article
stringlengths 7.34k
10k
|
---|
Bu Türkler ağırlıklı olarak Oğuzların Avşar boyundan gelmektedirler.Menşeleri,günümüz Maraş, Adana, Antep, Halep, Malatya, Sivas'ın güney ilçeleri, Mersin, Niğde, Kırşehir illerinden iskan edilen Türkmenlerdir.
Güney Bulgaristan'da Orta ve Güney Anadolu şivesi hakimdir. Konya, Kayseri, Sivas gibi illerle ortak ağza sahip olan Güney Bulgaristan çeşitli nedenlerle iskan ettirilen Avşar, Cerit ve Tecirli gibi Orta ve Güney Anadolu Türkmen aşiretlerinin yerleştiği bir bölgedir. Özellike Avşar Türkmenleri Kahramanmaraş, Adana, Kayseri, Sivas, Karaman, Konya, Aksaray vb illerden gelerek çoğunlukla Güney Bulgaristan'a yerleşmiştir.
Orta ve Güney Anadolu Şivesinden örnekler (Aynı şekilde Kırcaali ve çevresinde de kullanılmaktadır.):
Konya-Gonya
Karaman-Garaman
Kırcaali-Gırcalı
Yemek-Yimek
N'ediyorsun?-Nediyon?
Ne yapıyorsun?-Napiyon?
Ramazan-Iramazan
Limon-İlimon
Bulgaristan'da Türk azınlıklar başta olmak üzere özellikle Müslüman halklara karşı olan baskılar ve ırkçı faaliyetler 1900'lü yılların başından beri sürmüştür; ancak 1951 yılında Bulgaristan Komünist Partisi'nin iktidara gelmesi ile baskılar hayli artmıştır. 1956 yılında dönemin iktidarı tarafından çıkarılan "Tek Millet Kararı (Edinna Natsiya)"na dayanan ırkçı faaliyetlerde, Türk azınlığın Bulgar halkı ile entegrasyon sorunu olduğu ve bu entegrasyonun sağlanması amacıyla azınlıkların Bulgar isimlerini benimsemesi, Bulgar örf ve adetleri ile yaşaması hedeflenmiştir. Bu kapsamda, belirli dönemlerde yaşanan göçler ile Türk azınlık nüfusu büyük oranda azaltılmış, kalan nüfus ise baskılar kapsamında asimile edilmeye çalışılmıştır.
Artan baskılar ise 1984 yılında büyük hız kazandı. Bu yıllarda Türk azınlıkların yoğun olarak yaşadıkları köylere ani baskınlar düzenlendi. Bu baskınlarda, Türk azınlıkların isimleri zorla değiştirilmeye çalışıldı. Bunun yanında anadilde konuşmanın yasaklanması başta olmak üzere, ibadethanelerin kapatılması, cenaze veya sünnet gibi dini vecibelerin yerine getirilmesi konularda getirilen kısıtlamar ile birçok insan hakları ihlali yaşandı. Türk azınlıklar bu baskılara karşı direndi ancak birçok Türk köyünde işkenceler ile vatandaşlara Bulgarca isimler zorla verildi.
Baskıların ve insan hakları ihlallerinin artmasıyla birlikte, Türk azınlıkların direniş hareketleri de hızlanmaya başladı. Bu direniş hareketlerinden en çok ses getireni, 24 Aralık 1984 yılında Kırcaali ilinin Eğridere ilçesinin Sütkesiği kazasında yaşandı. Civar köylerden katılan binlerce insan, yaşanan bu insan hakları ihlalerine karşı büyük bir yürüyüş ve eylem düzenledi. Türk azınlıkların barışçıl eylemlerine karşın asker ve polisin aldığı tavır neticesinde, onlarca Türk yaralandı. Bu olayın, ertesi günlerde basına yansıması ile Bulgaristan'ın çeşitli bölgelerinde eylemler artmaya başladı. Yine aynı yılın Aralık ayında Kırcaali'nin Killi ve Mestanlı ilçelerinde eylemler düzenlendi. Killi ilçesindeki olaylarda henüz 18 aylık Türkan bebek hayatını kaybetti. Daha sonra eylemler Bulgaristan'ın diğer illerine sıçradı ve bu eylemlerde Türk azınlıklar sesini duyurmaya çalıştı.
Büyüyen olaylar karşısında çaresiz kalan dönemin iktidarı, 27 Aralık 1984 tarihinde, olaylarda başı çeken gençleri ve aydınları gözaltına aldı. Bu gözaltılarda çok sayıda Türk, Belene Kampı'na götürüldü. Belene Kampı'nda hapis yatan aydınlar, çeşitli işkencelere maruz kaldılar. Asimilasyon kampanyası kapsamında, Türkçe isimlerinden vazgeçmeleri ve kendilerine isnat edilen sözde suçları kabul etmeleri üzerine baskı gördüler.
Olayların Bulgaristan'ın dışına taşarak Avrupa kamuoyuna yansıması sonucu, Belene Kampı 1987 yılında kapatıldı. Aydınlar Bulgaristan'ın çeşitili bölgelerine sürgüne gönderildi.
1989 yılına kadar süren baskılar sonucu dönemin iktidarı, Belene Kampı'nda mahkum olan Türk azınlıkları sınır dışı edeceğini bildirdi. Bu olay sonrası dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Turgut Özal'ın devreye girmesiyle Türkiye Cumhuriyeti sınır kapıları Türk soydaşlara açıldı. 1989 yılında yaşanan bu göç olayı, II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'da gerçekleşen en büyük göç olayı olarak tarihe geçti.
Göç olayları sonrası ülkeyi terkeden Türk azınlıkların büyük çoğunluğu Türkiye başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerine yerleştiler; ancak yaşanan olayları unutmadılar. Her yıl 24 Aralık günü Kırcaali ilinin Eğridere ilçesinin Sütkesiği kazasında gerçekleştirilen anma etkinlikleri bunlardan yalnızca biridir.
Ab Urbe Condita (kitap)
MÖ 1. yüzyılda yaşamış Romalı tarihçi Titus Livius'un Roma'nın tarihiyle ilgili yazmış olduğu kitap. Türkçe "Kentin Kuruluşundan İtibaren" demek olan bu eserin 142 cilt olduğu düşünülmektedir, bugüne sadece 35 cildi ulaşabilmiştir.
FK Karaorman
FK Karaorman 1923 yılında Makedonya'nın Struga kentinde kuruldu. Kurulduğundan beri çok fazla başarılara imza atamamalarına rağmen Makedonya'nın en çok sevilen, en çok taraftarları olan külüplerden biri. Karaorman tarihinin büyük bölümünde Makedonya'nın İkinci Futbol Ligide oynadı fakat üçüncü ve birinci ligte de oynamıştır. Zaten tarihlerindedeki en büyük başarıları birinci lige girmek ve Makedonya'nın kupasında yarı finale kadar çıkmak. Bunların dışında düzenlenen birçok turnuvalarda birinciliği vardır. Karaorman'ın ilk takımının dışında diğer takımları da çok fazla başarılar göstermiştirler.
Afyonkarahisar Kalesi
Afyonkarahisar şehir merkezinde volkanik özellikli, yerden yüksekliği 226 metre olan doğal yükseltili bir kaya kütlesi üzerinde yeralan ve MÖ 1350 yıllarında Hitit imparatoru II. Murşil zamanında Arzava seferinde mustahkem mevki olarak kullanılmış olan bu kale önce Hapanuva; Roma ve Bizans dönemlerinde Akroenos; Selçuklular'dan itıbaren ise Karahisar adı ile anılmıştır.
Tarihi dokusu korunamamış olsa da hala eski kalıntılar mevcuttur.
Selçuklu sultanı I. Alaeddin Keykubat'n hazineleri bu kalede saklandığından, kale Hisar-ı Devlet olarak da adlandırıldı. Selçuklu vezirlerinden Sahip Ata Fahrettin Ali döneminde kalenin ismi Karahisar-ı Sahip oldu. 1573'te burayı tamir ettiren II. Selim ise yörede yetiştirilen meşhur afyondan ötürü kaleye Afyonkarahisar adını vermişti.
Esik kurganı
Esik Kurganı, 1969 yılında Kazakistan SSC'nin Salgar alüvyonlu toprağının 20 kilometre doğusunda Kemal Akişev başkanılığındaki Kazakistan Tarih, Etnografya ve Arkeoloji Enstitüsü'nün arkeolog timi tarafından keşfidelen İskit /Saka kurganı. MÖ 5. yüzyıldan kalma olduğu düşünülen kurgan, Kazakistan'da gün ışığına çıkarılmıştır.
Altın elbiseli adam zırhı, Kazakistan'da Esik Kurganı'nda bulunmuştur. İskitlerin eski çağdaki yaşayışları hakkında fikir edinilebilir . Esik Kurganı Kazakistan'ın önemli bir hazinesi olma konumundadır. Bu kurgan Sovyetler döneminde keşfedilmiştir. Altın elbiseli adam zırhının çıkarıldığı yerde çıkarılan İskit (saka) yazıtların da bu zırhın ait olduğu kişinin 18 yaşlarında bir prens olduğu yazılmaktadır.
Kurganda üç binden fazla altın eşya, seramik küpler, tahta tabaklar, iki gümüş çanak bulunmuştur.
Realistik süsleme sanatı bu kurganda da bulunmuştur. Eyer örtüleri, tahta eyerler ve silahlar da bulunmuştur. Gümüş çanak içinde Göktürk alfabesinin proto-tip ve Kharosthi alfabesinin örnekleri görülmektedir. Esik Kurganı'ndaki yazı Hotan-Sakaca (İranice) veya proto-Türkçe olduğunu iddia eden çalışmalar mevcuttur:
Kurgandan çıkan kalıntılar günümüzde Ermitaj Müzesinde sergilenmektedir.
Cypraea
Cypraea, yumuşakçalar (Mollusca) şubesinin karından bacaklılar (Gastropoda) sınıfındaki Cypraeidae familyasında yer alan bir deniz salyangozu cinsidir.
"Cypraea" türlerinin yumurtaya benzeyen, göz alıcı desenlere sahip olabilen, pürüzsüz ve parlak yüzeyli kabukları, çağlar boyunca koleksiyon malzemesi, mücevher, takı, tılsım ve para olarak kullanılagelmiş, kadınlık, doğurganlık ve zenginlik sembolü olarak görülmüştür.
"Cypraea"'ya dahil türler esasen tropikal bölgelerde, özellikle de Maldivler'de ve Hint Okyanusu'nun doğu bölgelerinde bulunur.
Canlı "Cypraea" etkin durumdayken bir manto tabakasıyla sırtındaki kabuğu örter . Bu manto tabakasının, olasılıkla,
gibi işlevleri bulunmaktadır.
"Cypraea" türlerinin kabukları az çok bir yumurtayı andırır ve 5 milimetreden, (özellikle bazı tropikal türlerde (örn., "Cypraea tigris" ) görüldüğü üzere) 15 santimetreye kadar ulaşan uzunluklarda olabilir. Pürüzsüz ve parlak yüzeyli kabukların üst yüzü yuvarlak iken, görece düz alt yüzünde kabuk boyunca uzanan dar yarık şeklinde bir açıklık vardır. Üst yüz, değişik ve göz alıcı desenlere sahip olabilir.
Yukarıda bahsedilen yapısal özellikleri nedeniyle "Cypraea" kabukları, çağlar boyunca koleksiyon malzemesi, mücevher, takı, tılsım ve para olarak kullanılagelmiş ve kadınlık, doğurganlık ve zenginlik sembolü olarak görülmüştür.
"Cypraea" kabukları (öz., "Cypraea moneta" ; NCBI "Entrez Taxonomy"'e ve gastropods.com'a göre, "Monetaria moneta"), Afrika'da nakit para olarak kullanılmıştır. Gana'nın para biriminin adı olan sedi, büyük olasılıkla, Gana'nın yerel dillerinden Akan'ın bir lehçesi olan Fante (ya da Fanti) dilinde "küçük kabuk" anlamına gelen ve "Cypraea" kabuklarını kasteden bir kelimeden türemiştir.
Çin'de de kabukların kendisi ya da kopyalarının bir değiş tokuş aracı olarak kullanıldığına inanılır.
Kuzey Amerika'nın "Ojibwa" yerlileri, "beyaz kabuk" ya da "Kutsal Megis Kabuğu" adını verdikleri "Cypraea" kabuklarını, kültürlerine ait "Midewiwin" törenlerinde kullanmışlardır ve Kanada'nın Manitoba eyaletindeki "Whiteshell Provincial Park" (Beyaz Kabuk Eyalet Parkı) da bu kabuklara atfen adlandırılmıştır. Ojibwa yerlilerinin, doğal kaynakları olan denizden bu kadar uzaktaki bölgelerde kabukları nasıl elde ettiklerine dair tartışmalar sürmektedir. Sözel hikâyelerden ve huş kabuğu yazmalarından elde edilen bilgiler, bu kabukların yerde ve/veya göl ya da nehirlerin kıyılarına vurmuş olarak bulunduğunu belirtmektedir. Karanın bu kadar içlerinde "Cypraea" kabuklarının bulunabilmesi, bu kabukların o bölgelerde daha erken dönemlerde bulunmuş kabile ya da topluluklar tarafından da kullanıldığına ve yaygın bir tic |
aret ağına işaret etmektedir.
"Cypraea" kabukları, Batı Afrika'nın Yoruba etnik topluluğu içinde gelişmiş bir kâhinlik sistemi olan Ifá'da ve yine Afrika'ya ait olup, günümüzdeki Benin'de varlığını sürdürmüş olan Dahomey krallığında kehanet aracı olarak kullanılmıştır. Kâhinler, belli sayıda kabuğun zar gibi yere atılması ile açıklığı yukarı bakacak şekilde düşen kabukların sayısına dayanarak kehanette bulunmuşlardır.
Sağ üstte yer alan bilgi kutusunda sunulmuş güncel "Cypraea" sınıflandırmasının kaynağı olan NCBI "Entrez Taxonomy"'e göre, "Cypraea" türleri şunlardır:
Canlıların bilimsel sınıflandırılması ile ilgili başka internet sitelerinde farklı sınıflandırmalarla karşılaşmak mümkündür. Buna "Integrated Taxonomic Information System" (ITIS; Bütünleştirilmiş Taksonomik Bilgi Sistemi), veri sağlayıcı otorite olarak büyük ölçüde ITIS'i kaynak gösteren "Global Biodiversity Information Facility" (GBIF; Küresel Biyoçeşitlilik Bilgi Kuruluşu) ve "Animal Diversity Web" (ADW; Hayvan Çeşitliliği Ağı) siteleri örnek olarak verilebilir. Bu üç sitedeki güncel "Cypraea" sınıflandırmaları aynıdır ve aşağıdaki gibidir:
"Cypraea" türleriyle ilgili olarak ise ITIS ve yine ITIS'i otorite olarak kabul eden GBIF aynı türleri listelerken, ADW onların listesine 5 tür daha eklemektedir:
ITIS ve GBIF'e göre "Cypraea" türleri
ADW'e göre "Cypraea" türleri
Rodop Dağları
Rodop Dağları veya Rodoplar (Bulgarca: "Родопи" {"Rodopi"}, Yunanca: "Ροδόπη" {"Rodopi"}), Balkanlar’da bulunan sıradağlardır.
Dağların uzandığı arazinin %83'ü Bulgaristan'ın güney sınırları içerisinde; kalan %17'si Yunanistan’ın sınırları içerisindedir. 2.191 metrelik tepe noktasıyla Bulgaristan'ın yedinci büyük dağıdır.
Karstik arazilerin çokça görüldüğü Rodop Dağları, yaklaşık 220 kilometre uzunluğunda, 100-120 kilometre enindedir. Toplam kapladığı alan 14.735 km² olup ortalama yükseltisi 785 metredir. Dağlarda bazıları UNESCO koruması altında 15 millî park bulunmaktadır. En ünlüsü Velingrad ve Narechen'de olmak üzere birçok maden suyu kaynağı da bulunmaktadır.
Dağlar, Balkanlar’daki en büyük pinopsida sınıfı ağaç yapısı ile ünlüdür. Bölge ayrıca, zengin bitki örtüsü içinde bol yırtıcı kuş nüfusuna da sahiptir.
Rodop Dağları, Balkanlar’ın bu güneydoğu kesimindeki iklimi büyük oranda etkiler. Kuzeyinden gelen soğuk havanın da, güneyinde bulunan Akdeniz’den gelen sıcak havanın da bölge üzerinde etkisi görülür.
Doğu Rodoplar’da ortalama yıllık sıcaklık 12–13 °C’dir. Yağış en çok Aralık ayında, en az da Ağustos ayında düşer. Batı Rodoplar’da ortalama sıcaklık 5 °C ila 9 °C arasında değişir ve bu kesimde yaş yağışları hâkimdir.
Bu dağlarda bol su rezervi vardır. Kaynaklar ve nehirler arasında yoğun bir ağ bulunur. Bölgede birçok doğal göl yer alır. Bunlar içinde en ünlüsü, Bulgaristan içinde yer alan Paşmaklı Gölü’dür. Bölgedeki önemli barajlardan birkaçı Dospat, Batak, Golyam Beglik, Kırcaali, Studen Kladenets, Vaça Barajı’dır.
Rodoğ Dağları bölgesinin hem Bulgaristan hem Yunanistan kesimi, oldukça yüksek ve yoğun Müslüman nüfusa sahiptir. Bu Müslüman nüfus içinde en büyük oranı Türkler oluşturur. Bunun yanında kökenleri konusunda birçok görüş bulunan Pomaklar da bölgenin bir diğer Müslüman nüfusunu oluştururlar.
Rodop Dağları; Gümülcine, Pirin, Vardar, Filibe, İskeçe, Kırcaali, Mestanlı, Madan, Dand, Eğridere, Hasköy bölgelerinde çoğunluk olmak üzere 700 binden fazla Türk ve Pomak yaşamakta ve Bulgaristan nüfusunun %10'unu teşkil etmektedir.
Türkçe (anlam ayrımı)
Türkçe ya da Türkî aşağıdaki anlamlara gelebilir;
Cristian Zaccardo
Cristian Zaccardo (d. 21 Aralık 1981), İtalyan futbolcudur. Zaccardo 2006 FIFA Dünya Kupası'nda şampiyon olan İtalya millî futbol takımı kadrosunda yer almıştır.
Kalaşnikov
Kalaşnikov aşağıdaki anlamlara gelebilir.
DKM Scharnhorst
Scharnhorst, II. Dünya Savaşı'nda Kriegsmarine'ye ait Scharnhorst sınıfı ilk zırhlı (muharebe kruvazör).
Dünya denizcilik tarihinde 24.175 m = 24 km ile en uzun salvo atışını gerçekleştiren gemidir.
Alman denizcileri Scharnhorst sınıfındaki savaş gemilerine, "cep zırhlısı" şeklinde hitap etmişlerdir. Bunun sebebi ise Almanların I. Dünya Savaşı'ndan sonra imzaladıkları Versay Antlaşması gereğince Alman donanmasının üreteceği gemilere tonaj ve uzunluk limiti getirilmiş ve Scharnhorst'un bu limitlere uyularak yapılmış olmasıydı, ancak Scharnhorst'un sahip olduğu silahlar elbette geçmiş dünya savaşını kazanmış ülkelerin kruvazörlerine taş çıkartacak cinstendi.
25 Haziran 1934 tarihinde yapımı için mukavele imzalanmış; Alman Donanmasının ünlü tersanesi olan Wilhelmshaven'de yapımına başlandı ve 5 Temmuz 1934'de yapımı durduruldu sebebi ise geminin orijinal planlarının değişmesiydi. Geminin kaptanı Otto Ciliax Kasım 1939 tarihine kadar savaş eğitimlerini yaptı daha sonra aynı özellikleri taşıyan ikiz kız kardeşi olarak bilinen Gneisenau Kruvazörü ile İngilizlerin kuzey devriyelerine saldırmak maksadı ile yola çıktılar ilk zaferlerini birlikte 23 Kasım 1939'da İngiliz Kraliyet Donanmasına ait olan yardımcı kruvazör Rawalpindi'yi batırarak kazandılar; Alman donanmasına ait güzide Ağır Kruvazörlerinden olan Admiral Hipper komutası altında Nordmark Operasyonu'na "Operation Nordmark" katıldılar ancak herhangi bir gemiye rastlayamadılar.
Tarih 8 Haziran 1940 yılını gösterdiğinde Scharnhorst ikiz kız kardeşi Gneeisenau, Admiral Hipper ve yanlarında bulunan destroyerler Karl Galster, Hans Lody, Erich Steinbrink ve Hermann Schoemann İngiliz Kraliyet donanmasına ait Uçak gemisi Glorious ve ona eşlik eden Ardent ve Acasta destroyerleri ile çatışmaya girdi çatışma sonunda Scharnhorst İngiliz Acasta destroyerinden fırlatılan bir torpido ile vurulsa da Alman savaş konvoyu üç İngiliz Kraliyet gemisini batırır; Scharnhorst'da orta dereceli hasar almıştır.
MiG
MiG, resmi olarak Mikoyan Gurevich (Rusça: Микоян-Гуревич, МиГ), Rus askeri uçaklarını üreten firmadır. Arteem Mikoyan ve Mikhail Gurevich tarafından "Mikoyan-Gurevich" olarak kurulmuştur. Mikoyanın 1970'te ölümü üzerine Gurevich'in ismi düşmüştür. Ön eki MiG'dir.
Rus hükümeti Mikoyan'ı Ilyushin, Irkut, Sukhoi,Tupovlev ve Yakovlevi "Birleşik Uçak Şirketi" olarak birleştirmeyi planlamaktadır. Firma ayrıca Kamov helikopter projesi gibi çeşitli araçların üretiminde de çalışmaktadır.
Bulgur
Bulgur buğdaydan yapılan geleneksel bir anadolu yiyeceği olup tahıl grubundan sayılmakta ve beslenme piramidinin tabanında yer almaktadır. Bulgur önemli ve ekonomik bir karbonhidrat kaynağıdır.
Bulgurun yapıldığı ana madde olan buğday; öz, kepek ve endosperm olarak 3 bölümden oluşur ve gerekli olan besin öğelerinin birçoğu öz ve kepek bölümü içerisinde yer alır. Endosperm içerdiği nişasta ve az proteinlerle buğdayın ve tabii ki bulgurun sadece enerji veren bölümüdür.
Buğdayın yapısında bulunan öz ve kepek, çinko, magnezyum, krom gibi mineralleri, diyet posasını, bazı fenolleri, fitatları ve selenyumu; ayrıca da B12 dışındaki bütün B vitamini maddlerini içermektedir.
Bulgur oldukça yüksek miktarda lif içermesi nedeniyle bağırsak çalışmasını arttırır ve liflerin tok tutucu bir özelliğe sahip olmasıyla kilo kontrolüne de yardımcıdır. Dünya Sağlık Örgütünün belirttiği üzere günde 25-30 gr. civarında lif ihtiyacımız bulunmaktadır.
Yapısındaki B1 vitaminleri; sinir ve sindirim sistemimizin güçlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Ayrıca bu vitaminin, beriberi hastalığının önlenmesinde düzenli tüketilmesi gerekmektedir. Bulgur bütün bunların dışında yapısında içerdiği folik asit sayesinde hamile annelerin bebeklerin beyin gelişimine faydalıdır.
Glisemik endeksinin düşük olması sebebiyle bulgur uzun süre tok tutar, kana yavaş karıştığı içinde diyetlerde kullanılabilecek bir üründür. Ayrıca da şeker hastalarına tavsiye edilir. Ayrıca salatalarda, sıcak ve soğuk yemeklerde kullanılan bir malzeme olması nedeniyle oldukça çeşitlilik sunan bir üründür.
Bulgur, pirinç ve kuskustan daha besleyicidir.
Sarı bulgur ve esmer bulgur olmak üzere 2 ana sınıfa ayrılmaktadır. Daha sonra bu gruplar büyüklüklerine göre; iri pilavlık bulgur, pilavlık bulgur, köftelik diğer bir ismi ile düğü / düğürcük bulgur, Midyat bulguru ve çiğ köftelik bulgur olarak sınıflandırılmaktadır. Köftelik bulgur Gaziantep yöresinde "simit" ismiyle bilinir.
Bulgur rengini buğdaydan alır. Bulgur sadece su ve buğdaydan oluşur ve rengi tamamen doğaldır. Sarı bulgur; Anadolu’nun sert durum buğdayından oluşur. Bu yüzden rengi sarıdır. Fakat esmer bulgur, esmer bezostiye buğdaydan oluşur. Bu yüzden de rengi daha koyudur. Kısacası renk farkı ham maddeden kaynaklanmaktadır. Renkleri farklı olan bu ürünlerin lezzetleri de farklıdır.
Bulgurdan çiğ köfte, bulgur pilavı, kısır, Bulgur çerezi,Bulgur helvası,Domatesli bulgur pilavı gibi yiyecekler yapılır.
Perran Kutman
Perran Kutman (d. "Perran Kanat", 30 Kasım 1949, İstanbul) Türk tiyatro ve sinema oyuncusu.
1949 yılında Aksaray, İstanbul'da doğan sanatçı ailesinin isteği üzerine konservatuvar okumuş, tiyatro bölümünden mezun olmuştur. Yaşamı süresince çeşitli dizi, film ve tiyatro oyunlarında oynamıştır. İlk sinema deneyimini 1972'de yönetmenliğini Nejat Saydam'ın yaptığı "Şehvet Kurbanı" adlı filmle yapan Kutman, Türk Sineması'nın klasikleri içinde sayılan Köyden İndim Şehire, Salak Milyoner, , N'Olacak Şimdi ve Hababam Sınıfı serisinde oynadığı rollerle çıktıktan sonra, Müjdat Gezen ile beraber çeşitli oyunlar ve parodiler yapan sanatçı Gırgıriye'deki "Sabahat" tiplemesi ile ün kazanmıştır.
İstanbul Belediyesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nden mezun olduktan sonra 1967'de Ulvi Uraz Tiyatrosu`nda sahneye çıkan Kutman, ilk sahne deneyimi hakkında bir röportajında ""Ulvi Uraz'da profesyonel hayatıma başladım. Mükemmel bir hocaydı. Sahne tahtasına saygıyı öğrendim"" demiştir. Çeşitli dizi ve filmlerde rol alan Kutman, Perihan Abla dizisi ile asıl üne kavuşmuştur. 1986 yılında TRT 2'de izleyiciyle buluşan Perihan Abla dizisi çok sevilince TRT1'e aktarılıp orada yayın hayatına devam etmiştir. Perihan Abla rolü ile özellikle Tür |
k Halkının sevgisini kazanmıştır.
1973 yılında sinema ve tiyatro oyuncusu Hüseyin Kutman'la evlenmiş fakat evlilikleri 1978 yılında sona ermiştir. Kutman, 1980 yılında müzisyen Koral Sarıtaş ile evlenmiştir.
1969`da Nisa Serezli, 1973`te Sezer Sezin, 1980`de Miyatro adlı tiyatro topluluklarında çalışan sanatçı son tiyatro oyununu 1987 yılında "Artiz Mektebi" adlı oyun ile oynamıştır.
Detroit Pistons
Detroit Pistons, Detroit şehrinin takımıdır. Taraftarlarının takıma olan bağlılığı ile oldukça ün kazanmıştır. 1989-1990 ve 2004 yıllarında NBA şampiyonu olmayı başarmıştır. 80'lerde başlayan Bad Boys(Kötü Çocuklar) ekolü eskisi kadar olmasa da devam etmektedir.
Takım ilk olarak Fort Wayne'de (Indiana) kurulmuş daha sonra Detroit'e taşınmıştır.
3 kez NBA şampiyonu olmuş bir takımdır.(1989-1990-2004)
1970'lerden çıkıp 1980'lere girerken Pistons çok kötü performans sergiliyordu. 1979-80 sezonuna 16-66'lık derece ile girdiler. Ardından 1980-81 sezonunda son 14 maçlarını kaybederek 21-61'lik derece ile sezonu sonlandırdılar.
Pistons hanedanlığının dönüm noktası 1981 draftında oyun kurucu ve gelecekte Hall of Fame olacak olan Isiah Thomas'ın seçilmesi ile başladı. 1982'lerin başında Cleveland Cavaliers'tan Bill Laimbeer'ı, Seattle Supersonics'den de Vinnie Johnson'ı takas ettiler. Bu üçlü 10 yıl boyunca Pistons'ta beraberdiler ve takımı ligin zirvesine çıkmasında büyük rol oynadılar.
Başlarda çok zorlandılar. 1984 yılında 4. bitirdikleri Doğu Konferansında, zamanın etkisiz takımlarından New York Knicks ile eşleştiler. Otoritelerce üstün görüldüğü bu seriyi 3-2 ile kaybettiler.
Lokka
Scharnhorst
Scharnhorst
Lokka (içki)
Lokka Mey İçki Sanayii tarafından üzümden üretilmiş bir çeşit votkadır. İçkinin yaratıcısı Robert Leaute'dir.
Bilecik'te bulunan Mey fabrikasında Sultaniye üzümlerinden elde edilen alkolün beş kez damıtılmasıyla elde edilir. Kullanılan alkol çeşidi ve çok kere damıtılması nedeniyle dünyada az bulunan türden bir votkadır. Şişesi dikkat çekmesi açısından kenarları düz içki şişelerinden farklı olarak bombeli olarak tasarlanmış, göze çarpan bir mor ile renklendirilmiştir.
Börek
Börek, açılmış hamurun veya yufkanın arasına çeşitli malzemeler konularak değişik biçimlerde pişirilebilen hamur işi.
Türkiye'nin dışında kalan ve hala sevilerek pişirip yenilen böreklerin bugünkü isimleri:
Bilgi rejimleri
Bilgi rejimleri postyapısalcı felsefenin öncü isimlerinden Michel Foucault tarafından geliştirilen ve kendi yapıtlarında kullanıma sokulmuş olan kavramdır.
Birçok yerde değişik disiplinlerin bilgi odelleri sorgulanırken kullanılmış yöntemsel bir kavramlaştırmadır. "Hakikat rejimleri" olarak da ifade edilmiş ve kullanılmıştır. Foucault tarafından geliştirilen bilme istenci, episteme ve bilginin arkeolojisi gibi özgül kavramların bir parçasıdır, onlarla birlikte kullanıma girer.
Bilgi rejimleri formülasyonu, bilginin her zaman iktidar/güç nosyaonlarıyla ilişkili olduğunu belirler ve bu ilişkiyi ortaya koymaya yönelir. Öyle ki, bilginin hem "oluşumu" hem "kulllanımı" hem de "dolaşımı" her zaman kaçınılmaz olarak bir rejim konusudur. Dolayısıyla, bilgiden sözedilen bir yerde sorulması gereken soruların başında, hangi "bilgi rejiminin" devrede olduğu ya da egemen olduğu sorusu gelmektedir. Bilgi rejimleri nosyonu, Foucault'nun kuramsal alana ikili müdahalesinin sonuçlarından biridir. Buna göre bir yanda "bilgi" öte yanda "iktidar" kavramları kökten bir değişimie uğratılır.
Böylelikle, "nesnel" ve "tarafsız bilgi" anlayışı olarak ortaya çıkmış olan ya da çıkmakta olan söylemler, bu kez de Foucault'nun kuramsal müdahalaleriyle deşifre edilmiş olunmaktadır. Hakikat ya da bilgi, her zaman zaten bir rejim ya da iktidar konusuysa saf bilginin, yani nesnel bilginin ve tarafsız bilginin mümkün olabilmesi artık söz konusu olamaz.
Tam tersine, tarafsızlıktan ve nesnel bilgiden sözedildigi yerlerde, gerçekte burada hangi "rejimin" devrede olduğunu ve bu yansızlık/nesnellik ifadelerinin hangi söylemsel yapıyı gizlemeye çalıştığını anlamak gerekmektedir. Nesnellik ve tarafsızlığın, birer yanılgı oldukları Foucault’dan önce zaten bildirilmiş, ve öznenin öznelliğinin silinemeyeceği açıkca gösterilmiştir. Bilim felsefesinin iç-tartışmalarının çoğunda da bu nokta belirli şekilde anlaşılmıştır. Bilginin tamamen tarih-dışı ve yorum-dışı olabilmesinin olanaksızlığı pek çok yönden gösterilmiştir. Aynı şekilde Dil felsefesi, bunun olanaksızlığına dil düzleminde açıklık getirmiştir.
20.yüzyıl baslarında Friedrich Nietzsche bilginin saf akıl'ın ürünü değil güç ile doğrudan ilişkili bir kavram olduğunu sezinlemiş ve bunu açıklayan öncü düşünürlerden biri olmuştur. Foucault tüm bu gelişmelerin sonrasında bilgi/iktidar bağlamını yeniden değerledirmiş ve bilgi yapılarını, episteme'leri deşifre etme yoluna gitmiştir. Örneğin, bilim'in arkeolojisini yaparak ardındaki bilgi rejimlerinin niteligini çözümlediği yapıtı bunun özgün bir örnegidir.Böylece bilimin, bilgi/iktidar düzleminde bir çözümlemesi ortaya konulmaktadır.
Bkz:
Dondurma
Dondurma, içine şeker katılmış çeşitli meyve suları ya da sütten dondurulmak suretiyle elde edilen soğuk bir tatlıdır. El ile ya da elektrikli makinelerde yapılabildiği gibi dondurma buzdolapları ile de hazırlanabilir. 100 g dondurma 100-200 kalori verir. A, B, D vitaminleriyle, kalsiyum, yağ, protein ve fosfor yönünden zengin bir gıdadır. Artık piyasada hemen her çeşidi olan dondurmaları servise hazır paket şeklinde her mevsimde bulmak oldukça kolaydır. Yaz kış yenilmesi tavsiye edilir. Her çeşit kuru ve yaş meyve ile hazırlandığı gibi cevizli, fıstıklı, çikolatalı, karamelli vb. olan çeşitleri piyasada sıklıkla tüketilmektedir. Dondurmalar elle ve makine yardımı ile yapılabilir. Ancak dondurmacılığı bir meslek haline getirmiş ustalar halen döverek hazırladıkları dondurmalarının sırlarını gizli tutmaya devam etmektedir. Bazı yörelere has dondurmalar örneğin Kahramanmaraş Dondurması hala gizemini korumaktadır. Kendine has dondurması olan ülkeler vardır. Birleşik Krallık, Japonya, Finlandiya, Yunanistan, Yeni Zelanda, Avustralya, Almanya ve İtalya'nın yanı sıra Türkiye'de de Kahramanmaraş, dondurması ile ünlüdür.
Dondurma ilk kez Roma İmparatorluğu döneminde Roma'da üretilmiştir.
Aral alabalığı
Aral alabalığı ("Salmo trutta aralensis"), Salmonidae familyasına ait bir alabalık alt türü.
Sadece Aral gölü'nde bulunur, ve 1 metre uzunluğa ve 14 kilo ağırlığa kadar varabilir. Nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğu için korunması gereken hayvanların listesinde yer alır.
Garda alabalığı
Garda alabalığı ("Salmo trutta carpio"), Salmonidae familyasından sadece kuzey İtalya'nın Garda gölü'nde bulunan alabalık alt türü. En önemli özelliği sadece yengeç türlerinden beslenmesidir. En çok gölün güneyinde rastlanır. Senede iki kez yumurtlamak için gölün daha derin olan kuzey kısmına göç eder. 50 cm uzunluğa ve 1,5 kilo ağırlığa varabilir.
Polonya millî futbol takımı
Polonya millî futbol takımı, Polonya'yı uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. 1972 Münih Olimpiyatları'nda Altın madalya kazanan millî takım, 1974 FIFA Dünya Kupası ve 1982 FIFA Dünya Kupası'nda dünya üçüncüsü olmuştur. 2002 FIFA Dünya Kupası'na, 2006 FIFA Dünya Kupası'na ve 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'na da katılan millî takım, her üç turnuvada da 1. turda elenmiştir.
Polonya Futbol Federasyonu ("Polski Związek Piłki Nożnej"), 20 Aralık 1919 yılında Varşova'da kurulduktan sonra millî takım ilk maçını 18 Aralık 1921'de Macaristan ile yaptı ve Budapeşte'den 1-0'lık bir yenilgiyle ayrıldı. İlk yenilgisi gibi ilk galibiyeti de bir deplasman olan Stockholm'de İsveç'e karşı 28 Mayıs 1922 tarihinde alındı. Oluşum sürecinden sonra, o yılların güçlü ekiplerinden Yugoslavya'yı 1938 FIFA Dünya Kupası'ndan önce eleyip FIFA Dünya Kupası biletini ilk kez kaptı. Polonya'nın ilk tecrübesi olan FIFA Dünya Kupasının o yılki formatı eleme usulüydü ve Polonya'nın ilk rakibi de Brezilya oldu. Polonya, ilk kez katıldığı bu kupaya 6-5'lik Brezilya mağlubiyetiyle veda etti. Kısa bir süre sonra, Adolf Hitler'in Varşova'ya girmesi ve ülkeyi ele geçirmesi sebebiyle Polonya, 1946'ya kadar maç yapamadı. 11 Haziran 1946'da savaştan yeni çıkan Polonya, Oslo'ya gitti. Norveç karşısında 3-1 kazanan Polonya, 26 Haziran 1948′de Danimarka'ya 8-0'la yenildi ve bu yenilgi millî takım tarihinin en farklı yenilgisi olarak kayıtlara geçti.
1954'te elemelerden çekilen ve 1958-1970 yılları arasında da elemeleri geçemeyen Polonya, 4 Eylül 1963′te Norveç'i, Włodzimierz Lubański'nin 7 gol atttığı maçta, 9-0'la mağlup etti. Bu galibiyet, 1 Nisan 2009′daki 10-0'lık San Marino galibiyetine kadar millî takımın en farklı galibiyet olarak kayıtlarda kalmıştır.
Polonya, 1966 şampiyonu İngiltere'yi eleyerek 1974 FIFA Dünya Kupası'na katılmaya hak kazanan Polonya 4. grupta yer aldı. Arjantin'i ve İtalya'yı Lato, Szarmach ve Deyna ile geçen Polonya, Haiti'ye tam 7 gol atıp gruptan lider olarak çıktı. Lato ve arkadaşları 1974'teki kupa formatında 2. turda başka bir grupta yer alarak Batı Almanya'nın ardından ikinci oldu. Üçüncülük maçına çıkan Polonya, 1938′in rövanşını alarak Brezilya'yı Lato'nun golü ile yendi ve Lato da turnuvayı gol kralı olarak tamamladı.
Polonya, 1978 FIFA Dünya Kupası elemelerinde grubu Doğu Almanya, Türkiye ve Malta'nın önünde lider tamamlayarak Arjantin'deki finallere gitmeye hak kazandı. 1974′te olduğu gibi grupta Batı Almanya ile çekişen ve nihayetinde gruptan çıkan Polonya için işler diğer turda beklendiği gibi gitmez ve bu sefer Brezilya, Polonya'yı 3-1 yenerek son FIFA Dünya Kupasının üçüncüsünü turnuva dışında bıraktı.
Tekrar aynı eleme grubuna düştüğü Doğu Almanya ve Malta'nın önünde namağlup bir şekilde birinci olarak İspanya'daki 1982 FIFA Dünya Kupası'na katılma hakkı elde eden Polonya, 1974'ten beri bünyesinde barındırdığı tecrübeli futbolcuların yanına serpiştirilen yeni gençlerle yarı finale kadar ilerledi. 1. turu İtalya, Kamerun ve Peru önünde namağlup olarak geçen Polonya, 2. t |
urda da Belçikaile SSCB'nin önünde namağlup lider olarak yarı finale çıktı. Fakat, İtalya ve Rossi onları 2-0 ile durdurdu. Polonya 8 yıl önce olduğu gibi tekrar 3.lük maçına çıktı ve Fransa'yı 3 golle (Szarmach, Majewski ve Kupcewicz) mağlup ederek turnuvayı 3. olarak tamamladı.
1986 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Belçika, Arnavutluk ve Yunanistan'nın önünde grup birincisi olarak Meksika 1986'ya katılan Polonya, ilk turda Fas, Portekiz ve İngiltere'nin yer aldığı gruptan 3. olarak çıktı. 2. turda Brezilya ile krşılaşan Polonya, sahadan 4-0'lık yenilgiyle ayrılarak kupanın dışına itildi ve bir FIFA Dünya Kupasına daha katılmak için 2002′ye kadar beklemek zorunda kaldı.
Polonya futbolu tarihinin en büyük jenerasyonundan sonra 1987-2002 yılları arası, Polonya millî futbol takımı için tam bir durgunluk havasında geçti. Bu yıllar arasında tek büyük başarısı 1992 Yaz Olimpiyatları'nda alınan gümüş madalya olmuştur.
Polonya 2002 FIFA Dünya Kupası'na katılarak 1986 yılından sonra ilk kez bir turnuvaya katılmış oldu.
Polonya, ilk maçta Güney Kore'ye 2-0 yenildi. Maçtaki kötü performans nedeniyle Portekiz maçı için büyük değişiklikler yapıldı. Ama bu maçı da 4-0 kaybettiler.Son maçta ABD karşısına prestij için çıkan Polonya 3-1'lik galibiyet aldı. Grupları 3 puanla sonuncu bitirerek elendi.
Polonya, 1986 yılından bu yana ilk kez ön elemeleri geçtikten sonra 2006 FIFA Dünya Kupası'na büyük umutlarla katıldı. A grubunda yer aldılar ve rakipleri Almanya, Ekvador, Kosta Rika oldu. Ancak dört sene önceki gibi hayal kırıklığıyla sonuçlandı. Polonya, Ekvador maçına 2-0'lık yenilgiyle başladı. Almanya'ya 1-0 yenildi. Son maçı olan Kosta Rika maçını 2-1 kazanarak 3 puanla turnuvaya veda etti.
Polonya, yeni teknik direktörü Leo Beenhakker ile 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerine Bydgoszcz'da Zawisza Stadyumu'nda 3-1'lik Finlandiya yenilgisiyle başladı. 6 Eylül 2006'da Varşova'da Legia Stadyumu'nda yapılan Sırbistan maçından 1-1 beraberlikle ayrıldı. Üçüncü maçında Kazakistan'ı deplasmanda 1-0 yenen Polonya ilk üç maçta dört puan toplayarak kötü bir başlangıç yaptı.
Ancak sonraki beş maçta üst üste başarılı sonuçlar aldılar. Kendi evlerinde Portekiz'i 2-1 yendiler. Belçika deplasmanını 1-0'lık galibiyetle geçen Polonya, kendi evlerinde Azerbaycan'ı 5-0 ve Ermenistan'ı 1-0 yendi. Azerbaycan deplasmanını 1-3 kazandıktan sonra Ermenistan'a 1-0 yenildiler.
Lizbon'da Portekiz ile 2-2 berabere kaldılar. Helsinki'den 0-0 beraberlikle ayrıldılar. Kazakistan'ı 1-0 yendiler, Belçika'yı 2-0 mağlup edip Sırbistan ile Belgrad'da 2-2 berabere kaldılar. Polonya böylece geriden gelerek grubu birinci bitirmiş oldu. Ebi Smolarek attığı 9 golle Kuzey İrlandalı David Healy (13 gol) ve Hırvat Eduardo'nun (10 gol) ardından en golcü üçüncü futbolcu oldu.
Polonya elemeleri geçerek ilk kez bir Avrupa Şampiyonası'na katıldı.
Polonya, B grubunda ev sahibi Avusturya, Almanya ve Hırvatistan ile yer aldı. 2006 FIFA Dünya Kupası'ndaki Almanya maçının rövanşı niteliği taşıyan maçta Lukas Podolski'nin gollerine engel olamayan Polonya 2-0'lık mağlubiyetle ayrıldı. İkinci maçında ev sahibi Avusturya maçında Roger Guerreiro ile 30. dakikada açılış golünü atan Polonya 90+3. dakikada Avusturyalı Ivica Vastic'in penaltı golüyle 1-1'lik beraberlikle yetindi. Umudunu Hırvatistan ile yapılan son maça taşıyan Polonya 1-0 mağlubiyetle turnuvaya veda etti.
Polonya 3. Grupta Slovekya, Slovenya, Çek Cumhuriyeti, Kuzey irlanda ve San Marino ile yer aldı. Ancak grubu 3 galibiyet, 2 beraberlik ve 4 mağlubiyetle beşinci sırada bitirdi. İlk üç maçta 7 puanla başlayan Polonya Slovenya ile 1-1 berabere kalarak başladı. San Marino ve Çek Cumhuriyeti galibiyetleriyle 7 puana ulaştılar. Slovakya deplasmanında Artur Boruc'un Stanislav Šesták'tan yediği hatalı golle 1-0 yenilerek puansız döndüler. Slovakya'yla yapılan ikinci maçı da Slovakya 2-1 kazandı. Kuzey İrlanda'ya da 3-2 yenildiler. Kendi evlerinde San Marino'yu 10-0 yendiler. Ancak son üç maçta Kuzey İrlanda ile 2-2 berabere kaldılar ve iki mağlubiyet aldılar. Gruptan Slovakya birinci olarak çıktı, Slovenya da play-offlara kaldı.
Polonya ve Ukrayna, 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası için ev sahibi seçildiler. Böylece Polonya otomatik olarak A grubunda Rusya, Yunanistan ve Çek Cumnuriyeti ile yer aldı. Grubu 3. bitirerek turnuvadan elendi. Teknik direktör Franciszek Smuda görevinden istifa etti.
Polonya 2014 FIFA Dünya Kupası elemeleri H Grubunda İngiltere,Karadağ,Ukrayna,San Marino ve Moldova'nın bulunduğu grupta 3 galibiyet 4 beraberlik 3 mağlubiyet alarak 13 puanla grubu 4. sırada bitirdi.
Şampiyon İkincilik Üçüncülük Dördüncülük
Aşağıdaki 23 oyuncu 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası için çağrıldı.
Deli Cevat
Deli Cevat, Gökhan Dabak tarafından yaratılmış bir çizgi roman kahramanıdır.
Lombak Dergisine giden karikatürlerden sonra Leman'da yayımlanmıştır. Şu an L-Manyak'ta yayımlanmaktadır. En belirgin özelliği saati takmaması gereken bir yere takmasıdır.
Mermer alabalık
Mermer alabalık ("Salmo trutta marmorata"), Salmonidae familyasına ait olan bir alabalık alt türü. Slovenya'nın Isonzo ırmağı'nda ve Güney ve Orta Avrupa'nın diğer Adriyatik Denizi'ne akan ırmaklarında bulunur.
Isonzo Muharebeleri'nin getirdiği kıtlıktan dolayı yoğun balıkçılık ile nesili tükenmek üzereydi. Irmaktaki balık nüfusunu korumak için dere alabalıkları yetiştirilip ırmağa salındı. Birbirlerine genetik yakınlıklarından dolayı, bu iki tür birbirinle karışmış ve dere alabalığının özellikleri daha ağır basmıştır. Nesli tükendığı sanılan mermer alabalığın bir gün Isonzo ırmağının bir kolunda tekrar bir populasyonu bulundu. Bu bulunanlar yetiştirilip sayıları çoğaltılarak tekrar ırmağa salındı.
Ceyhun alabalığı
Ceyhun alabalığı ("Salmo trutta oxianus"), Salmonidae familyasından Özbekistan'ın Ceyhun (Amu Derya) sisteminde yaşayan bir alabalık alt türü. Populasyonlarının ikiye katlanma süresi 15 ay olması ile diğer alabalık türlerinkinden çok daha kısadır. Böcek ve sinek larvaları ile beslenen bu alabalık türünün erkekleri ortalama 23.7 cm uzunluğunda olurlar.
Göl alabalığı
Göl alabalığı ("Salmo trutta lacustris"), Salmonidae familyasından deniz ve dere alabalığının bir gölün tatlısu kesimine adapte olmuş göç etmeyen formudur.
Deniz ve dere alabalıklarının bütün özelliklerini gösterir. Yalnızca rengi ve daha tombul vücut yapısı ile onlardan ayrılır. Asıl rengi gümüşî, gümüşî gri veya kahverengimsi; sırt yan ve karın kısmına kıyasla daha renkli, hafif kahvemsi veya yeşilimsidir. Vücudun yan ve sırtı büyük siyah beneklerle kaplı, bunların arasında portakal veya gül renginde lekeler bulunur.
Bu balıklar, soğuk ve derin dağ göllerinde, orman içi göllerde yaşarlar. Karnivor olup, diğer balıklar ve su canlıları ile beslenirler. İyi beslenme koşullarda 20–25 kg ağırlığa ulaşabilir. Gerçekten lezzetli ve amatör balıkçılık açısından değer taşıyan bir alabalıktır.
Türkiye'de bazı orman içi göllerde, Doğu Anadolu Bölgesi'ndeki su özellikleri uygun göllerde mevcuttur.
Washington (futbolcu)
Washington Stecanela Cerqueira (d. 1 Nisan 1975, Brasília), Brezilyalı millî futbolcudur.
Futbola "Brasília Futebol Clube" altyapısında başlamış uzun boyu, bitiricilik özelliği ve attığı kafa şutlarıyla kendini göstermiş ve altyapısı daha iyi olan "Caxias" altyapısına geçmiştir oradan A Takıma kadar yükselerek profesyonel futbol yaşantısına başlamıştır.
Golcülüğünü Brezilya'da her geçen sene daha iyi bir takıma transfer olarak sürdürmüş ve 2000-2002 yılları arasında "Ponte Preta" takımıyla 2 senede 42 gol atıp Avrupa'nın önemli ekiplerinin transfer listesine girmiştir.
Washington, Avrupa'da ilk tercihini Fenerbahçe'den yana kullanmıştır. 2002-2003 sezonunda Fenerbahçe'ye transfer olmuştur. Sezona çok iyi başlayan ve 12 lig maçında kaydettiği 9 golle taraftarlarca "Washi-Gol" lakabıyla anılan Washington, Fenerbahçe'nin Bursaspor'u 7-1 yendiği maçta hat-trick yapmıştır. Ligin 14. haftasında oynadığı ve deplasmanda 2-1 kazanılan, bir golle katkıda bulunduğu Kocaelispor maçı, Türkiye'de oynadığı son maç oldu. İstanbulspor maçı öncesi 27 Kasım 2002'de kalp krizi geçirerek sezonu tamamlayamayan Washington için tedavisinin ardından doktorlar bir daha futbol oynayamaz raporu verince Fenerbahçe ile kontratı feshedilmiştir. Bu ayrıca Washington'un ilk ve son Avrupa macerası olmuştur.
1 sene sahalardan uzak kalan Washington, sahalara döneceğini söylemiş ve iyileştikten sonra, 2004 yılında Paranaense takımına transfer olmuştur ve attığı 34 golle gol kralı olarak sahalara dönüş yapmıştır. 2005 yılında Japonya'nın "Tokyo Verdy 1969" takımına transfer olup gollerine devam etmiştir. Ertesi sene ise yine Japonya takımlarından Urawa Red Diamonds'a transfer olup attığı 42 golle gol kralı olmuştur. Ancak yaşının ilerlemesinden dolayı bir daha Avrupa'da futbol oynayamayan Washington, 2 sene Japonya'da kaldıktan sonra ülkesi Brezilya'ya dönmüştür ve Fluminense formasını bir sezon giydikten sonra, 35 yaşında aktif futbol kariyerine nokta koymuştur.
Brezilya millî futbol takımı formasını ilk kez 25 Nisan 2001'de Peru ile oynanan 2002 FIFA Dünya Kupası elemeleri maçında giyen Washington, millî formayla ilk golünü 31 Mayıs 2001'de çıktığı 2. maçta, Kamerun'a attı. Bu gol aynı zamanda 2001 FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda oynadığı ilk maçta attığı goldü. Yaşadığı kalp rahatsızlığı sebebiyle kısa bir dönem millî formayı giyebilen Washington, toplamda 9 millî maçta 2 gol kaydetmiştir.
Grizu patlaması
Grizu patlaması, belli oranlardaki metan gazıyla havanın karışarak oluşturduğu patlamadır. Patlamanın gerçekleşebilmesi için asgari %12 oranında oksijen gerekmektedir. Havada %5-6 oranında bulunan metan gazı ancak bir sıcaklık etkisiyle yanarken, metan oranının %5-16 olması durumunda patlayıcı özellik kazanır. En kolay patlama metan oranının %8, en şiddetli patlama ise %9,5 olduğu durumda gerçekleşir. Tutuşturma kaynakları açık ateş, fazla ısınan yüzeyler, sürtünme ve elektrikle oluşan kıvılcımlar olmaktadır. Soma faciasında da gerçekleşmiştir.
|
Haim Revivo
Haim Revivo (İbranice: חיים רביבו) (d.22 Şubat 1972, Aşdod) İsrailli eski millî futbolcudur.
İspanyol kulübü RC Celta de Vigo'ya gitmeden önce Bnei Yehuda, Hapoel Tel Aviv ve Makkabi Hayfa (futbol takımı) adlı takımlarda oynadı. Ayrıca Türkiye'de önce Fenerbahçe'de sonra Galatasaray'da oynadı.
İspanya'da birkaç yıl başarılı bir şekilde oynadı. Fenerbahçe'deki ilk 2 yılı başarılıydı ve 2001'deki Süper Lig şampiyonluğunda pay sahibi oldu ama daha sonra birçok yabancı oyuncu takıma transfer edildiğinden serbest bırakıldı. Revivo o sıralarda çok iyi bir oyun sergileyerek seyircilerin alkışını topladı. Galatasaray'a bedelsiz transfer olarak Fenerbahçe'ye rakip oldu. Fenerbahçeliler tarafından adı "Hain Revivo" olarak değiştirildi. Galatasaray'da birkaç hafta iyi top oynadıktan sonra düşüşe geçti ve ayrılmak zorunda kaldı. 2003 yazı İsrail millî takımının kampına katılmak için izin istedi. Fatih Terim onu yaz kampında görmek istiyordu. Haim, millî takımının kampına katıldı. O andan itibaren Fatih Terim'le Revivo arasında ipler koptu. O yaz takımla sözleşmesi feshedildi.
Türkiye'den İsrail'e dönüşünde Aşdod ile sözleşme imzaladı ama 12 maçtan sonra futboldan emekli oldu.
Doğan Hızlan
Doğan Hızlan, (d. 1937 İstanbul) Türk yazar.
Pertevniyal Lisesi'ni bitirdi. Hukuk öğrenimine başladı. İlk yazısı 1954 yılında yayımlanan Doğan Hızlan, çeşitli edebiyat dergilerini ve aralarında Cumhuriyet'in de olduğu gazetelerin sanat sayfalarını yönetti. Bunun yanı sıra birçok gazete ve dergide eleştiriler yayımladı.
1980 yılında Bayram Gömleği adlı bir çocuk hikâyeleri güldestesi hazırladı. Ercümend Behzad Lav’ın Bütün Eserleri’ni yayıma hazırladı. Son olarak İhsan Yılmaz ile birlikte Celâl Sılay’ın Toplu Şiirleri’ni Hüsran Filizleri adıyla yayımladı. En yeni kitabı, Hürriyet Pazar'da yayımlanan kitap yazılarından oluşan Aynadaki Bakışlar'dır.
2012 yılının Şubat ayında Antalya Atatürk Kültür Parkı içinde, adına bir kütüphane açılmış olup bu kütüphaneye 20.000 (yirmibin) kitap bağışlamıştır.
Halen Hürriyet Gazetesi’nde yazıyor. Türk edebiyatının gelişmesine katkılarını sürdürüyor.
TÜYAP
TÜYAP, Tüm Fuarcılık Yapım A.Ş. adı ile 28 Haziran 1979 tarihinde İstanbul'da Bülent Ünal tarafından kurulmuştur. Şirket fuar organizasyonları üzerine faaliyet göstermektedir.
28 Haziran 1979 tarihinde, İstanbul’da kurulmuştur. İlk fuarlarında İstanbul Spor ve Sergi Sarayı ve Etap Marmara Oteli kullanılmış, hızla çoğalan projeler sayısı ve sanayi fuarlarına yöneliş, geniş fuar alanı mekan ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. Bunun üzerine, 30 Mart 1987’de İstanbul Sergi Sarayı faaliyete geçirilmiş, çağdaş fuar merkezi ihtiyacının uzun vadede karşılanmasını ise, uluslararası standartlarda modern bir alt yapıya sahip “Tüyap Beylikdüzü Fuar ve Kongre Merkezi’ni” 1996 yılında hizmete açarak sağlamıştır.
Bu merkez, 120.000 m² kapalı fuar alanı ile Türkiye’de özel sektörün sahip olduğu en büyük fuar merkezidir.
İstanbul içindeki büyümeden sonra, Anadolu’ya yönelik projeler de ağırlık kazanmış, Haziran 2002 tarihinde Bursa’da, Mayıs 2003 tarihinde de Konya’da fuar alanı işletmeciliğine başlanmıştır. Tüyap, kuruluşunun 27.’nci yılında, yurtiçinde Ankara, Bursa, İzmir, Adana, Konya ve Samsun Diyarbakır, yurtdışında da Moskova, Tiflis, Sofya, Halep ve Tahran irtibat ofisleri ve 12 ülkedeki temsilcilik ağıyla, dünyada ve Türkiye'de fuarcılık sektörünün önde gelen kuruluşlarından birisi haline gelmiştir. Tüyap, ilk fuar organizasyonunu düzenlediği Haziran 1981’den bu yana, 645’i yurt içinde olmak üzere toplam 734 fuar, sergi, kongre organizasyonu gerçekleştirmiştir. Ülkemizin 27 ülkede temsil edildiği toplam yurtdışı organizasyon sayısı da 89’dur. Tüyap, 07 Şubat 2002’de TS EN ISO 9001:2000 Kalite Yönetim Sistemi’ne geçmiştir.
Yurtiçi ve yurtdışı meslek örgütleriyle işbirliğine büyük önem veren Tüyap, ICCA (Uluslararası Kongre ve Toplantı Derneği), INTEREXPO (Uluslararası Ticaret Fuarlarına Katılımlardan Sorumlu Organizatörler Birliği), ICC (Uluslararası Ticaret Odası) ve UFİ (Küresel Fuar Endüstrisi Birliği) üyesidir. Türkiye'de fuarcılık sektörünün en önemli meslek kuruluşu olan Türkiye Fuar Yapımcıları Derneği’nin kuruluşuna öncülük etmiş olup, halen derneğin dönem başkanlığını da yürütmektedir.
İstanbul Kitap Fuarı
İstanbul Kitap Fuarı, TÜYAP ve Türkiye Yayıncılar Birliği iş birliği ile düzenlenen, uluslararası kitap fuarıdır. Her yıl sonbahar aylarında düzenlenen fuarın ilki, 1982 yılında, 28 yayınevinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. 2000 yılında TÜYAP'ın Beylikdüzü'ne taşınmasıyla, orada düzenlenmeye devam etmekle birlikte, 2005 yılından beri uluslararasıdır. Günümüzde, yurt içi ve yurt dışından 600’e yakın yayınevi ve sivil toplum kuruluşunun katılımıyla gerçekleştirilmekle birlikte, İstanbul Sanat Fuarı ile eş zamanlı olarak düzenlenmektedir. 2011 yılı itibarıyla, İstanbul Kitap Fuarı, ilk defa "resmî" olarak uluslararası platformda düzenlenmiştir.
1982 yılında, 500 m bir alanda sadece 28 yayınevi ve beş yazarın katılımıyla başlayan İstanbul Kitap Fuarı, 2011 yılında ilk defa “uluslararası” yurt içi ihtisas fuarı unvanıyla gerçekleştirildi. 12-15 kasım tarihleri arasında açık kalan “Uluslararası Salon” 30’un üzerinde ülkeden yayınevi, telif ajansı ve ulusal katılıma evsahipliği yaptı. 12-20 Kasım 2011 tarihleri arasında gerçekleştirilen 30. İstanbul Kitap Fuarı 415 bin okurun ziyaretiyle son buldu.
2015 Yılında düzenlenen 34. Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı ve 25. Uluslararası İstanbul Sanat Fuarı’nı 9 gün içinde 558 bin kişi ziyaret etti.
"Onur yazarı" uygulaması 1987, "Tema" uygulaması 1989, "Onur konuğu ülke" uygulaması 2010 yılı itibarıyla başlamıştır.
1984-1989 yılları arasında okuyucular arasında yapılan anketlerin sonuçlarına göre "Halk Ödülü" verildi.
Tarihöncesi savaş
Tarih öncesi savaş, yazının bulunmasından ve devletler gibi büyük sosyal yapıların kurulmasından önceki çağlarda yapılan savaşlardır. Tarihî savaşlar Sümerlerde Bronz Çağı'ndaki profesyonel ordularla birlikte başlar. Bazı topluluklarda ise daha sonraki dönemlerde dahi "tarih öncesi savaş" varolmaya devam etmiştir.
İnsanın ilk ne zaman savaşmaya başladığı antropologlar ile tarihçiler arasında süregelen büyük bir tartışma konusudur. İskeletlerinde mızrak izleri bulunan Neandertal insan örnekleri bulunmasına rağmen bazı antropologlar, bunların savaş sonucu değil de kurban edilme, cinayet ya da av kazaları nedeniyle ortaya çıktığını düşünmektedir. Bu tartışma, "savaş" sözcüğünün tanımına ilişkin bir sorunun cevabı ile yakından ilişkilidir: Avcılık yapan iki ayrı grup arasındaki dalaşma ne zaman iki siyasi ya da etnik grup arasındaki silahlı mücadeleye dönüşür?
Tarih öncesi orduların boyutu da bir tartışma konusudur. Tarih öncesi savaş kavramını reddedenler, o zamanlar nüfus yoğunluğunun çok düşük olduğunu, dolayısıyla hiçbir zaman birkaç düzine kişiden oluşan baskın gruplardan daha büyük toplulukların karşı karşıya gelmesinin mümkün olmadığını savunurlar. Bu görüş, bugünkü İsrail ile Ürdün'ün bulunduğu bölgede yapılan kazılar sonucu ortaya çıkan Amarna mektupları'yla da desteklenmektedir. Antik Mısır yönetimi ile bu bölgedeki temsilcileri arasındaki diplomatik yazışmalardan oluşan bu mektuplarda, Güney Levant bölgesindeki şehirleri yaklaşık yirmi kişiden oluşan grupların yıldırdığından söz edilmektedir. Aksi görüşte olanlar ise, Türkiye'deki Çatalhöyük büyüklüğündeki şehirlerin birkaç yüz silahlı adam bulundurmuş olabileceğini ve birkaç şehrin kurduğu ittifaklar sonucunda hatırı sayılır bir orduya ulaşılmış olacağını savunmaktadır. Büyük ihtimalle yeteri kadar büyük olan bu gruplar herhangi bir seferin başarıya ulaşmasında önemli olan askerî taktikleri, lojistiği ve organizasyonel yapıyı uygulamışlardır.
Günümüzde hala yaşayan avcı-toplayıcı toplulukların bazıları şiddet dozu yüksek bir yaşam sürmekte ve sıklıkla komşu gruplara baskın yapıp güç göstererek toprak, kadın ve yiyecek ele geçirmektedir. Kalahari'deki Buşmanlar gibi topluluklar ise savaşsız ve çok az cinayet işlenen bir hayat sürerler. İlk çağlarda bu topluluk tiplerinden hangisinin yaygın olduğu bilinmemekte, bu da tartışma konusu olmaktadır. Günümüzde hâlâ savaşan bu tarz topluluklardaki ortak yanlar ise savaşmanın oldukça törensel olması, yöresel savaş adı verilen ve çatışmanın süresinden savaş kurbanlarının sayısının sınırlanmasına kadar birçok tabu ve uygulama içermesidir. Yöresel savaşlar yapan kabileler arasında birkaç nesilde bir nüfus baskısı, kaynaklar üzerine anlaşmazlıklar ya da anlaşılamayan sebepler yüzünden gerçek savaşlar da çıkabilmektedir.
İlk insanların kullandığı en yaygın silahlar basit ve kolay üretilebiliyordu. Sopa ve mızraklardan oluşan bu tarz silahlar MÖ 35.000 yıllarından beri avcılık için kullanılmış, başka amaçla kullanıldığına dair kanıt bulunamamıştır. Bu çağdan kalan mağara resimlerinden hiçbirinde insanın insana saldırdığı resmedilmemiştir. Sosyal evrimin bu aşamasında geniş çaplı bir savaşın olduğuna dair herhangi bir arkeolojik kanıt yoktur.
MÖ 12.000 yıllarından itibaren yay, topuz ve sapanın geliştirilmesiyle çarpışmalar değişikliğe uğramıştır. İlk savaşların ortaya çıkmasında yay büyük öneme sahiptir. Uzaktan saldırabilme olanağıyla, yakın döğüş silahlarından daha az risk taşır. İnsanlar arasında sopalarla savaşıldığına dair mağara resmine rastlanmaz. İki veya daha fazla grup insanın birbirlerine organize şekilde saldırmasının resmedilmesi, yayın gelişimi ile aynı zamana rastlar. Bu çizimlerde hatlar ve kollar belirgindir, değişik giysilerle resmedilmiş liderler göze çarpmaktadır. Bazı resimlerde de yandan kuşatma gibi askerî taktikler açıkça görülür.
Topuz, kişisel çarpışma için bir süre en favori silah olsa da deri zırhın geliştirilmesi etkisini sınırlamış, uzaktan saldırı silahlarıyla keskin kenarlı silahlar en çok kullanılan silah tipleri olmuştur.
Tarih öncesi savaş sayılabilecek olan bir olayın ilk arkeolojik kaydı Mısır'ın Sudan sınırına yakın bölgesinde Nil nehrinde bulunmaktadır. 117. Mezarlık olarak bilinen bu |
yer en az yedi bin yıllıktır. İçinde çok sayıda iskelet vardır ve bu iskeletlerin çoğunda okbaşı, kemiklerin içine girmiştir. Bunlar, belki de bir savaşın kayıplarıdır. Ancak kimileri, bu iskeletlerin yıllar boyu toplanmış olabileceğini, ve hatta savaştan çok, oradan geçenlerin öldürülmesi sonucu olabileceğini savunmaktadır. Bulunanların yarısı kadındır ve bu da geniş çaplı savaş olasılığını azaltan bir unsur olarak görülmektedir.
Tarımın gelişmesi ve hayvanların evcilleştirilmesiyle insan topluluklarının savaşa daha yatkınlaştığı düşünülmektedir. Tarım sayesinde oluşan "artı değer" sayesinde çiftçiler zamanlarını savaşa ayırabiliyor veya bir savaşçı sınıfını besleyebiliyordu.
Yeni Zelanda Maorileri Güney Pasifik'te bulunan adalarında hemen hemen sürekli savaşırken kendilerini güven altına almak için binlerce müstahkem yer inşa etmişlerdir. Kuşatma silahlarının henüz gelişmediği çağlarda -yani saldıranların sınırlı erzağının bulunduğu durumlarda- tarlalar ve evler talan edilse de müstahkem mevkilerin insanları ve malları korumak için başarılı bir yöntem olduğu görülmüştür. Bu dayanıklı müstahkem yerler tarih öncesi çağdaki toplumlarda önemli ölçüde sosyal örgütlenme olduğunu göstermektedir. Bu, aynı zamanda dolaylı olarak da olsa o çağlarda örgütlü savaşlar yaşandığının da doğal kanıtı olmaktadır.
Kalkolitik dönemde bakırdan yapılmış hançer, balta ve diğer nesneler ortaya çıkmıştır. Bunlar, çok pahalı ve dövülgen oldukları için çoğunlukla etkili silahlar değildi. Birçok bilim adamı tarafından daha çok ayinlerde kullanıldıkları düşünülmektedir. Bronzun bulunmasıyla birlikte keskin kenarlı metal silahlar artık sıradan hale gelmiştir.
Erken Demir Çağında ortaya çıkan Dorların işgali, Eski Yunan sömürgeciliği ile Fenikeliler ve Etrüsklerle olan ilişkileri tarih öncesi döneme denk gelir. Kavimler Göçü'nün savaşçı topluluklarından olan Cermenler yöresel savaşlar yapmışlardır. Anglo-Sakson savaş biçimi ise tarih öncesi ile tarih arasında bulunur, çalışmalar daha çok arkeolojiye dayanmakla birlikte az da olsa yazılı kanıtlar da bulunmaktadır.
Selim İleri
Selim İleri (d. 30 Nisan 1949, İstanbul), Türk yazar, senarist, eleştirmen. Kadıköy'de doğan yazar adını Yavuz Sultan Selim'den aldı. Lise öğretmenleri Vedat Günyol ve Rauf Mutluay'ın etkisiyle edebiyata yöneldi. Lise ikinci sınıftayken Peride Celal'in "Dar Yol" (1949) romanından esinlenerek yazdığı "Unutulmak" adlı romanının yayımlanmasını için yayınevlerini dolaştı fakat reddedildi. 1967'de "Savaş Çiçekleri" adında bir öyküsü "Yeni Ufuklar" adlı dergide yayımlandı. 1968'da Günyol'un da yardımıyla öykülerinin yer aldığı Cumartesi Yalnızlığı/Güz Notları kitabı yayımlandı ve merhum babasına ithaf etti. 1970'lerin başında tanıştığı Halit Refiğ'in etkisiyle senaryo yazmaya başladı. 1971'de "Cennetin Kapısı" adlı ilk senaryosunu yazdı. 1973'te "Destan Gönüller" adıyla ilk romanı yayımlandı. "Dostlukların Son Günü" adlı öykü kitabı 1975'te yayımlanmasının ardından 1976'da Sait Faik Hikâye Armağanı kazandı. Günümüze kadar çeşitli türlerde birçok eser verdi.
Ali Selim İleri, 30 Nisan 1949'da İstanbul'un Kadıköy semtinde doğdu. Selim ismini Yavuz Sultan Selim'den ötürü ablası Meral İleri koydu. Babası yüksek makine mühendisi Hasan Hilmi İleri, annesi ise evhanımı Süheyla İleri'dir. 1953'te konuk profesör olarak Almanya'ya giden babası ailesini yanında götürdü. İlkokula başlayacağı yıl aile İstanbul'a döndü. 1955'te Cihangir İlkokulu'nda birinci sınıfı okudu. Birinci sınıf bitmek üzereyken okumayı sökememiştir. Sonraki sınıfları ise Firuzağa İlkokulu'nda okudu. 1960'ta ortaokul eğitimini Galatasaray Lisesi'nde yatılı olarak aldı. Buradan ayrılıp önce Bakırköy Lisesi'ne ardından Atatürk Erkek Lisesi'ne kaydolur. Burada Kafka'yı Türkçeye kazandıran Fransızca öğretmeni, edebiyatçı Vedat Günyol ve edebiyat öğretmeni, yazar Rauf Mutluay, İleri'nin hayatına etki eder.
İleri, lise ikinci sınıftayken Peride Celal'in "Dar Yol" (1949) romanından esinlenerek yazdığı "Unutulmak" adlı romanının yayımlanmasını için yayınevlerini dolaştı fakat reddedildikten sonra "Dünya" gazetesinde de tefrika edilmemesiyle romanı yırttı. "Cumhuriyet" gazetesinin genç yazarların çalışmalarına şans tanıyacaklarını duyurmasıyla "Karanlık Yüzlü Günün Aydınlığı" adında bir roman yazıp gazeteye götürdü. Roman acemice bulundu fakat İleri'nin yetenekli olduğu ifade edildi. İleri, ikinci romanı "Unutulmak"'ı da götürdüğünde yayımlanması için Remzi Kitabevi'ne yönlendirildi fakat yayınevi basılması için gereken yeterliğe sahip olmadığı gerekçesiyle romanı yayımlamayı kabul etmedi. Bir başka romanını yine "Cumhuriyet" aracılığıyla Varlık Yayınları'na götürdü. Burada Yaşar Nabi Nayır yerli roman basmadıklarını söyleyerek romanı okumadan reddetti. Lise öğretmeni ve "Yeni Ufuklar" dergisinin yönetmeni Günyol'un yönlendirmesiyle öykü yazmaya başladı. Dergide Cemil Meriç, Ferit Edgü, Nermi Uygur, Orhan Şaik Gökyay gibi edebiyatçılarla tanıştı. Temmuz 1967'de "Savaş Çiçekleri" adında bir öyküsü yayımlandı. İki ay sonra "Bi Keman" adındaki başka bir öyküsü dergide yer aldı. 1968'da Günyol'un da yardımıyla öykülerinin yer aldığı "Cumartesi Yalnızlığı/Güz Notları" kitabı yayımlandı ve merhum babasına ithaf etti. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne başladı fakat 1972'de fakülteyi yarıda bıraktı.
1971'de ikinci öykü kitabı "Pastırma Yazı" yayımlandı. Kitap, Peride Celal'in "Gecenin Ucundaki Işık" (1963) romanının etkisi altındadır. Fakat yeterli ilgiyi görmez. 1970'lerin başında tanıştığı Halit Refiğ, Türk sinemasının yeni senaryo yazarlarına ihtiyacı olduğunu ve İleri'ye senaryo yazmasını önerdi. Böylece 1971'de "Cennetin Kapısı" adlı ilk senaryosunu yazdı. Yazdığı uyarlama bir senaryo Zeki Ökten tarafından "Kadın Yapar" adıyla filme çevrildi. İlk özgün senaryosu "Bir Demet Menekşe"dir. "Damsız Evler", "Çürüme", "Düşman Gözler" ise filme çevrilmeyen senaryolarıdır.
1973'te "Destan Gönüller" adıyla ilk romanı yayımlandı. "Dostlukların Son Günü" adlı öykü kitabı 1975'te yayımlanmasının ardından 1976'da Sait Faik Hikâye Armağanı kazandı. Attilâ İlhan'ın teşvikiyle "Bu Gece ve Her Gece" adında bir roman yazdı ve İlhan'ın isteğiyle "Her Gece Bodrum" adıyla yayımlandı. 1977'de Türk Dil Kurumu Roman Ödülü kazandı. 1980'de "Bir Denizin Eteklerinde" öykü kitabıyla 1983'te ilk uzun öyküsü "Son Yaz Akşamı" yayımlandı. 1983 yılında yayımladığı "Annem İçin" adlı anı kitabında, annesinin yazarlık yaşamı üzerindeki büyük etkisini dile getirdi. Annesinin ölümüne kadar sekiz yıl süren alzheimer hastalığı yazarın yazarlık anlayışını değiştirdi ve yazarın yaşamında alkolün yeri arttı.
1981'de yazdığı "Kırık Bir Aşk Hikâyesi" senaryonun filme çevrilmesiyle 1982'de Sinema Yazarlar Birliği tarafından yılın en iyi senaryosu ödülüne layık görüldü. Ardından "Seni Kalbime Göndüm" ve "Göl" filmlerinin senaryolarını yazdı. Halit Ziya Uşaklıgil'in "Aşk-ı Memnu"nun son sözünü romanına isim verdiği "Yaşarken ve Ölürken", "Milliyet Sanat" tarafından yılın romanı seçildi. Aynı yıl "Aşkı-Memnû ya da Uzun Bir Kışın Siyah Günleri" adında bir inceleme kitabı yayımladı. "Çağdaşlık Sorunları", "Düşünce ve Duyarlık" (1982), "Seni Çok Özledim" (1986), O "Yakamoz Söner" (1987), "Perisi Kaçmış Yazılar" (1996) gibi kitaplarında Türk edebiyatındaki sorunlara eleştirel gözle yaklaştı. 1983'te "Ölünceye Kadar Seninim" ve 1984'te "Yalancı Şafak" romanları yayımlandı fakat yeterli ilgiyi görmedi. 1985'te "Saz Caz Düğün Varyete" kitabını yayımladı. Asker kaçağı olan İleri, bedelli askerlik çıkacağı söylentileri üzerine gerekli parayı toplamak için "Hürriyet"'te "Hayal ve Istırap" adında romanını tefrika ettirdi. 1987'de bedelli askerliğin çıkmasıyla üç aylık askere gitti. Askerlik dönüşü senaryosunu yazdığı ve yönettiği "Hiçbir Gece", sinemalarda gösterilmedi ve Antalya Film Festivali'nde ön jüri tarafından geri çevrildi.
1990'larda İleri, tiyatro oyunları yazdı. Cahide Sonku'nun hayatından uyarlama olan "Cahide, Ölüm ve Elmas" yazarın yazdığı ilk oyundur. Sonraki oyunu olan "Allahaısmarladık Cumhuriyet" 1997'de hem Afife Jale hem de Avni Dilligil ödüllerini aldı. 1998 sahnelenen "" oyunuyla Devlet Sanatçısı unvanını aldı. Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülü'nü aldığı "Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın"ı 1991'de yayımladı. Nahit Sırrı Örik'in "Kıskanmak" (1946) adlı romanından yola çıkarak yazdığı "Cemil Şevket Bey/Aynalı Dolaba İki El Revolver" 1997'de yayımlanırken 1999'da "Ada, Her Yalnızlık Gibi", 2000'de "Solmaz Hanım, Kimsesiz Okurlar İçin" ve 2001 yılında "Bu Yaz, Ayrılığın İlk Yazı Olacak"ı yayımlandı ve roman 2002'de Orhan Kemal Roman Ödülü kazandı.
2006 yılında "Fotoğrafı Sana Gönderiyorum" adlı kitabı ile öyküye geri döndü. 2007'de "Hepsi Alev", "Kapalı İktisat" ve "İstanbul Lale ile Sümbül" adlarında üç farklı türde üç kitap yayımladı.
Antik çağda savaş
Antik çağlarda savaş yazılı tarihin başlangıcından antik dönemin sonuna kadar geçen dönemdeki savaş tarzıdır. Avrupa'da Eski Çağ'ın sonu genellikle Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla (476) eş tutulur. Çin'de de aynı şekilde beşinci yüzyılın sonu sayılabilir.
Tarih öncesi çağda savaş ile antik çağda savaşı birbirinden ayıran, teknolojiden ziyade örgütlenme farklılığıdır. İlk şehir-devletlerin ve imparatorlukların kurulmasıyla savaşlar önemli değişikliklere uğramıştır. Başta Mezopotamya olmak üzere yeteri kadar tarımsal artı ürün sağlandığından, tam zamanlı yönetici elitler ve asker sınıfı ortaya çıkmıştır. Askerî kuvvetlerin çoğunluğunu hâlâ çiftçiler oluştursa da, topluluk yılın bir bölümünde bunların tarlada çalışmaktan çok savaşmasını destekleyebiliyordu. Böylece ilk düzenli ordular ortaya çıkmıştır.
Bu yeni ordular devletlerin büyümelerine ve merkezîleşmelerine yardımcı olacak ve Mezopotamya'da ilk imparatorluk olan Akkad İmparatorluğu kurulacaktı. Antik çağdaki ilk ordular, tarih öncesi çağda avlanmak için geliştirilen yayları ve mızrakları silah olarak kullanmaya devam edecekti. Eski Mısır ve Çin'deki ilk ordular da aynı şekilde gelişerek yoğun piyade |
kuvvetlerini yay ve mızraklarla donatacaklardı.
Antik çağ savaşlarında özellikle atlı orduların yaya ordular karşısındaki üstünlükleri, ve bu yüzden atın savaşlarda kullanımı bu dönemde hızla yayılmış olduğu dikkati çekmektedir.
Askeri strateji ve taktikler, beklenenin tersine doğrusal bir gelişme göstermiş değildir. Antik çağları izleyen dönemlerde -erken modern dönem olarak tanımlanan 15. ve 17. yüzyıllar arası- dönemlede bu strateji ve taktikler terk edilmiş görünmektedir. Antik çağ savaş strateji ve taktikleri, (bakınız, altbaşlık Strateji 18. yüzyıldan itibaren yeniden uygulamaya girmiştir. Erken modern dönem, müstahkem mevkilerde görülen patlamayla karakterize edilebilir ve dönemin genel çatışma tarzı, birkaç yüz kişilik akınlara dayanır. Bununla birlikte savaşlar daha sık görülür. 18. yüzyıl Avrupasında en uzun barış süresi 16 yıldır. 16. yüzyılda barış dönemleri 10 yıldan azdır ve 17. yüzyılda 4 yıldır.
Antik çağ strateji ve taktiklerine dönüş 18. yüzyıldan itibaren başlamış ve modern dönemlere kadar geliştirilerek sürdürülmüştür. Bu bağlamda bu strateji ve taktikler, özellikle 20. yüzyıl savaşlarının strateji ve taktiğin temel çıkış noktalarını oluşturmuştur. Clausewitz'in düşmanı savaşmaktan vazgeçirmek ya da düşman kuvvetlerini savaş alanında imha etmek tezleri, daha sonra yıldırım savaşı stratejisi ile geliştirilmiştir.
Devletler büyüdükçe askerî hareketlerde hızın önemi de arttı, çünkü merkezî otorite isyanlar hızla bastırılmazsa dizginleri elinde tutamıyordu. Buna getirilen ilk çözüm MÖ 2000 yıllarında Orta Doğu'da kullanılmaya başlanan savaş arabalarıdır. Bunlar önceleri yaban eşekleri, öküzler ve eşekler tarafından çekiliyordu ve Orta Doğu'nun görece düz arazilerinde hızlı yol almayı sağlıyordu. Savaş arabaları nehirleri yüzerek geçecek kadar hafifti. Kuvvetli atların yetiştirilmesiyle savaş arabaları atlar tarafından çekilmeye başlandı. Atların hızı savaş arabalarını daha da etkin hale getirmiştir.
Savaş arabalarının hem ulaşımda hem de savaş alanındaki gücü, MÖ ikinci binyılda Antik Yakın Asya'daki halklar tarafından ana silah olarak kullanılmasını sağlamıştır. Tipik bir savaş arabasında iki kişi bulunurdu: Biri okçuluk yaparak düşman kuvvetlerine saldırır diğeri de arabayı sürerdi. Zamanla, beş savaşçıyı taşıyacak savaş arabaları geliştirildi. Bu araçların yeterince etkili olup olmadığı hâlâ tartışma konusudur. Çin'deyse savaş arabaları Shang hanedanı'nın ana silahı olmuş ve hanedanın büyük bir alana hâkim olmasına olanak sağlamıştır.
Savaş arabaları savaşlarda oynadıkları rol açısından günümüzün tanklarına benzetilse de, asıl katkıları, yaya okçulara taktik manevra sağlama yeteneğidir. Bu devirlerde generallerin savaş sırasında sevk ve idareyi elde tutabilmek ve ortak korunmayı sağlamak için seçtiği sık saflı piyade düzenine karşılık uzak mesafeden piyadelere ok yağdıran savaş arabaları bu birliklere karşı koyabiliyordu. Hızları nedeniyle piyade saldırılarından kaçmaları mümkün oluyordu. Öte yandan, oklardan gelen zararı azaltmak için dağınık düzene geçen piyade birlikleri ortak korunma avantajlarını kaybediyor ve savaş arabaları tarafından kolaylıkla ezilebiliyordu.
Taktik açıdan bakılırsa savaş arabalarının karşısına çıkan kuvvetler bir ikilem karşısında kalıyor, bu da savaş arabalarını ordular için elzem kılıyordu. Savaş arabaları bakım için özel zanaatkâr gerektiren karmaşık yapılı araçlardı. Bu da savaş arabalarını pahalı kılıyordu. Savaş arabaları, Homeros'un İlyada'sında görüleceği gibi bir topluluk içindeki bireyler tarafından sahip olunduğunda savaşçı sınıfının ve feodal sistemi destekliyordu. Pahalı olan bu silahlar ancak zengin aristokrat kesim tarafından sahip olunabilecek silahlardı. Kısa sürede aristokrat sınıf tarafından benimsendi ve savaş arabası kullanımı, Bronz Çağı Orta Doğu toplumlarının birçoğunda Mayrannu olarak bilinen bir askeri kastı yarattı. Kamu malı olduğu yerlerde ise, Yeni Mısır Krallığı gibi güçlü merkezî devletlerin kurulmasına olanak sağlıyordu.
Savaş arabası çok yararlı olsa da Akdeniz'in kuzey kıyılarında yani Anadolu, Yunanistan ve İtalya'daki engebeli ve dağlık arazide çok etkili değildi. Bu nedenle Eski Yunanlar daha çok piyade taktikleri kullanıyordu. Etrafa kapalı kalan Mısır'ın aksine Yunanistan dışarıdan gelen kuvvetlerin sürekli tehdidi altındaydı. Dağlık arazi, birlik olasılığını azaltıyor ve dolayısıyla da şehir-devletler birbirleri ile sürekli çatışma halinde oluyorlardı. Bu yüksek baskılı ortamda piyade silah ve taktikleri hızla gelişti. Yaratılan falanks düzeni, birlikte hareket eden bir grup insandan oluşan bir duvarın tek başına hareket edenlerden daha etkili olduğunu göstermiştir. Eski Yunanlar daha önce kullanılandan daha uzun mızraklar kullanıyor ve daha çok zırh kuşanıyorlardı. Pers Savaşlarında Perslerin çok sayıda piyadeyi kitlesel olarak kullanma ve dalgalar halinde taarruz etme taktikleriyle karşı karşıya kalan Eski Yunanlar daha az olsalar da bu savaşlardan zaferle çıkmışlardır. Ama Romalılar, Eski Yunanlara benzer Falanks taktikleri kullanan Makedonyalılarla karşılaşınca, Roma Lejyonerlerinin taktik esnekliği, Falankslara kanat açıklarından saldırıp yenmelerine olanak verdi. Falanks Eski Yunan savaşlarında hüküm sürdü ancak daha hareketli bir rakibi yenmek için yeterli esnekliğe sahip değildi.
Pers İmparatorluğunun hâkimiyetinde olan Orta Doğu'da savaş arabaları giderek önemini yitirmeye başladı. Bu arada atlar artık tepeden tırnağa silahlı bir adamı kolaylıkla taşıyabilecek kadar güçlenmişti. Böylece savaş arabalarındaki okçular, at üstündeki okçular ve mızrak taşıyan hafif süvarilerle yer değiştirmişti.
Bu gelişme, düzlüklerde yaşayanlara büyük bir dezavantaj getiriyordu. Yalnızca piyadelerden oluşan bir çatışmada tarımsal bölgelerdeki daha büyük insan gücü her zaman galip çıkabiliyordu. Savaş arabaları için gerekli olan altyapı ve eğitim ise yalnızca şehirlerde bulunuyordu. Yalnız gezen atlı savaşçılar kendilerini tarımsal alanlardan çok bozkırlarda evinde hissediyordu. Daha güçlü atlar ve eyer gibi donanımlar yayıldıkça, tarımın mümkün olmadığı ancak hayvancılıkla uğraşılan yerlerdeki göçebeler tarafından kısa sürede kullanılmaya başlandı. Bu göçebeler zamanlarının çoğunu at sırtında geçirdiklerinden savaş sırasında atları daha etkin kullanabiliyorlardı. Yüzyıllar boyunca, Avrupa, Orta Doğu, Çin ve Güney Asya'daki devletler Avrasya bozkırlarından gelen atlılar tarafından tehdit altında kalacaktı.
MÖ 4. yüzyılda II. Philip ve oğlu Büyük İskender yönetimindeki Makedonyalılar atlı savaşçılarla kuvvetli Yunan piyade birliklerini başarıyla birleştirerek eşi görülmemiş güçte bir ordu yarattılar. Yunanistanı fetheden Büyük İskender dikkatini görkemli Pers İmparatorluğu'na çevirdi.
Bu sırada Persler savaş arabasından tamamen vazgeçmişlerdi ancak Büyük İskender'e karşı giriştikleri MÖ 331 yılındaki Gaugamela savaşında tek tük de olsa kullanılmıştı. Savaş arabası sadece imparatorun tören aracı olarak kullanılıyordu ve Pers ordusu piyade ve süvariden oluşan bir karma orduydu ve savaş filleri gibi egzotik birlikler de bulunuyordu. Yine Makedonların saldırı gücü karşısında bu ordu pek işe yaramadı ve arka arkaya yapılan üç savaşta da Persler bozguna uğradılar.
Bu sırada Çin'deki vadi imparatorlukları kuzeyde bulunan Doğu hunlar devletin'deki Türkler ve diğer halklar tarafından gittikçe artan bir şekilde taciz ediliyorlardı. Krallıklarını korumak için insan gücü ve örgütlenme üstünlüklerini kullanan Çinli hükümdarlar süvari güçlerinin önünü kesmek için Büyük Çin Seddini inşa ettiler. Bu bile yeterli olmadığından Çin ordusuna süvari birliklerini de katmak ve doğu hun ordularının savaş yöntemlerini taklit etmek zorunda kaldılar. Doğu hunların saldırılarına karşı daha etkili olabilmek için, Çin'in Zu-dönemi'nin MÖ 325-MÖ 298 yılları arasında hükümdarı olan Wu-ling, ordularına ata binmeyi ve ok atmayı öğretmiş, ve hatta onları Doğu hunlar gibi giyindirmiştir. Bu gelişme sayesinde bazı başarılar elde etmiş olsalar da, Doğu hunların Hiung-nu devletinin nihai sonunu getirmeyi, daha geç bir zamanda ancak onları entrikalar ile ayırıp, onların bir bölümünü kendileri için savaştırarak başarmışlardır.
Avrasya'nın büyük bölümünde süvari ve piyade karmasından oluşan ordular standart hale gelse de Avrupa ve Kuzey Afrika'da farklı bir savaş tarzı gelişiyordu. Akdeniz bölgesi atların bile kullanımını zorlaştıran dağlarla çevrilidir. Üstüne üstlük piyade deniz yoluyla daha kolay taşınabiliyordu. Dolayısıyla süvari gücünden aşağı kalmayacak bir piyade gücüne sahip olabilen topluluk bölgeyi yönetimi altına alabilecekti.
Bu kuvvet Roma şehrinde geliştirilecek ve Roma daha önce eşi görülmemiş şekilde Akdeniz bölgesinde yayılmaya başlayacaktı. Roma orduları teknolojik yeniliklere sahip değildi, ama yoğun örgütlenme ve eğitim sayesinde başarılı oluyordu. Roma orduları profesyonel askerî güç oldu. Hayatlarını bu yola adayan askerler disiplinleri, yetenekleri, müstahkem bölgeleri ve sayıları ile bölgedeki diğer tüm kuvvetleri yenebiliyordu. Piyadenin yavaş ilerleme hızını çözmek için önemli derecedeki kuvvetlerin hızlı hareket etmesini sağlayan yüksek kaliteli ve düzenli bakılan yollarla tüm imparatorluğu birbirine bağladılar. Süvari sadece izcilik ve destek kuvvetler olarak kullanılıyordu.
Romalıların başarısı imparatorluğun yaygın yapısına ve örgütlenmesine bağlıydı. Bu yapı sallanmaya başladığında ordu da yıkılmaya başladı. Bozkırlardan gelen atlılar olan Hunlar sürekli ilerliyordu. Atlar güçleniyor, yaylar daha ölümcül, sürüş ekipmanları daha etkili oluyordu. 4. yüzyıldan itibaren ordudaki merkezî rolü ağır piyade değil, süvari birlikleri almaya başlamıştı. Destek kuvveti olarak piyade görev yapıyordu.
Tarihte kaydedilmiş ilk deniz savaşı MÖ 1210 yılında geçmiştir. Hitit kralı II. Şuppililiuma Kıbrıs'tan gelen bir filoyu yenmiş ve tüm gemilerini yakmıştır.
İlk geniş çaplı deniz harekâtları Pers Savaşları sırasında görülmüştür. Yalnızca her iki taraftaki düzinelerce trireme'in birbiriyle mücadelesi değil aynı zamanda kara ve deniz harekâtları d |
a bağlantılı olarak yapılmıştır. Antik çağlarda gemiler yalnızca sakin sularda ve ırmaklarda kullanılabiliyordu. Okyanuslar sınır ötesiydi. Donanmalar kara kuvvetlerine destek veriyor ve erzak taşımacılığı da yapıyordu. Kendi başlarına nadiren saldırıda bulunuyorlardı. Menzili sınırlı silahlar kullanıldığından deniz savaşları da aslında kara savaşları gibiydi ve çarpışmanın çoğu gemiye çıkan gruplar tarafından gerçekleştiriliyordu.
Pön savaşları ile birlikte açık denizlere de çıkılmaya başlandı. Roma o güne kadar daha çok İtalya yarımadası ile ilgilendiğinden deniz savaşlarına çok fazla eğilmemişti. Ticaret uygarlığı olan Kartaca ise geniş bir donanmaya sahipti. Romalılar Kartaca gemilerinin kalıntılarını inceleyerek etkili bir donanma kurmuşlardır. Düşman gemisine borda iskelesini yerleştirmek için corvus adlı bir alet de geliştiren Romalılar büyük avantaj sağladılar. Yakın döğüşte üstün olan Lejyonerler, kolaylıkla Kartaca gemilerine bordalayıp mürettebatı öldürebiliyordu.
Antik çağda strateji kabaca iki ana kolda uygulanmıştı: bir stratej, genellikle savaş alanında karşı tarafın ordusunu yenmekten geçiyordu. Ancak karşı tarafın kral ya da imparatoru savaş alanından hazinesiyle birlikte kaçmayı başarabilirse yeni bir ordu düzenleme şansına sahip olacaktır. Bu durumda karşı tarafın ordusunu savaş alanında imha etmek tek başına yeterli olmuyor, tercihan kral ya da imparatoru da, hiç olmazsa hazinesini ele geçirmek gerekiyordu.
Bu strateji en belirgin biçimiyle İskender'in Pers İmparatorluğu'na karşı giriştiği savaşta ortaya çıkmaktadır. Pers ordusunun merkez bölümü üzerinden imparatorun ordugahına yapılan ani akın, Pers hazinesinin ele geçirilmesi yanı sıra ordunun başsız kalarak dağılmasını sağlamıştır. Hemen ardından bir süvari görev kuvveti oluşturularak imparator, ele geçirilinceye kadar izlenmiştir.
İkinci bir strateji ise, savaşa devam etmenin teslim olmaktan daha çok kayba neden olacağına düşmanı inandırmak ve savaştan mümkün olan en büyük kazançla çıkmak. Bu, düşmanı teslim olmaya zorlamanın bir yoludur. Düşman bir kere bozguna uğratıldıktan sonra, kuşatma tehdidi, sivil ölümler ya da köle olarak alınıp götürülmesi ve benzeri tehlikeler, çoğunlukla pazarlık masasına oturmayı sağlıyordu. (örneğin Hitit-Antik Mısır arasındaki savaşlar) Tabii ki bunu sağlamanın başka yolları da vardı. Düşman tarlalarını yakmak, süravi ya da savaş arabalarıyla ezmek, karşı tarafa iki seçenek bırakıyordu: Ya teslim olmak ya da baskı altında savaşmak. Hasat sezonunun başlaması ya da paralı askerlere verecek para kalmaması nedeniyle düşmanın karşısına çıkmayı geciktirmek de aynı seçeneklere itiyordu.
Her iki strateji de ya ayrı ayrı savaşlarda ya da her ikisi birlikte uygulanmıştır.
Her iki strateji de sadece antik çağladaki savaşlara özgü değildir. 18. yüzyılın son çeyreğinden itibaren de aynı stratejiler uygulanagelmiştir. Clausewitz, Savaş Üzerine adını verdiği çalışmasında her iki stratejiyi de incelemiştir.
Bu savaş kurallarına uyulmadığında ortaya antik çağın istisna çatışmaları çıkmıştır. Spartalılar ve Atinalıların uzun yıllar süren Peloponnez Savaşı'nda neredeyse iflas etmelerine rağmen teslim olmayı kabul etmemesi böyle bir örnektir. Başka bir örnek de II. Pön Savaşları sırasında gerçekleşen Cannae savaşı'ndan sonra Romalıların teslim olmayı reddetmesidir.
Daha kişisel bir amaç da kâr etmekti. Gallilerin yağma kültüründe görüldüğü gibi bu kâr genellikle parasaldı. Başarılı komutanlar hükümette görev aldıkları için siyasî kârdan da söz edilebilir. Bu "stratejiler" genellikle savaşa katılan devletlerin sağlayacağı fayda ile çatıştığından günümüz anlayışı ile çelişir.
Geçerli taktikler bazı kriterlere bağlı olarak değişiyordu:
Eğer general büyük bir güç avantajı olduğunu biliyorsa, sıklıkla piyadeleriyle düşmanın cephesine saldırır ve süvarisini kanatlarda tutardı. Bu manevra piyadenin gerisinde güven altında tutulan okçular ve kuşatma araçları tarafından düşman üstüne birkaç vole atıştan sonra yapılırdı. Bu atışlar düşmanı yumuşattıktan sonra piyade ilerler ve düşman hattına hücum ederdi. Piyade yakın dövüşe girip düşmanın dikkatini üzerine topladıktan sonra sağ-sol kanatlardan saldıran süvari düşmanı kuşatma altına alır ve geri çekilmek için bile olanak vermeden kırıp geçerdi.
Eğer generalin avantajı çok değilse düşmanı bozguna uğratmayı seçebilirdi. Bozguna uğrayan birlikler daha az örgütlü olduğundan öldürülmeleri daha kolay oluyordu. Bunu sağlamak için düşmanın zayıf birliklerine güçlü piyade birlikleri ile saldırılıyor, içlerinden çoğu katlediliyor ve bozguna uğraması sağlanıyordu. Bir birliğin bozguna uğradığını gören diğer birlikler paniğe kapılıp kaçmaya daha meyilli oluyordu. Daha büyük bir başarı ise düşman generalinin iradesini kırmak ve hatta onu öldürmekti. İradesi kırılan düşman generali ve fedaisi kaçmaya başlıyor, geride kalan birliklerine de onu izlemekten başka seçenek kalmıyordu. Bu taktik, domino etkisi başlatarak karşı kuvvetin tamamının savaş alanından kaçmasıyla sonuçlanıyordu. Düşman kuvvetinin tamamı bozguna uğratıldıktan sonra süvari kullanılarak kaçan kuvvetlerin çoğu yokediliyor ve düşman daha da zayıflatılıyordu.
Antik Çağ silahları arasında ok ve yay, mızrak ve cirit, kılıç, sopa, balta, topuz, gürz ve bıçak sayılabilir. Mancınık ve koçbaşı kuşatmalar sırasında kullanılan araçlardı. Antik Türklerde basit maddelerle cok etkili silahlar gelistirmislerdir. Örnegin Türklerin keci bagirsagindan üretikleri bir yay ile attiklari oklarin 800 metre mesafede bile hala öldürücü olmus oldugu bilinmektedir.
Antik çağda Yakın Asya’da bulunan ilk şehir surları ve müstahkem yerler savunma için gerekliydi. Bu surlar toprak tuğla, taş, odun kullanılarak ya da yörede bulunma imkânlarına göre bunların karışımından yapılıyordu. Bilinen en erken kuşatma savaşları MÖ 3000 yıllarında Eski Mısır’ın hanedanlar öncesi dönemine rastlar. MÖ 24. yüzyıla ait Eski Mısır mezar rölyeflerindeki tekerlekli merdivenler, resmedilmiş ilk kuşatma araçlarıdır. MÖ 9. yüzyıldan 7. yüzyıla kadar olan Asur saray rölyefleri değişik Yakın Asya şehirlerinin kuşatmalarını resmeder. Basit koçbaşları bir önceki binyılda bulunmuş olsa da Asurlular kuşatma savaşlarını çok geliştirdiler. Kuşatma savaşında uygulanan en yaygın uygulama, kuşatmayı başlatmak ve içeride kalan düşmanın teslim olmasını beklemekti. Lojistik problemler nedeniyle az sayıda birlikle yapılan kuşatmalar dışındakiler nadiren sürdürülebiliyordu.
Uzun tarihinin büyük bölümünde Antik Mısır uygarlığı tek hükümet tarafından yönetilmiştir. Ulusun ana askerî hedefi düşman işgalini önlemekti. Mısır’ı çevreleyen kurak topraklarda ve çöllerde yaşayan göçebe kabileler verimli Nil vadisine yerleşmek için sık sık akın ve yağma yapıyordu. Mısırlılar Nil Deltası’nın doğu ve batı sınırları boyunca, Doğu Çölü’nde ve güneydeki Nubya’da kaleler ve ileri karakollar inşa etmişlerdi. Küçük garnizonlar ufak çaplı ayaklanmaları engelleyebiliyordu. Büyük kuvvetler ortaya çıktığında gönderilen mesajlarla asıl ordu kuvveti çağırılıyordu. Birçok Mısır şehrinde şehir surları ve diğer savunma yöntemleri bulunmuyordu.
İlk Mısır askerleri, temreni bakır mızrak ile deri kaplı büyük tahta kalkandan oluşan basit silahlarla donatılmıştı. Eski dönemlerdeki taş topuzun yerine bronz savaş baltası geçmiş ve taş topuzlar sadece törensel amaçlarla kullanılmıştır. Mızrakçılara destek olarak çakmaktaşı ya da bakır uç taşıyan okları kullanan ve bileşik yaylara sahip okçular da bulunuyordu. MÖ üçüncü binyıl ile ikinci binyılın başlarında hiç zırh kullanılmamıştır. Silah teknolojisinde ve savaş tarzındaki en önemli gelişme MÖ 1600 yıllarında Mısırlıların kendilerini Aşağı Mısır’ın hâkimi ilan eden Hyksos halkıyla savaşıp yenmesiyle başlamıştır. At ve savaş arabaları bu dönemde Mısır’a girmiştir. Diğer yeni aletlerin arasında orak kılıç, gövde zırhı ve geliştirilmiş bronz döküm sayılabilir. Bir sonraki sıçrama Geç Dönem’de (MÖ 712-332) atlı birliklerin ve demirden yapılmış silahların kullanılmasıyla gerçekleşmiştir. Büyük İskender tarafından fethedildikten sonra Mısır Yunanlaştırılmış ve ana askerî güç falanks olmuştur. Eski Mısırlılar silah teknolojisinde büyük yenilik yapmamış, silah konusunda tüm gelişmeler Batı Asya ve Eski Yunan dünyasından alınmıştır.
MÖ ikinci binyılda Mısır toplama ordudan, profesyonel askerlerin oluşturduğu iyi örgütlenmiş orduya geçmiştir. Nubya gibi yabancı toprakların fethi, ülke dışında sürekli bir garnizon tutmayı gerektirmiştir. Mitanniler, Hititler ve sonraları da Asurlular ile Babilliler gibi yakın doğunun güçlü krallıklarıyla olan karşılaşmalar nedeniyle Mısırlılar kendi vatanlarından uzakta sefere çıkma gereksinimi duymuşlardır.
Bu askerlere ailelerinin istihkakı için toprak verilerek ödeme yapılıyordu. Hizmet süresini bitiren kıdemli askerlerin emekliye ayrılmasına izin veriliyordu. Generallerin saray üzerinde büyük nüfuzu olmasına karşılık diğer feodal devletlerin tersine Mısır ordusunun kontrolü tamamen krala aitti. Yabancı paralı askerler de bulunduruluyordu. Bunlar ilk olarak Nubyalılar (Medjay), sonraları da Yeni Krallık'ta Libyalılar ve Sherdenlerdi. Persler döneminde, Eski Yunan paralı askerler başkaldıran firavunların emrine girmiştir. Elephantine'deki Yahudi paralı askerler MÖ 5. yüzyılda Mısır'ın yöneticileri olan Perslere hizmet etmiştir. Aynı paralı askerler MÖ 6. yüzyılda da Mısır Firavunlarına hizmet etmiştir.
O zamanın kraliyet propagandasına bakıldığında Mısır birliklerine savaşa giderken kralın ya da veliaht prensin şahsen önderlik ettiği görülür. Ordu onbinlerce askerden oluşabilir, dolayısıyla 250 askerden oluşan ve bir subay tarafından önderlik edilen küçük taburlar idarenin anahtar noktasını oluşturur. İzlenen taktik, önce yoğun ok atışı ardından bozulan düşman hatlarına piyade ile birlikte savaş arabalarının hücum etmesiydi. Mısır askerî sefer kayıtlarına göre düşman büyük Mısır kuvvetine karşı pusu kurarak ya da yolları bloke ederek şaşırtmacaya kalkışabiliyordu.
Nil vadisinde gemi ve mavnalar önemli askerî elemanlardı. Gemiler askerî birlikl |
ere erzak sağlamak için vazgeçilmez unsurlardı. Nil nehrinde sığ geçişler olmadığı için mavnalar kullanılıyordu. Nehirde hüküm sürebilmek için kuşatma yapabilmek gerekliydi, aynı Hyksos başkenti Avaris'in Mısırlılar tarafından fethi gibi. Geç Dönem'den önce Mısırlıların denizde savaşmak için donanmaları yoktu. MÖ 12. yüzyılda III. Ramses ile Deniz halkı arasında Mısır kıyılarında gemilerin de yeraldığı bir savaş geçmiştir.
Antik çağın Göktürk toplulukları dünya üzerindeki hakimiyetin Göktanrı tarafından kendi Türk hükümdarlarına buyrulmuş olduğu inancı ile çok kez "gök'ün altındaki bütün topraklara" sahip olmak için harekete geçmiştir, ve bu hedeflerine ulaşamamış olsalarda atlı orduları ve iyi gelişmış savaş yöntemleri ile çok kez kısa ömürlü büyük devletler kurmuş ve tarihte önemli rol oynamışlardır.Antik Türklerin hakkında bulunan en eski kalıntılar bile iyi organize edilmiş ordulara sahip olduklarına işaret eder.
Göktürk ve Moğol boyları , bu dönemde ilk olarak Hun Hükümdarı Teoman Yabgu önderliğinde Hiung-nu İmparatorluğu'nu kurarak, büyük bir devlet örgütlenmesine girmişlerdi. Daha önceki İskit ya da Saka yönetimi, daha çok boylar birliği idi.
Sakalar, İran'da Medler ve daha sonra Perslerle sürekli savaş halinde olmuştur. Ayrıca Sakaların, Kuzey Karadeniz kolu da, İllirya, Makedonya ve Yunanistan'a sürekli akınlarda bulundu. Sakaların Medlerle olan savaşları, Türklerde "Alp Er Tunga", İranlılarda ise "Şehname"nin oluşumunu sağlamıştır. Saka Hükümdarı Alp Er Tunga'yı tuzak kurarak öldüren Medlere karşı, onun yerine tahta geçen Tomiris (Demir), Med ülkesini istila ederek, intikamını almıştır. Ayrıca yine Saka Hükümdarı Şu ile Makedonya Hükümdarı İskender arasındaki ilişki de önemlidir. Türkeli'ne yönelen İskender, düşmanının gücünü belirlemek için birkaç öncü birlik göndermiş, ancak iki tarafta, denk olduklarını anlayınca savaşmamışlardır.
Sakaların bölgeden çekilmesinin ardından bölgede çeşitli Türk boyları egemen olmaya başlamıştır. MÖ 1000'li yıllardan beri Çin ile ilişki içinde olan Hunlar, Teoman Yabgu zamanında bir devlet örgütlenmesine girmişlerdir. Her ne kadar, MÖ 1558 yılında Çin'e elçi de göndermiş olsalar, devlet örgütlenmesi çok sonraları olmuştur.
Motun Tanhu (Mete) (MÖ 209-180) zamanında gücünün zirvesine çıkan Hunlar, Çin'i vergiye bağlamış ve bütün Türk boylarına egemenliklerini kabul ettirmişlerdir.
Hunların zayıflaması ile birlikte Çin'in etkisi artmış ve bir süre sonra ikiye bölünmüşlerdir. Kuzey ve Güney Hunları adı ile bölünen Hunlar, daha sonra Çi-çi Yabgu önderliğinde göç etmiş ve bugünkü Aral Gölü bölgesinde Batı Hun Devleti'ni kurmuşlardır. Ancak Çin baskını ile bu devlette tarihe karışmıştır.
Shang Hanedanı zamanındaki antik çağ Çin'i savaş arabalarından oluşan ordularıyla bir Bronz Çağı uygarlığıydı. Anyang yakınlarındaki Shang sitlerindeki arkeolojik çalışmalarda, çok sayıda savaş arabasına ve bronz silahlara rastlanmıştır. Shang hanedanının Zhou Hanedanı tarafından devrilmesiyle askerî açıdan soylu savaş arabaları savaşçıları (士) sınıfına dayanan bir feodal sosyal düzen kurulmuştur.
İlkbahar ve Sonbahar Döneminde savaşlar önemli derecede artmıştır. "Zuo zhuan" bu dönemde feodal lordlar arasındaki savaşları tanımlar. Savaş hem daha şiddetli ve kesin sonuca götüren hale gelmiş hem de törensel ögelere bürünmüştür. Askerî hükümran kavramı (霸) ve onun "etkileme tarzı" (霸道) Çin toplumuna egemen olmuştur.
Savaşan Beylikler Dönemi'nde savaş daha da yoğun, acımasız ve kesin hale gelmiştir. Büyük sosyal ve siyasi değişikliklere, savaş arabalarından vazgeçilip yoğun piyade gücünün kurulması eşlik etmiştir. Elbise giyen Çinli erkekler bir kültürel meydan okuma olsa da kuzey sınırlarının etkisiyle süvariler de ortaya çıkmıştır. Askerî strateji artık kandırmaca, haberalma ve Sun Tzu'nun "Savaş Sanatı" kitabında düzenlendiği üzere savaş hilelerine dönüşmüştü.
MÖ 1500-500 yılları arasındaki Vedalar dönemi’nde “Vedalar” da ve diğer bağlantılı yazılarda savaşlardan bahsedilir. Belirli bir savaşa ait ilk kayıt Rigveda’nın 7. Mandala’sında bahsedilen On Kral Savaşıdır. Savaş fillerinin ilk askerî kullanımı da eski Hindistan’da MÖ 1100 yıllarındadır ve birçok Sanskrit Veda ilahisinde bahsi geçer. .
Hindistan’ın iki büyük destanı "Ramayana" ve "Mahabharata" (MÖ 1000-500 yılları) anlaşmazlıklar üzerine kurulmuştur ve askerî düzenlere, savaş teorilerine ve ezoterik silahlara değinir. Valmiki'nin "Ramayana"sı Ayodhya'nın ordusunu, saldırgan olmaktan çok savunmaya yönelik betimler, şehrin çok iyi korunduğundan ve derin bir hendek ile çevrelendiğinden bahseder. "Ramayana" Ayodhya’yı şu sözlerle tanımlar: "Şehir korkusuz, silah kullanmakta becerikli, dağ inlerindeki aslanlara benzeyen yenilmez savaşçılarla doludur. "Mahabharata" Chakravyuha gibi değişik askerî tekniklerden sözeder.
Savaş filleri Hindistan’dan Pers İmparatorluğu’na geçti. MÖ 331 yılında Büyük İskender’e karşı Gaugamela Savaşı’nda Pers kralı III. Darius yaklaşık 50 savaş fili kullanmıştır. Hydaspes Nehri Savaşı’nda Pencab’ta hüküm süren Hint kral Porus 200 savaş fili, 2.000 süvari ve 20.000 piyadeden oluşan küçük ordusuyla Büyük İskender’in 4.000 süvari ve 50.000 piyadeden oluşan güçlü ordusuna büyük zorluk yaşatmış olsa da sonunda Porus yenilmiştir. Aynı zamanlarda daha kuzey ve doğuda bulunan Magadha İmparatorluğu 6.000 savaş fili, 80.000 süvari, 200.000 piyade ve 4.000 silahlı savaş arabası ile muazzam bir orduya sahipti. Eğer Büyük İskender Hindistan seferini sürdürmeye karar verseydi bu büyük ordunun güçlü karşı koymasıyla yüz yüze kalacaktı.
Chanakya (MÖ 350-275 yılları) Takshashila Universitesi’nde bir siyasal bilgiler profesörüydü ve sonraları Maurya İmparatorluğu’nun kurucusu imparator Chandragupta Maurya’nın başbakanlığını da yapmıştır. Chanakya "Arthashastra" adlı, eski Hint savaş tekniklerini ve savaş stratejilerini detaylı anlatan bir kitap yazmıştır. Arasında casusluk ve suikastin ilk örnekleri de bulunan bu teknikler Chanakya’nın öğrencisi olan Chandragupta Maurya ve sonraları da Büyük Aşoka (MÖ 304-232) tarafından uygulanmıştır.
Chandragupta Maurya Magadha İmparatorluğu’nu fethetti, sınırları Arap Denizi’nden Bengal Körfezi’ne kadar uzanan ve tüm kuzey Hindistan’ı içine alan Maurya İmparatorluğu’nu kurdu. MÖ 305 yılında Seleucid İmparatorluğu’nu yöneten Seleucus I Nicator’u yenen Chandragupta, Büyük İskender'in fethettiği ülkelerin büyük kısmını idaresi altına almıştır. Seleucus sonunda güney Afganistan dahil olmak üzere Güney Asya’daki topraklarının tamamını Chandragupta'ya kaptırmıştır. Seleucus İndus nehrinin batısındaki toprağı 500 savaş filiyle değişmiş ve kızını da Chandragupta ile evlenmek üzere sunmuştur. Bu evlilik ile oluşan ittifak sonucu düşmanlık dostluğa dönüşmüş ve Seleucus, Pataliputra’daki Mauryan tahtına Megasthenes’i elçi olarak göndermiştir. Bu antlaşmanın sonucunda Maurya İmparatorluğu Eski Yunan Dünyası tarafından büyük bir güç olarak tanınmış ve Mısır ile Suriye kralları da kendi elçilerini göndermiştir. Megasthenes’e göre Chandragupta Maurya 30.000 süvari, 9.000 savaş fili ve 600.000 piyadeden oluşan ve Antik Çağ’da bilinen en büyük orduyu kurmuştur. Büyük Aşoka, Maurya İmparatorluğunu genişletmiş, Afganistan ve İran’ın büyük kesimiyle tüm Güney Asya’yı idaresi altına almıştır. Aşoka Budizmi seçtikten sonra savaşmayı bırakmıştır.
Eski Persler ilk defa Büyük Keyhüsrev zamanında önemli askerî güç olarak ortaya çıkmışlardır. Savaş tarzları, hafif zırhlı piyadenin yoğun saldırısıyla düşmanı hareketsiz kılıp süvarinin ölümcül darbeyi indirmesini sağlamak şeklindeydi. Ağır zırhla donatılmış süvariler muazzam sayıdaydı. İlk dönemlerde kullanılan savaş arabalarının yerini Pers İmparatorluğu’nun son zamanlarında atlılar almıştır. Pers İmparatorluğu’nun zirvede olduğu zamanlarda Kuzey Afrika ve Hindistan’dan gelen savaş filleri de kullanılmıştır. Pers ordusunun seçkin kuvvetleri mızrak, kılıç ve yay ile donatılmış 10.000 profesyonel askerden oluşan ünlü Pers Ölümsüzleridir. Okçular da Pers ordusunun önemli bölümünü oluşturur.
Taktikleri oldukça basitti. Geriden düşman üzerine yoğun ok atışından sonra muazzam sayıda piyade ve süvariyle saldırılırdı. Pers okçularının güneşi kapatacak kadar çok ok attığı söylenir. Bu kadar çok asker kullanılmasının nedeni korku uyandırmaktı. Yüzbinlerce askeri gören düşmanın cesaretini yitirip teslim olması kaçınılmazdı. Eğer düşman teslim olmazsa Pers komutanı herhangi bir gücü yenebilecek sayıda askerden oluşan ilk dalgayı düşman üstüne sürer, eğer bu başarılı olmazsa ikinci dalgada daha kaliteli birlikleri gönderir, bunun da başarısız olması durumunda önderliğini şöhretli "Ölümsüzlerin" yaptığı üçüncü dalgayı gönderirdi. Bu taktikler Orta Doğu’da genellikle başarılı oluyordu ancak Persler batıya doğru ilerledikçe karşılarına çıkan Eski Yunanların daha iyi eğitilmiş ve daha iyi zırhla donatılmış hoplitleri karşısında epey zorlandılar.
İllirya askerî taktikleri hakkında çok az şey bilinmektedir. İllirya kralı Bardyllis MÖ 4. yüzyılda İllirya'yı zorlu bir yerel güç haline getirmiştir. İllirya krallığının başlıca şehirleri Lissus ve Epidamnus'tu. Şiddetli rekabet ve kıskançlık nedeniyle güçleri zamanla yok olmuştur.
Genel olarak hiçbir zaman birleşmeyen ve herhangi bir işbirliğine girmeden dövüşen savaşçı kabileler olarak tanınırlar. Dövüş teknikleri örgütlü bir birlikten çok kişisel başarıya dayanıyordu. MÖ 359 yılında Makedon Kralı III. Perdiccas İlliryalılara saldırırken öldürülmüştür. MÖ 358 yılındaysa Büyük İskender'in babası II. Philip İlliryalıları yenmiş ve Ohri Gölü'ne kadar olan toprakları yönetimi altına almıştır.
İllirya uygarlığı Romalılar, Makedonyalılar ve daha sonraları Osmanlılar (artık bu bölge halkına Arnavut deniyordu) tarafından fethedilmiştir.
Eski Yunan askerî teknolojisi ve taktikleri, tarlalarda ihtiyaç duyulmadığı zaman savaşa gidebilecek olan çiftçi yurttaşlara dayanarak oluşturulmuştur. Bu askerler zırh ve mızrak taşıyarak, birbirine geçen kalkanlarla korunan sık bir düzende savaşmaktaydılar. Bu düzenin adı falankstır.
Çoğu Yunan şehr |
i çok iyi tahkim edilmiş olsa da, Yunan teknolojisi bu korumayı aşmaya yetmediğinden savaşların çoğu açık alanda yapılırdı. Bunun bir diğer nedeni Yunan askerlerin tarlalarına dönmeden önce ancak sınırlı süre için askerlik yapabilmeleriydi. Bir şehri savunanları dışarıya çıkarabilmek için tarlaları yakıp yıkma tehdidi yapılırdı. Kışı kıtlık içinde geçirmek istemeyen savunmacılar teslim olmak ile savaşmayı kabullenmek arasında seçim yapmak zorunda kalırlardı.
Bu tarz Peloponnez Savaşı sırasında işe yaramamıştır. Tarlaları yakıp yıkmakla tehdit eden Spartalılara karşı Atinalılar, deniz hâkimiyetine sahip olduklarından, gemilerle Kırım'dan tahıl getirmişlerdir. Bu, anlaşmaya varmaksızın her iki tarafın tekrar eden baskınlarla birbirine saldırmak zorunda kaldığı bir tarza dönüşmüştür. Aynı zamanda deniz savaşını da önemli bir noktaya taşımıştır. Yunan deniz savaşları "trireme"ler arasında geçerdi. Bunlar uzun ve hızlı gemilerdi ve birbirlerine saldırarak bordalama ile savaşırlardı.
Eski Makedonyalılar o zamanlar dünyanın en düzenli ve örgütlü askerî kuvvetine sahipti. Büyük İskender'in zaferleriyle tanınsalar da, bu mükemmel dövüş gücünü tasarlayan ve hayata geçiren babası II. Philip (Makedonya)'tir. Eğer bu ordu daha önce hazırlanmış olmasaydı, Büyük İskender'in fetihlerinin hiçbiri gerçekleşmeyebilirdi.
Philip Falanks düzenindeki askerlerine 6 metre uzunluğundaki sarissa denen mızrağı verdi. Sarissa, falanksın arka sırasındakiler tarafından (genelde sekiz sıra olurdu) dik bir şekilde yukarıya doğru tutulduğunda gerideki manevralar düşman tarafından görülmezdi. Ön sıradakiler tarafından ileri doğru uzatıldığında ise, uzaktan düşmanı delip geçecek acımasız bir silah oluyordu.
MÖ 358 yılında tekrar örgütlenen Makedonyalı phalanxlarla İlliryalılarla karşılaşan II. Philip, onları yenilgiye uğratmıştır. İlliryalılar, savaş alanında 7.000 ölü (kuvvetlerinin dörtte üçünü) bırakarak kaçtılar. Dolayısıyla, bir gecede sayısal olarak büyümüş gibi görünen Makedonya ordusu tüm İllirya’yı fethetti ve Makedonya’nın sınırları Adriyatik Denizi’ne kadar ilerledi.
İlliryalıların yenilmesinden sonra Makedonya daha da saldırgan davranmaya başladı. Paeonia Philip zamanında zorla Makedonya yönetimi altına girmişti. MÖ 357 yılında Philip Atinalılarla olan antlaşmayı bozarak iktidara geldikten sonra Yunanlara teslim etmek zorunda kaldığı Amphipolis’e saldırdı. Yoğun bir kuşatmanın ardından şehir tekrar Makedonyalıların eline geçti. Bundan sonra, gelecekteki savaşları finanse edecek olan hemen yakındaki Pangaeus Dağı altın madenlerini de güvence altına aldı.
MÖ 356 yılında daha da doğuya ilerleyen Makedonya ordusu günümüzdeki Drama şehrinin yakınlarında Traklar’ın elinde bulunan Crenides şehrini ele geçirdi ve Philip kendi ismini şehre vererek adını Philippi olarak değiştirdi. Makedonya’nın Trakya ile olan sınırı artık Nestus nehriydi.
Philip daha sonra kuzey Yunanistan’a doğru yürüdü. Teselya’de düşmanlarını yendi ve MÖ 352 yılında tüm kuzey Yunan bölgesini kontrolü altına aldı. Makedonya ordusu Yunanistan’ı ikiye ayıran Termopylae Geçidi'ne kadar ilerledi. Ancak burayı ele geçirmeye çalışmadı çünkü, Atinalılar, Spartalılar ve Akalardan oluşan ortak bir güçle çok sıkı olarak korunmaktaydı.
Makedonya’nın sınır bölgelerini güvence altına aldıktan sonra büyük bir ordu toparlayan Philip uzun sürecek bir fetih seferi için Trakya’ya girdi. Bir dizi savaşta Trakları yenilgiye uğrattıktan sonra MÖ 339 yılında en doğudaki Byzantium ve Perinthus kıyı şehirleri haricinde Trakya’nın tamamı Makedonya’nın kontrolü altına girmişti. Eğer bu iki şehir değişik Yunan şehirlerinden ve Pers İmparatorluğu’ndan destek görmeseydi kesinlikle düşeceklerdi. Pers kralı Makedonların yükselişini ve doğuya doğru yayılışını endişeyle izliyordu. En az bir yüzyıldır Yunanistan’da en nefret edilen halk Persler olmasına rağmen, Yunanlar Makedonya’ya karşı savaşmak üzere Persleri davet edip ittifak teklif etmiştir. Yaklaşık 150 yıl kadar önce Persler tarafından işgal edilmiş olmalarına rağmen Yunanların Makedonlara karşı nefreti bunu unutturmuştur.
Daha sonraları oğlu Büyük İskender Yunan savaş tarzını geliştirerek bir süvari savaş tarzı yaratacak ve fetihler yapacaktı. Büyük İskender, bu tarzla uzun süre askerlik yapacak insanları toplayarak Perslere karşı seferlerde kullanmıştır. Özellikle elit Yoldaşlar (süvariler) Büyük İskender’in savaş tarzında önemli yer tutmaktadır.
Roma ordusu dünyanın ilk profesyonel ordusudur. Bu ordunun temelinde, Roma için zorunlu hizmet yapan yurttaşların oluşturduğu Roma Cumhuriyeti ordusu yatmaktadır. Gaius Marius'un MÖ 100 yılındaki reformları orduyu profesyonel bir yapıya oturttu. Askerler hâlâ yurttaşlardan oluşuyordu ama ordudan ayrılmadan önce 25 sene hizmet ediyorlardı.
Romalılar aynı zamanda destek kuvvetlerini kullanan ilk ordudur. Bunlar Romalı olmayanlardan oluşan ve geleneksel Roma ordusunun dolduramadığı boşlukları dolduran hafif çarpışma birlikleri ile ağır süvari gibi birliklerdir. İmparatorluğun sonraki dönemlerinde, yabancı paralı askerlerle bu destek birlikleri Roma ordusunun belkemiğini oluşturmuştur. İmparatorluğun son dönemlerinde ise Vizigotlar gibi kavimler paralı asker olarak dövüşmek için ayartılmıştır.
Roma donanması geleneksel olarak pek önemli değildi. Ancak birliklerin ve erzakların taşınmasında önemli rol oynuyordu. MÖ 1. yüzyılda Büyük Pompey tarafından Akdeniz'in korsanlardan arındırılmasında önemli rol oynamıştır. Roma savaşlarının çoğu karada geçiyordu. İmparatorluk zirvede iken Akdeniz bir Roma gölü haline gelmişti, çünkü çevreleyen toprakların hepsine Roma İmparatorluğu hâkimdi.
Dikkate değer istisnalar da vardır. MÖ üçüncü yüzyılda Roma ile Kartaca arasındaki önemli bir çatışma olan I. Pön Savaşı genel olarak bir deniz savaşıdır. Actium Savaşı da Roma'yı Augustus'un idaresine sokmuştur.
Ren nehrinin doğusu ve Tuna nehrinin batısındaki Cermen kabileleri hakkındaki tarihsel kayıtlar antik dönemin sonlarına doğru başlamıştır ve ancak MÖ 100 yılından sonraki dönem incelenebilmektedir. Açık olan, Cermen savaş tekniklerinin Roma ve Yunan savaş tekniklerinden çok farklı olduğudur. Cermenler daha çok küçük ya da büyük baskın gruplarıyla savaşmayı tercih ediyorlardı.
Bu tarz savaşmanın amacı toprak kazanmak değil kaynakları ele geçirmek ve prestij sağlamaktı. Bu baskınlar 10 kişilik aile gruplarından 1.000 kişilik köy gruplarına kadar düzensiz gruplarla gerçekleştirilirdi. Olağanüstü kişisel güçleriyle uzun süreler etrafında asker toplayabilen liderler vardı, ama ne asker toplamanın ne de eğitmenin sistematik bir yöntemi olmadığı için karizmatik bir liderin ölümü o ordunun yokolması demekti. Ordular sıklıkla yüzde 50 çarpışmaya girmeyenlerden oluşuyordu. Yerlerinden olan yaşlı, kadın ve çocuklar askerlerle birlikte yolculuk ediyorlardı.
Tarih kitaplarında sözü edilen büyük askerî birlikler antik savaş tarzının genel kuralı değil, istisnasıydı. Dolayısıyla tipik bir Cermen kuvveti 100 kişiden oluşurdu ve hedefleri komşu Cermen ya da başka halka ait bir köyü yağmalamaktı. Eski Roma kaynaklarına göre Cermen kabileleri savaşmak zorunda kaldığında, piyadeler genellikle kama düzeninde hareket eder, her kamanın başını bir klan lideri çekerdi.
Romalılar tarafından sıklıkla yenilmiş olsalar da, Cermen kabileleri Roma kayıtlarında vahşi ve acımasız savaşçılar olarak gösterilmiştir. Cermen halkının başarısızlığının sebebi tek komuta altında birleşmiş tek kuvvet oluşturamamış olmalarıdır. Halefleri en sonunda antik dünyayı yenecek ve fethedecek, böylece modern Avrupa'nın ve ortaçağ savaş tarzının doğmasına önayak olacaklardı.
Yamato döneminin başlarından itibaren Kore yarımadasında sürekli savaşan Japonya sonunda Baekje Krallığı'nın geride kalan kuvvetlerini de alarak çekilmiştir. Bu devirde, İmparatorluğu elde etmek önem kazandıkça birçok savaş olmuştur. Nara dönemi'nde Honshu adası tamamen Yamato klanının kontrolü altına girmişti. Heian döneminin sonlarına doğru samuraylar önemli bir siyasî güç oldular ve böylece feodal dönem başladı.
28 Gün
28 Gün (İngilizce özgün adı: 28 Days), 2000, ABD yapımı dram türündeki film. Baş rolünde Sandra Bullock oynamaktadır. İçki sorunu sebebiyle 28 günlük rehabilitasyon programına katılması gereken Gwen'in kendini bulmasını anlatan film.
Sandra Bullock
Sandra Bullock (d. 26 Temmuz 1964), ABD'li sinema oyuncusu.
Babası John W. Bullock (1925 doğumlu), Amerika Birleşik Devletleri'nde Ordusu çalışanı ve yarı zamanlı ses eğitmeni; annesi, Helga Mathilde Meyer (1942-2000), opera şarkıcısı ve ses öğretmeniydi. Annesi 2000 yılında kanserden ölmüştür. Bullock'un babası Birmingham, Alabama ve İrlanda İngiliz, Alman, Fransız soyuna sahipken, annesi ise Alman'dır. Bullock'un anne tarafından büyükbabası, Nuremberg'li bir roket bilim adamıydı. Bullock, on iki yıl boyunca Nürnberg'te, Almanca konuşarak büyüdü. Hümanist Waldorf Okuluna gitti. Çocukken, sık sık Avrupa opera turları çıkan annesine eşlik etti. Bullock annesinin opera yapımlarında küçük parçalar alarak, çocuk olarak bale ve şan eğitimi aldı. Staatstheater Nürnberg opera çocuk korosunda şarkı söyledi. Sol gözünün üstündeki yaranın sebebi çocukken bir dere içine düşmesinden kaynaklanmaktadır.
Bullock on sekiz yaşına kadar, Alman/Amerikan çifte vatandaşlığına sahipken, 2009 yılında, Alman vatandaşlığı başvurusunda bulunmuştur.
Bullock, lise tiyatro yapımlarının gerçekleştirildiği Washington-Lee Lisesine gitti. 1982 yılında mezun olduktan sonra, Greenville, Kuzey Carolina East Carolina Üniversitesine katılarak, 1987 yılında Drama Güzel Sanatlar diplomasını aldı.
Katıldığı bir talk-show programında Sandra annesinin katı kuralları olan bir anne olduğundan, 18 yaşına kadar dışarıya erkek arkadaşla çıkmasının yasak olduğundan bahsetmiştir.
Sandra, lisede ponpon kızlardan biriyken arkadaşları ona "sınıf palyaçosu" lakabını takmışlardı, ona "büyük ihtimalle gününüzü aydınlatacak kız" diyorlardı.
Sandra, üniversitede drama eğitimi almıştır fakat eğitimi oyunculuk kariyeri için yarım kalmıştır.
İlk çıkışını 1993 yılında |
"Demolition Man" ve "Speed" filmleri ile yaptı. Speed filmi hasılat rekorları kırmıştır.
"Monster Garage" programını yapan Jesse James ile 16 Temmuz 2005'te evlenmiştir.Eşinin onu ünlü dövme sanatçısı Kat Von D ile aldatmasından dolayı 2009 yılında boşanmışlardır.
Daha önce aktör Tate Donovan ile nişanlamıştır. Aktör Matthew McConaughey ile birkaç kez ayrılıp birleşerek magazin sayfalarına konu olmuştur.
1998 de çekilen "Practical Magic" filminde tanıştığı ve halen çok yakın arkadaş olduğu Nicole Kidman onun için şöyle der ; "Sandy'den başka Hollywood'daki bütün ünlüler tarafından çok sevilen ve çok sempatik bulunan başka birini tanımıyorum"
Hız Tuzağı, Miss Congeniality, 28 gün, Sen Uyurken , The Net, Adım adım Cinayet, Göl evi ve Sıradışı gibi önemli yapıtlara imza atmıştır.
Hız Tuzağı ve Göl evi filmlerindeki partneri Keanu Reeves ile çok iyi iki dost olduklarını belirtiyor. Sandra Bullock iletişimlerinin filmdeki gibi mektuplarla gerçekleştiğinin altını çiziyor.
2010 yılı Mart ayında düzenlenen Oscar ödül töreninde "En İyi Kadın Oyuncu" dalında Oscar almıştır.
Eşi Jesse James ile 4 yıl önce evlat edinmek için başvurduktan sonra 2010 ocak ayında Louis Bullock Bardo adında bir evlat edindiler.
Fakat eski kocası Jesse James ile 5 yıl evli kaldıktan sonra 28 Haziran 2010 tarihinde boşandılar.
Defibrilatör
Defibrilatör, kalbin normal dışı atımını tekrar normal kalp ritmine dönmesini sağlayan araç. Fibrilasyona uğramış veya yeni durmuş kalbe elektrik enerjisini şok halinde verildiği takdirde kalp dışarıdan uyarılmış olur ve kasılır. Kalbe defibrilatörle şok verilebilmesi için kalbin ventriküler flatter veya fibrilasyonda olması gerekir. Kalpteki VF/VT türü ritim bozukluklarının tedavisinde kullanılır.
"AED - Otomatik Eksternal Defibrilatör cihazı"' AED küçük, taşınabilir ve kalp ritmini analiz edebilme yeteneğine sahip ve gerektiğinde dolaşımı sağlayacak normal bir ritmi tesis etmek için elektroşok uygulatabilen bir cihazdır. AED ilkyardımcılar için özel olarak geliştirilmiş bir cihaz olup olay yerine sağlık görevlilerinin yardımı ulaşıncaya kadar kullanılmaktadır. Ani kalp durmasının tedavisi olan erken elektroşok uygulaması, kalbin yeniden dolaşımı sağlayabilecek bir ritimle atmasını sağlayabilir ve yaşam kurtarıcı olabilir. Gelişmiş ülkelerde stadyum, alışveriş merkezi, havaalanı gibi halkın yoğun olarak bulunduğu alanlarda kolayca erişilebilecek şekilde yerleştirilmiş AED cihazları bulundurma mecburiyeti vardır. İdeal şartlar altında ACLS sertifikalı kişiler tarafından kullanılması doğru olan AED cihazları, gereği halinde içinde gelen talimatlar ve sesli yönlendirmeler sayesinde eğitimsiz kişiler tarafından da başarıyla kullanılabilmektedir.
Kalp masajı
Kalp masajı, resusitasyon, kardiyopulmoner resusitasyon, kalp-akciğer canlandırması veya kısa adıyla CPR "(İng: Cardiopulmonary resuscitation)", durmuş olan dolaşım ve solunum sistemini yeniden çalışır hâle getirmek için uygulanan yöntemler bütünüdür. Yöntem bir ilk yardım yöntemi olduğu için, öncelikli amaç, hastaya yeterli sağlık hizmeti ulaşıncaya kadar hastanın dolaşım ve solunumunun devam ettirilmesidir.
CPR yöntemleri uygulayan kişinin niteliklerine göre ikiye ayrılır:
Yöntemde, kurtarıcı veya kurtarıcılar, elleriyle hastanın kalbi, ağızlarıyla da akciğeri görevini görürler. Yöntem A, B, C ve D baş harfleri ile kısaltılmış bir algoritma ile uygulanır.
İki kişi tarafından CPR yapılıyorsa masaj-solunum oranı yine 30/2'dir. Ayrıca kişiler ağızdan ağza solunum desteği verme konusunda zorunlu değildirler. Entübe kişilerde kompresyon 100-120/dk arasında ve ventilasyon 8-10/dk şeklinde, 2 dk'lık değişimlerle aralıksız sürdürülür.
CPR için hayati önem taşıyan bilgi ise pratik eğitim almamış kişilerin bu yöntemi uygulamaya kesinlikle kalkmaması gerekliliğidir. Gereksiz ve bilinçsiz uygulamalarda, durmamış kalbi durdurma, kaburgalarda kırıklar oluşturma, akciğerler veya başka organlarda zararlar oluşturma ihtimali vardır. Birçok üniversite hastanesinde halka CPR kursu verilmektedir.
CPR uygulaması terminal dönemdeki kanser, diyabet, kalp, akciğer, böbrek yetmezliği gibi kronik hastalığı olanlara ve ölümü üzerinden 30 dk'dan fazla zaman geçmiş kişilere yapılmamalıdır.
Her şeyden önce hastanın hava yolunun açılması gerekir. Bunun için baş, geriye yatırılıp çene yukarı kaldırılır (baş-çene pozisyonu). Bak-Dinle-Hisset yöntemi ile hastanın nefes alıp almadığı kontrol edilir. İlk yardımı yapan kişi yanağını hastanın ağzına ve burnuna yaklaştırarak nefesini hissetmeye çalışır, aynı zamanda da hastanın göğsü inip kalkıyor mu diye gözleriyle kontrol eder. Hasta nefes almıyorsa, ağız içi kontrol edilerek hava yolunun tıkanmasının sebebi araştırılır. Sorunun ağız içi ve boğazda olduğuna kanaat getirilirse (yabancı cisim veya dil) gözle görülünceye kadar bakılır ve alınabilecek durumdaysa çıkartılır, kesinlikle kör dalış yapılmaz (kör dalış sonucu hastanın durumu kötüleşebilir), tıkanma sebebi dil ise parmak yanağın iç duvarına temas edecek şekilde ağız içine sokulur kanca şeklinde bükülerek dil çekilir. İşlemler yapılırken zaman çok önemlidir, temel yaşam desteğine geçiş süresi 2 dakikayı geçmemelidir.
Bay Hankey
Bay Hankey, South Park'taki bol lifli yiyecekler yiyen çocuklara hediye dağıtan bir dışkıdır. Kyle'ın Stan'den sonraki en yakın dostudur. 3 çocuk babasıdır ve eşi alkolik birisidir. Eşinin adı Autumn'dur.
"Mr. Hankey, the Christmas Poo" adlı birinci sezonun yılbaşı bölümünde kimsenin ona inanmaması ile herkes Kyle ile dalga geçmiştir.
Çocukları:
Orta Çağda savaş
Orta Çağda savaş, genellikle Orta Çağ Avrupası'nda kullanılan savaş tarzını anlatmak için kullanılır.
Orta Çağ Avrupası'ndaki teknolojik, kültürel, ve sosyal gelişme askeri taktikleri, süvari ve topçuluğun görevlerini değiştirerek savaş tarzının çok önemli derecede bir dönüşüme uğramasına neden olmuştur. Dünya'nın diğer bölgelerinde benzer seyirler görülmüştür. Beşinci yüzyılda yoğun piyade kuvvetinden oluşan Çin orduları, kuzeydeki Türkler ve diğer göçebe halkları örnek alarak süvari ağırlıklı kuvvetlere dönüşmüştür. Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da Avrupa'ya benzer hatta bazen daha üstün teknolojiler kullanılmıştır. Japonya'da Orta Çağ savaş tarzı 19. yy.a kadar sürmüştür. Afrika'da da "Sahil" boyunca (Sahra çölünün güneyi, Senegal Irmağı havzası ile Kongo'nun kuzey bölümünü kapsayan bölge) ve Sennar Krallığı ile Fulani İmparatorluğu gibi Sudan devletlerinde 19. yy. boyunca Orta Çağ savaş taktikleri ve silahları kullanılmıştır.
Belki de en önemli teknolojik değişiklik üzengi'nin bulunmasıdır. Çin'de ve Orta Doğu'da uzun zamandır kullanılan üzengi, 8 yy. da Avrupa'ya gelmiştir. At yetiştiriciliği, daha gelişmiş demir ve çelik işçiliği ile birlikte üzengi çok daha güçlü süvari birliklerinin gelişmesine olanak sağlamıştır. Romalılar gibi daha önceki imparatorluklar, atlı savaşçıları daha çok hafif silahlarla kuşatılmış izcilik ve destek faaliyetlerinde kullanmışlardır. Ancak üzenginin kullanılması, binicinin otururken silah taşıyabilmeye olanak vermesi sayesinde süvarileri savaş saflarının en önüne getirmiştir. Avrupa'da ağır zıhla donatılmış şövalyeler merkezî kuvvet olurken, Moğolistan’da da hafif zırhlarla donatılmış atlı okçular önem kazanmıştır. Çin'de ise asıl kuvvetler bu iki sınıfın arasına düşmekteydi.
Bir çokları Hadrianapolis (Edirne) Muharebesi'ni Roma İmparatorluğu döneminin sonu ve Orta Çağın başı olarak görmektedir. Bu savaş süvarinin geleneksel piyade üzerindeki üstünlüğünü göstermiş ve sonraki yüzyıllarda görülecek olan Orta Çağ savaş tarzının karakterini belirlemiştir.
Savaşlar daha çok az sayıda ve çok pahalı olan atlı savaşçıların etrafında geçmekteydi. Bu hem Orta Çağın sosyal düzeninin bir ürünü hem de bu sosyal düzenin devam etmesini sağlayan bir durumdur. Atlı bir savaşçı olmak hem büyük bir yetenek hem de büyük bir eğitim gerektirdiğinden, daha önceki dönemlerdeki yurttaşlardan oluşan orduların aksine savaşçılık tam zamanlı bir meslek haline gelmişti. Bu toplumun soylular adı verilen üst sınıf ile çoğunluğu oluşturan alt sınıf olarak ayrılmasını kolaylaştırmıştır. Feodal soylular, merkezî olmayan devletler içinde çok büyük güç kazanmışlardır. Bu nedenle Roma lejyonları gibi büyük, örgütlü ve iyi eğitilmiş orduların bulundurulması zorlaşmıştır. Birliklerin çoğunluğunu bu derebeylerinin vasalları olan köylüler ya da paralı askerler oluşturmaktaydı.
Orta Çağ savaş tarzının sonu teknolojik ve sosyal değişiklerle olmuştur. Merkezî hükümetlerin gücünün artması düzenli orduların ya da Fransız "Compagnies d’Ordonnance" gibi yarı düzenli orduların ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Orta Çağ Avrupa orduları tipik olarak üç bölümden oluşurdu: Öncü birlik, merkez ve artçı birlik. Öncü birlik genelde okçular ve diğer uzun mesafe atış yapabilen sapancılar ve nadiren de basit ve hafif katapultlardan oluşurdu. Merkezde piyade birlikleri ve zırhlı süvariler (şövalyeler) bulunurdu. Artçı birlik olarak ise daha çevik atlı birlikler gelirdi. Normal intikal sırası öncü birlik, merkez ve artçı birlikti. Savaş alanında sağa öncü, ortaya merkez sola da artçı birlik yerleşirdi. Ordular büyüdükçe ise savaşalanına hangi sırayla geldiyseler o sırayla dizilmeye başladılar.
Her bölüm ya saf halinde ya da blok halinde dizilirdi. Saf halinde dizilmenin avantajı tüm askerlerin hemen hemen aynı anda çarpışmaya katılabilmesiydi. Yine de bir süvari hücumu saf halindeki bir dizilişi kolayca dağıtabilirdi. Blok halindeki diziliş daha sağlam olmasına rağmen Agincourt Savaşı’nda Fransızların başına geldiği gibi arka sıralardaki askerlerin çarpışmaya katılmasını geciktirebilirdi. Blok halindeki düzenin avantajı ön sıradaki bir askerin yaralanması halinde arkada yedek olması idi. Bu düzeni özellikle iyi eğitilmiş birlikler de dağıtmak çok zordu.
Süvari duruma göre değişik şekillerde dizilebilirdi. Bir avuç atlı bile etkili olabilse de süvari mızrağı taşıyan ve sık düzende hareket eden süvariler çok büyük ve etkili bir kuvvet olabiliyordu. En yaygın düzen saf düzeniydi. Genel olarak üç ya da |
dört sıra derinliğinde bir saf halinde sıralanan süvariler bu şekilde hücuma geçiyorlardı. Çok iyi eğitilmiş piyade birlikleri bu tarz bir saldırıya karşı koyabildiklerinden bazı birlikler üçgen dizilişle saldırabiliyordu. Bu tarz dizilişte en ağır zırhlılar üçgenin uç noktasında olacak şekilde bulunuyordu. Bu düzen piyade birliği ile karşı karşıya gelince safları yararak arkadan gelen piyade hücumuyla geride kalan kuvvetlerin dağıtılması sağlanıyordu.
Süvariler savaş alanında başat güç haline geldikçe onlara karşı çıkmanın yollarını da aramak gerekli hale geldi. Çok yaygın bir yöntem olarak altı metreye varan kargıları kullanmaktı. Süvari hücuma kalktığında bu kargıları taşıyan askerler çok sıkı bir kare ya da küre düzenine geçerek piyade hatlarının içlerine girilmesini engelliyorlardı. Atlar mızraklardan oluşan bir duvara doğru koşarak dalmıyorlardı. Arkayı ve yanları koruyan geniş kargı bloklarına sahip bir ordu, bozguna uğramadan etkili pozisyonlara girebiliyordu.
İngilizler tarafından bulunan bir başka yöntemde yoğun ok atışıdır. İngilizlerin kullandığı büyük yaylar bir uzmanın elinde yıkıcı silahlara dönüşüyordu. İngilizler, binlerce okçu aynı anda atış yaptığında çok az ordunun hücuma kalkabildiğini keşfetmişlerdi. 100 Yıl savaşları sırasında birçok Fransız şövalye “ yağmur gibi yağan oklar karşısında günün geceye döndüğünü” anlatmıştı. Düşman saflarına karşı yapılan birkaç salvo ok atışından sonra geri kalan düşman kuvvetini halletmek için İngiliz piyadesi ve süvarisi savaşalanına giriyordu.
Bazı Orta Çağ orduları çok az eğitimliydi ve birliklerin birbiriyle bağı pek yoktu. Savaş öncesi çok sınırlı bir şekilde planlama yapılabiliyordu ve savaş alanında iletişim çok zordu. İletişimi sağlamak için genellikle müzik enstrümanları, sesli komutlar, kuryeler ya da görsel işaretler (flamalar, bayraklar, sancaklar, vb.) kullanılıyordu. Savaşların çoğu büyük çaplı arbedelerle devam ediyordu.
Öncü birliklerin saldırmasının amacı genelde düşmanın savunma hattında delik açmaktı. Okçular, piyadenin kalkanları üzerinden düşmana ok atarlardı düşman da karşılık vermek için hazırlanırdı.
Sonunda merkez hareket eder ve at üzerindeki şövalyelerle birlikte piyade de hücuma kalkardı.
Büyük toplar Orta Çağın sonlarına doğru savaş alanlarına girdi. Çok yavaş olan atış hızları (savaş boyunca yalnız bir kere atış yapılıyordu) ve belirsiz atışları nedeniyle etkili bir anti-personel silah olmaktan çok psikolojik güç arttırıcıydılar.
Daha sonraları daha küçük toplar kullanılarak atış hızı belirsiz bir seviyede artsa da nişan almak daha kolaylaştı. Topları kullananlar rahatça korunabiliyordu çünkü toplar daha hafifti ve daha hızlı hareket ettirilebiliyordu.
Orta Çağda aceleyle yapılan bir geri çekilme düzenli olarak yapılan bir geri çekilmeden çok daha fazla kayıp verdirebiliyordu. Kaybeden taraf geri çekilmeye başladığında artçı birliklerin hızlı süvarileri piyade baskısı altında kaçan düşmana yetişebiliyordu. Birçok Orta Çağ savaşında kaçarken öldürülen asker sayısı savaşırken öldürülenden fazladır. Atlı şövalyeler savaş esnasında kargılı askerler tarafından korunan okçuları ve piyadeleri çok kısa sürede ve kolaylıkla öldürebiliyorlardı.
Merkezî devletlerdeki çözülme ana geçim kaynağı olarak geniş çaplı yağmacılık yapan bir dizi grubun ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bunların arasında en dikkate değer grup Vikinglerdi. Bu gruplar genellikle küçük olduklarından ve hızlı hareket etmek zorunda kaldıklarından bölgedeki zenginlikleri ve halkı korumak amacıyla müstahkem mevkiler yapmak faydalı olmaktaydı.
Orta Çağ boyunca bu müstahkem yerler de gelişmiştir. Bunlar arasında birçokları için Orta Çağın simgesi haline gelmiş olan kale en önemlisiydi. Kaleler, yöredeki elit tabakasına korunaklı bir yerde olma olanağı sağlıyordu. Kale içinde iken yağmacıların baskınından korundukları gibi bölgeden yağmacıları çıkarmak için atlı savaşçıları üzerlerine gönderebiliyorlardı. Daha sonraları kaleler, yöredeki diğer elitlerden korunmak için de kullanılmıştır.
Orta Çağ dönemi boyunca müstahkem yerlerin birçok önemli yararı olmuştur. Orta Çağda süregelen yağmacılığa karşı korunak olmuşturlar. Ağır süvari'nin açık alanda yapılan savaştaki üstünlüğü, müstahkem yerlere karşı bir anlam ifade etmiyordu. İlkel yollar ya da yol olmaması kuşatma araçlarının taşınmasını zorlaştırıyor ve zaman kaybettiriyordu. Merkezî askerî örgütlenmenin genel olarak eksik olması da geniş çaplı ve uzun süren kuşatmaların yapılmasını güçleştiriyordu. Müstahkem yerler, elitlerin topraklarından çıkarılamamasını sağlamanın mükemmel bir yoluydu.
Orta Çağ döneminde ordular kuşatma yaparken bir dizi kuşatma araçları kullanmışlardır: merdiven; koçbaşı; kuşatma kulesi ve çeşitli mancınıklar (mangonel, onager, balista, ve trebuchet) gibi. Kuşatma teknikleri arasında lağımcılık da bulunur. Bu işi en iyi Osmanlı yapardı.
Levent, Beşiktaş
Levent, İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde yer alan bir mahalledir. Batıda Büyükdere Caddesi, Çeliktepe ve Gültepe, doğuda Etiler ve Akatlar, güneyde Levazım mahalleleri, kuzeyde ise Maslak semtleriyle çevrilidir. Levent semti, geniş anlamda kendisiyle birlikte, Büyükdere Caddesi üzerindeki, Beşiktaş'a bağlı Konaklar ve Nisbetiye, Şişli'ye bağlı Esentepe'nin kuzey kesimi ve Kâğıthane'ye bağlı Emniyet Evleri mahallelerini de kapsayan geniş bir bölgeyi tanımlamak için de kullanılmaktadır.
Levent semti, 1950'li yıllarda Emlak ve Kredi Bankası'nın yaptırdığı toplu konut projeleriyle tanımlanmıştır. 1950 yılında tamamlanan ilk kısım evler Levent'in çekirdeğini oluşturmuş, bundan sonra yapılan 3 kısım konut, 2. Levent, 3. Levent ve 4. Levent adlarıyla anılmaya başlanmıştır. Semtin daha sonra kuzeyde genişleyen kısmına ise Yeni Levent adı verilmiştir. 1947-1957 yılları arasında 1. Levent mahallesi ve 1954 yılında 4. Levent; mimar Prof. Dr. Kemal Ahmet Arû ve mimar Prof. Dr. Rebii Gorbon'un müşterek çalışmalarıyla gerçekleştirilmişlerdir. Adı geçen her iki mimarın da birçok ödülleri bulunmaktadır.
Levent semtinin ilk kullanımı Osmanlı Padişahı I. Abdülhamid zamanına rastlar. 1780 yılı civarında padişah bugünkü Büyükdere Caddesi'nin doğusunda bulunan bölgeyi Kaptan-ı Derya (Deniz Kuvvetleri Komutanı) Cezayirli Hasan Paşa'ya verdi. O zamanki deniz askerleri Levend adıyla anıldığı için Cezayirli Hasan Paşa'nın bu toprakları Levend Çiftliği adıyla anılmaya başladı. I. Abdülhamit'ten sonra tahta geçen III. Selim Nizam-ı Cedid ordusunun ilk kışlasını Levend Çiftliği'nde kurdu. Bu tarihten sonra bu bölge Levend Çiftliği ya da Levend Kışlası olarak bilindi. 1868 yılında İstanbul'da yapılan belediye düzenlemesi sırasında Levent bölgesi 7. Daire yani Beşiktaş dairesi sınırları içine alındı ve Levent o tarihten beri Beşiktaş İlçesisinin sınırları içinde kaldı.
Levent semtini günümüzdeki haline getiren gelişmeler 1947 yılında Emlak Kredi Bankası'nın toplu konut projesi için Levent semtini seçmesiyle başladı. 1960 yılında bitirilen bu projeden sonra Levent semtinde birçok konut projeleri ve siteler inşa edildi ve bölge hızla gelişmeye başladı. Özellikle 1980 yılından sonra Levent bölgesinde birçok gökdelen ve iş merkezleri inşa edildi. 1993 yılında hizmete açılan 34 katlık gökdelen, Sabancı Center 4. Levent semtinde yer almaktadır. Yapımına 1992 yılında başlanan İstanbul Metrosu'nun Taksim ve 4. Levent semtleri arasında çalıştırılmasına karar verildi. İstanbul Metrosu 16 Eylül 2000 yılında hizmete açıldığında Levent istasyonunda büyük bir alışveriş merkezi de hizmete girdi.
Barutlu silahlarla savaş
Barutlu silahlarla savaş , ya da daha yaygın kullanımla Ateşli Silahlarla Savaş, barutun bu patlayıcı maddenin kullanımına elverişli silahların kullanılması ve bu silah teknolojisinin geliştirilmesiyle zamanla savaşların ana silahları kategorisini oluşturmasıyla ortaya çıkan bir savaş tarzıdır. Avrupa ve Asya'da onbeşinci yüzyıldan itibaren sınırlı bir şekilde başlamış ve ondokuzuncu yüzyıl ortalarına kadar sürmüştür. 1792'den 1815'e kadar süren Napolyon Savaşları'nda doruk noktasına ulaşmıştır. Barutun Çinliler tarafından bulunduğunu belirten İngiliz felsefeci ve dinadamı Roger Bacon bu tarz savaşın ilk savunucularındandı.
Barutun, silahlarda dolayısıyla savaşlarda ilk kullanımının Çin'de 10. yüzyıla kadar geri gittiği bilinmektedir. Barutun ilk kullanımı top olmuştur. Çin'den sonra Müslüman devletler ordularında da hızla yaygınlaşmıştır. 15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren özellikle Osmanlı Devleti tarafından etkili bir biçimde kullanılmıştır. Osmanlılar, barutu el silahlarında (tüfek) olarak kullanmaya hızla geçtiler. Fatih Sultan Mehmet, 1453 yılında İstanbul'un Fethi sırasında devasa kuşatma topları kullanmıştır. 1514 tarihindeki Çaldıran Savaşı'nda, 1516 tarihindeki Mercidabık Savaşı'nda ve 1517 tarihli Ridaniye Savaşı'nda etkili ve yaygın olarak kullanılmıştı. Esasen Osmanlı Devleti'nde ateşli el silahlarının kullanımı 1421 - 1444 yılları arasında hüküm süren II. Murat'ın saltanatlık dönemine kadar geri gitmektedir.
Burada anlatılmaya çalışan "barutlu silahlarla savaş" tarzının Avrupa'daki gelişimi, Batı'lı tarihçiler tarafından araştırılmaya başlanması, tarihçi Michael Roberts'ın 1955 yılı başlarında Belfast'daki bir üniversitenin düzenlediği konferansta yaptığı açılış konuşmasından gelmektedir. Roberts, 1560-1660 yılları arasında Avrupa'da savaş tarzının geçirdiği önemli dönüşümlerin, toplumu tamamıyla değiştiren bir "Askerî Devrim" olduğunu savunmaktadır. İzleyen yıllarda birçok bilim adamı bu konuyu destekleyen ya da karşı gelen çalışmalarda bulunmuştur. Bu devrimin ne zaman olduğu ya da devrim değil de yavaş yavaş oluşan bir değişim olduğu hâlâ bir tartışma konusudur. Bu bağlamda Askeri Devrim, söz konusu yıllarda Avrupa ordularındaki dönüşümlerden sadece bir tanesi ateşli silahların kullanımıyla ilgilidir. Michael Roberts ve bu konuda araştırma yapan diğer Batı'lı tarihçilerden çoğu açısından inceleme alanı Avrupa'dır. Dolayısıyla literartürdeki Askeri Devrim, (Michael Roberts'in ya da Geoffrey Parker'in Askeri Devrim'i) gereçekte Avrupa |
Askeri Devrimi olarak anlaşılmalıdır.
16. yüzyılın başlarından itibaren özellikle İtalyan devletlerinin ordularında gözlenen ateşli silahların yaygınlaşması, bu ordularda diğer savaşçı unsurların sayısının hızla düşmesine yol açmıştır. Okçular, kargıcılar, süvariler ve kılıçlı savaşçıların ordu içindeki sayısı hızla azaltılmıştır. Bunların yerini elde taşınan ateşli silahları kullanan savaşçı unsurlar almaya başlamıştır.
Tüfekçilerin ordularda ağırlık kazandığı bu ilk evrelerde, atış yenileme hızının ve menzilin düşük olması, diğer savaşçı unsurlarca desteklenmesini gerektirmiştir. Birçok çatışmada tüfekçiler, kare düzeninde saf tutmuş kargıcılar tarafından korunmuşlardır.
Barutun silahlarda kullanımı konusunda eski bilgiler MS. 900’lü yıllara kadar gitmektedir. Bu tarihlerde, insan gücünün fırlatabileceğinden çok daha uzağa mızrak fırlatmak için, dip kısmına barut konulan borular kullanıldığı biliniyor. MS. 14. Yüzyılda Çin’de, içi boş demir güllelere barut doldurularak ilkel bir çeşit el bombası kullanıldığı ile ilgili kayıtlar vardır. Çin’de Song Hanedanı 12. yüzyıla gelinceye değin hem maden toplar, hem de elle atılan bombalar kullandılar. Barutun silahlarda kullanımı yavaş bir hızla da olsa batıya yayılmıştır. Bazı 14. yüzyıl Arap ve Avrupa metinlerinde toplardan söz edilmektedir. Bugün için bildiğimiz Avrupa’da üretilmiş toplarla ilgili ilk çizim, 1327 tarihlidir ve Çin’deki 1128 tarihli, bilinen en eski çizimle oldukça belirgin benzerlikler göstermektedir.
Avrupa yüzyıllar boyunca sık sık savaşların yaşandığı bir kıta olmuştur. İngiliz tarihçi Geoffrey Parker “Aslında Avrupa tarihindeki hangi yüzyıl askerlerin yüzyılı değil ki” demektedir. Erken Modern Dönem için verdiği örnekler, 18. yüzyılda barışla geçen en uzun sürenin 16 yıl, 16. yüzyılda on yıldan az ve 17. yüzyılda dört yıl olduğunu belirtir. Anlaşmazlıkları silah yoluyla çözmeye olan olağan dışı eğilimden söz eder. Bu eğilim, daha kesin sonuç alıcı taktikler, silahlar ve düzenlemeler arayışına yol açmıştır. Sonuç olarak “Batı’nın yükselişi” büyük ölçüde güç kullanımına dayanmıştır. Bu arayışlar Askerî Devrim’le Avrupalı güçlerin savaş yeteneğini ilerletmişti. Askeri Devrimin önemli bir boyutu da ateşli silahların kullanımın, ana silah kategorisi olacak biçimde genişlemesidir. Zaten Orta Çağ’ın son yarısı ve Erken Modern Dönem süresince insanlar için savaş, çıkarları savunmanın ve amaçlara ulaşmanın en iyi aracı olarak doğal görünüyordu. Savaş bir bakıma hegemonik güçten yoksun bir uluslararası sistemin kaçınılmaz sonucuydu.
Avrupa'da ateşli silahların bilinen en eski kullanımı 1118'de Morolar tarafından Zaragoza'ya karşı kuşatmada kullanılmıştır. Daha sonra İspanyollar tarafından Morolara karşı kullanıldığı bilinmektedir. Zamanla top kullanımı Avrupa'ya yayılmıştır. Örneğin Ağustos 1346'da İngiliz – Fransız savaşı Crecy Muharebesi'nde İngiliz ordusu tarafından kullanılmıştı. 14. yüzyıl başına kadar Avrupa’da top kullanımı istisnai olarak görüldüğü anlaşılıyor. Savaş alanlarına yerleşmesi ise 14. yüzyılda başladığı anlaşılmaktadır. Surlara karşı ateşli silahların (top) kullanımına 1370'lerden önce rastlanmaz, 1420'lerden öncesinde ise ender görülür.
Özellikle Batı Avrupa’da 11. yüzyıldan itibaren sayıca çok artan taş şatolar, savaşların stratejisini de değiştirmiştir. Artık amaç, düşman kuvvetlerini imha etmek ya da savaşamaz duruma getirmekten çok, işgal edilmek istenilen bölgedeki müstahkem mevkileri ele geçirmekti. Aksi takdirde ordu geri çekildiğinde bölge üzerinde kurulmuş olan hakimiyet sona ermektedir. Sonuç olarak savaşlar büyük ölçüde masraflı ve uzun süren kuşatmalar şeklinde olmuştur. Savaşların bu sonuçsuzluğu 15. yüzyılda kuşatma toplarının kullanılmaya başlanmasıyla aşıldı. Topların dikine inşa edilmiş duvarlar karşısında son derece parlak sonuçlar sağladığı görülmüştür. Örneğin 1405 yılında bir İskoç kalesi olan Berwick-upon-Tweed tek bir İngiliz topunun ilk atışı ardından teslim olmuştur. Bütünüyle farklı nedenlerle olsa bile, top atışı öyle görünüyor ki bardağı taşıran damla olmuştu. 15. yüzyıl ortalarına gelindiğinde artık pek çok müstahkem mevki top ateşiyle düşürülüyordu. Surlara karşı ateşli silahların kullanılmasındaki teknikler 15. yüzyıl sonlarına doğru daha geliştirilmişti. Hünerli topçuların elinde top, artık çok etkili bir silahtır. Machiavelli, 1519’ta yazdığı bir yazısında “1494’ten itibaren ne kadar kalın olursa olsun topçu ateşinin birkaç gün içerisinde yıkamayacağı hiçbir sur yoktur” diyordu.
Yüzyıl Savaşları’nın Fransız zaferlerinin yaşandığı son evrede 1430, 1433 ve 1437’de toplar müstahkem mevkilere karşı o denli etkili oldu ki savunan tarafa kısa sürede yıkım getirdi. 1430’lardan itibaren kuşatma topları, Batı Avrupa’daki geleneksel dikey taş surları birkaç günde taş yığını haline getiriyordu. Normandiya’da 70’den fazla İngiliz müstahkem mevki, Fransız topları tarafından 1449-1450 yılları arasında, iki yıldan kısa sürede düşürülmüştür.
