçer ve salt bir gözlemci konumuna itilir. Lukacs tespit ett
iği bu sorunlar kümesinin çözümünü Hegel'de aramaya girişir. Ona göre Hegel, özne-nesne özdeşliğini, teori-pratik birliğini kuran kişidir. Hegel'de özne, hem tarihin yapıcısı hem de tarih tarafından yapılan bir şeydir. Marx'ın özellikle başlangıç yapıtlarında bu görüşün belirgin bir yorumu vardır. Hegel burada tarihin öznesiyle nesnesini özdeş kılmaktadır ve bu Lukacas'a göre, toplumsal-tarihsel gerçekliği anlamanın tek yoludur. Özne, kendisini tarihin bir ürünü olarak görürken tarihi de kendi eylemi olarak görmelidir. Hegel'in öznesi bilindiği gibi Tin'dir. Lukacs bu noktadan itibaren Hegel'in aşılması ve onun teorisinin Marksist materyalist bir temelde değerlendirilmesine yönelmek ister. Lukacs'a göre Marx'ın analiz ettiği kapitalist toplumsal yapı ve bu yapı içindeki işçi sınıfının konumu, Hegel'in tezini gerçek değerine kavuşturacak bir gelişmedir. İşçi sınıfının nesnel konumu tarihsel özne konumunun gerçekleştirilmesini olanaklı kılmaktadır. Elbette proletarya da şeyleşmenin hüküm sürdüğü dünyada yaşamaktadır ancak buna rağmen, o içinde bulunduğu koşulları bütünlüğü içinde görebilir. Lukacs, bunun nasıl olabilidiğini tamamen açıklamaz, ancak bir şekilde işçi sınıfı dolaysız varoluşunu görebileceğini, yani gerçek varlığının olgular düzeyinde görünen yanının ötesinde gercekliğin bilgisine ulaşabileceğini varsayar. Öyle ki bu durum, bizzat işçi sınıfının yaşadığı koşulların zorunlu bir sonucudur adeta. Bu koşullar, bir şekilde, işçi sınıfına bu dolaysız varoluşu aşmasını buyurur. İşçi sınıfı, bu bilince ulaşmasını mümkün kılan özgül dolayım kategorilerine de sahiptir. Bilinç durumları böylece, sınıf konumları üzerinden kapitalist toplumsal yapının maddi gerğekligine götürülmüş ve Hegel'in idealist teorisi maddileştirilmiş olunur. Bu toplumsal süreç, genel olarak Bütünselik'in yitirilmesini getirirken beraberinde de, işçi sınıfı açısından Bütünsellik'in kavranabilme olanağını getirir. İşçi, emek gücünü satmak konumunda olduğundan dolayı, içinde bulunduğu yabancılaşmayı algılayabilecek ve kendi öznelliği ile nesnelliği arasındaki kopukluğun bilincine ulaşabilecek noktadadır. Bu noktada, Lukacs'ın sınıf bilinci değerlendirmesine gelinebilir. Söylendiği gibi, proletarya kendini içinde bulduğu olumsuz koşullar içinde, bu koşulların olumsuzluğu ile ilintili olarak "bütünsel bir bakış açısına" sahip olma olanağını elde eder. İşte Lukacs'ın işçi sınıfına atfettiği devrimci bilincin temeli bu olanaktır. Bu sınıf, toplumsalın bütünselliğini değiştirmeye yönelik pratiğin bilgisine sahiptir çünkü. Bu söylenenler bir bakıma Lukacs'ın "sınıf bilinci" anlayışının temel ögelerini vermektedir. Tarih ve Sınıf Bilinci adlı kitabinda Lukacs, Sınıf bilinci fikrini bu eksende şekillendirir. Sınıf bilinci, tek tek bireylerin taşıdıkları bilincin bir toplamı degil, Lukacs'a göre sınıfın üretimdeki yerinden kaynaklanan ya da bu yere göre belirlenen bir bilinçtir. Lukacs burada "atfedilen bilinç" şeklinde bir tanımlama yapar. Üretimdeki konumu işçi sınıfına bütünsel gercekligi görmek anlamında sınıf bilinci atfetme olanağını sağlar. Bu bilinç, hem proletaryanın nesnel koşullarının ürünüdür hem de onun çıkarlarına uygundur. Bu nesnel konum, özne-nesne özdeşliğini ve bunun devamında teori-pratik birliğini beraberinde getirir. Türk Araştırmaları Enstitüsü Türkiyat Enstitüsü, Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu’nun 1111 sayılı kararıyla 12 Kasım 1924’de İstanbul Darülfünûnuna bağlı olarak kurulan Enstitüsü. Atatürk'ün Ord. Prof. Dr. Mehmet Fuad Köprülü’den Türk kültürünün incelenmesini ve araştırmaların sonuçlarının yayınlanması istediği ile kurulan Enstitü halen İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü'ne bağlı olarak Türk Araştırmaları Enstitüsü adıyla çalışmalarına devam etmektedir. Bugün Hacettepe Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Marmara Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi, Çankırı Karatekin Üniversitesi'nde olmak üzere toplam 6 adet Türkiyat Enstitüleri mevcuttur. Parapsikoloji Parapsikoloji; duyular-dışı algılama, psikokinezi, ölümden sonra yaşam gibi konulara ilişkin paranormal olayların; deneysel yöntem yoluyla, çok disiplinli (çok yöntemli) etüdü. Parapsikologlar tarafından, telepati, durugörü gibi paranormal yetenekleri, psikokinezi fenomenini ve diğer çeşitli psişik fenomenleri konu alan bir araştırma alanı olarak görülür. psikoloji bilimi tarafından, "kapsam dışı" ya da "açıklanamaz" kabul edilir. Parapsikolojik deneyler prekognisyon ve telekinezinin varlığını test etmek için rastgele sayı üreteçleri kullanmayı, duyular-dışı algılamayı test etmek için Ganzfeld uyarımını , durugörü ile kullanışlı casusluk bilgisi elde edilip edilemeyeceğini incelemek için Birleşmiş Devletler hükûmeti ile anlaşmalı olarak yürütülen araştırma denemelerini içerir. Bu deneylerin sonuçları bazı parapsikologlar tarafından psişik yeteneklerin varlığının bir göstergesi olarak değerlendirilir. Buna rağmen, bilimsel çevreler bu psişik yeteneklerin varlığının kanıtlanmadığı konusunda fikir birliği içindedir. Eleştirmenler görünen deneysel başarıların aslında yöntemsel kusurlardan oluşabileceğini kanıtlamışlardır. Parapsikolojinin bilim olarak değerlendirilmesine itiraz edilmektedir. Birçok bilim insanı, parapsikologların psişik yeteneklere dair hiçbir kesin kanıt sunamamalarına rağmen bunları doğal olayları açıklamakta kullandıklarından parapsikolojiyi "sözdebilim" olarak görür. Fransızcadan Türkçeye geçen terim, Yunancada “ötesinde” anlamına gelen “"para"” (παρά) ekinin psikoloji sözcüğüne eklenmesiyle elde edilmiş olup, ilk kez 1889'da Alman psikolog Max Dessoir tarafından kullanılmıştır. Günümüzde parapsikologlar bu paranormal fenomenleri ifade etmek üzere, bu tür olayların herhangi bir düzenek kullanılmaksızın meydana geldiğini vurgulamak amacıyla psi terimini kullanmaktadırlar. Yunan alfabesinin 23. harfi olan Psi'nin Parapsikoloji terminolojisinde bu amaçla kullanılmasının ya da seçilmesinin nedeni, Yunancada “ruh” ve “yaşam” anlamlarında kullanılan "psikhe" sözcüğünün baş harfi olmasıdır. Parapsikoloji yüz yılı aşkın süredir yapılan bilimsel araştırmalara rağmen psişik yeteneklere dair ikna edici bir kanıt ortaya koyamamakla eleştirilir. Genel olarak bilim insanları Parapsikolojiyi sahte bilim veya olarak değerlendirir. Parapsikolojik araştırma laboratuvar araştırmasını ve bilimsel alan çalışmasını içeren bir dizi metodoloji gerektirir ki, günümüzde bu metodolojik parapsikoloji araştırmaları bazı özel laboratuvarlarda ve dünyanın çeşitli üniversitelerinde sürdürülmektedir. Bununla birlikte, günümüzde parapsikolojik araştırmalara etkin olarak destek veren (sponsorluğunu yapan, finanse eden) üniversiteler, tüm üniversitelerin sayısına oranla çok fazla değildir. Bu tür akademik araştırmalar özel parapsikolojik yayınlarda, bazı parapsikolojik araştırmalar da geleneksel gazetelerde makale olarak yayımlanmaktadır. ABD’li parapsikologlarca sürdürülen deneyler iki alanda ya da iki yöntemde yoğunluk kazanmıştır. Kullanılan temel yöntemlerden biri, psikokinezinin varlığını ortaya koymak üzere RNG yöntemidir, diğeri duyular-dışı algılamanın varlığını ortaya koymak üzere de uyaranlardan yalıtılmanın sözkonusu olduğu “Ganzfeld uyarımı”dır. Bunlardan başka, parapsikolojik araştırma deneylerinin bir kısmını da, ABD'de, "gezici (coğrafi) durugörü" olasılıklarını incelemek üzere, devlet sözleşmesi altında sürdürülen araştırma deneyleri oluşturmaktadır. Ray Hyman, Stanley Krippner, James Alcock ve bazı bilim insanları parapsikolojide kullanılan bu iki yönteme ve bu iki yöntemle elde edilen verilere eleştiri getirmektedirler. Kuşkucu araştırmacılara göre, yöntemsel (metodolojik) kusurlar, birçok parapsikolog tarafından sunulmuş normal-dışına ilişkin açıklamalardan ziyade, görünüşteki deneysel başarılar için en iyi açıklamayı sağlamaktadır. Günümüzde parapsikolojik araştırma kuruluşlarının bir kısmı "psişik araştırma kurumu" adı altında etkinlik göstermektedir. Parapsikoloji günümüzde ABD'den Yunanistan'a dek yaklaşık 40 ülkede üniversitelerde kürsü edinmiş bulunmakta ve okutulmaktadır. Kimilerine göre, parapsikoloji materyalist metapsişiğe verilen yeni isimdir ya da metapsişiğin materyalistleşmiş devamıdır. Sheila Ostrander, Lynn Schroeder ve diğer birçok yazar vaktiyle Sovyetler Birliği’nde ve diğer birçok Doğu Bloğu ülkelerinde parapsikolojik alanda pek çok akademik araştırmanın yürütülmüş olduğunu, bu araştırmaların devlet tarafından desteklendiğini bildirmektedir. Yazarlar kitaplarında CIA’nin çalışma programında da casusluk alanında kullanılmak üzere, parapsikolojik araştırma ve incelemelerin yer almış olduğuna dikkat çekmişlerdir. Doğu Bloğu ülkelerindeki bu çalışmalar sonucunda sözkonusu alanda Batı’daki parapsikolojik terimlerden farklı terimleri içeren bir terminoloji oluşmuştur. Doğu Bloğu ülkelerinde sözkonusu alanda ortaya atılmış terimlerden bazıları psikotronik (parapsikoloji) , biyoenerji, biyoplazma, Kirlian fotoğrafçılığı olarak bilinir. Doğu Bloğu’nda Stalin döneminden itibaren medyumluk yeteneklerine sahip olduğunu iddia eden ünlü isimler arasında Wolf Messing, Nina Kulagina ve Stanislawa Tmoczyk sayılabilir. Bunlardan son ikisiyle bilim insanları sayısız deneyler yapmıştır. Parapsikolojik araştırma alanı için önceleri, özellikle Avrupa'da metapsişik ve parapsişik terimleri kullanılıyordu. Metapsişik terimi Aristo'nun ""Metafizik"" kitabının isminden esinlenen 1913 Nobel ödüllü fizyoloji profesörü Charles Richet (1850-1935) tarafından 1905'te ortaya atılmış, parapsişik terimi ise, Dijon Akademisi ve Grenoble Akademisi rektörü olan Emden ödüllü bilimci ve filozof Emile Boirac (1851-1917) tarafından ortaya atılmıştır. Prof. W. McDougall bu adı parapsikoloji terimiyle değiştirerek bu terimin uluslararası sahada kabul görmesini ve literatürde yerini almasını sağlamıştır. Fakat parapsikolojinin ABD’li öncüsü biyoloji doktoru ve bitkibilimci olan Prof. J. B. Rhine’dır. Rhine çalışmaları sonucunda bazı kişilerin bedensel duyuları kullanmadan dış dünyadan ya da diğer insanların zihinlerinden bilgi edinebileceklerini iddia etti. Bu
olguya duyular-dışı algılama (D.D.A.) ya da duyular-dışı idrak (D.D.İ.) anlamında ""extra sensory perception"" – (İngilizce kısaltılmışı: ESP) adını verdi. Parapsikoloji terimi Alman psikolog Max Dessoir tarafından 1889’da ortaya atılmış, Rhine tarafından benimsenmiştir. Bununla birlikte 1930’lu yıllardan itibaren psişik fenomenin laboratuvar koşulları içine çekildiğinin, yani laboratuvar metodolojileri uygulanarak incelendiğinin vurgulanması amacıyla parapsikoloji terimi yerine “psişik araştırma” teriminin kullanımı daha yaygınlık kazanmıştır. Parapsikologlar parapsikolojinin tarihsel gelişim sürecini dört dönemde ele alırlar: Antik Dönem, Mesmerizm Dönemi, spiritüel bilgilerin yayıldığı, yani ekolleştiği Kurumlaşma Dönemi ve bir bilimsel araştırma alanı olarak üniversitelere yayıldığı Modern ya da Akademik Dönem. Parapsikolojinin bu dönemine "klasik dönem" de denir. Bu dönem, tarih çağlarından başlayarak 1700’lü yıllara kadar sürmüştür. Psişik olduğu iddia edilen durumlar, yalnızca son yıllarda ilgi duyulup incelenenmemiştir. Örneğin Antik Yunan ve Roma’da kimi olguların, anlaşılamaz psişik güçler tarafından meydana geldiği sanılmaktaydı. O dönemde yaşamış Pisagor, Eflatun, Çiçero, Seneca, Virgil ve pek çok bilim, sanat ve devlet adamı bu konuları incelemişlerdi. Medyumluk yeteneklerine sahip olduğu iddia edilen insanlar, tarih boyunca büyücü, şaman, cadı, ermiş, kahin, mistik vs. adlarla ifade edilmişlerdir. Yine bazı yazıtlardan ve duvar resimlerinden anlaşılmaktadır ki eski insanlar da, günümüzde radyestezi olarak bilinen, "insan vücudu içindeki radyasyonun algılanması yeteneği" olduğu iddia edilen duruma inanmaktaydı; eski insanlar çatal çubuk yöntemiyle toprak altında su ve maden araması yapmışlardır. Bilinen en eski çatal çubuk resmi M.Ö. 1300 yıllarına aittir ve Mezopotamya’da bulunmuştur. Yine, Antik Yunan'da prekognisyon ve kehanet söylentileri oldukça yaygındı. Gerek Yunanistan’da gerekse Anadolu’da birçok kehanet merkezi, tapınağı mevcuttur. Bu döneme ait psişik konulardaki kayıtların hepsi elbetteki, günümüze kadar, olduğu gibi korunabilmiş değildir. Ancak, o dönemleri anlatan ikinci el eserlerden bunları elde etmemiz mümkün olmaktadır. Dolayısıyla arkeoloji biliminin bulguları, bilgileri ve birikimi arttıkça tarihi çağlarda psişik durumlar ile ne kadar ilgilenildiği hakkında daha doğrudan bilgi ve veri elde edilebilmektedir. Parapsikolojinin temelleri mesmercilik dönemde ortaya atılmıştır denilebilir. Çünkü bu dönemde ilk defa bir bilim insanı, bir tıp adamı, hastalarını ruhsal şifa yöntemleriyle tedavi ettiğini iddia ett. 1700’lü yıllarda Viyana'lı doktor Franz Anton Mesmer kendisine sinir rahatsızlığı ile gelen bazı hastaların tedavisi sırasında normal tıbbi müdahalenin yanı sıra mıknatıslı çubuklar kullanarak da sonuç alabildiğini iddia etti. Araştırmalarına devam eden Mesmer bir müddet sonra mıknatıs çubuk yerine ellerini kullanarak da aynı işi yapabildiğini etti. Mesmer bunu, canlıların bedenlerinden yayılan canlısal manyetizma (hayvansal manyetizma ) adı verilen bir güçle açıklıyordu. Mesmer bu dönemlerde oldukça ciddi çabalar içerisinde bulunmuştur. Aleyhinde birçok meslektaşı vardı; ancak pek çok hastasının onun yöntemleriyle şifa bulduğu iddia edilir. Mesmer’in çalışmalarını Fransız aristokrat Marki de Puysegur devam ettirmiştir. Puysegur bu bedensel manyetizma gücünün sadece şifacılarda bulunmadığını, her insanda mevcut olduğunu iddia ederek, hastadaki inanç ve iradenin fiziksel beden üzerinde değişiklikler meydana getirdiğini söylüyordu. Puysegur kendi yöntemleriyle insandaki "yapay uyurgezerlik" olayını ortaya çıkardı ve buna “somnambulizm” adını verdi. Bu değişik şuur halinin keşfi gelecekte birçok parapsikolog ve metapsişikçinin çalışmalarında büyük olanaklar sağlamıştır. Çünkü duyular-dışı algılama fenomenleri ya da halk arasındaki adıyla altıncı his, bu şuur halinde daha kolay ortaya çıkmaktaydı. Bu ön araştırmalarla ileride gelişecek olan parapsikoloji etüdünün temeli atılmış oluyordu. Artık parapsikologların eline birtakım veriler geçmiş bulunuyordu. 19. yüzyılın sonlarına doğru din ve bilimin insan varlığı ve ruhsal yapısı hakkındaki açıklamalarıyla yetinmeyen ve insan varlığının daha üstün, daha aşkın bir öze sahip olduğunu düşünen bazı aydınlar, 1882 yılında Londra’da Psişik Araştırmalar Derneği’ni kurdular (İngilizce kısaltılmışı SPR: Society for Psychical Research). Derneğin ilk kurucuları arasında bulunan bilim insanlarının ve aydınların ortak düşüncesi, aynı zamanda, evrene şu soruyu sormaktı: ""İnsanın öz varlığı bedenin ölümünden sonra varlığını sürdürür mü?"" Dernek bazı bilim çevrelerince o kadar ilgi görüyordu ki gerek başkanları gerekse üyeleri tanınmış bilim insanlarıydılar. Başkanlar arasında Nobel Ödülü almış üç bilim insanı, bir başbakan ile çoğu fizikçi ve filozoflardan oluşan çok sayıda profesör bulunmaktaydı. Yani, ruhsal araştırmalar alanında kurulmuş bu ilk dernek aslında önemsiz, küçük, kendi alanında araştırmalar yapan bir dernek değildi. Aksine gerek kurucuları, gerek başkanları, gerekse üyeleri o dönemin bilim ve düşünce tarihine isimlerini yazdırmış kimselerdi. Bu aydın bilim insanları 19.yy. biliminin kendilerini bir çeşit "mekanik kör düğüm" içine sürükleğini düşündüklerinden, kendilerini bu durumdan çıkaracak bir yol bulma konusunda uzlaşıyorlardı. İngiliz Psişik Araştırmalar Derneği üyeleri bu amaçla insan varlığının duyular-dışı yönlerini ve özellikle psişik yeteneklerini inceleme yoluna gittiler. Konuyla ilgili yüzlerce vaka topladılar ve bunları hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan objektif bir biçimde incelediler. Bunun yanı sıra bu araştırmaları destekleyici birçok psikolojik araştırmalar da yaptılar. Çoğunun yüksek dereceli çabalarından dolayı o günlerde açıklanamaz olarak görülen olaylar, bugün birçok ılımlı bilim insanı tarafından kabul edilmektedir. Ayrıca aralarında Freud, Pierre Janet ve C.G. Jung’un da bulunduğu ilk psikoterapistlerin çoğu bu derneğin üyesiydi. Bu ünlü psikologlar da dernek çevresinde çok önemli ve yararlı çalışmalar yapmışlardır. Psikanaliz ekolünün kurucusu Freud ""eğer yaşamımı tekrarlayabilseydim, kendimi psikanaliz yerine parapsişik araştırmaya adardım"" demiştir. Kendisinin telepatiyle ilgili görüşlerini bildirdiği ""Psikanaliz ve Telepati"" başlıklı raporu bazı bilim çevrelerinin baskısı nedeniyle ancak ölümünden sonra yayınlanmış ve beklenildiği gibi, pek yankı da uyandırmamıştır. Parapsikoloji araştırmalarının yakın tarihini oluşturan kurumlaşma döneminde başlıca üç kuruluşun faaliyetleri görülmektedir: Klasik deneyleri ile ilk adımları atan, 1882'de kurulan İngiliz Psişik Araştırmalar Derneği, (SPR) 1919'da kurulan Uluslararası Metapsişik Enstitüsü (Institut Métapsychique International) ve Prof. J. B. Rhine’ın 1932’de Kuzey Carolina'da Duke Üniversitesi Psikoloji Fakültesi'nde kurduğu Parapsikoloji Laboratuvarı'dır. Her üç kuruluşun da başkanları genellikle bilim insanları olmuştur. Örneğin, İngiliz Psişik Araştırma Derneği’ne başkanlık yapmış isimlerden bazıları tarihsel sırasıyla şunlardır: Uluslararası Metapsişik Enstitüsü'nün üyelerinden bazıları da şunlardır: SPR’nin kuruluşundan birkaç yıl sonra 1885’te ABD'nde özellikle psikolog William James’in çabalarıyla parapsişik araştırmalar yapmak üzere yeni bir dernek kuruldu. SPR'yi örnek alan bu derneğin adı da Amerikan Psişik Araştırmalar Derneği'ydi. Bu derneğin üyeleri de parapsikolojik, parapsişik ya da paranormal diye adlandırılan her türlü olayı incelemek amacını güdüyordu. SPR ve ASPR’yi örnek alan diğer Avrupa ülkelerindeki aydın bilimciler de birbiri ardına, psişik araştırmalara eğilmeye, dernekler kurmaya başladılar. Fransızlar 1919’da sözkonusu alanda önemli bir yer edecek olan Uluslararası Metapsişik Enstitüsü’nü kurdular. Kısa bir süre sonra Almanya, İtalya ve İskandinav ülkelerinde de benzeri kuruluşlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Ardından 1921 yılında Kopenhag’da ilk Uluslararası Psişik Araştırma Konferansı'nın düzenlenmesiyle parapsikolojik araştırmalarda uluslararası bir plâtform oluşmaya başlamıştı. O yıllarda artık ülkeler, bu alanda birbirlerinden bilgi almaya başlar hale gelmişlerdi. Araştırmacı Hereward Carrington’ın yayımladığı bir rapora göre 1930’a kadar -öncü ülkelerin dernekleri dışında- şu ülkelerde psişik dernekler kurulmuş bulunuyordu: Avusturya, Rusya, İspanya, Portekiz, Hollanda, Belçika, İsviçre, Yunanistan, Polonya, İzlanda, Japonya, Meksika, Kanada, İrlanda, Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika Cumhuriyeti, Hindistan, Çin ve Arjantin. (Bu listeye, resmi olmayan kuruluşlar dahil edilmemiştir.) Londra'da 1882'de kurulan İngiliz Psişik Araştırmalar Derneği önce, inceleme konularını alanlarına göre sınıflandırdı: Bu sınıflandırılmış alanlar içinde, telepati, hipnotizma, Reichenbach fenomeni, aparisyonlar, tekinsizyer fenomeni, Spiritüalizm'deki "fiziksel medyumluk" fenomen ve yetenekleri, "döner masa" fenomeni, ektoplazma oluşumları, materyalizasyon sayılabilir. Bu kurum, Avrupa’nın diğer ülkelerindeki ve ABD’ndeki benzer kurumların oluşmasında örnek oluşturmuştur. Fransa’da 1919’da kurulan Uluslararası Metapsişik Enstitüsü de çalışmaları ve ardıl kurumlara örnek olması bakımından İngiliz Psişik Araştırmalar Derneği’nden aşağı kalmamıştır. Uluslararası Metapsişik Enstitüsü özellikle Charles Richet, Jean Meyer, Gustave Geley gibi bilimcilerin çalışmalarıyla metapsişik alanda adını duyurmuştur. Kurum, araştırma ve incelemelerinin yanı sıra metapsişik terimlerin ortaya atılmasında ve yerleşmesinde başarılı çalışmalarda bulunmuştur. Bu terminolojik çalışmalarda özellikle kurumun üç kurucusundan biri olan Jean Meyer’in katkısı büyüktür. Kurumun diğer iki kurucusu İtalyan kökenli Prof. Rocco Santoliquido ve Dr. Gustave Geley’dir. Prof. Charles Richet psişik deneylere istatistiksel yöntemi ilk kez uygulayan kişi olmuştur. İnsanda meydana geldiği iddia edilen normal psişik halleri aşan duyular-dışı yetenekleri ifade etmek üzere, metapsişik terimini de yine ilk kez Charles Richet kullanmıştır. 1911’de Stanford Üniversitesi AB
D'de duyular-dışı algılamayı ve psikokineziyi laboratuvar koşullarında etüd eden ilk akademik kurum oldu. Bu konuda John Edgar Coover yoğun çaba göstermiştir. 1930’da ise Duke Üniversitesi ABD'nde ESP ve psikokineziyi laboratuvar koşullarında etüd etmek isteyen ikinci akademik kurum oldu. Psikolog William McDougall’un ve Karl Zener, Joseph B. Rhine, Louisa E. Rhine gibi, Üniversite’nin psikoloji bölümünden çeşitli öğretim görevlilerinin önderliğiyle, üniversite öğrencileri içinden seçilmiş gönüllü deneklerin kullanıldığı laboratuvar deneyleri başladı. İlk deneylerde Zener kartları ve zar kullanılyor, niceliksel ve istatistiki bir yaklaşımın sözkonusu olduğu bu deneylerde deneklerin tahminlerindeki başarılar istatistiki olarak kaydediliyordu. Duke Üniversitesi’ndeki bu deneylerin sonucu olarak, ESP’nin test edilmesindeki standart laboratuvar süreçleri gelişti ve bunlar dünyadaki pek çok ilgili araştırmacılar tarafından benimsendi. Rhine’nın 1937’de yayımlanan “"Zihnin Yeni Sınırları"” kitabı laboratuvar sonuçlarının halka aktarılmasını sağladı. Rhine, kitabıyla üniversitede sürdürülen araştırmaları açıklarken, Alman psikolog Max Dessoir’ın 40 yıl önceye ortaya attığı “parapsikoloji” terimini de popüler hale getirmiş bulunuyordu. Rhine aynı zamanda özerk bir parapsikoloji laboratuvarı kurdu ve McDougall ile 6 ayda bir çıkan "Journal of Parapsychology"’ yi yayımlamaya başladı. Daha sonra bu çalışmalar, akademik psikologlardan pek çoğunun tepkisine neden olmuş ve eleştirilmiştir. Rhine ve çalışma arkadaşları bu eleştirilere yeni deney, makale, kitaplarla yanıt verdiler ki, yanıtlarını esas olarak “"Altmış Yıldan Sonra Duyular-dışı Algılama"” ("Extra-Sensory Perception After Sixty Years") adlı kitaplarında ortaya koydular. Parapsikoloji tarihinde adından en çok söz edilen kişi parapsikolojinin babası olarak bilinen Prof. J. B. Rhine olmuştur. Rhine’ın iki önemli adımından biri 1932 yılında Duke Üniversitesi Psikoloji Fakültesi’nde Parapsikoloji Laboratuvarı'nı resmen kurması, diğeri de bu laboratuvarda yapmış olduğu iddialı, bilimsel çalışmalarıdır. Kurulan bu laboratuvar sembolik olarak büyük bir önem taşıyordu; parapsikoloji, bu laboratuvarla ilk kez akademik bir saygınlık kazanmıştı. Kimilerine göre, Rhine’ın Parapsikoloji Laboratuvarı’ndaki çalışmalarıyla parapsikoloji bilimsel temellere oturmuştur. Kuruluşundan bugüne kadar ruhsal olduğu düşünülen durumların farklı tiplerinin ölçümüyle ilgili yöntemler bu laboratuvarda geliştirilmiştir. Örneğin duyular-dışı algılama testlerinde kullanılan Zener kartları bu laboratuvarda Karl E. Zener tarafından bulunmuştur. Laboratuvarda istatistiksel yöntemler de sık olarak kullanılmıştır. Fakat Duke Üniversitesi’nin yönetimindekiler, zamanla parapsikolojiye sempatilerini azaltmak zorunda kaldılar ve Rhine’ın 1965’te emekli olmasından sonra parapsikolojiyle bağlarını kopardılar. Rhine da daha sonra İnsan Doğasını Araştırma Vakfı’nı ve Duke Üniversitesi’ndeki laboratuvar çalışmalarının devamı için, bir Parapsikoloji Enstitüsü ("the Institute for Parapsychology") kurdu. Rhine’ın doğumunun yüzüncü yılı olan 1995’te sözkonusu vakıf adını “"the Rhine Research Center"” olarak değiştirdi. Psikolojinin giderek mekanik ve davranışçı anlayışa yönelmesiyle parapsikolojiye karşı azalan akademik ilgi, farklı psişik yeteneklere sahip üç medyum ya da psişik üzerinde yapılan deneyler sayesinde 1950’lerin sonunda yeniden artmaya başlamıştı. Bu üç ünlü psişik, düşünce fotoğrafçılığı alanında ün yapmış Ted Serios, kaşıkları eğip bükmesiyle psikokinezi alanında ün yapmış Uri Geller ve gezici durugörü yeteneğiyle ün yapmış Ingo Swann’dır. Parapsikoloji Kurumu 19 Haziran 1957’de Durham’da (Kuzey Caroline) kuruldu. Oluşumu Duke Üniversitesi’nin parapsikoloji laboratuvarındaki çalışmalar sırasında Rhine tarafından önerilmişti. Rhine’ın önerisinde, parapsikoloji alanında uluslararası profesyonel bir kurumun çekirdeği olacak bir grubun oluşturulması fikri yatıyordu. Bu organizasyonun amacı, tüzüğünde belirtildiği gibi, “parapsikolojiyi bir bilim dalı olacak şekilde ilerletmek, bu alandaki bilgileri yaymak ve bu bilim dalında elde edilen sonuçları, diğer bilim dallarında elde edilen sonuçlarla bütünleştirmek” idi.Antropolog Margaret Mead bakanlığındaki Parapsikoloji Kurumu, 1969’da dünyadaki en büyük genel bilimsel kurum olan Bilimin Gelişmesi Amerikan Kurumu’na ("American Association for the Advancement of Science") bağlanmasıyla parapsikolojiyi ilerletmesinde büyük bir gelişme kaydetmiş bulunuyordu. 1957'de Rhine tarafından kurulan Parapsikoloji Kurumu'nun, 1969 Aralık ayında Amerikan Bilim Geliştirme Kurulu'nda (AAAS) kabul edilmesi parapsikolojinin saygınlığını kazanmasında önemli bir adım olarak kabul edilir. Kimilerince bu, parapsikolojinin bilimsel saygınlığının resmi biçimde onaylanması sayılabilirdi. Bu olay, özellikle ABD üniversitelerinde psi araştırmalarının artmasına neden olacaktı. Günümüzde Parapsikoloji Kurumu, üyeleri psi fenomenini inceleyen bilim insanları ve akademisyenlerden oluşan, yaklaşık 300 üye kuruma sahip büyük bir kuruluş olup, Bilimin Gelişmesi Amerikan Kurumu’na bağlılığını sürdürmektedir. Bilimin Gelişmesi Amerikan Kurumu’nun yıllık kongresi parapsikologlara, araştırmalarını diğer bilim dallarındaki bilim insanlarına sunabilecekleri ve ulusal bilim politikası güden Bilimin Gelişmesi Amerikan Kurumu’na politikasına uygun olmak şartıyla parapsikolojiyi ilerletebilecekleri bir forum olanağı sağlamaktadır. İlginçtir ki, Rhine’ın ardından yani 1960’lı yıllarda tüm Avrupa ve Amerika’da parapsikoloji alanında durgunluk dönemi yaşanmasına karşın, bu dönemde Sovyetler Birliği’nde ve ona bağlı sosyalist ülkelerde bu dalda büyük bir ilerleme görülmüştür. Örneğin 1968 yılında yapılan uluslararası parapsikoloji kongresinde Batılılar hâlâ istatistik ve olasılık hesaplamalarını tartışırlarken, Sovyet delegeleri bütün duyular-dışı algılama fenomenlerinin kanıtlanmış olduğundan bahsediyorlardı. Onlar Batılı meslektaşlarıyla aynı yöntemleri kullanmamışlardı. Parapsikolojik araştırmaların istatistik ve olasılık hesaplamalarıyla kanıtlanamayacağını, çünkü bu tür olaylarda tekrarlanabilirliğin her zaman mümkün olmadığını biliyorlardı. Bu mantık ve yöntemlerle hareket eden Çekoslovakya, Romanya, Bulgaristan, Çin, Moğolistan gibi ülkelerde de parapsikoloji çalışmaları devlet desteğinde sürdürülmüş ve pek çok olumlu sonuç elde edilmiştir. Doğu Bloğu ülkelerinde parapsikolojik araştırmaların yoğun olarak sürdürüldüğünün öğrenilmesi, Parapsikoloji Kurumu’nun Bilimin Gelişmesi Amerikan Kurumu’na bağlanması ve 1970’li yıllarda psişik ve okült fenomenlerin kabul edilebilir konuma gelişi parapsikolojik araştırmaların bu on yıl boyunca gitgide genişlemesini sağladı. Bu dönemde ABD'de pek çok saygın organizasyonlar oluşturuldu, önemli kurumlar kuruldu. Bunlar arasında, Parapsikoloji ve Tıp Akademisi (1970), Bilim-ötesi (Parascience) Enstitüsü (1971), Din ve Psişik Araştırma Akademisi, Zihinsel Etkinlik Bilimleri Enstitüsü (1973), Kirlian Araştırma Ulusal Kurumu (1975), Princeton Mühendislik Normal-dışı Araştırma Laboratuvarı (1979) sayılabilir. Bu dönemde Stanford Üniversitesi de,1946'da kurmuş olduğu Stanford Araştırma Enstitüsü yoluyla parapsikolojik çalışmalarına yeniden yoğunluk verdi. Parapsikoloji’nin gözlem ve bakış açısı bu yıllarda bir hayli gelişti. 1970'li yıllarda psikiyatr Ian Stevenson araştırmalarını reenkarnasyon konusunda yoğunlaştırdı. Psikolog Thelma Moss kendisini UCLA’nın parapsikoloji laboratuvarında Kirlian fotoğrafçılığı çalışmalarına adadı. Bu dönemde Asya’dan Amerika’ya mistik öğretmenlerin akını ve onların meditasyon yoluyla ortaya koydukları yetenekler araştırmacıları “değişik şuur halleri”ni araştırmaya yöneltti. Fizikçi Russell Targ 1974’te Stanford Araştırma Enstitüsü’ndeki bazı çalışmalarında gözlemlediği bir psişik yeteneği adlandırmak üzere “gezici (coğrafi) durugörü” terimini ortaya attı. Bu dönemde parapsikoloji dışındaki akademisyenlerde de bu tür araştırmalara karşı genel bir iyimserliğin hakim olduğu görülmekteydi. 1979’da 1100 profesör üzerinde yapılan bir araştırma bunu gözler önüne sermekteydi. Örneğin bu araştırmada psikologlardan yalnızca % 2’si duyular-dışı algılamanın olanaksız olduğunu ifade ediyordu. Bu profesörlerin % 34’ü ESP’ye inandıklarını, bunun saptanmış bir gerçek ya da muhtemel bir olasılık olduğunu belirtiyorlardı. Doğa bilimleri bilim insanlarının % 55’i, sosyal bilimlerdeki bilim insanlarının % 66’sı, sanat ve eğitimdeki akademisyenlerin de %77’si ESP araştırmalarını zahmete değer bulmaktaydılar. Paranormal araştırmadaki bu yükseliş 1970’li ve 1980’li yıllarda devam etti. 1980’li yılların sonlarına doğru Parapsikoloji Kurumu, kendisine üye kurumların 30 ülkede faaliyet gösterdiğini açıklıyordu ki, bu sayıya Doğu Bloğu ülkelerindeki kurumlar dahil değildi. Çağdaş parapsikolojik araştırma ABD’de günümüze doğru, gitgide küçülme göstermiştir. Bunun nedenlerinden biri önceki araştırmaların sonuçlarının bilim insanları tarafından güvenilir ve inandırıcı bulunmaması ve özellikle, parapsikologların diğer bilim dallarındaki akademik meslektaşlarından gelen güçlü muhalefetle karşı karşıya kalmaları olabilir. ABD'de parapsikoloji alanında araştırma yapan laboratuvarlardan birçoğu kapanmıştır. Bunun nedeni, parapsikolojinin ABD'de bilim otoriteleri tarafından tam manasıyla bir bilim olarak kabul edilmeyişidir. ABD'de giderek kapatılan bu akademik laboratuvarların yerini özel kaynaklarca kurulan özel kurumlar aldı ve böylece ABD'nde parapsikoloji özel kurumlar içine hapsolmuş oldu. 28 yıllık araştırma faaliyetinden sonra Princeton Üniversitesi’nin normal-dışı araştırma laboratuvarı da 4 sene önce (2007) tasfiye edildi. ABD'de hâlen iki üniversite, akademik parapsikoloji laboratuvarını faaliyet halinde tutmaktadır: Günümüzde parapsikolojik çalışmaların akademik olarak sürdürüldüğü Avrupa ülkeleri arasında başı çeken ülkelerden biri İngiltere’dir. Parapsikolojik araştırmalar, günümüzde psikolojinin alt dalları olarak da yaygınlaşmıştır. İnsan zih
ninin aşkın ya da spiritüel olduğu düşünülen yanını etüd eden "transpersonal psikoloji" ve sübjektif normal-dışı deneyimleri geleneksel psikolojik terimleri kullanarak inceleyen "anomalistic psikoloji" buna örnek olarak gösterilebilir. Avrupa'da parapsikoloji dalının bulunduğu bazı üniversiteler şunlardır: Hayvanlarda beyin, merkezi kontrol organı olarak, tüm diğer organların işlevlerini denetler ve yönetir. Bu işlevlerini yürütürken, beynin faaliyetlerine elektriksel olayların eşlik ettiği yüzyılımızın başlarından beri bilinmektedir. "Kafatası çevresine yerleştirilen elektrotlar yardımı ile, beynin faaliyeti sırasında kendiliğinden oluşan, sürekli ritmik elektriksel potansiyel değişimlerinin veya reseptör faaliyetlerine bağlı olarak uyarılmış durumda iken biraz daha farklı olan potansiyel değişimlerin yazdırılması yöntemine elektroansefalografi (EEG) denir." Beyin içinde veri iletimini sağlayan, tüm sinir sistemini oluşturan, nöron adı verilen hücrelerde, söz konusu verinin iletimi bir elektriksel sinyal şeklindedir. Hücrenin farklı noktalarında farklı zamanlarda farklı iyon konsantrasyonu oluşur. Bu farklı iyon konsantrasyonları hücrenin farklı kısımlarının farklı elektriksel potansiyele sahip olmasına neden olur. Beyin bir bütün olarak düşünüldüğünde, insan farklı düşünce anlarında iken beynin farklı kısımlarında farklı veri iletimleri oluşacak, dolayısıyla kafatasının farklı kısımları farklı elektriksel potansiyellere sahip olacaktır. EEG aygıtı hassas bir gerilim ölçer olarak da düşünülebilir. Bu aygıt kafatasının farklı noktaları arasındaki potansiyel farkını ölçer. Bu potansiyel farkın zamana bağlı grafiği bir kâğıda çizdirildiğinde elde edilen şekil bir "dalga" ya benzer. Burada "beyin dalgası" olarak adlandırılan kavram, kafatasının farklı noktaları arasındaki potansiyel farkın zamana bağlı olarak kâğıda çizdirilmesi sonucu oluşan dalga şeklidir (Bkz. Şekil : Alfa dalgası). Bu aygıt klinik araştırmalar kapsamında, beynin farklı düşünsel zamanlarda farklı noktaları arasındaki potansiyel farkı ölçmek için tasarlanmıştır. Böylece normal bir insan ile epilepsi gibi çeşitli beyinsel hastalıklara sahip insanlar arasındaki farklılıklar gözlemlenmiş, insanın beyinsel bir rahatsızlığa sahip olup olmadığının tespiti kolaylaştırılmıştır. Örnek olarak bir insan beyninde, derin uyku durumunda veya genel anestezik durumlarda "delta" adı verilen dalgalar; rüyalı uyku durumu veya orta anestezik durumlarda "beta" adı verilen dalgalar; uyanık bireylerin fiziksel ve zihinsel olarak tam dinlenimde bulunduğu, dış uyaranların olmadığı, gözlerin kapalı durumlarda ise "alfa" adı verilen dalgalara karşılık genel potansiyel farklar oluşur. Bu farklı potansiyeller, tamamen beynin farklı düşünme anlarında, nöronlar arası farklı veri iletimleri sonucu beynin farklı kısımlarında farklı iyon konsantrasyonları oluşması ve bunun da bir potansiyel fark oluşturması fiziksel gerçeği sonucunda oluşur. Parapsikolojik araştırmalar kapsamında yapılan deneylerde hafif hipnoz,trans ve meditasyon hallerinde beynin alfa dalgaları yayınladığı saptanmıştır. Parapsikolojide "hafif hipnoz", "tranz" ve "meditasyon" olarak adlandırılan durumların ""uyanık bireylerin fiziksel ve zihinsel olarak tam dinlenimde bulunduğu, dış uyaranların olmadığı, gözlerin kapalı olduğu"" durumlara karşılık geldiği göz önüne alındığında, bu durumlarda elde edilen alfa dalgalarının fizik-ötesi herhangi bir duruma karşılık gelmediği görülmektedir. Günümüzde, parapsikolojik incelemelerde psişik yetenekler ve deneyimler, biçimleri bakımdan iki grupta ele alınırlar: Parapsikoloji’nin içerdiği ve ilgilendiği konu, alan ve fenomenlerden bazıları şöyle açıklanır: Belirli bir sayıda da olsa psi deneklerinin yardımıyla gerçekleştirilen arkeolojik keşifler olmuştur ve psi deneklerinin yardımıyla sürdürülen arkeoloji çalışmaları vardır. Bu konuda özellikle, 4445 denek tarafından verilen enformasyonlardaki çakışmalardan yola çıkarak kazı yerlerini belirlemek amacını güden Stephan Schwartz’ın çalışmalarını belirtmek gerekir. Bununla birlikte, psi denekleri tarafından sunulan, keşif yapma olanağı sağlayan enformasyonların kesinlik ölçüsünü saptamanın güçlüğüne de dikkat çekmek gerekir. Bu konuda en tanınmış çalışmalar CIA’nin himayesinde gerçekleştirilmiş olanlardır ki bunların son kod adı “"Stargate"”dir. Yaklaşık 20 yıl boyunca CIA tarafından çok gizli bir program uygulamaya kondu. Bu programda seçilmiş ve hazırlanmış bir grup deneğin istihbarat alanında kullanımı sözkonusuydu. Bu ekipte en yetenekli denek olarak kabul edilen Joe McMoneagle çalışmasından dolayı liyakat nişanı aldı. Yine psi deneklerinin verdikleri enformasyonlar sayesinde bulunan kayıp kişiler olmuştur. Bu bakımdan ABD gibi kimi ülkelerde polisin kayıp kişileri bulmada çaresiz kaldığında zaman zaman medyumlara başvurduğu ileri sürülür. Parapsikologlar, paranormal fenomen etüdünde fenomene çeşitli yöntemlerle yaklaşımda bulunurlar. Bu yöntemler, geleneksel psikolojide kullanılan niteliksel yaklaşımların yanı sıra, niceliğe dayalı deneysel ve gözlemsel metodolojileri de içerir. Parapsikologların çoğu, etütlerinde, psinin istatistiki kanıtını sınarken "meta-analiz" yöntemini kullanırlar. Ganzfeld uyarımı (ganzfeld stimulation) parapsikoloji laboratuvarlarındaki deneylerde denekte duyular-dışı algılamayı harekete geçirmek üzere “duyumsal yoksunluk” sağlanması (duyumsal uyaranların minimum düzeye indirildiği bir ortam sağlanması) olayına verilen addır. Önceleri vizüel süreç testlerinde kullanılan terim, 1973 yılından itibaren psi testlerindeki uygulamalar için kullanılmaya başlanmıştır. Bu uyarım sayesinde, beş duyusunu kullanamayan deneğe paranormal algılamalar için bir çeşit fırsat ortamı yaratılmakta, denek, zorunlu olarak duyular-dışı algılama alanına itilmektedir. Fakat beklenen paranormal algılamalardan hangisinin oluşacağı bilinmez; yani denekte bir telepati fenomeni de oluşabilir, durugörü de, prekognisyon da. Parapsikologlar ganzfeld uyarımını sağlamak üzere, “yüzme kabini” veya “izolasyon kabini” denilen, ısısı beden ısısına ayarlı, tuzlu suyla dolu, gürültü ve diğer uyaranlardan yalıtılmış çeşitli kabinler hazırlamışlardır. Ganzfeld uyarımı bir telepati denemesi için yapıldığı takdirde söz konusu “duyumsal yalıtılma” hem “alıcı” denek, hem de “verici” denek üzerinde uygulanır. Yaklaşık 20 ile 40 dakika arasında süren "telepatik gönderme" süresi sonunda “alıcı” “duyumsal yalıtılma”dan çıkarılır. Kendisine, örneğin dört imaj (ya da video) gösterilerek, hangisinin gerçek “hedef” olduğu, yani boş tuttuğu zihnine “verici”den hangi imajın geldiği sorulur. Sonuçlar, doğru seçimin şans olasılıklarına oranla çok daha fazla oranda olduğunu ortaya koymaktadır. Bu meta-analiz sonuçları anlamlı olmakla birlikte, tartışmaya açık olduğundan akademik psikoloji dergilerinde tartışılmaktadır. Bununla birlikte, bazı deneylerde alıcıların “telepatik gönderme” sonrası kendilerine söz konusu test imajları gösterilmemesine rağmen, kimi zaman doğru yanıtı verdiklerine rastlanmıştır. Gezici durugörü deneyleri kişinin beş duyusuyla algılayamayacağı uzaklıktaki ya da kapalı bir ortamdaki olay, nesne, yer ve canlıları algılayabilmesi paranormal yeteneğini sınar. Laboratuvarda yapılan gezici durugörü deney türlerinden birinde, örneğin bir havuzun yüzlerce fotoğrafı çekilir, sonra bu fotoğraflardan biri denek için “hedef” olmak üzere rastgele seçilir ve denekten uzak bir yere konur. Gezici durugörü deneycisinden görmediği bu fotoğrafın bir kâğıda taslağını çizmesi ya da bu fotoğrafı bir şekilde betimlemesi istenir. Bu süreç belli bir sayıdaki "hedef fotoğraf"larla tekrarlanır. Bu yöntemin yeni, farklı ve gelişmiş usulleri sayesinde, bu tür deneylerin sonuçları daha isabetli ve verimli hale gelmiş bulunmaktadır. Bu tür deneyler ABD'nin devlet kontrolü ve sözleşmesi altında, Princeton Üniversitesi’nin normal-dışı araştırma laboratuvarı, Stanford Araştırma Enstitüsü ve Bilim Uygulamaları Uluslararası Kurumu’ndaki bilim insanları tarafından 25 yıl boyunca sürdürülmüştür. Biriken veriler hava-uzay bilimi profesörü Robert G. Jahn ve psikolog Brenda Dunne tarafından incelenmiş ve bu deneylerde yer ve olayların beklenilen şans olasılığının çok daha üzerinde bir oranla algılandığı belirtilmiştir. Gezici durugörü medyumları içinde en ünlüsü olan ABD'den Ingo Swann’ın bu psişik yeteneğini kullanabilmesi için, yerkürenin herhangi bir yerinin enlem ve boylam koordinatlarının kendisine verilmesinin yeterli olduğu ileri sürülür. Ayrıca, ABD'nin soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı Swann’ın bu paranormal yeteneğinden yararlanmış olduğu ileri sürülür. Güçlü ve ucuz elektronik ve bilgisayar teknolojilerine kavuşulması zihin ile madde arasındaki mümkün etkileşimler konusundaki tam otomatik deneylerin gelişimini sağlamış bulunmaktadır. Bu tür laboratuvar deneyleri içinde ABD'de en sık uygulananı, bir RNG (random number generator) yöntemidir. Yöntemin temelinde deneğin zihin yoluyla rastgele sayıların dağılımını değiştirmeye çalışması sözkonusudur. Bu yönteme dayalı tekniklerle kişilerdeki psikokinezi kabiliyeti test edilebildiği gibi, bir topluluğun RNG’ler üzerindeki etkisi de test edilebilmektedir. RNG veritabanlı temel meta-analizler ABD'de, "Foundations of Physics" gazetesinin 1986’da yayın hayatına başlamasından beri, birkaç yılda bir bu gazetede yayımlanmaktadır. “Zihnin canlı sistemler ile doğrudan etkileşimleri” (DMILS) ya da diğer deyişle bio-PK, bir kimsenin tesir yoluyla kendisinden uzaktaki bir kimsenin psikofizyolojik durumu üzerinde değişiklikler yapabilmesi anlamında kullanılmaktadır. Bu tür laboratuvar deneylerinden birinde “etkileyecek olan” ile “etkilenecek olan” birbirinden belli bir mesafedeki, farklı yerlerde yalıtılırlar. Etkileyecek olan bakışlarını diğeri üzerinde sabitleştirir, onu etkilemek üzere niyetlerine konsantre olur. Örneğin “etkileyecek olan” diğerinden düzenli olarak –sessizce, zihnen- bir şeye bakmasını ister. Ölüm-ötesi deneyimi, bedensel işlevleri bakımından tıbben ölü sayılmış, fakat bi
r süre sonra reanimasyon (yeniden canlandırma) yöntemleriyle veya kendiliğinden yeniden yaşama kavuşmuş kimselerin bu ölüm ve yeniden yaşama dönüş arasındaki sürede geçirdikleri deneyime verilen addır. Bilimsel çevreler bu tip deneyimlerin bir çeşit halüsinasyon olduğunu belirtmekteyken, paranormal uzmanları ve bazı ana-akım bilim insanları bu deneyimlerin ölümden sonra hayata kanıt olduklarını söylemektedirler. Terim ABD’nden araştırmacı hekim Dr.Raymond Moody tarafından ortaya atılmıştır. Özellikle psikiyatrlar tarafından sürdürülen ölüm-ötesi deneyimi araştırmaları Elisabeth Kübler-Ross, Karlis Osis, George Ritchie ve Raymond Jr tarafından başlatılmıştır denilebilir. Bunlardan Moody 1998’de Las Vegas’daki Nevada Üniversitesi’nde “bilinç çalışmaları”na başkan olarak atanmış biridir. Bu araştırma alanındaki ilk kurum, öncü araştırmacıların ve deneyimcilerin gereksinimlerini karşılamak üzere 1978’de kurulan "Ölüm-ötesi deneyimi Etütleri Uluslararası Kurumu"dur (IANDS). Bu alanda sonradan isim yapmış diğer araştırmacılardan psikiyatr Bruce Greyson, psikolog Kenneth Ring ve kardiyolog Michael Sabom ölüm-ötesi deneyimi araştırmalarını akademik ortama taşımışlardır. Ölüm-ötesi deneyimi spiritüalistler ve az sayıdaki parapsikologlarca ölümden sonra yaşamın varlığına ilişkin kanıtlardan biri sayılmaktadır. Dr. Raymond Moody ve Dr. Elisabeth Kubler-Ross bu deneyimi geçiren kimselerin anlattıklarının hastanelerde kaydedilen raporları üzerinde çalışmış ve binlerce vakanın titizlikle incelenmesinden sonra şu sonuçlara varmışlardır: Parapsikolog terimi ilk duyulduğunda genellikle psikoloji diplomasına sahip bir araştırmacı anlaşılır, oysa bu alanda uzmanlaşmaya gelen bilim insanları kökenleri itibarıyla çok farklı alanlardan (fizikçiler, hekimler, biyologlar) olabilirler. İngiltere gibi bazı ülkelerde parapsikoloji üzerinde uzmanlaşmış kimselere devlet diploması verilmektedir. Günümüzde parapsikologların çoğu Amerikan Bilim Geliştirme Kurulu’nun (AAAS) üyesi olan, Parapsikoloji Kurumu adlı bilimsel kuruma üye olmaktadır. Bu kurumun tam üyesi olabilmek için gerekli koşullar şunlardır: Doktora yapmış olmak, parapsikoloji hakkında bilimsel bir gazete veya günlükte Kurum’un üyeleri tarafından kabul edilebilecek kaliteli bir makale yazmış olmak ve Kurum’un iki üyesi tarafından üye seçilmiş olmak. Bu kriterler Amerikan Psikoloji Kurumu’nun kriterleriyle hemen hemen aynıdır. Bu noktadan hareketle parapsikoloji araştırmacısının diğer bilimsel etkinlik alanlarındaki araştırmacılardan hiçbir farkı yoktur. Parapsikolojiye muhalif kuşkuculardan Ray Hyman bile bu konuda şöyle der: “"Deneysel parapsikologların çoğu üniversite diplomalıdır. (…) Onlar bu alanda da kendi alanlarında edinmiş oldukları, bilimsel sorgulamanın deneysel denetimlerini ve istatistik tekniklerini kullanabilecek formasyona sahiptirler."” Yaklaşık 100 kadar “tam üye”ye sahip Parapsikoloji Kurumu’nun üye sayısı birkaç yıldan beri istikrar göstermektedir. Kurumun çeşitli üye kategorileri de hesaba katılırsa, Parapsikoloji Kurumu’nun bünyesinde yer alan yaklaşık 200 araştırmacının dünyanın çeşitli ülkelerinde parapsikoloji alanında çalışmalarını sürdürdüğü söylenebilir ki, bunların yaklaşık dörtte biri araştırmalarını tümüyle resmi yapılarda sürdürmektedir. Parapsikolojiyi eleştirenler Carl Sagan'ın “"Olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar gerektirir".” sözünü sıkça tekrarlarlar. Parapsikolojik fenomenin gerçekliği ve parapsikolojik araştırmaların bilimsellik değeri akademik çevrelerde günümüze dek tartışılagelmiştir. Eleştirilerden biri, parapsikolojinin açıkça tanımlanmış bir konu maddesi olmaması, talep üzerine psi etkisini gösterecek kolayca tekrar ettirilebilen bir deneyinin olmaması ve henüz paranormal enformasyon aktarımını açıklayan bir teorisinin olmamasıdır. York Üniversitesi psikoloji profesörü James E. Alcock’a göre bu nedenlerden, fizik, biyoloji gibi daha geleneksel bilimlerin disiplinler arası araştırma alanına parapsikolojinin deney sonuçlarının ancak az bir kısmı dahil olabilir. Aslında parapsikolojide enformasyon aktarımını açıklayan birkaç teori ortaya atılmışsa da, kuşkucular bu teorileri çağdaş fizik teorileri ile uyuşmamasından dolayı kabul edilemez bulmuşlardır. Buna karşılık, parapsikolojide psi etkilerini elde etme olanağı sağlayan parametrelerin neler olduklarını saptama imkânı sağlayan “kavrama modelleri”nin mevcut olduğunun ve pragmatik enformasyon modeli olarak betimleyici varsayım taslaklarının bulunduğunun da unutulmaması gerekir (Lucadou, 1987). Öte yandan bazı parapsikologlar da parapsikolojik konuların, fizik, matematik ya da biyolojinin konularından bir hayli farklı (ruhsal) olduğuna dikkat çekerek, bazı kıstasların tüm bilim dallarına uygulanamayacağına, bilimselliğin ölçüsünün teorik düzeyden ve tekrarlanabilirlikten ziyade bilimsel yöntemin uygulanması, deneysellik, çalışma biçimi v.s. olması gerektiğine dikkat çekmektedirler. Kuşkucuların teorik düzeydeki eleştirilerinden biri de vücuttaki D.D.A. organının ve paranormal enformasyon kaynağının parapsikologlarca keşfedilememiş olmasıdır. Buna yanıt olarak da parapsikologlar psi etkilerinin fiziksel fenomenlerdeki modaliteler gibi işlemediğini, dolayısıyla vücuttaki bir alıcı organdan veya enformasyon kaynağından söz edilemeyeceğini belirtmektedirler. Spiritüalizm alanında sıkça rastlandığı gibi bu alanda da sık sık, hileye başvuran şarlatanların olduğu saptanmıştır. Hile konusundaki ilk açıklamalardan biri 19.yy.’da bazı medyumları sahtekârlıkla suçlayan ünlü illüzyonist Harry Houdini’den gelmiştir. Gerçekten "deneysel spiritüalizm"in başlangıç döneminde hilelere başvuran şarlatanların sayısı azımsanamayacak kadar çoktu. Fakat unutulmaması gereken bir nokta, metapsişikçilerin ve parapsikologların bizzat kendilerinin bu şarlatanların hilelerini gün ışığına çıkarmış olmalarıdır ve ayrıca seanslarda olası hilelere karşı önlem almalarıyla deneylerin gitgide daha sağlıklı hale gelmesini sağlamışlardır. Hile denekten gelebileceği gibi deneycinin (deneyi düzenleyenin) kendisi tarafından da oluşturulabilir. Örneğin Rhine’ın bir öğrencisi olan Walter J. Levy, Rhine’ın baskısıyla yaptığı hileyi itiraf etmiş, Rhine da bu tespitini "Journal of Parapsychology"’da yazmış ve Levy’nin önceki makalelerinin dikkate alınmaması gerektiğini bildirmişti. Buna karşılık, Charles Tart, bazı kuşkucuların da, kimi zaman, parapsikoloji protokollerinde hiçbir kusur ya da dolambaçlı yol bulamamalarına rağmen, yine de deneycinin bir hilesi olduğunu ileri sürdüklerini belirtmektedir. Aşağıdaki olaylar buna örnek olarak gösterilmektedir : bakılırsa, Randi verileri asla incelemediğini itiraf etmişti. Hansel bu bilgi hatasına rağmen iddiasından vazgeçmemiştir. Oysa, Rhine’ın araştırmalarının çoğunda deneklere kartların arka yüzleri de gösterilmezdi. Bazı parapsikologlara göre kuşkucular, parapsikolojik araştırmanın saygınlığını yitirip gözden düşmesi için, özellikle, « sahte hile» haberleri yayımlamaktadır. Son olarak belirtmek gerekir ki, parapsikolojik araştırma alanında, bilimsel her alanda olduğu gibi, kasıtlı olarak hilenin söz konusu olmadığı, irade-dışı hatalar da söz konusu olabilmektedir. Örneğin "Rosenthal ya da Pygmalion etkisi"nde deneycinin kanısından kaynaklanan bir hata sözkonusu olmuştur. Bazı analizci eleştirmenler parapsikolojik etüdün bilimsel olduğunu kabul etmekle birlikte, bu etüdün deneysel sonuçlarının tatminkar olmadığını düşünmektedirler. Kuşkucu eleştirmenler ise psi araştırmalarında görünüşte başarılı sonuçlar alınmış olmakla birlikte, bu başarıların gerçek psi etkisinden ziyade, titiz olmayan, sağlıksız çalışmaların ya da metodolojik kusurların ürünü olduklarını ileri sürmektedirler. Kuşkusuz parapsikoloji deneylerden ve laboratuvar çalışmalarından ibaret değildir ve bu yönüyle bilimsel yönteme zıtlık gösterir. Parapsikoloji kökenini, yaygın olarak “paranormal deneyimler” olarak adlandırılan kendiliğinden ortaya çıktığı iddia edilen olaylardan almaktadır. Bu tür deneyimler hemen hemen tüm kültürlerin folklorlarında anlatılagelmiştir ve genel olarak rapor edilenler birbirinin çok benzeridir. Chicago Üniversitesi Ulusal Düşünceyi Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir araştırma göstermiştir ki, Amerikalıların büyük çoğunluğu yaşamlarının herhangi bir döneminde, bir ya da birden fazla psişik deneyim geçirdiğini iddia etmektedir. Amerika, Avrupa ve Avustralya'daki bazı araştırma ve anketler de, insanların çoğunun başından telepati, prekognisyon veya benzeri bir paranormal fenomenin geçmiş olduğunu iddia ettiğini ortaya koymaktadır. Parapsikologlara göre, örneğin, uzun süredir görmediğimiz birini tam düşündüğümüz sırada veya onu düşünmemizden kısa bir süre onu görmemiz yahut ondan bize bir telefon ya da posta gelmesi telepatik irtibatın deney-dışı örneklerinden biridir. Aynı şekilde, parapsikologlara göre, karşımızdaki kişi daha lafa başlamadan ne söyleyeceğini bilmemiz de her zaman tahmin gücümüzden kaynaklanmamaktadır. Ancak bu yargı deneysel yöntem kullanılarak sistematik bir şekilde incenmediğinden bilimsel çevrede kabul görmez. Psişik olayların en yaygın tiplerinden biri de “Duyular-dışı algılama rüyaları” olarak adlandırılan düşlerdir ki, bu tür rüyalarda kişinin aslında, o anda bulunduğu yerden uzakta meydana gelen bir olayı algıladığı sanılmaktadır. Kişi rüyasında gördüğü olay hakkında uykuya dalmadan önce hiçbir bilgisi ve düşüncesi olmadığını sanmaktadır; fakat rüyasını anlattıktan sonra yapılan incelemede doğruluğu ortaya çıkmaktadır. Sık rastlanan bir psişik rüya da telepatik rüyalardır, telepatik rüyalar ilk kez Maimonides ESP-rüya laboratuvarında keşfedilmiştir. tarafından yayımlanmaktadır) tarafından yayımlanmaktadır) tarafından yayımlanmaktadır) tarafından yayımlanmaktadır) tarafından yayımlanmaktadır) I. Türk Dili Kurultayı I. Türk Dili Kurultayı, 26 Eylül 1932 - 5 Ekim 1932 tarihleri arasında Türk Dil Kurumu tarafından düzenlenen dil kurultayı. "Türk dili, dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek
istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. " sözleri ile Türkçeye verdiği önemi belirten Atatürk 1 Kasım 1928'de çağdaş dünyaya uyum sağlamak amacıyla Harf devrimini gerçekleştirir. Türk dilinin dünya dilleri arasındaki yerinin belirlenmesi, köklerinin araştırılması, Türk lehçe, şive ve ağızlarının bilimsel yöntemlerle incelenmesi için 12 Temmuz 1932 tarihinde Türk Dili Tetkik Cemiyeti’ni(Türk Dil Kurumu'nu) kurdurur. I. Türk Dili Kurultayında bu konularla ilgili pek çok önemli karar alınmış ve uygulamaya konulmuştur. On gün süren kurultay Ruşen Eşref’in şu konuşmasıyla biter. "Bir davayı bütün gerçekliği ile göz önüne getirmek, onu zaman ve mekân içindeki yerine, sırasına koymak, beynin laboratuvarında inceden inceye elenip dokunmuş bu işin nasıl bir iş olduğunu görmek, göstermek, düşünceleri o iş etrafında bir araya toplamak, o işten çıkan neticeleri ilerisi için hedef edinmek: İşte Mustafa Kemalce düşünüş bu demektir." "Mustafa Kemalce düşünmek demek, tahlil ve terkip etmek, şuurlaştırmak, nizamlaştırmak, sistem haline koymak demektir. Bu usul Çanakkale'den dil kurultayına kadar aynı hızı ve sırayı gösterir."bu da bizim milli bilincimizi arttırır milli kültürümüzü ortaya koyar. bizde her türk vatandaşı gibi atalarımıza layık olarak milli mirasımızı sonsuza dek koruyacağız... Refi' Cevad Ulunay Refi' Cevad Ulunay (d. 1890, Şam - ö. 4 Kasım 1968), Türk basınının tarihi simalarındandır. II. Meşrutiyet döneminin ve Yüzellilikler arasında sürgün edildiği 1924-1938 arası dışında, 1968'de ölümüne kadar da Cumhuriyet döneminin en etkili gazeteci ve yazarları arasında yer almış Türk basınının tarihi simalarındandır. 1890'da Şam'da doğmuştur. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra, aynı zamanda Galatasaray Lisesi'nden mezun olduğu yıl olan 1909 yılından itibaren Alemdar gazetesini yayınlamaya başlamıştır. Mahmut Şevket Paşa suikastinden sonra İttihat ve Terakki'ye karşı artan muhalefetinden dolayı 1914-1918 yılları arasında Sinop, Çorum ve Konya'da sürgün hayatı yaşamıştır. I. Dünya Savaşı sonrasında yeniden yayınlamaya başladığı Alemdar gazetesinde İngiliz Muhipleri Cemiyeti lehinde yazılar yazmış, İngiltere ile yakınlaşmayı savunmuş, bu arada Millî Mücadele'ye karşı çıkmıştır. Cumhuriyet'in ilânı ile Yüzellilikler listesine dâhil edilmiş ve 1924'de yurtdışına sürgüne gönderilmiştir. 1938'de Yüzellilikler'in affedilmesi üzerine Türkiye'ye dönüşünde Yeni Sabah ve (1953 sonrasında) Milliyet gazetelerinde yazılar yazmıştır. 4 Kasım 1968'de ölmüş ve vasiyeti üzerine Konya'da Mevlânâ Türbesi'nin karşısındaki Üçler Mezarlığı'na gömülmüştür. Biopolis Biopolis (Çince: 启奥园 ya da 启奥生物医药研究园), Singapur hükümeti tarafından biyomedikal bilimler için 2003'te oluşturulmaya başlanmış uluslararası araştırma ve geliştirme merkezidir. Dover şehri yakınlarında kurulan kampüs, 7 asimetrik binadan oluşmaktadır. Bir tane 480 kişilik ve 4 adet 250 kişilik konferans salonu bulunmaktadır. Merkezdeki çalışmalar özellikle diyabet ve kök hücreler üzerine odaklanmıştır. Singapur devleti gelecek 5 sene için merkezin bütçesini 8.2milyar $ olarak açıklamıştır (2006). Adobe Systems Adobe Systems ("adobe", İngilizcede "kerpiç" anlamına geliyor) merkezi ABD'de Kaliforniya eyaletinde bulunan, Dünya'nın 10 büyük grafik ve medya yazılımlarını üreten şirkettir. 2005 yılında Macromedia firmasını satın alarak tasarım pazarında çok daha büyük bir yer edinmiştir. Türkiye'de daha çok Photoshop ve Flash yazılımları ile bilinir. Ayrıca bakınız: Adobe yazılımları listesi Ayşe Kulin Ayşe Kulin (d. 26 Ağustos 1941, İstanbul), Türk yazar ve gazeteci. Kaleme aldığı biyografik eserleri ve romanlarıyla çok okunan yazarlardan biri olmuş ve birçok ödül kazanmıştır. Üslubundaki akıcılık ve yalınlıkla büyük övgü alan yazarın öykü ve kitapları senaryolaştırılıp beyazperdeye aktarıldı. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji Edebiyat bölümünü bitirdi. Çeşitli gazete ve dergilerde editör ve muhabir olarak çalıştı. Uzun yıllar televizyon, reklam ve sinema filmlerinde sahne yapımcısı, sanat yönetmeni ve senarist olarak görev yaptı. Öykülerden oluşan ilk kitabı "Güneşe Dön Yüzünü" 1984 yılında yayımlandı. Bu kitaptaki Gülizar adlı öyküyü, Kırık Bebek adıyla senaryolaştırdı ve bu filmi 1986 yılında Kültür Bakanlığı Ödülü'nü kazandı. Kulin, 1986'da sahne yapımcılığını ve sanat yönetmenliğini üstlendiği "Ayaşlı ve Kiracıları" adlı dizideki çalışmasıyla Tiyatro Yazarları Derneği'nin En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü'nü kazandı, 1996 yılında Münir Nureddin Selçuk'un yaşam öyküsünün anlatıldığı "Bir Tatlı Huzur" adlı kitabı yayınlandı. Aynı yıl, Foto Sabah Resimleri adlı öyküsü Haldun Taner Öykü Ödülü'nü, bir yıl sonra aynı kitabı Sait Faik Hikaye Armağanı'nı kazandı. 1997'de yayınlanan ve Aylin Devrimel'in hayatını konu alan "Adı: Aylin" adlı kitabı ile, İstanbul İletişim Fakültesi tarafından yılın yazarı seçildi. Bu kitap yazarın çok geniş kitleler tarafından tanınmasını sağladı. 1998 yılında "Geniş Zamanlar" adlı öykü kitabı, 1999'da Iletişim Fakültesi tarafından yılın romanı seçilmiş olan "Sevdalinka" ve 2000'de yine bir biyografik roman olan ve Füreya Koral'ın hayatını aktardığı Füreya yayınlandı. Ayşe Kulin, 2001 yılında yayımlanan "Köprü" isimli romanı ile Türkiye'nin doğu illerinde yaşanan dramın kökenleri ve cumhuriyet tarihi içindeki nedenlerini ele aldı. Bu romanı, 2006 ve 2008 yılları arasında Star TV'de aynı isimle dizi olarak yayınlandı. Yine 2002 yılında yayınlanan "Nefes Nefese" isimli romanı ile İkinci Dünya Savaşı sırasında yüzlerce Yahudi'yi soykırımdan kurtaran Türk diplomatlarının kahramanlıklarını bir aşk öyküsü ile birlikte işliyor. Nefes Nefese romanı toplamda 34 ülkede yayınlandı. Ayrıca Ayşe Kulin bu romanıyla İtalya'da verilen Premio Roma Ödülleri'nde finale kalan beş yazardan biri oldu."Geniş Zamanlar" adlı öykü kitabı, 2007 yılında Star TV'de aynı adla dizi olarak yayınlandı. 2004 yılında yazdığı "Gece Sesleri" romanı, aynı adla televizyona uyarlanarak 2008 ve 2009 yılları arasında Show TV'de yayınlandı. Yine 2009 yılında yazdığı Tek ve Tek Başına Türkan adlı Biyografik romanı, aynı adla televizyona uyarlanarak 2010 ve 2011 yılında arasında Kanal D'de yayınlandı. 2007 yılının Kasım ayında UNICEF Türkiye İyi Niyet Elçisi oldu. 2008 yılında yazdığı "Veda" romanı, aynı adla televizyona uyarlanarak 2012 yılında Kanal D'de yayınlandı. İtalyancaya çevrilen "Nefes Nefese" adlı romanı, 2016'da İtalya'nın en prestijli roman ödüllerinden Premio Roma'da en iyi yabancı roman dalında ödüle layık görüldü. Sarıhumma Sarıhumma Grip benzeri bir tablodan, ağır karaciğer hastalığı ve kanamalı ateşe kadar geniş bir hastalık tablosuna yol açan akut viral bir hastalıktır. Sarı humma salgını ilk defa 1700'lerde İtalya, Fransa, İspanya ve İngiltere'de patlak vermiştir. On dokuzuncu yüzyılda İspanya'da 300.000 kişinin sarı hummadan öldüğüne inanılıyor. 1802'de Haiti Devrimi esnasında Fransız askerleri sarı humma saldırısına maruz kaldılar; ordunun yarısı bu hastalıktan dolayı telef oldu. 20. yüzyılın başlarında hastalığın insanlara bulaşma yöntemininin anlaşılması (öncelikli olarak sivri sinekler) ve bir aşının ve diğer önleyici önlemlerin geliştirilmesini sağlayan, gönüllülerin de katıldığı (ki bazıları bu yüzden öldü) araştırmalar yapılana kadar Batı Yarımkürenin diğer yerlerinde çıkan salgınlarda binlerce kişi öldü. Sarı hummaya Flaviviridae ailesinden pozitif iplikçikli tek dizili bir RNA virüsü olan arbovirus sebep olur. Enfeksiyon hastalıklı eklem bacaklının tükürüğünde bulunan virüsü deri yoluyla bırakması sonucunda başlar. Bu sivri sinekler Afrika'da "Aedes simpsaloni", "A. africanus", ve "A. aegypti", Güney Amerika'da "Haemagogus" cinsi ve Fransa'da "Sabethes" cinsini kapsar. Enfeksiyondan sonra virüs ilk önce yerel olarak çoğalır bunu takiben bağışıklık sistemi yoluyla vücudun kalanına yayılır. Virüs, günümüzde tropik bölgelerde görülür ve vektörlerler aracılığı ile insanlara bulaşır. Etkili bir aşının varlığına rağmen birçok Afrika ve Güney Amerika ülkesinde hemorajik hastalığın önemli sebeplerinden biridir. "Sarı" tabiri bazı hastalarda görülen sarılık semptomundan gelir. Sıtmada olduğu gibi sivrisineklerden korunmak büyük önem taşır. Sarı hummadan aşı ile korunmak da mümkündür. Sarı hummanın bulunduğu bölgelere gidenlerden veya bu bölgelerden diğer ülkelere geçenlerden sarı humma aşısı olduklarını belgelendirmeleri istenebilir. Aşı sertifikası aşıdan 10 gün sonra ve ömür boyu geçerlidir. Diğer aşılarla aynı anda, farklı yerlere uygulanabilir. Doğan Haber Ajansı Doğan Haber Ajansı (kısaca: DHA), 1999 yılında Hürriyet Haber Ajansı ile Milliyet Haber Ajansı'nın birleşmesi ile kurulan, Doğan Grubu'na ait Türk haber ajansıdır. Türkiye'de 34 bürosu bulunan Doğan haber Ajansı başta Doğan Medya grubuna bağlı televizyon, radyo ve gazeteler olmak üzere çeşitli yayın kuruluşlarına haber ve görüntü servisi yapmaktadır. Sherlock Holmes Sherlock Holmes, Sir Arthur Conan Doyle tarafından oluşturulan Britanyalı hayalî dedektif kahraman, polisiye edebiyatının önemli ilk kişiliklerinden biridir. Gazetelerde basılmış, ve polisiyenin halk arasında yaygınlaşmasına yardımcı olmuştur. Arthur Conan Doyle'un yarattığı Britanyalı hayalî dedektif 6 Ocak 1854'te Londra'da doğmuştur. İlk hikâyesi olan Kızıl Dosya 1887 yılında gazetede basılmaya başlanmıştır. Sherlock Holmes, dedektif kahramanlar içerisinde belki de en meşhur olanıdır. Olayları gözlem yoluyla çözmesi ile ünlüdür. Tümdengelim yöntemini çok iyi kullanmaktadır, sorduğu soruların cevaplarının birbiriyle tutarlı bir bütün oluşturmasına dikkat eder; bunun yanı sıra kendi kendine yaptığı laboratuvar araştırmaları sonucunda elde ettiği bilgileri tekil olaylara uygular ve sigara izmaritlerinden, el yazılarından, ayak izlerinden, ve her türlü bilgi kırıntısından sonuca ulaşır. Yazar Doyle, Holmes karakterini yaratırken dönemin ünlü doktorlarından Profesör Joseph Bell'i kendisine örnek almıştır. Bell, Sherlock Holmes maceralarında sıkç
a karşılaşılan gözlemleme yöntemini hastalarıyla ilgili bilgi sahibi olmak için kullanır ve bu yöntemi tıp öğrencilerine öğretirdi.Holmes, işiyle ilgili olmayan hiçbir konuya ilgi duymaz, işine yarar diye sosyete haberlerini takip eder ama Dr. Watson'ın Holmes'ün politika bilgisine verdiği not on üzerinden sıfırdır. Hatta bu konuda abartıya kaçıp, "dünyanın güneş etrafında döndüğünü bilmek işime yaramıyorsa, neden bu bilgiyi kafamda tutayım ki" dahi diyebilmiştir. Dönemin pozitivizmi, kendisi bir doktor olan Conan Doyle tarafından, Holmes karakterine fazlasıyla giydirilmiştir. Holmes, kariyerine bir üniversite öğrencisi iken başlamaya karar vermiştir. Gloria Scott macerasında bir dostunun babası tarafından övgüler alan Holmes, öğrencilik yıllarında geliştirdiği akıl yürütme metotlarını profesyonel yaşamında olgunlaştırır. Aralarında Avrupa'nın kraliyet aileleri ve seçkin kişiliklerinin olduğu geniş bir müşteri yelpazesi vardır. Ancak Holmes yine de müşterilerini seçme lüksünü kendine verir. Yoksul bir müşterinin getirdiği ilginç ve merak uyandırıcı bir davayı, zengin bir şahsın getirdiği sıradan bir probleme tercih eder. Yeri geldiğinde, ülkesinin çıkarları adına çalışır; Donanma Antlaşması, Bruce Partington Planları ve Son Görev gibi hikâyelerde, Britanya çıkarlarını korumuş ve potansiyel savaşları önlemiştir. Dönemindeki pozitivist yaklaşım ve bilimsel analiz eğiliminden dolayı, Holmes farklı alanlarda birçok tezler ve monograflar kaleme almıştır. Sigara külleri gibi dedektiflik mesleğinde kullandığı bir konudan; "Arıcılık ve Kraliçenin Ayrımcılığı Üzerine Bazı Fikirler" ve konu hakkındaki son noktayı koyduğu iddia edilen "Lassus'un Çok Sesli İlahileri" gibi farklı alanlardaki yazıları okuyucunun karşısına çıkar. Holmes, bilimsel yetenekleri dışında, iyi bir dövüşçüdür. Üniversitede boks ve eskrim eğitimi almış, 19. yüzyılda İngiltere'de sıkça görülen sopa dövüşünde de uzmanlık edinmiştir. Öykülerde Holmes'un ettiği kavgalar genelde sonradan anlatılır. Şöhretli Bir Müşteri Macerası, Yalnız Bisikletçi, Son Dava gibi hikâyelerde, Holmes eskrim, boks ve Boş Ev'de anlattığı üzere Baritsu gibi dövüş tekniklerine başvurarak kendini kurtarır. Buna rağmen, Holmes imgesi, daima 'kalbi olmayan bir zihin' olarak belirir. Fiziksel şiddet yönü oldukça nadir ve daima haklı olarak ortaya çıkar. İnsanları, bir denklemin elemanları olarak ele alan ve dolayısıyla duygusal yönlere kaymayan bir karakter olan Holmes, amacına ulaşmak için zaman zaman aldatıcı ve kurnaz bir karaktere bürünür. Charles Augustus Milverton macerasında, Holmes bilgi edinebilmek için bir malikane hizmetçisine evlenme teklif etmiş, Baskerville Tazısı romanında, düşmanının safdışı etmek için Watson'a yalan söylemiştir. Dedektifin çevresiyle olan ilgi ve ilişkisi, davasına olan temaslarıyla orantılı görünür. Watson, dostunun Akgürgenlerin Esrarı hikâyesinde, müşteri Violet Hunter'a ilgi duyduğunu sanmış ancak davanın çözümlenmesiyle Holmes'un ilgisi kaybolmuştur. Holmes, davalarında Scotland Yard veya yeri geldiğinde Britanya Hükümeti adına çalışsa da, bazı durumlarda kendi adaletini kendi sağlama hakkını kendinde görür. Donanma Antlaşması, Şeytan Ayağı ve Charles August Milverton Serüveni gibi hikâyelerde Holmes, yasal adaletin yetersiz kaldığı durumlarda kendi adaletini sağlayan kişilere sempati duymuş ya da bir suçlunun yakalanmasının, serbest kalmasından kötü sonuçlar vereceğine kanaat getirerek kaçmasına izin vermiştir. Charles August Milverton hikâyesinde, yüksek fiyatlar karşılığında tanınmış kişilere şantaj yapan Milverton'ı öldüren bir kadına duyduğu saygıyı Lestrade'dan gizlemeyen Holmes, Donanma Antlaşması'nda ise evrak hırsızlığının ifşa olmasının uzun vadede çok daha büyük zarar getireceğini öne sürerek hırsız Joseph'in kaçmasına göz yummuştur. Davaları ve araştırmaları sırasında ise, Holmes sık sık direniş ve hatta saldırganlıkla karşılaşır. Bu tepkiler Kayıp Futbolcu hikâyesinde, mesleğini tasvip etmeyen doktordan, Seçkin Müşteri öyküsünde Holmes'a saldırmak için adam kiralayan çapkın konta kadar değişiklik gösterir. Dedektif, bu tepkilere karşılık gerektiğinde mizahi ve sözlü karşılıklar verirken, fiziksel saldırılara karşı ise kendini korumakta zorluk çekmez. Bunun örneklerinden biri, Yalnız Bisikletçi öyküsünde, Holmes'a yalnızca bir sıyrık kadar hasar verebilen Woolidge'in kendisinin evine elarabası ile taşınmasından anlaşılabilir. Sherlock Holmes, 20. yüzyılın başlarında artık emekliye ayrılır. Aslan Yelesi macerası gibi nadir durumlar dışında eski yaşamını geride bırakan Holmes, arıcılıkla ilgilenmiştir. Holmes'un gerçek anlamda dönüşü, Son Görev'dir. I. Dünya Savaşı öncesi, Almanlara karşı istihbârat amacıyla Amerika'ya giderek bir İrlanda göçmeni kılığına bürünen Holmes, bu uzun görevin sonuçlanmasıyla birlikte artık yaklaşmakta olan Dünya Savaşı'nı kastederek, dostu Watson'a şu sözleri söyleyerek gerçek anlamda bir dönemin kapanışını vurgular: "Bir şark rüzgarı geliyor, Watson. (...) Öyle bir rüzgar ki İngiltere'de böylesi esmedi. Soğuk ve acı bir rüzgar bu Watson ve bir çoğumuz karşısında çürüyüp gideceğiz. Fakat yine de Tanrı'nın rüzgarı bu ve fırtına dindiğinde, güneşin altında daha temiz, daha güzel ve daha güçlü bir toprak yatacak." Aslında varolmayan bu dedektifin kitaplarda her zaman adresi olarak gösterilen ve bugün müze olan evi İngiltere'de Baker Sokak 221B'dedir. Holmes, kendi dönemi için oldukça bohem bir adamdır, garip zevkleri de vardır ve aynı zamanda bipolar kişiliğe sahiptir. Morfin ve kokain kullanır ve bunları evdeki garip yerlere koyar, usta bir eskrimcidir,çok iyi keman çalar, Irene Adler dışında takdir ettiği veya hayatına giren bir kadın yoktur. Yunan Tercüman Hikâyesinde, Holmes'ün bir ağabeyi olduğu ortaya çıkar. Mycroft'un, Britanya Hükümetinde oldukça özel bir görevi bulunur. Kardeşinin tanımıyla, kendisininkinden de üstün gözlem yetenekleri olan Mycroft, hükûmetin tüm çıkarımlarını analiz ederek en uygun hamleyi belirten bir "bilgi bankası" görevi görür. Mycroft Holmes, Ian Fleming'in karakteri olan James Bond'un gizli patronu "M" olduğu da söylenir. Holmes oldukça kibirli bir adamdır ancak Dr. Watson'a yaklaşımı herkesten farklıdır. Dr. Watson, bu kurgudaki en önemli yere sahiptir çünkü yazarın okuyucuya anlatmak istedikleri onun Sherlock Holmes'e sorduğu sorular sayesinde ortaya çıkar. Holmes, hem onu kıskanan hem de ona hayranlık duyan ve asla olay çözmeyi beceremeyen Scotland Yard dedektifleri tarafından ya da Baker Sokak'taki evine gelen müşteriler tarafından yardıma çağrılır. Dr. John Watson, Sherlock Holmes ile "Kızıl Dosya" macerasının başında karşılaşır. Afganistan'dan dönen Watson, bir ev arkadaşı arayan Holmes'le tanıştırılır. İlk başlarda Holmes'un gözlem ve çıkarım yeteneklerini göz ardı eden Watson, sonraları bu yetenekleri büyük hayranlık ve güven duymaya başlar. Watson, Sherlock Holmes'un 23 yıllık kariyerinin 17 yılını kaleme almıştır. Yazdığı hikâyelerin birçoğu Holmes tarafından, aşırı duygusal ve sansasyonel olmakla eleştirilir. İnsan ilişkilerinde oldukça mesafeli ve soğuk olan Holmes'un, Dr. Watson'a büyük bir sevgi ve önem verdiği görülür. "Üç Garrideb" hikâyesinde, karmaşa sırasında Watson'ı vuran hırsızı, kanını akıtacak kadar sert biçimde hırpalamış ve "Eğer Watson'ı öldürseydin, bu odadan canlı çıkamazdın." diyecek kadar da hassasiyet ve öfke göstermiştir. John Watson "Dörtlü ittifak" hikâyesindeki müşterileri Mary Morstan ile evlenmiştir. Holmes'un Moriarty ile olan karşılaması ve "ölümü"nün ardından, Morstan bilinmeyen bir nedenle ölür. Bu olaydan sonra Watson tekrar 221B Baker Sokağı'na, Holmes'un yanına taşınır. Hayatına bu adreste ona yardım ederek devam eder. Her kahraman gibi, Sherlock Holmes'un da bir ezeli düşmanı vardır. James Moriarty, varlıklı bir ailenin üstün matematik zekasına sahip oğludur. "Astreoid Dinamikleri" üzerine yazdığı tez o kadar saf bir matematik zekasıyla kaleme alınmıştır ki, Avrupa'da yazıyı eleştirecek kapasitede bir eleştirmen bulunmadığı söylenir. Ancak Moriarty'nin kanında onu suça çeken bir şeyler vardır. Tüm İngiltere'yi kapsayan bir suç ağının başında olduğu söylenir. Holmes, onun için "Suçun Napolyonu" tabirini kullanır. Holmes, ayrıca gündelik, ilişkisiz görünen suçlarda, Moriarty'nin izlerini bulur. Moriarty, Sherlock Holmes efsanesinin Arthur Conan Doyle'u tamamen sardığı bir dönemde oluşmuştur. Doyle, Moriarty'yi Holmes'un kötü bir versiyonu olarak tasarlamış ve Holmes'un yenmek için kendini feda edeceği bir düşman olarak öne sürmüştür. "Son Dava" hikâyesinde Holmes, Moriarty'yi yenecek olursa, artık hiçbir suçun, hiçbir suçlunun ilgisini çekmeyeceğini, Moriarty'nin karşılaşabileceği en büyük rakip olduğunu söyler. Bu yolla Doyle, Holmes'un Reichenbach'daki ölümünü haklı bir tür fedakarlık ve tek amacı olan bir yaşamın gururlu sonu olarak resmetmenin yolunu hazırlamıştır. Hikâyelerinde genel olarak kadınlara ilgi ve güven duymayan Holmes'un takdir ve hayranlık duyduğu tek kadın Irene Adler'dır. New Jersey doğumlu bir opera sanatçısı olan Adler, ilk olarak "Bohemya'da Skandal" öyküsünde karşımıza çıkar. Oldukça zeki ve kurnaz bir dişi imgesi çizen Irene Adler, Holmes'u altedebilen tek kadındır. Watson, Adler'ı anlatırken onun Holmes'un zihnindeki "tek" kadın olduğunu vurgular. Bu tanım, okuyucular ve takipçi yazarlar tarafından çoğu zaman romantik bir ilgi olarak algılanır. Ancak yine Watson'ın bir sözü, Holmes'un kadınlara olan ilgisizliğini ortaya koyar. "Holmes, Babbage'ın hesap makinesi kadar insandışı ve aşık olmaya da aynı oranda uzaktır."... Holmes'un şöhreti, bir anlamda Watson'ın kaleme aldığı günlükler ile ortaya çıkmıştır. Bundan öncesinde Holmes, çözdüğü davalar, Scotland Yard tarafından üstlenilirdi. Scotland Yard müfettişi Lestrade ise bu ödünç şöhretle, polis kuvvetinin en tanınmış ve yetenekli adamı olur. Holmes'a karşı başlarda düşmanca ve alaycı yaklaşsa da sonraları "Scotland Yard'da, en genç memurdan en yaşlı müfettişe kadar, elinizi sıkmaktan şeref duymayacak birini bulamazsınız." diyecek kadar büyük bir
saygı duymaya başlamıştır. Lestrade, Holmes'a göre üstün bir dedektif değildir. Onu bulunduğu noktaya getirenin "buldog inadı" ve görev duygusu olarak belirtilir. Holmes'un Lestrade'a karşı görüşü hikâyelerde bir tutarsızlık gösterir. Yayınlanan ilk hikâyelerde yetenekli olarak tanımlanan müfettişi, Holmes daha sonraları bir embesil olarak nitelemiştir. Lestrade aynı zamanda Scotland Yard'daki bir başka müfettiş olan Tobias Gregson'la da ezeli bir rekabet sürdüdür. Bu rekabet "Kızıl Dosya" romanında belirgin şekilde göze çarpar. Sherlock Holmes'un kendisinden yedi yaş büyük erkek kardeşi Mycroft, Britanya hükûmetinin vazgeçilmez adamıdır. Kardeşi gibi üstün bir zekası ve gözlem kabiliyeti olan Mycroft, Sherlock'un enerji ve dinamizminden yoksundur. Çoğu zaman haklı olduğunu bile kanıtlamaya üşenen bir karakter olan Mycroft, bu huyunu Bruce Partington Planları hikâyesinde kardeşine şöyle anlatır: "Sen bana elde ettiğin sonuçları getirirsin ve ben de rahat bir koltukta oturup çözüm üretirim." Mycroft, Londra'nın "en sosyalleşmeyecek adamlarının sosyalleştiği" Diogenes Club'ın kurucu üyelerindendir. Yabancılar Odası olarak tabir edilen kabul salonu haricinde konuşmanın neredeyse yasak olduğu bu kulüp, Mycroft evi ve ofisi dışındaki tüm vaktini geçirdiği bir mekandır. Mycroft Holmes'un kardeşini bile aşan gözlem kabiliyeti, ilk kez bu kulüpte okuyucuya gözükür. Yunan Tercüman öyküsünde, Sherlock Holmes ve John Watson, Mycroft'un konukları olarak kulüpte ağırlanırken, iki kardeş pencerenin önünden geçen insanları analiz ederler. Bu noktada büyük kardeşin son derece keskin ve belirgin biçimde üstün yetenekleri ortaya çıkar. Conan Doyle, bir zaman sonra Holmes öyküleri dışında tarihi romanlar yazmak istemiştir, ve "Son Soruşturma" adlı hikâyede Holmes'ü en büyük düşmanı Profesör Moriarity'nin öldürmesini sağlamış, ancak halkın buna tepkisi büyük olunca ve Conan Doyle'un diğer yazıları Holmes kadar başarılı olmayınca, Holmes yazarı tarafından uygun bir şekilde diriltilmiştir. Sherlock Holmes imgesi, 19. yüzyıl Avrupa'sına dair birçok özelliği bünyesinde barındırır. Bilimsel ve rasyonel yaklaşımı, 1800'lü yıllarda meydana gelen Sanayi Devrimi gibi olayların da dayandığı temellere bağlıdır. İnsan zekasının ve akıl yürütme yetisinin tüm diğer olgulara üstün geleceği inancı Holmes'un kendi akıl yürütme süreçlerinde kendini gösterir. Metodik, gelişken ve analitik yöntemleri, tuttuğu sabıka fihristlerinden sahip olduğu derin suç tarihi bilgisine kadar mesleğinin gerektirdiği tüm verileri kapsar. Sherlock Holmes maceralarının geçtiği bazı yerlerde Holmes hayranları tarafından konulan kimi heykeller, plaketler bulunmaktadır. (Örneğin Reicenbach şelalerinde böyle bir plaket bulunmaktadır.) Bunlardan en bilineni ise Londra'da 221b Baker Sokakta bulunan Sherlock Holmes Müzesidir. Londra'da bulununan bu müze çok ünlüdür Soruşturma" (Roman) Orijinal Sıralama Sherlock Holmes radyo, tiyatro ve sinemada birçok kez farklı aktörler tarafından canlandırılmıştır. Bunlardan en önemlilerinden bazıları aşağıdadır: The Guardian The Guardian, Guardian Media Group bünyesindeki bir İngiliz gazetesidir. 1821'de ilk kez kurulan gazetenin adı 1959 yılına kadar "The Manchester Guardian" idi. Hâlâ gazetenin bu isimle anıldığı olur, özellikle de Kuzey Amerika'da. Aslında gazete 1964 yılından beri Londra temelli çalışmaktadır. Yapılan anketlere göre politik açıdan özellikle sol kanada yakın okurlarca takip edilen gazetedeki makalelerin çoğunluğunun liberal ile sol kanat arası değişen politik bakış açılarını taşıdığı öne sürülür. Gazete, British Press Awards (İngiliz Basım Ödülleri) tarafından 1999 ve 2006 yıllarında "National Newspaper of the Year" (Yılın Ulusal Gazetesi) seçilmiştir. Gazetenin "Guardian Unlimited" isimli web sitesi de birçok ödül kazanmıştır ve büyük ziyaretçi sayılarına sahiptir. 2014'te, Amerika Birleşik Devletleri'nin elektronik casusluk faaliyetlerini konu alan haberlerinden dolayı "The Washington Post" gazetesi ile gazetecilikte kamu hizmeti dalında Pulitzer Ödülü'nü paylaştı. Karnak el-Karnak (Arapça: الكرنك, Antik Mısır dilinde: "Ipet Sut"), Mısır'daki küçük bir köyün ismidir. Luksor'un 2,5 km kuzeyinde bulunan köyü hem bilim hem de turizm açısından önemli kılan en büyük özelliği tapınak kompleksidir. Her ne kadar genelde "Karnak" ismiyle köy değil de tapınak kastedilse de, gerçekte tapınak köyü içinde barındırmaktadır. Karnak aslında bitmemiş bir tapınaktı. Her firavun kendinden önceki firavunun yaptığı eklemelerden çok fazlasını yaparak büyük ve görkemli bir tapınak halini almıştır ve her firavun kendinden bir şeyler katmak istemiş ve böylece Karnak'ın yapımı 2000 yıldan fazla sürmüş. Karnak Tapınağı ayrıca hem Mısır tarihi hem de mitolojisi hakkında önemli bilgiler vermektedir. Ayrıca Karnak Tapınağı'nda birçok firavunun izine rastlamak mümkündür. Hem de Karnak'ta arkeologlar birçok kazı yaparak bu kazılarda önemli bulgular elde etmişlerdir. Karmak'ın süsleme sanatı kabartmadan çok kazımadır.Hipostil salonunda yaklaşık 134 sütun vardır. Karnak'ta 8000 adak taşı,450 heykel ve 10'a yakın sfenks bulunmuştur. Dünyadaki en büyük antik dini mekân olan Karnak tapınak kompleksi büyük bir açık hava müzesidir ve büyük ihtimalle, Gize Pramitleri'nin ardından Mısır'daki en çok ziyaret edilen antik mekândır. Silahlı çatışmalar Silahlı çatışmalar, organize olarak silâh veya fiziksel zor kullanma yoluyla diğer bir gruba karşı yapılan hareketleri içerir. Silâhlı çatışmalarda her zaman bir alan belirlemesi vardır. Silahlı çatışmalarda bu alanın kontrolünün kazanılması veya kaybedilmesi çatışmanın sonucunu belirler. Bunun yanında insanî kayıplar çatışmanın önemli değerlerinden birisidir. Kızılgöz Kızılgöz ("Rutilus rutilus"), sazangiller (Cyprinidae) familyasına ait bütün Avrasya'da yaygın olan bir tatlı su balığı türü. Kızılgöz su kalitesine fazla önem vermez ve bu yüzden bazı kirlenmiş göllerde ya da ırmaklarda bile hala sağlıklı bir yaşam sürdürmeye devam eder. Hatta ırmakların denize aktığı bölgelerde denizin acı suyunda bile bulunur. 25 ila 45 cm uzunluğa ve 1,5 kilo ağırlığa kadar varabilir. Gümüşümsü renkte vücudu, beyaz renk karnı, kızıl renkli gözleri ve yüzgeçleri vardır. Birbirlerine benzerliklerinden dolayı kızılgöz ile kızılkanat sık karıştırılırlar. Bu ikisini birbirinden ayrıt edebilmek için sırt ve karın yüzgeçlerine bakmak gerekir. Kızılgözün sırt ve karın yüzgeçleri aynı seviyede bulunur, ama kızılkanadın karın yüzgeci sırt yüzgecinden daha geridedir. Kızılgöz hafif çürümüş bitkiler, su bitkileri, plankton, solucan, böcek larvaları, böcekler, küçük salyangozlar ve midyeler ile beslenir. "Rutilus" cinsinin alt türleri şunlardır: Trakya levreği Trakya levreği ("Gymnocephalus cemua"), Percidae familyasına ait bir tatlı su balığı. Trakya'nın Karadenize akan, ağır akışlı akarsularında ve bunların denizde oluşturduğu acısu bölgelerinde yaşar. Boyları 18–35 cm ulaşır. Balık yumurtaları, kurtlar, küçük kabuklular ve sinek larvaları ile beslenir. Oburluğu diğer balıkların besinleri, yumurtaları ve larvaları için zararlıdır. Eti lezzetlidir. Üreme zamanı Nisan ve Mayıs aylarındadır. Dere kaya balığı Dere kaya balığı ("Gobio gobio"), sazangiller (Cyprinidae) familyasına ait sürü içinde yaşamayı seven bir tatlı su balığı türü. Ortalama 10 cm ve cok nadir 15 cm'den fazla uzunluğa ulaşırlar. Yuvarlağımsı bir vücudu, büyük bir kafası, aşağıya doğru ağzı ve kalın dudaklarının iki yanında iki bıyığı vardır. Daima suyun dibinde yaşar ve böcek larvaları, küçük yumuşak hayvanlar ve kabuklu hayvanlar ile beslenir. Hem hızlı akan ırmaklarda hem göllerde, hem dibi kumlu hem fazla su bitkilerinin bulunduğu yerlerde bulunur. Dere kaya balığı yazın başlarında, 12-18 derece su sıcaklığında geceleyin çiftleşirler. Yumurtaları su bitkilerine ve taşlara dört hafta boyunca yapışık kalır. Bu yumurtalardan çıkan yavrular plankton ile beslenirler. Ebubekirzade Ahmed Efendi Ebubekirzade Ahmed Efendi (d. 1686, Tire - ö. 1767, İstanbul), Kadı, Kazasker, Osmanlı Şeyhülislamı. 1686'da Tire'de doğdu. Kendisi Ebubekirzade Ahmed Efendi ismiyle de tanınmıştır. Ahmed Efendi, medrese tahsilini tamamladıktan sonra, Galata, Mısır, Mekke ve İstanbul kadılıklarında bulundu. 1751'de Anadolu Kazaskeri oldu. Daha sonra iki defa Rumeli Kazaskerliği yaptı. 6 Eylül 1761'de şeyhülislamlığa getirilen Ahmed efendi, 29 Nisan 1762'e bu görevden azledildi. 1767 yılında İstanbul'da vefat etti. Cenazesi Kanlıca'da babasının yanına defnedildi. Ağırlık antrenmanı Ağırlık antrenmanı, kasların hacmini(kas hipertrofisi) ve gücünü arttırmaya yönelik egzersiz çeşididir. Doğru uygulandığında ağırlık kaldırma yalnızca güç arttırmayı sağlamaz aynı zamanda sağlık üzerinde de olumlu etki yapabilmektedir. En yaygın ağırlık antrenman metodu çalışma programı içinde kullanılan ağırlıkların tedricen arttırılmasıdır.(progressive overload) Çeşitli aletlerle ve çalışma programlarıyla belirli kas gruplarının uygulanan diğer spor türlerine yardımcı olabilmesi ya da sadece sağlık ve fitness için geliştirilmesi hedeflenmektedir. Ağırlık antrenmanı vücut geliştirme, halter ve güç kaldırışları gibi sporlardan farklı olmakla birlikte bu sporların antrenmanlarının da bir parçasıdır. Tedricen arttırılan mukavemet antrenmanının geçmişi Antik Yunanistan'a kadar geri gitmektedir. Efsaneye göre Krotonlu Milo yeni doğmuş bir sığırı büyüyüp gelişinceye kadar her gün sırtında taşıyarak antrenman yapmıştır. Bir başka Yunan olan tıp adamı Galen 2.yüzyılda günümüzde kullanılan el ağırlıklarının (dumbbell) ilk örneği olan halterleri kullanarak güç talimi yapılabileceğini belirtmektedir. Hindistan'da da çok eskilere varan bir ağırlık kaldırma geçmişi bulunmaktadır. 1100'lerde ağırlık kaldırma ile ilgili tanımlar bulunmakta hatta taş, kum torbaları ve içine çeşitli ağırlıklar konulabilen tahta dubalar ağırlık olarak kullanılmaktadır. El ağırlıklarına çubukların (barbell) eklenmesi 19.yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşmiştir. İlk zamanlarda çubuklarda içi
kum ile veya kurşun ile doldurulabilen küreler kullanılırdı ancak yüzyılın sonları doğru günümüzde kullanılan demir plakalar kullanılmaya başlandı. Türkler'de ağırlık güreş gibi sporları icra edenler tarafından ağır taşlarla yapılmıştır. Padişah IV. Murat'ın ağır gürzlerle ağırlık çalıştığı, orduda gürz idman yarışmaları düzenlendiği bilinmektedir. Güç antrenmanlarında izometrik egzersizlerin (ağırlıklı veya ağırlıksız sabit mukavemet çalışmaları) 1930'larda Charles Atlas tarafından popülerleştirildi. 1960'larda egzersiz makineleri ortaya çıkmaya başladı. 1980'lerde kimi vücut geliştirmecilerin Hollywood'da meşhur olmasıyla ağırlık antrenmanları yaygınlık kazandı. Ağırlık çalışmalarında tekrar ve set sistemi kullanılır. Tekrar bir ağırlığın kaç kere indirilip kaldırılacağı set ise tekrarların duraksamaksızın bir dizi halindeki ifadesidir. Örneğin 10 tekrar 2 set ifadesi ağırlığın 10 kez indirilip kaldırılacağı ve belirli bir dinlenme aralığından sonra ikinci defa 10 kez aynı hareketin tekrarlanacağı anlamına gelmektedir. Tekrar sayıları 4-5'ten 15'e kadar çıkabilmekte aynı şekilde setler de 2-3'ten 4-5 set'e kadar arttırılabilmektedir. Tekrar ve setlerin ne kadar olacağı ağırlık antrenmanından beklenen hedefe bağlı olarak değişebilmektedir. Bu hedef çabuk kuvvet, maksimum kuvvet ve dayanıklılık gibi kuvvet türlerine belirli bir spor türünden beklenen kas türüne ve kasın tepki hızına göre değişebilmektedir. Atletizm gibi spor türlerinde çabuk kuvvet ön plana çıkarken mücadele sporlarında maksimum kuvvet de önemli olabilmektedir. Spor fizyolojisi denilen bilim dalında kasların bariz bir büyüklük kazanmadan kuvvetinin arttırılabileceği ispatlanmıştır. Bu, tekrar ve set sistemiyle sağlanabilmektedir. Vücut geliştirme'de 3-4 set ve 8-12 tekrar yapılan orta hızda hareketler kasın hacmini ve dolayısıyla da belirli ölçüde gücünü arttırmaktadır. Ancak kasların büyüklüğünün önemli olmadığı hatta yapılan spor türüne göre engel teşkil edebileceği durumlarda set sayısını ve tekrarı düşük tutarak (örneğin 2-5 gibi tekrarlarla) güç artışı sağlanmakta buna mukabil kasın hacmi vücut geliştirmecilerde olduğu kadar büyümemektedir. Ağırlık antrenmanları vücudumuzdaki istemli kas gruplarının çalıştırılması, güçlendirilmesi, dayanıklılıklarının arttırılması için en elzem egzersiz grubuna girmektedirler. Genel olarak vücudumuzdaki temel kas grupları aşağıdaki şemada sıralanmıştır: Kasların spor terminolojisinde kullanılan isimleri, anlamları ve egzersizleri Egzersizlerde genel prensip zorlanıldığında (çoğu durumda bu ağırlığın kaldırılması sırasında olur) nefes vermek, ağırlık indirildiğinde nefes almak şeklindedir. Egzersizden beklenen amaca göre orta şiddette veya hızlı kaldırışlar yapılabilir. Gerekli Ekipman: Tek el ağırlıkları (dumbbells), ağırlık çubuğu (barbell) Smith machine veya bench press machine. Gerekli Ekipman: Lat Pulldown Machine, cable machine Kıraç yere uzanmış yüzü ile bükük dizleri yukarıda omuzları leğen kemiğine karşı yukarı bükerek yapılır. Bu karın için bir izolasyon egzersizidir. Gerekli ekipman : Tek el ağırlıklar (dumbell) veya ağırlık çubuğu (barbell) Gerekli ekipman : Barbell&Squat Rack, Hack Squat Machine Gerekli ekipman : Leg Press Machine Gerekli ekipman : Leg Curl Machine Oturarak veya ayakta iki tek el ağırlığı (dumbell) alınır. Omuzun bu bölgesinin diğer bölgelere oranla güçsüz oluşundan ötürü nispeten hafif bir ağırlık seçilir ve kollar iki yana açılır. Gerekli Ekipman: Tek el ağırlıkları (dumbbells), cable machine veya lateral raise machine. Gerekli Ekipman: Tek el ağırlıkları (dumbbells), ağırlık çubuğu (barbell), cable machine veya triceps extension machine. Gerekli Ekipman: Tek el ağırlıkları (dumbbells), ağırlık çubuğu (barbell) veya cable machine. Edmondo De Amicis Edmondo De Amicis (d. 21 Ekim 1846 — ö. 11 Mart 1908) İtalyan romancı, öykü yazarı ve şair. Önce seyahatnameleri, daha sonra çocuk ve okul hayatını konu edinen eserleri ile tanındı. 1874 yılında ziyaret ettiği İstanbul'u anlatan "Constantinopoli", İstanbul üzerine yazılmış seyahatnameler arasında önemli bir yere sahiptir. 1886 tarihinde yayımladığı Çocuk Kalbi adlı çocuk romanı, dünya çocuk edebiyatının başyapıtlarından kabul edilir. 1846'da Oneglia'da (günümüzde İmperia şehrine bağlı bir yerleşim) dünyaya geldi. Küçük burjuvazi kesiminden bir aileye mensuptu. Torino'da bir kolejde öğrenim gördükten sonra askeri okula girdi; topçu subayı oldu. 1866 yılında Üçüncü İtalyan Bağımsızlık Savaşı'na ve Custoza seferi'ne katıldı. Aynı yıl İtalyan yazarı Alessandro Manzoni ile tanışması hayatını derinden etkiledi. Askerlik kariyeri devam ederken, ordu yayını olan "L'Italia Militare" dergisinde " "Askerlik Hayatı" (La vita Militare, 1868)" adı altında derlenen ilk öykülerini yayımladı. Yirmi bir yaşında iken derginin yayın müdürü oldu. Askerlik ile ilgili fıkra ve makalelerini 1868'de kitap haline getirip yayımladı. Ardından "1870/71 Yılları Anıları" adını verdiği anı kitabını yayımladı ve ordudan ayrılıp kendini tamamen yazı yazmaya verdi. 1872'de küçük öykülerini ""Novelle" (Öyküler)" adlı kitabında topladı. Ordudan ayrıldıktan "La Nazione" gazetesi tarafından muhabir olarak İspanya'ya gönderilen yazar; gazete yazılarını ""İspanya" (La Spagna)" adına bir kitap haline getirmiştir. 1870'lerin sonuna kadar Hollanda, İngiltere, Fas, İstanbul, Paris gibi yerlere seyahat etti ve izlenimlerini ""Olanda"" (1874), ""Ricordi di Londra"" (1874), ""Marocco"" (1876), ""Constantinopoli"" (1878-1879) ve ""Ricordi di Parigi"" (1879) adlı kitaplarında yayımladı. İstanbul gezisini anlattığı iki ciltlik "Costantinopoli" adlı eseri, Türkçeye ""1874'te İstanbul"" (Reşad Ekrem Koçu çevirisi; kısaltılmış metin, 1938) ve ""İstanbul"" (Beynun Akyavaş çevirisi; tam metin, 1981) başlıklarıyla çevrilmiştir. 1884 yılında Güney Amerika'ya giden bir gemi ile yaptığı seyahatten sonra İtalyan halkının göçmenliği üzerine bir eser olan ""Okyanus Üstünde"(Sull'Oceano)" ortaya çıktı. 1880'lerde seyahatlerine son verip kendini çocuk ve okul hayatını konu edinen eserlere veren yazarın uzun süre üzerinde çalıştığı ""Çocuk Kalbi" (Cuore)" isimli kitap 15 Ekim 1886 tarihinde yayımlandı. Kendi oğlunun günlüğünden esinlenerek yazdığı eser, kısa bir sürede çok büyük bir başarıya ulaştı, pek çok dile çevrildi; çok satılan ve okunan bir çocuk kitabı oldu. Kitabın başarısından sonra Torino kentine yerleşen ve eğitim konularına odaklanan yazar; ""Bir Öğretmenin Romanı" (Il romanzo di un maestro, 1890)" adlı eseri ve ""Okul ile Ev Arasında" (Fra scuola e casa)" kitabı ile '"Aşk ve Jimnastik" (Amore e ginnastica, 1892)" ve ""İşçilerin Öğretmeni" (La maestrina degli operai, 1895)" kısa romanlarını yayımladı. De Amicis, bu dönemde sosyalist ideolojisini benimsedi ve yeni kurulan İtalyan Sosyalist Partisi’ne katıldı. ""Bir Mayıs"" adlı romanını yazmaya başladı ancak tamamlayamadı. Yazar, Kasım 1898'de büyük oğlu Furio'nun intiharı ile sarsıldı. ""Herkesin Arabası" (La carrozza di tutti, 1899)", ""Kibar Dil" (L'idioma gentile, 1906) " ve ""Sicilya'da bir Yolculuk Anıları" (Ricordi d'un viaggio in Sicilia, 1908)" De Amicis'in son eserleri oldu. Son olarak 1908'de ""Anılar" (Memorie)" adlı otobiyografik kitabı yayımladı. Eserin merkezine oğlu Furio'nun intiharını koydu. Kışlarını, İtalya'nın Bordighera beldesinde bir zamanlar İskoç yazar George MacDonald'ın evi Hôtel de la Reine adlı otelde geçiren De Amicis, 11 Mart 1908 tarihinde Bordighera'da vefat etti. 1923'te 80. doğum gününde Torino kentine bir heykeli dikilmiştir. Ahmed Fethi Paşa Fethi Ahmed veya Ahmed Fethi Paşa (d. 1801- ö. 1858) (Rodoslu Hafız Ahmet Ağa'nın oğlu olduğu için Rodosizade, Sultan II. Mahmut'un kızı Atiye Sultan evlendiği için de “Damat” olarak da anılır), 19. yüzyılda yaşamış Osmanlı asker ve devlet adamıdır. 1858 yılında ölmüştür. 1830’da Ferik (tümgeneral), 1833’te Viyana Büyükelçisi ve bir müddet sonra müşir (mareşal) oldu. 1837-1839 yılları arasında Paris elçiliği yaptı. Aralık 1839-Mart 1841 tarihleri arasında Ticaret Nâzırı, Kasım 1843-Kasım 1844 yılları arasında Meclis-i Vâlâ-i Ahkam Reisi görevlerinde bulundu. Ocak 1845-Temmuz 1852, Mayıs 1853-Eylül 1854 ve Ekim 1857-Şubat 1858 tarihleri arasında 3 defa Tophane Müşiri görevini yürüttü. 1853'ün Mart ayında kısa bir süreyle ikinci bir kez Ticaret nazırı olarak görev yaptı. Bütün bu çeşitli ve önemli görevleri içinde en çok Tophane Müşirliği üzerinde durulur. Bu görevi sırasında padişahın isteği üzerine Eski Eserler Koleksiyonunu (Mecma-ı Âsâr-ı Atika Aya İrini'de toplayarak Türk müzeciliğine katkıda bulunmuştur. Ayrıca Beykoz cam fabrikasının yönetimini de üstlenerek, Çeşm-i bülbül üretiminin yaygınlaştırılmasını sağlamıştır. Oğlu Damat Mahmud Celaleddin Paşa padişah Abdülaziz'in tahttan indirilmesiyle sonuçlanan 30 Mayıs 1876 Darbesine katılmış, 1881 yılında II. Abdülhamit'in emriyle kurulan Yıldız mahkemesi'nde Abdülaziz'i öldürmekten suçlu bulunarak Taif'e gönderilmiş; 1884 yılında muhafızlar tarafından öldürülmüştür. Cenazesi İstanbul'a getirtilerek Divanyolu’nda II. Mahmut Türbesi bahçesine gömüldü ve Sultan II. Mahmut Türbesi Haziresi'ne defnedilen ikinci kişi oldu. Mezarı türbenin hemen doğusunda, hazirenin batı giriş kapısının da hemen batısına düşmektedir. 40 metre uzunluğunda kitabesi vardır ve mezarı madeni şebeke ile çevrelenmiştir. Kuzguncuk'taki Ahmet Fethi Paşa Yalısı, Üsküdar'daki Fethi Paşa Korusu, Karacaahmet'teki Rodoslu Ahmet Fethi Paşa Camii İstanbul'da onun adıyla anılan mekanlardır. Nida Öz Nida Öz (d. 1955 İstanbul) yazar ve yayıncı. Fatih - Dıraman doğumlu. Yetmişli yılların siyasi karmaşası nedeniyle yüksek tahsilini yarıda bırakıp askere gitti. 1980'den bu yana Almanya’nın Darmstadt/ Messel şehrinde, 1991'den bu yana da Darmstadt - Dieburg/ Mesel köyünde yaşamını sürdürüyor. 2000 yılının Eylül ayında, “Şiirlendirilmiş Müzik, Müziklendirilmiş Şiir” çalışmalarını iki CD’den oluşan ve Avrupa’da -Türkçe olarak- ilk defa denenen, dinleme kitabı (sesli kitap) “Hoş Geldin” adlı yapıtında topla
dı. “Ahşap Bulutlar/ Ein Kind dieser Gegend (Ben Buraların Çocuğuyum)” adlı ilk şiir kitabı iki dilde (Türkçe ve Almanca olarak) yayınlandı. Yazınları çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlanmaktadır. 29 kişinin katılımı ile gerçekleşen, “29 Harfle Dünyadan 29 Şair” başlığıyla yabandaki şiirin küçük bir "cep aynası"nı hazırladı. Almanya'nın çeşitli kentlerinde şiir dinletileri/ edebiyat etkinlikleri hazırlamakta ve sunmaktadır. 2003 yılında ilki gerçekleştirilen bir şiir yarışmasına önayak oldu. Bu yarışmayı 2009 yılında yinelemeyi planlıyor.(Yarışma hakkında daha fazla bilgi: *http://www.dergi.havuz.de/0001-A-SERILER-SABITLER/ozyapim-havuzyayinlari-SIIR-YARISMASI-2003.html Yurtdışındaki Türk sanatçıların yapıtlarını değerlendirmek amacıyla kurduğu Öz Yapım/H@vuz Yayınları'nın yönetmenliğini, editörlüğünü ve grafik tasarımlarını yapmaktadır. Bunun yanı sıra şiir albümleri yapacak bir stüdyo da kültürel çalışmaları arasındadır. “Bilgi Bankası/ Sanatçılar İnisiyatifi” adlı İnternet çalışmalarına devam etmektedir. Önümüzdeki yıllarda yurtdışında yaşayan şairlerin yapıtlarını bir araya toplayacak geniş kapsamlı bir antolojinin ön çalışmalarını sürdüren Öz, ilki 2005 yılının Aralık ayında yayımlanan Havuz Dergisi'nin yayın yönetmenidir. Basın kartı sahibidir. "Firar" adlı şiiri, usta yönetmen Yusuf Fersat tarafından Frankfurt, Darmstadt ve Messel görüntüleri ile klipleştirilmiştir. Marjan Mrmić Marjan Mrmić (d. 6 Mayıs 1965, Sisak, Yugoslavya), Hırvat eski millî kaleci. 1996 yılında itibaren iki yıl boyunca Beşiktaş'ta forma giyen Mrmić şu anda kaleci antrenörlüğü yapmaktadır. Futbol kariyerine 1983 yılında NK Mladost Suhopolje takımında başladı. 1988 yılında Dinamo Vinkovci'ye transfer oldu. 1993 yılına kadar bu takımda oynadıktan sonra yine Hırvatistan Ligi'nden NK Varteks'e gitti. 1993-1996 arasında ligin üst sıralarında yer aldılar. 1996'da Hırvatistan Kupası'nda ikinci oldular. Bu başarı takımın tarihindeki en büyük başarı oldu. 1996 yılında Beşiktaş'a transfer olarak ilk kez yurtdışında bir ligde oynadı. İlk sezonunda yurtiçinde kupalar dahil olmak üzere 41 maçta Beşiktaş kalesini korudu. Beşiktaş'ta ilk kez UEFA Kupası'nda oynayan Mrmiç, 3. turu görürken, ligde ikinci olup, Türkiye Kupası ikinciliği gördü. İki Başbakanlık Kupası'nda kalecilik yapan Mrmiç, 1997 kupasını kazanan kadroda yer aldı. Sonraki sezon, Fevzi Tuncay ile kaleyi paylaşan Mrmiç, daha az forma giydi. Ligde başarısız olsalar da Mrmiç, ilk kez UEFA Şampiyonlar Ligi'nde forma giydi. Türkiye Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupası şampiyonluğu gördü, ancak iki maçın finalinde de yedek kaleci olarak yer aldı. Oldukça başarılı geçen iki sezon sonrası NK Varteks ile Hırvatistan Ligi'ne geri döndü. 1998-99 sezonunda bu takımda pek başarılı olamadı. Aktif futbol hayatı kariyerinin sonlarına doğru Belçika takımı R. Charleroi SC'ye transfer olarak, kısa süre bu takımda oynadı. Ancak pek forma şansı bulamadı ve 2000 yılında futbolu bıraktı. Marjan Mrmić, 1995-1999 yılları arasında Hırvatistan millî futbol takımında forma giydi. Mrmiç, Hırvatistan millî takımının Dražen Ladić'ten sonraki ikinci kalecisi konumundaydı. 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde 11 Haziran 1995'te oynanan Ukrayna maçıyla ilk kez millî oldu. Kaleci Tonči Gabrić'in kırmızı kart görmesiyle 26. dakikada Dubravko Pavličić'in yerine oyuna girdi Elemelerde bir maçta daha forma giydi. 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası'na giden kadroda da yer alan Mrmiç, Portekiz'e 3-0 yenildikleri maçta forma giydi. 1998 FIFA Dünya Kupası elemelerinde de 3 maçta forma giyen Mrmiç, takımının tarihinde ilk kez Dünya Kupası'na gitmesine yardım etti. Kadroda da yer almasına rağmen 7 maçta da yedek kulübesinde kaldı. Turnuva sonunda dünya üçüncüsü olma başarısı gösterdiler. 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde de zaman zaman forma giyen Mrmiç, takımının turnuvaya katılamamasından sonra millî takımı bıraktı. Son maçı 21 Ağustos 1999'da Malta ile oynanan eleme maçı oldu. Mrmiç şu an NK Varteks ve Hırvatistan millî futbol takımının kaleci antrenörlüğünü yapmaktadır. Mrmiç 18.07.2016 - 31.05.2017 tarihleri arasında Beşiktaş kaleci antrenörlüğü yapmaktadır. Marjan Mrmić 2 Ekim 2016'da Tweeter hesabından yaptığı açıklamada İslamiyeti seçtiğini belirtti. İsmail Safa İsmail Safa (21 Mart 1867, Mekke - 24 Mart 1901, Sivas), Türk şair, yazar, eleştirmen. Yazar Peyami Safa ve gazeteci İlhami Safa'nın babası, siyasetçi Ali Kami Akyüz'ün de ağabeyidir. Zaman zaman "Kâmil" takma adıyla da şiir ve yazılar yazmıştır. 19. yüzyıl şairlerinden olan İsmail Safa, Türk edebiyat tarihindeki "Tanzimat" ile "Servet-i Fünûn" dönemleri arasındaki kuşaktandır. Dedesi Trabzonlu bir tacir olan İsmail Efendi, babası ise şiirler de yazmış olan Mehmed Behçet Efendi'dir. Anne tarafından aile soyu Fatih Sultan Mehmet'in hocası Akşemseddin'e kadar ulaşan İsmail Safa, babasının görevi sırasında 1867'de Mekke'de dünyaya geldi. Annesini altı yaşında, babasını ise on bir yaşında kaybetti. 1878'de kardeşleri ile birlikte Mekke'den İstanbul'a geldi. Aile büyüklerinin yardımıyla, erkek kardeşleri Ahmed Vefa (1869-1901) ve Ali Kâmi Akyüz (1871-1945) ile Darüşşafaka'ya kaydedildiler. Okulda başarılı bir öğrenci olmasına rağmen, bir yandan öksüz olmanın getirdiği hüzün, diğer yandan kardeşlerinin kendisine yüklediği sorumluluk, o yılların sıkıntılar içinde geçmesine neden oldu. 1886 yılında Darüşşafaka'yı bitirerek Evkaf Nezareti'nde bir memuriyete girdi. Az bir zaman sonra da İstanbul Telgrafhanesi muhabere memuru oldu, 1887 yılında da 'Mekteb-i İdâdî-i Mülkî' son sınıf edebiyat öğretmenliğine getirildi. Ardından 1890 yılında Meclis kaleminde göreve başladı. Bu arada 1893 yılında veremden ölen ilk eşi Refia Hanım'ın kaybı, şairi derinden etkiledi. İkinci evliliğinin hemen sonrasında, 1895'te bu defa kendisi verem hastalığına yakalandı. Doktorların önerisi ile Midilli'ye hava değişimine gitti. İstanbul'a dönüşünde hastalığının iyileştiği düşüncesindeydi. İsmail Safa, II. Abdülhamid baskısına cephe alan o dönemin aydınlarındandır. Kendi görüşünde olan Ubeydullah Bey, Hüseyin Siret, Tevfik Fikret, Abdullah Cevdet gibi arkadaşlarıyla sık sık toplantılar yapıyordu. O günlerde yazdığı "Ey Halk Uyan" ve "Sultan Hamid'e" adlı şiirleri büyük ilgi, bir o kadar da tepki uyandırdı. Diğer arkadaşları gibi o da, devlet yönetimi tarafından devamlı gözaltında tutuldu. Sonunda 29 Nisan 1900 tarihinde Sivas'ta bir anlamda sürgün olarak bir göreve atandı. Bu yaşamın getirdiği sıkıntıların üzerine şair, o tarihlerde kızları Selma ve Ulya'yı kısa aralıklarla kaybeder. Acılarını ilk eşinden dünyaya gelen Selâmi, ikinci eşinden dünyaya gelen İlhami ve Peyami ile dindirmeye çalışır. Bu sıkıntılar üzerine hastalığı yeniden ortaya çıkar ve 24 Mart 1901 tarihinde Sivas'ta vefat eder. "Garipler Mezarlığı"'na gömülür. Ancak, sonraki yıllarda, Sivas milletvekili Yusuf Ziya Başara'nın çabalarıyla cenazesi Garipler Mezarlığı'ndan alınarak, Paşa Camisi Mezarlığı'na aktarılır. Bir süre sonra bu defa Paşa Camisi'nin yıkımına karar verilmesiye, aynı yıllarda Sivas Lisesi'nde öğretmenlik yapmakta olan, halkbilimci Eflatun Cem Güney'in çabaları ile cenazenin yeri ikinci defa değiştirilerek Ali Ağa Camisi Mezarlığı'na gömülür. Orhon Murat Arıburnu Ödülleri Orhon Murat Arıburnu Ödülleri ya da kısaca Arıburnu Ödülleri, sinemacı ve şair Orhon Murat Arıburnu adına şair ve eleştirmen Cihan Oğuz ile şair Hüseyin Alemdar’ın kişisel katkılarıyla 1990'dan itibaren 2005 yılına kadar verilen sonrasında maddi nedenlerle kesintiye uğrayan sinema ve şiir ödülleridir. Şair ve sinemacılardan oluşan bir gruba yöneltilen anket sonucu yılın en iyileri belirlenmekte ve ödülleri verilmektedir. Yediuyurlar İşkence İşkence, ister fiziksel olsun ister ruhsal, bir göz korkutma, caydırma, intikam alma, cezalandırma veya bilgi toplama amacı olarak bilinçli şekilde insanlara ağır acı çektirmekte kullanılan her türden edimlerdir. İtiraf almak amacıyla sorgulama taktiği olarak kullanımı günümüze dek en büyük kullanım alanı olmuştur. İşkence ayrıca bir baskı yöntemi olarak veya tehdit olarak algılanan toplulukları kontrol altına alma aracı olarak hükümetlerce kullanılır. Tarih boyunca, din değiştirme veya politik "yeniden-öğretim" ("re-education") amacıyla özellikle Ortaçağ Avrupası'nda sık sık kullanılmıştır. İnsan Hakları Bildirgesi'nde belirtildiği üzere, işkence neredeyse evrensel olarak çok ciddi bir insan hakları ihlali olarak görülür. Üçüncü ve Dördüncü Cenevre Sözleşmelerini imzalayan devletler, silahlı çatışma durumlarında korunan insanlara (düşman siviller ve savaş esirleri) işkence yapmayacağını beyan eder, ve Birleşmiş Milletler'in İşkenceye Karşı Sözleşme'nu imzalayanlar hiç kimseye cezalandırmak, itiraf ya da bilgi almak, onlara ya da üçüncü şahıslara baskı yapmak amacıyla kasten acı ve ıstırap çektirmeyeceğine söz verir. Ancak Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşlar her üç ülkeden ikisinin istikrarlı bir şekilde bu konvansiyon ve anlaşmaların ruhuna uygun davranmadığını bildirmekteler. 10 Aralık 1948'de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ni kabul etti. Bu bildirgenin beşinci maddesi şöyle der: ""Hiç kimse işkenceye maruz bırakılmamalı, kimseye zalimce, insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele edilmemelidir"". O günden beri işkence kullanımının hukukî durumu, en önemli ikisi "İşkenceye Karşı BM Konvansiyonu" ve "Cenevre Sözleşmeleri" olan birkaç uluslararası anlaşma tarafından düzenlenmektedir. Ana Madde: Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite Birleşmiş Milletler'in İşkenceye Karşı Komite'si ("İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi", "The United Nations Convention against Torture and Other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment, "kısaca" UNCAT") Haziran 1987 yılında göreve başladı. Konu ile en alakalıları ilk üç madde ile on altıncı maddenin ilk paragrafıdır: Burada üzerinde durulması gereken birkaç nokta bulunuyor: Şu an bu sözleşme dünya
