article
stringlengths 7.34k
10k
|
---|
mione Granger, Ron Weasley, Ginny Weasley ve Neville Longbottom ile Sihir Bakanlığı'na giderek Ölüm Yiyenler ile savaşmışlardır. Daha sonra onlarla birlikte çok iyi arkadaş, hatta Harry'nin en iyi arkadaşlarından olmuştur.
Büyük Hogwarts savaşından önce Harry'yi bir Ölüm Yiyenden, Sersemletme Büyüsü ile kurtarmıştır. Hogwarts Savaşı'nda ise Harry ve diğerleri ile birlikte savaşmıştır.
Fantastik Canavarlar Nelerdir ve Nerelerde Bulunurlar? kitabının yazarı olan Newt Scamander'in torunu Rolf Scamander ile evlendi. Ünlü bir doğabilimci oldu.
Ernie Macmillan, Harry ile aynı yıl okula başlayan bir Hufflepuff öğrencisidir.
Padma Patil, Ravenclaw'lı Harry'nin yılından bir öğrencidir. Ve tek yumurta ikizi olan Parvati Patil, Gryffindor'dadır.
Her ne kadar iki kardeş de "Felsefe Taşı" 'nda binalarına seçilseler de "Ateş Kadehi" 'nde Harry'nin sınıf arkadaşı Dean Thomas kardeşlerden kendi dönemlerinin en güzel kızları olarak bahsedene kadar Padma'dan bahsedilmemiştir. Padma Noel Balosu'na Harry'nin eşi Parvati'nin ısrarıyla Ron ile katılmıştır. Harry, Parvati'ye Ron'a bir eş bulması için yalvarmıştır. Ancak Padma Ron ile eş olmaktan o kadar da mutlu değildir çünkü Ron onunla dans etmeyi reddedip bütün geceyi Hermione'nin eşi Viktor Krum'u kıskanarak izlemekle geçirir. Padma ve Parvati en sonunda ilgisiz eşlerini bırakarak Beauxbatons okulundan çocuklarla dans ederler.
"Zümrüdüanka Yoldaşlığı" 'nda Padma, Ravenclaw sınıf başkanı olur ve kız kardeşiyle Dumbledore'un Ordusu'na katılır. İkizler aileleri tarafından Dumbledore'un ölümü üzerine "Melez Prens" 'in sonundaki cenaze töreninin ardından okuldan alınırlar. Ama "Ölüm Yadigarları" 'nda Voldemort ve Ölüm Yiyenler'e karşı son savaşa katılmak için geri dönerler.
Patil kardeşlerinin filmlerde görünüşü ve adları Hint asıllı olduklarını ima etmektedir. "Patil" Maharashtra eyaletinde yaygın bir Marathi soyadıdır. Sanskrit'çede "Padma", "lotus" anlamına gelir ve çamurlu suda doğduğu ve yaşadığı için tanrısallık ve saflık simgesidir. Rowling başlangıçta ikizlerin adlarının "Ma" ile başlamasını istemiştir ve sınıf listesinde soyadları "Patel" olarak geçer.
Padma, "Ateş Kadehi" ve "Zümrüdüanka Yoldaşlığı" filmlerinde Afshan Azad tarafından canlandırılmıştır. İki filmde de kardeşler çift yumurta ikizidirler.
Parvati Patil, "Harry Potter" serisindeki karakterterlerden biri ve Harry'nin döneminden Hindistan asıllı genç bir kızdır. Harry 4. sınıftayken onunla Noel Balosu'na gitmiştir. Fakat Harry'nin romantizm özürlü olmasından dolayı, onunla sadece bir kere dans etmiş daha sonra Beaxbautanslu bir erkek öğrenciyle vals yapmıştır. Bu olaydan beri Harry' ye soğuk davranmaktadır. Gryffindorlu'dur. Kardeşi Padma Patil Ravenclaw'ludur. Parvati'nin en yakın arkadaşı Lavender Brown' dır.
Favori dersi Profesör Trelawney'in öğretmenlik yaptığı Kehanettir. 5. yıllarında kardeşi Padma ile birlikte Dumbledore'un Ordusu'na katıldılar.
Zacharias Smith, Hufflepuff Quidditch takımının bir oyuncusudur.
Alicia Spinnet, Gryffindor Quidditch takımının bir oyuncusudur.
Dean Thomas, Harry Potter serisinde geçen kurgusal bir karakterdir. 1980 doğumlu olan "Dean", Gryffindor'ludur.
Dean her zaman Muggle geçmişi olan biri olduğunu düşünmüştür. Annesi ve üvey babası tarafından büyütülmüştür. Gerçek babası Danny o çok küçükken aileden ayrılmıştır. Annesi asla kocasının kendisini neden terk ettiğini bilemedi. Fakat ailesi her zaman koruma altında oldu. Üvey kardeşleriyle çok mutlu bir aile yaşamı vardır.
Doğal olarak Hogwarts’ tan annesine mektup geldiğinde, Mr. Thomas'ın bir büyücü olup olmadığı konusunda meraklanmıştı ancak bu gerçeği hiç kimse bulamadı. Eğlenceli biri olan Dean sportif biridir ve iyi çizim yapar. En iyi arkadaşı Seamus Finnigan’dır. Aynı zamanda Hogwarts'da bulunan az sayıdaki siyahilerden biridir.
Bir dönem Ginny Weasley ile okulda çıkmaya başlasalar da ilişkileri kısa sürmüştür. Harry Dumbledore ile yaptığı özel derslerine giderken yanlışlıkla Ginny'ye sürtününce ayrılmışlardır. 6. sınıfta Katie Bell'in yerinde Quidditch de kovalayıcı görevini almaktan dolayı son derece mutlu bir dönem yaşadı. Ancak bu mutluluk Katie'nin tekrar oyuna dönmesiyle son buldu. En sevdiği öğretmeni Remus Lupin'dir. West Ham United futbol takımının taraftarıdır.
Harry Potter filmlerinde Alfred Enoch tarafından canlandırılmaktadır.
Fred Weasley ve George Weasley, Harry Potter serisindeki hayali karakterler. Harry'nin en yakın arkadaşı Ron'un ikiz olan ağabeyleridir. -Ron onlardan iki yıl sonra doğar- Doğum günlerinden de anlaşılacağı üzere çok şakacılardır. Gryffindor Quidditch takımında vurucudurlar. Gryffindor Quidditch takımının eski kaptanı Oliver Wood onların birer insan Bludger olduğu iddiasındadır. 5. kitapta Quiditch oynamaları yasaklanmıştır. Harry'ye çapulcu haritasını veren ve gizli geçitlerin yerlerini öğreten kişilerdir. Sınıf başkanlarından, sınıf başkanı olmaktan ve kurallardan nefret ederler. Ağabeyleri Percy'e gıcıktırlar. Ron ile aralarındaki kan bağını ise inkar ederler. Ama 5. kitapta Ron'un muhteşem Quidditch oynamasıyla kardeş olduklarını itiraf edebilmişlerdir(Harry Potter'ın sayesinde). Fakat son kitapta George Weasley, Ölüm Yiyenler ile yapılan bir çarpışmada tek kulağını kaybeder. Kulağın tekrar oluşturulması, yara bir lanet büyüsüyle olduğu için imkânsızdır. Aynı kitapta Fred Weasley Hogwarts'ta Voldemort ve Ölüm Yiyenlere karşı yapılan savaşta Bellatrix Lestrange veya Augustus Rookwood tarafından öldürülmüştür. Daha sonra Rowling'in yaptığı bir açıklamada George Angelina Johnson (Harry'nin ilk Quidditch takımı oyuncularından siyahi bir kızdır. Ateş kadehinde ikisi beraber noelde dans etmişlerdir) ile evlenir ve ilk çocuklarının adını Fred koyarlar. Yine Rowling'in açıklamasına göre George Fred öldükten sonra bir daha Patronus Büyüsü yapamamıştır.
Harry Potter'ın Üçbüyücü Turnuvasından kazandığı 1000 Galleon parayla Weasley Şaka Dükkânı'nı açmışlardır. Bu sırrı da 5. kitaba kadar saklamışlardır, ancak sonra Harry itiraf etmek zorunda kalmıştır.
Ginevra Molly "Ginny" Weasley, J. K. Rowling'in 7 kitaplık Harry Potter serisindeki kurgusal karakterlerden biri. İlk yılında Tom Riddle'ın Hortkuluk güncesi eline Lucius Malfoy tarafından geçirilmiştir. İmperius Laneti tarafından kontrol edilmiş ve Sırlar Odası'nı açmıştır. Ancak Harry Potter tarafından kurtarılmıştır.
Ron Weasley'in kız kardeşidir ve Harry Potter'a ilk beş kitapta platonik olarak aşıktır. Sonra Hermione'nin önerileriyle kendi gibi olabilmeyi başarmış okulda popülerliği yakalamıştır. Altıncı kitapta da Harry Potter ona aşık olmuş ve çıkmaya başlamışlardır. Ayrıca 7. kitapta Harry ile Ginny öpüşürler bunu gören Ron kızgınlıktan köpürür ve hem ona Voldemort tarafından kaçırılmasını istemediğini, hem de onunla öpüşüp ona umut verdiğini söyler ama Harry Ron'a Ginny ile görüşmeyeceklerini söyledikten sonra sakinleşir. Ginny serinin kitaplarında uzun, alev gibi kızıl saçları olan, açık kahverengi gözlere sahip olarak tanımlanmıştır. (Filmlerde gözleri mavidir.)
Weasley ailesinin 7 çocuğunun en küçüğüdür ve tek kızdır. Hakkındaki ilginç bir diğer ayrıntı ise Weasley ailesi'nde nesillerdir doğan ilk kız çocuk olmasıdır. (7. oğlun 7. çocuğu olarak) Ailesi safkan bir büyücü ailesidir. Fakat safkan, melez ya da muggle doğumlu olmayı önemsemezler.
İyi Quidditch oyuncuları çıkarmış bir aileden gelir ve kendisi de bir Quidditch oyuncusudur. Gryffindor Quidditch takımının, 95-96 sezonundaki ilk maçından sonraki Arayıcısıdır. 96-97 sezonunda ise Kovalayıcı olarak takımda yer almıştır. Kitapta söylediğine göre sayı yapmayı Arayıcılığa tercih etmektedir. Fakat Snape Harry’yi cezaya bırakınca yine Arayıcı olarak oynamak zorunda kaldı. Bilindiği kadarı ile kendisine ait bir süpürgesi yok.
Ginny kedileri sever, Crookshanks ile oldukça iyi anlaşır, kendisiyle oynaması için onu saklandığı yerden çıkmaya ikna edebilir. İyi bir rol yeteneğine sahiptir. Ayrıca Arnold isminde pembe-mor bir Pigme-pofidik'e sahiptir.
Öğrenci olarak büyük kardeşleri olan Fred, George ve Ron'dan daha iyidir.
Dumbledore'un Ordusunun üyelerinden biridir ve gruba adını vermiştir. Zacharias Smith’e Yarasa-Umacı büyüsü yaparken Horace Slughorn tarafından görülünce onun favori öğrencilerinden oluşan Slug Kulübüne seçilmiştir. Aynı zamanda Fred Weasley de Ginny'nin harika yarasa-umacı büyüsü yaptığını söyler, Ginny bu büyüyü 5. kitapta Draco Malfoy'a yapmıştır.
Ginny Weasley, Harry Potter'a aşıktır. Fakat aşkına karşılık bulamayınca Michael Corner adlı bir çocukla, ardından da Dean Thomas'la çıkmaya başlar. Harry Horace Slughorn adlı iksir hocasından Tom Riddle ile ilgili anısını almaya giderken ve sıkış tepiş koridordan geçerken Ginny'ye sürtündüğü için Ginny Dean Thomas ile kavga eder ve ayrılırlar. Daha sonra Harry'nin katılamadığı Quidditch maçının ardından Gryffindor ortak salonunda Harry Ginny'yi öper ve çıkmaya başlarlar. Fakat Dumbledore'un ölmesi ve Ginny'e zarar gelebileceği nedeniyle ayrılmak zorunda kalırlar.
Bill ve Fleur'ün düğününden önce Harry'nin doğum gününde Ginny Harry'yi öper. Ron bunu görür ve Harry'ye kızar Harry de içi acısa da bir daha Ginny'den uzak duracağına söz vermek zorunda kalır. J. K. Rowling tarafından Rita Skeeter'ın ağzından Pottermore'da yazılmış olan "Dumbledor'un Ordusu tekrar toplanıyor" başlıklı Gelecek Postası yazısında Ginny'nin Gelecek Postası muhabiri olarak çalıştığı belirtilmiştir.
Hogwarts savaşı sonrası Ginny'yle Harry tekrar bir araya gelirler 19 yıl sonra Harry'yle evlenmişler ve üç çocukları olmuştur: James Sirius, Albus Severus ve Lily Luna.
Ron Weasley'in kız kardeşidir ve Harry Potter'a ilk beş kitapta platonik olarak aşıktır. Sonra Hermione'nin önerileriyle, kendi gibi olabilmeyi başarmış, okulda popülerliği yakalamıştır. Altıncı kitapta da Harry Potter ona aşık olmuş ve çıkmaya başlamışlardır. Ayrıca 7. kitapta Harry ile Ginny öpüşürler, bunu gören Ron kızgınlıktan köpürür ve ona hem Voldemort tarafından kaçırılmasını istemediğini ve hem de onunla öpüşüp ona umut verdiğini söyler ama Harry, Ron'a G |
inny ile görüşmeyeceklerini söyledikten sonra sakinleşir. Ginny serinin kitaplarında uzun, alev gibi kızıl saçları olan, açık kahverengi gözlere sahip olarak tanımlanmıştır. (Filmlerde gözleri mavidir.)
Ginny'nin ilk sevgilisi Michael Corner'dır. Ancak Corner Quidditch'te Gryffindor'a yenilgiyi kabullenemeyince, Ginny ondan ayrılmıştır. İkinci sevgilisi Dean Thomas 'tır. İlişkileri Corner ile olanınkinden uzun sürmesine rağmen Ginny ondan ayrılmıştır, nedeni ise birlikte ile beraber merdivenlerden aşağı inerken Dean'ın onu yönlendirmek için kolundan sıkı tutup sağa sola iteklemesidir. Son sevgilisi Harry'dir, 6. kitapta kısa bir ayrılıktan sonra tekrar beraber olurlar.
Weasley ailesinin 7 çocuğunun en küçüğüdür. İlginç bir diğer ayrıntı ise Weasley ailesi'nde nesillerdir doğan ilk kız çocuk olmasıdır.(7. oğlun 7. çocuğu olarak) Ailesi safkan bir büyücü ailesidir. Fakat safkan, melez ya da muggle doğumlu olmayı önemsemezler.
İyi Quidditch oyuncuları çıkarmış bir aileden gelir ve kendisi de bir Quidditch oyuncusudur. (Daha sonra Quidditch yorumculuğu yapmıştır.) 5. kitapta Profesör Umbridge Harry'nin süpürgesini alıp Quidditch oynamasına izin vermeyince Ginny Gryffindor Quidditch takımının, 95-96 sezonundaki ilk maçından sonraki Arayıcısı olur. 6. kitapta Harry'ye süpürgesi geri verilince 96-97 sezonunda Kovalayıcı olarak takımda yer almıştır. Kitapta söylediğine göre sayı yapmayı Arayıcılığa tercih etmektedir, fakat Snape Harry’yi cezaya bırakınca yine Arayıcı olarak oynamak zorunda kalmıştır. Bilindiği kadarı ile kendisine ait bir süpürgesi yoktur.
Ginny'nin eline Hogwarts'taki ilk yılında Lucius Malfoy tarafından Tom Marvolo Riddle 'ın güncesi geçer. Bu yüzden bir çeşit İmperius Laneti yüzünden elinde olmadan okulun duvarına kanlarla yazılar yazar ""Varisin Düşmanları Kendisini Kollasın"" ve Sırlar Odası'nı açar. Harry Mızmız Myrtle'ın tualetinde Riddle'ın güncesini bulur ve onu inceler. Günceye yazdığında karşı taraftan cevap geldiğini fark eder ancak karşı tarafın Lord Voldemort olduğunu bilmez. Voldemort'un gerçek adı Tom Marvolo Riddle'dır ve Voldemort bu şekilde Harry'i kandırmayı başarır, planı onu Sırlar odasında öldürmektir. Harry ona Sırlar Odası hakkında bir şey bilip bilmediğini sorar. Riddle buna ""Sana anlatamam, ancak sana gösterebilirim."" der ve Düşünseli'nin taktiğine benzeyen bir taktikle onu zamanda 50 yıl kadar öncesine götürür. Burada Sırlar Odası'nı sözde Hagrid'in açtığı görülür, fakat bu Riddle'ın bir yalanıdır. Sırf bu yüzden, Hagrid okuldan atılır, fakat Dumbledore o zamanki müdürü ikna edip Hagrid'in okulda bekçi olarak kalabilmesini sağlar. Sonra Harry, Ron ve Gilderoy Lockhart ile birlikte sırlar odasına giderler. Yolun yarısında, Lockhart onlara hafıza büyüsü yapmaya kalkışır ancak büyü geri teper ve Lockhart hafızasını kaybeder. Ron Lockhart ile birlikte döner. Harry ilerler ve sonunda Sırlar Odası'na varır. Orada Riddle'ı görür. Harry Riddle'ı iyi biri sanıyordur, fakat sonra asasıyla yaptığı bir büyüyle ""Tom Marvolo Riddle"" harflerinin yerlerini değiştirip ""I am Lord Voldemort"" şeklinde dizer (bu Türkçeye çevrilirken ""Tom Marvoldo Riddle"" ""Adım Lord Voldemort"" olarak değişir). Sonra Riddle bir Basilisk'e ona saldırmasını emreder. Harry Basilisk'ten kaçarken Dumbledore anka kuşu Fawkes aracılığıyla ona Seçmen Şapka gönderir. Seçmen Şapkayı Harry'ye vermesine rağmen Fawkes geri dönmez. Riddle alay eder. Harry Seçmen Şapka'yı kafasına takar ve içinden Godric Gryffindor'un kılıcı düşer. Harry kılıçla Basilisk'i öldürür, ancak yaralıdır. Riddle hala ölmemiştir. Harry Basilisk'in dişiyle Riddle'ın güncesini yok eder ve Voldemort'un Hortkuluk 'larından biri yok olur, bununla birlikte Riddle'da yok olur. Harry Ginny'i alıp geri döner. Anka Fawkes ağlar ve gözyaşları Harry'nin yaralarını iyileştirir.
Ginny kedileri sever, Crookshanks ile oldukça iyi anlaşır, kendisiyle oynaması için onu saklandığı yerden çıkmaya ikna edebilir. İyi bir rol yeteneğine sahiptir. Ayrıca Arnold isminde pembe-mor bir Pig me'ye sahiptir. sahiptir.
Öğrenci olarak büyük kardeşleri olan Fred, George ve Ron'dan daha iyidir.
Dumbledore'un Ordusu'nun üyelerinden biridir ve gruba adını vermiştir. Zacharias Smith’e Yarasa-Umacı laneti (Kişinin mukusunun yarasa şeklini alarak burnundan çıkmasını sağlar) yaparken Horace Slughorn tarafından görülünce onun favori öğrencilerinden oluşan Slug Kulübü'ne seçildi.
J.K. Rowling ve Daniel Radcliffe bazı röportajlarında Dumbledore'un Ordusunu II. Dünya Savaşında Nazilere karşı savaşan Fransız Direnişçilere benzettiklerini söylemeleri, özellikle serinin yazarı Rowling'in bunu söylemesi bazı çevrelerce de iddia edildiği gibi Voldemort'un düşüncelerinin Nazilere bir gönderme olduğu fikrini güçlendirmiştir.
Çapçak
Çapçak, "Musikar-ı hatayi" de denilen eski çalgılardan birinin ismidir. Birden fazla neyin birbirlerine ve hepsinin de bir boruya bağlanması sureti ile meydana getirilen bu çalgı, boruya üflemek suretiyle çalınırdı. Çalınırken hangi delik (veya delikler) açılırsa, karşı gelen ney(veya neyler)den ses meydana gelir.
Mim Kaf Agayef
Mim Kaf Agayef 1939 yılında dünyaya geldi. Asıl adı Mustafa Kemal Ağaoğludur. Siyaset ve edebiyat dünyasında adı çok duyulmuş aslen Karabağlı bir aileden gelmektedir. Dedesi, 1909 yılında Türkiye'ye gelen ve o dönem Türkçülük akımının önde gelen isimlerinden olan yazar Ahmet Ağaoğlu (Agayef), babası 1950'li yıllarda Demokrat Parti hükümetlerinde bakanlık da yapmış olan yazar Samet Ağaoğlu'dur. Yine günümüz yazarlarından, aynı zamanda yayıncı Tektaş Ağaoğlu ise, Mim Kaf Agayef'in ağabeyidir.
Ailede, edebiyat dünyasına girmiş bu kadar çok isim olunca, Mustafa Kemal Ağaoğlu herhalde
' Mim Kaf Agayef ' takma adıyla şairlikte ünlenmeyi tercih etti. ' Mim ', Mustafa'nın baş
harfinin, ' Kaf ' da Kemal'in baş harfinin Arapça okunuşudur. ' Agayef ' ise, yukarda da belirttiğimiz gibi dedesi Ahmet Bey'in Azerbaycan'daki soyadıdır ki, Ağmet Ağaoğlu Türkiye'de yazdığı bazı yazıların altına da ' Ahmet Agayef ' imzasını atmıştır.
Mim Kaf Agayef'in yaşamı, siyasi düşünceleri nedeniyle oldukça hareketli geçmiştir. Tektaş Ağaoğlu ile ' Ağaoğlu Yayınevi ' ni kurmuş, 1980'li yılların başında da ' Yazko Edebiyat ' dergisinin sorumluluğunu üstlenmiştir.
Şiirleri bir dönem sıkça bir şekilde ' Adam Sanat ' dergisinde yayımlanmıştır. Ayrıca, bir kısım şiirlerini içeren ' Nüzüllü Şiirler ' adını verdiği bir de kitabı bulunmaktadır.
Şair, 20 Ekim 1999 tarihinde öldü.
Dağ
Dağ, çevresindeki karasal alanlardan daha yüksek olan kara kütlelerine verilen addır. ""Dağlık"" sıfatı, dağlarla ilişkili ve kaplı alanları tanımlamak için kullanılır.
Dünya'da birçok dağ olup bunların ortaya çıkış nedeni farklıdır. Bazı dağlar yerin sıkışmasıyla oluşurken bazı dağlar lavların yeryüzüne çıkıp donmasıyla oluşur. Yanardağların lavlarının kaynağı, magma denen çok sıcak kütledir.
Asya'nın %54'ü, Kuzey Amerika'nın %36'sı, Avrupa'nın %25'i, Güney Amerika'nın %22'si, Avustralya'nın %17'si ve Afrika'nın %'3'ü dağlarla kaplıdır. Dünya'nın karasal kütlesinin %24'ü bütünüyle dağlıktır. İnsanların %10'u dağlık bölgelerde yaşar. Dünya'nın nehirlerinin çoğu dağlık kaynaklarca beslenir ve insanlığın yarısından fazlası su için dağlara bağımlıdır.
Tüm dağlar yalnızca Dünya'da değildir. Diğer gezegenlerde de dağlar vardır. Bunlara örnek olarak Venüs'te Gila Dağı (3 km) ve Türkiye'nin yarısına yakın bir alan kaplayan, Güneş Sisteminin en yüksek dağı Mars'taki Olympus Mons (25 km) örnek verilebilir. Bunların dışıda Ay'da 8 km ve yine Mars'ta 18 km yüksekliğindeki dağlar verilebilir fakat bu dağların yükseliklerinin ölçümü gezegenin yüzeyinden itibaren yapılmaktadır ve Mars'taki dağlar sönmüş birer volkandır. Dünya'nın en yüksek dağları olan Himalaya Dağları'ndaki en yüksek tepe Everest Tepesi ise 8.850 metre yüksekliktedir.
Bazı kaynaklar dağı, göze çarpan sivri bir tepesi olan, belirli bir yüksekliğin üzerindeki topoğrafik çıkıntılar olarak tanımlarlar; örneğin "Britannica Öğrenci Ansiklopedisi"ne göre, dağlar; "genellikle üzerinde yükselir". Diğer taraftan, Britannica Ansiklopedisi, yüksekliğe sınır koymadan, kavramı sadece "jeolojik açıdan standartize edilemeyen terim" olarak ifade eder.
Dağın herhangi bir yanına yamaç denir.
Birleşik Krallık'ta çevre bakanlığı, dağı 600 metrenin üzerinde olan bütün karalar olarak tanımlar. Bu ölçüm yaklaşık olarak karşılık gelir. İskoçya 2003 yasaları, bu tanımdaki gibi görülmez ve dağ tanımı daha öznel şekilde; üzerindeki tepeler için kullanarak, onları "Munro"lar olarak sıralar. Birleşik Krallık'ta, tepe tanımı, yüksekliğine bakmayarak yaygın şekilde bütün tepeler ve dağlar için kullanılır.
Birleşik Devletler'de Coğrafik İsimler heyeti, altı (bazıları kadar küçüktür) özellikteki yüzlerce kara alanını "dağ" adı altında listeler. Bu Birleşik Devletler'in her yerinde, hatta Cascade Sıradağları olarak bilinen alçak yüksekliklerin baskın olduğu batı kıyıları için de geçerlidir. Ancak heyet henüz, dağları, tepeleri ve diğer yükseklikleri ayırmaya kalkışmamıştır ve hepsini, nasıl isimlendirildiğine veya yüksekliğine bakmayarak basitçe "tepe" ("summit") olarak sınıflandırır. Bununla beraber heyet, Tom Sıradağları (en yüksek tepesi 366 m) gibi alçak dağ sıralarını "sıradağ" olarak listeleyip sınıflandırır.
Bir dağın yüksekliği onun deniz seviyesinden yüksekliğine göre belirlenir. Andlar ortalama 4 km iken Himalayalar, deniz seviyesinden ortalama 5 km yukarıdadır. En yüksek dağ, Himalayalarda bulunan 8.848 metre yüksekliğiyle Everest Tepesidir.
Yüksekliğin diğer tanımları da olabilir. Dünya'nın merkezinden en uzakta bulunan zirve Ekvator'daki Chimborazo volkanıdır. Deniz seviyesinden 6.267 metre yükseklikle Andlar'daki bu zirve "en yüksek" olarak nitenlendirilmemektedir çünkü Chimborazo, Ekvatora'a çok yakındır ve Dünya ekvatorda şişkinleşir; Chimborazo 2.150 metre, Dünya'nın merkezine Everest'den daha uzaktır.
Tabanından en yükseğe çıkan zirve Hawaii'deki Mauna Kea'dır, zirve tabanının bulunduğu Pasifik Okyanusu'ndan 10.200 metre yüksek |
te bulunur.
Bugün Everest Dünya''daki en yüksek dağ olsa da, geçmişte daha yüksek dağlar bulunmuştur. Prekambriyan zamanı boyunca, şu an kıvrılarak küçülmüş olan Kanada Shield 12.000 metre ile en yüksek dağlardan biri olmuştur. Bu dağ, Himalaya ve Rocky Dağları gibi tektonik tabakaların çarpışması sonucu yükselmiştir.
Mars'ta bulunan eski bir volkan olan Olympus Dağı 26 kilometre (Fraknoi et al., 2004) yükseklikle, Güneş Sistemi'ndeki bilinen en yüksek dağdır.
Volkanların Güneş Sistemi'mizdeki diğer gezegenlerde de püskürdükleri bilinmektedir ve bunlar yaşamlarımız boyunca (örneğin Venüs'te) sürekli püskürmektedir, bu dağların bazıları lav yerine buz püskürür. Birkaç yıl önce Hale teleskobu, Güneş Sistemi'mizdeki bir uyduda bulunan bir volkanın püskürmesini ilk kez kayıt etmiştir.
Dağlar iki şekilde oluşur:
Dünya'nın en uzun fay hattı Doğu Afrika'da bulunan Victoria Gölü'nden başlayıp Van Gölü'nün kuzeyinde sona erer.
Yüksek dağlar, ve Dünya'nın kutuplarına yakın olarak bulunan dağlar, atmosferin daha soğuk tabakalarıyla birlikte bulunurlar. Bu nedenle sıkça don etkisiyle oluşan buzlanmaya ve erozyona maruz kalırlar.
Yeterince uzun dağlar tabanlarından tepelerine kadar çok farklı iklimsel şartlara sahip olurlar ve farklı yüksekliklerde farklı yaşam alanları barındırırlar. Bu zonlarda bulunan fauna ve flora yukarıdaki ve aşağıdaki şartlardan izole olmaya, bu zonlardan üyeler almamaya meyillidir. Bu izole olmuş ekolojik sistemler gökyüzü adası ve/veya mikroklima olarak bilinir.
Ağaç ormanları, dağın bir yanında bulunan, ağaçlarla nemlenen, eşsiz ekosistem ormanlardır. Çok uzun dağlar buz ya da karla örtülü olabilirler.
Dağlar aşağılardan daha soğuktur, çünkü Güneş Dünya'yı yerden yukarıya doğru ısıtır. Ayrıca yüksek kesimlerde hava seyrek olduğu için yeterli ısı tutamaz. Güneş'in radyasyonu atmosferden geçerek yere iner ve yerküre ısıyı emer.
Daha düşük rakımdaki hava, genellikle daha ılıktır. Dağda yükselen hava, zor ılınır ve sonuç olarak soğur. Hava sıcaklığı normalde, her 300 metre yükseklikte 1 ila 2 C derece düşer.
Dağlar genellikle insan yaşam alanı olarak düzlüklere göre daha az tercih edilir, buralarda hava daha serttir ve tarım alanları daha az bulunur. Çok büyük yüksekliklerde havada daha az oksijen bulunur ve Güneş radyasyonu UV'ye karşı daha az koruma sağlanır.
Hipoksiya'nın (kanda az oksijen bulunması) neden olduğu Akut Dağ Hastalığı, daha alçak kesimlerde yaşayıp, 3.500 metreden daha yukarılarda birkaç saatini geçirmiş insanların yarısını etkiler.
Dünya'ya dağılan dağların ve dağlık dizilerin bir kısmı kendi doğal hallerinde ve ağaç kesimi, madencilik, otlatma için kullanılabildiği gibi az kısmı hepsi için, bazıları ise eğlence (rekreasyon) için kullanılmaktadırlar.
Bazı dağlar sadece ağaçlıkken, bazılarının zirveleri görülmeye değer muhteşem manzaralara sahiptir. Dağdan dağa geçiş yapılıp zirvelere erişilebilir; yükseklik, diklik, düzlük, arazi yapısı, hava ve yol koşulları bu geçişleri etkileyen faktörler olduğu gibi, teleferikler gibi daha kolay ulaşım için yapılmış araçlar da dağlarda bulunabilir.
Dağcılık, hiking, kaya tırmanışı, buz tırmanışı, tepeden aşağı kayma ve kar sörfü gibi eğlence aktiviteleri dağları eğlenceli hale getiren uğraşlardır. Tepeden aşağı kayma gibi akitivitelerde dağlar özellikle düzlükse eğlenceyi arttırıır. Bununla beraber bu tür uğraşlar her zaman için risk taşımaktadır.
Dağlar birkaç yolla karakterize edilebilir. Dağların bazıları volkanlardır ve püskürme tarihi ve lav tipiyle karakterize edililebilirler. Diğer dağlar buzlanma süreciyle şekillenddirilmiş olabilir ve buzlanma özellikleriyle tarif edebilirler. Bununla beraber, fayları ve Dünya kabuğundaki katlanmalarıyla ya da tektonik katmanların kıtasal çarpışmalarıyla da (örneğin Himalayalar) örneklendirilebilirler.
Karaların baştan başa şekil ve yerleşimi de dağları ve dağlık yapıları ayrıca tanımlar. Sonuçta bazı dağlar bileşenlerini oluşturan kayaların tipine göre karakterize edilebilirler.
Dağları genel olarak şu iki gruba ayırabiliriz:
Ya da dağlar şu şekilde de gruplandırılabilir:
("Dağ tipleri hakkındaki daha geniş bilgi için "Dağ çeşitleri listesi" sayfasına bakınız.")
Dağlar, genellikle litosferik tabakaların hareketleriyle, orojenik ya da epirojenik hareketlerden biriyle oluşurlar. Sıkıştırıcı güçler, izostatik yükselti ve volkanik kayaçların araya girmesi, çevredeki kaya yüzeylerinden daha yüksekte olacak şekilde yukarı doğru sıkıştırır. Yükselmenin özelliğine göre tepe, dağ ya da başka bir yükselti oluşur.
Derebeyi
Derebeyi, Anadolu'da XVIII. asırdan itibaren kendi başlarına buyruk olan ve hükümetin memuru iken zamanla bu bağları kopan nüfuz ve kudret sahibi kişiler hakkında kullanılan bir tâbirdir. Hükûmet tarafından müsamaha gören fakat asayişi bozdukları zaman da üzerilerine kuvvet gönderilen derebeyleri zamanla güçlenip hanedanlık kurmuşlardır. XIX. asrın başlarında ülkenin nüfuzu bunların eline geçmiş, hükümetin nüfuzu ise neredeyse sıfıra düşmüştü. II. Mahmut'un ciddi uğraşları sayesinde derebeylerin nüfuzu kırılmış ve ülkede merkezi idare yeniden tesis edilmiştir.
Kozan Müdafaa-i Hukuku Cemiyeti
Kozan Müdafaa-i Hukuku Cemiyeti, 7 Mart 1919'da Kozan'ın işgali ile kurulan müdaafa cemiyeti.
30 Ekim 1919 Heyet-i Temsiliye, toplanarak, Kozan heyetinden Adana ve Kozan’ın durumu hakkında genel bir bilgi almıştır. Bunun üzerine bölgede teşkilat yapılması hakkında kararlar verilerek Kilikya mıntıkasına Topçu Binbaşı Kemal ve Yüzbaşı Osman Tufan, buralara gönderilerek, teşkilat ve teşebbüse geçilmesi kararlaştırıldı.
Erikli, Şeytancık
Erikli (Bulgarca: Slivak), Bulgaristan'ın Şumnu ili Şeytancık ilçesine bağlı bir köydür. Şumnu-Silistra karayolu üzerindedir. 94 haneden oluşur. Nüfusu 361 (13 Eylül 2005 itibarı ile) olan köyde nüfus Müslüman Türkler (çoğunlukta) ve Hıristiyan Bulgarlardan oluşmaktadır.Köyde genelde tarımla uğraşılmaktadır.Yazları Türkiyeden gelenlerle köyün nüfusu artmaktadır.
Ehl-i Salip
Ehl-i Salip, Kudüs'ü Müslümanlar'ın elinden alarak onların kuvvet ve saltanatlarına son vermeyi amaçlayan, bunun için de bir kısım Avrupa hükümdarlarıyla derebeylerinin komutaları altında toplanarak zaman zaman İslam ülkelerine hücum etmiş olan mutaassıp Hıristiyan topluluklarına verilen unvandır.
Bunların hücumları tarihte Haçlı Seferleri olarak adlandırılmıştır. Haçlı seferleri Osmanlıdan 209 yıl öncesine kadar 8 kez tekrarlanmıştır.
Tesviye-i Mesalih
Tesviye-i Mesalih komisyonları, Kurtuluş Savaşı sırasında Fransız ordusu kontrolünde Ermeni Gönüllü Tugayları tarafından Ermenilerin şikayetlerini dinleyerek isteklerini yerine getirmek üzere, olağanüstü yetkililerle kurulmuş bir komisyonların adıdır.
Zümrüdüanka Yoldaşlığı
Zümrüdüanka Yoldaşlığı, J.K. Rowling tarafından yazılmış olan Harry Potter serisinin kurgusal gizli bir örgütüdür. Lord Voldemort ve onun takipçileri olan Ölüm Yiyenler'e karşı mücadele eden, serinin beşinci kitabı olan Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı'na da adını veren yoldaşlık Albus Dumbledore tarafından kuruldu.
Albus Dumbledore tarafından Lord Voldemort'a karşı kurulmuş bir örgüttür. Amacı Voldemort'a karşı savaşmaktır. Örgütün karagahı Grimmauld Meydanı 12 Numara'dır. King's Cross'a bir mil uzaklıkta, Londra'nın harap bir bölgesinde bulunan bu eski ev Fidelius Büyüsü ile gizleniyor.
Zümrüdüanka Yoldaşlığı üyeleri kişinin kendi isteğine bağlı olarak seçilir. Kişinin mümkünse tam bir eğitim almış ve reşit olması gereklidir. Kişinin kişisel ve fiziksel özelikleri, güvenilirliği, kabiliyetleri ve sağlık durumları önemlidir. Yoldaşlığa katılan kişiler asıl yoldaşlık üyelerinin verdiği görevlere hazırlıklı olmalıdırlar.
Aşağıda bulunan Zümrüdüanka Yoldaşlığı üyeleri Lord Voldemort'un ilk yükseliş yıllarından sonra ve serinin içinde geçen geçmiş yıllardaki önemli olayların içinde yer almışlardır. Birçok karakter daha sonraki olayların içinde de bulunmuştur.
Buradaki karakterler Harry Potter ve Ateş Kadehi'nin sonunda Lord Voldermort'un geri dönüşüyle Dumbledore yoldaşlığı tekrar aktif etmesi ile yoldaşlığa katılmışlardır.
Zümrüdüanka yoldaşlarının önemli üyelerinin bir listesidir. Albus Dumbledore, Severus Snape ve Rubeus Hagrid kendi sayfaları bulunmakta. Minerva McGonagall Hogwarts kadrosu altında listelenir.
Sirius Black, Harry Potter'ın Vaftiz Babası olan Sirius Black, Black ailesinin son torunudur. Kardeşi Regulus Blacktir. Sirius Black (1959) Harry Potter'ın babası James Potter 'ın en yakın arkadaşlarından birisidir. Diğer arkadaşları Remus Lupin ve Peter Pettigrew'dir.Sirius arkadaşlarıyla birlikte "Çapulcu Haritası", nı yapmıştır. Sirius bir Animagus'tur.Takma adı Padfoot, yani Patiayak'tır.Aile üyelerinin tümü Slytherin binasında olmasına rağmen sadece o Gryffindor binasına seçilmiştir.Son kitapta Severus Snape'in anısında bu olaydan bahsedilmektedir. İşlemediği bir suç yüzünden Azkaban'a götürülmüş fakat kaçmayı becermiştir. Herkes tarafından katil olarak bilinen, Harry Potter'ın da anne ve babasının yakın arkadaşı olmasına rağmen onlara ihanet ederek yerlerini Lord Voldemort'a söylediğini düşündüğü, ancak gerçek ortaya çıktıktan sonra Harry'nin babası yerine koyarak bağlandığı bir "Zümrüdüanka Yoldaşlığı" üyesidir. Sirius, Profesör Albus Dumbledore tarafından en çok güvenilen isimlerin başında gelir. Ancak Sirius gençliğinde okuldan arkadaşı olan Yoldaşlık Üyesi ve Ölüm Yiyen casusu Severus Snape'in neredeyse ölmesine neden olacağından dolayı aralarında büyük bir gerginlik vardır. Sirius, Black ailesinin son üyesi olarak Grimmauld Meydanı 12 Numara'daki evinin Zümrüdüanka Yoldaşlığı 'nın buluşma noktası olarak kullanılmasına izin vermiştir. Bu ev Sirius'un Bellatrix Lestrange ile yaptığı düelloda ölmesinin ardından isteği üzerine tek varisi olan Harry'ye kalmış ve o da evi yeniden Yoldaşlık üyelerinin kullanımına bırakmıştır. Bu evin sır tutucusu Dumbledore'da öldüğü için şimdilik yeni bir sır tutucu seçilene kadar ev artık yoldaşlık üyeleri için güvenli değildir.Sirius'un ölümüne Bellatrix'le yaptığı düello sebe |
p olmuştur. Esrar Dairesi'nde Bellatrix'le düello yaparken göğsüne kırmızı bir ışık çakıp tülün arkasına düşmüştür.
Fleur Delacour (1977) Harry Potter serisindeki kurgusal karakterlerden biri. İlk olarak serinin dördüncü kitabı olan "Harry Potter ve Ateş Kadehi"nde göründü. Serinin altıncı kitabı olan "Harry Potter ve Melez Prens"te ise Bill Weasley'nin nişanlısıydı.
Fransa'da bulunan Beauxbatons Sihir Akademisi'nin şampiyonu olarak okulunu Üçbüyücü Turnuvasında temsil etti. İngilizce'sini ilerletmek için Gringotts'da iş bulmuş ve Bill Weasley'den özel ders almaya başlamıştır.
Kız kardeşi Gabrielle Delacour, büyükannesi ise bir veeladır. Fleur'un asasında büyükannesinin saç tellerinden bulunduğu bilinmektedir.
Dördüncü filmde bu karakteri Clémence Poésy canlandırdı.
Aberforth "Abe" Dumbledore Albus Dumbledore'un kardeşidir. Domuz Kafası barının sahibidir ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı'ndadır. Patronus'u keçidir.
Kendisi Kendra ile Percival Dumbledore'un oğludur. Ağabeyi Albus Dumbledore ve kardeşi Ariana Dumbledore ile yaşamaktadır. Her zaman kardeşine iyi davranmıştır. Fakat ağabeyini pek sevmemektedir. Babası Percival öldüğünde çok üzülmüştür ki annesi Kendra'yı Ariana yanlışlıkla öldürmüştür. Albus hiç kardeşine bakmıyor diye annesinin cenazesinde Albus'un burnunu kırmıştır. Ayrıca ağabeyinin arkadaşı olan Elphias Doge'dan da nefret etmektedir. Sonra Gellert Grindelwald adında birisi Godric's Hollow'a Ölüm Yadigârları'nı araştırmaya gelmişti. Ağabeyi de Grindelwald gibiydi. Aynı amaçları vardı. Fakat Grindelwald ile kendisi arasında bir tartışma çıkmıştır. Bu tartışma üçlü kavgaya dönüşür ve düello yaparlar. Sonra Ariana gelir üçünden birinin Öldüren Lanet'i onu öldürmüştür. Hangisi bilinmiyordur. Ariana öldükten sonra Aberforth Albus'la hiç konuşmamaya karar verir ve Hogsmade'e taşınmıştır. Orada Domuz Kafası adında bir bar açmış ve orada yaşamaya karar vermiştir. Daha sonra Albus'tan ayrı olarak Zümrüdüanka Yoldaşlığı'na katılmıştır. Ağabeyi Severus Snape tarafından öldürüldüğüne ne çok üzülmüş, ne de çok sevinmiştir. Son savaşta yer almış ve Augustus Rookwood'u yenmiştir.
Arabella Figg, Privet Drive'da oturan, Petunia Teyze ile Vernon Enişte'nin komşusudur. Aynı zamanda o bir Koftidir. Dumbledore tarafından Harry'ye göz kulak olması için görev verilmiştir. Tam bir kedi düşkünüdür. "Zümrüdüanka Yoldaşlığı" üyesidir. Kendisi bir kofti olduğundan bakanlık kayıtlarında yer almaz. Arabella Harry Potter'ın okuldan atılması için düzenlenen mahkemedeki tek şahittir.
Mundungus Fletcher, ilk olarak Harry Potter ve Sırlar Odası kitabında adı görülür. Güvenilmez bir yoldaşlık üyesidir ama Albus Dumbledore'a sadıktır. Ruh Emiciler Little Whinging'e geldiği gece Harry'i korumakla görevlidir. Ancak görevini tam anlamıyla yerine getirmez. Sirius Black öldükten sonra evine girer ve Kreacher'a rağmen bazı değerli eşyaları çalar.
John Remus Lupin, J.K. Rowling'in Harry Potter serisi'nde yer alan kurgusal karakter. Remus Lupin adını, mitolojide ikiz kardeşi Romulus ile birlikte kurtlar tarafından yetiştirilen Remus karakterinden almıştır.
Harry Potter'ın babasının en iyi arkadaşlarından biridir. Fenrir Greyback tarafından küçükken ısırılıp bir kurtadam olmuştur. Harry üçüncü sınıftayken onun Karanlık Sanatlara Karşı Savunma hocalığını yapmıştır. " Zümrüdüanka Yoldaşlığı" 'nın bir üyesidir. Dumbledore'un güvendiği biridir. Peter Pettigrew, Sirius Black , James Potter ve Lily Potter onun Hogwarts'ta sahip olduğu tek arkadaşlarıdır. Üçü de onun kurtadam olduğunu öğrendiklerinde Lupin'in sandığının aksine onu bırakmamış hatta onu yalnız bırakmamak için birer animagus olmuşlardır. Lupin, James Potter, Peter Pettigrew ve Sirius Black ile beraber kendilerine "Çapulcular" dedikleri bir çete kurmuş ve Harry Potter'ın Hogwarts'taki 3. yılında ilk olarak kullandığı, Fred ve George Weasley tarafından bulunmuş ve Harry'ye verilmiş olan Çapulcu Haritası'nı oluşturmuşlardır. Çapulcu Haritası "Hiçbir işe yaramadığıma yemin ederim." cümlesi söylendiğinde Hogwarts haritasına dönüşen ve o anda Hogwarts arazisindeki herkesi gösteren bir parşömendir.
Harry'nin üçüncü yılında Hogwarts'ta Karanlık Sanatlara Karşı Savunma Profesörü olduğu dönemde Dolunay çıktığında İksir profesörü Severus Snape tarafından hazırlanan kurtboğan iksirini alarak ve saklanarak bu özelliğini saklamaya çalışmıştır. Sirius Black ve Dumbledore'un ölümünden sonra Weasley'ler ile birlikte Harry'nin en çok güvenebileceği yetişkinin Lupin olduğu söylenebilir.
Nymphadora Tonks ile evlenmiş ve Teddy Remus Lupin adında bir çocuğu olmuştur.
Kurt boğan iksirinden önce Lupin her dolunayda canavarlaşıyordu. Dumbledore gerekli önlemleri alarak Lupin'in Hogwarts'ta okuyabilmesini sağladı. O geldiği yıl Şamarcı Söğüt dikildi ve onun Hogsmeade'deki Bağıran Baraka'ya ulaşabilmesi için Söğüt yanından girişi olan gizli geçit yapıldı. Her dolunayda Lupin okuldan bu geçit ile Bağıran Baraka'ya getirilir ve dönüşümünü tamamlaması sağlanırdı. Hogwarts'ta ders verdiği zamanlarda Böcürt'ler konusunu anlatırken karşısındaki kişinin en çok korktuğu şeye bürünen bu yaratıklar Lupin'i gördükleri zaman dolunay şekline dönüşürlerdi. Şamarcı Söğüt, dönüşümde Kurtadam ile kimsenin karşılaşmamasını sağlardı.
Kurtadama dönüşmek çok acı verir ve bu dönüşümde insanları ısırmak ister. Bağıran Baraka'da kimseyi ısıramayan Lupin kendini ve eşyaları ısırır, tırmalardı. Bundan dolayı çıkan sesleri, gürültüyü ve çığlıkları köylüler vahşi ruhlardan ötürü duyduklarını sanıyorlardı. Dumbledore da bu iddiaları destekliyordu. Lupin'in en çok korktuğu şey en iyi arkadaşlarını animagus olduğu için kaybetmekti. Kurtadamlar sadece insanlar için tehlikelidir. Bu yüzden en çok sevdiği arkadaşları uzun uğraşlar sonucunda animagus oldular.
Hogwarts'ta Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinin üçüncü öğretmenidir. Hogwarts Ekspresi'nde Harry ile aynı kompartmandaydı ve Harry'yi Ruh Emici'lere karşı korudu. James Potter’ın en iyi arkadaşlarından ve Çapulcu Haritası'nın dört yaratıcısından biridir. Kendi dönemlerinde; 5. sınıfta sınıf başkanlığı da yapmıştır. Karanlık Sanatlara Karşı Savunma eğitiminde babadan oğula geçen sisteme inanır. Yıl sonunda ailelerden gelecek baskılardan korktuğu için istifa etmiştir.
Severus Snape "kazayla" ağzından kurtadam olduğunu kaçırmasıyla birlikte okuldan istifa etmesine rağmen Lupin Severus'a karşı hiçbir şey hissetmez. Bu yüzden de okulda ders verdiği dönemlerde yapmış olduğu Kurtboğan İksiri sayesinde de Dolunay dönemlerini acısız geçirdiğini de unutmaz.
Okuldaki döneminden sonra Dumbledore'un Kurtadamlar arasında bir casusa ihtiyacı olması üzerine yeraltında onlarla birlikte yaşamaya başladı. Çünkü Kurtadamlar, Voldemort tarafında yer alıyorlardı.
Önceleri kurtadamların büyücüler arasında yaşamasından dolayı taşıdığı izler yüzünden Lupin'i kabul etmeleri oldukça zor oldu. Çünkü kurtadamlar sadece yiyecek için normal insanların yanlarına yaklaşıyorlardı. Voldemort yönetiminde daha iyi bir hayatlarının olacağını düşündükleri için de destekliyorlar.
1997'nin başlangıcında Tonks ile evlenmişlerdi ve bir bebek beklemektedirler. Ancak Lupin bu olaydan son derece rahatsızdır. Doğacak bebeğin de bir kurtadam olacağı fikri onu üzmektedir. Bu yüzden de evliliğine pişmanlık olarak bakmaktadır. Kendi türündekilerin genellikle üremediğini söyler, doğacak çocuğunun onu bu özelliğini almasından veya almazsa da babasından utanmasından kaygılanır. Ancak Harry'nin bu düşüncesinden dolayı kendisine yönelik suçlamalarından etkilenen Lupin olayı kabullenmeyi ve mutlu olmayı başarmıştır. Doğan çocuk Lupin'in düşündüğü gibi bir kurtadam değildir bir Metamorfmagustur. Erkektir ve adı Ted olmuştur. Bu, Nymphadora Tonks'un babasının adıdır. Vaftiz babasının Harry Potter olmasını ister. Lupin Voldemort'tan korkmayan sayılı kişilerdendir. Onun adını korkmadan söyleyebilir. Bu onun korkusuz olduğunun ve Voldemort'la dahi savaşabileceği anlamına gelmektedir. Esrar dairesindeki savaşta tüm Zümrüdüanka Yoldaşlığı üyeleri devrilmişken Lupin halen ayaktadır. Voldemort, onu ve karısı Nymphadora Tonks'u öldürme görevini özellikle bizzat en güvendiği müriti olan Bellatrix Lestrange'a vermiştir. Ama Bellatrix bunu başaramayacağını anlayınca Hogwarts Savaşı'nda Nymphadora Tonks'u arkasından vurmuş ve onu öldürmüştür. Ancak Lupin'i öldürmeyi başaramamıştır. Lupin Hogwarts Savaşı'nda en büyük komutan olarak kulelerde savaşmıştır.
Remus Lupin Ölüm Yadigarların'nda okuldaki savaşta hayatını kaybetmiştir. Asıl nedeni ise tam Antonin Dolohov'u devirmiş başka bir Ölüm Yiyen'le savaşmaya giderken Antonin Dolohov onu arkadan Öldüren Lanet ile vurmuştur.
Alastor "Deli-Göz" Moody ilk olarak Harry Potter ve Ateş Kadehi kitabında adı geçmiştir. Hogwarts'ta Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersi'ne girmek üzere görevlendirilmiştir.(Ancak derslere çok özlü iksirle ona benzeyen ve kendisini bir sandığa kapatan Barty Crouch girmiştir.) Kitapta eski bir seherbaz olduğu söylenmiştir. Yüzündeki yaraları ile çok dikkat çekicidir. Ağzı küçük bir kesik biçimindedir ve yüzü sanki tahtadan oyulmuş gibidir. Azkaban'a en fazla Ölüm Yiyen koyan seherbaz olarak bilinmektedir. Bir gözü anormal olduğu ve görünmezlik pelerini dahil çok fazla şey görebildiği için ona Deli-Göz Moody de denir. "Zümrüdüanka Yoldaşlığı" üyesidir. Son kitap olan Harry Potter ve Ölüm Yadigarları'nda Harry'yi kaçırma eylemi sırasında Voldemort'un Avada kedavra laneti yüzüne gelmiştir. Bunu Fleur ve Bill söylemiştir. Ardından çok büyük yükseklikten yere düştüğü için lanetle ölmese bile yere düşerek ölmüştür. Remus Lupin ve Bill Weasley cesedi bulmak için yola çıkmışlardır fakat cesedi bulamamışlardır. 5. kitap olan Zümrüdüanka Yoldaşlığı 'nda da yoldaşlık üyeleriyle beraber Harry ve arkadaşlarını kurtarmaya gelmiştir. Çok güçlü bir büyücüdür. Ölüm Yiyenler onun büyü gücünden daima korkmuşlardır. Evan Rosier ile düello ederken burnundan büyük bir parçası kopmuştur.
James Potter (d. 1960 - ö. 1981), Safkan büyücü. Siyah saçlı, ela gözlü ve Harry gibi yuvarlak gözlüklü, ze |
ki bir çocuktur. 1971 yılında Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu'na başladı. Hogwarts'ta üç yakın arkadaş edindi. Bunlarla Çapulcular Grubunu kurdu. Bu Kişiler Sirius Black (Patiayak), Remus Lupin (Aylak), Peter Pettigrew (Kılkuyruk), Kendi lakabı ise Çatalak'tı. Bu lakapların anlamı, Sirius'un animagusunun köpek, Lupin'in kurtadam (Remus animagus değildir), Peter'in animagusunun fare, kendisininkinin ise çatalboynuzlu geyik olmasıydı. Sirius, Peter ve James Remus ile beraber olabilmek için animagusa dönüştüler. James'in animagusa dönüştüğünde aldığı şekil "çatalboynuzlu geyik"tir.
Hogwarts'ta Gryffindor öğrencisiydi. Çok yetenekli bir öğrenciydi. Kitaplarda da belirtildiği gibi sınıf başkanı olmasa da son yılında öğrenci başı olmuştur. Okul yıllarında Severus Snape'ten nefret ederdi. Bu nefreti karşılıksız değildi. Snape de James'den nefret ederdi. Bu nefretleri daha okullarındaki ilk yılda başlamıştı. James ilk olarak Snape'i Hogwarts Ekspresi'nde gördü. Snape, Lily'e ""Umarım Slytherin'e seçilirsin" "derken James Sirius ile birlikte kompartımana girip küçümser bir ifadeyle ""Slytherin mi?" "dedi . Snape ""Sen hangi binaya girmek istiyorsun?" "deyince James hayali bir kılıç çıkarmış ve ""Yiğittir Gryffindor'da kalan çocuklar!"" diye haykırdı. Bunun üzerine Snape, ""Zeka yerine kası mı tercih ediyorsun?"" diye sordu. Sirius araya girip ""Sende ikisi de olmadığına göre sen nereye gireceksin?"" dedi. James, Snape'ten nefret ettiği için onunla sık sık dalga geçerdi. Ve okuldaki tüm öğrencilerin içinde onu küçük düşürürdü. Bu küçük düşürmesinde en yakın arkadaşı Sirius Black de ona yardım ederdi. Remus Lupin bu olaylara katılmasa da sınıf başkanı olmasına rağmen bu olayları engellemedi. Peter Pettigrew ise bu olayları izlemekten zevk alırdı.
James Snape'e Sümsükus lakabını takmıştı. James ve Sirius okulun en çalışkan ve en yaramaz öğrencileriydi. James'in kardeşi gibi sevdiği Sirius'a güveni tamdı. Bu iki arkadaş en zorlu büyüleri bile öğrenci olmalarına karşın yapabiliyor ve bütün öğretmenleri şaşkına düşürüyordu. James kızlarla pek ilgilenir ve onlara gösteriş yapmayı severdi. Özellikle Lily Evans ile çok ilgilenirdi. Ancak Lily Evans ondan nefret ederdi. Okul sonrasında ise Lily Evans ile evlenmiş ve Harry Potter adlı bir çocukları olmuştur. Okulda Gryffindor Quidditch Takımında kovalayıcı pozisyonunda oynardı. Çok iyi bir oyuncuydu. Bu yeteneği Harry Potter'a da geçmiştir.
Okuldan sonra Lord Voldemort'a karşı olan "Zümrüdüanka Yoldaşlığı"na katılmıştır. Voldemort'un elinden üç kez kaçmayı başarmıştır. Seherbaz olmasa da seherbaz sayılabilir. Voldemort'a karşı duran en ünlü ve güçlü büyücülerin başında gelir. Godric's Hollow adlı kasabada Lily Evans ile yaşamaya başlamışlardır. Ancak Voldemort'un peşlerinde olduğunu anlayınca kendilerini Fidelius büyüsü ile saklamıştır. James sır tutucularının Sirius olmasını ister; ama Sirius, Peter sır tutucusu olursa bunun Voldemort'un kafasını karıştırcağını düşünür ve Sır Tutucuyu Peter yapar. Ancak Peter çift taraflı bir ajandır ve Voldemort'a Potterların kaldığı yeri söyler. Lord Voldemort buraya gelir ve ilk önce James'i öldürür. İlk başta Severus Snape'in isteği üzerine Lily'i öldürmek istemez, ancak Lily çok ısrar edince onu da öldürür. Ve Harry'i öldürmeye kalkar. Ancak Lily Potter ölmeden önce hayatını feda ederek yaptığı sevgi büyüsüyle Harry'e Voldomert'un dokunmasını engellemiş, bu nedenle ölümcül Avada Kedavra laneti geri tepmiştir. James Potter, Harry Potter'ın içinde sevgi olarak yaşamaktadır. Ve bu sevgi Harry'nin Patronus Büyüsünün Çatal Boynuzlu Geyik şeklini almasıyla da anlaşılır.
J.K Rowling bir televizyon programında yaptığı açıklamada filmdeki en beğenmediği rolün James Potter rolü olduğunu söylemiştir. Nedenini de şöyle açıklamıştır: "James öldüğünde 21 yaşındaydı ve Harry'e benziyordu saçları aynı onun gibi gür ve dağınıktı. Ancak filmde gördüğümde hayal kırıklığına uğradım. Çünkü 35-40 yaşlarında gösteriyordu ve benim hayalimdeki kadar yakışıklı değildi. Onu kesinlikle Sirius ile birlikte çok yakışıklı hayal etmiştim."
Lily Potter muggle doğumludur.Harry Potter'in annesidir ve ölmeden önce Harry için cesurca hayatını feda ederek Harry'ye Lord Voldemort'a karşı sihirli bir koruma sağlamıştır. James'in eşidir ve Hogwarts'ta iken tanışmışlardır. Başta James'ten nefret etmesine rağmen, James kibirini bir yana bırakınca 7. sınıfta çıkmaya başlamış ve okul bittikten 2 yıl sonra evlenmişlerdir. Herkesin Harry'yi gördüğünde dediği bir cümleden ("Gözlerin aynı anneninkiler gibi.") yola çıkarak gözlerinin çok güzel olduğunu (Şaşırtıcı derecede yeşil ve badem şeklinde.) ve 6. kitaptan anladığımız kadar İksir dersinde çok yetenekli olduğu kesin olarak bildiklerimiz arasındadır. Okuldayken Horace Slughorn'un gözdesi, son derece yenetekli ve mugglelardan doğmadır. Bu yönünden ve başka yönlerinden Hermione Granger'a benzemektedir.
Onun bir cadı olduğunu çocukken Severus Snape keşfetmiştir. Ayrıca Snape ömrünün sonuna kadar Lily'e aşık kalmış (Lily'nin patronusu Gümüş Maral'dır ve çok güçlü duygular sonucunda patronus bir çeşit trans'a uğrayıp değişebilir. Severus Snape'in patronusu da Lily'e olan aşkından Kartal iken Gümüş Maral olmuştur.) ve Harry'i korumaya yemin etmiştir. Snape'in ölüm yiyen olmaktan vazgeçme sebebi de Lily'nin öldürülmesidir.
Kingsley Shacklebolt Harry Potter serisinde, "Zümrüdüanka Yoldaşlığı" üyesi olan bir Büyücüdür. Kingsley, bakanlıkta çalışan üst düzey bir seherbazdır. Siyahidir ve kulağına altın bir küpe takar. Tok ve güven veren bir sesi vardır. Seride ilk kez Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı kitabında, Harry'yi Privet Drive'dan almak için gelenler arasında görünmüştür. Harry ve arkadaşları Esrar Dairesi'nde tuzağa düşürüldükten sonra onları kurtarmak için gelen Zümrüdüanka Yoldaşlığı üyelerinden biridir. Kitapta Esrar Dairesi'ndeki çarpışmada iki tane Ölüm Yiyen'e karşı savaştığından söz edilir. Ölüm Yadigarları kitabında Bill ve Fleur'ün düğünü sırasında bir vaşak olan patronusunu gönderip Sihir Bakanlığı'nın düştüğünü ve Ölüm Yiyenler'in gelmekte olduğunu “Bakanlık düştü. Scrimgeour öldü. Geliyorlar.” sözü ile belirtir. Önceden uyararak düğündeki misafirleri kurtarmıştır. Hogwarts Savaşı sırasında Voldemort'a karşı Minerva McGonagall ve Horace Slughorn ile birlikte savaşmıştır. Sonradan Sihir Bakanı olur.
Nymphadora Tonks, J.K. Rowling tarafından yazılmış Harry Potter serisinde bir karakter. Kendisine Nymphadora denilmesinden nefret eder.
Tonks Harry Potter serisinin 5. si olan Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığında ortaya çıkan bir seherbaz aynı zamanda bir yoldaşlık üyesidir. Tonks bir Metamorfmagus'tur. Yani kendini değiştirebilme yeteneğine sahiptir. Örneğin farklı duygular yaşadığı zaman saç rengini değiştirebilmektedir. Metamorfmagus olduğu için çaba harcamadan ve çalışmadan Biçim Değiştirme Sınavları'ndan her zaman en yüksek notları alırdı. Ayrıca çok sakar olmasıyla tanınır.
Annesi cadı olan Andromeda Tonks'tur. Andromeda, Sirius Black'in en sevdiği kuzenidir. Babası ise muggle doğumlu büyücü Teddy Tonks'tur. Bu yüzden safkan Black ailesi tarafından kabul görmezler. Teyzeleri Bella ve Cissy onu asla kabul etmediler. Bizzat Voldemort, Bellatrix Lestrange'e hem Nymphadora hem Lupin'i öldürme görevini vermiştir.
Tonks Remus Lupin'e aşıktır. Remus Lupin Nymphadora'yı sevdiği halde onun iyiliği için onunla birlikte olmaz; çünkü kurtadam olduğu için hem onun hem de doğacak çocuklarının kurtadam olma tehlikesi olup onun da hayatını mahvetmekten korkar. Ama sonra bu tutumdan vazgeçer ve onunla evlenir. Teddy Lupin adında bir çocukları olur. Bu çocuk korkulduğu gibi bir Kurtadam değil, bir Metamorfmagus'tur. Teddy Lupin'in vaftiz babası Harry'dir.
Remus Lupin'e aşık olduğu için nadir gerçekleşen olaylardan birini yaşar ve Patronus'u kurtadam şeklini alır. Tonks ve Lupin tam mutluluğu yakalamışken Lupin ve Tonks savaş sırasında ölür. Kocasını ararken Bellatrix Lestrange ile karşılaşan Tonks, Bellatrix Lestrange'nin yaptığı oyunlar sayesinde Hogwarts'taki savaşta teyzesi tarafından öldürülür. Gornuk ve Griphook adındaki cincüceler ile biri Harry Potter'ın binasından yakın arkadaşı Dean Thomas olmak üzere iki muggle ile beraber kaçarken Bellatrix Lestrange tarafından öldürülmüştür.
Arthur Weasley, Weasley'lerin babası. Sihir Bakanlığı’nda, Muggle Eşyalarının Kötüye Kullanımı Dairesi Başkanı iken 1997 yılında Rufus Scrimgeour tarafından Sahte Savunma Büyüleri ve Koruyucu Nesneleri Bulma ve El Koyma Bürosu bürosunun başına getirilmiştir. Şu anda kendisine bağlı on adamı bulunmaktadır.
Elektrik fişleri ve pil koleksiyonu yapar. Bir Ford Anglia'ya büyü yaparak uçurması nedeniyle Muggle Eşyalarının Kötüye Kullanımı konusunda yargılanmıştır. Biraz tuhaf biridir ve Muggle dünyasına olan düşkünlüğü onun bakanlıkta yükselmesini engellemektedir. Muggle Koruma Yasası'nı hazırlamıştır. Harry'nin 5. yılında Sihir Bakanlığı Esrar Dairesi'nde Lord Voldemort'un yılanı Nagini tarafından saldırıya uğramış ve St.Mungo Sihirsel Hastalıklar Hastanesi'ne nakledilerek iyileşmiştir. Burada yılan tarafından yapılmış yarasını düzeltmek için yardımcı doktora kendisine muggle tarzı dikiş tedavisi yapmasını istemiştir. Sirius Black ile kan yoluyla akraba olduğu sanılır.
Bill Weasley, İngiliz yazar J.K. Rowling'in roman serisi olan Harry Potter'da bir kurgusal karakter.
Molly ve Arthur Weasley'in en büyük oğlu, Charlie, Percy, Fred, George, Ron ve Ginny'nin kardeşidir.
Bill Weasley, Hogwarts'ta, Gryffindor binasında, 1982 ve 1989 yılları arasında eğitim gördü. Ayrıca sınıf başkanlığı da yaptı. Ardından Mısır'a gitti ve oradaki Grignotts Bankası'nda lanet kırıcı olarak çalıştı.
Bill, Zümrüdüanka Yoldaşlığı adlı serinin beşinci kitabında İngiltere'ye iş için geri döndü. Sonra bir yıl boyunca, Fleur Delacour ile herkesten gizli olarak İngilizce çalıştı. Dersler sırasında Fleur'a yakınlık hissetti ve beraber olmaya başladılar.Harry Potter ve Melez Prens'de ise Bill ve Fleur nişanlandılar. Ayrıca Ron ve Harry'nin Hogwarts'taki altıncı yılını |
n başlamasından önceki yaz Bill, nişanlısını ailesi ile tanıştırdı. 6. kitabın sonunda Fenrir Greyback tarafından yaralanmıştır, neyse ki o sırada dolunay değildir. 1996'nın Ağustos'nda Fleur'le evlenmişlerdir. Ron gruptan ayrıldıktan sonra DenizKabuğu Kulubesinde kalmıştır. Daha sonradan Victoire, Louis ve Dominuque isimli üç çocuğu olmuştur.
6. kitapta kendisi iyi görünümlü genç bir adam olarak tanımlanmıştır. Hatta Fleur Delacour, onu serinin 4. kitabı olan Ateş Kadehi'nde gördüğünde, gözlerinden çok etkilendiği yazmaktadır.
Bu karakteri filmlerde "Richard Fish" canlandırmıştır. Seride ilk kez Harry Potter ve Azkaban Tutsağı'nda görünmüştür.
Charlie Weasley, İngiliz yazar J.K. Rowling'in roman serisi olan Harry Potter'da yer alan kurgusal bir karakter.
Molly ve Arthur Weasley'i ikinci oğlu, Bill, Percy, Fred, George, Ron, ve Ginny'nin kardeşidir. Serinin dördüncü kitabı olan Harry Potter ve Ateş Kadehi'nde ılımlı, iyimser ve yüzünde birçok çil olan bir kişi olarak tasvir edilmiştir. Vücut yapısı ise kendinden küçük ikiz kardeşleri olan Fred ve George'a benzemektedir. Fakat boyu Ron ve Percy'den kısadır.
Charlie, 1984 ve 1991 yılları arasında Hogwarts'ta öğrencilik yapmıştır. Harry Potter'ın okula başlamasından bir yıl önce okuldan mezun olmuştur. Hogwarts'ta iken Gryffindor binasının quidditch takımında arayıcılık yapmıştır. Hatta "Efsane Arayıcı" olarak da bilinmektedir. Bundan başka, Harry'nin de arayıcı olmasından dolayı ilk yılında Harry sık sık Charlie ile kıyaslanmıştır. Charlie daha sonra Romanya'ya giderek ejderha bakıcılığı yapmaya başlamıştır. Hagrid onun her zaman hayvanlar ile arasının kardeşi Percy gibi iyi olduğunu söylemiştir. Hagrid, ejderhası Norbert'ı 1. kitapta Charlie'ye göndermiştir. Bundan başka 4. kitapta yer alan üç büyücü turnuvasındaki dört ejderhayı da Charlie'nin takımı getirmiştir.
Lord Voldemort'un ikinci kez güçlenmesiyle birlikte Charlie, Zümrüdüanka Yoldaşlığında önemli görevlerde bulunmuştur. Topluluğa daha çok yurtdışından destek vermiştir. İngiltere'ye Ateş Kadehi'nden beri dönmemiştir.
Molly Weasley (kızlık soyadı Prewett), Harry Potter serisindeki kurgusal karakterlerden biri. Ron'un, Harry'nin daha sonra evleneceği Ginny'nin ve diğer Weasley çocuklarının annesidir.
Weasley kardeşlerin annesi ve Arthur Weasley'nin eşi. Sabırlı bir ev kadını, mükemel bir aşçı ve tüm ev işlerini halletmede uzman bir eş. Aynı zamanda yetenekli bir cadı ve Albus Dumbledore’a sadık eski kuşaklardandır. Percy’yi biraz daha kayırma eğilimindedir. O da kızıl saçlıdır. Biraz tombul ve kısa boyludur. Bu nedenle kocası Arthur ile başbaşa iken ona Mollytombik denmesini sever. Ron'un en yakın arkadaşı olan Harry'yi çok sever. Fabian ve Gideon adlarında iki erkek kardeşi vardır. Sirius Black ile hısım olduğu sanılıyor. Fred'i öldürmesi ve Ginny'e öldüren lanet yollaması üzerine ""kızımın üstünden elini çek seni kaltak!"" diyerek Bellatrix Lestrange'i öldürdü.
Gergef
Gergef , ahşaptan, dört ayak üstüne portatif sürme tahtalardan yapılanları olduğu gibi; fildişili, bağalıları da olan, el işleri ve oyalarının yapıldığı aletin adı. Eskiden en kıymetli el işleri bu aletle işlenirdi. Hemen her evde bulunur; genç kızlar çeyizlik ipekli, sırmalı, nakış, kaneviçe, etamin gibi işlemeleri bununla yaparlardı.Gergef çeyiz ve işlemeleri oluşturmak için de yapılır.
Kara Camii
Kara Camii, Sofya’da 1528 yılında Kanunî Sultan Süleyman’ın emri ile Mimar Sinan tarafından yapılan, 1903 yılında kiliseye çevrilen cami. Bulgaristan'da günümüzde olarak bilinmektedir.
İlk önce Koca Mehmet Paşa Camii, sonra İmaret Camii olarak bilinir, sonra minaresinin kara taşlarından dolayı Kara Camii olarak bilinir.
Mabed, bugünkü Bulgaristan İçişleri Bakanlığı’nın yanındaki küçük bahçede bulunur ve kilise olarak kullanılır. Osmanlı döneminde camiinin hemen yanına defnedilen cami hocaları ve imamlarının bulunduğu kabristan ise bugün otopark olarak kullanılmaktadır.
Kilisesi’nin kapısının yanıbaşındaki kitabede özetle şunlar yazılıdır;
"Kara Cami I.Sultan Süleyman’ın havalesi üzerine Şiroka Likalı (Bulgaristan’ın Rodoplar havalisinde bir köy) bir yeniçeri olan Koca Sinan tarafından kurulmuştur. Kuruluştan sonra Başbakan Petro Karavelov burasını, etrafta yaşayan Hristiyanların isteği üzerine kiliseye çevirmiştir. Kilise planlarını “Aleksandır Nevski” (Sofya’nın ortasında Osmanlı-Rus Savaşı şerefine yapılan anıt kilise) kilisenin mimarı Rus A.N.Pomerantsev hazırlamıştır. Restore işleri Bulgar mimarları Yordan Milinov ile Petko Momçilov tarafından yürütülmüştür. Üç yıl hummalı bir çalışmadan sonra kilise 27 Temmuz 1903 yılında açılmıştır. Kilise mimarî bakımından Balkan yarımadasında tek mabettir. İvan Vazov’un da dediği gibi “sırrını zamanımızın çözemediği bir kuruculuk mucizesidir".[1]
Eski İngilizce
Eski İngilizce (eski İngilizce "Anglo-Saxon" ya da Anglosaksonların kendi verdikleri adla "Englisc") şu anki İngiltere olan bölgenin belli bölümlerinde ve Güney İskoçya'da 5. yüzyılın ortalarından 12. yüzyılın ortalarına kadar konuşulmuş İngilizcenin eski şeklidir. Bu dil, Batı Cermen dillerinden birisiydi ve bu yüzden de Eski Frizceyle ve Eski Saksoncayla yakından ilgilidir. Ayrıca dil, Kuzey Cermen dil grubundan Eski Norsçanın da büyük etkisi altında kalmıştır.
Eski İngilizce durağan bir dil değildi ve 5. yüzyılda İngiltere'yi oluşturan Anglosakson göçlerinden, dili çok büyük değişmelere uğratan 1066'daki Norman istilasına kadarki zaman diliminden oluşan 700 yıllık bir zaman boyunca kullanıldı. Bu ilk dönemlerinde dil, Kelt dilini ve Danelaw olarak bilinen, doğu ve kuzey İngiltere'deki geniş bölgeleri hakimiyeti altında tutan Vikinglere hücum ederek Eski Nors dilini özümsemiştir.
Eski İngilizceyi şekillendiren en önemli güçlerden birisi, onun Cermen sözcük dağarcığı, cümle yapısı ve Avrupa kıtasındaki kardeş dilleriyle paylaştığı gramer yapısıdır. Bu özelliklerden bir kısmı Batı Cermen dil ailesine aitken, bir kısmı da bütün Cermen dillerinin kökü olarak kabul edilen Proto-Germanik dil ailesinden miras kalmıştır. Ayrıca, hareketsiz nesneler dahil bütün nesnelere cinsiyet verilirdi: Örn, "sēo sunne" (M.İ. the Sun "güneş") dişil iken "se mōna" (M.İ. the Moon "ay") eril olarak kabul edilir. (Bu durum Modern Almancada da bu şekildedir. Örn. die Sonne, der Mond...)
Eğitimli ve okuma yazma bilen nüfusun (rahipler vs.) büyük bölümü Avrupa'da dönemin "lingua franca"sı sayılan Latincede oldukça yetenekliydi. Bazen, bir Latince sözcüğün Eski İngilizceye yaklaşık olarak ne zaman girdiğini maruz kaldığı dilbilimsel değişmelere bakarak tahmin edilebilir. Latin dillerinin Eski İngilizce üstündeki etkisi 3 zaman diliminde incelenir. İlki, Saksonlar, Avrupa'dan İngiltere'ye gitmek üzere ayrıldığında gerçekleşir. İkincisi, Anglo-Saksonlar Hıristiyanlığı kabul edip de Latince konuşan rahipler yaygınlaştığında başlar. En son ve en önemli Latin temelli sözcük geçişi de 1066 Norman İstilasında gerçekleşir. Her ne kadar kayda değer oranda Nors dilinde sözcük dile girmiş olsa da, bu Oïl diline ait sözcüklerin büyük kısmı klasik Latin dilinden alınmıştı. Dilde büyük değişikliklere neden olan bu Norman İstilası, aynı zamanda, Eski İngilizcenin bitişi, Orta İngilizce (Middle English)'in başlangıcı olarak kabul edilir.
Runik (futhorc ya da fuþorc) alfabeden Latin alfabesine geçişle dil daha büyük bir değişme gösterdi. Bu ayrıca dilin üstündeki gelişmeye yönelik baskıyı arttırdı. Eski İngilizcede sözcükler okunduğu gibi yazılırdı; Modern İngilizcede telaffuz edilmeyen "knight" sözcüğündeki "k" sesi gibi telaffuz edilmeyen sesler aslında Eski İngilizcede telaffuz edilmekteydi. Bu değişikliğin yan etkilerinden birisi de sözcüklerin fonetik telaffuzundaki çeşitlilikti. Bir sözcük, yazarın lehçesini yansıtıyordu. Bir sözcük bir yazardan bir yazara hatta aynı yazarın bir eserinden ötekine değişme gösterebilirdi. Örneğin, "and" bağlacı, "and" ya da "ond" olarak telaffuz edilebilirdi.
Bu yüzdendir ki, Eski İngilizcenin yazılışı, Çağdaş İngilizceden daha karmaşık görülebilir, bunun en azından bazı var olan telaffuzları yansıttığı iddia edilse de, Çağdaş İngilizcede pek çok durumda görülmemektedir. Günümüzde, Eski İngilizce öğrencilerinin pek çoğu, dili önce sadeleştirilmiş olarak görüp dilin temel özelliklerini öğrendikten sonra çeşitli yazım şekillerini öğrenebilmektedir.
Eski İngilizcede ikinci yabancı sözcük kaynağı 9. ve 10. yüzyıldaki Viking istilaları sırasında dile giren İskandinav sözcükleridir. Pek çok yerleşim yerinin isimleri dışında, bunlar genelde temel sözcükleri ve Danelaw'ın yönetimiyle ilgili olanları da içeriyordu. Vikingler Eski İngilizceyle ortak kökü Proto-Germanik dillerden gelen Eski Nors dilini konuşuyordu.
Cradle of Filth
Cradle of Filth, İngiliz ekstrem metal grubudur. 1991 yılında Suffolk şehrinde kurulmuştur. Demo kayıtlarında ve ""The Principle of Evil Made Flesh"" albümlerinde senfonik black metal tarzında çalışmış, ancak günümüze kadar tüm diğer albümlerinde daha temiz kayıt kullanmayı ve black metal elementleri taşıyan ekstrem gotik metal olarak adlandırılabilecek bir türde eserler vermeyi tercih etmişlerdir. Şarkı sözlerinde gotik imgeler ve mitoloji çok önemli bir yer tutar.
Cradle of Filth grubu, 1991 yılında Suffolk şehrinde kuruldu. İlk başlarda Venom ve Bathory gibi black metal'in ağır isimlerinden etkilenerek çalışmaya başlayan grup, hazırladığı demoların ardından “"The Principle of Evil Made Flesh"” albümüyle black metal müzik piyasasına merhaba dedi. 1994 senesinde Cacaphonous Record'tan çıkan bu albüm; keskin gitar riffleri, gotik klavye partisyonları ve destansı şarkı sözleriyle bütün dikkatleri üzerine çekti. Dinleyicilerden tam not alan “"The Principle of Evil Made Flesh"”, grubun sonraki çalışmalarına göre ayrı bir yerde dursa da, 2006 senesinde Metal Hammer'ın en iyi Black Metal albümleri listesinde ilk 10'da yer alacaktı.
Cacophonous Records ile yaşanan sorunların ardından Music for Nations şirketiyle anlaşan Cradle of Filth, yeni plak şirketine geçmeden önce “"V Empire of Dark Faerytales i |
n Phallunstein"” EP’sini piyasaya sürdü. Bu çalışma aynı zamanda grubun ilk bayan vokalisti olan Andrea Meyer'ın, yerini Sarah Jezebel Deva'ya bıraktığı albüm oldu. The Kovenant, Therion, Mortiis ve Angoria ile de çalışan Sarah Jezebel, hiçbir medya organında Cradle of Filth'in asıl elemanlarından biri olarak anılmasa da, grubun birçok şarkısına sesiyle hayat verdi.
Music For Nations'dan çıkan ilk albüm 1996 tarihli “"Dusk…and Her Embrace"” oldu. Bu albüm, hem gruba Avrupa çapında şöhret kazandırdığı hem de günümüzde hala bu müziğin atlama taşlarından biri olarak görüldüğü için ayrı bir öneme sahiptir. Sheridan Le Fanu'nun eserlerinden esinlenerek oluşturulan vampirizm teması etrafında şekillenen albüm, Music For Nations firmasının sağladığı olanaklar ile daha kaliteli bir kayıt, daha kaliteli bir albüm kapağı ve tanıtım olanağına sahip bir şekilde hazırlanmıştı. Venom grubunun vokalisti Cronos, bu albümün şimdiye kadar yapılmış en iyi Cradle of Filth albümü olduğunu ama ileride çok daha iyilerinin olacağını söylemiştir.
Avrupa turnesinden sonra evine dönen Cradle of Filth, Music For Nations'tan çıkan ikinci albümleri ""Cruelty and the Beast""in kayıtlarını 1998 yılında tamamladı. Elizabeth Bathory'nin hakim olduğu bu albümde, Mrs. Hammer Horror lakaplı "Ingrid Pitt" konuk vokalleri üstlendi. Bu albümle ilk defa Amerika'ya açılan grubun vokalisti Dani Filth, albümün sound'u o kadar memnun edici olmasa da şimdiye kadarki çalışmalarının içinde ona en gurur vereni olduğunu ifade etti. Albümün çıkışından sonra turneye çıkan grup, ilk video kliplerini ve ardından da “"From the Cradle to Enslave"” EP’sini hayranlarına ulaştırdı. 2000'de piyasaya sürülen ve grubun 4. stüdyo albümü olan “"Midian"” sayesinde videolarının MTV'de gösterilmeye başlanmasına ek olarak, Ginger Snaps filminin müziğine de grubun bir şarkısı dahil oldu. MTV tarafından anında yasaklanan “PandaemonAeon” klibi, kendilerine uzak olan kitlenin grubun rahatsız ediciliğiyle sarsılmasını ve bu sayede ünlerine ün katılmasını sağladı. Grup, daha önce dini değerleri altüst eden tişörtleriyle de Vatikan'ı ayağa kaldırmıştı. Beşinci albümleri ""Midian"" 2000 yılında cadılar bayramında piyasaya sürülmüştü. Ardından ""Bitter Suites to Succubi"", 2002 yılında iki CD'lik ""Lovecraft & Witch Hearts"" piyasaya sunuldu. Bu albümde bazı şarkılar yeniden düzenlenip kayıt edildi bazı şarkılar cover yapıldı bazı şarkıların remixleri hazırlandı. Ardından piyasaya sürülen ve 2 CD'den oluşan ""Live Bait for the Dead"", kendi firmaları AbraCadaver bünyesinde hazırlanan bir canlı performans albümü oldu. O sıralarda Sony ile anlaşan grup, “"Damnation and a Day"” albümünün kayıtlarında önceki albümlerinde kullandıkları sintisayzırları bir kenara bırakıp 80 kişilik orkestra ve koro kullandı. Böylece tam bir senfonik metal kıvamını tutturan “"Damnation and a Day"”de o zamana kadar ürettikleri en karmaşık kompozisyonları kullandılar. Buna rağmen Sony'yi yeterince memnun edemediler ve firmadan ayrılıp onun yerine Roadrunner Records'la anlaştılar.
Roadrunner'dan çıkan ilk albüm 2004’te piyasaya sürülen “"Nymphetamine"” oldu. Onu takip eden “"Thornography"” albümleri 2006'da hayranlarına ulaştırıldı. Oldukça ritmik ve kulakta kalıcı şarkıların dahil edildiği “"Thornography"” kimilerine göre şimdiye kadarki en iyi albümleri, kimilerine göre de black metal'den tam olarak koptuklarını simgeleyen bir albüm oldu. Ne de olsa grup, yaptığı müzikle şimdiye kadar senfonic black metal, ekstrem gotik metal, melodik black metal, satanik metal, vampirick metal, speed metal, death metal, brutal death metal, melodik death metal, horror metal ve dark metal gibi pek çok türle anıldı.
Karabucak Savunması
İşgal kuvvetleri komutanının emri ile bir Türk tahsildar, 3 Ermeni kamovar Kozan’a bağlı Karabucak, Şerifli, Mahyalar, Çürüklü, Minnetli ve Kuyubeli köylerinden vergi toplamak üzere gönderilir. Bu kişiler köylülere baskı yapıp zorla vergi toplamaya başlayınca, o yörenin ileri geleni Deli Hacı Ağa fedailerinden Gavur Ali Ağa ve çetesi tarafından öldürülür.
Bu olay neticesinde, olayın kahramanı Deli Hacı Ağa’nın kardeşi Ökkeş Efendi, her ne kadar, işgal kuvvetleri komutanı ile dostluk kurup çiftliğinde ziyafet vermiş ise de, bu dostluk yetmemiş, Kozan’ın ileri gelenleri ile birlikte tutuklanıp manastır zindanına hapis edilmiştir.
Bu olayda;
Bu tutukluların bırakılması için, Kadirli’den çetesi ile gelen Çerkez Nuri Çavuş, işgal komutanı ile konuşur, tahliyelerini ister ve bırakılmamaları durumunda halkla birlikte silahlı eyleme başlayacağını söyleyerek baskı yapar. Sonuçta bu tutuklular bırakılmışlardır.
T.C. Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu Başkanlığı
Adli Tıp Kurumu, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinin resmi bilirkişilik kurumu olarak yasa ile kurulmuştur. Bu kapsamda, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü ve Tıp Fakülteleri Adli Tıp Anabilim Dalları ile birlikte resmi bilirkişilik yapabilecek kurumlardan biridir. T.C. Adalet Bakanlığına bağlı bir kuruluş olarak hizmet vermektedir. Adli Tıp Kurumu'nun merkezi İstanbul'dadır. Adli Tıp Kurumu başkanının adli tıp uzmanı olması gerekmektedir ve adli tıp uzmanları arasından, adalet bakanı tarafından yapılan teklifle, adalet bakanı, başbakan yardımcısı, başbakan ve cumhurbaşkanının imzaladığı dörtlü bir kararname ile atanmaktadır.
Merkeze bağlı olarak çalışan grup başkanlıkları ile şube müdürlükleri de değişik illerde hizmeti yürütmektedir.
Merkezde hizmet, ihtisas daireleri ve ihtisas kurullarının çalışmaları ile yürütülmektedir.
İntihar yöntemleri
İntihar yöntemleri, canlıların kendini öldürmesi için ortam, zeka ve malzeme durumuna göre karar vererek başvurduğu yöntemlerdir.
Arabayı süren kişi hızla sert bir yere çarpar yahut yüksek bir uçurumdan atlar. Arabayı başkası sürüyor da intihar etmeyi düşünen kişi ona müdahale ediyorsa yanındakini de öldürebilir. Bazı durumlarda arabayı süren kişi bilerek içinde insan olan başka araca da çarpabilir.Araba kazası ve intihar arasındaki farkı çözmek zor olduğundan yanlış sonuca göre kişi intihar etmemiş kaza yapmış da sayılabilir.
Kendini yakarak öldürmek, genelde bir hükümete ya da bir rejime tepki amaçlı yapılır. Bu süreç birkaç dakikadan birkaç güne kadar uzayabilir, oldukça acı dolu bir yöntemdir. Eğer birey kendini diğer insanların da bulunduğu bir ortamda yakarsa diğerleri ona yardım etmeye çalışırken kendilerini de yakabilir. Boğulmaya, şoka ve yanıklara bağlı olarak ölüm gerçekleşebilir. Bu intihar yönteminde başarısız olan kişi ömür boyunca yanıklarla yaşayabilir. En acı verici ölümlerden birisidir.
Kişinin kendine elektrik şoku vererek öldürmesidir. Yeterli düzeyde voltaj deriyi aşacak ve iç organlara ulaşacaktır.Eğer kişi yanında birçok insan bulunan bir ortamda elektrik çarparsa diğerleri eğer bir kumaş veya kuru tahta varsa kişiyi bununla uzaklaştırabilir,ama eğer onu çekmeye çalışırlarsa onları da elektrik çarpabilir.
Boyun kırılması veya boğularak ölümle sonuçlanır. Boyun kırığında omuriliğin kesilmesi yüzünden ani ölüm gerçekleşme olasılığı çok yüksektir. Omurilik kesilmese bile kişinin kurtarılması çok zordur, kişinin kurtulması durumunda bile sinirlerin zarar görmesi sebebiyle ömür boyu felç riski yüksektir.
Uyuşturucu gibi zararlı maddelerin vücuda aşırı dozda iğneyle enjekte edilmesi de çoğu zaman kalp krizine bağlı olarak ölüme yol açar. Kullanılan maddenin kalitesine ve enjekte edilen yere göre bu süre uzayabilir ya da kısalabilir.
Uyku haplarının, antidepresanların veya ağrı kesicilerin fazla oranda alınması insanı öldürmez, aksine %90 oranında felç kalma ihtimali ortaya çıkar. Yüksek dozda antibiyotik İçmek ve içtikten sonra uyumak ölüm için daha etkili olur. Zamanında müdahale edilirse mide yıkama, kömür v.b. yöntemlerle insan kurtarılabilir fakat iç organlarda kalıcı hasar oluşabilir. Çoğunlukla bir iki günlük uyku halinden sonra hastanın iyileşmesiyle sonuçlanır.
Zehir kullanarak insan kendini öldürebilir. Yüksek dozda ilaç alımına bağlı ölümle benzerlik gösterir, zehrin etkisi kalitesine ve kullanılacağı kişiye göre değişir. Tarihte liderleri öldürmek için ajanların çok sık kullandığı bu yöntem aynı zamanda iyi bir suikast silahıdır.
Aşırı miktarda toksik gaz solunması ile ölüm gerçekleşebilir. En yaygınları, mutfak ya da çakmak gazı tüpü ile elde etmenin kolay olduğu likit petrol gazı ve bir diğer ulaşılması kolay olan helyum ve karbonmonoksit gazları ile yapılan intiharlardır. Bu intihar yönteminde ölüm sebebi olarak oksijenin yetmezliği, kalp krizi ve akciğer kanaması gözlemlenebilir. Ölüm süresi, gazın tahribat gücüne bağlı olarak değişebilir.
Bu yöntem insanın bir silahla kendini vurmasıyla gerçekleşir. Silah elde etmenin kolay olduğu ülkelerde daha yaygın bir intihar çeşitidir. Fakat bu yöntemin artması illa ki silahın yaygınlaştığı anlamına gelmemektedir, insanlar bu yöntemi seçmeye eskisine oranla daha fazla eğilim göstermiş olabilirler. Polis ve asker gibi ellerinin altında sürekli silah bulunan meslek gruplarında da bu intihar şekli yaygındır.
Bu yöntemin kesinliği silahın nereye nişan alındığına bağlıdır, eğer alna veya ağızdan beyne doğru nişan alınırsa ölümden kurtulmak olanaksız gibidir (Kurt Cobain,Ernest Hemingway). Kalbe nişan alınması da bir yöntemdir fakat kalbi tam olarak tutturmak sanıldığından zordur. Kurşunun mideye sıkılması ise nispeten yavaş bir ölüm gerçekleştirir. Kalbe ve beyne verilen zarar daha ölümcüldür.
Bu yöntem daha çok erkekler tarafından tercih edilmekte olup beyne nişan alınma oranı fazladır.
Boğazdan da vurulduğunda kesin dönüşümü olmayan bir yöntemdir.
Harakiri olarak da bilinir. Ortaçağ Japonya'sına ait bir ritüel intihar yöntemidir. Bazı durumlarda modern çağda da görülebilir. Batı ülkelerinde de karnın deşilmesi Seppukuyu andırsa da Seppuku çok daha komplike bir intihar yöntemidir. Seremonik elbiseler giyilir ve kişinin önündeki özel bezlere sarılı bir kılıç yerleştirilir. Seppukuyu yapacak kişi (genellikle bir savaşçıdır) kısa bir ölüm şiiri yazar. Kısa kılıcını (vakizaşi), fan'ı veya tanto (bıçak) |
alır ve karnına sokar ve soldan sağa doğru keser daha sonra ikinci bir hareket olarak kılıcı yukarı çeker.
İnsanın kendi boğazını kesmesi de başka bir intihar yoludur. Bu yöntemde kısa sürede güçlü kan kaybına bağlı olarak insan ölür. Japonya'da asil kadınların kullandığı yaygın bir intihar çeşitidir. Güçlü kesilirse kısa sürede öldürdüğünden kurtarılmak çok zordur ve yüksek oranda kesin sonuç verir. Karotid arter kesildiğinde en fazla 1 dakika içinde vücuttaki kan oranı yarıya düşecegi için ölüm kaçınılmazdır.
Yetişkin bir insanın kanındaki alkol oranı eğer %0,3'e çıkarsa bu kişi ilk önce komaya girer daha sonra tedavi imkânı bulamazsa ölür. Genellikle ölüm oranı düşük bir yöntemdir. Eğer müdahale edilirse kurtarılır.
Kozan katliamı
Kozan katliamı veya Kozan Ermeni olayları, 1920 yılı Kaç Kaç olayında, Camili, İmamoğlu ve Ağzıkaraca, İmamoğlu'nda da Ermeniler Türklere saldırmış, pek çok insanı öldürmüştür. Kaç Kaç olayında, Fransız işgal günlerinde Kozan yöresinden İmamoğlu’na gitmekte olan Çamurdanzade ailesinden kadınlar ve çocuklar, Ağanın köprüsü başında öldürüldüler. Kozan Müftüsü Hafız Osman (Çamurdan)'ın Kızkardeşi Emine (Çamurdan) Hanım, Ermeni Kamavorlar tarafından "Namaz kılarken" İmamoğlu yakınlarında, Ağzıkaraca Köyü Ağanın Köprüsü adlı mevkiide öldürüldü.
Aşık Ferrahi
Aşık Ferrahi, (1934 - 22 Nisan 1969), şair, halk ozanı, asıl adı Mehmet Ali Ergat'tır. Babası Mustafa Ergat 1914-1918 yılları arasında Siirt ili Eruh ilçesi Kiver günümüzdeki ismiyle Çetinkol mahallesinden göç ederek Adana'nın Ceyhan ilçesi'nin Kurtkulağı Köyü'ne yerleşmiştir.
1967 yılında II. Konya Aşıklar Bayramı'nda kendisinin çalıp kızı Emine Ergat'ın okuduğu "Ela gözlü nazlı yari" türküsüyle, türkü dalında birinci olarak Mihri Hatun, 1968'de ise yine kızıyla beraber türkü dalında Köroğlu birincilik ödülünü almıştır.
Aşık Ferrahi askerde tüberküloz hastalığına yakalanmıştır. Daha sonraları ise yakalandığı gırtlak kanseri sonucu 22 Nisan 1969 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
Hannover 96
Hannover 96, Almanya'nın Hannover kentinde kurulmuş olan futbol kulübüdür. Kulüp iç saha maçlarını 49.000 seyirci kapasiteli AWD-Arena'da yapmaktadır.
12 Nisan 1896'da "Hannoverscher FC 1896" ismi ile kurulan kulübün ilk yıllarında temel branşları atletizm ve rugby'dir. Kulüp 1913 yılında "Ballverein Hannovera von 1898" ile birleşerk "Hannoverscher Sportverein (HSV) von 1896" adını almıştır.
Josephinum
Viyana'daki Alsergrund ilçesinde bulunan Josephinum, 1783 ile 1785 yılları arasında mimar "Isidor Marcellus Amandus Canevale" tarafından inşa edilmiştir.
"Josephinum" fakirlere hizmet etmek amacı ile doktorların özellikle yara üzerine uzmanlaşmak isteyen doktorların eğitim göreceği bir akademi olarak kurulmuştur.
Bu amaç için ilk önce bazı binalar tahsis edilmiştir ama zamanla daha iyi ve kalıcı bir yer için bugünde hala kullanılan bina yapılmıştır. İnşası için İmparator II. Joseph sadece emir vermekle kalmayıp cebinden de yüklü bir meblağ bağışlamıştır. İlk önce kütüphanesi 6 bin adet kitap ile zenginleştirilmiş ve daha sonra bağışladığı 30 bin Gulden ile de patoloji ve anatomi bölümleri donatılmıştır. Bu bölümlerin yanı sıra mineral, botanik ve hayvan bilimleri ile ilgili bölümlerde desteklenmiştir.
1786 yılında sadece akademi olmaktan çıkmış ve diğer fakültelerde olduğu gibi buradan mezun olan kişilerde doktor ve tabip unvanı almaya hak kazanmışlardır.
Bina 1822 ile 1849 yılları arasında bir ara başka amaçlar için kullanılmış ve 1954 yılına kadarda savaş alanlarında görev yapacak doktor yetiştirmiş olsa da daha sonra tekrar eski amacı için kullanılmaya başlanmıştır.
"Josephinum" günümüzde "Viyana Üniversitesi"’ne bağlı "Tıp Tarihi Fakültesi" olarak hizmet vermektedir.
1. FC Nürnberg
1. FC Nürnberg, Almanya'nın Nürnberg kentinde kurulmuş olan spor kulübüdür.
İç saha maçlarını Max-Morlock-Stadion'da yapmaktadır. 4 Mayıs 1900'de bir grup genç tarafından bölgenin yerel bir barında kurulmuştur. Futbol dışında boks, hentbol, hokey, tekerlekli paten ve buz pateni, yüzme, kayak ve tenis branşlarında faaliyet göstermektedir. Zor geçen bir 2013-14 sezonundan sonra ligi 17. sırada tamamlayarak 2. Bundesliga 'ya düşmüşlerdir.
Votiv Kilisesi
Votiv Kilisesi () Avusturya'nın başkenti Viyana'daki Ringstraße'de bulunan Neo-Gotik kilise.
İmparator I. Franz Joseph’in kardeşi Ferdinand Maximilian'ın çağrısı üzerine kardeşinin silahlı bir saldırıdan kurtulduğu için Tanrı’ya bir minnet amacı ile halka çağrı yaparak kilisenin inşası için halktan para toplanmışdır. Bu çağrıya yaklaşık 300 bin vatandaş uymuş ve kilise inşası için bağışta bulunmuşdür.
1854 yılında proje yarışması açılmış ve 75 proje arasından henüz 26 yaşında genç bir mimar olan "Heinrich Ferste"’in projesi seçici kurul tarafından beğenilmişdir.
Urfa kebap
Urfa kebap, Şanlıurfa ve çevre illere özgü kebap türüdür. "Kebap" ve "Urfa" kelimesi buluşarak "Urfa kebap" adını doğurmuştur. Urfa kebap (haşhaş kebap) acısız, zırhta çekilmiş sade kebaba verilen isimdir.
Frankfurt
Frankfurt am Main (anlamı: ""Main üzerindeki Frankfurt""), Main nehri kıyısında kurulmuş olan, 690.000'den fazla nüfusuyla Hessen eyaletinin en büyük, Berlin, Hamburg, Münih ve Köln'den sonra Almanya'nın beşinci büyük şehridir.
Ortaçağ'dan beri Frankfurt, Almanya'nın en önemli kent merkezlerinden biri olmuştur. 794 yılında ilk kez belgelerde değinilen Yüksek Ortaçağ'dan itibaren bağımsız bir imparator şehridir ve 1806'ya kadar seçim ve 1562'den beri Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu'nun taçlandırma şehridir. 1816'dan 1866'ya kadar Alman Birliği'ne ve 1848-1849 yılları arasında ilk bağımsız seçilmiş Alman Parlamentosu'na ev sahipliği yapmıştır.
Günümüzde Frankfurt sadece Almanya değil, Avrupa çapında da önemli bir finans, fuar ve de hizmet merkezidir ve Alpha World Cities olarak adlandırılan tek Alman büyükşehridir.[3] Şehir, Avrupa Merkez Bankası'na, Almanya Merkez Bankası'na, Frankfurt Borsası'na ve Frankfurt Fuarı'na ev sahipliği yapmaktadır. Merkezi konumu sayesinde Frankfurt Havaalanı'na, Merkez Gar'a, Frankfurt kesişim nokasına ve dünya çapında en yoğun otoyol ağına sahip olmasıyla Avrupa'nın en önemli trafik düğüm noktalarından biridir.
Frankfurt ilk kez 1875 yılında 100.000'in ve 1928'de ilk kez 500.000'in üzerinde bir nüfusa ulaşmıştır. Bugün dar şehir alanında aşağı yukarı 1,8 milyon, Rhein-Main bölgesinin tümünde ise 6 milyon kişi ikamet etmektedir.
Frankfurt'un bir özelliği ise Avrupa'nın en yüksek gökdelenlerine sahip olmasıdır. Gökdelenlerin çoğu bankalara aittir. En yükseği Commerzbank Tower olan bu binaların çoğu son 20 sene içinde yapılmıştır.
Şehir Aşağı Main'ın her iki yakası ile Taunus'un güneyinde, orta Almanya'nın güney batısında en önemli ekonomi merkezidir. Şehrin güneyinde şehir ormanları vardır. En yüksek noktası Berger tepesinde kurulu Seckbach semtidir (deniz seviyesinden 212 metre yükseklikte). Şehir Basel'den Yukarı Ren düzlüğüne kadar yayılmış Ren nehri havzasının en kuzeyindeki noktada kurulmuştur. Kuzeyinde ünlü Kronberg ile Königstein derebeylik kentleri, batısında Hessen eyaletinin başkenti Wiesbaden ve Rheinland-Pfalz eyaletinin başkenti Mainz, güneyinde ise üniversite şehri Darmstadt vardır. Frankfurt, Hessen eyaletinin en büyük şehiridir.
Gökdelenleri (Skyliners) bu kentin ayırdedici özelliklerinden biridir.
Liverpool Üniversitesi'nin araştırmasına göre kişi başına Satın alma gücü paritesine göre Avrupa'nın en zengin kenti olarak sayılmaktadır. 2008 yılı Mercer yaşam standartları yönünden Dünya'nın en yaşanabilir kentleri sıralamasında 7. sıradadır. Bunun yanında Almanya'nın en yoğun iş bölgesidir.
Frankfurt am Main ve Ren-Main havzasında büyük sanayi kuruluşları mevcuttur. Özellikle kimya ve ilaç sanayisi başı çekmektedir. Otomotiv sanayisine çalışan başlı başına isim yapmış şirketlerle, mühendislik ve şirket danışmanlık firmaları bulunur. Bazı önemli bilişim şirketleri de Frankfurt'un merkezi ve mükemmel ulaşım ve iş imkânlarından yararlanmak için buradadırlar.
Şehirde hizmet dalındaki şirketlerin yanında büyük bankalar da vardır. Bankalar şehri olarak bilinen kent, Almanya ve Avrupa çapında faaliyette bulunan finans şirketlerinin Avrupa merkezi olarak seçilmiştir. Burada Avrupa Merkez Bankası da bulunmaktadır. Frankfurt havaalanı yönetim şirketi (FraPort AG) en büyük işverendir. Almanya'da hızlı tren sistemi ICE'nin Köln şehrine bağlantısı bulunmaktadır. Bu tren hattı ile dev yük tren garı yanında nehir limanına da sahiptir.
Şehirde merkezleri bulunan en ünlü şirketler arasında Deutsche Bank, Opel, Sanofi-Aventis, Fraport AG sayılabilir.
732.688 merkez nüfusu ile Almanya'nın beşinci büyük kentidir (Son nüfus sayımı 31.12.2015).
Kentin ekonomi, finans ve kültür merkezi olması, ve ulaşımın mükemmelliği sonucu bu şehirde yaşayan ve çalışan dünyanın her ülkesininde bir vatandaşı burdadır. Hessen eyâletinde yaşayan yabancıları temsil eden bütün konsolosluklar burada yer almaktadır. Almanya'nın en fazla yabancı nüfus yapısına sahip kentlerinden biridir. Ayrıca Almanya'da Türklerin en fazla yaşadığı şehirlerin başında gelir.
Yahudi nüfusu ile de bilinen şehir 2. dünya savaşında bu musevi nüfusun toplama kamplarına sürgünü ve arkasından yok edilmesi sonucu büyük kayıplar (11.000 üzerinde) vermiştir. Savaş sonuna 160 kişi kalan musevi nüfusu bugün yine hatırı sayılır bir sayıya ulaşmıştır (yaklaşık 7.200).
Şehirde yarım milyonun biraz üzerinde insan yaşarken komşu bölgelerden, banliyölerinden gelen çalışanlar yüzünden bu sayı mesai saatlerinde bir milyonu geçmektedir.
Anakent yanında banliyö semtlerin kendi belediyeleri vardır. Anakent belediye başkanı bay Peter Feldmann (SPD) dur. Kent, 2008 seçimlerinden beri Yeşiller (Birlik 90/Yeşiller) ve Hıristiyan demokrat CDU koalisyonu ile yönetilmektedir.
Almanya'nın ünlü otobanları A3 ve A5 in keşiştiği Frankfurt otoban kavşağı yanında, hızlı tren, metro ve omnibüs imkânları düzenli ve mükemmeldir. Avrupa'nın en büyük havaalanlarından birine sahiptir ve yılda milyonlarca yolcunun uğrak yeridir. |
2002 yılında bitirilen ICE hızlı tren hattı ile iki ekonomi merkezi Frankfurt ve Köln arasında 200 km/h üstünde seyahat etme imkânı vardır.
Nehir nakliyatı ile Frankfurt şehri yukarı Ruhr havzasının ekonomik bölgesine ve daha ileride Hollanda'ya bağlantılıdır. Main-Tuna kanalı ile de Güneydoğu Avrupa ile irtibatı vardır. Batı limanının değişimi ile burada ikâmet ve büro alanları oluşturulmuştur.
Frankfurt'un 8 tane kardeş şehri vardır.:
Ayrıca 1967'den beri Frankfurt'un Nieder-Eschbach ilçesi ve Paris'in kuzeyindeki Deuil-la-Barre komünü arasında kardeşlik vardır.
Aşağıdaki şehirlerle Frankfurt'un arkadaşlık antlaşması ("Freundschaftsvertrag") var:
2006'dan beri Çin'de bulunan Şenjen şehri ve Mart 2007'den beri Tiencin şehri, Frankfurt ile iktisadi ilişkileri var.
1934 FIFA Dünya Kupası
1934 FIFA Dünya Kupası, İtalya'da düzenlenen 2., Avrupa Kıtası'ndaki ilk Dünya Kupasıdır. Ev sahibi olarak İtalya, Ekim 1932'den FIFA tarafından diğer aday İsveç'in önünde seçilmiştir. Ayrıca 1934 FIFA Dünya Kupası, 32 ülkeden katılım başvurusu alması sebebiyle, katılımcı ülkelerin eleme maçları yaparak katılabildikleri ilk turnuva olmuştur. Son şampiyon Uruguay, Avrupa ülkelerinin bir önceki Dünya Kupası'na katılmadıklarını gerekçe göstererek bu turnuvaya katılmayı reddetti. Mesafenin çok fazla olması da birçok Güney Amerika ülkesinin İtalya'ya gidememesine yol açtı. Onun dışında İngiltere, İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler bu turnuva elemelere katılmadılar.
Ev sahibi İtalya'nın kupayı kendi evinde düzenlemesine rağmen Yunanistan ile eleme maçı oynayarak bir ilki gerçekleştirdi. 70 golün atıldığı turnuvada maç başına 4.12 gol düşmüştür. Şampiyon takım, 10 Haziran 1934 günü Roma'da oynanan finalde Çekoslovakya'yı 2-1 yenen ve turnuva boyunca attığı 12 golle en çok gol atan takım olan ev sahibi İtalya'dır.
Ayrıca, turnuvada görev yapmış 11 hakem içerisinde en genç olanı 28 yıl ve 224 günlük ömrüyle Ivan Eklind olmuştur. Eklind, aynı zamanda final maçını da yönetmiştir.
Bu Dünya Kupası, İtalyan diktatör Benito Mussolini'nin faşist rejim propagandası altında gövde gösterisi şeklinde geçmiştir.
Final
3 üncü ve 4 üncü
Çeyrek Final
Son 16
Bu kupada takımlar gruplara ayrılmadı. Çekilen kura ile ülkeler birbiriyle eşleşti ve 16 takım eleme maçlarına başladı. Kazananlar çeyrek finale, sırasıyla yarı final ve finale kadar eleme usulü karşılaştılar. 17 maçın oynandığı kupada 1930'daki gibi 70 gol atıldı. 8 farklı şehir ve stadyumda oynanan maçları yaklaşık 360,000 futbolsever izledi.
İlk tur maçlarında, Son Dünya Kupası finalisti Arjantin, İsveç'e 3-2, Brezilya da İspanya'ya 3-1 kaybederek elendi. Ev sahibi İtalya, kupanın en gollü maçında ABD'yi 7-1 yenerek adını çeyrek finale yazdırdı. Avusturya, zorlu geçen 90 dakikanın ardından uzatma dakikalarında attığı gol ile Fransa'yı turnuvanın dışına iterken, Macaristan da tek Afrika temsilcisi Mısır'ı 4-2 ile geçti. Çekoslovakya da Balkan derbisi sayılabilecek maçta Romanya'yı 2-1 yendi. İsviçre, Hollanda'yı 3-2 ile ve Almanya da Belçika'yı 5-2 ile geçerek adını çeyrek finale yazdıran ekiplerden biri oldu.
Çeyrek final maçlarında Almanlar, zorlu geçen maçın ardından İsveç'i 2-1 ile geçerek adını yarı finale yazdırdı. Komşusu Avusturya da Macarları aynı skorla geçerek diğer yarı finalist ekip oldu. İtalya ile diğer bir Akdeniz ülkesi İspanya, normal süresi 1-1 biten maçın uzatılarak oynanan 120 dakikası sonunda da eşitliği bozamayınca, o yıllarda penaltı atışı veya kura çekme sistemi olmadığı için maç ertesi gün yeniden oynandı. İtalya İspanya'yı Floransa'da Giuseppe Meazza'nın 11. dakikada attığı golle 1-0 yenerek yarı finale yükseldi. Son yarı finalist de, Çekoslavak golcü Nejedlý'nin son dakikalarda attığı gol ile İsviçre'yi 3-2 ile geçen Çekoslovakya oldu.
Yarı finalde İtalya Avusturya'yı Guaita'nın ayağından bulduğu golle 1-0 yenerek adını finale yazdıran ilk ülke oldu. Çekoslovakya da Almanya'yı gol kralı Nejedlý'nin 3 golü ile 3-1 yenerek finale yükseldi. Üçüncülük maçında Almanya, kardeş ülkesi Avusturya'yı 3-2 ile geçerek üçüncülük madalyasını elde etti.
Finalde 50,000 seyircinin izlediği maçın 76. dakikasında Çekoslovakya, Puč'un golüyle kupanın bir ucundan tutsa da 5 dakika sonra Orsi'nin golü İtalyanları ipten aldı ve maç uzatmalara gitti. 95. dakikada Schiavio attığı golle kendi evinde düzenledikleri dünya kupasını İtalya'ya kazandırdı. Kupa tarihinde ilk kez oynanan üçüncülük maçında ise Almanya Avusturya'yı 3-2 yendi. Turnuvanın gol kralı 5 golle Çekoslovak Oldřich Nejedlý oldu.
Şeyh Ahmed Gülşehri
Şeyh Ahmed Gülşehri (13.-14. yy), (1250 ? - 1335 ?) Türk tasavvuf şairi. Türkçenin Anadolu'da bir kültür dili olması için çaba harcamıştır
Yapıtlarında verilen bilgilere ve bunların yazılış tarihlerine göre 13. yüzyıl sonu ile 14. yüzyılın ilk yarısında Kırşehir'de yaşadığı, mantık, matematik, fıkıh ve tefsirle uğraştığı anlaşılmaktadır. 1297 tarihli vakfiye sahibi Süleyman Turmani'nin Gülşehri ile aynı kişi olduğunu ileri sürenler vardır. Mevlana Celaleddin Rumi'nin ölümünden sonra, Sultan Veled'in kendisini Mevlevi dergahları kurmak üzere Kırşehir'e gönderdiği söylenir. Kabri Kırşehir Merkez' de yine aynı adı taşıyan "Ahmedi Gülşehri Parkı" içerisinde bir türbededir.
Gülşehri'nin en önemli yapıtı Feridüddin Attar'ın aynı adlı yapıtını temel alarak yazdığı ve "Gülşenname" olarak da bilinen "Mantiku't-Tayr"dır (1957). İslam Felsefesindeki "mebde ve maad" (başlangıç ve son) konusunu işleyen Farsça mesnevi "Felekname" ("Gülşehri ve Felekname", 1982), F. Taeschner'in çevirisiyle yayımlanan 167 beyitlik Türkçe mesnevi "Keramet-ı Ahi Evran" ("Gülschehris Mesnevi auf Achi Evran", 1955), aruz kalıplarını örnekleriyle gösteren Farsça "Aruz-ı Gülşehri" öbür yapıtlarıdır. Manzum Kuduri çevirisi henüz ortaya çıkarılamamıştır.
Türkmenistan millî futbol takımı
Türkmenistan millî futbol takımı, Türkmenistan Cumhuriyeti'ni uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. Dünya Kupası ve Konfederasyon Kupası'na Türkmenistan hiç katılamamıştır. Asya Kupası'na bir defa 2004 yılında katılabilen Türkmenistan, tarihinin en iyi başarısını elde etmiştir. Maçları genelde Aşkabat Olimpiyat Stadyumu'nda oynanır.
29 March 2016 itibarıyla
Osmanlı Saray Mutfağı
Osmanlı Saray Mutfağı, Matbah-ı Âmire, Osmanlı İmparatorluğu'nda saray mutfağına verilen isimdir.
Fatih Sultan Mehmed tarafından 1475-1478 yıllarında yaptırılan Topkapı Sarayı'nın mutfak bölümü 5250 Metrekarelik bir alanı kapsar. Yemeklerin pişirildiği bölümler dışında
- kiler,
- aşçı ve yamakların koğuşları,
- bir çeşme,
- bir cami
- bir hamam bulunur.
8 bölümden oluşan mutfakta her bölümün ayrı ocağı, ayrı fırını ve farklı uzmanlık alanları olan aşçı ve yamakları bulunur. 16. yüzyılda Saray mutfağında, hamurcular, simitçiler, pilavcılar, kebapçılar, kuşhaneciler, sebzeciler ve tatlıcılardan oluşan 60 kişilik aşçılar grubu ve 200 yamak çalışırdı. Başlarında ise üst rütbeli bir görevli olarak Aşçıbaşı yer alırdı.
Matbah-ı Amire mutfaklarla birlikte içinde sebzehane, kiler, kasap işletmesi gibi birçok kuruluşu barındırırdı. Saray mutfakları ikisi helvaheneye ait olmak üzere 10 gözden oluşuyordu. Padişahtan en aşağı saray görevlisine kadar herkesin yemekleri bu mutfaklarda pişerdi. Bütün bu mutfaklar, sarayın Birun kısmında ikinci avlunun sağ tarafında inşa edilmişti. Padişah ayrıca Enderun kısmında bulunan ve usta aşçıların hizmet ettiği Kuşhane ismi verilen özel mutfaktan da yararlanıyordu.
Topkapı Sarayında Divan Vezirleri ve Harem halkı için yapılan yemekler Has Mutfakta, padişaha özel yemekler ise Kuşhane Mutfağında, haremin üst seviyeli kadınlarına Valide Sultan Mutfağında, Harem ağalarına Kızlarağası Mutfağında, Kapı Ağaları ve Divan memurlarına ayrı bir mutfakta, Hazinedar başı ve maiyetine, Kilercibaşı ve maiyetine, Saray ağası ve maiyetine ayrı ayrı mutfaklarda yemek pişiriliyordu.
Günde yaklaşık olarak 4000 kişiye yemek hazırlayan, özel günlerde 10.000 yeniçeriye çorba-pilav-zerde pişiren bu hizmetlerin sayısı zaman zaman değişmesine rağmen 18. yüzyılda 500 kadardı. Bunlara ek olarak 400 kadar Helvacı tatlı yiyecekler (helva, macun, şerbet vb.) hazırlardı.
Saray aşçılarının ustalarına Üstüdan-ı Matbah-ı Has deniliyordu. Bunlara bağlı kalfalar ve daha sonra bölük başları ve şagirtler geliyordu. Bunlara da 300 civarında aşçı ve 100 aşçıya yakın Kızlarağası, Hazinedarbaşı, Kilercibaşı ve Saray Ağalarının özel aşçılarını eklemek gerekir.
Haremin üst kademelerine de gerekirse özel bir menü çıkarılırdı. Bütün bu hizmetliler aşçıbaşı, aşçı, ocakbaşı, kebapçı, tatlıcı, hamurcu, pilavcı, balıkçı ve perhizi adlarıyla tanınan, konusunda uzmanlaşmış kişilerdi.
Padişaha yemek pişirenler ise Zülüflü Baltacılardan, güvenilir iki kişi ve bunlara bağlı yeterince aşçı ve helvacıdan oluşmaktaydı. Pişirilen yemekler tek kişilik tencerelerde -ki buna kuşhane deniliyordu- hazırlanırdı. Padişah sefere çıkarsa bu mutfak görevlileri de beraber giderlerdi.
Harem'de sofra hizmetlerine çeşnigir usta denilen harem kıdemlilerinden bir kadın bakardı. Peşkircibaşı ise kıdemli kilercilerden seçilirdi. Peşkirleri muhafaza eden kişi Peşkir Gulamı idi. Sultan II. Abdülhamid'e sofrada yalnız Kilercibaşı hizmet ederdi. Padişaha en yakın olanlar ise Hasodalılardı. Padişahın Hasoda'da veya teras ve bahçelerde yalnız başına yemek yer, yemek için kaşık ve parmaklarını kullanır daha sonra ellerini sabunla yıkardı. Yemek sonrası ve öncesi padişahın ellerini yıkamak için İbrik Gulamı ve İbriktar görevlendirilmişti. Butün bu görevler Enderun ağaları tarafından gerçekleştirilirdi. Her birinin terfi edeceği görevler belliydi.
Sarayın helva, macun, hoşaf gibi tatlıları helvahanede yapılır, burada çalışanlara Helvacıyan-ı Hassa denilirdi. Başarılı olanları Helvacıbaşı Çaşnigirbaşı veya Hoşafçıbaşı olurdu. Ocak, 18. yüzyılda 6 usta ve 100'ü aşkın şagirtten oluşuyordu. Topkapı Sarayında mutfaklara bitişik ayrı bir helvahane bulunur. Yapılan macunların bazıları aynı zamanda bazı hastalıklara ve zayıf bünyelilere iyi geldiğinden bunlar hekimba |
şı denetiminde yapılırdı. Bu ocakta yılda bir kere ot gecesi denilen gecede yapılan özel macun bütün saray eşrafına ayrı ayrı gönderilir, aynı gece ocak ahalisi bayram yaparak eğlenirdi.
Saray ekmekçilerine Habbazin-i Hassa denilirdi. Ekmekçibaşının yönetiminde çalışırlar ve hamurcu, pişirici ve elekçilerden oluşurlardı. Fodlacılar (Pideciler) ayrıydı.
Bunlardan ayrıca kasaplar, yoğurtçu ve sütçüler, sebzeciler, tavukçular, simitçiler, buzcu ve karcılar, kalaycı, mumcu, buğday döğücüler (Kendüm küban), sakalar ve yedi bölük halinde çalışan kilerciler vardı. Hepsi enderunda bulunan kilercibaşına bağlı çalışırlardı.
Sarayda mutfak işlerine bakan memura Hâcegân rütbesinde olur ve Matbah-ı Amire Emini adı verilirdi. Kilercibaşının denetiminde olan Matbah-ı Âmire Emini, mutfak ihtiyâçlarını karşılayan, masraf ve gider defterlerini tutan ve mali açıdan baş muhâsebeye karşı sorumlu bulunan kişiydi.
Osmanlı sarayının 19. yüzyılda tanıklık ettiği tarihsel süreçlere paralel olarak mutfak teşkilatı ve harcamalarında da değişiklikler meydana gelmiştir. Tanzimat döneminde sarayın tüm mutfak harcamaları ortalama 400-500 bin kuruş arasında tespit edilirken, daha sonraki süreçte özellikle de II. Meşrutiyet’ten itibaren (1909) sarayla ilgili her konuda olduğu gibi gıda masraflarında da önemli kısıtlamalara gidilmiştir. Bu dönemde saray mutfaklarında tabldot sistemine (standart mönü) geçilerek bu masraf kaleminden tasarruf edilmesi amaçlanmıştır. Arşivlerdeki belgelere göre bu dönemde Osmanlı saray mutfaklarında günlük olarak pişirilen yemekler şöyledir:
Çorba, Tavuk, Pilav, Mevsim Sebzesi, Börek, Tatlı, Muhallebi, Soğukluk, Süt, Haftalık Tatlı (Perşembe, Pazartesi), Haftada iki defa balık, Ekşi takımı (Tabak ve Tepsi)
Konuyla ilgili Arif Bilgin'in "Osmanlı Saray Mutfağı" isimli çalışması hem kurumsal örgütlenme hem de sarayın iaşesini geniş ve başarılı bir şekilde ele alan yegâne eserdir.
Kral suyu
Kral suyu, asitlerin az etki ettiği ya da etki etmediği altın ve platin gibi metallerle tepkimeye girebilen kuvvetli bir asit çözeltisidir. Hidroklorik asit ve Nitrik asitin 3:1 oranında göre karıştırılmasıyla oluşur. İlk defa Ebu Musa Câbir bin Hayyan tarafından bulunduğu tahmin edilmektedir.
3 HCl + HNO → NOCl (aq) + Cl (aq) + 2 HO (l)
Latince adı Aqua Regia'dır. Genellikle üçe bir oranında konsantre hidroklorik asit ile nitrik asidin karışımıyla oluşur. Tek başına altını çözemeyen asitler bir araya gelince bunu başarabilmektedir.
En güçlü oksidanlardan biri olan nitrik asit altının çok ufak neredeyse ölçülemez bir miktarını çözüp altın iyonuna dönüştürür. Ortamdaki hidroklorik asit ise bu altın iyonlarıyla birleşir. Altın iyonları eksildiğinden denge hali bozulur, bu da daha fazla altının çözünmesine yol açar.Cabir ibni hayyan bu karışımı kullanarak altın,platin gibi maddeleri çözmüştür.
Platin Kral Suyunda Çözünmesi
Altının Kral suyu ile verdiği reaksiyona benzer denklemler platin için de yazılabilir. Altında olduğu gibi,yükseltgenme reaksiyonu sonunda azot di oksit veya azot oksit ürün olarak açığa çıkabilir.
Pt (s) + 4 NO (sulu) + 8 H (sulu) → Pt (sulu) + 4 NO (g) + 4 H2O(s)
3Pt + 4 NO (sulu) + 16 H (sulu) → 3Pt + (sulu) + 4 NO (g) + 8 H2O (s)
Yükseltgenen platin iyonu sonra klorür iyonları reaksiyona sokularak kloroplatinat iyonu oluşması sağlanır
Pt4 + (sulu) + 6 CI (sulu) → PtCl (sulu)
Deneysel kanıtlar kral suyu ile platinin reaksiyonun çok karmaşık olduğunu ortaya koymaktadır. İlk etapta sıvı haldeki
Platinden kloroplatinik asit (HPtCl) ve nitroplatin klorür ((NO) 2PtCl) 'den oluşan bir karışım üretilir.
Üretilen nitroplatinklorür katı üründür.Platinin tam çözünmesi arzu edilirse,derişik hidroklorik asit ile katı kalıntıların tekrar ekstraksiyonu gerçekleştirilmelidir.
2Pt (k) + 2HNO (sulu) + 8 HCI (sulu) → (NO) 2PtCl (k) + H2PtCl4 (sulu) + 4 HO (I)
Kloroplatinik asit ısıtırken çözelti klorla doyurarak kloroplatinik asite yükseltgenebilir .
Sonuç olarak;
Platin genellikle asitlerle reaksiyon vermediği bilinir.Ancak sıcak kral suyu ile kloroplatinik asit oluşturur. Reaksiyon aşağıdaki gibidir.
Pt + 4 HNO + 6 HCl → HPtCl + 4 NO + 4 HO Bakınız Resim 3.
2.
Marmaray
Marmaray, Türkiye'nin İstanbul şehrinde hizmet veren banliyö treni sistemidir. İstanbul Boğazı'nın altına yapılan Marmaray Tüneli'nin yapılması ve Avrupa yakasında Halkalı ile Anadolu yakasında Gebze arasında yer alan ve Marmara Denizi boyunca uzanan mevcut banliyö hatlarının modernizasyonu sonucu hayata geçirildi. İnşaat çalışmaları 2004'te başladı ve projenin tamamlanma tarihi Nisan 2009 olarak ilan edildi. Ancak çalışmalar sırasında ortaya çıkan tarihî ve arkeolojik buluntular nedeniyle gecikmeler yaşandı ve projenin ilk etabı 29 Ekim 2013'te hizmete girdi. İkinci etap çalışmalarının 2018'de tamamlanması planlanmaktadır.
Proje, batırma tüp tünel (1,4 km), delme tüneller (toplam 9,4 km), aç-kapa tüneller (toplam 2,4 km), üç yeni yer altı istasyonu, 37 yer üstü istasyonu (yenileme ve iyileştirme), yeni işletim kontrol merkezi, sahalar, atölyeler, bakım tesisleri, yer üstüne inşa edilecek olan yeni bir üçüncü hat ve temin edilecek olan 440 vagonluk modern demiryolu araçlarını kapsamaktadır.
BC1 (Raylı Tüp Tünel geçişi ve İstasyonlar) 3,3 milyar TL, CR1 işi (Banliyo Hatları İyileştirmesi): 1,042 milyar €, CR2 (Demiryolu Araç Temini): 586 milyon €, Müşavirlik Hizmeti: 264 milyon TL maliyet ile gerçekleştirilmiştir. Proje Jica-Japon Uluslararası İşbirliği Bankası, Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası ve Avrupa Yatırım Bankası tarafından finanse edilmektedir.
9 Mayıs 2004'te arkeolojik kazılar başladı. Uzman arkeologlarla ve İstanbul Arkeolojik Müzeler Yönetimi altında önemli tarihi kalıntılar çıkarılmıştır. Suyun altında yapılan araştırmalar bütün dünyada büyük heyecan uyandırdı. Marmaray bütçesiyle bu yüzyıllar öncesinden gelen hazineler gün yüzüne çıkarılmıştır. İlgili kurumlar Marmaray projesi sırasında yer altındaki tarihi eserlere en az düzeyde zarar verecek şekilde çalışmaları düzenlemişlerdir. Etkilenebilir alanlar hakkında kapsamlı çalışmalar yapılmıştır. Teklif aşamasının hemen öncesinde güzergahı boyunca tarihi yapıları bir envanterini hazırlanmış ve uyum pozisyonu tespit edildi. Proje kapsamında Asya yakasında Üsküdar, Ayrılıkçeşme ve Kadıköy; Avrupa yakasında Sirkeci, Yenikapı ve Yedikule'de bulunan tarihi eserler gün yüzüne çıkarılmıştır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin şehir planlama müdürlüğü çıkan tarihi eserlerle Yenikapı'da bir müze yapacaktır. Gelecekte Yenikapı müze-istasyon şeklinde gemi batıkları ve el yapımı tarihi ürünlerle çalışacaktır.
Kültür ve Tabiat Varlıklarını İstanbul Bölge Koruma Kurulu onayı ile, Yenikapı cut & cover istasyonu sitesinde tarihi yapılar tasfiye edildi ve istasyon inşaatı tamamlandıktan sonra yeniden inşa edilecektir. Koruma Komitesi çözümleri uyarınca, Kızıltoprak, Bostancı, Feneryolu, Maltepe, Göztepe, Kartal, Erenköy, Yunus ve Suadiye istasyonları, tarihi özellikleri nedeniyle, mevcut yerlerde muhafaza edilecektir. Bulunan eserler arasında 36 gemi, liman, sur, tünel, kral mezarı, 8.500 yıl öncesine ait ayak izleri vardır. Toplamda 11.000 bulgu ve eser çıkarılmıştır. Kazılarda bulunan tarihi eserler müze-istasyon şeklinde yapılacak Yenikapı Transfer Merkezi ve Arkeopark Alan'da sergilenecek.
Tüp geçiş kısmının gecikme sebebi, 2005 yılında Avrupa tarafından karaya çıktığı yerde bulunan, Bizans İmparatorluğu dönemine ait arkeolojik kalıntılar ve Üsküdar, Sirkeci ve Yenikapı bölgelerindeki yapılan arkeolojik çalışmalardır. Kazılar sonucu 4. yüzyıl döneminde şehrin en büyük limanı olan Theodosius Limanı gün yüzüne çıkmıştır.
Mevcut demiryollarının modernizasyonu etabı ise herhangi bir engel olmamasına karşın bir türlü başlanamamış; Pendik - Gebze kesimi 2012'de, Sirkeci - Halkalı ve Haydarpaşa - Pendik kesimi ise 2013 yılında yenilenmek üzere kapatılmıştır. 24 ay süreceği açıklanan yenileme çalışmaları gecikmelerden dolayı altı yıla kadar çıkmış ve bu durumda 2019 yılı içersinde hizmete girmesi planlanmaktadır.
Marmaray, Haydarpaşa-Gebze ve Sirkeci-Halkalı banliyo hatlarının iyileştirilmesi ve Marmaray Tüneli ile birbirine bağlanması ile hayata geçirildi. İkinci etapın tamamlanmasıyla 76,6 km uzunluğundaki hat üzerinde ve 41 istasyonla hizmet verecektir.
İnşaat tamamlandığında Marmaray'a bağlı hat, 1,4 km. (tüp tünel) ve 12,2 km. (delme tünel) TBM boğaz geçişi ve Avrupa yakasında Halkalı-Sirkeci, Anadolu yakasında Gebze-Haydarpaşa arasındaki kısımlar olmak üzere yaklaşık olarak 76 km uzunluğunda olması planlanmaktadır. Farklı kıtalardaki demiryolları İstanbul Boğazı'nın altından batırma tüp tüneller ile birleştirilecektir. Marmaray, 60,46 metre derinliği ile raylı sistemler tarafından kullanılan dünyanın en derin batırma tüp tüneline sahiptir.
Gebze-Ayrılıkçeşme ve Halkalı-Kazlıçeşme arasındaki hat sayısı 3, Ayrılıkçeşme-Kazlıçeşme arasındaki hat sayısı 2'dir.
Sistemin öngörülen çalışma saatleri şöyledir;
Yolcu trenleri 06.00-09.00 ve 16.00-19.00 (?) saat aralıklarında tüp tüneli kullanabileceklerdir.
Yolcu trenlerinin kullanım saatleri dışında sistemi kullanabileceklerdir.
Sistemi, 00.00-05.00 saat aralıklarında kullanabileceklerdir.
Marmaray, günlük kullanımı 1.000.000 yolcu hedeflenmesi rağmen açılığından itibaren ilk yıl günlük ortalama 136.000 kişi taşımıştır. Gebze-Halkalı bölümünün açılması ile günlük 1.000.000 yolcu hedefine ulaşılması beklenmektedir. 365 gün içinde Marmaray'da 100.000 sefer yapılmış ve bu seferlerde toplam 50 milyon yolcu taşınmıştır. Yolcuların %52'si Avrupa yakasından, %48'i Anadolu yakasından Marmaray hattını kullanmıştır.
Ayrılıkçeşme, Sirkeci, Üsküdar ve Yenikapı istasyonlarında sistem diğer metro hatlarıyla bağlantılı olacaktır. Gelecekteki bağlantılar ile birlikte Atatürk Havalimanı ile Sabiha Gökçen Havalimanı bağlantılı olacaktır.
Ortalama istasyon aralığı 1,9 km'dir. İstasyon boyları en az 225 metredir.
CR2 Demiryolu Araç İmalı etabında 2013 yılına kadar, 38 adedi 10'lu vagonlardan, 12 adedi 5'li vagonlardan oluşan toplam 440 vagon |
luk 50 adet banliyö tren seti Güney Kore'den ithal edilmiştir.. Toplam maliyeti 586 milyon dolar olan setlerin sadece 5'li vagonlardan oluşan 12 seti 2013 yılında Ayrılıkçeşme-Kazlıçeşme arası banliyö kısmının devreye alınmasıyla hizmete girmiş, 10'lu vagondan oluşan 38 adet set açılan kısımda 10'lu trenlerin manevra kabiliyeti için gerekli uzunlukta ray-makas sistemi olmadığı için hizmete alınamamıştır. 2014 yılında teslim alınan setler halen Haydarpaşa Garı'nda atıl olarak bekletilmektedir.
Efe,R.; Curebal,I. (2011). Impacts of the “Marmaray” Project (Bosphorus Tube Crossing, Tunnels and Stations) on Transportation and Urban Environment in Istanbul. In: Stanley D. Brunn (Ed.) Engineering Earth-The Impacts of Megaengineering Projects. Chapter 41. ISBN 978-90-481-9919-8 e-ISBN 978-90-481-9920-4. DOI 10.1007/978-90-481-9920-4. Springer: Dordrecht, Heidelberg, London, New York
http://www.academia.edu/4050997/Impacts_of_the_Marmaray_Project_Bosphorus_Tube_Crossing_Tunnels_and_Stations_on_Transportation_and_Urban_Environment_in_Istanbul
Hilmi Etikan
Hilmi Etikan, 1973 yılında Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyati Bölümünü bitirmiştir.
1977 yılına kadar Paris'te yaşamış, Fransız Sinema Konservatuvarı'na devam ederek diploma almıştır.
Yine aynı dönemde, Sorbonne Üniversitesi'nde Fransız “Yeni Roman” akımının önde gelen isimlerinden Claude Simon'un “L'herbe – Ot” isimli romanı üzerine, sinema - edebiyat ilişkilerini konu alan mastır çalışması yapmıştır.
1977 yılından başlayarak fotoğraf dersleri vermiş, çeşitli kurumlarda sinema birimleri oluşturmuş, program ve yürütücülüğünü yaptiğı eğitim seminerleri ile birçok insanın sinema kültürünün gelişmesine katkıda bulunmuştur.
Halen Uluslararası İstanbul Kısa Film Festivali'nin yöneticiliğini yapmaktadır.
Bugüne kadar gerçekleştirdiği belgesel filmlerle yurt içi ve dışında çeşitli ödüller almış olan Hilmi Etikan, birçok ulusal ve uluslararası film festivallerine jüri üyesi olarak davet edilmiştir. Değişik kurumlarca verilmiş onur ödüllerine sahiptir.
Kayaköy, Fethiye
Kayaköy, Muğla'nın Fethiye ilçesine bağlı tanınmış bir mahalledir.
Kayaköy, birbirinden çok farklı iki yerleşim alanından oluşmaktadır. Bunların birincisi; turizmde de önemli yeri olan, 19. yüzyıl başında kurulmuş, yamaçlara dayalı ve nispeten yakın tarihli bir yerleşim olmakla birlikte, Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde, tamamı Rum, 3000 nüfuslu bir kasaba boyutuna ulaşmış, eski adı"Levissi" şeklinde geçen mahalledir. 1957 Fethiye Depremi ile evler harabeye dönüşmüş olsa da, canlı müze niteliği ile turistlerin büyük ilgisini çekmektedir. Diğeri ise 1512 yılından itibaren Osmanlı tahrir defterlerinde geçen Kayı Köyü'dür. Başta 39 numaralı tahrir defteri olmak üzere bölgede Oğuzların Kayı boyuna mensup Türkmenlerin yerleştiğine ilişkin kayıtlar mevcuttur. Kayaköy'de gezilip görülecek yerler arasında büyük ve küçük kilise ile on dört şapel bulunmaktadır. Ayrıca küçük kilise yanında bir çömlek atölyesi (Çömlekhane) vardır. Küçük kilise yolundan yalnızca deniz veya yürüyerek ulaşımın mümkün olduğu Soğuk Su koyuna yaklaşık kırk dakikada gidilebilir.
1923 yılında gerçekleşen mübadeleyle Levissi'de yaşayan Rumlar Yunanistan'a göç ederken Kayaköy'e de Selanik ve civarından gelen muhacirler yerleşmişlerdir.
Eski Kayaköy'ün turistik açıdan daha verimli değerlendirilmesine ilişkin tartışmalar sürmektedir.
Cumhuriyet gazetesinin kurucusu ve Atatürk'ün yakın çalışma arkadaşı Yunus Nadi Abalıoğlu (Abalızadelerin Yunus Nadi) 1880 yılında ailesinin buraya yaylaya geldiği sırada Kayaköy'de doğmuştur.
Muğla iline 147 km, Fethiye ilçesine 7 km uzaklıktadır.
Mahallenin iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir.
Mahallede ilköğretim okulu vardır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağıyoktur fakat sağlıkevi vardır.. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.
Kayaköy
Kayaköy, Türkiye'de birden fazla yerleşimin adıdır. Bunlar;
Gazi Hüsrev Bey Camii
Gazi Hüsrev Bey Camii, Bosna-Hersek'in başkenti Saraybosna'nın kalbi sayılan Başçarşı'da yer almaktadır. Bey Camii olarak da bilinir. Osmanlı mimarisinin en göze çarpan eserlerinden biri olup, Bosna Sancak Beyi Gazi Hüsrev Bey tarafından 1531 yılında Mimar Sinan'a inşa ettirilmiştir.
Bosna Savaşı sırasında Saraybosna'da yer alan tüm kültürel ve dini eserleri ortadan kaldırmayı amaçlamış bulunan Sırp ordusunun başlıca hedeflerinden haline gelmiştir. 1996 yılında dış yardımlarla tamir edilmiş olmakla beraber, Suudi Arabistan tarafından sağlanan malî desteğin etkisiyle aslına sadık bir şekilde Osmanlı mimarisine uygun biçimde restore edilmiştir.
Gazi Hüsrev Bey, 1531 ve 1534 yılları arasında aynı camiden Suriye'nin Halep veya Türkiye'nin Bozüyük şehrinde de yaptırmıştır.
Başçarşı
Başçarşı, (Boşnakça: "Baščaršija") Bosna-Hersek'in başkenti Saraybosna'nın merkezinde yer alan ve 16. yüzyılda kurulmuş bulunan meşhur Osmanlı çarşısıdır. Bugün hâlâ kullanımda olup Saraybosna'nın kalbi niteliğindedir. Bosna Savaşı sırasında Sırp ordusunun imha etmeye çalıştığı başlıca hedeflerdendi. Dört tarafı İstanbul camilerinin mimari tarzında inşa edilmiş Osmanlı camileriyle çevrili olan Başçarşı'da Bosna Beylerbeyi Gazi Hüsrev Bey tarafından yaptırılmış bir han, medrese ve çok sayıda imaret bulunmaktadır. Meydanında Saraybosna'nın da simgesi haline gelmiş çok güzel bir sebilin yer aldığı ve Türk bölgesi olarak anılan Başçarşı'daki pek çok eser, Gazi Hüsrev Bey Vakfı'nın mülküdür.
Avlusunda Gazi Hüsrev Bey'in türbesinin bulunduğu Gazi Hüsrev Bey Camii'nin de yer aldığı Başçarşı yine Saraybosna'nın en merkezi mevkilerinden olan modern Ferhadiye Caddesi'ne bağlanmaktadır.
Oymaağaç, Ağaçören
Oymaağaç, Aksaray ilinin Ağaçören ilçesine bağlı bir köydür.
Bu Köy´ün ve civar Köy´lerin Tarihleri hakkında Cumhuriyet Dönemi ve Osmanlı Döneminden hariç ayrıca Bizans ve Karaman Beyliği Döneminden tutulan Kayıtlar Belgeler var.
Belge ve Kaynaklara dayanan Bilgiler, İlçe Kaymakamlığı tarafından tastik ve onay sonrası İnternetten resmen açıklanacaktır.
Kısa ön bilgi:
En eski yerleşim bu Arazilerde Hitit Devri zamana dayandığını belge ve bulgulara bakarak güçlü şekilde anlaşılıyor. Bizans Döneminde çok az sayıda insanın bu civarda yaşantı sürdüğüne dair bulgular var, Üzüm Baglar ve Çiftlik sahibi Asillerin Beylerin Bölgesi olduğuna dair bulgular ve bu yönde işaret eden belgeler var. İlk yerleşen Türkler Bizans tarafından yerleştirilen Koban-Kafkas Bölgesinden Muacir eden Peçenek(Beçenek) - Alan Boyları ve Taifeleri olmuştur. Bu Boylar sonradan Malazgirtde Selçuklu Ordusu tarafına geçti ve Selçuklu ile birleştiler. Selçuklu Devrinde bu Köyler Karaman Beyliği Arazisi Sınır alanına girmiştir ve bununla Türk Yerleşimleri göçleri devam etmiştir. Oğuz Üçoklar ve Kıpçak Türkleri Boy ve Gruplardan yerleşme ve göçler olduğuna dair Karaman kaynaklarından Osmanlı kaynaklarına kadar göç zamanından Belgeler kayıtlar mevcut.
En son kayıt altındaki yoğun göçü bu Köy ve civar Köy´ler Tarihi Ankara Savaşı sonrası aldı.
Emir Timur´un(Timurlenk) Anadoluyu terk ederken, Sadık Müttefiki ve Dostu olan Karaman Beyliğine Muhafaza ve Korucu destek olarak, Karaman Beyliği sınır Boyları Arazilere Köy'lere kendi Ordu Birliklerinden, Kafkaslardan Türkistandan getirdiği kalabalık sayılı olan Bahadir Kabileler ve Taifelerin Tımar Birliklerinden olan Timur Tebası Üyelerinden, Koruyucular yerleştirildi ve geride bırakıldı. Bu amaçla Timurlular tarafından Karaman Beyliğine Anadoluda kalıcı Askeri nüfuz desteği sağlamak istenilmiştir.
17. Yüzyıl ile 19. Yüzyıl ortalarına kadar zaman zaman Hazar ve Kuzey Kafkas - Utemiş Karaman Sulak Terek ve
Tiflis - Terekeme Bölgeleri ve Boylarından, Tatar Terekeme Kıpçak - Oğuz Grup ve Taifelerden bu Köy ve civar Köy'lere birer ikişer Aileler ve Kişiler Muacir ettiği kayıt edilmiştir.
Etnik Köken ve Dil, Tatar Terekeme Türkmen etkilerinden dolayı Üçok Oğuz - Kıpçak düzeyinde merkezi bir orta Türk Lehçesi olarak diye tarif etmek mümkün. Bu Bölge Halkının ağızdan ve Kaynaklardan da kesin anlaşılmaktadır.
Köyün eski yerleşim yeri olarak Müslüman olmayan Peçeneklereden izler bulunmaktadır.
Köyün çeşitli mevkilerindeki gayr-i islami motiflerle işlenmiş mermer taşların varlığı bunun önemli delilidir.
Tuz Gölüne dökülen Peçenek çayı bu Köy´den geçer.
Köy 1989 yılına kadar Ankara ili Ş.Koçhisar ilçesine bağlı iken aynı tarihte Aksarayın il olması üzerine Ağaçören ilçesine bağlanarak Aksaray vilayeti sınırları içine dahil edilmiştir. Köyün nüfusu diğer bölge köylerinde de olduğu gibi her yıl azalmaktadır.Önceleri yurt dışına işçi vermeyle başlayan göç daha sonra Aksaray ,Ortaköy ve Ş.Koçhisar merkezlerine iş ve eğitim yetersizliği nedeniyle yönelmiştir.
Nüfusun gittikçe azalması görülmekte.
Bölgede yaygın olduğu üzere tahıl tarımı ve Hayvancılık Köy´de yapılmakta olup, yakın civarda olan Peçenek Deresi kenarındaki alanlarda sulu tarım imkânı mevcuttur.
Film yönetmenleri listesi
Aşağıda soyadlarına göre alfabetik olarak film yönetmenleri listesi yer almaktadır. Listeye ek yaparak Vikipedi`nin gelişimine katkıda bulunabilirsiniz.
Madagaskar
Madagaskar ya da resmî adıyla Madagaskar Cumhuriyeti, Afrika kıtasına bağlı bir ada ülke konumunda olup, kıtanın doğu kesiminde Hint Okyanusu'nun batı kısmında yer almaktadır. Mozambik Kanalı ülkeyi Afrika ana kıtası ile birbirinden ayırmaktadır. Madagaskar adası, dünyanın dördüncü büyük adası konumundadır. Ülke ada ülkesi olması nedeniyle sınır komşusu bulunmamakta olup, en yakın anakara ülkesi adanın batısında yer alan Mozambik'tir. Bunun haricinde komşu ada ülkeler ise kuzeybatıda Komorlar ve Fransa denizaşırı bölgesi Mayotte, doğuda Mauritius ile yine Fransa denizaşırı bölgesi olan Réunion adalarıdır. Ülkenin başkenti Antananarivo'dur.
Ülke ismi olan "Madagaskar" herhangi bir yerel dilden ortaya çıkmış bir isim konumunda değildir. Marco Polo anılarında |
dolaylı yollardan bilgi edindiği ve "Afrika'da tarifsiz zenginliğe sahip bir ada" olarak tanımladığı adadan karışıklık sonucu Somali'de bulunan Mogadişu şehrinin isminin farklı bir formu olan "Madageiscar" olarak bahsetmiş, bu isimde daha sonraları orta çağ Avrupa'sında karşılık bularak sık bir şekilde kullanılmıştır. Her ne kadar Portekizli kaşif Diogo Dias 1500 yılında "Aziz Laurentius" kutlamalarına denk gelen gün adaya çıkan ilk Avrupalı olarak adanın ismini "São Lourenço" olarak değiştirmiş olsa da, Polo tarafından kullanılan isim daha fazla benimsenerek rönesans dönemi haritalarında kullanılmıştır.
Ada olması nedeniyle kara komşusu bulunmayan ülkenin civarında bulunan diğer ada ülkeler ile birlikte Afrika anakarasında bulunan Mozambik ile deniz sınırı bulunmaktadır. Madagaskar coğrafi olarak Afrika kıtasının bir parçası konumundadır. Madagaskar sahip olduğu 587.295 km² yüzölçümü ile dünyanın en büyük dördüncü adası konumundadır ve toplamda 4.828 km'lik bir kıyı şeridine sahiptir.
Süper kıta Gondvana’nın parçalanmasıyla Madagaskar yaklaşık 88 milyon yıl önce Hindistan kara kütlesinden ayrılmıştır. Böylelikle adanın coğrafik olarak izolasyonu, üzerindeki bitki örtüsü ve hayvanların tamamen dış dünyadan bağımsız bir şekilde gelişmesine yol açmıştır. Madagaskar üzerindeki bitki ve hayvan türlerinin %90’ı dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmamaktadır. Ada biyolojik çeşitlilik alanında dünyanın önde gelen bölgelerinden bir konumunda olmuş, yüzyıllar içerisinde adada insan yaşamanın başlaması ile bu çeşitlilik tehdit altına girmiştir.
Ülke coğrafi yapı gereği genel olarak beş bölgeye ayrılmıştır. Bunlar "doğu sahili", kuzeyde bulunan "Tsaratanana kütlesi", "merkez yaylalar", "batı sahili" ve "güneybatı" olarak adlandırılmıştır. Ülkenin doğu sahilleri daha yeşil bir görünüme sahip olup, adanın geri kalanında bu yoğunlukta bir ormanlık alan görülmemektedir. Madagaskar adası genel olarak yüksek yayların hakim olduğu bir ülkedir. Kıyı şeridinde deniz seviyesi ile eşit olan yükseklikler ada merkezine doğru giderek yükselir ve ortalama 1.000 m ile 2.000 m yüksekliklere ulaşır. Ülkenin en yüksek noktasını adanın kuzeyinde Tsaratanana kütlesi olarak adlandırılan coğrafi bölge içerisinde yer alan 2.876 m ile Maromokotro Dağı oluşturmaktadır.
Ada ülkesi genelinde görülen ve verimsizliğin bir simgesi olan kırmızı topraklar nedeniyle "büyük kırmızı ada" olarak da anılmaktadır.
Madagaskar genelinde coğrafi konum gereği farklı iklimler yaşanabilmektedir. Genel itibarıyla Kasım ile Nisan aylarında sıcak ve yağışlı bir iklim yaşanırken, Mayıs ile Ekim ayları arasında kurak ve soğuk bir süreç yaşanmaktadır. Ülkenin doğu kıyıları Madagaskar'ın en nemli ve yağış alan bölgesi konumundadır. Yıllık ortalama 4.000 mm yağış alabilme özelliği nedeniyle adanın doğusunda sık yağmur ormanları yer almaktadır. Ülkenin doğu kıyıları belirli aralıklarla şiddetli tropikal fırtınalara ve siklonlara maruz kalabilmektedir. Adanın orta kesiminde yer alan yüksek yaylalarda serin ve kurak bir iklim hakimdir. Ülkenin güneybatı bölümleri ada genelinde en kurak bölümü oluşturmaktadır. Yıllık ortalama 500 mm yağış alması nedeniyle bölgede çöl oluşumları gözlemlenebilmektedir. Ülke genelinde ortalama yıllık sıcaklık değerleri 25 °C düzeyindedir. Bu yıllık ortalamasına rağmen sıcaklıklar kıyı kesimlerinde daha yüksek, iç kesimlerde ise 0 °C de altına düşecek kadar düşük değerlere ulaşabilmektedir.
Keşfedilmesinden önce neredeyse tamamen sık ormanlarla kaplı olan Madagaskar, insan yaşamının başlaması ile birlikte ormanların kapladığı alan yıllar geçtikçe azalmış ve günümüzde de sadece doğu kıyı sahillerinde bulunan ve adanın %4'ünü kaplayan ormanlar kalmıştır. Ülkenin en yoğun ve sık bir şekilde yağmur ormanlarını görüldüğü bölgesi Masoala yarımadasıdır. Doğudan batı yönüne doğru ilerlendiğinde yağmur ormanları yerini önce nemli savan örtüsüne sonra da tek tek ağaçların bulunduğu, dikenli kurak çalılıkların yer aldığı çayırlara bırakmaktadır.
Madagaskar adası genelinde yerel ve o ülkeye özgü türler bulunmaktadır. Ada üzerinde bulunan tek yırtıcı tür olarak Madagaskar etçilleri familyasının üyeleri olan Fossa, Fanaloka ve Falanuk yer almaktadır. Dünya üzerinde sadece Madagaskar'da yaşam bulan makimsiler, farklı türleri ile bu adada yaşamaktadırlar. Makimsiler üyelerinin haricinde Tenrekgillerde neredeyse tamamen sadece Madagaskar adası üzerinde yaşamaktadır. Hem makimsiler hem de tenrekgiller Adaptif radyasyon yayılımın en önemli örnekleri arasında gösterilmektedir. Dünya genelinde 22 farklı çeşidi bulunan batağan üyelerinin sadece iki tanesi Madagaskar'da bulunmaktadır. Bu familyanın bir üyesi olan ve Madagaskar'da yaşamış olan "Tachybaptus rufolavatus" günümüzde soyu tükenmiş olarak kabul edilmektedir. Aynı familyadan olan ve yine sadece Madagaskar'da gözlemlenen "Tachybaptus pelzelnii" türü ise soyunun tükenmesi ile karşı karşıya kalan bir batağan türüdür. Ördekgiller familyasını bir üyesi konumunda olan "Anas bernieri" de sadece bu adada gözlemlenebilen bir kuş türüdür. Ada genelinde çoğunluğunu kurbağaların oluşturduğu 220'den fazla iki yaşamlılara ait tür bulunmaktadır.
Madagaskar genelinde son olarak 1993 yılında gerçekleştirilen resmi sayım sonuçlarına göre 12.238.914 nüfus tespit edilmiştir. Bu güncel olarak son resmi sayım konumunda olup, 2014 tahmini sayım sonuçlarına göre adada 23.201.926 kişi yaşamaktadır. Ülke nüfusunun çoğunluğu başkent ile başkentin bağlı bulunduğu bölgede yaşamaktadır.
Madagaskar genç bir nüfusa sahip olup, 2014 tahmini verilerine göre nüfusun %61,3'ü 0-24 yaş aralığındadır. Ülkenin sadece %3,2'si 65 yaş ve üzerindedir.
0-14 yaş: %40.7 (erkek 4,765,523/kadın 4,685,298)
15-24 yaş: %20.6 (erkek 2,394,146/kadın 2,384,564)
25-54 yaş: %31.3 (erkek 3,635,506/kadın 3,629,204)
55-64 yaş: %4.2 (erkek 466,263/kadın 503,375)
65 yaş ve üzeri: %3.2 (erkek 334,533/kadın 403,514)
Adaya ilk yerleşen insanlar yakındaki Afrika kıtasından değil, Endonezya üzerinden Hint Okyanusunu aşarak buraya geldiler. Bugün Madagaskar halkının konuştuğu Malgaş dili de bu göçmenlerce Güneydoğu Asya adalarından buraya taşındı. Malgaşçanın en yakın akrabaları Madagaskar’dan binlerce kilometre uzakta, Borneo adasının güneyindeki Barito nehri civarında konuşulan dillerdir. Bu Avustronezyalı göçmenleri yaklaşık bin yıl sonra, 1000 yılı civarında Afrika’dan gelen yeni bir göçmen dalgası izledi. Afrikalı Bantular, daha çok kıyılarda ve adanın batı yarısında yerleştiler ancak kendi dillerini kullanmayı bırakıp adada yaşayan Avustronezyalıların dil ve kültürüne asimile oldular. Avustronezyalılar hala adanın iç ve dağlık kısımlarıyla, doğu yarısında yoğunlaştılar. Bu sebeple kıyılardaki yerliler antropolojik tip itibarıyla daha Afrikalı görünümlü, adanın iç kısımlarında yaşayan Merinalar gibi diğer bazı Avustronezya kökenliler ise daha Asyatik fiziksel özellikler taşır.
Madagaskar'da yaşayan birçok etnik grup konuşulan ortak dil ile ortak bir kimlik ortaya çıkarmıştır. Buna rağmen sosyal alanlarda "foko" olarak adlandırılan farklı alt grupların gelenek ve görenekleri önemli ölçüde yaşam biçimini belirleyebilmektedir. Madagaskar devleti resmi olarak 18 farklı etnik grubu "ana etnik grup" olarak kabul etmektedir. Ülke genelinde en büyük etnik grubu Merinalar oluşturmaktadır. 19.yy sonlarına kadar adanın neredeyse genelinde kendi devletlerini yöneten Merinalar bu süreçte farklı "foko"ları baskı altına almışlardır. 1970 yılı verilerinde bu etnik gruba mensup 1,6 milyon kişi sayılmıştır. Merina Krallığı döneminde Merinaların baskı altına aldığı diğer etnik unsurlar arasında Betsileo, Sihanaka ve Bezanozano yer almıştır. Bunun haricinde ada genelinde mevcudiyeti bulunan ve Madagaskar devleti tarafından ana etnik unsur olarak kabul edilen diğer unsurlar ise şu şekildedir:
Bu ana etnik unsurların haricinde avı olarak yaşam sürdüren Mikealar da An̈alabo ile Lac Ihotry bölgeleri arasında yaşamlarını sürdürmektedirler.
Madagaskar'da yerli unsurların haricinde yurt dışından gelen yabancılar da yaşamakta olup, çoğunluğu Komorlar, Hindistan ve Fransa'dan gelen kişiler oluşturmaktadır. Yakın zamanda Çin vatandaşı kişilerin de adaya gelmesi ile Çin nüfusunda artış gözlemlenmiştir.
Ülkenin resmi dili Malgaşça ile Fransızca'dır. Madagaskar nüfusunun büyük çoğunluğu Malgaşça dilini anadili olarak kullanırken, batı kıyılarına göç eden ve bu bölgelerde yaşayan Mozambikliler "Makoa" dilini kullanmaktadır. Ülkenin kuzey kesiminde bulunan ve Malgaşça'da "büyük ada" olarak adlandırılan Nosy Be adası üzerinde yaşayan halk Svahili dilini konuşmaktadır.
Malgaşça'nın yanı sıra resmi dil konumunda olan Fransızca, sömürge döneminde ülkenin tek resmi dili konumundaydı. Günümüzde önemli duyurular Fransızca yapılmaktadır. 2007 ile 2010 yılları arasında İngilizce'de resmi dil konumundaydı. Bu sürenin ardından 17 Kasım 2010 tarihinde kabul edilen yeni anayasa doğrultusunda İngilizce resmi dil statüsünden kaldırılmıştır.
Ülke genelinde nüfusun %52'si animizm ve atalara tapınma gibi yerel dinlere inanmaktadır. Madagaskar'da %41 hristiyan dinine mensuptur. Burada katolik mezhebine göre inancını yaşayanların oranı %23 olarak ifade edilirken, protestan mezhebine inananların oranı %18 düzeyindedir. İslamiyet dinine inananlar Madagaskar'da azınlıkta bulunmakta olup, nüfusun sadece %7'si islami inancına göre yaşamını sürdürmektedir.
Ülkede temiz su kaynaklarına ulaşabilen nüfusun oranı düşük düzeyde olup, 2012 tahmini verilerine göre nüfusun yarısından azı olan %49,6'sı temiz kaynaklardan su temin edebilmektedir. Tam teçhizatlı sağlık hizmetlerinden yararlanma oranının düşük olduğu ülkede, nüfusun %13,9'u bu yönde bir hizmet alabilirken, %86,1'i ilkel şartlarda sağlık hizmeti alabilmektedir. Ülke içerisinde ishal, hepatit, tifo, sıtma, humma ve kuduz çok sık görülen hastalıklar arasındadır. AIDS, Afrika anakarasının aksine düşük oranda görülmekte olup, bu oran 2013 tahmini verilerine göre %0,4 düzeyindedir.
Ülke genelinde 15 yaş ve üzerinde okuma yazma bilenlerin oranı 2015 verilerine |
göre %64,7 düzeyindedir. Bu oran erkeklerde %66,7 iken, kadınlarda %62,6 seviyesindedir. Madagaskar genelinde altı ile on dört yaş arası erkek ve kız çocukları için zorunlu ilk ve ortaokul eğitimi bulunmaktadır. Öğrenciler beş yıllık ilkokul eğitiminin ardından üç yıllık da ortaokul eğitimi almaktadır. Ülkede "University of Madagascar" olarak 1961 yılına kadar faaliyet gösteren ve bu yıldan itibaren "University of Antananarivo" olarak isim değişikliğine giden üniversite ülkenin devlet üniversitesi konumundadır. Bunun haricinde "University of Toamasina" da devlet üniversitesi olarak faaliyet gösteren başka bir üniversitedir.