Kuşatma silahı olarak topun kullanımında önceleri büyük çaplı toplara yönelindi. 1440’lı yıllarda Hollanda’da dökülmüş, Mons Meg adı verilen top, 8,5 ton ağırlığındadır ve 50 cm. çapında taş gülleler kullanmaktadır. Ne var ki bu büyüklükteki topların kullanışlı olmadığı hemen ortaya çıktı, bir yerden bir yere taşınması çok zordu. Taşınması çok daha kolay, daha küçük çaplı toplar kullanıldı. İster istemez seferlere çok sayıda top katılıyordu.
Balkanlar’a topun ilk gelişi 1351’de Venedik tarafından, Macarlara karşı topraklarını savunmaları için Zara kentine gönderilmesiyle olmuştur.
Yine 15. yüzyılda el silahı olarak kullanılan ateşli silahlar denendi ve benimsendi. Yüzyılın sonlarına doğru İtalyan devletleri arasındaki savaşlarda ordular bu silahlarla donatılır olmuşlardı. Venedik Cumhuriyeti 1490 yılında ordudaki tüm tatar yaylarını tüfeklerle değiştirmiştir. Oysa o dönemin silah teknolojisiyle ateşli silahlar, ok gibi menzilli silahlara göre, menzil, isabet oranı ve atış yenileme hızı olarak çok zayıf durumdadır. Usta bir okçu, 200 metre mesafeye, kabul edilebilir bir isabet oranıyla dakikada altı atış yapabilirken, 16. yüzyıl başında arkebüzlerin atış yenileme hızı birkaç dakikada bir ve etkili menzili 100 metredir. Ne var ki usta bir okçu olabilmek için yıllar gerekli iken, savaş alanında işe yarayabilecek bir tüfekçinin bu seviyeye gelmesi için birkaç günlük eğitim yeterlidir. Böyle olunca çok daha fazla sayıda tüfekçiyi ordularda istihdam etmek mümkün oluyordu. Tüfekçilerin daha büyük sayılarda sağlanabilir olmasına karşın, ordularda tüfeğin ana silah olması yine de bir yüzyıl almıştır. Bu gelişmeler yıllar içinde kılıçla dövüşen unsurları ordulardan tasfiye etmiştir, 1515 sonrasında pek görülmez oldu. Aynı şekilde baltalı kargı da (halbert) terk edildi.
Yıldız tabya, müstahkem mevkilerin düz hatlarda, dikine yüksek duvarlar yerine boynuz şeklinde çıkıntılar yapan, yüksek olmayan ve taş yerine çoğunlukla sıkıştırılmış toprak kullanılan tahkimat türüdür. Ortaya çıktığı dönemde İtalya’da alla moderna (modern tarz), İtalya dışında ise trace italienne (İtalyan tarzı) olarak tanımlanan bu tahkimat mimarisi, doğrudan gelen top güllelerine karşı çok daha dayanıklı savunma sağlamaktaydı.
Yıldız tabyalar da kuşkusuz savunmada top kullanıyorlardı. Savunmanın top kullanması, bu tarz bir tahkimatla birleşince, saldırı güçleri için hendekler kazılması ve kuvvet yığılması gerekli oldu. 16. yüzyılda bir İtalyan mühendisi, saldıran tarafın 20 binden az olmamak üzere, her bir savunmacıya karşı on askeri seferber etmesi gerektiğini ileri sürmüştür.
Yaylım ateşiyle ilgili eldeki en eski belge 8 Aralık 1594 tarihli, bir çizimi de içeren mektuptur. Mektubu yazan, bu fikri, Antik Roma metinlerini dikkatlice inceleyerek geliştirdiğini yazmaktadır.
Yaylım ateşi, bir askerin belirlenmiş hareketleri , adeta karmaşık bir makinenin parçaları gibi, sıkı bir disiplinle, yerleşmiş bir alışkanlıkla yapmasını gerektiriyordu. Bunu sağlamanın tek yolu, yeniden ve yeniden saf oluşturma uygulamasını da kapsayan bezdirici talimlerdir. Bu zorunluluk, askeri birlikleri daha küçük birimlere bölmeyi gerektirdi. İster istemez daha çok talim subayına ihtiyaç vardı. Sonuç olarak yaylım ateşi taktiğiyle tertipleniş kare düzeninden saf düzenine geçilmesini zorladı. Artık her şey bir saat mekanizması dakikliyiğle ve subayların komutlarıyla yapılıyordu.
Geoffrey Parker, “Askeri Devrim” kitabının Türkçe çevirisi için 2006 şubatında yazdığı önsözde, 1594 – 1595 yılları arasında Hollanda’da yaylım ateşi taktiğinin keşfedildiğini, ancak1620’lere kadar ilerleyerek yaylım ateşi taktiğinin kullanıldığına dair bir bulguya ulaşamadığını belirtmiştir. Parker, bu taktiğin izleyen üç asır boyunca Batı’nın üstün bir askeri güç olarak Asya’da etki alanları elde etmesinde en başat taktik olduğunu belirtiyor. Ardından Günhan Börekçi’nin bir Osmanlı belgesine yaptığı atıfta değinmektedir. Bu belgede, 1605 yılında Yeniçeri’nin yaylım ateşi taktiğini ustalıkla uygulamakta olduğu ortaya konulmaktadır.
Orta Çağ Avrupası’nda, toprak sahibi soyluların oluşturduğu, şövalye ruhuyla bireysel beceriyle dövüşen ağır süvari efsaneleştirilmiştir. Bu daha çok romantik bir yazındır. Gerçekler ise bunu doğrulamaz. Bu tür yaklaşımlar, yer yer yanlış gözlem ve yargılardan kaynaklanmıştır. Örneğin Bizans imparatoru Aleksios Komnenos’un kızı Anna Komnena, Aleksiad’da babasının Norman süvarilerine karşı konulamayacağına inandığını yazmıştır. Oysa babası Aleksios muharebe alanında Norman süvarilerini kolayca etkisiz bırakmıştır.
Aslında Orta Çağ’da süvarinin kesin sonucu belirlediği pek az muharebe vardır.
İslam dünyasında ateşli silahların ilk olarak Memluklar tarafından kullanıldığı biliniyor. Ancak Çin’den mi, yoksa Avrupa’dan mı geldiği konusunda henüz kesin bir bilgi yoktur.
Osmanlı’da ateşli silahların ne zaman kullanılmaya başladığı konusuna eldeki kaynaklara dayanarak kesin bir yanıt verme olanağı yoktur. Bu yüzden bu konuda farklı yaklaşımlar olması kaçınılmazdır. En olası açıklama Yeniçeri Ocağı’na dayandığı yönündedir. Ne var ki Yeniç |
eri Ocağı’nın kuruluş tarihi de net değildir. Yaklaşık olarak 1362 – 1365 olarak alınabilir. Dahası, kuruluşundan sonraki bir tarih aralığında ateşli silahların ordu kullanımına alındığı kabul edilmelidir. Buna göre 14. yüzyılın ikinci yarısı içinde bir tarihten itibaren top kullanıldığına hükmetmek gerekecektir. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, topun Osmanlı ordusunda 1389 tarihli I. Kosova Savaşı'ndan itibaren kullanılmaya başlandığını, ordunun merkezinde konuşlandığını, bu tarihte orduda Haydar isminde bir topçu bulunduğunu bildirmektedir. Bu muharebede Sırplar'ın da Osmanlı karşısında top kullandığı bilinmektedir. Bunu destekleyen bazı belgeler vardır, Müslüman devletlere gönderilen "zafernameler"de top kullanıldığının açıkça belirtilmiştir. Diğer yandan Halil İnalcık yürüttüğü arşiv çalışmalarına dayanarak top kullanımını II. Murad dönemine (1421 – 1451) koymaktadır. Yine İdris Bostan bir tımar icmal defterindeki kayda göre Yıldırım Bayezid döneminde (1389 – 1402) topçuluğun orduda bir kurum olarak başladığına, dolayısıyla kuruluşunun çok daha eskilerde olabileceğini belirtmektedir. Top kullanımıyla ilgili diğer bir bilgi İsmail Hami Danişmend tarafından verilmektedir. Danişmend, Osmanlı ordusunda 1364 yılında yapılmış bir top olduğunu ve bunun aynı yıl Karamanlılar'la yapılan savaşta kullanıldığını belirtmektedir. Bunun gibi belgeler, Osmanlı'nın 14. Yüzyıl ortalarından itibaren top kullanımına bütün bütün yabancı olmadıklarını, ellerinde çok kısıtlı sayıda da olsa top bulunduğunu göstermektedir. Yine de Avrupa'da topların savaş alanlarında daha erken ortaya çıkmasına ve 15 Mayıs 1373 tarihinde Papa XI. Gregoire'nin yayımladığın bir emirle Türklere savaş aletleri yapım malzemeleri ve silah satışını yasaklaması, Osmanlı'nın elinde bulunan topların kaynakları hakkında bir fikir vermektedir. Nitekim 1389 Kosova Muharebesi'nde kullanılan topların Dubrovnik'ten satın alınmış olduğu ileri sürülmektedir.
Kuşatma amaçlı büyük çaplı topların nakliye olanaksızlığı, top dökümü için gerekli tüm hammadde ve malzemenin develerle ya da sığırların çektiği arabalarla savaş bölgesine taşınması ve kuşatılacak kentin yakınlarında bir yerde dökülmesiyle çözülmüştü. II. Murad dönemi (1404 – 1451), kuşatılan kalelerin yakınında top dökülmeye başlandığı dönem olarak belirtilir. Germehisar ve Semendire kuşatmalarında (1440), Akçahisar'da (1448) kale yakınlarında top dökümhaneleri kurulmuştur.
Teknoloji nereden gelirse gelsin Osmanlı’da ateşli silahların artık etkin bir şekilde kullanıldığı dönem olarak II. Mehmed dönemi (1451 - 1481) gösterilmektedir.
Topun, hükümdarlık yılları 1481 – 1512 olan II. Beyazıt dönemine kadar sadece kuşatmalarda yer aldığı, tüfeğin ise daha geç bir tarihte, 15. yüzyılın ilk yarısında kullanıldığı ileri sürülmektedir. Her halükarda Osmanlı'nın ateşli silahları daha doğudaki Müslüman devletlerden önce kullanıma aldığı ortadadır.
Balkanlar'daki istilalarda Boşnak ve Sırplar'la yapılan savaşlarda çok sayıda tüfek ele geçirildiği, buralardaki tüfek imalathanelerinin üretimlerine Osmanlı gözetiminde devam edildiği bilinir. Osmanlıcada benimsenen "tüfenk" sözcüğünün de Boşnakçadan geldiği anlaşılmaktadır.
Osmanlı kuvvetleri 1421 yılında II. Murat saltanatı sırasında Selanik'i ele geçirilmesinde, 1442'de Sivrihisar kuşatmasında tüfek kullanılmıştır. Varna Muharebesi'nde (1444) top ve tüfek önemli ölçüde kullanıldı. Muhtemelen Yeniçeri'lerin ateşli silahlarla donatılması II. Murat dönemine denk gelmektedir.
Osmanlı ordusunun ateşli silahlarla donatılmış olması hem batıda hem de doğuda yayılmasında önemli rol oynamış, ateşli silahlarla donatılmamış geleneksel ordular karşısında kesin bir üstünlük sağlamıştır. Özellikle topçu, ana kütlesi süvari olan ordular karşısında, ilk anda yarattığı patlamalarla üstünlük sağlamıştı. Süvari atları hiç alışkın olmadıkları bu ses karşısında paniğe kapılmış ve sevk edilemez hale gelmiştir. Bu durum en belirgin olarak Osmanlı ile Memlûk Sultanlığı ve Safevi İmparatorluğu arasındaki savaşlarda görülmektedir. Safevi hükümdarı Şah İsmail ordusu karşısında 1514 tarihindeki Çaldıran Muharebesi'nde Osmanlı ordusunun ancak topların desteği sayesinde yenilgiden kurtulduğu ve hatta bu sayede savaşı kazandığı görgü tanığı Venedik elçisi tarafından belirtilmektedir. Kuşkusuz bu son anda topçu ateşiyle sağlanan zafer Osmanlı yöneticileri için çok önemli bir deneyim olmuştur. Çaldıran Muharebesi, sahra toplarının ilk kullanıldığı muharebedir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlar üzerinden Avrupa içlerine doğru yayılması, Venedik Cumhuriyeti, Osmanlı'nın ilgisini Asya'ya kaydırmak stratejisiyle Akkoyunlular'ı Osmanlı ile savaşa ikna etmek üzere bir elçi göndermişti. Elçinin yanında götürdüğü hediyeler arasında "… birkaç top, bomba malzemeleri, tüfek, barut, gülle, kurşun ve 3.000 Venedik Dukası değerinde çeşitli silahlar vardır. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, Venedik'ten beklediği top ve tüfekler ile bunlara ait mühimmat geciktiği için saldırıya geçmiş ve Osmanlı ateşli silahları karşısında yenilgiye uğramıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun sadece ateşli silahların ana silah olarak kullanılmasında değil teknolojide de, örneğin top dökümü ve barut imalatı, en azından erken yüzyıllarda ve Asya uygarlıklarına göre belirgin bir ilerleme gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu teknolojiyle savaş halinde olmadığı İslam devletlerine ateşli silahlarla ilgili yardımlarda bulunmuştur. Örneğin 16. yüzyılın hemen başlarında bir Portekiz filosunun Hint Okyanusu’nda Uzakdoğu limanları ile Kızıldeniz arasındaki deniz ticaret yolunu kesmesi üzerine Memlûk Sultanlığı’na gemi yapımıyla ilgili yardımların yanında önemli ölçüde top ve barut gönderdiği bilinmektedir. Çeşitli tarih kaynaklarından anlaşılmaktadır ki Osmanlı yönetimi, düşmanlarına karşı mücadelelerinde ateşli silahları sadece savaşlarda değil, onların düşmanlarını desteklemek için de kullanmıştır. Osmanlı'ya karşı Safevi İmparatorluğu'nu destekleyen Portekiz'e karşılık olarak Etiyopya'ya, Hindistan'a ve Sumatra'ya, Safeviler'e karşı Özbekler'e ateşli silahlar ve bunlarda donatılmış askerler göndermiştir.
Tüm bunlara karşın Osmanlı'nın askeri alandaki başarısı ve bu sayede çok geniş topraklara yayılması, sadece ateşli silahlara dayanmamaktadır. Esas başarı, Avrupalı rakiplerinin çok daha sonra geliştirecekleri, doğrudan sultana bağlı daimi, profesyonel bir askeri güç oluşturmaları temelinde yükselmiştir. "Sultanın kulları" olan bu muvazzaf askerler, sultana "şiddeti –zoru- kullanma tekeli" sağlamıştır. Taşra eliti kontrolündeki askeri güçlerden, esas olarak tımarlı sipahiden, çok daha organize olan bu askeri güç, sultanın otoritesini onun şahsında merkezileştirmiştir.
Safevi ordusunda ateşli silah kullanımında ilk adımlar Şah İsmail zamanında, 1502 ve 1509 yıllarında Venedik Cumhuriyeti’nden top ve teknisyen sağlama girişimleriyle olmuştur. Çaldıran Muharebesi yenilgisi de ateşli silahlar edinme yönelimini güçlendirmiştir. Topçu ve tüfekçilerden oluşan küçük de olsa bir birlik, 1516 yılında teşkil edilmiştir. Bu birliğin Safevi ordusuna sağladığı güç, 1528 yılında Cem Muharebesinde bir Özbek ordusunu bozguna uğratmıştır. Hem bu muharebede hakkındaki kayıtlardan, hem de 1530 tarihli bir askeri rapordan, Safevi ordusu birkaç yüz top ve birkaç bin tüfekçiden oluşan bir bileşene sahip olduğunu göstermektedir.
Safevi ordu geleneği I. Abbas öncesinde ağırlıklı olarak Türkmen kabile savaşçılarına dayanmaktadır. Bunların yanında saray muhafızları hükümdarın muhafızları olarak görev yapıyorlardı. Bireysel olarak askere alındılar, maaşları hazineden ödenirdi. Onlar da Türkmen kabilelerindendiler ve kabile bağlılıkları sürmektedir. Yine de maaşları saraydan ödendiği için ve ayrıcalıklı konumları nedeniyle hükümdara sağlam bir bağlılıkları vardır. Sayıları 1.500 dolayındadır. I. Tahmasb döneminde 5 bin sayısına ulaştılar. Ateşli silahlar Safevi ordusunda bu dönemde ve bu unsurlar tarafından kullanılmaya başlanmıştır. I. Abbas zamanında sayıları 10 bini bulduğu gibi, devletin en üst düzey bürokratları oldular. Hatta Türkmen kabile şefleri yerine eyalet valileri gurçi adı verilen bu bürokratlar elindeydi.
I. Abbas’ın elinde büyük babalarından I. Tahmasb (h.y. 1524 – 1576) tarafından kurulan piyade, süvari ve topçu birliklerinden oluşan bir ordu zaten vardır. O, gulamlardan oluşan yeni bir teşkil kurarak bu orduyu büyüttü. Ateşli silahlara dayalı bir ordu ve bürokratik rejim, 1063 yılında Tebriz yakınlarında bir Osmanlı ordusunu bozguna uğrattığında ateşli silah kullanımının sağladığı üstünlüğü kullanmıştı. I. Abbas’ın döneminde de, her ne kadar Türkmen hafif süvarisi orduda çok önemli bir unsur olmayı sürdürse de, topçular ve tüfekçiler ana bileşen haline gelmiştir.
Babürlüler’in bilinen anlamda top kullanımı için tespit edilebilen tarihler 16. yüzyılın ilk çeyreğidir. Doğu sınırlarında Safevi varlığına karşı Osmanlı İmparatorluğu, Türkmenistan’da bir siyasi – askeri varlık oluşturan Özbeklere ateşli silah göndermişti. Kanuni Sultan Süleyman (h.y. 1520 – 1566) zamanında bir miktar top, tüfek ve bunları kullanmakta usta yeniçeri gönderilmişti. Ancak Safevilere karşı kullanılacağı düşünülerek gönderilen bu toplar, bölgede hakimiyet kurmak isteyen hanlar tarafından birbirlerine karşı kullanılmıştr. Rakip hanları saf dışı ederek hakimiyet alanını geliştiren Abdullah Han, bu silahları ve ustaları devr almıştır. 16. yüzyılın sonlarına doğru artık top dökmeye başladılar. Abdullah Han’ın kuşatmada top kullandığına ilişkin en eski bilgi, 1571 yılındaki Andhoy kuşatmasında kullanıldığına işaret eder. Hafif sınıf toplar darbzen olarak bilinen toplardı ve Buhara Hanlığı’nda üretilemiyor, Osmanlı’dan alınıyordu. “Kazan” adı verilen, geniş namlu ağzıyla daha çok havan sınıfı toplar ise esas olarak kuşatmalarda kullanılmaktadır. Tüm bunların bakır olarak döküldüğü anlaşılmakta olup zayıf bir döküm tekniği kullanıldığı ortadadır. Özbek kuvvetleri, I. Abbas’ın Safevi ordusunda ateşli silahları yerleştirmesine kadar ellerindeki silahlarla başarılı oldular. Ancak 1595’ten itibaren Safevi |
ordusu ateşli silahlar konusunda bir düzene kavuşmuştu. Şah Abbas bu tarihte Horasan üzerine yürüdü ve tüm Horasan’ı Özbeklerden geri aldı.
Babür İmparatorluğu 1526 yılında Babür Şah tarafından kurulduğunda Osmanlı İmparatorluğu Memluklar’ın başkenti Kahire’yi 1517 yılında almış, Kızıldeniz kıyılarına ulaşmış, Arap Yarımadası boyunca güneye doğru genişlemeye başlamıştı. Bu tarihlerden önce bile Arap Yarımadası’nda, Memluk ülkesinde ve hatta Hindistan’da, Rumi (Rumlu) olarak bilinen insanlar vardır. Rumlu, doğrudan doğruya Osmanlı anlamında kullanılmaktaydı. Bunların bir kısmı asker, denizci ve ateşli silahları tanıyan askeri ya da teknik uzmanlardır. Esasen bunların bir kısmı, II. Bayezit emriyle Memluk Sultanlığı’na gönderilen uzmanlardır. Hint Okyanusu’nda Portekiz filolarının Hindistan’la Kızıl Deniz arasındaki ticareti kesmeleri üzerine bu ablukayı kırmak için yardım olarak gönderilmişlerdi. Diğer yandan Batı Anadolu’dan ve Orta Anadolu’dan daha geniş geçim olanakları arayan maceracı denebilecek kişiler de Hindistan’a gitmişlerdi. Babür Han, bu unsurları istihdam ederek Babür ordusunu Osmanlı ordusu tarzında teşkil etmiştir. Bu rumlular içinde özellikle Üstat Ali Kulu adı bilinmektedir. Diğer bir rumlu uzman Mustafa Rumi adı zikredilir.
Altınköprü
Altınköprü veya Altunköprü, bugün Irak sınırları içerisindeki Kerkük ile Erbil arasında kalan bir kasaba.
Tatlı Dillim
Tatlı Dillim, 1 Kasım 1972 tarihinde vizyona giren yönetmenliğini ve yapımcılığını Ertem Eğilmez'in üstlendiği, senaryosunu Sadık Şendil'in yazdığı, başrollerini Tarık Akan ve Filiz Akın'ın paylaştığı Komedi filmidir.
Ayrıca film Kemal Sunal'ın ilk sinema filmidir.
Ferit İstanbullu zengin bir ailenin çocuğudur. Tıp okumasına rağmen en büyük hobisi basketbol oynamaktır. Maçlar öncesi dinlemek ve kamp yapmak için basketbol takımı ile beraber Emine'nin bulunduğu köye gider. Emine ise köy öğretmenidir ve bütün hayatı köydeki insanlara yardım etmekle geçmektedir. İstanbul'da çapkınlıklarıyla ünlü Ferit Emine'den çok hoşlanır ve onun kalbini kazanmaya çalışır. Emine ilk başta Ferit ile ilgilenmese de iki genç kısa süre sonra birbirlerine aşklarını itiraf eder ve evlenmeye karar verirler. Evliliklerinin ilk günleri oldukça mutlu geçer ancak Ferit'in İstanbul'dan gelen arkadaşları işleri bozar.
Arkadaşları ile birlikte İstanbul'a ve oradaki eski yaşamına geri dönen Ferit Emine ile evliliğini unutur. Emine bir süre bekledikten sonra İstanbul'a kocasını aramaya gider. Ancak acı gerçekler yüzüne vuracaktır: Ferit evliliğine ailesine haber vermediği gibi, eski çapkınlıklarına geri dönmüştür. Bunun üzerine Emine Ferit'e hayatının dersini vermek için kolları sıvar. Şehirli ve oldukça bakımlı bir kadın şeklinde Ferit'in karşısına yeniden çıkacak, ikiz kardeş Mine olarak gerçek kocasının kafasını karıştırmaya başaracaktır.
1 Kasım 1972 tarihinde gösterime giren film, daha önce birçok film yönetmiş olan Ertem Eğilmez tarafından yönetildi. O dönemler genellikle çapkın erkek rollerinde oynaya Tarık Akan bu filmde de 1970'li yıllarda birçok filmde aynı isimle oynadığı "Ferit" ismiyle bu filmde yer aldı. Ferit'in sevgilisi rolünde Filiz Akın oynamaktadır. "Basketbolcu" rolü için "Ertem Eğilmez" birçok kişi düşünürken tiyarolarda kısa rollerde yer alan Kemal Sunal'ı gördü ve beğendi. Filmde "Basketbolcu" rolünde oynayan "Kemal Sunal"'ın ilk filmi olmuştur. Daha sonra Türk sineması'nda fırtına gibi esmiş teklif üstüne teklif almış "Hababam Sınıfı", "Kapıcılar Kralı", "Tokatçı" ve Davacı" gibi birçok filmde başrol oynayarak unutulmaz efsaneler yerine adını yazdırmıştır ve Türk sineması'nın gelmiş geçmiş en büyük oyuncularından birisi olmuştur.
Halit Akçatepe (Çoban), genelde aynı filmde ikili olarak yer alan Zeki Alasya (Antrenör) ve Metin Akpınar (Metin) rollerinde, 70'li yıllarda birçok filmde "Tarık Akan"'ın babası olarak yer alan Hulusi Kentmen bu filmde de aynı rol ile boy göstermiştir. Münir Özkul ise filmde "Muhtar Hasan" olarak yer almıştır.
Filmin müziklerini Türk halk müziği sanatçısı Neşet Ertaş bestelemiş ve Selda Bağcan seslendirmiştir.
Ertem Eğilmez ve Kartal Tibet'in sahibi olduğu film şirketi Arzu Film tarafından filmin yapımcılığı üstlenilmiştir. 1972 yılında çekimlerine başlanan filmin çekimleri aynı yıl içerisinde tamamlanmıştır ve 1 Kasım tarihinde vizyona girmiştir.
1972 yılının son aylarında vizyona giren film, 1970'li yıllarda "Ertem Eğilmez"'in birçok yaptığı film gibi başarılı olmuştur ve gişe'de iyi bir başarı elde etmiştir.
1980'li yılların sonunda film VHS kaset olarak yayımlanmıştır. Televizyon'larda genel olarak nadir verilen filmin 2000'li yılların başında bir de VCD'si yayımlanmıştır. Daha Sonra 2000'li yılların ortalarında DVD formatında 480p olarak mağzalarda satışa sunulan filmin, 2010'lu yılların ortalarında Blu-ray formatında yayımlanması bekleniyor.
2010'lu yılların başında "Vipsaş" tarafından 1080p formatında restore edilmiştir. 2012 yılından itibaren televizyon kanallarında gösterilmeye başlanmıştır.
Akbaba (anlam ayrımı)
Akbaba, iri ve leş yiyen bir kuştur. Şu anlamlara da gelebilir:
Sanayi Çağı'nda savaş
Sanayi Çağı'nda savaş, Sanayi Devrimi'nin başlangıcından Bilgi Çağı'na kadar geçen süre içindeki savaş tarzı olarak değerlendirilir. Bu dönemde ulus-devletler sanayileşme yardımıyla geniş orduları ve donanmaları yaratabilecek düzeye geldiler. Geniş çaplı askere almalar, hızlı taşımacılık (önceleri demiryolu ile, sonradan denizyolu ve havayolu ile), telgraf, telsiz ile iletişim, topyekün savaş bu dönemin özelliklerindendir. Teknolojik açıdan bakıldığında bu dönemde namlu yerine arkadan doldurulan, yoğun ateş gücüne sahip piyade tüfekleri, yüksek hızlı ve arkadan doldurulabilen toplar, metal savaş gemileri, denizaltılar, uçaklar, roket ve füzeler, zırhlı birlikler, ve nükleer silahlar ortaya çıkmıştır. Sanayi Çağı'nın ilk savaşı 1861 yılındaki Amerikan İç Savaşı'dır. En son önemli sanayi çağı savaşı olarak 1980'lerin İran-Irak Savaşı görülmekle birlikte bazıları 1998'deki Eritre-Etiyopya Savaşı'nın son savaş olduğunu savunmaktadırlar.
ISO 639
ISO 639, dil adlarının iki ya da üç harften oluşan kısaltmalarla gösterilebilmesi amacıyla ISO tarafından belirlenmiş uluslararası kod sistemi.
ISO 639 değişik bölümlerden oluşur. ISO 639-1 ve ISO 639-2 diye adlandırılan ilk iki bölüm ISO tarafından resmen kabul edilen standartlardandır. ISO 639-3 ise henüz hazırlık aşamasında bulunmasına rağmen Etnologue gibi bazı kuruluşlarca kullanılmaya başlanmıştır.
Fukuyama
Fukuyama ( "Fukuyama-shi"), Japonya'nın Hiroşima prefektörlüğünde bulunan bir şehirdir. Şehir prefektörlüğün en doğusunda Ashida Nehri'nin kıyısında yer almaktadır. Yüzölçümü 518.07 km² olan şehrin nüfusu 31 Ocak 2010 tarihi itibarı ile 465,238 olup prefektörlüğün ikinci büyük şehridir.
Kentin sembolü gül olup, her yıl Mayıs ayında Gül Festivali düzenlenmektedir. Fukuyama önemli bir ticari, endüstri ve iletişim merkezi olup şehirde makine, koto, kauçuk ürünleri, elektronik, tekstil ve işlenmiş gıda endüstrisi bulunmaktadır.
Hasan Kundakçı
Hasan Kundakçı (1937, Sandıklı, Afyonkarahisar) Türk asker.
1955 yılında Kuleli Askeri Lisesi'ni bitirerek Kara Harp Okuluna girdi. 1957 yılında Kara Harp Okulu'ndan piyade asteğmen olarak mezun oldu. 1961-1962 yıllarında, 12. Kore Bölüğü'nde takım komutanlığı, 1965-1967 yıllarında Ağrı ve Tendürek Dağları'nda sınır bölük komutanlığı yaptı. 1979-1980 yıllarında Kıbrıs'ta 230. Piyade Alayı komutanlığı yaptı. 1984'te tuğgeneralliğe yükseldi. İki yıl 70. Mekanize Piyade Tugayı komutanlığı ve Siirt'te Sıkıyönetim komutan yardımcılığı görevini yürüttü. 1986 yılında Özel Harp Dairesi başkanlığı'na atandı. 1970’li yıllarda Atina'da askeri ataşe olarak görev yaptı. 1994-95 yıllarında Güneydoğu Anadolu Bölgesi ve Kuzey Irak üzerinde çok etkili bir askerdi. 1993-95 yılları arasında Diyarbakır Jandarma Asayiş Bölge Komutanı olarak görev yapmıştır. Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı olarak görev yaptığı yılı 14 Ağustos 1996 günü Rum gösterici Solomos Solomou’nun bayrak direğine tırmanırken vurulup öldürülmesiyle Kıbrıs Rum Kesimi’nin başvurusu üzerine Interpol tarafından kırmızı bülten çıkarıldı. 20 Mart 1995 tarihli PKK’ya ağır darbe vuran Cudi Dağı Operasyonu'nu yönetti. Korgeneralliğe ileride Genelkurmay Başkanı olacak Hilmi Özkök'un ardından ikinci sıradan terfi ettirilmiş ve orgenerallik sırası geldiğinde de orgeneralliğe terfi ettirilmesi beklenirken sürpriz bir şekilde emekli edilmiştir. Evli ve iki çocuk babasıdır.
22 Ekim 1993 günü Diyarbakır'ın Lice ilçesinde militanlar ile güvenlik güçleri arasında başlayan çatışmada Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, başına isabet eden bir kurşunla vurulmuş, Asayiş Komutanı Korgeneral Hasan Kundakçı ve yardımcısı Tümgeneral İlker Başbuğ’u taşıyan helikopter yoğun Kanas ateşi altında Diyarbakır’ın Lice ilçesi üzerine gelip alçalmaya başlamış ve 55 yaralı ve hasta askerin bulunduğu iddia edilen okulun bahçesine inmiştir.
Telsizle haberleştiği iddia edilen PKK’lıların, ""Hasta, sakat fark etmez, 55 asker iyi skandal olur"" dediği iddia edildi. Korgeneral Kundakçı askerlerin motive olabilmesi için "Arkadaşlar teröristler sizi gözlerine kestirmiş, biraz sonra saldıracaklarmış. Yataklarınızda basılarak öleceğinize, mevzide çarpışarak ölünüz. Sizin için zor olduğunu biliyorum ama, hemen kalkın, aşağıda toplanın" demiştir. 55 yaralı asker 2 general ve yaverleri ile 2 pilot toplam 61 asker çatışmaya başlamışlar, ilçenin doğusunda 20-25 kilometre mesafede militanlarla çatışma halindeki Askeri kışladaki birlikler gelene kadar (14 saat sonra) çatışma bitmiştir.
Anjina pektoris
Anjina pektoris (anjina olarak da bilinir), genellikle kalp kasındaki iskemi veya koroner arter spazmı nedeniyle oluşan göğüste ağrı, sıkışma ve baskı hissi. Anjinanın ana sebebi olan koroner arter hastalığı, kardiyak arterlerin ateroskleroza uğramasından kaynaklanır. Anjina pektoris terimi Latince angina (boğaz enfeksiyonu), Yunanca ἀγχόνη ankhonē (boğulma) ve Latince pectus (göğüs) kelimele |
rinden türemiştir. Böylece "göğüste boğumlanma, sıkışma hissi" olarak Türkçeye çevrilebilir.
Ağrının şiddeti ve kalp kasındaki oksijen yoksunluğunun derecesi arasında zayıf bir ilişki vardır. (Örneğin, kalp krizi riski az veya hiç olmadığı halde şiddetli ağrı hissedilebilir, ve bir kalp krizi hiç ağrısız meydana gelebilir.)
Kötüye giden anjina atakları, dinlenme halinde aniden başlayan anjinalar ve 15 dakikadan fazla süren anjinalar anstabil anjinanın semptomlarıdır. Bunlar miyokard enfarktüsünün (kalp krizi) habercisi olabilir, acil tıbbi yardım gerektirir ve genellikle kalp krizi olarak kabul edilerek tedavi edilir.
"Kararlı anjina" olarak da bilinir. Stabil anjinanın tipik göstergeleri göğüste rahatsızlık ve bazı aktivitelerle (koşma-yürüme vs.) hızlanan ilişkili semptomlarla karakterizedir. Dinlenme esnasında minimal veya var olmayan semptomlar da olabilir. Semptomlar tipik olarak hızlandırıcı aktiviteler durduğunda birkaç dakika içinde azalmaya başlar ve aktivite devamında tekrar ortaya çıkar. Bu şekilde stabil anjina kramp semptomlarına benzemektedir.
Anstabil anjina (akut koroner sendromun bir çeşididir) değişken ve kötüleşen anjino pektoris olarak tanımlanır.
Şu üç özellikten en az birine sahiptir:
Anjina, kalbin oksijen ihtiyacıyla bu ihtiyacın karşılanması arasındaki dengesizlikten kaynaklanır. Bu denge sorunu, oksijen yoksunluğu arttığı durumlardan (örn: egzersiz sırasında) veya oksijen sağlanmasında orantılı artış olmamasından (örn: koroner damarların kasılması ya da aterosikleroz durumunda) kaynaklanabilir.
Anjina tedavisi için en spesifik ilaç nitrogliserindir. Nitrogliserin kalp kasına daha çok oksijen alımını sağlayan kuvvetli bir vazodilatördür. Beta blokörler ve kalsiyum kanal blokörleri kalp işyükünü azaltmak ve böylece oksijen gereksinimini azaltmak için kullanılır. Nitrogliserin ve sildenafil birlikte alınması hipotansif etkiyi artırır.
TV8
TV8, 22 Şubat 1999 tarihinde MNG Medya Grubu bünyesinde yayına başlayan, 2013 yılından bu yana Acun Medya bünyesinde yayın yapan bir televizyon kanalıdır. Merkez stüdyoları Sarıyer'de bulunmaktadır. Mart 2016'da NBA yayın haklarını almıştır.
Haber kanalı olarak yayın hayatına başlayan TV8, 2003 yılında format ve logo değiştirerek ulusal kanallar arasına katıldı.
TV8, 9 Eylül 2013'ten itibaren 16:9 geniş ekran formatına geçmiştir.
13 Kasım 2013'te kanal, Acun Ilıcalı'ya satılmıştır.
Acun Medya'ya geçmesiyle beraber tekrar format değişikliğine giderek TV8 eğlence kanalı oldu. Acun Ilıcalı'nın kanal da haber programlarının bulunmasını istemediğini açıklamasının ardından, bunun sonucu olarak "TV8 Ana Haber", "HaberAktif" gibi haber programları sona erdi, TV8'in haber departmanında çalışanların ise işlerine son verilip kanalla yollarının ayrılmasına gidildi. Ayrıca Kanaltürk'ten transfer edilen "Telegol" programı da yayından kaldırıldı.
Eylül 2014'ten itibaren Acun Medya'daki tüm programlar TV8'e taşındı. Ayrıca kanal Copa del Rey, Coppa Italia karşılaşmalarının yayın hakkını satın aldı. Mart 2016'dan itibaren NBA maçlarını da yayınlamaya başladı.
1 Eylül 2014 saat 20.00'de logosunu, jeneriklerini ve sloganını değiştirdi. Aynı zamanda Digiturk platformu üzerinden de eş zamanlı HD yayına geçti. 18 Şubat 2015'te TV8'in HD yayını, Türksat üzerinden de yayına başladı.
5 Ocak 2015'te "Bu Tarz Benim"i Show TV'den transfer ederek yayınlamaya başladı.
3 Temmuz 2015 tarihinde Survivor All Star finali gerçekleşti.
12 Kasım 2015'te Doğuş Yayın Grubu, TV8'in hisselerinin %30'unu satın alarak kanala ortak oldu.
6 Ekim 2016'da TV8,5 yayına başladı. 3 Mart 2017'de HD yayına geçti.
TV8 HD, 1 Eylül 2014'te kurulan, TV8 ile eş zamanlı yayın yapan TV8'in yüksek çözünürlüklü kanalıdır.
18 Şubat 2015 tarihine kadar sadece Digiturk 329. kanaldan izlenebilmekteyken 18 Şubat 2015 tarihinden itibaren TV8 HD, Türksat 4A 12356 H 7100 2/3 frekansından, D-Smart 28. kanaldan, Digiturk 328. kanaldan, Filbox 28. kanaldan, Türksat TKGS 8. kanaldan ve Kablo TV 29. kanaldan da izlenebilmektedir.
TV8 int, 1 Ekim 2014'te kurulan TV8'in Avrupa'daki Türklere yönelik yayın yapan televizyon kanalıdır.
Flash TV
Flash TV, 1992 yılında kurulmuş, Göktuğ Grup bünyesindeki, Türkiye'nin ikinci özel televizyon kanalıdır. Tüm Türkiye'ye yayın yapan ulusal kanal, özellikle dizileri ve eğlence programları yayınlarıyla öne çıkmaktadır.
Flash TV, 1992'de test yayınına ve 1993 yılında ise normal yayına, Ömer Ziya Göktuğ'un sahibi olduğu Göktuğ Şirketler Grubu bünyesinde Bursa'da başladı. Yerel yayın yapan kanalın aynı zamanda İstanbul'da stüdyoları vardı. Gerçek Kesit programı Bursa'da çekilmiştir. Programda gerçek hayattan olaylar ekrana taşınmaktadır. Dizide Cahit Kaşıkçılar (Sarı Bıyık), Mehmet Vanlıoğlu (Beyaz Çorap), Nevzat Çiftçi, Cevat Dinçer (Kaleci Saçlı Adam), Zeki Bıçakçı, Mesut Hakyemez, Berat Demireğer gibi Bursa'lı oyuncular rol almıştır. Bunun dışında Tap On isimli bir müzik programı yayınlamıştır. Bu program ise 90'lı yıllarda meşhur olan Türkçe şarkılara yeniden söz yazılarak komik şarkılar yapılmıştır. Daha sonra 2000 yılında, kanalın yayın merkezi ve stüdyoları İstanbul'a taşındı. Bir dönem kanalın haberlerini gazeteci Savaş Ay sunmuştur. Flash TV, 2000'li yılların başında bir dönem müzik kanalına dönüşmüş, Kral TV ile birlikte ulusal müzik yayını yapan iki kanaldan biri olmuştur. Ancak sonraki yıllarda müzik kanalından tekrar genel içerikli eğlence kanalına dönüştü. Flash TV, Türkiye'de evlilik programlarının başlamasında öncü olmuştur. İlk olarak Esra Erol'un sunduğu Desti İzdivaç programını yayınlamıştır. Bunun yanında şarkıcı Latif Doğan'ın sunduğu Küstüm Show programı vardır. Flash Haber'i hafta içi Yalçın Çakır, hafta sonu ise İlker Akkurt sunmaktadır. Gece haberlerini ise yıllardır Flash TV'de haberleri sunan Gökhan Taşkın sunmaktadır. Bursa'nın ilk yüksek katlı AVM binası olan Tower Plaza, Flash TV'ye aittir.
2015 yılında kanal tüm yayınları upscale edip HD yayına geçmiştir. Fakat bir süre sonra HD yayına ara vermiştir.
Flash TV, Türksat 4A uydusunda 11855 V 30000 3/4 frekansında, Digiturk 37. kanalda, D-Smart 38. kanalda, KabloTV 37. kanalda, Filbox 37. kanalda ve karasal anten üzerinden Tüm Türkiye'de izlenebilir.
çalışmıştır.
"Flash TV Ana Haber"'i sırasıyla hafta içleri;
hafta sonları;
yazları;
sunmuştur.
TV8 (anlam ayrımı)
TV5
TV5 aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Star TV
Star TV, Doğuş Yayın Grubu bünyesinde Türkiye'de yayın yapan ulusal televizyon kanalıdır. Star TV'nin genel yayın yönetmeni Ömer Özgüner'dir.
Star TV, 1 Mart 1989 yılında Ahmet Özal ve Cem Uzan tarafından kurulan, Türkiye'nin ilk özel televizyon kanalıdır. Tüm Türkiye'ye yayın yapan ulusal kanal, özellikle dizileri, yarışma programları ve UEFA Şampiyonlar Ligi maç yayınlarıyla öne çıkmaktadır.
Star TV, Lihtenştayn'da 50.000 İsviçre frangı sermaye ile 1 Mart 1989'da kurulmuş bulunan Magic Box Incorporated AG adlı şirket tarafından Türkiye'nin ilk özel televizyon kanalı olarak, "Star 1" adı ile kuruldu ve Almanya üzerinden 7 Mayıs 1990'da, her gün 18:00 ile 23:00 saatleri arasında test yayınına başladı. 11 Mayıs günü yayın süresi 12 saate çıkarıldı ve yayın saatleri 13:00 ile 01:00 saatleri arasına çekildi. 4 Ağustos 1990'da ise normal yayına başladı. Magic Box Incorporated AG'nin Türkiye temsilcisi olarak 1990 yılının Aralık ayı başında kurulan Magic Box International'ın patronları ise, Rumeli Holding'in sahibi Cem Uzan, Yapı ve Ticaret A.Ş., İmar Bankası ve Adabank'ın sahibi olan babası Kemal Uzan ile Turgut Özal'ın büyük oğlu Ahmet Özal'dı.
Anayasanın 133. maddesine göre, Türkiye'de radyo ve televizyon yayınları TRT'nin elinde olduğundan özel televizyon kurulamıyordu. Yine anayasaya göre Türkiye'deki tüm vericiler TRT'nin elinde olduğundan TRT Türkiye'den Almanya'ya görüntü transferine, "Anayasa'ya göre özel Radyo ve TV yasak" gibi bir gerekçe ile izin vermedi. Avrupa'da bu nakilleri PTT/Telekom gibi kuruluşlar yapıyordu. Turgut Özal'ın talimatı ile 3517 sayılı yasayla TRT'nin radyo-televizyon vericileri ve gerek karasal linkler gerek uydu işletmeciliği ve frekans tahsisleri yetkisi PTT'ye devredildi. PTT bu yetki ile sonraki yıllarda Türksat uydusunun Türkiye'ye kazandırdı. İşte bu sayede Magic Box Haber görüntüleri PTT'den kiralanan link ile Deutschland Telekom üzerinden yapıldı. Haberlerin günlük video görüntüleri Star 1'de yayınlanmaya başlandı. TRT vericileri hiçbir zaman kullanılmadı çünkü Almanya'dan Eutelsat uydusundan yapılan yayın Türkiye'de 60 cm çapında çanak antenler ve uydu alıcı cihazlar ile izlenebiliyordu. Dönemin SHP'li yöneticileri, Genel Başkanları Erdal İnönü'nün "korsan TV" sözü üzerine Ankara, İstanbul, İzmir gibi birçok ilde kapatma davaları açtılar. Ancak Kırıkkale'de bir mahkeme bilirkişi raporları ile Türkiye'den yayın yapılmadığını ve kapatma olamayacağını karara bağladı. Bu karar yargıtay tarafından da onaylanınca Magic Box yayınlarının ve yurt dışından yapılan uydu yayınlarının önünde yasal bir engel kalmadı. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel bu durumu Davos toplantısında "De Facto" bir durum, "Türkiye'de çok sesli demokrasinin delili oldu." diyerek Anayasa ve Yasaların değiştirilmesi talimatı verdi. Anayasa değişti, 3984 sayılı RTÜK yasasının 25. maddesi TBMM'de kabul edilmişken Cumhurbaşkanı Turgut Özal vefat etti. Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı, Tansu Çiller DYP Genel Başkanı ve Başbakan olarak bu yasanın Meclis'te kabul edilip yasalaşmasını 1994 yılında sağladı.
Test yayınına başlayan Star 1, Almanya'nın Ludwigshafen kentindeki AKK stüdyolarından Eutelsat F-5 uydusuna verdiği görüntüleri bu kentten Türkiye'ye yansıtmakta ve ilk dönemlerinde sadece özel uydu antenleriyle izlenebilmiştir. Ülkedeki yayın tekelini TRT'ye veren anayasanın zikredilen 133. maddesi henüz yürürlükteyken özel bir televizyonun yayına başlaması, iletişim yönünden Türkiye'nin geleceğini etkileyen önemli bir dönüm noktası olmuştur. 100 milyar TL'lik bir yatırımla kurulduğu iddia edilen Magic Box'ta; şirketin yönetim kurulu başkanı ve Star 1' |
in genel koordinatörü unvanıyla işe başlayan Tunca Toskay, hemen hemen TRT'deki eski ekibinin tamamını buraya toplamış gibiydi. Genel müdürlüğü yürüten Mehmet Turan Akköprülü'nün yanı sıra, Ekrem Çatay ve Adem Gürses'de yeni kanalda önemli görevler üstlenmişti. Asıl yayına Eylül ayında geçeceğini duyuran Star 1, günde 12 saat süreyle (13:00-01:00 arası) yaptığı test yayınlarında NBA karşılaşmaları ile bol bol yabancı müzik klibi yayınlamıştır. Bu arada yeni kanalın tanıtımı için, sinema oyuncuları başta olmak üzere birçok sporcu, yazar ve gazeteciyle yapılmış reklam spotları da sık sık Star 1 ekranına gelmiştir.
Aslında kanalın kuruluşunun resmi yoldan hiçbir engellemeye maruz kalmaması olayının içinde bizzat cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın olmadığını düşünmek mümkün değildir. Turgut Òzal; Cem Duna'yı TRT genel müdürü seçtikten sonra Tunca Toskay'ı başbakanlık müşaviri olarak yanına alan ve ona özel televizyon yayınları ile ilgili bir fizibilite raporu hazırlatan da bizzat kendisidir. Ancak Tunca Toskay, başlangıçta kendisiyle yapılan bütün röportajlarda Ahmet Özal'ın Magic Box'la hiçbir organik bağı olmadığını özellikle vurgulamaya çalışmıştır. Nitekim, Ahmet Özal'ın şirkette %50 ortaklığı olduğu ve 100 bin doların üstündeki ödemeler için Cem Uzan'la birlikte imza yetkisine sahip olduğu, ancak iki ortağın anlaşmazlığa düştüğü 1991 yılı sonunda kesin bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Mayıs ayında deneme yayınlarına başlamış olan Star 1, 1990 yılının Temmuz ayından itibaren Santa Barbara, Ateş Çemberi, Cimri, Aynadaki Yüz gibi pembe dizileri yayınlamaya başlamıştır. Özel bir kanalın kurulmasıyla ilk defa rekabetle karşı karşıya kalan TRT'deki huzursuzluk; Alp Buğdaycı, Kaan Yakupoğulları ve Rana Elik'ten sonra Gülgün Feyman, Müge Oruçkaptan gibi spikerlerin de elinden alınmasıyla artmaya başlamıştır. Ancak bardağı taşıran son damla; Star 1'in Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor başta olmak üzere birçok Türkiye 1. Futbol Ligi takımıyla naklen yayın anlaşması imzalaması ve 4 Ağustos Cumartesi günü de Galatasaray-Fenerbahçe arasındaki özel kupa maçını naklen yayınlaması olmuştur. Ayrıca bu maçla birlikte Magic Box, Star 1, normal yayına geçmiştir. O güne kadar sadece sözlü olarak yeni kanala karşı çıkan TRT, bu gelişmeler üzerine "yayın tekelini çiğnediği" gerekçesiyle yeni kanalın kapatılması için mahkemeye başvurmuştur. Bu arada SHP'nin yaptığı itirazı inceleyen Anayasa Mahkemesi de, ANAP Hükümeti'nin (II. Özal Hükümeti) çıkarttığı 3517 sayılı yasayla PTT'ye devredilen verici ve yansıtıcıların TRT'ye geri verilmesine karar vermiştir. (Vericilerin TRT'ye iade işlemi ise ancak 25 Haziran 1992'de, yani DYP-SHP koalisyonu döneminde gerçekleşecektir.) Bu beklenmeyen gelişme üzerine, gazetelere tam sayfa ilan veren Magic Box, "Star-1'in verici ve yansıtıcılarla bir ilgisi yoktur. Yayınlar doğrudan uydu sistemiyle yapılmaktadır." diye duyuru yapmıştır.
Eylül ayında yayın saatini arttıran Star 1, Adalar ve Bakırköy belediyelerinin kurduğu yansıtıcılarla o civarda artık normal antenlerle seyredilmeye başlanmış, tahmini seyirci sayısı da 5 milyona yaklaşmıştı. Özel televizyon yayınlarının yasal olup olmadığının halen tartışıldığı bir dönemde bu hizmeti sunanlar, Adalar Belediye Başkanı ANAP'lı Recep Koç ve Bakırköy Belediye Başkanı SHP'li Yıldırım Aktuna'ydı.
6 Ekim 1990 Cumartesi günü hem TRT, hem de Star 1 aynı anda yeni yayın dönemine başlayarak büyük bir rekabetin içine girmişlerdir. TRT'nin mevcut 5 kanalına rakip olan Magic Box, yeni dönemde "Bütün Çocuklarım"("All My Children"), "Hastane Günlüğü" ("General Hospital"), "Uçak Gemisi" ("Super Carrier") gibi yabancı diziler ve çeşitli klipler yayınlamıştır. Hatta rekabeti kızıştırmak ve daha çok seyirci çekebilmek için, "Dallas" adlı diziye yeni yayın döneminden iki hafta önce, 23 Eylül 1990 Pazar günü başlamıştır.
Aralık ayının son günlerinde gazetelere verdiği reklamlarla seyirci sayısının 20 milyona ulaştığını ilan eden Star 1, 1990'a veda edilen 91 yılbaşı gecesi izleyicilerine iki BMW ile üç Mazda otomobil hediye edeceğini de bildirmiştir. TRT ile rekabeti arttırmak için yılbaşı gecesi ekrana on bir dansöz çıkartmıştır. TRT ise o gece tek dansöz (Buse Başar'ı) çıkartmıştır. Dönemin TRT genel müdürü Kerim Aydın Erdem bu durumu, "özel kanallarla rekabet" diye tanımlamayı tercih etmiştir.
1992 yılında Cem Uzan, Ahmet Özal'la olan ortaklığını bitirdi ve uzun bir mahkeme sürecinden sonra Ahmet Özal Almanya'ya gidip Star 1 ismini kendine tescil ettirdi, bu gelişmeden haberdar olan Cem Uzan kanalın adını bir gecede İnterstar (1992) olarak değiştirdi.
Star TV, 13 Eylül 1992 tarihinde logosunu lacivert renkli olarak ve sağ alt köşeye koyarak değiştirmiştir. Cem Uzan döneminde kanal, "özel amaç hizmet eden ve haksız rekabete yol açıcı yayınlaması" nedeniyle RTÜK tarafından verilen 15 gün kapama cezasının ardından logonun kırmızı olarak değiştirilmesine karar verilmiştir, 1 Mayıs 2009 tarihinde ise Eurostar ile beraber yerini sol üst köşe olarak değiştirmiştir.
Kral TV, Teleon TV gibi birçok tematik kanal da ilk olarak Star TV bünyesinden çıkmış ve yayınlarına, bu televizyonun teknik çalışanları ve programcıları tarafından hazırlanan programlar ile devam etmişlerdir. 1999'da Türkiye'de ilk sayısal yayını yapan Star TV, 11 Kasım 2003 tarihinde tamamen sayısal yayına geçmiştir.
UEFA Şampiyonlar Ligi'ni Türkiye'de, organizasyon kurulduktan beri (1993-1994 futbol sezonu) Star TV yayınlamıştır ve bu ligin yayın hakları 2015 yılına kadar Star TV'ye aittir. 1991-2002 yılları arasında sinema filmlerini "Parliament Cinema Club" sponsorluk adı altında yayınlamış, "17 Ocak 2002" tarihinde "Star TV" adını alması ve logosunu değiştirmesi sonrasında reklam ortaklığı da bitmiştir.
14 Şubat 2004 tarihinde Uzan Grubu'na ait tüm şirketlere TMSF'nin el koymasıyla kısa bir süre devletin eline, 26 Eylül 2005'te düzenlenen bir ihaleyle de 306,5 milyon Amerikan Doları karşılığında Doğan Yayın Holding bünyesine geçmiştir. Doğan Yayın Holding kanalı satın aldıktan sonra yine kendi kanalı olan Kanal D'den bazı dizi ve programları Star TV'ye transfer etmiştir. İlk olarak Kanal D'nin en çok izlenen dizilerinden Sihirli Annem, Star TV'ye transfer edilmiştir. Bu olay Doğan Medya Grubu'nun iki kanalı arasındaki ilk "in house" transferi olarak Türk televizyon tarihine geçmiştir.
1 Mart 2006 tarihinde Avrupa'daki Türklere yönelik yayın yapan "Eurostar" açılmıştır.
26 Mayıs 2009'da 20. yaşını kutlayan Star TV, 2009'un Eylül ayında Türk televizyon kanalları arasında ilk "Web TV" uygulamasını başlatarak, güncel içeriklerle izleyicilerinin videolar izlemelerini sağlamaktadır. Aynı zamanda "Video Arşiv" sitesini hayata geçiren "ilk televizyon kanalı" olmuştur. "Video Arşiv" sitesinin en önemli özelliği ise herkese kendine özel bir arşiv oluşturma olanağı sunması ve herkesin etikete veya tarihe göre geçmiş programlara ulaşabilme fırsatı yakalayabilmesidir.
Star Ana Haber'i hafta içi Uğur Dündar, hafta sonları da Nazlı Çelik sunmuştur. Arena programını her pazartesi gecesi Uğur Dündar sunmuştur. Spor Müdürü, kanalda aynı zamanda spor spikeri olarak UEFA Şampiyonlar Ligi maçlarını da sunan Ertem Şener olmuştur. Kanalın diğer futbol maçlarını ise Sabri Ugan ve Spor İstibarat Şefi Uğur Önver anlatmıştır.
Star TV'yi bünyesinde bulunduran Işıl Televizyon Yayıncılık'ın yüzde 99,99 hissesinin Doğuş Yayın Grubu’na yapılan anlaşmalar sonucu 327 milyon dolar karşılığı 17 Ekim 2011 tarihinde Doğuş Yayın Grubu'na satılmıştır.
Kanalın Doğuş Yayın Grubu'na satılmasıyla Uğur Dündar Star Ana Haber'i bıraktı. 19 Ekim 2011'den beri Star Ana Haber'i hafta içi Nazlı Çelik sunmaktadır. Hafta sonu haberlerini ise 21 Kasım 2011'den itibaren Seda Öğretir sunmaya başlamıştır.
Doğuş Yayın Grubu'na geçtikten sonra yayın içeriğini değiştiren Star TV, yayınladığı programları da değiştirdi. Diğer ulusal kanalların yayın politikasının dışında yayın yapmayı planlayan Star TV, ABC'nin Türkiye sürümü olmayı hedeflediklerini açıkladı. Sabah kuşağında Melek Baykal'ın sunacağı bir sabah kuşağı programı Melek ve Üstün Dökmen'in hazırlayıp sunacağı Küçük Şeyler'i eklemeye karar verdi. Uzan Grubu döneminde ve daha sonra bir dönem Doğan Medya Grubu döneminde de yayınlanmış olan "Pazar Gecesi Sineması" programını geri getirdi. Bununla beraber bir de çizgi film severler için çeşitli animasyon filmlerin yayınlandığı "Düşler Sineması Kuşağı'nı" yayına koydu. Bazı dizileri yayından kaldırdı, bazı yeni diziler ekledi. Muhteşem Yüzyıl adlı diziyi TVen'e transfer olacağı ama TVen'in rafa kaldırdığı için yönetim diziyi Star TV'ye transfer etti.
Star TV yönetimi kanalın kuruluşundan bu yana kanalla bütünleşmiş Star TV logosunu değiştirmeye karar verdi. Kırmızı "S" harfi üzerine beyaz yıldız şeklindeki logonun yerine ortası boş olan yıldız şeklinde renkli bir logo kullanılmaya başlandı. 31 Aralık 2011'de saat 19.00'da yeni logonun yanı sıra yeni reklam jenerikleri, program fragmanları kullanılmaya başlandı. Kanalın görsel kimliği bu şekilde tamamen değişmiş, Doğuş Yayın Grubu tarafından yeniden yaratılmış oldu; diğer Doğuş Yayın Grubu kanallarında olduğu gibi kanal logosu ekranın sol üst köşesinden sağ üst köşesine taşındı. Daha sonradan logonun ortasındaki yıldız şeklindeki boşluğa beyaz bir yıldız eklendi. 3 Eylül 2012'de ise kanalın logosunda yer alan "Star" yazısı kaldırıldı ve logonun içerisindeki beyaz yıldız biraz daha küçültüldüve "Star" yazısı buraya eklendi.
Star TV 2012-2013 yayın dönemi için Acun Ilıcalı ile 3 programda anlaşmaya varmıştır. Ayrıca Celal Pir ve Jülide Ateş'in yerine sabah haberlerini sunması için Seda Akgül'le anlaştı. Celal Pir ise Seda Öğretir'in yerine hafta sonu haberlerini sunmaktadir.
Star TV, 4 Temmuz 2013'ten itibaren 16:9 geniş ekran formatına geçmiştir.
Star TV 21 Nisan 2017 tarihinden itibaren kabartmalı logo kullanılmaya başlanmıştır.
Star TV HD, 21 Mayıs 2009'da kurulan, Star TV ile eş zamanlı yayın yapan Star TV'nin yüksek çözünürlüklü kanalıdır.
Türkiye'deki başlıca kanallar arasında Kanal D'den |
sonra HD yayına başlayan ikinci kanaldır.
2005 yılında Doğan Grubu'nun Star TV'yi TMSF'den satın almasının ardından SD yayın yapmaya devam eden kanal, bir süre önce Murat Saygı'nın kanalın başına geçmesiyle HD yayın hazırlıklarına başladı ve 21 Mayıs 2009'da D-Smart platformunda "Star TV HD" adıyla yayına başladı. 31 Aralık 2011'e kadar Star TV HD logosu kullanıldı.
3 Ocak 2014 tarihinden itibaren Digiturk platformu 27. ve 327. kanallarda yayına başlamıştır. Ardından 24 Ocak 2014 tarihinde de Kablo TV platformunda 11. kanalda yayına başlamıştır. Böylece kanal D-Smart haricinde ilk defa başka bir platformda yayına başlamıştır. Ayrıca 18 Eylül 2014 uydu geçişlerinden kısa bir süre sonra Tivibu'ya 315. kanal'a eklenmiştir. Ayrıca Star TV HD, Türksat 4A uydusundan 1 Ekim 2014'e kadar şifresiz izlenebilmiştir fakat 1 Ekim 2014'te tekrar şifreli yayına geçmiştir. 2 Kasım 2014'te Doğuş Yayın Grubu'nun tek taraflı aldığı kararla Kablo TV'de 11.kanaldaki Star TV HD yayını sonlandırılmış daha sonradan 11 Kasım 2015'te tekrar eklenmiştir. 10 Kasım 2015 tarihinde Türksat 4A'da şifresiz ve ücretsiz olmuştur. Star TV HD D-Smart 24. kanal, KabloTV 26. kanal, Digiturk 327. kanal, Filbox 23. kanal, Türksat TKGS 5. kanal ve Türksat 4A 12015 H 27500 5/6 frekansından yayın yapmaktadır. 1 Mart 2016'da HD yazısını kaldırmıştır.
Ayrıca atv HD'den sonra ana haber bültenini ve sabah haber programı "Bugün" 'ü HD olarak yayınlayan 2. ulusal kanaldır.
Euro Star, 1 Mart 2006'da Avrupa'daki Türklere yönelik yayın yapmak amacıyla kuruldu. Haber, yerli filmler, Star TV'nin dizileri, müzik ve magazin programları, yarışmalar ile yayın akışını sürdürmektedir. Türksat 4A uydusu 11916 V 30000 3/4 frekansından izlenebilmektedir.
Star TV ile beraber 4 Temmuz 2013'te 16:9 geniş ekran yayına geçmiştir. 1 Mart 2016 tarihinde HD yayına geçmiş, 30 Haziran 2016 tarihinde HD yayını sonlanmıştır.
Star Haber, 1 Mart 1989'dan beri sunulan Ana Haber bültenidir. Türkiye'nin ilk özel televizyon kanalı olan Star TV'nin haber programıdır. Çeşitleri Ana Haber (hafta içi her akşam), Hafta Sonu Haberleri (hafta sonu her akşam), Yaz Haberleri (yaz mevsiminde her sabah), Gün Ortası Haberleri (her gün her öğlen), Bugün (yaz mevsimi hariç her sabah), Gece Haber (her gece geç saatte) ve Spor'dur (Ana Haber & Hafta Sonu Haberlerinden hemen sonra). Bir dönem Teleon TV, Star 2 ve Star Max kanallarında da yayınlanmıştır. Bugüne kadar Hamit Özsaraç, Rana Elik, Orhan Şengürbüz, Gülgün Feyman, Erhan Ertürk, Reha Muhtar, Türkan Varol, Erdoğan Aktaş, Uğur Dündar ve pek çok kişi sunuculuk yapmıştır. Günümüzde Nazlı Çelik ana haber sunuculuğunu yapmaktadır. Sunucular döneme göre sık sık değişmektedir.
Elvin Beşikçioğlu
Elvin Beşikçioğlu (d. 1972, Çankırı), Türk oyuncu.
1972 yılında Çankırı'da dünyaya geldi. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarını bitirdi. Devlet Tiyatroları'nın sınavını kazandı. Trabzon Devlet Tiyatrosu'nda iki yıl çalıştıktan sonra evlendi ve ardından eşinin görev yaptığı Diyarbakır Devlet Tiyatrosu'nda görev aldı. Diyarbakır'da dört yıl kaldı. Diyarbakır'da bulunduğu süre zarfında tiyatro oyunculuğunun yanı sıra TRT Gap Televizyonunda çocuk programları sundu. Daha sonra, Ankara Devlet Tiyatrosu'na geçti. Ziya Öztan'ın yönettiği Cumhuriyet adlı filmde Afet İnan rolünü oynadı. Elvin Beşikçioğlu, bu rolüyle "Cumhurbaşkanlığı Başarı Ödülü"ne layık görüldü.
Erdal Beşikçioğlu ile evlidir. Çiftin Derin ve Ömer adında 2 çocuğu bulunmaktadır.
Manfred von Richthofen
Manfred von Richthofen (Tam adı: Manfred Albrecht Freiherr von Richthofen, d. 2 Mayıs 1892; Breslau, Schlesien - ö. 21 Nisan 1918; Vaux-sur-Somme Somme, Amiens), I. Dünya Savaşı'nda 80'den fazla düşman uçağı düşüren ünlü Alman pilot. Nam-ı diğer: Fransa'da Le petit rouge ("Küçük Kızıl") veya Diable Rouge ("Kızıl Şeytan"), Birleşik Krallık'ta Red Knight ("Kızıl Şövalye") veya Red Baron ("Kızıl Baron").
Richthofen I. Dünya Savaşı başlarında Alman süvari birliklerinde bir sene görev yapmıştır. Daha sonra iki kişilik uçaklarda pilotlara yön buluculuk görevi üstlenmiş olan Manfred von Richthofen, ilerleyen yıllarda pilot olmuş, hayatını kaybedene kadar 80'den fazla uçak düşürerek bir efsaneye imza atmıştır. Düşürdüğü uçakların bir kısmı iki kişilik, bir kısmı ise tek kişilik olduğu için öldürdüğü düşman sayısı tam olarak bilinmemektedir.
Hocası Oswald Boelcke'nin taktiklerini geliştirerek kendi uçuş gurubuna da öğretmeyi başarmıştır. Günlüğünde yazdığına göre bir gün can sıkıntısından uçağını kırmızıya boyamış ve bu renk sayesinde farkında olmadan düşman pilotlar üzerinde psikolojik baskı kurmuştur. Kırmızı uçağı sayesinde düşmanları çok uzak mesafelerden bile onu teşhis edebilmiş, hatta aralarında savaşmadan kaçanlar bile olmuştur. Karşılaştığı düşman uçaklarını önce düelloya davet eder, adil bir çarpışmadan sonra düşürürdü. Bu yüzden düşmanları tarafından nefret edilmekten çok saygı duyulmuş ve korkulmuştur. Hatta öyle ki, bazı pilotların onunla çarpışmaktansa uçaklarını yere çakıp intihar ettiği öne sürülür. Richtofen soylu bir aileden geliyordu. Kırmızı renkli Fokker DR 1 uçağı nedeniyle Kızıl Baron unvanını almıştı.
21 Nisan 1918 günü sabah saat 10:30 civarında uçaksavar bataryalarından açılan ateş sonucu vurulmasına rağmen uçağını yere indirmeyi başarmıştır. Kızıl Baron'u kimin öldürdüğüne dair tartışmalar halen sürmektedir. Ölümünden sonra Fransada "düşmanları" tarafından tam ve eksiksiz bir askeri törenle gömülmüş, 1925 yılında Almanya'ya naklinden sonra tekrar askeri törenle toprağa verilmiştir. Kamuoyunda gözünü kan bürümüş, cani bir katil olarak görülmemiş aksine kendisine centilmen, asil, sportmen, adil, mükemmel bir savaşçı, tam bir "yiğit" gözüyle bakılmıştır. Öldüğünde yirmi altı yaşındaydı. "Kızıl Baron"u, adına 1970'de bir de kahramanlık filmi bile çekilen Kanadalı pilot Roy Brown'mu, yoksa yerden havaya ateş açan ve uçağı düşürdüğü daha muhtemel 1925 yılında sokaklarda açlık ve sefalet içinde ölen Avustralyalı er William John "Snowy" Evans (c. 1891-1925) 'mı düşürmüştür orası halen belli değildir. Richtofen soylu bir aileden geldiği ve uçağının kırmızı renkli Fokker Dr.I olması nedeniyle Kızıl Baron adını almıştı, öldüğü zaman 26 yaşındaydı.
Sülünkaya, Oltu
Sülünkaya, Erzurum ilinin Oltu ilçesine bağlı bir mahalledir.
Eski ismi "Keçek" Keçek; keçeyle ilgili olan giyim, elbise gibi anlamlara gelmektedir.
Kuman Türk kültürü hakimdir.
Erzurum iline 160 km, Oltu ilçesine 40 km uzaklıktadır. Dağlık bir bölgededir.
Mahallenin iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir.
Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.
Mahallede, ilköğretim okulu vardır ancak 6., 7. ve 8. sınıflar taşımalı eğitimden yararlanmaktadır. Mahallenin içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol stabilize olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.
Gökçe alabalığı
Gökçe alabalığı ("Salmo ischchan"), Salmonidae familyasından eskiden sadece Ermenistan'ın Gökçe (Sevan) gölünde bulunabilen bir alabalık türü. Sovyetler Birliği zamanında Sevan gölüne birçok diğer balık türleri yerleştirilmiş ve bu yeni türler Sevan alabalığının neslini tehlikeye sokmuşlardır. Ama aynı zamanda Sevan alabalığı Kırgızistan'da Issık Göle de yerleştirildiği için en azından orada nesilini koruyacakmış gibi gözükmektedir.
Salmo
Salmo, Salmonidae familyasının büyük bir bölümünü oluşturan bir balık cinsinin adı. Bu cinse, alabalık ("Salmo trutta") ve Atlantik somonu ("Salmo salar") gibi tüketiciler tarafından çok sevilen balık türleri aitdir.
Bu cinse ait olan balıkların arasında "Alabalık" diye de somon diye de adlandırılanları bulunur. Gökkuşağı alabalığı'nın eski bilimsel adı "Salmo gairderi" olarak "Salmo" cinsine sayılırdı, ama bugünkü modern bilimde bu artık kabul edilmiyerek "Oncorhynchus" (Pasifik somonları) cinsine sayılır ve bilimsel olarak ""Oncorhynchus gairdneri"" diye adlandırılır.
Kopya sanatı
Kopya sanat akımı, gerçek anlamda hiçbir kopya bir birine benzemez düşüncesiyle ortaya çıkan ve asıl ile kopya arasındaki farkları abartısal bir şekilde göstererek her şeyin ne kadar benzersiz olduğunu gösteren sanat akımıdır.
Birçok akademik çevre tarafından kabul edilemez bulunan, taklitçilik ve sahtekarlık olarak ele alınana bu akımın ortaya çıkışında zamanın ünlü orijinal resimlerinin, diğer ressamlar tarafından kopyalarının oluşturulması etkili olmuştur. Bilirkişiler tarafından dikkatle incelenen eserlerde, kopyalayan kişilerin ister istemez kendi yorumlarını eserlere kattıkları fark edilmiştir.
Pasifik sombalığı
Oncorhynchus ya da Pasifik somonu, Salmonidae familyasının sadece Kuzey Amerika'da bulunan bir balık cinsi.
Çamur
Çamur, kum, toz, toprak gibi maddelerin suyla karışması neticesinde oluşan, suyun karıştığı maddeye göre farklı renk ve özelliklerde olabilen bir maddedir. Yapışkan ve kirletici bir etkisi vardır. İletken niteliğe sahiptir
Doğal yollardan oluştuğu gibi, özel olarak kullanılmak üzere oluşturulan çamur türleri de mevcuttur.
Sonya Blade
Sonya Blade, Kano'yu takip ederken yanlışlıkla Mortal Kombat turnuvasına girer ve Shao Kahn'ın amaçlarını öğrenir. Asıl amacı Dünya'yı korumak olan bir Special Forces ajanıdır.Johnny Cage'den Cassie Cage adında bir kızı vardır.Ama Johnny Cage ile Sonya ayrılmışlardır.
Almanyalı Türk yazarlar listesi
Almanyalı Türk yazarlar veya Türkiye kökenli Alman yazarlar, yazdıkları eserleri ile Alman-Türk edebiyatı grubunda sayılabilen yazarlardır. Bunların çoğu, Almanca konuşulan ülkelere Türkiye'den göç etmiş yazarlarla, oralarda doğmuş ya da büyümüş Türkiye kökenli çağdaş yazarlardır. İçlerinde sadece Türkçe veya Almanca yazanlar olduğu gibi her iki dilde de yazanlar da vardır.
Fitoplankton
Fitoplanktonlar, plankton topluluğunun ototrof bileşenleri ve okyanus, deniz ile tatlı su ekosistemlerinin anahtar faktörlerinden biridir. Adı Grekçe "bitki" anlamına gelen φυτόν ("ph |
yton") kelimesi ile "gezici" anlamına gelen πλαγκτός ("planktos") kelimelerinden gelir. fitoplanktonların çoğu çıplak göz ile görülemeyecek kadar küçüktür. Ancak yeteri kadar sayıda bir arada olduklarında hücrelerinde bulunan klorofil sayesinde suda yeşil renkli olarak görülebilirler. Suda görülen renk fitoplanktonun türüne göre klorofilin derecesine ve fikobiliproteinler ile zantofiller gibi diğer pigmentlerin var olup olmamasına göre değişiklik gösterebilir.
Yağ
Yağ, oda sıcaklığında yüksek vizkoziteye sahip, yüksek miktarda karbon ve hidrojen içeren, suyla karışmayan ancak diğer yağlarla kolayca karışabilen maddelerdir. Yağlar yiyecek, yakıt, boya, makine sanayii dahil birçok değişik amaçla kullanılırlar.
Yer altında kaya tabakaları arasında bulunan petrol esaslı yağlar mineral yağlar olarak sınıflandırılır. Benzin, mazot, gazyağı, parafin mumları gibi yağlar mineral yağlardır. Bu yağların mineral yağ olarak sınıflandırılmasının nedeni yakın geçmişte organik bir kaynaklarının bulunmamasıdır. Ancak çok daha eski jeolojik dönemlere gidildiğinde mineral yağların dahi organik kökenlere dayandığı görülür. Eski jeolojik dönemlerde denizlerin tabanında biriken plankton gibi canlıların artıkları zamanla birçok jeokimyasal süreçten geçerek petrol gibi mineral yağlara dönüşmüşlerdir. Petrokimyasal madde adıyla da anılan mineral yağlar insan uygarlığında büyük bir rol oynamıştır ve oynamaya devam etmektedir.
Organik yağlar bitkiler ve hayvanlar dahil çeşitli canlı ve organizmaların çeşitli organik süreçlerden geçirilmeleri sonucu elde edilir. Kimyasal açıdan yağ sözcüğü muğlak bir kavramdır. Bilimsel açıdan daha doğru olan sözcük lipit sözcüğüdür. Yağ, mum, kolesterol, steroid, yakıt gibi birçok madde bilimsel açıdan lipit sayılırlar. Lipitleri diğer maddelerden ayıran en önemli unsur suyla karışmamaları ve diğer lipitlerle kolayca karışmalarıdır. Lipitler yüksek oranda hidrojen ve karbon içerdikleri halde diğer organik maddelere göre çok daha az oranda oksijen içerirler.
Bitkisel ve hayvansal yağlar yemeklerin vazgeçilmez bir parçasıdır. Örneğin kızartma yöntemi yiyeceklerin yüksek sıcaklığa getirilmiş yağların içinde pişirilme işlemidir. Fırında pişirilen yiyeceklerin tepsiye yapışmamaları için tepsinin önce yağlanması önerilir. Tencere içinde suyla pişirilen yiyeceklere dahi damak zevkini arttırmak için yağ eklenir. Ayrıca tereyağı zeytinyağı ve margarin gibi yağlar kahvaltılık olarak kullanılırlar.
Yağlar atmosferde yakıldıkları takdirde kolayca ısıya dönüştükleri için enerji kaynağı olarak kullanılır. Bu enerji binaların ısıtılması için kullanılabileceği gibi, termoelektrik santrallerinde elektrik üretilmesi amacıyla da kullanılabilir. İçten yanmalı motorlarda kullanılan benzin ve mazot yağ çeşitleri arasındadır. Ayrıca gazyağı gibi yağlar özellikle elektrik kullanımının yaygınlaşmasından önceki dönemlerde lambalarda ışık üretilmesi için kullanılmıştır.
Yağlar, kutupsuz bir kimyasal yapıya sahip olmaları nedeniyle kolayca katı maddelere yapışma özelliğine sahiptirler. O yüzden makine elemanlarında sürtünme ve aşınmayı azaltma amacıyla kullanılırlar. Otomobillerde kullanılan motor yağlarının işlevi budur.
Ressamların kullandıkları yağlı boya renkli pigmentlerin yağ ortamı içinde emülsiyon haline getirilmesi sonucu üretilir. Yağlı boya içindeki yağın kuruması uzun zaman aldığı için resimlerde uzun bir süre düzeltme yapma imkânı vardır. Ayrıca binaların boyanması için kullanılan yağlı boyalar ve vernikler da aynı amaçla kullanılırlar.
Mumlar parafin gibi katı yağlardan yapılırlar. İnsanlık tarihi boyunca yakılarak ışık kaynağı olarak kullanılmışlardır.
Hans Kelsen
Hans Kelsen (11 Ekim 1881 - 19 Nisan 1973), Yahudi kökenli Avusturyalı-ABD'li hukukçu. "Salt Hukuk Kuramı" ile ünlenmiştir.
Prag'da doğan Kelsen, daha iki yaşındayken ailesi ile birlikte Viyana'ya taşınmıştır. Viyana Üniversitesi'nde hukuk öğrenimi görmüş, 1906 yılında doktorasını almıştır. 1912'de Marfarete Bondi ile evlenmiştir. 1919'da Viyana Üniversitesi'nde kamu hukuku ve idari hukukta profesör olmuştur. Ayrıca 1920'deki yeni Avusturya Anayasası'nın hazırlanmasında da çalışmıştır. 1934'te "Salt Hukuk Kuramı" isimli ünlü eseri ilk kez yayımlanmıştır. Nazilerin Avrupa'daki yükselişi sebebiyle önce Cenevre'ye gitmiş, daha sonra 1940'ta Amerika Birleşik Devletleri'ne geçmiştir.
Jesper Blomqvist
Jesper Blomqvist (d. 5 Şubat 1974), İsveçli eski millî futbolcudur. Bir kanat oyuncusu olan ve AC Milan, Manchester United gibi önemli takımlarda forma giyen oyuncu; sakatlık problemi nedeniyle kariyerini beklenen düzeyde tamamlayamamıştır.
Manchester United forması ile 3 kez Premier League şampiyonluğu, bir FA Cup ve bir kez de UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşamıştır.
İsveç millî futbol takımının formasını da 30 kez giyen oyuncu 1994 FIFA Dünya Kupası kadrosunda da yer almıştır.
Parma (anlam ayrımı)
Aydıncık, Mersin
Aydıncık, Mersin ilinin bir ilçesidir.
Çeşitli medeniyetlere beşiklik etmiş olan Aydıncık’ın tarihî adı Kelenderis'tir. Mitolojiye göre Kelenderis, denizcilik ve ticarette çok ilerlemiş Fenikelilerden Sandakos tarafından üç bin yıl önce bir liman ve ticaret şehri olarak kurulmuştur. Kente daha sonra Hititler, Asurlular, Sisamlılar, Selefkoslar, Mısırlılar, Romalılar, Bizanslılar, Emeviler, Ermeniler, Karamanoğulları ve Osmanlılar hakim olmuştur.
Kelenderis ilk parlak dönemini, MÖ 5. ve 4. yüzyıllarda yaşamıştır. Kendi parası MÖ 5. yüzyılda görülmeye başlamış ve Büyük İskender'in Anadolu'ya gelişine kadar sürmüştür. MÖ 425-400 yıllarına tarihlenen gümüş bir Kelenderis sikkesinin ön yüzünde şaha kalkmış bir atın üstünde yan oturmuş bir süvari, arka yüzünde ise başını sağa çevirmiş ve diz çökmüş vaziyette bir keçi bulunmaktadır.
Romalılar yöreye hakim olurca, Kelenderis Limanı’ndan önemli ölçüde yararlanılmış ve burası Roma'nın vazgeçilmez bir ticaret şehri olmuştur. Romalılar zamanında kent imar olmuş, şato, saray, su yolları, hamam ve limanı ile mükemmel bir şehir özelliği taşıyordu.
Bizanslılar devrinde de imar olan kent, çağının en güzel ve medenî yörelerinden birisi olmuştur. Yöre 11. yüzyılda Ermenilerin eline geçmiş. 1228 yılında Karamanoğlu Alaeddin Bey’in komutanlarından Ertokuş Bey, Kelenderis Kalesi'ni Ermeniler’den alarak buraya doğudan gelen Türkler’i yerleştirmiştir. Gülnar Hatun'a bağlı Oğuz boyları Horasan Bölgesi'nin Merv Kenti'nden göçerek Toroslar’a gelip yerleştikleri için yöremize Gülnar adı verilmişti. 1461 yılında Silifke ve Mut ile birlikte Gülnar da Fatih Sultan Mehmet döneminde, Gedik Ahmet Paşa tarafından Osmanlı yönetimine katılmıştır.
Kelenderis adı zaman içinde değişerek Kalendria, Kelendri, Gelendir, Gilindir derken Gilindire’ye dönüşmüştü. İlçedeki Rumlar mübadele gereği iskeleden kayıklara binerek Kıbrıs üzerinden Yunanistan'a gitmişlerdir.20'li yıllarda 500 kadar Rum'un Gilindire'de zanaatla uğraştıkları,göçten sonra Gilindire merkezinde çok az bir nüfus kaldığı anlatılmaktadır.
1867 Vilayet Nizamnamesi'nin getirdiği yeni yönetsel bölümlenme uyarınca, İçel Sancağı'nın kazaları şunlardı: Anamur, Mut, Silifke ve merkezi Kilindria olan Gülnar.
Nüfus 1970’li yılların sonuna doğru arttı. 1965 yılında da Gilindire adı tarihe karıştı. Kasabanın yeni adı artık Aydıncık oldu. Gülnar İlçesi’ne bağlı bir bucak olan Aydıncık’ta 1972 yılında İskele Belediyesi kuruldu.
Aydıncık 392 Sayılı Kanun'a göre 19 Haziran 1987 tarihinde ilçe oldu. Ayrıca bu kanunla İskele Belediyesi’nin adı da Aydıncık Belediyesi’ne dönüştürüldü.
Bugünkü Aydıncık, bir zamanlar Gülnar İlçesi’nin merkezi olan Gilindire’nin devamıdır.
Aydıncık, Akdeniz Bölgesi'nde, Akdeniz kıyısı boyunca uzanan Torosların denize en yakın seyreden kolunun yamacına kurulmuş olup, bağlı olduğu Mersin merkeze 173 km, komşu il Antalya merkeze ise 325 km. uzaklıkta bir ilçedir. İlçenin kuzeyinde Gülnar, doğusunda Silifke, batısında Bozyazı ilçesi, güneyinde ise Akdeniz var.
Aydıncık merkez, deniz kıyısında, bir kısmı düzlükte bir kısmı da kıyı boyu seyreden dağın yamacında kurulmuştur. Aydıncık'a bağlı Yenikaş ve Hacıbahattin köyleri deniz kıyısında, fakat Karadere, Karaseki, Teknecik, Yeniyürük, Yeniyürükkaş, Eskiyürük, Pembecik ve Duruhan köyeleri ise Toros Dağları'nın platolarındadır.
Aydıncık'ın kıyı uzunluğu 38 km. olup Ege kıyısı kadar olmasa da görece girintili çıkıntılıdır. İlçe merkezine hakim bir tepe olan Taşmasa'dan ilçe merkezinin güneyine Akdeniz'e doğru bakıldığında, ilçe merkezinin doğusunda kıyıya paralel olarak uzanan Torosları oluşturan dağ silsilesinin bir kolunun Akdeniz'e doğru uzanarak Sancak Burnu'nu oluşturduğu görülür. Taşmasa'dan Sancak Burnu'nun batısına doğru bakıldığında ise, denizin karaya sokulmasıyla oluşan Büyükalan, Küçükalan, Gilindire ve Soğuksu koyları görülür. Ayrıca; Sancak Burunu ile Büyükalan arasında, karaya neredeyse bitişik olan Yelkenliada, karadan 250 m uzaklıkta olan Küçükada, biraz ilerde (kıyıya yaklaşık 1 km mesafede) Büyükada, en ilerde ise (kıyıdan 3 km kadar uzaklıkta) Yılanlıada olmak üzere 4 adacığın yer aldığı görülür. Sancak Burnu ile bu bölgenin batısında ve doğusunda 1. derece sit alanı ilan edilmiş sahalar bulunmaktadır. Sancak Burunu'nun doğusunda yer alan Gemidurağı ile Yelkenliada arasındaki bölgede ise Akdeniz foku'nun yaşam alanı olan mağaralar bulunmaktadır. Ayrıca, Doğu Akdeniz'de toplam 40 çift olan ada martısının (Larus audouini) 20 çifti Yelkenliada ile Küçükada’da barınmaktadır. Yılanlıada, Aydıncık’ta bulunan dört adadan en uzakta olanıdır. ODTÜ Sualtı Topluluğu, Batık Araştırmaları Grubu (ODTÜ-SAT BAG) ve Sualtı Araştırmaları Derneği, Sualtı Arkeolojisi Araştırma Grubu (SAD SAAG), 2002 yılı içinde Yılanlıada çevresinde birçok dalışlar yaptılar. Bu bölgede çeşitli tür ve şekillerde çapalar ile bir batık alanı keşfettiler. Bu nedenle Yılanlıada I. derece arkeolojik sit alanıdır.
İnce uzun 9 km'lik bir kıyı şeridi üzerinde kurulmuş olan Aydıncık merkez ilçenin, doğudan batıya doğru olmak üzere, sırasıyla Yenimahalle, Hürriyet, Cumhuriyet, Merkez ve Atatürk olmak |
üzere beş mahallesi vardır.
Aydıncık'ın kıyı kesimlerinde iklim yumuşaktır ancak yukarı yayla kesimlerinde, İç Andolu Bölgesin'de hüküm süren kara iklimi kadar sert olmasa da kıyı kesimlerine oranla sertleşmektedir. Bitki örtüsü Aydıncık'ın kıyı kesimlerinde defne, keçiboynuzu, yaban mersini, püren, yaban zeytini, pırnal meşesi vb. maki bitkileri, yukarı yayla kesimlerinde ise çam, palamut, ardıç, alıç, servi vb ağaçlarla kaplıdır.
Duruhan, Hacıbahattin, Pembecik, Karadere, Karaseki, Teknecik, Yenikaş, Yeniyörük, Yeniyürükkaş, Eskiyörük
Aydıncık'ın ekonomisi tarım ve hayvancılık üzerinedir. Aydıncık'ta tarımsal uğraşlar daha çok Aydıncık'ın kıyı kesimindeki yerleşim bölgesinde, hayvancılık ise yayla bölgesindeki kırsal kesimde yapılmaktadır. Kıyı kesiminde, ilçe halkının %90'ı geçimini tarım ve tarım işçiliğinden sağlamaktadır. İlçenin daha çok kıyı kesiminde, örtü altı sebze yetiştiriciliği yapılmaktadır ki bu uğraşın 30-35 yıllık bir geçmişi vardır. Yaklaşık (2007 yılı itibarıyla) 4700 adet seranın %6’sında domates tarımı yapılmakta, geri kalan %94’ünde ise salatalık ve patlıcan yetiştiriciliği yapılmaktadır. İlçenin yayla kesimindeki kurak arazilerde nohut, buğday, arpa, mercimek, burçak vb. hububat ürünleri, su altı arazilerde elma, kiraz, kayısı, erik, şeftali; kurak arazilerde ise ceviz, badem, armut, üzüm, incir, zeytin vb. meyve yetiştiriciliği yapılmaktadır.
Aydıncık; sosyal, kültürel ve sosyo-kültürel değerler bakımından oldukça zengindir. İlçe merkezinde ve ilçeye bağlı köylerde zaman zaman sosyal ve kültürel etkinlikler düzenlenmektedir.
İlçe merkezinde her yıl yaz aylarında sosyal, kültürel ve sosyo kültürel etkinlikler düzenlenmektedir. Örneğin Aydıncık Turizm ve Kültür festivali her yıl Temmuz ayında halkın katılımıyla kutlanmaktadır.
İlçe tabiat ve kültür varlıkları açısından oldukça zengindir. Bu nedenle ilçe, bölgede önemli bir turizm merkezi olmaya adaydır.
Dörtayak, iri yarı dört adet ayağa sahip olduğu için, halk tarafından "Dörtayak" diye adlandırılmıştır. Mezar, düzgün kesme taşlarla ve harç kullanılmadan yapılmıştır. Tarihin derinliklerinden günümüze sağlam biçimde ulaşan, 8 m. yüksekliğindeki anıtın MS 2. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Kaptan Beaufort'un Chelindreh ( eski Kelenderis) limanı haritasında "cenotaph" yani ölüp de başka bir yerde gömülmüş olan bir kişi anısına yaptırılan boş mezar olarak işaretlenmiştir.
İskelenin güneyinde en üst kısmı denizden yaklaşık 25 m yüksekliğinde, batıdan doğuya doğru ise yaklaşık 200 m uzunluğunda bir yarımada üzerindedir.
Romalı iki vali Pison ile Sentius MS 19. yüzyılda bu kalede savaşmışlar.
1226'da Selçuk Türkmenleri’nden Ertokuş Bey ile Çavlı Bey Gilindire Kalesi'ni Ermenilerden alarak buraya doğudan gelen Türkleri yerleştirmiştir.
Pirî Reis (1521) haritasında Kelenderis koyundaki burnun üzerinde bir kale göstermektedir.
Cem Sultan, Rodos adasına bu limandan gitmiştir. Kaptan Beaufort (1818) sekizgen bir kuleden ve ortası depremden yıkılmış kale kalıntılarından bahseder, çizdiği Kelenderis limanı haritasında yarımada üzerinde sekizgen planlı bir kule ile yıkık bir şato işaretlenmiştir.
Kilikya limanı ve Gilindire Kalesi ile ilgili ayrıntılı bilgi, J. Carne’nin 1836 yılında yayımlanan “Suriye, Kutsal Toprak, Küçük Asya“ adlı kitabındaki W.H. Bartlett’e ait bir gravürden çıkartılabilir. Bu gravür, bugünkü limana inen yol üzerinden bakılarak çizilmiş ve Kıbrıs'a gidecek bir posta yelkenlisini ve kentin limanı ile buradaki yarımada üzerinde bulunan kalıntıları göstermektedir. Kilikya limanı tasvirinde görülen sur duvarları ve kuleden günümüze sadece surların temel taşları ulaşabilmiştir.
Gilindire’nin Gülnar ilçesinin merkezi olduğu yıllarda Kaymakamlık binası bu yarımada üzerindeydi. Yine son yıllara kadar PTT binası da buradaydı.
Hamam MS 4. yüzyılda ya da MS 5. yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiştir. 1962 yılında eski ve dar olan Mersin- Antalya yolu genişletilirken, hamamın bir kısmı yıkılmıştır.
Kilisenin 19. yüzyıl yapıldığı sanılmaktadır. Canlı kaynaklardan almış olduğumuz bilgilere göre, Rumlar Gilindire’den göçmeden önce bu kiliseyi kullanıyorlarmış. Tiyatro bölümünde kazısı biten tabakalarda Roma dönemine kadar ulaşılmıştır.
Limana yakın "Hanyıkığı" adı verilen yerde 1992 yılında bir zemin mozaiği bulunmuştur. 7x3=21 m² olan mozaik Kelenderis kentinin MS 5. yüzyıldaki panaroması açısından eşsiz bir örnektir. Mozaik üzerindeki görüntünün 3x3 m'lik panosunda MS 5. yüzyıldaki Kelenderis'in kent manzarası ile içerisinde iki yelkenlinin bulunduğu limanı betimlenmiştir.
Batı Mezarlığı denilen, Orman işletmesi odun deposuyla Çamlıbel Düğün Salonu arasında kalan bölgede pek çok yeraltı oda mezarları bulunmuştur. Bunun yanında çukur ve tonozlu mezarlar da dikkat çeker. Mezarlarda ele geçen, MÖ 5. ve 4. yüzyıllara tarihlenen küp ve amforaların Fenike ve Pers kökenli olarak kabul edilmektedir. Merkez Mahallesi’nde, Mersin- Antalya Karayolu kenarında, Jandarma Karakolu civarında, ayrıca Karaseki Caddesi üzerinde tonozlu mezarlar hâlâ mevcuttur.
Aydıncık'ın doğusundaki Gemi Durağı Mevkii’nde 2000 yılında çobanlar tarafından bulunmuştur. Balıkçı teknesiyle bir saatlik yolculuktan sonra varılır. Girişi deniz seviyesinden 46 metre yukarıdadır. Toplam uzunluğu 555 m olan mağaranın içi, her türden damlataş oluşumları ile kaplıdır. Mağaranın sonunda, genişliği 18-30, uzunluğu 140, tavan yüksekliği 35-40, derinliği 5-47 metre olan büyük göl bulunmaktadır. Gölün kenarında da sarkıt, dikit, sütun ve mağara iğneleri yer almaktadır. Göl deniz ile aynı düzeydedir. Deniz seviyesinden 47 m daha derin olan ve denizden yatay olarak 240 metre uzakta bulunan gölün ilk 10 m'nde acı su, sonraki derinliklerde de tuzlu su yer almaktadır. Göl içerisinde sıcaklık hemen hemen aynıdır.
Aydıncık-Silifke Karayolu'nun yaklaşık 10. km'den 3 km'lik bir yol açılmıştır. Maden Teknik Arama (M.T.A), mağaranın aydınlatılması ve iç düzenlemeleri için mimari uygulama projeleri de yapmıştır ve turizme açma çalışmaları devam etmektedir.
The Catholic Encyclopedia, Volume III. Published 1908. New York: Robert Appleton Company. Nihil Obstat, November 1, 1908. Remy Lafort, S.T.D., Censor. Imprimatur. +John Cardinal Farley, Archbishop of New York
35(2006),1: 108-116.
Aydıncık
Aydıncık aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Çarlaklı, Şalpazarı
Çarlaklı, Trabzon ilinin Şalpazarı ilçesine bağlı bir mahalledir.
Mahallede Arı çardakları olduğundan Çardaklı deniliyormuş daha sonra Çarlaklı olarak kayıtlarda yer almaya başlamış. Mahalleye Akçaabat, Giresun Zıva ve Tirebolu Çeğelden, Beşikdüzü Türkelli mahallesinden mahallenin İbikli mahallesine veya mahallenin İbikli mahallesinden Beşikdüzü Türkelli mahallesine İbikoğullarının göçü olmuştur, Beşikdüzü Hoplu mahallesinden, Rize Gürgenli mahallesinden göçler olmuştur. Rize'den gelen bazı hanelerin efsanesi sanki tüm mahallenin kuruluş efsanesi gibi anlatılır. Ayrıca bir rivayete en büyük mahallesi İbikli mahallesine İbikli denmesinin sebebi babanın oraya ayırdığı çocuğunun burnunun uzun oluşundan İbikli dendiği söylenir ya da İpekli isminin yöresel şivesine göre İbek, İbekli, İbikli söylenmesi de olabilir, hatta eski vergi kayıtlarında mahallede en fazla vergi ödeyenlerin biri de İpek adınında bir aile büyüğü olduğu anlaşılıyor. Çamgeriş mahallesi de sonradan Akçiriş mahallesi diye ayrılmıştır. Mahalleden yaklaşık Cumhuriyetin ilanından önce Düzce Gölyaka Kuyudüzü mahallesi ve diğer yakın mahallelere göç verdiği düşünülürse, ayrıca Kadırga yaylasına çok daha da eskilerden beri çıkıldığı düşünülürse ki yaylada dahi çok yakın tarihten olduğu gibi isimleri belli olmayan çok eski tarihlerden kalma mezarlar da vardır. Ayrıca ne hatırlanan ne de bilinen hiçbir yabancı bir yer ismi de bulunmamaktadır. Bu durum bir yerde mahallenin yerleşimini Osmanlı'nın Trabzon'u fethinden çok daha eskilere dayandırıyor.
Karadeniz düğün adetleri, yerleşim adetleri, yemek adetleri; lahana yemekleri sarması dahil, hoşmak, yalaş, helle, ısırgan, kabak çorbası, feli kabak, mısır çorbası, turşu kavurması, dizin çorbası, tirmit kavurması, melevcen kavurması, bezirgan aşı, soğan döndermesi, patates döndermesi, kaldirik döndermesi, mısır ve buğday unundan helva kavurması, kiraz turşusu, fasulye turşusu, pezik turşusu, dut pekmezi, üzüm pekmezi, sırımlı ekmek, otlu ekmek, bleki ekmeği, ocaklık ekmeği, sac ekmeği, hamsili ekmek, çörek, cırıtta, bişi ve yağlı yufka, yayık ayranı ve yağı, çökelik kurutu, avuz ve daha birçok çeşitler vardır. Belleme, kazma, kerme taşıma imecesi, sık alma, tarla biçme, çömen kırma, darı soyma, çayır biçme, fındık fol etme imecesi, taş taşıma imecesi yapılırdı, birlikte değirmene gidilirdi, mayıs yedisine gidilirdi, her çarşamba birlikte Şalpazarına yayan gidilirdi, dönüş yolunda mahalle altında Ağasar deresi üzerinde Cırığu değirmen yanı vardı orada önceden kahve, bakkal ve halen daha bir tanesi çalışan, diğeri çalışmayan değirmen vardır, mahalle yoluna eskiden şimdi artık çoğu kapanan kullanılmayan çıkış rampa idi, o yollar da mahalle sorunları tartışılır ve komşuluk ilişkileri geliştirilirdi, bir de Dinlenmeç adında sırtta yükle gelirken dinlenilen bir yer vardı. Kemençeye ve davul zurnaya horon oynanır, bir de unutulmaya başlanan mahallenin kendi kız horonu vardır. Ayrıca ağustos ayının son pazar günü İzmiş şenlikleri yapılır. Yazları her cuma Kadırga pazarı vardır, Temmuz ayının üçüncü cuma günü de Kadıgada Otçu şenlikleri yapılır. Eğitim oranı en yüksek mahallelerden biridir, bu nedenle nüfus göç etmiştir.
Trabzon iline 73 km, Şalpazarı ilçesine 6 km sahile 8 km uzaklıktadır. En yüksek tepesi İzmiş tepesidir (1000 m).
Mahallenin iklimi, Karadeniz iklimi etki alanı içerisindedir.
Mahallenin ekonomisi gurbetçilik kısmen de tarım ve emekli gelirleri bulunmaktadır...
Mahallede, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur |
. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol stabilize olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.
Filipince
Filipince (Filipince: Filipino), İngilizce ile birlikte 1987 Filipinler Anayasasına göre Filipinler'de kullanılan ulusal ve İngilizce'nin yanı sıra resmî dillerden biridir.
13 Kasım 1937 tarihinde toplanan Birinci Filipinler Meclisi, Ulusal Dil Enstitüsü'nün kuruluşuna karar verdi. Bu enstitüsü Avustralya dillerin kollarından Tagalogca'yı temelini alan yeni ulusal dili seçmişti.
1961'de bu yeni dile "Pilipino" olarak adlandırıldıktan sonra 1972 Anayasasıyla "Filipino"'ya değiştirildi.
Günümüzde Filipince Filipinler'in ulusal ve eğitim dili olup medyada da kullanılmaktadır.
Bazı Filipince kelimeler ve Türkçe karşılkları:
Yerli kip
Yerli kip, bilgisayar dünyasında iki farklı formatta lakin aynı anlamı içerecek şekilde kullanılmaktadır:
İbn-i Tufeyl
Ebu Bekir Muhammed bin Abdal Malik bin Muhammed bin Tufail el Kaisi el-Endülüsi (1106-1186), Endülüslü hekim, hukukçu ve filozof. Latin dünyasında Abentofail olarak da bilinir. Tanınmış İslam filozoflarındandır.
İbn Tufeyl, 1106’da Gırnata yakınlarında Vadiü’l-Aş’ta doğdu, 1186’da Marakeş’te öldü. İşraki felsefesinin Endülüs’teki en önemli temsilcilerinden biridir. İbn-i Bacce tarafından eğitilmiştir. Uğraştığı ve önemli eserler verdiği başlıca konular tıp, felsefe ve gökbilimdi. Günümüze ulaşan ve bütün dünyada tanınmasını sağlayan eseri ise Hayy bin Yakzan ya da diğer adıyla Esrarü’l-Hikmeti’l-Meşrikiye’dir. Dünyada felsefi romanın ilk örneği ve ilk “robinsonad” olan Hayy bin Yakzan, 14. yüzyıldan başlayarak dünyanın bütün belli başlı dillerine çevrilmiş, başta Robinson Crusoe’nun yazarı Daniel Defoe olmak üzere birçok Batılı sanatçı ve düşünürü etkilemiştir. İbn Tufeyl’in yaşadığı dönemde (12. yy) özellikle Endülüs’te pozitif bilimlerin yanında beşeri bilimler oldukça ilerlemişti.
Filozofların temel kaynağı olan Kur’an’a göre Allah’ın ilk yaratığı, yaratığın tohumu olan “akl-ı evvel” veya tasavvufî ifadesiyle, "Nur-u Muhammedî"; son yaratığı ise bu tohumun sahibi olan “Hazreti İnsan”dır. Yaratığın amacı insandır ve insan da kendisinde olan nefhay-ı İlâhi, ilahi nefes, nedeniyle en şerefli mahlûktur. İnsan, vücuduyla maddi dünyaya, ruhu ile de manevi dünyaya bağlıdır. İnsan, yeryüzünde Allah’ın temsilcisidir ve yaratılmış her şey insanın kullanımına tabii kılınmıştır. Bu temsilciliğin sorumluluğu da bütün insanlığa aittir. Bütün insanlık; her insanın kendisinde mevcut potansiyele ve olanakları harekete geçirmek ve onarlı gerçekleştirmek fırsatına sahip olduğunu göstermek gibi bir kolektif sorumluluk altındadır.
İbn Tufeyl'in epistemolojisinde bilgini imkânı insan ve tabiat ilişkisinden hareketle temellendirilmiştir. Hayy bin Yakzan eserindeki Hay tipi, esasen fizikî varlığıyla tabiatın bir parçası olmakla birlikte algılama ve bilme İmkânlarıyla tabiatı müşahede eden, tabii varlık alanındaki temel düzen ve işleyiş hakkında düşünen, akıllı bir canlı olarak yeryüzündeki mevcudiyetini anlamlandıran, gözlem alanı ötesindeki metafizik varlık fikrine varan ve nihayet manevî tecrübeler sayesinde birtakım metafizik bilgilere ulaşan ideal özneyi temsil eder. Tabii varlık alanı ise kendisine şuurlu bir bilme etkinliğiyle yönelebilen bu özneye, dayandığı düzen ve sürdürdüğü işleyişin fizik ve metafizik yasaları hakkında bilgi sağlayan ontolojik imkândır. İnsanın bilgi imkânı ve yeteneklerine gelince ondaki idrakin ilkesi nefistir. İbn Tufeyl'in nefis ve onun bilgi yeteneklerine dair fikirleri İbn Sînâ'nın görüşleriyle büyük bir benzerlik taşımaktadır. Filozofun eserindeki kahraman daima kendi varlığı ile tabii çevresi hakkında sorular soran, araştırmacı ruha sahip bir tiptir. Hay, tabiatla münasebetinden dolayı ortaya çıkan teorik ve pratik her problemi tamamen şuurlu bir etkinlikle çözmeye çalışırken gelişme psikolojisi çerçevesinde açıklanabilecek aşamalar kaydeder. Duyular, gözlem ve deneyle akıl, Hayy'in teorik gelişiminde vazgeçilmez rolleri olan bilgi vasıtalarıdır. Duyularla algılanan varlık ve olguların süreklilik arzeden özellikleri gözlem ve deney yoluyla adım adım keşfedilir. Bu arada pratik aklın icapları olan teknik bilgiye ve hatta -Hay'de utanma duygusunun gelişmesi olgusunda olduğu gibi ahlâkî bilince ulaşılır. Tabiatın bağrında hayatını devam ettirebilmek için çeşitli aletler yapma çabasının yanında varlığı anlamlandırma gayreti içine giren Hay mantıkî çıkarım yoluyla tabiattaki işleyiş, bütünlük, düzen ve gayenin akledilir ve soyut gerçekliğine, bütün bu kozmolojik delillerle de yaratıc ilah fikrine ulaşacaktır.
İbn Tufeyl, sosyokültürel yönden herhangi bir şartlandırmaya mâruz kalmadan tamamıyla el değmemiş tabii çevrede her şeyi kendi kendine öğrenen bir kahramanı kurgulamak suretiyle düşünce sistemini fıtrat kavramına dayandırmak istemiştir. Ancak İbn Tufeyl, insanın bu ortam ve şartlardaki entelektüel gelişimini ele alırken kaçınılmaz olarak insanlığın katettiği antropolojik gelişim evrelerine de atıfta bulunmaktadır. Nitekim İslâm kültüründe zaman zaman derece, aşama ve katmanları ifade etmek üzere kullanılan yedi rakamının sembolizmi İbn Tufeyl tarafından Hayy'in gelişim aşamalarını belirtmek için de kullanılmış, her aşamanın yedi ve katlarıyla ifade edilen yaşlarda kaydedildiği bir gelişim anlayışı ortaya konmuştur. Yedi yaşına kadar süren ilk aşama bedensel ve psikolojik gelişimin başlangıç safhasıdır. Yedi-yirmi bir yaş arası, pratik ihtiyaçların karşılanması için amelî aklın sayesinde araçların imal edildiği çağdır. Merak döneminin başladığı yirmi bir yaşla birlikte insan ruhu varlık ve oluşun sırlarını keşfe yönelir. Fizikten metafiziğe geçiş bu aşamanın belirgin özelliğidir. Daha sonraki safhalarda tam bir aydınlanma ile bilgeliği yakalayabilen insan, en sonunda gerçek mutluluğun hakikatine ereceği manevî tecrübelere ulaşır. İnsanın tabii çevresiyle girdiği etkileşim, fıtratındaki bilme ve yapma kapasitelerini aşama aşama geliştirir. Bu epistemolojide gözlem ve deney, fıtratta var olan akıl yürütme kapasitesini harekete geçirmekte, dolayısıyla bilginin oluşumu için akıl da devreye sokulmaktadır. Çünkü gözlem ve deney verilerini karşılaştırma ve böylece henüz gözlenmeyen hakkında bir teorik sonuca ulaşma, her şeyden önce tümevarım denilen akıl yürütme biçimine ihtiyaç hissettirecektir. Tüme varmak için sonsuz ölçüde deney ve gözlem yapılamayacağına göre olması gereken zihnî sıçramada sezgi de kaçınılmaz olarak rol oynayacaktır. Nihayet bir defa tümel kavrama ulaşıldığında bu teorik bilginin tek tek olgulara uygulanması da tümdengelim yöntemini gerektirecektir.
Toros kurbağası
Toros kurbağası ("Rana holtzi"), Ranidae familyasından ortalama boyları 6 cm ile 7.5 cm arasında değişen Türkiye'de endemik bir kurbağa türüdür. Ayrıca dünyada ötmeyen tek kurbağa türü de toros kurbağasıdır. Yalnızca Orta Toroslar'da bulunan Bolkar Dağlarındaki Çiniligöl (2600 m.) ve Karagöl'de (2500 m.) yaşadığı sanılırken, 2007 yılında yapılan bir araştırma ile bu dağın yaklaşık 3000 m. yüksekliğinde Eğrigöl mevkiinde de yaşamakta olduğu ilk kez tespit edilmiştir.
Bu türün morfolojik yapısı sırt bölgesi sarı, yeşil siyah desenli gözlenebilirken karın pembe veya sarımsı olabilmektedir. Temel besinleri, göl kenarındaki çayırlıklarda yaşayan böcekler ve diğer eklem bacaklılardır. 1990'lı yıllarda Toros kurbağasının ürediği göllere bilinçsizce sonradan getirilen "aynalı sazan" balıkları yüzünden nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.
Toros kurbağalarının yaşam alanı çok dardır, bu nedenle soyları tehlikeye girmeye açıktır. Tür, yolların bu kurbağaların yaşam alanı olan dağ göllerine kadar uzatılmaması, kamp yapımına izin verilmemesi ve göllerin denetlenmesi yollarıyla korumaya alınabilir.
2007 yılının Ekim ayında Niğde İl Çevre ve Orman Müdürü Metin Süzgeç, toros kurbağalarının sayısında önemli bir artış gözlemlediklerini açıkladı. Süzgeç, “"Rana Holtzi, endemik bir tür olmasından dolayı Çevre ve Orman Bakanlığınca koruma altına alınmış türlerdendir. Son günlerde yapılan kontrollerde kurbağa yavrularının göl çevresinde çok sayıda olduğu tespit edilmiştir"” dedi.
İlk başlarda, 1984 yılında doğadaki canlıların ve yaşadıkları ortamların korunması amacı ile düzenlenen "Uluslararası BERN sözleşmesi" ile toros kurbağası koruma altına alındı. 1999 senesinden beri bu kurbağalar Çevre, Tarım ve Köy İşleri Bakanlıkları, Niğde Valiliği ve Uluslararası Çevre Örgütleri tarafından korunma altında tutuluyor. Niğde, Ulukışla'ya bağlı Maden köyünde, Maden-Der adıyla "Kurbağaları Koruma Derneği" kuruldu Derneğin amacı toros kurbağalarının korunmasını sağlamak. Niğde Valiliği ise bu bölgede piknik yapılmasını, hatta Karagöl'den su alınmasını bile yasakladı. Geçtiğimiz yıl Niğde Valiliği Çevre Koruma Kurulu Bolkar Dağları'nı özel koruma alanı ilan etmiş ve bölgenin bitki örtüsünü, Coğrafi yapısın ve görünümünü bozacak her türlü etkinliği engellemek için çalışmalar başlatmıştı.
Vücut boyu 7.5 cm kadar olabilen Toros kurbağalarının derisi yumuşak, düz ve incedir. Nadiren dişilerde siilli bir deri de görülebilmektedir. Başlarının yanında belirgin bir şekilde temporal (şakak) şeritler bulunmaktadır. Erkek olanlarda iç ses kesesi bulunduğu için, bunlar ova kurbağaları gibi ötmezler. Sırt kısımlarındaki renkler sarımsı, kirli yeşil veya sarımsı pembe olmakla birlikte siyaha yakın lekeleri de vardır. Bu lekeler arka bacaklarının üzerinde de bulunabilir. Karın bölgeleri genellkikle lekesizdir ve pembe, sarı, nadiren de griye yakın bir renkte olabilir.
Toros kurbağaları kenarları çayırlık dağ göllerinde yaşamaktadır. Nadiren suyun içinde bulundukları gözlemlenmiştir. İlk olarak Dünya'da yaşadığı bilindiği tek yerin Ulukışla toroslarında 2560 m. yükseklikteki Karagöl olduğu biliniyordu. Fakat 2007 yılında yapılan bir araştırma ile bu dağın yaklaşık 3000 m. yüksekliğinde Eğrigöl mevkiinde de yaşamakta olduğu ilk kez tespit edilmiştir. Ayrıca Karagöl'den 100 m. daha yüksekte bulunan ve daha küçük olan Çiniligöl’de de çok |
ender olarak yaşadığı bilinmektedir. Bu gölde ender olarak görülmesinin sebebi ise göl etrafındaki çayırlık yerlerin yok oluşudur. Bu yüzden çok sıcak yaz aylarında bile, hayatta kalma koşulları için uygun serinlikte olan bu yüksek yayla gölünde yaşamlarını milyonlarca yıldan beri sürdürmektedirler.
Toros kurbağası, yaşadığı Çinigöl ve Karagöl’ün yüksekliği nedeniyle kısa dönem bir etkin yaşam sürdürmektedir. Bu döenemlerde gölün çevresini oluşturan çayırlık ve bitkili kısımların içinde yaşayan böcekleri yiyerek beslenirler. Beslenmek amacıyla çayırlık alanda böcek bulabilmek için sudan zaman zaman 30–40 m. uzağa gidebilmektedirler. Gölün çevresinde yapılan araştırmalarda bitki türlerinin çok iyi gelişmiş olduğu kısımlarda, diğer bölgelere göre daha fazla kurbağa örneği saptanmıştır. Bu sebeple göl kenarında çayırların ve bitki türlerinin iyi gelişmesi, buradaki toros kurbağası’nın yaşaması için büyük önem taşımaktadır. Göl kenarındaki bitki türlerinin iyi gelişmesi, bu çayırlıklarda keçi sürülerinin dolaşarak buraları gübrelemesine bağlıdır. Bu nedenle keçi ve koyun sahiplerine sürülerini gölün etrafında dolaştırmasını teşvik etmek, toros kurbağasının yaşamanı sürdürebilmesi için iyi bir ortam oluşturacaktır.
Üreme duyusu, Mayıs ayının sonundan Ekim ayına kadar olan yaklaşık 4 aylık bir süre içinde aktif olan toros kurbağası, üreme biyolojisini tamamlamak zorundadır. Yani bu 4 aylık zaman dilimi içinde, toros kurbağası çiftleşip yumurta bırakmak zorundadır. Sezon bitene kadar da iribaş denilen yavruların, kuyruklarını kaybedip küçük kurbağa haline gelmeleri gerekmektedir.
Üreme sezonunun kısa olmasından kaynaklanan bir sorun ise bazı yerleri hâlâ buzlu olan gölün erimiş kısımlarında zaman zaman 14-16 erkek kurbağanın bir dişiyi yumurtlatmak üzere kucakladığı tespit edilmiştir. Böylece çok sayıda kurbağadan oluşan yumakta bırakılacak yumurtaların, erkekler tarafından döllenmesi sağlanmış olmaktadır.
Toros kurbağası (Rana holtzi), Dünya’da yalnızca Türkiye'nin Niğde ili Ulukışla ilçesi sınırları içerisindeki Toros Dağları'nda 2560 metre yükseklikteki Eğrigöl, Karagöl ve Çiniligöl'de yaşamaktadır. Karagöl yaklaşık 60 hektar büyüklükte ve en derin yeri 12 metre olan tektonik bir göldür.
Cennetin Doğusu
Cennetin Doğusu, (East of Eden) Nobel ödüllü ABD'li yazar John Steinbeck'in 1952 tarihli romanı.
Steinbeck bu romanda yolları bir noktada kesişen Hamilton ve Trask ailelerinin kuşaklara yayılan hikâyesini anlatmaktadır. Yazarın başyapıtı olarak görülen romanda, insanlık tarihi boyunca sözü geçen Habil ve Kabil'in hikâyesi ana eksen olarak alınmak koşuluyla suçluluk, sevgi, dostluk, nefret, bilgelik, özgürlük, bağlılık ve inanç gibi temel kavramlar çeşitli karakterlere yedirilerek anlatılmış; zaman zaman da İncil' de geçen bazı hikâyeler ile kahramanların hikâyeleri arasında parallellikler kurulmuştur.
Steinback'in bahsettiği Hamilton ailesi, aslında kendi annesi Olive Hamilton'un ailesidir. Kitabın ilk yarısı boyunca sıkça bahsi geçen "Samuel Hamilton" da yazarın dedesidir.
Steinbeck bu kitabı o zamanlar biri 6.5, diğeri de 4.5 yaşında olan oğullarına ithaf etmiş; romanın geçtiği ve aynı zamanda kendisinin de büyümüş olduğu Kaliforniya'daki Salinas Vadisi' ni her yönüyle anlatmaya çabalamıştır.
Bu roman Elia Kazan tarafından daha çok kitabın ikinci bölümünü içerecek şekilde 1955'te sinemaya uyarlanmıştır.
Konusu yazarın annesinin ailesi (Hamiltonlar) ve bunlarla sonradan ilişkisi olan Adam Trask'ı anlatmaktadır.
Samuel Hamilton Salinas Vadisi'ne İrlanda' dan gelmiş bir göçmendir. Bir hayli fakir olmasına rağmen zekası ve çevresindeki insanlardan farklı olan bilgelik, açık görüşlülük ve dünya ile alay edebilme gibi özellikleri ile paranın getirebileceği eksikliklerden mahrum kalmadan yaşayabilmektedir. Herkes tarafından sevilen Samuel'in havailiği karısının gerçekçi ve dindar mizacı ile dengelenmektedir. Dört oğlu ve dört kızı olan Samuel'in çocuklarının her biri zaman içinde kendilerine iyi bir yaşam kurarlar. (Olive adlı kızından olan torununun adı John Steinbeck'tir.)
Samuel'le hemen hemen aynı yaşlarda olan 1862 doğumlu Adam Trask ise, kardeşi Charles ile Connecticut'taki bir çiftlikte sert mizaçlı asker bir baba ile tramvatik bir çocukluk geçirerek büyümüştür. Babasının kendisini çok sevmesi kardeşini kıskandırır ve Charles'ın onu ölesiye dövmesine yol açar. Oradaki yaşamdan uzaklaşıp İç Savaş'ta orduya katılarak yaşayan Adam, on yıl süren bir sürüklenişin ardından Connecticut'a döner. O ve kardeşi babalarından kalan yüklü miras ile çiftliği işletirler.
Cathy içi nefretle yanıp tutuşan bir kız olarak kendi anne ve babasını öldürüp-evlerini onlar icindeyken atese verip- kaçmış, ardından bir adamın metresi olarak yaşamıştır. Yolu yaralı ve çaresiz bir halde Trask çiftliğine düşen Cathy, ona acıyan ve onu savunasız bir masum zanneden Adam onunla aşk yaşamaya başlar. Cathy ondaki kötülüğü hisseden ve uzak duran Charles'ı bile bir noktada elde eder ve onunla Adam'a fark ettirmeden birlikte olur. Adam ve Charles arasındaki gerginlik Adam'ın Cathy'i de alıp Salinas Vadisi'ne taşınmasına yol açar. Adam burada Samuel ile dost olur.
Cathy Adam'a Cal ve Aron adındaki ikiz erkek çocukları doğurunca ondan ayrılmak ister. Adam onu engellemeye çalışınca da onu vurup kaçar. Kısa bir süre sonra da adını Kate olarak değiştirip yakınlardaki bir kentte genelev işletmeye başlar ve acımasız bir patroniçe olur. Adam onun gidişi ile yıkılsa da Samuel ve yardımcısı Lee ile çocukları büyütür.
Adam da farkında olmadan babası gibi bir çocuğuna daha düşkündür; Cathy benzeyen Aron'u sever, kardeşi Charles'ı andıran sert mizaçlı Cal'i dışlar. Cal, Lee' nin büyük destekleri ile ayakları üzerinde duran bir genç olur. Ölü bildiği annesi ile ilgili gerçeği öğrendiğinde Kate'i bulup onunla yüzleşir. Bir gün Aron Cal'i çok kızdırınca Cal o güne kadar sakladığı gerçeği ona açıklar ve onu Kate' e götürür. Bu durum hassas mizaçlı ve dindar olan Aron'u o denli sarsar ki, o gün sürmekte olan I. Dünya Savaşı için askere yazılıp evi terk eder. Bu esnada Kate hem hasta hem de geçirdiği hayat nedeniyle yorgun düşmüşlüğünden intihar eder. Aron da savasta hayatini kaybeder. Bu olaylar Adam'a çok ağır gelir ve ağır bir felç geçirir. Bu sıralarda o zamana dek Aron'un sevgilisi olan Abra aslında Cal'i daha çok sevdiğini fark eder. Kendini tüm olanlar nedeniyle suçlu hisseden Cal, Lee'nin yardımı ile babası tarafından affedilir.
Bu roman Elia Kazan tarafından daha çok kitabın ikinci bölümünü kapsayacak şekilde 1955'te sinemaya uyarlanmıştır.
Arabesk
Ova kurbağası
Ova kurbağası ("Pelophylax ridibundus"; eskiden: "Rana ridibunda"), Ranidae (Gerçek su kurbağaları) familyasına ait bir kurbağa türü.
Boyları 15 cm civarlarında olup, gri renkli zeminde yeşil lekeleri bulunmaktadır. Gizlenmeleri göz ve burun dışarda kalacak şekilde suya gömülmektir. Sürü psikolojisinin bariz örneklerini gösteren bu türe ait bireylerden biri suya atlayınca diğerleri de atlamakta, biri bağırmaya başlayınca diğerleride bağırmaya başlamaktadır.
Dakosaurus andiniensis
Dakosaurus andiniensis, geç permian döneminde ortaya çıkan timsahlar sınıfına ait soyu tükenmiş bir canlı.
Boyu yaklaşık 4 metre uzunluğunda, kuyruk kısmında, bugünkü timsahların ayakları yerine, her biri gemi dümenine benzeyen dört uzantı bulunan ve çenesi ise yaklaşık 50 cm uzunluğunda okyanusların en yırtıcı hayvanı idi.
Eric Hoffer
Eric Hoffer (d. 25 Temmuz 1902 – ö. 21 Mayıs 1983), ABD'li toplum yazarı.
Hoffer, 1902 yılında New York'da Alman Yahudisi göçmeni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Daha beş yaşındayken annesini kaybetti. Altı yaşında bilinmeyen tıbbi sebeplerden dolayı kör oldu. On beş yaşında yine bilinmeyen sebeplerle görmeye başladı. Yeniden kör olabilme endişesiyle olabildiğince okumaya çalıştı. Hoffer, hayatı boyunca hiç eğitim almamıştır.
Genç bir adamken her iki ebeveynini de kaybetti. Parasızlıkla mücadele eden ve silahlı kuvvetlere başvurusu tıbbi gerekçelerle reddedilen Hoffer, bir dönem intihara bile kalkıştı. Hayata tekrar tutunan Hoffer; işportada meyve satıcılığı, tarlalarda ırgatlık, maden işçiliği, dok işçiliği gibi çeşitli işlerde çalıştı. Bu süre zarfında okuduğu Montaigne'nin ünlü Denemeler kitabının etkisiyle yazmaya karar verdi.
1938 yılında "Common Ground" isimli dergiye gönderdiği mektup ilgi çekti. İş çevresinde karşılaştığı insanları gözlemledi ve hepsi de toplumsal hayatla ilgili kitaplarını yazmaya başladı. Kitle hareketlerinin psikolojik temelleri üzerine kaleme aldığı
Kesin İnançlılar kitabı 1951 yılında yayımlandı ve kitap milyonlar sattı. 1945 yılında Amerika Başkanı Harry Truman tarafından başlatılan ve Amerika'nın en önemli ve de en yüksek sivil nişanı olarak bilinen Presidential Medal of Freedom ile 1983 yılında Ronald Reagan tarafından onurlandırıldı. 1964 yılında Kaliforniya'da bulunan Berkeley Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi'nde danışmanlık görevine başlamış olan Hoffer, danışmanlık görevinin yanı sıra iş arkadaşlarına hiçbir şey bahsetmeden rıhtımdaki hamallık görevine devam etmeyi tercih etti.
Brian Steen Nielsen
Brian Steen Nielsen (d. 28 Aralık 1968), eski Danimarkalı millî futbolcudur. Danimarka millî futbol takımında 1990 ile 2002 yıllarında 66 maçta görev aldı. 3 gol attı. Oynadığı mevkii orta saha defans. Aktif kariyerinden emekli olduktan sonra şimdi Aarthus GF'in spor direktörüdür.
Brian Steen kariyerine Vejle BK'da ve 14 Şubat 1990 günü Mısır'a karşı oynanan ve 0-0 berabere biten dostluk maçında oynadığı futbolla göz doldurdu. 1992'de Vejle'den rakip takım Odense BK'ye 1 yıllığına anlaştı oradan da Fenerbahçe'ye transfer oldu. 1993'te Danimarka millî takımının antrönörü olan Richard Møller Nielsen'ın başkanlığının son yıllarında, Brian Steen defansif ortasaha mevkiinde birçok maçta John Faxe Jensen'ın yanında oynadı. Aynı zamanda Japonya'nın Urawa Red Diamonds takımında oynadı.
Kariyerini Danimarka takımı Aarthus GF'de 2004'ün sonbaharında bitirdi ama kulübün çevresinde geçici yönetici ve şimdi |
ki spor direktörü oldu.
Thriller (albüm)
Thriller, Amerikalı pop müzik sanatçısı Michael Jackson'ın 30 Kasım 1982 tarihinde çıkardığı albümdür. Albüm, Epic Records tarafından satışa sunulmuştur. "Thriller", sanatçının, eleştirel ve satışlar bakımından olumlu olarak değerlendirilen önceki albümü "Off the Wall"'un büyük oranda benzeri bir albümdür. Albümde funk, pop, rock, pop rock, R&B, soul, dans gibi birçok müzik türü yer almaktadır.
Eser, 750.000 dolarlık yapım bütçesiyle, 1982 yılının Nisan ve Kasım ayları arasında Los Angeles kentindeki "Westlake Kayıt Stüdyoları"'nda kaydedildi. Albümün yapımını kimi yerde Michael Jackson'ın desteğiyle beraber Quincy Jones üstlendi. Şarkı sözlerinin yazımının büyük bölümü, dört şarkıyla, Jackson tarafından gerçekleştirildi.
Jackson, albümün çıkışıyla birlikte, Paul McCartney destekli şarkısı "The Girl Is Mine"'ı yayımladı. Bu şarkı Billboard Hot 100 listesinde iki numaraya yükselmesine rağmen, eleştirmenler bu şarkıyı beğenmedi. Ancak 1983 yılının ilk haftalarında yayımlanan "Billie Jean" ile beraber, hem şarkı hem de albüm bir anda birçok dünya ülkesinin listelerinde zirveye yerleşti. Ayrıca albüm hem Birleşik Krallık, hem ABD listelerinde aynı anda zirveye oturarak, bu başarıyı gösteren ilk albüm oldu. O dönemlerde kayıt ve yayın sektörü fazla gelişmemiş olmasına rağmen, albüm sadece bir haftada dünya çapında bir milyondan fazla sattı. Albüm, 1984 yılına kadar kesintilere uğrayarak Billboard 200 listesinde 37 hafta zirvede yer aldı. 1984'te 40 milyonluk satışı geçen Thriller, tüm zamanların en çok satan albümü olarak Guinness Rekorlar Kitabına girdi.
Albümdeki yedi şarkı tekli olarak satışa sunuldu. Bunların tümü Amerikan listelerinde ilk 10'da yer alırken, iki şarkı da bu listelerin zirvesine oturdu. Albüm, 1984 Grammy Ödül Töreni'nde sekiz ödül kazanarak bir rekora imza attı. Albümden kısa süre sonra, sanatçının MTV kanalında Prince ve Lionel Richie ile beraber siyahi yasağını delmesiyle beraber albüm, bu kanal aracılığıyla da tanınırlık elde etti. Jackson, albümün etkisinin halen sürdüğü 1984 yılında, Beyaz Saray'ı ziyaret etti.
2003 yılında albüm, Rolling Stone adlı derginin düzenlediği "Gelmiş Geçmiş En İyi 500 Albüm" listesinde 20. sırada yer aldı. 2008'de albümün 25. yılı anısına "Thriller 25" adıyla yeni bir sürümle satışa sunuldu. Bu çalışmada, şarkıların yeni nesil yapımcı ve sanatçılarla olan sürümleri ve düetleri yer almaktadır.
Michael Jackson'ın 1979 yılında yayınlanan önceki albümü "Off the Wall", eleştirel açıdan kayda değer yorumlar almıştı. "Off the Wall", ayrıca 15 milyon satarak 70'lerin müzik piyasasına göre önemli bir başarı elde etmişti. "Off the Wall" ve "Thriller"'ın çıkış yılları arasındaki zaman, Jackson'ın ailesiyle yaşadığı sorunlarla geçen ve Jackson'ın babasının boyunduruğundan kurtulmaya çalıştığı bir süreçtir. Sanatçı, Ağustos 1979'da 21 yaşına bastığında babası Joseph Jackson ile olan yapımcı-sanatçı ilişkisine son verdi ve John Branca'yı menajeri olarak işe aldı. Jackson, Branca'ya "gösteri dünyasının en büyük ve havalı ismi" olmak istediğini açıkladı. Sanatçı ayrıca ""Off the Wall albümü benim için tam bir haksızlıktı. Bu albümle Yılın Kaydı Ödülü'nü alamadım. Bu bir daha yaşanamazdı."" şeklinde bir beyanatta bulunarak, ne kadar mükemmeliyetçi ve azimli olduğunu ortaya koymuştu. Rolling Stone dergisine açıklamada bulunan Jackson, ""Defalarca söyledim; siyahi insanların albümleri veya dergileri hiçbir zaman satmıyor... Ama bekleyin. Bir gün hepsi benimle bir röportaj yapmak için yalvaracaklar. Belki bir tane veririm, belki de hiç vermem."" şeklinde, duygularını dile getirmişti.
1973'te, Jackson'ın babası Joseph Jackson, kendinden 20 yaş genç bir kadından çocuk sahibi oldu. Yedi sene sonra, 1980 yılında, babası ailesine bunu açıklayınca Jackson, babasıyla bir daha barışmamak üzere yollarını ayırdı. Babasının bu yaptıklarını kendi suçu gibi üstlenen Jackson, bu durumu uzun yıllar boyunca bilinçaltında saklayacaktı. Jackson yıllar sonra bu süreç için: ""Evimizde bile kendimi yalnız hissediyordum. Çoğu zaman odamda oturup ağlardım. Yeni arkadaşlar edinmek çok güçtü... Akşamları öylece mahallede yürür ve fikirlerimi paylaşacak birilerini arardım. Ancak eve dönmek için bu arayışa son verirdim."" şeklinde beyanatta bulunacaktı.
Jackson, "Thriller" için, önceki albümünde de çalıştığı Quincy Jones'u işe aldı. İkili 300 şarkı üzerinde çalıştı, ancak bunların sadece dokuzu albüme dahil edildi. Albüm, 1982 yılının Nisan ve Kasım ayları arasında kaydedildi. Albüm için 750,000 Amerikan Doları bütçe ayrıldı ve "Toto" gibi gruplar da yapımda yardımcı oldu. Jackson, albümdeki şarkılardan "Billie Jean", "Beat It", "The Girl Is Mine" ve "Wanna Be Startin' Somethin'"i kendisi yazdı. Birçok diğer sanatçıdan farklı olarak, Jackson, şarkı sözlerini kâğıda değil, ses kayıt cihazına kaydetti.
Jackson, kayıt sırasında devamlı olarak dans figürleri üzerinde çalıştığı için, şarkıcı ve yapımcısı Jones'un arasında gerginlikler yaşandı. Albümün dokuz şarkısı bittiğinde, hem Jackson hem de Jones, şarkılardan memnun olmadı ve her biri için birer hafta harcamak pahasına parçaları yeniden düzenlediler. Jones, "Billie Jean" adlı eserin albüme konulmamasını istedi. Jackson yapımcısının bu isteğini reddetti ve ona şarkıyı albümüne koymaya karar verdiğini açıkladı. Eserin yapım aşamasında, Jones, Thriller'ın önceki albümün başarısını geçemeyeceğini beyan etti ve bunun karşılığında Jackson da yapımcısını albümü yayımlamamakla tehdit etti.
Bir röportajında, Jackson, albümde bir tane bile boş şarkı olmamasını istediğini ve kayıt aşamasında bu amaç için çaba harcadığını söyleyerek: ""Neden hiç kimse sanatsal şarkıları sevmez?"" şeklinde bir soru yöneltmiştir. Yapım ekibinin "Billie Jean"in yayımlanmasını istememesine ve parçanın çok kişisel bir şarkı olduğunu öne sürmesine rağmen, eser, Jackson'ın ısrarları üzerine albüme dahil edildi.
Allmusic dergisinden 145 Steve Huey, albümün, önceki albümün sınırlarını zorladığını açıkladı ve albümdeki rock şarkılarının çok daha kızgın, balladların ise çok daha ruh sahibi olduğunu belirtti. Albümdeki belirgin ballad şarkılar "Lady in My Life", "The Girl Is Mine" ve "Human Nature" olurken, "Billie Jean" ve "Wanna Be Startin' Somethin'" gibi funk şarkılar da dikkat çekti. "Beat It" bir rock şarkısı olarak nam salarken, "Baby Be Mine" ve "P.Y.T. (Pretty Young Thing)" gibi disko şarkılar da albümde yerini aldı. Şarkılardan "Wanna Be Startin' Somethin'", önceki albüm "Off the Wall"'ın tarzındaydı. Şarkıda Swahili dilinden vokaller ve korolar yer almaktadır. Bu korolar şarkının ve albümün sembolü olarak bilinmektedir. Albümdeki Paul McCartney düeti "The Girl Is Mine", konuşmalar içeren bir tür âşık atışmasını andırmaktadır.
Albümün, gerek önceki, gerekse seksenlerdeki pop müzik yapıtlarına göre daha postmodern olduğu ve daha sonraki Jackson albümlerini karakterize edecek olan karşıt temaların bir arada bulunuşunun müjdesicisi olduğu öne sürülmektedir. Şarkıda, ayak sesleri, kurt uluması, kapı gıcırtısı ve gök gürültüsü gibi sesler kullanılarak teknoloji ötesi, paranoya ile örülü bir müzik elde edilmiştir. Bu şarkıyla beraber, Jackson, kendine paranoyalarla örülü karanlık ve ağır bir görüntü vermiştir. Albümdeki bir diğer parça olan "Billie Jean", Jackson'ın bir bayan hayranı tarafından ortaya atılan, gayrımeşru çocuk iddialarına karşı yazılmıştı ve yoğun bir dans sound'ı taşıyordu. "Beat It", içerdiği rock unsurlarıyla, Michael Jackson'ı uluslararası müzik açısından önemli kılmıştı. Sokaktaki gangster şiddetine karşı gelen sözleri ve gitar soloları, şarkının önemli özellikleridir. Şarkı, baştan sona, erkekliğin şiddetle kanıtlanamayacağını ve erkek olmak için ölmek gerektiği inancının asılsız olduğunu savunmaktadır.
Allmusic dergisinde, Jackson'ın albümdeki ses genişliği hakkında "göz kamaştırıcı yetenek" ve "ortalamanın çok üstünde" şeklinde yorumlar yer almıştır. Rolling Stone dergisi ise Jackson'ın yetmişlerden beri sesinin ilk defa "yetişkin gibi" çıktığını ve ses genişliğinin dinlemeye değer olduğu yorumunu yapmıştır.
Thriller, 30 Kasım 1982'de satışa sunuldu. Albüm, ilk haftasında hem Britanya, hem de Amerikan listelerinin zirvesine oturarak bu başarıyı gösteren ilk albüm oldu. Zirvede olduğu haftalar boyunca albüm, her hafta 1 milyon kadar sattı. Albümün yayımlandığı sıralarda, ilk tekli "The Girl Is Mine" yayımlandı ancak çoğu eleştirmen ve dinleyici tarafından albümün ilk şarkısı olması için fazla başarısız olduğu eleştirileriyle karşı karşıya kaldı. Bu nedenle albümün bir düş kırıklığı olacağı öne sürüldü. Ancak şarkının hemen ardından, "Billie Jean" yayımlandı, bu şarkı Jackson'ın kariyerindeki en başarılı şarkılardan biri olarak gösterildiği gibi, sanatçıyı ve albümü olumlu yönde etkiledi. "Billie Jean", Amerikan listelerinde 7 hafta boyunca zirveye oturduğu gibi, dünya çapında çok önemli başarılara imza attı.
Şarkıdan hemen sonra, içinde ünlü gitaristler Eddie Van Halen ve Steve Lukather'in gitar sololarını barındıran ve tarihin en iyi rock şarkılarından kabul edilen "Beat It" yayımlandı. Bu şarkı da, "Billie Jean"e benzer bir etki gösterdi ve Amerikan listelerinde 3 hafta zirvede kaldı. Albümle aynı adı taşıyan "Thriller", albümün yedinci ve en son şarkısı olarak 1984'te yayımlandı. Bu son şarkı, dünyadan olumlu eleştiriler alırken, albüm çoğu albüm listesinde hala zirvedeydi.
"Thriller", eleştirilere bakıldığında oldukça başarılıdır. "Rolling Stone" dergisinden 4 yıldız alan albüm, yine aynı derginin yazarı Christopher Connelly tarafından "lezzetli bir LP" ve "tırmalayıcı, koyu mesaj" sıfatlarıyla değerlendirildi. Albüm bu olumlu eleştirilere rağmen, kimi kötü eleştirilerle de başbaşa kaldı. Bunlardan birisi, Thriller adlı şarkının "yozlaşmış" olduğuydu. Aynı şekilde "The New York Times" gazetesi de, albüme olumlu eleştiriler vererek, özellikle albümdeki Human Nature'ı övdü. Bu şarkıyı albümün en göz alıcısı olarak niteleyen gazete eleştirmenleri, albüme 5 tam yıldız verdi.
Robert Christgau, yine aynı doğrult |
uda albümün yayımlanmasından birkaç gün önce yapılmış olan incelemede olumlu (A−) verdi. Christgau, albümdeki farklılıklara dikkat çekerken, buna rağmen albümün neredeyse klasik olduğunu belirtmiştir. Eleştirmen, albümün en iyi şarkısı olarak "Beat It"'i gösterirken, "The Girl Is Mine"'ı da aynı şekilde, sanatçının 1973'teki "Ben"'den beri yaptığı en kötü müzik olarak değerlendirmiştir. Christgau, Jackson'ın da, şarkının bu özelliğinin bilincinde olduğunu ancak ırkçı kesime karşı durmak adına böyle bir şarkıyı yayımladığını belirtmiştir. "Time" gazetesi, albümün yayımlandığı sıralarda, albümün özellikle 3 şarkısıyla göz doldurduğunu belirtmiş ve bunların "Billie Jean", "Beat It" ve "Thriller" olduğunu beyan etmiştir. Ancak bu olumlu eleştirilerin aksine, "Melody Maker" adlı dergiden Paolo Hewitt, albümü "sıkıcı" olarak nitelendirmiş ve "benzer şarkılardan örülü" olduğunu beyan etmiştir. Yine aynı doğrultuda albümde sadece "Billie Jean" ve "Wanna Be Startin' Somethin'"in dinlemeye değer olduğunu söylemiştir.
Albüm, 1984 Grammy Ödül Töreni'nde "Yılın Albümü" başta olmak üzere 7 ödül alarak rekor kırdı. Aynı şekilde albüm, 1984 Amerikan Müzik Ödüleri'nden 8, 1984 MTV Video Müzik Ödülleri'nden de 3 ödülle ayrıldı. Albüm, 7 Şubat 1984'te resmen "Dünya'nın En Çok Satan Albümü" olarak Guinness Rekorları'na işlendi. Albüm, tarihte 1 yılın tamamında Billboard 200 listesinde ilk 10'da yer alan 3 albümden biri olduğu gibi, 37 hafta zirvede, 80 hafta da ilk 10'da yer aldı. Bu başarıyla, albüm, Amerikan müzik tarihinde, 2 yıl art arda (1983-1984) en çok satan albüm olmayı başaran ilk ve tek albüm oldu. Albüm, 2009 yılının Mart ayında Amerika'da 28 milyonluk satışa erişerek, 28. kez platin plak kazandı. Albüm, Amerika Birleşik Devletleri dışında da büyük bir ses getirdi ve birçok ülkede zirveye oturdu. Bunlardan birisi olan Britanya'da albüm 3.7 milyon adet sattı. Albüm günümüzde halen popülerdir ve sadece Amerika Birleşik Devletleri'nde yılda ortalama 130.000 adet satmaktadır. 2007 yılı itibarıyla, albüm, dünya çapında 108 milyonluk bir satışa sahiptir.
"Blender" dergisi, Thriller'dan sonra Jackson'ı "seçkin çağ öncesi pop ikonu" olarak tanıttı. "The New York Times" ise sanatçıyı bir "müzik fenomeni" olarak nitelendirdi ve ""dünya müzik piyasasında ya Michael Jackson'sındır ya da başka birisindir."" yorumunu yaptı. Birçok kişiye göre, Jackson, müzik sanayisindeki görünüşü ve duruşu değiştirdi ve aynı anda hem artistik hem de kazançlı olabilmeyi başardı. Jackson'ın avukatı John Branca, bu konuda Jackson'ın müzik endüstrisinde daha önce görülmemiş bir şekilde albüm başına ortalama $2 kazanarak, müzik dünyasında yeni atılımlara ve oluşumlara davet çıkardığını dile getirdi. Sanatçı, hem disk satışlarından hem de Jackson ile John Landis tarafından yönetilen "The Making of Michael Jackson's Thriller" belgeselinin satışlarından büyük karlar elde etti. MTV tarafından finanse edilen belgesel, ilk aylarında 350.000 kopya sattı. O sıralarda tekliler tarafından yön verilen piyasada "Thriller", albümlerin önemine vurgu yaptı ve albümden çıkan çok sayıdaki hit şarkı da pop kültüründe bir albümden çıkabilecek hit şarkı sayısı konusundaki algıları değiştirdi. Thriller albümünün hemen sonrasında, Mayıs 1984'te Jackson'ın oyuncak bebekleri mağazalarda $12'a satılmaya başladı. Bunun gibi daha birçok yan piyasanın oluşumunu sağlayan Jackson, biyografi yazarı J. Randy Taraborrelli tarafından Amerikan kültüründe büyük değişikliklere yol açan önder olarak tanıtıldı.
Thriller'ın yayımlandığı sıralarda A&M Records'un başkanı Gil Friesen'ın yazdığı bir köşeyazısına göre Jackson, birçok sanayinin gelişmesinde rol oynadı. Aynı şekilde, "Time" gazetesine göre, Thriller, müzik piyasasındaki en iyi yılların kapısını açtı. Thriller albümü, yine Time dergisine göre müzik piyasasındaki güvenin yeniden kurulmasını sağladı ve yeni nesil sanatçılara örnek oldu.
Thriller'ın yayımlanmasından önce, Jackson, şarkısının MTV ve bunun gibi birçok önemli müzik kanalında kliplerinin yayınlanamayacağı konusunda şüpheler duyuyordu. Çünkü Jackson bir siyahiydi. Bunun önüne geçmek için devamlı olarak çalışan Thriller ekibi, sonunda çareyi, çalıştıkları Columbia Records'un yönetimine giderek durumu anlatmakta buldu. Bunun üzerine Columbia'nın yöneticisi Walter Yetnikoff, MTV'ye yazılı bir açıklama göndererek ""Eğer hiçbir videoyu yayınlamazsanız, size bir daha başka hiçbir video yollamayacağım ve o lanet olası isteklerinizi de tüm siyahi topluluğa söyleyeceğim"" şeklinde sert bir beyanatta bulundu. Bu baskılar sonucu, ilk önce "Billie Jean"in videosu MTV'de gösterildi. Daha sonra ise aralıklarla "Beat It" yayımlandı. Bu, müzik dünyasında siyahiler için yepyeni kapıların açılmasına ve Prince, Lionel Richie gibi siyahi yıldızların halk arasında ilgi görmesine neden oldu.
Jackson, kliplerindeki dramatik tarzda, özel karakterlere sahip ve olağandışı dans figürleri sayesinde MTV aracılığıyla büyük ilgi uyandırdı. Thriller'ın 14 dakikalık kısa-film formatındaki videosu yayınlandığında, MTV tüm engellemelerine rağmen, yoğun istekler nedeniyle, saatte ortalama iki defa klibi yayınlamak zorunda kaldı. Video o kadar büyük bir etki uyandırdı ki şarkının yayımlanmasından bir süre sonra, Thriller albümü, Billboard 200 listesinde tekrar zirveye oturdu. Yazar, müzik eleştirmeni ve gazeteci Nelson George, 2004'te ""Bizim zamanımızda, Thriller albümünden bir şarkıyı duymak çok güçtü. Bizler ancak tekli ve albüm kapaklarına bakarak şarkı hakkında yorum yapardık. Her ne kadar MTV, tüm şarkıları yayımladığını öne sürse de, Thriller'ın sanatsal değeri bile onların ırkçı tutumlarını yenemedi."" şeklinde beyanatta bulundu.
Albümdeki "Thriller" adlı şarkı, yıllar boyunca sadece Jackson'a özgü kalsa da, "Billie Jean" gibi klipler defalarca taklit edildi. Yine özellikle Thriller'ın video klibi, Hint sinemasında bir klasik haline geldi ve bu sanayideki filmlerin büyük kısmında Thriller'ın koreografileri kullanıldı. Seksenlerdeki bir siyahi sanatçıya göre Thriller'ın başarısının ve yaşananların, eşi benzeri görülmemişti. "The Washington Post" gazetesine göre, Michael Jackson, Prince gibi diğer sanatçıların önünü açtı. Yine Robert Christgau'ya göre, "The Girl Is Mine", ırklararası sevginin destekçisi oldu. "Time" gazetesi ise, Jackson'ı "The Beatles'tan sonraki en büyük oluşum; Elvis Presley'den sonraki en büyük solo" olarak değerlendirdi.
Albüm, aradan yıllar geçmesine rağmen halen olumlu eleştiriler almaktadır. "Allmusic"'ten Stephen Thomas Erlewine, albüme beş üzerinden beş yıldız vererek, çalışmanın herkese hitap ettiğini belirtmiş ve albümdeki ağır funk ve rock motiflerinin harika olduğunu söylemiştir. Yine aynı dergi, albümün en iyi şarkılarının "Billie Jean" ve "Wanna Be Startin' Somethin'" olduğunu ileri sürmüştür. Dergi, bunlara rağmen "Thriller"ı gülünç olarak nitelemiştir. "Slant Magazine", albüme aynı şekilde 5 yıldız vererek "Wanna Be Startin' Somethin'"in üzerinde özellikle durmuştur. Yazar Nelson George, Thriller'ın "Usher, R. Kelly, Justin Timberlake ve diğer birçoğunun ders kitabı" olduğunu söylemiştir. Albümün yıllar süren etkisinin ardından, Rolling Stone, albümü "Gelmiş Geçmiş En İyi 500" albüm listesinde 20. sıraya, NARM adlı dernek ise üçüncü sıraya almıştır. "The New Rolling Stone Album Guide" (2004) rehberinde albüme beş yıldız veren Rolling Stone dergisi yazarı Jon Pareles, Jackson'ın bu albümle "azmini ikiye katlayarak hayran kitlesini katladığını" belirterek, albümün kalıtı hakkında şunları söyledi: ""Thriller" gelmiş geçmiş en çok satan derleme-olmayan albüm olmasını müziğin ötesindeki birtakım diğer yardımlara borçluydu: Jackson'ın dans eden ayakları ve büyüleyici sahne performansı, müzik videolarının yeni keşfedilmiş tanıtım getirisi ve Reagan döneminin parıltılı ünlüleri kucaklaması sayesinde geniş kitlelere ulaşmıştı. Özellikle albümdeki dokuz şarkıdan yedisinin hit tekliler olmasıyla, müzik başlı başına duruyordu."
2008 yılında, albüm 25 yıl aradan sonra bir Grammy Ödülü daha kazanmış ve Amerikan Müzik Derneği tarafından "kültürel sembol" seçilmiştir. 2009'da MTV Base ve VH1 adına çalışan müzik eleştirmenleri "Thriller"ı 1981'den beri yayımlanmış en iyi albüm olarak gösterdiler. Albüm, eleştirmenlerin diğer favorileriyle beraber bir halk oylamasına sunuldu. Oylardan üçte biri (40.000) kadar oy alan "Thriller" MTV jenerasyonuna göre tüm zamanların en iyi albümü olarak seçildi.
Thriller albümü, 2001 yılında, parça sayısı arttırılarak, "Thriller: Special Edition" adıyla tekrar yayımlandı. Bu sürümde albüme yeni kitapçıklar, düzenlemeler ve aralarında "Someone In the Dark", "Carousel" ve Jackson'ın orijinal "Billie Jean" demosunun da bulunduğu yeni şarkılar eklendi. Bu yeni albümde ayrıca, yapımcılar Jones ve Temperton'un yorumları ve röportajları da yer almaktaydı.
2008 yılında ise Epic Records, "Thriller 25" adında yeni bir sürüm yayımlama kararı aldı. Albüme, eski şarkıların düzenlenmiş sürümlerinin yanı sıra yedi yeni şarkı daha eklendi. Albümde ayrıca Akon, Fergie, will.i.am ve Kanye West gibi yeni nesil sanatçılar, eski şarkıları yeniden yorumladılar. Albümün üç videodan oluşan bir DVD sürümü de bulunmaktadır. Thriller 25'ten, Akon destekli "Wanna Be Startin' Somethin' 2008" ve will.i.am destekli "The Girl Is Mine 2008"' olmak üzere sadece iki tekli yayımlandı. Thriller 25, yeni sürüm bir albüm olmasına rağmen, sekiz Avrupa ülkesinde bir numaraya, Billboard 200 listesinde iki, Britanya listelerinde ise üç numaraya oturdu. Albüm, ayrıca 30 ülkede ilk 10'a girdi. Thriller 25, 11 ülkede altın, Fransa'da 2 kez altın ve Polonya'da platin plak kazandı.
Sevan Gölü
Sevan Gölü veya Gökçe Gölü (Ermenice: Սևանա լիճ, Azerice: "Göyçə gölü"), 940 km² yüz ölçümüyle (yaklaşık 78 km uzunluğu, 56 km genişliği) sadece Ermenistan'ın değil, Kafkasya'nın da en büyük gölüdür. 1900 m yüksekliğiyle dünyanın bu büyüklükteki en yüksek gölüdür. 30 civarında çay ve Hrazdan Nehri tarafından beslenir. Ülkenin doğusunda Geğarkunik'te bulunur .
Sevan Gölü havzasından çıkarılan ark |
eolojik kalıntılar bölgenin Bronz Çağı'ndan bu yana yerleşim bölgesi olduğunun kanıtıdır . Gölün Ermenice ismi "Sevan", Urartuca ""Sular" ya da "Göller Ülkesi"" anlamına gelen "Suina"'dan gelir . Yine bölgede Eski Ermeni krallarının ve soylularının yaptırdığı pek çok kiliseye rastlanır. Osmanlılar göle "Gökçe" adını vermiştir. Gölün yerleştiği bölgede 20. yüzyılın sonlarına kadar Azerbaycanlılar yaşamıştır. Kitab-i Dede Korkut'ta göl "Gökçe Deniz" adıyla geçer. Sevan Gölü yayınlarda, resmi evraklarda ve haritalarda 1930 yılına kadar "Gökçe Gölü" adıyla kaydedilmiştir.
Alea iacta est
Alea iacta est, Latince deyiş, Jül Sezar'ın (Gaius Julius Caesar) ünlü sözlerinden biri.
Julius Caesar'ın, zaferle sonuçlandırdığı Galya (Lat. Gallia) seferi sonrasında, Roma'ya geri dönerken MÖ 49 yılının Ocak ayında, Roma'nın yaklaşık 200 Roma mili uzağında bulunan Rubicon (Lat. Rubico) ırmağını geçerken söylediği "zar atıldı" (ok yaydan çıktı benzeri bir anlama sahiptir ve savaş başladı ) anlamına gelen ünlü söz. Julius Caesar, senatonun talebinin aksine ordusunu dağıtmamış ve komutası altındaki Roma lejyonları ile Roma'ya yürümüştür. Bu söz, Caesar ve Gnaeus Pompeius (Pompey) arasında çıkacak ve Roma cumhuriyet rejimini temellerinden sarsacak bir iç savaşın başlangıcını ifade etmesi açısından önemlidir.
Uluslararası İfade Özgürlüğü İletişimi
Uluslararası İfade Özgürlüğü İletişimi (en. International Freedom of Expression Exchange, IFEX) 1992 yılında, 71 devlet dışı organizasyonun ifade özgürlüğünü ilerletmek ve savunmak için kurulmuş küresel bir ağdır.
İfade Özgürlüğü için Kanadalı Gazeteciler, IFEX internetin sür'atli bir şekilde bilgiyi ve mobilize hareketi, basın özgürlüğü, internet sansürü, bilgi yasalarının özgürlüğü, suçlu karalamaları ve yasaları küçük düşürme, medya toplanması ve gazeticeler saldırılar, yazarlar, insan hakları savunucuları ve internet kullanıcıları gibi konuları çalışacak güce getirir.
Anne Louise Germaine de Staël
Anne Louise Germaine de Staël (22 Nisan 1766 - 14 Temmuz 1817), Madame de Staël olarak bilinen İsviçreli yazar. İsviçre'nin Fransızca konuşulan bölgesinden olan Staël ülkesi dışında, daha çok da Paris'te yaşadı. Toplumsal Kurumlarla Bağlantısı İçinde Edebiyat adlı yapıtı din, hukuk, ahlak ve edebiyat arasındaki ilişkileri ele alıyordu. Bu kitap günümüzde edebiyat sosyolojisinin başlangıcı kabul edilir.
Tayfun Güneyer
Talat Tayfun Güneyer (d. 4 Ocak 1971; İzmir) Türk senarist ve yönetmen.
4 Ocak 1971 tarihinde Karşıyaka, İzmir'de dört çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukluk yıllarını ve gençliğini İzmir'de geçirdi. Güneyer okumayı daha ilkokula başlamadan, babası Nevzat Güneyer'in eski kitapçısında Teksas Tommiksleri okuma çabası sonunda kendi kendine öğrendi.
Marmara Üniversitesi uluslararası ilişkiler bölümünü birincilikle bitirdi. Daha sonra Chicago Belloit College'da burs kazanarak "uluslararası ilişkiler ve medya" üzerine master yaptı.
Türkiye'ye döndükten sonra ATV'de çalışmaya başladı ve henüz 20'li yaşlarının başındayken kanalın program planlama müdür yardımcılığına getirildi. Dört yıl sonra aynı pozisyonda Kanal D için çalışmaya başladı ve bu dönemde "Nevzat Kitapçı" takma adıyla ilk televizyon dizisi senaryosunu (Çarli) yazdı ve dizi Star TV'de yayımlandı.
Güneyer daha sonra Kanal 6'nın müdürlüğü için kendisine getirilen teklifi kabul etti, fakat 4 ay sonra Kanal 6'nın o dönem yaşadığı sorunlar nedeniyle kapatılmasının ardından işsiz kaldı. Bu dönemde Yılan Hikayesi'ni yazmaya başladı. Memoli'nin ardından senaryolarını yazdığı Aşkım Aşkım, Beşik Kertmesi gibi bol reyting alan dizileri farklı televizyon kanallarında arka arkaya ekrana gelmeye başladı. Televizyonculuk kariyeri boyunca "dahi çocuk" olarak adlandırılan Güneyer 2004 yılının sonunda, senaryosuna da imza attığı ilk filmi Şans Kapıyı Kırınca'yı Ferhan Şensoy, Rasim Öztekin, Asuman Dabak gibi ünlü tiyatro kökenli oyuncularla Küba'da çekti. Şans Kapıyı Kırınca'nın hemen ardından yeniden televizyon için işler yapmaya başlayan Güneyer, 2005 yazında ikinci filmi olan Keloğlan Kara Prense Karşı'yı yazıp yönetti. Film, IMDb'nin "Bottom 100, En kötü 100" listesinde, 10 üzerinden 1.9 puanla 81. sırada yer aldığı gibi, Türk sinema eleştirmenleri tarafından da "Tarihin en kötü filmi" ilan edilmiştir. Ocak 2010 itibarıyla ATV'de yüksek reyting yapan "Adanalı" dizisinin de senaristidir. Show TV'de yayınlanan "Türk Malı" adlı dizinin de senaristi ve aynı zamanda da yönetmenidir. Kanal D'de yayınlanan Nuri dizisinin senaristliğini yapmıştır , dizi erken final yaparak son bulmuştur. TNT'de Yılan Hikayesi'nin yeniden çevrimi olan Dedektif Memoli'nin senarist ve yönetmenliğini yapmıştır. 21 Mart 2012'de başlayan "Türk'ün Uzayla İmtihanı" dizisinin senaristliğini yapmıştır. 2015 Yılında Trt'de yayınlanan Baba Candır dizisinin senaryosunu yazmıştır
Carlo Ancelotti
Carlo Ancelotti (d. 10 Haziran 1959, Reggiolo), İtalyan eski futbolcu, teknik direktör. 2016-17 sezonundan itibaren Almanya Bundesliga ekiplerinden Bayern München ile anlaşmıştır.
İlk olarak 1976 yılında Parma'de futbola başladı. 1979 yılında AS Roma'ya transfer oldu. Burada İtalya Lig şampiyonluğu ve 4 kez İtalya Kupası şampiyonluğu yaşadı. 1987-1992 yılları arasında AC Milan'da forma giydi. Bu takımın o dönemde kurulmuş efsanevi kadrosu içinde yer aldı. 1989 ve 1990 yıllarında üst üste Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kazanan kadroda yer aldı. Futbolculuk hayatı boyunca 26 kez İtalya millî futbol takımı forması giydi. Bu dönem içinde 1990 FIFA Dünya Kupası kadrosu içinde yer aldı.
Teknik direktörlük kariyerine ise ilk olarak Reggina takımında antrenörlük yaparak başladı. 1996'da bu takımın Serie A'ya çıkmasını sağladı ve AC Parma'da teknik direktörlüğe başldı. 1999'da Marcello Lippi'nin yerine Juventus'un başına geçti. İki sezon burada görev aldı ve ikisinde de az farkla şampiyonluğu kaçırdı. 2001 yılında gönderilen Fatih Terim'in yerine geldiği AC Milan teknik direktörlüğünü 2009 yılına kadar yaptı. Bu dönem içinde 2004 yılında AC Milan'ın 17. şampiyonluğunu kazandırdı. 2003 yılında yine bir İtalya takımı Juventus'u Manchester'daki Old Trafford'da penaltılarla geçerek UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu. Aynı yıl UEFA Süper Kupası'nı ve İtalya Kupası'nı da kazandı. Milan iki yıl sonra bir kez daha 2004-2005'te İstanbul Olimpiyat Stadyumu'nda Liverpool ile oynanan final maçını oynamaya hak kazandı. Ancak ilk yarıyı 3-0 önde kapatan C.Ancelotti'nin takımı, Liverpool'un golleriyle skoru 3-3'e gelen maçta penaltılar ile kupayı kaybetti. 2006-2007 sezonunda Atina Olimpiyat Stadında Şampiyonlar Ligi finalinde karşı karşıya gelen bu iki takımın maçında Milan, Filippo Inzaghi'nin attığı iki golle Liverpool'u yenerek rövanşı aldı.
2009 yılında Chelsea takımında Guus Hiddink'den boşalan koltuğa getirilmiştir.
30 Aralık 2011 tarihinde ise Fransa'nın Paris Saint-Germain FC takımının başına geçmiştir. 19 Mayıs 2013 tarihinde Paris SG'de yaşadığı şampiyonluk ile; St. Etienne teknik direktörü Christophe Galtier ile birlikte Ligue 1'de "yılın teknik direktörü" ödülünü kazandı.
25 Haziran 2013'te Real Madrid resmi Facebook sayfasında Carlo Ancelotti ile 3 yıllığına anlaşıldığı duyuruldu.
Minör
Fransızca kökenli mineur'dan gelen, "küçük" anlamında nitelik belirten sıfat kelime
Felsefe alanında da genel olarak Küçük önerme anlamında kulanılmaktadır. Postmodern düşünürler tarafından önemsenmiş ve önemli bir teorik terim olarak kullanılmıştır.Siyasetten felsefeye Modernizm de evrensel, genel, kesin içerimli kavramlar kullanımaktaydı ya da baska bir deyişle kullanılan kavramların böyle oldukları varsayılmaktaydı. Postmodern felsefe buna karşıt olarak, yerelin, tikelin ve göreli olanın vurgulanması anlamına gelmektedir. Bu şekilde, siyasette, estetikte, mimaride, toplumsal teoride, felsefede küçük olanın önemsenmesi ve formüle edilmesi söz konusu olmuştur. Yani Majör olana karşı "Minör" olanın benimsenmesi.
Özellikle Gilles Deleuze ve Félix Guattari ikilisinde bu kavramın kullanıldığı görülür. Örnegin "Kafka, Minör Bir Edebiyata Doğru" çalışmaları ikilinin yaklaşımına işaret eder.
Minör gamlar; bir tam, yarım tam, iki tam, yarım tam, iki tam'dan oluşur.
La armonik minör gamındaki sondan bir önceki aralık böylelikle 1,5 ses olur ve bu aralık bir anlamda Türkiye’de kullanılan makamlardaki artık 2’li aralığa benzer. Bu gamda Mi notasından başlayıp diğer Mi’ye gidersek, ortaya çıkan gamın Hicaz-ı Humayun makamının dizisine benzediği söylenebilir:
Aşağıda Mi melodik minör gamını ve Johann Sebastian Bach’ın bir parçasında kullanılan örneğini göreceğiz:
Johann Sebastian Bach’ın Mi Minör Lavta Süitindeki (BWV 996) Bourrée dansının ilk 5 ölçüsü Mi melodik minör gamına örnek gösterilebilir:
Minör gamların aldığı arızaları bulmak için öncelikle ilgili majör ve ilgili minör gamları incelememiz gerekiyor:
İlgili Majör ve İlgili Minör Gamlar
Bir majör gamla aynı arızaları alan minör gama o majör gamın ilgili minörü denir. Aynı şekilde bir minör gamın arızalarını alan majör gam da o minör gamın ilgili majörü adını alır. İlgili iki gamın tonal donanımları aynıdır.
Bir majör gamın 6. derecesiyle başlayan minör gam o majör gamın ilgili minörüdür. Aynı şekilde bir minör gamın 3. derecesiyle başlayan majör gam o minör gamın ilgili majörüdür.
Yani bir majör gamın arızaları bilindiğinde ilgili minörünün arızaları da biliniyor demektir. Dolayısıyla minör gamların aldığı arızaları bulmak için 5’li çemberi bilmek yeterlidir.
Örneğin, Do majör ve La minör gamları arıza almazlar ve böylelikle tonal donanımlarında arıza yoktur. Do majör gamı, La minör gamının ilgili majörüdür; La minör gamı da Do majör gamının ilgili minörüdür:
Sol majör ve Mi minör gamları Fa diyez arızasını alırlar. Yani Mi minör gamı Sol majör gamının ilgili minörüdür.
Doğal Minör Gamların Tonal Donanımları
Aşağıdaki 5’li çember şemasında majör gamlar ve ilgili minör gamları aynı tonal donanımla gösterilmiştir.
Örneğin La Minör gamı hiçbir arıza almadığı için portede diy |
ez ve bemol göremeyiz:
Bir parçanın tonal donanımında –‘O leyli’ de olduğu gibi- bemol ve diyez yoksa, bu parçanın üzerine kurulduğu dizi (yani tonu) Do majör müdür yoksa La minör müdür?
Buna karar vermek için parçanın genelindeki ezginin bütününe, parçanın ilk giriş notasına ve en son bitiş notasına bakılabilir. ‘O leyli’ parçasının ezgisi La notasında başlar ve bize açıkça La doğal minör gamının ilk 5 notasını gösterir. Ezginin son notası da La notasında karar verir. Bu parçanın tonu La minördür. Ama tabii ki bu formüle uymayan milyonlarca parça da vardır.
Diğer minör gamların tonal donanımları şöyledir:
Bir parça armonik minör ya da melodik minör gamı üzerine kurulmuşsa, tonal donanım nasıl yazılır? 6. ve 7. derecelerin değişmesiyle oluşan notalar tonal donanımda gösterilmez ve bu arızalar (naturel, diyez ve bemol) parçanın içinde notaların başına her seferinde yazılır.