daki ülkelerin yarısınca imzalanmış durumdadır. Dört Cenevre Sözleşmesi, düşman eline düşen kişilere koruma bahşeder. Bu sözleşmeler savaşı geleneksel haliyle, üniformalı insanların yine üniformalı ve kimliği açıkça belirgin düşmanlarla, sınırları açıkça belirli alanlarda çatıştıkları haliyle tasavvur eder. Bu nedenle insanları iki farklı gruba ayırırlar: savaşçılar, ve olmayanlar (siviller). Varlıkları hukukî söylemde ima edilen, ancak kendilerine karşı takınılacak tavır sözleşmelerde işlenmeyen bir üçüncü grup daha vardır. Bunlar "yasa dışı savaşçılar"dır; mesela casuslar, paralı askerler ve savaş kanunlarını -örneğin beyaz bayrak sallamasına rağmen düşmana ateş açarak- çiğneyen diğer savaşçılar. Savaşçılara ve sivillere sağlam bir koruma bahşedilirken, yasa dışı savaşçılara daha düşük seviyeli bir koruma sağlanır. Üçüncü (CSIII) ve Dördüncü (CSIV) Cenevre Sözleşmeleri, çatışma kurbanlarına yönelik muamele ile en ilgili olanlardır. Benzer şekilde ifadelendirilmiş 3. maddelerinde iki sözleşme de belirtir ki, ""uluslararası olmayan silahlı çatışmalar""da ""silahlarını bırakan silahlı kuvvetler mensupları da dahil olmak üzere, husumette etkin bir şekilde rol almayan kişilere...bütün hallerde insanca muamele edilecektir."" ve hiçbir şekilde ""kişiye ve yaşama karşı şiddet, özellikle de her tür cinayet, sakatlama, zalimane muamele ve işkence"" veya ""kişisel onura karşı hakaret, özellikle de aşağılayıcı ve küçümseyici davranış"" olmamalıdır. CSIV bir "uluslararası silahlı çatışma" içinde bulunan çoğu "sivil"i kapsar ve bunlara genellikle "Korunmuş Kişiler" der (böyle kabul edilmeyenler için hemen bundan sonraki muafiyetler bölümüne bakınız). Madde 32'de korunmuş kişiler, "cinayet, işkence, fiziksel cezalandırma, sakatlama, tıbbî ve bilimsel deneylere...ayrıca ister sivillerce ister askerî yetkililerce uygulansın, diğer herhangi bir zulüm aracına" karşı korunma hakkına sahiptirler. CSIII bir "uluslararası silahlı çatışma"da esir düşenlere yönelik muameleleri kapsar. Bilhassa madde 17 şunu belirtir: ""Savaş esirleri üzerinde, hangi türde olursa olsun onlardan bilgi alabilmek adına ne fiziksel ya da ruhsal işkence, ne de başka herhangi bir baskı aracı kullanılabilir. Konuşmayı reddeden savaş esirleri tehdit, hakaret veya herhangi türden bir sakıncalı muameleye maruz bırakılmamalıdır"". CSIII'teki Savaş Esirlerinin durumu hakkında, CSIV'teki "Korunmuş Kişiler"inkinden çok daha az muafiyet durumu vardır. Kişi, bir uluslararası silahlı çatışmada düşman savaşçısı ise otomatikman CSIII'ün korumasına sahip olur ve "yasa dışı savaşçı" olmadığı sürece bir Savaş Esiri olarak kabul edilir. Belirtildiği gibi, "yasa dışı savaşçılar" CS altında daha az korumaya sahiptirler. Yasa dışı savaşçı olup olmadıklarına dair bir şüphe durumunda "bir ehil mahkemece durumlarına karar verilene kadar" bir Savaş Esiri olarak muamele görürler (CSIII madde 5). Dikkat edilmelidir ki "ehil mahkeme" kavramı tanımlanmamıştır ve tarafsızlığa dair bir gereklilik de şart koşulmamıştır. Eğer mahkeme yasa dışı savaşçı olduklarına hükmederse, CSIV hükmü altındaki bir "Korunmuş Kişi" olarak kabul edilmezler. Yine de buna rağmen CSIV tarafından bahşedilen belli bir korunmaya sahiptirler ve ""kendilerine insanca davranılmalı ve bir savaş suçları davası durumunda, mevcut Sözleşmede belirtilen adil ve düzenli bir muhakeme hakkından yoksun bırakılmamalıdırlar"" (CSIV madde 5). Dördüncü Cenevre Sözleşmesi (CSIV) çok önemli bir muafiyet getirmektedir: 4. CS ile korunmayan başka iki grup daha vardır: ABD'nin "Teröre Karşı Savaş" 'ı gibi bir çatışmada birçok "yasa dışı savaşçı", ya uyruklarından dolayı bu onlara esirgendiğinden (aşağı bölümlere bakınız), ya çok tehlikeli bulunmaları nedeniyle Madde 5 uygulamaya sokulabildiğinden ya da "yasal savaşçı" teriminin sözlük anlamına uymadıklarından (bir Taraf'ın silahlı kuvvetlerine mensup değillerdir, üniformaları yoktur, "uzak mesafeden ayırt edilebilecek sabit bir işaret" taşımazlar), Cenevre Sözleşmelerince bahşedilen korumadan yoksun bırakılmıştır. Soğuk Savaş sırasında, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi olarak adlandırılan bir sözleşme imzalandı. Sözleşme'nin temeli İHEB'dir. Sözleşme'yi yorumlamak üzere bir mahkeme de oluşturulmuştur ve ""İşkence yasağı"" başlıklı 3. maddesi ""Hiç kimse işkenceye, insanlıkdışı veya onur kırıcı muamele veya cezaya maruz bırakılamaz"" hükmünü içermektedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 1978 tarihinde "duyusal yoksunluk" içeren beş tekniğin işkence değil ama ""insanlıkdışı ya da onur kırıcı muamele"" olduğuna hükmetmiştir (Irland v. U.K.). Ayrıntılar için bkz. Accusations of use of torture by United Kingdom . Bu dava Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Sözleşme'nin yürürlüğe girmesinden 9 yıl önceydi ve o tarihten bu yana Devletleri neyin işkenceyi oluşturduğu hakkında düşünmeye sevk etmiştir. Uluslararası Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi de işkence ve ""zalimane, insanlıkdışı ve onur kırıcı muamele ve cezayı"" açıkça yasaklamıştır. Birleşmiş Milletler Mahpusların Islahı İçin Asgari Standart Kurallar ""disiplin cezası olarak, bedensel ceza, karanlık bir hücrede bırakarak cezalandırma ve bütün zalimane, insanlıkdışı ya da onur kırıcı cezaların bütünüyle yasaklandığını"" belirtmektedir. Bir Cenevre sözleşmesi imzacısı ile başka bir taraf arasındaki silahlı çatışma zamanlarında, Uluslararası Kızıl Haç Komitesi ("International Committee of the Red Cross", ICRC) delegeleri imzacı tarafın, işkence kullanımı da dahil olmak üzere, Cenevre Sözleşmelerine uyup uymadığını gözlemler. Resmî bir BM belgesi olan İstanbul Protokolü, işkencenin ve sonuçlarının belgelenmesine dair uluslararası ilk yönergeleri barındırır. Protokolün resmî bir Birleşmiş Milletler belgesi olarak kabulü 1999'da gerçekleşmiştir. "İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Davranışların veya Cezalandırmaların Önlenmesine yönelik Avrupa Sözleşmesi"nin 1 nolu Maddesinde şart koşulduğu gibi, İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Davranışların veya Cezalandırmaların Önlenmesi için Avrupa Komitesi ("European Committee for the Prevention of Torture and Inhuman or Degrading Treatment or Punishment", EPT), "özgürlüğünden mahrum edilmiş kişilere karşı muameleleri inceleyecek ve, gerektirdiği takdirde, bu gibi kimselerin işkence ya da aşağılayıcı davranış veya cezalandırılmalardan korunması amacını gözeterek, ziyaretlerde bulunacaktır". Uluslararası Af Örgütü ve İşkencenin Önlenmesi Organizasyonu ("the Association for the Prevention of Torture", APT) gibi insan hakları kuruluşları, tüm dünyada işkence kullanımını durdurmak amacıyla yapılan çalışmalarda etkindirler ve işkence olaarak kabul ettikleri eylemler üzerine raporlar yayımlamaktadırlar. İşkence pek çok ülke ve devlet tarafından uygulanmıştır. Örneğin Roma İmparatorluğu'nda bir kölenin ifadesi yalnızca işkence altında alınırsa kabul edilirdi, kölelerin kendi istekleri ile gerçeği söyleyebileceklerine güvenilemeyeceği varsayımına dayanılıyordu. İlk ve orta çağ filozofları (örneğin Aristoteles ve Francis Bacon) adalet sisteminde dikkatli bir şekilde gözlemlenen işkence uygulamasının güvenilir destekçileri oldular. Avrupa'nın hemen her yerinde orta ve yeni çağ mahkemeleri davalının suçuna ve toplumsal konumuna göre işkence yaptırmıştır. İşkence adalet sisteminde meşru görülürdü ve itiraf ettirmek, suç ortaklarının isimlerini almak gibi amaçlarla kullanılırdı. Sıklıkla idama mahkûm edilen davalılar suç ortaklarının kimliklerini açıklamaları için infazdan önce son bir kez işkenceye alınırlardı. Engizisyon mahkemelerinde işkence kullanımı 1252 yılından itibaren başlanmış ve 1816'da Katolik kilisesi tarafından yasaklanmıştır. Bu zaman aralığında güçlü kimseler kendi işkence odalarını kurmuşlar, toplumun aşağı kesiminden insanları sokaklardan kaçırarak icat ettikleri prosedürleri üzerlerinde uygulamışlar, hangi tekniklerin daha etkili ve vücudun hangi bölgelerinin daha duyarlı olduğunu dikkatli bir şekilde araştırarak uygulamalarını geliştirmişlerdir. (Anlatılanlar tam olarak kastedilmiştir.) Orta çağdan 18. yüzyıla değin işkence yasal soruşturmalar ve mahkemelerde itiraf ve ifade almada meşru olarak kullanılıyordu. Bazı seküler mahkemelerin dini olanlardan daha vahşi uygulamalarda bulunduğu görüldüyse de, Will ve Ariel Durant'ın "İnanç Çağı"nda belirttikleri gibi çoğunlukla en acımasız ve canice işkenceler hükümetler tarafından dikbaşlı mahkumlar üzerinde değil, dindar rahipler tarafından "kafirler" üzerinde uygulanmıştır. Örneğin İspanya'da Dominikan tarikatına mensup rahipler dehşetli bir şekilde yaratıcı işkenceciler olarak ün salmışlardı. İspanyol engizisyon mahkemesinin kurbanlarından pek çoğu İşkence sadece hümanistlerce ve etik açıdan eleştirilmemektedir. İşkence yolu ile edinilen kanıtların son derece güvenilmez olduğu bilinmektedir ve işkence kullanan kurumlar bu eylemleri yüzünden yozlaşma ve bozulma ile karşı karşıya kalmaktadırlar. İşkencenin amacı bilgi toplamak olduğu kadar düşmanı baskıya almak ve/veya kişiyi psikolojik olarak çökertmektir. Etkileri yapıldıktan çok uzun süre sonra hala devam eder ve çoğu kurban işkencenin "bitmediğini" belirtmektedir. Psikolojik açıdan işkencenin analizi için İşkencenin psikolojik etkileri ana maddesine bakınız. İşkencenin açıkça ortaya konulmuş diğer bir özelliği de istisnaları olmakla birlikte genel olarak kurbanların durumdan kurtulmak için her şeyi yapmayı ve söylemeyi göze almalarıdır. Kurban doğru olmayan itiraflarda bulunabilir ya da yeterli bilgisi olmamasına rağmen diğerlerini suça ortak gösterebilir, ki bu durumda onlar da işkence göreceklerdir. İşkence altında bilgi vermeyi reddeden insanlar nadir olarak görülürler. Kültürlere göre değişmekle birlikte işkence bazen gizli ve sessizce (resmen reddedilir), bazen yarı-gizli (bilinir fakat hakkında konuşulmaz), bazen de alenen halk önünde (korku vermek ve mutlak itaati sağlamak için) uygulanmıştır. Günümüzde işkence genel olarak kabul görmediğinden, kimi ülkelerdeki profesyonel işkenceciler daha az kanıt bırakmasından dolayı elektrik şoku, hav
asız bırakma, ısı, soğuk, ses, uykusuz bırakma gibi yöntemler kullanırlar; diğer birçok yöntem korkunç sakatlıklar ve ölüm getirmektedir. Bu durumda işkencenin kanıtlanması için şahitlerin tanıklık etmesi gerekmektedir. "Ana Madde: İşkenceyle ölüm" İşkenceyle öldürme, bir birey ya da grubun sadistçe ve öldüresiye yaptığı işkence eylemi olarak tanımlanır. Bu tür işkence genellikle seri katiller tarafından uygulanır, kurbanlar sıklıkla kaçırılıp rehin alınarak ıssız ve izole bir yere götürüldükten sonra (uzun süre) ölene kadar işkence görürler. Aracılığıyla elde edilen bilgi genellikle işe yaramaz olsa da işkence, devlet kontrolünü tatbik etmek adına, kitleleri korkuyla yıldırıp boyun eğdirmekte kullanılmıştır. Bu olgu, George Orwell'in ünlü kitabı "Bin Dokuz Yüz Seksen Dört" 'ün merkezî temasını oluşturur. Açıktır ki kadim zamanlardan beridir daha etkili ve mekanik olarak daha basit işkence teknikleri ve aletleri geliştirmek için büyük çaba ve hüner gösterilmiştir. Otoriteler dehalarını bu acı bilimine uygulayan insanların ileride bir gün yeteneklerini başka alanlarda kullanabileceği ihtimalini atlamamışlardır: örneğin Atina'lı Perillos yeni icat ettiği Pirinç Boğa'yı Agrigentum tiranı Phalaris'e sunduğu zaman derhal kendisi test etmek amacıyla içine atılmış fakat ölmeden çıkarılmıştır. İşkence için komplike teçhizat gerekmez. pek çok teknikte hiç alet kullanılmaz, pek çoğu içinse zararsız görünen ev ve mutfak aletlerini doğaçlama kullanmak yeterlidir. Vahşi hayvanlara yedirmek (Antik çağlar), kazığa oturtmak (Orta Çağ) Tropik güneşin altında demir kutulara kapatmak (II. Dünya Savaşı, Asya) gibi yöntemler halihazırda bulunan eşyaların kullanımından fazlasını gerektirmeyenlere örnek gösterilebilir. Bu kadar çok sayıda işkence aletinin ayaklar üzerinde kullanıma yönelik olması garip, hatta fetişistik gibi görünebilirse de aslen oldukça mantıklı bir gelişmedir. Başarılı bir işkencenin en püf noktalarından biri, neredeyse süresiz olarak hayatî tehlike yaratmaksızın uzatılabilmesindedir, ki bu da en iyi, acıyı mümkün olduğunca beyin ve diğer yaşamsal organlardan uzakta tutmakla sağlanabilir. Vücudun bu iki ölçütü birden sağlayan tek kısmı ayaklardır. İşkence veya sorgulamanın modern bir yöntemi vücuda elektrik şokları vermektir. Etkisini güçlendirmek için işkenceciler şokları meme uçları ya da cinsel organlara uygulayabilir, veya elektrodu ağza, anüse ya da vajinaya sokabilirler. Elektrikle işkencede kullanılan aletler pikana, parilla, yalıtılmamış kablolar, tıbbî mengeneler ve elle çalışan elektrikli aletleri içerir. Büyük derecede acı veren ya da sakatlayan ya da bu ihtimalleri barındırdan tüm idam yöntemleri işkence olarak görülür ve idam cezasını onaylayanlar tarafından birçok kişi tarafından kabul edilemez. bunların bir kısmı kısa süreli olarak uygulandığında ölümcül olmazlar. "İşkence yöntemi" ile "işkence aleti" arasındaki ayırıcı çizgi sıklıkla bulanıklaşır, özellikle de kullanılan aletle yöntemin ismi özdeşleşmişse. Markus Münch Markus Münch (d. 7 Eylül 1972, Nußloch, Almanya), 1999-2001 yılları arasında Beşiktaş'ta forma giymiş Alman sol kanat oyuncusu. Münch, futbola FV Nußloch takımının altyapısında başladı ve daha sonra SV Sandhausen'da bir süre oynadıktan sonra buradan Almanya'nın en başarılı takımlarından Bayern Münih'in altyapısına geçti. 1990'da Münih'te A takıma yükseldi. Daha Bundesliga'da maç yapmadan, Şampiyon Kulüpler Kupası'nda 20 Mart 1991'de FC Porto ile oynanan maçın 83. dakikasında Christian Ziege'nin yerine oyuna girdi. 13 Nisan 1991'de ise SV Werder Bremen karşısında 75. dakikada oyuna girerek ilk kez Bundesliga forması giydi. Bir sonraki hafta ise 1. FC Köln karşısında ilk kez 90 dakika forma giydi. 1991-92 sezonunun ikinci yarısında takımda daha sık yer almaya başladı. Sezonun ilk maçında kendi kalesine gol atsa da takımdaki yerini kaybetmedi. UEFA Kupası'nda bir maç forma giyen Münch, Bayern formasıyla ilk golünü de Münih'in FC København'a 6-2 yenildiği bu maçta kaydetti. 92-93 sezonunda genel olarak yedekten oyuna dahil oldu. 1992-93 sezonunda 11 maçta forma şansı bulan Münch, takımının son hafta lig şampiyonluğunu kaybettiği FC Schalke maçında da yedek kulübesindeydi. Ancak bir sezon sonra kariyerinin ilk Bundesliga şampiyonluğunu yaşadı. Bu şampiyonluğa 10 maçta oynayarak katkıda bulundu. Münch, 1994'te Bayer 04 Leverkusen'e transfer oldu ve ilk haftadan 90 dakika oynama fırsatını yakaladı. 3 Aralık 1994'te 1. FC Köln ile oynanan maçta kariyerinin ilk Bundesliga golünü kaydetti. İlk sezonunda 25 maçta iki gol kaydetti, iki kez de kırmızı kart gördü. Ligde başarılı olmasalar da UEFA Kupası'nda yarı finale çıktılar. Münch, bu kupada beş maçta forma giydi. 1995-96 sezonu Leverkusen için çok kötü geçti. Buna rağmen Münch, 34 maçın 32'sinde forma giyerek istikrarlı bir performans gösterdi. Sezonun son maçında düşme potasındaki iki takım Leverkusen ve 1. FC Kaiserslautern karşı karşıya geldi. 58. dakikadan beri maçı yenik götürüp, bu skor ile düşecek Leverkusen'i, Münch'ün 82. dakikada attığı beraberlik golü kurtardı. Bu gol Münch'ün sezon içindeki tek golüydü. 1996'da Münch, ilk takımı Bayern Münih'e geri döndü. Sadece Ekim ayında düzenli olarak 11'de oynayan futbolcu, sezonda 11 maça çıkıp genellikle yedke kulübesinde bekledi. Sezon sonunda kariyerinin ikinci Bundesliga şampiyonluğunu yine Bayern Münih ile yaşadı. Bir sonraki sezon ise takıma giremeyince devre arasında takımla yollarını ayırdı. 1997-98 sezonunun ikinci yarısında ligin sonundaki 1. FC Köln'e transfer oldu. Sadece bir maçı kaçıran futbolcu, takımın önemli isimlerinden biri oldu. Köln kariyerine 3-2'lik Borussia Mönchengladbach galibiyetindeki bir asist ile başlayan futbolcu, Bayern Münih'i 2-0 yenerek sürpriz yaptıkları maçta da bir gol, bir asist ile dikkat çekti. Bir sonraki hafta da aynı skorlar Hertha Berlin'i yenerlerken Münch yine bir gol attı. Bu dönem Köln ligde üst sıralara tırmanmaya başlasa da son haftalarda üst üste alınan mağlubiyetler sonucunda takım küme düştü. 1998-99 sezonunda kariyerinde ilk kez yurtdışına çıktı ve Serie B'de mücadele eden İtalyan ekibi Genoa CFC'ye transfer oldu. Burada 32 maçta forma giyerek takımın en istikrarlı oyuncularından biri oldu ancak takım ligi orta sıralarda tamamlayıp başarısız oldu. Sonraki sene ise Türkiye'ye gelen futbolcu Alman Hans-Peter Briegel'in yönettiği Beşiktaş'a transfer oldu. Ligde sadece bir maç kaçıran futbolcu, Beşiktaş'ın sol kanadının değişmez ismi oldu ve lig ikinciliğinde büyük bir katkıda bulundu. Ayrıca ikisi penaltıdan olmak üzere dört gol atarak, en golcü sezonunu da geçirmiş oldu. İstikrarlı performansını sürdüren futbolcu, 2000-01 sezonunda da 27 maçta forma şansı buldu. Kariyerinde ilk kez Şampiyonlar Ligi'nde bu sezon forma giyen futbolcu, ön elemeler dahil olmak üzere Beşiktaş'ın oynadığı 10 Avrupa maçında da 90 dakika sahada kaldı. 2001'de Almanya'ya geri dönen Münch, Borussia Mönchengladbach'a transfer oldu. İlk sezonunda 28 maçta dört gol, üç asistlik başarılı bir performans gösterdi. 2. sezonuna da iyi başlayan ve üç hafta üst üste rakip ağları havalandıran Münch için işler daha sonra iyi gitmedi. Üst üste mağlubiyetler alan takımın hocası Hans Meyer, Münch ve takım kaptanı Marcel Witeczek'i kadro dışı bıraktı. Mönchengladbach, daha sonra Meyer'in yerine Ewald Lienen'i getirirken, Münch'ün sözleşmesinin fesh edildiğini de basın toplantısında duyurdu. 2003'te son kez yurtdışına çıkarak Yunanistan'ın önemli takımlarından Panathinaikos'a transfer oldu. Burada tekrardan UEFA Şampiyonlar Ligi ve UEFA Kupası'nda oynama şansı yakaladı. İlk sezonunda hem Yunan Ligi hem Yunan Kupası şampiyonluğu yaşadı. Ligde oynadığı 24 maçla bu şampiyonluğa önemli bir katkıda bulundu ve 2004 yılında Yunanistan'daki en iyi yabancı futbolcu ödülünü kazandı. Bir sonraki sezon Şampiyonlar Ligi'nde PSV'yi 4-1 yendikleri maçta iki gol birden atma başarısı gösterdi. Ligde ise yine başarılı bir performans gösterdiler ancak sezon sonunda üst üste aldıkları iki beraberlik ile şampiyonluğu kaptırıp, ikinci oldular. Münch, bu sezon sonunda futbolu bıraktı. Münch 2001'den beri İngiliz yarış atlarıyla ilgilenmektedir. Münch, Mannheim-Seckenheim'da at çiftliğine sahip olup, çeşitli yarışlarda başarılar kazandı. 29 Ocak 1991'de Almanya U-20 takımında Portekiz'e karşı forma giyerek ilk kez millî takım seviyesine çıkmış oldu. 1 Şubat'ta ise İspanya'ya karşı oynayarak ikinci ve son kez U-20 forması giydi. 21 Nisan 1992'de Çek Cumhuriyeti karşısında Almanya 21 yaş altı millî futbol takımı formasını ilk kez giydi. 22 Aralık 1992'de Arnavutluk'a millî takımlar seviyesindeki ilk golünü attı. 14 Aralık 1993'te İspanya'ya karşı oynadığı maçta son kez U-21 formasını giymiş oldu. Münch, 12 maçta 2 gol kaydetti. Münch, 12 kez Almanya millî futbol takımına çağrılsa da forma giyme şansı bulamamıştır. İstanbul Arnavutları İstanbul Arnavutları 15. yüzyıl sonunda Fatih Sultan Mehmet'in Arnavutluğu ele geçirmesinin ardından İstanbul'a göç eden ilk Arnavutlardır. Arnavutköy'e ("Megali Rivia") yerleşmişlerdir. Bunu izleyen 400 yıl boyunca İstanbul'a gelmeye devam etmişler ve günümüzde Arnavutluk kökenliler İstanbul'un çeşitli semtlerinde bulunabilirler. İsimlerinden anlaşılmasa da aralarında Hristiyan ve Müslüman olanları vardır. İstanbul'un Avrupa yakasında Çatalca, Eyüp, Kasımpaşa ve Anadolu yakasında Altunizade Moda semtlerinde yaşayan Arnavutlar mevcuttur. Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri, Varlık dergisi ve Varlık Yayınevi'nin kurucusu Yaşar Nabi Nayır anısına her yıl şiir ve öykü dallarında verilen edebiyat ödülüdür. Ödüller, her yıl Varlık dergisinin temmuz sayısında duyurulur, ileri bir tarihte verilir ve ödül alan dosyalar kitaplaştırılır. Edebiyata yeni değerler kazandırma amacını güden bu yarışmaya, sadece 30 yaşın altındaki şair ve yazarlar katılabilir. Daniel Goleman Dr. Daniel Goleman (d. 1946, Stockton, Kaliforniya), ABD'li psikolog ve danışmandır. Özellikle, duygusal zekâyla ilgili yazdığı kitapl
arı farklı dillerde tercüme edilmiştir. The New York Times'ta davranış ve beyin bilimleri konularından sorumludur, makaleleri dünya çapında yayınlanmaktadır. Doktora derecesini aldığı Harvard Üniversitesi'nde ders vermiş, Psychology Today'in baş editörlüğünü yapmıştır. Mehmet Ali Ağakay Mehmet Ali Ağakay, (d. 1893 Girit, Hanya - ö. 21 Ekim 1965 Ankara) Türkçe sözlük ve deyimlerin derlenmesine katkıları olan dilbilimci ve hekim. İlköğrenimini Hanya'da, ortaöğrenimini İzmir'de tamamladıktan sonra Askeri Tıbbıye'ye girdi. Bu öğrenimi sırasında Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı'nın çıkması nedeniyle, öğrenimini yarıda keserek savaşlara hekim yardımcısı olarak katıldı. Kafkas Cephesi'ndeki yararlıklarından ötürü "Harp Madalyası" ile ödüllendirildi. I. Dünya Savaşı sonrası, yarım kalan Tıbbıye eğitimini 1917'de tamamladı. Yükseköğrenimi sırasında Fransızca öğrenerek, çocukluğunda Girit'te öğrendiği Rumca'sına bir ikinci yabancı dil ekledi. 1920 yılında Kurtuluş Savaşı'na katıldı. Hekim olarak çeşitli görevlerde bulundu. Savaş sırasında tifüse yakalandı, bir buçuk yıl kadar bu hastalığın sıkıntılarını çekti ve yine bu hastalık sonucu ayağının aksamaya başlaması nedeniyle, beşinci dereceden harp malûlü sınıfına alındı. Savaş sonrasında İstiklâl Madalyası'na hak kazandı. Cumhuriyetin ilan edilmesi birlikte Kilis, Tefenni, Bozüyük hükümet tabiplikleri ile yurdun çeşitli yörelerinde görevlerde bulundu. Bozöyük'e gitmeden önce Bedahat Hanım'la evlendi. Bir oğlu, bir kızı oldu. Ancak oğlunu ortaokul son sınıftayken bir bisiklet kazasında, iki yıl sonra da eşini kaybetti. Anadolu'daki görevlerinden sonra İstanbul'da Gureba Hastahanesi göz hastalıkları asistanlığı, Türk Talebe Yurdu müzakereciliği, Besni Trahom Mücadele hekimliği ve İstanbul Yatılı Okullar göz hekimliği görevlerinde bulundu. Bir günlük gazetede, dil üzerine yazdığı yazılarla Atatürk'ün dikkatini çekti. 1936'da Türk Dil Kurumu'na girdi ve Terim Kolu başkanı oldu. 1937 - 1947 yılları arasında, 5.6.ve 7. Dönem CHP Gaziantep milletvekili olarak TBMM'de bulundu. 1942 - 1962 yılları arasında ise Türk Dil Kurumu Sözlük Kolu başkanlığı yaptı. Mehmet Ali Ağakay, 1965 yılında Ankara'da vefat etti. Sibel Yalçın Sibel Yalçın, 9 Haziran 1995 tarihinde DYP Şişli İlçe Binası önünde nöbet tutan 23 yaşındaki Rüştü Erdem isimli polis memurunu öldürdükten sonra girdiği çatışmada öldürülen 18 yaşındaki DHKP-C militanı. Alibeyköy Mezarlığı'na defnedildi. Yazar Nihat Behram, Sibel Yalçın için bir şiir yazmış ve bu şiiri Grup Yorum çeşitli eklemelerle birlikte besteleyerek "Sibel Yalçın Destanı" adıyla "Geliyoruz" albümünde yer vermiştir. Ailesine dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı CHP'li Algan Hacaloğlu tarafından başsağlığı dilenmesi tepkilere neden olmuştur. Sibel Yalçın'ın kaldığı evi polise bildirdiği iddia edilen bakkal Hasan Levent sonraki günlerde üç örgüt üyesi tarafından dükkânında öldürüldü. Çokgen Çokgen, düzlemde herhangi üçü doğrusal olmayan n tane noktayı ikişer ikişer birleştiren doğru parçalarının oluşturduğu kapalı şekillerdir. n tane noktanın birleştirilmesiyle oluşturulan çokgenler ngen olarak adlandırılır; üçgen, dörtgen gibi. Çokgenlerde kenar sayısı kadar köşe vardır. Tüm kenar uzunlukları ve açıları eşit olan çokgene "düzgün çokgen" denir. Çokgenler çeşitli özelliklerine göre belli başlıklarda sınıflandırılırlar. Çokgenin herhangi bir açısı 180° den büyükse çokgen, "içbükey(konkav)", tüm açılar 180° den küçükse "dışbükey(konveks)" olarak adlandırılır. Aşağıda yazıların hepsi sadece dışbükey çokgenler için geçerlidir. Çokgenin her köşesinde iç açı ve dış açı olmak üzere iki açı bulunur. Öklid geometrisinde, kapalı düzlemsel şekillerin alanları pozitif bir sayıdır ve özellikleri üç temel postulatla verilir: Ardışık olmayan iki köşeyi birleştiren doğru parçasına köşegen denir. n kenarlı bir çokgende, Bockscar Bockscar, B-29 Superfortress model, ABD yapımı bir bombardıman uçağının adıdır. 9 Ağustos 1945'de bu uçaktan Japonya'nın Nagasaki kentine savaş esnasında kullanılmış ikinci atom bombası atılmıştır. Lost film müzikleri "Lost" dizisinin Soundtrack Albümündeki şarkılar Michael Giacchino tarafından bestelenmiştir. 21 Mart 2006 tarihinde "Lost" dizisinin orijinal Soundtrack albümü Varese Sarabande tarafından piyasaya sürüldü. Dizideki arka plan şarkılarının tam versiyonlarını içeren bu albümün şarkı listesi aşağıdaki gibidir: Panathinaikos (futbol takımı) Panathinaikos Football Club, 1908 yılında kurulan Yunan futbol kulübü. Olimpiakos ile birlikte Yunanistan'ın 2 büyük kulübünden biridir. Ankara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Araştırma ve Uygulama Merkezi Kamu ve özel sektör çalışanlarına Avrupa bütünleşmesinin çeşitli yönleriyle ilgili eğitim vermek amacıyla Ankara Üniversitesi bünyesinde kurulan merkez, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri konusunda kamuoyu oluşturmak amacını da taşıyor. Araştırma, inceleme, geliştirme, uygulama yapmak ve yaptırmak, bu gibi çalışmalara katılmak ve desteklemek Bilimsel ve teknik faaliyetlerin yürütülmesi için, yurtiçi ve yurtdışı kuruluşlarla iş birliği yapmak, rapor, bülten, proje, kitap, dergi ve benzeri yaınlarda bulunmak gibi faaliyetlere sahiptir. Hasan Nasrallah Seyid Hasan Nasrallah (d. 30 Ağustos 1960, Arapça: حسن نصرالله) Lübnan'daki Hizbullah örgütünün genel sekreteridir. Hasan Nasrallah, 31 Ağustos 1960'ta başkent Beyrut'un kuzeydoğusundaki Burç Hamud'da doğdu. 1975 yılında Lübnan İç Savaşı sırasında ailesinin memleketi olan Güney Lübnan'daki El Bazuriye köyüne kaçtı. Orada Şiî Emel Hareketi'ne katıldı. Irak'ta Şiî eğitimi gördü. Daha sonra Lübnan'a dönerek Emel Hareketi'nin lideri Abbas El-Musavi'nin kurduğu okulda öğrenim gördü. 1982 yılında İsrail'in Lübnan'ı işgal etmesinden sonra Hizbullah örgütüne katıldı ve hayatını İsrail'i Lübnan'dan atma amacına adadı. 1992 yılında Abbas El-Musavi'nin İsrail tarafından öldürülmesinden sonra Hizbullah'ın genel sekreteri seçildi. 14 Temmuz 2006 tarihinde 2006 Lübnan Savaşı sırasında Hasan Nasrallah'ın birkaç saat önce ziyaret ettiği büro İsrail'in attığı bombalarla imha edildi. Ancak Hasan Nasrallah sağ olarak kurtulmayı başardı. Elyesa Bazna Elyesa Bazna (İlyas Bazna olarak da aktarıldı, (28 Haziran 1904, Priştine - 21 Aralık 1970, Münih), II. Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası hesabına çalışmış ve Cicero (Çiçero) kod adıyla tanınan Arnavut asıllı Türk casustur. Babasının ölümünden sorumlu tuttuğu İngilizlerden nefret etmesi, parasal kazanç arzusu ve hep bir operacı olmak istemesine rağmen II. Dünya Savaşı esnasında Ankara'da çeşitli büyükelçiliklerde uşaklık yapıyor olması casusluk yapmaya başlamasına önayak olmuştur. Franz von Papen'in sefareti döneminde Ankara'daki Almanya Büyükelçiliği'ne gizli İngiliz askeri ve diğer istihbaratını satmıştır. II. Dünya Savaşı yıllarının Ankara'sından önce Yugoslavya Krallığı büyükelçisinin, daha sonra Almanya büyükelçiliği müsteşarının uşaklığını yapmıştır. Almanya elçilik müsteşarı mektuplarını okuduğu için kısa sürede İlyas Bazna'yı kovmuştur. 1942'den itibaren Britanya İmparatorluğu'nun Ankara büyükelçisi Sir Hughe Knatchbull-Hugessen'in uşaklığını yapmaya başlamış, banyosunda sırtını ovarken ona opera aryaları okuyacak kadar büyükelçi ile yakınlık kurmuştur. 21 Ekim 1943'den itibaren fotoğraflarını çektiği gizli belgelerin örneklerini Almanya büyükelçiliğine teslim etmeye başladığı bilinmektedir. Bunun için, Almanya Büyükelçiliğinde ataşelik yapan Ludwig Moyzisch'e kendisi yaklaşarak 20 000 Sterlin karşılığı elindeki elli altı belgeyi satma önerisinde bulunmuştur. Kısa bir süre ücretli bir Alman ajanı haline gelmiş ve Alman istihbarat servislerince kendisine "Çiçero" kod adı verilmiştir. Müttefiklerce düzenlenen uluslararası toplantılar ve bazı bombardıman planları hakkında önemli bilgiler aktarmış olmakla birlikte, Normandiya Çıkarmasına ilişkin çok belli belirsiz istihbarat ulaştırmıştır. Bütün bu dönem boyunca Ankara'daki İngiliz istihbarat görevleri ise Bazna'nın İngilizce anlamadığını zannetmekte, kendisini casusluğundan şüphelenilemeyecek kadar "eğitimsiz" ve "aptal" olarak görmekteydi. Bazna, 1944 yılında Alman büyükelçiliğinde görevli bir sekreterin Müttefikler safına iltica etmesi üzerine, ele geçmekten korkarak İngiliz büyükelçisinin yanındaki görevinden ayrılmıştır. Hizmetleri için Nazi Almanyası istihbarat servisi Abwehr tarafından kendisine 300.000 Sterlin ödenmiştir. Ancak İlyas Bazna daha sonra, ödenen paraların, Almanların İngiliz ekonomisini çökertmek için bastıkları sahte sterlinlerden olduğunu farketmiştir. Savaşın bitiminden bir süre Federal Almanya hükümetine karşı tazminat davası açmış, çok uzun süren bir davadan sonra kendisine mütevazı bir ödeme yapılmıştır. Elyesa Bazna casusluk yaptıği yıllarda Von Papen'in taktığı kod adının "Çiçero" olduğunu bilmiyordu. Hatta, kendisinin Çiçero olduğunu ancak 1950’de, sefarette belgeleri teslim ettiği Moyzisch'in tüm yargılamaların ardından inzivaya çekildiği Tirol Alpleri'nde yazdığı anılarından ve yine 1950'de, İngilizlerin artık bu casusluk olayını açıklamasıyla öğrenebildi. "I was Cicero" (Ben Çiçero'ydum) başlığı altından yayınladığı anılarından ise daha yüksek bir kazanç elde etmiştir. Kitabı 1951 yılında "5 Fingers" (Beş Parmak) adı altında, Joseph L. Mankiewicz'in yönetmenliğinde sinemaya uyarlanmış, Bazna rolünü James Mason oynamıştır. Elyesa Bazna 1970'te, Münih'te 66 yaşında, yoksul bir gece bekçisi olarak ölmüştür. Serdar Akar'ın yönetmenliğinde ve Erdal Beşikçioğlu'nun başrolünde olacağı, Elyesa Bazna'nın hikayesini anlatacak olan Çiçero isimli sinema filminin 2019 yılının Ocak ayında vizyona girmesi bekleniyor. Pencak Silat Pencak Silat, Endonezya, Malezya, Brunei, Singapur, ve Güney Tayland gibi Malay dünyasında uygulanan bir savaş sanatı. Güney Filipinler ve Vietnam'da da kullanılmaktadır. Kısaca Silat olarak da bilinir. Tam temaslı (full-contact) karşılaşmaları olduğu gibi gösteri ve spor olarak da uygulanabilmektedir. Sistem Hollanda'da yaygın olarak uy
gulanmaktadır. Endonezya'da 1965 yılında Komünistler ve yandaşlarına karşı Müslümanlar tarafından etkin biçimde kullanılmıştır. Pencak Silat duruşlar (sikap-sikap) ve hareketlerden (gerak-geri) oluşan bir sistemdir. Pencak Silat pratisyeni (Pesilat denir) dövüş sırasında çeşitli duruş ve hareketleri dönüşümlü olarak kullanarak rakibinin savunmasında bir açık yakalamaya ve hızlı ataklarla (serangan) rakibini ekarte etmeye çalışır. Çeşitli savunma ve atak tekniklerinin bulunduğu Silat'da dizler, dirsekler, yumruklar, ayaklar kullanılarak rakibe, tekme, vuruş, atışlar, eklem kırışları, savurma ve yere yıkma teknikleri uygulanır. Uluslararası Pencak Silat Federasyonu (PERSILAT) Pencak Silat'ın uluslararası bir mücadele sporu olarak yaygınlaştırılmasına çalışmaktadır. Uluslararası federasyona bağlı olarak Avrupa Pencak Silat Federasyonu kurulmuş ve 1986'da Asya dışında Avusturya, Viyana'da ilk Pencak Silat Dünya Şampiyonluğu yapılmıştır. 2002'de Malezya Penang'da son Dünya Şampiyonluğu yapılmıştır. Pencak Silat'ın pek çok stili bulunmaktadır. Bazıları; Pencak Silat Türkiye'de Wushu eğitmeni Sifu Yılmaz Aydın tarafından 17 Mayıs 1980 tarihinde kurulan Türk Pencak Silat Birliği ile tanınmaya başlanmıştır. Uluslararası Pencak Silat Federasyonu (PERSILAT) bünyesinde halen bu adla temsil edlmekte olan Türk Pencak Silat'ı bir spor dalı olarak Türkiye'de de federasyonlaşmayı amaçlamaktadır. Tupac Shakur Tupac Amaru Shakur (16 Haziran 1971 – 13 Eylül 1996), ABD'li rap müzik sanatçısı, şair, senarist, aktör ve yapımcı. 2Pac, Pac ve Makaveli adlarıyla da bilinir. 2007 itibarıyla Tupac Shakur, 75 milyon üzerinde albüm satmayı başarmış ve genç yaşta ölmesine rağmen bu başarıyı yakalayarak En Çok Satan Müzik Sanatçıları listesine girmeyi başarmıştır. Rolling Stone Dergisi tarafından "Tüm Zamanların En Büyük 86. Sanatçısı" seçilmiştir. Tupac'ın şarkılarının birçoğunun ana teması varoşlardaki şiddet ve zorluklar, ırkçılık, sosyal sorunlar ve Doğu Yakası-Batı Yakası kavgasında diğer rapçilerle yaşadığı sürtüşmelerdi. 7 Eylül 1996'da Las Vegas, Nevada'da 4 kez vuruldu. Hastaneye kaldırıldıktan 6 gün sonra solunum ve kalp yetmezliği tanısıyla öldü ve hala ölümü ile ilgili bilim insanlarının şüphesi vardır. Doğum adı Lesane Parish Crooks olan Shakur'un ismini, annesi daha sonra "Tupac Amaru Shakur" olarak değiştirdi. 'Tupac Amaru' Hintçe "parlayan yılan" , 'Shakur' ise Arapça "şükür" demekti. Shakur, üvey babasının soyadıydı. Annesi Afeni Shakur ve yengesi Assata Shakur, Kara Panter Partisinde etkin rol almaktaydılar. Tupac daha sonra Changes adlı şarkısında bu gruptan bahsetmektedir. Siyahlara karşı olan tutum yüzünden partiyle ilgisi olan annesi hapse atıldı. Tupac'ın çocukluk ve ilk gençlik yılları fakirlik içinde geçti. Annesiyle beraber üç kere taşınmak ve şehir değiştirmek zorunda kaldılar. Kariyerinin ilk yıllarında Tupac, Digital Underground isimli gruba katıldı. Bu grupta ilk başlarda sahne elemanı ve arka plan dansçısı olarak görev yaparken daha sonra MC'liğe geçti. İlk resmi şarkısı olan Same Song'u Shock G ile seslendirdi. Grubun başarılı olmasıyla Tupac, 2Pacalypse Now adlı ilk albümünü çıkardı. Albüm çok başarılı olmasa da Brenda's Got A Baby gibi başarılı ve etkili şarkılara sahipti. Etkileyici rol yeteneği sayesinde "Juice" isimli filmde rol almayı başardı. 1993 yılında ikinci albümü olan Strictly 4 My N.I.G.G.A.Z.'ı çıkardı. Albüm bir öncekine göre daha başarılıydı. Tupac'ın rol kariyeri ise Janet Jackson'la oynadığı Poetic Justice filminde doruğa çıktı. Above The Rim adlı filmde de rol alarak aktörlüğünü geliştirdi. Kasım 1993'te Tupac ve arkadaşları bir otel odasında bir kadına tecavüz etmekten suçlandılar. Kadının bu iddiasını Tupac asla kabul etmedi ve olayın gönüllü olarak geliştiğini söyledi. Mahkeme sonucunda Tupac 1.5 - 4.5 yıl hapse mahkum oldu. 8 ay hapis yattıktan sonra kefaletle serbest bırakıldı. 5 Nisan 1996'da kefaletle serbest kalma koşullarına uymadığı için mahkeme tarafından tarihi daha sonra açıklanmak üzere 120 gün hapse mahkûm oldu. Kasım 1994'te tecavüz davasının sonucunun açıklanmasından bir gün önce, kimliği hala bilinmeyen kişiler tarafından New York'taki stüdyosunun önünde 5 el vuruldu ve 30 bin dolar değerindeki mücevherleri çalındı. Shakur bu olayda eski bir arkadaşı olan ve o sırada stüdyoda bulunan (vurulduktan sonra stüdyoda gördüğü) rapçı Biggie Smalls'ı ve yine stüdyoda bulunan Sean Combs'u suçladı. 15 Haziran 2011 tarihinde bir mahkûm Tupac'ı vurması için Czar Entertainment'in sahibi James Rosemond tarafından kiralandığını ve bunu yaptığı için çok pişman olduğunu açıkladı. Vurulduktan günler sonra Tupac, doktorların uyarılarına rağmen hastaneden çıktı. 14 Şubat 1995'te hapse girdi ve hapisteyken Me Against the World albümünü çıkardı. Bu albüm Tupac'ın o güne kadarki en iyi albümüydü. Listelerde 4 hafta bir numara olarak kaldı ve o güne kadar bir haftada en çok satan erkek rapçı albümü oldu. Hapisteyken Keisha Morris ile evlendi fakat daha sonra 1996 yılında boşandılar. Hapiste 8 ay kaldıktan sonra Tupac kefaletle serbest kalmak için başvuruda bulundu fakat 1.4 milyon dolar kefalet ücretini karşılayamadığı için talebi reddedildi. Hapisteki 11. ayından sonra Death Row Records'un sahibi Suge Knight tarafından ödenen kefaletle serbest bırakıldı. Tupac ile yapılan anlaşma neticesinde Suge Knight'ın ödeyeceği kefalete karşılık Tupac şirket adına üç albüm çıkaracaktı. Serbest kaldıktan sonra Tupac derhal şarkıları kaydetmeye başladı. Outlaw Immortalz adında yeni bir grup kurdu. Kısa zamanda yeni şirketindeki Dr.Dre'nin üzerinde çalıştığı California Love adlı parçasına eşlik etti. 13 Şubat 1996 tarihinde dördüncü albümü olan All Eyez On Me'yi piyasaya sürdü. Albüm 2 diskten oluşuyordu ve yeni anlaşmasındaki üç albümün ikisini kapsıyordu. Albüm çok başarılı oldu ve günümüze kadar 9 milyonun üzerinde sattı. Tupac Death Row'daki artan problemlere rağmen aralıksız şarkı kaydetmeye devam etti. Yüzlerce şarkı kaydetti ve bu şarkılarının çoğu öldükten sonra çıkan albümlerinde kullanıldı. 4 Temmuz 1996'da Outlawz grubuyla beraber Biggie ve yandaşlarına hakaretler yağdırdığı ünlü şarkısı Hit'em Up'ı yayınladı. Film kariyeri ise Bullet, Gridlock'd ve Gang Related filmleriyle devam etti. Son iki film ölümünden sonra yayınlandı. Hapisteyken Niccolò Machiavelli'nin kitaplarını okuyup çok etkilendi ve takma adını Makaveli olarak değiştirdi. Bu isimde albümünü çıkardı. Önceki albümlerine göre farklı bir tarzda oluşturuldu. Daha çok duygusal, acı ve öfke içerikli şarkılardan oluşan bir albüm oldu. Tupac bu albüm için şarkıları üç günde yazıp kaydetti ve dört günde de üretti. Toplam yedi günde bitirdiği albüm adını buradan aldı. Tupac'ın müziği ve felsefesi çoğu Amerikalı, Afrikalı-Amerikalı ve dünya vatandaşları Kara Panter Grubu, Siyah milliyetçiliği, eşitlikçiler ve özgürlükçülerle birlikte özdeşleşmiştir. İlk albümü "2Pacalypse Now" 'da sosyal sorunlar, eşitsizlik, açlık ve polis şiddeti üzerine müzik yapan Tupac, ikinci albümü olan "Strictly 4 My N.I.G.G.A.Z." 'da da aynı tarza devam etti fakat "Keep Ya Head Up" gibi şarkılarda duygusal taraflarını da gösterdi. Bu albümden sonraki çıkan her albümde Tupac agresifliğini bir doz daha artırdı. Sosyal eşitsizlik, kontrolsüz öfke, şefkat, umut ve eğlence gibi birbirinden tutarsız temalar üstüne oluşturulan 1995'teki albümü "Me Against The World"'ün ardından 1996'da albümü "All Eyez On Me" 'yi çıkardı. Bu albümdeki "Ambitionz Az A Ridah", "I Ain't Mad At Cha" "California Love", "Picture Me Rollin'", ve "Life Goes On" gibi şarkıların bulunduğu birçok şarkı klasik olarak kabul edildi. Bu albüm öncekilerden tamamen farklı bir tarza sahipti. Sosyal yönden sorunları aktaran şarkıların yanında çoğu şarkı parti müzikleri ve havalı olup, hayatın tadını çıkarma üzerine kuruluydu. Tupac hayli başarılı olan albümdeki tarzını ""hayatı kutlamak"" olarak açıklamıştı. Gençken ilham aldığı ve beğendiği kişiler arasında Kate Bush, Culture Club, Sinead O'Connor ve U2 gibi İngiliz ve İrlandalı pop müzisyenleri vardı. Tupac sürekli okuyan bir kişiydi. William Shakespeare, Niccolò Machiavelli, Donald Goines, Sun Tzu, Kurt Vonnegut, Mikhail Bakunin, Maya Angelou, Alice Walker ve Khalil Gibran gibi çeşitli yazarlardan ilhamlar almış ve etkilenmişti. Tupac hiçbir zaman kendini hangi dine ait olarak gördüğünü belirtmedi ama "'Only God Can Judge Me"' (Beni sadece Tanrı yargılar) gibi şarkılarındaki sözlerinden ve The Rose That Grew from Concrete gibi şiirlerinden anlaşıldığı kadarıyla tanrıya inanıyordu. Birçok analizci bu yüzden onu Deist olarak tanımlar. Karma yasasına inanırdı fakat yalın olarak Ölümden sonra yaşama ve örgütlü dinlere inanmazdı. "Hussein Fatal" (Saddam Hüseyin): Tupac'ın kuzeni. Gerçek adı Bruce Washington. Tek başına "In The Line Of Fire" adında bir albüm çıkardı. "Kadafi" (Muammer Kaddafi): Tupac'ın yakın dostuydu. Gerçek adı Yafeu Fula. 10 Kasım 1996'da 19 yaşındayken silahla vurularak öldürüldü. Apartmanındaki bir duvara yığılmış olarak bulundu, saldırıdan sonra 2 genç yakalandı. Tupac vurulduğu gün arabanın arkasında oturuyordu; katili gördüğünü iddia etmişti ve davada tanıklık yapacaktı. Birçok kişi onun bu yüzden öldürüldüğüne inansa da polis bunun bir uyuştucu meselesi olduğunu öne sürdü. "Kastro" (Fidel Castro): Gerçek adı Katari Cox. Tupac'ın kuzeni. İlk olarak "All Eyez On Me" albümünde 'When We Ride' şarkısıyla adını duyurdu. Sesi ve akıcılık yeteneğiyle öne çıkıyordu. "Komani" (Ayatollah Ruholla Khomeini) : Nam-ı diğer Mopreme. Tupac'ın üvey kardeşi. Gerçek adı ise Maurice Harding. Thug Life grubunun da üyesiydi. Suge Knight'ın onu Outlawz'da istemediğini öne sürüyordu. Zaten sonrasında da grubu bıraktı. 'Evulation Of A Thug Life Nigga' adında bir solo albüm çıkardı. "Napoleon" (Napoleon Bonaparte): Kastro'nun yakın arkadaşı Şimdilerde Müslüman olup Müslümanlığı dünyaya yaymakla meşgul. "E.D.I. Mean" (Idi Amin): Arkadaş ve akraba grubu dışında Outlawz'a giren ilk kişidir. Bundan önce Dramacydal adında bir gruba üyeydi
. 'Me Against The World' , 'All Eyez On Me', 'The Don Killuminati: The 7 Day Theory' gibi albümlerde bulundu. "Big Syke - Mussolini" (Benito Mussolini): Thug Life grubunda da bulunmuştu. 'All Eyez On Me' şarkısındaki düetiyle adından söz ettirmişti. Daha sonra Rap-A-Lot Records'dan 'Be Yo Self' adında bir solo albüm çıkardı. "Storm": Storm, Outlawz'ın ilk ve tek kadın üyesiydi. Ne kadar yetenekli olduğunu 'Me and My Girlfriend' ve 'Black Jesuz' gibi şarkılardaki düetleriyle kanıtladı. 7 Eylül 1996 tarihinde Tupac, Suge Knight ve Death Row Records grubu Las Vegas'ta bulunan "MGM Grand" Oteli'nde Mike Tyson - Bruce Seldon boks maçını izlemeye gittiler. Maçtan sonra grup, otelin lobisinde Crips çetesinden Orlando Anderson'u gördü. Çıkan kavgada James Rosemond grubu Orlando Anderson'u feci şekilde dövdü. Olaydan sonra Tupac ve Suge Knight eğlenmek için Club 662 isimli kulübe gitmek üzere hazırlandılar. Tupac, Suge Knight'ın sürdüğü BMW 750iL araçta ön koltukta oturuyordu ve arkalarında da arkadaşlarından ve korumalarından oluşan uzun bir konvoy vardı. Vurulmasından 20 dakika önce araç kırmızı ışıkta dururken, fotoğrafçının biri Tupac'ın ünlü son fotoğrafını çekmiştir. Saat 23:15'te Suge Knight'ın aracı kırmızı ışıklarda dururken aracın sağından yaklaşan beyaz bir Cadillac, Suge ve Tupac'ın yanında durdu ve arka koltukta oturan kimliği belirsiz biri tarafından mermi yağmuruna tutuldu. Tupac'a 4 adet mermi isabet etti. Mermilerin biri sağ akciğerine isabet etti. Suge Knight ise sadece başına aldığı sıyrıkla kurtuldu. Tupac derhal hastaneye kaldırıldı. Birçok ameliyata alındı. İç kanamayı durdurabilmek için doktorlar son çare olarak sağ akciğerini aldılar. Tupac'ın durumu kritikliğini sürdürdü ve yaşam destek ünitesine bağlandı. 6 gün süren mücadeleden sonra Tupac'ın vücudu pes etti ve 13 Eylül 1996 tarihinde saat 16:03'de hayata veda etti. Resmi ölüm sebebi olarak birden fazla kurşun yarasına bağlı solunum ve kalp yetmezliği açıklandı. Tupac'ın vücudu yakılarak küllerinin bir kısmı annesi tarafından Los Angeles'ın üzerine serpiştirildi, bir kısmı da grubu Outlawz'un üyeleri tarafından uyuşturucuya karıştırılarak çekildi. Ölümünün sonrasında hakkında yüzlerce spekülasyon yapıldı. Hayranlarının çoğu onun ölmediğine inanmaktadır. Hakkında 7 Gün Teorisi (7 Day Theory) ortaya atıldı. Tabi bu efsaneyi çürütecek tezler de ileri sürüldü. "Öldü" denildikten sonra da albümleri çıkmaya devam etti. Bu albümlerden ölümünden sonra yayınlanan "I ain't mad at cha'nin" klibinde bir vurulma sahnesi vardır ve Tupac'ın gerçek yaşamındaki vurulma sahnesi ile bire bir aynıdır. Ayrıca Tupac, ölümünden birkaç ay önce Rap müziği bırakıp Gangsterlik yapmak istediğini dile getirmiştir. Ölümü konusunda hala delil yetersizliği ve şüpheler vardır. Bu kadar sene geçmesine rağmen suçlu veya suçlular bulunamamıştır. Tupac Tupac aşağıdaki anlamlara gelebilir: Ali Fuat Cebesoy Ali Fuat Cebesoy (23 Eylül 1882, Salacak, Üsküdar, İstanbul – 10 Ocak 1968, İstanbul), Türk asker ve siyasetçi. Türkiye'nin ilk cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ile Harp Okulu yıllarında sınıf arkadaşı idi. Türkiye'nin işgali sırasında İzmit'ten Ankara'ya ilerleyen İngiliz birliklerine ateş açma emrini vererek şimdiki adı Alifuatpaşa tren istasyonu olan mahalde durdurması nedeniyle Kurtuluş Savaşı'nı fiilen başlatan ilk komutan oldu ve savaş boyunca önemli görevler üstlendi. Yine Kurtuluş Savaşı yıllarında üstlendiği Moskova Büyükelçiliği görevini başarıyla yürüttü ve Türkiye'nin kuzeydoğu sınırlarını belirleyen Moskova Antlaşması'nı imzaladı. Milletvekili olarak başladığı siyâsî yaşamında Türkiye'nin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurucularından birisi olup sonrasında İzmir Suikastı sanığı olarak Orgeneral rütbesindeyken İstiklâl Mahkemeleri tarafından yargılandı. 1931'de siyasete dönerek TBMM başkanlığı, bayındırlık bakanlığı ve ulaştırma bakanlığı yaptı. 1948'den itibaren siyasete Demokrat Parti'de devam etti. 27 Mayıs Darbesi'nden sonra Yassıada Mahkemeleri'nde yargılandı. 23 Eylül 1882 tarihinde Salacak, İstanbul'da doğdu. Babası, sonradan Türkiye'nin ilk bayındırlık bakanı olan İsmail Fazıl Paşa idi. İlk öğrenimini Erzincan'da, orta öğrenimini İstanbul'da Saint Joseph Lisesi'nde yaptı. Babasının gönülsüzlüğüne rağmen 13 Mart 1899’da Harp Okulu’na girdi, orada Mustafa Kemal ile aynı sınıfa düşmesi bir bakıma gelecekteki kaderini çizmiş oldu. Selanikli olan Mustafa Kemal, İstanbul'da Ali Fuat'ın ailesinin yanında kalıyordu. 1902 yılında Harp Okulu’nu bitirdi; 11 Ocak 1905 tarihinde Harp Akademisi’nden sekizinci olarak mezun oldu. Ali Fuat Bey'in Beyrut'ta başlayan kıta hizmetleri, 1908'deki Roma Askerî Ataşeliği dışında çok hareketli geçti. Trablusgarp Savaşı başlar başlamaz oraya ilk gidenler arasındaydı. Balkan Savaşı sırasında Karadağ'da, Yanya Kalesi'nde, Pista ve Pisani muharebelerinde, I. Dünya Savaşı'nın başında tümen komutanı olarak katıldığı Kanal Harekâtı'nda büyük başarılar gösterdi. Kanal Harekatı'nda 8. Kolordu kurmay başkanlığı; Doğu Anadolu cephesinde Mustafa Kemal Paşa'nın emrindeki 16. kolorduda 5. Tümen komutanlığı yaptı. Liman von Sanders komutasındaki Yıldırım Orduları Grubu'nun Edmund Allenby komutasındaki İngiliz ordusu karşısında hezimete uğramasından sonra Yıldırım Orduları Halep'in kuzeyine kadar çekilmek zorunda kaldı. Bulgaristan'ın 29 Eylül'de savaştan çekilmesi sonucu Osmanlı Devleti'nin müttefikleriyle karayolu bağlantısı kopmuş, İtilaf Devletleri'ne Balkanlar'dan İstanbul'a yürüme imkânı doğmuştu. Bunun üzerine Osmanlı İmparatorluğu 30 Ekim 1918 tarihinde Mondros Mütarekesi'ni imzalamak zorunda kaldı. Mondros Mütarekesi gereği Osmanlı Ordusu'ndaki Alman subaylarının ülkelerine dönmeleri gerekiyordu. 31 Ekim'de Yıldırım Ordular Grubu Komutanı Liman von Sanders, görevini Mustafa Kemal Paşa'ya devretti. Mustafa Kemal Paşa İstanbul'a dönmeden önce Ali Fuat Paşa'nın komutasındaki 20. Kolordu'yu terhis etmedi. Ali Fuat Paşa, teçhizatlı 20. Kolordu'yu Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle önce Konya'ya, sonra da Ankara'ya getirdi. 1919 yılında Türkiye işgal edilirken Anadolu'da bağımsız olan iki kolordudan biri Ankara'da Ali Fuat Paşa komutasında, diğeri ise Erzurum'da Kâzım Karabekir komutasındaydı. Ali Fuat Paşa'nın emriyle 20. Kolordu birlikleri İzmit ve Adapazarı üzerinden Bilecik ve Eskişehir istikametine ilerleyen İngiliz kuvvetlerine Geyve yakınlarında, hâlen adı Alifuatpaşa, Geyve istasyonu olan mevkide ateş açarak onları durdurup geri püskürttü ve Türk Kurtuluş Savaşı'nı fiilen başlatan ilk komutan oldu. Daha sonra Mustafa Kemal Paşa Samsun'a çıktıktan sonra Erzurum Kongresi'ne gitmeden Amasya'da Ali Fuat Paşa ile görüşerek Amasya Tamimi'ni birlikte imzalayıp ilan ettiler. Kurtuluş Savaşı'nın ilk döneminde 20. Kolordu ve Garp Cephesi komutanlığı yaptı. İzmit ve çevresinde Yunan ve İngilizlere karşı savaştı. İstanbul Hükûmeti'nin dahiliye nazırı Ali Kemal, Mustafa Kemal Paşa'nın yetkisiz olduğunu bir genelgeyle açıklayınca Ali Fuat Paşa da kendi bölgesindeki valilere ve mutasarrıflara kendisinden gelecek emirlere göre hareket edilmesini bildirdi. Ayrıca her tarafta Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetlerinin kurulacağını ilgililere hatırlattı. Bu çabaları takdirle karşılandığı için Sivas Kongresi sonrasında Umum Kuva-yi Milliye komutanı olarak görevlendirildi. "Umum Kuva-yi Milliye Komutanı" olarak Kuva-yi Seyyare Komutanı Çerkez Ethem ile birlikte Yunan işgaline karşı 1920 Ekim ayı sonunda Gediz harekâtını yaptı. Taarruz planını Genelkurmay Başkanı Miralay İsmet Bey kabul etmese de TBMM kuvvetleri ağır zayiatlar verdikten sonra Gediz'i geri alarak İzmir'in İşgali'nden sonra ilk defa Yunanların işgal ettikleri bir bölgeden geri çekilmelerini sağladı. Harekâtın bitiminde Kuva-yi Milliye Komutanlığı lağvedildi ve Umum Kuva-yi Milliye Komutanı olan Mirliva Ali Fuat Paşa, Moskova Büyükelçiliği'ne tayin edildi. Yerine kurulan iki komutanlıktan "Batı Cephesi Komutanlığı"na Albay İsmet Bey, "Güney Cephesi Komutanlığı"na ise Mirliva Refet Paşa tayin edildi. Mustafa Kemal Paşa'nın talimatını yerine getirmek ve hâlen gizli tutulan ve onun Lenin'e yazdığı mektubu vererek Sovyetler Birliği ile sınır tespit etmekle yükümlü olduğu bu zor görevi sırasında Kâzım Karabekir komutasındaki TBMM orduları Eylül 1920'de Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin ve Batum'u geri alırken Moskova'da Lenin ve Stalin'e, Türk Ordusu'nun Menşeviklere karşı savaşarak aslında Bolşeviklere de yardımcı olduğunu söyleyip teskin ediyordu. 16 Mart 1921 tarihinde TBMM sefiri olarak Sovyetler Birliği ile Moskova Antlaşması'nı imzaladı; böylece hem TBMM ilk defa bir yabancı devlet tarafından tanınmış oldu, hem de Türkiye'nin kuzeydoğu sınırları tespit edildi. 10 Mayıs 1921 tarihinde Ankara'ya dönerek TBMM'de siyâsî çalışmalarına başladı. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanlığını yaptı. 1923 yılında Konya'da 2. Ordu müfettişliği görevine getirildi, bu dönemde meclisteki görevinden süresiz izinli sayıldı. Bir yıl sonra ordu müfettişliği görevinden istifa ederek meclisteki görevine Ankara milletvekili olarak devam etti. 1925 yılında Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kurucuları arasında yer aldı. 1926 yılında İzmir Suikastı dolayısıyla İstiklal Savaşı'nı birlikte başlattıkları Kâzım Karabekir, Rauf Orbay ve Refet Bele paşalarla birlikte tutuklandı, yargılandı ve beraat etti. 1 Ekim 1927 tarihinde TBMM'nin ikinci dönemi sona erince milletvekilliği de sona erdi. Ayrıca ordu açığında iken 5 Aralık 1927 tarihinde askerlikten de emekliye sevk edildi. İkinci dönem siyâsî hayatı Mustafa Kemal ile barışmasından sonra 1931 yılında Konya milletvekili seçilmesiyle başladı. İsmet İnönü cumhurbaşkanı olduktan sonra 1939-1943 yılları arasında bayındırlık bakanlığı, 1948 yılında TBMM başkanlığı ve 1943-1946 yılları arasında ulaştırma bakanlığı yaptı. Aynı yıl TBMM başkanlığından ve Cumhuriyet Halk Partisi'nden istifa ederek Demokrat Parti'ye geçti. 1950 seçimlerinde Eskişehir'den, 1954 ve 1957 s
eçimlerinde de İstanbul'dan milletvekili seçildi. 27 Mayıs Darbesi sırasında tutuklanarak Yassıada mahkemelerinde yargılandı. Serbest kaldı. I., II. Dönem Ankara, IV., V., VI., VII., VIII. Dönem Konya, IX. Dönem Eskişehir, X., XI. Dönem İstanbul milletvekilliği yaptı. 10 Ocak 1968 tarihinde İstanbul'da hayatını kaybetti. Hiç evlenmemişti. Geyve civarındaki Alifuatpaşa beldesinde Merkez Camii'nin avlusunda gömülüdür. Ailesi yerinde kalmasını istediğinden Ankara'daki Devlet Mezarlığı'na nakledilmemiştir. Aynı beldedeki müzede kendisine ait kişisel eşyalar, fotoğraflar ve dokümanlar mevcuttur. İrâde-i Milliye İrade-i Milliye, İtilaf Devletleri’nin işgallerine karşı 1919'da Anadolu’da başlayan kurtuluş hareketinin ilk yayın organı olarak Sivas’ta çıkarılan gazete. Gazetenin çıkarılmasına Sivas Kongresi’nde karar verilmişti. İlk sayısı 3 gün sonra (14 Eylül 1919) çıkarılan gazetede niçin bağımsızlık savaşına girişildiği ve son durumun ne olduğu halka ve dünya kamuoyuna aktarılmış olduğu için bu yayın, Kurtuluş Savaşı ve Türkiye tarihi açısından büyük önem taşır. Ayrıca Damat Ferit Paşa kabinesinin düşürülüp Ali Rıza Paşa başkanlığında yeni bir kabinenin kurulması; Osmanlı Meclis-i Mebusanı için seçimlerin yapılması; Meclis-i Mebusan’a millî mücadele taraftarı kimselerin girmesinde rol oynamış bir yayın organıdır. "İrade-i Milliye", Heyet-i Temsiliye'nin Sivas'ta bulunduğu günlerde 16 sayı çıkarılmış; heyetin Sivas'tan ayrılıp Ankara'ya gitmesinden sonra bir yerel gazete hüviyetine bürünmüş; yayın hayatına 1922’nin sonuna kadar devam etmiştir. Heyet-i Temsiliye'nin Ankara'ya gidişinden sonra, millî mücadelenin yayın organı olma görevini "Hakimiyet-i Milliye" gazetesi üstlenmiştir. Milli Mücadele’nin esaslarını anlatmak, millî mücadele karşıtı propagandalara yanıt vermek üzere bir gazete çıkarılması Sivas Kongresi’nin 11 Eylül 1919’da gerçekleşen sekizinci oturumunda kararlaştırıldı. Gazeteye mesul müdür bulma görevi kongrenin Sivas delegesi Rasim Bey (Başar)’e verildi. İttihat ve Terakki ile ilgisi olmayan birini bulması Bey’den özellikle istendi Rasim Bey, o sırada 22 yaşında bir genç olan "Demircizade Selahaddin'i (Ulusalerk)" Mesul Müdür olarak belirledi. Heyet-i Temsiliye üyesi Mazhar Müfit Bey yazı işleri müdürü oldu. Gazete, Vilayet Matbaası’nda basıldı. Gazetenin başlığında haftada iki gün yayınlanır ifadesi yer alıyordu ancak başlangıçta hafta bir gün çıkarıldı . Zaman içinde haftada iki kere ve daha sonra günlük olarak çıkarılmıştır. Kimi kaynaklara göre gazetenin adı bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından konuldu ancak bu adının konuluşu hakkında kesin bilgi yoktur. Gazetenin başlık altında "Metâlib ve Âmâl-i Milliyenin Müdafiîdir" ("Milletin arzu ve isteklerinin savunucusudur") ibaresi yer almıştır. İrade-i Milliye, 30X50 santimetre boyutlarında iki sütunlu dört sayfadan ibaret bir gazete olarak hazırlandı. Şekil ve sütunlarının durumu sermürettip Mahmut Efendi tarafından yapılıyordu. Dördüncü sayısından itibaren sütun sayısı üçe çıkarıldı. 14 Eylül 1919’da çıkan ilk sayıda, gazetenin yayınlanmasından 10 gün önce toplanan Sivas Kongresi'nde Mustafa Kemal'in kongreyi açış nutku ile padişaha, sadrazama ve itilaf devletlerine çekilen ariza ve muhtıralar yer almaktadır. Gazetede imzalı yazı yayımlamama kararı alınmıştı. Ancak “"Harekât-ı Milliyenin Es-babı"" adlı yazı, Sivas Kongresi’nin İstanbul delegesi olarak katılan gazeteci İsmail Hami Bey adıyla yayımlandı. Gazetenin ikinci sayısında Damat Ferit Paşa kabinesine karşı duyulan güvensizlik ve bu kabine ile her türlü ilişkinin kesildiğine dair her bölgeden, ilden ve kazadan İstanbul'a, itilaf devletlerine ve Heyet-i Temsiliye'ye çekilen telgraflar yer almaktaydı. Ayrıca İsmail Hami ismiyle ""Ferit Paşa Kabinesiyle Kat-ı Münasebet"" başlıklı yazı yayımlanmıştır. İlk sayılardaki haberlerin yüzde kırkını telgraf metinleri oluşturmuştur. İç ve dış basından kaynak göstermeden pek çok haber aktarılmıştır. O güne kadar Sivas’ta çıkan gazetelerin tirajı birkaç yüz olmasına rağmen; İrade-i Milliye’nin ilk sayısı bin adet basıldı. Gelen yoğun talep üzerine her sayıda baskı sayısı arttırılmış, 5000 adede kadar çıkarılmıştır. Nüshalar propaganda için Müdafaa-i Hukuk Cemiyet’lerine ve diğer cemiyetlere belediyelere gönderilmekteydi. İstanbul'a ve işgal altındaki diğer illere ulaştırılabilmesi için çeşitli resmî kurumlardan alınan zarflara konulup sanki resmî evrakmış gibi gönderilmesi sağlandı. Heyet-i Temsiliye, Sivas’tan ayrılırken gazeteyi de beraberinde Ankara’ya götürmek istediyse de Sivas ileri gelenlerinin isteği üzerine İrade-i Milliye, yayın hayatına Sivas’ta devam etti. 10 Ocak 1920’de Ankara’da yayına başlayan "Hakimiyet-i Milliye", Heyet-i Temsiliye’nin resmî yayın organı olarak İrade-i Milliye’nin yerini aldı. Gazete ikinci döneminde Milli Mücadeleyi savunan bir çizgi izlemeyi sürdürdü. Bir süre İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi Halis Turgut’un mesul müdürlüğünde çıkarıldı. 1921’de Halis Turgut’un yönetiminde iken iki defa İstiklal Mahkemesi tarafından kapatıldı. Gazetenin yayın hayatı 1922’de sona erdi. Çizmeli Kedi Çizmeli Kedi (;), insanları aldatarak yoksul efendisi için zenginlik ve saygınlık elde etme peşinde koşan bir kedi hakkındaki Avrupa masalıdır. Masal yazılı olarak ilk defa İtalyan yazar Giovanni Francesco Straparola’nın “"Hoş Geceler"” adlı derlemelerinde (1550-1555), 1634'de İtalyan şair Giambattista Basile tarafından toplanan Avrupa halk hikayeleri arasında, daha sonra Fransız yazar Charles Perrault tarafından 1697'de toplanan "Anne Kazın Hikayeleri"'nde yayımlanmıştır. 16. yüzyılda Venedik'te yayımlanmış bir masal kitabındaki Bohemyalı bir kadının oğlu olan ve ona yardım eden becerikli kedi kılığına girmiş peri sayesinde Bohemya kralı olup çıkan yoksul köylü çocuğu hikayesinin bu masala kaynaklık ettiği öne sürülmüştür. Sözlü gelenekten beslenen masalın insanlığın çok eski dönemlerindeki gelenek ve inanışları yansıttığı düşünülür. Kimi yazarlar kökeninin Anadolu'ya kimileri Avrupa'ya dayandığını iddia eder. Çoğu Batı klasik masallarına kaynaklık eden Hint masalları derlemesi "Panchatantra"'nın kaynağı olduğu öne sürülür. Kimi yorumlara göre öykünün ana kaynağı Eski Mısır’dır; nehirde yıkanma, yeni elbiseler giyme metaforu ile geleceğin kralının tahta hazırlanışını anlatır. Öykünün bir benzerine Zanzibar folklorunda “"Darai Sultanı"” adı ile rastlanır; ancak orada Çizmeli Kedi, ceylan olarak geçer. Öykünün Moğol folklorundaki anlatımında kedinin yerini tilki alır. Bir değirmencinin ölürken değirmenini büyük oğluna, eşeğini ortanca oğluna, kedisini küçük oğluna bırakmıştır. Elinden hiçbir iş gelmeyen delikanlı kediyle ne yapacağını bilemez. Ancak kedi dile gelir, ona yardım edeceğini söyler. Bir çift çizme ve bir torba ister. Evden uzaklaşan kedi, bir tepenin yamacında ölü taklidi yapar ve torbasına koyduğu havuçla şalgamı yemeye gelen tavşanı boğar. Saraya gidip tavşanı Efendisi Karabas Markisi’nin armağanı olarak krala sunar. Çizmeli kedi, uzun süre bu şekilde krala armağan götürmeyi sürdürür; Karabas Markisi hakkında kralın meraklanmasını sağlar. Bir gün kralın, kızını nehir kıyısında gezintiye çıkacağını öğrenince değirmencinin oğlunun onların geçeceği saatte nehre girip boğuluyor taklidi yapmasını ister ve araba yaklaşınca kraldan yardım ister. Kralın adamları boğulma taklidi yapan genci kurtarır. Çizmeli kedi, efendisinin elbiselerinin çalındığını söylemiş olduğundan gence kralın yedek elbiseleri giydirilir. Kralın kızı, şık kıyafetlerle çok göz alıcı görünen gence aşık olur. Kral arabasına genci de alıp yola devam ederken denizler gibi uzanan tarlaların önünde arabayı durdurup orada çalışan işçilere tarlaların kimin olduğunu sorar ve “Karabas Markisi”’nin yanıtını alır. Çünkü kedi, kestirme yoldan koşup eğer böyle söylemezlerse kılıçtan geçirileceklerini söyleyerek işçileri korkutmuştur. Aslında tarlalar o civarda kocaman bir sarayda yaşayan ve istediği hayvanın kılığına girebilen Ogre türü bir deve aittir. Çizmeli kedi onu ziyaret eder ve yeteneğini sergilemesini ister. Kedinin isteği üzerine dev önce aslan, sonra fare kılığına girer. Fare kılığına giren devi kedi hemen yiyiverir. Kralın arabası devin sarayına gelince onu “Karabas Markisi’nin sarayına hoşgeldiniz” diyerek karşılar. Markinin zenginliğinden etkilenen kral, güzel kızını değirmencinin oğlu ile evlendirir. Melez dövüş sanatları Melez dövüş sanatları, çeşitli dövüş sanatlarından teorileri ve teknikleri bir araya getirerek oluşturulmuş dövüş sanatları. Karma dövüş sanatları gibi diğer terimler melez dövüş sanatları ile yakın anlama sahip olmakla birlikte karma dövüş sanatları veya KSS (Mixed Martial Arts) belirli müsabakalarda kullanılan bir mücadele sporuna atıfla kullanılmaktadır. Zen Do Kai Zen Do Kai, Avustralya'da geliştirilen serbest stil bir savaş sanatıdır. Etkili bir kendini koruma sistemi arayan insanlar için geliştirilmiştir. Bir karate formu olarak görülmesine karşın Thai kick boksa oldukça benzeyen bir sistemdir ve duruşları Tai kickboksu andırmaktadır. Çalışmalarında Tai kick boks talimlerinde kullanılan teknikler ve uygulamalar bulunmaktadır. Antônio Carlos Zago Antônio Carlos Zago (d. 14 Mart 1969, Presidente Prudente), defans pozisyonunda görev yapmış Brezilyalı Millî futbolcu ve teknik direktördür. Zago, São Paulo eyaletinin, Presidente Prudente şehrinde doğdu. İtalyan kökenlere sahipti. Futbola São Paulo takımında başladı. 2 yılda 64 kez forma giydi ve 4 gol attı. 2 yerel şampiyonluk dışında, bir Brezilya Ligi Série A şampiyonluğu, bir tane de Copa Libertadores şampiyonluğu gördü. 1992-93 sezonunda ise ilk yurtdışı deneyimini yaşadı. La Liga'nın yeni takımlarından Albacete Balompié'ye transfer oldu. Ancak sadece 12 maçta forma giyebildi. Takım lig 17.si olunca, ülkesine geri döndü. 1993'te bir başka São Paulo takımı ve eski takımının ezeli rakibi Palmeiras'a transfer oldu. Parmalat'ın sponsorluğunu aldıktan sonra suskun günlerine son veren Palmeiras'ın yenilenme politikaları çerçevesinde takıma geldi. Edmu
ndo, Rivaldo ve Roberto Carlos gibi ünlü isimlerle oynadı. İlk sezonunda bir Brezilya şampiyonluğu daha gördü. Ayrıca yerel turnuvalarda başarılı sonuçlar aldılar. Sonraki sezon da Brezilya şampiyonluğunu kaptırmadılar. 1996-97'de bir kez daha şansını yurtdışında denedi. Bu sefer Japon takımı Kashiwa Reysol takımına gitti. 24 maçta forma giyse de takımda başarılı olamadı. 1997-98'de tekrar ülkesine, bu sefer de Corinthians'a transfer oldu. Takım yine bir São Paulo ekibiydi ve diğer 2 takımın ezeli rakibiydi. Böylece Zago, aynı şehrin üç büyük takımında da oynayan ender futbolculardan biri oldu. 12 maç forma giydikten sonra, sezon bitmeden, İtalya'nın en büyük takımlarından AS Roma'ya transfer oldu. Corinthians ise sezon sonunda Brezilya şampiyonu oluyordu ve Zago, katkıda bulunsa da üç ayrı takımla şampiyon olma sevincini tadamıyordu. 1998'in başında Serie A takımlarında teknik adam Zdenek Zeman tarafından AS Roma'ya transfer olarak kulübün ilk 11'inin değişilmez oyuncularından biri oldu. 11 Şubat 1998'deki Roma-Lecce maçı ilk maçı olurken, oyuna girdikten birkaç dakika sonra kırmızı kart ile oyundan atıldı. Roma'daki artan performansıyla dikkat çekti ve uzun bir aradan sonra 1999'da millî takıma tekrar çağrıldı. Romalı taraftarlardan Terminatör lakabını alan Zago, vatandaşı Aldair ve Arjantinli Walter Samuel ile güçlü bir defans hattı oluşturmuştu. 2001'de Roma ilk kez İtalyan Süper Kupası'nı kazanırken 90 dakik sahadaydı. 1999 Kasımında Lazio ile oynanan bir maçta derbide Diego Simeone'un yüzüne yumruk attı. Bu olay sonucu takımından olumlu tepkiler aldı. Ancak 2000-2001 sezonun sonlarına doğru yemek yediği restaurantta dört Lazio SS'li tarafından saldırıya uğradı. Bu olay üzerine Roma'daki kariyerini sonlandırmayı düşündü. Ailesi de Roma'dan ayrılması için baskı yaptıysa da bir sezon daha bu takımında kaldı. Roma'dan ayrıldıktan sonra bir süre futbola devam etmeyen Zago, 2002-03 sezonu için Beşiktaş ile anlaştı, Beşiktaş'ın ligi şampiyon tamamladığı 100. yıl kadrosunun önemli oyuncularından biri olarak defans mevkiinde görev aldı. Beşiktaş'tan sonra ülkesine dönen Zago 2004 sezonunda Santos'de forma giydi ve bir Brezilya şampiyonluğu daha yaşadı. 2005 ve 2006'da iki sezon Juventude'de, 2007'de ise tekrar Santos'ta forma giyip futbolu bıraktı. Zago, 1998-2001 yılları arasında 37 kez Brezilya millî futbol takımı kadrosuna çağrıldı ve 3 gol attı. İlk maçına 30 Ekim 1991'de Yugoslavya karşısında 3-1 kazandıkları maçta çıktı. Bir dönem millî kariyeri kesintiye uğrasa da Roma'da oynarken tekrar takımda yerini aldı. 1993 ve 1999 yıllarında Copa América'yı alan Brezilya millî takımının kadrosunda yer aldı. 1999'da bu kupayı kazandılar. 2002 FIFA Dünya Kupası elemelerinde defans oyuncusu olmasına rağmen 2 gol atıp, Brezilya'nın kupaya gitmesine yardım etti. 2008'de teknik direktör Mano Menezes'in yanında eski takımı Corinthians'ta çalıştı. 2 Haziran 2009'da ise teknik direktörlük kariyerine Brezilya Serie B takımlarından Sae Caetano'yu çalıştırarak başladı. 18 Şubat 2010 günü Muricy Ramalho'nun Palmeiras takımından kovulmasının ardından Palmeiras takımının yeni teknik direktörü oldu. Goodison Park Goodison Park İngiltere'nin Liverpool şehrindeki "Walton" semtinde Everton FC futbol kulübünun stadyumudur. 1892 yılında inşa edilen Goodison Park, dünyanın en eski futbol stadyumlarından biridir. Bu stadyuma İngiltere'de "Muhteşem yaşlı bayan" lakabı takılmıştır. 1913 yılında Kral V. George Goodison Park'ı ziyaret etti. Bu İngiltere'de bir hükümdarın ilk stadyum ziyaretiydi. 40.569 seyirci kapasiteli Goodison Park stadyumu çeşitli tarihlerde önemli müsabakalara ev sahipliği yaptı. Jieishudan İngiltere'de geliştirilmiş kendini savunma sistemi; Jieishudan (Cişudan olarak okunur) Japonca'da "kendini savunmak için ölçüler" anlamına gelmektedir. Jieishudan yer dövüşü, boks gibi savaş sanatlarından unsurları içine alan melez bir savaş sanatı olarak sınıflandırılır. Jieishudan'ın kurucularından biri Ian Zeffdır ve 1980'lerin başlarından bu yana Birleşik Krallık'da bir metoda bağlanmadan çalışılmaktaydı. Başlangıçta isimlendirilmemiş bir sokakta kendini savunma sistemi olarak gençlik kulüplerinde çeşitli çevrelerden gelen kendini savunmak isteyen gençlere öğretiliyordu. Eğitmenler çeşitli savaş sanatlarından gelen kişilerdi ve herhangi bir karşılık beklemeksizin bu kulüplerde eğitim vermekteydiler. Kral Abdülaziz Stadyumu Kral Abdülaziz Stadyumu Suudi Arabistan'ın Mekke şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen stadyum. Çoğunlukla futbol maçları için kullanılan stadyum 38.000 seyirci kapasitelidir. Prens Muhammed bin Fahd Stadyumu Prens Muhammed bin Fahd Stadyumu, Suudi Arabistan'ın Dammam şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen stadyum. Çoğunlukla futbol maçları için kullanılan stadyum 35.000 seyirci kapasitelidir. Stadyum ismini Suudi Arabistan kraliyet ailesinin bir ferdi olan Prens Muhammed bin Fahd'dan almıştır. Kral Abdullah Stadyumu Kral Abdullah Stadyumu Ürdün'ün başkenti Amman'da çok amaçlı olarak inşa edilen stadyum. Çoğunlukla futbol maçları için kullanılan stadyum 18.000 seyirci kapasitelidir. Vacón Vacón (ya da Bakom), Peru askeri personeli ve yerel polisleri tarafından suçu önlemekte kullanılan melez savaş sanatıdır. 1980'lerin başlarında Villa el Salvador bölgesindeki eski bir deniz subayı ve Jujitsu uzman tarafından geliştirilmiştir.. Vacón, Jujitsu gibi eski savaş sanatları ile Lima'nın eteklerindeki yerleşim yerlerinde bilinen sokak dövüşü tekniklerinin bir karışımıdır. Sokaklarda kullanılan kendini savunma sisteminin en şiddetlilerinden biridir. Ana amaç rakibe muhtemel en büyük güçle saldırmak ve dengesini bozmaktır. Kol kilitleri ve eklemleri sıkıştırma büyük ölçüde kullanılmaktadır. Halife Stadyumu Khalifa Uluslararası Stadyumu, Katar'ın başkenti Doha'da çok amaçlı olarak inşa edilen stadyum. Çoğunlukla futbol maçları için kullanılan stadyumda atletizm müsabakaları da yapılmaktadır. Doha 2006 Asya Oyunlarına ev sahipliği yapacak spor kompleksinin bir parçası olan Khalifa Uluslararası Stadyumu 50.000 seyirci kapasitelidir. Tani bin Casim Stadyumu El-Garrafa Stadyumu Katar'ın başkenti Doha'da 2003 yılında inşa edilen çok amaçlı bir stadyum. El-Garrafa Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Katar'ın El-Garrafa takımının maçlarını yaptığı El-Garrafa Stadyumu, 25.000 seyirci kapasitelidir. El-Vakrah Stadyumu El-Vakrah Stadyumu Katar'ın Vakrah' şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. El-Vakrah Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Katar'ın El-Vakrah takımının maçlarını yaptığı El-Vakrah Stadyumu, 20.000 seyirci kapasitelidir. Hapkido Hapkido (Korece: 합기도) Kore kökenli bir dövüş sanatıdır. "Hap:" Beden ve ruhun uyumlu birlikteliği; "Ki:" Yaşam ve beden enerjisi, iç enerji; "Do:" Eğitim yolu, sanatı. Bu üç sözcüğün birleşmesiyle oluşan "Hapkido" terimi, beden, ruh ve iç enerjinin uyumlu birlikteliği temeline dayanan Kore kökenli bir savunma sanatının, bunun da ötesinde, bir yaşam biçiminin adıdır. Hapkido geniş bir yelpazede, kol ve ayak eklem kilitlemeleri, fırlatma, her türlü ayak teknikleri, el teknikleri ile akrobatik jimnastik, eğme, bükme ve sinir noktalarına baskı tekniklerinin yanında ateşsiz her türlü silahı ustaca kullanmayı, günlük hayatta kullanılan eşyaları birer silaha dönüştürmeyi öğretir. Örneğin: sopa, şemsiye, bıçak, yelpaze, toka gibi günlük araç gereçlerin kullanımı da hapkidoda mevcuttur. Bir spordan ziyade meşru müdafaaya uygun bir sanat olduğunu söylemek daha doğrudur. Yaşa bağlı olmaksızın hem kadınlar hem de erkekler tarafından öğrenilebilir. Hapkido, yani savunmanın dosdoğru yapıldığı yer anlamına gelen ve yaklaşık 3000 yıllık bir tarihi olan Kore savunma sanatının filizlendiği merkezlerde oluşmuştur. Bunların önde gelenleri hanedanlık sarayları, Budist tapınakları ve savunma ordusunun yetiştirildiği ordu karargahlarıdır. Uzak Doğu savunma sanatı bir savaşın yöntemi olmaktan çok her insan ruhunda barınan yıkıcılık ve korkaklık gibi duyguların eğitilip onura ve erdeme götüren yola (Do) doğru mesafe kaydetmektir. Savunma sanatlarında uygulanan teknikler dövüş kalıplarından çok ruhu ve bedeni eğiten egzersizlerdir. Bu yüzden sanat temeli kazanmış olan savaş tekniklerinin belli nefes teknikleri ve konsantrasyonla çalışılan meditasyon bölümleri vardır. Hapkidoda Ki-Gong gibi. Amaç düşmanı yok edip ortadan kaldırmak değil, ona karşı savunarak onu kazanmanın yolunu keşfetmektir. WAHA, 2012 yılında kurulan tüm hapkido sistemlerini birleştiren federasyonlar üstü bir kuruluştur. Açılımı "World All Hapkido Association"'dır. Başkanı seçimle belirlenir. İlk başkanı Kim Chang Sun olmuştur. Şu anki başkanı Türkiye Hapkido Federasyonu Başkanı Şükrü Kınataş'tır. Süheym bin Hamad Stadyumu Katar SC Stadyumu, Katar'ın başkenti Doha'da çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Katar SC Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Katar'ın Katarspor Külübünün (Katar SC) maçlarını yaptığı Katar SC Stadyumu, 20.000 seyirci kapasitelidir. Buşmanlar Buşmanlar Botsvana ve Namibya'ya komşu Kalahari çölünde yaşayan Güney Afrika halklarına verilan addır. Khwe Khoe, Basarwa veya San olarak da bilinirler. Bu halkaların dillerinde kendilerine topluca verilen bir isim bulunmamaktadır. Arkeolojik kanıtlar bu halkların güney Afrika'da (ve muhtemelen Afrika'nın diğer bölgelerinde de) en azından 22 bin yıldır yaşadıklarını göstermektedir. Buşman kültürü geleneksel bakımdan toplayıcı-avcı bir kültürdür. Çoğu Buşman grupları sığır çiftlikleri veya açılan av arazileri sebebiyle yaşam alanlarının daraltılmasından dolayı sıkıntı yaşamakta ancak merkezi hükümet ise hakların kendi yaşamlarını sürdürebilecek alanlara sahip olduğunu iddia etmektedir. Wounded Knee Katliamı Wounded Knee Katliamı (Yaralı Diz Katliamı), Lakota Siyuları ile Birleşik Devletler arasındaki son büyük çatışma. Güney Dakota'da Pine Ridge Kızılderili Rezervasyonunda Wounded Knee Deresi (Lakotaca: Čhaŋkpé Ópi Wakpál
a) yakınlarında 29 Aralık 1890'daki olaylarda 62'si kadın ve çocuk en az 153 Kızılderili (çoğu Minikonju 38 kişi de Hunkpapa Lakotası) öldürülmüştür. General Nelson A. Miles tarafından Yerli İşleri Komisyonu'na yazılan bir mektupta çatışma sonrasındaki olaylar "katliam" olarak nitelendirilmiştir. Alaska'da Kodiak Adası'nın yakınındaki Sitkalidak adasında 1784 yılında Rus kürk tüccarları tarafından yerli Supiklere karşı yapılan Awa’uq Katliamı'nı arkeolog Rick Knecht "Wounded Knee of Alaska" («Alaska'nın Wounded Knee [Katliamı]») olarak nitelendirir. 1890'da ABD hükümeti Amerikan yerlilerinin (Kızılderililer) yaptığı "Hayalet Dansı" nın bir savaş dansı olduğundan şüpheleniyordu. Ancak bu dans Kızılderililer için kutsal bir tören idi ve bazı yerliler ellerinden alınan haklara bu kutsal dansı icra ederek kavuşacaklarına inanıyorlardı. Savaş Bakanlığı yerlilerin bir isyan hareketine kalkışacakları düşüncesiyle 7. Süvari alayını Pine Ridge ve Rosebud bölgelerindeki Lakota yerlilerinin kamp yerine göndermiş, bu kutsal dansı icra edenleri tutuklamak istemişti. 29 Aralık 1890'da Birleşik Devletlerin beş yüz kişilik 7. Süvari alayı Minikonju Lakotalarının kamp yerlerini çevirmiş ve çıkan çatışmada yirmi beş süvariye karşılık, aralarında altmış iki kadın ve çocuğun yer aldığı en az 153 Siu öldürülmüştür. Ancak çatışma sırasındaki kargaşada tam olarak kaç kişinin öldüğü bilinmemektedir. Dee Brown 1970 yılında yazdığı "Bury My Heart at Wounded Knee" adlı incelemesinde (Türkçeye "Kalbimi Vatanıma Gömün" olarak çevrilmiştir) Kristof Kolomb'un İspanya Kraliçesine Kızılderililerle ilgili şunları yazdığını aktarır: 1890'da Wounded Knee'deki Siu katliamı Kızılderili özgürlüğünün sembolik olarak sonu oldu. Katliamı yaşayan Kara Geyik o gün bir başka şeyin daha öldüğünü söyler: "O zaman kaç kişinin öldüğünü anlayamamıştım. Şimdi kocamışlığımın şu yüksek tepesinden gerilere baktığımda, yerde birbirleri üzerinde yığılı duran boğazlanmış kadınları ve çocukları hâlâ o genç gözlerimle görebiliyorum. Ve orada, o çamurun içinde bir şeyin daha öldüğünü ve o kar fırtınasına gömüldüğünü görebiliyorum. Evet, bir halkın düşü öldü orada..." Bu katliamı yaşayanlardan biri, Gelincik Louise yaşadıklarını şöyle anlatıyordu: "Kaçmaya çalıştık. Ama yaban sığırı gibi bir bir vurdular bizi. Beyazların içinde de iyi insanlar bulunduğunu biliyorum, ama kadınları ve çocukları da vurduklarına bakılırsa askerler çok kötü insanlar olmalı. Kızılderili askerler beyaz çocuklara asla böyle yapmazlardı." Amerikan Ordusu katliam sonrasında ölüleri gömmek için sivil vatandaşlar kiraladı. Savaş meydanına gelenler soğuk havada 84'ü erkek, 44'ü kadın, 18'i çocuk Lakota cesedi ile karşı karşıya kaldı. Katliamdan yaralı kurtulan 7 Lakotalı Wounded Knee Creek bölgesindeki Pine Ridge hastanesinde öldü. General Nelson Miles, katliamın sorumlusu Albay Forsyth'ı görevden almış, Askerî Araştırma Mahkemesi taktik hatasından dolayı kendisini eleştirmiş ancak yine de mahkemede hakkında beraat kararı çıkmıştır. Daha sonra "The Wonderful Wizard of Oz"'un yazarı olarak ünlenecek olan genç editör L.Frank Baum 3 Ocak 1891 yılında Aberdeen Saturday Pioneer'da şunları yazmıştı: "Öncüler daha önce güvenliğimizin tek yolunun Yerlilerin tamamen yok edilmesine bağlı olduğunu ilan etmişlerdi. Asırlardır onlara karşı hata edip durmaktansa medeniyetimizi korumak adına daha büyük bir hata yapıp bu evcilleşmeyen ve evilleştirilemeyen yaratıkları dünya üzerinden tek bir iz kalmamacasına yok etseydik daha iyi yapardık. Biz sıradan insanlar ve beceriksiz komutanların emri altındaki askerler için gelecek güvenliğimiz bunda yatmaktadır. Aksi takdirde gelecekte de geçmişte olduğu gibi kızılderililerle tümüyle sıkıntı yaşayacağımızı bekleyebiliriz." Yirminci yüzyılın sonlarında Wounded Knee Katliamına karşı protesto sesleri daha da yükselmiş, tarihçi Dee Brown aynı adla bir kitap yazmış, Buffy Sainte-Marie ise protest bir müzik bestelemişti. Ünlü oyuncu Marlon Brando 1973'de Baba (The Godfather) filmindeki rolüyle en iyi erkek oyuncu dalında verilen Oskar ödülünü Yaralı Diz Katliamı sebebiyle reddetmişti. 27 Mart 1973'teki ödül törenine kendi adına konuşma yapması için Sacheen Littlefeather adlı Kızılderili genç bir kadını gönderdi. Brando'nun kaleme aldığı, genç Kızılderilinin zaman darlığı nedeniyle tümünü okuyamadığı yazının bir bölümü şu şekildeydi: Littlefeather, zaman darlığı sebebiyle tamamını okuyamadığı konuşmanın tam metnini basına dağıtmıştır. Marlon Brando'nun basına dağıtılan metininden bir bölümün çevirisi: Şahi (silah) Şahi Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılıp kullanılmış olan, devrin en büyük ve özel bir savaş topudur. İstanbul'un fethinde kullanılmıştır. Yapımı üç ay süren, çizimlerini Fatih Sultan Mehmet'in önderliğinde Türk mühendislerinin yaptığı topun dökümünü Bizanslıların daha önce sınır dışı ettiği Macar Urban adlı bir dökümcü yapmıştır. Bunun yanında döküm ustası olarak Cenevizli Donar Usta diye birisinden de bahsedilir. Ayrıca bir rivayete göre de Macar Urban sınır dışı edilmemiş, Bizans zindanlarından lağımcılar tarafından kaçırılmıştır. Urbain’in döktüğü top ve diğer toplar 1452 senesi Ocak ayının sonlarında Edirne’den yola çıkarılmış ve ancak iki ay sonra İstanbul önlerine getirilebilmiştir. Toplar, bazı tarihçilere göre 30 araba 140 öküzle çekilmiş ve devrilmesin diye 200 nefer (asker) görevlendirilmiştir. Evliya Çelebi, “ Büyük topun önünde Kıraç Bey kumandasında on bin akıncı süvarisinden mürekkep bir kol gidiyor topu otuz, bazılarına göre elli veya atmış çift öküz müşkülatla çekiyordu.” demiştir. Edirne'de deneme atışlarının yapılacağı sırada Fatih Sultan Mehmet tellallar göndererek halkı uyarmış, bu gürültünün kaynağını haber vermiştir. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u almak için döktürdüğü büyük top "şahi" adını taşır. Bu topun namlusu 91.5 cm'dir. 680 kilogram ağırlığındaki güllesinin menzili 1200 metredir. Osmanlı ordusunda daha sonra kullanılan büyük toplara da şahi adı verilmiştir. 1464'te Fatih Sultan Mehmet toplardan kırk iki tanesini Çanakkale Boğazı'nın savunması için Çanakkale Boğazı'na göndermiştir. Yüzyıllarca kullanılmadan kalan toplar 1807 yılında İngiliz donanmasına karşı kullanılmış ve beklenenin aksine kusursuz şekilde çalışan toplar bir İngiliz gemisini vurmuş ve 60 denizciyi etkisiz hale getirmiştir. Bir tanesi İngiltere'de, bir diğeri de İtalya'dadır. Günümüzde Fatih döneminden 6 tane top kalmıştır. Bunların en büyüğü olan ve İstanbul'da, Boğazlar'da kullanılan "şahi" bugün İngiltere'dedir. Diğer toplar ise Harbiye'deki askeri müze bahçesinde olup bunların çapı daha küçüktür. Finansal manipülasyon Finansal manipülasyon, iki temel anlamdadır: Nükleer reaksiyon Nükleer reaksiyon veya çekirdek tepkimesi, iki atom çekirdeğinin veya bir atom çekirdeğiyle atom dışından bir atomaltı parçacığın çarpışarak bir veya daha fazla yeni nüklide dönüşmeleri. Bu gibi reaksiyonlarda yer alan atomaltı parçacıklar proton, nötron veya yüksek enerjili elektron olabilir. Kimyasal reaksiyondan farkı, kimyasal reaksiyonların atomların elektronları arasında gerçekleşmesidir. Çekirdek tepkimesi sonucunda eğer proton sayısı değişiyor ise farklı bir elemente ait bir atom oluşmuş olur. Bir reaksiyonun nükleer reaksiyon sayılabilmesi için en az bir nüklidin başka bir nüklide dönüşmesi gerekir; böyle bir dönüşüm gerçekleşmezse yaşanan çarpışma sürecine saçılma adı verilir. Spontane olarak gerçekleşen radyoaktif bozunma, nüklit değişimine yol açsa da nükleer reaksiyon olarak kabul edilmez. Nükleer reaksiyonların araştırılması nükleer fizik ve parçacık fiziği alanlarının konusudur. Nükleer reaksiyonlar enerji endüstrisinde (nükleer reaktörlerde) ve nükleer tıpta kullanılan radyonüklidleri oluşturmak için kullanılır. Fisyon reaksiyonlarında fisil materyalde zincirleme nükleer reaksiyon yaşanabilir. Doğal olarak gerçekleşen nükleer reaksiyonlar arasında yıldızların enerji üretimini sağlayan füzyon reaksiyonları bulunur. Nükleer reaksiyonlar aşağıdaki şekilde ifade edilir: Burada verilen reaksiyon, lityum-6 ve döteryum (hidrojen-2) arasında gerçekleşip iki lityum-4 atomunun oluşmasına yol açmaktadır. Bu ifade şeklinde iki tarafın elektriksel yükü ve baryon sayısı (nihai atomik kütle numarası) korunmalıdır. Nükleer reaksiyonlar enerjinin korunumu yasasıyla sınırlanır. Ekzotermik bir reaksiyonda kinetik enerji salınımı yapılır, endotermik bir reaksiyonun gerçekleşmesi için sisteme kinetik enerji verilmesi gerekir. Bu sürecin hesaplaması parçacıkların duruk kütleleri kullanılarak yapılır. Yukarıdaki örnekte lityum-6 çekirdeğinin duruk kütlesi 6.015 atomik kütle birimidir ("u" olarak kısaltılır), döteryumunki 2.014u ve helyum-4'ünki 4.0026u'dur. Bu durumda: Enerjinin korunumu yasası çerçevesinde buradaki "kayıp" kütle reaksiyon sırasında kinetik enerji olarak salınmış olmalıdır. Bu enerjinin kaynağı nükleer bağ enerjisidir. Kayıp enerji kütle-enerji denkliği prensibi ve Albert Einstein'ın "E = mc²" formülü kullanılarak hesaplanabilir. Nunçaku Nançaku, Japonya'nın Okinawa adasının geleneksel savunma sanatı olan "Okinawa Ko-bujutsu"'nda kullanılan silah. Çin'den Okinawa'ya geçtiği düşünülmektedir. "Enter The Dragon (Ejder Kalesi)" filminde Bruce Lee tarafından kullanılmasıyla popüler olmuştur. Çincede shuāng jié gùn, liǎng jié gùn; èr jié gùn olarak Türkiye'de halk arasında "mınçıka", "mınçuka" ve "sallama" gibi kullanımlarla tanınan ancak İngilizce ve diğer batı dillerinde nunçaku, nunçuk veya çaks şeklinde değişik isimlerle bilinen Kobuda silahlarından biri olan savaş sanatları aleti. zincir veya ip olan iki kısa sopadan oluşur. Diğer Kobudo silahları arasında, tonfa, bo, sai, eiku, tekko, tinbe, roçin, surucin ve kama yer alır. Sansetsukon nunçakuya çok benzemekle birlikte iki sopa yerine üç sopalıdır. Nunçaku'nun kökenleri kesin olarak bilinmemekle birlikte büyük bir ihtimalle Çin'de icat edildiği düşünülmektedir. Pirinci çapağından ayırmakta kullanıldığı şeklinde yaygın bir inanış bulunmaktadır. Diğer bir inanışa göre ise tarım ama
çlı değil Satsuma beyliğinde 17. yüzyılda silahları kısıtlayıcı politikası sırasında bir savaş sanatçısı tarafından silah olarak geliştirilmiş olan üç sopalı Sansetsukon (三節棍)'dan zamanla ortaya çıkmıştır ancak genellikle savaş sanatçıları tarafından sınırlı bir alet olarak kabul edilmektedir. Nunçaku sopanın uzunluğuna ve kılıcın keskinlik avantajına sahip olmayan ve aynı zamanda kullanıcının usta olmayışı durumunda kendisine zarar verebileceği bir alettir. Nunçaku taşımak Kanada, Almanya, Norveç, İspanya ve İngiltere gibi ülkelerde yasal değildir. Amerika Birleşik Devletleri'nin bazı eyaletlerinde yasal olmakla birlikte New York, California ve Massachusetts gibi eyaletlerde yasal değildir. Kırlangıç (balık) Kırlangıç balığı ("Triglia lucerna"), Triglidae familyasına ait bir deniz balığı türü. Marmara, Akdeniz ve Ege denizinin fazla göç etmeyen, yerli balığıdır. Karadenizde de kısmen rastlanır. Ilık denizlerin sahil yakınlarında 5–300 m. derinliklerin diplerinde çiftler halinde yaşar. Küçüklerine derviş balığıda denir. Ortalama 25–30 cm. olur. 80 cm. ve 6–8 kg. olanlarına rastlanır. 15-20 yıl yaşayabilir. 3 yaşında olgunlaşıp sahillerden uzakta üremelerini yapar. Küçük kabuklular, yumuşakçalar, deniz bitkileri ve böceklerle beslenir. Etinin lezzet ve yararı, Her mevsimde bulunmasıyla ekonomik değeri yüksektir. Diğer Akdeniz ve Avrupa ülkelerinde de tükecilerin sevdigi ve bol tükettigi bir balıktır. Demo (müzik) Demo versiyonu ya da bir şarkının demo'su; (İngilizce demonstration (kullanışını gösterme) kelimesinin kısaltması) dağıtım yerine referans amaçlı olarak bir şarkının kayıdıdır. Müzisyenler demolarını kaset veya CD'ye kaydederek prodüktörlere, müzik şirketlerine ve diğer sanatçılara gönderirler. Müzisyenler genelde demolarını kısa şekilde, grup ve aranjörlere sunmak için yaparlar. Başka bir halde de şarkı yazarları, şarkılarını bir sanatçı'ya satmak veyahut da o sanatçının kayıt etmesi umuduyla gönderirler. Türkiye'de MESAM, MÜYAP ve MÜSİAD gibi kurumlardan bestekâr olanlar da; telif haklarını elde etmek için de gönderilmektedir. Bunun yanı sıra, bunu yapmak için öncelikle Noter'den notaların tasdiklenmesi üzerine mecburiyetler de mevcuttur. Ancak; bir şarkının telif hakkı ihlali ancak o şarkı başka bir sanatçı tarafından kendisine aitmiş gibi gösterildiğinde ortaya çıkar. Bu vesile ile, uluslararası herhangi bir kurumdan; telif hakkı edinmek olası bir mahkeme'de eser sahibine hak tanır. Yine de Türkiye'de bulunan 4 müzik kuruluşundan herhangi birinin bestekarı olmak; bu kuruluşların bestekarın haklarını korumasına izin verir. Uluslararası anlamda, 16 Kasım 2002 tarihinden bu yana Creative Commons baz telif hakkı olanağı sunmuştur. Creative Commons'un 2.5 versiyonundan bu yana da başkalarının da kullanmasına izin vermeyen telif hakkı almanıza olanak doğmuştur. Birçok grup veyahut da sanatçı; demo kayıtlarını bir albüm sözleşmesi için yaparlar. Ancak, birçok prodüksiyon şirketi kendilerine gönderilen demo'lar oldukça profesyonelce sunulmadıkça aldırmazlar. Günümüzde (2006) bu profesyonel sunum; şarkı sözlerini ve besteleri tanıtan, CD şeklinde basitçe de olsa albüm şeklinde gözüken demolara göz gezdirmektedirler. Çoğu zaman minimum enstrümanlarla yapılan demo kayıtlarında; gitar - vokal , piyano - vokal, grup ise grup elemanlarının stüdyoda kanalsız tek seferde kayıtlarından oluşur. Günümüzde bir bilgisayar ve synthesizer ile yeterli kayıt yapılabildiği için; birçok bestekâr tüm kayıtlarını kendi başlarına evlerinde yapabilmektedirler. Zargana Zargana ya da Sargan ("Belone belone"), Belonidae familyasına ait uzun ve ince vücutlu bir deniz balığı türü. 60–70 cm, hatta bazen 1 m uzunluğa varır ve ortalama 18 yıl yaşar. Çaça, hamsi, kıraça ve çamuka gibi küçük balıklarla beslenir. Ilıman denizlerimizin yerli balıklarındandır. Kılıç balığının başlıca düşmanıdır. Vücut yapısıyla gayet çevik ve hızlı yüzen bir balıktır. Kendini korumak için su yüzeyine Sıçrayarak da ilerliyebilir. Lezzetli eti ticari açıdan değerlidir. İlkbahardan Sonbahara kadar üreme süresince 30-50000 yumurta döker.Ilık ve sıcak kıyılardan hoşlanır ve her yaz iskele kıyılarında dolaşırlar. Sürü halinde yüzeyde gezen bir balık olduğundan şamandıralı özel bir olta ile avcılığı yapılır. Olta olabildiğince uzağa atılır ve hafif hafif çekilmeye başlanır. Oltanın atıldığı bölgede zargana varsa birkaç tanesi birden yeme atlar. Yakalanan balık oltadan kurtulmak için kendisinden beklenmeyecek bir çeviklikle zik zaklar çizer dışarılara zıplar. Uzun ince yapılı, yelkenbalığına benzer bir okyanus-kıyı balığıdır. Okyanuslarda az rastlanır ama iskele kıyısında bol bulunur ve özellikle şamandıralı olta ile kıyıdan balıkçılığı yapılır. Kemikli kıvrak ve ince yapılı ege ve akdenizde çoklukla bulunan kıvrak hızlı ve gece-gündüz aktif yelkenbalıklarıdır. Fishbase'de Zargana (İngilizce) Çipura Çipura ya da çupra ("Sparus aurata"), Sparidae familyasına ait, Akdeniz'de yayılım gösteren balık türü. Klimatik yapıdan çipura balığına tüm Akdeniz’de rastlanmakla birlikte doğu ve güney doğu Akdeniz ülkelerinde, Kanarya Adaları'nda, İngiltere kıyılarında, Verde Burnu’nda ve nadir olarak Karadeniz kıyılarında rastlanır. Genellikle tropikal, subtropikal ve ılıman kuşaklarda yayılım gösteren çipura deniz fenogramlarının bulunduğu kumlu–çamurlu ve çamurlu ortamlarda yaşamını sürdürür. Bunun yanı sıra nehir ağızlarına ve lagüner bölgelere de girer. Türkiye'de daha çok güney sahilleri ve Ege kıyılarında yayılım gösterir. 30-50 gram olanları ince lidaki, 100 gram olanları lidaki, 100-180 gram olanları kaba lidaki, 200 gram ve üzeri ağırlıkta olanları da çipura olarak adlandırılır. 0-3 yaş arası çipuraların mide içerikleri incelendiğinde bu türün karnivor bir form olduğu ve özellikle ergin bireylerin Crustacea ve Mollusca familyasına ait türlerle beslendiği ortaya çıkmıştır. Sırt yüksekliği fazla olup lateralden yassılaşmış simetrik bir yapıya sahiptir. Baş iri, burun küt ve ağız terminal konumlu olup düzdür. Alt çenede dişler önde 4 adet kanin, arkada 4 sıra molar, üst çenede ön tarafta 4 adet kanin, arkada ise 3 sıra molar şeklindedir. Üst dudak, alt dudağa oranla daha kalın olup gözün başladığı noktanın paralelinde biter. Gözler orta derecede gelişmiştir. Göz çukuru önündeki mesafe, göz çapından en az iki kat daha uzundur. Gözler arasında V şeklinde yıldızsı bir bant vardır. Kuvvetli çenesiyle küçük kabukluları, balıkları ve diğer hayvanları kolayca yiyen etçil bir balıktır. Yaz aylarında sığlarda, kış aylarında da 30–40 m. derinliklerde yaşar. İki yaşın üzerindekiler daha da derinlere iner. Cinsel olgunluğa erişme yaşı 2 'dir. Bu dönemde balıkların genel olarak erkek oldukları gözlenir. 3 ve 4. yaştan itibaren balıklarda dişiliğe dönüşüm olduğu görülür (Protandrik hermafroditizm). Ortam koşullarına bağlı olarak balıkların cinsiyet değiştirmesi her zaman az da olsa mümkün olduğu bildirilmektedir. Çipura balıkları son 20-25 yılda ilgi çeken ve yetiştirmeye alınan bir tür olduğundan türün her an cinsiyet değiştirebildiği zaman zaman gözlenebilmekte ise de doğadan yakalanan yaşlı balıkların önemli bölümünün dişi olması ve iki yaşlı balıklarda erkek bireylerin çok yüksek oranda olması, bu türde balıkların 2. yaştan sonra çoğunlukla dişi olduklarını göstermektedir. zamanları Ekim – Aralık aylarında olur ve 100–150.000 yumurta dökerler. Eti az kılçıklı, sert, beyaz ve çok lezzetlidir. Izgarada pişirilmesi tercih edilir. Ayrıca üretim kültürüne uygunluğu nedeniyle ekonomik değeri çok yüksektir. Çipura balığı günümüzde Türkiye'de, Yunanistan'da, İsrail'de ve İspanya'da başarılı olarak üretilir. Yıllar boyunca yapılan kontrolsuz avlanmalar sonucu denizlerde sayısı cok azalmış ancak balık çiftliklerinde yetiştirilmektedir, balık çiftliklerinde yetiştirilen balıkların boyutu daha büyük ama eti daha az lezzetlidir. 1.ÇİPURA (Sparus aurata Lin., 1758) BALIĞININ BİYOLOJİSİ VE YETİŞTİRME TEKNİKLERİ Şahin SAKA-Kürşat FIRAT 2.İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sağlık ve Sosyal Hizmetler Dairesi web alanı Manipülasyon Ibrahim Ferrer İbrahim Ferrer (d. 20 Şubat 1927 San Luis, Küba, ö. 6 Ağustos 2005 Havana, Küba), Küba müziğininin önemli gruplarından Buena Vista Social Club'ın vokalistidir. 1927’de Küba’nın Santiago şehrinde doğan İbrahim Ferrer, 14 yaşında sahneye çıkmaya başladı. 1950’lerde Pacho Alonso, Orquestra de Chepin gibi efsaneleşmiş Küba orkestralarında çaldı. Hayatını idame ettirebilmek için bir yandan da ayakkabı boyacılığı yapan ve kıt kanaat geçinen Ferrer, 1997 yılında «kaydedilip, yayımlanan» ilk performansını Afro-Cuban All Stars’ın ilk albümü «Toda Cuba Le Gusta»da sergiledi. Bir sonraki sene Ry Cooder’ın «Buena Vista Social Club» isimli albümünde yer aldı. 1999’da ilk solo albümü «Buena Vista Social Club Presents Ibrahim Ferrer» piyasaya çıktı. Geç gelen başarısı göz ardı edilmeyen Ferrer, 2000 yılında ilk olarak düzenlenen Latin Grammy Ödüllerinde «En İyi Yeni Sanatçı» ödülünü aldı. Grup Düş Grup Düş Ali Paşalıoğlu'nun kurduğu, Alper Gür, Can Çelebi, Cevat Öztürk üçlüsünden oluşan müzik topluluğudur. Haskovo Stadyumu Haskovo Stadyumu Bulgaristan'ın Hasköy şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Haskovo Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Bulgaristan'ın PFC Haskovo takımının maçlarını yaptığı stadyum, 20.000 seyirci kapasitelidir. Todor Diev Stadyumu Todor Diev Stadyumu Bulgaristan'ın Filibe şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Todor Diev Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Bulgaristan'ın FC Spartak Plovdiv takımının maçlarını yaptığı stadyum, 7.000 seyirci kapasitelidir. Iskar Stadyumu Iskar Stadyumu Bulgaristan'ın Samokov şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Iskar Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Bulgaristan'ın Rilski Sportist takımının maçlarını yaptığı stadyum, 7.000 seyirci kapasitelidir. Tiça Stadyumu Tiça Stadyumu, Bulgaristan'ın Varna şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum
Tiça ise Kamçiya nehrinin eski ismidir. Ticha Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Bulgaristan'da dört defa şampiyon olan Çerno More takımının maçlarını yaptığı stadyum, 12.000 seyirci kapasitelidir. Cherno More Karadeniz anlamına gelir. Sandanski Stadyumu Sandanski Stadyumu Bulgaristan'ın Sandanski şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Sandanski Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Bulgaristan'ın FC Vihren Sandanski takımının maçlarını yaptığı stadyum, 5.000 seyirci kapasitelidir. Noodles Kevin 'Noodles' Wasserman (d. 4 Şubat 1963, Los Angeles, Kaliforniya), The Offspring grubunun gitaristi. Dexter Holland ile birlikte grubun ilk kurulduğu lise yıllarından bu yana gruptaki bestecilik ve lead gitaristlik görevini devam ettiren Noodles, grubun tüm diğer üyeleri henüz öğrenci iken, o grup arkadaşlarının bulunduğu okulda hademelik yapıyordu. Gruba ilk olarak alınmasının nedeni olarak ise grup arkadaşları, yaş olarak sadece Noodles'ın alkol alacak kadar yetişkin olduğundan bahsetmektedirler. Kalın çerçeveli gözlükleri ve griye çalan diken gibi saçları ile grubun, Dexter Holland ile birlikte en çok bilinen elemanıdır. Lazur Stadyumu Lazur Stadyumu Bulgaristan'ın Burgaz şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Lazur Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Bulgaristan'ın PFC Chernomorets Burgas takımının maçlarını yaptığı stadyum, 18.000 seyirci kapasitelidir. Ogosta Stadyumu Ogosta Stadyumu Bulgaristan'ın Montana şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Ogosta Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Bulgaristan'ın PFC Montana takımının maçlarını yaptığı stadyum, 7.000 seyirci kapasitelidir. Dünya devrimi Dünya devrimi, Marksizmde, devrimin ancak dünyasal ölcekte varolabileceği,yaşayabileceği ve hedeflerine ulaşabileceği varsayımına dayanan siyasi tez. Troçki tarafından savunulan başlıca görüşlerden biri. Marx yaşadığı dönemde tüm Avrupa'da devrimlerin olacağını düşünüyordu. Ekim Devrimi gerçekleştikten sonra Lenin de Dünya devrimi perspektifine bağlı olarak öteki ülkelerde devrim beklentisi içindeydi. Özellikle, Almanya'da bir devrim olacağını umuyordu. Lenin'in 1924'teki ölümünden sonra Sovyet yönetimi bir ikilemle karşı karşıya kaldı: Stalin'e göre Sovyet rejimi öncelikli olarak dünyadaki diğer devletlerle birlikte var olmaya çalışmalıydı. Troçki'ye göre ise Sovyetler'in ilk hedefi dünya devrimini gerçekleştirmek olmalı, gerekirse bu uğurda çatışma göze alınmalıydı. Dünya devrimi gerçekleşmeden tek bir ülkede gerçek bir sosyalist düzen kurulması imkânsızdı. Troçkistlere göre Dünya devrimi kavramı, sınıfsız toplum düşüncesinin politik alanda mantıksal bir gerekliliğidir. Devrim dünyasal ölçekte olmak zorundadır, çünkü sınıfsız toplum, sınıflı toplumlardan oluşan bir dünyada uzun süre ayakta kalamaz, ideallerini ya da ilkelerini bu koşullarda gerçekleştiremez. Kapitalizm dünya ölçeğinde var olan bir sistemdir, öyleyse kapitalizmin dünya ölçeğinde yıkılması gerekir. Tsar Samuil Stadyumu Tsar Samuil Stadyumu Bulgaristan'ın Petriç şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Tsar Samuil Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Bulgaristan'ın PFC Belasitsa Petrich takımının maçlarını yaptığı stadyum, 12.000 seyirci kapasitelidir. Gradski Stadyumu Gradski Stadyumu Bulgaristan'ın Samokov şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakaları yapıldığı Gradski Stadyumu, 30.000 seyirci kapasitelidir. Beroe Stadyumu Beroe Stadyumu, Bulgaristan'ın Eski Zağra şehrinde 1962 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Beroe Stadyumu'nda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Bulgaristan'ın Beroe takımının maçlarını yaptığı stadyum, 22.300 seyirci kapasitelidir. Hiroşima Stadyumu Hiroşima Stadyumu (Japonca: 広島県総合グランドメインスタジアム) Japonya'nın Hiroşima şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Hiroşima Stadyumu'nda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Japonya'nın Sanfrecce Hiroşima takımının maçlarını yaptığı stadyum, 15.409 seyirci kapasitelidir. MÖ 30 Eşref Sencer Kuşçubaşı Eşref Sencer Kuşçubaşı ya da bilinen adıyla Kuşçubaşı Eşref (1873, İstanbul - 1964, İzmir) Çerkez Ubıh asıllı Türk istihbaratçı ve gerilla savaşçısı. Abdülaziz Çerkes Mustafa Nuri Bey'in oğludur. Harp okulunun son sınıfında iken Jön Türkler'le ilişkisi yüzünden II. Abdülhamid tarafından Hicaz'a sürgün gönderildi. Sürgünde bulunduğu zindandan kaçıp, II. Abdülhamid'in başyaverinin oğlunu üç tabur korumanın arasından kaçırmayı başardı. Arabistan'da II. Abdülhamid'e karşı giriştiği isyan hareketi sırasında tüm Arabistan'ı dolaştı, yerel şeyhlerle dostluk kurdu. Her an her yerde ortaya çıkabildiği için kendisine "şeyh-it tuyyur" (uçan şeyh) denildi. II. Abdülhamid meşrutiyeti ilan etmek zorunda bırakılıp, aralarında Kuşçubaşı'nın da bulunduğu pek çok kişiye af çıkarmasıyla birlikte isyanına son verdi. İsyan sırasında etrafına topladığı kendisine bağlı silah arkadaşlarıyla beraber, kurulan Teşkilat-ı Mahsusa adlı istihbarat örgütüne katıldı. 1911 yılında Trablusgarp'ta Enver Bey ile birlikte direniş hareketlerini örgütledi. 1912 yılında İkinci Balkan Savaşı sırasında Enver Bey, kardeşi Sami Kuşçubaşı, Cihangiroğlu İbrahim ve Süleyman Askeri ile birlikte Çorlu, Tekirdağ, Malkara, Hayrabolu ve Edirne'nin kurtarılmasında yer aldı. Aynı yıl Süleyman Askeri ve yörenin ileri gelenleri ile beraber Batı Trakya'da, Batı Trakya Bağımsız Hükûmeti adıyla ilk Türk Cumhuriyeti'nin kurulmasında rol oynadı. I. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla birlikte 1914-1915 yılları arasında Teşkilat-ı Mahsusa'nın Arap Yarımadasından sorumlu başkanı olarak görev yaptı, Süleyman Askeri Bey'in ölümünü takiben Teşkilat-ı Mahsusa başkanı olmuştur. 1915-1918 yılları arasında bu görevi sürdürdü. I. Dünya Savaşı sırasında İngilizlere karşı girişilen İkinci Kanal Harekâtı'nda öncü birliklere komutanlık etti. 1917 yılında Hayber'de Faysal'ın (sonradan Irak Kralı olacaktır) 20 bin kişilik birliğine karşı 40 kişilik Teşkilat-ı Mahsusa birliği ile beş saatten fazla savaştıktan sonra yaralı olarak ele esir düştü. Bir savaş gemisi ve bir denizaltı eşliğinde Malta'ya sürgüne gönderildi. Sürgünlüğü sırasında Arabistan'daki macerasını, yakalanışının ve sürgün hayatının ayrıntılarını anlatan bir eser yazdı. Yakalandıktan sonra Lawrence'a ""Lawrence, kazandığını sanıyorsun. Fakat henüz hiçbir şey bitmedi. Hükûmetinin başına öyle musibetler salacağım ki, 2 asır uğraşsanız bitiremeyeceksiniz."" dediği iddia edilmektedir. İngilizlerle imzalanan esir değiş-tokuş anlaşması gereği serbest bırakıldı. Deniz yoluyla Anadolu'ya döndü ve hemen Türk Kurtuluş Savaşı'na katıldı. 1920 yılı boyunca kendi yetiştirdiği Çerkez Ethem'le beraber Kuva-yi Seyyare'de Yunan işgaline karşı savaştı. Özellikle Adapazarı civarındaki Kuva-yi Milliye'nin başarıları ona mal edildi. Çerkes Ethem'in Türk kuvvetlerine isyan edip yenilmesinden sonra onunla birlikte Yunan kuvvetlerine sığındı. Lozan Antlaşması'ndan sonra Yunan ve İngiliz iş birlikçisi olması iddiasıyla, Çerkez Ethem'le birlikte Yüzellilikler listesinde yer alarak vatandaşlıktan çıkarıldı. Türkiye'ye girişi 1936 yılına kadar yasaklandı. 1936 affıyla yurda girişi serbest bırakıldığı hâlde "Hiçbir zaman af dilemedim, hain değilim ki affedileyim." dedi ve yurda dönmedi. 1950 yılında Demokrat Parti'nin iktidar olmasından sonra Türkiye'ye döndü. Yurda dönene kadar Mısır'da İskenderiye şehrinde ikamet etmiş olup bu zaman içerisinde herhangi bir istihbarat faaliyetine katılmamış olduğu tahmin edilmektedir. 1950-1964 yılları arasında Türkiye'de yaşadı ve beraber savaştığı silah arkadaşlarının mezarlarını dolaştı. 1964 yılında vefat etti. Kabri Aydın'da Söke-Kuşadası yolu Yaylaköy Caferli Granta Mezarlığı yanındadır. Komintern Komintern (Rusçası: Коммунистический интернационал, "Kommunistiçeskiy internatsional" – Komünist Enternasyonal ya da Üçüncü Enternasyonal olarak da bilinir) 1919 Martında, savaş komünizmi döneminin (1918-1921) ortasında Vladimir Lenin ve Sovyetler Birliği Komünist Partisi tarafından kurulan, "silahlı kuvvetler de dahil tüm mümkün araçlarla uluslararası burjuvaziyi yıkmak ve devletin tamamen yok oluşu için bir geçiş aşaması demek olan Uluslararası Sovyet Cumhuriyetini yaratmak için" mücadele etme amacı güden uluslararası bir komünist örgüt. Komünist Enternasyonal, değişik ülkelerdeki komünist partilerin, birleşik bir komünist dünya partisi halindeki birliğidir. Komintern, Lenin'in birbirleriyle yaptıkları savaşta ulusal birliği savunan hükümetlere karşı "Zimmerwald solu"na öncülük ettiği 1915'teki Zimmerwald Konferansına müteakip 1916'da çözülen İkinci Enternasyonal'den sonra kuruldu. Yeni enternasyonal böylece ikincisinin I. Dünya Savaşı'na göstermekte başarısız olduğu muhalefete bir yanıt olarak geldi. Üçüncü Enternasyonal'in kurucuları tüm anti-militarist sosyalist hareketin başından beri tamamen karşı olduğu bu savaşa, emperyalist bir savaş olarak bakıyorlardı. Komintern 1943'teki çözülüşüne dek, sekiz Dünya Kongresi yaptı, ilki Mart 1919'da ve sonuncusu 1935'te yapıldı. 1938'de Troçkistler "yozlaşmış işçi devleti" dedikleri Sovyetler Birliği'ne karşı Dördüncü Enternasyonal'i kurdular. Sol Komünizm geleneğini izleyen gruplar bugün yalnızca ilk iki kongreyi ve Troçkist hareketten gelen gruplar da yalnızca ilk dördünü tanırlar. Stalinist ya da Maoist komünist partiler ise yedi kongreyi de tanırlar. II. Dünya Savaşı'nın başında Komintern bir pasifizm politikası izleyerek, bunun tıpkı I. Dünya Savaşı'ndaki gibi pek çok ulusal hakim sınıfın kendi arasında yaptığı bir savaş olduğunu söyledi. Aslında SSCB bir denge politikası güdüyordu ve Sovyetler Birliği'nin davet edilmediği, Fransız ve Britanya demokratik rejimlerinin bir yatıştırma önlemi olarak Sudetenland'ı Hitler'e teslim etmeyi önerdiği Münih Antlaşması'ndan bir yıl sonra, 1939 Ağustosunda Molotov-Ribbentrop Paktı imzalandı. Ama 22 Haziran 1941
'deki Barbarossa Harekâtı ile işgal edilince, Sovyetler Birliği de savaşa girdi. Komintern daha sonra 15 Mayıs 1943'te dağıldı. Onun devam ettiricisi olan Kominform, Temmuz ayında Marshall Yardımı üzerine yapılan Paris Konferansı'nı izleyen Eylül ayında kuruldu. Soğuk Savaş resmi olarak başladı. Devrimci ve reformist düşünce biçimleri arasındaki bölünmeler çok uzun bir zamandan beri varolmakla birlikte, Komünist Enternasyonal'in kökenleri II. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla yüzeye çıkan işçi hareketindeki bölünmeden türemiştir. 1864'te kurulan Birinci Enternasyonal sosyalistler ve siyasi arenaya girmek yerine güçlü bir anarko-sendikalist hareket (bkz: Uluslararası İşçi Birliği) yaratmak isteyen anarşistler arasındaki bölünmeyle dağıldı. 1889'da kurulan İkinci Enternasyonal devam etti ama yine kimi gerilimler oluştu. Örneğin, ta 1899'a kadar, sosyalist hareketin içindeki reformist ya da sağ-kanat üyeleri, Fransız bağımsız sosyalisti Millerand'ın Waldeck-Rousseau'nun cumhuriyetçi kabinesine (1899-1902) girmesini destekliyordu ki bu kabinenin savaş bakanı, 1871'de Paris Komünü'nün ortadan kaldırılmasında önemli bir rolü olan Marki de Galliffet'den başkası değildi. Diğer taraftan devrimci ya da sol kanat üyeler bu gelişmeye şiddetle karşı koydu. Fransa'da bu durum burjuva hükümetine yapılacak sosyalist katılıma karşı koyan Jules Guesde ile sosyal demokrasinin kurucularından birisi olarak kabul edilen Jean Jaures arasındaki tartışmayla temsil edilir. Jules Guesde 1899'da şöyle diyordu: "Bir sınıf partisinde, yani bir devrim partisinde örgütlenmiş olan proletarya, her nerede seçmeli bir ortaklığa girebiliyorsa; her nerede düşman kalesine sızabiliyorsa, bir ihlalde bulunmak ve kapitalist kalede sosyalist bir garnizon kurmak onun yalnız hakkı değil aynı zamanda sorumluluğudur da! Ama işçilerin iradesiyle, sosyalist güçle içeri sızmadığı böyle yerlere; yalnızca rızayla, davetle ve kapitalist sınıfın çıkarları neticesiyle girdiği yerlere, sosyalizm girmemelidir." Jules Guesde "tam da iktidar onu ele geçirdiği sırada, kendisine verilen bir makam sayesinde sosyalizmin gerçekten iktidarı ele geçirebileceği" düşüncesini eleştirerek "böyle bir durum, eğer bir an önce ona son vermezsek, sosyalizmin çaresiz iflasına yol açacaktır. Kendilerini aldatılmış sayan örgütlü işçiler sözle değil eylemle yapılan propagandaya kulak vereceklerdir" diyerek anarşizme işaret ediyordu. Aynı anlaşmazlık ertesi sene yine belirdi. Guesde Lille şehrinde 8,000 kişinin önünde yapılan ve saatlerce boyunca süren "İki Yöntem" adlı tartışmada yaptığı ünlü 29 Kasım konuşması yla burjuva parlamentosuna sosyalist katılımı destekleyen Jean Jaures'e karşı çıktı. Eduard Bernstein'ın sosyalizme gidişte reformist bir yol savunan Evrimci Sosyalizm adlı kitabı üzerine yapılan yazınsal bir tartışma da önem taşımaktadır. Kitap kendisini bir revizyonist olmakla eleştiren Karl Kautsky'den ve genç Rosa Luxemburg'dan yoğun tepki aldı. 1905 Rus Devrimi pek çok sosyalist partiyi radikalleştirdi ve Batı Avrupa ülkelerindeki evrensel oy hakkının kazanılmasıyla sonuçlanan bir dizi genel greve yol açtı. Bu noktada İkinci ya da Sosyalist Enternasyonal her gelişmiş ülkede, her seçimde giderek büyüyen birleşik bir topluluktu. Marksizmin Papası olarak adlandırılan Karl Kautsky, Enternasyonal'in amiral gemisi Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nin çok etkili bir yayın organı "Die Neue Zeit'"in (Yeni Zamanlar) editörü olarak en radikal zamanlarındaydı. Ancak 1910 yılıyla birlikte Sosyal Demokrasinin solunda (Enternasyonal'in kurucuları bunlara bu ismi vermişti) kimi ayrılıklar oluştu ve Rosa Luxemburg ve Hollandalı kuramcı Anton Pannekoek gibi kimi sol-kanat düşünürleri Kautsky'yi her zamankinden daha çok eleştirmeye başladılar. Bu noktadan itibaren Enternasyonal içinde reformist bir sağın, bir merkezin ve bir devrimci sol kanadın oluşmaya başladığını söylebiliriz. Sonraki gelişmelerin ışığında değerlendirildiğinde ilginç olan, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi'nin hem Menşevik kanadının hem de Bolşevik kanadının devrimci sol kanatta sayılmasıydı. Rus göçmenlerinin tartışan grupları Enternasyonal liderleri tarafından dikkate alınmıyorlardı ve genelde halk tarafından da bilinmemekteydiler. I. Dünya Savaşı işçi hareketinin devrimci kanadıyla reformist kanadı arasındaki nihai ve geri döndürülemez ayrılığı sonunda ortaya çıkardı. Sosyalist hareket tarihsel olarak antimilitarist ve enternasyonalistti ve savaşta burjuva hükümetleri hesabına işçi sınıfının ölüme gönderilmesine karşıydı.Ancak kitlesel çoğunluk Sosyalist Enternasyonal'in zaten uluslararası emekçi sınıfa savaşa direnmeleri çağrısında bulunacağı yönündeki çözümlerden bahsederken, savaş ilan edildikten birkaç saat sonra savaşan ülkelerin tüm sosyalist partileri kendi ülkelerini destekleyeceklerini bildirdiler. Balkan ülkelerinin, Rusya'nın sosyalist partileri, ve diğer ülkelerdeki azınlıklar buna bir istisna oluşturdu. Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nin bile savaşın lehine konuşması Lenin'i şaşırttı. Nihayet Fransız sosyalist Jean Jaures'in 31 Temmuz 1914'te öldürülmesi son barış umudunu da yok etti. Jaures İkinci Enternasyonal'i ulusal politikalardan ve destekten sakınmaya çalışan ve enternasyonal sosyalist harekete büyük etkisi olan birkaç liderden biriydi. Tarafsız ülkelerin sosyalist partileri tarafsızlık ve savaşa tamamen muhalefet üzerine tartıştılar. Diğer taraftan Lenin emperyalist savaşa karşı, 1915'teki Zimmerwald Konferansı'nda "Zimmerwald Solu"nu örgütledi ve "Sosyalizm ve Savaş" adlı bir broşür çıkararak ulusal hükümetleriyle iş birliği yapan sosyalistleri sosyal şovenist olarak adlandırdı (yani sözde sosyalist, eylemde şovenist). Enternasyonal, devrimci sol, reformist sağ ve ikisi arasında dalgalanan bir merkez olarak bölünüyordu. Lenin savaşa karşı çıkan ama parti disiplinini bozmaya çekinip, savaş taraftarı olan merkezdekileri de sosyal pasifistler olarak lanetledi. Bu ikinci terim özellikle Britanya'daki Ramsay MacDonald'ı (Bağımsız İşçi Partisi'nin lideri) hedef alıyordu. MacDonald pasifist olarak savaşa karşı çıkan ama aslında ona direnmek için hiçbir şey yapmayan biriydi. Dünyada olanlara karşı gösterdiği eylemsizlik nedeniyle itibarını kaybeden İkinci Enternasyonal 1916'da, savaşın ortasında çözüldü. Görünüşe göre enternasyonalist idealleri her ülkedeki milliyetçi ideoloji nedeniyle ortadan kalkmıştı. 1917'de Lenin "devrimci yenilgicilik" kavramını açıkça destekleyen Nisan Tezleri'ni yayınladı. Bolşevikler Emperyal Rusya'nın savaşta yenilmesi taraftarıydılar ve bu sayede devrimci ayaklanma aşamasına geçmeleri mümkün olacaktı. Böylece 1919 Martının bu koşullarında Komintern Enternasyonal'in başına bir de "Komünist" kelimesi ekleyen Rusya Bolşevikleri tarafından kuruldu. Lenin daha sonra (demokratik merkeziyetçiliği de içinde barındıran) On iki Şartını yeni enternayonale katılma temelinde ayrışan ayrışmayan tüm sosyalist partilere gönerdi. Fransız SFIO (yani İkinci Enternasyonal'in Fransız Seksiyonu) böyece 1920'de yeni Fransız Komünist Partisi'nin kurulmasına öncülük eden 1920 Tours Kongresi'nde bölündü ve Komünist Enternasyonal'in Fransız Seksiyonu adını aldı; Türkiye Komünist Partisi ve İspanya Komünist Partisi 1920'de, İtalyan Komünist Partisi ve Belçika Komünist Partisi 1921'de kuruldu. Komintern'in merkezi siyaseti tüm dünyada Komünist partilerin kurularak uluslararası proleter devrimine yahut dünya devrimine yardım etmeleriydi. Ayrıca tüm devrimcilerin öncelikle kendi ülkelerinden hareket etmeleri gerektiği ama gereken yerde Komintern'in müdahil olabileceği prensibini getiren demokratik merkeziyetçilik fikrini paylaşıyorlardı. Komintern stratejik hedeflerini Ne Yapmalı adlı eserinde zaten anlatan Lenin tarafından örgütlenmişti ve Lenin yeni Enternasyonal'i Dünya Devriminin Genel Kurmayı yapmak amacındaydı. 1919 Martında Komünist Enternasyonal'in İlk Kongresine aşağıdaki partiler ve hareketler davet edilmişti: Komintern Yürütme Kurulu'nun ilk başkanlığını 1919-1926 arasında Grigori Zinovyev yaptı. Bu dönemde birçok yayın basıldı. Vladimir Lenin'in "Sol" Komünizm, Bir Çocukluk Hastalığı adlı eseri 1920 yılında, marksist düşünür Georg Lukacs'ın "Tarih ve Sınıf Bilinci" adlı eseri 1923 yılında, Bela Kun'ın Macaristan Sovyet Cumhuriyeti'ne girmesinin ardından basıldı ve Karl Korsch'un "Marksizm ve Felsefe" adlı kitabıyla birlikte Haziran 1924'teki V. Komintern Kongresi'nde Grigori Zinovyev tarafından revizyonizmle suçlandı. Aynı yıl Stalin "tek ülkede sosyalizm" tezini ileri sürdü ve bu tez Nikolay Buharin tarafından "Batı Avrupa Proleteryasının Zaferi Olmaksızın Tek Ülkede Sosyalizmi Kurabilir miyiz?" adlı broşürde ayrıntılandırıldı (Nisan 1925). Durum Almanya'daki Spartakist isyanın ve Macaristan Sovyet Cumhuriyeti'nin başarısızlığa uğramasının ve İtalya'daki de dahil olmak (İtalyan faşizmi tüm grevleri kırmış ve 1922'de iktidarı ele geçirerek dünya devrimi görüşünü o an için olanaksız kılmıştı) üzere Avrupa'daki tüm sosyalist hareketlerin gerilemesi üzerine, Stalin'in 1926 Ocağında yazdığı "Leninizmin Sorunları" adlı makaleyle devlet politikası haline geldi. Zinovyev 1926'da Stalin'in gözünden düştükten sonra kovuldu. Nikolay Buharin de 1928 yılına kadar Komintern'e önderlik etti ancak 1928'de o da Stalin'le fikir ayrılığına düştü. Bulgar Komünist önder Georgi Dimitrov 1934'te Komintern'in başına geçti ve dağılıncaya kadar görevini sürdürdü. Komintern pek çok uluslararası örgütü destekledi: Komintern'in son kongresi 1935 yılında yapıldı ve faşizme karşı bir Halk Cephesi kurulmasını uygun buldu. Bu politika Komünist Partilerin faşizme karşı olan tüm cephelerle birlikte bir Halk Cephesi oluşturması gerektiğini ve kendilerini işçi sınıfı üzerine temellenen bu partilerle Birleşik Cephe oluşturmak konusunda sınırlamamaları gerektiğini savunuyordu. Bu politikaya karşı Komintern içindeki ulusal seksiyonların hiçbirinden kayda değer bir muhalefet gelmedi ve özellikle Fransa ve İspanya'da 1936'da Leon Blum'ün seçilmesi Halk Cephesi hükümetinin görevi gelmesi konusunda bir dönüm noktası oluşturdu.