Madagaskar kıyıları Afrika anakarasının doğu kıyılarına yakın bir konumda bulunmasına rağmen, dünya üzerinde insanlar tarafından yerleşilen en son bölgelerden biri olarak kabul edilmektedir. Adada ilk insan varlığı muhafazakar tahminlere göre M.Ö. 350 yıllarına dair belirtilmektedir. Adaya ilk defa gelen yerleşimcilerin ilk olarak nereden geldikleri tam olarak bilinmese de, dilsel ve genetik bulgular Madagaskar'a ilk gelen kişilerin Afrika'nın doğusundan, güney ve güneydoğu Asya'dan ve Ortadoğu'dan geldiğini işaret etmektedir.
İlk dönemlerde yerleşimin az olduğu Madagaskar'da, nüfusun artması ile birlikte Sakalavalar, Merinalar ve Betsileolar tarafından krallıklar kurulmuştur.
10 Ağustos 1500 tarihinde Portekizli denizci Diogo Dias adaya ilk ayak basan Avrupalı olarak adaya o günün de "Aziz Laurentius" kutlamalarına denk gelmesi nedeniyle "São Lorenço" adını vermiştir. Adanın ismi ilerleyen dönemlerde özellikle Portekiz haritalarında "Santa Apolonia", "France occidentale" ve "île Dauphine" gibi farklı isimlerle de belirtilmiş olsa da, Avrupa genelinde Polo'nun kullandığı isim benimsenmiş ve bu isimden yola çıkarak adanın ismi "Madagaskar" olarak ifade edilmiştir. Avrupa'nın ticaret merkezlerini Hint Okyanusu üzerinden bulunan güzergahta konumlandırmasından dolayı Madagaskar ilk dönemlerde ticari güzergah olarak pek bir önem arz etmemiştir. Ada ilk olarak 1641 yılında ilk önce Hollandalılar tarafından ve daha sonraki dönemlerde de Britanyalı ve Amerikalı tüccarlar adına dolaşan gemiler tarafından uğrak yeri olarak kullanılmış, burada elde edilen köleler de sömürge bölgesi Mauritius'a götürülmek üzere gemilere alınmıştır. 1643 ile 1672 yılları arasında Fransa'nın ada üzerinde kurmaya çalıştığı ilk sömürge düzeni başarıya ulaşamamış, 17. ve 18.yy genelinde de ada korsanlar tarafından da üs olarak kullanılmıştır.
Ada üzerinde 1787 yılından itibaren Andrianampoinimerina önderliğinde birleşen Merina etnik grubu adada kurulan ilk modern devlet yapısının temelini atmıştır. 1810 yılındaki ölümüne kadar krallığı yöneten Andrianampoinimerinas, 1794 yılına kadar küçük bir krallık olan Ambohimanga'nın hükumdarlığını yapmış, 1794 yılında yine küçük bir krallık olan Antananarivo Krallığı'nı fethederek krallık merkezini günümüzde de ülkenin başkenti olan Antananarivo'ya taşımıştır. İlerleyen yıllarda da adanın neredeyse tamamını elde eden Andrianampoinimerina, karşılaştığı direnç nedeniyle adanın güneyini elde edememiş ve kurduğu devleti tam anlamıyla sağlamlaştıramamıştır. Andrianampoinimerina'nın otokratik iktidarı boyunca devlet modernleştirilmiş, yeni bir ceza yasası yayımlanmıştır. İktidarı döneminde çalışanlarını kast sistemine benzer bir sistem ile gruplara ayırmış ve böylece keskin ve eşit olmayan bir tabakalaşma oluşturmuştur.
Andrianampoinimerina'nın ölümünden sonra tahta geçen oğlu I. Radama adayı yurt dışına açmış ve özellikle Fransa ile birlikte Hint Okyanusu üzerinde hakimiyeti genişletme çabalarında olan Büyük Britanya ile ikili ilişkilerini geliştirme gayreti içerisinde olmuştur. Krallık birliklerini Britanya askeri modeline göre yeniden düzenleyen I.Radama iktidarında ilk İngilizler de endüstriyel faaliyetlerde bulunmak adına ülkenin doğu kıyılarına yerleşmişlerdir. İngiliz misyonerler bu dönemde incili Malgaşça'ya çevirmiş, latin alfabesinin kullanımı ve yaygınlaşması adına faaliyetlerde bulunmuşlardır. I.Radama 1824 yılında İngilizlerin de askeri desteği ile tüm ada üzerinde de kontrolü ele geçirmiştir.
I.Radama'nın 1828 yılında hayatını kaybetmesi ile tahta geçen eşi, I. Ranavalona unvanı ile ülkeyi 1861 yılına kadar yönetmiştir. Ada ülkesi kendi yönetiminde aydınlanma çağından izolasyonizme keskin bir dönüş gerçekleştirmiş, ilerleyen dönemlerde kendisine rakip olmaması adına eşinin tüm aile üyelerini öldürtmüş, hristiyan dinini yasaklamış ve 1835-1836 döneminde tüm yabancıları ülke dışına çıkartmış ve dış ülkeler ile ikili ilişkileri en aza indirmiştir.
1861 ile 1863 yılları arasında krallığın başına geçen I. Ranavalona'nın oğlu II. Radama iktidarı boyunca diğer ülkeler ile yeniden ilişkileri canlandırma yolunu izlemiş, Fransa'ya Lambert Yasası ile imtiyazlar tanımış, din özgürlüğünü yeniden serbest bırakmış ve liberal bir siyaset izlemiştir. II.Radama'nın izlediği bu siyasi yol belli bir kesim tarafından hoş karşılanmamış ve iktidarının ikinci yılında boğularak öldürülmüş ve iktidarına son verilmiştir.
1863 ile 1868 yılları arasında iktidarda olan Rasoherina, II. Radama'nın ilk eşiydi. İktidarı döneminde İngilizler ile iyi ilişkiler içerisinde bulunmaya gayret gösteren Rasoherina, dönemin başbakanı olan ve o dönem de gücü elinde bulunduran ve kendisinden sonra gelecek olan iki kraliçe ile de aynı şekilde evlilik gerçekleştirecek olan Rainilaiarivony ile evlenmiştir.
II. Radama'nın ikinci eşi olan II. Ranavalona 1868 yılından 1883 yılları arasında ülkenin kraliçesi olarak tahta bulunmuştur. İktidarı döneminde protestan mezhebini ülkenin resmi dini olarak kabul etmiştir. II. Radama iktidarında Fransızlar 1883 yılında adaya zorla sahip olmaya çalışmışlar ve iki yıl sürecek olan kanlı bir savaşın başlangıcını tetiklemişlerdir.
Merina Krallığı'nın son kraliçesi olarak 1883 yılında tahta çıkan III. Ranavalona II. Ranavalona'nın yeğeniydi. Ülkesi Fransa tarafından işgal edildiği bir süreçte tahta çıkmış, kısa bir süre Madagaskar ordusu işgalcileri geri püskürtmeyi başarmış olsa da, 1896 yılında Fransız saldırılarına direnememiş ve ada ülkesi Fransa'nın himayesi altına giren bir bölge haline getirilmiştir. III. Ranavalona 1897 yılına kadar resmiyette kraliçe olarak tahtta kalmış ancak daha sonra 28 Şubat 1897 yılında Fransız general Joseph Gallieni tarafından tahtı bırakmaya zorlanmış ve 1917 yılında da hayatını kaybedeceği Cezayir'e sürgüne gönderilmiştir.
Madagaskar'ın 1885 yılında gerçekleştirilen Berlin Konferansı'nda Fransa'nın "ilgi alanı" olarak belirlenmesinden sonra 1896 yılında Madagaskar toplumunun karşı çabalarına rağmen adaya sömürge devleti olarak sahip olmuştur. Yaşanan bu süreçte Merina Krallığı 1883 yılında Alman İmparatorluğu ile gerçekleşen ilk diplomatik ilişkiler sonucunda varılan barış antlaşmasını Fransa'ya karşı devreye almaya çalışmış ancak bunda başarılı olamamıştır. Ada üzerinde sömürge döneminin başlaması ile birlikte Fransız firmaları mika ve grafit yeraltı madenlerini bitirme noktasına getirmiş, ada genelinde kahve ve pirinç plantasyonları oluşturulmuştur. Yerel halk apartheid benzeri bir sistem olan Code de l’indigénat ile bastırılmıştır. 1915 ile 1929 yılında gerçekleştirilen ulusal isyanlar Fransa tarafından şiddetli bir şekilde bertaraf edilmiştir.
II. Dünya Savaşı'nın başlarında Vichy rejimine bağlı bir sömürge yönetimine sahip olan adaya Büyük Britanya Mayıs 1942'de Operation Ironclad adını verdiği işgal ile çıkartma yapmış son Fransız birliklerini de Kasım 1942'de adadan çıkartarak adanın sahibi olmuştur. Japonya'nın bu süreçte güneydoğu Asya'da elde ettiği kazanımlar ile müttefik devletlerin Avrupa ile Asya ve Afrika arasındaki tedarik yollarının tehlikeye soktuğu düşüncesi ile bu adım atılmış, savaşın bitmesinden sonra da ada Charles de Gaulle yönetimindeki "Özgür Fransa" hükumetine devredilmiştir.
1896 ile 1960 yılları arasında süren Fransa sömürge düzeni boyunca askeri şiddet ile ada yönetilmiş, 1945 yılından itibaren de bağımsızlığı hedefleyen oluşumlar kurulmuştur. Bu doğrultuda "Mouvement démocratique de la rénovation malgache / MDRM", "PANAMA" ve "JINA" hareketleri ortaya çıkmıştır. Mart 1947 sonlarına doğru adanın kuzeyinde sömürge hükumetine karşı ortaya çıkan ayaklanma neticesinde isyancılar ilk iki hafta içerisinde 200 Fransız askerini öldürmüş, adanın yedide birine denk gelen bir bölümü kontrolleri altına almışlardır. Bu gelişmeler üzerine Fransa 18.000 askerini adaya göndermiş, 1948 yılı sonunda da isyancıların yeterli düzeyde organize olamaması ve teçhizatlarının üst seviyede olmaması nedeniyle bastırmayı başarmıştır. Yaşanan bu çatışmalarda 90.000 Madagaskarlı'nın hayatını kaybettiğini belirten kaynakların haricinde 10.000 dolayında kişinin hayatını kaybettiğini belirten kaynaklar da ortaya çıkmıştır. İsyanın bastırılması sonrasında MDRM'nin üst kadrosu tutuklanmış bazıları da infaz edilmiş, isyana katıldığı düşünülen birçok kişi de işkenceye maruz bırakılmış ve Nosy Lava'da bulunan kamplara gönderilmiştir.
Sömürge yönetimi isyanın planlayıcısı olarak MDRM'yi sorumlu tutmasına rağmen, isyan hareketleri diğer gizli organizasyonlar olan PANAMA ve JINA tarafından planlanmış, suçlanan konumda bulunan MDRM ise bu tür bir isyanın yapılmasını kabul etmemiştir. Adada hakim olan olağanüstü hal 1950 yılına kadar sürmüş, 1955 yılına kadar tüm siyasi aktiviteler yasaklanmış ve isyanın sorumlusu olarak görülen MDRM tamamen ortadan kaldırılmıştır. Sömürge yönetimi seçim hakkını 1956 yılında yeniden kabul ederek yürürlüğe almıştır.
Fransa'nın 1956 yılında denizaşırı bölgelerini kapsayan ve loi-cadre Defferre adını verdikleri yeni bir yasa oluşturmuş, bu yasa kapsamında da Madagaskar'a şiddetin oluşmadığı bir ortamda bağımsızlığa gitme yolu açılmıştır. Madagaskar ilk olarak 14 Ekim 1958 yılında Fransız Topluluğu içerisinde Malgaşça Cumhuriyeti adı ile özerk bir statüye sahip bir bölge olarak yer almış, 1959 yılında ülke anayasını kabul edilmesi ile ülke 26 Haziran 1960 yılında Philibert Tsiranana başkanlığında bağımsızlığını elde etmiştir. |
Afrika Yılı olarak kabul edilen 1960 yılında bağımsızlığını elde eden üçüncü ülke olan Madagaskar, Tsiranana yönetiminde birçok diğer Fransız eski sömürge bölgelerin aksine komünizm karşıtı bir siyaset izlemiştir. 1960 yılında gerçekleştirilen ilk seçimlerde Sosyal Demokrat Parti oyların %88,2'sini elde ederek mümkün olan 107 sandalyeden 104 tanesinin sahibi olmuştur.
1971 yılında ülke genelinde çiftçilerin gerçekleştirdiği gösteriler Madagaskar'ın zor bir dönem geçirmesine neden olmuştur. Tsiranana 1972 yılında gerçekleştirilen seçimlerde her ne kadar oyların %99'unu elde etmiş olsa da, çoğunluğu Merina etnik grubu üyesi muhalefet partilerinin planladığı büyük gösteriler Tsiranana'nın makamını tehdit etmiş ve sonucunda da makamdan uzaklaştırılarak yerine Gabriel Ramanantsoa önderliğinde askeri bir yönetimi geçmiştir.
Ülke genelinde yaygınlaşan gösteriler neticesinde 1975 yılında sosyalist bir düşünce yapısına sahip olan Didier Ratsiraka iktidara gelmiş, 30 Aralık 1975 tarihinde ülkenin yeni isminin Demokratik Madagaskar Cumhuriyeti olduğunu ilan etmiş, benimsenen siyasi düşünce doğrultusunda adada finans pazarını elinde bulunduran yabancı banka ve sigorta kuruluşlarını kamulaştırmış, mevcut sistemdeki bankaları "Banque Nationale de l’Industrie", "Agricultural Bank" ve "Trade Bank" isimli üç bankada birleştirmiş, sigorta firmalarını da kurulan "ARO" ve "NY Havana" firmalarında bir araya getirmiştir. Banka ve sigorta kuruluşlarının haricinde ülkede bulunan çok uluslu endüstriyel holdingler de kamulaştırılarak devlet denetimine alınmış ve Fransa ile olan tüm ilişkiler askıya alınmıştır. Tarım sektörü de tek bir noktada toplanmış, tüm mahsulün elde edilmesi, satılması gibi konularda da devlet tek yetkili kılınmıştır. Özellikle tarım alanında alınan bu kararlar Madagaskar ekonomisini olumsuz yönde etkilemiş, büyüme oranları bu yıllarda eksi %2 ile %1 arasında gerçekleşmiş, pirinç gibi üretimi çok olan mahsuller de 1980'li yılların başında yeterli düzeyde elde edilemediği için bölgesel olarak kıtlık yaşanmasına neden olmuştur. Bu süreçte ülkede kara piyasa oluşmuş ve işsizlik oranları artmıştır. Tüm bu siyasi ve ticari yaşananlara rağmen Ratsiraka iktidarına karşı herhangi bir direniş gösterilmemiştir. Ratsiraka iktidarı süresince kendisi ve kendisine bağlı kişilerin refah içerisinde yaşaması sağlanmış, ordu zayıf düşürülmüş ve muhalefet partileri de sindirilmiştir.
1992 yılında "les Forces Vives" adını verdikleri bir muhalefet hareketi ile Ratsiraka 1993 yılında gerçekleştirilen ilk çok partili seçimler sonucunda iktidardan indirilmiş, üçüncü cumhuriyet döneminin başlangıcı olacak yeni bir anayasa oluşturularak bu yasa da devlet başkanın yetkileri kısıtlanmış, ülkenin başkanlık sistemi ile yönetilen bir ülke olduğu beyan edilmiştir. Seçimlerden başarılı bir şekilde çıkan Albert Zafy ülkenin yeni anayasanın kabulü sonrası ilk devlet başkanı olmuş, iktidarda kaldığı dört yıl boyunca ülkeyi istenilen ve düşünülen seviyeye getiremediği için 1996 yılında görevden alınarak suç duyurusunda bulunulmuştur. 1997 yılında gerçekleştirilen seçimlerde seçime katılım oranı %50'nin altında kalmış, sürpriz bir şekilde Ratsiraka seçimlerden zaferle ayrılarak yeniden iktidara gelmiştir. Bir önceki döneminde de olduğu gibi kapitalizm odaklı bir siyaset benimseyen Ratsiraka, ülke genelinde kamulaştırma işlemlerini yaygınlaştırarak bu süreçte kaldığı yerden devam etmiştir.
Ratsiraka iktidarına karşı yeniden birleşen muhalefet, 2000 yılında gerçekleştirilen yerel seçimlere katılmayarak boykot etmişlerdir. 2001 yılında gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimlerinde muhalefetin adayı Marc Ravalomanana ilk tur sonrasında zaferini ilan etmiş, Ratsiraka bu açıklamalar meydan okuyarak kendi zaferini ilan etmiştir. 2002 yılında her iki adayın destekçileri arasında çatışmalar yaşanmış, bu süreçte Ravalomanana'da seçimlerde gerçekleştirilen hileleri belgeleyerek oyların yeniden sayılmasını talep etmiştir. Nisan ayı içerisinde gerçekleştirilen tekrar sayım sonucu anayasa mahkemesi Ravalomanana'yı seçimin galibi olarak ilan etmiştir. Ratsiraka sonuçları tanımadığını açıklasa da, uluslararası alanda Ravalomanana'nın devlet başkanlığı kabul görmüş ve bunun üzerine Ratsiraka Fransa'ya sürgüne kaçmıştır.
Aralık 2002'de gerçekleştirilen meclis seçimlerinde Ravalomanana'nın partisi "I Love Madagaskar" büyük bir başarı elde etmiş, meclis çoğunluğunun da elde edilmesi ile Ravalomanana Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası'nın desteği ile ticari reformlar gerçekleştirmeye çalışmış ve rüşvet ile mücadele etmiştir. Bu dönemde Ratsiraka'ya karşı açılan dava sonuçlanmış ve kendisi gıyabında on yıl zorunlu çalışma cezasına çarptırılmıştır.
18 Kasım 2006 tarihinde general Fidy Andrianafidisoa önderliğinde bir grup asker darbe girişiminde bulunmuş ancak başarılı olunamamıştır. 3 Aralık 2006 tarihinde gerçekleştirilen devlet başkanlığı seçimlerinde görevde olan Ravalomanana oyların %54,8'ini alarak ikinci kez bu göreve seçilmiştir.
27 Ocak 2009 tarihinde Ravalomanana'nın sürgündeki Ratsiraka'nın bir konuşmasını yayınlayan "TV Viva" kanalını kapatma kararını vermesi neticesinde iktidarına karşı protesto gösterileri gerçekleştirilmiş, bu gösterilere karşı güvenlik güçlerinin açtığı ateş neticesinde de 30 kişi hayatını kaybetmiştir. Gösterileri organize eden TV Viva'nın sahibi ve aynı zamanda Antananarivo belediye başkanı Andry Rajoelina askeri de kendi safına çekerek kendi önderliğinde bir hükumet kurulduğunu açıklamış, bu açıklama hukukçular tarafından darbe olarak yorumlanmıştır. Rajoelina'nın açıklaması sonrası devlet başkanlığı sarayına yürüyen destekçileri güvenlik güçleri ile çatışmış, Ravalomanana'da görevini bırakarak Güney Afrika Cumhuriyeti'ne sürgüne kaçmıştır. Rajoelina kendisinin ilan ettiği geçici hükumet ile yönetimi ele almış, 2010 yılında gerçekleştirilen yeni anayasa referandumu sonrası görevi yeni seçimler yapılana kadar devam edeceğini ifade etmiştir. 2011 yılının ilkbahar aylarında yapılması planlanan yeni devlet başkanlığı seçimleri birçok kez ileri bir tarihe ertelenmiş, iki yıllık bir gecikmenin sonucunda seçimlerin ilk turu 25 Ekim 2013 tarihinde gerçekleştirilmiş, en yüksek oyu alan iki aday arasında da gerçekleştirilen ikinci turun 20 Aralık 2013 tarihinde yapılması sonrası geçici olarak oturduğu devlet başkanlığı makamını 4 yılın sonunda Hery Rajaonarimampianina'ya teslim etmiştir.
Madagaskar Cumhuriyeti anayasa ile yönetilen bir cumhuriyettir. Ülke çok partili bir siyasi sisteme sahiptir ve merkezi bir yöntem ile başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Madagaskar devlet başkanı beş yıllık süreç için seçilmektedir.
Madagaskar parlamentosu iki kanattan oluşmakta olup, bunlar ulusal meclis ve senato konumundadır. Ulusal meclis 160 sandalyeye sahiptir ve üyeleri dört yılda bir gerçekleştirilen seçimler ile belirlenmektedir. Senatoda bulunan 33 sandalyeden 22 tanesinin sahibi her bir bölgeden bir kişi olmak üzere seçimler ile belirlenirken, 11 tanesi bizzat devlet başkanı tarafından atanmaktadır.
Madagaskar birçok uluslararası organizasyonlarda üye olarak bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği, Uluslararası Para Fonu, Uluslararası Finans Kurumu, Bağlantısızlar Hareketi ve Birleşmiş Milletler Afrika Ekonomik Kurulu ülkenin üyeliğinin bulunduğu organizasyonlardan birkaç tanesidir.
Madagaskar, 1985-1986 döneminde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde geçici üye olarak bulunmuştur.
Madagaskar kendi içerisinde "faritra" olarak adlandırılan 22 bölgeye ayrılmıştır. Söz konusu 22 bölge de yine kendi içerisinde "fivondronana" olarak adlandırılan 119 ilçeye ayrılmıştır. İdari yapılanmada en alt idari birimi belediyeler oluştururken, "fokontany" olarak adlandırılan köyler de kendi kendine yönetebilme yetkisine sahiptir. 4 Nisan 2007 tarihinde gerçekleştirilen referandum sonucu kabul edilen teklife istinaden daha önce altı ile ayrılmış bir idari yapılanmaya sahip olan Madagaskar'da, bu yasa neticesinde 22 bölge oluşturulmuş ve yeni idari yapılanma düzenine Ekim 2009 tarihinden itibaren geçilmiştir.
Madagaskar ekonomisi gelişmekte olan ülkelerde görülen verileri sergilemektedir. Ülke genelinde kakao, vanilya, şeker kamışı, karanfil, kahve, pirinç, manyok, fasulye, muz ve fıstık tarımsal ürün olarak ekilip yetiştirilmektedir. Bunun haricinde kümes hayvanı yetiştiriciliği de ülke ekonomisine katkı sağlamaktadır. Tarımsal ürünlerin dışında endüstriyel alanda da deniz ürünleri, sabun, bira, deri, şeker, cam, çimento, kâğıt, otomobil montaj, madencilik gibi ürünler üretilerek ya da imal edilerek ekonomiye katkı sağlanmaktadır.
Ülke ekonomisinin en önemli ihracat ürünlerini kakao, vanilya, kabuklu deniz ürünleri, şeker, pamuklu kumaş, giyim, kromit ve petrol ürünleri oluşturmaktadır. Ülkenin 2013 verilerine göre ihracat yaptığı ilk dokuz ülke şu şekildedir:
Ülke ekonomisinin en önemli ithalat ürünlerini sermaye ekipmanları, gıda ürünleri, tüketim ürünleri ve petrol ürünleri oluşturmaktadır. Ülkenin 2013 verilerine göre ithalat yaptığı ilk yedi ülke şu şekildedir:
Madagaskar da demiryolu hatları uzun bir süre devlet kurumu olan Réseau national des chemins de fer malagasy tarafından yönetilmiş, kamu kurumlarının özelleştirilmesi kapsamında hatlar 2003 yılında 25 yıllık bir süre için Madarail'e devredilmiştir. Ülkede iki adet demiryolu hattı bulunmaktadır. Toplam uzunluğu 1.030 km olan demiryolu hatlarında bir tanesi 1901 ile 1903 yılları arasında yapılan "Tananarive-Côte-Est-Linie" hattı olup, adanın merkezinde yer alan Antsirabe'yi başkent Antananarivo üzerinden Moramanga'ya buradan da iki kola ayrılarak bir koldan doğu kıyısında yer alan Tamatave'ye bir diğer koldan da Ambatrasoratra'ya bağlamaktadır. "Fianarantsoa-Côte-Est-Linie" olarak ifade edilen ve 1926 ile 1936 yılları arasında yapılan hat ise merkezi yaylalardan sahil şehri Manakara'ya kadar uzanmaktadır.
Ülkenin en önemli limanı Toamasina'dır. 2005 yılı verilerine göre Madagaskar'de gemi taşımacılığının %68'i bu liman üzerinden gerçekleşmektedir. Ada içerisinde bulunan |
su yolları da doğal oluşumları nedeniyle küçük boyuttaki deniz araçları tarafından kullanılabilmektedir. Bu tür su yolları yerel olarak önem arz etmekte olup, ada genelinde sadece Betsiboka nehri 80 km'lik bölümünde insan ve yük taşımacılığında yoğun olarak kullanılmaktadır.
Ada ülkesi genelinde 2010 verilerine göre toplam 34.476 km karayolu bulunmaktadır. Bu karayolunun 5.613 km'si asfaltlanmış olup, geriye kalan 28.863 km ise stabilize yol konumundadır.
2010 verilerine göre ülke genelinde var olan 133 havaalanından sadece 29 tanesinin pisti asfaltlanmış konumdadır. Ada ülkesinin tek uluslararası havaalanı başkent Antananarivo'da bulunan Ivato Uluslararası Havalimanı ("Ivato International Airport") olup, diğer havaalanları daha çok yerel uçuşlar için kullanılmaktadır.
Ülkenin ulusal havayolu 1962 yılında kurulan Air Madagascar'dır. Söz konusu havayolu başkent Antananarivo'dan Bangkok, Paris, Marsilya, Johannesburg , Mauritius, Nairobi gibi güzergahlara uçuşlar gerçekleştirilmektedir. Havayolu şirketi Haziran 2015 verilerine göre 10 adetlik uçak filosu mevcuttur.
Madagaskar genelinde en sevilen spor dalı dövüş sanatı ile dansı bir araya getiren "Moringue" ya da "Maraingy" olarak adlandırılan spordur. Brezilya'da yaygın olan Capoeira ile benzerlikler gösteren Moringue, Malgaşça dilinde "boks maçı" anlamına gelmektedir.
Ayrıca ragbide ülke genelinde ulusal bir takım sporu olarak görülmektedir. Madagaskar Millî Ragbi Birliği Takımı Temmuz 2015'te açıklanan son dünya sıralamasında 41. sırada yer almakta olup, Madagaskar Ragbi Federasyonu ("Fédération Malagasy de Rugby") tarafından yönetilmektedir.
Madagaskar futbolu, 1961 yılında kurulan Madagaskar Futbol Federasyonu ("Fédération Malagasy de Football") tarafından yönetilmektedir. Ülkede yirmi dört takımın katılımı ile gerçekleştirilen ve "THB Champions League" adı ile anılan ulusal ligde, takımlar dört takımlı gruplar halinde lig usulü turnuva esasına göre birbirleriyle karşılaşırlar. Bu aşamaların en sonuncusunda oluşan dört takımlı son grubu şampiyon bitiren takım ulusal şampiyon ilan edilmektedir. Ülkenin en başarılı takımları dört şampiyonluk yaşayan AS Fortior ile AS Sotema takımları iken, 2013 ile 2014 yılına ait son iki yıl şampiyonluğunu CNaPS Sport elde etmiştir.
Madagaskar millî futbol takımı Temmuz 2015'te FIFA sıralamasında 122. sırada yer almakta olup, en yüksek sıralamasını 1993 yılında 89. olarak elde etmiştir.
Madagaskar'da yaşayan farklı etnik kökene sahip gruplar kendi inanışlarına göre yaşamaktadır ve tarihten gelen kendilerine özgü kimliklerine katkıda bulunmuş yaşam yolları uygulamaktadırlar. Ada genelinde yaygın olan çekirdek kültürel özellikler güçlü ve birleşik bir Madagaskar kültürünün kimliğini oluşturmaktadır. Ortak bir dil ve geleneksel dini inançların yanı sıra geleneksel Madagaskar dünya görüşünde vurgulayan değerler mevcuttur. Bu değerler "fihavanana" (dayanışma), "vintana" (kader), "tody" (karma) ve "hasina" (kutsal yaşam gücü) olarak adlandırılmaktadır.
Ülke genelinde kendi ifade etmenin en önemli kültürel yollarından biri de müziktir. Madagaskar'da müzik yelpazesi geleneksel halk müziklerinden, kıyı kesimlerinde "salegi" olarak adlandırılan müziğe kadar uzanmaktadır. Madagaskar'ın geleneksel müzik aletleri arasında bambustan yapılan ve "valiha" olarak adlandırılan arp gelmektedir. Bambus arp valihalar günümüzde de Madagaskar'da hala üretilmekte ve kullanılmaktadır. Madagaskar geleneksel tiyatrosu olan "hira gasy" ile sanatsal formda stilize edilmiş konuşma türü olan "kabary" Madagaskar kültürel hayatında günümüzde de önemli bir yer tutmaktadır.
Madagaskar kültüründe "fanorona" olarak adlandırılan masa oyunu toplum arasında sık bir şekilde oynana bir masa oyunu türüdür. Bu oyun geçmiş yıllarda Madagaskar kralı ve kraliçeleri tarafından da sık bir şekilde oynanmış hatta oynadıkları oyunun sonucuna göre siyasi kararlar vermişlerdir.
Veysel Karani
Veysel Karani (Üveys-i Karnî) (Arapça: أويس القاراني, Farsça: اویس قرنی, Urduca: اویس قرنی, Pencapça: اویس قرنی) (d. 594?, Karen, Yemen - ö. 657), Yemen'li bir Müslüman ve mistik. Muhammed peygamber döneminde yaşamasına rağmen onu görememiştir. Meşhur hikâyede Medine'ye kadar gitmiş, ancak zamanlamasından dolayı onu görememiş ve geri dönmesi gerekmiştir. Bunun üzerine Muhammed ona hırkasını hediye olarak göndermiştir.
Sıffin Savaşı sırasında, Ali tarafında savaştı. 657 yılında öldü. Naaşını almaya gelen 3 kabilenin taşıdığı tabutlarda da keramet göstererek göründüğü söylenir. Böylece bu 3 ayrı kabilenin yerleşim yerleri olan Yemen ve Şam'da bulunan türbelerinin yanında Siirt ilinin Baykan ilçesinin ziyaret beldesinde de bir türbesi vardır.
23 Haziran 2014 tarihinde Suriye'deki türbesi IŞİD tarafından bombalanarak yıkılmıştır.
Babasının ismi Amir olduğu için tam adı Üveys Bin Amir-i Kareni'dir. Babasını çocukken kaybetti. Ali ile tanıştıktan kısa bir süre sonra da Kufe'ye gitti.
Sıffin Savaşı sırasında, Ali tarafında savaşmıştır ve 657 yılında ölmüştür.
Suna Pekuysal
Suna Pekuysal (d. 24 Ekim 1933, İstanbul – ö. 22 Temmuz 2008, İstanbul), Türk sinema, tiyatro ve televizyon oyuncusu, seslendirme sanatçısı.
Asıl adı Adile Suna Belener'dir. İstanbul Belediye Konservatuvarı Şan ve Bale Bölümü'nde öğrenim görürken, 1949 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun çocuk bölümünde Kadri Ögelman'ın "Artist Aranıyor" adlı oyunuyla ilk kez sahneye çıktı. Üç yıl sonra dram bölümüne geçti. 1964 yılında gazeteci Ergun Köknar ile evlendi. 1973 yılında oğulları Sait Ali Köknar dünyaya geldi.
54 yıl Şehir Tiyatroları’nda görev yapan sanatçı, 24 Ekim 1998 tarihinde Şehir Tiyatroları’ndan emekli oldu.
Sanat yaşamı boyunca 250’den fazla tiyatro oyununda rol alan Suna Pekuysal, 100’e yakın sinema filminde de rol aldı.
Son yıllarındaki en ses getiren rolü ATV'de Özkan Uğur ile başrolü paylaştığı "Yeter Anne" adlı komedi dizi oldu.
Pekuysal, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda 1984 yılında sahnelenen, Ekrem Reşit Rey’in 1933 yılında kaleme aldığı, Cemal Reşit Rey’in bestelerini yaptığı ve Haldun Dormen’in sahneye koyduğu "Lüküs Hayat" adlı müzikalde Zihni Göktay ile 14 yıl aralıksız olarak oynadı. Büyük bir başarı kazanan ve yediden yetmişe her yaştan seyirciye nostalji yaşatan "Lüküs Hayat"ın ardından emekli olan sanatçı, Şehir Tiyatroları’nda Joseph Kesselring’in yazdığı ve Çetin İpekkaya’nın yönettiği "Ahududu" adlı oyunda konuk sanatçı olarak rol aldı. Suna Pekuysal, 53 yılda 250 oyunda, 100 filmde rol aldı.
Adı, her zaman Türk tiyatrosunun en iyileri arasında anıldı. Sanatçı, dizi filmlerde de rol aldı. Bunların arasında "Genç Indiana Jones" dizisinin bir filmi de vardı ve konusu Türkiye'de geçen "İstanbul: Eylül 1918" isimli bu filmde bir falcıyı canlandırdı.
Suna Pekuysal’a göre ""Sanatçının emeklisi olmaz"". O, ölene kadar tiyatro yapmak istiyor ve ısrarla vurguluyordu: ""Sahnede ölmek istiyorum!""
Pekuysal, 17 Temmuz 2008 günü evinde düşerek kalça kemiğini kırdı. İstanbul Tıp Fakültesi'nde tedavi altına alınarak, ameliyat edildi, ardından yoğun bakıma alındı. Burada solunum cihazına bağlanan Pekuysal, 22 Temmuz 2008 günü hayata gözlerini kapadı. Yapılan müdahalelerle tekrar yaşama döndürülmesine karşın; TSİ 10:30 sularında tekrar kalbi duran Pekuysal, hayatını kaybetti.
Suna Pekuysal için İstanbul Şehir Tiyatrosu Reşat Nuri Sahnesi’nde bir tören düzenlendi.Törende İstanbul Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya ve Suna Pekuysal'ın oğlu Sait Ali Köknar konuşma yaptı.Törenin ardından Ataköy 5. Kısım Camii’nde öğle vakti kılınan namazın ardından Merkezefendi Mezarlığı’na defnedildi.
İkinci Bahar (dizi)
İkinci Bahar, 1998 - 2001 yılları arasında yayınlanmış bir tv dizisidir. Başrollerinde Türkân Şoray ve Şener Şen gibi ünlü oyuncuların yer aldığı dizi, Samatya'da çekilmiştir.
Gaziantepli kebap üstadı Ali Haydar (Şener Şen) ile Hanım (Türkân Şoray) adlı işe ihtiyacı olan iki çocuklu dul bir kadının hayat mücadelesinde, her türlü zorluk içinde işte ve aşkta ‘‘İkinci Bahar’’ı yaşamaya başlamalarının hikayesi.
29 Ekim 1998 Perşembe günü yayına girmiştir. 10 Aralık Perşembe günü 7. bölümün yayınlanacağı akşam son dakika kararıyla yayından kaldırılmıştır. O dönem bütün TV kanallarını etkileyen ekonomik kriz nedeniyle ücretlerini düşürmek istemeyen dizilerden bölüm başına 130 milyar maliyeti olan Yıkılmadım, Örümcek, Unutabilsem, Yüzleşme, Ayrı Dünyalar, Ferhunde Hanımlar, Marziye, Bizimkiler, Sıcak Saatler, Küçük İbo, Sırılsıklam, Kuruntu Ailesi, Ğ TV, maliyeti bölüm başına 32 milyar olan Sibel Can dizisi Gülüm, Kuzgun, İlişkiler, Eltiler, Kırık Hayatlar, Süt Kardeşler, Eyvah Babam, Mahallenin Muhtarları, Gurbetçiler, Böyle mi Olacaktı, Ruhsar, Üç Yapraklı Yonca, Aşk Değirmeni, Kiboş Geliyor, Huysuz Show gibi neredeyse hepsi reyting rekorları kıran dizi ve show programlarıyla birlikte yayından kaldırılmıştır. Bölüm başına 200 milyar maliyeti olan dizinin yayından kaldırılması yoğun tepki almıştır.
Oyunculardan Türkân Şoray 15 Aralık 1998 tarihinde Milliyet'e verdiği demeçte "Hanım karakterini çok benimsemiştim. Büyük emek ve özveri gösterilerek çekilen bir diziydi. Seyircinin de büyük ilgisini gördük. Yayın durunca büyük şok yaşadım. Umarım kısa sürede sorun çözülür." demiştir. Dizi yayından kaldırıldığında atv ile görüşmelere devam edildiği halde sonuç alınamadığı dönemde, Kanal 6, diziyi transfer etmek için büyük çaba göstermiştir. Kanal 6 ile görüşmeler, son aşamaya geldiği halde kriz azalınca dizilerin çoğu 1999'un ilkbahar aylarında yeniden yayına girmiştir. İkinci Bahar da 1 Nisan Perşembe akşamı 1. bölümden itibaren tekrar bölümleriyle yayınlanmaya başlanmıştır. Tekrarlar bittikten sonra da stoktaki iki bölüm 13 Mayıs 1999 Perşembe akşamı verilmeye başlanmıştır. 27 Mayıs 1999 Perşembe akşamı ise 20 Mayıs 1999 Perşembe akşamı yayınlanan 8. bölüm yeniden verilmiştir ve dizi bu tekrarın ardından uzunca bir süre yeniden sessizliğe gömülmüştür.
Ne kanal, ne de ekip diziden vazgeçememiştir. 1999 yılının Aralık ayında dizinin yeniden yayına gireceği haberleri medyada yer |
almaya başlamıştır. Üstelik, kadro başka yapımlara dağılmak yerine İkinci Bahar'a sadık kalmıştır ve tarihler 17 Şubat 2000 Perşembe'yi gösterdiğinde İkinci Bahar, 9. bölümüyle ekranlara dönmüştür. Hem de bu sefer istikrarlı bir şekilde yayınlanmak üzere... 2. sezonda dizinin yönetmenliğini Uğur Yücel yerine Orhan Oğuz yapmaya başlamıştır. Dizinin 2. sezon finali ise 25 Mayıs 2000 Perşembe akşamı yapılmıştır.
21 Eylül 2000 Perşembe akşamı İkinci Bahar, 3 sezonuyla sevenlerinin hasretini gidermiştir. Tarihler 11 Ocak 2001 Perşembe gününü gösterdiğinde ise sokaklar boşaldı ve dizi 37. final bölümüyle sevenlerine veda etti. Finali izlemek için yaklaşık 15 milyon izleyici ekran başında hazır bulundu. İkinci Bahar'ın yayınlandığı saatler arasında açık olan her 100 televizyondan 52'sinde atv logosu vardı. Dizi hakkında yapılan tartışmalar siyaset meydanlarına taşındı ve sosyologlardan ikinci Cumhuriyetçilere kadar herkes, bu öyküyü konuşmak zorunda kaldı. Dizi bittikten sonra dizide kullanılan aksesuarlar da 28 Ocak 2001 tarihinde Samatya meydanında düzenlenen bir açık artırmayla satışa sunularak geliri semtteki üç okula bağışlanmıştır.
İkinci Bahar, 11 Ocak 2001'de atv'de sona ermesinin ardından 2002 yılında TRT int kanalında haftalık olarak; 2005'in Ağustos ayında yeniden atv'de günlük olarak; 2007 yılında FOX (Türkiye) ve FOX Türk'de; 2009 yılında önce TRT 6'da haftaiçi her gün Kürtçe dublajlı olarak; ardından aynı yıl TRT Avaz kanalında Salı akşamları; 2010 yılında TRT el Turkiye'de Arapça dublajlı olarak; 2011'in Aralık ayında ise haftaiçi her gün Star Tv'de yayınlanmıştır.
2015 Ocak ayından itibaren haftaiçi her gün saat 16:45'te Günümüz Kanaltürk ve Dijital platform olan Digitürk MoviemaxTÜRK ekranlarında tekrar bölümleri yayınlanmaktadır.
Kaiserslautern
Kaiserslautern Almanya'nın Renanya-Palatina eyaletinde bir şehir. Doğusunda Ludwigshafen, kuzeydoğusunda Mainz ve batısında Saarbrücken yer alır. Yüzölçümü 139,72 km²'yi bulan Kaiserslautern'in 30 Haziran 2006 itibarıyla nüfusu 98.289 olarak tespit edilmiştir. Km² başına 703 kişi düşmektedir.
Miesau, Kaiserslautern’in 29 kilometre batısında bir kasabadaki Prehistorik bir alanda yaklaşık olarak 2500 yıllık Kelt mezarları ortaya çıkarılmıştır. Kurtarılan tarihi eserler şu an, Speyer de Pfalz Tarih Müzesi'nde bulunmaktadır.
Kaiserslautern , 1155 den 1190 yılına kadar Kutsal Roma İmparatoru Friedrich Barbarossa’nın egemenliğindeydi.1152-1160 inşa edilen Frederick’in kendi kalesinin kalıntıları hala Rathaus (belediye binası) önünde görülebilir. İkinci bir kale, Nanstein Kalesi, kente batı yaklaşımı korumak için Landstuhl’da inşa edilmiştir. 1519 yılında Franz von Sickingen Nanstein Kalesi'nin sahibi oldu.
Franz von Sickingen, bir Protestan oldu ve 1522 yılında Nanstein, reformu savunan yerel soyluların kalesi haline geldi. Sickingenliler ve soylular, Trier Başpiskoposu’na karşı savaştı ama saldırı başarısız oldu ve Nanstein’a çekildiler. Daha sonra Nanstein, silahlı Alman Katolik prensler tarafından kuşatıldı. Kale teslim oldu. Sickingenliler ve Protestan soylular, Katolik prensler tarafından bastırıldı.
Kaiserslautern’deki en eski kilise olan Stiftkirche, 1250-1350 yılları arasında inşa edilmiştir.Şehirdeki bir diğer kilise St Martin's Kirche, keşişlerin isteği üzerine1300-1350 arasında yaptırılmıştır.
Bugün, Kaiserslautern şehri tanınmış bir üniversite, teknik kolej ve birçok uluslararası araştırma için bilgi ve iletişim teknolojisi merkezdir. Palatin Galerisi’nde 19. yüzyıldan günümüze kalan resim ve heykeller sergilenmektedir.
Şehrin yüksek binalarından biri olan Town Hall Kaiserslautern şehir merkezinde yer almaktadır. Kaiserslautern’in merkezindeki en yüksek bina olan Marienkirche, bir Katolik kilisesidir. Aslında Kaiserslautern’in en yüksek yapısı şehir merkezine bağlı olmayan, kentin güneybatısında bir banliyöde bulunan televizyon kulesidir.
Şehrin 1. FC Kaiserslautern Adlı Spor Kulübü Vardır.
Şehirdeki en büyük kilise 'Marienkirche' (Meryem Ana Kilisesi) 'dir. Aynı zamanda tarihi Apostel Kilisesi vardır.
Şehrin iki camisi vardır. "Fatih Camii" şehirde yaşayan Türk toplumu tarafından yaptırılmıştır. Richard-Wagner-Str‘de yer almaktadır. Son zamanlarda inşa edilen bir başka biri, İslam Merkezi Kaiserslautern, Humboldstraße’de bulunmaktadır.
1886 yılında inşa edilen sinagogun büyük kubbesi şehir genelinde görülebilir.
Sambo
Sambo (Rusça: самбо) veya Sombo, 1920-1930 yıllarında V. S. Oshchepkov ve öğrencileri I. V. Vasilyev, L. B. Turin, N. M. Galkovsky, B. A. Sagatelyan, P. A. Shkolnikov, S. V. Dashkevich tarafından geliştirilmiş ve başkalarının da katkılarıyla Sovyetler Birliği'nde geliştirilmiş modern bir savaş sanatı, mücadele sporu ve kendini koruma sistemidir. Ayrıca 1927 yılında V. Spiridonov tarafından "Samozaschita bez oruzhyia" adında bir kılavuz da yayınlanmıştır.
Samboya tarih boyunca çeşitli isimler verilmiştir. İlk ismi "Serbest Stil Güreş"tir. Daha sonra "Serbest Güreş" adını almıştır. Son olarak 1946 yılında Sambo adı kullanılmaya başlamıştır.
Sambo kelimesi "Silahsız kendini savunma" anlamına gelen Rusça'daki Сaмооборона без оружия (Samooborona bez orujiya) ifadesinin kısaltılmışıdır.
Uluslararası Güreş Stilleri Birliği'ne (FILA) göre Sambo günümüzde uygulanan Greko-Romen güreşi, Serbest stil güreş ve Judo ile birlikte uluslararası düzeyde uygulanan amatör müsabaka güreşlerinden biridir.
Sambo'nun kökenleri geleneksel halk güreş stillerine kadar geri gitmektedir. Sambo'nun kökenleri arasında Rusya'daki çeşitli halkların mücadele sistemleri de bulunmaktadır. Tuva'nın köräş'ı, Yakutistan'ın khapsagai'si, Çuvaşistan'ın Akatuy'u, Gürcistan'ın chidaoba'sı, Moldavya'nın trinta'sı, Ermenistan'ın Kokh'u, Özbekistan'ın Kulaş'ı, Azerbaycan'ın Güleş'i gibi.
Bu savaş sanatının bir spor haline gelmesi 1938 yılında olmuştur. SSCB Ulusal Fizik Kültür Komitesince tanınmış ve her askerin savaş becerilerinin bir parçası haline getirilmiştir. Askerler, II. Dünya Savaşı sırasında bu sporu kullanmışlardır.
Sambo Sporu (Borba Sambo): Amatör güreş veya Judo'ya benzemektedir. Müsabaka Judo'da olduğu gibidir fakat kurallar ve üniformada bazı farklılıklar gösterir. Judo'dan farklı olarak Sambo tüm ayak kilitlerine izin verir.
Kendini koruma sistemi olarak Sambo: Aikijujutsu, Jujitsu veya Aikido'ya benzemekte ve hem silahlı hem de silahsız saldırganların ataklarına karşı bir kendini koruma uygulamasıdır. Taksi sürücüleri, banka çalışanları, bodyguardlar ve benzeri meslekleri yapanlara önerilmektedir. Ayrıca tecavüzden korunma ve çocukların kendilerini savunabilmesi için de kullanılır.
Dövüş Sambo (Rusça: Boyevoye Sambo): Askeri amaçlarla kullanılan ve geliştirilen bu versiyonu silahlı ve silahsız teknikleri içerir. Karşılaşması modern karışık savaş sanatlarına benzemekte ve vuruş ve tutuş formlarını da içermektedir. Çok agresif bir sistemdir. Amacı, hayatta kalmaktır. Diğer iki sambo türünden teknikler içermektedir ancak bu teknikleri kullanış şekli farklıdır. Sporda tehlikeli olacak teknikleri de barındırır. Rusya Ordusu, Denizaltı askerleri kendilerini koruma ve yakın dövüş amaçlı olarak bu sporu kullanmaktadır.
Komser Şekspir
Komser Şekspir, 2000 tarihli, Sinan Çetin'in yönettiği trajik ve komedi filmi.
Sert bir komiser olan Cemil (Kadir İnanır) karakolunu tiyatro stüdyosuna çevirip, lösemi hastası kızının (Pelin Batu) tiyatro tutkusunu gerçekleştirebilmek için gözaltındaki tutuklulara (deneyimli bir hayat kadını (Müjde Ar), bir esrar satıcısı (Okan Bayülgen), bir tinerci (Mesut Ceylan) ve bir mafya babası (Özkan Uğur)) Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'i oynatır. Bununla yetinmeyip karakolun bahçesine 'Vatansever Şekspir' anıtını diken Komser, kızını çok istediği yarışmaya katabilmek için bir savcıya silah çeker.
Ancak oyunun sahnelenmesine çok kısa bir süre kala kraliçe rolündeki mafya babası silahlı saldırıya uğrayıp vurulunca, komiser onun yerine geçip kraliçe olur.
RPG
RPG, aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Zekai Tunca
Zekai Tunca, (d. 1944, Ankara). Türk sanat müziği sanatçısı.
1963'te Ankara Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu'na girene kadar bir özel kuruluş ve Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu (M.K.E) uçak fabrikasında, teknik ressam ve tesviyeci olarak çalıştı. Gazi Üniversitesi Yüksek Teknik Öğretmen Okulu'nu 1967'de bitirdi. Bulunduğu her ortamda şarkı söyletilmesi şeklindeki müzik ilişkisi 1960 yılında Hikmet Taşan vasıtasıyla katıldığı Dr. Recai Özdil topluluğunda notalı ve sistemli çalışmaya döndü. Bu toplulukta; Erol Sayan, Yıldırım Gürses, Yaşar Özel, Doğan Canku gibi üstadlarla çalıştı. Aynı yıllarda İsmail Baha Sürelsan topluluğu ile teması oldu.
Öğrenciliği sırasında, 1964'te Ankara Radyosu'nun stajyer sanatçı sınavını ilk 10 kişilik finaline kadar başardı.
1965'te Birleşmiş Türk Müziği Sanatçıları derneğinin ses yarışmasında Ankara birincisi oldu. 1966'da açılan geniş kapsamlı sınavı başardı. Altı aylık ilk dönem stajda, Saadet İkesus, Cengiz Tanç, Muammer Sun, Ferit Sıdal, Ruşen Ferit Kam, Turan Toper gibi hocaların derslerinden yararlandı. Özel nedenlerinden dolayı, başarılı giden bu stajı bırakmak zorunda kaldı. Ordu'da bulunduğu yıllarda, Trabzon'da düzenlenen Doğu Karadeniz Bölgesi ses yarışmalarında, 1969'da ikinci, 1970'te birinci oldu. 1967 Ağustos'unda Nurcan Tunca ile evlendi ve Ordu Endüstri Meslek Lisesi'ne öğretmen olarak atandı. Ordu'daki hayatında da, hep müzikle ilgilendi.
1970'te Trabzon'dan katıldığı TRT Çok Sesli Koro sınavını kazanarak, Ankara Radyosu'na geri döndü. Bu koroda Hikmet Şimşek, Muammer Sun, Müfide Özgüç, Cengiz Tanç, Saip Egüz, Erdoğan Okyay, Fehamettin Özgüç, Walter Sturaus gibi hoca ve şeflerle yapılan çalışma ve derslerle nota solfej ve şan bilgisi edindi. 1975 yılında verdiği bir sınavla Ankara Radyosu TSM yetişmiş sanatçısı oldu. Buradaki ilk yıllarında, Çinuçen Tanrıkorur'un desteğini gördü. 1976 yılında Kültür Bakanlığı KTM solisti olarak atanana kadar, bu görevinin yanı sıra, TRT Müzik Dairesi uzmanlığı, Repertuar ve Denetleme Kurulları üyeliklerinde bul |
undu.
1978-1981 yılları arasında Ortadoğu Teknik Üniversitesi Türk Müziği topluluğunu çalıştırdı. 1979'dan bu yana 14 albüm yaptı. Radyo ve televizyon programları dışında, özel sahne çalışmaları ve halk konserleriyle kitlelere ulaştı. Yurt dışında; Cezayir, Suriye, SSCB, Avustralya, ABD, Almanya, Hollanda, İtalya, Bosna, Belçika, Arnavutluk'ta özel ve resmi konserler verdi. Çok sayıda bestesi vardır.
1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını aldı ve halen Kültür Bakanlığı'na bağlı olarak solistlik görevini sürdürmektedir.
Ahmet Özhan
Ahmet Katıgöz, ya da bilinen adıyla Ahmet Özhan (d. 26 Ağustos 1950, Şanlıurfa), Türk oyuncu ve şarkıcı.
1960’lı yılların sonlarında İstanbul Belediye Konservatuvarı ve Üsküdar Musiki Cemiyeti’nde müzik eğitimini tamamladı. İlk profesyonel sahne deneyimi 1968 yılında Bebek Belediye Gazinosu'nda yaşamıştır. Genç yaşta sahneye çıkan Ahmet Özhan 1970’li ve 1980’li yılların popüler Türk müziği yorumcusu olarak tanınmıştır. İlerleyen yıllarda zamanın çeşitli üstadlarından birebir istifadeleri olmuş, bu arada plak çalışmalarının yanı sıra, sinema filmleri, televizyon dizi ve konserleri, radyo çalışmaları ile çeşitli televizyon kanallarının müzik programlarında solist ve sunucu olarak görev aldı. Birçok 45’lik, plak, kaset ve CD çalışmaları bulunmaktadır.
Ahmet Özhan, popüler ve klasik Türk müziğinin yanı sıra, 80’li yılların başından itibaren tasavvuf müziği çalışmaları ile ülkesinde yeni bir akımın da öncüsü olmuş.
Sanat hayatı boyunca, Türk müziğinin popüler ve diğer alanlarında birçok ödül kazanmış, yurt içinde yüzlerce konserle ülke sanatına katkıda bulunmuş ve yine çeşitli ülkelerde katıldığı festivaller ve beş kıtada verdiği konserler vermiştir. Özhan, 1998 yılında “devlet sanatçısı” ünvânı aldı.
1981-1991 yılları arasında TRT İstanbul Radyosu'nda ses sanatçısı olarak görev yapan Ahmet Özhan, 1991 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Tarihi Türk Müziği Topluluğu’nun kuruluşunda yer almış ve o tarihten beri bu topluluğun genel sanat yönetmenliği görevini sürdürmektedir.
Topluluk çalışmalarını Konya Mevlana ihtifallerinin yanı sıra, Uluslararası İstanbul Müzik Festivali gibi etkinliklerde verdiği klasik ve tasavvuf müziği konserleriyle sürdürmektedir. Sanatçı "Meşk" ismini verdiği tasavvuf albümleri projesinin ilkini 2006 yılında çıkardığı "Ramazan İlahileri" albümüyle başlattı. Sanatçı, Mevlâna'yı anmak için Konya'da düzenlenen Şeb-i Aruz törenlerinede konuk sanatçı olarak katılmaktadır.
Ahmet Özhan, Hatice Özhan ile olan evliliğinden Özgül ve Özcan isimlerinde iki çocuk babasıdır. 2013 yılında ise Filiz Akbulut'la evlenmiştir.
Ahmet Özhan'a 7 Nisan 2013 tarihinde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Senatosu tarafından Çanakkale Konservatuvarı'nın önerisi ile fahri doktora unvanı verilmiştir.. Ahmet Özhan, Üniversitenin bu alanda fahri doktora verdiği ilk sanatçı olmuştur.
Absürdizm
Absürdizm, herhangi bir yaratıcı olmadığından insanlığın evrende bir anlam bulmasına yönelik uğraşlarının boşa bir çaba olduğunu ve eninde sonunda bu anlam uğraşının başarısız olacağını söyleyen felsefi düşünce akımıdır.
Absürdizm, varoluşçuluk ile bağlantılıdır fakat birbiriyle karıştırılmamalıdır. Absürdizmin kökenleri 19. yüzyıl Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard`a dayanır. Albert Camus`nün Sisifos Söyleni`yi yayınlanmasıyla Absürdizm`in sınırları belirlenmiş ve tam anlamıyla ortaya çıkmıştır. II. Dünya Savaşı sırasında işgal edilen Fransa`da absürdist (saçma, uyumsuz) görüşler yaygınlık kazanmıştır.
Camus`dan bir yüzyıl önce Danimarkalı filozof Søren Kierkegaard dünyanın absürdlüğü (usa aykırı olması, saçmalığı) hakkında birçok yazı kaleme almıştır. Günlüklerinde Absürd için şöyle der:
Ünlü eseri Korku ve Titreme`de Yaradılış hikâyesinde adı geçen İbrahim`den örnek verir. Tanrı İbrahim`e oğlu İsmail`i öldürmesini söylemiştir. Oğlunu öldürmek üzereyken bir melek onu durdurur. Kierkegaard bu hikâyenin absürdün erdemi olduğunu düşünür.
Absürdizm`e göre insanlar tarih boyunca yaşamlarında bir anlam bulmaya çalışmışlardır. Fakat bu dünyayla ilgili usa uygun bir cevap bulmak mümkün olmayacağından bu arayış kaçınılmaz olarak faydasız olacaktır. Sonunda ise insanları iki yoldan birine seçmeye itecektir: ""Hayatın anlamsız olduğu sonucu"" ya da "Tanrı`ya inanmak, bir dine yapışmak" . Fakat yukardaki argüman tekrar uygulanabilir: "Tanrı`nın amacı nedir?" Kierkegaard, Tanrı`nın bilinebilir mantıklı bir amacının olmadığına inanır, absürtü Tanrı`da da bulur.
İntihar etmek hayatın saçmalığına karşı "uğraşmaya değmez" demektir ve rasyonel bir tepki gibi görülebilir. Fakat birçok insana göre bu bir çözüm değildir, ölüm absürtü ortadan kaldırmaz, absürt ile bağlantıyı koparır sadece. Albert Camus, Sisifos Söyleni`de intiharın faydalı bir çözüm olmadığını söyler, çünkü hayat bütünüyle absürt ise onunla savaşmanın yolu aradaki bağı sürdürmekten geçer. Eğer bilinç yaşamıyorsa ki absürtü trajik yapan Sisifos`un taşın düşeceğinin farkında olmasıdır, akıl ve absürt arasındaki etkileşim var olmayacaktır. Ölüm ise bunu ortadan kaldırır ve ölümde de bir anlam yoktur, kısacası intihar insanın nihai yazgısını hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Camus, asıl isyanın yaşarken absürte baş kaldırmak olduğunu söyler.
Genç Osman Yavaş
Genç Osman Yavaş veya sahne adıyla Genç Osman, (d. 23 Mayıs 1971, İsviçre-Brugg) müzisyen, Mavi Sakal'ın solisti ve Hindiba grubunun kurucusu.
İsviçre, Windisch'de ilk ve orta öğrenim ve ABB'de Makine Mühendisliği stajyerliği eğitimi sonrasında Türkiye'ye dönmüş ve Marmara Üniversitesi Resim-Heykel Bölümü'nü bitirmiştir.
Şarkılar bir oyundur (Bülent Ortaçgil için söylenmiş şarkılar - Olmamalı mı, olmamalı mı (Mavi Sakal)
Sessizlik döneminde Goethe-Faust (Faust, Faust 2.Cilt), Theodor Storm-Hayalet Süvari, Rainer Maria Rilke-[Malte Laurids Brigge'nin Notları, Arthur Schnitzler-Rüya Romanı gibi Klasik Alman Edebiyatı çevirilerin yanı sıra düzeltmenlik yapmıştır.
Kaan Altan, Karapaks'ı kurarken, Murat Tümer, öncesinde Mavisakal olarak Tibet Ağırtan'la devam edip sonrasında Foma'yı kurmuştur. Genç Osman Yavaş, bir dönem davulda "Kürşad Ünügür", gitarda "Kubilay Özvardar" ve bas gitarda "Kemal Arkan" olmak üzere Hindiba adlı grupla müziğe devam etti (2007). Grup üyeleri, Stüdyo Live konserleri ve bir yıla yakın bir süre Vodoo Bar'da sahne aldıktan sonra yollarını ayırdı.
2012 sonunda prodüktörlüğünü Reuben de Lautour'un yaptığı ilk solo albümü "Gökyüzü Masmavi" Babajim Records etiketiyle çıktı.
Albümün ilk videosu Aylin Aslım'la düet yaptığı Dilek Tutmak şarkısına çekildi.
Gökyüzü Masmavi:
Aranjör: Genç Osman Yavaş ve Reuben de Lautour
Kayıt: Zeynep Tünay, Başar Akönder, Baran Göksu, Saygın Özatmaca, Burçin Çileli
Edit: Başar Akönder, Sinan Berksöz, Burçin Çileli, Emre Koçak
Miks: Reuben de Lautour, Başar Akönder
Mastering:Mahmood Sadeghi
Takuan Soho
Takuan Soho, (Japonca: 澤庵 宗彭 Takuan Sōhō, 1573 - 1645) Zen Budizmin Rinzai okulunun büyük figürlerinden biri, zen rahibi, ressam, kaligraf, çay ustası.
Takuan 1573'de Tajima bölgesindeki karlı ve sisli bir dağ köyü olan Izuşi köyünde, Miura klanından bir samuray ailesinde doğdu. Samuray ailesinde doğmasına karşın on yaşında Budizmin Jodo mezhebi üzerinde çalışmak için manastıra girdi, on dört yaşında bir Zen mezhebi olan Rinzai'yi uygulamaya başladı ve 1608 yılında Kyoto'da Daitoku-ji manastırına başrahip oldu. Efsaneye göre tüm Japon kılıç dövüşçülerinin en ünlüsü olan Miyamoto Musashi'nin öğretmeniydi. Yagyū Shinkage-ryū sisteminin kurucusu Yagyu Munenori, Şogun Tokugawa Iemitsu ve Japon İmparatoru Go-Mizuno ile de temasları olmuştu. Zen'in ruhunu kılıç dövüşü ve kaligrafiye taşımıştı. Yazmaları toplam altı cilttir ve günümüz savaş sanatı uygulayıcılarının üzerinde hâlâ etkili olmaya devam etmektedir.
Takuan Soho, yaşadığı dönemde ün ve popülerliğine rağmen kayıtsız tutumunu korumayı bilmiş ve ölüm döşeğinde öğrencilerine : "Bedenimi tapınağın ardındaki dağa gömün, üzerini toprakla örtün ve evlerinize gidin. Sutraları okumayın, tören yapmayın. Ne keşişlerden ne de halktan ödüller kabul etmeyin." demiştir.
Takuan'ın yaşadığı döneme gelinceye kadar kılıç sanatı, meditatif Zen ile tekniğin bir ifadesi olarak kabul edilegelmişti ancak Takuanla zen ile kılıç sanatı tam bir birleşim sağlamıştı ve onun kılıç üzerine görüş ve eserleri günümüze kadar gelen Japon kılıç dövüşü sanatının son derece derinden etkilemiştir. Takuan'ın düşünceleri zamanın Yagyu Munenori ve Miyamoto Musaşi gibi büyük ustalarının da eserlerini etkilemiştir.
Kırkpınar Yağlı Güreşleri
Kırkpınar Yağlı Güreşleri, geleneksel Türk yağlı güreş turnuvası. Her sene haziran ayı sonu ila temmuz ayı başında Edirne'de düzenlenir. Pehlivanlar üç gün süresince er meydanında mücadele ederler. Son gün yapılan finallerde her boyun (kategorinin) birinci, ikinci ve üçüncüleri belirlenir. Bunlardan en önemlisi başpehlivandır. Güreşler esnasında Kırkpınar Festivali düzenlenir ve çeşitli etkinlikler gerçekleştirilir.
Yağlı güreş, geleneksel Türk sporları içinde ön sıralarda yer alan bir spor dalıdır. Osmanlı Devleti’nin her yerinde düzenlenen panayırların hepsinde güreş yapılır ama bunların içinde yalnız Kırkpınar’da “baş”ı kazanan pehlivan, gelecek senenin Kırkpınar güreşlerine kadar “başpehlivan” bilinirdi. Bu düşünce günümüzde de devam etmektedir.
Yağlı güreşlerin tarihi 4500 yıldan öncesine uzanmaktadır. Bulunan en eski kanıtlar M.Ö. 2650 yılına aittir. Antik Mısır'a ve Asur Krallığı'na ait buluntular yaklaşık olarak aynı döneme aittir.
Efsaneye göre 1346 yılında Orhan Gazi'nin Rumeli'yi ele geçirmek için düzenlediği seferler sırasında, büyük oğlu Süleyman Paşa 40 askerle Bizanslılar'a ait Domuzhisar'ın üzerine yürür. Baskınla burasını ele geçirirler. Öteki hisarların da ele geçirilmesinden sonra, 40 kişilik öncü birlik geri dönerler ve şimdi Yunanistan'ın topraklarında kalan Samona'da mola verirler. 40 cengaver burada güreşe tutuşurlar. Saatlerce süren güreşlerde, adlarının Ali ile Selim olduğu rivayet e |
dilen iki kardeşin bir türlü yenişemedikleri görülür.
Daha sonra bir Hıdrellez gününde, Edirne yakınlarındaki Ahıköy çayırında aynı çift yeniden güreşe tutuşurlar. Bütün bir gün güreşmelerine rağmen yine yenişemeyen kardeş pehlivanlar, gece boyunca da mum ve fener ışığında mücadelelerini sürdürmeye devam ederler. Ancak solukları kesilerek oldukları yerde can verirler.
Arkadaşları onları aynı yerdeki bir incir ağacının altına gömerek oradan ayrılırlar. Yıllar sonra ise aynı yere gittiklerinde iki pehlivanın mezarlarının bulunduğu yerde gür bir pınar görürler. Bundan sonra halk orada yatanların anısına o yöreye, “Kırkpınar” adını verirler.
I. Murat, Edirne’nin alınmasından sonra Edirne’de güreşçiler tekkesi kurmuş ve bundan böyle de her sene güreş yapılması bir gelenek haline gelmiştir.
Bir başka iddiaya göre ise Kırpınar Güreşleri'nin tarihçesi çok daha öncesine dayanır. M. Atıf Kahraman'ın aktardığına göre Sarı Saltuk Bizans'ın ve Bulgarların içinde bulunduğu karmaşadan yararlanarak 1261'de Edirne'yi de Bulgarlardan aldı. Sarı Saltuk 40 yıl Edirne’de kaldıktan sonra Dobruca’ya gitmek zorunda kaldı ve burada vefat etti. Bunun üzerine Bizans hükümdarı Andronikos, oğlunu Edirne’ye vali yaptı. Bu iddiaya göre kendisi de bir pehlivan olan Sarı Saltuk Osmanlılardan önce Kırkpınar Güreşleri'ni ilk düzenleyen kişidir.
Osmanlı Devleti döneminde yapılan Kırkpınar Panayırı, bazı yönleriyle Rumeli’nin diğer yerlerinde yapılan panayırların aynısıydı. Burada da çoğunlukla hayvan ve çeşitli eşyaların alış verişi yapılır. Kırkpınar’ı diğerlerinden ayrıcalığı, güreş, at yarışı, yaya koşusu gibi sportif faaliyetler “Ağa” tarafından düzenlenerek daha değerli ödüller verilmesidir.
Panayırın süresi 4 gündür.
Kırkpınar, Edirne’yi Ortaköy’e bağlayan 35 kilometrelik yolun üzerinde, Simavina (Samona) ile Sarı Hızır Köyleri arasında bulunan ve Balkan Savaşından sonra Yunanistan sınırlarında kalan Nazif Ağa tarlası da denilen çimenlik bir yerin adıdır. Bu alanın bir tarafı Topçu Ali Ağa’nın tarlası, bir tarafı çayırlık, bir tarafı Tikio’lu Recep Ağanın tarlası, bir tarafı Çilingiroğlu’nun sebze bahçesi ve bir tarafı da Kırklar çeşmesidir.
Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı sonunda Kırkpınar Güreşleri Edirne ile Mustafapaşa yolu arasındaki “Virantekke” denilen yerde düzenlenmiştir.
Güreşler, 1923 yılından itibaren Edirne’nin “Sarayiçi” denilen yöresinde yapılmaya başlanmıştır
Yağlı güreşe çıkan her pehlivanın güreş malzemesinin başında kıspet gelir. Manda, dana veya malak derisinden yapılan kıspetin bel kısmı dört parmak genişliğinde ve kalın olur. Beli sarması için kalın bir ip geçirilen bu kısma kasnak denir.
Kıspetin diz kapağının altına gelen yere paça denir. Paça ile etin arasında paçabent denilen keçe konur. Deri kısım keçenin üzerine çekilir ve üzeri sicimle sıkıca bağlanır.
Sıkı bağlanmayan paçadan içeri giren parmaklar sayesinde oyun almak kolaylaşır. Güreşten sonra yağlanan kıspet zembil'e konularak saklanır.
Kıspet, zembil adı verilen ve sazdan yapılan bir torbada taşınır ve saklanır. Güreşi bırakan pehlivan, zembilini duvara asmasından belli olur.
Güreşçiler, kavranmaları güç olsun diye yağlanırlar. Pehlivanlar, güreş meydanının uygun bir yerinde yağ ve su ile doldurulmuş kazanların etrafında yağlanırlar. Pehlivanlar önce sağ elle sol omuza, göğüse, kol ve kıspete yağ sürerler. Daha sonra sol el ile aynı işlemi tekrarlarlar.
Güreşçiler bu arada birbirlerinin sırtlarını da yağlarlar. Güreş başladıktan sonra pehlivanlar çayırda dolaşan yağcılardan diledikleri zaman yağ ve su alabilirler.
Yağlı güreşin en önemli öğelerinden olan davul ve zurnada Kırkpınar’a has bir melodi bulunmaktadır. Yağlı güreşlere çalacak olan müzisyenlerin güreş ezgilerini çok iyi bilmeleri, güreşin gidişatına göre müziğin ritmini ayarlamaları gerekmektedir.
Güreşin başlangıcı ve güreşe hazırlıktır. Ahenkli ve mevzulu bir biçimde güreşe ısınma hareketi olarak bilinen peşrev seyircilerin göz zevkini okşamasının yanında pehlivanın moralini yükseltir. Pehlivan peşrevle, kaslarını, nefsini, kalbini ve beynini başlayacak olan güreşe hazırlar. Güreşmek üzere çayıra çıkan pehlivanlar ahenkli bir şekilde ellerini ve kollarını sallayarak peşreve başlarlar. Peşrevde üç kez ileri üç kez de geri gidişten sonra yere sol diz ile çökülerek önce sağ el yere,dize,dudağa ve alına üç defa değdirilir. Bu merasim bittikten sonra sıçrayarak “Hadi bre” pehlivan diye nara atılır. Karşılıklı gidiş ve gelişten sonra rakibin paçaları yoklanır, sırtı sıvazlanır, enseler bağlanır, eller tutuşur ve böylece güreşe girilmiş olur.
Yağlı güreşlerdeki tüm pehlivanları seyircilere tanıtan, onları güreşe başlatan kişidir. “Salavatçı”da denilen Cazgır, hakem heyetinin ya da kura ile eşleştirilen pehlivanların adlarını, sanlarını, güreş oyunlarındaki hünerlerini uygun mısra ve dualarla tanıtır. Bu dua yörelere göre değişir. Pehlivanlıkta olduğu gibi cazgırlıkta da usta-çırak geleneği vardır. Ünlü cazgırlar arasında, Edirne Ayşekadın Camii imamı Sadık Hoca (Atılgan), Şirin Mustafa sayılabilir. Güreşlerin başlangıcının ilk günü olan Cuma günü, tüm güreşçiler pehlivanlar mezarlığını ziyaret ettikten sonra, Selimiye Camiinde okutulan Mevlütün ardından Sarayiçi'ne gidilerek, küçük boylardan itibaren cazgırın duası ile güreşleri başlatırlar.
Yağlı güreşin ilk zamanlarında birkaç eski pehlivan köy ağaları veya güreşlerden anlayan birkaç kişi kurallara aykırı iş yapılmasın diye güreş meydanının bir köşesine oturur güreşleri kontrol ederlerdi. Bugün ise kuralları uygulayan hakem heyetleri oluşturulmuştur.
Kırkpınar güreşlerinin en temel öğelerinden biri ağalık müessesesidir. Önceleri pehlivanları güreşe çağıran, yarışmaları düzenleyen, gelen konukları ağırlayan, yemek ve yatacak yerlerini temin eden, örf ve adetlere uygun olarak güreşlerin yapılmasını sağlayan, ödüller veren Kırkpınar Ağaları idi... Ancak şimdi “Kırkpınar Ağası”, saydığımız bu faaliyetlerin hepsini karşılayamadığından ve bir etkinlik çerçevesine toplandığından, masrafların büyük çoğunluğu Belediyelerce karşılanmaktadır.
Kırkpınar başpehlivanına verilen, Kırkpınar’ın en büyük ödülüdür. Kırkpınar’da başpehlivan olan güreşçi 1 yıl süreyle altın kemerin sahibi olur. Ancak aralıksız üç yıl arka arkaya başpehlivan olan güreşçi altın kemerin sürekli sahibi olur. Zamanımızda Altın Kemer’ler Belediyelerce yaptırılmaktadır.
Kırkpınar’ın davet simgesi “Kırmızı Dipli Mum”dur. Eskiden şehir ve köylerdeki kahvelere “Kırmızı Dipli Mum”lar asılarak, oradaki halk Kırkpınar'a davet edilirdi. Diğer bir deyişle davet için sadece “Kırmızı Dipli Mum” kullanılırdı.
Evliya Çelebi’nin aktardığına göre güreşlerde şu dua okunurdu:
""Allah Allah,"
"Hoca-i âlem,"
"Seyyid-i kâinat ve"
"Mu’ciz-i mevcudat,"
"Pür kemal cemal,"
"Muhammed Mustafa’ya salâvat"
"Engürü’de er yatar,"
"Rum’da Mehmed Buhari Sarı Saltuk,"
"Ton giyer.""
Kırpınar'da pehlivanlar, şu kategorierden birinde yarışabilirler: Minik 1, minik 2, minik 3, teşvik, tozkoparan, deste küçük boy, deste orta boy, deste büyük boy, küçük orta küçük boy, küçük orta büyük boy, büyük orta, başaltı ve baş.
Bunların haricinde en iyi peşrev yapan pehlivana ve en centilmen pehlivana da ödül verilmektedir.
1877–1878 Osmanlı Rus Savaşı nedeniyle 1878, 1879, 1880 ve 1881 yıllarında da Kırkpınar Güreşleri yapılamadı.
Balkan Savaşı’nda Edirne, 26 Mart–10 Temmuz 1913 tarihine kadar, Bulgar işgalinde kaldı. Bu nedenle 1913 yılı güreşleri de yapılamadı. Barış antlaşmasında Kırkpınar güreşlerinin yapıldığı yer, Türk sınırları dışında bırakıldığı için 1914 yılı güreşleri Edirne-Mustafa Paşa yolu üzerinde bulunan Viran- Tekke köyü ile Meriç Nehri arasındaki çayırlıkta yapıldı. Kara Emin Başpehlivanlığı kazandı.
I. Dünya Savaşı nedeniyle (1914–1918) ve savaştan sonra Trakya, Yunan işgalinde kaldığı için 1919, 1920, 1921 ve 1922 yıllarında Kırkpınar Güreşleri yapılamadı.
25 Kasım 1922 tarihinde, Türk Ordusu Edirne’yi Yunanların işgalinden kurtarıldıktan sonra Cumhuriyet döneminde ilk güreşler 30 Mayıs 1924 günü Himaye-i etfal (Çocuk Esirgeme Kurumu) yararına Sarayiçi’nde yapıldığı için 1923 yılında da Kırkpınar Güreşleri yapılamadı.
Baş boyunda şampiyon olan güreşçi Kırkpınar'ın birincisi ve başpehlivan ilan edilir.
( Zübeyde Kavraz 85.000.000 TL. Ücret ödemediği için ağalığı düşürülmüştür)
* Kırkpınar Ağalık Ücretleri, ağalığı yaptıkları seneden bir sene önce verilmiştir.
Yagyu Munenori
Yagyū Munenori (Japonca: 柳生 宗矩, d. 1571 - ö. 1646), Japon kılıç savaşçısı. Babası Yagyū "Sekishusai" Muneyoshi'den Yagyū Shinkage-ryū denilen kılıç dövüşü okulu liderliğini devraldı. Stili, Tokugawa Şogunluğu tarafından gözetilen iki resmi kılıç stilinden biriydi. Tokugawa'ya hizmet eden lordlardan biri feodal daimyo oldu. Tajima no Kami unvanını aldı.
"...İnsanlar kötülük yapmak için olaylardan yararlanabilirler, fakat kötülük sona erdiğinde kötülüğü saldırılır. İşte bu nedenle, kaçınılmaz olduğu zaman insanları öldürmek için silahları kullanmak da Cennet Yolu'dur. Tek bir kişinin kötülüğü yüzünden çok sayıda insan acı çekebilir. Böyle bir durumda, çok sayıda insan bu tek kişiyi öldürmekle korunur. (Zen deyişi) "Öldüren kılıç yaşam veren kılıçtır"ın gerçek bir örneği olmaz mı bu?"
"Tin, aklın ustasıdır. Tin içtedir ve aklı dışsal olarak kullanır. Akıl enerjiyi de yönlendirir. Enerjiyi kullanan akıl tinin hizmetinde dışarı çıkar. Akıl bir yerde oyalandığı zaman, verimlilik yok olur. Bu yüzden, akılın bir noktada tutulmadığından emin olmak gerekir.
Ev sahibi hizmetçisini yanlışlıkla bir yere gönderdiği zaman, hizmetçi orada kalır ve geri gelmezse, o zaman artık yararlı değildir. Aklınız da bir şey üzerinde oyalanır ve temel konumuna geri dönmezse, savaş sanatındaki yeteneğiniz yok olur.
Yani aklın bir yerde kalmasına izin vermeme pratiği, yalnızca savaş sanatına değil, tüm çabalara uygulanır."
Yagyu Munenori arkadaşı ve ustası Zen Budist rahibi olan Takuan Soho'nun öğretisinden etkilenerek Zen ile Savaş Sanatları arasındaki ilişkiyi incelemiş ve Savaşçının Zen pratiğindeki zihinsel tutuma ulaşması hali |
nde sanatını en mükemmel şekilde icra edebileceğini öne sürmüştür. Hayat Veren Kılıç adlı eserinde bu durumu şu şekilde ifade eder; "Savaş sanatları Budist Dharma'ya uyumludur ve Zen'le pek çok ortak noktası vardır. Bu ortak noktalar arasında bağ kurmaktan ve şeyler tarafından hapsedilmekten kaçınma yer alır. Her şeyin özü budur. Bir yere bağlı kalmamak her şeyin özüdür." Zihnin belli bir şey üzerine odaklanıp kalmasına zihnin hastalığı adını veren Yagyu için uygulanan savaş sanatına dahi bağlanmamalıdır: "Savaş sanatlarında, savaş sanatları zihnnini geride bırakmamak bir hastalıktır. Okçulukta, okçuluk zihnini geride bırakmamak bir hastalıktır. Sadece sıradan zihninizi kullanacak ve onunla kılıç çekecek, ok atacaksınız. Okçuluk zor olmayacak ve kılıcı özgürce kullanabileceksiniz." "Ok atan bir adam ok atma düşüncesini zihninden atar ve zihninin en sıradan haliyle yayı gererse yay sakin olur, ok hedefi bulur. Kılıç kullanırken, ata binerken, yazı yazarken veya koto çalarken zihninizin bunları düşünmeyen sıradan halini kullanın. O zaman ne yaparsanız kolayca yaparsınız."
Rutkay Aziz
Ünal Aziz Rutkay (d. 1947, İstanbul), Türk oyuncu.
1947 yılında İstanbul'da doğmuştur. Babası Fikri Rutkay'dır. Asıl adı Ünal Aziz Rutkay'dır. Avusturya Lisesi'nde soyadları adlardan önce okunduğu için ismi "Rutkay Aziz" olarak söylenegelmiştir. Avusturya Lisesi'ni bitirdikten sonra Bakırköy Lisesi'ne kaydoldu. Lisans öğrenimini Galatasaray Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi' nde tamamladı.
Tiyatroya lisede öğrenim gördüğü yıllarda başladı. Muhsin Ertuğrul yönetimindeki LCC tiyatro okulunda tiyatro eğitimi aldı. İlk tiyatro deneyimini Peter Weiss'ın "Marat-Sade" oyunundaki "Marat" rolüyle yaşadı. Tiyatro hayatına 1971 yılından itibaren Ankara Sanat Tiyatrosu'nda devam etti. 1973 yılında yine bu tiyatroda sanat yönetmenliği ve yönetmenlik yapmaya başladı. İlk sinema deneyimini 1987 yılında "Yer Demir Gök Bakır" filmiyle yaşadı.
Ziya Öztan'ın yönettiği hem sinemada hem de televizyonda dizi halinde yayınlanan "Kurtuluş" ve "Cumhuriyet" filminde Mustafa Kemal Atatürk rolünü oynadı. İyi derecede Almanca ve Fransızca bilmektedir. Şiir okuma ve yazma uğraşları arasındadır. Tiyatro faaliyetlerinin yanı sıra çeşitli televizyon yapımlarında roller aldı.
Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı'nın başkanıdır. Kızı Doğa Rutkay da oyuncudur.
Akhisar Belediyespor
Akhisar Belediye Gençlik ve Spor Kulübü veya kısaca Akhisar Belediyespor veya sponsorluk anlaşması gereği Teleset Mobilya Akhisarspor, 1970 yılında kurulmuş, Manisa'nın Akhisar ilçesine ait bir futbol kulübü. Renkleri Yeşil-Siyah olan takım 2011-2012 Sezonunda 1. Lig'de Şampiyon olarak tarihinde ilk kez 2012-13 sezonunda Süper Lig'de mücadele etme hakkını kazanmıştır. Hâlen mücadele ettiği Süper Lig'deki en iyi derecesi 2016-17 sezonundaki 7.liktir.
Akhisar Belediyespor, 8 Nisan 1970 yılında Manisa'nın Akhisar ilçesindeki Güneşspor, Gençlikspor ve Doğanspor futbol takımlarının birleşmesiyle kuruldu. Kulübün Yılmaz Atabarut başkanlığındaki ilk yönetim kurulu da Veli Erkmen, Yahya Şahin, Refik Demirel, Ahmet Cevdet Sıdal, Mustafa Kahramanlıoğlu, Nail Prese ve Halil Boduroğlu'nda oluştu.
Akhisar Belediyespor, Türk futbolundaki lig sisteminde dördüncü seviye olan 3. Lig'e terfi ettiği 1984 yılına kadar Bölgesel Amatör Lig serisinde yarıştı. 1984 yılında 3. Lig'e dahil olan kulüp, on yıl bu ligde oynadıktan sonra 1993-94 sezonunda Bölgesel Amatör Lig'e düştü. Takım, 1995 yılında yeniden 3. Lig'e yükseldi ve 1995-96 sezonundan itibaren yeniden 3. Lig'de yarışmaya başladı. 2007-08 sezonuna kadar 3. Lig'de kalan Akhisar Belediyespor, 2007-08 sezonunu ikinci olarak tamamlamasının ardından 2. Lig'e yükselerek iki sezon bu ligde mücadele etti.
İki yıllık 2. Lig mücadelesinin ardından takım, 2009-10 sezonunda 2. Kademe Grubu'nu 43 puan ile lider olarak tamamladı ve 1. Lig'e yükseldi. Akhisar Belediyespor, 1. Lig'de de iki yıl mücadele ettikten sonra 2011-12 sezonunu şampiyon olarak tamamladı ve ardından tarihinde ilk defa Süper Lig'e yükseldi.
Süper Lig'deki ilk maçını deplasmanda Eskişehirspor'a karşı oynayan Akhisar Belediyespor, Eskişehirspor'u 1-0 mağlup ederek lige galibiyetle başlamıştır. Kulüp; Süper Lig'deki ilk sezonunu "(2012-2013)" 14.sırada tamamlamıştır.
Akhisar Belediyespor, Süper Lig'deki en iyi derecesini 2016-17 sezonunda alarak ligi 7. sırada tamamladı.
10 Mayıs 2018'de Akhisar Belediyespor, tarihininde ilk defa Türkiye Kupası'nı kazandı. Takım ayrıca Türkiye Kupası şampiyonluğu nedeniyle de tarihlerinde ilk defa UEFA Avrupa Ligi'ne katılmaya hak kazandılar.
Turgutluspor ile yaşanan ezeli rekabet iki kulübün kuruluşundan beri sürmektedir. Genel olarak iki ekibin de karşılaşmalarında seyirci sayısı az olsa da iki ekibin arasındaki karşılaşmalarda stadyum hep dolu olur. Bunun dışında Manisaspor'la da bir rekabet söz konusudur.
Akhisarspor'un fanatik taraftar grubunun ismi Akigolar'dır. Akigo'lar takımın kuruluşundan 7 yıl sonra; 1977 yılında kurulmuştur.
2012-günümüz
2010-2012
2008-2010
1984-1994, 1995-2008
1970-1984, 1994-1995
Varoluşçuluk
Varoluşçuluk veya egzistansiyalizm, 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılda kendi içlerindeki derin öğretisel farklılıklarına karşın felsefi düşüncenin salt düşünen özne ile değil eyleyen, duyumsayan, yaşayan bir birey olarak insan öznesi ile başladığı inancını paylaşan belli başlı Avrupalı filozofların çalışmalarına karşılık gelen terim. Varoluşçu düşüncede her ne kadar 'özgürlük' yaygın olarak tepe nokta kabul edilse de akımın ilksel erdemi, otantisitedir. Varoluşçuluğa göre bireyin başlangıç noktası "varoluşsal tutum" olarak adlandırılan tutumla, yani görünürde anlamsız veya absürt bir dünya karşısında bir kopma ve keşmekeşlik duygusu ile nitelenir. Pek çok Varoluşçu, geleneksel ya da akademik felsefeyi biçim ve biçemsel yönden gerçek insan deneyiminden fazlasıyla soyut ve uzak olarak görmüştür. Ruhbilimsel ve kültürel devinimlerin bireysel deneyimlerle birlikte var olabileceğini savunan bu felsefi akımda, erdemlilik ve bilimsel düşünce birlikteliğinin insan var oluşunu anlamlandırmak için yeterli olamayacağını, bundan dolayı mevcut birlikteliğin gerçek değer yargıları içinde yönetilen ileri düzey bir kategori olduğu düşünülmüştür. İnsanın varoluşunu anlamlandırma, kesin olarak bahsedilen bu otantik gerçeklikle mümkündür.
Varoluşçuluk, 19. yüzyılın ortalarında, baskın sistematik felsefeye karşı bir tepki olarak doğmuştur. Søren Kierkegaard, kendisi terimi hiç kullanmamış olsa da genel olarak ilk varoluşçu filozof olarak kabul edilir.
Kierkegaard hayata bir anlam yükleme sorumluluğunun da bir hayatı tutkuyla, ciddiyetle ve "otantik" yaşama sorumluluğunun da toplumun ya da dinlerin değil, sadece ama sadece bireyin omuzlarında olduğunu düşünür. Hegelcilik ve Kantçılığa karşı olarak,
Kierkegaard bireysel bir bakış açısına sahiptir. Onun oluşturduğu sorumluluk temelindeki görüş; yaşamın anlamına, tutku ve samimiyet ikilisinin gerçekçi çözümlemelerine dayanmaktadır. Varoluşçuluk II. Dünya Savaşı'nı izleyen günlerden sonra tanınmaya başlanmıştır. Varoluşçuluk felsefenin yanı sıra, dinbilim, sanat, tiyatro, resim, yazın ve ruhbilim dallarını da etkilemiştir.
Bilim insanları genellikle varoluşculuk düşünürlerinin kendi aralarındaki bakış açılarında yaşanan farklılığı, diğer filozofların yaşadığından daha fazla bulmaktadır. Varoluşçu felsefecilerin en çok eleştirildikleri konulardan biri kullandıkları terimler olmuştur. Bu terimlerin karışıklık doğurduğu ve tutarlılık sağlanamadığı iddia edilmiştir.
Varoluşçu felsefeye ait terimleri tanımlanmasında genelleşmiş tanımlar bulunmamaktadır. Yarattığı terimlerin kabul gördüğü ilk önemli varoluşçu ise Jean-Paul Sartre'dır. Bu nedenle bu akım, ancak bir terim olarak varoluşçuluğun ortaya çıkmasıyla birlikte filozoflarca kabul görmeye başlamıştır. Düşünür Steven Crowell, bu nedenlerden dolayı varoluşçuluğun tanımlanmasının nispeten zor olduğunu söylemiştir. O sistematik felsefeyi tamamen reddetmek yerine, gerçek bir sistematiği olan genel yaklaşım çerçevesinde akımın en güzel tanımının yapılabileceğini söylemiştir.
""Varoluş özden önce gelir."" önermesi varoluşçuluğun merkezini oluşturur. Bu, bireysel anlayışın en anlamlı bütünü olarak görülmüştür. Kişinin varoluşu dışında gelişen bireysel yapı "o" ile ifade edilmektedir. Bu durumda diğerlik ifade eden bu yapı; bağımsız edimler ve sorumluluk bilincini kapsayarak varoluş olarak tanımlanmaktadır. Yaftalar, roller, kalıplaşmış davranışlar, tanımlar veya diğer önyargılar kişi bazında toplumsal bir maske görevi görmektedir. İşte bu yapının içindeki dışa vurulamayan temel, "öz"ü oluşturmaktadır. Bireyin yaşantısının ne olduğu ve nasıl adlandırılması gerektiği "gerçek öz"ü oluşturmaktadır. Bunun yerine keyfiyet addedilen öz, "onun" tabiriyle diğer tanımlamalarda kullanılmıştır. Böylece insan varlığı, kendi değerlerine ve yaşamının anlamına karar veren ve bunları yaparken ortaya irade koyan bir üçüncü kişi olarak algılanmıştır. Bu kavramın ortaya atılması her ne kadar Sartre'ye dayandırılsa da, bu tür görüşler Kierkegaard ve Heidegger gibi düşünürlerde de bulunabilir.
İnsan ve insan dışı evren sık sık mevcut şartlar ekseninde açıklanmıştır. Bu algı ekseninde açıklanmaya çalışılan bir olgudur. Öyle ki bir kuş veya herhangi bir varlığın var olan algı ile değerlendirilmesi gerektiği ortak bir görüştür. Yine de birçok varoluşçu düşünüre göre, bu pek de gerçekçi olmayan bir var oluşu teşkil edecektir. Bunun yerine, insanın tanımlanmasındaki ölçütün bireysel devinim (1) ve bireyin kendi hareketleri için edindiği sorumluluk (2) olduğu, bazı düşünürler tarafından dile getirilmektedir. Örneğin, insanlara karşı acımasızca davranışlarda bulunan kişiler, bu davranışları ile bir zalim olarak tanımlanır. Ayrıca, acımasızca davranışlarda bulunan bu tür insanlar kendilerini yeni bir kimlikten sorumlu tutar (acımasız bir insan). Bu da insan doğasının aksine suça tahammül etmek biçiminde ortaya çıkar.
Sartre "Varoluşçuluk ve Hümanizm" adlı konferansında d |
er ki: "Tüm var oluşun başlangıcı insandır, insan kendi ile yüzleştiğinde, dünyadaki varlık hissi insanın içini kaplar ve daha sonra birey bu algının içerisinde kendini tanımlar. Tabii ki, bu iyimser düşünüşü kastediğimizde: Birey, zalim bir insan olmak yerine birçok farklı yol içinde hareket etmeyi seçebilir. Burada açık olan şudur ki, insanların iyi veya kötü olmayı seçebilmeleri için, aslında onların elinde zoraki bir esas olabilecek hiçbir şey yoktur.
Absürt içeriklerdeki kavramlar, bizim onlara vermiş olduğumuz anlamların ötesinde, dünyada mevcut olabilecek bir anlama sahip değildir. Bu anlamsızlık da dünya üzerindeki "ahlaksızlık" veya "adaletsizliği" kapsamaktadır. Bu "Kötü şeyler iyi insanların başına gelmez." biçimindeki "karmik" düşünce ile çelişmektedir. Çünkü dünyada ve imgesel algılarda; belirli paradigmaları oluşmuş bir iyilik veya kötülük algısı yoktur. Bunun için diyebiliriz ki, iyi bir insandan bahsedilemez. Burada "diğerlerine göre" daha iyi bir insandan bahsedilebilir.
Dünyadaki anlam yitimi nedeni ile, herhangi bir zamanda, her şey herkes için geçerli olabilir. Bu kaybolan gerçeğin içinde birey; hiç hesapta olmayan trajik bir olay ile karşı karşıya kalabilir. Absürt kavramı tarih boyunca edebiyatta önemli bir yerde olmuştur. Søren Kierkegaard, Franz Kafka, Fyodor Dostoyevski, Jean-Paul Sartre ve Albert Camus'a kadar birçok kişi, dünyadaki belirsizleşen gerçeği tanımlayan edebî çalışmalarda bulunmuştur.
Anlamsızlığın insan yaşamındaki yıkıcı etkileri, "anlamsızlık" sorunu ile paralel olacaktır. Nitekim Albert Camus, yaşamın temel sorununu intihar olarak göstererek Sisifos Söyleni adlı yapıtında: "Felsefenin gerçekten ciddi olan yegâne sorunu intihardır." demiştir. Bu düşünceye karşı olarak, insan yaşamında rastlanılan yıkıcı sonuçların birçok biçimiyle yüzleşmesi intihar ile ilişkilendirilir. Varoluşçu düşünürlerin birçoğu "anlamlılık" kavramının yıkıldığı ve bu durumda her şeyin tehlikeli bir korku hâline geldiğini savunmuştur. Böylece varoluşçu düşüncenin temellerinde var olan anlamsızlık yani absürt yapı ortaya çıkmıştır. Her şeyin anlamlılığının çözülmesi olasılığı varoluşçuluğa tabiatı itibarıyla karşıt olan dinginciliğe/kabulleniciliğe bir tehdittir. İntiharın mümkünlüğünün bütün insanları varoluşçu yaptığı da söylenir.
Olgusal gerçeklik Sartre'nin "Varlık ve Hiçlik" olarak tanımladığı bir kavramdır. Ancak bu kavramın içine insanın kendi özvarlığı dâhil değildir. Geçmişin birçok zamansal boyutu dikkate alındığında bu kavram daha kolay anlamlandırılır.
Sina Koloğlu
Sina Koloğlu, Bulutsuzluk Özlemi'nin klavyecisi. Grubun kurucu üyelerindendir. Aynı zamanda televizyon eleştirmenidir. Galatasaray Lisesi (108 devresi) ve Gazi Üniversitesi mezunudur. 10 sene boyunca Cumhuriyet Gazetesi'nde çalıştıktan sonra Milliyet Gazetesi'ne geçmiştir. Şu anda Milliyet Gazetesi'nin eki olan Milliyet Cadde'de "Rating Canavarı" adlı köşesinde yazarlığını sürdürmektedir.
Muazzez Ersoy
Hatice Yıldız Levent, ya da sahne adıyla Muazzez Ersoy, (d. 9 Ağustos 1958; Uzunköprü, Edirne) Klasik Türk müziği sanatçısı. 33. Türkiye Hükûmeti'nde Kültür Bakanlığı'nın tavsiyesiyle verilmeye başlanan Devlet Sanatçısı unvanına 1998'de lâyık görülen sanatçı seslendirdiği nostaljik şarkılarda ki başarısından dolayı "Nostalji Kraliçesi" olarak da bilinir. Sanatçı 2006 yılında Birleşmiş Milletler Mülteci Örgütü'nün “iyi niyet elçisi” seçilmiştir.
Çocukluğu ve gençlik yılları İstanbul'un Kasımpaşa semtinde geçen sanatçının müzikle ilgilenmesinde en büyük etken annesinin müziğe olan ilgi ve sevgisi oldu. Annesinin bu tutkusu sanatçıyı gençlik yıllarında etkisi altına aldı ve ortaokulu bitirdikten sonra öğrenimini müzik dersleri alarak sürdürmeye karar verdi. İrfan Özbakır ve Baki Duyarlar gibi müzik hocalarından dersler aldı. Sanatçı «tezgahtarlık» yaparak kazandığı birikimlerini müzik dersleri için harcadı. 1974 yılında küçük yaşta evlendi ve iki yıl evli kaldı. Bu evlilikten Ender isminde bir oğlu oldu. Eşinden ayrıldıktan sonra müzik dersleri almaya devam etti.
Kariyerinde ilk olarak 1982 yılında İstanbul Pembe Köşk Gazinosu'nda assolist olarak sahneye çıktı. Bu arada 1985 yılında TRT Ankara Radyosu'nun açmış olduğu sınava katıldı ancak kazanamadı. 1989 yılında TRT Ankara Radyosu şeflerinden Cahit Ünyaylar'la çalışmaya başladı. Ersoy, 1990 yılında TRT'ye gönderdiği, yorumu kendine ait olan altı eserle denetimden geçti ve ekranlardan da dinleyicilerine seslenmeye başladı.
Muazzez Ersoy, ilk olarak "Seven Olmaz ki" adlı albümüyle dinleyicileriyle buluştu. Ardından ikinci albümü "Herşeyim Sensin" yayınlandı. Daha sonra Raks Müzik ile anlaşarak "Sizi Seviyorum" adlı çalışmasıyla büyük başarı kazandı. Bu albümde Selçuk Tekay ve Ali İhsan Kısaç gibi sanatçılarla çalıştı.
İkinci albümü "Sensizlik Bu" ile satış rekorları kıran Ersoy, bu çalışmadan itibaren müzikal çalışmalarını Ali İhsan Kısaç'la yürütmeye başladı. Klasik Türk müziği'nin "taçsız kraliçesi" olarak bilinen Muazzez Ersoy, "Nostalji 1" adlı albümüyle müzikseverlerin kalbinde yer etmiş nostaljik parçaları yeniden yorumlayarak bir ilke imza attı. Düzenlemelerini müzisyen Osman İşmen'in yaptığı albümde "Kalbimi Kıra Kıra", "Yemenim de Hâre Var", "Adını Anmayacağım" ve "Sevemedim Karagözlüm" gibi on altı bilinen şarkılar yer aldı. Türk Müziği'nde ünlenmiş Selahattin Pınar, Saadettin Kaynak gibi müzisyenlerin yanında Orhan Gencebay, Gülden Karaböcek ve Suat Sayın gibi sanatçıların eserlerini seslendirdi. Albüm tüm ülke çapında başarı kazanarak satış rekorları kırdı. "Nostalji 1"in kazandığı başarıyı takiben dinleyicilerinin beğenisine sunulan "Nostalji 2" ve "Nostalji 3" de müzikseverlerce beğenilerek önceki albümlerin başarısını tekrarladı. "Aşkın Kanunu", "Gözleri Aşka Gülen", "Oyun Bitti", "Zor Dostum Zor", "Kırılsın Ellerim" ve "Kıskanırım" gibi eserler sanatçı tarafından bu albümünde yeniden yorumlanmıştır.
Sanatçı kısa bir süre sonra "Nostalji 4" ve "Nostalji 5" albümlerini bir arada hayranlarına sundu. Muazzez Ersoy, albümlerde yine sevilen türkü ve şarkıları yorumladı. CD ve kaset formatında yayınlanan albümlerin yanında, bir de hediye olarak "Nostalji 6" albümü verildi. Bu şekilde üç albümün bir arada satışa çıkmasıyla birlikte bir ilke daha imza atılmış oldu. Türkiye'de ilk defa bir sanatçının üç adet albümü bir paket halinde çıkmış oldu. "Nostalji 6" albümünde Muazzez Ersoy, Klasik Türk Musikisi'nin yıllandıkça güzelleşen eserlerini yorumlayarak Şekip Ayhan Özışık, İsmail Dede Efendi, Veli Dede, Erol Sayan gibi müzisyenlerin saygısını sunmuş oldu.
12 albümden oluşan Nostalji serisi müzikseverlerin ilgisine mazhar olarak on beş milyonun üstünde bir satış sayısına ulaştı. Özellikle 1995-2000 yılları arasında vergi rekortmeni oldu. Sanatçı birçok altın ve platin plakla ödüllendirildi. Birçok kuruluş tarafından çalışmaları ödüllendirilen Muazzez Ersoy, 1998 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığının önerisiyle dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından "Devlet Sanatçılığı"yla ödüllendirildi. 2005 yılında Birleşmiş Milletler mülteciler yüksek komiserliği tarafından iyi niyet elçisi unvanını aldı. Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde çeşitli yıllarda "TSM En İyi Kadın Sanatçı" kategorisinde ödüller kazandı. Nostalji albüm serisiyle büyük satışlar elde eden Muazzez Ersoy, son olarak 90'lı yıllara damga vuran pop şarkıları yeniden seslendirdi. “90’dan POP” adlı albümde Tarkan, Sezen Aksu, Serdar Ortaç, Yıldız Tilbe, Harun Kolçak, Eda ve Metin Özülkü gibi sanatçıların şarkılarını seslendiren Muazzez Ersoy, ilk klibini de söz ve müziği Serdar Ortaç'a ait "Değmez" adlı şarkıya çekti.
Oldukça yüksek satış rakamlarına ulaşan Nostalji serisinden önce orijinal şarkılar olan "Kal Bu Gece" ve "Anlaştık Mı" adlı şarkılarıyla bilinen sanatçı, "Nostalji" serisinden de daha önce yorumlanmış "Kalbimi Kıra Kıra", "Severek Ayrılalım", "İntizar", "Sevemedim Karagözlüm", "Aşkın Kanunu" ve "Güz Gülleri" gibi şarkılarıyla akıllarda yer edinmiş, Klasik Türk müziği sanatçısı Muazzez Abacı ve Bülent Ersoy'a olan sevgisinden dolayı, sahne ve sanat hayatındaki adı olarak "Muazzez Ersoy" ismini kullanmıştır. TRT Müzik de yayınlanan "Yıldız Akşamı" programında televizyon izleyicisiyle buluşmaktadır. TGRT'de Çarkıfelek yarışma programını sunmuştur.
Nâzım Hikmet
Nâzım Hikmet Ran ya da kısaca Nâzım Hikmet (15 Ocak 1902 – 3 Haziran 1963), Türk şair, oyun yazarı, romancı ve anı yazarı. "Romantik komünist" ve "romantik devrimci" olarak tanımlanır. Siyasi düşünceleri yüzünden defalarca tutuklanmış ve yetişkin yaşamının büyük bölümünü hapiste ya da sürgünde geçirmiştir. Şiirleri elliden fazla dile çevrilmiş ve eserleri birçok ödül almıştır.
Yasaklı olduğu yıllarda Orhan Selim, Ahmet Oğuz, Mümtaz Osman ve Ercüment Er adlarını da kullanmıştır. İt Ürür Kervan Yürür kitabı Orhan Selim imzasıyla çıkmıştır. Türkiye'de serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerindendir. Uluslararası bir üne ulaşmıştır ve dünyada 20. yüzyılın en gözde şairleri arasında gösterilmektedir.
Şiirleri yasaklanan ve yaşamı boyunca yazdıkları yüzünden 11 ayrı davadan yargılanan Nazım Hikmet, İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın süre yattı. 1951 yılında Türk vatandaşlığından çıkarıldı; ölümünden 46 yıl sonra, 5 Ocak 2009 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile bu işlem iptal edildi. Mezarı Moskova'da bulunmaktadır.
Nâzım Hikmet 15 Ocak 1902'de Selanik'te doğdu.
İlk şiiri "Feryad-ı Vatan"ı 3 Temmuz 1913'te yazdı. Aynı yıl Mekteb-i Sultani'de ortaokula başladı. Bir aile toplantısında denizciler için yazdığı bir kahramanlık şiirini Bahriye Nazırı Cemal Paşa'ya okuyunca çocuğun Bahriye Mektebine gitmesine karar verildi. 25 Eylül 1915'te Heybeliada Bahriye Mektebi'ne girdi, 1918'de 26 kişi içinden 8. olarak mezun oldu. Karne değerlendirmelerinde zeki, orta derecede çalışkan, elbisesine özen göstermeyen, sinirli ve ahlakî tavırları iyi bir öğrenci görülmektedir. Mezun olduğunda dönemin okul gemisi Hamidiye gemisine güverte stajyer subayı olarak atandı. 17 Mayıs 1 |
921'de aşırıya kaçan halleri bulunduğundan ordu ile ilişiği kesildi.
Nazım Hikmet, 1920'de arkadaşı Vâlâ Nureddin ile Milli Mücadele'ye katılmak üzere ailesinden habersiz Anadolu'ya geçti, Bolu'da öğretmenlik yaptı. Daha sonra Batum üzerinden Moskova'ya giderek Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde siyasal bilimler ve iktisat okudu. 1921'de gittiği Moskova’da devrimin ilk yıllarına tanık oldu ve komünizm ile tanıştı. 1924'te Moskova'da yayınlanan ilk şiir kitabı "28 Kanunisani" sahnelendi. O yıl Türkiye'ye dönerek "Aydınlık Dergisi"nde çalışmaya başladı, ancak dergide yayınlanan şiir ve yazılarından dolayı on beş yıl hapsi istenince tekrar Sovyetler Birliği'ne gitti. 1928’de Af Kanunundan yararlandı ve Türkiye'ye döndü. Bu defa "Resimli Ay" dergisinde çalışmaya başladı. 1938'de yirmi sekiz yıl hapis cezasına çarptırıldı. 12 sene tutuklu kaldı. Barışseverler Cemiyeti'nin kuruluşunda yer aldı. 12 sene süren tutukluluktan sonra askere alınacağı ve öldürüleceği endişesiyle 1950 yılında Stalin yönetimindeki Sovyetler Birliği'ne giden Nazım, 25 Temmuz 1951 tarihinde Bakanlar Kurulunca Türk vatandaşlığından çıkarılmasının ardından, büyük dedesi Mustafa Celaleddin Paşa (Konstantin Borzecki)'nın memleketi olan Polonya'nın vatandaşlığına geçerek Borzecki soyadını aldı. 3 Haziran 1963 tarihinde ise, Nâzım Hikmet geçirdiği bir kalp krizi neticesinde 61 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Babası, Matbuat Umum müdürlüğü ve Hamburg Şehbenderliği yapmış olan Hikmet Bey, annesi Ayşe Celile Hanım'dır. Celile Hanım piyano çalan, resim yapan, Fransızca bilen bir kadındır. Celile Hanım, bir dilci ve eğitimci de olan Hasan Enver Paşa'nın kızıdır. Hasan Enver Paşa, Polonya'dan 1848 Ayaklanmaları sırasında Osmanlı İmparatorluğu'na göç eden ve Osmanlı vatandaşı olunca Mustafa Celalettin Paşa adını alan Konstantin Borzecki'nin (Lehçe: Konstanty Borzęcki, d. 1826 - ö. 1876) oğludur. Mustafa Celaleddin Paşa Osmanlı Ordusu'nda subay olarak görev yapmış ve Türk tarihi üzerine önemli bir eser olan "Les Turcs anciens et modernes" (Eski ve yeni Türkler) kitabını yazmıştır. Celile Hanım'ın annesi ise Alman kökenli Osmanlı generali Mehmet Ali Paşa'nın yani Ludwig Karl Friedrich Detroit'in kızı olan Leyla Hanım'dır. Celile Hanım'ın kız kardeşi Münevver Hanım, şair Oktay Rifat'ın annesidir.
Nâzım Hikmet'e göre, babası Türk ve annesi ise Alman, Polonyalı, Gürcü, Çerkez ve Fransız kökenli idi. Babası Hikmet Bey, Çerkes Nâzım Paşa'nın oğludur. Annesi Ayşe Celile Hanım, 3/8 Çerkes, 2/8 Leh, 1/8 Sırp, 1/8 Alman, 1/8 Fransız (Huguenot) kökenliydi.
Babası Hikmet Bey, Selanik'te, Hariciye Nezareti'nde (Dışişleri Bakanlığı) çalışan bir memurdur. Diyarbakır, Halep, Konya ve Sivas valilikleri yapmış olan Nâzım Paşa'nın oğludur. Mevlevi tarikatından olan Nâzım Paşa aynı zamanda bir özgürlükçüdür. Kendisi Selanik'in son valisidir. Hikmet Bey henüz Nâzım'ın çocukluğunda memuriyetten ayrılır ve ailece Halep'e, Nâzım'ın dedesinin yanına giderler. Orada yeni bir iş ve hayat kurmaya çalışırlar. Başarısız olunca İstanbul'a gelirler. Hikmet Bey'in İstanbul'daki iş kurma denemeleri de iflasla neticelenir ve hiç hoşlanmadığı memuriyet hayatına geri döner. Fransızca bildiği için yeniden Hariciye'ye atanır.
İlk şiirlerini hece ölçüsü ile yazmaya başladı ancak içerik bakımından diğer hececilerden farklıydı. Şiirsel gelişimi arttıkça hece ölçüsü ile yetinmemeye ve şiiri için yeni formlar aramaya başladı. Sovyetler Birliği'nde yaşadığı ilk yıllar olan 1922 ile 1925 arasında bu arayış doruğa çıktı. Hem içerik hem de biçim bakımından dönemindeki şairlerden farklıydı. Hece ölçüsünden ayrılarak Türkçenin vokal özellikleri ile ahenk oluşturan serbest ölçüyü benimsedi. Mayakovski ve fütürizm taraftarı genç Sovyet şairlerinden esinlendi.
Şiirlerinden birçoğu Fikret Kızılok, Cem Karaca, Fuat Saka, Grup Yorum, Ezginin Günlüğü, Zülfü Livaneli gibi sanatçılar ve gruplar tarafından bestelendi. Ünol Büyükgönenç tarafından özgün bir şekilde yorumlanmış olan küçük bir kısmı ise 1979'da "Güzel Günler Göreceğiz" ismiyle kaset olarak çıktı. Birkaç şiiri ise Yunan besteci Manos Loizos tarafından bestelendi. Ayrıca bazı şiirleri Yeni Türkü'nün eski üyesi Selim Atakan tarafından da bestelenmiştir. "Salkım söğüt" adlı şiiri Ethem Onur Bilgiç'in 2014 tarihli animasyon filmine konu olmuştur.
UNESCO'nun ilan ettiği 2002 Nâzım Hikmet yılı için besteci Suat Özönder "Şarkılarda Nâzım Hikmet" adlı bir albüm hazırladı. Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığının katkılarıyla, Yeni Dünya plak şirketi tarafından hayata geçirildi.
1925 yılından başlamak üzere şiirleri ve yazıları yüzünden birçok kere yargılandı. 1938 yılında orduyu ayaklanmaya kışkırtmaya çalıştığı gerekçesiyle 28 yıl dört ay hapis cezasına çarptırıldı. İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde 12 yılı aşkın kaldı. Bursa cezaevinde kaldığı yılları anlatan Mavi Gözlü Dev adlı film 2007 yılında vizyona girmiştir. 1950 yılında bir af yasasıyla salıverildi. Ancak sürekli izlendiği ve çürüğe ayrıldığı halde 48 yaşında yeniden askerlik yapmaya çağrılması ve öldürüleceği yolundaki duyumlar üzerine yurtdışına kaçtı. 17 Haziran 1951 tarihinde Bakanlar Kurulu tarafından Türk vatandaşlığından çıkarılmasına karar verildi. Sovyetler Birliği'nde Moskova yakınlarındaki yazarlar köyünde ve daha sonra da eşi Vera Tulyakova (Hikmet) ile Moskova'da yaşadı. Memleket dışında geçirdiği yıllarda Bulgaristan, Macaristan, Fransa, Küba, Mısır gibi Dünya memleketlerini dolaştı, buralarda konferanslar düzenledi, savaş ve emperyalizm karşıtı eylemlere katıldı, radyo programları yaptı. Budapeşte Radyosu ve Bizim Radyo bunlardan bazılarıdır. Bu konuşmaların bir kısmı bugüne ulaşmıştır.
3 Haziran 1963 sabahı saat 06:30'da gazetesini almak üzere ikinci kattaki dairesinden apartman kapısına yürümüş ve tam gazetesine uzanırken geçirdiği kalp krizi sonucunda ölmüştür. Ölümü üzerine Sovyet Yazarlar Birliği salonunda yapılan törene yerli yabancı yüzlerce sanatçı iştirak etmiş ve tören siyah beyaz olarak kaydedilmiştir. Ünlü Novodeviçi Mezarlığı'nda () gömülüdür. Mezar taşı siyah bir granitten olup meşhur şiirlerinden biri olan rüzgâra karşı yürüyen adam figürü taş üzerinde ebedileştirilmiştir.
Şair Nâzım Hikmet'in 2008 yılının ilk günlerinde, eşi Piraye'nin torunu Kenan Bengü tarafından Piraye'nin evrakları arasında “Dört Güvercin” adında bir şiiri ve üç adet tamamlanmamış roman taslağı bulundu.
2006 yılında Bakanlar Kurulunun Türk vatandaşlığından çıkarılmalar ile ilgili yeni bir düzenleme yapması gündeme geldi. Yıllardır tartışılmakta olan Nâzım Hikmet'in Türk vatandaşlığına yeniden kabul edilmesi yolu açılmış gibi gözükmesine rağmen Bakanlar Kurulu bu düzenlemenin sadece yaşamakta olanlar kişiler için düzenlendiğini ve Nâzım Hikmet'i kapsamadığını belirterek bu yöndeki talepleri reddetti. Dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, İçişleri Komisyonu'nda ""Tasarıda, şahsa bağlı hak olduğu için bizzat müracaat etmesi gerekir. Arkadaşlarım da olumlu şeyler belirttiler, komisyonda görüşülür, bir karar verilir"" dedi.
2009 yılının 5 Ocak Günü "Nâzım Hikmet Ran'ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının yürürlükten kaldırılmasına ilişkin önerge" Bakanlar Kurulu'nda imzaya açıldı. Nâzım Hikmet Ran'a yeniden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının iade edilmesine ilişkin bir kararname hazırladıklarını ve bu teklifin imzaya açıldığını ifade eden Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, 1951 yılında vatandaşlıktan çıkartılan Ran'ın yeniden Türk vatandaşı olmasına ilişkin önerinin Bakanlar Kurulu'nca oylanarak kabul edildiğini söyledi.
Bakanlar Kurulu'nun 05.01.2009 tarihinde aldığı bu karar, 10.01.2009 tarihinde Resmî Gazete'de yayınlandı ve Nâzım Hikmet Ran, 58 yıl sonra yeniden Türk vatandaşı oldu.
Senaryo:
Mümtaz Osman adıyla:
Ercüment Er adıyla:
Yönetmen:
Bilişim sistemleri mühendisliği
İngilizcedeki karşılığı "Information Systems Engineering"'dir. Bilişim Sistemleri Mühendisliği disiplinler arası bir bölümdür. Konusu bir organizasyon ve onun bilgi sistemleridir. Bilişim sistemleri, bir organizasyonun amaç ve hizmetlerini yerine getirmek için bilgi teknolojisinin kullanımına odaklanır. Bu yüzden bilişim teknolojileri derslerinin yanında özellikle Bilgisayar Mühendisliği ve İşletme bölüm ders programından da yararlanılmaktadır.
Bilişim Sistemi Mühendisleri, bir kurumda tüm bilgisayarla yapılan işlerinin koordine edilmesini, planlanmasını, gerekli donanım ve yazılımların satın alınıp, kurulmasını, bakımının yapılmasını, iletişim şebekesinin kurulmasını, sistem mimarisini geliştirebilecek, sistem standartlarını belirleyecek ve farklı bilişim sistemlerinin entegrasyonunu yapabilecek yetenekte olurlar.
İTÜ ve Boğaziçi Üniversitesinde yürütülen Bilişim sistemleri mühendisliği programı, YÖK'ün Uluslararası Ortak Programlar tanımı kapsamında, dört yıllık bir lisans programıdır. Bu lisans programında öğrenim görecek öğrenciler, ilk ve üçüncü yıllarını İTÜ veya Boğaziçi Üniversitesi'nde, ikinci ve dördüncü yıllarını New York Eyalet Üniversitesi (SUNY) Binghamton kampüsünde geçirecekler, öğrenimlerini tamamladıklarında iki kurumdan diploma alacaklardır.
Doğuş Üniversitesi'nde 2005 yılından beri hizmet veren Bilişim Sistemleri Mühendisliği programının eğitim dili İngilizcedir. Derslerin tümü Acıbadem yerleşkesinde verilmektedir. İlk mezunlarını 2010 yılında vermiştir. Nitelikli bir akademik kadrosu bulunan bölüm mezunları arasında öğrencilik hayatı sırasında yaptıkları projeler sayesinde iş teklifleri alan ve kendi firmasını kuranlar vardır.
Atılım Üniversitesi'nde de 2006 yılında açılan Bilişim Sistemleri Mühendisliği programı,2009 yılında Ortak Lisans Programı dahil edilerek genişletilmiştir.Bu doğrultuda Amerika'da bulunan University of the Incarnate Word üniversite ile anlaşılmıştır.Bu program kapsamında öğrenciler hazırlık dahil 3 yıl Atılım Üniversitesi'nde ve 3 ile 4.sınıfları Amerika'da okuyacaklardır.
Sakarya Üniversitesi'nde 2011 yılında açılmıştır.
Kocaeli Üniversitesi'nde yeni açılan bölüm öğrenci almaya başlayacak |
tır.
Bilişim sistemleri Mühendisliği Programı, Boğaziçi Üniversitesi’nde ve İTÜ'de Bilgisayar Mühendisliği bölümünce, Binghamton Üniversitesi’nde ise bilgisayar bilimleri Bölümünce yürütülecektir.Ancak Boğaziçi Üniversitesi'nde 2006 da alınan kapatılma kararı gerçekleşmiştir.
Kuzey Kıbrıs Üniversitelerinde Bilişim Sistemleri Mühendisliği
Bilişim sistemleri Mühendisliği Programı, Kuzey Kıbrıs'ta Doğu Akdeniz Üniversitesi, Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi ve Yakın Doğu Üniversitesi'nde bulunmaktadır.
Mehmet Öz
Mehmet Öz (d. 11 Haziran 1960, Cleveland), Türk-Amerikan hekim ve sunucu. Columbia Üniversitesi’nde başkan yardımcısı ve cerrahi profesörü. Halen New York Presbyterian Hastanesi’nde Kalp ve Damar Enstitüsü ve Tamamlayıcı İlaç Programını yönetiyor.
Mehmet Öz, 11 Haziran 1960'da babasının görev yaptığı Cleveland'da doğdu. Harvard Üniversitesi'nden mezun olmuştur. Kliniksel uzmanlık alanları minimal invasif kalp cerrahisi, kalp cerrahisi, kalp kapakçığı ve aort cerrahisi, yetişkin kalp nakli, mekanik kalp yardımcılığı ve koroner baypastır. Mehmet Öz, minimal invasif kalp cerrahisi, tamamlayıcı ilaç, kalp bakımı sonuç analizi ve kalp değişimi ile ilgili araştırmalarda bulundu.
Ekonomi dergisi "Forbes", 2011 yılının en etkili 3. kişisi, Hippocrates Magazin Dergisi tarafından "Yılın Doktoru", Healthy Living Magazine Dergisi tarafından "Milenyum’un İyileştiricisi", New York Magazin Dergisi tarafından "Yılın En İyi Doktoru", World Economic Forum tarafından "Yarının Küresel Lideri" seçildi. Aynı zamanda 1996 yılında "Yılın Türk-Amerikalısı" seçildi. Adı "Castle Connolly Almanağı"na da geçen Mehmet Öz, birçok ödülün de sahibidir.
"For Healing from the Heart" kitabı ile "Books for a Better America Award"’a değer görüldü. Robert E. Gross Araştırma Bursuna hak kazandı. (AATS, 1994-97) "American Society of Laser Medicine and Surgery" Araştırma Ödülü'nün de sahibi olan Mehmet Öz, Columbia Üniversite Doktorlar ve Cerrahlar Fakültesi’nin "Bleake More Research Ödülü"'nü de aldı. Birçok profesyonel dernek ve kuruluşa üye olan Mehmet Öz, American Board of Thoracic Surgery (2004) ve American Board of Surgery (1992)'nin Yönetim Kurulu'ndadır. People dergisine verdiği bir röportajda bağırsağında bir kitleye rastlandığından söz edilmiştir. Ancak bunun zararsız bir polip olduğu anlaşılmış ve basit bir operasyonla tedavi edilmiştir.
Lisa Öz ile evli olan Mehmet Öz'ün, Daphne Nur, Anabella Sezen, Zoe Yasemin ve Oliver Mustafa adında dört çocuğu vardır. Mehmet Öz, halen Columbia Üniversitesi Tıp Merkezi Kardiyoloji Direktörlüğü'nün yanı sıra Columbia Üniversitesi Doktorlar ve Cerrahlar Fakültesi'nde, cerrah olarak mesleğini devam ettirmektedir.
İsmail Türüt
İsmail Türüt (d. 8 Haziran 1965, Ambarlık, Rize), Türk halk müziği sanatçısı. 30'un üzerinde albümü bulunmaktadır. 1990'lı yıllardan sonra Erkan Ocaklı, Adnan Yılmaz ve Cengiz Kurtoğlu ile beraber birçok kaset yapmışlardır.
8 Haziran 1965 yılında Rize Merkez Ambarlık Köyünde üçü erkek, biri kız olmak üzere dört çocuklu bir ailenin, ikinci büyük çocuğu olarak dünyaya geldi. İlkokulu, köyü olan Ambarlık'ta, Ambarlık İlkokulunda bitirdi. Ayşe Türüt ile evli olan İsmail Türüt, Deniz, Yasemin, Miraç ve Nazlıcan adında 4 çocuk babasıdır.
1982 yılında Laz Uşağı ile adlı ilk albümünü çıkardı. Kanal 7, TGRT, Flash TV ve Vizyon Türk TV'de Türüt Show'u ile Kanal 7 ve Flash TV'de Fıkralarla Türkiye ve Meltem TV'den "Türütten Türküler" programı sundu. TGRT'de Tirvana ve Kanal 7'de Naber Bacanak adlı dizide başrol'ü oynadı. Türkiye’de yurtiçi ve yurtdışında olmak üzere en çok konser veren 5 sanatçıdan bir tanesidir. 2010 yılında Kırktan Sonra albümü piyasa Türkiye ve yurtdışında birçok Avrupa ülkesinde satışa sunuldu.
Ozan Arif tarafından yazılan, Hrant Dink cinayeti sanıklarına yönelik övgü dolu ifadeler içeren "Plan Yapmayın Plan" adlı şarkı, Türüt tarafından seslendirilmiş ve kamuoyunda yoğun tartışma yaratmış ve olayın ardından Türüt hakkında Hrant Dink cinayeti sanıklarının övüldüğü, halkın kin ve düşmanlığa tahrik edildiği" iddiasıyla dava açılmış ve İstanbul 16. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada Türüt, "Bölücülük propagandası yapmak ya da suç ve suçluyu övmek gibi bir kastı" olmadığını söylemiş, söz konusu şarkının yer aldığı kaset ve CD’nin, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca onaylandığına ve yayınına izin verildiğini belirtmiştir. Arif Şirin (Ozan Arif) savunmasında, "Suç işlemedim. Hiçbir art niyet taşımadım, normal şiirimi yazdım. Bu devlete 'Ha ..ktir' diyen kişiler dışarıdalar, ben de beraatimi istiyorum" demiştir.
Hrant Dink'in tutuklu katilleri Ogün Samast ve Yasin Hayal'in isimlerinin övgü ile geçtiği iddia edilen şarkıyı seslendiren Türüt 29 Aralık 2009 tarihinde beraat etti.
Amnesiac
Amnesiac İngiliz müzik grubu Radiohead tarafından 2001 yılında piyasaya sürülen albüm. Albümden sırasıyla Pyramid Song, I Might Be Wrong ve Knives Out single olarak yayınlanmıştır.
Bu albümdeki parçalar, 2000 yılında çıkmış olan Kid A'deki parçalarla beraber kayıt edilmiştir. Hatta kimilerince Kid A albümünün b-side'larından oluşması sebebiyle "Kid B" olarak adlandırılmaktadır. Bu albümlerin tarzları da benzemektedir. Amnesiac, klişe alternatif rock tarzını aşarak Radiohead'i bu akımı izleyen diğer gruplardan ayırmıştır.
"Life in a Glasshouse"'da:
Şükriye Tutkun
Şükriye Tutkun (d. 19 Eylül 1965; Kocaeli), Türk halk müziği sanatçısı.
19 Eylül 1965 tarihinde Gürcü kökenli Artvinli bir ailede Kocaeli’nde doğan Tutkun, Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Opera Şan bölümü mezunudur. Sanatçı, Afşar Timuçin’den estetik ve felsefe, Filiz Ali’den Opera Tarihi, Cenan Akın'dan armoni, İlteriş Sun'dan solfej, Yekta Kara'dan sahne dersleri aldı. Etnomüzikolog Tugay Başar ile çocuk yuvalarında müzik öğretmenliği ile ilgili çalışmalar yapmıştır. Konservatuvarda okuduğu yıllarda değişik zamanlarda TRT Gençlik Korosu, İstanbul Operası Gençlik Korosu, St. Antoine Kilisesi Korosu’nda soprano olarak görev alan Tutkun, Muammer Ketencoğlu, Zülfü Livaneli, Fahir Atakoğlu, Atilla Özdemiroğlu, Ali Osman Erbaşı gibi sanatçılarla çalışmıştır. Pilastip Show'da eski başbakanlardan Tansu Çiller karakterini seslendiren sanatçı çizgi ve dizi filmde, ayrıca reklam filmlerinde seslendirmeler yapmıştır. Sanatçı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen Sultan Gelin Müzikali'nde başrolde oynamıştır. Şimdilerde TRT Okul'da Hayata Tutunanlar isimli programın sunuculuğunu yapmaktadır.
My Name Is Earl
My Name Is Earl, Greg Garcia'nın yarattığı, Emmy Ödülü (En iyi sitcom) sahibi bir Amerikan yapımı komedi tarzı dizidir. Dizi 20th Century Fox şirketi tarafından çekilmektedir.
Hayatında kimseye yararı dokunmamış Earl, bir gün kazı-kazan kartından 100.000 dolar kazanır. Ancak ödülü kazandıktan hemen sonra, daha parayı alamadan trafik kazası geçirmesi ve bu sırada da kazı-kazan kartını kaybetmesi yaşamını Karma (Türk versiyonu "Ne ekersen onu biçersin."olan, Hinduizm, Budizm gibi dinlerde kabul gören bir felsefedir) felsefesine göre düzenlemesine neden olur. Bir liste oluşturur. Bu listeye de hayatında kötülük yaptığı tüm insanların adlarını ve onlara kötülük olarak ne yaptığını yazar ve bu listedeki kişiler onu affettikçe isimlerini silerek listeyi temizlemeye çalışmaktadır. Dizide Earl'ün bunu yaparken başından geçen olaylar anlatmaktadır.
Earl'e erkek kardeşi Randy, Meksikalı otel hizmetçisi Catalina yardımcı olmaktadır. Onların yardımı ile Earl hayatı boyunca yaptığı yanlışları düzeltmektedir. Ancak eski karısı Joy onu engellemekte ve ikramiyeyi ele geçirmeye çalışmaktadır.
Dizi Türkiye'de her salı TSL 20.00'da CNBC-E tarafından yayımlanmaktadır. Ayrıca CNBC-E tarafından her salı TSL 01.15,TSL 05.30'da ve her pazar TSL 17.30'da salı günü TSL 20.30'daki bölümün tekrarı; her cuma TSL 20.00, TSL 00.30, TSL 05.00 da dizinin eski bölümleri yayınlanmaktadır.
Catalina, Earl'ün kaldığı motelde çalışmaktadır. Kısa zamanda Earl ve Randy le tanışıp çoğu konuda Earl ve Randye yardım ediyordur.
Ayrıca Samanyolu TV'de yayınlanmış olan Hakkını Helal Et dizisinin bu diziden esinlenerek çıkarıldığı iddia edilmiştir.Ancak bu dizinin yapımcısı Melih Sezgin bu dizinin Fudayl bin İyaz isimli bir İslam Evliyasından esinlenerek yapıldığını açıklamıştır.
Bram Stoker
Abraham "Bram" Stoker, (8 Kasım 1847 - 20 Nisan 1912) İrlandalı yazar.
Dünyanın en çok bilinen romanlarından Drakula (1897) ‘nın yazarıdır. Yaşadığı dönemde ünlü oyuncu Henry Irving’in kişisel asistanı ve Irving sahibi olduğu Lyceum Tiyatrosu'nu yöneticisi olarak tanınmıştır.
1847'de Dublin'de dünyaya geldi. Yedi çocuklu, orta halli Abraham Stoker ve Charlotte Mathilda Blake Thornley çiftinin üçüncü çocuğu idi. Babası Abraham, tiyatro tutkunu bir devlet memuruydu. Babasının adı olan Abraham adını alsa da her zaman “"Bram"” ismin kullanmayı tercih etti.
Stoker, yaşamının ilk yıllarında doktorların teşhis edemediği bir nedenden ötürü yatalak hasta idi. Hastalığının Guillain-Barré sendromu (GBS) olduğu söylenmiştir. Çocukluğu yatağında annesinin anlattığı İrlanda masalları ve korku hikâyelerini dinlemekle geçti. Ülkede Büyük açlık yaşanmaktaydı. İleride yazacağı ünlü romanı Drakula'daki kurgusal salgın ve açlık öykülerinin, çocukluk yıllarında tanıklık ettiği Büyük İrlanda Patates Kıtlığı’nın etkisi olduğu düşünülür.
Sekiz yaşında iken bir gün ayağa kalktı, yürümeye başladı. Zamanla vücudu gelişen Stoker, 1864-1870 arasında öğrencisi olduğu Dublin Trinity College'in en çok ödül alan sporcusu ve Felsefe Topluluğu’nun başkanı idi. Matematik bölümünden başarı ile mezun oldu.
Öğrenimi bittikten sonra babası gibi bir devlet memuru oldu. Dublin'de devlet memurluğu görevini sürdürdüğü on yıl boyunca bir yandan da ücret talep etmeksizin tiyatro eleştirileri yazarak babasının merakını sürdürdü. 1876'da yazdığı bir yazı sayesinde dönemin ünlü oyuncusu Henry Irving ile tanışıp arkadaş oldu.
Öğrencilik günlerinden tanıştığı Florence Balcombe ile 1878'de evlendi; bu evlilikten bir oğlu oldu (1879). Stoker çifti ev |
liliklerinin ilk yılında Londra'ya yerleşti. Devlet memurluğundan istifa eden Abraham Stoker, Londra'da dost Henry Irving’in sahibi olduğu "Lyceum Tiyatrosu"’nda yöneticiliğe başladı ve bu görevi 27 yıl sürdürdü. Irving'in asistanı olması nedeniyle dönemin pek çok önemli sanatçı ve politikacısıyla tanışma fırsatı buldu.
Irving'in yanında işini sürdürürken yazarlığı da bırakmadı. İlk kitabı (The Duties of Clerks of Petty Sessions in Ireland) 1879'da yayımlandı. Macar yazar ve seyyah Armin Vambery ile tanışması ona Drakula için ilham verdi. Irving'in turneleri sırasında onunla beraber dünyayı gezmiş olsa da Doğu Avrupa'ya hiç gitmemişti. Yıllarca Avrupa folklorunu ve vampir mitolojisini inceledi. 1890'da yazmaya başladığı Dracula romanını 1897'de baskıya verdi (Yayıncılar romanı çok uzun bulduğu için romandan çıkarttığı giriş kısmı "Dracula' s Guest" ilk basımlarda yer almamıştır. Stoker'ın ölümünden sonra eşi bu bölümü yayınlamıştır.)
Adı günümüzde Drakula ile özdeşleşse de kendi zamanında daha çok, Irving’in ölümünden sonra, yazdığı "Personal Reminiscences of Henry Irving" (1906) adlı kitabı ün yaptı Drakula'nın ünlendiğini göremeden 20 Nisan 1912'de hayatını kaybetti. Ölüm sebebinin frengi olduğu öne sürülmüştür. Cenazesi yakılan sanatçının külleri Londra’daki Golders Green Krematoryumu’ndadır.
Onur Akın
Onur Akın (d. 6 Mart 1967; Ahlat, Bitlis), Türk özgün müzik sanatçısıdır.
6 Mart 1967'de Bitlis'in Ahlat ilçesinde dünyaya geldi. Öğretmen bir baba ve ev hanımı bir annenin altıncı ve son çocuğudur. Babasının tayini nedeniyle 3 aylıkken İstanbul'un Beykoz ilçesinde yaşamaya başladı. İlkokul eğitimini Paşabahçe İlköğretim Okulu'nda, ortaokul eğitimini Paşabahçe Ortaöğretim Okulu'nda ve lise eğitimini Paşabahçe Ferit İnal Lisesi'nde tamamladı. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu.
1987 yılında kurduğu Grup Baran'ın ilk albümü "Yediveren" 1989'da dinleyiciyle buluşmuştur. Vedat Türkali'nin 1944 yılında yazdığı "Bekle Bizi İstanbul" adlı şiiri besteleyip yorumlamıştır. 1991'de Grup Baran'ın ikinci ve son albümü olan "Kuytuda Başak" yayınlandı. 1991'den sonra solo albümlerine devam etti. Başlarda hırçın şarkılar söylerken, şarkıları aşk şarkılarına doğru yön değiştirdi.
Cumhuriyet Halk Partisi'ne seçim şarkıları yaparak katkıda bulunmuştur.
Fender Telecaster
Fender Telecaster. Fender'in 1950'lerden itibaren ürettiği gitar. Özel manyetik ve köprü tasarımı sayesinde kendine özgü bir tonu vardır. Pink Floyd'un eski gitaristi Syd Barrett gibi klasikleşmiş isimler tarafından kullanılmış olması ismine ayrı bir prestij kazandırmıştır. Diğer bir Fender modeli olan Stratocaster'ın aksine köprüsü geleneksel olarak sabit köprü biçimindedir bu yüzden Stratocaster'da bulunan tremolo kolu (telleri gevşeterek veya gererek sesi kalınlaştıran veya incelten kol) bu gitarda yoktur.
İlk yapıldığında ismi Broadcaster'dı fakat daha sonra bir firma ile yaşanan sorunlardan dolayı belli bir müddet sapında sadece Fender yazısı ile piyasaya sürülmüştür. Daha sonradan Telecaster olarak devam etmiştir. Aşağı yukarı aynı yıllarda piyasaya sürülen Gibson Les Paul üzerindeki PAF manyetikleri, televizyonlarda spot ışıkları altında dip gürültüsüne sebep olmaktaydı. Sap manyetiği bu durumun önüne geçmek için tasarlanmıştır. Tasarlanma amacı televizyon programlarında da çalınabilecek bir gitar üretmektir.
En klasikleşmiş modeli 1952 Telecaster'dır.
Telecaster modeli için 1972 bir dönüm noktası özelliği taşımaktadır. 1972 yılında sap manyetiği humbuckerla değiştirilmiş olan bir model, thinline (ses deliği bulunan) 2 model ve sap ve köprü manyetikleri humbuckerlarla değiştirilmiş olan bir model piyasaya sürülmüştür. Şu an bu modellerin yeni üretimleri de Classic serisi dahilinde Ensenada Meksika fabrikasında Reissue olarak yapılmaktadır.
Hrisaor
Hrisaor, Poseidon ve Medusa'nın oğlu Pegasus'un kardeşi, Callirhoe'nin Kocası, Geryon'un babası, Oceanus'un damadı.
Hrisaor (Yunanca Χρυσαωρ = Altın Kılıç), Yunan Mitolojisinde Poseidon ve Medusa'nın oğlu olan bir devdir. Poseidon Athena'nın tapınağında Medusa'nın - ki o zamanlar Medusa güzel bir kızdır - ırzına geçince Athena bu olaya çok kızmış ve önce Medusa'yı bir Gorgon'a çevirmiş sonra da Perseus'un onu öldürmesine yardım etmiştir. Perseus Medusa'nın kafasını kestiği sırada Medusa'nın Poseidon'dan olan çocukları Pegasus ve Hrisaor doğmuştur. Bununla ilgili 2 efsane vardır; birincisine göre, Perseus Medusa'nın kafasını kestiğinde, Medusa'nın kanı denize karışmış ve çocukları bu kan damlalarından doğmuştur. Diğer bir efsane ise, Pegasus ve Hrisaor'un, Medusa'nın kafası kesilirken boynundan doğduğunu iddia eder; tıpkı Athena'nın Zeus'un kafasından doğduğu gibi.
Hrisaor'un bugünkü İspanya ve Portekiz'i kapsayan İberia'nın kralı olduğu söylenir. Hrisaor aynı zamanda, Oceanus'un kızı Callirhoe'nin kocası ve 3 başlı Geryon'un babasıdır.
Erdem Ergüney
Erdem Ergüney (d. 2 Ekim 1970, Denizli), Türk oyuncu.
Ergüney,1970 yılında Denizli’de doğdu. 1992 yılında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro bölümüne girdi. Stanislavski metodu üzerine temellendirilen okul eğitimi süresince çeşitli tür ve metotlardaki oyunlarda rol aldı. Yıldız Kenter, Haldun Dormen, Güngör Dilmen gibi ustalardan ders aldı. 1996 yılında mezun olduktan sonra dil ve tiyatro eğitimi için İngiltere’ye gitti.
Leeds kentindeki West Yorkshire Playhouse tiyatrosunda altı aylık bir çalıştaya katıldı. Ardından Londra’da National Theatre’da The Invention Of Love adlı oyunun provalarına üç ay süre ile gözlemci olarak katıldı.
Türkiye’ye döndüğünde çeşitli okullarda tiyatro öğretmenliği yaptı. 1999 yılından sonra çeşitli televizyon dizilerinde rol aldı. 2003 yılında O Şimdi Asker filminde oynadı. 2003-2005 yılları arasında Kurtlar Vadisi ve 2007 den 2012 ye kadar Kurtlar Vadisi Pusu adlı dizide "Deli Hikmet" rolünü canlandırdı. Son olarak Beyaz Karanfil adlı dizide rol aldı.
Peter Ludwig Berger
Peter Ludwig Berger, (d. 17 Mart 1929 - ö. 27 Haziran 2017), ABD'li sosyolog ve teolog.
Bilinen sosyolojideki en etkili metinlerden biri olarak kabul edilen "Thomas Luckmann, Reality'in Sosyal Yapısı: Bilgi Sosyolojisinde Bir Antlaşma" (New York, 1966) adlı eser, kaleme aldığı en iyi bilinen kitabıdır. Kitap, toplumsal yapısalcılığın gelişmesinde merkezi bir rol oynamıştır. Bu eseri 1998'de Uluslararası Sosyoloji Derneği tarafından 20. yüzyılda sosyoloji alanında yazılan beşinci en etkili kitap olarak adlandırıldı.
Peter Ludwig Berger, 27 Haziran 2017'de 87 yaşında öldü.
Guus Hiddink
Guus Hiddink (d. 8 Kasım 1946, Varsseveld), Hollandalı eski futbolcu, teknik direktör.
Teknik direktörlük kariyerine 1982 sezonunda BV De Graafschap takımında yardımcı antrenör olarak başladı. 1984 yılında PSV takımında yardımcı teknik direktörlük kariyerine devam etti.
1986 yılında PSV takımının başına teknik direktör olarak getirildi. PSV'ye 1986, 1987, 1988 ve 1989 yıllarında üst üste 4 lig şampiyonluğu kazandırdı. 1988, 1989 ve 1990 yıllarında ise aynı takımla KNVB beker'i kazandı. Ayrıca 1987-88 sezonunda Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupasında Galatasaray'ı eledikten sonra Benfica ile finalde karşılaştı ve bu turnuvada da şampiyonluğu kazandı. O sezon Guus Hiddink yönetimindeki PSV Eindhoven, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda tek yenilgisini Galatasaray'dan almasına rağmen Sarı-Kırmızılı ekibi eleyerek mutlu sona ulaştı.
1990-91 sezonunda Fenerbahçe'yi çalıştırdı. Fenerbahçe'de ilk maçında aldığı 6-1'lik Aydınspor yenilgisi ve aldığı farklı skorlu galibiyet ve mağlubiyetlerle dikkat çekti. Takımın istikrarsız gidişi sonrası kaybedilen bir Beşiktaş maçının ardından görevine son verildi.
Fenerbahçe'den sonra Valencia takımının başına geçti.
1995 yılında başına geçtiği Hollanda millî futbol takımı ile 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda çeyrek final oynadı. 1998 FIFA Dünya Kupası'nda ülkesi Hollanda ile yarı final sevinci yaşadı ancak; Brezilya'ya penaltılarla kaybetti.
1998-99 sezonunda Real Madrid'in başına geçti ve ilk önemli sınavında bu takıma Kıtalararası Kupa'yı kazandırdı.
Bir sonraki sezon Real Betis'i çalıştırdıktan sonra Güney Kore millî futbol takımının başına geçti. 2002 FIFA Dünya Kupası’nda Güney Kore'yi yarı finale taşıdı. Yarı finalde Almanya millî futbol takımına da elendikten sonra 3.'lük-4.'lük maçında Türkiye'ye yenilerek 4. oldu.
2002 yılında yeniden PSV'nin başına geçti ve 2003, 2005 ve 2006 yıllarında şampiyon oldu. 2005 yılında PSV Eindhoven'ın başındayken devraldığı Avustralya millî futbol takımını 32 yıl aradan sonra 2006 FIFA Dünya Kupası finallerine taşıdı. Bu turnuvada 2. turda İtalya'ya elenerek kupaya veda etti.
2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda Rusya'yı tarihinde ilk kez yarı finale ulaştırdı.
2009'da Chelsea'nin başına getirildi. Aynı sezon Chelsea'ye FA Cup'ı kazandırdı.
Chelsea'den ayrıldıktan sonra 17 Şubat 2010 tarihinde Türkiye Futbol Federasyonu'ndan yapılan açıklamayla 2 yılı opsiyonlu 4 yıllık anlaşmayla Türkiye millî futbol takımının başına getirildiği, bu sözleşmenin 1 Ağustos 2010 tarihinden itibaren geçerli olacağı bildirildi.
Mart 2010'da Türkiye'ye yoğunlaşmak amacıyla 2010 FIFA Dünya Kupası'nda mücadele edecek Fildişi Sahili millî futbol takımına turnuva boyunca teknik direktörlük yapmasına yönelik teklifi geri çevirdi.
Türkiye'yi 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde A grubunda Almanya'nın ardından ikinci yaptı. Play-off elemelerinde Hırvatistan ile eşleşen Türkiye kendi evinde ilk maçı 3-0 kaybetti, Zagreb'teki rövanş maçı da 0-0 bitince Türkiye 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası'na gidemedi. Bunun üzerine Türkiye Futbol Federasyonu Guus Hiddink'in sözleşmesinin karşılıklı olarak feshedildiğini açıkladı.
Eski Türkçe
Eski Türkçe, Türk yazı dilinin ilk devresidir. Bu devre, Göktürkler, Uygurlar ve Karahanlılar devrinin bir bölümü (13. yüzyıla kadar) olmak üzere yaklaşık sekiz asırlık dönemi kapsar. 8. yüzyıldan 13. yüzyıla kadarki dönemdir.
Eski Türkçe devrindeki Türkçenin bugüne göre birçok fark |
lı yanı vardır. Bunlardan bir kısmı şunlardır:
Günümüzde ulaşılabilen en eski Türkçe metin, 687-692 yılları arasında dikilen Çoyr Yazıtı’dır. Bundan sonra giderek çoğalan yazıtlardan en eski tarihliler sırasıyla Hoytu Tamir, Ongin, Köl İç Çor, Altun Tamgan Tarkan, Tonyukuk ve Orhun Yazıtlarıdır. Orhun Yazıtları Eski Türkçe devrine aittir ve o devirde yapılmışlardır.
Eski Türkçede ağız ayrılıklarına ilk metinlerden beri rastlanır. Yine de ağız ayrılıkları büyük olmadığından Eski Türkçe bir bütün olarak görülebilir. İlk ayrılıklara Orhun Yazıtlarında rastlanmaya başlanır. Örneğin birinci tekil kişi için Tonyukuk Yazıtı’nda "ben" denirken Kül Tigin Yazıtı’nda "men" denmektedir. Yine, "on erig sançtı" (on eri öldürdü) ve "on eren sançtı" (on eri öldürdü (sançmak mızraklamak, mızrağı batırmak anlamındadır) aynı anlamda kullanılmıştır.
Eski Türkçe ağızları Göktürk Ağzı ve Uygur Ağzı olmak üzere iki dalda incelenir.
Eski Türkçenin eski yazıları ve Orhun Yazıtları bu ağza girer. Günümüzde kullanılan Türkçeyi büyük ölçüde çağrıştırmaktadır. "Teŋri"- ve "Türk" ("Türük"- ve "Türk" şeklinde) kelimeleri ilk bu döneme ait ünlü Orhun Yazıtları’nda yazılmıştır.
MS 358’den sonrası Uygur Ağzı olarak adlandırılır. Aslında bu pek kanıtlanmamış olup hâlâ tartışılmaktadır. Mani ve Budist olmak üzere ikiye ayrılır.
Rusya'nın federal bölümleri
Rusya'nın federal bölümleri ( "subyektı Rossiyskoy Federatsii"), Rusya Anayasası'na göre Rusya'nın en üst düzey idari bölümleri olan kurucu varlıklardır. Rusya, 85 adet federal bölüme ayrılmakta olup bu bölümler cumhuriyetler, kraylar, oblastlar, federal şehirler, özerk oblastlar ve özerk okruglar olmak üzere altı düzeyde toplanmaktadır.
Her federal bölümün kendi anayasası, yöneticisi, parlamentosu ve anayasa mahkemesi bulunmaktadır. Bu federal bölümlerin hepsi eşit bir biçimde iki delege ile Federal Meclis'in üst meclisi olan Federasyon Meclisi'nde temsil edilirler. Bununla birlikte sahip oldukları özerklik bakımından farklılık gösterirler. Çukotka Özerk Okrugu istisna olmak kaydıyla özerk okruglar kendi federal haklarıyla birlikte kendilerinden daha büyük bir federal bölüme bağlıdır.
1993 yılında Rusya Federasyonu 89 federal bölümden oluşmaktaydı. 2008 yılına kadar federal bölümlerin sayısı birkaç bölümün birleşmesi nedeniyle 83'e düştü. Son olarak 2014 yılında Kırım'ın ilhakının ardından Sivastopol ve Kırım Cumhuriyeti Rusya'nın 84. ve 85. federal bölümleri haline geldiler. Bu bölümler uluslararası alanda Ukrayna'nın parçası olarak kabul edilmektedirler.
Tüm federal bölümler daha büyük sekiz federal bölge altında toplanmıştır. Bu bölgeler idari bölümler olmayıp federal hükûmetin farklı federal bölümlerdeki faaliyetlerini organize etmekten sorumludurlar.
Her federal bölüm aşağıdaki kategorilerden birine dahildir:
2005 yılından başlayarak bazı bölümler birleştirilerek daha büyük bölümler oluşturuldu. Birleştirmeler 1 Mart 2008 tarihi itibari ile tamamlanmış olup günümüzde henüz yeni bir birleştirme planlanmamaktadır.
Jens Lehmann
Jens Lehmann (; d. 10 Kasım 1969, Essen) Alman emekli kaleci. 1996-97 ve 2005-06 sezonlarında UEFA Yılın Kalecisi seçildi ve üç kez FIFA Dünya Kupası kadrosuna seçildi. Ayrıca UEFA Şampiyonlar Liginde 10 maçta sadece bir gol yiyerek rekor kırdı.
Lehmann futbol kariyerine 1988'de Schalke 04'de başladı. 1993'te Bayer Leverkusen maçında üç gol yedi ve 45 dakika sonra oyundan çıkarıldı, ama Lehmann o maçtan sonra yavaş yavaş kendisini ispat ettirdi ve taraftarlarca beğenildi.
Ligdeki ilk golünü 12 Mart 1995'te 6-2 yendikleri 1860 Münih maçında 84. dakikada penaltıdan attı. İkinci golünü ise 19 Aralık 1997'de Borussia Dortmund maçında son dakikalarda attı.
Lehmann 1996-97 UEFA Kupası finalinde Inter maçında penaltılara kalırken Iván Zamorano'nun şutunu kurtardı ve kupayı kazandılar.
1998 yılında Schalke'den ayrılarak AC Milan'a transfer oldu, ancak Schalke'deki performansını sergileyemedi. Bir maçta Gabriel Batistuta'dan üç gol yiyerek hat-trick yapmasını sağladı, bir serbest vuruş golünde ise top üst direkten döndü ve Lehmann topa dokununca içeri girdi. Lehmann sezon arasına kadar sadece 5 maçta oynadı ve sezon arasında Milan'dan ayrıldı.
1999 yılının sonlarına doğru, Lehmann Almanya'ya döndü ve Borussia Dortmund'a transfer oldu. Uzun süre Stefan Klos'un yedeği olarak bekledi. Lehmann disiplin sorunları ve kendine güvensizliği nedeniyle sezona zor başladı. Erkenden takımdan ayrılacağı söylentileri ortaya çıktı, taraftarlar tarafından çok eleştiriliyordu.
Ancak, Borussia Dortmund 2001-02 sezonuna güçlü başladı. Lehmann'ın performansının gelişmesiyle takım içindeki güveni arttı. Takıma önemli ölçüde katkı sağladı, aynı sezon Bundesliga şampiyonu oldular ve UEFA Kupası finalinde Hollanda temsilcisi Feyenoord Rotterdam'a elenerek finalist oldular.
Aynı sezon Lehmann'da disiplin sorunları vardı. SC Freiburg maçında, Lehmann Soumaila Coulibaly pozisyona girerken onunla çarpıştı ve onu tekmeledi, penaltı oldu. Daha sonra Lehmann'ın sözleşmesi bir süre askıya alındı. Hâlâ Borussia Dortmund tarihinde ligde en çok kırmızı kart alan kalecidir.
2003 yılında Borussia Dortmund'dan ayrılmak zorunda kaldı.
Lehmann 25 Temmuz 2003'te David Seaman'ın yedeği olarak Arsenal'e transfer oldu. 2003-04 sezonunda her maçta oynadı. Ancak, Lehmann, oyun tarzı ve sık sık açılması yüzünden bazen hatalı goller yedi. Arsenal 24 Ekim 2004'e kadar yenilmedi. Arsenal'deki ilk sezonunda 54 maçta oynadı.
2004-05 sezonu ortasında, Lehmann istenileni veremedi ve formayı Manuel Almunia'ya kaptırdı. Ancak, Almunia hatalı goller yedi ve Lehmann tekrar formasına kavuştu. Sezon sonunda ayrılacağı spekülasyonları ortaya yayıldı, ancak ayrılmadı. Lehmann 2005 FA Cup finalinde Manchester United maçındaki performansıyla maçın adamı oldu. Önemli kurtarışları ve iyi pozisyon tutmasıyla ilk 90 dakika 0-0 bitti. Uzaltmalarda da gol olmayınca maç penaltılara gitti. Penaltılarda Paul Scholes'un şutunu kurtararak Arsenal'in 5-4 kazanmasını sağladı.
Lehmann 2005-06 sezonunda Arsenal formasıyla 15 Nisan 2006'daki West Bromwich Albion ile yapılan 100. Premier League maçında oynadı. Arsenal'in UEFA Şampiyonlar Ligi finaline ilk kez gelmesinde büyük katkısı oldu. On maçta bir gol yiyerek rekor kırdı. 853 dakika boyunca kalesinde sadece bir gol gördu.
O tek golü de Lehmann'a Bayern Münih'teki Hasan Salihamidžić 2. tur ilk maçında 64. dakikada attı. Lehmann rövanş maçında gol yemedi. Yarı finaldeki Villarreal maçında, Lehmann 89. dakikada Juan Román Riquelme'nin penaltısını kurtardı. 2006 UEFA Şampiyonlar Ligi finalindeki FC Barcelona maçında skor 0-0'ken 18. dakikada Samuel Eto'o'ya yaptığı sert faulle oyun dışı kaldı ve bir Şampiyonlar Ligi finalinde oyuncu dışı kalan ilk kaleci oldu, ama bu Şampiyonlar Ligi'nde yılın kalecisi ödülünü almaya engel olamadı ve sezon sonunda sözleşme yeniledi.
Lehmann'ın sözleşmesi 2007 yazında sona eriyordu ve hakkında birçok spekülasyon vardı. Ancak, 26 Nisan 2007'de sözleşmesini 2008'e kadar uzatarak bu spekülasyonlara cevap vermiş oldu.
2007-08 sezonunun ilk lig maçında, Lehmann daha 52. saniyede büyük bir hata yaptı ve David Healy, Fulham adına bir gol attı. Ancak Arsenal maçı 2-1 kazandı. İkinci lig maçı ise Blackburn Rovers maçıydı, yine bir hata yaptı ve Blackburn David Dunn'ın ayağından beraberliği buldu, maç 1-1 sonuçlandı. 24 Ağustos'da, İngiltere maçındaki aşil tendonu sakatlığı yüzünden tedavi için Almanya'ya döndü. Bu yüzden, ligin üçüncü maçında Manuel Almunia kaleye geçti.
Lehmann daha sonra formasını geri almak için dört ay daha beklemek zorunda kaldı ve Şampiyonlar Ligi grup maçı olan Steaua Bükreş maçında forma giydi. Yaklaşık bir ay sonra, Arsenal formasıyla FA Cup üçüncü tur rakibi Burnley karşısında beşinci maçına çıktı. Bu arada Lig Kupasında ise üçüncü kaleci Łukasz Fabiański oynuyordu. Lehmann, Manuel Almunia'nın ardından ikinci kaleci olduğu için hayal kırıklığına uğradı.
Arsène Wenger daha sonra Lehmann'a söz verdi, eğer Arsenal'de kalırsa FA Kupasındaki her maçta oynayabilecekti. 29 Ocak 2008'de, Lehmann sözleşmesinin sonuna kadar takımdan ayrılmamaya karar verdi. Lehmann taraftarlar, oyuncular ve ailesi için takımda kaldı. 2 Şubat 2008'de, Almunia'nın sakatlığıyla beş ay sonra Manchester City maçıyla formasına kavuşmuş oldu. Arsenal maçı 3-1 kazandı. Almunia sakatlığı geçtikten sonra grip olmasıyla, Lehmann Şubat ayında üç maçta daha oynadı. UEFA Şampiyonlar Ligi 2. tur ilk ayak maçında AC Milan'a 4-0 yenildi.
Almunia Nisan ayı başlarında başka bir sakatlık daha geçirdi, Lehmann 13 Nisan 2008'de Manchester United maçıyla geri döndü. Arsenal bu maçta 2-1 yenildi. Lehmann'ın son maçı olacağı ile ilgili spekülasyonlar vardı, ama Lehmann 19 Nisan'daki Reading maçında oynadı ve Arsenal maçı 2-0 kazandı. Sonraki hafta, Łukasz Fabiański Derby County maçında kaleye geçti ve ilk lig maçında oynamış oldu. Almunia daha sonra iyileşti. Ancak, 4 Mayıs 2008'de Everton maçında Lehmann son kez oynadı ve son 20 dakika Fabianski kaleye geçti. Lehmann oyundan çıkarken taraftarlar onu alkışladı. Daha sonra, Wenger o maçın Lehmann'ın veda maçı olduğunu doğruladı.
Haziran 2008 başlarında, Lehmann VfB Stuttgart ile bir yıllık sözleşme imzaladı. 24 Temmuz 2008 tarihinde sezon öncesi antrenmanlara katıldı ve kulüpteki ilk maçına 30 Temmuz 2008'de eski takımı Arsenal ile yapılan hazırlık maçına çıktı. Kulüpteki ilk resmi maçına ise 10 Ağustos'ta DFB-Pokal'de FC Hansa Lüneburg'u 5-0 yendikleri maçta çıktı ve bir hafta sonra Bundesliga'daki ilk maçında Borussia Mönchengladbach'ı 3-1 yendiler.
3 Nisan 2009'da sözleşmesini 2010 yazına kadar uzattı. 30 Haziran 2010'da futbolu bıraktığını açıkladı.
14 Mart 2011'de, Alman gazetesi "Bild" Lehmann'ın emeklilikten vazgeçip Arsenal ile görüştüğünü bildirdi. 17 Mart 2011 tarihinde Arsenal'de Wojciech Szczęsny, Lukasz Fabianski ve Vito Mannone sakatlandığı için Lehmann ile sezon sonuna kadar sözleşme imzaladı. Lehmann 19 Mart 2011'de West Bromwich Albion maçında oynadı, ama gezeteler yaşı nedeniyle Lehmann'ın formda |
olmadığını yazdı. Arsène Wenger Lehmann'ın formda olmadığını itiraf etti. Lehmann 29 Mart 2011'de Arsenal'in yedeklerinin Wigan ile yaptığı maçta oynadı. Arsenal 2-1 yenildi.
10 Nisan 2011'de, Manuel Almunia ısınırken sakatlandığı için Jens Lehmann Blackpool maçında oynadı. Arsenal'deki 200. maçında 3-1 kazandılar. Lehmann böylece Premier Lig'de Arsenal adına oynayan en yaşlı oyuncu oldu. Bu rekor daha önce Jock Rutherford'a aitti. Lehmann'ın Arsenal ile olan sözleşmesi sona erince tekrar emekli oldu.
Lehmann millî takımdaki ilk maçına Şubat 1998'de Umman karşısında çıktı. Bugüne kadar 61 millî maçta forma giydi. Uzun bir süre Bayern Münih kalecisi Oliver Kahn'ın ardından ikinci kaleci olarak görev yaptı. FIFA Dünya Kupası 2002 kadrosuna alındı, ama turnuva boyunca Oliver Kahn bir numara olarak görev yaptı. 7 Nisan 2006'da, however, Almanya teknik direktörü Jürgen Klinsmann Lehmann'ı FIFA Dünya Kupası kadrosuna birinci olarak aldı.
Lehmann FIFA Dünya Kupası'ndaki ilk maçında Kosta Rika'dan iki gol yedi. O golleri Paulo Wanchope attı. Ama Almanya maçı 4-2 kazandı. Lehmann sonraki üç maçta hiç gol yemedi ve o zamana kadar yenilmeyen Almanya son 16'da kendisi gibi nağmalup İsveç ile karşılaştı ve İsveç'i 2-0 yendiler.
Lehmann'ın en önemli millî maçı Arjantin ile yapılan çeyrek final maçı oldu (30 Haziran 2006, Olympiastadion, Berlin). Maçın 90 dakikası 1-1 berabere bitti ve uzaltmalarda gol olmadı. Penaltılara gelen karşılaşmayı Lehmann'ın kurtarışlarıyla Almanya kazandı. Penaltılarda iki kritik kurtarış yapan Lehmann, Roberto Ayala ve Esteban Cambiasso'nun gollerine izin vermedi. Aynı zamanda Almanya 4 penaltıyı gole çevirdi ve toplam 5-3 kazandılar.
Lehmann bu maçtan sonra kahraman olarak görüldü ve Oliver Kahn'dan övgü aldı.
Almanya yarı finalde İtalya ile karşılaştı. Lehmann kaydadeğer kurtarışlarına rağmen uzaltmalarda yediği 2 golle İtalya kazandı. İtalya finale yükseldi. Üçünücülük için yarışan Almanya'da emekli olan Oliver Kahn Lehmann'ın isteğiyle üçüncülük maçında oynadı. Kahn o maçta kaptanlık pazubandını taktı.