Paralel Gamlar
Aynı sesle başlayan biri majör diğeri minör olan iki gam birbirinin paralelidir.
Örneğin D majör ve D minör gamları paralel iki gamdır.
Ökaryot
Ökaryotlar (), hücrelerinde bir çekirdek ve başka organeller içeren bir canlılar grubu olup bilimsel sınıflandırmada arkeler ve bakterilerle beraber tüm canlıları kapsayan üç ana gruptan biridir.
Ökaryotların genetik malzemeleri zarla çevrili çoğunlukla bir, nadiren birden çok çekirdek içinde yer alırlar. Bu nedenle kelime, gerçek () ve çekirdek () sözcüklerinden türetilmiştir. Sıfat hâli ökaryotiktir. Bakteri ve arkeler çekirdeksiz olduklarından beraberce prokaryot olarak adlandırılırlar (evvel (-) ve çekirdek ()). Çekirdeğin yanı sıra ökaryotların kloroplast veya mitokondri gibi zarla çevrili çeşitli organelleri vardır. Bu tür hücre içi karmaşık yapılar da prokaryotlarda bulunmaz.
Ökaryotların ortak bir atası olduğu için bir üst âlem () olarak tanımlanmışlardır. Üst âlem sisteminde ökaryotların prokaryotlara kıyasla arkelerle daha çok ortak özellikleri olduğundan arkelerle beraber neomura kladı içinde gruplandırılırlar.
Ökaryotlar genel olarak bitki, hayvan, mantar ve Protista olarak dört gruba ayrılırlar. Ancak protista grubu aslında bitki, hayvan ve mantar olarak sınıflandırılamayan canlıları bir arada toplayan bir grup olduğu için bazı biyologlar tarafından kabul görmez ve yerine daha küçük gruplar tanımlarlar.
Çok çeşitli ökaryotik hücre tipi olmakla beraber hayvan ve bitkilerin en yaygın ve iyi bilinen çeşitleri olduklarından ökaryot yapısının anlaşılması için iyi bir başlangıç noktası oluştururlar. Ancak mantar ve çoğu protistanın hayvan ve bitkilerden önemli farklılıkları vardır.
Hayvan hücresi, hayvanların dokularını oluşturan bir ökaryotik hücre tipidir. Hayvan hücreleri diğer ökaryotlardan (özellikle bitki hücrelerinden) belirgin bir farklılık gösterir; hücre duvarı ve kloroplastları yoktur ve kofulları daha küçüktür. Hücre zarı esnek olduğundan hayvan hücreleri çeşitli şekillere girebilir ve fagositik bir hücre, başka cisimleri içine alabilir. Ayrıca bitki hücresinden farklı organeleri vardır. İnsan hücreleri biyolojik olarak ökaryotik hücrelerle aynı kategoriden sayılırlar.
Bitki hücreleri diğer ökaryotik organizmaların hücrelerinden oldukça farklıdırlar. Belirgin özellikleri
Mantar hücreleri en çok hayvan hücrelerine benzerler. Hayvan hücrelerinden farklılıkları
Ökaryotik hücreler, prokaryotlardan genelde çok daha büyüktürler. Organel olarak adlandırılan çeşitli iç zarlar ve iç yapılar, ayrıca miktrotüpçük (), mikroiplik () ve ara ipliklerden () oluşmuş hücre iskeletine sahiptirler. Hücre iskeleti, hücrenin iç yapısını ve şeklini belirler. Ökaryotik DNA, hücrenin bölünme dönemlerinde kromozom olarak adlandırılan doğrusal tomarlar hâline dönüşür. Bunlar çekirdeğin bölünmesi sırasında kopyalanıp mikrotüpçükler tarafından çekilirler. Eşeysiz hücre bölünmesine (mitoz) ek olarak çoğu hayvan hücresinin hücre kaynaşması yoluyla gerçekleşen bir eşeyli üreme sürecine (mayoz) sahiptir. Bu üreme süreci prokaryotlarda görülmez.
Ökaryotik hücrelerde çeşitli zarla çevrili yapılar bulunur. Bunlara toplu olarak iç zar sistemi denir. Vezikül veya koful (vaküol) gibi basit bölmeler başka zarlardan tomurcuklanarak meydana gelir. Çoğu hücreler endositoz adı verilen bir süreçle besin ve diğer maddeleri içlerine alırlar; endositozda dış zar içe kıvrılıp sonra büzülerek bir vezikül oluşturur. Çoğu zarla çevrili organelin evrim sırasında bu tür veziküllerden meydana gelmiş olduğu varsayılmaktadır.
Çekirdek, çekirdek kılıfı olarak adlandırılan bir çift zar ile çevrilidir. Çekirdek örtüsünde bulunan gözenekler moleküllerin girip çıkmasını sağlar. Çekirdek kılıfının çeşitli tüp veya yapraksı uzantıları, endoplazmik retikulum (ER) olarak adlandırılan yapıyı oluşturur. Bu yapı protein ulaşımı ve olgunlaşmasından sorumludur. Granüllü ER'da ribozomlar bulunur ve bunların sentezlediği proteinler ER'un iç kısmına (lümenine) girer. Bu proteinler sonradan düz ER'dan (yani ER'un granülsüz kısmından) tomurcuklanan veziküllerin içine girerler. Çoğu ökaryotta bu protein taşıyan veziküller golgi aygıtı veya diktiyozom denen yassılaşmış vezikül desteleriyle kaynaşırlar ve proteinler orada çeşitli yapısal değişimlere uğrarlar.
Veziküller çeşitli amaçlar için özelleşmiştir. Örneğin lisozomlar, besin kofullarının içindekileri sindiren enzimler bulundurur, peroksizomlarsa hücre için zehirli olan peroksiti parçalar. Çoğu protozoada bulunan büzülür (kontraktil) kofullar, hücredeki fazla suyu toplayıp dışarı atarken ekstruzomlar avcı (predatör) canlıları kaçırmasına ve hücrenin avını yakalaması için dışarı madde atmasına yarar. Çok hücreli canlılarda hormonlar, çoğu zaman veziküllerde üretilirler. Yüksek bitkilerde hücre hacminin büyük bir kısmını işgal eder merkezî koful, hücrenin osmotik basıncını sabit tutar.
Mitokondriler hemen her ökaryotta bulunan organellerdir. Bir çift zarla çevrilidirler ve içte olanına krista adı verilen iç kıvrımlardan oluşurlar. Hücre solunumu burada gerçekleşir. Kendi DNA'ları vardır ve başka mitokondrilerin bölünmesi sonucu meydana gelirler. Evrim sırasında endosimbiotik bakterilerden (proteobakteriler) oluştukları teorisi genel kabul görmüştür. Mitokondrisi olmayan birkaç protozoda da hidrojenozom ve mitozomlar gibi mitokondri türevi organeller mevcuttur.
Bitki ve çeşitli alg gruplarında ayrıca plastitler bulunur. Bunların da kendi DNA'ları vardır ve endosimbiontlardan (bu durumda siyanobakteriler) oluşmuşlardır. Bu plastitlerin çoğu kloroplast olup siyanobakteriler gibi klorofil içerip fotosentez yoluyla enerji üretirler. Diğer plastitler gıda depolamaya yarar. Plastitlerin tek bir kökeni olması muhtemel olmakla beraber plastit bulunduran bitki grupları evrimsel olarak birbirine yakın değildir. Bazı ökaryotlar plastitlerini ikincil bir endosimbiyoz veya yutma yoluyla edinmişlerdir.
Çekirdeğin de endosimbiotik kökenli olduğu öne sürülmüş, ayrıntısı aşağıda verilmiştir. Ayrıca ökaryot kamçısının da endosimbiotik kökenli olduğu ve spiroketlerden geliştiği iddia edilmiş, ancak hücre anatomisi ile uyumsuzlukluğu ve hücre çoğalmasıyla bağdaştırılamadığı için bu iddia genel kabul görmemiştir.
Çoğu ökaryotun kamçı (flagella veya flagellum) adı verilen, ince, uzun ve hareketli sitoplazma uzantıları vardır. Bunlar tübülin ve kısa kirpiklerden (silyalardan) oluşur. Her ikisi de beslenme, duyum ve hareketle ilişkilidir ve prokaryot kamçılarından tamamen farklıdır. Kamçıyı içinden destekleyen bir demet mikrotüpçüktür. Bunlar, kinetozom ve sentriyol olarak da adlandırılan bazal cisimden çıkar. Mikrotüpçükler kamçının içinde, merkezde iki tekli ve onun çevresinde dokuz ikili olarak düzenlenmişlerdir. Kamçının ayrıca üzerini kaplayan saçlar (mastigonemler) ve onu zar ve hücre iskeletine bağlayan pullar da bulunabilir. Kamçının içi sitoplazmaya bağlıdır. Mikroiplik yapılar (aktin ve ona bağlanan α-aktinin, filamin, fimbrin) hücre zarının alt yüzeyinde tabaka ve desteler hâlinde bir ağ oluşturur. Mikrotübüllerin motor proteinleri, örneğin dinein ve kinesin, bu ağa dinamik bir özellik sağlar.
Sentriyoller çoğu zaman kamçısı olmayan hücre ve gruplarda da bulunur. Genelde kinetit olarak adlandırılan birli veya ikili gruplar hâlinde mikrotüpçüklerin köklerini oluştururlar. Bunlar hücre iskeletinin ana bileşkelerinden biridirler ve inşâları birkaç hücre bölünmesi boyunca olur. Bir kamçı ana hücrede kalır, öbürü ise ondan türetilir. Sentriyoller, ayrıca çekirdeğin bölünmesi sırasında iğ ipliği oluşumunda da rol oynayabilirler
Hücre iskeleti, hücrenin şeklini belirlemekte ve (kemokinez ve kemotaksi gibi) hareketini sağlamakta önemli bir rol oynar. Bazı protistlerin çeşitli başka mikrotüpçüklü organelleri de vardır: örneğin heliozoa ve radioloria, suda yükselme veya av yakalama için aksopodialara sahiptirler. Haptofitlerinse haptonema adlı kamçı benzeri bir organeli vardır.
Bitki hücrelerinin bir hücre duvarı vardır; bu, hücre zarının dışında yer alan ve pek esnemeyen bir tabakadır. Hem hücreye yapısal destek sağlar, hem de bir filtre mekanizması olarak çalışır. Hücrenin içine su girmesi hâlinde aşırı şişmeyi engeller. Birincil hücre duvarını oluşturan başlıca karbonhidratlar selüloz, hemiselüloz ve pektindir. Selüloz mikrofibrilleri, hemiselüloz bir yulara bağlanarak bir selüloz-hemiselüloz ağı oluştururlar. Bu da pektin matriks içinde yer alır. Birincil hücre duvarında bulunan başlıca hemiselüloz ksiloglukandır.
Çekirdek bölünmesi ile hücre bölünmesi çoğunlukla eşgüdümlü olur ve genelde mitoz yoluyla gerçekleşir. Bu süreç sonunda her kromozomun birer kopyası yavru hücrelere dağıtılır. Çoğu ökaryotlarda ayrıca bir eşeyli üreme süreci vardır. Bunda tipik olarak haploit ve diploit döller (nesiller) sırayla birbirini izler. Haploit dölde her kromozomun bir, diploit dölde ise iki kopyası vardır; haploit döl mayoz bölünmeyle, diploit dölse çekirdek kaynaşmasıyla (singami) meydana gelir. Ancak bu genel kalıp içinde epey bir çeşitlilik görülebilir.
Ökaryotik hücrenin oluşumu canlıların evriminde önemli bir dönem noktasıdır. Çünkü ökaryotlar tüm karmaşık hücreleri ve nerdeyse tüm çok hü |
creli canlıları içermektedir. Bu süreci oluşturan olayların zamanlamasını kestirmek zordur; Knoll (1992) yaklaşık 1,6-2,1 milyar yıl önce oluştuklarını öne sürer. Modern canlı gruplarına ait oldukları bâriz olan fosiller (kırmızı yosunlar), yaklaşık 1,2 milyar yıl önceden kalmadır.
1980'ler ve 1990'larda yapılan araştırmalar sonucunda çizilen rRNA Filogenetik ağaçlarında çoğu ökaryot organizma çözümlenememiş, (teknik anlamıyla gerçek taç olmayan) bir "taç" grup içinde bırakılmıştı. Bu grup, mitokondri kristallerinin şekline bağlı olarak ikiye bölünmüştü. Mitokondrisi olmayan birkaç grup, ayrı bir dal olarak diğer ökaryotlardan ayrılıyor, dolayısıyla bu eksikliğin çok eski dönemlerden kalma olduğu düşünülüyordu. Ancak artık bunun "uzun dal çekimi" adı verilen bir artifakt olduğu belirlenmiştir. Bu grupların diğer ökaryotlardan ayrıldıktan sonra mitokondrilerini kaybettikleri bilinmektedir.
Aktin ve diğer moleküllere dayandırılarak hazırlanmış ağaçlar, farklı ve daha tam bir görüntü ortaya çıkarmıştır. Ökaryotların çoğu aşağıdaki üst gruplara aittir:
Birkaç sınıflandırma uzmanı, unikont ve bikontlar adlı iki büyük klad tanımaktadırlar: unikontlar tek, bikontlarsa iki kamçılı bir atasal canlıdan türemişlerdir. Bu sistemde ofistokontlar ve amibozoanlar unikont sayılırlar, kalanlar bikontturlar. Kromistler ve alveolatlar, atasal olarak kromalveolatlar adlı fotosentetik daha büyük bir gruba ait olabilirlerse de bu görüş hâlen tartışmalıdır. Özellikle sentrohelidler gibi bazı küçük protista grupları bu üst gruplardan hiçbiri ile ilişkilendirilmemişlerdir. Ökaryotlar, arkelerle genetik mekanizmaları açısından yakın derecede ilişkilidir. Bu yüzden bazı uzmanlarca arkelerle birlikte neomura kladına yerleştirilirler. Ancak hücre zarının yapısı gibi başka bakımlardan ökaryotlar bakterilerle benzeşirler. Bu durumu açıklamak için üç hipotez önerilmiştir:
Sonuncu hipotez halen en çok kabul görmektedir. İç zar sistemi ve mitokondrilerin kökeni de tartışmalıdır. Fagotrofik hipoteze göre endositozun gelişmesini takiben bu zarlar oluşmuş ve sonra özelleşmişlerdir. Mitokondriler, plastitler gibi yutma yoluyla edinilmişlerdir. Sintrofik hipoteze göre bir ön ökaryot (proto-ökaryot), beslenmek için ön mitokondriyi (proto-mitokondriyi) kullanıyordu. Zaman içinde büyüyerek onu tamamen sarmış, kısmen mitokondri genlerinin katkısıyla iç zarlar daha sonra oluşmuşlardır. (Bu hipotezin bir versiyonu hidrojen hipotezi olarak bilinir.)
Kızıl Tugaylar
Kızıl Tugaylar (İtalyanca: Brigate Rosse, kısaca BR ) 1970 yılında Alberto Franceschini, kız arkadaşı olan Margherita "Mara" Cagol ve Renato Curcio tarafından kurulan solcu militan bir örgüttür. Marksist Kızıl Tugaylar örgütünün amacı silahlı mücadele vererek devrimci bir devlet kurmak ve İtalya'yı Batı Bloğu'ndan çıkarmaktı.
1978 yılında İtalya Hristiyan Demokrat Partisi ("Democrazia Cristiana") başkanı ve İtalya Başbakanı Aldo Moro'yu kaçırdılar ve öldürdüler. 1984'teki bölünmenin ardından iki fraksiyona ayrılan örgüt, 1989'da Soğuk Savaş'ın bitimine kadar zorlukla ayakta kalabildi ve şu anda orijinal üyelerinden hiçbiri kalmamış zayıf bir örgüt konumundadır. 1970'ler boyunca Kızıl Tugaylar yaklaşık 14,000 şiddet eyleminden sorumlu tutulmuşlardır.
Örgütün sloganı "Bir kişiyi vur, yüz kişiyi eğit" olmuştur. Eylemlerine ufak çaplı kundaklama ve bombalamalarla başlayan örgüt 1974 yılından itibaren devletin kalbine saldırma stratejisini benimsemiştir. Bu plan dahilinde savcılar, yargıçlar, güvenlik güçleri, profesörler, teknokratlar hedef seçilmiş; birçok kişiye suikast yapılarak öldürülmüştür. Bu stratejinin ilk eylemi de 1974 yılında Cenova'da kaçırılan yargıç Mario Sossi olmuştur. Bu eylemden sonra Mario Sossi serbest bırakılsa da Kızıl Tugaylar'ın saldırıları İtalya'da şiddetini arttırarak devam etmiştir.
Kızıl Tugaylar 1978 yılında Aldo Moro'yu kaçırmışlardır. Moro'yu 55 gün rehin tuttuktan sonra isteklerinin yerine getirilmediğini öne sürerek kendisini öldürmüş, cesedini yol kenarına park etmiş bir aracın bagajına yerleştirmişlerdir.
Kaçırılma süreci ve ardından yaşanılanlar 2003 yapımı Buongiorno Notte filminde işlenmiştir.
Aldo Moro cinayetinden sonra İtalya çapında güvenlik güçleri tarafından sürekli takip edilen Kızıl Tugaylar 80'li yılların başında yakalanan militanların itirafları sonucunda büyük ölçüde çökertilmiş, lider kadrosunun çoğu yakalanmıştır. 90'lı yıllara girilirken değişik fraksiyonlara ayrılan Kızıl Tugaylar etkinliğini büyük ölçüde yitirmiş, eylemleri yok denecek kadar azalmıştır.
Majör
Majör, Minörün karşıtı olarak Fransızca "majeur" kelimesinden gelen, büyük anlamında nitelik belirten sıfat terim. Terim olarak büyük, önemli anlamlarında kullanılır.
Felsefe alanında da aynı şekilde genel anlamda Büyük önerme anlamında kullanılmaktadır. Bu kökensel anlamlarına bağlı olarak, düşünce alanında genel, evrensel ve kesin olanın Majör olarak ifade edilmesi yaygınlaşmıştır. Bu nedenle Postmodern düşünürlerin her alanda izlerini sürüp yadsımaya çalıştıkları eğilimin adıdır Majör. Edebiyatta, müzikte, siyasette, teoride Majör olan bir yöntem ve yaklaşım biçimi olarak yadsınır.
Giacomo Giralomo Casanova
Giovanni Giacomo Casanova (2 Nisan 1725 Venedik - 4 Haziran 1798, Dux Bohemia, şimdiki Duchcov, Çek Cumhuriyeti) ünlü bir maceracı, yazar ve çapkın.
Ne kadar Don Juan'a birçok kadını ayarttığından benzetliyorsa da, Casanova karşı taraftaki kurmacadan çok daha farklıydı. Casanova ilişkileri olan kadınları gerçekten çok severdi ve çoğu zaman hadiselerinden sonra uzun süre arkadaş kalırdı. Sayısız aşk macerası Casanova'nın sadece bir yüzüdür.
Casanova evrensel olarak kadınların gönüllerini fethetmedeki becerisiyle tanınır. Otobiyogrofisinde 'Histoire de ma vie' (Hayatımın Hikâyesi), 18. yüzyıldaki en güvenilir sosyal hayat görenekler ve ilkeler kaynağı, 122 kadınla yattığını yazar.
Casanova 1725'te Zanetta Farussi ile Gaetano Giuseppe Casanova aktörlerinin oğulları olarak Venedik'te doğar. Casanova soyadını biyolojik babasından değil, annesinin kocasından almıştır. Gerçek babası Michele Grimani olarak bilinen Patrik ailesinin bir üyesiydi ve bir zamanlar ikisinin de çalışmış olduğu San Samuele tiyatrosunun sahibiydi. Aile çocuklarına çok ilgi gösterdi. (Casanova 6 çocuktan en büyüğüydü-Francesco (1727) evlilik dışı dünyaya gelmişti, diğer 4 çocuk Giovanni Battista (1730), Faustina Maddalena (1731), Maria Maddalena Antonia Stella (1732) ve Gaetano Alvise (1734) Gaetano'nun çocuklarıydı) Casanova'nın kendisi birçok evlilik dışı çocuğa babalık yapardı ama kendi anne babası gibi onlara gereken ilgiyi hiçbir zaman göstermedi.
Gaetano 1733'te ölmeden önce Grimanis'e ailesine bakması için yalvarması Casanova'nın Padua'da yatılı bir okula gönderilmesinin nedeni olur. Böyle bir zamanda sadece orta veya üst sınıf bir ailenin oğlunu okula göndermesi normal karşılanan bir durumdur. Bir öğrenci olarak müthiş bir sabır gösterir ve kısa zamanda öğretmenin gözdesi olur, normalde hazırcevap, bilgiyi şiddetle arzulayan ve sürekli meraklıydı. Karşı cinsiyetle ilk burada iletişime geçti; 11 yaşındayken öğretmenin kızı bir anda ona ilk cinsel doyumunu (orgasm) verdi. 16 yaşında Hukuk doktorasını aldığı Padova Üniversitesi'nden ahlak felsefesi, kimya, matematik ve hukuk dersleri gördü. Şiddetle eczacılığa ilgiliydi; hevesli ve çoğu zaman içgüdüsel olarak iyi bir doktor olmasına karşın eczacılıkla ilgili bir kariyer yapmaması içinde kalmış bir üzüntü olmuştur.
Casanova 1740'ta Venedik'e geri döndüğünde, kilise hukuku kariyerine bir papaz olarak kilisede başladı. 1757'deki pasaportuna göre uzun (1.91m) ve uzun beyazlaşmış saçları vardı; güzel kokulu ve özenilmişçesine kıvırcıktı. 76 yaşındaki Venedikli senatör Alvise Gasparo Malipiero'ye kendisini sevdirdi. Malipiero en iyi çevrelerde delikanlı Casanova'ya iyi yemek ve şarap ile sosyal bir ortamda nasıl davranılması gerektiğini öğretti. Seks hakkındaki düşünceleri zihnini meşgul etmeye başladı ve kilise kariyerinde çok vakit geçirmeksizin maceralarla bir yerden bir yere savruldu. Hatıralarına göre, bekaretini 16 yaşında 3 kişilik bir ilişkide kaybetti.
Kilisedeki kariyeri kısaydı, skandallara lekenlenmiş olması tüm yaşamını doğal olarak etkilemişti. Daha sonra, komisyonu alıp Venedik Cumhuriyeti'nde düşük rütbeli bir askeri görevde olmak istediğini belitti, Korfu'da kısa bir süreliğine kaldıktan sonra İstanbul'a gitti. Askeriyedeki yükselmenin çok yavaş ve sıkıcı olduğunu görünce hırsını bir kenara attı. Tekrar Venedik'e, gerçek babasının sahibi olduğu San Samuele tiyatrosunda gereksinim dışı olarak kemancı oldu. 21 yaşında, Bragadin ailesinden Venedikli bir soylunun hayatını kurtarması onu varlıklı bir konuma getiren olay oldu. Ancak bir skandalın ardından Venedik'ten ayrıldı.
Paris, Dresden, Prag ve Viyana'da vakit geçirdikten sonra 1753'te memleketi Venedik'e döndü. 1755 Temmuz'unda 30 yaşındayken Venedik'te Inquisitori di Stato'da büyüye olan ilgisinden dolayı tutuklandı ve Doge'ın Sarayı'nın hemen yanındaki ünlü cezaevi "I piombi" (Kurşunlar)'de mahkûm edildi. Casanova'ya 5 yıl ceza verildi ancak ne hüküm ne de yargı hakkında bilgilendirilmişti. Dönemin en güvenlikli hapishanelerinden biri olmasına rağmen 1 Kasım 1756'da olağanüstü bir kaçış planı uyguladı. Casanova'dan önce hiçbir mahkûm kaçmayı başaramamıştı (bkz."Histoire de ma fuite des prisons de la République de Venise qu'on appelle les Plombs"). Buradan Paris'e gitti. (5 Ocak 1757); Robert-Francois Damiens, XV. Louis'in hayatına kastetti.
1760'ta Casanova kendisi Chevalier gibi stilize etmeye başladı. Ara sıra kendisini Count de Farussi (annesinin kızlık soyadını kullanarak) diye tanıtırdı. Papa XIII Clement Casanova'yı Eperon d'Or'un Papal Order'ına göre sunmuştu; Casanova rahatlıkla kendisini Chevalier diye tanıtabileceğinden neşe doluydu. 1761'de Fransa'nın organize ettiği Yedi Yılın Savaşı'nın bitmesine yönelik teşkvinde Casanova Ausburg Kongresi'nde Portekiz'i tanıttı.
Casanova hayatı boyunca Avrupa'yı seyahat etmiş ve tüm başkentlerini ziyaret edebilmiştir |
ama çeşitli skandallardan dolayı kovulmuştur. Örneğin 1766'da Varşova'dan Count Albay Xavier Branicki'yle kadın arkadaşının üstünde tabancalar çıkmasından düelloya girmişlerdir ve Casanova Varşova'dan kovulur.
Casanova 73 yaşında öldüğü Dux Kalesi, Bohemia'dadır (şimdiki Duchcov, Çek Cumhuriyeti. Burada otobiyografisini yazmıştır. (şimdiki Duchcov, Çek Cumhuriyeti). 1785'te Count Joseph von Waldstein'ın kütüphanecisi ve imparatorun haznedarı olarak emekliye ayrılır. Son yıllar Casanova için anlayışsız, meşakkatli, sıkıcı ve sinir bozucudur. Kont'la iyi geçinmesine rağmen, Kont'un meşguliyetleri ve kendi kütüphanecisine ayıracak çok az zamanı vardı; çoğu zaman yemeklerde aldırmaz ve ziyaret eden önemli konuklara onu tanıtırken başarısız olurdu. Casanova Dux Kalesi'nin sakinleri tarafından da pek sevilmezdi. Hizmetçiler bu yaşlı adama karşı kinciydi, yine de birçoğunda derin bir çekicik hissi uyandırıyordu.
Bir seven olarak Casanova'nın başarılı olmasındaki neden, 18. yüzyılda, kendi zevkine düşkün olduğu kadar karşı cinsin kendisinden keyif alması için özen göstermesidir. Ayrıca kendisinin ayartılmış olmasından hoşnutluk duyardı; çoğunlukla muhteşem bir baştan çıkartıcı, kendisini kadınları arzu etmedeki sembol olarak görmeyi tercih ederdi. Takip ettiği güzel kadınları sevdiğine inanırdı ve onun zamanı için anormal bir şekilde, onlara eşit, aynen sevgili arkadaşları gibi muamele edip hadiseleri bittikten sonra ise uzun süre boyunca arkadaş kalırdı. Sırf deneyim olsun diye birkaç erkekle de yattı ve yaşamı boyunca travestisme ilgisi vardı. Zührevi hastalık ve kumar, hayatında göze çarpanlardan sadece ikisiydi. Kumar yüzünden bir sürü şansı hem kazandı hem kaybetti; Paris'te bir devlet piyangosu başlatarak zengin oldu, ama parasını bir ipek fabrikasına yatırarak kazandığı tüm parayı kaybetti.
En çok yataktaki maharetinden tanınmasına rağmen, günümüzce olağandışı bir kişi olarak görülür. Prens Charles de Ligne, çağın göze çarpan özellerininin çoğunu bilen büyük Avusturyalı devlet adamı Casanova'yı tanıştığı en ilginç adam olarak görür ve "dünyada yatkın olmadığı hiçbir şey yoktur" der. Count Lamberg "bilgi sınıfında, zekası ve hayalgücünde onunla eşit düzeyde olacak çok az kişi biliyorum" diye yazmıştır.
Casanova, sayısız yolculuğunda, Papa Clement XIII, Büyük Catherine (Katrin, Katerin), Büyük Frederick (daha sonra da güzel bakışlarına yorumda bulunan), Madame de Pompadour, Fransızca öğretmeni Crebillion, Voltaire, Benjamin Franklin gibi daha birçok tarihsel figürle karşılaşır. Mozart'ın Don Giovanni galasında mevcut bulunmuş ve büyük bir olasılıkla Lorenzo Da Ponte'nin opera kitabında son dakika düzeltmeleri yapmıştır. Casanova iş adamı rolünü aldığı halde, diplomat, casus, politikacı, filozof, sihirbaz ve yazardır aynı zamanda. Yirminin üzerinde kitap ve çok sayıda oyun, (Polonya'nın kuşatmasını ve tarihini anlatan çevirisi- "Istoria della tubolenze della Polonia") hayranlıkla beğenilir. Hazırcevaplık, sosyal büyü ve paranın kendisine bedavaca verilmesi yaşamının büyük bir kısmını kaplar.
Aç Marvin
Aç Marvin, South Park dizisinde yer alan hayali bir karakterdir. Aç Marvin çocuklara (Stan, Kyle, Cartman, Kenny) Sally Struthers tarafından Etiyopya'dan gönderilmiştir. Çocuklar vakfın 5 dolar bağışlayana saat hediyeli reklamını görüp, 5 dolar bağışlarlar ama karşılığında "Aç Marvin" gelir.
"Aç Marvin", açlıktan ölmekte olan bir çocuktur. Ayrıca uzaya giden ilk Afrikalı ve ilk Etiyopyalıdır.
Bilek güreşi
Bilek güreşi, iki kişinin özel hazırlanmış ve dirseklerin koyulduğu bir masada karşısındakinin bileğini yere yapıştırmaya çalıştığı atletik karşılaşma.
Dünya'da 100'ün üzerinde ülkede bilek güreşi yapılmakta ve Dünya Bilek Güreşi Federasyonu'na üye ülkelerin de sayısı hızla artmaktadır.
Teknik ve kol kuvveti bir bilek güreşi maçını kazanmada en önemli iki faktördür.
Dünyanın en eski ve amatörce olan şekliyle bile en yaygın sporlarından biri olan bilek güreşinin bilinen ilk organize turnuvası Kaliforniya'nın Petaluma şehrinde bulunan Gilardi'nin salonunda yapılmıştır.
Bu müsabakayı Bill Sonbranes isimli genç araştırmacı organize etmiştir. Bu düzenlemenin arkasından Kuzey California ve Kaliforniya eyalet şampiyonaları düzenlenmeye başlamıştır.
İlk dünya bilek şampiyonası 1962 yılında yine Petaluma California'da düzenlenmiştir.
Yarışmalar gençler(18 yaş altı),süper gençler(19-21 yaş) ,büyükler,Master,Graund Master ve engelli genç erkekler, engelli genç bayanlar, engelli süper genç erkekler, engelli süper genç bayanlar Engelli büyük erkekler, engelli büyük bayanlar
bu kategorilerdeki kilo dağılımları ise şöyledir:
The Clash
The Clash, 1976'da kurulan ve 1986 yılında dağılan İngiliz punk rock grubu. 70'li yılların sonlarındaki orijinal punk hareketinin en başarılı ve ikon gruplarından bir tanesiydi. Efsanevi sahne şovlarıyla tanınırlardı. Punk'ı reggae, rockabilly, dans, caz, ska ve daha pek çok türle birleştirdikleri 6 stüdyo albümü kaydetmişlerdir. 1979 yılında çıkardıkları "London Calling" albümü Rolling Stone dergisinin 2003'te yayımladığı "tüm zamanların en iyi 500 rock albümü" listesinde 8. sırayı almıştır.
Mick Jones'un -daha sonra The Clash'in menajeri olacak olan- Bernard Rhodes ile kurdugu London S.S. adlı bir grubu vardı. Paul Simonon London S.S.'e katılınca, Mick Jones gruba yeni bir isim vermek istedi ve Simonon'a gitar çalmayı öğretmeye karar verdi. Fakat Simonon gitar çalmayı bir türlü öğrenemeyince basgitarda karar kıldılar.
Daha sonra gruba Keith Levene ve Terry Chimes dahil olsa da; adapte olamadıkları gerekcesiyle gruptan ayrıldılar. O siralarda The 101ers adlı başka bir gruba üye olan Joe Strummer ise 31 Mayıs 1976'da Mick Jones ve ekibine katıldı.
İlk iki albümleri ("The Clash" ve "Give'em Enough Rope") punk rock tarzındadır. Üçüncü albüm "London Calling" daha çok reggae özellikleri taşır. "Sandinista!" pek cok tarzı barındırırken, "Combat Rock" ise pop rock özellikleri bulundurmaktadır. Son olarak, "Cut the Crap" disko unsurları taşır.
The Clash örneğini, 1977'de Rock 'n' Roll'un temel niteliklerinden biri olan isyanı yeniden keşfeden yüzlerce grup izleyecekti. Artık her biri, kısıtlı olanaklar ve sınırlı bir müzik bilgisiyle bir yerlerde sahne alabilirdi. Uyandırdıkları etki İngiltere ve ABD'yi aşmış ve başta Latin dünyası olmak üzere dünyanın birçok yerinde kendini hissettirmiştir.
Londra'daki Roxy Club'da 60'lı yıllara referansta bulunan gruplara geçit yapıyordu; Jam, Buzzcocks, Damned.
Prokaryot
Prokaryotlar ya da Prokaryota; bakteriler, mavi-yeşil algler, riketsiyalar, aktinomisetler ve mikroplazmaların gruplarının dahil olduğu; gerçek çekirdek zarları ve membrana bağlı organelleri olmayan, fosfolipid barındıran hücre duvarı ve tek helezonlu DNA molekülü hücre içinde serbest halde bulunan mikroorganizmaları kapsayan canlılar üst alemdir.
Organeller ve karmaşık sitoplazma yapısı bu canlılarda bulunmaz. Mavi-yeşil algler çekirdeksiz hücrelerin en gelişmiş kolunu oluşturur. Hemen hemen hepsi kromozom olarak proteinle çevrilmiş çember şeklinde bir DNA zinciri içerirken, mitoz bölünme yapmazlar. Her hücrede haploit olan tek kromozom, açılarak bir hücrenin bir ucundan diğer ucuna hareket ederek kendini eşlediğinde, hücre bölünür.
Yunanca, "önce" anlamındaki πρό (pro) kelimesi ile "çekirdek" anlamına gelen καρυόν (karyon) sözcüklerinin birleşmesinden oluşturulmuş terimdir.
Karayip Korsanları: Siyah İnci'nin Laneti
Karayip Korsanları: Siyah İnci'nin Laneti (İngilizce: "Pirates of the Caribbean: The Curse of the Black Pearl"), Johnny Depp, Orlando Bloom ve de Keira Knightley'in başrollerini paylaştığı Walt Disney yapımı macera filmi.Ocak 2004 itibarı ile film ABD'de 305.413.918 $, uluslararası olarak 348.850.097 $ hasılat ile toplam kazancı 654.264.015 $'a ulaşmıştır. Film ABD'de gösterime girdiği ilk hafta 46.630.690 $ gelir elde etmiştir.
Hikâyede karayiplerin Port Royal kasabasında iyi tanınan bir metal işçisinin çırağı olan Will Turner'ın(Orlando Bloom), sevgilisi Port Royal valisinin kızı olan Elizabeth Swann'ın(Keira Knightley) acımasız korsan Hector Barbossa(Geoffrey Rush) tarafından kaçırılması sonucu onu kurtarmak için yaşadığı maceralar anlatılır.
Bu filmdeki oyunculuğuyla Johnny Depp, Akademi Ödülleri'ne aday gösterilmiştir.
Maltepespor
Maltepespor ismini İstanbul'un Maltepe ilçesinden almış olan futbol kulübü.
Yeşil-Beyaz-Kırmızı renklere sahip olan kulüp maçlarını 5.000 kişilik Maltepe Hasan Polat Stadyumu'nda oynamaktadır.
Maltepespor 1923 yılında kurulmuş olup, Bölgesel Amatör Lig'te mücadele etmektedir. 2008-2009 sezonunda tarihinde ilk kez profesyonel mücadelesinde küme düşmüştür. BAL Ligi 10. Grupta Osmaneli'ni 2-1 Yenerek grubu lider tamamlayarak Tekrar 3. Lig'e yükselmiştir.
Maltepe Gençler Birliği adı altında 1923 yılında kurulmuştur. 1949 yılına kadar bu isimle mücadele eden Maltepespor bu tarihte Maltepe Gençlikspor adını almıştır. 1955 yılında kurulan Güneşspor daha sonra Ağaspor takımlarının Maltepespor adı altında birleşmesiyle bugünlere gelmiştir. 1923 yılından bu güne kadar çeşitli değişimler geçiren Maltepespor günümüzdeki haline 1987-1988 yılında gelmiştir.
Maltepespor 1988-89 sezonunda Türkiye Amatör Şampiyonasında 2. olarak profesyonel olmuştur. 2008-2009 sezonu sonunda 3. Lige, 2009-2010 sezonu sonunda da Amatör lige düşmüştür. 2010-2011 sezonunda Bölgesel Amatör Lig 10. grupta 1. olarak tekrar 3. Lige çıkmıştır. 3. Lig'de geçirdiği altı sezonun ardında 3. grubu 8 galibiyet, 8 beraberlik ve 18 mağlubiyetle 16 tamamlamış ve Bölgesel Amatör Lig'e düşmüştür.
Abdülbaki Gölpınarlı
Abdülbaki Gölpınarlı, (d. 12 Ocak 1900, İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu – ö. 25 Ağustos 1982, İstanbul, Türkiye Cumhuriyeti), asıl adı Mustafa İzzet Baki olan edebiyat tarihçisi ve tercümandır.
Abdulbaki Gölpınarlı'nın babası Azerbaycan Gence'nin Gölbulak ilçesinden annesi ise Kafkas kökenli Vubh veya Ubıhlardandır. Gazeteci olan babası Ahmed Agâh Efendi, Mevlevî idi. Gelenbevi İdâdîsinin son sınıfındayken babasını kaybetti. Tahsili |
ne ara vererek çalışmaya başladı. İstanbul Vezneciler'de kitapçılıkla uğraştı. Çorum'un Alaca ilçesindeki Menbâ-i İrfân İptidâî Mektebinde öğretmenlik ve idarecilik yaptı. 1922’de İstanbul’a döndü, sınavla son sınıfına girdiği İstanbul Erkek Muallim Mektebi’ni, ardından da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü, Profesör Köprülüzade Mehmet Fuat Bey'in nezaretinde hazırladığı "Melâmilik ve Melâmiler" adlı mezuniyet tezi ile bitirdi (1930). Edebiyat öğretmeni olarak Konya, Kayseri, Balıkesir, Kastamonu liseleriyle İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde çalıştı. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Farsça okutmanlığı yaptı. Doktorasını verdikten sonra aynı fakültede Metinler Şerhi okuttu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde İslam-Türk Tasavvuf Tarihi ve Edebiyatı dersleri verdi. 1945’te Türk Ceza Kanunu’nun 142. maddesine aykırı davrandığı iddiasıyla tutuklandı; 10 ay hapis yattıktan sonra beraat etti ve görevine döndü. 1949’da kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.
Adını 1931’de yayımladığı "Melamilik ve Melamiler" adlı eseriyle duyuran Gölpınarlı; Türkiyat Mecmuası, Şarkiyat Mecmuası, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası’nın yanı sıra çeşitli dergi ve gazetelerde çok sayıda bilimsel makale yayımladı. "İslam Ansiklopedisi" ile "Türk Ansiklopedisi"’nin çeşitli maddelerini yazdı. Divan edebiyatını eleştirel olmaktan ziyade ideolojik bir yaklaşımla değerlendirdiği ileri sürülen "Divan Edebiyatı Beyanındadır" (1945) adlı kitabıyla büyük tartışmalara yol açtı.
Öztürk İlmaz
Öztürk İlmaz (d. 23 Temmuz, 1976; Kars, Türkiye) Türk şarkıcı.
İlk ve ortaokul öğrenimini İstanbul'da tamamlamıştır.
Müzik kariyerine lise yıllarında kurduğu Sigara (1995) adlı müzik grubuyla başladı. Daha sonraları Abflex ve Kronik gruplarıyla çalışmalarına devam etti. Bunları, 1997 yılında Erol Köse prodüksiyondan Ali Oytam'ın prodüktörlüğü ile çıkardığı ilk solo albümü "Güneş Sensiz Doğacak" izledi.
Bu albümünden "Kaç Gel" adlı parçasına klip çekti. Albümünün konserlerine devam ederken bir taraftan da "Vasiyet" albümünün çalışmalarına başladı ve Deniz Yılmaz ile beste çalışmaları yaptı. Birlikte yaptıkları çalışmalardan "Dağlar Dayanmaz" adlı şarkı Demir Demirkan'ın ilk albümünde, "Dön Bana" adlı şarkı da Asrın Tuncer'in albümünde yer aldı. "2002" yılında Deniz Yılmaz'ın prodüktörlüğünü yaptığı "Vasiyet" albümü piyasaya çıktı.
Bu albümden "Yalnızım", "Vasiyet" ve "Düşman" parçalarına klip çekildi. "Vasiyet" 'in konser turlarının yanı sıra Hücum Kedi adlı cover grubunun bünyesinde bar programlarında yer aldı. Yapımcılığını a&f'nin, prodüktörlüğünü Gökalp Ergen'in üstlendiği on bir parçalık üçüncü stüdyo albümü "Öztürk"'ün çalışmalarına 2005 yılında başladı. Grubu (Can Alper, Özcan Karanfil, Koray Erkan ve Can Güngör) ile yaptığı yaklaşık beş aylık bir kayıt sürecinden sonra 2007 yılında "Öztürk" piyasaya çıktı. Özlem Tekin, Mustafa Kemal Öztürk (Badem) ve Gökalp Ergen gibi konuk sanatçıların da yer aldığı albümden "Aldırma" adlı parçaya klip çekildi. Öztürk 2016 yılında Kadıköy'de vokalistliğini kendi üstlendiği, bas gitarda Barış Koşbay, gitarda Hamid Nejatemin ve davulda Güvenç Kaplan’dan oluşan "İnsan" adlı müzik grubunu kurdu. Grubun ilk çalışmaları ’"Sevgililer Günü"’ parçası için iki klip çekildi. Söz ve müziğin Öztürk İlmaz’a ait olan şarkının aranjörlüğünü grup üstlendi.
Eagle
Eagle 90'lı yıllarda Chrysler ve Mitsubishi'nin ortak olarak yaptığı, Mitsubishi tabanlı bir marka. 2000'li yıllarda üretimden kaldırılmıştır
1966-1969 yılları arasında Formula 1'de yarışmış bir markadır.
Sözdebilim
Sözdebilim veya sahte bilim (İngilizce "pseudoscience"), bilimsel argümanlar kullanılarak ileri sürülen, ancak bilimsel çalışmaların gerektirdiği materyal, metot, test edilebilirlik (doğrulanabilirlik) gibi standartları taşımayan veya yeterli bilimsel araştırma ile desteklenmeyen iddia, inanç, bilgi ve uygulamalar bütününe verilen addır. Sözde bilim genellikle belirsiz, çelişkili, eleştirilere yönelik aşırı tepki ve kişiselleştirmeler, destekleyici verilerin abartılması, sonuçlara yönelik doğrulanması imkansız abartılı iddialar ile karakterize, kullanıcıları açısından da sosyal, maddi-manevi kazançlar sağladığı düşünülebilecek konular üzerinden yürütülür.
Pseudoscience deyimi Yunanca sahte, sözde anlamına gelen "‘pseudo’" köküyle Latince bilgi veya bilgi alanı anlamına gelen "scientia" terimlerinin bir araya getirilmesiyle türetilmiştir. İlk kez 1843 yılında kullanılan kelime genellikle negatif bir bağlamda kullanılmakta, sunucuları tarafından bilim olarak nitelendiği halde bilim alanına girdiği düşünülmeyen şeylerle ilgili küçümseyici bir yan anlamı da içermektedir. Sözdebilim yapmakla eleştirilen kişiler, doğal olarak bu sınıflandırmayı kabul etmemektedirler.
Belirli bir bilgi, metodoloji, araştırma ve uygulama alanının gerçekten bilimsel olup olmadığıyla ilgili standartlar araştırma alanına göre değişkenlik göstermekle birlikte yeniden üretilirlik "(reproducibility)" ve farklı özneler tarafından doğrulanabilirlik "(intersubjective verifiability)" gibi temel prensipler aynı kalmaya devam etmektedir. Bu ilkeler belirli bir fenomenle ilişkili hipotez veya teorilerin başkaları tarafından da geçerli ve güvenilir olup olmadığını test etmek için daha ileri araştırmalara imkân veren ölçülebilirlik veya yeniden üretilebilirliği sağlamaktadırlar. Bu ön şartlar bir araştırmaya doğrudan veya dolaylı olarak önyargıların hakim olmasını önlemektedir.
Yaygın sözdebilimsel teoriler geçerli bilimlerden çok öykü-olgu temelli olmaya eğilim göstermektedirler. Bu iddialar dikkatli bir şekilde kullanılan bir metodolojiden çok gerçeğin araştırılmasında yaygın bilimsel yanlış anlamalarla desteklenir.
Bir alan, uygulama veya bilgi;
Sözdebilimi tanımlayan diğer niteliklerden bazıları:
Bilim kendi kendini düzelten "(self-corrective)" bir yapıya sahiptir. Bu sebeple herhangi bir bilimsel yayında yayınlanan bilimsel bir makale, aynı veya benzer alanlardaki bir başka bilim insanı tarafından yine bilimsel temellere dayalı olarak eleştirilebilir. Buna karşı makale yazarı bilim insanının göstereceği tutum bunun, kendisine yönelik kişisel bir saldırı olduğunu düşünmek değil eleştirileri mantık ve deneyler süzgecinde değerlendirerek varsa karşı argümanlarını ortaya koymak veya bulgularını yeniden gözden geçirmektir. Sözdebilime yönelik eleştirilerden biri sözdebilim taraftarlarının eleştirel düşünceleri kişisel saldırı olarak gördükleri, eleştiri sahibi bilim insanlarını statükonun destekleyicileri, yeni fikirlere düşman veya kendilerine yönelik bir komplo içinde olarak değerlendirdikleri, bilimin kendi bilgilerine nüfuz edebilecek yeterlilikte olabileceğini göz ardı etme eğiliminde oldukları buna karşılık eleştirileri sahiplerinin iddilarını mantıksal veya deneysel bir temelde değerlendirmedikleri yönündedir.
Nörolog ve klinik psikologlar psikoterapi ve popüler psikolojide sözdebilim olarak gördükleri şeylerin ve ayrıca sözdebilimsel terapi olarak kabul ettikleri Nörolinguistik Programlama, Rebirthing, Reparenting ve Primal Therapy'nin artışına dikkati çekmektedirler. Uzmanlar, bilimsel açılardan desteklenmemiş bu tip popüler veya halk psikolojisi tarafından kullanılan terapilerin toplumda insan zihni ve beyni hakkındaki yanlış kanaatleri yaygınlaştıracağını ve halkı gerçek terapilerden uzaklaştırarak, halk sağlığına zarar vermeye yol açacağını ifade etmektedirler.
Önbilim "(Protoscience)" terimi bilimsel metotla yeterince test edilmemiş ancak mevcut bilimle tutarlı veya tutarsız olduğu durumlarda da bu tutarsızlğına dair akla uygun gerekçeler sunabilen hipotezleri tanımlamakta kullanılır. Terimin bir başka kullanım alanı da pratik bir bilgi alanında bilimsel bilgi alanına geçişi tasvir etmesidir. Sözdebilim ise tersine uygulamada veya prensipte test edilebilir olmayan veya testlerin aksini göstermesine karşın bilimsel olduğu savunulan bilgi tarzları için kullanılır.
Sözdebilim ile önbilim ve gerçek bilim arasında anlamlı sınırların olup olmadığı tartışmalıdır. Özellikle kültürel ve tarihi mesafelerin olduğu durumlarda (örneğin kimya ve simyada arasındaki ilişki) önbilimler yanlışlıkla sözdebilim olarak yorumlanabilmektedir.
VxWorks
VxWorks , Wind River Systems tarafından geliştirilen gerçek zamanlı bir işletim sistemidir. POSIX uyumlu bellek yönetimi, çok işlemci desteği, kullanıcı ara yüzü için kabuk (shell), sembolik ve kaynak seviyesinde hata ayıklama ve performans takip yeteneklerine sahiptir. Bir Robot İşletim Sistemi (ROS-RİS) türüdür.
VxWorks Unix benzeri işletim sistemlerinden farklı olarak, üzerinde Linux, Solaris ya da Windows çalışan bir makinada farklı işlemci mimarileri için yapılan çapraz derleme ile geliştirilir.
Spirulina
Spirulina, sıklıkla "mavi-yeşil alg" olarak da anılan, filamentöz siyanobakteri (Cyanobacteria) cinsidir. Botanik bilimi açısından yosunun bazını oluşturan iğ iplikli siyanobakteriler sınıflandırmasında ele alınır. ITIS tarafından aşağıda isimleri yer alan 16 farklı türü belirlenmiştir:
"Spirulina corakiana "
"Spirulina crispum"
"Spirulina labyrinthiformis"
"Spirulina laxa"
"Spirulina laxissima"
"Spirulina major"
"Spirulina maxima"
"Spirulina meneghiniana"
"Spirulina nordstedtii"
"Spirulina princeps"
"Spirulina subsalsa"
"Spirulina subtilissima"
"Spirulina pacifica"
"Spirulina platensis"
"Spirulina tenerrima"
"Spirulina weissii"
"Spirulina", aynı zamanda, yukarıda anılan ve çerçevede isimleri belirtilen 13 farklı türden biri olan "Spirulina platensis"'in (botanikçiler tarafından bu tür için günümüzde daha ziyade "Arthrospira platensis" tanımı kullanılmaktadır) ticari boyutta geçerli ismidir. "Spirulina platensis" ("Arthrospira platensis"), veya kısaca spirulina, bir gıda kaynağı olarak dünyanın pek çok yerinde yetiştirilen bir üründür ve çok zengin bir besin kaynağıdır. Dünyaya yayılması Aztek uygarlığından hareketle olmuştur ve Azteklerin temel besin maddeleri arasında yer almıştır. Bu "Spirulina" türü aynı zamanda flamingo kuşlarının |
tüylerindeki pembe tonların sebebidir.
Spirulina bir sağlıklı besin veya şifa maddesi olarak Kuzey Amerika ve Avrupa’da gözde bir ürün haline gelmiştir. Türkiye’de de giderek daha iyi tanınmakta ve tüketimi yaygınlaşmaktadır. Piyasada genelde kapsül, tablet veya toz şeklinde ve diyet ek malzemesi olarak bulunur.
Spirulina düşük yağ ve kalorili, kolesterolsüz, bütün temel amino asitleri içeren bir protein kaynağıdır. Şeker hastalığı ve anemi gibi hastalıklarla mücadelede ve hava kirliliğinin bünye üzerinde yarattığı zayıflatıcı etkilerin önüne geçilmesinde önemli katkılar sağlar. Antioksidan unsurlar içerdiği için, yaşlanmanın yanı sıra, kanser, artirit, katarakt gibi sağlık sorunlarının da temel bir faktörü oldukları düşünülen oksijen bazlı radikal hücrelere karşı da bağışıklık kazandırıcı etkisi bulunmaktadır. Dahası, spirulinada bulunan gamma-linolenik asit yağ birikintilerinin çözülmesine yol açar, kalp rahatsızlıklarının önlenmesinde yardımcı olur ve kötü kolesterolü düşürür. A.B.D. Ulusal Kanser Enstitüsü (National Cancer Institute) spirulinadaki sulfolipidlerin ayrıca böbrek toksisitesini azaltır ve radyasyon kaynaklı hastalıklarının şiddetini azaltır.
Spirulinanın insan bünyesi için temel besin kaynağı haline getirilmesinin yaratacağı etkiler üzerinde bilimsel boyutta tartışmalar sürmektedir. Aztekler için spirulina büyük önem taşımış olmakla birlikte, mısırın yanı sıra tüketilmiş bir temel gıda olduğu bilinmektedir. Günümüzde Japonya ve ABD'de bazı Budist tapınaklarında spirulina rahiplere benimsetilen diyetin temelinde yer almaktadır.
"Vitaminler" A (Beta-karoten formunda bulunur), B (tiamin), B (riboflavin), B (niasin), B (piridoksin), B (kobalamin), C vitamini, D vitamini, E vitamini, folat, K vitamini, biotin, pantotenik asit, inositol.
"Mineraller": kalsiyum, manganez, demir, krom, fosfor, molibden, iyodin, klorid, magnezyum, sodyum, çinko, potasyum, selenyum, germanyum, bakır, boron.
"Amino asitler": isoleucine, phenylalanine, leucine, threonine, lysine, tryptophan, methionine, valine, alanine, glycine, arginine, histidine, aspartic acid, proline, cystine, serine, glutamic acid, tyrosine.
"İçerdiği diğer maddeler": phycocyanin, klorofil, karotenoidler. myxoxanthophyll, zeaxanthin, cryptoxanthin, echinenone ve diğer xanthophylller. gamma linolenik asit, glükolipidler, sulfolipidler, polisakaridler.
Ahmed Muhtar Paşa
Ahmed Muhtar (Osmanlıca: احمد مختار باشا) (Gazi Ahmet Muhtar Paşa adıyla da tanınır; d. 1 Kasım 1839; Bursa - ö. 21 Ocak 1919; İstanbul), 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın Kafkasya cephesi komutanı, asker, gökbilimci, yazar, eğitimci ve devlet adamıydı. 1912 yılında kısa bir süreyle Osmanlı Devleti'nin sadrazamlığını da yapmıştır. Darüşşafaka Cemiyeti'nin kurucularındandır.
1839 yılında Bursa'da doğdu. Babası İpekçi Halil Efendi'ydi. Babası 6 yaşında ölünce dedesi tarafından büyütülen Ahmet Muhtar İlk ve Orta eğitimini Bursa'da tamamladı. Bursa Askeri İdadisini bitirdikten sonra İstanbul'a giderek öğrenimini Harbiye Mektebi'nde sürdürdü. 1860 yılında Harbiye'yi birincilikle bitirerek kurmay yüzbaşı oldu.
Ahmet Muhtar Harbiye'den mezun olduktan sonraki ilk görevi Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa'nın yanında Karadağ Savaşlarına katılmak oldu. Savaş sırasında küçük bir süvari birliğiyle Ustruck Geçidi'ni ele geçirmeyi ve iki yerinden yaralanmasına rağmen destek kuvvetler gelene kadar geçidi elinde tutmayı başardı. Bu başarısından dolayı binbaşılığa yükseltildi. Harbiye Mektebi'ne dönerek bir süre eğitim subayı olarak görev yaptı. 1863 yılında, sonradan Darüşşafaka Cemiyeti'ne dönüşecek olan Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslamiye'nin kurucuları arasında yer aldı. 1864 yılında Abdülaziz'in oğlu şehzade Yusuf İzzeddin Efendi'nin öğretmeni oldu. Şehzadeye 1864-1867 yılları arasında İngiltere, Fransa, Almanya ve Avusturya gezilerinde refakat etti.
Ahmet Muhtar 1867 yılında tekrar Karadağ'a döndü ve Karadağlı isyancılara karşı karşı büyük başarılar kazandı. 1869 yılında Yemen'e tayin edildi. Yemen'deki Arap isyanlarına karşı kazandığı başarılardan dolayı 1871 yılında 33 yaşında Müşir (Mareşal) rütbesini kazandı ve Yemen'e vali oldu. Daha sonra Şumnu, Erzurum, Bosna-Hersek ve Karadağ'da görev yaptı. 93 Harbi'nin arifesinde padişah II. Abdülhamit tarafından Kafkas cephesinin başkomutanlığına getirildi.
Ahmet Muhtar Paşa başkomutanlık görevini üstlenmek üzere 16 Mart 1877 tarihinde deniz yoluyla Trabzon'a, oradan da 30 Mart 1877'de Erzurum'a ulaştı. 27 Nisan'da Rus birlikleri Doğubeyazıt'ı işgal etti. 17 Mayıs'ta Ardahan Rusların eline geçti. Ahmed Muhtar Paşa Erzurum'u savunmak için Zivin'de bir savunma hattı oluşturdu. Komuta ettiği ordu Rus Ordusu'na karşı 25 Ağustos'ta Gedikler Muharebesi, 24 Ekim'de ise Yahniler Muharebesi'ni kazandı. Bu savaşlar sonrası "Gazi" unvanını kazandı.
Ancak Alacadağ Muharebesi'nde komuta ettiği Osmanlı ordusu yenilince, Ahmed Muhtar Paşa ordusuyla Erzurum’a çekildi. Ruslara karşı çok daha az bir asker gücüyle savaşmasına rağmen Aziziye Tabyası'nda Rusları defalarca geri püskürtmeyi başardı. İstanbul'dan asker desteği istemesine rağmen asker yardımı alamayınca Kafkas ordusunu Bayburt'a çekmeye karar verdi.
Bu sırada Tuna Cephesindeki Rus ordularının İstanbul'a yaklaşması üzerine İstanbul'a çağrıldı ve Çatalca'da Ruslara karşı bir savunma hattı kurmakla görevlendirildi. Ruslarla Ayastefanos Antlaşması görüşmeleri başlayınca savunma hattını Bakırköy'e kadar çekti. Savaşın son günlerinde Erkan-ı Harbiye başkanlığına getirildi.
Ahmed Muhtar Paşa 93 Harbi sonrasında Tophane-i Amire yöneticiliği, Manastır Valiliği ve Üçüncü Ordu müfettişliği gibi görevlerde bulundu. 1882-1908 yılları arasında "Fevkalade Komiser" görevine atanarak 26 yıl Mısır'da yaşadı.
1912’de Halâskâr Zâbitân’ın İttihat ve Terakki Cemiyeti çoğunluklu meclisin aleyhinde Askerî Şura'ya muhtıra vermesinin üzerine Sultan V. Mehmet Reşad , görece tarafsız sayılan Gazi Ahmet Muhtar Paşa’yı 22 Temmuz 1912’de sadrazam ilan etti. Sadrazamlığı sırasında kabine yönetimine gelen muhalif baskılar sebebiyle ve de Balkan Savaşları'nın başlamış olması üzerine, Gazi Ahmed Muhtar Paşa'nın önerisiyle 5 Ağustos 1912'de 4. Meclis-i Mebusan dağıtıldı. Sıkıyönetim ilan edildi. 29 Ekim 1912'de de Gazi Ahmed Muhtar Paşa sadrazamlık görevinden istifa etti. Sadrazamlığı, Sultan V. Mehmet Reşat saltanatında 22 Temmuz 1912 - 29 Ekim 1912 tarihleri arasında üç ay sekiz gün sürmüştü.
93 Harbi'ndeki anılarını savaşın ardından "Sergüzeşt-i Hayatım'ın Cild-i Sanisi" adlı bir eserde toplamıştır. Ahmed Muhtar Paşa askerlik yeteneğinin yanı sıra gökbilim ve matematiğe ilgi duymaktaydı. Uluslararası saat sistemi ve Miladi takvim sisteminin kullanılmasını Osmanlı Devleti'nde ilk defa ileri sürdü. Bu konuda "Islahat-ül Takvim" adlı bir kitap yazmıştır. Ayrıca İstanbul'daki Darüşşafaka Lisesi'ni kurucusudur. 1890 yılında açılışını yaptığı İstanbul'un Avrupa tren terminali olan Sirkeci Garı'na ilk önce Ahmet Muhtar Paşa'nın adı verilmişti, sonradan sadece ""Sirkeci Garı"" olarak anılmaya başladı.
21 Ocak 1919 tarihinde 80 yaşındayken İstanbul’da vefat etti ve Fatih Camii avlusuna gömüldü.
Ahmed Muhtar Paşa'nın oğlu Mahmud Muhtar Paşa (Soyadı Kanunu sonrasında Mahmud Muhtar Katırcıoğlu) Osmanlı Devleti'nde Bahriye Nazırlığı yapmıştır. Torunu Sermet Muhtar Alus ise İstanbul konulu yazı ve kitaplarıyla tanınmış gazeteci, yazar ve karikatürist idi.
Kars valiliği ve Kars Tugay Komutanlığı, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Ahmet Muhtar Paşa’nın karargâh olarak kullandığı 19. yüzyılda yapılmış olan konağı restore ederek bir müze haline getirmişlerdir. Müze içerisinde Osmanlı-Rus Savaşları ile ilgili askeri malzemeler, savaş planları, haritalar ve fotoğraflar bulunmaktadır. Bu müzenin girişine Ahmet Muhtar Paşa’nın bir büstü yapılmıştır.
Ali Suavi
Ali Suavi (d. 8 Aralık 1839 İstanbul - ö. 20 Mayıs 1878 İstanbul) Osmanlı düşünürü ve yazarıdır.
II. Abdülhamit’e karşı düzenlediği başarısız darbe girişimi ile bilinen bir tarihî kişiliktir. Bu olaydan ötürü kendisine “"Sarıklı İhtilalci"” denilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin siyasi ve sosyal sıkıntılarına çözüm bulmak için kafa yormuş, İslam’ı referans olarak almış ve Türkçü, Turancı görüşler öne sürmüş bir kişiydi. Sultan Abdülaziz döneminde Genç Osmanlılar ile birlikte Paris ve Londra’da bulundu; hükûmet aleyhine yazılar yazdı; gazete çıkardı. Abdülhamit döneminde yurda dönmüş; bir süre Galatasaray Sultanisi müdürlüğü yapmıştır. Bu görevden alındıktan sonra işsiz olduğu sırada örgütlediği birkaç yüz kişi ile Çırağan Sarayı’nı basarak V. Murat’ı tahta geçirmek istedi; bu girişimi sırasında Yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından başına aldığı sopa darbesiyle öldü.
1839 yılında İstanbul'da kâğıt tüccarı Çankırılı Hüseyin Ağa’nın oğlu olarak dünyaya geldi. İlköğrenimini Davutpaşa'daki rüştiyede yaptıktan sonra Şehzadebaşı Camii'nin medrese ve okulunda din ve genel kültür dersleri aldı. 1856 yılında henüz 17 yaşındayken babasıyla Mekke'ye gidip hacı oldu.
Memuriyet hayatına İstanbul'da bir askerlik şubesinde kâtip olarak başladı. Üç yıl kadar bu görevde bulunduktan sonra, öğretmen seçimi için yapılan sınavı kazandı ve “muallimi evvel” oldu. 1858'de Simav’da Kuşu Medresesinde hocalık yaptıktan sonra Bursa’daki rüştiyeye öğretmen olarak atandı. Batılı tarzda bir okulda öğretmenlik yapmasına rağmen sarıklı idi. Öğretmenlik görevinin yanı sıra Bursa Ulu Cami'de vaazlar veriyordu. 1864-1866 yıllarında Rumeli'de idari görevler aldı ve Filibe'de bir rüştiyede öğretmenlik yaptı. Bu arada Yeşiloğlu Camii'nde verdiği saray karşıtı vaazlar ve diğer nedenlerle bölgenin mülki idare amiri tarihçi Ali Bey’le arası açıldı ve görevinden azledildi; 1866 yılında İstanbul'a döndü.
Hacı Ali Suavi Efendi, İstanbul'da Şehzadebaşı Camii’nde vaazları ile ün kazandı. 1867 yılı Ocak ayından itibaren Muhbir adlı gazetede yazılarını yayımlayarak gazetecilik hayatına başladı. Eğitim alanında yazılara ağırlık verdi. Şehzadebaşı Camii'nde verdiği vaazlar ve Muhbir gazetesinin 32. sayısında yayınlanan siyasi makalesi ned |
eniyle bir gece ansızın tutuklanıp Kastamonu’ya sürüldü.
Padişah Abdülaziz’in bir fermanı ile Mısır hidivi olması engellenen ve haksızlığa uğradığı düşüncesiyle Abdülaziz'e düşman olan Mısır prensi Mustafa Fazıl Paşa, siyasi görüşleri nedeniyle İstanbul'daki görevlerinden alınıp Anadolu illerine atanmış olan Tanzimat Dönemi edebiyatçıları Namık Kemal ve Ziya Paşa ile birlikte Ali Suavi’yi Paris’e davet etti. Üçü, Türkiye'den kaçarak Marsilya'da buluştu; 30 Mayıs 1867'de birlikte Paris'e gittiler.
Ali Suavi, 1867'de diplomatik ziyaret için Abdülaziz'in Paris'e gelmesi üzerine Fransız polisinin isteğiyle, Namık Kemal ve Ziya Paşa ile birlikte ülkeyi terk etti; Londra’ya gitti. 31 Ağustos 1867’de Kavalalı Hanedanı'ndan Mustafa Fazıl Paşa'nın maddi desteğiyle Londra’da ""Muhbir"" gazetesinin ilk sayısını çıkardı. Osmanlı topraklarında dağıtılan gazete, 50 sayı yayımlandı. Ali Suavi'nin sert üslubu, Osmanlı hükûmeti ile barışmak isteyen Mustafa Fazıl Paşa'yı memnun etmeyince gazete Kasım 1868’de maddi güçlükler nedeniyle kapandı. Ali Suavi yazılarını Namık Kemal ve Ziya Paşa'nın Londra'da çıkardığı Hürriyet gazetesinde yayımlamayı sürdürdü.
Londra'da tanıştığı bir İngiliz hanım ile evlenen Ali Suavi'nin diğer Genç Osmanlılar ile arası yaşam tarzları ve çeşitli fikirleri nedeniyle açıldı. 1869'da Fransa'ya geçerek ""Ulum"" adlı gazeteyi çıkardı ve bu gazetede Türkçülük akımına öncülük etti. 1870-1871'de gerçekleşen Fransa-Prusya Savaşı sonucu Paris Almanlar tarafından kuşatılınca Ulum'u 25. sayıda kapatmak zorunda kaldı.
1872 yılında Genç Osmanlılar’ın büyük bölümü Abdülaziz’in doğum günü nedeniyle çıkan genel aftan yararlanarak yurda döndüyse de Ali Suavi’ye İstanbul dışında bir ile gitmesi şartı getirildiğinden Paris’te kaldı. 1876’da II. Abdülhamit’in tahta çıkmasından sonra verilen izinle İstanbul’a dönebildi.
Eski sadrazam Mithat Paşa aleyhine yazıları ile Abdülhamit’in gözüne giren Ali Suavi, Yıldız Sarayı Kütüphanesi Müdürü olarak görevlendirildi. Artık muhafazakâr ve saltanatçı bir çizgideydi. 1 Şubat 1877’de Galatasaray Sultanisi müdürlüğüne getirildi. Kendisinden daha liberal ve batı yanlısı düşüncelere sahip olan Maarif Nazırı Münif Paşa ile anlaşamadı ve 28 Ekim 1877’de görevden alındı. Bu olaydan sonra Abdülhamit yönetiminin şiddetli bir karşıtı oldu.
20 Mayıs 1878 günü V. Murat'ı tekrar tahta çıkarmak için yüz elli kadar Rumeli göçmeniyle Çırağan Sarayı'nı bastı. Olay yerine yetişen Beşiktaş karakol komutanı Yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından başına sopa darbeleriyle vurularak öldürüldü. Yıldız Sarayı civarında bir yere defnedildi. Eşi, olayla ilgili belgeleri yaktıktan sonra Londra’ya kaçtı.
Ali Suavi, İngiliz parlamentarizmine benzeyen bir meşrutiyet arzusunu daimi olarak dile getiriyordu. Fransız filozoflarından büyük oranda etkilenmişti. Paris'te kısa bir süre "La République" adında bir gazete çıkartmıştı. Bu gazetede halk topluluklarının bir araya gelerek taleplerini hükümete özgürce sunabilecekleri bir sistem tasvir etmişti.
Klasik medrese tahsili görmemiş olan Suavi, Genç Osmanlılar arasında yazılarında dini konulara en çok yer veren yazardı. Dinde reform yapmak gerektiğini, hutbenin her milletin kendi dilinde okunmasını ısrarla savunmuştur. Suavi’nin bu fikirleri daha sonra Cemaleddin Efgani tarafından geliştirilecektir.
Kendi ifadesine göre Ali Suavi’nin kaleme aldığı kitaplarının sayısı 127’dir. Çoğu basılmamış, bir kısmı kaybolmuş, arandığı halde bulunamamıştır. Bugün 14 kitabı ile tercüme ettiği 4 eseri mevcuttur.
JavaOS
JavaOS Java virtual machine üzerinde çalışan ve Sun Microsystems tarafından geliştirilmiş bir işletim sistemidir. Unix ya da Unix tabanlı işletim sistemlerinin C programlama dilinde yazıldığı gibi JavaOS' de Java programlama dili kullanılarak yazılmıştır.
İşletim sisteminin kullandığı mikrokernel üzerinde çalıştığı donanıma bağlıdır. Desteklenen platformlar;
Java virtual machine mikrokernel' in üzerinde çalışır.
Tüm cihaz sürücüleri Java ile yazılmıştır ve virtual machine tarafından çalıştırılmaktadır.
AWT API kullanan bir grafik ve pencereleme sistemide Java' da yazılmıştır.
JavaOS gömülü sistemler üzerinde çalışmak üzere tasarlanmıştır ve multimedya sistemleri, network altyapıları ve ATM' ler temel uygulama alanlarıdır.
Eyüpspor
Eyüpspor, 1919 yılında Eyüp'te kurulan ve 2. Lig'de mücadele eden Türk spor kulübü. Kulüp, "Eyüp İdman Yurdu" adıyla kurulmuştur. Takımın renkleri eflatun ve sarıdır. Futbol karşılaşmalarını 2.500 kişilik Eyüp Stadyumu'nda oynamaktadır. Seksenli yılların sonunda bir ara Emlakbank Eyüpspor adı altında da mücadele etmiştir.
Eyüp İdman Yurdu, 1919'da Cemal Kılıç ve arkadaşları tarafından kuruldu. 1927 yılında federasyona üye olan Eyüpspor, 1934'te 1. Lig'de şampiyon olarak İstanbul Ligi'ne yükseldi. Üç yıl boyunca İstanbul Liginin bir altı olan 1. Lig'de mücadele etti. 1956 yılında profesyonel olan Eyüpspor, 1959-60 sezonunda Mahalli Lig'de İstanbul şampiyonluğunu kazandı. 1970-1971 sezonunda 3. Lig'den adım attığı profesyonel liglerde 3 sezon yer aldıktan sonra amatöre düşen Eyüpspor, 1982-1983 sezonunda profesyonel lige bu kez 2. Lig'e adım attı. Ancak yine küme düşen Eyüpspor, bir sezon amatörde yer aldıktan sonra 1984 yılından itibaren profesyonel liglerde mücadele etmeye devam etti.
1981-82 sezonunda Terfi Ligi'nde, 1986-87 sezonunda 3. Lig'de, 2001-02'de yine 3. Lig'de şampiyonluklar yaşadı.
2013-2014 sezonunda mücadele ettiği 2. ligden 3. lige düşmüştür.
2014-2015 Sezonunda mücadele ettiği 3. Lig 2.Grup'u lider bitirerek 2. Lig'e yeniden çıkma başarısı göstermiştir.
1982-1983, 1987-1994
2002-2014, 2015-
1970-1973, 1984-1987, 1994-2002, 2014-2015
1919-1970, 1973-1982, 1983-1984
Şampiyonluk (2) : 1986-1987, 2014-2015
İkinci (1) : 2001-2002
*Kademe-Klasman grubu olan sezonlar birleştirilerek yazılmıştır.
*Play Off maç sonuçları da dahildir sezona
Hazcılık
Hazcılık veya Hedonizm, Kirene Okulu'nun, yani Sokrates'in öğrencisi Aristippos'un (M.Ö. 435-355) öğretisidir.
Hazzın mutlak anlamda iyi olduğunu, insan eylemlerinin nihai anlamda haz sağlayacak bir biçimde planlanması gerektiğini, sürekli haz verene yönelmenin en uygun davranış biçimi olduğunu savunan felsefi görüş.
Aristippos'a göre her davranışın nedeni, mutlu olmak isteğidir. Yaşamın gereği hazdır. Haz insanı insan eden duygudur. Bilgilerimiz duygularımızla alabildiğimiz kadardır, bunda öteye geçmez. Bu yüzden Aristippos duygularımızın getirdiği hazza yönelmeyi, acıdan kaçmayı söyler.
En üstün iyi, hazdır. Ancak gerçek haz sürekli olandır. Sürekli olan hazza da bilgelikle varılabilir.
Epikuros da hazcılığı devam ettiren filozoflardandır. Ne var ki Epikuros, Aristippos'un bedensel hazzına karşı tinsel hazzı yeğler. Onun için en büyük haz, ruh dinginliğidir. Buna da bedensel zevkler peşinde koşmakla değil, bilgelikle varılır.
Aynı zamanda batıda insanların cinsel yaşamlarına heyecan katmak amaçlı eşlerini değiştirdikleri kamplara da bu isim verilir ve hazcılık kampı olarak bilinir.
"Örnek bir hikaye:"
"Ünlü bir sporcu arabasına binmek üzereyken yanına bir kadın yaklaşır. Sporcuya küçük bir bebeğinin olduğunu, bebeğin çok hastalandığını ve hastahane masraflarını karşılayamadığını, onun her gün biraz daha ölüme yaklaştığını anlatır. Kadının anlattıkları sporcuyu etkiler. Hemen çek defterini çıkarır ve yüklüce bir para meblağı yazarak kadına verir ve "Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın" der. Sporcu ertesi gün kulüpte öğle yemeği yerken yanına bir arkadaşı yaklaşarak, "Geçen gün çocuklar, bir kadının sizinle konuştuğunu ve o kadına yüklüce bir çek verdiğinizi söylediler" der. Ünlü sporcu, 'Evet, ne olmuş' der. Arkadaşı, 'O kadın bir sahtekar, zengin kişilere yaklaşıp hasta bir bebeği olduğunu söyleyerek para koparırmış. Korkarım sizden de koparmış.' der. Sporcu büyük bir sevinçle, 'Öyle mi, yani ölümü beklenen bir bebek yok mu? İşte bu hafta duyduğum en güzel haber bu.' der."
Aytaç Yalman
Aytaç Yalman, (29 Temmuz 1940, Üsküdar İstanbul), Türk asker.
1960 yılında Kara Harp Okulundan, 1961 yılında Piyade Okulu'ndan, 1971 yılında Kara Harp Akademisi'nden ve 1976 yılında da Silahlı Kuvvetler Akademisi'nden mezun oldu. 1961-1976 yılları arasında Kara Kuvvetleri'nin çeşitli birliklerinde Takım ve Bölük komutanlıkları ile Karargâh Subaylığı ve Kurmay Başkanlıkları görevlerinde bulundu. 1976-1980 yılları arasında Silahlı Kuvvetler Akademisinde Öğretim Üyesi, 1980-1982 yılları arasında Ege Ordusu ve Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Başkanı olarak görev yaptı. 1982-1983 yılları arasında 50. Piyade Alay Komutanlığı görevini icra etti. 1983-1985 yılları arasında Kara Harp Akademisi, 1985-1986 yılları arasında da Kara Harp Okulu Öğretim Başkanlığı görevlerinde bulundu.
1986 yılında Tuğgeneral rütbesine terfi etti. Bu rütbede Kara Harp Okulu Komutan Yardımcılığı'na, 1987 yılında da 39. Mekanize Piyade Tugay Komutanlığı'na atandı, 1990 yılında ise Tümgeneral rütbesine terfi etti. 1990-1993 yılları arasında Kara Kuvvetleri Personel Daire Başkanlığı, 1993-1994 yılları arasında Piyade Okul Komutanlığı yaptı. Aynı yıl Korgeneral rütbesine terfi etti ve Kara Kuvvetleri Denetleme ve Değerlendirme Başkanlığı görevine atandı. 1995-1998 yılları arasında Adana'da bulunan 6. Kolordu Komutanlığı görevini yürüttü.
1998 yılında Orgeneral rütbesine terfi ederek 2. Ordu Komutanlığına atandı. 1998 yılında Suriye ile yaşanan kriz sonrası 20 Ekim 1998 tarihinden itibaren Adana Mutabakatı gereği, Türkiye Cumhuriyeti adına Türkiye-Suriye güvenlik ilişkilerini yürüttü. 24 Ağustos 2000 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığı görevine atandı. 24 Ağustos 2002 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. 29 Ağustos 2004 tarihinde emekli oldu.
Ergenekon davası kapsamında ortaya çıkan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'e ait olduğu iddia edilen günlüklerle ilgili hakkında soruşturma yürütüldüyse de beraat etti.
TSK Üstün Hizmet Madalyası, Üstün Cesaret Madalyası, iki Altın Şeref Madalyası, Gambiya Devlet Nişanı ve Güney Kore Tong İl Jang madalyası |
sahibidir.
Zygmunt Bauman
Zygmunt Bauman, (d.19 Ekim 1925, Poznan - ö. 9 Ocak 2017, Leeds), sosyolog ve filozof. Postmodern felsefenin hem sosyoloji alanında uyarlanmasını hem de genel kuramsal düzeyde sağlıklı bir şekilde değerlendirmesini ortaya koyan yapıtlarıyla tanınmaktadır.
Zygmunt Bauman, II. Dünya Savaşı patlak verene kadar, Polonya-Poznan'da yaşamını sürdürmüştür. Daha sonra Sovyetler Birliği'ne taşındı ve savaşın ardından Varşova Üniversitesi'nde doktorasını yaparak Doçentlik sınavını verdi.
1954'ten itibaren aynı üniversitede Sosyoloji dersleri verdi. 1968 yılında Polonya Komünist Partisi'nden ayrıldı. Aynı yıl, politik nedenlerden dolayı sosyoloji prefesörlük unvanını kaybetti. İsaril'e göç etmek zorunda kaldı. 1971 yılında Bauman, Büyük Britanya'nın çağrısı üzerine, Leeds Üniversitesi'nde yeniden sosyoloji kürsüsüne sahip oldu. 1990'lara kadar orada çalışmalarını sürdürdü.
Zygmunt Bauman, 1980'li yıllardan itibaren, Modernizm ile Totaliterizm arasındaki bağlantılar üzerine hem kuramsal hem de sosyolojik incelemeleriyle öne çıktı. Özellikle Almanya'daki nasyonal sosyalizm üzerinden Holokost hakkındaki çözümlemeleri bu bağlamda önemli bir etki yaptı. Böylelikle, "Modernizme" içkin kavram ve kategorilerin "Totaliter"likle doğrudan ya da dolaylı ilişkileri derinlikli olarak ve disiplinlerarası bir yöntemle ortaya konulmuş olundu.
Bauman, aynı zamanda postmodernizm hakkındaki çalışmalarıyla da önemli bir yer tutmaktadır. Siyasal, etik ya da genel olarak kuramsal düzlemde postmodernizmin değerlendirilmesini yapmış ve açık anlaşılır fakat derinlikli de olan metinleriyle postmodernizmin ne olup olmadığını, ne tür olanaklar sağladığını göstermeye ve netleştirmeye çalışmıştır.
1989 yılında Amalfi Ödülünü ve 1998 yılında Theodor Adorno Ödülünü almıştır.
Corpus callosum
Corpus callosum, beynin her iki lobu arasındaki bilgi iletişimini sağlayan sinir ağlarından oluşan yapıdır.
Ulubey, Uşak
Ulubey, Uşak iline 30 km uzaklıkta yer alan ve Denizli iline sınırı olan ilçedir.
Ulubey ilçesi olduğu Uşak’ın tarihiyle aynı evreleri geçirmiştir. Yerleşim; Hitit, Frig, Lidya, Pers, Makedon Krallığı, Bergama Krallığı, Roma, Bizans ve Selçuklular ile Germiyanoğullarının egemenliğinde bulunmuştur. İlçe toprakları 1429 yılında kesin olarak Osmanlı egemenliğine geçmiştir. İlçenin Sülümenli köyündeki Blaundos antik kenti M.Ö. 334’te Makedonyalılar tarafından kurulmuştur.
Osmanlı dönemi 16. yüzyıla ait tahrir defterlerinde "Ulu-Göbek" ve "Göbek" olarak kayda geçen yerleşim, II. Bayazid ve 1520 yılı tahrirlerinde nahiye iken 1570 tahririnde Uşak kazasına bağlı bir köy olarak geçmektedir. Ulugöbek Köyü’nde 16. yüzyılda az sayıda gayrimüslim nüfus da vardı. Bunun dışında Uşak kazasında gayrimüslim nüfus yer almamaktaydı. Ulugöbek, Sultan Selim Han’ın vakfı olması dolayısıyla bu köye kayıtlı 66 hane avârıza dahil edilmemiş olup, 1676 yılında 115 nefer kaydedilmiştir.
1867 yılında Uşak kazasına bağlı bir nahiye oldu. 1871 yılında yerleşimde nahiye müdürlüğü ve belediye teşkilatı bulunmaktaydı. 1879 yılında nahiye müdürlüğü ve belediyesi kaldırıldı. 1889-1890 yıllarında Göbek nahiyesine bağlı 9 köy bulunmakta olup, 1910 yılında belediye teşkilatı yeniden kuruldu. 1914 yılında Uşak kazasına bağlı Göbek nahiyesinde 12 köy ve 5142 kişilik nüfus bulunmaktaydı. Nahiyede yaşayanlardan bazılarının talebi üzerine 1914 yılında Göbek olan nahiyenin ismi Ulubey olarak değiştirilmiştir.
1920 yılında Yunan güçlerince ele geçirilen Ulubey, 2 Eylül 1922'de yeni Türk devleti tarafından yeniden ele geçirildi. 15 Temmuz 1953 tarihinde 6129 Sayılı Yasa ile Uşak’ın il olmasıyla Ulubey' de ilçe olarak Uşak’a bağlandı.
İlçede günümüze gelebilen tarihi eserler arasında; Sülümenli Köyünde Helenistik çağdan kalan Blaundos, Karacaahmet Köyündeki Kübet, İnay Köyündeki Balçıklı dere, Kervansaray (16.yüzyıl), Tarihi taş köprü, 7 oluklu çeşme, Mais, Çırpıcılar Köyündeki Clanuda, Aksaz Köyündeki Hamam, Banaz Çayı üzerindeki Hasköy Asarı bulunmaktadır.
Deniz seviyesinden 740 m yüksekte yer alan Ulubey'in nüfusu belde ve köyleri ile birlikte 2012 yılı itibarıyla 14.192'dir. 1953 yılında Uşak ilinin bir ilçesi haline gelen Ulubey'in 27 köyü bulunmaktadır. 794 km² yüzölçümüne sahip ilçe topraklarının yarıya yakın kısmı tarım arazisidir. Ulubey'in doğusunda Karahallı, batısında Eşme, kuzeyinde Uşak merkez, güneyinde Denizli'nin Çal, Bekilli ve Güney ilçeleri bulunmaktadır. Bölgede küçük yükseltiler halinde uzanan Menekşeli T., Pınarlı T. (1102 m), Acet T. (1095 m) Eder T. (1110 m), Gökgöz T. (1152 m), Irgat T. (822 m),İğdeli T. (666 m), Aracam T., Yün Dağı,Ayvalık Burnu sırtı, Değirmen T., Tavsanlı T., Kırmızı Dağ, Dede Gölü T., Semik T. belli başlı yükseltileridir. İlçenin arazisi genel haliyle tipik bir yayla görünümündedir. Düzlükler azdır. Tarlalar çoğu kez eğimli arazi üzerine yayılmıştır. İlçe sınırlarında 24,842 hektar orman arazisi bulunmaktadır. Çam, ahlat ve palamut ağaçları bulunur.
İlçenin sınırları içinden Dokuzsele(Ulubey) ve Banaz Çayı geçmektedir. Dokuzsele çayı boyunca yaklaşık 75 km uzunluğundaki Ulubey Kanyonu uzanmaktadır.
İklim genellikle ılımandır. İç Anadolu ve Ege arasında bir geçiş iklimi hakimdir. Yıllık ortalama sıcaklık 13,7 C'dir.
İlçe ekonomisi büyük oranda tarıma dayandığından halkın çoğu çiftçilikle uğraşmaktadır. Buğday, arpa, nohut ve tütün en çok yetiştirilen tarım ürünleridir. Ayrıca yulaf, haşhaş, üzüm, armut, elma, susam ve fasulye vb hububat, sebze ve meyve üretimi de yapılmaktadır. Hayvancılık olarak koyun, kıl keçisi ve sığır ile son yıllarda yoğunlaşan kümes hayvancılığı yapılmaktadır. 2004 yılı verilerine göre ilçede; 10.227 büyükbaş, 20.202 koyun, 18.266 keçi ve 220.000 kanatlı hayvan bulunmaktadır. Ulubey ilçesi Kıranköy' de 8 ton/yıl kapasiteli Bayraktar Aynalı Sazan işletmesi
bulunmaktadır. Bazı küçük atölyeler dışında çeşitli fabrika ve işletmeler bulunmaktadır. 2011 yılında dördü tarım kredi kooperatiflerine ait olmak üzere toplam 12 tane gübre bayisi bulunmaktadır. Ulubey İlçesi, Gümüşkol yakınlarında altın madeni bulunmaktadır. İnay köyünde Kalkınma kooperatifi tarafından yapılmış olan un fabrikası bulunmaktadır.
İlçede Sülümenli Blaundus antik kenti, Kanyonlar ve Tümülüsler önemli tarihi zenginliklerdir.
Başlıca sit alanları;
Dünyanın ikinci büyük kanyonu olan Ulubey Kanyonu ilçede bulunmaktadır. Kanyonda 2015 yılında yapılan 135 metrekarelik cam terasla kanyonda izleme bölümü oluşturulmuştur. Ulubey ilçesinde Mayıs ayının 4.haftasında "Ulubey Kanyon Kültür ve Turizm Festivali" düzenlenmektedir. Ulubey kanyonu 2013 yılında "Tabiat Parkı" olarak ilan edilmiştir.
Ulubey şehir merkezine 18 km uzaklıkta olan Aksaz köyünde yer alan Aksaz Deresi'ndedir. Kaplıca Aksaz köyüne 3 km, Ulubey ilçesine 25 km uzaklıktadır.
Ulubey şehir girişinin 500 m öncesinde kanyona açılan bir alandır. 80.000 m² lik alan 1969 yılında Belediye tarafından tesis edilmiştir.
Ulubey ilçesi İnay Köyü’nde Osmanlılar zamanından kalma tek gözlü bir köprüdür.
Emirler Mahallesinde 1791-1792 tarihlerinde, Curaoğlu Süleyman adına yaptırılan "Ömer Efendi Camii" bulunmaktadır. Gölbaşı Mahallesi’nde 18. yüzyılın sonu ve 19. yüzyılın başlarında yapıldığı tahmin edilen "Hacı Mehmet Efendi Camii" 1906 yılında yeniden yapılmış ve 1954 yılında da geniş çaplı tadilat görmüştür. Emirler Mahallesinde bulunan "Tahtalı Camii"' nin yapım tarihi kesin bilinmemekle birlikte mimarisinden 19. yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir. Camii Kebir Mahallesindeki "Ulu Cami" 1883-1884 tarihinde inşa edilmiş, minaresi de 1896-1897 yılında, minareci Hacı Hafız Ali tarafından yapılmıştır. Ulu Cami 1921-1922 yılında tadilattan geçirilmiştir. Camii Kebir Mahallesi’nde bulunan "Çarşı Camii"' nin 19. yüzyılın ortalarında yapıldığı tahmin edilmektedir.
Cemal Gürsel Caddesi’nde bulunan "Pazar Çeşmesi" 1810 yılında inşa edilmiştir. Dilaver Mahallesindeki bir evin duvarı hizasında yer alan Bekir Çeşmesi 1907-1908 yılında inşa edilmiştir. "Gölbaşı Çeşmesi" olarak bilinen ve yıkılarak yeniden yapılan ancak kitabesi duran çeşme 1784-1785 tarihinde yapılmıştır.
Ulubey ilçesinde iki tanesi merkezde, geri kalanı belde ve köylerde olmak üzere toplam 5 adet ilköğretim okulu bulunmaktadır. İlçe merkezinde üç tanesi olmak üzere toplam 6 ortaokul, ilçe merkezinde olmak üzere 2 adet lise, 1 halk eğitim merkezi, 2 tane mesleki eğitim merkezi mevcuttur. Ayrıca Ulubey ilçesinde Uşak Üniversitesi’ne bağlı, Ulubey Meslek Yüksek Okulu bulunmaktadır. Öğrencilerin konaklaması için ilçede 3 kız, 1 erkek öğrenci yurdu bulunmaktadır.
Eşme
Eşme, Uşak ilinin 62 km güneybatısında yer alan Uşak ilinin genel nüfusu bakımından Banaz'dan sonra en büyük ilçesidir.
Tarihin ilk çağlarından beri değişik milletlere merkez olan Eşme'nin ilk sakinlerinin Eşmeli Aşiretinden olduğu rivayet edilmektedir. Eşme adının kullanılmasının nedenleri arasında; bugünkü ilçe halkının Eşmeli aşiretinden olmasıdır.
Eşme ilçesi köylülerinin Eşme adı, bu addaki Yörük aşiret adlarından kalmadır. Bugün, Eşme’deki en büyük aşiret Horasan’dan gelme oldukları bilinen Kargılı, Kaşeli ve Çıkılı dır. Şanlı Urfa dan gelen karakeçili Yörük aşireti de Eşme'ye yerleşmişlerdir. Konar-göçer / yaylakçı-kışlakçı hayatı yaşanmış ve bu durum, yer yer günümüze kadar süregelmiştir. Ayrıca, Antalya Teke bölgesinden gelen Sarı keçili Yörükleri de Eşmeyi oluşturan Yörük boylarındandır. Eşme ilçesi Yörüklerden müteşekkildir. Eşme adı sulak yer anlamındadır. Su kaynaklarının olduğu yer anlamı da taşır.
Osmanlı döneminde Denizli ilinin Mutasarrıflık olması ile birlikte Güre,İnay, Sirge Nahiyeleri ile birleştirilerek merkezi Takmak olan Eşme Kazası adıyla Denizli'ye bağlanmıştır. (1865) daha sonra Saruhan sancağına (Manisa) bağlanmıştır. 1920 yılında başlayan Yunan işgali 3 Eylül 1922 tarihinde son bulmuştur. 1898 yılında İzmir-Uşak demiryolunun günümüzde Elvanlar mahallesi olarak belirtilen yerden geçmesi nedeniyle istasyon kurulmuştur. Takmak kaza merkezinin Yunan kuvvetlerince yakılması ve ulaşım durumu nedeniyle kaza merk |
ezi 1934 yılında Takmak'tan Elvanlar'a taşınmış ve yerleşim Eşme adını almıştır. 1953 yılında Uşak Kazasının il olması ile Manisa ilinden ayrılarak Uşak'a bağlanmıştır.
Eşme İç Anadoluyu Ege Bölgesine bağlayan geçit yolu üzerinde Omur baba, Kab aş-Macar, Güney Ören, Ağabey, Emirli ve Kemer Dağının eteklerinde kurulmuş bulunmaktadır. Kuzeye düşen köylerin bir kısmı Gediz vadisinde olan ilçe Kuzey doğusunda Uşak, doğusunda Ulubey, batısında Alaşehir ve Sarıgöl, kuzeyinde Kula ve Selendi, güneyinde Güney ilçeleri ile çevrilmiştir. 1362 km yüz ölçümüne sahiptir. İlçede orman alanları geniş yer kaplamakta olup, asli ağaç türleri Meşe ve Kızılçam' dır. Ormanlık alanlarda ağaçcık ve çalı formunda Ardıç, Ahlat, Tesbih ve Süpürge çalısı gibi bitki türleri bulunmaktadır.
Eşme nüfusu 2014 yılında yapılan sayıma göre 35749 kişidir. Bunun 14396'sı ilçe merkezinde, 21353'ü belde ve köylerde yaşamaktadır.
İlçenin 1 beldesi (Yeleğen) ve 60 köyü vardır.
Eşme; Uşak’a 62 km, İzmir'e 184 km, Kula’ya 43 km, Güney'e 41 km, Alaşehir'e 54 km uzaklıktadır.
Eşme'nin ulaşımda en büyük artısı Uşak-İzmir demir yolu hattı üzerinde olmasıdır. Buna ek olarak 2012 yılında hizmete açılan İzmir-Konya demir yolu hattı da ilçeden geçmektedir. Ayrıca 2017 yılında hizmete girmesi planlanan "Ankara-İzmir Hızlı Tren Hattı" da ilçeden geçecek olup altyapı çalışmalarına başlanmıştır.
İlçe ekonomisi çiftçilik, hayvancılık, sanayi, madencilik ve dokumacılığa dayalıdır. Son yıllarda kendini yenileyip geliştiren tavukçuluk, küçük ve büyük baş hayvancılığı ve beraberinde üretimi artan süt ürünleri diğer önemli bir gelir kolunu oluşturur. Ayrıca; halkın yaklaşık olarak büyük bir bölümü, yurt dışında (özellikle Almanya’da) çalışmakta olup, bununda ilçeye yaz aylarında katkısı büyüktür. Özgün desenleri ve kalitesiyle adına festivaller düzenletip dünyaya açılım kapısı olan kilimciliğin eskisi kadar olmasa da halkın geçimine katkısı önemlidir.
2013 yılı verilerine göre; Eşme ilçesindeki tarım alanı 42.472 hektardır. Tarım arazilerinin 2.342 hektarı sulanabilirken, 40.130 hektarı sulanamamaktadır. Ancak planlaması ve projesi yapılan baraj ve gölet inşasıyla sulanabilen arazi miktarının artması beklenmektedir. Tarımsal üretimde tütün en önemli gelir kaynağıdır. Diğer önemli tarım ürünleri; buğday, arpa, haşhaş, çavdar, mercimek, nohut, mısır, susam ile turşuluk salatalık başta olmak üzere sebze, bağcılık ve meyveciliktir.
Eşme'de 2013 yılı verilerine göre; 29.807 büyükbaş hayvan, 158.000 koyun yetiştirilmektedir. Koyun yetiştiriciliğinde Eşme ilçesi ildeki en önemli koyun varlığına sahip ilçe konumundadır. Ayrıca küçükbaş hayvan olarak 7.000 keçi yetiştirilmektedir. Yıllık süt üretimi 61.934 ton/yıldır. İlçe, soğutma tankı sayısı ve kapasitesi bakımında Uşak ilinde ilk sırada yer almaktadır. İlçede kırmızı et üretimi 3.363 ton/yıldır. İlçede bulunan yem sanayi il üretiminin takriben %85' ini karşılamaktadır. Son yıllarda kanatlı hayvan yetiştiriciliği ve beyaz et üretiminde de artış görülmektedir. Yoğun olmamakla birlikte arıcılıkla da uğraşılmaktadır.
Eşme ilçesinde Uşak Üniversitesi’ne bağlı, Eşme Meslek Yüksek Okulu bulunmaktadır. Bunun yanı sıra 2015-2016 eğitim yılında 6 lise, 17 ortaokul, 23 ilkokul ve 1 anaokul bulunmaktadır.
İlçede Akdeniz ikliminden karasal iklime geçiş özelliği gösteren bir iklim egemendir.Kar yağışının büyük bir kısmının kış aylarında gerçekleştiği ilçede yazları sıcak ve kurak geçer. Eşme' de yıllık ortalama sıcaklık 13.7 °C, yıllık ortalama yağış 459,4 mm dir. Yağışların aylara ve mevsimlere göre dağılımı düzensiz olmakla birlikte, en fazla yağış kış ve ilkbahar aylarında görülmektedir.
Anuradha
Anuradha, Hinduizm'de iyi şans tanrıçasıdır. Dakşa'nın kızı, Chandra'nın karısıdır. Ayrıca Bharani'nin kız kardeşidir.
Barrett (albüm)
Barrett, Syd Barrett'in ikinci ve toplamaları saymazsak son albümüdür. 14 Kasım 1970'de çıkmıştır. Bu albümün kapağını da Syd Barrett kendisi hazırlamıştır. Barrett bu albümün kayıt sırasında The Madcap Laughs'takinden daha kötü bir ruh hali içindeydi. Bu yüzden Barrett bazı şarkıları birçok kere kaydetmek zorunda kaldı. Örneğin albümdeki Gigolo Aunt, 15. denemede kaydedilmişti. Barrett, bu albüm sırasında kaydettiği şarkıların bir kısmını albüme koymamıştır. Bu şarkıların çoğu Opel albümünde ortaya çıkarken, "Living Alone", "Bob Dylan Blues", "Millionaire" şarkıları yayınlanmamıştır.
Opel (albüm)
Opel, Syd Barrett'in yayınlanmamış ve eski şarkılarının değişik versiyonlarının bulunduğu bir albümdür. 17 Ekim 1988'de çıkmıştır. Şarkılardan "Swan Lee" ve "Lanky Part 1" Barrett'in solo olarak kaydettiği ilk şarkılardandır. Lanky şarkısının ikinci bölümü ise tam olarak hiçbir zaman bitmemiştir. Barrett, "Clowns And Jugglers" şarkısında o zamanın ünlü gruplarından Soft Machine ile çalışmıştır. Şarkı daha sonra ilk albüme Octopus olarak girecektir. Diğer şarkıları ise daha çok "Barrett" albümü döneminden kalmıştır.
Fullmetal Alchemist
, Hiromu Arakawa tarafından yazılan ve çizilen bir Japon manga dizisidir. Ağustos 2001 ile Eylül 2010 arasında Square Enix’in "Aylık Shonen Gangan" dergisinde yayımlanmış, daha sonra bu bölümler bir araya getirilerek 27 tankōbon cildi halinde yayımlanmıştır. "Fullmetal Alchemist" dünyası, Sanayi Devrimi sonrasındaki Avrupa'ya benzer. Bu kurgusal dünyadaki en gelişmiş bilimsel tekniklerden birisi simyadır. Öykü, simya yoluyla annelerini yaşama döndürmeye çalışırken başarısızlığa uğrayan ve kendi bedenleri parçalanan Edward ve Alphonse Elric adlı iki kardeşin, bedenlerini geri getirmek amacıyla felsefe taşını arayışlarını konu alır.
Manga, Türkiye'de "Çelik Simyacı" adıyla Akılçelen Kitaplar tarafından yayımlanmıştır. Ayrıca manga, iki anime televizyon dizisine ve iki animasyon filme uyarlanmıştır. Tüm dizi ve filmlerin yapımını Bones adlı anime stüdyosu üstlenmiştir. Manga dizisini temel alan özgün video animasyonları, video oyunları, ek kitaplar, kart oyunları, oyuncak figürler ve hediyelik eşyalar da üretilmiştir. Diziyi temel alan ve gerçek oyuncularla çekilecek bir aksiyon filmi de yapım aşamasındadır.
Fullmetal Alchemist mangası dünya çapında yaklaşık 65 milyon satmıştır. TV Asaşinin Janponya'daki internet anketinde tüm zamanların en iyi animesi seçilmiştir. 2005’te Anime Insider tarafından "Yılın Animesi" seçilmiştir. Şubat 2007'de Amerikan Anime Ödülleri'nde 6 dalda aday olmuş ve 5 ödül kazanmıştır. Dizi çoğunlukle karakter gelişimi, aksiyon sahneleri, sembolizm ve felsefi göndermeleri nedeniyle olumlu eleştiriler almıştır.
Not:Aşağıdaki konu tüm FMA yapımlarını kapsamakla birlikte, ilk anime (2003 animesi - İlk anime) mangadan tamamen farklı ve bağımsız bir konu işlerken FullMetal Alchemist: Brotherhood (2009 animesi - İkinci anime) orijinal manga ile paraleldir.
Fullmetal Alchemist, 20. yüzyılın başlarında, alternatif bir dünyada, Amestris isimli bir ülkede geçen bir fantastik mangadır. Bu alternatif dünyada abartılmış bir simya bilimi ağırlıklı olarak kullanılmaktadır ve gerçek hayatta görülmeyen ayrı fantastik bir olgudan bahsedilmektedir. Gerçek hayat simyacılarının daha düşük metalleri altına dönüştürme teşebbüsleri vardı. Dizinin kurgusal dünyasında, simya, dönüşüm çemberleri kullanılarak bir maddeyi başka bir maddeye dönüştürme bilimidir; gerçek dünya bilimi temel alınarak ve sihir de eklenerek oluşturulan bu simyanın kullanımı sınırsızdır. Yetenekli simyacılar Amestris askeriyesinin Devlet Simyacıları’na katılabilmek için sınava başvurabilirler.
Edward ve Alphonse Elric Amestris ülkesinin Resembool köyünde yaşamaktadırlar. Babaları Hohenheim, yetenekli bir simyacı, Edward çok küçükken ve Alphonse daha bebekken evden ayrılmıştır. Yıllar sonra anneleri Trisha Elric’i ölümcül bir hastalıkta kaybetmişlerdir. Annelerinin ölümünden sonra, onlara simya öğretecek bir Sensei (öğretmen) buluncaya kadar Winry ve onun babaannesiyle yaşarlar. Eğitimlerini tamamladıktan sonra, babalarının notları arasında buldukları dönüşüm çemberi ile annelerini yeniden canlandırma isteği içinde eve dönerler. Bununla beraber, bu girişim başarısız olur, biçimsiz et ve kemik yığınıyla sonuçlanır ve Edward’ın sol bacağına, Alphonse’un da tüm vücuduna mal olur. Kardeşini kurtarmak için ümitsiz bir çabayla Edward, sağ kolunu kurban eder ve kardeşinin ruhunu bir zırha mühürler. Bundan sonra, Edward’ın sol bacağı ve sağ kolunun yerine Automail, bir çeşit gelişmiş protez uzuv, takılır. Aslen Japonca’da “Fullmetal” tabiri inatçı birini tanımlamak için kullanılır. Seride, küçük karakterler tarafından, “Fullmetal” ismi Ed’in automail kolu ve bacağına veya Al’in zırhına yorulur. Altıncı mangada ortaya çıkar ki; bir simyacı Devlet Simyacısı olduğu zaman ona özel bir isim veriliyordur ve Ed’in ki de onu Fullmetal Alchemist (Metal Simyacı) yapan Fullmetal’dir.
Roy Mustang isimli bir Devlet Simyacısı, çocukların babalarını aramak hakkında (babalarının dikkatini çekip eve döndürmek ümidiyle) gönderdikleri mektuplara cevaben başarısız geçen insan dönüştürmesi esnasında gelir. (Bu olay mangada farklı gelişir. Mustang, Ishbal’deki katliamdan sonra görevi bırakan birçok Devlet Simyacısı’nın yerine yeni Devlet Simyacıları bulma görevindedir. Askeriye kayıtlarındaki bir baskı hatası Mustang’i 31 yaşındaki Edward Elric’i aramak için Resembool’a gönderir. Onun yerine 11 yaşında sakat birini bulunca dehşete düşer fakat ne olursa olsun asker toplama emrini de yerine getirmelidir.) Çocukların simyadaki yeteneklerini görünce Mustang, amaçlarını başarmanın yolunun Devlet Simyacısı olmaktan geçtiğini söyler ve kendisi için çalışmalarını teklif eder. Adamın teşvikiyle Edward, Devlet Simyacılar’ının kaynaklarından faydalanarak kendisinin ve Alphonse’un kaybettiklerini nasıl geri alabileceklerini araştırabilmek için Devlet Simyacısı olacağını beyan eder. Kardeşler sonradan Felsefe Taşı’nı öğrenirler ve onu araştırmak diğer bir deyişle vücutlarını geri kazanabilmek için yola çıkarlar. Yol boyunca Felsefe Taşı’nın hiçbir zaman bilmek istemeyecekleri sırlarını keşfederler.
Elric Ailesi
Rockbell Aile |
si
Ordu
Homunculus
Cimeralar
İshballiler
Xingliler (Şingliler)
Hayvanlar
Diğer Karakterler
En İyi Anime Listesi
Scatman John
Jonathan Paul "John" Larkin (13 Mart 1942, ABD – 3 Aralık 1999, Los Angeles, ABD), Scatman John adıyla tanınan Amerikalı jazz müzisyeni ve şarkıcı Larkin, scat singing ve dans müziği ni harmanlayarak yeni ve özgün bir tarz yaratmıştır.
Bir kekeme olan Larkin'e göre ortaya çıkan iş; çok büyük bir problemin eşsiz bir beceriye dönüşmesinin eseriydi. 1994 yılında çıkardığı "Scatman (Ski Ba Bop Ba Dop Bop)" adlı single ile adını duyuran Larkin bütün dünyada 6 milyonun üzerinde sattı. Kısa zamanda İngiltere ve Avrupa müzik listelerindeki yerini 1 numara olarak aldı. 1995'de ilk albümü "Scatman's World"ü müzik piyasasına sundu. 1.5 milyonun ustunde satan albüm başarıyı gene albümle aynı ismi taşıyan Scatman's World adlı parçayla yakaladı. "Scatman's World" İngiltere single listesi'ne 10 numaradan giriş yaptı.İlk albümünden beri kekemeliğini ön plana çıkaran şarkılar seslendiren Larkin, kekemelere yardım etmek için, "Scatman yapabiliyorsa sen de yapabilirsin" diyerek birçok kampanyanın başında yer aldı.
Antonio Nunzio Catania ve Ingo Kays ile beraber çalıştığı ilk albümünün dünya çapında 5,5 milyon kopya satmasının ardından, uluslararası birçok müzik ödülü aldı.
Larkin 3 Aralık 1999'da kanser nedeniyle hayatını kaybetti. Naaşı yakılmıştır.
Atlantik sombalığı
Atlantik sombalığı ya da somonu ("Salmo salar"), Salmonidae familyasına ait ve 1,5 metre uzunluğa kadar varabilen bir balık türü.
Ömürünün çoğunu Atlas Okyanusunda geçirir. Sadece üreme zamanında Avrupa'nın ve Kuzey Amerika'nın ırmaklarına girer ve dağların eteklerinde bulunan kaynaklarına kadar göç eder. Bu yolculuğun sonunda çiftleşip yumurtlar ve tekrar geri döner. Ama bu göç ve çiftleşme işi çok yorucudur, ve göç esnasında yemek yemezler. Bu yüzden çoğu denize dönemeden ölür. Ayrıca tatlısuda daha çabuk hastalık kapabilirler. Denize dönmeye başaranların kaptığı mikropları deniz suyunun tuzu öldürür. Hatta pasifik somonlarında bu üreme esnasında ölenlerin sayısı çok daha fazladır.
Suyun sıcaklığına bağlantılı olarak yavru balıklar 1 ila 5 ay sonra yumurtadan çıkarlar. Bir yaşına girenleri okyanusa doğru yola çıkarlar. Birkaç yıl sonra, okyanusta başlayarak suyun kokusunu takip ederek tekrar o doğdukları tatlısu kaynağına yumurtlamak için geri dönerler.
Salvelinus
Salvelinus, alabalıkgiller familyasında 51 türü bulunan balık cinsi. Bazı diğer dillerde "Salvelinus" cinsi balıklar ayrı bir isim ile alabalıklardan ayrılır (İngilizce: Char, Almanca: Saibling), Türkçede böyle bir ayrım yapılmaz ve "Salvelinus" balık türleride "alabalık" olarak adlandırılırlar.
Bütün Salmonidae cinsleri gibi "Salvelinus"'larında erodinamik bir vücutları ve sırt ile kuyruk yüzgeçlerinin arasında bulunan ufak yuvarlağımsı bir yağ yüzgeçleri vardır. "Salvelinus" cinsinin diğer Salmonidae cinslerine nazaran en önemli farklılıklarından birisi çok daha fazla sayıda türler ve alt türler geliştirmiş olmasıdır. Bu yüzden "Salvelinus" cinsine ait türlerin eksiksiz bir listesi henüz yapılamamıştır.
"Salvelinus" türlerini bütün kuzey yarım küresinde bulmak mümkündür. Genelde berrak, soğuk tatlısuda yaşamayı tercih ederler. Sadece çok az türleri deniz ile tatlısu arasında göçebelik yapar. Dünyan'ın en kuzey kısımlarında bulunabilen tatlısu balıklarıdırlar.
Gölde yaşayan türleri izolasyonları yüzünden bazen birbirlerine yakın olan iki gölde bile birbirlerinden farklı alt türler oluşturabilirler.
"Salvelinus" türleri çok sevilen yemek balıklarıdırlar, ama su kalitesi konusunda çok hasas oldukları için suni yetiştirilmeleri çok zordur. Bu yüzden balıkçıda bu türleri bulmak mümkün değildir.
Keçiören
Keçiören, Ankara'nın metropol ilçelerinden biridir. Ankara'nın ve Türkiye'nin nüfus olarak ikinci büyük ilçesidir.
Daha önce Altındağ ilçesine bağlı bir mahalle iken, 1984 yılında ilçe olan Keçiören'in nüfusu 1 milyona yaklaşmıştır. Çubuk çayının iki bölüme ayırdığı ilçe'nin 47 mahallesi ve 12 semti bulunmaktadır. Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı hazırlıkları sırasında karargâh olarak kullandığı Ziraat Mektebi binası, bugün Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü olarak kullanılmaktadır. Atatürk'ün kullandığı oda ise koruma altına alınmıştır. O dönemin eşyaları sergilenmektedir. Vehbi Koç'un yazlık evi Keçiören ilçesinin Gazino semtinde bulunmaktadır. Şu anda Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı olan Melih Gökçek belediyecilik deneyimini 1984-1989 yılları arasında burada kazanmıştır. En uzun belediye başkanlığını 16 sene boyunca Turgut Altınok yapmıştır.
Adrese dayalı nüfus kayıt sistemi 2016 verilerine göre 903.565 kişi ile Çankaya'dan sonra Ankara'nın ve Türkiye'nin nüfus bakımından en büyük ikinci ilçesi konumundadır. Türkiye'nin de en kalabalık ilçelerinden biridir ve pek çok ilden nüfusu daha fazladır.
Keçiören Belediyesi’nin aşağıdaki şehirlerle kardeş şehir anlaşması vardır:
Besni
Besni, Adıyaman il merkezinin batı kesiminde yer alan bir ilçedir.
Besni için kullanılan isimlerin 12.-19. yüzyıllar arasında çeşitli şekillerde yazıldığı görülmektedir. Bu süreçte Besni; Arapça "Bahasna", Süryanice "Bet Hesna" ve "Behesna", Ermenice "Behesni", "Behesdin" ve "Behisni", Osmanlıca "Behisni", "Behesne", "Besne" ve "Besni" isimleriyle anılmıştır. Şehrin isminin Acem kaynaklarında "Bihişti" olarak geçtiği de bazı eserlerde kayıtlıdır.
Besni için Orta Çağ tarihçilerinden Bar Hebraeus "Bet Hesna", Urfalı Mateos "Behesni" ve "Behesdin" isimlerini kullanmışlardır. 17. yüzyıl ortalarında Besni'ye uğrayan Evliya Çelebi, Seyehâtname'sinde kent ve kale için "Sadr-ı Baz", "Behisni" ve "Besne" isimlerini kaydetmiştir. Çağdaş kaynaklar da Besni için "Behesni" ve "Behisni" gibi isimlerin kullanıldığını tespit etmişlerdir.
Arap ve Fars kaynaklarında "Besni" isminin "Behesnâ"dan geldiği ve "eşsiz" ya da "cennete eş" anlamlarına gelen "hesnâ" kelimesinden türediği belirtilmektedir.
Tarihî kaynaklara konu olan Besni şehri, ilçenin günümüzde bulunduğu yerin 5 km güneyinde bulunan "Eski Besni" olarak bilinen ören yerinde, Besni Kalesi'nin çevresinde kurulmuş bir yerleşim yeridir. Besni, 1950'lerin sonuna kadar kalenin etrafındaki yerindeydi. Heyelan ve su basması nedeniyle 1950-1965 yılları arasında şehrin yeri değiştirilerek günümüzdeki yerine taşınmıştır.
Araştırmacıların, ne zaman kurulduğuyla ilgili bilgiler sunmadığı Besni hakkındaki en eski bilgiler Asur yıllıklarının verdiği bilgilerdir. Yıllıkların haber verdiğine göre; Hitit egemenlik sahasında olan Besni, M.Ö. 9. yüzyıldan itibaren Asur askeri nüfuz sahasına girmiş olmalıdır. Besni'nin içinde bulunduğu Kummuh, M.Ö. 9. yüzyılda Asurlulara vergi veren devletler arasına girmiştir. Asurluların M.Ö. 8. yüzyılda güç kaybetmesini fırsat bilen Urartular bölgedeki egemenlik sahalarını genişletmek için batıya doğru seferler düzenlemişlerdir. Kommagene'ye yaptıkları sefer sonucu Kummuh kralını yenerek vergiye bağladıkları gibi, Asurlulara karşı kurdukları ittifaka dahil etmişlerdir. Ancak Asurluların başına geçen III. Tiglatpileser'in devletin gücünü toparlamasıyla yeniden Asur-Urartu mücadelesi başlamıştır. Kummuh topraklarında, Asurlular ile Urartular arasında, M.Ö. 742'de bir savaş gerçekleşmiştir. Savaş sırasında Urartu topraklarında sayılan "Parala"'nın günümüzdeki Besni yakınlarındaki Eski Besni ören yeri civarında olduğu düşüncesi ağırlık kazanmıştır. Besni'yi de içine alan Kummuh, M.Ö. 708'de Asurluların bir eyaleti hâline gelmiştir.
Makedonya Kralı Büyük İskender, M.Ö. 334'ten itibaren yaptığı fetihleri sırasında Besni'yi de egemenliği altına almış olmalıdır. Büyük İskender'in ölümünden sonra devlet parçalanmış, Besni'nin içinde bulunduğu bölge Hellenistik kültürün temsilcisi olan devletlerden Seleukosların egemenliğinde kalmıştır. M.Ö. 1. yüzyıl başlarında bölgede Kommagene Krallığı kurulmuştur. Kommagene döneminde Besni'nin önemli bir yer edindiği çevredeki Sofraz ve Sesünk gibi anıtsal eserlerden anlaşılmaktadır.
Bölgede devam eden Roma ve Part mücadelesi nedeniyle bu iki devlet arasında tampon görevi gören Kommagene'nin bağımsız bir devlet olarak varlığını koruması zorlaşır. Roma ve Part'lara direnemeyeceğini anlayan Kommagene kralları, diplomasi kanallarını kullanarak bağımsızlıklarını sürdürmeye çalışmışlardır. Romalılar, Anadolu'daki topraklarını koruyabilmek amacıyla, doğuya seferler düzenleyerek Fırat boylarını kendilerine bağlı hâle getirmeye çalışmışlardır. Bu kapsamda 1. yüzyıl ortalarından itibaren, 14'e kadar Kommagene, Roma İmparatorluğu'nun doğu sınırındaki vasal devletlerden biri olarak ayakta kalmayı başarabilmiştir.
Kommagene kralları, Roma İmparatorluğu'na bağlı bulundukları dönemde, doğu seferlerinde Roma İmparatorluğu ordularına yardımda bulunarak başarılar elde etmişler, topraklarını genişleterek siyasi ve ekonomik yönden yeniden parlak bir dönem yaşamışlardır. Ancak Kommagene'deki bir huzursuzluğun doğu sınırları için tehlikeli olduğunu düşünen Romalılar, 72'de Kommagene kralının egemenliğine son vermişlerdir. Kommagene topraklarına giren Roma'nın Suriye valisinin ordusu başkent Samsat'a kadar gelmiş, kraldan aldığı ülkeyi kendi eyaletine ilhak etmiştir. Romalılar bu ilhaktan sonra doğu sınırlarını koruma görevini lejyonlara vermişlerdir. Kommagene'nin de içinde bulunduğu, önemli ticaret yollarının geçtiği stratejik bir yer olan Kuzey Mezopotamya, Romalıların hakimiyetinde tutmak için azami gayret gösterdikleri bir bölge olma özelliğini devam ettirmiştir. Romalılar, Suriye'yi 194 ve 195 yıllarında birimlere ayırdıklarında her birime bir lejyon yerleştirirken, Kommagene'ye iki lejyon yerleştirme gereği duymuşlardır.
İslâmiyet’in yayılmaya başladığı ilk devirlerden itibaren Arap kuvvetlerinin akınlarına hedef olan Besni o dönemlerde Keysun’a bağlıdır. İpek yolunun buradan geçmesi önemini oldukça arttırmış ve birçok defa el değiştirmesine yol açmıştır. Başta Besni olmak üzere Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bazı yöreler 670’te Emevi orduları tarafından alınmıştır. Keysun ve civarı |
9. yüzyılın başında Harun Reşid'in oğulları Emin- Memun arasındaki taht kavgaları sırasında Memun’a karşı olan Muzar ve Rebia Araplarının merkezi haline gelmiştir. 949’da Bizanslılar tarafından Halep Hamdanî emiri Seyfüddevle’den alınmış ve bir asır kadar Bizanslılar’ın elinde kaldıktan sonra Müslüman Türklerin yönetimine geçmiştir.
Besni, 1084’te Anadolu Selçuklu Devleti’nin kurucusu Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın kumandanlarından Buldacı'nın Ceyhan'dan Güneydoğu Anadolu'ya kadar olan coğrafyada çok sayıda kaleyi fethettiği sırada, 1084 ya da 1085 yılında ele geçirildi. Ancak 1097’de Birinci Haçlı Seferi sırasında Haçlıların egemenliğine giren Besni, daha sonra Kogh Vasil (Hırsız Vasil) adında bir Ermeni’nin hâkimiyeti altına girdi ve 1116’da da Urfa Kontu II. Baudouin tarafından onun halefi Vasil Dgha'dan alındı. Ardından Franklar’ın eline geçti, 1149’a kadar Maraş senyörlüğünün idaresinde kaldı. Kısa bir müddet için yeniden Urfa Kontluğunun idaresine girdiyse de 1150’de Kont II. Joscelin’in Türkler tarafından esir edilmesiyle tekrar el değiştirdi ve Anadolu Selçuklu Sultanı I. Mesud tarafından alındı.
1156’da I. Mesud’un ölümüyle 1160'da Zengiler’den Nureddin Mahmud Zengi Besni'yi ele geçirdi. 1173 yılına kadar sürekli II. Kılıçarslan ve Nureddin Mahmud Zengi arasında el değiştiren Besni, Zengilerin tamamen hakimiyet kurmasının üzerinden çok geçmeden Zengiler'in bütün toprakları ile birlikte Eyyûbîler’in eline geçti. Daha sonra Selahaddin Eyyûbî'nin ölümünden sonra devletin parçalanması neticesinde ortaya çıkan devletlerden biri olan Halep Eyyûbîlerine bağlandı.
Besni, 1218’de Halep üzerine yürüyen ve başarısızlığa uğrayarak geri çekilen Anadolu Selçuklu Sultanı I. İzzeddin Keykavus tarafından kuşatıldı, fakat alınamadı. 1260’ta Hülagû Han’ın Suriye seferi sırasında Moğollar tarafından zaptedildi. Hülagû burayı, kendisine yaptığı yardımların karşılığı olarak Klikya Kralı Hethum’a vermek istediyse de kaledeki Türklerin şiddetle karşı koyması üzerine bundan vazgeçerek Müslüman bir idareci tayin etti. Moğollar’ın yöreden ayrılmasından hemen sonra Besni Ermeniler’in saldırılarına uğradı, Memlûkler’den yardım istendiği halde herhangi bir yardım gelmeyince kale, 1261’de Ermeni kralına Hethum'a teslim oldu. Memlûk Sultanı Baybars 1266’da Kilikya’ya bir sefer düzenleyerek Ermeniler'i yendi ve kralın oğlu Leon'u esir aldı. Daha sonra yapılan antlaşmada Ermeni kralının başta Besni olmak üzere işgal ettiği bazı şehir ve kaleleri geri vermesi ve Leon’un serbest bırakılması karşılığında kral Hethum'un elinde olan, Halep civarında yapılan savaşta Moğollar tarafından esir edilen Memlûk emiri Şemseddin Sungur el-Aşkar'ın serbest bırakılması kararlaştırıldı. Ancak Sultan Baybars, esaretten dönen Sungur’un ricasıyla Besni’nin Ermeniler’in elinde kalmasına razı oldu. Böylece Besni bir müddet daha Ermenilerin hâkimiyetinde kalmıştır.
Besni ve yöresi, Memlûk sultanı Kalavun'un Ermenilerin üzerine bir sefer hazırlığı içinde olduğu haberi alınınca Ermeni kralı tarafından 1293’te tekrar Memlûkler’e teslim edildi ve bir süre Halep valiliğine bağlı bir naiplik olarak idare edildi. Bu Memlûk hâkimiyeti sırasında kale sağlamlaştırıldığı gibi şehir de imar edildi. Yine Besni bu dönemde Rumkale gibi Memlûklerin elinde önemli bir karakol, önemli bir üs olarak yerini almıştır.
14. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Moğol baskısı ile Anadolu'daki Selçuklu hakimiyetinin zayıflamasıyla Elbistan ve civarında Dulkadiroğulları kuvvet kazandı. Dulkadirli Garseddin Halil Bey, Eretnalılar ve Memlûklerle mücadele ederek 1368'de Harput, Malatya, Maraş ve Besni yöresini beyliğine katmayı başardı. Fakat bir müddet sonra Memlûklere yenilince bu bölgeler yeniden Memlûk egemenliğine girdi. Buna rağmen Besni yöresi, Dulkadirli Türkmenlerin yayıldıkları yerlerden biri oldu.
1394-1398 yılları arasında, kısa aralıklarla da olsa, Kadı Burhaneddin'in kontrolüne giren Besni, kısa bir süre de Osmanlı idaresinde kalmıştır. Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid, 1398'de Sivas'ı aldıktan sonra Malatya'ya doğru ilerlemiştir. 1399'da Malatya'yı da ele geçirdikten sonra Fırat'a doğru ilerleyerek Besni, Kâhta, Divriği ve Darende'yi de Osmanlı egemenliğine aldı. Ancak Osmanlılar bölgeyi uzun süre ellerinde tutamadılar. 1400’de Timur’un Sivas ve Malatya’yı ele geçirdiği sırada kısa bir süre Memlûkler’in eline geçen Besni, oldukça çetin bir kuşatma sonunda 27 Eylül 1400 tarihinde Timur'un topraklarına katıldı.
Timur tarihini aktaran eserlerde Besni Kalesi'nin sağlamlığından uve direncinden uzun uzadıya bahsedilmesi Besni'nin stratejik olarak önemli bir merkez olduğunun kanıtıdır. Timur'un bölgeden çekilmesinden sonra şehir tekrar Memlûk hakimiyetine girmiştir. Besni'nin idaresi, eskiden olduğu gibi Halep valilerine bağlı olarak Mısır'dan atanan naipler tarafından yürütülmüştür. 15. yüzyılın ikinci yarısından sonra Besni Kalesi'nin pek fazla kuvvetlenemediği bölgenin Dulkadirlilerin eline geçmesinden anlaşılmaktadır.
Besni ve yöresinde 15. yüzyıl boyunca savaşlar olmuş ve bölge Memlûkler, Dulkadirliler ve Türkmenler arasında el değiştirmiştir. Bu dönemde Besni ve çevresinde nüfus yoğunluğunu Dulkadirli Türkmenlerin lehine değişse de şehrin hukukî yönden Memlûklere bağlı kalmaya devam ettiği anlaşılmaktadır. Memlûklerin, Sultan Berkuk'un vefatından sonra bile Türkmenlerin yoğunluk kazandığı Besni'nin idaresi için düzenli olarak naipler görevlendirmeye devam etmiş olmaları bunun kanıtıdır. Dulkadirlilerin şehre hakim oldukları dönemde tayin ettikleri Besni naiplerinin Mısır sultanlarının onayı ile atandığı da bilinmektedir.
Bu sırada Memlûklere bağlı olarak varlıklarını sürdüren Dulkadiroğulları, fırsat buldukça bölgedeki bazı şehirleri eke geçirerek siyasî bağımsızlıklarını sağlamaya çalışıyorlardı. Hatta bu dönemde basılan "Behisni" damgalı Dulkadirli paraları 16. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar kullanılmıştır. Dulkadirlilerin etkin olduğu bu dönemde Besni'ye çok sayıda Türkmen boy ve aşiretinin yerleşmiş olduğu günümüzde bölgede konuşulan Türkçeden de anlaşılmaktadır. Besni ve çevresinde konuşulan Türkçenin, Malatya'da konuşulan Doğu Anadolu şivesi yerine, Elbistan ve Maraş yöresinde konuşulan Orta Anadolu şivesine benzemesi bunun kanıtıdır.
Besni, Ayıntab kalesi ile birlikte Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim'in Memlûkler ve Dulkadiroğulları üzerine yaptığı seferler sırasında 1516 yılının ağustos ayında Osmanlı topraklarına katıldı.
Besni'nin de içinde bulunduğu Malatya ve yöresi, o dönemde Mısır'a giden Osmanlı ordularının buluştuğu bir merkez haline gelecektir. Sefer sırasında Mısır'a giden ordu, Malatya'dan hareket ederek Samanlu, Şamlu Yurdu, Zeliha, Sürgü ve Subadra üzerinden Besni yakınlarından geçerek yoluna devam ederdi.
Besni, 1516 yılı Ağustos ayında, I. Selim tarafından Malatya'nın alınmasından sonra, Memlûkler'den alınan Elbistan merkezli Dulkadirli Beyliği'ne bağlanmış olmalıdır. Daha sonra bu beylik kaldırılarak yerine Zülkadriye Eyaleti kurulmuş ve Besni de yeni kurulan bu eyalete bağlı kazalardan biri yapılmıştır.
Bölgede vergi amaçlı tahrirlerin yapılmasına yörenin Osmanlı idaresine geçmesinden hemen sonra başlanmıştır. Araştırmalardan elde edilen bilgilere göre 16. yüzyılda bölgede 1519, 1524, 1530, 1536, 1540 ve 1560 yıllarında tahrir yapılmıştır. Bu tahrirlerde tutulan defterlerin hemen hepsinde Besni'nin adı geçmektedir. 1519 tarihinde Besni sancak merkezi olup yakınında bulunan Hısnımansur buraya bağlı bir nahiyedir. 1530'daki tahrirde ise Besni, Kâhta ve Gerger'e bağlı görünmektedir.
1519’daki ilk tahrire göre Besni'de 1.400 Müslüman, 150 kadar da gayrimüslim bulunuyordu. 1523’te 1.750 Müslüman, 230 gayrimüslim; 1547’de 1.500 Müslüman, 360 gayrimüslim; 1560’ta ise 1.800 Müslüman, 370 gayrimüslim nüfus yer alıyordu. Bu durum, 16. yüzyılın ikinci yarısına kadar pek önemli bir nüfus artışının olmadığını, nüfusun küçük değişikliklerle zaman zaman azalıp yükseldiğini göstermektedir. Bölge halkının konargöçer yapıda olması bu nüfus hareketini tayinde önemli bir rol oynamıştır. Gayrimüslim nüfusta ise normal artış seyri içinde sürekli bir yükselme olmuştur.
Tahrir defterlerine göre 1519’dan 1560’a kadar geçen zaman zarfında Besni’de beş mahalle vardı. 1560 sayımında bir mahalle daha oluştuğu ve mahalle sayısının altıya yükseldiği görülmektedir. Bunlar Kızılca Oba, Orta Oba, Aşağı Oba, Meydan, Bezmgâh ve Ermeni mahalleleridir.
Besni’de halkın başlıca ekonomik faaliyetini tarım ve hayvancılık teşkil etmekteydi; vergi gelirleri ise 1519’da 16.750, 1523’te 11.960, 1547’de 53.515, 1560’ta ise 64.550 olarak gerçekleşmiş ve devamlı artmıştı. Tarım ürünlerinin başlıcalarını buğday, arpa, nohut, mercimek, darı, pamuk, çeşitli meyveler ve üzüm oluşturmaktaydı. Bunun yanında boyahane ve kirpas (bez) tellâllığından önemli ölçüde gelir elde edildiği ve kirişhanenin gelirinde de önemli ölçülere ulaşıldığı tespit edilmektedir.
Besni, 1519 tahririnde sancak merkezi olarak belirtilmişken 1530'da merkezi Maraş olan Zülkadriye Eyaletine bağlı bir kaza olarak geçmektedir. Yine 1524-1527 yılları arasında yapılan Rum Eyaleti'nin genel tahririnde Besni ve çevresindeki yerlerin de isimleri geçtiğine göre, 1530'a kadar bu çevreler Rum Eyaleti dahilinde kabul edilmekteydi. Bu yerler 1530-1540 yılları arasında Elbistan sancağına bağlı kalmışlardır. 1540 yılından itibaren ise Zülkadriye Eyaleti'nin merkezi Maraş'a nakledildiğinden Besni'nin çevresindeki yerler Maraş'a bağlı hale gelmiştir. 1559'a kadar Rum Eyaleti'ne bağlı kalan Besni'nin Kâhta ve Gerger'le birlikte, bir sefer nedeniyle bu tarihte Zülkadriye Eyaleti'ne bağlandığı anlaşılmaktadır. Ancak seferden sonra tekrar Rum Eyaleti'ne bağlanan Besni, 1563'ten sonra yine Zülkadriye Eyaleti'nin idaresine geçmiştir. Genel olarak bölgenin Maraş'tan idare edilişi 16. yüzyılın ortalarından 19. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiştir.
Bölge ister Rum Eyaleti'ne, ister Zülkadriye Eyaleti'ne bağlansın; Besni ve çevresi her zaman Malatya sancağına bağlı olarak idare edilmiştir. 1846 tarihli bir kefâlet defterinde kayıtlı o |
lduğu üzere Besni, yine Malatya ile birlikte muhtemelen 1845'ten itibaren Harput eyaletine bağlı olarak idare edilmiştir. Bu tarihten sonra, 1867 yılında Besni'nin sancak merkezi statüsünde olduğu görülmektedir. Hısnımansur'un sancak merkezi olması ve ardından Harput'un eyalet statüsünden kalkması Besni'yi kaza durumuna düşürmüştür. Tanzimat döneminde memleket idaresinde yapılan yeniliklerle Besni, Hısnımansur ve Kâhta; 1867'de kurulan Diyâr-ı Bekr Vilayeti'ne bağlanmıştır.
Besni'nin Diyâr-ı Bekr Vilayeti'ne bağlandığı sırada Hısnımansur, Mamuret-ül-Aziz Vilayeti'ne bağlı bir kaza; Besni, Samsat, Kâhta ve Gerger de Hısnımansur'a bağlı bir nahiye konumundaydı. Ancak bölgedeki asayiş ve güvenlik problemleri nedeniyle 1870 yılında, Malatya sancak yapılarak Besni, Hısnımansur, Kâhta ve Akçadağ bu yeni sancağa bağlanmıştır. Bu değişiklik sırasında Besni de kaza merkezi yapılmıştır. Daha sonra Besni kazası, bağlı olduğu Malatya sancağıyla birlikte 1883'te Mamuret-ül-Aziz Vilayeti'ne bağlanmıştır. Böylece Besni 1883'ten 1918'e kadar Mamuret-ül-Aziz Vilayeti'nin Malatya sancağına bağlı bir kaza olarak idare edilmiştir.
19. yüzyılın sonlarındaki Mamuret-ül-Aziz Vilayeti Salnamesi’ne göre Besni’nin toplam 9859 hâne Müslüman, 325 hâne Hıristiyan olmak üzere 10.254 hâne nüfusu vardı. Aynı tarihlerde Besni kazası on bir mahalle, 143 köy ve otuz bir aşiret oymağından meydana geliyordu. 1892 yılı salnamesine göre merkezde 1900 hâne (yaklaşık 9500 kişi) nüfus bulunuyordu. Kamûsu’l-alâm’da Besni kazasının nüfusu 32.000, Vital Cuinet’nin eserinde ise 45.000 olarak gösterilmektedir.
20. yüzyılın başlarında Besni’de tahıl ürünleri ile üzüm ve üzümün yan ürünleri başlıca ekonomik faaliyeti teşkil ediyordu. Ayrıca pamuklu, ipekli kumaşlar da buraya getiriliyor ve satılıyordu. Bu sıralarda Besni’ye 143 köy bağlı olup on üç mahallesi, on üç camiisi, iki mescidi, seksen öğrencisi bulunan yirmi bir medresesi ve bir rüşdiye mektebi vardı. Ayrıca 748 talebesi bulunan otuz sekiz sıbyan mektebi mevcut olup yirmi bir han, üç kilise ve buna bağlı iki de mektep yer alıyordu.
Besni, cumhuriyet döneminin ilk yıllarına kadar Malatya'ya bağlı ilçedir. İlçe, 1926 yılında Malatya'dan ayrılarak Gaziantep'e bağlanmıştır. Ancak 1933'te çıkarılan bir kanunla tekrar Malatya'ya bağlanmıştır. Bu değişikliğin gerekçesi kanun tasarısında; bölgeden geçen demiryolu sebebiyle tüm ilişkileri Malatya'ya intikal eden Besni'nin Gaziantep'ten alınarak Malatya vilayetine bağlanması gerektiği şeklinde izah edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 14 Haziran 1954 tarihli oturumunda görüşülen bir kanun taslağının kabul edilmesiyle Adıyaman'ın Malatya'dan ayrılarak il yapılması kararlaştırılmıştır. Çıkan kanuna göre 1 Aralık 1954 tarihinde il statüsüne kavuşan Adıyaman'a Besni de ilçe olarak bağlanmıştır. Kanun tasarısının mecliste görüşüldüğü sırada Besni'nin Adıyaman'a değil de iktisadî şartların gereği olarak Gaziantep'e bağlanmasını isteyen milletvekilleri olmuşsa da istekleri kabul edilmemiştir.
Besni, 1950'lerin sonuna kadar Besni Kalesi'nin etrafındaki yerindeydi. Heyelan ve su basması nedeniyle 1950-1965 yılları arasında şehrin yeri değiştirilerek günümüzdeki yerine taşınmıştır. Başka bir kaynakta ise Besni'nin yerinin değiştirilmesi meselesinin cumhuriyetin kurulmasından itibaren gündemde olduğu üzerinde durulmaktadır. Yer değişikliğinin sebebi olarak da yerleşim yerinin dar olması gösterilmektedir. Şehrin Keysun veya Gölbaşı'nın Dündar Yazısı denilen mevkiine taşınması tartışılmıştır. Ancak 1950'lerin başından itibaren şimdiki Besni'ye taşınmanın başladığı ve devlet dairelerinin inşa edildiği görülmektedir. Halk ise taşınma işine pek sıcak bakmamış, eski evlerinde oturmaya devam etmiştir. 1955 yılında "Eski Besni"de bir mahallenin eşkıyalar tarafından basılması ve çok sayıda kişinin ölmesi üzerine yeni kurulan şehre taşınma hızlanmıştır.
Besni, Güneydoğu Anadolu'da, Fırat Nehri'ne Samsat'ın aşağısında karışan Göksu'ya dökülen bir çay yakınında ve Malatya dağlarının güney eteğinde kurulmuş bir yerleşim yeridir. Güneybatısında bulunan Gaziantep'e 105 km, batısında bulunan Kahramanmaraş'a yaklaşık 90 km, ve kuzeydoğusunda bulunan Malatya'ya yaklaşık 100 km uzaklıktadır. Adıyaman şehir merkezine 44 km, en yakın demiryolu istasyonu olan Gölbaşı'ya ise 27 km uzaklıktadır.
Günümüzde Adıyaman iline bağlı bir ilçe merkezi olan Besni, batıdan Gölbaşı ilçesi, kuzeyden Tut ilçesi, doğudan Adıyaman, güneydoğudan Fırat Nehri (nehrin diğer tarafında Şanlıurfa'nın Halfeti ve Bozova ilçeleri), güneyden Gaziantep ilinin Araban ilçesi ve güneybatıdan Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesi ile çevrilidir. Yüzölçümü 1330 kilometrekare olan ilçenin kuzeyi tamamen dağlık ve engebeli olup şehirden güneye gidildikçe engebelerin yerini alçak tepeler almaktadır. Kuzeydeki yükseltiler aynı zamanda yayla özelliği de taşırken, güneye doğru azalan engebelerden sonra Kızıldağ'a kadar uzanan verimli bir ova başlamaktadır.
Güneydoğu Toros Dağları silsilesinin güneye doğru alçalarak batı-doğu istikametinde uzanan dizisinden güneye doğru sarkan tepelerinden Yumrutepe eteklerinde kurulmuş olan Besni'nin deniz seviyesinden yüksekliği yaklaşık olarak 930 metre civarındadır.
Besni'de Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Akdeniz iklimlerinin karışımı olan tipik bir iklim vardır. Besni’deki iklim Akdeniz iklimi ile doğu karasal iklimi arasında bir özellik gösterir. Kışları soğuk ve yağışlı, yazları ise serin ve kurak geçer.
Atatürk Barajı'nın yapılmasıyla ilçenin ikliminde hissedilir bir farklılık meydana gelmiş, nem ve yağış miktarı artmıştır. En soğuk ayı Ocak, en sıcak geçen ayı ise Temmuz ayıdır. Yıllık yağış ortalaması 704.5 mm'dir. Yıl içerisinde ilçede yağmur ve kar yağışı görülmekte olup, kar kalınlığı zaman zaman 1 metreyi bulmaktadır. Kar daha çok Aralık sonu, Ocak ve Şubat aylarında yağmaktadır.
İlçe coğrafi yapısı nedeniyle genelde doğu batı yönünden sert rüzgârlar almakta, rüzgârın hızı zaman zaman saatte 10 km'yi bulmaktadır.
İlçe merkezi hariç olmak üzere ilçeye bağlı; 7 belde, 63 köy ve 10 mahalle vardır.
2014 nüfus sayımına göre kadın nüfus 38.011, erkek nüfus 37.889'dur. 0-15 yaş aralığındaki nüfus 21.366, 15-65 yaş aralığındaki nüfus 47.734, 65 yaş üstü nüfus ise 6.810'dur.
Azerbaycan Devlet Petrol ve Sanayi Üniversitesi
Azerbaycan Devlet Petrol ve Sanayi Üniversitesi (), Azərbaycan'ın başkenti Bakü'de bulunan teknik bilimler ve petrol sanayisi yönlü devlet üniversitesi. Bundan önceki ismi Azerbaycan Devlet Petrol Akademisi idi.
14 Kasım 1920 tarihinde Azerbaycan SSC hükümetinin kararı ile Bakü Politeknik Estitüsü ismi alında kurulmuştur.
Kafkasya Üniversiteler Birliği'nin üyesidir.
Besim Üstünel
Besim Üstünel, (d. 1927, Gaziantep - ö. 2 Haziran 2015, İstanbul), Türk siyasetçi.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirmiştir. Aynı Fakültede Doktora yapmıştır. Londra Üniversitesi İktisat Fakültesini de bitirmiştir. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nde Öğretim Üyeliği, DPT İktisadi Planlama Dairesi Başkanlığı, Cumhuriyet Senatosu İstanbul Üyeliği (12 Ekim 1975 - 12 Eylül 1980) ile Maliye Bakanlığı yapmıştır. İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Fakültesi, Galatasaray Üniversitesi'nde de öğretim görevlisi olarak görev yapmıştır. Evlidir. Ders kitapları dışında, ""Kalkınmanın Neresindeyiz"?" isimli bir eseri bulunmaktadır.
Maliye Eski Bakanı Profesör Doktor Besim Üstünel tedavi gördüğü Florence Nightingale Hastanesi'nde vefat etmiştir.
Aksiyel iskelet
Aksiyel iskelet kemikleri, 80 kemikten oluşmaktadır.
Apendiküler iskelet kemikleri
Apendiküler iskelet kemikleri, 126 kemikten oluşmaktadır.
Neandertal (anlam ayrımı)
Neandertal sözcüğü şu anlamara gelebilir:
Verici
Vericiler, elektromanyetik dalgaları antenden yayın yolu ile göndermek üzere yüksek frekanslı enerji üreten elektronik cihazlardır. Kullanılış gayelerine göre çok çeşitli güç ve tipte yapılırlar. Vericilerin temel görevi antene belirli bir frekansta güç sağlamak ve bu yolla meydana getirilen elektromanyetik dalgalar yardımıyla bilgi iletmektir. İlk zamanlar vericiler sadece, sabit bir frekansta yüksek frekanslı enerjiyi gönderebiliyordu. Bu tip vericilere sürekli dalga (CW-Continuous wave) vericileri denir. Bunlarla bilgi nakli ancak kodlu olarak mümkündür (Mors kodu gibi).
Son zamanlarda istenen bir bilgi (özellikle de konuşma, müzik ve görüntü) taşıyıcı bir dalgaya (Carrier Wave) bindirilerek gönderilmektedir. Bu işleme modülasyon ve böyle dalgaya modüleli devamlı dalga denir. MCW (Modulated Continious Wave) vericiler modülasyon şekline göre iki temel sınıfa ayrılırlar:
Genelde pratikte üç tip verici kullanılır. Bunlar da:
En basit bir AM verici dört ana bölümden meydana gelir.
Osilatör: Vericilerin en önemli kısmıdır. Radyo Frekanslı (100 KHz'den yüksek) enerji üretir. Burada üretilen enerjinin frekansı belirli sınırlar içinde kalmalıdır. Aksi takdirde dinlenemez.
Tampon katı (Buffer): Tampon katı, güç katını osilatörden yalıtır. Böylelikle osilatörün daha kararlı çalışması sağlanır. Aynı zamanda bu kat istenirse osilatörün frekansını iki veya üç katına çıkartabilir ki, buna frekans çoğaltıcı denir.
RF güç katı: Bu kat, antene istenen güçte sinyali besler; modülatörden gelen bilgi, osilatörden gelen taşıyıcıya burada bindirilir.
Modülatör ve ses frekans katı: Mikrofondan elde edilen elektrik işareti çok küçüktür. Ses frekans yükselteci (katı) bunu istenen seviyeye yükseltir. Modülatör katı da ses sinyalini güç katına aktaran bir uygunlaştırıcıdır. Ses frekansının şiddetine göre güç katının kazancına tesir ederek amplitüd (genlik) modülasyonu gerçekleştirir.
Basit bir FM verici şu katlardan meydana gelir:
Ses frekans yükseltici ve reaktans modülatörü: Mikrofondan alınan sinyal, istenen seviyeye kadar yükseltilerek reaktans modülatörüne uygulanır. Reaktans modülatörü, osilatörün bobin devresine kapasitif veya endüktif reaktans ilave eder veya çıkartır. Böylece ses frekansının şiddetine göre osilatö |
r frekansını değiştirerek FM(Frekans Modülasyonu) sağlanır.
Osilatör: Belli sınırlar içinde Radyo-Frekanslı enerji üretir. (Standart olarak FM kanalı radyolarda 88-108 MHz arasıdır)
Tampon ve sürücü: Burada hem yalıtma işlemi hem de istenirse frekans çoğaltma işlemi yapılır.
RF güç yükseltici: Frekans modüleli sinyal, antenden yayılacak seviyeye kadar bu katta yükselir.
Anten: Elektromanyetik enerjiyi uzaya yayar.
La Toya Jackson
La Toya Yvonne Jackson (d. 29 Mayıs 1956, Gary, Indiana), Michael Jackson'ın ablası şarkıcı, söz yazarı, oyuncu.
Jermaine Jackson
Jermaine LaJuane Jacksun (d. 11 Aralık 1954) Amerikalı şarkıcı-şarkı yazarı basgitarist müzik yapımcısı ve yönetmen. The Jackson 5 grubunun solisti. Ünlü Amerikalı şarkıcı Michael Jackson'un kardeşidir. 1989 yılında İslam dinini seçerek ismini Muhammed Abdülaziz olarak değiştirmiştir evli ve 4 çocuk sahibir.
Bir dönem Amerikalı şarkıcı Whitney Houston'la düet çalışması yapmıştır. Müzik yaşamına halen kardeşleriyle birlikte ve solo olarak devam etmektedir.
Mikrovillus
Mikrovillus hücrenin serbest yüzey farklılaşmalarından, özellikle emme görevi fazla olan hücrelerde, hücre dış yüzeyini arttırmak için, hücre zarının bir miktar sitoplazma ile meydana getirdiği parmak şeklindeki çıkıntılardır. Boyları yaklaşık, 0,6-0,8 mikron uzunluğunda, 0,08-0,1 mikron kalınlığındadır. Özellikle bağırsak epitelinde bulunan mikrovilluslar (çoğulu mikrovilli) yapılarında, makromolekülleri parçalayacak ve hücre içine taşıyacak enzimleri bulundururlar.
Genel olarak iki yapısal elemandan oluşur:
Bağlayıcı proteinler de iki çeşittir;
Hücre serbest yüzey farklılaşmaları
Hücre yan yüzey farklılaşmaları
Sitoplazma içi farklılaşmalar
Pağnik
Pağnik Elâzığ ili merkeze bağlı köyün bugünkü ismi Işıkyoludur.Köyün geçim kaynağı tarım ve hayvancılığa dayanır. Her meslek grubundan birçok tanınmış kişinin bulunduğu köyde dönemin milletvekili Hasan BELHAN'da çıkmıştır. Köyün ve civar köylerinde en büyük problemi sulamanın yapılamamasıdır. Elâzığ merkeze 20 km mesafede bulunan köye ermeni tecridinden sonra yerleşen asker kökenli ilk Türkmen aile Karasüleymanoğulları'dır. Bugün hala aynı bölgede yaşayan ailenin bugünkü soyadı Çelik'tir.Sırasıyla Gündüz,Belhan,Erkek ve Güneş soyadlı aileler yaşamaktadır. 1998 Yılında 80 hane olan köy 2011 yılında 35 haneye kadar düşmüştür. Köyün şu andaki temsilcisi(muhtar) Emekli öğretmen Zeki DAŞ'tır.
Pağnik, Giresun iline bağlı Çamoluk ilçesinin Pınarlı köyünün ermenice eski adıdır. "Hamam" ya da "sıcak su kaynağı" anlamına gelmektedir. Halk dilinde Panik veya Penik olarak da söylenir. (bkz: )
Pağnik, Elâzığ iline bağlı Ağın ilçesinin Kaşpınar köyünün Ermenice eski adıdır. "Hamam" ya da "sıcak su kaynağı" anlamına gelmektedir.
Bununla beraber Pağnik; Adana ilinin Saimbeyli ilçesine bağlı Kızılağaç köyünün eski adıdır.
Pağnik, Malatya iline bağlı Arapgir ilçesine bağlı iki köyün adında da geçmektedir. Pağnik Kundi - Aşağı Pağnik (Düzce)- ve Pağnik Evranbeyi - Yukarı Pağnik (Budak)- köyünün Ermenice eski adlarıdır.
Adenom
Adenom veya adenoma bezsel kökenli (orijinli) olan veya bezsel bir yapıda meydana gelen iyicil (benign) tümördür. Adenomlar kolon, adrenal, hipofiz, tiroid dahil birçok organda ortaya çıkabilirler. Her ne kadar adenomlar iyicil tümörler olsalar da, kötücül (habis, malignant) tümöre çevrilebilirler ve böyle olduklarında artık adenokarsinom diye anılırlar.
Adenoma nedir ?
Sil
Sil, "kirpik" ya da "cilia cellularia", hücrenin serbest yüzeyinde meydana gelen farklılaşmalardan ve tek hücrelilerde görülen hareket organellerindendir.
Sıkı bağlantı
Sıkı Bağlantı ya da Zonula Occludens, vücudu dış etkilerden koruyan hücrelerde bulunan, hücrenin yan yüzeyinde yaptığı hücreler arası bağlantılardandır.
Epitel hücrelerindeki kuvvetli bağlantılar bu tiptedir. Bu tip bağlantı da hücreler arası boşluk yok denecek azdır. Genelikle de yalıtma özellikleri fazladır.
Sternum
Sternum veya göğüs kemiği, sağ ve sol kaburga kemikleri arasında bulunan göğüs kafesi kemiği. İman tahtası olarak da bilinir.
Gōjū-ryū
, Shōtōkan-ryū (松涛館流), Shitō-ryū (糸東流), Wadō-ryū (和道流) ile birlikte 'nın resmi olarak kabul ettiği dört Karate sitilinden biridir.
Okinawa kökenli Karate sitili olan Gōjū-ryū, Japonca "Sert-Yumuşak Akımı" anlamına gelmektedir. Çin kökenli, 'iki karşıt ögenin birleştirilmesi" prensibinden oluşturulan "wu pei chih" doktrini üzerine kuruludur. Tüm Karate stilleri içinde Çin Kökenli Savaş sanatlarından en çok etkilenen Gōjū-ryū'dur. Stilin ortaya çıkışı Okinawa Adasının Naha Kasabasından olan Kanryo Higashionna, (1850-1915)'ya dayanır.
Gōjū-ryū, Kanryo Higashionna'nın Naha-Te (那覇手) stilinden gelişerek meydana gelmiştir. Naha-Te'nin geçmişini Kung Fu'nun beş hayvan stiline kadar takip edebiliriz. Yaklaşık 10 yıl Çin'de savaş sanatları eğitimi alan Kanryo Higashionna Okinawa'ya döndüğünde yerel dövüş tekniğini Çinde öğrendiği prensiplerle sentezleyerek, yardımcısı Chojun Miyagi ile birlikte öğretmeye başlamıştır.
1916 yılında Kanryo Higashionna öldüğünde, Chojun Miyagi stilin fiili yöneticisi olmuştur. Usta Miyagi, uzun yıllar Çin'de kalarak ve Çinli Kung Fu ustaları ile çalışarak, tekniği geliştirmiş, Gerek Okinava gerekse Japonya'da birçok izleyici ve resmi yetkili önünde gösteriler yaparak stilinin tanınmasını sağlamıştır. Kitlelere ulaşmasını sağladığı için stilin kurucusu olarak anılır.
Okinawa, Ryūyū Krallığı'nın merkezi olarak yüzyıllardır Çin ve Japon kültürlerinin birleştiği bir adadır. Çin etkisi, adada M.Ö. 300 yılından beri görülmektedir. Özellikle 15. asırda Shō Hanedanı sırasında doruğa çıktı ve Okinawa altın devrini yaşadı. Bu etkiler sadece ticaret ve kültürde değil, yöresel savaş sanatlarında da hissedildi. Okinawa halkı yıllardır oldukça sert olan "Te" (El) denen kendi tekniklerini kullanıyorlardı. Özellikle Çin'in Fukien Bölgesinde yaygın olan Shaolin Boksu "Te" yi etkileyip daha yumuşak, akıcı ve yuvarlak bir özellik kazandırmıştır. 1609’daki Japonya'nın Satsuma Eyaleti tarafından işgal edilmesiyle altın devir bitmiş ve Japon etkisi görülmeye başlamıştır. Satsuma Eyaleti, halkın silah taşımasını yasaklanmıştır. İşgalciler bu yasaktan muafdı. Ayrıca dövüş teknikleri çalışmaları da yasaklanmıştı. Bundan dolayı silahsız dövüş teknikleri gizlice çalışıldı ve sonraki üç asırda Okinava'nın özelliklerini kazandı.
Yerel silahsız savaş sanatı "Okinawa Te" olarak anılmaya başlandı. Bu gizlilik yöresel ve kişisel etkilerle üç ana stilin gelişmesine neden oldu. Bunlardan Shuri Te, Shaolin Boksunun sert özelliklerinden etkilendi. Naha Te ise yumuşak olan Tao sisteminin enerjinin iç kontrölüyle birleşti. Tomari Te ise her ikisinin birleşimiydi. Buradaki önemli nokta Shuri Te saldırıya yönelik, yakalama ve fırlatma tekniklerini kapsayan Naha Te ise, savunmaya yönelik yöntemi seçti. 19. asır sonlarında Shuri Te ve Tomari Te birleşerek Shorin Ryu adını aldı. Naha Te ise Gōjū-ryū olarak adlandırıldı.
Bütün talebelerin iyi bilmesi gereken büyük usta Kanryo Higashionna tarafından geliştirilen Gōjū-ryū Karate, Gogen Yamaguchi tarafından geliştirilen Japon Gōjū sistemi Gōjū-kai haricinde orijinal stil olarak hiç bozulmadan kaldı. Gōjū-kai ise birçok alt dala ayrıldı. Gogen Yamaguchi büyük usta Kanryo Higashionna'dan sonra gelen Chojun Miyagi'nin talebesiydi ve Gōjū-ryū'ya kendi yorumunu getirdi.
Japonya seyahati sırasında Chojun Miyagi'ye sisteminin adı sorulunca yine o an kendisi tarafından verilmiştir. Bu isim öğrencinin hem zihinsel hem de fiziksel özelliklerini ima eder. Fiziksel olarak, akıl ve vücudun doğru konsantrasyonu ile doğru nefes alıp vermenin sonucu olarak teknikler kaya gibi sert olmasına rağmen yumuşak, akıcı bir izlenim veren Taocu etkiler vardır. Zihinsel olarak hayatın basit yönlerini ve gerçeklerini takdir eden ve bunları seven mütevazı fakat aynı zamanda bir tehlike anında fiziksel ve zihinseş olarak güçlü olan bir insanın idealidir. Fiziksel ve zihinsel olarak yumuşak ve sertin mükemmel dengesini sağlamak ciddi bir Gōjū-ryū öğrencisinin amacı olmalıdır. Chojun Miyagi'nin idealleri ve felsefesi bugün gerçek Okinava Gōjū-ryū Karate’nin eğitim temelini oluşturmaktadır.
Ashihara
Ashihara Kaikan (Japonca: 芦原会館Ashihara Kaikan), Yirminci yüzyılda Kancho Hideyuki Ashihara tarafından kurulan tam temaslı karate stili.
Stilin kurucusu olan Hideyuki Ashihara, 5 Aralık 1944 tarihinde Japonya'nın Hiroshima Ken şehrinde doğmuştur. Deniz askerî okuluna gitmiş ancak devam ettirememiştir. Askeri okul sıralarında uzun müddet Kendo çalışmış, sokak kavgalarına katılmıştı.
Okuldan ayrıldıktan sonra bir benzincide çalışmaya başladı.Sokakta kazandığı dövüş tecrübesini bir do sanatında kullanmak istiyordu. Kendo bir noktadan sonra ona yetersiz geldi. Çeşitli dojolara gidiyor ve değişik sistemleri deniyordu.
Masutatsu Oyama’nın dojosuna 1961 yıllının Eylül ayında 16 yaşında başlamıştı.
1964 yılında Hideyuki Ashihara siyah kemerini aldı ve eğitmenliğe başladı.1966 yılında ise kyokushin karate sisteminde çok önemli bir mevkii'ye geldi.
Çeşitli olaylar sonucu ustası ile arası açılan Hideyuki Ashihara, 1980 yılında Ashihara Kai Kan ismi ile kendi sistemini kurmuş ve çalışmalarına bu yönde devam etmeye başlamıştı.
Ashihara 1995 yılında hayata gözlerini yummuştur.
Kancho Hideyuki Ashihara, Kyokushinkai Karate'nin kurucusu Masutatsu Oyama'nın öğrencilerinden biridir. Ustasından ayrıldıktan sonra kendi stili olan Ashihara Karateyi geliştirmiştir.
Ashihara Karate genelde Kyokushin izlerini taşır ve birçok önemli yönleri o sistemden alınıp geliştirilmiştir.
Ashiharaya göre diğer karate sistemleri süslü kelimelerden oluşan branşlardı. Ancak savaşmak ile karşı karşıya kalınınca gerçekler ortaya çıkıyordu.
Sabaki, Hideyuki Ashihara tarafından geliştirilmiş, savunma ve saldırı hareketlerini tek bir hareket haline getiren bir saldırıya veya hücuma karşılık veren tek yöntemdir.
Sabaki, herhangi bir saldırganın mütecaviz hareketi karşısında dört temel dairesel hareketlerden birini kullanır. Bu hareketle |
r, kendini savunan kişinin yavaşça ileriye ve geriye doğru ve saldırganın sağına veya soluna doğru rahat bir şekilde hareket etmesini sağlar.
Her bir durumda, kendisini savunan kişi saldırganın sırtına vurabilecek pozisyona gelir. Bu da kendini savunan kişinin ön taraftan gelecek saldırılara karşı kendisini korumasını kolaylaştırır. Buna ilaveten, bu durum kendini savunan kişinin saldırganın pozisyonunda “kör bir nokta” yaratmasına yol açar.
Kendini savunan kişi saldırgan karşısında böyle bir kör nokta yarattığı zaman, bu “kör nokta”ya girerek, çeşitli yumruk ve tekme kombinasyonlarıyla bu pozisyondan stratejik bir avantaj sağlayabilir.
Mesafenin kısa, normal veya uzun olmasının hiçbir önemi yoktur. Burada esas olan, kendisini savunan kişinin saldırganın ulaşamayacağı bir mesafede ve “kör nokta”sında hareket etme stratejisidir.
Tapınak
Tapınak, ibadethâne ya da mâbet; yüce bir varlığa tapınılan ve bazı diğer dinî ritüellerin gerçekleştirildiği kutsal yapı. Öztürkçe sözcüğü tapmak kökünden gelir. ibadethâne sözcüğü Farsça ve mabet sözcüğü Arapça kökenlidir.
Dini terminolojide "tapınak" herhangi bir dini inanç, gelenek veya akımın dini uygulamalar, adetler, ibadetler ve ritüeller için yapılan, çoğunlukla "kutsal" kabul edilen yapıdır. Tapınaklar çok çeşitli olabildiği gibi dinden dine büyük farklılıklar gösterir. Bağlı olduğu din ve ibadetlere göre tapınaklar hem yapısal hem de anlamsal açıdan farklı olabilirler. Bir dinde birden çok tapınak türü bulunabilir.
Sıklıkla her din barındırdığı tapınaklara farklı isimler verir. Bu isimlerin yanında bazen "tapınak" sözcüğü de kullanılırken, "Yunan tapınağı" gibi, sadece dinin verdiği spesifik isim de olabilir, "Cami" gibi. Sıklıkla tapınakların, dinin o tip tapınaklara verdiği ismin yanı sıra, özel isimleri de vardır; örneğin, "Selimiye Camii" (veya "Selimiye Camisi").
Dinlerin verdikleri özel isimlerin yanı sıra, belirli bir dinin belirli bir tapınak tipinin dahi ismi farklı kültür ve bölgelerde farklı olabilir.
Çeşitli tarihi dönemlerde, belirli mimari tarzlar büyük dini yapılarda çok sıkı ve yoğun biçimde kullanılmıştır. Bu tapınak yapıları, askeri ve saray yapılarıyla birlikte, belirli mimari tarzların bugüne kadar kalabilmiş ana örneklerini oluştururlar ve bu sebeple de mimari açıdan çok önemlidirler.
Özellikle, Yunan ve Roma tapınak mimarisi Batı kamu mimarisini önemli oranda etkilemiştir.
Tapınakların mimari yönü de dini yönleri kadar önemlidir. Çoğu zaman belirli bir dinin belirli ve/veya belirli bir tapınak tipinin farklı kültür ve bölgelerde çok farklı mimari biçimler aldığı görülür. Bu sebeple bir tapınağın mimari yapısı, tapınağın bağlı bulunduğu dinin anlayışına dair yoğun mimari öğeler taşıdığı gibi tapınağın bağlı bulunduğu zaman dilimi, kültür ve bölge açısından da çok önemli bilgiler taşır. Özellikle bugün var olmayan, hakkında pek az şey bilinen veya büyük oranda değişikliğe uğramış dini inançların tapınaklarının mimarisi, dönem, kültür ve bölgenin mimari anlayışına dair bilgi vermesinin yanı sıra o dini inanca dair de bilgi verecektir. Bu sebepten dolayı tapınaklar teknik ve mimari açıdan da, mimarlık biliminin yanı sıra, dinler tarihi ve arkeoloji için de çok önemli bir yere sahiptir.
Yunan toprak tanrıları
Yunan toprak tanrıları listesi, Yunan mitolojisinde toprakla ilişkilendirilen tanrıları göstermektedir.
Tam temaslı Karate
Karşılaşmalarında kullanılan tekniklerinde rakibe tam veya hafif temasın bulunduğu karate sistemleri.
Tam temaslı karate'nin (Full contact karate) iki temel stili vardır. İlki diğer karate karşılaşmalarında olduğu gibi hedefe tam bir vuruşun gerçekleştiği stildir. Tam temasla birlikte karşılaşmacılar vücutlarını koruyucu ekipmanlar giyerler.
İkinci stil "knockdown karate" olarak da bilinen daha sert uygulanan bir tarzdır ve öncüsü Kyokushinkai karatenin kurucusu Masutatsu Oyama'dır. Müsabıklar haya koruyucuları ve elleri dışında herhangi bir koruyucu malzeme kullanmazlar.
Kyokushin'den çıkan Enshin, Ashihara Karate, Seido, Wakazamurai, Shidokan ve Seidokaikan gibi stiller de knockdown stiller olarak bilinirler ve müsabaka kuralları birbirlerinden az bir farkla değişiktir.
Arabesk müzik
Arabesk, Türkiye'ye özgü, oryantal bir halk müziği türü. Genellikle duygusal olan şarkı sözleri; umutsuz aşkları, günlük dertleri, umutsuzluğu ve başarısızlığı konu edinir. Küçük bir kısmı ise enstrümantaldir.
Fransızcadan Türkçeye geçen "arabesk" sözcüğü "Arap tarzı" anlamına gelir. Arabesk, Arap müziği değil; Arap ezgilerinden ve usûllerinden esinlenen bir Türk müziği türüdür. Klasik Arap müziğinin Klasik Türk müziğinden geniş ölçüde ayrılması sebebiyle Arap müziği Türkiye'de benimsenmemiş, fakat sonra Türk sanat müziği ve Türk halk müziğine Arap ezgileri ve usûlleri eklenerek arabesk müzik doğmuştur. Ayrıca bu müzik tarzı, toplumun kırsal kesiminin konuştuğu dili iyi kullanmış, tasavvufa dayalı bir literatür de oluşturmuştur.