Yedinci Dünya Kongresi Komintern'in amacı olarak kapitalizmin devrim yenilgiye uğratılması resmen benimsendi. Leon Troçki Komintern'in devrimci enternasyonal özelliğini yitirdiği düşüncesini savunarak yeni bir Enternasyonal gerektiğini belirtti. Troçki, Stalinist partilerin artık reformist partiler olduklarını, sosyal demokrat partilere benzediğini ama Rus Devletinin sınır korumaları olarak görev yaptığını iddia etti. Aynı eleştiri bu kez de Stalinist kanattan Troçkistlere yöneltildi. Troçkistlere yöneltilen iddia bu kadarla sınırlı kalmadı. Terörist bir örgüt oluşturmak ve Stalin'e karşı komplolar düzenlemek suçuyla ve daha birçok suçla yargılandılar. 1930'larda başlayan yargılamalar sonucu Buharin, Zinovyev, Kamanev gibi sanıklar suçlarını kabul ettiler. (Bkz: http://art-bin.com/art/omoscowtoc.html Moskova Mahkemesi Dava Dosyaları) Bununla birlikte bu yargılamalar üzerindeki sis perdesi hala kaldırılmış değildir ve iki taraf da birbirini suçlamaktadır. Sonuç olarak 1938'de Komintern'e karşı olarak Dördüncü Enternasyonal kuruldu. Dördüncü Enternasyonal'in komünistleri Üçüncü Enternasyonal'in bürokratik ve Stalinist olduğunu ve artık doğru dürüst bir devrimci organizasyon olarak kendini yenilemekten aciz olduğuna inanıyorlardı. Özellikle Almanya'daki komünist hareketin feci yenilgisi Komintern'in artık kifayetsiz ve tamamen Stalin'in kontrolü altında olduğunun bir kanıtı olarak gösteriliyordu. II. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla Komintern bir pasifizm ve karışmazlık politikası izlemeye başladı. Bu savaşın I. Dünya Savaşı gibi çeşitli hakim sınıflar arasındaki emperyalist bir savaş olduğunu iddi etti. Bununla birlikte 22 Haziran 1941'de Sovyetler Birliği'nin kendisi de işgal edilince savaşa girdi. Yine de Birleşik Devletler Savaş Departmanı için yapılan 11 Temmuz 1941 tarihli ve "G-2 Tarafından Hazırlanan Askeri İstihbarat Tahminleri" adlı bir değerlendirme "Sovyet Rejimi içindeki Komintern'in Komünizmin çıkarları için bir dünya devrimi uğraşında" olduğunu belirtiyordu. Komintern 15 Mayıs 1943'te Stalin tarafından resmen dağıtıldı. Komintern Üyeliği olan ulusal partiler Sovyet yardakçısı olmakla suçlanıyordu. Komintern'i feshederek, Stalin bu sorunun üstesinden gelmeyi ve Avrupa komünistlerine savaştan sonra iktidar yolunu açmak istiyordu. Genellikle, Stalin'in böyle yaparak SSCB'nin artık devrim arayaşında olmadığı izlenimini vermek istediği belirtilmektedir. Marshall Yardımı konusunda yapılan 1947 Haziranındaki Paris Konferansı'nı izleyen 1947 Eylülünde Stalin sosyalist partileri topladı ve Kominform'u, diğer adıyla "Komünist İstihbarat Bürosu"nu oluşturdu. Bu ağa Bulgaristan, Çekoslovakya, Fransa, Macaristan, İtalya, Polonya, Romanya Komünist Partileri, Sovyetler Birliği ve Tito'nun öncülük ettiği Yugoslavya Komünist Partisi katıldı. Kominform Stalin'in 1953'te ölmesinin ve SBKP'nin 20. Kongresi'nin ardından 1956'da dağıldı. Dünyadaki Moskova yanlısı Komünist partiler resmi bir uluslararası örgüte artık sahip olmamakla birlikte önder olarak Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ni benimsediler ve Moskova'da dönem dönem bir araya geldiler. Bunlar en dikkat çekicisi ilk Çin-Sovyet ayrılığının gerçekleştiği 1962 yılındaki toplantıydı. Burada SBKP ve Varşova Paktı'nın komünist partileri arasında yakın bir iş birliği vardı. İstanbul Surları İstanbul Surları, İstanbul'un çevresinde bulunan, Doğu Roma zamanında yapılmış şehir duvarlarıdır. İstanbul'un etrafını çeviren surlar tarihte 5. yüzyıldan başlayarak inşa edilmiş, yıkılmalar ve yeniden yapmalarla dört defa elden geçmiştir. Son yapımı MS 408'den sonradır. II. Theodosius (408-450) zamanında İstanbul surları Sarayburnu'ndan Haliç kıyısı boyunca Ayvansaray'a bu taraftan ve Marmara kıyısı boyunca Yedikule'ye, Yedikule'den Topkapı'ya, Topkapı'dan Ayvansaray'a uzanıyordu. Surların uzunluğu 22 km'dir. Haliç surları 5,5 km, kara surları 7,5 km, Marmara surları 9 km'dir. Kara surları üç bölümden oluşur: hendek, dış sur, iç sur. Hendekler bugün tarım alanı olmuştur. Sura bitişik ve 50 m aralıklarla kara surları tarafında, birçoğu yıkılmış, çatlamış durumda 96 burç bulunmaktadır. Bu burçlar, boydan boya uzanan sur duvarlarından 10 metrelik çıkıntıda, çoğunlukla kare planlı ve 25 m yüksekliğindedir. Pencereleri, tonozları, kapıları vardır. İç surlarla dış surlar arasında kapı ve merdiven bulunur. İç surlar ve burçlarda kefeki taşı ve tuğla kullanılmıştır. Dış surlar ise sandık vaya kazamat duvardır. Dış surlarda daha küçük ve büyük burçlar arasına gelmek üzere küçük burçlar vardır. Bütün bu hendek, burç, dış ve iç surların toplam eni 70 m'dir. Surların içinde dehlizler ve küçük oyuklar vardır. Marmara ve Haliç surlarının önündeyse hendek ve dış sur yoktur. Bu surların kalınlığı 5 m, yüksekliği 15 m'dir. Burçlar 20 m'dir, Marmara tarafında 103, Haliç tarafında 94 burç vardır. Marmara tarafı surları boyunca Sirkeci-Halkalı Banliyö Tren Hattı çalışmaktadır. Bu burçlardan bazıları tarihî ün taşır: Yedikule, Sulukule, Anemas, İsaakios. Deniz duvarlar Propontis (Marmara Denizi) ve Haliç (Χρυσοῦν Κέρας) taraflarından şehrin etrafını çevirmekteydi. Her ne kadar özgün Byzantium şehrinin deniz surlarının olduğu bilinse de ayakta kalan Ortaçağ surlarının inşasının kesin tarihi tartışma konusudur. Uzun süre, deniz surlarının ana kara surlarını inşa eden I. Konstantin tarafından yaptırıldığı düşünülüyordu. Ancak, bu inşaat için ilk gerçek referans 439 yılında, şehir valisi Cyrus Panopolis'in kara surlarının onarımı ve denize doğru olan tarafın tamamlanması emri oldu. Bu etkinlik kesinlikle aynı yıl, Kartaca'nın Vandalların eline geçmesi ve Akdeniz'de bir deniz tehdidinin ortaya çıkması sinyallerinden ayrı değildir. Yine de deniz surları 700 yılı civarına kadar özellikle belirtilmemiştir. Deniz surları mimari açıdan Theodosius Surları ile benzer, ama daha basit yapıda inşa edilmişlerdi. Kara surlarına kıyasla daha alçak olan deniz surları limanların iç kısmını da koruyan tek bir duvar halindeydiler. Haliç surları, Haliç'in girişinde İmparator III. Leon tarafından yaptırılan, yüzen variller tarafından desteklenen ağır bir zincir ile korunmaktaydı. Bu zincirin bir ucu günümüzde Sirkeci bölgesinde yer alan Eugenius Kulesi, diğer ucu ise Galata'da yer alan ve alt katı daha sonra Yeraltı Camii'ne dönüştürülen geniş kare kuleye bağlıydı. Varlığın en erken yüzyıllarından beri İstanbul defalarca deniz yönünden tehditlerle karşı karşıya kalmıştır. I. Justinianus'un savaşları'ndan sonra, Akdeniz'in yeniden bir "Roma gölü" haline gelmesi bu tehditleri bir süre için durdursa da Avarlar ve Sasani Persleri tarafından kentin ilk kuşatması sırasında ilk defa bir deniz savaşında şehir tehdit altına girmiştir. Önce Suriye ve Mısır'ın, ardından da Girit'in Araplar tarafından ele geçirilmesi, yeni bir deniz tehdidini ortaya çıkarmış, bu durum da ardışık imparatorların deniz surlarına önem vermesine sebep olmuştur. Deniz surları III. Tiberius veya II. Anastasios tarafından erken 8. yüzyılda restore edilmiştir. Ardından II. Mihail tarafından geniş çaplı bir yenileme başlatılmış, bu yenileme surlar daha da yükseltilerek onun ardılı Theophilos tarafından tamamlanmıştır. Her şeye rağmen Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Venediklilerin deniz surlarını aşabilmesi, deniz surlarının İstanbul savunmasında hala zayıf nokta olduklarını ortaya koymuştur. Bu deneyim sonrasında, VIII. Mihail deniz surlarını yükseltip güçlendirmeye önem vermiştir. Bu faaliyetin ana sebebi, Sicilya Kralı Anjoulu Carlo (Charles d'Anjou, Napolili I. Charles) tarafından olası bir işgal tehdididir. İstanbul surları boyunca ana kapı ve yan kapılar vardır. Kapılar, duvarda 5 m genişlikteki bir kemer altındadır. Ana caddelerin geçtiği Topkapı ve Edirnekapı dışındaki kapılar yan yana iki arabanın geçemeyeceği kadar dardır. Bu kapıların mermer kaplı içleri, ahşap kapıları vardı. Sur üstüne çıkmak için yapılmış merdivenler kapıların iç tarafında sağda ve soldadır. Kapı duvarları içindeki boşluklarda, ana kapının kapatılmasında kullanılan demir kapı yahut parmaklıklar bulunurdu. Ayrıca ana kapıların bazılarında bir dış kapı olurdu. Bunların birçoğu tarihte kaybolmuştur. Bazı kapılar üzerinde kitabeler durmaktadır ama bunlar Osmanlı'dan kalmadır. Dış kapıyla iç kapı arası 25 m'dir. Topkapı Sarayı kapısından başlayarak Haliç'e, buradan Yedikule'ye ve tekrar Topkapı Sarayı'na dolanan duvarların kapıları şöyledir: İstanbul surlarında 50 kapı ve 300 burç vardır ve bir kısmı kaybolmuştur. Dış kent Galata tarafındaki surların da kapıları vardı: Kurşunlumahzen, Karaköy, Balıkpazarı, Yağkapanı, Kürkçükapı, Azapkapı... Çeşitli dönemlerde pek çok güçlendirme çalışmaları İstanbul civarında yapıldı. Şehrin ana duvarları boyunca savunma sistemini tamamlayıcı unsur oldukları söylenebilir. Bunların ilki ve en büyükleri 56 km uzunluğunda olan "Anastasian Duvarı"dır. 5. yüzyıl ortasında Konstantinopolis'in 65 km batıya doğru olan kısmında dış savunması için yapılmıştı. Bu duvar 3,30 metre kalınlığında ve 5 metre yüksekliğindeydi. Fakat onun geçerliliği sınırlıydı. Bir zaman sonra 7. yüzyılda terk edildi. Onun malzemeleri yerel bina yapımında kullanıldı. Fakat bazı parçaları hala mevcuttur. Galata, Bizans döneminde "Sykai"nin dış mahallesi olduğu zamanlar güçlendirilmedi. Haliç'in ağzında boydan boya uzanan zinciri koruma görevi yapıyordu. Mamafih, 1204 yılında şehrin zayıflaması sonrası Galata, bir Venedik mahallesi haline geldi ve daha sonra Ceneviz Cumhuriyeti'nin kolonisi oldu. Bizanslıların itirazlarına rağmen Bizans kontrolü dışında, Cenevizliler mahallelerini kale hendeği ile çevirmeyi başardılar. Koloni etrafındaki kale tipi evlerini kendi yarattıkları ilk duvar ile birleştirdiler. Galata Kulesi daha sonra "Christea Turris" (Tower of Christ) olarak adlandırıldı ve diğer sur uzatmaları 1349 yılında kuzey kısımda yapıldı. Daha sonraki sur genişletmeleri 1387, 1397 ve 1404 yıllarını takip etti. Kabaca yamuk ("trapezoid") bir şekilde yapılan bir genişleme onlara geniş bir kapalı alan sağlıyordu. Genişleme, Azapkapı'dan kuzeye Şişhane'ye orada
n Tophane'ye ve daha sonra Karaköy'e doğru oldu. Osmanlı'nın fethinden sonra duvarlar 1870 yılına kadar kaldı. Birçoğu şehrin genişlemesini sağlamak için yıkıldı. Bugün sadece Galata Kulesi bozulmamış haliyle tarihsel Konstantinopolis'ten kalan görülebilir bir eserdir. Anadolu ve Rumeli ikiz hisarları, Boğaziçi'nin en dar noktasında olup İstanbul'un kuzeyinde uzanır. Osmanlılar tarafından hayati su yolu olan Boğaz trafiğini kontrol etmek ve İstanbul'a son nihai saldırıyı hazırlamak için inşa edildiler. Anadolu Hisarı ilk zamanlarda "Akçehisar" ve "Güzelcehisar" olarak adlandırılıyordu. 1434 yılında Sultan I. Bayezid tarafından inşa ettirildi. Başlangıçta 25 metre yüksekliğindeydi. Kabaca beşgen gözlem kulesi duvar ile kuşatıyordu. Daha geniş ve komplike olan Rumeli Hisarı, 1452 yılında dört aylık bir sürede Sultan II. Mehmed tarafından yaptırıldı. Üç tane geniş ve bir tane küçük kule içerir. 13 küçük gözlem kulesi ile güçlendirilmiş duvar ile bağlantılı olarak ana kulesinde toplar monte edilmiştir. Hisar, Osmanlılara boğazı geçen gemileri kontrol etme imkânı veriyordu. Bu rol açıkça onun orijinal ismini çağrıştırıyordu: boğaz kesen (cutter of the strait). Konstantinopolis'in zapt edilmesinden sonra hisar gümrük kontrol noktası ve özellikle İmparatorluk ile savaşta olan elçilikler için hapis yeri olarak hizmet verdi. 1509'daki geniş kapsamlı zarar veren depremden sonra tamir edildi ve 19. yüzyıl sonuna kadar sürekli olarak kullanıldı. Altınkapı ya da Yaldızlıkapı (, "Chryseia Pylē"; ; ) İstanbul kara tarafı surlarının, Yedikule kesiminde imparatorların zafer alayı başında şehre giriş yaptıkları ana tören kapısıdır. Batıda Trakya yönünde uzanan şehirler arası Via Egnatia denilen yol bu kapı önüne kadar gelir ve kapıyı aştıktan sonra şehrin içindeki Mese adı verilen ana cadde ile Ayasofya önündeki Augustaion isimli meydana ulaşırdı. II. Theodosius döneminde, Doğu'nun Praetorian Prefect'i olan Anthemius tarafından yapılan başkentin surlarının yeniden güçlendirilmesi girişimiyle birlikte, Via Egnatia'nın genişletilmiş kent bölgesine girişinde bir kapı inşa edilmiştir. Bu kapı, arazinin yüksek bir noktasında yer almasından dolayı önemi artar ve daha sonraki yıllarda kentin ana kapısı, özellikle de imparatorun kente giriş törenlerinde kullandığı kapıdır. 425 yılında İoannes Primikerios’un zaferinin ardından yapıya adını veren altın yaldızlı kapı kanatları takılmıştır. Kapının üzerinde Theodosius'un heykelleri, Nike ve bir fil koşumlu araba yer almaktaydı. Kapı girişinin üzerindeki altın kaplamalı bronz harflerden kitabeler bulunmaktadır. Kapının arkasındaki ilk hisarın I. İoannis'in hükümdarlığı döneminde inşasına başlandı ve I. Manuil zamanında bitirildi. Hisarın beş kulesi vardı. Bu nedenle beşgen olarak isimlendirildi. Dördüncü Haçlı seferinde şehrin düşmesi üzerine tahrip edildi. Tekrar 1350 yılında VI. İoannis döneminde yapıldı. Yeni hisar beş adet sekiz kenarlı kule ihtiva ediyordu ve altın kapının iki mermer kulesi ile birlikte toplam yedi, bilinen yedi kule oluyordu. Bununla birlikte 1391 yılında V. İoannis, Sultan I. Bayezid tarafından hisarı temelinden yıkmaya zorlandı, aksi halde Osmanlıların elinde esir olan oğlu "Manuil"in gözlerinin kör edileceği tehdidi ediliyordu. İmparator VII. İoannis hisarı tekrar inşa etmeyi denedi fakat bu sefer de Sultan II. Murat tarafından engellendi. Konstantinopolis'in Osmanlı İmparatorluğu tarafından son olarak zaptından sonra, Sultan II. Mehmed 1457 yılında onu tekrar yedi kule hisarı olarak yedi kuleli inşa etti. Hisar Osmanlı döneminde hazine dairesi ve devlet büyüklerinin esir yeri olarak kullanıldı. Bunların içinde dikkati çeken en önemli esir Genç Osman (II. Osman) idi. Burada esir olarak tutuldu ve yeniçeriler tarafından 1622 yılında idam edildi. MÖ 356 Donau Stadyumu Donaustadion Almanya'ın Ulm şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Donaustadion Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Almanya'nın SSV Ulm 1846 takımının maçlarını yaptığı stadyum, 19.500 seyirci kapasitelidir. Startin' Over Startin' Over, La Toya Jackson'ın albümü. Birinci versiyonu 2002 yılında çıktı. Üç tane single barındırmaktadır. MÖ 350 D. Afonso Henriques Stadyumu Estadio D. Afonso Henriques Portekiz'in Guimaraes şehrinde inşa edilen bir futbol stadyumu. Estadio D. Afonso Henriques stadyumunda 2004 Avrupa Futbol Şampiyonasının müsabakaları yapıldı. Portekiz'in Vitoria SC takımının maçlarını yaptığı stadyum, 30.000 seyirci kapasitelidir. Amerika bizonu Amerika bizonu "(Bison bison)", boynuzlugiller (Bovidae) familyasının sığırlar (Bovinae) alt familyasında yer alan bir türdür. Kuzey Amerika'nın en büyük kara memelisi olan Amerika bizonu, dünyanın da en büyük vahşi büyükbaş hayvanlarından biridir. Geçmişte Ova Kızılderililerinin ana besin kaynağıydı. Bu canlının iki alt türünden Orman bizonu ("Bison bison bison"), daha büyük cüssesi ve hörgücünün hem daha uzun, hem de görece köşeli olmasıyla ayrılır. Diğer alt tür olan çayır bizonu ("Bison bison athabasacae") ise daha küçük cüsseli ve yuvarlak hörgüçlüdür. Orman bizonunu, cüsse büyüklüğü itibarıyla, yalnızca her ikisi de esasen Hindistan'da bulunan dev "Bos gaurus" ve vahşi su bufalosu geçer. Amerikan bizonu, her iki alt türü de dikkate alındığında, ABD ve Kanada'nın Büyük Çayırlar ("Great Plains") bölgesinde, Kanada'nın iyice kuzeyindeki Büyük Esir Gölü'nden ("Great Slave Lake") güneyde Meksika'ya ve doğu Oregon'dan neredeyse Atlas Okyanusu'na kadar olan bir alanda izlenebilmiş devasa sürüler halinde yaşamıştır. Regie Stadyumu Regie Stadyumu Romanya'nın başkenti Bükreş'te çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Regie Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Romanya'nın Sportul Studenţesc takımının maçlarını yaptığı stadyum, 15.000 seyirci kapasitelidir. Marcus Antonius Marcus Antonius (d. 14 Ocak MÖ 83 - ö. 1 Ağustos MÖ 30), Romalı komutan. MÖ 54'te Sezar'ın Galya'daki ordusuna katılmasıyla başarılı askerlik hayatı başlamıştır. Jül Sezar'ın MÖ 44'te öldürülmesinden ve çıkan iç karışıklıkların ardından, doğu bölgesinin yönetimini üstlendi. Tarsus'a gelerek Mısır Kraliçesi Kleopatra VII ile ittifak yaptı. Kleopatra'nın maksadı kaybettiği toprakları geri almak, Antonius'unki ise hem doğudaki iktidarını sürdürebilmek hem de Partlara karşı yapacağı askeri harcamalar için Mısır'ın zengin kaynaklarından yararlanmaktı. Bu maksatla Antonius, Kleopatra'yı Tarsus'a davet etti. Muhteşem gemisiyle Tarsus limanına gelen Kleopatra Antonius ile 7 yıl sürecek renkli, romantik ve ihtiraslı bir beraberlik yaşadı. Kleopatra'nın Tarsus'a giriş yaptığı kapının adı "Kleopatra Kapısı" olarak değiştirilmiştir. Tarihçi Plinius, "Kleopatra'nın tacından çıkardığı bir çiçekle Antonius'a şarap sunduğunu" yazar. "Romalı hükümdarın tam kadehi dudaklarına götürdüğü sırada Kleopatra'nın ona engel olduğunu ve 'Seni öldürebilirdim' dediğini, çünkü çiçeğin yapraklarına zehir sürmüş olduğunu" söyler. Bahreyn Ulusal Stadyumu Bahreyn Ulusal Stadyumu (Arapçası :إستاد البحرين الوطني); (Stād al-Bahrayn al-Watanī) Bahreyn'nin millî maçlarını oynadığı Riffa'da bulunan stattır. 35000 kapasiteli stat çoğunlukla millî maçlara evsahipliği yapmaktadır. 1982 yılından beri hizmet veren stadın çatısı ve koltukları yakın zamanda tadilatla beraber yenilenecektir. Bez epiteli Bez epiteli ya da salgı epiteli; salgı çıkaran epitel doku çeşididir. Bez dokusunu oluşturan hücreler kendileri için gerekli çeşitli molekülleri kandan alarak onları hücreiçi biyosentez mekanizmalarıyla daha karmaşık yapılı ürünler hâline dönüştürdükten sonra yine aynı yolla kana verir veya iç ya da dış ortama salgılarlar. Bu olaylara "salgılama" denir. Hücrede yapılarak salgılanan maddeye "salgı" adı verilir. Salgılama işi için özelleşmiş hücre ve hücre gruplarına "salgı bezi" denir. Salgılamadaki kimyasal dönüşümde enerjiye gerek vardır. Bez epiteli, hücrelerden salgı ürünlerinin atılmasına göre ikiye ayrılır: Genel olarak vücutta bulunan herhangi bir salgı bezinin aşırı çalışması ile bu salgılanan maddenin aşırı miktarda yapılması halini anlatan latince kökenli bir tıbbî terimdir. Ayben Ayben Özçalkan Ülkü (d. 22 Eylül 1982, Üsküdar, İstanbul), Türk rap şarkıcısı. Ayben, 22 Eylül 1982 tarihinde İstanbul'un Üsküdar ilçesinde doğmuştur. Rap müzik ile hatırlayamadığı kadar küçük yaşta tanışan Ayben, ağabeyi Ceza sayesinde bu müziğin Türkçe yapılabileceğini görerek kendi şarkılarını yazmaya başladı. 1998 yılında ilk profesyonel kaydı olan "Yüzyüze" isimli şarkıyı Nefret grubunun albümünde seslendirdi ve bandrollü bir albüme ilk kaydını bu şekilde verdi. Bu onun ilk adımlarından biriydi. Rap müzisyeni Ceza'nın kız kardeşidir. Aslen Çankırı'lıdır. 13 Aralık 2011 tarihinde yapımcı Atıf Ülkü ile evlenmiştir. Dış salgı bezleri Dış salgı bezleri ya da Ekzokrin bezler, salgılarını özel bir kanal aracılığıyla ya da doğrudan vücut dışına veren bezlerdir. Ekzokrin bezler, stroma ve parankima denilen iki kısımdan oluşur. Ekzokrin bezlerin bağ dokudan oluşan kısmına stroma, epitel dokudan oluşan kısmına parankima denir. Tükürük bezleri, derideki ter ve yağ bezleri ekzokrin bezlere örnektir. Ekzokrin bezler, embriyonik gelişim sırasında örtü epitelinden köken alıp gelişir. Bez epitelinin sınıflandırılması şöyledir: Doğa durumu Doğa durumu ("State of Nature"), "Toplumsal Sözleşme" kuramına göre insanların hükümete ilişkin konumlarını anlamada kullanılır. Barış ve özgürlükle yaşanan bir durum (Rousseau) yahut herkesin herkesle savaşı (Hobbes). Aristoteles'e göre, halk doğaya uygundur ve bireye önseldir. Marx, Smith ve Ricardo'yu eleştirirken, 18. yüzyıl Robinsonculuğunun tuhaf düşüncelerinden söz ederken, doğa durumunu sivil toplumun habercisi olarak görür. Hobbes'e göre hak ve yasa karşıt kavramlardır, hak serbestliği, yasa bunun kısıtlamasını öngörür. Temel farklılıklar Hobbes ve Locke üzerinden tartışılagelir. Hobbes ve Locke farkı birçok makaleye konu olmuştur. Endoepiteliyal bezler Endoepiteliya
l ya da İntraepiteliyal bezler veya Endoepitel bezler; örtü epitelinin arasında yer alan bezlerdir. Çok hücreli ya da tek hücreli olabilirler. Çok hücreli bezler; larinksteki yalancı çok katlı prizmatik epitel içinde ve erkek üretrasında bulunur. Tek hücreli bezler; solunum yollarında yalancı çok katlı silli prizmatik epitelini oluşturan hücrelerinin arasında, bağırsak kanalında silindirik hücreler arasında ve karaciğer dışındaki safra kanalında bulunan goblet hücreleridir. Endoepiteliyal bezler; besin maddelerinin örtü epiteline zarar vermeden kaydırılmasını ve nemliliği sağlayan bezlerdir. Ceylan Ceylan ya da gazal, boynuzlugiller (Bovidae) familyasından "Gazella" cinsini oluşturan çift toynaklılara verilen ad. Uzunluğu 100-130, yüksekliği 60, kuyruğu 20 cm'dir. Boynuzları yay biçiminde, gözleri iridir. Rengi toprak rengine benzer. İnce ve güzel görünüşlü , çevik bir hayvandır. 10 yıl kadar yaşar, kolay evcilleşir ("Gazella dorcas"). Bunun bir başka türü olan "Gazello granti" nin yüksekliği 100, boynuzları 75 cm'dir. Eti ve derisi için avlanır. Afrika ve batı Asya'da çöl ve bozkırlarda yaşar. "Procapra" cinsi içinde sınıflandırılan üç türe de ceylan adı verilir. Audi A3 Audi A3, Volkswagen Golf ile aynı platformu paylaşan kompakt sınıf otomobilidir. Bu model ilk olarak 1996 yılında piyasaya çıkmıştır ve diğer lüks markalarında daha sonra katılacağı premium kompakt sınıfın öncülüğünü yapmıştır. 2002 yılında 2. nesli tanıtılıp 2003 yılında piyasaya sunulmuştur. Ayrıca 2005 yılında makyajlanıp aynı zamanda 5 kapılı "Sportback" karoser seçeneğine kavuşmuştur. 2007 yılında S3 isimli sportif versiyonu piyasaya sunulmuştur.2012'de 3.nesli satışa sunuldu. Bu araç 2012 Cenevre Motor Show'da tanıtıldı ve Eylül 2012'de Avrupa'da satışa sunuldu. Esnek modüler Volkswagen Group MQB platformunu kullanan ilk araçtır, Üçüncü nesil, üç kapılı hatchback, beş-kapılı "Sportback", doğrudan doğruya Mercedes-Benz CLA-Class rakibi dört kapılı sedan ve iki kapılı Cabriolet modeli olarak bulunmaktadır. Arka tarafta multi-link arka süspansiyon kullanır iken, ön süspansiyonda MacPherson kullanılmıştır. Özellikleri şunlardır: Önceki modelleri: 1.4 TFSI (122 PS), 1.8 TFSI (180 PS), ve 2.0 TDI (150 PS). 1.2 TFSI (105 PS), 1.4 TFSI (140 PS), 1.8 TFSI quattro (180 PS), 1.6 TDI (105 PS), ve 2013 de eklenen 2.0 TDI quattro (150 PS) 'dir A3 1.2 TFSI (105 PS) Birleşik Kurallık pazarına 2013 yılında sunuldu, bunu 2013 yılında A3 1.4 TFSI (140 PS) modeli izledi. Yeni A3 Cabriolet modeli 2014 yılından sonra bulunmaktadır. Euro NCAP, üçüncü nesil Audi A3 3-kapılı hatchback'i, ön hava yastıkları, yan hava yastıkları, emniyet kemeri gergisi ve standart olarak yük sınırlayıcılar ile test etmiştir. Test sonuçları aşağıda yer almaktadır: 2012 Yılı Değerlendirme: Üçüncü nesil Audi A3 LHD, 3-kapılı hatchback Antilop Antilop, Bovidae familyası içerisindeki 100 kadar otobur hayvan türüne verilen addır. Zarif yapılı olan antiloplar da sığırlar gibi çift toynaklı ve geviş getiren hayvanlardandır. Bulunmuş fosiller bize Asya ve Avrupa'nın birçok yerinde antilop yaşadığını söylemektedir. Buna karşılık antilop türlerinin çoğu Afrika'da, sadece 8 türü Asya'da yaşamaktadır. Kuzey Amerika'ya özgü olan Amerika antilobu ("Antilocapra americana") ise adına rağmen antiloplarla aynı familyadan bile değildir. Antiloplar, çatallanmadan uzayan boynuzlarını dökmezken, Amerika antilobunun çatallanarak uzayan boynuzlarını yılda 1 defa dökerler. En büyük antilop türü olan dev boğa antilobu ("Taurotragus derbianus"), 2 metrelik omuz yüksekliğine ve 700 kg ağırlığa sahiptir. Ondan sonraki en büyükleri ise demirkır antilop ("Hippotragus equinus"), büyük kudu ("Tragelaphus strepsiceros") ve dağ nyalasıdır ("Tragelaphus buxtoni"). En küçük antilop türü olan kral antilop ("Neotragus pygmeaus") ise 25 cm uzunluğa ve neredeyse 2 ila 3 kg ağırlığa sahiptir. Ondan sonraki en küçükleri olan dikdikler ("Madoqua" cinsi) ise biraz daha iricedir. Antilop türlerinin çoğu yaşamak için açık ve geniş otlakalanları tercih etmiştir. Örneğin sayga ("Saiga tatarica") ve çiru ("Pantholops hodgsoni") Orta Asya'nın soğuk ve kuru bozkırlarında yaşamayı seçmiştir. Hindistan'ın ovalarında yaşayan Kara antiloplar ("Antelope cervicapra") genellikle 1 erkeğin yönettiği küçük sürüler halinde yaşarlar. Orikslerin ("Oryx" cinsi) 3 türü de çöllerde ve yağış almayan otlaklarda yaşarlar. Addaks ("Addax nasomaculatus") ise yalnızca Sahra Çölü'nün kuzeyinde yaşar. Dev samur antilobu ("Hippotragus niger varani") ise tükenmenin eşiğine gelmiştir. İmpala ("Aepyceros melampus") ve keseliceylan ("Antidorcas marsupialis") ise bir sıçrayışta yerden üç metre havalanıp 15 metre öteye sıçramalarıyla ünlüdür. Gerenuk ("Litoceranus walleri") Afrika'nın kuzeydoğusundaki çalılıklarda yaşar. Oralarda geniş otlaklar olmadığından arka ayaklarına kalkıp ağaçların en alt dallarına ulaşabilirler. Güney Afrika'daki çalılarda yaşayan suni ("Neotragus moschatus") ise çalılarla beslenir ve hemen mehen hiç su içmez. Çizgili gnu ("Connochaetes taurinus") Doğu ve Güneydoğu Afrika'daki çayırlarda hala çok yaygındır. Ak-kuyruklu gnu ("Connochaetes gnou") ise sadece birkaç koruma alanında bulunmaktadır. Kaya antilobu ("Oerotragus oerotragus") Güney Afrika'nın sarp dağlarında yaşar ve uçurumları uçarcasına aşarak bir taştan diğerine ustalıkla sıçrar. Boz duiker ("Sylvicapra grimmia") ekvatorun yakınlarındaki tepelerinden kar eksik olmayan dağların yüksek kesimlerinde sık çalılıklar arasında yaşar. Kob ("Kobus kob"), Leçve ("Kobus lechve") ve su antilobu ("Kobus ellipsiprymnus") suya yakın yerlerde yaşamayı severler. Bu üç türün erkekleri 2,5 km'lik bir alanı bütün yabancılara karşı korurlar. Sitatunga ("Tragelaphus spekei") neredeyse tüm zamanını suda geçirir. Ormanlarda yaşayan bongo sırtındaki beyaz çizgileri sayesinde orman zenininde kolayca gizlenir. Orta Afrika ormanlarındaki en yaygın antilop türü olan duikerler ("Cephalopus" cinsi) yere düşmüş meyvelerle beslenir. Ekzoepiteliyal bezler Ekzoepiteliyal bezler ya da Ekzoepitel bezler; örtü epitelinin altındaki bağ dokuda bulunan bezlerdir. Salgı, kanallar aracılığıyla örtü epitelinin üzerine gönderilir. Tükürük bezleri, deri bezleri, seröz, mükoz ve serömükoz bezler bu tip bezlerdendir. Endoepiteliyal bezler Tek hücreli bezler Tek hücreli bezler; tek hücreden oluşan salgı yapan bezlerdir. Vücdun çeşitli yerlerinde ve omurgasız hayvanların büyük kısmında bulunan bezlerdir. En güzel örneği mükoz bir bez olan Goblet hücresidir. Goblet hücreleri, mükoz zarlarda yer alan epitelin silindirik hücreleri arasında bulunurlar. Çok hücreli bezler Çok hücreli bezler; çok sayıda hücreden oluşurlar. En basit şekli, salgı hücrelerinden oluşan epitel tabakasıdır. Mide yüzeyini ve uterusu döşeyen yüzey epiteli bu şekildedir ve salgılayan yüzey olarak bilinir. Diğer çok hücreli bezler; epitel tabakasının altındaki bağ dokusu içine yaptıkları invaginasyonlarla oluşmuşlardır. Şekillerine göre şu şekilde gruplandırılırlar: UTP Balkan Oyunları Balkan Oyunları, Balkan ülkeleri arasında düzenlenen spor karşılaşmalarıdır. Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan'ın katıldığı oyunları gerçekleştirme düşüncesi ilk defa 1928 Yaz Olimpiyatları sırasında ortaya atıldı. Yunan ekibi başkanı Rinepulos'un önerisi, diğer yöneticilerce olumlu karşılandı. İlk oyunlar deneme olarak 1930 yılında Atina'da Panatinaikos Stadyumu'nda düzenlendi ve büyük ilgi görmesi üzerine her yıl yinelenmesine karar verildi. 1930 yılından sonra Türkiye'nin de katılmasıyla Balkan Oyunları resmen başladı. 1932 yılında Türkiye'nin önerisiyle Balkanlararası Spor Komitesi kuruldu ve esası atletizme dayalı oyunlar basketbol, binicilik, boks, eskrim, futbol, güreş, tenis, kros, motosiklet, yelken ve yüzme dalları eklenerek kapsamı genişletildi. Küçük Satürn Harekâtı Küçük Satürn Harekâtı, II. Dünya Savaşı, Doğu Cephesi sırasında, Stavka'nın (Sovyet Yüksek Komutanlığı) gerçekleştirdiği bir karşı taarruzdur. Kızıl Ordu'nun başarıyla yürüttüğü Uranüs Harekâtı sonunda, Alman 6. Ordu'sunun tamamı, 4. Panzer Ordusu'nun bir kısmı ve bazı Almanya'nın müttefiki ülkelerden birlikler Stalingrad'da kuşatılmıştı. Stavka, Uranüs Harekâtı ardından, Kafkasya'daki ileri hareketi durdurulan Alman A Ordular Grubu'nun geri bağlantısını kesmek için, Satürn Harekâtı kapalı adıyla ikinci bir genel taarruz planı daha hazırlamıştı. Ancak Stalingrad'da kuşatılan birliklerin hesaplanandan daha güçlü bir kuvvet olduğunun anlaşılması üzerine Satürn harekkatı'nın uygulamaya konulması bir an için aksadı. Ardından Alman Yüksek Komutanlığı, Stalingrad'daki birliklere ulaşmak için Kış Fırtınası Harekâtı kapalı adıyla bir karşı taarruz başlattı. Bunun ardından Satürn Harekâtı için düşünülen bazı birliklerin Alman ileri harekekitini karşılamakta kullanılması gereği ortaya çıkmıştır. Stavka, Satürn Harekâtı'nı daha dar kapsamlı bir plana tadil ederek Küçük Satürn Harekâtı'nı başlattı. Bu harekâtla, öncelikle Alman Kış Fırtınası Harekâtı'na katılan kuvvetlerin geri bağlantısının kesilmesi amaçlanmıştır. Alman Güney Ordular Grubu 17 Mayıs'ta ilerleyen Sovyet ordularına karşı bir karşı taarruz başlatmış, bunun devamında gerçekleşen İkinci Harkov Muharebesi ile Sovyet ordularını ağır bir yenilgiye uğratmıştı. Mavi Durum kapalı adıyla planlanan 1942 yaz genel taarruzu ise 28 Haziran'da, Kafkasya petrol sahalarını ele geçirmek amacıyla başlatılmıştı. General Hermann Hoth'un 4. Panzer Ordusu Voronej'i 7 Temmuz'da ele geçirdi ve bölgedeki Kızıl Ordu direncini ciddi bir tehdit altına aldı. General von Kleist komutasındaki 1. Panzer Ordusu Ağustos ayı başlarında Rostov'un 500 km. güneyindeki Maykop petrol sahasına ulaştı. Rostov, 23 Temmuz'da 4. Panzer Ordusu tarafından alınmıştı. Hızlı Alman ilerlemesi Sovyetler Birliği'nin güney bölgelerini koparmak ve İran üzerinden gelen Amerikan yardım (Kiralama - Ödünç Verme Antlaşması) ulaşım hattını kesme tehdidi yaratmıştır. Ancak taarruzu güçten düşmeye başl
adı. Bu durumu yaratan esas nedenler taarruzun demiryolu hatlarından sağlanan ikmalinde karşılaşılan güçlükler ile asıl taarruzu yürüten çevik ileri unsurların akaryakıt sıkıntısı ve insangücü açığıdır. Örneğin bazı panzer tümenlerinde tank sayısı 54'e düşmüştür. Uranüs Harekâtı Stavka'nın Stalingrad'daki Mihver kuvvetleri kuşatmayı amaçlayan stratejik taarruzuna verilen kapalı addır. Taarruz, Stalingrad Muharebesi sürerken uygulamaya konulmuştur. Uranüs Harekâtı'nın planlaması, 1942 yılı Eylül ayı ortalarından itibaren başlatıldı. Bu stratejik taarruzla eşzamanlı olarak Alman Merkez Ordular Grubu'nu ve Kafkasya'daki Mihver kuvvetlerini imha etmek üzere ayrı planlamalar da yapılmıştır. Cephe hattının güneyde fazlasıyla ileri çıkması Sovyet planlamacıları için bir fırsat sağlamıştır. Bu çıkıntının kanatlarının, zayıf donanımlı ve çok uzun cephe hatlarını tutmakta olan Romen ve İtalyan birliklerince korunuyor olması da ayrıca bir fırsat yaratmaktadır. Bu fırsatların kullanılması, taarruz çıkış hatlarının (güneyde ve kuzeyde) Romen birliklerinin cephe hattına yönelmesiyle sağlanmış oldu. Bu Mihver ordularının, Sovyet zırhlılarını karşıması için gerek duyulan ağır silahları yoktu. Genel taarruza 19 Kasım 1942 günü şafağında başlandı. Stalingrad'ın kuzeyinden ve güneyinden taarruz eden kuvvetlerin öncü unsurları 22 Kasım'da Don Nehri üzerindeki Kalaç'ta temas kurarak kuşatmayı tamamladılar. Bu kuşatma kolları iç ve dış çemberler olarak planlanmıştı. İç çember Stalingrad'daki Mihver kuvvetleri kuşatacak, dış çember ise kuşatmaya derinlik kazandıracaktı, hem içeriden yapılması olası bir çıkış hareketi için derinlik oluşturacak, hem de dışarından yapılacak bir yarma hareketi için savunma hattı oluşturacaktı. Sonuçta Uranüs Harekâtı, bir kısım Mihver kuvvetini Stalingrad'da kuşatmayı başarmıştı. Stalingrad'daki Mihver kuvvetler çevresindeki Sovyet kuşatmasını yararak bu birliklerle temas kurmayı amaçlayan Kış Fırtınası Harekâtı, B Ordular Grubu yerine geçmek üzere yeni teşkil edilen Don Ordular Grubu tarafından 12 - 23 Aralık 1942 tarihleri arasında icra edilmiştir. Don Ordular Grubu Komutanlığı'na, Leningrad'dan geri çağrılan Mareşal Erich von Manstein atanmıştır. Kasım ayı sonlarına doğru Kızıl Ordu, Uranüs Harekâtı'nın operatif hedefine ulaşarak Stalingrad'daki Mihver kuvvetleri kuşatmış ve baskı uygulamaya başlamıştı. Bu arada Stalingrad'daki Mihver kuvvetler hava yoluyla ikmal edilmeye başlanmıştır. Öte yandan Stavka, elindeki olanakları büyük ölçüde yeni bir operatif planın gerekleri için düzenlemeye koyulmuştur. Yeni operatif plan, Rostov yönünde bir genel taarruzla, Kafkasya'da zaten neredeyse durdurulmuş olan Alman A Ordular Grubu'nun geri bağlantısını kesmekti. Luftwaffe'nin hava köprüsünden Stalingrad'ı ikmali yetersiz kaldı, kuşatılan birliklerde, savunmayı zaafa uğratacak ölçüde ikmal malzemesi sıkıntısı yaşanmaktaydı. Bu durumda dışarıdan bir yarma hareketinin bir an önce yapılması gereği açıkça ortaya çıkmıştı. Bu gelişmeler, Mareşal von Manstein'in taarruzu başlatma kararı vermesine neden olmuştur. Stalingrad kuşatmasını yarmaya yönelik Alman taarruzu 12 Aralık 1942 tarihinde başladı. Satürn Harekâtı zaten 30 Kasım'da ertelenmişti, çünkü Sovyet Komutanlığı, Stalingrad'da beklediğinin çok üzerinde bir Mihver kuvvetini kuşatmış olduklarını fark etti ve Satürn Harekâtı için hazırlanan bir kısım kuvveti Stalingrad'a kaydırmak zorunda kaldı. Alman Kış Fırtınası Harekâtı başladığında ise Alman zırhlılarının ileri harekâtını durdurabilmek için yine Satürn Harekâtı için planlanan 2. Muhafız Ordusu'nun bu iş için kullanılması gerekti. Dolayısıyla sonuç olarak Satürn Harekâtı'nı başlatmak için gereken kuvvetin bir kısmı, başka amaçlarla kullanılmış oldu. Bu durumda Satürn Harekâtı'ndan, bir anlamda vazgeçilerek bu harekât için hazırlanan kalan kuvvetlerle daha dar hedefli bir harekât olarak Küçük Satürn Harekâtı üzerinde çalışıldı. Küçük Satürn Harekâtı Alman Kış Fırtınası Harekâtı kuvvetlerinin bir kıskaç manevrasıyla geri bağlantısını kesmek amacına dayanmaktadır. General Rodin Malinovski komutasındaki 2. Muhafız Ordusu Alman ileri harekâtı karşında savunma mevzileri alınca Stavka da Küçük Satürn Harekâtı'nı başlattı. Sovyet kuvvetleri, Voronej Cephesi'nin General F. Haribonov komutasındaki 6. Ordu'su, General Vatutin'in Güneybatı Cephesi'nın General Fyodor Kuznetsov komutasındaki 1. Muhafız Ordusu, General Dimitri Lelyuşenko komutasındaki 3. Muhafız Ordusu ve 5. Tank Ordusu'dur. Toplamda 370 bin kişilik bir kuvvettir. Mihver kuvvetleri ise İtalyan 8. Ordusu, Holllidt Ordu Müfrezesi ve Alman 4. Panzer Ordusu'nun 48. Panzer Kolordusu'dur. İtalyan 8. Ordusu, 10 İtalyan tümeni ve bir Alman tümeni ile bir Alman alayından oluşmaktadır. Bu ordu Sovyet taarruzu başlar başlamaz iki Alman tümeniyle takviye edildi. Holldit Ordu Müfrezesi ise iki Alman piyade tümeni, bir panzer tümeni ve Romen 3. Ordu'sundan geriye kalan birliklerden oluşmaktadır. Toplam olarak 210 bin kişilik bir kuvvettir. Sovyet birliklerinin tank gücü, 6. Ordu'da 250, 1. Muhafız Ordusu'nda 504, 3. Muhafız Ordusu'nda 234 ve 5. Tank Ordusu'nda 182 olmak üzere toplam 1.170 tanktır. Mihver kuvvetlerin tank mevcudu ise İtalyan 8. Ordu'sunda 50, Hollidt Ordu Müfrezesi ve 48. Panzer Kolordusu'nda 70 olmak üzere toplam 120'dir. Mihver savunmasının en güçlü olduğu kesim Don boyunca Boguçar'dan kuzeye Novaya Kalitva'ya kadar olan kesimdir. Bu kesimde İtalyan ve Alman tümenleri 15 – 25 km.lik cephe hatlarında, 5 – 6 km. derinlikte iyi düzenlenmiş ateş sistemleri ve istihkam engelleriyle tutulmaktadır. Daha güneyde savunma derinliği düşüktü ve bu kesimde cephe hattı bir kez yarıldığında geri çekilme kaçınılmaz olacaktı. Hollidt Ordu Müfrezesi'nce savunulan Çir Nehri kesiminde ise savunma daha da zayıftı. Taarruz öncesinde, 11 - 15 Aralık tarihleri arasında tüm Güneybatı Cephesi hattında keşif muharebeleri yapılmıştır. Piyade bölük ve taburlarınca girişilen bu manevralarda yeni köprübaşları elde etmek ya da varolanları genişletmek, Mihver kuvvetlerin konuşlanması hakkında ek bilgiler edinmek ve Alman Komutanlığı'nı, Sovyet taarruzuna ilişkin yanıltmak amaçlanmıştır. Operatif planlamada General Fyodor Kuznetsov emrindeki iki piyade tümenini 127 km.lik bir cephe hattı boyunca yaymıştı. Asıl taarruzu yapacağı 18 km.lik bölüme ise kalan beş piyade tümenini ve tüm zırhlı kuvvetlerini, üç tank kolordusunu getirmişti. General Dmitri Lelyuşenko da kuvvetlerinin büyük bölümünü ve zırhlı kolordusunu 14 km. gibi dar bir cephe hattında toplayarak taarruz etmiştir. General Kuznetsov'un 1. Muhafız Ordusu ve General Lelyuşenko'nun 3. Muhafız Ordusu kuzeyden İtalyan 8. Ordu'suna taarruz ederek Don Nehri kıyılarında 130 bin İtalyan askerini kuşattılar. Bu birlikler devamında Millerovo üzerine ilerlediler. Mareşal von Manstein, 6. Panzer Tümeni'ni yardıma göndermek zorunda kaldı. Alman panzer tümeninin müdahalesiyle 45 bin İtalyan askeri kuşatmadan sıyrılmayı ve 17 Ocak 943 tarihine kadar Çertkovo'da Alman hatlarına ulaşmayı başardı. Güneyde General Gerasimenko komutasındaki 28. Ordu, 1. Panzer Ordusu üzerinde kuşatma tehdidi yaratırken General Trufanov'un 51. Ordu'su doğrudan Alman ileri kollarına taarruz etti. Öte yandan Stalingrad'ın havadan ikmali için Luftwaffe tarafından kullanılan Tatsinskaya havaalanına 24. Tank Kolordusu'nun gözüpek bir taarruzu, 24 Aralık'ta havaalanını ele geçirmiştir. Sovyet tankları kar fırtınaları içinden ilerleyerek havaalanına ulaşmış, yüzün üstünde nakliye uçağını imha etmiştir. Tatsinskaya Taarruzu'na katılan birlikler her ne kadar ağır kayıplarla geri çekilmek zorunda kaldılarsa da bir yandan hava nakliyesine ağır bir darbe indirmiş, diğer yandan da Mareşal von Manstein'in Harekâtı durdurma kararında önemli bir rol oynamıştır. Taarruz kollarının kuşatılma tehdidi altında olması ve karşılaştığı sert direnme sonucunda Mareşal von Manstein, Stalingrad'da kuşatılan Mihver kuvvetleri kaderine terk ederek taarruza başladığı Kotelnikovo'ya geri çekilmekten başka çare bulamamıştır. Küçük Satürn Harekâtı'nın tamamlandığı Aralık ayı sonlarında, Harekâtın devamında Kızıl Ordu, aşağı Don - Donets koridorunu tümüyle geri almıştı. Bu kuşatmalarda yıl sonuna kadar ele geçen Alman tutsak sayısı 60 bini bulmuştur. Sovyet taarruzu öylesine hızlı gelişti ki Alman tutsaklar bir süre kontrol altına alınamadı. Küçük Satürn Harekâtı'nın tamamlanmasının hemen ardından Stavka, Stalingrad'daki Mihver kuvvetleri bir an önce imha etmek ve böylece buradaki kuvvetlerini, Kafkasya'dan çekilmekte olan Mihver kuvvetlere karşı kullanmaya yönelmiştir. Stalingrad'da kuşatılan 290 bin Mihver erat ve subayından 91 bin kadarı 2 Şubat 1943 günü Sovyet birliklerine teslim oldu. Bu insanlardan ancak 5 bin kadarı ülkelerine dönebilmiştir. Küçük Satürn Harekâtı'nın dolaylı bir etkisi de, Kafkasya'daki, General von Kleist'in emrindeki A Ordular Grubu'nu Rostov yönünde geri çekmesine yol açmasıdır. Tübüler bezler Tübüler bezler; epitel hücrelerinin bazılarının tüp şeklinde yaptığı invaginasyonlar ile oluşan bezlerdir. Basit ve Birleşik olmak üzere iki türü vardır: Nairi Stadyumu Nairi Stadyumu, Ermenistan'ın başkenti Erivan'da çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Nairi Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Ermenistan'ın FC Banants takımının maçlarını yaptığı stadyum 2.000 seyirci kapasitelidir. Vazgen Sarkisyan Cumhuriyet Stadyumu Vazgen Sarkisyan Cumhuriyet Stadyumu, Ermenistan'ın başkenti Erivan'da 1935 yılında inşa edilen çok amaçlı stadyum. Vazgen Sarkisyan Cumhuriyet Stadyumu'nda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Ermenistan'ın Ulisses FC takımının maçlarını yaptığı stadyum 14.403 seyirci kapasitelidir. Hrazdan Stadyumu Hrazdan Stadyumu, Ermenistan'ın başkenti Erivan'da 1970 yılında kullanıma açılan tümü koltuklu çok amaçlı stadyum. Stadyum, ilk inşa edildiğinde 75.000 seyirci kapasitesine sahipti. 2008 yılında yapılan yenilemeyle 54.208 koltuk kapasitesine düştü. Stadyum kapasite bakımından Sovyetler Birliği'n
de yer alan en büyük dört stadyum arasına girdi. Ermenistan'ın en büyük spor tesisi olan Hrazdan çoğunlukla futbol maçları için kullanılır. Ayrıca Ermenistan millî futbol takımının iç sahada oynadığı maçlara da ev sahipliği yapar. Bunun yanı sıra birçok kez sırasında Hayastani Ankahutyan Gavat'ın final maçlarına ve 2003 yılında düzenlenen Pan-Ermeni Oyunları açılış törenine ev sahipliği yaptı. SSCB millî takımıda 1978 yılında bu stadyumda Finlandiya ve Yunanistan millî takımlarına karşı iki maç oynadı. Alveolar bezler Alveolar bezler ya da Asinöz bezler; üzüm salkımı şeklinde oluşmuş bezlerdir. Basit ve Bileşik olmak üzere iki türü vardır. Barometre Barometre, atmosfer basıncını ölçmeye yarayan alet. Genellikle civalı (sıvılı) ve aneroid (havalı) olmak üzere yaygın olarak kullanılan iki çeşidi vardır. Cıvalı barometre 1643 yılında Evangelista Torricelli tarafından bulunmuştur. Cıvalı barometre, içi cıva dolu dikey bir borudur. Borunun üst ucu kapalıdır. Alt uç ise açık, ancak cıva dolu bir kaba daldırılmış durumdadır. Atmosferin bu kap içindeki cıva yüzeyine yaptığı basınca göre, borunun içindeki cıva sütunu yükselip alçalır. Cıva sütununun yüksekliği barometre basıncını gösterir. Bu basınç deniz düzeyinde, cıva sütunundaki 76 cm yüksekliğe eşittir. 76 cm-cıva aynı zamanda 1 atmosfer basınca eşittir. Sütundaki cıva düzeyinin alçalıp yükselmesi atmosfer basıncının değiştiğini gösterir ve bu yolla hava durumu tahmin edilebilir. Aneroid (havalı) barometre atmosfer basıncına bağlı olarak daralan ve genişleyen, daralma-genişleme miktarını da rakamlı bir düzenek sayesinde ölçek üzerinde işaret eden metal bir kutudur. Aneroid sözcüğü "sıvısız" anlamına gelir. Hava taşıtlarında ve dağcılıkta kullanılan altimetreler aneroid barometrenin en yaygın olarak kullanılan örneklerindendir. Atmosfer basıncı deniz seviyesinden yükseldikçe azalır. Altimetre ibresi, gözlemcinin içinde bulunduğu atmosferik basınç düzeyine karşılık gelen yüksekliği gösterir. Tübüloalveolar bezler Tübüloalveolar bezler; Tübüler bez ve alveolar bez tiplerinin karışımı olan bezlerdir. Son kısımları kese ve tüp şeklinde birleşmiştir. Ortak bir kanala salgılarını boşaltırlar. Büyük ekzokrin bezlerin çoğu bu grup beze örnektir. Ayrıca; Retiküler bezler; tübüloalveolar bezlerin son kısımlarının çok sıkı ağımsı yapı kazanmasıyla oluşan ve sadece karaciğerde görülen bez tipidir. UTP kablo Unshielded Twisted Pair ya da Türkçe olarak Korumasız Bükümlü Kablo, dokuz tür olarak üretilen analog veri iletim kablolarından biridir. Kablo içinde bir plastik ile koruma sağlanan türüne STP kablo adı verilir. UTP kabloda veriler bakır teller üzerinden analog sinyaller halinde gönderilir. Sağladıkları bant genişliklerine göre kendi içinde dokuz türe ayrılır. Ethernet protokülünün fiziksel katmanında en çok kullanılan kablo türüdür. 4 Mbps ilâ 1 Gbps arasında değişen bant genişliği sağlar. Bu kablolar eskiden geniş alan ağlarının omurgasını oluştururken yerini fiber optik kablolara bırakmaktadır UTP kablolar korumasız olduğundan diğer kablolara oranla sinyal gürültüsünden daha çok etkilenirler. Günümüzde Cat5, Cat5e ve Cat6 kabloları aynı anda hem telefon -daha çok IP telefon- hem veri iletimi için en çok kullanılan kablolar özelliğini taşımaktadır. Buzul Buzul, dağ zirvelerinde yaz kış erimeyen ve yer çekiminin etkisiyle yer değiştiren büyük kar ve buz kütlesidir. Eğimli arazilerde yıllar boyunca biriken kar kütlesinin önce buzkar, sonra da buza dönüşmesiyle oluşur. Buzullar okyanuslardan sonra dünya üzerindeki ikinci büyük su deposu ve en büyük tatlı su deposudur, tatlı suyun % 98,5'ini oluştururlar. Hemen hemen her kıtada buzullara rastlanır. Dünya'nın belirli bölgeleri, bütün yıl erimeyen ve "buzul" adını alan buzlarla kaplıdır. Bunlar kutup bölgeleriyle yüksek dağların tepeleridir. Buzul oluşabilecek bölgenin deniz yüzeyinden yüksekliği, enlemin artmasıyla azalır. Ekvator yakınlarında 0° enlem çevresinde buzullara rastlamak için Runewenzorilerin 4.400 m yüksekliğine çıkmak gerekirken, Alplerde (45°) 2500 m'ye, Norveç'te (60°) 1500 m'ye çıkmak yeterlidir. Kutupta buzullara deniz yüzeyinde rastlanır. Buzullarla taşınan kayalar ve çökeltilerle oluşan uç, yanal, yer ve orta buzultaşları, buzul teknesi (U şekilli vadiler), buzyalağı (buz sirki) buzullarla ilgili jeolojik yüzey şekilleridir. Buzulu oluşturan kar sürekli olarak donma ve erimeye maruz kalır ve taze yağan kar tanelerinden bir çeşit taneli kar olan buzkar (névé) hâline dönüşür. Üzerindeki buz ve kar katmanlarının basıncı altında bu taneli kar daha da yoğun olan eski kara (firn) dönüşür. Yıllar süren bir dönemden sonra eski kar katmanları daha da sıkışarak buzulu oluşturan buza dönüşür. Buzulların kendine özgü mavimsi renginin nedeni gökyüzünün de mavi görünmesini açıklayan Rayleigh saçılımıdır. Buzulun alt katmanları basınç nedeniyle erimeye maruz kalır ve buzulun tamamı bir akışkan gibi hareket eder. Buzullar akışkan gibi hareket etmek için eğime ihtiyaç duymaz, birikme bölgelerinde sürekli yağan karın birikmesi bu hareketi sağlar. Buzulların üst katmanları kırılgandır ve zaman zaman yarıklar (crévasse ve Bergschrund) oluşturur. Bu yarıklar nedeniyle gerekli güvenlik önlemi alınmadan buzulun üzerinde gitmek tehlikelidir. Eriyen buzul suları, buzulun içinden ve altından tüneller kazarak akar ve buzulun hareketini kolaylaştırır. Kar yağışının çoğunu alan en üst kısma "birikme bölgesi" denir. Genel kural olarak buzulun yüzey alanının %60-70 arası birikme bölgesi sayılır. Buradaki buz kalınlığı bölgedeki kayanın aşırı erozyona uğramasına neden olacak kadar büyük bir kuvvetle aşağı doğru baskı uygular. Buzul bölgeden gittikten sonra kalan kâse ya da amfiteatr biçimindeki bu çöküntüye buzyalağı ya da "sirk" adı verilir. Buzulun diğer ucuna, bittiği yere, "çökelti" ya da "aşınma bölgesi" adı verilir. Bu bölgede eriyerek kaybolan buz, kar yağışıyla birikenden daha fazladır. Aynı zamanda buzul çökelleri bu bölgede ortaya çıkar. Buzulun yok olana kadar inceldiği bölgeye "buzul cephesi" denir. Her iki bölgenin birleştiği yüksekliğe "denge hattı" denir. Bu yükseklikte yeni kar yağışı ile biriken buzun miktarı, aşınma ile kaybedilen buzun miktarına eşittir. Birikme bölgesinin aşağı doğru olan aşındırma kuvvetleri ile aşınma bölgesinin çökel bırakma yatkınlığı birbirini dengeler. Ancak yanal erozyon kuvvetleri dengelenmediğinden, akarsuların oyduğu "v" şeklindeki akarsu vadileri buzullar tarafından "u" şekilli buzul vadilerine dönüşür. Bir buzulun "sağlığından" söz edilirken birikme bölgesinin alanı aşınma bölgesinin alanıyla kıyaslanır. Sağlıklı buzulların birikme bölgesi daha geniş olur. Doğrusal olmayan birçok bağlantı, birikme ve aşınma arasındaki ilşkiyi belirler. Küçük Buz Çağı'nın ardından 1850 yıllarında dünya buzulları oldukça önemli oranda geri çekildi. Bu gerilemenin ana sebebi sanayi Devrimi'nden sonra dünya üzerinde giderek artan oranda karbondioksit (CO) üretilmesi ve bu karbondioksidin karbonik asit üretmek için gereksinimi olan suyu doğrudan buzullardan almasıdır. Avrupa'daki Alp Dağları buzullarının yakınlarında kurulan fabrikalar oldukça önemli oranda yakıt tüketmiş ve yanma sonucu ortaya çıkan bu karbondioksidi atmosfere bırakmıştır. 1980'lerden itibaren hızlanan bu geri çekilme, küresel ısınma ile bağlantılandırılmaktadır. Buzulların oluşabilmesi, bulundukları enleme ve iklime bağlıdır. Kutup bölgelerinde buzullar deniz seviyesinde iken, Alp Dağları'nda 2.700 - 3.500 m yüksekliktedir. Dönencelerin arasında ise buzullarla daha yükseklerde karşılaşılabilir. Bir buzulun oluşması ve devamlılık sağlaması için yağış olması ve yağarak biriken buzun aşınarak kaybolan buzdan fazla olması gerekir. Çok soğuk iklimlerde bile yeterince yağış almayan bölgelerde birikme olmayacağından, buzullar da oluşmaz. Dördüncü zaman'daki (kuvaterner) buz çağlarında Sibirya'nın büyük çoğunluğu, orta ve kuzey Alaska ve Mançurya'nın tamamı bu durumdaydı. Günümüzde de Antarktika'nın McMurdo Kuru Vadileri'ndeki ve And Dağları'nın 19°S ile 27° enlemleri arasındaki bölümünde, aşırı kurak Atacama Çölü'nün üzerindeki alanda da bu nedenle buzullara rastlanmaz. And Dağları'nın bu bölgesi deniz yüzeyinden 6.700 m yüksekte olmasına rağmen, soğuk Humboldt akıntısı yağışı tamamen engeller. Ek bilgi: Dünyadaki tüm buzullar erirse deniz seviyesinin 7m ile 12 metre artacağı tahmin edilmektedir. Buzullar, içeriden ve dışarıdan olmak üzere iki şekilde hareket eder. Buz, kalınlığı 50 metreyi geçene dek oldukça kolay kırılan bir katı madde gibi davranır. 50 metreden daha derinde oluşan basınç, buzun ""plastik"" hale gelmesine ve akmasına neden olur. Buzulu oluşturan buz, üst üste birikmiş molekül katmanlarından oluşur. Bu katmanlar arasındaki bağlar görece zayıftır. Stres iç bağ kuvvetlerini aştığında katmanlar birbirinin üzerinde kaymaya başlar. İkinci hareket şekli de temelden kaymadır. Buzulun tamamı, eriyen suların yarattığı kaydırıcı etkiyle birlikte üzerinde bulunduğu ortamın üzerinde kayarak ilerler. Buzulun tabanına doğru basınç arttıkça buzun erime noktası da azalır, dolayısıyla buz erimeye başlar. Buz ile kaya arasında hareket sonucu oluşan sürtünme ve dünyanın içinden gelen jeotermal ısı da erimeye yardımcı olur. "Ilıman" buzullar genellikle bu şekilde hareket eder. Görece daha sert ve kırılgan olan buzulun ilk 50 metresi "kırılma bölgesini" oluşturur. Bu bölgede buzun tamamı bir arada hareket eder. Birbiri üzerinde kayan katmanlar yoktur, aksine bu bölgedeki buz bütün olarak alttaki plastik şekilde akan buzun üzerinde kayar. Buzulun üzerinden geçtiği arazideki düzensizlikler bu bölgede kırılmalara neden olur. Oluşan "yarıklar" 50 metre derinliğe kadar inebilir. Bu derinlikte plastik akışla karşılaşan yarıklar daha fazla ilerlemez. Kolayca fark edilmeyen yarıklar nedeniyle buzulları gezmek tehlikelidir. Buzul yer değiştirmesinin hızını, kısmen sürtünme belirler. Sürtünme nedeniyle buzulun altı, üstünden daha yavaş yer değiştirir. Dağ buzullarında ayrıca vadinin yanlarında oluşan sürtünme
de kenarların merkeze göre daha yavaş hareket etmesine neden olur. 19. yüzyılda yapılan deneylerle bu kanıtlanmıştır. Bir dağ buzuluna hat şeklinde çakılan kazıklar izlenmiş ve öncelikle ortadaki kazıkların daha uzağa gittiği gözlemlenmiştir. Ortalama hız değişiklik gösterir. Bazı buzullar o kadar yavaş hareket eder ki, buzulların yarattığı çizikler arasında ağaçlar bile yetişir. Bazı buzullar ise günde birkaç metre hızla hareket eder. Uydu fotoğrafları Antarktika'daki Byrd Buzulu'nun yılda 750 - 800 metre hareket ettiğini gösterir, bu da günde yaklaşık 2 metre demektir. Birçok buzulun, "buzul dalgası" adı verilen çok hızlı hareket ettikleri dönemler vardır. Bu buzullar birdenbire hızlanana kadar normal hızda hareket eder. Buzul dalgası sırasında normal hızlarının 1.000 katı hıza ulaşan buzullar, bu dönem geçtikten sonra normal hızlarına dönerler. Kayalar ve çökeltiler, değişik sebeplerle buzulların yapısına eklenir. Buzullar araziyi başlıca iki yöntemle aşındırır: Çizme ve parçalama. Kayayatağının kırık yüzeyinden akarak geçen buzul, kaya parçalarını yerinden kaldırarak buzun içine katar. Bu sürece "kaya parçalama" denir. Buzulun altındaki su, kaya çatlaklarının arasına girer ve bunu izleyen donma neticesinde genişleyen buz, kayaları parçalayarak kayayatağından ayırır. Buz hâline gelerek genişleyen su, kaldıraç kolu görevi görerek kayaları ayırır. Bu süreç sonunda her çeşit kaya ve çökelti buzulun bir parçası haline gelir. "Zımparalama", buzun ve içindeki kayaların kayayatağı üzerinde kayarak zımpara kağıdı gibi davranması ve altındaki yüzeyi pürüzsüz hâle gelene kadar zımparalaması sürecidir. Toz haline gelen kaya parçalarına "kaya unu" denir ve 0,002 ile 0,00625 mm. büyüklüğündeki kaya taneciklerinden oluşur. Kaya ununun fazla olduğu zamanlarda, karıştığı erime sularının rengi grileşir. Buzul aşınmasının bir başka görünür özelliği buzul çiziğidir. Buzulun alt kısmında büyük kaya parçaları olduğunda, bunların kayayatağında uzun çizikler yaratması sonucu oluşur. Bu çiziklerin yönleri dikkate alındığında buzul hareketinin yönü de belirlenebilir. Bir buzulun aşındırma hızı değişkendir ve dört önemli faktöre bağlıdır: Buzulda biriken maddeler genellikle aşınma bölgesinin sonuna kadar taşınır ve orada bırakılır. "Buzul çökelleri" başlıca iki farklı tiptedir: Buzul tili içinde bulunan ve yüzeyde bırakılan büyük kaya parçalarına "eratik bloklar" denir. Bunlar küçük çakıl taşından büyük kaya parçalarına kadar değişik boyutlarda olur. Buzulla birlikte uzun mesafe katettikleri için, üzerinde bulundukları kayalardan daha farklı tipte olabilirler. Eratik blokların bulundukları düzen, geçmişteki buzul hareketleri hakkında ipuçları verir. Buzultaşar, buzulun getirip bıraktığı ve geri çekildikten sonra yüzeyde kalan taş oluşumlarıdır. Bu oluşumlar genellikle buzul tilinin doğrusal yığınlar halinde toplanması şeklinde görülür. Buzul tili ince tozumsu bir madde içinde küçüklü büyüklü taş ve kaya parçalarının bir araya gelmesinden oluşur. Buzultaşlara verilen "moren" adı Fransızca kökenlidir ve Alp tepelerinde buzulların getirdiği tortul kayaçları adlandırmak için Fransız dağ köylüleri tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Buzultaşların değişik tipleri bulunur ve buzulun oluştukları yere göre adlandırılır: Drumlinler genelde buzul tilinden oluşan aerodinamik şekilli asimetrik tepeciklerdir. Yükseklikleri 15 ila 50 metre arasında değişir, uzunlukları ise bir kilometreye kadar erişir. Tepeciklerin dik kısmı buz akış yönüne doğru bakar, daha uzun eğimli kısmı buz akış yönünü izler. Drumlinler drumlin sahası denen gruplar halinde bulunur. Bu sahaya bir örnek, New York eyaletinin Rochester şehrinin doğusunda görülebilir. Bu alanda yaklaşık 10.000 drumlin olduğu tahmin edilmektedir. Drumlinleri oluşturan süreç tam olarak anlaşılmamış olsa da, şekillerine bakarak bunların eski buzulların plastik deformasyon bölgeleri olduğu söylenebilir. Buzulların ilerleyerek eski buzulların bıraktığı çökeltileri değiştirmesiyle birçok drumlin oluştuğu düşünülmektedir. Buzlanmadan önce dağ vadileri suyun aşağı doğru aşındırmasıyla oluşan V şekline sahip olurlar. Buzlanma sırasında bu vadiler genişler, derinleşir ve U şekilli buzul vadileri oluşur. Derinleşme ve genişlemenin yanı sıra; buzul, aşınma nedeniyle vadiyi daha pürüzsüz hale getirir. Bu nedenle vadi boyunca uzanan arazi çıkıntıları yok olur, yerine "tıraşlanmış yamaçlar" oluşur. Ana buzul hattına bağlanan küçük buzul kolları bulunur. Bu küçük buzul kolları, yeri aşındırırken ana buzul kadar derine inemezler. Dolayısıyla buzullar geri çekildikten sonra, bu kolların oluşturduğu vadiler buzulun oluşturduğu çöküntüden daha yukarıda kalır. Bu oluşuma "asılı vadiler" denir. Zımparalama ve parçalanmadan etkilenmiş arazinin bazı kısımlarında çöküntüler suyla dolup paternoster göllerini oluşturur. Hristiyanların kullandığı tesbih tanelerine benzedikleri ve tesbih gibi, ipe benzeyen ince kanallarla birbirlerine bağlandıkları için Latince "babamız" anlamına gelen sözcükten bu adı almışlardır. Buzulun başladığı yerde "corrie" adı verilen ve "sirk"e benzeyen buzyalakları bulunur. Kâse şeklinde olan buzyalaklarının üç tarafı dik yamaçlarla kapalıdır ancak dördüncü taraf vadiye açılır. Buzyalaklarında buz birikir. Önceleri dağın yan yüzlerinde düzensiz arazi şekilleri olarak başlayan oluşum buzun ilerlemesiyle büyüyerek buzyalağı haline gelir. Buzul eridikten sonra buzyalakları genelde "tarn" adı verilen küçük dağ göllerine dönüşür. Bir sırtla birbirinden ayrılan iki buzul varsa, zamanla iki buzyalağı arasındaki bu sırt aşınarak aret şekline dönüşür. Bu oluşum zamanla dağ geçidine dönüşebilir. Buzullar aynı zamanda yüksek enlemlerde görülen fiyordların ve yarların oluşumuna da neden olur. Keskin kenarları olan dar sırtlara "aret" denir. Üç ya da daha fazla aretin birleşmesiyle piramidimsi zirve şeklinde ve çok dik kenarları olan "buzul boynuzları" oluşur. Her iki yüzey şekli de aynı süreçten geçerek, buzyalaklarının parçalanma yoluyla genişlemesi ve buzun çalışması sonucu oluşur. Buzul boynuzları tek bir dağı çevreleyen buzyalakları yüzünden oluşur. Aretler de benzer şekilde oluşur ancak buzyalakları bir daire içinde değil de karşılıklı olarak bir sırtın iki yakasında bulunur. Aynı zamanda iki paralel buzulun birbiriyle çarpışmasından da oluşabilir. Bu şekildeki buzul dilleri aşınma yoluyla sırtları kazarak vadi duvarlarını zımparalar. Buzulun yolu üzerinde bulunan bazı kaya oluşumları "hörgüçkaya" diye bilinen küçük tepecikler şeklinde aşınır. Buzul aşınması yoluyla oluşan bu tepecikler, uzun yuvarlağımsı, asimetrik ve hörgüç şeklinde kaya yatağının şekillenmesiyle oluşur. Buzulun geldiği yöne doğru tatlı bir eğimle inen kayaların, buzulun gittiği yöne doğru olan eğimleri ise oldukça diktir. Buzulun geldiği taraftaki yüzey aşınırken, diğer taraftan kaya parçaları koparılarak buzla beraber taşınır. Bu yüzdeki kaya, suyun etkisi, çatlaklardaki buzlanma ve yapısal stres nedeniyle parçalanır. Aşınma bölgesinden akan su, buzuldan uzaklara giderken beraberinde ince aşınmış çökeltileri de götürür. Akan suyun hızı azaldıkça, askı halindeki bu maddeleri taşıma yetisi de azalır. Yavaş yavaş bu maddeler su tarafından tortu halinde bırakılarak alüvyon düzlüğü oluşturur. Alüvyon vadilerinde ortaya çıkan bir oluşum da kazan adı verilen havuzcuklardır. Buzulların yarattığı çukurlar buzul tillerinde de oluşur. Büyük bir parça buz bu tilin içinde sıkışıp, buzul geri çekildikten sonra eridiğinde çökelti içinde delik şeklinde oluşumlar bırakır. Bir kilometre çapında bir buzulun erimesi için yaklaşık 30 yıllık bir zaman gerekmektedir. Bu şekilde oluşan çöküntülerin çapı genelde 2 km'yi geçmese de, ABD'nin 10.000 göl ülkesi diye bilinen Minnesota eyaletinde bu şekildeki bazı çöküntüler 10 ila 50 metre derinliğe sahip olup 50 km çapa ulaşırlar. Bir buzul boyut olarak kritik noktaya ulaştığında akışı durur ve buz sabit hale geçer. Bu esnada erimeyle oluşan su buzulun üstünden, içinden ve altından akmaya ve gerisinde tortul çökeltiler bırakmaya devam eder. Buz eridikçe arkasında bu tortuların oluşturduğu sütun, teras ya da öbek şeklinde çökeltiler bırakır. Bu çökeltiler genel olarak "buz ile temas halindeki çökeltiler" olarak bilinir. Sütun ya da höyük şeklindeki çökeltilere kama denir. Bazı kamalar, erime suyunun buzulun içindeki açıklıklardan bıraktığı tortularla oluşur. Diğer bir deyişle kama, erime suyunun buzulun dışına doğru yarattığı deltalarda tortu bırakmasıyla oluşur. Buzul, bir vadiyi işgal edince vadinin kenarlarında teras ya da "kamalar" oluşturabilir. Uzun ama genelde dar olan, yılankavi şekildeki çökelti tipine esker denir. Buzul eridikten sonra geride erime suyunun taşıyarak bıraktığı kum ve çakılın oluşturduğu sırt şeklidir. Bu sırtların bazıları 100 m yüksekliğe sahiptir ve uzunlukları da 100 km yi geçebilir. Çok ince buzul çökeltileri ya da kaya unu, çoğunlukla çıplak yüzeylerden rüzgârlarla alınıp asıl alüvyon biriken alandan ötelere taşınır. Rüzgârla taşınan lös çökelleri Çin'in bazı bölgeleri ve ABD'nin ortabatısında görüldüğü gibi yüzlerce metre derinliğe sahip olabilir. Buzullar başlıca ikiye ayrılır: Buzul olarak adlandırılan oluşumların klasik bir biçimidir: Karın üzerine çıkan zirvenin hemen altında besleme havzası görevi yapan buzyalağı ve bir vadinin tüm genişliğini kaplayan ve ırmak şeklinde uzanan bir buzdili ile akarsuya dönüşen buzul cephesi. Bir vadi buzulu bir veya daha fazla birikme bölgesinden oluşabilir. Komşu buzullarla birleşerek akan buz kütlesi daha da büyüyebilir. Vadi buzullarına örnekler: Genelde bir dağın yamacında bulunan küçük buzullardır. Tek bir birikme bölgesinden ve bazen de küçük bir hareket bölgesinden oluşur. Bu buzullarda aşınma bölgesi ile nadiren karşılaşılır. Buzuldan kütle kaybı ya uçunum ile ya da buz bacalarının (serakların) düşmesi ile olur. Buz bacalarının düştüğü yerde buzul oluşumları ortaya çıkabilir. Yamaç buzullarına örnekler: Yamaç buzullarındaki buz bacalarının düşmesi sonucu ortaya çıkan ve çok yer kaplamayan buzul tip
leridir. Aslında bunlar yamaç buzullarının aşınma bölgesi sayılabilir. Vadi buzulu oluşturamayacak kadar küçük olan bu buzullarda hem uçunum hem de yüzeyden erime görülebilir. Bir buzyalağının tamamını kaplayan ve burada sabit duran buzul biçimidir. Aslında bir vadi buzulunun birikme bölgesidir. Bir birikme bölgesi, dar bir hareket bölgesi ve aşınma bölgesi bulunur. Buzyalağı buzuluna örnekler: Bir dağ sırasının eteğindeki düzlüğe ulaşan vadi buzulunun bir çeşididir. Birikme ve hareket bölgesi klasik yapıdadır ancak aşınma bölgesi ya parça parça yayılır ya da tek bir buzul parçası olarak düzlüğü kaplar. Buzul parçasının önünde bir sandur düzlüğü oluşabilir. Bu düzlükte drumlin (hörgüçlü kaya), esker, kama, kazan, eratik blok ve buzultaş gibi buzul oluşumlarına rastlanır. Dağeteği buzullarına örnekler: Bir buzulun dillerinden birinin denize ya da okyanusa ulaşmasıdır. Böyle bir buzul deniz seviyesinde yıllık ortalama sıcaklığın donma sıcaklığına yakın olmasını gerektirdiği için, bu duruma ancak yüksek enlemlerde rastlanır. Fiyortlara dökülen bu tür buzullara Norveç ve Alaska'da rastlanır. Kıyı buzullarına örnekler: İnlandsis buzullarının özelliklerini paylaşırlar. Geniş bir yüzeye sahip, rastgele biçimlenmiş, kayalık katmanın büyük bir eğimde olmadığı ve geniş buzul cepheleriyle ya da buzullarla buzun tahliye edildiği kalın buzullardır. Aslında, genellikle dağların ya da yanardağların zirvelerinde bulunan küçük inlandsistirler. Eski buzul çağlarından kalan buzul kalıntılarıdır. Doruk buzullarına örnekler: Yayıldıkları alan çok geniş ve kalınlıkları fazla olduğu için, arazi şekilleri biçimlerini etkilemez. Muazzam büyüklükte buz yığınlarından oluşurlar. Üst kısımları genelde çok az eğimli bir düzlüktür, ara sıra nunataklarla bölünürler. Parçalı ya da bütün olarak akar ve buz akıntıları oluştururlar. Genişliği 50.000 km²'den daha az olan kıtasal buzul tipidir. Buzul şapkasına örnekler: 50.000 km²'den daha geniş, kıtasal buzul tipidir. Bunlarda buz halinde bulunan su miktarı çok önemlidir. Eğer Grönland'daki buz erirse dünya denizleri 6 metre yükselir. Antarktika'daki buz erirse, bu yükselme 65 metreye kadar çıkabilir. Dünya'da iki tane inlandsis vardır: Buzullar sıcaklıklarına göre de sınıflandırılır. Bu sınıflandırma buzulların yüksekliği ve bulundukları enleme bağlı olduğu kadar, altlarında volkanik hareketlilik olup olmamasına da bağlıdır: Sıcaklığa göre sınıflandırma çeşitlilik gösterdiği için, erime durumunu tanımlamak üzere buzulların değişik bölümleri kullanılır. Yaz aylarında bile erime olmayan bölüme "kuru kar bölgesi" denir. Yüzey erimesi bulunan ve genellikle eriyip tekrar donmuş buz lensleri ve buz tabakaları olan bölüme "süzülme bölgesi" denir. Önceki yaz sonundan beri toplanan karın 0 °C'ye geldiği yere "ıslak kar bölgesi" denir. "Ekleme buz bölgesi" ise çok fazla erime ve donma olan ve buz lenslerinin tek bir kütle oluşturacak şekilde kaynamış olduğu bölümdür. Buzullar önemli birer turist cazibe noktasıdır. Buzullara gitmenin değişik nedenleri vardır: Güneş sisteminde yalnız Dünya üzerinde değil diğer gezegen sistemlerinde de buzullar bulunur: = Dış bağlantılar = Meyve suyu "Sebze için sebze suyu sayfasına bakın." Meyve suyu, doğal olarak meyve dokusunda bulunan sıvıdır. Meyve suları, ısı veya çözücü kullanılmadan, taze meyvelerin ezilmesi veya sıkıştırılması ile hazırlanılır. Örneğin, portakal suyu portakal meyvesinin özütüdür. Meyve suları en çok şişe, Tetra Pak ve plastik şişe ambalajlarında satışa sunulmakdadır. Bazı popüler meyve suyu türleri elma, portakal, vişne, greyfurt, ananas, domates, hint kirazı, üzüm, yabanmersini ve nar sularıdır, ama diğer popüler türleri de var. Jimnastik Jimnastik veya cimnastik, bedeni, fiziksel yapısını düzeltme güçlendirme ve geliştirme amacıyla düzenli hareket ettirme sanatıdır. Bedeni çevikleştirmek ve güçlendirmek için yapılan alıştırmaların tümü, idman ve kültürfizik hareketleri jimnastiğin kapsamına girer. Bu disiplin; erkeklerde, yer alıştırmaları, paralel bar, barfiks, halka ve kulplu beygir; kadınlarda yer alıştırmaları, türdeş olmayan çubuklar, barfiks, denge kalası alıştırmalarını içerir. İyileştirme ve öğrenme amaçları güden tıbbi jimnastik ve eğitim jimnastiğiyse sanattan çok bilim ulamı içinde sayılmaktadır. İnsanın fiziksel ve ahlaki yetilerini eğitmek, fiziksel ve ruhsal verimini artırmak amacıyla beden çalışmalarından yararlanan "fiziksel eğitim", jimnastikten ayrı bir daldır. Kuter Kuter İngilizce "to cut" kesmek fiilinden gelmektedir. sosis ve salam hamurunun kuter dışında elde edilmesi hemen hemen olanaksızdır. XX. yüzyılın başına kadar hamur zırh benzeri bıçaklarla yapılmakta idi. halen güney, doğu ve güneydoğu anadolu da kebap kıyması zırh ile yapılmaktadır. kuter denen bir tekne (tabla) ve tekneye dikey olarak konulmuş 2-3-4 veya 6 bıçaktan oluşan ve farklı hızla dönen bıçak takımlarından ibarettir. bıçaklar kullanış amacına göre faklı olmaktadır. yağ ve donmuş et için faklı bıçaklar kullanılmaktadır. teknolojinin gelişmesiyle birlikte farklı amaçlar için değişik kapasiteli kuterler üretilmeye başlanmıştır. üretilecek ürünün çeşidine göre en iyi karışımı yapabilen vakum paketler veya pişmiş ürün üretildiyse ısıl işlem uygulanarak haşlama ve pişirme işlerini doğrudan kuterde yapabilen pişirici kuterler de mevcuttur. Biyosfer 2 Biosfer 2 ("Biosphere "2), John Polk Allen tarafından Oracle, Arizona'da kurulmuş suni bir kapalı ekosistemdir. 1987-1989 arası insanoğlunun kapalı bir biyosferde nasıl yaşayacaklarını test etmek üzere kurulmuştur. Uzay kolonizasyonu için kapalı ekosistemlerin kullanım imkânlarını ve dünyaya zarar vermeden biyosfere yapılabilecekleri araştırma olanağı vermiştir. İsim ilk biyosfer olan dünyadan esinlenmiştir. 200 milyon $'lık proje Edward Bass tarafından desteklenmiştir. Yankı uyandırması beklenen deney, başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Beklenenin aksine ortamda bulunan canlıların çoğu can vermiş, deneyin içinde yer alan ikisi kadın, ikisi erkek toplam dört kişi de uykularından nefes darlığı, oksijen yetersizliği gibi sorunlarla uyanmıştır. Kesif yem Keşif, kelime olarak "yoğun" anlamına gelir. Gıda sektöründe besi dönemi uzun hayvanlarda et bağlama süreci bittiğinde yağ depolama artmakta, uzun süre kesif yemle beslenen hayvanlarda daha fazla yağa rastlanmaktadır. Kesim dönemi kışa rastlayan hayvanlar yazın kesilenlere göre daha yağlı olmaktadır. Paraziter hastalık Parazitler genel olarak organizmayı tahrip etmekte soyucu, sömürücü, mekanik olarak etkilemekte ve diğer hastalıklara canlıları dispoze kılmaktadırlar. Paraziterlerin hemen hemen bütün salgıları, sindirilmemiş artıkları organizma için toksiktir. Ayrıca bazı parazitlerin özel toksinleri vardır. Bunları salgılayarak hücre ve dokuları eritirler, kanın pıhtılaşmasına engel olurlar. Bu toksinlerle organizma tedricen zehirlenir. Alyuvarları erittiğinden anemi meydana gelir. Kan tablosu değişir. Toksinlerin sinir sistemine de etkisi vardır. Bunun sonucu bazen felçler ve kuduz benzeri semptomlar meydana gelir. Gelişmede gerilik meydana gelir. Genital organların küçüldüğü, atrofiye olduğunu bildiren araştırmalar vardır. Parazitler mekanik olarak da organizmaya zarar vermektedirler. Bulundukları organlara mekanik olarak basınç yapmaktadırlar. Bunların sayısı kadar bulundukları organın da önemi vardır. Beyin,göz gibi nazik organlarda bulundukları zaman, sayıları az da olsa meydana getirdikleri etki büyüktür. Hücre parazitleri çoğalırken hücreleri parçalarlar. Bazı parazitler safra kanalını tıkayarak sarılık meydana getirirler. Bazı parazitler de, örneğin bağırsakta yaşayanların birkaç tanesi bir araya gelerek bağırsakları tıkarlar ve şiddetli hazımsızlıklara sebep olurlar. Parazitlerin genç şekilleri organizmada göç ederken diğer bazı hastalık etkenlerini de beraberinde sürükledikleri gibi, zayıf düşürdükleri organizmalarda salgın hastalıkların kolaylıkla etkimesine sebep olurlar. Bundan ötürüdür ki, paraziter hastalıklara yakalanan hayvanlarda diğer hastalıklar da kolaylıkla yerleşebilmektedir. Parazitlerden mütevellit metabolik bozukluklar,vitamin,hormon dengesinin bozulması, özelikle hayvanların iyi beslenemedikleri hallerde doğal direncin bozulması sonucu parazitlerin etkileri artmaktadır. Paraziter hastalıklar bariz bir şekilde dikkat çekmediği, ölüm olayları görülmediği hallerde, bunların meydana getirdikleri verim düşüklüğünü kesin olarak hesaplamak güçtür. Paraziter hastalıklarda görülen semptomlarla, klinik olarak hastalığı teşhis etmek zordur. Ancak parazitin kendisini veya gelişme devirlerini görmek ile kesin teşhis konur. Bazı hallerde birkaç paraziter hastalık birlikte seyreder ki böyle durumlarda telefat artar. Seröz bezler Seröz bezler; hücreleri muköz bezlere göre daha küçük görünen, salgıları sulu ve akışkan olup, protein içeren yapıda salgı yapan bezlerdir. Çekirdekler bazal yarıda bulunur. Enzim bakımından zengin olan salgı maddesinin boşaltılmasına bağlı olarak hücrenin apikal taraftaki sitoplazması çoğu zaman boş görülür ya da salgı granülleriyle doludur. Vücutta pankreasın dış salgı bezi, kulakaltı tükürük bezi, karaciğer, böbrek ve ağızdaki tükürük bezlerinin seröz kısımları bu tip bezlere örnektir. Muköz bezler Muköz bezler; hücrenin büyük kısmında yapışkan musin maddesi bulunur. Salgı kıvamlı, kaygan ve yapışkandır. Salgılarına mukus denir. Mukus, bulunduğu epitelin üst yüzeyini korumaya yardımcı olur. Hücrelerin çekirdekleri, yassılaşmıştır ve bazal kısımda bulunur. Muköz bez hücreleri, metakromazi özelliği gösterirler. Çok hücreli ilkel hayvanların ve bitkilerin çoğunda muköz hücreler bulunur. Islak ve nemli yerlerde bulunan kayganlık bundan kaynaklanır. Goblet hücreleri, çenealtı ve dilaltı tükürük bezleri , dişi üreme kanalı ve yemek borusu bu tip beze örnektir. Seromüköz bezler Seromuköz bezler; hem seröz hem de muköz salgı salgılayan karışık yapıdaki bezlerdir. Muköz hücreler daha çoğunluktadır. Seröz hücreler ise, son kısımlarda bulunup, yarımay şeklinde muköz hüc
releri sarar. Bu yerleşim düzenine Giannuzzi yarımayı denir. Bu yarımayın seröz hücreleri salgılarını ince kanallar yardımıyla lümene ulaştırırlar. Burundaki, trakeadaki ve bronşlardaki salgı bezleri bu tiptir. Aydoğdu, Şumnu Aydoğdu (Bulgarca : "Изгрев", "Izgrev"), Bulgaristan'daki Şumnu şehrinin kuzeydoğusunda bulunan küçük bir köydür. Köyden geçmekte olan Şumnu - Bohçalar yolu sayesinde köyün önemi zamanla artmıştır. Köy, üç mahalleden oluşmaktadır. 1954 yılında kurulan kooperatif sayesinde halkın geliri az da olsa yükselmiş, 1960'lı yıllarda motosiklet, 1980 senesinden sonra köyde otomobil sayısı artmıştır. 1950 yılından beri mevcut olan tiyatro salonu sayesinde uzun kış geceleri komşu köylerden de gelen tiyatro gösterimleri ile renkli geçmekte idi. Düzen 1985 yılındaki olaylardan sonra bozuldu. Yerli öğretmenlerin hepsi komşu ülkeye göç etti. Okul öğrencisiz kaldı. Köyün nüfusu yarı yarıya azaldı (1989 yılında). Kooperatifin dağılması ile (1990 yılında) bağ ve meyve bahçeleri söküldü. Gençler işsiz kaldı. Bulgaristan da Türk yazarlar arasında yer alan eğitimci yazar Embiya Ulusoy Aydoğudu Köyünde doğumuştur. Türkiye Cumhuriyeti'ne göç edenlerin hasret gidermeleri ve yeni yetişen neslin de kaynaşması için her yıl Temmuz ayının ilk Pazar günü geleneksel "Aydoğdulular Günü Pikniği" yapılmaktadır. Merokrin bezler Merokrin bezler; sitoplazmalarından kayıp vermeden ya da çok az miktarda kayıpla salgı yapan hücrelerin oluşturduğu bezlerdir. Bu tip hücrelerde granüllü endoplazmik retikulumda oluşan salgı, Golgi aygıtına aktarılır. Burada son şeklini alıp, kesecikler (granüller) halinde hücrenin apikal kısmından dışarı verilir. Salgılandıkları organın yüzeyini nemli ve kaygan tutarlar, terlemeyi sağlarlar. Tükürük bezleri, ter bezleri, pankreasın bir kısmı, sindirim, solunum ve ürogenital yollardaki bezler bu tiptir. Merokrin bezlerinde ENaC adlı Na+ kanalları vardır. Apokrin bezler Apokrin bezler; salgılama sırasında hücrelerinden bir miktarda sitoplazma (yaklaşık 2/3'ü kadar) ve bazı parçalar kopararak salgı üreten hücrelerin oluşturduğu bezlerdir. Hücre, kopan kısımlarını onararak yeniden salgı yapacak duruma gelir. Salgıları yapışkan, bulanık ve yoğun kokuludur. Bu nedenle Koku Bezleri de denilir. Genellikle ergenlikte salgı yapmaya başlarlar. Bu salgının yapıldığı yerlerde mikroorganizmaların üremesi olağandır. Kulak kiri oluşturan bezler, göz kapağındaki Moll bezleri, koltukaltı, kasık, meme başı, anüs çevresinde bulunan bezler bu tiptedir. Holokrin bezler Holokrin bezler; salgılama sırasında tüm hücre içeriğinin ya da hücrenin tamamının kullanıldığı bezlerdir. İki çeşidi vardır: Turan Turan aşağıdaki anlamlara gelmektedir: Proletarya Proletarya (Latince "proles" kelimesinden gelir) alt sosyal sınıfı tanımlamak için kullanılan terim, bu sınıfa mensup kişilere proleter denir. İlk olarak oğullarından başka malı olmayan insanları tanımlamak için kullanılan aşağılayıcı bir kelime iken, Karl Marx`tan sonra işçi sınıfını tanımlamak için kullanılan sosyolojik bir terim halini almıştır. Marksist teoride proletarya üretim araçlarına sahip olmayan sınıfın adıdır. Proleter ücret alan işçidir. Proletarya, Feodalizmin çözülmesiyle mülksüzleşen insanların, Emek gücünü belli bir ücret karşılığında satmaktan başka yaşam seçeneği kalmamasıyla ortaya çıkan, üretimdeki konumları itibarıyla belirli bir grup oluşturan kesimin sınıfsal olarak tanımlanmasıdır. Marksizm proletarya ve burjuvaziyi (kapitalist sınıf) birbirinin zıddı iki pozisyona koyar, örnek olarak fabrika işçisi ücretini olabildiğince fazla almak isterken patron sayılan üretim araçlarına sahip insanlar da olabildiğince az vermeye çalışır. Bunun da ötesinde, her iki sınıf, üretimdeki yerleri ve toplumsal yaşamdaki konumlarıyla tamamen çatışma halindedirler. Bu çatışma geçici ve aşılabilir değildir aksine, ancak sınıfsız topluma geçildiğinde bitecek bir çatışmadır. Proletaryanın sınıfsal çıkarları, Marksist teoriye göre, mevcut toplumsal sistemin tamamen aşılmasını ve bir sınıf olarak kendisinin de ortadan kalkmasını gerektirmektedir, oysa "burjuvazi" kendi varlığını bu sistemin devam ettirilmesinde bulur. Marksizm'e göre kapitalizm işçi sınıfının burjuvazi ("kapitalistler", üretim araçlarına sahip olanlar) tarafından sömürülmesine dayanır. Bu sömürü şöyle gerçekleşir: işçiler, kendi başlarına üretim araçlarına sahip olmayanlar, hayatlarını sürdürmek için bir iş bulmak zorundadırlar. Bir kapitalist tarafından işe alınırlar ve onun adına çalışmaya başlayarak ortaya çeşitli ürünler koyarlar. Daha sonra bu mal/ürünler kapitalistin kendi malı olur ve kapitalist bunları pazarlayarak/satarak gelen paranın hepsine el koyar. Kazanılan paranın bir bölümü işçinin "yevmiye"sine ayrılırken, diğer kısım (artı değer) giderler çıktıktan sonra kapitaliste kar olarak kalır ve döngü böyle devam eder. Yani "kar" bütünüyle emekten kaynaklanmaktadır. Bu yüzden Marksizme göre, birileri ortaya konan ürünün karşılığını tam olarak alamamakta birileri de emek harcamadan ürünün karşılığını hak etmeden almaktadır. Sınıf mücadelesi de tam bu noktadan temellenip çelişik toplum yapısına zemin hazırlamaktadır... Ulvi Cemal Erkin Ulvi Cemal Erkin, (d. 14 Mart 1906 İstanbul – ö. 15 Eylül 1972), Türk Beşleri arasında yer alan çağdaş müzik bestecisi ve müzik öğretmeni. Birinci kuşak çağdaş Türk müziği bestecileri arasında yer alan Erkin, opera dışında hemen bütün formlarda yapıtlar vermiş verimli bir bestecidir. Besteciliğin yanı sıra orkestra şefliği, piyano öğretmenliği ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında açılan müzik kurumlarında yöneticilik yaparak “müzik devrimi”nin sevilmesi ve yaygınlaştırılması konusunda öncülük etmiştir. Müzik tarihinde Türk Beşleri adıyla anılan sanatçılar arasında yer alır. 1971 yılında devlet sanatçısı unvanı ile onurlandırılmıştır. 1906 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası, üst düzey bir bürokrat olan Mehmet Cemil Bey, annesi Nesibe Hanım’dır. Diplomat Feridun Cemal Bey (Erkin)’in kardeşidir. Yedi yaşındayken babasını kaybetti. Dedesi Abdullah Behçet Bey’in evinde büyüdü. İlk müzik derslerini piyano çalan annesinden aldı. Piyano derslerine önce Mercenier adlı bir Fransız öğretmenden, daha sonra İstanbul’da tanınmış bir öğretmen olan piyanist Adinolfi’den dersler alarak devam etti; bir yandan da Galatasaray Lisesi’nde eğitimini sürdürdü. Millî Eğitim Bakanlığı’nın yurtdışında müzik öğrenimi görecek gençleri seçmek için açtığı sınavı kazanarak 1925 yılında Paris’e gönderildi. Paris Konservatuvarı’nda Jean Batalla, Isidor Philipp ve Camile Decreus ile piyano, Jean Galon ile armoni, Noel Galon ile kontrpuan çalıştı; daha sonra Ecole Normale de Musique’de, Jean Galon ve Nadia Boulanger’dan kompozisyon dersleri aldı. Beş yıllık öğrenimini Paris Konservatuarı ile Ecole Normale’de başarıyla tamamlayan genç sanatçı, 1930 yılında yurda dönerek Ankara Musiki Muallim Mektebi’nde öğretmenliğe atandı. Çeşitli Avrupa kentlerinde öğrenimini tamamladıktan sonra yurda dönüp Ankara Musiki Muallim Mektebi kadrosuna katılan Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar, Ahmet Adnan Saygun, Necil Kazım Akses ile birlikte müzik tarihinde “Türk Beşleri” olarak anılan grubun bir üyesi kabul edildi. Paris’te başladığı “"İki Dans"” adlı orkestra yapıtını Ankara’da bitiren bestecinin bu ilk yaratışının dünya prömiyeri, 6 Mart 1931 yılında Riyaset-i Cumhur Filarmoni Orkestrası tarafından gerçekleştirildi. 1932 yılında piyanist ve piyano öğretmeni Ferhunde Remzi Hanım ile evlenen Ulvi Cemal Bey'in bu evlilikten Sevin (1937) ve İçten (1941) adında kızları oldu. 1936 yılında Ankara Devlet Konservatuarı’nın kurulması üzerine bu kurumun piyano bölüm başkanlığını üstlendi. 1949-1951 yılları arasında konservatuvarın müdürlüğünü üstlendi. Hayatının sonuna kadar bu kurumda piyano öğretmeni ve piyano bölüm şefi olarak görevine devam etti; bir yandan da bestecilik, orkestra şefliği yaptı. Türk Beşlerinin diğer üyeleri gibi eserlerinde halk müziği ezgilerinden yararlanan besteci, 1937 ve 1938 yıllarında yapılan birinci ve ikinci derleme gezilerine katıldı. Birinci gezide Sivas, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gümüşhane, Trabzon ve Rize illerinde; ikinci gezide Malatya, Diyarbakır, Urfa, Gaziantep, Maraş ve Adana illerinde eser derleme çalışmalarına katıldı. Besteci arkadaşı Necil Kazım Akses’le birlikte Carmen, Aida, Fidelio gibi çok sayıda önemli opera yapıtını Türkçe’ye kazandırarak opera repertuarımıza armağan etti ve sahnelenmesini sağladı. 1943 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin açtığı beste yarışmasına “"Köçekçe"” ve “"Piyano Konçertosu"” ile katıldı. Piyano Konçertosu ödüle layık görüldü; Ahmet Adnan Saygun ve Hasan Ferit Alnar ile birlikte yarışmanın büyük ödülünün sahibi oldu. Bu eser, aynı yıl 11 Mart günü Riyaset-i Cumhur Orkestrası tarafından eşi Ferhunde Erkin solistliğinde seslendirildikten sonra 8 Ekim 1943’te bombardıman altındaki Berlin’de yine Ferhunde Erkin’in solistliğinde Berlin Şehir Orkestrası tarafından seslendirildi. Sanat yaşamındaki başarıları nedeniyle Fransız ve İtalyan devletlerinin onur ve liyakat nişanları ile ödüllendirilen Erkin, 1971 yılında Türkiye Cumhuriyeti tarafından “"devlet sanatçısı"” unvanı ile onurlandırıldı. 15 Eylül 1972'de, altmış beş yaşında iken Ankara’da yaşamını yitirdi. Karşıyaka Mezarlığı’na defnedildi. Ölümünden sonra sanatçı anısına 1985 yılında pul basıldı; 1991 yılında “"Çağdaş Türk müziğinin yaratılmasına zengin esin gücüyle olağanüstü katkılarından, gelecek kuşaklara aktardığı üstün eserlerinden ve yetiştirdiği değerli öğrencilerinden ötürü"” Sevda - Cenap And Müzik Vakfı onur ödülü altın madalyası verildi. İlk yapıtlarında geç romantizm ve izlenimcilikten yola çıkan Ulvi Cemal Erkin, kısa sürede geleneksel Türk müziğinin, özellikle halk müziğinin makamsal ve ritmik gereçlerini başarıyla kullanmaya başladı; bilinçle eğildiği bu gerecin renkleriyle ulusal bireşime ulaştı. Besteci İlhan Usmanbaş “Beşler”in kişiliğinde Erkin’in bu dönemini şöyle değerlendirir: “"Birinci kuşak Türk Bestecileri, 19
30’larda ilk yapıtlarını verdikleri zaman, bugün insanı hayrete düşüren bir şey daha var; o da sanki Türkiye’de yüzyıllardan beri Avrupa müziği yapılıyormuş gibi yeni bir müzik diline oturmuş olmaları. Mesela Erkin’in “Beş Damla” adlı piyano parçaları 1931 tarihini taşır; yani henüz öğrenciliğini bitirip Türkiye’ye dönmüş genç bir besteci, birdenbire o güne kadar Türkiye’de nasıl bir müzik yapılması gerektiğini en açık bir dille ortaya koymuştur."” Bu çizgi, yaratılarının son döneminde doğal olarak yeni müzik tekniklerine eğilim göstermiş, sonuçta besteci, çağımıza uzanan bütün müzik tekniklerini kırk yıllık sanatsal yaşamına sığdırmayı başarmıştır. Ulvi Cemal Erkin’in yapıtlarının seslendirme üzerindeki tüm telif hakları SACEM’e aittir. Raúl Castro Raúl Modesto Castro Ruz (; d. 3 Haziran 1931) Kübalı asker ve siyasetçi. Mevcut Küba Devlet Başkanı ve Küba Komünist Partisi Birinci Sekreteri. Eski Küba Devlet Başkanı ve Küba Komünist Partisi Birinci Sekreteri Fidel Castro'nun kardeşidir. Che Guevara ile Fidel Castro'yu tanıştıran kişidir. Küba direnişinde büyük rol almıştır. Küba Devrimi sürecinde Che Guevara ve ağabeyi Fidel Castro'yla beraber "comandante" yani binbaşı unvanına sahip 3 kişiden biridir. Küba'daki 5 kahramandan biridir. Ağabeyi Fidel Castro, 31 Temmuz 2006 tarihinde mide ve bağırsak yolundan ameliyat olduğunda yetkilerini geçici olarak kardeşine devretti. 24 Şubat 2008 tarihine kadar bu görevini vekâleten sürdürdü. Bu tarihten itibaren de asaleten Küba Devlet Başkanı ve Küba Komünist Partisi Birinci Sekreteri oldu. Yıldız Eruçman Yıldız Eruçman (doğum adı ile Yıldız Kayalar), ilk Türk kadın paraşütçü. Sabiha Gökçen tarafından yetiştirilen dört kadın pilot arasındadır (diğerleri Edibe Subaşı, Nezihe Viranyalı ve Sahavet Karapas). Türkiye'nin paraşütle atlayan ilk kadın havacısı ünvanına sahiptir. Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesi sırasında Selanik'ten İstanbul'a, oradan da İzmir'in Cumaovası ilçesine göç etmiş bir ailenin kızıdır. Cumaovası'nda yetiştikten sonra Ankara'ya giderek Ergazi'de Türk Hava Kurumu bünyesinde kukrulan Türkkuşu Sivil Havacılık Okulu’nda paraşütçülük eğitimi aldı. Bu eğitimin ardından 4 Ekim 1935’te Ergazi alanında yapılan paraşüt gösterileri sırasında Rus R-5 bombardıman uçağından ilk paraşüt atlayışını gerçekleştirdi. Eskişehir İnönü Yüksek Planör Kampı ve Etimesgut Planör Kampı'na katıldı. Türk Hava Kurumu'ndan emekli oldu. Castro Castro şu anlamlara gelebilir: Gülşehrî Gülşehrî, 14. yüzyıl Türk şairi. Döneminin en önemli şairlerinden biri olan Gülşehrî'nin hakkında bugün pek fazla bir şey bilinemese de mutasavvıf olduğu bilinmektedir. Naklî ilimlerde bilgili olmasının yanı sıra matematik ve felsefe gibi aklî ilimlerle de ilgilendiği ve bu konularda da bilgi sahibi olduğu düşünülmektedir.Gülşehrinin Kırşehir'de Mevleviliği yaydığı ve zaviyede yaşadığı mahlasını da o zaman adı Gülşehir olan Kırşehirden aldığı bilinmektedir. Bir mutasavvıf olan Gülşehrî'nin eserleri bunun izlerini taşır. Ayrıca şair Ferîdüddîn-i Attâr, Mevlâna Celaleddin Rumî ve Senâî gibi mutasavvıf yazarlardan etkilenmiştir. Nitekim ünlü eserlerinden biri Feridüddin Attâr'ın ünlü mesnevisi Mantıku't Tayr`ı temel alan aynı adlı mesnevidir. Çoğunlukla bu eserinin Attâr'ın eserinin tercümesi olduğu sanılsa da aslında, Gülşehrî'nin de bizzat belirttiği gibi, eser aynı adı ve temel hikâyeyi barındırmakla birlikte bir tercüme değildir ve orijinal Mantıku't Tayr'ın içeriği eserde yoğun biçimde değiştirilmiş ve farklı kaynaklardan yeni içerikler eklenmiştir; örneğin Rumî'nin Mesnevi'si ve ünlü Hint klasiği Kelile ve Dimne gibi. Bunun dışında "Feleknâme, Aruz Risalesi ve Keramt-i Âhi Evran" isimli ünlü bir eseri daha vardır. "Feleknâme"`yi İlhanlı hükümdarlarından Gazan Han'a sunmuştur.Ayrıca Aruz-ı Gülşehri ve Kuduri Tercümesi adlı başka eserleride vardır. Gülşehrî Türk yazar ve şairlerin Türkçe eser vermek istemediği, Arapça ve özellikle de Farsça yazdığı bir dönemde eserini Türk dilinde yazarak Türk dilinin savunuculuğunu yapmıştır. Oya Aydoğan Oya Aydoğan, (10 Şubat 1957, Erzincan - 15 Mayıs 2016, İstanbul), Türk sinema, dizi oyuncusu, şarkıcı ve televizyon sunucusu. Oya Aydoğan 10 Şubat 1957 yılında Cemal-Güldane Aydoğan çiftinin iki çocuğunun tek kızı olarak Erzincan'da doğdu. Sekiz yaşına kadar ailesi ile birlikte İstanbul'un Beyoğlu semtinde yaşadı. Ortaokulu o dönemde Fransız Kız Ortaokulu olan Sainte-Pulchérie Fransız Lisesi'nde, lise eğitimini ise Saint Michel Fransız Lisesi'nde tamamladı. Henüz ilkokul yıllarında iken oyunculuk hayali kuran Aydoğan, 1975 yılında Alev Gün adıyla bir güzellik yarışmasında birinci oldu, fakat ailesinden gelen baskılar nedeniyle ödülü iade etmek zorunda kaldı. 1976’da Ses Dergisi'nin düzenlediği 8. Sinema Artisti Yarışması'nda birinci oldu. Aynı yıl ilk başrolünü Deli Şahin filmi ile Cüneyt Arkın ile paylaştı. 1978 yılında Ertem Eğilmez yapımı Neşeli Günler adlı filmin oyuncu kadrosuna dahil edildi. 12 Eylül Darbesi döneminde öne çıkan, içinde erotik unsurlar da barındıran arabesk kültürün etkisindeki filmlerde rol aldı. 1982'de Yedi Bela Hüsnü filminde Hüsniye karakterini canlandırdı ve Kemal Sunal ile başrolde yer aldı. 1980'li yıllarda bir süre gazinolarda şarkıcılık yaptı. 1986'da Emrah ile birlikte yer aldığı Merhamet filminin yapımcılığını üstlendi. 2007-2010 tarihleri arasında FOX kanalında yayımlanan Bez Bebek adlı fantastik çocuk dizisi ile ekran karşısına geçti. 2011'de sunuculuğunu Emel Müftüoğlu ile üstlendiği "Şekerli Kahve" isimli televizyon programında yer aldı. Ölümünden kısa bir süre önce Lerzan Mutlu ile birlikte Beyaz TV'de yayımlanan "Söylemezsem Olmaz" adlı magazin programında sunuculuk yaptı. Aydoğan, 1976 ile 2016 yılları arasında toplam 51 sinema filmi ve 13 televizyon dizisi'nde rol aldı. Ferdi Tayfur, Serdar Gökhan, Kemal Sunal, Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, Kadir İnanır, Cüneyt Arkın, Bulut Aras ve İbrahim Tatlıses gibi birçok sanatçı ile başrolü paylaştı. 2013 yılında Elâzığ'da düzenlenen Uluslararası Çayda Çıra Film Festivali'nde "Onur Ödülü" tevcih edildi. Kedi Özledi filmindeki "Meloş" karakteri ile 2014 Sadri Alışık Ödülleri'nde komedi dalında "En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu" ödülünü kazandı. 2015'de "Magazinci.com"'un düzenlediği, 15. Yıl İnternet Medyası Ödülleri'nde "Yaşam Boyu Meslek Onur Ödülü" 'ne Ferdi Tayfur ile birlikte layık görüldü. 1978 yılının Şubat ayında Suzan Avcı'nın aracılığıyla Haluk Ulusoy ile tanıştı. 1979 yılında Ulusoy ile gizlice evlendi. Ailelerinin baskısı ve karşı çıkması nedeniyle dört ay sonra boşandı. Aydoğan ve Ulusoy daha sonra yaptıkları açıklamalarda bu evliliği "gençlik hatası" olarak ifade ettiler. Gazinocu Tamer Taylan ile bir süre birlikte yaşadı. 1988 yılında Latif Demirbağ ile evlendi. Bu evliliğinden Gurur adında bir oğlu oldu. 1989 yılında Demirbağ ile evliliğini sona erdirdi. 2004 yılında bir gazeteye verdiği röportajda Alevi olduğunu açıkladı. 2011 yılında verdiği başka bir röportajda, iyi derecede Fransızca orta düzeyde İngilizce bildiğini ve çocukluk yıllarında idolünün Türkan Şoray olduğunu açıkladı. Oyuncu Fahriye Evcen'in oyunculuk kariyerine başlamasına vesile olduğunu ifade etti. 8 Mayıs 2016'da aort damarı yırtılması sebebiyle hastaneye kaldırıldı. 12 saat süren ameliyat sonrası yoğun bakıma alındı. 15 Mayıs 2016'da tedavi gördüğü İstanbul'da 59 yaşında hayatını kaybetti. 16 Mayıs 2016'da, vasiyeti üzerine Ulus Mezarlığına defnedildi. Ulrike Meinhof Ulrike Marie Meinhof (7 Ekim 1934 - 9 Mayıs 1976), Alman radikal sol kanadın militanı ve gazeteci. Oldenburg'da doğan Meinhof, "Baader-Meinhof Grubu" olarak da bilinen Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun kurucularından biriydi. İlk başlarda nükleer karşıtı hareketin bir üyesiydi ve konkret adlı radikal sol gazetenin editörüydü. 1961 yılında bir komünist olan Klaus Rainer Röhl ile evlendi. Bu evlilikten Bettina ve Regine adlı ikizleri oldu. 1968 yılında boşanan Meinhof, Berlin'deki daha radikal solcuların arasına karıştı. Sol kanadın kullandığı sıradan mücadele araçlarının etkisizliği nedeniyle hüsrana uğrayan Meinhof, 1970 yılında Andreas Baader'in hapishaneden kaçmasına yardım etti ve daha sonra kimi soygunlarda ve sanayi siteleriyle Amerikan askeri üslerinin bombalanması eylemlerinde rol aldı. Grup Alman basını tarafından hemen "Baader-Meinhof Çetesi" olarak adlandırıldı. Meinhof şehir gerillası kavramı da dahil olmak üzere grubun ürettiği pek çok broşür ve manifesto kaleme aldı. Bunlar sıradan insanın sömürülmesi ve kapitalist sistemi suçlayan yazılardı. 1972'de Langenhagen'de yakalandığında "ön duruşmalarda" 8 yıl cezaya çarptırıldı. Kendisine ömür boyu hapis cezası veren duruşmalar sırasında 9 Mayıs 1976'da JVA Stuttgart-Stammheim'daki hücresinde "ölü bulundu". Kızıl Ordu Fraksiyonu'nun üyeleri de dahil olmak üzere pek çok insan daima, onun Alman iktidarının temsilcileri tarafından öldürüldüğünü söylediler. 2002 yılında, Meinhof'un beyninin ailesinin izni olmadan kafatasından çıkarıldığı ve üzerinde çalışmalar yapıldığı ortaya çıkarıldı. Magdeburg Üniversitesi'nden Bernhard Bogerts 1960larda Meinhof'un beynine yapılan bir ameliyat sonucu terörist yapıldığı gibi bir iddiada bulundu. Tevfik Behramov Stadyumu Tevfik Behramov Stadyumu () Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de çok amaçlı olarak inşa edilen stadyum. Şu anda başlıca olarak futbol maçlarında kullanılmaktadır. Karabağ ve Azerbaycan millî futbol takımı ev sahibi maçlarını bu stadda oynar ve 30 bin kapasitelidir. Tevfik Behramov Stadyumu 1951'de açıldı. İkinci Dünya Savaşının başlamasıyla 1939'da başlanan inşaata ara verildi. Savaşın bitimiyle inşaat tamamlandı. Başlangıçta stadyum Stalin adıyla yapıldı ve C şeklinde inşa edildi. Sovyetler Birliği Komünist Partisi 20. Kongresi'nden sonra 1956'da stadyumun adı Lenin olarak değiştirildi. 1993'te stadyuma, 1966 yılında Londra'da düzenlenen Dünya Futbol Şampiyonasının İngiltere-Almanya arasındaki ünlü final maçını yöneten Azeri hakem Tevfik Behramov'un adı verildi. 2011'de, Cumhurbaşka
nlığı Kaynak Fonu 2012 Eurovision Şarkı Yarışması adına onarılıp yenilenmesi için 10 Milyon ABD doları tahsis etti. 19 Mayıs 2011'de, yarışmanın organizatörleri 37.000 koltuklu bir stadyum kullanabileceklerini açıkladı. Bakü'deki Devlet Bayrağı Meydanı yakınında 20.000 koltuklu çok amaçlı kompleks inşa edileceği belirtildi. 10 Haziran 2007 yılında Azerbaycanın Devlet Sanatçısı Aygün Kazımova "Öpsən" isimli konser vermiştir. Haydar Aliyev Stadyumu Haydar Aliyev Stadyumu, Azerbaycan'ın İmişli şehrinde 2006 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Haydar Aliyev Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Azerbaycan'ın MKT Araz isimli takımının maçlarını yaptığı stadyum, 8.500 seyirci kapasitelidir. Soru Soru veya sual, bilgi isteğinde bulunmak için dilsel bir ifade ya da istek kullanılarak yapılan bir tür ifadedir. İstenen bilgiler için olumlu veya olumsuz şekilde bir cevap verilir. Sorular başka taraflarca bilgilerin basit bir şekilde ortaya çıkarılması amacıyla kullanıldığı gibi, bunların ötesinde amacı olan başka soru türleri de türemiştir. Örneğin retorik sorular (tecâhül-i ârif), birçok durumda tartışma başlatmak ya da dinleyicinin konuşmada verilen mesajları anlayıp, anlamadığının onaylanması için sorulur ve genellikle cevaplaması beklenmez. Birçok dilin dil bilgisine özel soru biçimleri bulunur. Örneğin İngilizce'de "Are you happy?" (Türkçe: Mutlu musunuz?) konusu siz ve fiil olan evrilmiş bir açıklamadan ziyade soru cümlesidir. Ancak dilgibilgisi ile ilgili genel kurallar olmadan da sorgulayıcı türde, örneğin bir zorunluluk içeren "Bana adını söyle" şeklinde sorular da sorulabilir. Soruların başlıca kullanım alanı konuşmacının (veya yazarın) az veya çok kesin bir ifade ile istediği bilgiyi elde etmesi bulunmaktadır. Ancak soru diğer bazı amaçlar içinde kullanılabilir. Sorular bir test veya sınavda, bireyin bilgisini test etmek amacıyla kullanılabilir. Araştırmacı, araştırma için cadde boyunca sorular sorması, çok sayıda soruya neden olabilir. (Sokratik yöntem veya sokrat metodu) Amacı bilimsel olan ya da bilimsel araştırma için hazırlanmış ve belirli bir açığın bulunması amacıyla tasarlanmış araştırma sorusu, sorgulayıcı bir şekilde kendini ifade edebilir. Araştırma soruları, sorunun ele alınabilmesi için açığın tespit edilebileceği şekilde hazırlanmış özel sorulardır ve akademik topluluk için uygun bir dille ifade edilmiştir. Bu sorgulayıcı ifadeler neticesinde elde edilen yanıtlar akademik bir konuda inceleme, bir dizi çalışma ya da tüm araştırma programını sınırlandıran hizmetlerin başlatılması/sona erdirilmesinde kullanılır. "Eşini dövmeyi bıraktın mı?" şeklinde varsayıma dayanan ve önceden anlam yüklenmiş sorular da sorulabilir. Bu soru şekli şaka amacıyla veya hedef kitleyi mahcup etmek amacıyla kullanılabileceği gibi istekli şekilde iddiada bulunuan bu soru türü ile daha fazla bilgi lde edilmesi amaçlanıyor olabilir. Sorularda sanat, edebiyat ve eğitim eserleri başlık olarak kullanılabilir. Bunlara Leo Tolstoy'un kısa öyküsü ""How Much Land Does a Man Need? (Rusça: Много ли человеку земли нужно?)"", William Frederick Yeames'in ""And When Did You Last See Your Father?"" adlı yağlı boya tablosu, 1991 yapımı film olan ""What About Bob?"" ile Joseph Jordania'ın akademik bir çalışması olan ""Who Asked the First Question?"" örnek olarak verilebilir. Soruların çeşitli türleri bulunmasına karşın biçimleri dilbilgisi ile yapılandırılmıştır ve farklı kaynaklarda kategorize edilirken, bu kategorizasyonlar yalnızca türlerin gruplandırması olarak yapılmıştır. Soru çeşitleri bu makalede iki tür olarak gruplandırılmıştır. Araştırma projeleri için hazırlanan sorular bazı sistemlere ayrılmıştır. Bunlar; Araştırmaların amacı için hazırlanan sorular genellikle kapalı uçlu soru (veya yalnızca kapalı ya da dikotom (ikili, iki şıklı)) olabileceği gibi yalnızca evet/hayır seçeneklerinin bulunduğu ya da daha fazla seçeneğin olduğu (çoktan seçmeli veya çok seçenekli) ve bu seçeneklerden yalnızca birinin seçilmesine dayanan liste soruları olabilir. Bunlar ile birlikte genellikle bir sayı ile kavram arasında bağlantı kurulmasını sağlayan (1= Ilımlı, 2= Şiddetli, 3= ... gibi), nicel seviyenin ölçülmesi ve hakkında bilgi sağlanabilmesi amacıyla nominal sorular da bulunmaktadır. Açık uçlu ya da açık sorular cevap verenin bir konu üzerinde bilgi ve görüşlerini daha fazla sunabilmesine olanak sağlar. Kapalı ve açık uçlu soruların kullanım alanlarındaki farklılıklar için iş görüşmeleri örnek olarak verilebilir. Anketlerde sıklıkla eleme (niteleyici) sorular içerir. Bu tür sorulara aynı zamanda filtre soru veya beklenmedik soru adı da verilir. Bu tür sorularda cevap verenin grup soruların ardından ankete devam edip, etmek istemediğinin belirlenmesi için sorular da bulunur. Bir eğiticinin kullanabileceği bazı soru türleri, Bloom taksonomisinde eğitim hedefleri olarak listelenmiştir. Test etmek ve teşvik etmek amacıyla tasarlanmış bazı sorular şunlardır; McKenzie'nın "Questioning Toolkit" listesinde 17 soru türü listelenmiştir ve düşünürler bu türlerin birleşimi ve orkestrasyonunun gerektiğini düşünmektedirler. Bu soru türü örneklerinde kaba sorular, görünüşte alakasız ve kuramsal sorular da bulunur. Tüm bunlar ile birlikte sorular bazı çevrelere göre mantıksız veya yanlışlara dayalı olabilir. (Örneğin "Neden kedilerin yeşil kanatları vardır?"). Bir ifadenin doğru olup, olmadığının sorulması için sorulan sorulara evet-hayır soruları (veya kutup soruları) adı verilir ve prensipte bu sorulara "evet" ya da "hayır" (veya diğer dillerde benzer sözcükler) şeklinde yanıt verilir. Buna örnek olarak; "Şeker kabul ediyor musun?", "Onlar inanmış mıdır?" veya "Ben Dünya'nın en yalnız insanı mıyım?" verilebilir. Evet-hayır sorularına benzer bir başka soru türü ise cevap verenin evet" veya "hayır" şeklinde cevap vermesi tasarlanmamış olan alternatif (veya seçmeli soru) sorular vardır. Bu sorular "Balık veya kuzu ister misiniz?" ya da "İrlanda, Galler veya İngiltere'yi destekliyor musunuz?" örneklerinde olduğu gibi iki veya daha çok alternatif cevap sunarlar. Bu sorular için beklenen yan cevap alternatifleri olarak "ikisi de" ya da "hiçbiri" gibi cevapları da alınabilir ki, bazen anket formlarında bunun için hazır seçeneklerde bulunabilir. Ayrıca bu soruların evet-hayır sorularına benzemesinin bir nedeni bazen yalnızca "evet" ve "hayır" cevaplarının verilebilecek olması ya da yanlış anlama veya espri amaçlı olmasından dolayıdır. Dilbilgisi bağlamına göre bir diğer soru türü ise soru kelimelerinin kullanıldığı (evet-hayır soruları dışında) sorulardır (veya kutupsal olmayan sorular). Ne zaman, hangisi, kim, nasıl, nerede vb. soru kelimeleri ya da soru sözcükleri ile elde edilmesi istenilen bilgiler sorgulayıcı kelimeler kullanılarak sorulmuş olur. Türkçe gibi bazı dillerde soru kelimeleri cümle içerisinde farklı yerlere taşınabilir. Ancak örnek verecek olursak, İngilizce dilinde bu tür sorular genelde wh ile başladığından dolayı bunlara wh-soruları adı verilir ve bu dildeki soru sözcüklerinin yerleri genellikle sabit olur. Soru kelimeleri bazen gazetecilik veya çeşitli soruşturmalarda ya da araştırmalarda bağlamsal atıf soruları olarak kullanılır. Bu kullanım türüne genelde 5n1k adı verilir ve daha kolay anlaşılabilmesi için bu kısaltma ile kullanılır. Kısaltmanın açılımı ise ne, ne zaman, nerede, nasıl, neden ve kim sorularını içerecek şekildedir. Etiket sorusu veya uç ya da kuyruk sorularının, soruya bir bildirim veya sorgulayıcı emir kipi eklenerek bölünmüş bir yapısı vardır. Bu soru türüne "Haklısın, yumurtayı hatırladım" veya "Bugün soğuk. Öyle değil mi?" şeklinde örnekler verilebilir. Etiket sorulara da yalnızca "evet" ya da "hayır" cevapları ile yanıt verilebileceği gibi farklı yanıtlarda verilebilir. Bunların yanı sıra dolaylı (çıkarımcı soru olarak da bilinir) ya da dolaysız (aynı zamanda doğrudan soru olarak da bilinir) sorular bulunmaktadır. Dolaylı sorularda soruyu soran elde etmek istediği bilgiyi açık bir şekilde değil de çeşitli görüşleri savunarak veya öne sürerek sorar. Dolaysız sorularda ise soruyu soran elde etmek istediği bilgiyi cevap alacağı kişi veya kitleye açık bir şekilde sorar. Dolaylı soruya örnek olarak "benim anahtarlarımın nerede olduğunu da sor" verilebilir iken dolaysız soruya verilebilecek örnek "benim anahtarlarım nerede acaba?" şeklindedir. Cümlelerde, sorgulayıcı cümleciklerin ayrılması için söz dizimi kuralları ve ölçü tekniği kullanılabilir. Söz dizimi kurallarında cümlelere soru kelimelerinin eklenmesi veya kelimelerin farklı yerlere taşınması neticesinde oluşan dilbilgisi değişiklikleri ifade edilmektedir. Ölçü tekniğinde (aruz) ise cümlenin veya cümledeki bir kelimenin söylenişi esnasında gerçekleştirilen farklı tonlama cümleyi soru cümlesi haline getirebilir. İngilizce, Almanca ve Fransızca'nın yanı sıra diğer bazı dillerde sorular ayrı bir evrilmeye sahip kelime sırası ile yazılmalıdır. Örneğin "Sen soğuksun" ve ardından "Üşüyor musun?" şeklinde fiilden önce konu cümlesi eklenir. Ancak yalnızca İngilizce'de fiillerin belirli sınıflarda olanları (bunlara yardımcı veya özel fiiller adı verilir) bazen yardımcı bir -do, -does eklenmesini gerektirebilir. Böylece cümlede bir nevi ters çevirme (inversiyon) gerçekleşmiş olur. Buna "He sings" (O söylüyor) → "Does he sing?" (O mu söylüyor?) örneği verilebilir. Bazı dillerde evet-hayır soruları için bir sorgulayıcı olarak ekler kullanılabilir. Örneğin Mandarin dilinde 吗 (ma), Japonca'da か (ka) ve Lehçe'de czy buna örnek olarak verilebilir. Tonlamalar ile soru haline getirilen kelimeler genellikle cümlenin sonunda veya sonuna yakın yerde yer alır. İngilizce'de bu özellik evet-hayır soruları için oluşurken soru dilbilgisi biçimlerinin bulunmadığı cümleye dönüşebilir. Ancak yine de soru bilginin ortaya çıkarılması amacıyla oluşturulmuştur. İngilizce'den buna örnek olarak "You're not using this?" (Bunu kullanmıyorsunuz, değil mi?) örneği verilebilir. Latin, Kiril veya diğer bazı alfabelerde, cümlenin sonuna eklene