Ağustos 2006'da Lehmann FIFA Dünya Kupası sırasında farklı bir krampon giydiği için ayağından yaralandı. Almanya Futbol Birliği'nun sponsoru Adidas olduğu için, Lehmann da Adidas giymek zorunda kaldı. Lehmann'ın sponsoru Nike'tı.
Ağustos 2006'da, Lehmann Euro2008'den sonra millî takımı bırakacağını açıkladı. Ancak, Ocak 2007'de öyle bir kararı olmadığını açıkladı.
Lehmann 26 Mart 2008'deki İsveç maçına kadar toplam 681 dakika gol yemeyerek rekor kırdı.
8 Ağustos 2008'de, Lehmann millî takımı bıraktığını açıkladı.
Jens Lehmann Essen'de büyüdü. 1998 yılında liseden A ile mezun olduktan sonra, 1992 ve 1998 yılları arasında futbol oynarken Münster Üniversitesi'nde Ekonomi çalıştı.
1999'da, bir ilköğretim öğretmeni olan Conny ile evlendi. Lehmann daha sonra Conny'nin futbolcu olan oğlu Knut Reinhardt ile Lasse'yi kabul etti. Çiftin ayrıca iki çocuğu daha var Mats (d. 2000) ve Lieselotta (d. 2006).
Lehmann ilk kez Alman/Güney Afrikalı yapıtı "Themba"da oynadı. Big John Jacobs rolünde oynadı. Bir futbol antrenörü ve yetenek avcısı olan Jacobs, Themba'yı keşfeder, genç ve hırslı bir oyuncudur. yoksulluk AIDS ve şiddetle karşı karşıyadır, ama sonunda Güney Afrika millî takımında oynar. Film Lutz van Dijk'in bir romanına dayanmaktadır.
468||2||0||0||2||0||23||0||493||2
5||0||||||||||||||5||0
146||0||13||0||0||0||36||0||195||0
619||2||13||0||2||0||59||0||693||2
!Toplam||61||0
Philipp Lahm
Philipp Lahm (d. 11 Kasım 1983, Münih), Bayern Münih formasını giyen Alman futbolcudur. Lahm sağ bek, ön libero ve orta saha gibi mevkilerde forma giymektedir. Bayern Münih'in kaptanlığını yapmaktadır. Kaptanı olduğu Almanya millî futbol takımı ile 2014 Dünya Kupası'nı kazanmıştır. Dünya Kupası kazandıktan sonra millî takımı bıraktığını açıklamıştır.
Philipp Lahm, 2010 FIFA Dünya Kupası'ndan hemen sonra nikâh masasına oturarak, hayatını kız arkadaşı Claudia Schattenberg ile birleştirdi.
Philipp Lahm, 2011 yılında 27 yaşında, "İnce Fark - Nasıl En İyi Futbolcu Olunur" adını verdiği, kendi hayat hikâyesini anlatan bir kitap çıkardı.Kitap içerik olarak Lamn'ın futbol kariyeri, genel futbol çevresine dair edindiği gözlemler ve teknik direktörü hakkındaki ağır eleştirileri ile oldukça ses getirmiştir.
Bayern Münih
Millî takım
Kod Sayfası 437
IBM PC ya da MS-DOS kod sayfası 437, 1981 yılı civarındaki IBM kişisel bilgisayarlarının orijinal karakter setiydi. Genellikle "CP437" olarak kısaltılır ve DOS-US ya da OEM-US olarak da bilinir.
Franck Ribéry
Franck Pierre Ribéry (d. 7 Nisan 1983, Boulogne-sur-Mer, Fransa), Fransız Millî futbolcudur. Almanya'nın Bayern Münih takımında forma giymektedir.
1 Temmuz 2004 tarihinde, Ligue 1 ekiplerinden Metz'e bedelsiz olarak transfer oldu.
Ribéry, 2004-05 sezonunda 20 maça çıktı ve 2 gol kaydetti. Metz forması ile ilk maçına 7 Ağustos 2004 tarihinde, Nantes maçında giydi. Maç 1-0 galibiyet ile sonuçlandı. Metz adına ilk golü ise 22 Ağustos 2004 tarihinde, Lyon karşısında gol atarak kaydetti. Maç 1-1 berabere sonuçlandı. Bu sezon Toulouse maçında da gol kaydetti.
1 Ocak 2005 tarihinde, Süper Lig ekiplerinden Galatasaray'a 2.5 Milyon Euro karşılığında transfer oldu.
Ribéry, 2004-05 sezonunda 2 maça çıktı ve hiç gol kaydedemedi. Galatasaray forması ile ilk maçına 10 Nisan 2005 tarihinde, Trabzonspor maçında giydi. Maç 2-0 yenilgi ile sonuçlandı. 11 Mayıs 2005 tarihinde, Fenerbahçe ile oynanan Türkiye Kupası final maçında 1 gol ve 1 asist ile 5-1'lik galibiyete katkı yapmıştır. Bu maçta 52 dakika görev aldı. 22 Mayıs 2005 tarihinde, Fenerbahçe ile oynanan maçta da 81 dakika görev aldı.
1 Temmuz 2005 tarihinde, Ligue 1 ekiplerinden Marseille bedelsiz olarak transfer oldu.
Ribéry, 2005-06 sezonunda 35 maça çıktı ve 6 gol kaydetti. Marseille forması ile ilk maçına 30 Temmuz 2005 tarihinde, Bordeaux maçında giydi. Maç 2-0 yenilgi ile sonuçlandı. Marseille adına ilk golü ise 18 Eylül 2005 tarihinde, Troyes karşısında gol atarak kaydetti. Maç 2-1 galibiyet ile sonuçlandı. Avrupa Ligi'nde Ribéry ilk maçına 20 Ekim 2005 tarihinde, CSKA Moskova karşısında çıktı. Maç 2-1 galibiyet ile sonuçlandı. Avrupa Ligi'nde ilk golü ise 23 Şubat 2006 tarihinde, Bolton karşısında gol atarak kaydetti. Maç 2-1 galibiyet ile sonuçlandı. UEFA Intertoto Kupası'nda Ribéry ilk maçına 3 Ağustos 2005 tarihinde, Lazio karşısında çıktı. Maç 3-0 galibiyet ile sonuçlandı. UEFA Intertoto Kupası'nda ilk golünü de bu maçta kaydetti.
Ribéry, 2006-07 sezonunda 25 maça çıktı ve 5 gol kaydetti. 24 Ocak 2007 tarihinde, Auxerre ile yapılan maçta Ribéry 2 gol kaydederek başarılı performansını sürdürdü. Ribéry bu sezonda Sochaux ve Monaco takımlarına gol atmayı başardı.
1 Temmuz 2007 tarihinde, Bundesliga ekiplerinden Bayern Münih'e 25 Milyon Euro karşılığında transfer oldu.
Ribéry, 2007-08 sezonunda 28 maça çıktı ve 11 gol kaydetti. Bayern Münih forması ilk kez 11 Ağustos 2007 tarihinde, Hansa Rostock maçında giydi. Maç 3-0 galibiyet ile sonuçlandı. Bayern Münih adına ilk golünü ise 18 Ağustos 2007 tarihinde, SV Werder Bremen ile yapılan maçta kaydetti. Maç 4-0 galibiyet ile sonuçlandı. 27 Nisan 2008 tarihinde, Stuttgart ile yapılan maçta Ribéry 2 gol kaydederek başarılı performansını sürdürdü. DFB-Pokal'da Ribéry ilk maçına 6 Ağustos 2007 tarihinde, Burghausen karşısında çıktı. Maç 5-4 galibiyet ile sonuçlandı. DFB-Pokal'daki ilk golünü de 27 Şubat 2008 tarihinde, TSV 1860 München ile yapılan maçta kaydetti. Maç 1-0 galibiyet ile sonuçlandı. UEFA Avrupa Ligi'nde Ribéry ilk maçına 20 Eylül 2007 tarihinde, Belenenses karşısında çıktı. Maç 1-0 galibiyet ile sonuçlandı. UEFA Avrupa Ligi'ndeki ilk golünü de 6 Mart 2008 tarihinde, Anderlecht ile yapılan maçta kaydetti. Maç 5-0 galibiyet ile sonuçlandı. UEFA Avrupa Ligi'ndeki diğer golleri ise Getafe ve Zenit maçlarında kaydetti. DFB-Ligapokal'da Ribéry ilk maçına 21 Temmuz 2007 tarihinde, SV Werder Bremen karşısında çıktı. Maç 4-1 galibiyet ile sonuçlandı. DFB-Ligapokal'daki ilk golünü de bu maçta 2 gol atarak kaydetti.
19 Nisan 2008 tarihinde, Bayern Münih DFB-Pokal'da Dortmund ile finale kaldı. Ribéry bu maçta 120 dakika görev aldı. Maç 2-1 galibiyet ile sonuçlandı ve DFB-Pokal'ı Bayern Münih kazanmış oldu.
28 Temmuz 2007 tarihinde, Bayern Münih DFB-Ligapokal'da Schalke 04 ile finale kaldı. Ribéry bu maçta sakatlığından dolayı görev alamadı. Maç 1-0 Bayern Münih galibiyeti ile bitti ve DFB-Ligapokal'ı Bayern Münih kazanmış oldu.
Ribéry, 2008-09 sezonunda 25 maça çıktı ve 9 gol kaydetti. UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Ribéry ilk maçına 30 Eylül 2008 tarihinde, Lyon karşısında çıktı. Maç 1-1 beraberlik ile sonuçlandı. UEFA Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk golünü de 10 Aralık 2008 tarihinde, Lyon ile yapılan maçta kaydetti. Maç 3-2 galibiyet ile sonuçlandı. UEFA Şampiyonlar Ligi'ndeki diğer golleri ise Sporting ve Barcelona maçlarında kaydetti.
Ribéry, 2009-10 sezonunda 19 maça çıktı ve 4 gol kaydetti. Bu sezonda Dortmund, Wolfsburg, Hamburg ve Schalke 04 takımlarına gol atarak başarılı performansını sürdürdü.
22 Mayıs 2010 tarihinde, Bayern Münih UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Inter ile finale kaldı. Ribéry bu maçta kırmızı kart cezalısı olduğu için görev alamadı. Maç 2-0 Inter galibiyeti ile bitti ve UEFA Şampiyonlar Ligi'ni Inter kazanmış oldu.
15 Mayıs 2010 tarihinde, Bayern Münih DFB-Pokal'da SV Werder Bremen ile finale kaldı. Ribéry bu maçta 90 dakika görev altı ve 1 gol kaydetti. Maç 4-0 Bayern Münih galibiyeti ile bitti ve DFB-Pokal'ı Bayern Münih kazanmış oldu.
Ribéry, 2010-11 sezonunda 25 maça çıktı ve 7 gol kaydetti. 7 Mayıs 2011 tarihinde, St. Pauli ile yapılan maçta Ribéry 2 gol kaydederek başarılı performansını sürdürdü.
7 Ağustos 2010 tarihinde, Bayern Münih DFL-Supercup'ta Schalke 04 ile finale kaldı. Ribéry bu maç için 18 kişilik kadroda yer almadı. Maç 2-0 Bayern Münih galibiyeti ile bitti ve DFL-SuperCup'ı Bayern Münih kazanmış oldu.
Ribéry, 2010-11 sezonunda 32 maça çıktı ve 12 gol kaydetti. Freiburg, SV Werder Bremen ve Schalke 04 ile yapıl |
an maçlarda Ribéry 2 gol kaydederek başarılı performansını sürdürdü.
19 Mayıs 2012 tarihinde, Bayern Münih UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Chelsea ile finale kaldı. Ribéry bu maçta 96 dakika görev aldı. Maç 5-4 Chelsea galibiyeti ile bitti ve UEFA Şampiyonlar Ligi'ni Chelsea kazanmış oldu.
12 Mayıs 2012 tarihinde, Bayern Münih DFB-Pokal'da Dortmund ile finale kaldı. Ribéry bu maçta 90 dakika görev aldı ve 1 gol kaydetti. Maç 5-2 Dortmund galibiyeti ile bitti ve DFB-Pokal'ı Dortmund kazanmış oldu.
Ribéry, 2010-11 sezonunda 27 maça çıktı ve 10 gol kaydetti. Hoffenheim ve Mönchengladbach ile yapılan maçlarda Ribéry 2 gol kaydederek başarılı performansını sürdürdü.
25 Mayıs 2013 tarihinde, Bayern Münih UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Dortmund ile finale kaldı. Ribéry bu maçta 90 dakika göre aldı. Maç 2-1 Bayern Münih galibiyeti ile bitti ve UEFA Şampiyonlar Ligi'ni Bayern Münih kazanmış oldu.
1 Haziran 2013 tarihinde, Bayern Münih DFB-Pokal'da Stuttgart ile finale kaldı. Ribéry bu maçta 90 dakika görev aldı. Maç 3-2 Bayern Münih galibiyeti ile bitti ve DFB-Pokal'ı Bayern Münih kazanmış oldu.
12 Ağustos 2012 tarihinde, Bayern Münih DFL-Supercup'ta Dortmund ile finale kaldı. Ribéry bu maçta 80 dakika görev aldı. Maç 2-1 Bayern Münih galibiyeti ile bitti ve DFL-SuperCup'ı Bayern Münih kazanmış oldu.
Fransa ile ilk maçına 13 Haziran 2006 tarihinde, İsviçre maçına çıktı. Maç 0-0 beraberlik ile sonuçlandı. Fransa adına ilk golünü ise 27 Haziran 2006 tarihinde, İspanya ile yapılan maçta kaydetti. Maç 3-1 galibiyet ile sonuçlandı.
9 Temmuz 2006 tarihinde, Fransa 2006 FIFA Dünya Kupası'nda İtalya ile finale kaldı. Ribéry bu maçta 100 dakika görev aldı. Maçı penaltı vuruşları sonrasında 6-4 İtalya kazandı ve 2006 FIFA Dünya Kupası'nın sahibi oldu. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası, 2010 FIFA Dünya Kupası ve 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda Fransa formasını terleten Ribéry 2014 FIFA Dünya Kupası'nda sakatlığı nedeni ile forma giyememiştir. 13 Ağustos 2014 salı günü millî takım kariyerini noktaladığını açıklamıştır.
Ribery 7 Nisan 1983 Fransa-Boulugne doğumludur. Ribery iki yaşında iken ailesi onun da arabada olduğu bir trafik kazası geçirmiş ve Ribery'nin kaza sonrası yüzüne yaklaşık yüz dikiş atılmıştır. Ribéry'nin yüzündeki yara izinin sebebi budur. Bu yara izinden dolayı da lakabı ""Scarface (Yaralı Yüz)""dür. Türkiye'de oynadığı sıralarda ise sağ kanattaki tutulmaz sürati nedeniyle daha çok ""Ferraribery"" olarak anılmaktaydı. Lille Kulübünün 13 yaşında alt yapısına girerek futbol hayatı tam anlamı ile başlamış oldu. Cezayir asıllı olan eşi Wahiba Belhami için 2002 yılında İslam dinini seçen ve Bilal isminini alan Ribery, "Dinim, benim özelimdir. İnançlı biriyim ve İslam dinini tercih ettiğim günden beri kendimi zihinsel açıdan gelişmiş ve güçlenmiş hissediyorum. Din, benim karakterimi ve dünya görüşümü değiştirmedi" diye konuştu.
Ricardo Carvalho
Ricardo Alberto Silveira de Carvalho (d. 18 Mayıs 1978), Portekizli futbolcu Shanghai SIPG kulübünde forma giymektedir.
2006 FIFA Dünya Kupası'nda yarı finale çıkan Portekiz millî futbol takımında yer alan Carvalho, 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda finale çıkan Portekiz'in kadrosunda bulunuyordu.
Teosofi Derneği
Teosofi Derneği, Teosofi ile ilgili olarak "Helena Petrovna Blavatsky" tarafından kurulan derneğin adı.
Teosofi Derneği (Theosophical Society) 1875 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin New York kentinde H.P. Blavatsky, Henry Steel Olcott, William Quan Judge tarafından kurulmuştur. Derneğin ilk amacı medyum fenomenini araştırma ve açıklamaktı. Olcott ve Blavatsky'nin Hindistan'a gitmesinden sonra derneğin çalışmaları Doğu dinlerine kaydı ve Derneğin gündemine alındı.
Blavatsky, Key to Theosophy adlı yazısında derneğin amacını ırk, din veya itikat farkı olmaksızın Dünya dinleri ve bilimlerini, Aryan ve diğer kutsal metinleri, Doğanın gizemlerini ve insanda potansiyel psişik ve spiritüel güçleri her bakımdan araştırmak şeklinde ortaya koymuştur.
Blavatski'nin ölümünden kısa bir süre sonra Olcott ve Annie Besant ile Judge arasında çıkan anlaşmazlık 1895'de Judge'un onlardan ayrılıp derneğin Amerika şubesinin çoğu üyesiyle California Pasadena'da Theosophical Society'yi kurmasına Olcott ve Besant'ın da Hindistan'da Theosophical Society - Adyar'ı kurmasına yol açmıştır. Üçüncü bir grup da Pasadena grubundan 1909'da ayrılıp United Lodge of Theosophists or ULT'yi kurmuştur.
Helena Petrovna Blavatsky
Helena Petrovna Blavatsky (Rusça: Еле́на Петро́вна Блава́тская, Ukraynaca: Олена Петрівна Блаватська) ya da Helena von Hahn (Rusça: Елена Петровна Ган, Ukraynaca: Олена Петрівна Ган)
(d. 12 Ağustos 1831 Yakaterinoslav, Rus İmparatorluğu (Şimdiki Dnipropetrovsk, Ukrayna) - ö. 8 Mayıs 1891, Londra), Rus okültist, Teosofi Derneği'nin kurucusu ve teozofinin batıda yaygınlaşmasını sağlayan kişidir.
Madam Blavatsky diye de bilinir. 31 Temmuz 1831'de Ukrayna'da doğmuş ve 8 Mayıs 1891'de Londra'da ölmüştür. 1848'den 1858'e kadar dünyayı dolaşmış, 1873'te New York'a göç etmiştir. 1878'te de Amerikan vatandaşı olmuştur.
Ricardo Pereira
Ricardo Alexandre Martins Soares Pereira kullandığı adıyla Ricardo (d. 11 Şubat 1976), emekli Portekiz'li kaleci
2003 yılında Boavista'nın UEFA Kupası'nda yarı final oynamasında baş rol oynayan Ricardo, sezon bitiminde Sporting Lizbon'a geçti. Luis Felipe Scolari sayesinde 2004 Avrupa Şampiyonası'nda Portekiz millî futbol takımının as kalecisi durumuna gelen Ricardo, çeyrek final maçında İngiltere millî futbol takımı karşısında kurtardığı ve attığı penaltı ile maçın yıldızı oldu. 2006 FIFA Dünya Kupası'nda da çeyrek finalde İngiltere millî futbol takımı karşısında Steven Gerrard, Frank Lampard ve Jamie Carragher'ın penaltılarını kurtaran Ricardo takımını yarı finale taşıdı. 2014 yılında emekli oldu.
279||1||||||||||||||||
48||0||||||||||||||||
327||1||||||||||||||||
57 (sigara)
57, İran'da üretilen küçük boyutlardaki sigara markasıdır. İsmini şemsi 1357 tarihinde meydana gelen İran İslâm Devrimi'nden alır.
İran'da daha çok maden ocaklarında çalışan işçiler tarafından tüketilen 57, Ürdün'den Türkiye'ye kadar pek çok Orta Doğu ülkesinde satılmaktadır. Türkiye'ye kaçak yollarla Van'dan sokulan 57 ufak boyutuna rağmen geç tükenmesi, sert içimi ile muhteviyatında az kimyasal madde bulundurmasına dair bir inançtan ötürü tercih edilmektedir.
Kültür endüstrisi
Frankfurt Okulu 'nun, özellikle Max Horkheimer ve Theodor W. Adorno tarafından geliştirilen ve kullanılan ve Okul'un genel yaklaşımını ifade ana kavramlardan birisi Kültür endüstirisi. Okul’un özgül marksizm anlayışlarını açıkca gösterir bu kavramalaştırma, cünkü geleneksel Marksizm düşüncesindeki altyapı-üstyapı ya da ekonomi-kültür gibi temel ayrımları dışta bırakır. Geleneksel Marksizm altyapı-üstyapı kavramlarıyla ve özellikle de "altyapıya" verilen ağırlıklı rol ile ilgilenir. Frankfurt Okulu'nda ise bu anlayış, yerini yeni bir durum olarak tespit ettikleri "altyapı-üstyapı kaynaşması" fikrine bırakır.
Kültürün kendisinin bir "endüstri" ve kültür ürünlerinin de meta 'lar haline geldigi iddiasi Kültür endüstirisi kavramanının ortaya çıkışına kaynaklık eder. Bu kavramlaştırma, bir anlamda sistemin ( kapitalizm 'in ve endüstri toplumu 'nun) kendini her düzeyde, altyapıda ya da üst yapıda nasıl "yeniden" ürettiği ve meşrulaştırdığını açıklayan bir yön izler. Kültürel ürünler standartlastırılarak ve buna karşı farklılıklar marjinalleştirilerek bu ürünlerin tanıtılma ve dağıtım tekniklerinin "rasyonelleştirilmesidir" Kültür endüstri’sinde anlatılan. Böylece, Kültür ile Endüstiri 'nin bileşiminden doğan yeni bir ekonomik-toplumsal-siyasal gerçekligin eleştirel değerlendirilmesi hedeflenmektedir.
Bu endüstri, sanatsal biçimin "bütünselligine" önem vermez, "etkinin" öncelikli hakimiyetini düşünür. Öncelikli amacı gündelik yaşamın sıkıcılığına karşı "geçici birkaçış olanağı" sunması, bu şekilde oyalanma ve zihinsel uzaklaşma sağlayarak tam da "bu zeminde" sistemin sürekliliğini sağlamasıdır. Ancak, elbette "kaçış" geçicidir ve "gerçek" değildir, insanların yaşamlarındaki temel gerçeklikleri, yani baskıları ve yoksunluklarını unutmaları ve çalışma azimlerini yeniden bulmaları amaçlanır. Üretim ve tüketim bu noktadan itibaren sistemin, kendini yeniden ürettiği araçlarıdır artık.
Adorno, özellikle endüstri ürünlerinin insanları kaçındıkları dünyaya nasıl yeniden eklemlediğini ve böylece sistemi güclendirdiğini göstermeye calışmıştır. Burada söz konusu olan ikili bir sürectir, bir yanda endüstri kültürelleşmekte ve öte yandan kültür de endüstirileşmektedir. Kültür endüstürisi, ürünleriyle, yaşamdaki olumsuz faktörlerin doğal nedenlere ya da tesadüflere bağlı olduğunu düşündürür. Böylece bağımlılık ve yükümlülük bilinci genelleşir. Kültür endüstirisi bu anlamda, ideolojinin (Endüstri ideolojisinin) kültürel metalar aracılığıyla yayılmasını ve içselleştirilmesini hedeflemektedir denebilir.
Mevcut düzen içinde " ideoloji bir tür toplumsal harç" olarak anlaşılabilirse, kültür endüstrisinin bu harcı yeniden üretip görünmez kılarak dolaşıma soktuğu ve böylelikle mevcut toplumsal-siyasal yapıyı sıvadığı söylenebilir. Boş zamanın, yani iş dışındaki zamanların nasıl denetlendiğini,kontrol edildiğini ve yönlendirildiğini anlamak "da" kültür endüstirisi anlayışının araştırma konusudur.Birey, hem üretim hem de tüketim alanlarında belirlenmiş ve yönlendirilmiştir. Kültür endüstirisi, bu anlamda sistemin yeniden ve yeniden üretiminin hem maddi hem de düşünsel gerçekligidir.
Yine de, tüm bu kuşatıcı durumla birlikte ve bu durumun içinde Eleştirel teori'ye bir "alan" ve "imkân" kalmaktadır. Eleştirel teori, "bu özgül alanda" kurulup kültür endüstirisine karşı deşifre edici/aydınlatıcı etkinliğini sürdürebilecektir. Bunun nasıl mümkün olabildiği, bu mümkünlügün kuramsal düzlemde nasıl temelendirilicegi elbette çeşitli itirazlara ve eleştirilere maruz kalmıştır, ancak "kültür endüstrisi" kavramlaştırması bu sorunlara ragmen 20.yüzyıldaki kültür kuramının gelişimine ve dolayısıyla da kap |
italist toplum yapısındaki yeni durumlara/ olgulara açıklık getirmekte önemli başarılar göstermiştir. Popüler kültür, Kitle kültürü, Egemen kültür, Yüksek kültür, Pop kültür vb.türde eski-yeni kavramlar ve bunlar etrafında dönen politik-teorik tartışmalar birçok bakımdan ve özellikle de köken itibarıyla Frankfurt okulu kaynaklıdır ve Kültür Endüstrisi kavramından gelmektedir.
Kültür endüstirisi kavramlaştırması, sonuç olarak, hem derin yapısı hem de gündelik yaşamdaki mekanizmaları itibarıyla yabancılaşma 'nın nasıl meydana geldiğini, üretim ve tüketim süreçlerinin bütünlüğünde anlama ve değerlendirme imkânı sunmaktadır, diyebiliriz.
Satanizm
Satanizm, Şeytan'ı veya şeytan simgesini yücelten, ve bazı mezheplerinde şeytana tapmayı emreden öğreti.
Satanizm, teistik satanizm ve ateistik satanizm (Laveyan satanizm) olmak üzere ikiye ayrılır. "Teistik satanizm" Şeytan'ın ruhani varlığına tapınılan, orta çağ kökenli satanizm türüyken; "ateistik satanizm" şeytan'ın sembol veya felsefi bir simge olarak kabul edildiği, ve bu simgenin dini inançlar başta olmak üzere; ortak değerlere karşı yüceltildiği satanizm türüdür.
Ateistik satanizm, ABD'li Macar asıllı Anton Szandor Lavey tarafından kurulan Şeytan Kilisesi ile ortaya çıkıp şekillenmiştir.
Teistik satanizm, Şeytan'ın ruhani varlığına ve gücüne tapınılan satanizm türüdür. Teizm'den yola çıkılarak, kutsal kitaplarda anlatılan veya ruhani boyuttaki bir Şeytan'a inanılır.
Spiritual satanizm, teistik satanizmin alt kollarından birisidir. İçerisinde kara büyü ve çeşitli ritüeller barındırmaktadır. Okültizm ve maji ile yakın ilişki içerisindedir.
Spiritual satanizm, ruhani bir boyutta yaşadığına inanılan şeytan ile iletişim kurma, ondan yardım isteme veya şeytana tapınma gibi eylemleri de barındırır. Spiritual satanistlerin çoğunluk bir kısmı; Şeytan'ı bilge, insanlara yol gösterici ve dost bir varlık olarak görmektedir.
Kendilerini, şeytanın en seçkin topluluğu olarak gören ve gizliliğe önem vermeleri nedeniyle günümüzde de ne tür törenler ve etkinlikler yaptıklarına dair çok fazla bilgi bulunmayan bir teistik satanizm mezhebidir.
Ateistik satanizm kavramı ilk olarak 1966 yılında Anton Szandor LaVey ile ortaya çıkmıştır.
Ateistik satanizm, Şeytan'ın yüceltildiği, ancak Şeytan'ın sembol veya bir öğreti olarak kabul edildiği satanizm türüdür. Şeytan'ın ruhani varlığına inanılmaz.
LaVeyan satanizm, ateizm ve materyalizm temelli bir inanıştır. Felsefi yönden: bireycilik, egoizm, kısasa kısas ve belirli sınırlar dahilinde hazcılığı savunmaktadır.
LaVeyan satanistler birer ateisttir, ve Şeytan'ın varlığına inanmazlar. Şeytan'ın varlığına inanmadıkları gibi, "Tanrı, Ruh, Büyü, Cennet, Cehennem" gibi doğaüstü kavramların hiçbirine inanmazlar. LaVeyan satanistler materyalisttir. Metafizik kavramların hepsini reddederler.
LaVeyan satanizm, Şeytan kavramını doğaüstü bir varlık olarak kabul etmez. Şeytan'ı felsefi bir öğretmen, bir figür veya bir sembol olarak kabul eder. LaVeyan satanistlere göre, Şeytan; insanın vahşi doğasını temsil etmektedir. Şeytan, insanın içindeki hayvani duyguları, içgüdüleri ve dürtüleri temsil eder. İnsanlar içlerindeki bu içgüdüleri temel alarak yaşamalıdır. LaVey'e göre: İnsanlar tarafından uydurulan "Tanrı" kavramı bunları yasaklamıştır, ve günah olarak kabul etmiştir. Şeytan simgesi bunun tam zıttını oluşturmaktadır. Satanist bir birey, Şeytan'ın temsil ettiği bu kavramlara göre yaşamalıdır.
LaVeyan satanizm'de yer alan "Şeytan = Sembol/Öğreti" kavramını ilham alan satanizm türüdür.
Şeytan'a sadece sembolik olarak inanılır. Bu akımın temsilcileri, egemen ahlak sisteminden bağımsızlaşmak için şeytanî semboller kullanırlar. Temsilcileri için şeytan sembolü, insanlığın kurtuluşu ve güçlenişi yolundaki en ilham verici örneklerden biri olarak algılanır.
Şeytan Kilisesi, Anton Szandor LaVey'in 1969'da yazdığı Şeytani İncil'de ifade edilen satanizmi uygulayan dinî organizasyon.
LaVey'in ölümünden sonra Şeytan Kilisesi'nin başına Peter Howard Gilmore "baş rahip" olarak geçmiştir.
Şeytan Kilisesi'nin baş rahibi Peter Gilmore'un düşünceleri ve faaliyetlerine karşı çıkan, Anton LaVey'in kızı Karla LaVey; "First Satanic Church" ("İlk Şeytani Kilise") oluşumunu kurmuştur.
1975 yılında Amerika'da, eski bir rahip olan "Michael Aquino" tarafından kurulan; Mısır tanrısı Set'e tapınma amaçlı okült organizasyon. Kimi çevreler tarafından teistik satanist bir organizasyon olarak tanımlanmıştır.
Daha çok küçük gruplar halinde Avrupa'da görülürler ve bazıları satanist olarak tanımlanır. Bünyesindeki iki ana grup dikkat çeker. Bu gruplar gelenekçidirler ve antik kaynaklara saygı gösterirler, daha keskin ve katı yaklaşımları vardır.
Şeytan Kilisesi
Şeytan Kilisesi, Anton Szandor LaVey'in 1969'da yazdığı Şeytani İncil ("The Satanic Bible")'de ifade edilen satanizmi uygulayan dini organizasyon. LaVey'in ölümünden sonra, Şeytan Kilisesi'nin başına Peter Howard Gilmore "baş rahip" olarak geçmiştir.
Şeytan Klisesi tanrıya ya da şeytana dua etmez. LaVey satanizmi herkesin kendi kendisinin tanrısı olduğuna inanır. İnsan tutkularının ve doğasının bastırılmasına inanmaz. David Shankbone'un yüksek rahip Peter Gilmore ile yaptığı bir röportajda, "Benim kendi gerçek inancım, doğaüstü güçlere inanan herhangi biri bir derece çıldırmıştır. İster Şeytana ister Tanrıya inansınlar onlar kendilerini geri çekme nedenleridir." Gilmore'un tanımına göre şeytan "bir davranma biçimidir". Şeytan İbranicede 'düşman' veya 'karşı çıkan', soru soran biri anlamındadır.
Gilmore şöyle der: " Satanizm ateizmle başlar. Kainata bakarız, ilgisizdir. Tanrı yok, Şeytan da yok. Hiç kimsenin umurunda değil!"
Ricardo
Antalya Atatürk Stadyumu
Antalya Atatürk Stadı Antalya'da 12 bin 453 koltuk kapasiteli olan ve bir dönem Antalyaspor'un maçlarını oynadığı stadyum.
1965'te açılan stadyum 2010 yılında çürük raporu alarak resmi maçlara kapatıldı. 2016 yılı Şubat ayında yıkılmıştır.
Fransız mimar Furet Turn tarafından tasarlanan Antalya Şehir Stadyumu'nun temeli 1964’te atıldı ve ertesi yıl hizmete açıldı. Zaman içinde kısım kısım eklemelerle stadyumun kapasitesi 12 bin 453'e kadar çıkartıldı.
1998 yılında Antalyaspor'un maçlarını kentin kuzeyindeki Varsak Stadyumu'nda oynaması gündeme gelince kullanılmaması düşünüldü. Ancak Varsak Stadyumu'nun altyapı eksiklerinin tamamlanamaması sağlam raporu alınamaması sonucu Antalya Atatürk Stadı'nın genişletilmesine karar verildi. Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin yaptığı çalışmayla çevresi SİT alanı olan stadyumda çalışma yapılabilmesi izni çıktı ve stadyuma kale arkası tribünleri eklendi.
Antalya Atatürk Stadyumu uzun yıllar Türkiye'deki milli bayramların kentte kutlandığı yer olarak kullanıldı.
Antalya Atatürk Stadyumu 23 Nisan 2003 tarihinde oynanan Türkiye Kupası finaline ev sahipliği yaptı. Finalde Trabzonspor, Gençlerbirliği'ni 3-1 yenip kupayı müzesine götürdü.
Stadyumda 2007'de çim yenileme çalışması yapıldı. 2010 yılında ise stadyumun taşıyıcı kolonlarında görülen çürüme nedeniyle Türkiye Futbol Federasyonu'ndan izin alınmadı ve Antalya Atatürk Stadyumu için 'maç oynanamaz' raporu verildi.
Maçlarını oynamak için yeni stadyum arayışına giren Antalyaspor, 2012 yılına kadar Antalya Mardan Stadyumu'nu 2015 yılına kadar da Akdeniz Üniversitesi Stadyumu'nu kullandı.
Antalyaspor Onursal Başkanı Menderes Türel, Antalya Büyükşehir Belediyesi başkanı olarak 2014 yılında yaptığı açıklamada Antalya Atatürk Stadı'nın yıkılarak içinde bulunduğu Karaalioğlu Parkı'na dahil olacağını söyledi.
Antalya Atatürk Stadyumu, 2016 yılı Şubat ayında yıkılmıştır. Yıkımın ardından stadın olduğu bölge, Büyükşehir Belediyesi’nce ‘Karaalioğlu Parkı ve Çevresi Kent Tasarım Projesi’ kapsamında gösteri alanı olarak düzenlenecek.
11 bin 548 kapasiteli stadyumun sahası 105 metre uzunluğunda ve 68 metre genişliğindedir. Tümü koltuklu olan tribünlerde engelliler için ayrılan bir kısım bulunmaktadır. Stadyumun 170 kişilik protokol tribünü, 150 kişilik basın tribünü ve yayın odası bulunmaktadır.
Stadyum içinde boks, judo ve havalı silahlar atış salonu ile masa tenisi çalışma alanlarına da sahip.
Cezayir millî futbol takımı
Cezayir millî futbol takımı, Cezayir'i uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır.
1930-1962 yılları arasında düzenlenen kupalara katılmayan Cezayir, 1966'daki kupaya katılmak istedi. Buna karşın FIFA'nın o dönem Afrika şampiyonu olan ülkenin Asya ya da Okyanusya şampiyonlarından biri ile eleme oynamaları gerektiğini belirten kuraldan ötürü Afrika ülkeleri şampiyonaya katılmama kararı aldı. Sonraki şampiyonalar olan 1970, 1974 ve 1978′de elemeleri geçemeyen Cezayir, Dünya Kupası'na ilk kez katıldığı 1982'de Batı Almanya karşısında elde ettiği 2-1'lik galibiyetle büyük yankı uyandıran Cezayir, grubunda elde ettiği 2 galibiyet ve 1 mağlubiyete rağmen Gijón Saldırmazlık Paktı olarak adlandırılan maçtan ötürü elenmekten kurtulamadı. 1986 FIFA Dünya Kupası'na da katılan Cezayir, Brezilya, İspanya ve Kuzey İrlanda ile aynı grupta mücadele etti. Ancak bu sefer sadece Kuzey İrlanda karşısında 1 beraberlik elde ederek elendi. 1990 FIFA Dünya Kupası'na gitme fırsatını Mısır'a karşı alınan 1-0'lık yenilgiyle kaçıran Cezayir, 1990'da kazanılan Afrika Uluslar Kupası'nın ardından düşüşe geçti.
2010 FIFA Dünya Kupası elemelerinde grubunda ilk 5 maçında 13 puan toplayan Cezayir, son maçında Mısır ile karşılaştı. İlk maçta 3-1 mağlup ettiği Mısır'a bu kez 2-0 yenilen Cezayir, bu sonucun ardından play-off maçı oynamak durumunda kaldı. Mısır'ın 90+5'te bulduğu 2. gol grupta iki takım arasındaki bütün hesapları dengelemişti. Sudan'da oynanan baraj maçında ezeli rakibi Mısır'ı 40. dakikada Antar Yahia'nın attığı golle 1-0 yenen Cezayir, 24 yıl aradan sonra tekrar Dünya Kupası'na katılma hakkını elde etti. 2010 FIFA Dünya Kupası'nda Slovenya ile ABD'ye kaybeden Cezayir, tek beraberliğini İngiltere karşısında alarak bir kez daha ilk turda elendi.
Cezayir en iyi Dünya Kupası derecesini 2014 FIFA Dünya Kupası'nda elde etti. 1 galibiyet, 1 beraberlik ve |
1 mağlubiyet ile grubunda 2. oldu ve son 16 turuna kaldı. Son 16 turunda Almanya'ya uzatma dakikalarında (92. ve 119.) yediği gollerle yenildi ve elendi.
İlk onbirde 2017 Afrika Uluslar Kupası eleme grubu J için çağrıldı.
Xmgrace
Grace "GRaphing, Advanced Computation and Exploration of data." cümlesinin kısaltılmasıdır. Bu yazılım, X Pencere Sistemi ve Motif için bir WYSIWYG 2B (iki boyutlu) çizim aracıdır. Grace Unix-benzeri İşletim Sistemleri'nin hepsinde çalışabilir, bunlara ek olarak, VMS, OS/2 ve Win9*/NT/2000/XP (Cygwin kullanılarak) İşletim Sistemleri'nde çalışabilir.
Kayseri Atatürk Stadyumu
Kayseri Atatürk Stadyumu , Kayseri'de 1956 yılında temelleri atılmış ve 1960 yılında hizmete açılmış olan stadyumdur. Kayserispor ve Kayseri Erciyesspor'un maçlarına ev sahipliği yapmıştır.
Kayseri Olayı olarak bilinen 1967 yılında 43 kişinin ölümüyle neticelenen Kayserispor-Sivasspor maçı bu stadta oynanmıştır. Stadyumun kale arkası tribünü yapıldıktan sonra koltuksuz kapasitesi yaklaşık 32000 iken koltuklu toplam kapasitesi 25.918 dir ve Kayseri Kadir Has Şehir Stadyumu'nun tamamlanması ile 2009 yılının Ocak ayında yıkılmıştır. Bulunduğu konum Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından satılarak,farklı bir konuma yapılan Kayseri Kadir Has Şehir Stadyumu'nun arsasının ve maliyetinin çoğu karşılanmıştır.
Manisa 19 Mayıs Stadyumu
Manisa 19 Mayıs Stadyumu, Manisa'da Manisaspor'un ve 2017-18 Süper Lig sezonunun ikinci yarısına kadar Akhisar Belediyespor'un maçlarına ev sahipliği yapan stadyum. Kapasitesi yeni yapılan modern ve UEFA standartlarına uygun kapalı tribünüyle 16 bin 597 kişiye ulaşmıştır. 2012 sezonu sonu itibarı ile tüm tribünlerin üzeri kapatılacaktır. 6 Şubat 2013 tarihinde Türkiye ile Çek Cumhuriyeti arasında oynanan hazırlık karşılaşması bu stadyumda oynanan ilk millî karşılaşma olarak tarihe geçmiştir.
Zico
Zico olarak tanınan Arthur Antunes Coimbra (d. 3 Mart 1953, Rio de Janeiro), Brezilya'nın ve dünya futbolunun 80'lerdeki en iyi futbolcularından biri olarak kabul edilmektedir.
1978, 1982 ve 1986 FIFA Dünya Kupası finallerinde Brezilya millî takımının formasını giydi. 88 kez Brezilya millî takımının formasi giymiştir. 1983 yılında World Soccer dergisi tarafından "Yılın Futbolcusu" seçilen Zico, 1982 FIFA Dünya Kupası'nda ise Brezilya'nın en golcü ismi olmuştur.
1991 yılında Fernando Collor de Mello tarafından Brezilya'nın ilk spordan sorumlu ulusal sekreterliği (Spor Bakanlığı) görevine getirilmiştir. Bir yıl süren görevi sırasında sonradan "Zico kanunu" olarak anılan yeni düzenlemeleri yürürlüğe koymuştur. Brezilya’da hâlen geçerli olan Zico yasası, futbolcuların bonservis sahipliğini futbolcular lehine güncelleyen, ayrıca özel kulüpler kurulmasına olanak veren bir içeriğe sahiptir.
Teknik direktörlük kariyerine daha önce oynadığı Kashima Antlers'de teknik menajer ve koordinatör (1995, 1996-2002) olarak başladı. 1998 FIFA Dünya Kupası'nda Brezilya millî takımının teknik koordinatörlüğünü yaptı. Brezilya 2006 Organizasyon Komitesi Başkanı (2000) oldu. 2002-2006 yılları arasında Japonya millî takımı teknik direktörlüğünü yaptı.
Kimi çevrelerce "Beyaz Pelé" olarak adlandırılmaktadır. Ülkesinde buna ek olarak "Galinho" olarak da bilinir. Zico'ya Japon hayranları tarafından ise "Futbolun Tanrısı" (サッカーの神様, Sakkā no kamisama) lakabı yakıştırılmıştır.
Zico, Fenerbahçe'nin kulüp tarihinde, Avrupa kupalarındaki en başarılı teknik direktörüdür. UEFA Şampiyonlar Ligi gruplarında bir Türk takımına en fazla puan kazandıran, Şampiyonlar Ligi'nde Fenerbahçe'yi çeyrek finale yükselten ilk teknik direktördür. Kısa bir süreliğine Olimpiakos takımını çalıştırdıktan sonra bu takımdan kovulmuştur.
15 Ağustos 2011 tarihinde Irak Futbol Federasyonu ile bir anlaşma imzalamış ve 19 Ağustos 2011 tarihinde Katar'a karşı oynanan maç ile Irak millî futbol takımında teknik direktörlük görevine başlamıştır. 28 Kasım 2012 tarihinde sözleşme şartlarının yerine getirilmediğini söyleyerek istifasını açıkladı. "Mezopotamya'nın Aslanları" lakablı takımda, 2011 Eylül'ünde takımın başına geçerken, çıktığı 21 karşılaşmada 10 galibiyet, 6 beraberlik ve 5 yenilgi aldı.
Arthur Zico, 2013-2014 sezonunda Katar'ın Al-Gharafa takımı ile 2 yıllığına anlaşmıştır.
2014 yılında ise Arthur Zico, o sezon Robert Pires, Elano Blumer ve David Trezeguet gibi yıldız oyuncuların yanı sıra Marco Materazzi gibi ünlü futbol adamlarının katıldığı Indian Super League takımlarından FC Goa'nın başına getirildi.
Sakarya Atatürk Stadyumu
Sakarya Atatürk Stadyumu, Sakarya'daki 13,216 kişilik stadyumdur. Stadyum Sakaryaspor'un iç saha maçlarına ev sahipliği yapmaktadır.
4 Eylül Stadyumu
4 Eylül Stadyumu, Sivas'ta bulunan 15.060 kapasiteli stadyumdur. Sivasspor'un iç saha maçlarına ev sahipliği yapar. Stadyumdaki son maç 19 Mayıs 2016'da Sivasspor ile Fenerbahçe arasında oynandı.
2005 yılında Sivasspor'un Süper Lig'e çıkmasıyla kapasitesi artırıldı ve UEFA kriterlerine göre düzenlendi. Gece aydınlatma sistemi kuruldu. Kırmızı ve beyaz renklerdeki koltuklarla döşendi.
Stadyum; Kapalı, Maraton, Kapalı yanı ve Kale arkaları olmak üzere 4 bölümden oluşmaktadır. 'Maraton' tribünü kendi arasında A, B, C ve D olmak üzere 4 bloğa ayrılır. 'Kapalı yanı' tribünleri ise "Havuz Tarafı A" ve "Gar Tarafı B" olarak adlandırılır. Misafir takım seyircilerine 1.200 kapasiteli havuz tarafındaki kale arkası verilmektedir.
Sivasspor, 2008-09 sezonu'nda ligi 2. bitirerek Şampiyonlar Ligi ön eleme turlarına katılmaya hak kazanmıştır. Bu yüzden Haziran 2009'da stadyumda yenileme çalışmaları başlatılmıştır.
Kale arkaları dışındaki Maraton, Kapalı yanı ve VIP bölümlerinin üzeri kapalıdır.
Ayrıca Sivas, doğuda yer aldığı için kışları derece eksinin altlarına düşmektedir. Bu yüzden çim, alttan ısıtmalıdır.
Atılan İlk Gol: Hücum Aksu (DK. 1) (Akçaabat Sebatspor)
Atılan Son Gol: Raul Meireles (DK. 67) (Fenerbahçe)
Sivasspor'un İlk Golü: Cem Çıtak (DK. 36) (Rizespor: 21 Ekim 1984)
Sivasspor'un Son Golü: Joan Oumari (DK. 22)
Sivasspor'un İlk Teknik Direktörü: Mümtaz Sümer
Sivasspor'un Son Teknik Direktörü: Mesut Bakkal
İlk Maçı Yöneten Hakem: Altan Öncül
Son Maçı Yöneten Hakem: Cüneyt Çakır
Sivasspor'un İlk Galibiyeti: (4-1) (Şanlıurfaspor - 4 Kasım 1984)
Sivasspor'un Son Galibiyeti: (2-1) (Gençlerbirliği - 7 Mayıs 2016)
İlk Sarı Kart Gören Futbolcu: Tamer Elik (DK:9) (Şanlıurfaspor - 4 Kasım 1984)
Son Sarı Kart Gören Futbolcu: Mehdi Taouil (DK:88) (Fenerbahçe - 19 Mayıs 2016)
İlk Kırmızı Kart Gören Futbolcu:
Son Kırmızı Kart Gören Futbolcu: Gökhan Süzen (DK:71) (Gençlerbirliği - 7 Mayıs 2016)
Umut Sanat
1974 yılında telif hakları ve film dağıtım şirketi olarak kurulan Umut Sanat, Türkiye'de film, sanat ürünleri prodüksiyonu ve animasyon konusunda faaliyet gösteren bir şirketler grubudur. UMUT SANAT geçmişten gelen tecrübesi ile eğlence sektöründe büyüme potansiyeli olan alanlarda yatırımlar gerçekleştirmiştir :
Umut Sanat'ın faaliyet gösterdiği belli başlı alanlardır.
Umut Sanat, bu faaliyetlerini 5 şirketin çatısı altında sürdürmektedir...
» Umut Sanat Ürünleri
» Umut Sanat Filmcilik
» Umut Sanat Kültür
» Kenet Turizm A.Ş.
» Kenet Uluslararası A.Ş.
http://www.umutsanat.com.tr/
Oliver Neuville
Oliver Neuville (d. 1 Mayıs 1973 Locarno, İsviçre), İsviçre asıllı Alman futbolcudur.
2006 FIFA Dünya Kupası'nda Almanya millî futbol takımı kadrosunda bulunan Neuville, Polonya millî futbol takımına 90. dakikada attığı golle takımını galibiyete taşımıştır.
Özen Film
Özen Film T.A.Ş, 1941 yılında, Osman Sirman, Mediha Soyarslan, Mehmet Rauf ve Cemal Pekin ortaklığında anonim şirket olarak, film ithal etmek, yerli film üretmek, film dağıtımcılığı yapmak ve sinema salonu işletmek üzere kurulmuştur.
Halen şirketin yönetim kurulu başkanı Mehmet E. Soyarslan' dır.
Özen Film Castle Rock International, Corolco, Summit Entertainment ve 20th Century Fox Türkiye distribütörlüğünü yapmıştır.
Ağır Roman, Asansör, Kahpe Bizans, Büyü, Eve Giden Yol, Son Osmanlı-Yandım Ali, Recep İvedik, Recep İvedik 2, Recep İvedik 3.
Özen Film, ayrıca 50’li ve 60’lı yıllarda aralarında Babaların Günahı, Mavi Boncuk, Çakırcalı’nın Hazinesi ve Şanlı Maraş gibi birçok yerli filmin yapımcılığını veya yapım ortaklığını yapmıştır.
Oral seks
Oral seks ya da ağızdan ilişki, bir cinsel ilişki türüdür. Oral yoldan yapılan cinsel ilişkiyi tanımlamak için kullanılır. Erekt haldeki penisin, uyarılmış bir vajinanın veya anüsün ağızla birleşmesi eylemi için kullanılır. Tarih boyunca hemen her toplumda heteroseksüel ve eşcinsel insanlar tarafından uygulanmıştır.
Oral seks günümüzde normal cinselliğin sınırları içinde kabul edilmektedir. Hem cinsel ilişki öncesi aşk oyunlarının bir parçası olarak, hem de kendisi başlı başına bir cinsel etkinlik olarak uygulanabilen oral seks, insanların en çok zevk aldıkları cinsel etkinlikler içinde üst sıralarda yer almaktadır. Bulaşıcı hastalıklar ve gebeliğin son dönemi gibi istisnai durumlar hariç tutulacak olursa, oral seks yapmak için hiçbir engel ve sakınca yoktur.
Genellikle partnere oral seks yapmak yerine, partner tarafından kendisine oral seks yapılması daha çok talep edilmektedir. Cinsel organları ağızla uyarılan kişi direkt cinsel bir haz alırken, ağzını kullanan kişi ise partnerine verdiği zevkten etkilenerek dolaylı yoldan bir doyum elde etmektedir. Bunun yanında bazı insanlar için partnerin cinsel organlarının tat ve kokusundan alınan haz da oral seks yapmanın verdiği doyumu arttırabilmektedir.
Fellatio (Latince fellare: emmek) erkek cinsel organlarının ağızla uyarılması ve erkeğin boşalmasıdır. Ağız uyarısı yeterince etkili ve uzun yapılırsa orgazm kaçınılmazdır. Erkekte bulaşıcı bir hastalık olmamak kaydıyla, ağza boşalmanın bilinen bir zararı yoktur.
Cunnilingus (Latince cunny: vulva, lingere: yalamak) kadın cinsel organlarının ağızla uyarılmasıdır. Kadınların büyük birçoğu özellikle klitoris ve çevresinin ağızla uyarılmasından büyük haz duyarlar ve bu yolla kolayca uyarılabilirler. Ağız uyarısıyl |
a kolayca orgazma ulaşabilecekleri halde birçok kadın, cinsel bölgelerinin kokusu ve tadının partnerinin hoşuna gitmeyebileceğini düşünebilir.
İki tarafın da aynı anda zevk alması için geliştirilmiş olan cinsel ilişki pozisyonu olan 69 ise partnerlerin birbirlerine aynı anda oral seks yapması demektir. Birinin düz olarak yatıp diğerinin onun tam tersi yönünde üzerine uzanmasıyla mümkün olabilen bu pozisyon zor fakat zevk vericidir.
Bu üç oral seks pozisyonu dışında yaygın olan bazı pozisyonlar da mevcuttur. Örneğin erkeğin ayakta durup, oral seks uyguladığı kişinin yerde oturması, erkeğin diz çöküp oral seks uyguladığı kişinin başını eliyle tutup penisinin uyarılması vb.
Oral seks üç İbrahimî dinin de tartışmalı konularından biri olmuştur.
İslamiyete Göre: Mezhepler arasında çeşitli görüş farklılıkları olsa da baskın olan görüş bunda bir beis olmayacağı ve evlilik içi cinsel ilişkide bunun serbest olduğudur. Hanefi mezhebine göre çiftlerin birbirlerinden faydalanmaları müşterektir. Dolayısıyla birbirlerinin cinsel uzuvlarına dokunmaları tabiidir. Ancak birtakım Hanefi alimlere göre de bir erkeğin penisini kadının ağzına sokması mekruh kabul edilmiştir. Din bilginleri bu yorumu yaparken, ağzın, İslam'ın kutsal kitabı Kur'an'ın okuma mahalli olduğunu ve oraya erkeklik uzvunun girmesinin hoş olmadığını ileri sürerler. Kur'an'da oral seks konusunda herhangi bir ifade yer almazken, mezhepler hadis ve sünnetler ışığında bu konuda hüküm verirler. Şafii mezhebi ise oral seks konusunda Hanefi mezhebine göre daha geniş bir yorum getirip bunda hiçbir sakınca görmemiştir. Anal ilişki dışında her türlü cinsel yol caiz görülmüştür.
Hristiyanlığa Göre: Katoliklere göre oral seks hoş olmayan bir davranıştır. Doğaya aykırı olduğu için kınanır. Diğer Hristiyan mezhepler net bir vurgu yapmamakla birlikte bireyleri kendi vicdanlarına bırakmıştır. Eşler kendileri arasında anlaşma yolunu seçtiği takdirde oral seks gayet normal bir davranıştır ve İncil buna yasak getirmez. Reformcular oral seksin homoseksüel açıdan yasak olduğunu düşünür, eşler arasında serbestiyete vurgu yapar.
Yahudiliğe Göre: Yahudiliğe göre tohumun yani spermin boşa akıtılması yasaktır. Cinsellik sadece üreme amaçlıdır.
Karanlıklar Ülkesi
Karanlıklar Ülkesi veya orijinal ismiyle Underworld, 2003 tarihli bir korku/aksiyon filmidir.
Filmin konusu vampir ve kurtadamların gizli tarihidir; hikâyede kurtadamlara "Lycan" denir, bu "lycanthrope" yani "likantrof", likantrofi hastası, kurt veya başka bir vahşi hayvan olduğuna dair delüzyonlar sahibi kişi". Her ne kadar filme karşı çok çeşitli tepkiler oluşmuş olsa da (çok kötüden çok iyiye kadar) film bir nevi "kült" yaratmıştır. Ana hikâye "Death Dealer" ("Ölüm Taciri") yani "Lycan avcısı" olan kadın vampir Selene (Beckinsale) dolayında gelişir. Selene stajyer hekim Michael Corvin'i (Speedman) lycan lideri Lucian'dan kurtardıktan sonra ona karşı ilgi duymaya başlar. Ancak Lucian Michael'i ısırmış böylece Michael'i de bir kurtadam yapmıştır. Selene "görevini" yapıp onu öldürmesi mi yoksa hayatını riske ederek onu kurtarması mı gerektiğine karar vermek zorundadır.
Baştabya
Baştabya Musul'da Karasaray yakınında, Dicle kıyısınde bulunur.
İmameddin Zengî tarafından 1127-1146 yaptırılmıştır. 1261’de Karasaray’la birlikte yıkılan iç kale, Osmanlı dönemimde dış kaleyle birlikte 1639 tarihinde tamir edilmiştir. 1743’te Vali Hüseyin Paşa tarafından yenilerek tabya haline getirilmiştir. Bugün yalnız yarısı yıkık bir burcu ayaktadır. Musul Müzesi’nce kazı çalışmaları sürdürülmektedir.
Musul ovasına hâkim bir tepe üzerinde bulunan Baştabya, Dicle kıyısına kadar inmektedir. İç kalenin en yüksek burcu durumundadır. Nehir tarafındaki kısmı kayma sonucu yıkılmıştır. Tuğla örgülü kalın duvar moloz taş ve harçla doldurulmuştur. Burcun içinde ve arkasındaki Celilî Hüseyin Paşa’nın yaptırdığı tabya odalarından eser kalmamıştır.
Fida Film
Fida Film sinema reklamcılığını 1965 yılından 2017 yılına kadar sürdüren şirket. Sinema sektörü ile reklam ajansları ve reklam verenler arasında bir köprü görevini yürüten Fida Film, 52 yıldır çeşitli sinema gruplarının ve bireysel sinemaların reklam yayın hakkına sahip olmuştur. 2014 yılında Tiglon ile birlikte mali darboğaza gelmiş, 2016 yılında ise tekrar iflas ertelemesi istemiştir.
Sektörün ve dolayısıyla sinema reklamcılığının gelişmesi misyonunu taşıyan Fida Film, 1992 yılından beri sinema izleyicilerinin tüketim alışkanlıkları ve profilinin saptanmasına yönelik araştırmalar yaptırmıştır. Reklam veren ve reklam ajanslarının bilgi kaynakları olan bu araştırmaların tümü profesyonel araştırma şirketlerince yapılıp Fida Film tarafından finanse edilmiştir.
2003 yılında ilk defa “Merhaba Hababam Sınıfı” ile başlayan film yapımcılığı, toplamda 2.6 milyon izleyiciye ulaşarak 2005'in en çok izlenen filmi olan "Hababam Sınıfı Askerde" ile devam etti. Bu filmleri 28 Ekim 2005'te vizyona girerek ilk iki haftasında 510.000 izleyiciye ulaşan "Maskeli Beşler" ve "Hababam Sınıfı Üçbuçuk" takip etmiştir.
Fida Film ve Fida Film iştiraklerinden PRA Film, Amerika ve Avrupa'da yerleşik film stüdyolarıyla yaptığı anlaşmalar çerçevesinde sinema, ev sineması ve TV kanallarına film tedarik etmiştir.
Fida Film SAWA-Screen Advertising World Association'a üye bir kuruluştur. Dünya Sinema Reklamcıları Derneği SAWA, dünya çapında sinema reklamcılığıyla ilgilenen firmaların oluşturduğu ticari bir topluluktur. 51. yılına giren SAWA'nın 35 ülkede Fida Film dahil toplam 60 üyesi bulunmaktadır. SAWA'nın amaçları arasında;
Çamköy, Milas
Çamköy, Muğla ilinin Milas ilçesine bağlı bir mahalledir.
Mahallenin adının nereden geldiği ve geçmişi hakkında bilgi yoktur.
Mahallenin gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi yoktur.
Milas ile ilçenin sayfiye yeri mahiyetinde olan Ören Mahallesi yolu üzerinde olup, ilçeye 13 km, Muğla iline 82 km uzaklıktadır.
Mahallenin iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir. Genel olarak çam ve zeytin ağaçları hakim olmakla beraber bodur meşe ağaçları yaygındır.
Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.
Bölgede zeytincilik yaygındır. Bahar ve yaz aylarında yapılan bostancılık ile Milas ve Bodrum ilçelerinin ihtiyaçları karşılanmaktadır. Bölgede uzun yıllar boyunca tütün üreticiliği yapılmış olup, son on yıl içerisinde azaltılarak neredeyse tamamen sona erdirilmiştir.
Mahallede bulunan yağ fabrikası ve değirmen çevre mahallerin de ihityacını karşılamakta ve mahalle ekonomisine katkıda bulunmaktadır.
Mahallede tarım ve hayvancılığın haricinde, ekonomik olarak, tatil sezonunda çevre mahalleler ile de birlikte Bodrum' un kısmi işgücünü oluşturmaktadır.
Mahallede ilköğretim okulu bulunmakta ve taşımalı eğitim yapılmaktadır. Köyde Milas 14 nolu Çamköy Aile Sağlığı Merkezi ve eczane mevcuttur. Bu yönleriyle bölgedeki merkez mahallelerden biridir. Mahallenin içme suyu şebekesi olmakla beraber zengin yeraltı su kaynaklarından dolayı, 2011 yılında açılışı yapılan boru hattı ile Bodrum Yarımadası' na içme suyu takviyesi yapılmaktadır. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup ancak 1980 yıılarından kalma olup ihtiyacı karşılamamaktadır.
Wasp
Wasp veya WASP şu anlamlara geliyor olabilir:
Tuzla, İstanbul
Tuzla, İstanbul ilinin en güneyde bulunan ilçesidir. Türkiye'nin orta derecede kalabalık nüfuslu ilçelerinden biridir. Ayrıca Türkiye'nin en büyük tersaneler bölgesi Tuzla'da bulunmaktadır.
1400 yılında Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı topraklarına katıldı. Tuzla'da yaşayan Rumlar, Lozan Anlaşması çerçevesinde Selanik, Kavala ve Drama'dan gelen Türklerle yer değiştirmişlerdir .
1980'lerin sonuna kadar balıkçılık ve çiftçiliğin bir arada sürdürüldüğü Tuzla'da sanayinin gelişmesiyle çiftçilik önemini yitirmiştir. Günümüzde Tuzla, tersanelere de ev sahipliği yapmaktadır.
Merkezde, İTÜ Denizcilik Fakültesi, Kuzeybatıda çok ünlü bir askeri okul olan Tuzla Piyade Okulu ve Güneyde Tuzla Burnu'nda ise Deniz Harp Okulu bulunmaktadır. Ayrıca Behiye - Dr. Nevhiz Işıl Anadolu Lisesi, Tuzla Anadolu Lisesi, Mehmet Tekinalp Anadolu Lisesi, Tuzla Teknik ve Anadolu Lisesi, Sabancı Üniversitesi, Okan Üniversitesi, Gedik Üniversitesi, Medeniyet Üniversitesi ve Piri Reis Üniversitesi de Tuzla'da bulunmaktadır. Ayrıca Koç Özel Lisesi ve Özel Safran Temel Lisesi de Tuzla'da yer almaktadır.
Tuzla, İstanbul'un en güneyinde yer alır. Coğrafi konum olarak kuzeyde ve batıda Pendik ilçesi bulunur. Doğusunda Kocaeli'nin Çayırova ilçesi yer alır. Güneyinde Marmara Denizi bulunur ve 13 km kıyı şeridine sahiptir. Deniz seviyesinden yüksekliği, merkezde ortalama 25-30 metredir. Güneydeki Tuzla Burnu büyük bir çıkıntı olarak göze çarpar. Araziler genellikle alçak tepelerle düzlük araziler şeklindedir. Yükseklik Akfırat ve Orhanlı Beldelerinde 250-300 metreyi bulur. En yüksek yer 300 m ile Akfırat'tadır.
Tuzla; Marmara ikliminin etkisi altındadır. Yazları sıcak ve kurak, kışları ise ılık ve yağışlı geçer. Yıllık ortalama sıcaklığı 15 °C'dir. Kışın sıcaklık sıfırın altına sık sık olmasa da düşer. Bahar ayları yağışlıdır ve nisan ayından itibaren sıcaklık belirgin bir şekilde yükselir. 1975'ten beri yapılan ölçümlere göre kış ayları ortalama sıcaklığı 6,4 °C-8,5 °C arasında, yaz ayları ortalama sıcaklığı ise 22 °C-24,3 °C arasındadır.
Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) hazırlamış olduğu "2008 yılı" Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) Nüfus Sayımı Sonuçlarına göre Tuzla ilçesinin "Toplam Nüfusu 181.658" kişidir. İstanbul'un 39 ilçesi nüfus sayısı bakımından 2008 yılı verilerine göre incelendiğinde Beşiktaş'tan sonra 32. sırada yer almıştır. Tuzla'yı Arnavutköy izlemektedir.
1936 yılında müstakil belediye olan Tuzla 1951 yılında Kartal İlçesine bağlanmış, 1987 yılında Pendik İlçesinin kurulması nedeniyle Pendik İlçesine bağlanmıştır. Tuzla, 03.06.1992 tarih ve 21247 sayılı Mükerrer Resmi Gazete'de yayımlanan 27.05.1992 tarih ve 3806 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile Pendik İlçesinden ayrılarak Tuzla adı altında müstakil bir ilçe olmuştur.
Ulaşım Tuzla'da kara ve |
demir yoluyla sağlanmaktadır. İETT ve Özel Halk otobüsleriyle Tuzla'dan Kadıköy'e, ve Bostancı'ya otobüs hatları bulunmaktadır. Deniz ulaşımına müsait olmasına rağmen şehir merkezine uzak konumu nedeniyle deniz yolu ulaşımı yetersizdir.
Tuzla'da bulunan demiryolu Marmaray çalışmaları kapsamında yenileme olduğundan 2018 yılının sonuna kadar hizmet vermeyecektir.
Şifa Mahallesi'nden 500T hattı ile Topkapı'ya ulaşım varken Tuzla'daki Esenler otobüsü 1 Haziran 2015'te kaldırılmıştır.
Lance Armstrong
Lance Edward Armstrong (d. 18 Eylül 1971), ABD'li eski yol bisikleti yarışçısı. Bisiklet sporunun en önemli organizasyonu olan prestijli Fransa Bisiklet Turu'nu, 1999-2005 yılları arasında aralıksız 7 kez kazanarak gelmiş geçmiş en büyük bisikletçilerden biri olarak kabul görmüştür. Ancak daha sonra, doping yaptığı suçlamasıyla ABD Anti-Doping Ajansı tarafından 2012 yılında, 1 Ağustos 1998'den bu yana elde ettiği bütün başarılarla, 1999 ile 2005 yılları arasındaki 7 Fransa Bisiklet Turu şampiyonluğu elinden alınmış ve ömür boyu spordan men cezası almıştır. Livestrong Vakfı'nın kurucusudur. Kanser hastalarına destek olan vakfın orijinal adı: "Lance Armstrong Vakfı" 'dır.
18 Eylül 1971 Plano (Teksas) doğumlu olan Armstrong, profesyonel kariyerine triatlet olarak başlarken, 1991 yılında bisiklet sporuyla ilgilenmeye başladı. Bir yıl sonra 1992 Barcelona Olimpiyatları'nda yol yarışına katılan Amerikalı sporcu, yarışı 14. sırada bitirdi ve aynı yıl profesyonelliğe geçiş yaptı. Aynı yıl San Sebastian Klasik Yarışı'nda ilk profesyonel yarış birinciliğine imza attı.
1993-95 yılları arasında Team Motorola ile yarışmaya devam eden Armstrong, dünyanın en önemli profesyonel bisiklet yarışı Fransa Turu'nda iki etap birinciliği kazandı. 1996'da ülkesindeki en önemli bisiklet yarışı olan Tour dePont'u kazandı. Ancak Fransa Turu'nu tamamlayamadı ve ülkesindeki Atlanta Olimpiyatları'nda büyük hayal kırıklığı yaşadı.
2 Ekim 1996'da Armstrong'un üçüncü aşama testis kanseri olduğu ve hastalığın beynine sıçradığı açıklanırken, yaşama şansının yüzde 40 olduğu belirtildi. Ancak Armstrong, Indiana Universitesi'nde aylarca süren kemoterapi tedavisi sonrasında kanseri yenerek yaşama dönmeyi başardı. 1998'de US Postal takımı ile anlaşma imzaladı ve çok sevdiği bisiklet parkuruna geri döndü. Çıktığı ilk büyük yarış olan İspanya Bisiklet Turu'nda (Vuelta) genel klasmanda dördüncü olarak büyük bir başarı yakaladı.
Arsmtrong'un asıl dönüşü 1999'da Fransa Turu'nda gerçekleşti. Amerikalı pedal, 1999'da zafere ulaştığı Fransa'da üst üste altı sezon daha sarı mayoyla Champs Elysee Bulvarı'nda zafer turu atmayı başardı. Lance Armstrong 1999-2005 arasında elde ettiği yedi şampiyonlukla, tüm zamanlar rekorunu beş birincilikle paylaşan Merckx, Hinault, Indurain ve Anquetil gibi efsaneleri geride bıraktı.
2005'teki şampiyonluğunun ardından sporu bırakan Armstrong, hakkında çıkan doping söylentilerini de kesin bir dille yalanladı. Haziran 2006'da hakkındaki doping soruşturmasında da adı temize çıktı.
Üç çocuğu bulunduğu eşi Kristin'den 2004'te boşanan Armstrong, Amerikalı rock şarkıcısı Sheryl Crow'la birlikteliğini iki yıl sürdürdü. Çift, kısa süren bir nişanlılık döneminden sonra 2006 başında ayrıldığını açıkladı.
Lance Armstrong bugün sadece bisiklet üzerinde elde ettiği başarılarla tanınan bir sporcu değil, kanserle savaş konusunda da takdir toplayan işlere imza atan bir insan haline geldi. Bu da onu bir sporcu özelliğinden çıkartıp 21. yüzyılın gördüğü en önemli insanlardan biri haline getiriyor.
Dünyaca ünlü bisiklet üreticisi Trek, 2012 yılında Armstrong'un kurucusu olduğu vakıfa atfen, üretmiş olduğu FX modeline "Livestrong" adını verdi.
"Yaşama Çevrilen Pedal" adlı anı kitabının yazarıdır.*Goa yayınları-2008
24 Agustos 2012 tarihinde ABD Anti-Doping Ajansı (USADA), doping yaptığı gerekçesiyle Lance Armstrong'un 1 Ağustos 1998'den bu yana elde ettiği bütün başarılarla, 1999 ile 2005 yılları arasındaki 7 Fransa Bisiklet Turu şampiyonluğunu elinden almış ve sporcuyu ömür boyu pistlerden men etmiştir. Aynı şekilde Avustralya Olimpiyat Komitesi de Armstrong'tan 2000 Yaz Olimpiyatları'nda kazandığı bronz madalyayı iade etmesini istemiştir.
16 Ocak 2013 tarihinde Armstrong'un itirafı, ünlü talk şovcu Oprah Winfrey ile yaptığı 2.5 saatlik röportajda geldi. Winfrey, ayrıntıya girmeden ünlü bisikletçinin kariyeri boyunca doping yaptığını doğruladı.
Armstrong'a 112 soru yönelten Winfrey, "Her sorunun yanıtını alamadım. Ancak insanların merak ettiği çok önemli sorularımı yanıtladı. Artık saklanacak bir durum yok. Çünkü hepiniz, Armstrong'un doping yaptığını doğruladığını biliyorsunuz" dedi.
Kırcaali (il)
Kırcaali ili (, "Oblast Kırcali"), güney-doğu Bulgaristan'da, doğu Rodop dağlarında, Yunanistan sınırında bulunan bir ildir. Merkezi Kırcaali'dir. Yedi belediye ve bu belediyelere bağlı köylerden oluşur. Arda nehri üzerinde üç büyük baraj bulunmaktadır: Yazovir Kırcali, Yazovir Studen Kladenets, Yazovir İvaylovgrad (ref. Geografia na Balgarija). Gümülcine (Yunanistan) ve Haskovo'ya karayolu vardır. Yüzölçümü 3,209 km² olan ilin nüfusu Şubat 2011 tarihi itibarı ile 152,808'dir.
13. Altın Koza Film Festivali
13. Altın Koza Film Festivali, 5-11 Haziran 2006 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması sonuçları 10 Haziran 2006 Cumartesi günü saat 20.30'da Adana Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu'nda yapılan Ödül Töreni'nde açıklandı.
Yarışmanın Seçici Kurulunda, yapımcı Cengiz Ergun, müzisyen Garo Mafyan, tiyatro oyuncusu Gülriz Sururi, senarist Hüseyin Kuzu, görüntü yönetmeni Kenan Ormanlar, ressam Mehmet Güleryüz, oyuncu Menderes Samancılar, öğretim üyesi Prof.Dr. Naci Güçhan, yönetmen Hüsamettin Ünlüoğlu, oyuncu Selma Güneri, sinema yazarı Sevin Okyay yer alıyordu. Jüri başkanlığını Selma Güneri'nin yaptığı Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması sonuçları:
Kale Mescid
Kale Mescid, Musul'dadır.
Moğol işgali devrinde Saraçhane'de, kale burcu içinde yapılan saray ve mescid zamanla harap olduğundan, mescid 1819 yılında Abdullah kızı Zeyneb Hatun tarafından yenilenmiştir. Faruk Caddesi açılırken 1954'te kale burcuyla birlikte yıkılmıştır.
Serdar Kurtuluş
Serdar Kurtuluş (d. 23 Temmuz 1987, Bursa), Sağ bek mevkinde forma giyen Türk millî futbolcudur. Süper Lig ekiplerinden Bursaspor'da forma giymektedir.
Futbola Bursaspor’un altyapısında başlayan ve defanstaki özellikleri ile hocaları tarafından dikkatle takip edilen Serdar, kısa zamanda Bursaspor A Takımı’na yükseldi.
18 yaşında sırtına geçirdiği Bursaspor forması ile 2005-06 sezonuna giriş yapan genç oyuncu, hocalarının A Takım’da verdiği şansı iyi kullandı ve 2005-2006 sezonunda Bursaspor’u 1. Lig’de şampiyonluğa ulaştıran kadroda yer aldı.
Serdar, 2006-07 sezonu başında gençleştirme operasyonu yapan Beşiktaş'ın kadrosuna 19 yaşında 2 milyon $ karşılığında katıldı. Aynı zamanda kendi gibi Bursaspor'da oynayan kardeşi Serkan Kurtuluş da Galatasaray'ın yolunu tuttu. 2006-07 sezonunda takımının vazgeçilmez sağ bek'i olan Serdar, ilk resmi maçına Türkiye Süper Kupası maçında Galatasaray karşısında çıktı ve 70. dakikada oyuna dahil oldu ve maç sonunda ilk kupasını kazandı. İlk lig maçına ise ligin ilk haftasında Manisaspor karşısında 60. dakikada Fahri Tatan'ın yerine oyuna girerek çıktı. Daha sonraki 3 hafta Jean Tigana'nın Baki Mercimek'i tercih etmesiyle kadro dışı kalan Serdar, 5. haftada Trabzonspor maçında 55 dakika sahada kaldı. O sezon ligde 30 kez kadrodaydı 26 kez ilk on birde başladı 4 kez oyuna sonradan girdi. O sezon Tottenham, Brugge ve Bayer 04 Leverkusen gibi takımlarla aynı gruba düşen Beşiktaş'ta UEFA Kupası'nda ise 6 kez kadrodaydı 4 kez ilk on birde başladı 1 kez oyuna sonradan girdi ve 1 kez kulübede oturdu. O sezon 2 tanede Fenerbahçe maçı olmak üzere maçta görev yapan Serdar, ilk Türkiye Kupası'nı da kazandı.
2007-08 sezonu başında Süper Kupa mağlubiyeti ile başlayan Serdar, UEFA Şampiyonlar Ligi elemelerinde Sheriff ve Brugge maçlarında 90'ar dakika oynayan Serdar, takımının gruplara kalmasında pay sahibi oldu. Ligdeki ilk maçına ise Konyaspor karşısında çıktı ve ilk asistini de o maç yaptı. Ertuğrul Sağlam yönetimindeki takımda ligde toplam 13 kez kadrodaydı. 8 kez ilk on birde başladı ve 5 kez oyuna sonradan girdi. Birçok maç İbrahim Kaş'ın tercih edilmesi sebebiyle kadro dışı kaldı. Şampiyonlar Ligi'nde ise 4 kez kadrodaydı 4 kez ilk onbirde başladı.
2008-09 sezon başında Siroki Brijeg maçlarıyla ilk maçına çıkan Serdar, takımının bir üst tura yükselmesinde pay sahibi oldu. Ligde ise ilk maçına ligin ilk haftasında Antalyaspor karşısında çıktı. Ancak Uefa Kupası'nda ise sonraki turda Metalist Kharkiv'e takımının elenmesine engel olamadı ve takımı elendi. Ligde ise kötü gidişatın ardından takımın başına Mustafa Denizli getirildi. Denizli'nin gelmesiyle bek mevkiinde Ekrem Dağ tercih edildi. Serdar o sezon ligde 16 kez kadrodaydı. 10 kez ilk on birde başladı, 4 kez oyuna sonradan girdi ve 2 kez kulübede oturdu. Ayrıca Beşiktaş sezonu Süper Lig şampiyonu olarak bitirdi. Kupada ise toplam 7 kez kadrodaydı. 6 kez ilk on birde başladı ve 1 kez oyuna sonradan girdi. O sezon Beşiktaş kupayı da kazandı ve sezonu 2 kupa ile kapattı.
2009-10 sezonunda transferin bitmesine sayılı günler kala Beşiktaş, Serdar'ı Gaziantepspor'dan transfer ettiği İsmail Köybaşı için takas olarak kullandı. Gaziantepspor kulübüyle bir yılı opsiyonlu 3 yıllık sözleşme imzaladı. O sezon José Couceiro yönetiminde ilk maçına ligin 2. haftasında çıktı ve Kayserispor karşısında 90 dakika sahada kaldı. O sezon Serdar Kurtuluş toplam 28 kez kadrodaydı ve 24 kez ilk on birde başladı. Ayrıca 2 asist yaptı.
2010-11 sezonunda ise ilk maçına Kasımpaşa karşısında çıktı. Tolunay Kafkas yönetiminde çoğunlukla ön libero zaman zaman da sağ bek oynayan Serdar, 6. haftada oynanan Eskişehirspor maçında Gaziantepspor formasıyla ilk resmî golünü attı. Serdar o sezon toplam 23 kez kadrodaydı ve 21 kez ilk on birde başladı. Ayrıca Fenerbahçe, Antalyaspor ve Eskişehirspor lig maç |
larında gol attı. Serdar kupada ise toplam 4 kez kadrodaydı hepsinde ilk on birde başladı. Telekomspor maçında bir de gol attı.
2011-12 sezonunda ise Tolunay Kafkas daha sonra Abdullah Ercan en son olarak da Hikmet Karaman yönetiminde takımın vazgeçilmez sağ bek oyuncusu olan Serdar, ilk resmi maçına UEFA Avrupa Ligi elemelerinde FK Minsk karşısında ilk maçına çıktı ve takımının bu takımı elemesinde pay sahibi oldu. Daha sonra ise Legia Warszawa maçında da oynayan oyuncu takımının elenmesine engel olamadı. Serdar ilk lig maçında Antalyaspor karşısında çıktı. Serdar o sezon toplam 30 kez kadrodaydı. 28 kez ilk on birde başlayıp 2 kez oyuna sonradan girdi. 32. haftada ise Eskişehirspor maçında ilk golünü attı. Ayrıca bir de asist yaptı.
2012-13 sezonu başında sağ bekte arayış içerisinde olan Beşiktaş Serdar'ı istese de vazgeçti. O sezon ilk maçına Sivasspor karşısında çıkan Serdar, sağ bekteki yerini kimseye kaptırmadı. 24. haftada ise o sezon Antalyaspor karşısında ilk resmî golünü attı. Serdar o sezon toplam 32 kez kadrodaydı ve hepsinde ilk on birde başladı.
Serdar Kurtuluş 4.430.000 TL sözleşme fesih bedeli karşılığında Beşiktaş'a transfer oldu. İlk maçına ligin ilk haftasında Trabzonspor karşısında çıktı. Bu maçın ardından UEFA'da Tromsø maçlarında 90 dakika süre aldı. Takımı rakibini elese de UEFA'nın takımı men etmesinden dolayı takım yola devam edemedi. Sonraki hafta ise Kayseri Erciyesspor maçında ilk asistini yaptı. 5. haftada ise 2-1 biten Galatasaray maçında da ilk 11 oynayan Serdar, bu maçta Bruma'ya bir pozisyonda topu kaptırdı ve Galatasaray o gol ile 2-1 öne geçince tepki aldı. 2013-14 devre arasına kadar oynamaya devam eden Serdar, Dany Nounkeu'nun gelmesiyle yedeğe çekildi.
9 Temmuz 2016 tarihinde Bursaspor'a transfer olmuştur.
5 Haziran 2007 tarihinde oynanan Türkiye-Brezilya maçında ilk defa A Milli takımda yer alan Serdar, 6 Kez U-18, 14 kez U-19, 8 kez U-21, 5 kez Olimpik Milli, 7 kez de A Milli olmak üzere toplam 40 kez millî takım formasını giydi ve bu maçlarda bir gol attı.
Kenan Özer
Kenan Özer (d. 16 Ağustos 1987 Lefkoşa, KKTC) Kıbrıslı Türk futbolcudur. Ofansif orta saha mevkinde görev alan Kenan, PTT 1. Lig takımlarından MKE Ankaragücü'nde forma giymektedir.
Kıbrıs'tan ayrıldıktan sonra Osmaniyespor'da bir yıl oynayan futbolcu, 2004'te Beşiktaş altyapısına getirildi ve Beşiktaş A2 takımında forma giymeye başladı. Jean Tigana'nın desteği ile A takıma çıkarıldı ve 2005-2006 sezonunun devre arası profesyonel sözleşme imzaladı. 17 Şubat 2006'da Çaykur Rizespor karşısında ilk kez Beşiktaş forması giyip ilk Süper Lig maçına çıktı. O sezon Türkiye Kupası yarı final maçında da forma giyip, sezon sonunda kupayı kazanan kadroda yer aldı.
2006-2007 sezonuna da A2 takımında başlayan futbolcu devre arasında Karşıyaka'ya kiraya verildi. 11 Mart 2007'de kariyerinin ilk golünü Mardinspor'a kaydetti.
18 Ağustos 2007 tarihinde Lefkoşa'dan İstanbul'a giderken hava korsanları tarafından kaçırılan uçaktan 4 kişi kaldıktan sonra indirilen ilk kişiydi. Saffet Sancaklı tarafından uçaktan bırakıldı.
2007-2008 sezonunu İstanbulspor'da, 2008-2009 sezonunu Kayseri Erciyesspor'da, 2009-2010 sezonunu ise Çaykur Rizespor'da kiralık olarak geçirdi. Bu üç sezonu da Bank Asya 1. Lig'de geçirdi ve üç takımda da ilk 11 oyuncusu oldu.
2010-11 sezonunda Beşiktaş ile sözleşmesinin bitmesiyle beraber Antalyaspor'a bonservisiyle verildi. 2 senelik sözleşme imzalayan Özer, uzun yıllar sonra Süper Lig'de forma şansı buldu. Teknik direktör Mehmet Özdilek tarafından sezon içinde genellikle yedeklerden oyuna dahil edildi. 24 Nisan 2011'de Gaziantepspor'a ilk Süper Lig golünü attı. Sezon içinde bir Antalyaspor A2 maçında da oynayan Özer, 2 gol kaydetti. Ancak 18 maçta 2 kırmızı kart gördü. Sonraki sezon ise ilk yarıda sadece 8 maç forma giyen futbolcu, bunların hepsinde oyuna sonradan dahil oldu.
Antalyaspor'da forma şansı bulamayan futbolcu 2011-12 devre arasında sözleşmesini fethedip, yeniden Bank Asya 1. Lig'e Boluspor'a transfer oldu.
2012-13 sezonunun başında Süper Lig'in yeni ekiplerinden Akhisar Belediyespor'a transfer oldu.
Mehmet Sedef
Mehmet Seyfeddin Sedef (d. 5 Ağustos 1987, Kilis), Türk futbolcudur. 1. Lig ekiplerinden Ümraniyespor'da forma giymektedir.
Mehmet Sedef, futbola Beşiktaş'ta 2000 yılında başladı. 2004-05 sezonunda Beşiktaş A2 takımında forma giymeye başladı. 30 altyapı maçında forma giydikten sonra dikkat çekip Mart 2005'te profesyonel sözleşme imzaladı. PAF Takımı'nda görev aldığı dönemde kaptanlık pazubandının da sahibiydi. Orta sahanın ve defansın sol tarafında görev yapan genç oyuncu, teknik direktor Rıza Çalımbay döneminde A Takım’la idmanlara katıldı. 28 Mayıs 2005'te Akçaabat Sebatspor karşısında ilk kez Beşiktaş forması giydi. Maçta 90 dakika forma giymişti.
2005-06 sezonun başında da A2'de forma giydi ancak Jean Tigana'nın da gözdeleri arasında yer alan Mehmet, sezonun ikinci yarısında birçok maçta ilk onbirde sahaya çıktı. Sezon sonunda Türkiye Kupası'nın sahibi oldular. Sedef, Fenerbahçe'yi 3-2 yenip kupayı aldıkları maçta ilk 11'de sahaya çıkıp 78 dakika forma giydi. 2006 yılında ilk kez düzenlenen Türkiye Süper Kupası finalinde Galatasaray'ı 1-0 yenip kupayı aldılar. Sedef, ilk 18'de olmasına rağmen maçta forma giymedi. 2006-07 sezonunda ise zaman zaman A2 takımıyla zaman zaman da A takım ile sahaya çıktı. Sezon sonunda bir kez daha Türkiye Kupası'nı kazanırlarken, Sedef final maçında da görev aldı. Ayrıca ilk kez Avrupa maçına çıkıp UEFA Kupası'nda Tottenham Hotspur karşısında ilk 45 dakika forma giydi.
2007-08 sezonu Mehmet Sedef'in Beşiktaş'taki son sezonu oldu. Sezona yine A2'de başlayan Sedef, sezonun ikinci yarısında forma şansı yakaladı. Ertuğrul Sağlam yönetimindeki takıma kupada Çaykur Rizespor'a 2-1 yenildikleri maçta dahil oldu. Sezonun ikinci maçı ise UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Liverpool FC'ye 8-0 yenildikleri maç oldu. Maçta ilk 11'e çıktı. Bu maçtan sonra ligde 7 maça çıkan Sedef, sadece birinde ilk 11'deydi.
Mehmet Sedef 2008-2009 sezonunda 1.Lig takımlarından Altay'a kiralandı. Beşiktaş'ın Mehmet Sedef için İMKB'ye yaptığı açıklamada ise, "Şirketimiz profesyonel futbolcularından Mehmet Seyfettin Sedef, 2008-2009 sezon sonuna kadar Altay Spor Kulübü'ne kiralanmıştır" ifadesine yer verildi. Altay'da biri Türkiye Kupası olmak üzere 6 maçta forma şansı bulmuştur. 2009-10 sezonunda ise Çaykur Rizespor'a kiralandı. Burada da sadece 13 maç forma giyebildi.
Beşiktaş ile sözleşmesi Mayıs 2010'da biten Sedef, 2010-11 sezonu için Konyaspor'la anlaştı ve Süper Lig'e geri döndü. Özellikle sezonun ikinci yarısında gösterdiği performans ile tekrar dikkat çekti. 25 Nisan 2011'de eski takımı Beşiktaş'a karşı forma giydi. 1-1 biten maçta golün asistini yaptı. Bir hafta sonra ise Kasımpaşa ile 2-2 biten maçta profesyonel futbol kariyerinin ilk golünü kaydetti. Ancak sezon sonunda küme düştüler.
2011-12 sezonunun yaz transfer döneminde 2 yıllığına Gençlerbirliği'ne transfer oldu.
2012-13 sezonunun yarı transfer döneminde Medical Park Antalyaspor takımına transfer oldu.
15 Temmuz 2015 tarihinde, Gaziantepspor ile sözleşme imzaladı.
Mehmet Sedef, 8 kez Türkiye U-19, 2 kez de Türkiye U-20 forması giymiş bu maçlarda toplam 2 gol atmıştır. U-19 takımı ile birlikte 2006'da Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılıp bir maçta forma giymiştir.
Hermann Göring
Hermann Wilhelm Göring (d. 12 Ocak 1893, Rosenheim, Almanya - ö. 15 Ekim 1946, Nürnberg, Almanya), Nasyonal Sosyalist Parti'nin ileri gelenlerinden Alman siyasetçi, Nazi Almanyası'nın hava kuvvetleri komutanı.
1943’e kadar polis ve ekonomi bakanlığını yaptı ve aynı zamanda "Reichsmarschall" (imparatorluk mareşali) rütbesine sahipti. 1933'te Alman gizli polis teşkilatı Gestapo'yu kurmuş, 1934'e kadar yöneticiliğini yapmıştır.
12 Ocak 1893’de Rosenheim’da doğdu. Babası Heinrich Ernst Göring (d. 31 Ekim 1839 - ö. 7 Aralık 1913), eski bir süvari subayı olarak Alman himayesindeki Alman Güneybatı Afrikası'na (günümüzde Namibya) "genel vali" olmuştu. Aynı zamanda hukukçu ve diplomattı. Göring doğduğu anda, babası Haiti'de başkonsolos olarak görev yapmaktaydı ve annesi doğum yapınca eve dönmüştü. Babasının bir önceki evliliğinden beş çocuğu vardı. Göring'in vaftiz babası, "Dr. Hermann Epenstein" idi. Varlıklı bir doktor ve iş adamı olan Epenstein, Göring'in babası ile Afrika'da tanışmıştı. Epenstein bir ordu cerrahı ve aynı zamanda Yahudi asıllı bir Hıristiyan idi. Göring'in annesi, Epenstein'in metresi haline geldi, yaklaşık on beş yıl öyle kaldı ve Epenstein'in Veldenstein'daki evine yerleşti.
Çok genç yaşta bir asker olarak kariyer yapmak isteyen Göring, oyuncak askerler ile oynardı. On bir yaşında yatılı okula gönderildi ve okulun yemekleri kötü ve de disiplini çok sertti.
On altı yaşında okuldan mezun oldu ve Berlin'de Lichterfelde'de bir askeri akademiye gönderildi. Göring, 1912 yılında Prusya ordusunun Prens Wilhelm Alayına (112. Piyade) katıldı. Ertesi yıl annesi Epenstein'den ayrıldı. Ailesi Veldenstein'ı evi terk etmek zorunda kaldı ve Münih'e taşındı; Göring'in babası kısa bir süre sonra vefat etti.
I. Dünya Savaşı, 1914 yılının Ağustos ayında başladığında, Göring bulunduğu alayı ile Mulhouse'da Teğmen rütbesiyle görev aldı. Siper savaşında nemli hava sonucu romatizma rahatsızlığı ile hastaneye kaldırıldı. Arkadaşı Bruno Loerzer, onu Alman ordusunun Luftstreitkräfte'ye ("hava muharebe kuvvet") aktarmak için üstleri ikna edemedi ve transfer isteği geri çevrildi.
Pilot eğitim kursunu tamamlayarak Jagdstaffel 5'e atandı. Şubat 1917 yılında Loerzer komutasındaki Jagdstaffel 26'ya katıldı.
7 Temmuz 1918 tarihinde, Wilhelm Reinhard ve Manfred von Richthofen'in ölümünden sonra, Göring ünlü "Jagdgeschwader 1"in komutanı yapıldı. Göring'in kibirli olması ve küstahlığı nedeniyle "Jagdgeschwader 1" popüler değildi ve sevilmezdi.
Hermann Göring Savaş sırasında 22 adet düşman uçağını düşürdü ve 1. Sınıf Şeref Madalyası (Pour le Mérite) aldı. Savaş kaybedilmişti fakat Hermann Goering halkın gözünde bir savaş kahramanıyd |
ı. 1919'da Yüzbaşı rütbesi ile ordudan ayrıldı.
Savaş sonrasında Göring havacılık sektöründe kaldı. İsveç’e taşındı ve Svensk Lufttrafik isimli bir İsveç hava yoluna katıldı. Göring genellikle özel uçuşlar için işe alındı ve bu şirkette başpilot oldu. Danimarka ve İsveç’te gösteri uçuşları yaptı. İlk karısı olan Karin ile burada tanışıp Şubat 1922’de Münih’te evlendi.
1922 - 1923 yıllarında Münih Üniversitesi'nde tarih ve iktisat okudu. Almanya’ya döndüğü yıllarda Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi içerisinde yer aldı. Tüm halk tarafından tanınması ve sevilmesi onu parti içerisinde saygın bir yere getirmişti. Göring, Hitler tarafından yapılan bir konuşmayı dinledikten sonra 1923 yılında Nazi Partisi'ne katıldı. ve Adolf Hitler 1923 yılında Oberster SA-Führer rütbesiyle kendisine Sturmabteilung'un (SA) komutasını verdi. Daha sonra SA-Gruppenführer (Korgeneral) rütbesine atandı ve 1945 yılına kadar rütbede kaldı. 1923 yılındaki başarısızlıkla sonuçlanan Münih Birahane Darbesi'nde yaralanmıştır. Bu darbe girişimi sonrası, gerek baskılar gerekse Hitler’in yokluğunun vermiş olduğu boşluk neticesinde Avusturya’ya kaçtı. Oradan İtalya’ya ve son olarak İsveç’e kaçmak zorunda kaldı. Bu kaçaklık dönemi içerisinde çeşitli ruhsal problemler yaşadı. Ağır ilaç bağımlısı oldu. Bir zamanların efsane pilotu, şimdilerde bir kaçaktı ve bu durum onu çok etkiliyordu. Kendisini içkiye verdi ve bir alkolik olmak üzereyken, iyi haber Almanya’dan geldi. Hitler artık dışarıdaydı ve gerekli düzeni tamamen sağlamıştı. 1926’da hakkındaki tutuklama kararı da kaldırılmıştı. 1928’de tekrar Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne girdi. Akabinde yapılan seçimlerde NSDAP büyük bir patlama yaptı. 1931’de SA-Gruppenführer (Korgeneral) rütbesi aldı. Takip eden beş yıl içerisinde Göring, Hitler’in en büyük yardımcısı oldu. Çevresi çok geniş olan Göring, bu zaman zarfı içerisinde bütün sanayici, iş adamları, ordu yetkilileri gibi önemli kişilerle Hitler için görüşüp yanlarına çekiyordu.
Bu çalışmalar boşa çıkmadı ve Hitler iktidara geldi. Hitler’in iktidarından sonra Prusya başvekili oldu. 30 Ocak 1933-5 Mayıs 1933 tarihleri arası Reich Devlet Bakanı, 11 Nisan 1933-1945'e kadar Prusya Eyalet Başbakanı, 1933-1934 tarihlerinde aynı zamanda İçişleri Bakanı ve Prusya Emniyet Genel Müdürü, Eyalet Polis Generali görevlerini üstlendi. Ayrıca 1933'ten itibaren Reich Havacılık Bakanı görevine getirildi. Akabinde Gestapo’yu kurdu ve bu kuruluşunda şefi oldu. Partinin İkinci Grup Başkanı, aynı zamanda Berlin'de Hitler'in NSDAP özel görevlisi oldu. Çok iyi organize edilmiş bir olay olan Reichstag Yangınını kendisi planladı ve yönetti. Yahudi görünümlü ve komünist slogan atan bir grup Gestapo subayı, Reichstag (Meclis)’i gece yarısı ateşe verip ortadan kayboldular. Gestapo’nun yardımıyla oluşturulan görgü tanıkları sayesinde bütün Almanya bu yangını komünistlerin çıkarttığını düşündü.
Hitler’e toplama kampları fikrini verdi fakat bilinenin aksine toplama kampları Yahudiler için kurulmamıştı. Göring’e göre bazı suçlular hapishanelerden başka daha tecrit edilmiş yerlerde tutulmalıydı. Bunun için de en uygun proje toplama kamplarıydı. Savaşın başlaması ve öncesinde toplama kamplarına Yahudiler, Çingeneler, komünistler ve savaş esirleri konulmaya başladı.
1934 yılında Gestapo’yu Heinrich Himmler’e devretti. Bu olaydan sonra önceleri gizlice, daha sonraları Versailles Antlaşmasının geçerliliğini yitirmesiyle Alman Hava Kuvvetlerini (Luftwaffe) kurdu ve geliştirdi.
Savaşın başlamasıyla beraber Luftwaffe dünyanın en etkili ve güçlü hava kuvvetleriydi. Bunun tek sebebi Hermann Göring’in eski bir pilot olması ve gerek pilotluğun gerekse hava kuvvetlerinin sıkıntılarını yakından bilmesidir.
1935'ten 1945'e kadar Hava Kuvvetleri başkomutanlığı yapmış olup, 1936'da orgeneral, 1938'de feldmareşal olmuştur. 1936'dan 1945'e kadar Hammadde ve Döviz İşleri'nde Reich yetkilisi, aynı zamanda Dört Yıllık Plan ve dolayısıyla Silahlanma Ekonomisi Sorumlusu oldu. 1937-1945 yılları arası "Hermann Göring Erbergbau und Eisenhütten" (Hermann Göring Madencilik ve Demirdöküm) Reichswerke şirketinin baş yöneticisiydi. 1938'den itibaren Yahudi sorununun düzenlenmesi dairesi için görevliydi. 1939-1945 yılları arası Reich Savunması için Bakanlar Kurulu Başkanlığı yaptı. 1934'ten 1945'e kadar Reich Orman Müdürü ve Reich Av Müdürü oldu.
Göring ve diğer üst düzey subaylar Almanya'nın henüz savaşa hazır olmadığına dair endişeleri vardı. İkinci Dünya Savaşı'nın açılışı, Polonya işgali ile, 1 Eylül 1939 tarihinde şafak vakti başladı. Büyük Alman zaferleri hızlı bir şekilde birbiri ardına izledi. Luftwaffe'nin sayesinde, Polonya Hava Kuvvetleri bir hafta içinde mağlup oldu. Fallschirmjager, Norveç'te hayati havaalanları ele geçirdi ve Belçika'da, Fort Eben-Emael ele geçirildi. Göring'in Luftwaffe'si, 1940 yılının Mayıs ayında Hollanda, Belçika ve Fransa savaşları'nda kritik rol oynadı. Göring'in Luftwaffe'si Hollanda Muharebesi'nde ve 1940 yılında Fransa Savaşı'nda önemli roller oynadı. Fransa'nın yenilgisinden sonra Hitler tarafından başarılı bir liderlik gösterdiği için Demir Haç madalyası ile ödüllendirildi. 19 Temmuz 1940 tarihinde bir kararname ile Hitler, Göring'i Reichsmarschall yani "Reichsmarschall des Grossdeutschen Reiches" (Büyük Alman İmparatorluğu Mareşali) rütbesine terfi ettirdi. Savaşın sonuna kadar Almanya'nın üst düzey askeriydi. Göring, Luftwaffe komutanı olarak 30 Eylül 1939 tarihinde Şövalye Demir Haçı madalyası da almıştı. 1940'tan 1945'e kadar savaş ekonomisini yönetti. 1941'den 1945'e kadar Doğu Ekonomi Yönetimi Kurmayı'nın başkanlığını yaptı.
Birleşik Krallık, Polonya işgalinden sonra Almanya'ya savaş ilan etmişti. Temmuz 1940 yılında Hitler, İngiltere'nin işgali hazırlıklarına başladı. Planının bir parçası olarak, Kraliyet Hava Kuvvetleri'nin (RAF) yok edilmesi gerekiyordu. Bombalama baskınları, İngiliz hava tesisatlarına ve şehirlerini ve sanayi merkezlerine başladı. Göring,daha sonra bir radyo konuşmasında şunu açıkladı "Wenn auch nur ein feindliches Flugzeug unser Reichsgebiet überfliegt, Meier Heissen ich olacak!" ("Tek bir düşman uçağının Alman topraklarında üzerinde uçarsa, benim adım Meier'dir). RAF, 11 Mayıs 1940'ta Alman şehirlerini bombalamaya başladı. Planlanan işgalin (kod adı:Deniz Aslanı Operasyon) başarı şansı konusunda kötümserdi. Göring, havada bir zaferin, bir işgalin olmadan barışın yapılmasını zorlamak için yeterli olacağını umuyordu. Deniz Aslanı 17 Eylül 1940 tarihinde süresiz ertelendi. Britanya Savaşı yenilgisinden sonra, Luftwaffe stratejik bombalama yoluyla İngiltere'yi yenmek için çalıştı. 12 Ekim 1940 tarihinde Hitler kış başlangıcı nedeniyle Deniz Aslanı operasyonunu iptal etti.
İkinci Dünya Savaşı'nın ilerleyen dönemlerinde Göring’in yapamayacağı görevleri kabul etmesi sonucu kendisini adeta soyutladı ve savaşın tek suçlusu gibi görmeye başladı. Hermann Göring’in ilk büyük hatası 1940 yılındaki İngiltere’nin bombalanmasındaki zamanlama hatası, 1942’de Stalingrad’daki 6. orduya ikmal ve yardım desteğinin kötü hava şartları yüzünden başarısız olmasıdır. Stalingrad’daki hava şartlarında hiçbir uçağın gerekli yardımı yapamayacağını kendisi de biliyordu fakat Hitler’e hayır dememek için bu görevi kabul etti.
20 Nisan 1945 tarihinde Berlin'de Führerbunker'de Hitler'in son kez kutlanan doğum gününde bulundu. Mareşal Göring, Hitler'in 20 Nisan'daki doğum günü toplantısının hemen ardından, malikanesindeki değerli eşyaları kamyonlara yükletip, uzun bir araç konvoyuyla Berlin'den ayrıldı. Bu arada Luftwaffe'nin Hitler'in sığınağındaki irtibat subayı General Karl Koller, 22 Nisan'daki toplantıya katılmamıştı. Ancak, toplantı hakkında aynı akşam bilgi aldı. Yaşanan olaylar kendisine, "Führer mahvoldu" diye anlatıldı. Bunun üzerine saat 03:30'da bir avcı uçağıyla, Göring'e durumu rapor etmek için Münih'e uçtu. 26 Nisan 1945 tarihinde Obersalzberg Müttefikler tarafından saldırı altındayken Göring çocukluk döneminde birkaç kez zaman geçirdiği şimdiki Avusturya'da bulunan Mauterndorf'daki kaleye taşındı. Elindeki sanat hazinelerini Berchtesgaden'e ve başka yerlere taşıdı. Göring, Hitler'in 29 Haziran 1941'de imzaladığı kararnameyi yeniden inceledi. Bu belgede, Führer çalışamayacak duruma gelirse yerine kendisinin vekalet edeceği, ölecek olursa da yerine onun geçeceği yazılıydı. Bunun üzerine Göring Hitler'e bir telgraf göndererek vekalet için onayını istedi. Göring'in rakibi Martin Bormann, bu mesajı Hitler'e iletti ve Göring'i iktidarı ele geçirmekle suçladı. Hitler'in tepkisi Göring'i "vatan haini" olarak tanımlayan, ancak tüm görevlerinden çekildiği takdirde hayatının bağışlanacağını bildiren bir telgraf olmuştur. 29 Nisan 1945'te NSDAP'den atıldı. Martin Bormann ise SS Karargahına bir radyo mesajı göndererek Göring'in tutuklanması emrini verdi. Tutuklama işlemi ertesi sabah gerçekleştirildi ve Göring ev hapsine tutuldu. Bormann ise Göring'in sağlık nedenleriyle istifa ettiğini radyoda bir anons yaparak duyurdu. Göring, oradan geçen bir Luftwaffe birimi tarafından 5 Mayıs'ta ev hapsinden kurtarıldı ve karısını ve çocuğunu Obersalzberg'teki malikanesinde bırakarak Amerikan hatlarına doğru yola koyuldu. Savaş bittikten sonra 6 Mayıs'ta Radstadt yakınlarında, Amerika Birleşik Devletleri Ordusu'nun 36. Piyade Tümeni karargahına gidip teslim oldu ve gözaltına alındı. 8 Mayıs'ta tutuklandı. Bu hamle, büyük olasılıkla Göring'in hayatını kurtardı; Martin Bormann, Berlin düşmüş olsaydı, idam emretmişti.
Göring, tutuklanmasının ardından uçakla Lüksemburg'a götürülerek, Mondorf-les-Bains'da kod adı Ashcan Kampı olan Palace Hotel'de tutuldu. Sıkı bir diyete girdi ve 27 kg kaybetti. IQ'su gözaltında iken test edilmiş ve 138 olarak bulunmuştur. En üst düzey NSDAP hükümeti yetkilileri ile beraber Eylül ayında Nürnberg'e transfer edildi. Kasım ayında askeri mahkemeler başladı. Göring üçüncü en yüksek rütbeli nasyonal sosyalist Alman subayı olarak Nürnberg yargılanan Reich Devlet Başkanı (eski Amiral) Karl Dönitz ve eski bakan olan Führer Vekili Rudolf Hess |
'in arkasında yargılandı.
Nürnberg Mahkemesi'nde kendinden emin tavırları ve yöneltilen bütün suçlamalara verdiği akıllıca cevaplar sayesinde diğer sanıkları da etkisi altına almıştı. Göring yargılanma sürecinde otururken, çeşitli jestler kullanarak, başını sallayarak ya da gülerek hakkındaki görüşlere tepki verdi. Sürekli notlar alır, diğer sanıklar ile fısıldaşır ve yanına oturmuş olan Rudolf Hess'in düzensiz davranışını kontrol etmeye çalışırdı. Yargılama sırasında, Göring diğer sanıklara hakim olmaya çalıştı ve onların ifadelerini etkilemeye çalışırken, sonunda diğer mahkûmlardan ayrı tutulmasına karar verilerek tecride yerleştirildi. Bazı Alman subayları suçlarını inkar ederken, Hermann Göring çoğu suçlamayı kabul etti ve Hitler’e bağlılığını son dakikaya kadar sürdürdü. Mahkemenin hakkında verdiği idam kararından sonra infaz olmadan birkaç saat önce hücresinde kendisine bakan askerden özel kutusunu istedi, o kutunun içerisinde bulunan Potasyum Siyanür kapsülünü içerek tıpkı Himmler gibi asılmadan hayatına son verdi. Göring'in cesedi, diğer idam edilen sanıklar gibi, yere yatırılarak sergilendi. Cesedi Ostfriedhof'ta (Münih) yakıldı ve külleri Isar Nehri'ne dağıldı.
Joachim von Ribbentrop
Joachim von Ribbentrop (d. 30 Nisan 1893, Wesel - ö. 16 Ekim 1946, Nürnberg), Nazi Almanyası Dışişleri Bakanı ve diplomat.
Çocukluğu İngiltere, Fransa ve İsviçre’de düzensiz olarak çeşitli özel okullarda geçti. 1904'ten 1908'e kadar, Ribbentrop Metz'de, Alman İmparatorluğu'nun en güçlü kalesi olan bir okulda Fransızca dersleri aldı. Eski bir öğretmeni Ribbentrop'u "kibir dolu, sınıfta en aptal olan öğrenci ve çok saldırgan" olduğunu belirtmiştir. New York ve Boston'da bir gazeteci olarak çalıştı ve daha sonra Almanya'ya dönüp Tüberküloz hastalığından kurtulmak için bir süre dinlenmiştir. Joachim von Ribbentrop daha sonra Kanada'ya döndü. Montreal'de bankacılık eğitimi gördü, demiryolları inşaasında çalıştı. 1913'te Ottawa'da Alman şarap ve şampanyalarını ithal eden küçük bir iş kurdu. 1914 yılında, Şubat ayında Boston'da "Ellis Memorial Trophy" turnuvasına katılarak, Ottawa'nın ünlü "Minto buz pateni" takımında yarıştı.
I. Dünya Savaşı başladığında, Ribbentrop Kanada'yı (ki, Britanya İmparatorluğu'nun bir parçası olarak Kanada Almanya ile savaş halinde idi) bıraktı. 15 Ağustos 1914'te Hoboken, New Jersey'den kalkan Hollanda-Amerikan gemisi olan Potsdam ile Almanya'ya döndü ve Alman Ordusuna 125. Hussar Alayına gönüllü olarak katıldı. Doğu Cephesi'nde ilk görevini yapacaktı ancak daha sonra Batı Cephesine nakledildi. Daha sonra Demir Haç madalyası aldı.
1918 yılında Teğmen rütbesiyle Ribbentrop karargâh subayı olarak İstanbul'a gönderildi. Osmanlı Devleti'nde kaldığı süre içinde, Franz von Papen adlı başka bir kurmay subay ile arkadaş oldu.
Savaş bittikten sonra 1919'da terhis edildi. Berlin'de bir şarap ticarethanesi açtı. 1920 yılında Annelies Henkell ile evlendi ve bir kızı oldu.
1928 yılında, yurt dışı bağlantıları olan bir iş adamı olarak Adolf Hitler'e tanıtıldı. 1930'dan itibaren Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'ni (NSDAP) finansal olarak destekledi. Eşi ile beraber 1 Mayıs 1932'de partiye katıldı. NSDAP kartı numarası 1199927 idi. 30 Mayıs 1933'te SS'e girdi (SS numarası 63083 idi.) O yıl kendisine SS-Standartenführer onursal SS subayı rütbesi verildi. SS üyelik numarası ise 63083 idi.
1933'ten 1945'e kadar Reichstag'da milletvekili olarak görev yaptı. 1933'ten itibaren Hitler'in dış politikası görevlisi, 1934'ten 1939'a kadar Führer vekilinin kurmayında NSDAP'nin dış politik sorunlar görevlisi oldu. 1934 ve 1935'te Reich hükümetinin silahsızlanma sorunlarıyla ilgilenen görevlisi oldu. 1935'te kendisine SS-Oberführer onursal rütbesi, 1936'da ise SS-Gruppenführer onursal rütbesi ve 1940'da SS-Obergruppenführer onursal rütbesi verildi.
Ağustos 1936'da, Hitler, İngiltere'ye Ribbentrop'u Anglo-Alman ittifakını müzakere etmesini emretmesi ile Büyükelçi olarak atadı. 4 Şubat 1938'de ise Hitler, Dışişleri Bakanı olarak Konstantin von Neurath'ın yerine Ribbentrop'u atadı. Neurath'un az kavgacı ve tedbirli doğasının aksine, Ribbentrop tümden 1938-1939'da savaşı destekledi. Dışişleri Bakanı Ribbentrop zamanı üç döneme ayrılabilir. İlk olarak, 1938-1939 yıllarında yaklaşan savaşta Almanya yanlısı olabilmeleri için başka devletleri ikna etmeye çalıştı. İkinci olarak, 1939'dan 1943'e kadar, Almanya'nın tarafında ya da en azından savaşa girmeleri ve Alman yanlısı olabilmeleri için diğer tarafsız devletleri ikna etmeye çalıştı. Son aşamada ise, 1943'ten 1945'e kadar, Almanya'nın müttefiklerini elde tutmak için bir görevi vardı. Her üç dönem boyunca, Ribbentrop İtalya, Japonya, Romanya, İspanya, Bulgaristan ve Macaristan diplomatları ve liderleri ile sık sık bir araya geldi.
Almanya ile İngiltere’nin Sovyetler Birliği’ne karşı birleşmesi gerektiği fikrini belirtti. 5 Şubat 1937 yılında İngiltere Kralı VI. George Almanya’ya gelerek görüşmeleri başlattı. 1938 yılında İngiliz ve Fransız ve hükümetleri Hitler'in isteklerine boyun eğdikleri ve Çekoslovakya'nın Almanya'ya verildiği Münih Anlaşmasını imzaladı.
Ribbentrop, 1939'un Mart ayı sonlarında, Almanya'daki Alman avukatlarından Hans Kroll'a gitti ve Türkiye'yi Almanya ile ittifak kurmaya başladı. Türkler, Kroll'e Almanya'ya herhangi bir itirazları olmadığı ve Balkanlar'ı kendi ekonomik alanlarına getirdiği konusunda güvence verdi.
Nisan 1939'de Ribbentrop, Dışişleri Bakanlığı üst düzey personelinin gizli bir toplantısında Almanya'nın Polonyalılarla görüşmeleri sona erdirdiğini ve o yılın sonlarında bir operasyonla Polonya'yı yok edeceğini söylediğinde, orada bulunan herkes bu haberi sevinçle karşıladı. Anti-Polonya duyguları uzun zamandır yaygınlaşmıştı ve 1938'de Çekoslovakya'ya saldırmakla ilgili ılımlı tutumlarının aksine, Weizsäcker gibi diplomatlar Polonya'yla 1939'da savaş olasılığı konusunda son derece hevesliydi. Versailles anlaşmasının yarattığı "iğrençlik" olarak gördükleri Polonya'nın meşruiyetini hiç kabul etmemiş olan Weizsäcker gibi profesyonel diplomatlar, Polonya'yı haritadan silip süpürecek bir savaşa verdikleri desteği gösterdiler. Alman hükümetinde hem diplomatlar hem de askerler, önceki yıla göre Çekoslovakya'yı yok etme hakkındaki görüşlerinin aksine, Hitler'in Polonya karşıtı politikasına destek verdiler. Seçtikleri eylem biçimiyle Hitler ve Ribbentrop'ı cesaretlendirdiler.
Nisan 1939'de Ribbentrop, İngiltere ile Türkiye'nin Almanya'yı Balkanlardan uzak tutmak için bir ittifak üzerinde müzakerelerde bulundukları konusunda bir bilgiye kavuştu. 23 Nisan 1939'da, Türkiye Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu, İngiliz Büyükelçisine, ülkesinin Akdeniz'in İtalyan iddiaları konusundaki endişelerinden ve Almanların Balkanlar üzerindeki kontrolü konusunda endişelerini dile getirerek, Anglo-Sovyet-Türk ittifakının Mihver ekseni'ne karşı en iyi yol olarak önerdi. Almanlar, Türk diplomatik kodlarını çözdüğünde, Ribbentrop, Anglo-Türk görüşmelerini "Türklerin bize anlatacakları şeyden" çok daha ileri gitti şeklinde belirtti. Ribbentrop, Franz von Papen'i Almanya'nın Ankara'daki büyükelçisi sıfatı ile Türkiye'yi Almanya ile ittifak kurma talimatı ile atadı. Ribbentrop Papen'i Nisan 1938'den beri Türkiye büyükelçisi olarak atamaya çalışıyordu. Papen'i Birinci Dünya Savaşı'ndan büyük bir hoşnutsuzluk duygusuyla hatırlayan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün kendisini büyükelçi olarak kabul etmeyi reddetmesi üzerine ilk girişimi başarısızlığa uğradı. Papen'in adaylığını özel olarak önermek, bir çeşit Alman şakası anlamına gelmişti. Ankara'daki Alman Büyükelçiliği, önceki büyükelçi Friedrich von Keller'in Kasım 1938'de emekli edilmesinden bu yana boştu ve Ribbentrop, Türk Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu'nun Nisan 1939'de Kroll'i şikayet ettiği sırada Papen'i büyükelçi olarak kabul etmesini sağlamıştı.
Ribbentrop ve Papen, Türklerle konuşmaya odaklanmak yerine Papen'in Ribbentrop'u atlayıp gönderilerini doğrudan Hitler'e gönderdikleri yönünde bir anlaşmazlık içinde dolaştı. Eski bir Başbakan olarak Papen, Avusturya Büyükelçiliği sırasında Dışişleri Bakanı'nın atlayarak bu ayrıcalığı vermişti. Ribbentrop'un 1918 yılına dayanan Papen'le arkadaşlığı, bu konu yüzünden sona erdi. Aynı zamanda Ribbentrop, Almanya'yı müttefik olarak kazanma çabası kapsamında Berlin Büyükelçisi Mehmet Hamdi Arpağ'a bağırdı. Ribbentrop'un aşırı tutumlu davranışının soncu olarak, Anglo-Türk ittifakı 12 Mayıs 1939'da imzalandı.
1939 başlarından itibaren Ribbentrop, Alman hükümetinin Sovyetler Birliği ile kısa vadeli anti-Polonya ve uzun vadeli İngiliz karşıtlığı politikalarının amaçlarını gerçekleştirmenin en iyi yolu olduğu yönündeki önde gelen savunucusu olmuştu. Molotov-Ribbentrop Paktı müzakereleri sırasında Ribbentrop, Moskova'daki Büyükelçisi Friedrich Werner von der Schulenburg'u Mart 1939'da Parti Kongresi öncesinde Sovyet liderinin Joseph Stalin tarafından yapılan ve Batı karşıtı bir biçimde güçlü bir şekilde karşı çıkan bir raporla çok memnun kaldı. Schulenburg'un bildirdiğine göre, Sovyetler Birliği'nin Almanya ile bir anlaşma isteyebileceği anlamına geliyordu. Ribbentrop, Schulenburg'un raporunu, Dışişleri Bakanlığı ticaret departmanından Dr. Julius Schnurre'yi bir Alman-Sovyet ekonomik anlaşması görüşmesi için göndererek takip etti. Aynı zamanda, Ribbentrop'un Anti-Komintern Paktı'nı İngiliz karşıtı bir ittifaka dönüştürme çabaları, 1938-39 kışları boyunca Japonlardan gelen düşmanlıkla karşılandı, ancak İtalyanlarla Ribbentrop belli belirgin bir başarı elde etti. Ribbentrop'un çabaları, Mayıs 1939'da Çelik Paktının imzalanmasıyla başarılı bir şekilde taçlandırıldı, ancak bu, yalnızca yanlışlıkla Mussolini'ye önümüzdeki üç yıl için savaş olmayacağından emin olarak yapıldı.
1939'da Sovyetler Birliği ile Nazi Almanyası arasında imzalanan saldırmazlık antlaşmasında Sovyet meslektaşı Molotov ile birlikte önemli rol oynadı ve bu anlaşmaya Molotov Ribbentrop Paktı'na ismi verildi. 1940 yılında Ribbentrop İtalya, Almanya ve Japonya arasında Sovyetler B |
irliğine karşı Anti-Komintern Paktını imzaladı.
Ribbentrop, 20 Nisan 1945'te, Berlin'deki Führerbunker'de Hitler'in 56. doğum günü kutlamasına katıldı. Üç gün sonra, Hitler'e yapacak daha önemli işlerinin olduğunu ve gitmesi gerektiğini söyleyerek sığınağı terk etti. Bu olaydan sonra Adolf Hitler çevresinde bulunanlara artık Ribbentrop'u görmek istemediğini söylemiştir. Bu onların son kez bir araya gelmesi oldu. Ertesi ay, 16 Haziran 1945'te Ribbentrop, Belçika SAS'ına katılmış ve Hamburg yakınlarındaki İngiliz güçleri ile çalışan Çavuş Jacques Goffinet adlı bir Fransız tarafından tutuklandı.
Nürnberg Mahkemesinde yargılandı. Kasıtlı bir şekilde savaş çıkarmak, savaş suçları ve insanlığa karşı suçları planlama ve barışa karşı suç işlemekle suçlandı. Savcılar Ribbentrop'un aktif Alman saldırısını planladığını ve ölüm kamplarına Yahudileri sürgüne gönderdiğine dair kanıtları mahkemeye sundu. Müttefiklerin Uluslararası Askerî Mahkeme heyetinin tüm üyeleri onu suçlu buldu.
Yargılama sırasında, Ribbentrop'un savaştaki rolü açığa çıkarılmaya çalışıldı. Örneğin, kendisine yapılan çapraz inceleme sırasında, İngiliz savcı Sir David Maxwell-Fyfe, Ribbentrop'u "saldırgan bir eylem" ile Çekoslovakya Cumhurbaşkanı Emil Hácha'yı tehdit ettiğini iddia etti.
Amerikan ordusundan Gustave M. Gilbert adlı bir psikoloğa, yargılanan Nazi liderlerini incelemesi için izin verildi. Gustave M. Gilbert'in yaptığı diğer testlerin arasında, Wechsler-Bellevue IQ testinin bir Alman versiyonunu uygulandı. Test sonucunda Joachim von Ribbentrop 129 puan derecesi ile teste tutulan Nazi liderleri arasında 10. oldu.
1 Ekim 1946'da yapılan karar duruşmasında asılarak idam edilmesine karar verildi. Ribbentrop 16 Ekim 1946 tarihinde asılacak ilk politikacı oldu. Asılmadan evvel kendisine son bir sözü olup olmadığı soruldu. Ribbentrop sakince, "Tanrı Almanya'yı korusun. Tanrım ruhuma merhamet et. Son arzum Almanya'nın birlik ve barış uğruna, Doğu ve Batı arasındaki anlayışı kurtarmak gerektiğidir. Dünya'ya barış diliyorum." demiştir. Bundan sonra asılarak infazı gerçekleşmiştir. Vücudu, Münih'teki Ostfriedhof'da (Doğu Mezarlığı) yakıldı ve külleri Isar Nehri'ne dağıtıldı.
Friedrich Paulus
Friedrich Wilhelm Ernst Paulus (d. 23 Eylül 1890, Breitenau, Hessen - ö. 1 Şubat 1957, Dresden, Doğu Almanya), özellikle II. Dünya Savaşında etkin rol oynayan Alman Feldmareşali.
Alman Donanması'na katılmak istediyse de başvurusu kabul edilmemişti. Münih üniversitesinde hukuk eğitimi gördükten sonra 1909 yılında İmparatorluk ordusuna katıldı. Astsubay oldu. Şubat 1910 yılında 111. Piyade Alayına katıldı. 1911'de 3. Baden Piyade bölüğünün başında teğmen olarak görev aldı. 4 Temmuz 1912'de Elena Rosetti-Solescu ile evlendi.
I. Dünya Savaşı’nda 3. Tabur karargâh subayı olarak görev aldı. Hem doğu hem batı cephesinde çok sayıda başarılı görevler aldı. Bir kurmay subay olarak Alpenkorps'a katılarak Makedonya, Fransa ve Sırbistan'da görev yaptı. Savaşın sonunda bir yüzbaşı idi.
Mütarekeden sonra, Paulus bir tugay'da emir subayı olarak doğu'da Freikorps ile savaştı.
1940 yılının Ağustos ayında Korgeneralliğe terfi etti ve bir ay sonra Alman Genel Kurmay başkan yardımcısı olarak atandı. Bu görevde Sovyetler Birliği'nin işgali için planlarını hazırlamaya yardımcı oldu. General der Panzertruppe rütbesine terfi etti ve Ocak 1942 yılında Alman 6. Ordu Komutanı oldu.
İkinci Dünya Savaşı ile beraber Batı cephesinde etkin rol oynadı. 1941 yılında Adolf Hitler kendisini generalliğe terfi ettirdi ve 6. Ordu ile beraber Dnepropetrovsk savaşını kazandı. Bunu takip eden savaşlarda mühimmat, özellikle benzin sıkıntısı çekmesine rağmen büyük başarılar elde etti. Yeni görevi Stalingrad'ı ele geçirmekti. Ruslar Stalingrad önlerine 600.000 kişilik birlikle 6. orduyu karşıladılar. Zor durumda olan Paulus'un yardımına Feldmareşal Paul Ludwig Ewald von Kleist'ın 1. Panzer ordusu geldi. Tekrar toparlanan 6. Ordu Stalingrad'a girmeye başladı. Ana birliklerden uzaklaşan Almanlar tankların zor ilerlediği yıkık evlerden sniper (keskin nişancı) atışların yapıldığı dar sokaklarda çok adam kaybetmeye başladılar. Ruslar taze birliklerle 6. orduyu kuşatmaya başladılar. Hitler, 4. Panzer Ordusu'nun 6. Ordu'yu kurtarmasını istedi. Erich von Manstein bunu gerçekleştiremedi. Artık Alman ordusu tamamen sarılmıştı. Hitler son kez Paulus'tan bir yarma harekatına girişmesini istedi. Paulus bunu reddetti. Paulus'un teslim olmayı düşündüğünü anlayan Hitler ona "Sizi feldmareşal yapıyorum ve şunu unutmayın ki şimdiye kadar hiçbir Alman feldmareşali esir düşmedi" dedi. Paulus ertesi gün teslim oldu.
Sovyetlerle işbirliği teklifini reddetmesine rağmen, Hitler'e 20 Temmuz 1944 tarihindeki suikast girişiminden sonra Sovyet tutsağı iken Nazi rejiminin bir eleştirmeni haline geldi.
Savaştan sonra 1946 yılında suçlu bulunarak hapse mahkûm edildi. Daha sonra Nürnberg Mahkemelerinde iddia makamının tanığı olarak görev yaptı. 1953 yılına kadar hapishanede kaldı. Nürnberg Mahkemelerinde sırasında, Paulus'a bir gazeteci tarafından Stalingrad mahkumları akıbeti soruldu. Stalingrad'da esir alınan 91.000 Alman mahkumunun yarısı Sibirya esir kamplarına yürüyüşleri sırasında ölmüştü, ve yaklaşık olarak birçok tutsak ölmüş; yaklaşık olarak sadece 6.000 asker evine dönebilmişti. 1953 yılında Alman Demokratik Cumhuriyetine taşımasına izin verildi ve 1953-1956 yılları arasında Dresden'de Doğu Almanya'da hayatını devam ettirdi. Doğu Alman Askeri Tarih Araştırma Enstitüsü sivil şefi olarak çalıştı. 1956 yılında Motor Nöron hastalığı nedeniyle felç oldu.
1956 sonlarında Amyotrofik lateral skleroz hastalığı gelişti ve giderek zayıfladı. Birkaç ay içinde Dresden'de, 1 Şubat 1957'de, Stalingrad'da teslim olmasından 14 yıl ve bir gün sonra öldü. Vasiyeti üzerine cenazesi Batı Almanya'da, Baden'de, 1949 yılında sekiz yıl önce ölen eşinin yanına gömülmek üzere taşındı. Kocasını, doğu cephesinden ayrıldığı günden beri (1942) görmemişti.
Otto Skorzeny
Otto Skorzeny (d. 12 Haziran 1908, Viyana - ö. 5 Temmuz 1975, Madrid, İspanya), II. Dünya Savaşı sırasında Alman Waffen-SS komandosu. Budapeşte başkanlık sarayının basılmasını da yönetmiş ve bu sayede Macaristan'ın Almanlara karşı saf değiştirmesini önlemiş Hitler'in meşhur askerlerinden biriydi. II. Dünya Savaşı'nın ardından kurulan gizli nazi iş birliği örgütü Odessa üyesidir.
Otto Skorzeny uzun bir askerlik geçmişi olan bir orta sınıf Avusturyalı ailenin içinde Viyana'da doğdu. Soyadı, Polonya kökenlidir ve Skorzeny soyadı en uzak akrabalarının bulunduğu Büyük Polonya bölgesinde, Skorzęcin adında bir köyden gelmektedir. Almancaya ek olarak, mükemmel Fransızca konuşur ve İngilizceyi yeterli olarak bilmekteydi.
Viyana'da bir üniversite öğrencisi olarak ve Alman ulusal Burschenschaft üyesi olarak tanınmış bir eskrimci oldu. Bir arkadaşıyla beraber kılıç düellosu yaparken yüzüne uzun yıllar izini taşıyacağı büyük bir yara almıştır. (Bkz. Yandaki fotoğrafında sol yanağında ve ağzının altında derin iz)
1931 yılında Avusturya'daki Nazi Partisi'ne katıldı ve kısa sürede Nazi SA üyesi oldu. Burada Ernst Kaltenbrunner’in yanında görev aldı. Anschluss’dan (Avusturya'nın ilhakı) sonra uzun boyu ve düzgün fiziği ile Adolf Hitler’in yakın korumalığını yaptı. İnşaat iskeleleri şirketinin işletme müdürü ve otağı oldu. 1939'da elit bir tümen olan1. SS Panzer Tümeni "Leibstandarte SS Adolf Hitler"'e girdi.
1940 şubatında topçu yüzbaşı olarak Alman Ordusuna katıldı. Fransa ve Hollanda cephelerinde görev aldıktan sonra teğmen olarak Balkan Operasyonuna katıldı. Yine 1940'ta 2. SS Panzer Tümeni "Das Reich"'a girdi.
1943'te RSHA'nın Ülke Dışı Sabotaj Bölümü'ne (VI. Şube) alındı.
29 Temmuz 1943’te Benito Mussolini’yi kurtarmak için Alman Hava Kuvvetleri (Luftwaffe) ve Alman Ordusu (Heer) özel ajanlar arasından Hitler tarafından özel olarak seçilip görevlendirildi. 13 Eylül’de yanına aldığı komandolarla birlikte hava harekatı yapıp Mussolini’yi Gran Sasso Oteli'nden kurtardı. Bundan dolayı operasyonun adı da Gran Sasso Harekatı'dır.
1943 Kasımında Hitler, Bosna’da isyan çıkartan bir lideri öldürmesi için Skorzeny’yi görevlendirdi. Partizan lider kaçmayı başarmıştı fakat bu sefer Rusların eline düşmüş ve dolayısıyla Hitler bu sorundan Skorzeny sayesinde kurtulmuştu.
1944'te Macar İmparatorluk naibi Miklós Horthy'nin tutuklanmasına katıldı.
Skorzeny’yi bekleyen son görevi ise, Ardenler Taarruzu'nda İngilizce konuşabilen Alman casuslarla birlikte Müttefik hatlarına sızmak ve sabote etmekti. Bu taarruzda 150. SS Panzer Tugayı'nın komutanlığını yaptı. Bu görevinde de üzerine düşeni yaptı fakat savaşın gidişatını değiştiremedi.
1945'te Obersturmbannführer (Yarbay) rütbesine terfi ettirildi ve Doğu Cephesi'ndeki SS avcı birliklerinin birlik yöneticisi (Verbandsführer) olarak atandı. 15 Mayıs 1945’te Müttefik Kuvvetler tarafından yakalandı, Amerikalıların savaş tutsağı oldu ancak delil yetersizliğinden beraatine karar verildi. Bulge Muharebesi'nde savaş yasalarını ihlal ettiği gerekçesiyle 1947 yılında Dachau Mahkemelerinde savaş suçlusu olarak yargılandı. 18 Ağustos 1947 tarihinde Dachau'da bir ABD askeri mahkemesine getirildi. Yargılama üç hafta boyunca sürdü.
Skorzeny, Darmstadt'da bir enterne kampında gözaltına alındı. 27 Temmuz 1948 tarihinde kampa girdi ve yasal bir duruşma için Nuremberg'e götürülmek üzere Skorzeny'i almaya geldiğini iddia eden ABD Askeri Polis üniforması giymiş üç eski SS subayının yardımı ile kamptan kaçtı. Skorzeny yaklaşık 18 ay boyunca Hjalmar Schacht'ın (Hitler'in eski maliye bakanı) yeğeni Ilhse Lüthje tarafından kiralanan Bavyera'da bir çiftlikte saklandı. Bu süre zarfında Reinhard Gehlen ve Hartmann Lauterbacher (Hitler Gençliği eski başkan yardımcısı) ile temas halinde oldu. Skorzeny, 13 Şubat 1950 tarihinde Paris'teki Champs-Elysées'de bir kafede fotoğraflandı. Fotoğraf, Fransız basınında ertesi gün ortaya çıktı. Fotoğrafta Alman gazileri ile bir araya geldiği görülmekteydi ve o günlerde Ilhse Lüthje ile evlenmek için aynı zamanda karısına boşanma davası aç |
tı. Kısa bir süre sonra, İspanyol hükümeti tarafından verilen bir Nansen pasaportu (uluslararası vatansız mültecilere Milletler Cemiyeti tarafından verilen kimlik kartı) yardımı ile Madrid'e taşındı. Orada küçük bir mühendislik işi kurdu. Nisan 1950 tarihinde Fransız gazetesi Le Figaro'nun Skorzeny'nin anılarını yayımlaması sonucu 1500 komünistin derginin merkezi dışında isyan etmesine neden oldu.
Otto Skorzeny Francisco Franco’un isteği üzerine İspanya'da yaşamına devam etti. 1959 - 1969 yılları arasında zamanının bir bölümünü İrlanda'da Kildare ilçesinde satın aldığı çiftlikte geçirdi.
Skorzeny, eski General Reinhard Gehlen tarafından 1953'te Mısır'a gönderildi. Skorzeny'ye, Mısır ordusunu eğitmek için eski SS subaylarından oluşan bir personel istihdam etti. Bu subaylar arasında, SS Generali Wilhelm Farmbacher, Panzer Generali Oskar Munzel, Polonya'da Yahudi İşleri Gestapo Bölümü başkanı Leopold Gleim ve Joachim Daemling'de Skorzeny'ye katıldı. Skorzeny, Mısır Ordusunun eğitimine ek olarak Süveyş Kanalı bölgesinde konuşlanmış İngiliz birliklerine karşı muhtemel saldırı için komando taktikleri vererek Arap gönüllüleri eğitti. Bu görevden sonra Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdül Nasır'a bir danışman olarak hizmet etti.
Skorzeny 1966 yılında kurulmuş olan İspanyol neonazi grup CEDADE'nin liderliğini yaptı ve bu gruba bir danışman olarak hareket etmesinden dolayı bu örgütün kurucu babalarından biri olarak sayılır.
1970 yılında, Otto Skorzeny'nin omurgasında kanserli iki tümör keşfedildi. İki tümör Hamburg'da yapılan ameliyat ile çıkarıldı ancak yapılan ameliyatdan sonra belden aşağısı felç kaldı. Skorzeny yeniden yürüyebilmek için bir fizyoterapist ile her gün uzun saatler geçirdi ve altı ay içinde tekrar kendi ayakları üzerinde yürümeyi başardı. Otto Skorzeny sonunda, 5 Temmuz 1975 tarihinde, Madrid'te kanser hastalığına yenik düştü. Öldüğünde 67 yaşındaydı. 7 Ağustos 1975 tarihinde Madrid'de Katolik cenaze töreni yapıldı fakat cesedi yakıldı ve külleri daha sonra Viyana'ya getirilerek Döblinger Friedhof'da Skorzeny aile mezarlığında toprağa verildi. Cenaze töreninde "eski yoldaşları" kendisini Hitler selamı ile selamladı ama aynı zamanda Mossad'tan eski meslektaşları, ona saygı işareti olarak cenaze törenine katılmıştır.
Erich Raeder
Erich Johann Albert Raeder (d. 24 Nisan 1876, Wandsbek – ö. 6 Kasım 1960, Kiel), II. Dünya Savaşı öncesi ve sırasında Almanya'da bir amiraldi.
Babası bir okul müdürüydü. Birinci Dünya Savaşına götüren yıllarda Kaiser II. Wilhelm'in özel yatında yüzbaşı oldu ve hızla rütbesi yükseldi. 1894'te Kaiserliche Marine'ye (İmparatorluk Donanması) katıldı. 1912 yılında Franz von Hipper'in kurmay Başkanı oldu. 1915 yılında Dogger Bank Savaşı'nda ve 1916 yılında Jutland Savaşı'nda yer alarak I. Dünya Savaşı sırasında bu pozisyonlarda görev yaptı.
1920 yılında savaştan sonra, iki yıl denizcilik tarihi okudu. Ayrıca deniz savaşı ile ilgili bir dizi çalışmalar yazdı. Bundan sonra donanma hiyerarşisinde düzenli olarak rütbe almaya devam etti. 1922 yılında bir Konteradmiral (Tuğamiral) oldu ve 1925 yılında Vizeadmiral (Koramiral) oldu. I. Dünya Savaşındaki başarılarıyla 1928 yılında Oramiralliğe terfi ederek Weimar Cumhuriyeti'nin Deniz Kuvvetleri (Oberbefehlshaber der Reichsmarine) Reichsmarine Başkomutanı yapıldı.
Genellikle Nazi Partisi'ni sevmemesine rağmen, Adolf Hitler'in girişimi ile Kriegsmarine'nin yeniden kuvvetlenmesini destekliyordu. Hitler, 20 Nisan 1936 tarihinde Raeder'i 60. doğum gününden birkaç gün önce, Generaladmiral rütbesine terfi ettirdi.
NSDAP'nin siyasal politikalarından pek hoşnut olmasa da Adolf Hitler'in Almanya'yı yeniden canlandırma fikrinin arkasındaydı. Bunu fark eden Hitler 1939 yılında Raeder'i Büyük Amiral rütbesine çıkarttı. Bu unvan Alfred von Tirpitz'den sonra kendisine verilmişti ve gerçekten bir denizcinin ulaşmak istediği son noktaydı.
Alman donanmasının İngiliz donanmasıyla boy ölçüşebilecek seviyeye gelmesini istiyordu. Dönemin ekonomisini yöneten Hermann Göring de eski bir havacı olduğu için, kalkınmanın öncelikle hava kuvvetlerinden başlamasını istiyordu. Bu durum Göring'le Raeder arasında gerginliklere sebep oluyordu. Hitler gerekli bütçe desteğini vermesine rağmen beklenilen başarı elde edilemeyince 1943 yılında istifa ederek yerini Karl Dönitz'e bıraktı.
II. Dünya Savaşı bittikten sonra, Nürnberg Mahkemeleri'nde ömür boyu hapis cezasına mahkûm edildi fakat ilerleyen yaşı ve sağlık problemleri nedeniyle 26 Eylül 1955 tarihinde serbest bırakıldı. 1957 yılında Mein Leben isimli kitabını yayınladı.
6 Kasım 1960 tarihinde öldü. Kiel'de, Nordfriedhof'a (Kuzey Mezarlığı) gömüldü.
Karl Dönitz
Karl Dönitz (16 Eylül 1891, Berlin - 24 Aralık 1980, Aumühle), Alman Donanma Komutanı, Büyük Amiral ve II. Dünya Savaşı sonlarında Almanya'nın Cumhurbaşkanı.
Karl Dönitz 1910 yılında Kaiserliche Marine'ye (Alman Donanması) subay olarak katıldı. 4 Nisan 1911'de bir deniz öğrencisi (Seekadett) oldu. 15 Nisan 1911 tarihinde, bir deniz harp okulu öğrencisi (Fähnrich zur See) ve subay çırağı olarak bir yıl görev yapmıştır. 27 Eylül 1913'de Dönitz bir Teğmen (Leutnant zur See) olarak görevlendirildi. I. Dünya Savaşı başladığında, Akdeniz'de hafif kruvazör SMS Breslau'da görev yaptı. 1914 yılının Ağustos ayında Akdenizde İngiliz donanmasından kaçan ve Osmanlı Devleti'ne sığınan Breslau ve savaş gemisi SMS Goeben, Osmanlı Donanmasınına satıldı; gemilere sırasıyla Midilli (Midilli Kruvazörü) ve Yavuz Sultan Selim adı verildi. 1916'da Denizaltı Kuvvetleri'ne geçti. 22 Mart 1916 tarihinde Dönitz, Deniz Üsteğmenliğine (Oberleutnant zur See) terfi etti. Midilli'nin onarımı için yuvasına yerleştirdiğinde geçici olarak Çanakkale'de havaalanı komutanı olarak atandı. Oradan, Ekim 1916 yılında denizaltı kuvvetlerine transferini istedi. O zaman, U-39'un nöbetçi subayı olarak görev yaptı ve Şubat 1918'den itibaren denizaltı "UC-25"in komutanı olarak görev yaptı. 5 Eylül 1918'de Akdeniz'de faaliyette olan "UB-68"in komutanı oldu.
4 Ekim 1918 günü komutanı olduğu denizaltının Akdeniz'de bir harekat sırasında ağır hasar görmesi üzerine, yüzeye çıkarak mürettebatı ile birlikte bir İngiliz kruvazörüne teslim oldu. Malta'da esir olarak kaldığı süre içerisinde iyi bir denizaltının ne gibi özelliklere sahip olması gerektiğini, hangi taktiklerle kullanılırsa daha etkili olacağının planlarını yaptı.
Savaş 1918 yılında sona erdi ama Dönitz Temmuz 1919'da tahliye olana kadar savaş esiri olarak Sheffield yakınlarındaki bir İngiliz kampında kaldı. 1920'de Almanya'ya döndü.
İki savaş arası dönemde, Dönitz Weimar Cumhuriyeti'nin Silahlı Kuvvetleri'nin (Reichswehr) deniz kolundaki deniz kariyerine devam etti. 10 Ocak 1921 tarihinde yeni Alman Donanması'nda (Vorläufige Reichsmarine) bir Teğmen (Kapitänleutnant) oldu. 1923-1924'te Torpido ve Mayın İşleri Müfettişliği'nde Denizaltılar Şube Müdürü oldu. 1924'te Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda eğitim gördü. 1924-1927 yılları arasında Reich Savunma Bakanlığı Deniz Kuvvetleri Bölümü'nde şube yöneticisi oldu. 1928'de Torpido botlarına komuta etti. Dönitz aynı yıl 1 Kasım'da Binbaşı (Korvettenkapitän) oldu. 4. Torpido Halbflotille Komodoru oldu.
1930'dan 1934'e kadar Kuzey Denizi'ndeki deniz kuvvetleri üssünde Deniz Kuvvetleri Birinci Subayı, 1933'te ise Deniz Yarbayı oldu.
1 Eylül 1933 günü, Dönitz Yarbay (Fregattenkapitän) oldu ve 1934 yılında Emden Kruvazörünün komutanı oldu. Emden, Harbiyeliler ve gemi adamlarının gelecek subayların komisyonu hazırlıkları için bir yıllık bir dünya gezisi aldığı gemiydi.
1 Eylül 1935 tarihinde, Dönitz Albay rütbesine terfi etti. 1. U-bot Flotilla Weddigen'e komuta etti. Buna U-7, U-8, U-9 denizaltıları da dahildi.
1936'da Deniz Kuvvetleri Komutanı ve 1939'dan itibaren Başkomutan oldu.
1935 yılında Versailles Antlaşması'nın geçerliliğini yitirmesiyle Alman Donanması atağa kalktı. Weimar Cumhuriyeti'nin Deniz Kuvvetleri olan Reichsmarine, Nazi Almanyası'nın Donanması, Kriegsmarine olarak değiştirildi. Aynı yılın yazında donanma komutanı Büyük Amiral Erich Raeder, 28 Ocak 1939 tarihinde ise Dönitz Alman Denizaltı Komutanlığına getirildi.
Karl Dönitz 1 Ekim 1939 tarihinde Tümamiral (Konteradmiral) olarak "Denizaltı Komutanı" (Befehlshaber der Unterseeboote, BDU) oldu; 1 Eylül 1940'da Koramiral (Vizeadmiral) rütbesine terfi etti.
Tüm enerjisini etkili bir denizaltı filosu yaratmaya harcadı. 1937-1939 yılları arasında Kuzey Denizinde geniş çapta planlar hazırladı ve ünlü denizaltı taktiği Wolfpack'i (Kurt Kapanı) geliştirdi. Kurt Kapanı taktiği ile Alman U-Boot’ları 1939-1942 yılları arasında muazzam başarılar elde etti.
1942'de Oramiral oldu. 30 Ocak 1943'e kadar denizaltı filosu kumandanlığını yapan Dönitz, bu ay içinde Amiral Erich Raeder'in yerine geçerek, 1943'te Büyükamiral ve Deniz Kuvvetleri Başkomutanı oldu. Karl Dönitz savaşın ancak denizaltılar sayesinde kazanılabileceğine inanıyordu. İngiltere'yi bir U-bot ablukası altına alan Dönitz U-botlarıyla neredeyse İngiltere'ye diz çöktürmek üzereydi. Savaşın ilerleyen zamanlarında Alman ordusunun kısıtlanan Lojistik ve malzeme imkânlarından dolayı denizaltılara gerekli hassasiyeti göstermeyen Hitler yüzünden Alman U-botları zaman içinde avcı pozisyonundan av pozisyonuna düştüler. Karl Dönitz 1945 yılının başlarında Rus işgali karşısında bulunan Baltık bölgesindeki 2 milyon Alman askerini buradan tahliye etmeyi başardı. Bu, tarihin gördüğü en büyük tahliye harekatıydı. Denizüstü ve Denizaltı filosunun etkisinin azalmasına rağmen Dönitz, Hitler'in güvenini hiç kaybetmedi. Öyle ki Hitler onu kendisinden sonra devlet başkanı ilan edecekti.
30 Nisan 1945'te Hitler sığınağında (Führerbunker) intihar edince Dönitz sadece 20 gün Flensburg Hükûmeti adına Almanya'nın Cumhurbaşkanı oldu. Kendisi teslim olmadan önce Mareşal Wilhelm Keitel'e Almanya'nın kayıtsız şartsız teslim olması talimatını verdi. 8 Mayıs 1945'te Keitel Almanya adına teslim antlaşmasını imzaladı. Dönitz ise 23 Mayıs 1945'te Flensburg'ta Müttefikler'e teslim oldu.
Savaş sonrasında Nürnberg M |
ahkemesinde yargılandı ve 10 yıl hapis cezası aldı.
Karl Dönitz, hapisten çıktıktan sonra Kuzeybatı Almanya'nın Schleswig-Holstein eyaletinde, Aumühle belediyesine bağlı küçük bir köyde inzivaya çekildi. Anılarını yayınlamak için iki kitap üzerine çalışmalar yürüttü. 1 Ekim 1956 tarihinde kitapları yayınlandı. "Zehn Jahre, zwanzig Tage" (Anılar: On Yıl ve Yirmi Gün) isimli kitabı 1958 yılında Almanya'da ortaya çıktı ve bir İngilizce çevirisi ertesi yıl yayınlandı. Bu kitap, U-bot komutanı olarak (10 yıl) ve Almanya Cumhurbaşkanı olarak (20 gün) Dönitz'in deneyimlerini anlattı. Kitabında, Nazi hükümetinin temelde kusurlu biçimini, diktatörlüğü eleştirmekte ve Nazi dönemininin başarısızlıklarını suçlamaktadır.
Hayatının son döneminde kendisine gönderilen yazışmaları cevapladı ve gönderilen kartpostalları imzaladı. 24 Aralık 1980 tarihinde, kalp krizi sonucu 89 yaşında öldü. Büyük Amiral rütbesiyle son Alman subayı olarak, 6 Ocak 1981 tarihinde yapılan cenazesinde saygılarını sunmak için gelen pek çok eski asker ve yabancı deniz subayları tarafından onurlandırıldı. Askerî cenaze töreni yapılmadı ve Aumühle'de, Waldfriedhof Mezarlığına gömüldü. Cenazeye gelen askerlerin üniforma giymesi yasaktı ancak bir dizi Alman donanma subayları bu emre uymadı ve ayrıca İngiliz Kraliyet Donanması üyeleri de cenazesine katıldı.
Dönitz'in her iki oğlu İkinci Dünya Savaşı sırasında öldürülmüştür. Genç oğlu Peter, U-954 denizlatısında bir gözetleme subayı idi ve 19 Mayıs 1943 tarihinde öldürüldü. Denizaltısı Kuzey Atlantik açıklarında batırılmıştır. Bu kayıpdan sonra ağabeyi Klaus'un muharebe görevinden ayrılmasına izin verildi ve deniz doktoru olmak için eğitime başladı. Diğer oğlu Klaus 24. yaş gününde 1944'te İngiltere kıyılarında bulunduğu denizaltı batırılarak öldürülmüştür.
Adolf Eichmann
Otto Adolf Eichmann (19 Mart 1906, Solingen - 31 Mayıs 1962, Ramla), Nazi Almanyası'nın Yahudiler konusundaki politikasının belirlenmesinde önemli katkıları olan ve bu konudaki Nazi uygulamalarında etkin rol oynayan bir Alman subaydır.
Avusturya'ya yerleşmiş olan tutucu bir Protestan ailede dünyaya gelen Eichmann, bütün gençliğini bu ülkede geçirmiştir. Mühendislik okulundaki başarısızlığından sonra bir elektrik ve inşaat firmasının satış departmanında, daha sonra da bir petrol firmasında satış elemanı olarak çalıştı.
Vatandaşı olan ve daha sonraki yıllarda Üçüncü Reich’ın en önemli isimlerinden biri olacak Ernst Kaltenbrunner’in önerisi üzerinde Avusturya Nazi Partisi’ne 1 Nisan 1932’de üye oldu. 1933 yılından itibaren 14 ay Avusturya Bölüğünde askeri eğitim aldı. 1934 Eylülünde Himmler’in SD (Güvenlik Servisi)’yi açmasıyla kendini gösterme fırsatını yakaladı.
1935 yılının başında Yahudi problemi ile yakından ilgilendi. Avusturya’nın Almanya ile birleşmesinden sonra Viyana’dan Yahudiler için çıkış izni verilmeye başlanarak Almanya'daki toplama kamplarına aktarılmaktaydı. Bu sırada SD’nin üst kademelerine kadar yükselen Eichmann, 18 ay içerisinde 150.000 Avusturyalı Yahudi’nin toplama kamplarına aktarılmasını sağlamıştır.
Alman Ordusunun 1939 yılında Polonya’ya girmesiyle beraber Eichmann Gestapo’ya transfer oldu. Gestapo’nun IV B4 bölümü yani Yahudi sorunu bölümünün başına geçti. Bu yılı takip eden 6 yıl boyunca “Nihai Çözüm” projesinin karargahı burası oldu. Nihai Çözüm, Yahudi nüfusun kitleler halinde yok edilmesini amaçlayan projenin kodadıydı. 1941 yılında toplama kamplarının yenilenip elden geçirilmesi, yeni kampların açılması, gaz ve tren sistemlerinin geliştirilmesiyle bizzat ilgilendi.
20 Ocak 1942 yılında yapılan Wannsee Konferansı sonrası Adolf Eichmann “Yahudi Uzmanı”, diğer deyişle soykırım uzmanı haline gelmişti. “Nihai Çözüm”ün en büyük akıl hocası şüphesiz Eichmann’dı. Yıllardır Yahudi sorunu ile yakından ilgilenmişti. Himmler’den sonra gelen en büyük "Yahudi uzmanı"ydı. Himmler Eichmann’a dozajı arttırma emrini verince hiç tereddüt etmeden Mobilize Ölüm Birlikleri’ni (Einsatzgruppen) kullanmaya başladı. Bu şekilde iki milyona yakın Yahudiyi öldürdüğü tahmin ediliyor.
Savaş bittikten sonra 1946 yılında gözaltına alındığı kamptan kaçıp Arjantin’e gitti. Adını değiştirerek başkent Buenos Aires’in San Fernando semtine yerleşti. 11 mayıs 1960 yılında İsrail'in Gizli Servis'leri Mossad ve Lakam ajanları Peter Zvi Malkin, Zvi Aharoni ve Rafi Eitan tarafından yakalandı. İsrail'deki ilk sorgularına, bir dönem Türkiye'de İsrail Başkonsolosu olarak görev yapan ve THKP-C adlı sol örgüt tarafından kaçırılıp öldürülen Efraim Elrom da katıldı. İki yıl süren davası sonucunda 31 Mayıs 1962 yılında Ramleh Hapishanesinde gece yarısından hemen önce idam edildi. Eichmann'ı Cellatı Shalom Nagar oldu.
İddiaya göre önerilen son yemeğini yemeyi reddetti ve onun yerine Carmel Şaraphanesi tarafından üretilen yarım şişe İsrail kırmızı şarabı içmeyi tercih etti. İdam için geleneksel siyah kaput giymeyi de reddetti. Temyiz duruşmaları 22 ve 29 Mart 1962 tarihleri arasında gerçekleşti. Eichmann'ın karısı "Vera", İsrail'e uçtu ve Nisan ayı sonunda kocasını son kez gördü. 29 Mayıs'ta, İsrail Yüksek Mahkemesi, itirazını reddetmiş ve Bölge Mahkemesi idam kararını onamıştır. Eichmann, hemen dilekçe yazarak İsrail Cumhurbaşkanı Yitzhak Ben-Zvi'den merhamet diledi. Hugo Bergmann, Pearl Buck, Martin Buber ve Ernst Simon gibi önde gelen kişiler onun adına konuştular. Ben-Gurion, 31 Mayıs'ta Eichmann'a saat 20:00'de itirazının reddedildiği bilgisini verdi. Eichmann, İsrail, Ramla'da, bir cezaevinde kısa süre sonra 31 Mayıs 1962 tarihinde gece yarısından önce idam edildi.
Önde gelen Holokost tarihçisi ve Londra Üniversitesi Tarih Araştırmaları Profesörü David Cesarani'ye göre, Eichmann son sözleri şöyle olmuştur: "Almanya uzun yaşa. Arjantin uzun yaşa. Avusturya uzun yaşa. Bunlar benim en bağlı olduğum üç ülke. Eşimi, ailemi ve arkadaşlarımı selamlıyorum. Ben hazırım. Tüm erkeklerin kaderi olduğu gibi biz, yakında tekrar buluşacağız. Tanrı'ya inanarak ölüyorum".
İnfaz edilmesinden sonra Eichmann'ın cesedi özel olarak tasarlanmış bir fırında yakıldı ve ertesi sabah, 1 Haziran'da, sabah karşı saat 04.00'da, külleri bir İsrail Deniz Kuvvetleri devriye botu tarafından İsrail'in karasularının ötesinde, Akdeniz'e dağıtıldı.
Gerd von Rundstedt
Karl Rudolf Gerd von Rundstedt (d. 12 Aralık 1875; Aschersleben - ö. 24 Şubat 1953; Hannover), Almanya'nın subayı ve Nazi Almanyası'nın Generalfeldmarschall'i.
Rundstedt, soylu bir Prusya asker ailesinin çocuğu olarak 12 Aralık 1875 tarihinde Almanya’nın Aschersleben kasabasında doğdu. I. Dünya Savaşı'nda General von Seeckt yönetiminde Osmanlı Devletinin Genelkurmayı'nın yeniden örgütlenmesinde görev aldı. Doğu Cephesine çağrıldı ve binbaşı rütbesiyle bir kolordunun kurmay başkanlığını yaptı.
Savaştan sonra orduda kaldı ve öğretmeni Seeckt ile birlikte Wehrmacht'ın yeniden silahlanmasını yönetti. 1932'de Franz von Papen tarafından Berlin garnizonu komutanlığına getirildi ve onun sosyalist Prusya hükümetine karşı yaptığı darbeyi destekledi. Nazi rejimine karşıydı. 1938'de ordu başkomutanı Fritsch'e karşı açılan eşcinsellik suçları davasının aslında bir Gestapo dalaveresi olduğu anlaşılınca emekliye ayrıldı.
Fakat II. Dünya Savaşı başlayınca üstün yeteneklerinden ve büyük saygınlığından yararlanmak isteyen Adolf Hitler onu yeniden göreve çağırdı. Polonya ve Fransa seferlerinde Ordular Grubu A'nın başkumandanı olarak "Blitzkrieg" yıldırım savaşılarını yönetti ve Mareşalliğe yükseltildi.
Sovyetler Birliği'ne karşı başlatılan Barbarossa Harekâtı'nda Güney Ordular Grubu'na komuta etti. 1941 güz mevsiminde kalp krizi geçirdiyse de görevini bırakmadı Kiev ve Kırım'ı aldı ve tüm Ukrayna'yı temizleyip Donets Havzasını ele geçirdi. Kış taarruzuna karşıydı. Ancak Hitler'in verdiği doğrudan emir karşısında taarruza devam etti. Rostov'u aldıktan sonra Kızıl Ordunun karşı taarruzu karşısında Mius Nehrine çekilmesini istedi. Ancak Hitler çekilmesini yasaklayınca istifa etti.
Hitler Rundstedt'i Fransa'da bir Müttefiklerin olası istilasına karşı "Atlantik Duvarı" denilen kıyı savunma sistemlerini düzenlemesi için OK West (Batı Başkomutanı) olarak görevlendirdi ve Ordular Grubu D'nin başına getirdi. Batıda bulunan diğer bir ordu grubunun başında ise Erwin Rommel bulunuyordu. Rundstedt ve Rommel çıkartmanın yapılacağı yerin Pas de Calais olacağı konusunda tam bir anlaşma içinde olsalar da çıkartmayı karşılama yöntemi konusunda anlaşmazlığa düştüler. Rommel mobil kuvvetlerin kıyıda beklemesinden ve çıkarma başlar başlamaz karşı taarruza geçmesinden yanaydı. Rundstedt ise birliklerin cephe gerisinde bekletilmesi böylelikle donanmanın kıyıdaki baraj bombardımanı tehlikesinden kurtarılması ve sonrasında bir karşı taarruz yapılması gerektiğini düşünüyordu. Normandiya'ya yapılan çıkartma başarılı olunca Rundstedt azledildi ve yerine Kluge getirildi. Fakat Hitler Eylül ayında bir kere daha Rundstedt'i Batı Cephesinin başına getirdi. Rundstedt hemen kuvvetleri iki önemli noktaya toplayarak Müttefik ilerleyişini durdurdu.
Aralık ayında Hitler'in planladığı Ardenler Taarruzu uyguladı. Harekat, başta müttefikleri gafil avladıysa da, Amerikalı Orgeneral George S. Patton'ın emrindeki Tank Ordusunu süratle Ardennes bölgesine yöneltip muharebeye katılmasıyla Almanya bu son hücumunda mağlubiyete uğradı. Hitler martta Rundstedt'i bir kere daha gorevden azletti. 9 Mart 1945'te Hitler, Rundstedt'i telefonla aradı ve kendisinin yerine Albert Kesselring'i göreve atadığını söylemiştir. Bu olay 52 yıl sonra Gerd von Rundstedt'in askeri kariyerinin sonu oldu.
11 Mart tarihinde, Rundstedt'in sadakati için Hitler ona teşekkür etti. Rundstedt daha sonra Kassel'deki evine döndü, ama düşman bombardımanı ve Batı Almanya'ya Müttefiklerin ilerlemesi sonucu, daha sonra Weimar'da, Kassel'in güneyinde bir köye ailesini taşımaya karar verdi sonra Bayreuth'a ve nihayet Bad Tölz'e gittiler. Rundstedt'in kalp durumu kötüleşmişti.
1 Mayıs'ta, Berlin'de Hitler'in intiharından sonra Amerikan güçleri tarafından işgal edilinceye kadar Bad Tölz'de kaldı. O günün a |
kşamı, 36. Texas Tümeni birlikleri tarafından savaş tutsağı yapıldı. Rundstedt başlangıçta Lüksemburg'daki Mondorf-les-Bains'ta bir otelde, ASCHCAN olarak bilinen yüksek rütbeli Alman yetkililerin gözaltına alındığı Müttefik tesisinde kaldı. Rütbesi ve sağlık durumu dikkate alınarak, oğlu Hans Gerd ona eşlik etti. Mayıs sonunda Wiesbaden'de bir Amerikan gözaltı merkezine taşındı.
Temmuz ayında Rundstedt, İngiliz gözaltısına teslim edildi. Buckinghamshire Wilton Park'a, sonra kuzey Lancashire Grizedale Salonu'nda, sonra Güney Galler'deki Bridgend Island yakınlarındaki çiftlikte kaldı. Burada Kalb durumu daha kötü oldu.
Rundstedt, savaş sırasında kariyeri ve eylemleri hakkında ABD ordusunun sorgulayıcılar tarafından sorgulandı. Bu dönemde üst düzey Alman liderleri Nürnberg Mahkemelerinde savaş suçlarından yargılanıyordu. Rundstedt Müttefik gözaltındaki en üst düzey Alman subayı idi. Mayıs 1946 yılında mahkemeye davet edildi. Island Farm'ı terk ettiğinde, orada tutulan tüm 185 üst düzey subaylar kendisini selamlamak için dizilmişti. 19 Haziran günü IMT Komisyonu'nunda duruşmaya çıktı.