Türkiye'de arabesk şarkı şekli ilk kez 1940'lı yıllarda Haydar Tatlıyay ve diğer birkaç şarkıcı tarafından ortaya çıkarılmıştır. 1938 yılında Arapça şarkılar yasaklanmış fakat bu müziği çalan Kahire Radyosu, Türkiye'de de çektiği ve sevilerek dinlendiği için bu yasak başarılı olmamıştır. 1960'lı yıllarda Adnan Şenses Orhan Akdeniz, Ahmet Sezgin, Abdullah Yüce ve Hâfız Burhan Sesyılmaz gibi bazı şarkıcılar Araplardan alınan raks müziğini Türkçe şarkılar için kullanmışlar ve böylece Türkçe arabesk ortaya çıkmıştır.
Daha sonra Orhan Gencebay gibi bazı şarkıcılar arabeski Anglo-Amerikan rock 'n' roll müziği ile birleştirmiş, İbrahim Tatlıses, Esengül, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Ümit Besen, Gökhan Güney, Azer Bülbül, Emrah, Mahsun Kırmızıgül ve Hakkı Bulut gibi isimlerse arabeskin en ünlü icracıları arasına katılmıştır. Bergen ve Kamuran Akkor ise 80'lerde zirveye çıkan arabesk müziğin en önemli kadın temsilcilerinden olmuşlardır. Arabesk, zamanla kendi içinde Arabesk-pop ve Arabesk-rock gibi alt başlıklara ayrılmıştır. Arabesk müziğinin en önemli ve en çok bilinen "3 baba" olarak adlandırılan temsilcileri Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses ve Orhan Gencebay'dır.
Kick boks
Kick boks, yumruk, tekme, diz ve sınırlı clinch uygulamalarının bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş eklektik bir dövüş sporudur. Egzersiz sistemi olarak uygulanabildiği gibi tam temaslı bir mücadele sporu olarak da uygulanabilmektedir. Bu Spor dalının dünyadaki temsilcisi WAKO (World Association of Kickboxing Organisation)dur. WAKO'nun şimdiki başkanı aynı zamanda Türkiye Kickboks Federasyonu başkanı Salim Kayıcı'dır.
Kick boks aynı zamanda benzeri spor türlerini tanımlamakta kullanılan genel (generic) bir terimdir. Bu ad altındaki stiller:
Hassiyum
Hassiyum simgesi Hs olan 108 atom numaralı element.
Ezgi
Ezgi ya da melodi (Yunanca: "μελῳδία" - "melōidía") sözcüğü ses dizisi anlamına gelmektedir. Belli bir duyguyu yansıtması için yan yana getirilen notalar dizisine işaret etmektedir.
Duygular sanatın her türü ile yansıtılabilir. Şiir, öykü, roman, destan, resim, mimari yapıt ile. Elbette müzik ile de. Dahası duyguların anlatımı bakımından müziğin eşsiz benzersiz bir güce sahip olduğu dahi söylenebilir. Bu güç müziği en eski sanat türü kılan nedendir. Gerçekten de müzik en eski sanat türü olmalıdır. İnsanların yaşadıkları en eski mağaralarda resimlere raslanmış olması resmin en eski sanat türü olduğunu göstermez; müziğin böyle bir iz bırakabilme özelliğinden yoksun oluşu, onun en eski sanat türü oluşunun fark edilmesini engelleyen başlıca etkendir. Gene de farklı dilleri konuşan insanlar açısından müziğin ortak bir dil oluşturması değinilen konuda güçlü bir kanıt olarak değerlendirilebilir. Nitekim kendi diline benzemeyen dillerde söylenen müzikal yapıtlardan insanların hüzünlenebilmesi, bu sanat türünün bir ortak dil oluşu ve eskiliği konusunda su götürmez bir kanıt sunmaktadır.
Burada müzikal yapıtın hüzün yaratabilme özelliği, onun içerdiği ezgiden kaynaklanmaktadır; çünkü ezgi müziğin somutlaşmış ortak dilidir; o, sanat yapıtı olarak kendisini ortaya koyan müzikten başka bir varlık değildir.
Giovanni Gentile
Giovanni Gentile (d. 30 Mayıs 1875 - ö. 15 Nisan 1944), İtalyan filozof.
Sicilya doğumludur. Mussolini için faşizm ile ilgili "La dottrina del fascismo" ("Faşizmin Doktrini") adlı denemeyi yazdı. İtalyan düşünürlerden Mazzini, Rosmini, Gioberti ve Spaventa'dan etkilendi. 1907 ile 1914 yılları arasında Palermo Üniversitesi'nde profesörlük yaptı. Daha sonra Mussolini tarafından Pisa Üniversitesi'ne atandı. Kendisini faşizm filozofu olarak tanımlamaktaydı.
Hasan Sabbah
Hasan Sabbah (, ; Arapça: el-ḥasan bin eṣ-ṣabbāḥ, ), İslam'ın İsmaililik mezhebine dayalı olarak kurduğu Haşhaşiler tarikatı ile tanınan bir Orta Çağ lideridir. Farklı bir dini ekole dayalı üst düzey dini bilgi birikimine ve otoriter bir liderlik karakterine sahip olduğu bilinen Hasan Sabbah kurduğu tarikatın suikaste dayanan farklı askeri taktikleri ve 34 yıl boyunca dışına çıkmadan yaşadığı Elemût Kalesi ile tanınmaktadır.
Hasan Sabbah On iki İmam Şiiliği'nin kalesi olan Kum kentinde dünyaya gelmiştir. On İki İmamcı olan babası Kufe'den gelmişti. Rivayete göre Yemen kökenliydi. İnandırıcı olmayan bir söylentiye göre ise kadim Himyer krallarından birinin soyundan geliyordu. Hasan Sabbah'ın doğum tarihi günü gününe bilinmemekle birlikte 11. yüzyılın ortalarına rastlar. Dini eğitimini Rey şehrinde alan Hasan Sabbah, bu sırada İsmaili bir refik ile karşılaşmıştır. Kendi otobiyografisinde bu olayı şöyle anlatır:
Fâtımîler Hâlifeliği devrinde Ebû Tamîm Ma’add el-Mûstensir bil-Lâh'ın İsfahan Bâb-ı Hûcceti ve Dâ’î-i Â'zamı olan Abd’ûl-Melik bin Attaş tarafından henüz On Yedi yaşında iken Dâ’î yardımcılığına getirilen Hassan-ı Sabbah, daha sonra “Fâtımî Hâlifesi Ebû Tamîm Ma’add el-Mûstensir bil-Lâh'ın huzurunda Kahire'de yemin ederek resmen İsmâilî Dâvah hareketini ve İmâmet (İsmâilî i'tikadı)'i benimsedi.
Hasan Sabbah ile ilgili Edward Fitzgerald tarafından Rubaiyat tercümesinin önsözündeki bir hikayede "Hasan Sabbah, |
" Nizamülmülk ve Ömer Hayyam'ın sınıf arkadaşı olduğu ve aralarında yaptıkları bir anlaşmaya göre hangisi önce başarı kazanırsa diğerlerine de yardım edecektir. Nizamülmülk vezir olmuş ve ikisine de valilikler önermiştir. Ancak Hayyam kendisine bir emeklilik maaşı bağlanmasını, böylece başıboş bir hayat sürebilmeyi, Hasan ise saray içerisinde daha yüksek bir mevki istemiştir. Hasan çok geçmeden vezirlik makamına göz dikmiş, vezir de aleyhinde işler çevirerek Hasan'ın şerefini lekelemiştir. Böylece Hasan intikamını alacağı Mısır'a gitmiştir. Bu hikayedeki başlıca tutarsızlık Nizamülmülk ( 10 Nisan 1018 - 14 Ekim 1092 ) ile Hasan (?-1124) ve Ömer Hayyam (18 Mayıs 1048 - 4 Aralık 1131 ) arasında yaklaşık 30 yaş fark olmasıdır. Günümüz araştırmacıları bu tuhaf hikayeyi bir efsane olarak görmektedir.
Hasan Sabbah Rey'den ayrılırken İsfahan, Azerbaycan, Silvan, Mezopotamya, Suriye ve Filistin kıyılarından geçerek Mısır'a ulaşmıştır. Üç sene Mısır'da kalan Hasan Sabbah muhtemelen Bedr el-Cemâli ile aralarındaki bir ihtilaf sebebiyle Kuzey Afrika'ya sürülmüş, Sonra da Suriye'ye ulaşmıştır. 10 Haziran 1081'de İsfahan'a ulaşmış olan Hasan Sabbah dokuz sene boyunca "davet" in hizmetinde İran'ı dolaşmıştır.
Hasan daha sonra ilgisini İran'ın kuzeyine yöneltmiştir. Özellikle Deylem bölgesi ile ilgilenmiştir. Bu bölge İslam'ı zorla kabul etmeyen, toprakları zor fethedilen, savaşçı ve eski gelenekleri sürdüren yerli bir halkın kontrolündeydi. Sabbah bir süre sonra Deylem'de faaliyetlerini yürütebilmek için Kazvin'e yerleşmiştir. Bu sırada yeni müritler toplayan Hasan Sabbah, amaçları için uygun bir mekan aramaktaydı.
Sonunda Hasan Sabbah Elburz Dağları'ndaki Elemût Kalesi'nde karar kıldı. Kale geniş bir vadiye egemen konumdaki büyük bir kayalık üzerine inşa edilmişti. İki bin metre yükseklikteki kale kayanın tabanının yüzlerce metre üzerinde, yalnızca sarp ve dolambaçlı bir patikadan çıkılabilen bir yerde bulunmaktaydı. Rivayete göre kale Deylem krallarından biri tarafından inşa edilmişti. Kral kartalını salmış, kartal ise bu kayalığa konmuş, böylece kalenin yapımına başlanmıştı. Ve kaleye "kartalın öğretisi" anlamında "Aluh Amut" ismi verilmişti.
Hasan Sabbah'ın buraya vardığı sırada kale onu Selçuklu sultanından almış olan Alevi Mehdi adındaki bir hükümdarın elindeydi. Önce bölgeye dailerini yollayan Hasan, bölge halkını ve Alamut'ta yaşayanları kendi tarafına çekmiştir. Hasan Sabbah bu olayları şöyle anlatmaktadır: Bundan sonra 4 Eylül 1090 günü gizlice kaleye alınmış, kalenin önceki sahibi elinden bir şey gelmediği için kaleyi terk etmiştir. İranlı tarihçilere göre Hasan Sabbah, Mehdi'ye üç bin altın dinar değerinde bir senet vermiştir. Böylece Hasan Sabbah, Haşhaşin tarikatını resmen kurmuştur.
İran'ın Elemût Bölgesi'ndeki Elemût Kalesi'nin 1090 yılında Hasan bin Sabbah tarafından fethedilmesinden evvel, kalenin Zeydî-Alevîler Hanedanlığı soyundan gelen en son reisi idi.
Şiîliğin İmâmiye-i İsnâ‘aşer’îyye Mezhebi'nin gayba halindeki On İkinci İmâmı Muhammed Mehdi ile karıştırılmaması gereken Zeydî-Alevîler Hanedanlığı mensubu En-Nâsır’ûl-Alevî Li’l-Hâkk soyundan gelen Alevî Mehdi, Elemût Bölgesi'nde bulunan Elemût Kalesi'nin son Büyük Selçuklu komutanı idi.
Büyük Selçuklu Veziri Nizamülmülk daha 1090 yılına gelmeden Hasan bin Sabbah'ın tevkif edilmesi için gerekli emirleri çıkartmıştı. Bu nedenle de Hasan bin Sabbah Elemût Kalesi'nden yaklaşık 60 Km uzaklıktaki Kazvin'de gizlenmekteydi. Buradan kalenin zaptı ile alâkalı bir takım planlar hazırlamaktaydı. Hasan bin Sabbah özel olarak daha önceden görevlendirdiği "Hasan el-Ka’ini" adındaki casusu aracılığıyla kaledeki muhafızların çoğunu İsmâil’îyye mezhebine döndürmeyi başarmıştı. Bu mühtedilerin tamamını ortadan kaldırmayı planlayan "Mehdi" önce kendisini Hasan Sabbah’ın Dâvah hareketini kabullenir ve destekler gösterdi. Bu arada Kazvin'den gönderdiği bir başka Dâ’î aracılığı ile Hasan Sabbah kaledeki taraftarlarının sayısını iyice arttırmayı başarmıştı. 4 Eylûl 1090 tarihinde gizlice kaleye giren Hasan Sabbah, kendisini "Dihkhudâ" ismiyle tanıtarak bir süre burada yaşadı. "Mehdi" durumu anladığında ise kaledeki muhafızların tamamına yakını İsmâ‘îl’iyye mezhebi’ni kabullenmişler ve Mehdi'yi tamamen kendisini savunamayacak bir duruma düşürmüşlerdi.
Hasan bin Sabbah tarafından kale Zeydî Mehdi'ye Üç Bin Altın Dinar ödenmek suretiyle teslim alındı. Ödeme İsmaili Dâvah hareketine gönül vermiş ""Muzaffer Reis"" ismindeki bir Selçuklu subayı tarafından gerçekleştirildi. Kelenin bu şekilde Mehdi'den alınması sırasında ise hiçbir vahşet gerçekleşmemiş oldu.
Hasan Sabbah, Alamut'a yerleştikten sonra 34 yıl boyunca buradan hiç ayrılmamıştır. Rivayetlere göre Alamut'taki kendi odasından bile sadece birkaç kez çıkmıştır. Alamut'a yerleştikten sonra Büyük Selçuklu Devleti ve Abbasilere yönelik mücadelesine başlayan Hasan Sabbah, kendi döneminde elliye yakın suikast gerçekleştirmiştir. Bunların en önemlisi ve ilki Nizamülmülk'ün öldürülmesidir. Diğerleri ise Selçuklu üst düzey devlet görevlileri ve Abbasi din adamlarına yönelik suikastlerdir. Nizamülmülk'ün öldürülmesi ve ardından Melikşah'ın ölümü sonrasında Sencer, Berkyaruk ve Muhammed Tapar arasında taht kavgaları başlamış ve Selçuklular gerilemeye başlamıştır. Hasan Sabbah Selçuklu sarayındaki taht kavgalarını kendi lehine kullanmıştır. Ayrıca Hasan Sabbah döneminde başka önemli kaleler de ele geçirilmiştir.
Hasan Sabbah döneminin en ilginç olaylarından biri de büyük Sünni tarihçi Alâeddin Atâ Melik Cüveynî'nin aktardığı olaydır. Cüveynî'ye göre Muhammed Tapar'ın ölümünden sonra tahta geçen Sencer'e barış elçileri gönderen Hasan Sabbah, tekliflerin kabul edilmemesi nedeniyle saraydan birilerini yanına çekerek sultanın başucuna bir hançer saplanmasını sağlamıştır. Ayıldığında büyük paniğe kapılan Sultan olayı gizli tutmaya çalışmış ancak olayın hemen ardından bir elçiyle gelen mesajda Hasan Sabbah, demiştir. Bu olaydan sonra İsmaililer, Sencer döneminde oldukça rahatlamıştır.
Mayıs 1124'te hastalanıp yatağa düşen Hasan Sabbah, ölümünün yaklaştığını düşünerek halefi olması için Lemeser Kalesi komutanı Kiya Buzrug Ummid'i seçti. Ebu Ali'yi sağına oturttu ve kendisini misyonerlik faaliyetlerinin başına getirdi. Kasranlı Adem'in Oğlu Hasan'ı sağına ve ordularının komutanı Kiya Ebu Cafer'i de önüne oturttu ve onlara imamın gelip devletin başına geçeceği güne dek Kiya Buzrug Ummid'in liderliğinde uyum içinde çalışmalarını salık verdi. Ve 23 Mayıs 1124 Cuma günü öldü.
Bu aynı zamanda göz alıcı bir liderliğin de sonuydu. Sünni ve Şiî İsmaili birçok vakanüvis onu keskin zekalı, yetkin, aritmetik, astronomi, büyü ve daha pek çok alanda bilgi sahibi biri olarak tarif eder. İsmailileri sevmeyen bir Arap biyografi yazarına göre Alamut'ta ikamet ettiği otuz beş yıl boyunca, ne bir kimse ortalık bir yerde şarap ebilmiş ne de testilere şarap doldurulabilmişti. Oğullarından birini şarap içtiği, diğeriniyse asılsızlığı kanıtlanmış olan Dai Hüseyin Kaini'nin katlini azmettirmek suçundan idam ettirmişti.
Hasan Sabbah aynı zamanda bir yazardı. Sünni yazarlar eserlerinden iki parçayı, bir otobiyografik metni ve bir ilahiyat risalesini muhafaza etmişlerdi. Hasan Sabbah asla imam olduğunu iddia etmemiştir. Yalnızca imamın bir temsilcisi olduğunu söylemiştir.
Kanryo Higashionna
Kanryo Higashionna (Japonca: 東恩納寛量; d. 1853 - ö. 1915) Okinava adasındaki Nishi-shin-machi, Naha'da odun tüccarı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi,
Aile ismi Okinava dilinde "Higashionna", ve Japoncada "Higaonna" olarak söylenir. Batı dillerinde iki çeviri de kullanılmakta ve yer değiştirebilmektedir.
1860ların başında, Aragaki Seisho gözetiminde Okinava Savaş Sanatları çalışmaya başladı. Bu dönemde "karate" terimi çok yaygın olmadığı gibi bölgesel adları kullanılmak üzere "El" anlamına gelen "Te"(Okinava Te) terimi (Naha Te, Shuri Te) kullanılmaktaydı.
1870lerde Çinin Fukien Eyaletindeki Fuzhou Bölgesine giden Higashionna, zamanını birçok Çinli Ustadan Savaş Sanatları dersleri alarak geçirdi. Ders aldığı ustalardan bir tanesi kempo eğitmeni olan ve kendisini Usta Liu Liu Ko ile tanıştıran, Ryoto idi. Liu Liu Ko hakkında çok az bilgiye sahip olmamıza rağmen bir ayakkabı ustası olduğunu, ve Higashionna'nın kendisinin olağanüstü gücünden bahsettiğini biliyoruz.
1880lerde Okinava'ya dönen Higashionna aile işine devam etti. Aynı zamandan Naha çevresinde Savaş Sanatları dersleri vermeye başladı. Stili "go-no" (sert) ve "ju-no" (yumuşak) tekniklerin her ikisinin bir sistemde karışımı idi. Tekniği o kadar ünlü olduğu ki; "Naha-te" terimi Higashionna'nın tekniğini isimlendirmek için kullanılmaya başlandı.
Higashionna'nın, çizdiği güçlü Sanchin "kata"sı ile çok ilgi gördü. Öğrencilerinin, ayağının sürtmesinden dolayı yerdeki parkelerin ısındığını söyledikleri yazılıdır.
Öğrencilerinin birçoğu oldukça ünlü Karate ustaları oldular. Bunların bazıları; Miyagi Chojun, Kyoda Shigehatsu, Koki Shiroma ve Higa Seiko'dur.
Semra Özal
Semra Özal (d. 12 Ocak 1934, İstanbul), 8. Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın eşi.
Turgut Özal'la daktilosu olarak çalışırken tanışan Semra Özal 1954 yılında evlendi. Bu evlilikten Ahmet Özal (d. 1955), Zeynep Özal (d. 1956) ve Efe Özal (d. 1967) adlı çocukları oldu. ANAP iktidarı sırasında politikacı eşleri arasında "Papatyalar" adıyla anılan Türk Kadınını Güçlendirme ve Tanıtma Vakfı ile 1991 - 1992 arasında Anavatan Partisi İstanbul İl teşkilatı başkanlığı yaptı. Semra Özal eşinin 1993 yılındaki vefatından sonra İstanbul'da ikamet etmektedir.
İslam'da iman
İslam'da iman, İslam dininin esaslarına inanmaktır. İslam'a göre kişinin kurtuluşa erebilmesi için iman etmesi şarttır. İnanç konusunda ise, farklı mezheplerin farklı görüşleri bulunmaktadır.
İslam dininin Sünni Mezhebinde inanılması lâzım olan altı temel esasa Âmentü denir. Şiî âmentüsü ise Sünnîlik'tekinden farklıdır.
"Âmentü billahi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusulihî vel yevmilâhiri ve bil kaderi hayrihî ve şerrihî minellahi teâlâ vel-ba'sü ba'delmevti hakkun eşhe |
dü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve resûlühü" "(Allaha, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, kaderin, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna îmân ettim. Öldükten sonra dirilmek haktır. Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın kulu ve resûlü olduğuna şehâdet ederim)."
Geleneksel Sünni İslam inancında Amentü'de özetlenen maddelere inanan kişiye mü'min denir. Kişi âmentüye inanmadığı sürece mü'min yani Müslüman kabul edilmez. Ama bununla birlikte bazı araştırmacılara göre kader bahsi bu şartın dışında olup, Emevîler döneminde imânın esasları arasına girmiştir.
Konuyla alakalı Kuran'da geçen iman şartları şunlardır:
“Müminler! Allah’a güvenin; Elçisine, o Elçi’ye indirdiği Kitaba ve daha önce indirdiği Kitaplara da güvenin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü görmezlik ederse gerçekten derin bir sapıklığa düşmüş olur.
Önce inanan, sonra görmezlikten gelen, sonra tekrar inanan, sonra yine görmezlik eden ve görmemeye devam edenler var ya; Allah böylelerini ne bağışlar ne de yola getirir.” (Nisa 4/136-137)
Bu Elçi, Rabbinden kendine indirilene inanmıştır. Müminler de öyle. Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine inanmıştır. "Onun elçileri arasında bir ayırım yapmayız" derler. Şunu da söylerler: "İşittik ve boyun eğdik! Bağışla bizi ey Rabbimiz! Dönüş sanadır!" (Bakara 2/285)
"Tevhid'e; Allah'ın varlığına ve birliğine inanmaktır. Şu noktaları içerir:"
"Meleklere inanmaktır. Buna göre:" Melekler, Allah'ın yalnız ona ibâdet etsinler ve onun emirlerini yerine getirsinler diye yarattığı üstün kullarıdır. Allah onlara özel görevler vermiştir. Cebrail, Allah'ın katından peygamberlere vahiy (mesaj/kitap) indirmekle; Mikail, tabiat olaylarını yönetmekle; İsrafil, kıyâmeti başlatacak sura üflemekle; ölüm meleği olan Azrail, canlıların hayatını sona erdirmekle görevlidir.
"Allah'ın insanlara peygamberler gönderdiğine ve bu peygamberlerden bazılarına içinde doğru yolu, iyiliği ve kurtuluşu gösteren kitaplar indirdiğine inanmaktır. Buna göre:"
İslam'da diğer kutsal kitapların özünü kaybederek tahrif edildiğine, Kur'an'ın ise korunacağına ve tahrif edilemeyeceğine inanılır. İslami inanca göre Kur'an mahşere kadar özgünlüğünü koruyacaktır.(Hicr Suresi: 9)
"Allah'ın peygamberler gönderdiğine inanmak. Buna göre:"
Onların ilki Adem sonuncuları da Muhammed'dir. İçlerinde Meryem oğlu İsa ve Üzeyr de dahil olmak üzere peygamberlerin hepsi birer insandır. Rablık sıfatlarından hiçbirini taşımazlar. Onlar Allah'ın kendilerine peygamberlik vermekle lütufta bulunduğu kimselerdir, Allah'ın elçileridirler.
Cenâb-ı Hakk, Peygamber Muhammed'i bütün insanlığa göndermekle peygamberliği sona erdirmiştir. İslâm'a göre ondan sonra peygamber yoktur.
Kur'an'da adı geçen peygamberler şunlardır:
Bunların dışında Lokman (لُقمَان), Üzeyr (عزير), Zulkarneyn (ذِي القَرنَين) ve Hızır'ın (هِدرٌ) da peygamber olabileceği konusunda görüşler vardır. Bunların adı, Kur'ân'da geçmekle birlikte peygamber olup olmadıklarını ifade eden cümleler kullanılmaz.
"Ahiret'e, yânî âhiret Gününe, inanmak. Buna göre:"
Ahiret günü; Allah'ın insanları kabirlerinden diri olarak çıkarıp onları bir arada toplayacağı gündür. O gün onlar ya nimetleri bol cennet yurduna ya da elem verici azabın olduğu cehennem yurduna gireceklerdir.
Ahiret gününe imân; öldükten sonra kabirde karşılaşılacak ceza ve ödül, sonraki diriliş, toplanma ve hesap verme, ardından da cennete ya da cehenneme girilmesi gibi ölümden sonra gerçekleşecek olan şeylere îmân etmektir.
"Kader'e, yani olmuş ve olacak her şeyin (hayrın ve şerrin) Allah'tan olduğuna inanmak. Buna göre:"
Allah'ın ezeli ilmi ve bilgeliğinin gereği olarak evrenin yönettiğine, her şeyin onun bilgisi dahilinde olduğuna ve huzurundaki “Levh-i Mahfuz”'da yazıldığına inanmaktır. Allah evreni dilemiş ve yaratmıştır. Onun iradesi ve yaratışı olmadan olmuş hiçbir şey yoktur.
Not: Bunların dışında genellikle Şiî i'tikadında "şart" olarak sıralanmasa da, meleklere ve kitaplara imân da Şiîlik i'tikadında mevcuttur.
Marc Anthony
Marco Antonio Muñiz Ruiz adıyla 16 Eylül 1968'de doğan Marc Anthony, özellikle Latin Amerika başta olmak üzere tüm dünyada salsa müzikleriyle adını duyurmuş Porto Rikolu şarkıcı ve söz yazarıdır.
Marc Anthony, Porto Rikolu çift Felipe Muñiz ve Guillermina tarafından New York'da dünyaya getirilmiştir. Kariyerine pop tarzı şarkılara vokalistlik yaparak ve dans gösterilerinde bulunarak başlamıştır.
Adaşıyla isim karışıklığından kaçınmak için ismini Marc Anthony olarak değiştiren Anthony, ilk başlarda söz yazarlığı yaparak ve Menudo ve Latin Rascals önde gelmek üzere birçok şarkıcıya vokalistlik yaparak çalışmıştır.
İlk piyasaya çıkardığı eser, serbest tarz müzik olan Rebel ile 1988 yılında olmuştur. Bu parça, tamamen Marc Anthony tarafından yazılmıştır ve Marc Anthony'nin serbest tarz müzikte ne kadar başarılı olduğunu göstermiştir. Aynı yıl, Freestyle artist Sa-Fire için "Boy I've Been Told"u yazan Marc Anthony, 1989'da, Ann-Marie'ye vokalistlik yapmıştır. 1 yıl sonra 1990'da Little Louie Vega ve Todd Terry ile çalışmalarına devam ederken, Anthony, Freestyle artist Chrissy I-Eece için "You Should Know By Now" adlı şarkıyı yazdı ve şarkıya düet yaptı. 1991 yılında, diğer bir freestyle şarkıcı olan Edmond'un "Come Back To Me" adlı şarkısına vokalistlik yaptı. Hızlı çıkışını, Little Loie Vega'nın 1991 yılında piyasaya çıkan albümündeki "Ride On The Rhythm" ile yakalayan Marc Anthony, 1992 yılından sonra, freestyle müzik tarzını bırakıp salsa ve İspanyolca müziklere dönmüştür.
Puente, Ruben Blades ve Juan Gabriel'den ilham alan Anthony, 1993 yılında salsamonga hit'i "Hasta Que Te Conoci" ile büyük bir çıkış yakaladığı İspanyolca albüm olan Otra Nota'yı hayranlarıyla buluşturduktan sonra, 1994 yılında, La India'nın "Dicen Que Soy" albümündeki "Vivir Lo Nuestro" adlı şakısına düet yapmıştır..
1995 yılındaki albmümü "Todo A Su Tiempo" ile, Grammy ödüllerine "Te Conozco Bien", "Hasta Ayer", Nadie Como Ella", "Se Me Sigue Olvidando" "Te Amare" ve "Llegaste A Mi" gibi şarkılarıyla aday olmuştur. 1999 yılında "Conta La Corriente" adlı albümü ile en iyi Latin tropikal performans ödülünü almıştır. Albümün göze çarpan şarkılarından bazıları "Y Hubo Alguien", "Contra La Corriente", "No Me Conoces" "Me Voy A Regalar" ve "No Sabes Como Duele" dir.
1999 yılında, Jennifer López ve Ricky Martin'in başarısından esinlenen Marc Anthony, kendisiyle aynı adı taşıyan "Marc Anthony" adlı albümünü çıkarmıştır. "I Need To Know" şarkısıyla İngiltere'de ilk 5'e girmeyi başaaran ve Grammy ödülünü alan albümün diğer hit parçaları "When I Dream At Night" "My Baby You" "Love Is All" ve Runaway Bride filminin soundtrack'ı olan "You Sang To Me" dir.
2001 yılında, "Libre" adlı albümünü çıkaran Marc Anthony, albümdeki "Celos", "Barco A La Deriva" "Este Loco Que Te Mira" ve "Viviendo" adlı parçalarıyla hayranlarına kendisini bir adım daha yaklaştırmıştır. 2002 yılında çıkardığı ve içinde "I've Got You", "I Need You", "Tragedy" "She Mends Me" gibi hit parçaların bulunduğu, kendi adını taşıyan albümü
"Marc anthony" ile hemen hemen aynı şekilde rağbet gördüğü ve remixleri yapıldığı "Mended" albümü ile artık adını hayranlarının kalbine kazımış ve tüm dünyaya duyurmuştur.Ayrıca sanatçı 2002 yılında Thalía nın efsane albümü thalia 2002 deki the mexican adlı şarkıya vokal yapmıştır.
1993 yılı güzellik yarışmasında kainat güzeli seçilen Dayanara Torres ile evlenen Marc Anthony'nin Christian (2001) ve Ryan (2003) adlı çocukları olmuştur. Dayanara Torres ile boşandıktan sonra 5 nisan 2004 yılında Jennifer López ile evlenen Marc Anthony, aynı ay çıkardığı ve yapımcılığını Estefano'nun üstlendiği "Amar Sin Mentiras" adlı albümüyle kendini bir kez daha kanıtlamıştır. Aynı yılın Mayıs ayında da "Amar Sin Mentiras" adlı albümündeki parçalarına (Tan Solo Palabras, Nada Personal ve Amar Sin Mentiras şarkıları hariç) Rafael Fernandez'in eseri olan Lamento Boricano'yu da katarak, "Valio La Pena" adında salsa albüm çıkarmıştır. Her iki albümde de "Ahora Quien", "Escapemonos", "Amigo" ve "Valió La Pena" adlı şarkılar çok hızlı bir çıkış yakalamıştır. 2011 yılında ispanyolca balada albümü olan "Iconos"u hayranlarının beğenisine sunmuştur. Yine 2011 yılında Pitbull'la birlikte çıkardıkları "Rain Over Me" isimli parça ile büyük bir çıkış yakalamıştır. 2013 yılında ilk orijinal ispanyolca albümü olan "3.0"ı çıkarmış aynı yıl çıkış şarkısı olan "Vivir Mi Vida" ile birlikte pek çok ödül almıştır. 2014 yılında "3.0" 4 milyondan fazla kopya satarak "4X Platin Plak" ödülünü almıştır.
Marc Anthony 11 Kasım 2014 tarihinde Venezuelalı manken sevgilisi Shannon de Lima ile evlendi.
Grammy Ödülleri
Latin Grammy Ödülleri
Amerikan Müzik Ödülleri
Billboard Latin Müzik Ödülleri
Lo Nuestro Ödülleri
ALMA Ödülleri
ACAP Film ve Televizyon Müzik Ödülleri
Mİlan Town Konsey Ödülleri
CHCI Ödülleri
Juventud Ödülleri
Dreyfus Olayı
Dreyfus Olayı; 1894 yılında Yüzbaşı Alfred Dreyfus'un haksız yere casuslukla itham edilerek Fransa'da yargılandığı dava ve ardından gelişen olaylardır.
Fransa'da önemli hukuki tartışmalara neden olan Dreyfus olayı Paris'teki Alman Elçiliğinde hizmetçi olarak çalışan Fransız gizli servisine bağlı bir kadının çöp sepetinde bulduğu imzasız bir mektubu merkeze göndermesiyle başladı. Alman askeri ataşesine yazılan mektupta Fransa'ya ait bilgilerin verilmesi vadedilmektedir. Fransız Genelkurmayının başlattığı sorusturmada şüpheler Yüzbaşı Alfred Dreyfus üstünde toplanır. Çünkü Yüzbaşı Dreyfus'un el yazısı, mektuptaki yazıya benzemektedir. Yüzbaşı Dreyfus zengin bir ailenin çocuğuydu. Fransa'daki Yahudi düşmanlığına rağmen askeri okulda gösterdiği üstün başarı Dreyfus'un bu göreve tayinini sağlamıştı.
Dreyfus, 15 Ekim 1894'te tutuklandı. Bir ay süren hazırlık soruşturmasında aleyhine yeni delil bulunanamasına rağmen Dreyfus suçlu görülerek mahkûm edildi ve cezasını çekmek üzere Şeytan Adası'na gönderildi. 1896'da ortaya çıkan bir olay Dreyfus davasını yeniden gü |
ndeme getirdi. Alman Elçiliğinde çalışan hizmetli kadın, bir Alman subayından "Easterhazy" adındaki bir Fransız binbaşısına yazılan bir mektubun müsveddesini ele geçirdi. Fransız gizli servisinin yaptığı soruşturma, Dreyfus'un mahkûmiyetine sebep olan elyazısının Easterhazy'ye ait olduğunu ortaya çıkardı. Soruşturma sonunda elde edilen bilgiler Dreyfus davasının yeniden görülmesini gerektiriyordu.
Dreyfus'un karısının olayı basın yoluyla yeniden gündeme getirme çabaları sonuç vermeye başlayınca Genelkurmay, Easterhazy hakkında dava açmak zorunda kaldı. İki gün süren dava Easterhazy'nin oy birliğiyle beraat etmesiyle sonuçlandı. Beraat kararının ertesi günü Emile Zola'nın "L' Aurore" gazetesinde ""Suçluyorum."" başlığıyla yayımlanan Cumhurbaşkanına açık mektubu Fransa'da büyük yankı uyandırdı. Zola yazısında, Genelkurmay Başkanını ve diğer yüksek rütbeli subayları görevlerini kötüye kullanmakla ve kamoyunu yanıltmakla suçluyordu. Birkaç gün içinde akademi üyesi bazı profesörler ve aydınlar Millet Meclisine Zola'nın mektubunu destekleyen bir bildiri yolladılar. Ordudan gelen baskıların da etkisiyle Zola aleyhinde orduya hakaretten dava açıldı. Zola'nın mahkûmiyetiyle sonuçlanan davada avukatlar sözü hep Dreyfus olayına getirmişlerdi. Bu nedenle dava Dreyfus'u savunanlar açısından başarı olmuştur.
1898 Haziranında yapılan hükümet değişikliğinden sonra Savaş Bakanlığına getirilen General Cavaignac, Millet Meclisinde yaptığı bir konuşmada Alfred Dreyfus hakkında hazırlanan gizli dosyadaki belgelerin bazılarını açıkça okudu. Easterhazy hakkında soruşturma yürütmüş Yarbay Picquait, bu belgelerin sahteliğini ispatlamaya hazır olduğunu bildirdi. Yarbayın iddiası üzerine sorguya çekilen Binbaşı Easterhazy suçunu itiraf etti ve gönderildiği hapishanede intihar etti. Bu olayla Dreyfus davası yeni bir boyut kazandı.
Yargıtay aylarca süren tartışmalardan sonra Dreyfus hakkında verilmiş olan kararı bozdu. Dreyfus, Fransa'ya geri getirilerek askeri mahkemede yeniden yargılandı. Bir ay süren duruşmalar sonunda Dreyfus yine suçlu bulundu. Fakat bazı hafifletici sebeplerin varlığı kabul edilmişti. Yedi yıl sonra 1904 yılında yargıtay genel kurulu Savaş Bakanı General Andre'nin isteği üzerine bu büyük davayı yeniden ele aldı. 1906'da verilen kararla Dreyfus beraat etti. On iki yıl önce sökülen nişanları aynı yerde yapılan törenle yeniden takıldı ve ayrıca "Legion d'Honneur" nişanı verildi. Dreyfus, Birinci Dünya savaşı'nda orduya hizmet etti, emekliye ayrıldıktan sonra 1935 yılında Paris'te öldü.
Dünya Ralli Şampiyonası
Dünya Ralli Şampiyonası {İngilizce: World Rally Championship (WRC)} 1973 yılında tarihi Monte Carlo Rallisi ile başlamıştır. Dünya'nın çeşitli ülkelerinde yapılan otomobil yarışıdır. 2003, 2004, 2005 ve 2006 yıllarında Türkiye 'de de yapılan yarış, 2007 yılında takvimden çıkarılmış; fakat 2008 yılı için tekrar takvime dahil edilmiştir. 2009 yılından itibaren her ralli iki yılda bir yapılacaktır.
Mumbai
Mumbai (1995 yılına dek Bombay), Hindistan'ın Maharaştra eyâletinin başkenti, Hindistan'ın en büyük ve Dünya'nın dokuzuncu büyük şehridir.
Nüfusu 13 milyon civarındadır. Şehir, Salsette adası üzerine kurulmuştur. Şehrin metropol bölgesinde 20 milyon insan yaşar ve bu, dünya'nın en kalabalık üçüncü yerleşim yerini oluşturur. Şehrin derin bir doğal limanı vardır.
Şehir, Hindistan'ın ticaret, finans, ve kültür başkentidir. Bollywood olarak bilinen Hint Sinema endüstrisi burada yer almaktadır. Bu sebeplerden dolayı şehir Hindistan'ın diğer bölümlerinden yoğun bir göç almaktadır ve içinde birçok farklı dili ve kültürü barındırır.
16. yüzyıl'da Portekizliler buraya "iyi körfez" anlamına gelen 'Bom Bahia" ismini verdi. Bu isim daha sonra İngilizce'leştirilerek "Bombay" oldu. 1995 yılında isim Hint tanrıçası Mumba'dan türemiş "Mumbai" olarak değiştirildi. Bombay ismi halen birçok insan tarafından kullanılır.
Şehrin şu an kapladığı alan eskiden 7 adaydı. Bu adalarda antik çağdan beri yerleşim yerleri vardı, ancak önemli ticaret ve nüfus merkezleri değillerdi. 1534'te Portekiz'ler bölgeyi ele geçirdi, ve 1661'de bölge İngilizlere geçti. 1668'de İngilizler burayı İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'ne kiraladı. Şirket buradaki doğal limanı buldu ve burayı Hindistan'daki ilk limanları yaptı. Bölgenin nüfusu hızlı bir artış gösterdi. 1817-1845 arası bölgede büyük bir projeyle adalar birleştirildi. Daha sonra, Amerikan İç Savaşı ve Süveyş Kanalı'nın açılması, bölgedeki ticareti artırdı ve şehir, Hindistan'ın ana merkezlerinden biri haline geldi. Şehrin nüfusu 1906 yılında 1 milyon'u geçti. 1940'larda, şehir Hint bağımsızlık hareketinin önemli bir merkezi haline geldi. 1970'lerde şehre yoğun bir göç yaşandı ve Bombay Hindistan'ın en kalabalık şehri haline geldi.
Żagań
Żagań [] (Fransızca ve Almancada "Sagan") Batı Polonya nın Województwo lubuskie bölgesinin bir şehridir.
Bober nehri üzerinde Cottbus ve Breslau arasındadır. Nüfusu yaklaşık olarak 26.437 (2014) dür. 1670 yılında Barok tarzında yapılan Żagań sarayı görülmeye değerdir. Şehirde Polonya silahlı kuvvetlerine bağlı 11. Tank birliğine ait eğitim alanları ve kışlalar vardır.
1202'de ilk yerleşim başladı ve 1285'de şehir kuruldu. Uzun zaman Silezya Prensliği ne bağlı kaldı. 1252 den itibaren Glogau dükalığına ait olmuş ve 1413-1472 yılları arasında Piasten hanedanlığına bağlı olan bir prenslik haline gelmiştir.
Fredric Jameson
Fredric Jameson (d. 1934; Cleveland, Ohio), Marxist edebiyat kuramcısı, edebiyat eleştirmeni ve teorisyeni.
Jameson, Münih'te ve Berlin'de okudu. Yale Üniversitesi'nde, Jean-Paul Sartre üzerine doktorasını yaptı.
Jameson'ın, toplumsal ve tarihsel Bütünlük ("Bütünsellik") temelli Yeni-Marxizmi, Marksist politik ve teorik düşünce içinde, Hegel'in İçkin eleştiri (Immanennte Kritik) kavramının etkisinde ortaya konulmuştur. Bunun yanı sıra, Georg Lukács'ın, Ernst Bloch'un, Theodor W. Adorno'nun, Walter Benjamin'in, Herbert Marcuse'un ve Sartre'ın belirgin bir etkisi vardır. Jameson, 20.yüzyılın sonundaki koşulların tanımlanması olarak postmodernizmin çok tanınmış teorisyenlerinden biridir, ancak hiçbir surette bir postmodern teorisyen değildir. Onun çalışmaları daha çok postmodern düşüncenin yadsınmasına yöneliktir.
1950'li yıllarda Amerika'da o zamana kadar çok tanınmayan Batı marksizminin dogmatik olmayan bir yorumunun tanınmasını sağladı. Böylece, Birleşik devletlerde Yeni Sol'un gelişmesine katkıda bulundu.
Jameson'ın "Marksizm ve Biçim" (Marxism and Form), Postmodernizm:Geç Kapitalizmin Kültürel Mantığı" (Postmodernism: The Cultural Logic of Late Capitalism) gibi kitaplarıyla bilinmektedir. Jameson, bir Marksist olarak "geç dönem kapitalizm" koşullarında Marksizmi eleştirel olarak yeniden kullanıma sokmaya yönelmiştir. Politika, Kültür ve Edebiyat üzerine kitapları yayınlamıştır. 2004 yılında ayrıca, almancada "Modernitenin Mitleri" adlı çalışması yayınlandı.
Zamak
Zamak bir metal alaşımdır ve ana bileşenlerini çinko, aluminyum, magnezyum ve bakır oluşturur. Bu metaller değişik sertlikte alaşımlarda, değişik zamaklarda (Zamak 3 - Zamak 5, vb.), degişik oranlarda bulunur.
The New Jersey Zinc Company tarafından 1920'lerde bulunan Zamak, Almanca çinko (Zink), alüminyum (Aluminium), magnezyum (MAgnesium) ve bakırın (Kupfer) baş harflerinden oluşturulmuş bir isimdir. Son derece sağlam kopmaya, esnemeye, kırılmaya dayanıklı bir alaşımdır. Dünyanın pek çok ülkesinde üretilir. Türkiye'de pek çok üreticisi vardır. Hindistan ve Çin'de çok fazla üretilir ve satılır.
Zamak pres dökümde kullanılan bir malzemedir. Günümüz diliyle söylersek metal enjeksiyon sanayisinde çok yaygın kullanılır. Bazı ülkelerde MAZAK adıyla tanınır.
Mavi Boncuk (film, 1975)
Mavi Boncuk, 1 Ocak 1975 tarihinde vizyona giren, Ertem Eğilmez'in yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlendiği ve aynı zamanda Zeki Alasya ve Sadık Şendil ile birlikte senaryosunu yazdığı, Başrollerinde Emel Sayın, Tarık Akan, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Halit Akçatepe, Münir Özkul, Kemal Sunal, Adile Naşit ve Perran Kutman'ın gibi yıldızların oynadığı Türk Komedi filmidir.
6 arkadaş (Baba Yaşar, Kamil Usta, Süleyman, Necmi, Cafer ve Mıstık) Emel Sayın'ın çalıştığı bir gazinoya eğlenmeye giderler. Ceplerindeki paranın gazete ilanındaki fiks menüyü karşılayacağını düşünürler. Ancak hesap ilandaki paraya uymayınca, önce yüksek gelen hesaba itiraz ederler ve daha sonra kötü muamele görürler. Gazinonun sahibinden intikam almak için gazinonun assolisti Emel Sayın'ı kaçırmaya karar verirler.
Planlarını başarıyla uygulayan arkadaşlar, Emel Sayın'ı Baba Yaşar'ın evinin çatı katında gizlerler. Zamanla Emel Sayın ve kaçıranları arasında yakınlaşma doğar. Gazino patronu istedikleri fidyeyi ödemesine rağmen Emel Sayın bir türlü bu evden ayrılmak istemez. Ekip bu defa da Emel Sayın'ı yine zorla halıya sararak geri teslim etmek zorunda kalır. Emel Sayın bu olayın kinini güderken filmin sonunda dayanamaz ve 6'lının Boğaz'a bakan bir tepede açtıkları restorana gelmesi ile film son bulur.
Başrollerde o dönemin ve Türk sineması'nın gelmiş geçmiş en büyük oyuncularının oynadığı nadir filmlerden bir tanesi olma özelliğini taşır. Oyuncu kadrosunda filmde de kendisini oynayan şarkıcı Emel Sayın, Dönemin en yakışıklı oyuncularından olan genelde çapkın erkek rollerinde oynayan Tarık Akan filmde "Emel Sayın"'a aşık olan erkek olarak "Yakışıklı Necmi" rolünde oynamıştır.
Döneminde hep beraber anılan komedi ikilisi Zeki Alasya (Şeker Kamil) ve Metin Akpınar (Süleyman) ise filmde yer almışlardır. Ayrıca "Zeki Alasya" filmin senarisliğini de yapmıştır. Dönemin bir başka ses getiren oyuncularından Halit Akçatepe ise "Mıstık" rolüyle filmde yer almıştır. Genelde "Neşeli Günler", "Neşeli Günler" vb. filmlerde karı-koca rolünü oynayan Münir Özkul (Baba Yaşar), Adile Naşit (Adile) ile birlikte bu filmde de ev sahibi rolünde yer almışlardır. Perran Kutman (Hizmetçi) rolüyle filmde yer almışken, Kemal Sunal ise "Kaymakam Cafer" rolüyle saf bir insanı canlandırmıştır.
Filmin müziklerini ayrıca filmde de ba |
şrol oynayan Emel Sayın ve besteci Alekper Tagıyev ile birlikte yapmıştır. Filmin müziği "Emel Sayın"'ında en bilindik şarkılarından olan ve filmle aynı adı taşıyan "Mavi Boncuk" olmuştur.
Ertem Eğilmez ve Kartal Tibet'in sahibi olduğu Arzu Film tarafından yapımı üstlenilmiştir. 1974 yılında İstanbul'da çekimlerine başlanan filmin aynı yıl içinde çekimleri tamamlanmıştır ve 1 Ocak 1975 tarihinde vizyona girmiştir.
"Mavi Boncuk", 1975 yılının Ocak ayının ilk gününde vizyona girmiştir. Film vizyona girdiği tarih itibarıyla gişe'de büyük başarı elde etmiştir ve Bu başarıda Türk sineması'nın en bilindik filmlerinden de biri olma özelliğinide beraberinde getirmiştir.
"Mavi Boncuk", 1980'li yılların başında Türkiye çapında VHS formatında yayınlandı, ve evlerde kaset olarak yerini almaya başladı. 90'lı yıllarda ve 2000'li yılların başında hemen hemen her ay televizyon kanallarında gösterildi. 2000'li yılların ortasında olarak DVD sürdü.
2012 yılında ise film Blu-ray formatında 1080p olarak düzenlenmiştir. HD formatında düzenlenen film 2013 yılının yazında ilk olarak Star TV'de gösterildi. Filmin "Blu Ray" olarak ileriki zamanlarda piyasaya sürülmesi bekleniyor.
Estetik
Estetik, sanatla, güzellikle ve tatla ilgilenen felsefe dalıdır. Estetik eski Yunanca'da 'Aisthesis' sözcüğünden gelmektedir. Anlamı duymak algılamak demektir. Güzelliğin oluşturulması ve değerlendirilmesiyle ilgilenir. Duygu ve beğeninin yargılanması olarak da geçen duyusal-duygusal değerleri inceler. Sanat felsefesi ile yakından ilişkilidir. En geniş tanımı ile sanat, kültür ve doğa üzerine eleştirel düşünce çalışmasıdır. Estetik konusu ilk çağdan beri filozoflar tarafından irdelenmiştir. Platon, Aristoteles ve daha sonra Aydınlanma Çağı düşünürlerinden Leonardo Da Vinci estetik kavramı ve estetik sorularıyla ilgilenmiştir. Estetikte sadece güzel olan incelenir ve bu tanım estetiğin alanını oldukça daraltmış fakat bazı filozoflar buna karşı çıkmıştır.
"Güzel olan" ve "güzellik" hakkında ya da "güzellik değeri" ve "güzellik yargısı" felsefe tarihinde her zaman değerlendirmeler söz konusudur. Bu bağlamda hemen her felsefe eğiliminin epistemoloji, mantık ve etik bölümleri olması gibi genelde açık ya da örtük olarak estetik bir bölümü de olduğu söylenebilir.
Terimi 1750 yılında ilk ortaya atan Alman düşünür Alexander Gottlieb Baumgarten'in tanımladığı şekliyle estetik, duyusal bilginin bilimidir; konusu da duyusal yetkinliktir. Gerçekleştirmek istediği, güzel üstünde düşünme sanatıdır. Estetik kavramı güzel olanı aramak,duyumsamak şeklinde açıklanır.
Baumgarten'dan önce, estetiği bir felsefe kolu olarak biçimlendiren önemli düşünürlerin başında Alman filozof Immanuel Kant gelmektedir. Estetik sözcüğü, Grekçe "aisthesis" ya da "aisthanesthai" sözünden gelir. "Aisthesis" sözcüğü; duyum, duygu, algılamak, duyular anlamına gelmektedir.
Felsefenin bir alt kolu olarak estetiği bazı ölçütlerden hareketle sınıflandırmak mümkündür. Örneğin, bilim dallarına göre, edebiyat estetiği ve resim estetiği ... gibi.
Edebiyat estetiğini ise, edebî türlere göre kendi içerisinde de sınıflandırmak mümkündür. Örneğin, şiir estetiği, öykü estetiği, kısa öykü estetiği, roman estetiği, eleştiri estetiği ve drama / tiyatro estetiği ... gibi. Hatta diğer türlerin estetiğinden dahi söz edilebilir. Örneğin masal estetiği gibi.
Edebiyat estetiği hakkında özellikle yabancı dillerde oldukça fazla literatür mevcuttur. Şöyle ki,
Janet Jackson
Janet Damita Jo Jackson (d. 16 Mayıs 1966, Gary, Indiana), veya bilinen adıyla Janet Jackson, Amerikalı R&B şarkıcısı ve söz yazarı. Sanatçı, 1982'de ağabeyi Michael Jackson'ın elde ettiği başarıların ardından, on altı yaşında kardeşlerinin de desteğiyle ilk albümü "Janet Jackson"'ı yayımladı. Bu albümle olumlu eleştiriler toplayan Jackson, 1984 yılında, "Dream Street" adındaki ikinci albümünü yayımladı. Albümün listelerde beklenen başarıları gösterememesi sonucunda kardeşleri ve menajeri olan babasıyla ilişkilerine son vererek başka yapımcılarla çalışmaya başladı. 1986'da "Control" adlı albümü yayımladı.
Albümle ilk kez dünya çapında adını duyuran Jackson, adından sıkça söz ettirdi. Bu albümün başarısından sonra, 1989'da "Rhythm Nation 1814"'i yayımladı. Albümle beraber satışlarda üst sıralarda yer edindi. 1993'te yetmişlerin dans kayıtlarından örnekler içeren albümü "janet."'ı yayımladı. Albümün eleştirmenlerce olumlu eleştiriler almasının ardından doksanların ortasında panik atağa yakalandı. Tedavi gördüğü sırada ayrıca albümüyle de ilgilendi. 1997'de "The Velvet Rope"'u çıkardı ve bu albümle Amerikan albüm listelerinde bir numaraya kadar yükseldi. 2001'de "All for You" adlı albümünü yayımlayan Jackson, 2000'ler boyunca medyadan genel olarak uzak kaldı.
2008 itibarıyla on stüdyo albümü yayımlayan sanatçı, satışlara bakıldığında, Jackson kardeşlerin en başarılı kadın üyesidir. Jackson, günümüze kadar altısı Amerikan albüm listelerinde zirveye ulaşan on stüdyo albümüne imza attı, çıkarmış olduğu on tekli, Amerikan müzik listelerinde zirveye oturdu. Sanatçı, 1982'deki ilk albümünden 1991'e kadar yaptığı çalışmaları ve 1995'teki toplama albümü için A&M Records altında, 1991'den 2007'ye kadar Virgin Records altında, 2007'den sonra da Island Records altında çalıştı. Janet Jackson, günümüze kadar yüz milyondan fazla albüm sattı. Müzik hayatının dışında sinemada da yer alan Jackson, profesyonel anlamda ilk defa 1993'te "Sadece Justice" adlı filmde Tupac Shakur ile beraber başrol oynadı. Sonrasında 2000'de "Çatlak Profesör II"'de görünen Jackson, son olarak 2007'de ""Neden Evlendim?"" adlı filmde rol aldı.
Yakın zamanda Katar'lı iş adamı Wissam Al Mana ile evlenen Janet Jackson, İslam dinini seçti.
Jackson kardeşlerin en genci olan 1966 doğumlu Janet Damita Jo Jackson, ağabeylerinin kurduğu Jackson 5'ın başarısının ardından ailesiyle birlikte Kaliforniya'ya taşındı. 1974 yılında Las Vegas'ta kardeşleriyle birlikte katıldığı bir konserde adını duyuran Jackson, 1976'da CBS televizyonunun hazırladığı "The Jacksons" adlı gösteriye katılmaya başladı. Kaliforniya'da Lanai Road School adında yerel bir ilkokula başladı. Dokuz yaşındayken ilk bestelerini yazmaya başlayan Janet Jackson'ın ilk şarkısı 1978 yılında kardeşi Randy ile beraber seslendirdiği "Love Songs for the Kids" oldu. Aynı sıralarda Portola Lisesi'ne başlayan Jackson, "Good Times" adlı gösteride yer aldığı için arkadaşları tarafından rahatsız edilmeye başladı. Jackson bir süre sonra bu okuldan mezun oldu. 1981 senesinde ablası La Toya Jackson'ın solo albümü "My Special Love"'da "Camp Kuchi Kaiai" parçasında yer aldı. En sonunda, 1982 senesinde ilk albümü "Janet Jackson"'ı satışa çıkardı. Jackson, ilk albüme atmış olduğu deneyimsiz adımı, şu şekilde yorumlamıştır;
Aynı şekilde, Jane Cornwell'ın 2002 yılında sanatçı hakkında yayımlamış olduğu biyografiye göre, babası Joseph Jackson, sanatçıya kendisi hakkında 'baba' hatbını kullanmamasını tembihlemişti. Bu tarihten itibaren Jackson babasıyla sadece yapımcı-sanatçı olarak ilişkisini sürdürdü.
İlk teklilerin elde ettiği küçük çaptaki başarıların ve "Janet Jackson" albümüne gelen olumlu eleştirilerin ardından, kardeşleri tarafından yapımı üstlenilen ikinci stüdyo albümü "Dream Street"'i 1984 senesinde çıkartan Janet Jackson; albümden çıkan "Don't Stand Another Chance" ile R&B/Hip-Hop listelerinde dokuz numaraya kadar yükseldi. Albüm satışları uluslararası çapta ses getirmese de, ilk video klibini albümdeki "Dream Street"e çekti ve aynı sene Motown Records'ta çalışan başka bir seksenler disko müzik sanatçısı James DeBarge ile evlenmeye karar verdi. 7 Eylül 1984'te nişanlanan Jackson, evlilikten DeBarge'ın uyuşturucu bağımlılığı yüzünden 18 Kasım 1985'te caydı. Sanatçı, kendi yorumuna göre 'Jackson' soyadının getirdiği ağır bir yükü kaldırmak zorunda kaldı.
Önceki albümlerin elde ettiği beklenenin altındaki başarıların ardından Jackson, babası ve ailesiyle olan ilişkilerini kesmeye karar verdi ve bu dönemi şu şekilde yorumladı:
Jackson buna ek olarak,
şeklinde beyanat verdi. Kısa süre sonra sanatçı, yapımcısı olan babası Joseph Jackson ile olan bağını kesti ve ünlü yapımcılar Jimmy Jam ve Terry Lewis ile anlaşma imzaladı. Böylece ilk albümü için çalışmaya başlayan Jackson, albümünün adını ""Control"" (İngilizce: "Kontrol") koyarak, babasının buyruklarından kurtulduğunu ve kendi başına daha başarılı olacağını kanıtlamak istemişti.
Jackson, bu sürecin ardından, 1985 ve 1986 yılı boyunca çalışıp ünlü isimleri işe alarak, 1986'da "Control" albümünü yayımladı. Albüm, eleştirmenlere göre Jackson için bir milat olarak kabul gördüğü gibi, seksenler müziğinde önemli bir yer edinmeyi başardı. Beş hafta boyunca Amerika listelerinde bir numarada kalan albüm, Janet Jackson'a beş kez platin plak kazandırdı.
Albümden çıkan ilk tekli "What Have You Done for Me Lately", bir disko hiti olarak kabul edilmektedir. Şarkı, ABD listelerinde ilk ona girdiği gibi, dans listeleri ve Hollanda başta olmak üzere kimi Avrupa ülkelerinde zirveye oturdu. Jackson, kendi yorumuna göre artık "istediğini" elde etmeye başlamıştı. Ardından çıkan teklilerden "Control", "kendi kararlarını verebilen Jackson" imajı çiziyordu, "Nasty" ise başlı başına bir hit oldu. Albümden eleştirmenlerce seksenlerin en başarılı baladlarından kabul edilen "Let's Wait Awhile" da yayımlandı. 1986'nın sonlarına doğru çıkan "When I Think of You" ise ABD'de bir numarayı görerek, sanatçının ilk bir numaralı teklisi oldu. Bu tarihten itibaren, Janet Jackson, çoğu çevrede giderek tanınmaya, listelerde ağabeyi Michael Jackson ile yarışmaya başladı. "Control" albümü, satışlara ve listelere bakıldığında Jackson'ın "aile torpilli" imajını sorgulatıyordu.
"Control" albümünün getirdiği uluslararası başarıdan sonra, yine aynı yapımcılarla çalışmalara devam etti. Albümün kayıtları sürerken, kayıt şirketi A&M, Jackson'a albümün "Control" tarzında daha kadınsı bir albüm olmasında baskı uyguladı. Jackson ise, böyle bir ikinci albümün kendi kariyerine gölge düşüreceğini belirterek, dünya sorunları ve ili |
şkiler üzerine odaklı bir albüm yapma konusunda ısrar etti. Jackson bu durumla ilgili,
şeklinde beyanat verdi. Aynı doğrultuda yapımcılardan Jimmy Jam, "The Boston Globe"a,
şeklinde bilgi verdi. Jackson, o sıralarda oldukça popüler bir müzik türü olan new jack swing'ten ilham aldı. Ayrıca albüme, kendi deyimiyle "ruhlu R&B ve isyankar rock" da katan Jackson, dördüncü stüdyo albümü "Rhythm Nation 1814" için geri sayıma başladı.
1989 yılının üçüncü çeyreğinde ilk tekli "Miss You Much" yayımlandı. Şarkı ABD'de dört hafta boyunca bir numarada kalarak, Madonna'nın "Like a Prayer" şarkısına rağmen, 1989'un en uzun bir numarada kalan şarkısı oldu. Sonra satışa sunulan "Rhythm Nation 1814" albümü, Amerikan albüm listelerinde bir numara oldu. Jackson, daha sonra "Rhythm Nation" adlı şarkıyı yayımladı. Bu şarkıda toplumsal mesajlar vermeyi amaçlayan sanatçı, new jack swing merkezli müzik çevresinde de saygı kazandı. "Rhythm Nation" iki numaraya ulaşarak ve "En İyi Koreografi" ödülü kazanarak Jackson'ın adını duyurmaya devam etti. Ardından "Escapade" şarkısını satışa sunan sanatçı, bu şarkıyla 1990 yılının başlarında tekrar bir numaraya oturup üç hafta zirvede kalarak, hem seksenlerde hem doksanlarda bir numara şarkısı olan ilk sanatçı oldu. "Escapade", Jackson kariyerinin kilometre taşları arasında yer aldığı gibi, klibiyle ve müzikal başarısıyla Jackson'a ödüller ve olumlu eleştiriler kazandırdı.
"Escapade"in başarısının ardından Janet, "Alright"ı piyasaya sürdü. İlk üçte yer alan önceki üç şarkıdan farklı olarak, şarkı dört numarada kaldı. Şarkının klibi için "When I Think of You" için çalıştığı yönetmenle tekrar çalıştı. Şarkı, Jackson'a 1990'da ve 1991'de çeşitli video ödülleri kazandırdı. 1990 yazında, Rolling Stone dergisi tarafından "dokunaklı bir balad" olarak tanıtılan ve yavaş tempolu R&B bir şarkı olan "Come Back to Me" yayımlandı ve iki numaraya kadar yükseldi. Videosu ise Paris'te çekildi. Bu şarkının ardından sanatçı, "Black Cat" adlı rock şarkısını yayımladı. Şarkı, Amerikan listelerinde bir haftalığına bir numaraya yükseldi. Şarkı, Jackson'ın müzikal çok yönlülüğünün bir göstergesi olarak kabul edilmektedir.
"Black Cat"in ardından, 1990 yılının sonlarında "Love Will Never Do (Without You)" adlı eserini satışa sunan Jackson, 1991'in ilk haftalarında, Madonna'nın "Justify My Love" teklisini geçerek bir numaraya yerleşti. Bu tekliden sonra yayımlanan sekizinci tekli "State of the World", ABD'de resmi olarak yayımlanmasa da Güney Afrika listelerinde kendisini gösterdi.
Sanatçı, kısa bir sessizliğin ardından 31 Mart 1991'de uzun süredir nişanlı olduğu Rene Elizondo Jr. ile evlendi ancak bu evliliği bir süre gizli tuttu. 1992'de elli milyon dolarlık bir anlaşmayla Virgin Records ile anlaştı ve 1993 senesinde "janet." ("Janet, period" olarak okunmaktadır) adlı beşinci stüdyo albümünü piyasaya sürdü. Yirmi iki ülkede bir numara olmayı başaran Jackson, sonraları,
şeklinde bir beyanatta bulundu. Jackson, albümünün ilk teklisi için 1993 yazında "That's the Way Love Goes"u seçti. Ancak, Virgin Records, ilk teklisinin "If" olmasını istedi. Uzun süren tartışmaların ardından, "That's the Way Love Goes", ilk tekli olarak piyasaya sürüldü. Şarkı beklenenin aksine, çıkar çıkmaz sekiz hafta listelerin zirvesine oturarak, Jackson'ın bugüne kadar çıkardığı teklilerden en uzun süre zirvede kalan şarkısı oldu. Albüm de aynı şekilde bir numarayı gördü. Şarkının klibinde o zamanlar ünlü olmayan Jennifer Lopez de oynadı. O sıralardaki Jackson'ın uyandırdığı etkiye bakarak "Rolling Stone" dergisi,
şeklinde bir açıklamada bulunmuştur.
Satışlardan tatmin olan Virgin Records, sonra ikinci tekli olan "If"'e klip çekti. Ancak şarkı, şirketin diretmelerine rağmen ABD listelerinde dört numarayı geçemedi. Bu sıralarda, Jackson, Eylül 1993'teki Rolling Stone dergisi kapağı için üstsüz biçimde, kocasının elleri tarafından göğüsleri kavranmış biçimde poz verdi. Bu resim için, albümün kapak resminin kesilmemiş sürümünü kullanan sanatçı, kısa bir süre sonra, Tupac Shakur ile beraber "Sadece Justice" filminde belirdi. Bunun ardından Jackson, bir balad ve piyano pop olan, ayrıca "Sadece Justice" filminin müziklerinde de kullanılan "Again"i piyasaya sürdü. "Again", 1993'ün son haftalarında zirveye erişerek iki hafta bir numarada kaldı. Aynı şekilde, Jackson'ın oyunculuğu da, başlangıç için kayda değer bulundu.
Bu başarıların ardından, "Because of Love", "Any Time, Any Place", "You Want This" gibi ilk onda yer alan şarkılar yayımlandı. Bunlardan "Any Time, Any Place", Jackson'ın kendi deyimiyle kendi cinsel fantezileriyle örülüydü. Elde ettiği büyük başarıların ardından, 1995'te sadece Avustralya ve Yeni Zelanda'ya özel "Whoops Now" ve bir punk-pop parçası olan "What'll I Do"yu piyasaya sürdü. Her iki şarkı Yeni Zelanda'da zirveye oturdu. "janet." albümüyle 1994 Grammy Ödülleri'nde "That's the Way Love Goes" şarkısıyla "En İyi R&B Parçası" ödülünü kazandı. Kasım 1993'te on iki ay devam edecek olan "Janet. Tour" turnesine çıkarak 1995 senesine kadar konserlerini sürdürdü. Ekim 1995'te ilk derleme albümü "Design of a Decade 1986/1996"'de iki yeni parçaya yer veren sanatçı, bu albümle iki kez platin plak kazandı. Bu başarılarının ardından, 1995'te ağabeyi Michael Jackson ile ilk ve tek düeti olan "Scream"i kaydetti.
Tüm bu ses getiren dönemin ardından müzikal açıdan kısa bir sessizliğe gömülen Jackson, 1997 yılında, tekrar albümü için çalışmalara başladı. Ancak eleştirmenlere ve Jimmy Jam'e göre bu sıralarda yaşadığı bunalımlar, müziğine yansımıştı. Müzik eleştirmenleri, albümdeki fısıldamalı konuşmaların, trip hop'ı andıran şarkıların, olağandışı enstrümanların Jackson'ın bunalımını tanımlamaya yettiğini beyan etti. Albümün kayıt aşamasındaki durumu için Jackson,
şeklinde bir demeç verdi. Sonunda, 1997 senesinde "The Velvet Rope" isimli altıncı stüdyo albümünü yayımladı . Bu albümle, müziğiyle aynı doğrultuda, verdiği pozlar ve cinselliği ifade ediş tarzıyla da dikkat çekti. Albümde 'cinsellik' ile ilgili birçok konuyu sözlerine yansıtan sanatçı, bu albümle Amerika listelerinde yine bir numaraya yükseldi.
İlk tekli, Joni Mitchell'ın "Big Yellow Taxi" şarkısından sözler içeren ve rapçi Q-Tip ile yapımı üstlenilen "Got 'Til It's Gone" oldu. Albümden çıkan sonraki teklilerden "Together Again", uluslararası bir başarı elde ederek bir numara oldu. "I Get Lonely", ABD listesinde üç numaraya kadar yükseldi. Jackson, bu başarıların ardından, dönemin dans hitleri arasında gösterilen "Go Deep" adlı tekliyi yayımladı, ancak şarkı listelerde yüksek bir başarı gösteremedi. Ardından "You" ile gündeme gelen Jackson, en son olarak da piyano pop şarkısı "Every Time"ı yayımladı. Ancak son teklilerin beklenenin altındaki başarısı yüzünden, albümle adını taşıyan Vanessa Mae düeti "Velvet Rope" adlı şarkı planlananın aksine piyasaya sürülmedi. Sanatçı, 1998 içinde Afrika, Asya, Avrupa ve Güney Amerika'yı da kapsayan "The Velvet Rope Tour" turnesine çıktı. Turne sonunda Elton John, Busta Rhymes, Shaggy ve Blackstreet ile birlikte düetler yaptı. 1999 yılının bitiminde Billboard dergisi tarafından yapılan araştırmaya göre, Madonna, Boyz II Men ve Whitney Houston gibi yıldızları geride bırakarak, Mariah Carey'in ardından "1990'ların en başarılı ikinci sanatçısı" unvanını aldı. 2001 senesinde Amerikan Müzik Ödülleri'nce "Onur Ödülü"ne layık görüldü.
1998'de "Together Again" adlı şarkıdan elde edilen tüm gelirleri "Birleşik Devletler AIDS ile Savaş Derneği"ne bağışladı. "The Daily Telegraph" gazetesinden Neil McCormick, Jackson'ın AIDS ile verdiği savaş ve cinsel yönelimlere duyduğu saygıyı kendi köşesinde övdü. Aynı doğrultuda "Rolling Stone", albümdeki "Free Xone" adlı şarkıyı, yakaladığı müzikal tarz ve homofobi karşıtı sözleriyle albümün en iyi şarkısı olarak nitelendirdi. "The Velvet Rope" yakaladığı bu AIDS bilinci taşıyan homofobi karşıtı tutumuyla, Amerikan LGBT Forumu tarafından ödüle layık görüldü.
2000 yılında "Çatlak Profesör" filminde "Profesör Denise Gaines" rolüyle yer alan Jackson, yine aynı filmin müzikleri için yaptığı "Doesn't Really Matter" adlı çalışmasıyla beraber Amerikan listelerinde zirveye oturdu. Sanatçı, içinde hip hop ve R&B müzik ögeleri içeren bu şarkısıyla zirvede üç hafta kaldı. Bu şekilde, Jackson, Madonna'dan önce, "1980'lerde, 1990'larda ve 2000'lerde bir numara şarkısı olan ilk sanatçı" unvanını kazandı. "Doesn't Really Matter"ın başarısının ardından sanatçı, şarkıyı 2001 çıkışlı sonraki albüme de ekledi. Bu şekilde hem filmde rol alırken, hem de film müzikleri albümünün en ses getiren şarkısına imza attı. Film, ilk haftasında 42.7 $ elde etti. Jackson, kısa süre sonra eşi Rene Elizondo'dan boşandı.
Sinema kariyeri için ayırdığı bir yılın ardından, Nisan 2001'de yedinci stüdyo albümünü yayımladı. Albüm, ilk haftada 605 binlik bir satış elde ederek sonrasında sanatçıya üç kez platin plak kazandırdı. Albümden çıkan tekli "All for You" henüz satışa sürülmemiş olmasına rağmen on dört numaradan Billboard Hot 100 listesine giriş yaptı. Böylece, o zamana kadar satışa sürülmediği halde en üst sıradan listeye giriş yapan şarkı oldu. Şarkı daha sonra yedi hafta boyunca Amerika listelerinde bir numaraya yerleşerek, Jackson'ın en uzun zirvede kalan ikinci parçası oldu. Bunun yanında Grammy'lerden yılın sonunda ödülle döndü. Albümle ilgili Allmusic dergisinden Stephen Thomas Erlewine,
şeklinde bir yorumda bulundu. "The New York Times" gazetesinden Jon Pareles de buna ek olarak,
dedi.
Bu başarılardan sonra, "Someone to Call My Lover" üç numaraya yükseldi. 2002'de Missy Elliott, P. Diddy ve Carly Simon düeti "Son of a Gun (I Betcha Think This Song Is About You)" ile Amerikan müzik listelerinde on üç numarada kendini gösteren Janet Jackson, bu şarkıyı eski eşi Rene Elizondo Jr. için yazdığı iddialarını inkar etti. 2002'de Beenie Man ile beraber "Feel It Boy" adlı reggae şarkısında düet olarak yer aldı. Aynı dönemde Jermaine Dupri ile tanıştı.
Janet Jackson, Şubat 2004'te "Super Bowl XXXVIII" gösterisinde, "Rhythm Nation" ve "All for You" adl |
ı şarkılarını tek başına söyledikten sonra, Justin Timberlake'in yanına gidip gösteriye başladı. Justin Timberlake ile "Rock Your Body" şarkısını söylerken Timberlake aniden, Jackson'ın büstiyerini indirerek onun göğsünün açılmasına sebebiyet verdi. Canlı yayında binlerce kişiye yansıyan olay sonrası ikili, olayı kaza olarak değerlendirdi. Bu olaydan sonra Jackson'ın adı bir süre boyunca, Google arama motorunun en çok aranan ismi oldu.
Bir ay sonra, Mart 2004'te yeni stüdyo albümü "Damita Jo"yu çıkardı. Albümün yayımlandığı dönemde, Jackson,
yorumunda bulundu. Aynı sıralarda "USA Today"'deki gazetecilerden Stevie Jones, köşesinde ismini Jackson'ın göbek adından alan albümün, sanatçının farklı yönlerinden bahsettiğini yazdı. Bu olumlu eleştirilere rağmen albüm, 1986'daki "Control" albümünden beri sanatçının bir numaraya ulaşamayan ilk albümü oldu. Her ne kadar "Damita Jo" ile Amerika listelerinde iki numara olsa da, satışların pek iyi gitmemesi ve teklilerin listelerin alt sıralarında yer alması nedeniyle Virgin Records ile sanatçının arası açılmaya başladı. Albümden çıkan tekli "I Want You" ile "En İyi R&B Kadın Performansı" adaylığına gösterildi. Aynı günlerde, ağabeyi Michael Jackson'ın çocuk tacizi suçlamaları yüzünden bunalıma giren Jackson, kendi yorumuna göre, iki kötü durumu beraber yaşamak zorunda kaldı. Ancak Michael Jackson, daha sonra aklandı. Yine aynı dönemlerde, İnsan Hakları Derneği ve Los Angeles AIDS Vakfı'na yaptığı katkılardan ötürü "İnsanlık Ödülü" ile şereflendirildi.
2006'da çıkması planlanan dokuzuncu stüdyo albümünün tanıtımı için "Us Weekly" dergisinin kapağında yer alan Jackson, bunun peşi sıra Eylül 2006'da dokuzuncu albümü "20 Y.O."'u (""Twenty Years Old"" olarak okunmaktadır) yayımladı. Bu albümle, önceki albüm "Damita Jo" gibi Amerika listelerinde iki numara oldu. Jackson, albümün hem kırkıncı yaşını, hem de milat albümü "Control"'ün yirminci yılını kutlamaya yönelik olduğunu söyledi. "Rolling Stone" dergisi, albümün çıkışıyla ilgili:
şeklinde yorum yaptı. Buna rağmen "Newsday"'in Glenn Gamboa'sı albüm hakkında olmulu eleştirilerde bulundu ve
şeklinde yorum yaptı.
İlk haftada 300 binlik bir satış yakalayan Jackson, albümden çıkan ilk tekli "Call on Me"de Nelly ile düet yaparak R&B listelerinde bir numara olmayı başarırken, ikinci tekli "So Excited" ile beklenen başarıyı elde edemedi. Son iki albümde ABD listelerinde zirveye oturamayan Jackson'ın, sonuç olarak şirketi Virgin Records ile arası iyice açıldı ve çareyi Mariah Carey'in de bulunduğu Island Records'a geçmekte buldu.
2007'de Island Records ile anlaşma imzalayan sanatçı, aynı sene Tyler Perry'nin "Neden Evlendim?" adlı filminde başrol oynadı. Aynı yıl Forbes dergisi tarafından, eğlence dünyasının en zengin yedinci kadını ilan edildi. Daha sonra, 2008 yılının Şubat ayında onuncu stüdyo albümü "Discipline"'i yayımladı. Jackson bu albümle beraber, yirmi dört yıldır ilk defa yapımcıları Jimmy Jam ve Terry Lewis ile çalışmadı. Bu yapımcıların yerine albümde Rodney Jerkins, D'Mile, Jermaine Dupri, Stargate, Ne-Yo, Tricky Stewart ve The-Dream gibi ünlü yapımcılarla çalıştı. Albüm, böylelikle, sonunda Jackson'ın yedi yıldır elde edemediği zirveyi elde etti. Allbümün Amerikan albüm listelerinde zirveye çıkmasıyla beraber Jackson, altı tane bir numara albüm elde etmiş oldu ve ağabeyi Michael Jackson'ı geçti.
12 Aralık 2007 tarihinde internete sızan "Feedback" teklisi resmi olarak yayımlanmadan önce internet ortamında en fazla paylaşılan şarkı oldu. Dijital ortama sızdığı gün beş saat içerisinde 1,34 milyon bloga yayıldı. Şarkı daha sonra, ABD listelerinde on dokuz numaraya çıkarak Jackson'ın 2001'den beri ilk yirmiye giren ilk parçası oldu. Bunun ardından "Rock With U" adlı şarkıya klip çekti. Şarkı, beklenenin aksine ABD'de listelee giremedi. Bu hayal kırıklığının ardından "LUV" ve "Can't B Good" adlı diğer teklileri yayımladı. Ancak, bu şarkılara video-klip çekilmedi. Jackson, 10 Eylül 2008'de başlaması planlanan beşinci dünya turu "Rock Witchu Tour"un haberini verdi. Bu turun bir ayağı olan Montreal'de 29 Eylül 2008'de bir konserin başlamasından kısa bir süre önce birden hastalanıp hastaneye kaldırıldı. Bu nedenle konser iptal edildiyse de, sanatçı bu konseri yeniden düzenlemeyi istediğini beyan etti. Sanatçı hastaneye götürüldükten iki saat sonra çıktı.
13 Eylül 2009 tarihinde düzenlenen 2009 MTV Video Müzik Ödülleri töreninde Janet Jackson, 25 Haziran 2009'da ölen ağabeyi Michael Jackson'ın anısına "Scream" adlı şarkıyı seslendirdi. Ödül törenini izleyen süreçte de "Make Me" adlı şarkısını tekli olarak yayımladı. Bir süre sonra yayımlanan "Number Ones" adlı ikinci derleme albümünün tek yeni çalışması olan şarkı, başta sanatçının resmî sitesinde ücretsiz olarak dinlenebilirken, sonrasında dijital yükleme olarak da satışa sunuldu. "Make Me", Michael Jackson'ın 1979 yılı şarkısı olan "Don't Stop 'Til You Get Enough" şarkısına atfen kaydedilen bir şarkıydı. Sanatçının önceki stüdyo albümü olan "Discipline" için de dört şarkı bestelemiş olan Rodney 'Darkchild' Jerkins'in ve Jackson'ın yapımını üstlendiği şarkı, sanatçının yeni bir stüdyo albümü öncesinde yayımladığı bir ara eser olarak nitelendirilmektedir.
Mezzo-soprano sese sahip olan Jackson, eleştirmenlerce ABD'deki en çok yönlü sanatçılardan biri olarak görülmektedir. "Rolling Stone" dergisine göre, Jackson'ın sesi, ağabeyi Michael Jackson'ın sesinin inceltilmiş ve yankılı bir başka sürümüdür. Ancak "Slant Magazine"a göre, ince sesli olması onu "cırtlak" kılmaktadır. "Rolling Stone"'dan David Ritz, onun müzikal tarzını sembolik olarak Marvin Gaye ile karşılaştırmış ve
şeklinde yorum yapmıştır.
Jackson bunların dışında, kendine kardeşlerinden Michael'ı ve Jermaine'i örnek aldığını söylemiştir. "Rolling Stone"'na göre, Jackson'ın diğer açıkça örnek aldığı sanatçılar; The Ronettes, Dionne Warwick, Tammi Terrell ve Diana Ross gibi 70'lerin simgeleridir.
Eleştirmenlere göre Jackson'ın müzikal görünüşü, içinde R&B, pop, soul, rap, rock ve dans gibi birbirine zıt olabilecek türlerle çevrilmiştir. Jackson'ın resmi menajeri Quadree El-Amin, Jackson'ı Barbra Streisand ile karşılaştırmış ve
Ayrıca yapımcılar Jimmy Jam ve Terry Lewis, Jackson'ın, zamana ayak uydurarak, funk, disko, new jack swing gibi farklı müzik türlerinin üstesinden gelmeyi bildiğini belirtmiştir.
"She's a Rebel: The History of Women in Rock & Roll" (2002) adlı kitabın yazarı Gillian G. Gaar, "Control" albümünü ""otobiyografik kurtuluş, özgürlük, evlilik, ayılık gibi temellere kurulu bir albüm"" olarak değerlendirdi. Aynı bağlamda "Funk: The Music, The People, and The Rhythm of The One" (1996) adlı kitabın yazarı Rickey Vincent da "Rhythm Nation 1814"'i
şeklinde tanıttı.
Joshua Klein'a göre "janet." albümü "bir sanatçının olması gereken en doğru şekilde, saflıktan cinsel doygunluğa ulaşmışlığı; aşkı ve arzuyu aynı anda hissettirebilen nadir gelişimlerden biri" olarak gösterilmiştir.
Sanatçının kliplerinde, konserlerinde veya gösterilerde uyguladığı koreografik stili, ağabeyi Michael Jackson ile benzerlik gösterse de, Jackson'ın dans stili genel olarak daha kadınsı olarak ifade edilmektedir. Kendi düzeni dışında, Paula Abdul, Michael Kidd ve Tina Landon gibi ünlü koreograflarla çalışmıştır. Landon, ayrıca 1995 yılı Michael Jackson ve Janet Jackson düeti "Scream"de de koreograf olarak görev almıştır.
Jackson'ın koreografi adına daha ayrıntılı bilgiler edinilmesi için, birkaç farklı gösterisinin ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir. Çoğu eleştirmene göre, onun koreografileri en açık biçimde, "The Pleasure Principle", "Rhythm Nation", "Miss You Much", "If", "Together Again", "Doesn't Really Matter", "All for You" ve "Feedback" gibi kliplerinde görülmektedir. Jackson'ın eski eşi, yönetmeni ve koreografi öğretmeni René Elizondo Jr., sanatçının genel performansı hakkında, ""Janet eğer bir tabureye oturup gitarını tıngırdatmaya başlarsa, 8 saatlik bir gösterinin rahatlıkla üstesinden gelebilir."" demiştir.
Janet Jackson, eleştirmenlerce, belirgin bir biçimde Michael Jackson ve geri kalan Jackson kardeşlerden farklı bir mesafede ilerlemiştir. Joshua Klein, sanatçı hakkında
dedi. Klein ayrıca ""Bir sanatçının yıldızlığını kestirmek akıl işi değildir. Ancak Jackson'ın "It's Janet-Miss Jackson-If you're nasty" şeklindeki basit kalıptaki öbeklerinin ardında yer alan parıltıyı herkes rahatça gördü."" şeklinde ekleme yaptı."
2006 yılında yayımlanan "American Popular Music: The Rock Years" kitabının yazarları Larry Starr ve Christopher Alan Waterman'a göre, Amerikan müzik endüstrisinin yeniden toparlanmaya başladığı 80'li yılların ortalarında, Janet Jackson, tüm diğer milyon dolarlık satışa erişen sanatçılardan farklı olarak, müzik piyasasının nabzını tutmayı ve buna göre pazarlama politikalarını geliştirmeyi çok ustaca becerdi. Mart 2008'de, Business Wire, Janet Jackson'ı modern müzik tarihinin en çok satan on sanatçısı arasında göstererek onun rock'n'roll tarihinin en başarılı dokuzuncu oluşumu, en başarılı ikinci bayan sanatçısı olarak addetti.
Jackson'ın müzikal görünüşü, çoğu yeni nesil modern sanatçıya da örnek oldu. R&B sanatçısı Cassie, kendisini ""fanatik Jackson hayranı"" olarak tanımladı ve bunu:
şeklinde ayrıntıya indirgedi. "Chicago Tribune" Cassie'nin Jackson'ı seven tek şarkıcı olmadığını ve büyük bir ihtimalle de son olmayacağını vurguladı. 2001'de bir uçak kazasında hayatını kaybeden R&B şarkıcısı Aaliyah'nın, ölümünden sonra 2005 yılında çekilen "Aaliyah Remembered" adlı belgeselde, Janet Jackson'ın en büyük hayranlarından biri olduğu ortaya çıktı. Aaliyah, bunu kendi sözleriyle,
şeklinde ifade ediyordu.
Ciara da Jackson hakkında
şeklinde demeç verdi. "The Atlanta Journal and Constitution"'dan Sonia Murray, Beyoncé'nin de sanatçıya saygı duyduğunun altını çizdi. Beyoncé bu durumu
şeklinde açıklıyordu. Yine "The Seattle Times"'tan Pam Sitt
şeklinde yorum yaptı.
Chojun Miyagi
Chojun Miyagi (Japonca: 宮城 長順; d. 25 Nisan 1888 - ö. 8 Ekim 1953), Okinawalı dövüş sanatları ustası, Goju Ryu Karate stilini |
n kurucusudur.
14 yaşında Kanryo Higashionna Usta ile tanışarak, yanında ustanın stilini çalışmaya başladı. 1915 yılında Higashionna'nın ölümünden sonra, Çin'e giderek tekniğini geliştirmek için Çinli Kung Fu ustaları ile çalıştı. Günümüzde Miyagi Usta'nın Goju Ryu'nun özünü ifade eden Saifa, Seiyunchin, Shisochin, Sepai, ve Kururunfa katalarına son şeklini Çin'de verdiğine inanılmaktadır.
Okinawa'ya döndükten sonra Miyagi Usta, Dojoya döndürdüğü bahçesinde Karate öğretmeye başladı. 1940'lı yıllarda üç temel kata olan Gekisai Dai Ichi, Gekisai Dai Ni, ve Tensho katalarını geliştirdi. Karate sporuna Judo ve Kendo gibi saygın bir statü kazandırmak için çok büyük bir gayretle çalıştı. 1933 yılıda Karate Japon Savaş Sanatları Merkezi Buto Kai tarafından kabul edildi.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Okinava Polis Merkezi ve evinde eğitim vermeye devam etti.
Bir dönemin çok popüler olmuş 1984 yılı yapımı Karate Kid filmindeki Pat Morita tarafından canlandırılan "Kesuke Miyagi" karakteri Chojun Miyagi'den esinlenilmiştir.
Tito Jackson
Toriano Adaryll "Tito" Jackson (D.15 Ekim 1953 Gary, Indiana, ABD) ABD'li müzisyen, şarkıcı, gitarist. Michael Jackson'un abisidir. 1962 yılında Jackson 5 ve Jacksons'tan önce Tito Jackson Brothers adlı yerel bir grupta yer aldı.
Tito ve kardeşleri Epic Records ile anlaştı ve 1976 yılında resmen yeni bir isim altında geldi. 1978
Kardeşi Michael da onun hakkında "Tito çok sessiz ve yumuşak, ama gerçekten gerektiğinde güçlü olabilir." demiştir.
Jacksons 5'te gitarist ve şarkıcıydı. Jacksons 5'ten ayrıldıktan sonra müzik yapmaya devam etmektedir.
İki Şehrin Hikayesi
İki Şehrin Hikayesi, Charles Dickens'ın 1859 yılında gazetelerde tefrika edilmek üzere yazdığı, konusu Fransız Devrimi esnasında ve öncesinde Paris ve Londra'da geçen romandır. 200 milyonun üzerindeki satışı ile tüm zamanların en meşhur edebiyat eserleri arasındadır.
Roman devrime öncülük eden yıllar boyunca soylular tarafından ezilen Fransız köylüsünün durumunu, buna karşılık devrimin ilk yıllarında soylulara yönelik vahşeti ve Londra'daki hayat üzerinden aynı dönemdeki toplumlar arasındaki benzerlikleri betimler. Bu olaylarla birlikte birkaç karakterin hayatı da anlatılır. Charles Darnay ve Sydney Carton en önemli karakterlerdir. Darnay erdemli kişiliğine rağmen devrimin gazabına rastgele kurban seçilen eski bir Fransız aristokrattır. Carton ise Darnay'in eşine duyduğu karşılıksız aşk dışında boşa geçirdiği hayatını kurtarmak için çabalayan harcanmış bir avukattır. 45 bölümlük roman Dickens'ın "All the Year Round" isimli edebiyat dergisinde 31 haftada yayınlandı.
Kitapta suçsuz yere Paris'teki bir hapishanede 18 yılını geçirdikten sonra, eski bir dostunun yardımı ile kurtulan Dr. Manette'in tesadüfen Londra'ya dönüşü sırasında tanıştıkları bir Fransız olan Charles Darnay ile kızının yapacakları evlilik ve bunun ardından meydana gelen Fransız İhtilali'nin hayatlarına etkileri anlatılır. Bu insanların ruhsal değişimlerini ele alan kitapta birçok tarihi izlere de rastlayabiliriz.
Olayların akışı ve birbirleri ile bağlantıları romanda okuyucunun merakını son sayfaya kadar sürekleyen bir hızla sürer. Manette'in kızının sevgisine verdiği değer yüzünden içine atıp gömdüğü ancak unutamadığı intikam hisleri, kendisini bu duruma düşüren insanların soyundan gelen birisine kızını verebilmesi ilgi çekicidir. Buna karşın, hayatta kimseye karşı iyilik yapamamış ve bunun yüzünden hayatla bağları çok sıkı olmayan Sydney Carton'un Darnay'a duyduğu imrenme ve Lucie'ye duyduğu sevgi romanda olayların akışını değiştirir.
Charles Dickens bu romanı yazdığı sırada tıpkı Charles Darnay'ın evliliğindeki gibi sorunlar içindedir ve karakterle isimlerinin aynı harflerle C.D. başlaması bununla ilişkilendirilir. Bu roman da insanların kendilerine duydukları güven güvensizlik anlatılıyor.
Yazar, Fransız İhtilali'nde, ortalığı kan gölüne çeviren monarşi kurallarının dayattığı ve artık o dönemin bir rutini olan giyotinle kafa kesmelerde öldürülen binlerce insanın acısını İngiliz halkına anlatmayı amaçlamıştır. Romanda ihtilal öncesinde acı çeken, sömürülen Fransız halkının bu travmanın yaraları ile, kendilerine yıllarca kötülük eden aristokrat ve asillere sıfır hoşgörü ve uydurma yasalarla idam cezaları vermeleri ile aslında evrimleşmemiş ve ilkel kalmış bir toplum oldukları anlatılmak istenmiştir. Devrim ertesinde yaşanan üç yıl, devrim öncesinin bir devamı niteliğindedir. Öldürenler artık öldürülmektedir.
Jango Fett
Jango Fett (66 - 22 YSÖ), Star Wars evreninde yer alan bir karakterdir. İlk olarak ortaya çıkışı filminde olmuştur. Bu bölümde, Temuera Morrison tarafından canlandırılmıştır.
İmparatorluk askerlerinin temelini oluşturan Klon Askerler onun kopyalarıdır. Klon Askerler onun genleriyle oynanmış, karakteri değiştirilmiş ve farklı uzmanlıklarda eğitim almış halleridir.
Jango Fett, serinin 5. filmi olan 'da öne çıkacak olan Boba Fett'in babası ve genetik olarak ikizidir. İkisi de kelle avcısı olarak hizmet vermişlerdir. Jango Fett Bölüm II'de Jedi ustası Mace Windu tarafından öldürülmüştür.
Bir koloni gezegeni olan Concord Dawn'da doğan Jango Fett, ailesi eski Mandalorian savaşçılarından oluşan Death Watch tarafından öldürülünce yetim kalmıştır. Mandalorianlar onu kurtarmış ve yanlarına almıştır. Fett daha sonra onların lideri olup Death Watch'u yok etmiştir. Naboo Savaşından 2 yıl önce Jedi'la yaşadığı bir sorundan sonra yaşamına yalnız bir savaşçı olarak devam etmiştir.
Çavuş dişli
Çavuş dişli bir dişli türüdür. İsmini üzerinde bulunan dişlerin helis yönlerinin çavuş armasını andırmasından almaktadır. Genellikle iki helis dişlinin sırt sırta getirilmesiyle oluşturulur. Dişlere gelen eksenel yükler birbirlerini karşılıklı olarak dengeler ve bu nedenle milde eksenel yük yaratmaz. Büyük radyal yüklerin aktarılmasında kullanılır.
Meds
Meds, Placebo adlı müzik grubunun 5.stüdyo albümüdür. Ayrıca Brian Molko, Stefan Olsdal ve Steve Hewitt tarafından üçlü olarak kaydedilen son Placebo albümü olma özelliğine sahiptir. Fransa'da kaydedilmiştir. Grup bu albüm için "köklerimize döndük" demiştir. Meds albümünün yayınlanmasından bir sene sonra Steve Hewitt gruptan ayrılmıştır.
Banvit
Bandırma Vitaminli Yem Sanayi ve Ticaret AŞ veya kısaca Banvit, 1968 yılında Bandırma'da yem üreticisi olarak faaliyete başlayan Türk şirketi. Brezilya ya %79.48'i satıldı.
Andrea Barzagli
Andrea Barzagli (d. 8 Mayıs 1981), İtalyan futbolcudur. Serie A takımlarından Juventus'da oynamaktadır.
Barzagli ilk olarak 2004 yılında çağrıldığı millî takımda şu ana kadar 60 kez forma şansı buldu. Profesyonel sporculuk kariyerinde 2004 Yaz Olimpiyatları futbol müsabakalarında bronz madalya kazanmıştır. 2 FIFA Dünya Kupası'nda, 3 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda ve 2013 FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda görev almıştır.
Barzagli bir dönem VfL Wolfsburg'da görev aldı. 2008-2009 sezonunda Vfl Wolfsburg takımda şampiyonluk yaşamıştır. 2011 yılından bu yana Juventus'da forma giymektedir.
Kyokushin kaikan
Kyokushin Kaikan (Japonca: 極真会館 Kyokushin Kaikan), Masutatsu Oyama tarafından 1964 yılında geliştirilen tam temaslı karate stili. Japonca'daki anlamı ""nihai hakikat için toplum""dur.
Kyokushin'in kurucusu Masutatsu Oyama Choi Yeong-Eui adıyla 1923 yılında güney Kore'de dünyaya geldi. Oyama Çin ve Kore'de Kempo stillerini çalışmıştı. 1938'de ailesiyle birlikte Japonya'ya göç etti ve burada Judo ve daha sonra Shotokan adını alacak olan Okinava Karatesi çalıştı. Japon toplumuna daha iyi uyum sağlamak amacıyla Masutatsu Oyama adını aldı. II.Dünya Savaşı'ndan sonra Goju Ryu karate stilini çalıştı. Bu dönemde karatesini geliştirmek için üç yıllığına dağlara çıktı. Daha sonra ABD'ye giderek profesyonel güreşçilerle gösteriler yaptı.
1953 yılında Oyama Dojo adıyla Tokyo'da kendi karate salonunu açtı ve savaş sanatları gösterileri için tüm dünyayı gezmeye başladı. En çok konuşulan gösterisi çıplak elleriyle boğaları öldürmesiydi. 1964 yılında stiline Kyokushin-Kai adını resmen verdi.
Kyokushinkai'de eğitim üç ana başlık altında gerçekleştirilir.
Kyokushin sistemi Shotokan ve Goju Ryu gibi geleneksel karate stilleri üzerine temellenmiştir ancak Boks ve Kick Boks gibi mücadele sporlarından pek çok unsuru müsabakalarına (kumite) katmıştır.
Kyokushin sisteminin ana özelliği tam temaslı oluşudur. Bu sebeple eğitmen ve öğrenciler tam temaslı bir dövüşe kendilerini hazırlamak için sert müsabakalara katılmaları gerekmektedir. Diğer karate formlarından farklı olarak Kyokushin herhangi bir eldiven veya koruyucu malzeme olmaksızın tam temaslı dövüşe büyük önem verir. Bu oldukça sert görünmesine karşın rakibin yüzüne vuruş yapılmasına izin verilmemesi ciddi zarar görülmesini önemli ölçüde engellemektedir. Diğer taraftan kafa ve yüze diz veya tekmelere izin verilmektedir.
Kyokusin stili Shotokan stilinin çizgisel yapısından çok Goju Ryu'nun dairesel stiline yakındır. Oyama, Shotokan'ı birkaç yıl çalışmış fakat ileri antrenmanlarını Goju Ryu'da yapmayı tercih etmiştir. Bu çalışmalar Kyokushin sistemine de yansımıştır. Önceleri Shotokan benzeri bir eğitim olmasına rağmen sonraları Goju Ryu ağırlığı sistemde kendini hissettirmiştir.
İlk dönemlerde Masutatsu Oyama, sistemin gerçekçiliği adına yüze yumruk vurulmasına izin vermekte ve koruyucu eldivenler de kullanılmamaktaydı. Ancak bu durum müsabıklarda ciddi sorunlara yol açtığından yüz ve boyuna el ve dirsek vuruşları yapılmasına izin verilmemeye başlandı. Ayrıca Kyokushin kai Karate dünyanın en sert ve disiplinli sporu olarak da bilinmektedir.
Boulder Dash
Boulder Dash, ilk sürümü 1984 yılında piyasaya sürülmüş olan ünlü bir bilgisayar oyunu serisidir. Bu seri Spectrum ZX, Apple II ve Commodore 64 gibi 1980'lerin ev bilgisayarlarındaki klasikleşmiş oyunlardan sayılır. Oyun bir değerli taş madeninde başına düşebilecek kayalardan sakınmaya çalışan bir madencinin madenin bir kapısından bir diğerine ulaştırılması üzerine kurulmuştur.
Serinin yeni sürümlerine günümüzde Java veya Flash destekli cep telefonları ve |
benzeri cihazlarda veya internetteki oyun sitelerinde rastlanabilir.
Melih Cevdet Anday
Melih Cevdet Anday (13 Mart 1915, İstanbul – 28 Kasım 2002, İstanbul), Türk şair, tiyatro oyunu, roman, deneme, makale yazarı. Lise arkadaşları Orhan Veli ve Oktay Rifat'la birlikte ortaya çıkardıkları Garip Akımı ile Türk şiirindeki yenilenmeyi başlatmıştır. Kolları Bağlı Odysseus ile kendine özgü felsefi şiir akımını başlatmış, Garip Akımı'ndan ayrılmıştır. UNESCO'nun Courrier dergisi, 1971 yılında onu Cervantes, Dante, Tolstoy, Unamuno, Seferis ve Kawabata düzeyinde bir edebiyat adamı olarak gördüğünü açıklamıştır.
İstanbul'da doğan Melih Cevdet Anday'ın çocukluğu Kadıköy Bahariye'de geçti. Ortaokula kadar İstanbul'da eğitim gördü. Liseyi ise Ankara'da, Gazi Lisesi'nde tamamladı. Lisede okuduğu sırada, Orhan Veli Kanık ve Oktay Rifat ile tanıştı. Liseyi bitirdikten sonra bir süre Hukuk Fakültesi'ne devam etti. Daha sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ne kaydoldu. Ancak Devlet Demiryolları'nda memur olarak çalıştığı için öğrenimine devam edemedi. Çalıştığı kuruluş tarafından sosyoloji öğrenimi görmek için Belçika'ya gönderildi. "Ukde" isimli şiiri 1936'da Varlık Dergisi'nde yayımlandı. Bunun ardından şiirleri Ses, Yaprak, Yeditepe, Papirüs, Yeni Ufuklar, Yeni Dergi, Soyut, Ataç, "Dönem", Yön gibi dergilerde yayınlandı. Orhan Veli ve Oktay Rifat ile birlikte 1941 yılında "Garip" isimli şiir kitabını çıkardı. Hasan Âli Yücel'in tavsiyesi ile Milli Eğitim Bakanlığı Neşriyat Müdürlüğü'ne memur olarak atandı. 1946 seçimleriyle birlikte bakanlığın el değiştirmesi sonrasında önce yeniden askere alındı ve daha sonra Konya'ya atandı. Ancak bu atama daha sonra geri alındı. Anday, bir süre sonra bu görevinden ayrılarak İstanbul'a döndü.
1953-1955 yılları arasında Akşam Gazetesi'nin edebiyat ve sanat sayfasını hazırladı. Fikirleri sebebiyle işten çıkarıldı. Doğan Kardeş Yayınları'na geçti ve çeviriler yaptı. Buradaki görevinden de aynı sebeple ayrılmak zorunda kaldı ve 1958'den itibaren; Tercüman, Büyük Gazete, Yeni Tanin ve İkdam'da kendi adıyla ve çeşitli takma adlarla denemeler ve makaleler yazdı, tefrika romanlar yayınladı. 1960'ta Nadir Nadi'nin desteğiyle Cumhuriyet gazetesinde köşe yazıları yazmaya başladı. Bu gazetedeki yazılarını 1997'ye kadar sürdürdü.
1956'da yayınladığı Yan yana isimli şiir kitabı, 142. maddeye aykırı olduğu gerekçesiyle 1964'te yasaklandı. Anday gerek şiir kitaplarıyla, gerekse daha sonraları yöneldiği roman ve tiyatro alanlarındaki yapıtlarıyla birçok ödül alan Anday, İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nde diksiyon, özel bir tiyatro okulunda mitoloji dersleri verdi. 1964-1969 yılları arasında TRT'de yönetim kurulu üyeliği, 1979-1980 yıllarında da Paris'te eğitim müşavirliği görevlerinde bulundu.
Solunum ve böbrek yetmezliği tanısıyla Marmara Üniversitesi Koşuyolu Hastanesi'ne kaldırılan Melih Cevdet Anday, 28 Kasım 2002'de 87 yaşındayken vefat etti. Büyükada mezarlığında toprağa verildi.
Anday, eserlerinde kendi adı haricinde şu takma adları da kullanmıştır: Yaşar Tellidede, Niyaz Niyazoğlu, A. Mecdi Velet, M. C. A., H. Mecdi Velet, Yaşar Tellidere, Gani Girgin, Zater, Yaşar Tellioğlu
Yağ yüzgeci
Yağ yüzgeci, bazı kemikli balıklarda bulunan bir yüzgeç türü. İçinde yüzgeç-iskeleti ya da destek aldığı herhangi kemik parcaları bulunmaz. Bilimsel adı "adipose" yağ yüzgeci anlamına gelir ama bu yüzgeç aslında yağdan oluşmaz, aslında ettendir.
Yağ yüzgeçleri kemikli balıkların sekiz takımında bulunur:
Yağ yüzgecinin ölçüsünde büyük farklar vardır. Genelde diğer yüzgeçlerden ufaktır, ama bazı türlerde asıl sırt yüzgecinin büyüklüğünü bile aşabilir. Bu yüzgecin görevi hakkında bilim insanları henüz ortak bir görüşe sahib değillerdir. Salmonidae familyasının yağ yüzgeci üzerine, hidrodinamik ve akıntının yönünü tespit etme fonksiyonları üzere araştırmalar sürmektedir.
Hans Bethe
Hans Albrecht Bethe (; 2 Temmuz 1906 – 6 Mart 2005) astrofizik, kuantum elektrodinamiği ve katı hâl fiziğine önemli katkılarda bulunmuş, 1967'de yıldız nükleosentezi teorisi üzerine yaptığı çalışma ile Nobel Fizik Ödülü almış Alman-Amerikan nükleer fizikçi.
1928'de doktorasını Münih Üniversitesinde bitirdi. 1930'larda Nazilerin güçlenmesiyle Avrupa kıtasını terk etti, Amerika'ya yerleşti. 1935'te Cornell Üniversitesinde fizik profesörü olarak görev yapmaya başladı.
Bethe'nin burada güneş enerjisi ve füzyon Enerjisi ile ilgi araştırmaları onu Los Alamos'daki atom bombası çalışmalarının başına getirdi. II. Dünya Savaşından sonra Bethe, Edward Teller ile birlikte hidrojen bombasının geliştirilmesi için çalıştı. Sonra 1956'dan 1964'e kadar başkanın danışma komitesinde görev aldı. 1958 yılında nükleer silahsızlanma çalışmalarına Başkanlık etti. 1963'teki Sovyetler Birliği ile yapılan antlaşlamada görev aldı. Başkan Eisenhower, Kennedy, ve Johnson'a danışmanlık yaptı.
1967'de Nobel Fizik ödülünü aldı. Bundan sonraki yaşamında Nükleer savunma sistemlerine karşı mücadele verdi. 1975 yılında Cornell Üniversitesi'nden emekli oldu.
Selimiye Kışlası
Selimiye Kışlası İstanbul'un Üsküdar ilçesinde III. Selim tarafından Nizâm-ı Cedîd askerleri için inşa ettirilen kışla
Selimiye Kışlası ilk olarak III. Selim devrinde yeni kurulan Nizâm-ı Cedîd askerleri için kesmetaş bir kaide üzerinde ahşap olarak inşa edildi. Yeniçeriler'in isyanı sonucunda yıkılan bu kışla II. Mahmud devrinde kâgir olarak yeniden inşa edildi. Sultan Abdülmecid devrinde iki defa yenilenen kışlanın dört köşesine yedişer katlı birer kule ilâve edildi.
Kırım Savaşı sırasında İngiliz askerlerine tahsis edildi. Modern hemşireliğin kurucusu Florence Nightingale 1854'te kışlaya gelerek yaralı İngiliz askerlerinin tedavisinde görev aldı. Florence Nightingale ve beraberindeki hemşirelerin kaldığı oda günümüzde müzeye dönüştürüldü.
Cumhuriyet döneminde farklı amaçlarla kullanıldı. 1959-63 yılları arasında Selimiye Askerî Ortaokulu adı ile askerî ortaokuldu. Selimiye Kışlası günümüzde 1. Ordu Komutanlığı merkez binası olarak kullanılmaktadır.
Kışlanın Güney-Doğu kulesinde Selimiye Askerî Ortaokulu Müzesi, Kuzey-Batı kulesinde ise Florence Nightingale Müzesi yer almaktadır.
Sazansılar
Sazansılar (Cypriniformes), ışınsal yüzgeçliler (Actinopterygii) sınıfına ait büyük bir balık takımı. Farklı iklimlere başarılı bir şekilde ayak uydurmuş çok sayıda türleri mevcuttur.
Mossad
Mossad, (İbranice: ) "İstihbarat ve Özel Operasyonlar Enstitüsü" isimli İsrail gizli servisinin kısa adıdır. Sembolik olarak on iki casus olayıyla kurulan Mossad resmi olarak 13 Aralık 1949'da kurulmuştur. Merkezi Tel-Aviv'dedir. Mossad tarafından doğrulanmasa da Victor Ostrovsky'in iddiasına göre, Mossad'ın dünyanın farklı yerlerinde 20,000'i operasyonel, 15,000'i sleeper olmak üzere toplamda 35,000 personeli bulunmaktadır (1991). Kendi içerisinde de bölümlere ayrılır. Mossad'ın İbranice anlamı enstitüdür.
Mossad, genel olarak dış istihbarat konularında görev yapar. İç istihbarat alanında Şin-Bet (Şabak) isimli kurum faaliyettedir.
Mossad'ın bilinen operasyonları arasında 1972 Münih Olimpiyatları'nda Filistinli militanlar tarafından rehin alınıp katledilen İsrailli atletlerin intikamı amacıyla çeşitli ülkelere dağılmış Filistinli liderlere ve İsrailli atletlerin cinayetinden sorumlu üyelere suikast girişimi bulunmaktadır. Dünyanın en güçlü İstihbarat servislerinden biri olarak bilinmesine karşın Mossad çok çalkantılı dönemler geçirmiş ve bazı direktörleri istifa ederek kurumdan ayrılmıştır. Mossad pek çok istihbarat kurumu gibi alanlarında yetiştirilmiş bireylerle İsrail'in ulusal misyonu doğrultusunda faaliyet göstermeyi amaçlamıştır.
Ayrıca Mosssad'ın Kidon adlı bir özel operasyon birimi vardır. Bu birimin suikast alanında uzman olduğu belirtilmektedir.
Devekuşu Kabare
Devekuşu Kabare, Haldun Taner'in öncülüğünde Ahmet Gülhan, Zeki Alasya ve Metin Akpınar tarafından 1967'de İstanbul'da kurulan tiyatro topluluğu.
Toplumsal ve politik taşlamaya oyunlarında başarıyla yer verdi. Kendisine özgü üslubuyla kabare türünün Türkiye'deki önemli temsilcilerinden oldu ve geniş bir izleyici kitlesini oyunlarına çekti.
1978'de Haldun Taner ve Ahmet Gülhan'ın "sergilenen oyunlarda belli bir düzeyin altına düşüldüğünü" öne sürerek ekipten ayrılmalarıyla yönetimi ele alan Zeki Alasya - Metin Akpınar ikilisi, bu tarihten itibaren topluluğu aynı isimle sürdürdü. İlk dönemde daha çok Haldun Taner'in yazdığı oyunları oynayan topluluk, zamanla çeşitli yerli yazarların oyunlarını sahneledi. Devekuşu Kabare'nin, Aşk Olsun, Beyoğlu Beyoğlu, Deliler, Dün Bugün, Reklamlar ve Yasaklar adlı oyunları önce ses kaydı, daha sonra video kaydı olarak yayınlanmıştır. Ancak o dönemde görüntü ve ses kaydı yapılan Geceler oyunu, Sansür Kurulu tarafından fazla müstehcen bulunduğu için, tüm kayıtları imha edilmiştir.
Tiyatro 1992 yılında kapandı.
DELİLER KADROSU
Wing Chun
Wing Chun (Pinyin: 詠春 yǒng chūn; "sonsuz bahar" veya "bahar şarkısı") Wing Tsun, Wing Tzun, Ving Tsun ya da Wing Tsung, Güney Çin kökenli bir dövüş sanatı. Wing Tsun kavramı, sanatın günümüz şartlarına uydurulmuş versiyonlarını ifade etmek için kullanılır. Geleneksel olan Wing Chun ise günümüzde sayıca azdır.
Wing Chun, Bruce Lee'nin de hocalığını yapan Yip Man'a gelinceye kadar aile içinde ve şifahi yolla öğretilen bir sanat olduğundan tarihine ilişkin dokümanlar bulunmamaktadır. Bu da Wing Chun'un kökeni hakkında efsanevi ve romantik anlatılara yol açmıştır.
Wing Chun'un doğuşuyla ilgili en yaygın hikâyeye göre sanat yaklaşık 300 yıl önce Budist ismi "Beş Erik" anlamına gelen Ng Moi olan rahibe Lui Sei-Leung'la başladı. Mançuryalıların Shaolin Tapınağına saldırısı üzerine tapınaktan ayrılmak zorunda kalan Ng Moi, Emei dağlarındaki Beyaz Turna Tapınağına sığınır ve sanatını burada geliştirmeye devam eder ve ona Beyaz Turna Boksu adını verir. Tapınaktan ayrıldıktan sonra karşılaştığı Miu Shun'a sanatını öğretmeye karar verir. Miu Shun sanatı Shaolin baskınından kaçan ve kızıyla dü |
kkân işleten Yim Yee'ye öğretir. Babası Yim Yee'den öğrendikleri teknikleri alıştırma yaptığı bir zamanda Yim Wing Chun'u evlerine ziyarete gelen Ng Moi izleme fırsatı bulur ve sanatına izlediği genç kızın adını verir.
Wing Chun'un en önemli prensibi bir tehlike anında olabilecek en kısa sürede, gösterişli olmayan etkili ve sade tekniklerle ve doğrudan rakibi etkisiz hale getirmektir. Wing Chun pratisyenleri yaptıklarının diğer savaş sanatları gibi görsel ağırlıklı bir sanat olmadığını, hayatta kalma mücadelesi olduğunu savunurlar.
Sistemde doğal olmadığı ve rakibe saldırması için açık bir pozisyon verdiği için baş bölgesine yüksek tekmeler yoktur ama alt ve orta seviyeye tekme teknikleri bulunmaktadır. El tekniklerinde savunma ve saldırı aynı andadır. Zincirleme yumruk tekniği rakibe birbiri ardı sıra yumruk atmayı mümkün hale getirmektedir. El ve ayakların bir bütün içinde sürekli kullanılmasıyla rakip hem şaşırtılır hem de karşılık veremeyecek derecede darbe almasına yol açar.
Chi Sau denilen karşılıklı birbirine değen ellerle yapılan çalışma kişinin rakibinin hareketini sezerek hızlı tepki vermesini kolaylaştırır.
Wing Chun'un dövüşe yaklaşımında da gerçekçilik bulunmaktadır. Hayatta kalmak için gereken tüm saldırılara izin verilir. Hayalar, gözler, boyun gibi hassas noktalara vuruş serbesttir ve bu sebeple de müsabakası yoktur. Felsefesinde sürekli rakibin üzerine ve direkt olarak gitmek esastır. Dairesel hareketler bulunmamaktadır.
Wing Chun, kökleri yüzlerce yıl önceye uzanmasına rağmen, sürekli gelişen ve değişen bir sanattır. Bu Wing Chun'u diğer dövüş sanatlarından ayıran başlıca özelliğidir. Wing Chun sistemi kalıplaşmış hareketlerden değil prensiplerden oluşur. Wing Chun öğrencisi gereksiz güç kullanmamayı, rakibinin gücünün önünde durmamayı, kendisine uygulanan gücü kendi çıkarına kullanmayı, akıcı ve rahat olmayı öğrenir. Kısaca açıklamak gerekirse Wing Chun dört prensibin beş mesafede uygulanmasıdır. Bu dört prensip şu şekilde sıralanabilir:
1- Yol boş ise ilerle. Wing Chun dövüşçüsü rakibi ile arasında bir engel yoksa aradaki mesafeyi uygun bir silah kullanarak kapatarak rakibine ulaşır.
2- Yapışık kal. Wing Chun, rakip ile teması mümkün olduğunca çabuk sağlamayı ve bunu korumayı öğretir.
3- Gücün karşısında durma. Wing Chun öğrencisi kendine uygulanan gücün önünde durmak yerine, yoldan çekilip bu gücü kendi lehine kullanmayı öğrenir.
4- Takip et. Wing Chun dövüşçüsü rakibi geri çekilirse onu takip etmeyi, rakibine fırsat vermemeyi öğrenir.
Bu dört prensip aşağıda sıralanan beş dövüş mesafesinde uygulanır:
1- Tekme mesafesi
2- Yumruk mesafesi
3- Diz, dirsek ve kafa mesafesi
4- Tutma, burkma ve atma mesafesi
5- Yer dövüşü
Wing Chun sinema dünyasında Yip Man'ın biyografisi ile ilgili "İp Man" filmleri ile tanınmıştır.
Roberto Baggio
Roberto Baggio (d. 18 Şubat 1967, Caldogno) 1990'larda oynadığı dönemin en başarılı orta saha ve forvet oyuncularından bir kabul edilen İtalyan futbolcudur.
FC Internazionale Milano, Juventus ve Milan gibi İtalya'nın önde gelen kulüplerinde ve İtalya millî futbol takımında forma giymiştir.
İtalya millî formasını 1991 - 2004 yılları arasında 56 kez giymiş ve bu maçlarda 27 gol atmıştır.
Başarılarla dolu futbolculuk kariyerinin en dramatik anını 1994 yılında ABD'de düzenlenen FIFA Dünya Kupası'nda yaşamıştır. Birçok maçta takımı tek başına sürükleyen ve finale kadar çıkaran Baggio, finalde Brezilya karşısında penaltılara kalan maçta kullandığı penaltıyı dışarı atarak kupanın unutulmaz anlarından birinde yer almıştır. Ayrıca çeşitli reklam filmlerinde rol almıştır.
"Not: Takımları yanındaki sayı toplam oynadığı maçı, parantez içindeki sayı ise attığı golü göstermektedir."
Giovanni Trapattoni
Giovanni Trapattoni (d. 17 Mart 1939), İtalyan eski millî futbolcu ve teknik direktör.
Milano bölgesinde doğan Trapattoni'nin 1960 ve 70'lerde AC Milan forması ile başarılı bir futbolculuk kariyeri vardır. Aktif futbolu bırakınca 1974 yılında aynı takımda teknik direktörlük görevine başlamıştır. Sırasıyla Juventus ve FC Internazionale Milano gibi İtalyan futbol liginin önemli takımlarını çalıştırmıştır.
2000 yılında istifa eden Dino Zoff'un yerine İtalya millî futbol takımının başına getirilmiştir. Millî takım teknik direktörü olarak 2002 FIFA Dünya Kupası ve 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası'na katıldı. Ancak iki turnuvada da İtalya beklenenden uzak bir performans gösterince 2004 yılında yerine Marcello Lippi getirildi.
25 yılı aşan teknik direktörlük döneminde 9 kez lig Şampiyonluğu, 1 Avrupa Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu, 1 UEFA Kupa Galipleri Kupası Şampiyonluğu, 3 UEFA Kupası, UEFA Süper Kupası Şampiyonluğu ve iki kez de Coppa Italia şampiyonluğu kazanmıştır. Bayern Münih'le Bundesliga Şampiyonluğu yaşayarak bu ülkede takımını şampiyon yapan ilk yabancı teknik adam oldu. Ayrıca Trapattoni "hocaların hocası" olarak tanımlanmaktadır.
Opel (anlam ayrımı)
Çilingir sofrası
Çilingir sofrası, Rakı içilen özenle hazırlanmış içki sofrası.
"Çeşnigir Sofrası"ndan gelmektedir, zamanla çilingir sofrası şekline dönüşmüştür. Çilingir sofrası Moğollarda büyük törensel yemeklere verilen ad farsçaya "şēlāngār" moğolcadan çorba demek olan "şilü(n)/şölü(n)" (bkz şölen: ziyafet) zamanla dönüşerek şimdiki hâlini aldı.
Osmanlı saraylarında Padişahların yemeklerini tadan çeşnigir ya da çeşnicibaşının sofrasına benzemesinden kaynaklanmıştır. Yemeğin tadına bakan “tadımcı”ya çeşniyar deniliyor.
Çilingir sofrasında sadece rakı içilir. Rakı ise aheste ve özenle hazırlanmış, az miktarda mezeyle içilir.
Rakı sözcüğü, "Araki" veya "Arıki" kelimesinden gelmektedir.. ˁariḳa عرق "terledi, teri damladı" Araki "Arak"tan türeyen bir kelime. Arak ise ter anlamına gelmektedir.
Rakı sofrası sohbetlerinin özel bir tarzı, üslubu ve kuralı vardır ve adabına göre, rakı özenle hazırlanmış az miktardaki mezeyle içilir.
Acklay
Acklay, "" filmindeki hayali yaratığın ismi. Acklay Obi-Wan Kenobi, Padme Amidala ve Anakin Skywalker'ın Geonosis'teki idam arenasında ortaya çıkan üç yaratıktan biri idi. Acklay hedef olarak Obi-Wan Kenobi'yi seçti. Obi-wan canavarın pençeleriyle zincirini kırdı ve onun saldırılarına karşı kendini korudu. Jedilar arenayı bastığında ve klonlar yardıma yetiştiğinde Acklay arenada hedefi Obi-Wan'ı gizlice takip etti. Obi-Wan yeniden saldıran canavarın ön ayaklarını kesti ve yaratık yere düştü. Obi-wan yaratığı yaraladı ve ışın kılıcını batırarak yaratığı öldürdü. Acklayların doğal olarak yaşadıkları gezegen Vendaxa olup, Felucia ve Geonosis gibi gezegenlere de adapte olmuşlardır.
Nexu
Nexu, "" filmindeki hayali yaratık. Massiff ırkındandır. Obi-Wan Kenobi, Padme Amidala ve Anakin Skywalker'ın Geonosis'teki idamındaki üç yaratıkdan en çevik olanı ve yırtıcı bir kedi gibi gözükendi. O hedef olarak padme Amidala'yı seçti. Padme sütunun üstüne çıkarak kendini korudu ve zincirlerini çıkarıp yaratığa karşı kendini savundu ama Nexu onu yaraladı. Reek'in kontrolünü eline alan Anakin, Nexu'yu Reek ile öldürdü ve Padme'yi kurtardı.
Reek
Reek, "" filmindeki hayali yaratık. Obi-Wan Kenobi, Padme Amidala ve Anakin Skywalker'ın Geonosis'teki idam törenindeki üç yaratıktan biriydi ve hedef olarak Anakin'i seçti. Anakin hızlı bir hamleyle Reek'in üstüne atlayıp onun gücüyle zincirini kopardı. Reek'in kontrolünü eline alamadı ama yaratık sakinleşince yine aynı hareketi deneyip yaratığın kontrolünü aldı. Reek ile Nexu'yu öldürüp Padme'yi kurtardı. Savaş sırasında Reek taşıdığı kişileri düşürdü. Arenada çılgınca koşan Reek, Jango Fett'in üstüne gelip onun dengesini bozarak düşmesine ve jet-takımını bozulmasına neden oldu. Bir daha Jango'nun üstüne gelen Reek'i Jango bir silahla vurarak öldürdü.
Rune Haako
Rune Haako, Star Wars'taki hayali karakterlerden biridir.
Nute Gunray'in teğmeniydi. Barışçıl gezegen Naboo'nun ele geçirilmesinde Nute Gunray'e yardım eden Haako iki Jedi Şövaleyesi Qui-Gon Jinn ve Obi-Wan Kenobi'nin Kraliçe Amidala'yı kurtarıp Anakin Skywalker ile Naboo Savaşı'nı kazanmasıyla Haako ve Gunray yargılanmaya gönderildi. Lord Sidious onlara gizlice yardım ederek Ticaret Federasyonu'nun başına tekrar getirdi ve Bağımsız Sistemler Konfederasyonu'na katıldılar. Geonosis Savaşı'nda tekrar kaçtılar ve Klon Savaşları'nın son günlerinde Grevious'un liderliğini Kont Dooku olmadığı için sorguladılar. Mustafar gezegenine kaydırılan, ayrılıkçı liderleri Sidious'un yeni çırağı Darth Vader katletti. "Haako", toplantı odasında ayağı kayıp düştüğünde Vader'a kendini öldürmemesi için yalvardı ama Vader onu ışın kılıcıyla öldürdü.
Jean-Paul Sartre
Jean-Paul Sartre (tam adı: Jean-Paul Charles Aymard Sartre) (21 Haziran 1905, Paris - 15 Nisan 1980, Paris), ünlü Fransız yazar ve düşünür. Felsefi içerikli romanlarının yanı sıra her yönüyle kendine özgü olarak geliştirdiği Varoluşçu felsefesiyle de yer etmiş; bunların yanında varoluşçu Marksizm şekillendirmesi ve siyasetteki etkinlikleriyle 20. yüzyıl'a damgasını vuran düşünürlerden biri olmuştur. Sartre, bir anlatıcı, denemeci, romancı, filozof ve eylemci olarak yalnızca Fransız aydınlarının temsilcisi olmakla kalmamış, özgün bir entelektüel tanımlamasının da temsilcisi olmuştur.
Babasını ufak yaşta yitiren Sartre, annesinin ailesinin yanında büyüdü. Olgunluk sınavını Louis-le-Grand Lisesi'nde verdi. Daha sonraki eğitimini Ecole Normale Supérieure' de, İsviçre'deki Fribourg Üniversitesi'nde ve Berlin'deki Fransız Enstitüsü'nde sürdürdü. Çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı ve 1928'de Simone de Beauvoir' la tanıştı.
1939 yılında II. Dünya Savaşı başlayınca Fransız ordusuna meteorolog olarak hizmet vermeye başladı. 1940 yılında Almanlar tarafından yakalanıp 9 aylığına hapse atılmasının sonrasında Direniş hareketine katıldı. Sinekler adlı ünlü oyunu bu koşullarda yazıldı ve sahnelendi. Aynı şekilde, Varlık ve Hiçlik adlı kendi felsefesini açıkladığı ünlü yapıtı da bu sırada yazıldı (1943).
1945 yılında öğretmenliği bıraktı ve "Les Temps Modernes" adlı edebi-politik dergiyi çıkarmaya başladı. Kitapların |
ın neredeyse tümü edebi ve politik sorunları işleyen kuramsal metinler olarak şekillendi. Sartre, savaş sonrası dönemde ise özellikle politik etkinlikleriyle öne çıkmaya başladı. Soğuk savaş dönemi boyunca birçok eleştirisine rağmen Sovyetler Birliği'ni desteklemiş, Fransa'nın Cezayir'e karşı yürüttüğü savaşa karşı çıkmıştır. Çıkardığı dergi, bu bağlamda yoğun bir etkinlik göstermiştir.
Sartre, hep sol politik görüşe yakın olmuştur. 1956 yılında Macaristan'ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesine kadar Fransız Komünist Partisi'ni (PCF) desteklemiş, ardından desteğini çekmiştir. Ardından Fransız Komünist Partisi'nin Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nden daha bağımsız politikalar izleyebilmesine dolaylı katkısı olmuştur. 1960'ların sonlarında Sartre, kurulu komünist partileri reddettiği için Maocuları destekledi. Sartre daha sonra Maocularla ittifak halinde olduğunu reddetmiş ve Mayıs olaylarından sonra "Eğer biri tüm kitaplarımı yeniden okursa, benim hiç değişmediğimi, hep anarşist olarak kaldığımı anlayacaktır." demiştir. Bundan sonra kendisinin anarşist olarak tanıtılmasını uygun karşılamıştır.
Sartre, 1964 yılında kendisine verilmek istenen Nobel Edebiyat Ödülünü geri çevirmiştir. Bunun hem yapıtlarına hem de politik konumuna zarar vereceğini düşünmüştür. "121'ler Manifestosu" olarak bilinen bildirgeyi imzalamış ve 1961-1962 yılındaki büyük gösterilere katılmıştır. Ayrıca, 1966-67 yılları arasında Vietnam Savaşı'nda meydana gelen katliamları sorgulamak üzere kurulmuş olan Russell Mahkemesi'nin de başkanlığını yapmıştır. Politik etkinlikleri giderek yoğunlaşmış ve kendi iç-dönüşümleriyle birlikte şekillenmiştir. 1968 olayları Sartre'ın kendi fikirlerini ve geleneksel entelektüel konumlarını da sorguladığı bir dönem olmuştur. Sovyetler' in Prag'a müdahalesinin ve Fransa'daki öğrenci hareketlerinin üzerine, teorik politik alanı yeniden değerlendirmeye başlamış, 1973'te Liberation' u kurmuştur.
1974 yılında Sartre'ın gözleri büyük oranda görmez oldu. Bu nedenle politik etkinlikleri yavaşladı, ancak her zaman yine de Batı'nın Doğu üzerindeki baskılarına karşı etkinliklerde bulundu ve insan hakları konusunda her zaman duyarlı oldu. Bu tutumuyla, Aydınların yeri ve rolü konusunda hem teorik hem de pratik bir örnek oluşturdu.
Öte yandan siyasal aktifliğinin onun edebi ve felsefi yönünü gölgelediği söylenemez. Sartre her şeyden önce kendisinden iyi bir edebiyatçı ve yetkin bir filozof olarak söz ettirmeyi başardı. 15 Nisan 1980'de Paris'te öldüğünde geride felsefe ve edebiyat açısından büyük değerde metinler bıraktı. Kendi varoluşçu felsefesini işlediği yapıtları başlıca; Özgürlüğün Yolları, Bulantı, Gizli Oturum, Kirli Eller, Sözcükler, Duvar olarak belirtilebilir.
Varoluşçuluk, esas olarak 17. yüzyıldan beri var olmakla birlikte, gerçek ününü Sartre ile birlikte kazanmıştır. 20. yüzyılda, Martin Heidegger gibi kendine özgü ve yetkin varoluşçu filozoflar söz konusu olmakla birlikte, bir felsefe olarak varoluşçuluk asıl etkisini Albert Camus ve özellikle de Sartre ile birlikte göstermiştir. Sartre, varoluşçu felsefenin hem "felsefi" hem de "siyasal" alandaki taşıyıcısı, uygulayıcısı olmakla bir entelektüel ve filozof olarak ayrı bir yer edinmiştir.
Varoluşçuluğun, geriye doğru gidildiğinde Blaise Pascal'a kadar uzayan bir geçmişe sahip olduğu görülür; bu elbette belli bir şekilde anlaşılan varoluşçuluk anlamında bir felsefe eğilimidir, bunun yanı sıra varoluşçuluğun argümanlarının bir kısmı, nüve halinde ya da perspektif düzleminde de olsa çok daha öncelerde, örneğin Sokrates felsefesinde, kutsal metinlerde vb. de bulunmaktadır. Ama felsefe tarihi incelemelerinde bir felsefe eğilimi olarak Varoluşçuluğu Pascal ile birlikte ele alıp değerlendirmek yaygın bir tutumdur.
Daha sonraları, Soren Kierkegaard varoluşçuluğun anlaşılmasına tam olarak belli bir şekil verir. Buna göre dünyadaki insanın varoluşu bir problematiktir ve felsefenin soruşturulması bunun üzerine yürütülmelidir. İsa, modern varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul edilir. Varoluşçuluk öyle ki hem edebiyat alanında hem de felsefe alanında etkili olmuş ve çeşitli şekillerde temsilcilerini bulmuştur. Friedrich Nietzsche, Martin Heidegger, Albert Camus, Dostoyevski varoluşçuluk dendiğinde akla gelen ve modern varoluşçuluğun temsilcileri olarak incelenen isimlerdir.
Sartre'ın, varoluşçuluğunda ilk olarak görülen, insanın "önceden-tanımlanmamış" bir varlık olarak ele alınmasıdır. İnsan kendi yaşamını ya da tanımını kendi kararlarıyla verecektir. İnsanın içinde bulunduğu koşullar içinde yaptığı tercihleri onun kim olacağını ve ne olacağını belirler. Bu, "varoluş özden önce gelir" sözünün anlamıdır. İnsan önceden-zaten-belirlenmiş bir "öze" sahip değildir, daha çok o özünü kendi eyleyişleriyle gerçekleştirecek, yani varoluşunu şekillendirerek özünü ortaya koyacaktır. Kahraman ya da alçak olmak, insanın kendi yaptıklarıyla ilgili bir sonuçtur. Bu anlamda varoluşçu felsefede insanın etik bir varlık olarak şekillendirildiği, ama bunun da siyasalı yadsımayan bir etik olduğu görülür. İnsan belirli bir bütünlüğün içine doğmuştur, burada belirli bağımlılıkları vardır ve yaşamı boyunca bu bağımlılıklar içinde bazı kararlar vermek zorundadır. İşte "bu kararlar" insanın varoluşunun gerçekleştirilmesidir. Bu anlamda Sartre varoluşçuluğu genelde sanıldığının aksine ve varoluşçu edebi metinlerde görülen karamsarlığa rağmen "iyimser bir felsefe" olarak değerlendirir. Bu felsefede özgürlük ve bağımlılık arasında tuhaf bir ilişki kurulur, öyle ki, Sartre; "insan kendi özgürlüğüne mahkum edilmiştir" der. Sartre'a göre insan kendi kararlarıyla ve tercihleriyle özgürlügünü gerçekleştirmek zorundadır.
Öte yandan varoluşçuluk belirtildiği gibi iyimser bir felsefedir ve özünde hümanisttir. Hümanizm Sartre'ın felsefesinde önemli bir yöndür. 20. yüzyılın ikinci yarısı özellikle Hümanizmin kuramsal ve felsefi olarak reddedilmesi ve eleştirilmesi olarak ortaya çıkmış olmasına ve bunların çoğunluğunun Fransa kaynaklı olmalarına rağmen, Sartre ısrarla, kendi felsefi konumunu ifade etmek için özgül bir şekilde anladığı anlamda hümanizmi vurgular. Sartre Varoluşçuluk Hümanizmdir der ve bu isimde felsefi bir çalışması vardır.
Bulantı, Sartre'ın aynı adlı kitabı olmasının yanı sıra, terim olarak da Sartre'ın varoluşçu felsefesini ifade etmektedir. Dünyanın kendinde varlığı ("kendinde şey"), insana bulantı duygusu verir; çünkü gerçeklik, yani varlıklar ne iseler o olarak orada öylece ve anlamsız bir şekilde dururlar. Bilinç ise, "kendi-için-şey"dir, ve o hiçlikle ortaya konur. Sartre, felsefi olarak "Varlık ve Hiçlik" kitabında bu noktaları açıklar. Daha sonra da Bulantı romanında edebi bir metin olarak konuyu somut biçimde değerlendirir.
Bulantı romanının kahramanı Antoine Roquentin'dir. İlk kez yerde gördüğü bir taş parçasını eğilip almak istediğinde bunu yapamadığını fark eder; çünkü bu anda varoluşun saçmalığına karşı bir bulantı duymaya başlar, varlıkların varoluşuna, doluluğuna karşı duyulan bir bulantı. Bu dünyanın özündeki "kendinde" anlamsız varlığı karşısında duyulan bir bulantı'dır. Sartre'a göre hissedilen bu bulantı hissi, kişinin varlıkların kendiliğinden varoluşlarının doğurduğu anlamsızlıktan sıyrılmasını sağlar ve onu bilinçli bir varlık olma konumuna getirir.
Sartre'a göre Marksizm esas itibarıyla varoluşçu bir mantıkla değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir. Marksizm, yapısalcılık gibi kuramcı eğilimlerin iddialarının aksine özünde Hümanisttir; "Marksizm hümanizmdir", der Sartre.
Diyalektik Aklın Eleştirisi'nde Sartre, varoluşçulukla Marksizmi karşılaştırarak değerlendirir ve Marksizmin, "çağımızın aşılmaz bir felsefi ufku olduğu" saptamasını yapar. Sartre'a göre; bir Descartes ve Locke dönemi, bir Kant ve Hegel dönemi, ve son olarak bir Marx dönemi söz konusudur. Bu temsilcilerin hepsi, bütün bir kültürün tarihsel ufkunu temsil ederler ve Marx bunların en yetkinleşmiş halidir. Tarihsel bir perspektif olarak Marksizmi kesin bir şekilde önerir ve "insanlık tarihinin tek geçerli yorumu"nun Marksizm ya da Diyalektik Materyalizm olduğunu söyler. "Hiç olmazsa zamanımız için" der Sartre, "marksizm aşılamazdır".
Sartre, bir aydın ya da entelektüel olarak her zaman çok özel bir konumda durmuş, her zaman bu aydın konumu üzerinden tartışmalar yürütülmesine vesile olmuştur. Hem savunduğu hem de uyguladığı "aydın tavrı", Sartre'ı entelektüeller arasında özel bir konumda tutar. Öyle ki, Sartre, hem tamamen özgürlükçü ve bağımsız bir konumda bulunup hem de sıkı bağlanımları gerektiren pek çok politik tavrı, tereddüte ya da çelişkilere düşmeksizin sergileyebilmiş ve zamanının bütün sorunları konusunda neredeyse aktif bir tavır sergileyebilmiştir.
Bu bakımdan Sartre için, "çağının tanığı ve vicdanı" diye söz edilmesi yanlış olmaz. Sartre'ı Sartre yapan yalnızca felsefi çalışmalarının yetkinliği ve özgül varoluşçu kuramının ilgi çekiciliği değil, aynı zamanda sergilediği aktif aydın tavrıdır. Sartre, bu noktada "kuram ve eylem adamı" niteliklerini birleştirmiş durumdadır.
Sartre'ın anladığı ve savunduğu anlamda aydın, ister eylem alanında ister yazı masasında olsun, esasta aydını aydın yapan nitelik, yaşadığı zamanın dünyasına sırt çevirmeyen, bu dönemin gerçekliklerinden ve çelişkilerinden kaçınmayan, aksine tutumunu ve eylemini bu gerçeklikler ve çıkmazlardan hareketle oluşturup belirleyen tavırdır.
Bu anlamda Sartre'ın bir bütün yaşam doğrultusu bu bakışın doğrulanmasıdır. Dolayısıyla da, Sartre'ın sergilediği aydın tavrı ve kişiliği, varoluşçuluğun edebiyattaki yetkin temsilcisi olarak kabul edilen Dostoyevski'nin sözünü onaylar niteliktedir; "Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur." Bu söz Sartre'ın anladığı ve örneğini sergilediği anlamda aydının tavrının da iyi bir açıklanmasıdır.
Kata
Kata, tek ya da eşli olarak yapılan, detaylı olarak düzenlenmiş hareketler dizisi anlamına gelen Japonca bir sözcüktür. Kata sözcüğü, dövüş sanatları, geleneksel Japon tiyatrosu Kabuki ve geleneksel çay seremonisine kadar birçok Japon kültürü öğesinde kulla |
nım alanı bulmuştur. Kata, aikido, iaido, judo, jujutsu, kendo ve karate gibi tüm Japonya ve Okinawa kökenli dövüş sanatlarında kullanılır. Taiciçüen ve taekwondo gibi diğer sporlarda da, Kata yerine Çince ya da Korece isimlerle aynı tür eğitim yapılır.
Her savaş sanatında Kata eğitiminin çalışmasının yoğunluğu değişir. İaidoda tek başına çalışılan katalar, çalışmanın neredeyse tamamını oluştururken, judoda bir eş gerektiren katalar, sadece dan sınavları için çalışılır.
Kenjutsu eğitimin ilk seviyelerinde, katalar çok yavaş yapılırken, üst seviyelerde yüksek hızların çalışma arkadaşlarına zarar vermesi ancak sporcunun yüksek dikkati ve hassas hareketleri ile önlenebilir. Bu çalışmanın ana amacı, zamanlama ve uzaklıkların sporcu tarafından sezgisel olarak kavranabilir oluncaya kadar tekrar edilmesidir.
Birçok dövüş sporu karşılaşmasında Kata dalında yarışmalar yapılır. Hakemler tarafından puanlamada değer verilenler, stilin tekniğini ön plana çıkarmak, denge, zamanlama ve sanal dövüşün gerçekçi görünmesidir.
Karate eğitiminde kullanılan kata, yürüyerek ve kendi etrafında dönerek çeşitli yönlere, ortalama 20 ila 70 arası tekniğin uygulandığı, karate vuruş ve bloklarını çok tekrar yaparak kusursuz hale getirmek amacı ile yapılan bir çalışmadır. Her stilin küçük ya da büyük farklılıklarla çalıştığı yaklaşık olarak 100 kata bilinmektedir. Bazen katalar; 54 adım anlamına gelen "gojushiho katası" gibi içerdikleri teknik sayısına göre adlandırılırlar. Bazen de teknik sayıları ve kata isimleri, Budizm'deki inanışlara gönderme yapar.
Genel olarak tüm karate stillerinde kata eğitimi, çok basit temel tekniklerin, duruşların ve yürüyüşlerin çalışıldığı birkaç temel kata ile başlar. Alt seviyedeki öğrenci, daha ileri teknikleri öğrenebilmek için önce bu temel katalarda usta olmalıdır. Dojolarda yapılan kemer sınavlarında öğrenciden, ilk öğrendiği katadan itibaren tüm kataları başarı ile yapması beklenir. Ancak siyah kemer anlamına gelen 1. dan sınavında öğrencinin gözle görülür biçimde sert teknikler yapması ve dengesinin sarsılmaz olduğunu göstermesi beklenir.
FC Steaua București
FC Steaua Bucureşti, Romanya'nın güneybatısındaki Ghencea'de bulunan bir profesyonel futbol kulübüdür. Avrupa'daki uluslararası turnuvalarda en başarılı Rumen takımı olan FC Steaua Bucureşti, aynı zamanda Romanya 1. Ligi'nde 24 şampiyonluk elde etti. 1986 Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde FC Barcelona takımını yenerek bu kupayı kazanan ilk Doğu Avrupa futbol takımı oldu. Kulüp tarihte ayrıca Romanya Ordusu'nun spor kulübü olarak da bilinir. Ancak 1998 yılında futbol departmanı buradan ayrıldı.
Ali Paşa
Ali Paşa adı tarihte birden fazla kişi için kullanılmıştır. Bunlar;
Ali Rıza Paşa (Van valisi)
Ali Paşa, Osmanlı Devleti'nin Van İlbayı (valisi) idi. 1908'de Ermeni komitacılardan Alev Başyan tarafından Batum iskelesinde öldürülmüştür.
Ali Paşa, kendi yardımcılığına Ohannes Ferit Boyacıyan’ı, Gevaş kaymakamlığına ise onun kardeşi olan Armanak Efendiyi getiriyor. Van'da Ermeni çetecilere karşı sağladığı başarı ile Van ahalisi tarafından sevilmiş adına türkü yakılmıştır.
Cenazesi ancak 15 gün sonra Sinop'ta Seyid Bilal cami defnedildi.
(Van İlbayı (valisi) Ali 1907'de Batum'da Ermeni komitaları öldürdü.) Metin Latin harfleriyle yazıldığından tarih yanlış yazılmıştır.
Courtney Love
Courtney Michelle Love (d. 9 Temmuz 1964), ABD'li müzisyen ve oyuncu.
San Francisco'da doğan sanatçının beş yaşında iken annesi babası ayrılmıştır. 16 yaşında kendi başına yaşamaya başlamış ve dünyanın çeşitli yerlerinde "(Portland, Japonya, Tayvan, Guam ve Alaska)" striptiz yaparak hayatıni kazanmıştır. 1987'de Alex Cox'un "Straight To Hell" fiminde rol aldı ve müziğe kesin dönüş yaptı. 1991'de grubu "Hole" ilk albümü "Pretty on the inside"'ı çıkardı.
Kurt Cobain ile 1989'da bir konserde tanışmış, 1991 gibi ilişkileri başlamış ve 24 Şubat 1992'de Nirvana'nın Avustralya turu öncesi Hawaii'de Waikiki Plajı'nda evlenmişlerdir. Aynı yılın Ağustos 18'inde kızları Frances Bean doğdu. Nirvana'dan evvel anlaşma yaptığı Geffen Records'la, başarılı "Live through this" albümünün çıkmasından 4 gün önce, 5 Nisan 1994'te kocası Kurt Cobain intihar etti. Kurt'ün ölümünün sebebinin Courtney olduğu birçok Nirvana hayranı tarafından öne sürülüyor.
1994 yılı Nisan ayında av tüfeğiyle kendini vurarak intihar eden Kurt Cobain, ölümünün ardından pek çok soru işareti bırakmıştır. Cobain'in uyuşturucu bağımlılığı bir gerçek olsa da ölümünün ardından eşi Courtney Love'ı da kuşku ardında bırakan bazı komplo teorileri gündeme gelmiştir. Bunlardan en çok bilineni Cobain'in kanında bir insanı öldürmeye yetecek dozdan çok daha yüksek miktarda eroin bulunmasıdır. Cobain öldürücü dozun üç katı eroin ve pompalı tüfekle ağzına ateş edilmiş bir şekilde bulundu. Bunları kendi kendine yapması mümkün değildi. Bıraktığı veda mektubunun sonunda Courtney Love'un el yazısı ile yazdığı yazılar bulunmuştur. Konu aydınlığa kavuşmuş değildir.
Bu dönemden sonra medyanın ilgisini çeken Courtney Love birçok filmde oynadı. Kalabalık bir sevgili listesi oldu; bazıları Smashing Pumpkins'den Billy Corgan, Faith No More'dan Roddy Bottum'dır.
Şeyh Said İsyanı
Şeyh Said İsyanı (Dönemin adıyla: Genç Hâdisesi, Şubat - Nisan 1925), Güneydoğu Anadolu'da merkezi yönetime karşı girişilen geniş çaplı Kürt ve Zaza aşiretlerin destek verdiği Hilâfet taraftarı ayaklanma.
Şeyh Said'e bağlı kişilerin Diyarbakır'ın Eğil nahiyesine bağlı Piran köyünde (Diyarbakır ilçesi Dicle) arama yapan bir jandarma müfrezesiyle çatışmaya girmeleri (13 Şubat 1925), kısa sürede genişleyecek yaygın bir ayaklanmanın kıvılcımını oluşturdu.
Genç vilayetinin kazası Darahini'yi basarak (16 Şubat) valiyi ve öteki görevlileri esir alan Şeyh Said, halkı İslam dini adına ayaklanmaya çağıran bir bildiriyle hareketi tek bir merkez altında toplamaya çalıştı. Bu bildiride 'din uğruna savaşanların lideri' anlamına gelen mührünü kullandı ve herkesi din uğruna savaşa çağırdı. Başlangıçta isyan İslam şeriatının tesisi adına başlatılmış ise de sonradan Kürt istiklâl hareketine çevrilmiştir.
Mistan, Botan ve Mıhellemiler aşiretlerinin desteğini aldıktan sonra Genç ve Çapakçur (bugün Bingöl) üzerinden Diyarbakır'a yöneldi. Maden, Siverek ve Ergani'yi ele geçirdi. Şeyh Abdullah'ın yönettiği başka bir ayaklanma kolu da Varto üzerinden Muş'a doğru harekete geçti. Varto'yu ele geçiren isyancılar, Muş'a ilerledilerse de halktan toplanan yardımcı kuvvetlerle Murat Köprüsü civarında mağlup edilip, Varto'ya geri çekilmeleri sağlandı. 21 Şubat'ta gelişmeler üzerine hükümet doğu vilayetlerinde sıkıyönetim ilan etti. 23 Şubat'ta ayaklanmacıların üzerine gönderilen ordu birlikleri Kış Ovası'nda Şeyh Said kuvvetleri karşısında tutunamayarak Diyarbakır'a çekilmek zorunda kaldı. Ertesi gün Elâzığ'a giren Gökdereli Şeyh Şerif yönetimindeki başka bir ayaklanma kolu kenti kısa süre de olsa denetim altına aldı. Elâzığ birkaç gün boyunca isyancılar tarafından yağmalandı.
Mart başında Şeyh Said'in emrindeki yaklaşık 10.000 kişilik bir kuvvet Diyarbakır'a saldırdı ve kuşatma altına aldı. Kuşatanlar takviye alıyordu ve kuşatma Şeyh Said tarafından bizzat yönetiliyordu. Mürsel Paşa komutasındaki garnizon günlerce süren saldırıları geri püskürtmeyi başardı. Fakat bir gece bir grup şehrin Kürt sakinlerinin yardımıyla Diyarbakır içine girebilmeyi başardı. Bunların varlıkları garnizon tarafından fark edildi. 7-8 Mart arası süren ağır bir çarpışma sonrası şehre sızan grup bozguna uğratıldı ve sadece birkaçı kaçabildi. Kuşatma'nın başarısız olduğunu gören Şeyh Said, kuşatmayı kaldırdı ve adamlarını Diyarbakır'dan çekti.
Şeyh Said’in isyanından önce İstiklal Harbi’nin önde gelen Paşaları, M. Kemal hükümetinin din aleyhtarı ve totaliter (baskıcı) siyasetinden kaygılanmış, ve bu nedenle 17 Kasım 1924’te, Cumhuriyet tarihinin ilk muhalif partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TCF)’nın kuruluşunu ilan etmişlerdi.
M. Kemal’in icraatlarının dinin aleyhinde olduğu yönünde genel bir görüş birliği vardı. Genel Başkanlığını Kazım Karabekir’in yaptığı TCF’nin tüzüğüne, “Madde: 6, Fırka (parti), dinî düşünce ve inançlara hürmetkardır” şeklinde bir ibare konmuştu. TCF yetkililerinden Fethi Bey; “Terakkiperverler dindardır. Halk Fırkası dini batırıyor. Biz dini kurtaracağız ve muhafaza edeceğiz”
Şeyh Said hadisesinden iki hafta önce, 1925 Ocak ayı sonlarında, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Erzurum Milletvekili Ziyaeddin Efendi, TBMM kürsüsünde, iktidardaki CHF’nin icraatlarına ağır eleştiriler yönelterek; “Yeniliğin isret (içki içme), dans, plaj sefasından başka bir şey ifade etmediğini, fuhuşun arttığını, Müslüman kadınların edeplerini kaybetme yolunda olduklarını, sarhoşluğun himaye, hatta teşvik olunduğunu, en önemlisi dinî duyguların rencide edildiğini, yeni rejimin sadece ahlaksızlık getirdiğini, rezil bir yönetimin memleketi çamurların içine sürüklediğini” ilan ediyordu.
Şeyh Said, 13 Şubat 1925 Cuma günü, Piran camisinde verdiği vaazda halka şöyle sesleniyordu:
“Medreseler kapatıldı. Din ve Vakıflar Bakanlığı kaldırıldı ve din mektepleri Millî Eğitim’e bağlandı. Gazetelerde birtakım dinsiz yazarlar dine hakaret etmeye, Peygamberimize dil uzatmaya cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse, bizzat dövüşmeye başlar ve dinin yükseltilmesine gayret ederim.”
Şeyh Said bu arada, “Emir’ül Mücahidin Muhammed Said El-Nakşibendi” imzasıyla halka yönelik çeşitli beyannameler yayınladı. Ayrıca, direnişe destek vermeleri için Alevi Zaza aşiret reisleri, Kürt bey, ağa ve aşiret reisleri ile Ergani’deki Türk bey ve ağalarına da aynı imza ile mektuplar gönderdi ve onları Kemalist yönetime karşı ortak mücadeleye davet ederek yardım istedi. Yayınlanan beyannamelerden birinde,
“Kurulduğu günden beri din-i mübini Ahmedi’nin [İslam] temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi M. Kemal ve arkadaşlarının, Kur’an’ın ahkamına aykırı hareket ederek, Allah ve Peygamberi inkar ettikleri ve Halife-i İslam’ı sürdükleri için, gayri meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İsl |
amlar üzerinde farz olduğu, Cumhuriyetin başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının şeriat-ı garrayı Ahmediyye’ye [Muhammed'in şeriatına] göre helal olduğu…” hususlarına yer veriliyordu.
Şeyh Said, Varto’daki Alevi Zaza olan Hormek aşireti reisleri Halil, Veli ve Haydar Ağalara gönderdiği mektupta da söyle yazıyordu:
“Din-i mübini Ahmedi’yi, kafir olan M. Kemal’in yedi zulmünden tahlis etmek (kurtarmak) gazası niyetiyle susar’a hareket edildi. Bu gaza ve cihadın mezhep ve tarikat tefrik edilmeden, ‘Lailahe illallah Muhammedün Resulüllah’ diyen bütün İslam muvahhidleri üzerinde farz olduğundan, büyük bir gayret ve secaat sahibi olan Müslüman aşiretinizin de şeriat-ı garrayı Ahmediyye’ye ve bu cihad-ı ekbere itba’ edeceğinize itimadım berkemaldir. Ya eyyühel-ensar, dinimizi ve namusumuzu bu mülhidlerin(imansızların) elinden kurtaralım, size istediğiniz yerleri verelim. Bu dinsiz hükümet bizi de kendisi gibi dinsiz yapacaktır. Bunlarla cihad farzdır.”
Öte yandan, Dersim Mebusu ve Alevi Zaza olan Hasan Hayri Efendi, Şeyh Said’in Elaziz Cephesi Kumandanı olarak görevlendirdiği Şeyh Şerif ile dayanışma içerisine girdi. Elaziz’de Şeyh Şerif ile birlikte hazırladığı ortak bir mektup, 06 Mart 1925’te Dersim’deki tüm aşiret reislerine gönderildi.
Şeyh Said’in beyanname ve mektuplarında da benzer görüşler yer almaktadır. “Kürt” isminin dahi geçmediği söz konusu mektup ve beyannameler, direnişi sahiplenmek isteyen Kürt siyasi çevrelerince ileri sürülen “Şeyh Said Kürtlük ve Kürdistan için ayaklandı” yönündeki iddiaları tümüyle çürütmektedir.
Şeyh Said İsyanı'ndan 66 yıl sonra, Kürt örgütü PKK’nın yayın organı olan "Berxwedan" gazetesi, konuyu sayfalarına şöyle taşımıştır:
"Nihayet üç ay süren Zaza direnişi, Kürt destekli Türk birliklerince kontrol altına alınarak kanlı bir şekilde bastırıldı, binlerce Zaza insanı yaşamını yitirdi, yüzlerce Zaza köyü yakıldı, pek çok aile de Batı Anadolu illerine sürgün edildi. Bu arada, devlet güçlerine destek veren ve vermeyen Kürt bey, ağa ve aşiret reislerinden birçokları da aileleri ile birlikte Batı Anadolu’ya sürgün edilmekten kurtulamadı."
Olayın başlangıcında Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa ciddiyeti anlayıp Heybeliada'da rahatsızlığı nedeniyle dinlenen İsmet (İnönü) Paşa'yı acilen Ankara'ya çağırdı. İsmet Paşa ve ailesini bizzat Ankara Garı'nda karşılayan Mustafa Kemal Paşa, olayları anlatmak için onu Çankaya'ya götürdü. Çankaya'da, İsmet Paşa'ya "Doğuda din elden gidiyor bahanesiyle İngiliz destekli provokatif ama ciddi bir ayaklanmanın başladığını" söyledi. İsmet Paşa'nın Ankara'ya gelmesi dedikoduların başlamasına neden oldu. Ali Fethi (Okyar) Bey'in görevden ayrılacağı, yeni hükümeti İsmet İnönü'nün kuracağı ve önlemleri onun alacağı konuşulmaya başlanmıştı. Ayrıca Ali Fethi Bey ile İsmet Paşa'nın arası açıktı. Ali Fethi Bey olayı isyan olarak tanımlamamıştı ve sıkıyönetimle durdurulacağına inanıyordu. Ancak, olayların hızla tırmanması karşısında Başbakan Ali Fethi Bey'in istifasını isteyen Mustafa Kemal Paşa, 3 Mart'ta İsmet Paşa'yı yeni bir hükümet kurmakla görevlendirdi. Bir gün sonra TBMM hemen Takrir-i Sükun Kanunu'nu kabul ederek hükümete olağanüstü hal yetkileri tanıdı. Ayaklanmayla ilgili yayınlara konan yasak daha sonra başka önlemleri de kapsayacak biçimde genişletildi. Ayrıca Ankara ve Diyarbakır'da İstiklal Mahkemeleri kurulması kararlaştırıldı. Bu sırada Diyarbakır'ı kuşatma altına alan Şeyh Said kuvvetleri, hükümet kuvvetleri tarafından püskürtülerek geri çekilmeye başladı. Geniş çaplı bir sevkıyatın ardından toplu saldırıya geçen (26 Mart) ve bir bastırma harekatıyla ayaklananların çoğunu teslime zorlayan askeri birlikler, İran'a geçmeye hazırlanan ayaklanma önderlerini Boğlan'da (bugün Solhan) sıkıştırdı. Şeyh Şerif ve yanındaki bazı aşiret reisleri Palu'da yakalanırken, Şeyh Said de Varto yakınlarında yakın bir akrabasının ihbarıyla Carpuh Köprüsü'nde ele geçirildi (15 Nisan 1925).
Ayaklanmayı destekleyen eski Şuray-ı devlet reislerinden Kürt Teali Cemiyeti reisi Seyit Abdülkadir ve 12 arkadaşı İstanbul'da tutuklanarak yargılanmak üzere Diyarbakır'a getirildiler. Yargılanma sonucunda Seyit Abdülkadir ve 5 arkadaşı ölüme mahkûm olarak, idam edildiler (27 Mayıs 1925).
Diyarbakır'daki Şark İstiklal Mahkemesi Şeyh Said ve 47 ayaklanma yöneticisi hakkında da ölüm cezası verdi (28 Haziran). Cezalar, başta Şeyh Said olmak üzere, ertesi gün infaz edildi.
Bu isyanın çıkmasında Lozan Barış Konferansı sırasında, İngiltere ile üzerinde anlaşmaya varılamayan Musul sorununun etkisi olduğu gösteren çokça belge ve beyan da vardır. Mustafa Kemal Paşa daha zaferden hemen sonra, Lozan konferansı sürerken 14 Ocak 1923’te Eskişehir’de yaptığı konuşmada, Musul-Kerkük sorununa değinirken, bu soruna bağlı olarak Kürt devleti konusunu da ele almış ve şunları söylemişti: “Musul-Kerkük kadar önemli olan ikinci konu, Kürtlük sorunudur. İngilizler orada (Kuzey Irak’ta y.n.) bir Kürt devleti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Bunu engellemek için sınırı güneyden geçirmek gerekir.” . Lozan sırasında ve sonrasında İngiliz sözcüleri bunu çağrıştıracak yorumlarda bulunmuşlardır. İngiltere’nin İstanbul Büyükelçilik görevlisi Kidston, 28 Kasım 1919’da Londra’ya gönderdiği raporda, “Kürtlere ne kadar güvenmesek de, onları kullanmamız çıkarlarımız gereğidir” diyordu. İngiltere Başbakanı Lloyd George ise, 19 Mayıs 1920’de San Remo’da yapılan Konferans’ta “Kürtlerin arkalarında büyük bir devlet olmadıkça varlıklarını sürdüremezler” diyor, bölgeye yönelik İngiliz politikası için şunları söylüyordu: “Türk yönetimine alışmış olan Kürtlerin tümüne yeni bir koruyucu kabul ettirilmesi güç olacaktır.. İngiliz çıkarlarını, dağlık kesimlerinde Kürtlerin yaşadığı Musul ve içinde bulunduğu Güney Kürdistan ilgilendirmektedir. Musul bölgesinin, öteki bölümlerinden ayrılarak yeni bağımsız bir Kürdistan Devleti’ne bağlanabileceği düşünülmektedir.. Ancak bu konuyu anlaşma yoluyla çözmek çok güç olacaktır.”
Lozan konferansında Musul konusunun İngiltere ve Türkiye arasında ikili görüşmeler ile halledilmesi, bu gerçekleşmezse de konunun Milletler Cemiyetine götürülmesine karar verilmişti. 19 Mayıs 1924 de İstanbul'da yapılan görüşmelerde sonuç alınamamış ve İngiltere meseleyi 6 Ağustos 1924 de Milletler Cemiyetine götürmüştür. Şeyh Sait ayaklanması, İngiliz işgal güçlerinin Kuzey Irak’ta sıkıyönetim ilan ettiği, subay izinlerini kaldırdığı, birliklerini Musul’a taşıdıkları günlerde ortaya çıktı. O günlerde, Sömürgeler Bakanı Musul’a dek giderek denetlemelerde bulunuyor ve güçlü bir İngiliz donanması Basra’ya hareket ediyordu. İsyanın bastırılmasından bir ay sonra da 5 haziran 1926 da imzalanan Ankara Antlaşması ile Musul İngilizlerin manda yönetimimi altındaki Irak'a bırakılmıştır.
Şeyh Said Ayaklanması'nın bastırılması Cumhuriyet yönetiminin Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu'da denetimi sağlamasında önemli bir dönüm noktası oldu. Öte yandan ayaklanmayla ortaya çıkan gelişmeler, bir süre önce çok partili yaşama geçiş yönünde atılan adımların kesintiye uğramasına yol açtı. Ayaklanmaya karıştığı gerekçesiyle hakkında soruşturma açılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, çok geçmeden hükümet kararnamesiyle kapatıldı.
Real Betis
Real Betis Balompie İspanya'nın Sevilla kentinde 1907'de kurulan futbol kulübüdür. La Liga'da mücadele eden ekip yeşil-beyaz renklere sahiptir. Maçlarını Benito Villamarin Stadı'nda oynarlar. Köklü bir geçmişe sahiptir, ama 2008-09 sezonunda son maçını kazanamayarak 18. olunca küme düşmüştür.
Segunda División'da geçirdiği ikinci sezonda ligi ilk sırada tamamlayarak 2011-2012 sezonunda yeniden La Liga'ya yükseldi. Şu anda bu ligdeki mücadelesini sürdürmektedir.
Talat Paşa
Mehmed Talât (1 Eylül 1874, Edirne - 15 Mart 1921, Berlin), Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’nin kurucu lideri ve İttihat ve Terakki’nin kurucularından ve önde gelen liderlerinden olan Osmanlı devlet adamı.
1908 ihtilâlinin hazırlanmasında önemli rol oynayan Talat Bey, 1908-1918 arasında Osmanlı Devleti siyasetine yön veren en önemli aktörlerden biri olmuştur.
Bâb-ı Âli Baskınından sonrasında Said Halim Paşa kabinesinde Dahiliye nazırlığına getirildikten sonra devletin siyasetinin en önemli belirleyicilerinden biri hâline geldi. Enver Paşa ve Cemal Paşa ile birlikte Üç Paşalar iktidarını kuran Talat Bey, Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girmesinde ve Ermeni Tehciri’nde rol oynadı.
1917 yılında sadrazamlık yaptı. Savaşın kaybedilmesinden sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni feshedip Cemal ve Enver Paşalarla birlikte ülkeyi terk etti. 1921 yılında Berlin’de, Hardenberg Caddesi’nde bir Ermeni tarafından öldürüldü.
1874 yılında Edirne’de dünyaya geldi. Babası Kırcaali’nin Çepelce köyünden Ahmet Vasıf Efendi, annesi de Kayseri Dedeler köyünden buraya göçmüş Pomak ve Türk soylu bir aileye mensup Hürmüz Hanım’dır. İlk eğitimini Vize’de gördükten sonra Edirne Askerî Rüşdiyesi’ni bitirdi.
Babasının ölümü üzerine annesi ve iki kız kardeşinin sorumluluğunu erken yaşta üstüne almak zorunda kaldı. 1898 ile 1908 arasında, Selanik Postanesinde posta memuru olarak görev yaptı. Bu posta biriminde 10 yıl hizmet ettikten sonra, Selanik Postane başkanı oldu. Memuriyeti sırasında Fransızca dersleri aldı, ayrıca Rumca da konuşabilmekteydi
Jön Türk düşüncesinden genç yaşta haberdar oldu; alt düzey bürokrat ve zabitlerden oluşan bir muhalefet örgütlenmesine katıldı. 1896’da arkadaşlarıyla beraber tutuklanan Talat Bey, üç yıl hapse mahkum edilerek Edirne Hapishanesi’ne gönderildi ve memuriyetten azledildi. Bir buçuk yıl kadar hapis yattıktan sonra 1898 yılı Şubat ayında bir irade ile diğer arkadaşlarıyla beraber affedildi; ancak Edirne’de kalmasına izin verilmeyerek Selanik’e sürüldü.
1899’da Selânik Vilâyeti Posta ve Telgraf İdaresi’nde kâtip, 1903’te başkâtip oldu ve 21 Kasım 1907 tarihinde azledilinceye kadar bu görevde kaldı. Posta idaresindeki görevi ona memleket dışındaki muhaliflerin yayınladıkları gazeteleri gizlice alıp Selanik’e |
getirme fırsatı verdi Selanik’te resmi işleriyle uğraşmanın dışında Selanik Hukuk Mektebi’ne devam etti.