n soru işareti ile cümlenin soru cümlesi haline gelmesi sağlanabilir. (İspanyolca'da ise ¿ ters bir soru işareti, soru cümlesinin başında yer alır. Örneğin; "¿Cómo está usted?" (Nasılsın?) gibi) Bu özellik yalnızca tonlamalarda kullanılan cümleler ile sınırlı değildir. Aynı zamanda bazı cümleler pragramik fonksiyonlar gösterebilir. Bir soruya verilen en tipik yanıt, soru soran tarafından aranılan bilgi için sağlanan cevaptır. Bu cevap basit bir "evet" ya da "hayır" kelimelerinden oluşabileceği gibi daha karmaşık yanıtlar da soruya karşılık verilebilir. Soruya verilen cevaplar her zaman doğru olmayabilir. Hatta cevaplar sorunun yanlış veya doğru olmasına göre de değişiklik gösterebilir. Bunların yanı sıra sorulan bir soruya cevap vermede yetersizlik ya da isteksizlik de, soruya verilebilecek bir yanıt olarak sayılır. "Senin çalışman gerekmiyor mu?" örneğindeki gibi kendini ifade ediş biçimi şekliyle olumsuzluk içeren cümlelere "negatif sorular" adı verilir. Verilecek cevabı negatif olmayan belirsiz sorular karşısında, soru cevaplayan tarafından standart biçimde onaylanmayabilir. Bu tür sorular kafa karıştırıcı olabileceğinden dolayı verilecek yanıtlardaki ifadelerde farklı olacaktır. Bazı durumlarda ise hem "pasaportun var mı?" hem de "bir pasaportun yok mu?" sorularının her ikisinde de olduğu gibi görünüşte düzgün bir şekilde sorulmuş soruya verilecek cevap "hayır" olacaktır. Japonca'da bu belirsizlikten kaçınılır. Bu nedenle Japonca'da bu sorular için verilecek olan "hayır" cevabı aslında "benim bir pasaportum var" olarak anlaşılacaktır. Fransızca "si", Almanca'da "doch" veya Danimarka ile Norveç dillerinde kullanılan "jo" gibi bazı dillerde olumsuz soruların olumlu bir şekilde cevaplanması farklı parçalar kullanılmaktadır. Aslında bu parçalar çelişkiyi ifade etmek için bir araç olarak kullanılırlar. Sorular araştırarak öğrenmenin en temel aşamasında kullanılır. Bilimsel yöntemde bir soru genellikle araştırmanın temelini oluşturur ve gözlem ile varsayım safhaları arasında bir geçiş olarak kabul edilebilir. Her yaştan öğrenciler veya öğrenmeye meraklı kişiler kendi öğrenme sorularını kullanırlar ve öğrenenler araştırılabilir soruları oluştururlar. Böylece sorgulama becerilerini geliştirirler ki, bu eğitimin ana bölümünü oluşturur. Bir öğretmen ya da öğretici, Sokrat yönteminde olduğu gibi (ya da Sokratik metod) öğrenciye doğrudan bilgi vermeden öğrencinin doğru bilgiyi hatırlamasına önderlik ederek aynı zamanda mantıksal sonuçları (elbette bunlar aynı zamanda cevaplardır) oluşturmasına yardımcı oluyor olabilir. Sorular eğitimde öğrencilerin bilgilerinin değerlendirilmesi amacıyla yaygın şekilde sınavlar ve eğitimde kullanılan bir araç görevini de üstlenir. Felsefi sorular gerçeğe dayalı sorular değildir, kavramsaldır. Bunların içinde tam olarak bir başkası tarafından cevap verilemeyecek sorular da bulunur. Felsefe insanların kendi Dünya'larına ve hayatlarına yansıyan ortaya çıkmış sorular ile ilgilenir. Bu felsefi sorular uygulamada "Ötenazinin haklı bir gerekçesi var mı?" veya "Devletin pornografi ya da tütün içeren tüm reklamları sansürlemeye hakkı var mıdır?" şeklindeki sorulardan oluşabilir. Diğer felsefi sorular ise daha çok teoriktir ve çoğunlukla bu tür sorular düşünme yolu ile ortaya çıkar. Sonuç olarak felsefi sorular tipik olarak kavramsal konulardan oluşur ve yalnızca listelenir. Her sorunun açıklaması esnasında bir ifade ya da başka bir soru ortaya çıkar. Eğitilmemiş maymunlar Kanzi, Washoe, Sarah ile diğer bazılarına hareketler ve iletişim ile diğer görsel biçimlerin kullanımı konusunda geniş dil eğitim programları uygulanmıştır. Yapılan testlerde karmaşık soru (kim, ne, nerede gibi soru istekleri dahil olmak üzere) ve istekleri yanıtlamakta oldukça başarılı olmalarına rağmen sorulan soruyu anladıktan sonra kendilerinin herhangi bir soru sormadıkları tespit edilmiştir. Loveç Stadyumu Loveç Stadyumu, Bulgaristan'ın Lofça şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Loveç Stadyumu'nda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Bulgaristan'ın Liteks Loveç takımının maçlarını yaptığı stadyum, 7.000 seyirci kapasitelidir. Tuodong Stadyumu Tuodong Stadyumu Çin'in Kunming şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Tuodong Stadyumu, 40.000 seyirci kapasitelidir. Kanat Kanat, hayvan ya da cansız bir objenin uçmasını sağlayan organ ya da parça. Özellikle kuşlarda görülür. Bazı hayvanlarda uçmasını sağlayamayacak kadar küçüktür. Bunun yanında aerodinamik ölçümler ile cansız objelerin yapılmasında da kullanılmıştır; örneğin uçaklar. Kanatları olan her canlı uçamaz örneğin; penguenler tavuklar... Kanatlı canlıların çoğu kuş kategorisine girer. Ayrıca İran'da ortaya çıkan, Mezopotamya, Anadolu, Balkanlar ve Avrupa'ya Güneyde Mısır üzerinden kuzey Afrika'ya yayılan bir su dağıtma sistemidir. Nadia Boulanger Nadia Juliette Boulanger (16 Eylül 1887 – 22 Ekim 1979) Fransız besteci, orkestra şefi ve müzik öğretmeni. 20. yüzyıldaki pek çok önemli bestecinin öğretmenidir. Onun öğrencisi olmuş bazı ünlü sanatçılar şunlardır: Gülsin Onay,Astor Piazzola, Daniel Barenboim, Leonard Bernstein, Aaron Copland, Elliot Carter, Lennox Berkeley, Marc Blitzstein, Philip Glass, Quincy Jones, Virgil Thomson, Walter Piston, İdil Biret, Ulvi Cemal Erkin, Mithat Fenmen. Londra Filarmoni, Boston, New York Filarmoni ve Philadelphia orkestraları gibi pek çok orkestrayı yöneten "ilk kadın şef" olmuştur. 16 Eylül 1887 günü Paris’in Montmarte mahallesinde doğan Nadia Boulanger, müzik yeteneğini ailesinden almıştı. Babası Ernest Boulanger, Paris Konservatuvarı’nda şan öğretmeni, annesi Raissa Ivanova Boulanger (Myschetsky) ise Paris Konservatuvarı'ndan müzik öğrenimi almış bir Rus prensesi ve eşi Ernest’in öğrencisi idi. Büyük annesi Julliette Boulanger şarkıcı, büyükbabası Frédérick Boulanger ise viyolonselci idi. Ernest ve Raissa çiftinin dört kızları olmuş, ikisi bebeklikte yaşamını yitirmişti. Nadia çiftin ikinci, çocuğu idi. Hayatta kalan diğer kızları Lili Boulanger Nadia'dan 6 yaş küçüktü. O da çok iyi bir besteci olarak yetişmiş ancak geç yaşta hayatını kaybetmiştir. İlk müzik öğretmeni annesi oldu. Mükkemmeliyetçiliği ve disiplini annesinden öğrendi. 5 yaşında nota okumayı öğrendi, 10 yaşında konservatuvara girdi, Gabriel Fauré, ile bestecilik ve Charles Marie Widor ile org derslerine devam etti. 1895 yılında emekli olan babası Ernest, kendisini kızının eğitimine adamıştı. 1900 yılında babasının ölmesi, Nadia'yı daha da sıkı çalışmaya yöneltti. 17 yaşında okulu bitirdi. Bestecilik yeteneği 1908’de ülkenin prestijli Roma Ödülü’nde "La Sirene" isimli kantatı ile ikincilik kazanınca ortaya çıktı. Çok yetenekli bir besteci olan kız kardeşi Lili Boulanger, 1913 yılında, 19 yaşında iken bu yarışta birincilik alan ilk kadın olmuştur. Nadia Boulanger, 25 yaşında hayatında bir dönüm noktası olan kararı vermiş ve besteciliği bırakmış, öğretmenliğe yönelmiştir. Bunda, ilk öğrencilerinden olan kardeşi Lili’nin daha üstün bestecilik yeteneğini fark etmesinin rolü olduğu söylenir. Bestelerinin işe yaramaz olduğunu düşünmüş ama öğretmenlikle yararlı olabileceğine inanmıştı. Nadia, sağlık durumu çocukluğundan beri iyi olmayan kız kardeşi Lily’i 1918 yılında Crohn hastalığından kaybetti, kendisini öğretmenliğin yanı sıra Lili'nin hatırasını ve eserlerini yaşatmaya adadı. Nadia Boulanger, 1909’da "Paris Konservatuvarı"’nda öğretmenliğe başladı ve 1924’e kadar bu kurumda çalışmayı sürdürdü. 1919'da kurulan "Ecole Normale de Musique" adlı özel okulda da armoni, konturpuan, org ve kompozisyon dersleri verdi. Paris'te bir konservatuvarında "kompozisyon dersi veren ilk kadın"dı. Tüm bunlara rağmen daha prestijli bir okul olan ulusal konservatuvarda profesörlük talebi reddedildi. 1921’den itibaren, daha sonra yöneticisi olacağı, "Amerikan Konservatuvarı"’nda (Ecole de Fontainebleu) ders vermeye başlamıştı. Amerikalı müzisyenler için I. Dünya Savaşı’ndan sonra Paris yakınlarındaki Fontaineblau’da açılan bu okulda Aaron Copland başta olmak üzere Amerikan müziğinin en önemli isimlerini yetiştirdi. Copland’ın öğretmeni Nadia Boulanger’e olan sevgi ve hayranlığı çok büyük olduğundan "Org ve Orkestra için Senfoni" adlı eserinin 1925 yılındaki ilk seslendirilişinde öğrencisinin isteği üzerine org solist olarak yer almıştır. Roy Haris, David Diamond ve Elliot Carter bu okulda Boulanger’in yetiştirdiği diğer ünlü Amerikalı bestecilerdir. Sonradan Tango'nun kralı olacak olan Astor Piazzola'ya senfonik müzikle ilgilenmeyi bırakıp tango ile uğraşmasını tavsiye eden odur. George Gershwin'e ise "Zaten bilmediğiniz ne öğretebilirim ki" diyerek ders vermeyi reddetmiştir. Boulanger, uzun öğretmenlik kariyeri boyunca ABD’ye giderek Wellesley College, Radcliffe, and Juilliard School of Music gibi okullarda ve İngiltere'de de ders vermştir. Öğretmenlik disiplini meşhur olan sanatçı, sabah 8:00’de başladığı dersleri gece 10:00’a kadar sürdürürdü. 1920'de öğretmenlik felsefesini şöyle açıkladı: "Amacım, öğrencilerimin merakını kamçılamak, sonra da bu merakı nasıl tatmin edeceklerini göstermektir. Müziğe adanmışlığın, kendi kariyerlerine adanmışlıktan önce geldiğini öğretirim. Kişisel görüşlerimin önemi yoktur." Boulanger, orkestra şefliğini kendisinin asıl işi olarak görmese de düzenli olarak orkestra yönetmiş ve pek çok orkestrayı yöneten ilk kadın orkestra şefi kendisi olmuştu. New York Senfoni Orkestrası'nın başı ve ders verdiği Amerikan Konservatuvarı'nın kurucusu olan yakın arkadaşı Walter Damrosch'ın organize ettiği bir turne ile ilk defa 1924-1925 konser sezonunda ABD'ye giden Boulanger, solist olarak 26 konser, çok sayıda konferans vermiş, hepsinde büyük başarı kazanmıştı. Bu başarılı turneden sonra pek çok iş teklifi alsa da annesinin sağlık durumunun bozulması nedeniyle teklifleri geri çevirdi. Öğretmen olarak ününü pekiştirdiği yıllardan sonra 1929 ekonomik bunalımı sonucu Ecole de Fontainebleu'ya gelen Amerikalı öğrenci sayısı azalınca başka alanlara zaman ay
ırdı. Polignac Prensesi ve sanatçıların hamisi Winaretta Singer ile dostluk kurmuştu. Bu dönemde prensesin dostlarına daha fazla zaman harcayan Nadia Boulanger için prenses, 1936'da bir konser organize etti ve böylece Londra Kraliyet Filarmoni Orkestrası'nı yöneten ilk kadın şef oldu. Sanatçı, 1937'de bir koro ile "Montreverdi madrigallerini" kaydetti. Bu kayıt, Montreverdi'nin yeniden keşfedilişinde büyük rol oynar. Kaydı yaptığı koro ona ABD'ye ikinci seyahatinde eşlik etti. Boulanger, ABD'ye ikinci turnesini 1938’de gerçekleştirdi. Şubat- Mayıs döneminde 40 konser ve 60 konferans verdi. Boston Senfoni Orkestrası'nı yönetmesi, turnenin en önemli bölümüdür. Orkestrayı yöneten ilk kadın şef o idi. 1939'un Şubat ayında ABD'ye üçüncü seyahatini gerçekleştirdi ve bu sefer Carniege Hall'daki bir konserde New York Filarmoni Orkestrası'nı yöneten ilk kadın şef oldu. Aynı turne sırasında Philedelphia Senfoni Orkestrası'nı da yönetti ve Mart ayında kız kardeşi Lili anısına bir vakıf kurdu. Ertesi yıl, Fransa, Nazi Almanyası tarafından işgal edince Portekiz ve İspanya'yı boydan boya geçerek ABD'ye giden bir gemiye bindi. Tesadüfen Polonyalı piyanist Jan Paderewski de aynı gemideydi. 6 Aralık 1940 günü vardığı ABD'de 3 Ocak 1946'ya kadar kaldı. Bu dönemde Wellesley, Radcliffe, ve Julliard Okulları'nda ders verdi. ABD'de yıllarının sonunda, başvurusu dahi olmadığı halde Paris Konservatuvarı'na atandığını öğrendi. 1946 yazında savaş boyunca kapalı olan Ecole de Fontainebleu kısmen açılmıştı. Bu okulda ve Paris Konservatuvarı'ndaki görevlerinin yanı sıra özel dersler vermeye ve apartmanındaki ünlü "Çarşamba oturumlarını" düzenlemeye devam etti. 1950'de Fontainebleu'daki okulun müzik bölümünün başına geçti, 3 yıl sonra tüm okulun başkanlığını üstlendi ve hayatı boyunca bu görevi sürdürdü. Eski öğrencileri başarılar elde ettikçe Boulanger'in öğretmen olarak ünü 20 yıl daha artarak sürdü, bir efsane haline geldi. Yeni yetenekler keşfetme tutkusundan ise hiç vazgeçmedi. 1958'de yeni bir ABD turnesi yaptı. Romatizmadan ötürü artık solist olarak piyano veya org konserleri veremiyordu ama orkestra yönetmeye, konferanslar yapmaya ve üniversitelerde ders vermeye devam etti. Ölümünden öne 2 defa daha ABD'ye gitti. 1962'de öğrencisi Leonard Bernstein'in isteği üzerine 4 konserde New York Filarmoni Orkestrası'nı yönetti. 1964'te son bir kısa ziyareti oldu. Boulanger, Yehudi Menuhin'in İngiltere'deki okulunda da dersler vermişti. 1970-1976 arasında 30 kez İngiltere'ye giderek Kraliyet Müzik Akademsi ve Kraliyet Müzik Koleji'nde ders verdi, orkestra yönetti. 1976'dan sonra ise sadece Paris-Fontainebleu arasında gidip gelebiliyordu. Hayatının son 2,5 yılında sağlığı bozuldu. Son aylarında öğrencileri, Schubert, Schumann ve Mozart'tan şarkılar söyleyerek avutuyorlardı. 22 Ekim 1979'da Paris'te hayatını kaybetti. Cenazesi, Montmartre Mezarlığı'na gömülmüştür. Hüseyin Rahmi Gürpınar Hüseyin Rahmi Gürpınar (17 Ağustos 1864, İstanbul – 8 Mart 1944, İstanbul), Türk romancı ve gazeteci. 17 Ağustos 1864 tarihinde İstanbul'da doğdu. Hünkâr yaveri Mehmet Sait Paşa'nın oğlu olan Hüseyin Rahmi, üç yaşında iken annesinin ölümü üzerine, Girit'te bulunan babasının yanına gönderildi. İlkokula başladı ancak babasının evlenmesi üzerine altı yaşında tekrar İstanbul'a anneannesinin yanına gönderildi ve eğitimine burada devam etti. Yakubağa Mektebi, Mahmudiye Rüşdiyesi ve idadide okuyan Hüseyin Rahmi, tarihçi Abdurrahman Şeref Bey'in himayesiyle Mekteb-i Mülkiye'ye girdi (1878). Okulun ikinci sınıfında iken ciddi bir hastalık geçiren Hüseyin Rahmi buradaki öğrenimini yarıda bıraktı (1880). Kısa bir süre, Adliye Nezareti Ceza Kalemi'nde memur, Ticaret Mahkemesi'nde Azâ Mülazımı olarak çalışan Hüseyin Rahmi hayatını kalemiyle kazanmaya çalıştı. 1887'de "Tercüman-ı Hakikat" gazetesinde yazmaya başlayan Hüseyin Rahmi, ardından "İkdam" ve "Sabah" gazetelerinde mütercim ve muharrir olarak çalıştı. II. Meşrutiyet döneminde 37 sayı süren "Boşboğaz ve Güllâbi" adlı bir gazete çıkardı. İbrahim Hilmi Bey ile birlikte çıkardığı "Millet" gazetesi de uzun ömürlü olmadı. Bundan sonra çalışmalarını "İkdam", "Söz", "Zaman", "Vakit", "Son Posta", "Milliyet" ve "Cumhuriyet" gazetelerine neşretti. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde 5. ve 6. dönemlerde Kütahya milletvekili olan Hüseyin Rahmi, ömrünün son otuz bir yılını geçirdiği Heybeliada'daki köşkünde 8 Mart 1944 tarihinde öldü ve oradaki Abbas Paşa Mezarlığı'na defnedildi. Hüseyin Rahmi Gürpınar; İstanbul halkının toplumsal, töresel yaşantılarını, aile geçimsizliklerini, batıl inançlarını, yaşadığı çağdaki Türk toplumunun geçirmekte olduğu krizleri hümuristik bir mizah dehasile anlatır. Servet-i Fünuncuların yaşıtı olduğu halde, ayrı bir sanat görüşünü sürdürür. Romanlarındaki kahramanların çoğu 19. yy sonu İstanbul'un canlı, renkli insan, hayat manzaralarıdır. Eserlerinde Anadolu yoktur. Mizahı, güldürücü olduğu kadar, gülünç yönlerimizin yansıtılması, hicvedilmesi için gerekli bir araçtır. Hüseyin Rahmi, seçtiği tipleri seviyelerine uygun, ustaca konuşturur ve olayları gülünçlü, acıklı yönleriyle belirtir. Kuvvetli bir gözlem gücü vardır. Realist, natüralist bir görüşle "toplum için sanat" yapar. Ertem Eğilmez tarafından 1976 yılında çekilen Süt Kardeşler sinema filminin konusu Hüseyin Rahmi'nin Gulyabani (1913) isimli romanından uyarlanmıştır. Bağımsız sanatçılardan biri olarak da anılır. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın romanları ve öyküleri yeni nesiller tarafından da kolayca anlaşılabilmesi için 1960 sonrasında içinde Mustafa Nihat Özön'ün de yer aldığı bir edebî kurulca sadeleştirilmişti. Bu sadeleştirme kimilerince yerinde bulunurken kimileri de özgün dilin dokunulmadan bırakılması gerektiğini savunmuşlardı. Hikâye, oyun ve roman türündeki eserlerinin sayısı 54'tür. Eserlerinden bazıları: Lakotalar Lakotalar ya da Lakota Siyuları veya Tetonlar, Titanlar, Batı Dakotaları (Lakotaca "Lakȟóta" ya da "Thítȟuŋwaŋ" ; İngilizce "Lakota, Lakhota, Lakota Sioux"), ABD'de daha çok Kuzey ve Güney Dakota eyaletlerinde yaşayan ve dilleri Batı Siyu dillerinin "Dakota dilleri" bölümüne giren Siyu Kızılderili halkı. Ova Kızılderilileri kültür grubuna dahildirler. Lakotaların sayısı 1990 rakamlarına göre 55.000 kişidir. Anadilleri Lakotacayı konuşabilen Lakota Siyularının sayısı 1997 yılındaki rakamlara göre 6.200 kişidir. Lakotalar 3 ana kolda toplanan 7 alt kabileye ("thiyóšpaye" ya da "band") ayrılırlar: Gling-Gló Gling-Gló, Björk'ün 1990 yılı ekim ayı çıkışlı klasik caz albümüdür. Albüm yalnızca İzlanda'da satışa sunulmuştur. Şarkı listesi aşağıdaki gibidir. Debut (Björk albümü) Debut, Björk'ün Temmuz 1993'te İngiltere'de "One Little Indian Records" etiketi ile çıkan ilk solo albümüdür. Şarkı listesi aşağıdaki gibidir: Post (Björk albümü) Björk'ün Haziran 1995 tarihinde One Little Indian etiketi ile çıkan albümüdür. Telegram (albüm) Telegram, İzlandalı şarkıcı, söz yazarı ve besteci Björk'ün ikinci özgün stüdyo albümü "Post"'a eşlik eden, o albümün remiks tarzda yeniden yorumu olan bir albümdür ve 1997 yılında yayınlanmıştır. Björk, özgürce remiks yorumlarını yapsınlar diye, "Post" albümünün parçalarını en çok hayranlık duyduğu sanatçılara vermiştir. Bu şekilde, "The Modern Things" ve "It's Oh So Quiet" hariç olmak üzere, "Post" albümündeki tüm parçaların remiks yorumları yapılmıştır. Ayrıca, aslında "Post"'da yer alması tasarlanan ancak yerini "Enjoy"'a bırakan "My Spine" adlı yeni bir parça da albümde yer almıştır. Böylesi bir derlemenin kitlelere satışının iyi olmayacağı düşünülmüş olsa da "Post" albümü ile eşleştirildiği için, Birleşik Krallık albüm sıralamalarında ikinci sıraya kadar çıkabilmiştir. Albümün kapak fotoğrafı, Japon fotoğrafçı Nobuyoşi Araki tarafından çekilmiştir. Töz Töz, değişen yüklemlere desteklik eden değişmez gerçeklik; kendi kendisiyle, kendi kendisinde var olan anlamındaki felsefi kavram. Öznede değil, kendinde var olan. Bağımsızca kendi içinde var olan. İngiliz düşünürü John Locke, Latince altta bulunan şey anlamına gelen töz "(substantia)" deyiminden ne anlaşılması gerektiğini şöyle açıklamaktadır: ""Niteliklerin yalnız başkalarına var olmakta devam etmelerini kavrayamıyoruz. Zorunlu olarak bunlara destek olan başka bir şeyin var olması gerektiğini düşünüyoruz. Destek olan şeyin birçok nesnelerde bulunduğunu varsıyıyoruz, işte bu ortak desteğe töz adını veriyoruz."" Fransız düşünürü Rene Descartes da şöyle demektedir: ""Tözü düşündüğüm zaman var olmak için kendinden başka hiçbir şeyin varlığına muhtaç olmayan bir şeyi düşünüyorum. Açık söylemek gerekirse böyle olan yalnız Tanrıdır."" Hollandalı düşünür Baruch Spinoza da şöyle diyor: ""Töz sözcüğünden, kendiliğinden ve kendisi için var olanı anlıyorum. Bu kavramın meydana gelmesi için başka bir kavrama ihtiyaç yoktur."" Bilim doğada değişmeyen bir nesne ya da gerçeklik bulunmadığını savunmaktadır. Bunun yanında bazı modern teoriler, varlıkların maddesel olarak değişiklik göstermeyen ortak maddeler olan kuarklardan meydana geldiğini öne sürmektedir. Diyalektik felsefede töz, özdek demektir. Homogenic Homogenic, İzlandalı şarkıcı/şarkı yazarı/müzisyen Björk'ün Eylül 1997'de "One Little India" etiketi ile çıkan albümüdür. Albümün yapımcılığını Björk'ün kendisi, Howie B, Guy Sigsworth ve Mark Bell üstlenmiştir. Elektronik müzik ve klasik dokunuşları bünyesinde birleştiren albüm müzik eleştirmenlerinin büyük beğenisini toplamış, tüm zamanların en iyi albümleri listelerine girmiştir.Slant Magazin albüm için: " Tüm zamanların en iyi elektronik albümü değilse bile kesinlikle son 10 yılın (90'lı yıllar) en iyisi!" ifadelerini kullanmıştır. "Homogenic" ABD'de "altın sertifika" almış ve İngiltere albüm listelerinde dört numaraya kadar çıkmıştır. MyBB MyBulletinBoard (MyBB) PHP ile yazılmış, MySQL veritabanı ile kullanılan eklentiler ile geliştirilebilen ücretsiz bir forum sistemidir. MyBB geniş fonksiyonları sahiptir, Plugin Sistemi ile geliştirilebilinir. Görünümü Temalar ile belirlenir, CSS
ve XHTML dayalı ve hafif değişimler yapmak mümkündür. MyBB forum sisteminin bazı özellikleri: MyBB Merge Sistemi, desteklenen forum sistemlerinden verileriniz kaybolmadan "MyBB Forum" sistemine geçiş sağlayan ve MyBB tarafından geliştirilen bir yazılımdır. Genel amaç dışında ekstra bir amaç daha içermektedir Merge Sistemini kullanarak iki MyBB tabanlı forumunuzuda birleştirerek tek bir Forum'a dönüştürebilirsiniz. Bu forum sistemlerinden merge sayesinde MyBB 1.8 sürümüne geçebilirsiniz. Chris Boulton ve ekibi tarafından kodlanarak kullanıma sunulan forum paketi, yapımcı grubun güvenlik ağırlıklı güncelleştirilen versiyonları ve gönüllü destekçilerin yaptıkları tema ve eklentilerle eksikliklerini büyük ölçüde tamamlamıştır. 1.6 sürümü ile birlikte gelen geliştirme ve yeniliklerle forum sistemleri arasındaki yerini yükseltme gayretinde olan MyBB; Türkiye'de binlerce üyesi olan MyBB Türkiye ile Türk internet kullanıcılarına MyBB'yi tanıtmakta ve çeşitli hizmetler vermektedir. 1 Eylül 2014'te MyBB 1.8 yayınlandı. Jóga "Jóga", İzlandalı şarkıcı Björk'ün dördüncü stüdyo albümü "Homogenic"te (1997) yer alan bir şarkı. 15 Eylül 1997'de albümün çıkış single'ı olarak yayımlandı. Sevdalinka (roman) Sevdalinka Ayşe Kulin'in 1999 yılında yayınlanan kitabıdır. Osmanlı öncesinde dinî nedenlerle Haçlı Orduları tarafından, I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı sonrasında ve 1992 Savaşı'nda ise Sırplar ve Hırvatlar tarafından sürekli soykırıma tabi tutulan ama asla yok edilemeyen Boşnak halkının acılarını, Türk halkına biraz olsun tanıtabilmek amacıyla yazılmıştır. Roman, savaş öncesinde Tito'nun kurduğu altı federe devletten oluşan Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'nde, aşırı milliyetçiliği azdırarak savaşı tırmandıran ve sonuçta Yugoslavya'yı alevler içinde bırakan günleri anlatmakta, savaşın ilk üç yılında yaşananları okura aktarmaktadır. "Sevdalinka" boşnakçada "Aşk Şarkıları" anlamına gelmektedir. Ensefalopati Ensefalopati, beyin dokusunda genelde dejeneratif değişikliklerin görüldüğü hastalıklara verilen isim. Köprü (roman) Köprü, Ayşe Kulin'in 2002 yılında yayınlanan romanı. 2006'da başrolünde Erdal Beşikçioğlu'nun yer aldığı televizyon dizisine uyarlandı. Nefes Nefese (roman) Nefes Nefese Ayşe Kulin'in 2002 yılında yayınlanan kitabıdır. Osmanlı Devleti'nin son Sıhhiye Nazırı Fazıl Reşat Paşa'nın kızı Selva ile, aşık olduğu Musevi genci Rafael, evlenmelerine karşı çıkan aileleri tarafından dışlanınca Fransa'ya giderler. Ancak burada da huzur bulamayacak, II. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla, bu kez de Hitler'in ağına takılacaklardır. Etraflarını saran Nazi çemberi gitgide daralırken, her an tutuklanıp kamplara yollanma korkusuyla yaşamaktadırlar. İşte tam o yıllarda Türkiye, savaşın ateşine bulaşmadan, Almanlarla Müttefikler arasında gerili ince ipte, bir cambaz maharetiyle yürümeye çalışmaktadır. Ayşe Kulin bu romanında, hem ülkeyi savaşın ortasından başarıyla geçiren kadronun hem de Selva ile Rafael'in zor aşkının peşine düşerek, İstanbul'dan Marsilya'ya, Ankara'dan Kahire'ye kadar uzanırken, kendi canları pahasına yüzlerce Yahudi'yi Nazi kıyımından kurtaran Türk diplomatlarının kahramanlıklarını da gün ışığına çıkarıyor. Nefes Nefese Nefes Nefese ile şunlar kastedilmiş olabilir: Santa Clara, Kaliforniya Santa Clara, Kaliforniya - San Jose yakınındaki bir belediyedir. Birçok yeknoloji firmasının merkezi buradadır. Ayder Ayder' 1300 lü yıllarda Halalılar tarafından kurulmuştur. Rize'nin Çamlıhemşin ilçesinin 19 km güneydoğusunda yeralan 1350 m rakımda ladin ve kayın ormanlarıyla kaplı bir yayladır. Ayder hiçbir zaman yayla olarak kullanılmamıştır, Ayder'i Halalılar dinlenme amaçlı kullanmışlardır. Halalılar, Hala Köyünden yaylalarına (Kavrun, Ceymakçur, Paákçur) göç ederken Ayder'de kaplıcada dinlenirler. Araştırmacı Metehan Mollamehmetoğlu Ayderin 1900'lü yıllarda bölge insanı'nın(Halalılar) bir dinlenme yeri olduğunu söyledi. Kaplıcanın geçmişi 1700'lü yılları bulunmaktadır. Halalıların Ayder, Aşağı Ceymakçur,Yukarı Ceymakçur diye üç yaylası vardir. Mayıs ayında Ayder haziran ayinda aşağı Ceymakçur temmuz ayında Yukarı Ceymakçur yaylalarına göç edilir. Agustos ayında Aşağı Ceymakçura göçler indirilir göççüler Ayderde Hodoc'a (ot biçme şenlikleri ) inerler.Eylül ayında da göçler Aydere iner ekim ayinda da Hala köyüne göçerler Hallalılar yakin zamana kada Ayderi yayla olarak kulanırlardi.Turizmle beraber Ayder yaylası da turizm ve eğlence merkezi oldu. Erm: Ayder "tarlalar" ■ Ayd, standart Ermenice ard `tarla` sözcüğünün Hemşin lehçesindeki eşdeğeridir. Nasıl bir kaynaktır ki. Ayder'de hiç tarla yoktur. Sadece Ayder'de "Ĥodoç" günleri olurdu. Halalılar tarafından Çeêrluk'ları(Çayırlık) Halalılarca erkekli, kızlı hep beraber türkü söyleyerek, eğlenerek çayırlıkları biçerlerdi. Bu zamana da "Ĥodoç" zamanı deniyor. Şu an Ayder'de Ĥodoç günü biliniyor ama yeni nesil tarafından yapılmıyor. Osmanlı döneminden beri şifalı suyu ile ilgi odağı olan Ayder 1987 yılında turizm merkezi ilan edilmiş, romatizmal hastalıklar, iç hastalıkları, kadın hastalıkları ve cilt hastalıklarına şifa verdiği iddia edilen, 260 metre derinlikten gelen 50 derece sıcaklığındaki kaplıcalarından faydalanılabilmesi için modern turistik tesieler inşa edilmiştir. 260 metre derinlikten çıkan, 55 derecelik kaplıca sularının başta romatizma, kireçlenme olmak üzere pek çok hastalığa iyi geldiğini belirtiyor. Kaplıca sularından fayda görmek için havuza girmek, özel banyo almak ya da içmek mümkün. KaradenizTeknik Üniversitesi'nden Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Mustafa Güler yaptığı açıklamada, kaplıca sularının romatizmal eklem hastalıkları,sinir, sindirim, dolaşım sistemi hastalıklarıyla idrar yolları ve üreme organı hastalıklarına iyi geldiğini belirtiyor. Kaplıca suları ayrıca, egzama ve sedef, ergenlik sivilceleri gibi cilt hastalıklarının tedavisinde de kullanılıyor. Tabii ki, kaplıcaya girmeyi sakıncalı kılacak durumlar da var. Örneğin kanamalı rahatsızlıklar, yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlıkları başta geliyor. Bu nedenle kaplıcaya girmeden önce mutlaka uzman bir doktora danışmak şart. Zaten Ayder Kaplıcaları'nda görev yapan bir uzman doktor da bulabilirsiniz. Uzmanlar ayrıca kaplıcada günde ikiden fazla banyo alınmaması gerektiğini hatırlatıyor ve 4 banyodan sonra kendisini halsizlikle belli eden ve Kaplıca Krizi olarak tanımlanan bir rahatsızlığın bazı kişilerde görülmesinin normal olduğunu belirtiyorlar. Başlangıçta Halalılar'ın yazın çayır biçerek(Ĥodoç), büyükbaş hayvanlarının kışlık ot ihtiyacını sağlamak amacıyla kullanılmaktayken, turizm merkezi olmasıyla bu vasfını büyük ölçüde kaybetmiş Pansiyonculuk ve gelen turistlere hitap eden hediyelik eşya mağazaları temel geçim kaynağı haline gelmiştir. Gençlerle Başbaşa Gençlerle Başbaşa (kitap), Ali Fuad Başgil'in bu eseri, yayınlandığı günden bu yana defalarca basılmış ve her nesile ayrı ayrı seslenmiştir. Büyük-küçük her insana verdiği ve vermeye devam edeceği şeyler şimdi olduğu gibi, nesiller boyu da devam edecektir. Kendisinin de belirttiği gibi "...Bu kitap, sadece fikri çalışma atölyesinin genç ve tecrübesiz çırakları için faydalı olabilecek bir rehberdir." Gerçi her ne kadar kendisi böyle söylese de, bu kitap genç ve tecrübesiz çıraklara rehber olmakla beraber, yaşlı ve tecrübeli ustaların da rehberi olabilecek kıvamdadır. Özellikle, seçilen konuların ve yazarının dostane uslubuyla bu nadide eser, nesillere daima ilham olabilecek yapıdadır. Yine yazarın deyimiyle: "Geleceğin ümidi olan gençleri, bunalımdan iradesiz ve cesaretsiz yaşamaktan kurtaracak olan bu kitap; başarılı olmanın sırlarını göstermektedir." Bu doğrultuda güzel de bir rehber olacaktır. Yaprak Dökümü (anlam ayrımı) Yaprak Dökümü, Reşat Nuri Güntekin'in 1930'da yazdığı romandır. Ayrıca romandan uyarlanan yapımlar da bulunmaktadır: Cem Hakko Cem Hakko (d. 17 Haziran 1955; İstanbul, Türkiye), Yahudi asıllı Türk iş adamı, Eski Rallici ve radyocu. Vakko, Power Grup Radyoları, Power TV, PowerTürk TV ve Power Records gibi şirketlerin sahibidir. İlkokulu Türkiye’de bitirdikten sonra eğitimine Cenevre'de, College du Leman’da devam eden Hakko, liseyi Strazburg’da bitirdikten sonra Paris’te, “Ecole Des Hautes Etudes Internationales / School of International Studies ve İsviçre’de Friburg Üniversitesi’nin “Faculté de Sciences Economiques et Sociales” bölümünde / Faculty of Economics and Social Sciences’da eğitimini tamamladı. Yabancı dilleri Fransızca ve İngilizcedir. Fribourg Üniversitesi’nde bitirme tezi olarak “Moda Olgusu” adlı kitabı yazdı. Kitapta modanın doğuşunu, gelişimini, modayı yaratan toplumsal ve ekonomik etkenleri bilimsel bir açıdan inceledi. Aynı zamanda moda kavramının psiko-sosyolojik boyutlarının da ele alındığı yapıtta, ayrıntılı örneklere de yer verdi. Çocukluğundan itibaren sporla iç içe büyüyen Hakko, profesyonel olarak kayak, yelken, rüzgar sörfü, ralli, karting, Formula 3 ve motocross sporları ile uğraşıyor. 1987 ve 1988 Türkiye Karting Şampiyonası birinciliği, 1988 Uluslararası Karting Şampiyonası ikinciliği, 1990 İstanbul Ralli Şampiyonluğu, 1991 Türkiye Ralli Cros Şampiyonluğu, 1994 Uluslararası 19. Bursa Rallisi Dördüncülüğü bulunmaktadır. Karadam, Class 1 Dünya Offshore Şampiyonası ve Türkiye Yelken Yarışları gibi birçok büyük organizasyonu Türkiye’ye getirmiştir. Cem Hakko, Formula 1 pistini ve tesisini İstanbul’da kuran ve tüm organizasyonu kurgulayan üç kişiden biridir. Üniversite yıllarında Türkiye’de geçirdiği yaz tatilleri sırasında Vakko markasını yaratan babası Vitali Hakko ile Vakko’da çalışmaya başlayan Cem Hakko, 1980’li yılların başında İstanbul’a kesin dönüş yaptı. 1982 yılında genç moda markası Vakkorama’yı kuran Cem Hakko, Vakkorama’yı sadece bir moda markası olarak görmeyip, Türkiye’de ilk defa, modayı sanat, spor ve müzikle bütünleştiren bir marka yarattı. Müzik tutkunu olan Cem Hakko, 1992 yılında ulusal yayın yapan Power FM radyosu ile başlayarak Power Group’u hayata geçirdi. Power G
roup bünyesine sırasıyla Power Records, Power Türk, Power Türk TV, Power Club, Power Garage TV, Power XL, Radyo Fenomen’i ekledi. Cem Hakko, Vakko çatısı altında üstlendiği sorumlulukların yanı sıra TÜSİAD, DEIK, YPO-WPO, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, Profesyonel Yöneticiler Derneği, Radyo Televizyon Yayıncıları Meslek Birliği ve son olarak TAYK Yönetim Kurulu üyeliği gibi yaklaşık 12 dernekte aktif olarak görev almaktadır. Vakko bünyesinde sosyal sorumluluk projelerinin yürütülmesine önem veren Hakko’nun destek verdiği projeler arasında “Su Projesi”, “Alkollü Araç Kullanma, Taksi Kullan” gibi güncel projeler de yer alıyor. Cem Hakko’nun Yönetim Kurulu Başkanlığını devraldığı 2004 yılına kadar Vakko ve Vakkorama olarak Vakko Grubu 24 mağazadan oluşuyordu. Cem Hakko mevcut markalara W Collection, V2K designers ve Outletleri de ekleyerek, Vakko Grubu bünyesindeki marka sayısını 4’e, cirosunu ise 3’e katladı. Hakko’nun öncülüğünde, ünlü mimar Joshua Prince Ramus tarafından İstanbul’da inşa edilen Vakko Moda Merkezi, 2010 yılından itibaren Vakko Holding yönetici ve tasarımcı kadrosuna ev sahipliği yapıyor. 12.500 metrekarelik alana sahip Vakko Moda Merkezi, dünyaca ünlü Wallpaper dergisi tarafından 2011 yılında “En İyi Çalışma Alanı” ve 30.000 mimarın oylarıyla verilen “Arch Daily Yılın Binası” ödülünü aldı. Cem Hakko’nun Vakko Moda Merkezi bünyesinde kurduğu “Vitali Hakko Kreatif Endüstriler Kütüphanesi” moda, mimari, fotoğraf, resim, heykel gibi farklı sanat dallarıyla ilgili 12.000 kadar kitap ile sanatçılara, akademisyenlere, öğrencilere ve tüm sanat tutkunlarına hizmet veriyor. Türkiye’nin ilk kurumsal sanat galerisini 1978’de Ankara’da kuran Vitali Hakko’nun 1960'larda oluşturmaya başladığı sanat koleksiyonunu büyütmeye devam eden Cem Hakko, Vakko Moda Merkezi’nde kurulacak sergi alanında, kırktan fazla sanatçının 900 eserini sergilemeye hazırlanıyor. İstanbul’da yaşayan Cem Hakko’nun üç çocuğu var: Katia, Pia ve Can. Katia Hakko, Parsons Shool of Design’da, Pia Hakko da Central St. Martins’de graphic design eğitimi alarak Türkiye’ye döndüler. Can Hakko ise eğitimine devam ediyor. Vakko Holding ve Power Group Yönetim Kurulu Başkalığı görevlerine devam etmekte olan Cem Hakko, Hakko Ailesi’nin 3. kuşağını ve Vakko Grubu’nu geleceğe hazırlama çalışmalarını sürdürüyor. Ferhat Öztorun Ferhat Öztorun, (d. 8 Mayıs 1987, Şişli) Konyaspor'da forma giyen profesyonel Türk millî futbolcudur. Oyuncu savunma'nın solunda oynamaktadır. Oyuncu profesyonelliğe Galatasaray'ın altyapısından yükselmiştir. Profesyonel oluşunun ardından bir müddet Galatasaray A takımında oynamış ve Manisaspor'dan transfer edilen Hakan Balta'nın alımında para+takas seçeneğinin uygulanmasıyla Manisaspor'a imza atmıştır. Bu transferin ardından demeç verdiği TFF'nin Tamsaha Dergisi'nde Galatasaray'dan ayrılışından "Hayallerime ara verdim." diye bahsetmiştir. Buradaki ikinci yılında 1. Lig'in en değerli sol bek oyuncusu seçilmiştir. 2009-2010 futbol yaz transfer döneminde Manisaspor'la olan iki yıllık sözleşmesi sona ermiştir. Bunun ardından birçok kulübün kendisiyle ilgilendiği haberleri basında çıkmış, 12 Temmuz'da Süper Lig takımlarından Trabzonspor ile üç yıllık resmî sözleşme imzalamıştır. 2009-2010 hazırlık kampında Trabzonspor'un SC Heerenveen'le oynadığı maçı izleyen AZ teknik direktör yardımcısı Şota Arveladze, Ferhat için:: Trabzonspor ile toplamda 38 maça çıkan Öztorun, 2012-13 devre arasında ise Orduspor'a transfer olmuştur. 2014 yılına kadar bu takımın kaptanlığını yapan Ferhat, 47 maça çıkıp 1 gol kaydetmiştir. 2014-15 transfer döneminde ise İstanbul Başakşehir FK takımına transfer olmuştur. 2013-14 sezonunda Orduspor ile gösterdiği performans neticesinde PTT liginin en iyi 11'ine seçilmiştir. Ferhat Öztorun, 16 Yaş Altı millî takımdan başlayarak Türk alt yaş grubu ulusal futbol takımlarında oynamıştır. Daha sonra ümit millî takımda oynamaya başlayan Ferhat, 28 Mart 2008'de Commerzbank Arena'da oynanan Türkiye-Norveç maçında A millî takım aday kadrosuna çağırılmıştır. Ancak bu maçta forma şansı bulamamıştır. Mehmet Güven Mehmet Güven (d. 30 Temmuz 1987, Adıyaman) Türk, orta saha oyuncusudur. Osmanlıspor'da forma giymektedir. Galatasaray altyapısından yetişmiştir. İlk kulübü Kanarya Azimspordur. 11 yaşındayken Kanarya Azimspor’dan Galatasaray altyapısına geçmiş ve PAF takımda şampiyonluklar yaşamıştır. Gheorghe Hagi'nin Galatasaray Teknik Direktörü olduğu dönemde, Göteborg ile yapılan hazırlık maçı kadrosuna alındı ve A takıma yükselmiş oldu.Eric Gerets döneminde de zaman zaman forma şansı buldu. UEFA Şampiyonlar Ligi 2006-07 sezonu C grubu son maçında Galatasaray-Liverpool karşılaşmasında sonradan oyuna girmiş ve o karşılaşmada John Arne Riise'yi müthiş bir şekilde geçerek Saşa İliç'e süper bir asist yapmış İliç de bu asistle golü atmış ve Galatasaray'ı 3-1 öne geçirmiştir. Mehmet'i birçok Galatasaray taraftarı Atatürk Olimpiyat Stadyumu'ındaki yaptığı bu asistle tanır. Türkiye Kupası maçında frikikten gol atmıştır.2007-2008 sezonunda Bursaspor maçında 1 gol attı.Galatasaray-Panionios maçında oyuna hemen girdikten sonra Hakan Şükür'e asist yapmıştır. 1 Eylül 2009 tarihinde Manisaspor ile anlaşarak buraya transfer olmuştur ve 3 sene bu takımın formasını giymiştir. 24 Mayıs 2012 tarihinde Eskişehirspor ile anlaşmıştır. 1 sezon bu takımda kalan futbolcu, 2013 yılında Süper Lig'in yeni ekiplerinden Konyaspor'a transfer olmuştur. 11 Haziran 2015 tarihinde Osmanlıspor'la anlaşmıştır. Millî takımların çeşitli yaş gruplarında 22 kez forma giydi, 11 kez de ümit millî oldu. Santa Clara, Küba Santa Clara, Küba'nın Villa Clara vilayetinin başkentidir. Kendi vilayetinin ve Küba'nın orta kesimlerinde yer almaktadır. Şehir, 514 km² alana yayılır ve 226.900 nüfusa sahiptir. Kurulduğu tarih 1689'dur. Küba Devrimi'nde önemli bir yeri bulunan şehir, aynı zamanda, Ernesto "Che" Guevera'nın mezarının bulunduğu yerdir. Che için yazılan Hasta Siempre'de Santa Clara'dan bahsedilmiştir: Türkçeye çevrilirse: Fikret Türkmen Fikret Türkmen (d. 1945, Yozgat) akademisyen, Türk Dünyası Araştırmaları profesörüdür. 1992 yılında kurulan Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsünün kurucu müdürüdür. 3 Aralık 1945 tarihinde Yozgat'ın Boğazlıyan kazasına bağlı Abdilli köyünde çiftçilikle uğraşan bir ailenin dört çocuğundan birisi olarak dünyaya gelmiştir. İlkokulu köyünde, ortaokulu Boğazlıyan'da, liseyi ise Bursa Işıklar Askerî Lisesi'nde okuduktan sonra geçtiği Kara Harp Okulu'nda 1963 yılında son sınıftayken 20-21 Mayıs olayları nedeniyle bırakmak zorunda kalmıştır. 1963 Kasım ayında girdiği Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü 1967 yılında mezun olarak Konya Erkek Lisesi Edebiyat öğretmenliğine atanır. Kısa süre öğretmenlik yaptığı bu okulda tanıştığı yeni mezun genç edebiyat öğretmeni Fidan hanım ile evlenmiş ve “İdil” adında bir kızları, “Orkun” adında bir oğulları olmuştur. 1968 yılında Atatürk Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde halk edebiyatı asistanı olmuştur. 1969 yılında doktora yapmak üzere İstanbul'a, Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ın yanma gönderilir. 1972 yılında "Âşık Garip Hikâyesi Üzerinde Mukayeseli Bir Araştırma" isimli doktorasını tamamlar. 1974-1976 yılları arasında Fransa, Paris'te Prof. Dr. Pertev Naili Boratav'ın yanında Sorbonne'daki folklor metodolojisi ve halk edebiyatı ile ilgili ders, seminer ve konferanslara katılır. Türkiye'ye döndüğünde 1976-1978 yıllarında Atatürk Üniversitesi'nde çalışır. 1978 yılında Ege Üniversitesi'nde yeni açılan Sosyal Bilimler Fakültesi'ne (şu anki Edebiyat Fakültesi) naklen atanmıştır. 1980 yılında "Tahir ile Zühre" isimli eseri ile doçent, 1986 yılında "Nasreddin Hoca Fıkraları" konulu tezi ile de profesör olmuştur. 1992 yılında Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü'nün kurulmasında büyük rol oynamış ve kurucu müdür olarak görev almıştır. Türkmen, Türk destanları ve halk hikâyeleri üzerinde kendi çalışmaları dışında yüksek lisans ve doktora çalışmaları da yaptırmaktadır. Bu konuda Saltuk-name ve Battal Gazi Destanları ile ilgili iki doktora çalışması tamamlanmıştır. Türkiye’de “İlim ve Edebiyat Eserleri Sahipleri Meslek Birliği (İlesam)” üyesidir. Ayrıca Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü ve Türk Dil Kurumu Bilim Kurulu üyesidir. Halen bu kurumun “yürütme kurulu” üyesi olarak da görev yapmaktadır. Yurt dışında ise ABD’de merkezi Indiana Üniversitesi'nde olan PIAC (Permanent International Altaistic Conference), ABD ve Kanada’da “Turkish Studies Association”, Fransa’da ESCAS (European Seminar on Central Asian Studies) daimi üyesidir. Yurt içinde ve yurt dışında pek çok kongre ve konferansa katılmış ve yabancı dillerde (Fransızca, Rusça) makaleler yayımlanmıştır. İtalya Venedik Üniversitesi’nde 1974’te Türkiye’de basılan “Âşık Garip” kitabı kısaltılarak İtalyanca olarak yayınlanmıştır. Halen TDK tarafından yayımlanmakta olan “Türk Dünyası Dil ve Edebiyat Dergisi”nin Yayın Kurulu Başkanlığı görevini yürütmekte bununla beraber Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü’nde “Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi”ni yayınlamaktadır. Paradigma Paradigma ("isim" () Helenceden gelir) Türk Dil Kurumu sözlüğü anlam karşılığı ; "Değerler dizisi" olarak tanımlanmıştır. 1960'lardan beri paradigma kelimesi bilimsel disiplinlere veya başka epistemolojik içerikteki düşünce kalıplarına göndermede bulunur. Başlangıçta kelime gramere özgüydü: 1900 Merriam-Webster sözlüğü, gramerin içeriğinde sadece onun tekniksel kullanımını veya onu retorikte bir mesel veya masal (anlamını) açıklayıcıları için bir terim olarak tanımlar. Dilbilimde, Ferdinand de Saussure paradigmayı, benzer özellikteki öğelerin bir sınıfı için kullandı. Ek olarak, "model" ya da "kuramsal çerçeve" anlamında kullanılabilen bir terimdir ve göstermek, anlaşılır kılmak, örnek teşkil etmek, sınırları belli olan ön bulgu ve genel anlamında da dünya bakışı anlamlarına gelir. Yunanca παραδείγματι (paradeigma)'dan gelen kavramın popülerliğini
sağlayan Thomas Samuel Kuhn'dur. "Bilimsel Devrimlerin Yapısı" adlı kitabında düşünsel çerçeve, kuramsallığın belirli bir terimi olarak ve kendisi de yirmi çeşit paradigmada kullanarak anlatır. Ana anlamı, bir bilim çevresine belli bir süre için, bir model sağlayan evrensel olarak kabul edilen bilimsel başarılar, olarak tanımlanır. Thomas Samuel Kuhn bilimsel anlamında paradigmayı şöyle formüle etmektedir: - İzlenen ve kontrol edilen olandır. - Soruların tarzı hangi konuyla ilgili olduğuyla iç içedir ve sağlamasının nasıl test edilebilirliğiyledir. - Bu soruların nasıl sorulacağıyladır. - Sonuçların karşılaştırmalı olarak nasıl yorumlanacağıyladır. Yani Kuhn'a göre paradigma, kabul görülmeye öncelikle hakim olan bir düşüncenin belli bir zaman dilimi içindeki ilk örneğidir. Uzun deneyimleri ve kanıtlarını içerisinde barındırır. Diğer anlamıyla paradigma, bir düşüncenin genel onayı (genel kabul görüleni) tasarımsal olarak varsayışının bir yansımasıdır ve bu da birçok sorunun yanıtlarını da beraberinde taşıyarak sunar. Bu tanımlamada paradigmanın bilimsel çalışmalardaki olgusu, model sunmak ya da bu suretle görüngüleri önceden açıklamak deneyidir. Kuram, paradigma değildir. Paradigma olması için, yeni ve benzersiz olması, yeniliğinin gelecekteki çalışmalara kaynaklık edecek türde olması gerekir. Bir olağan paradigma, olağan bilim etkinliği kuramıdır. Bu kuram her şeyi çözemez, açıkta kalan sorunları görmezden gelir veya dosyalar. Bunlar ve getirdiği sorunlar büyüyüp de kuramın başına bela olduğu zaman, bilim insanları çözüm bulmak zorunda kalırlar.Bunun sonucunda olağanüstü paradigma dönemi gelir. Olağan dönem iflas etmiştir. Kriz döneminde bilim insanı (örneğin Ziya Gökalp bir kriz geçirmiştir), yeni paradigma oluşturmak zorundadır. Paradigma değişikliği budur. Bir bunalım dönemi gelir ve her şey altüst olur. Kavramların yerli yerine konması için belki bütün teori baştan alınır. Ancak bu olağanüstü dönemde eski paradigmalar direnirler, teoriden kopmalar çatışmalara yol açar. Dikkat edilirse, buradaki durumun ideoloji için de geçerli olduğu görülecektir. Mevcut toplumsal işleyiş krize girdiğinde, krizi çözmeye aday toplumsal sınıf ve veya katmanlar kendi iktidarlarını ve kendi çözümlerini topluma önermeye başlarlar. Yine ideoloji de olduğu gibi paradigmanın temelinde de belli bir çevrenin ilişkilerinin ürettiği ve pekiştirdiği, kimi doğru, kimi yanlış inanışlar vardır. ideolojinin, ilişkinin biçimleri tarafından şekillenen ve ortaklaşılan düşünceler olduğu yolundaki tanımlamanın, söz konusu paradigma kavramı olduğunda birebir geçerli olduğu sadece dar ve tanımlı bir çevre için kullanıldığı açıklık kazanmaktadır. Terim olarak Thomas Samuel Kuhn'un kullanmasından önce Herodot, Platon, Aristoteles'de geçer. Ancak bilinen kesin anlamına ve bilim felsefesindeki tartışmasız konumuna Kuhn ile ulaşmıştır. Terimin amacı geniş bir düşünsel çerçevedir. Kuhn'un "Bilimsel Devrimlerin Yapısı" kitabında 21 farklı anlamda kullanılır. Esas olarak, bir bilim çevresine belli bir süre için egemen olan model, anlamını verir. Bir kuramın paradigma olması için öyle bir yenilik getirmesi lazımdır ki, hem rakipleri varsa şaşırsın ve hayran olsun, hem de çağını aşarak ilerideki görüşlere kapı açsın. Olağan paradigma da zamanla çözemediği sorunlar olduğunda bunalıma düşer ve olaganüstü arayışlara girer ki bu döneme paradigma değişikliği hakimdir. Kuhn, bu anlamda bilimsel bilginin gelişiminin Bilimdeki devrimsel/sıçramalı gelişmelerle meydana gelidiğini belirtir. Belirli bir egemen paradigma artık geçerliliğini yitirmeye başladığında kendiliğinden yeni bir paradigmaya yerini bırakmaz, aksine bu devrimsel süreçlere benzeyen aşamalar gösterir. Paradigma değişiklikleri eskisinde büyük yıkımlara yol açar. Belirli bir paradigmanın belirli bir zamandaki geçerliliği, söz konusu paradigmanın genel-kabuledilirliği ile ilintilidir. Kuhn'dan sonra paradigma yeni fenomenler oluşuncaya dek tanımını korudu ve o güne kadar olan öğretisi artık ortak onaydan uzaklaştı. Bu zamanda yeni teoriler geliştirildi. Savunucuların farklı öğretilerden yola çıkarak ortaya koydukları tanımlamalar paradigma değişimi adlı kuramı ortaya çıkardı. Paradigma, ayrıca anlatılar için de kullanılır. Örneğin içinde ahlaki anlamda bir öğreti barındıran bir masal ki, eğer gerçeğe yönelik kaygılardan yola çıkarak örnekleme yapıyor ve sonuçta ders verici yenilikçi bir mesaj sunuyorsa, bir anlamda burada da paradigmadan söz edilebilir. Bilim, teknoloji ve ekonomide de biçimsel yanıyla çok farklı anlaşılmayan bir tarzla yine kullanılır. Özellikle bilgisayar dünyasında veya ekonomide yöneticilik statüsünde. Örneğin "Programlama Paradigmaları, Postkapitalist Pradigma, Yönetim paradigması..." gibi. Reklâm sektöründe ilişkisel olarak üretim mekanizmasının bir sonucu olarak özellikle yeni ve teşvik edici olanın görünümü üzerinde dikkatleri çekmek üzere kullanılır. Organizasyon teorisinde işletmenin felsefesi üzerine konsepti yer alır. Yani sunuş, anlayış ve tarzı içeren bir özümsemedir bu. Bunlardan en çok kullanılan model G. Johnson modelidir. 1998'de "Strategic Management Journal" adıyla yayımlanan kitabında Johnson, kültür ağındaki yerleşik yedi elementten söz eder: Geçmiş ve mitos, semboller, yaptırım gücü yani hedefler, organizasyon hiyerarşisi, kontrol sistemi, ritual rutinlik ve paradigma. Davranış biliminde paradigma klasik bir ön kanıdır yani duygusal analizle iyi ya da kötü diye nitelenir. Fizikte, laboratuvar deneyselliğindeki nedensellik kavramının metafizikten uzak tutularak anlaşılması boyutunda kullanılır. Organik tıp, fizikten etkilenerek tedavinin basitleştirilmiş (makinalaştırılmış) modelini tercih ederken paradigma, psikomatik tıbbın organik ayırımını öne çıkararak makinalar ile sürdürülen tıptan farklı olduğunu sağlar. Wulihe Stadyumu Wulihe Stadyumu, Çin'in Shenyang şehrinde 1989 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Wulihe Stadyumu, 65.000 seyirci kapasitelidir. Wutaisha Stadyumu Wutaisha Stadyumu, Çin'in Nankin şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Wutaisha Stadyumu, 35.000 seyirci kapasitelidir. Xiamen Stadyumu Xiamen Stadyumu, Çin'in Xiamen şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Xiamen Stadyumu, 30.000 seyirci kapasitelidir. Xiangtan Şehir Stadyumu Xiangtan Şehir Stadyumu, Çin'in Xiangtan şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Xiangtan Şehir Stadyumu, 30.000 seyirci kapasitelidir. Xinhua Lu Stadyumu Xinhua Lu Stadyumu, Çin'in Vuhan şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Xinhua Lu Stadyumu, 36.000 seyirci kapasitelidir. Xinxiang Stadyumu Xinxiang Stadyumu, Çin'in Luoyang şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Xinxiang Stadyumu, 31.800 seyirci kapasitelidir. Nasiri Stadyumu Shahid Nasiri Stadyumu, Yezd, İran'da bulunan çok amaçlı bir stadyumdur. Çoğunlukla futbol maçlarında kullanılır. Shahid Nasiri Stadyumu çatısı 1983 yılında yıkılmıştır. Kaktüsgiller Kaktüsgiller (Cactaceae), gövdeleri etli ve yaprakları diken şeklini almış bir çiçekli bitkiler familyası. Kaktüs, cins adı olmamasına rağmen, kaktüsgiller familyasını oluşturan gövdeleri etli, yassılaşmış ve sulu olan, yaprakları diken şeklini almış bütün çiçekli bitkilere verilen ortak addır. Genellikle çöllerde ve tropiklerde yaygınlardır. Sukkulent gövdeleri aynı zamanda özümleme görevini de yapar. Çölde yetişen "Saguaro", en büyük kaktüslerden biridir. Yetişkinleri genellikle 12 metre boya ulaşır, nadiren de 15 metreyı aşanları bulunur. Kaktüsler çok yağış ve su istemeyen bitkilerdir. Genellikle çöllerde ve sıcak iklimlerde yetişirler. Kökleri çok uzun ve kalındır. Bu özellikleri ve yapraklarının diken şeklinde olması, onları diğer bitkilerden ayırır. Kaktüslerin eni ve boyu iyi beslendiği takdirde oldukça uzun ve kalındır. Bazı kaktüslerin dikenleri zehirli olabileceği gibi, her şekilde deriye battığında ince dikenleri yüzünden çok can acıtırlar ve çıkarılmaları zordur. Kaktüs sağlığa yararlı bir ev bitkisidir. Çocuklar ve evcil hayvanlardan uzak ışık alan bir köşede bulundurulmalıdır. Bu bitki gibi zamanla topraktaki vitamin ve mineralleri tüketen bitkiye yılda en az bir kere vitamin ve mineral desteği sağlanmalı, toprağı tazelenip havalandırılmalıdır. Saksı değişimi 5-6 yılda bir kere olsa yeterlidir. Seyrek aralıklarla özellikle yazın az su damlatılabilir. Post (anlam ayrımı) Post aşağıdaki anlamlara gelebilir: Tek kullanımlık şifre Tek kullanımlık şifre'nin "(OTP- One Time Password)" amacı erişimi kısıtlanmış kaynaklara yetkisiz erişimi daha da zor hale getirmektir. Alışıldık sabit şifreler yeterli deneme şansı ve zaman verildiği takdirde yetkisiz kişiler tarafından aşılabilir. Tek kullanımlık şifre uygulamasında şifre sürekli değiştiği için bu risk büyük oranda azaltılmış olur. Tek kullanımlık şifrelerin temelde üç türü vardır. Birincisi matematiksel bir algoritmayla önceki şifreden bir sonrakini üretir, ikincisi doğrulama sunucusu ile şifreyi temin eden istemci arasında eşzamanlama ilkesine dayanır, üçüncüsü yine bir matematiksel algoritmaya dayanır ancak önceki şifreyi bir sonrakini türetmek için kullanmak yerine, doğrulama sunucusunun ürettiği bir değere karşılık, oluşturulacak ikinci bir değerin şifre olarak kullanılmasıdır. Sabit şifre Genellikle değişmeyen, nadiren değişen şifreye sabit şifre denir. Bu şifreler için zayıf kimlik doğrulama yöntemi tanımlaması da yapılır. Bankaların para çekme makinelerindeki şifreler sabit şifrelerdir. Disney (anlam ayrımı) Disney, şu anlamlara gelebilir: Disney Ailesi, Disney imparatorluğunun aile üyeleri: Vespertine (albüm) Vespertine, İzlandalı şarkıcı, söz yazarı ve besteci Björk'ün beşinci özgün stüdyo albümüdür ve 2001 yılında yayınlan
mıştır. Ronaldo Guiaro Ronaldo Guiaro (d. 18 Şubat 1974, Piracicaba), defans mevkiinde görev alan Brezilyalı eski futbolcudur. Futbola başladığı andan itibaren hep defansta oynadı. Buna rağmen birçok kez gol de attı. Futbola 1993'te Guarani Futebol Clube'de başladı. 1994'te Atlético Mineiro'ya transfer oldu. 1995'te yerel lig Campeonato Mineiro'da şampiyonluk yaşadı. 1995-96 sezonunda A takımda birçok maça çıktı ve lig 3.sü oldular. 1996'da Portekiz takımı Benfica'ya transfer olarak Avrupa'ya açıldı. 5 sezonda 111 maça çıkıp 4 tane de gol buldu. Ancak kariyeri Benfica'nın en kötü dönemlerine denk gelmişti. İlk sezonunda Portekiz Kupası ikinciliği, sonraki sezon ise lig ikinciliği gördü. 2000-2001 sezonu sonunda Benfica'dan Beşiktaş'a transfer oldu. Bir defans oyuncusu olmasına rağmen attığı gollerle adından sık sık söz ettirdi. İlk sezonunda Kadıköy'de oynanan Fenerbahçe-Beşiktaş derbisinde, takımı 1-0 yenilirken, attığı 2 golle, takıma galibiyeti getirdi. Bu unutulmaz maçla takımın sevgilisi haline gelirken, Fenerbahçe'nin de kendi sahasında 24 maçlık yenilmeme serisini ve bu konuda Fenerbahçe'nin kıracağı rekoru engelledi. 2002-03 sezonunda yine Brezilyalı olan Zago ile yakaladığı uyum Beşiktaş'ın 100.Yıl şampiyonluğunda önemli rol oynadı. Beşiktaş'ın en başarılı Avrupa yıllarında büyük katkıda bulundu. 2002-03 sezonunda UEFA Kupası çeyrek finalini görürken, 10 maçta oynadı ve Slavia Prag'a bir gol attı. Sonraki sezon ise Şampiyonlar Ligi ve UEFA Kupası 3. turu dahil olmak üzere, 8 maça çıktı ve bu sefer Sparta Prag'a bir gol attı. Vicente Del Bosque'nin teknik direktör olduğu dönemde sisteme uymadığı ve yavaş kaldığı gerekçe gösterilerek uzun süre oynatılmadı. Rıza Çalımbay'ın göreve gelmesinden sonra formasını geri aldı. Beşiktaş'tan ayrıldıktan sonra 2005-06 sezonunun ortasında ülkesine dönüp Santos'ye transfer oldu. Yerel turnuva Campeonato Paulista'yı kazandılar. Ancak sonraki sezonun ortasında takımdan ayrıldı. 2007-09 arasında ise Avrupa'ya tekrar dönerek Yunan Aris takımına transfer oldu. 2008'de Yunan Kupası ikincisi oldular. 2011 yılı sonunda sahalara veda etti. Ronaldo Guiaro, 24 kez Brezilya millî takım forması giymiş ve bu maçlarda 3 gol atmıştır. İlk maçına 2 Mart 1995'te Uruguay karşısında çıktı. İlk ve tek golünü ise 8 Mart 1995'te Brezilya'nın Kosta Rika'yı 2-1 yendiği maçta attı. 1996 Yaz Olimpiyatları'nda Ronaldo, Rivaldo, Bebeto, Roberto Carlos gibi efsane isimlerle oynamış ve bronz madalya kazanmıştır. Olimpiyatlarda 6 maçta da ilk 11'de forma giymiştir. Ronaldo Guiaro, bir süre takımda iki Ronaldo olduğu için, "Ronaldinho" olarak adlandırılmıştı. 1996'daki Yaz Olimpiyatları'nda da kadroda iki Ronaldo olunca, bu sefer kendisi büyük olduğu için Ronaldo formasını giydi. O turnuvada "Ronaldinho" formasını ise Ronaldo Luís Nazário de Lima giydi. Daha sonra bu isim Ronaldo de Assis Moreira'ya gitti. Aldo Kaslowski Aldo Kaslowski (d. 1937, İstanbul), İtalyan asıllı iş adamıdır. Organik Holding Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO'su, Türk Pirelli Kablo Yönetim Kurulu üyesidir. 1957’de Kaslowski aile şirketinde çalışma hayatına başlıyor. 1965’te Organik Kimya AŞ’yi kuruyor. 1970’de Organik Holding’i kurdu. 1971 Young President örgütünün İstanbul şubesi kurucularından oldu. 1977’de İtalya Cumhurbaşkanı tarafından Cavaliere Ufficiale nişanı ile taltif edildi. 1983-1985 Young President Avrupa-Avrupa Başkanı ve Yönetim Kurulu üyesi. 1995’ten sonra TÜSİAD Dış İşleri Komisyonu Başkanı. 1997’den sonra TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi ve Başkan Vekili. Birçok çalışma grubu, kültür, sanat ve hayır amaçlı birçok sivil toplum örgütünün kurucusu. Sarıkaya, Milas Sarıkaya, Muğla ilinin Milas ilçesine bağlı yörük-türkmen mahallesidir. Gökseki ve Sarıkaya olmak üzere iki mahalleden oluşur. Mahallenin adı; Doğu tarafında bulunan, bir tarafı yamaç şemlinde, tırmanılabilen ve bu bölümde de evlerin bulunduğu, sarı renk görüntüsündeki kayalıklardan gelmektedir. Batı tarafı zirveye yaklaşık 250–300 m yakına kadar evlerin bulunduğu bu kaya şeklindeki tepenin doğu tarafı da 150 m civarında ve uçurumdur. Köy düğünleri ve giyim tarzı ile bilinir. Perşembe akşamından (kız evinde cümbüşlü kemanlı kız düğnü, erkek evinde davullu zurnalı erkek düğnü) başlayıp, Pazar günü gelin alma ve akşamında balo ile biten ve kıza takılan altınlarıyla ünlüdür. Yemeklerde zeytinyağı olmazsa olmazdır. Ekmek evlerde kadınlar tarafından yapılır. (Günümüzde Bodrum Bazlama olarak tanınır) Sebze ağırlıklı yemek kültürü vardır. Özellikle Tilkişen veya sarmaşık otu Zeytin yağıyla ve sütle yapılır. Envai çeşit otlardan yapılan kavurmalar yoğurtla birlikte çok güzel olur. Muğla iline 83 km, Milas ilçesine 14 km uzaklıktadır. Mahallenin iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir. Sarıkaya Muğla'ın Milas ilçesinde yeralan bir mahalledir. Memba suyu kaynakları, tarihi eserleri, tarihi eser niteliğinde eskı yapı evleri ve bacaları ile tanınan köy ayrıca son 15 yılda açılan maden ocakları ile bilinmektedir. Felspat maden rezervi çok olan mahallede çıkan maden doğrudan işlenmiş ve işlenmemiş olarak yurt dışına (Polonya, Hollanda, İtalya gibi ülkelere) ihraç edilmektedir. Mahalleden kente olan yoğun göçlerle birlikte mahallede son zamanlarda yaşlı çevreler kalmış, 20 yıl önceki mahalle nüfusundan birçok kişinin Milas'a ve çevre ilçelere taşınmasıyla köy nüfusunda çok gerileme olmustur. Yoğun olarak zeytincilik ve hayvancılıkla uğraşan köy halkı geçimini bu yolla sağlamaktadır. Sıcak yaz günlerinde köye 10–15 km uzaklıkdaki yüksek tepelere ve yaylalala göç eden halk yaklaşık 3-4 ay buralarda kalmakta, serin su kaynakları ile tarımla uğraşmaktadır. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Hayvancılık olarak sığır denilen büyükbaş havycancılığı yapılmaktadır. 30 yıl kadar önce keçi sürüleri bulunmakta iken bugün için keçi besleyen bulunmamaktadır. Tavuk her evde mutlaka vazgeçilmez bir hayvandır. Aileler yumurta ihtiyaçlarını kendi besledikleri tavuklardan gidermekteler. Zeytincilik hemen her ailenin başlıca temel veya ek gelir kaynağıdır. Zeytinyağı veya işlenmiş, sofralık hale getirilmiş ve yöreye has Zeytinyağı İçerisinde muhafaza edilen ve limonla lezzzeti artırılan zeytinler her zaman sofraların baş yemeği konumundadır. Mahallede, ilköğretim okulu yoktur fakat taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Suna Kili Prof.Dr. Suna Kili (1929 - 29 Temmuz 2015), Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesidir, bu üniversitede siyasal bilimler ve devrim tarihi dersleri okutmaktadır. Prof. Kili, İstanbul Amerikan Kız Kolejini bitirdikten sonra yüksek öğrenimini Amerika Birleşik Devletleri'nde yapmıştır. Lisans, master, doktora derecelerini Bryn Mawr College'den siyasal bilimler ve uluslararası ilişkiler dallarında almış, Berkeley'de Kaliforniya Üniversitesi'nde lisansüstü çalışmalar yapmış, doktora sonrası araştırmalarını da Londra Ekonomi Okulu, Columbia Üniversitesi ve Princeton Üniversitesi'nde sürdürmüştür. Prof. Kili, Los Angeles California Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi 1977-1978 akademik yılında da konuk öğretim üyesi olarak ders vermiştir. Prof. Kili, yurt içinde, yurt dışında pek çok seminer, kongre, sempozyum ve benzeri bilimsel toplantıya katılmış, çeşitli konularda bildiriler sunmuştur. "Uluslararası Siyasi İlimler Dergisi" (IPSA) ve "Arap Bölgesi, Türkiye ve İran Sosyal Bilimler Dergisi" (ASSARTI) gibi çeşitli bilim kuruluşlarının üyesi olan Prof. Kili IPSA'nın "Siyasal Eğitim Komitesi" ikinci başkanlığını da yapmıştır. Kili 29 Temmuz 2015 tarihinde zatürre tedavisi gördüğü hastanede 86 yaşında hayatını kaybetti. Cenazesi Zincirlikuyu Mezarlığına defnedildi. Hezi Aslanov Hezi Aslanov (Azerice: Həzi Əhəd oğlu Aslanov, Kiril: Һəзи Aслaнoв, Rusça: Ази Ахадович Асланов, Ази Ахад оглы Асланов / Azi Ahadoviç Aslanov, Azi Ahad oglı Aslanov), (d. 22 Ocak, 1910, Lankaran Rus İmparatorluğu - ö. 24 Ocak, 1945, Letonya), Azeri asıllı Sovyetler Birliği generali, iki kere Sovyet Kahramanlık Madalyası'na layık görülmüştür. İlk madalya Stalingrad Savaşı'nda gösterdiği başarısından dolayı verilmiştir. İkincisi ise Berezino Nehri geçişine istinaden İvan Çernyahovski'nin önerisiyle ancak 1991'de Mihail Gorbaçov tarafından verildi. Gülşah Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli, Atatürk'ün doğumunun yüzüncü yıldönümünde yayınlanmak üzere 1978'de yazım çalışmaları başlayan ve Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları için özel olarak hazırlanan bir deneme türünde kitap. Yapıtta Prof. Kili ""Atatürk Devrimleri'nin, Atatürkçü çağdaşlaşma modelinin bağımsızlığa kavuşan, çağdaşlaşmayı amaç edinen toplumlar ve ülkeler için örnek alınabilecek nitelikte gösterilmesinin Türkiye açısından önemi büyüktür. Hele çeşitli arayışlar içindeki günümüz Türkiyesinde bu, üzerinde durulması gereken bir konudur"" demektedir. Prof. Kili'nin Atatürk Devrimi Bir Çağdaşlaşma Modeli eseri, Türkiye İş Bankası 1981 Siyasal Bilim Büyük Ödülü'nü almıştır. Voyvoda Voyvoda, Slav dillerinde kumandan ya da prens anlamına gelir. Osmanlı İmparatorluğu Eflak ve Boğdan'ı topraklarına katmadan önce bu ülkelerin kralları voyvoda adıyla anılmaktaydılar. Osmanlı İmparatorluğu zamanında aynı terim Eflak ve Boğdan vilayetlerine padişah tarafından tayin edilen valiler için kullanılmaya devam etmiştir. Voyvodalar Osmanlı İmparatorluğu'nun kadrolarında sancak beylerine eşit konumdaydılar. Mersavi aşireti Mersavi Aşireti, Şanlıurfa'nın en büyük aşiretlerinden birisi. Mensupları, Bozova ve Suruç ilçeleri arasındaki 32 mahalleden gelir. Siyaset sahnesinde görülmeyen Mersaviler arasında bir birliktelik yoktur. Bugün Mersaviler Türkiye'nin degişik bölgelerinde varlıklarını devam ettirmektedirler. Selmasongs Selmasongs (tam adıyla, Selmasongs: Music from the Motion Picture Soundtrack Dancer in th
e Dark), İzlandalı şarkıcı, söz yazarı ve besteci Björk'ün, başrolünde oynadığı Karanlıkta Dans filminin müziklerinden oluşan albümüdür. Eylül 2000'de ve film gösterime girmeden önce yayınlanan albümde, klasik düzenlemeler ile tren ya da fabrika makineleri gibi nesnelerin seslerini çıkış noktası olarak kullanan ritim ve melodileri barındıran parçalar yer almaktadır. Dikkati çeken bir nokta, albümdeki bazı şarkıların sözlerinin filmdeki karşılıklarından farklı olmasıdır ki, bu durum en çok "Scatterheart" adlı şarkıda belirgindir. Bazı şarkı sözlerinin yeniden yazılmış olduğu albümde, filmde yer alan "My Favourite Things" ve "(The) Next-to-Last Song" adlı şarkılar da bulunmamaktadır. Tüm bunlar, filmden önce piyasaya sürülen albümün filmle ilgili ayrıntıları açık etmemesi ya da albümün kendi başına bir çalışma olarak daha iyi dinlenebilmesi gibi nedenlere bağlıdır. Medúlla Medúlla İzlandalı sanatçı Björk'ün 30 Ağustos 2004'te çıkan 5. solo albümüdür. Albüm neredeyse tamamen akapella şarkılardan oluşmaktadır. Albüm iki Grammy Ödülü adaylığı aldı ve pek çok Müzik listesinde bir numara oldu. Albümdeki şarkıların listesi aşağıdaki gibidir; Knossos Knossos Minos Uygarlığı'na başkentlik yapmış antik şehirdir. Girit'in kuzeyinde, Kandiye şehri yakınlarındadır. Knossos Sarayı, antik kentin en önemli yapısıdır. Antik kazı alanından çıkan objelerin birçoğu Kandiye Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir. Çıkan objelerden en ünlüsü tüm Girit ile özdeşleştirilen yılanlı ana tanrıça figürüdür. Knossos Sarayı'nı ortaya çıkaran arkeolog Arthur Evans, sarayın sanatı ve mimarisi hakkında değerli bilgilerin günyüzüne çıkarılmasında büyük rol oynamıştır. Burada sarayın temellerinde neolitik çağa kadar giden yerleşim tabakaları bulunmaktadır. Ancak Knossos'taki sarayın ilk olarak milattan önce 1900 yılı civarında inşa edilmeye başlandığı bilinmektedir. Knossos Sarayı çok sayıda avlu ve odalardan oluştuğu için labirenti andırmaktaydı. Bu nedenle Theseus ve Minotor canavarı efsanesine konu olmuştur. Liverpool Liverpool, Birleşik Krallık'ta, İngiltere ülkesinde Mersey Nehri Halici'nin doğusunda bulunan şehir yerleşkesidir. Yerel idare bakımdan törensel Merseyside Metropoliten Kontluğu'nda bulunan bir tek-seviyeli metropoliten yerel bölge olan Liverpool Şehri yerel idaresi altındadır. 1207'de bir belde olarak kurulmuş ve 1880 kraliyet beratı ile şehir olma statüsünü kazanmıştır. Liverpool Şehri yerel idari sınırları içinde (2012 tahminiyle) 466,415 kişilik nüfus bulunmaktadır. Fakat Liverpool idari şehri çok daha geniş bir alana yayılmıştır. Ayrıca coğrafi bir şehirsel Liverpool Metropoliten bölgesi bulunmaktadır ve bu şehirsel bölgenin nüfusu (2012 tahminiyle) 1,381,200 kişidir. Liverpool tarihsel olarak İngiltere ülkesinin "Lancashire" kontluğu içindeydi ve hala da çok İngiliz, Liverpool'un güneybatı Lancashire olduğunu kabul ederler. Fakat Liverpool'da bulunan limanın çok hızla gelişmesiyle; şehir nüfusunun da çok değişik göçlerle hızla artması dolayısıyla ve bir büyük şehir olma karakterini giderek alması dolayısıyla Liverpool şehri ve halkı, kendine has çok özel nitelikler almış ve kırsal olan Lancashire niteliklerinden ayrılmıştır. Şehir 18. yüzyılda İrlanda, Karayip adaları, Amerika ve ana Avrupa kıtasıyla çok yakın ticari bağlantılar kurmuştur. Bunun yanında Liverpool gemi sahipleri ve tüccarları Atlantik'de Üç köşeli ticaret sistemini (yani Afrika'dan Karayiplere ve Amerika'ya köleler; Karayipler'den ve Amerika'dan İngiltere'ye şeker, tütün, keten ve İngiltere'den Afika'ya hafif sanayi mallarını içeren bir ticaret yolları sistemini) geliştirmiş; bunun ana ögesi olan Köle Ticaretinin İngiltere'deki merkezlerinden biri (diğeri Bristol) olmuştur. Şehirdeki gemi sahipleri, tüccarları ve şehir bu köle ticaretinden büyük servetler yapmıştır. 19. yüzyılda başlarından itibaren köle ticaretine karşı gelişmeler, Liverpool limanının diğer ticarî ilişkileri geliştirmesine, (örneğin zahire, pamuk ve pamuklu dokuma) yol açmıştır. 19. yüzyıl başlarında dünya ticaretinin %40'ı Liverpool dokları ve limanından geçmekte idi. Liman aynı yüzyılın içinde ve 20. yüzyıl başlarında Avrupa'dan Amerika'ya giden göçmenlere Atlantik yolculuğunun başlangıç noktası olmuştur. 2007 yılında 800. yaş gününü kutlayan bu şehir, 2008 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmuştur. Liverpool şehir merkezinin bazı kısımları "Liverpool, Ortaçağ Ticari Liman Şehri" adı altında 2004'te UNESCO Dünya Mirasları listesine konulmuştur. Bu kısımlar içinde "Pier Head", "Albert Dokları", ve "William Brown Sokağı" bulunmaktadır. Liverpool spor ile isim yapmıştır. Şehirde Liverpool F.C ve Everton FC adlı İngiltere Prŏmiyer Lig'inde yer alan iki futbol takımı bulunmaktadır. Şehrin kuzey varoşlarından olan Aintree'de ünlü bir Hipadrom bulunmakta ve her yıl ilkbaharda bu "Aintree Hipadromu"'nda "Grand National" adlı bir at yarışı yapılmkata ve bu at yarışı tüm Birleşik Krallık'ta gayet büyük ilgi toplamaktadır. Liverpool'da bir belde kurulması için Kral John 1207'de bir belde olma "imtiyaz beratı" vermiştir. Liverpool'un sokak planı Kral John'un verdiği belde olma beratı zamanında uygulanmıştı ve belde H şeklinde kurulmuş 8 sokaktan oluşmaktaydı: Fakat 16. yüzyılın ortasında Liverpool beldesinin nüfusu 500 civarındaydı. 17. yüzyılda şehrin ticareti yavaş yavaş artmaya başladı ve nüfus büyüdü. İngiliz İç Savaşı döneminde 1644'te Liverpool şehri 18 gün süren bir kuşatmaya sahne oldu. 1699'da Liverpool'u "sivil köy/mahalle (parish)" yapan bir kanun İngiliz Parlamentosu'ndan geçti. Daha güneyde Wirral Yarımadası ile Kuzey Galler'de bulunan Dee Nehri çamurla dolmaya başlayınca Mersey Nehri deltası üzerinde bulunan Liverpool limanı önem kazanmaya başladı. Aynı yıl bir diğer bir önemli olay "Liverpool Merchant" adlı bir geminin Afrika'da köle ticaretine başlamak Liverpool limanından ayrılması olmuştur. Bu şekilde başlayan köle ticaretinin merkezi Liverpool şehri olmuş ve bu "ticaret" şehrin zenginleşmesine yol açmıştır. Liverpool limanındaki gelgit olayının deniz ulaşımına aksi etkisini azaltmak için ilk dok havuzu 1715de kurulmuştur. Liverpool orijinli gemiler üçgen şeklinde bir rota üzerinde Afrika'dan Karayiplere köle; Karayipler ve Amerika'dan İngiltere'ye tütün ve pamuk ve İngiltere'den Afrika'ya İngiliz hafif sanayi malları götürmeye odaklandılar. Afrika'daki köle ticaretinden Liverpool'un gemi sahipleri, gemi süvarileri ve hatta gemi tayfaları büyük kazançlar sağladılar ve şehir büyümeye başladı. 18. yüzyılın sonunda Liverpool Avrupa'nın köle ticaretini %40'ını ve Britanya'nın köle ticaretinin %80'ini eline geçirmişti. 19. yüzyılda köle ticaretinin yasaklanıp ortadan kaldırılmasına rağmen Liverpool'un limanı ve Liverpool orijinli ticaret başka yönlere dönüştü ve bu alanlarda da başarı kazandı. 19. yüzyılın başlarında dünya dış ticaretinin %40'ı Liverpool limanından geçmekteydi. Liverpool'da o zamanki yeni yapılar ve şehrin genişlemesi bu dönemde şehre giren serveti aksettirmektedir. 1830'da dünyadaki ilk şehirlerarası yolcu treni sistemi Liverpool ile Manchester arasında demiryolunun açılması ile olmuş ve bundan sonra demiryolları ağı kara ulaşımı için büyük önem kazanmıştır. 19. yüzyılda Liverpool'un nüfusu çok hızla büyümeye başladı; özellikle 1840'lı yıllarda Büyük İrlanda Patates Kıtlığı dolayısıyla birkaç milyon İrlandalı önce Liverpool'a gelip sonra Amerika'ya göç ettiler ve birçoğu da Liverpool'da kaldı. 1851'de Liverpool şehrinin nüfusun %25'i İrlanda doğumlu idi. 20. yüzyılın başlarında ise Doğu Avrupa'dan ABD'ye göç eden büyük sayıda göçmen de Liverpool limanından Atlantik Okyanusu'nu geçen gemilere binmişlerdir. Bunlar yanında ABD ile Avrupa arasında genel yolcu ve ticari bağlantısı için genellikle Liverpool limanı kullanılmıştır. Örneğin, Atlantik'te 1.517 kişinin öldüğü Nisan 1912'de batması ile büyük olay olan lüks transatlantik gemi Titanik'in tescil limanı Liverpool'du. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Parlamento'dan "1919 Mesken Kanunu" çıkartılması 1920'li ve 1930'lu yıllarda Liverpool'un her semtine yayılmış olarak yerel idaresi sahipliğinde gayet çok sayıda kiralık sosyal meskenler yapılmasına neden oldu. Şehir içinde gayet birbiri içine geçmiş şekilde meskenlerde yaşayan binlerce aile varoşlarda kurulan yeni semtlere göç ettirildiler. Bu politikanın yeni sosyal meskenlere geçen halkın yaşama standardını yükselteceği kabul edilmekte idi; ama birçok araştırmacı ve genel halk bunun gerçeğe uymadığını kabul etmektedirler. İkinci Dünya Savaşı sırasında Liverpool şehri ve etrafında bulunan Merseyside Metropoliten bölgesi 80 kadar Alman Hava kuvvetlerinin büyük havadan bombardıman hücumlarına hedef oldu; yaklaşık 2500 kişi bu hava hücumlarında öldü ve bu şehirde ve bölgede meskenlerine hemen yarısı bu bombardıman hücumlarından zarar gördü. Bu savaştan sonra Liverpool ve bölgesinde masıf bir inşaat yatırımı kampanyası başlatıldı. Bu arada Britanya'da en büyük liman ve dok projesi olan "Seaforth Doklar" projesi yapılıp bitirildi. Şehirde ailelere ve şahıslara mesken sağlamak için yeniden 1919 Mesken Kanunu şartlarına uyarak büyük sayıda ev inşaatına girişildi. İç şehirde bulunan eski mesken binaları yıkılıp burada yaşayan kişilere varoşlarda veya sonradan yenilenen iç şehir semtlerinde modern sosyal meskenler sağlandı. Boşaltılan eski iç şehir evleri de yıkılarak bunların yerine yeni modern sosyal meskenlerin yapılması da bu dönemde önem kazandı. Bu dönemde şehir içinde çok sayıda içinde özel sahibi tarafından yaşanan meskenler semtleri de özel müteahhitler ve firmalar tarafından inşa edildi. Liverpool'da kurulan bu tip özel sahipli semtler hakkında 1980'li yıllardan beri yapılanmakta olan televizyon "soap" serisi "Brookside" 1982-2007 döneminde popüler olarak Britanya televizyonlarından seyredilmiştir. Yeni sosyal yapılardan bazıları, genellikle iç şehirde yapılan yüksek çok katlı apartman tipli binalar halinde olup bu yüksek çok katlı apartman binaları içlerine yerleştirilen kişiler tarafından genellikle hiç tercih edilmemekte idiler. Bu yü
ksek çok katlı binaların bulunduğu semtlerde büyük kişisel, sosyal ve hatta kanunsuzluk sorunları ortaya çıktığı devamlı olarak Liverpool medyasında yer almıştır. 20 yüzyılın sonlarında bunların büyük bir kısmı yıkıldı ve birkaç tanesi de özel sektöre kiralık apartman dairesi sağlamak üzere sahibi olan yerel idare tarafından özel şirketlere satıldılar. Bu 1950'li ve 1960'lı yıllarda yapılan yenileşme ve yeniden yapım inşaatları halk tarafından popüler olarak karşılanmadı. Özellikle yeni olarak yapılan yüksek çok katlı kiralık apartmanlar ve şehrin etrafında ama ana ticaret ve alışveriş merkezlerinden uzakta olan yeni semtler sosyal hoşnutsuzluk doğurdu ve büyük sosyal sorunlara merkez oldular. "Liverpool şehrinin içinde yaşayanların sosyal, ailesel ve moral yapısı Alman bombardımanları ile çökertilmişken, bu yenileşme imar faaliyeti ile çökertildi" şeklinde tenkitler bu politikaya yöneltildi ve hala da bu tenkitler yapılmaya devam etmektedir. 1960'li yıllarda Liverpool'da ortaya çıkıp gelişen pop rock ve beat müziği "Merşeybeat" adı ile uluslararası ün kazandı. Bu müziğin baş tacı ve Livepool'luların devamlı iftiharını kazanan Beatles topluluğu olmuştur.. Liverpool Birleşik Krallık'ın ve İngiltere ülkesinin başkent ve merkezi olan Londra'nın 283 km kuzey-batısında Mersey halicinin doğu kıyısında bulunur. Liverpool'un coğrafi konumu "diğer İngiltere kentleri arasında en muhteşem konuma sahiptir" olarak tanımlanmıştır. Liverpool Kent Everton Tepesi'nde denizden 70 metre rakıma yükselen kumtaşından oluşan küçük tepe sırtlarında kurulmuştur. Bu sırtlar "Batı Lancashire Sahil Ovası"nın güney sınırını teşkil etmektedirler. Liverpool şehirleşmiş alanı ise Liverpool Şehrini sınırlarını aşarak kuzey'de "Sefton Metropoliten Bölgesi"nde bulunan "Bootle", "Crosby" ve "Maghull"'a; doğuda "Knowsley Metropoliten Bölgesi"nde bulunan "Kirby", "Huyton" ve "Prescot"'a ve batıda Mersey Nehri halici karşında halicin batısında bulunan "Wirral" yarımadasındaki "Wallasey" ve "Birkenhead"'e de yayılmaktadır. Liverpool iklimi Atlantik Denizi'ndeki Gulf Stream nedeniyle epeyce ılımlı bir deniz iklimidir ve yazlar nispeten serin, kışlar ise fazla soğuk ve kar olmadan mutedil olarak geçmektedir. Şu tablo Liverpool içindeki ısı gözlemlerinden aylık en yüksek ve en düşük ısıları C birimleriyle vermektedir: Diğer Birleşik Krallık büyük şehirleri gibi Liverpool şehri de çok karışık bir nüfusa sahiptir. Son nüfus sayımı olan 2001de Liverpool Şehri idarî sınırları içinde bulunan nüfus 441.900 olarak bulunmuştur. ONS-Millî İstatistikler Ofisi'nin 2008 yılı tahminlerine göre şehrin nüfusu 434.900dur. Yanda verilen 1801 nüfus sayımından itibaren her 10 yılda bir yapılan nüfus sayımlarının Liverpool Şehri için sonuçlarının gösterimine göre 19. yüzyılda devamlı artan Liverpool nüfusu 1930'lu yıllarda bir zirveye erişmiş ve 1931 sayımına göre 846.101 olmuştur. Bu tarihten sonra her sayıma göre şehrin nüfusu azalma göstermiştir. Bu azalmanın en çok olduğu on yıl 1971 ile 1981'dedir ve 100.000 kişinin şehrinden ayrılmasını göstermektedir. İngiltere'deki şehirsel tek-seviyeli yerel idarelerde genellikle görülen bu nüfus azalması en büyük azalma oranından en küçüğe göre sıralanırsa Liverpool Şehrinin 9. sırayı aldığı görülmektedir. Mersey Partnership gelişme-yenileşme kurulunun özel etkenleri ele alarak yaptığı tarifine göre "Liverpool şehirleşmiş bölgesi", Wirral, Warrington, Flintshire, Chester ve diğer şehirleşmiş alanları da ihtiva etmektedir. Bu özel tanıma göre "Liverpool şehirleşmiş bölgesi"nin nüfusunun 2 milyon civarında olduğu tahmin edilmiştir. Liverpool'da bulunan çalışma çağında bulunan nüfus, toplam şehir nüfusunun %65,1 oranındadır. Liverpool şehrindeki 30 yaş altında bulunanların toplam şehir nüfusuna oranı £42,3 olmaktadır. Bu oranın İngiltere ülkesi için ortalaması %37,4 olur. Bundan Liverpool şehri nüfusunun İngiltere nüfusundan daha da genç olduğu sonucu çıkartılabilir. Haziran 2007 nüfus tahminlerine Liverpool şehri sınırları içindeki nüfusun etnik yapısı şöyledir: Liverpool'daki Afro-Karayipli Britanyalılar grubu Büyük Britanya'da bulunan eski Afro-Karayipli grubudur; bazı Afro-Karayipli Britanyalı Liverpoollular bu şehirde 10 nesil yaşamış asıllıdırlar. Şehre tarihsel olarak ilk yerleşen Afro-Karayipli Britanyalilar, denizciler, eğitim için İngiltere'ye gönderilen tüccarların çocukları ve serbest bırakılmış kölelerdir. Hukuken 1722den sonra Britanya adasına giren olan köleler kölelik niteliklerini kaybetmekteydiler. Avrupa'da bulunan en eski Çinli azınlığı Liverpool'da bulunmaktır. Liverpool'un "Çin şehri (Chinatown)"'nin ilk ikametçileri Britanya'ya denizci olarak gelip yerleşen Çinli denizcilerdi. Liverpool'da aynı zamanda büyük sayıda İrlanda asıllı ve Galler ülkesi asıllı nüfus bulunmaktadır. 1813'te Liverpool'un nüfusunun yaklaşık %10 kadarı Galler Ülkesi asıllı idi ve şehir "Kuzey Galler Ülkesinin başşehri" olarak bilinmekteydi. 1845-1849 döneminde Büyük İrlanda Patates Kıtlığı dolayısıyla İrlanda'dan 2 milyon fakir aç kişi Liverpool'a kaçmışlardı. Bunlardan çoğu sonradan ABD'ye göç etmekle beraber çok sayıda İrlanda'lı Liverpool'da yerleşmişlerdir. 1851'de Liverpool şehri nüfusunun %20'den çoğu İrlandalı asıllı olduğu bildirilmektedir. İrlandalı asıllılar şehre ve şehirde konuşulan "Scouse" adı verilen Liverpool İngilizce aksanına özel bir İrlanda sesi katmışlardır. İrlanda'dan göç 20. yüzyıl üçüncü çeyreğine kadar devam etmiştir. 2001 Nüfus Sayımına göre şehir sınırları içinde %1,17 Galler ülkesi doğumlu, %0,75 İrlanda doğumlu, %0,54 Kuzey İrlanda doğumlu nüfus bulunmaktadır. Liverpool'un şehrinin kurulma tarihi dolayısıyla şehir içinde daha önceki yüzyıllardan kalma yapılar bulunmamakta ve 16. yüzyıl Tudor stilinden günümüzün modern stiline kadar değişken birçok mimari stilinde bina bulunmaktadır. Şehirde bulunan önemli büyük yapıların çoğu şehir hızla büyük Birleşik Krallık'ın en önemli şehirlerinin başında gelmesi sırasında 18. yüzyılın sonlarında 20. yüzyıl başlarına kadarki dönemde yapılmışlardır. Birleşik Krallıkta tarihsel ve mimarî değeri olan yapılar için iki özel liste bulunmaktadır: Bu listelerde bulunan yapılara "listelenmiş yapılar" adi verilmektedir. Bu "listelenmiş yapılar"a yapılacak herhangi tamir, tevsi ve ek için mutlaka yerel idarenin özel bir dairesinden özel planlama izini almak gerekmekte ve bu izin almadan yapılan değişiklikler elimine edilip bu izinsiz hareket gayet yüksek para cezasına çarptırılmaktadır. Liverpool'da "listelenmiş yapılar" sayısı 2.500'u aşkındır. Bunlardan 27'si "1. derecede Listelenmiş" yapıdır ve 95i "II* derecede Listelenmiş" yapılardır. Birleşik Krallık'ta sadece başkent Londra'da daha çok sayıda önemli tarihsel ve mimarı önemi haiz yapılar bulunmaktadır. Birleşik Krallık'ta bulunan Bath şehri, şehirde bulunan "Georgian tipi mimarî" gösteren yapıları ile övünmekte ve Bath şehri bu nedenle UNESCO Dünya Mirasları listesinde bulunmaktadır. Buna karşılık Liverpool şehrinde bulunan "Georgian tipi mimarî"ye göre yapılmış binalar sayısı Bath'daki bu tip binaların sayısından çok daha yüksektir. Liverpool şehri Westminster Şehrinden sonra en fazla kamu anıt heykelleri bulunan Birleşik Krallık şehirdir. İngiliz eski eserleri ile ilişkili devlet kurumu olan "English Heritage" mimari bakımdan önemli olan bu kadar çok yapının bulunduğu Liverpool'u İngiltere'nin en güzel 19. yüzyıl ikinci ortası Viktoria devri şehri olarak tanımlamasına yol açmıştır. Liverpool'un mimarisinin tarihsel değerini belirtmek için 2004'te Liverpool şehrindeki bazı bölgeler "Liverpool Deniz Ticareti Şehri" adı ile UNESCO Dünya Mirasları Birleşik Krallık listesine konulmuştur. Bu listeye giren Liverpool bölgelerindeki mimarının şehrin uluslararası ticarete ve liman dokları teknolojisine büyük orijinal katkılarını da yansıtmaktadır. 19. yüzyılda Liverpool şehrinin gelişmesine baş neden Liverpool limanında dokların inşa edilmesi olmuştur. Liverpool limanı dünyada dok teknolojisinin geliştirlmesi süreci içinde bazı ilk gelişmelere konu olmuştur. 1715de dünyada ilk defa gelgit etkisini elimine etmek için gel sıralarında dolan havuz ve git sırasında giriş kapaklarının kapatılması ile havuz boşalmasının önlenmesi ile devamlı dolu havuz ile gemilerin devamlı olarak dok rıhtımında su içinde bulunmasının sağlanması sistemi ilk defa Liverpool limanında "Old Dock" adlı dok için uygulanmıştır. Mal yüklemek ve boşaltmak için hidrolik sistem kullanan özel dok vinçleri de dünyada ilk defa Liverpool limanındaki Albert Dok için uygulanmıştır. Liverpool'da en iyi bilinen dok "Albert Dok" olup 1846da yapılmıştır ve günümüzde Britanya adasında en çok sayıda "1. derecede Listelenmiş", mutlaka korunmasi gerekli nitelikli mimarisi olan binaların bir arada bulunduğu mevkidir. Bu dokların mimari "Jesse Hartley" idi ve bina edilip açıldıkları zaman bu doklar doünyada en teknik olarak gelişmiş doklardı ve şehrin 19. yüzyılın ikinci yarısında dünyanın en önemli limanlarından biri olmasına büyük katkı yaptığı iddia edilir. Şehir merkezinin kuzeyinde "Stanley Dokları" bulunmaktaydı ve bu dokların en önemli kullanıcısı "Stanley Dok Tütün Antreposu" idi. Bu antrepo binası 1901'de yapıldığı zaman dünyanın en büyük hacimli yapısı olmakla isim yapmıştı. Liverpool şehrinin Mersey Nehri kıyısında en iyi bilinen kısmına "Pier Head" adı verilmekte ve burası nehirden kazanılan arazi üstünde yapılan eski ana rıhtım olmaktadır. Bu rıhtım arazisi üstünde, hemen nehrin kıyısında, değişik mimari stillerinde inşa edilmiş üç önemli bina bulunmaktadır. "Liver Binası", "Cunard Binası" ve "Liverpool Liman Binası" adlı bu üç binaya "Üç Zerafetler" adı yakıştırılmış olup dünyanın en güzel rıhtım manzaralarından birini oluşturdukları iddia edilmektedir. Bu binalar Liverpool şehrinin 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyıl başlarında denizcilik alanında dünyada üstünlüğüne ve şehrin zenginliğine simgeler oldukları kabul edilmektedir. Son yıllarda Liverpool'un Mersey Nehir kıyısı çok geniş çaplı yenileştirme yatırımlarına konu olmuştur. Bu alanda yeni
yatırımlarla yapılan yeni binalara arasında "King's Dokları"nda "Echo Arena" Konser Salonu ve "BT Konvansiyon Salonu",; "Pricess Dokları"nda "Alexandra Tower" gökdeleni ve "1 Princess Dock" büyük apartmanı ve "Coborg ve Brunswick Dokları"nda oluşturulan "Liverpool Marina" bulunmaktadır. Tarihsel olarak Liverpool'un dünyanın en önemli ticaret limanlarından biri olması dolayısıyla uzunca bir zaman döneminde şehirde deniz nakliyat şirketleri, sigorta şirketleri, bankalar ve büyük şirketlerin idare binaları bina edilmiştir. Bu şehre çok büyük zenginlik getirmiştir ve bu da yerel idarecilerin şehirlerini büyük gururla idare etmelerini sağlamak için büyük kamu idare binaları yaptırmalarına neden olmuştur. Şehrin ticari bölgesi Castle Sokağı, Dale Sokağı ve Old Hall Sokağı etrafında toplanmıştır. Bu bölgenin sokakları şehrin ortaçağlarda kurulma sokaklarından çok değişmemiştir. Üç yüzyıl dönemi içinde ortaya çıkan bölge Liverpool şehrinin en önemli mimarî örnekleri gösteren alanlarından biridir. Bu nedenle bu bölge Liverpool'un UNESCO Dünya Mirasları alanı içine konulmuştur. Bu bölgede bulunan en eski bina Castle Sokağından bulunan ve 1754'te inşa edilmiş olan "I. Derece Listelenmiş" olan "Liverpool Şehir Sarayı" dır. Bu bina şehirde bulunan "George Dönemi mimarî"sinin en güzel örneği olarak kabul edilir ve Britanya'da bulunan yerel kamu binalarının arasında en çok müsrif bir şekilde süslenmiş bir binadır. Yine Castle Sokağında "I. Derece Listelenmiş" olan "Bank of England Binası" bulunmakta ve eskiden bu millî merkez bankasının üç taşra branşından biri olarak 1845-1848 yılları arasında yapılmıştır. Bu bölgede bulunan ve dikkat çeken binalar arasında "Tower Binası", eskiden "White Star Line" denizcilik şirketinin merkezi olan "Albion House" ve "Liverpool Yerel İdare Binaları" bulunmaktadır. Yine bu bölgede bulunan "Oriel Chambers" binası Modernist stilin uygulandığı ilk binalardan biri olduğu kabul edilmektedir. William Brown Sokağı etrafındaki bölge şehrin "kültürel mahallesi" olarak anılır. Bu bölgede "William Brown Kütüphanesi", "Walker Güzel Sanatlar Galerisi", "Picton Okuma Salonları" ve "Liverpool Dünya Müzesi" bulunmaktadır. Bu bölgedeki binalar neo-klasik mimarı kurallarına göre yapılmışlardır. Bunların yanında en önemli bina olarak "St. George's Hall Salonu" bulunmaktadır. Bu bina da "İ. Derece Listelenmiş" olup 1840-1855 döneminde yapılmıştır ve şehirdeki çeşitli halka açık etkinliklerin merkezi olarak yapılmıştır. Sonra yeni mahkeme salonları binası yapılıncaya kadar, mahkeme salonu olarak kullanılmıştır. İçinde çok büyük bir org bulunmaktadır. Binanın kapısında, antik Roma'ya atıfla, "SPQL - Senatus popülüsque Liverpudliensis (Liverpool halkı ve senatosu)" kakması bulunmaktadır. William Brown Sokağı'nda çeşitli, "Wellington Sutunu" ve "Stebel Fiskiyesi" dahil birkaç kamu anıtı ve heykeller bulunmaktadır. St Georges Hall arkasında bulunan "St John Parkı"nda birçok heykel ve anıt bulunmaktadır ve bu park bu anıtları kapsamak için 19. yüzyılda özellikle yapılmıştır. Liverpool kenti, şehrin silüetinde çok önemli yer tutan, iki tane Katedralin bulunması ile dikkati çeker. Anglikan "Liverpool Katedrali" 1904-1978 döneminde yapılmıştır. Şu anda Britanya adasında bulunan en büyük katedral olup dünya Hristiyan kilise yapıları arasında yüzölçümü ile beşinci sıradadır. Modern bir yapı olmakla beraber mimarisi yeni-gotik stildedir. Bazı İngiliz olmakla pek fazla öğünmeyi adet etmiş gözlemcilere göre, örneğin 20. yüzyıl İngiliz şairi John Betjeman, "dünyada bulunan en önemli yapılardan biridir". Katolik "Liverpool Metropoliten Katedrali" ise 1962-1967 arasında mimar Frederick Gibberd'ın planına göre yapılmıştır. Geleneksel uzunlamasına hac şeklinde olan katedral ve kilise binaları mimarisinden uzaklaşan bu katedral modern bir mimari ile yuvarlak; bir koninin üstüne geçmiş daha küçük silindirik şekildedir ve tepesinde kral tacına benzer direkler bulunmaktadır. Bazı kritik muzip Liverpool'lular bu binaya Katoliklerin çoğunluğunun İrlanda asıllı oluşuna atfen "Paddy'nin kızılderili çadırı (Paddy's Wigwam)" veya şehrin liman olmasına atıfla "Mersey gemi bacası (Mersey Funnel)" adını takmışlardır.. Liverpool şehrinin içindeki binalar 18. yy. ortasından itibaren yapılıp o dönemin mimari stillerini aksettirmekle beraber, bu dönemden önce şehrin dışındaki kırsal alanlarda kurulmuş birkaç daha eski yapım malikane binaları da mevcuttur. Bunların başında şehrin güney varoşlarında bulunan 1598'de tamamlanmış bir malikane konağı olan "Speke Hall" gelmektedir. Bu bina İngiliz Tudor Dönemi mimarisini çok iyi tanımlayan tahtaları siyaha araları beyaza boyanmış olarak tahta iskeletleri gayet açıkça görülen bir stile göre yapılmıştır. Kuzey İngiltere'de nadir olarak günümüze kadar ayakta durabilmiş bir Tudor mimari tarzda yapıdır. Bu yapının içerisinin mimarisi ise 19. yy. ortalarının modasını aksettirir. Diğer eski malikane evleri 1702'de tamamlanmış olan "Croxteth Hall" ve 1704'te tamamlanmış olan "Woolton Hall"'dur. Şehir içinde bulunan en eski, üstün mimarili "I. Derecede Listelenmiş" bina "Bluecoat Chambers" binasıdır. Bu bina "Kraliçe Anne" mimari stilinde 1717-1718 döneminde paralı "Bluecoats Okulu" için yapılmıştır. Okul bu binayı terk etmiştir ve 1908'den itibaren bu yapı Liverpool güzel sanatlar merkezi olarak görev yapmaktadır. 1881'de Victoria çağında kurulan Liverpool Üniversitesi için yapılan "Victoria Building" neoklasik kırmızı tuğla ve saat kuleli yapısıyla çok ilgi çeken bir yapı olup 1950'lere kadar kurulan İngiliz üniversitelerine "Kırmızı Tuğlalı (Redbrick) Üniversiteler" adı verilmesine kaynak olmuştur. Günümüzde üniversite müzesi ve sanat galerisine dönüştürülmüştür. Şehir içindeki "Adelphi Oteli" ve şehrin güneyinde Liverpool John Lennon Hava Alanı eski yolcu salonu binası olan ve günümüzde bir lüks otel olan bina da "art deco" mimari stilini Liverpool'da en iyi örneklerindendir. Son yıllarda Liverpool şehir merkezi çok büyük (yaklaşık £1 milyar değerinde) yenileme ve geliştirme yatırımlarına hedef olmuş; 10 hektarı aşkın bir şehir merkezi arazisinde "Liverpool One" adı verilen yeni bir piyasa alışveriş alanı açılmıştır. Şehir merkezinin kuzeyinde mimarı ödülü almış "Unity Buildings" ve "West Tower" adlı 140 m yüksekliğinde iki çok katlı gökdelen bina yapılmıştır. Liverpool'da taşıma sistemi şehrin karayolları ve demiryolları şebekesine bağlıdır ve her iki taşıma sistemi de çok yaygın olup Birleşik Krallık içinde bağlantıları sağlamaktadırlar. Liverpool'da otobüsler, trenler ve şehir feri hattından oluşan ve "MPTE : Mersey Yolcu Ulaşım İdaresi" tarafından koordine edilip planlanan çok geniş ve yaygın kitle yolcu taşıma sistemi ağı bulunmaktadır. Bunların yanında Liverpool'da ülkenin diğer ülkelerde bulunan yerlere bağlanmasını sağlayan bir uluslararası hava meydanı ve büyük bir gemi limanı bulunmaktadır. İngiltere'de büyük bir şehirsel merkez olarak Liverpool ülkenin diğer bölgelerine hemen hemen doğrudan doğruya bağlıdır. Şehrin doğu yönünde M62 Otoyolu Liverpool ile Kingston-upon-Hull'a bağlıdır ve bu bağlantıya kısa ek otoyollarla Manchester, Leeds ve Bradford gibi, diğer büyük şehirsel merkezler bağlanmıştır. M62 Otoyolu ayrıca güney kuzey yönlü ulkenin doğusundaki M1 Otoyolu ve ülkenin batısındaki M6 Otoyolu'nu birbirine bağlamakta ve bu yollar dolayısiyla endirekt olarak Birmingham, Sheffield, Preston, Londra ve Nottingham şehirleriyle bağlantı kurmaktadır. Şehrin batı yönünde bulunan Mersey Nehri halici altından geçen Kingsway(Kral Yolu) Tüneli ve Queensway (Kraliçe Yolu) Tüneli Liverpool ile Wirral Yarımadası üzerinde bulunan Birkenhead ve Wallessay kentleri arasındaki bağlantıyı sağlarlar. A41 Karayolu Birkenhead'den başlayıp Cheshire ve Shropshire kontluklarındaki kent ve kasabalara ve ona bağlı A45 karayolu ile Kuzey Galler'e bağlantılar vermektedir. Liverpool güney yönünde Widnes ve Warrington'a A52 Karayolu ile ve bu karayolunu takiben güney Mersey Nehri üzerinden geçen Silver Jübliee Köprüsü ile Runcorn'a bağlanır. Bu nehir geçişi köprüsu yıllardır günün bazı saatlerinde trafik tıkanıklığı göstermektedir ve bunu elemine etmek için yıllar önce yapılmış olan yeni bir köprü yapma planı finansman için hala beklemektedir. Liverpool'da iki değişik demiryolu ağı sistemi bulunmaktadır. Bunlardan biri "Merseyrail" adlı kurum tarafından işletilmekte ve Merseyside içinde yerel yolcu ulașımını sağlayan bir yerde bulunan üçüncü raydan elektrikli sistem şekildedir. Diğeri ise Birlaşik Krallık ulusal demiryolu ağının bir parçasıdır ve Liverpool'u bu ülkede bulunan önemli şehir ve kasabaları üstten asılı telle elektrikli ve dizel lokomotif sistemi ile çalışan sistemdir. Liverpool'un ana istasyonu her iki sistem demiryolu için bir merkez "hub" olan "Liverpool Lime Street Garı"'dir. Liverpool Lime Street İstasyonu Liverpool'un ulusal demiryolu sistemi için bir terminüs olmaktadır. Bununla beraber bu istasyon yeraltından geçen ve üçüncü rayla işleyen yerel demiryolu sisteminin "Wirral Hattı" ve "Kuzey Hattı"na yeraltında bulunan "loop (halka)" hattı ile bağlanmaktadır. Liverpool Lime Street İngilter'yi İskoçya'ya bağlayan "Batı Sahili" ana elektirklı sistemine doğrudan doğruya bağlıdır. Bu sistem trenleri "Virgin" Tren Şirketi tarafından yüksek hızlı "Pendolino" katarları kullanılarak işletimektedir. Birmingham ve Londra (2 saat 8 dakika süren bir yolculukla) bu sistem üzerinde Londra'ya bağlıdır. Bu istasyondan ayrıca Newcastle upon Tyne, Manchester, Preston, Leeds, Scarborough, Sheffield, Nottingham ve Norwich'e de seferler vardır. Kentin güneyinde bir varoşda bulunan Liverpool John Lennon Havaalanı ise yanında bulunan "Liverpool South Parkway" istasyonu ile şehir merkezinde olan Lime Street İstasyonu'na bağlıdır. Liverpool Limanı Birleşik Krallık'ta bulunan en büyük gemi ile yolcu taşıma terminallerinden biridir. Liverpool Limanı İrlanda Denizi üzerinden Belfast, Dublin ve Man Adası'na belli tarifeye uyan feri yolcu gemisi seferleri yapmaktadır. Bu yolcu servislerini sağlayan şirketler P&O F
erries, Stena Lines ve Man Adası Steam Packet Company'dir. Liverpool Limanı için şehir merkezine yakın; eski yolcu ve göçmen rıhtım merkezi olan "Pier Head"'de 2007'de yeni bir "kruvazör terminalı" açılmıştır. Bazı gemi firmaları özellikle Atlas Okyanusu ve Baltık Denizi kruvazör hizmetlerini bu terminalden vermektedirler. Liverpool şehrinin güneyinde konumlanmış olan "Liverpool John Lennon Havameydanı"'ndan Liverpool ile Birleşik Krallık'ta ve Avrupa'da bulunan hava meydanları arasında direk uçak hava seferleri sağlanmaktadır. 2008'de bu hava meydanından 5.3 milyon uçak yolcusu uçak seferleri ile uçmuşlardır. Elde bulunan son bilgilere göre, Liverpool John Lennon Hava Meydanı 69 değişik hava meydanı ile karşılıklı hizmet sağlamaktadır. Bunlar arasında önemli olanlar Berlin, Roma, Milano, Paris, Paselona ve Zürih'tır. Bu havaalanından genellikle Birleşik Krallık'ta iskontolu ucuz hava ucus seferi sağlayan uçak şirketleri uçmaktadırlar. Bunların başında Ryanair ve Easyjet sirketleri gelmektedir. Yaz aylarında yaz tatilleri için özel olarak çok sayıda popüler yaz tatili havameydanlarına ek "charter" uçuşları da yapılmaktadır. Liverpool içinde ve civarında yerel otobüs hizmetleri genellikle "Merseytravel" olarak bilinen £MPT: Merseyside Yolcu Taşıma İdaresi" tarafından organize edilmektedir. Başta "Stagecoach Şirketi" ve "Arriva Şirketi"'nin "kuzeybatı İngiltere" şube firmaları olmak üzere, birkaç tane değişik özel şirket fiilen yerel otobüs hizmeti sağlamaktadırlar. Şehirde iki tane ana yerel otobüs terminal durağı bulunmaktadır: "Liverpool Lime Street Tren Garı" yakında bulunan "Queen Square Otobüs Terminali" şehrin kuzey ve doğusundaki mevkilere yönelik otobüs seferleri için başlangıç terminalidir. "Albert Dokları" civarında bulunan (eskiden "Paradise Street Otobüs Aktarma İstasyonu" adı verilen) "Liverpool One Otobüs Terminalı" şehrin güney ve doğusuna yönelik otobüs seferleri için başlangıç terminalıdır. Mersey Nehri'nin karşısında bulunan Wirral yarımadasına yönelik otobüs seferleri ise "Castle Street" ve "Sir Thomas Street" sokakları kenarlarında bulunan üstü kapalı otobüs duraklarını başlangıç terminalı olarak kulanmaktadırlar. Cumartesi gecesi tüm geceleyin Liverpool şehrinin ortasından ve çeşitli Merseyside mevkilerine şehrin ortasındaki duraklara uğrayarak geçen gece otobüsü seferleri bulunmaktadır. Liverpool'un yerel banliyö tren sistemi Birleşik Krallık'da buluna en yayağın ve en işlek banliyö demiryolu ağlarından biridir. Liverpool banliyö demiryolu sisteminde üç hat bulunmaktadır: Bu banliyö tren sistemi ağında genellikle üçüncü ray sistemli olarak eletrikli tren katarları işletilmektedir ama "City Hattı"'nde dizel ile çalışan tren katarları da kullanılmaktadır. "Kuzey Hattı" ve "Wirral Hattı" Londra dışında Birleşik Krallık'ta en işlek şehir banliyö demiryolu ağını oluşturmaktadırlar. Bu iki hat toplam 121 km uzunlukta elektrifiye demiryolu hattı olup üzerinde günde ortalama 100.000'i biraz aşkın yolcu seyahati yapılmaktadır. Bu iki hatta servislerin organizasyon ve planlaması "MPT - Merseyside Yolcu Nakliyat İdaresi" tarafından yapılmakta ama fiili olarak trenler imtiyazlı olan "Merseyrail" firması tarafından işletilmektedir. Liverpool şehir merkezinden bu yerel banliyö hatlarında 10.5 km demiryolu hattı yeraltı tünelinden geçmekte ve merkezi 4 istasyon yeraltında bulunmaktadır. "City Rail" hattında dise hat sahipliliği ve servislerin organizasyon ve planlaması "MPT - Merseyside Yolcu Nakliyat İdaresi" ait olmakla beraber ama fiili trenler işletmesi imtiyazlı "Northern Rail" firmasına aittir. Liverpool'un batısındaki geniş Merdey Nehri halıcı üzerinde tarihsel olarak şehir ulaşımı için yolcu feri gemileri işletilmekte idi. Günümüzde bu servislerden anacak bir tanesi kalmıştır. "Mersey Ferry" adı verilen bu nehir halici üzerindeki tek yolcu ferisi "Merseytravel" kurumu tarfından oraganize edilip fiilen işletilmektedir. Bu yolcu feris Liverpool'da "Pier Head" iskelesi ile Wirral'da Birkenhead'de bulunan "Woodside" iskelesi ve Wallasey'de bulunan "Seacombe" iskelsei arasında düzenli olarak en kalabalık saatlerde 20 dakika ve hafta sonları ve iş günlerinin diğer zamanlarında 1 saat ara ile işletilmektedir. Bu feri servisi Liverpool şehri ile Wirral yarımadası arasında günlük olarak iş yerlerine gidip gelen çok sayıda yolcuya hizmet sağlamaktadır. Günümüzde bu düzenli feri seferleri şehri ziyarete gelen turistler için popüler bir turist çeken bir hizmet de olmuştur. Bundan dolayı feri işletme kurumu günlük feri servislerine ek olarak şehrin Mersey halicinin tarihsel kıyılarını özel olarak görmek isteyen turistler için günlük olarak turistik"River Explorer Cruises (Nehir Keşif Kruvazor Seyahati)" adli bir hizmet de vermeye başlamıştır. Liverpool şehri Birleşik Krallık içinde önemli bir kültürel merkez olma konumundadır ve ülkenin kültürel yapısına dramatik sanatlar, müzik, müzeler ve sanat galerileri, edebiyata katkılar ve gece hayatı ile önemli katkı yapmaktadır. 2008de Liverpool şehrinin kültürel katkısı Avrupa Kültür Başkenti olma ile kutlanmıştır ve bunun için şehirde çok geniş etkinlikler yapılmıştır. Bunlar arasında en ilgi görenler "La Princesse" adlı 15m büyüklüğünde mekanik örümcek ve Japon sanatçı Taro Chiezo’nun modern eseri "Go SuperLambBananas" – 2m büyüklükte yarı muz, yarı kuzu bir heykel – eserinin 240 reprodüksiyonunun şehrin birçok mevkinde gösterilmesi olmuştur. Liverpool şehrin tarihsel olarak önemli bir dramatik sanat merkezi olma durumunu korumaktadır. Şehirde günümüzde "Liverpool Empire Tiyatrosu", "Everyman Tiyatrosu", "Liverpool Playhouse Tiyatrosu", "Liverpool Royal Court Tiyatrosu" ve "Unity Tiyatrosu" salonları bulunmaktadır. Bunların yanında diğer eğlence türleri için de kullanılan "St Georges Hall" Salonu, "Olympia Hall" Salonu bulunmakta ve birçok eski tiyatro salonu (örneğin Neptune Tiyatro Salonu vb) kapalıdır veya yıkılmıştır. "Everyman Tiyatrosu"'nun eski bir sinemadan çevrilmiş olan binasının tümü 2011'de yıkılıp, yeni yapılan plana göre, daha uygun tiyatro binası olarak yeniden yapılmıştır. Bu yeni tiyatro binası yeniden hizmete Mart 2014 başından itibaren girmiştir. 1866da yapılan "Liverpool Playhouse Tiyatrosu" 1911-1999 döneminde İngiltere'nin başta gelen taşra repretuvar tiyatrosu olmuştur. Fakat 1999da iflas etmiş ve Liverpol'da bulunan diğer repretuvar kumpanyası olan "Everyman Tiyatrosu" ile birleşik kumpanya olarak idare edilmeye başlanmıştır. "Everyman Tiyatrosu" eski bir kilise ve sinema binasından değiştirilerek, 1964de Liverpool'un sanat çevrelerinin, Liverpool Filarmonik Orkestrası'nin konser salonunun, şimdi üç Liverpool üniversitesinin bulunduğu iki katedrali birbirine bağlayan "Hope Sokağı" üzerinde kurulmuştur. Günümüzde tek bir tiyatro kumpanyası olarak Playhouse Tiyatrosu ve Everyman Tiyatrosu hem kendi sahne salonlarunda hem de çevredeki önemli şehirleri tur ederek Liverpool şehrine ve civarına dramatik sanatları getiren başlıca kurum olmuştur. "Merseyside Unity Tiyatrosu" klasik tiyatro oyunlar yanında deneysel ve radikal sol-düşünceli yeni tiyatro oyunlarını Liverpool'a getirmek ve özellikle işçi sınıfını tiyatroya çekmek amaçlı bir tiyatro kumpanyasıdır. Şehirdeki dramatik sanatlara katkılar şehirde yılda bir yapılan çeşitli dramatik sanat festivali tarafından da ortaya çıkmaktadır. Her yaz "Liverpool Shakespeare Festivali"'nde Anglikan "Liverpool Katedrali" ve yanında bulunan tarihî "St James' Gardens" Parkı o yıl için belirtilen bir Shakespeare oyununa sahne olmaktadır. "Everyman Festivali" Birleşik Krallık'ta tek olarak yeni tiyatro eserlerinin gösterimini sağlayan yılda bir yapılan dramatik festivaldir. "Fiziksel Fest" adlı "fiziksel tiyatro" festivali her yıl "Tmesis Tiyatro Kumpanyası" tarafından organize edilmektedir. Liverpool'da dramatik sanat ve müzik yüksek eğitimi sağlayan LİPA ve Liverpool John Moores Üniversitesi Dram Bölümü her yıl bir dram festivali organize etektedirler. Ayrıca şehirde bulunan Tiyatrolar da yıl içinde festival adını verdikleri özel oyun temsilleri vermektedirler. Liverpool şehri, Londra dışında, Birleşik Krallık şehir ve kentlerinin arasında en çok sayıda millî müzelerin ve güzel sanatlar galerilerinin bulunduğu şehirdir. Liverpool şehri modern pop-müzik için bir hazine olmuştur; bu şehirde gelişmiş olan "pop-müzik" müzisyenleri İngiltere'de pop-müzik single müzik satış chartlarında birinci sırayı 56 defa almışlardır ve diğer hiçbir İngiliz şehri bu rekora erişememiştir. Bu nedenle Liverpool UNESCO'ya "Dünya Müzik Şehri" unvanını almak için müracaat etmiştir. Liverpool müzisyenleri 1960li yıllarda İngiliz "Beat Müzik" akımının ve sonra ABD'nin "İngilizler İstilası"na uğramasının başını çekmiştir. Bunların başında Beatles grubu gelmektedir ve Billy J Kramer, Cilla Black, Gerry & the Pacemakers ve The Searchers bu müziğin unutulmaz isimleridir. Bu Liverpool müzisyenleri ve yanlarınki kültürel katkılar (örneğin "Liverpool Şairleri") dolayısıyla ünlü Amerikan şair Allen Ginsburg Liverpool'u "insanlık evreninin bilinçlilik merkezi" olduğunu ilan etmiştir. Liverpool asıllı diğer pop-müzisyenler arasında "Billy Fury", "A Flock of Seagülls", Echo and the Bunnymen, "Frankie Goes to Hollywood", "Frankie Vaughan", "The Zutons", Atomic Kitten ve Heidi Range sayılabilir. Liverpool şehri kuruluşu 1840 olup İngiltere'nin en eski profesyonel senfoni orkestralarından biri olan "Royal Liverpool Philharmonic (Kraliyet Liverpool Filarmoni) Orkestrasına ev sahipliği yapmaktadır. Bu orkestranın merkezi Liverpool 'da "Philharmonic Hall" olup günümüzde; orkestra şefi Vasily Petrenko'dur. Liverpool'da 1992den beri her yıl Ağustos sonunda binlerce (2010 yılı festivali için tahmini 100.000) kişinin katıldığı "Mathew Street Festival" adında bir açıkta sokak müziği festivali yapılmaktadır. Dünya'nın birçok şehrinde (bu arada İstanbul'da) yapılan "Creamfields" kulüp dans festivali Liverpool'un "Cream" adli kulübüne atıfla isimlendirilmiştir ve ilk festivaller Liverpool'da yapılmıştır. Liverpool'da muzik konserleri
verilecek çok sayıda irili ufakli salon bulunmaktadır. Bunlardan en buyugu 11.000 oturan seyirci kapasiteli "Echo Arena" kapali konser salonudur. 2008'de "MTV Avrupa Müziği Ödülleri Konseri" ile açılmasından beri bu müzik salonunda dünyaca tanınmış müzisyenler konserler vermişlerdir. Liverpool geçmişte ünlü İngilizce edebiyatçıların şehre gelip bir müddet kaldıkları bir yer olmuştur. Bunlar arasında Daniel Defoe, Washington Irvıng, Thomas De Quincey, Herman Melville, Nathaniel Hawthorne, Charles Dickens, Gerald Manley Hopkins, Hugh Walpole sayılabilir. Bunlardan Amerikan yazar Nathaniel Hawthorne 1853-1856 döneminde Amerika konsolosluğu yapmıştır. 1960li yılların sonlarında "Liverpool Şairleri" adı verilen (Roger MçGöugh, Adrian Henri, Brian Patten vb) İngilizce şairlerle isim yaptı. Bunların 1967de birlikte bastırdıkları "Mersey Sound" adlı şiir eseri, bir şiir kitabı için inanılmaz bir rekor sayılabilen, 500.000 nüsha satış yapmıştır. Liverpool'da devlet tarafından desteklenen ilk ve orta öğretim okulu çeşitli şekillerde bulunmaktadır. Bu devlet okullarının çoğu "dinsel olmayan" şekilde idare ve kontrol edilmektedir. Fakat bazı okullar "dinsel idereler" tarafında kısmen idare ve kontrol edilmektedir. Örneğin 31 tane ikinci derecede okuldan 4ü "Anglikan", 11i "Katolik" ve 1i "Yahudi" dinsel idareleri tarafından kısmen idare ve kontrol edilmektedir. Bunlar yanında seçimle öğrenci alan, paralı, hayırsever gayeli, özel okullar da bulunmaktadır. Özellikle bu okullar ikinci dereceli sistem sonunda yapılan imtihanlarda yüksek ortalama sonuçlar aldıkları için ve üniversitelere girişte imtiyaz taşımakta oldukları için özellikle yüksek orta sınıf tarafından çok tutulmaktadır. Bu özel okullar arasında "Bluecoat Okulu" (kuruluşu 1708), "Merchant Taylors' Okulları" (kuruluşu 1620), "Liverpool College" (kuruluşu 1840), "St.Edwards College" sayılabilir. Liverpool'da üniversite diploması altında okul sonrası eğitim, "ileri eğitim", ve hatta üniversite birinci sınıfı ("foundation") dersleri veren ve şehrin içinde birçok ayrı mevkide eğitim sağlayan "Liverpool Community College" bulunmaktadır. Liverpool'da üç tane üniversite bulunmaktadır: Liverpool Üniversitesi, Liverpool John Moores Üniversitesi ve Liverpool Hope Üniversitesi; Kraliçe Viktoriya döneminde 1881'de kuzeyde kurulan diğer birkaç üniversite kurumu ile birlikte "University College Liverpool" olarak kurulmuş ve 1903'te bir Parlamento Kanunu ve Kraliçe Beratı ile özerk üniversite haline geçmiştir. Birleşik Krallık üniversiteleri arasında ilk defa biyokimya, mimarlık, sivil dizayn ve planlama, veterinerlik, okyanus bilimi ve sosyal bilimler diplomalarını bu üniversite vermiştir. Eldeki istatistiklere göre (2007/2008) 3,860 diploma-üstü çalışma yapan 20.655 öğrencisi bulunmaktadır. İngiltere'nin denizleraşırı ticaretinin doğurduğu tıp sorunları ile özel olarak ilgilenmek için kurulmuştur ve Liverpool Üniversitesi'ne bağlı bir diploma-üstü araştırma ve eğitim kurumudur. Mevcut hayvan-zehirlerinin saklanması ve üzerinde özel araştırmalar yapılması için tüm dünyada bulunan iki kurumdan biridir. Modern mimarili yeni bir ek binası açılmıştır. 1970de kurulan yüksek eğitim kurumu olan "Liverpool Politeknik"'den ve bununla birleşen birkaç yüksek öğretmen okulundan oluşmuştu ve 1992'de özerk üniversite statüsü aldı. Politeknikler 1970'te kurulan ve yerel idarelere malî olarak bağlı olan ve verdikleri yüksek eğitim ve üniversite diploması CNAA adlı (diploma derecelerinin ve imtihanlarının politeknik akademik uyelerinin bilesik ve standart olarak kontrolü için kurulmuş) bir kurumun adına verilmekteydi. Bu üniversite'nin adı 20. yüzyılda Liverpool'da perakende satışlar ve futbol loto şirketi olan Littlewoods'un sahibi ve idarecisi olan John Moores anısınadır. Bu üniversitenin şehrin içine yayılmış binaları bulunmaktaydı ama halen bunların sayısını azaltmak ve bazı mevcut kampüsleri genişletmek uğraşı ile yatırımlar yapılmaktadır. Eldeki istatistiklere göre (2007/2008) 4.000 kadar diploma-üstü çalışma yapan 24.370 öğrencisi bulunmaktadır. Liverpool Şehrinde iki tane Premier League'de oynayan futbol kulübü, Everton ve Liverpool FC bulunmaktadır. Liverpool 1888de İngiltere'de English Football League kurulmasından itibaren her sezon bu ligin en yüksek basamağında futbol oynanan tek İngiltere ülkesi şehridir. Liverpool'da bulunan her iki takımın da büyük seyirci kapasiteli stadları bulunmaktadır. Liverpool'daki iki profesyonel futbol kulübünden daha önce kurulanı Everton FC'dir. Bu kulüp 1878de kurulmuş; önce Anfield Stadı'nda oynamış ama bu yeni Liverpool FC tarafından alınınca 1892de Goodison Park Stadına geçmiş ve o zamandan beridir bu stadda oynamaktadır. Everton 9 kere İngiltere ligi şampiyonu olmuş; 5 kere İngiltere FA Kupası'nı kazanmış; 1 kere de Avrupa Kupa Galipleri Kupası'nı kazanmıştır. Liverpool'da bulunan diğer profesyonel futbol kulübü Liverpool FC olup bu takım İngiltere futbol tarihinde en başarılı kulüp olarak görülmektedir. Bu takım 18 defa Premier League birinciliği; 9 defa EFL Cup,7 kere FA Cup,5 kere UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu ve 3 kez UEFA Süper Kupasısını kazanmıştır. Bu kulüp 1892de, o zamana Anfield'de oynayan Everton FC ile stadın sahibi arasında çıkan anlaşmazlık üzerine Everton FC kulübünün yeni bir stad bulması nedeniyle, Anfield sahasının sahibinin girişimciliği ile Liverpool FC olarak kurulmuştur. Bu kulüp 1962den beri devamlı olarak İngiltere'nin en yüksek futbol liginde oynamıştır. Bu dönemde kulübün menejeriliğini yapanlar Bill Shankly, Bob Paişley, Joe Fagan, Kenny Dalglish, Gerard Houllier,Rafael Benítez ve Roy Hodgsondur. Liverpool FC 1892den itibaren iç maçlarını Anfield Stadında oynamaktadır. Anfield Stadı 1970lı yıllardan beri yenileştirilip geliştirilmiştir. Daha önce Liverpool taraftarlarının ayakta maç seyirleri ve çeşitli şamataları ile ün yapmış "Spion Kop" kısmı 1994/1995de sırf oturararak maç seyir edecek şekilde yenilenmiştir. Ana tribün 1992de yapılmıştır. Şimdiki haliyle Anfield Stadı 45.000 kapasiteli olup UEFA 4-yıldızlı stad olarak kabul edilmiştir. Liverpool FC'nin milyonlarca dolar yatırım yaptığı "The Academy" adlı bir genç sporcularai yetiştirme kurumu bulunmaktadır. Fakat Liverpool FC kulübünün tarihinde iki büyük futbol trajedisi bulunmaktadır. Heysel Faciası ismi ile bilinen de 1985de Liverpool FC-Juventus FC maçı Brüksel, Belçika'da Heysel Stadı'nda oynanmakta iken seyiriciler arasında çıkan çatışmalar sonunda bir panik başlamış ve (çoğu Juventus taraftarı) 39 seyirci hayatını kaybetmiştir. 1989da ise İngiltere FA Cup yarı-finali için Liverpool FC-nottingham forest maçının Hillsborough Stadı'nda oynanması sırasında Liverpool'lu seyircilerin ayakta maç seyrettikleri stad kısmında çıkan bir panik sonucu 94 seyirci hayatını kaybetmiştir. Bu trajedinin bir sonucu olarak 1990li yılların ortasından sonra bütün Britanya stadlarının sadece oturan seyirciye açık olması kabul edilmiş ve eski ünlü ayakta maç seyir kısımları (bu arada Liverpool FC'nin "Spion Kop" adlı kısmı) kapatılmıştır. 21. yüzyılın başından beri her iki Liverpool futbol takımı da yeni stadlara geçme planları yapmaktadırlar. Everton takımı Liverpool doklarında, King's Dök'da, bir stad kurma planları yapmış ama mali problemler dolayısıyla bu planı bırakmıştır ve şimdi kuzey'de bir varoş-kasaba olan "Kırby"de bir stad yapma planları bulunmaktadır. Liverpool FC takımı ise şimdiki stadı yakınlarında bulunan "Stanley Parkı"'nda bir yeni stad yaptırma planları yapmıştır. Liverpool'da boks sporu gayet popülerdir. Şehirde bu sporun tarihi çekiciliği bulunmaktadır. Şehirde 22 tane amatör boks klubü bulunmaktadır. Bunlar gayet başarılı boksörler yetiştirmişler ve hala da yetiştirmektedirler. Büyük Britanya'da amatör boks sporunu geliştirmek ve idare etmek için kurulan "GB Boxing" kurumunun boks takımı içinde en büyük sayıda boksörle temsil edilen Britanya şehri Liverpool'dur. Liverpool şehri amator takımları en son 2012 Londra Olimpiyatları'na katılan millî boks takımına da çok sayıda boksör katkısı yapmış ve Büyük Britanya takımında Olimpiyat madalyası kazanan boksörler arasında bulunmuşlardır. Şehirde eskiden boks maçlarının yapıldığı kapalı spor salonu İngiltere'de çok tanınmış "Liverpool Stadium" idi; fakat yeni yatırımlarla inşa edilen modern ve çok daha kullanışlı "Liverpool Olympia" ve "Liverpool Echo" kapalı spor salonları Liverpool'da boks maçlarının yapıldığı salonlar olmaktadır. Liverpool Şehri'nin kuzeyinde bulunan "Aintree At Yarıș Hipadromu" yılda bir defa, Nisan ayı başlarında tüm Büyük Britanya'da hatta dünyada at yarışı sevenler tarafından çok iyi tanınan günümüzde sponsor adıyla "Crabbie's Grand National" adlı ama genel olarak "Grand National" olarak bilinen bir manialı at yarışına sahne olmaktadır. Bu at yarışı yarışcı atlar ve jokeyler için çok uğraş gerektiren 6.4 km uzunlukta ve bitkilerden yapılmış 30 yüksek maniayı atlama gerektiren pistte yapılıp ülkenin her tarafında at sahipleri ve jokeylerinin ilgisini çekmektedir. Bu yarışlar yıllar sonra bile at yarışı sevenlerince hatırlanmaktadır. Hatıralarda kalan eski yarışlar arasında 1967'de 100/1 kazanma şansi verilen Foinavon adlı atın yaraış kazanmasi; 1970'li yıllarda "Red Rum" adlı atın ve "Ginger McCain" adlı jokeyin birincilikleri; 2009 yarışında 100/1 kazanma şansı verilen "Mon Mome" adlı atın yaraış kazanması bulunmaktadır. Liverpool şehrinin bulunduğu bölgede yayım yapan bağımsız televizyon şirketi "Granda" şirketidir. 1980 ve 1990li yıllarda Granada şirketi "Albert Dokları" binalarında bulunan bir stüdyoyu haber merkezi olarak kullanmaktayken 2006 bu şirket "Royal Liver Binası"nda yeni bir haber merkezi stüdyosu açmıştır. BBC ise 2006da yerel haberler için Hanover Street'te bir haber merkezi stüdyosu kurmuştur. Liverpool İngiltere'de meşhur bir sürekli dizi olan "Hollyoaks"'u, ve şimdi bitmiş olan "Brookside" ve "Grange Hill" dizilerini üreten eskiden "Mersey Television" adını taşıyan yeni adı "Lime Pictüre" olan bir televizyon prodüksiyon şirketinin merkezidir.