İngiltere'ye gönderildi ve burada tutuklu olarak 1948'in temmuz ayına kadar tutuldu. Bu süre içerisine çok sayıda gazeteci ve tarihçiyle röportaj yapıp anılarını paylaştı. Gerd von Rundstedt'in gözaltından dört yıl sonra serbest bırakıldı ama 73 yaşında olarak zayıf düşmüştü ve sağlığı kötüydü. Evi, parası ve geliri hiç yoktu. Kassel'deki aile evi Amerikalılar tarafından kamulaştırılmıştı ve Saksonya-Anhalt'taki evi Sovyet bölgesindeydi ve el konulmuştu. İngiliz kararıyla serbest bırakılmasından Amerikalılar rahatsızdı ve Almanya'nın Nazilerden arındırılması yasaları çerçevesinde halen 1. sınıf savaş suçlusu olarak onu görülüyordu.
Rundstedt ve eşi Bila, geçici olarak Celle yakınlarında bir yaşlılar evine yerleştirildiler. Rundstedt Ağustos 1951 tarihine kadar yeni Alman federal hükümeti tarafından askeri emekli maaşı alamadı. Aynı zamanda kızı Ditha, Hannover'de bir daire kiralamayı başardı ve Rundstedt'ler buraya taşındılar.
Rundstedt, hayatının son zamanlarında ilgi çeken bir kişi oldu ve çeşitli yazarlar ve tarihçiler tarafından kendisiyle röportajlar yapıldı. Eski Kurmay başkanı Günther Blumentritt, sık sık onu ziyaret etti ve 1952 yılında çıkan bir derece sempatik olarak gösterildiği biyografisi üzerinde çalışmaya başladı.
1951 yılında 20th Century Fox tarafından kendisine 3,000 Mark ödenen ve Rommel'i anlatan, Çöl Tilkisi adlı filmde Leo G. Carroll tarafından kendisi sempati ile canlandırılmıştır. Ocak 1952'te eşi Bila kısmen felç geçirdi ve Rundstedt ise zor yürüyebiliyordu. 50 yllık Eşi Bila, 4 Ekim 1952 tarihinde öldü. Gerd von Rundstedt ise 24 Şubat 1953 tarihinde kalp yetmezliği nedeniyle evinde ölmüştür.
Müttefik kuvvetleri başkomutanı Dwight Eisenhower, Rundstedt'i II. Dünya Savaşı'nın en yetenekli Alman komutanı olarak gördüğünü söylemiştir. Siyaset dışında kalmayı ve askeri darbelere karşı olmayı kendisine her zaman ilke edinen Rundstedt, bu nedenle 20 Temmuz suikast girişimine de katılmamış, katılanları yargılayan askeri mahkemenin başkanlığını yapmıştır.
Martin Bormann
Martin Bormann, (d. 17 Haziran 1900, Wegeleben, Prusya, Almanya - ö. 2 Mayıs 1945, Berlin), NSDAP’nin parti sözcüsü, aynı zamanda Adolf Hitler’in özel sekreteri.
Babası Prusya bölgesindeki posta ofisinde yardımcılık yapıyordu. Babasının ölümünden sonra miras olarak kalan çiftliği işletmek için okulu bıraktı. Tarımsal ticaret lisesini bıraktı. I. Dünya Savaşı'nın son günlerinde, Haziran 1918'de bir topçu olarak 55. Topçu Alayına katıldı. I. Dünya Savaşı'nda sahra topçusu olarak görev aldı. Savaş bittikten sonra çiftliğin bulunduğu Mecklenburg şehrine geri döndü. Burada Rossbach Freikorps'larına katıldı. Kısa zamanda örgüt adına çeşitli olaylara karıştı. Bu olayların hiç birinden ceza almadan kurtulmayı başardı. Fakat 1924 yılının Mart ayında kendisinin de ilkokul öğretmeni olan "Walther Kadow" örgütün bütün gizli sırlarını açıklamıştı ve öldürülmesi gerekiyordu. Bormann ve adamları gereken infazı gerçekleştirdi. Olayın farkına varan polis tarafından tutuklandı ve bir yıl hapis cezası verildi.
Hapishaneden çıktıktan sonra NSDAP'ye katıldı ve üç yıl içerisinde önce Thuringia bölgesi basın müdürü, daha sonra da idari menajer oldu. 1928 ve 1930 yılları arasında SA yüksek komuta merkezinde görev aldı. İdari alanda yükselişini devam ettirdi ve 1933 Ekiminde NSDAP'nin parti sözcüsü, aynı zamanda da Adolf Hitler'in özel sekreteri oldu. Bir ay sonra Nazi Partisi'nin milletvekili olarak meclisteki yerini aldı. Bu zaman zarfı içerisinde Rudolf Hess'in de özel sekreterliğini yapıyordu.
Yaptığı özel sekreterlik bir türlü yardımcılık gibiydi ve bu yardımcılığı sırasında gerek Hitler'in gerekse Hess'in güvenini fazlasıyla kazanmıştı. Partinin bütün mali işleriyle ilgileniyordu. Hitler'in evi olarak bilinen ""Kartal Yuvası"" Berghof fikrini Bormann verdi. Berchtesgaden’in böyle bir ev için çok uygun olduğunu düşünüyordu ve aynı zamanda Obersalzberg’deki büyük Nazi kompleksini de işletiyordu.
1 Mayıs'ta, saat 11:00 civarında, Bormann, Sovyet kuşatmasından kurtulmak isteyen gruplardan birinin üyesi olarak, SS doktoru Ludwig Stumpfegger, Hitler Gençliği lideri Artur Axmann ve Hitler'in pilotu Hans Baur ile Führerbunker'i terk ettiler. Yanında Hitler'in vasiyetinin bir kopyasını taşıyordu. Partinin birçok üyesi Tiger tankı arkasında çömelerek, Weidendammer Köprüsünden Spree Nehrini geçmeye çalıştılar. Bormann, Stumpfegger ve diğer birkaç kişi, sonunda üçüncü denemede nehri geçtiler. Bormann, Stumpfegger ve Axmann diğerlerini bırakarak ters yönde gitmeye karar verdiler. Lehrter istasyonu Demiryolu boyunca yürüdüler. Bir Kızıl Ordu devriyesi ile karşılaştılar. Axmann daha sonra geri döndüğünde Bormann ve Stumpfegger'in cesetlerini gördü.
İlerleyen yıllarda, CIA ve Batı Almanya Hükümeti de dahil olmak üzere çeşitli kuruluşlar, başarısızlıkla Bormann'ı bulmaya çalıştılar. 1964 yılında Batı Almanya hükümeti, Bormann'ın yakalanmasını sağlayacak bilgi için 100.000 Alman markı ödül sundu. Avustralya, Danimarka, İtalya ve Güney Amerika dahil olmak üzere tüm dünyada görüldüğü bildirildi. Otobiyografisinde, Nazi istihbarat subayı Reinhard Gehlen, Bormann'ın bir Sovyet casusu olduğunu iddia ederek Moskova'ya kaçtığını belirtti. Nazi avcısı Simon Wiesenthal ise, Bormann'ın Güney Amerika'da yaşadığına inanıyordu. Batı Alman hükümeti, Bormann'a koyduğu ödül avını 1971 yılında sona erdirdiğini ilan etti.
Ölümü konusunda çeşitli fikirler olsa da gerçek daha sonra ortaya çıktı. Hitler'in özel şoförü Erich Kempka'ya göre Martin Bormann Sovyet hatlarını geçmeye çalışırken tank ateşi ile öldü. Hitler Gençliği ("Hitlerjugend") lideri Artur Axmann'a göre ise Bormann intihar etmişti.
1963 yılında, "Albert Krumnow" adında emekli bir posta işçisi, 8 Mayıs 1945 tarihinde, Sovyet askerlerin emri ile Lehrter istasyonu yakınındaki demiryolu köprüsü yakınında bulunan iki cesedi gömdüğü gerekçesi ile polise haber verdi. Cesetlerinden biri Wehrmacht üniforması giymiş ve diğerinin ise üstünde sadece iç çamaşırı olduğunu söyledi. Axmann ve Krumnow tarafından belirtilen yerlerde 20-21 Temmuz 1965 tarihlerinde yapılan kazılarda cesetleri arama çalışmaları başarısızlıkla sonuçlandı.
Artur Axmann, Bormann'ın intiharı ile ilgili haklı çıktı. 7 Aralık 1972 tarihinde, Krumnow'un onları gömdüğünü iddia ettiği Lehrter İstasyonu'nun yapımı sırasında inşaat işçileri, iki adet ceset buldu. Yapılan Otopsi sırasında iki cesedinde iskeletlerinin çenelerinde cam kırıklarının olduğu ve siyanür içerek öldüğü saptandı. Cesetlerden birinin Hitler’in doktoru Ludwig Stumfegger’e ait olduğu belirlendi. 1973 başlarında yüz kimliklerinin doğrulanması aşamasında testler yapılmıştır. Kısa bir süre sonra, Batı Alman hükümeti, Bormann'ın öldüğünü ilan etti. Aile durumda daha fazla adli inceleme olması gerektiğini belirtip, cesedinin yakılmasına izin vermedi.
1998 tarihinde yapılan genetik testin sonucunda, kafatası ve kemiklerin Martin Bormann'a ait olduğu tespit edildi. Teste, Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi'nde, Adli Bilimler Profesörü Wolfgang Eisenmenger önderlik etti. Akrabalarından birinden alınan dokudan kullanılarak yapılan DNA testleri sayesinde, Bormann'ın kafatası olduğu belirlenmiştir. Bormann'ın kalıntıları yakıldı ve külleri 16 Ağustos 1999 tarihinde Baltık Denizi'ne dağıtıldı.
Sovyet Hava Kuvvetleri
Sovyet Hava Kuvvetleri (Rusça: Военно-воздушные силы / "Voenno-Vozdushnye Sily," anlam: "Askerî Hava Kuvvetleri") veya VVS, Sovyetler Birliği'nin hava kuvvetlerinden biriydi. Diğeri Sovyet Hava Savunma Kuvvetleri'dir.
VVS, "İşçilerin ve Köylülerin Hava Filosu" olarak, Ana Direktörlük statüsünde, Rus İmparatorluğu hava kuvvetleri'nin devamı olarak 24 Mayıs 1918'de kuruldu. Daha sonra 28 Mart 1924'te "SSCB Hava Kuvvetleri Direktörlüğü" ve 1 Ocak 1925'te "İşçilerin ve Köylülerin Kızıl Ordusu Hava Kuvvetleri" ismini aldı. Daha sonra uçak tasarımları yavaş yavaş gelişmeye başladı. İlk zamanlarda organizasyonu, kara kuvvetlerininki gibi, hava ordularından, hava tümenlerinden ve hava alaylarından oluşuyordu.
Sovyet devletinin kuruluşundan sonra etkileyici ve enerjik bir komutan olan General Yakov Alksnis, uçak üretimi ve hava kuvvetlerinin modenizasyonu için büyük çabalar harcadı. Kendisi Stalin'in tecrit politikaları sırasında idam edilmiştir. 1930'lu yılların başında yerli uçak sanayisi önemli bir ilerleme kaydetti ve bu on yılın sonralarına doğru Sovyet Hava Kuvvetleri, I-15 ve I-16 avcı uçakları ile SB-2, SB-2 BIS ve DB-3 bombardıman uçaklarını ortaya çıkardı.
VVS için ilk büyük test, 1936 yılındaki İspanyol İç Savaşı'ydı. Bu savaşta Sovyetlerin ve Almanların son model uçak tasarımları havadan havaya çatışmalarda kullanılıyordu. İlk başta Sovyet Polikarpov I-16'lar diğer bütün Alman Hava Kuvvetleri(Luftwaffe) uçaklarına karşı üstünlük kurarak, kullanıldıkları bölgelerde hava üstünlüğünü elde edilmesinde büyük avantaj sağladırlar. Fakat Sovyetler Birliği'nin yeterli sayıda uçak temin etmek is |
tememesi üzeri bu hava başarıları kısıtlı kullanım nedeniyle çarçur edildi. Daha sonra Milliyetçi İspanya hava kuvvetlerine verilen Alman Messerschmitt Bf 109 uçakları Milliyetçilere bir daha kaybetmedikleri hava üstünlüğünü kurdurttu. İspanya'daki bu yenilgi Stalin'in tecritleriyle aynı zamana dek geliyordu. Bu tecritlerde birçok ordu komutanı idam edilmesinden, hızla gelişen Sovyet Hava Kuvvetleri'nin çatışma kapasitesi de etkilendi. Yeni subaylar uçuş ve komuta deneyimlerinden eksik iken, eski subaylar ise General Alksnis ve diğer subayların başına gelenlerden dolayı inisiyatif sahibi değillerdi. En küçük kararları bile Moskova'ya soran ve pilotları basit ve önceden bilinebilen hava savunma ve saldırı teknikleriyle eğiten bir hale gelmişlerdi.
19 Kasım 1939 günü VVS komutanlığının adı Kızıl Ordu Hava Kuvvetleri Ana Direktörlüğü olarak değiştirildi.
İspanya İç Savaşı'nda ve Uzak Doğu'da Japon İmparatorluğu'na karşı yürütülen sınır savaşında bazı pratik savaş deneyimleri elde edildi. Almanya'nın saldırmasından az önce, bir Sovyet Gönüllü Grubu Çin Cumhuriyeti'ne gönderilerek devam eden Çin-Japon Savaşı'nda Japonlara karşı savaşan Çin Hava Kuvvetleri'nin pilotları eğittiler. Fakat bu deneyimler Finlandiya'ya karşı gerçekleştirilen Kış Savaşı'nda pek işe yaramadı. Bu savaşta Sovyet avcı ve bombardıman uçaklarının deneyimsiz pilotları, az sayıdaki Finlandiya Hava Kuvvetleri pilotu tarafından yenilgiye uğratıldı. Daha sonra VVS, İspanya İç Savaşı'ndaki gelişemelerden dolayı Sovyet Hava Savunma birliklerinin kurulduğunu haber aldı. Fakat bu şekildeki saldırı engelleme amaçlı savunma taktikleri Finlerin karşısında pek başarılı olamadı. Finler dal-hemen kalk taktikleri uygulayarak üstün sayıdaki Sovyet rakiplerini düşürmeyi başarıyorlardı. Bu başarısızlıkta 1937-38 yıllarındaki ordu tecritleri şüphesiz önemli bir sebepti. Bunlar, VVS ve komuta kademesinin ihtiyatlı davranmasına ve yeni savaş taktiklerine karşı gerekli önlem alamamasına sebep oldu. Sovyet Hava Kuvvetleri ve Sovyet uçak sanayisi, 1941'deki Alman saldırısından önce fazla deneyim edinemedi.
Barbarossa Harekâtı'ndan altı ay önce 1 Ocak 1941'de Sovyet Kızıl Ordusu Hava Kuvvetleri'nin 363.900 personeli vardı. Bu sayı Sovyetler Birliği'ndeki tüm askeri personel sayısının %8.65'idir.
İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Sovyet ordusu, savaşı kazanabilmek için yeterince hazır değildi. Josef Stalin, 1931 yılında Sovyet endüstrisinin Batılı güçlere oranla "50 ya da 100 yıl gerisinde" olduğunu belirtmiştir. Savaşın sonuna doğru Sovyet yıllık uçak üretimi, 3. Alman Reichi'ninkini geçmişti. Sovyet uçak üretimi 1944'te 40.241'e çıktı. Büyük Vatanseverlik Savaşı sırasında 157.261 uçak üretildi ve bunların 125.655'i savaş uçağıydı.
Almanya ile savaştaki uçak kayıplarının ana sebebi yetersiz askeri taktikler değildi. Bunun ana sebepleri yeterli deneyimleri olmayan pilotlar ve yer destek ekipleriydi. Çoğu uçak, pilotları yanlış yönlendiren emirler yüzünden ve Barbarossa Harekâtı sırasında Alman Ordusu'nun(Wehrmacht) hızlı ilerlemeleri sonucu savunma yapmak zorunda kalan pilotların, kendilerininkinden daha üstün uçak modelleriyle karşılaşmaları sonucu meydana gelmiştir. Barbarossa Harekâtı'nın ilk günlerinden Alman Hava Kuvvetleri (Luftwaffe), 2000'ne yakın Sovyet uçağını imha etmiş ve sadece 35 uçak kaybetmiştir. Bunların 15'ide çatışma dışı kayıplardır.
İkinci Dünya Savaşı sırasında VVS'nin en önemli uçak modelleri kara saldırı uçağı İlyuşin Il-2 ve Yakovlev Yak-1 avcı uçağı olmuştur. Her iki uçakta sınıflarının en çok üretilen uçaklarıdır ve ayrıca Büyük Vatanseverlik Savaşı'nın çoğu zamanında VVS'nin uçak kapasitesinin yarısını oluşturmuşlardır. Eski tasarımlı Messerschmitt Bf 109'ın aksine Yak-1, 1940 yılında tasarlanmıştı ve gelişmiş bir modeldi. Yak-9,1944'te kadar VVS'ye Luftwaffe ile eşitlik şansı sağladı. Ve en son ve en iyi modeli olan Yak-3'ün savaşa sürülmesiyle Luftwaffe pilotları bu uçakla çatışmadan kasten kaçındılar. Sıra numarasına aykırı olarak Yak-9'dan sonra üretilmiştir. VVS'nin diğer önemli uçak modelleri Lavoçkin avcıları, genellikle Lavoçkin La-5, Petlyakov Pe-2 model çift motorlu saldırı bombardıman uçakları ile basit ama kullanışlı ve çok yönlü orta büyüklükte bombardıman uçakları olan Ilyushin Il-4'lerdir.
İkinci Dünya Savaşı'ndaki diğer birçok ordu gibi Sovyet Hava Kuvvetleri'de kadınlara hava eğitimi vererek savaşan hava gruplarına almak için bir programlar başlatmıştır. Savaştan önceki dönemde VVS'deki az sayıdaki kadından biri olan Marina Raskova, Josef Stalin'i bu konuda ikna edetek 3 tane tamamı kadınlardan oluşan hava alayı kurulmasını sağlamıştır. Bunlar; 586. Avcı Hava Alayı, 587. Bombardıman Hava Alayı ve 588. Gece Bombardıman Hava Alayı'dır. 588. Gece Bombardıman Hava Alayı'na Almanlar tarafından Gece Cadıları(Almanca:Nachthexen) adı takılmıştır. Daha sonra savştaki başarılarından dolayı bu iki birlik Muhafız Birlik sınıfına yükseltilerek onurlandırılmışlardır. Bu üç alay dışında, bazı Sovyet kadınları erkek hava gruplarında da görev yapmıştır. Kadın pilotlar, nişancılar, teknik uzmanlar, silah uzmanları ve diğer kadın yer personelinin VVS'deki sayısı 3,000'den fazladır. Kadın pilotlar 24,000'den fazla uçuş yapmıştır. Bütün bu çabalar dünyadaki en başarılı iki kadın avcı uçağı pilotunun ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bunlar Yekaterina Budanova ve Lidya Litvyak'tır.
1942'den savaşın sonuna kadar VVS'nin komutanı olan Üst Hava Mareşali Alexander Novikov, yeni içaklar ve silah sistemleri geliştirilmesinde öncülük etmiştir. Savaşında sonuna doğru bilindiği gibi Alman askeri birlikleri ve siviller Berlin'e doğru geri çekilmekteydi. Bu geri çekilme sırasında Sovyetlerin alçaktan uçan uçaklarının saldırısına ve bombalamasına mağruz kalmışlardır. Bu taktikte 1920 model eski Polikarpov Po-2 uçakları da yer almıştır. Fakat Wehrmacht cephe kuvvetleri Kızıl Hava Kuvvetleri'nin kazandığı üstünlüğü geri almayı başarmışlardır. Sadece bir stratejik operasyonda, Jassi–Kişinev Stratejik Saldırısı, 5. ve 17. Hava Ordusu ile Karadeniz Donanma Filosu Havacılığı uçakları, Luftflotte 4 ile Romanya Kraliyet Hava Kuvvetleri karşı 3.3:1 oranında üstünlük sağlamıştır. Bu zafer sayesinde 2. Ukrayna Cephesi ve 3. Ukrayna Cephesindeki kara birlikleri hava saldırısı tehlikesinden korunmuş oldular.
Diğer birçok ülke gibi Sovyetler Birliği'de İkinci Dünya Savaşı sırasında Lend-Lease yardımları sayesinde batılı uçak modellerine sahip olmuştur. Bunlar çoğunlukla P-39 Airacobra, P-63 Kingcobra, Hawker Hurricane, Curtiss P-40 Kittyhawks ve A-20 Havoc adlı modellerden oluşmaktadır. P-39 Sovyetlerin elinde, bütün Birleşik Devletler pilotlarının avladığı sayının toplamından fazla avlama yapmıştır. 1943 yılının başlarında iki hava alayı Supermarine Spitfire model uçaklarla donatılmıştı fakat bunun yanlış bir karar olduğu sonra anlaşıldı. Bu Birleşik Krallık uçakları, Almanların Bf 109 uçaklarına benzemeleri sonucu dost ateşiyle düşürüldüler. Amerika Birleşik Devletleri'nden ve Birleşik Krallık'tan alınan Lend-Lease uçaklarının sayısı toplam Sovyet hava gücünün %12'sini oluşturmaktadır.
Soğuk Savaş sırasında Sovyet Hava Kuvvetleri'nde modernizasyona gidilerek birlikleri modernize edildi, güçlendirildi ve yeni hava taktikleriyle eğitildi. Gücünün zirveye ulaştığı 1980'lerde 10,000 uçağı savaşa sürebilecek güçteydi. 1990'ların başında Sovyetler Birliği sayı ve kalite bakımında süpergüç standartların bir hava kuvvetlerine sahipti.
VVS, Soğuk Savaş sırasında 3 ana kola ayrılmıştı(Batı'daki hava kuvvetlerine bağlı komutanlıkların benzerleri):
Hava Savunma Kuvvetleri("Voyska protivovozdushnoy oborony" veya "Voyska PVO"), hava savunması, düşman uçaklarının engellenmesi üzerine odaklanmıştı ve Sovyet askeri organizasyonunda hava kuvvetlerinden ayrıydı. 1 Eylül 1983'te Kore Hava Yolları 007 sayılı uçağını Hava Savunma Kuvvetleri düşürmüştü.
Sovyet Donanması'nın kendine ait ayrı Donanma Havacılığı("Aviatsiya Voenno Morskogo Flota" veya "AV-MF") bölümü vardı.
Sovyetler Birliği'nin son yıllarında, Sovyet Hava Kuvvetleri orduları aşağıdaki gibiydi.
Bütün hava birimleri VVS Komuta Karargahına bağlı durumdaydı.
Uzun Menzil Havacılığı
Grup Kuvvetlerindeki Cephe Havacılığı
Askeri Nakliye Havacılığı
Cephe Havacılığı
PVO Havacılığı (Hava Savunma)
Volga-Ural Askerî Bölgesi'ndeki VVS ve PVO(hava savunma) Havacılığı
Sibirya'daki VVS ve PVO Havacılığı
1980'lerde Sovyetler Birliği, Birleşik Devletler'in İleri Düzey Taktik Avcı Uçağı geliştirme çabalarından haberdar oldu ve kendisi bir diğer dünya süpergücü olarak buna benzer avcı uçakları tasarlamaya başladı.
Bununla ilgili iki adet program başlatıldı. Bunlardan birinin direkt olarak Amerika Birleşik Devletleri'ndeki İleri Düzey Taktik Avcı Uçağı(bu proje ile Amerika Birleşik Devletleri, F-22 Raptor ve Northrop YF-23 uçakklar üretmiştir.) planının karşılığı olması düşünülüyordu. Sovyetler Birliği'nin ileriki avcı uçağı "Mnogofounksionalni Frontovoi Istrebitel" ("MFI") (Çokamaçlı Cephe Avcı Uçağı) olarak adlandırıldı ve uzun menzilde kullanılabilecek çokamaçlı ağır bir uçak olarak dizayn edildi.
Amerikan Boeing X-32/F-35 Lightning II'e cevap olarak Sovyetler "LFI" programını başlattı. Bu proje ile X-32/F-35'e benzer tek motorlu gerçek bir çokamaçlı uçak yapılması planlanıyordu.
Rusya daha sonra "LFI" projesini "LFS" dönüştürecekti. "LFS" projesi kara saldırı kapasitesi ürezinde duruyordu. 1990'larda Rusya Silahlı Kuvvetleri hafif avcı uçağı üretiminin daha önemli olduğuna inanarak "LFS" projesini iptal etti ve daha düşük bir bütçeye sahip olan "MFI" projesine devam edildi. En son "PAK FA" projesi planlandı fakat Su-27 ve MiG-29 ailesine yeni bir avcı uçağı eklenmedi. PAK FA projesi için olan yarışmayı Sukhoi 2002 yılında kazanmıştı.
1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Sovyet Hava Kuvvetleri personeli ve uçakları yeni bağımsız olmuş devletler arasında paylaşıldı. Bu paylaşımda en büyük pay personelin %60'ı ve uçakların %40'ına sahip olan Rusya'ya aitti.
Rusya, bunları yeni Rus Hava Kuvvetleri'ni kurmakta k |
ullandı.
3,050 helikopter
1,500 eğitim helikopteri
Starsailor
Starsailor bir İngiliz rock grubu. 2009 yılı itibarı ile çıkardıkları 4 albümleri ve 2001 yılından bu tarafa İngiltere Top 40 listelerine girmiş 10 teklileri bulunmaktadır.
Grubun tanışması ve beraber çalmaya başlaması Lancashire' daki St. Michael's lisesinde başlamıştır. Bass gitarist James Stelfox ve davulcu Ben Byrne İngiltere'nin kuzeyinde birkaç yıl beraber çalmışlardı. Vokalistlerinin hastalanmasından dolayı okul korosunda çalışan şarkıcı ve söz yazarı James Walsh' u aralarına kattılar. Walsh Jeff Buckley' den ve 1994 yılında çıkardığı Grace albümündeki şarkı söyleme stilinden doğrudan etkilenmiş bir müzisyendi. Oasis'in (What's The Story) Morning Glory albümü ile karşılaştırıldığında Walsh' ın söyleyişi ile albüm tek bir eşsiz anı sembolize ederken Grace bütün anları tutsak etmektedir.
Kendilerine Waterface ismini veren grup eski arkadaşları Barry Westhead' dan 2000 yılında gruba klavye için katılmasını istemeden önce bir takım gitaristleri denemişti. Barry o sıralarda Judo dersleri veriyor ve evinin yakınındaki bir kilisede Org çalıyordu. Onun katılışı grup formasyonunda meydana gelmiş en önemli değişikliktir. Grup için uygun bir gitarist bulunamadığından Walsh aynı zamanda grubun gitaristliğni' de üzerine aldı. Kısa sürede grubun adı duyulmaya başlandı ve grubun yeni adını Tim Buckley tarafından 1970 yılında çıkarılan albümün adı olan Starsailor olarak değiştirdiler. Glastonbury Festival' inde gösterdikleri performans şöhretlerini daha da pekiştirdi ve grup ile çalışmak isteyen kayıt şirketleri arasında amansız bir indirim savaşı başlattı. Grup EMI ile 2000 yılında bir anlaşma imzaladı.
Grubun ilk single 'Fever' 2001 başında çıktı. Fever, 'Love Is Here' ve 'Coming Down' isimli şarkılar grubun 2000 yılında kaydını yaptığı bir demodan çıkartılmıştı. Bu üç şarkı daha sonra Satarsailor' ın ilk albümü "Love Is Here" a son ikisi tekrar kayıt edilerek eklendi.
Mart 2001 de grubun çıktığı ve 11 farklı tarihte gerçekleştirilen İngiltere turnesi kapalı gişe gerçekleşti. İkinci single' ları "Good Souls" Nisan ayında çıktı ve içersine bir de Van Morrison cover' ı 'The Way Young Lovers Do' eklendi. Bu dönem boyunca grup çıkış albümlerini Galler' deki Rockfield stüdyolarında gerçekleştirdi. Bu sıralarda grup zaten 'Poor Misguided Fool', 'Lullaby' ve 'Way To Fall' gibi albüm şarkılarını ön izleme amaçlı olarak konserlerinde seslendiriyordu. 'Alcoholic' şarkısının akustik versiyonu 2001 yılı başlarında NME dergisinin pormosyon CD' sinde yer almıştı. Albümün orijinal çıkışı 2001 Ağustos ayında gerçekleşti.
Grup ilk festival deneyimini V Festival ve Almanya'nın 'Rock Im Park' organizasyonlarında katıldıkları etkinliklerle kazandı. 'Alcoholic' grubun üçüncü single' ı olarak ilk albümlerinden çıktı ve listelerde bugüne kadar grubun kazandığı en yüksek ikinci sıralama olan on numaraya kadar yükseldi. Single versiyonu albümde gerçekleştirilen kaydın genişletilmiş şekli oldu.
Love Is Here aldığı olumlu eleştiriler sonrası İngiltere albümler listesinde iki numaraya kadar yükseldi. Akustik gitar karışımı ile Walsh' ın güzel vokallerinin birleşimi yorumlarda bahsedildiği gibi insanın tüylerini diken diken eden harika şarkılar ortaya çıkardı.
Grup seneyi NME Awards ' dan kazandığı 'En parlak yeni umut' ödülü ve 36 numaraya kadar yükselen çıkardıkları dördüncü single' ları 'Lullaby' ile kapattı. Bazı hayranları single' ın kopyalarına ulaşmanın güçlüğünden şikayetçi olmuştu.
Grup 4 ve 8 Şubat 2002 tarihlerinde Londra Astoria' da sahne aldı. İlk gün Savaş Çocuklarına (Warchild) yardım için düzenlenen bir organizasyondu, Travis ve Ryan Adams gibi isimlerinde katılımıyla gerçekleşti. 8' inde ise 'Born Again' isimli single' larını ilk kez seslendirdiler. Gruba iki geri vokalist ve bir viyolonselist' in eşlik ettiği konser Starsailor^ın unutulmaz performanslarından biridir. James Walsh konser ardından NME.COM' a verdiği röportajda bu konserin "insanı şaşırtan çok özel bir şey" olduğunu söylerken bass gitarist James Stelfox ise konseri "şimdiye kadarki en iyilerden biri" olarak yorumladı.
2002 yaz ayları boyunca Walsh ve Oasis' den Noel Gallagher arasındaki düşmanlık ayuka çıktı. Gallagher Starsailor vokalistini NME' dergisi ile yaptığı bir röportajda 'ahmak' olarak nitelendidirken kendisi ile ilgili bir takım iddialarıda Walsh'ı suçlayarak redetti. Walsh ve Gallagher 2002 yılında The Park'ta gerçekleştirilen festivalde karşılaştıklarında Gallagher eğer öyle bir şey söylediyse o zaman bu söylediğinin kesinlikle doğru olması gerektiğini iddia etti. Noel' in erkek kardeşi Liam' da sözde Walsh' a karşı koymak bahanesi ile aynı gün olaylara karıştı. Bu olayları takip eden canlı şovlarda ve özellikle 2002 V Festival' de, Starsailor vokalisti Walsh sahnede 'iyi olmak hoştur ve hoş olmak iyidir' şeklinde bir anons yaptı. Gallagher' da buna karşılık olayın 'hayatındaki en eğlenceli Walsh ' olduğunu söyledi. İkili arasındaki tatsızlık 2004 Glastonbury' de çözüldü.
Starsailor kayıtları Los Angeles' da yapılan ikinci albümleri 'Silence Is Easy' için Phil Spector ile çalıştı. Spector ile yapılan bu birlikteliğin devamında grubun 2002 kışında Amerika' da yapılan bir konserine Spector' un kızı Nicole' da katıldı. Spector' a grubun dördüncü single "Lullaby" büyüleyici olduğu söylendi. Ancak Spector ile yapılan birliktelik kısa sürdü ve London's Abbey Road' da yapılan çalışmalarda bunun kanıtıydı. Spector' a Ben Byrne' nın nasıl davul çaldığını göz ardı etmesini ve onunla çalışmak için biraz daha beceri göstermesini söylediler. 2003 yılında Stelfox çalışmalardaki hüsran yüzünden bass gitarı performansının kötü olduğunu kabul etti. Bu süre içerisinde grubun ikinci albümü için sadece iki şarkı yapılabildi 'Silence Is Easy' ve 'White Dove'. Bundan sonra albüm' e yapılan 7 şarkı için Danton Supple ile çalışıldı. İkinci albümün ilk single çalışması 'Silence Is Easy' top ten' e girmeyi başardı (9 numaraya kadar çıkan single grubun şimdiye kadarki en iyi sıralamasıdır). Spector' un popülaritesini kaybetmesi cinayet zannı ile tutuklanmasıyla onandı.
Albümün çıkışından kısa bir süre sonra 2003 yılında grup İngilterenin bütününü kapsayan ve Londra Brixton Academy' de içine alan turnelerine başladı. Şovun en dikkat çeken performansı albümunde kapanış şarkısı olan 'Restless Heart' oldu. The Charlatans' dan Mark Collins' de Ağustos 2003' den Aralık 2004 tarihlerine kadar gruba gitar performansıyla katkıda bulundu. Albümden çıkan ikinci single, 2002 başında piyasaya sürülen 'Poor Misguided Fool' ' dan alınarak geliştirilmiş 'Born Again' oldu. Şarkı albüm için yeniden kaydedildi ve daha sonra bir radyo versiyonu için kısaltıldı. Thin White Dukes tarafındanda mix' lenmiş olan 'Four to the Floor' popüler bir kulüp hit' i oldu.
EMI gruba sonraki albümlerini Rob Schnapf ile birlikte yapması için yeterli zamanı verdi ve Starsailor üçüncü albümün kaydı için tekrar Los Angeles' a yerleşti. Kafalarda albüm adı için beş isim belirmişti; (Faith, Hope, Love/Here I Go/Ashes ya da In the Crossfire/I don't know/Counterfeit Life) ama grup müzik endüstrisindeki pozisyonlarınıda resimleyen 'On The Outside' ismini tercih etti. Albümde yakalanan ses önceki iki albüme göre çok daha farklı ve onlardan daha ağırdı. Starsailor canlı müziklerinden dolayı her zaman övgü almıştı ama karşılaştırmak gerektiğinde Stelfox' unda kabul ettiği gibi cılızlardı. Şarkı sözleride daha sertti; 'In The Crossfire' Irak savaşından bahsetmekteyken 'Jeremiah' olaylarda hayatını kaybeden savaş karşıtı protestocu Jeremiah Duggan hakkındaydı. Albüm doğrudan bant kaydı olarak gerçekleştirildi ve mükemmel bir kayıt elde etmek adına hiçbir yazılım kullanılmadı. Byrne daha sonra yaptığı bir tespitte 'White Light' şarkısında davul' un temposunu biraz fazla kaçırdığını söyledi ama bu da grubun gerçekten sevdiği ve istediği müziği kaydettiğinin işaretiydi.
Starsailor' ın üçüncü albümü 2005 Ekim ayında piyasaya çıkarken albümün ilk single "In The Crossfire" oldu. Eleştiriler özellikle albümün çok şekilci olduğu yönüne odaklandı. Buna rağmen albüm 13 numaradan listelere girdi. Eylül 2005 tarihinden itibaren canlı şovlarda, gitarda ve vokalde Walsh' a yardım etmek amacıyla gruba Richard Warren katıldı. Geçen turda olduğu gibi grubun bu son İngiltere turuda Brixton Academy' de son buldu. Bunu takiben grup Avrupa turnesine çıktı ve birkaç kez 2004 yılında 'Four To The Floor' şarkısının zirvede olduğu Fransa' da konserler verdiler. 3 Nisan' daki Paris konserinden sonra Walsh ve Warren şov sonrası partide DJ' lik yaptı. Albüm' den 'In The Crossfire' dan sonra 'This Time' ve 'Keep Us Together' olacak şekilde iki single daha çıktı. Single'ların Londra ve Leeds tanıtımları yapılmasına rağmen UK Top 40 listesine giremeyen ilk single 'Keep Us Together' oldu.
Grubun dördüncü albümü olan All The Plans'in çıkışı biraz gecikmeli oldu. Plak şirketi EMI kendi içinde düzenlemeler yaptı ve müzik türlerine göre albümleri paylaştırabileceği alt plak şirketleri kurdu. All The Plans bunlardan biri olan Virgin Records tarafından piyasaya sürüldü. İlk single Tell Me It's Not Over olarak kararlaştırıldı ve 2 Mart 2009'da yayımlandı. Ardından 9 Mart 2009'da da All The Plans yayımlandı ve bu albüm de İngiltere Top 40'a girmeyi başardı. Listelere 26. sıradan giren All The Plans bir hafta içinde 16 numaraya yükseldi.
Albümün Deluxe Edition versiyonunu satın alanlar için özel olarak hazırlanmış Boy In Waiting EP dört şarkıdan oluşan küçük bir hediye niteliğindeydi. EP'de yer alan Black Limousine adlı şarkı, sevenler tarafından tam not aldı. Albümden ikinci single All The Plans olarak duyuruldu ve 22 Haziran 2009'da internet üzerinden mp3 olarak satışa sunuldu. Bu single için herhangi bir video çekimi gerçekleştirmeyen grup sadece Hard Rock Cafe London'da çekilmiş bir canlı performansı yayınladı.
Albüm hakkında yapılan yorumların çoğu bu albümün Love Is Here tarzına daha yakın olduğu, kendi içinde bir ruhu olduğu ve son albüme göre çok daha başarılı olduğ |
u yönündeydi.
Albümde bulunan parçalar:
Tell Me It's Not Over,
Boy In Waiting,
The Thames,
All The Plans,
Neon Sky,
You Never Get What You Deserve,
Hurts Too Much,
Stars And Stripes,
Listen Up,
Safe At Home.
Grup bugüne kadar Türkiye' de 4 konser verdi. Bunlardan ilki 22 Haziran 2003 tarihinde h2000 festivali kapsamında gerçekleştirildi. İkinci konserlerini 20 Haziran 2004 tarihinde Rockİstanbul festivalinde verdiler. Bu konsere grup Klavyecileri Westhead' den yoksun 3 kişi çıktı. Daha sonra, Türk Kızılayı ve ODTÜ Burs Fonu yararına 28 Mayıs 2006 tarihinde ODTÜ Stadyumu'nda düzenlenen ODTÜ 50.Yıl Konserleri'nde (Türk Kızılayı ve ODTÜ Festivali) Ankaralı izleyicileriyle buluştu.Son olarak 21 Haziran 2009 tarihinde Efe Pilsen One Love Festival 8'de sahne aldılar.
"Love Is here dan:"'
"Silence Is Easy den:"'
"On the Outside dan:"'
"All The Plansten:"'
Oksin
Oksin (← İngilizce "auxin" ← Yunanca αυξειν "auxein"), bitkilerde büyüme ve gelişmeyi etkileyen en önemli hormonlardan biridir. Oksin kelimesi yunan αυξειν ("auxein") kelimesinde gelmedir ve 'büyüme' anlamına gelir.
Aile Saadeti (kitap)
Aile Saadeti, Muhammed Saki Erol'un yazdığı, evlilikle ilgili çoğu soruya cevap verme amacıyla hazırlanmış bir inceleme kitabıdır.
ISBN 975-6333-90-1
Sema Önür
Sema Önür (d. 1958 Alanya) Türk tiyatro ve sinema oyuncusudur.
Uzun süre profesyonel tiyatro sanatçısı olarak çalıştı. 1977 yılında Devrimci Ankara Sanat Tiyatrosuyla başlayıp, Ankara Halk Tiyatrosu, Asaf Çiğiltepe Sahnesi, Kaktüs Kabare, Özgür Sahne, Bizim Tiyatro, Ankara Halk Oyuncuları ve Ekin Tiyatrosu'nda görevine devam etti. Toprak, Halkın Gücü, Deprem ve Zulüm, Eşeğin Gölgesi, Fehim Paşa Konağı, Müfettişler Müfettişi, Fareyi Öldürmek, Hastane mi Kestane mi, Bir Filiz Vardı, Banker Tanker, Hababam Sınıfı, Bürokratlar, Ah Bir Zengin Olsam, Ölelim mi Gülelim mi, Rosalba Pansiyonu, Bay İzzet'in İzzet-i Nefsi, Nazım, Deliler Boşandı, Alışamadım rol aldığı oyunlardan bazılarıdır.
1993 yılına kadar süren tiyatro yaşamı 1985 yılından itibaren sinema ve televizyon çalışmaları ile birlikte devam etti. Tatlı Ali, Köy Doktoru, Cumartesi Eğlence Gecesi Parodiler, Köroğlu, Tarlam düştü Yerlere, Yağmuru Beklerken, Çökertme, Evimizin İnsanları, Kaçık, Altın Bilezik, Mercan Kolye, Küçük Besleme, Can Dostum, Bizim Aile, Mutlu Günler, İlk Aşk, Ana Kuzusu, Sihirli Ceket, Bizimkiler, Kralın Hayatı, Komşu Komşu, Kaygusuzlar, Kara Melek, Yasemince, Yılan Hikâyesi, Çanta ve Ağlamak Yok rol aldığı filmler ve dizilerdir.
Corvus (takımyıldız)
Corvus ya da Karga takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Crater (takımyıldız)
Crater ya da Kupa takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Crux (takımyıldız)
Crux ya da Güneyhaçı takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Güney yarımkürede 12 saat 30 dakika açılımda ve 60 derece yükselimde yer alan takımyıldız. Bugün yalnızca 30 derece kuzey enleminden daha güneyde bulunan bölgelerde görülebilir. Güneyhaçı Avustralya, Yeni Zelanda, Batı Samoa bayraklarında yer alır.
Çok eski dönemlerden beri üzerinde pek çok yazı yazılmasına karşın, ilk kez 1679'da Augustine Royer tarafından bir takım yıldızı olarak tanımlanmıştır. Çok eskiden Avrupa'nın büyük bölümünden de görülebilmekteydi. Güneyhaçı'nın beş parlak yıldızı vardır. Bunlardan biri, düzgün haç şekini biraz bozacak biçimde yerleşmiştir.
Malinois (kuş)
Malinois, soluk sarıdan koyu sarıya kadar sarı rengin bütün çeşitlerine sahip bir kuştur.
Bunlar da kıvırcık kanaryalarla aynı atadan gelmiştir. Flaman yetiştiricileri bu kuşun ötüşünü şaşılacak bir değerde geliştirmişlerdir. Bu kuşun vücudu, ince ve uzun olup çok şendir ötüşü, glu glu, sap, ziya, zitt ve flut notalarından (nağmelerinden) meydana gelir. Flaman yetiştiricileri çok sevdikleri bu kuşa Bülbül sesini taklit için ellerinden gelen bütün imkânları kullanmışlardır.
Repertuarinin «Su vurusu» teşkil eder ki, taşıdığı Waterslager ismi de buradan gelir (water = su, slager = vurma). Ötüşüçok ahenkli, pek billuri, geniş ve sesi dolgundur. Repertuarinda yani ötüş musikisinin notalarında, ismini aldığı çok adette kıtalar vardır, onlar da şunlardır: Su akmasını andıran şakıma, kaynayan suyu andıran şakıma, glu glu şakıması, üçgen şakıması,düğümlü yani bir hecede birkaç sesin çıkarılması, flavtali şakıma, «Woutcn» veya «Soctcn» denilen ağır ve kaim flüt sesleri, «Staaltonen» denilen madeni sesler olup telefon sesinin taklididir. Bülbül sesini andıran bu ötüş, kanaryanın şakıdığı çeşitli musiki notalarını en güzeli olarak kabul edilmektedir. Bundan başka Malinua yorulmak bilmez bir ötücü, yetiştirilmesi kolay ve bir amatör için çok ilginç bir kuştur. Üretilmesi: Bir yasında bir erkek ile iki yasında bir dişi veya aksine olarak daha yaslı bir erkek ile daha genç bir dişi alınır. Seçilecek kanaryaların daima altın sarısı veya koyu sarı (acı sarı) renkte olmalarına dikkat edilir. Yavrular sizi memnun edecektir. Bir zamandan beri alaca Malinualara rastlanmaktadır. Bunlar ötüş bakımından diğerlerine üstünlük göstermezler. Malinualar yüzyıllardan beri yetiştiriciler tarafından birer güzel sarı kanarya olarak sergilerde gösterilmiş ve hafızalarda yaşatılmıştır.
Erbil
Erbil (, "Erbîl"; , "Hewlêr"), Irak'ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin başkenti ve en büyük şehri. Şehrin nüfusu 1,1 milyon civarındadır . Nüfus Kürtler, Türkmenler, Araplar, Keldani ve Süryani Hıristiyanlardan oluşur.
Erbil, 90'lı ve 2000'li yılları arasında küçük bir köy görünümünü andırıyordu. 2003 yılında Irak Savaşı'nın başlamasıyla, Erbil petrol ihracatını da etkileyerek çökmesine yol açmasından uzun bir süre sonra 2005'te Erbil'de tekrar petrol bulunarak ihraç edilmeye başlandı. Irak Savaşı'nın ardından ABD'nin bölgeden çekilmesinden sonra Erbil, 30 Ocak 2005'te Erbil, Duhok, Süleymaniye ve Halepçe illerinden Parlamenter cumhuriyet bir federasyon yapılanması ile birleşerek Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nı kurdular. Bölgede tekrar petrolün bulunmasından sonra Erbil'nin geliri devamlı ve hızla yükseldi ve şehir bir ticaret, alışveriş ve turizm kenti haline geldi. Erbil, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin en yüksek nüfusuna ve Süleymaniye'den sonra ikinci en geniş yüzölçümüne (15.074 km²) sahip ilidir. Erbil ve Süleymaniye ile birlikte Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin metropol alanını oluşturmaktadırlar. Bugün, Erbil Orta Doğu ve Basra Körfezine kıyısı olan ülkeler ile birlikte sürekli gelişen dünya çapında bir kent olarak ticari ve kültürel bir merkez, kozmopolit bir metropol kentidir. Erbil ekonomisi tarihsel olarak petrol sanayisi üzerine kurulmuş olsa da, Erbil şehri yürüttüğü turizm ve havayolları alanında önemli gelir kalemlerini oluşturmuştur. Erbil son zamanlarda geniş ölçekli inşaat projeleri ile dünyanın ilgisini çekmektedir. Erbil, çok sayıda gökdelen ve yüksek binaları, iddialı bir proje olan insan yapımı Divan Erbil oteli, Erbil Rotana, yenilenen Erbil Kalesi, birçok alışveriş merkezleriyle bölgenin ve dünyanın en geniş ölçekli alışveriş merkezleriyle bir sembol durumuna gelmiştir. Yükselen bu ekonomisiyle dünyadan bir işgücünü çekmiştir. Erbil, en pahalı kentler sıralamasında Orta Doğu'da önemli bir konumdadır. Erbil, Orta Doğu'da yaşanabilecek en iyi kentler arasındadır.
Asurlular zamanında "Arba-ilu", Arbela; eski İran kaynaklarında "Arbira" olarak geçen ve gelişmiş bir kent olan Erbil, Aşağı ve Yukarı Zab suları arasında kurulmuştur. Musul, Altınköprü, Bağdad-Basra yollarının kavşak noktasında bulunan şehir, Irak Selçukluları idaresinden sonra 1144 tarihinden itibaren Beytekin hanedanından Küçük Ali'nin ve Erbil Atabeklerinin başkenti olmuştur.
Muzafferüddin Kökböri devrinde (1136-1190) imar edilen Erbil, iki kısımda gelişmiştir. Aşağı Erbil nehir kenarında, geniş bir vadide yayılırken, Yukarı Erbil tepe üzerinde kale içine sıkışıp kalmıştır. Kalenin surları, eski kalıntıları üzerine Kökböri tarafından yeniden yaptırılmıştır.
Kökböri'nin evlâdı olmadığından, vasiyeti üzerine Abbasî halifesine kalan Erbil, Moğol istilâsından sonra uzun müddet karışık ve sıkıntılı dönemler yaşamıştır. 1731'de, Nadir Şah'a karşı uzun süre dayanan kale, şehrin düşmesinden sonra harabe haline gelmiş, 1849'da esaslı bir şekilde tamir edilmiştir. Erbil, Osmanlı döneminde, 19. yüzyıl başlarına kadar Bağdat'a bağlı bir kaza merkezi olarak idare edilmiştir.
Kökböri, devletinin ve saltanatının küçük olmasına rağmen, İslâm dünyasında büyük bir üne kavuşmuştur. Selahaddin Eyyubi'nin generali olarak haçlılara karşı Hıttin Savaşı dahil savaşmıştır. Aşağı Erbil'de yüksek minareli bir ulu cami, bir medrese, dört dârûl-aceze, dul ve yetim yurtları ile ribatlar yaptırarak şehri mimari eserlerle donatmıştır.
Ulaşım yollarının kavşak noktasında bulunan Erbil, 12-15. yüzyıllarda büyük bir ticaret merkezi durumundaydı. 1309 (Rumi) Musul Salnamesi'ne göre, 4.000 nüfuslu kaza merkezinde, 2 cami, 10 mescid, 6 medrese, 5 sıbyan mektebi, 5 dârûl-aceze, 1 kışla ve 3 hamam bulunuyordu(4). Bugün Aşağı Erbil harabe halinde olup bir tek minare ayakta kalmıştır. Yukarı Erbil, kale içinde hâlâ 18. yüzyıl hayatı yaşamaktadır. Kale içindeki Kale Camii, Hacı Molla İbrahim Camii, Ömerağa Medresesi ile Şeyh Şerif Tekkesi halen kullanılmaktadır.
Günümüzde Erbil, Irak'ın Kürdistan Bölgesel Yönetiminin başkenti durumundadır. Son yıllarda Şehrin büyük bir ticaret ve alışveriş merkezine dönüştürülüp Ortadoğu'da Dubai ile yarışır bir şehir olması planlanmaktadır. Ekonomik ve sosyal açıdan keskin değişim gören Erbil, yapımı bitmiş 6, hala yapılmakta olan birçok alışveriş merkezi'ne (Family Mall, Majidi Mall, Tablo Mall,Royal Mall, Mega Mal, Hawler Mall) sahiptir.
Mali sistemi henüz bulunmayan Erbil'de bankacılık gelişmemiştir ve ticaret nakit para üzerinden dönmektedir. Kullanılan para birimleri ise çoğunlukla Irak Dinarı ve Amerikan dolarıdır. Banka olarak da Türkiye'nin Erbil Başkonsolosluğu'nun bulunduğu binada VakıfBank şubesi,ayrıca İş Bankası, Ziraat Bankası, Albaraka Türk ve Bank Asya şubeleri bulunmaktadır. Bunlardan başka Lübnan bankaları ile Kurdistan In |
vestment Bank diğer bankalardan bazılarıdır.
Erbil Uluslararası Havaalanı'na İstanbul, Ankara ve Antalya'dan direkt uçuşların yanı sıra karayolu ile de ulaşılıyor. İstanbul, Diyarbakır, Van, Adana, Ankara, Mardin, ve Gaziantep'den otobüslerle direkt Erbil'e geçilebilir. Ayrıca Mardin veya Silopi'den sınıra kadar dolmuş taksilerle, sınırdan sonra da yine dolmuş taksiler ile geçiş yapılabilir.
Kuzey Irak'a Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları 15 günlük geçici vize ile giriş yapabiliyorlar. İstenildiği takdirde ikamet izni almak suretiyle bu süre uzatılabiliyor. Ancak Kürt Bölgesine girişte alınan bu 15 günlük geçici vize Bağdat merkezi hükumeti tarafından tanınmıyor ve Arap bölgesindeki şehirlere bu vizeyle girişe izin verilmiyor.
Erbil'in iklim şartları, topografik ve dağlık yapısı nedeniyle, ilde bitki örtüsü olarak bozkır ve orman bulunur. Şehrin kuzeyindeki dağlık bölgede kavak, Söğüt ve Meşe ağaçları bulunur. güneyinde ise genelde çöl ağaçları olan Palmiye ve hurma ağaçları vardır.
Erbil'in kuzey bölümlerinde karasal iklimin soğuk ve kar yağışlı kışları, güneyinde ise sıcak ve kurak yazları görülebilir. Erbil'in kuzeyi dağlık olduğu için Karasal iklim hakimdir, güneyi ise genellikle çöl ve düzlüklerden oluştuğu için sıcak iklim hakimdir.
Erbil'in ekonomisini tarım, turizm, alışveriş ve petrol ihracatı oluşturmaktadır.
Erbil'in tarihi kent merkezi olan Erbil Kalesi, Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin bir kalesidir. Bu kale çevresi, dünyanın en eski yerleşim şehri olduğu iddia edilmiştir. kale 21 Haziran 2014 yılından bu yana Dünya mirası listesi'ne girmiştir. Son zamanlarda kaleyi yenileme çalışmaları devam etmektedir. Kale, Erbil'in tam ortasında şehrin kalbinde yer alır.
Kale 5. binyıl kadar uzanır ve. Bu Ebla tabletleri etrafında 2,300 M.Ö. tarihsel kaynaklarda ilk kez görünür ve Asur İmparatorluğu sırasında özel bir önem kazanmıştır. Erbil, o dönem Hıristiyanlık, Abbasiler ve Sasani İmparatorluğu için önemli bir merkezi oldu. Sonra 1258 yılında kalenin Moğol İmparatorluğu'nun eline geçmesiyle Erbil önemi azalmıştır. 20. yüzyılda kentsel yapısı önemli ölçüde evleri ve kamusal birkaç bina yok edildi ve bunun bir sonucu olarak, modifiye edilmiştir. Kalenin restorasyonu için 2007 yılında Erbil Kalesini Yenilemek amacıyla Yüksek Komisyonu (HCECR) denetlemek üzere kurulmuştur.
Erbil, Kürdistan ve Mezopotamya kültürü İslam dini ve geleneksel Kürt kültürü etrafında biçimlenmiştir. Buna karşın, Erbil şehri çeşitlilikler içinde yüksek bir kozmopolit toplum ve canlı bir kültüre sahiptir. İslam etkisi Kürt ve Arap kültürünün mimari, müzik, giyim, mutfak ve yaşam tarzında görülebilmektedir.
Kürt ve Arap mutfağı oldukça tutulmakta olup kentin her yerinde döner lokantalarından Erbil otellerinin lüks lokantalarına kadar her yerde bulunabilmektedir. Hızlı yiyecekler, Arap, Kürt ve Batı mutfakları da oldukça popüler olup geniş miktarda bulunabilmektedir. Kürt mutfağı Araplarla binlerce yıllık etkileşimle günümüze gelmiş gayet zengin ve farklı bir mutfaktır. Mutfağın temel malzemeleri kuzu eti, yöresel baharatlar, pirinç ve bulgurdur.
Erbil'de insanların birçoğu yöresel Kürt kıyafeti ve Arap elbisesi olan kandura giyerler. Bu giyim biçimleri, Erbil'in çok sıcak ve nemli veya çok soğuk olan iklimine göre değişmektedir.
Erbil'de yerel futbol takımı olan Erbil SC bulunmaktadır. Irak Premier Ligi'nde mücadele etmektedir.
Bölgenin en büyük üniversitesi Selahaddin Üniversitesidir. Türk girişimciler tarafından açılan Işık Üniversitesi de bölgenin önemli üniversitelerinden birisidir. Kürdistan Üniversitesi Erbil, Erbil şehrinde bulunan Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin üniversitelerinden biridir. Cihan Üniversitesi, Erbil Medikal Üniversitesi, Koya Üniversitesi, ve Soran Üniversitesi Erbil şehrinde bulunan Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin diğer üniversitelerindendir.
Aksaray (anlam ayrımı)
Aksaray aşağıdaki anlamlara gelebilir:
İskenderpaşa Camii (Beykoz)
İskender Paşa Camii, Külliye, Beykoz ilçesi’ nde, Kanlıca İskelesi’ nin önündeki küçük meydanda bulunmaktadır. I. Süleyman (Kanuni) ve II. Selim dönemlerinin devletin ileri gelenlerinden, “Magosa Fatihi” olarak tanınan Gazi İskender Paşa (ö. 1570) tarafından yaptırılmıştır. Kanlıca Camii olarak da bilinir. İskender Paşa’ nın 967/ 1559 tarihli vakfiyesi ile belirtilen bu mescidi, Mimar Sinan’ ın tezkirelerinde “Kanlıca’ da merhum İskender Paşa” ve “Camii İskender Paşa der Kanlıca” şeklinde kayıtlıdır.
Caminin harim kapısı üzerindeki kitabede görülen 967/ 1559-60 tarihi külliyenin tamamlanma tarihi olarak kabul edilebilir.
Yapıların tasarımı Mimar Sinan’a aittir.
Zaman içinde çeşitli onarımlar geçiren bu yapı topluluğu 19. yy’ da birtakım ek binalarla donatılmış, Tanzimat dönemi ileri gelenlerinden M. Sadık Rıfat Paşa (ö. 1857 ) türbeye bitişik bir muvakkithane inşa ettirmiş, aşağı yukarı aynı yıllarda caminin doğu yönüne, zemin katı kahvehane olarak kullanılan fevkani bir mektep yaptırılmıştır.
1925’te Üsküdar’ı Beykoz’a bağlayan yolun genişletilmesi amacıyla, Kanlıca’ nın çekirdeğini teşkil eden bu küçük külliye önemli ölçüde tahrip edilmiş, 1916’da bir yangın geçirerek harap düşmüş olan hamam, ayrıca camiyi üç yönden kuşatan hazire, çevre duvarları, üç adet avlu kapısı, fevkani mektep, caminin mihrap duvarının arkasında yer alan ahşap imam meşrutası ile yanındaki aşhane (imaret) ortadan kaldırılmış, bu arada, camiyi kuşatan ve hazireleri gölgelendiren asırlık ağaçların da bir kısmı kesilmiştir.
1930’ dan önce caminin sağ ve kıble tarafının kabristan ve hatta mihrap önünde Nevres Paşa’ nın kabri, tabutluk ve sonradan bekar odası ve kahvehane haline getirilen aşhane, iki oda, imam meşrutası, iki katlı ev olduğu ve bahsi geçen caddenin genişletilmesi sırasında bütün bunların da yok edildiği anlaşılıyor.
Cabir Vada’ ya göre cami ve diğer bölümler 1895, 1910, 1926 ve 1942’ de çeşitli tamirler görmüştür. 1944’ de de bir ihata duvarı ve üç kapısı olan bir avlu içinde olduğu o tarihte yapılan rölövelerinde görülmektedir.
Cami, Mimar Sinan ’ ın çatılı camiler grubuna girmektedir. Her ikisi de enine dikdörtgen planlı, bir harim ile ahşap duvarlarla kuşatılmış bir son cemaat yerinden meydana gelir. İki sıra tuğla hatıllı moloz taşla örülmüş duvarları ile kargir bir yapıdır.
Batı cephesinde üst katta iki, alt katta iki pencere açıklığı yer almaktadır. Güney cephesinde üst katta üç pencere açıklığı, alt katta iki pencere açıklığı yer alır. Doğu cephesinde üst katta iki alt katta iki olmak üzere toplam dört pencere açıklığı yer almaktadır. Kuzey cephesinde üst katta yedi, alt katta altı adet pencere açıklığı vardır. Kuzey cephesindeki pencereler hariç tüm pencerelerde, alt sıradaki pencerelerin dikdörtgen açıklıkları kesme küfeki taşından sövelerle çevrelenmiş, lokma demir parmaklıklarla donatılmış, tuğla örgülü sivri hafifletme kemerleri ile taçlandırılmıştır. Üst kat pencereleri sivri kemerli olup alçı revzenlerle kaplıdır.
Oranları ve ayrıntıları ile klasik üslubu sergileyen, kesme küfeki taşı örgülü minare harimin kuzeybatı köşesinde yer alır. Çokgen kesitli gövdesi, batı cephesinde taşkınlık yapan, kare tabanlı kaideye oturmakta, şerefenin altındaki mukarnasların ince işçiliği dikkati çekmektedir. Sağır olan korkuluğu geometrik taksimatlıdır. 1895 depreminden sonra yenilendiği bilinen petek kısmı, koni biçiminde, kurşun kaplı bir külahla son bulur.
Kuzey cephesinin önünde, tek katlı üstü kırma çatı ile örtülü bir çıkma bölümü yer alır. Bu çıkmanın önünde üç bölüme ayrılmış bir pencere açıklığı vardır. Sağında ve solunda son cemaat yerine girişi sağlayan birer kapı bulunmaktadır.
Son cemaat yerinin aslında, ahşap direklerle taşınan bir revak şeklinde tasarlandığı, bu niteliğe sahip yapıların büyük çoğunluğunda olduğu gibi, sonradan ahşap duvarlarla kapatıldığı ve içine bir kat ilave edildiği anlaşılmaktadır. Sonuçta iki katlı bir ahşap mesken görünümü kazanmış olan son cemaat yerinin yan cepheleri sağır bırakılmış, kuzey cephesinin eksenine caminin girişi yerleştirilmiştir. Tüm dış cephesi ahşap ile kaplanmıştır. Derinliği 4.50 metredir. Son cemaat yerinin sağında ve solunda kadınlar mahfiline çıkan merdivenler yer alır. Soldaki merdivenin altı oda haline getirilmiştir.
Caminin cümle kapısı iki kanatlıdır. Kapının sağında ve solunda dikdörtgen açıklıklı, lokma demir parmaklıklı birer pencere yer almaktadır. Cümle kapısının basık kemeri üzerinde üç satırlık ve üç beyitlik Arapça ve sülüs celisiyle yazılmış kitabesi yer alır. Tarih rakamla ve ebcedle 967/ 1560 olarak verilmiştir.
Kitabe şu şekildedir:
Cümle kapısından caminin dikdörtgen planlı harim bölümüne girilir. Caminin harimi günümüzde, çıtalarla “çubuklu” denilen türde taksim edilmiş bir ahşap tavanla kaplıdır. Evliya Çelebi, halen kiremitle kaplı olan çatının kurşunla örtülü olduğunu, çatının altında da Topkapısı’ndaki Takkeci Camii gibi ahşap bir kubbenin yer aldığını nakletmektedir.
Moloz küfeki taşı ile örülmüş olan duvarlarda, klasik Osmanlı üslubundaki düzene uygun olarak iki sıra halinde pencereler açılmıştır. Üst sıra pencereler dışarıdan sivri kemerli olmasına rağmen içeriden dikdörtgen biçiminde ve renkli cam ve alçı ile süslenmiştir. Alt sıradaki pencereler klasik üslupta kalem işi alınlıklarla taçlandırılmış, tepe pencereleri de aynı türde şeritlerle kuşatılmıştır.
Duvarlarda Allah, Muhammet, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan,Hüseyin isimlerinin yazılı olduğu levhalar asılıdır.
Güney duvarının sağında ve solunda ayaklı birer saat bulunur.
Klasik üslûbu yansıtan mihrabın yarım sekizgen plânlı nişi, köşe sütunçeleri ile kuşatılmış ve mukarnaslı bir yaşmakla donatılmıştır. Minber ve vaaz kürsüsü ahşap ve yenidir.
Türbe Kanlıca Camii’nin kuzeyindedir. Bir zamanlar ihata duvarı var iken orta avlu kapısı solunda bulunuyordu. Caminin kuzey tarafında bulunması, bani türbelerinin yerleşiminde gözlenen geleneğe aykırıdır.
Türbe, 1267/ 1850 yılında tamir görmüştür.
Dikdörtgen planlı, kagir duvarlı ve düz ahşap çatılı bir yapıdır. İçeriye kuzey duvarından birkaç basamakla girilebilmektedir. Buradaki basık kemerl |
i kapı aslına uygundur. Türbenin ön cephesinde dört pencere, arka cephesinde beş pencere, yan cephelerinde ise üçer pencere yer almaktadır. Pencerelerin köşelerinde iri taş ayaklar ve aralarında yine taş söveler vardır. Pencerelerin dikdörtgen açıklıkları topuzlu demir parmaklıklarla donatılmıştır.
Osmanlı mimarisinin klasik üslup döneminde alışılmadık bir görünüm arz eden bu türbenin başlangıçta üzeri açık olarak tasarlandığı sonradan üzerine, bugünkü kurşun kaplı ahşap çatının konduğu tahmin edilebilir. Türbede bulunan, İskender Paşa ile oğlu Ahmed Paşa’ ya ait kabirlerin üzerine ahşap sandukalar yerine mermer lahitler konmuş olması da bu ihtimali desteklemektedir. Lahitlerin ayak ve baş uçlarında silindir biçiminde mermer şahideler yükselmekte, başucu şahidelerinde, ölüm tarihlerini vermeyen kitabeler bulunmaktadır. Bu iki mermer lahidden sağdakinin yuvarlak baş taşında “Merhum ve mağfur oğlu Ahmed Paşanın ruhuna fatiha” yazılıdır. İskender Paşa’ ya ait olanda ise Merhum/ Gazi İskender/ Paşa ruhuna/ Fatiha yazılıdır.
Muvakkithane, camiden dört yüz yıl sonra inşa edilmesine ve ampir üslubunu yansıtmasına rağmen, mütevazı boyutları ve sade cepheleri ve köşesine iliştirilmiş olduğu türbe ile uyum içindedir.
Sekizgen planlı yapının kagir duvarları sıva ile kaplanmış, üzeri basık sekizgen prizma biçiminde bir ahşap çatı ile örtülmüştür. Dikdörtgen açıklıklı kapısı ile Boğaz tarafına (batıya) açılan üç adet yuvarlak kemerli penceresi mermer sövelerle kuşatılmıştır.
Kapının üzerindeki kitabe levhasına ta’lik hatla “Eser- i Rıfat Paşa 1266” ibaresi yazılmıştır. Günümüzde kitaplık olarak kullanılan muvakkithanenin bu yeni fonksiyonu da Osmanlıca kitabenin altına yerleştirilmiş olan Latin harfli küçük bir kitabe ile belirtilmiştir. Demir parmaklıklarla donatılmış olan pencerelerin kemerleri, üzengi hizasında yer alan silmelerle birbirine bağlanmış, kemerlerin kilit taşları çıkıntılı olarak tasarlanmıştır. Orta kapının bulunduğu yere ve türbeye yapışık olarak 1266/ 1850 tarihinde Rifat Paşa sekiz kenarlı bir muvakkithane yaptırmıştır. Kapısı üzerinde “Eser- i Rifat Paşa 1266” ibaresi mevcuttur.
Vakfiyelerinde görülmeyen bu medreseden sadece Mimar Sinan “Kanlıca’da merhum İskender Paşa Medresesi” ve “Medrese- i İskender Paşa- Bab 1” şeklinde zikreder. Ne gariptir ki böyle bir medresenin varlığına tarih içinde de rastlanmamaktadır. Nitekim Evliya Çelebi bir asır sonra, Kanlıca’ da “iki muallimhane- i sıbyan” dan bahseder ve medrese ve darülhadis gibi eserlerin olmadığını yazar. Konyalı medresenin mektebin altında olduğunu söyler. B. Tanman da bu yapının medrese adı altında zikredilen mektep olması ihtimali üzerinde durur. C. Baltacı malum eserinde bu medreseye ait hiçbir tevcihattan bahsetmemektedir. Bu hale göre medrese, Tanman’ ın ileri sürdüğü gibi sadece mektepti veya en azından yapıldıktan kısa bir süre sonra daha faaliyete geçmeden herhangi bir şekilde ortadan kalkmıştı. Nitekim daha yakın kaynaklarda da böyle bir medresenin varlığına rastlanmıyor.
Cami ile birlikte inşa edildiği anlaşılan, Evliya Çelebi’ nin “muallimhane- i sıbyan” adı ile zikrettiği mektebin dikdörtgen planlı, kagir duvarlı ve ahşap çatılı bir yapı olduğu, iki sıralı pencerelerin bulunduğu, duvarların moloz taşla örüldüğü, köşelerde, ayrıca kapı ve pencere sövelerinde kesme küfeki taşının kullanıldığı, çatısının kurşunla kaplandığı bilinmektedir.
C. Vada’ nın naklettiğine göre 19. yy sonlarında metruk ve harap durumda olan mektep 1897’de iptidai mektep olarak kullanılmak üzere tadil edilmiş, bu arada pencere sıralarının arasına ahşap bir kat döşemesi yerleştirilmiş, çatı kaldırılarak bunlara bir kat daha ilave edilmiş, her üç kat da kendi içlerinde ahşap duvarlara bölünerek sınıflar ve öğretmen odaları meydana getirilmiştir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 1924’e kadar bu şekli ile faaliyet gösteren mektep bu tarihte terk edilmiş, 1938’den sonra karakola dönüştürülmüştür. Bu arada, 1897’de eklenen ahşap döşeme, üst kat ve iç duvarlar iptal edilmiş, cephelerde de değişiklik yapılarak, yapı asıl şeklinden iyice uzaklaştırılmıştır.
Zemin katındaki kahvehanenin üzerine oturan ve 1874- 1880 arasında ortaokul olarak kullanıldığı bilinen fevkani mektebin ise ahşap bir mesken görünümü arz ettiği tahmin edilebilir.
İskender Paşa’ nın daha Bostancıbaşı iken tanzim ettirdiği 951/ 1544 tarihli ilk vakfiyesinde görülen mektebin caminin avlu duvarının sol köşesinde ve 1944’e kadar mevcut olduğu anlaşılıyor. Diğer vakfiyelerinde de aynen zikredilmiştir. Bu bina, Evliya Çelebi’nin bahsettiği iki muallimhane- i sıbyandan biri olmalıdır. A. S. Ülgen’ in 1944’ de çizdiği rölöveye göre bina kare planlı, kargir, çatılı tek bir hacim olarak görülüyor. Her duvarda ikişer alt pencere ( ve belki de ikinci sıra penceresi vardı) ve bir ocak bulunmaktadır. Kapısı caminin avlusu dışındadır. Evliya’nın bahsettiği diğer sıbyan mektebi ise muvakkithaneye bitişik olan avlu kapısından şoseye kadar devam eden fevkani ahşap bina olmalıdır. A. Cabir Vada’ya göre burada 1874 ila 1880 yılları içinde rüşdiye tahsili yapılmakta imiş ve kendisi de ilk tahsilini burada yapmış. Yukarıda anlatılan kargir bina ihya edilince bu ahşap bina terk edilmiş. Buranın zemin katı caminin kahvehanesi ve abdest alma yeri olarak kullanılmakta imiş ve bütün bu yapılar yol yapımı bahanesi ile yıktırılmış.
Tamamen tarihe karışmış olan hamam hakkında C. Vada’ nın verdiği bilgilerden, soğukluk bölümünün ahşap çatılı olduğu, çepeçevre, soyunma mahallerini barındıran iki asma katla kuşatıldığı, 1916’da hamamın yakınındaki Ata Molla Yalısı’ndan sirayet eden yangında bütün bu ahşap aksamın yandığı öğrenilmektedir.
Bu bilgilerin ışığında hamamın planı tam olarak çizmek etmek mümkün değildir. Ancak ılıklık kısmından iki hela birimine geçildiği, sıcaklığın kare planlı olduğu, bunun solunda dikdörtgen planlı bir halvetin yer aldığı anlaşılmaktadır. Bu halvetteki kurnalardan birisinde yer alan, Evliya Çelebi’ nin de sözünü ettiği, fil kabartması ile bezeli aynataşı 1914’te Evkaf-ı İslamiye Müzesi’ne (bugün Türk ve İslam Eserleri Müzesi) taşınmıştır. Söz konusu hamamın, Mimar Sinan’ın mührünü taşıyan inşaat defteri Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde bulunmaktadır.
Mimar Sinan, İskender Paşa Hamamı’ ndan “İskender Paşa Hamamı bina olunmuştur” demekte ve fakat yer belirtmemektedir. Ancak hamam hiçbir vakfıyede geçmemektedir. Evliya Çelebi ise kime ait olduğunu açıklamadan Kanlıca’ da bir küçük hamam olduğunu söyler ve hamamın kurnasındaki bir fil suretini tasvir eder.
Kanlıca’ daki caminin köşesinde bulunan ve takribi 1925’ lerde yine yol genişletilmesi bahanesiyle yıkılan hamamın, İskender Paşa’ya ait olduğunu ve Mimar Sinan tarafından yapıldığını söyleyen Konyalı bir de vesika vermektedir. Topkapı Sarayı arşivinde 14/1461 numarada kayıtlı olan bir muhasebe defterinde bulunan 972/1564 tarihli bu vesika Mimar Sinan tarafından mühürlenip imzalanmıştır. Defterin başında bulunan ifade, hamamın Kanlıca’da olduğunu ve Mimar Sinan tarafından yapıldığını açıkça belirtir. Bu ibareyi Konyalı şöyle vermektedir:
"“Muhasebe- i ihracat- ı binakerden- i hamam- ı cedid be ferman- ı Hazret- i Padişah- ı alempenah hullidet bi ma’ rifet- i Sinan Ağa ser mi’ maran- ı dergah- ı ali el vakıı fi 10 şabanü’ l- muazzam sene dokuz yüz yetmiş iki der kasaba- i Kanlıca tabi- i kaza- i Üsküdar”". Ancak yine de hamamı bu kayıttan üç yıl sonra hazırlanan 975/ 1567 tarihli üçüncü vakfiyede göremiyoruz. Konyalı’ nın izahatından hamamın inşaatı için 64 bin akça harcanmış olduğunu ve ne kadar ve ne çeşit malzeme kullanıldığını tafsilatıyla görmekteyiz.
Ayvansarayi İskender Paşa’ ya ait bir başka hamamın Yeniköy’ de olduğunu söyler. Mehmed Arif de hamamın yerini Yeniköy’de Molla Çelebi Camii kurbinde çifte hamam olarak tarif etmektedir.
Cabir Vada, hamamın cümle kapısının güneye caddeye açıldığını yazar. Hamam bir soyunmalık ve iki hela ve tek kurnalı bir yıkanma yeri olan dar bir ılıklık ve daha sonra dört kurnalı sıcaklık ve buna bağlı 5 metre, uzunluğunda ve 2 metre genişliğinde üç kurnalı bir halvetten ibaret imiş ve Evliya Çelebi’ nin bahsettiği fil kabartması bu kurnalardan birinde imiş.
Millî demokrat devrimci
Toplumsal ve ekonomik sorunların çözülmesi ve gerçek bir demokrasinin kurulması için milli bir hareketin takip edilmesini, ve bu hareketin devrimle gerçekleşebileceğini savunanlara milli demokrat devrimci denir.
Milli demokrat devrimci ve "Milli Demokratik Devrimci" ayrı terimler olup birbirleriyle karıştırılmamalıdır.
Nizamiye Medreseleri
Nizamiye Medreseleri, Büyük Selçuklular zamanında kurulan, vezir Nizamülmülk'ün adıyla anılan medreselerdir.
Merkezi ve en büyüğü, Bağdat'taki Nizamiye Medresesi olup, İsfahan, Nişabur, Belh, Herat, Basra, Musul ve Amul'da benzerleri vardı.
Bağdat Nizamiye Medreselerinin kurulmasında Alpaslan ve Nizamülmülk'ün ilgi ve çabaları etken olmuştur. Bağdat Nizamiye Medreseleri yüksek öğretim kurumlarıdır. Öteki medreseler, müderrislerin düzeyine göre orta ya da yüksek öğretim sayılmışlardır. Nizamiye medreselerinde esas olarak din, hukuk ve dil öğretimi yapılmıştır. Felsefe'ye ilgili bilimler çok geçmeden programdan kaldırılmıştır. Felsefe'ye ilk ciddi tepkinin Bağdat Nizamiye Medresesinde 1091-1095 yılları arasında rektörlük ve müderrislik yapan Gazali'den geldigi ileri sürülmektedir. Medreselerin gelir kaynakları esas olarak vakıflardan sağlanırdı. Nizamiye medreseleri devlet parasıyla yaptırılmıştır. Bağdat Nizamiye medreselerindeki müderrislerin Şafiî mezhebinden olması şarttır.
Fikri etkileri: Nizamiye medreseleri İslam dünyasının her tarafından hatta Endülüs'ten gelen pek çok öğrenciyi Sünni inançlara göre yetiştirerek Şiî propagandaları ve faaliyetlerin önlenmesinde, Sünni mezhepler arasında dayanışma sağlanmasında, toplumda ortak düşünce ve emellerin güçlenmesinde, Selçuklu devlet görevlisi yetiştirilmesinde önemli katkıları olmuştur.
Kurumsal etkileri: Nizamiye medreseleri İlhanlı ve Osmanlı medreseleri ve diğer birçok İslam ülkesi medreselerine örnek olmuştur.
K |
ene
Keneler (Ixodida), örümceğimsiler (Arachnida) sınıfının akarlar (Acarina) alt sınıfından eklem bacaklı monotipik takımı ve onun üst familyasıdır.
Keneler zorunlu kan emici ektoparazitlerdir. Bacakların uçlarında çengeller ve vantuzlar vardır. Deriye rahatça yapışarak hortumlarıyla kan emerler. İyice şiştikten sonra kendilerini yere atarak konaklarından uzaklaşır, ot veya ağaçlara tırmanırlar. Ön ayaklarının uçları dokunma ve koku alma için özelleşmiştir. Ormanlarda bulunduğu ağacın altından bir hayvan geçtiği takdirde üzerine düşüp derisine yapışır ve etine hortumunu sokarak kanını emer. Kenelerin tükürük salgısı dokuları sindiren ve likefiye eden proteolitik enzimler içerir. İnsan ve hayvan hastalıklarının taşınmasında rol oynayan en önemli vektörlerdendir. Birçok bakteri, riketsiya, spiroket, virüs, parazit, mantar, protozoa ve solucan kökenli hastalığa sebep olabilirler. Ek olarak toksikozlar, felçler ve alerjik reaksiyonlara da yol açabilirler. Dünya’nın her bölgesinde bulunurlar.
Vücut tek parça halindedir; "caput", "thorax" ve "abdomen" tamamen birleşmiş. Ixodidae kenelerinde kitin kutikula ile örtülü ve serttir. Argasidae kenelerinde yumuşaktır.
Gnathosoma: Baş kısmıdır. Ağız parçaları ("rostellum"), bir çift pedipalp (palp), bir çift keliser, keliser kılıfı, delmeye ve kan emmeye yarayan hipostom 'dan oluşur. Bunlar "basis capituli" üzerine oturur ve kapitulum ("capitulum") olarak adlandırılırlar. Ixodidae kenelerinin bütün evrelerinde kapitulum üstten görülebilirken, Argasidae kenelerinde gövdenin altına doğru kıvrık olduğu için görünmezler. Palpler, dört eklemli ve dört parçadan ibaret olup dördüncü segmentte dokunma duyu kılları taşır. Ixodidae kenelerinin 4. palp segmenti çok küçük olup, 3. palp parçasının içinde yer alır. Palplerin iç yüzü diğer ağız organellerinden keliser ve hipostomu içine alacak şekilde çukurlaşmıştır. Keliserler keliser kılıfı içinde kayarak ileri geri hareket ederler, üç parçalı olup, ve son kısım testere dişlidir. Keliserler, kene kan emeceği zaman hipostomunu deriye sokması için deriyi perfore ederler. Keliserler aynı zamanda çiftleşme esnasında erkeklerin kendilerini sabit tutmasına yardımcı olurlar. Hipostom, radula ve tekastome adlarını da almaktadır. Tek parçadan ibaret olan hipostom üzerinde türlere göre değişen sayı ve büyüklükte geriye dönük dişler bulunur. Basis capituli üzerinde Ixodidae ailesine bağlı dişli kenelerde area porose adı verilen ve türlere göre değişen şekilde, süngerimsi yapıda iki alan bulunmaktadır.
İdiosoma: Gövde kısmıdır; göğüs ve karnın birleşmesinden oluşmuştur ("thoraco-abdomen"). Bacaklar buradadır. Ergin ve nimflerde 4 çift, larvalarda 3 çift bacak bulunur. Gövdeden uca doğru parçalar; "kalça", "trochanter", "femur", "tibia", "pretarsus" ve "tarsus" olarak sıralanır. Kalçalar ("coxa") gövdeye yapışık ve hareketsizdirler. Ixodidae kene türlerinin "coxa" ’ları büyüktür ve bazı türlerinde mahmuz ("spur") bulunur. Tarsusların uçlarında üzerinde bir çift tırnak bulunan "pulvillum" denen zarımsı oluşumlar vardır. Tutunmaya yarayan bu oluşumlar yaz kenesigillerde (Ixodidae) görülür, kış kenesigillerde (Argasidae) yoktur. Birinci çift tarsusların sırt yüzünde Haller organı ( ya da Haller organeli) denen çukurluk biçiminde bir duyu aparatı bulunur. Bunlar, ısı, mevcut hava koşulları, koku ve kimyasalları saptar. İlk iki bacak çifti öne, son iki çifti geriye yönelmiştir.
Gelişme dönemlerine ve cinsiyetlerine göre vücutlarının bazı kısımlarında kitin oranı artar ve kitin plakları oluşur. Ixodidae kenelerinin dişi, larva ve nimflerinde kapitulumun gerisinde yaka tarzındaki kitin tabakası ("scutum"), erkeklerde vücudun dorsalinin tamamını kaplamıştır ("conscutum"). Kitin plakalar stigma civarında da bulunurlar ve peritrem olarak isimlendirilirler. Bazı Ixodidae türlerinin erkeklerinin anüs civarında bulunan, türlere göre değişen yapıda ve sayıdaki plakalara da "anal plakalar" adı verilir. Amblyomma, Dermacentor ve Haemaphysalis cinslerine ait kenelerde anal plaka yoktur.
Kenelerin iç organları; sindirim, boşaltım, dolaşım, solunum, sinir sistemleri ve duyu organları ile üreme ve kas sistemlerinden ibarettir
Konağın titreşimlerinin, ısısının ve karbondioksit’in kene tarafından algılanmasının, kenenin konağı bulmasına yardımcı olduğu belirtilmektedir. Gelişme evrelerini tamamlamak üzere konaklarını terkeden keneler (özellikle Ixodidae), tekrar bir konak bulmak için iki farklı yol izler:
Keneler larva, nimf ve ergin dönemlerde herhangi bir konaktan mutlaka kan emmek zorundadır. Keneler gelişme evrelerine göre kan emmek için farklı bölgeleri tercih ederler. Larvalar derinin en ince olduğu iç kulak derisini tercih ederken, ergin keneler vücudun diğer kesimlerine tutunurlar ve kan emmeye başlarlar. Kene kan emmek için uygun bölgeyi bulduğunda keliserleri ile deriyi parçalamaya başlar. Deriyi parçalamaya başladığı andan itibaren bölgeye analjezik özelliği olan tükürük salgılanır. Kene keliserleri ile deriyi açar ve hipostomunu deriden içeri sokar. Hipostom üzerinde bulunan ve geriye dönük olan dişçikler kenenin konak üzerinde uzun süre kalmasını sağlar ve bu olaya kenenin konağa tutunduğu ilk 48-72. saatlerinde tükürük bezinden salgılanan ve ağız organellerini bir çimento gibi saran antijenik ve antiseptik özellikteki sement yardımcı olur. Bu sırada tekrar tükürük salgılanır. Tükürük salgılanması ile vasküler permeabilite bozulur, kan damar dışına sızar. Tükürük salgısının antikoagulan etkisi ile kanın pıhtılaşması engellenir ve kene oluşturduğu kan gölünden beslenir. Yaz kenesigiller (Ixodidae) doyuncaya kadar aynı yerden kan emer. Bu süre birkaç günden birkaç haftaya kadar değişebilir. Kış kenesigiller (Argasidae) ise tutunduğu konaktan kısa sürede çok miktarda kan emer ve konağını terk eder. Ixodidae kenelerinin beslenmesi yavaştır, çünkü kenenin fazla miktarda kanla beslenmesi için vücut duvarının genişlemeye ihtiyacı vardır. Larvaların tamamen kanla doyması 3-5 gün sürer. Nimflerde bu süre 4-8 gün arasında değişir ve erişkin dişilerde kanla doyma süresi 5-20 gündür. Keneler tamamen kanla doyduklarında konak derisindeki hipostomlarını çıkarırlar. Vücut ağırlıklarının 3-30 misli kan emebilirler. Dişi keneler erkek kenelere oranla daha fazla genişleyebilme özelliğindedirler. Erkek kenelerin ise tüm vücut yüzeyini kitin tabakası kapladığından dolayı dişiler kadar fazla genişleyemezler ve beslenmeleri sadece üreme faaliyetlerinin yerine getirilmesi ve bazal metabolizmaları ile ilişkilidir. Keneler kandan ve lenften tam olarak faydalanır, yalnız hematini sindiremezler ve dışkının çoğu hematin’den oluşur.
Kenelerde üreme eşeylidir. Çiftleşme kan emme sırasında konağın üzerinde olur. Çiftleşmeden sonra erkek konağı terk eder ve ölür. Dişi kene tam doyuncaya kadar kan emmeye devam eder, daha sonra uygun bir yerde konağını terk eder ve yumurtlar, yumurtladıktan sonra da kendisi ölür (Yaz kenesigiller) ya da ölmez (Kış kenesigiller).
Dişi keneler yumurtalarını taş, toprak ve merada yaprakların altına, toplu ve birbirine yapışık şekilde bırakırlar. Yumurtlama süresi ve miktarı, dişi kenenin az veya çok kan emmesine ve ısı ışık ve nem gibi diğer dış faktörlere bağlı olarak değişir. Önceleri az, sonrasında çok sayıda yumurta çıkarılır. Sürenin sonuna doğru sayı tekrar azalır. Yumurtalar ilk çıktıklarında beyaz renklidir. Daha sonra kahverengi-kehribar renge dönerler. Yumurtalar ortalama 0.7-1.0 mm büyüklüktedir. Yumurta sayısı türlere ve kanla doyma derecelerine göre 200-15000 adet olabilir.
Dişi kenelerde ovaryum ile bağırsak irtibat halindedir. Bu yüzden bazı keneler kan emerken parazitleri sindirim sisteminden ovaryumlarına geçirirler. Bu parazitler ovaryumdan yumurtaya geçerek, yumurtadan çıkan larvaları enfekte ederler. Bu larvalar kan emerken parazitleri de hayvanlara taşırlar ("transovaryal nakil").
Yumurta içinde larvanın gelişmesi ve daha sonraki gelişme dönemleri tür, ısı, nem gibi dış faktörlere bağlıdır. Toprakta bulunan yumurtalardan bir hafta içinde larvalar çıkar. Yumurtadan çıkan üç çift ayaklı larvalar 7-22 gün içinde kitinizasyonlarını tamamlayarak aktif hale geçip konakçı aramaya başlarlar.
Yumurtadan çıkan larvalar tıpkı böcekler gibi 3 çift bacaklıdır. Larvalar Haller organı sayesinde bir konağa tutunur. Türlere göre farklı sürelerde deri değiştirerek 4 çift bacaklı nimf haline gelirler. Nimflerde larvalar gibi henüz genital organlar gelişmemiştir. Aç olan nimfler konaktan kan emerek doyar, deri değiştirerek aç ergin hâle gelir. Erkek ve dişi ergin keneler kan emerken çiftleşir ve doyduktan sonra dişi toprağa düşer ve yumurtlar.
Biyolojik gelişmelerine göre yaz keneleri üçe ayrılır: bir konaklı keneler: larva, nimf ve ergin dönemlerini aynı konak üzerinde geçirirler; iki konaklı keneler: larva ve nimf dönemini bir konakta, ergin dönemini farklı bir konakta geçirirler; üç konaklı keneler: larva bir konaktan kan emer ve toprağa düşer, toprakta deri değiştirerek aç nimf haline gelir. Aç nimfler ikinci bir konağa tutunur, doyup konağı terk eder, toprağa düşer deri değiştirir ve aç ergin kene haline gelir. Aç ergin keneler bir konağa tutunur, doyup konağı terk eder.
Yaz kenesigiller (Ixodidae), genellikle ilkbahar ve sonbahar mevsimleri arasında aktiftirler. Bunlar evcil hayvanların kulak kepçesi içinde ve dışında, boyun altında, karın, anal ve perianal bölgeler ile sırt ve kuyruk üzerinde bulunurlar.
Bugün 889 kene türü bilinmektedir. Kenelerin hepsi zararlı, parazit ve kör değildir. Sığır ve köpek kene türleri gözlüdür. İnsan ve ehil hayvanlarda parazit yaşayanlar çeşitli hastalık mikroplarını bulaştırdıklarından sağlık bakımından zararlıdır ve birçok bakteri de üretmektedir.
Kan emen bir keneyi deriden bilgisizce söküp atmak hastalık bulaşma riskini artırdığından oldukça tehlikelidir. Çünkü çıkarılmaya çalışılan kene tepki olarak midesinde bulunan, mikrop ve bakterilerle dolu kanı tekrar geriye boşaltır.Cımbız, pens veya naylon ip yardımıyla deriye en yakın kısımdaki başından sıkıca tutularak dik olarak deriden çekilerek uzak |
laştırılır.
Türkiye 'de son yıllarda görülen Kırım Kongo vakaları nedeniyle hemen hemen tüm klinik ve doğayla iç içe olan işletmelerde (maden ocağı revirleri vs.) özel bir kene çıkarıcı kit olan kene penseti kullanımı yaygınlaşmıştır.
Keneye bağlı hastalıkların en yaygın olduğu ülkelerden olan Amerika'da keneyi döndürmeden kolayca ve güvenli bir şekilde çıkarmaya yarayan özel bir kaşık geliştirilmiştir kene kaşığı. Bu araç özel şekli sayesinde ulaşılması güç olan kasık ve eklem yerleri gibi bölgelere yapışan kenelerin kolayca ve keneye zarar vermeden çıkarılmasını sağlar.
Keneleri mümkünse kendiniz çıkarmaya çalışmayın ve en kısa sürede uzman bir sağlık görevlisi tarafından çıkarılmasını sağlayın. Yalnızca birkaç saat içinde ulaşabileceğiniz yakınlıkta bir sağlık merkezi yoksa, keneyi T.C. Sağlık Bakanlığı tarafından önerilen yöntemlerle kendiniz çıkarmayı tercih edin.
Eğer herhangi bir sağlık kuruluşuna ulaşma imkânınız yoksa, şu adımları izleyin:
1) Kenenin üzerine hiçbir şekilde kimyasal madde dökmeyin, bunu yaparsanız kene rahatsız olup sizi bırakabilir fakat bu esnada emdiği kanın bir kısmını kusar, midesinden gelen tehlikeli virüs ve mikroplar vucudunuza bulaşır.
2) Ucu ince bir cımbız yardımıyla, kenenin vucudunuza en yakın noktasından (kan emdiği hortum) nazikce ve sağlam bir şekilde kavrayın.
3) Sakın kenenin vücuduna dokunmayın, bu emdiği kanı geri boşaltmasına yol açar.
4) Kene çıktıktan sonra ısırılan yeri alkol, yoksa sabun ile temizleyin.
5) Keneyi uygun bir şekilde saklayın. Gerekirse tanımlama için kullanılabilir. Keneyi öldürmek için ezmeyin, patlamasına neden olabilir.
6) En yakın zamanda bir sağlık kuruluşundan yardım isteyin, kontrol yaptırın.
Kenenin tutulup çekilmesini içeren çıkarma yöntemlerinin hepsi kenenin paniğe kapılıp midesindeki kanı boşaltmasına sebep olabilir. Bu yüzden kene çıkarılmamalı, kendiliğinden çıkması sağlanmalıdır.
Bu yöntem şöyledir:
Bu yöntemde dikkate alınması gereken şey sıvı sabuna alerjinizin olmamasıdır.
Kenger
Kenger ("Gundelia tournefortii"), papatyagiller (Asteraceae) familyasından 40–50 cm yüksekliğinde, tüylü çok yıllık, sütlü, dikenli bir otsu bitki türü.
Gövdeleri basit veya az dallı, kısa ve kalındır. Yapraklar derimsi, damarlı beyazımsı tüylü, gövdedekiler sapsızdır. Çiçek durumu küreye benzer bir baş şeklindedir. Çiçekler morumsu-kırmızı renklidir. Baş kısmı olgunlukta sarımsı-yeşil renk alır ve dikenler hariç 1 cm kadar uzunlukta olup serttir.
Türkiye'de yetiştiği yerler: Orta Doğu, Güneydoğu Anadolu, Akdeniz Bölgesi ve Ege Bölgesinde sıklıkla görülür. Halk tarafından kenger genelikle taze dallarının kabukları soyularak tüketilir.
Gövdenin kesilmesi ile çıkan sütten kenger sakızı hazırlanır. Akdeniz bölgesinde olgunlaşan başlar kavrulup öğütülerek kenger kahvesi yapılır.
Hilmi Yarayıcı
Hilmi Yarayıcı (d. 5 Şubat 1968, Antakya), Antakya doğumlu Türk halk müziği ve özgün müzik sanatçısıdır.
1988-1995 yılları arasında Grup Yorum'la çalıştı bu tarihten sonra gruptan ayrılsa da konser ve albüm çalışmalarına destek verdi.Grup yorumun efsane solisti olarak bilinir. 1993'de İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı'na girdi. İTÜ Çoksesli Batı Müziği korosunda yer aldı. Konservatuvar öncesinde ve sonrasında opera hocalarından şan dersleri aldı. Albüm çalışmalarının dışında "Seher Vakti" ve "İlk Göz Ağrısı" adlı tv dizilerinin ayrıca "Aşk Yolu" adlı televizyon filminin müziklerini hazırladı. Ayrıca başrollerini Altan Erkekli, Göksel Arsoy ve Nevra Serezli'nin paylaştığı 'Unutulmayanlar' adlı filmin müziklerini yapmıştır. Kasımpaşa çok programlı lisesinde müdür yardımcısı olarak çalışmış ancak Türkiye'deki 2014 yerel seçimlerinde Beyoğlu Belediye başkanlığı adaylığından dolayı 16 yıllık görevinden istifa etmiştir. Ancak aday gösterilmemiştir. 25. ve 26. Dönem Hatay milletvekilidir.
Robert Altman
Robert Altman, (d. 20 Şubat 1925, Kansas City; ö. 20 Kasım 2006), ABD'li yönetmen.
Robert Altman, lisedeyken basit kayıt cihazlarıyla ses kayıtları yaparak "show dünyası"na adımını atmış... Molotof atarken de yakalanmistir. Kanarya Mahallesinin gülüdür.Daha sonra askeri okula devam eden ve II. Dünya Savaşı'nda yardımcı pilot olarak görev yaptıktan sonra 1950'li yıllarda çalıştığı küçük şirkette belgesel, eğitim ve reklam filmleri çekerek sinema hakkında ilk bilgilerini elde eden Altman'a, 1955'te başlayan dönemde bir dizi bağımsız filmin ardından Alfred Hitchcock şans vermiş ve yönetmen, televizyon için çalışmaya başlamış. 1969'da Kore Savaşı'nda bir sağlık biriminin öyküsünü anlattığı "M.A.S.H."i yönetmesi için teklif gelince ilk önemli başarısını ve ilk Oscar adaylığını kazanan Altman, "McCabe & Mrs. Miller"da western türüne yenilik getirirken, "The Long Goodbye" ile prestijini arttırmış.
"Images", "Thieves Like Us" ve "California Split", onun öyküleme tekniklerinin oturmasını sağlarken, "Nashville" bizi, Amerikan country müziğinin kalbinin attığı yere götürüyor ve Amerika'daki mozaiğin bir kesitini alıyordu. Bir Oscar adaylığı daha kazanan Altman daha sonra "Sitting Bull's History Lesson", "3 Women" ve "A Wedding"e imza atacaktı. "A Perfect Couple", "Quintet" ve "H.E.A.L.T.H", Altman'ın popülarizmden uzaklaştığı filmler oldular. Altman'ın ticari yola dönme çabası "Popeye" ise hüsranla sonuçlandı.
1980'ler Altman sinemasının sönük geçtiği yıllar oldu. 1992'de ise Altman, yeniden ilgi odağı olacaktı. Michael Tolkin'in romanından uyarlanan "The Player - Oyuncu" ona yıllar sonra bir Oscar adaylığı ve Cannes Film Festivali'nde en iyi yönetmen ödülünü getirdi. "Oyuncu"yu Raymond Carver'ın öykülerinden uyarlanan 3 saatlik "Short Cuts - Sosyeteden İnsan manzaraları" izlerken, Altman 4. kez en iyi yönetmen Oscar'ına aday gösterilecektir. Moda dünyasına daldığı "Prêt-à-Porter - Hazır Giyim"i Paris'te çeken Altman, 1996'da doğduğu şehir olan "Kansas City"ye döndü. 1998'de "The Gingerbread Man - Kaybetme Zamanı"yla polisiye türüne bir saygı durşunda bulunurken, 1999'da "Cookie's Fortune - Kurabiyenin Talihi" ve 2000'de de "Dr. T & The Women - Dr. T. ve Kadınları"na imza attı.
Altman, dev kadrolu filmlerin ("Brewster McCloud", "Nashville", "A Wedding") yanı sıra, tek oyunculu filmler ("Secret Honor") de yönetti; "M*A*S*H" ve "California Split"te erkek dostluklarını ele alırken, "Images", "Three Women" ve "Come Back To The Five and Dime"da kadın duyarlılığına şapka çıkardı. "McCabe & Mrs. Miller"da western türüne hayat verirken, "The Long Goodbye" ve "The Gingerbread Man - Kaybetme Zamanı"nda dedektif filmlerine, "Vincent & Theo"da biyografik filmlere göz kırptı. Tür denemelerinden "Popeye" ile çizgi-roman sınırlarına ulaşırken, "Streamers" ve "Fool For Love - Aşk Delisi"nde tiyatro, "Aria"da opera ve "Tanner '88"de çağdaş politikaya daldı.
Dr. T and the Women - Dr. T Ve Kadınları (2000)
Cookie's Fortune - Kurabiyenin talihi (1999)
The Gingerbread Man - Kaybetme Zamanı (1998)
Jazz '34 (1996)
Kansas City (1996)
Prêt-à-Porter - Hazır Giyim (1994)
Black and Blue (1993)
Short Cuts -Sosyeteden İnsan Manzaraları (1993)
The Player - Oyuncu (1992)
Vincent & Theo (1990)
Aria (1987)
Beyond Therapy (1987)
Fool for Love - Aşk Delisi (1985)
O.C. & Stiggs (1985)
Secret Honor (1984)
Streamers (1983)
Come Back to the Five and Dime, Jimmy Dean, Jimmy Dean (1982)
Popeye (1980)
H.E.A.L.T.H. (1979)
A Perfect Couple (1979)
Quintet (1979)
A Wedding (1978)
3 Women (Üç Kadın) (1977)
Buffalo Bill and the Indians, or Sitting Bull's History Lesson (1976)
Nashville (1975)
California Split (1974)
Thieves Like Us (1974)
Long Goodbye, The (1973)
Images (1972)
McCabe & Mrs. Miller (1971)
Brewster McCloud (1970)
MASH (1970)
That Cold Day in the Park (1969)
Countdown (1968)
Katherine Reed Story, The (1965)
Pot au feu (1965)
United States Marshal (1959)
The James Dean Story (1957)
The Delinquents (1957)
The Perfect Crime (1955)
Better Football (1954)
The Builders (1954)
The Last Mile (1953)
King Basketball (1952)
Modern Football (1951)
RSS okuyucu
Multi-RSS reader, İnternet haber portalcılığının neredeyse son noktasıdır. Birçok alt site, haber kaynağı olarak kullandığı siteleri kaynakça olarak göstermektedir. Ayrıca aldığı haberleri Copy & Paste yöntemi ile kendi sitesini haber yapar.
"Multi-RSS reader" ile ise bu işlem otomatik bir şekilde PHP veya ASP desteği olan her site sahibi yapabilir örnek vermek gerekirse konusunda uzman 10 sitenin RSS başlığını güncellik sırasına göre kendi sitenizde görebilir ve sitenizden yararlanan kullanıcılara sunabilirsiniz şu an PHP modulu hala daha beta aşamasında olduğu için stabil bir kullanımı mevcut olmasa da ileride hazır modullü sitelerin vazgeçilmezlerinden biri halini alacağı kesin gözü ile bakılmaktadır.
Mâtürîdîlik
Mâtüridîlik (Arapça: الماتريدية), ünlü Türk din bilgini Matüridî'nin, Hanefî Mezhebi'nin kurucusu İmam-ı A'zam'ın düşüncesini tâkip eden, akla önemli bir yer veren İslam dini itikad mezhebidir. Türkiye, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Orta Asya ülkelerinde yaygındır.
Matüridî'nin İslâm ilâhiyatının meselelerinden Allah iman, peygamberlik konularındaki görüşleri:
Matüridî'ye göre iman; ""Kalp ile tasdik, dil ile ikrar""dır. Diliyle ikrar ettiği halde kalbiyle tasdik etmeyen kimse mümin değildir. ""İnanç, henüz gönüllerinize yerleşmedi"" (Hucurat suresi/14) ayetiyle imanın kalp ile ilgili olduğuna işaret edilir. Ayrıca, "İşte Allah imanı bunların kalplerine yazmış...(Mücadele suresi/22) ayetinde de iman kelimesi kalbe izafe edilmiştir. Bu durumda imanın gerçek rüknü ""kalp ile tasdik""tir. İman, tasdik etme, onaylamadır. İman tasdik olunca, aksi de tekzip yani inkâr ve yalanlama olacaktır. Tekzib, "inkâr" niyetiyle ifade ediliyorsa, bunun anlamı "küfür"dür.
Matüridî, Kitab üt-Tevhid adlı eserinde "İmanın kalp ile tasdik veya mahiyet olduğu meselesi" başlığı altında, sadece bilmenin iman için yetersizliğini anlatır. O'na göre bir şeyin mahiyetini bilmek, onu tasdik etmek anlamına gelmez. Bu sebeple kalpteki iman bilmekten başka bir şeydir. Yani, kalpteki iman ile bilmenin mahiyetleri ayrıdır. Ancak bilg |
i, "kalple tasdikin meydana gelmesinde" önemli rol oynar. Zira cehalet de bazen inkârcılığın sebebi olabilmektedir.
Matüridî'ye göre hürriyet, îman ve küfrün varlık şartıdır. Yani iman ve küfür tercihle olur.
Kur'an-ı Kerim, Allah kelamı olup, mushaflarda yazılı, kalplerde mahfuz, dil ile okunur ve Muhammed'e indirilmiştir. İnsanların Kur'an-ı Kerim'i teleffuzu, yazması ve okuması mahluktur fakat Kur'an mahluk değildir. Allah'ın Kur'an'da belirttiği Musa ve diğer Peygamberlerden, firavun ve İblis'ten naklen verdiği haberlerin hepsi Allah kelamıdır, onlardan haber vermektedir. Kur'an ise Allah'ın kelamı olup, kadim ve ezelidir.
Genellikle ilmihal kitaplarında kullanılan amel kelimesi; "yapılan iş, fiil, bir kişinin dinin emirlerini yerine getirmesi için yaptıkları" anlamındadır. İmam Şafiî'nin aksine Matüridî iman ile ameli birbirinden ayırır. Amelin imandan bir parça olması ve imanın artıp eksilmesi konusunda Matüridî, görüşlerini benimsediği Ebu Hanife'ye uyar. Ebu Hanife ve Matüridî'ye göre iman ve amel ayrı şeylerdir. Çünkü bir ayette "...Allah'a iman eden ve yararlı iş işleyen...("Talak Suresi/11")" ifadesi imanı amelden ayırmış, "yararlı iş işleyen" ifadesi "iman eden" ifadesinden ve ile ayrılmıştır. Ayette geçen imandan maksat, "kalp ile tasdik"tir.
Matüridî'ye göre adam öldürmek, zina etmek, içki içmek... gibi büyük günahlar (günah-ı kebair) da mümini dinden çıkarmaz. Allah'a ve emirlerine-yasaklarına-inanan kimse bunlara uymaz, bunları uygulamazsa dinden çıkmaz ama büyük günahkâr olur. Günahkâr olan kimse tövbe ile Allah katında af dileyerek kurtulabilir. Bi kişinin tövbesinin kabul edilmesi kişinin niyetine ve yapdıklarına - yapacaklarına bağlıdır, bu nedenle her tövbe eden affedilmez. Allah, Kur'an da "'Sizi yaratan O'dur, kiminiz inkârcı (kâfir), kiminiz mümindir. Ey inananlar! Mutluluğa ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün" ayetleriyle müminlerin, işledikleri günahlardan tevbeyle affedileceklerini müjdeler. Yani, Allah'ın emirlerini uygulamayan veya uygulayamayan müminler günahkâr olurlar. Kâfirlik (küfr) ise yalanlamayla, inkârla olur. Matüridi'nin bu görüşü ameli imanın bir parçası sayan ve bu sebeple namaz veya orucun terkini küfürle eş tutarak ölümle cezalandıran şeriat yorumlarına katılmayan farklı bir bakış olarak düşünülebilir.
Matüridî, amel ile imanı ayrı tutar ve amel ile imanın ayrı şeyler olduğunu savunur. O'na göre, "iman etmek mutlaka ibadet etmeyi gerektirmez.'
İslâm dininde iman esaslarının başında Allah'a iman gelir. Mümin; öncesi ve sonrası olmayan (ezelî ve ebedî), her şeyi yoktan var eden ve zâtı, sıfatları ve fiileri yönlerinden bir olan Allah'a imanla yükümlüdür.
Allah'ın varlığı, 'Bir"liği (tevhid), yaratıcılığı konusunda birçok ayetler vardır: (En'am suresi/101; Zumer suresi/62; Bakara suresi/117; Âl-i imran suresi/189; Maide suresi/18, 40, 120... gibi).
Allah'ın varlığı ve "Bir"liği mantık kurallarıyla da (akılla) ispatlanabilir. Kâinattaki varlıkların hareketlerini düzenleyen, bir nizam ve âhenk içerisinde bulunmalarını ve her birinin ayrı ayrı ve diğerlerine zarar vermeksizin görev yapmalarını sağlayan, her şeyin üstünde bir varlık var ki, O da, eşi ve benzeri olmayan "Yüce Allah"tır.
Allah'ın zât'ına ve fiilerine ait sıfatları vardır ve bu sıfatlar Allah'ın Zât'ının aynı da değildir, gayrı da değildir. Allah'ın sıfatları sonradan yaratılmış da değildir.
O'nun Kur'an'da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır, Allah'ın Kur'an'da zikrettiği gibi el, yüz ve nefs gibi şeyler, keyfiyetsiz sıfatlardır.
O'nun eli, kudreti veya nimetidir denilemez. Zira bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu, Kaderiyye ve Mutezile'nin görüşüdür. O'nun elinin, keyfiyetsiz sıfat olması gibi, gazabı ve rızası da keyfiyetsiz sıfatlarından iki sıfattır.
Allah, eşyayı bir şeyden yaratmadı. Allah, eşyayı oluşundan önce, ezelde biliyordu. O, eşyayı takdir eden ve oluşturandır.
Allah'a, O'nu yaratılmış varlıklara benzetmeye götüren isim koymak (antropomorfizm) uygun değildir. Çünkü O, Kur'an'da belirtildiği üzere hiçbir şeye benzemez. (Şûra suresi/11). Matüridî, "dengi ve benzeri bulunan bir şey çokluk statüsüne girer ve "iki" sayısı ile başlar. O'na nispet edilebilecek bütün yaratılmışlık kavramlarının ve nitelendirilebileceği bütün sıfatların, yaratılmışlara nispet edildiği ve nitelendirildiği takdirde anlaşılabilecek bir mânâ ile Allah'a izafe edilmesi bâtıl olmuştur" der. Bu sebeple Allah'ın, yaratılmışlardan birini çağrıştıran bir isimle, kelimeyle anılması caiz değildir.
Ebu Hanife gibi Matüridî de Allah'a "Şey" denilmesini câiz görür. Allah'a "şey" denmesini gerektiren sebep, cisimde mevcut olmadığı için bunu kullanmakta sakınca yoktur. Bunun iki yolla ispatlanması mümkündür: Birincisi, Kur'an'da kendisi için "şey" kelimesini kullanmaktadır. (Bakınız: Şura Suresi/11; En'am suresi/19) Allah'a şey denilmesi caiz olmasaydı ayetlerin bu kelimeyi Allah'a nispet etmemesi gerekirdi. İkincisi, aklî yoldur. Matüridî burada "örf açısından şey'iyyet başka değil, sadece varlık ifade (ispat) eden bir isimdir. Sabit olmuştur ki bir varlığa "şey nisbet etmek" sadece onun zâtının varlığını ve yüceltilmesini ifade eder. Allah da buna lâyıktır." ifadelerini kullanırdı. Teftazanî Nesefi'nin Akaid'ine yazdığı şerhde bu konu ile ilgili açıklaması yer alır.
Ebu Hanife ise, "Fıkh-ı Ekber" adlı adlı eserinde bu konu ile ilgili olarak şunları yazar: "Allahu Teâlâ "şey"'dir. Ama eşya gibi bir şey değildir. Şey olmasının manâsı; cisimsiz, cevhersiz, arazsız, zıtsız, eşsiz, ortaksız ve benzersiz olarak sabit olmaktır."
Matüridî ahiret'de Allah'ın görülebileceğini, yani ru'yetullahın mümkün olduğunu savunmaktadır. Kitabındaki şu cümleyle konuya girer:
"Aziz ve Celîl olan Rabbinin görülmesi hakkındaki söz şundan ibarettir: Bize göre O'nun (Allah'ın) görülmesi gereklidir, haktır, ancak bu rü'yet idraksiz ile ihâtasız (yani sınırsız ve kavrayış olmadan) ve tefsirsiz (yani bakanın karşısında olmaktan ve belirli aralıkta olmaktan münezzeh) olacaktır."
Matüridî, Kitab üt-Tevhid'inde bilgi ve önemi üzerinde ısrarla durur. Matüridî, bilgi edinme yollarını "duyular", "haberler" ve "akıl" olarak belirler. O'na göre bilgi vehbî olmaz; kesbî'dir. Doğru akıl yürütmeyle ortaya çıkan bilgi bir "âdet-i ilâhiye"'dir. Allah insana akletme, aklını kullanma ve temyiz gücünü bahşetmiştir. Maturidilik bu görüşü ile vehb ve mükâşefeyi bir bilgi ve irfan yolu olarak öne alan tasavvufçulardan ayrılır.
Allah'ın dilemesi, ilmi, kazası, takdiri ve Levh-i Mahfuz'daki yazısı olmadan, dünya ve ahirette hiçbir şey vaki olmaz. Ancak onun Levh-i Mahfuz'daki yazısı, hüküm olarak değil, vasıf olarak yazılıdır. Kaza, kader ve dilemek, O'nun nasıl olduğu bilinmeyen sıfatlarındandır.
Allah, yok olanı yokluğu halinde yok olarak bilir, onun yarattığı zaman nasıl olacağını bilir,Var olanı, varlığı halinde var olarak bilir, onun yokluğunun nasıl olacağını bilir. Allah ayakta duranın ayakta duruş halini, oturduğu zaman da oturuş halini bilir. Bütün bu durumlarda Allah'ın ilminde ne bir değişme, ne de sonradan olma bir şey hasıl olmaz. Değişme ve ihtilaf, yaratılanlardan olur.
Allah'ın mutlak kudreti ve kader ile insan iradesi arasındaki ilişki konusu İslâm düşünürleri arasında farklı yorumlara sebep olmuştur. Bazı Sünni İslam kaynaklarında Muhammed'in kendi döneminde "kader"i tartışanlara sinirlendiği ve bu konuda tartışmayı uygun görmediği de anlatılmaktadır.
Ancak, eğer Tanrı ortak kabul etmeyen mutlak yaratıcı ise ve insanın eylemleri dahil kader ile olaylar önceden belirlenmiş ise, insan niçin sorumlu olsun ki? Bu soru ve insanın iradesinde hür olup olmadığı sorunu (hürriyet) tartışılmaya devam etmiştir.
Cebriyyeciler kader ile her şeyin belirlendiğini, insanın eylemleri dahil her şeyin Tanrı tarafından, önceden değişmez bir şekilde tespit edildiğini ve zamanı gelince yaratıldığını ileri sürmüşlerdir. Onlara göre insanın fiilleri dahil her şey ilâhî irade ve emre bağlıdır ve insanın iradesi, çabası ile değiştirilemez. Tarihte bu anlayışın babası olarak Cehm bin Safvan (öl. 746) gösterilir. Buna göre insanların yaptıkları ve yapacakları her şey önceden takdir edilmiştir; insanlar yapmaya mecburdurlar; yapıp yapmama hürriyetleri yoktur.
Cebriyye (fatalizm) karşısında bu mezheple taban tabana zıt görüşleri ileri süren bir grup oluştu. Bunlar da kulları, kendi eylemlerinin "yaratıcısı" kabul ediyorlardı. Kaderiyye denilen bu guruba göre de insanın bütün eylemleri Tanrı'nın iradesinden tamamen ayrı ve bağımsız olarak sadece kendi iradesi ile meydana gelir. Bu görüşün öncüleri olarak Ma'bed el-Cühenî ve Geylân ed-Dımışkî kabul edilir ve onlar insanın, Tanrı'nın dahli olmaksızın başlı başına ve hür olarak eylem yaratacak kudrete sahip olduğunu ifade ederler.
Mutezile mezhebine göre Allah "âdil"dir. Bunun gereği olarak insanlara irade hürriyeti vermiştir. İnsan hürdür ve kendi eylemini kendi irade ve isteği doğrultusunda yapar. Yani Mutezile'nin bu konu hakkındaki görüşü Kaderiyye'ninki ile aynıdır.
Selefiye bu konuları tartışmamayı yeğlemiş, Eş'ariye ve Matüridîye mezhepleri ise görüş farklılıklarından doğan çelişkileri çözmeye çalışmıştır.
Matüridî de Eş'ari gibi, irade hürriyeti bakımından insanı iradesiz robot olarak gören Cebriye ile insanın eylemlerinde Allah'ın hiçbir etkisini kabul etmeyen Mutezile ve Kaderiyye arasında üçüncü bir yol izler. Zira Matüridî bu konuda "Kesb" ve "halk" terimlerini kullanır. Halk, insanın kendi kudret ve isteği olmadan meydana gelen eylemlerdir. Refleksler, kalbin çalışması... gibi. Bir de insanın kendi iradesi ile seçtiği eylemlerin yaratılmasıdır. Kulun eylemine "halk" değil, "kesb" denilir. Allah'a ait eylem de "kesb" değil, kesbe bağlı "halk"tır.
Matüridiye göre din, Allah'ı bilmek ve O'na ibâdet etmektir. Bütün Peygamberler, Allah'ı bilmeye ve ibâdeti de sadece Allah'a has kılmaya davet eden tevhid dinine mensupturlar. Hiçbir Peygamber kendinden önceki peygamberlerin dinini reddetmemiştir. Âdem'den sonra bütün Peygamberler dini aynı, şeriatı değişik tebliğ etmişlerdir. Bu ifadel |
ere delil olarak da "...Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol belirledik. Allah dileseydi hepinizi tek bir ümmet yapardı. Lâkin size verdiği şeylerde sizi sınamak istedi. Bunun için iyi işlerde yarışın"(Mâide suresi/48)" ayeti gösterilir.
Matüridî, tasavvuf ve tasavvufun kurumsallaşmış teşkilatı olan tarikatlara mesafelidir. Bu, duygusal değil ilmî bir tavır alıştır. Matüridî'nin mesafeli duruşu, mutasavvıfların bilgi kaynakları anlayışı yüzündendir.
Sazangiller
Sazangiller (Cyprinidae), çok sayıda tatlısu balık türlerini kapsayan ve Cypriniformes takımına ait olan bir balık familyası.
Adını en tanınmış üyesi olan sazan balığından alan sazangiller familyası yaklaşık 2000 balık türü ile en büyük balık familyasıdan biridir. Aralarında boyu 10 cm'yi geçmeyenleri de vardır, 2 metreye kadar varanları da. Bu familyaya ait balıklar Kuzey Amerika, Avrupa, Afrika ve Asya'da bulunurlar.
Bu familyadaki balıkların ortak özellikleri, çenelerinde dişler yerine kursak kemiklerinin üstünde dişe benzer uzantılar bulunmasıdır (bunlar ayrıca birbirlerine çok benzeyen sazangiller türlerini birbirlerinden ayır etmek için incelenir). Tam gelişmiş bir mideleri yoktur, sadece bazen incelen ve kalınlaşan bir bağırsakları vardır.
CineAlta
Sony CineAlta, haraketli resim üretime yönelmiş High definiton video kamera serisidir. Saniyede 25 kare çekim yapabilirler. 24p ve 1920x1080 pixel 1080p çözünürlüğe sahiptirler. Bazı film tarayıcılarının yatay bir şekilde standart bir 35mm çerçeveden 10.000 piksel yukarısında tutabilme kabiliyeti vardır.
CineAlta kameraları (özellikle Sony HDW-F900) HDCAM kasetlere kayıt yapar. Bununla beraber CinaAlta yalnızca bileşen videosuna sıkıştırılan 1440 x 1080 pixeli kaydeder. Sony HDW-F900 Cinealta 2002'de ünlü yönetmen George Lucas'ın tamamen dijital video olarak çekilen ilk büyük bütçeli film olan Star Wars'un çekimlerinde kullanılmıştır.
Ramana Maharshi
Ramana Maharshi (d. 30 Aralık 1879 – ö. 14 Nisan 1950), Tiruvannamalai yakınlarındaki Arunachala tepesinde yaşamış, Advaita Vedanta akımından Hindu mistik.
Öğretisinin temelini Atma-vichara (benliğin soruşturulması) oluşturmaktadır.
Ramana Maharshi maneviyat taliplerine "Ben düşüncesi"nin kaynağına ulaşmak için "Benliğin soruşturulması" veya "Atma-Vichara" denilen metodu öğretti. Başlangıçta çaba gösterilmesi gereken bu metotta kişi nihayetinde "küçük benliği"nden sıyrılmakta, zihin "kalp merkezi" denilen şeyde çözülmektedir.
Sivaprakasam Oillai, Nān Yār?, "Who am I?" "Ben Kimim?". Soruların cevapları, 1902 yılında derlendi, ilk yayınlanma 1923.
Christopher Marlowe
Christopher Marlowe (d. 26 Şubat 1564 - ö. 30 Mayıs 1593) İngiliz asıllı şair, oyun yazarı.
Christopher Marlowe, 26 Şubat 1564'te Canterbury'deki St. George Kilisesi'nde vaftiz edilmiştir. Canterbury'de yaşayan ayakkabıcı John Marlowe ve Katherine çiftinin oğullarıdır.
Çok zeki bir kişi olduğu için zamanının en iyi eğitimini almıştır. 15 yaşına kadar burslu olarak yerel ileri derece okulu bitirmiş; Cambridge Üniversitesi'ne girmiş; 1584 de lisans (BA) ve 1587de lisans-üstü (MA) dereceler almıştır.
University Wits dram topluluğu üyelerinden biriydi ve master yıllarında oyun yazarlığına başladı. Marlowe 7 tane oyun yazmıştır. Marlowe'un oyunları hem kendi hayatında hem de ölümünden sonra zamanımıza kadarki dönemlerde seyircilerin çok ilgisini çekmekle beraber kapsamaları dolayısıyla her zaman tartışmaya yol açmışlardır. İşledigi temalar ve konular arasında "Doctor Faustus"da ateistlik ve şeytana tapma, "Edward II"de eşcinsellik ve "The Jew of Malta"da anti-semitik Yahudi düşmanlığı bulunmaktadır. Ayrıca Marlowe İngiliz edebiyatı içinde "Hero and Leander" adlı uzun şiiri ve "The Passionate Shepherd to His Love (İhtiraslı çobandan sevgilisine)" adlı kısa bir şiiri ile de ünlüdür.
Marlowe'un hayatı ve ölümü gizemlidir. Devletin bir gizli ajanı olduğuna dair elde belgeler bulunmaktadır. 29 yaşında iken bir bar kavgası sırasında başına bir kama saplanması ile öldürülmüştür. Ateist olması veya eşcinsellik konusu işlemesi dolayısıyla hükümet yanlılarınca bir suikasta uğraması veya işlediği konuları sevmeyenlerin bir komplosuna kurban gitmesi hala tartışılmakta olan konulardandır.
Bir teoriye göre, Marlowe'un 30 Mayıs 1593 tarihinde gerçekleşen ölümünün sahte olduğu ve İngiliz oyun yazarı Şekspir'in (William Shakespeare) aslında Christopher Marlowe olduğu iddia edilmektedir.
Arriflex D-20
Arriflex D-20, 2005'te Arri ilk çıkardığı film-tarzı high definition film kamerasıdır. Bu kameranın avantajı ebatı ve sensörlerinin türüdür. Standard CCD yerine yeni Arriflex Akademik oranda (1.37) Süper 35-genişliğinde çerçevelenmiş kapıya sahip olan bir tek CMOS sensör kullanır. Bu 35mm-gibi çerçeve aynı lenslerle herhangi bir 35mm kameraya benzer bakış alanı ve alan derinliğini verir. Kamera 1080p'yi ( 1920x1080), 12-bits'teki çiğ Bayer-veri'yi, değişken kepenk açılarını( 180°a 11.2°) ve hızların dağılımını(1-60 FPS) destekler.
Advaita Vedanta
Advaita Vedanta, Devanagari , Hint felsefesi dizgelerinden Vedanta'nın "ikicisizlik" öğretisinin Sanskritçe karşılığı.
Advaita öğretisine göre gerçek, "Atman" ile "Brahman"ın iki ayrı benliğinde bölünmüş değil, "Atman"ın "Brahman"la son safhada özdeşleşecek olan tek benliğindedir. "İkicisizlik" öğretisi, Vedanta'nın iki temel ekolünden biridir ve en önemli düşünürü Şankara'dır.
Vedanta Vedaların sonu anlamında Sanskritçe bir kelimedir ve Hindu dharshanalarından (felsefi okul) biridir. Diğer vedanta okulları; Dvaita, Vishishtadvaita ve Bhedābhedadır. Advaita kelimesi ise "ikiliksiz" demektir ve monist bir sistemdir. Advaita kelimesi bu bağlamda Benlik (Atman) ile Evrensel İlke'nin (Brahman) özdeşliğini ifade eder. Brahman üçlü tanrı sistemi Brahma, Vişni, Şiva'daki Brahma ile karıştırılmamalıdır.
Tüm Vedanta okullarının temel kutsal metinleri Upanişadlar, Bhagavad Gita ve Vedanta Sutraları diye de bilinen ve Upanişadlar ile Gita'daki öğretileri sistematik hale getiren Brahma Sutralarıdır.
Adi Şankara ve diğer Advatinlere göre Advaita Vedanta felsefesini izlemek isteyen kişi bir Guru'nun (ruhsal yolda öğretmen) rehberliği altına girmelidir.
Guru'nun taşıması gereken nitelikler ise Mundaka Upanişad 1.1.12'de geçmektedir:
Talip Guru'suna hizmet etmeli ve ona tevazuyla yaklaşarak şüphelerini giderecek sorular yöneltmelidir. Talip böylelikle doğum ve ölüm çarkından kurtuluşa (mokşa) erecektir.
Herhangi bir mumukṣu ("moksha"ya talip olan kişi) dört sampattiye ("nitelikler"), toplu olarak called ("dörtlü nitelik") denilen özelliklere sahip olmalıdır:
4. Mumukṣutva — Dünyanın doğasının ıstırap olduğuna kesin şekilde kanaat getirme ve kurtuluşa (mokşa) yönelik yoğun arzu.
Adi Shankara Tattva bodha (1.2)'de moksha veya kurtuluşun yalnızca yukarıdaki dört niteliği taşıyan kişilerce ulaşılabileceğini söylemektedir. Advaita Vedanta'yı bir maneviyat üstadı ile çalışmak isteyen bir talip bu niteliklere sahip olmalıdır.
Mahavakya, veya "önemli cümleler", Brahman ile Atman'ın birliğini ifade eder. Vedalarda benzeri pek çok cümle bulunur fakat genellikle her vedadan bir cümle seçilmiştir. Bunlar aşağıda sıralanmıştır :
ARRI
ARRI Grup, 1917'den beri, yüksek kalite sinema filmi donatımının dünya çapında en geniş sağlayıcısı oldu. ARRI kurucuları August Arnold ve Robert Richter film kamerada ve sinematik ışık ekipmanlarında lider olduktan sonra şöhrete kavuştular.
Fosil yakıtlar
Fosil yakıtlar (mineral yakıtlar olarak da bilinir), Hidrokarbon ve yüksek oranlarda karbon içeren kömür, petrol ve doğal gaz gibi doğal enerji kaynaklarıdır. Ölen canlı organizmaların oksijensiz ortamda milyonlarca yıl boyunca,çözülmesi ile oluşur. Fosil yakıtlar endüstriyel alanda çok geniş bir kullanım alanı bulmaktadır.
Elektrik üretiminde, genelde fosil yakıtın yanması ile açığa çıkan enerji bir türbine güç olarak iletilir. Eski jeneratörlerde genelde yakıtın yanması ile elde edilen buhar türbini döndürmek için kullanılırdı, fakat yeni enerji santrallerinde yanma ile elde edilen gazlar, direkt olarak gaz türbinini döndürmektedir.
20 ve 21. yüzyılda dünya çapındaki teknolojik gelişmelerle, fosil yakıtlardan elde edilen enerjiye olan ihtiyaç artmaktadır. Özellikle petrolden elde edilen benzin, dünya çapında ve bölgesel olarak büyük çatışmaların ana sebebi haline gelmektedir. Dünya çapındaki bu enerji ihtiyacının artması ile çözüm arayışları, yenilenebilir enerji kaynaklarına doğru yönelmelidir.
Energy Information Administration, 2007 yılında dünyada birincil enerji kaynaklarının %86.4'ünün fosil yakıtlar olduğunu belirtti. Fosil yakıtların yakılmasıyla 21.3 milyar ton CO açığa çıktığı ancak bunların doğal kaynaklarca yaklaşık yarısının emile bildiği yani net olarak havaya 10.65 milyar ton CO salındığı araştırılmıştır.
Fosil kömürler, doğal katı yakıtlar sınıfından olan antrasit, taşkömürü, esmer kömür ve linyit kömürü ve turb (turba) adlı yakıtların genel adı.
Bunlardan taşkömürü, esmer kömür ve linyit kömürü, Türkiye'de en çok kullanılan kömürlerdir. Zonguldak'ta çıkarılan taşkömürü, sanayide en çok kullanılan kömür cinsidir. Linyit kömürü hemen hemen Türkiye'nin her yerinde çıkarılır. Linyit kömürü ve linyitin oluşumu ilerlemiş bir türü olan esmer kömür, ısıtma kuvveti bakımından diğerleri kadar zengin değildir. Çoğu zaman çıkarıldıkları yerde kullanılırlar. Esmer kömür, dış görünüşü bakımından taşkömürüne benzerse de taşkömüründen aşağıdaki şekillerde ayırt edilebilir:
Doğal katı yakıtların esas kısmını teşkil eden fosil kömürleri, çoğunluğu altılı halkalardan meydana gelmiş olan yüksek molekül tartılı, siklik bileşiklerden oluşmuş bir organik şebeke ile bu şebeke arasına difüzyon ile sızarak yerleşmiş anorganik bileşiklerden ibarettir. Organik kısım kömürün yanabilen kısmını, anorganik kısım ise kömürün külünü teşkil eder.
Kömürün organik kısmı, oluşumun daha ilk devrelerinde bitkilerdeki alifatik, heterosiklik ve karbosiklik bileşiklerin biyolojik işlemlerle hümin maddesine dönüşmesi ve hümin maddesinin de yüksek baskı ve uzun sür |
eli temperatür gibi ortam şartları altında bir kondensasyon reaksiyonuna uğrayarak karbona dönüşmesi sonucunda meydana gelir.
Hümik asit, toprağın yapısındaki madensel tuzların bitkiler tarafından alınmasını sağlayan toprak asididir.
Kömür bir hidrokarbon değildir. Zira yapısında organik olarak bağlı oksijen, azot, kükürt gibi heteroatomların bulunduğu moleküller de vardır. Oksijen, kömürün oluşum devresine göre, hidroksil, karbonil, karboksil oksijeni olarak veya oluşumu daha ileri kömürlerde heterosiklik karbon-oksijen halkaları veya eter köprüleri şeklinde bulunabilir. Azot, kömüre bitkinin alkaloid, protein ve klorofil gibi bileşiklerinden geçmiş olup daha ziyade heterosiklik büyük moleküllerde görülür. Kükürt ise kömüre yine bitki proteinlerinden geçmiştir. Kükürt miktarı %1'in üstünde olan kömürlerde kükürdün bir kısmı, anorganik pirit kükürdü halinde de bulunabilir. Hidrojen hem aromatik molekül hidrojeni, hem de alisiklik ve alifatik olefin hidrojeni şeklinde bulunur.
Kömür külünün bileşimi, yüzde miktarları kömürün kaynağına göre değişen, silis, alüminyum, demir, kalsiyum, magnezyum ve alkali metallerin tuzlarını içerir. ABD'de çıkarılan kömürlerin külünde bu maddelerin maksimum yüzde miktarları şu şekildedir:
Nurettin Topçu
Nurettin Topçu (1909, İstanbul - 10 Temmuz 1975, İstanbul), Türk yazar, akademisyen ve fikir adamı.
Nurettin Topçu baba tarafından Erzurumludur. Ailesi Topçuzâdeler diye tanınır. Dedesi Osman Efendi, Erzurum'un Ruslar tarafından işgali sırasında Türk ordusunda topçuluk etmiş; bu lâkap oradan kalmıştır. Babası Topçuzâde Ahmet Efendi ailenin tek evladıdır. Hayvan ticareti yapmak üzere İstanbul'a göçmüştür.
Nurettin Topçu altı yaşında Bezmiâlem Valide Sultan Mektebi'nin ana kısmına yazılır. Burayı bitirdikten sonra Büyük Reşit Paşa Numune Mektebi'ne verilir. Mektebi birincilikle bitirir. Babası Ahmet Efendi Çemberlitaş'ta kasap dükkânı işletmeye başlamıştır.
Bu sıralarda sakin, biraz içe dönük bir mizaca sahiptir. Küçük bir sandıkta kitap ve gazete biriktirmek merakı vardır. İmlâ öğretmeni Nafiz Bey, Topçu'nun hayatı boyunca sürecek Mehmet Âkif sevgisini uyandıracaktır.
İstanbul Erkek Lisesi'nden mezun olan Topçu, kendi kendine Avrupa'ya tahsil imtihanlarına girer ve 1928'de kazanır. Hamdi Akverdi, Vehbi Eralp, Ziya Somar gibi şahıslarla birlikte burslu olarak Fransa'ya gider. Daha önce giden Remzi Oğuz Arık, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, Cevdet Perin, Bedrettin Tuncer Paris'tedirler. Daha sonra bu şahıslarla, bilhassa Remzi Oğuz ve Ziyaeddin Fahri ile görüşmeleri olacaktır. Topçu önce Bordo Lisesi'ne nakledilir. İlk yazı denemelerini burada kaleme alır ve üye olduğu Sosyoloji Cemiyeti'ne gönderir. Moris Blondel'i bu lise döneminde tanır. Daha sonra mektuplaşırlar. Burada psikoloji sertifikasını verir. İki sene sonra Strazburg'a geçer. Üniversitede felsefe tahsil eder. Ahlâk kurlarını tamamlar, sanat tarihi lisansı yapar.
Nurettin Topçu Fransa'da Ruhiyat ve bediiyat, Umumî felsefe ve mantık, Muasır sanat tarihi, İçtimaiyat ve ahlâk, İlk zaman sanat ve arkeolojisi dallarından lisans aldı.
Yazları İstanbul'a gelip gitmektedir. 1931'de ağabeyi Hayrettin Topçu'yu yanına alır. Topçu'nun Avrupa'daki hayatı okul, ev, kütüphane çerçevesi içinde geçer. Ancak hafta tatillerinde derneklerin tertip ettikleri toplantılara gider. Aynı toplantılarda Samet Ağaoğlu, Ömer Lütfi Barkan, Besim Darkot gibi zatlar da bulunmaktadırlar. Topçu bu arada tasavvuf tarihçisi Luis Massignon ile tanışır. Dr.Adnan Adıvar'ın Türkçe dersi verdiği Masignon'a daha sonra bu dersi Topçu verir. Strazbourg'da doktorasını hazırlayan Topçu, Sorbon'a gider, doktorasını verir: "Conformisme et révolte". Bu üniversitede felsefe doktorası veren ilk Türk öğrencisidir. Bu tez 1934 yılında Paris'te kitap halinde yayınlanır. 1990 yılında da tıpkı baskısı Kültür Bakanlığı'nca Ankara'da yapılır. "Bergson" konusunda doçentlik tezi hazırladı, fakat kadroya geçemeyince bu tez kitap halinde basılarak yayımlandı.
1934'de Türkiye'ye döner. Galatasaray Lisesi'nde 1935'de felsefe öğretmeni olarak görev alır.
Hüseyin Avni Ulaş ailenin baba dostudur. Çemberlitaş'taki eve sık sık gelir gider. Topçu küçük yaştan beri bu zatın tesiri altında kalmıştır. Yurda döndükten sonra Ulaş'ın kızı Fethiye Hanım'la evlenir. Düğün gününün akşamı İzmir Atatürk Lisesi'ne tayin emri gelir.
Nurettin Topçu Hareket Dergisi'ni İzmir'de bulunduğu 1939 yıllarında yayımlamaya başlar. Dergi İstanbul'da basılır. Bu arada eşinden ayrılır. Hareket'te yayınlanan "Çalgıcılar yine toplandı" isimli yazıdan dolayı açılan soruşturma üzerine Denizli'ye sürgün edilir. Denizli'de bulunduğu yıllarda Said-i Nursi ile tanışır, o sırada yapılan mahkemelerini takip eder. Daha sonra Haydarpaşa Lisesi'ne tayin edilir. Bir müddet sonra da Vefa Lisesi'ne geçer.
Çocukluk arkadaşı Sırrı Bey vasıtayısla devrin manevi büyüklerinden Hasib Efendi ve Abdülaziz Efendi ile tanışan Topçu, bu kişilerden hayatı boyu sürecek etkiler alır, Nakşîbendi şeyhî Abdûlaziz Bekkine Efendi'ye intisab eder. Topçu, Celâl Ökten'den da İslâmî ilimler alır.
Faaliyetlerini Türk Kültür Ocağı, Türk Milliyetçiler Cemiyeti, Milliyetçiler Derneği ve Türkiye Milliyetçiler Derneği'nde sürdürdü.
Son olarak İstanbul Erkek Lisesi'ne tayin olunan Topçu buradaki görevinden 1974 yılında yaş haddinden emekli oldu.
diyen Topçu, bunun temel sebebini felsefenin İslam topraklarından kovulmasında buldu.
Ona göre, "Din bilgi kaynağı değil, kuvvet kaynağıydı. Dindar adam başkalarından çok şey bilen değil, daha çok kuvvetli olan insan" idi.
Gelenekçi İslamcıların, "Kuran’ın varlığı káfidir; felsefe insanın inançlarına zarar verir; çünkü sorduğu sorularla insanı şüphe ve inkárın çukuruna düşürebilir" sözlerine ağır karşı çıktı:
Topçu Osmanlı’da, İbn Rüşdcü Hocazade ile Gazalici Molla Zeyrek arasında yapılan tartışmayı; felsefenin tutarsızlığını iddia eden Gazalici Molla Zeyrek’in kazanmasını, Müslüman yozlaşmasının miladı gördü.
Ona göre, felsefesiz bir İslam’da; sorumluluk yerini vazifeye bıraktı; ruh dünyasının akil adamlarının yerini ise gözlerini kapayıp vazifelerini yapan görev adamları aldı.
Nurettin Topçu, isyan ahlakı teorisini açıklarken ideal tip olarak, "Ben Hakkım" dediği için işkenceyle öldürülen tasavvufun meşhur şehidi Hallac-ı Mansur’u örnek aldı.
İslam’ın geleneksel ve resmi yorumlarıyla sürekli hesaplaşan Topçu’ya göre, tasavvuf düşüncesinin temeli vahdet-i vücud, ahlaklığın en yüce mertebesiydi.
1975 Nisanı'nda hastalandı. Hastalığının teşhisinde güçlük çekildi. Pankreas kanserine yakalandığı ameliyatta belli oldu. Topçu, 10 Temmuz 1975'te vefat etti. Fatih Camii'nde kılınan cenaze namazından sonra Topkapı'daki Kozlu Kabristanı'na defnedildi.
Mortal Kombat
Mortal Kombat (kısaltması MK), Midway tarafından yapılan popüler bir karşılıklı dövüş oyunu. Seri daha sonra isim değiştirmiş ve özgün halindeki Mortal Kombat ismini almıştır. 1992 yılında çıkan ilk oyunu Mortal Kombat (1992 video oyunu) 'dur. İlk oyunda 10 karakter vardır. Bu oyunun yapımcıları John Tobias ve Ed Boon'dur. Ayrıca oyundan esinlenilerek Ölümcül Dövüş ve Ölümcül Dövüş II adında sinema filmleri çekilmiştir. İkinci film ilk filmin başarısına uzak kaldığı için seri devam etmemiştir.
Bayer filtresi
Bayer filtre fotosensörlerin kare ızgarasındki RGB renk filtrelerini sıraya koymak için bir mozaikli renk filtresi dizisidir. Bryce E. Bayer tarafından geliştirilmiş ve 1976 yılında 3,971,065 patent numarası ile tescil edilmiştir.
Fotoğraf veya video dijital algılayıcılarında kullanım alanı bulan yöntem dahilinde, 3 ana renk için filtrasyon yoluyla sensöre gelen fotonlar için tanımlama yapılmış olur. Sonrasında enterpolasyon tekniği ile analog kaynaklı değerler (fotonlar) için dijital olarak renk kodlamaları yapılarak nihayi imajın oluşması sağlanır. Bayer renk filtresinde, her 1 kırmızı ve her 1 mavi için 2 adet yeşil hücre tasnif edilmiştir. Yeşil renge ağırlık verilmesinin nedeni insan gözünün yeşilin de yer aldığı dalga boyuna daha hassas olmasındandır.
Bayer filtresi üzerinden algılayıcıya ulaşan fotonlardan oluşan ham imaj verisine "Bayer desen imajı" adı verilir. İmaj verisi bu haliye fotoğraf oluşturmamaktadır ve insan gözü bu veriyi fotoğraf olarak algılayamaz. Söz konusu verinin fotoğraf haline dönüştürülmesi için demozaik algoritmaları kullanımak suretiyle enterpolasyon yapılması aşamalarından geçilir. Yani algılanan her bir renk hücresi için çeşitli algoritma teknikleri uygulanarak komşu hücrelerdeki renkler "tahmin edilir" ve nihayi imaj datası oluşturulur.
Günümüzde Faveon sensör mimarisi kullanan dijital fotoğraf makineleri dışında birçok üretici firma tarafından pazar sunulan DSLR CMOS ve CCD algılayıcılarda Bayer renk filtresi teknolojisi kullanılmaktadır.
Eyüpsultan
Eyüpsultan ya da eski adıyla Eyüp, İstanbul ilinin Avrupa yakasında yer alan bir ilçesi. 1936'da Fatih, Sarıyer ve Çatalca ilçelerinin bir bölümüyle kurulan Eyüpsultan ilçesinin yüzölçümü 242 km²'dir. 21 mahallesi ve 7 köyü bulunan Eyüpsultan ilçesinin nüfusu 2013 yılındaki ADNKS verilerine göre 361.531'dur. İlçe’nin Haliç’in iç kesiminde kısa bir sahil şeridi vardır. Kurulduğunda bugünkü Gaziosmanpaşa'nın ve Bayrampaşa ilçelerini de kapsayan Eyüp bugünkü sınırlarına 2009'da Yayla mahallesini Sultangazi'ye vererek ulaşmıştır. Eyüpsultan ilçesi doğuda Sarıyer, güneydoğuda Kâğıthane ve Beyoğlu, güneyde Gaziosmanpaşa, Fatih ve Sultangazi, güneybatıda Başakşehir ve batıda Arnavutköy ilçelerine komşudur.
İlçe ismini, sınırları içinde türbesi bulunan Ebu Eyyûb el-Ensarî'den almaktadır. İstanbul'un Fethinden sonra Türklerin sur dışında kurduğu ilk yerleşim merkezi olan Eyüpsultan'da başta Eyüp Sultan Camii olmak üzere Osmanlı döneminden kalma çok sayıda tarihi eser mevcuttur. III. Selimin annesi ve III. Mustafa'nın eşi Mihrişah Valide Sultan’ın 1795 tarihinde inşa ettirdiği imaret 221 yıldan beri faaliyetini sürdürmektedir. İstanbul'un fethinden hemen sonra inşa edilen ve daha sonra Mimar Sinan tarafından şimdiki şekli ile yeniden yapılan “E |
yüp Sultan Camii Kebir Hamamı” restorasyon aşamasında olup "Su Medeniyeti Müzesi" olarak planlanmıştır. Tarihi Eyüpsultan mezarlığında Osmanlı döneminin önemli asker, devlet adamı, sanatkar ve alimlerinin mezarları bulunmaktadır. Bilinenin aksine bölgede bir değil yedi sahabe medfun (makamı) bulunmaktadır. Şimdiki adı Alibeyköy olan Köpekyaylası önemli yerleşim alanlarındandır. 19 Ekim 2017 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından alınan kararla ilçenin ismi Eyüpsultan olmuştur.
Eyüpsultan ilçesinin kapladığı alan İstanbul Surlarının dışında kalmasına rağmen, burada daima bir köy vardı. Çünkü iki nehir çok miktarda temiz su sağlıyordu. Ve Bizans döneminde köyde bir kilise vardı. Ve daha sonra bir manastır (Bugünkü Eyüpsultan Camii'nin arkasındaki tepelerin yükseğine inşa edilmişti.) şehir duvarlarının dışında kalınca bu alan mezar yeri olarak kullanılmaya başlandı. Burada kiliseler ve mezarlıklar vardı. Buraya adını ve ününü veren Eyüp Sultan türbesinden başka Eyüpsultan'da çok sayıda önemli kişinin türbesi de vardır. Buraya defnedilme arzusundan dolayı çevrede çok sayıda müslüman mezarlığı oluşmuştur.
17. yüzyıl ve 18. yüzyıl'da İstanbul Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti olarak plansız bir şekilde büyüyordu. Savaşlar nedeniyle Balkanlar'daki Türk toplumu ve Kafkasya'lılar şehre geldiler. Bu dönemde Eyüpsultan alanı, mistik havasını kaybederek şehirle bütünleşmiş hale geldi. Çünkü Altın Boynuz boyunca fabrikalar inşa ediliyordu. Bunların ilki "Feshane" idi. Fabrika Osmanlı ordusuna fes üretmekteydi. Göçmenlerin ve fabrika işçilerinin bölgeyi hızlı bir şekilde iskan yeri seçmesi, kuşkusuz bazı olumsuz sonuçları da beraberinde getiriyordu.
Yakın zamanda pek çok fabrika kapatıldı veya buradan kaldırıldı. Haliç artık kokmuyor. Su kenarında oturmak artık mümkün. Bundan dolayı Eyüpsultan'ın nitelikleri tekrar olumlu olarak değişiyor. Semtin değişim süreçleri her alanda fark ediliyor. Kırk veya elli sene önce burada şehir hayatının alışılagelmiş zevkleri yaşanırdı. Günümüzde camiye yakın bölgede barlar yok. Fakat köşe dükkânlarda bira satılabilir. Sokakları kahvehanelerle doludur. İnsanlar buralarda vakitlerini kahve-çay içerek veya oyun oynayarak geçirirler.
Yeni apartman blokları ile birlikte nüfus da büyüdü. Fakat atmosfer hala barış dolu. Camiler ve tarih semte hala hakim vaziyette. Eyüpsultan ruhsal sakinlik ve rahatlama imajını vurgulamaya çalışmakla meşgul durumda. Eyüpsultan sadece bir cami ve mezarlıktan ibaret olmayıp civarı bir zamanların sivil toplum kuruluşları olarak kabul edilen tekkeleri ile de meşhurdur. İlk kadın sığınma evi olarak kabul edilen "Hatuniye Tekkesi", Türkistanlı hacıların uğrak yeri olarak kabul edilen "Kaşgari Dergahı", sahilde yer alan ve Zekai Dede Efendi'nin bir akademisi olarak faaliyet gösteren Bahariye Mevlevihanesi devrin önemli mekanlarıdır. Piyer Loti mevkiinde, mezarlıkların sona erdiği yerde Karyağdı Ali Baba isimli Bektaşi Tekkesi de bulunmaktadır. 19. yüzyıl'ın son çeyreğinde tekkenin içinde bir matbaanın olduğu çeşitli kaynaklarda zikredilir. Yukarıda mezarlıkların bittiği yer olan tepelerde ağaçlıklar bulunur. Burada genişçe yayılmış vaziyette duran ve adını Fransız yazar Pierre Loti'den alan bir kır kahvesi vardır. Haliç üzerinde şahane bir manzaraya sahiptir. Eminönü'ne giden bütün yollar görülebilir. Büyük bir barış ve huzur duygusunu ağaçların altında çayınızı yudumlarken hissedebilirsiniz. Dünyanın pek çok yerinden insanlar bu güzelliği görmek için gelir. Şimdi Haliç temiz olup, nostaljik sandallar insanları eskiden olduğu gibi karşı sahillere taşımaktadır. İlçe sınırları içerisinde birde Yükseköğretim Kurumu (Üniversite), (Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi Eyüpsultan Kampüsü) bulunmaktadır. Eyüpsultan Belediyesi 2016 yılında ilçenin tarihi dokusuna göre yenileyerek, yerli ve yabancı ziyaretçilere daha iyi bir hizmet verebilmek adına ESTAM (Eyüp Sultan Tarihi Merkez) kimliği ile çalışmalara başlamıştır. Ayrıca Eyüpsultan Belediyesi her yıl ilk ve ortaokul öğrencilerine ₺30 ve ₺45 olmak üzere kırtasiye desteği vermekte, 12. sınıf öğrencilerine ise üniversiteye giriş desteği olarak para vermektedir.
Eyüp adı, Muhammed'in yoldaşı ve sancaktarı olan Ebu Eyyûb el-Ensarî'den gelmektedir. Kendisi buraya Arap ordusu ile birlikte şehrin ilk defa feth edilme denemesinde gelmiş ve burada vefat etmiştir. Son arzusu ise buraya gömülmekti. Onun istirahat yeri Bizans döneminde hürmet edilen bir yerdi. Fakat 4. Haçlı seferindeki Latin azgınlığı sırasında diğer kutsal Bizans yerleri ile birlikte dağınık duruma düştü. Yedi yüzyıl sonra, İstanbul'un fethi sırasında II. Mehmed'in (Fatih Sultan Mehmed) hocası şeyh "Akşemsettin" tarafından yeniden keşfedildi. Fatih Sultan Mehmet, şehrin alınmasından sonra bir mezar yeri veya "Türbe" Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin istirahat yeri üzerine ve bir cami onun onuruna yapılmasını emretti. İstanbul'a ilk büyük cami inşa edilecekti. Geleneksel hamam, okul odaları ve kantin kompleksi camiyi çevreleyecekti. Aynı zamanda İstanbul'a ilk defa böyle bir yapı yapılacaktı. Eyüp'ün kutsal yer olması noktasından, Caminin bir taşının Peygamberin ayak izini taşıdığı söylenir. Pek çok cami, dua yerleri, şadırvanlar inşa edildi. Ve pek çok Osmanlı yöneticisi Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin istirahat yeri yakınına gömülmek istiyordu. Alan büyüyordu ve pek çok dini mimarı kazanıyordu. İstanbul'a bu alana serin hava ve güzel manzara için gelmiş olan Türk ve yabancı turistlerin derviş tekkelerine ulaşabilme yeri haline geliyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun yükselme döneminde Eyüpsultan, şehir duvarları dışında kalan tanınmış üç yerleşim yerinden biri idi. Diğer ikisinden biri Üsküdar ve sonuncusu Galata idi. Bu dönemin bazı karakteri, "Count Preziosi"'nin çoğu Eyüpsultan'ı içeren şehrin yağlı boya tablolarında görülebilir.
Bugünkü Karyağdı Mahallesinde Pierlotti mevkiinde bulunmaktadır.1700lü yıllarda kurulan bu Bektaşi tekkesi dönemin Osmanlı münevverlerinin ve Yeniçerilerin devam ettiği bir tekke idi. 1828'de Padişah II. Mahmut tarafından Yeniçeri Ocağı'nın ve Bektaşiliğin yasaklanmasıyla birlikte kapatılmış ancak sonraki dönemlerde tekrar açılmıştır. Mehmed Necib Baba, (ö. Bursa 1296/1879) Karyağdı Tekkesi şeyhi. Nicolas Vatin ve Thierry Zarcone’nin araştırmalarına göre bu şeyh tekkenin içine bir matbaa kurar. En azından, bilindiği kadarıyla, 1291/1874-1875 yılında
tekke tarafından yayınlanan bir eser vardır. Bu yayın, sufi şiirlerinden oluşan, "Risale-i la'ihat-i cami" adında, 20
sayfalık küçük bir litografidir. İlk sayfasında, bu kitapçığın "Milli Eğitim Bakanlığı izni ile Karyağdı tekkesindeki Necib
Baba Efendi matbaasında" basıldığı belirtilmiştir.
Şişli
Şişli, İstanbul ilinin Avrupa Yakası'nda yer alan bir ilçesidir. 25 mahallesi bulunan Şişli, doğuda Beşiktaş, kuzeyde ve batıda Kâğıthane ve güneyde Beyoğlu ilçeleri ile komşudur.
Denize sahili olmayan Şişli ilçesinde çok sayıda tarihî eser, iş yeri, modern ticaret merkezi, kültür ve sanat merkezi bulunmaktadır. 1954'te ilçe olan Şişli ilçesi, 1987'de Kağıthane'nin ayrı bir ilçe olup ayrılmasıyla coğrafi olarak ikiye bölündü. Kuzeyde yer alan Ayazağa, Maslak ve Huzur mahalleleri bir öbek oluştururken geride kalan diğer mahalleler yine ayrı bir öbek oluşturdular. Büyükdere Caddesi'yle birbirine bağlı olan bu iki öbekten kuzeyde olanı 2012 yılında Şişli'den ayrılarak Sarıyer'e bağlandı.
Şişli adının, zamanında şişçilikle uğraşan bir aileye ait olan Şişçilerin Konağı'nın adının zamanla Şişlilerin Konağı'na dönüştüğüne ve buradan geldiğine dair rivayet vardır. Diğer bir rivayet ise, Şişli adının, topografik olarak Beyoğlu Platosu'nda yükseltisi fazla olan bir bölgede bulunmasından geldiğidir.
İlçenin en eski mahallesi olan Tatavla'nın (Kurtuluş) 16. yüzyılda kurulduğu ileri sürülür. Eremya Çelebi Kömürcüyan'a göre 17. yüzyılda Taksim'den Pangaltı'ya doğru uzanan yolun iki yanında mezarlıklar; 18. yüzyılda Şişli ve Mecidiyeköy yörelerinden bağlar ve bostanlar yer alıyordu. Balmumcu Çiftlik-i Hümayun'u Şişli'ye kadar uzanıyordu. 18. yüzyılın sonlarında Teşvikiye Camii'nin bugünkü yerinde bir mescit olduğu bilinir. Bu caminin avlusundaki III. Selim'in diktirdiği nişan taşı 1790/91 tarihlidir.
Mekteb-i Harbiye, Maçka Silahhanesi gibi askeri yapılar, Fransızlara ve Ermenilere ait kilise, okul ve mezarlıklar, yerleşme alanının 19. yüzyıldan başlayarak Harbiye, Pangaltı ve Maçka'ya doğru yayılmaya başladığını gösterir. Abdülmecid döneminde (hükümdarlığı 1839-1861) imparatorluğun sınır bölgelerindeki yurtlarından olan birçok göçmen Şişli'nin hemen kuzeydoğusunda bulunan arpa tarlaları ve dutlukların olduğu alana yerleştirildiler. Bu kırsal yerleşim yerine padişahın adıyla Mecidiyeköy denmiştir.
1870'te çıkan Büyük Beyoğlu Yangınında evsiz kalan Levantenler ve gayrimüslimler Harbiye çevresinde inşa edilen kagir binalara taşınmışlardır. 1870'lerde, Matbaa-i Osmaniye'yi kuran Osman Bey de Harbiye ile Şişli arasında geniş bir arazi satın alarak bu arazide konak yaptırmıştır. Feriköy'de ilk bira üretim tesisinin (Bomonti Bira Fabrikası) kurulması ve Şişli Etfal Hastanesi'nin açılışı da 1890'lara rastlar.
Gene 19. yüzyılın son çeyreğinde Harbiye, Nişantaşı ve Teşvikiye'de birçok konak inşa edilmeye başlamıştır. Taksim'den yapılan atlı tramvay seferleri ilk kez 1881'de Şişli'ye kadar uzanmış, 1913'te elektrikli hale gelen tramvay hattının daha fazla uzatılmasına ihtiyaç olmadığı düşünülerek tramvay deposu da (bugün Cevahir Alışveriş Merkezi) Şişli ile Mecidiyeköy arasında inşa edilmiştir. İstanbul'daki önemli anıtlardan biri olan Abide-i Hürriyet de 1911'de açılmıştır.
Harbiye, Pangaltı, Kurtuluş, Osmanbey, Nişantaşı, Teşvikiye ve Şişli'nin görünümü 1920'lerden sonra değişime uğradı. Bu semtlerdeki bahçe içindeki ev ve konakların yerini yavaş yavaş apartmanlar almaya başladı. Apartmanlaşmanın yaygınlaşması eski ulaşım yollarının çok belirgin caddeler haline gelmesine yol açtı. 1920'ler ve 1930'larda Şişli ve çevresi, varlıklı kimselerin bir apartman ya da apartman dairesi edinmek istedikleri ve bunun moda olduğu gözd |
e semtler haline geldi.
1950'li yıllardan itibaren başlayan İstanbul'a yoğun göç dalgası sonucunda Şişli'nin kuzeyinde Çağlayan ve Gültepe semtleri oluşmaya başladı. Bir köy olan Kâğıthane'nin nüfusu da hızla artmaya başladı. Yoğun nüfus artışı sonucunda, Beyoğlu'na bağlı bir bucak olarak yönetilen Şişli, 1954'te yapılan bir düzenlemeyle ilçe yapıldı. Şişli ilçe olduğunda Kağıthane ve Ayazağa da Şişli İlçesi'ne bağlı köylerdi.
1960'larda emekli subaylar ve gazeteciler için yapılan sitelerle Esentepe ve Gayrettepe semtleri ortaya çıktı, Mecidiyeköy'deki bahçeli evlerin yerini de apartmanlar almaya başladı. Yine yoğun göç hareketleri sonucunda ilçenin kuzeyinde Hürriyet, Örnektepe, Kuştepe ve Çeliktepe adlarıyla yerleşmeler oluştu. Yoğun bir sanayi merkezi haline gelen Kağıthane'de 1963'te belediye teşkilatı kuruldu (1981'de lağvedilerek İstanbul Belediyesi'ne bağlı şube müdürlüğüne dönüştürüldü). Bomonti çevresideki fabrikalar çoğalırken Büyükdere Caddesi'nin batı kenarında da birçok yeni fabrika kuruldu.
1970'e gelindiğinde Şişli İlçesi'nin nüfusu çeyrek milyonu aşmıştı. Beyoğlu'nun 1970'lerde geçirdiği bazı olumsuzluklar sonucunda ünlü mağazalar ve alışveriş mekanları Harbiye, Nişantaşı, Osmanbey ve Şişli semtlerine kaydı. Böylece alışveriş merkezi haline gelen önemli caddelerde eskiden beri ikametgâh olarak oturulan apartman daireleri de işyeri olarak kullanılmak üzere kiraya verildi ya da satıldı. 1980'lerde, Halaskargazi, Rumeli ve Valikonağı caddeleri İstanbul'un en gözde alışveriş merkezleri haline geldi. Bu gelişim daha sonra Mecidiyeköy, Gayrettepe ve Esentepe'yi de içine aldı. Bu semtlerde Büyükdere ve Yıldız Posta caddeleri kenarında eskiden ikametgâh olarak kullanılan apartman daireleri giderek iş yerine dönüştü.
1970'lerde oto tamirhanelerinin Dolapdere'den kaldırılması amacıyla Çeliktepe'nin kuzeyinde bir sanayi sitesi kuruldu. Aynı bölgenin çevresinde Sanayi Mahallesi adlı yeni bir yerleşme oluştu.
1980'lerde Şişli ilçesi bütünüyle (Kağıthane ve Ayazağa dahil) kentsel alan içine katıldı. Şişli'nin nüfusu, 1980'lerin ortalarına gelindiğinde yarım milyonu aşmıştı. 1980-1985 arasındaki yıllık ortalama nüfus artışı hızı ise yüzde 2,5 olarak gerçekleşti. Bu büyüme Kağıthane ve Ayazağa yörelerindeki gelişmeden kaynaklanıyordu. 1987'de yapılan yönetsel düzenlemeyle Kağıthane İlçesi kuruldu. Kağıthane'nin Şişli'den ayrılmasıyla ilçenin nüfusu yarı yarıya düştü. Gene bu bölünmeyle Şişli ilçesi toprakları ikiye ayrıldı. Kuzey kesimindeki Ayazağa askeri ve sanayi alanları ile düşük nüfus yoğunluğuyla güney bölgesine göre farklılıklar gösterdi. Yine bu bölgede yer alan Maslak ve çevresi, 1980'lerden itibaren bazı bankalar ve firmaların merkez olarak tercih ettikleri bir çalışma alanı haline geldi. Büyükdere Caddesi'nin İstinye kavşağı çevresinde irili ufaklı iş merkezleri açıldı.
Şişli'nin merkez semtlerinde, özellikle 1980'li yıllarda yıldızı parlayan ticaret sektörü önemini korumakla birlikte, 1990'lardan itibaren açılmaya başlanan büyük alışveriş merkezleri (avm) nedeniyle Nişantaşı-Osmanbey-Şişli aksındaki mağaza ve dükkanlar eski canlılığını yitirmiştir. Özellikle 1990'ların sonlarından itibaren Büyükdere Caddesi üzerinde çok sayıda avm hizmete girmiştir.