1903’te İtalyan Obediyası’na bağlı Macedonia Risorta mason locasına girdi. Kimi kaynaklara göre aynı zamanda Bektaşî tarikatı mensubu idi ve her iki kanalı da muhalif siyasi örgütlenme için kullandı. 1903’teki İlinden ayaklanması Selânik’teki muhaliflerin de yeniden örgütlenme çabalarına vesile oldu. Muhalifler 1906 yılı Temmuzunda yeni bir örgütlenmenin gerçekleştirilmesine karar verdiler. Talat Bey ile İsmail Canbulat ve Mithat Şükrü Bey’den oluşan bir heyet, adı sonradan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti adını alan örgütün kurulmasına karar verdi. Talat Bey, İsmail Canbolat ve Mustafa Rahmi Bey ile birlikte örgütün idaresini üstlendi. Özellikle düşük rütbeli subayların üye kaydolduğu cemiyet, merkezi Paris’te bulunan “"Osmanlı Terakkî ve İttihat Cemiyeti"” ile 17 Eylül 1907’de birleşti; “"Osmanlı Terakkî ve İttihat Cemiyeti Dâhilî Merkez-i Umûmîsi"" adını aldı. Talat Bey bu yeni teşkilâtın kâtibi olarak görevlendirildi. “"Hâricî Merkez-i Umûmî"”’de benzer bir görevi üstlenen Bahâeddin Şâkir Bey ile beraber örgütün teşkilâtlanmasını denetleyen iki kişiden biri oldu.
Bir jurnal üzerine Kasım 1907’de Posta İdaresi’ndeki görevinden azledilen Talat Bey, memuriyet hayatının bitmesi sayesinde bütün zamanını cemiyet için kullanma imkanı bulmuştur. Meşturiyet’in İlanından önce iki kere İstanbul’a giderek cemiyetin İstanbul şubesinin kurulması için çalıştı.
1908 ihtilalinden sonra örgüt “"Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti"” adını aldı. Cemiyetin en önemli idarecilerinden biri hâline gelen Talat Bey, 1908-1918 döneminde Osmanlı Devleti’nde en önemi siyaset yapıcılardan biri oldu. Siyasi görevlerinin yanı sıra 1909 yılında kurulan Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasının ilk büyük üstadı olarak bir yıl görev yaptı.
Talat Bey, Kasım-Aralık ayları içinde yapılan 1908 seçimlerinde memleketi Edirne’den aday olmuş ve doksan oy alarak Meclis-i Mebusan’a girmiştir. Meclisin açılışında Ahmet Rıza Bey 205 oy alarak başkan seçilirken Talat Bey’de 116 oy alarak birinci reis vekili seçildi.
31 Mart İsyanı’nda isyancıların boy hedeflerinden biri hâline gelen Talat Bey, isyanın üçüncü günü Hareket Ordusuna katılmak, Meclis-i Mebusan ve Ayan azalarını toplayabilmek için Doktor Nâzım Bey’le birlikte Ayastafanos’a gitti. Yat kulübünde toplanan diğer mebusan ve ayanla birlikte padişahın “"Kanun-u Esasi"”ye sadık kaldıkça saltanat haklarının korunacağına dair sadarete çekilen telgrafa imza attı. Sultan Abdülhamit’in hal edilmesinden sonra Talat Bey, ayan ikinci başkanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa ile birlikte Reşat Efendi’ye tahta çıktığını bildiren heyetin başkanlığını yaptı.
31 Mart hadisesinden sonra İngiltere’ye seyahate giden 17 kişilik meclis heyetine başkanlık etti. İngiltere’de resmi ziyarette iken Hüseyin Hilmi Paşa kabinesine Dahiliye Nazırı tayin edildiğini öğrendi.
8 Ağustos 1909 ve 4 Şubat 1911 tarihleri arasında bir buçuk yıl Dahiliye nazırı olarak görev yaptıktan sonra “efkarı umumiyeyi ve matbuatı” hoşnut etmediği gerekçesiyle istifa etti; Edirne mebusu olarak meclisteki görevine devam etti.
4 Şubat 1912 - Temmuz 1912 arasında Sait Paşa kabinesinde Posta ve Telgraf nazırı olarak kabinede yer aldı.
Balkan Savaşı sırasında gönüllü asker olarak Edirne’de görev aldıysa da siyasi propaganda yaptığı gerekçesiyle İstanbul’a geri gönderildi.
Bâb-ı Âlî Baskını’nın düzenleyici ve uygulayıcıları arasında yer aldı. Baskından sonra Dahiliye Nazırı vekili olarak görev yaptı ancak kabinede yer almadı. Baskından sonra kurulan hükümet, savaşa devam etme kararı almıştı. Talat Bey, II. Balkan Savaşı esnasında Edirne’nin geri alınması için askerî harekât kararı verilmesinde önemli rol oynadı ve ardından Bulgar temsilcileriyle yapılan barış görüşmelerinde Osmanlı heyetine başkanlık etti.
Mahmud Şevket Paşa suikastının ardından kurulan Said Halim Paşa kabinesinde 12 Haziran 1913’te yeniden Dahiliye nâzırlığına getirildi. Bu tarihten itibaren Talat Bey devletin siyasetinin en önemli belirleyicilerinden biri oldu. Devrin diğer iki önemli yöneticisi Enver Paşa ve Cemal Paşa ile birlikte "Üç Paşalar " iktidarını kurarak Osmanlı Devleti’nin son dönemine damgasını vurdu.
Balkan harbinde “hıyanetleri görülen unsurlardan memleketi temizlemeyi” bir devlet politikası hâline getiren Talat Bey, memleketin etnik yapısı hakkında araştırmalar yaptırttı; İttihat ve Terakki Cemiyetinin teşkilatı yoluyla Rumları ürkütüp göçe sevk etti; boşalan yerlere Makedonya Türklerini yerleştirdi.
Mehmet Talat Paşa, I. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki Cemiyetinin en belirleyici isimlerindendi. Savaşa girme konusunda İttihat ve Terakkî Cemiyeti içinde beliren fikir ayrılığında savaşa katılma taraftarı gruba dolaylı destek vererek Osmanlı Devleti’nin böyle bir karar almasında etkili oldu. 27 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Kanunu’nun çıkarılması ve uygulanmasında cemiyet liderlerinden biri ve Dahiliye nâzırı sıfatıyla önemli rol oynadı.
3 Şubat 1917 tarihinde Said Halim Paşa’nın sağlık sebeplerini ileri sürerek istifa etmesinden sonra Talat Bey, vezir rütbesiyle sadrazamlığa getirildi. Böylece Osmanlı tarihinde sadrazamlığa getirilen ilk mebus oldu.
Sadrazamlık döneminin en önemli konularından bir tanesi, devletin I. Dünya Savaşı’na girmesi ile ortaya çıkan iaşe meselesi olmuştur. 18 Ağustos 1917’de “"İaşe-i Umumiye Kararnamesi"” ile bütün yetkiler orduya devredilmesi, “"Talat- Enver"”, “"sivil-asker"” çatışması olarak ifade edilmiş; bu çatışmada Talat yenilmiş ve halkı besleme görevi Talat ve sivillerden Enver ve askerlere geçmiştir. İaşe işlerinin askerlerden alınıp yeniden sivillere verme çabasına giren Talat Paşa, İaşe Nezareti’ni kurarak başına Kara Kemal’i getirdi.
Bolşevik Devriminin gerçekleşmesiyle savaştan çekilen Rusya ile yapılan barış görüşmelerine Talat Paşa bizzat katıldı. Lev Troçki, Karl Radek gibi ihtilalciler ve Çiçerin ile Lev Mihayloviç Karahan gibi Sovyet diplomasisinde önemli rol oynayacak olan şahsiyetlerle tanışma imkanı buldu. 3 Mart 1918’de imzalanan Brest Litovsk Barış Antlaşması’na Osmanlı Devleti temsilcisi olarak imza atan Talât Paşa’nın çabaları neticesinde Rusya, 93 Harbi sırasında işgal ederek aldığı tüm toprakları (Ardahan, Kars, Artvin ve Batum) Osmanlı Devleti’ne geri vermiştir.
1918 yılı Temmuz ayında Sultan Reşad’ın vefatı üzerine usûlen hükûmetin istifasını sunan Talat Bey, Sultan Vahdettin tarafından yeniden sadrazamlığa atandı. Devletin savaşta yenilgiye uğraması üzerine 8 Ekim 1918’de sadrazamlıktan istifasını sundu ve 14 Ekim’de Ahmed İzzet Paşa sadâretinde yeni kabinenin kurulmasıyla görevi resmen sona erdi.
Talat Paşa ve kabinesinin istifasından sonra toplanan İttihat Terakki ve Umum Merkezi, Talat Paşa, Enver Paşa, Dr. Nazım ve Dr Bahattin Şakir Bey’lerin ülke dışına çıkmasına karar verdi. Talat ve Enver Paşalar memleket dışına çıkacak olurlarsa bütün düşmanlığın onlarda toplanacağı ve fırkanın diğer üyelerinin bu düşmanlıktan uzak kalacakları ileri sürülüyordu. İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin örgütün feshine karar veren son kongresi 1 Kasım 1918’de Talat Paşa’nın başkanlığında yapıldı. Talat Paşa, o gece Enver ve Cemal paşalar gibi önde gelen cemiyet liderleriyle birlikte bir Alman torpido gemisiyle Karadeniz üzerinden Sivastopol’a geçerek oradan Berlin’e gitti.
Yurt dışına çıkmadan önce Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya bir mektup bırakan Talat Paşa, mektubunda muhakeme olmak istediğini ama arkadaşlarının ısrarı ile bunu geleceğe bıraktığını, sahip olduğu para ile ilgili bilgi verdikten sonra da memleketin işgalden kurtulduğu gün ilk telgrafta geleceğini ve hesap vereceğini söylüyordu. Talat Paşa’nın yazdığı mektubun Kasım’da Sadrazam İzzet Paşa’ya verilmesiyle olay ortaya çıktı. Talat Paşa ve arkadaşlarının yurt dışına çıkmaları hükümeti çok zor bir duruma düşen kabine 8 Kasım’da istifa etti; yerine kurulan Tevfik Paşa kabinesi çıkarttığı bir kararname ile Talat Paşa ve arkadaşlarının memlekette kalan mallarına el koydu. Ardından 2 Şubat 1919 tarihinde “"Tehcir ve Taktil"” olaylarını inceleyecek heyetler kurulmasına dair Meclis-i Vükela kararı çıkarılarak, Talat Paşa ve arkadaşları gıyaben yargılandı. Damat Ferit Paşa hükümeti kurulduktan sonra İttihat ve Terakki’nin ileri gelenlerini yargılamak için yeni bir Divan-ı Harp kurulmuş; ayrıca Talat Paşa’nın paşalık rütbesi ile nişanlarının geri alınmasına karar verilmiştir.
Talat Paşa, kaçışından itibaren İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin yurt dışında yeniden başlattığı faaliyetin idaresinde ""Ali Sâî"” takma adıyla görev aldı.
Bütün faaliyetleri bir araya toplamak ve oradan kontrol edebilmek amacıyla bir büro kiraladı. Arkadaşlarıyla burada Türkiye’nin siyasi durumuna ait haberler özetleyip rapor hâline getiren Talat Paşa, bir gazete çıkarmayı istiyordu. Parasızlık nedeniyle bunu gerçekleştiremeyen Talat Paşa, iktidarda iken Avrupa’da tanıdığı insanlara siyaseti hakkında açıklamada bulunmak için hatıralarını yazdı. Berlin’deki en önemli faaliyetlerinden birisi "Şark Kulübü" adlı bir kulüp kurması idi. Kulüp adına toplanan paralarla fakir doğulu öğrencilere yardım edilecek, doğuluların Avrupa’yı tanımaları kolaylaştırılacak, doğu hakkında eserler yayınlanacak, doğunun propagandası yapılacaktı.
Talat Paşa ayrıca Tevfik Rüştü, Halide Edip, Celal Bayar, Ankara temsilcisi Bekir Sami Bey ve Galip Kemali beyler ile mektuplaşmalar, Cami Bey, Nuri Conker ile görüşmeler yaptı. Çalışmalarının amacı; Sovyetler Birliği ile Türkiye arasında anlaşma sağlamak; İngiltere ve öteki Batılılarla ilişki kurmak; Anadolu hareketini desteklemek idi. Bu amaçlarla Avrupa ülkelerinde seyahat etti; Bolşevikler ve galip devletlerle temaslar yaptı. Kendisi bu dönemde ayrıca Mustafa Kemal Paşa ile haberleşti.
İttihat ve Terakkî erkânının öldürülmesi kararını alan Taşnak Partisi’nin bu kararı suikastçı Soğomon Tehliryan tarafından 15 Mart 1921’de icra edildi ve Talat Paşa Berlin’nin Charlottenburg semtindeki Hardenbergstrasse’deki evinin önünde öldürüldü. Soğomon Tehliryan cinayeti işlediğini itir |
af etti. İki günlük yargılamadan sonra, tehcirden dolayı geçirdiği travma ve cinnet geçirdiği gerekçesiyle Alman mahkemesi tarafından suçsuz bulunarak beraat eti.
Soğomon Tehliryan tarafından öldürülüşünün ardından TBMM’nin 1926 yılında kabul ettiği bir kanunla ailesine ev tahsis edilmiş ve şehit aylığı bağlanmıştır. Ölümünden sonra Berlin’de Türk Mezarlığına gömülen Mehmet Talat Paşa’nın mezarı, 1943 yılında alınan Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye’ye taşınmış ve Abide-i Hürriyet şehitliğine gömülmüştür.
Talat Paşa’nın ölümünden sonra yayımlanan hatıraları dışında yazılı bir eseri yoktur. Bu hatıran özeti "New York Times Current History" dergisinde Ekim 1921’de ve bir kısmı Yeni Şark gazetesinde Kasım-Aralık 1921’de sansürlenerek yayımlanmış; 1945’te "Tanin" gazetesinde tefrika edilmiş, 1946’da Hüseyin Cahit Yalçın tarafından kitap hâlinde yayımlanmıştır.
"Yeni Şark" gazetesinde çıkan sansürlü metin, eksik bölümler, "Tanin"deki tefrikadan tamamlanıp 2006 yılında Kaynak Yayınları tarafından yayımlandı. İttihat ve Terakkî Cemiyeti’nin bilhassa savaş sırasındaki icraatını savunmak amacıyla hazırlanan bu metinlerin orijinali elde bulunmaz ve gerçekten Talat Paşa’nın kaleminden çıkıp çıkmadığı hususu tartışmalıdır.
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (Türkiye)
Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB), Türkiye'de telekominikasyon yoluyla yapılan iletişimin içeriğini kontrol etmekle yükümlü kapatılmış bir devlet kurumudur. Kapatılana kadar Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu'na (BTK) bağlıydı.
2005 Ağustos’unda kurulmuş ve tümüyle işlevsel olarak 2006 Temmuz’unda çalışmalarına başlamış olan Başkanlık, bugüne kadar Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Emniyet ve Jandarma istihbaratının ayrı ayrı birimler ve savcılıklardan aldıkları izinlerle gerçekleştirdikleri telefon dinlemelerini tek merkezden yapmak ile yükümlüdür. Başkanlık ayrıca 5651 Sayılı Kanun'a göre İnternet içeriğinin izlenmesi/denetlenmesinden ve yargıç, mahkeme ve Cumhuriyet savcıları tarafından verilmiş erişim engelleme kararlarının uygulanmasından da sorumludur. Türkiye dışında barındırılan içeriğe erişimi, idari kararla engelleme yetkisine de sahiptir. Gayriresmî verilere göre 2014 yılında 18 binden fazla site TİB tarafından erişime engellenmiştir.
TİB, 15 Ağustos 2016'da Bakanlar Kurulu kararı ile resmen kapatılarak görev, yetkileri Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna aktarılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun idari bölünüşü
Osmanlı İmparatorluğu, çeşitli yönetim bölümlerine ayrılmıştır. Bu yönetim bölümleri devlet teşkilatının bir parçasıdır. Devletin topraklarının büyümesi ile kurulan eyalet sistemi, 1864 yılında Sultan Abdülaziz zamanında yerini vilayet sistemine bırakmıştır.
Osmanlı Devleti ilk zamanlarda "sancak" denilen yönetim birimlerine ayrılmıştır. Sancaklar, sancak beyleri tarafından yönetilmiş, bazı sancakları ise okuma çağındaki şehzadeler yönetmiştir. I. Murad zamanında "eyalet sistemi"ne geçilmiştir. "Eyalet" veya "beylerbeyliği" denilen bu yönetim birimleri sancakların birleşiminden oluşmuştur. Yöneticileri "beylerbeyi" denilen kişilerdir. Balkan Yarımadası'ndaki fetihler devam ederken ele geçirilen toprakların idaresi için 1362 yılında merkezi Edirne olmak üzere I. Murad'ın emri ile ilk eyalet olan Rumeli Eyaleti kurulmuştur. Rumeli Eyaleti'nin ilk beylerbeyi de Lala Şahin Paşa'dır. Yıldırım Bayezid, 1393 yılında Rumeli'ye geçerken Timurtaş Paşa'yı "Andolu Beylerbeyi" olarak Ankara'da bırakması ile Anadolu Eyaleti kurulmuştur. 1413 tarihinde Rum Eyaleti kurulmuştur. Ardından birçok eyalet kurulmuştur. 1590 yılından sonra beylerbeylik kelimesi yerine eş anlamlısı olan eyalet kelimesi kullanılmıştır.
Eyaletler kendi aralarında "sâlyâneli" (yıllıklı) ve "sâlyânesiz" (yıllıksız) olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Sâlyânesiz eyaletlerin ürünleri has, zeamet ve tımar olarak ayrılmıştı. Öşür ve resimleri, havas-ı hümayun ismiyle, hazineye, beylerbeyi ve sancakbeyi haslarına ve bir de zeamet ile tımara ait olmak üzere bölünmüştü. Sâlyâneli eyaletler has, zeamet ve tımara ayrılmayarak doğrudan doğruya devlet hazinesi tarafından mıntıkalar halinde her sene iltizama verilirdi. Bu eyaletlerin senelik hasılatından bir kısmı beylerbeyi, sancakbeyi, asker vs. maaşları için dağıtıldıktan sonra önceden belirlenmiş bir miktarı (sâlyâneyi) devlet hazinesine yollanırdı. Sâlyâneli eyaletler daha çok merkezden uzak Arap Müslümanların çoğunlukta oldukları eyaletlerdi. Bu tip eyaletlerde hükümet yeniçeri garnizonları bulundurur ve merkezden beylerbeyi, defterdar ve kadıları tayin ederdi.
Anadolu Eyaleti
Anadolu Eyaleti veya Anadolu Beylerbeyliği, 1393 yılında kurulan Osmanlı Devleti eyaleti. 16. yüzyılda nüfusu 5.455.000 olup bunun 5.410.000'i Müslüman, 45.000'i gayrimüslimdir ve yüzölçümü 223.114 km² kadardır.
Anadolu Eyaleti, I. Bayezid, 1393 yılında Rumeli'ye geçerken Sarı Timurtaş Paşa'yı Anadolu Beylerbeyi olarak Ankara'da bırakması ile Batı Anadolu'da kurulmuştur. Anadolu Eyaleti'nin merkezi, Fatih Sultan Mehmed zamanında İshak Paşa'nın Kütahya'ya tayinine kadar Ankara olmuştur. 1451'de merkez Kütahya olmuştur. Osmanlı şehzadelerinde Yıldırım Bayezid, Şehzade Bayezid ve kardeşi II. Selim Kütahya'da vali olarak bulunmuşlardır. Karamanoğulları Beyliği'nden alınan Akşehir, Beyşehir ve çevresi önce 1451-1466 yılları arası Anadolu Eyaleti'ne bağlanmış, daha sonra bu topraklar yeni kurulan Karaman Eyaleti'ne bağlanmıştır.
Beylerbeyi hassı 1.000.000 akça olup eyalet 299 zeamet ve 7166 tımara taksim edilmiş olup, zemaet ve tımar sahiplerinin askerleriyle beraber 17.000 donanımlı süvari içeriyordu. Beylerbeyi vezirlik rütbesine sahip değilse Rumeli Beylerbeyi'nden sonra gelirdi.
Anadolu Eyaleti, 1826 yılında Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması yani Vaka-i Hayriye'nin ardından Aydın (İzmir), Hüdevandigar (Bursa), Kastamonu ve Ankara olmak üzere 4 eyalete bölünmüştür.
Osmanlı Devleti'nin esas kuvveti, "Kapıkulu" denilen piayade ve süvari birlikleri ile yerli kulu denilen eyalet askerlerinden oluşuyordu. Yeniçeri askeri İstanbul'dan başka bazı vilâyetlerde de bulunurdu. Eyalet merkezi Kütahya'da da bulunan bu askerlerin kethüda yeri, serdarı ve saire subayları vardı. Bu asker ve subaylar, maaşlarını ocaklık olarak verilen aşar ve cizye vergisi gibi gelirlerden alırlardı. Bunlardan başka humbaracı, cebeci ve topçu bölüklerinden bir kısmı da eyalette ikamet ederlerdi. Eyalet askeri, yerli kulu piyadesiyle akıncılar ve delilerden oluşan serhat kulu piyadelerinden oluşurdu. Yerli kulu askerleri vali ve sancak beyinin kumandasında idi ve subayları vali tayin ederdi. Olağanüstü durumlarda ihtiyaca binaen gönüllü olarak orduya "sekban" isminde dışarıdan askerler dahil edilirdi ve bunlar da sonradan yerli kulu sınıfına dahil edildiler. Daha sonraları bunların yerine "tüfekçi" ismi verilen bir sınıf piyade görevine getirilmiştir. Sekbanların ve tüfekçilerin eyaletlerde en büyük zabitlerine "Serçeşme" denirdi. Serçeşme subayı merkezde bulunurdu. 50-60 tüfekçi bir bayrak altında toplanarak "gönüllü subayı" ve "bölük başı" nın idaresine bırakılırdı.
Yerli kulu askerlerinden müsellem adı verilen askerî sınıfı, şimdiki istihkâm taburları tarzında ordunun geçeceği yolları açar ve bunun haricinde top çekme ve zahire tedarik etme gibi vazifelerle yükümlüydüler. Müsellemlere bulundukları memleketlerde seksener-yüzer dönümlük arazi verilerek oranın hasılatıyla geçinirler ve sefer zamanı "Benevbet" tabiri ile beşte biri sefere giderdi.
Mahallî düzeni sağlamakla da yükümlü olan topraklı süvariye tımarlı sipahi de denirdi. Savaş zamanında zeâmet ve tımar başkanından onda biri memlekette kalarak hem savaşta bulunan arkadaşlarının işlerini düzeltme, hem de bulunduğu mahalin muhafazasıyla yükümlü olan kişilere de "korucu" denirdi.
Tımar sahiplerinden vefat eden olursa, vefat edenin arazisi; gönüllü olarak savaşa giden ve yararlı işler yapan askerlere verilirdi. Vefat eden tımar sahiplerinin oğlu varsa ve o da savaşa gidebilecek ise tımar ona verilirdi. Eğer çocuk küçük ise askerlik çağına gelinceye kadar kendi yerine donanımlı bir süvari gönderilme şartıyla tımarı kendine bırakılırdı.
İstanbul'da kışlaları olmayıp at beslemek için başkente yakın mahallerde ikamet eden kapıkulu süvarileri altı bölük idi. Bunlar sipah, silahtar, sağ ulufeciler, sol ulufeciler, sağ gureba ve sol gureba grupları idi. Bu altı bölük süvari askeri, yeniçeri; yani piyade devşirme ocağından ve saray acemi ocağından yetişerek bölüklere dağıtılırlardı. Bunların vilayetlerde en büyük subayı kethüda yeri idi.
Hayvan besleme mecburiyetinde olan süvari birlikleri İstanbul'a yakın Bursa, Edirne, Kütahya yörelerinde otururlardı.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı merhumun "Bizans ve Selçukilerle Germiyan ve Osmanoğulları Zamanında Kütahya Şehri" isimli eserinde listesini verdiği Anadolu Valileri şunlardır:
1451 Öncesi:
1451 Sonrası:
Cenabi Ahmet Paşa'dan Zal Mahmut Paşa'nın son dönemine kadar geçici süreliğine beylerbeylik merkezinin Ankara'ya taşınmasının sebebi olarak bu dönemde Kütahya'da önce Şehzade Bayezid'in daha sonra da II. Selim'in vali olarak bulunmalarıdır. Sonra merkez yine Kütahya'ya taşınmıştır.
Rumeli Eyaleti
Rumeli Eyaleti veya Rumeli Beylerbeyliği, 1362 yılında I. Murad zamanında kurulan Osmanlı Devleti eyaleti. Osmanlı Devleti'nde kurulan ilk eyalettir. Anadolu Beylerbeyi yükselirse Rumeli Beylerbeyi, Rumeli Beylerbeyi terfi edilirse vezir olurdu. Rumeli Beylerbeyi Divan-ı Hümayun müzakerelerine katılırdı. 17. yüzyıldan itibaren vezir derecesinde bulunanlar tayin edilmeye başlamıştır.
Rumeli Eyaleti, Balkan Yarımadası'ndaki fetihler devam ederken ele geçirilen toprakların idaresi için 1362 yılında merkezi Edirne olmak üzere I. Murad'ın emri ile kurulmuştur. Tanrıdağı, Kocacık, Naldöken, Koca Hamza, Vize ve Ofçabolu yörüklerininde bulunduğu geniş bir coğrafyadır. İlk beylerbeyi Lala Şahin Paşa'dır. 1375 yılında beylerbeyi Kara Timurtaş Paşa olmuştur. 1393 yılında Anadolu Beylerbeyliği'nin kuruluncaya kadar Osmanlı'nın idari teşkilatında tek beylerbeyilik konumundaydı. |
Rumeli Eyaleti'nin merkezi ilk zamanlarda Edirne olup, daha sonra bir süre Filibe, 1382'de de Sofya eyaletin merkezi oldu. Rumeli Eyaleti diğer eyaletlerden daha imtiyazlı bir eyalettir.
1541 yılında eyalete bağlı toprakların bir kısmında Budin Eyaleti kurulmuştur. Bu tarihten önce Balkan Yarımadası'ndaki bütün topraklar Rumeli Eyaleti'ne bağlıdır. 1560 yılında da Bosna ve çevresinde Bosna Eyaleti kurulmuştur. 1599 yılında Silistre Eyaleti kurulmuştur. Ardından Niş ve Vidin de eyalet olmuştur. 1826 yılında beylerbeylik, Selanik, Yanya, Manastır ve Edirne olmak üzere 4 eyalete bölünmüştür.
Plütonyum
Plütonyum, 1940 yılında Glenn T. Seaborg, Edwin M. McMillan, J. W. Kennedy ve A. C. Wahlby tarafından 152 cm'lik siklotron (atom hızlandırıcısı) içerisindeki uranyumun döteryum ile bombardımanı sonucunda elde edilmiştir.
Bütün izotopları radyoaktif ve toksiktir. Yapay olarak elde edilen plütonyum, Dünya'da bilinen en toksik elementtir. U çekirdeğinin nötron yakalaması ile U elde edilir. U beta bozunması ile nükleer reaktör içerisinde Pu (Np ile birlikte) elde edilir.
Transuranyum serisi elementlerinin ikincisi, sun’i olarak yapılabilen radyoaktif bir element. Sembolü Pu, atom ağırlığı 244 ve atom numarası 94’tür. Plutonyum-238 izotopu; uranyum-235 izotopunun nötron bombardımanı ile, 1940 yılında, Kaliforniya Üniversitesinde Glenn T. Seabor ve çalışma arkadaşları tarafından elde edildi. Bu tarihten sonra plutonyum, nükleerreaktör ve silahlarda kullanılmaya başlanmıştır
Plutonyum gümüş görünümünde metal olup, 639,85 °C’de erir ve 3230 °C’de kaynar. Özgül ağırlığı 19,8 g/cm 3 tür. Plutonyum aktinitler serisine dahil olup, diğer aktinitler gibi toprakta nadir bulunur. Plutonyum; gümüş, alüminyum, berilyum, kobalt, demir, mangan ve nikelle alaşım meydana getirebilir. Birçok plutonyum bileşikleri yapılmıştır.
İzotopları: Plutonyuma uranyum cevherleri içerisinde eser miktarda rastlanır. Bu bakımdan reaktör ve laboratuvarlarda kullanılabilmesi için sun’i olarak üretilmesi gerekir. Kütle numaraları 232’den 246’ya kadar değişen en az 15 izotopu yapılabilmektedir. Bunların içinde en önemlisi Pu-239 izotopudur. Nükleer reaktörlerde tabii uranyum-238 izotopu nötron bombardımanına tabi tutulursa uranyum-239 elde edilir. Bu izotopun iki defa ß ışıması yapması sonucu plutonyum-239 elde edilir. Pu-239 izotopunun yarılanma süresi 24.360 senedir ve alfa ışını yayarak uranyum 235 izotopu haline dönüşür. Diğer mühim izotoplarından Pu-238 yarılanma süresi 86,4 sene, Pu-244 ise 76 milyon sene olup, Alfa ışıması yaparak yarılanırlar.
Kullanılışı: Pu-239’un fisyon (bölünme) özelliğine sahip olması ve nükleer reaktörlerde yan ürün olarak elde edilebilmesi, bunun atom ve hidrojen bombaları için nükleer patlayıcı olarak kullanılmasına imkan sağlamaktadır. 1945 senesindeNagazaki’de patlatılan atom bombası Pu-239 izotopundan yapılmıştı.
Hafif su soğutmalı nükleer reaktörlerde senede 225 Kg Pu-239 yan ürün olarak elde edilir. Bu yan ürün normal olarak tekrar işleme sokularak plutonyum oksit ve uranyum oksit ihtiva eden yakıt çubukları olarak reaktörlerde kullanılabilir. Pu-239’un sıvı-metal soğutmalı nükleer reaktörlerde kullanılması programlanmaktadır. Pu-238’in alfa ışını yayarken çıkardığı ısı, Apollo uzay araçlarında elektrik üretimi maksadı ile kullanılmıştır. Pu-238 sun’i kalp yapım çalışmalarında da kullanılmaktadır. Pu-242 ve Pu-244’ün tıp ve metalurjide kullanma sahaları vardır.
Yapılışı: Plutonyumu, reaktördeki radyasyon veren diğer maddelerden ayırmak ve saflaştırmak için çeşitli kimyasal işlemlere başvurulur. Uranyum ve plutonyum ihtiva eden reaktörden plutonyumu ayırmak için karışım, nitrat asidi içinde çözülür. Burada plutonyum 6+ oksidasyon basamağına kadar yükseltgenir. Sonra hekzon (metil n-butil keton) ile karışımdan çekilip alınır. Bu işlemi alüminyum nitrat çözeltisiyle muamele takip eder. Alüminyum nitrat çözeltisi plutonyumu (3+) oksidasyon kademesine indirir. Saf plutonyum elde edilmesi için oksitleme işlemi birkaç defa tekrarlanır.
İnsan üzerindeki etkisi: Plutonyum çok zehirlidir. Deri üzerindeki bir yaraya mikrogram miktarı temas ederse kansere sebep olur. Plutonyum zerrecikleri havada kolayca askıda kalabildiği için, teneffüs yolu ile ciğerlere alınabilir. Plutonyum ciğer kanserine sebep olur. Vücut içerisine girer girmez, kemik maddesine hücum ederek kemik kanserine de sebebiyet verebilir.
Çevreye etkisi: Nükleer santral reaktörlerinin artıkları bol miktarda plutonyum ihtiva ettiği için çok iyi muhafaza edilmelidir. Nükleer bomba denemeleriyle çevreye plutonyum artıkları yayılmış durumdadır. Her patlayacak atom bombası insanlığın felaketine ortam hazırlamaktadır.
= Sözlükte "plutonyum" ne demek? =
1. Atom numarası 94 olan, neptunyumdan elde edilen radyoaktif bir element, simgesi Pu.
= Plutonyum kelimesinin ingilizcesi =
n. plutonium
Kaynak: http://plutonyum.nedir.com/#ixzz3QEBDGioM
Av Zamanı
Av Zamanı, Erden Kıral'ın yönetmenliğini yaptığı 1988 yapımı bir film.
Film, 2. Ankara Film Şenliği'nde en iyi film ödülü almış ve Berlin Film Festivali'ne kabul edilmişti.
Terörizmin ortalığı kasıp kavurduğu günlerde Cunda Adası'na giden yazar, burada çalışan dul bir kadından ilham alarak yine yazmaya başlar.
Clive Sinclair
Sör Clive Sinclair (d. 30 Temmuz, 1940 Richmond upon Thames), İngiliz mucittir.
Sinclair, 1972'de dünyanın ilk cep hesap makinesini, 1977'de ilk cep televizyonunu, 1980'de de ilk ev bilgisayarı olan Sinclair ZX80'i icat ederek dünya çapında üne ulaşmıştı.
Karaman Eyaleti
Karaman Eyaleti veya Karaman Beylerbeyliği, 1397-1402 ve 1470'de Konya merkez olmak üzere kurulan Osmanlı Devleti eyaleti. Eyaletin merkezi 1522-1562 arası Kayseri olmuştur..
Karaman Beylerbeyliği'nin, 17. yüzyıldaki kapladığı alan 78.518 km idi. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti idari yapısına göre 6 ili kapsamaktaydı. Bunlar; Konya, Aksaray, Niğde, Kayseri, Nevşehir ve Kırşehir'dir. 1468’de Konya paşa sancağı olmak üzere, Beyşehir, Aksaray, İç İl (Ermenek'in merkez olduğu 1845-1887 arası hariç merkezi Silifke), Niğde ve Kayseri olmak üzere altı sancağı bulunmaktaydı (Akgündüz, 1990: 306). 1518'de Akşehir sancağı kurulmuştur. 1527’de Karaman vilayeti; Konya, Kayseri, İçil, Niğde, Beyşehri, Aksaray ve Maraş sancaklarından oluşmaktaydı. 1554'te Rum eyaleti'ne bağlı Bozok Sancağı'na bağlı kaza olan Kırşehri sancak yapılarak buraya bağlanmıştır. 1571'de eyalet eyalet 7 sancağa bölünmüştür. Bunlar, Konya, Niğde, Kayseri, Aksaray, Akşehir, Beyşehri ve Kırşehri'dir. Aynı yıl İçil sancağı Kıbrıs Eyaleti'ne bağlanmıştır. 1839'da Kayseri sancağı merkezi Yozgat olan Bozok eyaleti'ne bağlanmıştır. 1864 yılında kabul edilen Teşkil-i Vilâyet Nizamnâmesi ile adı Konya Vilayeti olmuştur.
1700 - 1740 yılları arası bağlı olan sancaklar:
Rum Eyaleti
Rum Eyaleti veya Rum Beylerbeyliği (Rumiyye-i Sugra) 1398'de kurulan Osmanlı Devleti eyaleti.
Rum Eyaleti'nin merkezi ilk önce Tokat sonra Amasya 1526'dan itibaren ise Sivas olmuştur. 1461'de Trabzon, 15. yüzyılın 2. yarısında Akkoyunlular'dan alınan Karahisar-ı Şarki (Şebinkarahisar), 1515'te Safevilerden alınan Kemah ve Bayburt, 1516'da Memlüklere bağlı Dulkadiroğlu Beyliğinden alınan Malatya sancak olarak buraya bağlandı. En geniş döneminde Sivas, Amasya, Tokat, Canik, Çorum, Bozok, Trabzon, Karahisar-ı Şarki, Kemah, Bayburt ve Malatya sancaklarını kapsıyordu. Yönetim zorlukları baş gösterince Karahisar-ı Şarki, Kemah, Bayburt ve Trabzon sancakları Erzurum Eyaleti'ne, Malatya sancağı Dulkadir (Kahramanmaraş) Eyaleti'ne bağlandı. 16. yüzyılın sonlarından Trabzon Sancağı Erzurum Eyaleti'nden ayrılarak ayrı bir eyalet oldu. 17. yüzyılda kapladığı alan 82.500 km²'dir. Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti idari haritasına göre dokuz ili (Sivas, Amasya, Çorum, Samsun, Sinop, Yozgat, Tokat, Kayseri'nin doğusunu ve Ordu'nun batısını) kapsar ve 10 sancaktan oluşurdu. Bunlar; Sivas, Amasya, Bozok (Yozgat), Divriği, Canik (Samsun'un doğusu ve Ordu'nun batısı), Arabgir (Arapkir), Çorum, Tokad, Zile ve Keskin'dir. 1864 yılında kabul edilen "Teşkil-i Vilâyet Nizamnâmesi" ile Rum Eyaleti kaldırılmış yerine Sivas Vilayeti kurulmuştur.
İstanbul Eyaleti
İstanbul Eyaleti veya İstanbul Beylerbeyliği, 1453'te kurulan Osmanlı Devleti eyaleti. Doğrudan sadrazamın yönetiminde olup beylerbeyi ve sancak yapılanması mevcut değildi. Bugünkü İstanbul'u kapsar. 1864 yılında kabul edilen "Teşkil-i Vilâyet Nizamnâmesi" ile İstanbul Eyaleti kaldırılmış yerine İstanbul Vilayeti kurulmuştur.
2006 Lübnan Savaşı
2006 İsrail-Lübnan Savaşı, Hizbullah'ın askeri kanadı ile İsrail Silahlı Kuvvetleri arasında Lübnan toprakları ve İsrail'in kuzeyinde, 12 Temmuz-14 Ağustos 2006 tarihleri arasında sürmüş olan silahlı çatışmadır.
Kriz, Lübnan'da yerleşmiş Hizbullah örgütünün, 12 Temmuz 2006 tarihinde 2 İsrail askerini kaçırması ve 8'ini öldürmesiyle başlamıştır. Askerlerin kaçırılmasına ek olarak güney Lübnan'daki Hizbullah militanlarının İsrail topraklarına Katyuşya füzeleri ateşlemesi; İsrail tarafından Lübnan'ın bir savaş hareketinde ("act of war") bulunduğu şeklinde yorumlanmıştır. Bunun üzerine İsrail, Lübnan'a hava ve kara saldırıları yapmış ve ülkenin limanlarını denizden ablukaya almıştır. İsrail'in bu davranışına karşılık olarak Hizbullah, güney Lübnan'dan İsrail'in kuzeyine yaptığı füze saldırılarını şiddetlendirmiştir.
Bir aydan fazla süren çatışmaların ardından, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı 1701 sayılı karar uyarınca 14 Ağustos'da taraflar saldırılarını durdurmuştur. İsrail, Lübnan'a uyguladığı ablukayı 7 Eylül 2006 yerel saatle 18:00'e kadar kaldırmayı taahhüt etmiştir. Litanni Nehri'ne kadar olan Güney Lübnan topraklarını işgal etmiş olan İsrail, Lübnan ve UNIFIL askerlerinin konuşlandırılmasına paralel olarak birliklerini geri çekmiştir.
Krizin ilk günlerinden beri aralıksız süren İsrail saldırılarının 1.000'in üzerinde sivil Lübnanlıyı öldürmüş olması, İsrail'in uluslararası alanda çok ağır eleştirilere hedef olmasına sebep olmuştur.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Ba |
şkanı Louise Arbour, kriz sırasında savaş suçlarının işlenmiş olabileceğini söylemiştir.
İsrail ile Lübnan arasındaki kriz, İsrail'in kumsalda bulunan Filistinli ailelere ateş açması ile başlamıştır.. Orta Doğu'da İslami militanlar ile İsrail arasındaki savaşın tekrar alevlenmesi bir ay kadar önce olmuştur. 9 Haziran'da İsrail'in Gazze Şeridi'ne yaptığı bir saldırıda aynı aileden sekiz kişiyi öldürmesi, Filistin'de iktidarda olan Hamas örgütünün İsrail ile yaptığı ateşkesi sonlandırmasına yol açmıştır. Aynı zamanda 2006 Gazze Krizi'ni başlatan bu olay başta İslam dünyası olmak üzere birçok kesimden tepki almıştır.
12 Temmuz 2006 günüde, yerel saate göre sabah saat 9.05'te, Hizbullah militanları güney Lübnan'daki mevzilerinden İsrail askeri birliklerine ve sınır kasabalarına havan ve füze saldırısında bulundular. Daha sonra ise İsrail ordusunu bağlı iki Humvee personel taşıyıcılarına da saldıran Hizbullah militanları, sekiz askeri öldürdü ve iki tanesini esir aldı.
Hizbullah ve Lübnan polisi, esir alınan İsrail askerlerinin Lübnan topraklarına sızmış olduğunu iddia etmektelerse de, İsrail bu iddiaları reddetmektedir.
Hizbullah'ın Lübnan'da hiçbir engelle karşılaşmadan var olabilmesi ve kaçan militanların Lübnan'da saklanması sebebiyle İsrail hükümeti bu davranışı bir savaş ilanı olarak kabul etmiş ve Lübnan hükümetini sorumlu tutmuştur. Saldırılardan çok kısa bir süre sonra İsrail birlikleri sınırı geçerek takibe başladı ve Güney Lübnan'daki yerleşim merkezlerine hava saldırısı yaptı.
Kaçırılan askerleri kurtarmak için takibe başlayan İsrail birliklerinden bir Merkava tankı bir Hizbullah bombasının üzerinden geçti ve bombanın patlamasıyla havaya uçtu, tankın dört mürettebatı öldü. Hizbullah militanlarıyla çıkan çatışmada, saat öğlen üç sularında bir İsrail askeri daha öldü.
Lübnan'ın bu saldırıdan dolayı çok ağır bir bedel ödeyeceğini söyleyen İsrail Genelkurmay Başkanı Korgeneral Dan Halutz, "Lübnan'ı 20 yıl öncesine geri döndürebiliriz" dedi.
İsrail'in Beyrut hükümetini krizden sorumlu tutmasına rağmen Lübnan Başbakanı Fuad Sinyora saldırıdan hükümetinin haberi olmadığını ve Lübnan'ın sorumlu tutulamayacağını söylemiştir. Kriz boyunca ateşkes çağrıları yapmak birlikte, Beyrut hükümeti edilgen bir tutum sergilemiş ve Lübnan silahlı kuvvetleri İsrail birlikleri ile çatışmaya girmekten kaçınmıştır.
Sinyora'nın uluslararası arabulucuların çatışmayı sonlandırması için çağrıda bulunmasına rağmen çatışmalar hala devam etmiştir.
İsrail Hava Kuvvetleri, Hizbullah militanları ve liderlerinin bulunduğunu tahmin ettikleri bölgelere hava saldırıları yapmaya başladı. Ayrıca, Suriye ve İran'ın Hizbullah'ı desteklemesini engellemek iddiasıyla Beyrut ve çevresindeki altyapı tesislerine ve yollara saldırılar düzenledi.
13 Temmuz'da yapılan saldırılar sonucu Beyrut Havalimanı hasar gördü ve uçuşlara kapatıldı. Bunun yanı sıra İsrail uçaklarının dört haftayı aşan yoğun bombardımanı sonucunda Beyrut'ta ve çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu köy ve kasabalarda 1000'den fazla sivil öldürüldü. Başta Beyrut'ta olmak üzere Lübnan'da büyük derecede maddi hasar meydana geldi. Hastaneler, yollar ve televizyon/radyo istasyonları da İsrail saldırıları sonucunda yıkıldı. Lübnan hükümeti, Lübnan'da meydana gelen maddi zararın yaklaşık 2.5 milyar dolar civarında olduğunu söylemiştir.
Saldırılarda ölenler arasında Lübnan'da bulunan yabancılar da bulunuyordu. Fakat, kısa bir süre içinde birçok devlet kendi vatandaşlarını deniz yoluyla tahliye etmiştir. Bu tahliyelerin çoğunluğunda Türkiye önemli roller oynamış, taşımacılık ve ev sahipliği yapmıştır. Buna karşın İsrail, Avustralyalıları taşıyan gemiye taciz atışları gerçekleştirmiştir.
İsrail hava saldırıları sırasında Birleşmiş Milletler'e bağlı bir gözlemleme tesisi füzeler tarafından vuruldu ve 4 silahsız Birleşmiş Milletler personeli hayatını kaybetti. 25 Temmuz'da gerçekleşen bu saldırının sonrasında Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, İsrail'in kasten bu saldırıyı gerçekleştirdiğini söylemişse de, İsrail bu iddiayı reddetmiş ve olaydan derin üzüntü duyulduğunu söylemiştir. Saldırıya rağmen Birleşmiş Milletler, ABD'nin veto hakkını kullanmasıyla İsrail'e karşı bir "kınama" kararı alamamıştır.
İsrail'in ilk tepkisinden sonra açıklama yapan Hizbullah, ellerinde İsrail'i vurabilecekleri 13,000 füze olduğunu söylemiştir. Kriz boyunca Hizbullah tarafından, Güney Lübnan'daki mevzilerinden İsrail'in kuzeyindeki şehir kasaba ve köylere 3.970 roket fırlatıldı. Bu füzelerden bazıları İsrail'in orta kesiminde yer alan Hadera şehrine kadar ulaştı. Hizbullah'ın roket saldırılarında 40'ın üstünde İsrailli öldü. İsrail Savunma Bakanı Hizbullah'ın saldırılarının başlamasından sonra yaklaşık 1.000.000 sivilin ülkenin değişik bölgelerine yerleştirildiğini açıkladı.
Hizbullah, Katyuşa füzelerine ek olarak İran yapımı Fajr-3 ve Ra'ad 1 füzeleri ile de İsrail topraklarına bombalamıştır. Ayrıca Hizbullah Rus yapımı tanksavarlar sayesinde dünyanın en iyi tanklarından biri olarak kabul edilen Merkava tanklarını vurmayı başarmıştır. Bu tanksavarlar ve daha birçok Rus yapımı silah savaşın Hizbullah lehine dönmesinde çok büyük bir rol oynamıştır.
Bunlara ek olarak, İsrail donanmasının savaş gemilerinden biri olan Saar-5, radarla çalışan Çin yapımı C-802 tipi bir füzeye hedef olmuştur.
Krizin başlangıcından beri birçok barış girişimi olmuşsa da çatışmalar ancak krizin başlamasından bir ay sonra durmuştur. Tarafların ateşkesin koşulları üzerinde anlaşamaması çatışmaların durmasını geciktiren en önemli unsur olmuştur.
Hizbullah ve Lübnan, çatışmaların derhal ve koşulsuz olarak durması gerektiğini savunurken İsrail ateşkes yapılmadan önce bazı koşulların yerine gelmesi gerektiğini söylemiştir. İsrail başbakanı Ehud Olmert, kaçırılan İsrail askerleri iade edilmeden ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı 1559 numaralı karar gereğince Hizbullah silahsızlandırılıp Lübnan ordusu İsrail sınırına yerleşmeden ateşkes olmayacağını söylemiştir.
15 Temmuz'da Birleşmiş Miletler Güvenlik Konseyi, gündemine aldığı ateşkes çağrısını ABD'nin karşı oy kullanmasıyla reddetmiştir.
Kriz, Roma'da yapılan; Suriye ve İran dışındaki Arap ulusları, Avrupa Birliği, ABD ve Rusya'nın temsil edildiği bir konferans ile çözümlenmeye çalışılmış olsa da bu konferans sonucunda taraflar arasında ateşkes sağlanamamıştır. Konferans sırasında Lübnan başbakanı Fuat Sinyora, kendi hükümetinin hazırladığı ateşkes planını sunmuşsa da plan kabul edilmemiştir.
4 Ağustos ABD ile Fransa ortak hazırladıkları ateşkes önerisini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne iletti. Tasarıda, çatışmaların durması istendiği halde Lübnan topraklarındaki İsrail askerlerinin çekilmesi istenmediğinden Lübnan hükümeti önerinin kabul edilemez olduğunu savunmuştur. Görüşmeler sonucunda Sinyora Planı'da dikkate alınarak tasarıda değişiklikler yapılmasının ardından 11 Ağustos'ta 1701 sayılı karar Güvenlik Konseyinde kabul edilerek taraflar "şiddet eylemlerini durdurmaya" çağrılmıştır. Tarafların öneriyi kabul etmesinin ardından 14 Ağustos 2006 yerel saat ile sabah 8.00'de ateşkes yürürlüğe girmiştir. Ateşkesten 15 dakika öncesine kadar İsrail'in hava saldırıları devam etmiştir.
Ateşkes kararınca hem İsrail, hem de Hizbullah saldırılarını durdurmuştur. Ancak İsrail hükümeti uluslararası bir güç bölgeye yerleşinceye kadar Güney Lübnan'dan askerlerini çekmeyeceğini söylemiştir.
Ateşkesin ardından Lübnan hükümeti aldığı karar uyarınca ülkenin güneyine askerlerini sevk etmeye başlamış, ancak ordunun Hizbullah'ın silahsızlandırılması için kullanılmayacağını vurgulamıştır. Lübnan hükümeti, güneye yerleştirilecek birliklerin 15,000 asker gücünde olacağını söylemiştir. Lübnan ordusunun yerleşmesiyle, İsrail işgal ettiği bölgelerden çekilmiştir.
İsrail, Lübnan'a uyguladığı ablukayı ise 7 Eylül 2006'ya kadar devam ettirmiş ve bu tarihte yerel saatle 18:00'de kaldırmıştır.
19 Ağustos 2006'da İsrailli komandolar, ateşkese rağmen, Bekaa Vadisi'nin doğusundaki bir köye saldırı düzenlemiştir. Saldırı sırasında bir İsrailli asker ölmüştür. Saldırı, Beyrut hükümetinden büyük tepki almış ve İsrail, başbakan Fuat Sinyora tarafından ateşkesi kararını ihlal etmekle suçlanmıştır. Suçlamaları reddeden İsrail, saldırının Suriye ve İran'dan Hizbullah'a sağlanmakta olan silahların taşınmasını engellemek için gerçekleştirildiğini söylemiştir.
1701 sayılı karar ile Lübnan'da görevli olan UNIFIL barış gücünün mevcudunun 15,000 kişiye çıkarılıp görevinin genişletilmesine karar verilmiştir. Bu sebeple başta Fransa, İtalya, Türkiye, Malezya, Bangladeş ve İspanya olmak üzere birçok devletten asker göndermeleri istenmiştir. UNIFIL'in bölgedeki görevi barışı korumak ve Lübnan ordusunun Lübnan toprakları üzerinde tam hakimiyet kurmasına yardımcı olmak olarak belirtilmiştir.
BM Genel Sekreteri Kofi Annan, İsrail'in 30 Temmuz'daki Kana bombardımanı ile "uluslararası hukuku ve uluslararası insan hakları yasalarını çiğnediğini" söyledi. Kana bombardımanında 16'sı çocuk 28 sivil öldürülmüştü. Raporunda İsrail'i ""Kana saldırısı, uluslararası hukuk ile insan hakları hukukunun çiğnenmesine örnek görülmeli. Mevcut çatışmanın Lübnan ve İsrail'deki siviller üzerindeki etkisi, uluslararası hukuk ile insan hakları hukukunun olası ihlali dahil, Kana soruşturmasının daha ayrıntılı sürdürülmesini gerektiriyor."" sözleriyle suçlayan Annan, tüm tarafları uluslararası yükümlülüklerine uymaya çağırdı.
İsrail ile Hizbullah arasında ateşkesi sağlamak üzere 11 Ağustos 2006'da oy birliğiyle alınan 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı uyarınca, asker sayısını en fazla 15.000'e çıkarılması öngörülen UNIFIL II'nin görev tanımı da genişletilmiştir. Ateşkese uyulup uyulmadığını denetleme ve uyulmasını sağlama, Güney Lübnan'a konuşlanan Lübnan Silahlı Kuvvetlerinin bölgede hakimiyeti sağlamasına yardım etme, Lübnan hükümetini güçlendirme, yerinden edilmişlerin güvenli dönüşlerini ve sivillere insani erişimi teminat altına alma UNIFIL'in yeni görevleri arasındadır. Mayıs 2008 itibarıyla çoğunluğu AB ül |
kelerinden olmak üzere toplam 26 ülkeden gelen askerlerin sayısı 12.383'e, sivil personelin sayısı ise 926'ya ulaşmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, "Orta Doğu'nun çektiği acılardan üzüntü duyduklarını" belirtmiş olsa da ABD, ateşkesin sorunu çözmeyeceğini söylemiştir. Sık sık İsrail'in kendini savunma hakkı olduğunu yineleyenBush hükümeti krizin başlamasındaki sorumluluğun Hizbullah'ı destekleyen İran ve Suriye'de olduğunu belirtmiştir.
ABD'nin İsrail'e desteği sadece diplomatik alanla sınırlı kalmamış, kriz boyunca ABD'nin İsrail'e silah satışı kesilmeden devam etmiştir.
AB dönem başkanlığını yapan Finlandiya, İsrail'in "orantısız güç" kullandığından dolayı kınamış ve Lübnan'a uyguladığı ablukanın kabul edilemez olduğunu söylemiştir.
Buna rağmen bazı Avrupa ülkeleri, başta Birleşik Krallık olmak üzere, İsrail'in kendini savunma hakkı olduğunu vurgulamış ve İsrail'in Lübnan'a yaptığı saldırıların haklı olduğunu söylemiştir.
4 Ağustos tarihinde ise AB ülkelerinden Fransa, ABD ile birlikte hazırladığı bir ateşkes önerisini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne sunmuştur.
Türkiye İsrail'in "orantısız güç" kullandığını söylemiştir. Türkiye UNIFIL'e asker göndermeye karar vermiştir. 5 Eylül 2006 günü Birleşmiş Milletler barış gücüne katılmak üzere bir Türk askeri birliğinin Lübnan’a gönderilmesine yönelik Başbakanlık tezkeresi TBMM Genel Kurulunda 200 red oyuna karşı 344 evet oyuyla kabul edilmiştir.
Hizbullah'ı hem maddi olarak hem de diplomatik alanda destekleyen İran hükümeti, İsrail'in haritadan silinmesi fikrini savunmaktadır.
Buna ek olarak İranlı bazı gençler, Hizbullah'ın yanında İsrail'e karşı savaşmak için Lübnan'a gitmişlerdir.
Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez, İsrail’in Lübnan ve Filistin’deki saldırılarını protesto amacıyla İsrail’deki büyükelçisini geri çağırmıştır.
Casualties of the 2006 Israel-Lebanon conflict, Wikipedia (İngilizce)
Diyarbekir Eyaleti
Diyâr-ı Bekr Eyaleti tam adı Diyâr-ı Bekr Beylerbeyliği, 1515 yılında kurulan Osmanlı Devleti'nin en büyük eyaleti. Eyaletin merkezi Diyarbakır'dır. Doğrudan Osmanlı İmparatorluğuna bağlı olarak yönetilmiştir.
Akkoyunlu Türk imparatorluğu'nun başkenti Diyarbakır'a Safevi Hanedanı egemen olmuştur. 23 Ağustos 1514 yılında Çaldıran Savaşı'nda Osmanlı Devleti, Safevi Hanedanı'nı yenmiştir. Diyarbakır'ı yönetmekte olan Ustacılı Muhammed Han, Osmanlı Devleti kuvvetleri ile savaşırken ölmüştür. Bunun üzerine halk ayaklanarak Osmanlı Devleti'ne bağlanmak istemiştir. Bu isteklerini Osmanlı Devleti'ne bildirmek için halk Mevlana İdris-i Bitlisi'den yardım istemiştir. Dönemin Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim durumu kendisine bildiren Mevlana İdris-i Bitlisi'yi bu işle görevlendirmiştir. Bunun üzerine Safevi şahı Şah İsmail gerekli önlemleri aldırmıştır. Ustacılı Muhammed Han'ın kardeşi Karahan'ı Urfa hakimi Durmuş Bey ile birlikte Diyarbakır'ı kuşatıp geri almakla görevlendirmişdir. Karahan ve Durmuş Bey'in kuvvetlerine Mardin, Hasankeyf ve Ergani'de bulunan Safevi kuvvetlerine de katılmıştır. Böylece Karahan'ın kuvveti 5 bin kişiye ulaşmıştır. Karahan'ın ordusu bir yıl kadar Diyarbakır'ı kuşatma altında tutmuştur. Diyarbakır halkı Karahan'ın ordusuna karşı savaşmıştır. Bıyıklı Mehmet Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Diyarbakır'a gelmiş ve kuşatmayı kaldırmıştır. Karahan'ın ordusu Mardin'e çekilmiştir. 10 Eylül 1515 tarihinde Osmanlı Devleti ordusu Diyarbakır'a girmiştir. 4 Kasım 1515 tarihinde Diyâr-ı Bekr Eyaleti kurulmuştur. Eyaletin ilk beylerbeyi Bıyıklı Mehmet Paşa'dır.
1847 yılında eyalette "Bedirhan Bey isyanı" çıkmıştır. "Teşkil-i Vilâyet Nizamnâmesi" 'nin kabul edilmesinin ardından 1867 yılında Diyâr-ı Bekr Eyaleti kaldırılmış yerine Diyâr-ı Bekr Vilayeti kurulmuştur.
Kurulduğu tarihten cumhuriyetin ilanına kadar olan süre içinde valilik yapan devlet adamları şunlardır:
Portföy
Portföy veya portfolyo, herhangi bir konudaki çalışmaların veya belgelerin bir araya getirildiği dosya. Portföy kavramının sanattan finansa çok çeşitli bir kullanım alanı vardır. Latince "portare" (taşımak) ve "foglio" (sayfa) kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur.
Portföy, bir yatırımcının aynı veya farklı özelliklere sahip birden fazla yatırım aracına (nakit para, altın, döviz, vadeli mevduat, tahvil, hisse senedi ve hazine bonosu gibi mali mevduatlar) yatırım yapmak suretiyle oluşturduğu toplam değerdir.
Kişi veya kuruluşların portföy yapısı ve portföy yönetimi bunların risk alma eğilimlerine, likidite tercihlerine ve çeşitli mevcutların sağlayacağı getiri oranlarına bağlıdır. Örneğin, reel faiz hadlerinin yükseltilmesi halinde, portföy sahibi portföyünde tuttuğu nakit parayı vadeli mevduata veya tahvile dönüştürme yoluna gidebilir.
Kariyer portföyü bir kimsenin eğitim ve meslek hayatı ile ilgili önemli bilgi ve belgeleri düzenli ve sunuma hazır olarak bulundurması için oluşturulur. Portföy kişinin iş, daha yüksek mevki ve eğitim kurumlarına başvurularında kullanılır. Bu anlamda CV'den çok daha kapsamlıdır. Kişinin eğitiminin, çalışmalarının, yeteneklerinin, deneyimlerinin ve potansiyelinin kapsamlı bir özetidir. Günümüzde kariyer portföyleri gitgide yaygınlaşmakta, özellikle gelişmiş devletlerde öğrenciler liseden itibaren portföy oluşturma konusunda teşvik edilmektedirler.
Portföy, bir sanatçı veya yazarın stil ve metotlarını göstermek üzere hazırlanmış eser koleksiyonudur. Gerekli görülen yerlerde eserlerde düzenleme ve değişiklikler (edit) yapılmış olabilir. Portföy sanatçı veya yazarın en başarılı eserlerini veya belirli bir alandaki derinliğini yansıtıyor olabilir.
Dara, Yüksekova
Dara köyü 16. yüzyıl'da kurulan, Yüksekova, Hakkari'de bulunan, ismi Kürtçede ağaç anlamınıda olan yerleşim birimidir. Yüksekova'ya uzaklığı 8 km olan "dara" köyünün halkının çoğu geçimini tarımla sağlamaktadır. Yaklaşık 54 hane bulunan köyde yaklaşık 330 kişi yaşamaktadır.
Ayrıca Mardin'de de Dara adında bir köy bulunmaktadır.dara daha çok
http://www.dara.com.tr.tc/
Dara ile ilgili yazılmış bir metin; http://blog.milliyet.com.tr/Proje/Gusta/GustaBlog.aspx?BlogNo=44513
FK Metalurg Donetsk
FC Metallurg Donetsk, Donetsk kentinde kurulmuş bir Ukraynalı futbol kulübüdür. Futbol takımı Premier Liga'da mücadele etmektedir.
Ibrahim Ba
Ibrahim Ba (d. 12 Kasım 1973, Dakar) Senegal asıllı Fransız futbolcudur. Orta saha ve forvet pozisyonlarında oynayan oyuncu 2004-05 sezonunda Çaykur Rizespor'a da transfer olmuştu.
Senegal'de doğan Ibrahim Ba, ailesinin küçük yaştayken Fransa'ya taşınması ile çifte vatandaş statüsünü almış ve Fransa millî futbol takımını tercih etmiştir. 1990'ların sonunda 8 kez millî takıma seçilmiş ve bu maçlarda 2 gol atmıştır. 2007 sezonunda bonservissiz bir şekilde AC Milan kulübüne transfer olmuştur.
Özbekistan millî futbol takımı
Özbekistan millî futbol takımı, Özbekistan'ı uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. Özbekler SSCB'den ayrıldıktan sonra ilk millî futbol karşılaşmalarını 17 Haziran 1996 günü Tacikistan'la oynadılar. Özbekistan millî takımı diğer Orta Asya millî takımlarından daha başarılıdır. Özbekistan millî takımının danışmanlığını bu ülkenin PFC Bunyodkor takımını 2008-2009 sezonunda çalıştırmış olan Arthur Zico yapmıştır. Takım hiçbir zaman Dünya Kupası'na katılamamıştır.
Özbekistan, Sovyet Birliği'nin dağılmasının ardından ilk maçını 17 Haziran 1992 tarihinde Tacikistan ile oynadı. Özbekistan'ı temsil eden millî futbol takımı Orta Asya merkezli futbol takımları arasında en güçlüsü olarak kabul edilmektedir.
Özbekistan katıldığı ilk resmi turnuva olan 1994 Asya Oyunları futbol turnuvasını kazanmayı başardı.
Özbekistan turnuvada son sekize kalmayı başardı. Fakat çeyrek final turunda Bahreyn'e penaltılarla boyun eğdi ve turnuvadan elendi.
Özbekistan 2006 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Irak, Filistin ve Tayvan ile birlikte 2. grupta yer aldı. Özbekistan bu grubu Irak'ın beş puan önünde birinci tamamlayarak üçüncü tura yükselmeyi garantilemiş oldu.
2004 AFC Asya Kupası'nın çeyrek finalinde olduğu gibi Özbekistan yine Bahreyn ile eşleşti. Takım deplasman golleri kuralı nedeniyle yine Bahreyn'e boğun eğdi ve uluslararası play-off oynama şansını kaçırdı. Bahreyn ile Özbekistan bu turnuvada üç maç oynadılar. Bunlardan ilkinde Özbekistan rakibini 1-0 yendi. Fakat FIFA Japon hakem Toshimitsu Yoshida'nın hata yaptığını öne sürerek maçın tekrarlanmasını istedi. Tekrarlanan maç 1-1 berabere bitti. Bahreyn'de oynana rövanş maçı 0-0 bitti. Böylece Bahreyn uluslararası play-off oynamaya hak kazandı.
2007 AFC Asya Kupası'nda Özbekistan ekibi C grubunda İran, Çin ve Malezya ile eşleşti. İran'a 2-1 yenilseler de Malezya'yı 5-0, Çin'i 3-0 yenerek grubu ikinci tamamladılar ve gruptan çıkmayı başardılar. Fakat çeyrek finalde Suudi Arabistan'a 2-1 yenilerek turnuvadan boynu bükük ayrıldılar.
Üç yılda üç farklı yabancı teknik direktör yönetimine girdikten sonra Özbekistan Futbol Federasyonu takımın başına Özbek teknik adam Rauf Inileev'i getirdi. Inileev yönetimindeki Özbekistan elemelerde altıda beş yaparak grubunu birinci bitirdi. Dördüncü grupta yer alan Özbekistan bu grupta Suudi Arabistan, Singapur ve Lübnan takımlarını arkasında bırakmıştı. Üçüncü turdaki bu başarının aksine takım dördüncü turda çok kötü bir grafik çizdi. Avustralya, Japonya, Bahreyn ve Katar'ın arkasında dört puanla beşinci sırada kalan Özbekistan tek galibiyetini Katar karşısında 4-0 gibi net bir skorla aldı.
2011 AFC Asya Kupası turnuvasında Özbekistan tarihinin en önemli başarılarından birini elde etti. Elemelerde Birleşik Arap Emirlikleri ve Malezya ile birlikte C grubuna düşen Özbekistan averaj nedeniyle grubundan ikinci sırada çıktı. Özbekistan grup aşamasını Katar, Çin ve Kuveyt'in önünde namağlup olarak bitirdi. Takım çeyrek finalde Ürdün'ü 2-1 geçtiyse de yarı finalde Avustralya'ya 6-0 gibi farklı bir skorla yenilerek elendi. Özbekistan turnuvanın üçüncüsünü belirlemek için yapılan maçta Güney Kore'ye 3-2'lik bir skorla boyun eğdi ve turnuvayı dördüncü olarak bitirdi.
Özbekistan ikinc |
i torbadan girdiği 2014 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Japonya, Kuzey Kore ve Tacikistan ile eşleşti. Bu grubu yenilgisiz, beş galibiyet ve bir beraberlikle ilk sırada bitirerek dördüncü tura yükseldi. Dördüncü turda, A grubunda İran, Güney Kore, Katar ve Lübnan ile eşleşti. Grubu Güney Kore ile aynı puanda bitirse de, tek gollük averaj farkıyla İran ve Güney Kore'nin ardından üçüncü sırada yer aldı. B grubunu üçüncü sırada bitiren Ürdün ile eşleşen Özbekistan iki maçta da rakibiyle 1-1 berabere kaldı. Penaltı atışlarında rakibine 9-8 kaybederek kıtalararası play-off şansını bir kez daha kaybetti.
"24 Mart 2016 itibarıyla."
19 Kasım 2013 itibarıyla.
19 Kasım 2013 itibarıyla;
Beşir Balcıoğlu
Beşir Balcıoğlu, (d. 1909, İstanbul - ö. 2 Haziran 1978), Türk diplomat ve büyükelçi.
2 Haziran 1978'de Madrid'de Türkiye'nin Madrid büyükelçisi Zeki Kuneralp'in makam aracında, Kuneralp'in hanımı Necla Kuneralp ve büyükelçilik şoförü ile birlikte, Ermeni Soykırımı Intikam Komandoları'nın (JCAG) 3 üyesi tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti.
Bacanağı Zeki Kuneralp'i ziyaret etmek üzere Madrid'e gelen Balcıoğlu, suikast sabahı bir müze ziyaretine hazırlandı. Kuneralp işleri nedeniyle eşini ve bacanağını daha rahat olduğundan büyükelçilik makam aracıyla müzeye yollamak istedi. Beşir Balcıoğlu ve Necla Kuneralp'in büyükelçiliğin önünden arabaya bindikleri sırada suikastçiler uzaktan Balcıoğlu'nu Kuneralp zannederek harekata devam kararı aldılar. Makam aracı büyükelçiliğin biraz ilerisindeki Jenner ve Fortuny sokaklarının kesiştiği köşede makinalı tüfeklerle yaylım ateşine tutuldu. Balcıoğlu, Kuneralp ve o sıralar 6 aylık hamile eşi olan İspanyol araç şoförü Antonio Torres hayatlarını kaybettiler. Torres, Türk diplomatlarına karşı yapılan suikast eylemlerinde o güne kadar hayatını kaybeden ilk yabancı uyruklu kişi olarak kayıtlara geçti.
Balcıoğlu ve Kuneralp'in naaşları uçakla Türkiye'ye getirildi ve devlet töreniyle toprağa verildi. Beşir Balcıoğlu, suikaste uğradığı sırada emekli bir büyükelçi olmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyeti adına hayatını kaybettiği için şehit sıfatıyla anılmaktadır. Ailesine "Türkiye Cumhuriyeti Devlet Övünç Madalyası" verilmiştir. Kızı Gülsün Birand Birleşmiş Milletler de uzun yıllar çalışmıştır.
Oğlu Emin Mahir Balcıoğlu, Sakıp Sabancı ve İstanbul Modern müzelerinde müdürlük yapmış bir mimardır. Torunu Can Balcıoğlu ise Bağımsız Model Birleşmiş Milletler Delegeleri Birliği kurucu başkanıdır.
Süleymancılar
Süleymancılar ya da Süleymanlılar
, Türkiye'de bir cemaattir. İsmini Süleyman Hilmi Tunahan'dan alır. 1990'ların başında Türkiye'de tahminî iki milyon civarı üyesi vardı. Amerika Birleşik Devletleri ve Almanya'da da şubeleri vardır.
Bu cemaatin kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan, 1920 yılında Daru’l-Hilafeti’l-Aliyye medresesinde öğretmenliğe başladı. 4 sene sonra 1924'de Tevhîd-i Tedrîsat Kanunu'nun çıkmasıyla medrese usulü eğitim yasaklandı. Tunahan, öğretmenliği bırakıp İstanbul vaizliğine atandı. Lakin Gedikpaşa ve Lüleburgaz gibi yerlerde topladığı öğrencileri, işçi olarak gösterip onlara ders verdi. Bu faaliyeti nedeniyle 1939 yılında üç, 1944 yılında ise sekiz gün gözaltında tutuldu. 1943 yılında vaizlik yetkisi elinden alındı. 1949'da Kuran kurslarının açılmasına yasal olarak izin verildi. Tunahan 1951 yılında Çamlıca'da ilk Kuran kursunu açtı.
1924'de Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun çıkması ile medrese usulü eğitim yasaklanınca, Süleyman Hilmi Tunahan, Müderrisler Cemiyeti'nin kaldırılması üzerine bir araya gelen 520 müridle toplanarak, orada hazır olan herkesin, memleketin her tarafında bir-iki öğrenci okutmak suretiyle İslam'ı öğretmelerini öğütlemiştir.
Kökenleri, 14. yüzyılın ikinci yarısında kurulmuş olan Nakşibendîlik'in Hindistan ve Pakistan'da yaygın olan "Mûceddidî" koluna kadar uzanır. Erenköy, Işıkçılar, İskenderpaşa, İsmailağa, ve Menzil cemaatlerinde olduğu gibi Süleyman Hilmi Tunahan'ın silsilesi de Nakşibendi şeyhlerinden Şâh Ghulam Ali Dehlevî'ye bağlanır. Türkiye'de yaygın olan diğer Halidî kollarından farklı olarak, Süleyman Hilmi Tunahan'ın mürşidi olan Selahüddin İbn-i Mevlana Siracüddin, Nakşilikten daha ziyade Hindistan ve Pakistan'da yaygın bir kolu olan Mûceddidî dalının temsilcisi Ebû Saîd Sâhib Mûceddidî'nin torunu Muhammed Mazhar'ın müridiydi.
Süleymancıların Türkiye dışında birçok ülkede faaliyetleri vardır. Yayın organları "İnsan ve Hayat", "Çamlıca Çocuk", "Yedikıta" dergileri ve Çamlıca Yayınları'dır.
Nakşibendiliğin Süleymancılar koluna ait olan Silsile-i Saadat, Muhammed'i takiben Ebu Bekir ile başlayıp Süleyman Hilmi Tunahan ile son bulan 33 mürşit aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır.
Uğur Işık
Uğur Işık, (d. 1964) müzisyen.
Uğur Işık, 7 yaşında, mandolin çalmayı öğrenerek müzik eğitimine başladı. Ardından Beşiktaş Musiki Cemiyeti'nde udla tanıştı. 17 yaşında, ud ve çello eğitimi gördüğü İstanbul Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’na girdi. Birkaç yıl sonra da, pek çok önde gelen Türk sanatçısı gibi TRT'ye, çello sanatçısı olarak katıldı. Konservatuvarda bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Osmanlı ve Anadolu halk müziği geleneğini araştırıp, inceleyerek, çelloya uyarladı. Türk müziğinin zirvesi kabul ettiği Mevlevi müziğini derinlemesine inceledi.
2004 AFC Asya Kupası
Asya Futbol Konfederasyonu'nun 2004 Asya Kupası finalleri Çin'de 17 Temmuz ve 7 Ağustos günleri arasında düzenlendi. Pekin'deki final karşılaşmasında Çin'nin yenen Japonya şampiyon oldu.
Tüm saatler Çin standart saati (UTC+8)
Tüm saatler Çin standart saati (UTC+8)
Devrim
Devrim, inkılâp ya da ihtilâl, bir durumdan başka bir duruma geçiş, evrim, dönüşüm. Toplumsal değişimlerin insan iradesiyle hızlandırılması devrimleri oluşturur. Belli bir alanda hızlı, köklü ve nitelikli bir şekilde gerçekleşir.
Kitle halindeki bir toplumsal hareketin başlatılmasının söz konusu olduğu, var olan bir rejimi şiddet kullanımı sonucunda başarıyla yıkarak yeni bir hükümet biçimi oluşturan bir politik değişme süreci. Bir devrim, Hükümet Darbesi (coup d’etat)'den ayrı tutulmalıdır, çünkü devrimde bir kitle hareketi ile politik sistemin bütününde önemli bir değişmenin gerçekleşmesi söz konusudur. Bir Hükümet Darbesi, iktidarın silah yoluyla, ancak hükümet sistemini kökten bir biçimde değiştirmeden varolan politik liderlerin yerine geçecek olan kişiler tarafından ele geçirilmesine göndermede bulunmaktadır. Devrimler, varolan politik otoritelere meydan okuyan sistem ancak yine politik sistemi bütün olarak dönüştürmekten çok otoriteyi temsil eden kişilerin yerlerine başkalarının geçirilmesini hedefleyen başkaldırılardan da ayrı tutulmalıdır.
12 Eylül 1980 sonrasında, sakıncalı bir terim olduğu gerekçesiyle "devrim" yerine "ihtilâl" ve "inkılâp" sözcükleri kullanılmaya başlanmış, yeni basılan ders kitaplarında devrim sözcüğü eski karşılıklarıyla değiştirilmiştir.
Bangalore
Bangalor, Hindistan'da Karnataka eyâletinin başkenti ve Asya'nın silikon vadisi olarak adlandırılan şehir.
Hindistan'daki şehirler listesi
Fekondite
Fekondite, bir dişi balık tarafından bir üreme periyodunda oluşturulan yumurta miktarı. En fazla yumurta oluşturan türler yumurtası pelajik olanlardır. Bir dişi tarafından üretilen yumurta sayısı, balığın büyüklüğü ile artar ve türler arasında çok değişir. Genellikle yumurtası büyük olan balıkların fekonditesi, küçük olanlarınkinden daha azdır.
Kedi balığı
Siluriformes (Yayıngiller), kemikli balıklar üst sınıfına ait, 34 familyayı ve dünyaca 2400 balık türünü kapsayan bir balık takımı. Siluriformes balıkları genelde yassı yapılı tatlı su balıklarıdırlar. Sadece birkaç türleri denizde, çoğu tatlısuda yaşar.
Pulları olmayan bu balıkların, ağızlarından bıyıklar sarkar. Bu bıyıklar tat alma ve dokunarak hissetme organlarıdırlar. Ağızları genelde aşağıya doğru yöneliktir, ve bu yemeklerini suyun dibinde aldıkları anlamına gelir.
Göğüs ve sırt yüzgeçlerinin tam önünde, dışarı çıkarıp tekrar içeri çekebildikleri dikenlere sahiblerdir. Bu dikenler onları balık yiyen hayvanlara karşı koruması içindir. Tehlikede olan bir balık, bu dikenlerini dışarı çıkarır ve böyle onu yutmak istiyen bir hayvan yutamaz ve bırakır. Siluriformesler Gymnotiformes takımı ile yakın akrabadır.
Avrupa'daki en yaygın türü yayın balığı'dır. Bu 3 metre boya kadar varabilen tür Türkiye'ninde her yerinde bulunur. Türkiye'de ayrıca mezopotamya yayın balığı adlı ikinci bir türü mevcuttur.
Türlerinin çoğunluğu suyun dibine bağlı bir yaşam sürdürürler ve çok çeşitli gidalarla beslenirler. Çoğu türlerde yumurtaların bakıcılığını erkek balık üstlenir.
Siluriformes takımı birçok akvaryumcuların sevdiği balık türlerini kapsamaktadır. Bunlardan en yaygınları Loricariidae, Mochokidae, Ariidae, Pimelodidae ve Aspredinidae familyalarına aitlerdir.
Acipenseriformes
Acipenseriformes, kemikli balıklara ait, 2 familyası haricinde birçok nesli tükenmiş familyayı kapsayan bir balık takımı. Bu balıkların iskeletleri tamamen kemikleşmemiştir. Fosil olarak tebeşir çağından kalma kalıntıları bulunmaktadır.
Bütün türleri nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya bulunmaktadır, ve çoğunun hatta (en azından) yöresel olarak nesli çoktan tükenmiştir.
Chondrosteidae ve Errolichthyidae familyalarının nesilleri çoktan tükenmiştir.
Ovacık, Karabük
Ovacık, Karabük iline bağlı bir ilçe.
Karabük il merkezine 47 km uzaklıkta bulunan, 393 km² yüzölçümüne sahip olan ve deniz seviyesinden 1140 m yüksekte yer alan Ovacık ilçesinin 1 mahallesi ve 42 köyü bulunmaktadır. Halkın en önemli geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır.
İlçenin kuzeyinde Safranbolu, kuzeybatısında Karabük İl merkezi, güneyinde Çankırı'nın Çerkeş ve Atkaracalar ilçeleri, güneydoğusunda Çankırı'nın Bayramören ilçesi, batısında Eskipazar, doğusunda ise Kastamonu'nun Araç ilçesi bulunmaktadır. Karabük'e bağlı olan Ovacık 42 köy ve 1 merkez mahalleden oluşmaktadır. İlçeye bağlı bucak yoktur. Arazinin dağlık ve engebeli oluşu nedeniyle toplam 139 yerleşim birimi bulunmaktadır.
İlçenin ek |
onomisinde en önemli pay tarımdır. Bunun yanında önemli bir gelir kaynağı da emekli maaşlarıdır. İlçede yaşayanların önemli bir kısmı başta Kardemir olmak üzere bölgedeki sanayi kuruluşlarından emekli olmuştur. Köylerde yaşayanların büyük bölümünü emekliler oluşturmaktadır. Küçük işletmeler halinde yapılan tarımın yanında hayvancılık ve orman işçiliği de önemli geçim kaynakları arasındadır. Sanayi yoktur. Ticaret ise son derece sınırlıdır.
İlçede iç tüketime yönelik tarım yapılmaktadır. Toprağın yapısının çok engebeli olması nedeniyle istenilen düzeyde üretim artışı sağlanamamıştır. Genel olarak tarımsal ürün hububata dayanmakta, özellikle buğday ve arpa ekimi yapılmaktadır. 1982 yılından itibaren Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı İlçe Müdürlüğü’nce yem bitkileri ve baklagil ekimine yönelik çalışmalar başlatılmış halen devam etmektedir. İlçe ve köylerdeki arazi yapısının engebeli ve dağlık oluşu nedeniyle tarıma elverişli araziler sınırlıdır. Mevcut araziler meyilli bir yapıda ve küçük parçalar halindedir. Sulanan arazinin az olması sebebiyle hububat ve yem bitkileri tarımı ile hayvancılık önemli bir yer tutmaktadır.
İlçede hayvan çeşitliliği bulunmamaktadır. Hayvansal üretimden elde edilen gelir ilçe ve komşu ilçelerde değerlendirilmektedir. İlçe merkezi ve köylerdeki hayvancılık ve elde edilen hayvan ürünleri daha çok bireysel ihtiyaçları karşılamaya yöneliktir.
Ormancılık ilçe için önemli olup, 2008 yılı sonu itibarıyla 17,862,027 m³ damga, 2.431,783 m³ tomruk, 1000m3 kâğıtlık odun, 523,187 m³ maden direği, 168,41m3 yuvarlak sanayi(ibreli), 28,142 m³ yuvarlak sanayi(yapraklı), 1.595,656 m³ kâğıtlık odun, 1.104 kabuklu kâğıtlık odun, 2.972 ster lif yonga ve 859 ster yakacak odun üretimi yapılmıştır. İlçe genelinde ormancılık faaliyetleri yönünden önemli bir canlılık yoktur. Orman ürünlerinin değerlendirilebileceği herhangi bir tesis de bulunmamaktadır. Ağaç türleri olarak karaçam, sarıçam, kızılçam, meşe ve kayın bulunmaktadır.
İlçede eğitim alanında merkezde 1 ilköğretim okulu, l spor lisesi, l genel lise, l halk eğitim merkezi ve 1 kütüphane; köylerde ise 40’ı köy, 3’ü mahalle ilkokulu olmak üzere 43 ilkokul bulunmaktadır. Köy okullarının tamamı öğrenci azlığı nedeniyle kapatılmıştır. Eğitim hizmetleri sadece merkezde bulunan okullarda yürütülmektedir.
Bebe
Bebe, Bèbè, Bébé ya da BeBe şu anlamlara gelebilir:
Mahmuzlu Akdeniz kaplumbağası
Tosbağa ("Testudo graeca"), Testudinidae familyasından bir kaplumbağa türü. Arka ayak butlarında mahmuzu andıran ufak sert çıkıntıları vardır. Bu yüzden mahmuzlu Akdeniz kaplumbağası olarak bilinir. Birçok alt türü vardır. Bunlar;
TÜBİTAK'ın yayınladığı tür listesine göre bu yukarda sıralanan "Testudo graeca" alt türlerinden yalnızca dördü Türkiye'de yaşamaktadır.
Trakya tosbağası
Trakya tosbağası veya Hermann kaplumbağası ("Testudo hermanni"), Testudinidae familyasından karada yaşayan bir kaplumbağa türü. Avrupa kıtasında bulunur. Türkiye'de sadece Trakya bölgesinde bulunduğu için Trakya tosbağası diye bilinir.
Arka ayak butlarında "Testudo graeca ibera" gibi mahmuz çıkıntıları yoktur buna karşın kuyruğunun ucu sertleşerek tırnak benzeri bir uç halini almıştır. Kabuğu "Testudo graeca ibera"lara göre daha incedir. Boy 20 cm kadardır. Çeşitli otlar sebzeler ve ulaşabildiği bitki yaprakları ile beslenir
Herman kaplumbağası 2 alt türe ayrılır.
Benekli kaplumbağa
Benekli kaplumbağa ("Emys orbicularis"), Emydidae familyasından tatlı sularda yaşamakla birlikte deniz kenarları ve acı sularda da görülen bir kaplumbağa türü.
Üst kabuğu siyahımsı ya da kahverengimsidir, boyun, bacaklar ve kuyrukta küçük sarı benekler vardır. Sırt kabuğu ile karın kabuğu yanlarda tam olarak kaynaşmıştır. Ortalama yetişkin bir benekli kaplumbağanın boyu 20 cm, kuyruğu 8 cm, ağırlığı da 1 kg civarındadır.
Gündüzleri bataklıkların kenarında güneşte dolaşan bu hayvan, akşamları durgun suların üstünde yüzer ya da kıpırdamadan durur. Kışı suyun dibinde kış uykusuna yatarak geçirir. Hem karada, hem sularda gelişen larvalar, balıklar, yumuşakçalar ve küçük kabuklularla beslenir.
Bu tür kaplumbağalara Avrupa'da çok rastlanır. Türkiye'de Trakya, Orta Anadolu, Batı Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde 4 alt türünün yaşadığı tespit edilmiştir. Yaşam alanları sürekli tahrip edildiği için soyu tükenme tehlikesi altındadır.
Çizgili kaplumbağa
Çizgili kaplumbağa ("Mauremys caspica"), göl ve akarsularda yaşayan bir kaplumbağa türü. Türkiye'de Trakya, Ege, Akdeniz ve Güneydoğu Anadolu'ya yayılmıştır.
Kabuğu gri renklidir. Siyahımsı gri olan boynunda, ayaklarında ve kuyruğunda sarımsı çizgiler vardır. Kabuğu basıktır, genç çizgili kaplumbağalarda kabuğu oluşturan halkalar karinalı olur. Yazın güneşlenmeyi sever. Kışı suyun dibinde kış uykusuna yatarak geçirir. Dişileri su kenarındaki kumluklara 9-20 yumurta bırakabilir. Boyu 25 cm'e kadar büyüyebilir. Balık, kurbağa ve diğer suda yaşayan canlılarla beslenir.
Fırat kaplumbağası
Fırat kaplumbağası ("Rafetus euphraticus"), Trionychidae familyasından dibi çamurlu göl ve nehirlerde yaşayan bir kaplumbağa türü.
Kabuğun üzeri yumuşak deriyle örtülüdür. Başının ucunda ufak bir hortum bulunur. Havayı bu hortumun ucunda bulunan burun delikleriyle alır. Güneşlenmek için nadiren su dışına çıkar. Hayatlarının çoğunu dipte çamura gömülü olarak geçirirler. Deri ve ağız içi solunumuda yaptıkları için uzun süre su altında kalabilirler.
Çeşitli bitkiler balık, sucul böcekler, yengeç, solucan, kurbağalar, yiyebileceği boyuttaki su yılanları ve yiyebileceği boyuttaki tüm sucul hayvanlardır.
Türkiye'de Fırat ve Dicle nehirlerinde görülürler. Yapılan barajlar nedeniyle soyları tükenme tehlikesi altındadır.
Yeşil kaplumbağa
Yeşil kaplumbağa ya da yeşil deniz kaplumbağası ("Chelonia mydas"), Chelonia cinsi içindeki tek tür olan bir deniz kaplumbağasıdır. 200 kg ağırlığa, 1-1,5 metre uzunluğa erişebilir ve bu ölçülerle, sert kabuklu kaplumbağalar içinde en büyük olandır. Tropik, tropik altı ve bazı daha ılıman denizlerde dağılım gösteren yeşil kaplumbağa, bu adını erişkin bireylerin alglerden zengin beslenmesine bağlı olarak bedenlerindeki yağ dokusunun yeşil renkli olması nedeniyle almıştır (İngilizce, ).
Dişi bireyler, yumurta bırakmak için, tipik yuvalanma kumsallarına çıkarlar. Ayrıca, bu türün bireylerinin soğuk kanlı (ektotermik) bedenlerini ısıtmak için kumsallara çıktığına da sıkça rastlanır. Bunlar dışında, yeşil kaplumbağa tamamen bir deniz kaplumbağasıdır.
Sırtı gri kahverengi üzerine sarımsı kahverengi lekelidir alt kabuğu ise beyazımsı sarı renk olur. Bacak kenarlarında tek tırnakları vardır. Eti lezzetli olduğu ve yendiği için çorba kaplumbağası da denilir. Bu yüzden sayıları çok azalmıştır. Gece kumsallarda açtıkları çukurlara 200 den fazla yumurta bırakabilirler.
Çok nadiren Karadeniz'de de görülebilen bu canlı tüm Akdeniz'e yayılmıştır. Türkiye'de yalnızca Hatay, Mersin ve Adana sahillerinde yumurtlarlar. Kabuk boyu 140 cm ye kadar ulaşabilir. Erginleri deniz bitkileriyle yavrular ise hayvansal besinlerle beslenir. Yeşil deniz kaplumbağalarının nesli tükenmektedir. Bu amaçla WWF (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), düzenlemiş olduğu Türkiye'nin Canı Kampanyası I. Dönem Hibe Projeleri kapsamında Samandağ Çevre Koruma ve Turizm Derneği'nin Samandağ Deniz Kaplumbağaları adlı projesine destek vermiştir.
ek bilgi
Nil kaplumbağası
Nil kaplumbağası veya Sini bağı ("Trionyx triunguis"), Trionychidae familyasından göl, nehir ve denizlerde yaşayan kaplumbağa türü.
Kabuğunun üzeri yumuşak deriyle kaplıdır. Üst tarafı yeşilimsi kahverengidir üzerinde küçük yuvarlak sarı lekeler bulunur. Karnı kirli beyaz ya da grimsi renktedir. Başının ucunda yumuşak kısa bir hortumu vardır. Havayı sudan çıkmadan bu hortumuyla alır. Parmak aralarında zar bulunur ve yalnızca 3 parmağında tırnak olur. Boyu 1 metreyi geçebilir.
Balık, sucul böcekler, yengeç, solucan kurbağalar, yiyebileceği boyuttaki yavru su yılanları ve yiyebileceği boyuttaki tüm sucul hayvanlardır.Genellikle nisan sonu mayıs haziran aylarında gerçekleşir tek üretimde anne kaplumbağalar en az 20 en fazla 60 yumurtayı gömmek için kıyılarda açtıkları çukurlarda bırakırlar.
Türkiye'de Akdeniz'e dökülen nehir ağızlarında ve Dalyandan Hataya kadar tüm Akdeniz sahillerinde yaşar.
Gülden Karaböcek
Saniye Gülden Göktürk, ya da bilinen adıyla Gülden Karaböcek (d. 4 Kasım 1953, Ankara), Türk fantezi, arabesk şarkıcısı.
Arabesk ve fantazi müziğin ilk isimlerinden olup müzik kariyeri boyunca pek çok tarzı denemiş ancak asıl ününü fantezi şeklinde tanımlanan kendine özgü arabesk şarkılarından kazanmıştır. Orijinal adı Saniye Gülden Göktürk olan sanatçı, ilk ve orta öğrenimini Ankara'da tamamladıktan sonra, Ankara Radyosu'nda Yaşar Aydaş'tan şan, nota ve solfej eğitimi aldı. Ankara'dan ailesi ile birlikte İstanbul'a gelerek ilk plağını 14-15 yaşlarında Pathé adlı firma hesabına doldurdu: "Yazılanlar Gelir Başa & Garip Kaldım" 45'liği. Bu plakta Karaböcek'e ünlü sanatçı Orhan Gencebay bağlamasıyla eşlik etti. İlk iki plağını Gülden Göktürk adıyla çıkartan sanatçı, yaşadığı aile içi gerilim sebebiyle dönemin ünlü starı ablası Neşe Karaböcek'in takma soyadını 1972 yılında mahkeme kanalı ile alarak resmileştirdi.
70'li yıllarda Anadolu Pop Folk olarak adlandırılan türküler seslendiren Gülden Karaböcek, o dönem ayrıca "Yaralı Kalp", "Anca Beraber Kanca Beraber", "Taka Taka", "Dur Bırakma Beni" gibi aranjmanları başarıyla seslendirdi. "Non Ce N'est Pas Fini" nin Türkçe sözlüsü Dur Bırakma Beni adlı şarkıda Gülden Karaböcek'e vokalde Nilüfer ve Füsun Önal eşlik eder. Gülden Karaböcek, o dönem Onno Tunç, Garo Mafyan, Norayr Demirci, Esin Engin gibi başarılı müzisyenlerle birlikte çalıştı.
Gülden Karaböcek, 70'li yılların ilk yarısında Aşık Veysel, Aşık Mahzuni Şerif, Neşet Ertaş, Aşık Nesimi Çimen, Aşık Mevlüt İhsani gibi ozanların eserlerini başarıyla seslendirir. Arif Sağ, Selahattin Bölük, Yücel Paşmakçı gibi Türk Halk Müziği'nin duayenleriye çalışan Gülden Karaböcek bu dönemde Aşık |
Veysel'den "Derdimi Dökersem Derin Dereye", Aşık Mahzuni Şerif'ten "Mehmet Emmi", "Dumanlı Dumanlı", "Nem Kaldı", "Dokunma Keyfine Yalan Dünyanın" ve "İşte Gidiyorum Çeşm-i Siyahım, Sebahattin Ali'den "Aldırma Gönül", Ali Ercan'dan "Adaletin Bu mu Dünya", Neşet Ertaş'tan "Gönül Dağı" ve "Sarmaşık Güllere Dolandım", Aşık Mevlüt İhsani 'den "Oy Beni Beni" ve "Oy Bende Yare Bende" gibi eserleri seslendirir. Karaböcek'in bu dönem Şah Plak'tan yayınlanan çalışmaları Anadolu Pop-Folk olarak adlandırılmakla birlikte bazıları Progressive rock ve funky öğeler de içerir.,
1975-1976 döneminde, Elenor'un bir diğer sanatçısı olan ve tıpkı kendisi gibi yeni yeni şöhretle tanışan Ferdi Tayfur'un bestelerinden etkilenerek, sanatçının arabesk tarzdaki "Bana Gerçekleri Söyle", "Akşam Güneşi", "Kır Çiçekleri", "Alıştım", "Çeşme", "Ne Bilirdim ki" gibi ses getiren bazı bestelerine plaklarında başarıyla yer verir. Tüm bu dönemdeki çalışmalarında düzenlemelerine ünlü müzisyen Onno Tunç aranjör olarak imzasını atar.
Gülden Karaböcek asıl şöhretini 1977 yılında çevirdiği ünlü Dilek Taşı filmi ile kazanmıştır. Hemen arkasından yayınlanan "Dilek Taşı" 45'liği sanatçının 1 numaralı başyapıtını 1978 yılının unutulmaz klasiği olarak zirveye çıkarmıştır. Dilek Taşı filmi ve 45'liği ile yaşadığı başarı, sanatçıya çok daha büyük bir başarının kapısını araladı ve böylece ünlü “Müzik ve Ben” albümü doğdu. 1979 yılında yayınlanan bu albümünde Karaböcek, besteci kimliğini, tüm müzik bilgisini ve yılların duygu birikimini açıkça ve doğal bir şekilde, içinden geldiği gibi ortaya koyarak başta "Sürünüyorum", "Ayrılık Kolyesi", "Kırılsın Ellerim", "Bahtıma Yanarım" ve "Kaybolan Hayaller" olmak üzere hit haline gelen pek çok esere imzasını attı.
1978 (Dilek Taşı), 1985 (Duyar mısın Feryadımı, Kenar Mahalle, Hasretinle Yaşanmıyor, Sevsen Ne Olurdu), 1986 (Ağlıyorsam Yaşıyorum) yıllarında çektiği 6 adet de sinema filmi vardır. Yaptığı albümler kadar seçme eserlerden oluşturulan nostalji kasetleri de sıkça basılmıştır. Besteci kimliğiyle MESAM ve MÜYORBİR üyesidir. Halen İstanbul-Beylikdüzü'nde yaşamakta olup, Atilla Alpsakarya ile yaptığı 12 Eylül 1975 tarihli ilk evliliğinden 14 Haziran 1979 doğumlu Alpay adlı bir erkek çocuk ile Recep Armağan Düzgit ile 16 Ağustos 1986 tarihinde yaptığı ikinci evliliğinden 27 Şubat 1988 doğumlu Nur adlı bir kız çocuk annesidir.
Nisan 1982'de "Gülden Fırtınası" adlı albümü; "Küstüm Sana Dünya", "Mahşer Gününde", "İki Kelime", "Can mı Dayanır", "Nasıl Güleyim" gibi hitler çıkarmasına rağmen, beklenen ticari başarıyı sağlayamadı.
Ağlıyorsam Yaşıyorum ve Duyarmısın Feryadımı albümleri büyük ilgi gören Gülden Karaböcek, 1983'te İngiltere de London Palladium'da ve Avustralya'da konserler verdi. 1984'te dönemin ünlü gazinolarından Çakıl Müzikholünde (Selami Şahin ile birlikte) ve İzmir Fuarı'nda ki Ekici-Över Gazinosunda assolist olarak sahne aldı. Çakıl Gazinosu'nda sahne alırken, Zeki Müren, Müzeyyen Senar, Ferdi Tayfur gibi bir döneme damga vuran isimler sahnesini izlemeye gelmiş olup, Zeki Müren ile aynı sahneyi paylaşmıştır. İzmir Fuarı'nda İbrahim Tatlıses, Barış Manço, Belkıs Akkale, Sezer Güvenirgil, Ayşe Mine, Beş Yıl Önce On Yıl Sonra Grubu ve Atilla Arcan gibi birçok ünlü ismi alt kadrosunda bulundurdu. Bülent Ersoy ve Ferdi Tayfur ile birlikte Avrupa turnesine çıkarak Almanya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde konserler verdi. 1987 ve 1988 yıllarında İstanbul Gülhane Parkı'nda büyük katılımların olduğu halk konserleri verdi. Türkiye'nin ilk yerli CD'si Bir Mucize Allahım'ı 1987'de Düzgit Plak etiketiyle çıkardı. Aziz-Jet-Sedef adlı şirket hesabına 5, Düzgit hesabına bir albüm daha çıkardı. Sanatçı, 1968-1987 yılları arasında sırasıyla Pathé, Şah, Elenor, Oscar ve Düzgit plak şirketlerinden 20 adet 45'lik ve 9 adet LP piyasaya sürdü.
1990'lı yılların başlarında "Anılar Bana Yeter", "Ara Beni Mutluluk", "Hatıran Yeter" gibi albümler çıkarmıştır. 1992 yılında "Kısmetse Olur" adlı Pop albümü çıkaran Gülden Karaböcek bu albümde usta müzisyen Garo Mafyan ile birlikte çalışmıştır. Sözleri Şehrazat'a ait "Kısmetse Olur" , "Kırgınım Anılara" ve "Zaman Hırsızı" adlı eserleri yorumlayan sanatçı, aynı zamanda bu eserlerin bestecisidir. Karaböcek 90'lı yılların ruhuna uygun olarak bu albümde daha önce İzzet Altınmeşe'nin yorumladığı "Kibarım" adlı türküye cover yaparak Pop tarzında seslendirmiştir. Düzenleme tabii ki Garo Mafyan'a aittir. Sanat hayatı boyunca hemen her türde şarkılar yorumlayan Gülden Karaböcek bu albümünde ayrıca sözleri Yusuf Hayaloğlu'na bestesi Ahmet Kaya'ya ait "Hediyem Olsun" adlı şarkı ile ünlü şair Orhan Veli Kanık'ın "Güllerim Lal" adlı eserini başarıyla yorumlamıştır. Söz ve müziği Fatih Kısaparmak'a ait "Yalanmaydı" adlı eseri de seslendiren Gülden Karaböcek ayrıca bu şarkıya klip çekmiştir., Gülden Karaböcek 1993 yılında "Hayrını Gör" adlı albümde şair Nâzım Hikmet'in "Niye Böyle Geç Kaldın" adlı şiirini seslendirir. 1997 yılında Özer Plak'tan yayınlanan "Silemem" albümünü çıkartan Gülden Karaböcek, bu albümde yer alan "Günahkarım" adlı şarkıya klip çekti. Sözleri Mehmet Yüzüak'a ait "Anne" adlı şarkı büyük ilgi gördü. Gülden Karaböcek sonrasında gerek özel hayatındaki sorunlar gerekse müzik piyasasının içinde bulunduğu kriz sebebiyle müziğe uzun bir süre ara vermiştir.
Son albümü 2001 yılında çıkan Güldence'dir. Bu albümde Gülden Karaböcek Aşık Mahzuni Şerif, Aşık Nesimi Çimen, Musa Eroğlu, Ali Tekintüre, Cengiz Tekin, Fatih Kısaparmak, Ferdi Tayfur ve Özhan Eren gibi şair ve ozanların eserlerine yer verir. Sanatçı bu albümünde; Aşık Mahzuni Şerif'ten "Nem Kaldı", "Bitmez Tükenmez Geceler" ve "Dumanlı Dumanlı", Musa Eroğlu'ndan "Telli Turnam", Aşık Nesimi Çimen'den "Vay Deli Gönül", Özhan Eren'den "Kara Tren" adlı türküleri her zamanki Güldence tavrıyla başarıyla seslendirir. Karaböcek, söz ve müziği Ali Tekintüre'ye ait "Anadan Ayrı" ve "Sevmez Olaydım" eserlerin yanı sıra, Ferdi Tayfur'un "İçim Yanar", Cengiz Tekin'in "Diyemedim", Fatih Kısaparmak'ın "Ağlıyor Ağlıyorsun" adlı bestelerini okur. Gülden Karaböcek, albümün tek klibini sözleri Ali Tekintüre'ye müziği Adnan Aslan'a ait "Sevmez Olaydım" adlı şarkıya çeker. Gülden Karaböcek 2004 yılında Murathan Mungan'ın tribute albümü Söz Vermiş Şarkılar'a "Otel Odaları" adlı şarkı ile katkıda bulunmuştur. 2006 yılında 22 yıl aradan sonra Muazzez Abacı ile birlikte yeniden İzmir Fuarı'nda Nostaljik Göl Gazinosu'nda sahne aldı., 2004 yılında aktif müzik yaşantısına dönmüş olup, Eylülist Müzik Kulübü, Paella, Cahide, Nahide, 5. Kat, Parkorman, Ghetto, Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu gibi çok özel mekanların yanı sıra, Azerbaycan'da Haydar Aliyev Sarayı'nda (2010) ve Türkiye'nin dört bir yanında konserler vermeye başlamıştır.
Gülden Karaböcek 5 Nisan 2010 tarihinde Milliyet Gazetesi'nden Olcay Ünal Sert'e verdiği röportajında, "Şarkılarınızda isyan var. ‘Sürünüyorum’da “Baştan yarat beni dertten eleyip, acı şu halime sürünüyorum”, ‘Kırılsın Ellerim’de “Ne zaman bitecek Tanrım bu azap, yarını olmayan günlere kaldık” diyorsunuz. O yıllarda bu isyan niye? sorusuna "Bir dönemi yansıtıyor. 12 Eylül 80 ihtilali sonrası, sancılı bir döneme rastladı. Yokluklar, yağ, benzin kuyrukları... Acılı şarkılarda teselliyi buldu insanlar. Şu anda da bir yenisini yaşıyoruz. Ben besteciyim esasında bu şarkıları yazana sormak lazım." yanıtını vermiştir.
2012 yılında İstanbul Ataköy'de Sheraton Otel’de düzenlenen 18. Magazin Gazetecileri Derneği Altın Objektif Ödülleri töreninde Yaşam Boyu Onur Ödülü'ne lâyık görülmüştür. Ödülünü alırken teşekkür konuşmasının ardından, şarkılarının halka mâl olduğunu belirterek "Şarkıların gerçek sahipleri sizlersiniz" demiştir.
Gülden Karaböcek'in dizilerde de sık sık şarkılarına yer verilmiştir. Kıvanç Tatlıtuğ 'un başrolü oynadığı Kuzey Güney adlı dizide 80'lerin büyük hiti Ağlıyorsam Yaşıyorum adlı şarkıya yer verilirken, Tövbeler Tövbesi adlı dizide stadlarda marş olan Sürünüyorum'a , "Kalbim Seni Seçti" adlı dizide Kırılsın Ellerim ve Sen Evlisin'e,Seksenler adlı dizide Ben Olmalıydım ve Ayrılık Kolyesi adlı şarkılarına yer verilmiştir.
Gülden Karaböcek, 2015 yılında Almanya'nın Dortmund, Köln, Essen, Berlin şehirlerinde konserler vermiş olup, 2016 yılının ilk konserini aynı zamanda doğum yeri olan Başkent Ankara'da vermiştir. 5 Temmuz 2016'da Didim'de , 7 Temmuz 2016'da Karaman'da 1. Uluslararası Başyayla Kiraz ve Kültür Festivali'nde sahne aldı. 5 Kasım 2016'da İstanbul'da Beyrut Performance Hall'de sahne alan Gülden Karaböcek doğum gününü sahnede kutladı., Sanatçı son albümü üzerindeki çalışmalarını sürdürmekte olup sürpriz albümü beklenmektedir.
Tortuga
Tortuga ya da Isla Tortuga, resmi olarak Île de la Tortue, Karayiplerde yer alan bir adadır. Haiti'nin kuzeybatı açıklarında bulunur.
Adı (Isla Tortuga) hem İspanyolca hem Fransızca "Kaplumbağa Adası" anlamına gelir. 17. yüzyılda önemli bir korsan limanı olmuştur.
Tortuga 1494 yılında Kristof Kolomb'un Yeni Dünya'ya ikinci yolculuğunda keşfedildi. Kolomb'un denizcilerinin adaya bu adı vermelerinin sebebi şeklinin bir kaplumbağayı andırmasıdır.
Adaya ilk olarak birkaç İspanyol koloniciler geldi. 1625 yılında Fransız ve İngilizler adaya ulaştı ve sonra Hispaniola adasına yerleşmeye karar verdiler. 1629'da İspanyollar Don Fadrique de Toledo önderliğinde adaya saldırdılar ve başarılı olarak ele geçirdiler. Fransız ve İngilizler adadan sürüldü. Tortuga kale ve surlarla korunmaya alındı. Hispaniola'yı almak amacıyla İspanyol ordusunun adadan ayrılması ile Fransızlar Tortuga'yı tekrar ele geçirdiler ve İspanyolların kurduğu korumayı güçlendirip geliştirdiler. 1630'da Fransızlar doğal bir limana Fort de Rocher'ı inşa ettiler. 1630'dan sonra ada Fransız ve İngiliz kolonileri tarafından paylaşıldı ve korsanlar için sık kullanılan bir üs haline geldi. 1633'te yerleşmeye yardımcı olmak üzere ilk Afrikalı köleler getirildi. Ancak köle kullanımı başarılı olmadı ve 1635'te sona erdi. Adada köleler üzerinde kontrol hakimiyeti kurulamamıştı ve Fransız-İngiliz |
koloniler arası süregelen çatışmalar vardı. Aynı sene İspanyollar geri dönüp adayı fethetti ancak tekrar geri döndüler, ada büyük bir önem taşımayacak kadar küçüktü. İspanyolların bu geri gidişi adayı tekrar İngiliz ve Fransız korsanlara bıraktı. 1638'de İspanyollar üçüncü kez dönerek adayı İngilizlerden ve yeni gelen Hollandalılardan temizlediler, ancak kısa süre içinde aynı koloniciler tarafından geri sürüldüler.
1640 yılına gelindiğinde Tortugalı korsanlar kendilerine "sahil'in kardeşleri" (brethren of the coast) diyorlardı. Korsan nüfusu çoğunlukla İngiliz ve Fransızlardan oluşuyordu, bunların yanında az sayıda Hollandalı vardı. 1645'te düzen ve kontrol getirmek isteyen ve korsanların kanunsuz hayatını düzenlemeyi ümit eden dönemin Fransız yöneticisi adaya kabaca 1.650 civarında fahişe getirtti.
1670'lere gelindiğinde korsanlık çağı düşüşe girmişti ve pek çok korsan ağaç keserek adadan ihraç etme işine başladı. Ancak bu zamanlarda Henry Morgan adında İngiliz bir korsan kendi reklamını yapmaya başladı ve diğer korsanları Tortuga'ya, onun emri altında denize açılmaya davet etti. Bu birlik Fransızlar tarafından bir saldırı timi olarak kullanıldı ve Fransızların Karayiplerde çok daha etkili bir güce ulaşmasını sağladı. Sonuç itibarıyla korsanlar hiçbir zaman tam olarak kontrol edilemedi ve Tortuga'yı tarafsız bir korsanlık merkezi olarak tuttular. 1680'de İngiliz hükümeti yabancı bayrak altında gemicilik yapmayı yasakladı ve bu kanun korsanlara büyük bir darbe indirdi. 1684'de korsanlık çok azalmıştı. Pek çok korsan eski arkadaşlarını yakalamak üzere resmi güçlerce kiralandı ve birkaç yıl içinde korsanlık çağı sona erdi.
Wiesbaden
Wiesbaden, Almanya'nın Hessen eyâletinin başkentidir. İkinci dünya savaşından, ağır havadan bombardımana tutulan şehir kısmen yıkılmış olarak çıkar. Yeniden yapılanma ve yenilenme sonucu tekrar güzel ve cezbedici yapısına kavuşmuştur. Bugün şehir merkezi genç yapılar yanında özüne sadık yeniden inşa edilmiş ve görülmeye değer güzel gotik ve yeni çağ yapıları ile meşhur, bir dinlenme-fuar-otel ve kumarhane şehridir.
Ünlü yazar Dostoyevski'nin ünlü romanı Kumarbaz'ında bahsettiği şehirdir.
Amerikan Silahlı Kuvvetlerinin Avrupa harekat karargahından biri (Air-Base Erbenheim) bu şehirdedir.
Frankfurt (am Main) metropolünün batısında Ren nehri kıyında kuruludur. Nehir karşısında ise diğer eyalet Ren-Falz in başkenti Mainz ile komşudur. Kuzeyinde Taunus ormanları içinde Taunusstein ve Bad Schwalbach batısında ünlü Rüdesheim kasabaları bulunur.
Ren nehri kıyı yamaçlarında kurulu üzüm bağları ve şarap türleri (özellikle Riesling) ile ünlüdür.
Kent merkezinin nostaljik yapısı yanında uluslararası fuar ve toplantıları, sempozyumları Frankfurt metrolpülüne yakınlığı nedeni ile burası terçih edilir. Şehir merkezinde bulunan lüks eşya satılan mağazaları ile ünlü (Willhelmstr. , Taunusstr. ) caddeleri vardır.
Wiesbaden`de 26 değişik yerde sıcak termal kaynakları ve Wellness otelleri bulunur.
Bir kumar şehri olan Wiesbaden'in Kurhaus gazinosu meşhurdur.Sanayi olarak Kalle Kimya Fabrikasi, Dyckerhoff Cimento Fabrikasi , Henkell Sarap, Sampanya Fabrikasi, Ebert Kimya, Glyco Metal Fabrikasi sayılabilir Sanayi ağırlığı genelde güneyindeki komşu yerleşim alanındadır, ve bunların içinde en büyük işverenler Opel otomobil fabrikası (Rüsselsheim), Schott Cam (Mainz), Böhringer (Ingelheim) dir.
Kent'in fuar ve otelcilik teşebüsleri yanında finans ve sigorta şirketlerinin merkez yeridir.
Kentte bulunan Amerikan üssü ve Amerikan yerleşim alanları bulunmaktaydı. Amerika'nın geri çekilme projesi içinde bunlar zamanla elden çıkartıldılar. Kentte halen Amerikan ordu mensubu birkaç bin kişi yaşamaktadır.
Şehir halkı çok iyi eğitim almış, genelde eğitimci, teşebüscü ve sanatçıdırlar. Gelir ve yaşam seviyesi Almanya ortalamasının üstündedir.
Yabancılar ve özellikle Türkler (+- 11.000) önemli bir sayı oluşturmaktadır. Genelde gettolaşmış cadde ve sokaklarda yaşamaktadırlar. Kentin ekonomisine sadece esnaf tarzında katılmaktadırlar. Westend semtinde bulunan Wellritz caddesindeki esnaf ise kısmen Türk (Güneydoğu ve Doğu Anadolu) vatandaşlarıdır. Sınırlı boyutta sanatsal ve politik çalışmalara katılırlar. Şehir sınırları içinde çeşitli islami cemaatler vardır ve bazı dernek çalışması ve dini faaliyetlerde bulunmaktalar.
Hükûmette yer alan partiler CDU, Birlik 90/Yeşiller ve FDP'dirler.
Otoban A3 ile Köln A66 ile de Frankfurt (am Main), metropollerine, A661 ile de Ren-Falz eyaletine bağlıdır. ICE hızlı tren hattı yanında S1 ve S8 banliyö ve uluslararası tren bağlantısı ve garına sahiptir.
Marshall Berman
Marshall Berman (d. The Bronx, New York, 1940 - ö. 11 Eylül 2013), hümanist Marksist ve teorisyen. City University of New York'ta() siyaset teorisi ve şehir sosyolojisi derslerini verdi. The Village Voice dergisinde düzenli olarak yazmaktaydı.
Berman, modernizmin bitmemiş, tamamlanmamış bir proje olarak anlaşılmasından yanadır ve bu yönde postmodernizme karşı önemli bir eleştirel değerlendirme ortaya koyar. Bu yaklaşım hem postmodernizmin reddedilmesi hem de modernliğin yeniden değerlendirilmesi yönündedir. Modernizm, Berman'a göre, Karl Marx'ın Komünist Manifesto'da belirttiği anlamda "katı olan her şeyin buharlaşması" anlamına gelmektedir ve postmodernizm denilen süreç de bir kopuş değil ancak bunun bir devamıdır. Dolayısıyla, Berman'a göre, son zamanların fikir adamlarına değil bir önceki yüzyılın düşünürlerine dönerek modernizmi yeniden değerlendirmek gerekmektedir. Modernite, modernlik, modernizm gibi kavram ayrımlarını netleştiren ve modern düşüncenin anlaşılmasını belirginleştiren bir yaklaşım sergilemektedir.
Berman'in deyişiyle;
"Bugün, dünyanın her köşesindeki insanlarca paylaşılan hayati bir deneyim tarzı; diğer bir deyişle uzay ve zamana, ben ve ötekilere, yaşamın imkânları ve zorluklarına ilişkin bir deneyim tarzı var. Bu deneyim bütününü modernlik diye adlandırmak istiyorum. Modern olmak, bizlere serüven, güç, coşku, gelişme, kendimizi ve dünyayı dönüştürme olanakları vaat eden; ama bir yandan da sahip olduğumuz her şeyi, olduğumuz her şeyi yok etmekle tehdit eden bir ortamda bulmaktır kendimizi. Modern ortamlar ve deneyimler coğrafi ve etnik, sınıfsal ve ulusal, dinsel ve ideolojik sınırların ötesine geçer; modernliğin, bu anlamda insanlığı birleştirdiği söylenebilir. Ama, paradoksal bir birliktir bu, bölünmüşlüğün birliğidir: Bizleri sürekli parçalanma ve yenilenmenin, mücadele ve çelişkinin, belirsizlik ve acının girdabına sürükler. Modern olmak, Marx'ın deyişiyle 'katı olan her şeyin buharlaşıp gittiği' bir evrenin parçası olmaktır."
Türkçede, Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Marksizmle Maceram ve Özgünlüğün Politikası (Radikal Bireycilik ve Modern Toplumun Ortaya Çıkışı) adlı kitapları yayımlanmıştır.
Gezin, Maden
Gezin, Elâzığ ili, Maden ilçesine bağlı belde.
Hazar Gölü kıyısında olduğundan turistik bir tatil beldesidir. Elâzığ ili Maden ilçesine bağlı, Elâzığ-Diyarbakır Devlet Ana Karayolu üzerinde, Elâzığ'a 50 km, Diyarbakır'a 100 km mesafede Güneydoğu Torosların eteğinde yerleşmiş bir yanda Mastar Dağı öbür yanında koca Hazar Baba Dağı ve bunlar arasındaki mavi rengiyle duran Hazar Gölü kıyısında 1250 m rakımında bir beldedir.
Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Önceleri hayvancılığın ön planda olmasına karşın 1900'lü yıllardan itibaren tarım ön plana çıkmıştır. Sulu tarım ağırlıklı olmuş ve geleneksel tahıl bitkileri yanında patates, kuru fasulye, şekerpancarı, meyvecilik "(çilek, elma, armut, vişne vb.)" gibi faaliyetlerle zenginleşmiştir. Çileği ile ünlüdür.
Erk Yurtsever
Erk Yurtsever (8 Şubat 1934, İstanbul - 3 Ocak 2017, İstanbul), Türk şair, yazar ve Türkolog
Türkçü, Hüseyin Nihal Atsız’ın Haydarpaşa Lisesinden öğrencisidir (1950-51 - 1951-52). Adını Mustafa Kemal Atatürk vermiştir. Türkçüler Derneğinin dokuz kurucu üyesinden birisidir. Türkçülerin en önemli ideologlarındandır. Türkçülük ve Türk Dünyası ile ilgili Millî Yol, Boğaziçi, Yeni Orkun, Orkun, Yesevi, Türk Dünyası Kültür ve Tarih Dergisi ve son yıllarda da Kavgamız Dergisinde çok sayıda yazı ve şiiri yayınlanmıştır. Erk Yurtsever’in “Türkçe Adlar Derlemesi” ve “Tamga” isimli basılmış iki de kitabı vardır. 3 Ocak 2017'de bir süredir tedavi gördüğü Maltepe Üniversitesi Hastanesi'nde vefat etmiştir.
Türkçü Kavgamız Dergisinde 3 bölüm röportajı yayımlanmıştır. Derginin altıncı sayısında Erk Beğ'in son yazısı neşredilmiştir.
2014 yılında verilen Altın Bozkurt Ödülünün sahibidir.
Mehmet Yılmaz
Mehmet Yılmaz (d. 22 Mayıs 1979), Türk eski millî futbolcudur.
Futbolculuk kariyerine 1997 yılında Trabzon Telekomspor'da başlayan Yılmaz, bir sezon sonra Gümüşhanespor'a transfer oldu. Burada çıktığı 26 maçta 6 gol kaydetti. Yine bir sezon burada oynadıktan sonra Çanakkale Dardanel'de forma giymeye başladı. Burada 2 sezon boyunca forma giydi ve 57 maçta 27 gol atarak başarılı bir performans sergiledi. 2001 yılında Altay'a transfer oldu. Altay'da forma giydiği 2 sezonun ilkinde Samsunspor'da, ikincisinde ise Trabzonspor'da kiralık forma giydi. 2003 yılında Trabzonspor'a transfer oldu. Burada 2,5 yıl forma giydi. Daha sonra Denizlispor'da yarım yıl kiralık oynadı. 2006-2007 sezonu başında Ankaraspor'a transfer oldu. Burada 2 yıl oynadıktan sonra MKE Ankaragücü'ne geçti. Burada da 1 yıl oynadı ve Eskişehirspor'a transfer oldu. Eskişehirspor'dan sonra Gaziantepspor ve Medical Park Antalyaspor'da forma giydi.
3 Eylül 2012 günü Akhisar Belediyespor'a transfer olmuştur.
Ardından Kızılcahamam spor'a teknik direktör olarak gitmiş ama futbolcu olarak 2 maça çıkarak sezon sonunda jubile'sini yapmıştır.
Fabien Barthez
Fabien Barthez (d. 28 Haziran 1971) emekli Fransız kaleci. Kariyeri boyunca FC Nantes,Olympique de Marseille,Monaco ve Manchester United gibi Avrupa'nın köklü takımlarında forma giyen Barthez Fransa'nın değişilmez kalecisiydi. Fransa ile birlikte 1 kez dünya şampiyonluğu yaşamış Barthez, gelmiş geçmiş en iyi kalecilerden biridir. Fransa'yla 1998 FIFA Dünya Kupası'nı ve 2 |
000 Avrupa şampiyonluğunu 2006 FIFA Dünya Kupası'nda İtalya'ya finalde penaltılarla kaybeden kadroda da yer alıyordu. 2000'de ise Avrupa Kupasının kazanılmasında Fransa'ya, Zidane ile beraber en önemli katkıyı sağladı. 2006 Dünya Kupası'ndan sonra Zidane ile birlikte futbol hayatlarına son vermişlerdir.
Motor sporları kariyeri
Yeşil sahalardan emekli olan Barthez spor kariyerini asfalt pistlerde devam etirmektedir.
2008’de Porsche Matmut Carrera Kupası ile motor sporları kariyerinin ilk adımlarını attı ve 2009’da gösterdiği performansla Fransa’nın en önemli motor sporları organizasyonlarından olan Fransa GT Şampiyonası’na adını yazdırdı.
Sofrev ASP takımının kapıları, elbette sponsor ve reklam desteğinin de yardımıyla ardına kadar açılmıştı. 2011’de, Fransa GT’deki henüz ikinci yılında, “Pilotlar Şampiyonası Centilmenlik Kupası”nın sahibi oldu.
2012’de Fransa GT’de yarışmaya devam ederken, Le Mans 24 Saat yarışlarının test sürüşlerinde piste çıktı. 15 tur attı, pisti, şartları, otomobili ve hepsinden ötesi kendisini denedi. Ancak bu zorlu mücadeleyi sonraki yıllara bırakmaya karar verdi.
2013’te, Ferrari’nin F453’ünü pistlerde adeta uçuracaktı. 2 yarış galibiyeti ve 4 podyumla, en yakın rakibine 21 puan fark atarak Fransa GT şampiyonu oldu.
Batı Almanya
Batı Almanya, Federal Almanya ya da resmî adıyla Almanya Federal Cumhuriyeti, II. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD, Birleşik Krallık ve Fransa kontrolü altındaki bölgede kurulmuş devlet. "Batı Almanya", 15. yüzyıldan beridir Almanya diye adlandırılan ülkenin, II. Dünya Savaşı'ndan sonra politik ve coğrafi olarak ikiye ayrılması sonucu oluşmuştur ve bu ad, 1949'dan 1990'a kadar (Batı Almanya ile Doğu Almanya'nın birleşmesine kadar) ABD ve Birleşik Krallık'ın sebebiyet verdiği politik arenada kullanılan bir ad olarak kalmıştır. Şimdiki Almanya, yani Almanya Federal Cumhuriyeti, 1949'dan günümüze değin varlığını sürdüren bir ülkedir ve "Batı Almanya" adı 1949–90 arasını kastetmek için kullanılan bir dönem adıdır; Alman Demokratik Cumhuriyeti ("Deutsche Demokratische Republik"), 1989 yılında Berlin Duvarı'nın yıkılmasından sonra 1990 yılında Almanya Federal Cumhuriyeti tarafından ilhak edilmiştir. 1949 ile 1990 yılları arasındaki dönemde Batı Almanya'ya Bonn şehri federal başkentlik ("Bundeshauptstadt") yapmıştır.
II. Dünya Savaşı ertesinde Avrupa'nın siyasal sınırları, ABD, SSCB ve İngitere'nin katıldığı Yalta (Şubat 1945) ve Potsdam (Temmuz - Ağustos 1945) konferanslarıyla belirlenmişti. Almanya'nın askersizleştirilmesini, Naziliğin kökünün kazınmasını ve ülkenin demokratikleştirilmesinin öngören konferans kararlarına göre Almanya toprakları üç işgal bölgesine (ABD, SSCB ve İngiliz işgal bölgeleri) ayrılıyordu. Daha sonra, ABD ve İngiliz bölgeleri içinde bir Fransız işgal bölgesi oluşturulacaktı. Barış antlaşması imzalanıncaya dek, bu üç işgal bölgesi, her kuvvetin başkomutanı kendi bölgesinden sorumlu olacak biçimde yönetilecekti. Bu bölgeleri eşgüdümünü ve dolayısıyla Almanya'nın bütünlüğünden, Berlin'deki Müttefiklerarası Denetim Kurulu sorumluydu. Berlin kenti de aynı biçimde üç yönetim bölgesine ayrılıyordu. ABD ve İngiliz bölgeleri, Almanya'nın bütününde öngörülen benzer biçimde, daha sonra Fransız işgal bölgesi oluşturacaktı.
Başlangıçta tarafların amaçladıkları asıl amaç; "tek ve demokratik Almanya devleti", gittikçe tehlikeye girmeye başladı. Haziran 1946'da, ABD ve Birleşik Krallık Berlin'deki işgal bölgelerini, Potsdam kararlarına aykırı olarak birleştirdiler ("Bizone"). Haziran 1948'de Fransa'nın da katılmasıyla "Trizone" (Üçlü Bölge) oluştu. Bu girişimler Almanya'nın parçalanmasının başlangıcı oldu. Eylül 1948'de, bu üçlü bir adım daha atarak, barış görüşmelerinin sonuçlanmasını beklemeden, Almanya Federal Cumhuriyeti'nin kurulduğunu açıkladılar. Batı Almanya'daki on bir eyaletin (Lander) yöneticilerinden bir kurucu meclis toplandı. Meclisin hazırladığı anayasa 8 Mayıs 1949'da Bonn'da toplanan parlamento konseyine sunularak onaylandı. Anayasa; federal ve cumhuriyetçi; ama eyaletlere daha çok yetki veren bir yapıdaydı. Ülkeyi Bundestag ve Bundesrat adında iki meclis yönetecekti. Bundestag tüm ülkenin temsilcilerinden, Bundesrat eyalet hükümetlerinin üyelerinden oluşmaktaydı.
Federal hükümet 20 Eylül 1949'da işe başladı. Theodor Heuss, cumhurbaşkanı; Konrad Adenauer da başbakan seçildi. İlk hükümet, "Hıristiyan Demokrat Birliği", "Hür Demokrat Parti" ve "Alman Partisi" üyelerinden kurulu bir koalisyon kabinesiydi. ABD, Birleşik Krallık ve Fransa, 5 Mayıs 1955'de Federal Almanya'nın tam egemenliğini tanıdılar. Ülkede 1949'dan 1969'a dek Hıristiyan Demokrat Birliği başta kaldı. Bu dönem içinde Federal Almanya, 1950'de AKÇT'ye, 1955'te NATO'ya, 1957'de AET'ye girdi. Dış politikası ABD ile tam bir iş birliği, NATO'nun desteklenmesi ve Fransa ile barışın sürdürülmesi ilkelerine dayanıyordu. Adenauer 1963'te başbakanlıktan çekildi. Marshall Yardımı'yla Alman ""ekonomi mucizesi""ni yaratan Ekonomi Bakanı Ludwig Erhard başbakanlığa getirildi. Erhard da Adenauer'ın dış ve iç politika çizgisini sürdürdü.
28 Eylül 1969'daki seçimler sonunda Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile Hür Demokrat Parti (FDP) koalisyon hükümeti kurdu. Başbakanlığa Willy Brandt getirildi. Brandt Almanya'nın dış politikasında bir değişiklik yaparak sosyalist ülkelerle ilişkileri yumuşatmaya girişti. 1970'de SSCB ve Polonya'yla sınır güvenliği için görüşmelere başlandı. 19 Mayıs 1972'de Alman parlamentosu iki ülke ile yapılan antlaşmaları onayladı. Federal ve Demoratik Almanya arasındaki ilk resmi antlaşma 17 Ekim 1972'de yürürlüğe girdi. Kasım 1972'de Brandt'ın koalisyon partileri seçimleri yeniden kazandı. 21 Aralık 1972'de Demokratik Almanya ile diplomatik ilişkileri başlatan yeni antlaşma imzalandı ve 21 Haziran 1973'te yürürlüğe girdi. Eylül 1973'te her iki Almanya'da BM'ye katıldı. 6 Mayıs 1974 Willy Brandt başbakanlıktan istifa etti. Yerine 55 yaşındaki Maliye Bakanı Helmut Schmidt geldi. Aynı günlerde başbakan yardımcısı ve Dışişleri bakanı Walter Scheel cumhurbaşkanı seçildi. Schmidt dış politikadaki ağırlığı sosyalist ülkelerden Batı'ya çevirdi. 20 Haziran 1974'de imzalanan, Çekoslovakya ile ilişkileri normale döndüren Brandt'in başlattığı dönemin son antlaşması oldu. 3 Ekim 1976'da Başbakan Schmidt'in koalisyon partileri olan Sosyal Demokrat Parti ile Hür Demokrat Parti, seçimleri az bir farkla kazandılar. 1977'de ülkede terörist eylemler başladı. 6 Mayıs 1978'de Schmidt ve SSCB lideri Leonid Brejnev, 25 yıllık ekomomik iş birliği antlaşmasını imzaladılar. 23 Mayıs 1979'da Scheel'in yerine 64 yaşındaki eski Nazi Partisi üyesi ve Bundestag Meclisi sözcüsü Karl Carstens seçildi. Batı ve Doğu Almanya arasındaki ilişkiler 1980'de de gelişmeye devam etti. Fakat Polonya olayları nedeniyle Schmidt'in Doğu Almanya'ya yapacağı gezi ertelendi.
5 Ekim 1980 seçimlerini yeniden kazanan koalisyon partileri arasında çıkan anlaşmazlık erken seçime yol açtı. Ekim 1982'de yapılan erken seçimlerden SPD gerileyerek çıktı. Yeni koalisyon hükümetini, Hıristiyan Demokrat Parti başkanı Helmut Kohl, Hür Demokratlar ve Hıristiyan Sosyal Birliği (CSU) ortaklığıyla kurdu. 1983'te yapılan devlet başkanlığı seçimini Hıristiyan Demokrat Richard von Weizsacker kazandı. Aynı yıl gerçekleştirilen genel seçimlerden Kohl'u başbakan adayı olarak gösteren koalisyon partileri önde çıktı. Aralık ayı içinde ABD'nin Federal Almanya topraklarına Pershing II füzelerini yerleştirmesi başta SSCB olmak üzere sosyalist ülkelerle ilişkilerin gerginleşmesine neden oldu. 1984 sonunda yapılan yerel seçimlerde Yeşiller ülkenin en kalabalık eyaleti olan Kuzey Ren-Vestfalya'da üçüncü parti durumuna geldi. 1985'teki eyalet seçimlerinde ise koalisyon ortağı partilerin oyları düştü. Ayrıca bu seçimlerden sonra ilk Sosyal Demokrat-Yeşiller Koalisyonı Hessen'de kuruldu. Ancak bu koalisyon iki partinin nükleer enerji konusunda anlaşamamaları üzerine dağıldı. 1987 başında yapılan genel seçimler sonunda iktidardaki koalisyon meclisteki çoğunluğunu korudu. Ancak koalisyon'un en büyük ortağı CDU büyük oy kaybına uğradı. Seçimlerden Yeşiller ile koalisyon küçük ortağı FDP en karlı çıkan partiler oldular. 25 Mart günü parti içindeki bir anlaşmazlık nedeniyle Willy Brandt SPD başkanlığından istifa etti. Yerine Hans Jachen Vopel seçildi. Yıl sonunda yapılan eyalet seçimlerinde de CDU önemli ölçüde oy kaybına uğradı. Yeşiller ile FDP oy oranlarını yükselttiler. Bu arada neo-Nazi parti de Bremen eyalet meclisine bir kişi sokmayı başardı.
1989 sonunda Demokratik Almanya'da gelişen politik olaylar 1990 başında iki Almanya'nın birleşmesini gündeme getirdi. NATO üyeliği, Polonya ile sınır anlaşmazlığı gibi birçok çözüm bekleyen sorun olmasına karşın bu konuda önemli adımlar atıldı. 10 Mart 1990'da İki Almanya'nın üst düzey bürokratları arasında bu konuda ilk görüşme DAC başkenti Doğu Berlin'de gerçekleştirildi. Tek Almanya sorununda çözüm bulabilmek için "2+4 formülü" adı verilen iki Almanya ile II. Dünya Savaşı'nın galibi dört devletin birlikte toplanması kararlaştırıldı. Başbakan Kohl, iki Almanya'nın birleştirilmesi amacıyla kasım ayında bir plan teklif etti; 1990'da birleşme sürecini hızlandırdı ve para birliğini sağladı. Doğu Almanya'da yapılan çok partili seçimleri (mart 1990) muhalefet kazandı ve ADC parlamentosu kendini feshederek Almanya Federal Cumhuriyeti'ne katılma kararı aldı. 2/3 ekim 1990 gece yarısı iki Almanya fiilen birleşti.
Federal Almanya 1949'dan bu yana Marshall yardımıyla hızlı bir ekonomik gelişme gösterdi. Ulusal gelirin %41'inin geldiği sanayi kesiminde çalışan nüfusun %40,5'u çalışırdı. Almanya'nın bölünmesiyle kömür yataklarının hemen hemen tümü (Ruhr, Aix la Chapeller ve Saar) Federal Cumhuriyet'te kaldı. Linyit yataklarının nitelik bakımından en iyileri (Köln, Hessen), hidroelektrik tesislerinin, demir sanayinin ve sanayinin en büyük payı yine Federal Cumhuriyet'te kaldı. Almanya'nın bölünmesinden sonra ekonomik bünyesi fazla değişmeyen Federal Almanya sanayisini hızla yeniledi. Nazi döneminin sanayi yöneticileri, |
iki-üç yıllık cezalardan sonra yeniden işleri başına döndüler. Tarım alanında da gerçek anlamda bir değişiklik olmadı. Potsdam'da kararlaştırılan toprak reformu birkaç büyük işletme dışında uygulanmadı.
İran millî futbol takımı
İran millî futbol takımı, İran'ı uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. Kendi sahasındaki maçları 1970'de yapılan ve 100.000 kişilik olan Azadi Stadı'nda oynarlar.
1970 FIFA Dünya Kupası'na kadar herhangi bir kupada boy göstermeyen İran, ilk kez 1974 FIFA Dünya Kupası'na katılmak için elemelere katıldı ancak başarılı olamadı. 1978'de Arjantin'in düzenlediği kupaya katılmayı başaran İran, grupta Hollanda, İskoçya ve Peru ile eşleşti. İskoçya'dan 1 puan alan İran, Hollanda ve Peru'ya farklı kaybederek grubu sonuncu bitirerek elendi.
1979'da İran İslam Devrimi'nden sonra ülkede birçok alanda olduğu gibi futbol da önemini kaybetti ve bir kenara itildi. Asya Kupası'na katılım sürerken FIFA'nın Irak ile süren savaş yüzünden 1982 FIFA Dünya Kupası elemelerini tarafsız sahada oynatmak isteğini reddeden İran, elemelerden çekilme kararı aldı. 4 yıl sonra süren savaş ve ülkede artan yoksulluk nedeniyle mâli imkanlar bahane edilerek turnuvalara katılım gösterilmedi.
1990 ve 1994 Dünya Kupaları'na elemeleri geçemediği için gidemeyen İran, Fransa '98 öncesi uzun bir yolun ardından katılmayı başardı. Asya eleme grubunda Suudi Arabistan'ın ardından ikinci olan Persler, diğer grubun ikincisi Japonya ile eleme maçlarına çıktı ancak üstünlük sağlayan Japonya oldu. Dönemin kuralları gereği, Okyanusya elemelerinin kazananı olan Avustralya ile bir eleme daha oynadı ve 1-1, 2-2 biten maçların ardından deplasman golü avantajı ile kupaya katılım hakkı kazandı. Gruplarda Almanya, Yugoslavya ve ABD ile eşleşen İran, ABD'yi Ali Dayi ve Mehdi Mahdavikia'nın golleriyle 2-1 kazansa da, kupaya grup maçları sonunda veda etti.
2002 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Suudi Arabistan'ın arkasında kalan İran, ilk play-off maçında Birleşik Arap Emirlikleri'ni eledikten sonra İrlanda ile son play-off maçına çıktı. Dublin'de 2-0 kaybeden İran rövanşı 1-0 kazansa da, bu sonuç kupaya katılması için yeterli olmadı.
2006'da Almanya'nın düzenlediği kupaya da katılan İran, D Grubu'nda Portekiz, Meksika ve Angola ile mücadele etti. Angola'dan aldığı 1 puanla grup sonuncusu sonuncu oldu ve elendi. 2010′da ise elemelerde ilk grubu lider bitiren İran, daha sonra oluşturulan grupta 4. sırayı alınca Güney Afrika'ya gidemedi.
Avusturya eğitim kampı'na giden kadro: Temmuz 2016 itibaryla;
Nijerya millî futbol takımı
Nijerya millî futbol takımı, Nijerya'yı uluslararası organizasyonlarda temsil eden futbol takımıdır. FIFA'nın 12 Haziran 2006'da açıkladığı Dünya Millî Futbol Takımları sıralamasında 11. sırada yer almıştr. 3 Kez Afrika Uluslar Kupası'nı kazanmışlar ve FIFA Dünya Kupası'nda 2 kez son 16'ya kalmışlardır.
1990 yılında ev sahipliği yaptığı CEDEAO Kupası'nda finalde Senegal'i yenerek kupanın sahibi olmuştur.
Dünya Kupası'na ilk kez 1994'te katılan Nijerya, 2. Tura yükselmiş ve 1998 FIFA Dünya Kupasında, Bora Miltunović yönetiminde de aynı başarıyı tekrarlamıştır. Nijerya, Atlanta'daki 1996 Yaz Olimpiyatları'nda kazandığı altın madalya ile de tüm dünyanın dikkatlerini üzerine çekmişti.
2002 FIFA Dünya Kupası'nda "ölüm grubu" olarak adlandırılan, İngiltere, İsveç ve Arjantin'in bulunduğu F Grubu'na düşen Nijerya, grubu galibiyet alamadan, sadece İngiltere'yle berabere kalarak sonuncu olarak bitirdi ve turnuvaya ilk turda veda etti. 2006 FIFA Dünya Kupası'na katılma şansını averajla Angola millî futbol takımına kaptıran Nijerya, 2009'da Kenya'yı Martins'in 83. dakikada kaydettiği golle deplasmanda 3-2 mağlup ederek FIFA Dünya Kupası vizesini Tunus'un önünde elde etti. Güney Afrika'daki 2010 FIFA Dünya Kupası'nda, Arjantin, Arjantin ve Güney Kore'nin bulunduğu B Grubu'na düştü ve 2002'deki performansının bir benzerini sergiledi. Nijerya, ilk iki maçını kaybedip, son maçta berabere kalarak grubu yine galibiyet alamadan sonuncu olarak bitirdi ve ilk turda elendi.
Mali ve Lüksemburg'a karşı dostluk maçı için kadroya çağırılan futbolcular:
Nijerya, Afrika Uluslar Kupası'nı 1980, 1994 ve 2013'te olmak üzere üç kez kazandı. 2002, 2004, 2006, 2010 Afrika Uluslar Kupası'nda 3.lükler kazandı.
1995 FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda 4.lük kazandı.
General Dynamics
General Dynamics: Amerika Birleşik Devletleri patentli savunma şirketi. Türk Hava Kuvvetlerinin de kullandığı F-16 savaş uçaklarının asıl üreticisi. Birçok kişi F-16 projesini Lockheed Martin şirketinin sansa da aslında bu uçağın ilk tasarımı ve elektronik sistemleri General Dynamics isimli şirkete aittir.
Tarafsız bilgi
Bilginin her tür öznel etkiden bağımsız olarak varolabileceği varsayımına dayanan bilgi anlayışı. Özellikle Pozitivist ve ampirist bilgi anlayışlarında nesnel bilgi ile birlikte ileri sürülen ve aynı anlamı vurgulayan bir bilgi iddiasıdır söz konusu olan. Böylece her tür öznel bakış, çıkar, beklenti, yanlılık gibi etkilerin dışında kalarak bilginin ortaya çıkması talebi ve iddiasi söz konusudur burada.
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu anlayış, savunulamaz ve kuramsal olarak temellendirilemez olmuştur. Bilginin her zaman belirli bir kuramsal yapıya, belirli bir bakış açısına ya da öznenin öznel etkilerine ve tarihselliğe bağlı olduğu ileri sürülmüş, bu etkinin tamamen yalıtılacağı bir bilgi konumunun olmadığı açıklanmıştır. Bilgi/iktidar formülasyonu da başka bir yönden bilginin her zaman güç ile ilintili olarak var olduğunu göstermiştir.
Bilgi; her zaman "çıkarlar", "beklentiler", "alınmış konumlar", "bilinçdışı etkiler", "iktidar fonksiyonları", "geçmiş yüklemeleriyle" ve dolayısıyla da her zaman bir "yorumla" ve "yorumlamayla" ilintili bir konudur. Dolayısıyla tarafsız bilgi iddiası, kuramsal anlamı ve kanıtlanabilirliği olmayan bir önermedir.
Kızıl yanaklı su kaplumbağası
Kızıl yanaklı su kaplumbağası ("Trachemys scripta elegans"), Emydidae familyasına ait bir kaplumbağa alt türüdür. Kırmızı yanaklı su kaplumbağası veya Singapur kaplumbağası olarak da bilinen bu tür ve alt türleri Amfibik bir yaşama sahiptir ve evcil hayvan olarak dünyanın dört bir yanına yayılmıştır.
Kafalarının yan kısmında, bu türe adını da veren kırmızı, turuncu renkte şeritler vardır. Sarı şeritler olan alt türü "Trachemys scripta scripta" olarak bilinmektedir. Fiziksel yapıları ve bakımları alt türleriyle farklılık göstermez. Her ne kadar Türkiye'de Singapur kaplumbağası olarak bilinse de anavatanları Kuzey Amerika’nın güney bölgeleri olan, Florida ve Meksika’dır. Bugün milyonlarca kızıl yanaklı su kaplumbağasına ev hayvanı olarak evlerde bakılmaktadır. Evlerde bakılanlardan bazıları çeşitli nedenlerle yerleşim yerleri çevresindeki sulara bırakıldığından, anavatanı dışındaki pek çok yerde de yabani olarak yaşayan örnekleri mevcuttur. Bu yüzden dünya üzerinde geniş bir alana yayılmışlardır.
Ayırt edici özelliği, yanaklarındaki kırmızı, turuncu veya sarı tonlarındaki lekelerdir. Bu tür yaklaşık 1,5 kg’lık bir ağırlığa ve dişiler 35 cm, erkekleri ise 25 cm'e kadar bir uzunluğa ulaşırlar. Sağlıklı bir ‘kızıl yanaklı’ kaplumbağa akvaryumda beslendiğinde 30 yıl yaşayabilir. Bu sürede yavaşça büyür. Yaşamının ilk yılında 5–7 cm büyür. İkinci yılında ise 7–11 cm bir uzunluğa ulaşır. Üç yaşa gelince erkek 8–12 cm, dişi ise 9–15 cm büyüklükte olur. Dördüncü yılında ise erkek 10–14 cm, dişi ise 13–18 cm uzunluğa ulaşır. Beş yaşında bir erkek kaplumbağa 13 cm, dişi ise 17 cm büyüklüktedir. Büyüme hızı doğru bakıma ve beslenmeye bağlıdır. Ancak bu büyüklükler beslenme, bakım koşulları ve güneş görme ile oldukça farklılık gösterebelir.
Dişilerde kloaka kuyruk kökünde son bulur, erkeklerde daha uzaktadır ve erkeklerin kuyrukları daha kalındır, erkeklerde çiftleşmeyi kolaylaştırmak için karındaki kabuk çöküktür ve daha serttir ayrıca dişide kabuk altındaki desenler hem küçük hem de birbiriyle bağımsız desenlerdir erkekte ise bu desenler birbiriyle kaynaşmış ve daha büyüktür. Bunun yanında kaplumbağa 10 – 12 cm’ye ulaşmadan, yani 2-4 yaşına kadar cinsiyetinin anlaşılması oldukça zordur. 2 yaşına gelen erkek kaplumbağanın kuyruğunun epeyce daha uzadığı ve kalınlaştığı fark edilmektedir.
Yaygın bir evcil hayvan olan su kaplumbağaları, adının vurguladığının aksine yalnız suda yaşayan canlılar değildir. Amfibik yaşayışlı bu canlılar belirli iklim şartlarına bağımlı olduğundan kontrollü bir ortamın sağlanabileceği teraryumlarda bakılmalıdır. Egzersiz ihtiyaçlarını su içinde giderseler de, kuru bir zeminde dinlenme ve uyuma ihtiyacı da duyarlar. Ayrıca, kuru ve soğuk hava kolayca hasta olmalarına yol açabilir.
Küçük fanuslarda veya petshoplarda satılan plastik kaplarda beslenmeye çalışıldığında kısa sürede ölür. Bakımı kolay zannedilse de aslında oldukça özen isteyen bir iştir. Ortamlarına ve besinlerine dikkat edilmesi sağlıklarını doğrudan etkiler. Çoğu su kaplumbağası gibi kızıl yanaklı su kaplumbağası da omnivordur ve hem hayvansal hem de bitkisel besinleri tüketebilir. Zengin ve ihtiyacına uygun beslenmesi maksadıyla kıvırcık gibi taze bitki ve canlı yemle de beslemek mümkündür. Beslenmesi için kaliteli ve zengin karışımlardan imal edilmiş hazır yemler kullanılabilir. Özel vitamin takviyesi ve öğünlerinin kurutulmuş karides ile taze yemlerle zenginleştirilmesi şartıyla yeterli bir beslenme sağlanır. Diyetleri yaşlarına göre farklılık gösterir.
Bu canlılar sıcaklığa ve neme karşı oldukça hassastır. Teraryumda termostatlı ısıtıcılar ve havayı nemlendirecek tertibat bulundurulmalıdır. Yetersiz ortamlarda teraryumu çok çabuk kirleten hayvanlardır. Eğer çok sık su değişimi yapmak istenmiyorsa su miktarı çok olmalı ve bir su filtresi kullanılmalıdır.
Teraryum Host (Türkçe)
Ah Keşkem
Ah Keşkem, Raks Müzik'ten çıkan 1992 yapımı İbrahim Tatlıses albümüdür ve 2017'den itibaren Wertes Group Music tarafından dağıtılmıştır.
Kısım A
Kısım B
Gogen Yamaguchi
Gogen Yamaguchi (Japonca: 山口剛玄; d. 20 Ocak 1909 - ö. 20 Mayıs 1989), karatenin başlıca dört k |
olundan biri olan Goju Ryu'yu örgütleyen hoca.
Japonyanın Kyushu Adasının güneyindeki Kagoshima şehrinde doğdu. Gerçek adı Jitsumi'dir. Gençliğinde Savaş sanatlarına büyük ilgi duydu. Eğitiminin ilk yıllarında Japon Kılıç Sanatı Kendo çalıştı. Okinavalı marangoz ustası Maruta gözetiminde Karate'nin Goju Ryu stilini öğrenmeye başladı. Yamaguchi'nin özverili çalışmasınından etkilenen Maruta, ona bildiği her şeyi öğretti.
Gogen Yamaguchi, 1928'de Kansei Üniversitesinde ve 1929-1937 yılları arasında Kyotodaki Ritsumeikan Üniversitesinde Hukuk eğitimi aldı. İlk Karate derslerini eğitim aldığı bu üniversitede vermiştir. Dojosu kısa zamanda, ağır eğitimi ve yorucu nefes egzersizleri ile tüm şehirde ünlü oldu. O günlerde, Karate eğitimi belirli hareketler sırası sabit olan Kata ve Yakusoku Kumiteden oluştuğu için bir karşılaşma düzenleme imkânı yoktu. Yamaguchi, serbest dövüş olarak bilinen jyu kumite kurallarını ve puan sistemini oluşturdu. Bu kuralların bazıları günümüzdeki
modern karşılaşmalarda hala geçerlidir.
1931 yılında, 22 yaşındayken, Karatenin Goju Ryu stilinin kurucusu Chojun Miyagi ile tanıştı. Bu tanışma Yamaguchi'nin Karateye bakışını tamamen değiştirdi. Daha önce karatede sadece bedensel çalışmaya önem verirken, Miyagi Usta ile tanıştıktan sonra ruhsal gelişime de önem vermeye başladı. Yine Miyagi Usta tarafından, Karatedeyi oldukça sert çalışmasından dolayı Gogen(Sert) takma adı verilmiştir. 1951 yılında, Chojun Miyagi tarafından, 10.Dan onursal seviyesine layık görüldü ve Karate Sanatının En Büyük Ustaları arasında yerini aldı.
1938-1945 yılları arasında, askeri bir görevle Mançuryada kaldı. Günlerini her fırsatta yaptığı Karate ve zihinsel gelişim çalışmaları ile geçirmiştir. Japon-Rus savaşında esir düşerek Moğolistandaki bir kampa gönderildi. İki yıl çok ağır şartlar altında kaldı. Bu günleri, bedensel ve zihinsel yeteneklerin sınandığı dönemler olarak kabul etmiştir.
1950 yılında, Tokyoda Japonya Ulusal Goju Karate Federasyonunu kurdu. 1964 yılıdan ise Japonyanın bütün karate okullarının tek bir çatı altında toplandığı Japon Karate Federasyonunun kurulmasında önemli rol oynadı. O günlerde, Karate eğitimi belirli hareketler sırası sabit olan Kata ve Yakusoku Kumiteden oluştuğu için bir karşılaşma düzenleme imkânı yoktu. Yamaguchi, serbest dövüş olarak bilinen jyu kumite kurallarını ve puan sistemini oluşturdu. Bu kuralların bazıları günümüzdeki modern karşılaşmalarda hala geçerlidir.Serbest Dövüş kurallarını düzenleyerek, Karatenin Japonyada ve tüm dünyada daha popüler hale gelmesine neden olmuştur. Kataların daha kolay öğrenilmesi için adını verdiği başlangıç katalarını oluşturmuştur.
Karatenin zihinsel gelişim sağlayabilmesi için, Goju Ryu stiline Yoga ve Şinto dinine ilişkin ögeler katmıştır. Doğru nefes almanın verdiği konsantrasyon ile savaş sanatlarının özünün daha iyi kavranacağını ifade etmiştir. Bu yüzden Goju Ryu Karate, eşsiz olan Nefes Egzersizlerini(İbuki) eğitim sistemine sokmuştur.
Tekniklerindeki zerafet ve hız nedeni ile Kedi unvanını almıştır.
İmparator Hirohito tarafından 1969 yılında, Mavi Şerit( Ranju-Hosho) liyakat madalyasına layık görülmüştür.
Yamaguchi; Japon Savaş Sanatları Federesyonu Başkanı Prens Higashikuni tarafından, Başkan(Usta) unvanı ile Karate Bölüm Başkanlığına getirmiştir.
Mao takımı
Mao takımı (Mao Zedong), Çinde Sun Yat-sen-takımı (cin. 中山装/中山裝, Zhōngshān zhuāng „Zhongshan-takımı“) olarak biliniyor. İlk Çin cumhurbaşkanı Sun Yat-sen (çin. Sūn Zhōngshān), ile beraber 1911 yılında Çin Cumhurriyeti'nin kuruluş ile Çin'de kullanıldı ve Mao ile tüm dünyada ün kazanan bir takım.
South Park'taki hayalî markalar listesi
Esociformes
Esociformes, kemikli balıklar sınıfına ait bir balık takımı. En tanınmış üyesi turna balığıdır.
Tipik özellikleri uzun vücutları, vücutlarının çok arka kısmında kalan sırt ve anal yüzgeçleri ve çok hızlı yüzebilmelerini sağlayan büyük bir kuyruk yüzgecidir. Avlama teknikleride hızlı yüzebilmeleri üzerine kurulmuştur. Su bitkilerinin arkasına saklanırlar, ve avladıkları hayvan yaklaşınca aniden üzerine atlarlar. Diğer balıklardan, amfibyumlardan ve su kuşlarından beslenirler.
Esociformes takımı Salmoniformes takımı ile yakın akrabadır, ve Osmeriformes takımınıda aralarına alarak kemikli balıkların arasında Protacanthopterygii adlı ayrı bir alt-sınıf oluştururlar. Esociformes'lerin Salmoniformeslerden en önemli farklarından birisi yağ yüzgeçleri bulunmamasıdır.
Averaj
Averaj, aralarında puan eşitliği bulunan takımların birbirlerine göre üstünlüğünü belirlemek için attıkları ve yedikleri gollerin farkına dayalı kuraldır. Averaj sadece lig maçlarında değil, kupa maçlarında da uygulanmaktadır. Averaj sadece futbol da değil Eskrim ve birçok spor dalında kullanılır.
Eskrimde averaj bir maçta yaptığı ve yediği tuşların farkıdır. Bir oyuncu maça 5-4 yenilmişse oyuncunun averajı -1'dir ama aynı maçta yenen sporcunun averajı 1'dir.
Lityum iyon pil
Lityum iyon pil (Li-ion) bir çeşit yeniden doldurulabilir pil. Çoğunlukla elektronik araçlarda kullanılır. Ağırlıklarına-büyüklüklerine oranla verebildikleri yüksek enerji ile en iyi pil çeşitlerinden biridir ve yaygın olarak kullanılmaktadır.
Bu pillerde hafıza etkisi yoktur ve kullanılmadıkları zamanlardaki enerji kayıpları yavaştır. Uygunsuz kullanılmaları halinde tehlikeli olabilirler. Eğer gerekli önlemler alınmaz ise diğer pil türlerine göre ömürleri daha kısa olabilir. Daha gelişmiş lityum iyon pil tasarımları ise lityum polimer pil (lithium polymer cell) ve lityum titanat pil hücreleridir.
Lityum pil ilk olarak Gilbert N. Lewis tarafından 1912 yılında keşfedilmiştir. İlk yeniden doldurulamayan pil hücreleri ise 1970 lerin ilk yıllarında ortaya çıkmışlardır. Yeniden doldurulabilir lityum iyon pillerin piyasaya sürülebilmeleri yaklaşık 20 yıllık bir çalışmadan sonra mümkün olmuştur. İlk ticari versiyon 1991 yılında John B. Goodnogh yönetimindeki çalışma grubu Sony tarafından bulunmuştur.
Lityum iyon piller diğer kimyasallarla hazırlanan denklerine oranla sıklıkla çok daha hafiftirler. Bunun sebebi lityum iyon pillerin en üst seviyede doldurulabilme yoğunluklarıdır. Li ion piller küçük ve taşınabilirdir. Li iyon piller için hafıza etkisi sorunu yoktur, dolayısıyla bu pilleri şarj etmek için tam olarak boşalmalarını beklemek gerekmez. Ayrıca yine aynı nedenden dolayı şarjı yarıda kesmek pil için olumsuz bir etki yaratmaz.
Lityum iyon pillerin en belirgin kusuru kullanım ömürlerinin üretim tarihlerinden itibaren başlamasıdır. Üretildiklerinden sonra şarj edilseler de edilmeseler de ömürleri üretim tarihinden itibaren azalmaya başlamaktadır. Ancak bu kusur muhtemel müşterilere (topluma) pek duyurulmaz.
%100 şarj seviyesindeki ve çoğunlukla 25 °C derece sıcaklıkta bulunan tam dolu tipik bir dizüstü bilgisayar pili, geri dönüşü olmayacak şekilde her yıl kapasitesinin %20 sini kaybeder. Bu kapasite kaybı ürünün üretim tarihinden itibaren başlar ve pil hiç kullanılmasa bile devam eder. Değişik depolama/saklama dereceleri değişik pil ömrü kayıplarına yol açmaktadır. 0 °C derecede %6, 25 °C derecede %20 ve 40 °C derecede %35 kayıpla karşılaşılabilir.
Eğer lityum iyon pil %40 dolu olarak depolanırsa/saklanırsa pil kapasitesindeki kayıp değerleri düşer. Bu değerler %40 dolu pilde 0 °C derecede %2'ye, 25 °C derecede %4'e, 40 °C derecede ise %15'e düşer.
Eğer pil %0 a kadar boşaltılırsa bu durum "tam boşaltma" olarak adlandırılır ve bu durum pilin kapasitesini düşürür. Yaklaşık olarak 100 tam boşaltma pilin kapasitesinde %75 ten %80'e kadar bir kapasite kaybına yol açar. Dizüstü bilgisayarlarda ya da cep telefonlarında kullanıldığında bu kayıpların anlamı üç-beş yıllık bir kullanımın ardından pilin kapasitesinin kullanılamayacak kadar düşecek olmasıdır.
Li-iyon piller hafıza etkisinden etkilenmezler ancak nikel metal hidrür ya da nikel kadmiyum piller kadar uzun ömürlü değildirler. Hatalı kullanıldıklarında çok tehlikeli olabilirler. İleri kimya bilgisi ve gelişmiş çalışmalar gerektirdiklerinden çoğunlukla daha pahalıdırlar.
Lityum iyon piller yüksek ısıya ya da doğrudan güneş ışığına maruz bırakılırlarsa kolayca tutuşabilir ya da patlayabilir. Asla sıcak bir havada arabada bırakılmamalıdır.
2005 yılında farklı firmalar tarafından yeni gelişmeler kaydedilmiştir. Prototip pillerde, varolan lityum iyon pillerin üç katına kadar fazla enerji depolanabilirken tam doldurma süresi de 8 dakikaya kadar düşürülmüştür.
Reşit Karabacak
Reşit Karabacak (d. 5 Temmuz 1954, Erzurum) Türk güreşçisidir. Güreş sporuna 1973 yılında İzmir'de başlamıştır. Balkan Oyunları, Akdeniz Oyunları ve Avrupa Şampiyonası'nda birincilikleri ve Dünya Şampiyonası'nda dereceleri vardır. Milli Takım antrenörlüğü yapmıştır.
Aritmetik ortalama
Aritmetik ortalama, bir sayı dizisindeki elemanların toplamının eleman sayısına bölünmesi ile elde edilir. İstatistik bilim dalında hem betimsel istatistik alanında hem de çıkarımsal istatistik alanında en çok kullanan merkezi eğilim ölçüsü' dür.
"Aritmetik ortalama" matematiksel biçimde anakütle için μ ve örneklem için (formula_1) olarak ifade edilir.
"Aritmetik ortalama" hesaplaması için kullanılan formüller, anakütle büyüklüğü N ve örneklem büyüklüğü n olduğu kabul edilirse, şöyle verilir:
Anakütle aritmetik ortalaması:
Örneklem aritmetik ortalaması:
Örnegin, bir sınıftaki farklı kişilerin aldığı not veya sayının toplamının kişi sayısına bölünmesi aritmetik ortalamayı verir.
Bazen veriler daha önceden özetlenip sınıflara ayrılıp gruplanmışlardır. Bu gruplanmış veri özetine çokluk dağılımı adı verilmektedir. Bu halde N veya n sayıda veri dizisi m sayıda gruba ayrılmakta ve her grup belli bir minimum ve maksimum değerler arasında bulunan verileri kapsamaktadır. Böylece veriler bir çokluk tablosu veya frekans tablosu içinde m sayıda sınıf birinci sütunda ve her sınıf içinde bulunan çokluk (frekans) (formula_4 için formula_5) ikinci sütunda yer almaktadır. Bu tür özetlenmiş veri dizisi için bir yaklaşık aritmetik ortalama bulunabilir. Bu yaklaşık b |
ir değerdir çünkü her veri için gerçek x değeri değil, ancak sınıfsal ortalama (formula_4 için formula_7) kullanılmaktadır. Böylece çokluk dağılımlarında aritmetik ortalama hesaplanırken şu formüller kullanılır:
Anakütle ortalaması:
Örneklem ortalamasi
Aritmetik Ortalamanın bazı özellikleri aşağıdaki gibidir:
"Aritmetik ortalama" çok popüler olarak hesaplanıp kullanılmakla beraber bazı önemli dezavantajları bulunmaktadır.
Oküler
Oküler, mikroskop, teleskop vb. sistemlerde kullanılan gözün hemen önündeki akromat mercek grubudur. Asıl amacı önündeki mercek sisteminin renk ve şekil alanlarındaki kusurlarını asgariye indirerek kullanıcıya net bir görüntü sağlamaktır.
Oküler ayrıca günümüzde görüntü veren her cihazda görüntü kalitesini artırmak amacıyla kullanılmaktadır.
Kururunfa
Kanryo Higashionna tarafından Çinde olduğu süre içinde Ryu Ru Ko Usta tarafından bizzat öğretilmiş ve kendisi tarafından Okinavaya getirilmiştir. Goju Ryu stilinin kurucusu Chojun Miyagi tarafından değişiklikler yapılmıştır. Çindeki orijinalinin adı Kundun Dağındaki Şaolin tapınağından gelen Kun Fun Fandır.
Hızlı ve şaşırtmalı kaçışları ile çabuk hareketleri stratejisinde ön plana çıkar. Yana kaçışlar, zigzaglı hareketler ve zıplayarak şaşırtma üzerine egzersizler içerir. Bütün hareketleri hız ve esneklik üzerine kuruludur.
Osman Batur
Osman Batur (Kazakça: وسپان باتىر; Оспан батыр; 1899 - 29 Nisan 1951), Doğu Türkistan'ın bağımsızlığı için mücadele etmiş olan direnişçi lider. Altay Kazaklarındandır. 20. yüzyılın ilk yarısında Çinliler ve Ruslara karşı bağımsızlık mücadelesi vermiş ve 1951 yılında Çinliler tarafından idam edilmiştir.
Asıl adı Osman İslamoğlu'dur. "Batur" ona kahraman, cesur anlamında milletinin verdiği bir unvandır. 1899 yılında Altay'ın Köktogay bölgesinde Öngdirkara mevkiinde doğmuştur. Altay Kazaklarından orta halli bir çiftçi olan İslâm Bey'in oğludur. Göçebe Kazak hayatını yaşayarak büyüdü. 10 yaşından önce iyi bir binici ve usta bir avcı olan Osman Batur, savaş sanatının inceliklerini 12 yaşında hizmetine girdiği Kazak Türklerinden olan Böke Batur'dan öğrenmiştir. Böke Batur'un Çinlilere yenilmesi akabinde Böke Batur'un Tibet üzerinden Türkiye'ye ulaşmaya çalışırken yakalanıp başının kesilmesinden sonra doğduğu yerde 40 yaşına kadar çiftçilikle uğraştı. 1940 yılına gelindiğinde Çin yönetiminin baskılarını iyice arttırması üzerine silahını alarak tek başına dağa çıktı. Tek başına başladığı mücadeleyi 29 Nisan 1951'de Urumçi'de idam edilene dek sürdürdü.
1941 yılında Çinlilere ve Ruslara karşı mücadeleye başlayan Osman Batur bütün Altay topraklarının ve Doğu Türkistan'ın Çinlilerden ve Ruslardan kurtarılmasını amaç edinmişti. II. Dünya Savaşı yıllarında Doğu Türkistan topraklarındaki Türklere yönelik baskıların kuvvetlenmesi ile birlikte tepki hareketleri de kuvvet kazanmış ve Osman Batur'un yükselmesine zemin hazırlamıştı.
Altayları Çinlilerden temizlemeye başlayan Osman Batur, 1943 yılında hedefine ulaşmış gözüküyordu. 22 Temmuz 1943'te Bulgun'da yapılan törenle Osman Batur Altay Kazakları'nın Han'ı ilân edildi. 1945'e gelindiğinde Doğu Türkistan'da birkaç şehir haricinde kontrol Türklerin eline geçmişti. Durum Çinliler için artık tahammül edilemez ve tehlikeli bir hâl alınca Çin orduları bölgeye sert ve yoğun operasyonlar uyguladı. Targabatay ve Altaylardan çıkarılan Osman Batur mücadeleye otuz bin kişi ile başlamış olsa da 1950'ye gelindiğinde bu sayı yaklaşık dört bin idi. Alibek Hakim ve silah arkadaşlarının mücadelesi de vardı.
1951 yılında Kanambal'da sıkıştırılan Osman Batur esir düştü ve Urumçi'ye götürüldü.
Osman Batur, halk arasında dolaştırılarak teşhir edildi ve 29 Nisan 1951 tarihinde kurşuna dizilerek öldürüldü.
Uskumrugiller
Uskumrugiller (Scombridae), Perciformes takımının Scombroidei alt takımına ait balık familyası. 15 cins ve 51 türden oluşmaktadır. Bu familyanın ortak özelliği balıkların gözlerinin etrafında bulunan bir kemik halkacığıdır.
Bu familya ait balıkların iki adet sırt yüzgeçleri vardır. İkinci sırt yüzgeci ile kuyruk yüzgecinin arasında sıralanmış bir sürü çok daha kücük yüzgeçcikleri vardır. Kuyruk yüzgeçleri ayrık ve incedir. Ya hiç yoktur ya da çok küçük pulları vardır.
Aralarında boyu 20 cm'yi geçmeyenleri ve 4,58 m'ye kadar varanları bulunur. Bu rekor ölçü bir mavi kanatlı orkinoz'da ölçülmüştür.