Bu 1995de başlayan sürekli dizi eskiden Chester'de filme alınmaktayken sonradan Liverpool şehrinin "Childwall" mahallesinde bir grup ev etrafında filme çekilmektedir. Liverpool'da "Liverpool Daily Post" adlı bir sabahları yayınlanan ve "Liverpool Echo" adlı akşam üstü yayınlanan iki günlük gazete "Trinity Mirror" yayım grubu tarafından bastırılıp dağıtılmaktadır. Daily Post Liverpool dışında Kuzey Galler Ülkesi haberlerini de vermekte ve o bölgede de dağıtılmaktadır. Birleşik Krallık'ın ilk online haftalık gazetesi "Southport Mersey Reporter" olmuştur ve şimdi birkaç diğer haber websiteleri günlük Liverpool haberlerini vermektedir. Liverpool'dan yayın yapan yerel rado istasyonları "BBC Radio Merşeyside", "Juice FM", "Radio City 96.7", "City Talk 105.9" ve "Magic 1548". Son üç radyo istasyonu Liverpool şehrinin bir alameti olan "St John Kulesi'nden yayın yapmaktadırlar. "Indymedia" bağımsız medya organizasyonu Liverpool'u da kapsamı içinde bulundurmaktadır. "Nerve" dergisi şehirdeki kültürel etkinlikler hakkında makaleler ve kritik şahsi görüşler yayınlamaktadır. Liverpool İngiltere'de çevrilen bazı filmlerde mizansen olmuştur. Bu şekilde bazı filmler Londra, Paris, New York, Moskova, Dublin, Venedik ve Berlin şehirlerinde geçmekle beraber Liverpool'da çekilmişlerdir. Liverpool şehrinin şu resmî kardeş şehirleri vardır:} Liverpool şehrinin (resmi formel anlaşmalara bağlı olmadan) şu şehirlerle "Uluslararası dostluk bağlantiları" vardır: Liverpool'da şu ülkelerin konsoloslukları bulunmaktadır: Drawing Restraint 9 (albüm) Björk'ün 2005 yılında çıkan ve Drawing Restraint 9 filminin soundtracklerinden oluşan albümüdür.Albümdeki şarkıların listesi şu şekildedir; Alfa (zooloji) Alfa, sosyal hayvanlar içerisinde; alfa erkek ve alfa dişi, komünite içerisinde, diğer bireyler tarafından kararlarına uyulan ve lider konumundaki bireylerdir. Eğer bir erkek ve bir dişi birlikte bu rolü üstlenirlerse, onlara alfa çift adı verilir. Şempanzeler; komünite içindeki alfa bireye başını sallamak gibi komünite içinde özel anlamı olan jestler göstererek, onların yolda önde yürümesine izin vererek ve komünite içerisinde bir meydan okuma sırasında kenara çekilerek alfa bireyi liderleri olarak tanıdıklarını belirtirler. Köpekgiller de ayrıca kendi grupları içindeki alfa çiftlerin kararlarına uyup, yiyecek bulunduğunda önce onların yemesine izin verip, ve genellikle de sadece o iki alfa bireyin çiftleşmesine izin vererek bir alfa çiftin kendilerini yönetmelerine izin verirler; kurtlar bunun bir örneğidir. Alfa bireyler, komünite içindeki liderlik konumlarını genellikle üstün fiziksel güçlerini kanıtlayarak alırlar. Yine de, bonobolar gibi bazı yüksek derecede sosyal türlerde; komünitenin başına geçmeye teşebbüş eden birey, daha dolaylı yollara başvurabilir; örneğin diğer bireyler arasındaki politik ittifaklar kurmak ve/veya önceki alfa bireyi devirip yerini almaya çalşmak gibi. İnsanlarda ise, alfa erkek tanımı genellikle sosyal konum olarak en yüksek noktadaki, güçlü erkekler için kullanılır. Popüler kültürde alfa grup adına karar veren, karizmatik lider konumunda olan insanlar için kullanılır. Bir hiyerarşik toplulukta sosyal canlıların rütbesini belirten etiyolojik isimlerdir. Hüküm süren alfa ya da alfalar ölürse ya da grupta, sürüde lider olarak kabul görülmezler ise beta sık sık baştaki ikinci lider konumundadır. Bazı kuş türlerinde erkek çiftine kur yaparken beta erkeği ona yardımcı olur. Kurt türlerinde genellikle beta erkekleri dişi kurtlar tarafından çift olarak kabul görmezler fakat alfa erkek ölür ya da göçerse, beta erkeği yeni alfa konumuna gelir ve alfanın ailesini devralır.Bu hayvanların sosyal bağlamda üremede , kur davranışlarında ve genel üreme başarısında önemli bir yeri vardır. Omega(ω) genellikle komünite içersinde en düşük rütbeliyi belirtmek için kullanılır. Omega hayvanları grup içerisindeki diğer bütün hayvanların emrindedir, ve diğerlerinin emrinde kaldığı sürece grupta kabul görürler. Omega hayvanları genellikle diğerleri tarafından toplumda günah keçisi olarak kullanılırlar, ve yemek paylaşımı sırasında en alt sırayı alırlar. Nikolas Mavrokordatos Nikolas Mavrokordatos (3 Mayıs 1670 - 3 Eylül 1730) İstanbul'daki Fenerli Rum Mavrokordato ailesinin üyesi, Osmanlı Devletinin baş tercümanı, Osmanlılar tarafından tayin edilmiş Eflak ve Boğdan voyvodasıydı. Nikolas Mavrokordatos (3 Mayıs 1670 tarihinde İstanbul'un Fener semtinde doğdu. Ailesi zengin ve nüfuzlu bir Fenerli Rum ailesi olan Mavrokordatos ailesi'ydi. Nikolas'ın babası Aleksandros Mavrokordatos uzun yıllar Osmanlı Devletinin baş tercümanı olarak görev yapmıştı. Nikolas Mavrokordatos 1697 yılında babasının yerine baş tercüman oldu. 1709 yılında baş tercümanlığı oğlu Yannis Mavrokordatos'a bırakarak Boğdan beyliğine atandı. 1 yıl sonra yerini Dimitri Kantemiroğlu'ya bırakmak zorunda kalmasına rağmen, Dimitri Kantemiroğlu'nun isyanı üzerine 1711 yılında tekrar Boğdan beyliğine atandı. 4 yıl Boğdan beyliği yaptıktan sonra Eflak beyliğine atandı. 1730 yılındaki ölümine kadar kendisi ve oğlu Yanni defalarca Eflak ve Boğdan beyliği görevinde bulundular. Osmanlı padişahı III. Ahmet'in zamanına kadar Eflak ve Boğdan bölgenin asil ailelerinden seçilen beylerle yönetiliyordu. Ancak Dimitri Kantemiroğlu ve diğer voyvodaların Ruslarla işbirliği yaparak Osmanlı Devleti'ne isyan etmeleri yüzünden Osmanlılar bölgenin asillerine olan güvenlerini yitirdiler ve İstanbul'un Fenerli Rum aileleri arasında seçtikleri kişileri Eflak ve Boğdan'a bey olarak göndermeğe başladılar. Nikolas Mavrokordatos III. Ahmet tarafından bölgeye gönderilen ilk Fenerli Rum Bey idi. Bundan sonra 18. yüzyıl boyunca Fenerli Rumların Eflak ve Boğdan beyliği yapmaları bir gelenek haline geldi. Bochum Bochum, Almanya'nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde, Ruhr bölgesinin merkez şehridir. Bölgenin en önemli şehirlerinden biri olmakla birlikte, 397.000'lik nüfusuyla Kuzey Ren Vestfalya'nın en büyük 6. şehridir, ayrıca Bochum Almanya'nın en büyük 20 şehri arasında yer alır. Bochum'da 6 yüksekokul bulunmaktadır. Bochum'da 1962'de kurulmuş olan ve Almanya'nın en büyük üniversitelerinden biri olan Ruhr Üniversitesi'nde 30.000'den fazla öğrenci okumaktadır. Şehirde bulunan Alman Madencilik Müzesi kentin görülmeye değer yerleri arasındadır. Yine şehirde 1964 yılında kurulmuş olan Bochum Zeiss Planetaryumu, dünyanın en modern ve büyük gezegen evleri arasında yer alır. Bochum Şehir Tiyatrosu köklü tarihi ve yüksek oyun sayısıyla Almanya'nın değerli tiyatroları arasında yer alır. Şehirde 1988 yılından beri oynanmakta olan Starlight Express müzikali, 12 milyondan fazla izleyicisiyle dünyanın tek noktada en çok izlenen ve böylece en başarılı müzikalidir. Ruhr bölgesinin ile Bochum 2010 Avrupa Kültür Merkezi'dir. Bochum alışveriş yönünden zengin bir şehirdir. Şehir merkezindeki birçok kapalı alışveriş merkezinin yanında 113.000 metrekare alışveriş alanı, 6.500 otopark kapasitesi ve içinde bulundurduğu alışveriş merkezleriyle Almanya'nın en büyük alışveriş köyü olan Ruhr Park'ta bu şehirde bulunmaktadır. Şehir tren istasyonuna oldukça yakın bir konumda bulunan ve üçgen formundan dolayı 'Bermuda Üçgeni' (Bermudadreieck) olarak adlandırılmış olan 2 km² alanlı bölge şehrin önemli buluşma noktalarından biridir. Yaklaşık 60 bar, restoran ve sinemaya ev sahipliği yapan bu bölgeyi yılda yaklaşık 3 milyon misafir ziyaret etmekte, bu rakam yaz akşamlarında 30 bine kadar çıkmaktadır. Şehirde 1848 yılında kurulmuş olan VfL Bochum futbol kulübü, ülkenin en köklü spor kulüplerinden biridir. Profesiyonel futbol takımı şu sıralarda Almanya İkinci Futbol Ligi 2. Bundesliga'da mücadele eden ekip, tarihinde 2 kez UEFA kupasına katılma başarısı göstermiştir. Millî futbolcu Yıldıray Baştürk profesyonel futbol hayatına bu ekipte başlamıştır. Diğer bir millî futbolcu Fatih Akyel bir süre bu kulüpte oynamıştır. Sinan Kaloğlu, 2008-2009 sezonunda VfL Bochum formasıyla 18 maça çıkmış ve 3 gol kaydetmiştir. Almanya'daki en yoğun Türk nüfusunun bulunduğu bölge olan Ruhr bölgesinin bir şehri olan Bochum'da yaklaşık 30 bin Türk yaşamaktadır. Şehirde toplam 12 camii bulunmaktadır. Ruhr Üniversitesi Bruce Davidson Bruce Davidson (d. 5 Eylül 1933), Amerikalı fotoğraf sanatçısı ve film yapımcısı. 1933 yılında ABD'nin Illinois eyaletinin Oak Park şehrinde doğan Davidson, fotoğraf çekmeye 10 yaşında başlar. 16 yaşında Ulusal Kodak Liseler Arası Fotoğraf Yarışması'nda birinci gelir. Yükseköğrenimini Rochester Teknoloji Enstitüsü ve Yale Üniversitesi'nde tamamlayan Davidson'ın üniversiteyi bitirme tezi olarak okul futbol takımının fotoğraflarını çektiği çalışması 1955 yılında Life dergisinde yayınlanır. Askerlik hizmeti için bulunduğu Paris'te Magnum Fotoğraf Ajansı'nın kurucularından Henri Cartier-Bresson ile tanışır. 1957'de Life Dergisi için fotoğrafçı olarak çalışmaya başlar ve 1958'de Magnum Photos'a üye olarak katılır. Doris Lessing Doris Lessing (doğum adıyla Doris May Tayler; d. 22 Ekim 1919, Kermanşah, İran - 17 Kasım 2013, Londra, İngiltere), Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Britanyalı yazar. 1919'da babasının bir bankanın yöneticiliğini yaptığı İran'da doğdu. Beş yaşında ailesiyle birlikte Rodezya (bugünkü adıyla Zimbabve) sınırları içinde bulunan bir çiftliğe taşındı. Salisbury'de bir Katolik okulunda eğitim gördü. 14 yaşındayken ailesine isyan ederek okulu bıraktı ve sırasıyla hemşirelik, telefon operatörlüğü ve katibelik yaptı. 18 yaşında Rodezya parlamentosunda çalışmaya başladı ve ülkede ırkçılık karşıtı bir sol partinin kurulmasında rol aldı. 1943'te sona eren ilk evliliğinin ardından Komünist Parti'ye katıldı ve Alman siyasi eylemci Gottfried Lessing ile evlendi. 1949'da eşinden ve Rodezya'dan ayrılıp oğluyla birlikte Londra'ya geldi. O tarihten sonra yaşamını profesyonel bir yazar olarak Londra'da sürdürdü ve 17 Kasım 2013 tarihinde burada öldü. Lessing çok sayıda romanı ve kısa hikâyesinde, daha çok 20. yüzyılın toplumsal ve siyasi karmaşasına yakalanmış bireylerin yaşamlarını el
e alıyor. Eserlerinin başlıca temalarının feminizm, cinsiyetler arası savaş ve bütünlük peşinde koşan bireyler olduğu söylenebilir. Lessing'in çoğunlukla Afrika'nın güneyinde ya da İngiltere'de geçen eserlerindeki solcu, bağımsızlığına son derece düşkün ve feminist kadın kahramanlar, tıpkı yazarları gibi, içinde yaşadıkları toplumların kültürel kısıtlamalarına karşı başkaldırıyor. En çok okunan ve en çok çevrilmiş romanı "Altın Defter" (1962), kadın hareketinin köşetaşlarından biri olarak görülüyor. 11 Ekim 2007 günü Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanmıştır. Bu ödüle layık görülen en yaşlı kişidir. Türkçeye çevrilmiş eserleri arasından şunlar sayılabilir: Kolonya Kolonya, etil alkol, su ve limon, çiçek veya tütün esansı gibi hoş koku veren maddelerin karışımından oluşan bir tür parfüm. Tüm zamanların en yaygın kullanılan tuvalet malzemesi olarak da bilinen kolonya, ilk kez 1709 yılında İtalyan Giovanni Paolo Feminis tarafından Köln’de üretilmiştir. İçerdiği alkol oranı genellikle derece ile belirtilir (örneğin 70 derece, 80 derece gibi). Cilde sürüldükten sonra içerisinde bulunan alkolün hızla buharlaşması ve bu sırada buharlaşan alkol moleküllerinin çevrelerinden ısı çekmesi nedeniyle kullanan kişiye bir serinlik verir ve genelde ferahlamak için kullanılır. Bunun dışında keskin kokusu sebebi ile ayıltıcı özelliği vardır. Bir efsaneye göre "Macar Suyu" olarak bilinen ve ilk defa bir keşiş tarafından Macaristan Kraliçesi Elizabeth için üretilmiş olan koku, kolonyanın atasıdır. Floransa'daki Santa Maria Manastırı rahibelerinin "aqua reginae" adıyla 14. yüzyıldan itibaren üretmekte oldukları bu koku bir teoriye göre 17. yüzyılda bir gezgin olarak Floransa'da bulunan İtalyan parfümcü Giovanni Paolo Feminis’in ilgisini çekmiş ve baş rahibeden formülünü öğrenmiştir. Köln’de yaşayan Feminis Floransa’dan döndüğünde bu kokunun içine bergamot, limon ve portakal esansı katarak bugün kolonya denilen kokuyu geliştirdi; önce "Eau Admirable"" (Hayranlık verici su), daha sonra da "Eau de Cologne" ("Köln suyu", Almanca “"Kölnisch Wasser"”) olarak pazarlamaya başladı. Artan talep üzerine Feminis’nin yardıma çağırdığı "Giovanni Maria Farina" adlı bir başka İtalyan parfümcü 1709’da Köln’de kurduğu fabrikada üretime devam etti. Köln Tıp Fakültesi'nin bu kokuyu tıbbi ürün olarak onaylamasının ardından kolonya Avrupa'da yaygınlaştı. Kolonya ilk geliştirildiği yıllarda tıbbi amaçla kullanılıyordu. O günlerdeki formülüyle biberiye, portakal çiçeği, bergamot ile limondan oluşan ve ferahlatıcı özelliği yüzünden rağbet gören karışım, sindirim sistemi rahatsızlıklarında şeker üzerine damlatılarak alınıyor ya da şaraba karıştırılarak içiliyordu. Antiseptik özelliğinden ötürü ağız çalkalamada, yara temizliğinde kullanılıyor, kas ve eklem ağrıları için harika bir friksiyon solüsyonu oluyordu. Uzun yıllar tedavi edici özelliğinden yararlanılan bu sıvı, tuvalet amacıyla kullanılmaya başlandıktan sonra bir devrim yüzyılı olan 18. yüzyılda adeta bir çığır açtı. Sınıf savaşının en keskin biçimde yaşandığı yıllarda yükselen burjuvazi karşısında, ağır ve pahalı parfümlerle özdeşleşen aristokrasi yenik düşünce, ağır kokuların da itibarı azalmıştı. Kolonya gibi hafif ve ferahlatıcı kokular sadeliğin, saflığın simgesi haline geldi ve burjuvazinin gözdesi oldu. Köln’de 1799’da üretilmeye başlanan “"4711"” adlı kolonya markası, üretimi günümüzde de devam eden en eski kolonya markasıdır. Sapienza Deniz Muharebesi (1499) Sapienza Deniz Muharebesi, Zonchio Deniz Muharebesi, Birinci İnebahtı Deniz Muharebesi ya da Burak Reis Adası Deniz Savaşı olarak da bilinmektedir. Bu deniz savaşı 1499 yılında dört ayrı günde (12, 20, 22, ve 25 Ağustos) Sultan II. Bayezid saltanat yıllarında Kaptan-ı Derya Küçük Davut Paşa komutasındaki Osmanlı donanması ile Kaptan-General Antonio Grimani komutasındaki Venedik arasında yapılan bir deniz savaşıdır. Osmanlı donanmasının büyük bir taktik ve stratejik zaferi ile sona eren bir deniz savaşıdır. Tarihte ilk defa gemilerde top kullanılan ilk savaştır. Osmanlı donanması 67si kadırga (ki bunların çoğu hem yelkenli hem de kürekli 'göke/ göge/kuka' tipte idi) ve 20 adet Haliçte yeni geliştirilen üç direkli yelkenli kalyon olmak üzere irili ufaklı 260 parça gemiden oluşmuştu. Kemal Reis ve Burak Reis kendi gökeleri ile bu donanmaya katılmışlardı. Bu donanma 63 bin bindirilmiş deniz piyadesi (azap?) de ihtiva etmekte idi. Venedik donanması ise 170 parça gemiden oluşuyordu. Sapienza Deniz Savaşı 4 ayrı günde (12, 20, 22 ve 25 Ağustos'ta) iki donanmanin gemilerinin karşılıklı yakın savaşa girmeleri şeklinde gelişti. Venedik kaynaklarına göre (Malipiero, Gravius) her ayrı günde yapılan karşılıklı savaşta Venedik gemileri büyük cesaretle Osmanlı gemilerine saldırmışlar ve gemiler arası yekyek yakın savaşa geçmişlerdi. Bu yakın gemi savaşlarında bazı Venedikli kaptanlar büyük kahramanlık göstermişlerdi. Malipiero, gönüllü olarak savaşa iştirak eden Korfu adası valisi Andrea Loredan'ı, gemisiyle Türk donanma hattına tek başına hücuma geçen ve iki saat boyunca devamlı savaş yapıp ortalığı karmakarışık eden Vicenzo Polani'yi ve Alvise Mercello'yu örnek kahraman kaptanlar olarak isimlendirmektedir. Malipiero'ya göre Marcello "bütün Türk gemilerini esir alabilecek secadet göstermisti. Ama İsa aşkından yoksun olanlar, memleketini sevmeyenler, cesaretleri olmayanlar, disiplinsizler ve şöhretsizler dolayısıyla Venedik donanmasının eline geçen fırsatlar tekrar tekrar yitirilmişti." Osmanlı donanmasının teknik üstünlüklerinden ve donanma personellinin kabiliyetliğinden Venedik kaynakları hiç bahis etmemektedirler. Özellikle Venedik gemilerinden örnek alınarak geliştirilen manevra ve ateş kabiliyetleri yüksek 'göke/göge/kuka' tipi kadırgaların bu savaşta uzun menzilli topları ile çok etkin oldukları bilinmektedir. Haliç tersanelerinde Sultan II. Bayezid zamanında geliştirilen üç direkli yelkenli olan yeni kalyon tipteki gemiler de bu savaşta kendilerini göstermişlerdir. En nihayette bütün Akdenizde ün kazanmış olan kendi gökeleri ile bu savaşa iştirak eden Kemal Reis ve Burak Reis'in savaş tecrübeli girişimleri bu arada sayılması gerekir. Venedikliler bu savaş sonunda tam bir büyük bozguna uğramışlar ve savaş alanından kaçmaya zorlanmışlardır. Venedik donanması böylece ikinci bir defa daha Sapienza adası civarında bir deniz savaşını kaybetmiş; çok sayıda gemileri batırılmış veya Osmanlı güçlerinin eline geçmişti. Filotalanın Venedikliler ellerinde kalan gemileri dağılmış ve elde kalan gemiler Adriyatik denizinin her tarafındaki Venediklilere açık limanlara yayılmak zorunda kalmışlardı. Venedik donanmasının Osmanlı donanması karşısında uğradığı bu büyük yenilgi Venedikliler tarafından büyük bir utançlık nedeni ve kibir kırılması meselesi olarak görüldü. Özellikle Venedik'e gelen ilk haberlere göre, bu hezimet Venedik devletinin çok iyi tanınmış ve 40 yıldan daha çok yıllar ülkesine sadıkane hizmet etmiş bir Kaptan-Generalin terreddüdlü komutası ve hatta korkaklığından ortaya çıkmıştı. Venedik kanal ve sokaklarında ahali yenik donanma komutanının canını istemeye başlamışlardı ve "Antonio Grimani, ruina de'Cristiani (Antonio Grimani Hristiyanları tahrib edici)" diye kafiyeli bir slogan her yeri alıp sarmıştı. Venedik Senatosu hemen Zenta adasına sığınmış olan donanma komutanını görevinden azledip Venedik'e geri çağırdı. Grimani'nin dört yetişmiş oğlundan biri Zenta'ya giderek babasının Venedik şehrine geri dönmesini sağladı. Grimani şehre daha girmeden onu karşılayan bir diğer oğlu onu tutuklayarak ayaklarına zincir ayakbağı taktırdı. Grimani Venedik'e geldiğinde Katolik kilisesinde Kardinal olan bir diğer oğlu ise babasını hapishaneye götürüp kendi eliyle prangaya bağladı. Hemen Grimani Büyük Konsey tarafından yargılamaya tabi tutuldu ve yargılama çok uzun ve yorucu oldu. Sonunda Grimani darağacından kendini savunmak maksadıyla yaptığı sözlü müdafaların çok etkin olması nedeniyle kurtuldu. Dalmaçya sahillerinde Cherso adasında sürgüne mahkûm edildi. Ama bir zaman sonra Antonio Grimani sürgünden dönüp 1521 yılında Venedik Dükü (Doçe) olarak seçilmiş ve ölümüne kadar bu yüksek görevi ifa etmiştir. Bu Sapienza Deniz Savaşı galibiyeti hem yeniden denizde hem de karada Osmanlı kuvvetlerinin taktik ve stratejik başarılarına neden olmuştur. Bu deniz savaşında büyük gayret gösteren Kemal Reis, Osmanlı Sultanı II. Beyazid tarafından savaş sonucunda esir alınan 10 Venedik kadırgasının verilmesi suretiyle odülendirildi. Osmanlı akıncı birlikleri karadan ta kuzey İtalya'da Friuli yörelerini bastılar ve hatta ta Vicenza şehrinin yakınlarına gelebildiler. Bütün Kuzey İtalya halkı, özellikle doğu Lombardiya, Türk akınlarından korkmaya başladı. Savaş galibi Osmanlı donanması ise önce Kefalonya açıklarına çekildi. Sonradan karadan ulaşan Osmanlı kara güçleri ile birlikte İnebahtı kalesi denizden ve karadan kuşatıldı ve İnebahtı kalesi Osmanlı kuvvetlerinin eline geçti. Bu nedenle bazı tarihçiler bu deniz savaşına Birinci İnebahtı Deniz Savaşı adını vermektedirler. Venedikliler elçi gönderip ateşkes istemelerine rağmen Sultan II. Bayezid'ın istediği şartı, yani Venediklilerin bütün Mora sahillerini terk etmesini, Venedik otoriteleri kabul etmedi. Bunun üzerine ertesi yıl, 1500de Sultan II. Bayezid komutasındaki Osmanlı kara kuvvetleri Venedik'in Mora yarımadasındaki en önemli üssü olan Modon kalesini kuşattılar. Bütün direnme gücünü yitiren Venedik garnizonu, şehri ve kaleyi yakıp yıktıktan sonra, teslim oldular. Aynı seferde Venedik'in Mora'da diğer üsleri olan Koron ve Navarin kaleleri de fethedildi. Ayni yıl Kemal Reis komutası altındaki Osmanlı donanması ile Venedik deniz güçleri arasında Modon Deniz Muharebesi veya "İkinci İnebahtı Muharebesi" adı verilen diğer bir deniz muharebesi de olmuş ve Osmanlı deniz gücü yine Venedik deniz gücünü yenilgiye uğratmıştır. Böylelikle Osmanlılarca daha önce barış için istenen ve Venedik tarafından reddilen barış şartı olan, Venedik'in yıllarca elinde bulundurduğu Mora sahillerinden ayrılması, Osmanlı deni
z ve kara askeri güçleri üstünlüğü ile gerçekleştirildi. Venedik İspanyol yardımı ile İyonya Denizi üzerinde olan Kefelonia adası ve İthaka adasına asker çıkarıp bu adaları egemenliği altına aldı ise de, Mora yarımadasındaki üslerin kaybını bu arazi kazançları hiçbir zaman telafi edememiştir. Gerçekten Sapienza Deniz Savaşı Osmanlı donanmasının 16. yüzyıldaki katı üstünlüğüne ve Akdeniz'in bir Osmanlı gölü haline girişinin en iyi bir müjdesicidir denilebilir. 20 Şubat 1500 de İstanbul Venedik Balyosu Alvise Manetti'nin raporuna göre Osmanlı sadrazamı kendisine şunu söylemiştir: "Venedik iderecisi olan Signoria'ya şunu söyle: Artık Venedik'in denizle evlenmesini bıraksınlar; denizi komuta için artık bizim sıramız gelmiştir." Ama hatırlamak lazımdır ki 1499 yalnız Sapienza Deniz Savaşı'nın tarihi değildir: Portekizli kaptan Vasko do Gama Afrika'nın etrafından dolaşarak eriştiği Hindistan'dan Portekiz'e 9 Eylül 1499'da dönmüştür. 14 Aralık 1502 de Osmanlı-Venedik Savaşına son veren ateşkes anlaşması imzalanmıştır. Mayıs 1503'de tasdik edilen anlaşma ile Venedik eskisi gibi Osmanlı hükümetine yılda 10.000 düka altın vergi ödeyen bir devlet sıfatına tekrar bürünmüştür. Osmanlı donanması ise doğu Akdeniz ve Ege Denizinde egemenliğini artırmakla beraber, Venedik elinde bulunan Kıbrıs ve Girit adaları ve korsan Saint Jean şövalyelerin elinde bulunan Rodos dolayısıyla bu egemenlik ta 17. yüzyıla kadar tüm olamamıştır. Sapienza Deniz Muharebesi Dutar İran ve Orta Asya'nın birçok yerinde kullanılan Dutar; Fars, Uygur, Özbek ve Türkmen halklarıyla adeta özdeşleşmiştir. Tar tel anlamına gelir ki Dutar, iki telli, setar üç telli, çahar tar dört telli saz demektir. Dutar, "Dütar", "Dotar", "Dotar-i Mayda" gibi imlâlarla yazılabilmektedir. Dutar'ın gövde ve sap uzunluğu.100–120 cm kadardır. Dombra gibi asıl gövde armudi biçimde ağaç oyma veya yapıştırma olabilir. Anadolu 'da buna benzer İki Telli adında bir saz vardır. Yine Anadolu'da Irızva, Ruzba veya Dede Sazı adı verilen ve iki grup telle çalınan sazlarla Dutar'ın tarihi bağlantısının olduğu ortadadır. Ancak bugünkü Anadolu ikitellileri denilen en küçük boylardır. Arnavutluk'ta Çiftelia adıyla bilinen bu çalgının çalım tekniği de Anadoludakiler'le hemen hemen aynıdır. Vitruvius Adamı Vitruvius Adamı (ya da "Vitruvian Adam"), ünlü ressam Leonardo da Vinci'nin günlüklerinin birinde bulunan, aldığı notların yanında çizdiği bir eskizdir. 1492 yılında yapıldığı düşünülmektedir. Antik Romalı ünlü mimar ve yazar Marcus Vitruvius Pollio'nun (MÖ.80-15) "De Architectura" adlı eserinde açıkladığı oranlardan esinlenerek yapıldığından, "Vitruvius Adamı" olarak anılır. Resim, iç içe geçmiş bir daire ve bir karenin ortasına çizilmiş, uzuvları açık ve kapalı pozisyonda üst üste geçen bir çıplak erkeği betimler. Bu çizim ve yanındaki notlar sıkça "Oranların Kanunu" ya da daha az sık olarak "İnsanın oranları" olarak anılır. Venedik'te bulunan Gallerie dell'Accademia'da sergilenmektedir. Leonardo da Vinci'nin "Vitruvius Adamı", Rönesans döneminde yapılmış örnek bir bilim ve sanat eseri olma özelliğini taşır. Leonardo'nun oranlara duyduğu ilgi ve merakın bir kanıtıdır. Bunun yanında resim, Leonardo'nun insan ve doğayı birbiri ile ilgilendirme-bütünleştirme çalışması için de bir dönüm noktasıdır. Britannica Ansiklopedisi'ne göre Leonardo ""insan vücudunun evrenin işleyişinin bir analojisi olduğunu"" düşünüyordu. Bununla birlikte Leonardo'nun maddesel varlığı kare, ruhsal varlığı ise daire ile sembolize ettiği ve insanoğlunun iki yönünü çizimde bu şekilde ifade ettiği sanılmaktadır. Vitruvius Marcus Vitruvius Pollio (d. MÖ 80-70, ö. MÖ 15 sonra), Romalı yazar, mimar ve mühendis. "Mimarlık Hakkında On Kitap" ("De architectura libri decem") ile bilinir. MÖ 1. yüzyılda yaşamiş olan Romalı mimar Vitruvius "De Architectura" adlı kitabında başarılı bir mimarlık için "Utilitas, Firmitas, Venustas" (kullanışlılık, sağlamlık, güzellik) etmenlerinin gerekli olduğunu ileri sürmüştür. Rönesans'ta bu tanım, "Comodita, perpetuita, bellezza" (kullanışlılık, süreklilik- kalıcılık, güzellik) olarak benimsenmiştir. 1581'de bir İngiliz yazarı mimarlığı "yapı bilimi" olarak tanımlarken 19. yüzyılda İngiliz eleştirmen John Ruskin mimarlığın "yapılara uygulanan süslemeden başka bir şey olmadığı" nı ileri sürüyordu. Amatör bir eleştirici olan Sir Henri Watton "The Elements of Architecture" (1624) adlı kitabında mimarlığın üç koşula (kullanılışlılık, sağlamlık, güzellik) yanıt vermesi gerektiğini belirtir. F.L. Wright'a göre de "mimarlık biçim haline gelmiş yaşamdır." Rulmanlı yatak Fransızca'da "yuvarlanma" anlamındaki "Roulement" kelimesi, zamanla Türkçede "rulman" olarak kullanılmıştır. Rulmanlı yatak ya da "yuvarlanmalı yatak" (İngilizce "rolling bearing", Almanca "wälzlager"), iç ve dış bilezikleri arasında bulunan yuvarlanma elemanları (rulmanlar) sayesinde minimum sürtünme ile millerin veya aksların istenen yöndeki hareketlerine müsaade eden, istenmeyen yönlerdeki hareketlerini de engelleyen, yataklardır. Rulmanlı yataklar; iç bilezik, kafes, rulmanlar (bilya, makara, masura veya iğne olabilir) ve dış bilezikten oluşur. Rulmanlı yataklar da kaymalı yataklar gibi öncelikle radyal yataklar ve eksenel yataklar olmak üzere ikiye ayrılır. Ancak radyal rulmanlı yatakların bazı çeşitleri bir miktar eksenel yük de taşıyabilmektedir. Knight Errant Knight Errant, 1993 yılında kurulmuş Türk senfonik metal grubu. Şarkı sözleri İngilizcedir. Şarkılarında yoğun şekilde keman kullanırlar. Kelime anlamı olarak "Maceracı, gezgin şövalye" anlamına gelen Knight Errant günümüz dünyasında hayata karşı bir idealist bir duruşu ifade etmektedir. Knight Errant ilk konserini 1994 yılında İstanbul Cazibe Bar'da vermiştir, kemanla birleşen melodik heavy metal figürlerine sahip müzikleri onları yola güçlendirerek başlatmıştır. 1999 Temmuz Ayı'nda grup ilk debut albümü "KE"'yi Kod Müzik/Trak Müzik aracılığıyla yayınladı. Grup 2001 yılında Almanya'da 35 bin seyircinin ve 60 grubun katıldığı Wacken Open Air Festivali'ne katılarak, bu festivale katılan ilk Türk grubu oldu, birçok Alman müzik dergisinde yer aldı. 21 Aralık 2005'te "Divan" isimli albümlerini çıkardılar. 2007 Temmuz Ayı'nda grup tekrar Almanya'da Headbangers Open Air Festivali'nde sahne aldı. Grup mix çalışmaları süren ve ismi açıklanmayan 3. stüdyo albümünün ilk parçasını single olarak sevenleri ile 2016 yılında paylaşmıştır. Dallı darı Dallı darı ("Panicum virgatum"), bir ılık mevsim bitkisidir. Yüksek ot verimi, iyi düzeydeki yem değeri, biyoenerji kaynağı teşkil etmesi, derin kök sistemi geliştirmesi, toprağı iyileştirmesi, kurağa dayanıklı olması ve nispeten fakir yetişme ortamlarında gelişebilmesi gibi özellikleri nedeni ile önemli bir yem bitkisi türüdür. Dallı darının kökleri uygun yetişme ortamlarında 3.3 m. derine kadar inebilmektedir. Yıllık toprak üstü net biyokütle üretimi hektarda 17 ile 35 ton arasında değişmektedir. Ancak bu değer uygun olmayan yetişme ortamlarında 8-10 ton/ha’a kadar düşebilmektedir. Yıllık net toprak altı biyokütle üretimi yaklaşık 8 ton/ha cıvarında olabilmekte, bu değer kurak ve fakir yetişme ortamlarında 15 ton/ha’a kadar çıkabilmektedir. Dallı darı Kuzey Amerika’da doğal olarak yetişen önemli yem bitkilerinden bir tanesidir. Bu tür 1–3 m ye kadar boylanabilmekte, gövdeleri çok dallı olup, yeşil renkli ve çıplaktır. Bitkiler rizom meydana getirmektedir. Yapraklar tüysüz, 10–60 cm uzunluğunda, başakcıklar sivri uçlu ve alt dış kavuz iç kısmı oyuk sivri uçlu kayık şeklindedir. Meyve dar yumurta şeklinde ve iç kavuzun kenarları alt kısmına incelmiş uç kısmı sivri fakat küttür . Sıcak yaz mevsiminde büyüyebilme kapasitesine sahip olması dallı darıyı Orta-Batı Amerika'da en önemli yem bitkilerinden biri yapmıştır. Doğal yayılış alanı Orta Amerika ve Kanada’nın güney kısımlarını kapsamaktadır. Açık ormanlık alanlar, sulak alanların kenarları ve çayırlık alanlar gibi değişik ortamlarda yetişebilmektedir. Hem yem bitkisi olarak kullanılması hem de yüksek biyoenerji kapasitesine sahip olması nedeniyle dallı darı Amerikan Biyoenerji Programı tarafından 37 bitki arasından model tür olarak seçilmiştir. Ortalama yıllık ot verimi sulanmayan parsellerde hektarda 16 ton civarında olmakta, bu verim hektarda 37 ton’a kadar çıkabilmektedir. Ayrıca dallı darının çok yıllık bir yem bitkisi oluşu ve fakir yetişme ortamlarında gelişebilmesi onu diğer çayır türleri arasında ayrıcalıklı kılmaktadır. Dallı darının çok yıllık bir çayır türü oluşu ekolojik, ekonomik ve toprak koruma açısından onu en önemli kılan özelliklerin başındadır. Dikim yapıldıktan sonra dallı darı herhangi bir toprak işlemeye ihtiyaç duymadan birçok yıl verim verebilmektedir. Her yıl ekilen yıllık yem türleri çoğu zaman erozyona ve toprak yapısının bozulmasına sebep olmaktadırlar. Dallı darı derin ve iyi gelişmiş kök sistemine ve yüksek toprak altı biyokütle üretimine sahiptir. Bu onu bitki besin elementlerinin ve suyun topraktan emilmesi, toprak altına gerekli enerji depolanması, kurak yıllarda verim düşüşünün olmaması ve toprak organik maddesini artırması bakımından önemli kılmaktadır. Özellikle toprak organik maddesini artırması tek başına çok önemli sayılmaktadır. Çünkü artan organik madde toprağın aşınıma karşı direncini, su tutma kapasitesini ve bitki besin maddesi miktarını artırmakta, kimyasal gübrelerin yıkanarak dere sularını karışmasını ve yüzeysel akışı azaltmaktadır. Toprak aşınımı toprak ve su kalitesini etkileyen en önemli problemlerin başındadır. Türkiye aşınımla yılda kaybedilen toprak miktarının 500 milyon ton olduğu ileri sürülmektedir . Birleşik Amerika'da bu miktar yılda yaklaşık 3 milyar ton civarındadır. Türkiye toprakları 2000 yıldan beri işlenmekte olup organik maddece oldukça fakir bulunmaktadır. Bunun başlıca nedeni anızın yakılması ve yeterince organik maddenin topraklara verilmemesidir. Toprak organik maddesinin azalması toprağın su tutma kapasitesini, besin maddesi miktarını, mikroorganizma faaliyetini,
aşınım direncini ve toprağın agregatlaşmasını (kümelenme, topaklanma) azaltmaktadır. Çok yıllık bir bitki olan dallı darı gerek aşınımı önlemesi ve gerekse toprağın organik maddesini toprak üstü ve altı yüksek üretimle artırması bakımından iyi bir alternatif teşkil etmektedir. Son zamanlarda Amerika Birleşik Devletlerinin Orta-Batı yörelerinde yapılan çalışmalara göre çok yıllık çayır bitkileri toprağa yılda 1.1 ton/ha karbon kazandırmaktadırlar. Bu miktar tarımla aynı alandan kaybedilen karbonun % 23 ünü oluşturmaktadır. Ayrıca ince ve kılcal köklerin faaliyeti ve ölümü sonucu yılda 3 ton/ha kadar karbon ilave edilmekte ve toplam miktar yaklaşık 4 ton/ha karbon olmaktadır . Tepeköy Tepeköy aşağıdaki anlamlara gelebilir: Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı (kitap) Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı (İngilizce: "How to Win Friends and Influence People"), ilk defa 1937'de sadece beş bin adet olarak basılmıştır. Dale Carnegie de yayıncı Simon and Schuster da kitabın bu miktardan fazla satmasını beklemiyorlardı. Fakat kitap, onları şaşırtacak bir şekilde, birdenbire büyük bir sansasyon yaratmış ve artan talebi karşılayabilmek için baskı üstüne baskı yapılmıştır. Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı, tüm zamanların uluslararası alanda en çok satan kitaplarından biri olarak yayıncılık tarihindeki yerini almıştır. Dale Carnegie'ye göre, İngilizce'ye bir deyim yerleştirmek, bir milyon dolar kazanmaktan daha zordur. "Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı" böyle bir deyim olmuş, tekrarlanmış, yorumlanmış, uyarlanmış, siyasi karikatür bantlarından romanlara kadar sayısız eserde kullanılmıştır. Kitap, neredeyse bilinen her yazılı dile çevrilmiştir. Her kuşak onu yeni bir şey olarak keşfetmiş ve kendiyle ilgili bulmuştur. Bu kitapta yer alan, geçerliliği zaman içinde kanıtlanmış öğütler, elli yıldır binlerce ünlü insanı hem iş hem de özel yaşamlarında başarı merdiveninin zirvesine taşımıştır. İnsanlar bu kitabı okuduklarında; diğer insanların onlardan hoşlanmalarını ve onlarla fikir birliğine varmalarını sağlamanın, onları kırıp incitmeden değiştirmenin yollarını öğrenecekler, yaşamın onlar için daha kolay hale geldiğini göreceklerdir. İnsanlar, hayal ettikleri işin peşine düşerse bu işi elde edebilirler. Şu anki işlerinde daha iyi olmak isterseler bunu da başarabilirler. İçinde bulundukları koşulları değiştirip lehlerine çevirmek onların elindedir! Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı, 2000'li yılların rekabeti ve karmaşası içindeki okuyucuların da potansiyellerinin doruk noktasına ulaşmalarını sağlamak için gözden geçirilmiş ve günümüze uyarlanmıştır. Afşar Timuçin Afşar Timuçin, (d. 1939; Akhisar, Manisa), Azeri kökenli Türk felsefeci, şair, yazar, çevirmen. Afşar Timuçin, 1939 yılında Manisa ilinin Akhisar ilçesinde doğdu. Kökenleri Bakü ve Batum'a dayanan Timuçin, baba tarafından Azeri, anne tarafından ise Gürcü asıllıdır. Yüksek öğrenimine İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünde başladı. 1967 yılında, eğitimini tamamlamak üzere Kanada'ya gitti. 1967'de Montreal Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde lisans eğitimini, 1970'de İstanbul Üniversitesi'nde doktorasını tamamladı. 1968–1970 yılları arasında Fransızca okutmanlığı yaptı. 1981 yılında doçent, 1992 yılında profesör oldu. Bir süre Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü başkanlığı görevini yürüttü. Kocaeli Üniversitesi'nden 2006 yılında emekliye ayrıldı. Ataç, Dönem, Milliyet Sanat, Papirüs, Soyut, Yazko, Yelken, Yeni Edebiyat, Yeni Ufuklar, Varlık dergilerinde şiirleri yayımlanmıştır. Afşar Timuçin, Tuncer Tuğcu ile birlikte hazırladıkları, ilk sayısı 1972 yılının Ekim ayında çıkan Felsefe Dergisi'nin sorumlu yönetmenidir. Mısır firavunları listesi Bu makale Antik Mısır'ın erken hanedanlık döneminden (MÖ 3050), Roma işgaline (MÖ 30) kadar Mısır'ı yönetmiş olan bilinen firavunlarının bir listesidir. Verilen tarihler yaklaşık tahminler olarak alınmalıdır. Çeşitli kaynaklarda kullanılan sistem ve alınan varsayımlara göre farklı tarihlemeler bulunabilir. Emre Aydın Emre Aydın (d. 2 Şubat 1981, Isparta), Türk şarkıcı-şarkı yazarı. Emre Aydın kariyerine barlarda canlı müzik yaparak başlamıştır. Bornova Küçükpark'ta çıktığı barlarda sevilen Emre Aydın 2002 yılında, Onur Ela ile beraber 6. Cadde isimli kurdukları müzik grubu ile Türkiye çapında düzenlenen "Sing Your Song" beste yarışmasında 1574 adayı geride bırakarak "Dönersen" adlı parçası ile birinci olmuştur. 2006 yılında çıkardığı Hareket Vakti şarkısı dışında tüm söz ve müziklerinin Emre Aydın'a ait olduğu Afili Yalnızlık adlı ilk solo albümünü yayınlayan Aydın, Yalnızlık temasını işlediği albüm performansı ile büyük beğeni toplamıştır. Bu albümle yakaladığı başarısını "Yılın En İyi Rock Müzik Sanatçısı", "Yılın En İyi Çıkış Yapan Sanatçısı", ‘’Yılın En İyi Parçası’’, ‘’Yılın En İyi Albümü’’, ‘’Yılın En İyi Video Klibi’’gibi 50’ye yakın ödülle, ve dinleyicileriyle buluştuğu 400’e yakın konserle devam ettiren sanatçı, 2008 yılında MTV tarafından her sene düzenlenen Avrupa Müzik Ödülleri (EMA)’nde “Türkiye’nin En İyi Sanatçısı” ardından Liverpool‘da yapılan finalde 21 ülkenin birincisini geride bırakarak “Avrupa’nın En İyi Sanatçısı” ödüllerine layık görülmüştür. Bu albümünde 5 şarkısını kliplendiren sanatçı 2007 yılında Gripin adlı müzik grubunun kendi adlarını verdikleri albümde "Sensiz İstanbul'a Düşmanım" isimli şarkıya düet yapmıştır. Bu şarkının büyük beğeni toplamasının ardından Emre Aydın, Gripin'le birlikte turneye çıkmıştır. Emre Aydın'ın 2010 yılında çıkardığı Falling Down isimli İngilizce teklisi, Türkiye ve yurt dışında dijital ortamda satışa sunulmuştur. Sony Music ile albüm yapım ve menajerlik hizmetleri anlaşması imzalayarak tüm çalışmalarına sadece Sony Music bünyesinde devam etme kararı alan Emre Aydın yeni albümünün habericisi olan “Bu Yağmurlar” adlı şarkısını radyolar ve dijital ortam üzerinden müzik severlerle buluşturdu. Bu Yağmurlar, TTNET Müzik servisinin internet sitesinde en çok indirilen ve dinlenilen şarkılar arasında yer almayı başardı. Albüm çıkışından hemen önce Çatalca’da 20 saatlik bir çalışma ile Murad Küçük yönetmenliğinde kliplendirilen “Bu Yağmurlar” adlı şarkı radyolar ve müzik kanallarında en çok yayımlanan şarkı olarak zirvedeki yerini aldı. 1 Nisan 2010 tarihinde ise 4 yıllık bir aradan sonra 10 şarkıdan oluşan Kağıt Evler adlı ikinci stüdyo albümünü dinleyicilerinin beğenisine sunmuştur. Sanatçı yeni albümü Kağıt Evler'i, İsveç’te Kelly Clarkson, Eagle Eye Cherry, Sinead O'Connor ve Santana gibi sanatçıların albüm kayıtlarını yaptığı "Mr Radar Music Stüdyoları"nda, Mats Valentin prodüktörlüğünde hazırladı. Cemali’ nin "Duymak İstiyorum" adlı parçası hariç, albümde yer alan tüm söz ve besteler Emre Aydın'a aittir. Bu albümde 6 parçaya klip çekilmiştir. Müzik piyasasındaki yerini sağlamlaştıran ve müzik çevrelerince olumlu eleştiriler alan Kağıt Evler albümü 65.000 satış rakamını geçerek önemli bir başarıya imza atmıştır. Sanatçı bu başarısının sonucu olarak 17. Kral TV Müzik Ödülleri'nde En İyi Erkek Sanatçı, "Hoşçakal" adlı şarkısıyla da En İyi Şarkı Sözü ve En İyi Beste kategorilerinde aday olmuş ancak ödül kazanamamıştır. 38. Altın Kelebek Ödülleri'nde ise En İyi Klip ödülünü Serdar Ferit yönetmenliğinde "Son Defa" isimli şarkısına çektiği kliple kazanmıştır. 2012 yılı şubat ayında Sony Music 'den ayrılıp menajeri Fadıl Dinçer ile birlikte 565 Yapım adında kendi müzik şirketini kurmuştur. Mart ayında bu şirketten DMC Müzik ile ortak yapım olarak Beni Biraz Böyle Hatırla isimli single çalışmasını yayınlamıştır. Albümde sözü kendisine müziği Nikos Papadopoulos'a ait olan "Beni Biraz Böyle Hatırla" ve söz ve müziği Gülden Mutlu'ya ait olan "Soğuk Odalar" isimli parçayı Gülden Mutlu ile düet yaparak seslendirmiştir. Bu çalışma TTNET Müzik'te yayınlandıktan 5 gün sonra en çok indirilen albüm olurken ve "Soğuk Odalar" da en çok indirilen şarkı listesinde bir numaraya yerleşmiş ve resmi müzik listelerinde 4 hafta üst üste olmak üzere toplamda 6 hafta zirvenin sahibi olmuştur. Single'ın diğer parçası "Beni Biraz Böyle Hatırla" da kliplendirilmesinin hemen sonrasında listelerde bir numarayı çıkmayı başarmıştır. 19 Eylül 2012'de kliplenen şarkı 2 hafta listelerin bir numarasında kalmayı başarmıştır. Ardından 2012 yazında Fanta Gençlik Festivali'nde ünlü sanatçı Tarkan'la birlikte 16 şehirde konser verdi. Emre Aydın'ın Mats Valentin ve Mustafa Ceceli prodüktörlüğünde hazırlanan üçüncü solo albümü "Eylül Geldi Sonra" 17 Aralık 2013 tarihinde yayınlandı. Çalışmaları İsveç (Stockholm) ve İstanbul'da tamamlanan albümde "zamanr" temasını ele alan Emre Aydın, söz ve müziği kendisine ait şarkıların yanı sıra; Sezen Aksu ve Zülfü Livaneli'nin "Belalım" ve Nazan Öncel'in "Geceler Kara Tren" şarkılarına da albümünde yer verdi. Albümün ilk video klibini "Eyvah" adlı şarkısına çeken Emre Aydın, yayınlanmasının hemen ardından dijital ve fiziki satış listelerinde hızla zirveye yükselen albümü sonrası tanıtım projeleri ve konserlerine devam etmektedir. Albümün çıkmasını takip eden haftalarda dijital müzik dinleme platformu TTNET Müzik'te albümün tüm şarkıları en çok indirilen şarkılar listesinde ilk 10'u alarak büyük bir başarı yakaladı. Bir Pazar Kahvaltısı, ünlü Türk pop/rock sanatçısı Emre Aydın ile ünlü pop/rock grubu Model'in ortaklaşa hazırladığı DMC etiketiyle piyasaya sürülen tekli çalışmasıdır. 21 Kasım tarihinde klip teaser'ı yayınlanan tekli 24 Kasım tarihinde klibiyle birlikte piyasaya sürülmüştür. Söz ve müziği Can Temiz'e ait olan şarkının düzenlemesini Ozan Çolakoğlu yaparken klip yönetmenliğini Emre Aydın üstlenmiştir. Karbon-14 Karbon-14, C, veya radyokarbon, 27 Şubat, 1940'ta Martin Kamen ve Sam Ruben tarafından Berkeley'deki Kaliforniya Üniversitesi Radyasyon Laboratuarında keşfedilen karbonun bir radyoaktif izotopudur. Atomik çekirdeğinde 6 proton ve 8 nötron bulunur. Organik madddelerde bulunması arkeolojik, jeolojik ve hidrojeolojik örneklerin tarihlendirilmesinde ku
llanılan radyokarbon tarihleme yöntemi için temel oluşturmaktadır. Demokrasi Yolunda (kitap) Demokrasi yolunda, Ord. Prof. Ali Fuat Başgil'in 1944 -1959 tarihleri arasında değişik dergi ve gazetelerde yayınlanan makale ve konferanslarının yer aldığı eserin adıdır. Birinci baskısı, Yağmur yayınları tarafından 1961 yılında yapılmıştır. Başgil, bu eserinin önsözünde, demokrasi terbiyesinin ahlâkî formülü şudur: "İyilik ve adaleti sevecek, kötülük ve zulümden nefret edeceksin. Yalnız nefret edip durmayacaksın, hem de onunla mücadele edeceksin. Bahtiyar o memlekettir ki, vatandaşları bu terbiye ile bezenmiştir" ifadelerine yer verir. Nesne tabanlı programlama dili Nesne tabanlı programlama dili, nesne kullanımını destekleyen ve sarma ilkesine uyan programlama dillerini tanımlar. Ancak nesne tabanlı programlama dilleri, kalıtım gibi nesne yönelimli programlama dillerine özel özellikleri taşımazlar. Bu durumda nesne tabanlı programlama dilleri nesne yönelimli programlama dillerinin altkümesini oluşturur. Nesne yönelimli olan nesne tabanlı programlama dillerinden ABAP/4, C#, C++ (nesne modeli Simula'ya dayanır), Eiffel, Java, Object Pascal, Objective-C (nesne modeli Simula'ya dayanır), PHP, Python, REALbasic (nesne yönelimli bir BASIC lehçesi), Ruby, Simula, Smalltalk ve Visual Basic .NET'i sayabiliriz. Nesne tabanlı olup da nesne yönelimli olmayan programlama dili olarak Ada, JavaScript (JS) ve Visual Basic (VB), nesne ve sınıfları desteklese de kalıtımdan yoksun olmasından dolayı iyi bir örnek teşkil etmektedir. PostgreSQL PostgreSQL, veritabanları için ilişkisel modeli kullanan ve SQL standart sorgu dilini destekleyen bir veritabanı yönetim sistemidir. PostgreSQL aynı zamanda iyi performans veren, güvenli ve geniş özellikleri olan bir Veri Tabanı Yönetim Sistemi'dir. Hemen hemen tüm UNIX ya da Unix türevi (Linux, FreeBSD gibi) işletim sistemlerinde çalışır. Ayrıca NT çekirdekli tüm Windows sistemlerde de çalıştırılabilir. PostgreSQL ücretsiz ve açık kodludur. PostgreSQL’in geliştirilmesi; 1977 de Berkeley üniversitesinde Ingres adındaki ilişkisel veritabanı geliştirilmeye başlanmasına dayanır. 1986-1994 yılları arasında bu VTYS Postgres adını aldı ve Illustra tarafından satın alınıp Informix olarak geliştirilmeye devam edildi. 1994 de SQL özelliklerinin eklenmesiyle Postgres95 adını aldı. 1996 yılında kod geliştirilmesi için e-posta listesi açıldı ve birçok gönüllü Postgres95'i geliştirmek için çalışmaya başladı. 1996 yılında Sql standartlarını desteklemesiyle PostgreSQL adını aldı. PostgreSQL in sınırları (9.3.2 Sürümü) Max veritabanı büyüklüğü Sınırsız Max tablo büyüklüğü 32 TB Max satır büyüklüğü 1.6 TB Max kolon büyüklüğü 1 GB Max satır sayısı Sınırsız Bir tabloda max kolon sayısı 250-1600 (kolon tipine göre) Tablo başına max index sayısı Sınırsız PostgreSQL diğer ticari ya da açık kodlu veritabanlarında bulabileceğiniz özelliklerin hemen hemen hepsini (ya da daha fazlasını) kapsar. PostgreSQL özellikleri (PostgreSQL FAQ’da listelendiği gibi): PostgreSQL'in güvenilirliği kanıtlanmıştır. Her bir sürümü defalarca kontrollerden geçirilmiş ve her bir beta sürümü en az bir aylık testlere tabi tutulmuştur. Geniş kullanıcı grubu ve kaynak koduna dünyanın her yerinden erişilebilir olması nedeniyle olası hatalar çok çabuk kapatılmaktadır. PostgreSQL'in başarımı her yeni sürümle birlikte artmaktadır. Son çalışmalar, PostgreSQL’ in belirli koşullarda diğer ticari veritabanları ile aynı performansı verdiğini göstermektedir. The Gathering Görgü Görgü (toplum) Bir toplum içinde var olan ve uyulması gereken saygı ve incelik kurallarına görgü denir. Toplumda bireyler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinden doğan töre, adet, gelenek-görenekler, din kuralları gibi görgü kuralları da yazılı olmayan normlardandır. Örf ve adetlerin basit biçimi olarak da kabul edilmektedir. Görgü, bir kimsenin belli bir olayda nasıl davranması gerektiğini gösterir. Örneğin bir toplantıda konuşurken, bir davette yemek yerken veya bir törene katılırken ki davranış biçimlerini belirler. Görgü ve buna bağlı olarak ortaya çıkan görgü kuralları her toplumda geçerli, evrensel bir nitelik taşıyabileceği gibi toplumdan topluma farklılık da gösterebilir. Görgü kurallarına uymamanın hukuki yaptırımı yoktur. Buna karşı kurallara uymayan kişi toplum içinde ayıplanır veya kişiyle alay edilir. örnek: İşrakilik İşrakîlik, kelime anlamı olarak "ışığın çılması" ya da "güneşin doğması" anlamındaki işrak kelimesinden gelmektedir: Hakikatin direkt olarak ortaya çıkması, açılması anlamındadır. Hem felsefi hem de mistik boyutları olan bir akım olarak varlığını sürdürmüştür. Miladi 12. yüzyılda öldürülmüş olduğu ve söz konusu akım daha sonra ardılları tarafından kurulduğu için okulun öncüsü Maktül Şahabeddin Sühreverdi kabul edilir. İşrakî felsefe, islam felsefe tarihi içinde büyük akımlardan biridir ve yaygınlığı ya da kabul edilirliği diğerleri kadar olmasa da, en özgün felsefi akımlardan biri sayılır. Kendisini çekemeyen çevrelerin jurnalleriyle yönetim tarafından tehlike görüldüğü için idam edilerek öldürülen ve bu sebeple Sühreverdilik tarikatının kurucusu diğer Sühreverdi'den ayırt edilmek için adının arkasına Maktül ibaresi konulan Şihabüddin Sühreverdi çok genç yaşta felsefe ile ilgilenmiş, Aristo'nun ve Meşşailerin ve Sufi büyüklerin eserlerini tetkik etmiş ve akıl yoluyla sezgi yolunu bir araya getirerek uyumlu bir birlik oluşturmaya çalıştığı gnostik İşrakilik akımının temellerini atmıştır. Ne yazık ki pek çok eseri günümüze gelememiş ancak İran, Türkiye ve Hindistan kütüphanelerinde bazı eserleri kalabilmiştir. Bu eserlerin en önemlilerinden ve İşrakiliğin temel kitaplarından biri onun "Hikmet'ül İşrak" adlı eseridir. Bu akımın tarihçesi ve felsefi çerçevesi hakkında temel bilgi, önemli bir İşrakî düşünürü olan (hatta Sehrüverdi'nin ögrencisi olarak İşrakiliği resmi anlamda kuran odur) Şemseddin Şehrezuri tarafından yazılan eserlden gelmiştir; özellikle "Nüzhet ül-Ervah" adlı eserinden. Öğretileriyle geleneksel ve klasik islam felsefesinden sürekli dışlanmış, özellikle kelamcıların saldırılarına maruz kalmış ve birçok kez iktidarın takibatına uğramıştır. yayılmamasında bu tür yönelimlerin olumsuz etkisi söz konusudur. Özellikle Sünniliğin güçlü olduğu yerlerde sürekli baskılara maruz kaldıkları için işraki filozoflar gelişme gösterememişlerdir. İran'da varlığını sürdürebilmiştir, yaygın ve etkili olmasa da felsefi yönden güçlü yanlarıyla ve mistisizmle olan etkileşimiyle (Bruno'nun ki gibi bir sonsuzluk fikrini savundukları ileri sürülmektedir) günümüze kadar gelen bir süreklilikleri söz konusudur. İşrak güneşin doğuşu, aydınlanma anlamına gelen ve bilginin insanın sezgisel manada keşfettiği bir şey olduğunu ima eden teosofik, gnostik bir terimdir. İslam felsefesinin Meşşai okulu ile ilişkili de olsa İşrakilikte Meşşai okulununun kullandığı kıyas metodunun yanı sıra ondan farklı ve daha üst düzeyde bilgiye ulaşabilmekte kullandığı entelektüel sezgi ve aydınlanma üzerinde duruşuyla ayrılır. Keşif, ilham ve sezgi bu felsefi akımın temel unsurlarıdır. Mantık ve akılsalık ilkeleri üzerine kurulu meşşaîliğe karşı gelmiştir; hem Platonculuk, hem de tasavvuf ve mazdaizm İşrakîliğin kaynakları arasında yer alır. Tasavvuf felsefesinin pek çok bölümü bu felsefe akımına dahil edilmiştir, ancak bu iki yönelim arasında tam bir örtüşme olduğu söylenemez. Hankou Spor Merkezi Hankou Spor Merkezi, Çin'in Vuhan şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Hankou Spor Merkezi, 30.000 seyirci kapasitelidir. Helong Stadyumu Helong Stadyumu, Çin'in Çangşa şehrinde 1987 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Helong Stadyumu, 55.000 seyirci kapasitelidir. Guangdong Vilayet Stadyumu Guangdong Vilayet Stadyumu, Çin'in Guangzhou şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Guangdong Vilayet Stadyumu, 25.000 seyirci kapasitelidir. Guangdong Olimpik Stadyumu Guangdong Olimpik Stadyumu, Çin'in Guangzhou şehrinde 2001 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Guangdong Olimpik Stadyumu, 80.012 seyirci kapasitelidir. Bu stadyumun açılışı 2001 yılında dokuzuncu Çin Millî Oyunları sırasında yapıldı. Fushun Leifeng Stadyumu Fushun Leifeng Stadyumu, Çin'ın Fushun şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Fushun Leifeng Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Çin'in Liaoning FC takımının maçlarını yaptığı stadyum, 33.000 seyirci kapasitelidir. Datianwan Stadyumu Datianwan Stadyumu, Çin'in Çongçing şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Datianwan Stadyumu, 32.000 seyirci kapasitelidir. Dalian Halk Stadyumu Dalian Halk Stadyumu, Çin'in Dalian şehrinde 1976 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Dalian Halk Stadyumu, 55.000 seyirci kapasitelidir. Coca-Cola Stadyumu Coca-Cola Stadyumu, Çin'in Xi'an şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Bu stadyum Zhuque Stadyumu olarak da bilinir. Çoğunlukla futbol ve atletizm müsabakaları için kullanılan Coca-Cola Stadyumu, 57.000 seyirci kapasitelidir. Çongçing Olimpik Spor Merkezi Çongçing Olimpik Spor Merkezi, Çin'in Çongçing şehrinde 2004 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Çongçing Olimpik Spor Merkezi, 58.680 seyirci kapasitelidir. Çengdu Spor Merkezi Çengdu Spor Merkezi, Çin'in Çengdu şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Chengdu Spor Merkezi, 40.000 seyirci kapasitelidir. Çangçun Şehir Stadyumu Changchun Şehir Stadyumu, Çin'in Changchun şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Changchun Şehir
Stadyumu, 38.000 seyirci kapasitelidir. Pekin Fengtai Stadyumu Pekin Fengtai Stadyumu, Çin'in başkenti Pekin'de çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Pekin Fengtai Stadyumu'nda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Çin'in Beijing Hyundai takımının maçlarını yaptığı stadyum, 33.000 seyirci kapasitelidir. Sedefkâr Mehmed Ağa Mimar Sedefkar Mehmed Ağa 1562'de Elbasan'dan İstanbul'a geldi. Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesinde bir yıl bahçe bekçisi oldu, ardından Hasbahçe'ye girdi. Acemi oğlanlarının musiki meclisinden etkilenerek tezene çalmaya başladı. 1570'den 1589'a kadar Mimar Sinan'nın öğrencisi oldu. Muhzırbaşı oldu. Mimar Sinan'ın ölümünün ardından Mimar Davut Ağa'dan, sonra da Dalgıç Ahmed Ağa'dan ilim öğrendi. 1590'da kulle sofisi oldu, Mısır'a gitti, oradan bütün Arabistan'ı dolaştı. İstanbul'a döndükten sonra sultanın emriyle Rumeli teftişine çıktı. Selanik, Arnavutluk, Malta, İspanya, Bosna, Frengistan, Budin, Erdel, Eflak, Boğdan, Kırım, Kefe, Silistre, Niğbolu, Semendire, Belgrat'ı görüp döndü. Diyarbakır 'a müsellim olarak gitti, altı ay idare etti. Şam'da Havran nahiye hakimi oldu. 1598'de Su Nazırı, sekiz yıldan sonra 1606'da mimarbaşı oldu. 1609-1610 yılında At Meydanı'nda Sultanahmet Camii'nin temeli atıldı. Temel kazma işi 36 gün sürdü. Caminin tamamlanması 7 yılı buldu. Sultanahmet Camisine 1609 yılında başlandı. Orhan Şaik Gökyay, "Risale-i Mimariyye, Mimar Mehmet Ağa, Eserleri", "Ord.Prof.İsmail Hakkı Uzunçarşılı'ya Armağan" içinde,s.113-215, TTK. Henry Corbin Henry Corbin (1903-1978) ünlü Fransız oryantalist filozof, akademisyen. Hayatının önemli bir bölümünü Orta Doğu ülkelerinde İslam araştırmalarıyla özellikle de İslam felsefesi, tasavvuf ve Şii inançlarını araştırmakla geçirdi. Corbin aynı zamanda Heidegger'i Fransızcaya ilk tercüme eden kişidir. Sip Kwon Do Sip Kwon Do, Keith Sipmann tarafından Tekvando, Aikido, Shotokan, Muay Thai, Kickboxing, Jeet Kune Do, Judo, Jujitsu, Capoeira, Hung Gar, Five Animals ve diğer stillerin karışımıyla oluşturulmuş melez bir savaş sanatı. Sip "on", Kwon "yumruk veya el" Do "sanat" veya "yol" anlamına gelir. İfade "On yumruk yolu veya sanatı" şeklinde tercüme edilebilir. Keith Sipmann çoğunlukla Tekvando olmak üzere 30 yıllık bir savaş sanatı deneyimine sahipti. Ancak bir süre sonra özellikle yer tekniklerinde Tekvando'nun kişiye bir avantaj sağlamadığını gördü ve diğer savaş sanatı stillerini çalışmaya başladı. Sipmann, Aikido, Shotokan, Muay Thai, Kickboxing, Jeet Kune Do, Judo, Jujitsu, Capoeira, Hung Gar, Five Animals, Boks hatta jimnastik çalıştı. Çalıştığı bu farklı stillerden unsurları bir araya getiren Sipmann sip Kwon Do'yu kurdu. Ancak Sip Kwon Do tıpkı Bruce Lee'nin kurduğu Jeet Kune Do'su gibi gelişmeye ve yeni unsurların sisteme katılmasına sürekli açık bir teknikdir. Teknikte sadece el veya sadece ayak teknikleri veya belirli bir unsura ağırlık vermek söz konusu değildir. Pratisyen koşullara göre bu tekniklerden dilediğini kullanabilmekte serbesttir. Ayak teknikleri çoğunlukla Tekvando ve Muay Thai 'den el teknikleri ise kick boks, karate, boks ve Kung Fu 'dan alınmıştır. Bu yüzden açık el, el ayası kullanılabildiği gibi yumruğun çeşitli kenarları, elin sırtı sistemde bulunmaktadır. Sistemde Juijutsu ve Aikoda'da bulunan tutuş ve fırlatış teknikleri ve her ne kadar kaçınılsa da yere düştükten sonra da uygulanabilecek teknikler de bulunmaktadır. Sistemde öğrencinin gücü uzun tekrarlar ve ağırlık antrenmanlarıyla arttırılmaya çalışılır. Sip Kwon Do'da yarı ve tam temaslı karşılaşmalar yapılmaktadır. Öğrenciler kısa bir süre sonra kick boks ringine benzer bir ortamda veya bir salonda karşılaşma yapıp tekniklerini uygulama imkânına kavuşmaktadırlar. Sipkwondo Kuşak Sistemi: Beyaz Kuşak, 9th through 6th Gup (Belirli bir süreyi gerektirmemektedir) Yeşil Kuşak, 5th through 3rd Gup (Minimum 1 yıllık antrenmanı gerektirir) Kırmızı Kuşak, 2nd gup (Minimum 3 yıllık antrenmanı gerektirir) Kahverengi Kuşak, 1st Gup (Minimum 5 yıllık antrenmanı gerektirir) Siyah Kuşak, 1st Dan (Minimum 7 yıllık antrenmanı gerektirir) LeBron James LeBron Raymone James (; d. 30 Aralık 1984), NBA takımlarından Cleveland Cavaliers'ta forma giyen Amerikalı profesyonel basketbolcudur. James, ilk olarak Akron, Ohio'da bulunan St. Vincent–St. Mary Lisesi'nde basketbol oynamaya başladı. Lisede oynadığı yıllarda medya tarafından herkese geleceğin en büyük yıldızlarından birisi olarak gösterildi. Lise'den mezun olduktan sonra 2003 NBA Seçmeleri'nde birinci sıradan Cleveland Cavaliers tarafından seçildi. Cavaliers'a katıldıktan sonra takımıyla birlikte 2007 NBA Finalleri'ne yükseldiler, fakat San Antonio Spurs'e 4-0 yenilmekten kurtulamadılar. 2010 yazında Cavaliers'ten ayrıldı ve free agent döneminden sonra Miami Heat ile anlaştı. Heat'deki ilk sezonunda takımıyla final oynadı, fakat şampiyonluğu Dirk Nowitzki önderliğindeki Dallas Mavericks takımı kazandı. James, kariyerinin ilk şampiyonluğunu 2012 NBA Finalleri'nde Miami ile Oklahoma City Thunder'ı 4-1 yenerek yaşadı. 2012-13 normal sezonunda takımıyla birlikte üst üste yirmi yedi maç kazanarak NBA tarihinin en uzun ikinci kazanma serisini yakaladı. Ayrıca bu sezonda da takımıyla şampiyonluğa ulaşarak kariyerinin ikinci yüzüğünü parmağına taktı. 2014 NBA Finalleri'ne de yükselerek 2010'dan bu yana dört kez üst üste finale çıksalar da bir önceki sezonun finalinde karşılaştıkları Spurs'e bu kez yenildiler. Miami ile geçirdiği son sezonundan sonra James, 2014 yazında tekrar eski takımı Cavaliers ile imzaladı. Onun liderliğinde Cavaliers finale kadar yükselse de Golden State Warriors'a yenildi.2015-2016 sezonunda Finalde Cleveland Cavailers ile Golden State Warriors'u 4-3 yenerek Kariyerindeki 3.Şampiyonluğuna ulaşmıştır.Ayrıca bu seride 3-1 den gelip şampiyon olan Cleveland Cavailers tarihe geçmiştir.James final serisinde her iki takımın sayı rebound asist top çalma ve blok lideri olmuştur ve bunu tarihte hiçbir oyuncu hiçbir Playoff serisinde yapamamıştır. James, saha dışında kazandığı paralarla yüksek bir zenginlik ve şöhret sahibi birisi olarak tanınmaktadır. Onun saha dışı hayatı basketbol kariyeri medya ve magazin tarafından sık sık inceleme konusuydu. Lakabı "King James"tir. Ayrıca o Amerika'nın etkili ve popüler sporcularından birisi olarak sıralanır. Hayatında çeşitli kitap, belgesel ve televizyon reklamlarında yer aldı. Ayrıca ESPY Ödülleri ve Saturday Night Live gibi programlarda bir bölümlüğüne konuk sunuculuk yaptı. James, 30 Aralık 1984 tarihinde Akron, Ohio'da dünyaya geldi. Annesi Gloria Marie James onu dünyaya getirdiğinde 16 yaşındaydı. Annesinin iş arayışı nedeniyle birlikte Akron şehrinde sürekli bir mahalleden başka bir mahalleye taşınmak zorunda kaldılar. Annesi Gloria, LeBron'un boş zamanlarında vakit geçirmesi için futbol oynamasını istiyordu. Ve daha sonra onun yerel gençlik futbol antrenörü Frank Walkerza'nın takımına kayıt yaptırdı. 9 yaşındayken ise basketbol ile tanıştı. Çocukken basketbolu takım olarak ilk Amatör Atletizm Birliği (AAU)'ya bağlı Kuzeydoğu Ohio Şut Starları takımında oynamaya başladı. LeBron Sian Cotton, Dru Joyce III ve Willie McGee tarafından yönetilen bu takımdaki arkadaşları ile beraber eyalette yerel ve ulusal düzeyde birçok başarı kazandı. Okul sona erdikten sonra kendilerini "Fab Four" olarak tanımlayan James, ve üç arkadaşı hayatları boyunca ayrılmayacaklarına dair söz verdiler. Lise kariyeri için bir sürü okuldan teklif alsa da St Vincent-St. Mary Lisesi'nde okumayı kabul etti. Lise kariyeri için St Vincent-St. Mary Lisesi'ni seçen James, kısa sürede okulun üniversite basketbol takımına yükseldi. Lisedeki ilk yılında maç başına 21 sayı ve 6 ribaund ortalamaları ile oynadı. Takımıysa sezonu 27-0'lık bir dereceyle noktalayarak İrlandalı Savaş Bölümü III'ü yani eyalet şampiyonluğunu kazandı. Lisedeki ikinci sezonunda maç başına 25,2 sayı, 7,2 ribaund, 5,8 asist ve 3,8 top çalma ortalamaları ile oynadı. Ayrıca bu sezonda James'in takımıyla oynadığı bazı maçlarda Rodos Arena'ya bazı NBA takipçileri ve NBA scoutları onu izlemek için geldiler. Takımı bu yılı ise 26-1'lik derece ile noktalayarak İrlandalı Bölümünü şampiyon olarak noktaladı. Onun lisede ikinci yılındaki gösterdiği performansıyla Ohio Mr. Basketbol ve ABD Yılın En İyi Liseliler Beşi'ne seçildi, ayrıca lisedeki ikinci yılında Mr. Basketbol seçilen tarihteki ilk oyuncu oldu. James, lisedeki üçüncü sezonu başlamadan önce Slam Dergisi yazarı Ryan Jones tarafından hakkında muhtemelen şu anda Amerika'daki en iyi lise oyuncusu olarak tanımlanarak övgü aldı. Ayrıca Sports Illustrated dergisinin bir bölümünde kapak fotoğrafı olarak yer aldı ve bunu başaran tarihte alt sınıflarda okuyan ilk liseli basketbol oyuncusu oldu. James, bu sezonu ise maç başına 29 sayı, 8,3 ribaund, 5,7 asist ve 3,3 top çalma ortalamalarıyla noktaladı, ayrıca üst üste ikinci kez Ohio Mr. Basketbol ve ABD Yılın En İyi Liseliler Beşi'ne seçildi. Ayrıca Gatorade Yılın Basketbolcusu ödülünü kazandı. Takımı St Vincent-St. Mary ise sezonu 23-4'lük derece ile tamamlayarak kendi bölümünü ikici sırada bitirdi. 2001-02 sezonu sona erdikten sonra James 2002 NBA Seçmeleri'ne girmek için NBA yönetimine müracaat etse de bir oyuncunun drafta girebilmesi için en az lise mezunu olması kuralı nedeniyle ciddiye alınmadı. Yaz boyunca hakkında esrar içtiği gerekçesiyle medyada haberler yayınlandı ve bu haberlerin onu çok sinirlendirdiğini açıkladı. Lise kariyerinin dördüncü yılında James'in Oak Hill Akademesi maçı dahil olmak üzere bazı maçları televizyondan verildi. Böylece ulusal televizyonda maçları verilen tarihteki ilk liseli oyuncu oldu. Ayrıca maçlar ESPN'den verilirken forma giydiği lise kanaldan bunun karşılığında sezon boyunca para talep etti. Jamesi 2002-03 sezonunda ise maç başına 31,6 sayı, 9,6 ribaund, 4,6 asist ve 3,4 top çalma ortalamalarıyla oynadı, ayrıca üst üste üçüncü kez Ohio Mr. Basketbol, ABD Yılın En İyi Liseliler Beşi'ne, ve üst üste ikinci kez Gatorade Yılın Basketbolcusu seçildi. James
, lisedeki dördüncü yılının sonunda EA Sports All-Star Maçı, Jordan Klasik Capital ve 2003 McDonald's En İyi Amerikalılar karşılaşmalarında forma giydi. Daha sonra Ryan Jones yaptığı bir açıklamada LeBron James'in hayatında gördüğü en sinirli liseli basketbol oyuncusu olduğunu söyledi. James, lisedeyken bir süre okulun futbol takımında da forma giydi ve oynadığı dönemde kanat pozisyonunda görev almaktaydı. Lisedeki ikinci sezonunda En İyi Beşe seçildi ve takımının İrlandalı Liginde yarı final oynamasında pay sahibi oldu. Okuldaki dördüncü yılında oynanan bir karşılaşmada ayak bileğini burkmasıyla beraber futbol kariyeri son buldu. Sakatlanmadan önce birçok spor analistçisi, futbol eleştirmenleri, lise antrenörleri, eski ve şimdiki oyuncular onun futbolda da yetenekli olduğunu düşünmekteydi, fakat sakatlığı kariyerini bitirdi. James 2003 NBA Seçmeleri'nde Cleveland Cavaliers tarafından birinci sıradan seçildi. NBA'deki ilk resmi maçına Sacramento Kings karşısında çıktı ve maçı 25 sayı, 9 asist, 6 ribaund ve 4 top çalma ile oynadı. Ayrıca NBA tarihinde liseden draft edilen bir çaylak oyuncu için ilk maçında en çok sayı atan oyuncu oldu. James, bu sezon ayrıca tarihte en genç 1000 sayı barajına ulaşan oyuncu oldu. New Jersey Nets ile oynanılan karşılaşmada attığı 41 sayı ile tarihte en genç bir maçta 40 sayı üzerine çıkan oyuncu oldu. James, sezon sonunda Carmelo Anthony ile çekiştiği Yılın Çaylağı ödülünü kazandı ve bunu gerçekleştiren ilk Cavaliers'li basketbolcu oldu. Ayrıca çaylak sezonunda 20.9 sayı,5.9 asist ve 5.5 ribaund ortalamaları tutturarak 20 sayı, 5 ribaunt ve 5 asist istatistiklerini çaylak yılında Michael Jordan ve Oscar Robertson'dan sonra yapan tarihteki üçüncü oyuncu oldu. Takımıysa sezonu 35-47'lik dereceyle kapatarak önceki yıla göre on sekiz oyun daha fazla kazansa da play-off yapamadan noktaladı. James 2004-05 sezonu'nda 19 Ocak'ta oynanan Portland Trail Blazers maçında kariyerinin ilk triple-double'nı yaptı ve böylece lig tarihinde en genç triple-double yapan oyuncu unvanını aldı. Ayrıca bu sezon kariyerinde ilk kez All-Star Maçı'na seçildi ve karşılaşmayı forma giydiği Doğu Konferansı kazanırken o 13 sayı, 8 ribaund ve 6 asist ile maçı tamamladı. James, 20 Mart tarihinde Toronto Raptors ile oynanan karşılaşmada 56 sayı atarak kariyer rekorunu kırmasının yanında Cleveland Cavaliers tarihinde bir maçta en çok sayı atan oyuncu oldu. James sezon bittiğinde maç başına 27,2 sayı, 7,4 ribaund, 7,2 asist ve 2.2 top çalma ortalamaları tutturarak Yılın İkinci Beşi'ne seçildi ve bunu başaran tarihteki en genç oyuncu oldu. Takımıysa sezona 30-22'lik bir dereceyle başlasa da, 42-40 ile bitirerek play-off'un dışında kaldı. James, 2006 NBA All-Star Maçı'nda 29 sayı, 6 ribaund ile oynayarak All-Star Maçı MVP Ödülü'nü kazandı ve 21 yaş, 51 gün ile bunu başaran tarihteki en genç oyuncu oldu. 2005-06 sezonu sona erdiğinde maç başına 31,4 sayı, 7,0 ribaunt ve 6,6 asist ortalamalarıyla oynayarak, bir sezonda maç başına en az 30 sayı ortalaması tutturan lig tarihinin en genç oyuncusu oldu. James, sezon boyunca gösterdiği performansla spor analistçileri ve medya tarafından En Değerli Oyuncu Ödülü'nü kazanmak için en güçlü adaylardan birisi olarak gösteriliyordu, fakat oylamayı ödülü kazanan Steve Nash'in ardından ikinci sırada tamamladı. Cavaliers ise bu sezon onun liderliğinde 1998 yılından bu yana ilk kez play-off'lara kaldı. James, kariyerinin ilk play-off maçına konferans ilk turu Washington Wizards serisinin birinci maçında çıktı ve kazandıkları bu karşılaşmada triple-double yaptı. Serinin üçüncü maçında kariyerinin ilk maç kazandıran basketini attı. Cavaliers ilk turda Wizards'ı 4-2 ile geçerek tur atlasa da, konferans yarı finalinde son konferans şampiyonu Detroit Pistons'a 4-3 elendi. Play-off sonrası 2006 yılının yaz aylarında James, Cavaliers ile bir yılı uzatma opsiyonlu olmak üzere 60 milyon dolar karşılığında üç yıllık sözleşme yenilediğini açıkladı. Sözleşmeye göre istediği takdirde 2009 yılında free agent olabilecekti, fakat opsiyonunu kullanmadığı takdirde en fazla 2010 yılına kadar Cleveland'da kalacaktı. Böylece başka takımlarla anlaşıp daha fazla para kazanma olasılığı olmasına rağmen memleketinde kalmış oldu, ayrıca aynı yıl NBA'e girdiği Dwyane Wade ve Carmelo Anthony'de bu yaz takımlarıyla sözleşme yeniledi. James'in 2006-07 sezonunun başlarında odak ve konsantrasyon bozukluğu nedeniyle atış yüzdesi önceki sezona göre ciddi bir düşüş yaşadığı için medya tarafından eleştirildi. Ancak All-Star arasından sonra toparlanmayı başardı ve sezonu maç başına 27.3 sayı, 6.7 ribaund, 6 asist ve 1.6 top çalma ortalamalarıyla noktaladı. Takımı Cavaliers sezonda 50 galibiyet derecesi ile konferansında 2. sırada yer alarak play-off'lara girdi ve böylece takımıyla beraber üst üste 2. kez normal sezonda 50 galibiyet barajını geçme başarısı gösterdi. Konferans finalleri 5. maçında yaptığı 48 sayı, 9 ribaund ve 7 asist, takımının son çeyrekteki 30 sayısının 29'unu atması ve 2 saniye kala maçı kazandıran basketi atmasıyla birlikte takımının maçı kazanmasında pay sahibi oldu. Maç sonrasında yapılan yorumlarda spiker Marv Albert James'in 5. maçtaki performansı hakkında yaptığı bir yorumda play-off tarihinin gelmiş geçmiş en büyük performanslarından birisiydi dedi ve Steve Kerr ise sanki sahada LeBron'u değil Jordan'ı izliyor gibiydim yorumunda bulundu. onun bu 5. maç performansı 2012 yılında ESPN tarafından modern NBA tarihinin gelmiş geçmiş en iyi 4. bireysel play-off maçı performansı seçildi. Cavaliers üst üste 2 tur geçtikten sonra konferans finalinde Detroit'i eleyerek finale çıktı, ancak finallerde San Antonio Spurs'e 4-0 ile süpürüldüler. James play-off'lar boyunca maç başına 25.1 sayı, 8.1 ribaunt ve 8 asist ortalamaları ile oynadı. Final serisinde istatistikleri düştüğü gerekçesiyle eleştiriye maruz kaldı ve maç başına 22.0 sayı, 7 ribaunt ve 6.8 asist ortalamalarıyla final serisini noktaladı. 2007-08 sezonunda oynanan 2008 NBA All-Star Maçı'nda 27 sayı, 8 ribaund ve 9 asist ile oynayarak kariyerinde ikinci kez All-Star MVP'si seçildi. James 21 Mart tarihinde oynanan Toronto Raptors maçında Brad Daugherty'i geçerek Cleveland Cavaliers takımının tüm zamanların skor liderliğine yükseldi ve bunu Daughtery'iden 100 daha az maça çıkarak yaptı. Sezon sona erdiğinde toplam 7 triple-double yaptı ve bu hem onun kişiel rekoru hem de takımının rekoru oldu. Maç başına tutturduğu 30 sayı ortalaması ile kariyerinde ilk kez Sayı Kralı oldu ve ortalama 30 sayı barajını geçen ilk Cavaliers oyuncusu oldu. James'in bu bireysel başarılarının yanında takımı sezonu 47-35'lik dereceyle noktaladı. Takımıyla beraber dördüncü sıradan play-off'a giren James ve arkadaşları ilk turda Washington Wizards'ı eleseler de konferans yarı finalinde o yıl şampiyon olucak Boston Celtics'e 4-3 ile elendiler. Boston karşısında serinin 7. maçında 45 sayı atsa da düelloya girdiği Paul Pierce'ta 41 sayı attı, bu Associated Press tarafından "süper düello" olarak tanımlandı. James 2008-09 sezonu sona erdiğinde Yılın Savunma Oyuncusu Ödülü'nü kazanmak için güçlü bir aday gösterildi, fakat oylamayı 2. sırada tamamladı. Ancak yaptığı 93 blokla beraber kariyerinde ilk kez Yılın Birinci Savunma Beşi'ne seçildi. Tutturduğu maç başına ortalamalarla takımının bir sezonda sayı, ribaund, asist, top çalma, ve blok istatistiklerinde lider olan tarihteki 4. oyuncu oldu. Takımın en önemli 2. oyuncusu olan Mo Williams'ın bu sezon kariyerinde ilk kez All-Star seçilmesinde önemli rol oynadı, takımı Cavaliers sezonda 66-16'lık derece elde ederek tarihinin en iyi sezonunu geçirdi. James'in bu sezondaki maç başına ortalamaları ise 28.4 sayı, 7.6 ribaund, 7.2 asist, 1.7 top çalma ve 1.2 blok oldu. Ayrıca bu yıl kariyerinde ilk kez En Değerli Oyunu Ödülü'nü kazanarak bunu başaran ilk Cavaliers'li oyuncu oldu. 2009 Playofflarında Cleveland ilk turda Detroit Pistons'u yarı finalde ise Atlanta Hawks'ı süpürerek konferans finaline yükselme başarısı gösterdi ve rakipleri Orlando Magic'ti. Orlando serisini birinci maçında James %66 şut yüzdesi ile 49 sayı kaydetse de takımının mağlup olmasına engel olamadı. İkinci maçın son saniyesinde Hidayet Türkoğlu'nun üzerinden bir üçlük sokarak maçı takımına kazandırıp seride durumu 1-1'e getirdi. Cleveland daha sonra seriyi 6 maç sonunda 4-2 ile kaybederek elendi ve James'in 6. maç sonunda rakip takımı tebrik etmemesi medya tarafından sportmenlik dışı davranış olduğu gerekçesiyle eleştirildi. Kaybettikleri Magic serisinde maç başına 38.5 sayı, 8.3 ribaund ve 8 asist ortalamaları tutturdu. Play-off genelinde ise kariyer rekoru olan maç başına 35.3 sayı ortalaması ile oynadı. James 2009-10 sezonunda yaşadıkları sakatlıklar nedeniyle biraz da zorunluluk nedeniyle takımın oyun kurucu'su rolüne geçti. Sezonu artan dakikasının da etkisiyle %50 şut isabetiyle maç başına 29.7 sayı, kariyer rekoru olan 8.6 asist, 7.3 ribaund, 1.6 top çalma, ve 1 blok ortalamaları ile noktalayarak üst üste ikinci kez MVP ödülünü kazanma başarısı gösterdi. Takımıysa sezonu 61-21'lik derece elde ederek NBA birincisi unvanıyla tamamladı. play-offlarda Cavaliers ilk turda Chicago Bulls'u eledi ve konferans yarı finalinde Boston Celtics ile eşleşti. Celtics serisi boyunca James genel olarak eleştirilere maruz kaldı, özellikle 5. maçtaki %20 şut yüzdesi ile toplam kullandığı 14 şutta sergilediği 15 sayılık performansından sonra medya tarafından eleştirildi. Takımıysa maçı 120-88 kaybederek kendi evinde tarihinin en farklı play-off mağlubiyetini almış oldu. James'in takımı Cavaliers serinin 6. maçında yenilerek play-offlara veda etti ve oda bu maçta 27 sayı, 19 ribaund, ve 10 asist ile oynasa da şut yüzdesi %38'di ve 9 top kaybetmişti. James 1 Temmuz, 2010 tarihinin ilk dakikalarında saat 00:01'de serbest kalıp free agent olduğunu ve Cavaliers'ten ayrıldığını resmen kamuoyuna açıkladı. Onunla free agent döneminde ilgilenen takımlar arasında Chicago Bulls, Los Angeles Clippers, Miami Heat, New York Knicks, New Jersey Nets, ve eski takımı Cavaliers bulunmaktaydı
. 8 Temmuz tarihinde ESPN'de düzenlenen bir canlı olan programda kararını Miami Heat takımından yana kullandığını açıkladı. Daha sonra ESPN tarafından yayından elde edilen 2.5 milyon dolarlık gelirin Amerika Kadınlar ve Erkekler Kulübüne ve Greenwich, Connecticut şehir yönetimine bağışlandığı açıklandı, ayrıca reklamdan elde edilen 3.5 milyon dolarlık gelirde çeşitli hayır işlerine bağışlandı. Önceki gün süperstar oyuncular Dwyane Wade ve Chris Bosh'ta Heat ile sözleşme imzalamıştı. James Wade ve Bosh'un yanına katılarak yeni bir büyük üçlü oluşturmasının sebebi olarak artık şampiyon olamamaktan sıkıldığını, kendini Cleveland yerine daha güçlü bir takımda görmeyi ve şampiyonluğa oynayan bir takımda forma giymek istediğini söyledi. Heat başkanı Pat Riley James'in takıma katılmasında önemli rol oynadı. Riley daha sonra yaptığı açıklamada James benim çok beğendiğim bir oyuncuydu ve onun Oscar Robertson'dan sonra bir sezonda triple-double ortalamaları tutturacak ikinci oyuncu olacağına inandığını söyledi. James Cavaliers'ı bırakmasından sonra spor analistleri, medya, yöneticiler ve taraftarlar tarafından büyük tepki gördü. Kararı herkes tarafından oldukça gereksiz ve korkakça görüldü. Cavaliers başkanı James'in bu kararı üzerine çok üzüldüğünü onun agresif biri olmasına rağmen bu kararı vermesini beklemiyorduk dedi. Kızgın Cavaliers fanlarıysa bu karar üzerine onun formalarını yaktı ve takım tarafından hain ilan edildi. Eski efsane oyuncuları Magic Johnson ve Michael Jordan'da onun adam gibi şampiyon olmak yerine Wade ve Bosh'un yanına katılarak korkakça kolaya kaçmakla suçlayarak kınadı. Eylül ayında CNN'e yaptığı açıklamalarla herkes tarafından daha büyük tepki çekti. 2010 yılında yaşadığı bu transfer öyküsüyle beraber hızla ABD'nin en sevilmeyen sporcularından birisi haline geldi. Özellikle yaptığı bu yaz yeteneklerimi güney sahiline götürüyorum açıklaması eleştirmenler tarafından çok büyük tepki çekti. James 10 Temmuz'da imza ve takas yoluyla takımla 6 yıllık sözleşme imzalayarak resmen Heat oyuncusu oldu. En son 1982'de bunu yapan Moses Malone'den sonra MVP olup ertesi sezon takım değiştiren tarihteki ikinci oyuncu oldu. Takımla yaptığı sözleşmede maksimum kontrat alma hakkı bulunsa da o bunu istemedi, nedeniyse takımının kadrosuna daha iyi oyuncular katabilmesi için salary cap boşluğu yaratmak isteğiydi ve takımın diğer yıldızları Wade ile Bosh'ta bu sebepten maksimum kontrat almaktan vazgeçtiler. Daha sonra ona ve takımın yeni büyük üçlüsünün kuruluşu adına American Airlines Arena'da bir rock grubu konseri eşliğinde hoşgeldin partisi verildi. Heat ile sözleşme imzaladıktan sonra James takımın fanları hariç genel olarak herkes tarafından sevilmemeye başladı. 2010-11 sezonunda genel olarak medya tarafından kötü birisi olarak gösterildi ve bu eleştirilerinde etkisiyle kendi standartlarının altında bir yıl geçirdi. 2 Aralık tarihinde James Cavaliers ile oynanan maçta Cleveland şehrine geri döndü ve 38 sayı attığı maçta eline topu her aldığında taraftar tarafından yuhalandı. Heat'deki ilk yılında %51 şut yüzdesi ile maç başına 26.7 sayı, 7.5 ribaund, 7.0 asist ortalamalarıyla oynadı. Play-off'lara 2. sıradan giren takımı 2011 NBA Finalleri'ne kadar yükselme başarısı gösterdi, ancak Dallas Mavericks'e karşı seride 2-1 öne geçseler de 6 maç sonunda 4-2 yenilerek şampiyon olamadılar. James serinin maçlarının dördüncü çeyreklerinde maç başına 3 sayı ortalamasıyla oynayarak medya tarafından eleştiri aldı. Ayrıca final serisinde tutturduğu 17.8 sayı ortalaması onun normal sezon ortalamasından 8.9 sayı daha azdı ve bu NBA tarihinin en büyük düşüşlerinden birisi oldu. Heat'le finali Mavericks'e kaybettikten sonra hırslanan James sezon başlamadan önce sık sık geliştirme antrenmanları yaptı. Post-up'unu geliştirmek ve başka konularda yardım almak için eski NBA efsanesi Hakeem Olajuwon ile antrenmanlar yaptı. Antrenmanlar sonrası Grantland yazarı Kirk Goldsberry sezon başlamadan yazdığı bir yazıda James'in geri dönüşünün NBA tarihinin en büyük geri dönüşü olacağını belirtti. Post-up'unu geliştiren James önderliğinde Miami bu sezona tarihinin en iyi sezon başlangıcını yaparak girdi. Lokavt nedeniyle kısaltılmış 2011-12 sezonunu maç başına %53 şut yüzdesi ile 27.1 sayı, 7.9 ribaund, 6.2 asist ve 1.9 top çalma ortalamalarıyla bitirerek kariyerinde üçüncü kez MVP seçilme başarısı gösterdi. Takımı sezonu 46-20 dereceyle noktalayarak Doğu Konferansında Chicago Bulls'un ardından 2. sırada yer aldı. Play-off'lar sırasında Miami konferans yarı finalinde Indiana Pacers'a karşı 2-1 geriye düştü. Ancak James serinin dördüncü maçında 40 sayı, 18 ribaund, ve 9 asist ile oynayarak takımının maçı kazanmasını sağlayarak seride durum 2-2'ye geldi. Miami daha sonra Pacers'ı 6 maç sonunda 4-2 ile eleyerek tur atlayan taraf oldu. Konferans finalleri 6. maçında James takımının 3-2 seride geride olduğu kader karşılaşmasında New York Times'ın "kariyerini tanımlayan performans" olarak tanımladığı bir performans sergileyerek takımının maçı kazanmasını sağladı ve durum 3-3'e geldi. Maç istatistiği %73 şut isabeti yüzdesi ile 45 sayıydı. Miami serinin 7. maçını da kazanarak Finallere yükseldi ve Oklahoma City Thunder'ın rakibi oldu. Final serisi 4. maçının sonlarına doğru bacaklarına kramp girdi ve kenara gitmek zorunda kaldı. Ancak kısa bir süre sonra sakat sakat oyuna geri döndü ve maçın bitime 02:51 süre kala maçın kopmasını sağlayan çok kritik bir üçlük attı. Serinin 5. maçında James triple-double yaparak takımının Oklahoma City Thunder'ı yenmesinde önemli rol oynadı, seriyi de 4-1 kazanan Heat şampiyonluğa ulaştı ve bu onun kariyerinin ilk şampiyonluğu oldu. Seride maç başına 28.6 sayı, 10.2 ribaunt, ve 7.4 asist ortalamalarıyla oynayarak Finallerin MVP'si seçilme onuruna erişti. James'in bu play-off ortalamaları ise maç başına 30.3 sayı, 9.7 ribaund ve 5.6 asist'di. James 2012-13 sezonu Şubat ayında yakaladığı formla birçok rekor kırdı. Portland Trail Blazers maçıyla beraber üst üste 6 maçta %60 şut yüzdesi ile 30 sayı atarak bunu tarihte başaran ilk oyuncu oldu. %60'tan fazla şut yüzdesi ile bir ayda 200 isabet bulan tarihteki ilk oyuncu oldu. James ayrıca Mart, 1983'de başaran Kareem Abdul-Jabbar'dan sonra bir ay içinde birden fazla şut yüzdesi rekoru kıran ikinci oyuncu olma unvanına erişti. Bu dönemde takımı üst üste 27 maç kazanarak NBA tarihinin en uzun ikinci serisini yakalama başarısı gösterdi. Heat normal sezonu ise lig birincisi unvanıyla 66-16'lık dereceyle noktalayarak play-off'lara girdi. James de bu sezon bir kez daha MVP seçilerek kariyerinin hepsi son 5 sezonda olmak üzere 4. kez bu ödülü kazanma başarısı gösterdi. Onun normal sezon ortalamaları ise %56.5 şut yüzdesi ile maç başına 26.8 sayı, 8 ribaund, 7.3 asist ve 1.7 top çalmaydı. James Indiana Pacers ile oynanan Konferans finalleri serisi 1. maçında, uzatma dakikalarının son saniyesinde attığı turnikeyle takımına maçı kazandıran isim oldu. Seri boyunca sık sık yalnız kaldığı ve takımını tek başına sırtlamak zorunda kaldı, bunla ilgili medyada sürekli Cleveland günlerine geri döndü tarzı başlıklar atıldı. Çok çekişmeli ve zorlu geçen Pacers serisini Heat 4-3 ile geçerek finale yükseldi ve finalde San Antonio Spurs'ün rakibi oldu. Bu James için rövanş anlamına geliyordu çünkü 6 yıl önce Cleveland ile kariyerinde ilk kez NBA finale yükseldiğinde Spurs's süpürülmüşlerdi. Heat seride ilk 5 maç sonunda 3-2 geriye düştü, o kötü şut seçimleri ve isabet yüzdesi ile eleştiri alıyordu. Ancak altıncı maçta serideki ikinci triple-double'nı yaptı ve son çeyrekte 16 sayı atıp takımının maçı kazanıp durumun 3-3'e gelmesinde önemli rol oynadı. James serinin 7. maçında 37 sayı, 12 ribaund ile NBA finalleri tarihinin 7. maçının sayı rekorunu egale etti ve takımının maçı kazanarak şampiyon olmasında pay sahibi oldu. James ayrıca bu sezonda da Finallerin MVP'si seçilerek üst üste 2. kez bu onura erişmiş oldu. Final serisi istatistikleri maç başına 25.3 sayı, 10.9 ribaund, 7 asist, 2.3 top çalma ve play-off'lar genelinde ise maç başına 25.9 sayı, 8.4 ribaund ve 6.6 asist ortalamalarıyla oynadı. James 2013-14 sezonu'nda 3 Mart tarihinde oynanan Charlotte Bobcats karşılaşmasında 62 sayı atarak kariyer rekorunu kırdı. Ayrıca kulüp tarihinde 56 sayı atan Glen Rice'ın rekorunu kırdı ve takımın bir maçta en çok sayı atan oyuncusu olarak Heat tarihine geçti. Sezonu maç başına %56,7 şut yüzdesi ile 27.1 sayı, 6.9 ribaund ve 6.4 asist ortalamaları ile tamamladı. Play-off konferans yarı finali 4. maçında Brooklyn Nets'e karşı attığı 49 sayıyla kariyer play-off rekorunu egale etti. Bir sonraki turda takımı Heat Indiana Pacers'ıda geçerek üst üste 4. kez NBA finaline yükselme başarısı gösterdi ve bunu başaran tarihteki dört NBA takımından birisi oldu. Final serisi'nde birinci maçta dördüncü çeyreğin son 5 dakikasında bacağına kramp girdiği için oynayamadı ve buda Spurs'un maçı kazanıp seride 1-0 öne geçmesine yardımcı oldu. İkinci karşılaşmada %64 şut yüzdesi ile 35 sayı atarak seride durumun 1-1'e gelmesini sağladı. San Antonio daha sonra seriyi 5 maç sonunda 4-1 ile kazanarak şampiyon oldu ve Miami'nin three-peat yapmasına izin vermedi. James finallerde maç başına %57.1 şut yüzdesi ile 28.2 sayı, 7.8 ribaund ve 2 top çalma ile oynadı, play-off genelinde ise %56.5 ile maç başına 27.4 sayı, 7.1 ribaund ve 1.9 top çalma ortalamalarıyla oynadı. 25 Haziran tarihinde takımıyla kalan 1 yıllık sözleşmesini feshederek serbest kaldı ve "free agent" oldu. Jamesi 11 Temmuz, 2014 tarihinde Twitter'dan eski takımı Cleveland Cavaliers'e geri döndüğünü açıkladı. 2014–15 sezonu Ocak ayında sırt ağrılarıyla mücadele etti, fakat All-Star arasından sonra toparlanarak Cavaliers'ın tüm zamanlar asist lideri gibi çeşitli rekorlar kırdı. Onun normal sezon ortalamaları maç başına 25.3 sayı, 6 ribaunt ve 7.4 asist'idi. Play-off'lar ikinci turunda Chicago Bulls'la oynanan seride James, dördüncü karşılaşmanın sonunda attığı son saniye basketiyle takımının maçı kazanıp serinin 2-2 eşitlenmesini sağladı. Cavaliers konferans f
inalinde Atlanta Hawks'ı eleyerek NBA finali'ne yükseldi ve James ise üst üste beşinci kez finallere kalarak 1960'lardan sonra bunu başaran tarihteki ilk oyuncu oldu. Kyrie Irvıng ve Kevin Love yokluğunda James, final serisinde maç başına 35.8 sayı, 13.3 ribaund, ve 8.8 asist ortalamalarıyla oynadı, ama Cavaliers şampiyonluğu Golden State Warriors'a 4-2 yenilerek kaptırdı. 2015-2016 Sezonunda ise tekrar Golden State Warriors ile finalde karşı karşıya geldiler.Bu Lebron James için intikam niteliğide taşıyordu.Seriyi 4-3 kazanarak Cleveland Cavailers'ın tarihindeki ilk şampiyonluğunu kazandırdı. James ABD millî takımı formasını ilk kez Atina, Yunanistan'da düzenlenen 2004 Yaz Olimpiyatları'nda giydi. ABD olimpiyat takımı antrenörü Larry Brown yaptığı bir açıklamada onun star rolüne alışık olduğunu bildiğini ancak millî takımda bir rol oyuncusu olacağını söyledi. James turnuva boyunca bench oyuncusu olarak süre aldı, ve sekiz maçta maç başına 14.6 dakika ortalama sürede 5.8 sayı ve 2.6 ribaund ile oynadı. Takımıysa turnuvayı 3.'lükle yani bronz madalya kazanarak noktaladı ve bu takım olimpiyatlarda altın madalya kazanamadan ülkesine dönen tek ABD millî takımı olarak tarihe geçti. James aldığı sınırlı ve çok düşük süreleri kendisine yeterli şans verilmediği niteliğinde yorumluyordu. Olimpiyatlar sırasında koçuna sitem etmesi ve onun bu tutumu köşe yazarları Adrian Wojnarowski ve Peter Vecsey tarafından saygısızlık ve görgüsüzlük olarak değerlendirildi. Japonya'da düzenlenen 2006 FIBA Dünya Şampiyonası'nda James'in rolü biraz da olsa arttı ve yardımcı kaptan olduğu turnuvayı maç başına 13.9 sayı, 4.8 ribaunt ve 4.1 asist ortalamaları ile tamamladı. Takımı turnuvada 8 galibiyet 1 mağlubiyet ile yarı finalde Yunanistan'a elenerek bir kez daha bronz madalya kazandı. Fakat James'in davranışları turnuva sonunda bir kez daha tartışma konusu olmuştu. James'in 2008 Yaz Olimpiyatları kadrosuna alındığı duyurulduktan sonra ABD takımı müdürü Jerry Colangelo ve baş antrenör Mike Krzyzewski ona davranışlarını düzeltmesi için bazı tavsiyelerde bulundular ve oda dediklerini dinledi. 2007 FIBA Amerika Şampiyonası finalinde Arjantin ile oynanan karşılaşmada 31 sayı attı ve turnuva genelinde ise maç başına 18.1 sayı, 3.6 ribaund ve 4.7 asist ortalamaları ile oynadı. ABD millî takımı Pekin'de düzenlenen 2008 Olimpiyatları'nda 10-0 dereceyle altın madalya kazandı. James final maçında İspanya'ya karşı 14 sayı 6 ribaund ve 3 asist ile oynadı. Turnuva sonunda yaptığı açıklamada "Bazı insanların millî takım formasını giymenin onurunun farkında olduğunu sanmıyorum ve ben artık bunu kesinlikle biliyorum. Daha önceki davranışlarım için herkesten özür dilerim" dedi. Böylece ABD millî takımı 2000 yılından bu yana ilk kez bir olimpiyatta altın madalya kazandı. James 2010 FIBA Dünya Şampiyonası'nda kadroya gençlerin dahil edillmesi sebebiyle alınmadı, ancak 2012 Yaz Olimpiyatları'nda kadroya alındı. Bu turnuvada o 34 yaşındaki Kobe Bryant ile takımın liderliğini üstlenmesi beklenirken sayı yükünü genel olarak Kevin Durant çekti. Her ne kadar isminin popülerliği nedeniyle takımın lideri gibi gözükse de bu turnuvada takımının maçlardaki kritik yerlerinde sahne almayı seçti. Turnuvanın ilk maçında triple-double yaparak olimpiyat tarihinde bunu başaran ilk Amerikalı oyuncu olarak millî takım tarihine geçti. Takımı finalde İspanya'yı yenerek bir kez daha altın madalyaya ulaştı. James'te final maçında 19 sayı atıp takımının galibiyetine destek vermesinin yanında bu maç itibarıyla millî takım tarihinin tüm zamanların en skorer oyuncusu oldu. Ayrıca Michael Jordan'dan sonra bir sezonda MVP ödülü, NBA şampiyonluğu ve olimpiyat madalyası kazanan 2. oyuncu oldu. 2.03 boyunda, 113 kg ağırlığında bulunan James, bazı spor analistleri tarafından spor tarihinin en büyük fiziğe sahip oyuncularından birisi olarak gösterilmektedir. Genel olarak Kısa forvet ve Uzun forvet pozisyonlarında görev alsa da, takımı ihtiyaç duyduğu zaman Oyun kurucu olarak da oynayabilmektedir. Şu ana kadarki kariyer istatistikeri maç başına 27.5 sayı, 7.2 ribaund, 6.9 asist ve 1.7 top çalmadır, o NBA'deki en komple ve en yönlü oyunculardan birisi olarak gösterilir, ve sürekli Hall of Famer oyuncular Oscar Robertson, Magic Johnson ve Michael Jordan ile karşılaştırılmaktadır. James ligdeki ikinci sezonundan bu yana NBA Yılın Beşi'ne, 2009 yılından bu yana En İyi Savunma Beşi'ne ve ilk yılında Yılın Çaylağı seçilme başarıları gösterdi. 4 kez MVP ödülünü kazanarak bunu başaran Kareem Abdul-Jabbar, Bill Russell, Wilt Chamberlein ve Michael Jordan'dan sonraki 5. oyuncudur. James şu ana kadar kariyerindeki asıl hedeflerinden birisi olan Yılın Savunma Oyuncusu Ödülünü kazanma başarısı gösteremedi, 2 kez oylamalarda 2. sırada yer aldı. Ayrıca 2011 yılında ESPN ve "Sports Illustrated" tarafından NBA'de sezonun en iyi oyuncusu seçildi. James Cleveland'da oynadığı dönemde Puan forvet yani Oyun kurucu vasıflı Forvet olarak oynuyordu. Hücum yeteneklerinin sınırı olmasa da o dönemde takım arkadaşlarına asist yapmayı sayı kadar düşünüyordu. Şu anda Dünya ve NBA'deki en iyi Slasher yani delici basketbolculardan birisi olarak tanınır. Cleveland'da oynadığı dönem boyunca maçların son saniyelerini iyi oynayamaması ve şutunun tam anlamıyla güvenilir olmaması sebebiyle eleştiriliyordu, fakat Miami'deki baş antrenörü Erik Spoelstra'nın sayesinde bu problemleri belli bir oranda da olsa aştı. 2012 yılının yaz aylarında James üçlük konusunda daha fazla zaman harcayarak o sezon kariyerinin en düşük rakamı sadece 149 üçlük denedi ve böylece artık daha az üç sayılık şut denemektedir. Daha sonra şutlarında ciddi bir aşama kaydeden James antrenörünün yardımıyla şutlarını daha doğru seçmeye başladı ve 2012-13 sezonunda NBA'de 2 sayılık şut yüzdesinde genel oyuncular arasında ikinci sırada yer aldı. Kariyeri boyunca onun Oyun kuruculuk yetenekleri övüldü, bir makalade "'Sports Illustrated" kanalı yorumcusu Rob Mahoney onu "fantastik pasör" olarak nitelendirdi. James'in en büyük avantajlarından biri de fiziğinin verdiği avantajla iyi bir savunma oyuncusu olmasıdır. Ayrıca saha görüşünün iyiliği sayesinde 2013 yılında takım arkadaşlarına yaptığı maç başına 2.6 üçlük asistiyle bu alanda sezon lideri oldu. James'in en büyük dezavantajı ise faul atışı yüzdesidir, ESPN yorumcusu Tom Haberstroh yaptığı bir açıklamada onun faul yüzdesini "ortalama" olarak değerlendirdi. Kariyerinin başında o, her zaman kötü bir savunma oyuncusu olarak görüldü, ama yıllar içinde giderek düzeldi. Cleveland'da oynadığı dönemin sonlarına doğru özellikle savunmada çok aşama kaydetti ve blok ortalamasınıda ciddi bir şekilde arttırdı. Miami'de oynamaya başladığından beri James, çok daha yönlü bir savunma oyuncusu haline geldi ve neredeyse 5 pozisyonu birden savunabilmektedir. Takım arkadaşları Shane Battier ve Dwyane Wade ile birlikte yaptıkları agresif savunmayla ligin en iyi savunma takımlarından birisini oluşturmaktadırlar. James takımı çok iyi bir ribaunt takımı olmaması sebebiyle sık sık ribaund'a girmektedir. 2014 yılında savunma düzeyinin ciddi bir şekilde düşmesiyle herkes tarafından eleştiri ve tepki aldı. James'in deliciliğe ve fiziğe dayalı oyun stili kariyeri boyunca çok sık inceleme konusu oldu. Özellikle takımının ona ihtiyaç duyduğu anlarda ya da maç sonlarında topu almaması ve iyi kullanamaması sebebiyle sık sık eleştiriye mağruz kaldı. 2011 yılındaki bir röportajda Dwyane Wade ve Chris Bosh ona takımın maçta zorlandığı dakikalarda daha çok yardımcı olacağını belirttiler ve Wade ise takımın 2. oyuncusu konumunda olacağını belirtti. Öte yandan 2012 yılı yazında ESPN yorumcusu Henry Abbott tarafından yapılan bir araştırmada onun sezon şut yüzdesinin Ray Allen ve Kobe Bryant'tan daha iyi olduğu ortaya çıktı. Ayrıca ESPN tarafından 2012 Playoff'ları genelinde gösterdiği performans NBA tarihinin en iyi 3. bireysel performansı seçildi. James devam eden kariyeri boyunca birçok başarı kazandı ve rekor kırdı. Bazıları aşağıda yazmaktadır: Siçuan Stadyumu Siçuan Stadyumu, Çin'in Çengdu şehrinde 1999 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Siçuan Stadyumu, 40.000 seyirci kapasitelidir. Şantung Stadyumu Şantung Stadyumu, Çin'in Jinan şehrinde 1988 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Shandong Stadyumu, 43.700 seyirci kapasitelidir. Qinhuangdao Olimpik Spor Stadyumu Qinhuangdao Olimpic Spor Stadyumu, Çin'in Qinhuangdao şehrinde 2004 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Qinhuangdao Olimpik Spor Stadyumu, 35.000 seyirci kapasitelidir. Qilihe Stadyumu Qilihe Stadyumu, Çin'in Lanzhou şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Qilihe Stadyumu, 40.000 seyirci kapasitelidir. New Plaza Stadyumu New Plaza Stadyumu, Çin'in Foshan şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı New Plaza Stadyumu, 1991 altıncı FIFA Kadınlar Dünya Kupası müsabakaları ile birlikte hizmete açıldı. Stadyum 14.000 seyirci kapasitelidir. Nankin Olimpik Spor Merkezi Nankin Olimpik Spor Merkezi, Çin'in Nankin şehrinde 2005 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol ve atletizm müsabakalarının yapıldığı "Nanjing Olimpik Spor Merkezi", 60.000 seyirci kapasitelidir. Jinzhou Stadyumu Jinzhou Stadyumu, Çin'in Dalian şehrinde 1997 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Jinzhou Stadyumu, 40.000 seyirci kapasitelidir. Jiaodaruisun Stadyumu Jiaodaruisun Stadyumu, Çin'in Xi'an şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Jiaodaruisun Stadyumu, 51.000 seyirci kapasitelidir. Jilin Halk Stadyumu Jilin Halk Stadyumu, Çin'in Jilin şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Jilin Halk Stady
umu, 50.000 seyirci kapasitelidir. Jiangmen Stadyumu Jiangmen Stadyumu, Çin'in Jiangmen şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Jiangmen Stadyumu, 1991 altıncı FIFA Kadınlar Dünya Kupası müsabakaları ile birlikte hizmete açıldı. Stadyum 40.000 seyirci kapasitelidir. Huanglong Stadyumu Huanglong Stadyumu, Çin'in Hangzhou şehrinde 2000 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Huanglong Stadyumu, 48.000 seyirci kapasitelidir. Hongkou Stadyumu Hongkou Stadyumu, ((虹口足球场)) Çin'in Şangay şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Hongkou Stadyumu, 35.000 seyirci kapasitelidir. Bu stadyum ilk inşa edilişinden 46 yıl sonra 1999 tarihinde büyük bir tamirattan geçti. Hongchen Stadyumu Hongchen Stadyumu, Çin'in Qingdao şehrinde 1999 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Hongchen Stadyumu, 40.000 seyirci kapasitelidir. Mayıs Güneşi Mayıs Güneşi (İspanyolca: "Sol de Mayo") Arjantin ve Uruguay ülkelerinin, bayraklarında da kullandıkları ulusal simgeleridir. İnka uygarlığındaki Güneş Tanrısı Inti'den esinlenerek yapılan bu simgenin üzerinde somurtkan bir güneş yer alır. Bu güneşten sekizi kıvrımlı, sekizi de düz olmak üzere toplam 16 kol uzanır. Plastik patlayıcı Plastik patlayıcı, diğer patlayıcılara göre kolaylıkla şekil verilebilmesi ve daha geniş bir ısı aralığında kullanılabilmesi ile avantajlı olan bir patlayıcı türüdür. Şekillendirilebilmesi ve istenen büyüklükte parçalara bölünebilmesi sayesinde Özellikle tahrip işlemleri için idealdir. İkinci dünya savaşı sırasında ve hemen savaştan sonra kompozisyon C, C2 ve C3 isimli çeşitli oranlarda RDX içeren plastik patlayıcılar ortaya çıkmıştır. Soğuk havalarda gevrekleştiği için 1960'lı yıllarda C3'ün yerini C-4 almıştır. Çek kimyager Stanislav Brebera 1960'larda RDX, PETN, bağlayıcılar ve stabilizatörlerin karışımlarından oluşan güçlü bir plastik patlayıcı olan Semtex'i geliştirmiştir. Semtex, kokusuz olması nedeniyle köpekler tarafından da sezilemediği için terör saldırılarında da sıklıkla kullanılmıştır. Bu nedenle Brebera patlayıcının kolay bulunabilmesi için karışıma özel bir koku verici ve metal ihtiva eden bir madde eklemiştir. Plastik patlayıcılar bina yıkımı ve askeri amaçlarla istihkamcılar için her türlü tahrip işlemlerinde kullanılır. Arjantin bayrağı Arjantin bayrağı, Arjantin devletinin resmi bayrağına verilen isim olup, 3 yatay şeritten oluşur. Üst ve alttaki şeritler gök mavi, ortadaki şerit ise beyaz renktedir. Beyaz şeritte Mayıs Güneşi diye adlandırılan ulusal amblem yer alır. 1812 yılında bağımsızlığını kazanan Arjantin'in şu anki bayrağında bulunan açık gök mavi (#9BC4E2), beyaz renk bütünlüğü ilk olarak bağımsızlık hareketı lideri Manuel Belgrano tarafından kullanılmıştır. Bir inanınışa göre Arjantin Bağımsızlık Harekatı sırasında komutan Manuel Belgrano tüm askeri birliklerin aynı rengi kullandıklarını (İspanyol sarısı ve kırmızısı) farketmiş bunun için yeni renk arayışına girmiştir. Mavi gökyüzündeki beyaz bulutların gökyüzü ile uyumunu gören Belgrana bu iki rengi kullanmak konusunda karar kılmıştır. Renkleri seçmesinde o günkü iklim şartları da önemli etmen olmuştur. Kurtuluş, Çankaya Ankara'nın Çankaya ilçesine bağlı bir semttir. İtalyan şehir devletleri İtalyan şehir devletleri Cenova, Venedik ve Napoli Krallığıdır. Cenova İtalya yarımadasının batısında, Venedik İtalyan yarımadasının doğusunda Dalmaçya kıyılarında, Napoli Krallığı ise güney İtalya'da kurulmuştur. Kuzey İtalya o dönemlerde Roma kilise devletine aitti. Wilhelm Wundt Wilhelm Maximilian Wundt (16 Ağustos 1832 – 31 Ağustos 1920), Alman fizyolog, psikolog, filozof, profesör, tıp doktoru ve modern psikolojinin kurucularından. Almanya Leipzig'de 1879 yılında ilk psikoloji laboratuvarını kurarak deneysel psikolojinin adımlarını atmıştır. Zihnin yapısını incelemeye alan yapısalcılık ekolünün kurucusu sayılır. Almanya'da Leipzig Üniversitesi'nde kurulan bu laboratuvar sayesinde insan davranışlarının sebepleri bilimsel ortamda araştırmaya tabi tutulmuştur. Wundt özellikle "KBY" olarak bilinen "konfüzyonel beden algısı" isimli konuda yaptığı çalışmaları ile kendisinden söz ettirmiştir. Şu an bu çalışmaların psikolojik alanda geçerliliği bulunmamaktadır. 16 Ağustos 1832’de Almanya’nın küçük bir taşra kasabasında Protestan bir papazın en küçük oğlu olarak dünyaya geldi. Okulda başarısız bir öğrenciydi fakat saatlerce kitap okurdu. Çocuklukta en çok bilimsel aktiviteler ilgisini çekerdi. Spora olan ilgisi ise çok azdı. Tek bir arkadaşı vardı, o da konuşma zorluğu çeken zihinsel özürlü bir çocuktu. W. Wundt’un babası Luther yanlısı bir papazdı. Eğlenceli ve sosyal bir aile ortamında yetişmesine rağmen W. Wundt’un babası ile arası pek iyi değildi. Örneğin, babası bir gün okula W. Wundt’u ziyarete gelmiş ve Wundt’un dersi dikkatli dinlemediğini öğrenince ona tokat atmıştı. Öyle ki Wundt seksen yaşına geldiğinde bile, çocukluğunda babasını izlemeye çalışırken merdivenlerden nasıl düştüğünü dün gibi hatırlıyordu. W. Wundt’un eğitimini babasının bir asistanı olan genç bir mahalle papazı üstlendi. Genç asistan mahalleden taşındıktan sonra Wundt da onunla gitmek için ailesinden izin istedi ve on üç yaşına kadar onunla birlikte yaşadı. Lisedeki ilk senesinde sınıfı geçemedi. Arkadaşlarıyla geçinemezdi, öğretmenlerinden biri ona sürekli tokat atıyor, diğer öğretmenleri ise onu ciddiye almıyorlardı. Okul hayatından hiç hoşlanmıyordu fakat on dokuz yaşına geldiğinde üniversite için hazırdı. Doktor olmaya karar verdi ve tedaviye yönelik çalışmaları için Tübingen Üniversitesinde bir yılını geçirdi. Kitap okumaktan oluşan tıp eğitiminden sıkılmıştı ve bir yıl sonra Heildelberg Üniversitesi’nin kimya programına kaydoldu. Burada anatomi, fizyoloji, kimya ve ilaç dersleri aldı ve ilk laboratuvar çalışmalarını yaptı. İdrarının bileşimindeki tuzun eksikliğinin etkisini araştıran bu çalışması yayınlandı. O dönemlerde laboratuvar olmadığı için hayvanlarla ilgili çalışmalarını annesinin mutfağında gerçekleştirdi. Berlin’de Fizyolog Johannes Müller ile sömestirlik çalışmasından sonra 1855’te doktorasını yapmak için Heildelberg’e döndü ve burada dört yıllık doçentlik süreci başlamış oldu. 1858 yılında Hermann von Helmholtz’un asistanı oldu. 1864’te yardımcı profesör oldu. 1867’de ilk fizyolojik psikoloji dersini verdi. 1874’e kadar Heidelberg’de kaldı. 1875’te Leipzig Üniversitesi’nin felsefe kürsüsünde bir pozisyon aldı. Bir deneyselcinin bu kürsüye başkan olması cesur bir yenilik olarak görüldü. Dersleri psikoloji ve felsefeyle sınırlı kaldı ve deneysel çalışmaları 1879’a kadar başlamadı. W. Wundt’un deneysel bir bilim olarak psikolojiyle ilgili ilk fikirleri ‘Duyusal Algılama Teorilerine Katkıları’ adlı kitabında yer almıştır. Thedor Fechner’in Elementler(1860) adlı kitabıyla Wundt’un bu çalışmaları yeni bilimin literatür alanındaki doğuşu olarak düşünüldü. İkinci kitabı da ‘İnsan ve Hayvan Zihinleri Üzerine Dersler’dir. Bu kitap, zihnin deneysel yollarla çalışılmasını ele alan bir kitaptır. Bir diğer kitabı olan ‘Fizyolojik Psikolojinin İlkeleri’ 1873-1874 yıllarında iki cilt halinde basılmıştır. Bu kitap psikolojinin bir laboratuvar bilimi olarak resmen kurulmasını sağladı. Fizyolojik kelimesi Almanca’da deneysel kelimesinin eş anlamlısıdır. Aslında Wundt fizyolojik psikolojiyi değil deneysel psikolojiyi yazıp öğretiyordu. 1879 yılında psikolojinin felsefeden ayrı bir bilim olarak kurulmasını sağlayan laboratuvarı Almanya’nın Leipzig kentinde kurdu. Bu laboratuvar harap bir binada, içinde platformlar, çeşitli toplar, telgraf anahtarları ve metronomlar gibi basit aletlerin bulunduğu odalardan ibaretti. Bu tarih aynı zamanda bir fizyolog ve felsefeci olan W. Wundt’un bir psikolog oluşunun da tarihiydi. 1881 yılında ‘Felsefe Çalışmaları’ adlı dergiyi çıkarttı. Aslında dergiye Psikoloji Çalışmaları adını verecekti ama aynı isimle başka bir dergi olduğu için bu ismi veremedi. 1906 yılında ise derginin adını ‘Psikoloji Çalışmaları’ olarak değiştirdi. W. Wundt’un dersleri o kadar popülerdi ki bir keresinde dersini dinlemeye gelen 600 kişi vardı. W. Wundt’un öğrencileri arasında çok önemli kişiler vardı ve bu öğrenciler belirli bir görüş açısı ve amaç etrafında birleştirerek psikolojideki düşünce ekollerinin oluşuna katkıda bulundular. Wilhelm Wundt, kurduğu laboratuvar ile modern psikolojinin babası olarak kabul edilir.  Kontrollü laboratuvar koşullarında insan zihnini araştırmaya çalışmıştır. İlk çalışmalarında hocası Hermann Von Helmholtz’un izinde gitmiş ve duyu algılamasıyla ilgili çalışmalar yapmıştır. W. Wundt, duyumları incelerken bilinci araç olarak kullanmış ve psikoloji için “içebakış” yöntemini en uygun yöntem olarak görmüştür. İçebakış yöntemi, bireyin kendisine ne düşündüğünü ne hissettiğini soran, kısaca bireyden kendi subjektif hallerine dair bir açıklama yapmasını isteyen yöntemdir. Bu yöntem analitik bir yöntemdir. Çünkü bilinci en küçük parçalarına ayırıp bu parçaların nasıl organize olduğunu ve organizasyonu sağlayan kuralları belirlemek ister. Bu yüzden Wundt ve takipçilerine Yapısalcı ve yaklaşımlarına da Yapısalcılık denilmiştir. Yapısalcılık ise, bilinçli tecrübelerimizi oluşturan en temel unsurlardan olan duyum ve algıların incelenmesi şeklinde tanımlanabilir. İçebakış yöntemi ilk defa W. Wundt ile ortaya çıkmamıştır. Bu yöntemin kullanımı Sokrates’e kadar uzanmaktadır. W. Wundt’un getirdiği asıl yenilik içebakış koşulları üzerinde deneysel kontrolü tam olarak sağlama uygulamalarıdır. W. Wundt’a göre içebakış yönteminin laboratuvarda kullanımı için kesin kuralları şöyledir: 1.Gözlemciler sürecisin ne zaman başlayacağını belirleyebilmek zorundadır. 2. Gözlemciler hazır olma veya dikkat kesilme durumunda olmak zorundadır. 3. Gözlemi birkaç defa tekrar etmek mümkün olmalıdır. 4. Deneysel koşullar uyarıcının kontro