Şişli İlçesi, 1990'lı ve 2000'li yıllarda Büyükdere Caddesi üzerine yapılan yüksek katlı rezidans ve işyeri amaçlı olarak inşa edilen binalarla tekrar değişim yaşamaktadır. Büyükdere Caddesi'nin, özellikle Şişli merkezinden Maslak'a kadar uzanan kesimi İstanbul'un New York ve Tokyo'su görünümü kazanmış, Şişli İlçesi yaşanan bu hızlı değişim sonucunda, İstanbul ve Türkiye ekonomisinin iş ve finans merkezi olma durumuna gelmiştir.
2012 yılında yapılan idari düzenlemeyle ilçenin kuzey öbeğini oluşturan Ayazağa, Maslak ve Huzur mahalleleri Şişli'den ayrılarak Sarıyer ilçesine bağlandı.
Çatalca Yarımadası'nın doğu kesiminde, İstanbul Boğazı'nın batısında Avrupa yakasında yer alan ilçe topraklarının deniz kıyısı yoktur. Şişli, Marmara Havzasının Trakya / Kocaeli peneplenleri arasına dağılmış, boğaz ve akarsu vadilerle parçalanmış olup, platolar topluluğunun batısında, Boğaziçi - Haliç arasını dolduran Beyoğlu Platosu'nun kuzey uzantısında bulunmaktadır.
Galata'dan başlayan ve Beyoğlu, Şişli, Maslak, Derbent ve Büyükdere yönünde uzanan büyük sırt, Beyoğlu Platosunun su bölüm çizgisini oluşturmaktadır. Sırtın doğu kesimindeki sular Boğaziçi'ne, batı kesimi suları ise Kağıthane Deresi aracılığıyla Haliç'e akmaktadır. Bu büyük sırt aynı zamanda Şişli'nin ve daha önemlisi İstanbul'un bu bölümündeki yolların yönünü de belirlemektedir. Beyoğlu Platosu'nun sırtında yer alan, Tünel'den başlayarak Tepebaşı, Taksim, Şişli, Mecidiyeköy, Maslak Tepesi ve Okmeydanı'na uzanan güzergah aşınım sonucu düzleşerek bugünkü durumu almıştır. Taksim'de başlayan Beyoğlu Platosu'nun sırtında kuzeye doğru uzanan Cumhuriyet Caddesi'nin doğu yamacı tatlı bir eğimle Boğaziçi'ne, Dolmabahçe'ye iner. Batı yamacı ise Dolapdere ile Kurtuluş Caddeleri oldukca dik bir yamaçla birbirine bağlanırlar. Kurtuluş Caddesi'nin batısı ise yine tatlı bir eğilimle Tabakhane Deresine dek uzanır. Vadinin batı kısmı, Feriköy'ün batı eteklerinden itibaren yeni bir vadiye çıkılır. Baruthane Deresine dek uzanır. Baruthane Deresi'nin aktığı vadi, kuzeye daha fazla dökülmeden Paşa Mahallesinin yayıldığı alanda son bulur.
İlçenin ana eksenini oluşturan Beyoğlu platosunda yükseltiler Taksim'de 70-80 mt.ye, Okmeydanı'nda 80-100 mt.ye, Mecidiyeköy'de 100–120 m. ve Levent-Maslakta 130–140 m.ye dek çıkar. Şişli'nin en yüksek noktaları Tepeüstü ve Hürriyeti Ebediye, Duatepe ve Esentepe'dir. Şişli İlçesi'nde çok az yeşil alan kalmıştır.
Şişli İlçesi eğitim kurumları açısından oldukça zengindir. İlçe sınırları içinde 14 okulöncesi eğitim kurumu, 36 ilköğretim okulu ve 29 ortaöğretim kurumu vardır. Nişantaşı Anadolu Lisesi (eski English High School), Notre Dame de Sion Fransız Lisesi, Nişantaşı Nuri Akın Anadolu Lisesi (eski Nişantaşı Kız Lisesi), Saint Michel Lisesi, Şişli Anadolu Lisesi ilçedeki köklü ortaöğretim kurumlarıdır.
Marmara, İstanbul Bilgi, Beykent, Bahçeşehir, Haliç, İstanbul Bilim, Nişantaşı ve Okan üniversiteleri ile Kavram ve Şişli meslek yüksek okullarının bazı yerleşkeleri ilçe sınırları içinde bulunmaktadır.
İlçe sınırları içinde 2 devlet hastanesi (Şişli Etfal Hastanesi ve Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi), 18 özel hastane, 201 eczane ve 3 huzurevi bulunmaktadır. II. Abdülhamid tarafından 1898'de henüz 8 aylıkken ölen kızı Hatice Sultan'ın anısına yaptırılmış olan Şişli Etfal Hastanesi, Türkiye'nin ilk çocuk hastanesi ve modern hastaneciliğin uygulandığı ilk sağlık kurumudur. Etfal Hastanesi ile birlikte Şişli'nin en eski sağlık kurumlarından biri olan Fransız Lape Hastanesi Türkiye’nin ilk modern psikiyatri hastanesidir.
Galatasaray Profesyonel Futbol Takımı'nın 2011 yılına kadar maçlarını oynadığı Ali Sami Yen Stadyumu Mecidiyeköy'de yer alıyordu. Şişli İlçesi'ndeki spor tesislerinden başlıcası Feriköy Stadı'dır.
Şişli'de faaliyet gösteren en ünlü spor kulübü geçmişte Süper Lig'de mücadele etmiş olan Feriköy Spor Kulübü gösterilebilir.
İlçede etkinlik gösteren diğer spor kulüpleri; Şişli Belediyesi Spor Kulübü, Feriköy Paşa Mahallesi Spor Kulübü, Kuştepe Spor Kulübü, Mecidiyeköy Spor Kulübü, Mecidiyeköy Tayfun Spor Kulübü, Nişantaşı Spor Kulübü, Taksim Spor Kulübü, Ulutepe Spor Kulübü, İzzetpaşa Spor Kulübü, Öz Şişli Spor Kulübü, Mahmut Şevket Paşa Spor Kulübü
Birçok sinema ve tiyatro salonu bulunan Şişli, İstanbul'un başlıca kültür merkezlerinden biridir. İlçedeki önemli kurumlarından en önemlileri Harbiye Açıkhava Tiyatrosu, Cemal Reşit Rey Konser Salonu, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı'dır.
Bunlar dışında Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi, Gönül Ülkü-Gazenfer Özcan Tiyatrosu, Kenter Tiyatrosu, Harbiye Cep Tiyatrosu, Profilo Kültür Merkezi, Stüdyo Tiyatrosu, Tiyatrokare ve Efe Sanat Evi diğer tiyatro ve performans mekanlarıdır.
Müzeler Askeri Müze ve Atatürk Müzesi'dir. Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Başkanlığı’na bağlı olan Askeri Müze, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Harp Okulu olarak kullanılan Harbiye’deki tarihi bina ve yapıya sonradan eklenen ek binalardan meydana gelmektedir. Madalyalar, askeri kıyafetler, bayrak ve sancaklar, zırh gömlekler, kalkanlar, tablolar, silah türleri gibi dünden bugüne Türkiye'nin askeri gelişim ve değişim serüvenini ortaya koyan toplam 55000 eseri koleksiyonunda bulunduran Askeri Müze, bu geniş koleksiyondan 5000 adet eseri ziyaretçilerin ilgisine sunmaktadır.
İlçe sınırları içinde, aralarında Teşvikiye ve Şişli gibi ünlü camilerin de olduğu toplam 33 cami, 1 cemevi, 17 kilise ve 2 sinagog yer almaktadır. Ayrıca Gürcistan Katolik Kilisesinin 5 dönümlük araziside bu bölgededir.
İstanbul'un iki yakasını birbirine bağlayan köprülerden Boğaziçi Köprüsü'nün bağlantı yolu olan O-1 Otoyolu, Zincirlikuyu-Mecidiyeköy-Çağlayan güzergahını izledikten sonra Kağıthane İlçesi'ne girer. Şişli Camii'nden başlayıp Sariyer İlçesi'ne kadar uzanan Büyükdere Caddesi Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nün bağlantı yolu olan O-2 Otoyoluyla da kesişir. Piyalepaşa Bulvarı ile Halaskargazi Caddesi diğer önemli ulaşım akslarıdır.
Dolmabahçe'de BJK İnönü Stadyumu'nun kuzeyinden başlayarak Taksim ve Feriköy semtlerinin altından geçerek Şişli ilçesinin Bomonti semtinde son bulan Bomonti-Dolmabahçe Tüneli yaklaşık 2,4 km uzunluğundadır. Tünel, 2+2 şeritli, 500-600 metre uzunluğundaki bir bağlantı yoluyla Beyoğlu'nun Piyalepaşa semtine bağlanmaktadır. Burada, projenin ilk ayağı olan Piyalepaşa-Kâğıthane Tüneli'yle birleşmektedir.
Yenikapı-Hacıosman metro hattının (M2 Hattı) önemli bir kısmı Şişli sınırları içinden geçmektedir; Osmanbey, Şişli-Mecidiyeköy, Gayrettepe-Zincirlikuyu ve Levent istasyonları ilçe sınırları içindedir. İstanbul'daki ilk teleferik hattı olan Maçka-Taşkışla teleferiği 1993 yılında hizmete girmiştir.
İstanbul 1. Çevre Yolu (Metrobüs hattı), Büyükdere Caddesi ve Yenikapı-Hacıosman metro hattı gibi birçok ulaşım hatt |
ının kesişim noktası olan Mecidiyeköy, İstanbul şehir içi ulaşımında çok büyük bir öneme sahiptir.
Şişli ilçesi hızla değişim içinde 21. yüzyıl İstanbul'unun hatta Türkiye ekonomisinin iş ve finans merkezi olma durumundadır. Şişli İlçesi'nde yaşayanların İstanbul'un değişik kesimlerinde çalıştıkları düşünülse de, Şişli katma değer açısından İstanbul ili içinde yüksek paya sahiptir. Ticaret ve hizmet sektöründe çalışanlar ağırlıklı bir paya sahiptir. İmalata dönük tesislerin şehir merkezinden uzaklaştırılmalarıyla bu sektörde çalışan işgücünün payı giderek düşmektedir. Osmanbey, 1970'lerden beri binlerce irili ufaklı firmanın oluşturduğu bir tekstil ve hazırgiyim merkezidir. Büyük bir kısmı kendi markasıyla üretim yapan 4 bini aşkın firmayı barındıran Osmanbey’den 50’den fazla ülkeye de ihracat gerçekleştirilmektedir.
Şişli-Mecidiyeköy-Esentepe-Levent-Maslak aksında uzanan Büyükdere Caddesi üzerinde ve çevresindeki bölge Türk finans sektörünün kalbi durumuna gelmiştir.
Şişli ilçesinin nüfusu İstanbul'un bütün diğer ilçeleri gibi sürekli bir nüfus artışına sahne oldu. 1965-1985 arasında ikiye katlanan nüfus, 1987'de Kağıthane'nin ayrılmasıyla yarı yarıya düşmüştür. 2011 ADNKS'ne göre ilçe sınırları içinde 320.763 kişi yaşamaktaydı. 2012 yılında Ayazağa, Maslak ve Huzur mahallelerinden oluşan kuzey kesiminin Şişli İlçesi'nde ayrılmasından sonra ilçe nüfusu 2014 ADNKS verilerine göre 272.380 kişidir. Nüfusun yaklaşık dörtte biri İstanbul doğumludur. Sivas, Ordu, Kastamonu ve Erzincan doğumlular da Şişli nüfusu içinde hatırı sayılır paya sahiptirler. Gayrimüslimlerin eskisi kadar olmasa da nüfus içinde küçük bir payı vardır.
1954'e kadar Beyoğlu İlçesi'ne bağlı bir bucak olarak yönetilen Şişli yöresi, bu tarihte yapılan bir düzenlemeyle ilçe yapıldı. Bu düzenlemeye göre Ayazağa ve Kâğıthane, Şişli İlçesi'nin Merkez Bucağı'na bağlı birer köydü. Kağıthane'de 1963 yılında kurulan belediye teşkilatı, 12 Eylül Darbesi'nden sonra 1981'de lağvedildi. 1984'e kadar, İstanbul Belediyesi’ne bağlı şube olarak şube müdürlerince yönetilen Şişli, 1984’de Büyükşehir ve İlçe Belediyeleri için çıkartılan "Yerel Yönetimler Kanunu" çerçevesinde yeniden yapılanarak mevcut statüsünü almıştır. 1980'lerde ilçe sınırları içindeki tüm yerleşim yerleri kentsel alana katıldı. Böylece Ayazağa ve Kağıthane köy statüsünden çıktı. Göç nedeniyle nüfusu hızla artan Kağıthane yöresi, 1987'de yapılan idari bir düzenlemeyle ilçe oldu.
2012 yılında yapılan idari düzenlemeyle ilçenin kuzey öbeğini oluşturan Ayazağa, Maslak ve Huzur mahalleleri Sarıyer ilçesine bağlandı.
Şişli ilçesi, 25 mahalleden oluşmaktadır.
Veliaht
Veliaht, monarşi ile yönetilen ülkelerde hanedan üyesi olan tahtın gelecekte sahibi olacak kişiye verilen addır. Birçok monarşide veliahtlar önceden belirlenerek devlet yönetimi için özel hocalar tarafından yetiştirilmekte ve devlet yönetmeye hazırlanmaktaydılar. Genellikle Avrupa'da görülen bu uygulama tarihteki Türk devletlerinde bulunmamakta bütün hanedan üyeleri taht için eşit haklara sahip olmaktaydı.
Paul Klee
Paul Klee (18 Aralık 1879 – 29 Haziran 1940), Alman kökenli İsviçreli ressam. İlk olarak oryantalizmi öğrenen Klee, kendisine özgü tarzı ile dışavurumculuk, kübizm, gerçeküstücülük gibi pek çok akımda etkili oldu. Sanatçı renk teorisi hakkında çok fazla tecrübe sahibiydi ve bu tecrübelerini yazdı. Çalışmaları ressamın çocuksu perspektifini, mizah anlayışını, kişisel hislerini, inançlarını ve müzikselliğini yansıttı. Klee ve Rus ressam arkadaşı Wassily Kandinsky, Bauhaus okulunda eğitmenlik yapmalarıyla da ünlendiler.
İsviçre'de Bern yakınlarındaki Münchenbuchsee'de dünyaya geldi. Babası Hans Klee müzik öğretmeniydi. Annesi Ida Frick ise şarkıcılık eğitimi almıştı. Ressam, çiftin iki çocuğundan küçük olanıydı.
Ressam, küçük yaşlarda hem resimle hem de müzikle uğraşmaya başladı. Yedi yaşındayken keman çalmaya başladı. Sekiz yaşında ise büyük annesi ona boya kalemleri hediye etti. Klee'nin hem müziğe hem de resme eşit derecede yetenekliydi. Küçüklüğünde ailesinin de yönlendirmesi ile müzisyen olmaya odaklansa da ergenlik döneminde görsel sanatlar ile ilgilenmeye karar verdi. Bunun bir sebebi ailesine başkaldırması olsa da esas neden modern müziğin kendisine bir şey ifade etmediğini fark etmesiydi. Klee, konuyla ilgili "Müzikal başarılarla dolu tarihi yok sayarak müziğe yaratıcı ve detaylı bir şekilde girmek için bir sebep bulamadım." dedi. Bir müzisyen olarak on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılın geleneksel çalışmalarıyla kendini kısıtlayan Klee, bir ressam olarak ise radikal fikirler ve stiller üretti ve denedi.
1897 yılında günlük tutmaya başladı. Ressam, 1918 yılına kadar günlüğüne yazmaya devam etti. Bu günlükler daha sonraki yıllarda ressamın hayatı ve düşünceleri hakkında izleyenlerine bilgi verdi. Eğitim hayatı boyunca okul kitaplarına karikatürler çizdi. Bern'de okuduğu lisenin bitirme sınavlarını zor bir şekilde geçen Klee, "beşeri bilimler" dalından mezun oldu. Klee, mezuniyetinde yaşadığı zorluklarla ilgili "Yine de "tamı tamına" minimumu gerçekleştirmek zordur ve bazı riskler içerir." diye yazdı. Klee, müzik ve sanata büyük bir ilgi duyup, zamanının büyük çoğunluğunu bu konulara harcasa da aynı zamanda iyi bir edebiyat okuyucusuydu. Daha sonraları ise sanat tarihi ve estetik ile ilgili iyi bir yazar oldu.
Ailesinin gönülsüz bir şekilde verdiği izinle 1898 yılında Münih Güzel Sanatlar Akademisi'nde Heinrich Knirr ve Franz von Stuck ile birlikte okumaya başladı. Çizim konusunda çok başarılı olmasına rağmen renk duyarlılığı konusunda eksikleri vardı. Bu konuya daha sonra değinen Klee, "Üçüncü kışımda resim yapmayı asla öğrenemeyeceğimi fark ettim" dedi. Akademi'de okuduğu bu gençlik günlerinde, Klee, zamanını barlarda geçirdi ve alt sınıf kadınlar ve ressam modelleri ile ilişkiler yaşadı. 1900 yılında, gayrımeşru bir çocuk sahibi oldu. Bu çocuk, doğumundan birkaç hafta sonra vefat etti.
1901 yılında, Klee, kendisine yön veren ilkelerini şöyle yazdı: "Her şeyden önce, yaşama sanatı; daha sonra ideal sanatım olarak şiir ve felsefe ve benim gerçek sanatım olan plastik sanatlar;ve son başvurduğum, çizim." Güzel Sanatlar'dan mezun olduktan sonra Klee, arkadaşı Herman Haller ile İtalya'ya gitti. Roma, Floransa ve Napoli'de kaldılar. Geçmiş yüzyılların usta ressamlarının çalışmalarını incelediler. İtalya günleriyle ilgili: "Forum ve Vatikan benimle konuştu. Hümanizm beni boğmak istedi." dedi. İtalya'nın renklerinden etkilenmesine rağmen, üzülerek "Rengin bu alanında benim için uzun bir mücadele var" dedi. Klee için renk sanatta iyimserliği ve asilliği temsil ediyordu. Ressam, siyah-beyaz grotesk figürleri ve satirleri ile karamsar doğayı ifade etmeyi umuyordu. Bern'e döndükten sonra ailesiyle uzun yıllar yaşadı ve fırsat buldukça sanat kurslarına katıldı. 1905 yılında, isli cam levhaya toplu iğne ile çizim yapmak gibi bazı deneysel teknikler geliştirdi. Bu teknikle içlerinde "Babamın Portresi" (1906) de olan elli yedi çalışma yaptı. Ayrıca, "Inventionen" ismini verdiği on bir tane çinko tabak gravür yaptı. Grotesk yaratıklar çizdiği bu tabaklar sergilediği ilk eserleri oldu. Bu eserlerle ilgili "Gravürlerimden çok memnun olmama rağmen bu şekilde devam edemezdim. Ben bir uzman değildim." yorumunu yaptı. Klee, o dönemde hala müziğe zaman ayırıyor, bir orkestrada keman çalıyor ve konser/tiyatro yorumları yazıyordu.
1906 yılında Bavyeralı piyanist Lily Stumpf ile evlendi ve aynı yıl içerisinde Felix Paul ismini verdikleri bir oğulları oldu. Çift, Münih'in bir banliyösünde yaşadı. Stumpf piyano dersleri verip çeşitli gösterilere katılırken Klee de evde kalıp sanat çalışmalarına devam etti. O günlerde sanatçının dergi ressamı olma çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Klee'nin sanat çalışmaları hem ev işlerine ayırdığı zaman hem de sanatına yeni bir yön bulmaya çalışması sebebiyle evliliğinin ilk beş senesinde yavaşladı. 1910 yılında, Bern'de ilk kişisel sergisi açıldı. Bu sergi daha sonra üç İsviçre kentini de ziyaret etti. Bir sonraki sene Voltaire'in Candide isimli romanı için kitap çizimleri yaptı. Bu yıl içerisinde Wassily Kandinsky, Franz Marc ve diğer avangart sanatçılarla tanıştı ve "Mavi Süvari" ("Der Blaue Reiter") grubuna girdi.
Kandinsky'le tanışması ile ilgili Klee, "Görür görmez ona karşı büyük bir güven duydum. İstisnai güzellikte ve berraklıkta zekaya sahip bir adamdı." dedi. Bu ortaklık, Klee'nin aklına renkle ilgili modern teoriler getirdi. 1912 yılında Paris ziyareti ile Kübizm'e ilgi duymaya başladı ve soyut sanatın erken dönem tanımlarından olan "saf resim"'in öncüsü oldu. Robert Delaunay ve Maurice de Vlaminck'in koyu renk kullanımları ressama ilham kaynağı oldu. Bu ressamları taklit etmek yerine Klee, kendi renk deneylerini yapmaya başladı. Kısıtlı bir şekilde üst üste binen renk blokları kullanarak "Taş Ocakları" (1913) gibi basit manzara tabloları yaptı. Klee, "uzak asil hedefine" ulaşabilmek için "rengin bu alanıyla uzun bir süre mücadele etmesi" gerektiğini kabul etti. Daha sonra ise "Renk ile çizimi birbirine bağlayan bir tarz" olduğunu keşfetti.
Klee'nin sanatının kırılış noktası, August Macke ve Louis Moilliet ile birlikte Tunus'u ziyaret etmesi ile gerçekleşti. Ressam, oradaki ışığın kalitesinden çok etkilendi. Bu konuyla ilgili şöyle yazdı: "Renk beni sahiplendi. Onu kovalamayı bıraktığım anda biliyordum ki beni sonsuza kadar kavrayacaktı. Renk ve ben biriz. Ben bir ressamım." Bu aydınlanması ile birlikte doğanın solgunlaşmasına olan inancı önem kazandı. Klee, soyutlamadaki klas romantizmi aramaya başladı. Klee, bu aşamadan sonra teknik başarısına renk kullanımındaki başarısına da ekleyerek, bu ikisini birleştirdiği "Dramatik Tablolar" ismini verdiği bir seri yaptı. Bu yeni sentezin en önemli örneklerinden biri "Bavyeralı Don Giovanni"'dir.(1919).
Eve döndükten sonra, Klee, ilk soyutu olan "Stil v. Kairouan"'ı yaptı. Bu tablo renkli çember ve dikdörtgenlerden oluşan bir kompozisyondu. Renkli dikdörtgen, Klee'nin temel yapı taşı oldu. Bazı uzmanlar ressamın bir renk armonisi |
oluşturabilmek için farklı renklerden blokları bir arada kullandığını iddia etti. Seçtiği belirli renk paletleri müzikal bir anahtara benziyordu. Bazen tamamlayıcı renkler kullanan Klee, kimi zaman da müzikal bağlantıyı yansıtabilmek için uyumsuz renkleri seçiyordu.
Ressamın eve dönmesinden birkaç hafta sonra Birinci Dünya Savaşı başladı. İlk başlarda, Klee, bu konuyla hiç ilgilenmedi. Günlüğüne alaylı bir şekilde "Bu savaşı uzun zamandır içimde hissediyorum. İşte bu yüzden, manen, bu konu beni hiç ilgilendirmiyor." diye yazdı. Kısa bir süre sonra ise etkilenmeye başladı. Arkadaşları Macke ve Marc çatışmalarda öldüler. Üzüntüsünü gösteren, savaş temalı pek çok litografı kalemle ve mürekkeple yaptı. Bu sırada soyut çalışmalarına da devam ediyordu. 1916'da Alman savaş kuvvetlerine katıldı, fakat babasının uğraşları ile Klee ön saflarda savaşmak yerine uçaklara kamuflaj çizen bir memur olarak çalıştı. Savaş boyunca resim yapmaya devam etti ve bazı sergiler açmaya çalıştı. 1917'de bazı sanat eleştirmenlerince yeni Alman ressamların en iyisi olduğu iddia edildi. O günlerde Klee'nin eserleri iyi fiyatlarla satılmaya başlandı.
1919 yılında, Klee, Düsseldorf Sanat Akademisi'nde ders vermek için başvurdu. Bu başvurusu reddedildi fakat aynı günlerde sanat tüccarı Hans Goltz ile üç senelik bir anlaşma imzaladı. Goltz, sanat arenasında önemli bir yeri olan galerisinde Klee'nin eserlerini sergiledi ve reklamını yaptı. 1920 yılında, 300'den fazla eserinin sergilendiği bir retrospektif düzenlendi.
Bu dönemde, Klee, Bauhaus'da dersler vermeye başladı. 1922'de Kandinsky de aralarına katıldı ve Klee ile Kandinsky'nin dostluğu Bauhaus'ta gelişti. Aynı yılın sonunda ilk Bauhaus sergisi ve festivali düzenlendi. Bu etkinlikler için Klee pek çok reklam malzemesi üretti. Bauhaus'ta çalıştığı dönemde Klee pek çok teori ve fikir geliştirdi.
Klee, aynı zamanda, Kandinsky, Feininger, and Jawlensky ile beraber Mavi Süvari isimli sanat grubuna üyeydi. Bu grup 1923 yılında kuruldu ve 1925 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde ders verdiler ve sergi açtılar. Aynı sene, Klee'nin Paris'teki ilk sergisi açıldı ve Fransız gerçeküstücüler ile iletişime geçti. Ressam 1928 yılında ziyaret ettiği Mısır'dan Tunus'a oranla daha az etkilendi. 1929 yılında, Will Grohmann tarafından yazılan sanatçı hakkındaki ilk monografi yayınlandı.
Nazi hareketi 1933 yılında yarattıkları "dejenere sanat" sebebiyle Bauhaus'u kapattığını açıkladı. Diğer ülkelerde yaşayan göçmenler Bauhaus'u başka ülkelerde devam ettirmeye çalıştılar. Örneğin Şikago'da "Yeni Bauhaus" açıldı. Klee, 1931'den 1933'e kadar Düsseldorf Akademisi'nde ders vermeye devam edebildi. Bir Nazi gazetesi hakkında "Bir Bauhaus eğitmeni olarak ünlenen Klee herkese safkan bir Arap olduğunu söylüyormuş. Oysa kendisi Galicialı bir Yahudi'den başka bir şey değildir." diye yazdı. Evi Nazilerce aranan Klee, işinden kovuldu. 1933-1934 yıllarında, Klee'nin Londra ve Paris'te sergiler düzenledi ve büyük hayranlık duyduğu Picasso ile tanıştı. Klee ailesi 1933 yılının sonlarında İsviçre'ye göç etti.
1930'ların ilk yarısında Klee yaratıcı kariyerinin doruğundaydı. "Ad Parnassum" (Parnas'a Doğru)(1932) isimli tablosu onun başyapıtı kabul edilir. Almanya'daki son senesi olan 1933'te yaklaşık 500 tablo çizdi. Aynı sene, ölümünden sonra "sklerodermi" olduğu anlaşılan hastalığının belirtileri görünmeye başladı. Ağır hastalığının etkileri sanatını da etkiledi. 1936 yılında sadece 25 tablo yapabildi. 1930'ların sonunda sağlığı tekrar yerine gelince, Kandinsky ve Picasso'yu ziyaret etti. 1939 yılında 1200'den fazla tablo yaptı. Bu dönemde çoğunlukla ağır çizgiler ve daha geniş renk bloklarına sahip geometrik formlar kullandı. Renk paleti ise parlak renklerden mat renklere değişiklik gösteriyordu. Bu değişikliğin sebebi büyük ihtimalle iyimserlik ile kötümserlik arasında gidip gelen ruh halini yansıtıyordu. 1937'de Almanya'ya dönen ressamın on yedi tablosu Naziler'in düzenlediği "Dejenere Sanat" sergisinde gösterildi ve 102 eseri Naziler tarafından yok edildi.
1940 yılında İsviçre'de Muralto'da vefat etti. Son yapıtı 1940 yılının Mayıs ayında, Mozart'ın Requiem'ine bir gönderme olarak yaptığı Paukenspieler (Orkestra Davulcusu) adlı resimdir. Bu ülkede doğmuş olmasına rağmen İsviçre vatandaşlığını almayı başaramamıştı. Sanat çalışmaları, İsviçre'deki otoritelerce, fazla devrimsel hatta dejenere bulunuyordu. Buna rağmen ölümünden altı gün sonra İsviçre hükümeti vatandaşlığı verdi. Klee, ardından 9000'e yakın sanat eseri bıraktı.
Klee, tabloları sınıflandırılması zor bir sanatçı olsa da farklı dönemlerde Dışavurumculuk, Kübizm, Fütürizm, Gerçeküstücülük ve Soyut sanat gibi akımlarla bağdaştırıldı. Genellikle, dönemdaşı olan sanatçılardan ayrı çalışan ressam, yeni sanat akımlarını kendine ait bakış açısıyla yorumladı. Metotları ve teknikleri olağandışı bir şekilde yaratıcıydı. Klee,suluboya, mürekkep, pastel, gravür gibi pek çok farklı araç kullanarak eserlerini üretti. Bazen tek bir tabloda iki aracı birleştirdiği de oldu. Resimlerini tuval, çuval bezi, muslin, keten, şile bezi, mukavva, metal folyo, dokuma, duvar kağıdı, gazete kağıdı gibi malzemelerin üstüne yaptı. Ressam sprey, bıçak, dökme, cam, koyu renk boyalar ve suluboya ile karıştırılmış yağ ya da mürekkep ile karıştırılmış suluboya gibi karışık araçlar ile çalıştı.
Resim tekniği konusunda doğuştan yetenekli olan Klee, uzun denemeler sonucunda renk ve renk uyumu konusunda da uzmanlaşmıştı. Birçok çalışmasında bu yeteneklerini birleştirdi. Tek renkliden çok renkliye farklı türlerde renk paletleri kullandı. Eserlerinde, kırılgan, çocuksu bir kalite vardı ve bu yüzden de küçük boyutluydular. Çoğunlukla geometrik formları kullanan ressam bu formlar dışında harflerden, sayılardan, oklardan da faydalandı. Klee, bu şekilleri hayvan ve insan figürleri ile birleştirdi. Bazı çalışmaları tamamen soyuttu. Pek çok tablosu ve bu tabloların isimleri ressamın mizah anlayışını ve ruhsal durumunu yansıttı. Bazılarında ise politik görüşlerine yer verdi. Eserlerindeki şiirsellik, müzik, hayaller ve bazen de notalar ayırtedilebilir. Geç dönem çalışmalarında ise Mısır hiyeroglifleri gibi semboller vardır. Rainer Maria Rilke, 1921 yılında Klee hakkında: "Eğer bana onun (Klee) keman çaldığını söylemeseydiniz bile eserlerini gördükten sonra bunu tahmin edebilirdim." dedi.
Klee, büyük bir tutku ve beceriyle renk üzerinde oynarken Bauhaus'taki öğrencilerine de renkleri karıştırma ve renk teorisi hakkında verimli bir öğretmen oldu. Klee kendi çağdaşı olan diğer önemli ressamlardan da etkilendi. Bu isimler arasında Belçikalı Rene Carcan da vardı.
Besteci Gunther Schuller ressamın yedi tablosunu "Paul Klee'nin temaları üzerine yedi çalışma" ismiyle ölümsüzleştirdi. Bu tablolar arasında "Alter Klang", "Abstraktes Terzett", "Küçük Mavi Canavar" ve "Ein unheimlicher Moment" de vardı.
Bir diğer Klee eseri olan "Angelus Novus" ise Alman felsefeci ve edebiyat eleştirmeni Walter Benjamin'in yazdığı bir metnin konusu oldu. Benjamin bu resmi Klee'den 1921 yılında satın almıştı. Benjamin, bu tabloda betimlenen meleğin felsefedeki ilerlemeyi temsil ettiğini iddia etti.
1938 yılında Steinway piyanoları, sanatçının müzik ve görsel sanatları olağanüstü bir şekilde birleştirmesi sebebiyle Paul Klee serisini üretti. Sadece 500 piyano üretilen bu serideki enstrümanlardan birinin sahibi Vladimir Horowitz oldu. Paul Klee, Steinway'in bu jestiyle ilgili olarak "Büyük bir onur ve ayrıcalık." dedi.
60'ların sonunda caz bestecisi Chuck Mangioni'nin de içinde bulunduğu bir grup tarafından "Performing Musical Interpretations of the Paintings of Paul Klee" isimli bir albüm çıkartıldı. Temmuz 2005'te ise Bern'de Klee'nin yaklaşık 4000 eserinin sergilendiği Klee Merkezi açıldı. Bir diğer Klee koleksiyonuna ise kimyager ve oyun yazarı Carl Djerassi sahipti ve bu koleksiyon San Fransisko Modern Sanat Müzesi'nde sergilenmektedir. Bugünlerde, ressamın bir tablosu Amerika Birleşik Devletleri'nde yaklaşık 17.5 milyon dolara müşteri bulmaktadır.
Altınköprü Katliamı
Altınköprü Katliamı veya Altunköprü Katliamı, 28 Mart 1991 tarihinde, Kerkük ile Erbil arasında kalan Altınköprü kasabasında Irak ordusunun 100'e yakın Türkmeni öldürdüğü olay.
Sirkeci Garı
Sirkeci Garı, II. Abdülhamit devrinde İstanbul'un Avrupa Yakası'nda inşa edilen tren garıdır. TCDD'nin, Haydarpaşa Garı ile birlikte İstanbul'daki iki ana istasyonundan biridir. Kısa süre önce İBB'ye devredilmiştir.
Sirkeci Garı'nın bulunduğu yerde daha önce geçici olarak yapılan küçük bir istasyon mevcuttu. Alman mimar August Jachmund tarafından planı çizilen şimdiki gar binasının yapımında granit mermer ve Marsilya Aden'den getirilen taşlar kullanılmıştır. 11 Şubat 1888 günü temeli atılan gar, 1890'da tamamlanmış ve binanın açılışını 3 Kasım 1890'da II. Abdülhamid adına Ahmed Muhtar Paşa yapmıştır.
Binanın yan cephesinde garın hizmete girdiği tarih, hem rumi takvime hem de miladi takvime göre yazılmıştır.
İnşa edildiği yıllarda denize çok yakın olan Sirkeci Garı'nın çevresi zaman içinde büyük bir değişime uğramıştır. Garın lokantası 1950'li ve 1960'lı yıllarda tanınmış yazar, gazeteci ve diğer şahısların buluşma noktası olur. Paris'ten kalkan Şark Ekspresi uzun yıllar bu istasyona yolcu indirmiş ve buradan yolcu almıştır.
Binanın ön cephesindeki anıtsal giriş kapısının iki tarafından yer alan saat kuleleri yukarıdan aşağıya doğru daralan taş kaide üzerinde yer almakta ve üç cephesinde Paris'ten getirilen kare kadranlı saatler yer almaktadır. Saatlerin biri halen çalışmakta olup diğeri son restorasyon sonrasında çalışmamaktadır
İstanbul-Kapıkule Bölgesel Tren Hattı Istasyon üç parça toplam hizmet, bir tarafı platformu ve bir ada platformuna sahiptir.
Marmaray iki parça hizmet veren bir yeraltı ada platformuna sahiptir.
F2 (İETT)
F2 Karaköy - Beyoğlu tarihi tünel füniküler hattı, Türkiye'nin İstanbul şehrinde bulunan yeraltı metrosu. 1863'te Londra'da hizmete giren yeraltı toplu taşıma sistemlerinden sonra inşa edilen dünyanın en eski 2. yeraltı |
toplu taşıma sistemidir .
1871'de başlayan ve üç yıl süren inşaatın sonunda 573 metrelik Tünel hattı 17 Ocak 1875'te hizmete başladı. 1910 yılında elektrikli sisteme geçen Tünel, 1939'da İETT genel müdürlüğüne devredildi. 1970 yılında bir Fransız firması tarafından tamamen yenilenen Tünel, 90 saniyede Galata ile Beyoğlu'nu birbirine bağlamaktadır.
Nicolaus Copernicus
Nikolas Kopernik (Asıl ismi Niklas Koppernigk, Lehçe: Mikolaj Kopernik; Almanca: Nikolaus Kopernikus; 19 Şubat 1473, Torun, Polonya - 24 Mayıs 1543, Frombork, Polonya) Prusya İmparatorluğu'na bağlı Ermland Derebeyliği'nde katolik piskopos danışmanı, boş zamanlarında matematik, astronomi ve harita bilimi ile meşgul olan amatör bilim adamı.
Nikolas Kopernik, ""De revolutionibus orbium coelestium"" (Göksel kürelerin devinimleri üzerine) başlığını taşıyan başyapıtında Güneş Sistemi'nin tarifini yapmış, gezegenlerin güneşin merkezde olduğu sabit yörüngeler üzerinde hareket ettiğini kabul eden günmerkezlilik yasasını savunmuştur. 1543 yılında, Kopernik'in ölümünden kısa bir süre önce yayımlanan bu kitap, "Kopernik Günmerkezliliği" denilen astronomik modelin başlangıcını oluşturur ve modern astronomik ve bilimsel gelişmelerin başlangıç noktası olarak gösterilerek bilim tarihinde bir dönüm noktası teşkil etmektedir.
Kopernik, 1466 yılından beri Polonya Krallığı'nda bir bölge olan Royal Prussia'da doğmuş ve ölmüştür. Kopernik’in kilise hukuku üzerine doktorası vardı ve aynı zamanda diplomasız olarak bir doktor, polyglot (çok dil bilen insan), klasik âlim, vali, diplomat ve ekonomide günümüze kadar temel bir kavram olan Miktar Teorisi’ni yazıya döken ve Gresham Yasasının bir versiyonunu Gresham’dan önce 1519 yılında formülleştiren bir ekonomistti.
Nikolas Kopernik, 19 Şubat 1473'te bir Prusya şehri olan Thorn'da doğdu. Babası Krakovlu bir tüccar, annesi de varlıklı bir ailenin kızıydı. Nikolas dört çocuklu bir ailenin en küçüğü idi. Kardeşi Andreas (Andrew) Frauenburg’da Augustinyan rahipti. Kız kardeşi Barbara Benedikt'in rahibesiydi ve son yıllarında Kulm’daki manastırın baş rahibesi oldu. 1517 yılından sonra öldü. Diğer kız kardeşi Katharina ise hem iş adamı hem de Thorn valisi olan Barthel Gertner ile evliydi. Barthel erken yaşlarda ölünce geride bıraktığı beş çocuğuna Kopernik baktı. Kendisi hiç evlenmemiş ve çocuk sahibi olmamıştır.
Kopernik'in yazmış olduğu "De revolutionibus orbium coelestium" adlı eser, Türkçeye C. Cengiz Çevik tarafından tercüme edildi.
Baba tarafının izi Silezya'da Nysa yakınlarındaki bir köye kadar sürülebilir. Köyün ismi Kopernik’in değişik biçimde hecelenmesinden oluşmuştur, Copernik, Copernic, Kopernic, Coprirnik ve bugünkü adıyla Koperniki. 14. yüzyılda, ailenin üyeleri Silezya’nın diğer şehirleri
olan Polonya’nın başkenti Krakow’a (1367), ve Torun’a (1400) taşınmaya başladılar. Baba yaşlı Mikola büyük ihtimalle Jan’ın oğludur ve Krakow kolundan gelmektedir.
Nikolas ismini babasından almıştır, kayıtlarda ilk olarak bakır işiyle uğraşan varlıklı bir tüccar olarak geçer ve çoğunlukla Danzig’de çalışırdı. 1458 yılları civarında Krakow’dan Torun’a gelmiştir. Vistül nehri yakınlarında bulunan Torun, o esnada yapılan on üç yıl savaşlarında karıştırılmıştır, Prusya şehirlerinin bir ittifakı olan Prusya konfederasyonu ve Polonya krallığında yani seçkin ve rahip sınıfında töton şövalyeleriyle bölgenin hâkimiyeti üzerine savaşmıştır. Bu savaşta hansa birliğindeki şehirler, Danzig ve Nikolas Kopernik’in memleketi olan Torun gibi, töton şövalyelerine karşı, şehirlerin geleneksel engin bağımsızlıklarına saygı göstereceğine söz veren Polonya kralı 4. Casimir Jagiellon’u desteklemeyi seçmişlerdir. Nikolas’ın babası aktif olarak güncel siyasetle meşgul olmuştur ve töton şövalyelerine karşı Polonya ve şehirlerini desteklemiştir. 1454 yılında Polonya’nın kardinali Zbigniew Olesnicki ve Prusya şehirleri arasındaki savaş borçlarının geri ödenmesi için yapılan pazarlıklara ara buluculuk yapmıştır. 2.Thorn barış antlaşmasında töton şövalyeleri Polonyanın batı vilayetleri üzerindeki bütün iddialarından resmi olarak feragat etmişlerdir. Böylece Prusya takip eden 300 yıl boyunca Polonya’ya ait bir bölge olarak kalmıştır.
Kopernik’in babası 1461 ve 1464 yılları arasında Barbara Watzenrode’la evlenmiştir. 1483 civarında ölmüştür.
Nikolas’ın Annesi Barbara Watzenrode varlıklı bir Torun asilzadesi olan ve şehir konsey üyesi olan Yaşlı Lucas Watzenrode’un (1462’de öldü.) ve bazı kaynaklarda “Rüdiger gente Modlibog olarak bahsedilen, Jan Peckau’nun eski karısı Katarzyna’nın (1476’da öldü.) kızıydı. Watzenrode ailesi tıpkı Kopernik ailesi gibi Silezya’dan Swidnica (Schweidnitz) yakınlarından gelmektedir ve 1360’dan sonra Torun’a yerleşmişlerdir. Yakın bir zamanda en zengin ve en etkili asilzade ailelerinden biri olmuşlardır. Watzenrode’ların evliliğe dayalı geniş çaplı aile ilişkileri aracılığıyla Kopernik Torun, Danzig ve Elbing’in varlıklı aileleriyle ve Prusya’nın öne çıkan asil ailelerinden olan Czapski’lerle, Dzialynski’lerle, Konopacki’lerle ve Koscielecki’lerle ilişki kurmuştur. Modlibog’lar (“Tanrıya Dua” anlamına gelen lehçe isim) 1271’den beri Polonya’nın tarihinde iyi bilinen öne çıkan bir Polonyalı aileydi. Lucas ve Katherine’in üç çocuğu vardı: Warmia Piskopozu ve Kopernik’in koruyucusu olan Genç Lucas Watzenrode (1447-1512), Astronom’un annesi olan Barbara (1495'ten sonra öldü), ve 1459’da Torun tüccarı ve Belediye başkanı Tiedeman von Allen’la evlenen Christina (1502’den önce öldü).
Varlıklı bir tüccar olan ve 1439-1462 arası yargı kürsüsü başkanlığı yapmış olan Yaşlı Lucas Watzenrode sıkı bir Töton şövalyeleri karşıtıydı. 1453 yılında yükselişlerini engellemeyi planlayan Graudenz konferansında Torun temsilcisiydi. Hemen ardından meydana gelen On üç yıl savaşları (1454-1466) sırasında aktif olarak Prusya şehirlerinin savaş çabalarını önemli parasal teşviklerle (daha sonra bir kısmını geri istedi), ve Torun ve Danzigde yaptığı politik aktivitelerle destekledi. Kişisel olarak Lasin’deki (Lessen) ve Malbork’daki (Marienburgh) savaşlarda savaştı. 1462 yılında öldü.
Astronomun dayısı ve koruyucusu olan Genç Lucas Watzenrode Krakow Üniversitesinde (şu an jagiellonian üniversitesi) ve Köln ve Bologna üniversitelerinde eğitim görmüştür. Şiddetli bir Töton Şovalyeleri karşıtıydı ve onun büyük hocası bir keresinde onu “şeytanın ta kendisi” olarak nitelemiştir. 1489 yılında Watzenrode, kendi oğlunun seçilmesini uman 4. Kral Casimir’e karşı Warmia (Ermeland, Ermland) Piskopozu seçilmiştir. Soncunda da Watzenrode, kral 4. Casimirin 3 yıl sonraki ölümüne kadar onunla tartışmıştır. Watzenrode daha sonra 1. John Albert, Alecander Jagiellon ve 1. Yaşlı Sigismund olmak üzere üç başarılı Polonya hükümdarıyla yakın ilişkiler kurmayı başarabilmiştir. Üç hükümdarında arkadaşı ve danışmanıydı ve onun etkisi Polonya ve Warmia arasındaki bağları büyük ölçüde güçlendirmiştir. Watzenrode Warmia’daki en güçlü adam olarak kabul edilmeye başlandı ve onun zenginliği, bağlantıları ve etkisi ona Kopernik’in eğitimini ve Frombork Katedralinde Aziz olarak yaptığı kariyerini güvence altına almasını sağladı.
Kopernik’in Latince ve Almancayı aynı akıcılıkla konuşabildiği kabul ediliyor. Aynı zamanda Lehçe, Yunanca ve İtalyanca konuşabiliyordu. Kopernik’in günümüze ulaşan çalışmalarının büyük çoğunluğu onun zamanında Avrupa’da akademi dili olan Latincedir. Latince aynı zamanda Roman Katolik kilisesinin ve Polonya kraliyet mahkemesinin resmi diliydi. Bu yüzden Kopernik’in kiliseyle ve Polonyalı liderlerle yaptığı bütün yazışmalar Latinceydi.
Kopernik’in Almanca dilinde yazılmış günümüze ulaşan çok az dökümanı vardır. Alman felsefe profesörü Martin Carrier bu durumu Kopernik’in anadilinin Almanca olduğunun kabul edilmesine bir sebep olarak sayar. Kopernik’in anadilinin Almanca olduğuna dair diğer argümanlar ise Kopernik’in büyük çoğunluğu Almanca konuşan bir şehirde doğmuş olması ve Bologna’da kilise hukuku okurken 1496 yılında, 1497 yılının yönetmeliğine göre anadili almanca olan bütün ülkelerdeki her öğrenciye açık bir öğrenci örgütü olan Alman Natio’ya (Natio Germanorum) katılmış olmasıdır. Ancak, Fransız filozof Alexandre Koyre’ye göre, Kopernik’in Natio Germanorum’a katılmış olması tek başına Kopernik’in kendisini alman olarak kabul ettiği anlamına gelmez. Çünkü almanca konuşan öğrenciler için bunu doğal bir seçim haline getiren kesin ayrıcalıklar bulunduran Prusya’dan ve Silezya’dan öğrenciler etnik kökenlerine ve kendilerini nasıl tanımladıklarına bakılmaksızın düzenli olarak kategorize edilmekteydi.
Kopernik’in zamanında insanlar isimlerini yaşadıkları yerlerden alırlardı. Silezya’daki ilham veren köy gibi, Kopernik’in soyadı farklı şekillerde okunurdu. Soyadının büyük ihtimalle Silezya’daki bakır madeni endüstrisiyle bir ilgisi vardı, bunun yanında bazı bilginler soyadını Silezya doğasında yetişen dereotundan (Lehçe de “koperek” veya “kopernik”) aldığını iddia ederler.
Bir yüz yıl sonra William Shakespeare’in durumunda olduğu gibi, astronom ve yakınları için ismin sayısız heceleme versiyonları belgelenmiştir. 13. yüzyılda Silezya’da yer ismi olarak ilk görülen isim, latin belgelerinde değişik biçimlerde hecelenmiştir. Kopernik “ortografi hakkında oldukça umursamazdı.” 1480 yılları civarı çocukluğu sırasında, babasının ismi (ve astronomun geleceği) Thorn’da Niclas Koppernigk olarak kaydedildi. Krakow’da kendisini latince olarak Nicolaus Nicolai de Torunia (Nikolas, Nikolas’ın oğlu, Torun’un) olarak belirtmiştir. Padua’da kendisini “Nicolaus Copernik” ve daha sonra “Coppernicus” olarak belirtmiştir. Astronom ismini Coppernicus şeklinde genelde 2 “p” kullanarak latinceleştirmiştir. (çalışılan 31 belgenin 23’ünde) ama daha sonra ismini tek “p”li olarak kullanmıştır. De revolutionibus’un baş sayfasında Rheticus ismini “Nicolai Copernici” olarak yayımlamıştır.
Babasının ölümü üzerine genç Nikolas’ın dayısı Genç Lucas Watzenrode (1447-1512), Nikolas’ı
kanatlarının altına aldı ve onun eğitim ve kariyer ihtiyaçlarını karşıladı. Watzenrode Polonya’nın ö |
nde gelen fikir adamlarıyla bağlantılar kurdu ve etkili İtalyan doğumlu hümanist ve Krakow saray mensubu olan Filippo Buonaccorsi’nin arkadaşıydı. Kopernik’in çocukluğunun ve eğitiminin ilk yıllarına ait günümüze ulaşabilmiş hiçbir belge yoktur. Kopernik’in biyografisini yazan insanlar Watzenrode’un genç Kopernik’i ilk olarak Torun’da kendisinin de hoca olarak çalıştığı St. John okuluna gönderdiğini varsayarlar. Daha sonra Armitage’a göre, Nikolas Krakow üniversitesi için öğrencilerini hazırlayan ve Watzenrode’un da Polonya’nın başkentinde eğitim aldığı Torun’daki Vistül nehri üzerinde olan Wlocklawek’deki Katedral okuluna gitmiştir.
1491-1492 kış döneminde Kopernik, “Nicolaus Nicolai de Thuronia” olarak kardeşi Andrew’la birlikte Krakow üniversitesine (şu an Jagiellonian üniversitesi) kayıt olmuştur. Kopernik daha sonraki matematiksel başarıları için temel edindiği Krakow astronomi ve matematik okulunun en parlak döneminde çalışmalarına güzel sanatlar bölümünde başlamıştır(1491 güz döneminden, muhtemelen 1495’in yaz veya güz dönemine kadar). Geç ama güvenilir bir geleneğe göre (Jan Brozek), Kopernik 1491’den sonra Aristoteles’çi felsefe profesörü olan ve astronomi’nin özellikle üniversitenin dışında olduğunu düşünen Albert Brudzewski’nin öğrencisiydi. Kopernik Brudzewski’nin Georg von Peuerbach’ın Theoricae noae planetarum’una yaptığı çok okunan yorumuyla birlikte tanınmaya başladı ve neredeyse kesin olarak Biskupie’den Bernard’ın ve Szamotuly’den Wociecj Krypa’nın derslerine katılmıştır ve muhtemelen Glogow’dan Jan’ın, Wroclaw (Breslau)’dan Michal’in, Pniewy’den Wojciech’in ve Olkusz’dan Marcin Bylica’nın diğer astronomi derslerini almıştır.
Kopernik’in Krakow çalışmaları ona üniversitedeki matematik ve astronomi bilgi birikiminde (aritmetik, geometri, geometrik optik, kozmografi teorik ve sayısal astronomi) kusursuz bir temel sağlamıştır ve iyi bir felsefe ve Aristoteles’in doğa bilimleri yazımları (De coelo, Metafizik) hakkında bilgi sağlamıştır. Onun öğrenme merakını uyarmıştır ve onu insancıl kültürüyle bilinen biri haline getirmiştir. Kopernik Krawkow yıllarında elde ettiği bağımsız kitap okumalarıyla (Euclid, Haly Abenragel, Alfonsine Tabloları, Johannes Regiomantanus’un Tabulae Directionum’u) ve üniversite salonlarından aldığı derslerle bilgi birikimini genişletti. Bu döneme kadar muhtemelen ilk bilimsel notlarını da tarihlendirdi, şu an bir kısmı Uppsala Üniversitesinde korunuyor. Krakow’da Kopernik astronomi üzerine büyük bir kütüphane toplamaya başladı. Bu kütüphane daha sonra savaş ganimeti olarak 1650’lerde Deluge sırasında İsveçliler tarafından kazanıldı ve şu an Uppsala üniversitesi kütüphanesindedir.
Kopernik’in Krakow’daki 4 yılı onun eleştirel becerisinin gelişiminde önemli bir rol oynadı ve astronominin 2 en popüler sistemindeki mantıksal çelişkilerin analizine önayak oldu-Aristoteles’in Eş merkezli küreler teorisi ve Ptolemy’nin dış merkezliler ve dış çemberler mekanizması- üstesinden gelmek ve kurtulmak Kopernik’in kendi evren yapısı doktrininin oluşumundaki ilk basamağı oluşturdu.
Muhtemelen 1495 yılının güz döneminde Kopernik Krakowdan 1489’da Warmia baş piskopozluğuna terfi eden ve yakın br zamanda (Kasım 1495’den önce) bir önceki rahip Jan Czanow’un 26 ağustos 1945’de ölümüyle boşalan Warmia rahipliğine yeğenini yerleştirmeyi düşünen dayısı Watzenrode’un talebi üzerine diplomasını almadan ayrıldı. Net olmayan sebeplerden ötürü – muhtemelen dini meclisin bir bölümünün muhalefeti ve Rome’ya başvurularından dolayı- Kopernik’in yerleştirilmesi ertelendi ve bu durum Watzenrode’un 2 yeğenini de kilise hukuku okumak üzere İtalya’ya göndermesine sebep oldu. Görünüşe göre bu durum onların rahiplik kariyerini ilerletmelerine ve böylece Warmia dini meclisindeki etki güçlerinin artmasına neden oldu.
1496 yılının ortasında muhtemelen İtalya’ya giden dini meclisin başkanı Jerzy Pranghe ve beraberindekilerle birlikte Warmia’dan ayrıldılar. O yılın sonbaharında Kopernik Bologna’ya vardı ve birkaç ay sonra (6 Ocak 1497’den sonra) Bologna üniversitesi jürilerinin, Silezya, Prusya ve Pomeranyadan genç kutupları ve diğer milliyetlerden öğrencileri de içeren “alman ulusu”na katıldı.
Kopernik Warmia rahipliğinde başarıya ulaştığında tarih henüz 20 Ekim 1497’di, yani kendisine bahşedilen süreden 2 yıl daha erken. Buna ek olarak, Padua’da 10 Ocak 1503 tarihli bir belgeye göre Wroclaw, Silezya, Bohemya’daki Kutsal haçın Collegiate kilisesinde kolay ve iyi maaşlı bir iş ekleyebilirdi. Papanın 29 Kasım 1508’de ileri papalık alması için gösterdiği müsamahaya rağmen dini kariyeri boyunca yalnızca papaz ödeneğinini ve yüksek mevkileri geri çevirmesi yanında 1538’de Wroclaw’daki işinden de feragat etmiştir. Hiç papaz olarak atanmamıştır.
Bologna’da kaldığı 3 yıl boyunca yani 1496 sonbaharıyla 1501 ilkbaharı arasında Kopernik kendini beşeri bilimler ve astronomi okumak için harcadığından daha az bir gayretle kilise hukuku okumaya adadı. (doktorasını İtalya’ya döndüğü 1503 yılını takip eden 7 yıl içinde aldı.) Ünlü astronot Domenico Maria Novara da Ferrara ile tanıştı ve onun asistanı oldu. Johannes Ragiomontanus ve George von Peuerbach’in yazdığı “Epitome of the Almagest”i okuyarak ilham aldı ve yeni fikirlerini geliştirdi. Plotemy’nin ayın hareketi teorisindeki belirli gariplikleri 9 Mart 1497’de Bologna’da Aldebaran’ın ay tarafından örtülmesi üzerine yaptığı gözlemlerle doğruladı. Hümanist Kopernik artan şüphelerine yunan ve latin yazarları (Pythagoras, Aristarchos of Samos, Cleomedes, Cicero, Pliny the Elder, Plutarch, Philolaus, Heraclides, Ecphantos, Plato) okuyarak ve özellikle Padua’dayken antik astronomi kozmoloji ve takvim sistemleri hakkında tarihi bilgi toplayarak doğrulama aradı.
Kopernik Padua profesörlerinin (Bartolomeo da Montagnana, Girolamo Fracastoro, Gabriele Zerbi, Alessandro Benedetti) önderliğinde tıp okudu ve bu dönemde elde ettiği
Valescus de Taranta, Jan Mesue, Hugo Senensis, Jan Ketham, Arnold de Villa Nova, ve Michele Savonarola tarafından yazılan ve daha sonraki tıbbi kütüphanesinin embriyosunu oluşturan tıbbi bilimsel kitaplar okudu.
Kopernik’in çalışmak zorunda olduğu konulardan biri de astroloji idi. Çünkü tıbbi eğitimin önemli bir parçası olarak kabul ediliyordu. Fakat diğer öne çıkan Rönesans astronomlarının aksine Kopernik hiç astrolojiye ilgi duymadı ve onun üzerine çalışma yapmadı.
Bologna’da Kopernik kendini resmi çalışmalara kısıtlamadı. Muhtemelen Güneş merkezlilik merakının başladığı zaman Padua yıllarına denk gelmektedir. Kendini Theodorus Gaza’nın grameri (1495) ve J.B. Chrestonius’un sözlüğünün (1499) yardımıyla yunan dili ve kültürüyle antik dönem çalışmalarını genişleterek tanıttı. Padua’da kaldığı sırada sonunda fikri şekillenmişti ve Dünyanın hareketi üzerine oluşturduğu yeni dünya sisteminin kanıtlarının olduğu görünüyordu.
Kopernik’in eve dönüş zamanı yaklaşıyordu, 1503 baharında zorunlu sınavları geçmek için Ferrara’ya bir seyahat düzenledi. Kilise hukuku doktorasını aldı (Nicolaus Copernich de Prusia, Jure Canonico ... et doctoratus). Kısa bir süre sonra (en geç 1503 sonbaharında) İtalya’dan ayrıldı ve Warmia’ya döndü.
İtalya’daki bütün çalışmalarını tamamladıktan sonra 30 yaşına gelen Kopernik Krakow’a ve yakın Prusya şehirleri olan Thorn, Danzig, Elbnig, Malbork, Königsberg’e yaptığı küçük
seyahatleri saymazsak hayatının kalan 40 yılını geçireceği Warmia’ya geri döndü.
Warmia’nın baş piskopozu kendi parlamentosu, para birimi (Prusya’nın diğer bölümlerindekilerle aynı) ve hazinesiyle özerkliğin tadını çıkarıyordu.
Kopernik 1503’den 1510’a kadar dayısının sekreteri ve doktoruydu (veya belki 29 Mart 1512’de dayısının ölümüne kadar) ve Güneş merkezli teorisini çalışmaya başladığı yer olan Lidzbark’da (Heilsberg) piskoposun kalesinde kalıyordu. Resmi yetkisine dayanarak, dayısının neredeyse bütün siyasi, dini, idari ve ekonomik görevini üstlenmişti. 1504’ün başından itibaren, Kopernik Malbork ve Elblag’da yapılan Prusya meclisinin oturumlarında Watzenrode’a eşlik etmiştir.
1504-1512 arasında Kopernik dayısının heyetinin bir parçası olarak sayısız seyahate katılmıştır – 1504’de Torun ve Gdansk’daki Polonya kralı Alexander Jagiellon’un da katılımıyla gerçekleşen Prusya kraliyet konseyinin oturumuna; Malbork(1506), Elbag(1507) ve Sztum(1512)’daki Prusya meclisi oturumlarına; Poznan(1510)’daki bir oturuma ve Krakow(1507)’daki Kral 1. Yaşlı Sigismund’un taç giyme törenine de katılmış olma ihtimali de vardır. Watzenrode’un seyahat rehberinin belirttiğine göre 1509 baharında Krakow ulusal parlamentosuna katılmış olma ihtimali de vardır.
Muhtemelen sonraki olay üzerine Kopernik Krakow’da Jan Haller’ın yayınevine basılması için Yunancadan Latinceye çevirdiği 7. Yüzyıldan bir Bizans tarihçisi olan Teofilakt Simokata’nın bir koleksiyonunu, 85 adet Epistles adı verilen kısa şiiri veya bir yunan hikâyesinde farklı karakterler arasında geçtiği varsayılan mektupları verdi. Bunlar üç farklı türdedir- “ahlaki” insanların nasıl yaşaması gerektiğine dair öneriler sunan; “pastoral” çoban hayatına dair küçük resimler veren ve “şehvetli” aşk şiirlerini de içeren. Konulardan biri diğerini takip edecek biçimde düzenli bir sıraya sokulmuşlardır. Kopernik yunanca dizeleri Latince düz yazıya çevirmişti ve kendi sürümünü Theophilacti scolastici Simocati epistolae morales, rurales et amatoriae interpretatione latina, olarak yayımladı. Bu eseri dayısına bütün yardımları için duyduğu minnettarlığın ifadesi olarak ithaf etti. Bu çeviriyle “Yunan edebiyatı canlandırılmalı mı?” sorusu üzerine çabalarında Kopernik kendinin hümanistlerin tarafında olduğunu ilan etmiş oldu. Kopernik’in ilk şiirsel çalışması Barbara Zapolya’nın 1512’de Kral 1. Yaşlı Zygmuntla evliliği üzerine yazılmış olan ohannes Danistiscus’un Düğün kasidesi için muhtemelen Krakow’a yaptığı bir ziyaret esnasında yazdığı bir yunanca nüktedir.
1514’den önce bir ara, Kopernik Nicolai Copernici de hypothesibus motuum coelestium a se constitutis commentariolus başlığıyla (belki çoğaltıcı tarafından verilmiş olabilir) sonr |
aki kopyalarından bilinen güneş merkezli teorisinin ilk taslağını yazdı ve Commentariolus olarak sıkça ifade edilir. Bu matematiksel aygıtlar olmadan yapılan dünyanın güneş merkezli mekanizmasının kısa bir teorik açıklamasıydı ve De revolutionibus’daki geometrik yapıdan bazı önemli detaylarda ayrılıyordu; ama zaten dünyanın üçlü hareketine ilişkin aynı varsayımlara dayanıyordu. Commentariolus’da Kopernik yalnızca planladığı kitabın ilk çizimini hazırladı ve basılı dağıtım için ayrılmamıştı. 1515-1530 arası birlikte tutulma gözlemlerini yaptığı birkaç Krakow astronomu da dahil olmak üzere yalnızca birkaç yakını için el yazması kopya hazırladı. Tycho Brahe 1602 yılında yayınlanan bilimsel eserinde Commentariolus’dan Astronomiae instauratae progymnasmata başlıklı bir bölüme yer verdi. Commentariolus tam ve basılı olarak ilk kez 1878’de ortaya çıktı.
1510’da veya 1512’de Kopernik Frombork’a gitti. Burada 1512’nin Nisan ayında Fabian of Lossainen seçimlerine Warmia başpiskoposu
olarak katıldı. Dini meclisin Kopernik’e “harici papalık mahkemesi” – katedral tepesinin surlarının dışında bir ev- verdiğinde tarih henüz 1512 Haziranının başlarıydı. 1514 yılında Frombork kalesi surlarının içinde kuzaybatı kulesini satın aldı. Töton tarikatının saldırılarıyla Ocak 1520’deki dini meclisin binaları zarar görmesine rağmen bu iki residansı hayatı boyunca iyi durumda tutmaya çalıştı ve bu saldırı sırasında muhtemelen Kopernik’in astronomi aygıtları da zarar gördü. Kopernik astronomi gözlemlerini 1513-1516 arasında tahminen harici mahkemesinden devam ettirdi ve 1522-1543 arasında tanımlanamayan bir “küçük kule” (turricula)’dan eski zamanlarda tasarlanmış ilkel aygıtlar olan iletki, gönye ve halkalı küre kullanarak devam ettirdi. Hayatının sonuna kadar kalacağı Frombork’a kalıcı olarak yerleşmiş olmasıyla Kopernik kendisini Warmia dini meclisinin ekonomi ve yönetim merkezinde buldu. Warmia’nın politik olarak karmaşık yapısının yanında dışarıdan Töton tarikatı tarafından (Töton ordusunun saldırıları; Polonya-Töton savaşı 1519-1521) içeridense güçlü ayrılıkçı baskılar (Warmia başpiskoposluk seçimi; para reformu) tarafından tehdit ediliyordu. Kopernik dini meclisin bir bölümüyle birlikte Polonya krallığıyla sağlam bir iş birliği programını temsil ediyordu ve bunu bütün hareketlerinde gösteriyordu (Tarikatın fetih planlarına karşı ülkesini savunması, Polonya krallığıyla parasal sistemi birleştirme önerileri, Warmia egemenliğinin dini yönetimindeki Polonya çıkarlarını desteklemesi). Polonya-Litvanya birliğinin vatandaşı olduğunun bilincindeydi. Dayısı piskopos Watzenrode’un ölümünden kısa bir süre sonra dini meclisin bir bölümünün muhalefetine rağmen Polonya krallığıyla yaptığı asil işbirliği için Warmia piskoposu atamasını düzenleyen Piotrkow Trybunalski’nin ikinci paktına katıldı (7 Aralık 1512).
Aynı yıl (8 Kasım 1512’den önce) Kopernik dini meclisin ekonomik girişimlerini yönetmek için sorumluluğu üstlendi (1530’da tekrar bu ofise sahip olacaktı). 1511’den beri zaten başkanın vergilerinin ve dini meclisin arsalarının ziyaretçilerinin sorumluluğunu alıyordu.
İdari ve ekonomik görevleri Kopernik’i yoğun gözlemsel aktivitesinden alıkoymuyordu. Mars ve Satürn gözlemleri ve özellikle de 1515’de yaptığı bir dizi güneş gözlemlerinin sonuçları dünyanın dış merkezliliğinin değişkenliğinin ve güneşin apojesinin sabit yıldızlara göre hareketindeki değişkenliğin keşfedilmesine sebep oldu. O dönemde yaptığı bazı gözlemlerin 1513 yılının ilk yarısında Fossombrone piskoposu Paul of Middelburg’un talebi üzerine Jülyen takviminde yapılan yenilikle bir bağlantısı olmuş olabilir.
1516 ve 1521 arasında Kopernik Olsztyn kalesinde Warmia, Olsztyn ve Pieniezno’nun ekonomik yöneticisi olarak kaldı. Buradayken çalışkan çiftçileri tımarlara yerleştirmek ve
Warmia ekonomisine katkıda bulunmak için Locationes mansorum desertorum (Çölleşmiş tımarların bölgeleri) başlıklı bir el yazması hazırladı. Olsztyn Töton şövalyeleri tarafından kuşatıldığı sırada Kopernik Polonya güçlerinin oluşturduğu Olsztyn ve Warmia savunmasını yönetti. Daha sonra gelen barış müzakerelerinde de Polonya tarafını temsil etti.
Kopernik’in bazı yakın arkadaşları Protestan oldular fakat Kopernik asla böyle bir eğilim göstermedi. İlk saldırı ona Protestanlardan geldi. Wilhelm Gnapheus, Elblag’da kalan alman mülteci, Morosphus (Aptal bilge) başlığıyla latince bir komedi yazdı ve orada kurduğu Latin okulunda bunu sahneledi. Kopernik bu oyunda tanrı tarafından gönderildiğini kabul eden soğuk, uzak kibirli ve astrolojiye merak salmış bir adam olarak karikatürize ediliyordu ve göğsünde çürüyen büyük bir çalışma yazdığı dedikodusu yapılıyordu.
Başka bir yerde Protestanlar Copernik’in teorisinin haberlerine ilk tepki gösterenler oldular. Melanchthon şöyle yazdı:
Bazı insanlar Dünyayı hareket ettiren ve güneşi durduran Polonyalı astronomun yaptığı kadar saçma bir şeyin çalışmak için doğru ve muhteşem olduğuna inanıyorlar. Doğrusu bilge yöneticiler bu tür parlak zihinler için bir sınırlama getirmelidir.
Yine de 1551 yılında yani Kopernik öldükten 8 yıl sonra astronom Erasmus Reinhold Kopernik’in eski askeri düşmanı olan Protestan Duke Albert’in sponsorluğuyla Kopernik’in çalışmalarına dayanan bir dizi astronomi tablosundan oluşan Prusya tablolarını yayımladı ve astrologlar öncülleri yerine bunu hemen benimsediler.
1514’den bir süre önce Kopernik “Commentariolus” u arkadaşlarına sundu. Yedi adet temel prensibi içeriyordu (aşağıda bahsediliyor). Daha sonra daha detaylı çalışması için veri toplamaya devam etti.
1532 civarı Kopernik De revolutionibus orbium coelestium’daki çalışmasını ana hatlarıyla tamamladı, fakat arkadaşlarının ısrarlarına rağmen fikirlerini açık bir şekilde ifade etmekten hor görülme riskine karşı çekiniyordu.
1533 yılında Johann Albrecht Widmannstetter Roma’da Kopernik’in teorisinin girişini anlatan bir dizi ders verdi. Papa 7. Clement ve birkaç Katolik kardinal dersleri duydular ve teoriyle ilgilendiler. 1 Kasım 1536’da Capua’nın başpiskoposu kardinal Nikolaus von Schönberg Kopernik’e Roma’dan şunu yazdı:
"Birkaç yıl önce senin yeterliliğine ilişkin bir kelime bana ulaştı, herkes sürekli konuşuyordu. O sırada sana yüksek saygı duymaya başladım… Öğrendiğime göre sen yalnızca eski astronomların keşiflerini olağanüstü bir şekilde iyi bilmemiş aynı zamanda yeni bir kozmolojiyi formüle dökmüşsün. İddia ettiğine göre dünya hareket ediyor güneş evrenin merkezinde küçük bir yer kaplıyormuş… Bu nedenle büyük bir istekle sana yalvarırım, bilgili efendim, eğer zahmet olmayacaksa, bu keşfinizi evren küresi hakkındaki yazılarınızı tablolar ve bu konuyla alakalı her şeyle birlikte bana gönderdiğiniz mümkün olan en kısa zamanda âlimlere bildirmek isterim"…
O zamana kadar Kopernik’in çalışması nihai formuna ulaşıyordu ve teorisi hakkındaki dedikodular bütün Avrupa’daki eğitimli insanlara ulaşmıştı. Birçok makamın ısrarına rağmen Kopernik kitabının yayımlanmasını erteledi, muhtemelen eleştirilme korkusu yüzünden. Âlimler kopernik’in kaygısının ihtimal dâhilindeki astronomik ve felsefik itirazlarla sınırlı kaldığına veya dini itirazlar hakkında da kaygı duyduğuna katılmıyorlardı.
Kopernik hala De revolutionibus orbium coelestium üzerinde çalışıyordu (yayımlamak istediği kesin olmasa bile). 1539’da George Joachim Rheticus Frombork’a geldi. Philipp Melanchthon Rheticus için birkaç astronomla ziyaret ve çalışma ayarladı. Rheticus Kopernik’in öğrencisi oldu. 2 yıl boyunca onunla kaldı ve Narratio prima (ilk hesap) adlı Kopernik’in teorisinin özünün taslağını barındıran bir kitap yazdı. 1542’de Rheticus Kopernik’in trigonometry üzerine bilimsel bir kitabını yayımladı (Daha sonra De revolutionibus’un ikinci kitabında yer aldı).
Rheticus’dan gelen yoğun baskı altında Kopernik De revolutionibus’u yakın arkadaşına vermeyi kabul etti. Chelmno’nun piskoposu Tiedeman Giese kitabı Nürnberg’de Alman yayıncı Johannes Petreius’a bastırması için Rheticus’a iletti. Rheticus ilk başta baskıyı denetlediği halde tamamlanmadan Nürnberg’den ayrıldı ve baskının geri kalanını denetleme görevini Andreas Osiander’e verdi.
Osiander tuhaf hipotezlerle saldırmaya çalışanlara karşı çalışmayı savunmak için isimsiz ve imzasız bir önsöz ekledi. Astronomların gözlediği hareketlerin sebeplerini farklı bulabileceğini ve kavraması en kolay geleni seçebileceklerini açıkladı. Hipotez güvenilir hesaplamalara izin verdiği sürece, bir filozofun gerçek olarak neyi aradığıyla eşleşmek zorunda değildi.
1542 yakınlarına doğru, Kopernik beyin kanaması ve felç geçirdi. 24 Mayıs 1543 günü 70 yaşında öldü. Efsaneye göre öldüğü gün kitabının son basılan sayfaları ona gösterilmiş, komadan uyanıp kitabına bakmış ve huzur içinde ölmüş.
Söylentiye göre Kopernik Frombork Katedral’inde gömülü fakat 200 yılı aşkın bir süredir arkeologlar onun kalıntılarını aramak için nafile bir çaba içindeler. 1802, 1909, 1939 ve 2004’deki çabalar sonuçsuz kaldı. Fakat 2005’in ağustosunda arkeoloji ve antropoloji enstitüsü başkanı Jerzy Gassowki başkanlığında bir takım katedralin tabanının altını taradıktan sonra Kopernik’in kalıntısı olduğuna inandıkları şeyler keşfettiler.
Keşif biraz daha ileri bir araştırmadan sonra 3 Kasım 2008’de duyuruldu. Gassowski “Kopernik olduğundan neredeyse yüzde yüz eminiz.” dedi. Polonya polis merkezi adli laboratuvarından Dariusz Zajdel kafatasını kullanarak bir yüz oluşturdu ve Kopernik’in özelliklerine benziyordu. Ayrıca kafatasının Kopernik’in öldüğü yaş olan 70 yaşlarında birine ait olduğunu da tespit etti.
Mezarı kötü şartlardaydı ve iskeletten bütün kalanlar bulunmamıştı. Mezarda bulunan kemiklerden alınan dna isveç’de Uppsala üniversitesi kütüphanesinde bulunan kopernik’e ait bir kitaptan alınan saç örnekleriyle eşleşiyordu.
22 Mayıs 2010’da Kopernik’in ikinci cenaze töreni yapıldı. Bulunan kemikleri bulunduğu yer olan Frombork Katedraline yeniden gömüldü. Siyah granitten oluşmuş mezar taşı onu Güneş merkezli teorinin kurucusu ve kilise papazı olarak tanımlıyor. Mezartaşı Kopernik’in güneş sistemi modelinin |
bir temsili olan altı gezegenle çevrelenmiş altın bir güneşe dayanır.
Philolaus (480-385 MÖ) evrenin merkezinde merkezi bir ateşin olduğu ve etrafında sırasıyla Karşı dünya, Dünya, Ay, Güneş, Gezegenler ve Yıldızların döndüğü bir astronomik
sistem tanımlamıştır. Heraclides Ponticus (387-312 MÖ) Dünyanın kendi ekseninde döndüğünü ileri sürmüştür. Aristarchus Of Samos (310-230 MÖ) merkezi ateşi güneşle tanımlamıştır ve etrafında Dünyanın yörüngesi olduğunu söylemiştir. Maragha gözlemevinde Nam al-Din al-Qazwini al-Katibi (1277) Hikmat al-Ain’de güneş merkezli model için bir argüman yazmıştır ama daha sonra bu modelden vazgeçmiştir. Qutb al-Din Shirazi (1236) Güneş merkezliliği tartışmıştır fakat reddetmiştir. İbn al-Shatir (1304) Tusi çifti ve Urdi lemma gibi neredeyse Kopernik’inkiyle aynı matematiksel teknikler kullanan yer merkezli sistem geliştirmiştir. Kopernik’in hayatı sırasında Avrupa’da hüküm süren teori Plotemy’nin milattan sonra 150 civarında Almagest’de yayınladığı Dünyanın evrenin sabit merkezi olduğunu ileri süren teoridir. Yıldızlar en dış kürede bulunmaktadır ve çok hızlı dönmektedirler. Her gezegen, güneş ve ay kendi küçük kürelerinde yer alırlar.
Kopernik’in ana teorisi "De revolutionibus orbium coelestium"'da öldüğü yıl yayımlandı. Teoriyi birkaç on yıl önceden formüle dökmüştü.
Kopernik’in Commentariolus’u Güneş merkezli teoriyi özetler. Teorinin temelini oluşturan varsayımları aşağıdaki gibi listelemiştir;
"De revolutionibus" 6 parçadan oluşmaktadır:
Georg Joachim Rheticus Kopernik'in Varisi olabilirdi ama uygun ortam sağlanamadı. Erasmus Reinhold da onun varisi olabilirdi fakat erken öldü. ilk başarılı varis Tycho Brahe'di (Dünyanın güneşin yörüngesinde olduğunu düşünmemesine rağmen). Prague'da Tycho'nun asistanı olarak çalışan Johannes Kepler onu takip etti.
Günümüzün yakın evrensel temel Güneş merkezli fikir kabulüne rağmen, Kopernik'in teorisinin aslında yavaş farkına varılmıştır. Âlimler Devinimlerin yayınlanmasından sonra 60 yıl savundular ve bütün Avrupa'da yalnızca 15 astronom Kopernik'i savunuyordu: "Thommas Digges ve Thomas Harriot İngiltere'de; Giordano Bruno ve Galileo Galilei İtalya'da; Diego Zuniga İspanya'da; Simon Stewin Alçak ülkeler'de ve Almanya'da en büyük grup olan Georg Joachim Rheticus, Michael Maestlin, Cristoph Rothmann ve Johannes Kepler." Ek olanaklar: William Gilbert yanında Achilles Gasser, Georg Vogelin, Valentin Otto ve Tiedemann Giese.
Arthur Koestler Popüler kitabı The Sleepwalkers'da Kopernik'in kitabının ilk basımında geniş bir kesim tarafından okunmadığını iddia etti. Bu iddia ikna edici bir şekilde Edward Rosen tarafından eleştirilmiştir ve neredeyse 2 baskının da her kalan kopyasını inceleyen ve sahipleri tarafından yazılan üretken sıradışı notlar bulan Owen Gingerich tarafından kararlılıkla çürütülmüştür. Gingerich sonuçlarını 2004 yılında The Book Nobody Read (Kimsenin okumadığı kitap)'da yayımlamıştır.
Tycho Brahe'nn sistemi (Dünyanın sabit olup güneşin dünyanın etrafında döndüğü ve diğer gezegenlerin de güneşin etrafında döndüğü) doğrudan Kopernik'inkiyle yarıştı. yalnızca yarım yüzyıl sonra Kepler ve Galileonun çalışmalarıyla Kopernik'i savunan her önemli kanıt ortaya çıkmış oldu. Galileo'nun eylemsizlik prensibini formüle dökmesiyle ve Isaac Newton'un evrensel kütle çekimi kanunu ve mekanik kanunlarını formüle dökmesiyle (1687, Principia) güneş merkezli görüş genel olarak kabul gördü.
Kopernik’in milliyeti hakkında sürekli bir tartışma süregelmiştir. Bu tartışma ona modern anlamda bir milliyet yakıştırma bakımından anlamlıdır.
Tarihçi Michael Burleigh Milliyet tartışmasını Alman ve Polonyalı bilginler arasında iki savaş arası dönemde yapılan “tamamen önemsiz bir savaş” olarak tanımlamıştır. Polonyalı Astronom Konrad Rudnicki bu tartışmaya “Milliyetçilik zamanlarının şiddetli bilimsel tartışması” demiştir ve Kopernik’i Polonya’ya ait olan Almanca konuşulan bir yerde oturan kimse olarak tanımlamıştır.
Şair Czeslaw Milosz bu tartışmayı milliyetçiliğin modern anlayışının ulusları yerine ev sınırlarıyla tanımlanan Rönesans insanları üzerine “saçma” bir izdüşümü olarak tanımlamıştır.
Milosz ve Davies Kopernik’in çalışma dili olarak Latinceyi kullanırken alman dili ve kültürü altyapısına sahip olduğunu yazmışlardır. Ek olarak Davies’e göre “onun Polonya dilini bildiğine dair yeterli kanıt vardır.”
Shelia Rabin Stanford Felsefe Ansiklopedisindeki yazısında Kopernik’i “Alman bir ailenin çocuğu, Polonya krallığının öznesi” olarak tanımlamıştır. Britannica Ansiklopedisi, Americana Ansiklopedisi, The Comcise Colombia Ansiklopedisi, Oxford World Ansiklopedisi ve World Book Ansiklopedisi Kopernik’i “Polonya’lı astronom” olarak tanımlamıştır.
14 Temmuz 2009’da Almanya’daki Darmstadt’da bulunan GSİ’dan kâşifler 112. Kimyasal elementin kalıcı isminin Kopernikyum olmasını Uluslararası Temel ve Uygulamalı Kimya Birliğine teklif ettiler. Hofmann şöyle söylemiştir, “Elementleri şehir ve devlet isimleriyle isimlendirdikten sonra herkes tarafından bilinen bir isim kullanmak istedik. Alman birini seçmek istemedik ve bütün dünyaya bakıyorduk.” Kopernik’in 537. doğum gününde resmi isim bütün dünyaya açıklandı.
Kopernik, Johannes Kepler’le birlikte Amerika’daki Episcopal kilisesinin Azizler takviminde 23 Mayıs’da bayram günüyle onurlandırıldı.
Cibuti (şehir)
Cibuti (Arapça: جيبوتي, Somalice: "Jabuuti", Fransızca: "Ville de Djibouti") Cibuti'nin başkenti ve en büyük şehri. 1888 yılında Fransızlar tarafından kurulan Cibuti'nin nüfusu 623.000 civarındadır. Kent, Aden Körfezi'ni Tadjoura Körfezi'nden ayıran yarımada üzerinde kuruludur.
Cibuti kentinin konumu, diğer beş bölgenin bulunduğu konumla aynı düzeydedir. Metropol alanın tek kara komşusu Arta Bölgesi'dir. Planlanmış bir kent merkezine sahip olan Cibuti, Avrupa ve Afrika semtlerine ayrılmış durumdadır.
Cibuti-Addis Ababa Demiryolu Hattı, şehirden başlayarak Etiyopya'nın başkenti Addis Ababa'ya kadar devam eder. Kentte ayrıca Cibuti-Ambouli Uluslararası Havaalanı yer almaktadır. Kentin kuzeybatısında kentin limanı yer alır. Bu liman, kent ve ülke için önemli bir uluslararası ticaret noktasıdır. Balıkçılık etkinliklerinin yapıldığı liman, ayrıca Obock ile Tadjourah kentlerine düzenli olarak düzenlenen feribot seferlerinin de merkezi durumundadır.
Bir gezi yazarı, Cibuti'nin yaşadığı kimlik sorununu "Burası göçebe insanların yerleştiği, Avrupa tarzında inşa edilmiş olan ve Kızıldeniz kıyısındaki bir Fransız Hong Kong'u izlenimi veren bir Afrika başkenti." sözleriyle dile getirmiştir. Cibuti kentindeki doğu kıyılarında uzun turistik plajlar uzanır. Kentteki Stade du Ville, ülkenin ulusal stadyumudur. Ayrıca Hamouli Camii de kentin bilinen yapıları arasındadır.
1888 yılında İspanyol Eloi Pino tarafından bir liman kenti olarak kurulan Cibuti, 1891 yılında Tadjourah'nın yerine Fransız Somalilandı'nın başkenti oldu. Devam eden yıllar boyunca bu devletin başkenti olarak kalan Cibuti, bağımsız Cibuti'nin de başkenti oldu.
Maskat
Maskat, Umman Sultanlığı'nın başkenti ve en büyük şehri. Arabistan yarımadasının güneydoğu sahilinde olup eskiden beri denizcilikle uğraşan Umman halkının başlıca ticaret limanıdır. 2014 yılı verilerine göre şehrin toplam nüfusu 1.208.114 olup, bunun 464.236' sı Ummanlı' dır.
2010 yılı Asya Plaj Oyunları Muskat' ta gerçekleştirilmiştir.
1507 yılında Portekiz hakimiyetine girmeden önce önemli bir yerleşim olarak bilinmemekteydi. İbnü’l-Fakih şehri, Makdisî adıyla “meyveleri bol güzel bir liman şehri” olarak tanımlamış ve Hindistan’a ve Çin’e giden gemilerin bu limandan su aldıklarını belirtirmiştir. 13. yüzyıl Arap denizci ve coğrafyacılarından İbnü’l-Mücâvir, Maskat’ın bölgede seyahat eden gemilerin uğrak yeri olduğunu belirtmiştir. Şehrin önemi 16. yüzyılın başlarında Portekizliler’in bölgeye gelmesiyle ortaya çıkmıştır. Basra körfezine girişi sağlayan Hürmüz Boğazı ile birlikte Maskat’ın da önemi arttı. Basra körfezi ve Hindistan ticaret yoluna hakimiyeti dolayısıyla Pîrî Reis 1552’de şehri ele geçirerek Osmanlı topraklarına kattı. Fakat kısa bir süre sonra şehir Portekizliler tarafından yeniden ele geçirildi. Basra körfezinde yeniden hakimiyet kuran Portekizliler, muhtemel Türk baskınlarına karşı şehrin limanı kontrol edecek şekilde Celâlî (St. John) ve Mirânî (Fort Capital) adlarıyla iki kale inşa ettiler.
1648’da Portekizliler’den Maskat’ı alan Ya'rubîler (Umman İmamlığı) Hindistan, Doğu Afrika kıyıları ve Zengibar’la ticaretlerini genişletme yolunda bu liman şehrini bir üs olarak kullandılar. İbadiye mezhebine bağlı Umman halkının karıştığı Maskat iç savaşlarında 40.000 kişi hayatını kaybetti. Hinâvîler’le Gafirîler arasındaki şiddetli mücadelelerle İran Hükümdarı Nadir Şah’ın Hint seferi sırasında Maskat’ı ele geçirmesi Ya'rubîler’in son dönemlerine rastlar. Ya'rubîler’in ardından gelen Bû Saîd hanedanı döneminde Maskat güçlü devletlerin sahip çıkmak istedikleri bir yer oldu. Hanedanın kurucusu Ahmed bin Saîd Maskat’ı İranlılar’ın işgalinden kurtardı. Doğu Afrika limanlarından Zengibar ve Kilve ile yapılan ticaret Maskat üzerinden Hindistan’a bağlandı, bu durum şehrin gelişmesine yol açtı. Bu arada İngilizler’in siyasi ve ticari merkezlerini karşı İran kıyılarındaki Benderabbas' tan 1763 yılında buraya taşımalarıyla sonucu şehir bölgenin en önemli limanı oldu. 1784'te Umman’ın başşehrinin iç kesimlerdeki Rustak’tan Maskat’a taşınması önemini daha da arttırdı. 1798’de İngilizler burada daimi temsilcilik kurdular. Mısır’ı işgal eden Napolyon Bonapart’ın da 1803' te konsolosluk açmasıyla Maskat, Basra körfezi-Hindistan-Afrika ticaret ve siyasetinde çok hareketli bir merkez haline geldi. Seyyid Sultan’ın ölümü üzerine bir ara yönetimi ele geçiren yeğeni Bedir b. Seyf döneminde (1804-1806) Maskat çok zenginleşti. Bedir b. Seyf’i öldürerek tahta geçen Seyyid Sultan’ın oğlu Saîd b. Sultan yönetim merkezini Maskat’tan Zengibar’a taşıdı. Önceleri bu iki şehirde de ikamet eden Saîd b. Sultan daha sonra Zengibar’da oturmayı tercih etti. Öldüğünde oğlu Süveynî Maskat’ta, diğer |
oğlu Mâcid Zengibar’da kaldı. Bu yıllardan itibaren Maskat önemini yitirmeye başladı. 1899’da şehirde çıkan veba salgını halkın başka yerlere göç etmesine yol açtı. Ancak buharlı motorların icadından sonra Maskat’ın gemiler için kömür deposu haline gelmesi burayı yeniden hareketlendirdi.
Sultan Kâbus' un 1970' de Umman İmamlığı ve Maskat Sultanlığını birleştirerek "Umman Sultanlığı" nı kurmasıyla şehir ekonomik ve altyapı yönüyle gelişmeye başladı.
Maskat, Umman' ın kuzeydoğusunda yer almaktadır. Yengeç Dönencesi şehrin güneyinden geçmektedir. Kayalık El Hacer dağının batı bölümü Muskat' ın manzarasına hakimdir. Muskat; batıda El Batina Bölgesi, doğuda Eş Şarkiya Bölgesi, güneyde Ed Dahiliye Bölgesi ile sınırlanmaktadır. Şehir, kuzey ve kuzeybatıdan Umman Körfezi ile çevrelenmektedir. Şehrin Maskat ve Muttrah adında iki limanı bulunmaktadır.
Muskat ekonomisinde; ticaret, petrol ve deniz taşımacılığı ön plandadır. 1998 yılında Maskat Menkul Kıymetler Borsası kurulmuştur. Maskat (Seeb) Uluslararası Havaalanı şehir merkezine 32 km uzaklıkta yer almaktadır.
Maskat uzun ve çok sıcak yaz, ılık-sıcak kış özellikleri ile kurak iklim kuşağında yer almaktadır. Yıllık yağış 90–100 mm civarında olup, yağışlar çoğunlukla Aralık-Nisan ayları arasında görülmektedir. Ancak son yıllarda Umman Körfezi' nden genel tropikal kaynaklı ağır yağışlar meydana gelmektedir. İklim genellikle çok sıcak, yaz aylarında sıcaklık çoğu zaman 30-40 °C dir. Yaz aylarında nemlilik %40-60 arasındadır.
Abu Dabi
Abu Dabi (Arapça: Abu Dhabi, Farsça: Ebudebhi), Birleşik Arap Emirlikleri'nin başkentidir.
Basra Körfezi kıyısında yer alan şehrin nüfusu 900.000 civarındadır. 1971 yılında başkent olan Abu Dabi petrol gelirleri sayesinde günümüzde modern bir şehir haline gelmiştir.
Dünyadaki petrol rezervleri bakımından en şanslı şehirler arasındadır. Diğer 6 emirliğin ciddi miktarda petrol çıkaramamasına karşın petrol gelirleri eşit şekilde dağıtılır. Ancak diğer 6 emirlik petrol gelirlerini sadece metro, otoyol, park gibi yerleri finanse etmekte kullanabilir.
Ayrıca Abu Dabi bir ada olmasına rağmen karaya 3 büyük köprüyle bağlanmıştır. Ve şu anda 4. ve 5. köprü yapım aşamasındadır.
Diğer körfez ülkelerinde olduğu gibi çöl iklimi hakimdir.
Çad Gölü
Çad Gölü, Orta Afrika'da Nijerya, Kamerun, Nijer ve Çad sınırında yer alan bir göl.
Sularını çevresindeki nehirlerden alan Çad Gölü'nün dışarıya akıntısı yoktur. Mevsimlere göre değişen gölün yüzölçümü, yağmur mevsiminde 20.000 km²'yi aşar, sıcak aylarda ise 10.000 km²'nin altına düşer. Çad Gölü'nün kapladığı alan eskiye oranla günümüzde önemli ölçüde daralmıştır.
Çok sayıda küçük adanın yer aldığı gölde timsah, suaygırı ve oldukça bol balık bulunur. Gölün su bitkileriyle kaplı kıyılarında çok sayıda su kuşu yaşar. Göl kıyısında yaşayan kabileler, balıkçılık ve avcılıkla geçinir.
Mortal Kombat (1992 video oyunu)
Mortal Kombat (MK), Midway Games yapımı dövüş oyunu. Dijitize edilmiş grafiklerden oluşan karakterleri ve şiddet içeren yapısı ile bilinmektedir.
İlk olarak atari konsollarında çıkmış ve elde ettiği hayran kitlesine karşılık serinin diğer oyunları bilgisayarlara da uyarlanmıştır.
Çıkışında yarattığı farklılık, zamanının oyunlarında, grafikler hep çizim iken ilk defa bir dövüş oyununda birebir gerçek resimlerden oluşan hareketli animasyonlar ile yaratılmış karakterler barındırmasıydı.
Shao Kahn'ın Edenia'yı başarısız ele geçirme planlarından sonra gözünü Earthrealm'a çevirir. Shao Kahn, Mortal Kombat Turnuvalarını düzenlemesi için Shang Tsung'u gönderir. Bunu fark eden Raiden Earthrealm'ı korumak ve Shao Kahn'ın planlarını engellemek için en iyi savaşçıları organize eder. Sonunda Liu Kang Shang Tsung'u turnuvada yener. Ve uzun süreler boyunca Mortal Kombat'ın gerçek şampiyonu olur. Fakat Shang Tsung'un yeni gizli silahı olan, bir Shokan Prensi olan Goro , devam eden 9 Turnuvayı kazanır.
Bütün bu zaferlerden sonra Quan Chi , Sub-Zero'yu Antik Amulet'i alması için görevlendirir. Fakat Amulet , sanılanın aksine çok özel güçlere sahiptir. Bunu bilmeyen Sub-Zero Amulet'i Rüzgar,Toprak,Ateş ve Su Tanrılarını büyük bir yetenekle yenerek Amulet'e kavuşur. Sub Zero Quan Chi'ye , Quan Chi de Shinnok'a Amuleti teslim eder. Her şeyi öğrenen Raiden Amulet'in gizli gücünü bilmektedir ve Sub-Zero yu yaptığı hata karşısında uyarır. Sub-Zero hem Quan-Chi'yi , hem de Shinnok'u yenerek Amulet i geri alır.Böylece barış tekrar Sub-Zero sayesinde gelmiş olur.
2 yıl aradan geçtikten sonra Earthrealm'ı korumak ve 10. Turnuvaya katılmak isteyen yeni savaşçılar çıkar. Liu Kang, Sonya Blade ve Johnny Cage, turnuvaya katılırlar. Kano, turnuvaya Sonya Blade'yi elde etmek için katılmıştır. Ek olarak ailesi ve klanı katledilen Scorpion ile, Amulet'i tekrar emin ellere teslim eden Sub-Zero da katılmıştır. Raiden'in yardımları ile Liu Kang, Shang Tsung'u turnuvada yener. Böylece Earthrealm özgürlüğüne kavuşmuş olur, kısa bir süreliğine...
LP: Zayıf Yumruk-HP: Sert Yumruk-BL: Korunma-LK: Zayıf Tekme-HK: Sert Tekme
ateş: blk basılı tutarak ileri geri
ateş2: blk basılı tutarken ileri aşağı geri yukarı ileri blk'u bırak,
Fatality: ileri geri aşağı ileri LP (düşmanın bitişiğinde)
ateş: aşağı ileri LP
ateş2: 2 geri 1 ileri
teleport: aşağı yukarı
Fatality: 3 ileri 2 geri HP (düşmanın bitişiğinde)
ateş: 2 ileri HP
ateş2: 2 ileri HK
fatality: blk basılı tutarken ileri aşağı geri yukarı ileri (düşmanda 3 adım falan geride)
ateş: 2 geri LP
ateş2: aşağı geri HP
fatality:blk basılı tutarken 3 yukarı (düşmandan 3 adım geride)
ateş: aşağı ileri LP
ateş2: LP+blk+LK
fatality: ileri aşağı ileri HP
buzlu fatalty yapabilirsiniz
ateş:
ateş2:
ateş3:
fatality: 2 ileri 2 geri blk (düşmandan 3 adım geride)
İznik Gölü
İznik Gölü. Marmara Bölgesinin en büyük, Türkiye'nin ise beşinci büyük doğal gölü olan İznik Gölü, tektonik bir tatlı su gölüdür. En büyükleri kuzeydoğudaki Karasu ve güneybatıdaki Sölöz olmak üzere, derelerin göle girdiği noktalarda küçük deltalar ve geniş sazlıklar oluşmuştur. Gölü besleyen derelerin gölle buluştuğu noktalarda küçük sazlıklar ve deltalar var. Gölün çevresi piknik sahaları, turistik tesisler, gezi alanları ve florası çok zengin bitki örtüsüyle kaplıdır. Garsak Deresi gölün fazla sularını 15 km uzaklıktaki Marmara Denizi'nde Gemlik körfezine ulaştırır.
Bir tektonik çukur içinde oluşan İznik Gölünün yüz ölçümü 310 km², doğu-batı doğrultusunda uzanan bu elips şeklindeki gölün uzunluğu 33 km, genişliği 12 km, çevresi 95 km'dir. Göl seviyesi kış ve ilkbahar aylarında (şubat-nisan arası) yükselmekte, yaza doğru alçalarak en düşük seviyesini sonbaharda (eylül) bulmaktadır. Yüksek-alçak seviyeler arasındaki fark ortalama 50–60 cm'yi (bazen 100 cm) bulur. Gölün yüzey suları Nisanda 11,5, Kasımda 12, Ağustosta 24,5 °C olarak ölçülmüş, yaz aylarında en hızlı sıcaklık değişmesi 10–20 m arasında tespit edilmiş, 45 m derinlikte 8-8,5 °C kaydedilmiştir. Gölün güney kesiminde, doğu-batı doğrultusunda uzanan derin bir oluk bulunmaktadır. 13 km uzunluktaki oluğun en derin yeri, 65 m ile aynı zamanda İznik Gölü'nün de en derin yeridir. Ortalama derinliği 30 m olan gölün kıyılarından uzaklaştıkça derinlik hızla artmaktadır. Yağışlı dönemlerde iyi beslenen gölün yağış alanı 1.246 m²'dir. Gölün su düzeyi mevsimlere göre değişmekte, aralık ayında alçalma, mayıs ayında yükselme görülmektedir. Su, en düşük ortalama düzeyini aralık ayında almakta, mayıs ayında ise en yüksek düzeye ulaşmaktadır. Göl suyunun sıcaklığı olağan olarak derine indikçe azalmakta, soğuk kar sularının göle döküldüğü ilkbahar döneminde dip sularının sıcaklığı 5 °C'ye kadar düşmektedir. Bu dönemde, gölün yüzey suları da soğuk olduğundan yüzeyle dip arasındaki sıcaklık farkı oldukça azalır. Buna karşılık yaz döneminde, yüzey suları ile derin sular arasındaki sıcaklık farkı fazladır. Örneğin, ağustos ayında yüzeydeki sıcaklık 25 °C iken, 30 m derinlikte bu değer 9 °C dolayındadır. İznik Gölü 1990 yılında Sit Alanı ilan edilmiştir . Gölün toplam toprak potansiyeli 6674 ha olup topraklarının pH'ı 7,8 - 8,5 arasındadır.
Karasu Deresi göle dökülen en önemli akarsudur. 273 km²'lik alanın sularını toplayan dere 2,4 m³/sn akışla göle dökülür. 92 km²'lik havzaya sahip Sölöz Deresi 1,06 m³/sn akışa sahiptir. Göle su taşıyan diğer dereler şunlardır: Derbent Deresi, Nadir Suyu, Ana Dere, Küçükköy Deresi ve Çınarlık deresi.
Alan sık sazlıkların arasında karışık koloniler kuran küçük karabatak ve gece balıkçılığı ile önem kazanmıştır. Nedeni tam bilinmemekle birlikte, İznik Gölü kış aylarında önemli sayıda su kuşu barındırmamaktadır. Yine de, İç Anadolu gölleri donduğunda kuşlar için önemli bir sığınak oluşturduğu söylenebilir. İznik'te balıkçı kooperatifleri bulunur. Tutulan su ürünlerinin başında kerevit gelir. Gölün su ürünleri arasında, yayın, sazan, alabalık ve istakoz da bulunuyor. Gölde yosun ve bitki türleri de zengindir. Dipte pamuk veya üstüpü şeklinde açık yeşil renk bir yosun türü yaygındır. Bu yosun suyun çalkalanmasını ve göl suyunun oksijeninin azalmasını önler. Balıkların beslenmesini sağlar. Gölde mart, nisan ve mayıs aylarında sportif amaçlı avlama dışında üç ay av yasağı vardır. Kerevit yasağı ise aralık ayında başlamaktadır.
Aslında bir deniz balığı türü olan gümüş balığı da gölde yaşar. Tatlı sulara uyum sağlamış türü olan Küçük gümüş balığı (Atherina boyeri Risso, 1810) gölde bol miktarda avlanmaktadır.
Göl bütünüyle tarım alanları ve zeytinliklerle çevrilidir. Tarım alanları için gölden su alınmaktadır. Çevresindeki zeytin ormanlarının altın sarısı müşküle üzüm bağları ve her mevsim bin bir çeşit sebze ve meyvenin yetiştiği bitek topraklarının yaşam kaynağıdır.
Gölün batısında, Türkiye'nin en geniş ve en güzel piknik alanları bulunmaktadır. Bir tarafı çamlık diğer yanı tertemiz gölü, Türkiye'nin her yerinden binlerce insanı kendisine çeker. Günü birlik dinlenme alanları dışında çadır turizmine de açıktır. Burada her tür sosyal tesisler bulunur. Gölün bu bölgesi, 1950'li yıllara kadar bataklık idi. Yapılan çalışmalar ile |
suyun taşması engellenmiş ve bataklık kurutulmuştur. Gölün su düzeyi, yıllara göre büyük farklılıklar göstermektedir. Özellikle birkaç yüzyılda bir, suyun alçalıp yükselmesi sunucu, gölün özellikle batı bölümü, 2 km kadar daha genişlemektedir.
Gümüş balığı aşırı üreyerek göl ekosistemini bozmuştur. Diğer balıkların yumurta ve yavrularını yedikleri için gölde balık tür ve miktarı azalmıştır. Gölde akbalık, sazan, yayın, ördek balığı, kaya balığı ve ıstakoz azalan canlı türleridir. Cips yapılan Gümüş balıkları ihraç edilmektedir.
Tarımsal faaliyetler sonucu gübre ve ilaç kalıntıları yüzeysel akışla göle ulaşmaktadır. Göl havzasında bulunan sanayi tesislerinden göle kirli su deşarj edilmektedir. Kirlilik balık tür ve popülasyonu azalmıştır.
Azak Denizi
Azak Denizi (Adıgece:Khı Mıvt'e/Хы Мыут1э;Meot Denizi), Karadeniz'in kuzeydoğusunda yer alan ve Kerç Boğazı ile Karadeniz’e bağlanan bir Rusya ve Ukrayna arasındaki iç denizdir. Yüzölçümü 37.700 km² olan Azak Denizinin uzunluğu 240 km genişliği ise 135 km'dir. Azak Denizinin kıyıları alçaktır. Don ve Kuban nehirleri bu denize dökülür. Bu büyük nehirlerin ilave etkisiyle tuzluluk derecesi düşük olan Azak Denizi, aralık ayından mart ayına kadar donar. Azak denizinde bol balık vardır. Kışın buzlar delinerek balık avlanır.
Antik adı Maeotis olan denizin şimdiki adı Türk soylu kavimlerden gelir. Yükseltinin az olduğu düz ve alçak kıyılara sahip Kıpçak dilinde "alçak topraklar" anlamındadır. Rus halk söylencelerine göre ise Azak ismi "Asuf/Azum" isimli bir Kuman prensinden gelir.
Osmanlı denize, balık bolluğundan dolayı "Balük Denis" (Balık Denizi) ismini vermiştir.
Doğuda;
Kuzey, Güney ve Batıda;
Okyanus sistemlerine uzak oluşu nedeniyle gelgit etkisinin çok az hissedildiği ve Don Nehri gibi büyük ırmakların alüvyon taşıdığı Azak Denizinde, çok sayıda kıyı dili oluşumu vardır. Bunun yanında bazı nehirlerin ağızlarında haliçler vardır. Yerel dillerde bu haliçler liman ismiyle anılır.
Osmanlı döneminde yapılması planlanan ama yapımı 2.Dünya Savaşı sonrası Rusya tarafından gerçekleştirilen Volga-Don Kanalı ile Azak Denizi, Hazar Denizi ile yapay olarak bağlanmıştır.
Azak Denizi'nin başlıca kısımları
Yusuf Atılgan
Yusuf Atılgan (27 Haziran 1921, Manisa - 9 Ekim 1989, İstanbul) Türk yazar ve öğretmen.
1936 yılında Manisa Ortaokulu'nu, 1939 yılında ise Balıkesir Lisesi'ni ve ikinci sınıftan sonra askeri öğrenci olarak devam ettiği İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Nihat Tarlan'ın yönetiminde hazırladığı bitirme tezinin konusu "Tokatlı Kani: Sanat, şahsiyet ve psikoloji" idi. Aynı dönemde Akşehir'de Maltepe Askeri Lisesi'nde bir yıl edebiyat öğretmenliği yaptı. Üniversite öğrenciliği sırasında Türkiye Komünist Partisi'ne katılarak faaliyette bulunduğu iddiasıyla sıkıyönetim mahkemesince tutuklanarak ceza kanununun 141. maddesi uyarınca hapse mahkum edildi. Altı ay Sansaryan Han'da, dört ay da Tophane Cezaevi'nde olmak üzere on ay hapis yattı.
26 Ocak 1946’da serbest kalmış, öğretmenliği elinden alınmıştır. 1946 yılında Manisa'nın Hacırahmanlı Köyü'ne yerleşerek çiftçilik yaptı. 1976'da İstanbul'a döndü. Danışmanlık, çevirmenlik ve redaktörlük yaptı. Yazımı devam eden "Canistan" adlı romanını tamamlayamadan kalp krizi nedeni ile İstanbul, Moda'da öldü.
"Aylak Adam" ve "Anayurt Oteli" adlı romanlarında psikolojik yabancılaşma ve yalnızlık temasını başarıyla işleyen bir yazar olarak tanındı ve modern Türk edebiyatının önde gelen ustaları arasında yer aldı. 1987'de Anayurt Oteli romanı, Ömer Kavur tarafından aynı adlı sinema filmi olarak çekildi.
Mescit
Mescit (Ar. ), cuma namazı kılınmayan küçük cami veya namaz kılma yeridir.
Mescit kelimesi Arapçada secde edilen yer anlamına gelir. Mescitlerde minber yoktur, bazıları umuma açık olmayan yerlerde, mesela bir iş yerinin içinde bulunur, bu sebeplerden dolayı buralarda hutbe okunmaz, cuma namazı kılınmaz. Mescitler, namaz kılmak için kullanılan küçük mekânlardır.
Cami ve mescit ayrımı sadece Türkiye'de vardır. Diğer İslâm ülkelerinde mescit kelimesi Türkiye'deki cami kelimesinin karşılığı olarak kullanılır. Arapçanın dışındaki dillere cami kelimesi, mescit kelimesinin değişik dillerdeki okunuş şekli olarak girmiştir.
Anadolu Türk Mimarisi’nde, Selçuklu devrinde yapımına başlanılan tek kubbeli mescitler, daha sonra Beylikler ve Osmanlı dönemlerinde de yaygın bir şekilde devam ettirilmiştir.
Namazgâh (ibadet yeri)
Namazgâh, açık havada namaz kılmak için düzenlenmiş ibadet mekanı.
İslamiyetin ilk dönemlerinde cuma ve bayram namazlarının topluca kılınabilmesi için oluşturulan açık alanlara musalla denirdi. Osmanlılar zamanında yakınında cami veya mescid bulunmayan şehir dışındaki alanlarda, namaz kılmak için oluşturulan mekânlara namazgâh denildi.
Namazgahlar normal zeminden biraz yüksekte, birkaç basamakla çıkılan düz bir set biçiminde inşa edilir. Namazgâhta kıbleyi gösteren büyük bir taş bulunur. Bu taşın üstünde genellikle namazgâhı yaptıran kişinin ismi ve ayetler yazılır. Bazı namazgâhlarda minber de bulunmaktadır.
Mihraplı-minberli namazgâhlar, genellikle şehir surlarının veya yerleşim alanlarının dışına inşa edilirdi. Bunlar bayram, cuma ve teravih namazlarının kılınabileceği ordugâh tipinde büyük ölçekli namazgâhlardır. Bu tip namazgâhlar, sadece namaz kılmak için değil, aynı zamanda halkın bir araya gelmesiyle çeşitli etkinliklerin yapıldığı bir nevi konferans alanı vazifesi de görüyordu. 17. yüzyılda yapılan İstanbul Okmeydanı Namazgâhı ve İstanbul Rumelihisarı Toplarönü Namazgâhı bunlara örnek gösterilebilir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, Hayrat-ı Şerif uzmanları bir zamanlar İstanbul’da 153 adet namazgâhı tespit ettiklerini bildiriyor. Bunlar içerisinde en görkemlisi Kadırga semtinde bulunan Esma Sultan Çeşmeli Meydan Namazgâhıdır. “İstanbul’un 100 Namazgâhı” isimli bir kitap 2011 yılında İBB Kültür A.Ş. tarafından yayımlanmıştır. Namazgâhların önemli örneklerinden biri de Bursanın Yıldırım ilçesindeki Namazgah semtindedir ve biraz bozunmaya uğramış olsa da günümüze kadar gelmeyi başarmıştır.
Ömer Fahreddin Türkkan
Ömer Fahreddin Türkkan (1868, Rusçuk - 22 Kasım 1948, Eskişehir yakınları), Türk askeri ve diplomat. Özellikle I. Dünya Savaşı sırasında çıkan Şerif Hüseyin İsyanı'nda zor şartlar altında Medine'de yönettiği iki yıl yedi ay süren Medine Müdafaası ile bilinmektedir. "Medîne Müdâfii", "Türk Kaplanı", "Çöl Kaplanı", "Medine Kahramanı" lakaplarıyla anılır.
Rusçuk'ta doğdu, 93 Harbi'nden sonra ailesiyle birlikte İstanbul'a yerleşti. Mekteb-i Harbiye'yi birincilikle bitirdi. Erkân-ı Harbiye Mektebi'ni bitirdikten sonra 1891 yılında Kurmay Yüzbaşı rütbesiyle göreve başladı. Balkan Savaşı'nda Çatalca Savunması’nda ve Edirne'nin geri alınışı'nda görev aldı.
1900'de Ferik Ahmet Paşa'nın kızı Ayşe Sıdıka Hanımefendi (1884-1959) ile evlendi. Çocukları:
I. Dünya Savaşı başladığında 4. Ordu'ya bağlı 12. Kolordu komutanı olarak Musul'da bulunuyordu. 1915 yılında 4. Ordu komutan vekilliğine getirildi. Bu bölgede iken hem tehcire tabî tutulan Ermenileri yerleştirmesiyle ilgilendi, hem de Urfa, Zeytun, Musadağı ve Haçin'deki Ermeni isyanlarını bastırdı.
1916 yılında 4. Ordu komutanı Cemal Paşa tarafından Medine'deki Hicaz Kuvve-i Seferiyesi komutanlığına atandı. İngilizlerin desteğinde isyana girişen Şerif Hüseyin ordusuna karşı kısıtlı imkânlara rağmen yaptığı Medine Müdafaası büyük takdir topladı.
Medine Kuşatması'ndan sonra savaş esiri olarak önce 27 Ocak 1919 tarihinde Mısır'a daha sonra da 5 Ağustos 1919 tarihinde Malta'ya sürgün edildi. Sürgün sırasında savaş suçlularını yargılamak üzere İtilaf Devletleri tarafından İstanbul'da kurulan "Kürt Nemrut Mustafa Paşa Divân-ı Harbî" adı verilen mahkemece ölüme mahkûm edildi. Ancak Ankara Hükümeti'nin gayretleriyle 8 Nisan 1921 tarihinde Malta'dan kurtulduktan sonra Eylül 1921 tarihinde Türk Kurtuluş Savaşı'na katılmak üzere Ankara'ya geldi. Başkomutan Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından Güney Cephesi'nde Fransız Ordusu'na karşı savaşan Türk kuvvetlerini birleştirmekle görevlendirildi. Fransızlarla Ankara Antlaşması'nın imzalanmasıyla güneyde savaş sona erince 9 Kasım 1921 tarihinde TBMM tarafından Kabil Büyükelçiliği'ne atandı. Türk-Afgan dostluğunun gelişmesinde önemli rol oynadı.
1936 yılında Ferik (orgeneral) rütbesi ile ordudan emekli oldu. 22 Kasım 1948 tarihinde bir tren yolculuğu sırasında Eskişehir yakınlarında kalp krizi geçirerek vefat etti. Vasiyeti üzerine Aşiyan Mezarlığına defnedildi.
Bayraklı Camii, Belgrad
Bayraklı Camii (Sırpça: Бајракли џамија / Bajrakli džamija), Osmanlı devrinde bugün Sırbistan'ın başkenti olan Belgrad'da inşa edilen cami. Cami 1575 yılı civarında yapılmıştır.
Bayraklı Camiinin kim tarafından ve hangi tarihte inşa edildiği tam olarak bilinmemektedir. Bu konuda araştırmacıların çeşitli görüşleri bulunmaktadır.
Kare planlı olarak inşa edilen cami 10,2 m.'lik bir kubbe ile örtülüdür. Caminin kesme taştan inşa edilen sade bir minaresi vardır.
Belgrad'ın Pasarofça Antlaşması ile Avusturya'ya bırakılmasından sonra Bayraklı Camii 22 yıl kilise olarak kullanıldı. Belgrad'ın Osmanlılar tarafından geri alınmasından sonra tamir edilerek yeniden ibadete açılan cami, daha sonraki Osmanlı-Avusturya savaşlarında da büyük zarar gördü. 1867'de Belgrad'ın Osmanlıların elinden çıkmasından sonra Sırp Hükümeti tarafından resmi olarak Müslüman cemaate tahsis edilen cami 1893-94 tarihinde II. Abdülhamit tarafından tamir ettirildi.
Osmanlılar zamanında 250 kadar caminin bulunduğu Belgrad'da ibadete açık tek cami olarak kalan Bayraklı Camii, Kosova'da meydana gelen olaylardan sonra 18 Mart 2004'te yakıldı. Fakat daha sonra yeniden tamir edildi.
Kocatepe Camii
Kocatepe Camii, Ankara'nın Kocatepe semtinde 1967'de inşaatına başlanan ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından 1987'de inşaatı tamamlanan cami.
Kocatepe Camii için açılan yarışmayı Mimar Vedat Dalokay'ın hazırladığı proje kazanmış ve bu projeye göre caminin temeli atılmış fakat "fazla modern" bul |
unduğu için bu projeden vazgeçilmiştir. Bunun yerine 1967 yılında Hüsrev Tayla ve Fatin Uluengin'in çizdiği projeye göre caminin temeli yeniden atıldı. Bu proje, Mimar Sinan tarzını taklit etmesi nedeniyle eleştirildi. Dalokay'ın projesi bazı değişikliklerle Pakistan'daki Faysal Camii'nde uygulandı.
Kocatepe Camiinin inşaatı çok uzun sürdü. 1981'de caminin inşaatını ve mal varlığını Türkiye Diyanet Vakfı devraldı. Bu tarihten sonra inşaat çalışmaları hızlanan Kocatepe Camii 1987'de dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından ibadete açıldı.
4500 m² 'lik bir alan üzerinde inşa edilen caminin alt kısmında konferans salonu, kütüphane, otopark, ticarethane ve idari birimler bulunmakta, Mimar Sinan'ın geliştirdiği mimari üsluba bağlı kalınarak inşa edilen Kocatepe Camii'nin ana mekânı 4 fil ayağı üzerine oturan bir merkezi kubbe ile dört yarım kubbeden oluşur. Caminin 88 m uzunluğunda 4 minaresi vardır. Minarelerin şerefelerine hem asansörle hem de merdivenle çıkılır. Camideki yazılar Hamit Aytaç ve Mahmut Öncü tarafından, konferans salonundaki yazılar ise Emin Barın tarafından yazılmıştır. Caminin halı desenleri Afyon Ulucamii'ndeki halı desenleri göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Caminin avizeleri, mihrabı, minberi, kapıları, çinileri ve mermerleri özel olarak tasarlanmış ve ince bir işçilikle yapılmıştır. İç tezyinatta Klasik Osmanlı Mimarisi örnek alınmış, malzeme olarak çini, mermer, sarı maden, altın varak ve özel boyalar kullanılmıştır.
Ünlü mimar Vedat Dalokay tarafından yapılan, son derece modern ve yenilikçi bir yapı olan ilk cami tasarımı geleneksel çevrelerce çok tepki toplayınca, daha geleneksel stilde olan ve büyük ölçüde İstanbul'daki Sultanahmet Camii'ni örnek alan bugünkü yapı Hüsrev Tayla ve M. Fatin Uluengin tarafından tasarlandı. Vedat Dalokay'ın tasarımı tamamlanabilmiş olsaydı, bugün Kocatepe'ye dünyanın en ünlü camilerinden biri olan ve yine Vedat Dalokay tarafından tasarlanan Pakistan'daki Şah Faysal Camii'ne benzer bir yapı inşa edilmiş olacaktı. Zira, söz konusu yapı Dalokay'ın Kocatepe Camii tasarımının değiştirilmiş bir örneğidir ve bugün modern İslam mimarisinin en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Babaeski Köprüsü
Babaeski Köprüsü, Kırklareli ilinin Babaeski ilçesinde IV. Murat devrinde inşa edilen köprü.
Ergene Nehri'nin kollarından birinin üstünde inşa edilen köprünün uzunluğu 72 m genişliği ise 5,85 m dir. Köprünün ortasında bulunan 5 beyitlik bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabeden öğrenildiğine göre köprü 1633-34 tarihinde inşa edilmiştir. İstanbul'dan Rumeliye giden kervanların yolu üzerinde bulunan köprü kesme taştan 7 gözlü olarak inşa edilmiştir. Bu gözlerden biri geçen zaman içinde toprak altında kalmıştır.
Osmanlı ordularının İstanbul’dan Rumeli’ye doğru uzanan sefer yolunun işaretlerinden biri olması bakımından da Babaeski Köprüsü, ayrıca büyük bir öneme sahiptir.
Mortal Kombat II
Mortal Kombat II, Midway tarafından geliştirilen ve 1993 yılında piyasaya sürülen karşılıklı dövüş oyunu Mortal Kombat'ın ikinci sürümüdür.
Oyun bir veya 2 kişi ile oynanır. SNES, Game Boy, Sega Saturn, Sega 32X, Mega Drive/Genesis, Sega Game Gear, Sega Master System, PlayStation, PC, Amiga gibi platformlarda oynanabilir. Ayrıca PS2'de oynanabilir versiyonu "Midway Arcade Treasures 2" serisinde yer aldı.
Shang Tsung'un yenilgisi ardından, yenilgiyi hazmedemeyen Shang Tsung, Baraka'yı Wu Shi Academy'i Tarkatan ordusu ile kuşatması için görevlendirir. Wu Shi Academy'de Earthrealm'ı kurtarmış Johnny Cage, Lui Kang, Kung Lao ve Sonya Blade'in ödül törenleri sırasında Kuşatma başlar. Dörtlü grup akademiyi korurken Sonya Blade kaçırılır ve birçok Shaolin Öğrencisi de kuşatma esnasında öldürülür. Kuşatmadan sağ çıkan Lui Kang ve Kung Lao, Raiden'in yardımları sayesinde Shao Kahn ve Shang Tsung'un hizmetkarları Reptile, Baraka, Goro gibi dövüşçüleri zorlu bir mücadele sonunda yenerler. Sonunda Kitana ve Raiden sayesinde Shang Tsung Foundry'de bulunur. Lui Kang ve Kung Lao Shao Kahn'ı engellemek için hem Shang Tsung'u hem Kintaro'yu hem de Shao Kahn'ı yener ve en sonunda Earthrealm kurtulur. Bu aynı zamanda Mortal Kombat Shaolin Monks un hikâyesidir .
Liu kang. quan chi. kung lao .
reptile.johnny cage.scorpion
İskandinav Yarımadası
İskandinav Yarımadası, Avrupa'nın kuzeyinde yer alan yarımada.
İskandinav Yarımadasının batı kesiminde Norveç doğu kesiminde ise İsveç yer alır. 1850 km uzunluğundaki yarımadanın yüzölçümü 777.000 km²'dir. Nüfusun büyük bir kısmı yarımadanın güneyinde yaşamaktadır. Yarımadadaki üç büyük şehirden Stokholm ve Göteborg isveç'te, Oslo ise Norveç'tedir. Yarımadanın batı kıyıları çok girintili çıkıntılıdır.
Fiziksel coğrafya tanımının yanı sıra, politik açıdan irdelendiğinde, günümüzde İsveç, Norveç, Finlandiya ve Danimarka ana karalarıyla bu ülkelere bağlı çok sayıda ada ve bunların kapladığı alan İskandinav ülkeleri olarak anılır.
Hanoi
Hanoi, Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti'nin başkenti.
1954-1976 yılları arasında Kuzey Vietnam'ın başkenti olan Hanoi'nin nüfusu 7,588 milyondur (2015).
Uzun yıllar Fransız sömürge yönetiminin merkezi olan Hanoi, II. Dünya Savaşı'nda Japonya tarafından işgal edildi. Şehir 2 Temmuz 1976'da Vietnam Sosyalist Cumhuriyeti'nin başkenti oldu.
Dili
Dili, Doğu Timor Demokratik Cumhuriyeti'nin başkenti ve en büyük şehri. Şehrin nüfusu 193.563'tür ve ülkenin kent denilebilecek tek şehridir.
Dili, uzun yıllar Portekiz idaresinde kaldıktan sonra 1975 yılında Endonezya topraklarına katıldı. Şehir 1999 yılında yapılan referandumun ardından 2002'de bağımsızlığını kazanan Doğu Timor'un başkenti oldu. 1999 referendum sonrası ve 2006 yılında rakip siyasi partiler, çeteler ve kabileler arasındaki çatışmalar ve ayaklanmalar sırasında başkent Dili ve diğer Doğu Timor kasabaları yakılarak ağır hasar görmüştür. Nüfusun çoğu mülteci kamplarına kaçmıştır ve şehir ıssızlaşmıştır.
Malé
Malé (Dhivehi: މާލެ, Hintçe: Malle), Maldivler Cumhuriyetinin başkenti.
Ülke ticaretinin de merkezi olan şehrin 2004'teki nüfusu 81.647'dir. Male 26 Aralık 2004'te Hint Okyanusu'nda meydana gelen depremden sonra oluşan tsunamide büyük zarar görmüş ve şehrin üçte ikisi sular altında kalmıştır.
İznik İmparatorluğu
İznik İmparatorluğu, (Yunanca: Βασίλειον τῆς Νίκαια) Dördüncü Haçlı Seferi sırasında Latinlerin 1204 yılında Konstantinopolis'e gelip şehri talan etmesi ve şehirde Katolik Hıristiyanlar idaresinde bir Latin İmparatorluğu'nun kurulmasının ardından Bizans İmparatorluğu asilleri tarafından kurulan Yunan devletlerinden en büyüğüdür. 1204 ile 1261 arası hüküm sürmüştür. İznik Rum İmparatorluğunun resmen, kültürel ve dinsel başşehri İznik (o zamanki Nicaea) olmakla beraber, ikinci hükümdar olan III. İoannis ve sonraki imparatorlar hükümdar sarayı yerleşkesi ve efektif idari merkezi olarak Kemalpaşa’yı (o zamanki Nymphaneum) kullanmışlar ve bu imparatorluk Kemalpaşa’dan idare edilmiştir.
Dördüncü Haçlı Seferi orduları, özellikle Franklar, Venedik Dukası Enrico Dandolo tarafından malî ve donanma yardımı ile ikinci defa 120'de Konstantinopolis şehrini bir kuşatmadan sonra, 9 Nisan 1204 tarihinde işgal ve talan edip, kendi idareleri altında bir Latin İmparatorluğu kurduktan sonra Ortodoks, Yunanca konuşan Bizanslı asiller, koyu Katolik Latinlerden kaçıp eski sınırlara yakın Bizans topraklarında bir sıra özerk devletler kurmuşlardır. Bunlardan en büyük üç tanesi:
Eski Bizans’ın yerine Frankların idaresi altında Konstantinopolis merkezli Latin İmparatorluğu, ve buna tabi olan yine Frank hükümdarlar altında (Burgonyalı bir sülale idaresinde) "Atina Dükalığı", (Frank asıllı Villehardouin sülalesi altında) Mora'da Achaea Prensliği ve (Frank asıllı Montferrat sülalesi idaresinde) Selanik Krallığı kurulmuştu. Edirne ve diğer Trakya ve Yunanistan kıyılarındaki önemli limanlar ve adalar Venediklilerin elinde kalmıştı. Bunların yanında bir de diğer Bizanslılar idaresinde ufak, özerk devletçikler türemişti (örneğin Alaşehir, Menderes vadisi, Milet yakında Sampson kasabası vb.)
1204 yılında İznik (Nikea)'de İmparatorluğu'nu ilan eden I. Theodoros Haçlıların Konstantinopolis'i kuşatmaları sırasında imparator seçilen V. Aleksios Murtzupos'un damadı idi. Konstantinopolis'ten ailesi ile Boğaz üzerinden kaçıp İznik'e gelmiş ve burada özerk bir devlet kurmaya başlamıştır. Bizans şekilli devlet idaresini ve yeni bir Bizans tipi orduyu bir taşra şehri olan İznik ve etrafında bulunan Bitinya'da aynen kurmak gayretiyle önce büyük zorluklarla karşılaşmıştır.
56 Aralık 1204 tarihinde Güney Marmara'ya sefere çıkan Latin İmparatorluğu ordusu ile Eski Manyas (Poimaneon)da yaptığı savaşı kaybetmiş; Bursa'ya kadar Güney Marmara kıyılarını Latin İmparatorluğu'na terk etmiştir. Latinlerin bu galibiyetten faydalanamamaları Bulgarların ve Trakya'daki ahalinin isyanına yardımcı olarak Bulgar Çarı Kaloyan idaresinde Trakya'da ilerlemesi nedeni ile olmuştur. Trakya'ya geçen Latin İmparatorluğu ordusu Bulgarlar tarafından 14 Nisan 1205 tarihinde Edirne (Hadrianapolis) Savaşı'nda mağlup edilmiş ve Latin İmparatoru I. Baudouin bu savaşta Bulgarlara esir düşmüştür. Bundan faydalanan "I. Theodoros" Marmara güneyindeki toprakları tekrar eline geçirmiş ve bu yörelerde Latinlerin elinde sadece Pegae (Modern: Karabiga) kalmıştır.
Böylece kuzeyde savunulabilir sınırlara yerleşen I. Theodoros İznik'te yeni devlet kurma çabalarını artırmıştır. Bu arada Dimetoka'ya sığınıp oradan ayrılmayı kabul etmeyen eski Konstantinopolis Ortodoks Kilisesi Patriği ölünce, Ortodoks Patrikliği'nin İznik'te kurulup organize edilmesine başlanmış ve Autorianus adlı bir papaz İznik'te Doğu Ortodoks Kilisesi Patriği olarak ilan edilmiştir. Bu yeni Patriğin ilk icraatı 1208 Paskalya yortusu sırasında I. Theodoros'u "Basileus" (imparator) olarak vaftiz etmek ve taç giydirmek olmuştur.
Fakat Latinler, yeni imparatorları Henri idaresinde yeniden İznik aleyhinde faaliyetlere başlamışlardır. Bu arada bu devlete batıdan gelen tehdit Selanik'i kuşatmış olan Bulgar Çarı Kaloyan'in bir Kuman Türk lideri tar |
afından öldürülmesi ile ortadan kalkmış ve Frank şövalyelere yeni ufuklar açılmıştır. 1209 yılında Latin İmparatoru Henri Konya Selçuklu hükümdarı Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev ile bir askerî anlaşma yaparak ona askerî birlik temin etmeyi kabul etmiştir. Bu arada Konstantinopolis'i Haçlı kuşatmasının başlaması ile hemen terk edip kaçan ve tahttan indirilen Angelos hanedanının son İmparatoru olan III. Aleksios, kuzeni Epir Despot'unun fidye ödemesi ile Latinlerin elinden kurtulup İznik'te tekrar tahta geçmek amacı ile Konya'ya gelip Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsreve sığınıp ondan yardım istemiştir. Latin şövalyeleri ile tahkimli Selçuklu ordusu, I. Theodoros idaresi altındaki (içinde birçok paralı asker olarak tutulmuş Latin şövalyeleri bulunan) İznik ordusu üzerine yürümüş ve sonuçsuz bir seri savaş yapılmıştır. Ancak en sonunda 1210da Yalvaç (Anadolu Antioch)'unda yapılan bir savaşta Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev atından düşüp (veya efsaneye göre I. Theodoros tarafından düşürülüp) ölmüş; Selçuk ordusu dağılmış; bu ordu içinde bulunan eski imparator III. Aleksios İznik ordusuna esir düşmüştür. Hemen sonra İznik İmparatorluğu ile Sultan I. Keyhüsrev yerine Anadolu Selçuklu hükümdarı olarak tahta geçen I. İzzeddin Keykavus arasında bir barış anlaşması imzalanmıştır.
Fakat Latin İmparatoru Henri bu sefer İznik güçleriyle doğrudan doğruya savaşa girişmiştir. 15 Ekim 1211de (Rhyndakus) Nehri yanında yapılan savaşta I. Theodoros büyük bir yenilgiye uğramış ve Latinler Bergama'yı alıp İznik İmparatorluğu idare merkezi olan Kemalpaşa (Nymphaeum) üzerine hücuma geçmişlerdir. Ancak Doğu Trakya'da Bulgarların hücumu ve Latinler elinde bulunan önemli Trakya merkezlerini ellerine geçirmeleri dolayısıyla Latinler İznik üzerine askerî hücumlarını bırakmak zorunda kalmışlardır.
En sonunda 1214'te İznik İmparatorluğu ile Latin İmparatorluğu arasında İzmir/ Kemalpaşa (Nymphaneum)'da bir barış anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmaya göre, ellerine geçirdikleri Edremit kuzeyinde Kaz Dağı etrafındaki Kuzey Batı Anadolu bölgesi Latinlerin elinde kalmış ve diğer Güney Marmara ve Anadolu Selçuklu devleti sınırlarına kadar Kuzey Batı Anadolu İznik İmparatorluğu arazisi olduğu kabul edilmiştir. 1226'da ölen Henri yerine Latin İmparatoru seçilen Pierre'in karısı olan ve Pierre'in ölmesi ile Latin İmparatoru olan oğlu II. Baudouin'in taht naibi olan Latin İmparatoriçesi Yolanda'nın küçük kızı olan Marie ile üçüncü karısı olarak 1219'da evlenen I. Theodoros böylece Latinlerle olan bağlarını daha da pekiştirmiştir.
Bu suretle I. Theodoros Laskaris hem doğuda hem de batıda güvenli sınırları olan İznik İmparatorluğu'nu kurmuş olmaktaydı ve İznik Bizans kültürünün yeni bir merkezi olarak gelişmeye başlamıştır.
1224'te Latinler tarafından idare edilen Selanik Krallığı, Epir Despotluğu tarafından ele geçirildi fakat 1230'da despotluğun merkezi olan Epir bölgesi Bulgarların eline geçti. Böylece güç merkezlerinden uzakta ve gerçek askeri gücü zayıf olup büyümesi kısıtlanan Trabzon İmparatorluğu yanında en önemli Bizans asilli devlet İznik Rum İmparatorluğu kaldı. Bu devletin hükümdarı III. İoannis ülkenin sınırlarını Ege Denizi yönünde genişletmeye başladı. 1235'te III. İoannis, Bulgar Çarı II. İvan Asen ile bir ittifak paktı imzalayarak nüfuzunu Selanik ve Epir üzerine de genişletmiş oldu. 1245’de İlhanlı Moğol orduları Anadolu Selçuklu Devleti'ni Kösedağ Savaşı'nda yenip nüfuzlarını Anadolu'da genişletmeye başlamışlardı ve III. İoannis bir taraftan İznik’te bulunan devletinin de Moğol hâkimiyetine girmesinden korkmaktaydı fakat diğer taraftan Moğolların İznik’e doğudan devamlı tehdit doğuran Anadolu Selçuklu Devleti'nin zayıflattıkları için biraz iç rahatlığı hissetmekteydi. 1265'te III. İoannis Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu imparatoru olan II. Frederik'in kızı Heunstaufen'li II. Konstans ile evlenip bu devlet ile yakın bir ittifak kurdu. 1248de III. İoannis eski müttefiki Bulgarları da yenip Latin İmparatorluğu’nun etrafını sarmayı basardı. 1254'te ölene kadar Latin İmparatorluğu’ndan arazi alıp ülkesine katmaya devam etti.
III. İoannis'in oğlu II. Theodoros Bulgarların Trakya'yı istila tehdidi ile karsılaştı; fakat ülkesinin arazisini korumaya muvaffak oldu. 1258De Epir de Sicilyalı Manfred'den destek alarak isyan etmişti. Aynı yıl II. Theodoros oldu. Yerine geçen varisi IV. İoannis daha çocuktu ve General Mihail Palaiologos başkanlığında bir naipler kurulu idareyi ele aldı. Mihail 1259da kendini VIII. Mihail adı ile ortak imparator ilan etti. İznik Rum İmparatorluğu orduları başında, Balkanlarda ilerleyen 1259'da birleşik Manfred, Epir Despotu ve Latin asilli Achaea Prensliği ordularını Pelagoia Savaşı'nda yenik düşürdü.
1260'ta Mihail kendinden önceki İznik Rum İmparatorlarının yapmak istedikleri fakat yetenekleri olmadığı için hiç girişimde bulunmadıkları, Latinler elinde bulunan Konstantinopolis'e karşı hücuma başladı. Cenovalılar ile ittifak yaptı. Ordusunun komutanı olan Aleksios Strategopoulos hücumunu planlamak için Konstantinopolis'i aylarca gözlem altında bulundurdu. Temmuz, 1261de Latin'lerin ordusunun çoğu Boğaz ağzında buluna Kefken adasını tekrar elerine geçirmek için seferde bulunurken, Aleksius şehir muhafızlarından bazılarını şehir kapısını ayırmayı başardı. İznik Rum ordusu böylece Konstantinopolis'i tekrar Bizans eline geçirdi. Yapılan ilk önemli icraat, Dördüncü Haçlı Seferi'nin bu şehre gelip, talan ederek şehrin en iyi taraflarını ve diğer Bizans arazilerini eline geçirmesine önayak olan Venediklilerden öç almak oldu. Şehirdeki Venedik Mahallesi yakıldı ve zaten kaçamayan Venedikliler zorla şehirden atıldılar.
Birkaç hafta sonra VIII. Mihail Ayasofya'da Bizans İmparatoru olarak taç giydirilip Bizans İmparatorluğu yeniden ortay çıkartıldı. Çok geçmeden Latin asilli Achaea Prensliği Bizans’ın eline geçip Mora yarımadasında Bizans'a bağlı, hükümdarları Palaiologos sülalesi asilli bir Mora Despotluğu kuruldu. Ama bu Palaiologos Hanedanı Bizans’ı önceki Bizans'tan çok değişikti. Balkanlar çoktan Bulgarların eline geçmişti gitmişti; Epir ve Trabzon özerk olarak kalmışlardı. Batıda Anadolu Selçuklu Devleti yerine çok daha dinamik Osmanlı Devleti kurulmuştu ve bu devlet Bizans’ın arazilerini eline geçirip sonunda 1453de Bizans İmparatorluğu’na son verecekti.
Dördüncü Haçlı Seferi'nden sonra Bulgarlar ve Latinlerin elinde bulunan Trakya haricinde Bizans’ın en mümbit ve yüksek nüfuslu bölgesi İznik Rum İmparatorluğu’nun elinde bulunmaktaydı. Bu şekliyle bu devlet en yükselmiş olduğu zamanlar olan Latin İmparatorluğunun parçalarına karsı yaptığı harplerde azami 20.000 kişilik bir orduyu ortaya çıkarıp levazım ve tedarikini yapabilecek güçte idi. İzmit Rum İmparatorluğu orduları Bizans Komnenos Hanedanı ordularının bazı özelliklerini devam ettirmişlerdi ama ülkenin kaynaklarının kısıtlı olması her zaman, Bizans İmparatoru I. Manuil ve daha öncekilerin idaresi altında bulunan Bizans ordularından sayıca ve kalite bakımından daha zayıf olması gerçeğini ortaya çıkarmıştır. İznik Rum İmparatorluğu diğer ortaya çıkan Bizans kalıntısı devletler ve Latin İmparatorluğu ile karşılaştırıldığı zaman Batı Anadolu'nun insan ve tarım zenginlikleri dolayısıyla stratejik ve askeri güç kaynağı olarak daha elverişli şartlarla karsılaştığı açıktır ve bu fırsat İznik Rum İmparatorluğu imparatorları, idarecileri ve askerleri tarafından iyi kullanılmış ve bu devlet Dördüncü Haclı Seferi felaketinden sonra Bizans İmparatorluğu’nu yeniden canlandıran devlet olmayı başarmıştır.
Namazgah
Bağdat Kalesi
Bağdad Kalesi Abbasî halifeleri tarafından yaptırılan Bağdad Kalesi, Sultan Melikşah’ın bazı ilâveleriyle tamamlanmış, Halife Mustahzir’in tamiriyle son şeklini almıştır. 1518’de Zülfikâr Han, 1534’te Kanunî Sultan Süleyman, 1587’de Cığalazade Sinan Paşa, 1639’da IV. Murad’ın emriyle Derviş Mehmed Paşa, 1648-1649’da Melek Ahmed Paşa, 1690’da Bezirgân Ahmed Paşa ve Büyük Süleyman Paşa tarafından tamir ettirilen dış kale, 1869-1871’de Mithat Paşa tarafından şehir genişletmesi sebebiyle yıktırılmıştır. 1534’de yapılan iç kale, 1647’de Musa Paşa, 1667’de Kethüda Yahya Ağa, 1748’de Kesriyeli Ahmed Paşa, 1763’de Kara Mustafa Paşa tarafından tamir ettirilmiştir. Bugün, Bâb-ül Vüstani dışında Bağdad Kalesi’nden hiçbir iz kalmamıştır. Bağdad’ın batı yakasında da Kuş Kale adıyla bilinen küçük bir kale bulunuyordu.
Bağdad’ın doğu yakasını bir yay gibi saran surların uzunluğu 20 km.yi buluyordu. Sarayın ve devlet dairelerin yer aldığı iç kale ise daha küçük olup, Kerh Köprüsü başına yapılmıştır.
Azamiye Kalesi
Azamiye Kalesi, Bağdad, Azemiye'deydi.
Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1534 yılında yaptırılmıştır. 1648'de Melek Ahmed Paşa, 1856'da Gözlüklü Reşid Paşa tarafından tamir ettirilmiştir. 1935 yılından sonra yıkılmaya başlayan kale duvarları, İmâm-ı Azam külliyesinin genişletilmesi sırasında 1959'da tamamen ortadan kaldırılmıştır.
Şii saldırılarından ve Dicle taşkınlarından sık sık zarar gören İmâm-ı Azam Ebu Hanife külliyesini korumak amacıyla yapılan Azamiye Kalesi, aynı adlı mahallenin etrafını çeviriyordu. Kareye yakın, dikdörtgen bir plânla tuğladan yapılan sur duvarlarının uzunluğu, Evliya Çelebi'nin hesabına göre 8.000 adım idi. Aşağa (aşağı) ve Yukarı olmak üzere 2 kapısı bulunan kalenin burçları, Bağdad kalesine benzemekteydi.
2.10 m. kalınlığındaki duvarlar tamamen tuğladan yapılmış olup üzeri kırmızı tuğla çamuru ile sıvanmıştır. Kalenin kapıları eyvan şeklinde ele alınmış, dizdar odalarıyla teşkilatlandırılmıştır. Burçların bir kısmı da 2 katlı hale getirilerek kale muhafızları için tahsis edilmiştir.
Bugün kaleden hiçbir izi kalmamıştır.
Çelyabinsk
Çelyabinsk (Rusça: Челябинск, Čelabinsk, Tatarca: Çiləbe, Başkurtça: Siləbe, Kazakça: Çelyabi, Çuvaşça: Čelepi) - Rusya'nın büyük bir şehri, Çelyabinsk Oblastı'nın yönetim merkezi olan şehrin 2002 sayımına göre nüfusu 1.077.174'dir. Büyük transport kavşağı (demir yolları ve asfalt yolları; Trans Sibirya Demiryolu ). Şehirde Çelyabinsk Balandino ve Çelyabinsk Şagol isimli iki |
havaalanı bulunmaktadır. Büyük sanayileşmiş merkez Metalurji, Makine mühendisliği, metal işi, cihaz işi, hafif sanayi, gıda kaynaklı sanayi.
Şehri 1736 yılında Tatar Türklerinden bey Tevkelev kurmuştur.
Şehir nüfusunda azımsanmayacak oranda Tatar, Kazak, Başkort gibi Türk kökenliler vardır.
15 Şubat 2013'te şehrin üzerinde iki dakika kadar gözlendikten sonra patlamalarla dağılan bir meteor, 200'ü çocuk 950 kadar kişinin yaralanmasına sebep oldu. Yaralanmalar, düşen cam parçaları gibi cisimlerden kaynaklanıyor.
Ural Dağları'nın hemen doğusunda, Miass Nehri üzerindeki. Şehir Ural Dağlarına yakın olup, Moskovanın 1919 km doğusunda yer alır..
Etnik yapı (2010): Ruslar — 85,1%, Tatar Türkleri — 5,2%, Başkurt Türkleri — 2,8%, Ukraynalılar — 2,1%, Almanlar — 1,0%
Eskiden tamamı Müslüman olan bir bölge olan Çelyabinsk'te günümüzde dahi çok sayıda cami vardır.
Camiler:
MAN Truck & Bus AG
MAN (Maschinenfabrik Augsburg-Nürnberg'in baş harflerinden ismini almıştır), bir Alman endüstri kuruluşudur. Daha çok kamyon ve otobüs üretimi ile tanınır. MAN'ın çalışma alanları; ticari araçlar, dizel motorlar, turbo makinalar ve sanayi hizmetleri.
Kökleri 1758 yılına dayanan firma Ruhr bölgesindeki ilk demir fabrikası olarak faaliyete geçti. Şu anda Avrupa'nın en büyük mühendislik ve ticari araç firmalarından bir tanesidir. 2005 yılında 120 ülkedeki 60.000 çalışanı ile 15 milyar € ciro yapmıştır. Son yıllarda sürekli olarak yaptığı yatırımlar ve yerel firmalarla yaptğı ortaklıklar (Hindistan, Polonya ve Amerika Birleşik Devletleri) ile pazardaki konumunu güçlendirmeye devam etmektedir.
MAN hisseleri Alman DAX endeksinde işlem görmektedir. Firma birçok kuruluşdan çeşitli ödüller almıştır, buna en son örnek 2008'de alınan "Truck of the Year 2008" ödülüdür.
Ayrıca MAN Türkiye A.Ş. Türkiye'nin ilk MAN doğalgazlı otobüsünü üretip ANKARA EGO Müessesesi'ne teslim ederek 1840 adet ile Avrupa'nın en büyük CNG araç filosunun kurulmasını sağlamıştır.
MAN Truck & Bus
MAN Truck & Bus Türkiye
Mevcut rakamlar itibarıyla Türkiye'nin en büyük ithal araç satıcısıdır.
Ticari Araçlar: kamyon (cironun %61’i), satış sonrası hizmetler ve parçalar (%18), otobüs (%14), motor ve diğer parça satışları (%7)
2 ve 4 zamanlı dizel ve benzinli motorlar;
transatlantik ve fabrikalar için özel dizel motorlar,
araçlar için, güç santralleri için, yatlar,
yolcu gemileri, yük gemileri (tanker, çekici,
buzkıran), demir yolları için motorlar
Turbomakineler; endüstriyel hizmet ve elektrik üretimi için kompresörler ve tribünler, petrol ve gaz rafinerileri için, demir çelik üretimi ve madencilik için güç jeneratörleri
Endüstriyel hizmetler; proje, telimat, montaj, çelik konstrüksiyon
Kamyon
Otobüs
- Neoplan markası da 2001 yılından beri grup bünyesindedir.
Komplians
Komplians veya compliance
Birim basınç değişikliğinin sebep olduğu hacim değişikliğidir.
Formül: hacim değişimi/basınç değişimi.
İçi boş olan organların (örn: akciğer, damarlar) basınç hacim oranlarında kullanılır.
İzel Rozental
İzel Rozental (d. 2 Mart 1951, İstanbul), karikatürist, mizahçı, köşe yazarı ve işadamıdır.
Makale, röportaj ve kitap eleştirileri Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinde yayınlandı. Çok az sayıdaki Aşkenaz Musevilerindendir. 1991'den beri Musevilerce çıkartılan haftalık Şalom gazetesinde editoryal karikatürleri yayınlanmaktadır. 1999 yılından beri Schneidertempel (Terziler Sinagogu) Sanat Merkezi'nin yöneticiliğini yapmaktadır. 2004 - 2006 yılları arasında Güldiken Mizah Kültürü Dergisi'nin başyazarlığını yapmıştır. Karikatürlerinde politik olaylarla dalga geçmektedir.
Naif bir çizgiyi ve güncel olaylara dair zengin bir gözlem gücünü yansıtan karikatürleri, sanatçının çizimlerinin sadece mizahi gücüyle değil, grafik sanatları açısından da bir iz bırakmasına neden oldu. Az sözlü, gereksiz süslemelerden kaçınan yalın çizgisi, sanatçının çok sayıda yurtdışı sergi ve albüme davet edilmesine neden oldu. FECO (Dünya Karikatürcü Kuruluşları Federasyonu) ikinci genel başkanlığını üç yıl boyunca yaptıktan sonra, 2006 yılından itibaren merkezi Paris'te bulunan Cartooning for Peace adlı uluslararası karikatür vakfının üyeleri arasına kabul edildi.
İzel Rozental karikatürlerini kitap olarak bastı ve çeşitli mizah kitapları da yazdı. Yarım asrı geçen sanat yaşamını hâlâ sürdüren İzel Rozental, iş yaşamında da kalem ve kâğıt ikilisinden kopamadı. Dolmakalem üreticisi ScrikssKalem şirketinin yöneticiliği görevini sürdüren Rozental, 2013-2015 yılları arasında TÜKİD (Türkiye Kırtasiyeciler Derneği) yönetim kurulu başkanlığı yaptı ve aynı derneğin yayın organı olan Frekans Dergisi'nde hem editör hem de karikatürcü olarak görev yaptı. İzel Rozental, Türkiye'de editoryal gazete çizerliğinin sınırlı sayıdaki temsilcilerinden biridir...
"Yol Boyunca", "F" ve " B " mizah yazıları, "Dikkat Buda", "Moda Sevgilim" adlı düz yazı kitapları geçtiğimiz senelerde satışa sunulmuştur. Sanatçının ayrıca bugüne dek çıkan 6 karikatür albümü vardır.
Fabio Grosso
Fabio Grosso (d. 28 Kasım 1977), İtalyan millî futbolcudur. Geçen sezon Palermo takımının formasını giyen Grosso şu an İtalya'nın köklü takımlarından FC Internazionale Milano forması giymektedir.
Grosso 22 kezde İtalya millî futbol takımı formasını giymiştir. 2006 FIFA Dünya Kupası'nda 2. Tur'daki Avustralya maçında 90.dakikada penaltı yaptıran Grosso, yarı finalde de Almanya millî futbol takımı karşısında takımının ilk golünü atarak İtalya millî futbol takımının finale yükselmesinde büyük pay sahibi olmuştur. Final maçında Fransa millî futbol takımı karşısında son penaltıyı atan Grosso penaltı vuruşunu gole çevirerek kupayı İtalya millî futbol takımına getirmiştir.
Fabio Grosso Dünya Kupası'ndaki başarılı oyunu sonrası birçok takımın dikkatini çekmiş ve İtalyan kulübü FC Internazionale Milano'ya transfer olmuştur. 2007-2008 yılında Lyon takımına transfer olmuştur.2009-2010 sezonunda Juventusa transfer olmuştur.
Simone Perrotta
Simone Perrotta, (d. 17 Eylül 1977), Serie A takımı Roma'da orta saha olarak forma giyen emekli İtalyan millî futbolcudur. 2006 FIFA Dünya Kupası'nı kazanan İtalya millî takımın'da forma giymiştir. 29 Haziran 2013 tarihinde futbolu bıraktığını açıkladı.
Perrotta, Reggina'nın alt yapısında futbola başladı ve 1995 yılında Serie B'ye giriş yaptı. 1998 yılında, Juventus'a transfer oldu ve Antonio Conte, Didier Deschamps, Zinedine Zidane gibi isimlerle forma savaşı verdi fakat Juventus'da 6 maç forma girme şansını yakaladı.
1999 yılında Perrotta, 3 Milyon Dolar'a Bari'ye transfer oldu.
2001-2002 sezonunda Serie A takımlarından Chievo'ya transfer oldu. Perrotta burada kulübün önemli orta saha futbolcularından bir tanesi oldu.
2004 yılında, Roma 4 yıllık taksit ile 7.2 Milyon Euro'ya transfer etti. Anlaşma daha sonra 3 taksite indirildi. 2006 yılında, 2010 yılına kadar kendisini Roma kulübüne bağlayacak olan imzayı attı.
Perrotta Ekim 2009 yılında Roma kulübü ile 1 yıllık daha sözleşme uzatma kararı aldı. Mart 2011 tarihinde, sezon başına 2.5 Milyon Euro'luk maaş ile sözleşme imzaladı.
2011-2012 sezonunda Roma'da orta saha olarak formalar giymiştir ve Daniele De Rossi, Miralem Pjanić'in yanında kullanılmıştır. 20 Şubat 2012 tarihinde, Perrotta sözleşmesini 2 yıl daha uzatma kararı aldığını açıkladı ve 2013 yılına kadar Roma ile sözleşme imzaladı. Bu sezonda alacağı maaş 2.6 Milyon Euro'ya ve performansları, ikramiyeler yükseltilmiştir. 2011-2012 sezonunda Roma takımı için 20 maça çıktı fakat gol kaydedemedi. Teknik Direktörlüğe Zdeněk Zeman'ınn getirilmesi sonrasında çok daha fazla oyun süresi aldı. 29 Haziran 2013 tarihinde, Perrotta futbolu bıraktığını açıkladı.
2002 yılında ilk kez İtalya millî takımına çağrıldı. İlk golünü Bulgaristan'a karşı atarken 2004 Avrupa Futbol Şampiyonasında de forma giydi.
2006 FIFA Dünya Kupası'nda teknik direktör Marcello Lippi yönetiminde dünya Şampiyonu oldular.
Roma'da oynadığı oyunu millî takımda oynayamayan Perrotta, millî takımda sol kanat ve defansif orta saha olarak forma giymiştir.
2009 yılında teknik direktör Marcello Lippi tarafından 2010 FIFA Dünya Kupası kadrosundan kadro dışı bırakılması sonucunda millî takımı bıraktığını açıkladı.
Perrotta, Calabria kökenli olup İngiltere'de doğmuştur. 4 yaşına kadar İngiltere'de yaşadı. Perrotta evlidir ve birde oğlu vardır. Perrotta, İngilizce ve İtalyanca bilmektedir.
Bergamo
Bergamo (Bergamo lehçesi: Bèrghem) kuzeybati İtalya'nın Lombardiya bölgesinde bulunan, aynı adı taşıyan Bergamo ili merkezi olan bir şehirdir. Nüfusu (31.12.2010 itibarıyla) 120.694 kişidir.
Şehir Lombardiya bölgesinin merkezi olan Milano'nun 40 km kuzeydoğusundadır.
Şehrin denizden yüksekliği 249 metredir. Şehir eski "Citta Alta" adlı "yukarı şehir" ile "Citta Bassa" adlı modern "aşağı şehir" olarak ayrılmıştır. Şehrin iki kısmı arasında finiküler bağlantı da bulunur. "Citta Alta (Yukarı şehir)" 16. yüzyılda yapılan 5 km uzunlukta şehri çeviren ve San Agostino, San Lorenzo, San Giacomo ve Sant'Alessandro adlı dört kapısı bulunan şehir surları ile çevrilidir.
Bergamo'nun belediye sınırları içindeki nüfusu (30.6.2010 itibarıyla) 118.597 kişidir. 19. yüzyıl ve 20. yüzyılda Bergamo'nun belediye sınırları içindeki nüfusunun gelişmesi şu gösterimde görülebilir:
Bergamo eski "Citta Alta" adlı yukarı şehir ile "Citta Bassa" adlı modern aşağı şehir olarak ayrılmıştır.
Yukarı şehir Venedik Cumhuriyeti tarafından yaptırılan surlar içinde bulunmaktadır. Bu bölgede ikametgahlara çok büyük talep olduğu için ev ve daire fiyatları İtalya ortalamasının çok üzerindedir. Citta Alta'da şu turistik görülebilecek yerler vardır:
Aşağı şehir Bergamo'nun modern merkezidir.
"Città Bassa"da bulunan artıstık önemi bulunan yerler şunlardır:
Bergamo komünü şu komünlerle sınır komşusudur: Azzano San Paolo, Curno, Gorle, Lallio, Mozzo, Orio al Serio, Paladina, Ponteranica, Seriate, Sorisole, Stezzano, Torre Boldone, Treviolo, Valbrembo
Bergamo şu kentlerle kardeş şehir bağlantısı kurmuştur:
AZ
Alkmaar Zaanstreek, kısaca AZ ya da b |
ilinen adıyla AZ Alkmaar, Hollanda'da bir futbol kulübü. 1967 yılında kurulan kulüp maçlarını Alkmaar'daki 17,023 kişilik AFAS Stadion'da oynar. Teknik direktörlüğünü John van den Brom yapmaktadır. İlk Hollanda ligi şampiyonluğunu 1981 yılında elde etmiştir. 2006-07 sezonunda son haftaya önde girmesine rağmen son maçta yenilerek şampiyonluğu kaybetmiştir. 2008-09 sezonunda ikinci şampiyonluğunu kazanmıştır.
Bayağı bıyıklı balık
Bayağı bıyıklı balık ("Barbus barbus"), sazangiller (Cyprinidae) familyasına ait bir balık türü.
Bayağı bıyıklı balığın uzun bir vücudu vardır ve yüzgeçlerinin göze çarpan büyüklüğü çok akıntılı sularda yaşayabilmesini mümkün kılar. Vücudu çok küçük pullar ile kaplıdır. Sanki kısa bir hortumu andıran uzun dudakları ve dudaklarından sarkan dört adet bıyığı ile (ikisi altda ve ikisi üstde) bir dip balığı olduğunu belli eder.
Sırtı ela renginde ve yanları altın sarısı renklerinde parlar. Karın kısmı bütün bıyıklı balık türlerinde olduğu gibi beyaz ve yüzgeçleri ela ve kızıl rengindelerdir. En büyükleri 80 santim uzunluğa ve 11 kilo ağırlığa varabilirler.
Bıyıklı balık tipik bir dip balığıdır ve dibi çakıl taşları ya da kum ile örtülü olan çok akıntılı akarsuları tercih eder. Balık yumurtaları, böcek kurtları, midyeler, salyangozlar ve solucanlardan beslenir. Belli bir büyüklüğe varmış olanları diğer küçük balıkları da avlarlar.
Bıyıklı balıklar çok yavaş büyürler ve etleri cok yumuşaktır. Çok fazla küçük kılçıkları olduğu için, lezzetli etine rağmen tercih edilen bir yemek balığı değildir. Ayrıca üreme zamanları sırasında, yani Mayıs ve Haziran ayında havyarları ve karın etleri zehirlidir
Multipl skleroz
Multiple skleroz (Çoklu sertleşim), beyni ve omuriliği tutan özbağışıklık hastalığıdır. Kısaca MS olarak anılır.
Nörotravmanın ardından genç erişkinlerde en sık görülen nörolojik bozukluktur. Sadece ABD'de yaklaşık 350.000-400.000 doktorlarca tanı konmuş kişi vardır. Hastalığın nedeni daha tam olarak anlaşılmamış olmakla birlikte, genetik ve çevresel etkenlerin birleşimiyle ortaya çıktığına inanılmaktadır. Çeşitli tipleri olsa da tümü merkezi sinir sisteminin (MSS) yangısı (enflamasyonu) ile nitelenir ve miyelinsizleşme (sinir dokusunu saran özel "miyelin" proteinin bağışıklık sistemince yok edilmesi) ile ilerlemektedir. Başka bir deyişle MS, MSS'nin miyelinsizleşmesini ve yangısını içeren bir özbağışıklık hastalığıdır. Özbağışıklık; kısaca bağışıklık sisteminin kişinin kendi hücrelerini tanıyamaması, bunun sonucunda vücuda yabancı madde sanıp yok etmeye çalışması ve sonuç olarak vücudun kendi kendine zarar vermesi olarak açıklanabilir. MS'de ise bağışıklık sisteminin tanıyamadığı bağıştıranlar (antijen) miyelinlerdir (myelin baz proteini ve myelin oligodendrosit glikoprotein gibi). MS hastalığında bağışıklık sistemde asıl sorumlu tutulan bağışıklık sistemi hücreleri ise T-hücreleri'dir.
Günümüzde hastalara tüm MS çeşitlerinde kortizon (metil prednizolone) ve ataklı MS çeşitlerinde kortizon ve beta-interferon veya copaxone vb. tedavisi verilmekle birlikte, yeni çalışmalar umut vericidir. Yakın gelecekte çıkması beklenen PPAR-gamma koşutetkinleri (agonistleri) üzerinde yapılan çalışmalar klinik evreye gelmiştir. Küçük hasta öbeklerinde yapılan çalışmaların da başarılı olması sonucunda şimdi büyük merkezlerde klinik çalışmalar yapılmaktadır. Ayrıca bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlar (Azathioprine (örneğin, Azasan® (Imuran®) ve Cyclophosphamide (Cytoxan®, Neosar®)) üzerinde de çalışmalar yapılmaktadır. Ancak bunların etkileriyle ilgili sonuçlar çelişkilidir. Ayrıca bu tür ilaçların önemli yan etkileri de kullanımı kısıtlayan bir başka nedendir.
1868 yılında, "nörolojinin babası" olarak anılan Paris Üniversitesi nöroloji profesörü Jean-Martin Charcot, daha önce hiç karşılaşmadığı bir titreme (tremor) vakasına tanık oldu. Bu duruma, "konuşma bozukluğu" ve olağan dışı göz hareketlerinin (nistagmus) eşlik ettiğini fark etti. Bunun üzerine gördüğü öbür hastalarıyla karşılaştırmaya girişti. Hasta öldüğünde, beynini incelemesi üzerine MS'yi ayırıcı nitelikteki yarası olan "plakları" buldu.
MS, beyni ve omuriliği tutan özbağışıklık hastalığıdır. Bağışıklık sistemindeki (immün sistem) savunma amaçlı gözelerin, nedeni daha anlaşılamamış bir şekilde, sinir hücrelerinin (nöronlar) çevresinde bulunan myelin kılıfını (buna bir nevi yağlı bir zar katmanı diyebiliriz) vücuda yabancı bir bağıştıran olarak algılamasıyla yok etmeye çalışmasıdır. Bu durum da, çeşitli sinir sistemi belirtilerini ortaya çıkarır. Bu belirtiler geçici olup, hastalığın düzeyine göre iz bırakabilir ya da bırakmadan ortadan kaybolabilirler.
Hastalığın adı iki sözcükten oluşmaktadır:
Bu skleroz sonucunda "plak" adı verilen doku bozukluğunun oluşması MS'i oluşturur.