Bu familyaya ait balıklar, açık denizin yırtıcı balıklarıdır, ve avlanırken büyük bir hız geliştirebilirler.
Bazı "Auxis", "Euthynnus", "Katsuwonus" ve "Thunnus" cinslerine ait olan orkinoslar ve bonitolar poikloterm olmalarına rağmen çevrili oldukları sudan birkaç derece daha yüksek olan bir vücut ısısına sahiplerdir.
Fishbase'de Scombridae (İngilizce)
Anguilliformes
Anguilliformes, (Müren balığı) kemikli balıklar sınıfına ait olan ve 360 yılana benzeyen ama yılanlarla akrabalığı olmayan balık türlerini kapsayan bir takım. Bu takıma ait türler neredeyse sadece denizde bulunurlar. Hepsi sadece geceleyin aktif olan yırtıcı balıklardır.
Çoğu türleri bütün dünyada yaygın tropik ve subtropik denizlerin hem Mercanlı sığ hem derin bölgelerinde yaşarlar. Sadece Anguillidae ailesine ait türler tatlısuda yaşayıp üremek için denize göç eder. Bunlardan sadece iki türü, "Anguilla anguilla" ve "Anguilla rostata" diğerlerinden daha kuzeyde, orta iklimli coğrafyalarda bulunur.
Bütün Anguilliformes balıklarının yılana benzeyen, uzun bir vücutları vardır. Sırt anal ve kuyruk yüzgeçleri balığın yılan şekline uyum sağlayarak birleşmiştir, ve balığın neredeyse bütün vucudunu saran tek bir yüzgeç oluşturmaktadır. Günümüzdeki türlerinde karın yüzgeçleri bulunmamaktadır, ama eski yılan balığı türlerinin fosillerinde bulunur. Omuriliklerinin eklem sayısı 260'a varanları vardır.
Anguilliformes balıklarının pulları yoktur, ve çoğunda yan çizgi bulunmaz. Sadece birkaç türde derinin altında küçük pullar bulunur. Diğer balıklarda bulunan bazı kafatası kemikleri anguilliformeslerde eksiktir.
Anguilliformes takımının filogenetik akrabalıkları henüz tamamen aydınlatılamamıştır. Çoğu sınıflandırmalarda üç alt takıma ayırılırlar: Anguilloidei, Congroidei ve Muraenoidei. Ve bunlarda kaynaktan kaynağa değişmek üzere 15 ila 25 familyaya ayrılırlar.
Malayca
Malayca (Malayca : بهاس ملايو/Bahasa Melayu) Malezya, Brunei ve Singapur'un resmî dilidir. Tayland, Filipinler, Endonezya gibi ülkelerde yaşayan Malezyalılar tarafından da konuşulmaktadır. Doğu Timor'da geçerli bir dildir. 20-30 milyon kişi tarafından konuşulduğu tahmin edilmektedir. Tayland-Hindistan kökenli bir dildir.
Epir
Epir, (, "Ípiros") Yunanistan'ın önemli Arnavut nüfusu bulunan batı kesimi. Günümüz Çamlık (Çamerya) bölgesidir. Ayrıca Epir kralı İskender'in doğduğu yerdir. İskender, Büyük İskender'in amcasıdır. İskender Bey'in başına taktığı kaskta Büyük İskender'in başına taktığı kaskı işaret etmektedir.
SMPP
SMPP (İngilizce Short Message Peer to Peer Protocol; Eşler Arası Kısa Mesaj Protokolü), telekominikasyonda, Harici Kısa Mesaj Varlıkları (ESME), Yönlendirme varlıkları (RE) ve Mesaj Merkezleri (SMSC) arasında kısa mesaj verisinin transferi için, esnek bir veri iletişim arayüzünün sağlanması amacıyla tasarlanan, özgür, endüstri standardı olan bir protokoldür. Genellikle üçüncü partilerde(haber organizasyonları gibi) toplu mesaj iletimini sağlamak amacıyla kullanılır. Dolayısıyla, UMTS, IS-95 (CDMA), CDMA2000, ANSI-136 (TDMA) ve iDEN gibi GSM olmayan SMS protokollerine destek verir. SMPP, SS7 ağlarının dışında, kısa mesaj değiş tokuşu için yaygın olarak kullanılır.
Genellikle GSM operatörleri ve katma değerli servis sağlayıcılar arasında toplu SMS gönderimlerinde kullanılır. Bir dış SMS servisi (ESME) SMPP kullanarak TCP/IP veya X.25 üzerinden kendi uygulama katmanında bir Servis Mesajı Merkezi (SMSC) ile SMS alışverişinde bulunabilir.
SMPP, başlangıçta küçük bir İrlanda şirketi olan ve daha sonra Logica'nın (firma parçalandı ve artık Acision olarak biliniyor) satın aldığı Aldiscon tarafından tasarlandı. Protokol, aslen geliştirici Ian J Chambers tarafından, SMSC'nin mesaj iletimindeki işlevselliğini SS7 kullanmaksızın test edebilmek amacıyla yaratıldı. 1999 yılında, resmen Logica SMPP'yi, önceleri adı SMPP Geliştiricileri Forumu olan, sonra The SMS Forum olarak adlandırılan (artık forum dağıldı) topluluğa teslim etti. SMPP protokolünün teknik özellikleri, 2007 yılı sonunda kapanan SMS Forum'un web sitesi sayesinde halen mevcuttur. SMPP sahipliği, SMS Forum'un dağılması ile tekrar Acision firmasına döndü.
SMPP geliştirimine ara verildi ve SMS forumu dağıldı. SMS forum websitesiden:
Temmuz 31, 2007 - Kar amacı gütmeyen, uluslararası kablosuz iletişim endüstrisinin yararı için, görevi SMS'i (Short Message Service) geliştirme, teşvik etme ve tanıtma olan SMS Forum, 27 Temmuz 2007 tarihi itibarıyla terhis ediliecektir.
Yapılan haberle ilişkili bir basın açıklaması, aynı zamanda bu sitenin kısa bir süre sonra askıya alınacağını uyarmıştı.Bunun aksine site uzun bir süre daha çoğu işlev ve özellikleri sunar durumdaydı (31 Ocak 2012'ye kadar).
SMS Forum'un eski teknik moderatörü ve ağ uzmanı olan Cormac Long'a göre site, çalışmasını durdurdu. SMPP tanımlamaları için Acision ile iletişim kurulması gerekir. Dosyalar ayrıca birçok diğer mevcut sitede mevcut olarak bulunabilir.
Protokol, PDU'ların (İngilizce "Protocol Data Units", protokol veri birimlerinin veya paketlerin) istek/cevap çiftlerinin OSI 4. katmanı bağlantıları (TCP oturumu veya X.25 SVC3) üzerinden takas edilmesine dayanır. PDU'lar verimli olmaları için ikili olarak kodlanmışlardır. Veri takası eş zamanlı olarak yapılabilir: Her eş gönderilecek her PDU için cevap bekler. Asenkron olarak da yapılması mümkündür: çoklu istekler bekleme olmaksızın gönderilebilir ve diğer eş tarafından düzensiz sırayla kabul edilebilir. İsteklere pencere adı verilir; en iyi performans için, iletişimde bulunan taraflar aynı pencere boyutu ile yapılandırılmış olmalıdır.
SMPP birçok çift-yönlü mesajlaşma fonksiyonunu destekler:
SMPP 3 ayrı bağlantı tipi suna |
r
Bir SMPP oturumu 5 ayrı durumda olabilir:
Dış SMS sistemi (ESME)'den SMSC'ye şu işlevler geçerlidir:
Bu fonksiyonların çağırılmasına karşılık SMSC cevap döner. (submit_sm_resp , cancel_sm_resp)
SMSC'den ESME'ye doğru geçerli işlevler ise :
SMPP standardı zaman geçtikçe gelişti. Çokça kullanılan SMPP sürümleri şunlardır:
Geçerli sürüme, bağlama komutundaki interface_version parametresi ile aktarılır.
SMPP PDU'su başlık ile başlar, gövde ile devam eder:
Her PDU bir başlık ile başlar. Başlık 4 alandan oluşur, her alanın uzunluğu 4 oktettir:
SMPP'de bütün sayısal alanlar ilk oktetin En Anlamlı Bit (MSB) olduğu, big endian sıralamayı kullanır.
Aşağıdaki örnekte 60 oktetlik submit_sm PDU'nun ikili kodlanmış hali bulunmaktadır. 16'lık oktetler halinde gösterilen veri, bu PDU'nun başlığının ve gövdesinin tekil döküm halidir.
Bu, SMPP özelliklerinin, submit_sm PDU'sunun tanımıyla bölge bölge nasıl ikili kodlandığını gösteren en iyi örnektir.
İlk tırnak içindeki terimler bölümün adını(command_length gibi), virgülden sonraki parantez içerisindeki rakamlar ve/veya harfler bölgeye karşılık gelen değeri ((60)), sonraki oktetler ise bu değerlerin ikili karşılığını (... 00 00 00 3C) temsil eder.
'command_length', (60) ... 00 00 00 3C
'service_type', () ... 00
Birçok kabuller olmasına rağmen, SMPP birkaç şüpheli özellik barındırır:
GSM 03.38'i temel alan SMPP 3.3'te data_coding değerleri bulunmasına rağmen, SMPP 3.4'ten beri GSM 7 bit varsayılan alfabesi için data_coding değeri yoktur.
SMPP 3.4 ve 5.0'a göre data_coding = 0, "SMSC Varsayılan Alfabesi" anlamına gelir. SMSC'nin türüne ve yapılandırmasına bağlı olarak kodlamaya tabi tutulduğunda gerçekten bu anlamı verir.
CDMA'daki C.R1001 standardı kodlamalardan biri olan Shift-JIS Japonca için kullanılır. SMPP 3.4 ve 5.0 Japonca için üç kodlama tanımlar (JIS, ISO-2022-JP ve Genişletilmiş Kanji JIS), fakat hiçbiri CDMA MSG_ENCODING 00101 ile tanımlanamaz. SMPP'deki Shift-JIS'de mesajları taşımak için Piktogram kodlama (data_coding = 9) kullanılır.
submit_sm başarısız olduğunda SMSC, sıfır olmayan bir command_status'un değeri ve "empty" message_id ile bir submit_sm_resp döndürür.
Meltem İnan
Meltem İnan (d 1973; Ankara), Türk gazeteci ve yazar.
1973 yılında Ankara'da doğdu. Babasın görevi nedeniyle çocukluğu İspanya'da geçti. İlkokulu Madrid'de, İnternational Primary School’da okuduktan sonra TED Ankara Koleji'nden mezun oldu (1989). Orta Doğu Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nin İngilizce Öğretmenlik bölümünde yüksek öğrenim gördü.
Gazetecilik mesleğine 1994 yılında, "32. Gün" programında başladı. Ardından Kanal D Haber Merkezinde bir yıl dış politika ve sanat muhabirliği görevlerinde bulundu. Bu dönemde Yunanistan Dışişleri Bakanı Yorgo Papandreu ile röportajı uzun süre gündemde kaldı. Kuzey Irak’taki çatışmalar sırasında savaş muhabirliği yaptı.
Bir süre ABD'de araştırmacı gazetecilik eğitimi aldıktan sonra Coşkun Aral tarafından hazırlanan Haberci belgeseli için beş yıl çalıştı; Afrika, Asya, Kuzey Amerika, Güney Amerika ve Avrupa kıtasında elliyiyi aşkın ülkede belgesel bölümleri hazırladı.
F-tipi cezaevlerinin Türkiye’de gündemde olduğu dönemde, Amerikan Eyalet Cezaevi'ne girmeyi başaran ilk gazeteci oldu ve bu belgesel bölümüyle, Coşkun Aral ile birlikte Çağdaş Gazeteciler Cemiyeti’nin "2002 En İyi Belgesel Ödülü'nü" aldı. Richard Gere ve 14. Dalai Lama ile yaptığı röportajlar dış dünya basınında geniş yer buldu.
NTV'de "Rota" isimli gezi programını hazırladı. Türkiye'nin dört bir yanını gezdiği ve ilginç yöreleri tanıttığı programda, değişik insan portrelerine yer verdi ve yok olmakta olan meslekler ile güzellikleri izleyicilerine aktardı.
Televizyon Programları aracılığıyla gezdiği ülke ve yörelerle ilgili yazı ve izlenimleri, Marie Claire, Mimoza, Harpers Bazaar ve FHM dergileri ile Yeni Yüzyıl ve Sabah gazetelerinde yayımlandı.
Yazarın gezi maceralarını topladığı "Anı Koleksiyoncusu" ve "İnsan Koleksiyoncusu" isimli gezi kitapları, "Yeni Bir Şiva" ve "Aynadaki Tanrı" isimli iki romanı bulunuyor.
Foobar2000
foobar2000, Windows için programlanmış ses oynatıcıdır. Programın yapımcısı Peter Pawlowski'dir. Açık kaynak kod ile programlanmıştır. Programın kaynak kodları foobar2000'in resmi sitesinde yayınlanmaktadır. foobar2000, kolay kullanım ve basit ara yüzüne sahip olması nedeni ile kullanımı hızla yaygınlaşmaktadır. Getirdiği birçok yenilik vardır. Kendi script dili sayesinde, pek çok özelleştirme seçeneği bulunmaktadır. Ayrıca foobar2000 için yazılmış, internette değişik sitelerden bulunabilecek eklentiler ile, birçok yeni özellik de eklenebilmektedir.
Didier Deschamps
Didier Deschamps (d. 15 Ekim 1968, Bayonne) orta saha mevkiinde görev yapmış Fransız eski futbolcu, teknik direktör. Fransa'nın teknik direktörüdür.
Futbolculuk hayatı boyunca 1989 - 2000 yılları arasında 103 kez Fransız millî formasını giydi ve bu maçlarda 4 gol attı. Oynadığı dönem, özellikle millî takımın kaptanı olduğu son dönemlerinde Fransa tarihinin en başarılı dönemini yaşadı.
Aktif futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlük yapmaya başlamıştır. Monaco'yı tarihinde ilk kez UEFA Şampiyonlar Ligi Finali oynattıktan sonra 2006 yılında yaşanan şike skandalı sonrası ikinci lige düşürülen Juventus'un başına geçmiş takımı tekrar Serie A'ya çıkarttıktan sonra görevinden ayrımıştır.2009-2010 sezonunda Marsilya'nın başına geçmiştir.
2009-2010 sezonunda Ligue 1'de bitime 2 hafta kala Olympique de Marseille ile şampiyonluğunu ilan etmiştir. Şu an Fransa A millî takımını çalıştırmaktadır.
Caretta caretta
Adi deniz kaplumbağası "(Caretta caretta)", denizlerde yaşar. Yumurtlamak haricinde karaya hiç çıkmaz. Sırt tarafı kırmızımsı kahverengi alt tarafı ise beyazımsı açık sarı renklidir. Bacakları yüzmeye yarayacak biçimde kürek biçimi almıştır ve dış kenarlarında en fazla 2 tırnak bulunur. Oksijeni havadan almasına rağmen uzun süre su altında kalabilir. Yumurtalarını gece kumsallarda açtıkları çukurlara gömerler. Bir defasında 100 yumurta bırakabilir (162'ye kadar tespit edilmiştir). Yavrular 2 aylık kuluçka döneminden sonra gece vakti yumurtadan çıkarak denize giderler.
Akdeniz sahillerine yayılmıştır. En önemli yumurtlama bölgesi Adana'nın Yumurtalık ilçesi ve Belek, Anamur, Köyceğiz, Dalyan sahilidir. Belek kıyıları, Caretta caretta'ların Akdeniz'deki ikinci (Yunanistan'ın Zakintos adasının ardından) ve Türkiye'nin en büyük yumurtlama alanıdır. 2006 yılı içinde Belek'te ise 1000 civarında, Anamur'da 2007 yılında 1040 adet yuva tespit edilmiş ve koruma altına alınmıştır. Kabuk boyları 1 metre kadar büyüyebilir. Balıklar, kabuklular ve su canlıları (özellikle deniz anaları) ile beslenir.
Yaklaşık 106 milyon yıldır yeryüzünde oldukları düşünülmektedir. İnsanoğlunun yerleşme ve çoğalma kapasitesi yüzünden ve ışık kirliliği nedeniyle bugün sayıları giderek azalmaktadır . Nesli tükenme altında olduğu için koruma altında tutulmaktadır.
Neve Şalom Sinagogu
Neve Şalom Sinagogu, İstanbul'un Beyoğlu ilçesinin Karaköy semtinde, Büyük Hendek Caddesi’nde yer alan Türk Yahudilerinin başlıca ve en ünlü sinagogu. 1951 yılında ibadete açılan Neve Şalom Sinagogu ayrıca cemaat'in en yeni sinagogu. İstanbul'daki sinagogların en büyüğü olan Neve Şalom Sinagogu ise yapılması için 1949'da yıkılan Birinci Karma Yahudi İlkokulu tören salonundan dönüştürülerek inşa edilmiştir. Mimarları genç Türk Musevileri Elyo Ventura ve Bernar Motola'ydı. Sinagog 25 Mart 1951'de o dönemin Türkiye Musevilerin hahambaşısı Rafael Saban tarafından, üst düzey siyasetçiler ve cemaat üyelerinin katıldığı büyük bir törenle açıldı.
İstanbul'daki diğer sinagogların aksine çok faal olan sinagogda Şabat (Yahudi ayini), düğünler, cenazeler, Bar Mitsvalar, Sünnet ve dini bayramlar düzenlenir.
Neve Şalom Sinagogu üç kere kanlı terör saldırılarına hedef oldu: 6 Eylül 1986, 1 Mart 1992 ve 15 Kasım 2003.
Marge Simpson
Marjorie "Marge" Simpson (kızlık soyadı Bouvier), animasyon televizyon dizisi "Simpsonlar"da yer alan ve söz konusu ailenin üyesi olan kurgusal bir karakterdir. Julie Kavner tarafından seslendirilmektedir ve ilk kez 19 Nisan 1987 tarihinde "The Tracey Ullman Show" kısası "Good Night"ta göründü. Marge, James L. Brooks'un ofisinin lobisinde beklemekte olan Matt Groening tarafından yaratıldı. Groening, "Life in Hell"e dayanan kısalardan oluşan bir diziyi sunmak için çağırılmıştı fakat Groening, bunun yerine bir dizi yeni karakter oluşturdu. Karaktere annesi Margaret Groening'in adını verdi. "The Tracey Ullman Show"da üç sezon yayınlandıktan sonra, Simpson ailesi 17 Aralık 1989 tarihinde Fox kanalında yayınlanmaya başlanan kendi dizisine sahip oldu.
Marge, Simpson ailesinin iyi niyetli ve aşırı sabırlı annesidir. Kocası Homer ile birlikte üç çocuğu vardır: Bart, Lisa ve Maggie. Marge, ailesindeki ahlaki güçtür ve sık sık Simpson ailesindeki düzeni devam ettirmeye çalışarak var olan tuhaf davranışlarda ortak bir yol bulmaya çalışır. Genelde stereotip televizyon annesi olarak betimlenmekte ve sık sık "TV anneleri" hakkında olan listelerin zirvesinde yer almaktadır. "Simpsonlar"la ilgili video oyunlarında, "Simpsonlar Sinema Filmi'nde", The Simpsons Ride'da, reklamlarda, çizgi romanlarda yer aldı ve geniş bir ticarî alana ilham verdi.
Marge'ın kendine özgü kovan şeklindeki mavi saçı, "Frankenstein'ın Gelini"nden esinlenildi ve Margaret Groening'in 1960'larda yaptığı saç stiliydi. "The Tracey Ullman Show"un orijinal kast üyesi Julie Kavner'ın karakteri seslendirmesi istendi böylece karaktere dublaj yapacak başka bir seslendirme sanatçısına ihtiyaç duyulmadı. Kavner, Marge'a yaptığı seslendirme ile 1992 yılında aldığı bir Primetime Emmy Ödülü dahil olmak üzere birçok ödül kazandı. Ayrıca "Simpsonlar Sinema Filmi"ndeki performansıyla Animasyonda En İyi Seslendirme dalında bir Annie adaylığı elde etti. 2000 yılında, Marge tüm Simpson ailesiyle birlikte Hollywood Bulvarı'nda bir yıldız ile ödüllendirildi.
"Simpsonlar", karakterlerinin bir yaşı olmadığı ve her daim şimdiki yılda olduğunu |
farz eden bir yerleşik zaman çizgisi kullanmaktadır. Birçok bölümdeki olaylar, ardışık bölümlerde çelişmesine rağmen spesifik zaman periyotlarına bağlanmaktadır. Marge Simpson, Homer'ın eşi ve Bart, Lisa ve Maggie Simpson'ın annesidir. Ebeveynleri Jacqueline ile Clancy Bouvier tarafından büyütüldü. Homer'ı onaylamadığını her daim belirten Patty ve Selma adlarında iki kız kardeşi vardır. "The Way We Was" (ikinci sezon, 1991) bölümündeki flashback, Marge'ın Springfield Lisesi'nde okuduğunu ve son senesinde Homer Simpson ile tanıştığını gösterir. İlk zamanlarda Homer'a karşı ihtiyatlı davranır. Artie Ziff ile gideceği öğrenci balosuna, Homer ile gitmeye söz verir ve Artie'yle gitmekten pişmanlık duyarak Homer ile geceyi bitirir. Çiftin uzun bir süre flört etmesinden sonra, Marge, Bart'a hamile olduğunu fark eder ve Homer ile Marge, küçük bir düğün kilisesinde evlenir. Bart, kısa bir süre sonra doğar ve çift, ilk evlerini satın alır. "That 90's Show" (19. sezon, 2008) bölümü, yayınlanmış birçok geçmiş öyküyü yalanlamaktadır; örneğin, eski bölümler Lisa'nın 1980'lerde doğduğunu ileri sürerken bu bölümde Marge ile Homer'ın 1990'ların başında çocuksuz olduğu gösterilmektedir.
Birçok "Simpsonlar" karakteriyle birlikte Marge'ın yaşı, hikâyenin sunuluşuna göre değişmektedir. Birinci sezondaki (1990) "Life on the Fast Lane" ile "Some Enchanted Evening" bölümleri, Marge'ın 34 olduğunu söylemektedir. "Regarding Margie" (17. sezon, 2006) bölümünde Homer, Marge'ın kendisiyle aynı yaşta olduğundan bahseder yani Marge, neredeyse 36 ile
40 yaş aralığındadır.
Marge, dizinin çoğu bölümünde işsizdir, ev hanımı olmayı ve ailesine bakmayı seçer. Ancak, dizide tek bölümlük birçok meslek edinmektedir. "Marge Gets a Job" (dördüncü sezon, 1992) bölümünde Springfield Nükleer Santrali'nde Homer ile birlikte nükleer teknisyeni, "The Twisted World of Marge Simpson" (sekizinci sezon, 1997) bölümünde kendi tuzlu kraker işinin sahibi, ve "Sex, Pies and Idiot Scrapes" (yirminci sezon, 2008) bölümünde erotik bir pastanede çalışır. Marge, ev kadını rolünden memnun olmadığını dile getirmese de, bundan sıkılmaya başlamaktadır. "The Springfield Connection" (altıncı sezon, 1995) bölümünde Marge, hayatında daha fazla heyecana ihtiyaç duyduğundan polis memuru olmaya karar verir. Fakat bölümün sonunda yolsuzluklardan rahatsız olur ve işten ayrılır.
Matt Groening, Marge ve tüm Simpson ailesini 1986 yılında yapımcı James L. Brooks'un ofisinin lobisindeyken tasarladı. Groening, "The Tracey Ullman Show" için kısalardan oluşan bir animasyon dizisini sunması için çağrılmıştı ve "Life in Hell" çizgi dergisinin bir uyarlamasını sunmayı planladı. "Life in Hell"'in canlandırılması çalışmasının yayın haklarından feragat etmesine neden olduğunu fark edince başka bir yöntemde karar kıldı ve kendi ailesindeki üyelerin adlarını verdiği karakterlere sahip disfonksiyonel bir aile taslağını aceleyle çizdi. Karaktere biraz benzediği söylenen Marge'ın adı, Groening'in annesi Margaret "Marge" Groening'den gelmektedir ve bu, "insanların sizin çizgi karakter olduğunuzu düşünmesi cidden garip." diyerek belirtildi. Marge'ın kovan saç şekli, "Frankenstein Gelini" filminden esinlenildi ve bu tarz, Margaret Groening'in 1960'lar boyunca yaptığı saç tarzıydı fakat Groening'in saçı hiçbir zaman mavi renginde olmadı.
Marge, 19 Nisan 1987 tarihinde tüm Simpson ailesiyle birlikte ilk defa "The Tracey Ullman Show" kısası "Good Night" bölümünde göründü. 1989 yılında kısalar, Fox kanalında yayınlanacak yarım saatlik bir dizi olarak "Simpsonlar"'a uyarlandı. Marge ve Simpson ailesi, bu yeni şovdaki ana karakterler oldular.
Matt Groening, Marge'ın seçildiği bölümlerin, yazılması en zor bölümler arasında olduğunu düşünmektedir. Bill Oakley, kendisine ve yazı partneri Josh Weinstein'a ilk sene boyunca Marge'ın merkezde olduğu bölümlerin yazılması birçok defa verildiğinden dolayı bu bölümlerin genellikle "ast" yazarlara verildiğini düşünmektedir. Şovun üç sezonu boyunca çoğu senarist, Bart ile Homer'a odaklandı ve bundan dolayı David M. Stern, "Homer Alone" (üçüncü sezon, 1992) adıyla yayınlanan bir Marge bölümü yazmaya karar verdi. Stern, Marge'ın ruhsal bir çöküntüde olduğunu anlatan bölümde komedinin "derinleyici [bir] tarzı"nı başardıklarını düşündü ve James L. Brooks, bölümü çabucak onayladı.
Tüm Simpson ailesi, siluetlerinden tanınacakları şekilde tasarlandılar. Aile, kabaca çizildi çünkü Groening, eskizleri animatörlere gönderirken bunların animatörler tarafından düzenleneceğini sanıyordu fakat animatörler bunu yapmak yerine sadece çizimleri kopyaladılar. Marge'ı çizmede animatörler, Lisa ile Maggie'de kullandıkları yöntemin benzerini kullanarak bir yuvarlak çizmek ile işe başladılar. Ardından biri yuvarlağın ortasında, diğeri başın yan tarafında olmak üzere gözler kabaca çizildi. Daha sonra burun ve dudak çizildi. Marge'ın saçı, yuvarlak alanın dışına uzayacak şekilde şeklin en üstünde çizildi. Matt Groening'e göre, Marge'ın saçının arkasındaki orijinal fikir, saçın uzun tavşan kulakları gizlemesiydi. Şovun final bölümünde bu şakanın açıklanması düşünülüyordu fakat tutarsızlıklardan ötürü, şaka vaktinden evvel atıldı, ayrıca tavşan kulaklar, Simpsonlar için oldukça uydurma olacaktı.
Marge'ın dublajı, aynı zamanda karakterin annesi Jacqueline ile kız kardeşlerini de seslendiren Julie Kavner tarafından yapılmaktadır. Kavner,"The Tracey Ullman Show"'dan beridir kastın düzenli bir parçasıdır. Kısalar için seslendirmeye ihtiyaç duyulduğunda yapımcılar başka seslendirme sanatçıları tutmaktansa kast üyesi Dan Castellaneta ile Kavner'a, Homer ile Marge karakterlerine dublaj yapmalarını sormaya karar verdiler. Kavner'ın kontratının bir bölümünde Kavner'ın hiçbir zaman videoda Simpsonlar'ın promosyonunu yapmak zorunda kalmayacağı yazmaktadır ve Kavner, umumi yerlerde nadiren karakterin seslendirmesini yapmaktadır çünkü bunun "illüzyonu ortadan kaldırdığını" ve "insanların, bunların gerçek kişiler olduğunu hissettiğine" inanmaktadır. Kavner, kayıt oturumlarını ciddiye almakta ve seslendirme sanatının, canlı sanattan biraz daha sınırlandırıcı olduğunu, karakterinin hareketleriyle yapabileceği bir şey olmadığını düşünmektedir.
Marge'ın kulak tırmalayıcı sesi, "ses tellerindenki yumru"dan ötürü "tatlı çakıl bir sese" sahip olduğunu belirten Kavner'ınkinden sadece az biraz farklıdır. Marge, Kavner'ın bilinen en ünlü karakteriyken, onun favori karakterleri ise "aynı anda hem eğlenceli hem üzgün" olduklarını düşündüğü Patty ve Selma'dır. "Simpsonlar Sinema Filmi"'nde, Marge'ın video mesajı gibi bazı sahneler yaklaşık yüz defa kaydedilerek Kavner'ı bitkin hale getirdi.
1998 yılına kadar Kavner, bölüm başına 30.000 dolar aldı. 1998'deki ödeme tartışmasında Fox, şovun ana kast üyelerini, yerlerine yeni aktörler getireceğini belirterek tehdit etti hatta yeni kast üyelerinin hazırlanılmasına kadar gitti. Tartışma kısa sürede çözüldü ve seslendirme sanatçılarının bölüm başı 360.000 dolar talep edecekleri 2004 yılına kadar Kavner, bölüm başına 125.000 dolar aldı. 2004 yılındaki sorun bir ay sonra çözüldü ve oyuncu, bölüm başına 250.000 dolar aldı. 2008 yılındaki maaş görüşmelerinden sonra dublaj ekibindekiler bölüm başına yaklaşık 400.000 dolar almaya başladı.
Marge, genellikle klişe bir sitcom annesidir ve çocuklarının maskaralıklarına, kaba saba kocasına tahammül eden "sabırlı eş"i oynamaktadır. Genellikle ailesinin problemlerine olumlu tavırla yaklaşırken, "Homer Alone" (üçüncü sezon, 1992) bölümünde iş yükü ve stresten ötürü ruhsal bir çöküntü yaşar. Ailesi ise yokluğunun üstesinden güç bela gelirken Marge, "Rancho Relaxo"da zaman geçirdikten sonra yenilenmiş olarak geri döner ve herkes, ona gereğinden çok yardım edeceklerine dair söz verir. Marge, sık sık Homer için köklü bir fikir üretir ve çiftin evlilikleri çoğunlukla sallantıdadır. Marge, "evliliklerine fazlasıyla katlandığını" düşünmektedir ve Homer'ı zaman zaman terk eder ya da kapı dışarı eder. Bunu betimleyen ilk bölümlerden biri olan "Secrets of a Successful Marriage"ta (beşinci sezon, 1994), başarılı bir evliliğin nasıl inşa edileceği konusunda Homer bir yetişkin sınıfına ders vermeye başlar. Başlarda başarısız olur fakat çoğunluğunda Marge'ı ilgilendiren aile sırlarını anlatmaya başlayınca sınıfın ilgisini elde etmeyi başarır. Bu açığa çıkınca Marge öfkelenir ve Homer'ı evden kovar. Sonraki gün Homer kirli ve darmadağınık bir haldedir ve Marge'a onu eve geri alması için yalvarır, hiç kimsenin "tamamen ve hep bağlı" kalamayacağını ona söyler. İlk başlarda Marge bunu bir artı olarak algılamaz fakat er geç şöyle itirafta bulunur: [Homer] "gerçekten bir kadına gereksinim duyulduğunu göstermekte." Evlilikle ilgili problemleri anlatan bölümler, şovun sonraki sezonlarında daha sık işlenmeye başlandı. Hepsinde Marge, örneğin çekici Fransız Jacques'e karşı koyduğu ve yerine Homer'ı seçtiği "Life on the Fast Lane" (birinci sezon, 1990) gibi bölümlerde ayartılmaya çalışılmasına rağmen Homer'a sadıktır.
Marge, Bart'a karşı umursayan, anlayış gösteren ve çocuğunu özenle yetiştiren bir annedir fakat ondan "ele avuca sığmaz bir çocuk" olarak bahsetmekte ve sık sık oğlunun yaramazlıklarından ötürü mahcup olmaktadır. "Marge Be Not Proud" (yedinci sezon, 1995) bölümünde, Bart'a aşırı annelik yaptığını düşünmektedir ve mal çalarken yakalanmasından sonra ona karşı daha soğuk davranmaya başlar. Bölümün başında Bart, "aşırılı anneliği" protesto eder fakat ona karşı soğuk davranılmaya başlanınca kendini suçlu hissederek annesiyle barışır. Marge, "küçük özel oğlu" için anlayış göstermektedir ve çoğu zaman oğlunu savunmaktadır. Bir defasında "Biliyorum, Bart zor bir çocuk olabilir fakat içindekini de biliyorum. Bir kıvılcıma sahip. Bu kötü bir şey değil. Tabii ki, bu ona kötü şeyler yaptırıyor." der. Marge'ın Lisa ile iyi bir ilişkisi vardır ve ikili, tamamen iyi geçinmektedirler. Marge, Maggie'nin kendisine sıkıca sarılmasını ve bağımlı olmasını sağlayan bir annelik göstermektedir. "Midnight Towboy" (on dokuzuncu sezon, 1997) bölümünde Marge, Maggie'yi da |
ha bağımsız hale getirmede yardım edecek bir uzman tutar. Ancak Maggie, Marge'a nadiren ihtiyaç duyacak kadar fazla bağımsızlaşır. Marge, Maggie'yi özlemeye başlar fakat bölümün sonunda Maggie, annesine tekrar ihtiyaç duyar. Marge, annesi Jacqueline ile kız kardeşleri Patty ve Selma ile iyi bir ilişki sergilemektedir. Patty ve Selma, Homer'ı onaylamamaktadırlar ve Homer'a karşı seslerini çıkarmaktan çekinmezler. Marge, eleştirilerine tahammül etmekte fakat onlara karşı bazen sabrını yitirmektedir, bir defasında kız kardeşlerini "gülyabani" olarak adlandırır. Marge'ın babası Clancy, dizide nadiren yer almaktadır ve şu ana kadar sadece iki bölümde konuşurken göründü. "Fear of Flying" (altıncı sezon, 1994) bölümünde Clancy, Marge'a pilot olduğunu söyler fakat gerçekte bir uçuş görevlisidir. Marge, bir gün bunu fark eder ve onda, uçuş korkusu belirir. Clancy, o bölümden beridir konuşurken görülmedi. "Jazzy and the Pussycats" (on sekizinci sezon, 2006) bölümünde Homer, bir defasında Clancy'nin cenazesinde hazır bulunduklarından önemsiz bir şekilde bahseder.
Bir defasında şiddete başvuran "Kıymık ve Tırmık Show"'a karşı aile değerlerinin savaşımına önderlik yaparak ve "Citizens' Committee on Moral Hygiene"nin dikkat çeken bir üyesi olarak Marge, diğer karakterlerden daha fazla ahlâk sahibidir. Sık sık herhangi bir nedenle kasabanın sesi olur fakat kasaba halkının çoğu onu engeller. Marge, kiliseye katılımı teşvik eden tek aile üyesidir. "Homer the Heretic" (dördüncü sezon, 1992) bölümünde Homer, kiliseye gitmemeye başlar ve Marge, ona "beni erkeğim ile Tanrım arasında seçim yapmaya zorlama çünkü kazanamazsın." der. "Lisa the Skeptic" (dokuzuncu sezon, 1997) bölümünde bir "melek iskeleti" bulunur, Lisa durumdan oldukça kuşkulanır. Lisa'nın onun bir melek olduğuna inanan insanlar hakkında konuşmasıyla Marge, kızına kendisinin de onun bir melek olduğuna inandığını söyler. Lisa'ya "Gördüğümüzden daha fazla yaşam olmalı, herkes inanacağı bir şeylere ihtiyaç duyar." der. Ahlâkına karşın, Marge kumar alışkanlığı gibi kötü alışkanlıklarla mücadele etmektedir. Marge, bağımlılığının üstesinden gelmeyi öğrenirken onun tamamen yok olmadığını ve şovda mevzu bahis olan problem zaman zaman ortaya çıkar.
Politik olarak Marge genellikle Demokrat Parti taraftarıdır, eyaletin ileri düşünceli valisi Mary Bailey'i destekler ve başkanlık seçimlerinin her ikisinde de Jimmy Carter'a oy verir.
44. Primetime Emmy Ödülleri'nde Kavner, üçüncü sezonun "I Married Marge" bölümündeki Marge dublajı ile bir Primetime Emmy Ödülü kazandı. 2004 yılında, Kavner ve Dan Castellaneta (Homer'ın sesi) "TV Dizilerindeki En Popüler Anne & Baba" dalında bir Young Artist Ödülü kazandı. "Simpsonlar Sinema Filmi"ndeki performansıyla Kavner, "Animasyonda En İyi Seslendirme" dalında 2007 Annie Ödülleri'ne aday gösterildi fakat ödülü "Ratatouille" filmindeki performansıyla Ian Holm kazandı. Kavner'ın filmdeki duygusal performansı olumlu yorumlar aldı ve bir eleştirmen şöyle dedi: "Kavner, en içten performansını sergiledi." Marge'ın merkezde olduğu birçok bölüm "En İyi Animasyon Programı" dalında Emmy Ödülleri'ne aday gösterildi, bu adaylıklara 2004 yılında "The Way We Weren't" ile 1990 yılında ödülü kazanan "Life on the Fast Lane" bölümleri dahildir. 2000 yılında, Marge ve tüm Simpson ailesi Hollywood Bulvarı'nda bir yıldız ile ödüllendirildi. Marge, tüm zamanların en iyi televizyon anneleri listelerinde en üst sıralarda yer aldı. 1994 yılında "Entertainment Weekly"'nin listesinde birinci sırada; 2005 yılında Fox News'in listesinde birinci sırada; 2008 yılında CityNews'in listesinde sekizinci sırada ve "Time"'ın "Her Daim En İyi 10 Anne" listesinde yer aldı. 2004 yılında Birleşik Krallık'ta yapılan bir ankette, oy verenler tarafından Marge "en saygıdeğer anne" olarak adlandırıldı.
Dindar yazar Kenneth Briggs, "Marge, benim azizlik adayımdır [...] Gerçek hayatta yaşıyor, krizlerle, kusurlu insanlarla yaşıyor. Affediyor ve kendi hatalarını yapıyor. Affeden ve seven bir insan [...] tamamen bir azize gibi."
"People"'ın 1 Ekim 1990 tarihli sayısında ABD'nin sonraki First Lady'si Barbara Bush ile yapılan bir röportaj yer almaktaydı. Makale şu pasajı içermekteydi: "[Barbara Bush] "America's Funniest Home Videos"'u seviyor fakat "Simpsonlar" örneğinde şaşırtıyor. '[Simpsonlar] gördüğüm en aptal şey' diyor, 'fakat bir aile mevzuu ve tahmin ediyorum ki o masum'". Dizinin yazarları, 28 Eylül'de Bush'a cevap olarak Marge'ın ağzından kibar bir mektup yollamaya karar verdiler. 9 Ekim'de Bush mektuba şöyle cevap verdi: "Sevgili Marge, bana mektup göndermenizden onur duydum. Aklınızdakileri bana anlattığınız için size minnetarım. Aptalca, bir tanesinin ["akıl"'ı kastediyor] sizde de olduğunu düşünmemişim. Şu anda bir resminize bakıyorum... Plastik bir kupanın üzerine resmedilmiş... mavi saçınızın dört bir yanında uçuşan pembe kuşlarla. Belli ki, siz ve büyüleyici aileniz - Lisa, Homer, Bart ve Maggie — kamp yapıyorsunuz. Bu çok güzel bir aile sahnesi. Açıkçası, siz ülkenin geri kalanı için iyi bir aile örneği ortaya koyuyorsunuz. Lütfen düşük çenem için beni bağışlayın."
2002 yılında, Seattle Monorail Project karşıtları protestolarında "Marge vs. the Monorail" bölümünü göstermeyi planladılar. Gelen şikayetlerden sonra, 20th Century Fox, protestonun organizatörlerine bir mektup göndererek bölümü telif nedenleriyle gösteremeyeceklerini belirtti. 2004 yılında, Birleşik Krallık'ın Channel 4 kanalında geleneksel olarak yayınlanan, aynı zamanda Kraliçe Elizabeth'in de yılbaşı mesajını verdiği alternatif yılbaşı mesajlarında Marge da yer aldı.
9 Nisan 2009 tarihinde, ABD Posta Servisi, Marge ile diğer dört Simpson üyesinin yer aldığı 44 sentlik posta pulunu tanıttı. Simpsonlar, prodüksiyonda iken posta pulu üzerinde yer almayı başaran ilk TV dizisi karakteri oldular. Pullar, Matt Groening tarafından tasarlandı ve 7 Mayıs 2009 tarihinde satışa çıktı.
Marge, tişörtler, baseball şapkaları, etiketler, buzdolabı mıknatısları, anahtarlıklar, düğmeler, oyuncaklar, posterler gibi "Simpsonlar"'la ilgili çok sayıda üründe yer aldı. 2007 yılındaki "The Simpsons Game" dahil olmak üzere tüm "Simpsonlar" video oyunlarında yer aldı. Televizyon dizisinin yanı sıra Marge, ilk kez 29 Kasım 1993 tarihinde yayımlanan aylık dergi "Simpsons Comics" sayılarında da düzenli olarak yer aldı. Marge ayrıca 2008'de Florida ile Hollywood Universal Studios'da kurulan The Simpsons Ride'da da rol aldı.
Marge, çoğu popüler animasyon kadın karakterlerinin yer aldığı reklam serisi için normal kovan saçı, daha şık olarak değiştirildi. 2005 yılında Dove Styling reklamlarında yer aldı.
Ekim 2009'da, Marge'ın "Playboy" dergisinin kasım sayısının kapağında yer alacağı açıklandı. Belirtilen sayı, 16 Ekim 2009'da ilk defa yayımlandı. Kapağın yanı sıra "The Devil in Marge Simpson" ("Marge Simpson'ın içindeki Şeytan") başlıklı yazı ile üç sayfaya dağılan resimler, "Simpsonlar"'ın 20. yıldönümünün kutlama etkinliklerindendir ve daha genç okuyucuları çekmeyi amaçlamaktadır. "Playboy Enterprises"'ın yönetici şefi Scott Flanders, kapağın ve orta sayfadaki içeriğin biraz esprili olduğunu belirtti. Darine Stern'in Ekim 1971'deki kapak resmi, Playboy Kasım 2009 sayısına ilham oldu.
Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi
Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi, Ankara'da yer alan Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin merkez hastanesi. Ankaray Beşevler istayonuna yaklaşık 500 metre uzaklıktadır.
Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi, Başkent Üniversitesi'nin 65'i yoğun bakım olmak üzere toplam 288 yataklı ve modern teknolojik yapıyla desteklenmiş laboratuvar ve görüntüleme üniteleri ile ameliyathanelerine sahip tanı ve tedavi merkezidir.
Ufuk Üniversitesi
Ufuk Üniversitesi, Ankara'da, Konya-Eskişehir yolunda bulunan hastane binasında (eski Trafik Hastanesi binası) ve İncek'teki kampüsünde hizmet vermektedir. Tıp Fakültesi ve Sağlık MYO'ları hastane kampüsünde, diğer bölümleri İncek kampüsünde bulunmaktadır.
Ufuk Üniversitesi; 18 Aralık 1999 tarih ve 23910 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 4488 sayılı Kanun ile Türkiye Trafik Kazaları Yardım Vakfı tarafından 2547 sayılı Kanunun Vakıf Yükseköğretim Kurumlarına ilişkin hükümlerine tabi olmak üzere Yükseköğretim Kurulu'nun 01.05.2002 tarih ve 13.30.0.EÖB.0.00.00.03.06.05-954/09006 sayılı izin yazıları ile 2002 - 2003 eğitim - öğretim yılında eğitim - öğretime başlamıştır.
Üniversitenin Kurucu Vakfı olan Türkiye Trafik Kazaları Yardım Vakfı 1972 yılında kurulmuştur. Vakıf Senedinin üçüncü maddesinde Vakfın Amacı bölümünde belirtilen "Trafik, iş, spor ve diğer kazaların, afet ve felaketlerin önlenmesi ve bunların sonucu meydana gelen yaralanma ve hastalıklar için acil, tıbbi ve sosyal yardımın, rehabilitasyon hizmetleri yapılması ve bu konularda iş birliği yapmak üzere Yüksek Öğretim kurumları dahil okullar açarak ihtiyaç duyulan her türlü elemanın yetiştirilmesi, lüzumlu araç ve gereçlerin sağlanması, bunlara ilişkin eğitim kurs ve seminerlerle diğer bilimsel faaliyetlerin yapılması için ilgili kuruluşlar ile iş birliği yapma" gibi nedenlerle kurulduğu için bu konularda eğitim, araştırma ve hizmet sunması öngörülmüştür.
Ufuk Üniversitesi kurucuları üniversite açmadaki temel amaçlarını şöyle açıklamışlardır:
""Üniversite açmadaki temel düşüncelerimiz Vakıf Senedindeki ana çerçeve içinde özellikle toplumumuzu öncelikle ilgilendiren kaza, felaket, bedensel ve ruhsal sorunlara karşı önleyici, koruyucu ve tedavi edici ilke ve yöntemleri saptamak, bu konularda halkımızı yönlendirecek sağlık, eğitim ve kamu hizmetlerinin bilincini, metodolojisini, diğer ülkeler, devlet kurumları ve bireyler arası ilişki ve davranışların yönlendirilmesi ve bu konularda yeterli ve yetkili elemanların yetiştirilmesi amaçlanmıştır.""
Bu amaca yönelik olarak tıp, işletme, ekonomi ve hukuk gibi ana kavramların gerçekleşmesine destek olan Hukuk, Eğitim, Fen-Edebiyat (İstatistik), İktisadi ve İdari Bilimler ( İşletme, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler, Uluslararası Ticaret) fakülte ve bölümleri |
ile bunları tamamlayan Yüksek Okul ve Enstitüler okulun kuruluş kanununda yer almıştır.
Yüksek Öğretim Kurulu 2002-2003 eğitim yılı için Hukuk, Fen-Edebiyat (İstatistik), İktisadi ve İdari Bilimler (İşletme, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler,Uluslararası Ticaret) konularında öğrenci alınmasını uygun bularak ÖSYM programlarına almıştır. 2003-2004 Eğitim-Öğretim yılında Tıp Fakültesi hizmete girmiştir.
Tıp Fakültesi için Dr. Rıdvan Ege Sağlık Araştırma ve Uygulama Hastanesi hizmete girmiştir. Ankara'nın merkezì yerinde konumlanan Türkiye Trafik Kazaları Yardım Vakfınca üniversite hizmetine ayrılan Dr. Muhittin Ülker Acil Yardım ve Travmatoloji Hastanesi'nin onarımı yapılıp Tıp Fakültesi Hastanesi olarak hizmete sokulması çalışmaları yürütülmektedir.
Türkiye Trafik Kazaları Yardım Vakfı'nca Gölbaşı İncek mevki 84.000 m² lik arazide ana kampüs yapılması planlanmaktadır.Sağlık birimleri dışındaki yapılaşmalar bu alanda yapılacaktır.
Kampüs 8000 öğrenci kapasiteli olarak hesaplanmış olup 45000 m²lik kapalı alana sahip olacaktır. Tesislerin temeli 3 Ağustos 2011 tarihinde TBMM Başkanı Cemil Çiçek ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın da katıldığı bir törenle atılmıştır.
Serie B
Serie B, İtalyan futbol liglerinin ikinci en yüksek seviyesidir. Serie A'nın bir alt kademesi olan ligde 22 takım mücadele eder. 2002-03 sezonunda 20 takımın mücadele ettiği Serie B'de 2003-04 sezonunda 24 takıma çıkarıldı. 2004-05 sezonunda 22 takımın mücadele etmesine karar verildi. Takım sayısında o zamandan beri bir değişiklik yapılmamıştır. 2006-07 sezonundan bu yana Ali della Vitorria(Kanatların Zaferi) adlı kupa verilmektedir. Kupa 63 cm yüksekliğinde 5 kg ağırlığındadır. Şampiyon takım genelde "cadetti" olarak adlandırılır. En çok şampiyon olan takım, 6 kez bu zafere ulaşma başarısını gösteren Genoa'dır.
Bart Simpson
Bartholomew JoJo "Bart" Simpson, animasyon dizisi "Simpsonlar"ın kurgusal ana karakteri ve diziye adını veren ailenin üyesi. Aktris Nancy Cartwright tarafından seslendirilen Bart, televizyonda ilk defa 19 Nisan 1987'de "The Tracey Ullman Show"da yayınlanan "Simpsonlar" kısalarından "Good Night"ta göründü. Bart, çizgi film çizeri Matt Groening tarafından, James L. Brooks'un ofisinin bekleme salonunda beklerken tasarlandı ve yaratıldı. Groening, "Life in Hell"e dayanan bir dizi yapması için çağrılsa da bunun yerine, yeni bir grup karakter yaratmaya karar verdi. Karakterlerin geri kalanı adlarını Groening'in aile üyelerinden alsa da, Bart'ın adı "brat" (yaramaz çocuk) sözcüğünün anagramıdır. "The Tracey Ullman Show"da üç yıl yer aldıktan sonra Simpson ailesi, 17 Aralık 1989'da Fox kanalında kendi dizisine kavuştu.
On yaşındaki Bart, Homer ile Marge'ın çocuklarının en büyüğü ve tek oğlu, Lisa ile Maggie'nin ise ağabeyidir. Bart'ın en baskın kişilik özellikleri yaramazlığı, asiliği ve otoriteye karşı saygısızlığıdır. Bart, video oyunları, "Simpsonlar Sinema Filmi", The Simpsons Ride, reklamlar ve çizgi romanların da aralarında bulunduğu "Simpsonlar"la ilgili diğer ürünlerde de yer aldı ve diziden esinlenilerek oluşturan çeşitli ticari ürünlerde de kendisine yer buldu.
Aslında en başta Nancy Cartwright, oyuncu seçmelerine Lisa için, Yeardley Smith ise Bart rolü için katılmayı planladı. Smith'in sesi bir erkek çocuğu için fazla tizdi, bu nedenle ona Lisa rolü verildi. Cartwright Lisa'nın o zaman fazla ilginç olmadığı düşünerek, onun yerine daha iyi bir rol olduğunu düşündüğü Bart için seçmelere katıldı. Açılış sekansındaki kara tahta esprisi, barmen Moe'ya yaptığı telefon şakaları ve "Eat my shorts", "¡Ay, caramba!" ve "Don't have a cow, man!" gibi akılda kalıcı sözleri, karakterin ayırıcı özellikleri arasındadır.
"Simpsonlar"ın ilk iki sezonunda (1989–1991), Bart şovun öne çıkan karakteriydi ve "Bartmania"ya yol açtı. Bart Simpson'a ait çeşitli sloganlar ile sözlerin yer aldığı tişörtler popüler hale geldi ve en çok sattığı dönemde günde bir milyon gibi bir satış oranına ulaştı. "Do the Bartman" parçası, Birleşik Krallık'ta single listesinde bir numaraya yükseldi ve 1991'in en çok satan yedinci parçası oldu. Bart'ın isyankâr tavırları ve beklendiği kadar başarılı olmamasından gurur duyması, ebeveynler ve eğitimciler tarafından çocuklar için kötü bir rol model olarak değerlendirilmesini beraberinde getirdi. Üzerinde "I'm Bart Simpson. Who the hell are you?" ("Ben Bart Simpson. Sen de kimsin?") yazan tişörtler, birçok okulda yasaklandı. 3. sezon civarında dizi, Bart hâlâ en ön planda olan karakterinlerden olsa da, artık ailenin tümüne odaklanmaya başladı. "Time", Bart'ı olarak gösterdi ve karakter, 1990'da "Entertainment Weekly" tarafından "yılın göstericisi" seçildi. Nancy Cartwright Bart'ı seslendirmesiyle aralarında 1992'de aldığı bir Primetime Emmy Ödülü ve 1995'te aldığı bir Annie Ödülü'nün de bulunduğu çok sayıda ödül kazandı. 2000'de Bart, diğer aile üyeleriyle birlikte Hollywood Walk of Fame'de bir yıldızla ödüllendirildi.
"Simpsonlar", karakterlerinin bir yaşı olmadığı ve her daim şimdiki yılda olduğunu farz eden yerleşik bir zaman çizgisi kullanmaktadır. Birçok bölümde olaylar, ardışık bölümlerde çelişmesine rağmen spesifik zaman periyotlarına bağlanmaktadır. Bart'ın doğum yılı "I Married Marge" (üçüncü sezon, 1991) bölümünde 1980’lerin başı olarak ifade edildi. Simpsonlar kendi evlerini alana kadar ailesiyle birlikte Springfield’ın aşağı doğu kısmında yaşadı. Lisa doğduğunda topladığı ilgiden dolayı Bart onu ilkin kıskandı fakat Lisa’nın ilk kelimesinin "Bart" olduğunu öğrenince çok geçmeden Lisa’ya ısındı. Bart'ın ilk okul günü 1990’ların başındaydı. İlk şevki umursamaz bir öğretmen tarafından kırıldı ve Marge endişe etmeye başladı. Bir gün teneffüs esnasında Bart, Milhouse ile tanıştı. Milhouse ve diğer öğrenciler ile jest ve kaba sözlerle eğlenmeye başladı. Müdür Skinner, ona "okula henüz yeni başladın ve seçtiğin yol, belki de tüm yaşamın boyunca izleyeceğin tek yoldur! Şimdi, ne söyleyeceksin?" dedi. Bart ise "şortumu ye" diye cevap verdi.". "That 90's Show" (on dokuzuncu sezon, 2008) bölümü, yayınlanmış öykülerin arka planıyla büyük ölçüde ile çelişmektedir; örneğin, bölümde Homer ile Marge, 1990'ların başında çocuksuz olarak gösterilmektedir.
Bart’ın hobileri arasında paten kaymak, televizyon seyretmek (özellikle "Tırmık ile Kıymık Show"’unu içeren "Palyaço Krusty"'yi), çizgi romanlar okumak (özellikle Radioactive Man), video oyunları oynamak ve haylazlık yapmak yer almaktadır. Dizi boyunca Bart, Springfield İlköğretim Okulu’na gitmektedir ve Edna Krabappel’in okuttuğu dördüncü sınıftadır. Full-time bir işte çalışacak kadar büyük olmadığından, ara sıra part time işlerde çalışmaktadır. "Bart the Murderer" (üçüncü sezon, 1991) bölümünde Tony’nin sosyal kulübünde barmen olarak, "Bart Gets Famous" (beşinci sezon, 1994) bölümünde Palyaço Krusty’nin asistanı olarak, "Bart After Dark" (sekizinci sezon, 1996) bölümünde Maison Derrière mekânında kapıcı olarak, "Homer's Enemy" (sekizinci sezon, 1997) bölümünde kısa bir süre için kendi fabrikasının sahibi olarak çalışır.
Matt Groening, Bart ve tüm Simpson ailesini 1986 yılında yapımcı James L. Brooks'un ofisinin lobisindeyken tasarladı. Groening, "The Tracey Ullman Show" için kısalardan oluşan bir animasyon dizisini sunması için çağırılmıştı ve "Life in Hell" çizgi dergisinin bir uyarlamasını sunmayı planladı. "Life in Hell"'in canlandırılması çalışmasının yayın haklarından feragat etmesine neden olduğunu fark edince başka bir yöntemde karar kıldı ve kendi aile üyelerinin adlarını verdiği karakterlere sahip disfonksiyonel bir aile taslağını aceleyle çizdi. Ailenin isyankâr oğlu için kendi adı yerine "brat" (yaramaz çocuk) sözcüğünün anagramı olan "Bart" kelimesini seçti, çünkü karaktere Matt adının verilmesi kendisini apaçık ortaya çıkarmaktaydı.
Bart, esasen "daha yumuşak başlı biri" olarak düşünüldü fakat karakter, Cartwright'ın seslendirmesine bağlı olarak değişti. Groening'e Bart'ı tasarlanmasında birçok kişi ilham verdi: Matt Groening'in abisi Mark, Bart'ın davranışlarının çoğunun şekillenmesini sağladı. Bart, Tom Sawyer ve Huckleberry Finn gibi karakterlerin aşırı özelliklerinin bir kişide birleşmesiyle tipik davranış gösteren çocuk karakterin aşırı bir versiyonu olarak tasarlandı. Groening, Bart'ı "eğer Eddie Haskell ["Leave it to Beaver"'dan] kendi şovuna sahip olsaydı ne olurdu" diye tanımlamaktadır. Groening ayrıca, öncülü "Afacan Dennis"in bir hayal kırıklığı olduğunu ve gerçekten tehdit niteliğinde olan bir karakter yaratmak yönünde ilham verdiğini belirtti. Bart'ın ikinci adındaki "J", ikinci isimlerini Jay Ward'dan alan "The Rocky and Bullwinkle Show"'daki Bullwinkle J. Moose ve Rocket J. Squirrel gibi animasyon karkterlere karşı bir "saygı"dır. "Bart Simpson's Guide to Life" kitabına göre Bart'ın ikinci adının tam yazımı JoJo'dur.
Bart, 19 Nisan 1987 tarihinde tüm Simpson ailesiyle birlikte ilk defa "The Tracey Ullman Show" kısası "Good Night" bölümünde göründü. 1989 yılında kısalar, Fox kanalında yayınlanacak yarım saatlik bir dizi olarak "Simpsonlar"'a uyarlandı. Bart ve geri kalan Simpson ailesi bu yeni şovda görünmeye devam etti.
Tüm Simpson ailesi siluetlerinden tanınacak şekilde tasarlandı. Aile, kabaca çizildi çünkü Groening, eskizleri animatörlere gönderirken eskizlerin animatör tarafından düzenleneceğini sanıyordu fakat animatörler bunun yerine sadece çizimleri kopyaladılar. Bart'ın ilk kez kısalarda gözüken orijinal tasarımında sivri uçlu saçı vardır ve sivri uçlar farklı uzunluktadır. Daha sonradan bu uçların sayısı dokuz olarak sınırlandırıldı ve hepsi aynı uzunluğa getirildi. Groening başta çizimleri siyah-beyaz olarak çiziyordu ve aslında çizimlerin renkli olmasıyla sivri uçların Bart’ın kafasının devamıymış gibi görüneceğini düşünmemişti. Bart karakterinin tasarım özellikleri genellikle diğer karakterlerde kullanılmadı; örneğin güncel bölümlerde hiçbir karakter Bart’ın sivri uçlu saç tarzına sahip değil fakat ilk birkaç sezondaki birkaç arka plan karakteri bu özelliği Bart ile paylaştı.
Bart'ın |
dikdörtgen şeklindeki kafası, yönetmen Mark Kirkland tarafından kahve kutusu olarak tanımlandı. Küre şekli Marge, Lisa ve Maggie için kullanırken Homer'ın kafası da dikdörtgen şeklindedir (tepesinde bir kubbe ile). Farklı animatörler, Bart’ı çizmede farklı metotlar kullanmaktadırlar. Eski yönetmen Jeffrey Lynch, bir kutu ile başlamaktadır, ardından gözleri, sonra ağzı, daha sonra saç uçlarını ve sonrasına vücudun tümünü eklemektedir. Matt Groening, normalde gözlerle çizime başlamakta, ardından burnu ve Bart’ın kafasının tümünü çizmektedir. Birçok animatör, Bart’ın kafasındaki sivri uçları çizmede problem yaşamaktadır: çizim yöntemlerinin birinde bir uç sağda, bir tane ortada ve bir tane solda çizmekteler, ardından boş alanın ortasına dokuz tane olana kadar eklemeye devam etmekteler. Esasen, Bart yere bakar bir şekilde çizildiğinde başının üstü görülünce, Groening karakterin başının etrafı boyunca ve ortasında sivri uçların olmasını istedi. Bunun yerine, Wes Archer ve David Silverman, karakteri sivri uçların olduğu bir taslak halinde çizdiler, ardından "grafiksel olarak çalıştığı"ndan orta kısma sadece düz bir yama yaptılar
Yedinci sezonun (1995) "Treehouse of Horror VI" bölümünde Bart (Homer ile birlikte) üç boyutlu bilgisayar animasyonu karakteri olarak ilk kez bölümün "Homer" parçasında çizildi. Bilgisayar animasyon yönetmenleri, Pacific Data Images tarafından tedarik edildi. Karakterin 3 boyutlu modeli çizilirken animatörler Bart'ın saçını nasıl göstereceklerini bilmiyorlardı. Prodüksiyonda vinil Bart bebekleri olduklarını fark ettiler ve birini satın alarak model olarak kullandılar.
Bart'ın sesi "Simpsonlar"da diğer birçok çocuk karakterden Nelson Muntz, Ralph Wiggum, Todd Flanders ve Kearney'yi de seslendiren Nancy Cartwright'a aittir. Homer ve Marge rolleri, zaten "The Tracey Ullman Show" ekibinde yer aldıkları için Dan Castellaneta ile Julie Kavner'a verilirken, yapımcılar Bart ve Lisa rollerini seslendirecek kişileri kendileri belirlemek istedi. Başta Bart rolü için Yeardley Smith düşünüldü; ancak kast direktörü Bonita Pietila, Smith'in sesini fazla yüksek buldu. Smith daha sonra yaptığı denemeyi, "Sesim her zaman kız sesine fazla benziyordu. Bart'tan iki replik okudum ve 'Geldiğiniz için teşekkürler!' dediler" sözleriyle aktardı. Smith'e onun yerine Lisa rolü verildi. 13 Mart 1987'de Nancy Cartwright, Lisa rolü için seçmelere katılacaktı. Seçmelerin yapılacağı yere geldiğinde, Lisa'nın yalnızca "ortanca çocuk" olarak tarif edildiğini ve o sırada silik bir karakter olduğunu gördü. Cartwright, "sinsi, beklendiği kadar başarılı olamayan, okuldan nefret eden, saygısız ve zeki" şeklinde betimlenmiş olan Bart'la daha çok ilgilenmeye başladı. Matt Groening, Cartwright'ın Bart için deneme yapmasına izin verdi ve replikleri ondan duymasıyla rolü kendisine verdi. Cartwright "Simpsonlar" seslendirme ekibinin altı asıl üyesi arasında, bu şov öncesinde profesyonel seslendirme eğitimi almış olan tek kişidir.
Cartwright'ın normal konuşma sesinde "Bart'tan hiçbir açık iz olmadığı" söylenir. Ses Cartwright'a göre doğaldır; kendisi bu sese dair unsurları "The Tracey Ullman Show"dan önce, "My Little Pony", "Snorks" ve "Pound Puppies" gibi şovlarda kullandı. Bart'ı seslendirmenin kolay olduğunu, "Bazı karakterler biraz daha çaba, üst solunum kontrolü ister; her neyse teknikle ilgilidir. Ama Bart'ı seslendirmek kolay. Onun sesine zorlanmadan geçebiliyorum." sözleriyle açıkladı. Cartwright'ın yapımcılara daha fazla seçenek sunmak için her bir repliği beş ya da altı farklı şekilde okuma geleneği vardır. Gelecekte geçen bölümlerde Bart'ı yine Cartwright seslendirmektedir. "Lisa's Wedding" bölümü (altıncı sezon, 1995) için Bart'ın sesi elektronik olarak alçaltılmıştır.
Bart'ın şöhretine karşın, Cartwright halk arasında pek tanınmış değildir. Sokakta tanınıp çocukların önünde Bart'ın sesiyle konuşması istendiğinde ise Cartwright bunu, onları "çok korkutacağı" için reddeder. Fox Network "Simpsonlar"ın ilk sezonu süresince Cartwright'ın röportaj vermesine, Bart'ın bir kadın tarafından seslendirildiğinin öğrenilmesini istemediğinden izin vermedi.
1998'e dek Cartwright bölüm başına 30.000 dolar aldı. Aynı yıl ücret konusunda yaşanan anlaşmazlık sırasında Fox altı ana seslendirme sanatçısını yenileriyle değiştireceğini söyleyerek onları tehdit etti. Hatta yeni sesler için bir sanatçı kadrosu oluşturacak kadar ileri gitti. Anlaşmazlık çözüldü ve Cartwright 2004'e kadar her bölüm için 125.000 dolar aldı. Bu tarihte sanatçılar bölüm başına 360.000 dolar talep etti. Bu anlaşmazlık da bir ay sonra çözüldü ve Cartwright'ın ücreti her bir bölüm için 250.000 dolar oldu. 2008'deki ücret görüşmelerinden sonra ise bu miktar tüm sanatçılar için 400.000 dolara yükseltildi.
Birçok "Simpsonlar" bölümünün açılış sekansında kamera Bart'ın tahtaya bir mesaj yazarken görüldüğü Springfield İlköğretim Okulu'na zum yapar. Bölümden bölüme değişen bu mesaj, "kara tahta esprisi" olarak bilinir. Kara tahta mesajları "İlk anayasa değişikliği geğirmeyi kapsamaz." gibi politik olanların yanı sıra, "Ölü insanları göremiyorum" gibi popüler kültüre özgü ve "Ben 32 yaşında bir kadın değilim." ya da "Bunları artık kimse okumuyor." gibi kurgunun dünyasını aşan (meta-reference) mesajları da kapsar. Çizerler bu esprileri çabucak bulabiliyor ve bazı durumlarda güncel olaylara uyması için değiştirebiliyordu. Örneğin "Homer the Heretic" (dördüncü sezon, 1992) bölümünde tahtada "New Orleans'ı kötülemeyeceğim." yazıyordu. Bu espri bir önceki bölümde ("A Streetcar Named Marge") şehri "korsanların, sarhoşların ve fahişelerin yuvası" olarak betimleyen ve tartışma yaratan şarkı dolayısıyla özür dilemek için yazıldı. Pek çok bölüm açılış sekansının kısaltılması nedeniyle kara tahta esprisi içermez. Bu kısım, hikâyenin gelişimine daha fazla zaman ayırabilmek için kesilir.
İlk dönemlerde Bart'ın ayırıcı özelliklerinden biri, Moe's Tavern'in sahibi Moe Szyslak'a, esprili uydurma bir isim söyleyip onu telefona çağırmasını isteyerek yaptığı telefon şakalarıydı. Moe önce barda o kişiyi arar, ancak çabucak bunun bir telefon şakası olduğunu anlayarak Bart'ı tehdit eder. Bu şakalar, Tube Bar kayıtlarına dayanır. Moe karakteri, Tube Bar'ın sahibi Louis "Red" Deutsch'tan esinlenildi. Onun sıkça verdiği sert yanıtlar, Moe'nun şiddete eğilimli yanına temel oluşturdu. Bu telefon şakaları, yayınlanan üçüncü bölüm olan "Homer's Odyssey" (birinci sezon, 1990) ile başladı; ancak ilk yer aldığı bölüm, yapılma sırasına göre ilk bölüm olan "Some Enchanted Evening"di. Dizinin gelişimiyle birlikte, yazarların yeni bir uydurma isim bulması ve Moe'nun vereceği kızgın tepkiyi yazması daha da güçleşti. Bu nedenle bunlar dördüncü sezonda devamlı tekrarlanan bir şaka olmaktan çıktı. Zaman zaman yeniden su yüzüne çıkan bu şakalar en son 20. sezon bölümlerinden "Lost Verizon"'da (2008) görüldü. Ancak öncekilerden farklı olarak bu defa Bart şakalarını Moe'yu değil, dünyanın çeşitli yerlerindeki barmenleri arayarak yaptı.
Bart'a özgü bir söz kalıbı olan "Eat My Shorts", masa başı okumalarından birinde, Cartwright'ın lisede yaşadığı bir olaya dayanan doğaçlamasıyla ortaya çıktı. Cartwright'ın da aralarında olduğu Fairmont Lisesi'nin bandosu bir gün her zamanki gibi "Fairmont West! Fairmont West!" yerine, "Eat my shorts" kalıbını tekrarlayarak çalmıştı. Bart'ın diğer söz kalıpları olan "¡Ay, caramba!" ve "Don't have a cow, man!", "Simpsonlar"ın ilk sezonları boyunca üretilen tişörtlerde yer aldı. "Cowabunga" sözcüğü de, şovda kullanılmadan önce tişörtlerde yer almış olsa da, genellikle Bart'la birlikte anılır. Tekrarlanan söz kalıplarına dayalı mizah, Bart'ın "I didn't do it." (Ben yapmadım.) cümlesiyle Palyaço Krusty'nin şovunda popüler bir role sahip olduğu "Bart Gets Famous" (beşinci sezon, 1994) bölümünde hicvedildi. Yazarlar "I didn't do it" cümlesini, "gerçekten adi şeylerin çok popüler olabileceğine dikkat çekecek" "dandik" bir kalıp olduğu için seçti.
Bart şovda sıkça çıplak yer alır; ancak her defasında yalnızca kalçası görünür. ""nde (2007) Bart'ın tamamen çıplak olarak kaykayla kaydığı bir sekans vardır. Bu süre içinde pek çok farklı şey cinsel organını kapatır, ancak kısa bir an için penisi görülebilir. Bu, film için üzerinde ilk çalışılan sahnelerden biriydi. Fakat, yapımcılar bu nedenle filmin R reyting alacağını düşündüğünden, filmin bu kısmından çok endişeliydi. Filme Motion Picture Association of America PG-13, British Board of Film Classification ise PG reytingini uygun gördü. Sahne "Entertainment Weekly"nin "30 Unforgettable Nude Scenes" (30 Unutulmaz Çıplak Sahne) listesinde yer aldı.
Bart'ın karakter özellikleri olan isyankârlık ve otoriteye saygısızlık, Amerika'nın kurucu babalarınınkiyle karşılaştırılmış, ayrıca Tom Sawyer ve Huckleberry Finn'in bir araya gelmiş ve güncellenmiş bir versiyonu olarak da tarif edilmiştir. "" adlı kitabında Chris Turner, Bart'ı bir nihilist olarak tarif etmiştir; nihilizm varlığın objektif bir anlamı, amacı veya içsel bir değeri olmadığını savunan bir felsefi görüştür.
Bart'ın isyankâr tutumu, Springfield İlkokulu'nda onu rahatsızlık verici bir öğrenci yapmıştır. Bart okulda çok başarılı değildir ve bundan övünç duyar. Öğretmeni Ms. Krabappel, Başöğretmen Skinner ve bazen Hademe Willie ile başı derttedir. Bart'ın okuldaki başarısı düşüktür ve kendisi de bunun farkındadır, bir keresinde "Ben aptalım tamam mı? Bir sokak direği kadar aptal! Bundan dolayı mutlu muyum sanıyorsun?" demiştir. Bir diğer seferde, Lisa, Bart'ın bir hamsterden daha aptal olduğunu başarıyla kanıtlar. "Separate Vocations" bölümünde (3. sezon, 1992) Bart koridor gözetmeni olur ve ders notları yükselir, bu da onun aptal olduğundan değil, dikkatini vermediğinden derslerinde bocaladığına işaret eder. "Brother's Little Helper", (11. sezon, 1999) bölümünde Bart'ta dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olduğunun gösterilmesi bu fikri doğrular. Keskin zekadan yoksunluğu kalıtsal "Simpson geni"ne atfedilebilir, bu gen Simpson ailesinin çoğu erkek üyesinin zekasına etki etmektedir. |
Habire başı derde girmesine, ve sadist, yüzeysel ve bencil olabilmesine rağmen, Bart ileri derecede dürüstlük belirtileri de göstermektedir. Birkaç kere Başöğretmen Skinner ve Bayan Krabappel'e yardım etmiştir. "Sweet Seymour Skinner's Baadasssss Song" (5. sezon, 1994) bölümünde Bart istemeyerek Skinner'in işten atılmasına neden olmuş ve okul ortamı dışında onunla arkadaş olmuştur. Bart, Skinner'in kendisine bir hasım olmasını özlemiş ve onun tekrar işe alınmasını sağlamıştır, bunun sonucunda artık arkadaş olamayacaklarını bile bile.
Bart'ın muzırlığına ve Homer'ın çoğu zaman umursamaz ve beceriksiz davranışı yüzünden, ikisinin çalkantılı bir ilişkisi vardır. Bart Homer'a çoğu zaman "Baba" yerine adıyla hitap eder, Homer da ondan "oğlan" diye söz eder. Homer, çabuk sinirlenir ve Bart onun tepesini attırınca kendini tutamayıp çizgi film-vari bir tarzda onu gırtlaklamaya kalkar. Bu şovla ilgili ilk fikirlerden biri Homer'ın Bart'a karşı çok öfkeli ve baskıcı olmasıydı ama bunların karakterleri daha derinlemesine tahlil edildikten sonra bu özellikleri yumuşatılmıştır.
Marge, Homer'a kıyasla çok daha müşfik, anlayışlı ve bakıcı bir ebeveyndir, ancak Bart'tan bahsederken "ele avuca sığmaz" da demiştir ve Bart'ın gariplikleri onu çoğu zaman mahcup eder. "Marge Be Not Proud" bölümünde (7. sezon, 1995) Bart'a fazla annelik yaptığına karar verip, Bart bir mağazadan hırsızlık yapıp yakalandıktan sonra ona karşı daha mesafeli davranır. Hikâyenin başında Bart onun aşırı anaçlığından şikayet eder ama annesinin tutumu değişince kendini kötü hisseder ve onunla barışır. Bu tutumuna rağmen, Bart bazen küçük düşmeye razı olabilir, eğer bu annesini memnun edecekse. Marge, "özel küçük adam"ını anladığını ifade etmiş ve pek çok olayda onu savunmuştır. Bir keresinde "Bart'ı idare etmenin zor olduğunu biliyorum ama aynı zamanda içinin nasıl olduğunu da biliyorum. Onda bir kıvılcım var. Bu kötü bir şey değil... tabii bu kıvılcım ona kötü şeyler "yaptırıyor"." der
Bart, kız kardeşi Lisa ile bir kardeş rekabeti içindedir ama en genç kızkardeşi Maggie ile Maggie'nin bebek olması nedeniyle kanka gibi bir ilişkisi vardır. Ayrıca Lisa tarafından pek çok kere rencide olmuş ve onunla fiziksel olarak da kavga etmiş olsa da ikisi genelde birbirlerine çok yakındır. Lisa'ya çok değer verir ve fazla ileri gidince hep özür dilemiştir. Ayrıca, sorun çözmek gerektiği zaman Lisa'nın ondan daha üstün olduğuna inanır ve sık sık akıl danışmak için ona gider. Bart, Lisa'ya çok sahip çıkar: "Bart the General", (1. sezon, 1990) bölümünde, okulda bir kabadayı Lisa'nın ev pastalarını harap edince, Bart derhal ondan yana çıkar.
Bart'ın en yakın arkadaşı Milhouse Van Houten'dır, ama bu arkadaşlık konusunda Bart bazen bir mahçubiyet gösterir. Bart, Milhouse üzerinde kötü bir etkiye sahiptir ve ikisi beraberce pek çok muzırlığa karışmıştır. Bu davranışı yüzünden "Homer Defined" bölümünde (3. sezon, 1991) Milhouse'un annesi, Milhouse'un Bart'la oynamasını yasaklar. Bart başlangıçta bunu umursamıyormuş gibi yapsa da, sonunda Bart Milhouse'a ihtiyaç duyduğunu anlar ve Marge, Bayan Van Houten'i durumu tekrar değerlendirmeye ikna eder. Bart, popüler ve havalı bir çocuk olarak gösterilse de, o ve Milhouse çoğu zaman kabadayıların (Dolph, Jimbo, Kearney ve Nelson Muntz) hedefidir. Milhouse, okuldaki sosyal statülerini sayısal olarak özetlemek için "Üçbuçuk. Dövülürüz ama bize bir açıklama yaparlar" der. Bart ve Nelson geçmişte hasım olmuşlar, Bart bir keresinde ona savaş ilan etmiştir ama başka zamanlarda da yakın arkadaş olmuşlardır.
Bart, televizyon çocuk programı sunucusu Palyaço Krusty'nin en büyük hayranlarındandır. Bir keresinde "Tüm hayatımı Krusty'nin öğretilerine dayandırdım" demiştir. Krusty programı ile ilgili oyuncak ve malzemeyle dolu bir odada uyumaktadır. Palyaçoya pek çok kere yardımcı olmuştur, örneğin "Krusty Gets Busted" (1. sezon, 1990) bölümünde bir silahlı saldırı olayında Figüran Bob'un Krusty'yi yalan yere suçlu göstermek çabasını suya düşürmüştür, "Like Father, Like Clown" bölümünde ise Krusty'yi sık görüşmediği babası ile tekrar bir araya getirmiştir. ve "Krusty Gets Kancelled" bölümünde Krusty'nin televizyona geri dönüp kariyerini tekrar harekete geçirmesine yardımcı olur. Buna karşın Krusty Bart'ın yardımlarından büyük ölçüde habersiz kalmış ve Bart'a ilgisiz davranmıştır. Bir yaz, Bart büyük bir hevesle Krusty Yaz Kampı'na katılmış, ancak Krusty gelmemiş ve kamp bir felakete dönüşmüştür. Bart, Krusty'nin geleceğine inanarak önceleri umudunu korur ama sonunda tepesi atar, Krusty'nin ticari malzemelerinden nefret ettiğine karar verir ve kampı işgâl eder. Krusty bu ihtilafı sona erdirmek için hemen kampı ziyaret eder ve Bart'ı yatıştırmayı becerir. Dizi için orijinal fikirlerden biri Bart'ın bir televizyon palyaçosuna hayran olması ama babasına hiç saygı duymaması idi ama bu fikir hiçbir zaman doğrudan incelenmemiştir. Bu orijinal plana göre Krusty tipinin tasarımı palyaço makyajlı bir Homer'dı. "Krusty Gets Busted" bölümünde Bart, Figüran Bob'un planını suya düşürünce ikisi arasında uzun süren bir düşmanlık başlar. Yazarlar, Bob'un tekrar tekrar geri gelip Bart'tan intikam almasına karar verdiler. Road Runner'ı kovalayan çakaldan ilham aldılar ve Bob'u yaramaz bir çocuğu yakalamayı kafasını takmış akıllı bir kişi olarak gösterirler. Bob, on bir bölümde çıkmıştır, genelde kötü planlar yapar ve sonunda hep başarısızlığa uğrar.
Daha sonraki sezonlar Homer'a odaklanırken, Bart ilk üç sezonun çoğunda baş karakterdi. 1990'da Bart çok çabuk bir şekilde televizyondaki en popüler karakter haline geldi ve "Bartmania" tabiri kullanılmaya başlandı. "Simpsonlar" karakterleri içinde hafızalarda en çok yer edinnen karakter oldu, örneğin tişörtler. 1990'ların başlarında, Bart'ın yer aldığı milyonlarca tişört satıldı; bir milyonu ise sadece birkaç günde satıldı. Bart'ın kötü bir rol model olduğu düşünüldüğünden birkaç Amerikan devlet okulunda Bart'ın yanında "I'm Bart Simpson. Who the hell are you?" ve "Underachiever ('And proud of it, man!')" gibi yazıların yer aldığı tişörtler yasaklandı. "Simpsonlar" ticari ürünleri iyi satışlar yaptı ve ilk 14 ay boyunca 2 milyar dolar kazanç elde etti. Bart Simpson ürünlerinin başarısı, karaborsada sahte ürünlerin, özellikle tişörtler, üretilmesine neden oldu. Bazılarında Bart'ın çeşitli sloganları yer alırken diğerlerinde "Teenage Mutant Ninja Bart, Air Simpson Bart, [and] RastaBart" yazılarında olduğu yeni gibi tasarlanmış bir halde karakter tasvir edildi. Bart'ı Nazi üniforması içinde "Nazi Bart" ya da kel olarak tasvir eden istisnalar hariç Matt Groening genellikle kaçak ürünlere itiraz etmedi. 20th Century Fox, sonradan bu ürünleri üretenlere dava açtı ve üreticiler, bunları üretmeyi bıraktı.
Şovun başarısına bağlı olarak 1990 yazı boyunca Fox Network, "Simpsonlar"’ın yayın saatini Pazar günü 20.00'den (EST) alarak şovu, aynı saatte NBC'de yayınlanan dönemin bir numaralı şovu olan "The Cosby Show"'un karşısına yani Perşembe gününe aldı. Yaz boyunca, birkaç haber kaynağı, sözde "Bill vs. Bart" rekabeti hakkında söylentilere yer verdi. "Entertainment Weekly" dergisinin 31 Ağustos 1990 tarihli sayısında Bill Cosby'nin bir Bart Simpson tişörtü giymiş resmi yer aldı. "Bart Gets an F" (ikinci sezon, 1990) bölümü, "The Cosby Show"'a karşın yayınlanan ilk bölümdü ve düşük bir Nielsen reytingi aldı. "The Cosby Show", 18,5 izlenme oranı elde etti. Reyting, şovu ev televizyonlarında izleyen izleyicilere dayanmaktadır fakat Nielsen Media Research, 33,6 milyon izleyicinin bölümü izlediğini yayınladı ve bu da şovu, gerçek izleyiciler açısından haftanın bir numaralı şovu yapmaktadır. Bu dönemde alınan bu izlenme oranıyla bölüm, Fox Network’un tarihinde en çok izlenen bölüm oldu, ve hâlâ "Simpsonlar" tarihinin aldığı en yüksek izlenme oranıdır. Popülaritesinden ötürü Bart, ana olay örgüsünde yer almadığı bölümler de dahil sık sık şovun reklamlarında Simpson ailesinin en çok görünen üyesi oldu.
Bart, "1990'nın televizyon kralı", "televizyonun en parlak yeni yıldızı" ve bir "eksilmemiş smaç" olarak betimlendi. "Entertainment Weekly", Bart'ı 1990 için "yılın eğlendiren kişisi" seçti ve "Bart, bir isyancı olduğunu kanıtlamıştır ve ayrıca kolaylıkla terörize olan bir terör, iyi bir çocuk olduğunu da,ve cesaretindeki ciddi görüntüler ile bizi ve kendini şaşkına çeviren ilginç bir tiptir" diye yazdı. 1990 Amerika Birleşik Devletleri’ndeki senato, kongre ve valilik seçimlerinde Bart, yazılan adaylar içinde en popüler olandı ve birçok alanda kurgusal karakterler içinde sadece Mickey Mouse'dan sonra ikinci oldu. Balonlarıyla bilinen 1990 Macy'nin Şükran Günü Geçit Töreni’nde Bart’ın dev helyum dolu bir balonu oluşturuldu. Bu yıldan itibaren Bart Simpson balonu geçit töreninde her yıl göründü. Buna, törenle aynı gün yayınlanan "Bart vs. Thanksgiving" bölümünde gönderme yapıldı ve Homer, Bart’a "Eğer, her saman alevi çizgi karaktere bir balon yapmaya kalkarsan töreni saçmalığa dönüştürürsün!" der. Bu esnada, arkada ve farkında olmadan televizyonda bir Bart Simpson balonu kısa bir sürede gözükür.
"The Simpsons Sing the Blues" albümü, Eylül 1990’da yayınlandı ve "Billboard" 200 listesinde 3 numaraya kadar yükselerek büyük bir başarı elde etti ve Recording Industry Association of America tarafından 2 kere platinum ile ödüllendirildi. Albümden çıkan ilk single, Nancy Cartwright tarafından seslendirilen bir rap şarkısı olan "Do the Bartman" oldu ve şarkı 20 Kasım 1990 tarihinde piyasaya sürüldü. İsmini tanıtımında yazdırmamasına rağmen şarkı, Michael Jackson tarafından yazıldı. Jackson, bir "Simpsonlar", özellikle Bart hayranıydı ve bir gece yapımcıları, Bart için bir numaralı single yazmayı önermek ve şovda konuk oyuncu olarak gözükmek için çağırdı. Jackson, sonunda John Jay Smith takma adıyla şovun "Stark Raving Dad" (üçüncü sezon, 1991) bölümünde konuk oyuncu olarak yer aldı. Şarkı, Amerika Birleşik Devletleri'nde single olarak resmî bir şekilde hiçbir zaman yayınlanmamasına rağmen Birleşik Krallık’ta başarılı oldu. 1991’de 16 Şubat ile |
9 Mart arasında toplam üç hafta boyunca Birleşik Krallık’ta bir numaralı single ve yılın en çok satan yedinci şarkısı oldu. Yarım milyon kopya sattı ve British Phonographic Industry tarafından 1 Şubat 1991’de altın ile sertifikalandırıldı.
Bart'ın yaramazlıklarına rağmen cezalandırılmamasına neden olan isyankâr doğası, bazı ebeveyn ve tutucu kişiler tarafından onun çocuklar için kötü bir rol model olarak değerlendirilmesine yol açtı. "Pittsburgh Post-Gazette" yazarı Robert Bianco, "[Bart] kurnazlıkla ailesini alt etmekte, hazırcevaplıkla öğretmenlerini bastırmaktadır; kısacası o, olmuş olmak istediğimiz ve çocuklarımızın olmasından korktuğumuz çocuktur" diye yazdı. Okullarda eğitmenler, eğitimiyle ilgili olumsuz tutumu ve "başarısız ve bununla gurur duyan" tutumundan ötürü Bart'ın "öğrenmeye tehdit" olduğunu iddia ettiler. Başkaları ise onu "bencil, agresif ve kötü ruhlu" olarak tanımladı. Eleştirilere cevap olarak James L. Brooks, "Herkesin bir rol model olduğu bir televizyon beklentisinden sakınırım. Gerçek hayatta bu kadar çok rol modelle karşılaşmazsınız. Televizyon neden onlarla dolu olsun ki?" dedi. Los Angeles Merkezli Medya ve Değerler Merkezi'nin yönetici yönetmeni Elizabeth Thoman, "Eğer çocuklar Bart Simpson'a saygı duyuyorlarsa, bizlerin, toplumumuzda neden tüm bu rol modelleri için televizyonu kullandığımızı kendimize sormamız gerekir, bu çok daha büyük bir sorundur. Biz, televizyonun, tüm rol modellerini bulabileceğiniz bir yer olduğu fikrini sürdürdükçe, televizyonu bir okul sistemi konumuna getirmeyi sağlamaktayız" diye yazdı.
1990'da, ABD'de uyuşturucuyla mücadele programının başı olan William Bennett, Pittsburgh'da bir bağımlılık tedavi merkezini ziyaret etti ve duvarda Bart posterini görünce "Simpsonlar'ı izlemiyorsunuz, değil mi? Bunun size hiç faydası olmaz." dedi. Bu yorumu tepkiler alınca Bennett özür diledi. "Yalnızca şaka" yaptığını söyledi ve "sivri kafa ile oturup işleri yoluna koyacağız." dedi. 1991'de verdiği bir röportajda Bill Cosby, Bart'tan çocuklar için kötü bir rol modeli olarak bahsetti ve onu "kızgın, kafası karışmış, hüsranlı" olarak tanımladı. Bununla ilgili olarak Matt Groening, "Bu Bart'ı özetliyor, tamam. Çoğu insan normal olma mücadelesi içinde, o normal olmanın çok sıkıcı olduğunu düşünüyor ve diğerlerinin sadece yapabilmeyi dilediği şeyleri o yapıyor." dedi. 27 Ocak 1992'de dönemin devlet başkanı George H. W. Bush "Amerikan ailesini güçlendirmeye çalışacağız, Amerikan ailelerinin daha çok Waltonlar gibi ve daha az Simpsonlar gibi olmasına çalışacağız." şeklinde konuştu. Dizinin yazarları buna müstehzi bir şekilde yanıt verdi ve "Stark Raving Dad" bölümünün üç gün sonraki tekrar yayınından hemen önce verilen bir kısa bölümde Bart, "Hey, bizler tıpkı Waltonlar gibiyiz. Bizler de Depresyon'un sona ermesi için dua ediyoruz." dedi.
Karakter hakkında çok sayıda eleştiri olsa da, olumlu yorumlar da yapıldı. Çocuklara yönelik televizyon programlarında kaliteyi yükseltme amacı güden bir halk örgütlenmesi olan Action for Children's Television'ın başkanı Peggy Charren, "Simpson ailesi ticari televizyondaki ince düşünceli çizgi dizilerden biri. Tişörtleri yasaklayarak anayasayı nasıl öğretebilirsiniz?" yorumunu yaptı. Köşe yazarı Erma Bombeck "Çocuklar, bu dünyanın bir yerinde var olan, onların sadece fantazisini yaptıkları şeyleri kendisi becerebilen, ebeveynlerine arada bir ağızlarının payını verebilen ve buna rağmen hâlâ yaşamasına izin verilen bir yaşıtlarının olduğunu bilmeye ihtiyaç duymakta." diye yazdı. 2003'te Birleşik Krallık'ta, on iki yaş altı çocuklar üzerinde "en fazla etkisi olan kurgusal karakter"in ebeveynlere sorulduğu bir ankette Bart ilk sırada yer aldı.
1998'de "Time", Bart'ı 20. yüzyılın en önemli 100 kişisinden biri olarak gösterdi. Bart, listedeki tek kurgusal karakterdi. Daha önceden ise 31 Aralık 1990 tarihli derginin kapağında yer almıştı. Ayrıca "TV Guide"'ın 1996'daki "Tüm Zamanların En Mükemmel 50 TV Yıldızı" listesinde 48. sırada yer alırken 2002'de ise Lisa'yla birlikte "Tüm Zamanların En Mükemmel 50 Çizgi Karakteri" listesinde 11. sırada yer aldı.
1992'deki 44. Primetime Emmy Ödülleri'nde Cartwright, üçüncü sezondaki "Separate Vocations" bölümünde seslendirdiği Bart performansıyla En İyi Dublaj dalında bir Primetime Emmy Ödülü kazandı. Ödülü, "Simpsonlar"'dan beş seslendirme sanatçısıyla paylaştı. Bart'ın ağırlıklı olarak ön planda olduğu birçok bölüm, En İyi Animasyon Programı dalında Emmy Ödülleri'ne aday gösterildi, 1992'deki "Radio Bart", 2005'teki "Future-Drama", 2006'daki "The Haw-Hawed Couple" ve 1997'deki ödülü kazanan "Homer's Phobia" gibi bölümler bunlara dahildir. 1995'te Cartwright, bir bölümdeki Bart performansıyla "Animasyon Alanında Dublaj" dalında bir Annie Ödülü kazandı. 2000'de Bart ve tüm Simpson ailesi, 7021 Hollywood Bulvarı'ndaki Hollywood Walk of Fame'de bir yıldız ile ödüllendirildi.
Tişörtlerin yanı sıra Bart, oda spreyleri, tampon çıkartmaları, beyzbol şapkaları, buzdolabı mıknatısları, anahtarlık, düğmeler, bebek, posterler, figürinler, saatler, sabuntaşı oymalar, Chia Hayvanlar, bowling topları ve boxer gibi "Simpsonlar"'la ilgili çeşitli ürünlerde yer aldı. Bart'ın kişiliği ve özellikleri hakkında olan "The Bart Book", 2004 yılında piyasaya çıktı. Gayriresmî olarak yayımlanan "Bart Simpson's Guide to Life". "" kitapları, Bart'ın karakterini analiz eden ve onu "Nietzscheci ideal" ile kıyaslayan bir bölüm içermektedir.
Bart, "Simpsonlar"'la bağlantılı çeşitli medyada yer aldı. "Simpsonlar" video oyunlarının her bölümünde gözüktü, bunlara "", "Bart Simpson's Escape from Camp Deadly", "", "Bart's House of Weirdness", "Bart vs. The Juggernauts", "Bartman Meets Radioactive Man", "Bart's Nightmare", "" ve 2007'de piyasaya çıkan "The Simpsons Game" dahildir. Televizyon dizisinin yanı sıra Bart, ilk kez 29 Kasım 1993 tarihinde yayımlanan aylık dergi "Simpsons Comics" sayılarında da düzenli olarak yer aldı ve 2000'den beridir yayımlanan "Bart Simpson Comics" adlı kendi adını taşıyan bir dergiye sahiptir. Bart ayrıca 2008'de Florida ile Hollywood Universal Studios'da kurulan The Simpsons Ride'da da rol aldı.
Bart ve "Simpsonlar" karakterleri, Nestlé'nin Butterfinger şekerleri için çekilen televizyon reklamlarında "Nobody better lay a finger on my Butterfinger!" sloganıyla 1990'dan 2000'e kadar gözüktü. Lisa da bazen bunun tanıtımını yapardı. Matt Groening, daha sonradan Fox'un şovun yayın süresini yarım saat olarak değiştirmesinin nedeninin Butterfinger reklamları kampanyası olduğunu belirtti. Kampanya 2001'e kadar sürdü. Bart ayrıca Burger King, C.C. Lemon, Church's Chicken, Domino's Pizza, Kentucky Fried Chicken, Ramada Inn, Ritz Crackers ve Subway reklamlarında yer aldı. 2001'de Kellogg's, kısa bir süreliğine "Bart Simpson Peanut Butter Chocolate Crunch" ("Bart Simpson Fıstık Ezmesi Çikolata Crunch") adında bir ürün üretmeye başladı. Şovun yarım saate çıkarılmasından önce Matt Groening, Bart'ı Jell-O'nun sözcüsü olarak seçti. Bart'ın "J-E-L-L-O" şarkısını söylemesini, daha sonra O harfini geğirmesini istedi. Ertesi gün çocukların bunu deneyeceklerine inanıyordu, fakat fikri reddedildi.
9 Nisan 2009 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri Posta Servisi, Bart ile diğer dört Simpson üyesinin yer aldığı 44 sentlik posta pulunu tanıttı. Simpsonlar, prodüksiyonda iken posta pulu üzerinde yer almayı başaran ilk TV dizisi karakterleri oldular. Pullar, Matt Groening tarafından tasarlandı ve 7 Mayıs 2009 tarihinde satışa çıktı.
Akîka kurbanı
Akîka kurbanı, İslam'a göre, yeni doğan çocuk için kesilmesi müstehab olan kurbandır.
Yeni doğan bebeğin başındaki ilk saçlarına akîka; bu çocuğun doğumundan yedi gün içinde başındaki tüyleri kısmen veya tamamen tıraş edip kulağına ezan okunarak adını koyduktan sonra Allah'a şükür için kesilen kurbana akîka kurbanı denir. Erkeğe iki kız çocuğuna da bir kurban kesilir. Ama bazı alimler tarafından her ikisine de bir kurban da yeterli görülmüştür.
İslam'dan önceki Arap toplumunda sadece erkek çocuklar için kurban kesilirdi. Kız çocukları için böyle bir merâsim söz konusu değildi.
Akîka kurbanında aranan şartlar, İslam'da kurbanda aranan şartlardır. Akîka kurbanı Hanefi mezhebine göre mübah ve dolayısıyla menduptur. Diğer üç büyük imâma göre sünnet, Zahiri mezhebine göre ise farzdır.
Yangon
Yangon (Rangoon), Myanmar'in en büyük kenti ve eski başkenti. 2005 kayıtlarına göre şehirde 4.082.000 kişi yaşamaktadır. Ülkenin en büyük kenti olması dolayısıyla endüstrinin büyük bölümü çevresinde yoğunlaşmıştır. Bago nehrinin yakınında kurulmuş olan Yangon'da inşaat sektöründe hızlı bir gelişme vardır.
1755'te kurulduğunda Yangon olarak adlandırıldı. 1851'de Birleşik Krallık tarafından Rangoon olarak değiştirildi. 1989'da tekrar Yangon oldu.
Herb Powell
Herbert Powell, The Simpsons çizgi film dizisinde Homer'ın kardeşidir. Danny DeVito tarafından seslendirilir.
Fiziksel olarak Homer'la benzerlikleri vardır ama daha az tombuldur ve daha çok saçı vardır.
Birçok Simpsons karakteri ABD'deki Portland - Oregon sınır noktasından sonra adlandırıldığından, Herb Powell'ın ismi SE Powell Blvd, US 26 yolu Portland'ın arasından devam eder. Jamie Powell diye Simpsons'da başka bir karakter yaratılmıştır ama onun Herb'la alakası yoktur.
Bir bölümde Homer çocukları oturtur ve amcalarının ölmüş olduğunu söyler.
Pragmatik
Pragmatik veya edim bilimi, işaretlerin kullanımı ve işaretler ile işaretlerin kullanıcıları arasındaki ilişkiyi inceler.
Pragmatik, dilsel fiilleri ve dilin kullanımını araştıran dil bilimsel bir alandır. Sentaks ve semantiğin yanı sıra dilsel göstergelerin özellikleriyle uğraşan semiyotiğin alt alanıdır.
Pragmatik, dilin nasıl kullanıldığı ve bir konuşmacının ne tür dilsel fiiller yerine getirdiğini araştırır. Austin, pragmatikte “Kelimelerle nasıl bir şeyler yapılabilir” sorusunun cevabını araştırmıştır. Dilsel ifadelerle bir şeylerin sözü verilebilir, birileri tehdit edilebilir, birisi uyarılabilir ve bir şeyler iddia edilebilir. Pragmatik 20. yüzyılın ürünüdür, felsef |
i olarak da Aristoteles, John Locke, Ludwig Wittgenstein gibi düşünürlerden esin ve etkiyle John L. Austin ve John R. Searle’den geliştirilmiştir.
Farklı yaklaşım ve yöntemler ortak bir paydada birleşir. En çok bilinen akım ve araştırma nesneleri John L. Austin ve John R. Searle’ün “Söz-fiil teorisi”, Paul Grice’in “Konuşma İlkeleri”, Jürgen Habermans’ın “Evrensel Pragmatiği”dir.
Stephen C. Levinson (1983-2000), pragmatiğin alt alanlarını şu şekilde adlandırır:
Tarihsel pragmatik, 1980’li yıllardan itibaren konu edilmiştir. Tarihsel pragmatiğe ilişkin bir kaynakça yöneten Andreas Jucker ve Irma Taavitsainen önemli bir yayın organı olan Tarihsel Pragmatik dergisini (Journal of historical pragmatics) yayınlamıştır. Tarih boyunca söz fiilin nasıl gerçekleştirildiği sorusu aynı zamanda Adbilim’in de araştırma alanına girer. Joachim Grzega, Alfred Bammesberger ve Marien Schöner tarafından çıkarılan “Onomasiology Online” dergisi yayına başlamıştır.
Pragmatik, semantiğin tam tersi olarak kelimelerin bir metinden bağımsız anlamları ve cümlelerin gerçekliği ile ilgilenmek yerine dilin kullanımıyla ilgilenir; ama her iki alana yönelik problemlerin açıkça belirtilmesi genellikle mümkün olmamaktadır. Bundan dolayı, bazı dil bilimcilere göre semantik, pragmatiğin alt alanıdır: Wittgenstein’ın yaklaşımına göre anlam, kullanım kuralıdır. Ayrıca pragmatik, sosyo-dil bilim ve dil kullanımının toplumsal, sosyal ve kültürel etkenlerle ilişkili olduğunu savunan dil sosyolojisinin sorunlarıyla da ilgilenir.
Hermaneutik
Hermaneutik, geleneksel anlamdan bakıldığında bir yorumlama bilgisi veya teorisidir.
Hermeneutik terimi eski Yunancadaki "hermeneuen" kelimesinden gelir. Bu kelime, birinin fikrinin tercüme edilmesi veya yorumlaması demektir. Hermes, Yunan mitolojisinde Tanrıların mesajlarını ölümlülere getirirdi. Bu bakımdan Hermeneutiğin filoloji ile yakından ilişkili bir disiplin olarak ortaya çıkması ve gelişmesi son derece normaldir. Hermeneutik 19. yüzyıldan itibaren metinlerle ilgili bir yorumlama metodolojisi olarak ortaya çıktı ve hem felsefede hem edebî metinlerde sıklıkla kullanılan bir yöntem oldu. Bilhassa beşeri kültürün ve insan davranışlarını inceleyen bilimlerin tamamında kullanılmaya başlandı. Martin Heidegger’in erken dönem çalışmlarıyla birlikte Hermeneutik beşeri dilin yorumlanmasıyla ilgili olan hemen her sahada kullanılmaya başlandı.
Alman ilâhiyatçısı Friedrich Schleiermacher genel yorumlama teorisini araştıran ve bu yorumlama teorilerini dinî metinlere uygulanan ilk araştırmacı olarak karşımıza çıkar. O, hermeneutik daire diye bilinen kavramı formülleştirmiş bir bilim adamıdır. Bir şeyin bir bölümü o şeyin tümüne ve tüm, o şeyin bir bölümüne dayalı olarak anlaşılabilir. Wilhelm von Humbolt, Wilhelm Dilthey, Martin Heidegger, Hans-Georg Gadamer, Jurgen Habermas gibi isimler hermeneutiğin en önemli isimleridir.
Alpler Stadyumu
Stadio delle Alpi (Delle Alpi Stadyumu) İtalya'nın Torino kentinde bulunan futbol ve atletizm mücadelerine ev sahipliği yapan stadyumdur. 1990 FIFA Dünya Kupası organizasyonu öncesi tamamlanmıştır.
Stadyum ismin Torino kentine yakın olan Alp Dağları'ndan almıştır. Torino FC ve Juventus futbol maçlarını stadyumda yapmıştır. Torino FC, 2006 yılında Kış Olimpiyat Oyunları için yapılan Torino Olimpiyat Stadyumu (Stadio Grande Torino)'na taşınmıştır. Stadyum 2009 yılında yıkılmış ve yerine Juventus Arena yapılmıştır. Juventus 2011 yılında kendi stadyumu olan Juventus Arena'ya taşınmıştır.
FIFA 04 isimli bilgisayar oyununun video ve fotoğraf çekimleri bu statta yapılmıştır.
Çiroz (mutfak)
Çiroz, uskumru ve mersinbalığı balığının tuzlanarak güneşte kurutulmasıyla yapılan bir yiyecektir. Uskumrudan çok mersinbalığına benzer ve yumurtasından havyar adlı bir besin maddesi elde edilir.
Uskumru balığı Türk sularında kış aylarını Marmara Denizinde, yaz aylarını ise Karadeniz'de geçiren bir balıktır. Kış aylarında Marmara Denizi'nde yumurtladıktan sonra Karadeniz'e göç etmeğe başlayan Uskumru balıkları iri ve yağsız olurlar. Bu mevsim uskumru balığının çiroz yapmağa en eleverişli zamanıdır. İlk önceleri bu mevsimdeki uskumru balığına çiroz denmiş, kurutulmuş uskumru balığına da çiroz kurusu adı verilmiştir. Ancak zamanla bu isim kısaltılarak kurutulmuş uskumru balığına sadece çiroz denilmeğe başlanmıştır.
Uskumru balıklarının içleri temizlendikten sonra tuzlanır ve 12 saat bekletilir. Daha sonra bir süzgeçte yıkanıldıktan sonra ipe dizilerek kurutulur. Eski İstanbul'da uskumru balığı bolca yakalandığı zamanlarda çirozlar Nisan veya Mayıs aylarında kurutulurdu. İstanbul'un sahil kenarlarında kurutulmakta olan çirozlar kentin görünümünün vazgeçilmez bir parçasıydı. Genellikle Rum balıkçıların yakaladıkları Uskumru balıklarıyla yaptıkları çiroz, Rumların 1950 yıllarında İstanbul'dan ayrılması ve Marmara Denizi'nde yakalanan balıkların azalması sonucu yaygınlığını kaybetti. Eski İstanbul'da çok yaygın olarak tüketilen çiroz günümüzde çok nadir olarak masalarda görülmektedir.
Çirozun en yaygın yenilme biçimi çiroz salatasıdır. Çirozlar ızgara yapılarak ve kızartılarak pişirildikten sonra düz ve sert bir yüzeyde tokmakla dövülerek başları, derisi ve kılçıkları ayrılır. Didiklendikten sonra zeytinyağı, sirke ve limon suyu eklenerek servis yapılır.
İnteroute
Interoute, Avrupa çapında IP (internet protokolu) tabanlı hizmetler veren servis sağlayıcı bir şirkettir.
Avrupa'da 78 şehirde 200 POP noktası ve 47000+ km fiber kablo bağlantısı mevcuttur (2007).
1990'lı yıllarda Sandoz Aile Vakfı tarafından perakende ses taşıma hizmetleri vermek üzere kurulmuştur. 2002 yılından itibaren Avrupa çapında satın alımlar yaparak kendi data ağ altyapısını kurmaya başlamıştır. 2005 yılında Dubai Holding 120 milyon Euro yatırım yaparak şirkete küçük hissedar olarak katılmıştır.
Gichin Funakoshi
Gichin Funakoshi (Japonca: 船越 義珍; d. 1868 - ö. 1957), Okinavalı karate ustasıdır. Karateyi 1921 yılında resmi olarak Japon anakarasına getirmesi ve yaptığı yenileştirmeler ile tanınır.
Japonya'da ünlü restorasyon ve reformların yapıldığı Meiji iktidarının yönetimi aldığı 1868 yılında, Okinava Adasının başkenti Shuride dünyaya gelen Funakoshi, çok zayıf ve hastalıklı bir çocuk olarak doğdu. Ailesi, resmi görevler olan bir Samuray ailesiydi.
İlkokulda Okinavanın ünlü Karate Ustalarından ve Kralın resmi güvenlik görevlisi olan Yasutsune Azato'nun oğlu ile aynı sınıfta olan Funakoshinin, sınıf arkadaşının babasından Karate dersleri almaya başlamasıyla sağlığında çok büyük düzelme oldu. O yıllarda Savaş Sanatlarının eğitimi Meiji iktidarı tarafından yasaklandığı için, dersler geceleri yapılıyordu. Funakoshi, eğitiminin büyük bölümünü, Yasutsune Azato ve arkadaşı Yasutsune Itosu tarafından aldı. İki ustadan da Tokyoya gittiği 1921 yılına kadar hem karate, hem de Klasik Çin Edebiyatı ve Japon Güzel Yazı Yazma Sanatı dersleri almaya devam etti. Ayrıca Itos'nun Hocası ve Shuri Te stilinin kurucusu Sokon Matsumuradan da ders aldı.
Funakoshi, 21 yaşına girdiği 1888 yılında evlendi ve bir ilkokulda yardımcı öğretmen olarak aylık üç Amerika Doları maaşla iş buldu. 1901 yılında Karate eğitiminin serbest bırakıldı ile ilkokullarda zorunlu ders oldu. Ustalarından aldığı izinle Funakoshi, 33 yaşında okulunda ders vermeye başladı. Branşındaki başarılarından dolayı, Okinava Savaş Sanatları Federasyonu Shobukai'ın Başkanlığına seçildi.
1922 yılında, Japon Eğitim Bakanlığının, Tokyoda ilk defa düzenlediği gençlik spor gösterilerine Karateyi de dahil etmesi üzerinde Okinavadaki en başarılı Ustalardan biri olan Funakoshi bir gösteri yapmak üzere gönderildi. Gördüğü yoğun ilgi üzerine Tokyo da kalarak Karate öğretmeye karar verdi.
1922 yılında yazdığı ilk kitabı Ryu Kyu Kempo (Okinava Dövüşü) da, o güne kadar, Okinavada Çin etkisi ile geliştiği için "Çin Eli" ["kara" ("Çin") ve "te" ("el")] olarak adlandırılan gizli dövüş sanatını, çok benzer Japonca karakterle "Boş El" anlamına gelecek şekilde yazdı. Böylece Karate, bugün tüm dünyada kullanılan anlamını bulurken, Funakoshi bu yeni kelime ile Budist felsefenin "insanın kalbinden ve beyninden bütün arzu ve gösteriş merakını boşaltması" düşüncesine de gönderme yapıyordu.
1923 yılında Tokyo'da gerçekleşen büyük deprem, Ustanın Dojosuna onarılamayacak hasarlar verirken, öğrencilerinden birçoğu da hayatını kaybetmişti. Ulusal çapta Karateyi desteklemek adına yapılan bir yardım kampanyasından sonra, Funakoshi, Japonya da ilk defa sadece karate çalışılan bir Dojo açma şansını elde etti. Başlangıçta Usta bir isim vermeyi düşünmediği için; Dojoya öğrencileri tarafından, şiir yazarken kullandığı "Mahlas"ı olan "Çam Kokulu Dalgalar" anlamına gelen Shoto ve "ev" anlamına gelen Kai kelimelerinin birleşimi olan Shotokai adı verildi. Daha sonraki yıllarda Ev kelimesi okul ile yer değiştirerek stilin adı Shotokan oldu. 1935 yılında Dojosunun kapısından ilk defa içeri girdiğinde 70 yaşındaydı. Yıllarını Karatenin tanınması için çeşitli üniversitelerde dersler vererek ve gösteriler yaparak geçirirken, 8 Aralık 1941 yılında Amerika Birleşik Devletleri, Japonya'ya savaş ilan etti ve Okinava Adasına asker çıkarmaya başladı. Bunun üzerine Anakaraya gelenler arasında, Japonyaya geldiğinden beri ayrı olduğu karısı da vardı. Çift Kyushu'daki Toplama Kampında bir araya geldi ve 1947 yılında Funakoshi'nin eşi ölüne kadar bir arada kaldılar. Bu arada hem dojoyu kendisinden devralmayı kabul eden büyük oğlu Gigo Tüberkülozdan ölmüş, hem de Dojosu müttefik bombardımanında yıkılmıştı. Karısı öldükten sonra Funakoshi tekrar Tokyo'ya dönerek mücadelesine kaldığı yerden devam etti.
Japonyayı işgal eden Müttefik güçler, binalar kadar Japon Kültürüne de zarar vermek amacında olduğu için Savaş Sanatlarının çalışılması yasaklanmıştı. Ancak Funakoshinin Eğitim Bakanlığı ile ilişkisinde dolayı, Karate Savaş Sanatı yerine Bedeni Çalışma olarak kabul edilerek serbest bırakıldı. Ancak yeni öğrencileri işgal güçlerinde görev yapan Amerikan Askerleriydi. Her asker ülkesine bir Karate öyküsüyle döndükçe, Funakosh |
i Amerikadan binlerce davet mektubu almaya başladı. En başarılı öğrencilerden birkaç tanesi 1953 yılında Birleşik Devletlere bu görevle yola çıktılar. Masatoshi Nakayama, Hidetaka Nishiyama ve Tsutomu Ohshima, Karatenin dünyaya yayılmasında öncüler oldular. Funakoshi 1955 yılında Japon Karate Federasyonunu kurarak Uluslararası örgütlenmenin de temellerini attı.
İki yıl sonra Büyük Usta, uykusunda öldü.
Gichin Funaskoshi, ağırlıklı olarak Kata eğitimine önem verdi. Farklı stillere ait 15 katayı değitirerek eğitim sistemine soktu. Temel prensibi, Katalar çok iyi çalışıldığı takdirde; öğrencinin Kumitede (Dövüş) başarılı olacaklarına olan inancıydı. Ayrıca insan bedeninin her parçasının güçlendirilmesine çok önem verdi. 50li ve 60lı yaşlarında Funakoshi oldukça güçlüyü. Çalışmalar sırasında, öğrenci ne kadar büyük çaba harcarsa harcasın Ustanın savunmasını geçmek oldukça zordu.
Funakoshi, otobiyografisi olan "Karate-Do: Yaşam Yolum." dahil olmak üzere birçok kitap yazmıştır.
Güzin Sayar
Güzin Sayar, (1921 İstanbul -16 Temmuz 2006), Güzin Abla isimli köşesi ile ünlü olmuş köşe yazarı.
Gazeteciliğe ilk olarak 1952 yılında Yeni İstanbul Gazetesi'nde mütercim olarak başladı. Havadis, Son Havadis, Akşam, İstanbul Ekspres, Ekspres, Haber, Günaydın ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı.
Gazeteciliğe annesinin çalıştığı "Yeni İstanbul" gazetesinde tercüme yazılar yazarak başladı. 1960’lı yıllarda "Son Havadis" gazetesinde, “Sorun söyleyelim” adıyla köşe ile insanların sorunlarına eğilmeye yönelik yazılara başladı. Sonraki yıllarda, "Akşam", "Hür Vatan" gibi gazetelerde “Derim ki” adlı köşede yazmaya başladı.
Saklambaç gazetesindeki “Feride” adlı dertleşme köşesinin adını “Güzin Abla Dertlerinizle Başbaşa” olarak değiştirdi. Yazarın “Siyaset Çarkı” ve “Ihlamurlar Altında” adlı iki kitabı da bulunuyor.
1998 yılında sağlık sorunları nedeniyle "Güzin Abla" köşesini, kızı Feyza Algan'a bıraktı.
Güzin Sayar, 16 Temmuz 2006 günü vefat etti.
Paşapınar
Kirpik
Kirpik aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Akatlar
Akatlar özel isim olup şu mânâlara gelebilir:
Altıparmak
Altıparmak şu anlamlara gelebilir:
Perspektivizm
Perspektivizm, Türkçe anlamı "bakışaçıları çokluğu" olan sözcük.
Bu kavram, Friedrich Nietzsche'nin felsefesinin genel olarak yöntemsel konumunu göstermektedir. Buna göre yaşam, ancak perpektifler çokluğuyla anlaşılabilir ve değerlendirilebilir. Tek bir bakış açısı ve tek bir perspektif her zaman sorunludur ve her bakış açısı da zaten kendi sınırlılıklarıyla belirlenir. "Perpesktivizm", bu sınırlılıklar dolayısıyla "bakış açıları çoğulluğunu" önerir.
Nietzsche'ye göre, "gerçeklik", yalnızca bir takım "yorumların" gerçekliğidir, "yorumsuz" ya da "yorumdışı" bir gerçeklik söz konusu olamaz ve bundan dolayı perspektivizm gerçekligin çoklu kavranışı olması bakımından gereklidir. Perspektivizm, Nietzscheci anlamda metafizik olmayan bir felsefi yöntemdir.
Daha sonra bu düşünce Michel Foucault ve diğer postmodern düşünürlerce kullanılacak ve geliştirilecektir.
Rasyonellik
Rasyonellik, akılcılık ya da usçuluk anlamında felsefi terim ve önerme. Rasyonalizm, rasyonelliği merkez alan bir felsefe öğretisidir. Buna göre, hem gerçekliğin hem de doğruluğun ölçütü rasyonalitede yani ustadır.
İlk olarak rasyonellik, önsel bilginin ( a priori ) kesin güvenilirliği üstüne kurulmuş bir eğilimdir. Bu felsefi öğretinin dayandığı epistemolojiye göre bilgi, temelden ya da yalnızca akıldan gelir . Hem bilginin hem de yaşamın kurucu ilkesi akıl olmalıdır, der bu yaklaşım.
Duyusal deneyimi ikincil kılar ve dahası önemsizleştirir. Deneyciliğe ( amprisizm ) karşı, gerçek bilginin deney-dışı bir yapıya sahip olduğunu ve akla dayandığını ileri sürer. Tümdengelimli düşünce yöntemine dayanır.
René Descartes, Leibniz, Spinoza ve Kant gibi düşünürlerde görülen genel yaklaşım biçimi rasyonellik olarak ifade edilebilir. Aydınlanma çağının temelinde "rasyonellik" fikri, yani her şeyin akıl ile değerlendirilmesi, temellendirilmesi ve düzenlenmesi fikri egemendir.
Bilinç dışı
Bilinç dışı, Sigmund Freud'un psikanaliz kuramında geliştirilmiş bir kavramdır. Buna göre; bilinç yapısı ikili bir nitelik taşır, yani görülen bilinç durumlarının gerisinde çok daha derinde ve görünmez bir bölgede işleyen başka bir yapı daha söz konusudur. Bu bölgenin adı bilinç dışıdır ve bilinç durumunu etkileyen asıl şey bu yapıdır. Freud'un bilinçaltı ile ilgili imgelemeyi güçlendiren bir yorumu vardır. Freud bilinci okyanustaki buz dağına benzetir. Suyun altında kalan kısım bilinçaltı, su üzerinde kalan kısım bilinçtir. Bu yoruma göre bilinçaltıyla ilgili araştırma ve sentezlerde bulunmuştur.
Bilinçaltının rüyalarla açığa çıkacağını savunmuş ve hastalarıyla bunu örneklendirmiştir.
Organizmanın iç yaşantıları ve dış dünyanın farkında olmadan yaptığı davranışların tümü. İnsanı bir bilgisayara benzetecek isek, bilinç dışı kuşkusuz bir şekilde insanın "Hard Disk"i olacaktır. Organizmanın yaşadığı olayların önemli/önemsiz kaydedildiği ve hayatının gelecek aşamalarında alınacak kararlara ve yapılacak eylemlere dolaylı yönden etki ettiği bir bölümdür. Aynı zamanda yine bir bilgisayar benzetmesinde bulunacak olursak, bilinç dışı insan için bir anti virüs görevi görmektedir.
Bilinçte olmayan ancak kapsamındakilerin istendiğinde bilince çağırabileceği eşik bölgesi. Bilincin farkında olmadığımız alanı.
Psikanalizde kullanılan İd (temel benlik), Ego (bilinç) ve Süperego (toplumsal kurallar; din, ahlak, töre, gelenek gibi) üçlemesi, ilahi dinlerdeki şeytan, nefis ve inanç üçlemesine benzemektedir.
Marcello Mastroianni
Marcello Vincenzo Domenico Mastroianni (d. 28 Eylül 1924, Fontana Liri – ö. 19 Aralık 1996, Paris), dünyaca tanınan İtalyan aktör.
Ciociaria’nın küçük bir köyü olan Fontana Liri’de doğan Mastroianni Torino ve Roma’da büyüdü. 1938-1943 yılları arasında birçok tiyatro oyununda küçük roller aldı. II. Dünya Savaşı sırasında çalışmaları kesintiye uğradı, bir Nazi hapishanesinde bir süre kaldı ama kaçmayı başararak Venedik’te saklandı.
Savaştan sonra "Centro Universitario Teatrale"'de çalışmaya başladı. Orada tanıştığı yönetmen Luchino Visconti, yönettiği bir oyunda (İhtiras Tramvayı) Mastroianni’ye rol verdi. Bu oyun sırasında Federico Fellini’nin eşi olan oyuncu Giulietta Masina ile tanışması kariyerinde önemli bir dönüm noktası oldu.
1945’te oyunculuk dersleri alarak sinema endüstrisinde çalışmaya başladı. İlk filmi olan ve Victor Hugo'nun romanından uyarlanan "I miserabili" (Sefiller), 1948 yılında gösterime çıktı.
1955 yılına kadar filmlerde küçük ve ikinci dereceden roller üstlendi. Ama her türlü role uyabilme kapasitesi ile kısa zamanda baş rollere çıkmaya ve ünlü yönetmenlerle çalışmaya başladı. Vicconti’nin Beyaz Geceler filminde başrolü üstlendi.
1960’ta çevrilen, Federico Fellini’nin yönetmenliğini yaptığı ve kısa zamanda kült film haline gelen "La dolce vita" (Tatlı Hayat), ömrünün sonuna kadar peşini bırakmayacak olan "Latin Âşık" yakıştırmasının doğmasına neden oldu. Ama Marcello, komediden politik filmlere ve dramlara her türlü rolde inandırıcı portreler çizdi.
İtalya’nın hemen hemen bütün büyük yönetmenlerinin filmlerinde yer alan oyuncu, 1985’ten itibaren daha çok yabancı yönetmenlerle çalışmaya başladı. Yunan Theo Angelopoulos, Rus Nikita Mikhalkov, Fransız Bertrand Blier ve Agnès Varda ABD'li Robert Altman, İspanyol Raoul Ruiz, Portekizli Manoel de Oliveira ile filmler yaptı.
İtalyan tiyatro oyuncusu Flora Carabella ile 1948’de yaptığı evlilikten 1951 yılında doğan kızı Barbara, sinema sektöründe kostüm dalında çalışmayı seçti. Marco Ferreri’nin Lisa filminde tanıştığı Fransız oyuncu Catherine Deneuve ile ilişkisinden 1972 yılında doğan kızı Chiara ise bir oyuncu. Chiara, babasının son filmleri olan "Les Yeux noirs" (Siyah Gözler) ve "Trois vies et une seule mort"'da onunla birlikte rol aldı.
Marcello Mastroianni pankreas kanseri sonucu 19 Aralık 1996'da Noel’den beş gün önce Paris'te öldü.
1961 "Divorzio all'italiana" (İtalyan Usulü Boşanma) ile BAFTA uluslararası en iyi aktör ödülü,
1964 "Matrimonio all'italiana" (İtalyan Usulü Evlilik) David di Donatello en iyi aktör
1964 "Ieri, Oggi, Domani" (Dün, Bugün, Yarın) ile BAFTA uluslararası en iyi aktör ödülü,
1970 "Dramma della gelosia" ile Cannes en iyi oyuncu ödülü,
1987 "Oci ciornie" ile Cannes en iyi oyuncu ödülü,
1995 Cannes Altın kamera onur ödülü,
1963, 1978 ve 1988’de üç kez Oscar en iyi oyuncu adaylığı.
Karahindiba
Karahindiba ("Taraxacum officinale"), papatyagiller (Asteraceae) familyasından yaygın bir bitki türü. Çiçekleri sarı, yaprakları yeşil olsa da bitkinin adına "karahindiba" denilmiştir.
Mısır ve Kıpçak Türkleri'nin "katagan", Çağatay Türkleri'nin "saçratku" olarak bildikleri bu bitki günümüze "karahindiba" olarak gelmiştir. Hindiba, Arapça kökenli bir kelimedir. Tedavisi için kullanıldığı göz hastalığı trahomdan kaynaklandığı ileri sürülür. Anadolu'da acıgıcı, "acıgünek", "güneyik", "çıtlık", "cırtlık" ve "arslandişi" olarak bilinse de en yaygın olarak kullanılan adı "radika"dır.
Karahindiba Nisan ve Mayıs aylarında tüm tarla kıyılarında çayırlık alanlarla yol kenarlarında yetişen, çok yıllık sarı çiçekli otsu bir bitkidir. İçi "kengel" denilen acı bir sütle dolu uzun kazık kökü, rozet halinde tabanda toplanmış olan derin dişli yapraklarını ve yapraklardan daha uzunca olan çiçek saplarını taşır. Bu sapların tepesinde kömeç halindeki altın sarısı çiçekleri ilkbahardan sonbaharın ortasına kadar açar. Daha sonra bu çiçek kömeçleri karahindibanın tohumlarını taşıyan beyaz toplara dönüşürler. Bu beyaz topçukları oluşturan meyve kapçıkları en hafif rüzgarda bile uçup çevreye dağılır. Bitki böylece yaydığı tohumlarıyla çoğalır. Hortum şeklinde kesilip çok güzel ses çıkardığı için bu ismi almıştır.
Besleyici değeri oldukça yüksek olan Karahindiba, % 5'e varan yüksek bir oranda potasyum içermesinden dolayı, en iyi doğal potasyum kaynaklarından biridir. A vitamini, C vitamini ve nikotinik asit ile kalsiyum ve türlü mineraller yönü |
nden de zengindir. Ayrıca, torexacin, retinol, levulin, inulin gibi bileşikler içerir. Bu nedenle yaprakları salatalara katılıp yenir. Kökü de, yaşken doğranıp salatalara katılır. Kurutulan kökü birçok ülkede öğütülüp acı hindiba kahvesi olarak içilir. Avrupa'nın bazı ülkelerinde ve Hindistan'da tarımı yapılan türleri vardır ve bunların çiçek büyüklüklerinin çapı yedi santimetreye kadar varır. Kök sakızı da denilen bitki, köklerinden çıkan sıvının pıhtılaşıp kurutulmasıyla kauçuk eldesinde de faydalanılır.
Tüm Avrupa, Kuzey Amerika ve Asya olmak üzere dünyanın hemen her yerinde görülen yaklaşık 100 çeşidiyle kozmopolit bir türdür.
Giuseppe Garibaldi
Giuseppe Garibaldi (d. 4 Temmuz 1807 – ö. 2 Haziran 1882), İtalyan general, yurtsever, lider ve yazar.
İtalya Devleti'nin kurulmasına öncülük etmiştir. İtalyanlar tarafından İtalya'nın en büyük kahramanı ve yurtseverlerinden biri olarak kabul edilir. İtalya'nın birleşmesindeki en önemli kişidir. Avrupa ve Güney Amerika'daki pek çok askeri mücadeleyi yönetmiş, bu yüzden "İki Dünyanın Şövalyesi" unvanı almıştır.
Garibaldi 1807'de Nice (Nizza) şehrinde doğdu. O zaman şehir İtalyandı ve Sardunya Krallığı'na aitti. Daha sonra şehir Fransa'ya verildi ve günümüzde kullanılan Nice ismini 1859'da aldı. Şehir birleşme hediyesi olarak İtalya' dan Fransa' ya verilmiştir.
Garibaldi'nin ailesi deniz taşımacılığı işi ile uğraşıyordu ve deniz hayatı için yetiştirilmişti. 1832'de tüccar denizci kaptanı belgesi aldı.
Karadeniz'e gitmekte olan bir gemide çalışırken uğradığı İstanbul'da inerek 1828-1831 tarihleri arasında 3 yıl kadar yaşadı. Günümüzde Casa Garibaldi İstanbul adıyla tanınan Societá Operaia İtaliana (İtalyan İşçi Birliği) derneğinin kurucu başkanı oldu.
Garibaldi'nin hayatını değiştiren olay Nisan 1833'te Taganrog, Rusya'da başına geldi. Portakal yüklü gemisi Clorinda göletinde on gün için palamara bağlanan Garibaldi sahilde denizci hanında, Oneglia'lı Giovine Battista Cunco ile karşılaştı. Cunco İtalya'lı politik bir göçmen ve La Giovine Italia "Genç İtalya" hareketinin gizli üyesi idi. Kurucusu Giuseppe Mazzini, İtalya birliğinin politik ve sosyal reformlara doğru Liberal Cumhuriyet ateşli savunucusuydu. Garibaldi bu oluşuma katıldı ve ülkesinin Avusturya hakimiyetinden bağımsızlığı için hayatı boyunca mücadele edeceğine yemin etti.
Garibaldi, Ekim 1833 Cenevre'de Mazzini'nin kendisiyle tanıştı. Başlayan ilişkileri daha sonra problemli bir bir duruma gelecekti. Gizli devrimci birliğine katıldı. Şubat 1834'te, Mazzini'nin Piyemonte'deki başarılı olmayan ayaklanmasına katıldı. Ceneviz mahkemesi tarafından gıyabında ölüme mahkûm oldu ve Marsilya'ya kaçtı.
Tunus'dan sonra Garibaldi Brezilya'ya gitti. "Rio Grande do Sol" (eski Brezilya'nın Sâo Pedro Do Rio Grande do Sol bölgesi) Cumhuriyeti'nin bağımsızlığı olayına açıldı. Gaucho (Portekizce bir terim olup Güney Amerika Pampas "ağaçsız geniş ovalar" da yaşayanları tanımlamak için kullanılır) isyancı grubuna katıldı. Onlar Farrapos (Tatters:parça,çaput) olarak biliniyordu ve yeni olan Brezilya ulus bağımsızlığına karşıydı. Garibaldi bu savaş sırasında, Tatter ordusunun Brezilya'da "Santa Catarina" bölgesinde diğer bir Cumhuriyet ilan etmeye çalıştığında bir kadına rastladı. Anita Ribeiro da Silva (en iyi "Anita" olarak tanınıyordu.) Ekim 1839 da Anita kocası Manuel Duarte Agular'ı terk etti. Rio Pardo'da gemisinde Garibaldi'ye katıldı. Bir ay sonra sevdiği kişinin tarafında İmbituba ve Laguna savaşlarına katıldı.
1841'de çift Montevideo'ya (Uruguay) hareket etti.Garibaldi orada tüccar ve okul müdürü olarak çalışıyordu. Takip eden yılda evlendiler. Dört çocukları oldu. Monetti 1840, Rosita 1843, Terasita 1845 ve Ricciotti 1847'de doğdular.
Kadın at biniciliğinde ustalaşmış Anita'nın Garibaldi hakkında onun Güney Brezilya ve Uruguay Gaucho kültürüne sahip olduğunu düşündüğü söylenir.
1842'de Uruguay filosu komutanlığını aldı ve Arjantin diktatörü Juan Manuel de Rosa'a karşı İtalyan lejyonunu mevziledi. Ülkenin savaşı (Guerra Grande)için Lejyon İtalya yas gününü temsil eden siyah bayrağı benimsedi. Merkezindeki volkan, vatanındaki uyuyan, uyuşuk güçleri temsil ediyordu. Uruguay'daki lejyon ilk kımızı gömlek giyiyordu. Montevideo'daki fabrikadan temin edilen. Fabrika gömlekleri Arjantin'deki bir mezbahaneye ihraç etmeyi tasarlıyordu. Garibaldi ve onun takipçilerinin sembolü haline geldi. 1842 ve 1848'de Garibaldi Montevideo'yu, eski Uruguay diktatörü Manuel Oribe'nin liderlik ettiği Arjantin kuvvetlerine karşı savunuyordu. Gerilla savaşında ustaca bir taktik belirleyerek 1846 da Cerro ve Sant'Antonio savaşlarında iki kutlanacak zafer elde etti. Her ne kadar bazı Uruguay gemilerini yönettiğinde az başarı elde etmiş olduğu halde.
Vatanını alın yazısı, her durumda Garibaldi'yi ilgilendirmeye devam ediyordu.
1846'daki papa IX. Pius'un seçimi İtalya yurtseverleri içinde sansasyona sebeb olmuştu. Hem İtalya'da hem de dışarda. Papanın başlangıç reformlarında Vicenza Giobetti (5 Nisan 1801-26 Ekim 1852) hakkında onun İtalya'nın birliği için liderliği temin edeceği kehanetinde bulunuyordu. Bu haber Montevideo'ya ulaştığında Garibaldi papaya bir mektup yazar.
Garibaldi İtalya'ya 1848 devriminin karışıklığı içinde döndü. Charles Albert'in (Carlos Alberto: 2 Ekim 1798- 28 Temmuz 1849 Sardunya Kralı "1831-1849") hizmetine önerildi. Kral bazı liberal eğilimler gösteriyodu. Fakat Garibaldi'ye karşı soğuk ve güvensiz davranıyordu.Piyemonte'den ters cevap aldı, o ve onun takipçileri Lombardiya'ya geçtiler. Onlar Avusturya işgaline karşı ayaklanmışlar ve Milan hükümeti eyaletine yardım sunuyorlardı. Takip eden bu yönde, Başarısız İlk İtalyan Bağımsızlık Savaşında, Luino ve Morazzone'deki iki küçük zaferde ordusunu yönetiyordu. Novara (23 Mart 1849) daki Piemonte yenilgisi izdihamından sonra Garibaldi Cumhuriyeti desteklemek için Roma'ya hareket etti ki Papalığa ait bir devlet ilan ediliyordu. Fakat, Luis Napeleon (Gelecekteki III.Napeleon) onu devirmeye tehdit etmek için bir Fransız kuvveti gönderdi. Manzini'nin zorlamasıyla Garibaldi Roma'nın savunmasının komutanlığını aldı. Karısı Anita onunla birlikte savaştı. Tüm gayretlerine rağman şehir 30 Haziran 1849 da düştü. Garibaldi ve onun kuvvetleri Avusturya,Fransa, İspanya ve Napoli orduları tarafından avlanıyordu. Venedik'e ulaşmak amacıyla kuzeye kaçtığında,ayaklananlar hala Avusturya'nın kuşatmasına direniyordu. Destansı bir yürüyüşten sonra, San Marino'da kendisini hala takip eden 250 adamıyla geçici göçmenlik aldı. Anita, onların beşinci bebeğini taşıyordu, geri çekilme sürecinde Comacchio yakınlarında öldü.
Garibaldi sonunda, La Spezia yakınındaki Portovenere'ye ulaşmayı başardı. Fakat Piyemonte hükümeti onu tekrar yurtdışına göç etmeye zorluyordu.
Tangier'de kalmasından sonra Staten Island'a (New York) hareket etti. 30 Temmuz 1850'de oraya vardı ve kendini açığa vurmaktan kaçınmak için sürgünde. Ev sahibi, zamanının çoğunu atölyesinde mum yaparak harcadığı mucit Antonio Meucci idi. Fakat sonuçtan memnun değildi. Sonraları gemi kaptanı olarak Pasifik'e çeşitli seyahatler yaptı. Bunlardan en uzunu, 1851 Nisanından başlayıp iki yıl süren ve Peru'daki And'lı kadın kahramanı Manuela Sâenz'i ziyaret ettiği olandı.
Garibaldi New York'u son olarak Kasım 1853'te terk etti.
Garibaldi 21 Mart 1854'te İngiltere'nin kuzey doğusunda Tyne Nehri ağzında ulusal gemi kaptanı olarak seyir halindeydi. Gemi Baltimor'dan kalkmıştı ve rıhtıma yanaşıp yükünü South Shield'e (İngiltere'de sahil kasabası) boşalttığında Amerikan bayrağı dalgalanıyordu. Garibaldi, "Newcastle Courant" civardaki yüksek rütbeli kimselerin akşam yemeği davetini reddetiğini haber yapmasına rağmen, Tyne nehri kıyısında popüler bir şahsiyetti ve yörenin işçi sınıfı tarafından coşkuyla karşılanıyordu. Onun bulunması hatırasına bir kılıç Garibaldi'ye sunuluyordu. Ondan yaklaşık olarak yarım yüzyıl sonra torunu Güney Afrika'da İngiliz ordusun için gönüllü olarak Boer savaşında çarpışırken o kılıcı taşıyordu. Garibaldi 1854 Nisanının sonunda oradan ayrılarak, toplamda Tyne Nehri kıyısında bir aydan biraz daha fazla bir süre kalmış oluyordu.
Garibaldi 1854'te İtalya'ya yeniden döndü. Ağabeyinin ölümünden kalan küçük mirası kullanarak İtalyan Caprera (Kuzey Sardunya) adasının yarısını satın aldı ve kendini tarıma verdi.
1859'da İkinci İtalyan bağımsızlık savaşı (Avusturya-Sardunya savaşı olarak da bilinir) Sardunya hükümetindeki iç entrikalar ortasında patlak verdi. Garibaldi tüm general atandı ve "Alp'lerin avcıları " adlı bir birlik kurdu. Bu olaydan sonra sadece Sardinya Piyemonte Krallığının etkin biçimde başaracağını varsayarak, İtalya'nın kurtuluşunun hakkındaki Manzini'nin Cumhuriyetçi fikrini terk etti.
Gönüllüleri ile Varese, Como ve diğer yerlerde Avusturyalı'lara karşı zaferler kazandı.
İtalyan şehri Nice'nin Fransız'lara elzem olan askeri yardım karşılığında teslim edilmesi Garibaldi'nin canını çok sıktı.
İtalyan Parlamentosuna tekrar seçilmesine rağmen sonraki yıllarının çoğunu Caprera'da geçirdi.
1879'da, kiliseye ait taşınmazları yürürlükten kaldırıp, düzenli bir ordu kurup, genel oy kullanma hakkını ileri sürerek "League of Democracy"i kurdu. Eklem iltihabı onu yatağa gitmeye zorladı. Calabria ve Sicilya'ya seyahatler yaptı. 1880'de, ondan evvelce üç çocuğu olan, Francesca Armosino ile evlendi.
Ölüm döşeğinde iken yatağının zümrüt yeşili ve safir mavisi denizi görebileceği bir yere taşınmasını istedi. 2 Haziran 1882'de, 75 yaşında öldü.
Phnom Penh
Punon Pen (Khmerce: ភ្នំពេញ; official Romanization: "Phnum Pénh"; IPA: ): Türkçeye "Punon Pen" olarak geçmiştir. Bu şehir Kamboçya'nın başkentidir. Mekong Nehri kıyısında yer alan Punon Pen, Kamboçya’nın Fransa tarafından sömürgeleştirilmesinden itibaren Kamboçya’nın başkenti konumunda olup, en büyük şehri olma vasfını haizdir. Punon Pen zamanla gelişerek, ülkenin ekonomik, kültürel, siyasi, diplomatik ve sınai merkezi haline gelmiştir.
Bir zamanlar "Asya’nın İncisi" olarak adlandırılmış olan bu şehir, 1920'lerde Hindiçin’de Fransızlar tarafından inşa e |
dilen en güzel şehirlerden biri olarak kabul edilir. Siem Reap ve Siyanukvil ile birlikte Kamboçya’nın önemli turistik destinasyonlarından biridir.
Ekaterina Atalık
Ekaterina Polovnikova Atalık, 1982 Rusya doğumlu Kadın Büyük Usta (WGM) ve 2007 yılında kazandığı Uluslararası Usta (IM) unvanlarına sahiptir.
Nisan 2006'da Kuşadası'nda yapılan 7. Avrupa Bayanlar Satranç Şampiyonası'nda 1. olmuştur. Kariyeri boyunca 2414'e kadar çıkmış olan ELO'su günümüzde 2377'dir.
11 Kasım 2005 tarihinde 41 yaşındaki ilk Türk Büyük Usta (GM) Suat Atalık ile evlenmiştir. Vadim isimli bir çocuk annesidir.
Cisco Systems
Cisco Systems, merkezi San Jose, Kaliforniya'da olan Amerikalı çok uluslu bir ağ teknolojileri şirketidir. 1984 yılında Stanford Üniversitesi'nden Len Bosack ve Sandy Lerner tarafından kurulmuştur. Şirketin ismi San Francisco şehrinin son iki hecesinden oluşturulmuştur.
Cisco Systems'in sunduğu sertifikasyon sistemi yine tüm dünyada geçerli olan ve Cisco sertifikalı elemanların iş bulmasında kolaylık sağlayan bir içeriğe sahiptir. Bu sertifikasyon sistemi CCNA (Cisco Certified Networking Associate), CCNP (Cisco Certified Networking Professional) ve CCIE (Cisco Certified Internetworking Expert) seviyelerinden oluşmaktadır. Akademik eğitim için Cisco NetAcad sayfasına bakınız. Bu eğitim Türkiye'de kısıtlı sayıda okulda verilmektedir ve lisede başlamaktadır.
Cisco Systems 'e ait sertifikasyon programları şunlardır:
Türkçe ana sayfa
Catherine Leroy
Catherine Leroy (1945 - 7 Temmuz 2006, Los Angeles), Fransız savaş fotoğrafçısı ve gazeteci.
1966'da 21 yaşındayken gittiği Saygon'da yıllarca kaldı ve Vietnam Savaşı'nı belgeleyerek 'erkeklerin kıskandığı fotoğrafçı' diye anıldı. Fotoğrafları Life dergisine defalarca kapak oldu. 1972'de, başta Ron Kovic olmak üzere, savaş karşıtı Vietnamlı gazileri konu aldığı The Last Patrol adlı filmini çekti.
1970'li yıllar boyunca Somali, Afganistan, Libya, İran, Irak, Lübnan gibi çeşitli ülkelerdeki savaşlarda fotomuhabiri olarak bulundu. Gamma ve Sipa fotoğraf ajanslarında çalıştı. 1976'da, Lübnan Savaşı sırasında Beyrut sokaklarında süren çatışmalarda çektiği fotoğraflarla Robert Capa Fotoğraf Ödülünü alan ilk kadın fotoğrafçı oldu. Bunun yanı sıra sayısız ödül aldı.
Özgürlük
Özgürlük veya erkinlik, birinin engellenmeden ya da sınırlandırılmadan istediğini seçebilmesi, yapabilmesi ve hareket edebilmesi durumudur. Felsefede, determinizm karşıtı özgür irade fikrini içerir. Politikada özgürlük, hükümet baskısından bağımsızlıktır.
Çoğunlukla hakların diliyle ifade edilen özgürlük, kişinin diğer bireylerin haklarına saygı duyduğu sürece dilediği şekilde davranmasını, kimse tarafından zorla engellenmemesi ya da durdurulmamasını belirtir. Bu durum, Locke'un doğal haklar geleneğinden kaynaklanır. Özgürlük üstüne yazılan tarihsel kitaplar arasında John Stuart Mill'in 1859 yılından basılan "Hürriyet Üstüne" isimli denemesi bulunmaktadır. Mill, "Hürriyet Üstüne" adlı çalışmasında çoğunluk adı altında, azınlıkta kalan düşüncelerin bastırılmaya çalışılmasından duyduğu kaygıyı dillendirmekte ve mutlak müdahalesizlik anlayışını ortaya koymaktadır. 20. yüzyılın filozoflarından Isaiah Berlin "İki Özgürlük" adlı eserinde özgürlüğün birbirine zıt yorumları olarak iki bakış açısı arasındaki farklılıkları anlatır, bunlar negatif özgürlük ve pozitif özgürlüktür.
Juniper Networks
Juniper Networks ağ ürünleri geliştiren ve pazarlarlayan, merkezi Sunnyvale, Kaliforniya olan çok uluslu bir şirkettir. Ürünleri; yönlendiriciler (Router), anahtarlar (Switch), ağ yönetimi yazılımları, ağ güvenlik ürünleri (Firewall, VPN) ve yazılım tanımlı ağ teknolojisi ürünlerini içermektedir.
Juniper, Pradeep Sindhu tarafından 1996 yılında kurulmuştur. Şirket 1999 yılında halka açılmaya gitmeden önce girişim sermayederleri ve telekomünikasyon şirketleri çevresinden finansman aldı. Şirket, 2000 yıllında gelirlerinde 673 milyon $ büyüdü ve ağ ürünlerinde Cisco'nun baskın pazar payını zorladı. 2004 yılında gelirleri 4 milyar $ ve 2014 yılında 4.63 milyar $ 'a ulaşmıştır. 2008 yılında CEO olarak Kevin Johnson'ı, 2013 yılında Shaygan Kheradpir'i ve 2014 yılında Rami Rahim'i atamıştır.
Juniper Networks, esasen IP adresi aramaları ve doğrudan internet trafiğini yönetmek için internet servis sağlayıcıları (ISS) tarafından kullanılan çekirdek yönlendiriciler (Core Router), üzerinde odaklandı. 2002 yılında Unisphere'i satın alarak, ISS'ler tarafından kullanılan ve bireysel tüketicilere internet trafiğini yönlendiren kenar yönlendiriciler pazarına girdi. 2003 yılında kendi JProtect güvenlik araç seti ile BT güvenliği pazarına girdi ve ertesi yıl güvenlik şirketi NetScreen Technologies şirketini satın aldı. 2000'li yılların başında kurumsal ürün pazarına girdi, bu pazar 2005 gelirlerinin üçte birini oluşturdu. 2014 itibarıyla, Juniper yeni yazılım tanımlı ağ ürünleri geliştirmeye odaklanmıştır.
Juniper Networks, Xerox'un Palo Alto Research Center (PARC)'ta bilim adamı olan Pradeep Sindhu tarafından Şubat 1996 yılında kuruldu. 1995 yılında tatil yaparken Juniper'i kurmak fikri aklına gelmiştir. İnternet trafiği için kullanılan yönlendiricilerin çoğu telefon görüşmeleri için tasarlanmıştı ve her bir arayan için ayrılmış devre vardı; Sindhu, Internet trafiği için optimize edilmiştir paket tabanlı yönlendiriciler yaratmak istiyordu. Sindhu'ya Sun Microsystems'ten Bjorn Liencres ve MCI Communications'dan Dennis Ferguson mühendis olarak katıldı.
Juniper; Networks yönlendiriciler, anahtarlar ve IT güvenlik ürünleri gibi ağ ürünleri tasarlar, üretir ve pazarlar. ISS'ler için çekirdek yönlendiriciler satarak işe başlamıştır. Şubeler ile diğer erişim noktaları için toplama cihazları ve ağ kenar yönlendiriciler, veri merkezleri ürünleri, kablosuz ağ ürünlerini içine katarak ürün ailesini genişletmiştir.
Juniper, ISS'ler tarafından kullanılan anahtarları ve yönlendiriciler için en büyük pazar payına sahip üçüncü şirkettir. Analist firması Dell'Oro Group'a göre, kenar yönlendiriciler için en büyük dördüncü ve çekirdek yönlendiriciler için % 25 pazar payı ile ikinci sırada yer almaktadır. Aynı zamanda güvenlik duvarı pazarında % 24.8 pay ile güvenlik duvarı ürünleri içinde ikinci en büyük pazar payı sahibidir. Veri merkezi güvenlik cihazlarında, Juniper; pazar lideri Cisco'nun ardından ikinci pazar payı sahibidir. Kablosuz ağ pazarında Aruba Networks ile ortak geliştirme ve pazarlama anlaşması ile düşük bir olan pazarda daha büyük bir paya sahiptir.
Juniper teknik destek ve hizmetini J-Care programı aracılığı ile vermektedir.
Şubat 2015 itibarıyla, Juniper'in ürün aileleri şunlardır:
Mesozoa
Mesozoa, solucan benzeri parazitik canlıları kapsayan hayvanlar şubesidir.
Denizlerde yaşayan omurgasız hayvanlarda iç parazit olarak yaşarlar. Vücutları 2 hücre tabakasından oluşmuştur, endoderm ve mezoglea bulundurmazlar. Çok hücreli basit organizasyonlu canlılardır. Vücutlarının iç tarafı üreme hücreleri dış tarafı ise silli hücrelerle kuşatılmıştır.
Mesozoa, Rhombozoa ve Orthonectida gruplarını kapsar.
Yumuşakçaların karındanbacaklılar sınıfında bulunan türlerin nefricium kanallarında yaşarlar. Oval larva şekilleri bulunmaktadır. Bu larva çok sayıda madde ile dolmuş sil bulundurmayan apikal hücreler ve vücut yüzeyini kapatan silli hücrelerden meydana gelmiştir.
Larvaları morfolojik açıdan tek hücreli sillilere benzer. Ergin vücudundan ayrılan larva bir süre yalnız yüzer daha sonra yeni konukçuya tutunur ve orada erginleşir.
Her iki grupta da başkalaşım (metamorfoz) görülmez.
Tarihte, Mesozoa, Agnotozoa'nın alt alemi olarak kabul edilmiştir.
Gavar
Gavar (Ermenice: Գավառ) Geğarkunik'in yönetim merkezidir. Eski adları Kever (1827'den önce), Novo Bayezid (1827-1917) ve Nor Bayezid (1917-1935)'tir. Son iki ad Rusça ve Ermenice "Yeni Bayezid" anlamına gelir ki buradaki Ermenilerin çoğu Doğubeyazıt'tan göçenlerdir.
Gavar yaklaşık 25.000 kişinin yaşadığı, Sevan Gölü kıyısında bulunan küçük bir kenttir. Şehirde bulunan Sovyetler zamanından kalma sanayi bölgesi dışarı verilen göç sebebiyle atıl durumdadır.
Gavar Ermenistan'da bulunan tek özürlüler rehabilite okuluna ev sahipliği yapar.
Belde
Belde, Türkiye Cumhuriyeti'nin idari yapılanmasında yönetsel açıdan köy ile ilçe arasında, bucaktan aşağı ya da eşiti bir konumda yer alan yerel yönetim birimine verilen ad.
Mülki idare bölünüşü içinde görev alan kentsel yerleşmelere il merkezi, ilçe merkezi unvanları verilmektedir. Mülki idare bölünüşü içinde il merkezi, ilçe merkezi görevi alamamış belediye örgütlü yerleşmelere yerel yönetimle ilgili bir yönetsel statü kazandırılarak belde unvanı verilmiştir. Siyasi partilerin ülke düzeyinde teşkilatlanmaları, seçime katılacakları il ve ilçe merkezlerinde “il teşkilatı”, “ilçe teşkilatı” şeklinde olurken; il merkezi, ilçe merkezi durumunda olmayan, belediyesi bulunduğu için belediye başkanlığı seçimleri yapılan yerleşmelerde ise “belde teşkilatı”adıyla olmaktadır. Aslında "belde", şehir anlamında Arapça bir sözcük olup, genelde tüm belediye örgütlü yerleşmeleri "(il merkezlerini, ilçe merkezlerini ve belde denilen yerleşmeleri)" kapsamaktadır. Gerçek anlamıyla uyuşmasa da Türkiye'nin yönetsel sistemi içerisinde yerel yönetimle ilgili bir terim olarak yer almaktadır.
Beldeler jandarma gücü dışında olmaksızın yargı ve yürütme birimlerinin olmadığı ama sadece belediye teşkilatının olduğu yerleşim birimleridir. Beldelerde ve bucaklarda bir mülki idare amiri bulunmamaktadır.
Günümüzde mülki ve mahalli idare açısından bucak merkezi ve kasaba belediyesi olarak ikiye ayrılan beldelerin günümüzdeki toplam sayısı 394'tür.
Akbaş
Batı Trakya Türkleri
Batı Trakya Türkleri, günümüzde, Yunanistan sınırları içindeki Batı Trakya bölgesinde yaşayan ve Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi çerçevesinin dışında tutulmuş Türk-Müslüman toplumu için ve bu toplum ile doğrudan bağları mevcut Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının memleketlerini ve/veya kökenlerini ifade etmek için de kullanılan tanımdır.
Yunanistan'ın resmî r |
akama göre Trakya'da 49.000 (Trakya'da yaşayan müslüman nüfusu 98.000'nin yarısı) ve resmî olmayan tahmine göre 130.000 Türk yaşamaktadır. Batı Trakyadaki Kültür ve Eğitim derneklerinin tahmin ettiği rakam ise 150.000'dir.
Batı Trakya Türkleri'nin kökeni Osmanlı fetihleri ile bölgeye Anadolu'dan yerleştirilen Türkmenlere ve fetihle islamlaşan yerli halklar olan Helen, Slav ve Çingenelere dayanır. Batı Trakya, Osmanlı Devleti tarafından 1363 yılında fethedilişinden ve bölgeye Türklerin yerleşmeye başlamasının ardından 1913 yılında I. Balkan Savaşı ile Bulgaristan'a geçene kadar 549 yıl Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Bölgeye 1357-1359 yılları arasından Anadolu'dan Türk göçleri yoğun bir şekilde gerçekleşmiştir. 1360 yılına ait belgelerde bu bölgede Türkçe adlar taşıyan birçok köy ve çiftliğin kurulmuş olduğu görülmektedir.
15 Mayıs 1922 tarihindeki Batı Trakya Müdafai Hukuk Cemiyeti'nin Ankara Hükümeti'ne muhtırası:
Anadolu'da Yunanların yenilgiye uğratılmasının ardından bölgede Yunanlara karşı akınlar ve baskınlar 1923 yılının Temmuz ayına kadar sürmüştür. Ankara hükûmeti tarafından 24 Temmuz 1923 yılında imzalanan Lozan Barış Antlaşması'na giden Türk heyetine verilen direktifte Batı Trakya'nın geleceğinin plebisit ile belirlenmesine çalışılması idi fakat Lozan Antlaşması ile Batı Trakya Yunanistan'a bırakıldı. Lozan Barış Antlaşması'na göre Batı Trakya Türkleri millî değil, dinî azınlık statüsündedirler. Antlaşmaya göre adlandırılmaları "müslüman azınlık"tır.
1923 yılında 191,699 olan Batı Trakya nüfusunun 129,120'si Türk (%67), 33,910'u Yunan (%18), 28,669'u Bulgar geri kalan nüfusu ise az bir Ermeni ve Yahudi topluluğu oluşturmaktaydı.
Batı Trakya'daki nüfusun büyük çoğunluğunu Türklerin oluşturması nedeniyle Batı Trakya Türkleri 1923-1924 Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesinden muhaf tutulmuşlar ancak Lozandaki görüşmelerde, Mesta Karasu Nehri ile Meriç Nehri arası Batı Trakya olarak kabul edildiğinden, Mesta ile Ustruma Nehirleri arasında kalan Kavala, Drama, Serez bölgelerindeki Türkler mübadeleye tabi olmuşlar ve Türkiye'ye gelmek zorunda kalmışlardır.
Batı Trakya Türkleri'nin nüfus yapısı üzerinde büyük darbe oluşturmuş özel bir etken Yunanistan hükümetinin bu ülkenin vatandaşlık yasası metninde 1955-1998 yılları arasında muhafaza ettiği ve insan haklarına temelden aykırılık oluşturan "Madde 19" olmuştur. Bu madde kapsamında Yunan hükümetinin "etnik açıdan" Yunan olmayan Yunanistan vatandaşlarının vatandaşlığını feshetme hakkı baki kalmış ve Batı Trakyalı veya Oniki Adalı Türkler, ata topraklarına bağ oluşturan vatandaşlık haklarını bu madde kapsamında kaybetmiştir. Bu yasa 1998'de geriye doğru telafi imkânı sağlanmaksızın yürürlükten kaldırılmıştır .
On İki Ada Türkleri
On İki Ada Türkleri, Trablusgarp Savaşı'ndaki İtalyan işgali sonrasında bu ülkenin yönetimine geçen On İki Ada'nın 1947'de Yunanistan'a bırakılmasıyla da Yunanistan vatandaşı haline gelmiş, günümüzde bu adalarda yaklaşık 5.000 kişilik bir nüfusa sahip Türk toplumu için ve bu toplum ile doğrudan bağları mevcut Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının memleketlerini ve/veya kökenlerini ifade etmek için kullanılan tanımdır. Söz konusu Türk toplumu özellikle Rodos ve İstanköy'de yoğunlaşmış olduğundan "Rodos Türkleri" veya "İstanköy Türkleri" tanımları da kullanılır. Rodos’da yaşayan Türklerin sayısı 3.000 ve İstanköy’de yaşayan Türklerin sayısı ise 2.000. Ayrıca, "Adalılar" deyimi, veya içlerinden bazıları evvelce Girit'ten bu adalara göçmüş olduğundan ve/veya kültür benzerlikleri nedeniyle, kısmen doğru olacak şekilde, "Giritliler" deyimi de kullanılıyor olabilir.
İtalyan yönetimi boyunca, adalardaki Yunanlar, Yunanistan ile birleşmek istediklerini söyleseler de; Türkler Osmanlı'ya katılmayı, bu olmazsa İtalyan egemenliğinde kalmayı isterler. Bu doğrultuda da 1919 yılında "Rodos ve İstanköy Mudafa-i Hukuk-ı İslamiye Cemiyet"’ini kurarlar.
İkinci Dünya Savaşından sonra Yunanistana katılan adalarda 9.000'den az Müslüman Yunan vatandaşı oldu(1947). Yunan idaresinde Türkiye'ye devamlı göç verildi, özellikle 1954, 1964-65 ve 1972-74 arasında göç arttı. Bu dönemde 10.000'den fazla kişinin göç ettiği tahmin ediliyor. Adalardaki Müslümanların önemli bir kısmı 1974'te Türkiye'ye kaçtı. Şimdiki Müslüman nüfusunun aşağı yukarı 25%'nin aslı, adalara 19./20. yüzyılda yerleşen Girit muhacirleridir.
Adalardaki Türkler, 1923 yılında On İki Ada İtalyan yönetiminde olduğu için Yunanistanla yapılan mübadeleden etkilenmemişlerdir. Ama yine de Türkiye'ye gelmek isteyenler Atatürk'ün emriyle önce Fethiye'ye, sonra da Marmaris'e bağlı Turgutköy, Delikliyol mevkiine yerleştirilmişlerdir.
1522'de, Osmanlı fethi sonrası sayıma göre Narince (Narence)'de 17 mahalle-505 hane, Pili'de 8 mahalle-404 hane ve Kefaroz'da 4 mahalle-216 hane Rum bulunmaktadır. Adanın Türkleştirilmesi için 79 gönüllü Türk hanesi, Narince'e yerleştirilir. Zaman içinde iskan politikası çerçevesinde çeşitli başka gruplar da adaya yerleştirilir. Örneğin, 1892 yılında doğudan Hemond Aşireti bir kısmı İstanköy'e olmak üzere Ege adalarına yerleştirilir. Bir diğer önemli iskan olayı ise Giritli muhacirlerdir. İstanköy ve Rodos'a toplam 1.430 Girit muhaciri iskân ettirilmiştir. Aynı zamanda ada kimi Osmanlı yetkililer ve aileleri için sürgün yeriydi.
Ekolokasyon
Ekolokasyon veya biyosonar yarasa, yunus ve balina gibi bazı memelilerin kullandığı biyolojik sonardır. Terimin adı, ekolokasyonun yarasalardaki varlığını kanıtlayan Donald Griffindir.
Ekolokasyon hayvanın çıkarttığı sesi kullanan bir aktif sonar gibi çalışır. Uzaklık sesin çıktığı anla yankı'nın geri dönüşü arasında geçen zamanla saptanır. Ekolokasyon yapan hayvanların iki kulağı birbirinden hafifçe uzaktadır. Bu yüzden yankı, nesnenin pozisyonuna göre iki kulağa farklı zamanlarda ve farklı şiddetlerde varır. Süre ve şiddet farkı hayvan tarafından nesnenin pozisyonunu belirlemek için kullanılır. Ekolokasyonla hayvan sadece uzaklığı değil biçim ve büyüklüğü de saptayabilir.
ACF Fiorentina
Associazione Calcio Firenze Fiorentina SpA veya kısaca ACF Fiorentina, İtalya'nın Toscana bölgesinin önemli şehirlerinden Floransa'da kurulmuş futbol kulübü.
1926 yılında kurulan ACF Fiorentina takımının ilk kurulduğu günlerde Kırmızı - Beyaz olan renkleri, 1928 yılında bugünkü haliyle Mor - Beyaza çevrilmiştir. O günden beri takım "i Viola" (Morlar, Menekşeler) olarak bilinmektedir. Futbol takımı iç saha maçlarını 47.282 seyirci kapasiteli 'Comunale' Stadium "Artemio Franchi"'da yapmaktadır. 2000-2001 sezonu başında Fatih Terim teknik direktörlüğe getirilmiştir. Seri A'da 18 hafta boyunca alınan başarılı sonuçlara rağmen kulüp başkanı Cechi Gori ile anlaşamayan Fatih Terim istifa etmiştir. Görev yaptığı 6 aylık süre içinde İtalya futbolunun önde gelen takımları Milan,Juventus ve Roma'ya karşı gayet başarılı sonuçlar almış ve İtalya Kupasında Milan'ı eleyerek finale yükselmiştir. Final maçlarında Parma takımını Roberto Mancini yönetiminde safdışı bırakarak İtalya Kupasını kazanmışlardır.
2005-2006 sezonunu 4. sırada bitirip UEFA Şampiyonlar Ligi ön elemesi oynamaya hak kazanmışlardır. Hemen akabinde 2006-2007 sezonu başında patlak veren futbol skandalı sonrasında şike yaptıkları gerekçesiyle Juventus ve Lazio kulüpleriyle birlikte küme düşürülmüşler, sonrasında Lazio kulübüyle birlikte bu cezaları eksi puanla lige başlamaya çevrilmiştir.
Serie A: (2)
Coppa Italia: (6)
Supercoppa Italiana: (1)
UEFA Kupa Galipleri Kupası :(1)
UEFA Şampiyonlar Ligi:
UEFA Kupası:
Mitropa Kupası: (1)
Girit Türkleri
Giritliler, Girit Türkleri, Girit adasının Osmanlı Devleti yönetiminde kaldığı 1645-1908 döneminde meydana gelen Türk göçlerinden, ada halkı içinde "ihtida" (İslamiyet’i kabul) süreciyle ve çeşitli Osmanlı tebası toplumlar arasındaki kaynaşmalarla oluşmuş ve bu şekilde özgün bir kültür oluşturmuş bir Türk toplumudur. Osmanlı öncesi ada halkından İslamiyet'e geçenlerin bir kısmı 19. yüzyıl başında Yunan milliyetçiliği akımlarının etkisinde kalarak Hristiyanlığa geri dönmüş ("irtidad"), Girit Türkleri toplumunun dışına çıkmışlar, müslüman kalanlar ise Türk kimliğini benimseyerek kendilerine Türk demişlerdir.
Bu toplumun 19. yüzyıl sonlarında başlayan ve Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile tamamlanan Anadolu'ya (veya komşu coğrafyalara) göç hareketinin günümüze uzanan bireyleri Girit Türkleridir. Girit Türkleri'nin Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile Türkiye'ye gelenleri ağırlıklı olarak Çukurova, Ayvalık, İzmir, Bodrum, Side, Mudanya, Adana ve Mersin'e yerleşmişlerdir. Ayvalık ve Alibey/Cunda adasında halen nüfus çoğunluğunu teşkil eden Giritliler arasında Yunanca'nın Girit lehçesi de günümüze dek kullanılmaktadır.
Göç hareketi üç dalga halinde cereyan etmiştir. İlk dalga 19. yüzyıl sonlarında, adada Osmanlı hakimiyetinin zayıflamasıyla Anadolu'ya dönmeyi tercih edenler ve özellikle de adanın doğu kısmında 1897'de cereyan eden "toplu katliamlar"dan ("terim olayların görgü şahidi olan İngiliz gazeteci-yazar Henry Noel Brailsford'a ait; "wholescale massacre"" ) kaçabilenlerdir . İkinci dalga, yapısında adanın Türk-Müslüman azınlığı için temel haklar barındıran Girit Cumhuriyeti'nin (1896-1908) Osmanlı Devleti'nde II. Meşrutiyet'in ilanını takip eden dönemdeki otorite boşluğunu fırsat bilerek bir oldubitti ile Yunanistan'a bağlanması ile ayrılmak durumunda kalanlardır. Üçüncü ve son dalga ise, Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi ile dönmüştür.
Giritliler
Giritliler tanımı Girit adası ile bağları bulunan çeşitli halklar için farklı anlamlarda kullanılabilir:
MPLS
MPLS (Multi Protocol Label Switching) teknolojisi en basit olarak OSI (Open Systems Interconnection) 2. katmanındaki anahtarlama(switching) ve OSI 3. katmanındaki yönlendirme(routing) işlemlerinin entegre edilmesi olarak açıklanabilir. 2. katmandaki anahtarlama işlemi yuksek hızlarda yapılabilirken 3. katmandaki yönlendirme işlemi nispeten daha yavaş yapılabilmektedir. MPLS teknolojisi bu iki ayrı işlemi kontrollü bir şekilde entegre ederek daha hızlı ve ge |
lişmiş hizmetler verebilen data ağları oluşturmaktadır.