llü manipülasyonuna elverişli olmak zorundadır. Zihnin araştırılmasında dolaylı ve dolaysız yaşantılar olmak üzere iki kavramdan bahseder. Wundt’a göre psikologların üzerinde durması gereken konu dolaysız yaşantılar olmalıdır çünkü dolaysız yaşantılar deneyimin kendisi hakkında bilgi verir. Buna yönelik olarak yaptığı çalışmalarında toplar ve metronomlar kullanmıştır. Kişilerden bu topları platformdan yuvarladıklarında ya da metronom sesini dinlediklerinde o an neler hissettiklerini anlatmalarını istemiştir. Bu hisler Wundt için zihin yapısının en önemli parçalarıdır. W. Wundt, kendi içebakışsal yönteminden yola çıkarak üç boyutlu duygu teorisini geliştirmiştir. Metronom sesinin insanlarda yarattığı duyguları 3 kategoriye ayırmıştır: Hoş/hoş olmayan, gerilim/rahatlama ve heyecan/çöküntü. Her duygunun bu 3 boyuttan birine yerleştirilebileceğini savunmuştur. W. Wundt, çocuk psikolojisi ve hayvan psikolojisi üzerine çalışmalar yapmamıştır çünkü bu konularda deneysel olarak çalışma yapılamayacağını düşünmüştür. 1900-1920 yılları arasında yazdığı Halk Psikolojisi adlı kitabıyla yeni bir bilim olan psikolojinin Deneysel ve Sosyal Psikoloji olarak ikiye ayrılmasını sağlamıştır. Völkerpscychologie’nin (Halk Psikolojisi) sosyal psikolojinin kökeni olarak kabul edilmesi, Wundt ‘un sosyal psikolojinin kurucusu olarak görülmesini sağlamıştır. Fakat bu temelsiz bir iddiadır. W. Wundt’un düşünceleri sosyal psikolojiye dönüşmüş olan şeye neredeyse hiç benzememektedir. İlk sosyal psikologlar da bu düşüncelerden söz etmemişlerdir. Wundt laboratuvar deneyleri ile duyum, algı, dikkat gibi basit zihinsel süreçlerin incelenebileceğini savunurken yüksek zihinsel süreçlerin (bellek, öğrenme vb.) deneysel yöntemlerle incelenemeyeceğini savunmuştur. Yüksek düzeyli zihinsel süreçlerin incelenmesinin sosyologların ve antropologların deneysel olmayan yöntemleriyle incelenmesi gerektiğini söylemiştir. Fakat H. Ebbinghaus gibi araştırmacılar yaptıkları çalışmalarla W. Wundt’un savunduğu gibi yüksek düzeyli zihinsel süreçlerin deneysel olarak incelenmesinin imkansız olduğu görüşünün doğru olmadığını göstermiştir. Zhongshan Stadyumu Zhongshan Stadyumu, Çin'in Zhongshan şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Zhongshan Stadyumu, 1991 altıncı FIFA Kadınlar Dünya Kupası müsabakaları ile birlikte hizmete açıldı. Stadyum 12.000 seyirci kapasitelidir. Liuzhou Spor Merkezi Liuzhou Spor Merkezi, Çin'in başkenti Pekin'de çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Liuzhou Spor Merkezi, 35.000 seyirci kapasitelidir. Yuexiu Dağı Stadyumu Yuexiu Dağı Stadyumu, Çin'in Guangzhou şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Yuexiu Dağı Stadyumu, 35.000 seyirci kapasitelidir. Yuanshen Spor Merkezi Stadyumu Yuanshen Spor Merkezi Stadyumu, Çin'in Şangay şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Yuanshen Spor Merkezi Stadyumu, 20.000 seyirci kapasitelidir. Ying Dong Stadyumu Ying Dong Stadyumu, Çin'in Panyu şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Ying Dong Stadyumu, 1991 altıncı FIFA Kadınlar Dünya Kupası müsabakaları ile birlikte hizmete açıldı. Stadyum 16.000 seyirci kapasitelidir. Yanji Halk Stadyumu Yanji Halk Stadyumu, Çin'in Yanji şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Yanji Halk Stadyumu, 50.000 seyirci kapasitelidir. Tianhe Stadyumu Tianhe Stadyumu, Çin'in Guangzhou şehrinde 1987 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Tianhe Stadyumu, 60.000 seyirci kapasitelidir. TEDA Futbol Stadyumu TEDA Futbol Stadyumu, Çin'in Tientsin şehrinde 2004 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı TEDA Futbol Stadyumu, 36.000 seyirci kapasitelidir. Suzhou Şehir Stadyumu Suzhou Şehir Stadyumu, Çin'in Suzhou şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Suzhou Şehir Stadyumu, 30.000 seyirci kapasitelidir. Xi'an Halk Stadyumu Xi'an Şehir Halk Stadyumu Çin'in Xi'an şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı bu stadyum, 18.000 seyirci kapasitelidir. Shenyang Spor Merkezi Shenyang Spor Merkezi, Çin'in Shenyang şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Shenyang Spor Merkezi, 55.000 seyirci kapasitelidir. Shaoguan Şehir Stadyumu Shaoguan Şehir Stadyumu, Çin'in Shaoguan şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Shaoguan Şehir Stadyumu, 40.000 seyirci kapasitelidir. Leifeng Stadyumu Leifeng Stadyumu, Çin'in Shenyang şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Leifeng Stadyumu, 32.000 seyirci kapasitelidir. Edgar Morin Edgar Morin (Edgar Nahoum) (d. 8 Temmuz 1921), Sefarad kökenli Fransız filozof ve sosyologdur. Akademik disiplinler arasındaki sınırları reddeden disiplinlerarası çalışmalarıyla tanınır. 8 Temmuz 1921 tarihinde "Edgar Nahoum" adıyla Paris'te doğdu. Paris'te eğitim gördü. II. Dünya Savaşı'nda teğmen rütbesiyle Fransız Ordusu'nda savaştı. Fransa'nın işgalinden sonra, Fransız direniş hareketinde yer aldı ve 1941 yılında Komünist Parti'ye katıldı. 1945 yılında "Violette Chapellaubeau" ile evlendi ve Almanya'da askeri ataşe olarak görev yapmak üzere karısı ile birlikte Landau'ya yerleşti. 1946'da, Paris'e geri döndü ve Komünist Parti'deki etkinliklerine devam etmek için askerliği bıraktı. Ancak eleştirel tavrından dolayı partiyle arası gitgide açılmaya başladı ve 1951 yılında "Le Nouvel Observateur"a yazdığı bir makalenin ardından partiden ihraç edildi. Aynı yıl Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi'ne (CNRS) kabul edildi. 1950'li yıllarda gazetecilik yaptı. 1954-1962 yılları arasında kendi kurmuş olduğu "Arguments" dergisini yönetti ve "Communications" 'in genel yayın müdürlüğünü yaptı. 1959 yılında ilk kitabı, "Autocritique" yayınlandı. 1989 yılına kadar CNRS'de araştırmacı ve bölüm başkanı olarak görev yaptı. "Karmaşık Düşünce Derneği" 'ni kurdu. 1960'da Jean Rouch ile "Chronique d'un été" filmini çekti. 1948-1950 yıllarında kaleme aldığı "İnsan ve Ölüm" (L'Homme et la Mort), biyoloji ile insan bilimi arasındaki bağlantı ve kopuş noktasını araştırır. Morin, 1973 yılında yazdığı "Kaybolmuş Paradigma" adlı kitabında da aynı konuyu irdeler ve şöyle der: “...tarihöncesi, etnoloji, tarih, sosyoloji, çocuk psikolojisi, yani kısaca psikoloji üzerinde temellenen ölüm antropolojimiz, şimdi kendini gerçekten bilimsel olarak kanıtlamak istiyorsa, biyolojik teyidini bulmalıdır”. "Kaybolmuş Paradigma", insanlık tarihine yönelik olarak hem bir dönemeç, hem de çıkış noktasına geri dönüş şeklinde değerlendirilmektedir. Morin'e göre hiçbir bilim hataya karşı bağışık değildir, her bilgi kendi içinde hatalı olma ve yanılsama taşıma tehlikesine açıktır. Akılcılık Batı'nın tekelinde değildir. Batı paradigmaları ayırımcı, ikici ve damgalayıcıdır. Bunun için belirsizi beklemek, "yeni" ortaya çıktığında onu çarpık paradigmanın içinde konumlandırmaktan kaçınmak ve paradigmayı yeniden gözden geçirmek gerekmektedir. Morin insanlık tarihinin ilerleme ve gerileme, yenilik ve yıkıcılık çatışkısıyla geliştiğini ve bilimlerin gerçekliği farklı farklı taraflara çekerek, sorumluluk ve dayanışmayı yok ettiğini ileri sürer. Morin'e göre, uzmanlaşma bilgiyi parçalamış; bunun sonucunda felsefe kendi içine kapanmış, iktisat insani bakımdan en geri kalmış bilim olmuştur. Tek boyutluluk yüzünden sorunlar üzerine düşünülemez hale gelinmiş, kör zeka insanı bilinçsiz ve sorumsuz kılmış ve insan bağlam, bütün, çok boyutluluk ve karmaşıklığı göremez hale gelmiştir. Morin, ortaya koyduğu bu sorunun çözümünün antropoetik olduğunu söyler. Bilgi, kendi konumunu bağlamına oturtmalı, "neredeyiz?", "nereden geldik?", "nereye gidiyoruz?" sorularına yanıt aramalıdır. Morin, bir anlayış etiğinin üç ilkesini verir: (1)Benmerkezcilik, etnikmerkezcilik, toplummerkezciliğin neden olduğu olumsuzluklara karşı iyi düşünmek, (2) durmadan öğrenmek, tekrar öğrenmek ve (3) içebakış ve hoşgörü. Morin küreselleşmeyi de sorunsallaştırır. Günümüzde kültürlerin çeşitliliği ve küreselleşmenin olağanüstü boyutlarda olduğunu, fakat küreselleşmenin birleştirici mi yoksa parçalayıcı mı olduğunun belli olmadığını söyler. Modernliğin öldüğünü ve insanlığın çok kimlikli bir yeryüzü yurttaşlığına doğru gittiğini ileri sürer. Morin'e göre demokrasi mükemmel bir sistem değildir, halâ kendi içinde eksiklikleri vardır. Ayrıca demokrasi henüz her yerde gerçekleşmemiştir, totaliter rejimler yeryüzündeki varlığını korumaktadır ve ancak düşünce reformuyla, insanlık siyasetiyle, gerçek hümanizm ve Dünya-Vatan bilinci ile bu konuda bir ilerleme sağlanabilir. Delta Stadyumu Delta Stadyumu, Endonezya'nın Sidoardjo şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Delta Stadyumu, 35.000 seyirci kapasitelidir. Mattoangin Stadyumu Mattoangin Stadyumu, Endonezya'nın Makasar şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Mattoangin Stadyumu, 30.000 seyirci kapasitelidir. Teladan Stadyumu Teladan Stadyumu, Endonezya'nın Medan şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Teladan Stadyumu, 40.000 seyirci kapasitelidir. Mandala Stadyumu Mandala Stadyumu, Endonezya'nın Jayapura şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Mandala Stadyumu, 30.000 seyirci kapasitelidir. Jakabaring Stadyumu Jakabaring Stadyumu, Endonezya'nın Palembang şehrinde 2004 yılında çok amaçlı olarak inşa edil
en bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Jakabaring Stadyumu, 40.000 seyirci kapasitelidir. Lagaligo Stadyumu Lagaligo Stadyumu, Endonezya'nın Kato Palopo şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Lagaligo Stadyumu, 50.000 seyirci kapasitelidir. Siliwangi Stadyumu Siliwangi Stadyumu, Endonezya'nın Bandung şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Siliwangi Stadyumu, 20.000 seyirci kapasitelidir. Justin McCarthy Justin A. McCarthy (d. 19 Ekim 1945), Louisville Üniversitesi'nde Amerikalı tarih profesörüdür. Uzmanlık alanları arasında Osmanlı İmparatorluğu, Balkanlar ve Orta Doğu tarihi bulunmaktadır. McCarthy, felsefe okuyarak başladığı meslek hayatında zamanla tarihe yönelmiş, 1967-1969 yılları arasında Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi'nde de görev yapmıştır. Doktorasını 1978 yılında Kaliforniya Üniversitesi'nde (UCLA) tamamlamış, daha sonra Boğaziçi Üniversitesi tarafından da fahri doktora unvanına layık görülmüştür. Ayrıca McCarthy Türkiye Çalışmaları Enstitüsü'nün () yönetim kurulundadır. Yazdığı kitaplarda, yüz binlerce Ermeni'nin ve en az bir o kadar Müslüman Türk'ün öldüğünü kabul etmekle beraber Ermeni Soykırımı'nı reddeder. ABD'deki en büyük Ermeni kuruluşu olan Amerika Ermeni Komitesi "ANCA" ise McCarthy'nin Türk Hükümeti tarafından desteklendiği konusunda iddiaları vardır. Bu iddialar, McCarthy'i üzmüş ve "Bana göre bunların en kötüsü ise en nefret ettiğim şey olan politize olmuş milliyetçi bir bilim adamı olmakla suçlanmak olmuştur. Neden bunları söylediğime dair doğru olmayan sebepler uyduruldu. Annemin Türk olduğu, karımın Türk olduğu, Türk Devleti tarafından büyük paralar aldığım gibi. Bunların hiçbirisi doğru değildir, ancak doğru olsalardı bile yazılarımı bir parça etkilemeyeceklerdi. Bir bilim adamının çalışmasına meydan okumanın yolu onun yazdıklarını okumak ve bilimsel bir çalışmayla karşılık vermektir, o bilim adamının kişiliğine saldırmak değildir." diyerek yanıt vermiştir. Carolina Klüft Carolina Klüft (d. 2 Şubat 1983, Växjö), İsveçli dünya, Olimpiyat ve Avrupa şampiyonu heptatlettir. İlk büyük başarısını 2000'de, heptatlon gençler dünya şampiyonu olarak elde etti. 2002 yılında bu başarıyı tekrarlayan Klüft, 2002'de Münih'teki Avrupa Şampiyonası'nda büyüklerde altın madalya kazandı. Bir yıl sonra, henüz yirmi yaşında iken, önce salon dünya şampiyonluğunu kazanan Klüft, Paris'teki Dünya Şampiyonası'nda da zafere ulaşmayı başardı. Fransız yıldız Eunice Barber'la büyük bir çekişme içine giren Klüft, yedi yarışmanın altısında en iyi derecesini gerçekleştirirken, toplamda elde ettiği 7001 puanla tüm zamanlarda 7000 puan barajını aşabilen üçüncü atlet oldu. Aynı yıl Avrupa'da Yılın Atleti seçilen genç sporcu, 2004'te de başarısını sürdürdü. Budapeşte'deki Dünya Salon Şampiyonası'nda pentatlonu pas geçen Klüft, uzun atlamada sakatlanmasına rağmen bronz madalya kazandı. Atina Olimpiyatları'nda ise 6952 puanla altın madalyanın sahibi oldu. Sakatlığına rağmen katıldığı 2005 Dünya Şampiyonası'ndaki başarısı ile Klüft, genç yaşına rağmen Heike Dreschler ve Jackie Joyner-Kersee gibi heptatlonun en iyileri arasında gösterildi. 2008 Pekin Olimpiyatları'nda aldığı karar doğrultusunda, heptatlonda değil uzun atlama ve üç adım atlama dallarında yarışmıştır. Üç adım atlamada en iyi 12 atlet arasına giremeyip finale kalamazken, uzun atlamada dokuzuncu olmuştur. Heȟáka Sápa Kara Geyik (yerli dilinde adı: Heȟáka Sápa «kara sığın / black elk» ; İngilizce tercüme adı: Black Elk «Kara Sığın») (Aralık 1863 - 19 Ağustos 1950), Siyulardan Oglala Lakotalarının şamanı ("wičháša wakȟáŋ") ve heyoka ("heyókȟa"). Çılgın At'ın ("Tȟašúŋke Witkó") ikinci kuzenidir. On iki yaşında Little Big Horn Savaşına katıldı (1876) ve 1890 'da olan Yaralı Diz Katliamı 'nda yaralandı. Sonradan Katolik olan ilk eşi Katie War Bonnett ile 1892'de evlendi ve ondan üç çocuğu oldu. Eşinin 1903'teki ölümünden sonra kendisi de vaftiz olup Nicholas Black Elk adını almış ancak kabile gelenekleri ile vaftiz olduğu din arasında bir çatışma görmediğinden halkının manevi lideri olarak hizmet etmeye devam etmiştir. 1905'de iki kız çocuk sahibi dul Anna Brings White ile evlenmiş ve Kara Geyik'in bu eşinden de üç çocuğu olmuştu. Hayatının sonuna doğru kendi yaşam öyküsünü ve Siu dini törenlerini çeşitli yazarlarla paylaşmıştı (John Neihardt ve Joseph Eyes Brown). Kızılderili hayatı ve dini hakkında önemli belge niteliği taşıyan anlatıları adı geçen yazarlarca kitaplaştırıldı. İpsilantis ailesi İpsilantis ailesi (Yunanca: "Υψηλάντης") Osmanlı, Eflak, Boğdan ve Yunanistan tarihinde önemli roller oynamış bir Fenerli Rum ailesidir. İpsilantis ailesinin kayıtlara geçmiş ilk üyesi olan Atanasios İpsilantis 1730 yılında İstanbul'da doğdu. İtalya'da Padova Tıp Fakültesi'nde hekimlik eğitimi gördü. İstanbul'a dönerek 1760 yılına kadar vezir Ragıp Paşa'nın hekimliğini yaptı. Daha sonra Bükreş'te Eflak beyi Giga'ya danışman hekimi oldu. Kardeşi Aleksandros İpsilantis ise Osmanlı Devleti'nin Eflak ve Boğdan beyliğini yaptı. Oğlu Konstantin de Boğdan Beyliği görevinde bulundu. Konstantin'in oğlu Aleksandros İpsilantis ise Rumların Osmanlı Devletinden bağımsızlığına öncülük yapan Filiki Eterya derneğinin başkanlığını yaptı. İpsilantis ailesi Osmanlı Devletinin yüksek kademelerinde aldıkları görevlerden dolayı çok zengin oldular. Tarabya semtinde inşa ettirdikleri gösterişli yalı Fransız ressam Melling'in gravüründe tasvir edilmiştir. Ailenin Yunanistan'ın bağımsızlık hareketlerine katılmalarını cezalandırmak için Osmanlı Devleti bu yalıya el koydu. Yalı önce Fransa'nın Osmanlı Elçiliğine yazlık binası olarak verildi. Binanın bazı bölümleri yıllar boyunca çeşitli yangınlar sonucu kül oldu. Geriye kalan bölümleri şu an Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi tarafından Fransızca Kamu Yönetimi bölümünün binası olarak kullanılmıştır. Amerika yerlileri Amerika yerlileri, Avrupalılar'ın gelişinden önce Amerika kıtasında yaşayan Eskimo-Aleut halkları ile Kızılderilileri kapsayan ortak ad. Bazıları bu adı İngilizce Amerindian terimin karşılığı olarak yalnızca Kızılderililer için kullanır ve Eskimo-Aleut halklarını dahil etmez. Alaska ve Kanada gibi hem Eskimo hem de Kızılderili nüfus barındıran yörelerde "Amerika yerlisi" adı her ikisi için kullanılırken, Kıta ABD'sinden Arjantin'e kadar Eskimo barındırmayan diğer yörelerde yalnızca Kızılderili anlamındadır. ABD Nüfus Sayım Dairesi ("Amerika Birleşik Devletleri Nüfus Sayım Bürosu") ülkedeki yerlileri "American Indian and Alaska Native" adı altında topluca ele alır ve "American Indian" («Amerikalı Hint») terimiyle Kıta ABDsi'ndeki yerliler (ki hepsi de Kızılderilidir) kastedilirken, "Alaska Native" («Alaska Yerlisi») terimi Alaska'daki yerlilerin tamamı (Aleutlar, Alaska Eskimoları, Alaska Kızılderilileri) için kullanılır. Kanada'da "aboriginal peoples" («yerli halklar») olarak adlandırılır ve hem Kanada Eskimolarını ("Inuit"), hem Kanada Kızılderililerini ("First Nations"), hem de melez Métisleri nitelendirir. Kanada'da "Indian" («Kızılderili») adı "aşağılayıcı" ("pejorative") bulunduğu için resmî olarak fazla kullanılmaz. Kanada'da "Indian" adı resmî olarak yalnızca Hintler için kullanılır. Amerika yerlilerinin sınıflandırılması kültür bölgelerine, coğrafyası ve dillerine göre ayrı ayrı sınıflandırılır. Antropologlar genellikle akışkan sınırlı kültür bölgeleri olarak sınıflandırma eğilimindedirler. Bu kültür bölgeleri şu anki sınırlara göre değil, yerlilerin Amerika'nın keşif sürecinde Avrupalılarca karşılaştığı 15. yüzyıl başlarındaki konumları baz alınarak düzenlenir. Amerika yerli dilleri, üç ana filum olarak, Eskimo ile Aleutların konuştuğu Eskimo-Aleut dilleri, Kızılderili Na-Dene halklarının konuştuğu Na-Dene dilleri ile bunların haricindeki bütün Kızılderili halklarının konuştuğu Amerind dilleri biçiminde sınıflandırılır. Na-Dene dillerinin Asya'daki Yenisey dilleri ile Dene-Yenisey dilleri adı altında birlikte sınıflandırılması fikri 2008 yılında Edward Vajda tarafından ortaya konmuştur ve Eskimolar dışında Asya kökenli olduğu dil bilimi kriterlerine göre ortaya konan ilk ve tek Kızılderili grubu budur. Geriye kalan diğer Kızılderililerin dilleri 1960 yılında Joseph Greenberg tarafından Amerind dilleri adı altında birleştirilmesi fikri ortaya atılmıştır, fakat bu teoriyi tarihi dil bilimcilerin çoğu reddeder. Na-Dene dillerini konuşan halklar, İnuitler ve Alaska yerlileri haplogrup Q (Y-DNA) mutasyonları sergiler; bununla birlikte, diğer Kızılderililerde (Amerind dillerini konuşanlar) bulunan mtDNA mutasyonlarından farklıdır. Amerika yerlileri DNA'sına göre 12 genetik gruba ayrılır ve Eskimolar ile Na-Dene Kızılderilileri haricindeki Kızılderililerde 10 ayrı genetik gruplaşma görülür. Amerika yerli dilleri, üç ana filum olarak sınıflandırılır: Eskimo ile Aleutların konuştuğu Eskimo-Aleut dilleri, Kızılderili Na-Dene halklarının konuştuğu Na-Dene dilleri ile bunların haricindeki bütün Kızılderili halklarının konuştuğu Amerind dilleri. Bu ana dil filumları yanında hiçbir dil ailesine girmeyen izole diller de bulunmaktadır. UNESCO'ya göre birçoğu ya tükenmiş ya da konuşulabilirliği tehlikededir Amerika yerlileriyle ilişkili en yaygın haplogrup olarak Haplogrup Q1a3a (Y-DNA) verilmektedir. Tıpkı mtDNA gibi Y-DNA da diğer çekirdek kromozomlardan farklıdır ve Y kromozomu çoğunluğunda benzersiz olup mayoz bölünme sırasında rekombinasyona uğramaz. Bu etkiye sahip mutasyonların tarihsel dokusu kolayca incelenebilir. Bu dokular biribirinden oldukça farklı iki genetik bölüm oluşturur: birincisi, Amerika'nın başlangıç yerlileri; ikincisi, Amerika'nın Avrupalılar tarafından sömürgeleştirilmesinden sonraki sürecin yerlileri. Eski olan, kurucu haplotip ve gen çizgisi sayısı için belirleyici faktördür ve günümüzdeki amerika yerlilerinde bulunmaktadır. Kurucu nüfus için Beringia'da ilk 20.000 yıl konaklamay
la birlikte Bering Denizi kıyılarında insan yerleşimi aşamalı oluşmuştur.. Mikrosatelit çeşitliliği ve Y çizgisinin dağılımı ilk sömürgeleştirme döneminden beri izole edilmiş Güney Amerika bölgelerinde yaşayan Kızılderili gruplarına özgüdür.. Na-Dene, İnuit ve Alaska Yerlileri haplogrup Q (Y-DNA) mutasyonları sergiler; bununla birlikte, diğer Kızılderililerde (Amerind dillerini konuşanlar) bulunan mtDNA mutasyonlarından farklıdır. Bu da gösteriyor ki, Grönland ve Kuzey Amerika'nın kuzey uç içlerine en erken göç daha sonraki nüfustan kaynaklanır. Human Y-chromosome DNA haplogroups baz alınarak yapılan çalışmalara göre: Kuzey Amerika'da Kanada, Grönland, ABD ve Meksika'nın kuzeyindeki yerli halklar etnoğraflar tarafından 10 kültür bölgesine ayrılır. Bazı kültür gruplarının kapsamı araştırıcıya göre değişkenlik gösterebilmektedir. Kaliforniya Kızılderili kültür grubu Kaliforniya eyaletinin sınırlarıyla uyumlu değildir ve buradaki bütün Kızılderilileri kapsamaz. Nevada ile birlikte doğu sınırındaki kabileler Büyük Havza Kızılderilileri kültür grubuna, Oregon sınırına yaın bazı kabileler ise Plato Kızılderilileri kültür grubuna dahildir Büyük Ovalar'daki yerliler Kuzey ve Güney Ova Kızılderilileri olmak üzere iki ana grupta toplanırlar. Bazen Oasisamerica olarak adlandırılır ve Arizona, Colorado, New Mexico, Utah, Chihuahua ile Sonora bölgelerini kapsar. Meksika, Mezoamerika ve Karayipler'deki yerli halklar genellikle, dil, çevre ve kültürüne göre sınıflandırılırlar. Partially organized per "Handbook of South American Indians." Anthropologist Julian Steward defined the Antilles cultural area, which includes all of the Antilles ve Bahamalar, except for Trinidad and Tobago. Orta Amerika kültürü El Salvador, Honduras, Nikaragua, Kosta Rika ve Panama ile Kolombiya ve Ekvador'un Pasifik Kıyılarında görülür. Kolombiya ve Venezuela kültürü bugünkü Kolombiya ile Venezuela topraklarını içerir. Güney Kolombiya And kültür sahasına girer. Doğu Venezuela Guyanalar kültür sahasındadır ve güneydoğu Kolombiya ile güneybatı Venezuela Amazonya kültür sahasına dahildir. Kolombiya'nın kuzey kısımları, Fransız Guyanası, Guyana, Surinam, Venezuela ve Brezilya'daki Amazonas, Amapá, Pará, Roraima eyaletleri. Brezilya'nın doğusundaki Ceará, Goiás, Espírito Santo, Mato Grosso, Mato Grosso do Sul, Pará ve Santa Catarina eyaletleri. This region includes Amazonas in Brezilya; the Amazonas ve Putumayo Departments in Kolombiya; Cotopaxi, Los Rios, Morona-Santiago, Napo, and Pastaza Provinces and the Oriente Region in Ekvador; and the Loreto Region in Peru. This region includes Amazonas, Maranhão, and parts of Pará States in Brezilya. This region includes southern Brezilya (Mato Grosso, Mato Grosso do Sul, parts of Pará, and Rondônia) and Eastern Bolivya (Beni Department). This region includes the Cuzco, Huánuco Junín, Loreto, Madre de Dios, and Ucayali Regions of eastern Peru, parts of Acre, Amazonas, and Rondônia, Brezilya, and parts of the La Paz ve Beni Departments of Bolivya. Gün Doğmadan Gün Doğmadan (orijinal ismi "Before Sunrise"), şans eseri yolları kesişen iki gencin tutkulu aşkını anlatan bir romantik filmdir. Fransız yüksek lisans öğrencisi Celine (Julie Delpy) ile Amerikan Jesse (Ethan Hawke), Budapeşte - Viyana treninde bir çiftin kavgası ile tesadüfen tanışırlar. Jesse, Celine'e, ertesi gün uçağa bineceğini ancak parası olmadığından sabaha kadar Viyana caddelerinde dolaşacağını söyler ve Celine'in kendisine eşlik etmesini ister. Viyana'da trenden inerler ve 14 saat boyunca hayatlarını derinden etkileyecek bir beraberliğe adım atarlar. Sabaha kadar süren eğlenceli ve romantik dakikaların yanı sıra, yaşlarının getirdiği zorluklardan, yaşadıkları sorunlara kadar birçok konuda duygu ve düşüncelerini paylaşırlar. Çağrı Erhan Prof. Dr. Çağrı Erhan (d. 1972 İstanbul), İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Rektörü ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu (1993). Ankara Avrupa Çalışmaları ve Uluslararası İlişkiler dergilerinin kurucu editörlerindendir. 2014'te Uluslararası İlişkiler Dergisi Genel Koordinatörü olmuştur. TRT ve SkyTurk'te çeşitli yayınların yorumcu ve sunuculuğunu yapmıştır. TRT Haber kanalında Perşembe günleri 21.30'da yayınlanan Dışa Bakış programının moderatörüdür. Türkiye Gazetesi'nde Pazar günleri Diplomatik Muhakeme köşesinde yazmaktadır. Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM), T.C. Dışişleri Bakanlığı Stratejik Araştırmalar Merkezi (SAM), Uluslararası İlişkiler Konseyi (UİK), Türk Askeri Tarih Komisyonu, MEB Tarih Yazıcılığı Milli Komitesi, Avrupa Konseyi (Council of Europe) Tarih Eğitim Projeleri Editörler Kurulu, Uluslararası Siyasi ve Ekonomik Araştırmalar Merkezi gibi kuruluşlarda muhtelif makamlarda bulunmuş / bulunmaktadır. Şubat 2007'de Türk-Atlantik Konseyi Yönetim Kurulu üyeliğine seçilmiştir. Şubat-Kasım 2008'de Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkan Yardımcılığı görevini yürütmüştür. Ocak 2009'da profesör olmuştur. 2009-2010 yıllarında USAK (Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu) Koordinatörlüğü ve USAK Transatlantik Araştırmaları Merkezi Başkanlığı görevlerinde bulunmuştur. 2013'te Başbakanlık Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi Bilim Kurulu'na, 2014'te Dışişleri Bakanlığı Arşivi Otomasyon Danışma Kurulu'na seçilmiştir. Haziran 2015 itibarıyla İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Rektörlüğü'ne atanmıştır. 1997-2015 yılları arasında Mülkiye'de ABD Diplomasi Tarihi, Siyasi Tarih, AB-Türkiye İlişkileri, Türk Dış Politikası; TOBB ETÜ'de Siyasi Tarih, Bahçeşehir Üniversitesi'nde Ortadoğu dersleri vermiştir. Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi'nde (ATAUM) 2000-2003 yılları arasında müdür yardımcılığı, 2005-2015 yılları arasında müdürlük yapmıştır. Ankara Üniversitesi'nde, Avrupa Birliği eğitim programları çerçevesinde Jean Monnet Chair (Jean Monnet Kürsüsü Başkanı) ve Karşılaştırmalı Uluslararası Siyaset Anabilim Dalı Başkanı olarak da görev yapmıştır. CNN Türk Parlamento muhabiri Melek Erhan'la evlidir. Zeynep adında bir kızı ve Çağan adında bir oğlu vardır. Film yapımı Film yapımı, bir filmin yapım aşaması ilk olarak hikâyenin fikrini bulmakla ya da fikri satın almakla başlar.Daha sonra bu fikir senaryoya dökülür. Film çekilir, kurgulanır ve son halini aldıktan sonra seyirciye sunulur. Bu genellikle büyük bir insan kapasitesi gerektirmektedir ve bunun tamamlanması birkaç aydan birkaç yıla kadar geçen bir süre alabilir. Film yapımı ekonomik, sosyal ve politik açıdan dünya üzerinde büyük bir yer kaplamaktadır. Ve film yapımında çeşitli teknolojiler ve teknikler kullanılır. Film yapımının üretim sürecinin beş ana basamağı vardır: Bu aşamada filmin yapımcısı hikâyeyi bulur. Bu bir kitaptan,oyundan, başka bir filmden, gerçek bir hikâyeden gelebilir ya da orijinal bir fikir vb. olabilir. Bir tema ya da temel bir mesaj bulduktan sonra film yapımcısı senaristlerle çalışarak hikâyenin sinopsis'ini yazar. Daha sonra film öyküsü üretilir. Bu hikâyenin bir paragraflık sahnelere bölünmesidir. Bu senaryonun dramatik yapısının oluşturulduğu bir bölümdür. Daha sonra bir tretman hazırlanır. Bu 25-30 sayfa arası hikâyeyi,hikayenin ruh halini ve karakteri tanımlayan bir yazıdır. Treatman kısmında nadiren diyalog ve sahne hareketleri yazılır. Treatman daha çok anahtar noktaları göz önüne getirebilmemiz için sahne yönergelerini kapsar. Bir sonraki aşamada senarist birkaç ay boyunca senaryoyu yazar. Senarist senaryoyu birkaç kez yazabilir. Çünkü dramatizmi, netliği artırmak;iskeleti sağlamlaştırmak; karakterleri, diyalogları ve tüm görünüşü gözden geçirmek isteyebilir. Filmin ticari başarısını ve olası pazarı değerlendirmek için ilk basamakta bir film dağıtımcısı ile görüşülmüş olunmalıdır. Hollywood dağıtıcıları bu konuda kararlı ve gerçekçi bir iş anlayışı benimsemiştir. Ve filmin hitap ettiği yaş aralığı,hedef seyirciler,tarihte benzer filmlerin başarıları, rol alabilecek aktörler, potansiyel yönetmenler gibi faktörleri değerlendirirler. Tüm bu faktörler filmin cezbedeceği potansiyel izleyicileri ve sinema gösteriminde dolu olacak sandalyelerin sayısını ima etmektedir. Filmler sadece sinema gösterimlerinden kar etmezler, film şirketleri dvd satışlarından ve dünya çapında dağıtım haklarından da para kazanırlar Daha sonra senaryonun bir treatmanı ya da potansiyel yatırımcıları çekmek için özel hazırlanmış bir örneği potensiyel yatırımcılara sunulur. Eğer başarılı olursa bu filme "yeşil ışık" yakıldığı anlamına gelir. Ve finansal destek sağlanmış olur. Bu yatırımcılar genellikle büyük stüdyolar,film kuruluşları ve bağımsız yatırımcılardır. Sonra ortaklar bir söze varırlar ya da kontrat imzalarlar. Prodüksiyon öncesinde film planlaması ve tasarlanması yapılır. Prodüksiyon şirketi yaratılır ve prodüksiyon bürosu kurulur. Akış, storyboard şeklinde, illüstrasyonların ve sanatçıların düşüncelerinin yardımıyla görselleştirilir. Ayrıca filmin masrafları için bir Prodüksiyon bütçesi hazırlanır. Yapımcılar insanları aşağıdaki görevleri yerine getirmeleri için seçer ve kiralar: Burada film gerçekten yaratılır ve çekilir. Dekorcu, Senaryo denetçisi, Asistan yönetmen, Fotoğrafçı, Kurgucu ve Ses kurgucusu gibi birçok ekip bu basamakta işe alınır. Film yapımında bunlar sadece genel görevlerdir ve üretim bürosu bir filme özel uygunluk için eşsiz rollerin karışımını yaratmakta özgürdür. Bir tipik çekim günü çekim programını takip ederek bir asistan yönetmen ile başlar. Filmin seti inşa edilir ve sahne donanımı hazırlığı yapılır. Işıklar donatılır, kamera ve ses kayıt ekipmanları kurulur. Aynı zamanda kostüm, saç ve makyaj bölümleri hazırlanır. Oyuncular senaryonun provasını ve yönetmen ile bloklama yapar. Sonra da görüntü ve müzik ekipleri oyuncular ile prova yapar. Son olarak yönetmenin uygun gördüğü aksiyonlar birçok defa çekilir. Her alınan çekim bir izleği takip eder ve kurgucuya alınan her parçayı ü
retim sonrasında tutmasına yardımcı olan çekim tahtasının üstüne işaretlenir. Çekim tahtası sahneleri, alınanı, yönetmeni, görüntü yönetmenini, tarihi, filmin adını kayıt eder ve kamerayı gösteril. Ayrıca çekim tahtası senkronize etmek ve sesleri almak için gerekli işaretleme fonksiyonlarına yardım eder. Sesler filmden ayrı bir cihaza kayıt edilir ve üretim sonrasında senkronize edilmelidir. Yönetmen çekimlerin iyi olup olmadığını kontrol eder. Senaryo denetçisi ses ve kamera ekipleri her işlemi kişisel rapor tablolarına iyi olup olmadığını kaydederler. Her rapor tablosuna her işlem hakkında önemli gerçekleri kayıtlıdır. Sahnelerin çekimi bittiğinde yönetmen bir wrap 'i ilan eder. Ekip bu sahneler için seti söker veya bırakır. Yönetmen gelecek gün çekim programını yoklar ve günlük ilerlemenin raporunu üretim bürosuna gönderir. Buna devamlılık, ses ve kamera ekiplerinden raporlar dâhildir. Çağrı kağıdı, kasta ve ekiplere gelecek günkü çekimlerin nerede ve ne zaman çevrileceğini anlatmak için dağıtılır. Üretim için geleneksel fotografik film kullanılır, işlenmemiş günün çekilen negatifleri geceki işlem için film laboratuvarına yollanır. Negatifler bir defada laboratuvardan günlük çekim veya pozitif olarak geri döner ve akşam yönetmen, sözü geçen ekip ve bazen kast tarafından görünür. Üretim için dijital teknolojiler kullanılır, negatif olarak göstermek için çekimler bilgisayara yüklenir ve organize edilir. Bütün üretim evresi bittiğinde, üretim bürosu genelde tüm kasta ve ekibe teşekkür etmek için bir Wrap partisi hazırlar. Burada film kurgucu tarafından birleştirilir. Videonun modern kullanımı film yapımı işleminde filmi tamamen kullanarak veya videonun ve filmin bir karışımını kullanarak iki iş akışı seçeneğinde sonuçlanır. Filmin iş akışında, tek-ışık filmin deneme baskısının (pozitif) mekanik kurgulama marinası ile kurgulanması için orijinal kamera filmi (negatif) kopyalanır ve açındırılır. Bir Köşe kodu filmin üstünde resim çerçevelerin uygun yerine kaydedilir. Avid, Quantel veya Final Cut Pro gibi doğrusal olmayan kurgulamanın açındırma sistemlerinden beri, film iş akışı çok az üretim tarafından kullanılmıştır. Video iş akışında, bilgisayar yazılımları ile kurgulama için orijinal film kamarası negatifleri video haline açımlandırılır ve televizyon filmine dönüştürülür. Zaman düzgüsü filmin üstünde videokasetin uygun yere kaydedilir. Ayrıca bu işlem boyunca üretim sesleri video resim çerçeveleri ile senkronize edilir. Film kurgusunun ilk işi kişisel çekimlere dayanan sekanslardan (veya sahnelerden) alınmış kaba kesimleri inşa etmek olur. Kaba kesimin amacı en iyi sahneyi seçmek ve düzenlemektir. Sonraki basamak muntazam bir öyküde alınan tüm sahnelerden hazır film yaratılır.Kesilerek birkaç dakika kadar kısa sahnelerin işleyişi veya hatta film kareleri bu evrede tamamlanır. Hazır film yönetmen ve prodüktör tarafından perdelendikten ve tasdiklendikten sonra resimler kitlenir, hiçbir değişiklik yapılmayacağı anlamına gelir. Sonra kurgucu bir negatif kesim listesinde (köşe kodu kullanarak) otomatik veya bir kurgu karar lisetesi (timecode kullanarak) elle yaratır. Bu edit listeleri kaynakları ve hazır filmdeki her çekimin resim karesini tanımlar. Bir kere resimler kitlendikten sonra film müzik parçalarının oluşturulması için müzik bölümdeki kurgucuların ellerine geçer. Ses kayıtları senkronize edilir ve final müzik ve final müzik karışımı yaratılır. Müzik karışımı Müzik efektleri, arka plan müziği, ADR, diyalog, Walla ve Müzik konbine edilir. Müzik parçaları ve resimler filmin düşük kalitedeki cevap baskısında sonuçlanarak beraber konbine edilir. Orta boyutta kayıda bağlı olan yüksek kalite yayınlan baskıları yaratan iki mümkün iş akışı vardır: Sonunda film genel hedef seyircilere seyrettirilir ve ilaveten çekimler ve film kurgusunun sonuçları bildirilebilir. Son basamakta film sinemalara ve ara sıra DVD, VCD, veya VHS (gerçi VHS çoğu dvd playerları olanlarda daha az rastlanır.) Tiyatrosal dağıtımın gereklerine göre filmler dağıtılır. Takımlar basılır, posterler ve diğer reklâm materyalleri yayınlanır ve film ilan edilir. Film kızaktan suya roket partiyle indirilir. Röportajlar, yayınlar, baskı özel gösteriminde veya film festivalinde gösterilir. Hem de genelde eşlik eden film için bir web sitesi yaratılır. Film seçilen sinemalarda çoğunlukla birkaç ay sonra yayınlanan DVDlerde oynatıracaktır. Dağıtım yasalarına göre hem de film ve DVD internet dağıtımı için satılır. Karların her biri dağıtımcı ve yapımcı firma arasında bölüşülür. Film yapımı stüdyo sisteminin dışarısında yer alır ve genelde bağımsız sinema yapımı denir. DV teknolojilerinin takdiminden beri yapımın anlamları daha demokratikleşti. Film yapımcıları filmi çekebilir ve kurgulayabilir, müziği ve sesleri yaratabilir ve kurgulayabilir ve ev bilgisayarında son kesim birleştirilebilir. Bununla birlikte dışarıdaki geleneksel başarı sistemi için pazarlamayı sürdürme, finansman, dağıtım, zorluğu kalır. Çoğu film yapımcısı not almak ve dağıtımı satmak için film festivallerine güvenir. Bununla beraber İnternet Bağımsız filmlerin göreceli olarak ucuzluğuna izin verir; çoğu film yapımcısı eleştiri ve onaylamalarını çevrimiçi postalar. Gerçi bunda biraz kârlılık vardır, bir film yapımcısı internette filminin gösterme yoluyla kazanabilir. Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite İşkenceye Karşı Komite, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 10 Aralık 1984 tarih ve 39/46 sayıyla kabul edilmiş olan Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme'ye (İngilizce: "Convention against Torture and Other Cruel Inhuman or Degrading Treatment or Punishment", kısaca CAT) uyarınca, anlaşmaya tabi olan devletler tarafından seçilen komitedir. Sözleşme'nin II. Bölüm'ü (17.-24. maddeler) Komite üyelerinin sayısını, seçilme yönntemini, görev süresini ve görev ve işlevlerini içeren maddelerden oluşur. 17 maddeye göre komite 10 üyeden oluşur. Her bir Taraf Devlet en fazla iki aday ile seçime katılabilir. Seçim gizli oyla yapılır. Komite üyeleri 4 yıl için seçilirler, her iki senede bir görevi biten beş üye için yeni seçim yapılır, daha önceki üyeler, tekrar aday olabilirler. Madde 18'e göre Komite Üyeleri mutlak çoğunluk (6 oy) ile kararı alabilirler. 19 madde raporları düzenler, buna göre Taraf Devletler, anlaşma yürürlüğü girdikten sonra (26 Haziran 1987) bir sene içinde anlaşma hükümlerini yerine getirebilmek için aldıkları önlemleri açıklayan rapor verirler. Üyelik boyunca her 4 yılda bir ve Komite'nin talebi olduğunda da rapor vermekle yükümlüdürler. Ayrıca somut olaylara yönelik raporlar ve bunlara komite'nin verdiği yanıtlar düzenli olarak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları yüksek Komiseliği'nin sitesinde yayınlanmaktadır. Madde 20'de Komite sistematik işkence olduğu kanısına vardığı durumunda izlenecek prosedürün ana hatları verilmektedir. Böyle bir durum da, üye veya üyeler gizli araştırma yapmak ve rapor hazırlamak üzere görevlendirilebilir. İlgili devletlerin işbirliği istenir ve gerektiğinde ziyaretler yapılır. Türkiye'de 25 Ocak 1988'de imzalanan sözleşme, 21 Nisan 1988 tarih ve 3441 sayılı kanunla kabul edilmiş. Söz konusu kanunu 29 Nisan 1988 tarih ve 19799 sayılı resmi gazete yayınlanmıştır ve o tarihte yürürlüğe girmiştir. Daha sonra yayınlanacağı belirtilen beyan ve itirazi kayıt ise 10 Ağustos 1988 tarihinde 19895 saylı rasmi gazetede sözleşmenin Türkçe ve İngiiizce metni ile birlikte her iki dilde yayınmıştır. T.C. Hükümeti olarak İşkenceye Karşı Komite'nin sözleşmeden doğan yetkisinin kabul edildiği beyan edilmiş; itirazi kayıtta ise 30. Madde'nin birinci fıkrasında geçen, Taraf Devletler arasında sözleşmeden doğan anlaşmazlık durumunda Uluslararası Adalet Mahkemesi'ne başvurulacağı koşulunu kabul etmemiştir. İlgili Madde'nin 2. fıkrasında Taraf Devletlere tanınan Uluslararası Adalet Mahkemesi'ne (Uluslararası Adalet Divanı) gitmeme seçeneğini kullanarak, itirazı kayıtla sözleşmeyi kabul etmiştir. Yani Türkiye ile ilgili, sözleşmenin yorumlanmasından kaynaklanan bir anlaşmazlık olduğunda Uluslararası Adalet Mahkemesi'ne gidilmeyecektir. 31 Aralık 2017 tarihine kadar görevdeki Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komitesi'nin bütün üyeleri (soyadı sırasıyla), statü, ingilizce özgeçmiş ve üyeliklerinin bitim tarihleri aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Seçim kuralına göre her iki yılda bir üyelerin yarısı (5 üye) değişir. Diğer dillerde son veya önceki seçimlere ilişkin üye ve adayların özgeçmişleri,güncel üyeler hakkında bilgi edinmek için komitenin üyelik sayfasına bakılabilir. İnsan vücudu İnsan vücudu, fiziksel ve kimyasal yapılardan oluşan bir sistemler bütünüdür. Vücut, insan sağlığının maddesel parçasıdır; insan varlığının korunması ve soyun sürekliliği için birbiriyle uyumlu bir biçimde çalışan öğelerden oluşmuştur. İnsan vücudunun ana birimi hücredir. Hücreler ve hücreler arası maddeler birleşerek dokuları oluşturur. Dokular, biçimsel ve işlevsel birimler olan organları oluştururlar. Fizyolojik olarak aynı işlevi gören yapısal organ birlikleri de vücudun sistemlerini meydana getirir. İnsan vücudundaki temel sistemler; hareket, sinir, solunum, dolaşım ve sindirim sistemleri olarak sıralanabilir. Bu sistemler duygu, hareket ve beslenme gereksinimlerini yerine getirirler. İnsan vücudunun olağan büyüme ve gelişmesi sistemlerin ve sistemleri oluşturan her organın görevini yerine getirmesine bağlıdır. Vücudun hareket etmesini, desteklenmesini sağlar ve koruyucu görev yapar. Hareket sistemi şu yapılardan oluşur: Vücut dokularına oksijen, besin, hormon, bağışıklık elemanı ve benzeri elemanları taşır ve dokulardaki atıkları geriye toplar. Dolaşım sistemi şu yapılardan oluşur: Bilinç, anlama, düşünme, algılama, hareketlerin uyumu, dengesi ve solunum ile dolaşımı sağlar. Sinir sistemi şu yapılardan oluşur: Solunum sistemi, kandaki karbondioksit (CO) gazının oksijen gazı (O) ile yer değiştirmesini sağlayan sistemdir. Gün Batmadan 9 sene önce Jesse ile Fransız Celi
ne, Budapeşte'den Viyana'ya giden bir trende tanışan iki gençti. Beraber Viyana sokaklarında geçirdikleri saatler, belki de hayatlarının en güzel saatleriydi. Birbirlerine aşık olmuşlar ancak bir daha görüşememişlerdi. Dokuz yıl sonra yeni kitabının tanıtımı için Fransa'ya gelen Jesse, burada Celine ile karşılaşır. Jesse'nin uçağı kalkacağından yine az vakti vardır. Jesse ve Celine bu sefer birkaç saati Paris manzarası içinde dolaşarak ve hiç fırsatını bulamadıkları şeylerden konuşarak ve yakınlaşarak geçireceklerdir. Hala birbirlerine aşık olsalar da Jesse artık evlidir ve bir oğlu vardır. Richard Linklater'in uluslararası festivallerde epey ilgi gören filmi, her zaman olduğu gibi yazar/yönetmenin insan ilişkilerinin doğasına yapmayı sevdiği yolculuklardan biri. Zeka dolu diyaloglarıyla izleyeni hipnotize ediyor. Gün Doğmadan "(Before Sunrise)" (1995) Soundtrack şarkısözleri Cenevre Sözleşmeleri Cenevre sözleşmeleri ya da Cenevre Konvansiyonları, İsviçre'nin Cenevre şehrinde yapılmış dört muahededir. Uluslararası hukukta insan hakları üzerine yapılmış ve 1949 yılında imzalanmış önemli sözleşmelerdendir ve uluslararası olan veya olmayan çatışma durumunlarında silahlı güçler ve insani yardım örgütleri tarafından uyulması beklenen standartları belirler. 1859 yılında Solferino Muharebesi'nde yaşanan vahşete şahit olarak etkilenen Jean Henry Dunant'ın çabaları sonucunda oluşmuştur. Silahlı çatışma hukuku veya harp hukuku olarak da bilinen uluslararası insancıl hukukun temel kaynağıdır. Sözleşmeler ve konuları şu şekildedir: Ayrıca 8 Haziran 1977 tarihli, 1949 Cenevre Sözleşmelerine ek; I sayılı Uluslararası Silahlı Çatışmalarda Mağdurların Korunması Protokolü ve II Sayılı Uluslararası Olmayan Silahlı Çatışmalarda Mağdurların Korunması Protokollerini de bu sözleşmelerin bir parçası olarak görmek gerekir. 1 — Cenevre sözleşmelerinin tarihçesi: İnsanlar arasında yapılan harp, muharip olsun veya olmasın, onları bir takım felâketlere maraz bırakır. Muharipler hastalanırlar, yaralanırlar ve harp esiri olarak düşmanın eline geçerler. Harp esnasındaki işgaller dolayısıyla, sivil ahali, düşman devletin nüfuz ve idaresine tâbi olmak zorunda kalırlar, vatani uygularma muhalif hareketlere pasif bir şekilde seyirci kalmak durumuna düşerler. Maddi zararlara, manevî iztiraplara duçar olurlar. Harp yapanların ve yapmıyanların bu türlü durumlarda uğradıkları felâket ve ıztıraplan hafifletmek ve onların insanlık şeref ve haysiyetlerini korumak maksadiyle, Milletlerarası alanda tedbirler alınması ve harp hukukunun böylece daha mütekâmil ve insanî bir şekle sokulması ötedenberi, milletlerce gerçekleşmesi istenilen bir gaye sayılmakta idi. İlk önce, İsviçre hükümetinin teşebbüsü ile 1864 senesinde Cenevrede milletlerarası bir konfrans aktedilerek, harp meydanlarında yaralananlara ve onlara yapılacak sıhhî yardımlara ait bir sözleşme imzalandı." Cenevre sözleşmesi" denilen bu anlaşmaya sonradan bütün dünya devletleri iştirak etti. Aynı tarihte Cenevre'de Milletlerarası kızılhaç müessesesi de kuruldu. Cenevre sözleşmesinin tatbikatı sırasında görülmüş olan boşlukları doldurmak ve tecrübelerin lüzum gösterdiği tadilleri yapmak maksadile gene İsviçre Hükümetinin teşebbüsü üzerine 1906 da yeni bir diplomatik konferans toplandı. Bu konferans sonunda ve 6 Temmuz 1906 da imzalanan sözleşme, eski sözleşmenin yerine geçti. 1929 da Cenevrede toplanan üçüncü bir diplomatik konferans, 1906 sözleşmesinde yeni şartların gerektirdiği tâdil ve İslahları yaptı. İkinci cihan harbi, bu sözleşmenin de islâh ve tâdile muhtaç olduğunu meydana koymuş bulunduğundan, daha önce başlamış olan hazırlıkların tamamlanması üzerine, tekrar isviçre Hükümetinin teşebbüsü ile, Cenevrede yeni bir diplomatik konferans toplandı 21 Nisan 1949 da çalışmalarına başhyan konferans, 12 Ağustos 1949 da yukarıda işaret ettiğimiz dört sözleşmenin imzalanmasile, ve tam bir başarı ile sona erdi. 9 Aralık 1949 da bütün dünya devletleri tarafından imzalanmış bulunan ve iki tasdik vesikasının tevdiinden altı ay sonra yürürlüğe girecek olan Cenevre sözleşmeleri, bugünkü harp hukukunun temellerini teşkil etmektedirler. İnsanlık için de harp ihtimali devam ettiği müddetçe, bu sözleşmelerin ehemmiyetlerini muhafaza edeceklerine ve felâketli devirlerde insanlar için, bir ümit ve teselü kaynağı olacaklarına şüphe yoktur. 2 — Harp felâketzedelerinin durumlarım islâh teşebbüsleri: Bütün tarih boyunca, harp yaralılarının, harp esirlerinin, ve işgal altındaki sivil ahalinin akıbetleri çok feci olmuştur. Eski zamanlarda, yaralılar umumiyetle harp meydanlannda bırakılır, henüz ölmiyenler, öldürülür ve harp esirleri de ellerine düştükleri muhariplerin malı sayılırdı. Onlara hiçbir hak tanınmaz, ve insanlık sıfatlarına hürmet gösterilmezdi. Yeni zamanlarda da vaziyet memnunluk verici bir manzara arz etmekten uzaktı. İnsan haklarının, sulh devrinde bile tanınmadığı zamanlarda harp esnasında düşmanlara karşı insaflı hareket ve muamelelere intizar edilemezdi. Harp felâketzedelerine karşı daha insanî hareketlerde bulunulması fikirleri ancak 18- asır sonlarında belirmeğe başladı. 1789 Büyük Fransız ihtilâli, harp esirleri ve yaralıları hakkında bazı insanî kaideler kabul etti. 4 Mayıs 1792 de Fransız Millî Meclisi şu esasları kararlaştırdı: Harp esirleri, Fransız milletinin himayesi altındadır. Harp esirlerine yapılacak kötü muameleler, hareketler, bir Fransız vatandaşına yapılmış gibi cezalandırılacaktır. Harp esirleri, cephe gerisine nakil edilecek kendilerine derecelerine göre, Fransız ordusu mensuplarının sulh zamanındaki aynı dereceler maaşlarına muadil para ödenecektir. Ayrıca, Fransızların haiz bulundukları medeni haklardan da faydalanacaklardır. Bu tarihten sonra daha iki kararname ile harp esirleri, yaralı ve hastaların Fransız askerleri gibi hastanelerde tedavisi sağlanıyor, esir mübadelesinde de ilk önce adama mukabil adam, dereceye mukabil derece prensibi kabul olunuyordu. Fransız ihtilâlinin bu esasları harbin insanileştirilmesi bakmamdan daha sonraki zamanlarda yapılan teşebbüsler için, bir başlangıç, bir hareket noktası teşkil etmişir. (1) Millî plânda başlayan bu teşebbüsler 1864 Cenevre sözleşmesile Milletlerarası plâna geçti. Bu sözleşme seyyar ve sabit askerî hastahaneler ile personelinin tarafsızlığım kabul etti. Bütün muharipler onları himaye etmekle mükelleftirler- Sözleşme ayni zamanda bunlar için farik bir alâmet vücude getirdi. isviçre'ye bir cemile olmak üzere, İsviçre Bayrağının rengi tahvil edilmiş şeklini, yani beyaz zemin üzerine kırmızı haçlı bir bayrak kabul etti.(2) 1906 Cenevre sözleşmesi bütün muhariplere, tâbiiyet ve milliyet farkı gözetmeksizin, yaralı askerleri, hastalan, sabit ve seyyar sıhhat servislerini, ve yaralıları, hastalan toplamak hizmetinde bulunan personeli himaye etmek mükellefiyetini yükledi. Birinci Cenevre sözleşmesi, harbi insanileştirmek bakımından başka teşebbüslere de yol açmış oluyordu, bunlardan biri 1868 Petresburg beyannamesidir ki, bazı kurşun ve mermilerin kullanılmasını yasak ediyordu. Diğeri de, 1874 to toplanan Brüksel konferansınca kabul olunan ve harp esirleri, gayri muharipler, yaralılar, tarafsızlar nezdinde enterne edilen muharipler, ve tedavi olunan yaralılar hakkında hükümleri ihtiva eden sözleşme projesi idi. Bunlardan sonra 1899 ve 1907 Lahey sulh konferansları da aynı konularda mühim kaideler tesis ettiler. Sözleşmelerde Lahey prensiplerinin, "insanlığın menfaatlerine, kanunlarına ve amme vicdanının isteklerine" hizmet arzusundan mülhem olduğu ifade ediliyordu. Kara harbinin adet ve kanunlarına dair olan Lahey sözleşmesi, bütün muhariplere şu kaidelere riâyet etmek mecburiyetini yüklüyprdu: Harp esirlerine insanca muamele etmek, aile haklarına ye şerefine, fertlerin hayatına, hususî mülkiyete, dinî kanaatlere hürmet eylemek, yağma yapmamak, şahsî suçlar dolayısıyla ahaliye müşterek cezalar tatbik etmemek. Ancak iki cihan harbi de bu esasların kifayetsizliğini ispat etmiş olduğundan gerek harp esirlerine, harp yaralılarına ve hastalarına ve gerek sivil eşhasın himayesine dair kaideleri yeniden tâdil ve ıslâh etmek zarureti baş göstermişti. Milletlerarası kızılhaç müessesesinin uzun hazırhkl arından sonra İsviçre hükümetinin daveti ile toplanıp 63 devletin temsil edildiği 1949 Cenevre konferansı şu sözleşmeleri tâdil ve ıslâh etmek gayesini güdüyordu. a) Kara harbinde yaralıların ve hastaların durumunun ıslâhına dair 27 Temmuz 1929 tarihli Cenevre sözleşmesi. b) 1906 Cenevre sözleşmesi prensiplerinin deniz harbine tatbikine dair 18 Ekim 1907 tarihli onuncu Lahey sözleşmesi. c) Harp esirlerine yapılacak muamele hakkındaki 27 Temmuz 1929 tarihli Cenevre sözleşmesi. Bunlardan başka harp zamanında sivil şahısların himayesine dair yeni bir sözleşme yapılması da konferans gündeminde yer almıştı. Konferans müzakereleri sonunda 12 Ağustos 1949 da kabul olunan yukarıda andığımız dört sözleşmeden üçü eski sözleşmelerin metinlerine istinadetmekle beraber, birçok yenilikler de vücude getirmişlerdir. Harp esnasında sivillerin himayesine ait kaidelerin mevcut bulunmaması, son harpte pek feci neticeler doğurmuştu.. Bu hususta da yeni bir sözleşme akdine ihtiyaç vardı ki, dördüncü Cenevre sözleşmesi ile bu ihtiyaç ta tatmin olunmuştur.ayni mealdeki maddelerin ihtiva eylediği esaslardır. Bu maddelerin sözleşmelere gösterilecek riayetten, milletlerarası bir harp ve işgal vukuunda ve dahili harp esnasmda nasıl tatbik olunacaklarından bahsetmektedir. Bundan sonra tatbik müddetine, âkit tarafların yapacaksan hususi anlaşmalar himaye gören eşhasm haklarımın kesin mahiyetine, himaye rolünü yüklenen devletlerin rolüne, Milletlerarası kızılhaç komitesinin faaliyetlerine, akitler arasında çıkacak anlaşmazlıkların halline ait hükümler gelmektedir. Ehemmiyetlerine binaen umumî hükümleri ihtiva eden bu maddelerin aynen derci faydalı görülmüştür. Madde 1 Sözleşmeye riayet Madde 2 Sözleşmenin tatbiki Madde 3 Milletlerarası mahiyette olmayan anlaşmazlıklar Madde 4 Tarafsız devletler tarafından tatbik Madde 5 Tatbikini m
üddeti Madde 6 Hususî anlaşmalar Madde 7 Haklardan vazgeçilememesi Madde 8 Koruyucu devletler Madde 9 Kızılhaç milletlerarası komitesinin faaliyeti Madde 10 Koruyucu devletlerin yedekleri Madde 11 Uzlaştırma usulü 1) Stevan Tchirkoviteh, Revue g6n<Şrale de droit international publie, No:l, Ocak -Mart 1950. 2) 1907 ve 1911 tarihlerinde Türkiye ile İsviçre arasında taati edilen notalar neticesinde Türkiye'nin kızıl haç yerine Kızılay bayrağını kullanmasına müsaade edilmiştir. Daha sonra bütün müslüman memleketlere aynı müsaade bahşedilmiştir. 3) http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/248/2251.pdf Trablus (anlam ayrımı) Trablus (Tripolis) sözcüğü ile şu başlıklardan biri kastedilmiş olabilir: Trablus ismi Tripolis isminin Arapça halidir. Tripolis ismi bu iki kente Greko-Roma çağlarında verilmiştir ve "üç şehir" anlamına gelir. Türkiye sınırları içinde de bir zamanlar Tripolis adıyla anılmış olan bir şehir vardır. Bu şehrin o zamanlar Tripolis ismi zamanla Tirebolu'ya dönüşmüştür. Nesli tehlikedeki türler Nesli tehlikedeki türler, yok olma tehdidi altındaki bitki ve hayvan türleridir. Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği'nin (IUCN) iki yılda bir yayımlanan kırmızı listesinde yer alırlar. Bir türün kırmızı listeye alınması için Dünya üzerinde 50'den az yetişkin bireyin kalmış olması gereklidir. Diğer bir kategori "hassas türler"dir. Bunun için temel kıstas türün yetişkin popülasyonunun 1000'den az olmasıdır. Dünya Doğayı Koruma Birliği'nin (IUCN) 2006 raporu, insan kaynaklı suistimaller sonucu 784 türün dünya üzerinden tamamen yok olduğunu ve 16.119 hayvan türünün tükenmekte olduğunu göstermekte. Sadece 2006'da listeye 530 türün eklenmiş olması canlı türlerinin ne büyük bir tehdit altında olduğunu gösterir. Dünya'nın hemen her bölgesindeki bitki ve hayvan türleri arasında nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya gelen ve bir kısmı ne yazık ki dünya üzerinden tamamen silinen binlerce tür bulunmaktadır. Bazıları; Hayvan türleri: Bitki türleri: Pilgrimler Pilgrimler veya Pilgrim Atalar, Plymouth Kolonisi'nin (aynı zamanda New England bölgesinin) ilk yerleşimcileri için kullanılan bir tabirdir. Bu yer, bugün itibarıyla Massachusetts'in Plymouth şehridir. Doğu Midlands'te yaşanan geçici bir siyasî gerilim esnasında Britanya'yı terkederek bugün Massachusetts Plymouth olarak bilinen yere gelen ilk topluluk bunlardır. Kolonilerini, 1620'de kurdular. Bu koloni, 1607'de Virginia Jamestown kolonisinden sonra Yeni Dünya'daki ikinci başarılı İngiliz yerleşimi oldu. Bu yerleşim ileride kurulacak Birleşik Devletler'in çekirdeğidir. Pilgrimlerin serüveni, Birleşik Devletler'in tarihi ve kültürü içinde merkezî bir yere sahiptir. Şükran Günü olarak bilinen ve geçmişi 1621'lere uzanan bu günü Amerika'da ilk kez Pilgrimler kutlamıştır. Trablus Trablus (, "Tarabulus") ya da Osmanlı dönemindeki adıyla Trablusgarp, Libya'nın başkenti ve en büyük şehridir. Trablusşam Trablusşam, (Arapça:طرابلس, Yunanca: Tripolis) Lübnan’ın Şimal vilayetinin merkezi ve 2. büyük şehri. Beyrut’un 85 km kuzeyinde yer alan şehrin nüfusu 500.000’dir. Nüfusun yaklaşık %80'i Sünni Müslüman olmakla beraber Hristiyan ve Arap Alevileri de bu şehirde yaşamaktadır. Antik Çağda önemli bir Fenike şehri olan Trablusşam daha sonraki tarihlerde Perslerin Romalıların Arapların Haçlıların ve Memlukların idaresinde kaldıktan sonra 1516'da Yavuz Sultan Selim'im Mısır seferi sırasında Osmanlı topraklarına katıldı. Osmanlı Devleti sınırları içerisinde Trablus ismini taşıyan iki tane şehir olduğu için Osmanlılar Lübnan'daki bu şehre Trablusşam, Kuzey Afrika'daki şehre (günümüzde Trablus, Libya) ise Trablusgarp ismini verdiler. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Fransızların idaresine giren Trablusşam 1946’da Lübnan’ın bir şehri haline geldi. Lübnan’ın sahip olduğu tek adalar Trablusşam şehrinin hemen açıklarında yer alan dört adet adacıktır. En büyüğü Palmiye adaları veya Tavşan adası olarak adlandırılmaktadır ve UNESCO tarafından Dünya mirası ilan edilmiştir. Kamp yapılması ve ateş yakılmasının yasak olduğu bu adada yeşil kaplumbağalar ve ender görülen kuşlar yaşamaktadır. Adada Roma ve Haçlı devletlerinden kalma kalıntılar da vardır. Kalahari Çölü Kalahari Çölü, Afrika'nın Güneyinde, 22° ile 28° Güney enlemleri, 19° ile 24° Doğu boylamları arasında yer alan yarı çöl plato alanı. Bölgenin yüzölçümü 900.000 km²'ye kadar varır "(→ )". Kalahari ismi genelde Botsvana'nın batı kısmına denilmekte olup çöl Botsvana'nın büyük bir kısmı ile Namibya ve Güney Afrika'nın bazı kesimlerini kaplar. Bölge geniş otlaklıklar, çalı ve ağaçlıklar ihtiva etmesine rağmen, yağış az olduğundan dolayı çöl denilmiştir. Bölgenin çok az bir kısmı bütün mevsimlerde çöl özelliği gösterir. Yıllık yağışlar kuzeydoğuda 600 mm'den Güneybatıda 130 mm'ye kadar değişiklik gösterir. Çok az yağış almasının sebebi, doğu doğrultusunda uzanan dağ sıralarının Hint Okyanusundan esen nemli rüzgarların etkisini azaltmasıdır. Bu dağların ortalama yüksekliği 900 ila 1200 m arasında değişir. Vadilerde antilop sürüsü, fil dahil birçok tropik bölge hayvanı bulunur ve serbestçe dolaşırlar. Toprak genelde kızıl renkli yumuşak kumlu olup, eski nehirlerin getirdiği alüvyonlar bulunur. Bu alüvyonlar sıcakta sertleşerek yağan yağmurlardan göletler meydana getirirler. Sebzeler yağış durumuna göre yüksek ormanlardan alçak bölgelere doğru değişir. Çok miktarda sebze yetiştiği gibi, bunlardan kavun, karpuz ve patates bol miktarda ekilir. Bölgede bulunan otlaklardaki otların çok olması, bunların çok iyi bir hayvan yemi olmasını sağlamaktadır. Bölgenin kıyılarına Bantu kabileleri yerleşmiş olmasına rağmen, buranın asıl sakinleri çölde yarı göçebe olarak yaşayan Boşimanlar (Buşmanlar) denilen, 2000 civarındaki sarı derili ormancılardır. Avcılık ve inşaatçılık gibi mesleklerle geçinirler. Bölgenin güneybatısı Kalahari Gemsboh Milli Parkı olup, 20.720 km² yer kaplamaktadır. Bu bölgedeki milli parkta nesli tükenmekte olan hayvanların bakımı ve korunması ülke tarafından kurulmuş olan milli park görevlileri tarafından sağlanmaktadır. Safranbolu evleri Safranbolu evleri, Karabük iline bağlı Safranbolu ilçesinde, 18. ve 19. yüzyıl Osmanlı kent dokusunun günümüze kadar korunduğu bölgenin genel adıdır. UNESCO tarafından 17.12.1994'te Dünya Kültür Mirası listesine alınmıştır. Osmanlı döneminde, Safranbolu evlerinin harcının yumurta akından yapıldığı ve çok uzun süre depreme dayandığı rivayet edilir. Bu evlerin bir depreme dayanma özelliği de toprağın dibine yapılmamasıdır. Safranbolu evleri beyaz renklidir ve bu evler birbirinin önlerini kapatmazlar. Hacı Agus Salim Stadyumu Hacı Agus Salim Stadyumu, Endonezya'nın Padang şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Hacı Agus Salim Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Endonezya'nın Semen Padang FC takımının maçlarını yaptığı stadyum, 20.000 seyirci kapasitelidir. Jatidiri Stadyumu Jatidiri Stadyumu, Endonezya'nın Semarang şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Jatidiri Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Endonezya'nın PSIS Semarang takımının maçlarını yaptığı stadyum, 21.000 seyirci kapasitelidir. Kemal Djunaedi Stadyumu Kemal Djunaedi Stadyumu, Endonezya'nın Jepara şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Kemal Djunaedi Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Endonezya'nın Persijap Jepara takımının maçlarını yaptığı stadyum, 10.000 seyirci kapasitelidir. Kanjuruhan Stadyumu Kanjuruhan Stadyumu, Endonezya'nın Malang şehrinde 2004 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Kanjuruhan Stadyumu, 50.000 seyirci kapasitelidir. Lebak Bulus Stadyumu Lebak Bulus Stadyumu, Endonezya'nın başkenti Cakarta'da çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Lebak Bulus Stadyumu, 12.000 seyirci kapasitelidir. Stadion Siliwangi Stadion Siliwangi, Endonezya'nın Bandung şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Endonezya'nın Persib Bandung takımının maçlarını yaptığı stadyum, 20.000 seyirci kapasitelidir. Gajayana Stadyumu Gajayana Stadyumu, Endonezya'nın Malang şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Gajayana Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Endonezya'nın Arema Malang takımının maçlarını yaptığı stadyum, 20.000 seyirci kapasitelidir. Stadion Menteng Stadion Menteng, Endonezya'nın başkenti Cakarta'da çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Endonezya'nın Persija Jakarta takımının maçlarını yaptığı stadyum, 30.000 seyirci kapasitelidir. Gelora 10 November Stadyumu Gelora 10 November Stadyumu, Endonezya'nın Surabaya şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Gelora 10 November Stadyumu, 40.000 seyirci kapasitelidir. Ngurah Rai Stadyumu Ngurah Rai Stadyumu, Endonezya'nın Denpasar şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Ngurah Rai Stadyumu, 15.000 seyirci kapasitelidir. Jalek Harupat Soreang Stadyumu Jalek Harupat Soreang Stadyumu, Endonezya'nın Bandung şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Jalek Harupat Soreang Stadyumu, 40.000 seyirci kapasitelidir. Kış uykusu Kış uykusu, soğuk ve kurak mevsimlere karşı koyabilmek için canlı varlıkların yapısında görülen olayların tümü olarak tanımlanır. Kış uykusu esnasında hayvanlarda vücut sıcaklığı normalin altına düşer ve kalbin atım sayısı azalır. Bütün canlılar kış uykusuna yatmaz. Ama kış uykusu kış aylarında ya da genellikle iklim koşullarının elverişsiz olduğu dönemlerde, omurgalı ya da omurgasız ayrımı olmadan birçok canlıda görülür. Kış uykusu olayının daha iyi anlaşılabilmesi için bitkisel çevrimin bilinmesinde yarar vard
ır. Sonbaharın bitiminde ağaçlarının yapraklarını döktüğü ve birkaç ay süresince çiçek ya da meyve üretmeden, bir anlamda dinlenme dönemine girdikleri gözlemlenir. Kışın, yapraklarını dökmeyen ağaçlar da içinde olmak üzere, bütün ağaçlar yaşamsal etkinliklerin en aza indiği bir görüntüye bürünürler. Birçok hayvanın, özellikle de ormanda yaşayan hayvanların kış uykusuna yatmasına neden olan da ağaçların bu tür bir uykuya çekilmesi olayıdır. Bitkilerin yaşamsal etkinliklerini yavaşlatması hayvanların beslenebilmek için gerekli yiyecekleri bulamamalarına yol açar. Kimi kuş türleri de hava koşullarının kötüleşmesi ve yeterli besinin bulunamaması yüzünden, kusursuz bir biçimde sıralanmış sürüler halinde daha sıcak ülkelere göç ederler. Ama otlarla, tohumlarla, böceklerle beslenen ve göç etmeyi sağlayacak kanatlara sahip olmayan ya da iklim koşullarının daha elverişli olduğu bölgelere yürüyerek ulaşamayan hayvanlar, kışın gelmesiyle kış uykusuna yatarlar. Kontrbas Kontrbas, keman ailesinden, yaylılar grubunun en kalın sesli çalgısıdır. 4 telli ve 5 telli olmak üzere iki türü bulunur. 5 telli olan kontrbasa senfonik orkestra eserlerinin icrasında sık olarak ihtiyaç duyulmaktadır. Kontrbasın, özel bir tür çelikten yapılmış dört teli vardır. Bunun yanında yalnız bağırsak ya da bağırsak üzerine çelik sargı veya başka yapay malzemeler kullanılarak hazırlanmış teller de bulunabilmektedir. Yay kullanılarak ya da parmaklar yardımıyla çalınır. Diğer yaylı çalgılardan farklı olarak iki çeşit yay modeli bulunmaktadır. Bunlar Alman ve Fransız olarak adlandırılmaktadır. Alman modelde yay yan taraftan kavranarak tutulurken, Fransız modelde yay yukarıdan tutulur. Ayrıca senfonik orkestraların, caz, pop ve rock müzik topluluklarının ana çalgılarından biridir. Kontrbas, özellikle caz müziğin vazgeçilmez çalgısı olmuştur. Kontrbas Violone adı verilen bir Rönesans çalgısından türemiştir. 16. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar bir değişim süreci geçirmiştir. 18. yüzyılın ikinci yarısında bugünkü biçimini almıştır. Çok büyütülmüş bir keman görünümündedir. Boyu 1,80 metre, eni 60 cm olan kontrbas bu boyutları nedeniyle ayakta ya da yüksek bir tabureye oturularak çalınır. Bu enstruman için eser yazmış olan bestecilerin başında; K.D.von Dittesdorf, G.B.Vanhal, J.M.Sperger, V.Pichl, A.F.Hoffmeister, G.Bottesini, D.Dragonetti, A.Misek, S.Koussevitzky gelmektedir. Eisenhower Doktrini Eisenhower Doktrini, 1953 yılından itibaren 8 sene ABD Başkanlığı yapan Dwight Eisenhower'ın 5 Ocak 1957'de Kongre'ye gönderdiği yetki talebi isteği. Dwight Eisenhower,1954 yılında "Barış için Atom" programını başlattı ve 5 Ocak 1957'de, ünlü Eisenhower Doktrini’ni açıkladı. Bu doktrin ile Orta Doğu ülkelerine askerî ve ekonomik yardımda bulunulması planlanmaktaydı. Yardımın amacı,Orta Doğu'da komünizmin yayılmasını önlemekti. Temsilciler Meclisi, 30 Ocak'ta, Senato da 5 Mart'ta, büyük oy çoğunluğu ile Eisenhower Doktrini'ni kabul ederek, Başkan'a istediği yetkileri verdi. Eisenhower Kongre'den şu konularda kendisine yetki verilmesini istiyordu: Bu amaçlarla Başkan Eisenhower, Kongreden, üç yıl süre ile, her yıl 200 milyon Dolar harcama yetkisi istemekteydi. Temsilciler Meclisi'nde onaylanan tasarı, Senato da 5 Mart’ta, büyük oy çoğunluğu ile kabul edilerek, Başkan’a istediği yetkileri verildi. Eisenhower doktrini’nin tatbikatını sağlayacak kanun; 9 Mart 1957′de kongre tarafından kabul edildikten sonra, başkanın danışmanı James P. Richards, Ortadoğu ülkelerini ziyaret etti ve doktrine katılmalarını istedi. 22 mart 1957 günü Türkiye Eisenhower doktrini’ne katıldığını, ayrıca doktrini bölgede gerçekleştirebilmek için hazır olduğunu açıkladı. aynı gün ABD, Bağdat paktı askerî komitesine gireceğini ilan etti. Eisenhower Doktrininin bilhassa Orta Doğu'da Amerikan askerinin kullanılmasına dair kısmı, Amerikan Kongresinde büyük tartışmalara sebep oldu. Buna rağmen, Temsilciler Meclisi, 30 Ocakta, Senato da 5 Martta, büyük oy çoğunluğu ile Eisenhower Doktrinini kabul ederek, Başkana istediği yetkileri verdi. ABD başkanı Eisenhower ‘in 1957 yılı başında Kongre’ye sunduğu bir raporla açıkladığı ve uluslararası komünizm tehdidine karşı direnmek için Amerikan yardımına ihtiyaç duyacak Ortadoğu ülkelerine askeri ve ekonomik yardımı içeren politika. doktrinin temelinde ABD’nin Sovyetler Birliği’nin süveyş bunalımından sonra Ortadoğu’da kazandığı prestije karşı, bölgede bir karşı grup örgütleme çabası ve bölgedeki olayları uluslararası komünizmin bir parçası olarak kabul etmesidir. Eisenhower Doktrini iki bakımdan Amerikan dış politikası için mühim bir gelişmeyi ifade etmekteydi. Birincisi, Amerika’nın Orta Doğu ile bağlantı alanını bir hayli genişletmesidir. Her ne kadar Amerika; Orta Doğu ile ilgisini ilk defa Truman Doktrini ile göstermiş ise de, Truman Doktrini sadece Türkiye ve Yunanistan’a ve yine sadece askeri yardım yapılmasını öngörmekteydi. Hâlbuki Eisenhower Doktrini, bütün bir Orta Doğu bölgesini içine alıyor ve Amerikan askerinin kullanılması sureti ile bölgedeki ülkelerin komünizme karşı savunulmasını da üzerine alıyordu. İkinci olarak, bu doktrin ile Amerika, İngiltere ve Fransa’nın Orta Doğu'da bıraktıkları boşluğu bizzat doldurmak üzere harekete geçiyor ve aynı zamanda da, bölgede Sovyet Rusya’nın karşısına dikiliyordu. Amerika ve Sovyet Rusya ilk defa olarak Orta Doğu'da karşı karşıya gelmeye başlıyordu. Sovyetler Birliği bu plana büyük tepki gösterdi. 7 Ocak’ta yayınladıkları resmi bildiride, Eisenhower Doktrini, “Orta Doğu ülkelerini esaret altına alma amacını günden bir tedbir”, “Amerikan tekelci kapitalizminin militarist çevrelerinin Orta Doğu işlerine kaba bir müdahalesi” olarak nitelemişlerdir. Bunun arkasından 11 Şubatta Amerika, İngiltere ve Fransa’ya verdikleri notalarda, Orta Doğu için bir barış planı ortaya attılar. Buna göre, bölgede ittifak blokları kurulmayacak, yabancı askerler geri çekilecek, yabancı üsler tasfiye edilecek ve bölgenin içişlerine karışılmayacaktı. Bölge ülkelerine silah satılmayacaktı. Sovyetlere verilen cevapta, bu plan reddedildiği gibi bölgeyi silahlandıran ilk devletin kendisi olduğu ve içişlerine karışmadan söz eden Sovyetlerin önce Macaristan’dan elini çekmesi gerektiği bildirildi. Eisenhower Doktrini, Menderes hükümeti için 1947 yılında Truman Doktrini’nin açıklanması ile başlayan askerî ve ekonomik yardımın, Türkiye’nin yanı sıra diğer Ortadoğu ülkelerine de genişlemesi olarak değerlendirilebilir. Başbakan Adnan Menderes, söz verilen bu askerî ve ekonomik yardım sayesinde ülke içinde de prestijini arttırmayı ümit ediyordu. Bu dönemde Türkiye ekonomisinin kötü gidişi, hükümete güçlükler yaratıyordu. Menderes, yaptığı bir basın toplantısında, Eisenhower Doktrini’nin Ortadoğu’da siyâsî istikrârı sağlayacağına inandığını belirtmişti. CHP ise iç siyâsî havanın gerginleşmesine rağmen, Eisenhower Doktrini konusunda hükümete destek oldu. Bu doktrinin getirdiği tedbirlerin uygulaması 1958 yılındaki Lübnan ve Ürdün olayları sırasında gerçekleşmiştir. Türkiye, ABD ve İngiltere’nin davranışlarını kayıtsız şartsız destekleyeceğini bildirmiştir. Ortadoğu ülkelerinin doktrine karşı çıkması sebebiyle ABD, yeni tedbirler alma kararı almıştır. Türkiye, Ortadoğu’da boşalan gücü dolduracak ülke olarak belirlenmiştir. 21 Mart 1957 tarihinde, Ankara’da, Türkiye ve ABD yetkilileri Eisenhower doktrini’ne benzeyen ortak bir bildiri yayınlamışlardır. Menderes, Eisenhower doktrini’nin açıklanmasından sonra, ABD’yi Ortadoğu’da koruyucu bir güç olarak kazanma amacına ulaşmıştır. Menderes için bölgedeki Sovyet etkisini önleyebilecek tek güç, Amerika’ydı. Böylece Menderes, ABD’yi Sovyet yayılmacılığını önlemek için bir denge faktörü olarak kullanma yoluna başvuruyordu. Adnan Menderes’in NATO ile Bağdat paktı arasında bağlantı kurarak Türkiye’nin önemini artırmaya yönelik arzusu, bu şekilde gerçekleşti. Ancak Bağdat Paktı, Irak darbesinden sonra işlevini ve önemini kaybedince Menderes’in bu arzusunun da anlamı kalmadı. Eisenhower Doktrini karşısında Orta Doğu, ikiye ayrılmıştır. Bu doktrini kabul ettiğini ilk ilan eden; 6 Ocak’ta Lübnan olmuştur. Lübnan, bu hareketi ile, şimdiye kadar takip ettiği tarafsızlık politikasını terk etmiş oluyordu. Lübnan’ın arkasından Pakistan, Irak, Türkiye ve Yunanistan, Eisenhower Doktrini’ni kabul ettiklerini açıkladılar. Bunlardan sonra Afganistan, Libya, Tunus ve Fas, en sonunda İsrail bu Doktrini kabul ettiklerini bildirdiler. Buna karşılık, ilk şiddetli tepki Mısır’dan geldi. Arkasından Suriye, bu tepkiye katıldı. Bu iki devleti ise Ürdün ve Suudi Arabistan takip etti ise de, birkaç hafta sonra Suudi Arabistan, tutumunu değiştirerek, Eisenhower Doktrini’ni “iyi ve müsbet” bulduğunu bildirdi. Çünkü Suudi Arabistan, İsrail konusunda bu devletlerle beraber gitmeye hazırdı; fakat Sovyetler konusunda bu devletlerle bir adım bile atmamaya kararlıydı. Nâsır’ın Ürdün’de monarşiyi devirmek için biraz sonra giriştiği teşebbüsler, Ürdün’ün tutumunu da değiştirecek ve bu ülkeyi Suriye-Mısır cephesinden ayıracaktır. Tabiatıyla Sovyetler de büyük tepki gösterdiler. 7 Ocak’ta yayınladıkları resmi bildiride, Eisenhower Doktrinini, “Orta Doğu ülkelerini esaret altına alma amacını güden bir tedbir”, “Amerikan tekelci kapitalizminin militarist çevrelerinin Orta Doğu işlerine kaba bir müdâhalesi” olarak nitelemişlerdir. Ananas Ananas ("Ananas comosus"), ananasgiller (Bromeliaceae) familyasından sıcak ülkelerde yetişen bitki ve onun meyvesi. Anayurdu Güney Amerika'dır. Meyvesi iri, güzel kokulu ve lezzetlidir, üstünde bir demet yaprak vardır. 1555'te Jean de Léry tarafından Brezilya'da bulundu, oradan İngiltere'ye götürüldü, sonra Fransa'da yetiştirildi. Ananas genelde 1-1.5 metre boylarında, bazen daha uzun olup görünümü parlak uzun mumsu yapraklı bir görünümü olan kısa ve tıknaz kök yapısına sahiptir. Meyve oluşumu sırasında 200'e kadar çiçek oluşturabilme kabiliyetine sahiptir. Çiçekleri bir araya gelerek ananası oluştururlar. Üst kısmında fibonacci dizilimine göre yapraklanma oluştururlar. Taze ola
rak tüketilen bu tropikal meyve neredeyse tüm dünyadaki tropikal mutfaklarda kullanılmaktadır. Tüm ya da dilimlenmiş olarak satışa sunulan bu meyve meyve tatlı olarak meyve salatalarında ve kokteyl yapımında kullanılmaktadır. Yoğurt, reçel ve dondurmada da kullanılan tat verici ana unsurlardandır. 2009 yılı ananas üretiminde Brezilya 2,206,492 ton ile birinci sıradadır. 2,198,497 ton ile Brazilya'yı Filipinler takip etmektedir. FAOSTAT verilerine göre 2009 yılında dünya genelinde üretilen ananas miktarı 19,488,240 tondur. 2001 yılında taze ananas ithalatında birinci sırada 322,000 ton ile Kosta Rika vardı. ABD ve Avrupa süpermarketlerinde en yaygın olarak bulunan taze ananas 1970'lerin başında Hawaii'de üretilmeye başlandı. Ticari tarımda, çiçeklenme yapay olarak tatbik edilebilir ve ana meyvenin hasadının daha erken yapılmasını sağlar. Bu uygulama bitkinin daha küçük ikinci bir ürün üretmesine olanak sağlar. Ananas meyvesi şekil itibarıyla kozalaklı çam ağaçlarının üreme organlarına benzediğinden, Avrupalı gezginler bu meyveyi ilk bulduklarında İngilizce'de "çam elması" anlamına gelen "pineapple," İspanyolca'da çam anlamına gelen "piña" vs. isimler vermişlerdir. Daha sonra ise çam kozalağı orijinalinin korunması amacıyla Tupi-Guarani dilleri kullanılan bu isim seçilmiştir. Türkçede de orijinal haliyle benimsenen "ananas" kelimesi lügatı ilk olarak 1938 yılında kaydedilmiştir. Madan Sarup Madan Sarup (1930 - 1993), Hindistan'ın Pencap eyaletinde dünyaya geldi. Dokuz yaşında eğitim için İngiltere'ye gönderildi. 1950'ler ve 1960'lar boyunca çeşitli ortaögretim okullarında sanat ögretmenliği yaptı. 1974 yılında Londra Üniversitesi'ne bağlı Goldsmiths College'de Eğitim Sosyolojisi bölümüne öğretim görevlisi olarak atandı. Burada Radikal Felsefe hareketine yakınlık duydu ve etkinliklerine katıldı. Madan Sarup kendisini her zaman politik olarak bir Marksist olarak ifade etmiştir. Bu dönem boyunca, eğitim sosyolojisine Marksçı bir bakış açısı getirmeye çalışmıştır. 1980'lerden itibaren postyapısalcı felsefe ile ilgilenmeye ve izlerini sürmeye başladı. Özellikle Lacancı "(Jacques Lacan)" psikanalitik kuramı ile yakından ilgilendi, buradan eğitimle ilgili sorunları değerlendirmeye çalıştı. 1993 yılında hayatını kaybetmiştir. Astatin Astatin (simgesi At),atom numarası 85, periyodik tablonun 7 A grubundan radyoaktif element. Bizmutun gama ışını bombardımanına tutulması ile oluşur. Dünya'da doğal olarak en az bulunan elementtir. Kütle numarası 201-219 arasında 19 izotopu saptandı. Astatinin en uzun ömürlü izotopu AS210'un yarıömrü 8,3 saattir. Halen kullanım alanı yoktur, fakat nükleer tıpta kullanılması düşünülmektedir. 7A grubunda olan element, halojen olup bir ametaldir. Neon Neon (Ne), periyodik tablonun 8-A grubunda yer alan soy gazdır. Doğada dağılmış olarak ve çok küçük yüzdelerde, yalnızca atmosferde değil, aynı zamanda yeraltından çıkan doğal gazların bileşiminde de bulunur.Kuru havanın, hacim olarak %0,0018'ini oluşturur. Renksiz bir gazdır. En dış yörüngesinin sekiz elektron içermesi nedeniyle çok kararlı bir yapıya sahip olan neon, kimyasal bağlar ve bileşikler oluşturmaz. Değerliliği sıfırdır. Ticari amaçla, sıvılaştırılmış havadan ayrıştırılır. Çoğunlukla aydınlatmada kullanılır. Neon gazı içeren bir tüpte düşük basınç altında oluşturulan elektrik dolaşımı, parlak turuncu bir ışığın salınmasına neden olur. Bu nedenle neon gazı, argon, kripton ve ksenon gibi öbür soy gazlarla beraber reklam amacına yönelik aydınlatıcı tüplerinin doldurulmasında kullanılır. Aydınlatma tüplerinin, uzunlukları büyük, çapları küçük olup, yüksek gerilimle beslenirler. Neon atomu on proton, on nötron ve on elektrona sahiptir. Soy gazlardandır ve herhangi bir kimyasal bağ yapamaz. Neon 1898 yılında William Ramsay ve Morris Travers tarafından keşfedilmiştir. Argon Argon, periyodik tablonun 8A grubunda yer alan element. Simgesi Ar dir. Renksiz, kokusuz ve tatsız bir gazdır. Soy gazlardandır. 8. grup elementlerinde 3. sıradadır. Sanayide gazla doldurulan elektrik lambalarında yaygın olarak kullanılır. Proton sayısı 18'dir. Dünya atmosferinde % 1'den az oranda bulunmakta ve böylece en yaygın soy gaz olmaktadır. En dış elektron kabuğu dolu ve diğer kimyasal elementlerle bağ yapmaya karşı dirençlidir. Termodinamik denge noktası (triple point) sabit sıcaklığı 83.8058 K olarak 1990 yılında Uluslararası Sıcaklık Ölçümü (ITS) ile tanımlanmıştır. Oksijen gazının sudaki çözünürlüğü ile aynı çözünürlüğe sahiptir ve bu da nitrojen gazının sudaki çözünürlüğünden 2,5 kat daha fazladır. Yüksek kararlılığı olan kimyasal element renksiz, kokusuz, tatsız ve toksit değildir hem sıvı hem gaz fazı için. 1785 yılında havada argon olduğu ilk defa Henry Cavendish tarafından iddia edilmiş ve 1894 yılında Lord Rayleigh ve William Ramsay tarafından keşfedilmiş. İnert bir elementtir. Gaz ve sıvı formda bulunabilir. Havada bulunur ve saf olarak havadan ayrıştırılması ile elde edilir. IEEE 802.11 'IEEE 802.11, bilgisayar haberleşmesinde bir dizi Telsiz Yerel Ağ (TYA / WLAN) standardına verilen isimdir. Bu standart 1997 senesinden beri, uluslararası bir sivil toplum örgütü olan, Elektrik ve Elektronik Mühendisleri Enstitüsü (EEME / IEEE) tarafından geliştirilmektedir. IEEE kısaltmasi bu kuruluşu belirtmektedir. 802.11 standardının gelişimi ile EEME nin 11 inci çalışma grubu ilgilenmektedir. Bu çalışma grubu aynı zamanda Metropolitan Ağ Standartlari (MA / MAN) ile ilgili çalışma yapmaktadır. Çalışma grubunun tam ismi "EEME TYA ve MA Standartlar Komitesidir". IEEE 802.11x terimi, bu standartta yapılan değişikleri temsil etmektedir. Bu yapılan değişikliklere rağmen 802.11 ailesi aynı temel iletişim kurallarını kullanıyor. Yapılan değişikler arasında en önemli kabul edilenleri 802.11b ve 802.11g'dir. Bunların diğer değişiklerden (c-f,h,j) farklı kabul edilmesinin en temel sebebi, toplum tarafından daha fazla benimsenmiş ve kullanılmış olmalarıdır. Önümüzdeki senelerde, yapılacak olan yeni değişiklik ile oluşturulacak 802.11n standardı da önemli bir değişiklik olarak kabul edilecek gibi görünüyor. Her yeni yapılan değişiklik ile 802.11 iletişim standardının güvenlik özellikleri ve kapsama mesafesi artmaktadır. 1997 yılında piyasaya sürülen ilk sürüm, 1Mbit/s ve 2Mbit/s olmak üzere iki veri aktarma hızını destekliyordu ve fiziksel katmanda veri (Sınai, Bilimsel, ve Tıbbi Frekans Bandı olan) 2.4 Ghz'den ve 3 farklı teknoloji ile aktarılıyordu: Bu sürüm esas erişim yöntemi olarak Carrier Sense Multiple with Collision Avoidence (CSM/CA) teknolojisi kullanılıyor. Bu veri aktarma hacmine ciddi bir yük getirmekle beraber, kötü koşullar altında da güvernilir veri aktarımı sağlıyordu. İlk çıktığı zaman, piyasada altı ürün bu standardı kullanmaya başlamıştı, fakat farklı şirketler tarafından çıkarılan bu ürünler arasında kısıtlı bir uyumluluk vardı. Bu ilk sürümün en önemli özelliği üreticilere ve kullanıcılara çok sayıda seçenek sunmasıydı. İlk bakışta çok faydalı bir özellik olarak gözükmekle beraber, bu özelliğin yarattığı çok önemli bir sorun vardı; piyasadaki farklı ürünler arasında uyum sorunu baş göstermişti. Bu uyumsuzluk sorunu yüzünden iletişim kuralının bu sürümüne daha çok bir beta sürümü diyebiliriz. 802.11 iletişim kurallarına yapılan ilk değişikliktir. Piyasaya 1999 senesinde sürülmüştür. Esas olarak ilk sürüm ile aynı yazılım yapı taşlarını kullanmakta idi. İlk sürümden farklı bir frekans kullanması nedeni ile erişim mesafesinde ve veri hızı aktarımında ciddi değişiklik olmuştu. En çok kabul görmüş diğer sürümlerden (b,g) farklı bir frekans aralığı(2.4-2.5) kullanmasının olumlu ve olumsuz yönleri vardır: 5 Ghz frekansını kullanmanın olumsuz yönü sinyalin erişim mesafesi söz konusu olunca ortaya çıkıyor. "b" ve "g" sürümlerine nazaran bu sürümü kullanan cihazların erişim mesafesi daha kısadır. Bunun en önemli nedeni ise, 5 Ghz frekans aralığında yayın yapan cihazın sinyallerinin duvar ve diğer nesneler tarafından daha fazla emilmesidir. Olumlu yanı ise veri aktarım hızında ve veri aktarımındaki güvenilirlikte ortaya çıkıyor. Bu frekansta yayın yapan çok fazla kablosuz elektronik cihaz (mikrodalga fırın, kablosuz telefon, bluetooth kullanan cihazlar, vs.) bulunmadığından, 802.11a diğer elektronik cihazların etkisine daha az maruz kalıyor. Aynı zaman içerisinde bu frekansta kullanılabilecek kanal sayısı da ciddi bir biçimde artırılmıştı. Bu özellikleri sayesinde, 802.11a daha pahalı cihazlarda bulunmasına rağmen iş ortamında şirketler tarafından daha çok tercih edilen iletişim kuralı olmuştur. 802.11b azami 11 Mbit/s lik bir ham hıza sahiptir ve orijinal standartta aynı cihazları bağlamak için kullanılır. 802.11b ürünleri mağazalarda 2000'den önce görülmeye başlandı. 802.11b aygıtları 2.4 GHz ile çalışan diğer aygıtlardan dolayı bir parazitlenme oldu. 2.4 Ghz'de çalışan aygıtlar: mikrodolga fırınları, Bluetooth aygıtları, kablosuz telefonlar. Band genişliği yukarıda açıklanan 802.11 aygıtlarının her birinin içindeki kanallar radyo ve TV yayın akışının bandına benziyor. Örneğin 2.4-2.4835 GHz bandı her birinin genişliği 22 MHz olan 13 ayrı kanala bölündü. Kanal 1, 2412 MHz'de ve kanal 13, 2472'de merkezlendi. Japonlar kanal 13'ün 12 MHz'lik 14. kanalı ekledi. Kanalların kullanılabilirliği ülkeler tarafından düzenleniyor. Bu düzenlemeler ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Japonya 14 kanalının hepsinin kullanılmasına müsaade etmektedir. Sadece 802.11g/n 14. kanalda kullanılamamaktadır. Avrupa ülkelerinde ise uygulamalar farklılık göstermekte. Birçok Avrupa ülkesi Japonya gibi serbest bir politika izlemektedir. Bu ülkeler sadece kanal 14'ün kullanılmasında belirli kısıtlamalar getirmektedir. Bu uygulamaya kanalkullanımını en çok kısıtlayan İspanya ve Fransa dail olmuştur. Bu iki ülkde ilk yıllarda sadece belirli kanalların kullanımına izin vermekteydiç İspanya kanal 10 ve 11'in kullanımına izin vermekteydi. Fransa ise 10 ile 13 arasında olan kanalların kullanımına izinvermekteydi. Avrupa ülkelerinden ve Japonya'da
n farklı olarak Kanada, ABD bazi Latin Amerika ülkeleri hala daha 12. ve 13. kanalların kullanımına izin vermemektedir. Bizmut ( Bi ), periyodik tablonun Va grubundaki azot ailesinin en metalsi ve en az bulunan elementi. Bizmut, bütün metaller içinde en diyamagnetik ( en güç mıknatıslanan ) ve civadan sonra ısı iletkenliği en düşük olanıdır. Parlak, kaba kristalli ve gevrek bir metaldir; çok sert ve sünek olmamakla birlikte oldukça dövülgendir. Kırmızıya çalan kalay beyazı rengiyle bütün metallerden ayrılan bizmutu 1450’ de Alman keşişi Basil Valentine tanımlamıştır. Doğada genellikle serbest ( element halinde ), bazen de bizmut sülfür ( Bi2S3 ) ve bizmut oksit ( Bi2O3 ) gibi bileşikler halinde bulunan bizmut, çoğu kez kalay, kurşun ve bakır cevherleriyle bir aradadır ve bu cevherlerin arıtımı sırasında bir yan ürün olarak ayrılır. Oksitini karbonla indirgeyerek ya da bileşimdeki kükürtü gidermek üzere sülfürünü odunkömürü ve demir eşliğinde kavurarak da katışıksız bizmut metali elde edilebilir. Bizmut oda sıcaklığında havada kararmaz, ama ısıtıldığı zaman yüzeyinde, öbür metal oksitlerine benzemeyen kahverengimsi sarı renkte bir oksit katmanı oluşur. Kızıl kor sıcaklığında su buharıyla tepkimeye giren, buna karşılık havasız ortamda soğuk sudan etkilenmeyen, kükürt ve halojenlerle doğrudan birleşen bizmut hidroklorik asitten etkilenmez, sıcak sülfürit asitten çok az etkilenir, ama seyreltik ya da derişik nitrik asitte hızla çözünür. Antimon ve su gibi, bizmut da katılaştığı zaman hafifçe genleşir; bu özelliği nedeniyle bizmut alaşımları, özellikle ince ayrıntılı metal döküm parçalarının üretimine elverişlidir. Bizmut alaşımlarının ergime noktası düşük olduğundan, özel lehimlerde, otomatik püskürtme başlıklarında, yangın kapılarının otomatik açılma düzeneklerinde, sigortalarda, basınçlı gaz silindirlerinin güvenlik tapalarında ve çeşitli türden yangın detektörlerinde kullanılır. Soğutma sistemlerinin termoelektrik donanımında bizmut tellürür ( Bi2Te ) ve bizmut selenürden ( Bi2Se4 ) yararlanır. Bizmut fosfomolibdat   ( BiPMo12O40 ), propilen ve amonyağın havayla yükseltgenerek, akrilik liflerin, plastiklerin ve boyaların hammaddesine olan akrilonitrile dönüştürülmesinde kullanılan çok etkili bir katalizördür. Bizmut tuzları tıpta genellikle sindirim bozukluklarının tedavisinde, sindirim yollarının X ışınlarıyla incelenmesinde, deri yaralarının ve enfeksiyonlarının tedavisinde kullanılır. Bizmutoksijenklorür ( BİOCI ), dudak boyalarına, ojelere ve göz farlarına sedefli görünüm veren bir katkı maddesidir. Kripton Kripton, periyodik cetvelin 8-A grubunda yer alan soygaz,atom numarası 36 olan, simgesi Kr olan kimyasal element. Tek atomlu, renksiz özgü ve kokusuz bir gazdır. Hacim olarak, havada milyonda bir oranında bulunur. Soygazlar arasında, ksenondan sonra en kolay sıvılaşandır. (-152,9 °C). Kimyasal etkinliği yoktur. Isı iletkenliği kötüdür. Bu yüzden ksenonla birlikte kimi akkor lambaların içine, filamanın yüksek ısıya gelip daha bol ışık vermesi amacıyla kullanılır. Kriptondan, deşarj tüplerinde, ışık kaynağı olarak yararlanılır. Turuncu ışınım veren izotoplarından biri (Kr 86), Ekim 1983'e dek temel uzunluk birimi olan metrenin tanımlanmasında kullanıldı. Krypton, diğer asal gazlar gibi aydınlatma ve fotoğrafçılıkta da kullanılır. Kripton ışığının birçok spektral çizgisi vardır ve kripton plazma, her biri tek bir spektral çizgiyi çınlayan ve amplifiye eden parlak, yüksek güçlü gaz lazerlerinde (kripton iyonu ve excimer lazerler) kullanışlıdır. Kripton florür de yararlı bir lazer yapar. 1960'tan 1983'e kadar, bir metrenin resmi uzunluğu, kripton boşaltma tüplerinin yüksek güç ve göreceli kullanım kolaylığı nedeniyle, kripton-86'nın turuncu spektral hattının 605 nm dalga boyu ile tanımlandı. Kripton, 1898'de İskoç bir kimyager olan Sir William Ramsay ve bir İngiliz kimyager olan Morris Travers tarafından sıvı havanın hemen hemen tüm bileşenlerini buharlaştırmaktan kalan kalıntıyla keşfedildi. Neon, aynı işçiler tarafından sadece birkaç hafta sonra benzer bir prosedürle keşfedildi. William Ramsay, 1904 Nobel Kimya Ödülü'nü, kripton da dahil olmak üzere soy gazların keşfi için verildi. 1960'da Ağırlıklar ve Tedbirler üzerine yapılan Uluslararası Konferans, sayacı kripton-86 izotopu tarafından yayılan 1,650,763,73 dalga boyundaki ışık olarak tanımladı. Bu anlaşma, Paris'te bulunan, platin-iridyum alaşımından yapılmış bir metal çubuk olan 1889 uluslararası prototip sayacının yerini almıştır (başlangıçta, dünyanın polar çevresi bir çeyreğinde on milyonuncu olarak inşa edilen bir dizi standart çubuktan biridir ). Bu aynı zamanda 1927'de ångström'ün kırmızı kadmiyum spektral çizgisine dayanan tanımı yerine 1Å = 10–10 m ile geçersiz kıldı. Kripton-86 tanımı, ışığın 1 / 299,792,458 s boyunca bir vakumda ilerlediği uzaklık olarak yeniden tanımlanan Ekim 1983 konferansına kadar sürdü. Kripton birkaç keskin emisyon çizgisi (spektral imzalar) ile karakterizedir ve en güçlüsü yeşil ve sarıdır. Krypton, uranyum fisyonunun ürünlerinden biridir. Kripton beyazdır ve yüze merkezli bir kübik kristal yapısına sahiptir, bu da tüm soygazların ortak bir özelliğidir (helyum hariç, altıgen yakın paketlenmiş kristal yapıdadır). Ana madde: Kripton izotopları Dünya atmosferinde doğal olarak bulunan kripton altı kararlı izotoptan oluşur. Buna ek olarak, yaklaşık otuz kararsız izotop ve izomer bilinmektedir. Atmosferik reaksiyonların ürünü olan 81Kr, diğer doğal olarak bulunan kripton izotoplarıyla üretilir. Radyoaktif olduğu için, 230,000 yıllık yarılanma ömrü vardır. Kripton oldukça uçucudur ve yüzeye yakın suda çözelti içinde kalmaz, ancak eski (50.000-800.000 yıl) yeraltı sularını çıkarmak için 81Kr kullanılmıştır. 85Kr yarı ömrü 10.76 olan atıl radyoaktif soygazdır. Nükleer bomba testleri ve nükleer reaktörler gibi uranyum ve plütonyumun fisyonundan üretiliyor. Yakıt çubuklarının nükleer reaktörlerden tekrar işlenmesi sırasında 85Kr serbest bırakıldı. Kuzey Kutbu'ndaki konsantrasyonlar, konvektif karışım nedeniyle Güney Kutbu'ndakinden% 30 daha yüksektir. [ Diğer asal gazlar gibi, kripton da kimyasal açıdan tepkisizdir. Nitekim, 1960'lı yıllardan önce hiçbir soygaz bileşiği sentezlenmedi. Bununla birlikte, 1962'de ksenon bileşiklerinin ilk başarılı sentezini takiben, kripton diflorür (KrF 2) 1963 yılında bildirildi. Aynı yıl, KrF 4, Grosse ve ark.nın tarafından bildirildi ancak daha sonra yanlış bir tanımlama olduğu gösterildi. Aşırı koşullar altında, kripton aşağıdaki denkleme göre KrF2 oluşturmak üzere flor ile tepkimeye girer: Kr + F2 → KrF2 Kriptonun, florin dışındaki atomlara bağlandığı bileşikler de keşfedildi. Ayrıca bir kripton oksoasidin bir baryum tuzunun doğrulanmamış bir raporu vardır. ArKr + ve KrH + çok atomlu iyonlar araştırılmıştır ve KrXe veya KrXe + için kanıt vardır. KrF'nin reaksiyonu 2 ile B (OTeF 5) 3, kararsız bir bileşik olan Kr (OTeF 5) 2, bir kripton-oksijen bağ içerir. [HC≡N-Kr-F] + katyonunda bir kripton-azot bağ bulunur, KrF'nin reaksiyonu ile üretilir 2 ile [HC≡NH] + [AsF- 6] -50 °C'nin altında. HKrCN ve HKrC≡CH (kripton hidrür-siyanür ve hidrokriptoasetilen), 40 K'ye kadar stabil olduğu rapor edilmiştir. [20] Kripton hidrid (Kr (H2) 4) kristalleri, 5 GPa üzerindeki basınçlarda büyütülebilir. Kripton oktahedrası rastgele yönlendirilmiş hidrojen molekülleri ile çevrili bir yüz merkezli kübik yapıya sahiptirler. Son zamanlarda, Zaleski-Ejgierd ve ark. Kripton bileşiklerinin - kripton oksitlerin - tamamen yeni bir sınıfının yüksek basınçlarda termodinamik olarak dengelenmesi gerektiğini öngördü. Özellikle, kripton monoksit (KrO) yaklaşık 285 GPa (2.85 milyon atmosfer) saf elementlerin bir karışımından kendiliğinden oluşmalıdır. İçinde kripton atomlarının oksijen atomlarıyla kuvvetli kovalent bağlar oluşturması beklenir. Dünya, helyum haricinde oluşumunda bulunan asal gazların hepsini korudu. Kriptonun atmosferdeki konsantrasyonu yaklaşık 1 ppm'dir. Fraksiyonel distilasyon ile sıvı hava çıkarılabilir. Ölçüm meteorik aktiviteden ve güneş rüzgarlarından türetildiğinden uzaydaki kripton miktarı belirsizdir. İlk ölçümler uzaydaki kripton bolluğunu gösteriyor. Kriptonun çoklu emisyon çizgileri, iyonize kripton gazı deşarjlarını beyazımsı hale getirir; bu da, kripton esaslı ampulleri, fotoğrafı parlak bir beyaz ışık kaynağı olarak kullanışlı hale getirir. Krypton, yüksek hızlı fotoğrafçılık için bazı fotoğrafik flaşlarda kullanılır. Kripton gazı, parlak yeşilimsi-sarı ışıkla parlayan ışıklı işaretler yapmak için diğer gazlarla da birleştirilir. Kripton enerji verimli flüoresan lambalarda argon ile karıştırılarak güç tüketimini azaltır, aynı zamanda ışık çıkışını düşürür ve maliyeti yükseltir. Krypton'un maliyeti argonun yaklaşık 100 katı kadardır. Krypton (xenon'la birlikte) ayrıca filament buharlaşmasını azaltmak ve daha yüksek çalışma sıcaklıklarına izin vermek için akkor lambaları doldurmak için kullanılır. Daha aydınlık bir ışık, konvansiyonel akkor lambalardan daha fazla mavi renkle sonuçlanır. Krypton'un beyaz boşaltma işlemi genellikle istenen rengi oluşturmak için boyalı veya lekelenmiş renkli gaz deşarj tüplerinde iyi etki sağlamak için kullanılır (örneğin "neon" tipi çok renkli reklam işaretleri genelde tamamen kripton bazlıdır). Kripton, kırmızı spektral çizgi bölgesinde neondan daha yüksek ışık gücü üretir ve bu nedenle, yüksek güçlü lazer ışığı şovlarında kırmızı lazerler çoğunlukla, lazer amplifikasyonu ve emisyonu için kırmızı spektral çizgileri seçen aynalı kripton lazerlerdir Aynı multi-watt çıktılarını elde edemeyen daha tanıdık helyum-neon çeşididir. Kripton florür lazeri. Dolaşım deneylerinde nükleer füzyon enerji araştırmasında önemlidir. Lazerin yüksek ışın tekdüzeliği, kısa dalga boyu vardır ve spot büyüklüğü parçalanan bir pelletin izlenmesi için değiştirilebilir. Deneysel parçacık fiziğinde, yarı homojen elektromanyetik kalorimetreler oluşturmak için sıvı kripton kullanılır. Dikkat çekici bir örnek, yaklaşık 27 ton sıvı kripton içeren CERN'deki
NA48 deneyinin kalorimetredir. Bu kullanım nadirdir çünkü sıvı argon daha az pahalıdır. Kriptonun avantajı 4.7 cm'lik daha küçük bir Molière yarıçapı olup, az yer kaplayan mükemmel mekansal çözünürlük sağlar. Kalorimetre ile ilgili diğer parametreler şöyledir: X0 = 4.7 cm radyasyon uzunluğu ve 2.4 g / cm³ yoğunluk. Tutarlı iyonlaşma seviyeleri ve düzgün çalışma sağlamak için, bazı eski jet motorlarındaki ateşleme eksitörlerinde bulunan kapalı kıvılcım aralığı aralıkları, az miktarda kripton-85 içerir. Krypton-83, görüntüleme solunum yolları için manyetik rezonans görüntüleme (MRI) uygulamasına sahiptir. Özellikle radyolog, hava yolu içeren hidrofobik ve hidrofilik yüzeyleri ayırt eder. Xenon, bölgesel ventilasyonu değerlendirmek için bilgisayarlı tomografide (CT) kullanım potansiyeline sahip olsa da, anestetik özellikleri solunum gazı fraksiyonunu% 35'e sınırlar. Ksenon gazının yüksek kısmi basıncının istenmeyen etkilerinden kaçınırken,% 30 ksenon ve% 30 kriptonun nefes alıp veren bir karışımı, CT için% 40 ksenon fraksiyonu ile karşılaştırıldığında etkilidir. Atmosferdeki Kripton-85, Kuzey Kore ve Pakistan'daki gizli nükleer yakıt yeniden işleme tesislerini tespit etmek için kullanıldı. Bu tesisler 2000'lerin başında tespit edildi ve silah sınıfı plütonyum ürettiği düşünülüyordu. Kripton toksik olmayan bir asfiktir. Kripton, havadan yedi kat daha fazla narkotik bir potensiye sahiptir ve% 50 kripton ve% 50 doğal hava atmosferini solumak (bir sızıntının bulunduğu yerde meydana gelebileceği gibi) insanlarda dört kez atmosfer basıncında solunum havasına benzer narkozlara neden olur. Bu, 30 metre derinlikteki tüplü dalış ile kıyaslanabilir (bkz. Azot narkozu) ve nefes alan herkesi etkileyebilir. Aynı zamanda, bu karışım sadece% 10 oksijen (normal% 20'den daha fazla) ihtiva edecek ve hipoksi daha büyük bir endişe olacaktır. Rezonans (fizik) Rezonans, fizikte bir sistemin (genellikle doğrusal bir sistemin) bazı frekanslarda diğerlerine nazaran daha büyük genliklerde salınması eğilimidir. Bunlar, o sistemin rezonans (tınlaşım) frekansları olarak adlandırılır. Bu frekanslarda küçük periyodik kuvvetler bile çok büyük genlikler üretebilir. Sürücü bir kuvvetin enerji takviyesi yapmadığı sönümlü bir salınıcı, mekanik enerjisinin yitip gitmesinden dolayı eninde sonunda durgunluğa varacaktır. Örneğin salıncakta ki bir çocuk, babası arada bir onu hareketin hızıyla aynı yönde ittiği kadar saatlerce sallanıp durabilir. Makinelerdeki ve elektrik devrelerindeki salınımların çoğu zoruna ya da dayatma salınımlardır. Bunlar bir dış kuvvet ya da etki tarafından oluşturulup sürdürülen salınımlardır. Rezonanslar, sistemin iki ya da daha fazla farklı yükleme biçimleri arasında enerji depolayabildiği ya da transfer edebildiğinde (sarkaç durumunun kinetik ve potansiyel enerjisi gibi) meydana gelir. Ancak döngüler arasında “sönüm” adı verilen bazı kayıplar söz konusudur. Sönüm küçük olduğunda rezonans frekansı yaklaşık olarak sistemin doğal frekansına eşittir. Bazı sistemlerin birden fazla, ayrı rezonans frekansları vardır. Rezonans olayı mekanik, akustik, elektromanyetik, nükleer manyetik (NMR ), elektron spin (ESR) ve kuantum dalga fonksiyonu rezonansları gibi bütün titreşim tipleri ya da dalgalarda oluşur. Rezonant (yani “tınlayan”) sistemler titreşim üretmek (örn. Müzik aletleri) ya da birçok frekansı yapısında bulunduran karmaşık titreşimlerden özel frekansları ayırt etmek için kullanılır. Rezonans, 1602 yılında sarkaç ve müzik aletleri üzerine araştırmaları sonucunda, Galileo Galilei tarafından keşfedilmiştir. Ayrıca rezonans mühendislikte teorik olarak; “genliğin sonsuza gitmesi” şeklinde açıklanır. Periyodik bir etkinin altında olan sistemde salınımlar olduğunu biliriz. Salınımlar esnasında sistemin normal durumuna göre yaptığı yer değiştirme miktarına genlik denir. Bu salınımlar eğer sistemin doğal frekansına eşit olursa, sistemin genliği sonsuza dek artma eğilimi gösterir; bu olaya rezonans denir. Genliğin sonsuza gitmesiyle yıkıcı sonuçlar oluşabilir. Örneğin; 1940 yılında ABD'nin Washington eyaletinde yapılmış olan Tacoma Asma Köprüsü'nün ulaşıma açıldıktan birkaç ay sonra rüzgarın etkisiyle yıkılması rezonansın varlığını işaret eder. Yenişehir, Konak Yenişehir, İzmir'in Konak ilçesine bağlı bir mahalle. Spekülasyon Spekülasyon, arbitrajın aksine, mevcut piyasa yapısının değerlendirilmesi sonrasında oluşan beklentiler dikkate alınarak ve risk üstlenilerek kazanç sağlayabilme çabasıdır. Spekülasyon bir suç değildir. Aksine borsalar ve piyasaların varlık sebepleri insanları spekülasyon yapmaya davet ederek ve onları bu yönde teşvik ederek her menkul kıymetin hak ettiği fiyata (ya da değere) ulaşmasını sağlamaktır . Spekülatör, menkul kıymetleri ucuz bir fiyatla alıp daha ileri bir tarihte, alış fiyatından daha yüksek fiyatla satmayı hedefleyen kişidir. Spekülatör, en ucuz olduğunu düşündüğü anda menkul kıymetleri satın alır ve zirvede olduğunu düşündüğü zaman satar. Alış fiyatı satış fiyatından küçükse spekülatör kâr eder. Alış fiyatı satış fiyatından yüksekse (alınan şey alındığı fiyattan daha ucuza satılmışsa) spekülatör zarar eder. Bu açıklamadan anlaşılabileceği gibi spekülatör, bilgisine ve bilgiyi değerlendirebilme yeteneğine güvenerek risk üstlenen kişidir. Garantili kazanç yoktur. Spekülatörün yanlış öngörüleri zarara uğramasına neden olabilir. Spekülatör risk üstlendiğinden arbitrajcıdan farklıdır. Koca ağız balığı Koca ağız balığı ("Aspius aspius"), sazangiller familyasına ait bir etçil balık türü. Trakya, Marmara, ve Kuzey bölgelerimizin hızlı akarsularında yaşar. Ortalama 60-80 en çok 120 cm boy ve 2 – 4 kg'dan 10 kg'a kadar büyüyebilirler. Aşağıya yönelik olan ağzı çok büyüktür, ağzının kenarları gözlerinin altına kadar varır. Ağzında dişleri olmamasına rağmen, etçil bir balıktır, su içindeki her türlü hayvanla beslenebilir. Erginleri yalnız dolaşır. Cinsel olgunluğa 4-5 yaşlarında ulaşıp Nisan - Temmuz arasında 80-100.000 yumurta bırakır. Koca ağız balığı yaşamının ilk yıllarında etçil değildir, ancak sonradan yırtıcı bir balık olur. Az lezzetli eti nedeniyle ekonomik değeri bölgeseldir. Buna karşın olta avcılığı için çok zevkli bir balıktır. Koca ağız balığı ile aynı cinse ait olan sis balığı ("Apius vorax") türü Fırat ve Dicle nehirlerinde yaygındır. Boyları 40 cm. olur. Koca ağız balığı, Tuna nehri ile Main nehrini birbiriyle birleştiren kanalın yapımından sonra batı Avrupa'da da yayılmaya başlamıştır. Tahta balığı Tahta balığı ("Blicca bjoerkna"), sazangiller (Cyprinidae) familyasına ait bir balık türü. Tahta balığı çapak balığına çok benzer ve sıkca bununla karıştırılır. İkisini birbirinden ayırt edebilmek için tahta balığının daha büyük olan gözlerine dikkat etmek gerek. Ayrıca yüzgeçlerinin uçları hafif kızılımsı olur, çapak balığının yüzgeçleri gri renkdir. Tahta balığı en fazla 40 cm uzunluğuna ulaşır, ve böylece çapak balığından küçüktür. Anal yüzgecinin kenarları siyah renkdir, ve çapak balığı gibi bazen sarımsı ya da yeşilimsi sırtı olmaz; tahta balığı daima gümüş rengidir. Marmara ve Trakya bölgesinde ağır akışlı nehirlerin sıcak, sığ ve bitkisi bol olan bölümlerinde yaşar. Göllerde de yaşam gösterir. Planktonlar, küçük canlılar ve bitkilerle beslenir. Mayıs - Temmuz arası üreme yapar. Çok yavaş büyür. 3-5 yaşlarında 10-12 en çok 25-35 cm. olabilir. Eti çok kılçıklı ve lezzetsizdir. Genelde etobur balıkların yetiştiriciliğinde yem olarak kullanılır. İnci balığı İnci balığı ("Alburnus alburnus"), sazangillere (Cyprinidae) ait bir balık türü. İsmi pullarından yapay inci yapılmasından kaynaklanmaktadır. Kibar bir vücut yapısı ve yukarıya yönelik bir ağzı vardır. Boyları 15–20 cm, çok nadir 25 cm olur. Sırtları yeşilimsi-gri renkli ve yanları gümüş rengi olur. Yüzgeçlerinin rengi sırtından biraz daha koyudur. Planktonlar, kurtlar, böcek larvaları ve su yüzeyindeki sinekleri avlayarak beslenir. Olta balıkçılığında, sudak balığı avı için yem olarak çok uygundur. İnci balıkları büyük sürüler halinde yavaş akan ırmaklarda ve göllerde bulunurlar. Rusya'nın İdil Nehrinden batı Avrupa'ya kadar, ve hatta İrlanda'da, İskoçya'da ve İskandinavya'da yaygınlardır. Nisan-Haziran arası üreyip yapışkan yumurtalarını nehirlerin giriş veya çıkışındaki kıyıların kumluklarına, taşlara ya da su bitkilerine bırakır. Türkiye'de çeşitli türleri yaşar. Diğer bir türü olan beyaz inci balığı sadece akdeniz ülkelerinin tatlısularında yaygındır. Manyas ve Ulubat göllerinde bolca bulunurlar.soma sevişler barajında da bulunur. Muhan Soysal Muhan Soysal, Prof. Dr., ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nde görev yapmıştır. 2 Ağustos 2006 tarihinde vefat etmiştir. Taksilerdeki taksimetreler, enflasyona oranlı kira sözleşmeleri onun en yaygın kullanılan çalışmalarındandır. İşletme Bölümü'nde kendi adını taşıyan bir kütüphane kurdurmuştur. Bir süre onun adına Prof. Dr. Muhan Soysal İşletme Eğitiminde Yenilikçilik Ödülü verilmiştir. Her sene Ulusal Yönetim Kongresinde Muhan Soysal En İyi Bildiri Ödülü verilmektedir. Beyrut ili Beyrut ili (Arapça: محافظة بيروت), Lübnan’ın orta kesiminde yer alan bir vilayeti. Sadece Beyrut şehrinden ibaret olan bu vilayet aynı zamanda Lübnan'ın başkentidir. Akdeniz sahilinde yer alan 19.8 km² yüzölçümüne sahip Beyrut vilayeti, Lübnan’ın ekonomik, siyasi, kültürel ve sosyal merkezidir. 12 Temmuz 2006 tarihinde başlayan İsrail’in hava saldırıları sırasında Beyrut vilayetinin güney kısmı ağır hasar görmüştür. Cebel-i Lübnan İli Cebel-i Lübnan ili, (Arapça: جبل لبنان) Lübnan’ın orta kesiminde yer alan ve Akdeniz’e sahili olan bir vilayettir. Vilayetin isminin Türkçe anlamı Lübnan Dağı’dır. Vilayetin merkezi Baabda şehridir. Vilayete bağlı 6 ilçe bulunmaktadır. Bölge 6 kısıma ayrılır: Hıristiyanlar bölgede çoğunlukta olup oranı nüfus içine 57.32% dir ; Dürziler 28.47% oranla ikinci sırayı; Sünniler ise 8.33% kadardır; Şiiler ise 6%. Şimal İli Şimal ili, (Arapça: الشمال;) Lübnan’ın kuzeyinde yer alan Akdeniz’e sahili ve Suriye’ye
sınırı olan bir vilayet. İlin isminin anlamı ‘"kuzey"’dir. Yedi ilçesi bulunan vilayetin merkezi Trablusşam şehridir. Bekaa ili Bekaa ili (Arapça: البقاع) Lübnan’ın doğusunda yer alan ve Suriye’ye sınırı olan bir vilayet. 4429 km² yüzölçümünde olan ilin nüfusu 750.000’dir. Litani, Asi ve Ürdün Nehirlerinin geçtiği vilayetin 5 ilçesi vardır. Vilayet merkezi Zahle şehridir. Nebatiye ili Nebatiye ili, Lübnan’ın güneyinde yer alan, Suriye ve İsrail'e sınırı olan bir vilayet. 1,058 km² yüzölçümünde olan vilayetin 5 içesi vardır. Vilayetin merkezi Nebatiye şehridir. Cenub ili Cenup ili, Lübnan’ın güneyinde yer alan Akdeniz’e sahili ve İsrail’e sınırı olan bir vilayettir. İlin anlamı 'güney'dir. 2,000 km² yüzölçümünde olan vilayetin merkezi Sayda şehridir. 360.000 nüfuslu vilâyette başta Şiiler olmak üzere, Sünniler, Ortodokslar, Katolikler bir arada yaşamaktadır. Üç ilçesi bulunan vilâyetin topraklarından birkaç nehir geçmektedir. Nehirlerin suladığı yerlerde turunçgil ve muz yetiştirilmektedir. Baabda Baabda (Arapça: بعبدا) Lübnan Cumhuriyetinin Cebeli Lübnan vilayetinin merkezidir. Lübnan Cumhurbaşkanının bürosu olan Baabda Sarayı burada yer almaktadır. Fabio Capello Fabio Capello (d. 18 Haziran 1946, San Canzian D'Lsonzo), İtalyan eski futbolcu, teknik direktör. Dünya'nın sayılı teknik direktörlerinden biridir. Çalıştırdığı bütün takımları şampiyon yapmıştır. Futbolculuk döneminde orta sahada görev yapmıştır. Altyapısında yetiştiği SPAL (Società Polisportiva Ars et Labor) takımıyla 1964-1965 sezonunda çok az oynamasına karşın, Seri B'de şampiyonluk yaşayarak Serie A'da oynamaya başlamıştır. Daha sonra 2 sezon daha bu takımın formasını giymiştir. 1967-1968 sezonu başında Roma'ya transfer olmuştur. Roma ile 1968-1969 sezonunda İtalya Kupası sevinci yaşamıştır. Roma'daki başarılı oyunu sayesinde 1970-1971 sezonunda Juventus'a transfer olmuştur. Juventus ile 1971-1972, 1972-1973 ve 1974-1975 sezonlarında Seri A şampiyonlukları yaşamıştır. Juventus forması giyerken İtalya A millî takımında da görev yapmıştır ve 1974 FIFA Dünya Kupası'nda forma giymiştir. 1976-1977 sezonu ile birlikte Milan'a transfer olan Capello, burada da o sezon İtalya Kupası ve 1978-1979 sezonunda da Seri A şampiyonluğu sevinçlerini yaşamıştır. 1980 yılında futbolu bırakmıştır. Milan ile 1991-1992, 1992-1993, 1993, 1994 sezonlarında Seri A şampiyonluğu ve aynı sezonlarda Supercoppa Italiana'yı 3 sezon üst üste kazanma başarısını göstermiştir. 1993-1994 sezonunda UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu ve Avrupa UEFA Süper Kupası'nı da kazanmıştır. Ayrıca 1992-1993 ve 1994-1995 sezonlarında ise Şampiyonlar Ligi finalinde kaybetmiştir. 1995-1996 sezonunda da Serie A şampiyonluğunu elde etmiş ve Milan'dan ayrılmıştır. 1996-1997 sezonunda İspanyol Real Madrid kulübüne geçen Capello, 1 sezon kaldığı takımda da İspanya Lig Şampiyonluğunu kazanmasını bilmiştir. Takımı çok defansif oynattığı için eleştirilen Capello, sezon sonunda kulüpten ayrılıp eski takımı Milan'a dönmüştür. 1997-1998 sezonunda, Milan'daki 2. döneminde, ligi şampiyon Juventus'un 30 puan gerisinde 10. olarak bitirince sezon sonunda takımdan ayrılmıştır. Bir sezonu boş geçiren Capello, 1999-2000 sezonunda Roma'nın başına geçmiştir. Roma ile 2000-2001 sezonunda Seri A şampiyonluğunu kazanarak Roma'nın 18 yıl sonra şampiyon olmasını sağlamıştır. Aynı sezon İtalya Süper Kupasını da kazanmıştır. 2004-2005 sezonunda Juventus'un başına geçen Capello, o sezon ve ertesi sezon Juventus ile Seri A şampiyonlukları yaşamıştır. Fakat Juventus yöneticilerinin maçları manipule ettiği, maçları kendi aleyhlerine göre ayarladığı, İtalyan Polisinin yapmış olduğu Temiz Ayaklar Operasyonu ile ortaya çıkınca bu şampiyonluklar geri alınmıştır. Tabii ki bu işlerle alakası olmayan Capello, şampiyonlukları, başarıları arasına yazdırmıştır. Bu olaylardan sonra küme düşürülen Juventus'tan ayrılmıştır. 2005 yılında İtalya'da yılın antrenörü de seçilmiştir. Tam 10 sezonluk bir aradan sonra 2006-2007 sezonunda tekrar Real Madrid'in başına geçmiştir. Takımın başına geçtiğinde Real Madrid 3 sezondur şampiyon olamamış ve ezeli rakipleri Barcelona hem 2 sezon üst üste şampiyonluğu kazanmış hem de Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu kazanmıştı. Fakat Capello her gittiği takımda yaptığını yapmış ve sezon sonunda şampiyonluk ipini göğüslemeyi başarmıştır. Tüm bu başarıya rağmen yönetim ile anlaşmazlığı sonucu takımdan ayrılmıştır. 2008' in sonlarına doğru İngiltere millî takımının başına geçerek millî takım antrenörlüğü kariyerine de başladı. 2010 Güney Afrika FIFA Dünya Kupası yolunda Capello, grupta 10 maçta 9 galibiyet ve dünya kupasına katılması kesinleştikten sonra aldığı 1 mağlubiyet ile takımı İngiltere'yi dünya kupası finalleri götürmeyi başarmıştır. Dünya Kupası'nda C Grubunda ABD, Slovenya ve Cezayir ile eşleşen İngiltere, ilk maçta ABD ile 1-1, ikinci maçta Cezayir ile 0-0 berabere kalarak büyük tepki almış, ancak son maçta Slovenya'yı 1-0 yenerek gruptan 2. sırada çıkmayı başarabilmiştir. 2. turda Almanya ile karşılaşan İngiltere, rakibine 4-1 gibi farklı bir skorla yenilip, turnuvadan elenmiştir. Capello, 2012 yılında Rusya millî takımındaki görevine başlamıştır. Zahle Zahle, (Arapça: زحلة) Lübnan’ın Bekaa vilayetinin merkezidir. Beyrut’un 52 km doğusunda bulunan şehrin nüfusu 150.000’dir. Zahle’de sebze, meyve, tahıl ve üzüm üretimi yapılmaktadır. Nebatiye Nebatiye (Arapça: النبطية) Lübnan’ın güneyinde Nebatiye vilayetinin merkezi olan şehir. Uzun yıllar Osmanlı idaresinde kalan Nebatiye I. Dünya Savaşından sonra Fransız manda yönetimine girdi. Daha sonra da Fransa’dan bağımsızlığını kazanan Lübnan’ın bir şehri haline geldi. Nebatiye’de biri 16. yüzyılda inşa edilmiş iki tarihi cami bulunmaktadır. Sayda Sayda (Arapça: صيدا), Lübnan'ın güneyinde Cenub vilayetinin merkezi olan şehir. Lübnan’ın başkenti Beyrut’un güneyinde Akdeniz sahilinde yer alan şehrin nüfusu 200.000’dir Antik Çağda önemli bir Fenike şehri olan Sayda’nın eski ismi Sidon'dur. Tarih boyunca değişik devletlerin idaresinde kalan Sayda 1517'de Yavuz Sultan Selim zamanında Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katıldı. 400 yıl Osmanlı idaresinde kalan şehir I. Dünya Savaşından sonra Fransızların idaresine girdi. Daha sonra da bağımsız olan Lübnan'ın bir şehri haline geldi. Kurtalan Ekspres Barış Manço'nun 1972 yılında kurduğu ve vefatına kadar birlikte çalıştığı Anadolu rock grubudur. Grup, ismini Haydarpaşa - Kurtalan hattında çalışan Kurtalan Ekspres'ten almıştır. Kurtalan Ekspres 1972'den bu yana çeşitli kişilerle çalışmıştır. Başlangıçta Murat Ses, Celal Güven, Caner Bora ile başlayan grup 1976'dan itibaren Kılıç Danışman ve Ahmet Güvenç'in katılımıyla devam etmiş, 1978'den itibaren Ömür Gidel ve Bahadır Akkuzu'nun katılımıyla şekillenmiştir. Yıllarca Barış Manço'nun orkestralığını yürütmüş olan bu grup, Barış Manço'nun vefat etmesi üzerine Cem Karaca'yla çalışmaya başlamıştır. Kurtalan Ekspres, sahnelerde olduğu kadar, Manço'nun sunduğu televizyon programlarında da yer almıştır. Kurtalan Ekspres, 1971'de Barış Manço tarafından kendisine plaklarda ve konserlerde eşlik edilmesi için kuruldu. Grubun ilk kadrosunda uzun yıllar grupta kalacak baterist Nur Moray ve perküsyonist Celal Güven, Kaygısızlar'da Manço ile daha önce çalışmış baterist Ali Serdar ve gitarist Fuat Güner, daha sonra Kaygısızlar grubunun son yıllarında gruba dahil olan basgitarist Özkan Uğur ve flütçü Erdinç Avcı bulunmaktaydı. Grup, daha plak yapmadan eleman değişiklikleri yaşadı. İlk 45'likleri 1972 yılında çıkan "Ölüm Allah'ın Emri / Gamzedeyim Deva Bulmam" oldu. Bu 45'likte gitarda Ohannes Kemer ve Nezih Cihanoğlu, basgitarda Özkan Uğur, davulda Nur Moray ve Engin Yörükoğlu, perküsyonda ise Celal Güven vardı. Grubun kadrosu sonraki yıllarda da değişmeye devam etti. Özellikle gitarda Kemer'e Kirkor Kalender, Mustafa Sarışın, Nurhan Özcan gibi farklı gitaristler eşlik etti. 1973 yılında daha önce Manço ile çalışmış Murat Ses, gruba klavyeyi getirdi. 1974'te basgitara Mithat Danışan geçerken, Yörükoğlu'nun ayrılmasıyla Moray tek davulcu oldu. Aynı sene müziğini zenginleştirmek isteyen Kurtalan Ekspres, flüte Oktay Aldoğan'ı aldı. Bu dönemde Hey Koca Topçu, Lambaya Püf De, Kalk Gidelim Küheylan ve Gönül Dağı gibi Anadolu rock klasiklerini yayımlandı. 1975'te Barış Manço ilk uzunçaları olan 2023'ü çıkarırken, Kurtalan Ekspres'in adı da plakta geçiyordu. Bu kadro, Manço'nun tek filmi olan Baba Bizi Eversene'de de gözüktü. 2023 albümünden sonra Manço, Avrupa pazarına atılmaya karar verdi. Bu sırada da Kurtalan Ekspres'te bazı değişiklikler oldu. 1976'da Mithat Danışan'ın yerine basgitara Ahmet Güvenç geldi. Güvenç, halen Kurtalan Ekspres'in basgitaristi olup, bu grupta en uzun süre çalışmış müzisyen olmuştur. Klavyeler ise Kılıç Danışman'a teslim edildi. Son olarak da Nur Moray, gruptan ayrıldı. Bu kadro, George Hayes'in yönettiği orkestra ile birlikte Baris Mancho albümünü kaydetti. Bu albüm sonrası Manço Türkiye pazarına dönmeye karar verdi. 1978'de Ohannes Kemer gruptan ayrıldıktan sonra Kurtalan Ekspres'in gitaristi Bahadır Akkuzu oldu. Akkuzu, 2009'da hayatını kaybedene dek 30 yılı aşkın bir süre boyunca grubun gitaristliğine devam etti. Bu dönemde Manço, grubun adını değiştirmeyi teklif ettiyse de Güvenç ve Akkuzu, bu isimle müzik yapmaya devam ettiler. Böylece, uzun süre aynı kalacak Kurtalan Ekspres kadrosu en sonunda ortaya çıktı. 1979'da Barış Manço Yeni Bir Gün albümünü çıkarırken Kurtalan Ekspres'in adı da ilk kez albüm kapağında geçti. Bu albümden sonra Kılıç Danışman, yerini Nejat Tekdal'a bıraktı. Üflemeli çalgılarda ise Aldoğan'ın yeri Serdar Ertürk ve Serdar Akatlar ile kapatıldı. 1981'de Sözüm Meclisten Dışarı albümü yayımlandı. Albümde Ekspres'in üç elemanı Güvenç, Güven ve Tekdal, daha sonra bir Manço klasiği olacak Dönence şarkısının müziğine beraber imza attılar. 1983'te ise bir diğer başarılı albüm olan Estağfurullah... Ne Haddimize! albümü yayımlandı. Yine klavyeci problemi yaşayan grup, Eski Bir