Hastalığın ilerlemesi alevlenmeler ve iyileşmeler biçimindedir. Yine hastalığın düzeyine göre bu döngü süreleri değişiklik gösterir.
Hastalığın etkilediği kişiler çoğunlukla 20-40 yaş arası erişkinlerdir. Kadınlarda görülme sıklığı erkeklere oranla iki katıdır. Hastalığın coğrafyası da, ekvatordan kutuplara doğru gidildikçe genişler. Daha çok Kuzey Avrupa'da yaygındır.
Her MS hastasındaki gelişmeler zaman ve belirti olarak ayrılık gösterir. Hastalığın bilinen beş düzeyi vardır:
Hastalığın tanısı birçok yolla yapılır. Bunların ilki ve en önemlisi, nörolog bir doktorun yaptığı fiziksel muayenedir. Daha sonra beynin MR'ı (manyetik rezonans görüntüleme), BOS (Beyin Omurilik Sıvısı) ve 'kaydedilmiş potansiyeller' gibi ileri inceleme yöntemleri, tanıyı kesinleştirmek için gereklidir.
Tanı, kesinlik durumuna göre üç biçimde konabilir:
Bu belirti ve bulgular, hastalığın düzeyine göre birkaç hafta ile aylar, hattâ yıllar boyunca devam eder ve her atakta farklılık gösterebilir. MS'in özelliği (multipl) olduğundan genellikle birkaçı bir arada bulunabilir.
Daha önce de belirttiğimiz üzere MS otoimmün bir hastalıktır. MS patogenezinde; MSS (merkezi sinir sistemi)'nde miyelin antijenlerine karşı anormal immun yanıtın varlığı düşünülmektedir. Deneysel otoimmun ensefelomiyelite benzer olarak, MS hayvan modellerinde yapılan çalışmalar günümüzde kısmende olsa MS patogenesini aydınlatmıştır. Bu çalışmalar sayesinde hastalık sebeplerini daha iyi anlayabilmekte ve o doğrultuda yeni ilaçlar geliştirilebilmektedir. Bu da bu tür hayvan çalışmalarının önemini göstermektedir. Buna göre otoreaktif T-hücreleri beyin dokusuna saldırmaktadır. Buna ek olarak periferal B-hücreleri, monositler ve dendritik hücrelerde MS patogenesinde kritik rol oynayabilmektedir. Ayrıca MSS'inde normalde bulunan glial hücrelerinde hastalıkta rol oynadığı düşünülmektedir. İmmun hücreler sadece kendileri değil aynı zamanda ürettikleri maddelerle de etki gösterdikleri bilinmektedir. Salgıladıkları sitokinleri düzenleyici, haberleşmeyi sağlayan maddeler olarak görebiliriz. İnflamasyon uyaranları ile dinlenmekte olan makrofajlar, dendritik hücreler, astrositler, mikroglialar aktive olur. Bunun sonucunda çeşitli sitokinler salgılarlar. Bunların bazıları toksik etkiye neden olarak nöron ve oligodendrositlere(MSS'deki miyelinleri oluşturan hücreler) zarar verir. Ayrıca çeşitli kemokinler salgılayarak immun hücreleri uyarırlar. Bunlar da inflamatuar yanıtı biraz daha artırır. İşte toksik etkiyi ve inflamatuar uyaranlarla aktive olan yolları PPAR-gamma agonitleri engellemekte ve böylece koruyucu etki göstermektedir. Tüm bunlar da PPAR-gamma agonistlerinin önemini kanıtlamaktadır. Ayrıca sadece koruyucu olmadıkları bunun yanında tedavi edici etkilere de sahip oldukları düşünülmektedir. Nöral kök hücrelerin proliferasyonu ve farklılaşmasını düzenlediği de düşünülmekte; buna ek olarak oligodendrosit hücrelerin farklılaşmasında da etkileri olduğu da sanılmaktadır
Çeçen mülteciler
1994 yılında Rusya'nın Çeçenya'yı işgal etmesinin ardından ülke nüfusunun yaklaşık dörtte biri dünyanın çeşitli ülkelerine sığınmak zorunda kaldı.
Türkiye'de de resmi makamlara göre 1100, gerçekte ise yaklaşık 2000 Çeçen mülteci bulunduğu tahmin ediliyor.
Bu mülteciler İstanbul Beykoz, Fenerbahçe ve Ümraniye'de bulunan kamplarda ve İstanbul da dahil olmak üzere Türkiye'nin çeşitli şehirlerinde kamp dışı konutlarda yaşamaya çalışmaktadırlar.
Çeçen mültecilerden AB üllkelerine yoğun bir talep vardır. 2003 sonu verilerine baktığımızda Belçika, Norveç, Fransa, Almanya, Hollanda, Danimarka, Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya gibi ülkelere ulaşan 33 bin Çeçen, bu ülkelere mültecilik için başvuruda bulunmuştur.
Havuç
Havuç ("Daucus carota"), maydanozgiller (Apiaceae) familyasından, koni biçimindeki etli kökü için sebze olarak yetiştirilen iki yıllık otsu bir kültür bitkisi.
Türkçede yörelere göre gelinparmağı, pürçüklü, balkamış, deper otu, yerebatan, yer otu, yerekaçan, kızıl ot gibi değişik isimlerle kullanılır.
Akdeniz ülkelerinde, Afrika'da, Avustralya'da, Yeni Zelanda'da ve Amerika'da çok yaygın olan bir sebzedir. 60 kadar türü bilinmektedir . Havuç, A vitamini bakımından çok zengindir. Aynı zamanda diğer vitamin ve besin maddelerine de sahiptir. Havuca rengini karoten verir.
En yaygın olan türleri Daucus sativus, Daucus carota'dır .
Kızılkanat
Kızılkanat ("Scardinius erythrophthalmus"), sazangiller (Cyprinidae) familyasına ait bir tatlısu balığı türü. Avrupa'da Ural Dağları'ndan İspanya'nın doğusuna kadar ve Finlandiya'dan İtalya'nın kuzeyine kadar yaygındır. Türkiye'nin sadece kuzeyinde bulunur.
Kızılkanat ortalama 20–30 cm (en büyükleri 50 cm) uzunluğunda, ortalama 250-300 gram (en büyükleri 2-3 kilo) agırlığında olur. Yanları yassı olur ve yüksek bir sırtları vardır. Sırtları ve kafalarının üst kısımı ela veya kahverengi-yeşilimsi parlar. Yanları çinko rengi parlar ve karın kısımları gümüşümsü beyaz parlar. Yüzgeçleri kan kırmızısı rengindedir, ama bazen kavun içi renkli yüzgeçleri olanlarınada rastlanır. Kızılkanatlar sık sık kızılgöz balığı ile karıştırılırlar. Bu ikisi aynı familyaya aitlerdir ama aynı balık türü değildirler.
Kızılkanatlar bir sürünün içinde yaşarlar, ve duran ya da yavaş akan su |
ların, bol su bitkilerinin bulunduğu alçak su seviyesinde yaşamayı tercih ederler. Yetişkin kızılkanatlar neredeyse sadece su bitkilerinden beslenirler. Beslenmelerinin çok az bir bölümü kurtlardan ve solucanlardan oluşur.
Üreme zamanları Mayıs ile Haziran aylarındadır. Bu zamanda dişileri 100.000 ila 200.000 adet 1,5 milimetre büyüklüğünde yumurtalarını su bitkilerinin üzerine yapışık halde bırakır. Kızılkanatlar birçok diğer sazangiller türleri ile birlikte aynı zamanda yumurtladıkları için, sık sık bu yumurtalar diğer türlerinkiler ile karışır ve melez balık türleri maydana gelir.
Piromani
Piromani, birçok kez istekli ve kasıtlı olarak yangın çıkarma eylemi. Psikolojik bir rahatsızlık olarak tanımlanır.
Yangın ve bunun yarattığı olaylar ile büyülenme, bunlara merak duyma ve bunları çekici bulma söz konusudur. Erkeklerde daha yaygın olduğu bilinmektedir. Alkolün kötüye kullanımı, antisosyal özellikler, enürezis ve hayvanlara karşı şiddet kullanma birlikte bulunabilen özelliklerdir. Genellikle çocukluk çağında başlamaktadır ve bozukluğu çocukluk çağında başlayan vakalar tedaviye daha iyi yanıt vermektedir. Davranışçı teknikler yararlı olabilmektedir.
Gulf Air
Gulf Air (Arapça: طيران الخليج) Bahreyn ve Umman'ın ulusal havayolu şirketidir. Şirket 34 uçaklık bir filoya sahiptir; Afrika, Asya, Avustralya, Avrupa ve Ortadoğu'da 47 tarifeli sefer yapmaktadır. Gulf Air'in hub'ları Bahreyn Uluslararası Havaalanı (BAH) ve Seeb Uluslararası Havaalanı (MCT)'dir. Gulf Air’in mürettebatı 70 farklı dili konuşan 80 farklı milliyetten gelmektedir. Şirketin logosu altın bir şahindir.
1940'lı yılların sonunda Freddie Bosworth adında Britanyalı bir pilot Bahreyn'den Doha ve Dhahran'a uçak-taksi hizmeti vermekteydi. Bosworth 1950'de Gulf Aviation adında bir şirket kurdu. Filo yedi Avro Ansons ve üç de Havilland DH.86B'den oluşmaktaydı. Bosworth 9 Haziran 1951'de yeni aldığı bir de Havilland Dove'un gösteri uçuşunda hayatını kaybetti. 1951-1971 arasında British Overseas Airways Corporation (BOAC) adlı şirket %22 payıyla Gulf Aviation içindeki en büyük hisse sahibi olarak kaldı. Bu yıllarda filosunu yeniledi, Londra'ya uçularını başlattı. Ancak şirket için esas dönüm noktası Bahreyn, Katar, Abu Dhabi ve Umman hükümetlerinin BOAC hisselerini alması oldu. 1 Ocak 1974'te imzalanan Kuruluş Anlaşması ile şirket Gulf Air ismini alarak dört ülkenin ulusal havayolu şirketi olarak çalışmaya başladı.
23 Eylül 1983
23 Ağustos 2000
15 Kasım 2005
Gulf Air Filosu şu uçaklardan oluşmaktadır (Şubat 2006 itibarıyla):
Gulf Air filosu ortalama 10.8 yaşındadır (Şubat 2006).
Gulf Air pek çok etkinliğe sponsor olmaktadır. Bunların arasında en prestijlisi Gulf Air Bahreyn Formula 1 Grand Prix'dir. Bu etkinlik Formula 1 sezonunun ilk yarışıdır, ve her yıl Mart veya Nisan ayında düzenlenir.
Neotantra
Neotantra, tantranın bir guru rehberliği veya ritüel davranışları içeren şartlarını genellikle göz ardı eden modern veya New Age yorumlarını işaretle kullanılan bir ifadedir. Böyle olmakla birlikte Neotantra Hindu tantrasının pek çok terim ve kavramını benimsemiştir. Bu çevrelerde "tantra" kutsal cinsellikle yani seksin kutsal bir eylem olduğu ve katılımcıyı daha yüksek spiritüel planlara yükseltebildiği inancı kabul görmekte ve cinsel ilişkinin daha tatmin edici olmasını sağlayan teknikler dizisi anlamına da gelmektedir.
Vavá
Vavá (Edvaldo Izidio Neto), (12 Kasım 1934, Recife - 19 Ocak 2002), Brezilya millî futbol takımının forvetlerinden.
22 kez Brezilya millî takımı forması giydi ve 1958 ve 1962'de şampiyon kadro içinde yer aldı. Bu turnuvalarda toplam 9 gol attı. 1958 ve 1962 Dünya Kupalarında Brezilya forması giyen Vavá, art arda iki FIFA Dünya Kupası finalinde gol atan ilk ve tek oyuncu olarak tarihe geçti.
CR Vasco da Gama
Club de Regatas Vasco da Gama, Brezilya'nın Rio de Janeiro kentinde kurulmuş spor kulübüdür. Futbol takımı iç saha maçlarını genellikle 24.584 seyrici kapasiteli São Januário Stadyumu'nda yapar. Ancak bazı özel maçları 103.000 seyirci kapasiteli Maracanã Stadyumu'nda yapmaktadır.
Kulüp 21 Ağustos 1898'de kurulmuştur. Ancak dünya çapında futbol takımı ile tanınan kulübe futbol ilk olarak 1915 yılında girmiştir. İsmini Portekizli ünlü denizci Vasco da Gama'dan alan kulüp yine Portekizli göçmenler tarafından kurulmuştur. Bu sebeple genel taraftar kitledi Portekiz asıllılardan oluşur.
Brezilya'nın en başarılı futbol takımıdır. Erkek futbol takımı dışında kadın futbol takımı, basketbol ve atletizm gibi branşlarda faaliyet göstermektedir.
Dünya
Humeyn
Humeyn (Farsça: خمین), İran'ın Merkezi Eyaletinde bir şehir.
Eyaletin Humeyn şehristanı'nın yönetim merkezi olan şehrin 2006 yılı resmi nüfusu 64.031 kişi ve 17.399 hanedir.
Kum'a 160 km, Tahran'a 300 km uzaklıkta bulunan şehir, Ayetullah Humeyni'nin doğum yeridir. İran'da balıyla ünlenmiştir.
Vasco da Gama (anlam ayrımı)
Kilo-
Kilo, "bin" (10³ = 1000) anlamında bir ön ek. Genellikle metrik sistemdeki birimlerle beraber kullanılır.
Dale Carnegie
Dale Carnegie (24 Kasım 1888 - 1 Kasım 1955), Amerikalı yazar, hatip, kişisel gelişimci ve kişiler arası iletişim uzmanıdır.
İlk basıldığı 1936 yılında 30 milyondan fazla satış yapan ve günümüzde de hâlâ popülerliğini koruyan ve pek çok dile çevirilen "How to Win Friends and Influence People" (Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı) kitabının yazarıdır.
1888 Missouri Maryville'de fakir bir çiftçinin oğlu olarak dünyaya geldi. State Teacher's College'de eğitim gördü. Kolej sonrası ilk işi çiftçilere satış kursu vermekti daha sonra Armour & Company şirketi için satış yapmaya başladı. Firmanın Güney Omaha bölgesindeki yöneticisi haline geldi. 1955 yılında Hodgkin rahatsızlığından öldü. Belton, Missouri'de gömüldü.Dale Carnegie dünyada insanların kişisel gelişim konusunda ne kadar eksik oldğumuzu ilk keşfeden ve hayatını bunu değiştirmek için harcayan ender kişilerdendir.yazarlığa başladığı ilk günlerde herhangi bir canlı hakkında insandan daha fazla kitap olduğunu keşfetti.Yazdığı kitaplarda ise genelde kendinden bir şeyler değil de yaşanmış ve tecrübe edilmiş olayları kullanmıştır.
Dale Carnegie tarafından düzenlenen, tüm dünyada standartlaştırılmış kişisel gelişim kurslarıdır. Temel kurs her biri üç saat süren on iki akşam haftada bir oturumundan oluşmaktadır. Kurslarda genel olarak 10-30 arasında katılımcı yer alır.
Kimyon
Kimyon ("Cuminum cyminum"), maydanozgiller (Apiaceae) familyasından Mayıs-Haziran ayları arasında, beyaz ve pembemsi renkli çiçekleri açan, 40–60 cm boyunda, bir yıllık otsu bir bitki türü. Anavatanı Doğu Akdeniz ve Orta Doğu'dur.
Gövdeleri dik, üstte dallanır. Yaprakları iplik gibi parçalı ve tüysüzdür. Çiçekler şemsiye durumunda toplanmışlardır. Şemsiye, 3-5 saplıdır. Çiçekler beyaz veya pembe renklidir. Meyvesi köşeli, oval şekilli, 4–5 mm boyundadır. Temmuzda meyveler olgunlaşır. Özel kokuludur ve meyveleri sabit ve uçucu yağ, tanen ve reçine taşımaktadır. Midevi, gaz giderici, terletici olarak kullanılır. Aynı zamanda özellikle Kuzey Afrika, Orta Doğu, batı Çin, Hindistan ve Meksika mutfağında çok kullanılan bir baharattır.
Kimyon baharatı, kimyon bitkisinin olgunlaştıktan sonra toplanıp kurutulan tohumlarından ya da bu tohumların öğütülmesinden elde edilir. Keskin, acı ve biraz sert bir tadı vardır. Özellikle et yemeklerine katılır. Kebap gibi pek çok yöresel yemekte, ayrıca bazı içkilere ve hamur yemeklerine çeşni katmak için kullanılır.
Kimyonun genel olarak en sık yetiştiği yerler: İran, Özbekistan, Tacikistan, Türkiye, Fas, Mısır, Hindistan, Suriye, Meksika ve Şili'dir. Türkiye'de, Ege ve Karadeniz Bölgesinde kültür olarak yetiştirilir. Hindistan'da kimyon jiira olarak, Pakistan/İran'da ziira olarak, batı Çin'de ziran olarak, Azerbaycan'da ise cirə [cire] olarak adlandırılır.
Munise (karakter)
Reşat Nuri Güntekin'nin kitabı Çalıkuşu'nun karakterlerinden biri. Tüm kızların adının Zehra veya Ayşe olduğu bu köyde, adı farklı olan tek kız çocuğudur. Feride onu evlat edinir ve Munise, Feride'ye annelik için çok genç olduğunu düşünür ve bu yüzden ona abla anlamına gelen "Aba" der. Kitabın sonrasında bir hastalığa yakalanır ve doktorlar ona çare bulamadığı için ölür.
Tophane Kasrı
Tophane Kasrı, Sultan Abdülmecid'in emriyle inşa edilen kasır. Tophane'de, Necatibey Caddesi üzerinde ve Nusretiye Camii`nin yanındadır. Eski Tophane Meydanı`nın en önemli ögelerinden biridir.
Sultan Abdülmecid tarafından İngiliz mimar William James Smith`e inşa ettirilen binanın yapımı 1852 yılında tamamlanmıştır. Kasır, padişahların Tophane'deki askeri tesisleri ziyaretleri veya şehri deniz yoluyla ziyarete gelen yabancı devlet adamlarının karşılanması esnasında kullanılan bir mekan durumundaydı. Rus Çarı'nın kardeşi Grandük Konstantin, Sultan Abdülmecid tarafından burada kabul edilmiş, Osmanlı-Yunan savaşına son veren 1897 uluslararası konferansı ve Lozan Antlaşması sonrası Uluslararası Boğazlar Komisyonu, Tophane Kasrı'nda toplanmıştır.
1958'de yapılan kentsel müdahaleler kapsamında cadde genişletilirken, kasrın batısındaki Top Arabacıları Kışlası yıktırıldı, doğusuna bugünkü liman binaları yaptırılarak kasrın denizle bağlantısı kesildi ve tarihi meydan ortadan kaldırıldı. Uzun süre Malul Gaziler Yurdu olarak kullanılan yapı günümüzde Mimar Sinan Üniversitesi'nin kullanımındadır.
Kasır denize paralel, dikdörtgen planlı ve iki katlı bir yapıdır. Dış yüzeyindeki süslemeler, ikinci katındaki konsollara oturtulan barok üsluptaki çıkma, kalem işi tavan süslemeleri ve mermer şömineleri kasrın en dikkat çekici özellikleri arasındadır.
Napoleon Hill
Napoleon Hill (26 Ekim 1883 – 8 Kasım 1970), Amerikan yazar ve modern kişisel-başarı yayın türünün ilk yazarlarındandır. En ünlü eseri Think and Grow Rich ("Düşün ve Zenginleş") tüm zamanların en çok satan kitaplarından biridir.
Hayat hikâyesini yazanlara göre Hill, Virjinya Wise County'nin Pound kasabasında iki odalı bir kulübede yoksulluk içinde dünyaya geldi. Annesi, Hill 10 |
yaşındayken öldü, babası iki yıl sonra yeniden evlendi.
13 yaşında küçük kasaba gazetesi "Mountain Reporter"de yazmaya başladı. Hukuk okumak için muhaberlikten kazandıklarını kullandı fakat sonra ekonomik gerekçelerle bundan vazgeçti. Sanayici ve zamanın en zengin insanlarından biri olan Andrew Carnegie ile yaptığı mülakat Hill'in kariyerindeki dönüm noktası oldu. Ünlü insanlarla yaptığı mülakatların bir parçası olan bu mülakatta Hill, Carnegie'nin başarı sürecinin basit bir formülle izah edilebileceğine ve sıradan insanlar tarafından da uygulanabileceğine inandığını keşfetti.
Hill'den aldığı referans mektuplarıyla 500 başarılı ve çoğu milyoner olan erkek ve kadınla başarının formülünü keşfetmek ve yayınlamak için görüşmeler yaptı.
Hill'in araştırmasında görüştüğü ünlü insanlar arasında Thomas Edison, Alexander Graham Bell, George Eastman, Henry Ford, Elmer Gates, John D. Rockefeller, Charles M. Schwab, F.W. Woolworth, William Wrigley Jr., John Wanamaker, William Jennings Bryan, Theodore Roosevelt, William H. Taft, Woodrow Wilson, Charles Allen Ward and Jennings Randolph bulunmaktaydı. Proje yirmi yıldan fazla bir zaman sürdü ve 1928'de "The Law of Success" adıyla kitaplaştırıldı.
1937'de Hill başarı formülünün halen basımı yapılan ve otuz milyondan fazla satış yapan "Think and Grow Rich" kitabında izahını yaptı.
Karademir, Tirebolu
Karademir, Giresun ilinin Tirebolu ilçesine bağlı bir köydür.
Giresun iline 50 km, Tirebolu ilçesine 5 km uzaklıkta olup, Tirebolu ve Görele şehir merkezleri arasında yer almaktadır.
Köyün iklimi, Karadeniz iklimi etki alanı içerisindedir.
Köyün ekonomisi başlıca fındık tarımına ve hayvancılığa dayalıdır.
Köyde, ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamasının yanı sıra taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır fakat kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köyde elektrik ve sabit telefon vardır.
Tristan Tzara
Tristan Tzara (d. Moineşti, Romanya, 16 Nisan 1896 - ö. Paris, Fransa, 25 Aralık 1963) Rumen asıllı Fransız şair, yazar, Dadacılık akımının kurucularından.
Asıl adı Sami Rosenstock'dır. Dadacılık hareketinin adındaki "dada" kelimesini 1916 yılında arkadaşlarıyla birlikte Larousse sözlüğünün rastgele bir sayfasını açarak buldu. Dadacı Manifesto aynı yıl Tristan Tzara tarafından yazıldı. Tamamen rastlantılara dayalı ve geleneksel yazın kurallarının dışında bir edebiyat anlayışı geliştiren Tzara, şiirlerini gazeteden kesilen sözcükleri bir şapkada karıştırıp rastgele çekerek oluşturmuştur. 1921'de Paris'e yerleşerek, André Breton, Philippe Soupault, Louis Aragon ve Paul Eluard gibi şair ve yazarlarla, dilin yapısında ve kullanımında yaptıkları değişik ve çarpıcı denemelerle kamuoyunu ve sanat çevrelerini sarstılar.
Dil ve estetik kurallarını, bunların denetlemesini, mantık dizgesini yok sayan ve sözcük anlamlarına değer vermeyen, alabildiğine bağımsız çağrışımlarla ilkel ve doğrudan anlatım biçimi arayan bir sanat akımı olan Dadacılık; dünyanın, insanlığın yaşadığı
yıkımdan umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan anlayışa sahip bir felsefi yapıdan etkilenmiş, I. Dünya Savaşı'nın yarattığı umutsuzluktan, boğuntu ve dengesizlikten, burjuva değerleri karşısında duyduğu tiksintiden kaynaklanan protesto eylemleri yapan ve güvensizlik ve umutsuzluk içeren yıkıcı bir devinimdi.
André Breton'un Dadacılıktan sıyrılması ve bir grup yazarın da bu sıyrılmayı taşkınlıkla dönemin kamuoyuna taşımasından sonra Dadaizm her ne kadar yaşatılmaya devam edilse de, Breton'un kurduğu Gerçeküstücülük etkisini arttırdıkça, Dadacılık da giderek ortadan kaybolmuştur. Tzara Dadacılık sonrası şiirlerini gerçeküstücülüğe yakın bir tarzda yazmıştır.
Tzara 1937'de Fransız Komünist Partisi'ne katılmış ve II. Dünya Savaşı'nda Fransız direnişçileri arasında yer almıştır.
Nihilist ve asi tavrıyla edebiyata yeni bir bakış açısı getiren Tzara'nın en önemli eserleri, L'Homme Approximatif (Yaklaşık Adam) (1931), Le Coeur à Gaz (Gazlı Yürek) (1938), Midis Gagnés (Hakedilmiş Öğleler) (1939), Parler Seul (Yalnız Konuşmak) (1950), La Face Intérieure (İç Yüz) (1953)dür. Ayrıca yazarın "Dada Manifestoları" adında bir kitabı da bulunmaktadır.
Volksoper
Volksoper, Viyana'nın Alsergrund ilçesinde bulunan Volksoper opera yanında müzikal, klasik müzik konserleri ve dans oyunları sergilenmektedir.
Bina ilk olarak 14 Aralık 1898 tarihinde "Kaiser-Jubiläums-Stadttheater " adı altında açılmıştır.
Bina tiyatro adı altında açılmış olsa da daha çok opera oyunları sergilenmiştir, 1903'ten beridir de sadece opera yapılmaktadır. Bundan dolayıdır ki 1908 tarihinden itibarende ön ismi kaldırılarak sadece "Volksoper – Halk Opera Binası" denmektedir.
Binanın yönetimi 1928 yılında iflasını açıklamış ve daha sonra yönetim değişerek 1929 yılında "Neues Wiener Schauspielhaus" adı altında belli bir zamana kadar yaşamına devam etmiştir.
En son 1938 yılında Viyana Opera ve Tiyatro Müdürlüğü binayı satın alarak halkın hizmetine sunmuştur.
"Volksoper" ilk zamanlar Merkez İlçe - Innere Stadt’daki Staatsoper ile beraber çalışmaya başlasa da daha sonra diğer opera binasından bağımsız olarak opera sahnelemiştir.
Volksoper tiyatro binası 1999dan itibaren Avusturya'nin diğer önemli opera binaları Wiener Staatsoper (Viyana Devlet Operası) ve Burgtheater) ile birlikte Avusturya Federal Devleti'nin sahipliliği altında "Bundestheater Holding AG (Federal tiyatro holding şirketi)" tarafından yönetilip ve gözetimlenmektedir.
Lihtenştayn Sarayı
Alsergrund İlçesi’nde "Fürstengasse 1" numarada bulunan Lihtenştayn Sarayı en son 29 mart 2004 yılında restore edilip yeniden hizmete açılmıştır.
Barok stildeki sarayın odaları günümüzde Lihtenştayn Hanedanlığının kendine ait dünyadaki en büyük ve en zengin özel koleksiyonları olan tablolar ve çeşitli zamanlara ait eşyalar sergilenmektedir.
1687 yılında "Prens Johann Adam Andreas von Lihtenştayn"’in bu çevrede saray yaptırmak için arsa araması ile başlamıştır. Sarayın şimdiki arsası beğenildikten sonra yapılacak saray için 1688 yılında proje yarışması açılmıştır.
Yarışmayı mimar "Domenico Egidio Rossi" kazanmıştır fakat sarayın inşaasına 1962 yılından itibaren mimar "Domenico Martinelli" devam edip bitirmiştir. Mimar binayı eski roma stilinde villa-şehir evi karışımı şekilde inşa etmiştir.
1700 yılında kaba inşaası biten binanın iç düzenlemesi için Bolognalı mimar "Marcantonio Franceschini" görevlendirilmiştir, özellikle birinci kattaki tavan süslemelerini yapmış olan mimar daha sonra Prensin babası tarafından yavaş çalıştığı için işine son verilmiştir ve yerine de diğer kalan iç süslemeleri yapmış olan Venedikli "Antonio Belucci" görevlendirilmiştir ama büyük salondaki tavan süslemesi yine bir ücüncü iç süsleme sanatçısı "Andrea Pozzo"’ya aittir.
Bütün bu sanatçılara rağmen taban katın tavan süslemesi başka bir süslemeci olan "Johann Michael Rottmayr" tarafından bitirilmiştir. Bundan dolayıdır ki tavan süslemelerinin birbirinden farklı olması herkesin dikkatini çeker.
Yine saray kadar önemli olan bahçesi çeşitli heykel ve diğer figürler ile "Giuseppe Mazza" ve "Giovanni Giuliani" tarafından düzenlenmiştir. 1820 yılında diğer bir bahçe düzenleyicisi "Joseph Kornhaeusel" tarafından da elden geçirilip son şeklini almıştır.
Saray bugün müze olarak hizmet vermektedir. Hanedanlığının kendine ait özel tablo, rönesans-biedermaier zamanı eşyalar, ayrıca ressam Peter Paul Rubens’e ait tablolar ve diğer sanat figürleri sergilenmektedir.
Darüşşafaka
Darüşşafaka, İstanbul'da kuruluşu 1863 yılına dayanan parasız, yatılı, karma öğretim kurumudur.
Türkiye’nin eğitim alanındaki ilk sivil toplum kuruluşu olarak 1863 yılında faaliyete geçen Darüşşafaka Cemiyeti tarafından kurulmuştur. Kelime anlamı ""Şefkat yuvası"" olan kurumda, babası veya annesi hayatta olmayan, maddi olanakları yetersiz, sınavla seçilmiş öğrencilere dokuz yıllık, tam burslu, yatılı öğrenim verilmektedir..
Okulun temeli, 30 Mart 1863 tarihli Padişah fermanı ile kurulan ve Osmanlı Devleti'nde eğitim alanındaki ilk sivil toplum hareketi sayılan ""Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye""nin (İslam Okutma Kurumu) Kapalıçarşı'daki çırakları eğitmek için yürüttükleri çalışmalara dayanır. Bu çalışmaların başarılı olması üzerine eğitimin kapsamı değiştirilmiş ve okul, Fatih’te inşa edilen binasında 1873 yılında faaliyete geçmiştir.
Eğitim içeriği kuruluşundan beri çağın gereklerine göre değişen ve kimi zaman telgraf mühendisi, kimi zaman öğretmen yetiştiren bir okul işlevi gören bu kurumdan 1873-1884 yılları arasında mezun olanlar yüksekokul mezunu sayılmıştır. Günümüzde okul, eğitimi Maslak’taki binasında sürdürür; lise bölümü ""Özel Darüşşafaka Lisesi"" adını taşır ve kolej statüsündedir. Öğrencilere sunduğu eğitim ve sosyal imkanlar açısından ülkenin en iyi eğitim kurumlarından birisi kabul edilir.
Darüşşafaka Giriş Sınavı, her yıl mayıs veya haziran ayında Türkiye çapında düzenlenir. Annesi veya babası hayatta olmayan, ailesinin maddi durumu yetersiz, ilkokul dördüncü sınıf öğrencisi olan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, sağlık veya diğer yönlerden yatılı okula kabulünde sakınca bulunmayan her çocuk Darüşşafaka giriş sınavına başvurabilmektedir. Başvurular her yılın ocak ayında alınmaya başlar.
Darüşşafaka öğrencilerinin eğitim, barınma, beslenme, kıyafet, sağlık, kitap, kültürel aktiviteler, cep harçlığı gibi yaşam giderleri ve üniversite eğitimini sürdüren Darüşşafaka mezunlarına sağlanan burslar Darüşşafaka Cemiyeti tarafından karşılanır.
Bir sivil toplum kuruluşu olan Darüşşafaka Cemiyeti varlığını hayırsever kişi, kurum ve kuruluşların bağışlarıyla sürdürmektedir .Cemiyetin destekçileri arasında Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım ile kız kardeşi Makbule Atadan ve manevi kızı Nebile İrdelp, ünlü yazar Sait Faik Abasıyanık gibi kişiler ile Türkiye İş Bankası gibi kurumlar yer almıştır.
Darüşşafaka’nın temelinde, Osmanlı döneminde Müslümanların kurduğu ilk eğitim-öğretim derneği olan “"Cemiyet-i Tedrisiye |
-i İslamiye"” yatar. Bu kuruluşun başlıca hedefi "'‘Osmanlı toplumunda İslam unsurunun, modern yaşamın gerektirdiği bilgilerle donatılarak gelişmesi"‘dir.
Dâire-i Askeriyye rûznâmçecisi Yusuf Ziya Bey’in (sonradan Paşa – Maliye Nazırı, Yusuf Ziya Paşa), Ahmet Muhtar Bey (sonradan Paşa – Sadrazam, Gazi Ahmet Muhtar Paşa), Vidinli Tevfik Bey (sonradan Paşa, Vidinli Tevfik Paşa), Sakızlı Es'at Bey (sonradan Paşa – Sadrâzam, Sakızlı Esat Paşa) ve Trabzonlu Ali Nâki Efendi (sonradan Trabzon mebusu, Şeyh-ül Mebusin) gibi kişilerle birlikte kuruluş başvurusunu yaptıkları Cemiyet-i Tedrisiye-i İslâmiye, Hicrî 21 Şevval 1280 - Rumî 18 Mart 1280 - Milâdî 30 Mart 1864 (kurumun resmî kabulüne göre 30 Mart 1863) tarihli Padişah fermanı ile onaylanmasından sonra çalışmalarına başladı. İlk girişimleri, Beyazıt, Koska’da Valide Mektebi (Emetullah Kadın Mektebi)’ni açmak idi. Bu girişim Ebubekir Paşa Mektebinde şube açılarak ilerletildi.
İlk gelirini Çarşı’da bulunan 105 dükkânın kirasının bağlanmasıyla oluşturan cemiyet, zamanla devletin, yüksek devlet memurlarının, esnafın ve halkın değişik kesimlerinden pek çok vatandaşın yaptığı bağışlarla gitgide büyüdü. Cemiyetin gelişmesiyle birlikte daha büyük ölçekli bir okulun kurulması gündeme alındı. Seçenekler arasından Fransa’daki “"Prytanéé Militarie De La Fleshe"” denemesi örnek alınarak, kız-erkek İslam yetimlerinin eğitim görecekleri Darüşşafaka kuruldu. 28 Haziran 1873’te eğitime başladı. Tanzimat devinde, rüştiyelerin nitelikli memur yetiştirmekte yetersiz kaldığı görüşünden hareketle açılan bir dizi üst kademe okuldan birisi odu. Mezunlar, yüksekokul mezunu kabul edilmekte idi.
Okulun kurulduğu Tanzimat döneminde “Osmanlılık” yeniden yorumlanmakta idi. “Yeni Osmanlılar”, başta eğitim olmak üzere tüm alanlarda gayrımüslim halklarla rekabete girişmişlerdi. Osmanlı uyruklu Rum Ortodoks, Ermeni ve Yahudi toplumuna ait yaklaşık 10.000 okulda eğitim hükümetin denetimi dışında sürmekteydi. Devlet, denetimi dışında kalan bu okulların olumsuz etkilerinden korunmak ve sivil bürokrasinin iyi eğitilmiş insan gücü ihtiyacını karşılamak için bir eğitim örgütlenmesi yaygınlaştırdı ve denetimi dışında kalan eğitim kuruluşlarına sınırlamalar getirdi. Denetim dışındaki gayrımüslim okulların öğrenci seçimlerine getilen kısıtlamalar, Osmanlı okullarında ön eğitim şartı uygulaması, izinsiz açılan misyoner okullarının kapatılması, Müslüman çocuklarının yabancı ve azınlık okullarında eğitim görmesinin teşvik edilmesi gibi uygulamalar, toplumun gayrımüslim unsurlarının direnciyle karşılaştı.
İşte bu tarihsel çerçevede Cemiyet-i Tedrisiye-i İslamiye’nin dönem için özgün bir model olan Darüşşafaka’yı kurması, beklenen bir çözüm getiriyordu. Bu model, eğitimde fırsat eşitliğini hedefleyen sosyal dayanışmacı yönüyle ülkenin tarihinde bir ilktir.
Fatih'te inşa edilen okul binası, devletten halka yaygın bir bağışla gerçekleştirildi. Mimarı, "Ohannes Kalfa" idi. O yıllarda eski konak ve kışla yapıları okul olarak kullanılırdı. Yaptırılan Bina, okul olarak tasarlanmış ilk yapılardan birisi oldu. Mimarisi, kız ve erkek öğrencilerin bir arada okumasına olanak sağlayacak şekilde düzenlendi. Kız ve erkek öğrenciler için iki ayrı giriş yapıldı. Ancak karma sisteme geçiş, çok daha sonra gerçekleştirilebildi, okul 1974’e kadar sadece erkek öğrencilere hizmet verdi. Eğitim, 1994 yılına kadar Fatih’teki binada sürdürüldü. Binanın bulunduğu araziye 1953 (mimarı Emin Onat) ve 1973 yıllarında birer bina daha inşa edildi. Bu üç binanın bulunduğu kampüs, 1994 yılında Ziraat Bankası’na satıldı. Okul, Maslak’ta yeni bir binaya taşındı. Günümüzde Fatih'teki okul arazisi ve binası Hazine'ye devredilmiş ve Milli Eğitim Bakanlığı'na tahsis edilmiştir
Darüşşafaka 1873'te belli bir eleme yöntemiyle öğrenci alımına başladı ancak öğrencilerin okula nasıl seçildikleri bilinmemektedir.
Öğrencilerin %63'ünün İstanbul kökenli idi ve büyük oranda okulun yakın çevresi olan Fatih ve Eminönü semtlerinden gelmekteydi. Ancak %20’ye varan bir oranda da özellikle 19. yüzyılda Osmanlı hâkimiyetinden çıkmış olan bölgelerden gelenlerin yoğunlaştı. Bu öğrencilerin okula giriş tarihleri genellikle Balkanlardaki askeri yenilgileri takip etmiştir.
Darüşşafaka'nın Anadolu ve uzak Osmanlı eyaletlerinden seçilen öğrenciler %40'a yakın bir oran oluşturmaktadır. Memleketlerinden, aile ve sosyo-kültürel ortamlarından büyük ölçüde kopan bu çocuklar Darüşşafaka'ya kuvvetle bağlanmaktaydı. Bu bağlılık okula yüklenen işlev ve hedeflere bağlılık olarak devam etmiştir. Böylece bir anlamda bürokrasinin insan kaynakları bu sadık gençler tarafından garantilenmiş olmaktadır. Bu yönleriyle Darüşşafaka modeli kimilerince klasik “"devşirme"” yöntemine benzetilir.
Darüşşafaka, cumhuriyetin kurulması ile hızlanan sosyo-ekonomik değişime uyum sağlayarak toplumsal işlevini devam ettirdi. Cumhuriyet dönemindeki en önemli değişim 1955 yılında İngilizce tedrisata geçilmesi ve 1971’de kız öğrencilerin de kabul edilmeye başlanması oldu.
Okul, ilk mezunlarını 1881 yılında verdi. 1881-1927 döneminde mezunlarının %25'i telgraf ve posta nazırlıklarında, %15'i öğretmen olarak, %13'ü de gümrüklerde görevlidir. Hükümet, Düyun-u Umumiye örgütünün muhalefetine karşın gümrük sisteminde reformlar gerçekleştirmek üzere çalışmalara girişmiş; reformların uygulanmasında bürokratlara düşen payın önemini düşünerek seçkin bir kadrolaşmaya gitmiştir. Darüşşafakalılar bu kadrolaşma içinde de yoğun olarak yer almışlardır.
Telgraf, imparatorluğa 1854'te Kırım Savaşı ile birlikte girmiş, 1860 yılında hayatı kısa süren “"Telgraf Mülazım Mektebi"” kurulmuştu. 1880'de telgrafçıların, en gelişmiş eğitim kurumları olan Galatasaray ve Darüşşafaka'da yetişmesi hedeflenmiş, ancak Galatasaray'ın elit kökenli öğrencileri telgraf memuru olmaya yanaşmayınca Darüşşafaka aynı yıl programına elektrik derslerini dahil etmiş, matematik ve fizik eğitimine ağırlık vererek iki yıl içinde telgraf fen mektebine dönüşmüştür.
Zamanla ilk ve orta öğretim kurumları yaygınlaşarak tüm imparatorluğu kaplar hale gelmişti. En çok gereksinim duyulan mesleklerden biri de öğretmenlik idi. Bu dönemde Darüşşafaka, öğretmen yetiştiren bir okul (muallimhane) haline dönüştü.
Kısacası Osmanlı devrinde Darüşşafakalılar, sivil bürokrasi neye gereksinim duyduysa oraya yönlendirilmiş ve nitelikli kadrolarda istihdam edilmişlerdir.
Mezunlar, “"telgrafçılık ve gümrükçülük"” örneğinde olduğu gibi bir tercih zorlaması olmaksızın, ön plana çıkan meslek dallarına eğilim gösterdiler. Özel sektörde veya kendi hesabına çalışanların oranı 1928-1961 döneminde %46’ya, 1962-1986 döneminde ise %80’e ulaştı. Özel ve kamu sektöründe üst kademe yöneticisi konumundaki Darüşşafakalıların oranı, giderek özel sektöre kaydı. Ekonomi, işletme, pazarlama, bankacılık gibi ekonomik gelişmelere paralel olarak ön plana çıkan alanlarda çalışanların oranı 1928-1961 dönemi mezunlarında %17 iken, 1962-1986 döneminde bu oran %30’a çıktı.
Darüşşafaka Cemiyeti, 1997'den itiabaren bağışçıları için huzurevi projeleri geliştirmektedir. 1997'de Yakacık Rezidansı, ardından Maltepe, Şenesenevler ve Urla'da açtığı rezidansları bağışçılarının hizmetine sunmuştur.
Abdülhak Şinasi Hisar
Abdülhak Şinasi Hisar (14 Mart 1887, İstanbul - 3 Mayıs 1963, İstanbul), Türk yazar.
Anne tarafından dedesi Muhtar Bey'in Rumelihisarı'ndaki yalısında doğdu. Abdülhak Şinasi Hisar'ın çocukluğu, Rumelihisarı, Büyükada ve Çamlıca’da geçti. 1898’de Galatasaray Sultanisi’ne girdi.
Ailesine haber vermeden 1905'te Galatasaray Sultanisi'nden ayrılarak Paris'e gitti. 1908'e kadar Paris’te École Libre des Sciences Politiques’e devam etti.
Paris'te Prens Sabahattin, Dr. Nihat Reşat Belger, Ahmet Rıza Bey ve Yahya Kemal Beyatlı ile sık sık görüştü.
II. Meşrutiyet’in ilânından (1908) sonra Türkiye’ye döndü. Fransız ve Alman şirketlerinde, Osmanlı Bankası’nda, Reji İdaresi’nde, 1931’den sonra ise Ankara’ya yerleşerek Dışişleri Bakanlığı’nda çalıştı. 1948’de İstanbul’a döndü ve Ayaspaşa’da Boğazı gören bir apartmana yerleşti. 1954-57 yılları arasında Türk Yurdu dergisinin genel yayın müdürlüğünü üstlendi.
1963'te Cihangir’deki evinde beyin kanamasından öldü. Hiç evlenmemiştir.
Edebiyata Mütareke yıllarında Dergâh ve Yarın dergilerindeki şiir, kitap tanıtma ve eleştiri yazılarıyla başladı. 1921’den itibaren İleri ve Medeniyet gazetelerindeki yazılarıyla tanındı; 7Ağaç, Varlık, Ülkü ve Türk Yurdu dergileri ile Milliyet, Hakimiyet-i Milliye ve Dünya gazetelerinde yazdı. Cumhuriyet dönemi yazarı olmasına rağmen dil ve üslup açısından Meşrutiyet kuşağına bağlı kalan Hisar’ın bütün yapıtları esas olarak “hatıra”ya dayalıdır. Romanlarında Maurice Barrés, Anatole France ve Marcel Proust gibi yazarların edebiyat anlayışlarını benimsemiştir.
1942 CHP Hikâye ve Roman Mükâfatı’nda üçüncülük alan en önemli eseri Fahim Bey ve Biz, Almancaya da çevrildi. (Unser Guter Fahim Bey, Çev.: Friedrich Von Rummel, 1956) Eser roman dalında ödül almış olsa da, Hisar, eserini hikâye olarak tanımlamayı yeğler.
Sermet Sami Uysal (Varlık Yayınları, 1961) ve Necmettin Türinay’ın (M.E.B., 1988) Abdülhak Şinasi Hisar adlı birer inceleme kitabı vardır.
Ölümünden sonra "Abdülhak Şinasi Hisar: Seçmeler" (Haz.: Selim İleri, YKY, 1992), Geçmiş Zaman Edipleri (Haz.: T. Yıldırım, Selis, 2005) ve Kelime Kavgası: “Edebiyata ve Romana Dair” (Selis, 2005) adlı üç kitabı daha çıkmıştır. Emre Aracı "Boğaziçi Mehtapları"'ndan esinlenerek aynı adlı bir keman konçertosu (1997) bestelemiştir.
Hisar'in kitaplarına girmemiş edebi makale, deneme ve eleştiri yazıları Necmettin Turinay tarafından üç cilt olarak bir araya getirilmiştir.
Cenap Şahabettin
Cenab Şahabeddin, (d. 21 Mart 1870, Manastır - ö. 12 Şubat 1934, İstanbul) Türk şâir ve yazar.
Servet-i Fünun edebîyatının önde gelen temsilcilerindendir.
21 Mart 1870'te Manastır’da doğdu. Babası Osman Şahabeddin Bey, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda şehit düştü. Babasının ölümünden sonra yaklaşık altı yaşında iken ailesiyle birlikte İstanbul’a taşındı.
İlkokulu Tophane’de |
Mekteb-i Feyziyye’de okudu. Ardından Eyüp Askerî Rüşdiyesi’ne girdi. Bu okulun yıkılması üzerine Gülhane Askerî Rüşdiyesi’ne geçti ve 1880 yılında buradan mezun oldu. Daha sonra Tıbbiye İdâdîsi’ne girdi, iki yıl okuduktan sonra Askerî Tıbbiye’nin beşinci sınıfına kabul edildi. 1889’da doktor yüzbaşı olarak okulu bitirdi. İyi bir derece ile mezun olduğu için 1890 yılı başlarında cilt hastalıkları sahasında ihtisas yapmak üzere devlet tarafından Paris’e gönderildi. Burada dört yıl kadar kaldı.
Paris’te dört yıl cilt hastalıkları ihtisası yaptı. Döndükten sonra hekim yüzbaşı rütbesiyle bir müddet Haydarpaşa Hastahanesi’nde hekimlik yaptı. Takip edildiği korkusuyla İstanbul’dan uzak bir yerde görev alabilmek amacıyla kendi isteğiyle karantina dairesine geçti. Mersin ve Rodos'ta karantina hekimliği yaptı. 1896’da sıhhiye müfettişliği göreviyle Cidde’ye tâyin edildi. 1898’de Cidde’den merkez müfettişliği vazifesiyle İstanbul’a döndü. Daha sonra kısa bir süre Suriye vilâyeti sıhhiye reisliğine atandı. İkinci Meşrutiyet’in ilânından sonra Meclis-i Kebîr-i Sıhhî üyeliği ve Dâire-i Umûr-ı Sıhhiyye müfettişliğiyle tekrar İstanbul’a döndü. 1914'te emekliye ayrıldı.
Emekliliğinde Darülfünûn’da "Garp edebiyatı", "Fransız Dili" ve "Osmanlı edebiyatı tarihi" dersleri müderrisliğine tâyin olundu.
1922 yılında, bir gün derste Yunanları övüp Millî Mücadele’yi küçümseyen sözler sarfettiği ileri sürülerek Dârülfünun öğrencileri ve diğer bazı hocalar tarafından aleyhinde nümâyişler düzenlendi. Cenab Şahabeddin Bey'in o sözleri söyleyip söylemediği hiçbir zaman tespit edilemediyse de, önceki bazı siyasî yazıları onu suçlu bulmaya yeterli görüldü. Ali Kemal, Rıza Tevfik, Hüseyin Dâniş ve Barsamyan Efendi ile beraber 1922 yılı eylül ayında Dârülfünun’daki görevinden istifa etmek zorunda bırakıldı. Bu olaylar üzerine bir çeşit inzivayı tercih eden Cenab Şahabeddin, daha çok edebiyat ve sanat konularında yazı faaliyetine devam etti.
Son yıllarında yoğun bir şekilde üzerinde çalıştığı sözlüğünü tamamlayamadan 13 Şubat 1934’te beyin kanaması nedeniyle İstanbul’da yaşamını yitirdi. 14 Şubat'ta sade bir törenle Bakırköy Mezarlığı'nda kızı Destine Hanım'ın yanına gömüldü.
Cenab Şahabeddin, 1895 yılından başlayarak ölümüne kadar devam eden yazı faaliyetlerinde, özellikle Cumhuriyet dönemine kadar başta şiir olmak üzere edebiyatın çeşitli alanlarında otorite kabul edilmiş başlıca şahsiyetlerden biridir. Tanzimat’tan sonra Batı edebiyatı tesirinde gelişen Türk şiirinde Abdülhak Hâmid’in ardından en büyük yenilikleri yapanlar arasındadır.
Edebiyatla yakından ilgilenen bir ailede doğup büyüyen Cenab Şahabeddin, küçük yaşta şiir yazmaya başladı. Gençlik yıllarında Muallim Naci, Nâmık Kemal, Şeyh Vasfî gibi şâirlerin etkisiyle divan edebiyatı tarzı şiirle uğraştı. Bu etkilerle yazdığı ilk şiiri bir gazeldi ve 1885’te daha öğrenciyken "Saadet" gazetesinde yayınlandı. Bu dönemde yazdığı belirlenen on dokuz şiirinin hepsi gazel türündedir.
Bu dönemden sonra Abdülhak Hâmid Tarhan ve Recâizâde Mahmud Ekrem gibi ustaların eserlerini okumaya başlayan Cenab Şahabeddin'in yeni şiirleri, "Saadet" gazetesiyle beraber "Gülşen", "Sebat" ve "İmdâdü’l-midâd" dergilerinde yayımlandı. Henüz tıbbiye öğrencisi iken 18 şiirini ""Tâmât"" adıyla küçük bir kitap hâlinde 1886'da yayımladı.
Tıp ihtisası için Paris’te bulunduğu yıllarda, daha çok edebiyata ilgi gösteren Cenab, kendi ifadesiyle parnasyen ve sembolist şairleri okumuş, özellikle Paul Verlaine’den etkilenmiştir. Yurda döndükten sonra da şiiri yavaş yavaş bu tesirler etrafında değişmeye başlamıştır. 1895 yılı sonlarında Hazîne-i Fünûn dergisinde yayımlanan “"Benim Kalbim"” başlıklı şiiri Cenap Şahabeddin'in kelimelerle çizilen tablo karakterindeki şiirlerinin ilkidir.
Cenab Şahabeddin bu yıllarda Mekteb, Hazîne-i Fünûn, Maarif, Ma‘lûmat gibi dergilerde şekil, muhteva ve ifade bakımından hem kendisinin ilk şiirlerinden, hem de çevresinde benimsenmiş şiir tarzından farklı denemelere girişmiştir. Özellikle Mekteb dergisinde 1896 senesinde yayımlanan 42 şiiri dönemin edebiyat çevrelerinde büyük yankı uyandırdı. Dönemim edebiyat çevresi, “yeni şiiri savunanlar” ve “eski şiiri savunanlar” olarak iki cepheye ayrıldı. Bu kutuplaşmanın sonucu olarak Cenab Şahabeddin, yeni şiiecilerin Tevfik Fikret yönetimindeki Servet-i Fünûn dergisinde kendisine yer buldu.
Servet-i Fünûn şairlerinin çok kullandıkları, bir Fransız şiir formu olan "sone" tarzını, Türk edebiyatı'nda ilk defa Cenab Şahabeddin “"Şi‘r-i Nânüvişte"” adıyla yayımladığı şiirinde uygulamıştır (1895). Şâir, bu yıllarda "Mekteb", "Hazîne-i Fünûn", "Maarif", "Ma‘lûmat" gibi dergilerde şekil, içerik ve anşatım bakımından farklı şiir denemelerine başladı. Bu dönemde meydana gelen edebî kutuplaşmada Servet-i Fünun takımına katıldı. Tevfik Fikret ve Halit Ziya Uşaklıgil’le birlikte Servet-i Fünun edebiyatının üç önemli isminden biri ve gelenekçi şairlerin en çok saldırdığı yenilikçi şâir oldu.
Cenab’ın şiirleri hakkında dikkate değer tahliller yapmış olan Mehmet Kaplan, onun şiirlerinin tabiat ve ev içi tasvirleriyle, alegorik ve sembolik imajlarla yoğunlaştığını belirtmiştir;
"Yalnız o da çağdaşları gibi hayatı ve insanları, aralarına girmeyerek uzaktan temaşa lezzetiyle yetinmiştir. Resim ve mûsiki kültürü olan Cenab Şahabeddin, şiirini bu sanatlarla beraber yürütmüştür. Şiirine mûsiki sanatının girişinde Fransız sembolistlerinden faydalanmakla beraber bunu pek az şiirinde başarı ile uygulayabilmiştir. "Elhân-ı Şitâ", "Yakazât-ı Leyliyye", "Temâşâ-yı Leyâl", "Temâşâ-yı Hazân" gibi şiirleri nesiller boyunca okunan Cenab Şahabeddin, şiirde âhenge önem verdiği için hece yerine daima aruzu tercih etmiş, makalelerinde ve tartışmalarında hece veznini küçümsemiştir."
Şiirin tek gayesinin güzellik olduğunu savunan ve ona başka bir fonksiyon yüklemek istemeyen Cenab, tabiatı panteist bir duygu ile bir bütün olarak algılamıştır. Bu bakış açısıyla doğadaki her maddeyi birtakım ruh halleri ile betimlemiştir. Şair, fikir ağırlıklı şiirlerinde sosyal konuları ele almamış, insanın kaderi ve kâinat içindeki yeri üzerinde durmuştur. Gece, mehtap ve sonbahar gibi daha çok hissî tabiat manzaralarını da saf bir şekilde ele almış, şiirlerinde tabiat, kadın ve aşk temalarını işlemiştir. “"Münâcât I-IV"”, ""Derviş"" ve ""Tevhid"” gibi şiirlerinde panteist dinî duygulara, ""Hilâl-i Giryân"" başlıklı şiirinde ise millî duygulara yer vermiştir.
1908'den sonra düz yazı ağırlıklı yazmaya başladı. "Tanin", "Hürriyet", "Kalem ve Hak" gazetelerinde makaleler yazdı. Şiirleri ölümünden sonra kitaplaştırılan yazarın gezi, makale ve tiyatro eserleri sağlığında basılmıştı.
Cenab Şahabeddin, daha önce Türk edebiyatında kullanılmamış yeni ve Avrupa şiirine has formları Türk şiirinde ilk defa kullandı. Üslûba büyük önem verdi. Yeni kavramlar, semboller, isim ve sıfat tamlamaları kullanarak Türk edebiyatında daha önce başvurulmayan bir yöntem kullanmış, okuyucunun zihninde resimler canlandırabilmesine imkân verecek şekilde görsel anlatım tekniklerini şiire sokmuştur.
Bu yeni anlatım ve üslûp, edebiyat çevrelerinde yadırgandı, sert eleştirilere uğradı, tenkit edildi ve hatta alaya varacak kadar yerildi. Dil ve üslûbun dejenere olduğunu iddia eden ve savunan bu zümreye Cenab Şahabettin, zamana ayak uydurulması gerektiği, zamanla birlikte sanat ve edebî anlayışın da değişebileceği, lisânın da yeni kelimeler, yeni tamlamalar ve yeni tanımlarla zamana ayak uydurması gerektiği yönündeki görüşleriyle karşılık verdi. İsmâil Safâ, Süleyman Nesib, Ahmed Hikmet, Hüseyin Cahid, Şemseddin Sâmi, Sâmih Rifat, Ali Ekrem ve Rıza Tevfik’in de katıldığı, karşılıklı atışmalara kadar varan münakaşa, lisân ve üslup çerçevesinde kalmamış, sanat, edebiyat, sembolizm gibi meselelere de uzanmıştır.
Servet-i Fünûn şiirinin genel karakterinde olduğu gibi, Cenab Şahabeddin’in şiirlerinde de tasvir ön plandadır. Varlığı betimleyen metni bir resim, bir fotoğraf gibi kabul ederek ve okuyucuyu da sanki bir resme bakıyormuş gibi düşünerek tabiat, canlılar, nesneler, durumlar, olaylar görsel bir dille betimlenmektedir. Bu anlayış, önce Avrupa’da ve ardından da Türk basınında kullanılmaya başlayan görsel malzemelerin getirdiği bir akımdır. Cenab Şahabeddin ile başlayan bu akım, Tevfik Fikret, Ahmed Haşim, Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ı da etkilemiştir. Cenab Şahabeddin’in şiirleri hakkında dikkate değer tahliller yapmış olan Mehmet Kaplan, onun şiirlerinin tabiat ve ev içi tasvirleriyle, alegorik ve sembolik imajlarla yoğunlaştığını belirtmiştir. Cenab Şahabeddin, resim ve mûsiki sanatlarıyla da ilgilenmiş, Fransız sembolistlerinden faydalanmakla Fransız sembolistlerinden etkilenerek şiire resim ve mûsiki ile süslemeyi denemiştir. Şâir, şiirde âhenge önem verdiği için hece ölçüsü yerine aruz ölçüsünü tercih etmiş, makalelerinde ve tartışmalarında da hece veznini küçümsemiştir.
Cenab Şahabeddin’in gazetelerde siyasî yazılar yazması, II. Meşrutiyet’ten sonra İstanbul’a gelişiyle başlar. İlk önce "Hürriyet"’in başyazarı oldu. "Hürriyet"'ten sonra onun yerine çıkan "Siper-i Sâika-i Hürriyet"’te, daha sonra da "Şebab", "Hak" ve "İctihad" gazetelerinde siyasî içerikte yazılar yazdı. Mizah dergisi "Kalem"'de "Dahhâk-i Mazlûm" takma adını kullanarak yine siyasî içerikli mizah yazıları kaleme aldı.
Balkan Savaşları’ndan sonra "Tasvîr-i Efkâr" gazetesi şâiri birkaç defa Avrupa’ya gönderdi. Gezi izlenimleri, gazetede “"Avrupa Mektupları"” başlığı ile 1916'da yayımlandı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında, dördüncü ordu kumandanı Cemal Paşa’nın davetiyle Suriye’ye gitti. Bu gezileri de 1918'de “"Suriye Mektupları"” adıyla yayımlandı. Kurtuluş Savaşı döneminde, millî mücadele aleyhinde yayın yapan Ali Kemal’in "Peyâm" ve "Sabah" gazetelerinde çıkan bazı yazılarında, ordunun Birinci Dünya Savaşı’nda basiretsiz komutanlar yüzünden yenilgiye uğradığını iddia etti. Bu yazılar, askerin moralini bozduğu gerekçesiyle çok sert karşılandı ve Cenab Şahabeddin'in Anadolu hükümeti ile arasının bozulmasına yol açtı.
Bu dönemin ardında şâirin y |
ıldızı bir daha cumhuriyet idâresi ile barışmadı. Dilde muhafazakârlığı savunması, Türkçüler’le giriştiği tartışmalar, İttihatçılar’ı ve Enver Paşa’yı tutması, sonra yermesi, Cemal Paşa ile olan yakınlıklarının menfaate dayandığı, kadın hakları aleyhindeki yazıları, yeni kurulan cumhuriyetin ileri gelenleri tarafından affedilmedi. Kurtuluş Savaşı'ndan ve cumhuriyetin ilânından sonra da hakkındaki olumsuz yargı değişmedi. Falih Rıfkı Atay ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi dönemin önde gelen münevverleri şâire karşı tavır aldılar. Cenab Şahabeddin, ölümüne yakın yıllara kadar zaman zaman Cumhuriyet inkılâplarını benimseyen yazılar kaleme aldıysa da daima önceki yazıları hatırlatılarak suçlamalara devam edilmiştir.
Cenab Şahabeddin, sosyal içerikli yazılarında dinî konulara da değinmiştir. Ne var kî, İslâmî meseleler hakkındaki görüşleri, dönemin dinî otoritelerince çoğunlukla eleştirilmiştir. Şâirin yazılarından, bazı şiirlerinden ve özellikle Paris’ten gönderdiği 1912 tarihli mektuplarından anlaşıldığı kadarıyla, mistik ve panteist bir din algısına sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Nesnel bilgi
Bilginin nesnel olarak varolabildiği düşüncesinden ileri gelen kavramlaştırma. Felsefe tarihi içerisinde her farklı felsefe okulu ya da eğilimi, bu düşünceyi bir şekilde ele almış, ve genelde de kendi felsefi konumunu bu bilginin olanaklılık zemini olarak ileri sürmüştür. Buna göre, "nesnel bilgi", öteki nesnel-olmayan bilgilerden ayrı olarak, her tür öznellikten, yani özneye ait her tür yargı ve hükümden ayrılmış, arındırılmış, nesnelliğin ya da başka bir deyişle gerçekliğin saf bir bilgisi olarak ortaya konulmuş bir bilgidir. Pozitivizm ve ampirizm okullarında bu yaklaşım en katı haliyle görülür.
Bunun olabilirliğini sorgulayan başka eğilimler de vardır. Bunlardan belli başlıları, Şüphecilik olarak adalandırılan okullara aittir. Başka bir yönde ise, "nesnel bilginin" olanağını, bilginin nesnel gerçekliğin kendisine birebir tekabüliyetinde değil de baksa bir şekilde açıklayan eğilim vardır. Bunlara göre genel olarak "nesnel bilgi", belli bir kuramsal çerçevede, o çerçeveye uygun olarak üretilmiş ya da belirlenmiş, yani zaten bir kuram tarafından önceden belirlenmiş olan nesnenin bilgisi olarak ortaya konulmaktadır. Bu iki eğilim aynı kavramları, nesnel bilgi kavramını sahiplenmekle birlikte kuramsal olarak uzlaşamaz iki ayrı konumda durmaktadırlar.
İlk yaklaşım, nesnel bilginin bir özne tarafından (ama öznenin öznelliginden tamamen sıyrıldığı bir durumda) ürettilen bir bilgi olarak kabul varolduğunu ileri sürer.Özne-nesne ilişkisinde böyle kesin bir anın olabilirligi kabul edilir burada. İkinci yaklaşım da ise bu tutum ontolojik bir yaklaşım olarak reddedilir, gerçek nesneler daha baştan bu sebeple konu dışında bırakılır ve meseleye tümüyle epistemoloji içinden bakılır; bu tutumda da özne tümüyle dışta bırakılır yine, ancak önemli bir ayrım vardır, burada nesne olarak nesneye atıf yapılmaz, nesnel bilginin "nesnelliği" kuramsal yapının nesnellliğinden ileri gelir.
Sonuçta her iki eğilim de öznelliği bir sekilde dışta bırakmaya çalıştığı görülür.Bunun olabilirliği sürekli bir tartışma konusudur kuramsal alanda. Nasıl olup da, her tür değer yargısından, öznel bakıştan, taraflılıktan bağımsız kalabilmiş bir bilgi olabilmektedir, epistemolojik düzlemde bu tamamen tartışmalı bir konumdur. Bugün, bilinç'in varsayıldığı anlamda askıya alınmasının mümkün olmadığı, çünkü bilinç denilen şeyin cok daha önceden zaten bilinç-dışı kaynaklarca belirlendiği, tarafsız ya da öznel bakışın etkilerinden bağımsız bir bilgi olanağı bulunmadığı bilgisiyle tartışmalar yürütülmektedir.Buna göre yukarda özetlenen iki eğilimden, ontoloji-epistemoloji ayrımını yapan eğilimin avantajli durumda olduğu çıkarsanabilir. Ancak bu eğilimin kendisi de, belli bir kuramın nasıl olup da digerlerinden ayrı olmak anlamında nesnel bilgiyi üretebildiğini açıklamak sorunuyla karşı karşıyadır.
Pozitivizmin üzerinden bir yüzyıl geçmiş ve "tarafsız", "yorum-dışı" bir bilginin asla (hiç) olmadığı kuramsal olarak uzun zamandır ortaya konulmuş durumdadır. Kuramsal düzlemde "nesnel bilgi"yi ortaya koyma girişimleri bu koşullar altında devam etmektedir.
Cygnus (takımyıldız)
Cygnus (Kuğu) Takımyıldızı modern 88 takımyıldızdan biridir. Birçok parlak yıldız içerir. Bu yıldızlardan en önemlisi ve en parlak olanı Deneb'dir ve yaz üçgeninin üç yıldızından biridir. Kuğu takımyıldızı görünüm bakımından Samanyolu üzerinde güneye doğru uçan bir kuşu andırır.
Delphinus (takımyıldız)
Delphinus ya da Yunus takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Boyut olarak 69. sırada bulunan bir takımyıldızıdır.
Dorado (takımyıldız)
Dorado ya da Kılıçbalığı takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Draco (takımyıldız)
Draco ya da Ejderha takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Büyük ve Küçük Kepçeler arasından geçerek uzanan daha sönük yıldızlardan oluşan takımyıldız olarak bilinir. Ejderha'yı oluşturan yıldızların çizgisi, Küçük Kepçe'nin kasesinin etrafından sağa eğrilir ve sonra aşağıya kıvrılır. Daha sonra bu eğri ters döner ve doğuya (sağa) bir dirsek yapar. Küçük Kepçe'nin sonunda dörtgen bir kutu oluşturan dört yıldız, Ejderha'nın başıdır. Bu kutu, Küçük Kepçe'nin kasesi ile yaklaşık aynı büyüklükte ve parlaklıktadır.
Eltanin (Gama Ejderha), görünen parlaklığı 2.24 ile Ejderha'nın en parlak yıldızıdır.
Takımyıldız yönünde bulunan derin gökyüzü nesneleri: Kedi Gözü bulutsusu (NGC 6543), NGC 5866 ve Ejderha Cüce Gökadası.
Ejderha'nın masalı, Hesperidler'in altın bahçeleri ve Herkül'ün görevlerinden biriyle ilgilidir.
Hesperidler Güneş'in battığı yerin perileridir. Nyks, yani gece tanrıçası Hesperidler'i kendi kendine yaratmıştır. Bazı masallarda Zeus ve adalet tanrıçası Themis'in kızları oldukları söylenir. Başka bir masala göre dünyayı omuzlarında taşımakla görevli Atlas'ın kızlarıdır.
Hesperidler'in başlıca görevi, tanrıların bahçesinde altın elmalara bekçilik etmektir. Yer tanrıçası Gaia, cennetin tanrıçası Hera ile baş tanrı Zeus'a evlilik hediyesi olarak verdiği bu ağaç dünyanın batı ucundaki bir bahçeye dikilmiştir. Hera altın elma bahçesini koruması için yüzlerce başa sahip bir ejderha olan Ladon'u görevlendirmiştir. Herkül'ün görevi, bu bahçeden altın elma çalmaktır. Herkül, ağaca dolanarak altın elmaları koruyan canavarı atlatmak için bir plan yapar. Planını uygulayabilmek için bir yardımcıya gereksinimi vardır. Bunun için, Zeus'a karşı geldiği için dünyayı omuzlarında taşımakla cezalandırılmış olan Atlas'ı seçer. Herkül, Atlas'a "eğer Hesperidler'in bahçesinden bir altın elma getirirse, dünyayı bu süre içinde Atlas'ın yerine taşıyabileceğini" söyler. Atlas bu teklifi kabul eder. Herkül, bahçeye zehirli oklar fırlatarak Ladon'u öldürür ve dünyayı omuzlarında taşırken, Atlas Hesperidler'in bahçesinden üç altın elma koparıp Herkül'e getirir. Herkül'le konuşurken bir daha dünyanın yükünü taşımamak için mükemmel bir fırsat ele geçirdiğini düşünür. Herkül'den birkaç ay daha dünyayı taşımasını ister. Daha sonra dünyanın yükünü geri alacağını söyler. Durumun farkına varan Herkül, Atlas'tan kısa bir süre için dünyayı tekrar omuzlarına almasını rica eder, böylece dünyayı daha rahat taşıyabileceğini söyler. Atlas hiç şüphelenmeden bunu kabul eder ve dünyayı tekrar sırtına alır. Atlas, dünyayı tekrar sırtına aldıktan sonra Herkül kendisine teşekkür ederek oradan ayrılır.
Hera, Ladon'un ölümüne çok üzülür ve kendisini kutupyıldızı yakınlarında gökyüzüne yerleştirerek onurlandırır.
Bir başka masala göre, Draco, Olympos'un genç tanrıları ile daha yaşlı tanrıları arasında evrenin sahipliğini ele geçirmek için yapılan savaşta, yaşlı tanrı Titanlarla savaşan canavarlardan biriydi. Savaşın sonuna doğru Draco, savaş tanrıçası Athena'ya karşı gelir. Athena, onu kuyruğundan yakalayıp büyük bir kuvvetle gökyüzüne fırlatır. Draco dönerek ve yalpalayarak uçar. Cennetin kubbesine çarparak, vücudu gökyüzünde düğümler haline gelir. Draco kuzey kutbuna yakın soğuk bölgelerde gökyüzüne çarptığı için, vücudundaki düğümleri çözemeden donar. Draco bu yüzden gökyüzünde düğümler halinde görülmektedir.
Bit otu
Bit otu ("Delphinium staphisagria"), düğün çiçeğigiller (Ranunculaceae) familyasından çoğunlukla Türkiye'de İzmir ve Manisa çevrelerinde yetişen bir bitki türü.
Mayıs-Haziran ayları arasında mavi renkli çiçekler açan, 70–150 cm boyunda, 1-2 senelik otsu bir bitki. Hezaren olarak da anılmaktadır. Bilhassa ekilmemiş tarlalarda bulunur. Gövdeleri dik, silindirik, dallı ve tüylüdür. Çiçekler gövdenin ucunda, gevşek salkım biçimindedirler. Meyveleri tüylü ve az tohumludur. Çiçekleri genellikle pembe veya sarı renklidir.
Equuleus (takımyıldız)
Equuleus ya da Tay takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Eridanus (takımyıldız)
Eridanus ya da Irmak takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Eridanus, günümüzde, Nil de dahil olmak üzere pek çok ırmakla özdeşleştirilmektedir. Ancak pek çok kişi, Eridanus'un Kuzey İtalya'daki Po nehri olduğu üzerinde birleşiyor. En eski takımyıldızlardan biri olan Irmak, Avcı'nın ayağından güney gökküredeki Küçüksuyılanı takımyıldızı'na kadar uzanır. Bu haliyle, Suyılanı'ndan sonra gökyüzündeki en uzun takımyıldızdır. Irmak takımyıldızı'nın bir diğer özelliği ise: Gökyüzünde en büyük alanı kaplayan takımyıldızdır.
Irmak takımyıldızı gökyüzünde pek fazla dikkat çekmez. Bunun nedeni, oldukça parlak olan Achernar (α Eri) dışında, parlak yıldızının olmayışıdır. Achernar'dan sonra en parlak yıldızı 3 kadir parlaklıktadır. Ayrıca gökyüzünün dokuzuncu parlak yıldızı 0,5 kadir parlaklıktaki Achernar, 60 derece güney enleminde yer aldığından, 30 derece kuzey enleminin kuzeyinde görülemez. Bu yıldız, Kuzey Yarıküre'deki çoğu ülkeden olduğu gibi, ülkemizden de görülemez.
Irmak'daki diğer iyi bilinen yıldız, Epsilon Eridani'dir.
Irmak içerisinde, NGC 1234 ve NGC 1291 gökadaları; ayrıca, NGC 1535 gezegenimsi bulutsu sayılabilir.
Irmak Takımyıldızı, en iyi kış mevsiminde görülebilir. Aralık ayında, geceyarısına |
doğru, gökyüzündeki en iyi konumunda olur. Takımyıldız, bu sırada, güney ufkundan yukarıya, Avcı'nın ayağına doğru uzanır.
Takımyıldız, derin gökyüzü cisimleri bakımından pek zengin değildir. Ancak, takımyıldızı, baştan sona bir dürbünle tararsak, pek çok çift yıldız bulabiliriz. Bunlardan birisi, Omikron Irmak'tır. Bu, bir bileşeni 4. kadir, ötekiyse 9. kadir parlaklıkta olan yıldızlardan oluşur. Bu çifti ilginç yapan, sönük bileşenin, Dünya'dan görülebilen en parlak beyaz cüce olmasıdır. Gözlemler, bu yıldızın, yaklaşık Güneş kütlesinde olduğunu göstermektedir. Ancak, bu yıldızın çapı sadece 27,000 km (Güneş'in çapı yaklaşık 1,400,000 km'dir).
Dünyayı kuşattığı ileri sürülen ırmak tanrısı Okeanos’un kızı Klymene ile bilgelik ve doğruluk tanrısı Apollon’un Phaethon adında bir çocukları vardır. Phaethon, arkadaşlarına kendisinin tanrı Apollon’un oğlu olduğunu anlatır. Arkadaşları ona inanmaz ve yalan söylediğini düşünürler. Phaethon’un çok üzüldüğünü gören annesi Klymene, onu babası Apollon’a gönderir. Phaethon, babası Apollon’u görmeye gider. Oğlunun geldiğini gören Apollon bu duruma çok sevinir. Phaethon’a, arkadaşlarını ikna etmesi için yardım edeceğine dair söz verir. Phaethon bir süre düşünür ve arkadaşlarını inandırmak için babasından Güneş arabasını kullanmak için izin ister. Her gün Apollon’un idare ettiği güneşin şarına dört gürbüz at koşulurdu. Bunların adları “Eous, Pyrous, Ethon, Phlegon”dur. Yani “Al at, Ak at, Parlak at, Toprak at” dır. Güneş sabahleyin kırmızı olarak doğar, yavaş yavaş beyazlaşır, sonra öğle vakti parlak olur. Akşama doğru batacağı sırada toprağa dokunur ve toprak rengini alır. Güneş tanrısı sabahleyin şafağın pembe parmaklarıyla açtığı gök kapısından çıkar, akşam olunca yorgunluğunu dindirmek için batıda olan sarayına iner, orada geceler. Apollon bu teklif karşısında şaşırır ve oğlunu caydırmaya çalışır. Çünkü güneş arabasını kullanmak oldukça tehlikeli bir iştir. Ancak Phaethon fikrini değiştirmez ve babası sözünü tutmak zorunda kalır. Phaethon’u hem annesi hem de kız kardeşleri güneş arabasını kullanması konusunda yüreklendirirler. Phaethon, arabayı kullanmak için oldukça acemidir. Buna rağmen arabayla oldukça uzaklara ve yükseklere doğru yol almaya başlar. Doğu ufkunda öyle bir yere gelir ki, burası gök kubbenin en tepesidir. Arabasıyla gökyüzünün bir ucundan diğer ucuna büyük bir çizgi çizmeye başlar. Daha sonra bu çizgi gökyüzünde Samanyolu olarak anılmaya başlar. Bu sırada Dünya yüzeyi soğumaya başlar, çünkü araba çok uzaklara gitmiştir. Bunun üzerine arabanın atları hızla Dünya’ya doğru yol almaya başlar. Dünya üzerinde Afrika semalarından geçerken arkalarında bıraktıkları yerler kavrulur. Nehirler, göller ve tüm su kaynakları kurur. Büyük bir çöl oluşur. Asıl tehlike Phaethon’u ileride beklemektedir. Phaethon bir anda büyük akrebi (Scorpio) görür. Akrep güçlü kuyruğuyla arabada başı çeken atı sokar. Araba eskisinden daha hızlı bir şekilde gitmeye başlar. Tüm bu olanlardan sonra Phaethon babasını kendisini caydırmaya çalışma isteğinin haklılığını anlar. Baş tanrı Zeus bütün olan bitenin farkındadır. Çevreye daha fazla zarar gelmemesi için bir yıldırım yollayarak Phaeton’u öldürür ve vücudu dünyaya doğru düşmeye başlar. Arabanın atları ahırlarına geri dönerler. Phaethon’un vücudu Eridanus nehrine düşer ve dibe doğru batar.
Phaethon’un ölümüne çok üzülen kızkardeşleri tam dört ay boyunca durup dinlenmeden ağladılar. Onların bu hallerine acıyan tanrılar, bu kızkardeşlere daima inleyen ve sarsılan kavak ağaçlarına dönüştürdüler. Ağaca dönüşen kız kardeşler, Eridanus nehri boyunca dizilirler.
Phaethon’un başına gelenleri duyan arkadaşı Cygnus, onun cesedini bulabilmek için nehre girer. Cygnus, Phaethon’un çok yakın ve sadık bir arkadaşıdır. Phaeton’un cesedini bulmak için nehre art arda dalar ve nehirde boydan boya devamlı yüzmeye başlar. Bu hareketleri onu nehirde yiyecek arayan bir kuğuymuş gibi gösterir. Daha sonra Cygnus, arkadaşının acısıyla ölür. Tanrı Apollon, Cygnus’a acıyarak onu gökyüzüne Kuğu takımyıldızı olarak koyar.
Fornax (takımyıldız)
Fornax ya da Ocak takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Grus (takımyıldız)
Grus ya da Turna takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Hercules (takımyıldız)
Hercules ya da Herkül takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Horologium (takımyıldız)
Horologium ya da Saat takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Hydra (takımyıldız)
Hydra ya da Suyılanı takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
İçindekiler
Hydrus (takımyıldız)
Hydrus ya da Küçüksuyılanı takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Indus (takımyıldız)
Indus ya da Hint takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Lacerta (takımyıldız)
Lacerta ya da Kertenkele takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Leo Minor (takımyıldız)
Leo Minor ya da Küçük Aslan takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Lepus (takımyıldız)
Lepus ya da Tavşan takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Lupus (takımyıldız)
Lupus ya da Kurt takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Lynx (takımyıldız)
Lynx ya da Vaşak takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Lyra (takımyıldız)
Lyra ya da Çalgı takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Yaz üçgenindeki yıldızların en parlağı olan Vega, bu takımyıldıza aittir. Takımyıldız gökyüzünde, elinizi açıp uzattığınızda avcunuzla kavrayabileceğiniz kadar küçük bir yer kaplar ve Vega'nın doğusunda, Altair'e doğru küçük bir paralelkenar gibi görünür.
Vega bizden 26 ışık yılı uzaklıktadır. Yani Vega'nın gece gördüğünüz ışığı ondan 26 yıl önce size ulaşmak için yola çıkmış sayılabilir! Çalgı'nın diğer yıldızlarından Sulafat "(γ Lyr - Gama Lyrae)" ve Şeliak "(β Lyr - Beta Lyrae)", Vega'dan daha uzaklardadırlar; 3.kadirden yıldızlar olarak görünmelerinin sebebi budur. Bu iki yıldız arasında gökyüzünden teleskopla alınabilecek en güzel görüntülerden birini veren M57 veya Halka Bulutsusu bulunur.
Lir, efsanevi müzisyen Orpheus "(Orfe)" tarafından sihirli çalgı olarak kullanılır ve bu sayede Orpheus, sevdalısı Eurydice'i "(Yurodis)" ölüler diyarından geri getirmeyi başarır.
Microscopium (takımyıldız)
Microscopium ya da Mikroskop takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Güney gökkürededir ve 18. yüzyılda Fransız astronom Nicolas Louis de Lacaille tarafından oluşturulmuştur. Yıldızları belirsizdir. Kuzey yarımkürenin tropik olmayan bölgelerinden gözlenemez.
Mikroskop takımyıldızı bölgesinde şu gökadalar bulunmaktadır:
Monoceros (takımyıldız)
Monoceros ya da Tekboynuz takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Tekboynuz, sadece birkaç 4 kadir parlaklıktaki yıldızlarıyla gökyüzünde çıplak gözle çok kolay görülemeyecek bir takımyıldızdır. Alfa Tekboynuz, 3,93 kadir parlaklığıyla; parlaklığı 3,98 kadir olan Gama Tekboynuz'dan biraz daha parlaktır.
Tekboynuz'daki ilginç gök cisimlerinden biri, Beta Tekboynuz adlı yıldızdır. Bu, aslında üçlü yıldızdır. Üçlünün iki bileşeni 4,7 ve 5,2; ötekiyse 6,1 kadir parlaklıktadır. Üçlüyü görebilmek için küçük bir teleskop ya da bir dürbün yeterli olur. İlk bakışta iki yıldız görünür; ancak, biraz daha sönük olanı, daha dikkatli bakılınca görülebilir. William Herschel tarafından 1781 yılında keşfedilmiştir.
Epsilon Tekboynuz adlı çift yıldız, dürbünlü gözlemciler için bir başka iyi hedeftir. Çift, biri 4,5 kadir parlaklıkta mavi-beyaz bir yıldız; öteki 6,5 kadir parlaklıkta sarı bir yıldızdan oluşmaktadır.
S Tekboynuz veya "15 Tekboynuz", NGC 2264'ün merkezinde bulunan mavi-beyaz bir değişen yıldızdır. Ancak, büyüklük değişimleri çok fazla değildir.
V838 Tekboynuz, 5 Ocak 2002'de patlamaya başlamıştır.
Rozet Bulutsusu'nun yaklaşık iki derece kuzeydoğusunda, adını Kanadalı gökbilimci Plaskett'ten alan ilginç bir yıldız yer alır. Plaskett Yıldızı, bilinen en büyük kütleli ikili yıldızdır. İkiliyi oluşturan yıldızların her biri Güneş'in en azından 55 katı kütleye sahiptir. İkili birbirine o kadar yakındır ki, herhangi bir teleskopla ayırt etmek olanaksızdır. Gökbilimciler tayfölçümü yaparak burada iki yıldız olduğunu söyleyebiliyorlar. İkili, birbiri etrafında yaklaşık 14 günde bir dolanmaktadır. Bu kadar büyük kütleli yıldızlar, kısa ömürlüdür. Bu nedenle bu ikilinin bir milyon yaşından genç oldukları tahmin edilmektedir.
Bu göksel karakterin anlamına ilişkin ipuçları
Mono-monoceros yunanca monos "yalnız,tek" kelimesinden türemiştir.
Tekboynuz bir at gövdesi ve onun alnında spiral bir boynuz bulunan bir mitolojik hayvan olarak resmedilir. Hayvanın boynuzunun zehirleri nötralize etme gücünde olduğuna inanılır. Tekboynuz figuru eczacılık simgesidir. Hayvanın boynuzunun toz köklerinin bütün hastalıklara şifa olduğuna inanılır.
Bu göksel hayvanın tek benzer yer figurunun gergedan olduğuna inanılır.
Bu göksel hayvanın üstünde diğer bir göksel hayvan olan küçük köpek takımyıldızı ya da kısaca onun alfa yıldızı procyon bulunur. Procyon yunanca pro-before ve kuon-dog kelimelerinden türemiştir.
Tekboynuz, iki süper-Dünya gezegeni içeren bir gezegen sistemine sahiptir. COROT-7b, COROT uydusu ve COROT-7c, dikey hız yöntemi ile yer-temelli teleskoplarla 2009'da keşfedilmiştir.
Tekboynuz, iki ünlü yıldız kümesini içerir. Her ikisi de birer bulutsunun içindedir. Kümelerin çevresindeki bulutsular, genç yıldızları oluşturan bulutsunun arta kalanıdır.
NGC 2244, gökyüzündeki en güzel açık yıldız kümelerinden biridir. Küme, yaklaşık Ay'ın gökyüzünde kapladığı alan kadar bir bölgeye yayılmış bir düzine kadar yıldız içerir. Bu nedenle yüksek büyültmeli bir teleskopla değil, en iyi, bir dürbünle gözlenebilir. Yıldız kümesinin gizemiyse uzun pozlamalı fotoğraflarda ortaya çıkar. Kümeyi oluşturan bulutsu, ünlü Rozet Bulutsusu'dur. Ne yazık ki, bulutsunun küçük teleskoplaral ya da dürbünle görülmesi zordur. Ancak çok iyi koşullarda, büyük dürbünlerle (örneğin 11x80) ya da teleskopla yaklaşık iki ay çaplı bulutsu, çok silik biçimde görülebilir. Rozet Bulutsusu, bize 5500 ışık yılı |
ötede yer alır ve içinde yer alan NGC 2244, bilinen en genç yıldız kümelerinden biridir. Kümenin yaşı yaklaşık 3 milyon yıldır.
Tekboynuzdaki öteki önemli yıldız kümesi, NGC 2264'tür. Kümeye dürbünle baktığımızda, bir ok başı biçiminde bir düzine yıldızla birlikte pek çok sönük yıldız görülür. Kümede yer alan en parlak yıldız, 4,7 kadir parlaklıktaki sıcak bir yıldız olan S Tekboynuz'dur. NGC 2244 gibi, bu küme de bir bulutsunun içinde yer alır. Ancak, bu bulutsuyu dürbünle ya da küçük teleskoplarla görmek olanaksızdır. Kümenin içinde yer aldığı bulutsu Koni Bulutsusu'dur. NGC 2264'ün bize uzaklığı yaklaşık 2500 ışık yılıdır.
Tekboynuz ayrıca, Messier 50 açık yıldız kümesini de içerir.
Musca (takımyıldız)
Musca ya da Sinek takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Norma (takımyıldız)
Norma ya da Cetvel takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Octans (takımyıldız)
Octans ya da Sekizlik takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Pavo (takımyıldız)
Pavo ya da Tavus takımyıldızı, modern seksen sekiz takımyıldızdan biridir.
Perseus (takımyıldız)
Perseus ya da Kahraman takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Phoenix (takımyıldız)
Phoenix ya da Anka takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir.
Pictor (takımyıldız)
Pictor ya da Ressam takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Güney gökkürede, parlak yıldız Canopus ve Büyük Macellan Bulutu arasında bulunan sönük bir takımyıldızdır. "Pictor" adı Latince'de "ressam" anlamına gelir fakat bu isim "ressam sehpası" anlamına gelen Equuleus Pictoris´in kısaltılmışıdır, bu yüzden takımyıldız bir ressam sehpası olarak tasvir edilir. Nicolas Louis de Lacaille tarafından bulunmuş ve isimlendirilmiştir.
Ressam takımyıldızı, 62.9 ışık yılı uzaklıktaki, ikinci en parlak yıldızı olan β Pictoris'in etrafında keşfedilen karbonca zengin olağandışı toz diski ile son yıllarda dikkat çekmiştir. Kapteyn'in yıldızı 12.78 ışık yılı uzaklıktaki yakın vir kırmızı cücedir ve gökada halesindeki bilinen en yakın yıldızdır.
Eğrez balığı
Eğrez balığı ("Vimba vimba"), sazangiller (Cyprinidae) familyasına ait bir tatlısu balığı türü.
20 ila 30 cm uzunluğa varabilir ve ırmakların alt kısımlarında (denize akan kısımı) yaşamayı tercih eder. Avrupa'nın atlantik okyanusuna akan, karadenize ve Hazar denizine akan ırmakların alt kısımlarında bulunur. Üst dudağı öne çıkıktır ve bir burunu andırır.
Eğrez balığı büyük ırmakların yavaş akan alt kısımlarında, ve bazen bu ırmakların denize aktığı bölgelerde tuzu az olan deniz suyunda da bulunur. Su böceklerinin kurtlarından ve diğer küçük hayvanlarla beslenir.
Üreme zamanlarında, yani Mayıs ve Ağustos ayı arasında yumurtlamak için ırmakların üst kısımlarına kadar çıkarlar ve hatta bu ırmaklara akan derelerede girerler.
Mendenhall Buzulu
Mendenhall Buzulu, Alaska'nın başkenti Juneau şehir merkezine 21 km mesafedeki bir buzul. 4 000 kilometrekarelik "Juneau Icefield"in kollarından biridir. Buz mavisi rengi ile üçbinlik dağlar ile çevrilidir. 67 m yüksekliği, 2,4 km genişliği ile muazzam bir kütlesi olsa da "Juneau Icefield" ile mukayese edilince bu kütle küçük gözükür.
Çevredeki "Taku", "Eagle", "Herbert" ve 38 diğer buzulun kaynağıda "Juneau Icefield" 'dir.
Alaska'nın iklim şartları sebebiyle, meydana gelen buzul erimeleri tüm Dünya'da gözlenen buzul çekilmeleri kadar büyük boyutta değildir. Ama yine de buradaki buzullar yıllık olarak ortalama 10 ile 15 m geriye çekilir. Mendelhall buzulu, bundan 250 yıl önceki ilk bilimsel incelenmesinden bugüne bariz bir şekilde küçülmüştür. Bu yıllar içinde buzul yaklaşık 800 m geriye çekilmiştir.
Romário
Romário De Souza Faria, (d. 28 Ocak 1966 - Río de Janeiro, Brezilya), Brezilyalı eski millî futbolcudur. Adı, babasının çok sevdiği iki şehir olan Roma ve Rio'nun birleşiminden gelmektedir.
Kırk yaşına bastığı 28 Ocak 2006 günü FIFA resmi kayıtlarına göre profesyonel futbol yaşantısındaki 950. golünü atarak futbol tarihinin en golcü oyuncularından birisi oldu.
1987-2005 yılları arasında 70 kez Brezilya millî futbol takımı formasını giydi. Bu maçlarda 55 gol attı. 1994 FIFA Dünya Kupası'nı ülkesinin almasında büyük rol oynadı.
2006 yılında Miami FC'ye transfer olan ve burada 22 gol kaydeden Romario, daha sonra Avustralya'nın Adelaide United takımı ile 4 maçlık sözleşme imzaladı. Bu forma altında 1 gole imza atan Romario tekrar eski takımı Vasco De Gama'ya döndü. 1000 gol barajını aşan Romario dünyanın en çok gol atan 2. futbolcusudur.
Brezilya 1. Lig takımlarından Vasco da Gama'da teknik direktörlük yapan oyuncu 7 Şubat 2008'de istifa etmiştir.
Puerto Natales
Puerto Natales, Şili'nin Magallanes y la Antártica Chilena Bölgesi'nde (XII. Region) 19.000 nüfuslu bir şehir.
Liman şehri olan Puerto Natales "Última Esperanza" eyaletinin de başkentidir. Punta Arenas'ın 250 km kuzeyinde, "Ultima Esperanza Fiyortu" 'nun kyısında yer alır. 1911 yılında kurulmuştur.
Şehrin bir havaalanı ve limanı vardır.
Puerto Natales, Torres del Paine ve Bernardo O'Higgins Milli Parkı gezileri ve aynı zamanda Ateş Toprakları ile Patagonya turları için başlangıç üssü konumundadır.
Turistler ayrıca Punta Arenas'da Otway-Bay'de bulunan penguen kolonisini ziyaret edebilirler. Ayrıca "Serrano", "Balmaceda" ve "Grey" buzulları turlarıda turistler için ilginçdir.
Puerto Natales çevresini ilk olarak Juan Fernández Ladrillero, 1557'de Magellan Boğazı'na giderken araştırmıştır."Kawéskar" ve "Aonikenk", bölgenin ilk sahibi yerli kavimleridir. 18. ve 19 yüzyıl içinde birçok Alman ve Britanyalı göçmen buraya göç etmiştir. Bölge koyun yetiştiriciliği maksadıyla kullanılmış olup, Puerto Natales Tarih Müzesi ziyaretçilere bu konularda bilgi verir.
Bayramiç Meslek Yüksekokulu
Bayramiç Meslek Yüksekokulu, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi'ne bağlı olarak Bayramiç ilçesinde iki yıllık önlisans öğretimi veren meslek yüksekokulu.
Bayramiç Meslek Yüksekokulu'nun misyonu öğrencilerine bahçe ziraatı, pazarlama ve gıda teknoloji alanlarında kariyerlerini başarıyla sürdürebilmeleri için gerekli bilgi, beceri ve güveni kazandırmaktadır. Bayramiç MYO Bahçe Ziraatı, Pazarlama ve Gıda Teknolojisi alanlarında iki yıllık önlisans eğitimi verir.
Türkiye çapında liselerden mezun olmuş Öğrenciler Bayramiç MYO'nun mesleki eğitim olanaklarından yararlanmaktadır.
Bayramiç MYO'nun misyonuna bağlı olarak kabul edilen hedefler şunlardır:
Bahçe Ziraatı Programında iki yıllık önlisans eğitimi verilmektedir. Bu program çerçevesinde öğrencilere, meyvecilik, bağcılık, sebzecilik, mantar yetiştiriciliği ve süs bitkileri yetiştiriciliği alanlarında genelde Türkiye'de özelde de bölgede tarımı yapılan bitkilerin
yetiştirme, çoğaltma, hasat ve depolama teknikleri konularında teorik ve pratik bilgi ve beceriler kazandırılmaktadır.
İki yıllık eğitimi başarıyla tamamlayan öğrenciler Tekniker unvanı alarak mezun olurlar.
Mezunlar, bu konularda kamu ve özel sektörde tekniker olarak görev yapabilecekleri gibi işletmecilik de yapabilirler.
Prof. Dr. Hamit Altay
Yrd. Doç. Dr. Orhan Yüksel
Öğr. Gör. Burcu Begüm Kenanoğlu
Gıda Teknolojisi Programı'nda iki yıllık önlisans eğitimi verilir. Gıda endüstrisinde farklı niteliklerde hammaddeleri işleyen çeşitli sektörlerin (süt ve süt ürünleri, alkollü içkiler, bitkisel ve hayvansal yağ ürünleri, et ve et ürünleri vb.) uyguladıkları prosesler ile bu işlemler sırasında hammadde ve üründe meydana gelebilecek değişimlerin önlenmesi, gıda maddesinin standartlara uygunluğunun tespiti sektörde çalışan elemanların sorumluluk alanıdır.
Ayrıca, gıda teknikerleri gıda bozulmaları, gıda muhafaza yöntemleri, gıdayı meydana getiren bileşenler ve gıda kontrolü hakkında da bilgi sahibi olurlar. Programın amacı, gıda bilim ve teknolojisi konusunda eğitim vererek gıda sektöründe ara eleman ihtiyacını karşılayacak kalifiye elamanları yetiştirmektir. Gıda Teknolojisi Programından mezun olan öğrenciler Gıda Teknikeri unvanı alırlar.
Teorik bilginin laboratuvar ortamında etkileşimli ve uygulamalı olarak desteklenmesiyle eğitimin düzeyi sürekli en üst seviyede tutulmaktadır. Ayrıca öğrencilerin mezun olabilmeleri için kabul edilen iş yerinde 30 günlük staj yapmaları zorunludur. 2005 yılında Leonardo da Vinci Hareketlilik Projesi kapsamında seçilen 4 öğrenci İspanya'da 13 haftalık
Görev Başı Eğitimi almıştır.
Eğitimin kalitesinin arttırılması için sektörün ihtiyacı olan Gıda Teknikeri standartları sürekli güncellenmekte, buna bağlı olarak program geliştirme, güncellenmiş araştırma ve uygulama biçimlerinin programa kazandırılma çalışmaları aralıksız sürdürülmektedir.
Yrd. Doç. Dr. Zerrin Yüksel
Yrd. Doç. Dr. Başar Uymaz
Öğr. Gör. Dr. Nazan Çevik
Öğr. Gör. Mustafa Öğütçü
İş hayatında işletmelerde pazarlama biriminin sevk ve idaresinde, yöneticilere yardımcı olacak veya kendi adına iş yeri açıp çalıştırabilecek, ara insan gücü yetiştirmeyi amaçlayan iki yıllık bir yüksek öğretim programıdır.
Satış Yönetimi, Reklamcılık olarak iki dala ayrılır.
Satış Yönetimi Dalı, kendi adına veya işyerine bağlı olarak işletmenin satış faaliyetlerini gerçekleştirmek amacıyla müşterilerle yüz yüze görüşerek müşterilerin ihtiyaçlarını belirleyip bu ihtiyaçlarını karşılamak için istediği tatmin vasıtasını sunan, onların sorunlarına yardımcı olmak amacıyla satış yönetiminde çalışacak nitelikli eleman yetiştirmeyi amaçlayan daldır.
Reklamcılık, kendi adına veya bir işyerine bağlı olarak işletme ile müşteriler arasında ilişkiyi farklı araçlarda olumlu yönde geliştirilen, ürün fikir ve kişileri hakkında kamuya olumlu biçimde tanıtmak için yapılacak tüm faaliyetlerde görev alabilecek nitelikli eleman yetiştirmeyi amaçlayan daldır.
Bu dallara bağlı olarak Pazarlama programından mezun olan öğrenciler, Meslek Elemanı, Satış Yönetimi Meslek Elemanı ve Reklamcılık Elemanı olarak mezun olurlar.
Öğr. Gör. Nevriye Ayaz
Öğr. Gör. İbrahim Koç
Öğr. Gör. Sinem Polat
ÇOMÜ Bayramiç Meslek Yüksekokulu İnternet sayfası.
Arthur Guinness
Arthur Guinness (d. 24 Eylül 1725 - ö. 23 Ocak 1803) - |
İrlanda), 1759 yılında vaftiz babasından kalan 100 sterlinle geldiği Dublin'de Guinness Bira Fabrikasını kurdu. St. James Gate'deki boş bira fabrikasını 9000 yıllığına kiraladı ve dünyanın en büyük bira fabrikalarından birine dönüştürdü.
MI5
MI5 (Military Intelligence Section 5) 1909'da kurulan İngiliz iç istihbarat teşkilatı (Karşı istihbarat). MI5 iç istihbarattan sorumluyken, MI6 dış istihbaratla ilgilenir.
Teşkîlât-ı Mahsûsa
Teşkilât-ı Mahsusa (Osmanlı Türkçesi: تشكیلات محصوسه) İttihat ve Terakkî Cemiyeti bünyesinde Enver Paşa'ya bağlı olarak kurulan gizli teşkilattır. İttihat ve Terakkî'nin Türkçü ve İslâmcı siyasî görüşleri doğrultusunda, yurt içi ve yurt dışında, karşı-istihbarat, propaganda, örgütlenme, suikast eylemlerinde bulunmuştur. Çeşitli şahit ifadelerine göre 1911'den itibaren etkin olmuş, 5 Ağustos 1914'te Harbiye Nezareti'ne bağlı resmî bir örgüte dönüştürülmüştür. 8 Ekim 1918'de İttihat ve Terakkî hükümetinin iktidardan ayrılması ile birlikte Teşkilât-ı Mahsusa da resmen tasfiye edilmiştir.
Teşkilât-ı Mahsusa'nın Trablusgarp'ta İtalyanlara, Batı Trakya'da Bulgar ve Yunanlara, Mısır ve Irak'ta İngilizlere karşı direniş örgütleme çalışmaları kısmen belgelenmiştir. Buna karşılık 1915 Ermeni Tehciri'nde Teşkilât-ı Mahsusa'nın oynadığı rol, sık sık dile getirildiği hâlde ayrıntılarıyla ortaya konabilmiş değildir. Teşkilât-ı Mahsusa hakkında tek köklü araştırmanın yazarı olan Philipp Stoddard'a göre Teşkilât-ı Mahsusa, Ermeni tehcirinde hiçbir rol oynamamıştır. Guenter Lewy Stoddard'la 2001 senesinde görüştüğünü ve Stoddard'ın hâlâ aynı görüşü savunduğunu bildiriyor.
I. Dünya Savaşı'ndan sonra Anadolu'da oluşturulan Kuva-yi Milliye ve Müdafaa-i Hukuk gruplarının önde gelen liderlerinin hemen hepsi Teşkilât-ı Mahsusa üyesi olduğu bilinen kişilerdir. Buna rağmen Teşkilât-ı Mahsusa ile Millî Mücadele arasındaki örgütsel ilişki yeterince incelenmemiştir. Teşkilatın kurucusu Enver Paşa'dır. Başında ise Hüsamettin (Ertürk) Bey bulunmaktaydı.
Teşkilât-ı Mahsusa'ya ilişkin tek akademik çalışma, Dr. Philip Stoddard'ın 1963 tarihli doktora tezidir. Teşkilat ileri gelenlerinden Eşref Kuşçubaşı ve Hüsamettin Ertürk'ün anıları yayımlanmıştır. Rauf Orbay'ın anılarında da İran-Afganistan operasyonları hakkında bilgi bulunur. Galip Vardar'ın "İttihat ve Terakki İçinde Dönenler" (1960) kitabı, yanlı olmakla birlikte değerli bir bilgi kaynağıdır. Hamza Erkan, "Bir Avuç Kahraman" (1946) kitabında, Süleyman Askeri'nin Irak macerasına ilişkin geniş bilgi verir. Mustafa Balcıoğlu'nun da Teşkilât-ı Mahsusa ile ilgili kitapları vardır.
Teşkilât-ı Mahsusa arşivi elde değildir; 1918'de İttihat ve Terakki liderlerinin yurt dışına gitmeden önce imha ettiği ileri sürülür. Mütareke döneminde İstanbul'da yapılan Divan-ı Harb-i Örfi mahkemelerinde teşkilata ilişkin birçok iddia dile getirilmiş ve tanıklar dinlenmiştir. Divan-ı Harp tutanaklarının bir kısmı Taner Akçam tarafından yayımlanmıştır. Taner Akçam'ın yaptığı araştırmaya göre Teşkilât-ı Mahsusa'nın koruması altında olan bir aile Manisa'ya yerleştirilmiştir. Ailenin kimliği gizli tutulmakta ve CIA kayıtlarına göre Manisa Yuntdağ civarında bulunmaktadır.
Örgütün son başkanı olan Hüsamettin (Ertürk) Bey Teşkilât-ı Mahsusa'nın kuruluş amacını şöyle tanımlar:
Teşkilât-ı Mahsusa'nın kurucusu olan bu kişinin kimliğinin gizlenmesi kafalarda hep soru işareti olarak kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı'nda İngilizlerin Basra'yı ele geçirmesi üzerine, Teşkilât-ı Mahsusa liderlerinden Süleyman Askeri, Kürt ve Arap aşiretlerinden derlenmiş bir çeteyle İngilizlere karşı vur-kaç saldırıları düzenlemiş, Abadan'daki petrol tesislerini yakmıştır. Buna tepki olarak harekete geçen İngilizler, 12-14 Nisan 1915'te Türk ordusunu "Şuaybe"'de ağır bir yenilgiye uğrattılar. Süleyman Askeri, yenilgi üzerine 14 Nisan tarihinde tabancasıyla intihar etmiştir.
29 Nisan 1916'da Halil Paşa komutasındaki Osmanlı 6. Ordusu'nun İngiliz birliklerini Kut'ül Ammare'de yenilgiye uğratıp esir almalarından sonra, Nuri Paşa ve Rauf Bey yönetiminde bir Teşkilât-ı Mahsusa birliği savaşta tarafsız olan İran ve Afganistan'a girerek burada yerli kuvvetlerden oluşturacağı birliklerle İngilizleri arkadan vurmayı denedi. Mareşal Liman von Sanders'e göre bu macera, Irak'taki Türk yenilgisinin nedenlerinden biri oldu.
Ermeni soykırımı iddialarını savunan tarihçilere göre, bu gizli teşkilat iddia edilen soykırımı gerçekleştirmekte kullanılmıştır. İddialara göre, Talât Paşa hükümetinden sonra yeni hükümeti kuran Ahmet İzzet Paşa teşkilatın tüm belgelerini yok etme emri vermiştir. Teşkilât-ı Mahsusa'nın iddia edilen soykırımı gerçekleştirmiş olan örgüt olduğu iddiası, Andonyan belgeleri ve 1919/1920 İstanbul savaş mahkemeleri yanında, soykırım tezini ispatta kullanılan başlıca iddialardan biri. Guenter Lewy'nin verdiği bilgilere göre, Teşkilât-ı Mahsusa hakkındaki iddiaların belgelerde doğrudan dayanağı bulunmuyor, ancak bu iddialar, bu belgeleri okuduğunu belirtenlerin kuşkulu varsayımlarına dayanmaktadır. Lewy, soykırım tezinin savunucularından olan Vahakn Dadrian'ın, orijinal kaynakların olanak vermeyeceği varsayımlarda bulunduğunu bildiriyor.
Stoddard'a göre, Teşkilât-ı Mahsusa, Ermenilerin sınır dışı edilmesinde herhangi bir rol oynamamıştır.
14 Kasım - 23 Kasım 2005 tarihleri arasında Yeni Şafak gazetesinde Abdullah Muradoğlu tarafından Teşkilât-ı Mahsusa hakkında 10 bölümlük bir yazı dizisi yayınlanmıştır. Bu yazı dizisine göre Teşkilât-ı Mahsusa'da görev yapmış ünlü kişilerden bazıları şunlardır: Enver Paşa, Binbaşı Süleyman Askeri, Eşref Sencer Kuşçubaşı, Zenci Musa, Yakub Cemil, Dr. Bahattin Şakir, Mithat Şükrü Bleda, Ohrili Eyüb Sabri, Fuat Balkan, Teğmen Hilmi Musallimi, İsmail Canbulat, Piyade Subayı Rasuhi Bey, Filibeli Hilmi Bey, Şerif Burgiba, Arabistan'da İbn ür-Reşit, Nuri Killigil ve Halil Kut Paşalar, Ali Fethi Okyar, Hacı Selim Sami, "Kel Ali" lakaplı Ali Çetinkaya, ilk tayyareci şehitlerden Sadık Bey, Çerkes Reşit Bey, Ahmet Fuat Bulca, Nuri Conker, Rauf Orbay.
Yaygın örgütlenen, hatta I. Dünya Savaşı sırasında askeri birlikler oluşturulan Teşkilât-ı Mahsusa'nın, en geniş örgütlendiği zamanda çeşitli İslam ülkelerindekilerle birlikte 30 bin üyeye ulaştığı öne sürülür.
Karakol Cemiyeti
Karakol Cemiyeti, Mütareke döneminde Osmanlı istihbarat örgütü.
İstanbul'un işgalinde sonra millî uyanışın başlaması ile kişiler kendi kendilerine çeşitli örgütler kurmuştur. Bu örgütlerin birisi de ‘Karakol’ örgütüdür. Bu örgüt ve diğer örgütlerin birleşmesi ile bugünkü Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) kurulmuştur.
I. Dünya Savaşı'ndan sonra İstanbul'un işgali sırasında (5 Şubat 1919'da) kurulmuştur. Kara Kemal ve Kara Vasıf tarafından kurulan ve yönetilen cemiyet, Millî Mücadele'ye yardım etmek için, Anadolu'ya silah ve asker kaçırmıştır. Karakol adı da bu iki kurucu idari üyenin isminden gelmektedir.
Mütareke döneminin ilk gizli direniş ve istihbarat grubudur. 1918 Ekim sonları veya Kasım başlarında Talât Paşa'nın direktifi ile kurulan cemiyetin kurucuları arasında, Kurmay Albay Kara Vâsıf, Emekli Yüzbaşı Bahâ Said, Albay Galatalı Şevket ve Yenibahçeli Şükrü Beyler gibi İttihatçı kişiler bulunmakta idi. Kısa zamanda örgütlenme çalışmalarını tamamlayan Karakol Cemiyeti'nin Millî Mücadele'ye yaptığı en büyük hizmet, İstanbul'dan Anadolu'ya silah ve cephane ile subayların kaçırılmasını sağlaması, İngiliz Muhipleri Cemiyeti gibi kuruluşların planlarını ve faaliyetlerini Mustafa Kemal Paşa'ya haber vermesi olmuştur. Ancak Cemiyet, Bolşevikler ile gizli ilişkilere girmesi ve kendi başına Millî Mücadele'ye sahiplenme çalışmalarında bulunması sebepleriyle Anadolu Ordusu kadrosuna alınmamış, 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul'un İtilaf Devletleri tarafından işgali sırasında da liderlerinin tutuklanmaları ile büyük bir darbe yemiş ve son olarak da Erzurum ve Sivas Kongreleri'nin kararlarını uygulamak için seçilen Heyet-i Temsiliye'nin emri üzerine faaliyetlerine son verilmiştir.
Düşman gemileri 13 Kasım 1918'de artık İstanbul limanlarında demirlemiş durumdadır. 15 Mayıs 1919'da düşman İzmir'dedir. Halk bıkkın, yılgın, kararsız, Osmanlı Saltanatı aciz, belki ondan da vahimi düşmanla anlaşma yollarını aramaktadır. İngilizler ile onları destekleyen veya onların desteklediği gizli servisler askerlerin gidemediği yerlerde, İstanbul merkezli bir harekat ile Anadolu'da Osmanlı'dan kalan her karış toprak parçasında bir işgal ve nüfuz kavgasına girişmişlerdir. İttihatçı ve Teşkilat-ı Mahsusacı avı başlatılmıştır. Türk kurum, kuruluşları işletilmez hale getirilmiştir, korunmak gerekmektedir. Çareyi İttihatçılar ile Teşkilat-ı Mahsusacılar birlikte bulurlar. Ortak düşmana karşı ortak mücadele verilecektir. Teşkilat-ı Mahsusa'nın son başkanı Hüsamettin Ertürk'ün de içinde bulunduğu yeni bir örgüt kurulacaktır. Örgütün kuruluşundan ülkeden kaçan Enver, Cemal ve Talat Paşalar haberdardır. Talat Paşa'nın da oluruyla İttihatçıların ünlü iaşe nazırı Kara Kemal ile Kurmay Albay Kara Vasıf Bey ilk görüşmeleri yaparlar. Daha sonra yeni örgütün kurulması için yapılan çalışmalarda bir öncü daha belirlenir. Bu kişi Karadeniz Boğaz Komutanı Galatalı Şevket Bey'dir. Yeni örgütün kuruluş toplantısı 5 Şubat 1919 tarihinde Avukat Refik İsmail Bey'in Sultanhamam'daki yazıhanesinde yapılır. Toplantıda Galatalı Şevket Bey örgütün başkanlığına seçilir. Örgütün adı Baha Sait Bey'in isteği üzerine Kara Vasıf Bey ve Kara Kemal Beyler'in adından esinlenilerek "Karakol" olarak belirlenir. Örgüt öncelikle İttihatçılara ve Teşkilat-ı Mahsusacılara karşı girişilen saldırılara karşı koyacaktır. Ancak bu yapılanma giderek genişler. Bireysel savunmanın yerini Anadolu'nun düşmandan kurtarılması için genel bir karşı koyuş alır. Burada örgüt, Karadeniz kıyıları, Ege ve Doğu Anadolu`da güçlü bir şekilde örgütlenir. Bu örgütlenme adeta İttihatçıların yeni bir yapılanmasıdır. İstanbul ve Anadolu'da halk üzerinde yapılan çalışmalarda, işgal kuvvetlerine karşı konulması gerektiği vurgulanır. Türk kökenli en büyük istihbarat gücü olan Karakol Cemiyeti'nin ku |
ruluş şeması ve çalışmaları şöyledir:
Min (tanrı)
Min, erkeklikte seksin tanrısıdır. Koptos'ta tapınılır. Yunanlarda bu tanrı Yunan tanrısı Pan ile birleştirilmiştir. Bu tanrıya adak olarak koç kesilir. Min'e tanrıça İsis'le beraber de tapınıldığına rastlanmaktadır. Her yıl hasat mevsimi geldiğinde onun adına kutlamalar yapılır. Ayrıca bu tanrı kervanların kouyucusu olarak da bilinir. Min'in kökeni Kızıldeniz'e kadar uzanır.
Min başında iki tüy ve kırmızı kurdelalı bir taç, erkeklik organı erekt ve sağ elinde bir kamçısı vardır.
Tanrı Min'in Horus'la büyük kavgaları olmuştur. Ve bunun sonucunda Ra ikisinin de barışmasını emretti.
Montana (il)
Montana ili, (Bulgarca: Област Монтана / Oblast Montana), Bulgaristan'ın kuzey batısında bulunan, Sırbistan ve Romanya ile sınırı bulunan bir ildir. Merkezi Montana'dır.
Eski adı Kutlovitsa olup 19. yüzyılın sonlarında Kral I. Ferdinand'ın adından alınarak Ferdinand olmuştur. Komünist rejiminde Mihaylovgrad olup 1993'de Roma İmparatorluğu döneminin adı olan Montanensium'a dayanarak Montana olarak değiştirilmiştir.
182,258 (Bulgarlar: %86,4, Romanlar: %12.5)
Loveç (anlam ayrımı)
Atlético Madrid
Club Atlético de Madrid, İspanya'nın başkenti Madrid'de kurulmuş spor kulübüdür. Futbol takımı La Liga'da mücadele eden Atletico Madrid, Real Madrid'le birlikte Madrid'in en önemli iki kulübü arasındadır.
Atletico Madrid, geçmişi ve başarıları ile Barcelona ve Real Madrid'den sonra ülkenin en önemli kulüplerinden biri olarak kabul edilir. İç saha maçlarını Vicente Calderón Stadyumu'nda yapan kulübün Real Madrid'le oynadığı derbiler son derece çekişmeli geçer. Takım taraftarlarının büyük bir bölümü Kralın Takımı olarak gördükleri Real'e karşı muhalif olması nedeniyle Atletico'yu tutar. Zaten kulüp 26 Nisan 1903 günü dönemin İspanya yönetimine muhalif üç adet Bask'lı öğrenci tarafından kurulmuştur. Kurucuları kulübü Bask Bölgesi için bir spor kulübünden öte durumda olan Athletic Bilbao'nun bir kolu olarak kurmuşlardır. Kurulması ile birlikte Real Madrid'de bulunan tüm muhalif üyeler bu kulübe geçmiştir.
1921 yılında kadar Athletic Bilbao ile bağlı olan kulüp bu yılda ayrılmış ve iki yıl sonra ilk stadyumları Metropolitano'yu yapmıştır. Bugünkü stadyumları Vicente Calderón'a 1966'da geçmişlerdir.
Kulüp, son olarak 1996 yılında hem La Liga şampiyonluğu hem de Copa del Rey'i aynı sezon içinde kazanma başarısı göstermiştir. Ayrıca 2013 yılında Copa del Rey'i finalde Real Madrid'i 2-1 mağlup ederek tarihinde 10.kez müzesine götürdü. Kulüp tarihinin en büyük başarıları ise 1974 yılında Toyota Kupası olarak da bilinen Kıtalararası Kupa şampiyonluğu, 1962 yılındaki Avrupa Kupa Galipleri Kupası Şampiyonluğu, 2010 ve 2012 yıllarındaki UEFA Avrupa Ligi Şampiyonluğu, 2010 ve 2012 yıllarındaki UEFA Süper Kupası Şampiyonluğudur , ayrıca 1973-74'te Bayern Münih ve 2013-14 ile 2015-16 yıllarında oynadıkları ve en büyük rakibi olan Real Madrid 'e kaybettikleri iki UEFA Şampiyonlar Ligi finali vardır. 2014 Yılında Atletico Madrid, deplasmanda Barcelona ile 1 - 1 berabere kalarak, 1996 yılından sonra şampiyonluğunu ilan etmiştir. Bu Şampiyonluk 18 Yıl aradan sonra gelen ilk şampiyonluktur ve Atletico Madrid'in La liga tarihindeki 10. şampiyonluğu olmuştur.
Victoria Şelalesi
Viktorya Şelaleleri veya Mosi-oa-Tunya dünyanın en görkemli şelalelerindendir. Zambezi Nehrinin üzerinde, Zambiya ve Zimbabve sınırları arasında, bulunur. Şelaleler yaklaşık olarak 1,7 km genişliğinde ve 128 m yüksekliğindedirler.
İskoç kâşif David Livingstone şelaleleri 1855'te ziyaret etmiş ve Kraliçe Victoria'nın anısına "Victoria Şelaleleri" ismini vermiştir. Bununla birlikte şelale zaten yöresel olarak "Mosi-oa-Tunya" yani "gürleyen duman" diye anılmaktaydı. Şelaleler iki milli parkın parçasıdırlar, Zambiya'daki Mosi-oa-Tunya Milli Parkı ve Zimbabve'deki Victoria Şelaleleri Milli Parkı. Şelaleler Güney Afrika'nın en önemli turist çeken noktalarından biridir. Aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası Alanıdır.
Kuzey Amerika'daki Niagara Şelaleleri'nden daha geniş olan Victoria Şelaleleri sadece Güney Amerika'nın Iguaçu Şelaleleri ile karşılaştırılabilir. Iguaçu 270'den fazla (görece) 'küçük' şelaleye bölünmüşken Victoria dünyadaki en büyük, 100 metreden yüksek ve 1,5 km'den geniş, tek su yatağından, dökülmektedir.
Victoria Şelalesi'nin üzerinde ise,hiç kaybolmayan bir gökkuşağı vardır.
Kiel
Kiel, Almanya'nın kuzeyinde, Schleswig-Holstein eyâletinin merkezi (1945) şehir. Kiel Kanalı'nın doğu ucunda, Baltık Denizi'ndeki Kiel Fiyordu'nun (Kieler Förde) her iki yakasında toprakları olan bir liman şehirdir.
10. yüzyıla ait kaynaklarda adı Kyle biçiminde geçer. "Fiyort" ya da "kaynak" anlamına gelen bu kelimenin Anglosakson dilindeki kille’den (gemiler için güvenli yer) türediği sanılmaktadır. 1242'de kurulan belde, ortak bir ticarî savunma anlaşması olan Lübeck Kanunları’nı kabul etti. 1284'te Hansa Birliği'ne katıldı ve 14. yüzyılda yeni ticaret ayrıcalıkları kazandı. 1773'te Danimarka'ya bağlandı. 1814'te burada imzalanan Kiel Antlaşması’yla Danimarka, Norveç'i İsveç'e bıraktı.
1866'da Schleswig-Holstein'ın geri kalan bölümüyle birlikte Prusya'ya geçen şehir, 1871'den sonra deniz üssü olarak önem kazandı. 1917'de eyâlet merkezi oldu. 1918'deki devrim, Kielli denizcilerin ayaklanmasıyla başladı. Bu olay, tarihe Kiel İsyanı olarak geçti.
II. Dünya Savaşı'nda şehir, Müttefik Kuvvetler'ince yoğun biçimde bombalandı. Savaştan sonra yeniden inşa edilirken geniş yeşil alanlara yer verildi. Bu dönemde tamir edilen tarihî binalar arasında yaklaşık 1240'ta yapılmış Nikolaikirche (St. Nikolaus Kilisesi) ile Holstein-Gottorp düklerinin sarayı (y. 1280) sayılabilir; Çar III. Petro, bu sarayda doğmuştur.
II. Dünya Savaşı sırasında Kiel, büyük deniz üsleri ve Alman Reich gemi inşa merkezlerinden biri olarak kaldı. Mahallî sanayii de köle işçiler de çalıştırıldı. Bir deniz limanı olarak ve denizaltılar için üretim merkezi olarak II. Dünya Savaşı sırasında Müttefikler tarafından yoğun şekilde bombalandı. Bombalama yüzünden eski şehrin % 80'den fazlası, Merkezi yerleşim alanlarının % 72'si ve endüstriyel alanlarında % 83'ü yok oldu. Kiel, 23/24 Temmuz 1944 tarihinde RAF tarafından bombalandı ve şehre üç gün su verilmedi; tren ve otobüsler sekiz gün çalıştırılmadı ve bu üç hafta boyunca yemek pişirebilmek için gaz verilmedi. Diğer ağır şekilde bombalanan Alman şehirleri gibi bu şehir de savaştan sonra yeniden inşa edildi.
1665'te kurulmuş olan Kiel Christian Albrecht Üniversitesi'nde Dünya ekonomisi üzerine çalışmalarıyla ünlü bir enstitü vardır. Üniversitenin eski binalarının yakınında bir sanat galerisi ile Almanya'nın en eski botanik bahçeleri bulunur. Yeni yapılar arasında da Belediye Tiyatrosu (1907), Belediye Binası (1911), sergi ve kongre salonu Ostseehalle (1950) ve yeni üniversite binaları sayılabilir.
Kiel Kanalı'nın 1895'te açılmış olan havuzları dışında şehirde çok gelişmiş bir ticarî liman ve yat tesisleri bulunur. Şehrin doğu ve batı kıyıları arasında ulaşım sağlayan feribotlar, çevredeki balıkçı köyleri ile sayfiyelere de sefer yapar. Gemi ve makine yapımı başlıca sanayi kollarıdır. Ayrıca basımevleri, metal işleme tesisleri, bira ve tekstil fabrikaları vardır. Her haziranda düzenlenen Kieler Woche (Kiel Haftası) uluslararası bir yelken yarışı ve kültür şenliğidir. Kiel'in nüfusu, 31 Mart 2007 tarihi itibarıyla 232.398'dir.
Kiel, Hamburg, Lübeck, Flensburg ve Danimarka'daki yerlere giden tren istasyonuna sahiptir.
Kiel, Baltık eyaletlerine yolcu ve yük taşıyan denizcilik şirketleri için önemli bir limandır.
Yolcular Kiel'den karşıya aşağıdaki şekilde geçer:
Yükler Kiel'den aşağıdaki şekilde taşınır:
Kiel kent yönetimi, kronolojik sırada listelenen şu kişilere fahri hemşerilik beratı vermiştir:
Adolf Hitler ve Erich Raedere verilen fahri hemşerilik beratı 1945'te geri alındı.
Kiel'de Dünya'ya gelmeyen, ancak uzun süre şehirde yaşayıp üretimde bulunmuş ünlüler:
Gürcistan larisi
Lari (Gürcüce: "ლარი"; ISO-Code: GEL) Gürcistan'ın millî para birimidir. Gürcistan'da Abhazya ve Güney Osetya dışındaki bölgelerde kullanılır. 2006 yılındaki verilere göre enflasyon oranı %9.2dir. "Gürcistan Merkez Bankası" (NBG) tarafından 25 Aralık 1995'te tedavüle çıkarılmıştır. 1 "lari", 100 "tetri"ye eşittir.
"Lari" kelimesi Gürcücede "hazine " ya da "mülkiyet" anlamına gelir. "Tetri" 13. yüzyıl'da kullanılan gümüş sikkelerin adıdır. Gürcistan millî parası 1, 2, 5, 10, 20, 50, 100 ve 200 larilik banknotlarla, madenî paralarsa 1, 2, 5, 10, 20 ve 50 tetri, 1 ve 2 larilik birimler olarak tedavüldedir.
Bütün Gürcü banknotlarının ön yüzünde "borcgali" denilen yedi kollu stilize bir güneş, arka yüzünde İngilizce "Gürcistan" ibaresi bulunur.
Banknotlardaki portreler:
Yıldırım savaşı
Yıldırım savaşı (Almanca "Blitzkrieg", okunuşu → "Blitskriig"), II. Dünya Savaşı'nda Almanların savaş doktrinidir. Doktrinin amacı hızlı ve ani saldırılarla, düşmanın düzenli bir savunma kurmasını engelleyip sonra da hızlı bir şekilde yok etmektir. I. Dünya Savaşı'nda uygulanan siper savaşı yöntemine karşı geliştirilmiştir. Tankların, uçakların ve zehirli gazların gelişmesiyle siper savaşları terkedilmeye başlanmış, daha çok hareketli savunmaya geçilmiştir. Almanların bütün savaş araçları bu doktrin üzerine üretilmiştir.
Blitzkrieg doktrinin başarılı olabilmesi için dört önemli koşul vardı: iyi arazi, iyi hava desteği, iyi lojistik ve iyi eş güdüm. II. Dünya Savaşı'nda Almanların SSCB'yi işgal girişiminde Rus topraklarının yazları yoğun tozlu stepleri, kışları ise aşırı soğuk ve çamurlu oluşu, lojistik desteğin de sıkıntılı olması yüzünden başarısız olan doktrin, Batı Cephesi'nde ise hava üstünlüğünün kaybedilmesi ve eş güdümün azalması yüzünden başarısız olmuştur.
I. Dünya Savaşı'nda hakim askeri doktrin, düşman savunma hatlarına direkt olarak taarruz ederek cephe hattının genelinde düşman kuvvetlerinin imha edilmesi şeklinde formüle edilebilir. Bu saldırı tekniği kabaca, topçu bataryalarının bir hazırlık ateşinin ardında |
n piyade taarruzu şeklinde uygulanıyordu. Hazırlık ateşiyle yıpranmış düşman siperlerinin, düşman ateşi altında dalgalar halinde ilerleyen piyadelerce ele geçirilmesine çalışılmaktaydı.
Ne var ki, silah teknolojisindeki gelişmelerle atış gücü artan ateşli silahlar, özellikle de seri atış yapabilen makineli tüfekler, bu piyade dalgalarının ilerleyişini etkisiz hale getirmiştir. I. Dünya Savaşı'nın deneyimlerinde, karşılıklı olarak art arda girişilen bu piyade taarruzları, yoğun düşman ateşi altında eriyip gitmiş, cepheler kilitlenme noktasına gelmiştir.
Ayrıca zaman zaman düşman tarafından ele geçirilen siperlerin, savunma sisteminde yarattığı krizlerle başa çıkabilmek için, derinlemesine bir savunma sistemi de geliştirilmiştir. Böylece ön taraftaki savunma hatlarının gerisinde de tahkimatlar yapılmış, siperler kazılmıştır. Taraflardan biri, düşman hatlarını yardığında derinlemesine ilerleyemiyor, ardındaki savunma sistemlerine çarpıyordu.
I. Dünya Savaşı'nın sonlarında denenen yeni bir silah, cephelerin kilitlenmesini açabilecek bir anahtar olma umudu vadetmiştir, tank. Zırhlı olması, piyadeye oranla çok daha hızlı ilerleyebilmesi, üstelik paletleri dolayısıyla her türlü arazi yapısında ve yüksek ateş gücünü taşıyabilecek bir platform olmasıyla son derece etkili bir silah olarak ortaya çıkmıştır tank.
Nitekim Edmund Allenby komutasındaki İngiliz Ordusu, bu taktiği ilk kullanan askeri kuvvet olarak Liman von Sanders komutasındaki Yıldırım Ordular Grubu'nu 18 Eylül 1918'de tank ve uçak desteği ile I. Dünya Savaşı'nın Sina ve Filistin Cephesi'nde Nablus Hezimeti'ne uğratmıştır. 23 Eylül 1918'de Mustafa Kemal Paşa'nın komutanlığa gelmesi dahi "yıldırım savaşı" taktiğini uygulayan İngiliz ordusunun 1 Ekim 1918'de Şam'ı, 18 Ekim 1918'de Hama ve Humus'u, 25 Ekim 1918'de ise Halep'i almasını durduramamış; Osmanlı İmparatorluğu 31 Ekim 1918'de Mondros Mütarekesini imzalayarak yenilgiyi kabul etmek durumunda kalmıştır.
Yıldırım Savaşı doktrininin temelinde işte bu deneyimler yatmaktadır. I. Dünya Savaşı sonrasında birkaç İngiliz askeri kuramcı, başta Fuller ve L. Hart, yepyeni bir strateji üzerinde, "Zırhlı Savaşı" konusunda çalışmalar yayınlamışlardır. Askeri çevrelerde bu çalışmalara hemen hemen hiç ilgi uyanmamış, kuşkuyla bakılmıştır. Fakat Almanya'da bu çalışmalar dikkatlice incelenmiş, geliştirilmiş ve sonuçta yıldırım savaşının doktrini oluşturulmuştur.
Türk Kurtuluş Savaşı'nda Türk Ordusu Başkomutanı olan Mustafa Kemal Paşa, İngiliz kuvvetlerinin Suriye'deki Osmanlı kuvvetlerine uygulamış olduğu bu stratejiyi dikkatli bir şekilde etüt ederek Kurtuluş Savaşı'nın en önemli kısmını oluşturan Büyük Taarruz'da uygulamıştır. Büyük Taarruz'un ilk safhasında Türk Süvari Kolordusu Yunan Ordusu'nun gerisine sızarak cephenin ikmal hatlarını kesti. Aynı anda piyadeler taarruza geçti. 2 gün sonra Türk birliklerinin, Yunan savunma mevzilerini tamamen ele geçirmesinden sonra savaş kaçma-kovalamaya döndü. Türk süvarileri müthiş hızlarıyla Yunan birliklerinden daha hızlı olarak İzmir'e ilerlemeye başladı. Türk birlikleri 14 gün içinde 150.000 kilometrekare alanı geri aldı.
Yıldırım savaşı doktrini, iki temel prensip üzerine inşa edilmiştir. Bu prensiplerden biri tankların birincil savaş aracı olarak kullanılmasıdır. Askeri çevrelerde o yıllardaki genel kabul gören prensibe göre tanklar, piyadeyi destekleyici bir unsur olarak kabul edilmektedir. Bu prensibe göre tanklar, piyade birliklerine dağıtılmakta, muharebe sırasında piyadenin ilerlemekte zorlandığı noktalarda düşman direncini kırmak, piyadenin ilerlemesini kolaylaştırmak yönünde kullanılması benimsenmiştir.
Yıldırım savaşının bu prensibinde ise, tankların düşmanı yenilgiye uğratacak asıl güç olarak kabul edilmesi esastır. Diğer deyişle tank birlikleri, birincil savaş aracıdır, diğer tüm savaş araçları, piyade dahil, tank birliklerinin harekatını desteklemekte kullanılacaktır. Bu amaçla avcı-bombardıman uçakları, taarruz hattında derinlemesine operasyonlar düzenlemektedirler. Düşmanın direnme odakları, özellikle tank birlikleri için tehlikeli olabilecek tanksavar ve top bataryaları hedef alınır. Kuşkusuz kara ve deniz topçusu da bu operasyonlara katılacaktır.
Tankı bu şekilde kullanabilmek için kuşkusuz piyade birliklerine dağıtmak yerine, toplu olarak muharebeye sokulabilecek tarzda, zırhlı birlikler oluşturulması gerekmektedir. Almanya, yıldırım savaşının bu prensibini hayata geçirebilmek için Panzer (Zırhlı) Tümenler oluşturma yolunu izlemiştir. Bu panzer tümenleri, bünyelerinde kendi hava unsurlarını, topçu ve tanksavar birliklerini de içerirler.
Yıldırım Savaşının diğer prensibi ise düşman hatlarında sağlanan yarmaların, düşman kuvvetlerini kuşatmak ve imha etmek yönünde sürdürülmemesidir. Bu işi, panzer tümenleri bünyesindeki piyade birlikleri üstlenecektir. Tank birlikleri ise ileri harekatlarını sürdürmelidirler, düşman arazisinde elden geldiğince derin bir yarma gerçekleştirerek düşmanın savaş mekanizmasının tümüyle işlemez hale getirilmesine çalışılmalıdır. Bu amaçla tank birlikleri ileri harekatlarını sürdürerek düşmanın ikmal merkez ve hatlarına, iletişim merkez ve hatlarına, karargahlarına yönelik taarruz etmelidirler.
Bu şekliyle yıldırım savaşı, düşman kuvvetlerinin savaş alanında imhasına değil, düşmanın savaşı devam ettirme azmi ve olanaklarının tahribine yönelir, direkt değil, dolaylı bir stratejidir.
Almanya'nın 1 Eylül 1939 günü başlattığı Polonya Seferi, Yıldırım Savaşının denendiği ilk gerçek çatışmalar olmuştur. Panzer tümenleri, farklı kollardan Polonya topraklarına saldırmışlardır. Seçilen taarruz hatları, sınırın hemen gerisinde konuşlanmış Polonya ordularının teğet bölgeleridir. Hava unsurlarının yoğun desteği altında derinlemesine yarmalar gerçekleştiren panzer tümenleri, Vistül nehrinin batısında Polonya birliklerinin büyük bir bölümünü kuşatmış, ikmal ve takviye olanaklarını kesmiştir.
Polonya Seferi'nin stratejisi aynen Fransa Seferinde de uygulansaydı aynı parlak başarıyı getirmeyebilirdi. Polonya birliklerinin, topraklarını savunmak yerine, ilk saldırıda karşılık vermek amacıyla sınıra yakın konuşlandırılmış olmaları, Polonya ordusunda zırhlı birliklerin çok yetersiz olması, Alman ordularının bu parlak başarısında etkili olmuştur.
Her şeyden önce Majino Hattının varlığı, harekat alanını ciddi biçimde sınırlamaktadır. Öte yandan Fransa topraklarında konuşlanmış olan İngiliz Yurtdışı Sefer Kuvveti'nin varlığı da önemli bir direnmenin olmasına yol açacaktır. Alman orduları açısından bir diğer olumsuzluk ise İngiliz ve Fransız tanklarının, o tarihlerdeki Alman panzerlerine oranla daha etkili silahlar olmasıdır.
Fransa Seferinde Yıldırım Savaşının uygulanış biçimi, tüm bu olumsuzlukları ortadan kaldırmıştır. General Heinz Guderian'ın Yıldırım Savaşıyla ilgili tekniği, müttefik ordularını ikiye ayırmış ve büyük bir bölümüyle kuşatmıştır.
Sovyetler'e yönelik yıldırım savaşı uygulamasının en büyük amacı geri çekilen Sovyet askerlerinin ve tanklarının geniş Sovyet topraklarında yeniden toplanmasını önlemekti. Bunun için, dört ana koldan Sovyet topraklarında ilerleyen panzer birlikleri, Sovyet birliklerinin geri çekilme hattını kesiyor, geriden gelen Alman piyade birlikleri ise Kızıl Ordu birliklerini yok ediyordu.
1941 yılı Doğu Cephesinde, kışına gelindiğinde Almanlar hala Sovyetlere karşı kesin bir başarı kazanamamışlardı. Yoğun kış şartlarında yolların çamurlanması hem birliklerin ilerleyişini yavaşlatıyor hem de lojistik desteğin sekteye uğramasına yol açıyordu. Rusya'da Yıldırım Savaşının hızı, Fransa ve Polonya Seferlerindeki gibi olmamıştı. Söz konusu ülkelerde asfalt yolların yaygın olması Alman birliklerinin harekatı açısından çok yararlı olmuştu. Rusya'da ise büyük ölçüde stabilize yollar, yağışlı mevsimlerde çamur deryasına dönmüştür.
Rusya'da yıldırım savaşının kesin bir başarıyı kısa sürede sağlayamaması, Alman panzer tümenlerinin, Batı Avrupa koşullarına uygun organize edilmiş olmasında yatar bir bakıma. Panzer tümenlerindeki tüm motorize unsurlardan sadece tanklar paletlidir. Diğer motorize unsurlar, tüm nakliye araçları, top arabaları, lastik tekerleklidir. Çamur deryasına da dönüşmüş olsa yollara bağımlı olan bu araçlar, tüm tümenin ilerleme hızını kestiği gibi muharebe gücünü de olumsuz etkilemiştir.
1942'de Moskova Muharebesi'nde Alman birlikleri ilk kez yenildi. 1942 yazında Hitler bu kez Sovyetler'in güneyine, Stalingrad'a saldırılmasını emretti. İlk başlarda yıldırım savaşı taktiği ile Sovyetlere ağır kayıplar verdirildi ama Sovyetlerin başarılı direnci ve ikmal hatlarında sıkıntı doğmasından dolayı Almanlar yenildi ve Doğu Cephesi'nde Alman orduları savaşın sonuna kadar hep geri çekilmeye başladı.
1944 yılına gelindiğinde Almanların ellerindeki kaynaklar başarılı Müttefik hava saldırıları sonucu azaltılmıştı. Ayrıca Almanların Normandiya Çıkarmasını engelleyememesi ve hava üstünlüğünü Müttefikler'e kaptırmaları bu savaşı en başından Almanya'nın aleyhine döndürmüştü. Müttefik birlikleri de artık Alman Blitzkrieg taktiğine benzer taktikler kullanıyorlar ve hava üstünlüğünün etkisi ile başarılı oluyorlardı. Müttefikler'in ilk başlarda tankları Alman tankları karşısında yetersiz olsa da, sayı olarak üstün olması nedeniyle savaş Müttefikler'in lehine gidiyordu. Öyle ki, bazen bir Tiger tankına 20 tane M4 Sherman tankı saldırıyordu. Anvers'te Almanlar kötü hava şartlarını (Müttefik uçakları bulutlar yüzünden etkisiz kalmıştı) fırsat bilerek buradaki zayıf Müttefik güçlerini yendilerse de genel bir başarı elde edemediler.
Yıldırım Savaşı ile özdeşleşen konsept, yani zırhlı birlikler ile düşman hattında derin yarıklar açma, geniş alanlı kıskaçlar ve toplu saldırı, geniş ölçüde arazinin ve havanın durumuna bağlı idi. Hızla ilerlemenin mümkün olmadığı zamanlar, zırhlı birlikler ile gerçekleştirilen yarma operasyonları yapılmıyor, yapılsa da başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Yıldırım savaşı için ideal arazi; düz, sağlam, doğal veya yapay bariyerin/engelin olmadığı, kara ve demir yollarının bulunduğu yerlerdir. Engebeli, |
ormanlık, bataklıklı, şehir içi gibi arazilerde ise zırhlı araçlar yakın dövüşte piyadelere karşı yetersiz kalıyor ve tam hızına ulaşamıyordu. Ayrıca birliklerin çamurda veya aşırı kar yağışında ilerleyemediği zamanlar oluyordu. Topçuların görüş alanı ve hava desteği de doğal olarak hava durumuna bağlı idi. Yine de not etmek gerekir ki, kötü arazi koşullarında bile, yapılacak bir saldırıda düşman üzerinde sürpriz etkisine ulaşılabilirse, arazinin dezavantajları önemsiz kalıyordu. Fransa Seferi sırasında, Alman yıldırım saldırısı, Fransa'ya Ardenler üzerinden yapıldı. Bu dağlık ve sık ormanların bulunduğu arazinin savunması, Almanların düzinelerce tankına rağmen, görece kolay olmalıydı. Ancak, Fransızlar tam da arazinin geniş ölçekli (özellikle de tanklar için) bir saldırıya izin vermeyeceğini düşündükleri için, bölgede Wehrmacht'ın kolaylıkla üstesinden geldiği hafif bir savunma gücü bırakmayı tercih ettiler. Almanlar, Fransızlar'ın, bu taktiği engelleyeceğini düşündükleri ağaçları devirerek ormanda hızla ilerlediler.
Savaşın ilerleyen yıllarında, Müttefik hava üstünlüğü Almanlar için büyük bir engel oluşturmaya başladı. İlk yıllardaki Alman başarılarına hava üstünlüğü, kara birliklerinin rahat hareketi, yakın hava desteği ve keşif uçuşları eşlik etmişti. Ancak, Müttefikler'in, esas taktiksel başarılarına orantısız bir şekilde, uçaklarından o kadar korkuluyordu ki, Overlord Operasyonu sırasında Alman vasıtalarının mürettebatları, hava aydınlıkken toplu bir şekilde hareket etmekten çekinir hale gelmişlerdi. Aynı şekilde, batıdaki son Alman Yıldırım Harekatı olan Ardenler Taarruzu, Müttefik uçaklarının kalkış yapamayacağı kötü hava koşullarında başlatıldı. Bu şartlarda, Alman komutanların "zırhlı fikirleri"ni istedikleri şekilde gerçekleştirmeleri zordu.
Yıldırım Savaşı, I. Dünya Savaşı sonrasında pek çok ülke tarafından geliştirilen statik savunma doktrinlerine karşı oldukça etkiliydi. Yıldırım Harekatını alt etme çabalarının başlangıç tarihi 1939'daki Polonya Seferi'ne kadar gider. Polonyalı 10. Motorize Süvari Tugayı'nın komutanı, General Stanislaw Maczek, tecrübelerinden faydalanarak Yıldırım Savaşı taktiğinin kullanımı, etkisi ve bu taktiğe karşı alınabilecek olası önlemlerin yer aldığı detaylı bir raporu Fransız ordusuna sunmuştu. Ancak Fransızlar bu raporu önemsemediler (Alman ordusu tarafından zarfı açılmamış bir şekilde bulunmuştur). Maczek daha sonra, Müttefik zırhlı birlik komutanlarının en başarılılarından biri haline gelmiştir.
1940'daki Fransa Seferi sırasında, De Gaulle'nin Dördüncü Zırhlı Tümeni ile İngiliz Seferi Güçlerinden, 1. Ordu'nun Tank Tugayı'na ait birlikler, Alman kanatlarına yoklama saldırıları yaptılar. Aslında yaptıkları şey, ilerleyen zırhlı birlik hattının arkasını zorlamaktı. Hitler'in, Alman ilerleyişini durdurmasında bu bir etken olmuş olabilir. Bu tip saldırıların yanı sıra, Maxime Weygand'ın Hedgehog Taktiği, ileride yıldırım savaşına karşı koymak için kullanılacak temel taktikler oldular; derin oluşturulmuş savunma hatları, anti-tank silahlarına yoğunlaşma, düşman saldırısının kanatlarına güçlü direniş uygulama ve bunları takip eden merkezi bir karşı saldırı ile düşman ilerleyişini tamamen durdurma. Yarma harekatının kanatlarını tutmak, düşman hücumunu kanalize etmek için çok önemliydi. Ve kanatlarda doğru yerlere yerleştirilmiş topçular, düşmana ağır kayıplar verdirilmesini sağlıyordu. 1940 yılında Müttefikler'in bu stratejileri geliştirip uygulayacak yeterince deneyimleri yoktu, ki zaten Fransa ağır kayıplar vererek teslim olmak zorunda kalmıştı. Ancak sonraki Müttefik operasyonları şekillendirilmiş oldu. Kursk Muharebesi'nde Kızıl Ordu, derinlikli savunma, geniş mayın tarlaları ve kanatlarda oluşturulan inatçı direniş ile bunun bir örneğini sergilemiştir. Bu sayede, Alman orduları ilerlemelerine rağmen, savaş güçlerini yitirmişlerdir. Mortain'de, 1944'ün Ağustos ayında, Amerikan ve Kanadalı birlikler sağlam bir savunma ve karşı saldırı ile Falaise'de oluşturulan açıklığı kapatmayı başardılar. Ardenlerde ise Bastogne, St Vith ve diğer yerlerde uygulanan hedgehog savunması, ardından Amerikan Üçüncü Ordu'nun karşı saldırısı başarıya ulaşmıştır.
Bir Amerikan doktrini olan çok sayıda, hızlı tanksavar kullanımı pek uygulanmamıştır, çünkü 1944 yılında toplu haldeki Alman zırhlı saldırılarına pek rastlanmıyordu.
Bunun dışında, anti-tank ve uçaksavar türü silahları çokca kullanan bir rakibe karşı, Yıldırım Harekatı yetersiz kalmaktadır, özellikle de yıldırım savaşı taktiğini kullanan taraf yeterince hazırlık yapamamışsa. Bunun bir örneği, Yom Kippur Savaşı'nın başlarında görülebilir. RPG ve AT-3 Sagger füzelerini kullanan Mısırlı piyadeler, İsrail'e ağır tank kayıpları verdirmişlerdir. Ayrıca SA-6 Gainful füzeleri ile de İsrail Hava Kuvvetleri'ne muazzam kayıplar verdirilmiştir. Bu tip silahlara karşı İsrail'in doğru düzgün bir karşı önlemi bulunmuyordu. Ancak radikal bir doktrinsel ve taktiksel değişiklikten sonra İsrailliler, Mısır hatlarını yarıp savaşı kazanabildiler.
Fransa ve Polonya gibi hızlı seferlerde etkili olmasına rağmen, sonraki yıllarda Almanya, yıldırım savaşını yeterince destekleyemedi. Yıldırım savaşının doğası gereği, bu taktiği uygulayan birlikler, ikmal hattının aşırı uzamasına neden olurlar. Doğu Cephesi'nde Sovyetlerin yaptığı gibi, zaman kazanmak ve yeniden organize olmak için topraklarından ödün verebilen kararlı rakipler karşısında bu strateji tamamen yenilebilir durumdadır. Tank ve vasıta üretimi Almanya için sürekli bir sorun olmuştur, öyle ki savaşın ilerleyen yıllarında pek çok Panzer "tümeni"nde en fazla birkaç düzine tank bulunuyordu. Savaşın sonlarına doğru, Anglo-Amerikan stratejik bombardımanları ve ablukaları nedeniyle, Almanya yakıt ve cephane sıkıntısı çekmeye de başlamıştı. Luftwaffe avcı uçaklarının üretimi devam etmiş olsa da, yakıt yetersizliği nedeniyle uçaklar havalanamamıştır. Kalan yakıtların tamamı panzer tümenlerine gönderiliyordu ki onlar bile normal bir şekilde hareket edemiyorlardı. Amerika Birleşik Devletleri Ordusu tarafından ele geçirilen Tiger tanklarının yarısından fazlası, yakıtları bittiği için terkedilmiş durumda idiler.
Ota Benga
Ota Benga (ölüm belgesindeki adı: Otto Bingo, d. c. 1883 – ö. 20 Mart 1916), Belçika Kongosu'ndan (bugünkü Demokratik Kongo Cumhuriyeti) ABD'ye getirilen bir pigme'dir.
1904 yılında ABD'li misyoner Samuel Philips Verner tarafından Belçika Kongosu'nda yakalandı ve diğer renkdaşları gibi zincire vurularak ve çok zor şartlar altında Amerika Birleşik Devletleri'ne götürüldü.
1904 yılında St. Louis Dünya Fuarı'nda çeşitli maymun türleriyle birlikte aynı kafeste "İnsana En Yakın Ara Geçiş Formu" olarak teşhir edildi. 2 yıl sonra New York'taki Bronx Hayvanat Bahçesi'nde birkaç şempanze, bir goril ve bir orangutan ile birlikte "İnsanın Eski Ataları" adı altında sergilendi. Hayvanla insan arası geçiş aşamasını bulma iddiasındaki bilimadamları, üzerinde çeşitli deneyler yaptılar.
Daha sonra bazı Hıristiyan hayır kurumlarının baskısıyla hayvanat bahçesinden çıkartıldı ve medenileştirme adı altında çeşitli uygulamalara maruz bırakıldı. Maruz kaldığı bu uygulamaların etkisinden kurtulamadı ve 20 Mart 1916 yılında 32 yaşında iken çaldığı bir tabancayla kendisini kalbinden vurarak intihar etti.
Afrikalı kabilelerden Chirichiri'lerin bir ferdi olan Ota Benga'nın ismi kendi dilinde "Dost" demektir. Evli ve iki çocuk babasıydı.
Yenilenebilir enerji
Yenilenebilir enerji, doğadaki kaynaklardan elde edilebilen ve doğa tarafından daimi olarak takviye edilebilen enerjiye denir. Bu kaynaklar güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi, dalga enerjisi, jeotermal enerji, hidrolik enerjisi, biyokütle enerjisi olarak sıralanabilir. 2015 yılı sonu itibarıyla, dünyada üretilen elektriğin yaklaşık % 23.7'si yenilenebilir enerji kaynakları kullanılarak üretilmiştir. Amerikan Enerji Bakanlığı'nın ön görülerine göre 2014'te 5288 TWh (terawatt.saat) olan yenilenilenebilir enerjiden elektrik üretimi 2040'lara gelindiğinde 10000 TWh'ın üzerinde olacak.
2014 yılında 273 milyar dolar; 2015 yılında 285.9 milyar dolar yenilenebilir güç ve yakıtlarına yatırım yapılmıştır. 2014 yılında 665 GW (gigawatt) olan hidroelektrik dışında yeni kurulan santral kapasitesi, 2015 yılında 785 GW'a çıkmıştır. Hidroelektrikle beraber 1,701 GW olan yeni kurulan kapasitesi 1,849 GW'a çıkmıştır.
Güneş enerjisi, kaynağı Güneş olan ısı ve parlak ışıktır. Düzlemsel güneş kollektörleri, fotovoltaik (PV), konsantre güneş enerjisi (CSP), güneş mimarisi, yapay fotosentez teknolojilerinde yararlanılmaktadır.
2015 yılı sonu itibarıyla, dünyada üretilen elektriğin % 1.2'si PV paneller ile üretilmiştir; yenilenebilir enerjideki payı % 5'tir.
Güneş yüzeyindeki hava değişiminin atmosfere etki ederek havanın ısınması ve bu ısınma ile ısınan kütlenin genleşmesi ve harekete geçerek yükselmesine sebep olur. Bu yükselen hava kütlesi atmosfer dışına çıkamayacağı için önce dikey sonra ise yatay hareket eder, bu noktada havanın ısınıp kütlesel olarak yer değiştirmesi ile rüzgar oluşur. Oluşan bu rüzgarın taşıdığı kinetik enerji binlerce yıldır yel değirmenleri ve yelkenli gemilerde kullanılmıştır, rüzgar türbinleri sayesinde bu enerjiden elektrik elde edilmektedir.
2015 yılı sonu itibarıyla, dünyada üretilen elektriğin % 3.7'si rüzgâr gücü ile üretilmiştir; yenilenebilir enerjideki payı % 15.6'dır.
Jeotermal enerji yerkürenin iç ısısıdır. Bu ısı merkezdeki sıcak bölgeden yeryüzüne doğru yayılır, magma tabakasındaki sıcaklık ile yer altındaki suların ısınmasını sağlar. Jeotermal kelimesi, Yunanca köklerden yeryüzü anlamına gelen "γη (gi)" ve sıcak anlamına gelen "θερμος (thermos)" kelimelerinin birleşimidir. Jeotermal Enerji, ısıtmada ve elektrik üretiminde kullanılır.
Hidrolik güç ya da su gücü (Yunanca:hydro→su) düşen veya hızlı akan suyun enerjisinden elde edilen, faydalı bir amaç için kullanılabilecek güçtür. Antik çağlardan beri hidrolik güç bir yenilenebilir enerji kaynağı olarak birçok türde su değirmeninde, sulamada ve farklı türde mekanik cihazları; buğ |
day değirmenleri, hızarları, dokuma fabrikalarını, liman vinçlerini, cevher ufalayıcılarını, büyük güçlü çekiçleri, asansörleri, endüstriyel merdaneleri ve tamburları çalıştırmak için kullanılmıştır. Basınçlı hava üretmek için düşen suyla çalışan pompalar, kimi zaman başka mekanizmalara belli mesafeden güç vermek için kullanılmıştır. Günümüzde dünyada üretilen elektriğin önemli bir kısmı hidroelektrik santrallerinde üretilmektedir.
2015 yılı sonu itibarıyla, dünyada üretilen elektriğin % 16.6'sı hidrolik güçle üretilmiştir; yenilenebilir enerjideki payı % 70'tir.
Doğa da yaşamını sürdüren hayvan ve bitkilerin atıkları ile üretilen enerji çeşididir. Çiftlik hayvanlarının dışkıları, ölü ağaçlar ile enerji üretilmektedir. Hayvan atıkları ile biyogaz, bitkilerden ise biyodizel de üretilmektedir.
2015 yılı sonu itibarıyla, dünyada üretilen elektriğin % 2'si hidrolik güçle üretilmiştir; yenilenebilir enerjideki payı % 8.4'tür.
Enerji depolama
Enerji depolama elektrik enerjisini elektrik güç şebekesine veya ondan bağımsız depolamak için kullanılan metotların bütününe denir. Elektrik enerjisi, üretim tüketimi aştığı zamanlarda depolanır (özellikle rüzgar gücü, gelgit gücü, güneş gücü gibi yenilenebilir elektrik kaynakları kullanılan devamlı enerji üretemeyen güç santrallerinde) ve üretim tüketimin altına düştüğü zaman tekrar şebekeye verilir. Bir hidroelektrik santraline su pompalamak güç depolamanın en büyük halidir.
Elektrik ve ulaşım için hatta tek başına birincil enerji kaynağı olarak % 100 yenilenilir enerjiyi kullanmaktaki teşvik küresel ısınma, diğer ekolojik ve ekonomik kaygılar tarafından motive edilmektedir.
Juneau
Juneau:
Protestanlık
Protestanlık, Hristiyanlığın en büyük üç ana mezhebinden biridir. 16. yüzyılda Martin Luther ve Jean Calvin'in öncülüğünde Katolik Kilisesine ve Papa'nın otoritesine karşı girişilen Reform hareketinin sonucunda doğmuştur (1529).
Papazlara ihtiyaç duymaksızın Kitab-ı Mukaddes'i okuyabildikleri için, her vaftiz edilmiş inananın aracı bulunmadan rahiplik yetkisi olduğuna inanan Protestanlar Kitab-ı Mukaddes'i Hristiyanlık için tek kaynak saymışlardır.
Reform sonrası ortaya çıkan dini akımlar öncelikle kendi içinde 3 ana kola ayrılmıştır. Bunlar:
Diğer Protestan mezhepleri: Pentakostalizm, Baptistler, Metodizm ve Adventizm.
Protestanlık diğer Hristiyan mezheplerinden bazı ayrımlar gösterir. Katolik ve Ortodokslar gibi ruhanî başkanları yoktur. Protestanlık; Katolik ve Ortodoks kiliselerin merkeziyetçi anlayışının tersine, çeşitli kiliseler veya mezhepler arasındaki kurumsallaşmamış bir topluluktur. Katolik inanç sisteminin çoğunluğunu korusalar da, Katolik Kilisesi'nin Papa'ya verdiği geniş yorum ve uygulama yetkisini tanımama, dini inançları daha kişisel düzeyde yaşama ve Katolik Kilisesi'nin dünyasallaşan ayin ve uygulamalarından uzaklaşma gerekçeleriyle Katolik Kilisesi'nden ayrılmışlardır.
Özellikle John Calvin'in öncülük ettiği Kalvinizm koluna bağlı olan Reform kiliseleri ve Presbiteryen mezhepleri Eski Ahit'te On Emir'de yer alan "Kendin için oyma put; yukarda göklerde olanın ya da aşağıda yerde olanın ya da yerin altında sularda olanın suretini hiç yapmayacaksın, onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin" yasasına uyma gerekçesiyle kiliselerinde resim, heykel ve tasvir bulundurmazlar.
Lutherci kiliseler ise bu açıdan Katolik mirasa bağlı kalmış ve kilise binalarındaki süsleme ve dekoru bir ölçüde muhafaza
etmişlerdir.
Lutherci akım daha çok Kuzey Avrupa'da yerleşmiş, Almanya'nın büyük bölümünde "Evangelische Kirche" adı altında ve İsveç, Norveç, Finlandiya ve Danimarka gibi İskandinav ülkelerinde ise ulusal devlet kilisesi temelinde kabul görmüştür.
Katoliklerin tersine Protestan rahipler evlenebilirler ve giderek bazı Protestan mezheplerinde kadınların da rahip olabilme hakları vardır. Kitab-ı Mukaddes'in ana dilde okunabilmesi de Protestanlığın bir başka özelliğidir. Katolikler ve Ortodokslar kilise ayinlerinde Kitab-ı Mukaddes'i Yunanca ve Latince okumak zorundaydılar; ancak İkinci Vatikan Konsülünün toplanmasının ardından Katolik kiliselerinde de ana dilde ayin yapma özgürlüğü Novus Ordo adı verilen yeni bir kilise yasası uyarınca kabul edildi.
Protestanlıkta azizlere ve Meryem Ana'ya dua edilmez ve dilekte bulunulmaz. Protestanlar Kitab-ı Mukaddes'in Katolik Kilisesi tarafından kabul edilen, ama milattan önce sabitlenen Yahudi kanonunda (kanon: Kitab-ı Mukaddes'in bölümler listesi) yer almayan bazı kitapları apokrif olarak tanımlar ve Tanrı Sözü olarak kabul etmezler.
Katolikliklikten ayrılan Anglikanizm ise, diğer Reform hareketi sonrası çıkan mezheplerden farklılık göstererek, piskoposluk sistemini muhafaza etmiştir ve kendini diğer Katolik ve Ortodoks mezhepleriyle beraber Apostolik, yani "kökenini Havarilere dayandıran" olarak tanımlamaktadır. Bu açılardan Anglikanizmi Protestanlığın dışında "Reforme edilmiş otonom/bağımsız bir Batı Kilisesi" olarak tanımlamak daha doğrudur.
Dini coğrafya açısından Protestanlığın kıtalar arası dağılımdaki yeri Katoliklik'ten hemen sonradır. Dünyada en fazla Protestan Kuzey Amerika'da bulunmakta; ikinci sırada Avrupa ülkeleri gelmektedir. Protestanlık Kuzey Amerika ile Okyanusya'da en büyük din durumundadır. Dünyanın en büyük, protestan cemaatleri sırası ile ABD, İngiltere, Almanya, Nijerya, Güney Kore, Kanada, Avustralya, Brezilya, Hollanda, İsveç, Danimarka, Finlandiya ve Endonezya dır.
Toplamda tüm dünya çapında 590 milyon Protestan yaşamaktadır. Bunların 170 milyonu Kuzey Amerika'da, 160 milyonu Afrika'da, 120 milyonu Avrupa'da, 70 milyonu Latin Amerika'da, 60 milyonu Asya'da ve 10 milyonu ise Okyanusya'da yaşamaktadır. Toplam Hristiyan nüfusun %27 sini Protestan nüfus oluşturmaktadır.
Blue Byte Software
Blue Byte Software, 1988 yılında kurulmuş bir oyun firmasıdır. Merkezi Almanya'nın Düsseldorf kentindedir. 2001 yılında bir başka oyun firması olan Ubisoft tarafından alınmış olup hala bu firma altında faaliyetlerine devam etmektedir.
Juneau, Alaska
Juneau Şehri ve Borough, Amerika Birleşik Devletlerine bağlı Alaska eyaletinin yerli Amerikalı Na-Dene halklarından olan Tlingitlerce meskun olan bir birleşik şehir-ilçesi. Ana şehri Juneau'dur.
Juneau, ABD'de Alaska eyâletinin başkenti. Şehir ve aynı zamanda bir idari bölgedir. 2000 yılındaki sayıma göre 30.711 insan yaşar. Juneau, ABD'deki karayolu ile ulaşım olmayan tek eyâlet başkentidir. Şehre, ya uçak ile ya da gemi ile ulaşmak mümkündür.
Toplam alanı 8.430 km² olup, 7.036 km² kara ve 1.394 km² de sudur.
2002 sayımına göre nüfusu 11.500 hane, 7.600 aile ve 30.700 kişidir. Amerika yerlisi % 11.38, Beyaz % 74.79, Siyah % 0.81, Asyalı % 4.68, Pasifik adalı % 0.38, diğerleri % 1.05, iki ya da çok ırklı % 6.91, Latin kökenliler % 3.39
Evde konuşulan yerli dilleri içinde % 5.07 ile Tlingitçe önde gelir. Bunu göçmen dillerinde % 2.61 ile Tagalog ve % 2.38 ile İspanyolca izler.