MPLS'in temel mantığı yavaş yapılabilen yönlendirme işlemini ağın giriş noktalarında, gereken çıkış noktasını belirleyerek bir kez yapmak ve ağın içinde hızlı bir şekilde anahtarlama yapmaktır. Ağın giriş noktalarında yapılan yönlendirme işlemi sırasında data paketlerine atanan MPLS etiketleri ile ağ içinde bu etiketlere göre hızlı bir şekilde anahtarlama yapılması yeterli olmaktadır.
Başlıca MPLS servisleri aşağıda verilmistir:
devamı gelecek...
İngilizce terimlerin Türkçe karşılıkları için Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Bülent Sankur'un terimler sözlüğü temel alınmıştır.
Sitrik asit
Sitrik asit, halk arasında limon tuzu olarak da bilinen, karboksilik asitlerden, renksiz, kristal yapılı organik bir bileşiktir. Formülü CHO şeklindedir. Hemen hemen tüm bitkilerde ve birçok hayvanın vücut sıvısında bulunur. Yağların, proteinlerin ve karbonhidratların yükselterek karbondioksit ve suya dönüştüğü fizyolojik süreçlerden geçer. pH değeri 3,5 tir.
Sitrik asit (İngilizce "citric acid") metal temizleme işlerinde, gıdaların ve çeşitli organik maddelerin dayanıklılığını arttırmak için ve bazı alkolsüz içeceklere tat vermek için kullanılır. Şekerleme ve ilaç yapımında da yararlanılır. Özellikle Turunçgillerde büyük miktarlarda bulunur. Koruyucular arasındaki kod adı E 330'dur.
José Altafini
José João Altafini, (d. 24 Temmuz 1938, Brezilya) Brezilya doğumlu İtalyan millî futbolcudur. Attığı 216 golle İtalyan 1. ligi Serie A'nın tüm zamanlarda en golcü 4. futbolcusudur.
Brezilya takımı Palmeiras'dan 1958 yılında AC Milan'a transfer olarak İtalya'daki futbol yaşantısına başladı. 1965 yılında Napoli'ye transfer olana kadar Milan'da başarı ile forma giydi ve iki şampiyonluk yaşadı. Milan'da attığı 160 gol rekoru uzun süre kırılamadı. 1965 yılında SSC Napoli'ye transfer oldu.
1973'de Juventus'a transfer oldu. Bu takımda da 1973 ve 1975 yıllarında iki şampiyonluk yaşadı. Kariyerin son yıllarında İsviçre liglerinde oynadı.
Altafini, art arda iki farklı FIFA Dünya Kupası'nda farklı ülkelerin formasını giyen ender oyunculardandır. 1958'de Brezilya'da oynarken, 1962'de İtalya adına kupaya katılmıştır.
Alessandro Altobelli
Alessandro Altobelli (d. 28 Kasım 1955 Sonnino, İtalya), İtalyan eski forvet oyuncusu. İnce fiziği nedeniyle lakabı "Lo Spillo" (iğne)'dir.
1970'lerin sonlarından itibaren İtalya millî futbol takımının en önemli oyuncularından biri olmuştur. Özellikle İtalya'nın FIFA Dünya Kupası şampiyonu olduğu 1982 yılı kadrosunda önemli başarılar elde etmiştir. 1986 FIFA Dünya Kupası ile kaptan olarak 1988 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda millî formayı giymiştir.
FC Internazionale Milano ve Juventus gibi Serie A'nın önemli takımlarında oynamıştır. 1980'de Inter Milan'ın lig şampiyonluğunda önemli rolü vardır.
PDTV
PDTV, Saf Dijital Tv'nin kısaltmasıdır. Genellikle internetteki tv den kaydedilmiş dizilerin p2p programlarında ya da torrentteki sürümleri bu formattadır.Bu ad Dijital Tv kaynağından direkt olarak çekilen her türlü video ya verilir ve çözünürlüğü HDTV kadar yüksek değildir.Veri Dijital Video yayınını kaydedebilecek bir Tv kartı yardımıyla oluşturulur.
Ayrıca PDTV bazı yarı profesyonel DVD'lerde de bulunur.Bazen DVBRip (ya da DVB-rip) markasıyla kullanılır. Bu alternatif terim çoğunlukla avrupalı ripperlar tarafından kullanılır.
Moreno Torricelli
Moreno Torricelli, (d. 23 Ocak 1970 - Erba, İtalya) İtalyan eski millî futbolcudur.
İtalya'nın alt liglerinde mücadele eden takımlardan Caratese'den 1992 yılında Serie A'nın önemli takımlarından Juventus'a trnasfer oldu. 5 sezon boyunca takımın ilk 11'inin önemli oyuncularından biri olarak oynadıktan sonra, 1998-1999 sezounu öncesi ACF Fiorentina'ya transfer oldu. İki sezon için İspanyol takımı Espanyol'da oynadıktan sonra tekrar futbol hayatının son yıllarında İtalya'ya döndü.
Yürüyüş (anlam ayrımı)
Yürüyüş şu anlamlara gelebilir:
Şistozomiyaz
Şistozomiyaz; şistozomiazis veya bilharyaz olarak adlandırılan, insanlarda görülen, "Schistosoma" (Şistozoma) cinsinden parazitlerin enfestasyonudur (istilasıdır). "Bilharyaz" (veya "bilharzya", "bilharzyoz") ismi 1851'de ilk (üriner) şistozomiyazı tanımlayan Theodor Bilharz'dan gelir. Bu hastalık; salyangoz ateşi, salyangoz humması, Katayama ateşi ve Katayama humması olarak da bilinir., "Schistosoma" (Şistozoma) türündeki asalak solucanların neden olduğu bir hastalıktır. İdrar yolu veya bağırsakları etkileyebilir. Belirtiler arasında karın ağrısı, ishal, kanlı dışkı veya kanlı idrar bulunur. Hastalığa uzun bir süre önce yakalanmış kişilerde karaciğer hasarı, böbrek yetmezliği, kısırlık veya mesane kanseri görülebilir. Çocuklarda yavaş büyümeye ve öğrenme güçlüğüne neden olabilir.
Yaklaşık 10–15 mm uzunluğundaki bu asalaklar, "kelebek" adıyla tanınan yaprak solucanları Schistosoma cinsindendir. Eskiden bu cinsin Latince adı Buhar zia olduğu için, hastalık bilharziyoz adıyla da bilinir.
Schistosoma (Şistozoma) cinsindeki yaprak solucanlarının 20 kadar türü vardır; bunlardan beşi, insanın çeşitli dokularına yerleşerek şistozomiyaz hastalığına yol açar. Bu asalaklar, insan ya da sığır gibi bir son konağın vücuduna yerleşmeden önce, tatlı sularda yaşayan bazı karından-bacaklı yumuşakçaları ara konak olarak kullanır ve gelişmesinin bir bölümünü bu konağın vücudunda tamamlar. Larva evresindeyken insana bulaşan solucanlar erişkin duruma geldiğinde toplardamarlara yerleşir ve yumurtalarını kana bırakır. Kan dolaşımıyla çeşitli dokulara taşınan bu yumurtalar sonunda idrar ve dışkıyla vücuttan dışan atılarak sulara karışır. Suda çatlayan yumurtalardan miracidium denen minicik larvalar çıkar. Titrek kirpikleriyle suda serbestçe yüzen bu larvalar, bir yumuşakçanın - örneğin bir tatlı su salyangozunun - içine girer ve gelişmesini burada sürdürerek bu kez serkarya denen başka bir larva evresine dönüşür.
Artık bu ara konağa gereksinimi kalmayan serkaryalar salyangozdan ayrılarak yeniden suda yüzmeye başlar. Asalak larvalarıyla kirlenmiş sularda yüzen ya da çıplak ayakla yürüyen insanların derisinden içeri giren serkaryalar önce kan damarlarına geçer, oradan karaciğere giderek olgunlaşır ve gene kan dolaşımıyla vücudun çeşitli yerlerine ulaşarak hastalık belirtilerine yol açar. Böylece asalağın yaşam çevrimi tamamlanmış olur.
Bu solucanların yerleştikleri organa göre değişik belirtiler veren birkaç şistozomiyaz türü vardır. Schistosoma (Şistozoma) türlerinden biri bağırsak şistozomiyazına, bir başkası idrar yolları şistozomiyazına, özellikle Uzakdoğu'da yaygın olan üçüncü bir tür de bu grubun en tehlikeli hastalığı olan damar şistozomiyazına neden olur.
Hastalık, asalakları içeren suyla temas edildiğinde geçer. Bu asalaklar, hastalığı taşıyan tatlı su salyangozu'ndan yayılırlar. Hastalığın bulaştığı sularda oynama ihtimalleri daha yüksek olduğu için, bu hastalık özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki çocuklar arasında çok yaygındır. Diğer yüksek risk grupları arasında çiftçiler, balıkçılar ve gündelik işleri için hastalığın bulaştığı suları kullanan kişiler bulunur. Bu hastalık, helmint hastalıkları grubundadır. Teşhis, kişinin idrarı veya dışkısında asalak yumurtalarının bulunmasıyla konulur. Ayrıca kişinin kanında hastalığa karşı antikorların bulunmasıyla da teyit edilebilir.
Asalak solucanlar üzerinde etkili olan ilaçlar larvaları öldürerek hastalığın tedavisini sağlarsa da, şistozomiyazın yaygın olduğu birçok ülkede parasal nedenlerle ilaç dağıtımı ve kullanımı yeterli değildir. Hastalığı önlemek için her şeyden önce sağlık ve temizlik kurallarına uymak, kanalizasyon ağlarını yaygınlaştırarak asalak yumurtalarının içme ve kullanım sularına bulaşmasını engellemek gerekir.
Şistozomiyaz hastalığı yalnızca bazı tatlı su salyangozlarının bulunduğu yörelerde görüldüğü için, bu ara konakların yok edilmesi de etkili bir önlemdir. Ne var ki, yakın bir gelecekte denetim altına alınması pek olanaklı gözükmeyen şistozomiyaz, bugün için sıtmadan sonra dünyanın en yaygın asalak hastalığı olarak önemini korumaktadır. Türkiye'de bu hastalığa yalnızca Mardin'in Nusaybin ilçesinde, akarsuların kıyısındaki bazı köylerde rastlanmıştır.
Hastalığın önlenmesiyle ilgili yöntemler arasında, insanların temiz suya erişiminin artırılması ve salyangoz sayısının azaltılması sayılabilir. Hastalığın yaygın olduğu bölgelerde, tüm gruplar aynı anda ve her yıl prazikuantel ilacıyla tedavi edilebilir. Böylece hastalığa yakalanan kişi sayısı azaltılabilir ve hastalığın yayılma hızı düşürülebilir. Prazikuantel, hastalığa yakalandığı bilinen kişiler için Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen tedavidir.
Şistozomiyaz, dünya çapında yaklaşık 210 milyon kişiyi etkilemekte ve her yıl tahmini 12.000 ila 200.000 kişi bu hastalık yüzünden hayatını kaybetmektedir. Hastalık, Asya ve Güney Amerika'nın yanı sıra Afrika'da sıklıkla görülmektedir. 70'i aşkın ülkede yaklaşık 700 milyon kişi, hastalığın yaygın görüldüğü bölgelerde yaşamaktadır. Şistozomiyaz, en yüksek ekonomik etkiye sahip asalak hastalığı olarak sıtmanın hemen ardından gelmektedir. Antik dönemlerden 20. yüzyılın başlarına dek, şistozomiyazın kanlı idrar belirtisi Mısır'da menstrüasyonun erkek versiyonu olarak görülmüş ve erkek çocuklar için bir geçiş töreni olarak değerlendirilmiştir. Bu hastalık, ihmal edilen tropik hastalık olarak sınıflandırılmaktadır.
Discovery (Daft Punk albümü)
Discovery, Daft Punk'ın 3 Mart 2001 tarihli albümüdür. Elektro-popun zirvelerinden biri olan albüm, manga tarzındaki klipleriyle de dikkat çekmeyi başarmıştır. Kliplerin bütünü bir filmidir . Filmin adıda ' dir .
Aster
Rekabet Kurumu (Türkiye)
Rekabet Kurumu, 7 Aralık 1994 tarihinde kabul edilen 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'da kurulması öngörülen ve bu kanunun uygulanmasından sorumlu kurumdur. İlişkili olduğu Bakanlık, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'dır. Kurum görevini
yaparken bağımsızdır. Hiçbir organ, makam, merci ve kişi kurumun nihai kararını etkilemek amacıyla emir ve talimat veremez.
Kurum, üç yıl |
lık bir gecikmeyle 5 Kasım 1997 yılında faaliyete başlamıştır. Görevleri arasında:
yer almaktadır. İdari ve mali özerkliği olan Kurumun karar organı 7 üyeden oluşan Rekabet Kuruludur. Yukarıda yer verilen görevlerin yerine getirilmesi amacıyla bilgi isteme, yerinde inceleme yapma yetkileri kullanılabilir ve Kanun'un 4, 6 ve 7. maddelerini ihlal edenlere yıllık gayrı safi gelirlerinin %10'una kadar para cezası verilebilir. Kurumun internet sayfasında yayımlanan Rekabet Kurulu kararlarına karşı öncelikle idare mahkemesinde dava açmak gerekiyor. Burada da çok tarafı ilgilendiren kararlarda her bir taraf değişik idare mahkemelerinde dava açma durumu vardır. Bu durumun düzeltilmesine yönelik bir çalışma olmalıdır.
Mehdi Zana
Mehdi Zana (d. 1940, Silvan, Diyarbakır), eski Diyarbakır belediye başkanı ve eski Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana'nın kocası. Kürt milliyetçisi siyasetçilerindendir.
Bekle Diyarbakır adlı anı kitabında, siyasal bilinçlenmesinde terzihanenin önemini anlattı. 1963'te ise Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) katıldı, iki yıl sonra TİP Silvan ilçe Başkanı oldu. Cezaevleriyle de bu yıllardan sonra tanışmaya başladı. 1978 mahalli seçimlerinde Diyarbakır Belediye Başkanlığı'na bağımsız olarak seçildi. Kesintili de olsa toplam 16 yıl cezaevinde yattı. Yaklaşık sekiz yıl İsveç'te yaşayan Mehdi Zana, 15 Ekim 2004'te Türkiye'ye döndü.
Ransom Eli Olds
Ransom Eli Olds (3 Haziran 1864–26 Ağustos 1950) Amerikan Otomotiv endüstrisinin öncülerinden biridir. İlk buharlı otomobilini 1894'te ve ilk benzinli otomobilini de 1896'da yaptığını iddia etmiştir.
Olds Cenevre, Ohio'da demirci Pliny Fisk Olds ve Sarah Whipple Olds oğlu olarak dünyaya geldi, sonradan Lansing, Michigan'a taşındı.
21 Ağustos 1897'de Lansing, Michigan'da "Olds Motor Vehicle Company" ("Olds Motorlu Araçlar Şirketi")'ni kurdu. 1899'da Samuel L. Smith adında bir bakır ve kereste kralı tarafından satın alınan şirketin adı "Olds Motor Works" olarak değiştirildi. Yeni şirket Lansing'den Detroit'e taşındı. Smith şirketin başkanı olurken, Ransom başkan yardımcısı ve genel müdürlük görevini aldı.
1901 yılında Ransom, 650$'a satılan "Curved Dash Oldsmobile" modelini tasarladı. Her ne kadar aynı yıl fabrika yansa da 600'ün üzerinde "Curved Dash" modeli satılmıştır. 1904 yılında satışlar 5000 adede kadar çıkmıştır.
Ransom ve Smith sık sık anlaşmazlığa düştüğünden, 1904 yılında başkan yardımcılığı ve genel müdürlük görevlerinden alınan Ransom kendi şirketinden ayrıldı. Hemen sonra kurduğu "R.E. Olds Motor Car Company" 'nin adını herhangi bir dava söz konusu olmasın diye "Reo Motor Company'e" çevirdi. REO kısaltması onun isminin baş harflerinden gelir. Ransom 1925'e kadar REO'nun başkanlığını ve sonra da yürütme kurulu başkanlığını yapmıştır.
"The Olds Motor Works" şirketi 1908 yılında "General Motors" tarafından satın alınmıştır. 107 yıl boyunca üretilen "'Oldsmobile" markası General Motors tarafından 2004 yılında durdurulmuştur.
Ransom E. Olds 1901 yılında montaj bandını yarattı. Her ne kadar birçokları Henry Ford tarafından icat edildiğini sansa de otomotiv sanayisinin yürüyen montaj bantlarının babası Ransom E. Olds'tur. Henry Ford montaj bandlarını mükemmelleştirmiş ve prosesi standartlaştırmıştır. Otomobil üretmek için tasarladığı bu yeni yöntemle fabrikasının kapasitesini dört katından fazlasına çıkarmış ve 1901'de 425 araç üretirken 1902'de 2.500 araç üretmiştir.
Olds aynı zamanda Florida'da Ormond ve Daytona sahillerinde yarışmasıyla da ünlüdür. 1894 ile 1901 yılları arasında kumsaldaki ilk zamana karşı yarış ona aittir. 1902'de otomobilin zengin öncüleri Olds ve Alexander Winton ("Winton Motor Carriage Company") resmi olmayan bir yarış düzenlerler. Winton OLds'u sadece saniyenin onda ikisiyle geçer.
1913'de Olds Florida'da daki Tampa Bay'in kuzeyinden 152 km²'lik bir arazi satın alır ve bu araziyi geliştirerek günümüzdeki Oldsmar şehrini kurar.
1900'lerin başında Olds, Lansing'teki "South Washington Avenue"da "Quenn Ann" tarzında bir malikâne inşa ettirir. Evde bulunan teknolojik yenilikler arasında garajda bulunan ve Olds'un gece garaja girdikten sonra sabah geri geri gitmeden dişarı çıkmasına olanak sağlayan döner tabla (daha sonraları Batman tarafından kullanılan bir tasarım) sayılabilir. 1972 yılında "Interstate 496" yoluna yer açmak için bu ev yıkılmıştır. Bu yola dah a sonra Olds'un ismi verilmiştir. Ann Arbor'da bulunan diğer evi hala ayaktadır ve turistlere açıktır.
Fahri Atabey
Fahri Atabey (d. 1913, İstanbul- ö. 2 Ağustos 1994, İstanbul) Türk hekim; İstanbul'un Cumhuriyet dönemindeki 21. Belediye Başkanıdır.
Fahri Atabey 1913 yılında İstanbul'da doğdu. 1937 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 1940 yılında Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne asistan olarak girdi. 1943’de doğum ve kadın hastalıkları uzmanı oldu. 1947 yılında İngiltere’ye staj yapmak için gitti. 1950 yılında Türkiye’ye döndü ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde asistan olarak görev aldı. 1952’de Zeynep Kâmil Hastanesi Başhekimliği’ne getirildi. Zeynep Kamil Hastanesinin gelişip büyümesine büyük katkılarda bulundu. Başhekimliğe atandıktan hemen sonra ameliyathane ile 150 yataklı kadın hastalıkları kliniği ve 200 yataklı çocuk kliniğinin yapımına başlandı. 1960-1963 yıllarında başhekimlikten ayrı kaldı. Adalet Partisi koalisyon hükümeti döneminde tekrar aynı göreve getirildi.
1968’de Adalet Partisi’nden İstanbul Belediye Başkanı seçildi. 8 Haziran 1968 - 9 Aralık 1973 tarihleri arasında İstanbul'un Belediye Başkanı olarak görev yaptı.
2 Ağustos 1994’te vefat etti.
Evrensellik
Evrensellik, anlayış düzleminde, hem bilgi hem de siyasal alanlarda genel geçer ilkelerin var olduğunu öne süren ve bu ilkelerin her yerde mutlak geçerliliğini savunan anlayış biçimidir. Bu yaklaşım, gerçekliğin bir bütün olduğunu ve onun bilgisinin de bir bütün olarak varolması gerektigini öne sürer.Yani bir şeyin insanlar tarafından kabul görüldüğü anlamına gelir.Örneğin:basketbol kuralları genelde evrenseldir.En azından topun potanın içinden girmesi baskettir. Etik alanda evrensellik, bütün insanlarin kesin olarak benimsediği ya da benimsemek zorunda olduğu ilkeleri şart koşar. Ahlak ilkeleri her yerde ve her zaman bütün insanlar için geçerli bir yasa olmalıdır. Örneğin Kant'ın " normatif etik "i böyle evrensellik anlayışına bağlı bir etik anlayışıdır. Bu yaklaşım Tarih'e uygulandığında, bütün toplumlar için sabit evrensel bir yasa; epistemolojiye uygulandığında evrensel bir bilgi, yani her yerde herkes için nesnel/doğru anlamda bir bilgi; ve siyasala uygulandığında aynı şekilde evrensel bir siyasal modelin varlığını öngörür.Moderniteyle birlikte, tüm bilginin ve toplumsal gelişmenin dayanaklarından ya da ilkelerinden birisi de bu evrensellik düşüncesi olmuştur.Özgürlük ve Rasyonellik gibi Aydınlanma düşüncesinin önemli kavramlarından birisidir. Buna göre, tarih, "evrensel" olarak "rasyonellikle" uyumlu bir sekilde "özgürlüge" dogru gelişmektedir.
Yani Evrensellik bir anlayış biçimidir.
Felsefe Sözlüğü- A.Baki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ü.Hüsrev Yoksal-Bilim ve Sanat Yayınları
Dijital arkalık
Dijital arkalık profesyonel fotoğrafçılıkta, orta format makine ve teknik kameralarda çok yüksek çözünürlük sağlayan dijital sistemin ana parçasıdır. Fotoğraf dünyasında, İngilizce karşılıkları olan "digital back" veya "digital camera back" kavramları da sıkça kullanılır.
Dijital arkalık, orta ve büyük format makinelere uygun objektifler ile kullanıldığında, günümüz itibarıyla 80 megapiksel çözünürlüklere kadar, dev boyutlarda dijital sonuçlar verebilmektedir.
Ruslana
Ruslana Stepanivna Lıjıçko, (Ukraynaca: Руслана Степанівна Лижичко, d. 24 Mayıs 1973 - Lviv, Ukrayna) Ukraynalı şarkıcı, dansçı, yapımcı, besteci, senfonik orkestra şefi, piyanist, Ukrayna devlet başkanı danışmanı ve milletvekilidir.
Wild Dances adlı şarkı ile 2004 Eurovision Şarkı Yarışması'nı kazanarak ünlü olmuştur.
Ruslana, 24 Mayıs tarihinde, Ukrayna’nın Lviv kentinde doğdu. Onun çocukluk anıları bile hep sahne maceralarıyla doludur. İşte bu onun, hayatını müziğe adamasına bir örnektir. Konservatuardan mezun olduktan sonra, piyano ve orkestra şefliği öğrenimi aldı. Babası, batı Ukrayna’da bulunan "Hutsuls" ("Ukrayna Karpatları") bölgesindendir. Bu nedenle böyle nadir bir kültüre, antik ve zengin bir tarihe sahipler. Ruslana’nın ""Wild Dances"" şarkısına da bunlar esin kaynağı olmuştur.
Ruslana, 4 yıllık müzik eğitiminden sonra ""Horizon"" adlı müzik grubuna katıldı. Burada yaşadığı sahne tecrübesi ona ileriki müzik yaşamında çok yardımcı olacaktı. Ruslana yaşamını müzikle yönlendirmeye karar vermişti artık. Bir "Lviv" festivalinde ilk kez sahneye çıkmasıyla 4 yıllık eğitimin karşılığını almaya başladı. Profesyonel müzik yaşamı ise konserler, yarışmalar ve festivallerle dolu. Okulunda (Matematik) 10. sınıfından ve konservatuvardaki 2. yılından sonra "Lviv" kentindeki "V. Lsence" adlı müzik fakültesinde eğitimine devam etti. Bu sırada senfonik orkestra ilgisini çekmeye başlamıştı.
1993 yılında ilk müzik yarışmasına katıldı. Aynı yıl Vseoucrainsciy festivalindeki "Red Routa" adlı modern şarkı ve pop müzik yarışmasına katıldı. Bu tarihten sonra Ruslana’nın müzik yaşamı hareketlenmeye başladı ve 1995 yılında Oleksandr Ksenefontof ile evlendi. Daha sonra albümleriyle ve konserleriyle Ukrayna’da milyonlarca insanın beğenisi kazanan Ruslana’nın müzik yaşamındaki en büyük ivme ise 15 Mayıs 2004 tarihinde oldu.
Ruslana 2004 yılındaki 49. Eurovision Şarkı Yarışması'nda, İstanbul'da 280 puanla Eurovision birincisi oldu. ""Wild Dances"" isimli şarkısı, hareketli danslarla birlikte sahnede yer aldı.
Aynı zamanda Ruslana, Amerikan yanlısı Turuncu Devrim'in ateşli bir destekçisidir.
Ziya Hurşit
Ziya Hurşit Bey (1892, Hemşin - 14 Temmuz 1926, İzmir), Türk siyasetçi.
Almanya'da eğitim görmesinin ardından, Trabzon delegesi olarak Erzurum Kongresi'ne katıldı. Kurtuluş Savaşı'nda da mücadele eden Ziya Hurşit Bey; Türkiye Büyük Millet Meclisinin I. döneminde İkinci Grup't |
a, Lazistan milletvekili olarak yer aldı. Bir dönem Yozgat İstiklâl Mahkemesi üyeliği yaptı. Meclisin II. döneminde milletvekilliğine aday gösterilmedi.
14 Haziran 1926 tarihinde, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa'ya İzmir'de yapılması planlanan suikastın tetikçileri arasında yer aldı. Planın gün yüzüne çıkmasının ardından tutuklandı ve İzmir'e gelen İstiklâl Mahkemesi tarafından yargılandı. İdam cezasına çarptırılan Ziya Hurşit Bey'in cezası, 14 Temmuz günü İzmir'de infaz edildi.
1892 yılında, Rize'nin Hemşin ilçesinde doğdu. Babası Kadı Hurşit Efendi, Ardahan taraflarından Rize'ye gelen Kürdoğlu ailesine mensuptu. İlk ve orta öğrenimini Trabzon'da alan Ziya Hurşit, daha sonraları Almanya'nın Danzig şehrinde gemi inşaatı ve telsiz öğrenimi gördü. Öğreniminin ardından Eskişehir Sultanisi'nde Almanca öğretmenliği yapmaya başladı. 21 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında düzenlenen Erzurum Kongresi'ne Trabzon delegesi olarak katıldı.
Mustafa Kemal Paşa, Erzurum Kongresi'nde tanıdığı Ziya Hurşit Bey'i Lazistan milletvekili adayı olarak gösterilirken, ağabeyi Faik Bey'i de Sivas'a vali olarak atadı. Mecliste divan kâtipliği yapan Ziya Hurşit Bey, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetinin muhalefeti konumundaki İkinci Grup'ta yer aldı. Meclisin II. döneminde ise milletvekilliğine aday gösterilmedi.
II. dönemde milletvekili olamamasının ardından siyasî hayatını sonlandıran Ziya Hurşit Bey, ağabeyi Faik Bey ve kardeşi Fazıl Bey'in yardımlarıyla, Esad Bey ile birlikte ticarete başladı. Ticarette zarar etmesinin ardından Faik Bey, anılarında okul arkadaşı Hariciye Müsteşarı Tevfik Kamil Bey'e Ziya Hurşit'i devlete yerleştirmek için rica ettiğini; ancak Başbakan İsmet Paşa'nın bunu reddettiğini yazmaktadır. Bir müddet, 17 Kasım 1924'te kurulmuş olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın Karadeniz yöresinde teşkilatlanması için uğraştıysa da parti 5 Haziran 1925'te kapatıldı.
16 Haziran 1926 tarihinde İzmir'de Mustafa Kemal Paşa'ya karşı suikast hazırlığı yapmakta olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Yapılan suçlamaya göre Ziya Hurşit'le birlikte hareket eden "Gürcü" Yusuf, "Laz" İsmail ve "Çopur" Hilmi; Kemeraltı karakolu önünde Mustafa Kemal Paşa'ya ateş edeceklerdi. Ziya Hurşit ve arkadaşları kargaşadan yararlanarak Yemiş çarşısında bekleyen bir arabayla "Giritli" Şevki'nin rıhtımda bekleyen motoruna binip Sakız Adası'na kaçacaklardı. Fakat son anda "Giritli" Şevki'nin pişmanlık duyarak suikastçıları ihbar etmesi sonucu Ziya Hurşit ve arkadaşları yakalandılar. İzmir'de İstiklâl Mahkemesi yapılan duruşmalar sonucunda Ziya Hurşit, idam cezası alan on beş (ikisi gıyabında) kişi arasında yer aldı. 14 Temmuz 1926'da İzmir'de asılarak infaz edildi.
Ziya Hurşit Bey'in ismi Şükrü Bey ile birlikte, kendileriyle aynı dönemde milletvekilliği yapan Rıza Nur'un yazdığı bir şiirde geçer. Bu şiirde adı geçen kişiler, hürriyet kahramanı ve şehitler seviyesine yükseltilmektedir:
Ziya Hurşit Bey'in kardeşi Faik Günday'ın torunu Hakan Günday'ın 2009 yılında yayımlanan "Ziyan" adlı romanının ana karakterlerinden birisi olarak yer aldı.
Ziya Hurşit'i, TRT'nin hazırladığı "Kurtuluş" dizisi ve "Cumhuriyet" filminde Tarık Ünlüoğlu canlandırmıştır.
Arabesk-rock
Arabesk-rock, Orhan Gencebay ve Erkin Koray'ın başlattığı müzik akımı. Anadolu rock ile yakın ilişki içerisindedir.
1981 sonlarında Orhan Gencebay ve Erkin Koray'ın arabesk-rock çalışmaları ile bu müziğin temelleri atılır. Elektro bağlamanın icadı bu müzik türünün gelişimine hız kazandırmıştır. Şaşkın (Ala Ain Moulayiteen) (Dabke), Arap Saçı, Fesuphanallah bu tarzın en önemli şarkılarıdır. Anadolu Rocktan en temel farkı türkülerin değil beste formlarının söylenmiş olması ya da Arap kaynaklı eserlerin söylenmiş olmasıdır.
Hayko Cepkin de elektronik donanımla arabesk rock müzik yapmaktadır.
Elektro bağlama
Elektro bağlama, 1960'ların sonuna doğru, Orhan Gencebay ve Erkin Koray'ın beraber çalışırlarken oluşturdukları bir saz.
Bağlamanın sesini müzik yapılan mekanlarda daha çok duyurmak ve rock müziğinde de kullanabilmek için elektro bağlama kullanılmaya başlandı. Elektro bağlamalar, bağlamanın yapısal özellikleri korunarak, içine yerleştirilen elektro gitar manyetikleriye üretildi.
Halka (cebir)
Halka, matematiğin temel yapılarından biridir ve soyut cebirde tam sayıların soyutlamasıdır. Bu yapıyı işleyen dala halka kuramı denir. Halkalara örnek olarak polinomlar, modülo n ya da karmaşık sayılar verilebilir.
Halka her şeyden önce bir kümedir ve belli özellikleri sağlar. Bu özellikler aşağıda verilmiştir.
"R" boştan farklı bir küme olsun. Bu küme üzerinde ""+"" ve "formula_1" ikili işlemleri tanımlı olsun. Eğer;
ise "(R,+, formula_1)" kümesine halka denir. Bunların yanında eğer,
Bir halkanın birinci işlemi olan (genellikle toplama) ""+"" işleminin birim öğesine sıfır denir ve "0" ile gösterilmesi gelenektir. Halkanın ikinci işlemi olan (genellikle çarpma) "formula_1" işleminin birim öğesi varsa bu birim öğeye bir denir ve geleneksel olarak "1" ile gösterilir.
Ayrıca bir halkada genellikle 0 = 1 ol"ma"dığı da bir belit olarak eklenir. Nitekim 1 = 0 olması bir çelişki yaratmaz ancak, 1 = 0 olduğunda "R" halkası tek öğeli bir küme olur. Bunu aşağıdaki gibi basitçe her sayının sıfıra eşit olduğunu göstererek kanıtlayabiliriz:
Halkanın tam tanımı için bir uzlaşma görülmüyor. Bazı matematikçiler (örneğin Ali Nesin) bir halkanın hem birimli hem bileşmeli hem de değişmeli olduğunu varsayar. Eğer birim öğesiz veya değişme özelliği olmayan bir halkadan bahsedilecekse "birimsiz halka" ya da "değişmesiz halka" denmiş olur. Bourbaki ya da Herstein gibi matematikçiler de birim öğesi olmayan halkalara yalancı halka demeyi tercih eder. Bu sayfada bahsedilen halkalar hem değişmeli hem bileşmeli hem de birim öğeli alınacaktır.
Halka çeşitleri şunlardır:
Avilalı Teresa
Avilalı Teresa (28 Mart 1515- 4 Ekim 1582). Hıristiyan bir rahibe ve Hıristiyanlık'ta azize.
1528 yılında Teresa henüz 15 yaşındayken annesi on çocuğunu arkasında bırakarak ölmüş. Gençliğinde güzelliği ile ünlüydü. Babası 1531'de kızının ısrarlarına dayanamayarak onu 1531'de Santa Maria de Gracia'daki Agustinuscu rahibelere emanet etti.
Bosnalı yazar Dževad Karahasan mistikler Teresa Avila ve Rabija el-Adija drama "mest melek hakkında" (1995 yılında Arbos tarafından prömiyeri - Toplum Müzik ve Tiyatro için) yazmıştır.
Assisili Francesco
Assisili Françesko, Fransisken Tarikatı'nın kurucusu olan keşiş ve sonradan Hristiyan azizi.
Françesko İtalya'nın Umbria bölgesindeki Assisi şehrinde 1181 veya 1182'de doğdu ve aynı yerde 1226 yılında öldü.
İlk eğitimini Assisi'de rahiplerden almıştır. Françesko, okul hayatında parlak bir öğrenci olamamış, babasının ticâret işinde bir varlık gösterememişti. Yakışıklılığı, cömertliği ile Assisi'nin genç asilzadeleri arasında ün salmıştı. Bu yıllarda hayatının sonraki dönemlerinde öne çıkacak olan fakirlere yakınlığı göze çarpan en büyük özelliği idi.
'Fratello Sole, Sorella Luna ("İngilizce: Brother Sun, Sister Moon), (1972) Fragman
1989 yapımlı Françesko filminde de Françesko'yu Saturn Ödüllü ve Oscar-adayı usta aktör Mickey Rourke canlandırmaktadır.
Şankara
Shankara ( Sankara veya Samkara, IAST ) şekillerinde de yazılır ve şu isimlere atıfla kullanılır:
Romans
Romans, özellikle Ortaçağ şövalyelik sistemini anlatışıyla karakterize olmuş bir edebiyat türü. 12. yüzyıl Fransa'sında ortaya çıkmıştır. Benzer tarzda yazılmış öncülü eserler de bazen aynı isimle anılsa da (Antik Yunan romansı vb.) ayrı bir tür olarak romans, Eleanor of Aquitaine'in aristokratik çevresinde ortaya çıkmıştır.
Eski Fransızcadaki "romanz" sözcüğü "halk ağzı" anlamına geliyordu. Fransızcaya Latince "Romanice" (Roma halkı ağzı) sözcüğünden geçmişti. Romanice ile yazılmış eserler, edebî Latince ile yazılmış eserlerden avam dili olmaları yönüyle farklıydı. Sözcük zamanla Fransızcada anlam kaymasına uğradı ve tür anlamında kullanılmaya başlandı. Bu nedenle günümüzde dahi adında romanz sözcüğü geçen 1155 tarihli "Li Romanz de Brut" ve anonim "Li Romanz d'Enéas" gibi bazı eski eserlerde bu sözcüğün "Fransız versiyonu" mu yoksa sadece "hikaye" anlamında mı kullanıldığı tam olarak ayırt edilemez. Zamanla hikâye anlamı yayıldı ve modern Fransızcada "roman" sözcüğü bugün anladığımız şekilde (konusu ne olursa olsun) roman anlamında kullanılmaya başlandı. Türkçedeki "roman" sözcüğü de Fransızcadan geçmedir.
Roman dilleri
Roman dilleri, Hint-Avrupa dillerinin alt birimi, kökeni Roma İmparatorluğu'nun dili Latince olan bütün dilleri kapsar. Dünya çapında Romans dillerini anadili gibi bilen insan sayısı 600 milyondan fazladır. Bu diller Amerika, Avrupa ve Afrika kıtalarında daha sık rastlanılan dillerdir, ama genel olarak dünyanın her yerine dağılmış oldukları söylenebilir.
Bütün Roman dilleri (kimi zaman Romanik diye de geçer) Genel Latince'den gelir. Roma edebiyatında kullanılan Klasik Latince'den daha farklı olan Genel Latince'yi Roma İmparatorluğu'nun tebasında olan askerler, seyyahlar ve köleler kullanırdı. M.Ö. 200 ve M.S. 100 yılları arasında, imparatorluğun genişlemesi, devletin eğitim ve yönetim politikalarıyla birleşince, Genel Latince İber Yarımadası'ndan başlayarak Karadeniz'in doğu kıyılarına kadar olan geniş bir alanda ilk dil olarak kullanılır oldu. İmparatorluğun beşinci yüzyıldaki gerilemesi ve çöküşüyle birlikte, Genel Latince yerelleşti ve bu dilden onlarca farklı yerel dil ve lehçe oluştu. Fransız, Portekiz ve İspanyol denizaşırı sömürge imparatorlukları onbeşinci yüzyıldan sonra bu dilleri başka kıtalara da yaymaya başladılar - öyle ki bütün Roman dillerini kullananların 2/3'ü artık Avrupa dışındaydı.
Roma öncesi diller ve sonraki işgallere rağmen, Roman dillerinin fonetik, morfolojik özellikleri, sözcükleri ve sözdizimi aslen Genel Latinceye dayanmaktadır. Bu dillerin, grup olarak, bu gibi dilbilgisi özellikleri, onları Hint-Avrupa dillerinin diğer altbirimlerinden ayırır. Genel olarak, bir iki istisna hariç, Romans dilleri kaybetmiştir. Bunun sonucunda Romans diller |
i ÖFN (Özne-Fiil-Nesne) cümle yapısını ve edatların geniş anlamda kullanımını zorunlu hale getiren bir yapı geliştirmişlerdir.
Genel Latince ile ilgili bugüne kadar kalan çok az belge vardır, ve bu az belgenin bir çevirisini yapmak ve çevirilerin arasında uyum sağlayarak bir dil yakalamak çok zordur. Her halukarda, bu dili kullananların birçoğu askerler, köleler ve zorla göç ettirilmiş kimselerdi - bu kişilerin Roma'nın ana yurdundan çok işgal edilen yerlerin yerlileri olması daha muhtemeldir. Tahminlere göre, Genel Latince bütün Roman dillerinin ortak özelliklerini bulundurmaktaydı, ve onları Klasik Latince'den ayıran özellikleri vardı - bu özelliklerin başlıcaları edatların çekim sisteminin yerini alması, nötr cinsiyetin ve birçok eylemsel zamanın yok olması, tanımlıkların kullanımı ve and lerin telaffuzudur.
Roma İmparatorluğu'nun siyasi çöküşü ve Kavimler Göçü, Özellikle de Cermen kökenli toplulukların akınları, Latince konuşan dünyanın birçok bağımsız kesimlere bölünmesine yol açmıştır. Orta Avrupa ve Balkanlar, Cermen ve Slav toplulukları, (Hunların baskıları sonucu kaçmaları ile) tarafından alınmıştır, bu da Romanya'yı geri kalan Latin Avrupası'ndan ayırmıştır. Latince, bir süreliğine Roma toprağı olan İngiltere'de de yok olmuştur. Öte yandan, İtalya, Fransa ve İber Yarımadası'na gelen Cermen toplulukları Latince'yi ve Roma kültüründen kalanları benimsemişler, ve bunun sonucunda da bu bölgelerde Latince'nin hakimiyeti sürmüştür.
Beşinci ve onuncu yüzyıllar arasında, Genel Latince yerel bazda eşzamanlı olarak evrimler geçirmiştir. Bu evrimler onlarca farklı yerel dil ve lehçe ortaya çıkarmıştır. Bu evrim süreci çok az belgelenebilmiştir, bunun sebebi de bütün amaçlar için yazı dilinin hala Klasik Latince olmasıdır.
Onuncu ve onüçüncü yüzyıllar arasında, kimi yerel diller yazıya dökülmeye ve Latince'nin birçok alanda yerini almaya başladı. Portekiz gibi kimi ülkelerde bu değişim yasal yollardan hızlandırılmıştır. İtalya gibi bazı ülkelerde ise yerel dillerin yükselişi birçok iyi şairin ve yazarın bu dilleri kabul edip kullanmalarına yol açmıştır.
16 yüzyıldan itibaren,matbaanın icadı Roman dillerindeki evrimi büyük ölçüde yavaşlatmıştır, ve bu sayede siyasi sınırlar içerisinde aynı dilin kullanımına yönelik bir eğilim oluşmuştur. Örneğin Fransa'da Paris ve civarında konuşulan "Fransiyen" zamanla bütün ülkeye yayılmıştır, bununla birlikte güneyde kullanılan "Langue d'Oc ve "Franko-Provençal dili" büyük güç kaybetmiştir.
Pour connaître les détails de la composition de ce groupe, voir l'article gallo-roman.
Sözcük ve gramer Romance dil benzerlikleri, Latin ve bunların her arasındaki Aşağıdaki örnekler kullanarak tespit edilebilir :
Sözde Dionisius
Paul'un vaazıyla Hıristiyan olan Korintli Dionysius ile karıştırılmaması için sözde lakabıyla anılan Hristiyan mistik, teolog.
Dionisius Areopagita ilk dönem Hristiyan mistiklerinin en önemlilerinden biridir. Eseri ortaçağda hemen hemen kaybolmuşken Rönesans döneminde tekrar keşfedilmiştir.
Akmerkez
Akmerkez, İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde, Levent ve Etiler semtleri arasında yer alan bir alışveriş merkezidir.
Akkök, Tekfen ve İstikbal gruplarının dünya ölçeğinde bir alışveriş merkezi kurma girişimi, 18 Aralık 1993 yılında Akmerkez'in doğumuyla sonuçlandı. Binanın mimari projesi Prof. Dr. Fatin Uran tarafından tasarlandı. Kısa zamanda alışveriş ve eğlence anlayışına getirdiği yüksek standartlarla, Uluslararası Alışveriş Konseyi ICSC 'nin de dikkatini çekerek, 1995 yılında "Avrupa'nın En İyi Alışveriş Merkezi" seçildi.Aynı konsey 1996 yılında dünyanın en iyi alışveriş merkezi olarak Akmerkez'i seçti ve bu dalda verilen en büyük ödül olan "ICSC International Design and Development" ödülünü verdi. Dünyada bu iki ödüle layık görülen ilk alışveriş merkezi olan Akmerkez, 1999 yılında Madrid'de "ICSC-Solal Merit" ve 2001 Martında Torino'da aynı ödüle "Vitrin Düzenleme Yarışmaları" ile topluma sağladığı katkılardan ötürü bir kez daha layık görüldü. Şubat 2010'da yenilendi.
Dört kattan oluşan Akmerkez Alışveriş Merkezi'nde yıl boyu çalışan iklimlendirme cihazları, yangın ihbar ve söndürme sistemleri, modern güvenlik sistemleri, devamlı müzik yayını, bina otomasyonu bulunmaktadır. 180.000 metrekarelik alana kurulu komplekste alışveriş merkezinin yanı sıra, 14 ve 17 katlı ofis katlarıyla 24 katlı rezidans binası vardır. Üçgen bir alana yayılmış olan alışveriş merkezinin 3 atriumu, ana dolaşım yolları ile birbirine bağlanmıştır. 41 yürüyen merdiven, 2 panoromik asansör, yayalara ve servise açık 30 asansörü bulunmaktadır. Akmerkez, dünya ortalaması %85 olan mağaza kiralama yüzdesini %98'lere taşımıştır. 246 mağazaya sahiptir.
Ayda 1-1.5 milyon insan tarafından ziyaret edilen (hafta içi 40-45 bin, hafta sonu ve özel günlerde 70 bin ve üzeri) her gün 10:00-22:00 arası hizmet veren Akmerkez'de temizlik, güvenlik ve genel bakım konularında; 120 kişilik temizlik, 146 kişilik güvenlikle birlikte, 116 kişiden oluşan teknik ve yönetim kadrosu görev yapmaktadır. Akmerkez, 18 Aralık 1993 tarihinde açıldı. 4 Aralık 2003 tarihinde tadilatla yenilendi. Akmerkez, kurulduğu tarihten beri 23 yıldır müşterilerine hizmet veriyor.
2003 yılında "Avrupa'nın En İyi Alışveriş Merkezi" ile "Dünyanın En İyi Alışveriş Merkezi" ödüllerine layık görüldü.
15 Nisan 2005 tarihinde Akmerkez halka açıldı ve İMKB'de işlem görmeye başladı.
Sebze
Sebze, bitkilerin pişirilerek yenen kısımlarına verilen isimdir.
Her ne kadar meyve ve sebze terimleri birbirlerine zıt anlamda kullanılmaktaysa da aslında botanik açıdan meyve kabul edilen birçok bitki kısımları mutfaklarda sebze olarak kullanılır. Örneğin patlıcan, domates, kabak gibi sebzeler aslında botanik bakımdan aynen erik, kayısı, şeftali gibi meyve sayılmaktadırlar.
Sebze kelimesinin mutfaktaki tanımını kullanacak olursak en çok kullanılan bazı sebzeler şunlardır:
II. Montezuma
Montezuma (II. Montezuma) (d. 1466 - ö. 1520), 1502’den 1520’ye kadar Tenoktitlan'ı (Meksiko) yöneten Aztek kralı.
1519'da İspanyol Cortes tarafından esir alınmıştı ve kukla lider olarak tahtta bırakılmıştı. Kuatemok'un aksine İspanyollarla iş birliği içindeydi. Cortes tarafından öldürüldü.
Başka bir rivayete göre Montezuma, kendi halkı tarafından hainlikle suçlanıp taş ve oklarla öldürülmüştür. Ölürken çok büyük bir beddua etmiştir. İspanya'da mevkii kazanan Cortes'in beş parasız, sefalet içerisinde Meksika'da ölmesi, Tenoktitlan'daki Aztek altınlarının (Montezuma'nın Hazinesi) hala bulunamaması ve hatta Mexico City'nin her sene yaklaşık 10 cm suya batması bu bedduaya bağlanmaktadır.
Tanos Mikruçikos
Thanos Mikroutsikos,(Yunanca: Θάνος Μικρούτσικος) 1947'de Patras'da doğdu. Haris Alexiou'nun söylediği Mia Pista Apo Fosforo (ΜΙΑ ΠΙΣΤΑ ΑΠΟ ΦΩΣΦΟΡΟ) adlı şarkının bestecisidir. Bu müzik Sezen Aksu ve Duman tarafından "Her Şeyi Yak", Yonca Evcimik tarafından "Biraz Nefes Almak İstiyorum" olarak seslendirilmiştir.
Diğer bilinen müzikleri: Erotiko, Atomiki mou energeia, Thalassa, H agapi ine zali, To miden, Koita mia nihta, Ki ithele akomi, Anna non piangere, Eleni, Stis arhes tou Fthinoporou, Mikri mou mov kardia, Timvorhos, Kilkis Halkis, Vento d'amore, Fevgi ke mi me perimenis, H pio omorfi thalassa
Korporatizm
Korporatizm, hepsi de tüketici olan bütün üreticiler tarafından, bütün tüketiciler için düzenli üretimdir. Bir taraftan işleticilerle işletilenler, diğer taraftan da üretim ile tüketim arasındaki ilişkileri değiştirme ve geliştirmeye yönelik bir ekonomik ve politik bir sistemdir.
"Korporatizm", Fransız Devrimi'nden sonra Orta Avrupa'da düşünce olarak ortaya çıkmış, daha sonra yeni korporatizm adını alarak ilk kez İtalya'da Benito Mussolini'nin iktidara gelmesiyle uygulanmış ve ardından Almanya ve İspanya'daki diktatör rejimlerince de benimsenmiştir.
Korporatizmin esas iki amacı vardır:
Faşizm, ekonomiyi korporatizm üzerine kurar ve korporasyonları temel alır. Bu, Mussolini'nin, ""Faşist devlet korporatiftir."" sözü ile pekiştirilen bir hükümdür. Korporasyonlar, nispeten "lonca"lara benzerler.
Korporatizm, toplumu organizmacı bir gözle görmenin bir sonucu olarak her kesimin tüm faaliyetlerinin amacını dayanışma ve ortak çıkara indirgeyen politik bir yaklaşımdır. Tahmin edileceği gibi burada farklı kesimlerin farklılıkları ancak ortak çıkar ya da devletin faydası ekseninde okunduğu müddetçe yaşayabilir. En tipik örneği Mussolini dönemi İtalya uygulamasıdır. Korporatif ekonomi ile İtalya'daki işsizlik azalmış ve milli gelir yükselmiştir.
Deimos (uydu)
Deimos, Mars gezegeninin bir uydusudur. İsim Yunanca "dehşet" anlamına gelmektedir. 12 Ağustos 1877 yılında Asaph Hall tarafından keşfedilmiştir. Muhtemelen Mars'ın yörüngesi tarafından yakalanmış bir asteroiddir. Mars'a olan uzaklığı 20 bin km'dir ve gezegenin çevresinde bir turu yaklaşık 115342 saatte tamamlar. Ortalama 1,5 km olan çapıyla Güneş Sistemi’nin en küçük uydularından biridir.
Bedrettin Dalan
Bedrettin Dalan (d. 18 Temmuz 1941, Bayburt) Türk mühendis, siyasetçi ve 1984-1989 arasında İstanbul'un ilk Büyükşehir Belediye Başkanı. İstek Vakfı ve Yeditepe Üniversitesi'nin kurucusu.
Bedrettin Dalan, 1941 yılında Bayburtlu bir ailenin çocuğu olarak Bayburt'ta doğdu. Şeyhbızın aşiretine mensup olan Dalan, Türk olduklarını şu cümlelerle ifade etmiştir "Kürt’ün de altına girdiğim zaman Türkmen çıkıyorum. Bizim aşiretin kontrolünü yaptık, Türkmenistan’da köylerimiz çıktı." İlk öğrenimini Germencik'te, orta ve lise öğrenimini Aydın Lisesi' nde tamamladı. İTÜ Maçka Fakültesi'nden elektrik mühendisi olarak mezun oldu. İş yaşamına TCDD'de başlayan Dalan, daha sonra özel sektörde çalıştı.
Anavatan Partisi Kurucu Üyesi oldu ve 1984 yılında bu partiden İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. 1989'a kadar sürdürdüğü belediye başkanlığı döneminde Üsküdar sahili imara açıldı ve bugünkü haline getirildi. 1986-88 arasında Tarlabaşı yıkımlarıyla bugünkü Tarlabaşı Bulvarı ortaya çıktı, Avrupa Yakası'ndaki meyve-sebze hali Unkapanı'ndan Bayrampaşa'ya, Anadolu Yakası'ndaki ise |
Kadıköy Rıhtım Meydanı'ndan İçerenköy'e taşındı.
1986 yılında ANAP içerisinde yaşanan iç gerilimler sebebiyle Anavatan Partisi Genel Başkanı Turgut Özal ile çatıştı. Özal ile olan çatışmasına rağmen yine Anavatan Partisi Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak katıldığı 1989 yerel seçimlerinde başarısız oldu. Seçimlerden sonra ANAP'tan koparak, 17 Mayıs 1990'da Demokrat Merkez Partisi Kurucu Genel Başkanı oldu. Bu parti 14 Eylül 1991'de Doğru Yol Partisi'ne katıldı, aynı yıl yapılan genel seçimlerde DYP İstanbul Milletvekili seçildi.
Süleyman Demirel'in cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra boşalan DYP Genel Başkanlığı için 1993 haziranında yapılan olağanüstü kongre öncesinde adaylığını koyduysa da kongreye kısa süre kalan İsmet Sezgin lehine adaylıktan çekildi. 1994 yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı oldu, fakat seçilemedi. 1995 yılında DYP'den istifa ederek ANAP'a döndü.
Çeşitli kuruluşlarda yöneticilik ve yönetim kurulu üyeliği yaptı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Üyesi oldu. 1985 yılında İstek Vakfı'nı kurarak, vakfın genel başkanı oldu. Vakıf çok sayıda anaokulu, ilköğretim okulu ve lise kurarak eğitime açtı. Vakfın kurduğu Yeditepe Üniversitesi 1996 yılında eğitime başladı.
12 Ocak 2011 tarihinde İrticayla Mücadele Eylem Planı davası kapsamında İçişleri Bakanlığı hakkında kırmızı bültenle yakalanma emri çıkarılmaya çalışılmış fakat çıkarılamamıştır. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi 30 Aralık 2011 tarihinde İstek Vakfı malları hariç, Bedrettin Dalan'ın Türkiye'deki bütün mal varlığına, hak ve alacaklarına el konulmasına karar verdi.
Bedrettin Dalan hakkında Ergenekon davası kapsamında 12 Nisan 2010'da yakalama kararı çıkarıldı. 18 Şubat 2015 tarihinde yakalama kararı kaldırılan Dalan, 10 Mart 2015' te Türkiye' ye döndü.
Owen Lars
Cliegg Lars'ın oğlu. Anakin Skywalker'ın üvey kardeşi, Luke Skywalker'ın üvey amcasıdır. Luke'un Akademiye gitmesini geciktirmektedir. Luke, amcasının sadece işleri zorlaştırdığını düşünmektedir, ancak Owen, Luke için en iyisini yaptığını düşünüyor ve onun babasının yolundan gitmesini istemiyordu.
Owen Lars ve karısı Beru Whitesun, Yıldızkolordusu saldırısı sonucu yaşamlarını yitirirler.
'ta, Phil Brown tarafından oynanmıştır. ve 'nda ise Joel Edgerton tarafından oynanmıştır.
Beru Whitesun
Beru Whitesun Star Wars dünyasında yer alan bir kurgusal karakterdir. Owen Lars'ın karısı, Luke'un üvey yengesi.
İlk olarak 'ta Shelagh Fraser tarafından oynanmış, ve 'nda ise Bonnie Maree Piesse tarafından oynanmıştır.
Ayı Winnie
Winnie The Pooh adlı çizgi filme adını veren iyi kalpli, obur ve sevimli Ayı Winnie. Winnie the Pooh, aslında, 1920′lerde A. A. Milne tarafından yazılmış bir çocuk romanı. Oyun yazarı ve gazeteci A. A. Milne, 1921 yılında oğlu Robin’e birinci yaş günü hediyesi olarak bir ayıcık almış. Robin büyüdükçe oyuncaklarının arasına bir eşek (eeyore), bir domuz (piglet), bir kaplan (tigger), bir tavşan (rabbit) ve iki kanguru katılmış.
Milne, 4 yaşına bastığı gün Robin’i Londra Hayvanat Bahçesi’ne götürmüş. Orada siyah bir Kanada ayısı görmüşler. Bu ayı Winnipeg’den gelmiş. Kanada Winnipeg’den Teğmen Colebourn bir birliğe katılmak üzere tren yolculuğu yaparken mola sırasında bir avcıdan 20 dolara bu yavru ayıyı satın almış. Avcı bu ayıcığın annesini vurmuştur. Teğmen yavru ayıya memleketinin isminden yola çıkarak Winnipeg, kısaca Winnie adını koymuş. Sonra bu ayıcık birliklerle İngiltere’ye gitmiş, gün gelmiş kendini Londra Hayvanat Bahçesi’nde bulmuş. Winnipeg’den gelen bu ayı Milne’in 1925′te London Evening News gazetesinde yayınladığı ilk çocuk öyküsünün isim babası olmuş. Bu kahramanlar, Wind In The Willows, Peter Pan, Alice In Wonderland gibi çocuk klasiklerinin ilüstratörü, Milne’in de yakın dostu Ernest H. Shepard tarafından resimlendirilmiş. Eser 1926 yılında kitap haline getirilmiş.
Winnie ve arkadaşlarının sıcacık hikâyeleri 80 senedir Batılı çocuklara her gece yatmadan önce okunmaktadır. 1977′de ise eser Walt Disney tarafından çizgi film haline getirilmiş, son yıllarda Winnie The Pooh serisinin uzun metrajlı sinema filmleri de çekilmiştir.
Winnie The Pooh’u diğer çizgi filmlerden ayıran en belirgin özelliği tamamen pozitif ve öğretici temalar içermesidir. Günümüz çizgi filmlerinde sıklıkla görülen olumsuz temaların Winnie The Pooh’da görülmesi neredeyse imkânsızdır.
Karakterlerin tümü oldukça iyi bir şekilde detaylandırılmıştır ve birbirlerinden farklı özellikler içermektedirler. Küçük pembe Piglet oldukça korkaktır ama kocaman bir kalbi vardır. Tavşan her konuda bilgiçlik taslar ve liderlik eder ama en kolay soğukkanlılığını yitiren de O’dur. Tigger bir kaplan olduğundan olsa gerek grubun en neşeli ve en cesur üyesidir. Ayı Winnie obur ve sakindir. Eeyore ise her zaman bezgin ve isteksiz görünmesine karşın arkadaşlarını maceralarında hiç yalnız bırakmaz. Grubun en son ve en küçük üyesi aralarına sonradan katılan küçük kangru Roo’dur. Roo 100 Hektar Ormanına annesi Kanga ile beraber taşınmıştır. Küçük Roo oldukça maceracı ve cesurdur. Hikâyelerin anlatımına göre daha birçok karakter boy göstermektedir. Mesela, geniş bir aile ağacı olan Baykuş ya da çalışkan Köstebek gibi. Winnie The Pooh çizgi filminin yaratıcısı John Bryant, çocuklara hitap eden, aynı zamanda da ders veren bir çizgi film yaratmak istediğini belirtmiştir.
Winnie-the-Pooh
Winnie The Pooh, Walt Disney'in TV serilerinden birisi. Çizgi filmin konusu; 100 Hektar Ormanında yaşayan ayı Winny, küçük korkak Piglet, zıp zıp kaplan Tigger, bahçıvan ve titiz Tavşan ve uyuşuk Eeyore'un birbirinden sevimli ve masum hikâyeleri üzerine kuruludur. Aslında Alan Aleksandr Milnin povest ve şiirlerinin personajı, 20-ci yüzyılın en meşhur edebi çocuk kahramanı. 1960-1970-ci yıllar Boris Zahoderin yeniden hikâye etmesi, daha sonra Leonovun dublajı ile "Soyuzmultfilm" stüdyosunun filmleri Vinni-Puhu Sovetler birliğinde de meşhur etdi. Bilinenden farklı olarak bu çizgi film Walt Disneyden önce Sovyetler birliğinde "Soyuzmultfilm" (Çizgi film birliği) şirketi tarafından ekranlaştırılmışdır.
Kahramanlarımız Christopher Robin adlı çocuğun kendi kafasında yaratmış olduğu oyun dünyasına aittirler. Kimi maceralarında onlara Christopher Robin, Baykuş ya da küçük kangru Roo da eşlik eder.
Winnie The Pooh'u diğer çizgi filmlerden ayıran en belirgin özelliği tamamen pozitif ve öğretici temalar içermesidir. Günümüz çizgi filmlerinde sıklıkla görülen olumsuz temaların Winnie The Pooh'ta görülmesi neredeyse imkânsızdır.
Karakterlerin tümü oldukça iyi bir şekilde detaylandırılmış ve birbirlerinden farklı özellikler içermektedirler. Küçük pembe Piglet oldukça korkaktır ama kocaman bir kalbi vardır. Tavşan her konuda bilgiçlik taslar ve liderlik eder ama en kolay soğuk kanlılığını yitiren de O'dur. Tigger bir kaplan olduğundan olsa gerek grubun en neşeli ve en cesur üyesidir. Ayı Winnie obur ve sakindir. Eeyore ise her zaman bezgin ve isteksiz görünmesine karşın arkadaşlarını maceralarında hiç yalnız bırakmaz. Grubun en son ve en küçük üyesi aralarına sonradan katılan küçük kangru Roo'dur. Roo 100 Hektar Ormanına annesi Kanga ile beraber taşınmıştır. Küçük Roo oldukça maceracı ve cesur bir çocuktur. Hikâyelerin anlatımına göre daha birçok karakter boy göstermektedir. Mesela geniş bir aile ağacı olan Baykuş ya da çalışkan Köstebek gibi. Winnie The Pooh çizgi filminin yaratıcısı, çocuklara hitap eden, aynı zamanda da ders veren bir çizgi film yaratmak istediğini belirtmiştir. Şu an adı açıklanmayan başka bir proje üzerinde çalışmaktadır.
Son yıllarda Winny The Pooh serisinin sinemalarda gösterilmek üzere uzun metrajlı sinema filmleri de hazırlanmıştır.
Arabesk-pop
Arabesk-pop, arabesk müziğin Batı enstrümanları ile modernize edilmesiyle oluşturulmuş bir müzik tarzıdır. "Tallava" (Arnavutluk, Makedonya Cumhuriyeti), "Chalga" (Bulgaristan), "Laika müziği" (Yunanistan), "Manele" (Romanya), "turbo-folk" (Yugoslavya) arabeske benzer müziklerdir.
1980'lerde, Türk pop müziğinin arabeskin etkisinde kalışı sonucu doğan arabesk-pop, 1990'larda dinleyici kitlesini artırarak diğer arabeskçilerin de katkıları ile günümüze ulaşmıştır. Fantezi müzik ile karıştırılsa da fantezi müzik, Türk sanat müziği etkisinde olan bir müziktir.
Kaplan Tigger
Kaplan Tigger, Winny The Pooh adlı Walt Disney çizgi filmindeki zıplayan kaplan.
Neşeli, coşkulu ve cesur olan Tigger türünün tek örneği olup yaylı kuğruğuyla meşhurdur. Sürekli zıplar, ortalığı birbirine katar, olayları abartır ama genel olarak yaşam enerjisiyle doludur ve bunu yine zıplayarak kutlar ve arkadaşlarıyla paylaşmak ister ama özellikle Tavşan bundan pek memnun olmamaktadır. Yine de Tigger, 100 Hektar Ormanı sakinlerince çok sevilmektedir.
Tigger'a göre Tiggerlarla ilgili en iyi şey tek Tigger'ın kendisi olmasıdır. Ancak 2000 yılında Walt Disney Şirketi tarafından yayınlanan The Tigger Movie'de onu bundan dolayı mutsuz olurken ve ailesini ararken izleriz.
Önde gelen Pooh yetkililerinden biri olan Peter Dennis'e göre, Winnie The Pooh'nun yaratıcısı A.A. Milne, Tigger karakterini bir kaplandan çok Chum isimli bir köpeği baz alarak oluşturmuştur.
Türkçe seslendirmesini Bülent Kayabaş yapmıştır.
Elizabeth Berridge
Elizabeth Berridge ("d. 2 Mayıs, 1962"), 1984 yılı yapımı Amadeus filminde Contanze Mozart rolünü üstlenmiş ABD'li film ve tiyatro oyuncusu.
2 Mayıs 1962'de New York'ta dünyaya geldi.
Halkın Yükselişi Partisi
Halkın Yükselişi Partisi 16 Şubat 2005 tarihinde kurulmuştur. Sağ - sol kavramlarından uzak durmayı prensip edinmiş, anti-emperyalizmi savunan bir siyasi partidir. Kurucusu, daha sonra genel başkanlıktan istifa eden Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk'tür.
12 Ocak 2008'de Yaşar Okuyan'ın genel başkanlığını yaptığı HÜRPARTİ'yi bünyesine kattı.
Partinin genel başkanı Yaşar Nuri Öztürk 19 Ekim 2009 tarihinde üniversite ile çok ilgilenemediği gerekçesiyle genel başkanlıktan istifa etti.
22 Kasım 2009 tarihinde yapılan HYP 4. Olağanüstü Kurultayı'nda genel başkanlığa Ragıp Önder Günay seçildi.
|
Kel balık
Kel balık ("Amia calva"), Amiiformes takımının günümüze kadar nesilini korumayı başaran tek türüdür ve Amiidae familyasının Amia cinsine aittir.
Kel balıklar Kuzey Amerika'da bulunurlar, uzun bir sırt yüzgeçleri ve bir sürü küçük pulları vardır.
En büyükleri 1 metre uzunluğa ve 7 kilo ağırlığa varabilir. Geceleri aktif olan yırtıcı balıklardır. Küçük balıklar, kurbağalar ve yengeçler ile beslenirler.
Üreme zamanları mayıs ile haziran aylarındadır ve bu zamanda erkekleri su bitkileri parçaları ile yuva yaparlar. Bu yuva inşaatı ve yumurtlama daima geceleyin gerçekleşir. Erkek balık, önce yumurtaları ve sonra da 8 ila 10 gün içinde yumurtadan çıkan yavruları korur.
Atheriniformes
Atheriniformes takımının Atherinoidea alttakımına 47 cinsleri ile 8 familyaya ayırılan 280 balık türü aitdir.
Dünyanın çok kırsal bölgelerinde yaygın olan bir balık takımıdır;
ABD'nin doğusunda, Kaliforniyada, Orta Amerika'da, Küba'da, Madagaskar'da, Güneydoğu Asya'da; Filipinlerde, Neuguinea'da ve Kuzey ve doğu Avustralya'da bu takıma ait balıklara rastlanabilinir.
Bazı bilimciler bu takımın Melanotaenidae, Bedotiidae, Pseudomugilidae ve Telmatherinidae familyalarını Atheriniformes takımının içinde Melanotaenioidei adında yeni bir alt takıma koymak istemektedirler (Sparks & Smith, 2004).
Notocheiridae familyasına ait deniz balıkları Güney Afrika'nın, Hindistan'ın, Japonya'nın, Avustralya'nın, Hawaii'ın ve Şili'nin denizlerinde yaşarlar.
"Dentatherina merceri" monotipik bir familya olan Dentatherinidae'nin tek türü olarak Filipinlerin, Neuguinea'nın ve Kuzeydoğu Avustralya'nın denizlerinde yaşar.
Lepisosteiformes
Lepisosteiformes ya da Semionotiformes, kemikli balıklar üst sınıfına ait, yaşayan fosiller denilebilinecek bir takım. Sadece fosillerden tanıdığımız tarihi balık türleri için tipik olan bazı anatomik özelliklere sahiplerdir:
Türlerinin sayısı en yüksek olduğu zamanlar Mesozoikum ve Dapedium cağlarındaydı.
Aygözlüler
Aygözlüler, ("Hiodontidae") familyasını oluşturan boyları 50 cm'ye varan balıklardır. Kuzey Amerika'nın büyük göllerinde ve ırmaklarında yaşarlar. Bu familya sadece tek bir cinsten ve 2 türden oluşmaktadır.
Aslında bu familyanın Osteoglossiformes takımına ait olduğu kabul edilir, ama bazı bilimciler bu grubun bir familya değil bir takım olduğunu savunurlar ve buna Hiodontiformes adını verirler.
Osteoglossiformes
Osteoglossiformes, ""kemikli dilliler"" anlamına gelen bilimsel adının nedeni, bu takıma ait balıkların dillerinin kısmen kemikleşmiş olması ve dillerinde dişler bulunmasından kaynaklanmaktadır.
Bu takıma ait balıkların bugün Afrika'nın, Güney Amerika'nın ve Avustralya'nın tatlısularında bulunan üyeleri, çok eski zamanlarda dünyaca yaygın olan bir takım olduklarını gösteren kanıtlardır. Tebeşir çağında çok yaygın olmuş oldukları, ve hatta Eozän çağında Avrupa'da bile türleri bulunmuş olduğu bilinir.
Takımın en büyük ailesi 200 türü ile fil balıklarıdır. Diğer ailelerin sadece birkaç türleri vardır. Dünyanın en büyük tatlısu balıklarından birisi olan "Arapaima gigas"'da büyük nil balıkları ailesine aittir.
Osteoglossiformes takımina ait balıklar dünyada büyük bir coğrafyaya dağılmışlardır. Ama Kelebek balığı ve fil balıkları sadece Afrika'da ve Notopteridae ailesine ait balıklar sadece Afrika ve Asya'da bulunurlar. Takıma adlarını vermiş olan asıl Kemikli dilliler her kıtada bulunurlar.
Bu takıma ait balıkların çoğunun yumurtalarına sahip çıkma ve yavrularına bakma alışkanlıkları yoktur. Sadece kemikli dillilere ait türler yumurtaları ile ilgilenir, Kelebek balıkları ve Fil balıkları yumurtladıktan sonra yumurtalarla ve yavrularıyla hiç ilgilenmezler.
Maat Mons Yanardağı
Maat Mons, Venüs gezegenindeki en yüksek volkandır. Volkan, ana gezegen çapından 8 km (5 mil) yukarıda, 0.9° K 194.5° D koordinatlarındadır. Adını Eski Mısır'da adalet ve doğruluğun tanrısı Maàt'tan almaktadır.
Prosopagnosia
Prosopagnosia (Yunanca "Prosopon" yüz + "agnosia" kayıtsızlığı), "yüz körlüğü" olarak da adlandırılan insan yüzleri tanıyamama, ayıramama durumudur. "Prosopagnostikler" göz, burun, ağız gibi yüzün her parçasını tek tek görebilmekle birlikte birbirleri ile ilişkisini kuramamaktadırlar.
Hastalık, önceleri beyinde bir hasar kaynaklı olduğu düşünülmekteydi ancak son bulgular yüksek bir genetik ilişki olduğunu ortaya koymuştur. İncelemelerde beynin yüz tanıma ile ilgili temporal ve oksipital bölümlerinde bozukluk tespit edilmiştir.
Çeşitli derecelerde etkili olan hastalık, ileri seviyelerinde kişinin kendi yüzünü tanımamasına kadar varabilir. Kalabalık bir grupta oldukça zorlanan bu kişiler genelde bu tür ortamlardan kaçınırlar. Genelde prosopagnostikler kişileri ayırt etmek için ses, saç, vücut şekilleri gibi ek özellikleri kullanırlar. Bu tür yetenekler hastalığın tanısını zorlaştırmaktadır. Son dönemlere kadar oldukça ender olduğu düşünülen hastalık yeni araştırmalarda %2'ye kadar çıkan sıklıklarda görülmüştür.
Gonorynchiformes
Gonorynchiformes, 4 familyaya, 7 cinse ve 35 türe ayrılır. Chanidae ve Phractolaemidae familyaları monotipikdir, yani sadece bir tek türden oluşurlar.
Bir deniz balığı olan ve yosunlardan beslenen süt balığı ("Chanos chanos") güneydoğu Asya'da önemli bir besin kaynağıdır. Orada ırmakların denize akan kısımlarında tutulan yavruları, büyüyene kadar suni göllerde yetiştirilirler.
Sekans
Sekans, isim, Fransızca "séquence"
Émile Zola
Émile François Zola (2 Nisan 1840, Paris – 29 Eylül 1902), Fransız yazar.
Değişik edebi türlerde eserler veren Emile Zola, dünya edebiyatının en ünlü yazarları arasında yer almaktadır. Eserlerinde Fransız toplumunun sorunlarını ayrıntılı şekilde dile getirmiş ve 1880'de edebiyata yeni giren natüralizm akımına öncülük etmiştir. Özellikle romanları ile tanınır. En ünlü romanları, "Nana", "Germinal"" ve ""Meyhane"" adlı kitaplarıdır.
Yazar, Dreyfus tartışmasında aldığı tavırla 19. yüzyılın son ve yirminci yüzyılın ilk çeyreğindeki uluslararası edebiyat gündemine oturmuştur. Fransız ordusunda haksız yere casuslukla suçlanıp askeri mahkemede yargılanan Yahudi asıllı yüzbaşı Dreyfus’u 1897'deki davada hükümetin bütün baskılarına rağmen savunan Zola, Fransa devlet başkanına hitaben ""İtham Ediyorum"" makalesini yayınladıktan sonra baskılardan dolayı Fransa'yı terkedip bir süre Londra'da yaşamak zorunda kaldı. Çabaları sonucunda Dreyfus Davası'nın yeniden görülüp adaletin yerini bulması sonucu yurduna döndü. Ulusal kahraman haline gelen Émile Zola, 1902 sonbaharında, kaldığı otelin yatak odasında duman zehirlenmesinden öldü.
2 Nisan 1840 tarihinde Paris'te yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası Venedik göçmeni mühendis François Zola, annesi Fransız Émilie Aubert idi. Babasının bir kanal ve baraj inşa ettiği Aix-en-Provence'ta büyüdü. Babasını küçük yaşta kaybetti. Collège Bourbon adlı okulda yatılı olarak okudu.
Edebiyata olan ilgisi okul çağındayken drama, şiir ve tiyatroya olan ilgisi ile başladı. Dumas, Eugène Sue, Paul Feval gibi birçok popüler yazarın ulaşabildiği bütün kitaplarını okudu. Okul yıllarında Paul Cezanne ve onun yakın arkadaşı Jean Baptistin Baille ile tanıştı. Bu üçlü Victor Hugo'nun eserlerini tanıdıktan sonra onun kişiliğinden çok etkilenerek bir yıl kadar onu kendilerine üstad edindi. Musset'i tanımalarının ardından onu ağabeyleri olarak gördüler ve yeni üstadları Musset oldu. Zola bu yıllarda Cezanne ve Baille'ye atfederek birkaç şiir kaleme almış; Haçlılar hakkında bir roman yazmış, kız arkadaşını en yakın arkadaşının kollarında bulan bir genci anlatan "Rodopho" adlı şiiri yazmıştır. Çiçek gibi açan iki sevgiliyi anlatan "La Provence"'yi 1859'da yayınladı; ardından işçi sınıfı kızlarını anlatan gerçekçi bir hikâye olan "Les Grisettes de Provence"yi yazdı; 1860'ta ""Perrette""'yi tamamladı.
Ailesinin tanıdıkları sayesinde öğrenimine Paris'teki Lycée Saint-Louis'de devam eden Zola, bu okulu bitirdi ancak bakaloryasını vermekte iki kere başarısız oldu. Bakolaryasını veremediği için öğrenimine devam edemedi ve iş aradı. İki yıl işsiz kalan Emile Zola, 1862’de yeni kurulan Hachette yayınevinde memur olarak çalışmaya başladı. Bir yandan da gazetelerde sanat ve edebiyat eleştirileri yayımlamaktaydı. Bu işyerinde yükselerek yayınevinin tanıtımlarından sorumlu kişi haline geldi; 1866 yılında sadece yazarlık yapmaya karar verip ayrılana kadar aynı yerde çalıştı.
İlk romanı ""La Confession de Claude"" (Claude’un İtirafı) 1865'te basıldı. Bu roman, mezun olduktan sonra şair olmak hayaliyle Paris'e gelen, tavan arasında sefalet içinde yaşarken tanıştığı fahişeye aşık olan, aşkıyla kadını ‘kurtaracağını’ sanan ancak hayal kırıklığına uğrayan taşralı bir gencin arkadaşlarına yazdığı mektuplardan oluşmaktadır ve büyük ölçüde otobiyografiktir. Zola, 1867'de yayımladığı Thérèse Raquin adlı romanla birlikte başarıyı yakaladı. Eserin 1868 tarihli ikinci baskısına yazdığı meşhur ön sözde ""naturalist"" sıfatını ilk kez kullandı. Ardından yirmi ciltlik ""‘Rougon-Macquart’lar: İkinci İmparatorluk Devrinde Bir Ailenin Doğal ve Toplumsal Tarihi’"" serisini yazmaya başladı. En tanınmış eserleri olan ""Nana"", ""Germinal"" ve ""Meyhane""'yi de kapsayan bu seride yer alan romanlarında 1851 Devlet Darbesiyle başlayıp 1870'teki Sedan bozgununa kadar süren İkinci İmparatorluk Dönemi Fransız toplumunun bir tablosunu yansıtmaya çalıştı.
Sevgilisi Gabrielle-Alexandrine Mele ile 1870 yılında evlendi. Çiftin çocuğu olmadı. 1888'de Jeanne Rozerot ile ilişki yaşamaya başlayan Zola'nın bu ilişkiden iki çocuğu dünyaya geldi.
1860'lar ve 1870'ler boyunca gazete ve dergilerindeki yazılarında Cézanne ve Manet ile Claude Monet, Edgar Degas, Pierre-Auguste Renoir gibi empresyonist ressamların sanatını savundu. Ressamların çeşitli stüdyo ve kafelerde sanat tartışmalarının yapıldığı düzenli toplantılarına katıldı. 1886 yılında yayımlanan "Eser" (L'Ouvre) isimli romanı başta çocukluk arkadaşı Cézanne olmak üzere ressam dostlarıyla arasının açılmasına neden oldu. Romanda, Paris Salonu'na üçbinden faz |
la eserin jüri tarafından kabul edilmeyişi üzerine 1863'te yaşanan skandalı, yaratıcı potansiyelini gerçekleştiremeyen ve bu nedenle de kendini asan bir ressamı konu almaktaydı.
Edebiyata yeni giren bir akım olan natüralizm akımına mensup bir grup Fransa'da 1880'de Zola'nın öncülüğünde oluştu. Aynı edebiyat görüşüne ortak olan yazarlar Zola'nın evinde toplanarak 1870 yılındaki Fransa-Prusya Savaşı'nı konu alan öykülerden oluşan "Medan Geceleri" isimli bir derleme çıkardılar. Savaş karşıtı altı öykü içeren bu derleme, edebiyat dünyasında büyük yankı uyandırdı.
Emile Zola'nın Rougon Macquart serisinin beşinci romanı ""Toprak"" (La Terre) 1887'de yayımlandı. Fransa-Prusya Savaşı'ndan hemen sonra tarım işçisi bir ailenin dağılışını anlatan roman tartışmalara yol açtı. Zola'nın modern toplumun görünmeyen nahoş yüzünü ortaya koyma çabası bu romanda zirvesine ulaşmıştı. 1888'de yayımlanan İngilizce çevirisi, yayıncısının müstehcenlikten tutuklanmasına neden oldu. Natüralist grubun bazı önemli üyeleri Zola'nın aşırı gittiğini düşünerek ondan ayrıldılar.
Fransız hükûmeti ile ordusunun Fransız-Alman Savaşı sırasındaki politika ve eylemlerini eleştiren 1892 tarihli romanı "Çöküş" (La Debâcle) adlı romanı hem Fransızların hem de Almanların yoğun tepkileriyle karşılaştı. Savaştaki yenilgi ile küçük düşmüş olan Fransız ordusunun başlıca düşmanlarından biri Fransız yaşamındaki "Yahudi etkisi" idi. Ordudaki bu Yahudi-düşmanı anlayış, Avrupa tarihinde Dreyfus olayı olarak bilinen olayın yaşanmasına neden oldu. Fransa'yı ikiye bölen Dreyfus davası, Zola'nın "Gerçek Yürüyor" (La Verite en marche) adlı belgesel yapıtının temelini oluşturdu.
Yahudi asıllı bir Fransız subayı olan Yüzbaşı Dreyfus, el yazısı Alman elçiliğine gönderilen bir mektuptaki el yazısına benzediği için 1894 yılında Almanlar aleyhine casusluk yapmakla haksız yere suçlanmış ve kapalı oturumlarla sürdürülen hızlı bir yargılama sonunda ömür boyu hapse mahkum edilmişti. Mektuptaki el yazısının Dreyfus'a değil, Easterhazy adında bir binbaşıya ait olduğu İstihbarat Müdürü Yarbay Picquart tarafından iki yıl sonra ortaya çıkarılınca Dreyfus'un davası 1896'a yeniden gündeme geldi. Genelkurmay, Easterhazy hakkında dava açmak zorunda kaldı. Açılan davada Easterhazy'nin iki günde beraat etti.
Olay gündeme geldiğinde İtalya'da olan Emile Zola, Paris'e geldiğinde bu olay üzerine etkin bir kampanya başlatmayı gerekli buldu. 25 Kasım 1897'de Le Figaro'da çıkan ""Gerçek Yürüyor, Onu Hiçbir Şey Durduramaz"" başlıklı yazısı yayımlandı. Ardından 1 Aralık 1897'de "Lonca"yı yayımlayarak Dreyfus'un suçlanma nedeninin eylemi değil, ırkı olduğunu açıkladı. Le Figora'daki son yazısı 5 Aralık'ta yayımlandı. Bu yazıda, "Dreyfus'u kurtarıp yerine Easterhazy'nin adını vermesi için Picquart'ın bir Yahudi örgütü tarafından tutulmuş bir kişi olduğy" iddiaları üzerine kaleme aldığı bu yazıda yalan ve iftirayı yayan şoven basını şiddetle kınadı.
Zola, yazdıklarını yayımlayacak gazete bulamaz olunca savaşımını broşürlerle sürdürdü. ""Gençliğe Mektup"", ""Fransa'ya Mektup"" başlıklı broşürleri yayımladı. Görülen davada casus Esterhazy'nin aklanması yetmezmiş gibi onun suç kanıtlarını bulan Picquart'ın cezalandırılması üzerine Zola, Dreyfus davası hakkındaki en ünlü makalesini yazdı: ""Cumhurbaşkanı Felix Faure'a Açık Mektup""
Mektup, L' Aurore gazetesinde ""Suçluyorum."" (J'Accuse) başlığıyla yayımlandı. "Ordunun şerefi", "vatan sevgisi" gibi sürekli sömürülen kavramları ele alan, okuyanları şiirselliğiyle de etkileyen bu mektup Fransa'da bir aydın hareketi doğurdu. İmza kampanyaları, aydın bildirileri peş peşe geldi.
Ancak Fransızların çoğu Zola'yla aynı fikirde değildi. Bakanlar Kurulu, Zola hakkında suç duyurusunda bulundu; Zola'nın 17 Şubat 1898'de başlayan yargılanma süreci boyunca "Kahrolsun Zola", "Yahudilere ölüm", "Hainlere ölüm" sloganlarıyla gösteriler düzenlendi. Şiddet önce taşraya, sonra da sömürgelere sıçradı; birçok kentte ırkçı gösteriler yapıldı; Dreyfusçu aydınlara ve Yahudilere saldırıldı.
Zola'nın cezası kesinleşince, yazar dostlarının oldubittisiyle, hiç hazırlıksız İngiltere'ye kaçırıldı. Dilini hiç bilmediği İngiltere'de bir yıl geçirdi. Bu arada dava ile ilgili yeni gelişmeler oldu. Esterhazy, kendisiyle çete arasında mektuplar taşıyan kuzeni tarafından ihbar edilip tutuklandı. İtiraflar peş peşe geldi. Anatole France, Jean Jaures, R.W.Rousseau gibi saygın kişilerin sürdürdükleri kampanya sayesinde, Dreyfus'un yeniden yargılanmasına karar verildi. Zola, bu olumlu gelişmeler sonucu ülkesine döndü. 9 Eylül 1899'da yapılan duruşmada Dreyfus yeniden suçlu bulundu. Artan toplumsal huzursuzluk karşısında Cumhurbaşkanı Dreyfus'u affetti; bunu bir genel af izledi. Zola, bu affı masum bir insanın yeniden mahkum edilmesi olarak gördü.
Suçlular da masumlar da serbest kaldıktan sonra Zola, kitaplarına döndü. Dreyfus davasından esinlenerek son romanını yazdı. 29 Eylül 1902'de, yatak odasındaki şömineden sızan dumandan zehirlenerek öldü. Resmi kayıtlara kaza olarak geçse de bu ölümün ardında gerici bir örgüt olduğundan kuşkulanılmıştır.
Cenaze törenine 50.000 kişi katıldı. 1888'de aldığı Legion d'honneur Şövalyesi unvanı, dava nedeniyle askıya alınmış olduğundan resmî cenaze töreni düzenlenmedi ancak ordu cenazesine bir bölük asker göndermiştir. Monmarte Mezarlığı'na gömülen cenazesi, meclisin aldığı bir kararla 4 Haziran 1908'de Panthéon'a taşındı.
Zola romanlarının çoğunu 1869'den itibaren, Honoré de Balzac'ın izinden giderek, "Les Rougon-Macquart. Histoire naturelle et sociale d’une famille sous le Second Empire" (Rougon-Macquart'lar. İkinci İmparatorluk'ta Bir Ailenin Tabiat ve Toplum Tarihi) başlıklı bir dizi biçiminde düzenledi. Toplam yirmi roman pozitivist temelde yazılmış bir tür aile tarihi olacak, bu arada ailenin Rougon kolu burjuvaziyi, Macquart kolu da alt tabakaları temsil edecekti.
Kenasarı Kasımoğlu
Kenasarı Kasımoğlu Kazak Türkü bağımsızlık önderi. Babası Orta cüz hanı Kasım Han idi. Dedesi Abılay Han idi. Ruslar Orta Cüz Hanlığı'nı kaldırınca protesto edip baş kaldırdı. Rusları geri çektiyse de bir süre sonra yenildi. Kahramanlaştı. Ancak güneye çekildiği zaman Kırgızlar'ın bölgesine girmiş oldu. Ruslar ile anlaşma yapan Kırgız Türkleri onu öldürdüler. Ruslar onun halk üzerinde bıraktığı izleri silmeye çalıştılar.
Kazaklar ona Xan-Kene (X gırtlak h'sidir.) derler.
Humbaracı Ocağı
Humbaracı Ocağı, Osmanlı Devleti'nin askeri teşkilatı'nda humbara yapan ve bunu kullanan sınıfın bağlı olduğu ocak. Kumbaracı ocağı da denilmektedir. Dünyanın ilk havan topu sınıfıdır.
Humbara, demir veya tunçtan dökülmüş el bombasıdır.
Humbaracılık, Osmanlı Devleti'nde 16. yüzyılda Mustafa ismindeki bir topçu bölükbaşısının ilk tunç humbara dökümhanesini kurmasıyla ortaya çıkmıştır. 1729'da Osmanlı’ya ilticâ eden ve Müslüman olduktan sonra Ahmed ismi verilen Kont Bonneval tarafından geliştirilip düzenlendi. 1783'te Sadrazam Halil Hamid Paşa humbaracılar için yeni düzenlemeler getirdi ve 1792'de çıkarılan bir nizamnameyle humbaracıların yetkileri arttırıldı. Humbaracılar, Ahmed Paşa'nın çabalarıyla ordunun en disiplinli ve düzenli sınıfı durumuna gelmişti.
Humbaracı Ocağı'nın ıslahı ilk olarak 18. yüzyılda, Humbaracı Ahmed Paşa ve Sadrazam Osman Paşa'nın isteği üzerine gündeme gelmiştir. 1731'de ıslah projesi hazırlandı ve iki yıl sonra da Üsküdar'da Humbaracı Ocağı kuruldu. Böylece Bosna'dan 300 ulufeli humbaracı adayı ile çeşitli kalelerden seçilen 300 tımarlı humbaracı eğitime başlayarak humbara imalathanesi kurulması yolunda adımlar atıldı. Bir yasa ile tımarlılar 25'er kişilik gruplar halinde İstanbul'a giderek eğitim almaları sağlandı.
Kapıkulu Ocağı'ndaki bozukluklar ve düzensizlik zamanla Humbaracı Ocağı'nı da etkilemeye başladı. 1826 yılında Vaka-i Hayriye sırasında Humbaracıların devletin tarafında olarak topçu ve cebecilere destek olmuştur. Humbaracı Ocağı, Sultan II. Mahmud zamanında Asakir-i Mansure-i Muhammediyye'nin kurulmasıyla kaldırılmış fakat varlığını Sultan II. Abdülhamid dönemine kadar sürdürmüştür.
Nikolay İvanoviç Lobaçevski
Nicolas İvanovitch Lobatchewsky (Rusça: Никола́й Ива́нович Лобаче́вский), (d. 1 Aralık 1792, Makariev, Nijniy Novgorod, Rusya - ö. 24 Şubat 1856) Rus matematikçi.
1802 yılında parasız yatılı öğrenci olarak Kazan Gymnasium okulunda başlamış. 1805 yılında kurulan Kazan Üniversitesi'ne 1807 yılında girmiştir. Alışılmışların dışına çıkarak, Öklid'i olmayan geometriyi kurduğu için, ona geometrinin Kopernik'i denmiştir.
1811 yılında on sekiz yaşında öğretmenlik diplomasını aldı. 1827 yılında Lobatchewsky Kazan Üniversitesi'nin rektörlüğüne atandı. Üniversitenin yönetimini eline aldı. Yeni kurmaylar oluşturdu. Gözlemevi kuruldu ve tam aletlerle donatıldı. Rusya’nın tüm madenlerini gösteren müze koleksiyonu zenginleştirildi.
Hükümet üniversitenin binalarını modernleştirmek ve yenilerini yapmak için karar verince, rektör işin uygun bir biçimde yapılıp yapılmadığını ve konulan paranın boş yere harcanıp harcanmadığını kontrol etmek görevini kendiliğinden üzerine aldı. Bunu becerebilmek için mimariyi öğrenmeye başladı. 1842 yılındaki yangında Kazan Üniversitesi'nin çoğu bölümü yandı. Daha sonra Lobatchewsky üniversiteyi yeniden inşa etmeye başladı ve iki yıl içinde yeni bir üniversite yaptı.
1842 yılında Lobatchewsky Öklid'i olmayan geometriyi yarattığı için, Gauss’un önerisi ve övgüsü üzerine Göttingen Krallık Kurumu, kendisini yabancı üye seçmiştir.
1846 yılında onun hem profesörlük ve hem de rektörlük görevine birden son verildi. 24 Şubat 1856 günü altmış sekiz yaşındayken öldü.
Olcas Süleymenov
Olcas Süleymenov Kazak Türkü şair. 1936-Almatı doğumludur. 'Az i Ya, Fizikçinin Duası, Argamaklar, Yeryüzü, İnsana Eğil, Seherin Güzel Vakti, Parisli Bir Kızdır Gece' gibi kitapları vardır.
1994—95 yılları. Kazakistan meclisinde komite üyesi.
1995 yılı. Kazakistan'ın İtalya'daki, 1996 yılı Yunanistan'daki, sonra da Malta'daki elçiliğine atandı.
Oljas dilbilimciliğinde çoğunlukla Eski Türk dilini inceledi, ayrıca Sü |
merler ve Sümer dili ile ilgili batı bilim adamlarının Eski dil Hint-Avrupa dillerinden başlıyor kuramını çürüterek bütün dillerin anasının Türk dili olduğunu ıspatlamıştır.
Moris Farhi
(Musa) Moris Farhi (d. 1935, Ankara, Türkiye) MBE. Türk ve Yahudi asıllı İngiliz yazar.
2001 yılından beri Uluslararası PEN Kulübü'in (International Pen Club) başkan yardımcısıdır.
Moris Farhi, 1935 yılında Ankara'da bir Sefarad Yahudi ailesine doğdu. Liseyi ve yüksek öğrenimini Robert Kolej'de tamamladı ve 1954 yılında Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl İngiltere'ye gitti ve Londra'da Tiyatro Sanatları Kraliyet Akademisi'nde (Royal Academy of Dramatic Art - RADA) eğitim gördü. 1956 yılında mezun oldu ve Londra'da yaşamaya devam etti. Kısa bir aktörlük kariyerinden sonra yazmaya başladı.
Uluslararası PEN Kulübü'nün 1994-1997 yılları arasında Hapishanedeki Yazarlar Komitesinin (Writers in Prison Committee) İngiltere yöneticisiydi ve International PEN'in 1997-2000 yılları arasında Yazışma Komitesindeydi. 2001 yılında Kraliçe Elizabeth II adına İngiltere hükümeti tarafından Moris Farhi'ye MBE unvanı verildi.
Children of the Rainbow adlı romanı iki ödül almıştır: İtalya'da Associazione Them Romano'dan "Amico Rom" ödülü (2002) ve Almanya'da Kültür ve Bilimler Akademisi'nden "Özel" ödülü (2003).
Aton
Aten veya Aton veya Zentuk IV. Amenhotep veya sonradan aldığı adla Akhenaton (Aton'un hizmetkarı) tarafından ortaya çıkarılan bir Mısır tanrısıdır. Tıpkı günümüzde büyük kitlelere ulaşmış olan İbrahimi dinlerde olduğu gibi tek tanrı olarak kabul edilmiştir. Bu tanrının somut bir betimlemesi yoktu. Duvarlarla çevrili, üstü açık bir tapınakda tapınılırdı. Aton her işinin ucunda bir el olan bir Güneş olarak çizilirdi.
Yeni Krallık "(Mısır'ın on sekizinci hanedanı)" öncesinde her kent ya da kasabanın bir tanrısı vardı. Teb başkent olunca Teb'in tanrısı olan Amon da baştanrı oldu, ancak diğer kent ve kasabaların tanrılarına tapılmaya devam edildi. Yine de Ra silinmedi ve yeni baştanrı, Amon-Ra olarak anıldı. Birçok ad gibi Amenhotep'in adı da Amon'a dayanıyordu, "Amon hoşnuttur" anlamına geliyordu. IV. Amenhotep, firavun olur olmaz Amon'un yerine Aton'u geçirdi. Diğer tanrılara olan inancı yasaklandı ve adlarını değiştirildi. Kendi adını da Akhenaton "(Aton'un hizmetkarı)" olarak değiştirdi. Başkenti de yeni kurduğu "Güney yuvarlağının ufku" anlamına gelen Akhetaton'a taşıdı. Günümüzde bu kent Tel-el-Amarna'dır.
Tesis ettiği dinî inanç sistemi uzun soluklu bir inanış olmamıştır. Ölümünden (MÖ 1352) sonra yeniden etkinlik kazanan Amon rahiplerince IV. Amenhotep, "sapkın firavun" olarak ilan edilmiş ve bu inanış Tutankhamon tarafından ortadan kaldırılmıştır. Eski tanrılara geri dönülmüştür. Ayrıca Akhenaton ve Aten hakkındaki tüm belgeler yakılmış Aten tapınakları yıkılmış ve Amarna şehri talan edilmiştir.
Dişbudak yapraklı akçaağaç
Dişbudak yapraklı akçaağaç ("Acer negundo"), akçaağaçgiller (Aceraceae) familyasından anavatanı Kuzey Amerika olan iki evcikli bir akçaağaç türü.
20–25 m'ye kadar boylanır. Gövde çapı 30–50 cm nadiren 1 m'ye kadar çıkar. Kısa gövdeli, geniş ve yuvarlak taçlıdır. Sığ ve saçak bir kök sistemi geliştirir. Derin topraklarda kuvvetli kısa bir ana kök oluşturabilir. Kabuk, ince soluk gri veya açık kahverengidir. Sürgünler sert, yeşil veya morumsu yeşil renkli, üzeri beyaz-mavi toz ile örtülüdür. Lentiseller soluk ve dağınık bir yapıya sahiptir. Tomurcuklar mavi-beyaz yumurta şeklindedir. Yanal tomurcuklar terminal tomurcuklardan daha küçüktür, ve çok kısa saplıdır. Karşılıklı dizilmiş olan 15–20 cm uzunluğundaki tüysü (bileşik) yapraklar çoğunlukla 3-5 sivri uçlu yaprakçıktan oluşur. Yaprak kenarları kaba dişli veya bazen lopludur. Yaprak sapı uzun ve kırmızıdır. Yaprakların üstü açık yeşil alt yüzeyi ise soluk renklidir.
İki evcikli çiçekler, her biri ince bir sapta olan 5-loplu bir çanak yaprağa sahiptir, küçük sarımsı yeşildir göze çarpmaz. Çiçeklerinde taç yaprak yoktur. Uzun sarkan salkımlardaki erkek çiçekler çoğunlukla kümeler oluşturur. Stamenler eflatun renklidir. Nisan ve Mart aylarında yapraklanmadan hemen önce açar. Meyve samaradır. V şekilinde çift kanatlı olup olgunlaşınca düşer.
Dişbudak yapraklı akçaağaç nehirlerin, göllerin genellikle yakınında ve de bataklıklarda bulunur.
Bu ağaç, çoğunlukla erozyon kontrolü ve vahşi hayata yiyecek sağlamak için dikilir. Evlerin etrafında ve çitlerde kullanılır. Kuzey Amerika'ya özgü olmasına rağmen, yaygın bir şekilde dünya'nın başka bölgelerinde park ve bahçelerde yetiştirilmektedir. Tohumlar, ötücü kuşlar tarafından yenir. Hızlı büyüme yapar ama kısa ömürlüdür ve kolayca fırtınalardan zarar görür. İlk 15-20 yıl çok hızlı büyür sonraki yıllarda 75-100 yaşlarında büyüme yavaşlar. Işık ağacıdır.
Toprak isteği bakımdan değişenlik gösterir. Genellikle drenajı iyi nemli ortamları tercih eder. Organik maddece zengin, killi, kumlu, veya kayalık topraklara iyi adapte olabilir. Akarsuların yakınında derin alüvyonlu topraklarda, yüksek arazi yerlerinde ara sıra yoksul kuru yerlerde de görülür. Nemli topraklarda bulunmasına rağmen kuraklığa dayanıklıdır.
Odunu değerli değildir. Yumuşak ve beyaz olan odunun özü açık kahverengidir. Odunu, tahta eşya, kutu, kasa, hamur odunu ve kimyasal damıtma için kullanılır. Beyaz şekerinden elde edilen akçaağaç şurubu küçük miktarlarda sınırlı bir alanda kullanılır.
Yaprak antraknozu, kabuk pamukçuğu ve gövde kalp çürümesi gibi birçok hastalık ve zararlı ile karşı karşıyadır. Yaprak yanığı, sıcak kuru yaz aylarında kısmi yaprak dökümüne neden olur. Başlıca çürüklüğe sebep olan mantarlar, "Fomitopsis fraxinus", "Perrenniporia fraxinophilus", "Fomes geotropus", "Fomitopsis scutellata", "Inonotus glomeratus", ve "Ustulina vulgaristir". Verticillium solgunluğu dişbudak yapraklı akçaağaçta dikkate değer ölümle sonuçlanan bir hastalıktır. "Fusarium reticulatum" var. "negundinis" mantarı ise odununda kırmızı bir lekeye neden olur. Bu lekeler Cerambycid kanatlı böcekleri ve diğer böcek galerilerine benzetilir. Dişbudak yapraklı akçaağacın böcek zararları göreli olarak önemsizdir, ama birkaç yaprakla beslenen delik açanlar ona saldırır. "Leptocoris trivittatus" çoğu kez dişbudak yapraklı akçaağaçla ortak bir yaşam içindedir. Larvalar, çoğunlukla yaprak ve yumuşak tohumlarla beslenir. Ağaçlara çokça zarar vermemesine rağmen, soğuk havanın başlangıcıyla büyük sayılarda evleri istila etmesi onu önemli bir zararlı ev hayvanı yapar. "Contarinia negundifolia" (dişbudak yapraklı akçaağaç yaprak biti), "Periphyllus negundinis", ile diğer yaprak beslenenleri, Asya bahçe kanatlı böceği, "Maladera castanea", "Anisota rubicunda", "Archips negundana", ve "Caloptilia negundella" bazılarıdır. Mühendis böcekleri, "Pulvinaria innumerabilis", "Mesolecanium nigrofasciatum"; delik açanlar, "Proteoteras willingana", ve "Chrysobothris femorata" diğer zarar veren türlerdir.
Güney ve Orta Arizona ile New Mexico'da 2440 m'e yüksekliğe kadar çıkar. Dişbudak yapraklı akçaağaç genellikle sert odunlu ağaçlarla birlikte bulunur. Bunlardan gümüş akçaağacı, Amerika karaağacı, kara söğüt, kırmızı akçaağaç, kara ceviz ve yeşil dişbudak bazılarıdır.
Tohumlar Ağustos-Eylül aylarında olgunlaşır. İlkbahara kadar ağaç üzerinde kalır. Yere düşen tohumlar, yeterli nem ve sıcaklık sağlandıktan hemen sonra çimlenir. Tohumlarda çimlenme engeli yoktur. Tohumla üretimin yanında çelik ve aşıyla da çoğaltılmaktadır. Ağustos-Eylül aylarında 10–15 cm uzunluğunda alınan yarı odunsu çeliklerin alt kısmında ki yaprak ve tomurcuklar alınır ve bu kısımda küçük yaralar açılır. Hormon kullanımı köklendirme oranını artırır. Aşı yöntemi daha ziyade kültivarların üretiminde yaygın olarak kullanılır. En çok göz aşısı metodu uygulanır.
Bazı uzmanlar tarafından diğer akçaağaç türlerinden farklılık gösterdiğinden ayrı bir cinste sınıflandırılır. ("Negundo aceroides")
İki alt türü vardır:
Eurocities
EUROCITIES, 1986 yılında kurulmuştur.
EUROCITIES, Avrupa Şehirleri'nin Kültür, Ekonomi vb. alanlarda bir araya gelmesini, ortak çalışma içinde olmalarını sağlamayı, bu şehirler arasındaki ilişkileri kuvvetlendirmeyi amaçlamaktadır.
EUROCITIES, üye şehirler arasındaki bilgi ve fikirlerin paylaşması yönünde bağlantı sağlamakta, tecrübeleri aktarmada aracı olmakta, ortak problemleri analiz etmeyi sağlamakta, ve yenilik getiren çözümleri geliştirmede yardımcı olmaktadır.
Eurocities bünyesinde dört tür üyelik bulunmaktadır.
Şu an Türkiye'den EUROCITIES Tam üyesi bulunmamaktadır. Tam üyelik yalnızca AB üyesi devletlerin elde edebileceği bir üyelik türüdür. İstanbul, İzmir, Bursa ve Şanlıurfa EUROCITIES Ortak üyesidir.
Ayrıca Bakırköy (İstanbul), Pendik (İstanbul), Osmangazi (Bursa), ve Yalova EUROCITIES Ortak Katılımcıları arasında yer almaktadır.
Ogdoad
"The Ogdoad", Hermopolis'te tapınılan sekiz tanrıyı temsil eden sözcük.
The Ogdoad tanrıları genellikle hayvan başlı insanlar olarak ya da sadece kurbağa ve yılanlar olarak tasvir edilmişlerdir. Dört çift olarak çizilmişlerdir; erkekler kurbağa, kadınlar ise yılanla özdeştirilmiştir. Mısırlılar dünya yaratılmadan önce bu 8 tanrının "karanlık su küme"sinde yaşadığına inanırlardı, kaosun dört kurbağa tanrısı ve dört yılan tanrıçası. Bu tanrılar şunlardı; Nun ve Naunet (su), Amun ve Amaunet (görünmezlik), Heh ve Hauhet (sonsuzluk) ve Kek ve Kauket (karanlık).
Andjety
Andjety ya da daha bilinen ismiyle Ammut, Mısır'ın dişi iblisiydi. "Kalp yiyen", "hırsla yiyen" diye de bilinir, ölümden sonra eğer ölen kişinin kalbi iyiliğin tüyünden ağır çekerse kişinin kalbini yer ve onu cezalandırırdı. Bu da bir Mısırlı için var oluşun sonudur.
Vücut olarak bir timsahın başına bir aslanın ön gövdesine ve bir hipopotamın arkasına sahipti (Mısır'ın bütün kızgın ve haşin hayvanları).
Muallimzade Zekeriya Efendi
Son dönem mütefekkirlerindendir. İskilip ahalisinden Muallim Bilal Efendi'nin ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Zekeriya Efendi ilk öğrenimini babasının gözetiminde mahalle mektebinde tamamlar. Eğiti |
mine devam etmek için biraderi Mustafa Efendi ile beraber vilayet merkezine avdet eder. Muallimzade, vilayet merkezinde geçirdiği dört yılın ardından muhtelif vilayetlerde eğitimine devam edip, son olarak dönemin ilim merkezi olan İstanbul'a gider. Çok küçük yaşta çıktığı bu yolda, bazı ilimlerde ihtisas yapmak için İstanbul'a ulaştığında Muallimzade Zekeriya Efendi henüz 18 yaşındadır.
İstanbul'a varır varmaz, günümüz üniversite seviyesinde, eğitimine kaldığı yerden devam eden Muallimzade, riyaziye, hendese, iktisat, ilm-üs siyaseh, tarih, fıkıh, akaid, hadis, siyer, hitabet gibi alanlarda ilim tahsil eder. Tasavvuf ile tanışması da bu vakittedir. Tasavvufla tanışmasından bir süre sonra Yahya Efendi, Aziz Mahmud Hüdayi ve Nasuhi tekkelerinin müdavimlerinden biri haline gelir. Birçok sohbet ve zikir meclisine iştirak eder. Tasavvufun simgelerinden ney ile de ilgilenir ve Cerrahi Tekkesi üstadlarından ney dersi ikmal eder.
Yine rivayet olunur ki uzun yıllar evlenmemiş bu durum çevresinde rahatsılık ve alay konusu olmuştur. Ancak yaşı 110 kadar iken evlenip bu yaştan sonra da 7 çocuk sahibi olmuş, takriben 160 yaşlarında vefat etmiştir.
Muallimzade Zekeriya Efendi'nin günümüzde mevcut olan bir eserine rastlanamamaktadır. Ancak, gençlik yıllarında kaleme aldığı şiirlerinin olduğu bilinmektedir. Zekeriya Efendi, yazdığı bu şiirlerinde Muallimzade mahlasını kullanmış, ve daha sonra da bu isimle anılır olmuştur. Rivayete göre Muallimzade Zekeriya Efendi, kendisini yad eden herkesten şu duayı etmelerini istemiştir:"Ahiri ve akıbeti hayrola"
Orta Anadolu Evliyaları 29. Cild, 1. Baskı, 2004, Türkiye Gazetesi Yayınları
Sofu Mehmed Paşa
Sofu Mehmet Paşa veya Mevlevi Mehmed Paşa (ö. 11 Mayıs 1655, İstanbul), Osmanlı Padişahı I. İbrahim'in saltanatının son döneminde ve IV. Mehmed saltanatında 7 Ağustos 1648-21 Mayıs 1649 tarihleri arasında dokuz ay on beş gün sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamı. 18 Ağustos 1648'de İstanbul'da liderliğini yaptığı isyanda Sultan İbrahim'in boğdurulması emrini vermiştir.
Türk asıllı kapıkulu süvarilerindendi. Defterdar Baki Paşa yanında çalışmaya başladı ve onun yanında kethüda
görevine yükseldi.
Ekim 1628'de o vakit yeniçeri ağası olan Halil Paşa Erzurum Beylerbeyi olarak tayin edildi. Onun yerine Sofu Mehmed yeniçeri ağası olarak görevlendirildi ama bir ay geçmeden Kasım 1628'de bu görevden azledildi. Ondan sonra Aydın muhassılı olarak görev yaptı. Başdefterdar olan İbrahim Efendi 1636'da görevinden azledilerek idam edildi; onun yerine başdefterdarlığa getirildi ise de bu görevden 1639'da azledildi. Fakat 1641'de Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın sadrazamlığı sırasında yeniden başdefterdar olarak atandı. Bu görevde iken devletin malî durumunu reformla uğraştı ve değer kaybeden Osmanlı parasının da düzeltilmesi hizmeti gördü. Fakat bu gōrevde çok kalamayıp tekrar azlolundu. 1644 başlarında tekrar Kara Hüseyin Paşa yerine başdefterdar görevine atandı. Kasım 1645'de başdefterdarlık o zaman yeniçeri ağası olan Musa Paşa'ya verildi. Fakat Sofu Mehmed Paşa'ya tecrübesinden dolayı vezirlik verildi. Sofu Mehmed Paşa bu dönemde Yenikapı'da bulunan konağında oturmakta idi ve Yenikapı Mevlevi şeyhi "Doğanı Hüseyin Dede"'nin dervişliğini yaptığı için lakabı "Mevlevi" olarak da bilindi.
7 Ağustos 1648'de ulema Fatih'de ve (başlarında yeniçeri ağası ile) kapıkulu ocakları ağaları Etmeydanında Orta Camii'de toplandılar ve Sultan İbrahim'in sefahatine ve koyduğu samur ve amber vergilerine karşı olarak bir ayaklanma üzerinde anlaştılar. Sabahleyin silahlanmış kapıkulu askerleri Fatih Camii avlusuna geldiler. Bunu haber alan sadrazam Tezkerci Ahmet Paşa korkup saklandı ve Sultan İbrahim'in Fatih Camii'ne gönderdiği Haseki Ağa'ya da burada dayak atıldı.
O zaman başdefterdar olan Sofu Mehmed Paşa Fatih Camii'ine çağrıldı ve burada isyancıların liderleri olan oack ağaları ve ulema liderleri tarafından geniş tecrübesi dolayısıyla kendisinin sedarete getirildiği ilan edildi. O zamana kadar sadrazam olan Tezkereci Ahmet Paşa saklandığı için kendisinden mühr-ü humayun alınamamıştı. Sarayda "hasodabaşı"'nda bulunan diğer mühr-ü hümayunu almak için ve Sultan İbrahim'e isyancıları şehirde zararlı hareketlerini önlenmemesi için Tezkereci Ahmet Paşa'yı yakalattırıp idam etmesini tavsiye etmek için Sofu Mehmed Paşa saraya gönderildi. Sarayda Sofu Mehmed Paşa'ya mühr-ü humayun verilip sadrazamlığı teyit edildi. Ama Sultan İbrahim damadı olan Tezkereci Ahmet Paşa idam edilmesine karşı çıktı.
Sofu Mehmed Paşa Fatih'e döndüğünde isyancı ocakları liderleri bunu kabul etmediler ve Sofu Mehmed Paşa'yı yine saraya gönderdiler. Burada Sultan İbrahim "Bre köpek koca! Veziriazam olmak için kulu tahrik ettin. Bu cemiyet bertaraf olduktan sonra göresin. Senin hakkında gelirim." diye ona hakaret edip tehdit etti ve onu saraylılara dövdürdü. Bunun üzerine Sofu Mehmed Paşa sadrazamlıktan istifa ettiğini bildirip Fatih Camii'ne geri döndü. Ama isyancıların liderleri bu istifayı kabul etmeyip onu yine sadrazam olarak kalmasını sağladılar.
İstanbul bir büyük ayaklanma öncesi görüntüsüne girdi. Sultan İbrahim saray surlarına toplar yerleştirtti ve isyancıların ayak divanına çıkma isteklerini reddetti. Cuma namazı kılınamadı. Geceyi Fatih Camii'inde geçiren ulema önüne, o akşam saklandığı konağında yakalanan ve konağı yağmalanan eski sadrazam "Tezkereci Ahmet Paşa" getirildi ve Sofu Mehmed Paşa önünda Cellat Kara Ali tarafından boğularak idam edildi. Cesedi bir beygire bağlanıp Atmeydanı'na çınar altına atıldı. Ertesi gün cesedi binlerce parçaya bölündüğü için eski sadrazam bu hazin ölümünden sonra "Hazarpare (bin parça)" Ahmet Paşa olarak anılmaya başlandı.
9 Ağustos erkenden isyancılar başlarında Şeyhülislam Abdürrahim Efendi olarak Atmeydanı'na geldiler. İsyana katılmayan Rumeli Kazaskeri Sultanahmet Camii önünde linç edildi. İsyancılar tarafından aranan Sultan İbrahim'in danışmanlığını yapan Cinci Hoca kaçıp saklanıp canını zor kurtardı. Oradan büyük valide sultan olan Kösem Sultan'a Şehzade Mehmed'in yeni padişah yapılacağını ve cülus töreni için camiye gönderilmesini istediler ama Büyük Valide Sultan camide cülus adetten olmadığını bildirince saraya yöneldiler. Burada onları Harem-i Has dehlizinde Kösem Sultan karşıladı. İsyancılar şikayetlerini bildirdiler ve ulemanın ve şeyhülislam Abdürrahim Efendi'nin fetva çıkartıp Sultan İbrahim'in tahtan indirilmesi gerektiğini açıkladılar. Kösem Sultan bu halin caiz olup olmayacağını sorunca Şeyhülislam "akıldan yoksun büyüğün hükümdarlığının caiz olmadığını; akıllı çocuğun ise hükümdar olabileceğini" izah etti. Kösem Sultan haberiyle haremden çıkartılan 6,5 yaşında olan IV. Mehmed, Babussaade önünde kurulan bir tahta oturtulup, başta sadrazam Sofu Mehmet Paşa olarak, ona biat etme töreni başlatıldı.
Halledilen Sultan İbrahim'e katına bir heyet gönderilerek tahtan indirildiği ona açıklandı. Halledilen Sultanın bağırıp çağırmasına rağmen Sultan Kasır Köşkü'ne zorla götürülüp orada ev hapsine alındı. 9 Ağustos günü Sultan İbrahim'in kaçtığı dedikoduları İstanbul'da yayıldı ve şehri yine isyan atmosferi kapladı. Kapıkulu sipahileri Sultan İbrahim'den yana eyleme geçmeye hazırlandılar. Sadrazam Sofu Mehmet Paşa, Divan vezirleri ve yüksek ulema sarayda toplandılar. Usta getirilip eski Sultan İbrahim'in tutuklu bulunduğu kasrın kapıları ve pencereleri tuğla ile ördürüldü ve Sultan'ın devamlı buna itiraz aden bağırıp çağırmaları altında, sanki diri diri köşke gömüldü. Endurun halkı bu durumdan etkilenerek Sultan İbrahim'in tarafını tutar oldular. Devlet erkanı bir karşı isyanın olasığından korkarak Sultan İbrahim'in öldürülmesine karar verdi. Şeyhülislam "İki halife müctemi oldukta biri katledilmek lazımdır" diye bir fetva verdi.
18 Ağustos 1648'de Sadrazam, Şeyhulislam, Bostancıbaşı ve cellatlar kapıları tuğlayla kapanmış Kafes Kasrı önüne geldiler ve kapı duvarını yıktırdılar. Bu idamı yapmaktan korkan Cellad Kara Ali'yi Sadrazam Sofu Mehmed Paşa değnekle döverek içeri soktu ve cellad kement atıp sabık Sultan İbrahim'i boğdu. Ölüsü Hasodası avlusuna çıkarılıp orada cenaze namazı kılınıp Ayasofya yanında eski Vaftizhane, sonra I. Mustafa'ya türbe, olan mevkiye defnedildi.
Sofu Mehmed Paşa Ağustos 1648'den Haziran 1649'a kadar 10 ay hem sadrazamlık hem de yaşı küçük IV. Mehmed'in "saltanat atabeği" olma görevleri yaptı. Bu dönemde her yaptığı icraata ocak ağaları karışmaktaydı ve özellikle yeniçeri ağası olan Kara Murad Ağa devamlı her işe karışmakta idi. Büyük Valide Kösem Sultan "saltanat naibeliği" görevini beklemekteydi ve ocak ağaları ile anlaşmıştı.
Sadrazam baş devlet icaraatı olarak devletin malî durumuna el koydu. Devlet masraflarını azaltmak için maaşlardan tasarruf etti; bazı görevleri ortadan kaldırdı; "çıkma" bekleyen acemi oğlanların ocağa alınmaları durduruldu. Böylelikle devlet gelir ve giderlerini dengeye getirmeye çalıştı.
Taşra sipahileri Girit'e gönderilmek için Üsküdar'da toplanmıştı ve Girit'e gitmmek için bahane aramaktaydılar. Eylül ve Ekim aylarında bunlar arasında hoşnutsuzluk karışıklıklara neden oldu.
Sadrazamın malî tedbirleri kapıkulu sipahilerinin menfaatlerine dokunmuştu ve 25-28 Ekim'de kapıkulu sipahileri Sultan Ahmet Camii yakında isyan ettiler. Fakat bu isyanın son günüde isyancı sipahiler ile sadrazam yanlısı olanyeniçeriler arasına Ayasofya, Atmeydanı ve Sultanahmet Camii çevresinde ateşli silahlarla büyük ve müthiş çatışmalar oldu. Sipahiler yenildiler; ama bir bölük sipahi Sultanahmet Camii'ne sığınıp orada savunma mevki aldı. Onlara camii içinde hücum eden yeniçeriler isyancıların hepsini camii içinde katlettiler ve camiin "kapıları ve camları tüfenk fındıkları ile delik deşik oldu." Ancak yeniçeriler kullanılarak bu isyan bastırma olayı iktidar hırslı yeniçeri ağası Kara Murad Ağa'nın gücünü daha da artırdı.
Anadolu'da Celali isyanları devam etmekteydi. Göller bölgesini haraça kesen Celali Haydaroğlu onu tenkil için gönderilen Abaza Hasan Ağa tarafından yakalandı ve İstanbul'a gönderildi. Haydarağa Parmakkapı da asılıp idam edildi |
ve bu İstanbul halkını heyacana getirdi.
Girit Savaşı devam etmekteydi. Venedik donanması Nisan 1648'dan itibaren Çanakkale Boğazı'nı abluka altına almıştı ve Ege'den ve Akdeniz'den İstanbul'a erzak nakli zorlukla karadan yapılmaktaydı. Sofu Mehmed Paşa bu işe de eğildi. Venedik Balyozu 30 Nisan'da tutulup Rumeli Hisarı'na tutuklandı. 11 kalyon, 10 mavna ve 75 kadırgadan oluşan Osmanlı donanması İstanbul'dan hareketle Mayıs başında Çanakkale Boğazı'na yetişti. Venedik Amiralı Giacomo Riva komutasında bulunan ve çoğunluğu Hollandalı ve İngiliz'lerden kiralanan yelkenli gemilerden oluşan 19 gemilik Venedik abluka filosu Osmanlı donanmasının Boğaz'dan geçip Ege Denizi'ne açılmasıni önleyemedi ve ancak 2 Venedik gemisi Boğaz'ada Osmanlı donanmasına karşı gelebildi. Osmanlı Donanması Ege Denizi'ne çıkarak Foça limanında yöneldi ve bu limanda demir attı. Venedik abluka filosu bu limanda bulunan donamaya hücum etti. Venedik tarihçileri buna "Foça Deniz Savaşı" adını vermektedirler. Limanda manevara edemediği için Osmanlı donanmasından 9 kalyon, 3 mavna ve 2 kadırga yakıldı ve Venedik filosu 3 kalyon kaybetti. Ama rüzgar yön değiştirip Venedik filosu üzerine doğru esmeye başlayınca Osmanlı donanmasında yangının yayılması rizikosu ortadan kalktığı gibi, hücum eden Venedik filosu gemileri de yangın tehdidi altında kalıp geri çekilip çarpışma yerinden ayrılmak zorunda kaldılar.
Çok geçmeden Sadrazam ile Kara Murad Ağa'nın arası açıldı. Büyük Valide Sultan olan Kösem Sultan da sadrazam aleyhinde idi. Donanmanın Foça'da başarısızlığı da sadrazamın kusuru olarak görüldü. 21 Mayıs 1649'da Sofu Mehmed Paşa sadrazamlıktan azlolundu. Yerine yeniçeri ağası olan ve kendisine paşalık unvanı verilen Kara Dev Murad Paşa sadrazam tayin olundu.
Sofu Mehmed Paşa azlinden sonra önce bostancıbaşı kapısında tutuklandı ve sonra da Malkara'ya sürüldü. Yeni sadrazam çekemediği için onu çok geçmeden orada idam ettirilerek öldürüttü. İdam edildiği zaman yaşının 80'ı aşmış olduğu bildirilmektedir. Mezarı Malkara'dadır.
Zamanının tarihçileri Sofu Mehmed Paşa'yı çok farklı olarak değerlendirmektedirler. Vecihî ve Karaçelebizade onun politikalarını ve icraatını çok yükseklere çıkartarak övmektedirler. Buna karşılık Katip Çelebi "Fezeleke" eserinde onu büyük tenkitlere uğratmaktadır.
Modern tarihçi Uzunçarşılı onu şöyle değerlendirmektedir:
Sofu Mehmed Paşa'nın bir hayli kusuru ve sofuluk perdesi altında bazı mezalimi görüldüğü için uluorta metih ve senası doğru olmamakla beraber, karışık bir devirde ve padişah hal ve katilinde bulunarak ocak ağalarının devlet işlerine müdahaleleri arasında hükümet icraatını Birinci Mustafa zamanında olduğu gibi ayağa düşürmemiş ve ağalar ile Büyük Valide Sultan'ı her ișe karıștırmadığı için onların husumetine kurban gitmiş olduğu anlaşılıyor.
Yenikapı'da kuleye bitişik bir camii; Ayasofya tarafında bir camii ve Nallı Mescid yakınında bir medrese yaptırmıştır.
Derviş Mehmed Paşa
Osmanlı Devleti tarihinde, dört farklı yüzyılda sadrazamlık makamına gelmiş, dört farklı Derviş Mehmed Paşa bulunmaktadır. Bunlar;
Masutatsu Oyama
Masutatsu Oyama (Japonca: 大山 倍達, Korece: 崔永宜 / 최영의 Choi Yeong-Eui; d. 27 Temmuz 1923 - ö. 26 Nisan 1994), Kyokushin-kai karatesinin kurucusu.
Masutatsu Oyama bugünkü Güney Kore'nin Gunsan eyaleti yakınlarında bulunan bir köyde 1923 yılının 27 Temmuz ayında Yong I-Choi adı ile dünyaya geldi. Küçük yaşta Güney Çin'e Mançurya'ya kız kardeşinin çiftliğinde yaşaması için gönderildi. Dokuz yaşında Kempo'nun Güney Çin formunu çalışmaya başladı. On iki yaşında Kore'ye döndüğünde ise Kore Kemposu çalışmaya devam etti. 1937 yılında tahsilini yapmak için Japonya'ya gönderildi.
Gichin Funakoshi'nin Takushoku Üniversitesindeki dojosunda çalıştı. Japon ordusuna kayıt olduğunda bu sanatta 4.'ten sahibiydi. Daha sonraları ise Judo çalışmaya başladı.
Oyama Kyokushinkai adı verilen Karate stilini geliştirdi ve Makivara olarak ağaçlarını kullandığı Miyobu ve Kiyozumi dağlarına çekilerek karatesini mükemmelleştirmeye çalıştı. Bunlardan birinde Chiba’da bulunan Kyozumi dağında 18 ay kalmayı başarır. 1947'de İlk Japon Ulusal Savaş Sanatları Turnuvasında karate dalında şampiyon oldu.
1950'de karatesini test etmek için boğalarla karşılaşmaya başladı. 52 boğa ile karşılaşma yaptı. Bunlardan üçünü hemen öldürdü ve 49'unun boynuzlarını kırdı. 1957 yılında Meksika'daki bir karşılaşmada boğa tarafından yaralandı, ölüm tehlikesi atlattı. İyileşmesi için altı ay kadar dinlenmek zorunda kaldı.
1952'de ABD'ye giderek karatesini ulusal televizyonda tanıttı. 270 farklı insanla dövüş yaptı. Karşılaşmaların çoğunu tek yumrukla sonuçlandırdı. Karşılaşmaları en fazla üç dakika sürdü.
I. Elizabeth
I. Elizabeth (7 Eylül 1533 – 24 Mart 1603), İngiltere'nin 17 Kasım 1558 tarihinden ölüm tarihine kadar olan süre içerisindeki kraliçesiydi. Ayrıca İrlanda'nın ve sembolik olarak da Fransa'nın kraliçesi olarak kabul ediliyordu. İngiltere'yi 16. yüzyıl boyunca yöneten Tudor hanedanının üyesi olan kral ve kraliçelerinin 5. ve en sonuncu çocuğuydu. Yaşamı boyunca hiç evlenmediği için "Bakire Kraliçe" adıyla da anılır. İngiliz kral ve kraliçeleri arasında en önemli rol oynayanlardan birisi olarak düşünülür.
I. Elizabeth İngiltere'yi Katolik kilisesinin etkisinden çıkararak Anglikan yapan VIII. Henry'nin kızı olarak 7 Eylül 1533 tarihinde Londra'da doğdu. Teninin fazla beyaz olması nedeniyle doğduğunda hayalet olduğu söylenerek öldürülmek istendi ancak annesi buna engel oldu. Annesi VIII. Henry'nin 2. eşi olan Kraliçe Anne Boleyn idi. Kraliçe Anne, iki kere düşük yapsa da erkek çocuk doğurmadı. Elizabeth henüz 3 yaşındayken annesi zina yaptığı gerekçesiyle kafası uçurularak idam edildi. Böylece Elizabeth de gayrimeşru evlat durumuna düşerek tahta çıkması imkânsız hale geldi. Babası annesi Anne Boleyn'den sonra evlendiği Jane Seymour'dan Edward isimli bir erkek evlat sahibi oldu ve ölmeden önce Elizabeth'in prensesliğini tekrar meşru hale getirdi.1547 yılında VIII. Henry öldüğünde oğlu Edward tahta çıktı. Henry'nin son karısı Catherine Parr Thomas Seymour ile evlendi. Catherine Elizabeth'i kendi yanına aldı. Fakat Thomas Seymour ile arasında geçtiği söylenen ilişki yüzünden saraydan uzaklaştırıldı. Bir yıl sonra Catherine kızını doğururken öldü ve Thomas Seymour Elizabeth ile olan ilişkisinden dolayı idam edildi. Elizabeth böyle bir ilişki olmadığına dair 5 kez Kitab-ı Mukaddes'e basarak yemin etmiştir.
Edward 6 Temmuz 1553 tarihinde öldüğünde ölümü gizli tutuldu ve 4 gün sonra yerine Jane Grey geçti. Aslında VIII. Henry'nin vasiyetine göre kraliçenin Mary olması gerekirken Edward veliahdı Jane Grey olarak seçti. İngiliz orduları Mary ve Elizabeth'in üstüne yürüdü. 9 gün sonra İngiliz orduları Mary'nin tarafına geçti. Mary tahta geçtiğinde Jane Grey, Guilford Dudley, Robert Dudley ve John Dudley kuleye kapatıldı. John Dudley vatan hainliği suçundan yargılandı ve idam edildi. Bundan birkaç ay sonra Protestan Lord Thomas Wyatt Elizabeth'in tahta geçmesini öngören bir anlaşmayı Kuleye kapatılan Jane Grey'in babası Henry Grey'e sundu; fakat Henry Grey'in kızına bir şans daha verilmesini istemesi ve bu konuda ısrarcı olmasıyla yeniden Jane Grey'i tahta geçirmeyi amaçlayan bir ayaklanma başlatıldı. İsyanın bastırılmasının ardından kraliçe, Jane Grey'e Katolik olursa affedileceğini söyledi ama adanmış bir Protestan olanJane Grey bu teklifi kabul etmedi. Babasının iktidar hırsı yüzünden kocası Guilford Dudley ile birlikte idam edildi. Bunun yanında Thomas Wyatt'ın Elizabeth'e yakınlığının bilinmesi isyanda Elizabeth'inde parmağı olduğu dedikodularına yol açtı, Prenses yargılandı ve ev hapsine mahkum oldu. Bu isyandan sonra Mary'nin Protestan nefreti körüklendi ve ülke çapında Protestan avı başladı. Mary en yakınındakileri bile yargılatmaktan çekinmedi. Bu şekilde Mary ve Elizabeth'in arası iyice açıldı aralarında daha önce görülmemiş bir rekabet ve kıskançlık başladı. Mary aylar sonra İspanya Prensi Felipe ile evlendi. İki kez hamile kaldı ama iki çocuğu da düştü. Kraliçe ile aralarındaki uçurumun artması ile sarayda daha fazla hor görülmeye başlanan Elizabeth çareyi İngiltere kral vekili ve Mary'nin kocası II. Felipe ile yakınlaşmakta buldu, bu şekilde sarayda ayrıcalıklarını yeniden kazandığı gibi II. Felipe'nin kraliçeden soğumasına da sebep oldu. Mary defalarca hamile kalsa da düşük yaptı ve krallığa bir veliaht veremedi. Kendisinden sonra tahta Protestan bir prenses geçmesi olasılığı, ölü doğan çocuklarının acısı, kocasının kendinden uzaklaşmasının verdiği üzüntü ve dönemde İngiltere'nin Britanya dışında bulunan kolonisi Calais'in Fransızlar ile yapılan savaş sonucu kaybedilmesi Mary'i yatağa düşürdü ve ölümünü hızlandırdı.
Kraliçe Mary 17 Kasım'da öldü ve yerine Protestan Prenses Elizabeth tahta geçti. Mary'nin kocası II. Felipe Elizabeth ile evlenmek istedi fakat Elizabeth'in çocukluk aşkı Robert Dudley'e olan zaafı yüzünden evlilik gerçekleşmedi. Elizabeth ilk olarak kiliselerde mass ayininin uygulanmasını yasakladı, daha sonra kendini İngiltere kilisesinin yöneticisi seçtirdi ve ülkeyi yeniden Protestan döneme döndürdü. Bunun sonucu olarak birçok suikastla burun buruna geldi. Yakın koruması ve kraliyet muhafızları şefi Sir Francis Walsingham'ın uyguladığı politikalar sayesinde bu suikastlerden kurtuldu. Katolik İskoçya'ya karşı protestan lordları destekledi, verdiği desteğin deşifre olmasının ardından İskoçya ile savaşa girdi.Bu dönemde İskoçya'nın başında Elizabeth'in babası VIII. Henry'nin kız kardeşi Margaret Tudor'un küçük torunu Mary Stuart vardı. Fransa'nın ölen kralının ardından Mary Stuart'ın annesi Marie Guise'in hanedanın başına geçmesinin ardından Fransa, İngiltere'yi işgal planlarına girişti. Fransa gibi büyük bir güçle savaşa girmenin hata olacağını düşünen Elizabeth baş danışmanı William Cecil'i Fransızlar ile müzakere için İskoçya'ya gönderdi. Müzakerelerden sonuç ancak Sir Francis Walsingham'ın Marie Guise suikastının ardından alındı. Fransızlar işgal planlarından vazgeçerek İskoçya'yı terk ettile |
r ve Mary Stuart İskoç tahtından indirilerek kuleye kapatıldı, ardından burada planladığı suikast yüzünden vatan hainliği suçundan idam edildi. Böylece Elizabeth taht için alternatif bir Katolik Tudor kanını ortadan kaldırdı. Büyük rakiplerine karşı büyük müttefiklere ihtiyaç duysa da istemediği bir erkekle evlenmeyi reddetti ve bu yönde kendisine baskı yapan baş danışmanı William Cecil'in görevine son verdi ölümüne kadar bekar olması onun bekar kraliçe unvanının almasını sağladı. Çoğu tarihçiye göre o Anglikan kilisesinin annesiydi. Din konusunda her zaman nötr bir siyaset izledi o zamana kadar ülke birçok dini görüşten dolayı çalkantılı bir dönem geçirmişti. Elizabeth çözümü hem Anglikanları hem de Katolikleri mutlu edecek yeni dini yasalarda aradı tabii ki bu girişim pek de başarılı sonuçlanmadı. 1588 yılında II. Felipe'nin İngiltere seferinde Dönemin en büyük ve en güçlü deniz filosu olan İspanyol Armada'nın İngilizler tarafından yakılması Elizabeth'in isminin günümüze kadar unutulmadan gelmesini sağlamıştır. Kraliçe 1603 yılında ülkeyi uzun yıllar tek başına yönettikten sonra öldü, ölüm döşeğinde elinde Robert Dudley'in kendisine yazmış olduğu mektubun bulunduğu rivayet edilir.
Avrupa Üniversiteler Birliği
Avrupa Üniversiteler Birliği (EUA "European University Association"), Avrupa üniversitelerinin bir araya geldiği en büyük birliktir.
2001 yılında kurulmuştur.
Şu an 47 Avrupa ülkesinden 850 Üniversite EUA üyesidir.
Soya (MMC-951)
, 30 Eylül 1971 - 29 Kasım 1996 tarihleri arasında Japonya'nın Deniz Öz Savunma Kuvvetleri'ne hizmet eden mayın döşeme gemisi.
Mayın döşeme gemisi "Erimo" (AMC-491)'nun yerine üretilmiş ve aynı zamanda Mayın Tarama Filosunun sancak gemisi olmuştur. Daha sonra mayın tarama gemisi "Uraga" (MST-436) ile değiştirilmiştir. Basit tasarımı mayın tarama gemisi "Hayase" (MST-462) ile benzerlik gösterir.
Çorum Olayları
Çorum Olayları veya Çorum Katliamı Çorum'da 1980 Mayıs-Temmuz aylarında meydana gelen, siyasi ve dini temelli olarak ortaya çıkan kanlı olaylar. Ülkücülerin, Alevi mahallesi olarak bilinen Milönü Mahallesi'ne saldırması üzerine, çoğu Alevi olmak üzere resmî kaynaklarca 57 yurttaşın ölümü ve yüzlercesinin yaralanmasıyla sonuçlanan olaylar.
Olaylardan hemen önce Çorum Emniyet Müdürü Hasan Uyar görevinden alınarak yerine Tunceli'de görev yapmış olan Nail Bozkurt atandı. Milli Eğitim Müdürlüğü'ne MHP'li Fethi Katar getirildi. Çorum valiliğine Rafet Üçelli atandı. 40'a yakın polis memuru başka illere nakledildi. Birçok okul yöneticisi, öğretmen ve memurun yer değişimi yapıldı. Buna karşın ataması olan birçok polis memuru ilişiği kesilmeden görev yapmaya devam etti.
ABD’nin Türkiye Büyükelçiliğinde görevli Robert Alexander Peck Çorum’da MHP’li il yöneticileriyle, vali ve CHP’li Belediye Başkanı Turhan Kılıçoğlu’yla görüşür. Çorum’dan sonra Amasya ve Tokat’a gider.
1980 yılındaki 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlama hazırlıkları sırasında kızların kıyafetleri bahane edilerek şu bildiri dağıtıldı:
Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) önde gelen isimlerinden gümrük ve tekel eski bakanı Gün Sazak'ın 27 Mayıs 1980'de Ankara'da Devrimci Sol (Dev Sol) tarafından öldürülmesi üzerine Çorum'da da gerginlik arttı.
28 Mayıs Çarşamba günü, Çorum’un en işlek caddesinde ve çoğunluğu çocuk ve gençlerden oluşan gruplar, "“Kanımız aksa da zafer İslamın"", ""Kana kan, intikam”" sloganlarıyla yürüyüşe geçmişlerdir. Yürüyüş korteji, kısa süre sonra saldırıya dönüşür. Cadde üzerinde bulunan solculara ait iş yerleri tahrip edilmeye, yakılmaya başlanır.
29 Mayıs günü cadde ve sokaklarda yürüyüşler "“Kana kan, intikam”" sloganlarıyla sürmüştür. İş yerlerinin yağmalanmasına, tahrip edilmesine ve yakılmasına devam edilmiştir.
Çorum’la komşu il, ilçe ve köylerle bağlantılı tüm yollar belirsiz gruplarca işgal edilmiştir. Yine saldırgan başka gruplar Çorum gazetesine ve Bahar Kitabevi'ne saldırmıştır. Alevi ve Sünni mahalleleri arasında barikatlar kuruldu ve çatışmalar başladı.Mayıs ayında yaşanan bu gerginlik askerî müdahaleye karşın devam etti.
Çorum Valisi Rafet Üçelli, sokağa çıkma yasağı koyar ve halkın savunma amacıyla oluşturduğu barikatların kaldırılmasını ister.
Çorum Kalesi yakınındaki semtlerde oturan halkın kurduğu bir savunma barikatına saldırganlar silahla ateş eder ancak barikatı aşamazlar. Vali Rafet Üçelli barikatın kaldırılması için Jandarma Komutanı Yarbay Vural Güride’ye emir verir. Halk ise can güvenliklerini korumak için kurdukları barikatı kaldırmamakta direnir. Vali ve Jandarma Yarbay Vural Güride arasında geçen konuşma şöyledir:
Vali: Lütfen Ankara-Samsun Kara yolu trafiğe açılsın.
Yarbay Güride: Sayın Valim yolu açmak için silah kullanmak zorunda kalacağız. Kan akar, bu da olayları tırmandırır.
Vali: Her şeye karşın yol trafiğe açılmalıdır.
Yarbay Güride: Kan dökülür, ben açamam sayın valim. Buyurun siz açın.
CHP’nin milletvekillerinden Şükrü Bütün, Etem Eken; senatör Abdullah Ercan olayları yerinde incelemek üzere Çorum'a geldiklerinde belediye başkanı ile görüşürlerken saldırıya uğrarlar.
Halk barikatını kaldırmaz. Bu sırada başka bir semtteki zayıf bir barikatı aşan 19 AN 709 plakalı, kırmızı renkli Reno marka bir otomobil Milönü semtini silahla boydan boya tarar. Semt halkı panik içinde evlerine koşuşurlar. Yaralananlar olur. Mahalleyi silahla tarayan otomobilin plakasının bir traktöre ait olduğu, otomobilin içinde polislerin olduğu kanaati oluşur.
Olayların sonlanması yetkililerce genellikle alevi kesimin yaşadığı Milönü'deki barikatların kaldırılmasına bağlanmıştır. Çorum olaylarına müdahale etmekle görevlendirilen dönemin Amasya 15. Tugay komutanı Şahabettin Esengül'ün iddiası; "Bir sağ partiye mensup milletvekili bana barikatları yararsınız, bertaraf edersiniz, bu iş de burada biter." İçişleri Bakanı Vekili Orhan Eren, Jandarma Genel Komutanı Org. Sedat Celasun'la birlikte Çorum'a gelirler. Çorum’da teşkilatı bulunan siyasi parti il yöneticileri, Çorum milletvekillerinin katılımıyla bir toplantı düzenlenir. Saldırı olayı değerlendirilir. Çorum Valisi Rafet Üçelli'nin sunumu üzerine Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun: “Biz gerekli yerlerden emir aldık. Milönü’ne tanklarla girip olaylara son vereceğiz” dediğinde; Çorum CHP Milletvekili Etem Eken, “nasıl olur paşam? Milönü’ne tanklarla girmek neyi çözer? Bu daha çok kan dökülmesine neden olur. Belki bir Milönü hiçbir şey değil ama, Türkiye’de 14 milyona yakın Alevi vatandaş yaşamaktadır. Milönü’ne tanklarla girip kan döküldüğünde tüm ülkede büyük olaylar çıkar” yanıtını verir. Sonuçta oluşturulan bir komite Milönü’ne giderek halkla görüşürler. Can güvenliği garantisi sonucu barikatlar kaldırılır.
Vali Rafet Üçelli ve Emniyet Müdürü Nail Bozkurt görevden alınır. Çorum Valiliğine Yüksel Çavuşoğlu, Çorum İl Emniyet Müdürlüğüne Erdem Yurtsever atanır. General Şahabettin Esengül Jandarma İl Komutanı Vural Güride'nin değiştirilmesi için kendisine yapılan baskıyı şöyle anlatmaktadır: "“İsimlerini dahi hatırlamak istemiyorum. Bu milletvekilleri devamlı suretle yaranın kabuklanması değil, kanamasını istiyorlardı. İşleri güçleri Ankara’da belirli odakları tahrik etmek ve almış olduğu yetkilerle Çorum’a gelip karma karışım etmekti. Bu iki milletvekili olayların tarafımdan bastırılmasını memnuniyetle karşılamadılar. Yani ne istiyorlardı? Bir taraf korunsun, diğer taraf öldürülsün. Yani katalizör rol oynamayacaksınız. Güvenlik tedbirleri tam olarak almayacaksınız. Bir kesim ki ona Sünni kesim diyebilirsiniz, Alevileri esasen sıkışmış bir bölgede çevirmiş, onların üzerine saldırıp imha etmek istiyorlardı. Fevkalade küstah bir tavır içindelerdi.”"
28 Mayıs 1980’de başlatılan saldırı ve katliam, askeri birliklerin müdahalesiyle biçimsel olarak denetim altına alınmıştır. Jandarma İl Komutanı Yarbay Vural Güride görevden alınmış, olayların ilk dalgası kontrol altına alınmıştır.
AP Çorum İl Başkanı Yardımcısı Erol Şahin, CHP İl Başkanı Cemal Solmaz’la birlikte vali ve emniyet müdürüyle görüşürler. MHP'nin saldırı hazırlıklarını ileterek önlem alınmasını isterler.
Çorum AP milletvekili adayı Ali Ayhan Çetin ""Olayların başlangıcı MHP'nin ve Ülkü Ocaklarının Çorum'u kurtarılmış bölge haline getirmeyi amaçlamaları, bunun için Gün Sazak'ın ölümü onlar için başlangıç noktası oldu."" demiştir.
TRT’de "“Çorum’da Alaaddin Camii’ne patlayıcı madde atılması ve dışarıdan ateş açılması ile olaylar başladı.”" haberini aralıklarla sık sık verilmektedir. Alaaddin Camii'ne bomba atıldığı iddiası camilerin hoparlörlerinden kente duyuruldu, cihat çağrısı yapıldı, suların zehirlendiği iddiası yayıldı.
Böyle bir haberi askeri yetkililer vermemiş, Vali de haberi doğrulayıcı veya yalanlayıcı açıklamada bulunmamıştır. TRT’ nin Çorum muhabiri, böyle bir haber vermediğini söylemektedir. Haberi yayan polis de ortaya çıkarılmamıştır.
Bir anda ortaya çıkan eli silahlı gruplar Alevi mahallelerine uzun namlulu silahlarla saldırmaya başlamıştır.
Alevi mahallesine barikatları yıkarak giren panzerin ateşiyle hamile bir kadın ve bir öğretmen hayatını kaybederken yaşlı bir kadın panzerin altında kalır. Süleyman Ateş isimli tıp öğrencisi panzerin ateşiyle yaralanarak götürüldüğü SSK hastanesinde işkence görür ve öldürülür.
İçişleri Bakanı Mustafa Gülcügil: "“Çorum olayları solun bir tertibidir ve devleti yıkma eylemlerinden biridir. Devlete destek düşüncesiyle hareket eden sağ bir grup, bunların karşısına çıkmıştır. Aslında siyasî gayeli ve siyasî hedefli olan sol gruptur..(Cumhuriyet gazetesi, 14.07.1980)"
Süleyman Demirel": “Eğer bu fitne CHP’den destek görmezse devlet bu fitneyi çok kısa bir zamanda söndürür. CHP neyi söylemeye çalışıyor? Günlerdir bu meseleyle uğraşıyoruz. Bu hadiselerin arkasında CHP var. (Cumhuriyet gazetesi, 11.07.1980)"
Bülent Ecevit: "“...olayı sağ militanların başlattığı bilindiği hâlde iktidar bunu saklayıp bir komünistlik tehlikesi varmış görüntüsünü vermeye çalışmaktadır. Hükûmetin Çorum’daki olaylarda da taraf olduğu, taraflardan biriyle birlik olduğu ve onların suçlarını örtbas etmeye çalıştığı ortadad |
ır.” (Milliyet gazetesi, 11.07.1980)"
Özne
Özne ya da fâil, bir cümlede yüklem ile bildirilen işi, eylemi ya da oluşu yerine getiren veya yüklem vasıtasıyla hakkında bilgi verilen öğe. Özne yükleme sorulan "kim" ve "ne" soruları ile tespit edilir.
Eğer özne; sıfat tamlaması, isim tamlaması gibi bir sözcük grubu ise "özne öbeği" olarak adlandırılır. Aşağıdaki cümlelerde özne öbekleri kalın yazılmıştır:
Bazen -özellikle sanatsal amaçlarla- özne öbeği arasına başka öğeler girebilir:
Cümledeki işi, eylemi veya oluşu bizzat gerçekleştiren öğedir. Görünür durumda (açık özne) veya gizli durumda (gizli özne) olabilir:
Gerçek özneli fiil cümlelerinde (yüklemi fiil olan cümlelerde) fiil çatısı etkendir:
İsim cümleleri (yüklemi isim olan cümleler) her zaman gerçek öznelidir:
Türkçede bazen ifade zenginliğini artırmak ya da pratik amaçlarla özne belirtilmez. Öznenin varlığı yüklemin kişisinden anlaşılır. Yazılı veya sözlü olarak cümlede bulunmayan ancak varlığı yükleme sorulan "ne" ve "kim" sorularıyla tespit edilen özneye "gizli özne" denir. Gizli özne, dilbilgisel amaçlarla yazılı olarak belirtilmek istendiğinde genellikle parantez içinde yazılır.
Öznenin kimliği, yüklemdeki şahıs çekim eklerinde gizlidir:
Bazı zaman ve kip yapılarında yüklemin -belirli şahıslar için- şahıs eki almadığı unutulmamalıdır:
Gizli özne kullanımına Türkçede sıklıkla rastlanır ve bu durum -başka bir gerekçe olmadıkça- anlatım bozukluğu değildir.
Yüklemi edilgen çatılı bir fiil olan cümlelerde, eylemden etkilenen öğeye "sözde özne" denir. Bu tür öznesi olan cümlelerde eylemin kim tarafından yapıldığı belirtilmez. Aşağıdaki örneklerde sözde özneler kalın yazılmıştır:
Etken bir fiil edilgen hâle getirilirken fiil sonuna -n, -in, -il eklerinden biri getirilir:
ÖNEMLİ: Yüklemi dönüşlü bir fiil olan cümlelerde "gerçek özne" bulunur:
Sözde özneli cümlelerde bazen, eylemin "kim" tarafından gerçekleştirildiği, dolaylı olarak belirtilir. Eylemi gerçekleştiren fakat cümlenin öznesi olmayan bu sözcüğe veya sözcük grubuna "örtülü özne" denir. Aşağıdaki örneklerde örtülü öznelerin altı çizilmiştir:
ÖNEMLİ: Örtülü özne, cümlenin öğeleri bulunurken, "özne" olarak değerlendirilmez. Bu tür cümlelerde özne, "sözde özne" olan sözcük grubudur. Örtülü özne ise çoğunlukla zarf tümleci kategorisindedir.
Özne hâl eki (-i, -e, -de, -den) almaz ancak iyelik eki veya çoğul eki alabilir:
İsim veya sıfat tamlaması halinde olabilir:
Birden fazla varlık aynı anda özne olabilir:
Öznesi şahıs olmayan cümlelerde özne çoğul olsa dahi "genellikle" yüklem tekil olur:
Öznesi şahıs olan cümlelerde yüklem tekil veya çoğul olabilir:
Öznesi çoğul olan cümlelerde özneden etkilenen nesne -tek bir varlık olsa dahi- çoğul yazılır:
Pet Shop Boys
Pet Shop Boys, modern dans müziğiyle pop müziği karıştırarak, ritmik bir sentez yaratan İngiliz grup.
1981 yılının Ağustos ayında Londra’da kuruldu. Solist Neil Tennant ve bir zamanlar mimarlık okuyan keyboardcu Chris Lowe ile bir elektronik eşya dükkânında tanışıp, müzik zevklerinin aynı olduğunun farkına vararak, bir grup kurmaya karar verdi. Gruba, evcil hayvan dükkânlarında çalışan arkadaşlarının anısına Pet Shop Boys adını verdiler.
Grubun ilk çalışması 1980'lerin başında çıktı. 1984 yılında piyasaya sunulan West End Girls hem İngiltere'de hem de ABD'de 1 numara oldu. 80’lerin ortasında ünlenen grubun bu 1 numarasının ardından "Love Comes Quickly" adlı 45'lik geldi. Her ne kadar parça İngiliz listelerinde 19 numaraya çıkabilse de grubun en iyi parçalarından biri olarak kabul edilmektedir.
Grubun bu iki hiti taşıyan ilk albümü Please piyasaya sürüldü ve hem ABD'de hem İngiltere'de ilk 10'a girerek tüm dünyada 5 milyon civarında sattı. Albümden çıkan diğer single'lar Let's Make Lots of Money, Amerika'da 10, İngiltere'de 11 numaraya ulaştı. Son single "Suburbia" İngiltere'de 8 numara olurken, Almanlar tarafından pek sevildi ve uzun süre Almanya'da 2 numarada kaldı.
Sekiz ay boyunca sessizliğini koruyan ikili, Temmuz 1987'de muhteşem "It's A Sin"le süpergrup sıfatına doğru bir adım attı. Parça, 4 numaradan girdiği İngiliz listelerinde ikinci haftasında bir numaraya yerleşti ve 4 hafta boyunca yerini korudu. Parça ilerleyen haftalarda ABD'de piyasaya sürüldü ve 9 numaraya çıkarak PSB'nin üçüncü Top Ten Hiti unvanını kazandı.
1987 tarihli "Always on My Mind" ile 1988 tarihli "Heart" İngiliz listelerinde 1 numara olurken, It's A Sin Amerika listelerinde 9, Elvis Presley cover'ı Always On My Mind 4 numaraya çıktı.
Grubun, İngilizlerin efsane sesi Dusty Springfield'la seslendirdikleri "What Have I Done to Deserve This?" Atlantik'in iki yakasında da 2 numaraya oturdu ve Dusty Springfield'ın kariyerinde yeni bir sayfa açıldı..
Grubun 1988 yılında çıkardığı latin esintiler taşıyan "Domino Dancing" single’ı, amerika'da 1 numaraya ulaştı. 1993 yılında çıkan "Very", grubun o güne kadarki en iyi albümü olarak nitelendiriliyor.
Pet Shop Boys, latin ezgileri içeren "Bilingual" albümüyle müzik dünyasına dönüş yaptı ve 1999’da da "Nightlife" albümünü çıkardı. Bu albümdeki "New York City Boy" parçası büyük ilgi gördü.
Ahmet Yaşar Ocak
Ahmet Yaşar Ocak, (d. 1945, Yozgat, Türkiye) Türk akademisyen, tarihçi, yazar. Türk Tarih Kurumu ve Türkiye Bilimler Akademisi şeref üyesi olan profesör doktordur.
1945 yılında Yozgat'ta doğan Ahmet Yaşar Ocak, yüksek tahsilini İstanbul İlahiyat Fakültesinde tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünü bitirdi. Aynı fakültede asistan oldu. Doktorasını Strasbourg Üniversitesi'nde, doçentlik ve profesörlüğünü ise Hacettepe Üniversitesi Tarih bölümünde yaptı. Ocak, TOBB ETÜ Tarih Bölümünde öğretim görevliliği vazifesini devam ettirmektedir.
Ahmet Yaşar Ocak, Strasbourg Üniversitesi Beşerî Bilimler Fakültesi'nde Prof. Dr. Irène Mélikoff yönetiminde doktora çalışmalarına 1974 yılında başlamış ve 1978'de "La Révolte des Babais: Un Mouvement Socio-religieux en Anatolie au XIIIe Siècle" başlıklı teziyle doktorasını tamamlamıştır.
Ocak, 1983'ten beri Türk Tarih Kurumu ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1997'den beri Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı üyeliği 1993-1997 arası H.Ü. Türkiyat Araştırmaları Merkezi Başkanlığı'nda bulundu. 1998'den bu yana, Brill (Leiden) Yayınevi'nin Halil İnalcık ve Suraiya Faroqhi yönetiminde yayımlamakta olduğu The Ottoman Heritage dizisinin ve 1997'den beri Journal of the History of Sufism dergisinin danışma kurulu üyesidir.
Ocak İslam tarihindeki grupları, kişilikleri ve yapıları sosyal tarih perspektifinden incelemekte ve günümüzde fazlasıyla ve tamamen siyasi angajmanlarla değerlendirilen bir takım konulara akademik yaklaşımla yorumlar getirmektedir.
Not: "Yazarın pek çok baskısı yapılan kitapları yukarıda son baskı tarihleriyle verilmiştir."
Anna Magnani
Anna Magnani (; 7 Mart 1908, Roma - 26 Eylül 1973, Roma), 20. yüzyıl İtalyan sinemasının en önemli ve tanınmış sinema ve tiyatro oyuncularından biri ve Oscar Ödülü alan ilk İtalyan oyuncudur.
7 Mart 1908'de Roma'da doğdu. Mısır'da doğduğuna dair iddia da vardır. Annesi tanınmış bir terzi olan Marina Magnani idi. Babası ise bilinmiyor. Anne tarafından Dora, Maria, Rina, Olga ve İtalia isimli beş teyzesi olan Anna'nın Romano isimli bir de dayısı vardı.
Benito Mussolini yönetimi sırasında Ulusal Faşist Parti hakkında kaba şakalar yapmasıyla tanınırdı.
Anna doğduktan sonra Marina, Mısır'ın İskenderiye şehrine taşındı ve varlıklı bir Avusturyalı ile evlendi. Marina Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminde Roma'ya döndü ve Anna'yı yalnızca birkaç ay kalacağı bir Fransız sörler mektebine yolladı. Anna okulu bırakıp piyano çalışmaya başladı ve bunu lise yıllarına kadar sürdürdü. Bu arada İskenderiye'ye annesini ziyarete gitti, ama onun tarafından sevilmediğini hissederek döndü. Büyükannesi ile yaşamaya devam etti.
Roma'ya döndüğünde oyunculuk okumaya karar verdi. 1927 Ocak ayında, Silvio d'Amico yönetimindeki Eleonora Duse Oyunculuk Okulu'na girdi. (Bu okul 1935'te Drama Sanatları Akademisi olmuştur.)
Okula başladığı ilk yıl "Niccodemi Vergani Cimara" toplululuğunda oyunculuk yapmaya başladı. 1928'de bu grupla birlikte Arjantin'e yapılan bir turneye katıldı.
1929 yılında grup dağıldı. Bu arada Anna çok sevdiği büyükannesini kaybetti. 1932'de okula birlikte başladığı oyuncu "Paolo Stoppa" ile birlikte Antonio Gandusio topluluğunda çalışmaya başladılar. Anna bu toplulukta dikkatleri üzerine çekti ve sinemada da çalışmaya başladı.
Anna Magnani'nin sinema kariyeri 1934'te Nunzio Malasomma'nın La cieca di Sorrento filmiyle başladı. 3 Ekim 1935'te yönetmen Goffredo Alessandrini ile evlendi. Evlendikten sonra oyunculuk kariyerini tam zamanlı olarak sürdürmeyi bırakıp kendini eşine adamayı tercih etti. Yine de filmlerde küçük roller almayı sürdürdü.
Birçok filmde hizmetçi ya da şarkıcı rollerinde yer aldıktan sonra dramatik rollerdeki yeteneğini göstermeyi başardı.
1941 yılında Vittorio De Sica'nın Teresa Venerdì filminde ikinci dereceden olmayan bir karakter olan Loretta Prima'yı oynama olanağı buldu. 29 Ekim 1942'de, genç oyuncu Massimo Serato ile ilişkisinden, tek oğlu olan Luca doğdu. Hamileliği sırasında eşinden boşandı. Oğlu Luca henüz 18 aylıkken çocuk felcine yakalandı ve kötürüm oldu. Uzun süre senatoryumda tedavi gördü. Magnani, yaşadığı trajedinin yanında, uzun süre kazancının çoğunu doktorlara ve hastanelere harcıyordu.
Dünya çapında üne ulaşması Yeni Gerçekçilik akımının manifesto filmi de sayılabilecek olan Roberto Rossellini'nin Roma, Açık Şehir ("Roma Città Aperta") filmiyle oldu. Bu filmin çekimleri sırasında Rossellini ile büyük aşk yaşayan Magnani ideal erkeği bulduğuna dair demeçler verdi. Fakat gerek sanatsal tartışmalar, gerek kıskançlık kökenli kavgalar nedeniyle çalkantılı bir birliktelik sürdürdüler. Ayrılmalarının ardından birbirlerini özellikle Yeni Gerçekçilik akımı bağlamında övmeye devam ettiler, ancak Rossellini Ingrid Bergman'a aşık olarak onunla evlendi.
1951'de senaryosunu Cesare Zavattini'nin yazdığı Luchino Visconti filmi Bellis |
sima'da rol aldı. 21 Mart 1956'da, Daniel Mann'ın yönettiği La Rosa Tatuata filmiyle, Oscar Ödülü alan ilk İtalyan oyuncu oldu. Aynı filmle BAFTA en iyi kadın oyuncu ödülünü de aldı. Bu film daha önce Tennessee Williams tarafından yine Anna Magnani'nin Broadway'de oynaması için yazılmış bir tiyatro oyunu idi. Ancak Magnani, 1951 yılında sahnelenecek oyun için İngilizcesinin yeterli olmadığını gerekçe göstererek teklifi reddetti. 1955 yılında sinemaya uyarlandığında yapılan teklifte ise Magnani artık hazır olduğu yanıtını verdi. Bu süreç ona Akademi ödülünü getirdi.
1962 yılında Pier Paolo Pasolini'nin Mamma Roma filminde, önemli başrollerinden birinde yer aldı. Filmde, kendisinin ve çocuğunun karnını doyurabilmek için fahişelik yapmaya başlamak zorunda kalmış, oğlu gençlik çağına geldiğinde ise biraz para biriktirip fahişeliği bırakmayı hedefleyen bir kadını canlandırmıştı.
1971'de o güne kadar kuşkuyla yaklaştığı televizyon dünyasına girdi. Alfredo Giannetti'nin ", ve L'automobile" adlı üç mini filmden oluşan dizisinde yer aldı.
Magnani, astroloji ve nümerolojiyle yakından ilgiliydi. Ayrıca durugörür olduğunu da iddia ederdi.
Çok az yiyecek ve içecekle uzun süreler dayanabilirdi. Kahve ve sigara dışında uzun süre hiçbir yiyecek ve içecek tüketmemesi nedeniyle hem uykusu hem sağlığı bozuluyordu.
Sokak kedilerini tırnaklarıyla okşamayı çok severdi.
Yönetmen Roberto Rossellini, Magnani hakkında "Eleonora Duse'den sonra gelen en büyük oyunculuk dehası" demiştir.
Tennessee Williams, anılarını kaleme aldığı kitabında şöyle der: "Anna Magnani'den daima korktum... Hiçbir zaman kendine güvensizlik göstermedi... ve daima karşısındakinin doğrudan gözlerinin içine baktı; altın zamanlar olarak değerlendirdiğim çok yakın arkadaşlığımız sırasında ağzından tek bir hatalı kelime dahi duymadım."
Anna Magnani 26 Eylül 1973'te Roma'da pankreas kanseri tedavisi gördüğü "Mater Dei" kliniğinde öldüğünde 65 yaşındaydı. Büyük kalabalık toplanan cenaze töreninin ardından, önce geçici olarak Roberto Rossellini aile mezarlığında tutuldu. Sonrasında Lazio'nun güneyinde, San Felice Circeo kasabasındaki Cimitero Comunale'ye defnedilmiştir.
Siyasi parti
Siyasî parti (eskiden fırka, farklı görüşe sahip topluluk), benzer siyasî görüşleri paylaşan kişilerin bir ülkenin yönetiminde söz sahibi olmak üzere kurdukları örgütlere verilen isimdir.
Siyasî partilerin geçmişi insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanlar kabileler halinde yaşarlarken bile onları yöneten önderlere muhalefet eden gruplar oluşturmuşlardır. Bu grupların siyasi partilerin kökenini oluşturdukları söylenebilir. Siyasî partilerin geçmişi kesinlikle demokrasiden daha eskidir. Monarşiyle yönetilen toplumlarda bile her zaman toplumu yöneten kişinin (kral, sultan, imparator, şah, padişah, han vs.) görüşlerine karşı çıkan gruplar mevcut olmuştur. En otokratik yönetimlerde bile bu muhalif gurupların ülkelerinin yönetiminde söz sahibi olma gayretleri yok olmamıştır. Bu gayretler demokrasiden önceki dönemlerde sanıldığından çok daha sık bir oranda başarılı olmuşlardır. En güçlü ve en sert diktatörler bile aslında çevrelerindeki insanlara memnun ettikleri sürece güçlerini koruyabilmişlerdir. Bu yüzden de iktidara karşı çıkan güçlerin başarılı olma ihtimaller her zaman saklı kalmıştır. Örneğin Osmanlı padişahlarına karşı bile muhalefet her zaman mevcuttu. Yeniçeriler bazen padişahı tahttan indirebiliyorlardı. Anadolu halkının bile zaman zaman ayaklanma çıkararak istedikleri siyasi amaçları elde etme imkânları mevcuttu.
Modern anlamdaki siyasî partilerin oluşması, Fransız Devrimi sonrasında başladı. Önce Avrupa'da, sonra da dünyanın diğer bölgelerinde çeşitli siyasî görüşlere sahip kişiler resmen bir araraya gelerek örgüt kurmaya ve yapılan seçimlerde bu örgütler topluca ülkelerinin yönetiminde söz sahibi olma hakkını kazanmaya başladılar. Halen günümüze kadar varlığını sürdürebilmiş en eski partiler arasında 1830'larda İngiltere'de kurulmuş Muhafazakâr Parti ile aynı dönemlerde ABD'de kurulmuş Demokratik Parti gösterilebilir. Türkiye'nin en eski partisi ise 21 Mayıs 1889’da İttihad-ı Osmani adı altında padişah II. Abdülhamit'i tahttan indirmek amacıyla kurulan dernektir. Sonradan İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alan bu örgüt II. Meşrutiyet'in ilanının ardından 18 Ekim-8 Kasım 1908 tarihleri arasında toplanan kongresinde siyasî parti haline geldiğini ilan etti.
Siyasî partileri çeşitli şekillerde sınıflandırmak mümkündür. Yapılarına göre siyasî partiler 3 sınıfa ayrılırlar:
İdeolojilerine göre partiler aşağıdaki sınıflara ayrılabilirler:
Sağ-sol yelpazesi de partileri sınıflandırmak için kullanılır ancak sağ ve sol terimlerini herkesin mutabık kalabileceği bir şekilde tanımlamak mümkün değildir. Sağ ve sol terimleri Fransız Devriminden sonraki ilk parlamentoda ortaya çıkmıştır. Belirli görüşleri savunan kişiler parlamentonun sağ kanadında oturmuş, bu görüşe muhalefet eden kişiler ise sol kanatta oturmuşlardır. Bu tarihten beri partileri sağ ve sol şekilde tanımlamak gelenek haline gelmiştir. Ancak herkes bu terimlerin tanımında ortak bir görüşe sahip olmadığı için bu terimlerin kullanılması bilimsellikten ziyade siyasî bir propaganda haline gelmiştir.
Vitre
Vitre, gözün içini dolduran saydam, jel şeklindeki sıvıdır.