Fincan şarkısında eski klavyecisi Kılıç Danışman'dan yardım alsa da albümün klavyelerinin bir kısmını Barış Manço kaydetti. "Estağfurullah... Ne Haddimize!" albümünden sonra Kurtalan Ekspres, Barış Manço konserlerinde sanatçıya eşlik etse de isimleri albüm kapaklarında yer almadı. Grup, klavyeci problemini Belçikalı müzisyen Jean Jacques Falaise ile çözdü. Falaise, ayrıca askere gittiği için gruptan bir süre ayrı kalan Bahadır Akkuzu'nun eksikliğini 1985'te çıkan 24 Ayar albümünde kapatmaya çalıştı. Bu albümde çalmayan bir diğer Ekspres elemanı da Serdar Akatlar'dı. Bu albüm sonrasında Falaise, gruptan ayrıldı. Akkuzu ise gruba tekrar katılıp 1986'da çıkan Değmesin Yağlı Boya albümünün süpervizörlüğünü yaptı. Serdar Akatlar da gruba dönmüştü. Bu albüm uzun bir süre için Kurtalan Ekspres'in Barış Manço ile kaydettiği son albüm oldu. Albümde klavyeleri çalan Garo Mafyan, daha sonraki Manço albümlerini düzenlemeye başladı. 1988 tarihli albümünde sadece Akkuzu'nun adı geçerken, bir sonraki sene çıkan Darısı Başınıza'da Akkuzu adece Kara Sevda şarkısının solosunu attı. Öte yandan Adam Olacak Çocuk programında Kurtalan Ekspres, Barış Manço'ya eşlik etti. Grup, 1990 yılında Barış Manço'nun vokalisti Özlem Yüksek ve stüdyo albümlerinde beraber çalıştığı Ufuk Yıldırım ile birlikte 1990 Eurovision Türkiye elemelerine katıldı. 1995'te çıkan Live in Japan adlı konser albümünün kapağında olmasa da içinde Kurtalan Ekspres'in uzun zaman sonra ismi geçti. Grup elemanlarının bazıları Manço'nun son albümü olan Mançoloji'de de çaldı. Manço'nun boşluğunu bir süre Asrın Tuncer ve Cem Karaca ile dolduran Kurtalan Ekspres, 2003'te Akkuzu'nun vokaliyle ilk solo albümü olan 3552'yi yayınladı. Bu kaset yapma fikri Barış Manço vefat etmeden önceki dönemde çıkmış ancak Barış Manço'nun vefatı nedeniyle ertelenmişti. Ancak albüm arzulanan ilgiyi görmedi. Konserlere devam eden grup, 2008'de Bahadır Akkuzu'yu kaybetti. 2011 yılında ise Barış Manço, Cem Karaca ve Bahadır Akkuzu'yu anma adına farklı şarkıcıların ve sanatçıların vokal yaptığı Göğe Selam adlı bir albüm yayınladı. Albüm başarılı olunca, 2014'te aynı konsepti sürdüren Göğe Selam II yayımlandı. Grubun 1976'dan bu yana basgitaristidir. Şimdiye kadar Barış Manço dışında Bunalım, Yeraltı Üçlüsü, Cem Karaca ve Erkin Koray başta olmak üzere sayısız müzisyenle çalıştı. Berklee Jazz Akademisi mezunudur. En bilinen Manço hitlerinden "Gülpembe"'nin müziğine imza atmıştır. Grubun gitaristi ve Manço'nun ölümünden sonra ise vokaliydi. Kurtalan Ekspres'e 1978'de katıldı. Manço'nun son yıllarında albümlerinde seslendirdiği "Sakız Hanım - Mahur Bey", "Al Beni", "Gönül Ferman Dinlemiyor" gibi şarkıların bestelerini yaptı. 6 Ağustos 2009 günü geçirdiği kalp krizi sonucu ölmüştür. 70'li yıllarda farklı Anadolu pop ya da rock gruplarında gitaristlik yapmış bir müzisyendir. Özellikle Baris Manço'yla uzun süre çalışmıştır. Manço'nun tek İnglilizce albümü olan ve Belçika'da kaydedilen Baris Mancho albümünde de yer almış, bağlama, gitar ve yaylı tambur çalmıştır. Ermeni kökenli olan Kemer, Baba Beni Eversene filminde de yer almıştır. Kemer 16 Kasım 2012'de ölmüştür. Grubun davulcusudur. Kendisi uzun yıllar Cem Karaca ve Erkin Koray'la çalışmıştır ve halen Erkin Koray ile çalmaya devam etmektedir. Müziğe 12 yaşında Beybonlar grubuyla başladı. 1975 yılında da Barış Manço & Kurtalan Ekspres'in Tarsus konserinde çaldı.Daha sonra Cem Karaca & Dervişan'a katıldı.Cem Karaca öldükten sonra tekrar birleşen Dervişan'ın yeni jenerasyonunda da davul çaldı. 25 Ekim 1979 Kadıköy doğumludur. 2005-2014 yılları arasında Apsent grubunun solistliğini yaptı. 2015 yılında Kurtalan Ekspres'e katıldı ama aynı yıl ayrıldı. 2016 yılında gruba geri döndü, Ekim 2017'de solo projesine odaklanmak amacıyla yeniden gruptan ayrıldı. 1979 yılında dünyaya geldi. Moral, Murat Durmaz, Turhan Yükseler Orkestrası'nda elektro gitar çaldı. 2013-2014 yılında Acil Servis'e solo gitaristlik yaptı. 2014 yılından beri Kurtalan Ekspres'in gitaristliğini üstlenmektedir. 15 Mayıs 1975 tarihinde doğdu. İlk rock gurubunu 1990 yılında kurdu. Kör Talih, Objektif, Eyyam, Electric Circus, Gür Akad Band gruplarından sonra 2009 yılında Kurtalan Ekspres'e klavyeci olarak katılmasıyla müzik camiasında hatrı sayılır hale geldi. Grubun ilk döneminde elektro gitar ve klavyeyi beraber kullanarak dikkat çekti. Klavye, gitar, basgitar ve vokal müzisyenliğini bir arada yapmaktadır. Stüdyo müzisyenliğinin yanı sıra reklam müziği de ayrı bir profesyonel uğraş alanıdır. Kendisine müzik camiasında "joker müzisyen" adı takılmıştır. Kurtalan Ekspres'in yeni düzeninde klavye-gitar çalmakta ve geri vokalleri de yapmaktadır. 1949'da İstanbul'da dünyaya geldi. Sırasıyla Yurdaer Doğulu Orkestrası, Kurtalan Ekspres, Dervişan ve Dostlar'da çalıştı. Gitar çalan sanatçı Panço adıyla bilinirdi. Uzun yıllar Barış Manço ile çalışan ünlü basgitarist, Manço'nun vefatının ardından bir süre Cem Karaca ile çalışmıştır. 5 Mart 2016'da kalbine yenik düşerek ölmüştür. Presbiyopi Yaşın ilerlemesine bağlı olarak lensin esnekliği yitirmesi ve bunun sonucunda yakın görmenin bozulmasıdır. 35–40 yaşlarında başlar ve 60 yaşına dek sürekli ilerler. Her iki senede periyodik olarak göz kontrollerinden geçmelerinde fayda vardır. Belli yaşın üzerinde ilaç firmalarının üretmiş oldukları doktorlarının önerdikleri vitaminleri kullanmakta fayda vardır. Prespiyopi için gözlük kullanımının yanı sıra kontak lensler de seçenek olabilir. Ehud Manor Ehud Manor (d. 13 Temmuz 1941 – ö. 12 Nisan 2005), İsrailli şarkı sözü yazarı, şair ve çevirmen. Nilüfer'in söylediği Başıma Gelenler ("Bashana haba'a") adlı şarkının özgün sözlerini yazmıştır. Lokomotiv Stadyumu (Sofya) Stadium Lokomotiv, Bulgaristan'ın başkenti Sofya'da 1985 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Bulgaristan'ın PFC Lokomotiv Sofiya takımının maçlarını yaptığı stadyum, 22.000 seyirci kapasitelidir. Spartak Stadyumu (Varna) Stadion Spartak, Bulgaristan'ın Varna şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Bulgaristan'ın PFC Spartak Varna takımının maçlarını yaptığı stadyum, 7.500 seyirci kapasitelidir. Bonçuk Stadyumu Bonçuk Stadyumu, Bulgaristan'ın Dupnitsa şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Bonçuk Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Bulgaristan'ın PFC Marek Dupnitsa takımının maçlarını yaptığı stadyum, 16.050 seyirci kapasitelidir. Hadzi Dimitar Stadyumu Stadium Hadji Dimitar, Bulgaristan'ın Sliven şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Bulgaristan'ın OFK Sliven 2000 takımının maçlarını yaptığı stadyum, 15.000 seyirci kapasitelidir. Sala Sala veya Selâ, Cuma ezanından önce cuma günleri minareden okununan salavat-ı şerifeler. Ayrıca bir vefat duyurusu olarak her zaman vakit namazlarından önce okunur. Perşembe gecelerinde yatsı ezanından önce, Cuma günleri öğle ezanından yaklaşık bir saat önce, bazı camilerde de Ramazan ayında sabah ezanından önce okunur. Misal: NBA Yılın En İyi Beşi NBA'in en iyi takımı ödülü, (İng: "All-NBA Team") her normal sezon sonunda NBA'in en iyi oyuncularını onurlandırmak üzere verilen bir ödüldür. Bu ödül, NBA'in başladığı 1946-47 sezonundan beri verilmektedir. Ödülü kazanan oyuncular, her yıl, Associated Press üyelerinin verdikleri oylarla belirlenir. Her yıl, beşer tane oyuncudan oluşan üç takım seçilmektedir. Her üyenin ilk takıma seçtiği oyuncular beşer, ikinci takıma seçtiği oyuncular üçer, üçüncü takıma seçtiği oyuncular da birer puan alırlar. Oylama sonucunda en fazla puanı toplayan beş oyuncu ilk, sonraki beş oyuncu ikinci ve sonraki beş oyuncu da üçüncü takıma seçilir ve on beş kişiden oluşan NBA'in en iyi takımını oluşturur. 1989 sezonuna kadar, sadece iki takım seçilmekte idi. 1989 sezondan itibaren ise üç tane takımın seçilmesine karar verildi. Karl Malone, tam on bir kez ilk takıma seçilmiştir ve bu alandaki rekorun sahibidir. Bu takıma ise on kez seçilmiş olan altı oyuncu vardır: Bob Cousy, Bob Pettit, Elgin Baylor, Jerry West, Kareem Abdul-Jabbar ve Michael Jordan. NBA'in en iyi takımına en fazla seçilen oyuncu ise on beş defa ile Kareem Abdul-Jabbar'dır. Onu on dört defa seçilmiş olan Karl Malone takip etmektedir. Üçüncü sırada ise on üç kez bu takıma girmeyi başarmış olan Shaquille O'Neal yer almaktadır. Dördüncü sırayı da on ikişer defa ile Dolph Schayes, Bob Cousy, Jerry West ve Hakeem Olajuwon paylaşmaktadır. 1946-47 sezonundan 1954-55 sezonuna kadar sadece en iyi beş ve ikinci beş vardı. Ve oyuncular pozisyonlarına bakmadan seçiliyordu. 1955-56 sezonundan 1987-88 sezonuna kadar pozisyonlara göre seçilmiştir. Sırasıyla iki forvet, bir uzun ve iki oyun kuruvudan oluşmaktadır. 1988-89 sezonundan beri en iyi beşler üç takımdan oluşmaktadır. Yine pozisyonlara göre belirlenerek iki forvet, bir uzun ve iki oyun kurucu seçilmektedir. Doğu Konferansı (NBA) Doğu Konferansı, Amerikan profesyonel basketbol ligi NBA'de bulunan iki konferanstan (bölge) biridir. Konferansta 5'erli takımlardan oluşan 3 grup bulunmaktadır. Toplam 15 takımdan oluşan konferanstaki takımlar şu şekilde gruplara ayrılmıştır. Atlantik Grubu Güneydoğu Grubu Merkez Grubu Batı Konferansına Geçen Takımlar Batı Konferansı (NBA) Batı, Amerikan profesyonel basketbol ligi NBA'de bulunan iki konferanstan (bölge) biridir. Konferansta 5'erli takımlardan oluşan 3 grup bulunmaktadır. Toplam 15 takımdan oluşan konferanstaki takımlar şu şekilde gruplara ayrılmıştır. Kuzeybatı Grubu Güneybatı Grubu Pasifik Grubu Doğu Konferansına Geçen Takımlar Atlantik Grubu (NBA) Atlantik Grubu, Amerikan profesyonel basketbol ligi NBA'in Doğu Konferansı'nda bulunan bir gruptur. 5 takımdan oluşur. Atlantik Grubu Doğu Konferansı Batı Konferansı Merkez Grubu (NBA) Merkez Grubu, Amerikan profesyonel basketbol ligi NBA'
in Doğu Konferansı'nda bulunan bir gruptur. 5 takımdan oluşur. Güneydoğu Grubu (NBA) Güneydoğu Grubu, Amerikan profesyonel basketbol ligi NBA'in Doğu Konferansı'nda bulunan bir gruptur. 5 takımdan oluşur. Andranik Markaryan Andranik Markaryan (Ermeni: Անդրանիկ Մարգարյան, 12 Haziran 1951 - 25 Mart 2007), Ermenistan Cumhuriyeti Devlet Başkanı Robert Koçaryan'ın sağ kolu olarak yıllarca Ermenistan Başbakanlığı yapmış Ermeni siyasetçidir. 25 Mart 2007 tarihinde başbakanlığı esnasında kalp krizi geçirerek ölmüştür. Böylece, 1999'da Ermenistan Millî Meclisinde vuku bulan silahlı çatışmada öldürülmüş olan Vazgen Sarkisyan'dan sonra görev başında ölen ikinci Ermenistan başbakanı olmuştur. Kuzeybatı Grubu (NBA) Kuzeybatı Grubu, Amerikan profesyonel basketbol ligi NBA'nın Batı Konferansı'nda bulunan üç grubundan bir tanesidir.5 takımdan oluşur. Kuzeybatı Grubu Güneydoğu Grubu Merkez Grubu Merkez Grubu aşağıdaki anlamlara gelebilir: Pasifik Grubu (NBA) Pasifik Grubu, Amerikan profesyonel basketbol ligi NBA'in Batı Konferansı'nda bulunan bir gruptur. 5 takımdan oluşur. Pasifik Grubu Güneybatı Grubu (NBA) Güneybatı Grubu, Amerikan profesyonel basketbol ligi NBA'in Batı Konferansı'nda bulunan bir gruptur. 5 takımdan oluşur. Ulusal Arena Arena Națională, Romanya'nın başkenti Bükreş'te 2008 yılında inşa edilmeye başlanan ve Eylül 2011'de açılan birçok amaçlı stadyum. Yapı, 1953 yılında inşa edilen ve genellikle aynı adla anılan stadyum yıkılarak yapılmıştır. 55.634 kişi kapasitelidir. Stadyumun içinde bulunduğu spor kompleksi, Olimpiyat şampiyonu Rumen atlet Lia Manoliu'nun adıyla anılmaktadır. Stadyum 9 Mayıs 2012'de oynanan 2011-12 UEFA Avrupa Ligi finaline ev sahipliği yapmıştır. Eva Herzigová Eva Herzigova (d. 10 Mart 1973; Litvínov, Çekoslovakya), Çek manken, fotomodel ve aktris. Maden işçisi bir baba ve sekreter annenin kızı olarak Çekoslovakya'da doğan Eva, modellik kariyerine 1989'da Prag'da 16 yaşındayken kazandığı bir güzellik yarışmasıyla başladı. Paris'e taşınıp popüler bir süpermodel oldu. Madison modellik ajansı ile çalışmaya başladı ve en önemli ilk "Bayan Wonderbra" olarak yaptı. 1990'ların Marilyn Monroe'su olarak anıldı. Eylül 1996 Bon Jovi grubunun davulcusu Tico Torres ile evlenmiş; çift Haziran 1998'de boşanmıştır. Çekçe dışında Rusça, İngilizce ve Fransızca bilmektedir. Iftimie Ilisei Stadyumu Stadionul Municipal, Romanya'nın Mecidiye şehrinde 1982 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı stadyum, 32.700 seyirci kapasitelidir. Ladislau Bölöni Stadyumu Stadionul Ladislau Bölöni Romanya'nın Târgu-Mureş şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Romanya'nın ASA Târgu Mureş takımının maçlarını yaptığı stadyum, 15.000 seyirci kapasitelidir. Jiul Stadyumu Stadionul Jiul Romanya'nın Petroşani şehrinde 1982 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Romanya'nın Jiul Petroşani takımının maçlarını yaptığı stadyum, 25.000 seyirci kapasitelidir. Ion Oblemenco Stadyumu Stadionul Ion Oblemenco Romanya'nın Craiova şehrinde 1960 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Romanya'nın FC Universitatea Craiova takımının maçlarını yaptığı stadyum, 27.915 seyirci kapasitelidir. Ion Moina Stadyumu Ion Moina Stadyumu Romanya'nın Kaloşvar şehrinde 1961 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Ion Moina Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Romanya'nın U Cluj takımının maçlarını yaptığı stadyum, 28.000 seyirci kapasitelidir. Gloria Stadyumu Gloria Stadyumu Romanya'nın Bistriţa şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Gloria Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Romanya'nın Gloria Bistriţa takımının maçlarını yaptığı stadyum, 15.000 seyirci kapasitelidir. Stadionul Dunarea Stadionul Dunărea Romanya'nın Galaţi şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Romanya'nın Dunărea Galaţi takımının maçlarını yaptığı stadyum, 23.000 seyirci kapasitelidir. Belediye Stadyumu (Bacău) Stadionul Dumitru Sechelariu Romanya'nın Bacău şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Romanya'nın FCM Bacău takımının maçlarını yaptığı stadyum, 17.500 seyirci kapasitelidir. Cetate Stadyumu Cetate Stadyumu, Romanya'nın Alba Iulia şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Cetate Stadyumu'nda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Romanya'nın Apullum Alba-Iulia takımının maçlarını yaptığı stadyum, 18.000 seyirci kapasitelidir. Ceahlaul Stadyumu Ceahlaul Stadyumu, Romanya'nın Piatra Neamţ şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Ceahlaul Stadyumu'nda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Romanya'nın Ceahlăul Piatra Neamţ takımının maçlarını yaptığı stadyum, 17.500 seyirci kapasitelidir. Dr. Constantin Rădulescu Stadyumu Stadionul C.F.R. Romanya'nın Kaloşvar şehrinde 1973 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Romanya'nın CFR Cluj takımının maçlarını yaptığı stadyum, 8.000 seyirci kapasitelidir. Muhammed Bumizrak Stadyumu Boumezrag Muhammed Stadyumu, Cezayir'in Şelf şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Boumezrag Muhammed Stadyumu'nda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. ASO Şelf takımının maçlarını yaptığı stadyum, 30.000 seyirci kapasitelidir. Habib Bouakeul Stadyumu Habib Bouakeul Stadyumu () ,Cezayir'in Oran şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Boumezrag Muhammed Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. ASM Oran takımının maçlarını yaptığı stadyum, 20.000 seyirci kapasitelidir. Ali Yüce Ali Yüce, (1928 - 29 Nisan 2015) Türk şair ve araştırmacı. İlk şiiri 1956’da Yücel dergisinde yayımlanan Yüce'nin daha sonraki şiirleri Yeditepe, Türk Dili, Soyut, Sanat Rehberi dergilerinde çıkmıştır. Yüce, çocuklar için de şiirler yazmıştır. Toplum gerçeklerini etkin bir eğleni anlatımı ve İkinci Yeni tekniği ile veren şairin ilk kitabı Şiirin Dili, Yapısı, İşlevi (1975) Antakya'da verdiği bir konferansın metnidir ve daha çok kendi yazdığı şiirlerin açıklanmasına yöneliktir. Şairin ilk şiirlerinin Edip Cansever etkisinde olduğu ve bu şiirlerde, benzeşme, niteleme, tamlama bolluğu, aşırı soyutlamalar ve dil oyunları, aşırı bir konuşkanlık etkin olduğu gözlenmektedir. Olgunluk dönemi şiirlerinde ise Metin Eloğlu ve Can Yücel şiirinin etkin olduğu dikkat çekmektedir. Şair bu döneminde sözcüklerin yan yana dizilmesiyle izlenimler yaratma diye tanımlanabilecek bir teknik kullanır. Bu evresinde şair farklı ritimler, konuşma dili ve sesleniş özellikleri kullanarak şiirini geliştirmiştir. Şair, genellikle yaşadığı çevreyi, toplumsal sorunları yansıtan, yer yer taşlamaya yönelen, yergi ve eleştirinin ağır bastığı toplumcu şiirleriyle tanınır. Gonçalo Coelho Gonçalo Coelho "(Floransa, 1451 veya 1454 — Sevilla, 1512)", Güney Atlas ve Güney Amerika sahillerini (1502'de Brezilya ve daha güneyine deniz yolculuğu) keşfeden Portekizli kâşiftir. Kış Fırtınası Harekâtı Kış Fırtınası Harekâtı, II. Dünya Savaşı Doğu Cephesi'nde, Stalingrad Muharebesi sonucunda kuşatılan Mihver kuvvetleri kurtarmak için girişilen bir Alman taarruz harekâtıdır. Taarruz, 12 - 23 Aralık 1942 tarihleri arasında esas olarak Alman 4. Panzer Ordusu tarafından yürütülmüştür. Kızıl Ordu 19 ve 20 Kasım 1942 tarihlerinde başlattığı bir karşı taarruzla (Uranüs Harekâtı Stalingrad'daki Mihver kuvvetleri kuşatmıştı. Hitler'in kararıyla, esas olarak Alman 4. Panzer Ordusu'nun takviye edilmesiyle oluşturulan Don Ordular Grubu, dışarıdan bir yarma hareketiyle Kızıl Ordu kuşatmasına saldırmıştır. Stalingrad'da kuşatılmış bulunan Mihver kuvvetleri General Paulus komutasında yeniden tertiplenirken Don Ordular Grubu da General von Manstein komutasına verilmişti. Don Ordular Grubu, B Ordular Grubu yerine geçtiği için aslında bütün bu teşkiller Mareşal von Manstein emrindedir. Bu arada Stavka (Sovyet Yüksek Komutanlığı), Kafkasya'da petrol sahalarını ele geçirmek için muharebe halindeki A Ordular Grubu'nu, geri çekilme hattını keserek tecrit etme planları içindedir. Bu harekât planına Satürn Harekâtı kapalı adı verilmiştir. Stalingrad'da kuşatılmış birliklerin, Kurtarma harekâtına kadar ikmali için tek çözüm Luftwaffe'nin hava köprüsüyle ikmal sağlamasıydı. Luftwaffe bu görevi yerine getirmekte başarısız oldu. Bu durumda, başarılı bir yardım hareketi ancak mümkün olduğunca erken başlarsa, işe yarar olabileceği açıkça ortaya çıkmıştır. Aslında von Manstein'e dört panzer tümeni verileceği vadedilmişti. Don Ordular Grubu'na kuvvet aktararak başka bölgelerdeki kuvvetleri zayıflatmaktan da kaçınılması gerekiyordu. Bu yüzden, 6. Ordu'ya açılacak bir koridorla ulaşma görevi 4. Panzer Ordusu'na verilmiştir. Alman kuvvetleri, hem Stalingrad'daki Mihver kuvvetleri imha etmek amacındaki birkaç Sovyet ordusuyla, hem de aşağı Çir Nehri civarında taarruz etmekte olan birkaç Sovyet ordusuna karşı harekât yürütmek durumundadır. Alman taarruzu Kızıl Ordu birlikleri için bir sürpriz taarruz olmuş ve daha ilk günden parlak bir başarı göstermiştir. Alman taarruzunda öncü durumundaki zırhlı birlikler hava unsurlarından yararlanarak Sovyet karşı taarruzlarını yenilgiye uğratmayı başardılar. Sovyet direnci 13 Aralık'ta gevşedi ve Alman birlikleri önemli ilerlemeler sağladılar. Alman kuvvetleri Verhni Kumski bölgesini ele geçirdilerse de 16 Aralık'ta Kızıl Ordu'nun Küçük Satürn Harekâtı da başlamıştır. Harekât, İtalyan 8. Ordu'sunu dağıtarak tüm von Manstein kuvvetlerinin emniyetini tehdit etmeye başlamıştır. Direncin ve kayıpların artması üzerine Mareşal von Manstein, Hitler'den ve Gene
ral Paulus'tan, 6. Ordu'nun bir yarma hareketiyle kendi kuvvetlerine ulaşmasını istemiştir. Hitler bu emri geri çevirdi. General Paulus da Hitler'in emrine karşı gelemeyeceğini bildirerek kabul etmedi. 4. Panzer Ordusu 18 ve 19 Aralık günlerinde de Stalingrad'a bir koridor açmak için yeniden mücadeleye girişti ama ilerleyen günler taarruzda bir gelişme sağlayamadı. Bu gelişmeler üzerine Noel arifesinde, 23 Aralık 1942 tarihinde Mareşal von Manstein taarruzu durdurmaya karar vermiştir. Bu tarihten itibaren 4. Panzer Ordusu taarruz çıkış hatlarına çekilmeye başladı. Kış Fırtınası Harekâtı'nın Stalingrad'a ulaşacak bir koridor açamaması ve 6. Ordu'nun bir yarma hareketine girişmemesi sonucunda Kızıl Ordu, kuşatılmış durumdaki Mihver kuvvetlerini imha operasyonlarına başlamıştır. Kızıl Ordu, 22 Kasım'da Stalingrad'daki Mihver kuvvetler etrafındaki kuşatmayı tamamlamıştır. Yaklaşık 300 bin Alman ve Romen askeriyle Rus gönüllü, 1,1 milyon Kızıl Ordu askeri tarafından Stalingrad'da kuşatılmış oldular. Hitler, kuşatılma durumunda ilk akla gelen ve en güvenli görünen bir yarma hareketiyle kuşatmayı yarmak ve ana kuvvetlerle birleşmek manevrasının kesinlikle karşısındadır. Bunun yerine 6. Ordu yerinde kalacak, ana kuvvetlerden düzenlenecek bir kurtarma kuvveti çemberi yararak 6. Ordu ile temas sağlayacaktır. Stalingrad'daki birlikleri kurtarmak için tertiplenen Don Ordular Grubu Komutanlığı'na, Leningrad'da görevli Mareşal von Manstein'i atamıştır. Don Ordular Grubu, B Ordular Grubu'nun yerini alacaktır. Stalingrad'da kuşatılan Alman ve Romen birlikleri de (4. Panzer Ordusu'ndan bir panzer kolordusu, 6. Ordu, Romen 3. ve 4. Ordu'sundan bu bölgede kalan birlikler), General Paulus komutası altında teşkillendiler. Alman Yüksek Komutanlığı, derhal bir yarma hareketi yerinde bu kuvvetlerin Stalingrad'da direnmesini emretmiştir. Kuşatılan birliklerin günlük ikmal malzemesi gereksinimi kabaca 750 ton kadardır. Ancak Luftwaffe bu iş için 500 nakliye uçağını bölgeye topladıysa da bu nakliye filosu yetersiz kalmıştır. Uçaklar, sert Rus kışı şartlarına uçuş yapmak zorundaydılar. Aralık ayı başlarında pek çok uçak, (Sovyet uçaksavarları tarafından düşürülenlerden fazlası) kış koşullarının yol açtığı kazalar sırasında hizmet dışı kaldı. Sonuç olarak 6. Ordu, günlük gereksinimi olan ikmal malzemesinin ortalama yüzde yirmisini alabilmiştir. Bununla birlikte Mihver kuvvetleri halen Stalingrad'da Volga kıyılarını elde tutmaktadırlar. Bu durum, Sovyet kuvvetleri için bir tehdit olmaya devam etmektedir. Kuşatmanın tamamlanmasından hemen sonra Stalingrad'da Stavka'nın beklediğinin üzerinde bir direnme görüldü. Bu durum General Vasilevski'nin tüm planlarını altüst etti, kuşatma altında 85 - 90 bin Mihver askeri olacağı hesaplanmıştı. Oysa sayı çok daha yüksekti. Bu durumun saptanması üzerine, Stalingrad'daki Mihver kuvvetler üzerine gidilmeden önce dış kuşatma kuşağındaki kuvvetler takviye edildi. Çünkü bu durum, taarruzun en kritik evresinde bulunulduğunu gösteriyordu ve Mihver kuvvetlerin çemberi yarıp çıkacak güçleri olduğu ortadaydı ve buna engel olunmalıydı. Aynı tarihlerde Alman kuvvetlerinin dışarıdan bir yarma hareketine girişebileceği de öngörülmüş, Satürn Harekâtı'nın ertelenmesine karar verilmiştir. Bazı Sovyet birlikleri 24 Kasım'dan itibaren batı yönünde gelecek olası bir Alman baskınına karşı siper kazmaya başladılar. Öte yanda iç kuşatma kuşağındaki birlikler de olası bir yarma hareketini önleyebilmek için takviye edilmeye başlandı. Ancak tüm bu önlemler Kızıl Ordu'nun yarıdan fazla gücünü bölgeye başlamıştır. Satürn Harekâtı'nın planlamasına 25 Kasım'da başlanmıştır. Harekât, İtalyan 8. Ordu'sunu imha etmek, Don Nehri batısındaki Alman kuvvetlerinin ve Kafkasya'daki operatif kuvvetlerin geri bağlantının kesilmesini amaçlamaktadır. Bu arada Stalingrad'daki Mihver kuvvetlerinin imha edilmesini amaçlayan Yüzük Harekâtı hazırlıklarına da başlandı. Uranüs Harekâtı yürütülürken kuşatılan Mihver kuvvetlerin kendi başlarına bir yarma hareketine girişmek için yeterli güçleri yoktu. Her şey bir yana, eldeki zırhlı kuvvetlerin yarısı savunma muharebeleri sırasında kaybedilmişti. Ayrıca ciddi boyutta bir akaryakıt ve mühimmat sıkıntısı vardır. Luftwaffe'nin sağladığı ikmalle bu sorunun üstesinden gelmek olanağı da yoktu. Mareşal von Manstein, Sovyet kuşatmasını yarmak için bir karşı taarruz önerdi, kapalı adı Kış Fırtınası Harekâtı (almanca, Wintergewitter) olacaktı. Mareşal, Luftwaffe'nin ikmalde yetersiz kalacağından hareketle, Stalingrad'daki kuvvetlerin kurtarılabilmesinin, bu girişimin "mümkün olan en yakın tarihte" yapılmasına bağlı olduğunu düşünüyordu. Ayrıca 28 Kasım'da Hitler'e, Don Ordular Grubu'nun durumu ve Stalingrad'daki topçu mühimmatı mevcuduna ilişkin ayrıntılı bir rapor sunmuştu. İçinde bulunulan stratejik durumun vahameti von Manstein'i endişelendirmektedir. Kurtarma operasyonunun, taarruza tahsis edilen tüm kuvvetlerin toplanmasını beklemeye şansı olup olmadığından tedirgindir. Stavka, aşağı Çir Nehri dolaylarındaki Mihver kuvvetlerini, özellikle de bölgedeki İtalyan 8. Ordu'sunu bölgeden atmak gereği nedeniyle Satürn Harekâtı'nı 16 Aralık'a ertelemiştir. Kızıl Ordu'nun taarruzu 30 Kasım'da 50 bin kişilik bir kuvvet kullanılarak başlatıldı. Mareşal von Manstein, Kızıl Ordu saldırısını durdurabilmek, bölgeyi elinde tutabilmek için 48. Panzer Kolordusu'nu bu işte kullanmak zorunda kalmıştır. Alman Komutanlığı'nın bu manevrasına karşılık olarak Sovyet Komutanlığı 5. Tank Ordusu'nu yeni teşkil edilmiş olan 5. Vurucu Ordu ile takviye etmiştir. Bu teşkil, Güneybatı Cephesi ve Stalingrad Cephesi kuvvetlerinden alınan birliklerle kurulmuş olup 71 bin kişilik bir kuvvettir. Ordu emrinde 252 tank ve 814 top bulunmaktadır. Sovyet taarruzu, kuşatmayı yarmakta kullanılacak bu asıl gücü kendi üzerine çekmekte ve etkisiz kılmakta başarılı olmuştur. Alman 6. Panzer Tümeni'nin Morozovsk'dan ayrıldığı fark edildiğinde yaklaşan Alman taarruzu konusunda uyarılmış oldu. Bu durum, Stalingrad'a yönelik bir yarma taarruzu için kuvvet toplamak olarak değerlendirildi. Yardım operasyonu Dördüncü Panzer Ordusu'nun Genel Friedrich Kirchner komutasındaki 57. Panzer Kolordusu içerecek şekilde planlandı. 57. Panzer Kolordusu emrinde A Ordular Grubu'ndan aktarılan zayıf kadrolu 23. Panzer Tümeni ile Fransa'dan gelen tam kadrolu 6. Panzer Tümeni bulunmaktadır. Ayrıca Hollidt Ordu Müfrezesi de (üç piyade tümeni, 11. Panzer Tümeni ve 22. Panzer Tümeni) Don Ordular Grubu'na dahil edildi. Toplamda dört panzer tümeni, dört piyade tümeni ve üç Luftwaffe Sahra Tümeni'nin harekâta katılması planlanmıştı. Bu birlikler 6. Ordu'ya ulaşan geçici bir koridor açılmasıyla görevli olacaktı. Luftwaffe Sahra Orduları muharip olmayan ve dolayısıyla muharebe eğitimi yetersiz askerlerden oluşuyordu ve muharebe deneyimi olmayan subayları vardı. Ayrıca bu birliklere, tanksavar topu, sahra topu gibi ağır silahlar da verilmemiştir. Kurtarma girişimi için, yerine getirilmeyen pek çok kişisel söz verildi. Ancak bazı birlikler Don Ordular Grubu'na katılamadı. Bunda, cephedeki ulaşım düzenin yetersiz olması kısmen etkili olmuştur. Harekâta katılması düşünülen bazı birlikler, son aylardaki muharebelerde uğradıkları kayıplar dolayısıyla alınmadı. Bir kısım birlikler ise zamanında harekât bölgesinde olamadılar. Öte yandan 11. Panzer Tümeni, Don Ordular Grubu emrine alındığında Doğu Cephesi'nde en eksiksiz Alman zırhlı tümenlerinden biriydi. Ordular Grubu emrine verilen 6. Panzer Tümeni de, Batı Avrupa'dan getirildiği için eksiksiz bir tümendi. Ancak 11. Panzer Tümeni'nin etkin bir şekilde kullanılması, aşağı Çir bölgesindeki Alman kuvvetlerine karşı Sovyet saldırısı başladığında riske edilmiştir. Çünkü Hollidt Ordu Müfrezesi bu aşamada savunmaya çekildi. Bu nedenle ve von Manstein'in, Hollidt Ordu Müfrezesi ile yapılacak bir taarruzun fazlaca öngörülebilir olmasını düşünmesiyle, taarruzda 4. Panzer Ordusu'nu ve 48. Panzer Kolordusu'nu kullanmaya karar verdi. Taarruz için bir kuvvet toplama çabalarına karşın Alman kuvvetlerinin aşağı Çir bölgesindeki durumu zayıftı. Nitekim Sovyet karşı taarruzu ancak 11. Panzer Tümeni bölgeye ulaşıp iki Sovyet tank tugayının büyük kısmını imha edince kötüleşmiştir. Sonuç olarak 48. Panzer Kolordusu, Sovyet kuvvetlerinin, Stalingrad'ın ikmal üssü olarak kullanılan Tatsinskaya havaalanına bir baskın vermesi nedeniyle Çir Nehri kesiminde savunma muharebelerine çekilmek zorunda kalındı. 57. Panzer Kolordusu Don Ordular Grubu'na isteksizce verilmesine karşın 17. Panzer Tümeni toplanma bölgesine geri dönme emri aldı ve istenenden on gün sonraya kadar hazır olamadı. Sovyetler Birliği'in Chir Nehri üzerinde daha fazla mekanize kuvvet toplanmakta olduğunun saptanması ve yeterli kuvvetin toplandığının güçlüklerini göz önünde bulunduran von Manstein, Kış Fırtınası Harekâtı'nı 48. Panzer Ordusu'nu kullanarak başlatmaya karar verdi. Von Manstein, 6. Ordu'nun da kapalı adı Tunderclap olan kenti çıkış taarruzunu başlatacağını umuyordu. Diğer yandan, Hitler'in 6. Ordu'nun imha olmasını önlemenin akla yakın bir çaresi olarak bir yarma hareketine onay vereceğini umuyordu. Bu hesaplar çerçevesinde 10 Aralık'ta, General Paulus'a taarruza 24 saat içinde başlayacağını bildirdi. Sonuç olarak, 6. Panzer Tümeni (Erhard Raus), 11. Panzer Tümeni (Walter Scheller), 17. Panzer Tümeni (Fridolin von Senger und Etterlin), 22. Panzer Tümeni (Hermann Balck) ve 23. Panzer Tümeni (Hans von Boineburg-Lengsfeld), Don Ordular Grubu'nun panzer tümenlerini oluşturdu. Alman taarruz planına göre Don Ordular Grubu, Stalingrad’ın güney batısında Kotelnikovo'dan hareket edecektir. Don Nehrinin güneye doğru akıp güney batıya dirsek yaptığı bölgenin doğusundan Stalingrad yönünde taarruza geçeceklerdir. Romanya 4. Ordusu'nun kalıntıları, 57. Panzer Kolordusu’nun sağ kanadını örtecektir. 48. Panzer Kolordusu'na bağlı 11. Panzer Tümeni, Nijne Çirskaya'dan doğuya ilerileyerek yarma harekâtını destekleyecektir. Mareşal Jukov, Uranüs Harekâtı için 11 Sovyet ordusunu bir araya getirmiştir.
Üç haftalık sürede, 111 bin asker, 420 tank ve 556 top, Stalingrad Cephesi taarruz gücünü takviye etmek amacıyla Volga'nın batı kesimine, geçirilmiştir. Kızıl Ordu ve Kızıl Hava Kuvvetleri bir milyonun üzerinde asker, 13,500 top, 890 tank ve 1,100 uçağı bir araya getirildi. Bu kuvvetler 66 piyade tümeni, 5 tank kolordusu, 14 tank tugayı, bir mekanize tugay, bir süvari kolordusu ve 127 top ve havan alayı oluşturmaktadır. Stalingrad üzerinde kuşatma tamamlanırken Stavka, 28. ordu ile 51. ordu'yuf kuşatmanın dış çemberine konuşlandırmıştı. 51. Ordu 34 bin kişilik ve 77 tankı olan bir kuvvettir. Onun hemen güneyinde pozisyon almış olan 28. Ordu ise 44 bin kişilik, 40 tankı, 707 top ve havanı olan bir teşkildi. Aynı zamanda Satürn Harekâtı kuvvetlerini oluşturulmaya başlandı. Bu harekâtta amaç, Kafkasya'da ilerlemekte olan Alman A Ordular Grubu'nun tecrit etmek ve daha sonra da imha etmekti. Taarruzun ana gücünü oluşturan 57. Panzer Kolordusu'nun 6. Panzer Tümeni, Kotelnikovo'ya 27 Kasım'da gelmeye başladı. Tümen'in trenden inan ilk unsurları derhal kasaba civarındaki Sovyet kuvvetlerine karşı muharebeye sürüldü. Zaten bu sırada istasyon bombalanmaktaydı. Tümen'in büyük bölümü Kotelnikovo civarındaki toplanma bölgesine 4 Aralık tarihinde ulaşmış bulunmaktadır. Bu süre içinde, bir dizi direnek noktalarını da içeren 20 km. derinlikte bir savunma düzeni kurulmuştur. Bu savunma hatlarına karşı ilk Sovyet taarruzu 1. Süvari Tümeni tarafından 5 Aralık'ta gerçekleştirildi. Sonraki birkaç gün içinde Tümen'in diğer unsurları bölgeye ulaşırken Sovyet taarruzu da kırıldı ve 23. Panzer Tümeni'nin izleyen unsurları da Sal Nehri gerisinde tertiplendiler. Kış Fırtınası Harekâtı, 12 Aralık 1942 tarihinde General Hoth'un 4. Panzer Ordusu'na bağlı 57. Panzer Kolordusu tarafından, Kotelnikovo köprübaşından kuzeydoğu yönündeki taarruzla başlatıldı. Bu taarruz Kızıl Ordu savunması yönünden sürpriz bir saldırı olmuştu ve 6. Panzer Tümeni ile 23. Panzer Tümeni, Sovyet 51. Ordu'sunun geri hatlarını tehdit eder biçimde geniş bir girme sağladılar. Alman taarruzuna bir Tiger I ağır tank taburu öncülük etmiştir. Bazı birlikler ilk günde 50 km. ilerlemeyi başardılar. Panzerler Aksay Nehri savunmasını taarruzun ilk günü sonu itibarıyla geçmişlerdir. Alman Komutanlığı sürpriz faktörünü kullanmıştı. Stavka, bu kadar yakın bir tarihte bir karşı taarruz beklemiyordu. General Vasilevski, von Manstein'in ileri unsurlarını durdurmak için 2. Muhafız Ordusu'nu kısa sürede emrine alamadı. Başlangıçtaki Alman ilerlemesi öylesine hızlıydı ki, 6. Panzer Tümeni, bir kısım Sovyet top bataryalarını sağlam olarak ele geçirmişti. 6. ve 23. Panzer Tümenleri Sovyet piyadesinin büyük kısmını yenilgiye uğrattıktan sonra Sovyet direnci de belirgin bir biçimde zayıflamıştır. Aslında 51. Ordu'nun 302. Piyade Tümeni mevzileri 12 Aralık'ta ele geçirildi. Sovyet piyadesinin, Alman ilerleme hattı üzerindeki köyleri hızla takviye etmesine karşın süvari, haftalar süren muharebelerden bitkin durumdaydı ve bu nedenle Alman ilerlemesi karşısında ciddi bir direnme gösteremedi. Başlangıçtaki parlak başarılara karşın 57. Panzer Kolordusu kesin sonuç elde edemedi. 23. Panzer Tümeni'nin de, taarruzun ilk günlerinde sağladığı ilerlemeye karşın ağır bir baskıyla karşılaştığı yönünde raporlar mevcuttur. Yine de Aksay Nehri ile Mişkova Nehri arasındaki 25–30 km.lik bozkırda Kızıl Ordu direncine karşın ardı ardına iki Sovyet savunma hattını von Manstein kuvvetleri ilerlemeyi sürdürmüştür. Çir Nehri kesiminde Alman savunmasını kırmak için harekete geçirilen 5. Tank Ordusu ile 6. Panzer Tümeni, 13 Aralık'ta muharebeye girmiştir. Alman kuvvetleri Sovyet kuvvetlerini geri atmıştır. Bu çatışmalarda kullanılan Sovyet alev makineli KV-8'lerin, -ki, Stalingrad sokak çatışmaları için tasarlanmıştı- Alman Panzer-IV'lere denk bir silah olmadığı da ortya çıkmıştır. Öte yanda panzerler yeniden Aksay Nehri geçişlerini zorlamaya başladı. Bu nehir geçişinde, Verkhne-Kumski köyü civarında büyük bir zırhlı muharebesi başladı. Sovyet 51. Ordu'su ve General Şapkin'in süvari kolordusu Mişkova Nehri gerisine çekilmek zorunda kaldı. Ancak Kızıl Ordu'nun uğradığı tank kayıpları, 6. Panzer Tümeni'ne, daha sonra Verkhine-Kumski civarında hafif bir tank üstünlüğünden yararlanma olanağı vermiştir. Kızıl Ordu, kasabayı ele geçirmek için bir dizi karşı taarruz başlatmıştır. Alman köprübaşına ve kasabadaki savunmaya karşı girişilen bu karşı taarruzlar, 12 - 15 Aralık tarihleri arasında üç gün boyunca süren şiddetli çatışmalara yol açtı. Alman savunması Verhni Kurnski'de ustaca yerleştirilmiş tanksavar toplarıyla Sovyet zırhlılarını imha etmeyi başarmıştır. Özellikle 15 Aralık günü çatışmaları oldukça şiddetli cereyan etti ve muharebenin avantajı sık sık taraf değiştirdi. Gün sonunda Alman birlikleri kasabayı tahliye ettiyse de Sovyet birlikleri de oldukça ağır zayiat vermişti. Ertesi gün girişilen Alman taarruzu, Sovyet piyadesinin, boy çukurlarında panzerlerin geçişine kadar gizlenip, geriden gelen piyadeyi ateş altına almasıyla başarısız oldu, kasabanın güneybatısındaki tepeler hattı ele geçirilemedi. Ertesi gün yenilenecek taarruzu takviye edecek birlikler gece boyu bölgede toplandı. Taarruz gün içinde ilerleme sağladıysa da kasabadaki Kızıl Ordu direnişi, ancak gece yapılan sürpriz bir baskınla kırıldı ve 17 Aralık'ta kasaba Alman birliklerinin kontrolüne geçti. Luftwaffe'nin yoğun desteğiyle Alman kuvvetleri bölgesel bir başarı elde etmişlerdi ve Mişkova Nehri yönünde hücumlarını sürdürdüler. Bu arada 6. Panzer Tümeni de ağır kayıplara uğramıştı. Bu nedenle bütünleme için kısa bir süre hareketsiz kalmıştır. Tanklardaki küçük çaplı hasarlar onarıldı ve çatışmalar sırasında muharebeden çekilmek zorunda kalan tankların büyük bir bölümü yeniden muharebeye girebilecek duruma getirildi. Abganerovo yönünde doğuya ilerleyen 6. Panzer Tümeni, Sovyet 7. Tank Kolordusu'nun bu kesimdeki unsurlarını hızla doğuya çekilmek zorunda bıraktı. Bu olay, 23. Panzer Tümeni'nin Aksay Nehri geçişlerine taarruz etmesine olanak sağlamıştır. 17. Panzer Tümeni ise, 44 tanklık zırhlı gücüyle 17 Aralık'ta Verhniy Kumskiy civarına gelmeye başladı. Tümen, Aksay Nehri'ni Generalovski bölgesinde geçti ve Sovyet 13. Mekanize Kolordu'sunun çekilen birliklerini izlemek için kuzey yönünde hareketine devam etti. 6. ve 23. Panzer Tümenleri de kuzeye, Mişkova Nehri yönünde ileri harekete devam ettiler. Nehre 19 Aralık'ta ulaşıldı. Alman köprübaşını imha etmek üzere harekete geçen 2. Muhafız Ordusu, 1., 13. Muhafız Piyade Kolordusu ve 3. Muhafız Mekanize Kolordusu'ndan oluşmaktadır. Bu kuvvetler daha sonra 7. Tank Kolordusu, 4. Mekanize Kolordu ve 4. Süvari Kolordusu ile takviye edilmişti. Daha da kötüsü 18 Aralık'ta Stavka Küçük Satürn Harekâtı'nı başlatmış ve Mareşal von Manstein kuvvetlerinin durumunu kötüleştirmişti. Aşağı Çir Nehri kesimindeki bu durum, 48. Panzer Kolordusu'nun bu bölgeye gönderilmesini gerektirmekte, Stalingrad kurtarma girişiminin bir parçası olmaktan çıkması yönünde gelişmektedir. 4. Panzer Ordusu'nun taarruzu Stavka'yı, Satürn Harekâtı ile ilgili planlarını yeniden gözden geçirmeye zorlamıştır. General Vasilevski Alman saldırısı 12 Aralık sabahı kendisine rapor edildiğinde elindeki kuvvetlerin, özellikle topçu ve zırhlı olarak, von Mareşal von Manstein'in taarruzunu durdurmakta yetersiz kalacağını hemen anlamıştı. O saatlerde 51. Ordu Karargahı'ndaydı ve Stalin'le telefon teması olanağı yoktu. Bunun üzerine Don Cephesi Komutanı General Rokosovski'yi arayarak 2. Muhafız Ordusu'nun kendi emrine verilmesini istedi. General Rokosovski bu öneriye kesin olarak karşı çıkmıştır. General Vasilevski ancak akşam saatlerinde Stalin'le görüşme olanağı bulabildi ve 13 Aralık sabahı 05:00 dolaylarında söz konusu ordunun emrine verileceği bilgisi kendisine iletildi. Ancak bu teşkil, 15 Aralık'ta Stalingrad Cephesi emrine girecek ve Alman taarruzuna karşı kullanılacaktır. Üç muhafız kolordusundan oluşan (1., 2. ve 13. Kolordular) 2. Muhafız Ordusu, 90 bin kişilik bir kuvvettir. Satürn Harekâtı, daha dar operatif hedefli olarak Küçük Satürn Harekâtı kapalı adıyla yeniden yapılandırdı. Harekâtın operatif hedefi İtalyan 8. Ordu'sunu dağıtarak Alman Don Ordular Grubu'nun gerisine sarkmaktı. Buna bağlı olarak da taarruzun genel istikameti güneyden güneydoğuya değiştirildi. Ayrıca harekâtın başlama tarihi 16 Aralık'a ertelendi. Bu arada 4. Mekanize Kolordu ve 13. Tank Kolordusu, Aksay Nehri kesimindeki Alman kuvvetlerine karşı taarruzuna devam etmiştir. Bu taarruzun amacı, Alman kuvvetlerinin ilerlemesini, 2. Muhafız Ordu'nun bölgeye ulaşıp muharebeye katılması anına kadar önlemektir. Sovyet 1. Muhafız Ordusu ve 3. Muhafız Ordusu 6. Ordu'ya bağlanarak Küçük Satürn Harekâtı'nı 16 Aralık 1942 tarihinde başlattı. Kızıl Ordu başlangıçtaki tersliklere karşın İtalyan Ordu'su mevzilerini 18 Aralık'ta işgal etti. Rostov kenti 3. Muhafız Ordusu tarafından tehdit edilmesiyle Don Ordular Grubu'nun da sol kanadı tehdit altına girmiş oldu. Bu Sovyet karşı taarruzunun yol açtığı tehdit, diğer yandan da Mişkova Nehri geçişlerinde Alman zırhlı tümenlerinin uğradıkları ağır kayıplar von Manstein'i, taarruza devam edip etmemek konusunu yeniden gözden geçirmek zorunda bırakmıştır. Hem sol kanatta savunma yapmak hem de Stalingrad yönünde ileri hareketi sürdürmek için yeterli kuvvet de yoktur. Alman 6. Panzer Tümeni'nin 19 Aralık akşamı Mişkova Nehrini geçmeyi başarmasına karşın 57. Panzer Kolordusu, 17. Panzer Tümeni'nin desteğiyle bile artan Sovyet direnci karşısında belirgin bir ilerleme sağlayamamıştı. Bu durumda panzer kolordusunun savunmaya çekilmek zorunda kalacağı görülüyordu. Bu arada Sovyet zırhlı birliklerinin Stalingrad'ın havadan ikmalinde Luftwaffe tarafından kullanılan Tatsinskaya'daki havaalanına karşı giriştiği Tatsinskaya Baskını, beklenmedik ağır bir darbe oldu. Birkaç düzine uçağın imha olması, çok sayıda pilot ve yer personelinin ölmesi dışında, von Manstein'in Stalingrad yönündeki taarruzu desteklemek için kullanabileceği 48. Panzer Kolordus
u'nu bu kesimde kullanmak zorunda bırakmıştır. Öte yandan von Manstein'in ricalarına karşın Hitler, 6. Ordu'nun bir yarma hareketiyle von Manstein kuvvetlerine ulaşmasına izin vermedi. Mareşal von Manstein 19 Aralık'ta istihbarat başkanı Binbaşı Eismann'ı, Don Ordular Grubu'nun içinde bulunduğu durumun kesin bir stratejik tahlilini anlatmak üzere Stalingrad'a General Paulus'a gönderdi. General Paulus, halihazırda en iyi çözüm yolunun olabildiğince erken bir tarihte yarma hareketine girişmek olduğuna katılmakla birlikte bu yönde bir karar almadı. General Paulus'un Kurmay Başkanı General Arthur Schmidt, bir yarma hareketinin olanaksız olduğunu ileri sürerek, kuşatılmış olan Mihver kuvvetlerin hava yoluyla daha etkili bir şekilde ikmali için bazı önlemler öne sürmüştür. General Eismann'la aynı fikirde olan von Manstein 6. Ordu'nun bir yarma hareketini yürütebilme olanakları göz önüne alındığında böyle bir girişimin söz konusu olamayacağına karar vermişti. Ayrıca Hitler'in emri de bu girişimi yasaklıyordu. Aksay Nehri savunmasını yaran 57. Panzer Kolordusu, 6. Ordu'nun cephe hattının güney kıyısına 48 km. kadar yaklaşmayı başarmıştır. Bununla birlikte 6. Ordu, bir yarma hareketiyle kurtarma güçleriyle temas kurmak yönünde hiçbir girişimde bulunmadı. Açıkça, 6. Ordu'nun bir yarma hareketi için yeterli gücü yoktu. Muharebe edebilecek durumda 70 tankı vardı ve yeterli akaryakıt yoktu. Dİğer yandan birkaç gündür sürmekte olan kar fırtınası şartlarında, piyadenin böyle bir harekâtı yürütmesi olanağı yoktu. Sovyet kuvvetleri 19 Aralık'ta, Verhni Kumski'deki 6. Panzer Ordusu mevzilerine karşı bir taarruz hazırlığındaydı. Kasabanın doğusundaki vadi içine ve kuzeydeki yüksek araziye kuvvet getirmekteydiler. Sovyet taarruzu 20 Aralık günü kasabanın kuzeyinde dalga dalga piyade taarruzlarıyla başladı. Başlangıçta saldırılar Alman savunmasınca püskürtüldü. Ancak gün içinde kasabanın doğusundan gelişen bir taarruz, savunmayı attı ve Alman mevzilerinin gerisine doğru, güneye ilerledi. Bu taarruz, Tümen'in taarruz topu bölüğünün karşı taarruzuyla durduruldu. Alman savunması bu dar köprübaşında 21 Aralık'a kadar tutunmayı başardı. Ancak sonunda bir Sovyet taarruzu tüm kasabayı ele geçirdi. 6. Panzer Tümeni, Aralık'ın 23'ünde son bir girişimle köprübaşını emniyete almakla görevlendirildi. Ertesi gün de kuzey yönünde ilerlemesine devam etti. Ancak günün ilerleyen saatlerinde durum kötüleşti ve Stalingrad'daki birliklerle temas kurma olanağı ortadan kalktı. Tümen, Potemkinskaya'da Don kıyılarına çekilme emri aldı. Daha sonra Morosovskaya yönünde hareket edecekti. Bu bölgeden aşağı Çir Nehri kesimindeki kuvvetleri takviye edeceklerdi. Tümen, aceleyle savunma mevzilerini boşaltarak ve 17. Panzer Tümeni ile 23. Panzer Tümeni kanatları koruyarak geri çekilmeye başladı. Von Manstein 23 Aralık'ta, 6. Panzer Tümeni'ne taarruzi hareketine son vererek halen Kızıl Ordu taarruzlarının sürdüğü Çir Nehri güneyindeki savunmayı desteklemek için bu kesimde mevziye girmesi emri vermiştir. 48. Panzer Ordusu 24 Aralık'ta tümüyle geri çekilerek taarruz çıkış hatlarına dönmüştür. Bir yandan 6. Ordu'nun bir yarma hareketi için yeterli gücünün olmaması, diğer yandan da Hitler'in Stalingrad'ın terk edilmeyeceği kararı Kış Fırtınası Harekâtı'nın 24 Aralık 1942 tarihi itibarıyla başarısız olmasında etkili olmuştur. 24 Aralık'ta 2. Muhafız Tank Ordusu, 5. Vurucu Ordu ve 51. Ordu kuvvetleri, 57. Panzer Kolordusu'nun ve Romen 4. Ordusu'nun cephe hattında toplandı. Sağ kanatta Romen "Popescu" Süvari Grubu, 26 Aralık'ta Şarnutovski civarında Sovyet 6. Mekanize Kolordusu tarafından hemen hemen tümüyle imha edildi. Romen 6. Kolordu'su ise Sovyet 7. Tank Kolordusu ve 4. Süvari Kolordusu önünden güneye çekilmek zorunda kaldı. Kotelnikovo, 29 Aralık'ta 57. Panzer Kolordusu tarafından tahliye edildi. Alman Kış Fırtınası Harekâtı'nın başarısızlığa uğratılması üzerine Stavka Stalingrad'da kuşatmış olduğu Mihver kuvvetleri imha etmek ve batı yönünde kış taarruzlarını sürdürmek için serbest kalmıştır. Kızıl Ordu geri çekilen 4. Panzer Ordusu peşinde yaklaşık 150 bin asker ve 630 tank sürmeyi başardı. General Vasili Volski'nin 18 Aralık 1942 tarihinde [[3. Muhafız Mekanize Kolordusu olarak yeniden düzenlenen 4. Mekanize Kolordusu bütünleme ve bakım için geri çekilirken 51. Ordu, 1. Muhafız Piyade Kolordusu ve 7. Tank Kolordusu, Muşkova ve Aksay Nehirleri arasında çekilen Alman birliklerine taarruzu sürdürmüştür. Sovyet taarruzu, izleyen üç gün içinde, 57. Panzer Kolordusu'nun kanadını koruyan Romen mevzilerini yararak 4. Panzer Ordusu'nu güneyden tehdit eder duruma geldi. Bunun üzerine Alman geri çekilmesi güneybatı yönünde sürdürülmek zorunda kalındı. Bu arada 48. Panzer Kolordusu, esas olarak 11. Panzer Tümeni ile, Çir Nehri hattında mevzilerini korumaya çalışmıştır. Ancak, bu çabalarda başarılı olmasına karşın 48. Panzer Kolordusu, İtalyan 8. Ordu'sunun çöküşünden sonra çok olası görünen bir Sovyet yarması tehdidine karşı Rostov savunması için emir aldı. Kızıl Ordu 4. Panzer Ordusu'nu Aksay Nehri yönünde sürdü ve Alman savunmasını Çir Nehri kıyılarına yardı. Aynı zamanda Stalingrad'daki Mihver kuvvetlerine karşı [[Yüzük Harekâtı]]'nın hazırlıklarını başlattı. Stalingrad'daki Mihver kuvvetlerin ikmal malzemesi giderek azaldı, bazı askerler hayatta kalabilmek için at eti yemek zorunda kaldılar. 1942 yılı sonunda 6. Ordu ile kuşatma dışındaki kuvvetler arasındaki mesafe 65 km. dolaylarındadır ve kuşatılan birliklerin birçoğu son derece zayıf durumdadırlar. Hitler'in Stalingrad'ı terk etmemek konusundaki ısrarı, sonunda 6. Ordu'nun tümüyle imha edilmesine yol açmıştır. Alman taarruzunun başarısız olarak sona ermesi, Kızıl Ordu'nun Ocak ayı ortalarında başlayan ve Kafkasya'daki Mihver kuvvetleri tecrit etme amaçlı harekâtına olanak vermiştir. Öte yandan 6. Ordu'nun Stalingrad'da Şubat ayı başına kadar direnmesi, bölgeye önemli ölçüde Kızıl Ordu birliğini bağlamış, cephenin başka kesimlerinde girişilebilecek harekâtları engellemiştir. [[Kategori:II. Dünya Savaşı Doğu Cephesi'nde muharebeler ve harekâtlar]] [[Kategori:Stalingrad Muharebesi]] [[Kategori:Romanya'nın muharebeleri]] Martin Waldseemüller Martin Waldseemüller Latince ismi ile Martinus Ilacomilus veya Hylacomylus (d. 1470, Freiburg - ö. 1521 ya da 1522) Alman bir kartograftı. Radolfzell'de doğdu (Katolik Ansiklopedisine göre Wolfenweiler, Freiburg'a yakın) ve Freiburg Üniversitesi'nde öğrenim gördü. 1507 tarihli "Universalis Cosmographia" ya da diğer ismiyle "Waldseemüller Haritası" isimli dünya haritasını yapmıştır. Bu harita Amerika kelimesinin geçtiği ilk haritadır, ancak haritada Kuzey Amerika Kıtası eksiktir. Amerigo Vespucci, Latince yazdığı yazılarını kendi adının Latincesi olarak düşündüğü "Americus Vespucius" adıyla imzalamıştı. Waldseemüller bu sebeple yeni keşfedilmiş Güney Amerika Kıtası'na, Vespucci'nin ilk adının Latince formundan yola çıkarak, 1507 tarihli dünya haritasında America ismini koydu; ancak 1513 tarihli kendisine ait başka bir dünya haritasında "America" ismini verdiği bölgeye "bilinmeyen topraklar" anlamına gelen "Terra Incognita" ismini vererek "America" ifadesinde değişikliğe gitmiştir. Bu değişikliğin sebebi kimi tarihçilere göre Waldeseemüller'in Cabot'un haritalarında gördüğü bir ismin kökenini açıklamaya çalışma kaygısıyla "America" ismini kullanması ve bu sebeple daha önce kullanılmış ismin bölgesinden emin olmaması şeklinde yorumlanmaktadır. Güney Min Min Nan 閩南語/闽南语-Bân-lâm-gú ya da Güney Min, Min Çincesi'nin bir koludur. Çin, Tayvan, Singapur, Malezya, Endonezya ve Filipinler'de konuşulur. Toplam 49 milyon konuşucusu vardır. Latin harfleri ile yazıldığı da olur. Kemoterapi Kemoterapi, "ilaçla (Sitotoksik) tedavi" anlamına gelmekle birlikte, daha çok kanser hücrelerini etkileyen kanser ilaçları kullanılarak yapılan tedavi için kullanılan terimdir. Bunun için kullanılan ilaçlara "antikanser" ilaçlar da denmektedir. Kanserin türüne göre kemoterapinin amaçları farklılaşabilmektedir. Başlıca amaçlar: Kemoterapi ilaçlarının her zaman istenilen faydayı sağlaması mümkün olmayabilir. Kanser tümörleri tedavi ile yok edilemiyorsa veya tedavide geç kalındı ise, kanser hücreleri kan damarları ya da lenfler yoluyla vücuda yayılabilir. Bu durumda metastaz (yayılma) denilen durum meydana gelmiş olur. Kemoterapi ilaçları hastanın bağışıklık sistemini de etkilediğinden, kemoterapi sırasında hastanın bulaşıcı hastalıklara karşı direnci düşmektedir. Bu etkinin en fazla görüldüğü dönem kemoterapiden sonraki 5-15. günler arasındadır. Bu nedenle kemoterapi tedavisi gören hastaların özellikle bu dönemde bulaşıcı hastalığı olanlardan uzak durmaları, hijyen kurallarına daha fazla dikkat etmeleri gerekmektedir. Ayrıca bazı kemoterapi ilaçları bazı hastalarda yorgunluk, bulantı, kusma ve saç dökülmesine de yol açabilir. Bulantı ve kusmayı önlemek için oldukça etkili ilaçlar geliştirilmiştir. Kemoterapiye bağlı olarak dökülen saçlar tedavi kesildikten sonra geri gelmektedir.Kemoterapi gören hasta stresli olmaktadır fakat açlıkla siniri ve stresi azaltabileceği söylenmektedir. Bazı hastalarda Raynaud fenomeni rahatsızlığı da geliştiği gözlemlenmiştir. Sertavul Geçidi Sertavul Geçidi, İç Anadolu'yu Akdeniz'e bağlayan önemli geçitlerden biridir. 1650 rakımlı geçit kışları zor geçit versede en yakın bağlantı geçitlerinden biridir. Toroslarda bulunur. Zirve Karaman ve Mersin il sınırı olarak paylaşılmaktadır. Ramoth Ramoth birden fazla anlama gelebilir: Ramoth (ejderha) Ramoth, Anne McCaffrey'in fantastik dünyası Pern'de yeralan bir hayali karakterdir. Pern'in Ejderha Binicileri kitap dizisinde önemli bir yeri vardır. Bir altın ejderha onal Ramoth'un binicisi Lessa'dır. Binici ve ejderha birlikte Kızıl Yıldız'ın dokuzuncu geçişinde dünyalarını kurtarmayı başardılar. Dönersen Islık Çal Dönersen Islık Çal 1992 yapımı bir Türk sinema filmidir. Yönetmenliğini Orhan Oğuz'un yaptığı filmin senaryosunu Nuray Oğuz ve Cemal Şan yazmıştır. Filmin başrollerinde Derya Alabor
a, Mevlüt Demiryay, Fikret Kuşkan ve Menderes Samancılar yer almıştır. Beyoğlu'nun arka sokaklarında barmenlik yaparak yaşamını sürdüren bir cüceyle, fahişelik yapan bir travestinin dramatik öyküsü. Toplumun dışladığı bu iki marjinal tipin tanışması karanlık ve pis sokakların birinde gerçekleşir. Cüce (Mevlüt Demiryay), iş çıkışı evine dönerken, sokak serserilerinin saldırdığı ve gerçek bir kadın sandığı travestinin (Fikret Kuşkan) hayatını kurtarır. Gerçekte onu kurtaran, cücenin, o tehlikeli sokaklarda ve gecenin karanlığında kendisini korumak için boynunda taşıdığı düdüktür. Düdük seslerini duyan serseriler kaçıştıktan sonra, travestiyi evine alır. Ne var ki, evinde misafir ettiği "kadın"ın aslında bir erkek olduğunu anlayınca büyük bir şaşkınlık geçirir. Ama, yaşamını tek başına, yalnızlığını ise balkonundaki köpekleri ve boynundaki düdüğüyle paylaşarak sürdüren cüce ile, başlangıçta iğrendiği, nefret ettiği travestinin arasında duygusal bir dostluk gelişecektir. Bu güzel dostluk ne acıdır ki, o çirkin dünyanın, sonunda onları birbirlerinden ayırana dek sürecektir. Eskiköy Ahi Çelebi Ahi Çelebi, Balkan Yarımadası'nın güneydoğusunda, Rodop Dağları arasında bir yöre. Burası, Balkan Harbi (1912-1913) ile Bulgaristan'a geçmeden önce Edirne vilayetinin Gümülcine sancağında bir kazaya verilen isimdi ve kazanın merkezi "Paşmaklı" (şimdi Smolyan) idi. Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre; Ahi Çelebi yöresinde tarım ve hayvancılık yapılmakta, orman ürünleri yetiştirilmektedir. Gümülcine sancağının bir kazası olan Ahi Çelebi kazası içinde, 64 cami, 54 mescit, 1 tekke 3 hükumet konağı, 1 kışla, 1 şeriye mahkemesi, 1 belediye konağı, 21 kilise, 4 telgrafhane, 1 cebehane, 163 çeşme, 61 aba dolabı, 96 tahta bıçkısı, 3 yapağı ve 1 rakı fabrikası vardır. Ahi Çelebi’nin aba, şayağı ve ahududu şurubu ünlüdür.  Deri mühendisliği Türkiye'de sadece Ege Üniversitesi bünyesinde bulunan Deri Mühendisliği Bölümü'nün temeli E.Ü. Ziraat Fakültesi bünyesinde 1960 yılında kurulan "Lif Teknolojisi Kürsüsü" ne dayanmaktadır. İlerleyen dönemlerde bölüm sırasıyla; "Tekstil Maddeleri ve Deri Teknolojisi Kürsüsü", "Deri ve Lif Teknolojisi Anabilimdalı", "Deri Teknolojisi Bölümü" ve 1999 yılında Mühendislik Fakültesine bağlanarak "Deri Mühendisliği Bölümü"'ne dönüştürülmüştür. Bölüm halen Türkiye'de, Deri Mühendisliği alanında Lisans ve Lisansüstü düzeyde eğitim veren tek akademik kuruluştur. Deri Mühendisliği eğitimi; Mühendislik Fakültesi temel eğitim prensiplerini kapsayan mühendislik dersleri ile mesleki ders ve uygulamalardan oluşan bir programa sahiptir. Lisans, yüksek lisans ve doktora programları Bologna kriterleri uyarınca düzenlenmiştir. Bir yılı seçmeli yabancı dil ve dört yıl lisans eğitimini içeren program toplam 240 AKTS ve 160 kredi/saatten oluşmaktadır. Temel mühendislik dersleri tüm program içinde %40 dolayında bir paya sahip olup, geri kalan kısım ise mesleki dersler ve uygulamalardan oluşmaktadır. Öğrenciler eğitimlerinin 6. yarıyılı sonunda; deri fabrikalarında, kimyasal madde üreten ve pazarlayan firmalarda, deri konfeksiyon işletmelerinde, ayakkabı fabrikalarında, suni deri fabrikalarında, deri ürünleri tasarımı ve moda kuruluşlarında, AR-GE merkezleri ve laboratuvarlarda 4 hafta süre ile staj yapmak mecburiyetindedir. Bitirme tezlerini araştırma ve incelemeye yönelik hazırlayan öğrenciler, bölümdeki mevcut laboratuvarlardan yararlanmaktadır. Deri Mühendisliği bölümünün eğitim hedefi; dünya deri ve deri mamulleri sanayinin ihtiyacı olan yüksek standartlara sahip mühendisleri yetiştirmektir. Bu kapsamda; Türk Deri Endüstrisinin gereksinim duyduğu günümüz modern teknolojisini kullanabilecek ve AR-GE çalışmaları yapabilecek, sektörün sorunlarını bilimsel, teknik ve teknolojik anlamda çözebilecek, modaya uygun yeni ürünler geliştirebilecek nitelikte Deri Mühendislerinin mezun edilmesi amaçlanmaktadır. Türkiye’deki tek, dünya üzerinde ise deri ve ayakkabı sanayine yönelik eğitim veren birkaç akademik kurumdan biridir. Bu bölüme yurt dışından eğitim için öğrenciler de geldiği için uluslararası bir bölüm niteliğindedir. Mezunlar sadece deri ve ayakkabı üretiminde değil, aynı zamanda moda ve tasarım alanlarında da kendilerini geliştirerek kariyer yapma imkanına sahiptir. Deri mühendisleri Türkiye’deki ve yurt dışındaki; deri fabrikalarında, kimyasal madde üreten ve pazarlayan firmalarda, deri tasarımı ve moda kuruluşlarında, deri konfeksiyon işletmelerinde, ayakkabı fabrikalarında, suni deri fabrikalarında, AR-GE kuruluşları ve laboratuvarlarda, sektörel danışmanlık firmalarında çalışma olanaklarına sahiptir. Ayrıca, yüksek lisans ve doktora eğitimlerine devam ederek akademik kariyer yapabilmektedir Rock'n Coke Rock'n Coke ilki 2003 yılında düzenlenen, Coca Cola'nın sponsorluğunda olan ve Çatalca'daki İstanbul Hezarfen Havaalanı'nda gerçekleşen festival. Dünya'dan ve Türkiye'den birçok ünlü sanatçı ve grubun sahne aldığı organizasyon. Limp Bizkit, Motörhead, Travis, Moby, Nine Inch Nails, Muse, Franz Ferdinand, Placebo, The Cure, Korn, Iggy Pop, Gogol Bordello, The Prodigy, Linkin Park, Within Temptation, The Rasmus, Juliette Lewis gibi ünlü gruplar festivalde yer almıştır. Dünyaca ünlü grup ve kişilerin katılımından ve gençlerin ilgisinden dolayı Türkiye'de yapılan senelik müzik festivallerinin en büyüğüdür. Festival 2+1 gün sürer. Cuma gününden açılan kamp alanına günlük ya da iki günlük çadırlar kurularak konaklama sağlanır. Festival alanında büyük sahne yanı sıra alternatif sahne, alşveriş alanı, kamp alanı, otopark, lunapark gibi katılımcıların her türlü gereksinim ve eğlence ihtiyaçlarını temin edebilecekleri yerler bulunmaktadır. Festivalin ana basın sponsorları Kanal D ve Dream TV olmuştur.Coca-Cola ve pozitif organizasyon 05.02.2010 tarihinde yaptıkları açıklama ile Rock'n Coke festivalinin 2 yılda bir düzenleneceğini duyurmuşlardır. 2015 yılında ise festival ile ilgili herhangi bir açıklama yapılmamıştır ve festival düzenlenmeyecektir. 2003'ten bu yana Pet Shop Boys, Suede, The Cardigans, Simple Minds, Echo & The Bunnymen, Hooverphonic, M.F.Ö, Athena, Dreadzone, Guano Apes, Sugababes, Duman, Rashit, Dirty Vegas, Dead Kennedys ve The Delgados Phil Hartnoll, Felix Da Housecat, Paul Daley, Marshall Jefferson, Slam, Lisa-Pin-Up, Mabbas, Arkın Allen, Fuchs, Yakuza, Daddy G ve Style-Ist Iggy Pop & The Stooges, 50 Cent, The Rasmus, M.F.Ö., Ash, Sly & Robbie Taxigang, Fun Lovin’ Criminals, The Orb, Deus, Spiritualized, Deus, Wax Poetic, Athena, Özlem Tekin, Kurban, Erkin Koray, 3 Colours Red, Rebel Moves ve Kargo Carl Craig, Krush, Richard Fearless, Etienne De Crecy, The Jugula Sessions Hosted By Neneh Cherry & The Family, Jo Jo De Freq, Zion Train, Psychonauts, Kris Verex, Asher Selector, Twilight Circus Dub Sound System, DJs Are Not Rockstars Princess Superstar & Alexander Tecnique on 4 Decks, Hakan Kurşun, Barış K, P.O.P, İsmet, Agentorange ve Orient Expressions Ceza, The Tears, Skin, Apocalyptica, The Cure, The Offspring, Korn Placebo, Muse, Kasabian, The Sisters of Mercy, Gogol Bordello, Şebnem Ferah, Editors, Yüksek Sadakat, Reamonn, Vega, Hayko Cepkin(*), Ogün Sanlısoy ve Duman Franz Ferdinand, The Smashing Pumpkins, Manic Street Preachers, Chris Cornell, Teoman vs Rashit, Pentagram, Within Temptation, Hayko Cepkin, Özlem Tekin, Badly Drawn Boy, Gripin, Avid, Aslı, 110 Erol Alkan, DJ Mehdi, Uffie & Feadz, Filthy Dukes, Buraka Som Sistema, Agentorange, Bedük, Style-ist, Mabbas, Kreş, Ayben, Fairuz Derinbulut, Ayyuka, Rumblefish, Neon, Digital Playground, Üçnoktabir, Engin Eraydın "Rock'N Coke 2008'in yapılmayacağı organizasyon yetkililerince açıklanmıştır. Nedeni ise her sene daha iyi bir festival hedefleyen yetkililerin dünyaca ünlü grupların turnelerinin festivale gelmelerine engel olmaları olarak açıklamış ve Rock'N Coke kitlesinden özür dilemişlerdir." Rockn Coke 2009'un 17,18 ve 19 temmuz 2009'da yeni mekanı İstanbul Park'ta düzenlenmiştir. 1. Gün (18 Temmuz 2009 Cumartesi) 2. Gün (19 Temmuz 2009 Pazar) 1. Gün(18 Temmuz 2009 Cumartesi) 2. Gün (19 Temmuz 2009 Pazar) Hakan Yakın Hakan Yakın (22 Şubat 1977, Basel), Türk asıllı İsviçreli eski futbolcudur. İsviçre dışındaki futbolculuk kariyerini Paris Saint-Germain, Galatasaray oynayarak sürdürdü, ancak bu kulüplerde çok az şans buldu. Hakan 50'ye yakın karşılaşmada İsviçre millî futbol takımının formasını giyerken Euro 2004'de de millî takım kadrosunda yer almıştır. Murat Yakın'ın kardeşidir. İsviçre basınında da Hakan Yakın gözde oyunculardandır. Gençlik yıllarında İsviçre'de düzenlenen bir ankette en iyi genç futbolcu seçilmiştir. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası A Grubu 2. maçında İsviçre ile Türkiye arasında oynanan grup maçında takımının ilk ve tek golünü atmıştır. Golün asistini bir diğer Türk asıllı oyuncu Eren Derdiyok yapmıştır. Euro 2008'deki Portekiz-İsviçre karşılaşmasında ise 2 gol atmış ve maçın oyuncusu seçilerek Euro 2008'de iyi bir izlenim bırakmıştır. Ayrıca 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda İsviçre'nin tüm gollerini Hakan Yakın atmıştır. Biyonik Kule Biyonik Kule (Bionic Tower), mimari projesi. Hong Kong proje kapsamındaki olası inşaat yerlerindendir. 1228 metre yüksekliğe sahip, 300 katlı bir tasarımı vardır. Galaktik Cumhuriyet Galaktik Cumhuriyet, Yıldız Savaşları serisindeki evrende gezegenler arası kurulmuş olan bir devlet yönetim biçimidir. Bu cumhuriyet, daha sonra çeşitli oyun ve entrikalarla Darth Sidious tarafından Galaktik İmparatorluk'a dönüştürülmüştür. Galaktik Cumhuriyet 25.000 yıllıktır. Uzun süre Palpatine Sith Lord olduğunu gizleyerek en çok yönetimde kalan kişidir. Hadisa katliamı Hadisa katliamı 19 Kasım 2005 tarihinde bir grup Amerikalı askerlerin, aralarında çok sayıda çocuk, kadın ve yaşlılar olan bir grup Iraklı sivili suçsuz yere öldürmeleri olayıdır. Teleferik Teleferik, birbirinden uzak iki yer arasında, havada gerilmiş olan bir ya da birkaç çelik halat üzerinde bağlanarak yol alan asılı taşıta
verilen genel isimdir. Teleferikler, asansör prensibiyle çalışırlar ancak özellikle vadi geçişlerinde tıpkı bir helikopter gibi yer zemininden oldukça yüksek noktalara çıkabilirler. Teleferik, ulaşımı güç yükseklikler arasında kurulur. Bir deniz ya da boğaz üzerinde mevcut olanları da vardır. Teleferiklerin kurulduğu yerler kara, demir ve deniz yoluyla ulaşımı çok zor ya da çok pahalı olan bölgelerdir. Böylesi bölgelerde belirli iki nokta arasında kurulan teleferik, insan ya da malzeme iletiminin gerçekleştirilmesinde kullanılır. İnsanların taşındığı teleferikler çelik halatlara asılı yolcu kabinlerinden oluşur. Genelde tek yöne ve tek halat dolaşımlı olan teleferik sistemleri iki ve daha fazla çelik halat ile de tasarlanmaktadır. Burada bir halat çekici diğer halat(lar) taşıyıcı halat görevi görmektedir. Teleferik sistemleri halata bağlama aparatı olan klem (Grip) vasıtasıyla birbirinden ayrılmaktadır. Bazı maden ocaklarında da materyal taşımacılığı için teleferik sistemleri kullanılmaktadır. Dünyanın en uzun teleferiği olan Norsjö Teleferiği, İsveç'in Norsjö kentinde,Örträsk ve Mensträsk yerleşim birimleri arasında çalışır.1942 'de kurulan bu hattın uzunluğu 13,2 km'dir. Yolculuk süresi 1,5 saattir. Ege Bölgesinin en uzun teleferiği Denizli' nin Bağbaşı semtindedir. Türkiye'nin en uzun teleferiği olan Uludağ Teleferiği, Bursa'dadır.Yıldırım'daki Teferrüç semti ile Uludağ'daki Sarıalanyaylası arasında 1963'te kurulmuştur. Kadıyayla istasyonundaki aktarma ile toplam 9000 metre uzunluğundadır. 374 m'lik rakımdan başlayan yolculuk, yaklaşık 20 dakika sonra 1634 m'lik rakımda sona erer. Bu teleferik aynı zamanda Türkiye'nin ilk teleferiğidir. Uludağ Teleferiği'nde Yolculuk (Video) İstanbul tarihi İstanbul'un tarihi ana hatlarıyla beş büyük döneme ayrılabilir: Tarih öncesi dönem, Byzantion dönemi, Doğu Roma dönemi, Osmanlı dönemi ve Türkiye dönemi. İstanbul, 4. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar yaklaşık on altı yüzyıl boyunca dünyanın en önemli ve en büyük metropolleri arasında bulunmuş bir şehirdir. Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının buluştuğu geniş bir bölgenin tartışmasız tek hakimi olmuş ve bu süreç içerisinde dünya tarihini önemli derecede etkilemeyi başarmıştır. İstanbul bin altı yüz yıl boyunca, 330’dan 1922’ye kadar bulunan dönemde; Roma İmparatorluğu (330-395), Bizans İmparatorluğu (395-1204, 1261-1453), Latin İmparatorluğu (1204-1261) ve Osmanlı İmparatorluğu (1453-1922) olmak üzere 4 farklı imparatorluğa başkentlik yapmış bir şehir. Bu imparatorluklardan üçü var oldukları dönemde dünyanın iktidar sahibi ve en güçlü devletleri olarak tarihe geçmiştir. Hepsinin İstanbul’dan yönetildiği düşünüldüğünde şehrin tarihsel önemi ve değeri kolaylıkla anlaşılabilir. 1923’de Ankara’nın başkent olmasıyla birlikte köklü başkentlik özelliğini kaybeden İstanbul, 4. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar on dört yüzyıl boyunca koruduğu her alanda etkin bir ‘dünya şehri’ olma özelliğini Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşundan sonra cumhuriyet tarihi ile birlikte tekrar eski özelliğini kazanmaya başlamış, günümüzde Avrupa ve Orta Doğu’nun en önemli merkezleri arasında kendine yer bulmuştur. İstanbul, yerleşim tarihi 300 bin, kentsel tarihi yaklaşık 3 bin, başkentlik tarihi 1600 yıla kadar uzanan Avrupa ile Asya kıtalarının kesiştiği noktada bulunan bir dünya kentidir. Şehir çağlar boyunca farklı uygarlık ve kültürlere ev sahipliği yapmış, yüzyıllar boyu çeşitli din, dil ve ırktan insanların bir arada yaşadığı kozmopolit ve metropolit yapısını korumuş ve tarihsel süreçte eşsiz bir mozaik halini almıştır. Uzun zaman dilimleri boyunca her alanda merkez olmayı ve iktidarda kalmayı başaran dünyadaki ender yerleşim yerlerinden biri olan İstanbul geçmişten günümüze bir dünya başkentidir. Küçükçekmece Gölü kenarında bulunan Yarımburgaz Mağarasında yapılan kazılarda insan kültürüne ait ilk izlere rastlanmıştır. Bu dönemde gölün çevresinde Cilalı Taş Devri ve Bakır Çağı insanların yaşadığı sanılmaktadır. İlk belirgin yerleşim sahipleri olarak Megaralılar’ın insanı olarak kabul edilmektedir. Megaralılar, bugünkü Kadıköy'e yerleştiler ve "Khalkedon" adını verdiler. Ayrıca Kadıköy'e bağlı Fikirtepe'de de çeşitli buluntular ortaya çıkmıştır. Elen Mitolojisi'ne göre Batum'a doğru yola çıkan 40 Yunan, İstanbul Boğazı'ndan geçerken, bugünkü Sarayburnu'nda karaya çıkmış, bulundukları yere, "Altın Boynuz" dedikleri Haliç'e ve Khalkedon'a yerleşmişlerdir. İstanbul, bu dönemde adı Byzantion olan antik bir Yunan şehir devleti olarak kurulacak, kısa zamanda gelişip güçlenecek ve dönemin merkezi gücü Roma İmparatorluğu tarafından ele geçirilecektir. Romalılar tarafından Byzantion, latinleştirilecek ve Byzantium olarak Roma İmparatorluğu'nun önemli şehirlerinden biri haline gelecek, adı değiştirilecek önce Byzantium sonra Augusta Antonina diye anılacaktır. Bugünkü İstanbul'un temelleri MÖ 7. yüzyılda atılmıştır. "Byzantion" şehri Megaralılar tarafından MÖ 667'de tarihi yarımadanın doğusunda Sarayburnu civarında kurulmuştur. Byzantion uzun süre şehir devlet yapısı göstermiştir. MÖ 478'de Byzantion Spartalı Pausanlılar tarafından ele geçirilmiştir.Ancak yönetimde sadece 2 yıl kalacaktır. Byzantion Spartalı Pausanlıların yönetiminde ancak iki yıl kalabilmiş, sonra Pausanlılar şehrin halkı tarafından kovulmuşlardır. Böylece MÖ 476'dan itibaren Byzantion demokrasiyi yönetim biçimi olarak belirlemiştir. Uzun süre şehir devlet yapısı gösteren Byzantion, stratejik konumuna borçlu olduğu ekonomik gelişme sayesinde tüm antik Yunan bölgesine müdahale edebilen bir güç olmuştur. MÖ 196'da Byzantion Roma İmparatorluğu'nun hakimiyeti altına girer. Byzantion Roma İmparatoru Septimius Severus tarafından Roma İmparatorluğu'na Roma Bağımsızlık Bildirgesi'yle dahil edilmiştir. Şehir Roma İmparatoru Vespasian tarafından 1. yüzyılda imparatorluğa sağlam bir şekilde bağlı kalması için latinleştirilir. Byzantion İmparator Vespasian döneminde hızlı bir Latinleştirme politikasına tabi tutulur, adı Latince Byzantium olur ve Roma İmaparatorluğu'na tam bağlı önemli bir vilayet haline gelir. 196'da Byzantion Pers İmparatoru Pescennius ile anlaştığı için Roma İmparatoru Septimius Severus tarafından cezalandırılır ve şehir büyük zarar görür. Şehir sonra yine Septimius Severus tarafından baştan başa tekrar inşa edilir. Augusta Antonina adı baştan başa yeniden inşa edilmiş ve düzenlenmiş şehre İmparator Septimius Severus (193-211)tarafından, oğlu Antonius'un şerefine verilmiştir. 3. yüzyılda bu ad kullanılmıştır. 330 yılında Byzantion I. Konstantin tarafından Roma İmparatorluğu'nun başkenti ilan edilir. İstanbul'un bu dönemde adı Konstantinopolis olarak değişmiş, önce Roma İmparatorluğu'nun sonra Bizans İmparatorluğu'nun başkentliğini yapmıştır. Bizans başkenti Konstantinopolis yaklaşık 1000 yıl boyunca Orta Doğu'ya hakim bir şehir konumuna yükselmiştir. İstanbul'un başkentlik tarihi Roma İmparatorluğunun Doğu-Batı ayrışmasından 65 yıl önce başlamıştır. Byzantion 330 yılında İmparator Büyük Konstantin'in isteğiyle 'Nova Roma (Yeni Roma)' olarak Roma İmparatorluğu'nun başkenti yapılır, kentin ismi imparatorun ölümünden sonra onun anısına Byzantium'dan Konstantinopolis'e çevrilir. Roma'nın istilası ve yıkılmasıyla onun yerine geçen Konstantinopolis, 395'te ikiye bölünen Roma İmparatorluğu'nun ardılı devlet Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti olur. Konstantinopolis, önce Doğu Roma İmparatorluğu adıyla kurulan ve Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra zamanla adı Bizans İmparatorluğu'na dönüşen devletin de 395'te başkenti olmuştur. Konstantinopolis erken ortaçağda da dünyanın en parlak ve zengin şehridir. 1204-1261 yılları arasında Latinlerin işgaline uğrayan Konstantinopolis Latin İmparatorluğu'nun başkenti haline gelmiştir. Bizans başkenti Konstantinopolis ve geç Bizans İmparatorluğu dönemi (1261-1453) Latin egemenliğinden sonra Konstantinopolis daha sonra tekrar 1453'e kadar Bizans İmparatorluğu'nun başkenti olmuştur. Bu döneme Kostantinopolistik denir. İstanbul bu dönemde büyük bir cihan imparatorluğunun başkenti olacak, üç kıtada yayılan toprakları 400 yıldan uzun süre hakimiyetinde bulunduracaktır. İstanbul 4. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar on altı yüzyıl boyunca dünyanın en büyük ve en önemli metropolleri arasında yer almıştır. Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının kesiştiği geniş bir bölgenin tartışmasız tek hakimi olmuş ve bu süreçte dünya tarihini önemli derecede etkilemeyi başarmıştır. İstanbul kesintisiz bin altı yüz yıl boyunca, 330'dan 1922'ye kadar olan dönemde; Roma İmparatorluğu (330-395), Bizans İmparatorluğu (395-1204, 1261-1453), Latin İmparatorluğu (1204-1261) ve Osmanlı İmparatorluğu (1453-1922) olmak üzere dört farklı imparatorluğa başkentlik yapmıştır. Bu imparatorluklardan üçü var oldukları dönemde dünyanın en büyük güç ve iktidar sahibi devletleri olarak tarihe geçmiştir. Hepsinin İstanbul'dan yönetildiği düşünüldüğünde şehrin tarihsel önemi ve değeri anlaşılabilir. 1923'te Ankara'nın başkent olmasıyla köklü başkentlik özelliğini yitiren İstanbul, 4. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar on dört yüzyıl boyunca koruduğu her alanda etkin bir 'dünya kenti' olma özelliğini Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra cumhuriyet tarihiyle birlikte tekrar kazanmaya başlamış, günümüzde Orta Doğu ve Avrupa'nın en önemli merkezleri arasında yerini almıştır. Boyoz Boyoz 1492'de Türkiye'ye yerleşen Sefaradlar tarafından Anadolu ve özellikle İzmir mutfağına katılmış, İzmir damak tadı ile özdeşleşmiş, mayasız bir hamur işidir. Boyoz, İspanyolca yazılışıyla bollos, "küçük somun" anlamına gelen bollo sözcüğünün çoğuludur. İspanyolca iki L harfi Y sesiyle okunur. Birçok mutfakta çörek, börek benzeri unlu mamüllerin Sefarad kültürüne özgü bir uygulamasıdır. Boyozun ilk çıkışını atık hamur malzemesinin değerlendirilmesine bağlayan kaynaklar bulunmaktadır. İzmir dışında hiçbir şehirde ticari olarak piyasaya sunulmadığından İzmir’in böreği olmuştur. Rivayete göre, İzmir'de ilk boyozu Boyozcu Avram Usta yapmış, o öldükten sonra İzmir'de boyozlar "Avram Usta
’nın boyozu" adı altında satılmıştır. Öncelikle hamur yoğrulup top şeklinde 2-3 saat tavada dinlendirilir. Daha sonra elle tabak genişliğinde açılıp bir süre daha dinlendirilen hamur, daha sonra yine elle sallanır ve tekrar açılır ve rulo yapılıp 1-2 saat daha dinlendirilir. Kulak memesi kıvamında kopma noktasına geldiğinde tavalara sıralanır ve küçük toplar halinde kesilerek yarım saat ile bir saat arasında nebati yağ içinde bekletilir. Çok yüksek ateşte tepsi ile fırınlanmadan önce kat kat, ipince açılmış olan milföy yufkanın arasına içlik malzemesi (peynir, ıspanak vs.) konur. Ticari satılan boyozlar boş olarak yapılırsa da gerçek boyoz boş yapılmaz. Hamurun özelliği un, çiçek yağı ve tahin karışımı ve tuzlu olmasıdır. Taliban Taliban, (Arapça طالب [ṭālib], "bir öğrenci"; çoğulu طالبون [ṭālibūn], "öğrenciler") çoğunluğu Afganistan'ın en kalabalık etnik grubu Peştunlardan oluşan Sünni İslamcı grup. Taliban, Sovyetler Birliği'nin Afganistan'a müdahalesinin ardından Sovyet güçlerinin 1989'da geri çekilmesinden sonra Afganistan'daki merkezi hükümetlerin zayıflıklarından yararlanarak iktidara gelmiş ve ülkenin büyük bölümünü kontrolü altında tutmuştur. Temellerini Pakistan'daki medreselerde eğitim görmüş, savaştan kaçan Peştun mülteciler oluşturur. Kelime anlamı "İslam öğrencileri" olan Taliban, şeriat okullarından ve mülteci kampından toplanan askerlerden oluşur. 1994 yılında ilk kez kendisini göstermiş, 1996'da Afganistan'ın hükûmet merkezi Kâbil'in kontrolünü eline geçirmiştir. O tarihten sonra ülkenin kuzeyinde konuşlanmış olan Kuzey İttifakıyla iç savaşa girişmiştir. İktidarı sırasında Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri hükümetlerinden yardım almış, Afganistan'ın yaklaşık % 90'ini denetimi altında tutmuştur. 11 Eylül 2001 Saldırıları'ndan sonra Amerika Birleşik Devletleri'nin saldırılardan sorumlu tuttuğu Usame bin Ladin'i koruduğu gerekçesiyle başlatılan operasyon sonucunda 2001 Kasım'ında iktidardan uzaklaştırıldı. 2004 yılında Taliban yeniden organize olarak ABD ve Müttefiklerine karşı direnişe geçti. 2009 yılında isyan kuvvetlenerek gerilla savaşına döndü. Afganistan'da Taliban'ın iktidarda olduğu 1996-2001 yılları arasında kız çocuklarının eğitim görmesi yasaklandı. Afgan Eğitim Bakanlığı, Taliban'ın güçlü olduğu 11 vilayette 500'den fazla okulun kapandığını açıkladı. Okulların kapatılmasından Taliban sorumlu tutuldu. 4 Nisan 1995 tarihinde yaklaşık olarak 800 kadar asker Taliban tarafından öldürüldü. Taliban, 1998'de Afganistan'ın yüzde 90'ında etkin hale geldi. Taliban'ın güçlü olduğu bölgede şeriat kuralları gereğince hırsızların eli kesildi, cinayetten suçlu bulunanlar halk önünde idam edildi. Kız çocuklarının okula gitmelerinin engellenmesinin yanı sıra televizyon, müzik ve sinema yasaklandı. Erkeklere sakal, çalışmaları yasaklanan kadınlara da peçe zorunluluğu getirildi. Din polisi ise bu kuralların uygulanmasını sağlamakla görevli idi. 24 Mayıs 1998 tarihinde 450 erkek sakallarını kestiği için ve 110 kadın da yeterince örtülü olmadığı için Taliban tarafından cezalandırıldı. Eylül 2007'deki bir rapora göre yıl başından itibaren en az 379 Afgan polisi Taliban tarafından öldürüldü. 2006 yılında öldürülen polis sayısı 257 idi. 2006 yılında Taliban saldırıları sırasında ölen sivil insan sayısının en az 756 olduğu tahmin edilmektedir. Bir diğer kaynağa göre ise bu sayı daha fazlaydı ve 2007 yılında öldürülen polis sayısı 1200 idi. Afganistan İçişleri Bakanlığı tarafından desteklenen veriye göre 2007'de Taliban tarafından öldürülen polis sayısı 900'den daha fazladır. Başka bir kaynakta ise sadece 2007 yılının ilk dört ayı içerisinde 1700 polis öldürüldü. Ebu Gureyb Cezaevi işkenceleri Ebu Gureyb Cezaevi işkenceleri, 2003 yılında Amerikan askerlerin, işgal altındaki Irak'ta yer alan Ebu Gureyb Cezaevi'nde tutuklulara uyguladıkları işkence ve kötüye kullanma olaylarıdır. Irak'taki işkencelerin anlatıldığı kamuoyundan gizlenen 53 sayfalık bir raporda Ebu Gureyb'den çıkan resimlerin ardından bu rapordan kimi bölümler de Amerikan basınında yer almış, buna göre, "sadistçe, kaba ve gayri ahlaki" diye tanımlanan çok sayıda işkence örneği anlatılırken, "Iraklı esirlere sopalar ve farklı aletlerle tecavüz edildiği, çırılçıplak soyuldukları, kadın çamaşırları giymeye zorlandıkları, günlerce su ve tuvalet bulunmayan hücrelerde tutuldukları ve sürekli olarak dövüldükleri" dile getirilmiştir. Olayların ortaya çıkmasından sonra ABD'li çavuş Charles Graner askeri mahkemede yargılayarak suçlu bulmuşlardır. Ebu Gureyb'ten sorumlu general J. Kaprinski, Ebu Gureyb Cezaevi'nin askeri istihbarat tarafından yönetildiğini, taciz ve kötü muamelenin fiilen resmî politika olduğunu ve sorgulamalara CIA ajanlarının da katıldığını belirtmiştir. Askerler tarafından çekilen ve daha sonra montajlanarak DVD haline getirilen görüntüler, 'Palm Beach Post' gazetesinin internet sitesinde yayınlanmıştır. Zygomycota Zygomycota, gelişmiş mantar bölümlerinden biridir. Hifleri selüloz yapısındadır ve çok gelişmiştir. Yalnız, hiflerde bölmeler bulunmaz. Sitoplazmada çok sayıda çekirdek bulunmaktadır. Miselyumları aracılığıyla besin alırlar ve üremelerini gerçekleştirirler. Döl almaşı (metagenez) görülür. Eşeysiz üreme, eşeyli üremeyi (Zygomycota'larda izogami şeklindedir.) takip eder. Selülozdan oluşan bölmesiz, güçlü hiflerini besin alımında ve üremede kullanırlar. Hifleri ikiye ayrılır: Zygomycota'larda üreme metagenez şeklinde gerçekleşir. Rizoit hifleri eşeyli üremeyi gerçekleştirdiği için önemlidir. Üstelik eşeyli üremeyi erselik olarak gerçekleştirmezler, izogami ile ürerler. Rizoit hiflerinin cinsiyetleri vardır. Farklı cinsiyetteki iki hif bir araya gelerek "zygosporangium" kesesini oluşturur. Zygosporangium kesesinde zamanla "zygosporlar" oluşur. Kese patladığında Zygosporlar çevreye dağılır. Zygomycota'larda bu üreme şekli varyasyona katkıda bulunmaktadır. Stolon hifleri eşeysiz üremeyi sağlamak ile görevlidir. Bu uzun hiflerin baş kısmında "sporangium" adı verilen spor keseleri gelişir. Bu keselerin içinde "sporlar" bulunmaktadır. Sporangium kesesi patladığında sporlar çevreye yayılarak her biri genotipte birbirine benzer Zygomycota mantarı oluşturur. Bu üreme şeklinin varyasyona katkısı yoktur. "Zygomycotalar için" üreme başlığı altında; eşeyli üremede gelişen spor keselerine Zygosporangium, Zygosporangium sporlarına Zygospor; eşeysiz üreme spor keselerine Sporangium, Sporangium sporlarına da yalnızca spor denilmesine dikkat çekmek gerekir. Çoğumuzun pek de yabancı olmadığı ekmek mantarları da bu bölümdendir. "Rhizopus stolonifer" (Siyah-mavi ekmek küfü) ve "Rhizopus nigricans" (Mor-mavi ekmek küfü) Zygomycotaların hif yapısını ve üreme biçimlerini sergileyen en iyi örneklerdendir. Bu mantarların sporları neredeyse her yerde bulunmaktadır. Somoni Somoni, Tacikistan'ın para birimidir. Adını ilk kez Tacik devletini kuran İsmail Samanî'den alır. Ülke 1991 yılında bağımsız olduktan sonra Ruble'yi kullanmaya devam etti. Ancak 30 Ekim 2000'de Ruble'yi bırakma kararı alındı ve Somoni'ye geçildi. Yeşil (anlam ayrımı) Yeşil bir renktir. Şu anlamlara da gelebilir: AA-11 Vympel R-73 NATO rapor ismi adıyla AA-11 archer'dır, Sovyetler'in 1980'li yıllarda yaptığı 0,5–30 km menzilli yakın hava-hava muharebe füzesidir. Kendi çapında dünyanın en iyisi olduğu söylenebilir. SSCB çöktüğünde Batılıları şaşkına çevirmiştir zira 60g manevra kabiliyeti vardır ki bu onu gerçekten mükemmel yapar. Bugün hâla kullanımdadır. Nato kod adı AA-11 archer'dır. Üretici Firma: Vympel NPO/Rusya Tipi:Kısa Menzılı Havadan Havaya Muharebe Füzesi Güdüm Sistemi: Kızılötesi Görüntüleme (IIR) Harp Başlığı: 7.4 kgParça Tesirli HE harp başlığı Azami Etkili Menzili: 30 km Hızı: 2.5 Mach İtki Tipi: Sıvı Yakıtlı Roket Motoru Uzunluk: 2,90 m Çap: 170 mm Ağırlık: 105 kg Willis Kulesi Willis Kulesi, Amerika Birleşik Devletleri'nin Chicago şehrinde bulunan, ABD'nin ikinci ve dünyanın sekizinci en yüksek gökdeleni. 3 Mayıs 1973 yılında yapımı tamamlanmıştır. Bina yüksekliği 442 metredir. Anten ile birlikte toplam yüksekliği 527 metredir. 1997 yılına kadar dünyanın en yüksek gökdeleni ünvanına sahipken Malezya'da inşa edilen Petronas İkiz Kuleleri birinciliği ele geçirdi. Toplam 110 kattan oluşur. 85 metre uzunluğunda bir antene sahiptir. Bina çevresi siyah alüminyum ile kaplanmıştır. Binada 16.100 pencere vardır. Sears' şirketinin bina üzerindeki isim hakları 2003 yılında sona ermekle birlikte aynı isim kullanılmaya devam edildi. Mart 2009'da Londra merkezli sigorta brokeri Willis Group Holdings, Ltd., beş bölgesel merkezini bu binaya taşıyacağını ve ismini "Willis Kulesi" olarak değiştireceğini açıkladı. Hadise Hadise Açıkgöz (d. 22 Ekim 1985), Belçikalı-Türk şarkıcı ve şarkı yazarı. Mol, Belçika'da Sivaslı bir ailenin kızı olarak doğup büyüdü. 2003 yılında "Idool 2003" yarışmasına katıldıktan sonra albüm teklifi alınca ilk albümünün hazırlıklarına başladı. 2005'te yayımlanan ilk stüdyo albümü "Sweat"te yer alan "Stir Me Up" şarkısıyla Belçika'da ve Türkiye'de tanındı. Türk basınının kendisiyle ilgilenmesinden sonra kariyerini Türkiye'ye taşıdı. 2008'de ikinci stüdyo albümü "Hadise"yi yayımladı. İngilizce ve Türkçe şarkılardan oluşan albümde yer alan "Deli Oğlan" şarkısı Türkiye'de bir hit oldu. Sonraki yıl Türkiye'yi 2009 Eurovision Şarkı Yarışması'nda "Düm Tek Tek" ile temsil ederek dördüncü oldu. Yarışma sayesinde popülerliğini artırdı. Aynı yıl "Fast Life" ve "Kahraman" albümlerini satışa sundu. "Kahraman"ın çıkış şarkısı "Evlenmeliyiz" ile tekrar listelerde yer aldı. 2011'de beşinci stüdyo albümü "Aşk Kaç Beden Giyer?"i yayımladı. Albümdeki "Superman", "Aşk Kaç Beden Giyer?" ve "Mesajımı Almıştır O" şarkılarına klip çekti. 2014'te "Tavsiye" ve 2017'de "Şampiyon albümlerini satışa sundu. Christina Aguilera, Brandy Norwood ve Beyoncé'den ilham aldığını ifade eden Hadise, 2011 yılından beri devam etmekte olan "O Ses Türkiye" yarışmasında jüri üyeliği görevine devam etmektedir. Bir Al
tın Kelebek Ödülü ve üç TMF Ödülü dahil olmak üzere çok sayıda ödül kazandı. Hadise Açıkgöz, 22 Ekim 1985'te Kumuk kökenli Gülnihal ve Lezgi kökenli Hasan Açıkgöz çiftinin ikinci kız çocuğu olarak Belçika'nın Anvers ilindeki Mol kasabasında dünyaya geldi. Kendisi, on bir yaşına geldiğinde anne ve babası evliliklerini sonlandırdı. 18 yaşına geldiğinde Idol yarışmalarının Belçika ayağı olan "Idool 2003"e katıldı. Yarışma sonucunda ilk ona giremedi fakat altı ay sonra bir albüm teklifi aldı. Teklifi kabul etmesinin ardından albüm hazırlıklarına başladı. Hadise, 2 Brains Records şirketi ile albüm anlaşması imzaladıktan sonra Yves Gaillard ile çalışarak ilk şarkısı "Sweat"i hazırladı ve 1 Kasım 2004'te single olarak satışa sundu. Şarkı, Belçika'nın resmi listeleri Ultratop'ta 19 numaraya kadar yükseldi. Mayıs 2005'te ikinci single'ı "Stir Me Up"ı yayımladı ve ilk klibini de bu şarkıya çekti. Şarkı sayesinde adı Türk basınında yer aldı. Ekim 2005'te üçüncü single'ı Milk Chocolate Girl'ü satışa sundu. Şarkı, Ultratop listesinde 13 numaraya kadar yükseldi ve Hadise'nin listede en fazla kalan single'ı oldu. Kasım 2005'e gelindiğinde ilk stüdyo albümü "Sweat"i yayımladı. Albümde yer alan "Ain't No Love Lost" ve "Bad Boy" şarkılarını single olarak da satışa sundu. Bunlardan "Bad Boy", Ultratop'ta 22 numaraya kadar yükseldi. Şarkıcı, Eylül 2007'de ikinci stüdyo albümünün ilk single çalışması "A Good Kiss"'i yayımladı ve klibini İstanbul'da çekti. Şubat 2008'de albümün ikinci single'ı "My Body" yayımlandı. Şarkının klibi Şenol Korkmaz yönetmenliğinde çekildi. Haziran 2008'de yayımlanan Serdar Ortaç albümü "Nefes"te yer alan "Düşman" şarkısında düet şarkıcısı olarak görev aldı. Aynı ay içinde ikinci stüdyo albümü "Hadise"yi piyasaya sürdü. Albümdeki on şarkının sözlerini Yves Gaillard ile birlikte yazdı. Bunun yanı sıra "A Good Kiss" şarkısının Türkçesi olan ve Sezen Aksu tarafından yazılan "Deli Oğlan"'ı da albüme ekledi. Ağustos 2008'de, MTV Avrupa Müzik Ödülleri'nde En İyi Türk Şarkıcı kategorisinde aday olarak gösterildi fakat ödülü Emre Aydın kazandı. Hadise'nin Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye temsil edebileceğine dair ilk haberler 2007 yılının sonlarında çıktı. Ekim 2008'de şarkıcının 2009 Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye'yi temsil edeceği açıklandı. 31 Aralık 2008'de, Sinan Akçıl ve Stefaan Fernande ile birlikte yarışma için oluşturduğu "Düm Tek Tek" şarkısını ilk kez TRT'de seslendirdi. Şarkısını tanıtmak amacıyla Yunanistan, Malta, Romanya, Bosna-Hersek ve Bulgaristan gibi ülkeleri dolaştı. Bu sırada çeşitli sağlık sorunları geçirdi. 16 Mayıs 2009'da Rusya'nın başkenti Moskova'da düzenlenen yarışmada Azerbaycan, Belçika, Birleşik Krallık, Fransa, İsviçre ve Makedonya'dan tam puan aldı; toplamda 177 puana ulaşarak, Norveç, İzlanda ve Azerbaycan'ın ardından dördüncü oldu. Mayıs 2009'un ikinci haftasında, üçüncü stüdyo albümü "Fast Life"ı Türkiye dışındaki ülkelerde satışa sundu. Albüm, Endonezya Müzik Listeleri'nde zirveye, Belçika Müzik Listeleri'nde 16 numara yükseldi. "Fast Life" şarkısı ise albümün ilk klibi olarak yayımlandı; Balkan Müzik Ödülleri'nden Balkanlar'da Türkiye'den En İyi Şarkı kategorisinde ödül aldı. Haziran 2009'da, dördüncü stüdyo albümü "Kahraman"ı yayımladı. Albümün yapımcılığını üstlenen Sinan Akçıl, yedi şarkının yazımında ve bestelenmesinde de görev aldı. Şarkıcı, albümü kişisel bir albüm olarak nitelendirdi. Albümün ilk klibini "Evlenmeliyiz" şarkısına Emir Khalilzadeh yönetmenliğinde çekti. Ardından ikinci klibi Şenol Korkmaz yönetmenliğinde "Kahraman" şarkısına çekti. 2009 yılı sonunda açıklanan istatistik sonuçlarına göre, yılın en popüler ünlüleri listesinin zirvesinde yer aldı. Hadise'nin beşinci stüdyo albümü "Aşk Kaç Beden Giyer?", Nisan 2011'de Seyhan Müzik tarafından yayımlandı ve yıl boyunca Türkiye'de 35 bin kopya sattı. Albümün hazırlık süreci şarkıcının iş birliğine gittiği şarkı yazarı sevgilisi Sinan Akçıl'dan ayrılması ve Akçıl'ın kendisine verdiği bazı şarkıları geri çekmesi üzerine uzadı. Genel anlamda bir dans-pop albümü olan "Aşk Kaç Beden Giyer?", müzik eleştirmenlerinden karışık dönüşler aldı; bazıları albümü sıradan bulsa da bazıları şarkıların Türk pop müziği standartlarının üstünde olduğuna dair yorum yaparak övgülerini sundu. Albümün oryantal esintili çıkış şarkısı "Superman", Türkiye Resmî Listesi'nde 5 numaraya kadar yükselirdi ve Türkiye'de yılın en çok indirilen sekizinci şarkısı oldu. Albümün ikinci ve üçüncü klibi sırasıyla "Aşk Kaç Beden Giyer?" ve "Mesajımı Almıştır O" şarkılarına çekildi. Hadise, albüm tanıtımları kapsamında 38. Altın Kelebek Ödülleri'nde sahneye çıktı. Hadise 2012 yılının Haziran ayında "Biz Burdayız" adlı single çalışmasını hayranlarının beğenisine sundu. Sonraki yıl ise dubstep tarzındaki "Visal" single'ını yayımladı. Şarkıcının altıncı stüdyo albümü "Tavsiye", Ağustos 2014'te Pasaj Müzik tarafından yayımlandı ve yıl içinde Türkiye'de 16 bin kopya sattı. Albümdeki "Nerdesin Aşkım?", "Prenses", "Yaz Günü" ve "Bu Aralar" şarkılarına video klip çekildi; bu şarkılardan "Nerdesin Aşkım?" ve "Bu Aralar" Türkiye'de bir numara oldu. Hadise, yedinci stüdyo albümü "Şampiyon"u Haziran 2017'de satışa sundu. Albümün aynı adlı çıkış şarkısı aynı zamanda albümün ilk video klibi olarak gösterime girdi ve Türkiye'de MusicTopTR En Hızlı Yükselenler Listesi'ne ikinci sıradan girdi. Ardından ikinci klip olarak yayınlanan "Sıfır Tolerans" ise MusicTopTR Resmî Listesi'nde iki numaraya kadar yükseldi. Şarkının klibi Türkiye'de televizyon yayınlarını denetleyen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu tarafından "erotik filmin bir tık altı" olarak nitelendi ve bu yüzden yayıncı televizyon kanallarına para cezası kesildi. Bu kararın nedeninini ataerkil cinsiyetçiliğe bağlayan Hadise, yaptığı açıklamada kurula tepki göstererek "Erkek sanatçılarımızın istedikleri gibi kadın mankenler/oyuncularla çektikleri sahneler nedense hiç ama hiç 'erotik' kategorisine girmiyor. Ben bir kadın olarak buna boyun eğmek zorundamıyım? Hayır. 'Erkektir yapar, kadındır susar.' zihniyetine sonuna kadar karşı çıkıyorum!" şeklinde bir açıklama yaptı. Serdar Ortaç'ın 2008 yazında piyasaya çıkan "Nefes" albümünde yer alan "Düşman" adlı şarkıda Ortaç'la düet yaptı. Christina Aguilera, Brandy ve Beyoncé gibi isimleri örnek aldığını belirten Hadise, müziğinde etkilendiği sanatçılar arasında Prince, Janet Jackson, Tina Turner, Alicia Keys, Toni Braxton, Jamiroquai ve U2'yu saymaktadır. Şarkılarında klasik müzik, rock, soul ve dünya müziklerini harmanlamaya çalıştığını belirtmektedir. Hadise ana dili Türkçenin yanı sıra iyi derecede Felemenkçe, Fransızca, Almanca, ve İngilizce bilmektedir. Belçika'nın Hasselt şehrinde pazarlama üzerine lisans yapan Hadise, tüm boş zamanlarını müziğe ayırdığını ve genellikle söz yazıp beste yaptığını beyan etmektedir. Acun Medya'nın projesi ile 2011-2013 Ekim ayından itibaren Show TV'de yayımlanan, ardından sırasıyla Star TV ve tv8'e geçen ses yarışması O Ses Türkiye'nin jüriliğini yapmaya devam etmektedir. Ohri Ohri (Makedonca: Охрид "Ohrid"; Arnavutça: "Ohri" veya "Ohër"; Yunanca: Αχρίδα, "Ahrída"), yaklaşık 42.000 kişilik nüfusu ile Makedonya'nın en büyük sekizinci kentidir. İçinde bulunduğu eş isimli belediyenin idari koltuğudur ve ülkenin güneybatısında, Ohri Gölü'nün kenarında, Arnavutluk sınırına gayet yakın bir konumda bulunmaktadır. Ohri, yaklaşık 220.000 kişilik nüfustan oluşan Güneybatı Bölgesi'nin iktisadi, kültürel ve dinî merkezi ve Ohri Gölü'ndeki en büyük yerleşimdir. Kent yakınlarında Makedonya'nın iki uluslararası havalimanlarından biri olan Ohri Havalimanı bulunmaktadır. Günümüzde Ohri turizm kenti olarak tanınır. İyi muhâfaza edilmiş eski kenti, Orta Çağ dönemine dayanan hisarları, yüksek sayıdaki kiliseleri, manastırları ve câmiîlerinin yanı sıra büyük, milyon yaşındaki gölü sadece Balkan ülkelerinden gelenleri değil, tüm Avrupa'dan ve Asya'nın bazı ülkelerinden gelen yabancıları kendine çekmektedir. UNESCO, 1979 yılında Ohri Gölü'nü, bir sene sonra da Ohri kentini UNESCO Dünya Mirasları listesine ekledi. Makedonya’nın güneybatısında, Güneybatı Bölgesi sınırları içinde yer alır. Ohri Gölü’nün kuzey kısmında konumlanan şehir, Makedonya'nın en turistik bölgesinin içindedir. Balkanlar’ın birçok ülkesinden (özellikle denize kıyısı olmayan (Kosova ve Sırbistan) turist, tatillerini geçirmek için Ohri bölgesini tercih eder. Arkeolojik bilgilere göre Ohri bölgesi 6000 yıllık bir yerleşim tarihine sahiptir. Bölgede bilinen ilk yerleşimciler Frigler ve Enheleler olarak belirtilir. MÖ 4. yüzyılda Ohri, Makedonya kralı II. Filip’in egemenliğine geçmiştir. 6. asırda Slavlar bölgede küçük idâri yapılar kurmuşlardır. Bu Slav bölgeleri 785 yılında 6. Konstantin tarafından Doğu Roma sınırlarına katılmıştır. 867 yılında şehir, Bulgarların egemenliğine girmiş; 990-1015 yılları arasında da Ohri, Birinci Bulgar Devleti’nin başkenti olmuştur. Sonrasında, 1018 yılında Doğu Romalılar şehri tekrar ele geçirmişlerdir. Ohri 1395 yılında Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katılmıştır. Türk dönemiyle beraber Ohri’de büyük değişiklikler yaşanmıştır. Şehir, 18. yüzyılda ticari olarak yükselmiştir. Şehrin de dâhil olduğu bölge 19. ve 20. yüzyıl içinde Osmanlı İmparatorluğu topraklarının hareketli kısmında yer almıştır. 1906’da Selanik’te kurulan “Osmanlı Hürriyet Cemiyyeti” önemli bir harekettir. Gizli bir hareket olarak hücre esasına göre örgütlenen cemiyet kısa sürede Manastır kolunu oluşturarak Resne, Ohri, Üsküp, Gevgeli, Serez, Edirne ve Drama şubelerini açmıştır. Büyüyen cemiyet 1907 yılında Avrupa koluyla birleşerek “Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyyeti” adını almış ve hızla örgütlenmeye devam etmiştir. 1900’lü yılların başında Makedonya ve Ohri’de birçok gelişme yaşanırken Türk-Müslüman unsurun içinden çıkan İttihat ve Terakki Cemiyyeti’nin giriştiği hürriyet mücadelesi mevcut hükümete büyük bir yük getirecek, onların faaliyetlerini araştırıp engellemek için Rumeli’ye kuvvet sevk edilecektir. İttihat ve Terakki’ye dolayısıyla meşrut
iyet mücadelesine en yoğun destek veren bu anlamda devleti uğraştıran yerlerden birisi de Ohri’dir. Süleyman Kâni Bey’in Ohri Kaymakamlığı görevi sırasında Yüzbaşı Mısırlı Aziz Bey Ohri’de bir “Cemiyet-i İslamiye” kurmuştur. Yüzbaşı Aziz Bey, Bulgar komitecilerinin verdikleri zararlara Müslümanların da aynı şekilde karşılık vermeye hakları olduğunu her fırsatta dile getiriyor ve ortak bir tavır için teşvikte bulunuyordu. Halkın sabrı taşmış olduğundan eşraftan bazı kişilerle Aziz Bey arasında “zarara zarar, kana kan” esasına dayalı bir “Cemiyet-i Hususiye-i İslamiye” kurulması konusunda anlaşma sağlanmıştı. Mayıs 1907'de kurulan ve idare heyetini Yüzbaşı Aziz Bey, Debreli Muharrem Ağa, Ohrili Sami, Şaban Ağazade Lütfi, İsmail Ağazade, Sabri Efendilerin oluşturduğu bu cemiyet önce icraat için beş kişilik bir İslam çetesi teşkil etmiş daha sonra bu sayı yediye çıkarılmıştır. İlk icraat olarak 22 Temmuz 1907 günü bir Müslüman çiftliğine saldıran üç Bulgar pusuya düşürülerek öldürülmüştür. Daha sonra da bu tarz eylemler devam etmiştir. Bulgarlar verilen karşılık üzerine Meşrutiyetin ilanından üç ay önce saldırılarını bırakmak zorunda kalmışlardır. Ohri’deki bu İslam Cemiyeti Nisan 1908’e kadar faaliyetlerine devam etmiş, bu tarihten sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti perde arkasından çıkarak işleri doğrudan ele almıştır. İttihat ve Terakki teşkilâtlanma aşamasını Ohri’de bu şekilde takibata uğramadan rahat geçirmiştir. 19. yüzyıla gelindiğinde Ohri ve Resne, Türk ve Müslüman nüfusa sahip olmakla birlikte Bulgar ve Arnavut çetelerinin en fazla faaliyet gösterdiği yerler arasındaydı. 1908 inkılâbından önce ilk isyanı düzenleyen ve 1897 Yunan Muharebesi’ndeki cesaretiyle tanınan Resneli Niyazi Bey’in İttihat Terakki’nin oluşumu sırasında Enver Paşa tarafından cemiyete kaydı yapılmıştı. Cemiyet Resne’de sevilmesi ve etkili olacağı düşüncesiyle onu desteklemiş ve kendisinin Resne Kumandanlığına tayini çıkartılmıştı. Niyazi Bey, Resne’ye tayin edilirken Eyüp Sabri Bey’in de Ohri’ye tayini çıkarılmıştı ki o da bölgesinde sevilen bir kişiydi. Niyazi Bey 1319 Makedonya Bulgar ihtilaline kadar Ohri’de askerî debboy görevindeydi. Niyazi Bey ve Eyüp Sabri Bey’in kendi memleketlerinde görev yapmaları İttihat Terakki ve memleket için büyük şanstı. Hem bölgelerini Bulgar çetelerinin zulmünden koruyacak hem de cemiyetin teşkilatlanmasına katkı sağlayacaklardı. Niyazi Bey çetelerle mücadeleye daha fazla önem verirken Eyüp Sabri Bey’in cemiyetin teşkilatlanmasına çalıştığı görülmüş ve bir süre sonra Ohri, Manastır Vilayeti’nde en güvenilir ve teşkilatlı bir merkez hâline gelmişti. Bölgedeki Osmanlı egemenliği 1912 yılında sona ermiştir. Bu son dönem idari yapılanmasında Ohri, Manastır Vilayeti sınırları içinde, Manastır Sancağı’na bağlı olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu dönemi sonrasında, küçüklü büyüklü birçok muharebe sonrasında Ohri’nin de yer aldığı bölge, Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı egemenliğinde kalmıştır. Krallık, sonrasında Yugoslavya Krallığı olarak 1943 yılına dek egemen olmuştur. Osmanlı sonrasındaki bu dönem, Ohri’nin çehresinde ve sosyal yaşamında ciddi bazı değişiklikleri getirmiştir. Şehirde bulunan birçok Müslüman ibadethanesi ya tahrip edilmiş ya tamamen yıkılmış; çoklukla bunların yerine de kiliseler inşa edilmiştir. 1943 yılı ile beraber Yugoslavya Krallığı ortadan kalkmış, yerine Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu dönemde de Ohri, devam eden idari yapı içinde yer almıştır. 1991 yılında Makedonya’nın Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’nden bağımsızlığını ilan etmesiyle Ohri, bağımsız Makedonya Cumhuriyeti içinde yer almıştır. Yugoslavya döneminde turistik yönü artan Ohri, Makedonya’nın bağımsızlığı sonrasında Makedonya’nın en ünlü turizm merkezi olmuştur. 2002 sayımına göre Ohri Belediyesi’nin toplam nüfusu 55.749 kişidir. Bu nüfusun etnik dağılımı şu şekildedir: Makedonlar 47.344; Arnavutlar 2.962; Türkler 2.268 ve diğerleri… Ohri’nin merkez nüfusu ise 42.033’tür. Ohri, Balkanlar’daki önemli turizm merkezlerinden birisidir. Özellikle, Ege Denizi bölgesinin dışında, denize çıkışı olmayan ülke vatandaşları için bölge, tatil merkezi özelliğindedir. Ohri'de Osmanlı döneminden kalma 10 cami, 1 de tekke bulunmaktadır. Kiliselerin sayısı ise yaklaşık olarak 40'tır . Göl manzarası, bölgeye özgü evleri ve tarihî mimari eserleriyle ünlü bir turistik noktadır. Osmanlı'dan kalma Safranbolu evlerine benzer mimari yapısına sahip evler bulunmaktadır. Şehir ve Ohri Gölü, UNESCO tarafından dünya mirası listesine dâhil edilmiştir. Ohri, aynı zamanda Slavlar için oldukça önemli olan Kiril alfabesinin doğduğu yer olarak kabul edilir. Ohri’nin dünya çapında 9 şehir ile anlaşması vardır: Kardeş şehirlerin dışında aşağıdaki şehirlerle iş birliği protokolu imzalanmıştır: Kamov Ka-52 Ka-50' nin çift kişilik modelidir ve pilotların yan yana oturduğu bir dizayna sahiptir. Havadan havaya saldırı helikopteri olarak dizayn edilmiştir. Sovyetler Birliği'nin dağılması helikopterin üretimi üzerinde büyük bir engel oluşturmuştur ve bu yüzden tam anlamıyla üretimi yapılmamıştır.AH-64 Apache ve Eurocopter Tiger gibi rakiplerine göre zayıf kalmaktadır.Kuyruk pervanesinin yerine birbirine ters yönde dönen pervanelere sahiptir. 8 Mayıs 1945 Stadyumu Stade 8 Mai 1945, Cezayir'in Setif şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Cezayir'in ES Sétif takımının maçlarını yaptığı stadyum, 20.000 seyirci kapasitelidir. 24 Şubat 1956 Stadyumu Stade 24 Fevrier 1956, Cezayir'in Sidi Bel Abbas şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakaları için kullanılan stadyum, 50.000 seyirci kapasitelidir. 20 Ağustos Stadyumu Stade 20 Août Cezayir'in Borc Bou Riric şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Cezayir'in CA Bordj Bou Arreridj takımının maçlarını yaptığı stadyum, 8.000 seyirci kapasitelidir. Ömer bin Haddad Stadyumu Stade Ömer bin Haddad Cezayir'in Kouba şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Cezayir'in RC Kouba takımının maçlarını yaptığı stadyum, 10.000 seyirci kapasitelidir. Ömer Hammadi Stadyumu Ömer Hammadi Stadyumu Cezayir'in başkenti Cezayir'de çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Ömer Hammadi Stadyumu çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Cezayir'in USM Alger ve Paradou AC takımlarının maçlarını yaptığı stadyum, 15.000 seyirci kapasitelidir. Tahir Zahari Stadyumu Stade Tahar Zoughari Cezayir'in Galizan şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı stadyum, 30.000 seyirci kapasitelidir. 13 Nisan 1958 Stadyumu Stade 13 Avril 1958 (Saida) () ,Cezayir'in Blida şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı stadyum, 20.000 seyirci kapasitelidir. Brakni Kardeşler Stadyumu Stade Freres Brakni, Cezayir'in Blida şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı stadyum, 35.000 seyirci kapasitelidir. Çift metal para sistemi Çift metal para sistemi, tedavülde altın ve gümüş olmak üzere iki ayrı madenden basılmış paranın, -sikkenin- işlem gördüğü bir para sistemidir. Bu sistem esas olarak 18. Yüzyıl başlarında, Avrupa ve Amerika'da uygulamaya konulmuş olup 1820'li yıllara kadar yürürlülükte kalmıştır. Çift metal para sisteminde dahi, -1600'lü yılların ortalarından beri- banknot (banka parası) ödemelerde kullanılan bir ödeme aracıydı. Ancak bugünkü anlamda bir para otoritesinin kontrolü olmadığı için bankalar, aktiflerindeki karşılıkları aşacak miktarda banknotu rahatlıkla tedavüle sürebiliyorlardı. Kuşkusuz bu banknotlar banka açısından bir taahhüttür ve aktifteki karşılıklar stokunu aşan miktardaki banknot, bir süre sonra bu bankaları, taahhütlerini karşılayamaz duruma düşürmektedir. Bu durum, kısa sürede banknotların genel kabul gören mübadele aracı olmasını önlemiştir. Sonuçta çift metal para sisteminde genel kabul gören mübadele aracı metal sikkeler olmuştur. Çift metal sisteminden önce de sikkeler tedavül aracı olarak kullanılmaktaydı. Antik çağlarda bakır ve tunç sikkeler yaygın olarak kullanılmıştır. Daha sonraları kolay tedarik edilebilen bu metallerle basılan sikkelerin kontrolsüz bir ölçüde basılarak tedavüle sürülmesiyle bu sikkelere de güvensizlik yaygınlaşmış, sikkeler altından basılır olmuştur. Kuşkusuz para da piyasalarda alım satım konusu olabilen bir metadır -ticari mal- ve piyasadaki para talebinin üstüne çıkan para arzı, bu metanın da değerini düşürecektir. Paranın değerinin bu şekilde düşmesi, paranın fonksiyonlarını yerine getirememesiyle sonuçlanacak ve o para, tedavül aracı olarak piyasalar tarafından ret edilecektir. Altından basılan paranın bu konuda bir avantajı vardır, altın stokları sınırlıdır. Hükümetler ya da hükümdarlar, sınırlı miktarda altın parayı piyasaya sürmek durumundadırlar. Böylece para arzının talebi aşması da önlenmektedir. Özellikle, Sanayi Devriminin ardından gerek ülke ekonomilerinin gerekse de uluslararası ticaretin hızla gelişmesi, para talebini hızla artırmıştır. Hükümetlerin elindeki altın stokları yetersiz kalınca da gümüşten de sikke basılmaya başlanmış böylece çift metal sistemi ortaya çıkmıştır. İlk zamanlar sorunsuz bir şekilde işleyen bu para sisteminin aksamaya başlaması kaçınılmazdır. Her zaman için dünya gümüş üretimi, altın üretiminden fazladır. Böyle olunca piyasaya sürülen gümüş para toplamı, altın para toplamından fazla olmuştur. Oysa ikisi birden para arzını oluşturur ve karşılarında tek bir para talebi vardır, diğer deyişle para talebi, altın para talebi ve gümüş para talebi diye ayrılmaz. Piyasada gümüş para stoku altın para stoğuna göre belirgin bir biçimde fazlalaştığında ise, paraya yönelik arz-talep yasaları gereği gümüş paranın satın alma gücü düşme eğilimi göstermiştir, çünkü göreli olarak fazlalaşmıştır