Yöre Tlingitlerin Auke ("Aak’w") şivesini konuşan Aak’w Ḵwáan ('Auke Bay people') kabilesinin toprağıdır.
Yüzlerce yıldır Tlingitlerin kabileleri olan Auke ve Taku toplumları bu bölgede yaşarlar. Bu toplumlar, heykelcilik, dokumacılık, dekorasyon, şarkı ve dans gibi geniş ve zengin sanatsal geleneklere sahiptirler. Bölgede altın bulunduktan sonra bir altın madeni kampı kurulur. Şehir 1881 yılında kurulur. 1940'lı yıllara kadar şehir bir maden şehridir. II. Dünya Savaşı sırasında madenler kapatılır.
Şehrin yakınlarında buzullara ulaşan yürüyüş yolları mevcuttur. Bir köprü, şehri Douglas Island ile birleştirir. Bunun dışında şehrin bir havaalanı ve çıkmaz sokaklarla son bulan caddeleri vardır.
Arktik bölgeden Pasifik sahillerine petrol nakleden Trans-Alaska Boru Hattı'nın kurulmasından sonra şehir sürekli olarak büyümüştür.
Güneydoğu Alaska'nın en büyük ve eyaletin üçüncü büyük şehridir. Eyalet başkenti olması ve hükümet istihdamını da sağlar. Juneau bir ulaşım merkezi ve bölgenin hizmet merkezidir.
Yöredeki en büyük işverenler:
ABD'nin Alaska'yı 1867 yılında Ruslardan satın almasından bu yana 100 yıldır çözülemeyen yerlilerinin (Eskimo ve yerli AmerikalIların toprak taleplerini çözmek üzere ABD Kongresinde 18 Aralık 1971 tarihinde başkan Richard Nixon tarafından imzalanarak yürürlüğe giren ve ABD tarihinin en büyük toprak talebini karşılayan yasa olan Alaska Yerli Talepleri Çözümleme Yasası (ANCSA) gereği ayrılan 12 coğrafi bölgeden ("geographic region") biri de Sealaska Bölgesi ("Sealaska Region") coğrafi bölgesidir. Bu bölgede Sealaska Corporation (SEAC) adlı bölge şirketi ("regional corporation") kurulmuş ve buna bağlı olarak da oluşturulan köy şirketlerinden("village corporation") bir tanesi ilçededir. Bölge şirketi arazinin yeraltı hakkına, köy şirketleri de yerüstü hakkına sahiptir.
Yöredeki Sealaska Corporation bölge şirketine bağlı 1 tane köy şirketi bulunur:
Yörede tek okul bölgesi ("School District") bulunmaktadır.
Juneau'nun 5 resmi kardeş şehir bağlantısı bulunmaktadır:
Ermeni dramı
Dram (Ermenice: Դրամ; ISO 4217: AMD) Ermenistan'ın milli para birimidir. Dramın alt birimi ""luma"" (լումա)dır. "Dram" kelimesi Ermenicede para demektir, Yunanca drahmi (δραχμή) kelmesinden gelmektedir. Ermenistan Merkez Bankası tarafından tedavüle sürülmüştür.
Ermenistan'da dram ismi verilen sikkelere 10. yüzyılda rastlanır.
21 Eylül 1991'de yapılan bir referandumdan sonra Ermenistan, Sovyetler Birliği'den ayrılarak bağımsız bir cumhuriyet oldu. Ermenistan Merkez Bankası İsahak İsahakyan başkanlığında 27 Mart 1993'te kuruldu. İlk dram 22 Kasım 1993'te basıldı. O güne kadar kullanımda olan rubleyi piyasadan çekmek üzere, 200 ruble 1 dram karşılığında değiştirilmeye başlandı. (1 USD: 14.5 AMD). 21 Ocak 1994'te 10, 25, 50, 100, 200 ve 500 dramlık banknotlar, madeni paralar 10, 20, 50 luma 1, 3, 5, 10 dram olarak piyasaya sürüldü. 1994 yılında 1.000 ve 5.000 dramlık banknotlar basıldı. İhtiyaçlar doğrultusunda daha sonra 20.000 dramlık banknot basıldı ve Hristiyanlığın Ermenilerce kabulünün 1.700'üncü yılı onuruna hatıra 50.000 dramlık banknotl |
ar piyasaya sürüldü.
Dram ayrıca uluslararası arenada tanınmayan Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'nin de para birimidir.
Nevio Scala
Nevio Scala (d. 22 Kasım 1947, Lozzo Atestino, İtalya) İtalyan futbol adamı ve eski futbolcu ve 2015 yılında itibaren Parma kulübünün başkanı. 1965-1981 arasında İtalyan ekiplerinde futbolculuk kariyeri yapmıştır. 1987'den itibaren ise teknik direktörlük yapmaktadır. Futbolculuğunda ve teknik adamlığında Avrupa'nın en büyük futbol turnuvalarında, çeşitli lig ve yerel kupalarında şampiyonluklar yaşamıştır. Bir dönem Beşiktaş'ı da çalıştıran teknik adam 2004'ten beri herhangi bir takımı yönetmemektedir.
Scala, futbola AC Milan altyapısında başladı. 1965-66 sezonunda profesyonel olduğunda 18 yaşındaydı. Ancak ilk sezonunda ligde hiç forma şansı bulamadı. 27 Ekim 1965'te Fuar Şehirleri Kupası'nda Racing Strasbourg karşısında forma giyerek ilk kez Avrupa maçına çıktı.
1966-67 sezonunda tecrübe kazanması için AS Roma takımına kiralandı. 19 Eylül 1966'da Brescia karşısında oynadığı lig maçıyla ilk kez Serie A'da forma giyen Scala, 28 maçta bir gol kaydetti. 1967'de Milan'a geri dönen Scala, 2 dönem bu takımda kalsa da fazla forma şansı bulamadı. İki sezonda 11 maçta forma giyen futbolcu 1967-68 sezonunda İtalya Ligi şampiyonluğu ve UEFA Kupa Galipleri Kupası şampiyonluğu yaşadı. Ayrıca İtalya Kupası'nda finale yükseldiler ancak kupayı alamadılar. 1968-69'da ise Şampiyon Kulüpler Şampiyonluğu kadrosunda yer aldı.
1969'da Vicenza Calcio takımına transfer oldu ve 2 sezon bu takımda top koşturdu. İki sezonda da Serie A sekizincisi oldular. Scala ise 59 maçta 2 golle takımının en etkili futbolcularındandı. 1971'de yeni takımı AC Fiorentina oldu. Burada geçirdiği iki sezonda ise ilk sezonunda altıncı, ikincisinde ise dördüncü oldu. 1972'de Mitropa Kupası ikincisi oldular.
Scala, 1973'te FC Internazionale Milano takımına transfer oldu. Bu takımda da iki sezon forma giyse de, önceki takımlardaki kadar fazla forma şansı bulamadı. Burada bulunduğu iki sezonda da ligde başarı yüzü göremedi. 1975-76 sezonunda ise AC Milan'a geri döndü ve 23 maçta forma giydi.
Scala 1976-79 arasında Foggia takımında oynadı. 1975'te Serie A'ya yükselen takımda 85 maçta forma giyen Scala'nın kariyerinde en çok forma giydiği takım Foggia oldu. Ancak 1977-78 sezonunda Serie B'ye düşen takım 1978-79'da ise Serie C1'e düştü. Scala, 1979-80 sezonunda Serie B takımı AC Monza, 1980-81 sezonunda ise Serie C takımı US Adriese'de forma giydi ve 34 yaşında futbolu bıraktı.
Scala, 1967 Akdeniz Oyunları'na katılan İtalya amatör millî takım kadrosunda yer aldı ve 5 maçta forma giydi. İtalya, Fransa ile beraber altın madalya kazandı. Scala, daha sonra İtalya B millî takımında da 2 maçta forma giydi. 1 Kasım 1969'da Macaristan ile oynanan bir millî maç ile ilk ve son kez İtalya U-21 forması giydi. Scala, genç seviyelerinde oynamasına rağmen İtalya millî futbol takımı forması giymedi.
Scala, 1985'te bir süre Vicenza Calcio'nun altyapısında görev yaptıktan sonra 1987-88 sezonunda Reggina takımını çalıştırarak, teknik direktörlük hayatına başladı. İtalya üçüncü ligi Serie C1'de oynayan takım, ligi 3. olarak bitirdi. Ancak İtalya federasyonu Serie A'deki takım sayısı 16'dan 18'e çıkarınca, Serie B için bir takım daha yükselme hakkı kazanacaktı. Reggina, play-off maçını kazanarak bir üst lige yükseldi. Scala, Serie B'de geçirdiği sezonda yine başarılı olup Serie A'ya çıkmak için play-off'lara kalmayı başardı ancak penaltılarla play-off mücadelesini kaybettiler.
Reggina ile dikkat çeken Scala, 1989 yazında Parma ile anlaştı. Scala'nın 5-3-2 taktiği ile oynattığı Parma, ilk yarıda çok başarılı sonuçlar aldı. 4 Şubat 1990'da başkan Ernesto Ceresini'nin ölümü ardından, takım için yaşanan sorunlar nedeniyle Parma, kötü sonuçlar almaya başladı ve sekizinciliğe kadar düştü. Sezon sonuna doğru toparlayan Parma, yerel derbilerinde Reggiana'yı 2-0 yenerek, lig dördüncüsü olarak Serie A'ya yükselme başarısını gösterdi. Böylece, Parma 1920'lerin sonundan beri oynayamadığı Serie A'ye geri dönme başarısını gerçekleştiriyordu.
1990'da kulüp sahiplerinden ve İtalyan yemek şirketi Parmalat'ın sahibi Calisto Tanzi kulüpteki hisselerini arttırıp, başkanlığa Giorgio Pedranesch'i getirdi. Bu değişimler kulübe gelir sağladı ve Scala istediği futbolcuları takıma ekleyebildi. Takıma forvet Tomas Brolin, defans oyuncusu Georges Grün ve kaleci Cláudio Taffarel transfer edildi. Parma, ilk Serie A maçında Juventus'a 2-1 yenildi. İlk galibiyetlerini ise 15 gün sonra Diego Maradona'nın formasını giydiği Napoli'ye karşı aldılar. Sezonunun ilk yarısını sürpriz bir biçimde üçüncü bitiren takım, ligi altıncı olarak tamamladı. Böylece UEFA Kupası'na katılma şansını yakaladılar.
1991-92 sezonunda Scala takıma Antonio Benarrivo ve Alberto Di Chiara'yı ekledi. Parma, tarihindeki ilk Avrupa maçında ise CSKA Sofya ile eşleşti ancak 0-0 ve 1-1'lik beraberlikler nedeniyle elendiler. Ligde ise averajla yedinci bitirdiler. Asıl başarı Coppa Italia'da geldi. Finale yükselen Parma, Juventus karşısında ilk maçı Roberto Baggio'nun penaltısıyla kaybetse de ikinci maçı kendi sahalarında 2-0 kazanıp ilk büyük kupalarını kazandılar.
1992'de takıma Kolombiyalı yıldız Faustino Asprilla eklendi. Sezona İtalya Süper Kupası finaliyle başlayan Parma, Milan'a 2-1 yenilip kupayı alamadı. Ligde ise üçüncü olarak tarihlerinin en iyi sonucunu aldılar. AC Milan'ı kendi sahalarında Asprilla'nın golüyle yenerek, rakiplerinin kendi sahalarında 58 maçtır yenilmeme rekorunu kırdılar. Avrupa'da ise çok başarılı bir sezon geçirdiler. Kupa Galipleri Kupası'nda Parma sırasıyla Újpest FC, Boavista FC, Sparta Prag ve Atletico Madrid'i eleyerek finale kaldı. Wembley Stadı'nda oynanan finalde Parma, Royal Antwerp'i 3-1 yenerek tarihlerindeki ilk Avrupa kupasını kazandı.
1993 yazında takıma katılan futbolcular bu sefer Gianfranco Zola ve Massimo Crippa oldu. Sezona UEFA Süper Kupası finaliyle başladılar. Olimpik Marsilya takımının karıştığı bir rüşvet skandalı yüzünden Şampiyonlar Ligi ikincisi AC Milan ile karşılaştılar. Kendi sahalarında Milan'a 1-0 yenilen Parma, deplasmanda maçı 1-0 kazandı ve maç uzatmalara gitti. Massimo Crippa'nın uzatmalarda attığı golle maçı ve kupayı Parma kazandı. Böylece Scala da ikinci Avrupa kupasını da kazanmış oluyordu.
Ligde ilk yarıyı çok başarılı geçiren Parma, ikinci yarı yaşadığı puan kayıpları nedeniyle ligde 5. olup UEFA Kupası'na katılma hakkını kazandılar. Avrupa'da yine çok başarılı bir sezon Parma'yı bekliyordu. Parma sırasıyla Degerfors IF, Maccabi Haifa, AFC Ajax ve SL Benfica'yı eleyip yine bir Kupa Galipleri Kupası finaline çıkıyordu. Ancak bu sefer finalde Arsenal'e 1-0 yenilip kupayı kazanamadılar.
1994-95 sezonu için takıma katılanlar Fernando Couto ve Dino Baggio olmuştu. Sezon, Parma'nın Juventus ile her cephede mücadele ettiği bir sezon olarak tarihe geçti. Juventus ile başabaş giden şampiyonluk yarışını, 32. hafta Juventus'a deplasmanda 4-0 yenilerek kaybettiler ve sezonu averjala üçüncü bitirdiler. İtalya Kupası'nda da iki takım finalde karşı karşıya geldi ancak Parma, iki maçta da Juventus'a yenilerek kupayı kaybetti. İki takım, o senenin UEFA Kupası finalinde de karşı karşıya geldi. Parma, Vitesse, AIK, Athletic Bilbao, Odense BK ve Bayer Leverkusen'i eleyerek finale çıktı. İlk maçı Parma, sene başından Juventus'tan aldıkları Dino Baggio'nun golüyle 1-0 kazandı. İkinci maç, Juventus'un sahasında değil Giuseppe Meazza Stadı'nda oynandı ve 1-1 biten maçın ardından Parma, UEFA Kupası'nı kazandı Bu da Scala'nın üçüncü Avrupa kupası oldu.
1995'te takım çok önemli iki forvet bir sene öncesinin Ballon d'Or ödülü sahibi Hristo Stoichkov ve Filippo Inzaghi'yi takıma kattı. Luis Figo'yu ise almak isteyen takım, yasal sorunlarla karşılaştı ve alamadı. Ancak ilk kez bir sezonu kupası kapadılar. İlk yarıyı ligde Milan'ın 3 puan gerisinde bitiren Parma, sezonu 6. olarak bitirdi. Kupa Galipleri Kupası'nda ise çeyrek finale kadar gelebilen ekip, o sene kupayı alacak Paris Saint Germain'e elendi. Kupasız geçen sezon sonunda takımın sahibi Tanzi, önce başkanlığa oğlu Stefano'yu getirdi. Daha sonra da Parma tarihinin en uzun süreli teknik adamı olan Scala ile yollarını ayırarak Carlo Ancelotti'yi takımın başına getirdi.
Sezon başında Serie A'ya çıkan Perugia sezona iyi bir başlangıç yapıp gerisi gelmeyince sezon ortasında Scala'yı takımın başına getirdi. Scala, takımı kurtarmaya çalışsa da 37 puan alan üç takımın içinde en kötü üçlü averaja sahip olan takım oldukları için Serie B'ye geri döndüler.
1997-98 sezonunda Scala, ilk kez yurtdışında bir takım çalıştırmaya karar verip, Alman Borussia Dortmund ile anlaştı. 1997 yılının Şampiyonlar Ligi şampiyonu Dortmund ile ligde oldukça başarısız bir sezon geçirdi. Sezon içinde tek kazandığı kupa, Brezilya ekibi Cruzeiro'yu 2-0 yenerek kazandığı Kıtalararası Kupa oldu. Devre arasında takımdan ayrıldı.
Bir süre futboldan uzak kalan Scala, 2000'de Türkiye'ye gelip Beşiktaş ile sözleşme imzaladı. Ligde büyük bir başarı sağlayamayıp, lig dördüncüsü oldu. Türkiye Kupası'nda ise yarı finale çıkıp penaltılarla Gençlerbirliği'ne elendi. Beşiktaş'ın ikinci kez UEFA Şampiyonlar Ligi'ne çıkarması, kulüpte geçirdiği bir sezondaki en büyük başarısı oldu. FC Barcelona'yı İstanbul'da 3-0 yenme başarısını gösterdiler. Sezon sonunda Beşiktaş kulübü, Scala'nın sağlık sorunlarını sebep göstererek sözleşmesini Şubat 2001'de sezon devam ederken feshetti ve yerine Christoph Daum'u getirdi.
Bir süre futboldan uzak kalan Scala, 18 Ocak 2002 yılında Ukrayna ekibi FK Şahtar Donetsk'in başına geçti. Shakhtar sezona başkan yardımcıları Prokopenko'nun yönetiminde başlamıştı ancak sezon arasında görevini bırakınca Scala, takımın başına 1,5 yıllık sözleşme ile geçti. Böylece, Ukrayna'da çalışan ikinci Batı Avrupalı hoca oldu.
Scala, ikinci yarıya Ukrayna liginin ikinci sezonundan beri her sezon şampiyon olan Dinamo Kiev ile aynı puanda başladı. Sezon sonunda ligi rakibinin bir puan önünde ve namağlup olarak bitiren Shakhtar, tarihinde ilk kez |
Ukrayna Ligi şampiyonluğu yaşadı. Ayrıca Ukrayna Kupası'nda finale çıkan ekip Dinamo Kiev'i finalde de 3-2 yenerek kupaya da uzandı.
Shakhtar yönetimi, 2002-03 sezonunda Avrupa'da da başarı bekliyordu. UEFA Şampiyonlar Ligi elemelerinde Club Brugge ile iki maçta da 1-1 berabere kalan ekip, penaltılarla gruplara kalmayı başaramayıp elendi. 17 Eylül 2002'de UEFA Kupası birinci tur maçında ise Avusturya'da Austria Wien'e ilk maçta 5-1 mağlup olduktan sonra Scala, görevinden kovuldu. Scala'nın yerine Alman Bernd Schuster getirildi.
2003 Kasım'ında Scala, Rus ekip Spartak Moscow'nın başına geçti. Spartak Moskova'nın son 5 aydaki 4. hocası olan Scala, Moskova ekibinin lig tarihinde aldığı en kötü lig derecesi sonrası takımın başına geçti. Scala, UEFA Kupası'nda ikinci turdan aldığı takımı bir tur üste çıkardı ancak RCD Mallorca'ya sonraki turda elendiler. 2004 Rusya Ligi'nde, Scala takımı gençleştirme yoluna giderek takımdaki problemleri çözmeyi denedi. Mart ayında Rusya Süper Kupa finalinde CSKA Moskova ile karşılaşan Spartak Moskova, uzatmalarda yenilerek kupayı kazanamadı. Scala, Eylül ayına kadar takımın başında kaldı ancak takım istenen lig seviyesine ulaşamayınca kovuldu.
2005 yılında adı İskoç ekibi Hearts ile geçse de, Scala ve kulüp arasındaki son anlaşma sağlanamadı. Scala, 2004'ten beri teknik direktörlük yapmamakta ve İtalya'nın Lozzo Atestino şehrinde yaşamaktadır. 2007'den beri şehir meclisinde görev alan Scala, 2007'de belediye başkanlığı seçimlerine girip başarılı olamadı. Scala, ayrıca televizyon ve radyo programlarında Serie A maçları hakkında yorum yapmaktadır.
Kalça kemiği
Kalça kemiği (os coxa, koksal kemik), 3 kemiğin birbirine kaynaşmasıyla oluşmuş bir kemiktir. (innominat kemik)
Bu üç kemik:
'Pelvik kemer kemiği (cingulum pelvicum)' olarak da bilinir.
İnsan iskeletindeki en geniş kemiktir.
Şebüsterî
Şebüsterî (1288, Şebister – ö. 1320, a.y.), İranlı mutasavvıf ve şair.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte 1288 veya 1320 tarihlerinde Tebriz yakınlarındaki Şebister'de doğduğu bilinmektedir.
İlk eğitimi doğduğu şehir Tebriz'de aldı. Şebüsteri'nin en önemli üstadlarından biri hayatı hakkında pek bilgi bulunmayan sufi Şeyh Eminüddin-i Tebrizi, manevi hocası ve mürşidi ise Bahaeddin Yakub-ı Tebrîzî'dir.
Şebüsteri'nin Bağdat, Endülüs, Şam, Mısır, Hicaz'ı dolaştığı Kafkaslar'a kadar gittiği ve oradaki şeyh ve alimlerle görüştüğü bilinmektedir. Vefat tarihi olarak 1319-20 veya 1321 olduğu söylenir. Bu durumda vefat ettiğinde yaşı 35 veya 37'dir.
Fıkıhta Şafii, itikadda Eşari olan Şebüsteri ağırlıklı olarak tasavvuf, kelam ve felsefe konuları üzerinde durmuştur. Eserlerini Moğol işgali döneminde kaleme aldı. Şiirde Ebu Said Ebu'l Hayr, Feridüddin Attar ve Mevlana Celaleddin Rumi'den etkilenmiştir. Muhyiddin İbn Arabi'nin Vahdet-i Vücud öğretisinden ve onun sembolik terminolojisinden etkilendi. Şebüsteri İbn-i Arabi'nin düşünce ve terminolojisini Farsça şiire dahil eden sufilerden biri kabul edilir.
Şebüsteri'nin en ünlü eseri Gülşen-i Râz adındaki mistik metindir. 1311 yılında Mesnevi tarzında yazılan şiir, Emir Hüseyin Herevi'nin sufi metafiziği hakkında sorduğu suallere Şebüsteri'nin verdiği cevaplardan oluşur. Eser, tasavvufun özelde de vahdet-i vücud doktrininin ve sufi terminolojisinin en özlü izahlarından biridir.
Emir Hüseyin'in sorduğu bazı sorular şunlardır:
Eserin otuzun üzerinde şerh, haşiye, nazire ve çevirisi yapılmıştır. Almanca, İngilizce, Türkçe, Urduca gibi dillere çevirileri vardır. Ünlü tasavvuf araştırmacısı A.J.Arberry, eserin sufilerin "Summa Theologica"sı olduğunu söylemiştir. Eser ayrıca François Bernier'in 1688'de yazdığı Lettre sur le Quietisme des Indes adlı eserde tasavvufu açıklamakta kullandığı temel bir referans kitabı olmuştu.
Pelvis
Pelvis, yanlarda ve önde iki kalça kemiği, arkada sakral kemik ve koksigeal kemiğin birleşmesiyle meydana gelir.
Kadın doğası gebe kalmaya, rahim içinde gelişmekte olan bebeği büyütmeye ve nihayet olgunlaşmış bebeği dünyaya getirmeye göre düzenlenmiştir. Bu görevleri yerine getirmek amacına yönelik olarak kadının kemik çatısı erkeğin kemik çatısına göre belirgin farklılıklar gösterir:
1) Erkeğin leğen kemiklerinin yapısı daha çok ağır yük taşımaya yönelikken, kadının leğen kemiklerinin yapısı bebeğin başının doğum esnasında leğen kemikleri tarafından oluşturulan doğum kanalına girmesine yöneliktir.
2) Erkeğin leğen kemikleri alt açısı dar, kadının leğen kemikleri alt açısı bebeğin doğum kanalından dışarıya rahatça çıkabilmesine olanak tanımak için geniş açılı olarak yapılandırılmıştır.
3) Kadının kemik yapısının üzerinde yer alan kaslar ve bağlar bebeğin doğum kanalından geçerek dış dünyaya çıkma sürecinde ona mümkün olan en geniş alanı sağlamak amacına yönelik olarak gevşemeye elverişli olarak yapılandırılmışlardır. Erkeklerin leğen kemikleri daha çok yük taşımaya elverişli olacak şekilde biçimlendirildiğinden kaslar ve bağlar çok fazla gevşeme göstermezler.
Hamilelik sırasında gerek pelvisin içinde yer alan fetüsün büyümesi gerekse fetüsün içinde bulunduğu rahmin içini dolduran amnion sıvısının artışı sonucu ilerleyen aylarla birlikte karın da büyümeye başlar. Hamileliğin 5 ayından itibaren büyüme hızı da artar. Bu büyümeyle birlikte bölgedeki gerginleşir, gerginleştikçe incelir. Hamileliğin son ayında en yüksek noktaya ulaşan derideki incelme, derinin gerilime karşı zayıf olan bölgelerinde çatlaklara neden olabilir. Karın duvarında olduğu gibi, pelvis boşluğunun dış duvarı da en dışta deri, derinin altında yağ tabakası, yağ tabakasının altında karın boşluğu içinde iç organları barındıran kas tabakasından oluşur. Hamilelikle birlikte buradaki rahim doğal olarak büyümeye başlar. Rahim büyüdükçe duvarı oluşturan kaslar da esneyerek genişler. Hamileliğin son aylarında karın içinin büyümesine bağlı olarak karın kaslarının esneklik kapasitesini zorlamaya başladığında ise karın ortasındaki kasları birbirine bağlayan kas kılıfı gerginliğe bağlı olarak genişler. Bunun sonucunda kaslar birbirinden uzaklaşır ve daha ayrık hale gelir. Doğumun ardından esnek olan kaslar eski haline tekrar döner, ancak genişleyerek gevşemiş olan kas kılıfı kaslar gibi esnek bir yapıda olmadığı için eski haline dönemez, gevşek olarak kaldığı için de karın orta kasları birbirinden ayrık bir şekilde durur. Bu durum dış görünüme, karın bölgesinin dışa doğru bombe yapmış, şişkin bir görünümü şeklinde yansır.
Aras (anlam ayrımı)
Aras şu anlamlara gelebilir:
Osiloskop
Elektriksel işaretlerin ölçülüp değerlendirilmesinde kullanılan aletler içinde en geniş ölçüm olanaklarına sahip olan osiloskop, işaretin dalga şeklinin, frekansının ve genliğinin aynı anda belirlenebilmesini sağlar.Dalga şeklini grafik olarak ekranda gösterir.Yani elektrik dalga sinyali çizer. Dalga sinyalinin, frekansını ve genliğini de öğrenmemizi sağlar. Osiloskop bir elektrik devresine her zaman paralel bağlanır. Çünkü iç direnci çok yüksektir.
Katot Işınlı Tüp(Cathode Ray Tube) elektron üreten flaman ile elektron demetini fosforlu ekrana doğru odaklayıp hızlandıran düzenlerden meydana gelmektedir. Flaman elektron üretir ve katot tarafından yollanır. Katot etrafında bulunan ve negatif gerilim uygulanmış olan elektrot kontrol ızgarası adını alır. Pozitif gerilime sahip olan hızlandırma anotu tarafından çekilen elektronlar kontrol ızgarası deliğinden ışın haline gelerek ilerler. Katot odaklayıcı ve hızlandırıcı anotu meydana getirdiği düzeneğe elektron tabancası adı verilir.Elektron tabancasından çıkan elektronlar düşey ve yatay saptırma plaka çiftleri içinden geçer. Saptırma plakalara uygulanan gerilim ile elektron demetine sapma miktarı ayarlanabilir. Elektron demetinin hareket miktarı saptırma plakalara uygulanan gerilimleorantılıdır. Osiloskobu yatay saptırma plakalarına osiloskobun içinden üretilen rampa veya testere şeklinde gerilim uygular. Ekranda bir görüntü elde edebilmek için tarama işaretine uygulanması gerekir. Elektronlar yatay ve düşey plakalara uygulanan gerilimin fonksiyonu olarak hareket eder.Ekran yüzeyine hareket eden ve büyük kinetik enerjiye sahip olan elektronların ekrana çarpması ile enerjileri ışık enerjisine dönüşür. Yani plakalar arasından geçen elektronları (elektron demetini) saptırılarak fosfor ekrana çarptığı noktanın yerini değiştirir. Bu noktanın
konumu saptırma plakalarına uygulanan gerilimin ani değeri ve dalga şekline bağlı olarak değişecek ve ekranda ışıklı bir çizgi oluşacaktır.
►AC - DC Gerilimler
► AC- DC Dolaylı Olarak Akımlar
► Periyot ve Frekans
► Çok Kanallı Osiloskoplarda Birden Fazla Sinyalin Karşılaştırılması ve Faz Farkı Ölçümü
► Komponent Testi
► Katot Işınlı Tüp (CRT)
► Düşey Amplifikatör
► Yatay Amplifikatör
► Tarama Osilatörü
► Tetikleme Devresi
► Çeşitli Besleme Düzenleri
► POWER(On/Off) Düğmesi: Açma-kapamayı sağlar.
► Intens: Ekrandaki çizginin parlaklığını ayarlar.
► Focus: Ekrandaki çizginin uygun incelik görünürlükte olmasını sağlar.
►Vertical-Horizontal Position(düşey-yatay pozisyon): Bu düğmelerle tarama çizgilerinin yatay ve düşey doğrultudaki pozisyonları değiştirilir.
► Volt /div Düğmesi: Giriş duyarlılığını 5 mV/cm den 20 V/cm arasında seçer.
► Time /div Düğmesi: Zamanı 0,5 ms/cm ile 0,2 s/cm aralığında seçer.
► Holdoff: Taramalar arasındaki gecikme zamanını kontrol eder.
► Tetikleme Kaynağı:
• Int(iç tetikleme): Ekranda görülen kanal 1 veya kanal 2 işaretini tetikleme işareti olarak seçer.
• Line: Şebeke frekansını tetikleme kaynağı olarak seçer.
• Ext(dış tetikleme): Bir işaretten uygulanacak olan işarete tetikleme işareti olarak seçer.
► Eğim düğmesi: Bu anahtar (+) veya (-) olarak işaretlenmiştir. Bu işaretler tetiklemenin pozitif veya negatif konumda yapılacağını belirler.
► Dual Düğmesi: Kanal 1 ve Kanal 2’nin aynı anda görünmesini sağlar.
► "Osiloskoplar da iki tip prob kullanılır. Bunlar; 1:1 ’lik Prob : İşareti olduğu gibi iletir. 10:1 ’lik Prob :" İşaretin genliğini 10 kere zayıflatarak iletir.
Ekrandaki işaretin genliği Y (dikey) ekseni |
nde ölçülür. Genlik, ilk önce ekran üzerindeki kareler cinsinden belirlenir. Daha sonra Volt/Div giriş zayıflatıcısı komütatörünün üzerindeki işaretin gösterdiği değer ile kare sayısı çarpılarak gerilimin gerçek değeri belirlenir. Bu sırada eğer varsa kesintisiz genlik ayar düğmesi cal konumunda veya saat yönünün tersi yönünde en sona kadar çevrilmiş olmalıdır. Eğer prob genliği zayıflatıyorsa; zayıflatma katsayısı çarpılarak hesaba katılmalıdır.
U = Kare Sayısı x (Volt / div )*Prob Katsayısı
Artık osiloskoplarda frekans yerine periyot ölçülmektedir. Periyot ölçümleri X (yatay) ekseninde yapılır. Dalga şeklinin bir periyodunun X ekseni yönündeki uzunluğu kareler sayılarak belirlenir. Time/div butonun gösterdiği değerle kare sayısını çarparak elde ederiz. Ancak yine prob zayıflatıyorsa zayıflatma katsayısı çarpılarak hesaba katılır.
T = Kare Sayısı x (Time/ div )*Prob Katsayısı
► uenics.evansville.edu
Saman balyası
Saman balyası buğday, arpa, yulaf, pirinç vb. tahılların başaklarından ayrılmasının ardından bitkinin geriye kalan kısımlarının balyalama makinesi aracılığıyla sıkıştırılmasıyla elde edilir.
balya samanın haşbaylı ve haşbaysız olmak üzere iki türü vardır, haşbaysız balya direkt sapı balyalar bu balyayı karma yem makinesi olan tüketiciler kullanır, haşbaylı balya ise sapı parçalar balya yapar karma yem makinesi olmayan tüketiciler kullanır. Haşbaylının dezavantajı çok parçalı olduğundan karma makinesinde yem ile karıştırınca homojen dağılımı engellemesidir. Haşbaylı makineler eskisi kadar Türkiye de artık çok tercih edilememektedir.
Dikdörtgenler prizması şeklinde olan balyalar ve silindir şeklinde olan balyalar vardır. Dikdörtgenler prizması şeklinde olan küçük balyalar iki ya da üç telli-ipli, büyük balyalar (250 ile 500 kg) 4-5-6 ipli olarak bulunabilir. Ayrıca balyaların metal tel, polipropilen ip ya da organik (keten benzeri) iple bağlanan tipleri vardır. Boyutları küçüklerde;En 35–50 cm, boy 80–130 cm ve yükseklik 35–45 cm arasında büyüklerde; yükseklik:70-80-90 en:120 boy 220 ile 300 cm. arasında değişebilir.
Bu bilgilere ek olarak şunu diyebiliriz artık tarım bakanlığı tarafından telle bağlama yasaklanmıştır sadece ip bağlama geçerlidir.
Genellikle hayvancılıkta kullanılır. Besin değeri çok düşük olmasına karşın Türkiye'de hayvanlara yem olarak verilmesi yaygındır. Ayrıca hayvanlara altlık olarak da kullanılır. Kültür mantarı yetiştiriciliğinde de ham madde olarak yerini alarak insanlığa hizmet etmektedir. Bunun yanında kâğıt sektöründe de kullanılarak kâğıt üretilmektedir. Özellikle son dönemlerde Türkiye'de ve batıda yapı malzemesi olarak kullanıldığı görülmektedir ve saman balyası yapım yöntemi geliştirilmektedir.
İlk olarak 1850'lerde ilk balyalama makinesinin icadıyla yapılmaya başlanmasıyla beraber 1870'lerde popülerlik kazanmıştır. 1940'lardan itibaren ise silindirik balya yapımı başlamıştır.
Strange Beautiful Music
Strange Beautiful Music, ABD'li gitar ustası ve besteci Joe Satriani'nin sekizinci özgün stüdyo albümüdür.
Sokolluzade Lala Mehmed Paşa
Sokolluzade Lala Mehmed Paşa (d. ? - ö. 21 Haziran 1606) I. Ahmed saltanatı döneminde 26 Temmuz 1604 - 21 Haziran 1606 tarihleri arasında bir yıl on ay yirmi altı gün sadrazamlık yapmış ve devletin çeşitli kademelerinde hizmet vermiş bir Osmanlı devlet adamıdır. 1595 yılında dokuz gün sadrazamlık yapmış Tekeli Lala Mehmed Paşa ile karıştırılmamalıdır.
Rumeli beylerbeyi iken Almanlar’a teslim etmek zorunda kaldığı Estergon Kalesi’ni on yıl sonra 3 Ekim 1605’te sadrazam iken geri almayı başardığı için “"Estergon Fatihi"” olarak anılır.
Sokolluzade Lala Mehmed Paşa Jajce doğumlu olup , Bosnalı Şahinoğlu ailesindendir. Ünlü Osmanlı sadrazamı Sokollu Mehmed Paşa ile akraba olduğu rivayet edilir. Küçük yaşta Topkapı Sarayı'na girdi; saray okulu olan Enderun'da yetişti. Enderunda iken Osmanlı Hanedanı şehzadelerine öğretmenlik yaptığı için “"Lala"” unvanını aldı.
Çıkma yaptıktan sonra peşkir ağalığı ve büyük mirahorluk görevlerinde bulundu. 24 Şubat 1591'de Saatçi Hasan Paşa’nın yerine Yeniçeri Ağası oldu.
Bu görevdeyken 1594 yılında Sadrazam Koca Sinan Paşa'nın serdari olduğu "Avusturya Seferi"ne yeniçerilerle birlikte katılma görevi aldı. Bu sefer sırasında gayet başarılı görevler yerine getirdi. 18 Temmuz 1594'de Tata kalesi (modern Tata, Macaristan) kuşatılıp fethedilmesinde gösterdiği cesaret ile isim yaptı. Fakat ertesi gün serdar sadrazam Koca Sinan Paşa onu yeniçeri ağalığından azletti. Buna rağmen Senmartin ve Yanıkkale (modern Györ) kaleleri kuşatmalarına katıldı ve cesareti ile tanındı.
Ağustos 1594'de Mihalıçlı Ahmed Paşa yerine Karaman beylerbeyliğine getirildi. Ama kısa bir zaman sonra
26 Eylül 1594'de Satırcı Mehmed Paşa’nın azli üzerine Anadolu beylerbeyliğine atandı.
Serdar Ferhat Paşa 16 Şubat 1595'de 5 ay gibi kısa süren ikinci sadâreti sırasında 1593'de Eflak Prensi olan Mihai Viteazul'un Erdel (Transilvanya) prensi Zsigmond Báthory'nin vasalı olarak çıkardttığı Eflak olaylarıyla ilgilenmesi gerekti. Bu isyanla uğraşmakta iken gerisini Avusturya saldırılardan korumak hedefi ile Budin civarında bıraktığı askeri birliklere Lala Mehmed Paşa'yı serdar olarak tayin etti ve sınırı savunma ile görevlendirdi.
Arkasından 7 Temmuz 1595'de 4. kez yeniden sadrazam olan Koca Sinan Paşa onu İspanya Habsburgları'nın Avusturyalıları takviye için gönderdiği komutan olan Kont Karl von Mansfeld ve süvari birlikleri komutanı Kont Mátyás Cseszneky komutasında bir Avusturya ordusu tarafından kuşatılmakta olan Estergon kalesine yardıma gönderdi. Bu görev başında Avusturyalılarla gayet çetin çatışmalara girişti. Osmanlı birliklerinden ayrı düşüp emrindeki 1400 atlı ile Estergon kalesine sığınıp o kalede kuşatma altında kaldı. 2 Ağustos 1595’dan itibaren kalede direnişi gayet zor şartlara rağmen 28 gün sürdü. Lala Mehmet Paşa’nın maiyetinde bulunan tarihçi İbrahim Peçevi, bizzat şahit olduğu bu savunmayı detaylı bir şekilde kaleme aldı. Orta Çağlarda yapılmış olan kale ve şehir binaları gayet büyük hasar görüp nerede ise yerle bir oldular. Bu halde savunması imkansız hale gelen kale dolayısıyla ve kaledeki aç kalan askerin baskısı sonucu 30 Ağustos 1595 kaleyi anlaşma yoluyla Avusturyalılar’a teslim etti. ""Estergon Kalesi"" adlı ünlü türkü bu olay üzerine yakılmıştır.
Bunu takiben Budin'de kalarak Yanıkkale, Papa, Tata, Pespirim (Weszprim), Polata, Senmartin gibi sınır kalelerinin savunması için serdarlıkla görevlendirildi. Bu sırada Kasım 1595'de vezirlik rütbesi verilerek şereflendirildi.
kurtarmak için Budin'e çağrıldı. Burada iken sefere çıkmış Osmanlı ordusunun Eğri Kalesi üzerine yürüyüp bu kaleyi kuşatma altına almaya karar verildi ve Lala Mehmed Paşa emrindeki birliklerle Budin'den Eğri Kalesi'e çağrıldı. Eğri kuşatmasına ve kalenin 12 Ekim 1596'da Osmanlıların eline geçmesine katıldı.
Bu kuşatma sırasında Alman Kralının kardeşi Arşidük III. Maximilian'ın komuta ettiği çeşitli Avrupalılarla takviyeli gayet büyük bir Avusturya-Alman ve Erdel Preensliği ordusu Eğri Kalesini geri almak ve Osmanlı Ordusunu vurmak üzere harekete geçmişti. Osmanlı Ordusu Haçova'ya (Macarca: Mezőkeresztes Ovası) yürüyerek 25 Ekim günü o ovada mevzi aldı. Lala Mehmed Paşa sağ cenahta görev aldı. Bu muharebede önce Avusturyalilarin teksif edilmiş atesli silah ateş etme üstünlüğü nedeni ile Osmanlı ordusuna genel bir bozgun havası esmeye başladı. Bu sirada düşman ordusu yağmaya katılarak ve teksif edilmiş ateş etme üstünlüğünü kaybedip düzeni bozuldu. Osmanlı geri güçlerinin de desteği ile Osmanlı ordusu kendini topladı; Avusturyalılara saldırdı ve Avusturya ordusu düzensizce geri çekilmeye başladı, Bu muharebe Avusturya ve müttefikleri için büyük bir hezimet oldu.
Takiben Aralık 1586'de Anadolu Beylerbeyliği merkezi Kütahya ve bağlı sancaklarında teftişte bulunması ve bölgeyi Celali taşkınlıklarından koruması istendi,
1597 yılı başında o yılki Satırcı Mehmed Paşa'nın Varat seferine katılmak üzere Rumeli tarafına geçip Satırcı Mehmed Paşa ile birlikte Backa'da kışladı. Sonra orduyla birlikte Varat'a hareket etti. 17 Ağustos 1598'de bu sefer ordusu Pançova'da iken Rumeli Beylerbeyi Veli Paşa öldü ve Lala Mehmed Paşa Rumeli Beylerbeyliği'ne getirildi. Ordunun serdari ile Beckerek'e gelip buradan Canad, Arad ve Varat kalelerine saldırıldı. Canad ve Arad kaleleri fethedildi ama Varat kalesi alınamadı. 1588 kişi için Lala Mehmed Paşa Pecuy'da kışladı. 6 Ocak 1599'de üçüncü defa sadarete getirilen Damat İbrahim Paşa'nın bu seferin serdarlığını üzerine aldı. Lala Mehmed Paşa ise Rumeli Beylerbeyliği görevine ek olarak Budin Muhafızlığı ve oradaki birliklerin serdarlığına atanip Budin'in muhafazasına tayin edildi. Bunu takiben 1 Kasım 1599'da Budin beylerbeyliği ile Rumeli beylerbeyiliği birleştirildi ve bu yeni tip Rumeli beylerbeyliği Lala Mehmed Paşa idaresine verildi.
Sadrazam Yemişçi Hasan Paşa’nın 1601’de çıktığı Avusturya seferinden sonra Macaristan serdarı olarak görevlendirildi.
Lala Mehmet Paşa, padişah I. Ahmed devrinde sadrazam Malkoç Yavuz Ali Paşa’nın 1604'de ölümü üzerine sadrazamlığa getirildi.
Sadrazamlığının ilk senesinde Vaç ve Hatvan kalelerini aldı. On yıl önce teslim etmek zorunda kaldığı Estergon Kalesi’ni 29 Ağustos 1605’te kuşattı. Nihayet 3 Ekim 1605’te kaleyi ele geçirdi ve “"Estergon Fatihi"” unvanını aldı. Kale, ikinci fethinden sonra 1683’e kadar Osmanlı toprağı olarak kaldı.
Lala Mehmet Paşa, Macar soylusu István Bocskai'nın ("Stefan Boçkay") Macar Kralı olarak tayin edilmesini sağladı. Osmanlı padişahı I. Ahmet'in temsilcisi olarak ona kılıç ve taç giydirdi.
1606 yılında o sırada devam etmekte olan Osmanlı - İran Savaşı'na kumandanlık etmek üzere İstanbul'a çağrıldı. Ancak bu sefere çıkamadan felç geçirerek İstanbul'da öldü ve Eyüp’teki Sokollu Mehmet Paşa türbesine gömüldü.
Star TV de yayınlanan dizisinde Atsız Karaduman canlandırmıştır.
Dövüş sanatları
Dövüş sanatları veya savaş sanatları, çeşitli kurallara bağlanarak sistemleştirilmiş fiziksel mücadele ve talim geleneklerinin ve spor dallarının |
ortak adı. Günümüzde bu sporlar; fitness , kendini koruma, zihinsel disiplin, karakter gelişimi, kendine güven ve karşılıklı mücadele amacıyla yapılmaktadır. Bir kısmı özel silah ve ekipmanlar gerektirir.
Günümüzde çeşitli stilleriyle. Ninjutsu Wushu, Jujutsu, Lethwei, Kalarippayat, Pencak Silat, Aikijutsu, Taekyon gibi klasik, Karate, Tekvando, Judo, Aikido, Wing Chun gibi daha eski sistemlerin yakın dönemde yeni yorumları olan neo-klasik dövüş sanatlarının yanı sıra Kick Boks, Krav Maga, Jieishudan gibi çeşitli dövüş sanatlarından unsurların günümüz ihtiyaçları çerçevesinde bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş modern Melez savaş sanatları, Karma savaş sanatları da hem Kendini savunma hem de sağlık amaçlı çalışılmaktadır.
Alpagut Türk savaş sanatı
Big Ben
Big Ben (resmi adıyla Elizabeth Kulesi), Londra'da Westminster Sarayı'nın yanındaki ünlü saat kulesi. Dünyanın en büyük ikinci dört yüzlü saatidir. "Big Ben" aslında saat kulesinin çanının adıdır, ancak zamanla halk tarafından tüm yapıyı belirtmek için kullanılır olmuştur. 26 Haziran 2012 tarihinde kulenin ismi kraliçenin tahta çıkışının 60. yılı onuruna parlamentonun aldığı kararla "Elizabeth Kulesi" olarak değiştirilmiştir.
2000 kişinin katıldığı bir ankete göre Big Ben Birleşik Krallık'ın en önemli simgesidir.
Kule adını muhtemelen büyük çanın yerleştirilmesinden sorumlu Sör Benjamin Hall'dan almıştır. Hall'un adı çana da kazınmış durumdadır. Bir başka popüler teoriye göre ise adını şampiyon boksör Ben Caunt'dan alır.
Kule eski Westminster Sarayı'nın 16 Ekim 1834'de bir yangın ile tahrip olmasından sonra Charles Barry'nin yeni saray tasarımının bir parçası olarak dikildi. Kule Victoria Gotik stilinde ve 96.3 metre yüksekliğindedir. Kule üzerinde bulunan saatin ağırlığı 5,5 ton, çanın ağırlığı ise 13,5 tondur ve çan çaldığı zaman sesi 14 km uzak mesafeden duyulabilir.
Renk ayrımı
Renk ayrımı (Color seperation): Basılacak orijinali kendisini oluşturan ana renklere ayırma işlemidir. Bu ana renkler: cyan, magenta, sarı ve siyahtır. Bu renkleri içeren ayrımların (filmlerin) her biri farklı bir kalıp üzerine pozlandırılır. Pozlanan kalıplar aynı taşıcı üzerine üst üste basılarak baskıyı gerçekleştirir.
Renk Ayrımda: orijinali kendisini meydana getiren renklere ayırma işlemi filtreler yardımıyla ya da bu mantığa uygun olarak yapılır. Saydam renk filtresi kendi rengini geçirir ve diğerlerini soğurur. Filtre tarafından emilen renk göz ve emilsüyon tarafından siyah olarak algılanır. Bu işlemin yapılmasında tamamlayıcı renklerden faydalanılır.
Kırmızı ve cyan, yeşil ve magenta, sarı ve mavi renkler tamamlayıcı renklerdir.
Siyah sisteme sonradan eklenir ve eklenme yöntemleri birbirinden farklıdır.
Renk ayrım, basılacak olan orijinalin özelliklerine göre farklılıklar gösterebilir. Fotografik görüntüler CMYK bileşenlerine ayrılırlar. Renklerin açıklık ve koyuluğu tram noktalarının büyüklüğüne bağlı olarak oluşturulur ve bu noktaların belli açıları vardır.
Noktaların bu şekilde açı yapmasının nedeni üst üste gelmeyerek farklı tonları oluşturmaktır. Gözümüz yan yana duran noktacıkları birlikte algılar.
Eğer belirlenen açılarda renk ayrımı yapılmazsa more adı verilen desenlenme problemi ortaya çıkar.
Bunun dışında; grayscale (griskala), iki ve üç tonlu görüntüler kendisini oluşturan renklere ayrılır. Hegzakrom baskılar için renk ayrımlarıda klasik sistemden farklıdır.
UEFA Intertoto Kupası
UEFA Intertoto Kupası, eskiden UEFA tarafından yaz aylarında düzenlenen futbol organizasyonu. 2006 yılına kadar UEFA Şampiyonlar Ligi ve UEFA Kupası'na katılamayan üç takım UEFA Kupası'na 1.turdan başlama hakkı kazanıyordu. 2006 yılından itibaren statü değişmiş, bu kupadaki ilk on bir takım UEFA Kupası'na 2. ön eleme turundan katılmaya başlamıştır. UEFA Intertoto Kupası, 2008 yılında son kez düzenlenmiş, dört Avrupa kupası birden olunca değerini kaybetmiştir. 2008 yılında UEFA kararı ile kaldırılmıştır.
2006-2008 yılları arasında 11 takım UEFA Kupası'na katılmaya hak kazanmıştır. En başarılı olanlar kalın harflerle gösterilmiştir.
"2 maçlık final sonuçları."
Bu dönemde final aşaması yapılmadı. Takımlar gruplar halinde kendi aralarında rekabet etti.
"Aksi belirtilmediği sürece 2 maçlık final sonuçları."
Osmanlı şeyhülislamları listesi
Kronolojik sırayla Osmanlı Devleti şeyhülislamları listesi.
Soğuk Savaş
Soğuk Savaş (, ), iki süpergüç olan ABD önderliğinde Batı Bloku ile Sovyetler Birliği'nin önderliğinde Doğu Bloku ülkeleri arasında 1947'den 1991'e kadar devam etmiş olan uluslararası siyasi ve askeri gerginliktir. Soğuk Savaş döneminde NATO, "Batı İttifakı" olarak da biliniyordu. Batı Bloku NATO üyesi ve üyesi olmayan diğer ABD ile müttefik olan kapitalist ve antikomünist ülkelerden, Doğu Bloku ise Varşova Paktı'na üye olan komünist ve bu pakta üye olmayan diğer komünist ülkelerden oluşuyordu. Bu iki karşıt blokun yanı sıra hiçbir bloku da desteklemeyen Bağlantısızlar Hareketi isimli üçüncü bir blok daha vardı. Çin ve Yugoslavya hem Doğu Bloku ülkeleri, hem de Bağlantısızlar Hareketi ülkeleriydi. Bu iki komünist ülkenin her iki blokta da olmasının nedeni Sovyetler Birliği ile olan görüş farklılıklarıydı.
II. Dünya Savaşı'nın ardından birçok ülkede halk demokrasileri kurularak sosyalist düzene geçilmesi ve sosyalist hareketlerin birçok ülkede yayılması, ABD tarafından tepkiyle karşılandı. 5 Mart 1946'da, eski İngiliz Başbakanı ve Batı'nın önde gelen siyasetçilerinden W. Churchill, Amerika'nın Fulton (Missouri), kasabasında, Başkan H. Truman'ın yanında Sovyetler Birliği'ne karşı bir siyasal savaş ilan eden ve Demir Perde ifadesine yerveren ünlü konuşmasını yaptı. Churchill, Anglo-Sakson ülkelerindeki yöneticileri, sosyalizme karşı güçbirliği oluşturmaya çağırdı. Bu konuşma, uluslararası arenada Batı Bloku için bir eylem planı oldu. Böylece bir silahlanma yarışı başlatılarak SSCB ve bağlaşıkları çerçevesinde Amerikan üslerinin ve askeri blokların kurulmasına yönelik, Soğuk Savaş dönemi açıldı. ABD, SSCB ve öteki sosyalist ülkelere karşı çevreleme stratejisi izledi. 1947' Martı'nda ABD Başkanı Truman, SSCB'nin tehdidi altında olduğu ileri sürülen ülkelere ekonomik ve askersel yardıma dayalı doktrini ilan etti. Bir ay sonra Moskova'da toplanan Müttefikler arası konferans başarısızlıkla sonuçlandı ve tarafların faşist işgalinden kurtardıkları topraklar üzerinde ayrı varlıklarını sürdürmeleri son bulmadı.
Mayıs ayında İtalya ve Fransa hükümetlerinde yer alan komünist partisi üyesi bakanlar, görevlerinden ayrılmak zorunda bırakıldı. 1947 Mayısı'nı belirleyen asıl olay, Marshall Planı'nın açıklanması oldu. Çin'de Çan Kay Şek'in konumlarını savunmaları olanaksız hale gelişi karşısında ABD, Truman Doktrini'yle öngörülen yardımı, Almanya'nın da içlerinde bulunduğu Avrupa ülkelerine yöneltmeyi, böylece ekonomik yardım sağlama umuduyla Doğu Avrupa'daki halk demokrasili ülkeleri de kendine çekmeyi hedefledi lakin Doğu Avrupa ülkeleri Temmuz 1947'de Marshall Planı'nı reddetti. Aynı yılın ekim ayında SSCB ve sosyalist ülkelerin dış siyasetini eşgüdümlü kılmaya yönelik olarak Kominform kuruldu. 1948 Şubatında Çekoslovakya'da halk demokrasisinin yerleşmesi karşısında, Batılı ülkeler Almanya'nın kendi işgalleri altında tuttukları kesiminde bir oldubitti yaratmaya yöneldiler. Bu gelişme üzerine ilan edilen Berlin Ablukası (Haziran 1948- Mayıs 1949) Soğuk Savaş'ın tırmanışında önemli bir dönemeç oldu. 1949 Nisanı'nda NATO'nun kuruluşunun ABD ve bağlaşıklarınca ilan edilmesinin ardından Mayıs-Kasım arasında Almanya'da iki ayrı devlet kuruldu. Bu süreçte Eylül 1949'da SSCB'nin de ilk atom bombasını yaptığını açıklaması ABD'nin bu alandaki tekel durumuna son verdi. Soğuk Savaşının doruklarından biri, kuşkusuz 1950'de başlayan Kore Savaşı oldu; o kadar ki BM'nin Güney Kore'yi desteklemesi üzerine, bir dünya savaşının patlak vermesi tehlikesi doğdu.
1953'te Stalin'in ölümünün ardından Temmuz'da Kore'de yapılan ateşkes ile soğuk savaşa göreceli bir yumuşamanın geldiğini görmekteyiz. Mayıs 1955'te Varşova Paktı'nın kurulmasının ardından Temmuz'da Cenevre'de yüz yüze gelen ABD ve SSCB temsilcileri, dünya çapında silahsızlanma konusunda herhangi bir somut sonuç alamadılarsa da, bir başına böylesi bir konferansın toplanması bile, gerginliğin azaltılması yolunda önemli bir adım oldu. 1957'den başlayarak soğuk savaşın varlık nedeni gitgide azaldı. Bu bağlamda 1958'de Cenevre'de nükleer denemeleri durdurma yönünde yapılan görüşmeleri , 1959'da Eisenhower - Kruşçev görüşmesi izledi. 1960'la birlikte SSCB'nin yoğunlaştırdığı barış içinde yan yana yaşama siyaseti, dünya ölçüsünde geniş yankılar uyandırdı. 1962 Küba bunalımını izleyen dönemde 1963'te ABD ile SSCB arasında nükleer denemeleri durdurmaya ilişkin Moskova Antlaşması imzalandı. 1950'li yıllara damgasını vuran soğuk savaş, güç gösterileri, siyasal tehdit ve şantajlar, yıkıcı ve bölücü etkinlikler, psikolojik savaş yöntemleri, kışkırtıcı propaganda vb. yöntemlerde kendini ortaya koydu. Moskova Antlaşması'yla açılan soğuk savaştan yumuşamaya doğru yönelim, 1975 Helsinki Nihai Senedi'in imzalanmasıyla siyasal düzeyde önemli bir başarıya ulaştı. Fakat 1980 sonrasında ABD tarafından başlatılan yumuşamaya son verip soğuk savaşı tırmandırma siyaseti, değişik olaylar bahane edilerek, yeniden uluslararası siyasette etkili oldu. 1985 sonlarında gerçekleşen Gorbaçov - Reagan zirvesi bu gelişimi engelleme yönünde atılan önemli bir adım oldu.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Doğu ve Batı bloklarının zaman zaman savaş çıkarma tehditleri bütün dünyada gerginlik yaratmıştır. Bu dönemde, insanlarda nükleer kıyamet paranoyası doğmuş, dünya devletleri ise bu iki bloktan birinin yanında yer almaya çalışmışlardır. Gerginlik hiçbir zaman taraflar arasında sıcak savaşa dönüşmemiş olsa da taraflar her anlamda birbirlerini yıpratmaya çalışmışlardır. Genel kabule göre, Berlin Duvarı'nın yıkılışı komünizmin çöküşüne zemin hazırlamış, Sovyetler Birliği'nin dağılması ile de Soğuk Savaş bitmiştir. Soğuk Savaş sürecinde her iki tarafın potansiyelleri |
;
Doğu Bloku Ordusu:
Batı İttifak Ordusu:
Bu şartlar altında olası bir nükleer savaş, dünya nüfusunu çok önemli derecede etkileyecek, yarattığı tahribattan dolayı çok fazla can ve mal kaybına sebep olacaktı.
Batı İttifakı ve Doğu Bloku ülkeleri askeri ve siyasi etkilerinin yanı sıra sanat, spor, edebiyat ve bilim gibi tüm alanlarda da birbirleri ile yarışmışlardır.
Koi
Koi, büyük bir akvaryum balığıdır. İlk Japonya'da evcilleştirilen koinin yabani atası sazandır. Koi sözcüğü Japonca'da "sazan" anlamına gelen (コイ) kelimesinden gelir. Koiler sazan gibi yeşil değildir. Onun yerine kırmızı, beyaz, siyah veya gümüş beyazı olabilir.
Ancak koi pahalı bir balıktır ve onları balıkçıl, yalıçapkını, kedi, tilki ve porsuk gibi hayvanlardan korumak için özel havuz gerekir.
Koi, akıntının tersine doğru yüzmesiyle bilinen bir tatlı su balığıdır. Akıntıya karşı yüzdüğü halde son derece zarif olan koi, Uzak Doğulular için hayatta başarıyı ve azmi simgeler.
Çin mitolojisine göre akıntısı en güçlü nehir olan Yangtze Nehri'nde akıntıya karşı yüzebilen ve nehrin kaynağına kadar ulaşabilen koiler ejderhaya dönüşmektedirler. Yine benzer bir mantık ile bu ejderhaya dönüşüm hikâyesi koi balığının başarı ve azmi simgelemesine neden olmaktadır.
Koi balığı dövmesi yaptıran kişi bu dövmenin ona şans getireceğine ve hayatta hep başarılı olacağına inanır.
Fernando Alonso
Fernando Alonso Díaz (d. 29 Temmuz 1981, Oviedo) iki kere dünya şampiyonu olmuş İspanyol Formula 1 pilotu. Halihazırda McLaren Honda takımı için yarışmaktadır.
İspanya'ya bağlı bir özerk bölge olan Asturias'ın başkenti Oviedo'da dünyaya gelen Alonso 3 yaşında karting sporuna başladı. İspanya'da 1994 ila 1997 yılları arasında üç kez üst üste karting şampiyonluğu kazandı. 1996 yılında dünya karting şampiyonu oldu. Formula 1 kariyerinde 2001 F1 sezonunda Minardi takımıyla başladı ve bir sonraki yıl Renault'da takımında test sürücüsü olarak görev yaptı. 2003 sezonu öncesinde takımın ana pilotlarından biri oldu. 25 Eylül 2005 tarihinde 24 yıl 58 günlükken Formula 1 Pilotlar Şampiyonluğu'nu kazanarak bu başarıyı elde eden en genç pilot oldu. Bir sonraki sezon tekrar şampiyon olarak Formula 1 tarihinin en genç çifte dünya şampiyonu oldu. 2007 sezonu için McLaren takımına katıldı. Ardınan 2008 ve 2009 sezonlarında tekrar Renault takımı için yarıştı.
2010 sezonunda Scuderia Ferrari takımına katıldı. Ferrari'de geçirdiği 5 sezonda şampiyonluğa ulaşamadı ancak üç sezonu (2010, 2012 ve 2013) ikinci olarak tamamladı. Ayrıca bu beş sezonun tamamını takım arkadaşlarının yukarısında tamamlarken 11 yarış kazandı. 2010 ve 2012 sezonlarının son yarışlarında şampiyonluğu Sebastian Vettel kazandı. 2014 sezonunun sonunda kontratının bitimine iki yıl olmasına rağmen Ferrari'den ayrıldı.
Lakabı "El Nano"'dur Alonso, UNICEF adına iyi niyet elçisi olarak görev yapmaktadır. Ayrıca 2003 Malezya Grand Prix'inde pole pozisyonunu alarak bu başarıyı elde eden en genç pilot olurken 2003 Macaristan Grand Prix'ini kazanarak Grand Prix kazanmayı başaran en genç pilot oldu. Bu iki rekor da 2008 İtalya Grand Prix'inde Sebasitan Vettel tarafından kırıldı. Ayrıca 2013 Japonya Grand Prix'inde elde ettiği dördüncülük ile toplam 1,571 kariyer puanına ulaşarak bu alanda zirveyi ele geçirdi. 2015 İtalya Grand Prix'inde Sebastian Vettel bu alanda Fernando Alonso'yu geride bıraktı. 2016'nın ocak ayı itibarıyla Alonso Formula 1 Grand Prix'i kazananan tek İspanyol pilot olurken 32 Grand Prix zaferi ile bu alanda altıncı sırada bulunmaktadır.
Fernando Alonso Diaz, 29 Temmuz 1981’de İspanya’nın kuzeyindeki Oviedo, Asturias’da dünyaya geldi. Alonso soyadını, maden endüstrisinde patlayıcı uzmanlığı yapan babasından, Diaz soyadını ise bir alışveriş mağazasında çalışan annesinden aldı. Fernando’nun babası Jose Luis Alonso, amatör bir kart yarışçısıydı ve bu tutkusunun çocuklarına da geçmesini diliyordu. Bu yüzden çocukları için F1 aracına benzeyen pedallı bir kart aracı yaptı. Aracı öncelikli olarak 8 yaşındaki kızı Lorena için planlamıştı fakat o ilgi göstermeyince araç, 3 yaşındaki Fernando’ya kaldı. Böylece genç yaştan itibaren yarışmacı kişiliğe sahip olan Alonso ve ona yardımcı olan babası, kart yarışmalarına katılmaya başladılar ve bunun için tüm İspanya’yı dolaştılar. Ailesi onun motorsporlarında kariyer sahibi olabilmesi için yeterli ekonomik düzeye sahip olmamasına rağmen, Alonso’nun başarıları ona birçok destek gelmesini sağladı. Sponsorlarla hızlanan çalışmalarının sonucu olarak 1994, 1996 ve 1997'de 3 İspanya kart yarışı kazandı. Aynı zamanda Avrupa Karting Şampiyonası’na katılan Alonso, 2. oldu ve 1996 yılında World Junior Karting Championship 1.si oldu.
1999 yılında F1 takımlarından Minardi’nin eski pilotu Adrián Campos’un yardımı ile katıldığı Euro Open MoviStar by Nissan yarışında şampiyon olması, 2000 yılında ona çabuk bir şekilde Formula 3000 yarışçısı olma yolunu açtı. O sezon Formula 3000’de Spa-Francorchamps’da şampiyonluk kazanan Alonso, böylece genel sürücüler klasmanında 4.lüğe yükseldi ve Formula 1’e transfer oldu.
Formula 1’de yarışan 3. en genç pilot olan Alonso, F1’e Minardi takımında 2001 Avustralya Yarışı ile başladı. Çaylak sezonunda, arabası yarışçı değildi ve sezonu hiç puan alamadan tamamladı. Yine de yarışları mekanik problem yaşamadan bitirmesi ve takım arkadaşları Tarso Marques ve Alex Yoong ‘dan zaman zaman daha iyi olmasıyla kendini tanıttı.
2002 yılında yetenekleri sayesinde Renault takım menajeri Flavio Briatore’nin de dikkatini çekmeyi başardı ve test pilotu olarak takıma girdi. Bir sezon sonra sürücü koltuğuna oturan Alonso, daha yarışçı bir arabayla 2003 Malezya Yarışı'nda en genç pole pozisyon (1 numaralı çıkış pozisyonu) kazanan sürücü oldu. Fakat yarış sonunda Kimi Raikkonen ve Rubens Barrichello’nun ardından 3. sırayı aldı.
2003 Brezilya Yarışı'nda 180 mil hızla giderken yaptığı kazanın arkasından, performansında bir düşüş yaşamasına rağmen iki yarış sonra kendi evi İspanya’daki formula yarışını 2. sırada bitirdi. Kısa bir süre sonra 2003 Macaristan Yarışı'nı kazanarak F1 tarihinin yarış kazanan en genç pilotu oldu. Alonso, sezonu 4 podyum zaferi ve kazandığı 55 puan ile 6. sırada bitirdi.
2004 sezonunda da Renault takımında kalan Alonso, sezonu 4 podyum zaferi ve 59 puan ile 4. bitirdi. Takım arkadaşı Jarno Trulli ise Renault’dan ayrılıp son üç yarışta Toyota takımı ile yarıştı.
Alonso, 2005 sezonuna yeni takım arkadaşı Giancarlo Fisichella ile iyi başladı ve ilk iki yarışda aldığı 3'lüklerden sonra, art arda 1.likler aldı. Sezonun beşinci yarışında, kendi evinde çok istediği podyum biriciliğini, yaşadığı problem nedeniyle alamadı ama yarışı ikinci olarak bitirdi. Sonraki Avrupa Grand Prix’inde Raikkonen ile girdiği rekabeti kazandı ve yarışı 1. bitirdi. Kanada Grand Prix’inde Villeneuve virajında duvara çarparak yarış dışı kaldı ve puan alamadı.
Fernando Alonso, 2005 Amerika Yarışı'nda ise lastik üreticisi Michellin‘in güvenlik garantisi vermemesi üzerine yarışa çıkmadı.
2005 sezonunu 15 podyum zaferi, 7 yarış birinciliği ve 133 puanla şampiyon bitiren Alonso, aynı zamanda Renault F1 takımına da şampiyonluk getirdi ve şu açıklamayı yaptı:
Bu şampiyonluğu aileme ve kariyerim boyunca beni destekleyen tüm yakın arkadaşlarıma adıyorum. İspanya Formula 1 kültürü olan bir ülke değil ve bu yüzden bu yoldaki her etapta, yalnız bir şekilde savaşmamız gerekti. Takımıma çok teşekkür ediyorum. Onlar F1’in en iyileri. Bu işi beraber başardık. Ben dünya şampiyonu oldum ama hepimiz şampiyonuz ve onlar bunu hakediyorlar.
2005 Prince of Asturias Award of Sports ödülünü alan en genç kişi olan Alonso, 2006 sezonunda 14 podyum zaferi, 7 birincilik ve 134 puanla 2. kez F1 şampiyonu oldu.
Mclaren Mercedes takımında iyi başlangıç yapan Fernando, takım arkadaşı Lewis Hamilton ile birçok kez mücadele etmek durumunda kalmıştır. Özellikle Macaristan Grand Prix'sinden sonra Hamilton ile yıldızı bir türlü barışmayan Fernando, takımının pilotlarına eşit davranmadığını söylemiş ve Çin Grand prix'sinden sonra şampiyonluk için şansı bulunmasına rağmen takımındaki favorinin Hamilton olduğunu ve kendisinin şampiyon olabilmesinin mucizelere bağlı olduğunu söylemiştir. Takımı ile arasındaki soğukluğun en önemli sebebinin, takımın ona çifte dünya şampiyonu muamelesi yapmaması, ayrıca casusluk skandalı konusunda Pedro de la Rosa yla e-posta alışverişinde bulunmasıdır.
İspanyol sürücü Fernando Alonso, 3 Kasım 2007 tarihinde kontratı sona ermeden McLaren-Mercedes’ten ayrıldığını açıkladı. Sezon boyunca McLaren yönetimi ve takımın diğer pilotu Lewis Hamilton ile sürekli anlaşmazlık yaşayan İspanyol pilotun Sözleşmenin feshinden ötürü tazminat ödemeyeceği ve eski takımı Renault’a geçip ileride ‘Ferrari’ye gitme’ düşüncesinde olduğu iddia edildi.
Fernando Alonso 10 Aralık 2007 tarihinde 2008 sezonu için Renault F1 Takımı ile anlaştığını açıkladı. Bu geçişe herkes eve dönüş yorumunu yaptı. Alonso 2008 sezonunda Nelson Piquet Jr ile takım arkadaşı olmuştur.
2009 ise Yine aynı takım arkadaşı yani Nelson Piquet Jr olmuştur.2009 Valencia grand prixinden itibaren Nelson Piquet Jr nin takımdan kovulması üzerine GP 2 pilotu Roman Grosjean ile takım arkadaşı olmuştur. Yeni araçları R29'dan oldukça umutludur. Belçika Grand Prix'de Kimi Raikkonen'in önümüzdeki sezon başka takımda yarışacağını açıklamasından sonra Alonso'nun Secuderia Ferrari'ye gitmesi kesinleşmiştir. Transfer haberinin İtalya Monza Grand Prix'i sonunda açıklanması bekleniyor. 30.09.2009 tarihinde Ferrari tarafından yapılan açıklama da 2010'dan itibaren Kimi Räikkönen'in yerini alacağı ve Felipe Massa ile takım arkadaşı olacağı bildirildi. Ve bu sezon Bahreyn Grand Prix'inde takım arkadaşı Felipe Massa ile beraber podyuma çıktı. Ferrariyle beraber çıktığı ilk podyumda 1'lik kürsüsünde yer aldı. Ardından başarısız bir görüntü çizen Alonso, sezonun 13. yarışı Hockenheim'e kadar galibiyet alamadı. Hockenheim'i takım emriyle takım arkadaşı Massa'nın önünde bitiren Fernando, ardından Monza, Singapur ve Kore'de kazanarak son yarışa ş |
ampiyona lideri olarak girdi. Yarışı 4. bitirmesi şampiyon olmasına yetecekti. Startta 4. sırada kaldı. Ama Ferrari'nin strateji hatası ve Alonso'nun 40 tur çaylak Petrov'u geçememesi ile şampiyonluğu Sebastian Vettel'e kaptırdı.
Sezona çok umutlu giren Alonso, pek iyi bir başlangıç yapamadı. İstikrarlı bir sürüş yapmasına rağmen art arda galibiyetler alan Sebastian Vettel'i durdurmak mümkün değildi. İlk ve son galibiyetini Silverstone'da alan Fernando, şampiyonayı 1 galibiyetle 4.sırada bitirdi.Şampiyon ise Sebastian Vettel'di.
2012 yılında son yarışa kadar kadar takipçisi olduğu şampiyonluğu son yarışta Vettel'e kaptırdı.
2013 yılında sezonu sürücüler klasmanında 2.nci sırada bitirdi.
2014 yılını vasat ferrari aracı ile 2 podyum başarısı gösterdi.Takım arkadaşı Raikkonen ise podyum elde edemedi.
2015 yılında Honda motoruna geçecek olan eski takımı Mclaren ile anlaştı.
* Devam ediyor.
Nesnellik
Nesnellik, yaygın olarak her tür öznel etki ve ögelerden bağımsız olabilme durumunu ifade etmek için kullanılan bir terimdir. Nesnel bilginin temellendirilmesinde ileri sürülen argümalar ı şekilde burada da geçerlidir. Nesnellikten kastedilen, özneden kesin bir şekilde bağımsızlıktır, daha doğru bir deyişle öznenin (tüm öznelliklerinin ötesinde kalarak) birebir nesnenin kendisine uygunluğudur. bunun nasıl olabildiği, kuramsal düzlemde açık değildir; dolayısıyla da bu haliyle nesnellik bir "varsayımdan" ibarettir.
Öznenin kendi duygu, bakış açısı ve değer yargılarından tamamen sıyrılması ve hiçbir etki altında olmaksızın bir nesneyi kavraması anlamında nesnellik nasıl mümkün olabilecektir?Bu anlamda nesnelliğin hiç olmadığı söylenebilir.Ama nesnellik öte yandan gündelik kullanımda "genel geçerlilik" anlamına gelmektedir.Almanca'da "Obje", Fransızca'da "Objektivite", İngilizce'de "Obje" olarak geçen kavramlar Nesnellik anlamındadır.
Belli bir zamanda kabul edilegelmiş olan "genel geçerliliği" dile getirmektedir nesnellik, ancak bununla birlikte kavrama yüklenen epistemolojik ayrıcalığın karşılığı yoktur.Genel "geçer olanların", her zaman "gerçek" ya da "nesnel" olmadıkları bilinmektedir."Tek tek" bireyler üstü bir gerçeklikten söz edilmesi anlamında nesnellikten söze dilmesi olanaklı olmakla birlikte, kategorik olarak birey-üstü ya da birey-ötesi, yani her tür öznellikten bağımsız ve yalıtık olma anlamında bir nesnellikten söz etmek olanaklı değildir.Nesnellik, "yalnızca belli bir zamandaki genel geçerlilikle" sınırlıdır.
Türkiye'de futbol
Modern futbol, Türkiye'de 19. yüzyılın başlarında oynanmaya başlandı. Dönemin anlayışına göre, futbol İslam gelenekleriyle bağdaşmadığından bu spor dalının öncüleri Müslüman olmayan azınlık mensuplarıydı. Özellikle İzmir ve Selanik'deki Rum, Ermeni, İngiliz ve İtalyan asıllılar, kendi aralarında kurdukları takım ve kulüplerde futbol oynamaya başladılar. 1875 yılında Selanik'te, 1877'de İzmir'de futbol, azınlıkların oynadığı, Müslümanların da seyrettiği bir oyun olarak dikkati çekti. İzmir'de Giraud, Chernaud ve Whittal aileleri futbolun öncüleri oldu. 1894'te İzmir'de kurulan Football Club Smyrna (İzmir Futbol Kulübü), 1906 Ara Olimpiyatlarına katıldı ve Danimarka takımının ardından ikinci oldu.
İzmir'de futbolun öncülüğünü yapanlardan James La Fontaine, 1889'da İstanbul'a yerleşti.
1901 yılında Kadıköy'de Reşat Danyal, Fuat Hüsnü Kayacan ve arkadaşları ilk Türk takımı Black Stockings Futbol Kulübü'nü kurdular, ancak kulüp aynı yıl faaliyetine son verdi.
1902 yılında James La Fontaine ile Horace Armitage, Cadi-keuy Football Club'ı kurdu. Bu kulüpten ayrılan İngilizler 1903'te kurdukları Moda Football Club'da toplandılar. 1904'te Rumlar Elpis kulübünü, aynı yıl İngiliz Imogene gemisi de aynı adı taşıyan bir futbol takımını kurunca, James La Fontaine Pazar Ligi adıyla anılan ilk ligi düzenledi. 1904'te ilk Pazar Ligi şampiyonluğunu Imogene FC, 1905'te ise Cadi-keuy FC kazandılar.
1905 yılında "ilk Türk futbol kulübü" Galatasaray, 1907'de Fenerbahçe ve 1903' de kurulan ancak futbol branşında 1910' da faaliyetlere başlayan Beşiktaş ile birlikte Pazar Ligi'nde Türk futbolcular çoğunluğu sağladılar.
1908'de II. Meşrutiyet'in ilanı ise futbola hız kazandırdı. Kulüp ve takım sayısı artarken, gençler arasında futbol en çok sevilen spor dalı oldu. Kulüp sayısının artması üzerine İstanbul Futbol Kulüpleri Birliği kuruldu ve İstanbul Pazar Ligi ile birlikte İstanbul Cuma Ligi olarak anılan ikinci bir lig oluşturuldu.1908 yılında Anadolu Üsküdar . 31 Ağustos 1910'da kurulan Altınörs İdmanyurdu ve Turan Sanatkarangücü'nün birleşmesiyle kurulmuştur. Sonradan adı Ankaragücü Spor Kulübü oldu (1910) ve takım Ankara'ya taşınmıştır. İzmir'de kurulan ilk futbol kulübü Karşıyaka oldu (1912). Altay 1914'te, Altınordu 1923'te, Göztepe 1925'te, Bucaspor ise 1928'de kuruldu.
Cumhuriyet dönemi, Türk futbolunun yurt ölçüsünde örgütlendiği kulüp sayısının beklenenin üzerinde arttığı bir dönem oldu. 1923'de Cumhuriyet'in ilanından önce kurulan Türkiye Futbol Federasyonu, aynı yıl 21 Mayıs'ta FIFA üyeliğine kabul edildi. 26 Ekim 1923'de Türkiye millî futbol takımı ilk millî maçını Romanya ile İstanbul'da oynadı. 1954 yılında kurulan UEFA (Avrupa Futbol Birliği), 1962 yılında Türkiye'yi bir Avrupa ülkesi olarak üyeliğe kabul etti.
1951 yılında profesyonelliğin kabul edilmesi, futbolun bir meslek dalına dönüşmesini ve gelişmesini sağladı. Türkiye futbol ligleri günümüzdeki yapısına kavuşuncaya değin çeşitli adlar altında oynandı.Millî Küme adı altında toplanan ve 1937'den 1943'e değin Maarif Mükafatı, 1944'ten 1951'e değin de Millî Eğitim Mükafatı olarak anılan liglerden sonra 1959'da Millî Lig (bugünkü adıyla Süper Lig) kuruldu. 1959'dan itibaren düzenlenen Millî Lig organizasyonları ve Kupa müsabakaları ile II. ve III. ligler, Türkiye'de futbolun önde gelen spor dallarından bir haline getirdi.
Spor araştırmaları şirketi Nielson Sports'un 2018 yılındaki verilerine göre Türkiye nüfusunun %75'i futbola ilgi göstermektedir.
1991'de Akdeniz Oyunları'nda finale çıkan genç nesil Türk Futbol Tarihi'nde milat oldu. 1992 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde son, 1994 FIFA Dünya Kupası elemelerinde 5. torba olan millî takım, bu nesille birinci torbaya kadar yükseldi. Akdeniz Oyunları finalinde Türk ümit millî futbol takımı sonradan 2006 FIFA Dünya Kupası'nı kaldıran İtalya'ya elendi. Oyuncuları A millî takıma yükselen bu nesille Fatih Terim teknik direktörlüğünde takım Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde İsviçre ve İsveç'i 2-1 yendi; İsveç'i saf dışı bırakarak 1996'da İngiltere'de düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılmaya hak kazandı. Türk millî takımı turnuvada Hırvatistan, Danimarka ve Portekiz ile aynı grupta yer aldı. Hırvatistan'a son dakikalarda yediği golle yenilen millî takım Portekiz'e 1-0 ve Danimarka'ya 3-0 mağlup oldu. Turnuvada hiç gol atamayan ve hiç puan alamayan Türk millî takımı ilk kez katıldığı Avrupa Şampiyonası'ndan umduğunu bulamayarak döndü.
1998 FIFA Dünya Kupası elemelerinde grupta Hollanda ve Belçika'nın ardından üçüncü olan takım turnuvaya gitme şansını son maçlarda kaybetti. Mustafa Denizli yönetiminde 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Almanya'nın ardından grup ikincisi olarak play-off maçlarına kaldı. Play-offlarda İrlanda'yı 1-1 ve 0-0'lık sonuçlarla eleyerek Belçika ve Hollanda'nın ortaklaşa düzenlediği 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılmaya hak kazandı. Türk millî takımı B Grubu'nda İsveç, İtalya, Belçika ile eşleşti. İlk maçta İtalya'ya 2-1 kaybeden milliler, gruptaki ikinci maçında İsveç ile golsüz berabere kaldı. Gruptan çıkan takımı belirleyecek son maçta ev sahibi Belçika'yı Hakan Şükür'ün attığı 2 golle deviren Türk millî takımı İtalya'nın ardından ikinci olmayı başardı ve futbol tarihinde ilk defa bir uluslararası organizasyonda çeyrek finale yükseldi. Çeyrek finalde Portekiz ile eşleşen milliler rakibine 2-0'lık sonuçla yenilerek turnuvaya veda etti.
2000 yılında, önce UEFA Kupasını, sonra da Süper Kupayı kazanan Galatasaray, A millî takımın iskeletini oluşturan oyuncuların önemli bir kısmını da kadrosunda bulunduruyordu.
2002 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Şenol Güneş yönetiminde İsveç'in ardından ikinci olan milliler kupaya gitme hakkını da play-off'larda Avusturya'ya 1-0 ve 5-0'lık sonuçlarla üstünlük sağlayarak kazanan ay-yıldızlılar, tarihinin en büyük başarısını bu turnuvada elde etti. Temelini 1991 yılındaki Akdeniz Oyunları'nda ikinci olan futbolcuların oluşturduğu takım Brezilya, Kosta Rika ve Çin ile birlikte C Grubu'nda yer aldı. Grup maçlarını Kore'de oynayan Ayyıldızlılar ilk maçında Brezilya karşısında Hasan Şaş'ın attığı golle öne geçmesine rağmen karşılaşmayı 2-1 kaybetti. İkinci maçında da Kosta Rika ile 1-1 berabere kalan milliler, grubun son maçında Çin'i 3-0 yenerek gruptan ikinci olarak çıkmayı başardı. 2.Tur'da ev sahiplerinden biri olan Japonya'yı Ümit Davala'nın attığı golle 1-0 geçen ekip, çeyrek finalde turnuvada Fransa ve İsveç gibi takımları yenen Senegal ile eşleşti. Türk millî takımı karşılaşmayı İlhan Mansız'ın attığı altın golle 1-0 kazandı. Sonradan kupayı kazanacak olan, grupta karşılaştığı ve kaybettiği Brezilya'ya yarı finalde grupta olduğu gibi yine kaybeden Türk millî takımı Güney Kore'yi 3-2 yenerek Dünya Üçüncüsü oldu. Üçüncülük maçında Hakan Şükür maçın başlamasından 10,8 saniye sonra attığı golle Dünya Kupası tarihinin en hızlı golünü attı ve tarihe geçti. Kupanın ardından turnuvanın en iyi oyuncularının oluşturduğu all-star kadrosuna Rüştü Reçber, Alpay Özalan ve Hasan Şaş seçildi.
Türkiye'de futbol profesyonel olarak 4 seviyede oynanır.
Türk futbolundaki en başarılı 5 takımın aldığı kupalar şu şekilde sıralanır:
Charles Hermite
Charles Hermite (1822-1901), Fransız matematikçidir. Ecole Polytechnique'te, Paris Bilimler Akademisi'nde ve Collège de France'de profesörlük görevinde bulundu. 1856 yılında Bilimler Akademisi üyeliğine seçildi. Yaptığı çalışmalar birçok bilim adamının çalışmasına esin kaynağı oldu ve çok sayıda önemli buluşu önceden sezdi. Bir yandan Cauchy ve Liouville |
'in bir karmaşık değişkenli fonksiyonlar kuramı, öbür yandan Jacobi'nin eliptik ve aşırı eliptik fonksiyonları kuramı üzerine yaptığı çalışmaları yakından izledi ve bu iki alanı eliptik fonksiyonlar ve Abel fonksiyonlarıyla ilgili genel bir kuram halinde birleştirdi. Bu son kuramda, eliptik fonksiyonları yalın elemanlara ayırmak gibi temel sonuçlar ortaya koydu; söz konusu ayırma işlemi, oransa kesirlerin ayrılmasında olduğu gibi, eliptik fonksiyonların doğrudan integrallenmesini sağlar. Sayılar kuramıyla bu sonuçlar arasındaki bağı inceledi ve bunları beşinci dereceden genel denklemin çözülmesinde uyguladı.
Sürekli cebirsel kesirler üzerindeki incelemeleri Hermite'i ünlü Sur la fonction exponentiel-le (Üslü fonksiyon üzerine ) (1873) adlı yapıtı yazmaya yöneltti. Bu kitapta e sayısının tam katsayılı hiçbir cebirsel denklemin kökü olamayacağını kanıtladı. Ayrıca, Hermite, adıyla anılan polinom sistemini de bulmuştur.
Wilbur Smith
Wilbur Addison Smith (9 Ocak 1933) Kuzey Rhodesia (şimdiki Zambiya) doğumlu bir roman yazarıdır. Eğitimini Michaelhouse' daki Rhodes Üniversitesinde tamamladı.
Romanlarının ana temaları özellikle Afrika' da geçmektedir. İlk romanı olan Bencil'i Salisbury vergi dairesinde çalışırken yazmıştı. Bu kitabının getirdiği başarı ile cesaretlenerek tam zamanlı yazar olarak çalışmaya başladı.
Wilbur Smith şu anda Londra'da yaşamaktadır. Anavatanındaki insanlar ve vahşi hayatın korunması için vatanının gönüllü elçiliğini yapıp onların haklarını savunmaktadır. Wilbur Smith' e 2002 yılında World Forum on the Future of Sport Shooting Activities tarafından Atış Sporları Elçiliği ödülü verildi.
Smith tarafından yazılan kitaplar dört ayrı seri ayrıca serilerden bağımsız kitaplar halindedir ve bu seriler, kahramanı olan aileleri ve içinde yaşadıkları zaman aralıklarını anlatır.
ESERLERİ
COURTNEY SERİSİ
MISIR SERİSİ
BALLANTYNE SERİSİ
HECTOR CROSS SERİSİ
Wilbur Smith' in diğer romanları :
Piscis Austrinus (takımyıldız)
Piscis Austrinus, diğer adıyla Piscis Australis ya da Türkçe'deki adıyla Güneybalığı takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Adı Latince'de "güneyin balığı" anlamına gelir. 20. yüzyılın başlarına değin Piscis Notius olarak da bilinirdi. Güneybalığı, 1. yüzyıl astronomu Batlamyus'un listelediği 48 takımyıldız arasında da yer almıştır. Tek parlak yıldızı Fomalhaut'tur.
Fomalhaut geleneksel olarak balığın ağzını temsil eder. Eşi Fomalhaut b, görünür ışıkta çekilmiş bir fotoğrafta keşfedilen ilk güneş dışı gezegendir. Bu fotoğraf Hubble Uzay Teleskobu ile çekilmiştir. β PsA, Fomalhaut dışında adlandırılmış tek yıldızıdır. Çince'de Tien Kang ("göklerdeki urgan") olarak adlandırılmıştır. Ayrıca β PsA, birbiriyle neredeyse özdeş iki yıldızdan oluşan bir çift yıldızdır.
Yanık Camii
Yanık Camii (Arap Camii), Ardahan ili Halil Efendi Mahallesi'de bulunan cami.
Caminin ne zaman ve kim tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sonrasında Ardahan'a giren Rus ordusu ve beraberlerindeki Ermeni birlikleri tarafından Cami yağmalanarak harap hale getirilmiştir. 1915 tarihinde ise Ermeni çeteciler tarafından camiye toplanan 300 dolayında Müslüman-Türk camiyle beraber diri diri yakılmıştır.
Puppis (takımyıldız)
Puppis ya da Pupa takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Güney gökkürededir. "Puppis" adı Latince'de "geminin kıç güvertesi" anlamına gelir. Bu isim, daha önceki takımyıldız adlandırmalarında bir gemi olarak tasavvur edilen Argo Navis takımyıldızının kıç güvertesini oluşturan parçası olmasından ötürü verilmiştir. Argo Navis takımyıldızındaki yıldızlar günümüzde Karina, Yelken ve Pupa takımyıldızlarına dağılmıştır. Pupa bu üçünün en büyüğüdür.
Pupa takımyıldızındaki şu yıldızların etrafında birkaç güneşdışı gezegen sistemi bulunmuştur:
Samanyolu Pupa takımyıldızı bölgesinde uzandığından, bu takımyıldızda birçok açık küme mevcuttur. M46 ve M47 aynı mercek bölgesindeki iki açık kümedir. M47 karanlık bir gecede çıplak gözle seçilebilir ve en parlak yıldızları 6. kadirdendir. M93 bir diğer güney gökküre açık kümesidir. Yine Pupa takımyıldızı bölgesinde bulunan NGC 2451, c Puppis yıldızını da içinde barındıran oldukça parlak bir açık kümedir.
Arap Camii
Arap Camii, Türkiye'nin İstanbul iline bağlı Beyoğlu ilçesindeki Galata semtinde yer alan cami. Önceleri San (Aziz) Paolo Kilisesi/ San (Aziz) Domenico Kilisesi (bkz: Halil Inalcik, 2010, Osmanlilar) olarak bilinen ibadethane, 1453 yılında şehrin Osmanlı egemenliğine girmesinin ardından camiye çevrildi.
Galata kentsel dokusunda beton bloklar arasında, sivri külahlı hayli yüksek kare biçimli kulesiyle hala fark edilebilen Arap Camii; fetih öncesinden kalan İstanbul'un tek Gotik kilisesidir.
Bir rivayete göre, İstanbul’da ilk ezan sesinin yükseldiği yerdir. Yapılışı hakkında iki farklı rivayet vardır. Birincisine göre, 717 yılında yapılmış olan İstanbul’un ilk camii hüviyetini taşıyan Arap Camiidir. İstanbul’un Fethi için 717 yılında gelmiş olan Müslüman Arap kumandanlarından ve sahabe neslinden meydana gelen bir ordu başında Mesleme bin Abdülmelik adındaki komutan; Galata’da Bizans semalarına ilk Ezan-ı Muhammedi sesinin yükseldiği bir Camii yaptırmış ve adına da Arap Camii denilmiştir.
Hicri 95 Senesinin Zilhicce ayında 15 Ağustos 717’e Mesleme bin Abdülmelik; Karadan bir ordu, denizden kuvvetli bir donanma ile Bizans’ı kuşatmıştır. Muhasara bir yıl kadar devam etmiş ancak Konstantiniyye alınamamıştı. Ama Galata zaptedilmiş ve fethedilmişti. Mesleme ve İmparator Leon arasında varılan bir anlaşma sonucu Arap mescidi inşa edilmiş ve ibadete açılmıştır. 7 yıl kadar İstanbul’da kalmış olan Arap Müslüman Ordusu ibadetini burada yapmıştır. Daha sonra Şamda çıkan bir isyan üzerine Arap ordusunun Şam’a gitmesi üzerine Dominiken Papaz ve Rahipleri burasını kilise haline sokmuş, şimdi minare olarak kullanılan çan kulesini bu esnada de ilave etmişlerdir.
1453 İstanbul’un fethinden sonra kilise camiye çevrilerek öndeki mihrap ve minber ilave edilmiş ve Osmanlı kayıtlarında yine Arap Mescidi ismini almıştır.
İkinci rivayete göre Dördüncü Haçlı Seferi'nde Kudüs yerine Konstantinopolis'i ele geçirmeyi amaçlayan Katolikler, 1200'lerin başlarında Pavlus'a adadıkları bir kiliseyi ve yanına Dominiken Mezhebine bağlı bir manastırı Galata'da yaptırmışlardır. Papaların da yakın ilgisini çeken bu manastır ve kilise, bir süre sonra mezhebin kurucusu olan "San Domeniko"nun adının da eklenmesiyle tanınır: San Paolo ve San Domeniko
1475'te Fatih, kiliseyi camiye çevirerek vakfına katmıştır. Yirmi yıl sonra da, İspanya'dan çıkartılan Endülüs Arapları'nın bir kısmının, çevredeki mahallelere yerleştirilmesiyle cami, "Arap Camii" olarak tanınır. Caminin Araplara mal edilmesinin bir nedeni de, minareye çevrilen eski çan kulesinin 714'te Şam'da yaptırılan ünlü Emeviye Camii'nin özgün minaresini çağrıştırmasıdır.
III. Mehmed ve I. Mahmud'un annesi Saliha Sultan ve II. Mahmud'un kızı Adile Sultan değişik dönemlerde Cami'yi onartmış; hünkar mahfili, sebil, çeşme, şadırvan gibi ögeler ekletmişlerdir. Özellikle Saliha Sultan'ın yaptırdığı onarımdan sonra caminin iç düzeni, mahfillerin, mihrabın barok ahşap tasarımlarıyla hayli değişmiş, tiyatral bir görümün egemen olmuştur.
1913-1919 yılları arasındaki kapsamlı onarım sonucu yapı yeniden büyük bir değişime uğrar: Avlu duvarı yıkılır, Cami genişletilerek yeniden yaptırılır. "Arabesk" bir son cemaat mahalli ekletilir. Döşeme altında kalan yüzü aşkın Latin soylusunun mezar taşları müzeye taşıtılırken, mihrabın yanındaki "Mesleme'nin Çilehanesi", "Arap Baba Merkadi" ve çevrede sahabelere ait oldukları ileri sürülen birkaç kabir de Arap kimliğini daha güçlendirerek vurgular. Yapı her ne kadar büyük ölçüde İslamlaşmış (Osmanlılaşmış) ise de, dikkatli bir göz, çok az da olsa Gotik geçmişini belgeleyen birtakım mimarî ögeleri fark edebilir.
Pyxis (takımyıldız)
Pyxis ya da Kumpas takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Güney gökkürededir. "Pyxis" adı Latince'de "pusula" anlamına gelir. Kumpas takımyıldızı, 53 derece kuzey paralelinin güneyindeki enlemlerde ocak ayından marta kadar görülebilirdir.
Kumpas 18. yüzyılda Fransız astronom Nicolas Louis de Lacaille tarafından oluşturulmuştur. Lacaille takımyıldızı başta Pyxis Nautica ("Denizci Pusulası") olarak adlandırmış fakat bu isim sonradan kısaltılmıştır. 19. yüzyıl astronomu John Herschel, eski takımyıldız Argo Navis'i oluşturan yıldızlara çok yakın konumda bulunmasından ötürü takımyıldızın takımyıldızın adının "Malus" ("yelken direği") olarak değiştirilmesini önermiş, fakat bu öneri kabul görmemiştir.
Grup Çığ
Grup Çığ 1994 yılında Mustafa Özarslan, Oğuz Aksaç tarafından Ankara'da kuruldu. Samimiyetle, doğaçlamayı ve türkülerin aslını bozmadan başka ulusların müzikal formlarını da (Caz,Rock, Blues, vb.) türküler içinde kullanmaya çalışarak kendilerine özgü bir tarz yarattılar.
Grup Çığ Türkiye'de ve Avrupa'da büyük kiltleler tarafından sevildiler, türküleri yoğunlukla gençlere sevdirmeyi ve dinletmeyi başardılar. Kendilerine özgü söyleyiş teknikleri ve müzik tarzlarıyla müzik dünyasında ekol haline geldiler. Grup Çığ çalışmalarını konser , bar ve tv programlarıyla sürdürmeye devam etmekte. Oğuz Aksaç'ın gruptan ayrılmasının ardından, Grup:Mustafa Özarslan(solist), Kemal Özarslan (bağlama), Mustafa Seyhan(bass gitar-vokal), Serdar Çapar (bateri) , Hasan Coşar (nefesli-vokal) ve Barış Uğun (klavye-vokal) olarak yollarına devam etmekteler. Oğuz Aksaç Grup Çığ'ın sadece son albümü olan "Çığ Halayları" albümünde yer almamıştır.
Sagitta (takımyıldız)
Sagitta ya da Okçuk takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. "Sagitta" adı Latince'de "ok" anlamına gelmektedir. Bu takımyıldız Sagittarius (Yay) takımyıldızıyla karıştırılmamalıdır. Antik olduğu halde, 4. kadirden daha parlak yıldızı olmaması ve gökyüzündeki (Tay ve Güneyhaçı takımyıldızlarından sonra) en küçük takımyıldız olmasından ötürü önemsiz bir takımyıldızdır. Batlamyus, 1. yüzyılda listele |
diği 48 takımyıldız arasına (daha da küçük, yalnızca 4 derece karelik bir alanı kaplayacak şekilde) bu takımyıldızı da dahil etmiştir. Günümüzde Uluslararası Astronomi Birliği'nce belirlenmiş 88 modern takımyıldızdan biridir. Kuzey gökkürede yer alır ve gök ekvatorundan çok fazla uzakta yer almaması sebebiyle Güney Kutup Dairesi haricinde dünyanın her yerinden görülebilir.
Okçuk Samanyolu bölgesinde yer alır ve etrafında şu takımyıldızlar vardır (kuzeyden başlayarak saat yönünde): Tilkicik, Kahraman, Kartal ve Yunus takımyıldızları.
Okçuk takımyıldızı bölgesindeki parlak yıldızlardan bazıları şunlardır:
Geçmişte takımyıldız Sham olarak adlandırılmıştır; günümüzde bu isim yalnızca takımyıldızın tek bir yıldızına, α Sagittae'ye aittir. Sagitta adını Romalılar vermiştir.
Bu takımyıldız Johann Bayer'in yıldız adlandırmalarında hataya düştüğü takımyıldızlardan biridir. Hatta bu takımyıldızın en parlak yıldızı γ Sagittae'dir. Bu tarz bir yanlış adlandırma Yay takımyıldızı için de sözkonusudur.
Okçuk parlak yıldız içermemesine rağmen, bir oku andıran şekli Farslar, İbraniler, Yunanlar ve Romalılar gibi pek çok kültürde aynı biçimde yer bulmuştur.
Antik Yunan'da Okçuk, Herakles'in Prometheus'un her gün karaciğerini yiyen Jüpiter'in kartalını (Aquila) öldürmek için kullandığı oku temsil eder. Okçuk, Kartal'ın çok az üstünde yer alır. Başka bazı kimseler Okçuk'un, gagaları, pençeleri ve demirden kanatları olan ve Arkadya'nın bataklıklarında insan etiyle beslenen, birbirine bitişik duran Stymphalian Kuşlarına (Aquila Kartal, Cygnus Kuğu ve Lyra Akbaba) doğru Herkül'ün attığı ok olduğuna inanır ve hâlâ Herculea denen yerde onların arasında durmaktadır. Eratosten Okçuk'un, Apollo'nun Kiklopları toptan yok ettiği ok olduğunu iddia eder.
Okçuk bazılarınca bundan başka, Cupid asteroitinin (Yunan mitolojisindeki karşılığı Eros) Oku ya da Yay takımyıldızından Akrep'e atılan ok olarak kabul edilir.
Diğer varsayımlar, Okçuk'un Erboğa tarafından Kartal'a atıldığını kabul eder. Yay takımyıldızı Erboğa'nın altında ve tam aksi istikamete bakarken, Erboğa takımyıldızı Kartal'a doğru bakmaktadır ve Okçuk'a uygun bir açıda durmaktadır.
Niccolò Paganini
Niccolò Paganini (27 Ekim 1782, Cenova - 27 Mayıs 1840, Nice), İtalyan besteci, keman virtüözü gitarist ve kompozitor. Müzik tarihinin en ünlü keman virtüözlerinden biridir. Keman tekniğine önemli katkılarda bulunmuş, keman, gitar ve oda müziği alanında birçok eser vermiştir. Çok bilinen bazı eserleri: La Campanella, Cantabile, Centone di Sonate (18 sonat), 24 kapriççiyo, I Palpiti, Nel cor piu non mi sento, Grand Sonata'dır. Döneminin bestecilerini (Liszt, Chopin, Schumann) enstrümantal virtüözlüğün müziğin ana öğelerinden biri olması konusunda etkilemiştir.
27 Ekim 1782 yılında Ceneviz'de Antonio ve Teresa Paganini çiftinin çocukları olarak dünyaya geldi. 5 yaşındayken babasından mandolin dersleri almıştır.8 yaşından önce amatör bir müzikçi olan babasından keman dersleri almaya başlaya Paganini, 11 yaşındayken müzik çalışmalarını ilerletmek üzere Parma'ya gitmiştir. Giovanni Servetto ve Alessandro Rola gibi ünlü isimler tarafından eğitim almıştır. Bunun üzerine, çalışmalarına kendi kendine devam eden Paganini, 13 yaşındayken konser turnelerine başlamış, halk arasında Paganini, hakkında çeşitli söylentiler yayılmaya başlamıştır. Büyük kemancının şeytanla arkadaş olduğu, yayını şeytanın ona verdiği sihirli kuvvetle kullandığı söyleniyordu.Kemandaki değişik tekniği iskelet sistemiyle alakalı Marfan Sendromu ve Ehlers-Danlos sendromu sonucunda oluştuğunu ölümden sonra iskeletini inceleyen doktorlar ortaya koymuşlardır.
Paganini şöhrete kavuştuktan sonra son derece lüks bir hayat sürmeye koyulmuştu. Çok fazla para kazanıyordu, çok kumar oynuyordu. Bir keresinde bir kemanını kumar masasında rehin bırakmış, bir konserde keman çalması gerekince bir başka meslektaşından ödünç keman istemek zorunda kalmıştı.Kumar tutkusu onu 1838 yılında Paris'te bir kumarhane açmaya kadar götürmüştür. Ancak bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Hapse düştüğü ve eziyet olsun diye tek telli bir keman verildiği, keman çalan bir dilenciye yardım ettiği ve ona bir daha dilenmek zorunda kalmaması için çok para kazandırdığı, yine bir konserde kemanının üç telinin koptuğu, o konseri tek telle bitirmek zorunda kaldığı ve konserin sonunda kemanını parçaladığı rivayet edilir. Rivayetler bunlarla kalmaz; kemanı parçalaması herkes tarafından çok beğenilince Paganini’nin her konser sonunda kemanını parçalamaya başladığı ve insanların sırf bunu görmek için konserine geldiği de söylenir.
Livorno’da verdiği bir konserden sonra bir Fransız tüccar kendisine Guarnerius yapımı olağanüstü gürlükte ses çıkarması nedeniyle cannone(gülle) bir keman hediye etti. Paganini hayatı boyunca bu kemanı çaldı. Bu keman halen Cenova’da saklanmakta ve sergilenmektedir. Bu kemanı dışında birçok Guarnerius ve Stradivarius keman ve viyolası kullanmıştır.
1825 yılında beraber turneye çıktıkları Antonia Binachi'den Cyrus Alexander adında bir oğlu olmuştur. Her ne kadar oğlunun annesiyle evlenmese de ömrünün sonuna kadar oğlundan ilgisini esirgememiştir ve onu da bir müzisyen yapmıştır
Paganini belli başlı eserleri arasında keman için 24 kapris, keman ve orkestra için altı konçerto,solo keman için birçok küçük sonat, orkestra-keman için venedik karnavalı,moto perpetuo, solo keman için la streghe ve Nel cor piu non mi sento ve gitar-keman düeti için grand sonat sayılabilir.
Paganini, 27 Mayıs 1840'ta Fransa'nın Nice şehrinde gırtlak kanserinden öldü, ölmeden önce günah çıkartmayı kabul etmediği için, uzun yıllar boyunca ölüsüne gömülecek yer verilmeyen müzisyen İtalya'nın Parma şehrinde gömülüdür. İtalyan Posta İdaresi 1982 yılında, doğumunun 200. yılı anısına bir hatıra pulu bastırmıştır.Klaus Kinski kendi çektiği ve başrolünü oynadığı "PAGANINI" filminde ünlü virtüözün hayatını anlatmıştır
Bilinen En Önemli Eserleri
La campanella
Cantabile
Centone di sonete
24 kapriççiyo
Herzeleid
Herzeleid, (eski Almancada "Kalp kırıklığı") Alman NDH-metal grubu Rammstein'ın ilk müzik albümüdür. 29 Eylül 1995 tarihinde satışa sunulmuştur. Albümün orijinal kapağında grup üyelerinin üst kısımlarının çıplak halleri bulunur. Bu resim, Rammstein'ın kendilerini "üstün ırkın çocukları" olarak sunduğu gerekçesiyle eleştirilmiştir. "Weißes Fleisch" şarkısını Debauchery grubu 2007'de Back in Blood albümünde coverlamıştır. "Heirate Mich" ve "Rammstein" şarkıları David Lynch'in Lost Highway (Kayıp Otoban) filminde kullanılmıştır. Albümün adı grup üyeleri arasındaki bağda sorunlar oluşması nedeniyle "Herzeleid" konmuştur.
Sculptor (takımyıldız)
Sculptor ya da Heykeltıraş takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Güney gökkürededir. "Sculptor" adı Latince'de "heykeltıraş" anlamına gelmektedir. 18. yüzyılda Nicolas Louis de Lacaille tarafından oluşturulmuştur. Lacaille aslında takımyıldıza Apparatus Sculptoris ("heykeltıraşın stüdyosu") adını vermiştir fakat bu isim daha sonradan kısaltılmıştır.
Heykeltıraş takımyıldızında üçüncü kadirden daha parlak yıldız bulunmamaktadır. En parlak yıldızı α Sculptoris, 4.31 kadir parlaklığında, SX Arietis-tipi bir değişen yıldızdır. Takımyıldız bölgesindeki yıldız sayısının az oluşu, Heykeltıraş takımyıldızının yıldız yoğunluğunun çok düşük olduğu gökada güney kutbu bölgesini içermesi sebebiyledir.
Bu takımyıldız bölgesinde, Yerel Küme'nin ve aynı zamanda Yerel Küme'ye en yakın gökada kümesi olan Heykeltıraş Grubu'nun bir üyesi olan Heykeltıraş Cücesi ("Sculptor Dwarf") adlı cüce gökada bulunmaktadır. Heykeltıraş ve Balina takımyıldız bölgelerinin sınırında yer alan Heykeltıraş gökadası (NGC 253) bir çubuklu sarmal gökadadır ve grubunun en büyük gökadasıdır. Bu grubun bir diğer belirgin üyesi ise düzensiz gökada NGC 55'tir.
Sehnsucht
Sehnsucht, (Almanca "Özlem", "İstemek" ve bazen de "Açlık") Alman NDH-metal grubu Rammstein'ın ikinci albümüdür. Çıkış tarihi 22 Ağustos 1997'dir.
Albüm kartoneti çeşitli şekillerde katlanarak her bir grup üyesinin yüzlerinin deforme edilmiş hallerini resmeden altı farklı kapak elde edilir. En çok bilinen (resimdeki) kapakta Till Lindemann ağzını saran teller ve görüşünü engelleyen metal nesnelerle gözükür. Kapak resimleri Avusturyalı sanatçı Gottfried Helnwein tarafından yaratılmıştır. Albüm, Amerika Birleşik Devletleri'nde RIAA tarafından Platin plakla ödüllendirilen ve tamamı Almanca olan tek albümdür.
Albümün satın alındığı ülkeye göre 11. parçadan sonra aşağıdaki parçalar bulunabilir:
Reise, Reise
Reise, Reise, Rammstein adlı Alman metal grubunun çıkardığı dördüncü özgün stüdyo albümüdür.
Albüm kapağında bulunan Almanca Flugrekorder. Nicht Öffnen yazısı, uçaklarda bulunan karakutuların üzerinde yazan "Uçuş kayıtları. Açmayın" anlamına gelmektedir.
Albümde bulunan Mein Teil parçası Türkçe karşılık olarak "benim parçam" anlamına gelmektedir ve cinsel organı ifade etmektedir. Parça albümden önce Almanya'da yaşanan bir olaydan esinlenmiştir. Kendine Usta Kasap ismini veren bir katil, gazete ve radyolara ilan vermiştir. İlanında "Kesilmek üzere 18-30 yaş arası bir kurban aranıyor" denilmektedir. İlana bir kişi karşılık vermiştir ve kurban olmuştur. Katilin kendi sesi olan ilan parçanın girişinde de bulunmaktadır.
Albümde Reise, Reise şarkısından hemen önce bir Hidden Track (Gizli Parça) bulunmaktadır.
Parça Japon uçağı JAL123'e ait bir orijinal karakutu kaydıdır. Uçak 12 Ağustos 1985 tarihinde düşmüştür. Karakutu kaydının tam metni şu şekildedir:
UÇAK: Tokyo Japonya sefer 123 . Acil yardım...ah... başımız belada. Haneda'ya dönmek için izin istiyoruz. Uçuş seviyesini 2 2 0 olarak ayarlayın.KONTROL KULESİ: İsteğiniz onaylandı.
UÇAK: Radar yönü Oshima lütfen.KONTROL KULESİ: Sağa dönün, başı 090'a getirin, radar yönü Oshima.
Doom metal
Doom metal, genellikle karamsar ve hüzünlü duygu uyandırmayı amaçlayan, yavaş tempolu heavy metal türü. 1980’lerde ortaya çıkan türün en belirgin özelliği, aynı yıllarda ortaya çıkan speed metaldeki aşırı hıza |
tepki olarak doğan yavaşlığıdır. Türdeki genel tempo 60-90 bpm'dir. Karanlık, hüzünlü bir hava yaratmayı amaçlar ve karamsar temalıdır.
Pentagram ve Candlemass süregelen heavy metali yavaşlatarak ve şarkı sözlerinde, o zamanlar heavy metale yabancı bir kavram olan karamsarlığı kullanarak türe öncülük eden gruplardır. İlk zamanlar adı konmayan bu tarz 1980’lerin başında doom metal olarak adlandırılmaya başlayacaktır.
1970lerin sonundan 1980lerin ortalarına kadar geçen sürede Trouble, Saint Vitus, Candlemass, Pentagram ve Witchfinder General gibi gruplar doom metalin ayrı bir tür olarak ortaya çıkmasını sağladılar. Doom metalin göze batan bu ilk gelişimi sırasında metal müzik, daha çok thrash metal ve speed metal gibi akımların etkisindeydi. Doom metal gibi yavaş ve karamsar müzik 1980lerdeki heavy metale yabancı kavramlardı, dolayısıyla doom metal, her ne kadar kendine ait önemli bir yeraltı popülaritesi yarattıysa da, metal müzik dinleyicileri arasında pek dikkat çekmedi.
Diğer heavy metal türleri kadar popüler olmasa da, doom metal, dinleyici ve icracı kitlesini giderek geliştirdi. Cathedral’in "Forest of Equilibrium" adlı albümünün öncülüğünde Solitude Aeturnus, Count Raven, The Obsessed, Penance, Sleep, Revelation, Confessor, The 3rd and the Mortal gibi gruplar doom metale bugünkü genel şeklini verdiler.
1980’lerin sonuna doğru doom metal farklı türlerden etkilenmeye, farklı türleri etkilemeye ve bunlarla birleşmeye başladı. Bunlardan ilki, bazı death metal gruplarının müziklerini yavaşlatması, bazılarının ise süregelen doom metale death metal öğeleri eklemesiyle ortaya çıkan death/doom metaldir. 1990’larla birlikte, aşırı yavaşlatılmış minimalist türler funeral doom ve drone doom ortaya çıktı. Aynı yıllarda ortaya çıkan sludge doom, içerdiği hardcore ve punk özellikleriyle dikkat çeker. Stoner metalin (aslında temeli stoner rocktır ve ortaya çıkışı çok daha gerilere gider) konumuysa doom metal içinde tartışmalıdır; doom metalin amacı hüzünlü bir hava inşa etmekken, stoner metal aksine insanı iyi hissettirmeyi amaçlar.
Doom metal etkili en farklılaşmış tür olan gothic metal, gotik müzikte kullanılan gamlara sadıktır, klasik doom öğelerine bolca kadın vokal, klavye ve keman katılmıştır. Şarkı sözleri ise insan ilişkilerini ve insan aşkını işler. Oysa doom metal insan ilişkileriyle ve romantizmle ilgilenmez; yalnızlık ve insanın iç dünyası üzerine kuruludur. Bu yönünün yanı sıra doom metalden görece hızlı bir temposu olduğundan, gothic metal bir doom metal türü değil, çıkış noktası doom metal olan ayrı bir tür olarak kabul edilir.
Türün temel öğeleri, diğer metal türlerinde olduğu gibi erkek vokal, elektro gitar, basgitar ve bateridir. Keman, klavye, bayan vokal kullanan gruplar da vardır. Gitarlar, standart mi akordundan daha aşağı çekilerek akort edilir. Gitar sesleri çok öndedir. Türün en belirgin özelliği yavaş temposudur. Gitar ve davullar oldukça yavaş bir tempoda çalınsa da bazı gruplar, şarkılarında hızlı bölümler de bulundurur. Genellikle growling vokallerin kullanıldığı death/doom ve funeral doom dışında temiz vokaller kullanılır.
Tür hüzünlü ve karamsar bir müzik üzerine yoğunlaşır. Şarkı sözlerinde yalnızlık, ölüm, hoşnutsuzluk, umutsuzluk, ızdırap, yaşamın anlamsızlığı gibi konular işlenir.
Blackened doom metal, suicidal black metal veya depressive black metal olarak da bilinir. Doom metalin black metal ile sentez türüdür. Black metal özelliği olan tremolo yavaşlatılır ve doom metalin karakteristiği yavaş tempo ile birleştirilir. Gitarlar aşırı distorsiyonlanmıştır. Vokal olarak genellikle tiz çığlıklar kullanılır. Black metaldekinin aksine şarkı sözlerinde sık kullanılan konular depresyon ve hiççiliktir. Türün öncüsü Bethlehem’dır. Önemli blackened doom grupları; Forgotten Tomb, Xasthur ve Nortt.
Drone metal olarak da bilinen bu tür, metal türleri arasında en minimalist harekettir. Genel şekliyle bir nota(müzik)nın veya gamın sürekli tekrarlarından oluşur. Noise ve ambient müzik öğeleri taşır. En öne çıkan enstrümanlar elektro gitar ve basgitardır. Vokaller türün vazgeçilmez öğesi değildir, kullanıldığında ise ıztırap veya korku içinde bir insanın feryadını andırır. Karanlık ve ürkütücü bir hava yaratmayı amaçlar. Parçaların süresi oldukça uzundur. 10 ila 30 dakikalık bu parçalarda aynı rifler ve vokaller sürekli olarak tekrarlanır. Parça boyunca temel alınmış öğeler değişmez. Davul genellikle kullanılmaz zira tür bir ritm duygusu vermekten uzaktır. Drone doom, oldukça az dinleyeni olan bir türdür. Türün önemli temsilcileri Sunn O))), Earth ve Boris’tir.
Klasik doom metalin death metal öğeleriyle birleşmesi sonucu ortaya çıkan bir türdür. Brutal/growling vokaller ve death metal rifleme sistemleri kullanılan hızlı parça bölümleri death/doom’un en genel özellikleridir. Disembowelment ve Winter tür için örneklerdir.
Funeral doom, doom metali heavy metalden ayıran özelliklerin aşırılaşmış şeklini taşır. Müziğin temposu daha da yavaşlar; funeral doomun genel temposu 30 ila 60 bmp’dir. Gitarlar, standart gitar akordundan çok aşağılara çekilerek akort edilir. Growling vokal temel insan sesi olsa da temiz vokallere de rastlanır. Genel doom metal enstrümanları dışında klavye de sıklıkla ve yoğun şekilde kullanılır. Davullar minimalizmi amaçlasa da Mournful Congregation ve Evoken gibi progresif gruplarda davul görece teknik bir hal alır. Parça süreleri çok uzundur. Genel olarak 10–20 dakika süren bu parçalarda aynı gitar ve bateri riflerinin sürekli tekrarları kullanılır. Bazı gruplarda şarkılara ambient müzik öğeleri eşlik eder. Parçalarda iç karartıcı, hüzünlü, rahatsız edici bir atmosfer oluşturmak amaçlanır. Şarkı sözleri yaşamın anlamsızlığı, yaşamdan umudu kesmek, boşluğa düşmek gibi karamsar konular işler.
Türün öncüleri Thergothon, Skepticism ve Funeral’dır. Şu anki önemli temsilcileri ise Esoteric, Mournful Congregation, Evoken, Ahab (grup), Shape of Despair ve Anlipnes’dir.
Gothic doom, doom metale çok yabancı bir kavram olan romantizm üzerine kuruludur. Kullanılan gamlar ve şarkı sözleri romantiktir. Tipik doom metal enstrümanlarının yanı sıra yoğun şekilde klavye, keman ve bayan vokal kullanılır. Bu alttür gothic metal ile karıştırılmamalıdır. Gothic metal, ortaya çıkışında doom metalin etkileri olsa da, çoğu doom metal karakteristiğini taşımaz. Gothic doom metal ise doom metalin “romantik” ve daha melodik türevidir. Türün en önemli temsilcisi, My Dying Bride’dır. Funeral'ın son albümü "From These Wounds", gothic doom için tipik bir örnektir.
Trad doom, doom metalin ilk örneklerini tanımlayan bir kavramdır. Pentagram, Saint Vitus, Candlemass, Cathedral türün ilk ve ilham kaynağı gruplarıdır. Trad doom şu anda Reverend Bizarre gibi gruplar tarafından devam ettiriliyor.
Sludge doom, genel şekliyle hardcore’un yavaşlatılmış ve karamsarlık taşıyan şekli olarak tanımlanır. Şarkı sözleri klasik doomunkinden biraz daha farklıdır. Şarkıların işlediği temel konular acı, nefret ve hiççiliktir. Cult of Luna, Eyehategod, Corrupted ve Crowbar önemli sludge doom gruplarıdır.
Diğer doom metal alttürlerinin aksine stoner metal hüzünlü müzikten çok uzaktır. Aşırı düşürülmüş(downtuned) gitarlar ve bas tını üzerine kurulmuştur. Diğer doom metal türlerinde sıklıkla kullanılan minör skalalara yer verilmez. Doom metal ile tek ortak yanı yavaş temposudur. İcracı ve dinleyicileri arasında esrar kullanımının yaygın olup olmadığı tartışma konusu olsa da, tür esrar ile özdeşleşmiş bir türdür. Türün genel özellikleri (düşürülmüş gitarlar, yavaş rifler) esrarın verdiği etkilere benzetilir. Stoner metalin önemli temsilcileri; Electric Wizard, Sleep, Acid King, Acrimony, Sons of Otis'dir
Diğer doom metal alttürlerinin aksine müzik daha yumuşak ve gotik doom gibi senfonik öğeler içerebilir. Klasik olarak gitar rifleri çok yavaştır ve bateri (genelde kullanılmaz) genelde düz bir ritimi takip eder. Folk öğelerini doom metal ile harmanlayarak ortaya çıkmıştır. Melodiler çok fazla hüzünlüdür. Elektro gitarın yanında klasik gitar da çok fazla kullanılır. Türde klavye kullanımı da görülür. Vokaller vazgeçilmez olmaksızın brutal vokalin yanında scream ve clean vokalde kullanılır. Vokallerde yer yer ağlamalar ve çığlıklar da görülür. Sözler ise kalsik doom metal temalarını (özellikle acı temasını) işler. Önemli temsilcileri ; Uaral, Empyrium, Kauan'dir. The Fall of Every Season'da bu türden sayılabilir.
Rosenrot
Rosenrot, Rammstein adlı Alman metal grubunun çıkardığı beşinci albümdür.
Scutum (takımyıldız)
Scutum ya da Kalkan takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. 17. yüzyılda oluşturulmuştur. "Scutum" adı Latince'de "kalkan, koruyucu" anlamlarına gelir.
Kalkan, adını klasik tarihsel olmayan bir figürden alan tek takımyıldızdır. Johannes Hevelius tarafından 1683 yılında oluşturulmuştur. Hevelius aslında takımyıldıza, Kral John III Sobieski tarafından yönetilen Polonyalı kuvvetlerinin İkinci Viyana Kuşatması'ndaki başarısını abideleştirmek için, Sobieski'nin Janina armasına ithafen Scutum Sobiescianum ("Sobieski'nin Kalkanı") adını vermiştir. Daha sonra isim, Scutum olarak kısaltılmıştır.
Kalkan takımyıldızı bölgesinde bir küresel küme, bir gezegenimsi bulutsu ve pek çok açık yıldız kümesi bulunmaktadır. Kalkan'daki en bilindik iki derin uzay nesnesi, yoğun bir açık küme olan Yaban ördeği yıldız kümesi (M11) ve bir başka açık küme, NGC 6694 olarak da bilinen M26'dır. NGC 6712 küresel kümesi ve IC 1295 gezegenimsi bulutsusu takımyıldızın doğu kısmında bulunabilir.
Özdemir Erdoğan
Özdemir Erdoğan, (d. 17 Haziran 1940, İstanbul). Türk müzisyen, söz yazarı ve bestecisi.
Özdemir Erdoğan 17 Haziran 1940 tarihinde İstanbul'da dünyaya geldi. Anne tarafı Ermeni kökenli, babaannesi Çerkez, babası ise Karadenizlidir. Annesi batı klasik müziği piyanisti ve dayısı keman ve piyano çalan klasik müzik sanatçısıydı. İlk eğitim bu küçük yaşlardan itibaren bu kanallarla alınmıştır.
1940 ile 1950'li yılların arasının kendine özgü koşulları, Özdemir Erdoğan'ın resmi bir sanat eğitimi almasını engelleye |
n önemli faktörlerden biridir. Diğer bir husus da, baba tarafının yine o tarihlerin koşullanmalarıyla mutlak bir temel eğitimi öngörmesidir. 15-16 yaşına kadar süren bu eğitim sürecinde Özdemir Erdoğan'ın sanatsal konulara yatkınlığı belirlenmiş ve bu durum okullardaki öğretmenlerce de desteklenmiştir.
Özdemir Erdoğan 1960 yılında Kadıköy Ticaret Lisesi'nden mezun olmuş ve askerliğini yedek subay öğretmen olarak Adıyaman, Besni Araplar köyünde başöğretmen olarak tamamlamıştır.
Seslendirdiği bazı parçaları:
"Resmi web sitesi"
Serpens (takımyıldız)
Serpens ya da Yılan takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. "Serpens" adı Latince'de "yılan" anlamına gelir ve modern takımyıldızlar arasında bir açıdan eşsizdir: Bu takımyıldız iki ayrı parça olarak ele alınır. Batıda kalan ucu Serpens Caput (yılanın başı) ve doğuda kalan ucu Serpens Cauda (kuyruk) olarak adlandırılır. Bu iki yarı arasında Yılancı takımyıldızı uzanır. Yılan, birinci yüzyıl astronomu Batlamyus tarafından listelenen 48 takımyıldızdan biridir.
Yılan takımyıldızı iki yarıya bölünmüş olmasına rağmen tek bir takımyıldız kabul edildiği için, Bayer belirtimi dizgesi iki yarı toplamında parlaklık sıralamasına göre gider.
Yılan takımyıldızının yalnızca bir yıldızı üçüncü kadirden daha parlaktır, bu yüzden takımyıldız kolaylıkla ayırt edilemeyebilir. Unukalhai adlı α Serpentis baş kısmındadır. Güneş'ten 210 ışık yılı uzaklıktaki bir çift yıldız olan δ Serpentis de bu takımyıldız bölgesindedir. Kuyrukta yer alan Alya (Arapça'da "yılan") adlı θ Serpentis de bir çift yıldızdır.
Bir küresel küme olan Messier 5, baş kısmında, α Serpentis'in yaklaşık 8° güneybatısında yer alır.
Kartal Bulutsusu olarak adlandırılan Messier 16 kuyruk kısmındadır ve bir yıldız oluşum bölgesi olan genç bir açık kümedir.
MWC 922, Mount Wilson Kataloğundan bir bulutsu, mükemmel simetrik bir kare ya da dikdörtgen gibi görünmesinden ötürü ilgiyi hakeden bir "Simetrik Görsel Bulutsu"dur. IRAS 18184-1302 olarak da bilinir ve Serpens Cauda'da (yılanın kuyruğunda) M16'nın yakınlarında, sağ açıklığı 18:21:16 ve dik açıklığı -13:01:27 noktasında konumlanmıştır.
Samanyolu'nun bir parçası bu takımyıldız bölgesinden geçer, bölgeyi gösteren haritada mavi lekeler olarak gösterilmiştir.
Serpens güney yıldız kümesi, NASA'nın Spitzer Uzay Teleskobu'yla Serpens bulutunun güney parçasında keşfedildi. Bu keşif Spitzer Uzay Teleskobu'nun kızılötede gözlem yapabilme kabiliyeti sayesinde mümkün olmuştur, çünkü yıldızların görülebilir dalgaboylarındaki ışınımları Serpens bulutundaki yıldızlararası toz tarafından soğurulmaktadır.
Sextans (takımyıldız)
Sextans ya da Altılık takımyıldızı, 17. yüzyılda Johannes Hevelius tarafından oluşturulmuş küçük bir ekvatoral takımyıldızdır. Modern 88 takımyıldızdan biridir. "Sextans" adı Latince'de, Hevelius'un gözlemlerinde sıklıkla kullandığı bir cihaz olan "sekstant" anlamına gelir.
Altılık çok parlak bir takımyıldız değildir. Yalnızca tek bir yıldızı, 4.49 kadir parlaklığındaki α Sextantis beş kadirden parlaktır. Bu takımyıldız bölgesinde γ, 35 ve 40 Sextantis gibi birkaç tane çift yıldız bulunmaktadır. Ayrıca β, 25, 23 Sextantis ve LHS 292 gibi birkaç değişen yıldız da vardır.
Telescopium (takımyıldız)
Telescopium ya da Dürbün takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Güney gökkürededir ve 18. yüzyılda Fransız astronom Nicolas Louis de Lacaille tarafından oluşturulmuştur. Yıldızları belirsizdir.
Bebeto
José Roberto Gama de Oliveira ya da bilinen adıyla 'Bebeto', (d. 16 Şubat 1964, Salvador, Brezilya) Brezilya millî futbol takımının eski forvet oyuncusu.
Futbol kariyerine 1983 yılında Vitória'da başladı. Sonra sırasıyla Brezilya Ligi'nde Flamengo, Vasco da Gama ve Botafogo oynadı. Brezilya dışında La Liga takımları RC Deportivo de La Coruña ve Sevilla'da, Meksika'da Toros Neza'da, Japonya'da Kashima Antlers'de ve Suudi Arabistan Ligi'nde Al-Ittihad'da oynadı.
Oynadığı dönemin en başarılı golcülerinden olan Bebeto, 1994 FIFA Dünya Kupası'nda şampiyon olan millî takımın en önemli oyuncularından biriydi. İlk millî maçını 1985 yılında oynadı ve 75 kez millî oldu, 39 gol attı.
1990, 1994 ve 1998 yıllarında Dünya Kupası'nda oynadı.
Bebeto, 2002 yılında futbolu bıraktı.
Trainspotting
Trainspotting, 1996 yılında Danny Boyle tarafından yönetilen ve Irvine Welsh'in yazdığı aynı isimli romandan sinemaya uyarlanan bir filmdir.
Film Edinburgh'da yaşayan bir grup eroin bağımlısı genç ve onların hayatlarından bir pasajı anlatır. Filmin ana karakterlerini oynayan oyuncular; Ewan McGregor ("Mark Renton" rolünde), Ewen Bremner ("Spud Murphy" rolünde), Jonny Lee Miller ("Sick Boy" rolünde), Kevin McKidd ("Tommy" rolünde), Robert Carlyle ("Begbie" rolünde) ve Kelly Macdonald ("Diane" rolünde). Yazar Irvine Welsh'un da filmde, uyuşturucu satıcısı olarak kısa bir rolü vardır.
Senaryo Walsh'ın romanından Johne Hodge tarafından uyarlandı. Film konu olarak uyuşturucu ile alakası olmayan train spotting (demiryolları ve trenlerle alakalı özel ilgiye sahip insanlar) isimli hobiye bir gönderme yapmamaktadır. Filmin adı doğrudan orijinal kitaptaki bir olaya, Begbie ve Renton' nın, Begbie' nin yoksul babasına Leith Merkez tren istasyonunda rastlamalarına dayanmaktadır. Baba onlara (zayıf ama esprili bir şekilde) trainspotting olup olmadıklarını soruyor.
Film birçok ülkede uyuşturucuya özendirdiği konusunda tartışmalara yol açmıştır.Filmde Mark Renton ve arkadaşlarının uyuşturucu bağımlılıkları işlenir, konu odağı daha çok Mark Renton olarak kalır. Renton ve arkadaşlarının hayatlarında uyuşturucu dışında bir konu yoktur.Renton defalarca uyuşturucu bırakma deneyiminin ardından bir gün altın vuruşla ölümle burun buruna gelir. Bu deneyimin ardından bambaşka biri olmaya karar verir.
Amerikalı senatör Bob Dole filmi daha önce hiç seyretmemiş olduğunu kabul etmesine rağmen, 1996 Amerikan başkanlık seçimi kampanyaları boyunca filmin ahlaki bozukluğunu ve uyuşturucu kullanımını yüceltiğini söyleyerek kötülemiştir. Tüm tartışmalara rağmen, film yaratıcılığı açısından övgüler almış ve aynı yıl içinde En İyi Senaryo Uyarlama dalında Akademi Ödüllerinde aday olarak gösterilmiştir. 1999 yılında film İngiltere' de BFI poll' da onuncu oldu ve 2004 yılında Total Film isimli dergi tarafından tüm zamanların en iyi dördüncü İngiliz filmi olarak gösterilmiştir.
Boyle Trainspotting devam filmini orijinalinden 10 yıl sonra çekmek istediğini ve bununda Irvine Welsh'in devam romanı olan porn'dan uyarlanacağını söylemişti. Boyle şu anda resmi olarak, orijinal oyuncuların görsel olarak aynı karakterleri tekrar canlandırabilecek kadar yaşlanmalarını bekliyor. Boyle esprili bir şekilde oyuncuların dış görünüşlerine gösterdikleri özenin bu bekleme süresini uzattığını söylüyor.
ABD'deki ilk çıkışına kadar, "Trainspotting" ' in ilk 20 dakikası farklı diyaloglarla yeniden düzenlendi. Güçlü İskoç aksanı ve karakterlerin kullandığı dilden dolayı Amerikan izleyicisinin filmi anlamakta güçlük çekeceği düşünülmüştü. Orijinal diyaloglar 2004 yılında çıkarılan "Director's Cut (Collector's Edition)" DVD'sinde ilk şekliyle kullanıldı.
Basımından kısa bir süre sonra kitap sahne için uyarlanmıştı. Sahne versiyonu filmin esinlenmesine yol açmış ve 1990' ların ortasında İngiltere'de turneye çıkmıştı.
Önce Harry Gibson tarafından tiyatroya uyarlanarak İngiltere'de izleyiciyle buluştu. 2006'da Ani Haddeler Pekman tarafından Türkçeye kazandırılan Trainspotting Türkiye'de ilk defa Işıl Kasapoğlu'nun yönetmenliğinde Semaver Kumpanya tarafından sahnelendi. Semaver Kumpanya'nın sahnelediği Transpotting'de Baba Zula müzikleri yaptı, Çıplak Ayaklar Kumpanyası danslarıyla, Nehir Çinkaya sahnede resmettiği resimleriyle oyuna eşlik etti.
Filmin bir parodisi The Simpsons isimli FOX yapımı çizgi filmin 317. bölümünde gerçekleştirildi. Bunun yanında yine FOX yapımı Family Guy isimli dizide filmin parodisi yapıldı.
Trainspotting IMDB Sayfası
RC Deportivo de La Coruña
Real Club Deportivo de La Coruña bilinen ismiyle Deportivo 1906 yılında kurulmuş olan futbol kulübüdür. Maçlarını A Coruña şehrindeki Estadio Municipal de Riazor'nda oynar. Deportivo'nun lakabı "El Turco"'dur. Galiçya Bölgesinde bulunan Güneydeki komşu kent Vigo'nun takımı Celta Vigo ile ezeli rekabet halindedir. Bu derbinin adı Galiçya Derbisi olarak adlandırılmaktadır. Celtalıların hakaret amaçlı taktıkları "El Turco" ismi Deportivolu taraftarlarca kabul görmüş ve "Evet, Türk gibi güçlüyüz!" şeklinde cevap bulmuştur. Evleri Estadio Riazor'da oynadıkları maçlarda dev boyutlarda Türk bayrakları açılır. Celta Vigo ve Avrupa Kupalarında Yunanistan takımlarıyla oynadıkları maçlardaki bu tip görüntüler sık sık yaşanır. Aynı şekilde Deportivolular da Celta Vigo taraftarlarını "Portekiz hayranı" olmakla itham ederler. İspanya Ligi La Liga'yı teknik direktör İrureta yönetiminde 2000 yılında kazanmayı başaran Deportivo 2003-04 sezonunda UEFA Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde Milan'ı 4-1'in rövanşında kendi evinde 4-0 yenerek tüm dikkatleri üzerinde toplamıştır. Ancak, kupayı kazanacak olan Porto'ya yarı finalde elenmekten kurtulamamıştır. 2000-01 sezonunda da Şampiyonlar Ligi çeyrek finali oynamışlar, İngiliz Leeds United takımına elenmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu'nun önemli denizcilerinden Barbaros Hayrettin Paşa büyük donanmasıyla İspanya'ya hücum etmişti. Galiçya Bölgesinin gençleri de, Barbaros'a çeşitli konularda yardım ederek, Vigo kentinin büyük tepkisini çekti. Vigo halkı, Galiçya'nın, Barbaros'a verdiği destek nedeniyle, A Coruña'da yaşayanlara, "Türkler" demeye başladı. A Coruña halkı da, Celta Vigo'lulara, Portekizlilere yakınlıkları sebebiyle, "Hain" yakıştırması yaptı. İki komşu şehir arasında yaklaşık 500 yıldır süren gerilim günümüzde yerini futboldaki rekabete bıraktı ve Deportivo La Coruña taraftarı günümüzde halen statları Estadio Riazor'u dev Türk bayrakları ile süslerken genellikle Celta Vigo ve Yunanistan takımları ile oynadıkları maçlarda İstiklal Marşı'nı da okumaya devam ediyor.
İspanya futbolunda |
yaygın olan alt yapı takımları A takımlarından farklı liglerde mücadele etmektedirler. Deportivo La Coruña'nın alt yapı takımı Deportivo La Coruña B ise uzun yıllar Segunda División ve Tercera División da mücadele etmiştir. Deportivo La Coruña B takımının tarihine bakıldığında, 1914 yılında Fabril Sociedad Deportiva adı ile kuruldu. 1964 yılında Fabril resmi olarak Deportivo La Coruña'nın yedek takımı oldu ve ismi de Fabril Deportivo olarak değiştirildi. Ancak 1994 yılında günümüzdeki ismi olan Deportivo La Coruña B ismini kazandı ve liglerdeki mücadelesine bu ismi ile devam etmektedir. Takım günümüzde hala Tercera División liginde mücadele etmektedir.
Copa del Rey
Copa del Rey, İspanya'da her yıl düzenlenen ve eleme üsulu oynanan maçlar sonunda kupayı kazanın belirlendiği futbol turnuvasıdır.
Kupanın tam ismi "Copa de S.M. El Rey Don Juan Carlos I" "(Majesteleri Kral I. Don Juan Carlos Kupası)' "dır. 1902 yılında düzenlenmeye başlayan kupanın ilk ismi "Copa del Ayuntamiento de Madrid" "(Madrid Belediye Kupası)"'dır. Daha sonra 1905 ile 1932 yılları arasında "Copa de S.M. El Rey Alfonso XIII" "(Majesteleri Kral XIII. Alfonso)" kupası olarak anıldı. 1931 ile 1939 yılları arasında İspanya'nın geçirdiği İkinci Cumhuriyet dönemi boyunca kupa ismi "Copa del Presidente de la República" "(Cumhurbaşkanlığı Kupası)" olarak değiştirilmiştir. Daha sonra İspanya diktatör Franco dönemi geçirdi ve bu sefer kupanın adı "Copa del Generalísimo" "(General Kupası)" olarak değiştirildi.
Triangulum (takımyıldız)
Triangulum ya da Üçgen takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Ayrıca, 1. yüzyıl gökbilimcisi Batlamyus'un 48 takımyıldızdan oluşan listesinde de yer alır. Kuzey gökkürededir ve küçük bir alan kaplar. "Triangulum" adı Latince'de "üçgen" anlamına gelir. Bu takımyıldız güney gökküredeki Triangulum Australe ile karıştırılmamalıdır. Takımyıldız, üçüncü ve dördüncü kadirden olan üç en parlak yıldızının ikizkenar üçgene yakın, uzun ve dar bir üçgen oluşturması sebebiyle bu ismi almıştır.
Üçgen takımyıldızında birinci kadirden hiç yıldız yoktur. En parlak yıldızı, 3 kadir parlaklığında bir beyaz dev olan β Trianguli ve onun sönük ve yakın çiftidir. En parlak ikinci yıldızı ise, 3.41 kadir parlaklığında sarı-mavi devaltı bir yıldız olan α Trianguli ve onun sönük ve yakın çiftidir. Bu yıldız ayrıca "Caput Trianguli" olarak da bilinir ve üçgenin tepe noktasını oluşturur. 6 Trianguli (daha eski kaynaklarda "ι" olarak bilinir) "farkedilebilir renk karşıtlığıyla çekici bir çift yıldız"dır, orta büyüklükte bir teleskopla büyük sarı yıldız ve donuk mavi yıldız ayırt edilebilir. Her iki bileşen de ayrı ayrı yakın çiftlerdir.
Üçgen, Üçgen gökadasının (M33) bulunduğu takımyıldızdır. Bu gökada Yerel Kümenin 2.9 milyon ışık yılı mesafedeki uzak bir üyesidir ve karanlık bir gökyüzünde çıplak gözle görülmesine yeten 5.8 kadir parlaklığındadır. Ancak ne var ki, düşük yüzey parlaklığı sebebiyle ışık kirliliği olan göklerde, küçük bir teleskop veya dürbünle bulunması dahi zor hatta kimi zaman imkânsızdır.
Bu takımyıldız bölgesinde M33'e ek olarak, hepsi 11. kadirden daha sönük birkaç NGC gökadası da bulunmaktadır. Bunların en büyükleri arasında 10 yay dakikası uzunluğunda ve 12 kadir parlaklığında olan NGC 925 sarmal gökadası ve 5 yay dakikası uzunluğunda ve 11.6 kadir parlaklığında olan NGC 672 çubuklu sarmal gökadası sayılabilir.
Babil yıldız katalogunda Üçgen ve γ And APIN (𒀯𒀳) "Büyükayı" olarak bilinen takımyıldızı oluşturur. MÖ 1000 yılı dolaylarında derlenmiş, kabul edilmiş yıldız listelerini içeren tablet çiftinde (MUL.APIN olarak bilinir) geçen ilk takımyıldız olmasıyla dikkat çekicidir. "Büyükayı", "Enlil'in yolu"nun (Güneş'in gökyüzünde en kuzeydeki konumu, yaz gündönümünden 45 gün öncesi ve sonrasına denk gelir) ilk takımyıldızıdır.
Takımyıldızın daha önceki adı "Sicilia" ("Sicilya") olduğu söylenir. Bu iddianın temelinde, Sicilya'nın koruyucu tanrıçası Ceres'in Jüpiter'e, adaların cennette (gökyüzünde) yer alması için yalvardığı söylencesi vardır.
Roman Kosecki
Roman Kosecki (d. 28 Şubat 1966, Piaseczno), forvet mevkiinde forma giymiş Polonyalı eski futbolcu ve siyasetçi.
Roman Kosecki, futbolcu Jakub Kosecki’nin de babasıdır.
Kosecki futbolculuk kariyeri boyunca Gwardia Warszawa, Legia Warszawa, Galatasaray, Osasuna, Atlético de Madrid, Nantes, Montpellier ve ABD'de Chicago Fire takımlarında oynadı.
69 kez Polonya millî takım forması giymiş bu maçlarda 19 gol atmıştır..
2005 yılında Polonyalı Milliyetçi Hareket Partisinden siyasete atılmıştır.
Beyin ve sinir cerrahisi
Beyin ve sinir cerrahisi, nörocerrahi ya da nöroşirürji merkezi ve periferik sinir sistemi bozukluklarının mekanik müdahale yoluyla tedavisini yapan bir cerrahi uzmanlık dalıdır. Bu dalda uzmanlık alan tıp doktorlarına nörocerrah ya da nöroşirürjiyen denmektedir. Bu uzmanlık eğitiminin sonrasında daha üst ihtisas dalları olarak spinal, fonksiyonel, tümör, vasküler, pediatrik nöroşirürji gibi dalları da vardır.
Gerek branşın eğitiminin ve gerekse pratik uygulamalarının zorluğu nedeni ile nörocerrahların sayısı çok fazla değildir. Tıbbın en çok dikkat ve tecrübe gerektiren dallarından biridir. Birçok ameliyatı yaklaşık 5-14 saat sürer. Bu nedenlerle çoğu ülkede bu dalın uzmanları en çok ücret alan hekimlerdir.
Triangulum Australe (takımyıldız)
Triangulum Australe ya da Güney Üçgeni takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Güney gökkürededir ve 18. yüzyılda oluşturulmuştur. "Triangulum Australe" Latince'de "güney üçgeni" anlamına gelir, böylece kuzey gökküredeki Üçgen takımyıldızından ayrılır. Takımyıldız, ikinci ve üçüncü kadirden olan üç en parlak yıldızının neredeyse düzgün bir eşkenar üçgen oluşturması sebebiyle bu ismi almıştır.
Bu takımyıldız ilk olarak 1589'da Petrus Plancius tarafından oluşturulmuş ve Jacob Floris van Langren'in Amsterdam'da yayınladığı 32.5 santimetre çaplı gök küresinde tanıtılmıştır. Plancius ve Jodocus Hondius'un Amsterdam'da yayınladığı 35 santimetre çapındaki gök küresindeki şekli ve yerini günümüze dek korumuştur. Bir gök atlasındaki ilk tasviri ise Johann Bayer'in 1603 tarihli "Uranometria"sında yer almıştır.
Dikkat çekici nesneleri arasında, parlaklıkları 7 kadir ve 9 kadir aralığında değişen 30 yıldızdan oluşan NGC 6025 açık kümesi vardır.
Tucana (takımyıldız)
Tucana ya da Tukan takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Güney gökkürededir ve 18. yüzyılda oluşturulmuştur. "Tucana" bir Güney Amerika kuşu olan "tukan"ın Latincesidir.
Bu takımyıldız Petrus Plancius'un, Pieter Dirkszoon Keyser ve Frederick de Houtman gözlemlerinden yola çıkarak yarattığı on iki takımyıldızdan biridir ve ilk olarak 1957'de (ya da 1958'de) Plancius ve Jodocus Hondius'un Amsterdam'da yayınladığı 35 santimetre çapındaki gök küresinde yer almıştır. Bir gök atlasındaki ilk tasviri ise Johann Bayer'in 1603 tarihli "Uranometria"sında yer almıştır.
Beta Tucanae aslında, en azından zayıf bir şekilde, bir sisteme bağlanmış altı yıldızdan oluşan bir gruptur. Bunladan en parlak iki tanesi Beta-1 Tucanae ve Beta-2 Tucanae 27 yay saniyesi kadar ayrıktır ve parlaklıkları 4 ve 5 kadir arasındadır. Bunlara (muhtemelen) üçüncü bir yıldız, 9 yay dakikası kadar ayrık olan Beta-3 Tucanae eşlik eder.
Kappa Tucanae iki çift yıldızdan oluşan dört yıldızlı bir gruptur.
Lambda Tucanae bir görsel çifttir - bu, bizim bulunduğumuz noktadan bakınca birbirine çok yakın görünen fakat aslında uzayda birbirinden tamamen kopuk ve uzak iki yıldızı tanımlar. Bu iki yıldız Lambda 1 and Lambda 2 olarak bilinir. Lambda 1 tek başına, iki bileşenli bir çift yıldızdır.
Tukan takımyıldızının güney ucunda Küçük Macellan Bulutu bulunur. Ayrıca 47 Tucanae (NGC 104) küresel kümesi ve 1990 yılında keşfedilen Tukan Cücesi gökadası da bu takımyıldızın sınırları içindedir.
Tulumbacılar
Tulumbacılar, Osmanlı Devleti'nde Yeniçeri Ocağı'na bağlı olarak "Dergâh-ı Âli Tulumbacı Ocağı" adıyla 1720 yılında kurulan itfaiye teşkilatıdır. Yeniçeri Ocağı'nın 1826'da kaldırılmasıyla bu ocak da lağvedildi. 1827 yılında yarı askerî bir İtfaiye Teşkilatı kuruldu.
Ursa Major (takımyıldız)
Büyük Ayı takımyıldızı (Lat. Ursa Maior), modern 88 takımyıldızdan biridir. Kuzey yarım küreden tüm yıl boyunca görülebilir. Callisto efsanesiyle ilişkilendirilir.
Ayının arka ayakları ve kuyruğunda bulunan yedi parlak yıldız, tanınmış Büyük Kepçe şeklini oluşturur. Britanya'da bu şekil saban veya pulluk (İng. "plough") olarak adlandırılır. Büyük kepçe'nin Dubhe ve Alkaid hariç diğer yıldızları Yay takımyıldızı bölgesinde kalan bir noktanın çevresinde özdevim hareketi yapmaktadırlar. Bu tarz bir hareket gösteren diğer başka yıldızlar da belirlenmiştir.
Büyük kepçeye ek olarak, kökenini Arap kültüründen alan bir başka yapı daha vardır – üç grup yıldızdan oluşan ""ceylanın sıçramaları"":
Bu yıldızlar takımyıldızın güneybatı sınırında, yani ayının ayak parmaklarında bulunurlar.
W Ursae Majoris parlaklığı 7.75m ve 8.48m arasında değişen bir çift yıldızdır. Temaslı çiftler türündeki çift yıldızların prototipini oluşturur.
47 Ursae Majoris Jüpiter kütlesinin 2,54 ve 0,76 katı kütlelere sahip belirlenmiş iki gezegene sahip bir gezegen sistemine sahiptir.
Büyük Ayı takımyıldızı bölgesinde pek çok parlak gökada bulunmaktadır. Ayının başının üzerindeki M81 ve M82 ikilisi, η Ursae Majoris'in kuzeybatısındaki bir sarmal gökada olan M101, yine Messier kataloğunda bulunan M108 ve M109 bunlardan bazılarıdır. Takımyıldız bölgesinde amatör astronomların teleskoplarıyla gözlemleyebilecekleri, çoğu 10. kadirden daha sönük 50 kadar gökada bulunmaktadır. Parlak bir gezegenimsi bulutsu olan M97, fotoğraflardaki görüntüsünden ötürü "Baykuş Bulutsusu" olarak da bilinir, büyük kepçenin çanağının hemen altında bulunur. Bir yıldız çifti olan Messier 40 da – her ne kadar derin uzay nesnesi olmasa da – Messier'in kataloğuna eklemiş olduğu bir cisim olduğu için dikkate değerdir.
Hubble Deep Field δ UMa yıldızının kuzeydoğusunda bulunur.
Ursa Major Batlamyus tarafından |
listelenmiş 48 takımyıldızdan biridir. En çok tanınan takımyıldızlardan biridir. Homeros, Spenser, Shakespeare, Tennyson ve Bertrand Cantat gibi pek çok şairin şiirlerinde Büyük Ayı'nın adı geçer.
Ursa Major takımyıldızı pek çok uygarlık tarafından bir ayı olarak tanımlanmıştır. Yanıbaşındaki Küçük Ayı takımyıldızıyla birlikte Callisto efsanesinin kökenini oluşturur.
Ursa Major ismi Callisto'dan gelmektedir. Arkadya Kralı Lycaon'un kızı olan Callisto avcılığa düşkündür. Av tanrıçası Artemis, Callisto'yu ilk gençlik çağlarından itibaren görevlileri arasına alır.
Artemis, Apollon'un kızkardeşidir. Çocukların doğumlarını, bebeklerin korunmasını ve beslenmesini gözeten tanrıçadır. Tanrıçalar dünyasının rahibesidir. Genç Nymph'leri yetiştirirdi. Başı örtülü, yani gelin anlamına gelen Nymph'ler, kırlarda, sularda, ormanlarda yaşayan tanrısal varlıkların dişi olanlarına verilen isimdir. Eski Yunan inanışına göre bütün dünya Nymph'lerle doludur. Nymph'ler Artemis'le birlikte avlanırlar, şarap tanrısı Dionysos'la eğlencelere katılırlar. Güneş ve güzel sanatlar tanrısı Apollon ile tanrıların habercisi Hermes'e refakat ederlerdi. Artemis yanına kabul ettiği genç kızlardan sadakat yemini yapmalarını isterdi. Bu yeminle genç kızlar, Dünya nimetlerinden uzak duracaklarına söz verirlerdi. Callisto'da bu kızlardan biridir ve bir süre sonra Artemis'in en gözde görevlisi olmuştur.
Zeus bir gün Callisto'yu ormanda uyurken görür ve ona aşık olur. Zeus, Artemis'in kılığına girerek Callisto'nun yanına gider. Callisto, baş tanrıyı Artemis sandığından ondan çekinmez ve iyi karşılar. Bu birlikteliğin sonucunda Callisto hamile kalır ve Arcas adında bir oğlan çocuğu Dünya'ya getirir. Bunu fark eden Artemis, sözünü tutmayan Callisto'yu bir ayıya çevirir. Callisto, artık avcıların peşinden koştuğu bir avdır.
Uzun yıllar sonra Callisto, ormanda oğlu Arcas ile karşılaşır. Annesini tanımayan Arcas, bu avı kaçırmak istemez ve onu vurmaya karar verir. Tam bu sırada Zeus, araya girer ve Arcas'ı yutan, Callisto'yu ise cennete uçuran bir hortum gönderir. Callisto, gökyüzünde Büyük Ayı olarak belirir, Arcas da Küçük Ayı olarak gökyüzündeki yerini alır.
Başka bir öykü ise şöyledir : Zeus'un annesi Rhea, babası ise Kronos'tur. Bir kehanete göre Kronos'un oğullarından biri onu tahttan indirecektir. Bu durumdan hiç hoşnut olmayan Kronos, çareyi her doğan çocuğunu yok etmekte bulur. Doğar doğmaz çocuklarını yutmaktadır. Kronos, Zeus doğana kadar pek çok çocuğundan bu şekilde kurtulmuştur. Ancak Zeus, annesi sayesinde hayatta kalabilmiştir. Zeus doğduğunda annesi Rhea, onun kundak bezinin içine bir taş koyar ve Kronos da bir çocuğunu daha yok ettiğini sanarak taşı yutar. Rhea, bebeği Girit Adası'na kaçırır. Burada Dikte Mağarası'nda birer su perisi olan İda ile Adrasteia, Zeus'a bakıcılık yapar. Mağara, Giritli askerler tarafından korunur. Yıllar sonra Zeus büyüdüğünde babası Kronos'a karşı galip gelir ve ondan yuttuğu bütün çocuklarını tekrar kusmasını ister. Bu çocukların hepsi ileride genç tanrıların liderleri olup evrenin yönetimini Titanlar'ın elinden alırlar.
Mitolojide İda Küçük Ayı, Adrasteia ise Büyük Ayı olarak geçer. Ancak, bu su perilerinin nasıl ayıya dönüştükleri bilnmemektedir.
Sütçü İmam Ali
Sütçü İmam, (asıl adı İmam ,süt satarak geçimini sağladığı için "Sütçü" lakabı verilmiştir) (d. 1871, Kahramanmaraş – ö. 25 Kasım 1922). Maraş kurtuluş mücadelesini başlatan sütçü ve imam.
31 Ekim 1919 günü hamamdan çıkan 3 Türk kadına Fransız-Ermeni lejyonerleri "Burası artık Türk memleketi değildir. Fransız müstemlekesinde peçe ile gezilmez!" diyerek kadınların peçelerini zorla açmak istemişlerdir. Olaya ilk müdahale eden Çakmakçı Sait; "Gâvur oğulları! Dokunmayın bacılarıma!" diyerek Fransız-Ermeni Lejyonerlerinin üzerine yürür. Üzerinde silahı olmayan Çakmakçı Sait , silahlarıyla karşılık veren işgalciler tarafından yaralanır ve daha sonra ölür. Bu olayı şahit olan Sütçü İmam silahıyla ateş açar ve bir Fransız-Ermeni Lejyoner askerini öldürür, bir diğerini de yaralar.
1 Kasım 1919 tarihinde, ölen Ermeni için büyük bir cenaze töreni düzenlenir. Ermeniler ve Fransız askerleri Sütçü İmam'ı aramaya başlayınca Sütçü İmam bir atla Ağabeyli köyüne gider. Ermenilerin ve Fransızların bütün çabalarına rağmen "Sütçü İmam" bulunamaz. 31 Ekim 1919'da Kahramanmaraş'ta düşmana ilk kurşunu atan Sütçü İmam, Kahramanmaraş'taki Kurtuluş hareketini başlatmıştır.
Sütçü İmam, Bertiz bölgesinde Yüzbaşı Muharrem Beyazıt komutasındaki birliğin hazırlıklarına katılır. Olaydan sonra Sütçü İmam ev ev aranır. Ancak hiç kimse nerede olduğu bilgisini vermez. Hatta dayısının oğlu olan Kireççioğlu Kadir'e yerini öğrenmek için işkence yapıyor, burnu ve kulakları kesilerek şehit edilir. Bir tabutun içine koyularak, vatandaşa gözdağı olsun diye hükümet meydanında vatandaşlara teşhir edilir.
Maraş'ın kurtuluşundan sonra belediyede odacılık görevi, ardından da bir kalede topçuluk görevini verilir. Son Osmanlı Padişahının tahta çıkışı sırasında 101 pare top atışı yapılırken top aracı çok ısındığı için 21. ya da 22. top atışı sırasında ateş alır ve toptan bir parça alnına saplanır. Hemen hastaneye kaldırılan Sütçü İmam 2 gün yaşadıktan sonra vefat eder.
Kalaripayat
Kalarippayatt, geleneksel Hint dövüş sanatı.
Hint kutsal metinlerinden Yacurveda ile ilişkili olan Upavedalardan biri de savaş sanatı bilimi olan Dhanurvedadır. Rigveda 6.75.2'de Dhanav Vidya, tüm silahların sembolleri olan yay ve oklarla ilgili olarak anılmaktadır. Bu silahlar sadece tüm diğer barışçıl ve faziletli metotlar işe yaramadığında ve kötü kişiler Vedik bilginin yayılmasına engel olduklarında varnashrama sisteminin takipçilerini savunmakta kullanılmaktadır.
Dhanurveda'nın yani savaş sanatının Tanrı Vişnu tarafından Vishvamitra ve Bhrigu adlı azizlere vahyedildiğine inanılır. Vedik zamanlardaki diğer ünlü Dhanurveda hocaları Parashurama ve Drona'dır. Her ikisinin de adı Mahābhārata destanındaki savaş öykülerinde geçmektedir. Dhanurveda, Hint silahsız dövüş sanatı Vacramuşti'nin de kökeni kabul edilir. Vedik savaş sanatının Thang-ta (Doğu Hindistan Manipur'da), Kalarippayatt veya Kalarippayatt (Güney Hindistan, Kerala'da) gibi antik versiyonları Dhanurveda'dan türemiştir.
Vadakken kalarippayatt'ın kurucusu Parashurama ve savaşçılarının sırlarını en aristokratik brahmanlardan dördüne öğrettiğine inanılır. Bu kişiler de başkalarına sistemi öğretmiş ve aralarından seçtikleri 21 usta savaşçı ülkeyi korumak ve barışı sürdürmek için 21 kalari kurmuştur.
Kung fu'yu Çin'e getiren Budist rahip Bodhidharma'nın da Güney Hindistan'da Tamil Nadu'dan bir prens olduğu ve Budist rahip olduktan sonra Kalari'yi değiştirerek Çin'e öğrettiğine inanılmaktadır. Daha sonra Kalari yerli savaş sanatlarıyla karışmış ve Çin'de günümüzün kung fu'suna Japonya'da karateye dönüşmüştür.
13. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar kalarippayattın altın çağıdır. 1793'te İngiliz Doğu Hindistan Şirketi (East India Company) bu sanatı yasaklamış ve neredeyse unutulmaya yüz tutmuştur. Yine de az sayıda insan tarafından gizlice uygulanmaya devam etmiş ve ustalar sanatlarını günümüze kadar canlı tutabilmeyi başararak yeni nesillere aktarmaya devam etmişlerdir.
Thang-ta'da genellikle kılıçlar, kalkanlar, palalar ve bazen de çıplak el kullanılır. Kalarippayatt ise "kalari" (dövüş meydanı, daha sonra "dojo" benzeri oval arena) ve "payat" (savaş sanatı, alıştırma) kelimelerinden oluşmuştur. Klasik kaynaklarda (Dhanurveda, Agni Purana, Natyashastra, Hasthangastham ve Sakraniti) bu sanatın ilk gurusu veya üstadının Parashurama olduğu ifade edilir. Farklı stilleri olmasına rağmen genellikle iki ana şekilde sınıflandırılır. "Güney-Keralan Thekkan" ve "Kuzey-Keralan Vadakken" veya "Vattakkan".
Vadakken kalarippayatt Parashurama tarafından başlatılmıştır. "Thekkan kalarippayatt" aziz Agastya tarafından başlatılan kendini savunma sanatından oluşmaktadır. "Thekkan kalarippayatt" fiziksel egzersizlere, silahsız karşılaşmaya ve silah becerisinden çok hayati noktalara vuruş bilgisine daha fazla önem vermektedir.
Kalari'nin amacı sadece kendini savunma ve saldırı değil aynı zamanda fiziksel egzersiz yoluyla zihin gücünü de artırmaktır. Bu, hayatın güçlükleri karşısında kişinin beden ve zihin disiplinleriyle ayakta kalabilmesini sağlar.
Kalarippayatt fiziksel, zihinsel ve spiritüel pratiklerin karışımıdır. Alıştırmalar sıkı ritüeller ve kurallarla yapılır. Usta (Gurukkal) talebelerine fiziksel olduğu kadar moral eğitim de verir ve onlara yaşadıkları sürece karşı karşıya kalacakları her duruma hazırlıklı olmayı öğretir. Bilgi, herkese değil, sadece bilgiyi yanlış kullanmayacaklarına dair söz veren, disiplinli hayatı olan kişilere öğretilir.
Kalari üç düzeyde işler:
Öğretim, denge ve konsantrasyonu geliştirmek için ritüel gerinme ve esneme egzersizlerini içerir. Kalarippayatt savaşçıları eğitimlerinde silahsız tekme ve yumruklardan sopa, kılıç ve mızrak kullanmaya doğru sanatlarını geliştirirler ve "marmalar"ı (insan bedeninde darbe aldığında ölüme yol açabilen 107 hayati nokta) çalışırlar. Pratik ve eğitim yeri "Kalari" olarak adlandırılır. Kalari, okul, spor salonu ve tapınak unsurlarını taşır. Talebenin her gün uygulanan sembolik ritüel serileriyle karakterinin eğitilmesi hedeflenir.
Arteriyoskleroz
Damar sertleşmesi olarak bilinen arteriyoskleroz, atardamar (arter) duvarlarının kalınlaşıp esneklerini kaybettikleri birkaç hastalığın genel adıdır.
Bunlar:
Barrow, Alaska
Barrow (İnyupikçe Utqiaġvik ya da Ukpiaġvik), Amerika Birleşik Devletleri'nde Alaska eyaletinin North Slope Borough ilçesine bağlı şehir. 2007 sayımına göre nüfusu 3.982 kişidir.