Görme alanında beliren küçük, uçuşan noktalar veya karanlık alanlar genellikle boş bir duvar veya mavi gökyüzü gibi düz bir zemine bakarken belli olurlar. Uçuşan cisimler aslında vitrelerin içinde bulunan küçük birikintilerdir
Parti
Kalenderilik
Kalenderîlik ya da Kalender’îyye ("Qalandar’iyyah," , , , ) 10. yüzyılda İran'da, Horasan Melametiliği'nden kaynaklanan bir sufilik akımı olarak ortaya çıkan 12. yüzyılın sonunda Cemaleddin-i Savi adlı İranlı bir sufinin gayretiyle teşkilatlanarak Orta Doğu'da ve Orta Asya'da geniş taraftarlar toplayan bir tasavvuf akımıdır. Kalenderîler, mala, mülke ve şöhrete önem vermeyen, toplumdan önemli ölçüde kendilerini tecrid etmiş, kanaat anlayışına sahip bir topluluktu. Kalenderilik, yaşadığı toplumun nizamına karşı çıkararak dünyayı kaale almaya değer görmeyen ve bu düşünce tarzının günlük hayat ve davranışlarıyla da açığa vuran tasavvuf akımıdır. Kalenderîlik söz konusu mistik temelini ve sosyal niteliğini tarihî akış içinde İslâm dünyasının çeşitli yerlerinde ve değişik zamanlarda yeni unsurlarla zenginleştirerek geliştirmiş ve hep muhalif bir çevre olarak süregelmiştir.
Kalenderî dervişleri 13. yüzyılda, Moğol istilasından kaçarak kalabalık guruplar halinde Anadolu'ya girdiler. Kalenderîliğin Anadolu’da doğurduğu en büyük ve en önemli sonuç, Bektaşilik gibi, heterodoks halk tasavvufunun en popüler tarikatının doğuşunu hazırlamasıdır. Kalenderilik, daha sonraları Alevilik ve Bektaşîlik etrafında toplanmış ve zaman içerisinde değişmeler göstermiştir. 16. yüzyılda, Kalenderîler’in kalabalık sayıda katıldıkları üç büyük isyan hareketi vardır. Bunlardan ilki, II. Bayezid devrinde vukû bulan Şahkulu İsyanı, ikincisi Yavuz Sultan Selim zamanında gerçekleşen Bozuklu Celal ayaklanması, üçüncüsü ise Kanuni Sultan Süleyman devrindeki Şah Kalender hareketidir. 15. yüzyılda tamamiyle Kalenderî hüviyetini taşıyan zaviyeler, kısmen 16. yüzyıl, kısmen de 17. yüzyıllarda Bektaşî zaviyelerine dönüştüler. Kalenderîlik Türkiye tarihinde hem dini-tasavvufi açıdan, hem de sosyal ve kültürel, hattâ folklorik açılardan derin izler bırakan Ahmed Yesevi’den başlayarak, Türk halk sûfiliğinin Bektaşilik’le son bulan bütün bir tarihini etkileyen bir tasavvuf akımı ve mektebini oluşturarak derin tesirler bırakmıştır.
Kalenderîlik doktrin olarak Hind-İran mistik kültür sâhası ile Melâmiliğin yayılma alanı içinde ortaya çıkmıştır. Ancak Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî’den önce Kalenderiyye Tarikatı adıyla, teşkilatlı bir zümrenin olduğunu söylemek doğru değildir. Cemâlü’d-Din-i Sâvî’den en az iki yüzyıl önce yaşamış ve üstelik kendisi hakkında bizzat Kalender terimini kullanan Kalenderîler’in varlığı sebebiyle onu ilk Kalender kabul etmek mümkün olamaz. Ancak Cemâlü’d-Din-i Sâvî, Kalenderîliği belli bir takım doktrin esasları ve erkân dahilinde toparlayarak bir teşkilâta kavuşturan kişidir. Bir başka deyişle, Kalenderîlik bir tasavvuf akımı olarak en az 10. yüzyıldan beri mevcut bulunduğu halde, bir Kalenderiyye Tarikatından söz etmek ancak Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî’den itibaren mümkün olabilir.
Cemâlü’d-din-i Savi bugün Kazvin’le Tahran arasın da yer alan Sâve şehrinden olup dervişliğe genç yaşlarında heves ederek Şam’a gidip ve Bayezîd-i Bistâmî’nin müridi olan Şeyh Osman-ı Rûmî adlı çok dindar ve büyük bir sûfîye mürid oldu. Bir gün Şam'da Bilâl-i Habeşi mezarlığında Şiraz’lı bir genç olan Gerûbed’e rastlayarak ve onunla dostluk kurmaya başlayıp onun gibi saç, sakal, bıyık ve kaşlarını kazıttı. Cemâlü’d-Dîn’in bu halini duyan eski şeyhi Osman-ı Rûmî, durumunu ıslah etmesi için kendisine haber yollasa da hiçbir faydası olmadı. Artık Cemâlü’d-Dîn, esrar kullanan, cavlak adlı, kıldan dokunmuş bir yelek giyen, hiçbir şer’î kaideye aldırış etmeyen, kısaca ibâha yoluna girmiş bir Cavlakî (Kalender) olmuştu. Uzunca bir müddet o mezarlıkta ikamet eden Cemâlü’d-Dîn-i Sâvî’nin yanına katılan müritleri bir müddet sonra onun halifeleri oldular. Onlar da tıpkı şeyhleri gibi saç, sakal, bıyık ve kaşlarını kazıtıp cavlak giyerek Kalenderîliğe girdiler. Ancak gerek Cemâlü’d-Dîn’in gerekse halife ve müridlerin kılık ve kıyafetleri Şam halkı tarafından tepkiyle karşılandığından, Cemâlü’d-Dîn, Dimyat’a geçti. Burada bir zâviye yaptırarak 1071 tarihinde ölünceye kadar burada hayatını sürdürüp pek çok mürid edindi. Bir müddet sonra halifeleri de her biri bir tarafa dağılarak mezheplerini yaydılar. Halifelerinden Ebûbekr-i Niksârî 1205-1206 yıllarında Anadolu Selçuklu Devleti başkenti Konya’ya gidip ve oraya yerleşti. Konya’daki Kalenderân Tâyifesi’ne ait zâviye’nin başında bulunan bu Ebûbekr-i Niksârî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin 1273 yılında vefatında henüz hayatta idi ve o sağken kendisiyle yakın ilişki içinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Nitekim Kale |
nderîler Mevlânâ’nın vefatında gülbanklar çekerek ve “Hay huy ederek” üzüntülerini göstermişlerdi.
Kalenderiliğin doktrin yapısı ana eksenini Hint-İran mistisizmi ile tasavvufun sentezi oluşturmaktadır. Bu sentez içinde İran'daki Hurufilik, Melamilik gibi çeşitli unsurlar yer almaktadır. Hayat tarzları ve dış görünüşlerinde gezgin Budist, Zerdüştî ve Manici rahipler gibiydiler. Kalenderî dervişlerinin dizelerinden Vahdet-i Vücud inanışına yakınlık duydukları anlaşılmaktadır. Kimi zaman ibaha, hülul ve tenasühe varan ifadeler de bu dizelerde göze çarpabilmektedir.
Melâmîlik anlayışında olduğu gibi, Kalenderîlik akımında da mal-mülk edinme çabaları reddedilmiş, topluma ekonomik açıdan katkı sağlamak yerine gönüllü yoksulluk tercih edilmiştir. Çalışmak ve ev-bark edinmek gibi toplum yapısına uymayı gerektirecek uygulamalar yerilmiş, gezgin ve başıboş şekilde yaşamak temel prensip haline getirilmiştir. Hemen her devir ve her ülkede Kalenderi zümrelerinin ortak vasıfları olan, üç eş kişilik gruplar hâlinde dolaşıp gezmek, günlük yiyeceklerini dilenerek sağlamak, acâip kılıklarda dolaşmak gelmektedir. Cinsel faaliyetler de kutsal olana bağlılık açısından bir engel olarak görüldüğü için evlenmemek tarikatın önemli bir prensibi olarak kabul edilmiştir. Kalenderîlerin görünüşleri toplumun bütünü tarafından yadırganan tuhaflıklar içermekteydi. Bu tarz, muhtemelen Melâmîlik’te vurgulanan toplum tarafından dışlanma felsefesinin bir yansımasıydı. Tuhaf görünüş ile toplumda tiksinti yaratmak ve bu şekilde toplumdan dışlanmayı sağlamak amaçlanmıştı. Bu amaca uygun olarak, çıplak veya yarı çıplak dolaşırlardı. Ayrıca bazıları kıldan dokunmuş ve cavlak adı verilen yün çuvallar giyerlerdi. Bundan dolayı Kalenderîlere cavlakiyye de denilirdi. Kalenderîler saç, sakal, bıyık ve kaşların ustura ile kazındığı çahar darb denilen bir anlayışı benimsemişlerdi. Üzerlerinde dilenci çanağı ve derviş değneği yanında balta, deri torba, büyük tahta kaşıklar ve aşık kemikleri taşırlardı.
Bütün bu özelliklerinden dolayı, Kalenderî dervişlerine karşı toplumun her kesiminden, özellikle ulema tarafından büyük bir tepki gösterilmiştir. Ulema onları şeriatın dışına çıkmakla itham etmiş, bu ithamdan dolayı zındıklık ve mülhitlikle suçlanmışlardı. Kalenderîliğin Islâm dünyasının hemen her tarafına en fazla yayılan, en uzun ömürlü kollan, 13., 14., ve 15. yüzyıllar boyunca İran’da ortaya çıkmıştır. Bunlar arasında, 13. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya nüfuz eden ve 17 . yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı topraklarında varlığını koruyan Haydarîlik, Câmîlik ve Ni'metullahî Tarikâtı sayılabilir.
Tarih kaynakları Orta Asya’daki bu Türk Kalenderiler’in hiç şüphesiz Moğol istilâsıyla birlikte, 13. yüzyılın ilk çeyreği içinde, bir yandan Çin (Maçin) hudutlarına kadar bütün Doğu Türkistan’a, diğer yandan da Hindistan içlerine yayıldıklarını gösteriyor. Bilhassa Kuzey Hindistan’da ilk Kalenderiler’in Delhi Sultanı Şemsü’d-Dîn iletmiş devrinde (1211-36) göründüklerini çok iyi bilinmektedir. Bunlar, Moğollar’ın önünden kaçarak buralara sığınan göçmen kafileleri arasında gelmişlerdi.
Anadolu’da popüler Kalenderîlik denildiği zaman en belirgin çevreler olarak, Vefâîlik ve Haydarlik gelmektedir. Vefailik Anadolu’ya 13. yüzyıl başlarında, Baba îlyas’ın şeyhi olan ve ilerde Bektaşi geleneğinde de önemli bir yer tutacak bulunan Dede Garkın isimli bir Türkmen şeyhi tarafından getirildi. Dede Garkın’ın vefatı ile yerine geçen Baba İlyas tarafından bugünkü Amasya yakınlarında bulunan eski adıyla Çat köyünde kurulan zâviye ile temsil edildi. Vefâılik bu zâviye yoluyla kısa zamanda Türkmenler arasında yayıldı. Vefailik heterodoks yapısı itibarıyla özellikle göçebe Türkmenler arasında çok taraftar toplamıştı ve yalnız 13. yüzyılda değil, 14. yüzyılda da, bir yandan Şeyh Edebalı aracılığıyla Osmanlı Beyliği’nin teşekkülünde, öte yandan Hacı Bektaş-ı Velî kanalıyla da Bektaşîliğin oluşmasında ana rollerden birini oynamıştı.
Baba îlyas-ı Horasânî yönetiminde Anadolu Selçuklu Devleti yönetimine karşı 1240 yılında girişilen Babai Ayaklanmasında başta Kefersud’lu bir Kalenderî şeyhi olan ve Baba İlyas’ın baş halifesi sıfatıyla ayaklanmayı fiilen yöneten Baba İshak olmak üzere Kalenderîler’in önemli bir rol oynadıkları görülmektedir. İsyanından sonra dağıtılan Çat köyü zâviyesinin yerini, Moğol hâkimiyeti döneminde ortaya çıkan iki yeni zâviye aldı. Her ikisi de Baba İlyas’ın ileri gelen halifelerinden olmakla beraber îsyana katılmayan Hacı Bektaş-ı Velî ile Osman Gazi’nin sonradan kayın pederi olacak olan Vefaiye şeyhi Şeyh Edebali tarafından kurulan bu iki zâviyeden birincisi Sulucakarahöyük’te, İkincisi önce Lârende (Karaman), sonra Bilecik’te bulunuyordu. Hacı Bektaş-ı Velî Baba İlyas’a intisap etmeden önce aslında bir Haydari dervişi olduğu için, Sulucakaraöyükteki zâviyesinde bu yön ağırlıkta olmuş ve bir müddet sonra bu zâviye bir Haydarî zâviyesi niteliğine bürünmüştür. Nitekim bu zaviyede yetişen ve sonradan buradan ayrılarak Osmanlı topraklarına giden Abdal Musa bir Haydarî dervişi idi.
Selçuklu devrinde Kalenderî, Cavlakî ve Haydarî olarak isimlendirilen Kalenderî zümreleri Beylikler döneminde bunlara ilâveten Abdâlan-ı Rum yahut Rum Abdalları terimleriyle nitelendirildikleri görülür. Kalenderi dervişlerin Osman Gazi, Orhan Gazi ve I. Murad gibi ilk Osmanlı padişahlarının maiyetinde fetih hareketlerine katıldıkları, onların da dervişlerin hizmetlerine karşılık zâviye açmalarına müsaade ettiklerini, hattâ bununla da kalmayarak bu zâviyeleri zengin vakıflarla güçlendirdikleri bilinmektedir. Ancak Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde yönetim çevrelerinin Kalenderiler’e karşı tavrı, bir yandan bazı imtiyazlarla onları devlet yanında ve yararına kullanmak, bir yandan da mevcut toplum düzenini bozmalarına engel olmak şeklindedir.
Bu siyasetin Fatih Sultan Mehmed devrine kadar bu genel çizgiyi takip ettiğini söylemek mümkündür. Orhan Gazi döneminde Bursa'nın fethine katılan Haydari dervişlerinden Abdal Musa'nın, Yeniçeriliğin kuruluşuna adının karışması bir yana, hem kendisi hem de müridi Kaygusuz Abdal'ın Hacı Bektaş-ı Veli kültünü yayarak ve işleyerek ilerde Bektaşîliğin teşekkülüne zemin hazırlaması nedeniyle, Kalenderîlik tarihi içinde büyük bir yeri vardır. Aynı şekilde Orhan Gazi'nin, Bursa'nın fethine katılan Vefaiye tarikatına mensup Geyikli Baba ile olan ilişkileri de bunu destekler niteliktedir. Yine de ilk Osmanlı padişahlarının da bu şeyhleri büsbütün kendi hallerine bırakmadıkları da bilinmektedir.
Meselâ Orhan Gazi’nin zaman zaman Kalenderîler’i teftiş ettirdiğine, herhangi bir karışıklık veya Ehl-i Sünnet dışı inanç ve tavırları halk arasmda yayma gibi bir durum tespit olunduğunda derhal beylik arazisinin dışına çıkarıldıklarına dair bazı kayıtlara rastlanmaktadır. Hattâ Abdal Musa’nın Bursa’daki zaviyesini terkedip önce Denizli, oradan da Elmalı yakınlarına gidip yerleşmesi, muhtemelen böyle bir sınır dışı edilme olayı ile ilgili olabilir.
Orhan Gazi zamanında sebebiyet verdikleri bazı ufak tefek hâdiseler istisnâ edilirse 15. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Kalenderîler’in katıldıkları başka bir hareket bilinmemektedir. Ama 1416 yılında vukû bulan ünlü Şeyh Bedreddin isyanı, Babaîler isyanından sonra Kalenderî zümrelerin düzenleyip yönettikleri ikinci büyük ayaklanma hareketidir. Bu sefer Torlaklar baş roldedir. 1453 yılında İstanbul kuşatması başladığı zaman, diğer tarikat mensupları arasında Kalenderi zümreleride, tıpkı kuruluş devrindeki gibi, ülkenin dört bir yanından kuşatmaya katılmak üzere buraya geldiler.
Fetihten hemen sonra, şimdiki Şehzadebaşı semtindeki Akataleptos Manastırı’nın bizzat sultan tarafından zâviye olarak Kalenderilere tahsis edildi. Böylece, daha sonraki yıllarda sayılan artacak olan İstanbul Kalenderhâne'lerinin ilki kurulmuş oluyordu. Fatih devrinde Kalenderîler’e mümkün olabildiğince müsama gösterildiği bu sûretle onların yönetimle ilişkilerinin sertleşmeden sürdürülmesine çalışıldığı söylelenebilir.
Veziriazam Mahmud Paşa ile pek anlaşamayan Otman Baba ve dervişlerinin, sultanla giderek sıkı bir dostluk tesis ettikleri görülmektedir. Buna rağmen, bazı sancak beyleri, uygunsuz davrandıkları, tenâsüh ve hulul inancını savundukları, ibadet yapmadıkları şeklindeki ihbarlar üzerine sık sık gerek Otman Baba, gerekse dervişleri aleyhinde dâvalar açmaktan geri kalmamışlardır. Yine de I. Mehmed Çelebi zamanında Şeyh Bedreddin ve Torlak Kemal isyanları dolayısıyla uğratıldıkları baskı ve takibat istisna edilirse, Osmanlı yönetiminin hiç olmazsa II. Bayezid devri başlarına kadar Kalenderîler’e karşı genellikle ılımlı bir siyaset uygulamıştır. II. Bayezid devri ise bu ılımlı siyasetin tersine döndüğü bir dönemi belirler.
15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu’da yoğun bir faaliyet gösteren ve kısa zamanda Rumeli’ye sıçrayan Hurûfîlik cereyanı ile temasa geçen Kalenderî zümrelerin, zaten resmî ideolojiye, yani Osmanlı Sünnîliğine muhalif olmaları, hiç şüphe yokki, Şîî-Safevî propaganda için çok uygun bir zemin oluşturuyordu. Üstelik II. Bayezid’in sıkı takip siyaseti dolayısıyla artık merkezî yönetimin resmen kendi aleyhlerine döndüğünü anlamış bulunan Kalenderîler’in, kendilerine yeni bir siyasî dayanak aramaları kadar tabii bir şey olamazdı. Bu da onları Safevî yandaşlığına itmişti.
Bu sebeple, II. Bayezid’in Kalendcrîler’i 1492’ de Anadolu’ya sürdürmesinin, hiç de şaşırtıcı değildir. Zira böylece Safevî propagandası Anadolu’da kendisiyle işbirliği yapmaya hazır, küçümsenmeyecek sayıda bir kitle bulmuş oluyor, ayrıca buradaki Kalenderî zâviycleride hazır propaganda üsleri haline geliyordu.
II. Bayezid’in 1492 yılın daki Arnavutluk seferi esnasında bir Kalenderî veya Haydari ya da Torlak tarafından gerçekleştirilmek istenen suikast girişimi sonrasında sultan olayı tahkik ettirmiş, ve sonunda Otman Baba dervişleri suçlu bulunarak idam olunmuştur. Ancak bununla yetinmeyen sultan, muhtemelen etrafındakilerin de telkinleriyle Rumeli topraklarındaki bütün Kalenderî dervişlerinin bir ceza olarak Anadolu’ |
ya sürülmelerini emret miştir. Böylece Rumeli’de gerçek anlamda bir “ Kalenderî Avı” başlamış ve ele geçirilenler Anadolu’ya sürgün edilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu topraklarında Safevî propagandası başladığı zaman, Şah İsmail’in halifeleri özellikle yan göçebe ve köylü reâyâ arasında faaliyet gösteriyorlardı. Bunlardan biri olan, Şahkulu Baba Tekeli lâkabıyla ünlü, Tekeli aşiretine mensup bir Türkmen babası, 1511 yılında oldukça geniş çaplı bir isyan çıkardı ve bu isyan kısa zamanda yayılma istidadı gösterdi. Şahkulu, Allah’ın gökten kendisine semavî bir kılıç indirdiğini, bununla İlâhî iradeyi gerçekleştireceğini, Osmanlı sultanı Bayezid’in son günlerini yaşamakta olduğunu halifeleri vâsıtasıyla propaganda ediyordu. Her kim kendine karşı gelirse semavî kılıcıyla hayatına son verecekti. Onun bu sözleri hem Kızılbaş Türkmenler’i hem de geniş çapta Torlaklar’ı etkilemişti. Bu yüzden onun emrine girdiler ve ayaklanmaya katıldılar. Sonuçta Osmanlı kuvvetleri uzun mücadeleden sonra, kendilerinin de ağır kayıplar vermesi pahasına Şahkulu’nu yenerek İran’a kaçırmışlardı. Torlaklar yakalanmış ve II. Bayezid’in hışmından kurtulamıyarak cezalarını hayatlarıyla ödemişlerdi.
16. yüzyıl başlarından itibaren Osmanlı merkezî yönetiminin Kalenderîler’e karşı sertleşmesinin önemli bir
sebebi ise, Anadolu’da bu sıralarda baş gösteren Şîî -Safevi propagandası olmuştur. 15. yüzyılda Anadolu’ da Kalenderi zümreler arasında belirgin Şîî tesirler olarak nitelendirebileceğimiz yaygın bir Ali kültürüne, Hüseyin ve Kerbela ile ilgili matem geleneklerine ve buna bağlı olarak da Hüseyin kültüne rastlanabilmektedir. Ancak 16. yüzyılın ilk üç çeyreği boyunca Safevî propagandası daha da yaygın ve belirgin bir şekilde Ali ve On İki İmam kültünü, Muharrem mâtemini, tevella ve teberra prensibini ve bilhassa Hak - Muhammed - Ali şeklinde, zahirde üçlü bir görünüm arzeden , ama gerçekte yalnız Ali’nin temel oluşturduğu, eski hulûl inançları içine çok râhat bir biçimde yerleşen ulûhiyet telâkkisini Kalenderîler’in doktrinine ekledi.
Yavuz Sultan Selim döneminde 1519'da Bozok mıntakasında yaşamakta olan bir Kalenderî şeyhi olan Bozoklu Celal Şah Velî lâkabıyla isyan ederek Bozok’tan kalkıp Tokat taraflarına gitmiş, burada bir mağarada uzunca bir müddet inzivâya çekildikten sonra, kendisini “ halife-i zaman ve mehdî-i devran” ilân ederek etrafına pek çok kişi toplamıştı. Muhtelif rivayetlere göre 20.000 civarında bir miktara bâliğ olan taraftarlarıyla faaliyete geçince, hareketi bastırmak için Rumeli Beylerbeği Ferhat Paşa görevlendirilmiş, Dulkadırlı Şehsuvaroğlu Ali Bey’den de yardımcı olması istenmişti. Ancak 1519 yılında çıkan bu isyanı Şehsuvaroğlu Ali Bey bastırmıştır. Osmanlı kaynaklan Bozoklu Celal’in bir Kalenderî şeyhi olduğunu ima ederler. Müneccimbaşı ise onun hakkında açıkça “ Kalender” demektedir.
Kanûnî Sultan Süleyman’ın ilk saltanat yıllarında, 1527’de vukûa gelen Şah Kalender isyanının ise, en az Şahkulu’nunki ka dar geniş çaplı ve önemli bir ayaklanma olduğunu söylemek gerekir. Kaynaklar, bu isyanı tertipleyen Şah Kalender (veya Kalender Çelebi)’nin, Balım Sultan’ın torunu olduğunun söylendiğini belirtirler. Kendisi o tarihlerde Hacı Bektaş Zâviyesi’nin şeyhi idi ve lâkabının da gösterdiği gibi bir Kalenderî olup etrafındaki müridleri Kalenderîler’den, yanı Işıklar’dan ve Abdallar’dan oluşuyordu. Şah Kalender önce üstüne gelen Osmanlı kuvvetlerini yenmeyi başardı. Fakat sonunda Veziriazam İbrahim Paşa tarafından yenilgiye uğratıldı; kendisi de yakalanıp idam olundu. Osmanlı kaynakları, onunla birlikte savaş alanında kanının son damlasına kadar savaşmakta diretenlerin bizzat kendi müridleri yani Işıkar ve Abdallar olduğunu yazarlar. 15. yüzyılda tamamiyle Kalenderî hüviyetini taşıyan zaviyeler, kısmen 16. yüzyıl, kısmen de 17. yüzyıllarda Bektaşî zaviyelerine dönüştüler. Kalenderilik, daha sonraları Anadolu Aleviliği ve Bektaşîlik etrafında toplanmış ve zaman içerisinde değişmeler göstermiştir.
McAfee
McAfee Inc, Kaliforniya, ABD merkezli antivirüs ve bilgisayar güvenliği yazılımları üreticisi kuruluş. McAfee 19 Ağustos 2010'da Intel tarafından 7.68 milyar $'a (5 milyar £) satın alınmıştır.
McAfee Personal Firewall Plus, McAfee Privacy Service, McAfee SecurityCenter, McAfee Shredder, McAfee Security Scan Plus, McAfee SpamKiller gibi ürünleri ile ünlüdür.
Sevtap Parman
Sevtap Parman, (d. 2 Mart 1961, İstanbul), Türk sinema ve dizi oyuncusu.
1981'de Vizon dergisi güzeli seçildi. Bir süre Neşe Erberk Ajans'a bağlı çalıştı ve mankenlik yaptı.Playmen dergisinin Aralık 1986 sayısına verdiği pozlar ile ünü arttı. Birçok sinema filminde ve TV dizisinde oynamıştır. Marziye dizisindeki Başkan Tülay rolü ile epey adından söz ettirmiştir. Mum Kokulu Kadınlar, Issızlığın Ortası, Sis gibi önemli filmlerde başarılı oyunculuğuyla gündeme gelmiştir. Geçimini 1981’de Kadıköy’de eniştesiyle birlikte açtığı Ajda Çanta’dan sağlarken şu sıralar Kadıköy'deki aile şirketi ile de ilgilenmektedir.
Yukio Mişima
Yukio Mishima (Japonca: 三島 由紀夫, aslı adı: Kimitake Hiraoka 平岡 公威; d. 14 Ocak 1925 Yotsuya / Tōkyō - ö. 25 Kasım 1970 Ichigaya / Tōkyō), Japon romancı ve oyun yazarı.
Milliyetçi örgütü "Tate no Kai 盾の会 (Kalkan Cemiyeti)" başkanı.
Mişima'nın çocukluğunun ilk dönemi onu yakın çevresinden uzak büyüten büyükannesi Natsu'nun gölgesi altında geçmiştir. Büyükannesi Mişima'nın diğer erkek çocuklarıyla oynamasına müsaade etmiyor, sadece kız kuzenleri ve bebekleriyle oynamasını istiyordu.
Natsu, Tokugava dönemi samuraylarıyla ilişkili bir aileden gelmekteydi ve Mişima'nın büyükbabası ile evlendikten sonra bile ailenin aristokratik geleneklerini sürdürmeye devam etmişti. Büyükbabası bir bürokrattı ve işleri sömürge döneminde açılmıştı.
Mişima ailesinin yanına ancak 12 yaşında dönebilmiş ve annesiyle yakın ilişkisi biyografisini yazan kimi yazarlar tarafından ensestliğe yakın bir ilişki olarak tasvir edilmişti. Babası askeri disiplinden keyif alan sert bir adamdı.
Mişima Japonya'nın modernleşmesi ve geleneksel değerlerini yitirmesine karşı sert bir muhalefet tavrı gösterdi ve samuray değerlerini savundu.
25 Kasım 1970'de Mişima ve beraberindeki Tatenokai üyelerinden dördü Japonya Silahlı Kuvvetlerinin Tōkyō'daki Ichigaya Kampını ziyaret etmişler, komutanı sandalyesine bağlamışlar ve İmparatorluğun haklarının yeniden tesis edilmesi için hazırladıkları manifestoyu ve taleplerini okuduktan sonra Mişima seppuku (geleneksel Japon intihar biçimi) yaparak intihar etmiş, Tatenokai üyelerinden Hiroyasu Koga ise intiharın tamamlanması için Mişima'nın başını kılıçla kesmiştir.
Mişima intiharını bir yıl öncesinden hazırlamış Tatenokai üyeleri dışında hiç kimse yazarın intihar hazırlığından haberdar olmamıştı. Mişima'nın kendisi intiharı sırasında hazır bulunacak Tatenokai üyelerinin mahkemedeki kendilerini savunmak zorunda kalacaklarını önceden bilerek onlar için geride nakit bırakmıştı.
Mişima ilk romanı "Tōzoku"'ya (Hırsızlar) 1946 yılında başlamış ve 1948'de yayınlamıştı. Bu eserini Kamen no Kokuhaku (Bir Maskenin İtirafları) adlı otobiyografik çalışması izlemişti. Roman büyük bir başarı kazanmış ve 24 yaşındaki Mişima'ya büyük bir ün kazandırmıştı.
Mişima velud bir yazardı. Romanları haricinde, popüler dizi romanlar, kısa hikâyeler, edebi denemeler, Kabuki tiyatro oyunları, geleneksel Noh drama tiyatrosunun modern versiyonlarıyla ilgili oyunlar kaleme almıştı.
Eserleri dünya çapında üne kavuşmuş ve İngilizce'ye çevirilmiştir. Üç kez ( 1963,1964,1965 ) Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilmiş ancak 1968 yılında yakın arkadaşı Yasunari Kavabata ödülü kazanmıştı.
Heinrich von Kleist
Bernd Heinrich Wilhelm von Kleist (18 Ekim 1777 – 21 Kasım 1811) Alman şair, oyun, öykü ve novella yazarı. Oyunlarında, dram ve trajedi baskındır. Eserlerinde Romantizm akımının izleri görülür.
Bir şair, oyun, öykü ve novella yazarı olan Heinrich von Kleist, 18 Ekim 1777 tarihinde Frankfurt (Oder)'ta doğdu ve 21 Kasım 1811 tarihinde Berlin'deki Kleiner Wannsee gölü kıyısında sevgilisiyle beraber intihar ederek yaşamına son verdi.
Yetersiz ve kısa bir eğitim hayatından sonra 1792 yılında Prusya ordusuna girdi ve 1799 yılında teğmen rütbesiyle ordudan ayrıldı. Ardından Viadrina Üniversitesi'nde hukuk ve felsefe eğitimi aldı. 1800 yılında Berlin’de Maliye Bakanlığı bünyesinde çalışmaya başladı. Ertesi yıl Kleist'ın düzensiz umursamaz ruh hali onu Paris'e ziyaret etmeye sürükledi ve sonrasında İsviçre'ye yerleşti. Orada yakın arkadaşlar edinen Kleist, onlara ilk tragedyası olan Schroffenstein Ailesi adlı eserini okudu. 1802 yılının sonunda Almanya’ya dönen Kleist; Goethe, Schiller ve Wieland’ı Weimar’da ziyaret etti. Leipzig ve Dresden’de kısa bir süre kaldıktan sonra Paris’e geri dönen Kleist ardından Berlin’deki görev yerini Königsberg’teki bir devlet dairesi olarak değiştirdi. 1807 yılında Dresden’e giderken Fransız askerleri tarafından ajan suçlamasıyla tutuklandı. Cezaevinden çıktıktan sonra Dresden’e giden Kleist'ın yolu Heinrich Müller ile kesişti ve birlikte 1808 yılında Phöbus gazetesini çıkardılar.
Kleist 1809 yılında Prag’a gitti ve en sonunda Berlin'e yerleşti. Orada Berliner Abendblätter gazetesini çıkardı. Tahminlere göre o yıllarda, tıpkı kendisi gibi herhangi bir yaşam amacı kalmamış Henrietti Vogel adındaki Alman bir kadın müzisyen ile birlikte olmaya başlar. Aralarındaki ilişki tutkulu bir aşka dönüşür. Vogel, 1808 yılında önemsiz boyutta olan rahmindeki kanserin Kasım 1811'de ciddi bir boyuta ulaştığını öğrenir. Durumu Heinrich'e anlatır ve Heinrich'den kendisi korktuğu için kendisini öldürmesini ister. Heinrich ise Vogel'e birlikte intihar etmeyi teklif eder. İkisi de yaşamak için bir amaç görmez ve anlaşırlar. Zira Vogel'e, doktorları tarafından çok fazla yaşayamayacağı söylenmiştir. Heinrich ve Henriette, 1811 yılının 21 Kasım sabahında Berlin'de bulunan Kleiner Wannsee gölü kıyısında birlikte kahvaltı ederler. Ardından Heinrich, önce Henriette'yi tabanca ile kalbinden vurur, ardından silahı kendi |
ağzına dayar ve tetiği çekip kendisini de öldürür. Heinrich'in ardında bıraktığı bir sayfalık intihar mektubunda şu sözü dikkat çekmiştir:
Kleist’ın bütün hayatı ideal ve hayalî mutluluğu bulmaya çabalamakla geçti ve bu, onun çoğu eserine yansıdı. Kleist kuzey Almanya’nın şu ana kadar gelmiş geçmiş en önemli Romantik dönem dramacısı olarak sayılmaktadır. Kleist, Alman Edebiyatı'nda önemli bir yere sahiptir.
Bitki yayılışı
Bitki yayılışı, olarak da bilinir, Ernest Haeckel tarafından koroloji şöyle tanımlanmıştır: Belirli direy ve bitey alanlarındaki sistematik birimlerin coğrafi dağılışları, kökenleri ve bunların değişmelerinin araştırılmasıdır.
Bitkiler uygun çevre şartlarının bulunduğu yerleri örterek yaşama alanlarını çizmiş olurlar. Böylece türlerin ilk yaşamaya başladığı yerlere gen merkezi (çıkış merkezi) adı verilir. Örneğin "Verbascum"'un (sığırkuyruğu) gen merkezi orta Anadolu'dur.
Bitkilerin dağılışı ve göçü her ne kadar birbirine sıkıca bağlı ise de faaliyetleri farklıdır. Dağılış, bitkinin bulunduğu çevreden tohumlarla yayılması ve yeni yerlere ulaşmasıdır. Oysaki göç bir gelişmeyi içerir. Dolayısıyla dağılış, göçün gerekli habercisidir ve yeni çevre kazanılmasının sona ermesidir. Doğada tohumla yayılma yapan taksonomik birimlerin sayısı azdır. Yayılmayı ve göçü sağlayan bitki kısımlarına Diaspor denir.
Diasporlar, yer değiştirme yeteneğinde olup genellikle üreme organlarıdır. Örneğin spor, tohum veya meyve gibi. Birçok hallerde diasporlar vejetatif kökenli özel organlar olabileceği gibi bitkinin değişikliğe uğramış kısımları, bitkinin tümü hatta bitki grupları da olabilir.
Genellikle aynı bitki veya aynı birey değişik tipte diaspor meydana getirebilir. Böylece kuzey yarım kürenin mutedil bölgelerinde orman ağaçlarının büyük bir kısmı örneğin meşe ve göknar normal olarak tohum üretirler, fakat bunlar dip sürgünü, çelik veya diğer aktif olan vejetatif kısımlarla da üreyebilir. Bundan başka birçok koloni yayılma gösterir. Örneğin "Phragamines" (su kamışı) dünyanın büyük bir kısmına yayılmıştır. Su kamışı bu yayılmayı tüysü meyvesi ile rüzgarlarla ve az çok yüzebilen rizomlarla, su ile de yapabilirler.
Bu arada bir kısım bitkiler çok fazla yayılma olanaklarına sahip iken, bir kısmı bundan yoksundur. Bitki türlerinin coğrafi alanlara yayılış şekilleri takım, familya,cins, ve türlere göre çok değişiktir. Yayılma ve çoğalma imkânları en fazla olan talli bitkilerdir. (Bakteriler, Mantarlar ve Algler); buna karşılık Fanerogamların (Çiçekli bitkiler) yayılma ve çoğalma olanakları daha sınırlıdır. Tohumlu bitkiler aktif ve pasif olmak üzere iki şekilde yayılırlar.
Aktif yayılma (otokori): Bitkiden oluşan tohumun yine aynı bitkinin kendi olanaklarını kullanarak yere düşüp etrafa yayılmasıyla olur.
Pasif yayılma (allokori): Tohumların taşıyıcılar tarafından başka yerlere götürülmesiyle olur.
Tahtacılar
Tahtacılar, genel olarak Ege ve Akdeniz bölgelerinin ormanlık yörelerinde yaşayan, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ve kısmen günümüzde ağaç işçiliğiyle uğraşan Alevî Türkmenlerdir.
Ataları, Oğuz boylarına bağlı Ağaçeriler'dir. Timur, Türkistan ve Horasan'ı egemenliği altına alınca, yurtlarını terk etmek zorunda kalan Ağaçeriler'in bir bölümü İran'a, çoğunluğu da Anadolu'ya yerleşti. Diğer bazı kaynaklara göre ise Tahtacılar, tarihi Hunlar’a dayanan bir soya sahiptirler. Büyük Hun İmparatorluğu‘ nun yıkılışından sonra Batıya göç eden Hunların bir kolu 395 tarihinde Erzurum üzerinden Anadolu’ya gelmiştir. Büyük bir göç dalgası da 466’da gerçekleşmiş, Avrupa Hunları’na bağlı Ağaçeri Türk boyları Anadolu’ya gelmişler ve yerleşmişlerdir. Moğolların Anadolu'yu işgal etmesi üzerine, buraya gelmiş olan Ağaçeriler bu kez Suriye ve Irak'a göç ettiler. Bunlardan bazılarının Timur'un ölümünden sonra 1405 yılında yeniden Anadolu'ya döndüğü ve bu dönemlerden itibaren 'Tahtacılar' olarak anıldığı kabul edilir. Fatih Sultan Mehmed' in, 1453 yılında İstanbul'un fethi sırasında kullanılan gemilerin yapımı için, Balıkesir' in Kaz Dağları'ndaki köylerden Tahtacıları da getirdiği bilinir. Tahtacılar, araştırmacıların bir kesimi tarafından Yörükler ile aynı sosyal yapıda değerlendirilmişlerdir.
Zamanla yerleşik yaşama geçmeye başlayan Tahtacılar günümüzde daha çok Adana, Mersin, Antalya, Denizli, Isparta, Burdur, Muğla, Aydın, İzmir, Manisa, Balıkesir, Çanakkale gibi illerde görülmektedir.
İnançlarında ve yaşam biçimlerinde Şamanizm' e ilişkin kanıtlar bulunmasıyla birlikte, korudukları bu kültür, Alevilik inanç ve töreleri ile harmanlanmıştır. İçinde Öz Türkçe' den pek çok kelimeler barındıran, günümüze kadar muhafaza edebildikleri bir günlük konuşma dili kullanmaktadırlar. Kullandıkları Ağız, yaşadıkları bölgelerin ağız özelliklerinden de beslenmiş, etkileşime girmiştir.
Tahtacılar tarih boyunca hep doğayla iç içe yaşamışlardır. Giyim kuşamları, el sanatları, yemek kültürleri ile büyük bir kültürel zenginliğe sahiptirler. Örf, adet ve gelenekler bakımından Orta Asya Türk kültüründen izler taşırlar. Zanaat olarak sürdürdükleri ağaç işçiliğinde kadın - erkek birlikte çalışırlar. Bir kısım halk, Cumhuriyet ilan edildikten sonra azalan kamusal baskı nedeniyle Ziraat, Esnaflık, Memurluk, Serbest meslek vb. meslek gruplarına da ayrılmıştır. Eskiden bu yana süregelen önemli geleneklerinden birisi de bir düğünün hemen sonrası, yeni gelin olmuş kadınlar için yapılan 'Baş Bağlama' ritüelidir.
Gasterosteiformes
Gasterosteiformes, kemikli balıkların ışınsal yüzgeçliler sınıfına ait bir takımıdır, ve 5 familyadan oluşmaktadır. Bu takıma ait balıklar hem tatlı hem tuzlusuda bulunurlar.
Gasterosteiformes ile Syngnathiformes aslında kardeş takımlardır, ama 15 milyon yıl önce birbirlerinden ayrılmışlardır.
Günümüzün modern biliminde hatta birçok bilimciler bu iki takımı tek bir takım olarak birleştirme çabasındadırlar. Bu görüşe göre Syngnathiformes takımı ""Syngnathoidei"" adlı alt takım olarak Gasterosteiformes takımına eklenir.
Pegasidae familyasının nereye ait olduğu konusundada farklı görüşler vardır. Gasterosteiformeslerden daha çok Syngnathiformes takımına aitmiş gibi görünmektedir. Hatta daha eski bilimde bu familya kendi kendine bir takım olarak görülmekteydi ve ""Pegasiformes"" adını taşırdı.
Gasterosteiformes
Scorpaeniformes
Scorpaeniformes, kemikli balıkların ışınsal yüzgeçliler sınıfına ait bir takım. Çoğunluğu denizde bulunan 1200 balık türü ile bu takım, en büyük 5 takımın arasında yer almaktadır. Kafaları kemik tabakaları ile zırhlanmıştır ve vücutlarıda kısmen zırhlıdır.
İnuit halkları
İnuit halkları, Arktik bölgede, Alaska, Kanada ve Grönland'da yaşayan Eskimoların ayrıldığı iki ana koldan biri. Diğer kol Yupik halklarıdır.
Kültürel (ve siyasi) açıdan üç ana gruba ayrılırlar:
Yerel folklorda "Eskimo" sözcüğünün ""çiğ et yiyen kişi"" anlamına geldiğine inanıldığı için bu kelimenin kendilerini tanımlamak amacıyla kullanılmasını hakaret kabul ederler. Bununla birlikte "Eskimo" sözcüğü diğer dillerde hakaret ya da küçümseme anlamı taşımaz ve antropoloji ve arkeolojide yaygın olarak kullanılır. "İnuit" ve "İnuk" sözcükleri Kanada'da resmi olarak Eskimo yerine kullanılmaktadır.
"İnuit" kelimesi "İnuk" kelimesinin çoğuludur. İnuk kelimesi İnuitçe'de "kişi" anlamına gelir. İnuitçe lisanının yaklaşık olarak 60.000 kullanıcısı vardır.
Alaska Yerli Dil Merkezine göre Eskimo-Aleut halklarının nüfusu ve anadillerini konuşabilen kişi sayısı:
Eskimo kabile adları -miut ('halk') yapım ekiyle kurulur. Şivelerini belirtmek için de -miutun eki getirilir.
Asya ile Amerika birbirine bağlı kara parçaları iken, son Buzul Çağı'nın bitimine doğru (günümüzden yaklaşık 12000 yıl önce), Sibirya'dan Alaska'ya geçen avcıların torunlarıdır. Bununla birlikte bazı iddialara göre de MÖ 3000 yıllarında Bering Boğazı üzerinden Amerika'ya geçmişlerdir .
Dil verileri ve arkeolojik kalıntılar Eskimo halklarının Bering Boğazı'nın buzlarla kaplanıp kara köprüsü olduğu zamanlarda günümüzden 10.000 yıl önce iki ayrı etnik grup (Eskimo ve Aleut) olarak Alaska'dan Kamçatka'ya kadar olan bölgede bulunduklarını göstermektedir. Eskimo ve Aleutların denizde avlanma tekniklerinin geliştirilmesinden önce bölündüklerini gösteren dil verileri arasında ok ve yay için ortak kelimelerin bulunması, bunun yanında deniz avcılığı terimlerinin Eskimo ve Aleutlarda farklı olması gösterilebilir. Eskimo ve Aleutlar deniz avcılığını birbirlerinden bağımsız olarak geliştirmişlerdir.
Günümüzde Alaska, Kanada ve Grönland'da yaşayan İnuit halklarının ataları MS 1000 yıl önce Thule kültürünü oluşturmuşlardı.
Ataları çeşitli bölgelere yerleştikleri için farklı kültür özellikleri geliştirmişlerdir; ama bu çok çeşitli toplulukların günümüzde de yaşayan ortak özellikleri vardır. İnuitler, günümüzde çoğunlukla Grönland'ın, Kanada'nın, ABD'nin ve Rusya'nın yasal sınırlarının iki yanında yaşamaktadırlar.
Alaska'da çamur sıvalı dikdörtgen evlerde, Grönland'da taş, toprak ve balina kemiğinden yapılmış kubbeli evlerde, Kanada'da ise iglo denilen buzdan yapılmış kubbeli evlerde yaşarlar. Bununla birlikte modern evlerde yaşayan İnuitler de vardır. Kara ulaşımını köpeklerin çektiği kızaklarla, deniz ulaşımını "kayak" adı verilen kayıklarla ve bayanların kullandığı "umiak" adlı ağaç ve deriden yapılmış botlarla sağlarlar. Ancak günümüzde motorlu taşıtlar, motorlu kızaklar, ateşli silahlar ve modern kamp aletlerini de kullanmaktadırlar.
İnuitlerin yaşadıkları geniş tundra bölgesi, yılda sekiz - dokuz ay süren dondurucu kuzey kışından ötürü tarıma elverişli olmayan topraklarla kaplıdır. Bu yüzden Eskimo ekonomisi avcılık ve balıkçılığa (özellikle balina avcılığı) dayanmaktadır. Temel yiyecekleri balık,ren geyiği ve sığındır.
Eskimolarda av erkeklerce ya da kadınlarla birlikte yapılır ve avlanan büyük avlar erkeklerce yüzülür ve parçalanır. Fakat avın aile ve akrabalar ile ihtiyacı olan yabancılar arasında paylaşımı yalnızca kadınlarca yapılır.
Eskimoların çoğu Şaman ya da Hıristiyan inançlarına sahiptirler. Hıristiyan Eskimolar "Grönland Evanjelik L |
utherci Kilisesi ile Moravian ve Anglikan kiliselerine mensupturlar.
Geleneksel eskimo inanışı ise şaman denilen din adamları etrafında organize olmuş, karmaşık ve sözlü olarak nesilden nesile nakledilen bir inanç sistemidir. Destanlar ve şarkılı şiirli atışmalar kültürlerinde önemli bir yer tutar.
Kolsuz bacaksız insan biçimli üzeri dövme desenli fildişi oyma bebeklerin Arktik'teki tarihi 3.500 yıl öncesine uzanıyor. Bering Boğazı ve Grönland'da dövmeli mumyalara rastlanmıştır. 3.500 yıl öncesi Sivullirmiut (ya da Tunnit, Dorset) kültürüne ait yüz maskesinde dövme izleri görülmektedir.
Dövme bütün Eskimo halklarında yaygın bir gelenek olup daha çok kadınlarda görülür. Eskimolardaki ilk dövme kaydını 1576 yılında Kanada'da Sir Martin Frobisher (1535 ya da 1539 - 1594) daha sonra kendi adıyla anılacak olan koyda Eskimolardan yapmıştır.
Characiformes
Characiformes, Işınsal yüzgeçliler sınıfından Ostariophysi üst takımına ait bir balık takımı. Örneğin piranalar, tetra balıkları ve neon balıkları gibi birkaç bin balık türünü kapsayan en büyük takımlardan biridir.
Characiformes takımına ait balıkların çoğunun ortak nitelikleri yüzme kesesi ile iç kulakları arasında bulunan kemik elemanları, dişlerinin olması ve sırt ve kuyruk yüzgeçleri arasında bulunan ufak bir yağ yüzgecidir. Bu takımdaki balıklar Güney Amerika, Orta Amerika ve Orta Afrika'nın göllerinde ve ırmaklarında yaşarlar. Bu iki kıtanın tatlı sularında yaygın olmaları, bu takımın tebeşir çağında çoktan var olduğunun ispatıdır.
Kimi türleri yaşadıkları bölgelerin tüketicileri tarafından sevilen yemek balıklarıdırlar ve kimi diğer rengarenk türleri güzelliklerinden dolayı akvaryumcular tarafından sevilirler.
Eskiden bu takım bir familya olarak Cypriniformes takımının içine konulurdu ve bu takımın kimi türleri hakkında aslında Cypriniformes takımına ait oldukları şüphesi hala devam etmektedir.
Satellite
Öznellik
Öznel, bir yargının kişiye bağlı olarak değer biçilmesi (kazanılması) için söylenmektedir. Biçilen (atanan) değer açısından bakıldığında kişiden kişiye göre değişen, herkes için farklı olan değer.
Pozitif bilimler kişiden kişiye değişmeyen değerlerin varlığını savunmaktadır. "Öznel" değerlerin ise nesnel bilgilerin karşıtı olarak bireysel bilgi ile kazanıldığını söylemektedir. Günümüzün pozitif bilim teorileri hem nesnel hem de öznel bilgileri bilgi olarak kabul etmektedir.
Balina köpek balığı
Balina köpek balığı ("Rhincodon typus"), Rhincodontidae familyasından devasa büyüklükte, zararsız bir köpek balığı. Tüm denizlerde görülmekle birlikte başlıca yaşam alanı tropikalardır. Gri veya kahverengi olan gövdesinde küçük noktalar ve beyaz-sarı ince, dikey çizgiler bulunur. Gövdesinin alt kısmı açık renklidir. Dişleri oldukça küçüktür. Ufak balıklar ve plankton ile beslenir.
Yaşayan balıkların en büyüğüdür ve bilinen en büyük balina köpek balığı 13,7 m ve 36 tondur. Ortalama 9 m büyüklüğündedir ancak bunun iki katı büyüklükte olanlarına da rastlandığı yönünde raporlar bulunmaktadır. Genellikle yüzeye yakın yüzen tembel bir hayvandır ve gemilerle çarpıştığı görülmüştür.Birçok insan balina köpekbalıkları nedeniyle hayatını kaybetmiştir.
Balina köpek balığı Rhincodon cinsinin tek türü, "Rhincodon" da Rhincodontidae familyasının tek cinsidir.
Balina köpekbalıkları mavimsi gri ya da kahverengimsi bir renkte olurlar. Karın kısımları daha açık renk olur, sırtında da açık renkte çizgiler ve benekler bulunur. İki adet sırt yüzgeçleri, ve 5 solungaç aralıkları vardır. Ağızları çok büyüktür ve burunları kısadır.
Balina köpekbalıkları 21 ila 25 °C su sıcaklığını tercih eder ve bu yüzden dünyanın bütün tropik ve subtropik denizlerinde bulunurlar. Bazen mevsimsel olarak fazla plankton bulunan bölgelerde sayıları daha yüksektir.
Deniz suyunu aktif olarak içlerine çekerler ve yine kendi güçleriyle süngere benzeyen bir filtre sistemine sahip olan solungaçlarından dışarıya bastırırlar. Böylece her gün tonlarca plankton, diğer küçük deniz hayvanları ve küçük balıkları sudan filtreleyerek yüksek gıda ihtiyaçlarını giderirler.
1953 yılında Meksika'da 14 cm büyüklüğünde yumurtalar bulunmuş, böylece, balina köpek balığının yumurtlayarak üreyen köpekbalıklarından olmasına ilişkin düşünceye, kanıtlandı gözüyle bakılmıştır. Ancak 1995 yılında Tayvan açıklarında gebe bir hayvanın bilimciler tarafından gözlemlenmesi sonucu balina köpekbalıklarının 300'e yakın canlı yavru doğurduğu kanıtlanmıştır.
Diğer köpekbalıklarının çoğunda olduğu gibi bu yavruların hepsi aynı seviyede gelişmemiştir. En çok gelişmiş olanlar rahim çıkışına en yakın duranlardır. İlginç bir teze göre balina köpek balığı dişisi, yavruların rahimdeki gelişmesini kontrol edebilir. Gıdanın kıt olduğu zamanlarda gelişmeyi senelerce durdurup, bereketli zamanlarda uygun gördüğü sayıda yavru doğurur. Bu tez henüz %100 kanıtlanmış değildir; ama bu balık türünün üyelerinin okyanuslara dağılıp birbirlerinden uzakta ve yalnız yaşamalarının mantıklı bir açıklamasıdır.
Yavruların doğduktan sonra 300 metreden daha derine inerek ömürlerinin ilk dönemini çok derin sularda geçirdikleri tahmin edilir.; çünkü bu derinliklere büyük balina köpekbalıkları inemez ve böylece yavrular büyüklere rakip olmazlar.
Balina köpek balığını açık denizde arayıp bulmak zahmetli olduğu için, bilimsel açıklamaların çoğu tahminler üzerine kurulmuştur. Gerçekten iyi bilinen tek davranışları, suyu filtreliyerek beslenirken saatlerce su yüzeyinde dolaşmalarıdır.
Leonard Susskind
Leonard Susskind (d. Haziran 1940), Stanford Üniversitesi'nde teorik fizik profesörü ve Stanford Teorik Fizik Enstitüsü yöneticisidir. Araştırmaları sicim teorisi, kuantum kozmolojisi, kuantum statik mekaniği ve kuantum alan teorisini içerir. ABD Ulusal Bilimler akademi ve Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi üyesi, Kanada’nın Perimeter Teorik Fizik Enstitüsünün kısmi üyesi ve Kore Modern Araştırma Enstitüsü’nün seçkin bir profesörüdür. and the American Academy of Arts and Sciences,
Yoichiro Nambu ve Holger Bech Nielsen ile birlikte, bağımsız olarak, parçacıkların göreceli sicimin uyarılma durumları olabileceği fikrini sürdüğü için, çoğu insan tarafından Sicim Teorisinin babalarından biri olarak görülür. 2003’te sicim teorisi alanı fikrini ortaya koyan ilk insan oldu
1998 J. J. Sakurai Ödülünü kazandı.
New York’un South Bronx Bölgesi’nden Yahudi bir ailede doğdu , şu an Kaliforniya, Palo Alto’da yaşıyor.Hasta olan babasının görevini devralarak, 16 yaşında tesisatçı olarak çalışmaya başladı. Sonra, New York Şehir Koleji’ne mühendislik öğrencisi olarak kayıt oldu ve 1962’de fizik’ten lisans derecesiyle mezun oldu. Los Angeles Times’ın bir röportajında, kariyer yolundaki bu değişimi babasıyla tartıştığı anı anlattı; “Babama fizikçi olmak istediğimi söylediğim zaman, ‘Hayatta olmaz, eczanede çalışmayacaksın’ dedi. Ben de ‘hayır, eczacı değil, fizikçi, Einstein gibi’ dedim. Göğsüme tesisat borusuyla vurup, ‘Mühendis olmayacaksın, Einstein olacaksın’ dedi.” Susskind sonra Doktora derecesini aldığını Cornell Üniversitesi’nde Petter A. Carruthers’in altında okumaya başladı. . İki kere evlendi, ilki 1960’da , ve 4 çocuğu var.
Yeshiva Üniversitesi’nde fizik yardımcı doçenti ve sonra geçici profesörlük yaptı. (1966–1970), Bir yıllığına Tel Aviv Üniversitesine gittikten sonra (1971–72),fizik profesörü olarak Yeshiva Üniversitesine geri döndü (1970–1979).. 1979'dan beri Stanford üniversitesinde profesörlük yapıyor.
Hadron sicim teorisine,lattice gauge teorisine kuantum renk dinamiği ve dinamik simetri kırılımına yaptığı öncü katkılardan dolayı 1998 J. J. Sakurai Ödülünü kazandı. Meslektaşlarına göre, onun karakteristik özelliği, muhteşem hayal gücünü ve orijinalliği, temel parçacıkların doğasının teorik araştırmalarına ve fiziksel dünyayı düzenleyen güçlere uygulaması.
2007’de Susskind Kanada, Ontario, Woterloo’da kısmi üye olarak Perimeter Teorik Fizik Enstitüsü fakültesine katıldı. ABD ulusal bilimler akademisine ve Amerikan bilim ve sanat akademisine seçildi. Aynı zamanda Kore Modern araştırmalar enstitüsünde seçkin bir profesör.
Susskind birçok popüler bilim kitabının yazarıdır.
"The cosmic landscape: string thoery and theIllusion of Intelligent Desing Susskind’in Little, Brown and Company tarafından 12 Aralık 2005’te yayımlanan ilk popüler bilim kitabıdır. .Kitapta, susskind, bir tanesi 1987’de ,Steven weinberg’in kozmolojik sabit öngörüsü olan birkaç faktörün,sicim teorisi alanın zorunlu sonuçları nasıl olduğunu anlatıyor. Burada yöneltilen soru evrenin bizim varlığımız için neden bu kadar ince ayarlı olduğudur. Susskind weinberg’in hesapladığı kozmolojik sabit biraz daha farklı olsaydı, evrenin var olmayı bırakıp bırakmayacağını açıklıyor.
'The Black Hole War: My Battle with Stephen Hawking to Make the World Safe for Quantum Mechanics, susskind’in Brown and Company tarafından 7 temmuz 2008’de yayımlanan ikinci popüler bilim kitabıdır . Bu onun en ünlü kitabıdır ve kitapta eğer karadelikler buharlaşırsa içinde saklı olan bilgilere ve maddelere ne olabileceğini düşündüğü anlatıyor. kitap, fizikçilerin 1981'de, parçacıkların belli temel parçalarının nasıl işlediğini hakkında bazı gizemleri çözmeye çalıştıkları bir toplantıda başlayan bir tartışmadan hareketle yazıldı.Tartışma sırasında Stephen Hawking, karadelik buharlaşırken içindeki bilgilerin sonsuza kadar yok olduğunu söyledi. Leonard Susskind’in Hawking’in yanlış olduğunu ıspatlayan teorisini formüle dökmesi 28 yıl sürdü.Sonra teorisini kitabında yayımladı. The cosmic landscape gibi bu kitap da bu konuda uzman olmayan insanları hedefliyor.
Kendi verdiği the theoritical minimum dersine eş bir kitap serisine yardımcı yazarlık yapıyor. Serinin ilk kitabı The Theoretical Minimum: What You Need to Know to Start Doing Physics , 2013'te yayımlandı ve bu kitap klasik mekaniğin modern formülasyonunu anlatıyor. ikinci kitap, Quantum Mechanics: The Theoretical Minimum, şubat 2014'te yayımlandı. Gelecek kitabın ise özel göreceliliğe odaklanması bekleniyor.
Standford Continuing Studies’de The the |
oritical Minimum olarak bilinen modern fizik hakkında ders veriyor. Bu dersler sonraları aynı isimli kitapların temeli haline geldi. . Bu derslerin amacı, fiziğin belli alanında çalışmak için gereken gerekli teorik temelleri öğretmek. Derler klasik mekaniği, göreliliği, kuantum mekaniğini, statik mekaniği ve kozmolojiyi (kara delikler dâhil) içeriyor.
Dersler The theoritical minimum sitesinde, itunes’da ve youtube’da mevcut. . Dersler, fizik ve matematik öğrencilerine olduğu kadar, matematik bilen herkese yönelik.. Susskind kullandığı ve dersin temelini şekillendiren matematiğin çoğunu açıklıyor.
Smolin-susskind tarışması,smolin’in antropik ilke’nin hiçbir yanlışlanabilir öngörü sunmadığı ve bu yüzden bilimin konusu olamayacağıyla ilgili argüman hakkındaki 2004’te Smolin ile Susskind’in yoğun atışmasına dayanıyor." 26 temmuz 2004’te Smolin’in ‘Antropik İlkeye Bilimsel Alternatifler’ yayını ile başladı. Smolin Susskind’e bir yorum yapması için mail attı. Susskind okuma şansı olmadığı için argümanın özetini istedi.Smolin reddetti ve 28 temmuz 2004’te Susskind, ‘smolin’in kullandığı mantık komik sonuçlara yol açabilir’ cevabını verdi.. Sonraki gün Smolin ‘eğer meslektaşlarımızın büyük çoğunluğu yanlışlanamayan bir teoriye inanmakta rahatlarsa, bilimin gelişimi, yanlış ama yanlışlanamayan teorilerin alanımızın dikkatini domine eden bir duruma yol açarak, çıkmaza girer’ cevabını verdi. Bu tartışma sonunda bir anlaşmayla son buldu; ikisi de Edge’de yayımlanmak üzere son bir mektup yazacak. Ve üç kural koydular, (1) Birden fazla mektup yazmak yok, (2) kimse ötekinin mektubunu önceden görmeyecek ve (3) sonradan değiştirme olmayacak.
8½
8½, Federico Fellini'nin 1963'te yazıp yönettiği bir filmdir.
Filmde, çekeceği yeni filmine konu bulamayan umarsız yönetmen Guido Anselmi'nin garip ve özgün öyküsü anlatılmaktadır.
İbrahim Karaosmanoğlu
İbrahim Karaosmanoğlu (1952). Türk siyasetçi. 2004 yılından beri Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı.
İzmit Endüstri Meslek Lisesi'nde din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenliği yapmakta iken 1989 ve 1994 yıllarında Yuvacık belediye başkanı seçildi. 1999 seçimlerinde aday olmadı, serbest ticaret yaptı. 2001 yılında AKP kurucu üye sıfatıyla il başkan yardımcısı oldu. Nihat Ergün'ün milletvekili ve genel başkan yardımcısı seçilmesiyle AKP il başkanı oldu ve 28 Mart 2004 tarihinde yapılan yerel seçimlerde İzmit Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. Aynı yıl içinde yapılan Büyükşehir kanunu ile "İzmit Büyükşehir Belediyesi" nin adı "Kocaeli Büyükşehir Belediyesi" olarak değiştirildiği için ilk Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı oldu.
Pallet Kasabası
Pallet Kasabası (İngilizce: "Pallet Town"; Japonca: マサラタウン "Masara Town"), Pokémon dünyasında kurgulanmış bir mekandır. Kanto bölgesinin güneyinde yer alan kasaba, bazı Pokémon oyunlarında ve animesinde tanıtılmıştır. Diğer dillerde ve dublajlarda alternatif isimleri bulunsa da, çoğunlukla İngilizce'deki Pallet kelimesinin çevirisinden yola çıkılarak kullanılmıştır.
Ana seri Pokémon oyunları olan Pokémon Red, Green, Blue, Yellow, Gold, Silver, Crystal, FireRed, LeafGreen, Heart Gold ve Soul Silver versiyonlarında yer almaktadır. Red, Green, Blue, Yellow, Fire Red ve Leaf Green versiyonlarında oyunun ana karakteri, bu kasabada doğmuştur ve yolculuğuna burada başlamaktadır. İlk Pokémon'u Bulbasaur, Charmander, Squirtle ya da Pikachu'yu (Yellow sürümünde yalnızca) bu kasabada almaktadır. Rakibi ve aynı zamanda komşusu olan yaşıtı Gary Oak ise onunla aynı anda yolculuğa başlamaktadır. Profesör Oak da bu kasabada ikâmet etmekte, önemli araştırmalarını buradaki laboratuvarından sürdürmektedir. Gold, Silver, Crystal, Heart Gold ve Soul Silver versiyonlarında ise, baş karakter Johto serüveninin sonunda Kanto bölgesini ziyaret ettiğinde erişilebilmektedir.
Animenin ilk bölümünde olayların gerçekleştiği mekân olan Pallet Kasabası, her bölgenin sonunda Ash'in lig yolculuğunun sona ermesi sonucu evine dönmesiyle tekrar gösterilmektedir. Tıpkı oyunlardaki gibi, Profesör Oak animede de laboratuvarını bu kasabada kurmuş, burada asistan ekibi ve üzerinde çalıştığı Pokémon'larıyla yaşamaktadır. Ash, altı Pokémon sınırı olan takımı dolduğunda ya da yeni bir bölgeye serüvene başlamaya karar verdiğinde, genellikle Pokémon'larını Profesör Oak'ın laboratuvarında bırakmaktadır. Ayrıca ana karakter olan Ash Ketchum'un annesi, Delia Ketchum da, Pokémon'u Mr. Mime ile bu kasabada ikâmet etmektedir.
Jackie Jackson
Sigmund Esco Jackson bilinen sahne adıyla Jackie Jackson (4 Mayıs 1951, Gary, Indiana), ABD'li şarkıcı. Michael Jackson'ın ağabeyidir. The Jackson 5'dan ayrılan bir üyedir. Jackie Jackson grubunda şarkıcı Jackson 5, diğer üyeleri olan onun küçük kardeşi Michael, Marlon, Jermaine, Tito ve daha sonra küçük kardeşi Randy edildi. Jackson 5, son 40 yıldır birçok hit kayıtları kaydedildi. 1973 yılında Jackie ilk solo albümünü kaydetti.
Marlon Jackson
Marlon David Jackson, Michael Jackson'ın kardeşi ve Jackons 5 üyesi Amerikalı şarkıcı.
Babası Joseph Jackson, annesi Katherine Esther Jackson'dır. Üç çocuğu vardır: Valencia, Britney ve Marlon Jackson Jr.Toyatanın sahibi ile evlidir. Marlon Jackson Jackson ailesinin altıncı çocuğu ve grubu The Jackson 5 eski bir üyesidir. Orta 1980'lerin için gruba ayrıldıktan sonra, Marlon ilk albümü Baby Tonight orta başarı elde yayımladı. O zamandan beri Kaliforniya'da bir emlakçı olarak çalıştı.
Marlon Jackson'un kardeşi, Michael Jackson, aniden 25 Haziran 2009 tarihinde kalp durması sonucu öldü.
Rebbie Jackson
Maureen Reillette Jackson, (d. 9 Mayıs 1950 Gary, Indiana) Michael Jackson'ın ablasıdır. Şarkıcıdır. Babası Joseph Jackson'dır. Tüm adı Maureen Reillette "Rebbie" Jackson'dır. En yüksek başarı elde etmiş çalışması ""Centipede"" adlı şarkısıdır.
Yeniköy
Sekizbuçuk
Erimo sınıfı mayın dökücü gemisi
AMC 491 Erimo sınıfı mayın dökücü gemisi,IJN nin mayın dökme konseptine göre kıyı mayınlama birincil görevi yanında anti-denizaltı görevi ile de ikincil bir göreve sahip şekilde tasarlandı. Ama hizmeti boyunca mayın dökme gemisi olarak kullanıldı.
Gina Lollobrigida
Gina Lollobrigida (Luigina adıyla d. 4 Temmuz 1927 Subiaco, Lazio) İtalyan sinema oyuncusu.
Lollobrigida bir mobilya imalatçısının kızı olup çocukluğunu bir dağ köyünde geçirmiştir. Gençliğinde Gina biraz modellik ve oradan güzellik yarışmalarına başarılı bir şekilde katılırdı. O zamanlarda İtalyan dilindeki filmlerde görünmeye başladı. 1947'de Gina, Bayan İtalya güzellik yarışmasına girdi ve 3. oldu.
1949 yılında Yugoslavyalı bir fizikçi, Milko Skofic ile evlendi. (Bir oğulları vardı ve 1971 yılında boşandılar). Güzelliği Hollywood'un ilgisini çekti ve 1953'te ilk Amerikan filmi olan "Şeytanı Yen"'de oynadı.
Randy Jackson (The Jacksons)
Steven Randall Jackson (d. 29 Ekim 1961, Gary, Indiana), Michael Jackson'ın kardeşi, şarkıcı ve müzisyen.
Hücre zarı farklılaşmaları
Aynı işlevi yürüten hücrelerin ortak hareket etmelerini ve birbirlerine yapışmalarını sağlayan, hücre zarının yan yüzeyinde meydana gelen sitoplazmik uzantılardandır. Desmosomlar hücre organeli değildir. Sadece hücre yüzeyinde plazma zarı farklılaşmalarıdır. Desmosom terimi önceleri dar anlamda bazı özel şekil ve yapısı olan bağlantı yerlerini anlatmak için kullanılmıştır. Daha sonra bu tanım, hücre zarındaki tüm farlıklaşma tiplerini kapsayacak şekilde genişletilmiştir.
Desmosomlar geometrik şekilleri, simetrik durumları, hücre yüzeyine dağılışları, benzer ve farklı hücreler arasında oluşları ve ayrıca hücre zarı ve bazı sitoplazmik elemanların yapılarına katılma durumlarına göre sınıflandırılırlar ve isimlendirilirler. Buna göre;
Jimmy Vulmer
Jimmy Vulmer, (önceden Jimmy Swanson) South Park'ta Timmy'den sonra tek 2. engelli çocuk. Kekemedir ve koltuk değnekleri ile yürür. Timmy ile rekabet halindedir. Çok masumdur ve onu South Park'ın çoğu sever. Son derece iyi olan mizah yeteneğiyle bilinir.Komedi şovu düzenlemektedir. 13. sezonun 5. bölümünde Cartman Jimmy'nin evine gelir ve Cartman, Jimmy'e espri bulmayı önerir. Sonra Jimmy'nin annesi onlara atıştırmaları için balık çubukları (Fishsticks) getirir. Jimmy de bundan yola çıkarak harika bir espri bulur fakat Cartman bunu tüm okula anlatır ve okuldakilerde başkalarına anlatarak her yere yayılır.Cartman sürekli bu şakayı kendisinin bulduğunu söylerek Jimmy'i çıldırtır. Sonra bu şaka Kanye West'e yapılır ve Kanye West anlamaz bunun üzerine Fishsticks şakasını bulan kişileri aramaya başlar.
Kurbağalıdere, Kadıköy
Kurbağalıdere, İstanbul'un Anadolu yakasında Kadıköy ilçesinde yer alan bir semttir. Fikirtepe, Kızıltoprak, Feneryolu ve Bahariye semtlerinin arasında yer almaktadır.
Vichy Fransası
Vichy Fransası (resmi adı Fransız Devleti, Fransızca: "État français"), İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya'nın Fransa'yı mağlup etmesinden sonra Fransa'nın Vichy kentinde kurulan, Almanya'ya bağımlı (kukla) ülke. (Temmuz 1940 – Eylül 1944). Devlet başkanlığına Birinci Dünya Savaşı'nın Fransız kahramanlarından Mareşal Philippe Pétain getirilmiştir. Kasım 1942'de Müttefikler'in Fransız Kuzey Afrikası'ndaki çıkarmalarını takiben, Güney Fransa da Almanya ve İtalya tarafından askeri alanda işgal edilmiştir. Vichy hükümeti varlığını sürdürür ancak Almanya'nın fiili bir kukla devleti olarak kalır. 1944 sonlarında Müttefikler'in tüm Fransa'yı işgal altına almasından önce Almanya tarafından tekrar işgal edilerek tarihe karışır.
Fransa ile Almanya arasında 22 Haziran 1940'ta imzalanan ateşkes antlaşmasıyla Fransa iki bölgeye ayrılır. Antlaşmaya göre bölgelerden biri Alman işgali altında, öbürü ise kâğıt üzerinde de olsa Fransızların tam egemenliği altında kalır. İşgal dışı bırakılan bölge ülkenin yüzde 40'lık bölümünü kapsar. Güneydoğuya düşen bu topraklar Cenevre yakınlarında, Tours'un 21 km doğusunda İsviçre sınırından başlayarak Biscay Körfezinden 51 km içeride, güneybatıdaki İspanya sınırına kadar uzanır.
Ateşkes imzalandığı sırada hükümet üyesi olmayan Pierre Laval imzadan sonr |
aki gün hükümete katılarak Vichy rejiminin baş mimarı durumuna gelir. Laval, ateşkesi onaylamak üzere 10 Temmuz 1940'te Vichy'de toplanan Ulusal Meclise, Laval'ın çabalarıyla Pétain'e yeni bir anayasa çıkarma yetkisi verir. Böylece Pétain 569 lehte, 80 aleyhte ve 18 çekimser oyla "Fransız Devleti"nin bütün yasama ve yürütme yetkilerini elinde toplar. Daha sonra kurulan çeşitli Vichy hükümetleri yeni bir anayasa çıkarmaksızın dört yıl boyunca başta kalır. Bu hükümetlerin izledikleri politikalar savaşın seyrine göre zaman zaman değişikliklere uğrar. Almanlarla sıkı iş birliğinin gerçekleştirilemeyeceği ortaya çıkınca Laval bir komployla Aralık 1940'ta iktidardan düşürülür. Yerine kısa sürelerle başbakan olarak önce Pierre Etienne Flandin, ardından Amiral Jean Darlan (şubat 1941 - nisan 1942) getirilir. Charles Maurras'ın Vichy'de yayımladığı gelenekçi "L'Action Française" gazetesinin desteğini alan Pétain ve Darlan, Almanya'yla ilişkilerde "bekle gör" politikasına yönelirler.
Bu dönemde Vichy rejimi yüzeysel de olsa korporatist bir temelde düzenlenir. Cumhuriyetçilerin "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" ("Liberté, égalité, fraternité") sloganının yerini "İş, Aile, Vatan" ("Travail, Famille, Patrie") alır. Ulusal marşı değiştirilmemiş ve La Marseillaise olarak kalmıştır. Yeni bir iş yasası çıkarılır ve her yerde Pétainci bir "ulusal devrim"den söz edilmeye başlanır. Maurras'ın görüşlerinden etkilenen Vichy rejimi bir yandan ulusal geleneklere dönmeyi önerirken, bir yandan da, demokrasiye ve parlamentarizme düşmanlığı ve otoriter devlet anlayışıyla faşizme yaklaşır. Vichy hükümeti kamu özgürlüklerini sınırlar, olağanüstü yetkilere sahip mahkemeler (Riom Davası) kurar ve Yahudilere karşı ırk ayrımı güder. İktisadi düzeydeyse, sendikaları kaldırdı, onun yerine devletçe denetlenen korporatif bir sistem (İş Yasası, 1941) kurar ve toprağa dönüşü özendirir.
Nisan 1942'de Laval yeniden iktidara gelir ve Almanları kendisinin daha etkin bir işbirlikçi olabileceğine inandırmak için çaba gösterir. O sırada Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri'ni de karşısına almış olan Almanya, Batı'da daha çok güvenlik gereksinimi içindedir. Ama altı ay geçmeden Vichy Fransası'nın konumu temelden değişir. ABD ve Britanya kuvvetleri Kuzey Afrika'ya çıkar; Fransız donanmasına bağlı filolar Toulon'da kendi mürettebatları tarafından batırılır. Bunun üzerine Almanya 11 Kasım 1942'de Fransa'nın tümünü işgal ederek Vichy'deki "mütareke ordusu"nu dağıtır. Giderek Alman politikasının basit bir kuklası durumuna düşen Vichy hükümeti, Ocak 1944'te nasyonal sosyalist Marcel Déat gibi aşırı işbirlikçileri de bünyesine alır. Darlan Aralık 1942'de Cezayir'de öldürülür.
Aynı dönemde gençlerin Alman zorunlu çalışma kamplarından kurtulmak için dağlara ve kırlara çıkmasıyla direniş hareketlerinin gücü hızla artmaya başlar. Makilerde köylülerden aldıkları yardımlar ve İngilizlerin havadan attıkları erzakla kaçak olarak yaşamlarını sürdüren direnişçiler (bkz. Maquis), Britanya-ABD çıkarmasına hazırlık olmak üzere Alman haberleşme ve ulaşımını baltalarlar. Çıkarma öncesindeki altı ay, Maquis direnişçileriyle Alman Gestapo kuvvetlerinin desteklediği Vichy milisleri arasında bir iç savaşa sahne olur. Müttefiklerin Normandiya Çıkarması'ndan (Haziran 1944) sonra Fransa'ya geçen Charles de Gaulle başkanlığındaki geçici hükümet, bütünüyle çökmüş faşist rejimin yerini alır. Eylül 1944'te Paris'in bağımsızlığına kavuşmasından sonra yeni hükümet Pétain'in Fransız Devleti'nin bütün yasalarıyla birlikte ortadan kaldırıldığını ilan eder.
Laval önce Almanya'ya, ardından Avusturya'ya kaçar, ama yakalanarak Fransa'ya getirilir ve 1945'te yargılanarak idam edilir. Almanya'ya kaçırılmış olan Pétain ise yargılanmak üzere kendi isteğiyle Fransa'ya döner. Mahkeme sonunda idam cezasına mahkûm edildiyse de ölüm cezası de Gaulle tarafından ömür boyu hücre hapsine çevrilir ve 1951'de hapiste ölür.
Cum'a Suresi
Cum'a Suresi "(Arapça:" سورة الجمعة ,")", Kur'an'ın 62. suresidir. Adını 9. ayetinde geçen "cum'a" kelimesinden alır. Medine'de indirildiğine inanılmaktadır ve 11 ayettir.Surede insanlar cumaya çağrılır.
Nisa Suresi
Nisa Suresi, (Arapça:سورة النساء; "Sūrat An-Nisā' ") Kur'an'ın dördüncü suresidir ve 176 ayetten oluşur. Medine'de indirildiğine inanılmaktadır ve "kadınlar" anlamına gelir.
Şeriat hukukunda bazı hükümler Nisa suresindeki ayetlere dayandırılır. Bu ayetler ilk çiftin tek bir nefsden yaratıldığından bahsetmekle başlayıp İslam'da evlilik, kadın-erkek ilişkilerini ve miras hukukunu düzenlemektedir.
"Nisa suresi 3. ayete" dayandırılan nikâh hükümlerine göre bir erkeğin gücü yetiyorsa ve eşlerine karşı adaletli davranacaksa; birden fazla 2, veya 3, veya 4 kadınla evlenebileceğine izin verilmekle birlikte, bir erkeğin tek kadınla evlenmesinin onun için daha hayırlı olacağı tavsiye edilmiştir. Aynı sûrenin 2. ayetinde yetim haklarına riâyet edilmesi ve yetimlerin haklarının korunması emredilmiştir.
Surenin 24. ayeti Şii mezhebindeki muta (kadınlardan ücret karşılığı belirli süre için faydalanma) uygulamasının dini dayanağını teşkil etmektedir. Birçok Türkçe çeviride ayetler tercüme edilirken girilen ekleme ifadeler ve kelime kaydırmaları ayetlerin nikahtan bahsettiği izlenimini uyandırmaktadır.
34. ayette erkeklerin kadınlar üzerinde idareci ve hakim olduğu, dolayısıyla onlardan üstün olduğu yazmakta olup erkeklerin maddi harcamalar yapması buna gerekçe olarak gösterilmektedir. "İtaatkar" ve "Allah'ın korunmasını emrettiği şeyleri kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyan" kadınların iyi kadınlar oldukları ifade edilmektedir. "Fenalık" ve geçimsizliklerinden korkulan kadınlara önce öğüt verilmesi ve yataklarından ayrılması, bunlar da fayda vermezse dövülmeleri, itaat ettiklerinde dayağa son verilmesi emredilmektedir.
Out of Exile
Out Of Exile, ABD'li rock müzik grubu Audioslave'in 2005 yılında çıkardığı ikinci albümü. Albümdeki şarkılar şunlardır:
Matt Stone
Matthew Richard Stone (d. 26 Mayıs 1971), Amerikan-Yahudi oyuncu, yönetmen, yapımcı. Houston, Teksas doğumludur. Gerald Whitney Stone ve Sheila Lois Belasco'nun oğludur. South Park'ı Trey Parker ile beraber kurmuştur.
Revelations
Kortizol
Kortizol, böbrek üstü bezinin kabuk bölgesinde üretilen, vücudun strese gösterdiği tepkiyle ilişkili bir "kortikosteroid hormon"dur. Kan basıncını ve şekerini artırır, kadınlarda kısırlığa neden olur ve bağışıklık sistemini baskılar. Hidrokortizon veya kortizon olarak bilinen yapay kortizol alerji ve yangı'ya karşı sağaltımda kullanılır.
Kortizol "pregnenolon"dan bireşimlenir. Bu tepkime, C-11, C-17 ve C-21 karbonlarının hidroksilasyonu, C-3'ün yükseltgenmesi ve C-4'ü C-5'e bağlayan çift bağın izomerizasyonunu gerektirir. Bu bireşimin gerçekleştiği yer böbrek üstü bezinde bulunan "zona fasciculata" bölgesidir. Böbrek üstü bezi aynı zamanda aldosteron ("zona glomerulosa"da) ve seks hormonları ("zona reticulosa"da) üretse de asıl salgı ürünü kortizoldur. Böbrek üstü bezi altında yer alan medulla katmanı ise sempatik uyarı ile başlıca epinefrin ve norepinefrin salgılar.
Böbrek üstü bezinde kortizolun bireşimi hipofiz bezinin ön lobundan salgılanan adreneokortikotropik hormonunca (ACTH) uyarılır. ACTH üretimi de hipotalamus tarafından salgılanan kortikotropin salgılatıcı hormon tarafından uyarılır.
Serumda bulunan kortizol ölçüsü gündelik bir değişim gösterir. En düşük düzeyler gece yarısı, en yüksek düzeyler sabah, uykudan uyandığınızdan birkaç saat sonra olur. Aydınlık/karanlık döngüsüne ilişkin bilgi retinadan hipotalamusta bulunan çifte çekirdeklere ("suprachiasmatic nuclei") iletilir. Serum kortizol düzeyinde değişiklik olmasının arkasında yatan nedenler arasında olağan olmayan ACTH düzeyi, klinik çöküntü, fizyolojik stres kaynakları (hipoglisemi, hastalık, ateş, travma, ameliyat, korku, acı, aşırı soğuk veya sıcak, fiziksel zorlanma) gözlemlenmiştir. Kişiden kişiye ayrılıklar olmasına karşın her kişinin gündelik dizemi tutarlılık gösterir.
Kortizol ayrıca kortikotropin salgılatıcı hormon salgılanmasını baskılayarak ACTH salgılanmasına geri besleme uygular. Bazı araştırmacılar süreğen (müzmin,kronik) streste olan bir hayvanda bu geri bildirim dizgesinin bozulduğuna inanırlar.
Kortizol, olağan durumlarda salgılandığında stres sonrasında homeostazın sağlanmasına yarayacak etkiler gösterir:
Glikoneojenez, yağ ve proteinlerin yıkımı, ve karaciğer dışında bulunan amino asit ve keton cisimlerinin seferber edilmesine neden olur, böylece bir insülin antagonisti olarak etki eder. Bunların sonucunda kan glikoz düzeyi yükselir ve karaciğerde glikojen oluşumu artar (Freeman, 2002). Ayrıca kan basıncını da artırır. Bunu, damarlardaki alfa-1 adrenalin alıcılarını gizleyerek yapar. Bu hormon bağışıklık sisteminin kandaki etkinliğini de azaltır. Akyuvarların bezlerine, kemik iliğine ve deriye yönelmeye neden olur. Kortizol kemik oluşumunu da yavaşlatır.
Bu olağan işlevler, süreğen gerilimin fizyolojik etkilerinin temelinde yatar. Sürekli kortizol salgılanması kasların aşınmasına, hiperglisemiye ve yangının baskılanmasına neden olur. Aynı sonuçlar uzun süreli glükokortikoid kullanımında da ortaya çıkar.
Ayrıca, uzun süre kortizola maruz kalmak hipokampus hücrelerinin körelmesine (atrofi) yol açar. Bu körelme öğrenme zorluklarına neden olur. Ancak, kısa süreli kortizol etkisi anıların oluşmasına yardım eder; fizyolojik gerilimli zamanların sonradan çok iyi anımsanmasının (flaş bellek) arkasında yatan düzeneğin bu olduğu sanılmaktadır.
Serumdaki kortizolun %96'sı kan proteinlerine bağlı durumdadır; bunlar başlıca kortikosteroid bağlayan globulin ("corticosteroid binding globulin", CBG) ve albümindir. Yalnızca serbest kortizol alıcılarca bağlanabilir.
Ağızdan veya damardan alınabilir bir ilaç olarak kortizol, hidrokortizon ya da kortizon olarak bilinir. Anafilaksis ve anjioedema gibi ciddi alerjik tepkimelerin sağaltımında; steroit tedavi görmesi gereken ama ağızdan ilaç alamayan hastalarda prednizolon yerine; ve uzun süreli steroid sağaltımı gö |
ren hastaların Addison krizine girmemesi için, hidrokortizon bağışıklık sistemini baskılayan ilaç olarak damardan verilir.
Alerjik kızarmalar, egzamalar ve bazı yangısal durumlarda kortizon merhem olarak verilir.
Gut gibi hastalıklarda kortizon eklemin içine enjekte edilebilir.
Hidrokortizon, prednizolonun 1/4'ü kadar etkindir. Deksametazon ise hidrokortizondan 40 kat daha güçlüdür. Yan etkiler için kortikosteroid ve prednizolon maddelerine bakınız.
Fenerbahçe Müzesi
Fenerbahçe Müzesi, Fenerbahçe Spor Kulübü tarafından açılan spor müzesi. Müzede bütün spor dalllarına ait toplam 3.000 civarında kupa bulunmaktadır.
Fenerbahçe Spor Kulübü, tam 35 dalda 100 yıllık başarılarla dolu çalışmalarında çok değerli ödüller ve kupalara sahip olmuştur.
Fenerbahçe ilk kupasını 5 Haziran 1910'da İstanbul'un ünlü Rum takımı Strugglers'ı 3-1 yenerek kazandı. Gümüş işlemeli bir kupa ile başlayan bu ilk ödül ile Fenerbahçe müzesinin temelleri de atılmış oldu.
1913 yılında Altıyol ağzındaki lokalde kupa ve heykellerin sayısı 10'a ulaşınca bunlar için küçük bir vitrin satın alındı.
1914 yılında Kuşdili’nde iki katlı ahşap lokale geçildiğinde git gide zengin bir kimliğe bürünen müze için ikinci katta bir oda ayrıldı. Kazanılan ödülleri koymak için yeni vitrinler yaptırıldı.
1932 yılındaki yangına dek bulununacak Kuşdili lokalinde ödüllere (kupalara) ayrılan bu küçük odanın da bir süre sonra yetmediği, ihtiyacı karşılamadığı görüldü. Kupa, şilt ve vazoların bir kısmı diğer odalara ve alt kattaki büyük salona konmaya başlandı.
Fenerbahçe Spor Kulübü'nün kupa sayısı 1932 yazı başlarında 150'yi aşmıştı. Ancak kulübün ilk 25 yıllık faaliyetlerinin ve başarısının bir ispatı olan pek çok kupa, şilt ve benzeri ödül 1932 yılının 5 Haziran'ı 6 Haziran'a bağlayan gecesi çıkan bir yangın sonucu kulüp binası ile birlikte yok oldu.
Ancak 1932'den sonra kazanılan her türlü ödülün bugüne değin gelmesi mümkün olmuştur. Fenerbahçe Burnu'ndaki sosyal tesislerin açılmasından sonra uzun yıllar kazanılan kupa, şilt ve onurluklar oradaki vitrinlerde sergilenmiştir. Yeni Fenerbahçe Müzesi'nin açılışı, Fenerbahçe Spor Kulübü Müze Tarih ve Arşiv Kurulu Başkanı Sertaç Kayserilioğlu'nun liderliğinde yaklaşık bir yıl süren yoğun çalışmalardan sonra, resmî olarak 19 Ekim 2005 tarihinde yapılmıştır.
Hamit Eroğlu'nun da heykeli burada sergilenmektedir.
6 Mart 2018 tarihi itibari ile Fenerbahçe Efsanesi Stadyum ve Müze Turu adıyla stadyumda turlar düzenlenmeye başlandı.
Fenerbahçe Spor Kulübü Türkiye'de bütün branşlarda en çok kupa kazanan takımlardan biridir. Dünya'da da bu konuda eşsiz spor kulüplerinden biridir.
Andúril
Anduril, J.R.R. Tolkien evreninde hayali bir kılıçtır. Elf prensesi Arwen'in isteği üzerine Elrond, Narsil'in parçalarından dövdürmüştür. Elf rünleri ile üzerine "Nanye Anduril i ne Narsil i makil Elendilo. Lercuvanten i maili Mordoreo." Yani "Ben Anduril, Narsil'den dövülen, Elendil'in kılıcı. Mordor'un köleleri kaçacak önümden." yazılmıştır. Aragorn bu kılıca "batının alevi" adını vermiştir. Aragorn Anduril yardımıyla Ölü Ordu'yu toplamıştır ve Pelennor Çayırları Savaşı'nı zafere taşımıştır.
Vefa SK
Vefa Spor Kulübü, 1908'de İstanbul'da kurulan bir spor kulübüdür.
2. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Vefa semtinde Zeki Baban tarafından "“Vefa Mürbi-i Beden”", Vefa İdadisi’nde de Saim Turgut Aktansel Bey tarafından kurulan "“Vefa”", Fatih’te de Mebuszade Hamid, Tevfik Kut ve Kemal Şirvan Beyler tarafından kurulan "“Mukavvi-i Beden”" adlı üç kulüp ortaya çıkmıştı. Ayrıca Edirnekapı yöresinde de Sudi Cavit, Dokuz Hayri Rasim ve Arif Beyler tarafından kurulan "“Edirnekapı Futbol Kulübü”" vardı. Bu kulüpleri kuranların tümü Vefa İdadisi öğrencisiydiler. Saim Turgut Bey’in aracılığıyla bu kulüpler birleşip "“Vefa Terbiye-i Bedeniyye Kulübü”"nü, yani günümüzün Vefa Spor Kulübü'nü oluşturdular. Yeşil-Beyaz renkler altında kurulan kulüp kısa zamanda büyük varlık göstermiş ve İstanbul’un belli başlı kulüplerinden biri halini almıştır.
Vefa Lisesi gençliğini spora yönlendirmek, böylece bedenen ve ahlaken sağlıklı nesiller olarak yetişmelerini sağlamak amacıyla kurulan Vefa Spor Kulübü'nün tarihçesini, kulübün 1 numaralı kurucusu Saim Turgut Aktansel, Aylık Ansiklopedi’nin 2.Cilt 15. sayısında özetle şöyle anlatmıştır:
Vefa, futbolun yanı sıra atletizm, izcilik, çim hokeyi, kürek, basketbol, voleybol, hentbol, boks, güreş gibi sporun farklı alanlarında da faaliyet gösterdi. 1908 yılından itibaren Vefa Lisesi müdür ve hocalarının çabalarıyla, ayrıca Vefalı ve Fatihli sporseverlerin desteği ile günden güne daha geniş bir kitleye ulaşır oldu.
Yeterince güçlü görülmedikleri için Cuma Ligi’ne dahil edilmeleri geciktirilen Beşiktaş, Altınörs, Beylerbeyi, Darüşşafaka, Haliç, Fener, Hilal, Kumkapı, Türkgücü, Anadolu Üsküdar ve Vefa kulüpleri 1919 yılında kendi aralarında İstanbul Türk İdman Birliği Ligi adı altında bir lig kurmuşlardı. 1919-20 ve 1920-21 sezonlarında İstanbul Türk İdman Birliği Ligi'nde yer alan Vefa, 1921-22 ve 1922-23 sezonunda Cuma Ligi'nde mücadele etti.
1923-24 sezonunda Türkiye Futbol Federasyonu'nun organize ettiği İstanbul Futbol Ligi'nde yer aldı. Tek maçlı eliminasyon sistemine göre oynanan 1924-25 sezonunda finalde Galatasaray'a mağlup olarak ligi 2. sırada bitirdi.
1945-46 sezonunda iç saha maçlarını Vefa Stadyumu'nda oynamaya başlayan Vefa, ligi 3. sırada bitirmeyi başardı. 1946-47 sezonunda aynı puana sahip olduğu Fenerbahçe'ye karşı şampiyonluğu averajla kaybederek ligi 2. sırada bitirdi.
1952 yılında profesyonel futbola geçiş yapılarak yalnız İstanbul şehri takımlarının yer aldığı İstanbul Profesyonel Ligi kuruldu. 1959 yılında Millî Lig kurulana kadar bu ligde yer alan Vefa, ligin ilk yıllarında istikrarlı bir şekilde ilk 4 sırada yer almayı başarsa da son dönemde ligi orta ve alt sıralarda bitirdi.
Vefa, 1958'de son kez organize edilen İstanbul Profesyonel Ligi'ne sekizinci kez katıldı. Ligi sekizinci sırada tamamlayan takım, bu sıra sayesinde ilk sezonu gerçekleştirilen Millî Lig'e katılmaya hak kazandı. Katılan 16 takımın ayrıldığı iki gruptan biri olan Kırmızı Grup'ta yer alan Vefa, Galatasaray'la aynı puana sahip olmasına karşın, yenilen golün atılan gol sayısına bölünerek hesaplandığı averaj sistemine göre grubunu ikinci sırada tamamladı.
1960-61 sezonunda 6. sırada yer alan Vefa, 1961-62 sezonunda ligi 18.sırada bitirdikten sonra baraj maçları oynayarak ligde kalmayı başarsa da 1962-63 sezonunda 11 takımın yer aldığı Beyaz Grup'ta 10. sırada kalarak dönemin adıyla 2. Lig'e düştü. 2. Lig'de, 1964-65 sezonunda şampiyon olarak 1. Lig'e geri döndü.
1965-1973 arasında ligin alt sıralarında yer alan kulüp, 1973-74 sezonunda tekrar küme düştü ve 2. Lig'de mücadele etmeye başladı. Özellikle 1970'lerde İstanbul nüfusunun çoğu üç büyükler olarak anılan Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş'ı tercih ettiğinden düşüşe geçtiler ve büyük kent takımlarıyla baş edemez oldular.
Profesyonel ligin kurulduğu 1959 yılından itibaren, 2. Lig'e düştüğü 1973-74 sezonu dahil olmak üzere Süper Lig'de 14 sezon boyunca mücadele etti. 14 sezon boyunca oynadığı 422 maçta 110 galibiyet, 143 beraberlik ve 169 mağlubiyet aldı. Şimdiye kadar 66 farklı takımın mücadele ettiği Süper Lig'in tüm zamanlar puan durumuna göre 30. sırada yer almaktadır.
1981 ve 1987 yılları arasında ""Vefa Simtel"" adını taşıdı. 1986-87 sezonunda 2. ligden, 1993-94 sezonunda 3. Lig'den düştü. 1998 yılında tekrar 3. Lig'e çıktı ve 1999-2000 sezonunda ligin son haftasında olaylı bir şekilde tekrar amatör kümeye düştü. Edirnespor karşısında 5-1 mağlup durumda olan Nişantaşıspor, karşılaşmanın son 10 dakikasında 3 gol atarak 5-4 mağlup olsa da averajını -12'ye getirmiş ve -13 averaja sahip Vefa, küme düşen taraf olmuştur. İlgili maç 2005 yılında TBMM komisyonunda incelenmiştir.
İstanbul Süper Amatör Ligi'nde 2007-08 sezonunda grubunu ikinci sırada tamamlayarak 3. Lig'e yükselme grup maçlarında oynamaya hak kazanmış, elemelerin son maçında Beylikdüzüspor'a yenilerek başarısız olmuşlardır.
2011-12 sezonu play-off maçında Bayrampaşa Tunaspor'u 3-1 yenerek Bölgesel Amatör Lig'e yükselmiştir. 2012-13 sezonunda Bölgesel Amatör Lig 9. Grup'ta mücadele eden Vefa, ligi 3. lige çıkan Ayvalıkgücü Belediyespor'un ardından 2. sırada tamamlamıştır.
2013-14 sezonunda Bölgesel Amatör Lig 11.Grup'ta yer alan takım, grubunu 8. sırada tamamlamış fakat grupta yer alan 4 İstanbul takımı arasında sonuncu sırada yer aldığından, statü gereği İstanbul Süper Amatör Ligi'ne düşmüştür.
2014-15 sezonunda İstanbul Süper Amatör Ligi 1. Grup'ta yer alan takım, grubunu lider tamamlayarak Süper Amatör Lig Klasman Grubu'na yükselmiştir. Süper Amatör Lig Klasman Grubu'nu 3. sırada tamamlayarak 2015-16 sezonunda Bölgesel Amatör Lig'de oynamaya hak kazanmıştır. Bu sezon Bölgesel Amatör Lig 8. Grup'ta mücadele etmiş ve ligi 3. sırada tamamlamıştır.
"Stadyumla ilgili daha fazla bilgi için: Vefa Stadyumu"
Vefa, iç saha maçlarını İstanbul Fatih'te bulunan Vefa Stadyumu'nda yapmaktadır. Vefa Stadyumu'nu ilk olarak 1945-46 sezonunda kullanmaya başlayan Vefa, kuruluşunun ilk yıllarında rakiplerini Union Club Sahası, Taksim Stadyumu ve Şeref Stadyumu'nda ağırladı. Vefa, günümüzde Vefa Stadyumu'nu semtin 2. Lig'de mücadele eden Fatih Karagümrük takımıyla paylaşmaktadır. Yeşil-beyazlılar antrenmanlarını Fatih Belediyesi Mimar Sinan Stadı'nda yapmaktadır.
= Güncel kadro =
= Lig mücadeleleri =
1919-1921
1921-1923
1923-1951
1952-1959
1959-1963, 1965-1974
1963-1965, 1974-1987
1987-1994, 1998-2000
2012-2014, 2015-
1994-1998, 2000-2010, 2014-16
= Kaynakça =
= Dış bağlantılar =
Resmî bağlantılar
Haber siteleri
Omranköy
Omranköy (Bulgarca: Trem; "Трем"), Şumnu'nun kuzeybatısında 30 km uzaklıkta bulunan köydür. Halkı Türktür.
Adı Mirhanlı iken şimdiki köyün güneyinde bulunmaktaymış. Omran köyün ismi Omur çobandan geliyor. Mirhanlı'da sadece bir çeşme varmış ve her yaz bu çeşme kururmuş. Omur çoban Provadiyska deresinin kaynaklarını bulmuş ve böylece Mirhanlılar buraya göçmüş |
. Köyün ismi de Omur köy olmuş. Sonra Omran köy demeye başlanmış. İnsanların bir takımı yeni yere göçmemişler ve onlara buranlar demişler ve böylece Mirhanlı iki köye ayrılmış: Omran köy ve Buranlar (Bulgarca: Edinakovtsi; "Единаковци").
Omran köyde ve bölgede yaşayan Türkler büyük ihtimalle Kocacık türkmenlerinden, Kocacık yörükleridir. Kırım Savaşı'ndan sonra, 1853'te Omran köye 8 hane Tatar yerleşiyor. Bu Tatarlar Türkleşiyor ve bugün de Türkçeden başka dil bilmiyorlar.
1863 senesi sayımda Omran köyde 246 Türk, 8 hane Tatar ve 2 hane Çingene sayılıyor. Bugün Omran köyün çoğu Türkiye'ye göçmüş haldedir. Genellikle Türkiye'de Sultançiftliği ve Güneşli'de yaşıyorlar. Bir kısmı da Bursa ve Çorlu'da.
Kalanlar hayvancılık ve çiftçilıkle zorluk içinde hayat sürdürüyorlar. Omran köylüler her sene Ağustos ayının son pazar günü Omran köyde buluşuyorlar.
Vefa
Osvaldo Nartallo
Osvaldo Darío Nartallo (d. 7 Eylül 1972 Buenos Aires, Arjantin), forvet pozisyonunda oynayan Arjantinli eski futbolcudur.
Futbol yaşantısına Arjantin'de başlayan Nartallo, burada 3 sezon oynadıktan sonra Güney Afrika'nın Orlando Pirates takımına transfer oldu. Burada 1 sezon oynadıktan sonra Beşiktaş'a transfer oldu. Beşiktaş ve Türkiye'ye gelen ilk Arjantinli futbolcudur. 1993-1994 sezonunda Beşiktaş'ta 8 numaralı formasıyla oynadı. Sonraki sezon Petrol Ofisi Spor Kulübü'ne transfer oldu. Beşiktaş`ta oynadığı süre içerisinde 37 maçta görev aldı ve 10 tanesi ligde olmak üzere 13 gol attı. Sezonu Feyyaz Uçar'dan sonra, Oktay Derelioğlu ile beraber takımın en golcü ikinci futbolcusu olarak tamamladı.
Bir sonraki sezon Petrolofisi'nde başarılı bir performans sergiledi ve bir sezon oynadıktan sonra kısa süre İspanya takımlarından Granada CF'ye transfer oldu. Daha sonra yeniden Güney Amerika'ya dönerek Kolombiya Ligi takımlarından Envigado Fútbol Club'de oynadı. Bir sezon bu takımda oynadıktan sonra Meksika'ya giti. Meksika'da Puebla FC, Toros Neza ve Querétaro FC takımlarında 4 sezon geçirdi.
Son olarak yeniden Arjantin'e döndü ve San Lorenzo takımının formasını giydi. Nartallo, 2003 yılında futbolu burada bıraktı.
José del Solar
José Guillermo Del Solar Alvarez-Calderón (d. 28 Kasım 1967 Lima), orta sahada oynayan Perulu eski millî futbolcudur. Futbol oynadığı dönemde lakabı ""Chemo""'ydu. 2010 yılından beri, Universitario de Deportes takımının teknik direktörlüğünü yapmaktadır.
Universitario de Deportes'in altyapısından yetişmiştir. Ancak ilk profesyonel maçına kiralık olarak gittiği Deportivo San Agustín takımının formasıyla çıkmıştır. İlk Peru şampiyonluğunu San Agustín ile, Alianza Lima'yı Aralık 1986'da yenerek ulaşmıştır.
Futbol kariyeri boyunca aralarında RC Celta de Vigo ve Valencia CF gibi kulüplerin de bulunduğu La Liga takımlarında altı sezon, Türkiye 1. Ligi'nde Beşiktaş ile bir sezon ve Belçika Ligi takımlarından KV Mechelen'de bir sezon forma giydi.
Son resmi maçına Kapanış Ligi şampiyonluk maçında geleneksel rakipleri Alianza Lima'ya karşı 7 Temmuz 2002'de ilk takımı Universitario de Deportes forması ile çıktı.
Uzun süre kaptanı olduğu Peru millî futbol takımı ile 74 maçta oynamış ve bu maçlarda 9 gol atmıştır. İlk millî maçını 28 Ocak 1986'da Çin'e karşı oynamıştır. Son maçına ise 34 yaşına bastığı günlerde kökeni olduğu Arjantin'e karşı 8 Kasım 2001'de 2-0 yenildikleri maçta çıkmıştır.
Futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlük yapmaya başlamıştır. İlk olarak Colón takımında Juan Antonio Pizzi'nin yardımcılığını yapmıştır. 2005 yılında Sporting Cristal takımının başına getirilmiştir ve bu takımla ilk sezonunda Primera División Peruana şampiyonluğu kazanmıştır. Bir sonraki sezon Universidad Católica of Chile'nın başına getirilimiş ve Kapanış Ligi'ni Colo-Colo'nın ardından ikinci bitirmiştir.
3 Ağustos 2007 tarihinde, Julio César Uribe'nin yerine Peru millî futbol takımının başına teknik direktör olarak getirilmiştir. 2010 yılından beri altyapısından yetiştiği Universitario de Deportes takımının başındadır.
Mustafa Uğur (müzisyen)
Mustafa Uğur (d. 10 Ekim 1975, Gaziantep), Türk türkücü ve eski futbolcu. 16 yaşındayken Gaziantepspor forması giyen Uğur, sonraları futbolculuğu bıraktı ve türkücü oldu. "Ölmem mi?" türküsü ile çıkış yaptı.
Kemal Gözler
Kemal Gözler, (d. 1966, Biga) Türk hukukçu, kamu hukuku uzmanı, akademisyen.
Kemal Gözler, 1983 yılında Biga Lisesi'nden mezun oldu. 1983 yılında girdiği Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1987'de mezun oldu. Aynı üniversitenin sosyal bilimler enstitüsünde kamu hukuku anabilim dalındaki yüksek lisans eğitimini 1990'da tamamladı. Daha sonra Fransa'ya giderek Bordeaux Üniversitesi hukuk, siyâsî, iktisâdî ve idârî bilimler fakültesinde, kamu hukuku üzerine 1990-92 arasında yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra, 1995'te de aynı üniversiteden doktora çalışmasını tamamlayarak "hukuk doktoru" ünvânını aldı.
Kemal Gözler, 1988 yılından 1997'e kadar Ankara Üniversitesi hukuk fakültesinde, genel kamu hukuku dalında araştırma görevlisi olarak görev yaptı. Fransa dönüşü, 1997’de Uludağ Üniversitesi iktisadî ve idarî bilimler fakültesine yardımcı doçent olarak atandı. 2000'de doçent olduktan sonra 2004 yılına kadar Bursa'da görev yaptı. 2004 yılında Koç Üniversitesi hukuk fakültesine doçent kadrosu ile geçti. 2007 yılında profesör ünvânı ile yeniden Uludağ Üniversitesi hukuk fakültesinde anayasa hukuku dalında ders verdi ve 2016'da emekli oldu.
Kemal Gözler, 1999 yılında Türk Sosyal Bilimler Derneği'nden "genç sosyal bilimciler birincilik ödülü"nü kazandı. 2001 yılında, ODTÜ Mustafa N. Parlar Eğitim ve Araştırma Vakfı'nın "araştırma teşvik ödülü"ne lâyık görüldü. Ayrıca 2009 yılında, 2008 tarihli idare hukuku kitabının 7. baskısı, 2009 TÜBA üniversite ders kitapları telif ödülünü kazandı. Kemal Gözler'in anayasa hukuku, idare hukuku üzerine ve Lofça Pomakları hakkında yayınlanmış çalışmaları vardır.
Kemal Gözler ayrıca kendi kurduğu ve "anayasa" başlıklı internet sitesinde Türk anayasa hukuku ile ilgili ve "idare" başlıklı internet sitesinde de Türk idare hukuku ile ilgili görüşlerini, yazılarını, makalelerini ve dahi bu konularla ilgili bilimsel çalışmaları ve kaynakları paylaşmaktadır.
Progesteron
Progesteron, insan ve diğer hayvanlarda adet döngüsü, gebelik ve embriyogenezde rol oynayan 21 karbonlu bir steroit hormondur. Progesteron, progestagen adlı bir hormonlar grubuna aittir ve insanlar da bu grubun başta gelen üyesidir.
Progesteron ile onun suni üretilmiş türevleri olan progestin'ler karıştırılmamalıdır.
Diğer steroidler gibi, progesteron da birbirine bağlı dört halkalı hidrokarbondan oluşur. Progesteronda keton, metil ve oksijenlenmiş fonksiyonel gruplar bulunur. Diğer steroid hormonlar gibi, polar fonksiyonel grupların yokluğundan dolayı hidrofobiktir.
Progesteron, diğer steroid hormonlar gibi, bir kolesterol türevi olan "pregnenolon"dan sentezlenir. Bu dönüşüm iki aşamada gerçekleşir. 3-hidroksil grubu bir keto grubuna dönüşür, ve çift bağ C-4'ten C-5'e geçer.
Progesteron, bir mineralokortikoid olan "aldosteron"un öncülüdür. Ayrıca, başka bir doğal progesteron olan "17-hidroksiprogesteron"a dönüştükten sonra, kortizol ve androstendion de ondan kaynaklanır. Andostendion'den testosteron, estron ve estradiol oluşur.
Progesteron hormonunun esas işlevi, meydana gelebilecek hamilelik için kadının rahmini hazırlamak ve gebelik gerçekleşmiş ise hamileliğin sürdürülmesini sağlamaktır. Progesteron hormonu, plasenta ve böbrek üstü bezinden salınır. Kanda mevcut olan protein miktarına göre dengelenir. Progesteron ve östrojen hormonu beraber çalışmaktadır. Bu sayede döllenmiş olan yumurtanın rahim iç tabakası olan endometriuma yerleşmesine yardımcı olur. Bununla beraber progesteron hormonu yarattığı etki ile birlikte düşükleri engellemektedir. Doğumun gerçeklemesiyle beraber oldukça önemli bir progesteron kaynağı olan plasenta yani bebeğin eşi çıktığında, gebelik dönemi boyunca mevcut olan progesteron salgılanmasında düşüş meydana gelir.
Progesteronun üretildiği yerler, adrenal bezler, eşeysel bezler (özellikle ovülasyondan sonra "corpus luteum"da), beyin ve, gebelik sırasında, plasentadır. İnsanlarda gebelik sırasında artan miktarda progesteron üretilir. Bu progesteronun kaynağı başta koriyonik gonadotropinler (hCG) tarafından yok olması engellemiş olan corpus luteumdur. Corpus luteum, gebeliğin ilk 8 haftasında en çok progesteron üretilen yerdir. Hamileliğin 8. ve 12. haftaları arasında plasentada ve corpus luteumda üretilen progesteron miktarları birbirine yakındır. Hamileliğin 12. haftasından sonra en çok progesteron üretimi plasentada olur. Plasenta, hammadde olarak anne kaynaklı kolesterol kullanır, üretilen progesteronun büyük bir kısmı annenin kan dolaşımına girer ama bir kısmı fetal dolaşıma girip orada fetal kortikosteroid üretimi için kullanılır. Gebeliğin sonuna doğru plasenta günde 250 mg progesteron üretir.
Rahim ve rahim ağzı kanserlerinde hormonal tedevi yöntemlerinde kullanılır. Rahim kanserinde progesteron hormonu kullanılarak %9-40 oranında başarı sağlanmıştır.
İngilizce Wikipedia'nın 20 Temmuz 2006 tarihli Progesterone maddesi
Emin Şenyer
Emin Şenyer, (d. 6 Aralık 1961, Samsun), Türk Karagöz sanatçısı.
Trabzon, Sürmene nüfusuna kayıtlıdır. Hayâlî Metin Özlen'in yanında yetişmiştir. Üniversitelerde karagöz oynatım dersleri vermiş, Türkiye'yi temsilen birçok uluslararası festivallere katılmış, Türkiye'nin hemen hemen her tarafında karagöz oynatmıştır. Portekiz kukla müzesi tarafından yirmi parçalık tasvir koleksiyonu satın alınmış ve halen müzede sergilenmektedir. Mozart'ın saraydan kız kaçırma operasını Türk gölge oyunu tekniği ile Karagöz perdesine uyarlamış ve Almanya'da Goethe tiyatrosunda Alman seyircilere oynatmıştır. Halen Karagöz ile ilgili çalışmalarını devam ettirmektedir.
Sikkim
Sikkim, Hindistan'ın bir eyaletidir. Nepal'in doğusu, Bhutan'ın batısı, Çin'in güneyindedir. Bir prenslikken 16 Mayıs 1975 tarihinde Hindistan'a bağlanmıştır. Nüfusu 2011 itibarıyla 607,000 ve başkenti Gangtok şehridir. |
Sikkim Himalaya Dağları'nda bulunmaktadır. Dünyanın üçüncü en yüksek dağı olan Kançencunga Dağı Sikkim ile Nepal arasındaki sınırda yer alır.
Dürrüşehvar Sultan
Dürrüşehvar Sultan ya da Hatice Hayriye Ayşe Dürrüşehvar Sultan (Osmanlıca:خدیجہ خیریہ عائشہ در شہوار ; d. 26 Ocak 1914 - ö. 7 Şubat 2006) son Osmanlı halifesi Abdülmecid Efendi'nin kızı ve Berar Prensi Navab Azam Şah'ın eşi.
Dürrüşehvar Sultan 26 Ocak 1914'te babasının Çamlıca semtindeki köşkünde dünyaya geldi. Babası Şehzade Abdülmecid Efendi, annesi ise Mehisti Kadın Efendi idi. Çocukluğu Dolmabahçe Sarayı'nda geçti. Resmi unvanı "Devletlu ismetlu Hatice Hayriye Ayşe Dürrüşehvar Sultan Aliyyetü`ş-şan Hazretleri" idi. 1 Kasım 1922'de saltanat kaldırıldıktan sonra babası Abdülmecid Efendi 15 ay halifelik yaptı. Bu dönemde babası cuma selamlıklarına çıktığında Dürrüşehvar Sultan'ı da arabasına bindirirdi. Bu İstanbul halkı arasında eleştiri konusu olmuştu.
3 Mart 1924 tarihinde TBMM hilafetin kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı'nın sınırdışı edilmesi kanununu kabul etti. Hanedanın çoğu üyelerine Türkiye'yi terk etmeleri için 48 saat verilmesine karşılık Abdülmecit Efendi, eşleri iki hanımefendi, oğlu Ömer Faruk Efendi, Dürrüşehvar Sultan ve iki kalfaya Türkiye'yi hemen terk etmeleri bildirildi. Sabah saat beş civarında Dürrüşehvar Sultan'ın ailesi bir otomobile bindirilerek Bulgar sınırına, oradan da Orient-Express ile sınır dışına gönderildiler. Bir süre İsviçre'de yaşayan aile, daha sonra Güney Fransa'nın Nice kentine yerleşti.
Dürrüşehvar Sultan Nice'de Kasım 1931 tarihinde dünyanın en zengin hükümdarlarından biri olan Haydarabad Nizamının oğlu Azam Cah ile evlenerek "Berar Prensesi" unvanını aldı ve Hindistan'ın Haydarabad kentinde yaşamaya başladı. Bu evlilikten hâlen sürgündeki Haydarabad Nizamı olan Bereket Şah ile Keramet Şah dünyaya geldi. Babası Abdülmecit Efendi 23 Ağustos 1944'te Paris'te vefat ettiğinde babasının Türkiye topraklarında gömülmesini isteyen Dürrüşehvar Sultan bunun için dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile uzunca bir süre mektuplaştı. Bu dönemde birkaç defa Türkiye'ye geldi. Bir defasında İsmet İnönü ve eşi Mevhibe hanım'ı Çankaya köşkünde ziyaret etti. Abdülmecit Efendi'nin naaşı 10 yıl Paris'te bir camide bekledi ama meclis Türkiye'de gömülmesine izin vermedi. Bunun üzerine Abdülmecid Efendi'nin naaşı 1954 yılında Medine'de gömüldü.
1948 yılında Hindistan Haydarabad'ı işgal ederek topraklarına kattıktan sonra eşinin ailesinin Haydarabad'daki saltanatı bitti. 1954 yılında da eşinden ayrılarak Londra'da yerleşti. Ama yıllar boyunca Türkiye'yi ziyaret etmeye devam etti. Türkiye'ye geldiğinde genellikle Enver Paşa'nın kızı Mahpeyker Hanım'da bir ay kadar kalıyordu. Yaz aylarının bir kısmını ise ağabeyi Ömer Faruk Efendi 'nin Kuşadası'nda yaşayan kızı Hanzade Sultan'da geçirmekteydi. Dürrüşehvar Sultan 7 Şubat 2006 tarihinde 92 yaşında Londra'da vefat etti. Londra'daki Brookwood Mezarlığı'nda 1966'dan beri yatmakta olan annesi Mehisti Hanım’ın yanına defnedildi.
Akbaba (dergi)
Akbaba, 1922-1977 yılları arasında yayımlanmış haftalık siyasi mizah dergisi.
Türk edebiyatının en uzun ömürlü mizah dergilerindendir. 1922’de Beş Hececiler adlı edebiyat akımının iki önemli üyesi olan Yusuf Ziya Ortaç ve Orhan Seyfi Orhon tarafından kurulmuş; birkaç kez kesintiye uğramakla birlikte 1977’ye kadar çıkarılarak yaklaşık iki bin sayı yayımlanmıştır.
Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra kapanan Aydede dergisinin boşluğunu doldurmak üzere kurulan dergi. sonradan kendi kimliğini kazanmış; toplumun yoksul kesiminin dergisi olmuş ve geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmıştır. Dönemin önemli edebiyatçılarının yazılarına yer veren Akbaba, siyasi mizah dergisi olmanın yanı sıra bir edebiyat dergisi olarak da nitelendirilir.
Yusuf Ziya ve Orhan Seyfi tarafından Aydede’nin hemen hemen aynı kadrosu, aynı biçim ve yapısı ile yayınlanmaya başlayan derginin ilk sayısı 7 Aralık 1922 tarihlidir. Orhan Seyfi, kısa bir süre sonra dergiyi Yusuf Ziya’ya devretmiş ve Yusuf Ziya Akbaba’yı hayatı boyunca tek başına çıkarmıştır. 1931-1933 ve 1950-1951 yılları arasında yayını kesintiye uğrayan dergi, Yusuf Ziya’nın 11 Mart 1967’de ölümü üzerine 1977’de kapanana kadar oğlu Engin Ortaç tarafından çıkarılmıştır.
1923-1955 yılları arasında iktidardaki Cumhuriyet Halk Partisi’nden yana bir çizgi izleyen dergi, Serbest Fırka, Demokrat Parti gibi muhalefet partilerine karşı çıktığı dönemlerde okur desteğini yitirdiğinden, yayımına ara vermek zorunda kaldı (1931-1933, 1950-1951 arası). Sonraları bu politik düşünceden vazgeçerek mizah dergisi kimliğini sürdürmüştür.
Başlangıçta Pazartesi ve Perşembe günleri dört sayfa halinde çıkmakta olan Akbaba 208 sayı çıktıktan sonra kapanıp, 1933'te yeni harflerle tekrar yayımlanmaya başladı. Yeniden numaralandırılan dergi Çarşamba ve Cumartesi günleri çıkmaya başladı. Harf Devrimi’nden sonra ülkede okur-yazar sayısı arttığından derginin okuyucusu sayısı da arttı. 1934 yılında 73. sayıdan sonra boyutları küçüldü, sayfa sayısı yirmiye çıktı ve yeniden numaralandırıldı. 24 Şubat 1944 tarihinde 517. sayıya ulaştı ve yalnız Perşembe günleri yayımlanmaya başladı. Dergi, kendi adını taşıyan Akbaba Matbaası’nda basılmıştır.
Akbaba dergisinin içeriği; eleştiri yazıları, tiyatro oyunları, fıkralar, rüya tabirleri, genç fırçalar köşesi ve karikatürlerden oluşuyordu. Derginin arka kapağında yabancı karikatüristlerin eserleri yer alıyor, bu köşenin adı derginin ilk yıllarında ""Ecnebi karikatürleri"" iken, sonraki yıllarda ""Dünya karikatürleri""'ne dönüşüyordu.
Akbaba’da, günümüzün mizah dergilerindeki çok kareli, bant karikatürlerden çok, bir veya iki kareden oluşan ve tam sayfa yayınlanan karikatürlere rastlanıyordu. Ayrıca karikatürlerde konuşma balonunun yerine genellikle alt yazı kullanılıyordu. Günümüz karikatüristlerinin ustalarının ustalarını yetiştiren Akbaba, yayın hayatı boyunca genç yazar ve çizerlere okul vazifesi gördü.
Derginin yazarları arasında Osman Celal Kaygılı, İbrahim Alaattin Gövsa, Ercüment Ekrem Talu, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz, Sulhi Dölek ve Muzaffer İzgü bulunuyordu. Çizerleri arasında ise Münif Fehim, Zeki Beyner, Fethi Develioğlu, Ali Ulvi, Ramiz Gökçe, Nemci Rıza, Cafer Zorlu, Samim Agar ve Semih Balcıoğlu vardı. Akbaba dergisinde yayınlanan karikatürler resim sanatına daha yakındı.
Dergi; özellikle 1930’lu yılların sonu ile 1940’lı yıllarda eleştiri oklarını, sol muhalefete ve "Bobstil" adını verdikleri yeni şiir hareketi üzerine yoğunlaştırmıştır. Mecmuada, Tan gazetesi ve bu gazetenin sahibi olan Sertel’ler üzerine de pek çok eleştiri yazısı neşrolunmuştur. Akbaba ayrıca Orhan Veli ve arkadaşlarının başlattığı Garip adlı şiir anlayışına karşı ilk ve sert tepkilerin verildiği bir mecmua olmuştur.
Bakı FK
Bakü Futbol Kulübü (), Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de kurulmuş bir Azeri futbol kulübü.
2004-05 sezonunda FK Bakü Azerbaycan Kubokunı kazandı.
2005-06 sezonunda UEFA Kupası'da ilk turda elenen kulüp, aynı sezonda Azerbaycan şampiyonu oldu.
"Agustos 2012 itibarıyla."
"(Kaptan)"
2005/06, 2008/09
2004–05, 2009–10, 2011–12
Hazar Lenkeran FK
FK Hazar Lenkeran (Azerice: "Xəzər Lənkəran Futbol Klubu") Lenkeran şehrinde kurulmuş ve 2004-2016 yılları arasında faaliyet göstermiş bir Azeri futbol kulübüdür.
2004-05 sezonunda ligi Neftçi ile beraber lider olarak tamamlarken, şampiyonu belirlemek amacıyla yapılan karşılaşmayı 2-1 kaybederek şampiyonluğu Neftçi'ye bıraktı. Ayrıca Azerbaycan'da yapılmış en pahalı transfer Hazar Lankaran'a aittir. Yapılan bu transfer Türkiye millî futbol takımında da top koşturmuş golcü Oktay Derelioğlu'dur. Oktay Derelioğlu 18 gol atarak Azerbaycan'da gol kralı olmuş ilk Türk futbolcudur.
2015-2016 sezonu sonunda Azerbaycan Premier Ligi'nde sonuncu olarak küme düşen takım, bir sonraki sezon ülke şampiyonalarında mücadele etmeme kararı aldı.
Azerbaycan Premier Ligi
Azerbaycan Kuboku
BDT Kupası
" Güncellenme: 13 Aralık 2013"
Güncelleme: 26 Kasım 2013
Gam
Gam, bir müzik parçasının kuruluş şekline göre (majör, minör) belirli bir kalıpta dizilen notalar topluluğu.
"İnici gam"da ses giderek kalınlaşır yani pestleşir. Ama "çıkıcı gam"da ses incelir, yani tizleşir. Gamın sekizinci notası baştaki notanın tekrarıdır. Batı müziğinde gamın dereceleri özel harflerle okunur.
A=LA B=Sİ C=DO D=RE E=Mİ F=FA G=SOL
Örnek: Majör gam, 2tam/1yarım/3tam/1yarım şeklinde dizilir.
minör=1 tam 1 yarım 2 tam 1 yarım 2 tam
Örnek: F G A B♭ C D E F
Nüfus
Nüfus, belirli bir zamanda sınırları tanımlı bir bölgede yaşayan insan sayısıdır. Kelime, çoğunlukla insan sayısını belirleyen bir kavram olarak kullanılır. Nüfus bir ülkede, bir bölgede, bir evde belirli bir anda yaşayanların oluşturduğu toplam sayıdır.
Nüfus, sayımlar yoluyla belirlenir. Nüfus sayımları seçmenlerin belirlenmesinin yanı sıra başka pek çok amaç için de yapılmaktadır. İlk nüfus sayımlarının temel amacı askeri gücü belirlemek, vergilendirme için kolaylık sağlamaktı ve yalnızca erkekler dikkate alınıyor, kadınlar ve çocuklar göz ardı ediliyordu. Nüfus sayımlarındaki diğer amaçlar da şunlardır: Erkek-kadın nüfusu belirlemek, kırsal-kentsel nüfusu belirlemek, nüfus yerleşim yerlerine göre dağılımını belirlemek, okuma-yazma oranını belirlemek, eğitim durumunu belirlemek, nüfusu belirlemek, nüfusun yaşlara göre dağılımını belirlemek ve daha birçok amaçtan dolayı yapılır.
Düzenli sayımlar yakın tarihlidir. 14. yüzyılda İskandinav ülkelerinin uygulamaları ile başlamıştır. Nüfus sayımları yoluyla bir yerleşim birimindeki insan grubunun demografik özellikleri ortaya konur. Yaş ve vücut yapısı, ekonomik ve sosyal durum gibi. Düzenli sayımlar, nüfusun artış hızı, ölümler, doğumlar ve göçler gibi demografik göstergelerin gidişatını belirlenmesine olanak tanır ancak bütün Dünya'da, her ülkenin farklı nüfus sayım uygulamaları (yineleme süresi, güvenirlik v.s.) sebebiyle bütün Dünya nüfusu hakkında sağlıklı verilere ulaşmak güçtür.
Dünya nüfusu 7.000.000.000'ı geçmiştir ve önemli toplanma alanları Çin'in doğusu ve Japon |
ya; Hindistan, Kuzey Amerika'nın doğusu ve Batı Avrupa'dır. Dünya nüfusu, Birleşmiş Milletler tarafından nüfus saati ile izlenmektedir.
Neftçi PFK
Neftçi Bakü (), Azerbaycan'ın başkenti Bakü şehrini temsil eden, Azerbaycan'ın en ünlü ve en başarılı futbol kulübüdür. "Neftçi" kulübü Kapaz takımı ile birlikte tüm Azerbaycan şampiyonasında yer alan iki takımdan biridir. "Neftçi" takımı ülke çapında tüm yarışlarda rekora sahiptir. Öyle ki, 8 kez Azerbaycan Premier Ligi'ne , 6 kez Azerbaycan Kuboku'na ve 2 kez Azerbaycan Süper Kupası'na sahip olmuştur. Ayrıca, takım Uluslararası çapta 1 kez Bağımsız Devletler Topluluğu Kupası'na sahip olmuştur. Bu kupa Azerbaycan futbol kulüplerinin uluslararası düzeyde kazandığı ilk şampiyonluk oldu.
2012 yılında, "Neftçi" Uefa Avrupa Ligi play - off aşamasında Kıbrıs'ın APOEL takımını iki oyunun sonucuna göre 4-2 hesabıyla yenerek yarışın grup aşamasına katılmaya hak kazanan ilk Azerbaycan takımı olmuştur.
"Neftçi" takımı kendi ev oyunlarını Bakcell Arena'da geçiriyor.
Kulüp ayrıca "Avrupa Kulüp Derneği" nin (ECA) asil üyesidir.
1922 yılından SSCB birincilikleri şehirlerin depolama takımlarının katılımıyla yapıldı. 1937 yılından ise karara alındı ki , şampiyonluk kulüp takımlarının katılımıyla düzenlenen edilsin. Bu arada Azerbaycan SSC'de birkaç alanın temsilcisi olsa da, petrol sahası adeta unutulmuştu. Oysa bu dönemde Bakü artık petrol şehri olarak ün kazanmıştı. Bu yüzden de "siyah altın" alanında çalışanlar yakında 18 Mart 1937 yılında futbol takımı kurdular. Ad üzerinde de çok düşünmek lazım gelmedi. Öyle kendi isimlerini de takıma verdiler. Ama o dönemde Rus dili daha işlek olduğundan takım öncelikle "Neftyannik" adlandırıldı. Takımın giyiminde ve ambleminde de onun petrolculara ait olduğunu bildiren deliller yansıdı. Amblemde petrol buruğunun fonunda Kiril alfabesinin "H" harfi - "Neftyannik" kelimesinin birinci harfi idi. Tabii ki, "siyah altın"ın da rengi formun temelini teşkil etti. Aynı dönemde petrolle beraber "beyaz altın" olarak adlandırılan pamuk da Azerbaycan SSC'nin hayatında petrolden az rol oynamadığından karara alındı ki, pamuğun rengi de formda aksi edilsin. O zamandan Azerbaycan futbolunun tarihine dönüşen "Neftçi" siyah-beyaz renklere sadık kaldı.
"Neftçi" ilk resmi maçını 24 Mayıs 1937'de yaptı. Bu ayrıca, takımın ilk oyunuydu. Sovyetler Birliği Kupası 1/64 finalinde o zaman "Neftyannik" denilen takım Bakü'nün "Dinamo" stadyumunda 5 bin azarkeşin izlediği maçta Erivan "Dinamo" sunu 1-0 yenmiştir. Pavel Ştirlinin 87. dakika attığı gol "Neftçi"nin tarihinde ilk goldü. Bu oyunun hakemi gürcistanlı Nikolay Larionov olmuştur.
Kurulduğu yıldan SSCB Şampiyonası "K" grubunda konuşan takım ilk yılında 12 takım arasında 11 sırada yer aldı. Aynı yıl SSCB kupası için yarışlarda ise "Neftçi" 1/64 finalde Erivan'ın, 1/32 finalde ise Batuminin "Dinamo" takımlarına galip gelse de, 1/16 finalde "Dinamo Tiflis" kulübüne yenilerek mücadeleyi durdurdu. 1938-1941 yıllarında "Neftçi" Azerbaycan ve Kafkasya birinciliklerinde yer aldı. Savaşın başlaması ile ilgili olarak, futbolcular da "Büyük Vatan Savaşı"na yollandılar. Savaşta hayatını kaybemişler arasında savaşa kadarki dönemde takımın şerefini korumuş Mirmehdi Ağayev'de vardı. 1938 yılında SSCB kupasında yer alan "Neftçi" bölge yarışlarındaca yenildi.
Savaşdan sonra 1944 yılında "Neftçi" yeniden Azerbaycan birinciliğine döndü ve bir yıl sonra cumhuriyet şampiyonu oldu. 1946 yılında SSCB Şampiyonası 2. Güney yarımgrupunda konuşan "Neftçi" 1947 yılında ikinci grupta 4. yere yükseldi. Sonraki sezon 17 yaşındakı Alekber Memmedovun ilk yılı oldu.
1949 yılında güçlüler topluluğunu genişletmek kararı sonucunda "Neftçi" de A grubunda ilk etti. Bu kadroya daha sonra tanınmış hakeme çevrilen Tevfik Behramov ve ünlü Alekber Memmedov da dahildi. "Neftçi" A grubu tarihinde ilk oyununu o zaman Lenini'nin adını taşıyan şimdiki "İsmet Qayıbov" stadyumunda HK (Hava Kuvvetleri) ile yaptı. Bu tarihi maçta takım 1-0 kazandı. SSCB Şampiyonası A grubunda ilk golü ise Viktor Anoşkin atıp.
"Neftyannik" kelimesinin "Neftçi" ye dönüşmesi Merkezi Komitede ideolojik şubenin Sekreteri Cafer Caferovun girişimiyle olmuştur.
"Neftçi" SSCB şampiyonasında en büyük başarılarından birini 1966 yılında kazandı. Kulüp o zamanlar "Küçük Avrupa Şampiyonası" denilen SSCB Şampiyonası güçlüler grupunda fahri kürsüye yükselen ilk ve tek Azerbaycan kulübüdür. Ahmet Alesgerovun başkanlık ettiği "Neftçi" bu yıl SSCB Şampiyonası'nın bronz madalyasına sahip çıktı.
Azerbaycan bağımsızlığını kazandıktan sonra da futbol severler "Neftçi" nin şahsında parlak oyuna tanık oldular. Tesadüfi değil ki, 1992 yılında ilk millî Azerbaycan şampiyonasında altın madalyalar işte "Neftçi" ye kısmet oldu. Başkent takımına şampiyon adresini Ahmet Aleskerov kazandırdı. Sonraki başarı bundan 3 yıl sonra elde edildi. "Neftçi" 1995 yılında Vakıf Sadıqovun yönetimi altında ülke kupası için yarışta tüm rakiplerini üsteledi. 1995/1996 sezonunu ise "Neftçi" için unutulmaz şampiyonalardan biri olarak nitelendi. Çünkü kulüp bu sezonu hem ülke şampiyonu, hem de ülke kupasının galibi gibi "altın dubl"la sona vurdular. Şampiyonlukla birlikte, ülke kupasının kazanılmasında 3 teknik direktör - Vakıf Sadıqov, Asif Aliyev ve Kazbek Tuayevin emeği geçti.
Vakıf Sadıqov ayrıca Neftçi takımına 1993 ve 1995 yıllarında Azerbaycan Süper Kupası'nıda kazandırmıştır.
"Neftçi" 3. kez 1997 yılında şampiyon oldu. Fakat AFFA Sonuç olarak temel ve genç takımların topladığı puanların toplamını esas alarak, altın madalyaları "Karabağ "a verdi. Her halde, adalet yerini buldu. UEFA şampiyon kısmında "Neftçi"ni tanıdı ve Şampiyonlar Ligi'nde yer hakkına da "petrolcüler" hakk etdi.
1999 yılında bir kez "Neftçi" kulübü ülke kupasını Kazbek Tuayevin sayesinde kazandı.
2004 yılında siyah-beyazlar ikinci kez "altın dubl"a imza attılar. Kazbek Tuayevin yetirmeleri 2004 yılında hem ulusal şampiyonada , hem de ülke kupasında herkesten güçlü oldular.
2005 yılında Ağaselim Mircavadovlu "Neftçi" ligin sonunda "Hazar Lenkeran" kulübü ile aynı puan topladığı için şampiyonu belirlemek için "Altın oyun" geçirildi. Gence şehir stadyumunda yapılan oyunda siyah-beyazlar "Hazar-Lenkeran"ı 2-1 yenerek, seri ikinci kez şampiyonluğu bayram etti.
Ayrıca, flaqman uluslararası turnuvalarda de azerbaycanı layıkıyla temsil etti. "Neftçi" avro kupalarda Azerbaycanın ilk kez kazanan takımı (1996 yılında Bakü'de Bulgaristan "Lokomotiv" üzerinde 2:1 hesaplı zafer), Şampiyonlar Ligi'nde 2 yıl seri aşama atlayıp (2004/05 ve 2005/06 mevsimlerinde), avro kupalarda ilk sefer zaferine ulaşmak olup (2005 yılında İzlanda'da "Hafnarfyordur" üzerinde 2:1 hesaplı zafer), avro kupalarda iki aşama adlayan ilk takım olup (2008 yılında Intertoto Kupası'nda).
Flagman, ayrıca "BDT ve Baltık ülkelerin şampiyonlarının Birlik kupası" uğruna yarışta ilk kez finale yükselen (2005) ve ilk kez baş ödüle sahip çıkan (2006) Azerbaycan kulübüdür.
2012 yılında seri ikinci sezon şampiyon olan "Neftçi" bu kez bunu Böyükağa Hacıyev'in başkanlığı ile elde etti. 2012/2013 sezonunda Hacıyevin seri 2. şampiyonluğu, takımın ise seri 3 sezon şampiyon olması, bununla birlikte, hem de ülke kupasını kazanması "Neftçi" nin Azerbaycan futbol tarihi boyunca 3. kez "Altın duble" yapan ilk takım olmasına neden olmuştur.
2011/12 yılı sezonunun galibi gibi Şampiyonlar Ligi'ne vesika kazanmış "Neftçi" mücadeleye ikinci aşamadan başladı. Flagman bu aşamada Gürcistan şampiyonu "Zestafoni"ni iki oyunun sonucuna göre mücadeleden kaldırıldı. Bakü'de yapılan ilk maçta rakibini 3-0 mağlup etmiş takımımız deplasmanda rakibi ile berabere yaptı. 2-2. Sonraki aşamada Flaqman İsrail'in "Kiryat Şmona" kulübüne yenilginin ardından mücadeleyi Avrupa Ligi play-off aşamasında devam etti. Kıbrıs'ın APOEL takımını iki oyunun sonucuna göre 4-2 (1-1,3-1) yenmiş Flagman Azerbaycan futbolu tarihinde Avrupa kupalarında grup maçlarına katılan ilk kulüp oldu.
"Neftçi" Avrupa Ligi'nin grup aşamasında, kıtanın en güçlü 10 kulübünden biri olarak kabul edilen İtalya "İnter" i, hem de Rusya'nın "Rubin" ve Sırbistan'ın "Partizan" kulüpleri ile karşılaştı. "Partizan" la her iki oyunda berabere kalırken "İnter" le "Cüzeppe Meazza" stadyumunda da 2-2 eşitlikle maç bitti
Neftçi Bakü 1992 yılından itibaren düzenlenen Azerbaycan Premier Ligi'inde 8 şampiyonluk kazanmıştır. Azerbaycan Kuboku'nda 5 şampiyonluğu, Azerbaycan Süper Kupası'nda ise 2 şampiyonluğu bulunmaktadır.
Kulüp 1966 yılında Çempionat SSSR Po Futbolu'da bronz madalyaya sahip olmuştur. Bu sonuç kulübün Sovyet Ligi'nde en büyük başarısı olmuştur. Neftçi Bakü Sovyet Ligi'nde 27 şampiyonada 253 galibiyet, 270 beraberlik, 361 mağlubiyet almıştır.
Neftçi Bakü genellikle evinde, Bakü'de maçları Tevfik Behramov Stadyumunda oynar. 1951'de Alman savaş esirlerinin yaptığı stad, Stalin'e ithafen C şeklinde inşa edilmişi, daha sonra 1993'te ise ünlü hakem Tevfik Behramov'un adını almıştır. Stad aynı zamanda Azerbaycan millî futbol takımına da ev sahipliği yapar. Stadyum 30.000 kişilik kapasitesi ile Azerbaycan'ın en büyük stadıdır. 2013 yılından itibaren, Neftçi'nin lig maçları Bakcell Arena'da oynanmaya başlamıştır.
Ernst Haeckel
Ernst Heinrich Philipp August Haeckel (16 Şubat 1834, Potsdam - 9 Ağustos 1919, Jena), yüksek rütbe sahibi Alman biyolog ve filozoftur.
Başlıca ilgi alanını evrim oluşturmuştur. Darwin'in Almanya'daki çalışmasını ilerletmiştir. Organizmaların biyolojik gelişimi ve türlerin evrimsel gelişimi teorisini geliştirmiştir. Lamarck görüşüne yakın, Darwin'in görüşlerini benimsemiş bir bilim insanıydı. Biyogenetiğin temel yasasını oluşturdu.Şube ve ekoloji terimlerini ilk kullanan bilim insanı olmuştur.
Viyolonsel
Viyolonsel ya da çello yaylı çalgıların bir türüdür. Viyolonsel, yaylı ailesinden dört telli ve tenor sesli bir çalgıdır.
Bu çalgının atası "viola da gamba" adı verilen 7 adet teli bulunan perdeli bir çalgıdır. Viyolonsel; keman, viyola ve kontrbas ile aynı ailedendir. Keman ile viyolonselin şekilleri büyük oranda |
birbirini andırsa da boyutları çok farklıdır.
16. yüzyılda ilk örnekleri Fransa'da ortaya çıkan bu çalgının şekli kadın vücudunu andırır. Başlangıçta beş telli olarak yapılan bu çalgı, önceleri orkestrada bas sesleri desteklemek için kullanılmıştır. Tek başına belirgin bir çalgı olarak ortaya çıkması ise 18. yüzyılda olmuştur.
Viyolonsel genellikle akustik olarak kullanılan bir enstrümandır. Her mekanda (açık alan,konser salonu,vs) çalınabilir. Karşıdan bakıldığında gövdesinin orta bölümünde bulunan ve el yazısı ile f harfini andıran 2 ses deliği ve eşik (köprü) olarak adlandırılan bir destek bulunur. Yayın tellere teması ile titreşen tellerden çıkan ses, eşik tarafından gövdenin içindeki havayı titreştirerek, içeride dikey olarak bulunan can direğine iletilir ve bu deliklerden geri döner.
Viyolonselin sesine örnek vermek için şu parçalar dinlenebilir:
Dick Cheney
Richard Bruce "Dick" Cheney (30 Ocak 1941) ABD'li siyasetçi. Amerika Birleşik Devletleri'nin 46. Başkan Yardımcısıydı. Bu görevi 20 Ocak 2001-20 Ocak 2009 tarihleri arasında yapmıştır.
30 Ocak 1941 tarihinde ABD'nin Nebraska eyaletindeki Lincoln kentinde doğdu. 1964 yılında şimdiki eşi Lynne Vincent ile evlendi. Elizabeth ve Mary adlarında iki kız çocuğu oldu. Vietnam Savaşı sırasında askerlik çağında olmasına karşılık askerliğini defalarca erteleterek savaşa katılmadı.
1975 yılında Gerald Ford'un başkanlığı sırasında ABD tarihindeki en genç Özel kalem Müdürü oldu. 1978 yılında Wyoming eyaletinden Kongre'ye seçildi. 1989 yılına kadar 5 kez seçimleri kazanarak bu göreve devam etti. Mart 1989 - Ocak 1993 tarihleri arasında George H. W. Bush hükümetinde Savunma Bakanlığı yaptı. Panama müdahalesini ve I. Körfez Savaşını yönetti. 1995-2000 yılları arasında özel sektöre döndü ve Halliburton firmasının Genel Müdürlüğünü yaptı. George W. Bush ile birlikte Başkan Yardımcısı adayı olarak katıldığı 2000 ABD başkanlık seçimlerinı kazandı. 2001-2009 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı olarak görev yaptı.
Emekli olduktan sonra, 21 Mayıs 2009 tarihinde, eşinin yönetiminde görev yaptığı ve İsrail Lobisi'nin ABD'deki en aktif kuruluşlarından olan Neo-Con düşünce odaklı Amerikan Girişimcilik Enstitüsü'nde (AEI, American Enterprise Institute) yaptığı konuşmada Irak ve Afganistan savaşlarının İsrail'in güvenliği için hayati olduğunu iddia etmiş ve Guantanamo hapishanesinin gerekli olduğunu belirtmiştir.
Köprülü ailesi
Köprülü ismi, ailenin atalarının dönemin Balkanlarında yerleştiği Makedonya'nın Köprülü kasabasından gelir. Samsun'un Vezirköprü İlçesi bu adı, Mehmet Köprülü o yöreden bir kızla evlendiği için alır. Tarihi Köprülü ailesinin kökeni, isim benzerliğinden gelen başka Köprülü aileleriyle karıştırılmaktadır. Ancak gerçek Osmanlı tarihi göz önünde bulundurulduğunda, Köprülü ailesi birçok yanlış kaynağa göre Karadeniz kökenli sanılmasına karşın, kökleri Arnavutluk'un Berat Sancağı'nın Rudnik Köyü'ndendir. Aslen Arnavut veya Balkanlara göç etmiş yörüklerdendirler.
Köprülü Mehmet Paşa İstanbul'a saraya geldiği dönemlerde devlet büyük bir buhran içerisindeydi. Anadolu ayaklanmaları artmış İstanbul dahi sipahiler ve yeniçeriler tarafından abluka altına alınmıştı. 1648 yılında tahta çıkan IV. Mehmet daha 6 yaşındaydı ve yönetimi babaannesi Kösem Sultan ve annesi Turhan Sultan ellerinde tutmaktaydılar. 1656 yılında Turhan Sultan tarafından Köprülü Mehmet Paşa sadrazamlığa getirilmiş bulunmaktaydı.
Köprülü Ailesi 17. yüzyılda Saltanata önemli vezir ve sadrazamlar yetiştirmiş bir aile olmaktadır.
V. (Ara Seçim), VI, VII. Dönem Kars, VIII, IX, X. Dönem İstanbul Milletvekillikleri, Dışişleri , Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılıkları yapan Mehmet Fuat Köprülü de bu aileden gelmektedir.
BDT Kupası
Bağımsız Devletler Topluluğu Kupası Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra bağımsızlığını kazanan devletlerin oluşturdukları birlik ülkelerinin futbol kulüpleri arasında oynanan futbol turnuvası. Tüm Bağımsız Devletler Topluluğu ülkeleri takımlarıyla bu turnuvaya katılırlar.
Turnuvadan notlar, Ukrayna baştan ilk iki yarışmayı boykot etti. 15 şampiyonadır SSCB'nin ardıl devleti Rusya genç millî oyuncularından kurulu bir takımla turnuvanın 16. takımı olarak katılmaktadır. Son yıllarda Rusya ve Ukrayna ilk takımlarını Olimpiyskiy Spor Kompleksi' ilinin yapay çim sahalarında oynatmakta kararsızlar. Kupa artık gözde bir turnuva olmaktan uzaklaşmıştır.
Ekoton
Ekoton, belirli popülasyona ait yaşama alanlarının sınır bölgelerine verilen isimdir. Bu bölgelerde yaşayan canlılarda "lisier" etkisi gözlenmektedir. Lisier etkisi (sınır etkisi) sınır bölgelerde yaşayan canlıların öğrenilmiş farklı özellikleri taşımalarıdır. Örneğin Türkiye - Yunanistan sınırında yaşayan insan popülasyonuna ait bireylerin hem Yunanca hem de Türkçe biliyor olmaları sınır etkisinin sonucudur.
Cafercan Aksu
Cafercan Aksu(d. 15 Ocak 1987, Antalya) Türk futbolcudur. 2. Lig ekiplerinden Darıca Gençlerbirliği'da oynamaktadır.
Futbola Antalya Yolspor altyapısında başladı ve Galatasaray'ın scoutları tarafından izlenip Galatasaray altyapısından transfer oldu. Burada oynamanın avantajiyla 2001 yılından itibaren Türkiye genç millî takımlara davet edilmeye başlandı ve kısa bir süre sonra Türkiye genç millî takımlarda düzenli olarak oynamaya başladı.
2011-2012 sezonunun başında Süper Lig ekiplerinden Giresunspor'la 3 yıllık sözleşme imzalamıştır. Sezon başında Giresunspor ile yollarını ayırmış Bank Asya 1. Lig ekiplerinden Boluspor ile 2+1 yıllık sözleşme imzalamıştır. 2013-14 sezonu için 1. Lig takımlarından TKİ Tavşanlı Linyitspor ile anlaşma sağlamıştır.
Cafercan Aksu genç millî takımlar seviyesinde 98 kez ile en fazla millî olan futbolcudur.
Türkiye 19 yaş altı millî futbol takımı ile 2004 yılında düzenlenen UEFA 19 Yaş Altı Şampiyonası'na katildi ve final oynadı.
Yiv
Yiv ateşli silahlarda merminin yolunda seyrederken dönme hareketi kazanmasını sağlayan namlu içine açılmış birbirine paralel kabarıklıklardan oluşan ve namlu içine spiral görüntü kazandıran kabartı ve oyuklardır.
Bir mermi çekirdeği daha uzak mesafelere gönderebilmenin tek yolu namlu çıkışında çekirdeğe daha fazla hız kazandırmaktır. dolayısı ile potansiyel enerjisi arttırmak ve önündeki direnci (hava) delebilme kabiliyetini arttırarak daha az sürtünme ile karşılaşmasını sağlamaktır. Bunun için de ileriye harekete ilaveten mermiye dönüş hareketi kazandırılması düşünülmüştür. Bu işlemi sağlayan cihaz da yiv-set çekilmiş namludur.
Mermiye dönüş hareketi sağlandırılması öncelikle jiroskopik dengesini arttırır ayrıca merminin aerodinamiğini de arttırarak daha isabetli olmasını sağlar.
Merminin dengesini ve hızını artırarak menzil, tahribat ve hedefi vurma etkilerini artırır. Namlu içindeki oyuklara "yiv", çıkıntılara ise "set" denir. Bu tür namluya sahip tüfeklere ise "Yivli tüfek" denir. günümüz piyade tüfeklerinin tamamına yakını ve tabancaların tamamı yivli silah kategorisinde yer alırlar. Top gibi ağır silahlar yivli veya yivsiz olarak üretilebilseler de uzun menzilli toplar daima yivli namluya sahiptirler.
Merminin(projectile) ileriye doğru hareketi de, kendi ekseni çevresinde bir tur atması sırasında, kat edeceği mesafeye hatve (twist) denir.
19. yy. sonlarında ingiliz bir profesör olan George Greenhill tarafından optimal hatve değerini hesaplamak üzere pratik bir formül önerildi.
formula_1
Yivli tüfeklerin özellikleri beyan edilirken namlu çapı uzunluğuna ilaveten yiv dönüşünün sağdan sola veya soldan sağa olması ve yiv-set sayısına göre kategorilendirilirler.(Örn. Türk ordusunda standart piyade tüfeği konumunda olan G3 7.62mm çapında soldan sağa dönüşlü 4 adet yiv-setli namluya sahiptir). Yivli namluları birbirinden ayıran bir başka özellik ise merminin kendi ekseni civarında dönene kadar kat ettiği mesafedir. bu mesafeye Hatve denir. Mermi yivli namludan çıktığında namlunun yivlerinin şeklini almış olur. (örn. poligonal namluya sahip bir tabanca (örn Jericho 941)'dan çıkan mermi poligonal şekil almıştır) bu özellik ve yiv set çekilmiş namluların yapılan işleme bağlı mikro girinti-çıkntıları ve özellikle kullanıma bağlı yiv-set üzerinde oluşan hasarlar ve değişikliklerinin namludan çıkan mermi çekirdeği üzerine yansıması(bu izlere Rayyür denir)ndan dolayı kriminal labratuarlarında bu özellikle silahların kimliklendirilmesi ve özellikle cinayetlerin aydınlandırılmasında kullanılır.
Namluya yiv açma fikri ateşli silahların savaşlarda aktif olarak kullanılmaya başlayıp menzil ve isabet oranının ciddi olarak düşük olduğunun fark edildiği 1500'lere kadar dayansa da o dönemlerde metal sanatının gelişmemiş olması ve ayrıca tüfeklerin ağızdan doldurulmasından dolayı büyük çabayla açılan dikkatli yivlerin doldurma esnasında bozulmasından dolayı gerçek anlamında yiv ancak 1800'lerde mermi kovanlı silahların ortaya çıkmasıyla kullanıma girebildi. Ayrıca Yiv-set çekilmiş namlulardan (veya mütedavil kullanımıyla yivli namlu) ateşlenmiş bir mermi ile yaralanan bir asker eski çağlarda (örn. Abraham Lincolnun komuta ettiği Amerika iç savaşında) antibiyotik ve cerrahi teknik yetersizliğinden dolayı, ciddi enfeksiyonlar ile baş etmek zorunda idi. Amerika iç savaşında Abraham Lincolnun dikkatini çeken avcılık için kullanılan yivli tüfekler, ingiliz askerlerinde ciddi zayıatlar bırakmıştır.
Yiv-set çekme işlemi namlunun cinsinin yanında yivli bir silah yapımının en pahalı kısmını oluşturur. aynı çap ve uzunluktaki bir namlunun hatta ve hatta aynı metal ve aynı işlemden üretilmiş olmasına karşın yiv-setteki hasaasiyetinden dolayı aralarında katlarca fark olabilir. örn. G3 gibi bir piyade tüfeğinin maliyeti 800$ civarında iken; yüksek dikkat gerektiren fakat fikir olarak yine G3'ün üretici firması H&K tarafından G3 üzerinden geliştirilmiş olan ve G3 ile aynı mermiyi(7,62x51mm NATO) kullanan PSG-1 gibi bir keskin nişancı tüfeğinin namlusunun maliyetinden dolayı maliyeti 10.000$ civarındadır.
Almanyanın II. Dünya Savaşında kullandığı MG-42 makineli tüfeğinin dakikada (teorik olarak) 1200 m |
ermi atmasından dolayı namlu ömrünün kısa olması nedeniyle düşünülmüş bir sistemdir.
3 adet sıvama kafası ile ham namlu ezilerek ve uzatılarak yiv-set oluşturulmuş namlu yapma yöntemidir.
Namlu sodyum nitrat içine batırılır, namlu anod olarak elektiriğe bağlanır ve yiv-set boyunca talaş kaldırılır. Çok karmaşık bir işlem olmakla beraber çok kaliteli namlular üretir. Smith&Wesson 1993'ten beri bu yöntemi kullanmaktadır.
Metale kıvılcım değdiğinde o bölgede bölgesel erime/buharlaşma oluşur. Bu yöntemde kıvılcım kullanılarak herhangi bir mekanik kuvvet kullanılmadan namlu boyunca talaş kaldırılarak yiv açılır.
Premier Liga
Premier Liga (Ukraynaca: Прем'єр-ліги), Ukrayna futbolunun en üst seviye ligi. 1992 yılında kurulmuştur.
Ligin 2013-14 sezonunda mücadele eden takımlar şu şekildedir
Steroid
"Bu madde steroid kimyasalları hakkındadır. Sporda performans artırıcı steroidler ve etkileri için Anabolik steroid maddesine bakınız.
Steroid, birbiriyle kaynaşmış dört halkadan oluşmuş karbon iskeletli bir lipittir. Steroitler asetil KoA biosentez yolundan oluşurlar. Farklı steroidler bu halkalara bağlı olan fonksiyonel gruplar bakımından birbirlerinden ayrılırlar. Bitkiler, hayvanlar ve mantarlarda yüzlerce çeşit steroid tanımlanmıştır. Steroitlerin canlılarda genel olarak en önemli işlevi hormon olaraktır. Steroid hormonlar, steroid hormon reseptör proteinlere bağlanarak fizyolojik etkilerini gösterirler. Bu reseptörlere bağlanınca gen transkripsiyonu ve hücre fonksiyonunda değişimlere neden olurlar.
İnsan fizyolojisi ve tıpta en önemli steroidler kolesterol, steroid hormonlar, onların öncülleri ve onların metabolitleridir. Kandaki steroitler taşıyıcı proteinlere bağlıdırlar.
Kolesterol önemli bir steroid alkolü olup hücre zarlarında yaygınca bulunur. Vücuttaki kolesterolun fazla miktarda bulunması ateroskleroz gibi hastalıklara ve diğer sorunlara yol açabilir. Çoğu diğer steroid kolesteroldan sentezlenir. Ayrıca çeşitli hormonlar, omurgalı hayvanlarda bulunan cinsiyet hormonları da dahil olmak üzere, kolesterolden üretilir.
Yaygın bazı sterol grupları aşağıda listelenmiştir:
"Steroid" terimi belli bağlamlarda daha sınırlı bir anlamda kullanılır. Örneğin, tıp ortamında endokrinolog olmayanlarca "steroid" genelde kortikosteroidleri ve hemen her zaman glukokortikoidleri kastetmek için kullanılır. Spor veya vücut geliştirme bağlamında "steroid" anabolik steroid anlamında kullanılır.
Rushmore Dağı Anıtı
Rushmore Dağı Anıtı, Amerika Birleşik Devletleri'nin Güney Dakota eyaletinde, Rushmore dağının Black Hills (Siyah Tepeler) denilen kayalıklarında bulunan anıt. Bu anıt Amerika Birleşik Devletleri'nin dört başkanını gösteren dev heykellerden oluşur. Anıt, heykeltıraş John Gutzon Borglum'un ve oğlunun eseridir. Heykellerin yapımına 1936'da oğlu ile birlikte sert granitleri yontarak başlayan Borglum eserini 14 yılda tamamladı. Black Hills'te yan yana kabartma heykelleri bulunan dört Amerika Birleşik Devletleri Başkanı soldan sağa doğru: George Washington, Thomas Jefferson, Theodore Roosevelt ve Abraham Lincoln'dür. Heykellerin her birinin yüksekliği 18-20 metre olup çok uzaktan görülebilmektedirler.
Kyuk Too Ki
Kyuk Too Ki, son zamanlarda Kore'de gelişen ve Kick boksu andıran dövüş sanatı.
Kyuk too ki ringde olduğu kadar sokakta da kullanılmak üzere geliştirilmiş, tekvando stili tekmeler (buna Kickboks ve Muay Thai'nin düşük tekmeler de eklenmiştir) ve el vuruşlarıyla boksdaki dört tür vuruş (kanca, direk, apakküt ve kroşe) ve Thai stili dirsek ve diz vuruşlarının karması melez bir dövüş sanatıdır.
Kyuk too ki sisteminde aynı zamanda silahlı saldırganlara karşı da teknikler geliştirilmiştir. Genellikle bir blokla başlanıp daha sonra saldırgana vuruş yapılır ve en son saldırgan yere fırlatılır.
Kun Gek Do
Kore karma dövüş sanatı. "Kun" yumruk, "Gek" atak "do" sanat veya yol demektir. Anlamı atakda bulunma ve yumruk sanatı anlamına gelir.
Koreli savaş sanatçısı Kim Jung-su tarafından geliştirilmiş melez bir dövüş sanatı.
Daha önce Jung Do-mo'yu geliştiren Kim Jung-su geleneksel Kore stili dövüşün yetersiz olduğunu düşünerek geleneksel Kore savaş sanatları ile Tayland'da kaldığı üç sene içinde öğrendiği Muay Thai ve boksun karışımı bir savaş sanatı geliştirmiştir.
Ayak teknikleri tekvando ve kickboks'dan alınmıştır. Thai stili döner tekme de ve aşağı tekme de buna eklenmiştir.
Teknikte tekme ve yumruklar rakibe aynı anda uygulanarak rakip şaşırtılır ve savunma yapmasına imkân tanınmaz.
Kun gek do çalışma salonlarında tam temaslı sparringlere (antrenman içindeki karşılaşmalar) önem verilmekte yeni başlayanlar bile birkaç ders sonrasında sparringe alınmaktadırlar. Hafif boks eldivenleri ve haya ve göğüs koruyucularıyla öğrenciler sparring yaparlar ancak turnuvaya hazırlanan profesyonel Kun gek do dövüşçülerinin yalnızca boks eldivenleri ve şort giymelerine izin verilir.
Antrenmanlarda Kun gek do öğrencileri eklemleri ve kemiklerini güçlendirmek için ortalama bir insan vücudu ağırlığındaki (120 paund) kum torbalarına ve üzeri bir tür iple kaplı 10 inç kalınlığındaki tahta bloklara (makivara)vuruş yaptırılırlar.
Erol Zavar
Erol Zavar, (d. 1 Ocak 1969, Zonguldak ) Odak Dergisi eski yazı işleri müdürü, Sincan F Tipi Cezaevi'nde siyasi tutuklu, evli ve iki çocuk babası, şair, kanser hastası.
Erol Zavar, 2000 yılında yargılandığı Ankara 2 No'lu DGM tarafından "Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs" suçu ile Türk Ceza Yasası'nın 146'ncı maddesi uyarınca ömürboyu hapis cezasına çarptırıldı. Zavar, cezasının infazı için Tekirdağ 1 No'lu F Tipi Cezaevi'ne gönderildi. Cezaevine girmeden önce mesane kanseri olduğu ortaya çıkan Zavar'a yönelik cezaevi ve hastane personelinin ihmali olduğu öne sürüldü.
Cezaevinde hastalığı ile ilgilenilmediği için 2004 yılında avukatları, eşi ve yakınları tarafından bir kampanya düzenlendi. Düzenlenen kampanyanın etkisi ile cezaevinde tedavisine başlandı. Gerçekleştirilen dokuz ameliyata rağmen sağlığı kötüye gitti. 2006 yılında "bu ışık sönmesin" sloganı ile yeni bir kampanya düzenlendi. Bu yeni kampanyanın amacı kanser tedavisinin sağlıklı koşullarda sürdürülebilmesi için serbest bırakılmasıydı. Kampanya hala sürmektedir.
Kampanya dahilinde Nesrin Cavadzade ve Hüseyin Karabey yönetiminde, müzikleri Grup Kizilirmak tarafından hazırlanan 35 dakikalık belgesel film hazırlandı. Film, Erol Zavar örneğinden hareketle F Tipi tecrit altında tutulan tutuklu ve hükümlülerin yaşayabilecekleri sağlık sorunlarını konu almaktadır.
Zavar'ın bu durumu Cumhuriyet, Evrensel, Radikal, Sabah, Özgür Gündem, Birgün gazetelerinde, Yeniharman ve Kaçak Yayın dergilerinde haber olarak da yayımlanmıştır.
Erol Zavar'ın ilk şiir kitabı "Ölümü ektim randevu yerinde" 2006 temmuzunda Cadde Yayınları'ndan çıktı.
Otoklav
Otoklav, basınçlı su buharı ile doymuş bir ortamda 121 santigrat derece sıcaklıkta 15-20 dakikada sterilizasyon yapar. 1879'da Charles Chamberland tarafından icat edilmiştir. Otoklav ismi Yunanca "auto-" (kendi kendine) ve Latince "clavis" (anahtar) kelimelerinden türetilmiştir ve "kendinden kilitli cihaz " anlamına gelmektedir.
Mikropları yok etmek amacıyla laboratuvar ve ameliyathanelerde kullanılır. Aynı zamanda mikropları yok ettiği için meyve ve sebze konservesi yapımında da yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Sterilizasyon dışında otocamlarında laminasyon işlemi gibi başka işlemlerde de kullanılabilir.
Sertleşme
Sertleşme veya ereksiyon, penisin büyüdüğü ve sıkılaştığı fizyolojik bir kavramdır. Ereksiyon, genelde cinsel uyarılma veya cinsel olarak cezbedilme kaynaklı; psikolojik, nöral, vasküler ve endokral faktörlerin kompleks etkileşimlerin bir sonucudur.
Parasempatik sistemin uyarılması sonucu, penisin "Corpus cavernosum" ve "Corpus spongiosum" parçalarına kan dolması nedeniyle oluşan fizyolojik olay olarak da tanımlanabilir. Ereksiyon halindeki bir penisin açısı; aşağı yönde, yukarı yönde, yanlamasına veya bükük olarak çeşitlilik gösterir. Fizyolojik olarak, uyarılma sırasında atardamarlarla kan hızlıca penise pompalanır, penisin kavern odacıklarının duvarları gevşeyerek genişler ve içlerine daha fazla kan alarak şişer ve büyürler. Böylece penis kanla dolarak büyür ve sertleşir. En dıştaki sert kılıf ve zarlar gerilir, toplardamarlar kapanır ve penisin sertliğini uzun süre koruması sağlanır. Yani penise dolan kan tekrar dolaşıma çıkmaz, bir süre orda kalır. Penis sertliğini kaybederken, bu toplardamarlar açılır, kan penisi terk eder ve kavern sistemlerin duvarları kasılıp büzüşerek küçülürler. Penis eski konumuna gelir.
Uyku halindeyken veya uyanıldığında gerçekleşen ereksiyonlara tıp dilinde "noktürnal penil şişkinliği" veya gayriresmi adıyla "sabah sertleşmesi" denir.
Penisin, az çok sertleşmiş ama tam bir ereksiyon halinde olmaması durumuna, "yarı ereksiyon" denir. Ereksiyon durumunda olmayan, gevşek bir penise "iradesiz" bir durumdadır.
Priapism, penisin herhangi bir fiziksel veya psikolojik uyarılma olmaksızın en az dört saat boyunca ereksiyon halinde kalması ve sarkık duruma dönmemesi olarak tanımlanan ve ağrı veren tıbbi bir durumdur.
Cracker
Ücretli programları kırarak (crack) ücretsiz kullanılmasını sağlayan kişilerdir. Hacker ile Cracker birbirine karıştırılmamalıdır. Cracker programları kırmaz, yalnızca program üzerinde ayarlandığı gibi değişiklikler yaparak ücretsiz kullanım, tema, dil gibi değişiklikleri program üzerine kurarlar. Türkçede 'crack' yerine 'ilaç' sözcüğü de kullanılmaktadır.
Crack; program kırma eylemine ve ters mühendisliğe verilen isimdir. "Hack" ise kelime anlamı olarak "küçük parçalar koparmak" anlamındadır ve hacker'lerin algoritmik düşünme, nesnel bir topoloji oluşturma, istatistik (makul aralıklar içinde iterasyon yapma ve uyumu (korelasyon) yorumlama) yetenekleri tesadüfi gelişmiştir. düşük seviye programlama; donanım üzerinde sağlam geçmişleri ve iddiaları yoktur.
Gadiformes
Gadiformes, kemikli balıklar sınıfına ait birçok tüketicilerin sevdiği balık türlerini (özellikle Mezgit) kapsayan takım.
|
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.