. Piyasaların, altın paranın bu şekilde prim yapmasına dayanabileceği bir bant vardır. Bu bant aşıldığında ise Gresham Yasası işlemeye başlayacaktır, “kötü para, iyi parayı kovacaktır”. Bu anektodda kötü para, değeri sürekli düşen gümüş para, iyi para ise prim yapan altın paradır. Gresham Yasası’nın işleyişi iki yönde olmuştur. Ya insanlar ödemelerin altın parayla yapılmasında ısrar etmiş, gümüş parayı kabul etmekten kaçınmışlardır, böylece gümüş para fiilen tedavülden çıkmıştır ya da altın para eritilerek külçe altın olarak piyasaya dönmüştür. Ülke içinde gümüş paranın satın alma değeri ile gümüşün külçe fiyatı denk tutulsa bile, ülkeler arası külçe fiyatlarının farklılığından dolayı ülkeden metal çıkışı olacak, yine kötü para iyi parayı dışlayacaktır. Böylece Çift Metal Para Sistemi bir süre sonra kendiliğinden tek metal sistemine dönüşmüştür. Muhammed Hemlevi Stadyumu Stade Mohamed Hamlaoui veya Stadyum Chahid Hamlaoui, Cezayir'in Konstantin şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Cezayir'in MO Constantine, CS Kosantina takımının maçlarını yaptığı stadyum, 40.000 seyirci kapasitelidir. Albay Lütfi Stadyumu Stade Birouana Cezayir'in Tilimsan şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı stadyum, 30.000 seyirci kapasitelidir. 18 Şubat Stadyumu Complexe Sportif d'El Alia, Cezayir'in Biskra şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Stadyumda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Cezayir'in US Biskra takımının maçlarını yaptığı stadyum, 10.000 seyirci kapasitelidir. 5 Temmuz 1962 Stadyumu 5 Temmuz 1962 Stadyumu (), Cezayir'in başkenti Cezayir'de 1976 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. 1972 yılında faaliyete geçtiğinde stadyumun kapasitesi 105.000'di. 1975 Akdeniz Oyunları'nın ana stadyumu olarak kullanılan yapıda gerçekleştirilen diğer önemli organizasyonlar arasında ise 1978 Afrika Oyunları, 2004 Pan Arap Oyunları, 2007 Afrika Oyunları vardır. Ayrıca 1990 Afrika Uluslar Kupası'nın düzenlendiği iki stadyumdan birisidir. Bu turnuvada 9 adet futbol müsabakası burada oynanmış ve final maçını rekor katılımla 120.000 bin futbol sever seyretmiştir. Bu maçta Cezayir millî futbol takımı Nijerya millî futbol takımını 1-0 'lık sonuçla yenerek kupayı kazanmayı başarmıştır. 5 Temmuz 1962 Stadyumu'nda düzenlenen başka bir organizasyon ise 2000 Afrika Atletizm şampiyonasıdır. 1999 yılında mevcut güvenlik standartlarına uyum sağlayabilmek adına stadyumun kapasitesi 66.000 kişiye düşürülmüştür. Stadyumda kırılan en fazla seyirci rekoru Cezayir ile Sırbistan arasında oynanan maçta 110.000 kişinin katılımıyla gerçekleşmiştir. 1972 yılındaki açılışı Cumhurbaşkanı Houari Boumediene gerçekleşmiştir. 19 Mayıs 1956 Stadyumu 19 Mayıs 1956 Stadyumu, Cezayir'in Annaba şehrinde yer alan bir stadyumdur. Cezayir'in USM Annaba takımının maçlarını yaptığı stadyum, 50.000 seyirci kapasitelidir. Active Directory Active Directory, Microsoft ağlarında kullanılan dizin hizmetidir. Bu veritabanı, kullanıcılar, bigisayarlar, mekanlar, yazıcılar gibi organizasyonun tüm bilgilerini saklar. Bu dizin vasıtasıyla çeşitli yönetimsel kısıtlamalar oluşturulabilir ya da kullanıcıların çalışma ortamları ihtiyaçlar ve standartlar doğrultusunda şekillendirilebilir. Bu şekillendirmeler Grup İlkesi sayesinde yapılabilir. Active Directory'nin ilk uygulaması, Windows Server 2000 ile gerçekleşmiştir. LDAP uyumlu bir veritabanıdır. Active Directory yönetimsel araçları; Active Directory Users and Computers , Active Directory Domains and Trusts , Active Directory Site and Services Active Directory'nin veritabanı ntds.dit dosyasıdır. Yapılan bütün işlemler önce loglara, daha sonra da ntds.dit'e yazılır. Betçe Betçe, Datça yarımadasının batı ucudur. Datça ilçe merkezinden sonra dağları aşarak ulaşılır. Eskiden yolu yokken karadan kopuktu. Köyleri; Yakaköy, Çeşme, Sındı, Cumalı, Belen ve Yazı'dır. Knidos antik kenti batı ucundadır. Darul Aman Stadyumu Darul Aman Stadyumu Malezya'nın Alor Setar şehrinde 1997 yılında çok amaçlı olarak genişletilen ve 2006 yılında yenilenen bir stadyumdur. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Darul Aman Stadyumu, 32.387 seyirci kapasitelidir. Utama Stadyumu Utama Stadyumu Malezya'nın Kangar şehrinde 1995 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Utama Stadyumu, 30.000 seyirci kapasitelidir. Hang Jebat Stadyumu Hang Jebat Stadyumu Malezya'nın Krubong şehrinde 2004 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Hang Jebat Stadyumu, 40.000 seyirci kapasitelidir. Jin Mao Kulesi Jin Mao Kulesi (Çince: 金茂大厦, Pinyin: Jīnmào Dàshà, görkemli altın bina) Çin'in finans merkezi olan Şanghay'de yer almaktadır. 421 metre yüksekliğe sahip ve 88 kattan oluşmaktadır. Çin Halk Cumhuriyetinin yapıldığında en yüksek gökdeleniydi. 1994'te başlayan inşa 1998 yılında tamamlanmıştır. Şu an dünyanın en yüksek 11. gökdelenidir. Mazi Kalbimde Bir Yaradır (tango) Mazi Kalbimde Bir Yaradır; sözlerini Necdet Rüştü Efe Tara'nın yazdığı, Necip Celal Andel tarafından bestelenen ilk Türk tangosudur. 1928 yılında bestelendikten sonra, ilk yorumu 1932'de dönemin ünlü seslerinden Seyyan Hanım tarafından plağa okunmuş ve o zamandan beri çok sevilen tangolar arasındaki yerini korumuştur. 1970'lerde Esin Engin'in yorumuyla da sevilmiştir. Eser ayrıca, İncesaz'ın 2005 Kasım ayında çıkardığı dördüncü albümüne adını vermiştir ve bu albümün ilk parçasıdır. Ben de gönül çektim eskiden Yandı hayatım bu sevgiden Anladım ki bir aşka bedel Gençliğimmiş elimden giden Önünde ben geldim de dize Yâr olmadı bu kimse bize En nihayet düşüp can verdim Gözündeki yeşil denize Sarmadımsa da belden, geçmedim bu emelden Bir hazin maceradır onu aldılar elden Başkasına yâr oldu, eller bahtiyâr oldu Gönlüm hep baştan başa viran bir diyâr oldu Mazi kalbimde bir yaradır Bahtım saçlarımdan karadır Beni zaman zaman ağlatan İşte bu hazin hatıradır Ne göğsünde uyuttu beni Ne bûseyle avuttu beni Geçti ardından uzun yıllar O kadın da unuttu beni Sarmadımsa da belden, geçmedim bu emelden Bir hazin maceradır onu aldılar elden Başkasına yâr oldu, eller bahtiyâr oldu Gönlüm hep baştan başa viran bir diyâr oldu.. Veri tabanı yönetim sistemi Veri tabanı yönetim sistemi (VTYS, İngilizce: "Database Management System", kısaca DBMS), veri tabanlarını tanımlamak, yaratmak, kullanmak, değiştirmek ve veri tabanı sistemleri ile ilgili her türlü işletimsel gereksinimleri karşılamak için tasarlanmış sistem ve yazılımdır. International Finance Centre 2 Uluslararası Finans Merkezi "2 International Finance Center" (kısaca "2 ifc"; Geleneksel Çince: 國際金融中心; Modern Çince: 国际金融中心; Pinyin: Guójìjīnróngzhōngxīn), Hong Kong Man Po Caddesinde 2000 yılında inşasına başlanıp 2003 yılında tamamlanmış, 415 metre (1362 ft.) yükseklikle dünyanın 12. yüksek gökdelenidir. Toplam 88 kattan oluşmaktadır. Hong Kong şehrindeki en yüksek gökdelendir. 2 IFC, 2 katlı asansör sistemine sahiptir. "" filminde Lara Croft'u oynayan Angelina Jolie ve arkadaşı paraşütle 2 IFC'nin 88. katından atlamışlardır. CITIC Plaza CITIC Plaza "(China International Trade and Investment Corporation Plaza)" 391 metre yükseklikte Çin Halk Cumhuriyeti Guangzhou şehrinde yer alan gökdelendir. 1997 yılında tamamlanan CITIC Plaza Guangzhou şehrinin en yüksek gökdelenidir. Mimarı Dennis Lau & Ng Chun Man Architects & Engineers (H.K.) Ldt'dır. Çatısı ile birlikte yüksekliği 322 metredir. Dünyanın 6. yüksek gökdelenidir. Shun Hing Square Shun Hing Square (Çince: 信兴广场) Çin'in Shenzhen şehrinde bulunan, 384 metre yüksekliğe sahip gökdelendir. 273.349 m² toplam alana sahip olan Shun Hing Square içerisinde İş Merkezleri ve Apartman Daireleri bulunmaktadır. Central Plaza Central Plaza Hong Kong, kuzey Wanchai semti Harbour Road da, 374 metre yüksekliğinde ve 78 kattan oluşan gökdelendir. 2 Uluslararası Finans Merkezi nden sonra Hong Kong un 2. en yüksek gökdelenidir. Fikret Kuşkan Mehmet Fikret Kuşkan (22 Nisan 1965, İstanbul) Türk oyuncu, fotoğrafçı. Lise eğitimi sırasında oyunculuk konusunda edebiyat öğretmeninin desteğini alır. Fotoğrafçılık yaparken bırakarak, tiyatro için sınavlara girer. 1986'da İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nde eğitimini tamamladı. İlk filmi Zülfü Livaneli'nin yönetmenliğini yaptığı "Sis"dir. Bahar Kerimoğlu ile olan evliliğinden "Gün Kuzgun" isminde bir oğlu olan Fikret Kuşkan, ikinci evliliğini 2014 yılında Arsevi Özkara ile yapmıştır. ! colspan="3" style="background: #DAA520;" | Altın Portakal Makkabi Hayfa (futbol takımı) Maccabi Haifa FC (İbranice: מ.כ. מכבי חיפה), İsrail'in Hayfa şehrinin futbol takımı. Ülkesinde 12 lig, 5 kupa şampiyonluğu bulunmaktadır. 1955'te açılan Kiryat Eliezer Stadyumu'nun 2014 yılında yıkılmasının ardından, iç saha maçlarını Hapoel Hayfa takımıyla beraber Sammy Ofer Stadyumu'nda oynamaya başlamıştır. İki kez Şampiyonlar Ligi gruplarında boy gösteren ancak bir sonraki tura hiç çıkamayan İsrail ekibi, 2009-10 sezonundaki performansıyla Deportivo La Coruña'nın ardından turnuva tarihinin bir sezonda hiç gol atamayan ikinci takımı olmuştur. 2002-03 sezonunda ilk kez mücadele ettiği Şampiyonlar Ligi grup aşamasında Olympiakos ve Manchester United'ı evinde 3-0 ile geçtiği maçlar en farklı galibiyetleri olurken yine aynı sezon İngiltere'deki 5-2'lik Manchester United ve 2009-10 sezonundaki 3-0'lık Bayern Münih maçlarında en en farklı mağlubiyetlerini almıştır. UEFA Kupası'nda en başarılı sezonunu direkt katıldığı 2006-07'de geçirmiştir. Birbiriyle tek maç yapan 5 takımın olduğu grup aşamasında 4 maçta 7 puan toplayarak grubu 2.sırada bitrimiş ve sonraki tura çıkmaya hak kazanmıştır. Son 32 turunda eşleştiği CSKA Moskova'yı 0-0 ve 1-0 ile geçerek bu turnuvada geldiği en yüksek tur olan son 16'da mücadele etme
ye hak kazanmıştır. O sezon Sevilla'ya finalde kaybedecek Espanyol'la evinde oynadığı maçta golsüz berabere kalmasına karşın İspanya'da aldığı 4-0'lık yenilgiyle turnuvaya veda etmiştir. UEFA Kupası'nda önceki yıllarda 5 kez aldığı bu 4-0'lık sonuç, Avrupa maçlarındaki en farklı mağlubiyetlerinin skoruyken, en farklı galibiyeti ise Azerbaycan ekibi Xäzär Länkäran FK karşısında deplasmanda aldığı 8-0'lık sonuçtur. Yaniv Katan 72 maçla takımın Avrupa Kupaları'nda en fazla forma giyen oyuncusuyken Alon Mizrahi attığı 15 gol ile en fazla gol atan oyuncusudur. "24 Haziran 2016 itibarıyla" Günce (anlam ayrımı) Günlük Bir kişinin yaşadıklarını, duygu ve izlenimlerini, tarih belirterek günü gününe anlatmasıyla oluşan yazı türüne "günlük" denir. Günlükler her gün yazıldığı için kısadır. Bu yazılar yazarın yaşamından izler taşır. Eski edebiyattaki adı ruznamedir. Edebiyatımızda Batılı anlamdaki ilk günlük "Direktör Ali Bey"in "Seyahat Jurnali" adlı eseridir. Bunu şair Nigâr Hanım ın “ Hayatımın Hikayesi” adlı eseri izler. Anı ile günlük çoğu zaman karıştırılmaktadır. Günlük adından anlaşılacağı üzere yaşanırken, günü gününe yazılır. Anı ise aradan zaman geçtikten sonra yazılır. Günlük yazarı sadece kendisini merkeze alarak çevresindekileri anlattığı halde; anı yazarları başkalarını anlatabilir. Batı etkisinde gelişen Türk edebiyatında günlük türündeki bazı eserleri Boykot Boykot veya direniş (İngilizce "boycott" ← Charles Boycott) Boykot kelimesi ingilizceye İrlanda Toprak savaşı sırasında gayrimenkul kira vekili olan Captain Charles Boycott'un soy adından girmiştir. 1880'de hasatların düşük olması yüzünden Lord Erne, Topraklarında çalışan halka %10 indirim yapmayı teklif eder. Eylül ayında kiracılar yani çalışanlar %25 indirim olması için protesto ederler ve Erne bunu geri çevirir.Bu sırada Boycott 11 kiracının işine son verir. Charles Stewart Parnell, Ennisdek bir konuşmasında, açgözlü kiravekilleri ve toprak ağalarıyla olan mütabakatlar sırasında halka bu insanlarla iletişimlerini kesmelerini ve onları bir bakıma aforoz edercesine yok saymalarını önerdi. Bunu üzerine Boycott kendini tamamen izole bir halde buldu. İşçileri çalışmaz, yerel işadamları onunla ticaret yapmaz hatta postacı bile postalarını getirmez olmuştu. The Times'ın Boycott kelimesini kullanmasıyla birlikte bu durumun adı dünya çapında meşhur olmuş ve fiil olarak yerini almıştır. OhmyNews OhmyNews (); Güney Koreli "her vatandaş bir muhabirdir" düsturuyla hareket eden internet gazetesidir. Kore dilinde OhmyNews şimdiki zaman, asri zaman anlamındadır. 22 Şubat 2000'de Oh Yeon Ho adlı bir gazeteci tarafından kurulmuştur. Dünyada okurları tarafından yazılıp düzenlenen ve yayınlanan ilk örnektir. Anadili ingilizce olan gazeteyi sayısı 41.000'e varan "sade vatandaş muhabir" kadrosu ile 55 profesyonel tarafından yayına hazırlanmaktadır. Haberlerin büyük çoğunluğu vatandaş-muhabirler tarafından yazılmaktadır. Negeri Pulau Pinang Stadyumu Negeri Pulau Pinang Stadyumu, Malezya'nın Penang şehrinde 2000 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Negeri Pulau Pinang Stadyumu, 40.000 seyirci kapasitelidir. Sultan IV. Muhammed Stadyumu Sultan IV. Muhammed Stadyumu Malezya'nın Kota Bharu şehrinde 1957 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Sultan IV. Muhammed Stadyumu, 30.000 seyirci kapasitelidir. Tuanku Abdul Rahman Stadyumu Tuanku Abdul Rahman Stadyumu Malezya'nın Seremban şehrinde 1992 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Tuanku Abdul Rahman Stadyumu, 30.000 seyirci kapasitelidir. Tan Sri Hasan Yunus Stadyumu Tan Sri Hasan Yunus Stadyumu, Malezya'nın Johor Bahru şehrinde 1991 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Tan Sri Hasan Yunus Stadyumu, 30.000 seyirci kapasitelidir. Darulmakmur Stadyumu Darulmakmur Stadyumu, Malezya'nın Kuantan şehrinde 1970'te inşa edilen ve 1995 yılında çok amaçlı olarak yenilenen bir stadyumdur. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Darulmakmur Stadyumu, 40.000 seyirci kapasitelidir. Şehir Stadyumu (Penang) Penang Şehir Stadyumu, Malezya'nın Penang şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Şehir Stadyumu, 20.000 seyirci kapasitelidir. Likas Stadyumu Likas Stadyumu Malezya'nın Kota Kinabalu şehrinde 2001 yılında inşa edilen bir satdyum Malezya'nın Sabah FA takımının maçlarını yaptığı stadyum, 30.000 seyirci kapasitelidir. DBI Stadyumu DBI Stadyumu, Malezya'nın Ipoh şehrinde 1997 yılında çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyumdur. Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı DBI Stadyumu, 40.000 seyirci kapasitelidir. Kurşun kalem Kurşun kalem, kâğıt üzerine yazı veya çizim için kullanılan, yazıcı kısmı çoğunlukla kil ve grafitten üretilen kalem. Tipik bir kurşun kalemde grafitin etrafı ahşap kaplıdır. Bunun yanı sıra metal veya plastik muhafazaya sahip kurşun kalemler de mevcuttur. Kurşun kalemden ilk kez Alman vatandaşı İsviçreli doğa tarihçisi Conrad Gesner 1565 yılında bahsetmiştir. O dönemde grafitin bir tür kurşun olduğu düşünülüyordu. Gesner sonradan grafitin farklı bir mineral olduğunu keşfetmiştir. Kalem kelimesi Türkçeye Arapçadan geçmiştir. Yunanca kamış anlamına gelen "kalamos" kelimesinin Arapça'da kalem şekline dönüştüğü düşünülmektedir. Kalem kelimesinin Latincesi "pencillus", "küçük kuyruk" anlamına gelir. Grafit parçalarını Sibirya Türkleri kullanmış ve ismine "Kara Taş" adını vermişlerdir.Bu bilgi yaklaşık 1 yy.dan itibarendir.Türklerden Ruslara geçen kalem, Rusça 'da Карандаш (karandaş) adını almıştır. İsviçreli kalem markası Carandache de markasını bu isimden almıştır. 1565 yılında, bazı kaynaklara göre ise erken 1500 yıllarında Borrowdale Kilisesi, Cumbria, İngiltere yakınlarındaki Seathwaite kentlerinden ilk kalem taslakları ortaya çıkmıştır. Bu taslaklar, koyun işaretleme ihtiyacının bir ürünün olarak ortaya çıkmıştır. Grafitin bu ihtiyaç için son derece saf, sağlam kolayca şekil alabilir olması, kullanılmasında büyük rol oynamıştır. Zamanla grafit değerlenmiş ve kullanım alanları artmaya başlamıştır. Ancak grafitin bu ilk hali kullanışsız olup çeşitli formlarda etksini kaybedebilen bir maddeydi. Bunun üzerine grafit yünlerle, daha sonra ise sopalarla kullanılmaya başlandı. Artık grafit giderek kalem halini alıyordu. İlk denemeler, toz haline getirilmiş grafit, kükürt ve antimon kullanılarak yapılan blok kalemlerdi. Yapılarında ahşap kullanılıyordu. Çubuk kalemler artık zararsızdı ve artık grafit zehirli değildi. İlk ahşap tutakları düşünen İtalyanlar olmuştur. İlk tutaklar Çokgen şeklinde olup, grafit ve kare prizma şeklinde bir çubuktan oluşmuştur. Ancak bu kullanışsız kalem üzerinde çalışmalar devam ettirilmiştir. Özellikle bir Trinidad Tabogo'lu çift, Simonio ve Lyndiana Bernacotti adlı iki marangoz, marangozluk parçalarını işaretleme amacıyla ilk modern ahşap çubuklu kalemi geliştirdiler. Onların geliştirdikleri bu kalem, oval ve daha düz bir kalemdi. Bu taslak ilk olarak ardıç ağacından çukurlu bir çubuk ile yapıldı.Kısa sürede üstün bir teknik ortaya çıktı: İki ahşap yarısı bir grafit takılı ve iki yarısı sonra birlikte yapıştırılmış sopa. İşte bu yöntem, bugün kullanılan kurşun kalemlerin yapılış yöntemini başlatmıştı. Katı grafit için, 18. yüzyılda bilinen tek grafit kaynağı İngiliz Seathwaite Fell madenleri'ydi. Fransa'da, kalem ihtiyacıyla grafit ihtiyacı ortaya çıktı. Ancak Fransa grafit ithalatını gerçekleştiremedi. Bunun üzerine Napolyon'un ordusundan bir Subay, Nicholas Jacques Conte, 1795 yılında kil ve toz grafitin karıştırılıp tahta çubuklarla fırına verilmesiyle oluşturlan kalemler keşfetti. Kil-Grafit karışımının oranları farklı olarak, grafit çubuğun sertlik derecesi de farklı olabiliyordu. Bu yöntemle grafite olan ihtiyaç belli bir miktar azaltılabilmekteydi. Bu yöntem, 1790 yılında kullanılmaya başladı. İngiltere'de, tüm kalemlerde bıçkı grafit yapılmaya devam etmiştir. İlk başarılı yöntem, Henry Bessemer'in 1938 yılında katı grafit içine sıkıştırılan grafit tozunun bıçkılanmasıydı. Böylece kalem tekrar kullanılabiliyordu. Amerikan devrimine kadar, Amerikan kolonistler kalemleri Avrupa'dan ithal etmişlerdir. Amerika'da ilk ahşap kalemlerin William Munroe adlı bir marangoz tarafından yapıldığı söylenir. Ancak bu, Concord'da ilk kalem tasarımı değildir. Henry Petroski'ye göre, deneyüstüce filozof Henry David Thoreau iyi bir kalemin nasıl yapılacağını bağlayıcı olarak kil kullanarak keşfetti. Bu buluştan sonra, Thoreau'nın babasından kalan, Charles Dunbar'ın Hampshre'daki 1821 yılında grafit kullanılarak kalem ürettiği kalem fabrikası tanınmaya başlandı. William Munroe'nun kalem yapımı metodu özenli ama yavaştı. Massachusetts'in Acton şehrinde, Ebenezer Wood isimli bir kalem fabrikası sahibi kalem üretiminin otomatikleşmesi için çalışmalar yürüttü. İlk olarak daire testereler kullandı. Ancak Ebenezer Wood buluşunu patentlemedi. Tekniklerini isteyenlerle paylaştı. Bu kişilerden biri olan Eberhard Faber kalem üretiminde lider oldu. 19. yüzyılın bitiminde, 240,000'den fazla kalem her geçen gün Amerika'da kullanılmaya başlandı. Kalemler için en çok kullanılan ağaç Kızıl Sedir'di. Kızıl Sedir aromatikti ve kesildiğinde kıymık oluşmuyordu. Erken 1900'lerde Kırmızı Sedir malzemesi azalmaya başladı. Çünkü kalemlere duyulan talep sürekli artıyordu. Bunun sonucunda, 1915'te ilk kez mekanik kalem üretimine gidildi. Daha sonra Kırmızı Sedir'e alternatif ağaçlar bulundu. Dünya çapında, her yıl 14 milyonun üzerinde kalem üretilmektedir. 30 Mart 1858 tarihinde, Hymen Limpman kalem arkasına silgi bağlamak için ilk patent aldı. 1862 yılında, Limpman patentini Joseph Reckendorfer'e 100.00 Dolar'a sattı. Joseph Reckendorfer, Faber-Castell'i patent ihlalinden dava etmişti. Ancak 1875 yılında Amerikan Yüksek Mahkemesi, Joseph Reckendorfer'in
patentine geçersiz ilanı verdi. Kalemi silgiye bağlayan metal halkaya yüksük denir. Modern kalemler, endüstriyel olarak ince tabanlı grafit ve kil tozu karışımının su eklenerek oluklu ahşap çubuklara yerleştirilip fırınlanmasıyla üretilir. Ortaya çıkan bu dizeler, süzme yap veya erimiş muma daldırılır. Birleştirilen oluklu kalemler, sarılır ve boyanır. Kalemlere silgi vb. materyaller eklenebilmektedir. [H:Hard, F:Fine, B: Black] Seyyan Hanım Seyyan Oskay (d. 1913, İstanbul - ö. 16 Mayıs 1989, Maltepe, İstanbul), Türk tangocu. İlk Türkçe tango olan "Mazi Kalbimde Bir Yaradır"'ı seslendiren ilk kişidir. Tango, rumba ve foxtrot icra eden Oskay, seslendirdiği yüzlerce eser arasında en çok tangolarıyla ün kazanmıştır. Oskay 1913 yılında İstanbul'da doğdu. İlk öğreniminin ardından İstanbul Konservatuvarı'na devam etti ve orada Talariko Bey'den dersler aldı. Konserlerinde gösterdiği üstün ses rengi ve gücü ile parlak başarılar elde etti. Konservatuvar yıllarında yabancı dillerde (İtalyanca-Fransızca) söylediği şarkıları bir süre sonra Kadıköy Opereti'nde (Şimdiki Süreyya Sineması'nın olduğu bina) söylemeye başladığında daha 16 yaşındaydı. Yabancı kökenli şarkılar yanında "Efem", "Çoban Yıldızı (Pole Star), "Akşam Garipliği (Night Gloomy)", "Zavallı Aşk (Poor Love)" gibi özgün Türk müziği örneklerini de icra etti. 1930'lu yıllarda yorumladığı eserlerden bazıları, hocası Kaptanzade Ali Rıza Bey ve Columbia tarafından kaydedilmiş ve günümüze ulaşmaları sağlanmıştır. İlk Türk tangosu "Mazi Kalbimde Bir Yaradır" Necip Celal tarafından bestelendikten hemen sonra onun sesiyle dinleyicisi ile buluşmuştur. Bu sırada İstanbul'da Moulin Rouge (Kırmızı Değirmen)'de şarkılarını icra etmektedir (1930-1932). Teğmen Sait Oskay ile evlenerek Oskay soyadını aldıktan sonra, eşinin görevi dolayısıyla Anadolu'nun birçok farklı ilinde yaşayan Seyyan Hanım, bu dönemde ancak uzun ve yorucu seyahatlerden sonra İstanbul'a gelerek ses ve müzik çalışmalarını devam ettirebilmiştir. Katıldığı birkaç radyo programı da vardır. 16 Mayıs 1989'da Maltepe'deki evinde 76 yaşında hayatını kaybetmiştir. "Ben aslında ilk değil ama ilklerdenim. Benden önce, Fikriye Hanım ve Afife Hanım vardı". "Kırmızı Değirmen"de tanıştım Fikriye Hanım'la. Benden hem yaş hem cüssece büyüktü. Necip Celal Andel şarkıları için sesi çok uygun değildi. O da mesela Muhlis Sabahattin Bey'in şarkılarından "Ayşe" gibi şarkıları söylüyordu.. Sabahattin Bey de istedi şarkılarını söylememi ama kabul etmedim. O başka bir hayat tarzı gerektiriyordu." "Ben orada söylerken kimse dans etmezdi. Sadece konser dinlemeye gelmişler gibi dinlerlerdi. Annemle giderdik sonra onunla beraber dönerdik." "Oradan beni ayıran mekan değil, oradaki hayat tarzına ayak uyduramayışımdı." Mazi Kalbimde Bir Yaradır Papatya Gibisin Beyaz ve İnce Papatya Gibisin Beyaz ve İnce, popüler Türk tangolarından birisidir. Necdet Koyutürk tarafından sözleri yazılmış ve bestelenmiştir. Asıl ismi "Papatya" olup, "Papatya gibisin beyaz ve ince" olan ilk satırı ile de bilinir. Elektrik-Elektronik Teknolojisi Alanı Elektrik-Elektronik Teknolojisi Alanı, Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi (MEGEP) kapsamında mesleki ortaöğretim kurumlarında eğitim verilen alanlardan biri. Elektrik-elektronik sektörü firmaları, hizmetleri ile ülke ekonomisine maddi gelir ve istihdam açısından önemli katkılar sağlamaktadır. Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi kapsamında Elektrik-Elektronik Teknolojisi alanı altında; dallarında öğretim programları hazırlanmıştır. Giyim üretim teknolojisi Giyim Üretim Teknolojisi Alanı, Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi (MEGEP) kapsamında mesleki ortaöğretim kurumlarında eğitim verilen alanlardan biri. Giyim ve hazır giyim sanayi, sağladığı istihdam imkânı, üretim sürecinde yarattığı katma değer ve uluslararası ticaretteki ağırlığı nedeniyle ekonomik kalkınma sürecinde önemli rol oynayan bir sanayi dalı olagelmiştir. Gelişmiş ülkelerin 18. yüzyılda gerçekleştirdikleri sanayileşme sürecine damgasını vuran tekstil ve daha sonra hazır giyim sanayi, günümüzde de gelişmekte olan ülkelerin kalkınmalarında benzer bir rol oynamaktadır. Tekstil ve hazır giyim sanayi, gelişmiş pazar ekonomilerinde yaratılan katma değer sıralamalarında Tekstil göstermektedir. Diğer sektörlerde olduğu gibi hazır giyim sektöründe de teknolojik gelişmeler paralelinde yapılan işin süresini kısaltmakta ve verimi artırmaktadır. Dolayısıyla yeni teknoloji kullanımını geliştirip destekleyecek temel meslekî eğitimin verilmesi gereği de hissedilmektedir. Bu meslekte yetişmiş eleman bulmakta zaman zaman güçlükler yaşanmaktadır. Nitelikli eleman sıkıntısına çözüm olarak, sınırlı olan mesleki eğitim imkânlarının artırılması gösterilmektedir. İş yerlerinin ücret politikalarında önemli sayılabilecek farklılıklar bulunmakta, bu nedenle iş devamlılığı sağlanamamakta ve elemanlar sık sık iş değiştirmektedir. Bilgi ve beceri düzeyi yüksek olan iyi yetişmiş meslek elemanlarının iş bulma şanslarının yüksek olduğu gözlenmektedir. Giyim sektörü, gerek yaratılan katma değer gerekse ihracat gelirleri içindeki yüksek payı nedeniyle Türkiye gibi yoğun genç nüfusa sahip ülkelerde Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi kapsamında, Giyim Üretim Teknolojisi Alanı altında; dallarında öğretim programları hazırlanmıştır. Türkiye'de Giyim Üretim Teknolojisi Alanı'nda, bu dalların öğretim programları hazırlanarak eğitimine başlanmasının, sektörde yıllardır süregelen eğitim açığını giderecek önemli bir girişim olacağı düşünülmektedir. Giyim Üretim Teknolojisi Alanı programı, sektör ihtiyaçları göz önünde bulundurularak hazırlanmış geniş kapsamlı bir programdır. Giyim Üretim Teknolojisi Alanı programının hazırlanmasında, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığında görevli uzman ve alan öğretmenleri, sektör temsilcileri, üniversitelerden alan uzmanları ve meslek elemanları ile işbirliği içinde hazırlanmıştır. Bu doğrultuda Giyim Üretim Teknolojisi Alanı ve altında yer alan mesleklerde uluslararası ve ulusal düzeyde standartlara uygun, her yaşta ve düzeyde bireye eğitim olanağı sağlayan programları hazırlamak hedeflenmiştir. Emirates Kuleleri Emirates Kuleleri, Birleşik Arap Emirlikleri'ne ait Dubai'de Otel ve İş merkezi olarak kullanılan çift binaya sahip gökdelendir. Emirates Kuleleri'nin çatıları üçgen şeklinde 45 derece eğik düzleme benzer şekildedir. Bu üçgen yapının üzeri cam kaplama ile örtülmüştür. Bina içerisinde tamamen ışıklandırılmış avlu ve avlu içerisinde estetik cam asansörler yer almaktadır. Emirates Kuleleri'nin binalarından birisi otel olarak kullanılmaktadır. Otelin ismi Emirates Towers Hotel dir. Otel yükseklik olarak dünyanın üçüncü en yüksek otelidir. Otel binası 309 metre uzunluğa sahip ve 51 katlıdır. Emirates Kuleleri yaklaşık 355 metre yükseklikle inşaat halindeki Burj Dubai'den sonra (Temmuz 2008'de 681 metreye ulaşmıştır). Abılay Han Abılay Han (d. 1711 - ö. 23 Mayıs 1781) Kazak Türkleri önderi Orta Cüz Hanı. Asıl adı Abilmansur'dur. Babası Veli Hanın ülke'de çıkan bir ayaklanma sırasında Yese ilinde öldürülmesinden sonra Ebul Membet Hanın yanına götürüldü ve onun yanında yetişti. Ebul Membet Hanın dış işlerine bakan bir vezir ve ordu komutanı oldu. 1771 yılında Ebul Membet Hanın ölümü üzerine yerine Orta Cüz devletine büyük Kurultayca Han seçildi. Çin ve Rusya arasında denge siyaseti izledi. İki taraf da Orta Cüz Hanlığı'nı tehdit ediyordu. Birçok güçlükle karşılaştı. İki taraftan da devletine karşı tehditler oldu. Dirayetli yapısı güçlüklere karşı gelmesinde önemli rol oynadı. Devleti çok iyi yönetti. Çinlilerin Cungar-Kalmuk devletini ortadan kaldırmalarından sonra Çinlilerle anlaşabilmesi ve savaş yapmadan sonuçlandırması kendisi için başarı oldu. Devlete barış ve ulusa refah sağladı.Kalmuk'lara karşı yaptığı kahramanca ve cesurca savaşlardan dolayı Kaniçer diye de anılır. Ölmesi ülkede zayıflığa yol açtı. Torunu ünlü halk kahramanı Kenasarı Kasımoğlu'dur. Doğu Türkistan (anlam ayrımı) Doğu Türkistan şu anlamlara gelebilir; Tuntex Sky Kulesi Tuntex Sky Kulesi "T & C Tower (Tuntex & Chien-Tai Tower)" Tayvan'da Kaohsiung kentinde 85 katlı bir gökdelendir. Toplam 348 Metre uzunluğa sahiptir. Binanın tasarımı Kaohsiung'un Çince'de yüksek anlamına gelen "gao" (高) karakterinden esinlenmiştir. 37 ile 80. kat arası otel olarak kullanılmaktadır. Otel adı Splendor Kaohsiung Hotel'dir. Türkiye'de bilişim teknolojisi eğitimi Bilişim sektörü firmaları, hizmetleriyle ülke ekonomisine maddi gelir ve istihdam açısından önemli katkılar sağlamaktadır. Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi kapsamında Bilişim Teknolojileri alanı altında; dallarında Türkiye’de Bilişim sektöründe bu dalların öğretim programlarının hazırlanarak eğitimine başlanması ile sektörde yıllardır süregelen eğitim açığını giderecek önemli bir girişim olacağı düşünülmektedir. Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi kapsamında Bilişim Teknolojileri Alanı Çerçeve Öğretim Programının hazırlanmasında, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı’nda görevli uzman ve alan öğretmenleri, sektör temsilcileri, üniversiteden alan uzmanları ve meslek elemanlarıyla iş birliği içinde çalışılmıştır. Bilişim alanı için toplam 135 modül (yaklaşık 8000 sayfa) hazırlanmaya devam etmektedir. Belli zamanlarda da modüllerin içeriği güncellenerek piyasa ile eğitim sistemi paralelliği sağlanacaktır. Bu doğrultuda Bilişim Teknolojileri alanı ve altında yer alan mesleklerde uluslararası ve ulusal düzeyde standartlara uygun, her yaşta ve düzeyde bireye eğitim olanağı sağlayan programları hazırlamak hedeflenmiştir. Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi kapsamında Bilişim Teknolojileri Alanı altında bulunan dallar ve açıklamaları aşağıdaki gibidir.bunlar;çok önemlidir Bilgisayar sistemlerinin donanım ve yazılım kurulumu, bakım ve arıza giderme işlemleri ve bilgisayar ile kontrol
edilebilen sistemler ve bilgisayar parçalarına uygun yeni sistemler kurmaya sahip nitelikli kişidir. Görevleri Bilgisayar sistemlerinin donanım ve yazılım kurulumu, veri tabanı ve programlama dilinin kurulumu, veri tabanının oluşturulması ve yönetimi, yazılım geliştirme, hata giderme, bakım ve yedek almaya yönelik eğitim ve bilgisayar sistemlerinin donanım ve yazılım olarak kurulumu bilgilerinin yanında, web sayfası tasarımına ve programlama dilleri yardımıyla etkileşimli web uygulamaları hazırlayan nitelikli kişidir.Ayrıca veritabanı güvenliğinden sorumludur zor ancak kazançlı bir meslektir. Web programcısı, büro ortamında çalışır ve genellikle tasarım ve görsel unsurlarla uğraşır. Home Office de çalışabilirler. Çalışırken diğer meslektaşlarıyla ve iş sahipleriyle etkileşim hâlindedir. İş oturarak yürütülür, ortam genellikle sessizdir. Meslekteki hastalık riskleri; bilgisayar çalışanlarının görmeye yönelik sorunlarının başında göz sulanması, gözlerde tahriş ve batma, göz yorgunluğu, mavi ve çift görme gelmektedir. Bilgisayarda çalışanların başlıca şikâyetlerini boyun, omuz, el, kol, ayak ve sırt bölgelerinde yorgunluğa bağlı rahatsızlıklar meydana getirir. Bu tür rahatsızlıklar eklem ve kas hastalıkları oluşturur. Web programcıları, kamu kuruluşları, bankalar ile özel sektöre ait iş yerleri, internet üzerinden ticaret (e-ticaret) yapan firmalarda çalışabilirler. Ayrıca kendilerine ait özel iş yerleri de açabilirler. Web programcısı; Meslek eğitimi meslek liselerinin Bilgisayar Kullanımı alanı Web Programcılığı sertifika programında verilecektir. Bu alan mezunları; meslek yüksek okullarının Bilgi Yönetimi (Uzaktan Eğitim veya Açık Öğretim), Bilgisayar Teknolojisi ve Programlama (Örgün veya Uzaktan Eğitim), Bilişim Yönetim, e-Ticaret ve Masaüstü Yayıncılık ön lisans programlarına sınavsız geçiş yapabilirler. Ayrıca meslek liselerinden başarılı olarak mezun olan adaylar SAY-1 puan türünde Bilgi Teknolojileri, Bilgisayar Öğretmenliği, Bilgisayar Sistemleri Öğretmenliği, Bilgisayar ve Kontrol Öğretmenliği, Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği, Bilişim Sistemleri ve Teknolojileri, Elektronik-Bilgisayar Öğretmenliği, Kontrol Öğretmenliği bölümlerine ve EA-1 puan türünde Yönetim Bilişim Sistemleri 4 yıllık yüksek öğrenim programlarına ek puan avantajı girebilme şansına sahiptirler. Bunun yanında ön lisans programlarını başarı ile bitirenler ÖSYM tarafından açılan dikey geçiş sınavında başarılı oldukları takdirde, yukarıda bahsedilen 4 yıllık bölümlere dikey geçiş yapabilirler. Bilişim Teknolojileri Alanı'ndan mezun olan öğrenciler, seçtikleri dal/meslekte kazandıkları yeterlikler doğrultusunda; İt İt sözcüğü ile şunlardan biri kastedilmiş olabilir: Akümülatör Akümülatör, Akü, Akım toplar, Batarya ya da Biriktireç, elektrik enerjisini kimyasal enerji olarak depo eden, istenildiğinde bunu elektrik enerjisi olarak veren cihaz, araçlarda bulunan elektrik enerjisi kaynağı. Çalışma prensipleri aynı olmakla beraber, günümüzde ise akümülatörler sadece araçlarda marş amaçlı olarak değil; elektrik enerjisinin depolanması ve gerektiğinde geri alınması / kullanılması amaçlı olarak da kullanılmaktadır. Özellikle sabit / durağan yerlerde kullanılmak üzere üretilen akümülatörlerin iç yapısı, starter / marş amaçlı olanlara göre büyük farklılık ihtiva eder. Kesintisiz ve/veya yedek enerji ihtiyaçları için bilinen en eski, kolay ve ekonomik yöntemdir. Sabit tesis akümülatörleri de kendi aralarında alt gruplara ayırmak mümkündür. Ayrıca likit bazda asit ihtiva edenler olduğu gibi, yeni jenerasyon vrla / agm ve gel teknolojisi ürünlerde asit sıvı bazda değildir. Bu sayede bakıma gereksinim duyulmadan kullanım ile cihaz içi vb. kapalı yerlerde kullanma imkânı gibi avantajları mevcuttur. Akünün görevi marş motorunu, ateşleme sistemini, doğru akımla çalışan tüm devreleri, ışık ve alıcıları beslemektir. Benzinli motorlarda kullanılan 12 voltluk akü, birbirine seri olarak bağlanmış altı adet elemandan meydana gelmiştir. Genellikle her eleman içerisinde, yine birbirlerine seri olarak bağlanmış 4 adet pozitif, 5 adet negatif yüklü plakalardan meydana gelir. Bu plakalar, kurşun-antimuan alaşımı petek üzerine, aktif maddelerin sıvanarak fırınlanmasından oluşur. Pozitif plakalar aktif madde olarak, kurşundioksit içerir. Negatif plakalar aktif madde olarak, saf kurşun içerir. Bu tür plakalar arasına, kısa devreyi önlemek için plakaları izole eden ayırıcılar yerleştirilir. Ayırıcılar, plakalar arasındaki kimyasal tepkimeyi engellemeyecek şekilde çok küçük gözenekleri bulunan plastiklerden yapılır. Akünün içinde Sülfürik asit saf su karışımı olan elektrolit konulur. Karışımda %39 asit, %61 su vardır. Elemanlar arası seri köprülerle bağlanmıştır. Gemi Gemi, su üstünde dengede durabilen, manevra kabiliyeti bulunan (makine, yelken, kürek yardımı vb.) belli bir büyüklüğe sahip olan ulaşım aracıdır. =Tarihi= İlk olarak MÖ 4000 yıllarında Eski Mısırlıların uzun kamışlı tekneler yapması gemilerin bilinen en eski örneğini oluşturmuştur. MÖ 3000 yıllarından sonra Polinezyalılar, Pasifik Okyanusu'nda uzun mesafeler katedebilmelerini sağlayan Polinezya navigasyon sistemini oluşturdular. MÖ 15. yüzyıldan itibaren Fenikeliler kurdukları ticaret kolonileri aracılığıyla bütün Akdeniz’e yayılmışlardı. Koloniler arasında ulaşım ve ticaret, gemiler aracılığıyla sağlanıyordu. 700-1000 yılları arasında Vikingler uzun tekneler yapmışlardır. 1500'lü yıllardan itibaren kalyon adı verilen tekneler yapılmıştır. 19. yüzyılda yelkenlerin yerini buhar gemileri almaya başlamıştır. Bunlar hâlen kullanılmaktadır. =Gemi Türleri= Çeşitli gemi tipleri bulunmaktadır. Tanker, konteyner, cevher, LASH, kurtarma, buzkıran, yat, fabrika, frigorifik, savaş ve tekne başlıca gemi çeşitlerindendir. Savunma ve saldırı görevi yapan, ateş gücü olan askeri gemilerdir. Muharebe gemilerine malzeme, personel, vs...destek olan ateş gücü bulunmayan askeri gemilerdir. = Dizayn Özellikleri ve Yapısal Bileşenler= Modern bir yük gemisini oluşturan temel yapısal bileşenler tekne, üst yapıdır. Elektro-mekanik sistemler( ana makine, yardımcı makineler, güverte makineleri, elektronik sistemler), boru ve elektrik devreleri de donatım bileşenleridir. = Gemileri Tanımlamada Kullanılan Kavramlar = D = T + f Δ = V (deplasman hacmi)* γ (suyun özkütlesi) C= V / (L * B * T) 1 MT = 1000 kg 1 GT = 100 feet küp = 2,83 metreküp =Örnek Görseller= = Ayrıca Bakınız = = Kaynakça = The Center The Center, Çin'e bağlı Hong Kong'da bulunan bir gökdelendir. 1998 yılında inşası tamamlanmıştır. Toplam 346 metre yüksekliğe sahiptir ve 73 katlıdır. Yapısöküm Yapısöküm veya Dekonstrüksiyon ilk kez post-yapısalcı düşünür Jacques Derrida tarafından burada belirtilen içerikte kullanılan bir terim. Post-modernizmin ve eleştirel kuramın bazı dallarına göre dekonstrüksiyon, bir metnin, bir veya daha fazla "ses" ile seslendirilmesi için, batılı kulağa göre, metnin göründüğü sınırsız bir niteliktir. Dilin geleneksel Avrupa merkezli dünya görüşü tarafından yönlendirilen, kesin hatları olmayan bir araç olduğu kabulüne dayanarak eski metinlerin yeni anlamlarını onları yeniden yapılandırarak inşa eden post-modern eleştirel yaklaşım. Yapısöküm terimi 1960'lı yıllarda Jacques Derrida'nın dönemin önemli düşünce hareketleri olan fenomenoloji, yapısal dilbilim ve yapısal antropoloji çalışmalarının teorik dokularının özenli bir değerlendirmesini sunmaya girişmesi sonucu ortaya çıkmış ve yaygınlaşmış bir terimdir. Metinlerle olan tekil ve içkin ilişkisini vurgulayarak Derrida bu terimin genelgeçer bir tanımını yapmaktan hep kaçınmış, özellikle geleneksel anlamda bir metodoloji ya da analiz olarak değerlendirilmesine karşı çıkmıştır. Yapısökümün tanımları daha çok negatif terimler ile yapılabilse de Derrida'nın düşüncesinin her zaman Nietzsche'ye referanslı bir olumlayıcı bir hamle olduğunu teslim etmek gerekir. "Deconstruction" terimi Türkçede farklı şekillerde karşılanabilir olmakla beraber, yapısökümcülük, hem yaygın olarak kullanılmakta hem de söz konusu içkin değerlendirmenin metnin teorik örgüsüne ilişkin bir uygulama olması itibarıyla iyi bir karşılık sunmaktadır. Yapısöküm, felsefe, iletişim sosyolojisi, eleştirel teori, sosyoloji, mimarlık, estetik, edebiyat teorisi ve benzeri bütün alanlarda yaygınlaşmış ve genel bir etki kazanmıştır. Cahil Periler Cahil Periler (Le Fate Ignoranti); İtalyan ortak yapımı bir filmdir. Ferzan Özpetek'in yönettiği ve Gianni Romoli ile senaryosunu yazdığı film Avrupa'da büyük başarı kazanmıştır. Amerika'da 215.449 $ hasılat yapan film İtalya'da da büyük ilgi gördü . Antonia ve Massimo, Roma yakınlarındaki bir sayfiyede normal hayat süren 15 yıllık evli bir çifttir. Massimo bir araba kazası sonucu hayatını kaybeder. Antonia'nın annesi Massimo'nun ofisindeki eşyaları toparlar ve Antonia'nın evine getirir. Ofisten gelen bir tablo Antonia'ya kocasının hayattayken onu aldattığını düşündürür ve bunu araştırmaya başlar. Öğrendikleri bir anda hayatını değiştirir. NTVMSNBC - Ferzan Özpetek'le film üzerine yapılan röportaj Anlat İstanbul Anlat İstanbul, İstanbul'da yaşayan insanların hikâyelerini alıyor, hikâyeleri masallara, insanları kahramanlara dönüştürerek anlatıyor. Bir klarnetçi, bir fahişe, delirmiş bir kadın ve dahası, farklı 5 öyküyle sunuluyor. Bu öykülerde, çok bilinen masallardan Fareli Köyün Kavalcısı, Pamuk Prenses, Külkedisi, Uyuyan Güzel ve Kırmızı Başlıklı Kız'ı esas alıyor. Bahtiyar Uyanık Bahtiyar Uyanık, (d.1949, Çankırı) Türk İnşaat Mühendisi ve siyasetçi. Maltepe ilçesinin ilk belediye başkanıdır. Anavatan Partisi'nden seçilerek 3 dönem görev yapmıştır. Göller Kenz el-Küberâ ve Mehekk el-'Ulemâ Kenz el-Küberâ ve Mehekk el-'Ulemâ, Türk düşünürlerinden Şeyhoğlu Sadrüddîn Mustafa'nın siyasetnâmesi. 1401 yılında yazılmış olan eser Kutadgu Bilig'den sonra siyaset felsefesine dair konuları inceleyen ikinci Türkçe eserdir. Eser aslında tanınmış düşünür Necmüddîn-i Râzî'nin Mirsâd el-'İbâd is
imli eserinden yararlanılarak kaleme alınmıştır. Fakat eseri Mirsâd el-'İbâd'ın Türkçe tercümesi olarak tanımlamak yanlış olur; eser daha çok bir uyarlama niteliğindedir. Necmüddîn-i Râzî'nin siyasi görüşlerinin Osmanlı Devleti'nde yayılmasına katkıda bulunmuş olan Kenz el-Küberâ ve Mehekk el-'Ulemâ, dönemin toplumsal yapısının bozulduğuna işaret eder ve geleneksel siyaset anlayışı açısından devlet yönetiminin temel makamlarında bulunan kişilerin (sultanlar, vezirler ve âlimlerin) yapması ve yapmaması gerekenleri ifade eder. Ayrıca âlimleri konu alan kısımlarında ilimlerin tasnifi yapılmakta ve Şeriat'a göre yararlı ve yararlı olmayan ilimler belirtilmektedir. Eserde yer alan bu ilimler tasnifi ve ilgili hususlar yine daha önce farklı birçok düşünür tarafından ortaya atılmış olan şekillerdendir ve orijinal değildir. Göl Göl, karalar üzerindeki çanakları doldurmuş tatlı veya tuzlu su kütlesidir. Göller, kapalı havzaları dolduran geniş, durgun su kütlesi olarak da tanımlanır. Gölsel ortamlar, oldukça belirgin çökel türü ve çökel yapılarına sahiptirler. Göller, yer altı ve yer üstü sularıyla beslenir ve acı, tatlı, sodalı ve tuzlu olabilir. Bu farklılığın nedenleri, iklim koşulları, beslenme kaynakları, gölün bulunduğu arazinin yapısı, gölün büyüklüğü, derinliği ve gideğeninin (göl ayağı) olup olmamasıdır. Beslenme kaynağı güçlü olan göller fazla sularını bir gideğen yardımıyla denizlere boşaltır. Sularını dışarıya bir gideğen yardımıyla boşaltan göllerin suyu tatlı, sularını dışarıya boşaltamayan göllerin suyu ise acı veya tuzludur. Göller ve nehirler tatlı su ekosistemine girer. İç ve dış kuvvetlerin etkisiyle oluşan çukurluklarda su birikmesiyle oluşan göllerdir. Bergamalı Kadrî Bergamalı Kadrî, 16. yüzyıl Türk dilcisi. Bergamalı Kadrî hakkında kaynaklarda kayda değer bir bilgi bulunmamaktadır. 1530'da kaleme alınmış Müyessiretü'l-Ulûm adlı dil bilgisi kitabının yazarıdır. Bu kitap Anadolu Batı Türkçesiyle yazılmış en eski dil bilgisi eseridir. Bergamalı Kadrî bu eserini Kanuni Sultan Süleyman'ın sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa adına sunmuştur. Eser Besim Atalay tarafından Türkiye Türkçesine aktarılmıştır. (1946) Bergamalı Kadri Efendi adı 01.06.1938 tarihinde Kültür İşyarlığı'nın 20.05.1938 tarih ve 637 sayılı betisi (yazısı) ile doğup büyüdüğü şehir olan Bergama'da "İkinciokul" adıyla faaliyet gösteren bir ilkokula verilmiştir. Bu okul Bergama'da cumhuriyet dönemini açılan ikinci ilkokuldur. 01.09.1972 tarihinde kullandığı binanın öğrenci sayısına göre yetersiz kalması ve yapının çok eski olması nedeniyle kapatılarak yakın bölgedeki 14 Eylül İlkokulu'na ilhak olmuştur. Ama sonrasında Bergama'da yeni açılan okullardan hiç birinde bu isim yaşatılamamıştır. Birçok Bergama'lı da Kadri Efendi'yi yeterince tanımasa bile yazdığı eserler hâlâ okunmaktadır. Feleknâme Feleknâme, 1301 yılında, Türk şair Gülşehrî tarafından Farsça kaleme alınmış bir mesnevidir. Eserde insanın nereden geldiği ve nereye gideceğine değinilir, dönemin astronomi, teoloji ve astroloji bilgisine dayanan çeşitli bilgiler verilir. Gülşehrî’nin mutasavvıf olması sebebiyle eserde tasavvuf etkisi görülür. On İki Sandalye On İki Sandalye (Rusça: "Двенадцать стулев"). İlya İlf ve Yevgeni Petrov'un birlikte kaleme aldıkları roman. İlk kez 1928'de yayınlandı. Devamı niteliğindeki diğer İlf-Petrov romanı Altın Buzağı (Rusça: "Золотой телёнок"). İki kitabın da baş kişisi Ostap Bender, Sovyetler Birliği'nde kült bir figür haline gelmiştir. Romanı Türkçeye Mehmet Özgül çevirdi ve bu çeviri 2002 yılında Evrensel Basım tarafından yayınlandı. "On İki Sandalye" Sovyetler Birliği'nde ve diğer ülkelerde birçok kez filme çekildi. İlk kez 1933'te Polonya'da "Dwanaście krzeseł" adıyla beyazperdeye aktarıldı. İsmi ve karakterleri değiştirilerek 1938 yılında Almanya'da "On Üç Sandalye", 1970'te ABD'de Mel Brooks'un yönetmenliğinde "The Twelve Chairs" adlarıyla ve 1971 ve 1976'da Sovyetler Birliği'nde filme çekildi. Millward Brown MillwardBrown, Dünyanın önde gelen reklam, medya planlama & satınalma, ve diğer pazarlama hizmetleri şirketlerinin içinde bulunduğu WPP Group bünyesindeki araştırma, bilgi ve danışmanlık grubu The Kantar Group'a bağlı, genel yönetim merkezi Chicago'da bulunan çok uluslu Ingiliz pazar araştırma şirketidir. MillwardBrown, Businessweek ve Interbrand işbirliği ile her yıl açıklanan Dünyanın En İyi 100 Markasından 70'i ile, Türkiye'nin ilk 100 reklamvereninin 40'ı ile çalışmaktadır. Türkiye Ofisi’nin müşterileri arasında Unilever, Procter & Gamble, Reckitt Benckiser, Coca-Cola, Pepsi, Turkcell, Vodafone, Ülker, Eti, Frito-Lay, Nestle, Ferrero, Cadbury Kent, Diageo, HSBC, Yapı Kredi, Pfizer, GlaxoSmithKline, Ford, Peugeot, MSN, Vestel, Hürriyet Gazetesi, Zaman Gazetesi gibi şirketler bulunmaktadır. 2010 itibarıyla tüm dünyada 46 ülkede 80 ofisi ve 3000'in üzerinde çalışanı vardır. Reklam etkinliği ve marka takibi araştırmalarında uzman olup, dünyada sürekli marka ve reklam takip çalışmalarının öncüsü olan pazar araştırma şirketidir. Bu nedenle aynı zamanda bugüne kadar takip ettiği 25.000 marka ile dünyanın en çok marka ve reklam takip etmiş pazar araştırma şirketidir. Reklam etkinliği ve marka takibi çalışmalarını DynamicTracking adı verilen toplam iletişim etkinliği takip modeli ile yürütmektedir. Halen tüm dünyada 1000'in, Türkiye'de 30'un üzerinde sürekli takip çalışması yürütmektedir. Reklam etkinliği ve marka takibinin yanı sıra reklam ön-testinde uzman olan şirketin Link adı verilen, tüm dünyada en çok kullanılan ve reklamın satış başarısını önceden doğru bir şekilde tahmin edebilen reklam ön-testi modeli vardır. Dünyada kurulduğu günden bu yana test ettiği 57.000 reklam ile en çok reklam testi yapan şirket olduğu gibi, 2000 yılında Türkiye ofisini açtıktan sonra 2010 itibarıyla test ettiği 900 civarında reklam ile Türkiye'de de en çok reklam test etmiş pazar araştırma şirketidir. MillwardBrown'un bir diğer modeli de BrandDynamics adı verilen, marka değerlerini ve tüketicilerin marka ile kurdukları ilişkinin derinliğini çok iyi analiz eden ve markaların geleceğe yönelik başarı şanslarının ne olacağını tahmin edebilen bir araştırma ve analiz metodudur. FreeRTOS FreeRTOS pek çok mikrokontrolöre taşınabilen gömülü cihazlar için tasarlanmış gerçek zamanlı işletim sistemidir. GPL lisansının değiştirilmiş bir şekli altında dağıtılmaktadır. Bu lisans kullanıcıya ait kodların kapalı kalmasını bunun yanında kernel'in açık kaynak olarak kullanılmasına izin vermektedir bu da FreeRTOS'un ticari kullanımını kolaylaştırmaktadır. FreeRTOS' ücretsiz olarak indirilip kullanılabilmektedir. Desteklediği mimariler; Kurulum işlemi her türlü mimari için önceden hazırlanmış konfigurasyon işlemi ile gerçeklştirilebilir. FreeRTOS işdüzenleyicisi küçük ve basit olacak şekilde tasarlanmıştır. FreeRTOS CORTEX-M3 mikrokontrolörleri için tasarlanmış gerçek zamanlı bie kernel' e sahip ilk işletim sistemi olmuştur. Franco Cángele Franco Dario Cangele (d. 16 Temmuz 1984, Buenos Aires), Arjantinli futbolcudur. 1. Lig takımlarından Elazığspor'da forma giymektedir. Futbola Boca Juniors altyapısında başlamıştır. 2002-2004 yılları arasında Boca Juniors forması giymiştir. Boca Juniors taraftarı ona "Buz Adam" lakabını takmıştır. Boca Juniors ile 2003 yılında Arjantin Ligi Şampiyonluğu,Libertadores Kupası ve 2004 yılında da Güney Amerika Kupası şampiyonluğu yaşamıştır. 2005 yılında kiralık olarak kısa bir dönem Independiente forması giymiş ancak sezonun 2. yarısında Colon Santa Fe takımına transfer olmuştur.Sezon sonunda ise Türkiye'nin yolunu tutmuştur. 2006-07 sezonunda kiralık olarak Colon Santa Fe'den takım arkadaşı Alejandro Rubén Capurro ile beraber Sakaryaspor forması giymiştir. Sakaryaspor forması ile futbolunun yanı sıra hırçın tavırlarıyla da dikkat çekmiştir. Bu sezon Kayserispor ile oynanan maçta 3 gol atmayı başarmıştır. 2007 yılında asıl çıkışını gerçekleştireceği Kayserispor'a transfer olmuştur. Süper Lig takımlarından Kayserispor, Boca Juniors takımından bonservisini ilk yılı kiralık olmak üzere 1+3 yıllık opsiyonlu şekilde almıştır. İlk sezonunda Kayserispor'da harikalar yaratan Cangele, forvet arkası oynadığı takımında 25 karşılaşmada 4 gol, 9 asistlik bir performans sergiledi. Kayserispor takımı ile 2007-08 sezonunda Türkiye Kupası şampiyonluğu yaşamıştır.Ancak bu maçta yaşadığı sakatlık sebebiyle 6 ay süren bir sakatlık dönemi geçirmiştir. Tedavisi ülkesi Arjantin'de yapılmıştır ve sakatlıktan dolayı takımı ile UEFA Kupası'nda mücadele edememiştir. 2008-09 sezonunun ilk yarısının ortalarında forma giymeye başlamıştır. 2008-2009 sezonunda Süper Lig'de 24, Uefa kupasında 1 ve Türkiye Kupasında ise 2 karşılaşmaya çıkan Arjantin'li futbolcu, rakip filelere 8 gol gönderdi, 5'te asist yapma başarısı gösterdi. 2009 - 2010 futbol sezonunda ise Süper Lig'de tam bir Cangele fırtınası esti. Arjantin'li futbolcu, 14 gol pası vererek Süper Lig'de asist krallığında ilk sırada yer aldı. Yine aynı sezon rakip filelere 6 gol gönderen Cangele, takımının vazgeçilmez oyuncuları arasında yer aldı. 2010-2011 sezonu ise Arjantin'li futbolcu için iyi geçmedi. Sezon yine iyi başlayan ve 4 maçta rakip filelere 2 gol gönderen Cangele, 5.hafta sakatlanarak 2 sezon formasından uzaklaştı. 2012-2013 sezonunda ise sakatlıktan tamamen kurtulan yıldız futbolcu, Kayserispor'da sadece 6 kez forma giyebildi ve sezon sonunda kulüpten ayrılmıştır. 28 Haziran 2013'te altyapısında futbola başladığı kulüp olan Boca Juniors'a geri dönmüştür. Ülkesinin köklü kulüplerinden Boca Juniors'a transfer olan Cangele, 6 karşılaşmada sahada yer aldı. Boja Juniors taraftarları tarafından "Buz Adam" lakabı takıldı. Boca Juniors'ta bekletnileri karşılayamayan Cangele, 2013-14 devre arasında forvet arkası mevkiine transfer yapmak isteyen Okan Buruk'un çalıştırdığı Elazığspor takımına transfer oldu. Bu takımla yarım sezonluk kiralık sözleşme imzaladı. Cangele ilk maçına ise "33" numaralı formasıyla Akhisar Belediyespor maçında 26 Ocak tarihinde çıktı. FIFA'nın 20
03 yılında düzenlemiş olduğu Dünya Gençler Futbol Şampiyonası'nda Arjantin genç millî futbol takımının kadrosunda Carlos Tevez ve Javier Mascherano gibi futbolcularla birlikte yer almıştır. Kasım 2014 tarihinde Cángele'nin eşi Veronica Esterriaga bir süredir tedavi gördüğü hastalık nedeniyle hayatını kaybetti. Sevdim Bir Genç Kadını Bestesi Necip Celal Antel'e, sözleri Bedri Noyan'a ait Türk tangosudur. Tangonun asıl adı ""Özleyiş"" olmasına rağmen, başlangıç dizesinin akıllarda kolay kalması ile müzik severler arasında zamanla bu şekilde adlandırılmaya başlandı. En çok Esin Engin ve Secaattin Tanyerli tarafından seslendirilmiş ve onlarla tanınmıştır. Şarkının ilk dizesinin herkes tarafından bilinmesine rağmen, özellikle ""Bin elemle doluyor"" dizesi en çok yanlış söylenen dizelerdendir. Sevdim bir genç kadını, ansam onun adını. Her şey beni ona bağlar, kalbim durmadan ağlar. Aşkım hiç sönmeyecek, gitti o dönmeyecek. Uzun yıllar geçse bile, yaşarım hayaliyle. Kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer, Bu sesimle ona ersem bana dünyaya değer. Ne yazık ki deniz engin, şu ufuklar ölgün, Bin elemle doğuyor her yeni gün. Yarın olsun, yarın olsun diye renkler soluyor, Neye baksam ne işitsem bana bin dert oluyor. Şu karanlık günün elbet gelecektir sonu, Kalbim özlüyor onu. Yollar uzun sürüyor, sevgi beni bürüyor. Kavuşursam bir gün ona, hasret erecek sona. O gün bahar olacak, yollar çiçek dolacak. Sevinçlerle coşacağım, sevgime koşacağım. Kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer, Bu sesimle ona ersem bana dünyaya değer. Ne yazık ki deniz engin, şu ufuklar ölgün, Bin elemle doğuyor her yeni gün. Yarın olsun, yarın olsun diye renkler soluyor, Neye baksam ne işitsem bana bin dert oluyor. Bu karanlık günün elbet gelecektir sonu, Kalbim özlüyor onu. Neco Martínez Luis "Neco" Martínez tam adı Luis Enrique Martínez Rodríguez (d. 20 Ağustos 1984, Necoclí), América de Cali takımında kaleci pozisyonunda görev yapan Kolombiyalı millî futbolcudur. 2007-08 mevsimi devre arasından itibaren Manisaspor'un kalesini korudu.Daha sonra Sakaryaspor'a geri dönen Luis Martínez,Bank Asya 1,ligin statüsü gereği sözleşmesi bittikten sonra bir daha sözleşme imzalayamadı. Neco takma adını doğduğu şehrin adından alır. Birkaç defa Kolombiya millî takımının kalesini korudu. Hatta 30 Mayıs 2006 günü Polonya'ya karşı oynanan bir dostluk karşılaşmasında uzun bir vuruşla gol atmıştır.Şu an Kolombiya'nın Once Caldas takımında oynamaktadır. Honneur Stadyumu Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı Honneur Stadyumu, 35.000 seyirci kapasitelidir. Şeyh Muhammed el-Ağtaf Stadyumu Stade Cheikh Laaghdef Fas'ın El Massira şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakalarının yapıldığı stadyum, 40.000 seyirci kapasitelidir. Okan Yılmaz Okan Yılmaz (d. 16 Mayıs 1978, Bursa), Santrafor mevkiinde görev alan Türk eski millî futbolcu ve teknik direktör. Şu anda Mudanyaspor'da teknik direktörlük yapmaktadır. Okan, profesyonel futbol kariyerine 1996 yılında İnegölspor'da başladı ve iki yıl sonra Süper Lig takımlarından Bursaspor'a transfer oldu. 2000-2001 ve 2002-2003 sezonunda Bursaspor forması altında 2 kez Süper Lig'inde gol kralı olan Okan, 7 yılda çıktığı 224 lig maçında 98 gol kaydetti. 2003-2004 sezonu başında Fransa'nın önemli kulüplerinden Olympique de Marseille ve Rusya ekibi CSKA Moskova tarafından istenen futbolcu, Bursaspor'dan ayrılma kararı alarak Fransa'nın önemli kulüplerinden Marseille ile 5,5 milyon dolarlık ön sözleşme imzalamıştır. Ancak, son anda ani bir kararla bu transferden vazgeçmiş, yoluna Bursaspor'da devam etmiştir. Kaptanlığını yaptığı Bursaspor ile Süper Lig'den düşme şoku yaşayan Okan Yılmaz, 2004-2005 sezonunda attığı 25 golle 2. Lig'de de gol kralı olmayi başarmıştır. 2005-2006 sezonunda ise Malatyaspor'a transfer olan golcü futbolcu, bu takımda 4 gol kaydetmiş, Devre arasında transfer olduğu Konyaspor'da da 4 gol atarak, sezonu 8 golle tamamlamıştır. 2006-2007 sezonunda Sakaryaspor'a transfer olan ve buradaki tek golünüde Fenerbahçe'ye atan Okan Yılmaz, daha sonra transfer olduğu Diyarbakırspor ve Orduspor'da da eski performansını gösterememiştir. Oruspor'da kadro dışı brıakıldıktan iki ay sonra sözleşmesi feshedildi. Bonservisi 1. Lig'de mücadele eden Orduspor'da bulunan golcü futbolcu, kiralık olarak Super League (Yunanistan)'nin yeni ekiplerinden Panthrakikos formasıyla kariyerine devam eden Okan, pek fazla forma şansı bulamadığı gibi gol de atamadı. 2008-2009 futbol sezonun 2. yarısında, 2. Lig klasman grubunda yer alan Van Büyükşehir Belediyespor'a transfer olmuştur. 2009-2010 sezonunda 2. Lig 2. Grupta mücadele eden Tepecikspor'a transfer olmuştur. 2010-2011 sezonunun ilk yarısında ise Alanyaspor'da forma giymiştir, fakat sezon başladıktan 2 ay sonra sözeleşmesi tek taraflı fesh ederek takımdan ayrılmıştır. Okan Yılmaz 2011-2012 sezonu devre arasında Yalova Bölgesel Amatör Ligi ekiplerinden Altınova Belediyespor ile sezon sonuna kadar anlaşmıştır. 15 kez millî takımlara çağrılmış olan Okan Yılmaz, 4 kez U-21 ve 8 kez de A Milli olmak üzere toplam 12 kez Türk millî takım forması giymiş bu maçlarda 5 gol atmıştır. Ümit millî takımyla Türk futbol tarihinde ilk defa gruptan çıkarak 2000 Avrupa Şampiyonası Finalleri'ne katılan kadroda yer aldı. 2003 yılında Fransa'da oynanan 2003 FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda mücadele eden Okan, Türkiye'nin ABD'yi 2-1 yendiği maçta penaltıdan ilk golü kaydederken, son dakikada Türkiye'nin yediği golle 2-2 berabere kaldığı Brezilya maçında da fileleri havalandırdı. Fransa ile oynanan yarı final maçında maç 3-2 Fransa'nın üstünlüğü ile devam ederken 88. dakikada kazanılan penaltıyı gole çeviremeyince Türkiye yarı finalde elendi. Kolombiya karşısında 2-1 kazanılan üçüncülük maçında galibiyet golünü attı. 2012 yılında kısa bir dönem Yalova Altınova Belediyespor'u çalıştırmaya başlayarak teknik direktörlüğe adım atan Okan bir yandan da futbolcu olarak görev yaptı. 2012-2013 sezonu için futbolculuk kariyerini kesin olarak sonlandırarak Mudanyaspor'un başına geçti. NOT:"Evsahibi olarak Türkiye baz alınmıştır." Üretici güçler Üretici güçler, Marksist ekonomi politiğin temel altyapı kavramlarından birisidir. Ancak bu kavramın önemi yalnızca ekonomi politik açısından değil tüm bir Marksist teori açısından geçerlidir. Üretici güçler, esas olarak üretim aletleri ve araçlarından meydana gelen bir kavramlaştırmadır. Üretim ilişkileriyle çelişki halinde bulunmaktadır, ve gelişiminin belli bir aşamasında zorunlu olarak değişiklikler talep etmektedir. "Üretici güçler" ve Üretim ilişkileri kavramları, Marksist metinlerde genelde bir arada kullanılırlar ve birbirleriyle ilişki ve çelişki halinde Üretim biçimi denilen kategorinin içeriğini oluştururlar. Üretici güçler tanımlamasının Marksist teoride, tartışmasız bir önemi söz konusudur bu bağlamda. Tüm tarih ve toplum teorisinin analizinde temel kavramlardan birisidir Üretici güçler kavramı. Tarihin gelişmesinin ve ilerlemesinin kaynağı sonuç olarak Üretici güçlerdeki gelişmelerle ilgilidir Marksist teoriye göre. "Üretici güçler" gelişmesinin belli bir aşamasında, "üretim ilişkilerinin" zorunlu olarak değişmesini dayatırlar ve bunun sonucunda da tüm bir "üretim tarzı" belirli bir şekilde değişime uğrar. Üretici güçler burada sosyal değişimin maddi çekirdeği anlamına gelmektedir. Marks, Felsefenin Sefaleti adlı kitabında şöyle belirtir; Bundan dolayı "üretici güçler" tanımlaması, Marksist teoride yalnızca ekonomik bir tanımlama değil, tüm bir Marksist teorinin belirleyici nitelikteki tarih ve toplum açıklamasının dayanaklarından birisidir. Daha sonraki çalışmalarında Marks ve Engels, üretici güçler kavramını, materyalist toplum ve tarih anlayışlarının temel kavramsal aracı olarak sürekli vurgulayacaklardır. Windows XP Embedded Windows XP Embedded ya da XPe Microsoft tarafından gömülü sistemler için tasarlanmış bir işletim sistemidir. Windows XP Professional ile temel olarak aynı ikili dosyaları kullanmak ile birlikte özellikle Windows' un Win32 API tam desteğini isteyen OEM, ISV ve IHV geliştiricilerine pazarlanmaktadır. Mevcut Windows uygulamalarını ve cihaz sürücülerini çalıştırabilmektedir. XPe' nin Windows CE ile herhangi bir bağlantısı yoktur. İkisi de farklı cihazları hedeflemekte ve her birinin OEM üreticilerinin dikkate aldığı eksi ve artı yönleri bulunmaktadır. Örneğin, XPe hiçbir zaman CE' nin üzerinde çalıştığı kadar az yer kaplamayacaktır. Bununla birlikte, CE XPe' nin kullandığı Win32 API' lerini kullanamayacak, ve mevcut sürücü ve uygulamaların çok büyük kısmını çalıştıramayacaktır. XPe' nin kullanımının hedeflendiği cihazlar; ATM' ler, yiyecek ve meşrubat otomatları, yazar kasalar, atari makinaları, endüstriyel robotlar, ince istemciler, elektronik ev aletleri, NAS cihazları vb. İşletim sisteminin kullanıcı tanımlı versiyonları PC dışında her yerde kullanılabilir. XPe XP Pro ile aynı donanımı (x86) destekleyebilmesine rağmen lisans sınırlamalarından dolayı standart PC' lerde kullanılmamaktadır. Microsoft tarafından verilen destek 12 Ocak 2016 tarihinde sona erdi. Halid bin Velid Stadyumu Halid bin Velid Stadyumu, Suriye'nin Humus şehrinde inşa edilen bir stadyum. Halid bin Velid Stadyumunda futbol müsabakaları yapılmaktadır. Suriye'nin El-Karama takımının maçlarını yaptığı Stadyum, 35.000 seyirci kapasitelidir. Hamdaniye Stadyumu El-Hamadaniah Stadyumu, Suriye'ninn Halep şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum El-Hamadaniah Stadyumunda futbol ve atletizm müsabakaları yapılmaktadır. Suriye'nin El-İttihad ve El-Hürriye takımlarının maçlarını yaptığı Stadyum, 20.000 seyirci kapasitelidir. Stadyumda Suriye Milli takımının maçları da yapılmaktadır. Esad Stadyumu El-Esad Stadyumu, Suriye'ninn Lazkiye şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum Çoğunlukla futbol müsabakaları yapıldığı El-Esad Stadyumu, 35.000 seyirci kapasitelidir. Abbâsîler Stadyumu Abbasiyyin Stadyumu, Suriye'nin başkenti Şam'da 1974 yılında inşa edil
en milli stadyum. Abbasiyyin Stadyumunda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Suriye milli takımına ve El-Jaish ve El-Vahdet takımlarının maçlarını yaptığı Stadyum, 1976 yılında inşa edilmiş ve Suriye'deki 4. büyük stadyumu olma özelliğine sahip olmakla beraber, 30.000 seyirci kapasitelidir. Abbasiyyin Stadyumu aslında 10.000 seyirci kapasiteli Atletizm için özel bir mekan olarak 1957 yılında açıldı. 1976 yılında 5. Arap Oyunları vesilesiyle, Stad iyice yenilenmiş ve 30.000 seyirci etrafında tutmak için Olimpiyat standart koşu pisti ile çevrili bir futbol stadyumuna dönüştürülmüştür. Mart 2011'de en son yenileme sırasında, Abbasiyyin tüm kişilik stadyum oldu. Stadyum, sırasıyla 1976 5. ve 1992 yılında 7. Pan Arap Oyunları'na ev sahipliği yapmıştır. 6 Mayıs 2001 tarihinde, Papa II. John Paul tarafından Abbasiyyin Stadı'nda bir ayin yapılmıştır. Spintronik Spintronik ("dönüş-tabanlı elektronik" kelimlerinden), magnetoelektronik olarak da bilinir, elektronların kuantum özelliklerininden kullanarak dönüş ve yük durumlarınından yararlanmayı temel alan gelişmekte olan bir teknolojidir. Dönüş, "yukarı" veya "aşagı" olmak üzere zayıf bir manyetik enerji durumu olarak tespit edilebilmektedir. Havza (anlam ayrımı) Çevre ekolojisi Çevre ekolojisi, çağcıl sanayi ve teknolojinin etkisi karşısında fiziksel çevrenin bütünlüğünün korunması üzerinde durma. Agroekosistemleri anlamaya yardımcı bir ekoloji alt dalıdır. İno Bir adıda Leukothea olan İno Kadmos ile Harmonia'nın kızı, Kral Athamas'ın ikinci karısı idi. Athamas'tan Learkhos ve Melikertes adında iki oğlu oldu. Kardeşi Semele'nin ölümü üzerine henüz küçük yaşta olan Dianysos'u yanına alıp bakma isteyince Hera buna çok sinirlenip karı kocanın aklını başından aldı. Çıldıran İno oğlu Melikertes'I kaynar suyun içine attı. Kocasıda Learkhoz'u bir geyik olarak görerek av sırasında oğlunu vurdu. İno ne yaptığını fark edince oğlunun cansız bedenini kucağına alıp saraydan kaçtı ve bir kayalığın üzerinden kendini denize attı. Deniz tarıları bu kadına acıyıp onu Lekothea adında bir deniz tanrıçası oğlunu da Palaemon namıyla bir deniz tanrısı yaptılar Göksu (Kilikya) Göksu Antalya, Konya, Karaman ve Mersin illerinden akan ve Akdeniz'e dökülen bir nehirdir. Göksu Nehri'nin uzunluğu 260 km, havza alanı 10.000 km²'dir. Aşağı yukarı aynı uzunlukta iki kolu vardır: Kuzey kolu Gökçay, güney kolu ise Gökdere'dir, ikisinin kaynağı da Toros Dağları'ndaki Geyik Dağları'ndan çıkar. Geyik Dağları Antalya-Gündoğmuş ve Konya-Hadim arasındadır ve Alanya'nın 50 km kuzeyinde bulunur. Bu iki kol Karaman-Ermenek'i geçtikten sonra Mut'un güneyinde birleşerek Göksu adını alır ve daha sonra Taşucu ile Silifke arasında Akdeniz'e dökülür. Göksu ve kolları üzerinde şu barajlar kurulmuştur: Gökdere: Taşkent beldesinin kalker yaylalarından kaynağını alır. Değirmendere ismiyle bir düdene batar, çıkar. Gökdere (Hadim Göksuyu) adını alır, karstik kaynaklarla beslenir, gürleşir. Dar derin vadilerden akar, düdenlere batar, çıkar. Suçatı denilen yerde diğer kol Gökçay (Ermenek Göksuyu) ile birleşir. Uzunluğu 180 km, ortalama debisi 40–50 m³/sn, maksimum debi 240 m³/sn, minimum debi 20 m³/sn, havzası 4.400 km²'dir. Gökçay (Ermenek Göksu): Geyik Dağları'nda bulunan Söbüçimen yaylasındaki karstik Eğrigöl'den kaynağını alır. Gölden yeraltına sızan sular 3 km uzaktan yüzeye çıkar. Gür karstik kaynaklarla beslenir, dar derin vadilerden akar. Suçatı'nda diğer kol Gökdere ile birleşir. Havzası 3.500 km², uzunluğu 170 km, ortalama debi 50–60 m³/sn, maksimum debi 450 m³/sn, minimum debi 15 m³/sn'dir. Akgöl'ü ve Paradeniz'i içine alan Göksu Deltası'nda, 300'den fazla kuş türü yaşar. Nesli tükenmekte olan deniz kaplumbağası "Caretta caretta" ve mavi yengeç ("callinenectes sapidus") yumurtalarını bu bölgeye bırakır. Bu iki türün de dünya üzerindeki yumurtlama alanları çok az kalmıştır. Göksu Nehri bu ve diğer özel doğa yapısı nedeniyle Çevre Bakanlığı'nca koruma altına alınmıştır. Ayrıca Göksu Nehri'nde Mut'un güneyinden başlayarak 90 km'lik bir bölümünde su sporları yapılır. Genellikle yavaş akışlı bir nehir olması nedeniyle raftinge yeni başlayanların deneyim kazanmaları için son derece uygundur. İmparator Frederick Barbarossa Üçüncü Haçlı Seferi sırasında 1190 yılında Göksu'da (o zamanki adıyla Saleph) boğulmuştur. Göksu Nehri'nin Akdeniz'e akan sularını Konya Ovası'na aktarma amacıyla yapılmıştır. 1960'lı yıllarda etüt çalışmaları başlamış, 2009 yılında inşaatı başlamış, 2012 yılında bitirilmiştir. Mayıs 2015'te ilk su Konya Ovası'na gönderilmiştir. Proje ile üç barajda toplanan Göksu'nun suları 17 km'lik boru hattıyla ovaya ulaşacak. 150 km uzunluğunda başka bir boru hattı ile Konya şehrine ulaştırılacak, su kentin 50 yıllık içme suyunu karşılayacaktır. Akdeniz'e akmakta olan 700 milyon m³ ovaya aktarılacaktır. Azalmakta olan yeraltı suları daha az kullanılacak, tarımsal sulama ile gelir artışı sağlanacaktır.. Ovada, Hotamış sazlığında biriktirilecek su, kuruyan bu alanı canlandıracaktır. Göksu (Seyhan Nehri) Göksu, Kayseri ve Adana illerinden gecen Göksu nehri Seyhan Nehri'nin ikinci büyük koludur. Kaynağı Kayseri-Pınarbaşı'daki Tahtalı Dağları'ndan çıkar. Adana'ya 80 km kala Aladağ ilçesinin Akinek Dağı yamaçlarında Zamantı suyuyla birleşerek Seyhan Nehri'ni oluşturur. Aladağ ilçesi yakınlarındaki bölümünde Türkiye'nin sayılı rafting yerlerinden birisi bulunur. Çukurovanın batı kenarından Akdenize dökülür. Üretim ilişkileri Üretim ilişkileri kavramı, üretici güçler kavramıyla birlikte Marksist teorinin ana kategorilerinden olan üretim tarzı kategorisinin içeriğini oluşturur. Üretici güçler, üretim tarzının sürekli devinen, değişen ve gelişen yanını oluştururken, "üretim ilişkileri" de üretici güçleri engellemeleri ya da geliştirmlerine bağlı olarak anlam kazanırlar. Bu ikili kavram çifti, Marksist teori de birbirinden tamamen ayrı ve özerk değildirler, aralarında şöyle bir bağıntı sözkonusudur; ilk olarak, üretim ilişkilerinin gelişmesi öncelikle üretici güçlerin gelişmesine bağlıdır ve ikinci olarak, üretim ilişkilerinin kendisi de üretici güçlerin gelişimini etkilerler. Bu etki onları hızlandırma ya da yavaşlatma anlamındadır, belirleyici olan sonuçta "üretici güçler"dir. Bu teorik açıklama biçimi benzer şekilde, altyapı-üstyapı meselesinde de görülür. Mihail Bahtin Mihail Mihayloviç Bahtin (Rusça: Михаил Михайлович Бахтин ,d. 17 Ekim 1895 – ö. 7 Mart 1975). Rus filozof ve edebiyat teorisyeni. Düşünür olarak, Bahtin, 20. yüzyıl düşüncesinde etkili olmuş isimlerinden biridir ve geliştirdigi perspektif ve kavramlar dogrudan felsefi metinler üretmediğinde bile her zaman kuramsal tartışmaların merkezi konularında yeralmıştır. Kendisinin doğrudan haberi olmadan, yaptığı çalışmalar yetmişli yıllar sonrası kuramsal sorunlara bir yanıt olma konumundadır. Onun çalışmaları Marksizm, Yapısalcılık (özellikle dilbilim), Göstergebilim alanlarıyla hem etkileşim halinde olmuş hem de bu alanları dolaylı ya da dolaysız etkilemiştir. Onun düşünceleri yirminci yüzyılın ikinci yarısında, özellikle yetmişlerden itibaren etkili olmuştur. Bahtin Vitebsk şehrine taşınmış ve burada Bakhtin Çevresi denilen bir grup entelektüelle birlikte çalışmalar yapmıştır. Kendi adının dışında bu gruptaki düşünürlerden Voloshinov ve Medvedev’in isimleriyle yayımlanan kitapların da Bahtin’e ait olduğu düşünülmektedir. Bu tartışma bir sonuca bağlanamamıştır, söylenebilecek tek şey dil ve felsefe ilişkisi üzerine çalışmaların özellikle hem perspektif hem de üslup açısından Bahtin’e ait gibi göründüğüdür. Bunun ötesinde, Bahtin üzerine araştırma yapanların çoğu, özellikle Voloshinov imzalı yazıların Bahtin'e ait olduğu konusunda hemfikirdirler. Bahtin düşün alanına karnaval, diyaloji, kronotop gibi çok önemli kavramlar armağan etmiştir. Döneminde Stalinizm ile başı derde girmiş ve Rabelais hakkındaki kitabını çok geç bastırabilmiştir. Bahtin, zamanında bu kavram yaygınlaşmış olmamakla birlikte "disiplinlerarası" düşünmenin en özgün örneklerinden birini ortaya koyar. Dilbilim, Marksizm, filoloji, antoropoloji, edebiyat kuramı, felsefe ve hatta etnografya Bahtin'in çalışma alanlarıdır; ancak Bahtin tek tek bu disiplerin içine sıkıştırmaz kendini, aksine geniş kuramsal çerçevesini bu disiplinlerin tamamına yayar. Bu disiplinlerarasılıkla onun geliştirdiği düşünme tarzının temel eleştirisi ve sorgulaması, Aydınlanmacı "evrensel akıl" kavramı ve buna bağlı "tek-sesli dünya görüşü" anlayışıdır diyebiliriz. Bahtinci temel kavramları bu bağlamda ifade edecek olursak, "çok-dillilik", "diyalojizm" ya da "diyalojik düşünme", ve "merkezsizlik" gibi kavramlara ulaşırız. "Diyalojizm", genel anlamda dünyanın çok-dilliliğine atıfla öne sürülen bir kavramdır. Dilin özü ve niteliği, "diyalojik" olmasıdır. Bu anlamda, diyaloji, monologun tam tersidir. Bunun anlamı, anlamlar arasında karşılıklı etkileşim ve diyalog olmasıdır, yani diyaloji karşılıklı etkileşim üzerine kurulu bir anlamlaştırma düşüncesidir. Dil, konuşan ya da yazan özne'den önce varolan bir yapıdır, ancak bu yapı yine de konuşma an'ında gerçeklik ( ya da anlam) kazanır. Bu bağlamda, konuşma anı, karşılıklı etkileşim anı olarak, hangi anlamın hangi anlamı nasıl etkileyeceğinin belirlendiği andır. Zaten her zaman anlamla yüklü olan dil, monologa imkân vermez. Diyaloji, burada normal bir diyalogtaki gibi, iki kişi arasındaki söyleşi durumu değildir, esas olarak çoğul konuşan özneler arasındaki anlam ilişkisidir. Bu nedenle, "Diyalogun bağlamları sınırsızdır" der Bahtin. Buna bağlı olarak da çok-dillilik kavramı ortaya çıkar. Çok-dillilik, sözceler çokluğu ile ortaya çıkar. Bütün sözcelerin indirgenebileceği, ve bütün dillerin yan yana gelebileceği tek bir düzlem söz konusu degildir. Bahtin'in bu alanı açıklamak üzere, "merkezcil güçler" (centripetal) ile "merkezkaç güçler" (centrifugal) şeklinde kavramlar kullandığı görülür. Dilin ve anlamın açıklanışı üzerine kavramlardır bunlar. Birinciler, yaşamın akışını düzenleyip kalıplara sokarak bütünleş
tiren merkez yönelimli güçlerdir. İkinciler ise merkezileşmeden kaçan, bütünselleştirilemeyen ve sabitlenemeyen dilsel ve anlamsal ögelerdir. Çok-dillilik bu merkezkaç güçlerin varlığına dayandırılır. Dil ve kültür böylece sabitlenebilir bir yapı olarak anlaşılmaktan çıkarılır. Karnaval teriminin ortaya çıkışı da bu noktayla ilişkilidir. Karnaval, yaşamın merkezcil bir yapıya sahip olduğu fikrinin yadsınması ve çok-seslilik üzerine bir anlayışın öne sürülmesini mümkün kılar. Bahtinci Karnavalesk terimi bu anlamda, yaşamın çok-sesliliğini ve anlam çokluklarını kuramsal alanda değerlendiren, Dil'i ya da Kültür'ü bu anlamda soyut bir yapı olarak anlayan anlayıştan (Saussure'ün Yapısalcı dilbilim'i) uzaklaşmak olarak görülür. Dilin gerçek niteliği, buna göre soyut dil yapısında değil, belli bir andaki sözce icindeki dilsel alışverişte, yani diyalojide ortaya çıkar. Söyleyen ile dinleyen arasındaki ilişki anında ortaya çıkar, dilin anlamını belirleyen şey. Bahtin, bu anlamda, Saussurecü dil anlayışına tarihi ögesini sokmaktadır. Öte yandan eğer anlam, sadece söyleyen kişiye (özne'ye) ait degilse, burada "merkezsizleştirilmiş" de olmaktadır. Bahtin, özellikle kendisinden sonra merkezi bir konu olarak belirginle Özne konusunda önemli ayrımlar ortaya koyar. Bilinen anlamda öznelciliğin geride bırakılmasının yanı sıra, Yapısalcılık ve sonrasında görülen katı özne reddiyesinin de aşılması arayışında olanlar Bahtin'de önemli ipuçları bulmaktadır. Örneğin, Sanat ve Sorumluluk/İlk Felsefi Denemeler (Ayrıntı Yayınları) adlı, Bahtin'in öncü denemelerinden oluşan kitaba bakıldığında, orada bir "yazar-kahraman ilişkisi" şekillendirildiğini görürüz. Burada Yazar'ın yarattığı Kahraman'ıyla kurduğu ilişki, bir tür ben-öteki ilişkisi olarak ele alınmaktadır ve tam bu noktada sorun yalnızca bir edebiyat kuramı meselesi olmaktan çıkarak, çok daha genel bir felsefi sorun olan, özne meselesine bağlanmaktadır. Ben-öteki ilişkisi, öznenin bir başka özneyle, ve öznenin bir başka özne aracılığıyla kendisiyle ilişkisi meselesidir. Dolayısıyla da bu yaklaşım biçimi, Bahtin'in daha geniş bir bağlama sahip olan özne kuramının temel ögesidir. Buna göre ben, bir özne olarak kendi değerimi, ancak öteki ile, yani başka öznelerle ilişkilerimle belirleyebilirim. Bu bağlamda özne, Bahtin'e göre hem Etik hem de Estetik bir varlık olarak anlaşılır ve değerlendirilir. Eyleyen özne, aynı zamanda yaratan bir özne olduğu için de bu böyledir. Eyleyen ve yaratan özne, sorumluluk sahibi olmalıdır; çünkü Bahtin'ci anlamda sorumluluk, öznenin öznelliğini fark etmesi ve bunun gereklerini üstlenmesidir. Bunlar ve özne üzerine daha ayrıntılı öteki kuramsal çözümlemelerinden dolayı, Bahtin'in teorik edebiyat araştırmaları aynı zamanda özne felsefesine günümüzde bir çözüm arayışı içinde olanları da yakından ilgilendirir. BAhtin'in özne kavramsallaştırması diğer kavramları ile paralel bir anlayış zeminine oturur. Bahtin, karnaval ve onun dönüşümsel diyalektiğinde temellendirdiği roman türü gibi özneyi de diyalektik bir bitimsizlikle tanımlar. Ona göre özne bitimsizdir, bir ayağı gelecektedir. Yani insan aynı hayatın kendisi gibi ve roman türü gibi tamamlanmamış bitmemiş bir varlıktır. Havuz balığı Havuz balığı ("Carassius carassius"), sazangiller (Cyprinidae) familyasına ait bir balık türü. Havuz balığı sazan'a çok benzer. ikisini ayırt etmek için havuz balığının daha yüksek olan sırtına, ve sazan balığında var olan bıyıkların eksik olmamasına dikkat etmek gerek. Renkleri çoğunlukla metalik sarı, bazen de gri ya da yeşilimsi olur. Havuz balığı çok yavaş büyür. Boyları 15-25 en çok 60 cm. ve 2–3 kg. ağırlıkta olur. Havuz balığı ile sazan balıkları birbirleri ile çiftleşebilirler. En büyüklerinin diğer küçük balıkları yedikleride görülmüştür. Trakya, Marmara bölgeleri, Kızılırmak, Yeşilırmak deltaları ve Çoruh havzasında yayılış gösterir. Avrupa'da da çok yaygındır. Su içindeki otlar, dip hayvanları ve sinek larvalarıyla beslenir. Mayıs-Haziran arası 14-20 C° sularda 150-300 000 yumurtasını otların üzerine bırakır. Suyun kirliliği ve oksijen toleransına dayanıklı bir balıktır. Hatta 5 güne kadar hiç oksijen içermeyen suda hala hayatta kalabildigi tespit edilmiştir. Kurak zamanlarda yasadığı küçük göl kurusa bile, kendini çamura gömüp belli bir süre hayatta kalabilir. Bu yüzden hatta cok kirli sularda, ve çok küçük göllerde bile yaşayabilir. Büyüklerinin eti lezzetlidir. Bazı batı ülkelerinde üretimi yapılmaktadır. El-Karamah El-Karamah () ya da tam adıyla Nadi El-Karamah el-Riyadi (), Suriye'nin Humus şehrinde 1928 yılında kurulmuş bir futbol kulübüdür. Maçlarını Halid bin Velid Stadyumu'nda yapmaktadır. El-Hürriye El-Hürriye () ya da tam adıyla Nadi El-Hürriye el-Riyadi (), Suriye'nin Halep şehrinde 1952 yılında kurulmuş olan Suriye futbol kulübüdür. El-Hürriye takımı maçlarını El-Hamadaniah Stadyumunda yapmaktadır. El-Ceyş El-Ceyş () ya da tam adıyla Nadi El-Ceyş el-Riyadi (), Suriye'nin başkenti Şam'da 1947 yılında kurulmuş olan Suriye futbol kulübüdür. El-Jaish takımı maçlarını Abbasiyyin Stadyumunda yapmaktadır. El-Vahdet El-Vahdet () ya da tam adıyla Nadi El-Vahdet el-Riyadi (), Suriye'nin başkenti Şam'da 1972 yılında kurulmuş olan Suriye futbol kulübüdür. El-Vahdet takımı maçlarını Abbasiyyin Stadyumu'nda yapmaktadır. Microsoft Word Microsoft Word, merkezi Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan ve Bill Gates'in sahibi olduğu yazılım firması Microsoft tarafından Microsoft Windows ve Apple Macintosh işletim sistemleri tabanında çalışmak üzere yazılan ve dağıtımı yapılan bir sözcük işlemci programı. Microsoft Word Viewer ve Office Online, Word'ün sınırlı özelliklere sahip ücretsiz sürümleridir. İçinde bulunan detaylı metin biçimlendirme seçenekleri, ayrıntılı tablo, şekil ve grafik oluşturma başarıları nedeniyle, kendi türünde şu anda dünyadaki en popüler yazılımlardan biridir. Sfenks Sfenks, kafası koç, kuş, veya insan, gövdesi ise uzanan bir aslan şeklini alan heykel. İlk önce Antik Mısır'da rastlanan Sfenks, antik Yunan mitolojisinde büyük kültürel önem taşımıştır ve ismini buradan almıştır (Yunanca: Σφιγξ, "Sphinks"). Sözcüğün Mısırca’daki orijinal biçimi kepes ankh ya da “yaşayan heykel” anlamında şeşep (sheshep) ankh'tır. Sfenkslerin en tanınmışı Büyük Gize Sfenksi'dir. Mısır sfenksi antik bir efsanevi yaratıktır. Gövdesi uzanan bir aslan ve kafası genellikle bir firavunun kafasının şeklini alır. Aslanlar güneş ile bağlantıları nedeniyle antik Mısırlılar tarafından kutsal hayvan sayılırlardı. En büyük ve en ünlü olanı, Gize platosunda Nil Nehri'nin batı kıyısında bulunan Büyük Gize Sfenksi'dir. Gize Sfenksi doğuya bakar ve pençelerinin arasında bir tapınak yer alır. Aslan gövdeli, insan başlı bu Sfenksin uzunluğu 73 metre, yüksekliği 20 metre yüzünün genişliği 5 metredir. Bir adı da 'Harmakis' olan Sfenks, doğan güneşi ve firavun için yeniden dirilişi temsil eder. Yüzünün doğuya dönük oluşu, Güneş tanrısı RA'yı her sabah doğar doğmaz görmesi içindir. Yapıldığı zaman ön ayaklarının arasında kurban için bir sunak olduğu kalıntılarda yapılan kazı çalışmalarında ortaya çıkartılmıştır. Sfenksin yüzünün firavun Kefren'e ait olduğu sanılır ve yapılış tarihini Dördüncü Hanedanlık (MÖ 2723 - 2563) dönemine denk getirir. Fakat bazı alternatif teoriler sfenksin Eski Hanedanlık döneminden önce (hatta bir teoriye göre tarih öncesi) yapıldığını iddia eder. Diğer ünlü Mısır sfenksleri arasında Menfis'in kaymaktaşı sfenksi ve Karnak yakınlarında eskiden dokuz yüz adet olduğu sanılan koç kafalı sfenksler yer alır. Antik Mısırlıların heykele ne ad verdikleri henüz bilinmiyor. Büyük Sfenks'e Arapça verilen isim, "Ebu el-Hôl", "Dehşetin Babası" anlamına gelir. Yunancada "Sphinx" adı verilmiş olmasına rağmen heykelin kafası bir kadına değil erkeğe aittir. Yunan mitolojisinde yer alan tek sfenks, yıkım ve kötü şans temsil eden, benzersiz bir şeytandır. Hesiod'a göre Çimera ve Ortrus'un, diğer kişilere göre Typhon ve Echidna'nın kızıdır (bunların hepsi Mitolojik figürlerdir). Vazo resimlerinde ve bas kabartmalarında dik oturan sfenks, kadın kafası olan kanatlı bir aslana, veya pençeleri, tırnakları ve göğüsleri aslandan, kuyruğu yılandan ve kuş kanatlarından oluşan bir kadına benzer. Hera ya da Ares sfenksi anavatanı Etiyopya'dan alıp (Yunanlar sfenksin kökenini hatırlıyorlardı) Thebes'in dışında oturmasını ve yoldan geçenlere tarihin en ünlü bulmacasını sormasını emreder. O'da emri yerine getirerek gelip geçeni durdurarak onlara bilmeceyi soruyor, bu bilmeceyi çözemeyenleri boğarak öldürür veya oracıkta yerdi. Sfenksin karşısına Yunan mitolojisinde keskin zekası ve bilgeliği ile tanınan Oidipus çıktı. Canavar Sfenks ona da aynı bilmeceyi sordu: "Hangi varlık sabah dört ayak üstünde, öğlen iki ayak üstünde ve akşam üç ayak üstünde yürür?" Oedipus bulmacayı çözmeyi başarır: "O yaratık insandır. Çünkü insan bebekliğinde ellerini de ayak gibi kullanarak dört ayak üzerinde emekler, yetişkin halinde iki ayak üzerinde yürür ama yaşlandığında yürüyebilmek için bir de baston kullanır yani üç ayaklı olur." Yenildiğini anlayan sfenks kendini yüksek bir kayalıktan atar ve ölür. Hikâyenin farklı versiyonlarında kendini hırsla yiyip yuttuğu söylenir. Anadolu’daki insan başlı aslan sfenkslerine Hitit, Lidya ve Frigya uygarlıklarında daha çok heykel olarak rastlanır. Bunlardan en ünlüleri, Alacahöyük kent kapısının iki yanına dikilmiş sfenksler ve Zincirli’de keşfedilen Neo-Hitit sfenksleridir. Eski zaman kalıntılarındaki her "insan kafalı hayvan" sfenks sayılmaz. Örneğin antik Asur'da taçlı ve sakallı kral kafaları olan boğa heykelleri tapınak girişlerinde nöbet tutarlardı. Yunanistan'ın klasik Olimpiyan mitolojisinde ilahî varlıkların her biri insan şekline sahip olmasına rağmen hayvan biçimine de bürünebiliyordu. İnsan ve hayvan şekilleri bir arada olan tüm mitolojik Yunan yaratıklar, Olimpiyan öncesi inançların kalıntılarıdır: Santorlar, Tayfon, Medusa, Lamia. Hindu geleneğinde, Vişnu'nun dönüşümlerinden biri olan Naraşimha 'eri
l aslan' anlamına gelir. Dönüşümün insan gövdesi ve aslan kafası vardır. Her yaratığın şekline girebilen hazine bekçileri olarak bilinirler.aslan vücutlu olarak resmedilirler,aynı zamanda bir mısır burcudur. Néstor Kirchner Néstor Kirchner (25 Şubat 1950 - 27 Ekim 2010) Arjantinli siyasetçi. İsviçreli bir Alman baba ve Hırvat bir annenin soyundan gelmektedir. 2003 yılında yapılan seçimlerde Arjantin Devlet Başkanı seçildi. 25 Mayıs 2003 tarihinde göreve başladı. 2007 yılında yapılan seçimlerde aday olmayarak eşi Christina Kirchner'i destekledi. 2009 yılındaki meclis seçimlerinde milletvekili seçildi. 27 Ekim 2010 tarihinde geçirdiği bir kalp krizi sonucu öldü. Florencia ve Maximo adlarında iki çocuk babasıydı. Uffizi Uffizi Galerisi (İtalyanca: "Galleria degli Uffizi"), Floransa'daki bir saray ya da "palazzo", dünyadaki en eski ve en ünlü sanat müzelerinden biridir. Ünlü Medici ailesinin sanat koleksiyonu sergilenir. İki katlı U şeklindeki müzede, dünyaca ünlü tablolar sergilenir. "Uffizi", İtalyanca "ofisler" demektir. Müzenin bu adı, eskiden burasının Medici ailesi zamanında şehrin yönetim merkezine bir köprüyle bağlı olan ofislerden oluşmasıdır. Sarayın inşasına Cosimo I de' Medici için 1560 yıllarında Giorgio Vasari tarafından Floransa Sulh yargıçları ofisi olarak başlandı. Bundan dolayı isim ""uffizi"" ("ofisler") dir. Yapıma Giorgio Vasari'nin tasarımlarına göre Alfonso Parigi ve Bernardo Buontalenti tarafından devam edildi ve 1581 yılında sona erdi. İç avlu ("cortile") çok uzun ve dar olup, Arno Nehri'ne açılır. Onun muazzam koleksiyonundan dolayı, sahip olduğu bazı eserler geçmişte Floransa'daki diğer müzelere transfer edildi. Örnek olarak bazı meşhur heykeller Bargello'ya gitti. 2006 yılında halihazırdaki proje depolarda bulunan birçok sanat eserini halkın görüşüne sunmak için müzenin sergi alanı 6,000 metre² (64,000 ft²) den hemen hemen 13,000 metre² (139,000 ft²) yi hedefler. 1993 yılında bomba yüklü bir arabanın, Via dei Georgofili'de infilak etmesi sonucu beş kişi ölmüş ve sarayın bir kısmı hasara uğramıştır. En şiddetli hasar Niobe odasındaydı, klasik heykeller ve neoklasikal iç kısım restore edildi, gerçi onun freskleri tamir boyunca zarara uğradı. Bugün Uffizi Floransa'da en popüler turist çeken yerlerden biridir. Yüksek sezonda (özellikle Temmuz) bekleme zamanı beş saatin üzerinde olabilir. Bilet rezervesi yapmış turistler daha kısa bir zaman içinde müzeyi ziyaret edebilir. 2007 yılı Ağustos ayı başlarında Floransa büyük bir yağmur fırtınasına yakalandı ve galeri kısmen sel baskınına uğradı. Tavandan doğru yağmur sızıntısı olduğundan ziyaretçiler boşaltılmak zorunda kalmıştı. Hakan Toker Hakan Toker (d. 1965, Denizli), Türk yazar. Eczacı kalfası Hanife Hanım ile futbol antrenörü İnanç Toker'in oğlu. İlk ve orta öğrenimini Denizli'de tamamladı (1982); Pamukkale Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine (1982-87) ve İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı (1988-91) bölümlerinde okudu. Denizlispor genç ve amatör takımlarında futbol oynadı (1978-82). 1996'dan itibaren Denizli'de Yaprak Kitabevi'nde çalışan Toker'in "Mavikara" adlı şiir kitabı 1999'da Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı. 2002 yılında Pelin Kalp (Hakan Toker'in yarattığı kurmaca bir yazar) ile ortak öykü kitabı "Postu Modern Kızıl Tilki" yine Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlandı. 2007'de İstanbul'a yerleşen Toker halen serbest editörlük, düzeltmenlik ve çevirmenlik yapmaktadır. 101 yazarın birer metinle katıldığı İstanbul Sokakları adlı ortak kitapta Çifte Fabrika Sokak adlı metinle yer almıştır (2008, YKY). Banu Irmak ile birlikte yaptığı ilk çevirisi "Yatak Odası Dersleri" (The Abstinence Teacher - Tom Perrotta) Siren Yayınları tarafından Eylül 2008'de yayınlanmıştır. Diğer çevirileri: "Pamuk Prenses" (Snow White - Donald Barthelme), "Bu Su" (This is Water - David Foster Wallace), "Atocha'dan Ayrılış" (Leaving the Atocha Station - Ben Lerner). Romano Prodi Romano Prodi (9 Ağustos 1939, Scandiano), İtalyan siyasetçi, eski İtalya Başbakanı (1996-1998, 2006-2008) ve Avrupa Komisyonu Başkanı (1999-2004). Uzun eğitim ve siyaset hayatından sonra 1996 yılı seçimlerinden sonra İtalya Başbakanı olarak görevine başladı. 1998'de görevinden ayrıldı. Eylül 1999'da Avrupa Komisyonu Başkanlığı görevine atandı ve 2004 yılına kadar bu görevi sürdürdü. 2006 İtalya genel seçimlerine Sol koalisyonun adayı olarak katıldı, Silvio Berlusconi ile başa baş giden bir mücadeleden sonra ikinci kez İtalya Başbakanı olarak görevine başladı. 21 Şubat 2007'de Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano'ya istifasını sundu. Ancak cumhurbaşkanı güven oylamasına gitmesini doğru buldu ve hükümet görevine devam etti. 24 Ocak 2008'de Senatodan güvenoyu alamayarak başbakanlıktan istifa etti. 14 Nisan 2008 tarihinde üç yıl erken yapılan seçimlere katılmadı. Ralf Schumacher Ralf Schumacher (d. 30 Haziran 1975) ağabeyi Michael Schumacher gibi bir F1 pilotudur. Daha önce Williams ve Toyota takımlarında yarışan Ralf Schumacher, ağabeyi Michael Schumacher kadar başarılı olamamıştır. En parlak yılları Williams yıllarıdır. Ralf Williams'de yarışırken bazen yarış kazanabiliyordu. Ancak Toyota'da fazla başarı kazanamamıştır. Fakat Williams'daki senelerindeki başarılarını, özellikle de 2001 ve 2002 yıllarındaki podyumları göz ardı etmemek gerek. Şimdi o kadar başarılı bir pilot gibi gözükmese de geçmişi çok başarılıdır ve bir o kadar da şanssız bir pilottur. Ralf Schumacher`in Formula 1 kariyerinde 6 birincilik bulunmaktadır.Ağabeyi Michael Schumacher ile birlikte 1.ve 2. olan tek kardeş pilotlardır.2009 yılında Ferrari F1 pilotu Felipe Massa`nın kaza yapmasıyla Michael Schumacher`in Formula 1`e geri döneceği bildirildiğinde, ağabeyimin Formula 1`e geri dönmesi bence tüm Formula 1 camiası için çok iyi oldu. diyerek ağabeyine karşı herhangi bir kıskançlık duymadığını ortaya koymuştur.2008 yılından beri AMG Mercedes-Benz takımında DTM yarışlarında yarışmaktadır. Semtex Semtex, Çek kimyager Stanislav Brebera tarafından 1960'larda RDX, PETN, bağlayıcılar ve stabilizatörleri kullanarak elde edilmiş çok güçlü bir plastik patlayıcıdır. Vietnam savaşı sırasında tonlarca Semtex Kuzey Vietnam ordusuna satılmıştır. Ancak Semtex'in en büyük alıcısı Libya'dır. 1975 ile 1981 arasında Libya yaklaşık 700 ton Semtex satın almıştır. 21 Aralık 1988'de 103 nolu seferi yapan Pan Am uçağı İskoçya civarındaki Lockerbie'ye düştü ve 270 kişinin ölümüne neden oldu. Yapılan araştırmada uçağın bir kaset çalıcının içine yerleştirilmiş 300 gram civarında semtex ile düşürüldüğü ortaya çıktı. Bu olaydan önce Semtex çok az bilinen bir patlayıcı türüydü. Semtex ismi "Semtin" ve "Explosia" kelimelerinden oluturulmuştur. Günümüzde iki şekilde kullanılmaktadır. Birincisi Semtex 1A adıyla bilinen ve yıkım işlerinde kullanılan kırmızı tuğla formundadır. İkincisi ise özellikle torpido gövdeleri gibi yüksek basınç altında dayanıklılık gerektiren ortamlar için kullanılan çeliğin sertleştirilmesinde kullanılan ince levhalar şeklinde satılan Semtex 10SE dir. Kokusuz ve çok uzun ömürlü olması nedeniyle terör saldırılarında sıklıkla kullanılmıştır. Son dönemde aramalarda kolay bulunabilmesi için özel bir koku ve metal alaşımlar eklenmiş ve raf ömrü azaltılmıştır. RDX RDX. Gerçek adı siklotrimetilen-trinitramin olup saf RDX 204 °C' de erir ve 1.816 g/cm³ yoğunluktadır. Bu patlayıcı için kullanılan RDX kısaltması, patlayıcı İngiliz menşeli olduğundan "Royal Demolition Explosive" kelimelerini ifade etmektedir. Patlayıcıların kısaltma halindeki isimleri genellikle kimyasal içeriklerinin kısaltması veya baş harfleri kullanılarak oluşturulmakla birlikte, II. Dünya Savaşı'nda patlayıcının kompozisyonunun deşifre olmaması için İngilizler tarafından bu şekilde kısaltılmıştır. Daha yüksek yoğunlukta döküm ya da presleme ile elde edilebilir. Diğer patlayıcılarla bir miktarda kombinasyon halinde kullanılabilir. Higroskopik değildir ve suda çok az çözünür. Saf halde ıslak olarak yüklenebilir. Patlama hızı 27500 ft/s dir. Yalnız kullanımında zehirli özellik gösterebilmesi ve çabuk reaksiyona girmesi sebebiyle genelde katışık olarak kullanılır. Hekzogen, siklonit, T 4 Trimetilentrinitriamin isimleri ile de bilinir. Kirli beyazdan sarı renge kadar olabilen bu tür patlayıcılar TNT (%60), RDX (%40) veya TNT, RDX ve balmumu karışımıdır. Ateşleme hızı 7800 m/sn dir bu patlayıcı TNT yerine de kullanılmaktadır.> Call of Duty 2 Call of Duty 2, yapımı Infinity Ward, dağıtımı Activision tarafından gerçekleştirilmiş birinci şahıs nişancı tarzında bir video oyunudur. II. Dünya Savaşı'nı konu alır. Gerçeğe yakın efektleri ve oynanabilirliği ile dikkat çeker. "Call of Duty" serisinin en beğenilmiş oyunlarındandır. Oyun 1941-1945 yılları arasında II. Dünya Savaşı'nda geçmekte. Oyun boyunca 27 epik bölümde II. Dünya Savaşı atmosferine gerçekçi bir şekilde tanıklık ediyoruz. Bu 27 bölümde Rusya, Kuzey Afrika, Almanya ve Fransa'da Alman birliklerine karşı Rus, İngiliz ve Amerikalı saflarında bize verilen görevleri yerine getirerek savaşıyoruz. Üçe ayrılan bu Rus, İngiliz ve Amerikalı cephelerinde bu milletlere mensup olan askerlerin başlarından geçen savaş anılarını canlandırıyor ve o dönemin tarihsel olaylarını adetâ yaşıyoruz. Olaylar, Rus cephesinde Vasili Ivanoviç Koslov, İngiliz cephesinde John Davis, tank komandosu David Welsh ve Amerikan cephesinde ise Bill Taylor'un gözünden yaşanmaktadır. Örnek olarak: Takım arkadaşlarınız camda Bir Mg42 Olduğunu belirtebiliyor Maksimum 64 kişilik olan oyun sunucuları üzerinden oynanan, internete bağlanılarak giriş yapılan oyun modudur. Çoklu oyun toplam 13 değişik haritada oynanılır. Oyunda dört ülkenin askerleri birbiriyle savaşmaktadır. (Alman askerleri, Amerikan askerleri, Rus askerleri, İngiliz askerleri) Rus Silahları: Mosin-Nagant, PPŞ-41, PPS-43, Tokarev TT-33, Dürbünlü Mosin-Nagant, Simonov İngiliz Silahları: Bren, Sten, Thompson, Lee-Enfield, M1918 Browning, Dürbünlü Lee-Enfield, Colt .45, Webley Amerikan Silahları: M1 Garand
, Thompson, M1918 Browning, M1 Carbine, Springfield M1903, Colt .45 Alman Silahları: Mauser Kar 98k, Gewehr 43, Luger, MP40, MP44, MG42, Dürbünlü Gewehr 43, Dürbünlü Kar 98k Ülkelerin GSYİH’ya (SAGP) göre sıralanışı Dünya ülkelerinin gayri safi yurtiçi hasılalarına (GSYİH) göre sıralanmış üç listesi vardır. Bu listedeki GSYİH dolar tahminleri satınalma gücü paritesi (SAGP) hesaplamalarından elde edilmiştir. SAGP bazını kullanmak, nispi yaşam maliyeti ve ülkeler arası enflasyonu hesaba kattığı için, gelirlerdeki gerçek farklıların potansiyel olarak bozulmasına yol açan sadece kur bazlı hesaplamaya göre daha yararlıdır. Uyarı: Tablolarda yer alan ilk 25 ülke 2010-2011 rakamlarıyla güncellenmiştir. 25 den sonraki ülkeler 2005-2006 verilerine göre sıralanmıştır. Commons Commons aşağıdaki anlamlara gelebilir: Patrick Rafter Patrick Rafter (d. 28 Aralık 1972, Mount Isa) Avustralyalı grand slam şampiyonu tenisçi. Dokuz çocuklu bir ailede büyüyen Rafter, 1991'de profesyonelliğe adım attı. 1994'te ilk ATP birinciliğini Manchester'da kazandı. Bu zafer, 1997'ye kadar profesyonel turda (ATP) elde ettiği tek zafer olarak kaldı. 1997 yılı Rafter'ın kariyerindeki dönüm yılı oldu. Servis-vole oyununun en iyi uygulayıcılarından olan Avutralyalı, Fransa Açık'ta yarı finale yükseldi. Eylül ayında ise eski şampiyon Andre Agassi ve son finalist Michael Chang'i yenerek çıktığı Amerika Açık finalinde İngiliz Greg Rusedski'yi devirdi. 1998'de ilk grand slam şampiyonluğunu yaşadığı Amerika Açık'ta zaferini tekrar etti. Bu kez finalde vatandaşı Mark Philippoussis'i deviren Rafter, turnuva öncesinde Kanada Açık ve Cincinnati'deki Master Serisi turnuvasında da mutlu sona ulaşarak, Amerika sert kort sezonunun tek hakimi oldu. Temmuz 1999'da Rafter, klasmanda bir numaraya yükseldi. 4 hafta bir numarada kalan Rafter, bir sonraki yıl Wimbledon'da finale çıktığında dünya klasmanında 52. sıraya kadar düşmüştü. Wimbledon 2000 yarı finalinde Andre Agassi'yle müthiş bir maç oynayan Avustralyalı oyuncu, rakibini 7-5, 4-6, 7-5, 4-6, 6-3'le devirdi. Ancak finalde yedinci Wimbledon şampiyonluğu için korta çıkan Pete Sampras'a engel olamadı. 2001 yılında Rafter, Wimbledon'da yine finale yükseldi. Yarı finalde Agassi'yle yaptığı rövanş maçında bu kez son seti 8-6'yla kazandı. Tarihe geçen final maçında ise Goran Ivanisevic'e 6-3, 3-6, 6-3, 2-6, 9-7'lik setlerle boyun eğdi. Rafter, iki kez Davis Kupası'nda final oynayan Avustralya'nın kadrosunda yer aldı. Ancak 2000'de İspanya, 2001'de Fransa karşısında zafer sevinci yaşayamadı. 2002 sonunda kariyerini noktalayan Patrick Rafter, "Yılın Avustralyalısı" ödülüne layık görüldü. Rafter, 2006'da Tennis Hall Of Fame'e seçilerek ölümsüzleşti. Marcelo Carrusca Marcelo Adrian Carrusca, (d. 1 Eylül 1983, Buenos Aires) Arjantinli ve genelde forvet arkası veya sol kanat oynayan futbolcudur. Henüz 17 yaşındayken Arjantin'in Estudiantes takımında yıldızı parlayan Carrusca A takımla maçlara çıkmaya başladı. 5 sezon Estudiantes takımında oynayan Carrusca, Estudiantes forması altında 103 maçta 12 gol atmış, sol kanat oyuncusu olmasına rağmen son iki sezonunda 56 maçta 9 gol atarak geleceğin önemli bir oyuncusu olacağını göstermiştir. 2006 yılının yaz ayında Galatasaray'a transfer olan Carrusca, Estudiantes takımında oynarken aynı zamanda Arjantin U-20 takımının değişmez futbolcusuydu. Arjantin U-20 takımında 3 yıl kaptanlık yapmıştır, aynı zamanda oynadığı 36 maçta, 12 gol ve 11 asistlik bir performans sergilemiştir. Sırasıyla Cruz Azul ve yetiştiği kulüp olan Estudiantes takımlarında kiralık olarak yer aldı. Galatasaray'da çok az forma şansı bulan Carrusca kendini ispatlayamadı ve 18 Temmuz 2010 günü Galatasaray resmi sitesinden yapılan açıklama ile sözleşmesinin karşılıklı olarak feshedildiği duyurulmuş, ancak 2010-2011 yılı için Banfield kulübüne kiralanmıştır, Şu anda Avustralya 1.liginde futbol hayatını sürdürmektedir Amerikan kara ayısı Amerikan kara ayısı ("Ursus americanus"), ayıgiller (Ursidae) familyasının "Ursus" cinsine ait bir ayı türüdür. Ana vatanı Kuzey Amerika'daki en yaygın ayı türü olan Amerika siyah ayısına, kuzeyde Kanada ve Alaska'dan güneyde Meksika'ya ve doğuda Atlas Okyanusu'ndan batıda Büyük Okyanus'a kadar olmak üzere, kıtanın büyük çoğunluğunda rastlanır. Bahsedilen bu geniş alan, Kanada'nın Prens Edward Adası dışındaki tüm bölgeleriyle ABD'nin elli eyaletinden kırkını kapsar. Avrupa'dan Kuzey Amerika'ya yerleşimciler gelmeden önceki nüfusunun 2 milyon kadar olabileceği düşünülen Amerika kara ayısının toplam sayısı, yaşam alanlarının bozulması ve sınırsız avlanma nedeniyle, bir dönem 200 bine kadar gerilemiştir. Günümüzde ise 800 binden fazla bireyin yaşadığı düşünülmektedir. Asya kara ayısı Asya kara ayısı ("Ursus thibetanus"), ayıgiller (Ursidae) familyasının "Ursus" cinsine ait bir türdür ve "Tibet kara ayısı" ya da "Himalaya kara ayısı" olarak da bilinir. Bu ayılar kış uykusuna yatmaz, yatsa bile bu derin ve gerçek bir kış uykusu değildir. Erkekler ortalama 120–170 kg, dişiler ise 80–130 kg arsındadır. Siyah veya boz renklidir. Tibet, Doğu Sibirya, Çin ve Japonya’da yaşar. Göğsünde “y” harfine benzer beyaz bir leke vardır. Dünya Atletizm Şampiyonası Dünya Atletizm Şampiyonası, her iki yılda bir düzenlenen, Atletizm sporunda Olimpiyat Oyunları'ndan sonra en prestijli yarışma olan organizasyon. İlk olarak 1983 yılında Helsinki'de yapıldı. Tüm hakları Uluslararası Atletizm Federasyonu'na (IAAF) ait olan ve başlangıçta dört yılda bir olarak düşünülen şampiyona, 1991'den sonra iki yılda bir yapılmaya başladı. Dünya Atletizm Şampiyonası, 200'ün üzerinde ülkeden katılım sağlayarak, en geniş kapsamlı spor organizasyonları arasında yer almıştır. Şampiyonda, aynı zamanda tüm spor yayınları arasında en çok izleyici çekenlerden biri olarak kabul görür. 1983 Dünya Atletizm Şampiyonası 1983 Dünya Atletizm Şampiyonası 7-14 Ağustos 1983 tarihlerinde Finlandiya'nın başkenti Helsinki'de yapılan IAAF Dünya Atletizm Şampiyonaları'nın birincisi. Ku Klux Klan Ku Klux Klan (KKK), 24 Aralık 1865'te ABD'nin Tennessee eyaletinde kurulan, siyahi karşıtı, beyaz üstünlükçüsü ve göçmen karşıtı, ırkçı bir gizli örgüt. Kurucuları; "Büyük Büyücü" olarak bilinen Nathan Bedford Forrest, Yüzbaşı John C. Lester, Binbaşı James R. Crowe, John D. Kennedy, Calvin Jones, Richard R. Reed, Frank O. McCord'dır. "Birth of a Nation" filmi ile kendilerini bildirmişlerdir. Örgüte katılanlar arasında da, iç savaş öncesi kurulmuş olan "Knights of the Golden Circle" (Altın Çember Şövalyeleri) adlı gizli cemiyetin üyelerinin çokluğu dikkat çeker. Ku Klux Klan örgütü Amerikan İç Savaşı sonrasında siyahilerin kazanmaya başladığı haklara, özgürlüklere ve siyah-beyaz eşitliğine karşı çıkmıştır. Amaçlarına ulaşmak için şiddet ve teröre başvurmuşlardır. Örgüt iki defa dağılmasına rağmen 1950 ve 1960'larda tekrar canlanmıştır. Günümüzde bazı bölgelerde sadece yerel bazda propaganda yapmaktadır. Ku Klux Klan taraftarlığından şüphe edilen film Judah P. Benjamin Judah Philip Benjamin, (d. 6 Ağustos 1811, St. Thomas, Virgin Adaları - ö. 6 Mayıs 1884, Paris) ABD'li avukat. Yahudiliğini açıkça ilan etmiş ilk Yahudi senatör (1858) olan ve Amerika Konfedere Devletleri hükümetinde yüksek görevlerde bulunan Benjamin, 19. yüzyılın en ünlü ABD'li Yahudilerinden biridir. 1832'de Louisiana barosuna kabul edildi. Şeker plantasyonların ile zenginleşen ve Illinois Merkez Demiryolu'nun kuruluşuna katılan, 1842'de Louisiana eyalet meclisine seçilen Benjamin ABD Senatosu'nda kölelik yanlısı görüşleriyle dikkati çekti. Louisiana Birlik'ten ayrılınca, 21 Şubat 1861'de Konfedere Devletler hükümetinin başsavcılığına getirildi. Ayrıca ırkçı ku klux klan örgütünün en büyük finansörü olan Judah P. Benjamin B'nai B'rith üyesidir. Rusya Federasyonu Devlet Marşı Rusya Federasyonu Devlet Marşı (), Rusya'nın resmî devlet marşı. Bestesinde, Aleksandr Aleksandrov'a ait Jit stalo luçşe (Türkçe: "Hayat daha iyi hale geldi)" ve Bolşevik Parti Marşı'ndan uyarlanan Sovyetler Birliği Marşı'nın müziği, güftede ise Sovyet marşının söz yazarı Sergey Mihalkov'un yeniden yazdığı sözler kullanılmıştır. Sovyetler Birliği Marşı, 1944 yılından itibaren "Enternasyonal" marşının yerine resmî marş olarak kullanılmaya başlandı. Marş, 1956-1977 yılları arasında destalinizasyon politikaları nedeniyle sözsüz, sadece enstrümantal çalındı. 1977 yılında eski Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Josef Stalin'e atıf yapan sözler çıkartıldı, yine Mihalkov tarafından yazılan komünizmin ve II. Dünya Savaşı'nın zaferlerine vurgu yapan sözlerle değiştirilerek kullanılmaya başlandı. Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti dışındaki Sovyetler Birliği'nin tüm cumhuriyetlerinin kendi ulusal marşları bulunmaktaydı. Mihail Glinka'nın bestelediği sözsüz "Patriotiçeskaya pesnya" 1990 yılında Rusya Yüksek Sovyeti tarafından resmî olarak kabul edildi ve Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra, 1993 yılında Rusya devlet başkanı Boris Yeltsin tarafından resmen yürürlüğe kondu. Marşın kamuoyunda pek bilinmemesi, politikacılar arasında kullanılmaması, uluslararası yarışmalarda Rusyalı oyuncular tarafından ilhamla okunmaması gibi sebeplerle uzun süre beğenilmedi ve popüler olmadı. Hükûmet, yeni şarkı sözleri oluşturmak üzere gerçekleştirilen pek çok yarışmayı destekledi, ancak hiçbir söz resmî olarak kabul edilmedi. Yeltsin'den sonra devlet başkanı olan Vladimir Putin'in 7 Mayıs 2000 tarihinde göreve başlamasından kısa süre sonra "Patriotiçeskaya pesnya" marşı değiştirildi. Federal Meclis, Sovyetler Birliği Marşı'nın müziği üzerine yazılan yeni sözlerle oluşturulan yeni marşı Aralık ayında onayladı. Böylece yeni Rusya Marşı, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Rusya tarafından kullanılan ikinci marş oldu. Hükûmet, yeni sözler yazılması için kampanyalar düzenledi. Sonunda Sergey Mihalkov tarafından yazılan ve Rusya tarihi ile eski tarihi geleneklere değinen sözler kabul edildi. Marşın kamuoyunda algılanması ve Rus