Coğrafi koordinatları: 71° 17′ 38" N, 156° 45′45" W olup ABD'nin en kuzeydeki yerleşim birimi ve nüfusu 2.000 kişiden fazla olan Dünya'nın "en kuzeydeki" şehridir.
İnyupikçe yerli adı Utqiaġvik ya da Ukpiaġvik olup "kar baykuşunun avlanma yeri" anlamındadır. Köken olarak kar baykuşunun ("Bubo scandiacus") adından (ukpik) gelir.
Bugünkü resmi İngilizce adı ise Britanya amirali Sir John Barr |
ow'un adına ithafen 1825 yılında verilen Point Barrow adlı yerden alır.
2000 nüfus sayımına göre şehir 1.399 hane ve 976 aile olmak üzere nüfusu 4.683 kişidir. Beyaz % 21.83, Siyah % 1.00, Amerikan Yerlisi % 57.19, Asyalı % 9.41, Pasifik adalı % 1.35, diğer % =.70 ve iki ya da çok ırklı olanlar da % 8.51 dir. Latin kökenlilerin oranı ise % 3.34 dür.
Kasabanın ana yerli halkı İnyupiklerdir.
Ukpiaġvik İnyupiklerinin, 1971 Alaska Yerli Talepleri Çözümleme Yasası (ANCSA) gereği kurulan Alaska Yerli Bölge Şirketlerinden "Arctic Slope Regional Corporation" yerli bölge şirketine bağlı Ukpeaġvik Iñupiat Corporation adlı yerli şirketi vardır. Yerüstü kaynakları köy şirketine, yeraltı kaynakları ise bölge şirketine aittir.
North Slope Okul Bölgesine ("North Slope School District") bağlı olan "Barrow High School" adlı okul tarafından İngilizce ve İnyupikçe ikidilli eğitim verilmektedir.
Sonny Anderson
Sonny Anderson da Silva (d. 19 Eylül 1970, Goiatuba), Brezilyalı eski millî futboldur.
Kariyeri boyunca Barcelona, Marsilya, Villarreal, ve Lyon gibi takımlarda oynamıştır. 2004 yılı sonrası Katar Ligi'nde forma giydekten sonra futbolu bırakmıştır.
Point Barrow
Point Barrow, Alaska'nın kuzey sahilinde NASA'ya ait bir roket fırlatma noktası. 71°02' kuzey enlemi ve 156°47' batı meridyeni koordinatlarında bulunur. Burada 1965 den 1972 ye kadar "Nike Cajun" ve "Nike Apache" tipi yükseklik araştırma roketleri kullanılmıştır.
John Barrow
John Barrow (d. 19 Haziran 1764 Dragley Beck, Ulverston, Cumbria - ö. 23 Kasım 1848) bir Britanyalı devlet memuru ve tarihçi.
Amiralliğin ikinci sekreteri olarak, Napolyon'a karşı elde edilen zaferden sonra işsiz kalan deniz subaylarına meşguliyet bulmak için 19. yüzyılın ilk yarısı boyunca, Afrika 'dan Kuzey Denizi'ne kadar Dünya'nın çeşitli bölgelerine çok sayıda başarısız keşif gezileri organize etmiştir.
ABD'nin Alaska eyaletindeki Barrow kenti, ismini John Barrow'dan almıştır.
Hartum
Hartum, Sudan'ın başkenti ve en büyük ikinci şehridir. Şehir, Beyaz Nil ile Mavi Nil'in birleştiği yerde kuruludur.
Hartum şehrinin güneydoğusunda, Mavi Nil'in kıyısında Alve Devleti'nin başşehri Sûbâ bulunmaktaydı. Günümüz şehri 1821 yılında Kavalalı İbrahim Paşa tarafından kuruldu. 1824 idare merkezi haline getirildi. İlk zamanlarda Mısır ordusu için bir karakol görev yapan yerleşim zamanla bölgesel ticaret merkezi haline geldi. Nil üzerinde kurulu limanı, köle ve ticaret kervanları güzergahında konaklama merkezi olması nedeniyle gelişimini sürdürdü. Mısır Hidivliği döneminde yerleşim yabancı idareciler tarafından yönetilmeye başladı. Sudan eyaletinde 1881 yılında Mehdi'nin başlattığı isyan büyümüş ve Sudan eyaletinin İngiliz genel valisi Charles George Gordon'un bulunduğu Hartum şehri 13 Mart 1884 yılında kuşatılmıştır. uzun bir kuşatmadan sonra 26 Ocak 1885'de Mehdi tarafından ele geçirilmiştir. Bir süre Mehdi'nin denetiminde kalan yerleşim 1898 yılında İngiliz güçlerinde ele geçirildi. Bundan sonra İngiliz sömürgesi olarak eyaletin merkezi şehri olma özelliği koruyan yerleşim, 1 Ocak 1956'da Sudan'ın bağımsızlığını ilan etmesiyle yeni kurulan bu devletin başkenti oldu.
İsmi Nil Nehri'nin fil hortumunu andıran şeklinden Arapça Al-kartoūm( الخرطوم )'dan gelmektedir.
Edmundo
Edmundo Alves de Souza Neto (d. 2 Nisan 1971 - Rio De Janeiro, Brezilya), santrafor pozisyonunda görev yapan Brezilyalı futbolcudur.
Brezilya'nın en önemli kulüplerinden olan Vasco Da Gama'nın son dönemlerdeki en başarılı futbolcularından biridir. 1998 FIFA Dünya Kupası'nda Brezilya millî futbol takımında görev yapan Edmundo, millî forma ile 35 maça çıkmış ve 11 gol atmıştır.
Vasco Da Gama dışında Palmeiras, Flamengo, Corinthians, Santos, Cruzeiro ve Fluminense gibi tüm önemli takımlarında forma giymiştir. Son olarak 2005 yılından itibaren Figueirense forması giymeye başlamıştır. İtalya Ligi Serie A'da ACF Fiorentina ve Napoli formaları da giyen Edmundo, 2002-2003 yılları arasında iki yıl boyunca ise Japonya Ligi'nde oynamıştır.
Aragatsotn
Aragatsotn (Ermenice: Արագածոտն), Ermenistan'ın idari bir bölgesidir ""marz"". Ülkenin batısında bulunur, merkezi Aştarak'tır. Aragatsotn, Türkçede "Aragats'ın ayağı" anlamına gelir. (Aragats Ermenistan'ın en yüksek dağıdır.)
Bamako
Bamako, nüfusu 1.690.471 olup (2006), Mali'nin en büyük şehri ve başkentidir. Günümüzde en hızlı gelişen Afrika ülkesi olarak tahmin edilir (Dünyada en hızlı gelişen 6.).. Nijer Nehri üzerinde konumlanır ve ülkenin güney ucu parçasındaki Yukarı ve Orta Nijer vadisini bölen şiddetli nehir akıntısının yakınındadır. Bamako, Koulikoro yakınında yer alan nehir limanı ile ulusun yönetim merkezi ve büyük bir ticari bölge ve konferans mekezidir. Bamako, Lagos, Abidjan, Kano, Ibadan, Dakar ve Accra'dan sonra Batı Afrika'nın 7. en büyük şehre ait merkezidir. Üretimleri tekstil, İşlenmiş et ve metal mallardır. Nijer Nehri'nde ticari balıkçılık vardır. Bamako . konumunda yer alır. "Bamako" ismi Bambara kelimesinden gelir anlamı "crocodile river" (Timsah Nehri)dir.
Şehir alanına yerleşim paleolitik zamanında başlar, fakat Bamako'nun kuruluşu onyedinci yüzyılda vuku bulmaktadır. Şehir pazar yeri olan kasaba olması bakımından önemliydi. 1883 yılında bölge Fransız orduları tarafından işgal edildi ve 1908 yılında Bamako Fransız Sudanı'nın başşehri oldu. Buranın nüfusu hızlı bir şekilde büyüdü ve 1960 yılında Bamako'nun nüfusu yaklaşık olarak 160.000 kişiye ulaştı.
Kampala
Kampala, Afrika ülkesi Uganda'nın aynı zamanda başkenti konumunda da olan bir şehridir. Ülkenin Merkez bölgesi içerisinde yer alan şehir, aynı zamanda Uganda'nın en büyük şehri konumundadır.
Kampala şehrinin isminin o dönem Buganda'da kullanılan dilde bu bölge için kullanılan "Kasozi K'Empala" kelimesinden geldiği, kelimenin de çeviride "antilopların tepesi" anlamı olduğu ifade edilmektedir. Buganda Krallığı döneminde Buganda kralı (Kabanda) için tahsis edilen bu bölgede o dönem birçok antilop çeşidi bulunmaktaydı, kral da bu bölgede ava çıkmaktaydı.
Şehir ilk olarak 1890 yılında Frederick Lugard tarafından Britanya Doğu Afrika Şirketi adına inşa edilmiş, şehrin kuruluş döneminde Kampala'nın merkezinde yer alan "Nakasero Tepesi"'de dönemin Buganda kralına ait olan ve bölgede birçok antilop barındıran bir yer konumundaydı. 1900 ile 1905 yılları arasında Britanya himayesi bölgesi konumunda olan Uganda'nın başkenti olan şehir, 1962 yılında Entebbe yerine tüm Uganda'nın yeni başkenti olarak ilan edilmiştir.
Ülke genelinde son olarak 2014 yılında gerçekleştirilen nüfus sayım sonuçlarına göre başkent Kampala'nın nüfusu 1,516,210 kişi olarak açıklanmıştır.
Uganda'nın Ekvator'a yakınlığı nedeniyle yıl boyu sıcaklık değerleri birbirine yakın gözlemlenmektedir. Ülke genelinde yükseltinin fazla olması nedeniyle bu sıcaklık değerleri fazla yukarıya çıkamamaktadır.
Zehlendorf
Zehlendorf, Berlin'in Zehlendorf-Steglitz ilçesinin bir semtidir. Güney batı Berlin'de bulunur. Yeşil alanlarıyla ve gölleriyle dikkat çeker. Wannsee gölü, Zehlendorf sınırları içerisinde yer alır. Bu göl Berlinliler için bir mesire yeridir. Berlin'in diğer bölümlerine nazaran daha az Türk barındırır. Genellikle gelir düzeyi yüksek insanların yaşadığı bir muhittir.
Banjul
Banjul ("eski adı: Bathurst"), Afrika kıtasında bulunan Gambiya'nın başkentidir. Atlas Okyanusu kıyısında Gambiya Nehri'nin deniz ile birleştiği noktada ada üzerine kurulu olan şehir, 2012 tahmini nüfus verilerine göre merkez nüfusu ile ülkenin en büyük altıncı şehri konumundadır.
Şehir, ülkenin Atlantik Okyanusu kıyısında, Gambiya Nehri ile birleştiği noktada zaman içerisinde oluşan kumluk alan üzerine kurulmuştur. Şehrin kurulu olduğu bölge henüz yerleşimin olmadığı dönemlerde sık ormanlık bir alan olup, yoğun bambu ağaçları bulunmaktaydı. Ülkenin yerel Mande dil ailesine üye dillerinde şehrin anlamı "Bambu adası" anlamına gelmektedir. Şehir bir ada üzerine kurulu olduğu için ve genişleyebileceği noktalarda da bataklıklar bulunduğu için büyütülmesi ve genişletilmesi imkansız bir konumdadır. Şehrin böyle bir konumda olması dolayısıyla, şehrin batı bölümünde ana kara üzerinde bulunan Serekunda şehri yoğun yerleşim sonucu ülkenin en kalabalık şehri durumuna gelmiştir.
Şehir başkent olmasının yanı sıra ülkenin önemli idari bölgelerinden birini Banjul belediyesi olarak Kanifing belediyesi ile oluşturarak Greater Banjul Area bölgesini oluşturmaktadırlar.
Şehir merkezinde 2012 verilerine göre 31.928 kişi yaşarken, şehrin banliyöleri de dahil edildiğinde toplam nüfusu 357.238 kişiye ulaşmaktadır.
Nüfusun çoğunluğunu 1993 yılında gerçekleştirilen resmi sayım sonuçlarına göre Wolof etnik grubu oluşturmaktadır. Wolof etnik grubunu, Mandinka ve Fula etnik grupları izlemektedir. Nüfusu oluşturan etnik gruplar ile ilgili detaylı bilgiler şu şekildedir: %31,1 Wolof, %28,9 Mandinka, %9,8 Fula, %8,1 Serer, %6,4 Diola, %5,9 Aku, %5,1 Serahule, %1,4 Bambara, %1,1 Manjago ve %2,1 diğer etnik gruplar.
Şehir ilk olarak bölgenin İngiliz sömürgesi olduğu dönemlerde kurulmuş olup, adı Bathurst olarak belirlenmiştir. O dönemki İngiliz bölge sömürge görevlisi olarak gören alan Henry Bathurst'un isminin verildiği şehir, önemli bir ticaret ve köle ticaretinin sona erdirilmesi adına askeri merkez konumuna getirilmiştir. Bölgeye günümüzde yıkıntıları 2003 yılından bu yana UNESCO tarafından dünya mirası olarak korunan kaleler ve mevziler yapılarak, köle ticaretinin bölgenin iç kesimlerinden getirilmesi muhtemel kölelerin önünün kesilmesi amaçlanmıştır. 18 Şubat 1965 tarihinde Gambiya'nın bağımsızlığını kazanması neticesinde yeni ülkenin başkenti olarak belirlenmiştir. Şehrin ismi 24 Nisan 1973 yılında "Afrikalılaştırma" politikası nedeniyle Banjul olarak değiştirilmiştir.
Pirlibey, Nazilli
Pirlibey, Aydın'ın Nazilli ilçesine bağlı bir mahalle.
Paramaribo
Paramaribo, Surinam'ın başkentidir.
Atlas Okyanusu'ndan 15 km içeride ve Surinam Nehri kıyısında yer alan şehrin nüfusu 2012 yılındaki nüfus sayımına göre 240.924'tür.
Hollanda sömürge yö |
netimi döneminden kalma tipik mimari ve kanallar korunmuş durumdadır. Bu nedenle şehrin tarihi merkezi 2002 yılından bu yana "Avrupa etkisiyle yerel elementleri birleştirdiği" için UNESCO Dünya Mirası listesindedir. Önemli binalar arasında Fort Zeelandia isimli 16. yüzyıldan kalma müstahkem yapı ve ahşap Sint Petrus ve Paulus Katedrali yer alır.
Şehrin bulduğu noktada ilk olarak Kariplerin "Purmerbo", "Paramaru" veya "Paramurubo" adını verdiği bir yerli köyü yer almaktaydı. İlk Avrupalı yerleşimi 1613 yılında Hollandalı Nicolaes Baliestel ve Dirck Claeszoon van Sanen'in bu köyün yerinde geçici bir ticaret merkezi kurmasıyla başladı. 1643 yılında Barbados'tan gelen Yüzbaşı Marshall isimli bir İngiliz subayının liderlik ettiği bir grup, 1644 yılında Cayenne'den gelen bir Fransız gemisinin bıraktığı altmış kadar yerleşimci Paramaribo'ya yerleşmeye çalıştı. Bu gruplar bir süre tarım yaptıktan sonra hastalıklarla birbirleriyle ve yerlilerle yaşadıkları çatışmalar sonucu hayatlarını kaybettiler. İlk kalıcı yerleşim 1651 yılında Britanyalı Lord Willoughby'nin kurduğu koloniydi. Bu koloni 1667 yılında Breda Antlaşması sonrası Britanya İmparatorluğu tarafından Hollanda'ya bırakıldı.
Paramaribo, Surinam'ın en üst düzey idari birimi olan ilçeler arasında Paramaribo ilçesinde yer alır. İlçe aşağıdaki on iki "ressort"a bölünür:
Alagöz Dağı
Alagöz Dağı (Ermenice "Արագած", "Aragats"), Ermenistan Cumhuriyeti'ndeki en yüksek dağ. Kuzeybatı Ermenistan'da, Aragatsotn idari bölgesinde bulunan ve Erivan'ın 40 kilometre kadar kuzeybatısında yer alan Alagöz, kraterini dört zirvesinin çevrelediği, sönmüş bir stratovolkandır.
Alagöz turistler ve dağcılar için yöredeki görülecek en güzel yerlerden birdir. Yine bu bölgede bulunan Byurakan Rasathanesi, dünyadaki en önemli rasathanelerden biridir.
Alagöz'ün güneyinde yer alan Aştarak, büyük bir Ermeni kenti aynı zamanda Aragatsotn bölgesinin idari merkezidir.
Parçacık hızlandırıcı
Parçacık hızlandırıcı yüklü parçacıkları yüksek hızlara çıkarmak ve demet halinde bir arada tutmak için elektromanyetik alanları kullanan araçların genel adıdır. Büyük hızlandırıcılar parçacık fiziğinde çarpıştırıcılar olarak kullanımıyla bilinirler. (ör; CERN’deki LHC, Brookhaven Ulusal Laboratuvarı’ndaki RHIC, ve Fermilab’daki Tevatron) Diğer tip parçacık hızlandırıcılar, kanser hastalıklarında parçacık tedavisi, yoğun madde fiziği çalışmalarında senkrotron ışık kaynağı olmaları gibi birçok farklı uygulamalarda kullanılırlar. Şu an dünya çapında faal olan 30,000’den fazla hızlandırıcı bulunmaktadır.
İki temel hızlandırıcı tipi bulunmaktadır. Elektrostatik hızlandırıcılar ve zamanla değişen alan hızlandırıcılar. Elektrostatik hızlandırıcılar parçacıkları hızlandırmak için statik elektrik alanlarından yararlanırlar. Bu tipe küçük çapta bir örnek olarak basit bir televizyon alıcısındaki katot ışın tüpü verilebilir. Örnekler Cockcroft-Walton jeneratörü ve Van de Graaff jeneratörü ile de çoğaltılabilir. Bu hızlandırıcılarda, parçacıkların kazanacağı kinetik enerji elektriksel göçme ile sınırlıdır. Diğer bir taraftan, zamanla değişen alan hızlandırıcılar ise parçacıkları hızlandırmak ve bu göçme probleminin üstesinden gelmek için radyofrekans elektromanyetik alanları kullanırlar. İlk kez 1920 yılında geliştirilen bu tip, günümüz hızlandırıcıların konseptini ve büyük ölçekli tesislerin temelini oluşturmaktadır.
İlk işlevsel doğrusal parçacık hızlandırıcısı, betatron ve siklotronu ortaya atıp geliştiren Rolf Wideroe, Gustav Ising, Leo Szilard, Donald Kerst ve Ernest Lawrence bu alanın öncüleri kabul edilirler.
Çarpıştırıcılar atomaltı dünyanın yapısı hakkında bilgi verdiğinden, 20. yüzyılda hızlandırıcılar genel olarak atom çarpıştırıcı olarak adlandırılırdı. İyon tesislerinin bunların dışında kaldığı çoğu hızlandırıcılar aslında atomaltı parçacıkları harekete geçirse de bu terim genel olarak parçacık hızlandırıcı denildiği zaman genel olarak akla gelen isimdir.
Yüksek enerjili parçacık demetleri hem fen bilimlerindeki temel ve uygulamalı araştırmalarda hem de temel araştırmayla ilgisi olmayan birçok teknik ve sinai alanda yarar sağlamaktadır. Dünya çapında yaklaşık 26,000 hızlandırıcının varolduğu tahmin edilmekte. Bunların arasından, %44’ü radyoterapi, %41’i iyon yerleştime, %9’u sınai işlem ve araştırmalarda ve %4’ü biyomedikal ve diğer düşük enerji kullanımı gerektiren araştırmalarda kullanılırken, yalnızca yaklaşık %1’lik bir kısmı 1 milyar elektronvolt’un (GeV) üzerindeki araştırma makinelerini oluşturuyor.Yukarıdaki sütun grafiği, uygulamalarına göre endüstriyel hızlandırıcıların sayısının azalışını gösteriyor. Yukarıdaki sayılar sunum veya piyasa araştırmalarından, yayınlanmış üretim ve satış verilerinin yanı sıra birçok imalatçıdan alınmış verilerin de içinde bulunduğu çeşitli kaynaklardan elde edilmiş olan 2012 yılı istatistiklerine dayanmaktadır.
En yüksek parçacık enerjilerine sahip olan en büyük hızlandırıcılar Brookhaven Ulusal Laboratuvarı’ndaki Relativistik Ağır İyon Çarpıştırıcısı(RHIC) ve 2009 yılının Kasım ayı ortalarında faaliyete geçen CERN’deki Büyük Hadron Çarpıştırıcısı(LHC)dır. BU hızlandırıcılar deneysel parçacık fiziği için kullanılmaktadırlar.
Devimbilim, maddenin yapısı, uzay ve zaman gibi en temel araştırmalarda, fizikçiler mümkün olan en yüksek enerjilerde en basit şekilde bulunan etkileşim tiplerini ararlar. Bu hızlandırıcılar, genel anlamda birçok GeV’in parçacık enerjilerini ve elektron ve pozitron olarak örneklendirilen leptonları ve madde kuarkları veya alan kuantumları için fotonlar ve gluonlar gibi en basit parçacık tiplerini de beraberinde getirir. Kuarklar renk hapsinden dolayı deneysel olarak tek başlarına bulunamadıklarından mevcut olan en basit deneyler öncelikle leptonların birbirleriyle daha sonra kuark ve gluonlardan oluşan nükleonlarla etkileşimleriyle gerçekleşir. Bilim adamları, kuarkların birbirleriyle çarpışmalarını incelemek için nükleonları çarpıştırır. Bu da yüksek enerjide yapıldığı zaman yapısında bulunan kuark ve gluonların iki temel etkileşimi olarak kabul edilebilir. Bu yüzden temel parçacık fizikçileri, genel olarak yüzlerce veya daha fazla GeV’in olduğu mümkün olan en yüksek enerjilerde birbirleriyle veya hidrojen veya ağır hidrojen gibi en basit parçacıklarla etkileşime giren elektron, pozitron, proton ve antiproton demetlerini oluşturan makineleri kullanmayı tercih ediyorlar. Nükleer fizikçiler ve kozmologlar, Büyük Patlamanın ilk anlarında gerçekleşmiş olabileceği gibi çok yüksek sıcaklık ve yoğunluklarda yoğunlaşmış maddenin ve çekirdeklerin özelliklerini, etkileşimlerini ve yapılarını incelemek için çıplak atom çekirdek demetlerini veya atomdan ayrılmış elektronları kullanabilirler. Bu incelemeler sıklıkla çekirdek başına birkaç GeV’in olduğu enerji çokluğunda demir veya altın gibi atomlardan oluşan ağır çekirdeklerin çarpışması şeklinde gerçekleşir.
Fisyon reaktörlerinde üretilen nötron zengini izotoplardan farklı olarak, parçacık hızlandrıcılar tıbbi ve araştırma izotopları üretebilen proton demetleri üretebilirler. Diğer bir taraftan, son çalışmalar, hidrojen izotoplarını hızlandırarak nasıl 99Mo yapılacağını ortaya koydu. Ancak bu yöntemin hala trityum üretebilecek bir reaktöre ihtiyacı var. Los Alamos’taki LANSCE bu tip makinelerin bir örneğidir.
Tek başlarına önem taşımalarına ek olarak, yüksek enerjili elektronların, atomik yapı, kimya, yoğun madde fiziği, biyoloji ve teknoloji çalışmalarında da birçok fayda sağlayan sinkrotron radyasyonu aracılığıyla yüksek enerjili fotonların aşırı parlak ve eş fazlı ışık demetlerini salmaları sağlanabilir. Yakın bir zamanda kehribar içindeki böceklerin 3 boyutlu ayrıntılı görüntüsünü yakalayabilen Fransa’nın Grenoble şehrindeki ESRF buna örnektir. Bu yüzden makul miktarda enerji tüketip (GeV) yüksek yoğunlukta çalışabilen elektron hızlandırıcılara olan talep oldukça fazla.
Parçacık hızlandırıcıların günlük hayatta görebileceğimiz örnekleri televizyon alıcısındaki katot ışın tüpü ve röntgen jeneratörleridir. Bu düşük enerji hızlandırıcıları aralarında birkaç bin voltluk bir doğru akım (DC) voltajıyla yalnızca bir çift elektrot ile çalışır.
Bir röntgen jeneratöründe hedef elektrotlardan biridir. İyon yerleştirici olarak adlandırılan düşük enerjili bir parçacık hızlandırıcı entegre devrelerin üretiminde kullanılır.
Düşük enerjilerde, hızlandırılmış çekirdek demetleri tıpta da kanser tedavileri için parçacık tedavisi adı altında kullanılır.
Düşük enerjilerde parçacıkları nükleer tepkimelere yol açacak yeterli hıza çıkarmaya elverişli demetler, Cockcroft-Walton jeneratörü ve Alternatif Akımı (AC) yüksek voltajlı Doğru Akıma dönüştüren gerilim çoğaltıcıları veya kayışlarla taşınmış olan statik enerjiyi kullanan Van de Graaff jeneratörlerdir.
Tarihsel olarak, ilk hızlandırıcılar yüklü parçacıkları hızlandırmak için tek statik yüksek voltajın basit teknolojisini kullandılar. Diğer tüm çeşitleri sayıca geride bırakan elektrostatik hızlandırıcılar bugün hala son derece popüler iken, 30 MV’lik pratik voltaj limitinden dolayı düşük enerji çalışmaları için daha uygunlar(hızlandırıcı yüksek voltaja müsaade eden sülfür, hexafluorür gibi yüksek yalıtkan güce sahip bir gaza konur). Parçacıkların yükü terminalin içindeyken saklanılabilirse, aynı yüksek voltaj tandem hızlandırıcıda 2 kez kullanılabilir, bu atom çekirdeklerinin; ilk olarak extra elektron eklenmesi veya eksi yüklü anyonik kimyasal bir bileşiğin şekillendirilmesi ve daha sonra ışığın terminali yürüten yüksek voltaj içindeki elektronları soymak için ince bir folyoya koyulup artı yükle yüklenmesi ile mümkündür.
Elektrostatik hızlandırıcılar parçacıkları düz bir hat boyunca hızlandırmasına rağmen, “doğrusal hızlandırıcı terimi” genellikle statik elektrik alanlarını kullanan hızlandırıcılardan ziyade salınımlı elektrik alanlarını kullanan hızlandırıcılarla ilişkilendirilmiştir. Bu yüzden, 2 olgu arasındaki farkı belirginleştirmek adına düz bir hatta hazırlanmış olan pek çok hızlandırıcı “doğrusal” değil “elektrostatik” olarak adlandırılmışt |
ır.
Elektriksel boşalıma maruz bırakılmış yüksek voltaj limitinden dolayı, parçacıkları daha yüksek enerjilere çıkarmak için düşük fakat salınımlı yüksek voltaj kaynaklarını da kapsayan teknikler kullanılır. Elektrotlar parçacıkların hızlandırılırken yörüngelerinin atlamasına sebep olan manyetik alanla yüzleşip yüzleşmediklerine bağlı olarak parçacıkları bir hatta veya çemberde hızlandırmak için de düzenlenebilirler.
Bir doğrusal parçacık hızlandırıcısında(linac), parçacıklar sonunda hedef ilgi alanı içeren düz bir hatta hızlandırılırlar. Genellikle, parçacıklar dairesel hızlandırıcılara enjekte edilmeden önce, parçacıklara düşük enerjili başlangıç dürtmesi sağlarlar. Dünya’daki en uzun doğrusal parçacık hızlandırıcısı 3 km uzunluğundaki Stanford Doğrusal Hızlandırıcısı’dır (SLAC). SLAC bir elektron-pozitron çarpıştırıcısıdır.
Doğrusal yüksek enerji hızlandırıcıları dönüşümlü yüksek enerji alanının uygulandığı anotların çizgisel düzenini kullanır. Parçacıklar bir anota yaklaşırken, anota uygulanan bir zıt kutup yükü tarafından hızlandırılırlar. Anottaki bir deliğin içerisinden geçerlerken, kutuplaşma başlar, böylece; anot onları püskürtür ve sonraki anota doğru hızlandırılmış olurlar. Doğal olarak, parçacık kümelerinin akışı hızlandırılır, bu yüzden dikkatle kontrol edilen bir AC voltajı her bir anota bu süreci her bir küme için sürekli tekrar edilmesi adına uygulanır.
Parçacıklar ışık hızına eriştiği için elektrik alanlarının anahtarlama hızı o kadar yüksek olur ki radyo frekansında çalışırlar ve bu yüzden, mikrodalga boşlukları basit anotlar yerine yüksek enerjili makinalarda kullanılır.
Doğrusal hızlandırıcılar tıpta da radyoterapi ve radyocerrahi için de geniş ölçüde kullanılır. Medikal seviye doğrusal parçacık hızlandırıcıları elektronları bir klistron ve 6-30 MV’lik enerjiye sahip bir ışık üreten bir bükücü bir mıknatıs düzeneği kullanarak hızlandırırlar. Elektronlar direkt kullanılabilirler ya da x-ışınlarından bir ışık üretmek amacıyla çarpıştırılabilirler. Üretilen ışın demetinin güvenilirliği, rahatlığı ve tamlığı daha eski bir tedavi aracı olan Cobalt-60 terapisinin yerini almıştır.
Dairesel hızlandırıcıda, parçacıklar yeterli enerjiye ulaşana kadar dairede dönerler. Parçacıkların rotası temel olarak elektro mıknatıslar kullanılarak daireye dönüştürülür. Dairesel hızlandırıcıların çizgisel hızlandırıcılara avantajı parçacık belirsiz bir şekilde hareket ettiğinden halka topolojisinin sürekli hızlandırmaya olanak sağlamasıdır. Bir başka avantajı ise aynı güçlerdeki dairesel hızlandırının çizgisel hızlandırıcıdan çok daha küçük olmasıdır. (çizgisel bir hızlandırıcı dairesel bir hızlandırıcıyla aynı güce sahip olmak için aşırı derecede uzun olmak zorundadır)
Enerjiye ve hızlandırılan parçacığa bağlı olarak, dairesel hızlandırıcılar senkroton radyasyon salan parçacıklardan dolayı muzdariptirler. Herhangi bir yüklü parçacık hızlandırıldığında parçacıklar senkroton radyasyon ve ikincil yayılım salarlar. Dairenin içinde hareket eden bir parçacık daima dairenin merkezine doğru hızlandığı için, sürekli olarak dairenin tanjantına doğru ışıma yapar. Bu ışıma senkroton ışığı olarak adlandırılır ve önemli ölçüde hızlanan parçacığın hacmine bağlıdır. Bu sebepten dolayı, pek çok yüksek enerji elektron hızlandırıcıları çizgisel parçacık hızlandırıcılarıdır( linac). Ancak, belirli hızlandırıcılar (senkrotronlar) özellikle senkroton ışığı (X-Ray) üretmek için dizayn edilmişlerdir.
Genel olarak dairesel hızlandırıcılar ve parçacık ışınları için önemli bir prensip:partikül yörünge eğimi partikül yüklerinin orantılı ve manyetik alan için değil, aynı (tipik relativistik) ivme ile ters orantılı olmasıdır.
Özel görecelilik kuramı maddenin her zaman boşluktaki ışık hızından daha yavaş hareket ettiğini gerektirdiği için, yüksek enerji hızlandırıcılarda, enerji arttıkça, parçacık hızı limit olarak ışık hızına ulaşır, ancak asla ona erişemez. Bu yüzden, parçacık fizikçileri genelde hız bağlamında değil, parçacığın genellikle elektro voltlarla (eV) ölçülen enerjisi veya momentumu bağlamında düşünürler. Dairesel hızlandırıcılar ve genel olarak parçacık ışımaları için önemli bir prensip parçacık yörüngesinin kavisinin parçacık yüküne ve mıknatıs alanına orantılı olmasıdır, ancak momentuma ters orantılıdır.
En eski işlevsel dairesel hızlandırıcılar 1929’da Ernest O. Lawrence tarafından Berkeley Kaliforniya Üniversitesi’nde icat edilen siklotronlardı. Siklotronlar parçacıkları hızlandırmak için D-oyuğu şeklinde bir çift anota ve yörüngelerini dairesel bir şekilde oluşturmak için geniş bir çiftkutup mıknatısa sahiptirler. C Işık hızından küçük oldukları sürece, siklotron frekansı denilen bir frekansta yörünge oluşturmaları, tekdüze ve hareketli B mıknatıs alanındaki yüklü parçacıkların ayırıcı bir özelliğidir. Bu, ışık sürekli olarak dışa doğru döndüğü için bir siklotronun hızlanan D’sinin güç kaynağını hızlandıran bir radyo frekansı tarafından süregelen bir frekansla kontrol edilebileceği anlamına gelir. Parçacıklar mıknatısın merkezine enjekte edilir ve dış kısmında en güçlü enerjilerinde dışarıya çıkarılırlar.
Siklotronlar parçacıkların daha geniş hale gelmesi sayesinde, göreceli etkilerden dolayı yüksek enerji limitine ulaşırlar, böylece siklotron frekasnları hızlanan RF ile senkronun dışında kalır. Bu yüzden, basit siklotronlar protonları yalnızca 15 milyon elektro volt (15 MeV kabaca C’nin yüzde 10 hızına denk gelir) enerjiye kadar çıkabilir. Bunun sebebi protonların faaliyetteki elektrik alanıyla sürecin dışına çıkmasıdır. Daha fazla hızlandırılırsa, ışıma yarıçapın dışına doğru yönelmeye deam eder fakat, parçacıklar hızlanan RF ile uyum içerisinde daha büyük bir daireyi tamamlamak için yeterince hız kazanamayacaktır. Göreceli etkileri uygun hale getirmek için, manyetik alan eşsüreli siklotronlarda yapılıyormuş gibi daha yüksek bir yarıçapa arttırılmalıdır. Eş süreli siklotronların bir örneği, kabaca ışık hızının yüzde 80’ine denk gelen 590 MeV’lik enerjide protonlar sağlayan İsviçre’deki PSI Halka Siklotronu’dur. Bu tarz bir siklotronun avantajı şu anda 2.2 Ma olan çıkarılmış ulaşılabilir maximum proton akımıdır. Bu enerji ve akım şu anda var olan en hızlı hızlandırıcının gücüne denk gelen 1.3 MV’lik ışıma gücüne eşittir.
Klasik bir siklotron enerji limitinin arttırılması için modifiye edilebilir. Tarihsel olarak ilk deneme, parçacıkları demetler halinde hızlandıran senkrosiklotrondu. Sürekli manyetik B alanını kullanır fakat dışarıya doğru ilerlerken onların bağımlı siklotron rezonans frekansnlarını birleşirerek parçacıkları uyum içinde tutmak için hızlandırıcı alanın frekansını düşürür. Bu girişim bükülme, geniş çaplı büyük bir mıknatıs ve yüksek enerji tarafından gerek duyulan geniş yörünge üzerindeki sabit alandan dolayı düşük ışıma yoğunluğundan muzdariptir.
İsochronous siklotranların geliştirildiğinden beri Senkrosiklotronlar yapılmadı.
Göreceli parçacıkları hızlandırma problemine İkinci girişim ise eşsüreli siklotrondur. Böyle bir yapıda, hızlanan alanın frekansı mıknatıs kutupları manyetik alanı çap ile arttırmak için şekillendirilerek tüm enerjiler için sabit tutulur. Böylece, tüm parçacıklar eşzamanlı aralıklarla hızlandırılırlar. Daha yüksek enerjiye sahip parçacıklar her yörüngede klasik siklotrondan daha kısa mesafe seyahat ederler, böylece hızlanan alanla yörüngede kalırlar. Eş zamanlı siklotronun avantajı yüksek yoğunluklu sürekli ışımalar yaymasıdır, ki bu da bazı adaylar için elverişlidir. Temel dezavatajları ise ihtiyaç duyulan mıknatısın maliyeti, büyüklüğü ve yapının daha dış köşesindeki yüksek manyetik alan değerlerine ulaşmadaki zorluklardır.
Eşzamanlı siklotronlar geliştirildiğinden bu yana senkrosiklotronlar üretilmemiştir.
Tekin Arıburun
Mehmet Tekin Arıburun, (d. 3 Ekim 1903, İştip, Makedonya - ö. 13 Ağustos 1993) Türk asker ve siyasetçi.
Babası Çanakkale Savaşları'nda ölen 57. Alay Komutanı Yarbay Hüseyin Avni Bey'dir.
1925'te Harp Okulu'nu 1927'de Hava Okulu'nu bitirerek pilot subay oldu. 1935'de Harp Akademisi'ni bitirerek kurmaylığa yükseldi.
1950'de tuğgeneralliğe 1959'da orgeneralliğe yükseldi ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. 1960'da 27 Mayıs Darbesinden sonra, darbeye karşı olduğu için, res'en emekliye sevkedildi. 1961 yılında yapılan seçimlerde Adalet Partisinden İstanbul Senatörü seçildi. 1970-1977 yılları arasında da Senato Başkanlığı görevini yürüttü. 1973 yılında Cumhurbaşkanı olmak isteyen Genel Kurmay Başkanı Faruk Gürler'e karşı Adalet Partisi'nin Cumhurbaşkanı adayı oldu. 28 Mart ile 6 Nisan 1973 arası vekaleten cumhurbaşkanı olmuştur. Tekin Arıburun yurtdışında çeşitli görevlerde bulunmuş; Berlin ve Washington'da hava ataşeliği, Paris'te NATO Savunma Akademisi'nin komutanlığını yapmıştır. Çeşitli uluslararası toplantılarda Türkiye'yi temsil etmiştir. 13 Ağustos 1993'te vefat eden Tekin Arıburun, İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Macarca'ya hakim, şiir yazan, piyano çalan ve şarkı besteleyen bir asker ve siyasetçiydi. Besteleri arasında Hava Kuvvetleri marşı da vardır.
Arıburun, Çanakkale Savaşları'nda efsanevi bir ün yapan, 25 Nisan 1915 günü ANZAC kolordusunun Conkbayırı'na doğru ilerleyişini durduran 57. Alay'ın komutanı Hüseyin Avni Bey'in oğludur. Arıburun soyadını da, Çanakkale'de şehit olan babasından dolayı Atatürk'ün isteği üzerine almıştır.
Erkan Mutlu
Erkan Mutlu, Türk tasavvuf müzik sanatçısıdır. 1962 yılında İstanbul'da doğmuştur. Marmara Üniversitesi müzik bölümünde piyano eğitimi aldı. Milliyet Gazetesi Liselerarası Müzik yarışması'nda birincilik, ikincilik, üçüncülük ödülü aldı.
13 yaşında orgla tanışan Erkan Mutlu'nun, amatörce başlayan müzik hayatı 1978 yılından itibaren profesyonel olarak devam ediyor.
Kurduğu okul orkestrası ile Milliyet gazetesinin düzenlediği yarışmada birincilik ve birçok ödül aldı. 1985 yılına kadar eşlik orkestralarında tuşlu çalgılarda görev yaptı. Üç yıl Ersen ve Dadaşlar'da çalışarak Türkiye'nin birçok yerinde konserler verdi. 1985 yılından sonra sahne çalışmalarını azaltıp aranjör ve müzik yönetmen |
i olarak müziğe devam etti ve pek çok sanatçının yönetmenliğini üstlendi.
Albümlerinin bütün düzenlemelerini ve müzik yönetmenliğini kendisi yapan Erkan Mutlu "Gitmeye Geldim (1995)" albümüyle kendine has bir yorum ve müziğini iyice belirginleştirmeye başladı. Bu yıllarda "Toprak Rengi Bir Hayal" albümüyle new age, elektronik tarzında kendi türü içerisinde belki de tek örneği olan bir çalışmaya imza attı. Bu sahadaki başarısının neticesi olarak daha sonraları birçok örneği çıkacak olan "Kervansaray" enstrümantal serilerini başlattı.
Çalışmalarında yurtiçi ve yurtdışından birçok sanatçılarla birlikte olan Erkan Mutlu, çocuklara yönelik çalışmaları da benimsemiş ve bu sahada "Minik Kuşlar" ve "Ey Tatlı Çocuk" adlı iki çocuk kaseti hazırlamıştır.
Kendisini en güzel biçimde ifade ettiğini söylediği solo albüm çalışmalarına ise aralıksız devam etmektedir.
Hicaz Demiryolu Belgeseli'nin müziklerini yaptı. STV, Kanal 7, İstanbul Televizyonu, Kanal 6, FOX TV, TRT-DİYANET TV'de program hazırladı.
Doğumunun 100. yılında Necip Fazıl Kısakürek'in hayatını konu alan Üstad belgeselinin müziklerini yaptı. Ayrıca Dolmabahçe Sarayı'nın 150. kuruluş yılı onuruna, özel bir konser gerçekleştirdi.Bendeyar Film müziklerini yaptı.
Hunca
Hunca, ölü bir dil veya dil dönemidir. Ölü lehçe olarak varsayılır. Huncanın ölü bir Türk lehçesi olan Bulgarca ve bugün de konuşulan Çuvaşçaya yakın bir lehçe olduğu sanılır. Bu lehçe, Türk lehçelerinin Ogur grubu öbeğine bağlı Hazarca ve Avarca ile birlikte sınıflandırılır.
Etimolojik olarak Attila adının Etil-li adından türemiş olduğu düşünülmüştür. İdil ırmağının bir varyantı olan İtil (Etil)'dir. Attila (Atilla, Atila) kelimesi de İtil bölgesinden çıkma anlamıyla buradan çıkmış olabilir. Hunların o bölgelerden batıya göç ettikleri biliniyor.
Hunlara ait birçok kelime Çincede, bu dile özgü biçimleriyle tespit edilmiş ve bu kelime biçimleri farklı araştırmacılar tarafından Türkçe olarak açıklanmıştır. Türkolog Talat Tekin, sözü edilen kelimelerde 17’sini görüşleriyle beraber belirtmiştir:
Yukarıdaki sözlerden son dokuzu Tabgaç dönemine (MS 338-557) aittir. Çincede /r/ sesi bulunmadığı için Türkçe sözlerdeki /r/, ya /l/ ile gösterilir veya hiç gösterilmez: "çeng-li / tengri, king-lu / kıngrak, wo-lu-to / ordu" vb.
Diadumenos
Diadumenos, MÖ 420 yılında Polykleitos tarafından yapılmış olan heykeldir.
Gotça
Gotlar'ın konuştuğu, Hint-Avrupa Dilleri'nden Cermen dilidir. Gotça en eski Cermen yazı dildir. Ayrıca Kırım yarımadasında da Gotların bir zamanlar var olduğu tespit edilmiştir. 1800'lerde Habsburglar'ın Osmanlı elçisi tarafından 80 civarında kelime haznesine sahip sözlük hazırlanmış bir sözlükle Kırım Gotçasının varlığı bilinir hale gelmiştir.
I. Katerina
Çariçe I. Katerina (Rusça: Екатерина I Алексеевна "Yekaterina Alekseyevna") (15 Nisan 1684 – 17 Mayıs 1727) Rus Çariçesidir.
15 Nisan 1684 tarihinde Letonyalı bir köylü ailesinin kızı olarak Kurşas'ta dünyaya geldi. Doğduğu zamanki ismi Marta Elena Skavronska idi. Asıl adı Marta Skrovnovska olan Çariçe Katerina üç yaşında öksüz kaldı ve Lüterci papaz Johann Ernst Glück tarafından büyütüldü. Ruslar, İsveç ile yaptıkları savaşlar sırasında Katerina'yı esir aldılar ve kimsesiz köylü kızı, Çar Petro'nun danışmanlarından birinin hizmetçiliğini yapmaya başladı. Görevi, danışmanın konağında çamaşırcılıktı. Katerina, bu arada efendisinin konağına sık sık gelen Çar'ın gönlünü çelmeyi başardı, 1703'te Çar'dan bir çocuk dünyaya getirdi ve 1705'de Ortodoks dinine geçti. Ekaterina Aleksiyevna adını aldı. Katerina'nın Prut Savaşı sırasında barışı sağlamak bizzat Osmanlı sadrazamı Baltacı Mehmet Paşa'yla müzakerelere katıldığı ileri sürülmektedir. Prut savaşından sonra 1712 Şubat'ında Çar ile resmen evlendi. 1724'te taç giydi, Petro'nun bir yıl sonra vâris bırakmadan ölmesi üzerine de asillerin muhalefetine rağmen saray muhafızlarının ve bazı askerlerin desteğiyle "Çariçe" ilân edildi. Devlet işlerini kocasının daha önce belirlemiş olduğu altı kişilik bir danışmanlar heyetine bırakan Katerina, dış politikada İngiltere, Fransa ve Prusya'nın oluşturduğu Hannover Birliği'ne karşı Avusturya ile İspanya'nın tarafını tuttu. Büyük Petro'yla evliliğinden 11 çocukları oldu. Bunlardan sadece Anna ve Yelizaveta yaşadılar. Yelizaveta daha sonra Rusya'nın çariçesi oldu. 2 yıl hüküm sürdükten sonra 17 Mayıs 1727 tarihinde tüberküloz hastalığından Petersburg'da öldü.
Gelişme iktisadı
Gelişme iktisadı diğer adıyla kalkınma iktisadı 1950-60 yılları arasında oldukça popüler olan bir teoridir.Ancak 1980'lere gelindiğinde bu ilgiyi kaybetmiştir.
Soğuk Savaş döneminde sosyalist ve liberal bloklar dışında 3. dünya diye adlandırlan ülkeler grubu vardı.'Batı kapitalizminin onları dışladıkları gibi bir düşünce egemen olmaması zorunluluğu ile ABD ve Avrupa, kerhen de olsa, gelişme iktisadına ilgi göstermeye yönelmiştir.' "Amaç, yeni bağımsızlığa kavuşan ülke yöneticilerine akıl vermekti."
Soğuk Savaş'ta neo-liberal iktisatçıların kurucusu olduğu büyüme-kalkınma-gelişme iktisadı çalışmaları, II. Dünya Savaşı sonrasında Paul Baran, Paul Marlor Sweezy, Andre Gunder Frank ve Harry Magdoff gibi neo-marksist iktisatçıların bu konudaki eserleriyle eleştirel bir pozisyon kazanmıştır. Sömürgeciliğe karşı bağımsızlık mücadelesi veren ülkelerin iktisadi gelişmelerini doğrusal bir tarih çizgisi olarak tanımlayan Walt Whitman Rostow, Arthur Lewis, D. Lerner gibi muhazakar geleneği benimsemiş teorisyenlere karşı, neo-marksist kuramcılar ekonomik evrimi ülke içi sınıf mücadelelerinden çok uluslararası ticaret ilişkilerine dayandırmaktadırlar. Gelişme iktisadı çalışmaları, 'sürdürülebilir kalkınma', 'yerel-bölgesel gelişim', 'ekolojik kalkınma' ve 'kalkınmada kadın merkezli yorumsama' gibi bölümlere ayrılarak parçalanmış ve küreselleşme tartışmaları nedeniyle de ekonominin dünya ölçeğinde değerlendirilmesi gerekliliğini destekleyen bir yapıya bürünmüştür.
Gelişme iktisadına olan eleştiriler ana konusu 'meta-merkezli tanımından insan-merkezli tanımına geçilmesi gereği' üzerinedir.
Ursa Minor (takımyıldız)
Ursa Minor ya da Küçük Ayı takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Büyük Ayı takımyıldızı "Büyük Kepçe"ye çok benzeyen "Küçük Kepçe", gerçekte tam bir takımyıldız değildir. Büyük Kepçe'nin işaretçileri gibi, Küçük Kepçe'nin kasesinin sonundaki parlakça yıldızların da özel bir adı vardır: "Kutbun Bekçileri!"
Kutup Yıldızı, Küçükayı Takımyıldızının en parlak yıldızıdır. kutup yıldızı aslında üçlü bir yıldız grubudur; bunlardan Polaris dışındaki öbür ikisi de çıplak gözle görülebilir; bu iki yıldızdan daha parlak olanı ise bir çift yıldızdır, yani birbiri çevresinde dolanan ikili bir yıldız sistemidir. Ama bu çift yıldızı oluşturan yıldızlar, ancak bir spektroskopla incelendiğinde birbirinden ayırt edilebilir. Gökbilimciler, bu aygıtta gözlenen Doppler etkisi sayesinde nasıl dolandığını belirlerler.
Cüce Küçük Ayı, takımyıldızın alanında bulunan cüce galaksi.
Büyük Ayı ile birlikte anlatılacaktır. Ursa Major ismi Callisto'dan gelmektedir. Arkadya Kralı Lycaon'un kızı olan Callisto avcılığa düşkündür. Av tanrıçası Artemis, Callisto'yu ilk gençlik çağlarından itibaren görevlileri arasına alır.
Artemis, Apollon'un kızkardeşidir. Çocukların doğumlarını, bebeklerin korunmasını ve beslenmesini gözeten tanrıçadır. Tanrıçalar dünyasının rahibesidir. Genç Nymph'leri yetiştirirdi. Başı örtülü, yani gelin anlamına gelen Nymph'ler, kırlarda, sularda, ormanlarda yaşayan tanrısal varlıkların dişi olanlarına verilen isimdir. Eski Yunan inanışına göre bütün dünya Nymph'lerle doludur. Nymph'ler Artemis'le birlikte avlanırlar, şarap tanrısı Dionysos'la eğlencelere katılırlar. Güneş ve güzel sanatlar tanrısı Apollon ile tanrıların habercisi Hermes'e refakat ederlerdi. Artemis yanına kabul ettiği genç kızlardan sadakat yemini yapmalarını isterdi. Bu yeminle genç kızlar, dünya nimetlerinden uzak duracaklarına söz verirlerdi. Callisto'da bu kızlardan biridir ve bir süre sonra Artemis'in en gözde görevlisi olmuştur.
Zeus bir gün Callisto'yu ormanda uyurken görür ve ona aşık olur. Zeus, Artemis'in kılığına girerek Callisto'nun yanına gider. Callisto, baş tanrıyı Artemis sandığından ondan çekinmez ve iyi karşılar. Bu birlikteliğin sonucunda Callisto hamile kalır ve Arcas adında bir oğlan çocuğu dünyaya getirir. Bunu fark eden Artemis, sözünü tutmayan Callisto'yu bir ayıya çevirir Callisto, artık avcıların peşinden koştuğu bir avdır.
Uzun yıllar sonra Callisto, ormanda oğlu Arcas ile karşılaşır. Annesini tanımayan Arcas, bu avı kaçırmak istemez ve onu vurmaya karar verir. Tam bu sırada Zeus, araya girer ve Arcas'ı yutan, Callisto'yu ise cennete uçuran bir hortum gönderir. Callisto, gökyüzünde Büyük Ayı olarak belirir, Arcas da Küçük Ayı olarak gökyüzündeki yerini alır.
Başka bir öykü ise şöyledir : Zeus'un annesi Rhea, babası ise Kronos'tur. Bir kehanete göre Kronos'un oğullarından biri onu tahttan indirecektir. Bu durumdan hiç hoşnut olmayan Kronos, çareyi her doğan çocuğunu yok etmekte bulur. Doğar doğmaz çocuklarını yutmaktadır. Kronos, Zeus doğana kadar pek çok çocuğundan bu şekilde kurtulmuştur. Ancak Zeus, annesi sayesinde hayatta kalabilmiştir. Zeus doğduğunda annesi Rhea, onun kundak bezinin içine bir taş koyar ve Kronos da bir çocuğunu daha yok ettiğini sanarak taşı yutar. Rhea, bebeği Girit Adası'na kaçırır. Burada Dikte Mağarası'nda birer su perisi olan İda ile Adrasteia, Zeus'a bakıcılık yapar. Mağara, Giritli askerler tarafından korunur. Yıllar sonra Zeus büyüdüğünde babası Kronos'a karşı galip gelir ve ondan yuttuğu bütün çocuklarını tekrar kusmasını ister. Bu çocukların hepsi ileride genç tanrıların liderleri olup evrenin yönetimini Titanlar'ın elinden alırlar.
Mitolojide İda Küçük Ayı, Adrasteia ise Büyük Ayı olarak geçer. Ancak, bu su perilerinin nasıl ayıya dönüştükleri bilnmemektedir.
Vela (takımyıldız)
Vela ya da Yelken takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Güney gökkürededir. "Vela" adı Latince'de "yelken" anlamına gelir. Bu isim, d |
aha önceki takımyıldız adlandırmalarında bir gemi olarak tasavvur edilen Argo Navis takımyıldızının yelkenini oluşturan parçası olmasından ötürü verilmiştir. Argo Navis takımyıldızındaki yıldızlar günümüzde Karina, Pupa ve Yelken takımyıldızlarına dağılmıştır.
Bu takımyıldızın en parlak yıldızı γ Velorum 1.75 kadir parlaklığında bir süperdevdir. Bu yıldız aslında, ana bileşeni gökyüzündeki en parlak Wolf-Rayet yıldızı olmasıyla meşhur olan beş yıldızdan oluşan bir yıldız sistemidir. Bu yıldıza kimi zaman, astronot Roger Chaffee'nin adının tersten yazılışı olarak, Regor da denildiği olur.
Ayrıca κ Velorum, Markeb olarak adlandırılır.
Yanlış Haç δ Velorum, κ Velorum, ι Carinae ve ε Carinae yıldızlarının oluşturduğu bir yıldız desenidir. Bu adlandırmanın sebebi, bazen Güneyhaçı takımyıldızıyla karıştırılması ve yıldızlara bakarak yön bulmada hatalara sebep olmasıdır.
Yelken takımyıldızı bölgesindeki ilgi çekici nesnelerden biri NGC 3132 (diğer adıyla, "Güneyin Halka Bulutsusu") gezegenimsi bulutsusu, bir diğeri Yelken Süpernova Kalıntısıdır. Bu kalıntı, Dünya'dan 10.000 yıl önce görüldüğü düşünülen bir süpernovadan arta kalan bir bulutsudur. Ayrıca bu kalıntı, optik olarak belirlenmiş ilk atarcayı da barındırır.
Gum Bulutsusu belirsiz bir salma bulutsusudur. Bir milyon yıl önce gerçekleşmiş bir süpernovanın kalıntısı olduğu düşünülmektedir.
Volans (takımyıldız)
Volans ya da Uçanbalık takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Güney gökkürededir. Bir uçanbalığı temsil eder. "Volans" adı, orijinal adı olan Piscis Volans´ın kısaltmasıdır. Uçanbalık, Pieter Dirkszoon Keyser ve Frederick de Houtman'ın gözlemlerinden yola çıkan Petrus Plancius tarafından yaratılmış on iki takımyıldızdan biridir. İlk olarak 1597'de (ya da 1598) Amsterdam'da, Plancius ve Jodocus Hondius tarafından 35 cm çaplı bir gök küresinde yer aldı. Bu takımyıldızın bir gök atlasındaki ilk tasviri, Johann Bayer'in 1603 tarihli "Uranometria"´sında yer almıştır. Takımyıldızda, bir tanesi küçük bir teleskopla gözlenebilen iki çift yıldız vardır. Gamma Vol ve Epsilon Vol adlı bu yıldızların yanı sıra açık seçik görmenin daha zor olduğu NGC 2442 ve NGC 2434 adlı iki gökada da bulunmaktadır. Gamma Vol yıldızları dördüncü ve altıncı kadirden ve Epsilon Vol yıldızları dördüncü ve sekizinci kadirdendir.
Vulpecula (takımyıldız)
Vulpecula ya da Tilkicik takımyıldızı, modern 88 takımyıldızdan biridir. Kuzey gökkürededir ve belirgin değildir. "Vulpecula" adı Latince'de "küçük tilki, tilkicik" anlamına gelmesine rağmen genel olarak yalnızca "tilki" olarak kullanılır. On yedinci yüzyılda yaratılmıştır ve Yaz Üçgeni'nin ortasında yer alır.
Bu takımyıldızda dördüncü kadirden daha parlak yıldız yoktur. En parlak yıldızı α Vulpeculae'nin parlaklığı 4.44 kadirdir. Bu yıldız Güneş'e 297 ışık yılı uzaklıktaki bir kırmızı devdir. Bu yıldız bir optik çifttir (413.7" ıraksınım) ve bir dürbün yardımıyla ayırt edilebilir. Yıldızın geleneksel adı "Anser"´dir ("yaban kazı"), bu isim "dişleri arasında bir kaz taşıyan küçük tilki"ye bir atıftır.
1967'de PSR B1919+21 olarak adlandırılan ilk atarca, bu küçük takımyıldız bölgesinde Antony Hewish ve Jocelyn Bell tarafından Cambridge'de keşfedilmiştir. Kuasarların radyo sinyalleri arasında bir parlama ararlarken, birkaç saniyede bir radyasyon atımlarından ibaret çok düzenli bir sinyal buldular. Sinyalin dünya kaynaklı olabileceği fikrinden kısa sürede vazgeçildi çünkü sinyalin yeniden gözlenmesi bir güneş günü değil de bir yıldız günü almıştı. En nihayetinde bu durum, çok hızlı dönmekte olan bir nötron yıldızının yaydığı sinyaller olarak tanımlandı. Bu atımlar her 1.3373 saniyede bir oluyordu — başka bir nesneyle bağlantılı olmak için fazla düzenli.
Tilkicik ayrıca Spitzer Uzay Teleskobu'nun üzerinde inceleme yaptığı, Dünya'ya en yakın güneşdışı gezegen olan HD 189733 b'ye de ev sahipliği yapar. 12 Temmuz 2007'de the Financial Time (Londra), bu gezegenin atmosferinde su buharı tespit edildiğini yazdı. Her ne kadar HD 189733b 1000 °C'yi aşan atmosfer sıcaklığıyla yaşanabilir olmaktan çok uzaksa da, bu buluş hayat için çok asli bir bileşen olan suyun, Dünya benzeri keşfedilecek başka gezegenlerde bulunma ihtimalini artırıyor.
İki iyi bilinen derin uzay nesnesi Tilkicik takımyıldızı bölgesindedir. Halter Bulutsusu (M27) 1764'te Fransız astronom Charles Messier tarafından keşfedilmiş geniş, parlak bir bulutsudur. Kendi türünde keşfedilmiş olan ilk nesnedir. Karanlık bir gökyüzünde nitelikli bir dürbünle, yaklaşık 6 yaydakikası çapında belli belirsiz bir parıltı olarak görülebilir. Bir teleskop kullanılırsa, kum saatine benzeyen iki yuvarlak parçalı görüntüsü seçilebilir. Collinder 399 önceden bir açık küme olduğu düşünülen bir yıldız desenidir. Bu kümeye bir dürbünle bakıldığında görülen desenden ötürü ceket askısı ("the Coathanger") da denmiştir.
Tilkicik takımyıldızı, 17. yüzyılın sonlarında astronom Johannes Hevelius tarafından oluşturuldu. Bundan önceleri Vulpecula cum ansere ("küçük tilki ve kaz") ya da Vulpecula et Anser ("küçük tilki ve kaz") olarak bilinirdi ve bir tilkinin dişleri arasında bir tilki olarak tasvir edilirdi. Hevelius tilki ve kazı iki ayrı takımyıldız olarak görmemiştir fakat daha sonra yıldızlar Anser ve Vulpecula olarak ayrılmışlardır. Günümüzde bu ikisi tekrar Tilkicik adı altında birleştirilmiştir ancak kazın ismi de Tilkicik'in alfası α Vulpeculae'de yaşamaktadır: Anser.
Gilberto da Silva Melo
Gilberto da Silva Melo ya da kısaca Gilberto (d. 25 Nisan 1976, Rio de Janeiro), orta saha pozisyonunda görev yapmış Brezilyalı millî futbolcudur.
Profesyonel kariyerine 1993 yılında América (RJ) kulübünde başladı. Daha sonra sırasıyla Flamengo, Cruzeiro, Internazionale, Vasco da Gama, Grêmio, São Caetano, Hertha Berlin, Tottenham Hotspur, Cruzeiro, Vitória ve América (MG) kulüplerinde oynadı.
2003 yılında ilk kez Nijerya karşısında forma giyen oyuncu 2006 FIFA Dünya Kupası'nda Brezilya kadrosunda yer aldı ve Japonya ile oynanan maçta bir gol attı.
Gilberto
Gilberto Silva
Gilberto Aparecido da Silva (d. 7 Ekim 1976, Lagoa da Prata), orta saha pozisyonunda görev yapmış Brezilyalı millî futbolcudur.
Profesyonel kariyerine 1997 yılında América Mineiro kulübünde başladı. 2001 yılında ilk kez millî formayı giyen oyuncu, 2002 FIFA Dünya Kupası'nda sürpriz bir şekilde kadroya girdi. Takımın kaptanı Emerson'un turnuva başlamadan hemen önce sakatlanması ile kendini ilk 11'de bulup, başarılı bir performans gösterince pek çok takımın dikkatini çekti. Bu sayede Premier League'in önemli takımlarında Arsenal'e transfer oldu. Gilberto, 2006 FIFA Dünya Kupası'nın kadrosunda da yer aldı. 2008 yılında Panathinaikos Atina'a transfer oldu. Gilberto'nun ilk mesleği mobilyacılıkmış sonradan futbolcu olmuş. 17 Eylül 2009'da Panathinaikos ile Galatasaray'a karşı oynamıştır.
Ferhat Uludere
Ferhat Uludere (d.2 Eylül 1977, Lüleburgaz), Türk edebiyatının yeni kuşak yazarlarından.
İlk ve orta öğrenimini Lüleburgaz’da tamamladı. Edebiyat hayatına "Rock Reaction" adlı fanzinle birlikte başladı; çeşitli fanzinlerde yazdı. Adnan Menderes Üniversitesi'ni terk ettikten sonra, Müjdat Gezen Sanat Merkezi Yaratıcı Yazarlık Bölümü’nü kazandı. Msm Gazetesi'nin yayın kurulunda bulundu. Beyoğlu Gazetesi'yle birlikte gazetecilik yapmaya başladı. İlk kitabı ""Sayıklamalar"" 2002 yılında Phoenix Yayınları tarafından yayımlandı.Arkasından 2005 yılında ""İslenmiş Aşka Mektuplar"" adlı hikâye kitabı Çitlembik Yayınları'nca yayımlandı. 2006 yılının Kasım ayında Çitlembik Yayınları'nca yayımlanan ismi ise "" 1001 Fıçı Bira "" dır. Sonbaharda Sarhoş Bir Kasaba adlı son kitabı Sel Yayıncılık etiketiyle yayımlanmıştır.
"Virgül", "Zip İstanbul", "On Yedi" , "Bant" gibi dergilerde kitap tanıtımları ve eleştirileri yazdı. Taraf gazetesinin Kültür Sanat editörü olarak çalıştı. Uludere çeşitli gazete, dergi ve fanzinlerde yazıları yayımlanmaktadır. Ayrıca imc-tv'de yayınlanan Kültür Mantarı programının editörlüğünü yürütmektedir.
Donma
Donma, bir maddenin "sıvı" halden "katı" hale geçmesine denir. Donmanın meydana geldiği sıcaklığa da "donma sıcaklığı" denir. Donma, erimenin tersi olarak da ifade edilebilir. Örneğin, su 0 derecede donar.
Donma olayı cisimlerin hacimlerinde de bir değişmeye neden olur. Donan cisimlerin hacmi genellikle küçülür. Bizmut, antimon ve su ise donma sırasında genleşirler ve hacimleri büyür. Kışın soğuk havalarda su borularının, otomobil radyatörlerinin, testilerin çatlamasının nedeni, suyun donarken hacminin büyümesidir.
Donma noktası, cismin saf olması ile ilgili olduğu gibi, basınç ile de ilgilidir. Su gibi donma sırasında genleşen cisimlerin üzerindeki basınç artarsa donma noktası düşer. Tersine, donma sırasında hacmi küçülen cisimlerin üzerindeki basınç artarsa donma noktası yükselir.
Murat Paşa Camii
Muradiye Camii
Perpa
Perpa Ticaret Merkezi, (Perşembe Pazarı), İstanbul'un Şişli ilçesinde, ağırlıklı olarak elektrik ekipmanları satışı yapılan ticaret kompleksi.
Perpa Ticaret Merkezi, İstanbul'un Şişli ilçesinde, Halil Rıfat Paşa mahallesinde bulunur. Kaptanpaşa ve Halide Edip Adıvar mahallelerine komşudur. Alt tarafında Piyalepaşa Bulvarı, ön girişine paralel olarak da Darülâceze Caddesi ve D-100 karayolu yer almaktadır.
Perpa Ticaret Merkezi, Perşembe Pazarı esnafını tek çatı altına toplayarak sektörel enerjiyi ve ekonomik potansiyeli tek merkezde birleştirmek amacıyla 1986’da kurulmuş çok ortaklı bir kooperatiftir. 1988 yılında inşaatı bitirilen Perpa geçen 20 yıl zarfında farklı sektörlerden birçok firmanın bir araya gelmesiyle bir ticaret merkezi haline gelmiştir.
69 bin metrekare ile dünyanın en büyük monoblok gövdelerinden birine sahip olan Perpa, devasa bir yapı. 45 bin metrekare üzerine oturmuş 13 kattaki yolların toplam uzunluğu 38 kilometreyi buluyor. Bu merkezde, 24 yürüyen merdiven ve 36 asansör var. Perpa'da 4500 dükkân yer alıyor.
Perpa Ticaret Merkezi'nde işyerlerinin dışında, çiçekçiler, restoranlar, kargo firmalarının şubeleri, avukatlık büroları |
, poliklinik, kuaför, berber, spor salonu gibi çeşitli ihtiyaçlarınızı karşılayabileceğiniz her şey bulunur. Ayrıca İstanbul Ticaret Odası'nın bir şubesi de yer almaktadır.
Perpa, ekonomik büyüklüğü itibarıyla finansal kuruluşların da merkezi haline gelmiştir. Perpa’da 12 farklı bankanın şubesi bulunmaktadır. Bunun yanı sıra borsa aracı kurumları ve döviz büroları da ekonomik faaliyetlerin hizmetindedir.
Perpa firma sahipleri ve önceden yazılı izin almış kişiler dışında pazar günleri giriş çıkışlara kapalıdır. Hafta içi akşam saat 22:00'den sonra çalışma yapacak kişiler ise yazılı izin talebinde bulunup çalışmalarına devam edebilirler.
Persiad (Perpa Sanayici ve İşadamları Derneği), 1993 yılında kurulmuş, üyeleri Perpa firma sahiplerinden oluşan bir dernektir. Başkanlığını Nazmi Gökçeli yapmaktadır.
Perpaspor (Perpa Gençlik ve Spor Kulübü), boks alanında faaliyet gösteren bir spor kulübüdür. Kulüp başkanlığını Şemsettin Yakuboğlu yapmaktadır. İngiltere'nin Liverpool kentinde 4-9 Ağustos 2008 tarihleri arasında düzenlenen Avrupa Ülkeleri Birliği Boks Kupasında 4 Altın ve 4 Bronz madalya alan Milli takımımız takım halinde şampiyon olurken, Perpaspor'un 52 Kilo bayan boksörü Emek Yılmaz da bronz madalya kazanmıştır.
2004 yapımı Neredesin Firuze isimli Türk filmindeki Plakçılar Çarşısı çekimleri, Perpa B Blok'ta gerçekleştirilmiştir. Filmin çekimleri boyunca B Blok girişi üzerine "Plakçılar Çarşısı" tabelası asılmıştır.
Gheorghe Popescu
Gheorghe Popescu, (d. 9 Ekim 1967, Kalafat) Rumen eski futbolcudur. Rumen futbolcu ve teknik direktör.
Universitatea Craiova'da oynadığı altı sezondan sonra 1987-88'de Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı finale çıkan ülkenin en önemli takımlarından Steaua București'ye kiralandı. 1990'da yutdışı macerasına başlayarak Hollanda'ya gitti ve 2.9 milyon£ ücretle Premier League takımı Tottenham Hotspur'a transfer olana dek Hollanda'nın en büyükleri arasında olmasına katkıda bulunduğu PSV'ye Bobby Robson'ın isteğiyle transfer oldu. Premier Lig'de 23 defa sahaya çıkıp 3 gol atarken Popescu gledikten sadece birkaç hafta sonra teknik direktörlüğe Ossie Ardiles'in yerine Gerry Francis'i getiren Spurs de beş yıldır ligdeki en iyi sıralamasını elde ederek beşinci sırada ligi tamamladı. Ayrıca o sezon takımının o sezon kupayı kazanan Everton'a 4-1 yenilerek elendiği FA Cup'ta yarı finale çıkmasına katkıda bulundu. İngiltere'de bir yıldan az bir süre kaldıktan sonra 3 milyon£ karşılığında Ronald Koeman'ın boşluğunu doldurmak için Barcelona'ya giderek Tottenham'dan ayrıldı. İlk sezonunda Copa Del Rey'i ve ikinci sezonunda UEFA Kupa Galipleri Kupası'nı kazanmasına yardım ettiği Katalan kulübünün kaptanlığını da yaptı.
1997 yazında Barcelona'dan ayrıldıktan sonra dört yıl boyunca birçok kupanın yanı sıra Mayıs 2000'de UEFA Kupası'nı kazanacağı Türk takımı Galatasaray'a transfer oldu. UEFA finalinde eski takımı Tottenham'ın ezeli rakibi Arsenal ile karşılaştılar ve golsüz biten müsabakanın ardından geçilen penaltı vuruşlarında takımına kupayı getiren son penaltıyı attı. 2002 yılında ülkesinin Dinamo București takımına dönmeden önce 2001-02 sezonunu Serie A takımı Lecce adına oynayarak geçirdi. Ardından Almanya'ya giderek Hannover 96'da bir sezon futbol oynadı.
1989'dan 2001 kadar 13 yıl boyunca "Yılın Romanyalı Futbolcusu" ödüllerinde asla ilk dördün dışına çıkmadı. Ayrıca Dünya Kupası'nda mücadele etmiş en iyi Romanya takımına da seçildi.
2009 yılının Temmuz ayında Romanya adına ajanlık yaptığını kabul etmiştir. Popescu, Universitatea Craiova takımında forma giydiği dönemde takım arkadaşları ve diğer yetkililer hakkında 4 defa bilgilendirme amacıyla üstlerine rapor verdiğini açıkladı. Eski millî futbolcu, yazdığı bilgilendirme notlarında arkadaşlarından övgüyle bahsettiğini de sözlerine ekledi. 44 yaşındaki eski futbolcu 1985 yılında Nicolae Ceauşescu döneminde "Ulusal çıkarları koruma" belgesine sadık kaldığını belirtmek için imza attığını kaydetti. Popescu, bu işleri, Komünist rejimin iktidarda olduğu dönemde yaptığını vurgulayarak, kendisini savundu.
Kasım 2012'de, Romanya'da yer alan basın haberine göre Gheorghe Popescu, 5 kişinin daha yer aldığı "transferde usulsüzlük" davasında mahkeme tarafından 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Aynı zamanda UEFA Disiplin Kurulu üyesi olan ve 2014 yılında yapılması planlanan Romanya Futbol Federasyonu Başkanlık seçiminde aday olması beklenen Popescu'nun mahkemenin verdiği hapis kararı onaylanırsa adaylık kapısı da kapanacak.
Gheorghe Popescu, Aralık 2012'de mahkeme tarafından 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 2008 yılında gerçekleşen 12 transferde yaklaşık 10 milyon dolarlık yolsuzluk yaptığı iddia edilmişti. Popescu'nun hakkında verilen kararı temyize gideceği ifade edildi.
Mart 2014 tarihinde Popescu, Romanya'dan diğer ülkelere futbolcuların transferi ile ilgili olarak kara para aklama ve vergi kaçırma suçundan Romen temyiz mahkemesi tarafından suçlu bulundu. Popescu üç yıl bir ay hapis cezasına çarptırıldı.
4 Kasım 2015 tarihinde, 570 gündür cezaevinde bulunan Gheorghe Popescu şartlı tahliye oldu.
Fatih Altaylı
Fatih Altaylı (d. 1963, Van), Türk, gazeteci,sunucu ve köşe yazarı. Habertürk'te yayınlanan "Teke Tek" adlı programın sunuculuğunu yapmaktadır.
Fatih Altaylı, 1963 yılında Van'da doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Çavuşoğlu Koleji'nde okuduktan sonra eğitimine Galatasaray Lisesi’nde devam etti. Galatasaray Lisesi mezunudur. Boğaziçi Üniversitesi İdari Bilimler Fakültesi'nde bir süre devam ettikten sonra okulu bırakarak Basın Yayın Yüksekokulu'na geçti. Fakat diplomasını almadan bu okuldan da ayrıldı. Gazeteciliğe, 1982 yılında "Cumhuriyet" gazetesinde spor muhabirliği yaparak başlayan Fatih Altaylı; 1986 yılında "Güneş" gazetesine geçti. Gelişim Yayınları'nda yazı işleri müdürlüğü yaptı. Güneş gazetesinin 1992 yılında kapanmasıyla işsiz kaldı. 1993 yılında özel bir radyo olan Best FM'i kurucuları arasında yeraldı. 1995 yılında Kanal D'de geçti ve "Teke Tek" programına başladı. ayrıca "Hürriyet" gazetesi yazarı oldu. Ardından Kanal D'den ayrıldıktan sonra Show TV'ye geçti. Show TV ve Show Radyo'da radyo yayınlarını 1 yıl kadar devam ettirdi. Aynı yıl içinde Show TV'nin haber editörü oldu. 1996 yılında Show TV'den ayrıldıktan sonra Kanal D'ye geri dönüp Doğan Yayın Grubu'nda çalışmaya başladı. "Hürriyet" gazetesinde yazarlık yaparken aynı zamanda Radyo D'nin genel koordinatörlüğünü yaptı. 2000 yılında Cine5 ile ortak yayın yapmıştır. 2002 yazında Kanal D'nin Haber Genel Yayın Yönetmenliği'ne atandı. 2001 yılında Galatasaray Spor Kulübü'nde asbaşkanlık yaptı ve 2005 yılında Doğan Medya Grubu'yla yollarını ayırdı. Kanal D'de yayınlanan "Teke Tek" programı atv `ye geçti ve köşe yazılarına "Sabah" gazetesinde devam etti. "Sabah"ta genel yayın yönetmenliği yaptı. TİKAD'ın ve Avrupa Gazeteciler Cemiyeti'nin ortaklaşa verdiği "Eğitime Katkı Onur Ödülü" sahibidir. "Haydi Kızlar Okula", "Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık" ve "Temiz İnternet" kampanyalarının mimarlarındandır.
TMSF`nin Sabah Gazetesi’ne ve ATV'ye el koymasıyla birlikte 2007 yılında istifa etti. Bir süre kendi sitesinde yazılarına devam etmiş, 2008 yılında Kanal 1 televizyonu ana haber bültenini de sunmuştur. 2009 yılının ocak ayından beri eski patronu Turgay Ciner'in kurduğu "Haberturk" gazetesinde genel yayın yönetmenliği yapmakta iken 29 Mart 2014 tarihinde Habertürk gazetesinin genel yayın yönetmenliğinden istifa eden Fatih Altaylı, haberturk.com.tr'de köşe yazarı olarak görevine devam etmektedir. Habertürk TV'de yayınlanan, konuk olarak İlber Ortaylı ve Celal Şengör'ü sık sık ağırlayan, sunuculuğunu yaptığı Teke Tek Özel programı 16 Mart 2016 tarihinde son bölümünü yaptıktan sonra ani bir kararla yayından kaldırılmıştır. Fatih Altaylı bu konuda üzüntüsünü programda sarfettiği şu sözlerle ifade etmiştir:
“Yayından çıkarıldığını öğrenince; tansiyonum yükseldi, akşam burnum kanadı üzüntüden. Hiçbir şeye bu kadar üzülmemiştim. Gerçekten çok üzüldüm.”
Fatih Altaylı, Hande Altaylı’yla evli ve Zeynep adında bir kızları var.
Bekir Coşkun
Bekir Coşkun (d. 1945, Şanlıurfa) Türk gazeteci, yazar.
1945 yılında Şanlıurfa'da, memur bir babanın çocuğu olarak dünyaya geldi.İlk orta ve lise öğrenimini Şanlıurfa'da tamamladı. Ankara’da Yüksek Gazetecilik Okulu’ndan mezun olduktan sonra 1974’te foto muhabiri olarak işe başladı. Daha sonra polis muhabirliği, parlamento muhabirliği yaptı. 1978’de Günaydın Gazetesi'ne geçti. Köşesinin adı Dokuzuncu Köy’dü. 1987’de Sabah Gazetesi'nde Onuncu Köy başlıklı köşesini yazmaya başladı. 1993'te Hürriyet Gazetesi'nde geçti. Şu ana kadar yayımlanmış 4 adet kitabı bulunmaktadır: "Dövlet", "Avukatımı İstiyorum", "Pako'ya Mektuplar" ve "Ben Pako". Köpeği Pako’nun adıyla kaleme aldığı yazılar yayımlanmıştır. TRT'de yayımlanan "Pako’ya Mektuplar" adlı dizi başta BBC olmak üzere altı AB ülkesi televizyonu tarafından satın alınmıştır. Hayvansever kişiliğiyle de bilinen yazar; keman çalabilmektedir, bir doğa ve deniz tutkunudur. Yaz ayları Ayvalık'ın Cunda Adası'nda ikâmet etmektedir. Bekir Coşkun, 9 Eylül 2009 tarihi itibarıyla Hürriyet Gazetesi'de ayrılmıştır. Bekir Coşkun, 25 Eylül 2009 tarihi itibarıyla HaberTürk gazetesinde yazılarına başlamıştır. Ancak referandumda AKP hükumetine karşı yazdığı yazılardan dolayı baskı gördüğünü iddia eden Coşkun'un işine 20 Eylül 2010 itibarıyla de son verilmiştir. Bekir Coşkun, 3 Kasım 2010 tarihinden itibaren Cumhuriyet Gazetesinde Onuncu Köy köşesinde yazılarına devam etmektedir. Cumhuriyet gazetesinde yazmaya devam etmekte iken gazeteden ayrılmış olup 14 Mart 2013 tarihinden itibaren Sözcü Gazetesi'nde ilk yazısıyla yazılarına devam etmektir.
3 Mayıs 2007 tarihindeki "Göbeğini Kaşıyan Adam" yazısından ötürü pek çok yazar tarafından demokrasi karşıtı olmakla eleştirilmiştir. 15 Ağustos 2007'de Emin Çölaşan'ın yazılarına son verilmesi üzerine Hürriyet'ten istifa ettiği iddia edilmiştir, fakat 16 Ağustos 2007 tarihli yazısında istifa etmeyeceği mesajını vermiştir.
Yazar Bekir Coşkun, başlığı "O beni |
m 'cumhurbaşkanım' olmayacak" olan köşe yazısında, Abdullah Gül'ün şeriat yanlısı biri olduğunu ve bunun geçmişte sarfettiği sözler ile sabit olduğu yönünde görüş bildirmiştir. Bu yazı üzerine Başbakan Erdoğan ""İstemeyen vatandaşlıktan çıkar!"" demek suretiyle, büyük eleştiri toplayan bir açıklama yapmıştır.
Coşkun, 2 Ağustos 2007 tarihinde Başbakan Erdoğan'a "Gidecek yerim yok" yazısı ile cevap vermiş, ayrıca basına verdiği demeçler ile de "Nereye gideyim? Deve versin Arabistan'a gideyim" diyen hicivli açıklamalarda bulunmuştur.
Plotinos
Plotinos (Yunanca: Πλωτίνος) (M.S. 205–270), Neoplatonizmin kurucusu antik filozof. Plotinos hakkındaki bilgilerimizin çoğu kendisi de filozof olan Porphyry'nin Plotinos'un baş eseri Enneadlar'a yazdığı önsüzden gelmektedir. Plotinos'un mistik felsefesi Yahudi, Hristiyan, gnostik ve Müslüman filozoflara ve mistiklere yüzyıllar boyunca esin kaynağı olmaya devam etmiştir.
Porphyry Plotinos'un İmparator Claudius II'un başa geçtiğinin ikinci yılında yani 270 yılında öldüğünde altmış altı yaşında olduğuna inanmıştır. Plotinos maddi varlığı daha yüksek ve makulat seviyesindeki bir şeyin zayıf bir imajı veya hatırası (mimesis) olarak gördüğünden önemsemez ve kendi bedenini de bu varlığa dahil olduğu için önemsememiştir. Muhtemelen bu sebeple Porphyry'in aktardığına göre kendi portresinin yapılmasını reddetmiş, çocukluğu, ailesi veya doğum yeri ve tarihi hakkında bilgi vermekten kaçınmıştır. Yine de Eunapius onun Mısır'da Deltaya bağlı Lycopolis'de doğduğunu haber vermektedir. Geçmişi hakkındaki bu belirsizliğe karşın öğrencilerinin aktardığı tüm detaylar felsefesini en yüksek düzeyde yaşamına aktardığını göstermektedir.
Plotinos yirmi yedi yaşında, yaklaşık 232 yıllarında felsefe tahsili yapmak arzusuyla İskenderiye'ye gitmiştir. Orada daha sonra hocası olacak Ammonius Saccas (Amon-ius Saccas- Güneş kalkanı Hamal ) diye çevrilebilir ile karşılaşıncaya kadar hiçbir öğretmenden hoşnut olmamıştır.(Amonius Saccas hammallık yaparak yaşıyacak kadar alçakgönüllüğüyle etkiledi belki de Plotinos'u). Ammonius'un konuşmasını dinleyince arkadaşına "aradığım adam buydu" demiş ve onun eğitimi altına girmiştir. Ammonius'un dışında Afrodisyaslı İskender, Numenius'in eserlerinden de etkilenmiştir.
İskenderiye on bir yıl geçirmiş ve 38 yaşında Perslerin ve Hintlerin felsefi öğretilerini araştırmaya karar vermiştir. Bu gerekçeyle Persler üzerine yürüyen III. Gordian'ın ordusuna katılmıştır. Sefer başarısızlıkla son bulup Gordian'ın ölümüyle Plotinos Antakya'ya dönmek zorunda kalmıştır.
Kırk yaşında, Arap Philip'in hakimiyeti altındaki Roma'ya dönmüş ve hayatının geri kalanını, çok sayıda öğrenci edindiği Roma'da geçirmiştir. Öğrencileri arasında filozoflar, Roma senatosu üyeleri, doktorlar, Roma'da evinde kaldığı Gemina ve Iamblichus'un oğlu Ariston'un karısı Amphiclea gibi kadınlar da vardı.
Plotinos 253 yılından başlayarak ölümüne kadar geçecek on yedi yıl içinde daha sonra adı Enneadlar olacak denemelerini kaleme almıştır. Porphyry Enneadların kendisi derlemeden önce tam bir kitap olmaktan çok Plotinos'un konuşmalarında kullandığı deneme ve notlar külliyatı olduğunu ifade etmiştir. Plotinos gözlerindeki zayıflık nedeniyle eserini yeniden gözden geçirememiştir ayrıca Porphyry'nin ifadesine göre de düzeltme işleminden hoşnut olmayan Plotinos'un el yazması da özensizdi.
Plotinos'da monist bir varlık anlayışı bulunur. Onun felsefesinin ontolojik hiyerarşisinin ilkesi hem varlık, hem İyilik ve de Uluhiyet olan Bir'dir. Her şey Bir'den südur (emanation) eder. İlk olarak ruh (spirit), idealar dünyası olan nous südur eder. Nous'un kendi kendine yönelişi ile ikilik (düalizm) ortaya ve dolayısıyla da tin, nefs (soul) ortaya çıkar. Ancak bu nefs tek tek fertlerin değil dünyanın nefsidir ve bireysel nefsleri olduğu gibi tüm dünyayı da canlandırır. Ortaya çıkan nefsler (souls) nous ile biçim aldıkları bedenin arasındaki bir konumda bulunurlar. Bir'den en son südur eden şey maddedir. Madde varlığın en düşük düzeyidir.
Plotinos'un felsefesinde yüce, tamamen aşkın (transcenden) olan "Bir"de ne ayrım ne çokluk ne farklılaşma vardır. O, varlık ve varolmama şeklindeki tüm kategorilerin ötesindedir. Bizler "varlık" kavramını kendi tecrübemizin objelerinden çıkarmaktayız ve varlık bu nesnelerin kendisine izafe edildiği şeydir fakat sonsuz, aşkın Bir tüm bu nesnelerin ötesindedir ve bu yüzden tüm kavramların ötesindedir. Bir "herhangi bir şey olamaz" ve ayrıca tüm şeylerin toplamı da olamaz, çünkü O, tüm mevcudâttan öncedir. Bu sebeple Bir'e hiçbir sıfat yüklenemez.
Düşünce'de Bir'e izafe edilemez çünkü düşünce düşünen ve düşünce nesnesi şeklindeki bir ayrımın varlığını zımnen içinde barındırmaktadır. Aynı şekilde her ne kadar O'ndan ileri gelse de irade de Bir'e yüklenemez çünkü irade de irade edilen bir şeyin mevcudiyetini gerektirir ve bu anlamda Bir'e değil ama ondan südûr eden ilk uknum (hypostases) Nous'a izafe edilebilir.
Calormen
Calormen, C.S. Lewis'in "Narnia Günlükleri" adlı kitabında adı geçen hayali bir yerdir. Narnia'nın Güneyinde bulunur. Oraya ulaşmak için çölden geçmek gerekir. Bu çöl çok büyüktür. Çöl bittiğinde mezarlar görülür; bunlar ürperticidir. Sınırın geçilmesi başarıldığında, Calormen'in harikası Tashbaan'ı (Taşbân) görünür. Burası tepeler ve ağaçlarla kaplıdır.
Tomahawk
Tomahawk, tam adı BGM-109 Tomahawk, (İngilizce: "Tomahawk" «Kızılderili savaş baltası»), stratejik bir seyir füzesidir. Tam açık adı: Tomahawk Land Attack Cruise Missile - TLAM.
Çeşitli tipleri bulunmaktadır:
Tomahawk füzesi, havadan karaya atılan AGM-86 ALCM/CALM seyir füzesi ile paralel geliştirilmiştir. Her iki füze de birbirleri ile pek çok ortak parça içermektedir.
Üç kademeli güdüm sistemi uygulanmaktadır.
Fırlatma motoru ile bilikte kütlesi 1440 kg'dır. Fırlatma motoru hariç 1190 kg'dır. Menzili 600 deniz mili (>1100 km)dir. Ortalama uçuş hızı saatte 880 km'dir.
1000 libre (450 kg) ağırlığında çeşitli tipte harpbaşlıkları kullanılmaktadır:
Bugüne kadar yapılan üretimlerin ortalaması ele alındığında birim maliyeti 1.4 milyon dolardır. Son dönemlerde geliştirilmekte olan Taktik Tomahawk füzesinin 500 bin dolara mal olacağı açıklanmıştır.
İlk defa yoğun olarak 1991 Körfez Savaşı'da kullanılmıştır. ABD Deniz Kuvvetleri'nin yaptığı atışlarda 297 fırlatma görevi verilmiş, atış için yüklenen füzelerin 7'si teknik sorunlar sebebiyle fırlatıcıyı terkedememiştir. Fırlatılan 290 füzenin 242'si hedefi vurmuştur. 1993, 1996, 1998 ve 2003 yıllarında da Irak'a karşı kullanılan Tomahawk füzeleri, Sırp Cumhuriyeti'ne (1995 Kararlı Güç Harekatı), Yugoslavya Federal Cumhuriyeti'ne (1999 Müttefik Gücü Harekatı), Afganistan'a (2001 Sonsuz Özgürlük Harekatı) ve Humus şehrindeki Şaryat Hava Üssü'nü(2017)(suriye) yönelik bombardımanlarda da kullanıldı.
Ayrıca Akıllı füze olarak adlandırlan Tomahawk füzeleri, alçak irtifadan yeryüzüne paralel hareket eder , engellerin çevresinden dolanır ve radara yakalanmazlar.
ABD dışında bir tek İngiltere'ye satışı yapılmıştır.
Tolga Çandar
Ali Tolga Çandar, (d. 16 Ağustos 1959, Milas) İnşaat Mühendisi, Siyasetçi ve Türk halk müziği sanatçısıdır.
1959 yılında Muğla’nın Milas ilçesinde doğdu. İlk, orta ve lise öğrenimini Milas’ta tamamladıktan sonra Ankara’ya, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ne gitti. ODTÜ Mühendislik Fakültesi İnşaat Bölümü’nde öğrenim gören Çandar, tiyatro çalışmaları için ODTÜ Oyuncularına, halk müziği çalışmaları için de Türk Halk Bilimleri Topluluğu’na devam etti.
Üniversitenin üçüncü sınıfında iken, üç arkadaşı ile birlikte kurdukları Çağdaş Türkü topluluğu adı altında ilk albümleri olan Bekle Beni'yi yaptılar. Bu albüm aynı zamanda Tolga Çandar'ın profesyonel müzik yaşamına adım atmasına zemin hazırlar.
Bekle Beni albümünde olduğu gibi, yine Eftal Küçük ve Tolga Çandar bestelerinden oluşan "Delikanlıya" adlı bir albüm daha yapan topluluk, dağılır. Bunun üzerine Çandar müzik yolculuğuna yalnız devam eder.
Bir yandan beste çalışmalarına devam eden Çandar, diğer yandan da "Türküleri Ege’nin" adlı bir albüm hazırlar. Bu albümün gördüğü yoğun ilgi, Tolga Çandar’ın müzik yolculuğunda izleyeceği yolu da belirlemiş olur.
Müzik çalışmalarının yanı sıra çeşitli dergilerde yazılar da yazan Çandar, Felsefe, sosyoloji, siyaset bilimi konularına ilgi duymaktadır.
Çandar’ın en büyük tutkularından birisi de havacılıktır. 1977 yılında ODTÜ dokuz ay sürecek olan boykot sürecine girince, okulun geleceği konusundaki belirsizlik ortamında Çandar, Hava Harp Okulu sınavlarına girer. Sınavları başarıyla tamamlar ve İzmir Cumaovası meydanında (bugünkü Adnan Menderes havaalanı) T-41 uçağı ile eğitim uçuşlarına katılır, ancak uçuşları tamamlamadan, sekizinci sorti sonunda kamptan ayrılır ve ODTÜ’ye geri döner, ancak içindeki uçma isteği hiçbir zaman yok olmaz.
Çağdaş Türkü topluluğu ile yaptıkları "Bekle Beni" ve "Delikanlıya" adlı albümlerden sonra Çandar, sırasıyla "Türküleri Ege’nin", "Harman", "Türküden Şarkıya", "Sen Türkülerdesin", "Kar Yangını", "Türküleri Ege’nin 2", "Sular Gibi", "’Türküleri Ege’nin 3" ve soprano Seza Kırgız ile birlikte seslendirdikleri "Aşikar" adlı albümlere imza attı.
Belgesel film müzikleri ve tiyatro müzikleri de yapan Çandar evlidir ve Karya adında bir oğlu vardır. Halk türkülerini söylemesinin yanı sıra, birçok beste çalışmaları da vardır. 2011 Genel Seçimleri'nde Cumhuriyet Halk Partisi'nden XXIV. Dönem Muğla milletvekili seçilmiştir.
Ender Doğan
Ender Doğan, Klasik Türk müziği sanatçısı ve neyzendir. 1970 yılında Malatya'da doğdu. Babası imam olduğu için dini müziğe yakınlık duydu. 1983 yılından beri İstanbul'da bulunmaktadır. Evli, üç kız çocuk babasıdır.
Müziğe 1984’te Eyüp Musiki Derneği'nde başladı. Kendisine İstanbul Üniversitesi Türk müziği korosunda 5 yıl boyunca şarkı söyledi. 1987 yılında ney üflemeye başladı. Çeşitli ney ustalarından ders aldı ve konser kayıtlarını dinledi. 1994 yılında TRT İstanbul Radyosu'na neyzen ve ses sanatçısı olarak girdi.
1996 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümünden mezun o |
ldu. Felsefe öğretmenliği, ve bazı özel okullarda rehberlik çalışması yaptı.
Ney imal ettiği bir atölyesi vardır, 12 yıldır da özel ney dersi vermektedir. Geçen yıldan beri Yere Batan Sarnıcı'nda ney taksimleri ve saz eserlerinden oluşan "Ney Akşamları" adı altında 4 ney konseri vermiştir. Bu konser serisi halen devam etmektedir.
Hala ney dersleri vermektedir.
Ender Doğan'ın Resmi sitesi
Ender Doğan'ın sitesi
Sovyetler Birliği'nde felsefe
Sovyetler Birliği’nde felsefi araştırmalar resmi olarak Marksist düşünce odaklıydı, bu kuramsal olarak nihai felsefi doğru ve nesnellik temeliydi. 1920’ler ve 1930’lar boyunca, Rus düşüncesinin diğer eğilimleri baskılandı (pek çok filozof göç etti, başkaları sürüldü). Stalin 1931’de diyalektik materyalizm’i Marksizm Leninizm ile özdeşleştiren bir karar çıkartarak, bütün komünist devletlerde ve Comintern aracılığıyla çoğu Komünist partide geçerli olacak resmi felsefe haline getirdi. . Bolşevik yönetimin başlangıcından itibaren Sovyet felsefesinin resmi amacı (her derste yer alması zorunlu bir öğretim konusuydu), Komünist düşüncelerin kuramsal olarak anlatılmasıydı. Bununla birlikte, 1917 Ekim Devrimi nden sonra, hem felsefi hem siyasi mücadeleler damgasını vurmuş ve artık eskisi gibi dogmatik olunmayıp daha ilerici ve olumlu konular tartışılır hale getirmiştir. Evald Vasilevich Ilyenkov 1960’ların önde gelen filozoflarından biriydi, Leninist Diyalektik ve Positivizmin Metafizikliği (Leninist Dialectics & Metaphysics of Positivism) (1979) kitabında, 1920’lerin “mekanikçiler ile “diyalektikçiler” tartışmasını yeniden açtı. 1960’lar ve 1970’lerde analitik felsefe (analytical philosophy) ve mantık deneyciliği (logical empiricism) dahil Batı felsefeleri Sovyet düşüncesi üzerinde iz bırakmaya başladılar. Keza bu durum da SSCB'nin Stalin sonrası yönetiminde komünist idealini ne derece yeteneksiz kullandığının ve emperyalist ülkelerinin felsefelerine gittikçe kayan bir ivme kazandığının göstergesidir.
Daha fazla bilgi Diyalektik maddecilik ve Marksist kuram.
İlk Lenin tarafından Maddecilik ve Empriocriticism (Materialism and Empiriocriticism) (1908) kitabında geliştirilen diyalektik maddecilik üç eksen üstünde durur: Hegelci diyalektiğin “maddeci ters çevrilme”si, sınıf savaşımı bilimsel ilkelerinin tarihselliği ve fizikteki (Hemlholtz), biyolojideki (Darwin) ve ekonomi politikteki (Marks) “evrim yasaları”nın birbirine yakınsamasıdır. Lenin böylelikle tarihi Marksizm (Labriola) ile “sosyal darwinizm” (Kautsky)’ye yakın olan determinist Marksizm arasında bir yerde durmuştur. Lenin’in en önemli felsefi rakibi, Marksizmle Ernst Mach, Wilhelm Ostwald, ve Richard Avenarius (ki Materialism and Empiriocriticism kitabında şiddetle eleştirilmiştir) felsefesini birleştirmeye çalışan Alexander Bogdanov (1873-1928) idi. Bogdanov “tectology” kitabını yazdı ve savaş sonrası Protelkult kurucularından biriydi.
1917 Ekim Devrimi sonrası, Sovyet felsefesi “diyalektikçiler” (Deborin) ile “mekanikçiler” (Bukharin, 1924’de Stalin’in “tek ülkede sosyalizm” tezinin de ayrıntılarını hazırlamıştı) arasında bölündü. Mekanikçiler (A.K. Timartizev, Timianski, Axelrod, Stepanov...), ki çoğu bilimsel bir alt yapıdan geliyorlardı, Marksist felsefenin ilkesini Doğanın nedensel açıklanmasında bulduğunu ileri sürüyorlardı. Marksizmin pozitivist bir yorumunu savladılar, yani Marksist felsefe doğa bilimlerini izlemeliydi. Stepanov böylesi üstüne basarak “Doğanın Diyalektik Anlayışı Mekanik Anlayıştır” başlıklı makalesini yazdı. Bunu aksine, “diyalektikçiler” daha çok Hegelci bir öğretiden geliyorlardı, diyalektiğin basit mekanizme indirgenemeyeceğinde ısrarlıydılar. Engels ’in Anti-Duhring ve Doğanın Diyalektiği’ni kendilerine temel alarak, diyalektik yasalarının doğada bulunabileceğini iddia ettiler. Görecelilik Kuramı ve kuantum mekaniği’nden destek alarak, mekanikçilerin doğa kavramının çok dar ve sınırlı olduğu yanıtlarıydı. “Rus Marksizminin babası” Plehanov ’un öğrencisi olan Deborin, mekanikçilerle Spinoza’nın yeri konusunda da ayrı düşüyordu. Mekanikçiler onun idealist metafizikçi olduğunu söylerken, Deborin, Plekhanov’u izleyerek, Spinoza’yı maddeci ve diyalektikçi olarak görüyordu. Mekanikçilik en sonunda diyalektik maddeciliği kundakladığı ve kaba (vulgar) evrimcilikle suçlanıp kınandı Marksist-Leninist Bilimsel Kurumlar İkinci Tüm Birlikler Konferansında, 1929 toplantısıyla. İki yıl sonra, Stalin mekanikçilerle diyalektikçiler arası tartışmayı kesinkes bitirdi, çıkartılan bir kararla diyalektik materyalizm Marksizm-Leninizm ile özdeş sayıldı. Bundan sonra, resmi görüşlerin dışında felsefi bağımsız araştırma olasılıkları kayboldu, bu esnada lysenkoizm (lysenkoism) bilimsel alanlarda yürürlükte oldu (1948’de genetik bilimi “burjuva sahtebilimi” ilan edildi). Bununla birlikte, “mekanikçiler” ile “diyalektikçiler” arası tartışma 1920’lerden çok uzun zaman sonra da önemini koruyacaktı.
Öte yandan, David Riazanov 1920’de kendi kurduğu Marks Engels Enstitüsü başkanı olacaktı. Sonra MEGA (Marx-Engels-Gesamt-Ausgabe) kurdu ve Marks ve Engels’in bütün eserlerini yayinlayacaktı. Ayrıca, Diderot, Feuerbach ya da Hegel gibi yazarları da yayınladı, ancak 1921’de sendikaların özerkliğini savunduğu için tüm siyasi görevlerden çıkarıldı.
5’inci Comintern Kongresi sırasında, Grigory Zinoviev, George Lukacs’ı Tarih ve Sınıf Bilinci (1923) kitabı ve Karl Korsch’u da Marksizm ve Felsefe kitabı nedeniyle kınanmasını sağladı. Tarih ve Sınıf Bilinci yazarı tarafından reddedildi ve siyasi nedenlerle öz eleştiri yapıldı (o, bir devrimci için partinin bir parçası olmanın en önde geldiği düşüncesindeydi). Buna rağmen, Batı Marksizminin önde gelen bir kaynağı haline geldi, ilk Frankfurt Okulu ile başlayarak, hatta Heidegger’in Sein und Zeit (Olmak ve Zaman) (1927) eserini bile etkiledi. Lukacs sonra 1930 başlarında Moskova’ya gitti, orada felsefi çalışmalarına devam etti, Dünya Savaşından sonra Macaristan’a döndü. Sonra da 1956 Imre Nagy hükümetinde görev aldı; artık yakından izleniyordu.
Lev Vygotsky’nin (1896-1934) geliştirmeci (developmental) ruhbilim çalışmaları Ivan Pavlov’un çalışmalarının zıddıydı ve düşünceleri Alexei Nikolaevich Leont'ev, Pyotr Zinchenko (Harkov Ruhbilim Okulu üyesi), ve ilk yalan makinesini geliştiren bir sinir ruhbilimcisi olan Alexander Luria’nın etkinlik (activity) kuramı ile genişletildi.
== Rus biçimciliği (Formalism)
Rus biçimciliği 1910’lardan 1930’lara edebi eleştiriciliğin etkili bir akımıydı, edebi eleştiriciliği, şiirsel dil ve edebiyat özellik ve özgünlüğünü oluşturarak tümüyle değişik bir bakış açısı getirdi. Rus ve Sovyet bilimcilerinin (Viktor Shklovsky, Yuri Tynianov, Boris Eichenbaum, Roman Jakobson, Grigory Vinokur) bir dizi yüksek düzey etkili eserlerini içerir; Rus biçimciliği Mikhail Bakhtin ve Yuri Lotman gibi düşünürlere ve geniş anlamda yapısalcılık üzerinde çok etki etti. Hareketin üyeleri genelde modern edebi eleştiriciliğin kurucuları olarak değerlendirilirler. Stalin yönetiminde bu terim, seçkinci sanatı ima eden küçük düşürücü anlam kazandı.
Rus biçimciliği ayrık bir hareketti, birleşik bir doktrin oluşturamadı, emeklerinin merkezi bir amacı konusunda katılımcılarının fikir birliği yoktu. Gerçekte, “Rus biçimciliği” iki ayrı hareketi belirtiyordu: Petersburg’daki OPOJAZ (Şiirsel Dil Çalışmaları Birliği) ile Moskova’daki Dilbilimsel Çevre. Bu nedenle, hayli geniş ve soyut bir kavram olan “Biçimcilik” yerine “Rus biçimcileri”nden söz etmek daha doğrudur.
Bunlarla birlikte, yaratıcı felsefe çalışmaları için koşullar SSCB 1956 Sovyetler Birliği Komünist Partisi 20. Kongresi ardından 1950’ler ortalarında oluşmaya başladı, gerçi felsefenin dış eteklerinde de olsa: doğa bilimi felsefesi (B. Kedrov, I. Frolov), algılama ve tin bilim (gnoseology) kuramı (P. Kopnin, V. Lektorsky, M. Mamardashvili, E. Ilyenkov), felsefe tarihi (V.Asmus, A.Losev, I.Narski), ahlak (O.Dobronitski), estetik (M.Kagan, L.Stolovitsh), mantık (G.Shtshedrovitski, A.Zinovyev) ve işaret bilimi (semiotics) ve sistem kuramları (Y.Lotman, ki İşaret Sistemleri Çalışmaları dergisini çıkarmıştır, en eski işaret bilim (semiotics) süreli yayınıdır; V.Sadovsky). 1844 Ekonomik ve Felsefi Elyazmalar gibi genç Marks’ın eserleri, ilkin 1932’de basılmış, ancak Stalin tarafından engellenmiştir çünkü, Alman İdealizminden ayrılması tamamlanmamıştı ve bu tartışılmaya başlanmıştı.
Vasily Nalimov (1910-1997) ana olarak olasılık felsefesiyle ve onun biyolojik, matematiksel, dilbilimsel bildirgeleriyle ilgiliydi. Gnostizim ve mistisizmin bilimdeki rollerini araştırdı. Nalimov genelde atıf yapma endeksi (citation index) kavramı önerisiyle değeri anılır.
Aştarak
Aştarak (Աշտարակ'in Ermenice 'deki anlamı "kule", eskiden "Açtarak") Ermenistan 'ın endüstriyel bir şehridir.Kasag nehri üzerinde Erivan'ın 13 km kuzeybatısında yer alır. Aragatsotn idari bölgesinin merkezidir . Yaklaşık nufüsuyla 21,000 en önemli üç Ermeni şehrinin yollarının kavşak noktasıdır: Erivan, Gümrü ve Vanadzor.
Efsaneye göre Aştarak'ta üç kız kardeş yaşar ve üçü de Prens Sargis'e aşıklardır. İki büyük kardeş küçük kardeşlerinin mutluluğu için intihar etmeye karar verirler. Küçük kardeş intihar eden ablalarının cesetleriyle karşılaştığında intihar eden kardeşlerden birinim kavuniçi, diğeriyse kırmızı giyinmiş olduğunu görür.O sırada üzerinde beyaz bir elbise vardır. Küçük kardeş duruma dayanamayıp kendini şehirde bulunan dağ geçidinden aşağı bırakarak intihar eder. Prens Sargis hermit olduğunda o geçidin kenarına, kardeşlerin öldüğü gün üzerlerinde bulunan giysilerin renginde, üç küçük kilise yaptırır.
Yukarıda anlatılan efsanedeki renklerin ismiyle anılan üç kiliselerin renkleri, isimlerindeki renklerle uyuşmaz. Bu kiliselerden, 7.yüzyıl'da inşa edilmiş ve içlerinden en iyi korunmuş olanı "Karmravor" ("karmir" kırmızı anlamında) kilisesi şeftali rengindedir. Diğer ikisi, "Spitakavor" ("spitak" beyaz demektir ama kilisenin rengi kırmızıdır) 14. yüzyıl'da, ve "Tsiranavor" ("tsiran" şeftali demektir, kilisenin rengi beyazdır ) 5. yüzyıl 'da inşa edilmi |
ştir.
Şehirde iki tane daha eski kilise vardır, bunlardan Surb Sargis, 19. yüzyılda inşa edilmiş bu yapı şehirdeki geçtidn ayrı bir noktasında yer alır and offers. Şehrin en büyük kilisesi,1281'de inşa edilen St. Marine kilisesi şehrin merkezinde bulunur.
Şehirdeki görülmesi gereken diğer ilginç manzaralardan biri de 1664'da inşa edilmiş olan, Kasag nehri üzerindeki köprüdür.
Husky Harekâtı
Müttefikler'in Sicilya'yı işgali, 9 Temmuz 1943'ü 10 Temmuz 1943 gününe bağlayan gecede, Müttefik kuvvetlerin Husky kod adını verdiği harekâtla başladı. Sicilya çıkartması adanın güney doğu sahillerine yapıldı.
Kuzey Afrika'daki Alman askeri varlığını ortadan kaldırdıktan sonra İtalya'ya yöneldiler. İtalya'ya bir çıkarma yapılmasından önce Sicilya adasındaki Alman askeri gücünün de kırılması gerekti. Harekâta, 24 Ocak 1943 tarihinde sonuçlanan Casablanca Konferansı'nda karar verildi.
Abdülkerim el-Cili
Abdülkerim el-Cîlî. 15. yüzyılda yaşamış, tasavvufun İbn Arabi okulundan sufi.
Kutbuddin Abdulkerim b. İbrahim b. Abdulkerim el-Cîlî (Gilanî, Geylanî ve Cilanî olarak da anılır), H. 767 yılında İran’ın Cilan kasabasında, bir başka rivayete göre de Bağdat yakınlarındaki Cîl kasabasında doğdu.
Yaklaşık 20 yaşlarında seyahate başlayan Cîlî, Hindistan’a gitmiş, oradan da Arap Yarımadası'na yönelmiştir. Eserlerinde “Şeyhim” diyerek saygıyla andığı sufi İsmail el-Ceberîtî ile Yemen’in Zebid şehrinde tanışmıştır. Ölüm tarihi ve yeri hakkında birkaç rivayet olmakla birlikte, Zebid şehrinde 826 veya 832 yılında olması güçlü olasılıktır. İslami ilimler yanında harf ilmi, felek ilmi, Yunan ilimleri ve coğrafyayı da iyi bildiğini eserlerinden anlamak mümkündür.
Cîlî’nin eserlerinin önemli bir kısmı günümüze ulaşmamıştır. Günümüze ulaşan eserlerinden bazıları şunlardır:
"Ma'rifetullah ta'biriyle şöhret alan "ilm-i billâh"da ve o ilimde insanın ebnâ-yı cinsine karşı fazîletinde derecesi, bu husûstaki ma'lûmâtıyla mütenâsibdir. İlham ve tevfik-ı ilahiye merbût olan maârif-i hakîkiyye, "harem-i emîn"dir. Nâs, bunun etrâfında mevâni' ve müşkilât ile hatve-endâz olur. Bu ilmin sahrâları galatât ve mezâlik-ı akdâm ile, denizleri mühlikât ile doludur. Bunun yolu ince kıldan daha ince ve keskin kılıcın yüzünden daha keskindir. Bu yolda sefer eden, maksadına vuslat-yâb olmak icin îcâb-ı müşkilât ile nâil-i vuslat olamamak da muhtemeldir.
İşte bu müşkilatı düşünerek tahkîkâtı bâhir, itkân ve tetkîkâtı zâhir bir kitâb te'lîf edip, bu yola sâlik olanlara, refîk-ı a'lâya vüsûl için refîk-ı refîk ve metâlibe tâlib olanlara şefîk-ı şefîk olmasını teemmül etmiş idim ve demiştim ki; sâlik bunun ucu bucağı olmayan sahrâlarında ve muzlim olan menâzilinde, o kitâbdaki maârifin ziyâsıyla tenevvür ederek, müşkilâtı ifhâm etsin.
Halbuki ben te'lîf ettiğim bu kitâbı, keşf-i sahîh üzerine te'sîs ettiğim gibi, mesâilini de haber-i sahîh ile te'yîd etmiştim."
Arsa
Arsa, toprak alan, boş arazi, yeryüzü parçasıdır. Köy, kasaba ve kent sınırları içindeki toprak parçalarına verilen genel isimdir. İmar görmüş tarlaya (konut arsası, ticari arsa vs) arsa denir.
Mülkiyet yolu ile tasarruf edilir. Arsa, Osmanlıda arazi-i memluke sayılırdı. Türk Medeni Kanunu'na göre arazi kavramı kapsamına girmektedir.
Cennet ve Cehennem Çökükleri
Cennet ve Cehennem Çökükleri veya Cennet ve Cehennem Obrukları, Silifke - Narlıkuyu yakınlarında bulunan, doğal yollarla oluşmuş, tarihi ve turistik ilgi çeken, çok derin mağaralardır. Cennet Çöküğü ve Cehennem Çukuru olarak adlandırılmaktadır. Cennet çöküğü ve Cehennem çukuru arasında 80 metre mesafe vardır. Kültür ve Turizm Bakanlığınca müze kapsamında olup ziyaretçilere açıktır.
Bir yeraltı deresinin yolaçtığı kimyasal erozyonla tavanın çökmesi sonucu meydana gelmiş büyük bir çukurdur. Elips biçimindeki ağız kısmı çapları 250 m. ve 110 m. olup derinliği 70 metredir. Çökük tabanının güney ucunda 200 m. uzunluğunda ve en derin noktası 135 m. olan büyük bir mağara girişi ve bu mağaranın ağzında küçük bir kilise vardır.
Kilisenin giriş kapısı üzerindeki 4 satırlık kitabede, bu kilisenin V. yüzyılda Paulus adında dindar bir kişi tarafından Meryem Ana'ya ithafen yaptırılmış olduğu yazılmaktadır. Cennet çöküğünün içine her biri oldukça geniş 452 basamaklı taş bir merdivenle inilir. Kiliseye 300. basamakta varılır. Kiliseden sonraki mağaranın bitim noktasında mitolojik bir yeraltı deresinin sesi duyulur.
Akdeniz Bölgesinde, Mersin-Silifke yolu üzerinde bulunan Narlıkuyu ilçesi yakınlarında iki önemli karstik çukur bulunmaktadır. Obruk olarak adlandırılan bu çökme yapılar kireçtaşından oluşan plato içerisinde gelişmişlerdir. Cennet ve cehennem obrukları keskin köşeli derin çukurluklardır. Bu iki büyük çukur yeraltı mağara sisteminin üst kısmının çökelmesiyle oluşmuş iki bacaya karşılık gelmektedir. Obruğun taban kesimlerine doğru, tavanın çökmesi sırasında yukarıdan düşmüş olan büyük bloklara ve kütlelere rastlanmaktadır.
Cehennem çukurunun yaklaşık 200 m güneybatısında yer alan cennet obruğu, yaklaşık 135 m derinliğindedir. Bu da bir çöküntü obruğu olup, Miyosen döneminde oluşmuş sığ denizel kireçtaşı katmanları içinde karstik süreçler sonucunda oluşmuştur (Cehennem Obruğu da böyledir). Obruğun kuzey yamacı, oldukça diktir. Obruk,kapalı bir karstik mağara sistemi içinde bulunan bir galerinin tavanının çökmesi ile gelişmiştir. Bir yer altı akarsuyu da diyebileceğimiz bu sistem günümüzde faaliyetine devam etmekte ve akarsu yolu üzerinde oluşmuş Cehennem çukurunun’nun taban yüzeyi altından geçmektedir. Narlıkuyu arazisinin derinliklerinden, karstik kaynaklar şeklinde Akdeniz’e karışmaktadır.Obruk tabanına inen merdivenli yolun bitimine yakın bir yerde, Hellenistik dönemden kalma bir Zeus Tapınağı vardır. Merdivenli yolun da bu dönemden kaldığı sanılmaktadır. Rahatlıkla obruğun tabanına kadar inilir. Bu yüzeyin zeminle kontakt yerinde, yeraltından geçen akarsuyun sesleri,kolaylıkla duyulabilmektedir.
Yaklaşık 110 m derinliğine sahip olan cehennem çukuru, Cennet Obruğu’nun oluşumuna yol açan bir karstik yeraltı akarsuyunun, yine açmış olduğu bir yeraltı mağara sistemi tavanını aşındırıp, çökmesi süreci sonucunda oluşmuştur. Obruğun tabanından, batıdaki Cennet Obruğu’nun altına yönelen bir yeraltı akarsuyu geçmektedir. Cehennem çukuru kenarları iç bükey olduğu için ve Cennet çöküğüne göre daha dar ve dik olmasından dolayı tabanına inmek mümkün değildir, özel dağcı ipi veya esnek merdivenle inilip çıkılabilir.
Mustafa Sağyaşar
Mustafa Sağyaşar, (d. 25 Aralık 1932, Adana). Türk sanat müziği sanatçısı ve koro şefi.
Müziğe profesyonel olarak 1951 yılında Ankara Radyosu'nda başladı. Bugüne kadar 125 küçük 45'lik plak, 10 taş plak, 10 uzun çalar yaptı. 400'ü aşkın parça yorumlamış olup TRT repertuvarında iki de bestesi bulunmaktadır. Ayşe ve Cemil adlarında iki çocuk sahibidir.
62 yıldır müzik hayatına aralıksız devam eden Mustafa Sağyaşar hâlen Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin Türk Sanat Müziği Bölüm Başkanlığını, Kız Kulesi TSM Korosu ve İstanbul Tapu Kadastrolular TSM Korosu şefliğini yürüterek hizmete devam etmektedir.
1998 yılında Kültür Bakanlığınca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır.
Mediha Şen Sancakoğlu
Mediha Şen Sancakoğlu (d. 8 Mart 1941; Babaeski,Kırklareli), Türk müzisyen.
Üç kardeşin en küçüğüdür. İki aylıkken ailesi Bursa Çekirge'ye yerleşti; ilkokulu burada okudu, ortaokul 2. sınıfa devam ederken İstanbul'a taşındılar. 14 yaşında iken Alaattin Şen ile evlendi ve Eyüp Sultan'a yerleşti. Bu evlilikten Ayfer adında bir kızı, Gökhan adında bir oğlu oldu.
2 çocuk annesi iken 1968 yılında yetişmiş sanatçı sınavına girerek İstanbul Radyosu'nda solo programlara başladı. 1970 yılında sahne çalışmaları ile birlikte pek çok 45'lik ve uzun çalar plak yaptı. Bunlardan ikisi 45'lik ve bir uzun çalar olmak üzere üç altın plak ödülü aldı. 1972 yılında ilk eşinden ayrıldı. 1973 yılında Kemal Sancakoğlu ile evlendi. Bu evliliğinden Ebru ve Elif adında iki kızı dünyaya geldi.
1990 yılında çok sevdiği ağabeyi Ahmet İzgin'in amansız hastalığına duyduğu üzüntünün de etkisiyle şiir yazmaya ve akabinde beste yapmaya başladı. 10 yıl içinde 2000'in üzerinde hece vezni, 500'ün üzerinde aruz vezni ile olmak üzere pek çok şiir yazdı, 500'ün üzerinde beste yaptı. Bu bestelerden 220 adedi TRT repertuarındadır. Bestelerinde 31 ayrı makam, 14 değişik usûl kullandı. 1995'de Milliyet gazetesinin yılın sevilen 10 şarkısı yarışmasında söz ve müziği kendisine ait olan "Başka Mevsim Aramam" adlı şarkısıyla dereceye girdi. 1997 söz ve müziği kendisine ait olan "Ceylan Gibi Ürkek Bakıyorsun" adlı şarkısıyla Dede Efendi Beste Yarışması'nda mansiyon aldı. Yine 1997'de Samsun'da açılan ulusal beste yarışmasında sözleri Yalçın Benlican'a ait "Dudağın Gül Açmış" adlı bestesiyle mansiyon aldı. 2001 yılında 1. Yalova Yürüyen Köşk Beste Yarışması'nda söz ve müziği kendisine ait olan "Yalovalım" isimli şarkısıyla mansiyon aldı. Bu arada çeşitli yurt içi ve yurt dışı konserlerinde sayısız ödül ve plaket aldı. 1970'li yıllarda okuduğu 200'e yakın şarkı, 2002 Şubat'ında CD halinde Jet Plak tarafından piyasaya çıkarıldı. "Koklamazsan Bahçenizde Sümbül Olmak İstemem" isimli şiiri ise, Türk sanat müziği sanatçısı Onur Akay tarafından bestelendi.
Behiye Aksoy
Behiye Aksoy (d. Behiye Tetiker; 19 Eylül 1933 - ö. 31 Mayıs 2015), Türk sanat müziği sanatçısı.
Behiye Aksoy, 19 Eylül 1933'te İstanbul'da doğdu. Annesi ve halasının müziğe aşina olmaları, piyano ve ud çalmalarından ve Müzeyyen Senar ve Münir Nurettin Selçuk'un o devirlerdeki siyah-beyaz filmlerde söylediği film şarkılarından feyiz alıp müziğe olan sevdası kendisiyle birlikte büyüyerek ortaokulu bitirdikten sonra Ankara Radyosu imtihanına girdi. 200 kişi arasından seçilip 1948 yılında stajyer olarak girdiği radyoda repetitör muavinliğine kadar yükseldi.
Maksim Gazinosu tarihinde, Zeki Müren'le yarışan tek kadın rakiptir. Platin rengi saçları, şık kostümleriyle kendisinden sonra yetişen şarkıcılara öncülük etti. Karekteristik hareketleri, sahnedeki büyük dehası daima ayakta alkış |
landı. Plakları öyle çok ilgi gördü ki sanatçıya başarılarından ötürü altın plak değil platin taç armağan edilirdi. Müziği bıraktığı 80'li yıllara kadar daima sevilen ve gözde sanatçılardan olmayı başardı.
Halil Aksoy ile olan evliliğinden Ahmet Kazım isminde bir oğlu vardır. Sanatçı ayrıca Berker İnanoğlu ve Fahrettin Aslan'la evlenip ayrılmıştır. 1967 yılında "Kederli Günlerim", 1973 yılında "Falcı" isimli Türk filmlerinde baş rolde oynamıştır. 2001 yılında alzheimer hastalığına yakalanan sanatçı, 2011 yılında birikimlerinin tamamını elinden çıkartarak huzurevinde yaşamayı tercih etmiştir. Aralık 2014'te yoğun bakıma alınmıştır. 31 Mayıs 2015'te hayatını kaybetmiştir. 3 Haziran'da Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi.
Adenokarsinom
Adenokarsinom bezsel dokularda ortaya çıkan bir karsinom türüdür. Adenokarsinom olarak sınıflandırılabilmesi için hücrelerin bir beze ait olması gerekmez, salgılayıcı özelliklere sahip olabilmeleri yeterlidir. Başta adenom olarak oluşabilir (yani iyicil bir bezsel tümör olarak).
Bu karsinom tipi insanlar dışında diğer yüksek memelilerde de ortaya çıkabilir.
Şunlar gibi kanserlerle sıklıkla ilişkilidir:
Teoman (şarkıcı)
Fazlı Teoman Yakupoğlu (d. 20 Kasım 1967, İstanbul), Türk rock müzik sanatçısı ve söz yazarı.
Teoman 20 Kasım 1967 tarihinde İstanbul'un Tünel semtinde Giresunlu bir ailenin çocuğu olarak doğmuş olan şarkıcı, ailesinin tek çocuğudur. Avukat olan babası, sanatçı 2,5 yaşındayken öldü. Ataköy Lisesi'ni bitirdi. Lisans öğrenimi için Boğaziçi Üniversitesi sosyoloji bölümüne kaydoldu ve bu bölümü bitirdi. Yüksek lisansını ise İstanbul Üniversitesi'nde kadın araştırmaları üzerine yapmak istedi ancak "Çizgi Romanda Kadının Rolü" konulu tezi beğenilmeyince yarım kaldı.
Sanatçı müzik kariyerine 1986 yılında kurduğu Mirage adlı grupta vokal yaparak başladı. Grubun dağılmasından sonra ise Mavi Sakal, Indians, Black Rose, Işığın Yansıması gibi gruplarda çalıştı ve sonra müzik kariyerine solo çalışmalarıyla devam etti. 1996 yılında Roxy Müzik Yarışması'nda Teoman'ın söylediği 'Ne Ekmek Ne De Su' şarkısı (müzik: Barlas Erinç, söz: Barlas Erinç - Teoman), en iyi beste ödülünü alırken 'Yollar' şarkısı da en iyi söz ödülüne layık görüldü. Sanatçının ilk albümü de 1996 Ekim'inde çıktı. Yine "O" adlı ikinci albümü Universal Müzik ve NR1 Müzik etiketiyle 1998 Mayıs'ında çıktı. 4 klip çekilen "O" albümünün müzik kanallarında ve radyolarda en çok istek alan şarkıları "Sus Konuşma", "O", "Bazı Yalanlar" ve "Gemiler" oldu. 1998 ve 1999 yılında dört şarkının klipleri Kral TV kanalının Top 20 ve Top 10 listesinde 1 numaraya yükseldi. Akabinde yayınlanan üçüncü albümü Onyedi ile 2000 Mayıs'ında müzikseverlerle buluştu. 3 klip çekilen "Onyedi" albümünün müzik kanallarında ve radyolarda en çok istek alan şarkıları "Paramparça", "17" ve "İki Yabancı" oldu. 2000 yılında üç şarkının klipleri Kral TV kanalının Top 20 ve Top 10 listesinde 1 numaraya yükseldi. Aynı yıl Altın Kelebek en iyi pop sanatçısı ödülünü aldı. Sanatçı şu anda Cihangir'de oturmaktadır ve şarkılarındaki ilham kaynağının Beyoğlu olduğunu belirtmektedir. Aynı yılın Mayıs'ında piyasaya çıkarılan Onyedi albümünün "Remixler" adlı ilk remix albümü ile 2001 Haziran'ında müzikseverlerle buluştu.
23 Aralık 2007 tarihinde Söz Müzik Teoman isimli yeni albümünü çıkartmıştır. Albümde çeşitli sanatçılar Teoman'a ait şarkıları seslendirmektedir. Yine Teoman, Şubat 2009'da tamamen yeni şarkıların olduğu İnsanlık Halleri isimli albümünü piyasaya sürmüştür. Ayrıca 13 Aralık 1980 tarihinde, 17 yaşındayken idam edilen Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi Erdal Eren'in akrabasıdır. Eren hakkında bir de "İki Çocuk" isimli şarkısını bestelemiş, 28 Mart 2010'da Açık Radyo'nun Dinleyici Destek Projesi Radyo Şenliği kapsamında özel bir program gerçekleştirmiş ve alternatif medyaya destek vermiştir. Teoman'ın şu an 9 stüdyo, 5 remix, 2 soundtrack, 1 best of, 1 konser, 1 reklam ve 1 adet de Türkiye'nin ilk best of düet albümü "Söz-Müzik: Teoman" bulunmaktadır. Teoman, Türkiye'nin önde gelen rock müzisyenlerinden biridir.
4 Ağustos 2011'de kendi web sitesinden yaptığı açıklamayla müziği bıraktığını duyurmuştur ancak 24 Kasım 2012'de yeniden müziğe döneceğini duyurmuştur. Daha sonra ise Aylin Aslım ve Şebnem Ferah ile düetlere imza atmıştır. Aynı yıl Ahmet Kaya'nın Bir Eksiğiz adlı albümünde "Acılara Tutunmak" şarkısını seslendirmiştir. 2015'te Eski Bir Rüya Uğruna albümünü piyasaya sürmüştür. Serseri, N'apim Tabiatım Böyle, Limanında şarkılarına klip çekerek büyük ilgi görmüştür.
30 Aralık 2012 tarihinde Ayşe Kaya ile evlendi. Çift, 2015 yılının Mart ayında boşandı.
Karsinom
Karsinom veya karsinoma, tıpta, epitel veya bezsel dokularda oluşan herhangi bir kanser, habis tümöral kütleye verilen isimdir. Tanıma göre karsinomlar etraftaki doku ve organları işgal eder ve lenf düğümlerine ve distal (merkezden uzak) noktalara yayılabilir (metastaz).
Hasan Mezarcı
Hasan Mezarcı (d. 11 Mayıs 1954, Düzce), radikal ve muhafazakâr görüşleriyle tanınan Türk siyasetçi ve din adamıdır.
İlkokuldan sonra Düzce Merkez Kur'an Kursu'nda hafızlığını yaptı ve İmam-Hatip Okulu'na girdi. İmam-Hatip'i bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni kazandı. İlahiyat okurken medrese tahsili de aldı. Alanında uzman ilim adamlarından dersler alan Mezarcı, Arapça, tefsir, hadis ve kelam gibi ilimler öğrendi.
Daha küçüklüğünde dedesinin okuduğu Ahmediye ve Muhammediye gibi İslam klasiklerine büyük ilgi duyan Hasan Mezarcı, "Osmanlı'ya, tarihe alakamız, resmi tarihin zıddı olan fikirlere alışkanlığımız aileden geliyor" diyor. Öğrencilik yıllarında müezzinlik ve imamlık ile Diyanet İşleri Başkanlığı ve Tarım Bakanlığı'nda memurluk yaptı. Müftülüğe Ağrı'nın Eleşkirt ilçesinde başladı. Daha sonra askerlik hizmetini tamamladı. Yedek Subaylığı sıkıyönetim dönemindeydi. Adana 6. Kolordu Komutanlığı'nda Basın ve Halkla İlişkiler subayı olarak görev aldı. Askerlikten sonra Sakarya'nın Akyazı ilçesine müftü olarak atandı. Daha sonra da İstanbul'un Ümraniye ilçesinde tayin edildi. Akyazı'da 5, Ümraniye'de ise 3,5 yıl görev yaptı. Dokuz yılı müftü olmak üzere devlet memurluğundaki hizmeti 15 yılı aştı.
Müftülük yaptığı bölge İstanbul'dan Refah Partisi tarafından aday gösterilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne girdi. Evli ve altı çocuk babası olan Hasan Mezarcı yakın tarihle ilgili tartışmalı konuları gündeme getirmesiyle dikkatleri çekti ve bu sebeple partisinden ihraç edildi. Daha sonra hapis cezasına çarptırıldı. Hasan Mezarcı’nın hapishane süreciyle başlayarak bir içine kapanma ve yalnızlaşma sürecine girdiği gözlendi. Ceza evindeyken psikolojik ve biyokimyasal işkenceye maruz kalarak akıl sağlığını yitirdiği iddia edildi. Bu işkencenin 1992 yılında yayınlanan Dünya Af Örgütü raporuna göre “İnsanın zihni yetilerini bozmayı, yok etmeyi, değiştirmeyi hedefleyen sorgulama prosedürü ahlâki suçtur. Fiziksel işkence sınıflandırması kadar insanlık dışıdır” düşüncesi çerçevesine girdiği iddia edilmesine rağmen yeterli kanıt bulunmaması sebebiyle iddia olmaktan ileriye gidememiştir.
25 Kasım 2000'de verdiği röportajda üç yıl önce yattığı cezaevinde Allah tarafından peygamber ilan edildiğini belirten Mezarcı, kendisini Mesih ilan etti.
Ankara 5. Asliye Ceza Mahkemesi'nin 'Atatürk'ün manevi şahsiyetine hakaret' suçundan kesinleşmiş 1 yıl hapis cezası alan Mezarcı, yaklaşık 3 yıl yaşadığı Almanya'dan Türkiye'ye dönünce cezasını çekmesi için gönderildiği Edirne'nin İpsala Kapalı Cezaevi'ne de yaklaşık 3 ay yattıktan sonra Ceza İnfaz Kanunu hükümlerine göre cezasını tamamlayarak 6 Mayıs 2002'de tahliye oldu.
Havarileri (şahitleri) olduğunu iddia ettiği cemaati ile faaliyetlerini internet sitesi vasıtasıyla da devam ettirmektedir. Çeşitli e-kitaplar yayınlanmaktadır.
"Kavgamın Perde Arkası" adlı 1996 yılında yazdığı bir kitabı vardır.
Statinler
Lipit düşürücü bir ilaçlar grubu olan Statinler (veya HMG KoA redüktaz inhibitörleri) yüksek kan kolesterol düzeylerinden dolayı kardiyovasküler hastalık riski taşıyan kişilerde kolesterolu düşürmek için kullanılırlar.
Statinler, jenerik adlarına göre alfabetik sırayla aşağıda listelenmiştir. Parantez içinde verilen marka isimleri ülkeden ülkeye fark eder.
LDL düşürme gücü ilaçtan ilaca fark eder. Atorvastatin ve rosuvastatin bunların en etkinidir.Ardından etkinlik sırasına göre; simvastatin, lovastatin, pravastatin ve fluvastatin gelir. Pitavastatin'in göreceli etkinliği henüz belli değildir.
En güçlü kolesterol düşürücü ilaç grubu olan statinler, "kötü kolesterol" olarak adlandırılan LDL kolesterolunu %30-55 oranında azaltırlar. Ancak trigliseritleri azaltmak ve ("iyi kolesterol") HDL kolesterolunu yükseltmekte fibratlar veya niasin kadar etkili değillerdir. Statin ve niasin kombinezonlarının çok emniyetlidirler. Buna karşın statin ve fibratlar, özellikle yüksek dozda, beraber alınınca olumsuz yan etkileri kayedilmiştir. bu yan etkiler arasında miyopati, miyosit ve rabdomiyoliz bulunur, bu yüzden yüksek dozda nadiren kullanılır.
Kan dolaşımındaki kolesterolun büyük bir kısmı, tipik olarak 24 saatte 1000 mg dolayında, vücutta sentezlenir. Vücuttaki kolesterol'un yaklaşık %50'si, gıda veya safra kaynaklı olarak, bağırsaklar tarafından emilir. ABD'deki tipik beslenmede bağırsak tarafından günde 200–300 mg kolesterol emilir, bu miktar safra tarafından bağırsağa boşalıp geri emilen miktardan çok daha azdır. Dolayısıyla kolesterolun dahili üretimi ve onun kandaki lipoproteinler tarafından taşınma biçimi kardiyovasküler hastalık riskine gıdadaki kolesteroldan çok daha fazla etki eder. Bu yüzden ve kardiyovasküler hastalıkları azaltmak için yapılmış çeşitli klinik denemelerin bulgularından dolayı, hekimler kan dolaşımındaki kolesterol taşıma biçimlerine en etkili müdahale yolu olarak statinleri artan bir sıklıkla kullanmaktadırlar. Düşük yağlı rejimler nadiren etkilidir, karbonhidrat ve hidrojenli yağı azaltmaya yönelik diyetler daha etkili olmakla beraber gene de statinler kadar etkili değille |
rdir. Hatta, diyet tavsiyeleri genelde etkisiz olduğu için çoğu doktor diyet tedavisini atlayıp doğrudan ilaç tedavisine geçmeyi yeğler. Ancak, Amerikan Kardiyoloji Derneği ("American Heart Association") yakın zamanda statinlerle omega-3 yağ asitlerinin beraber kullanımını önermiştir
Hem klinik deneme sonuçları, hem Amerikan Millî Kolesterol Eğitim Programı ("National Cholesterol Education Program") kılavuzları, hem den LDL kolesterolunun düşürülmesine verilen önemin artmasından dolayı statinlerin tedavideki rolü gittikçe artmaktadır. Statinler, koroner kalp hastalığı miyokardiyal enfarktüs, akut inme ve periferal arter hastalığında hem birincil (koruyucu) hem de ikincil (hastalığın baş göstermesinden sonraki) tedavide kullanılmaktadır.
Statinlerin olumlu etkilerinin olduğu tahmin edilen diğer hastalıklar konusunda da araştırmalar sürmektedir. Bunların arasında yangı (enflamasyon), bunama (demans) ve tümör büyümesi (neoplazma) vardır.
Statinler üretimleri açısından iki gruba ayrılabilir:
Statinler HMG-KoA redüktaz enzimini yarışmalı olarak engeller ("competitive inhibition"). Bu enzim, vücudun kolesterol sentezi için kullandığı HMG-KoA redüktaz yolunda yer alır.
Statinler dahili kolesterol sentezini engellemekle beraber etkileri bundan öteye de gider. Hücre içi kolesterol düzeylerinin azaltarak karaciğer hücrelerinde LDL reseptör sentezinin artmasına neden olurlar, bu da kandan LDL'nin alınmasını hızlandırır. Michael S. Brown ve Joseph L. Goldstein bu mekanizmayı çözerek 1985'de Nobel Fızyoloji veya Tıp ödülünü kazandılar.
Statinler aterosklerozu engellerken kolesterol düşürücü etkilerinden başka etkiler de gösterirler. Statinlerin kardiyovasküler hastalıkları engellerken dört mekanizmanın beraber çalıştığı önerilmektedir (bunların her biri geniş birer araştırma sahasının konusudur):
Başta statinlerin kanser riskini artırdığına dair endişeler olmasına rağmen çeşitli çalışmalar statinlerin kanser riskini %50'ye varan oranda azalttığını göstermiştir. Kolorektal kanserli 1953 hastayla 2015 hastalıksız kontrol kişinin karşılaştırıldığı büyük bir çalışmada, 5 yıl boyunca statin alanların kolorektal kanser olma oranının %50 daha düşük olduğu bulunmuştur. Fibrat kullanımının ise bir etkisi olmamıştir. Ancak, kolorektal kanser olma olasılığının düşüklüğü göz önüne alınırsa, tedavi için gereken sayının 5000 olduğu hesaplanmıştır. Yani, bir kişinin kanser olmaması için yaklaşık 5000 kişinin koruyucu olarak statin alması gerekir, bu da koruyucu tedavi için statin kullanımının pek kullanışlı olmayacağı anlamına gelir .
HMG-KoA redüktaz geninde yaygın olarak bulunan iki tür tek nükleotit polimorfizminden ("single nucleotide polymorphism", SNP; küçük genetik varyasyon) birine sahip olanların statinlere daha az duyarlı olduğu gösterilmiştir.
Emniyet ve etkinlik denemelerinde statin alan bazı hastalar miyaljia, kramp ve daha seyrek olarak hazım sorunları bildirmişlerse de, benzer semptomlar plasebo kullanımıyla da görülmüştür. Bu tür sorunlar ya kendiliklerinden ya da geçici olarak kullanımın azaltılması veya kesilmesi ile ortadan kalkar. Statin kullananların yaklaşık %0,5'inde görülen karaciğer enzim düzeyi bozulmaları plasebo alanlarda da aynı oranda görülmüştür. Bu sorunlar da dozun azaltılması veya geçici olarak kesilmesiyle ortadan kalmıştır. Diğer yan etkiler de plasebo ile aynı oranlarda, ve ender olarak gözlemlenmiştir.
Önemli bir emniyet kaygısı, miyosit, miyopati, ender olarak rabdomiyoliz (iskelet kaslarının patolojik olarak hasarı) eğer kas hasarı böbreğe zarar verirse akut böbrek yetmezliğine yol açabileceğidir. 2004'te yapılan bir denemede bir yıl boyunca tedavi gören 10.000 hastadan ortalama 0,44'ünün bu yan etkiyi gösterebileceği bulundu. Cerivastatin için bu oranın 10 kat daha büyük olduğu bulununca ilaç 2001'de piyasadan çekilmiştir . Yaygın olarak kullanılan statinlerin hepsi benzer özellikler göstermekle birlikte yakın zamanda piyasaya çıkan statinlerin farmakolojik yarı ömürleri daha uzun, hücresel spesifiteleri daha yüksek ve etkinliklerinin yan etkilerine oranı daha iyidir.
Lipit düşürücü başka bir ilaç grubuna ait olan fibratlarla herhangi bir statin birlikte kullanılınca rabdomiyoliz oranı 10.000 kişi-yıl için 6,0'a varır. Çoğu hekim karaciğer enzimleri ve kreatin kinaz'ı rutin takip etmeyi bırakmışsa da yüksek doz statin veya fibrat/statin kombinezonu alanlar için bunu yapmak tedbirli sayılır; kas krampları veya böbrek fonksiyonu bozuklukları görüldüğünde ise bu uygulama mecburi sayılır.
Greyfurt yemek veya greyfurt suyu içmek statin metabolizmasını engeller. Gerfurt suyunda bulunan furanokumarin, P450 enzimlerinden CYP3A4'ü inhibe eder. Bu enzim statinlerin çoğunu ve bazı başka ilaçların yıkımından sorumludur. Bu durumda kanda statin konsantrasyonu artar, bu da doza bağlı yan etki riskini artırır (miyopati ve rabdomiyoliz dahil olmak üzere). Bu yüzden statin kullanan hastaların greyfurt içmesi tavsiye edilmez. Bazı hastalar (ucuz olsun diye) düşük dozda statin alıp onun daha etkili olmasını sağlamak için greyfurt suyu içerler ama bu riskli bir uygulamadır.
Akiro Endo ve Masao Kuroda, 1971'de HMG-KoA redüktaz inhibitörleri üzerinde araştırmaya başladılar. Bu ekip, bazı mikroorganizmaların bu enzimin inhibitörlerini salgılayarak kendilerini başka organizmalar karşı savunabilecekleri hipotezini denemişlerdir. Bu enzimin sentezlediği mevalonat, çoğu organizmanın hücre zarında veya hücre iskeletinde bulunan bileşiklerin (örneğin ergosterol ve isoprenoidler) sentezinde bir hammaddedir).
İlk bulunan bileşik, "Penicillum citrinum" tarafından üretilen mevastatin (ML-263B) olmuştur. Merck & Co ilaç şirketi 1976'da japonların bu çalışmalarına ilgi gösterip 1976'da "Aspergillus terreus" adlı mantardan lovastatin (mevinolin. MK803) elde etmiştir; bu madde ilk ticari olarak pazarlanan statin olmuştur.
Bu madde İngilizce Wikipedia'da Statin maddesinin 7.7.2006 tarihli sürümünden çevrilmiştir.
Amélie Mauresmo
Amélie Simone Mauresmo (d. 5 Temmuz 1979) Fransız tenisçi, eski dünya bir numarası, iki Grand Slam şampiyonluğu bulunmaktadır.
2006 yılında önce Avustralya Açık'ta, daha sonra Wimbledon Tenis Turnuvası'nda şampiyon olmuştur.
Mauresmo 2003'te Fed Cup'ta Fransa için mücadele etti.
Mayıs ayında Varşova JS kupasında Venus Williams'ı yendi. 2 Hafta sonra İtalya Açık'ta yarıfinalde Serena Williams'ı ilk kez yendi ancak finalde Kim Clijsters'a yenildi. Fransa Açık'ta ise çeyrek finale kadar yükseldi ancak Serena Williams'a kaybetti. Kasım ayında Mauresmo, Philadelphia tenis turnuvası finalinde Anastasia Myskina'yı yendi.
Mauresmo Wimbledon'da yarı finale ulaştı ancak Serena Williams'a karşı ilk seti kazanıp ikinci sette servis kırma avantajı olmasına rağmen maçı kaybetti. Aynı zamanda Mauresmo, diğer üç Grand Slam turnuvalarında çeyrek finale ulaştı ve Berlin, Roma ve Montreal'de galip geldi.
Mauresmo 2004 Atina Olimpiyatlarında finalde Justine Henin'e yenilerek gümüş madalya aldı.
13 Eylül 2004'te Mauresmo, 1970 yılından sonra ilk kez bir numaraya yükselen Fransız tenisçi oldu. Bu sonuçla Mauresmo, Kim Clijsters'tan sonra Grand Slam kazanmadan 1 numaraya yükselen 2. oyuncu oldu.
Avustralya Açık'ta Mauresmo, çeyrek finalde Serena Williams'a 6-2 6-2'lik setlerle yenildi. Son yarı finalist olarak katıldığı Wimbledon'da bu senede yarı finale çıkmayı başaran Mauresmo, Lindsay Davenport'a 6-7 7-6 6-4'lük setlerle yenildi.
Amerika Açık'ta çeyrek finalde Mary Pierce'e 6-4 6-1 ile yenildi.
İddialı olarak katıldığı WTA sezon sonu turnuvasında finalde, Round Robin'de yenildiği Mary Pierce'i 5-7 7-6(3) 6-4'lük setlerle yendi.
Avustralya Açık'ta Mauresmo, ilk Grand Slam şampiyonluğunu Belçikalı eski 1 numara oyuncular Kim Clijsters ve Justine Henin'i yenerek elde etti. Her iki rakipte maçtan sakatlanarak çekildi. Yarı finalde Kim Clijsters'a karşı final setinde 3-2 üstünken Clijsters ayak bileğindeki sakatlığından çekildi. Finalde ise Henin'e karşı 6-2 2-0 üstünken Henin omzundaki sakatlığından dolayı maçtan çekildi.
Mauresmo, Gaz De France Açık finalinde Mary Pierce'i, bir sonraki turnuvası olan Proximus Diamond Games finalinde ise Kim Clijsters'ı mağlup etti.
Doha'da yarı finalde Martina Hingis'i 6-2 6-2 ile yenen Mauresmo, finalde Nadia Petrova'ya kaybetti. Aynı zamanda 21 Mart 2006'da 1 numaraya tekrar döndü.
Mauresmo, Sony Ericcson Açık Florida'da yarı finalde Svetlana Kuznetsova'ya kaybetti.Mauresmo, Fransa Açık 4. turunda genç Çek tenisçi Nicole Vaidisova'ya (5)6-7 6-1 6-2'lik setlerle yenildi.
1 numaralı seribaşı olarak katıldığı Wimbledon'da çeyrek finalde Myskina'yı, yarı finalde Maria Sharapova'yı yenen Mauresmo, finalde Henin'i 2-6 6-3 6-4'lük setlerle yenerek şampiyon oldu ve Suzanne Lenglen'den sonra Wimbledon'da şampiyon olan ilk Fransız kadın tenisçi oldu.
Mauresmo, kasık sakatlığı nedeniyle Fed Cup'tan ardından Rogers Cup'tan çekildi. Bir sonraki turnuvası olan New Haven'da çeyrek finalde Lindsay Davenport'a 6-4 7-5'lik setlerle yenildi.
Amerika Açık'ta Mauresmo, 4. turda Serena Williams'ı 6-4 0-6 6-2 'lik setlerle yenerek kariyerinde ikinci defa Serena Williams'ı mağlup etti. Yarıfinalde ise Sharapova'ya 6-0 4-6 6-0'lık setlerle yenildi. Ardından Çin Açık'ta finale ulaştı ancak finalde Svetlana Kuznetsova'ya yenildi. Böylece Mauresmo, 137 puan alarak 1 numaradaki yerini korudu.
WTA sezon sonu turnuvasında finalde Justine Henin'e 6-4 6-3'lük setlerle yenilen Mauresmo, 3 numaraya geriledi.
Mauresmo yıla, Sidney çeyrek finalinde Jelena Jankovic'e kaybederek başladı. Avustralya Açık'ta 4. turda Lucie Safarova'ya 6-4 6-3'lük setlerle yenildi.
Gaz De France Açık yarı finalinde Nadia Petrova'ya 5-7 6-4 7-6(7)'lık setlerle kaybetti. Mauresmo, final setinde 4-1 öndeydi ve tiebreak'te maç puanı elde etmişti. Bu mağlubiyet Mauresmo'nun Petrova'ya karşı son dört maçtaki 3. mağlubiyeti oldu. Mauresmo, bir sonraki turnuvası Proximus Diamond Games'te finalde Kim Clijsters'ı mağlup etti. Bu şampiyonlukla üst üste 3. kez bu turnuvada şampiyon oldu ve Mauresmo'ya elmas kaplı bir raket veril |
di. Ardından Dubai'de final oynadı ancak Justine Henin'e yenildi.
Mauresmo, kurası belirlenen Sony Ericcson Açık tenis turnuvasında akut apandisnden dolayı çekilmek zorunda kaldı.
Qatar Telecom German Open'da üçüncü turda Ukraynalı Julia Vakulenko'ya yenildi ve Roma Açık'ta ikinci turda Avustralyalı Samantha Stosur'a 7-5 6-7(4) 7-6(7)'lık setlerle yenildi. Fransa Açık'ta ise üçüncü turda Çek Lucie Safarova'ya 6-3 7-6(4) ile yenildi. Mauresmo, bu maçta 8 çift hata 49 basit hata yaptı.
Mauresmo Eastbourne açık tenis turnuvasında finalde Justine Henin'e 7–5, 6–7(4), 7–6(2) setlerle yenildi. Son şampiyon olarak katıldığı Wimbledon'da 4. turda Nicole Vaidisova'ya 7–6(6), 4–6, 6–1 ile kaybetti. Böylece 6. sıraya gerileyerek Kasım 2003'ten bu yana ilk kez, ilk 5 dışına çıktı. Yılın son grand slami Amerika Açık'tan fitness eksikliği nedeniyle çekildi.
Mauresmo, Çin Açık turnuvası ile geri döndü. Ancak çeyrek finalde ev sahibi Peng Shuai'ye yenildi. Bir sonraki turnuvası olan Porsche Tennis Grand Prix'te Elena Dementieva'ya yenildi ve Moskova Kremlin Kupasında ilk turda Rus Vera Zvonareva'ya kaybetti. Zürih'te 2. turda Alona Bondarenko'ya 3 sette yenildi.
Bu yıl ki ilk turnuvası olan Gold Coast, Avustralya'da çeyrek finalde 4 numaralı serbiaşı Patty Schnyder'e kaybetti.Avustralya Açık'ta ise 3. turda Casey Dellacqua'a 3–6, 6–4, 6–4'lük setlerle yenildi.
Bir sonraki turnuvasında Mauresmo, Open Gaz De France Açık'ta çeyrek finalde Anna Chakvetadze'ye 3-6, 6-3, 6-3 ile yenildi.
Mauresmo Katar'da Tier I Qatar Total Açık tenis turnuvasında ikinci turda Japon Tamarine Tanasugarn'a 7-6(7), 7-5 ile yenildi. Ortadoğudaki bir diğer turnuva olan Dubai Açık'ta son finalist olarak katılan Mauresmo, çeyrek finale ulaştı ancak Svetlana Kuznetsova'ya 6-1 7-6'lık iki setle mağlup oldu.
Mauresmo, İndian Wells, Sony Ericcson Açık'ta 3. turda elendi.
Toprak sezonunda Florida'daki Bausch & Lomb Championships'te çeyrek finalde Dominika Cibulkova'ya kaybetti. Fransa Açık'ta 2. turda ön elemelerden gelen Carlo Suarez Navarro'ya 6-3 6-4'lük setlerle yenildi.
Son finalist olarak katıldığı Eastbourne tenis turnuvasında ilk turda 6 numaralı seribaşı vatandaşı Alizé Cornet'i 6-1 4-6 7-5'lik setlerle mağlup etti ancak ikinci turda Avusrtalyalı Samantha Stosur karşısında ilk sette durum 2-1 iken sakatlık sebebiyle maçtan çekildi.
Enosis
Enosis 1930'lu senelerde Birleşik Krallık idaresinde bulunan Kıbrıs adasının "Yunanistan'a bağlanması" anlamında kullanılmıştır. Genel anlamı ise politika açısından "bir ülkenin sınırlarına dahil olma, birleşme" anlamına gelmektedir.
Yunanca olan Enosis ("Ένωσις") sözcüğü, "birleşme" anlamına gelir.
“Enosis” terimi Balkan Savaşları'nda, Girit'in Yunanistan Krallığı'na ilhakı sırasında da kullanılmıştır. Genel anlamda terim, politika açısından "bir ülkenin sınırlarına dahil olma, birleşme" anlamına gelmektedir, bu şekilde kullanılmaktadır.
25 Mart 1921 tarihinde Güzelyurt'un Serhatköy adındaki köyünde Rum halkının önde gelenleri, Kıbrıs adasının Yunanistan'a ilhakını isteyen bir plebisit yaptılar. Birleşik Krallık yönetimine başvuruldu ama bu istek direkt reddedildi. 1925 tarihinden sonra ise durum kızıştı ve Türk-Rum çatışmaları yaşanmaya başladı. Kıbrıslı Rumlar anavatan gördükleri Yunanistan ile birleşmek amacıyla ortaya attıkları bu fikir sayesinde, Birleşik Krallık idaresine karşı ilk ayaklanmalarını 21 Ekim 1931 tarihinde Nikodimos Milanos önderliğinde başlattılar. Bu isyan sonucunda 6 kişi hayatını kaybetti ve çok sayıda insanın yaralanmasına neden oldu. Lefkoşa’daki hükümet binası göstericiler tarafından yakıldı.
Ziverbey, Kadıköy
Ziverbey, İstanbul'un Kadıköy ilçesinin Eğitim, Zühtüpaşa ve Feneryolu mahallelerinin bir bölümünden oluşan semtidir. Kadıköy'den Kartal'a uzanan Minibüs Caddesi olarak bilinen caddenin üzerinde yer alır. Caddede minibüs ve otobüs sayısı çok fazladır. Semt aynı adlı bir otobüs durağına sahiptir.
Komşu semti Kuyubaşı'nda İstanbul Atatürk Fen Lisesi ve Marmara Üniversitesi Göztepe Kampüsü yer alır.
12 Mart Darbesi sırasında adı işkence olaylarına karışan meşhur Ziverbey Köşkü Erenköy' de bulunmaktadır, bu semtteki Beyaz Köşk değildir. Ancak o da yıkılmış yerine Ateş Pare sitesi yapılmıştır.
Ayrıca Müjdat Gezen Sanat Merkezi ve Kadıköy Evlendirme Dairesi bu semtte bulunmaktadır.
Feneryolu, Kadıköy
İstanbul Kadıköy'de bir mahalle. İstasyonu vardır ve Bağdat Caddesi üzerindeki nezih semtlerden biridir. Kızıltoprak ile Selamiçeşme arasında yer almaktadır.(Batı-Doğu) Ahmet Mithat Efendi ve Cemil Topuzlu caddeleri ile Minibüs Caddesi arasında kalan kısımdır.(Güney-Kuzey)
1870'te Haydarpaşa-İzmit demiryolunun tamamlanması ile sahilde ve istasyon civarlarında banliyöler oluşmuş, buralarda büyük bahçeler içinde konumlanmış ahşap köşkler inşa edilmiştir; Feneryolu da bu alanlardan biridir. Mahallede yerleşim ilk olarak büyük bahçeler içinde yer alan ahşap köşkler ile başlamış, zamanla kent yönetimince ahşap kullanımına geltirilen kısıtlamalar ve çağdaş malzemelerin de yaygınlaşması ile kagir ya da betonarme yapım tekniği ile müstakil konutlar inşa edilmeye başlanmıştır. İstanbul'a olan yoğun göçten önce buradaki evler genelde yazlık olarak kullanılmaktaydı, 1960'lardan sonra ise apartmanlaşma başladı ve müstakil aile evleri yerlerini ortalama 4 katlı olan apartmanlara bıraktı. Feneryolu Mahallesi, son yüz yılda gerçekleşmiş tüm mekânsal kırılmaların okunabildiği ve bu kırılmaların ortaya çıkardığı farklı dönemlerin örneklerinin eş zamanlı görülebildiği bir kentsel mekândır. Her şeye rağmen bazı sokakları hâlen yemyeşildir. Günümüzde nüfusu yoğun olarak öğrenciler ve emeklilerden oluşmaktadır.
Feneryolu aynı zamanda çok az kişinin bileceği eski bir demiryolu hattına da evsahipliği yapmıştır. Açılışı Eylül 1872'de yapılan bu hat Feneryolu tren istasyonundan ayrılarak başlayan, Sabit Pazar'da bir kavis çizip Bağdat Caddesi'ni geçer, büyük Fuat Paşa Bahçesi'nin duvarına bitişik ilerler, bahçeler ve köşkler arasından Fenerbahçe'ye ulaşırdı. Özellikle I. Dünya Savaşı'nda askerî amaçlı kullanıldı. 1934'te Fenerbahçe'ye yapılan cephaneliğe nakliyat için arada sırada sadece askerî amaçlarla yararlanıldı ve Mart 1970'te üzücü bir biçimde 98 yıldan beri mevcut olan tren rayları, hattın artık çalışmadığı gerekçesiyle sökülerek kaldırıldı. Rayların üzerinde bulunduğu ve cadde kotundan bir miktar daha yüksek olan dolgu şerit ise, tıraşlanarak caddeyle aynı hizaya indirildi.
Kalamış Parkı
Kalamış Parkı, İstanbul ilinin Kadıköy ilçesinin Kalamış semtinde Münir Nurettin Selçuk Caddesi üzerinde Marmara Denizi kıyısında yer alan bir park. Kalamış Parkında futbol, basketbol ve tenis sahası, çocuk bahçesi, köpek gezdirme alanı ve benzeri tesisler bulunur.
Ronin (anlam ayrımı)
Caddebostan
Caddebostan, İstanbul'un Kadıköy ilçesinde bulunan bir semtidir. Çiftehavuzlar ve Erenköy arasında kalır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde; Bostancı'dan Göztepe'ye kadar bulunan bölüme suçlular yerleştirildiğinden ismi ""Cadı Bostanı"" idi; suçlulardan arındırıldıktan sonra da ismi "Caddebostan" olarak değişmiştir. İstanbul'un en gözde semtlerinden olup Bağdat Caddesi, CKM (Caddebostan Kültür Merkezi) gibi yerlere ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca bölgede ünlü markaların mağazaları mevcuttur. Türkiye'de az görülen bisiklet yolu mevcuttur.
Caddebostan'a ulaşım;
16 Kadıköy - Pendik
16D Kadıköy - Altkaynarca
222 Kadıköy - Pendik
4 Kadıköy - Bostancı
ER1 Kadıköy - Erenköy
ER2 Kadıköy - Erenköy
GZ1 Kadıköy - Göztepe
GZ2 Kadıköy - Göztepe otobüsleri ve
Taksim - Bostancı, Kadıköy - Bostancı dolmuşlarıyla sağlanabilir.
Caddebostan Muhtarlığı
Suadiye, Kadıköy
Suadiye İstanbul'un Kadıköy ilçesinde yer alan bir mahalledir. İstanbul'un caddelerinden biri olan Bağdat Caddesi'nin üzerinde, Bostancı ve Erenköy arasında bulunur. Kuzeyde Şemsettin Günaltay Caddesi'nden güneyde Marmara sahiline kadar uzanır. Semte adını 1905 yılında Suad Hanım adına yaptırılan tarihi Suadiye Camii vermiştir.
Turhan ve Mediha Tansel İlköğretim Okulu, Suadiye Hacı Mustafa Tarman Anadolu Lisesi ve Feride Geçidi de bu mahallede bulunur. Gebze-Haydarpaşa trenyolu hattındaki duraklardan biri de buradadır.
Yazar Cüneyt Altunç'un mahalleyle ilgili yazdığı bir anı/tarih kitabı mevcuttur.
Fenerbahçe Parkı
Fenerbahçe Parkı, İstanbul'un Kadıköy ilçesinde Fenerbahçe'de bulunan denize sıfır bir park. Fenerbahçe Spor Kulübü Faruk Ilgaz Tesisleri ve Kalamış Marina komşudur. Bir adanın üzerinde bulunur ve Fenerbahçe Burnu'na bir köprüyle bağlanmaktadır. Park, Kadıköy Belediyesi'ne aittir. Beş adet kafe bulunmaktadır ve orman içindedir. Parkın yanında bir de alışveriş merkezi bulunmaktadır.
Lofça (il)
Lofça ili (Bulgarca: Област Ловеч / Oblast Loveç), Bulgaristan'ın orta bölümünde yer alan bir ildir. Merkezi Lofça şehridir. 4.128,8 km² yüzöçümüne sahip ilin 8 belediyesi vardır. İlin nüfusu 167.931 kişidir.
Pazarcık (il)
Pazarcık ili (Bulgarca: Област Пазарджик / Oblast Pazardjik), Bulgaristan'ın güneyinde yer alan 319,358 nüfuslu bir ildir. 4 459 km² yüzölçümüne sahip ilin 11 belediyesi vardır.
Fenerbahçe Lisesi
Fenerbahçe Lisesi, 1968 yılında "Göztepe lisesi" adı altında hizmete giren okul. Aynı yıl içerisinde başkanlığını Faruk Ilgaz’ın yaptığı Fenerbahçe yönetim kurulunun aldığı karar gereği ve okulun ilk müdürü Tahsin Çizenel’in de girişimleri ile okulun adı Fenerbahçe Lisesi olarak değişmiş, renkleri sarı lacivert, amblemi de Fenerbahçe spor kulübünün amblemi esas alınarak yeniden düzenlenmiştir. O döneme kadar, alt yapısı için kaynak olarak, Haydarpaşa Lisesi ve Haydarpaşa Sanat Lisesinin yetenekli sporcu öğrencilerinden faydalanan Fenerbahçe, böylece kendi adını taşıyan bir okula sahip olmuş ve bu gelişmeyi de tüzüğünün 3. maddesinde belirtmiştir. Bu birliktelik ile kulüpten ciddi bir destek alınmıştır. Fenerbahçe Lisesi Kadıköy sınırları içerisinde Bağdat Caddesinde yer almaktadır. 2012-2013 eğitim-öğretim yılında Anadolu Lisesi'ne dönüşmüştür.
Plevne (il)
Plevne ili (Bulgarca: Област П |
левен / Oblast Pleven), Bulgaristan'ın kuzeyinde Romanya ile sınırı olan bir ildir. Tuna Nehri kıyısında yer alan ilin merkezi Plevne'dir. 4.333,54 km² yüzöçümüne sahip ilin nüfusu 310.449 kişidir.
İlin 11 belediyesi vardır. Bunlar;
Pernik (il)
Pernik ili (Bulgarca: Област Перник / Oblast Pernik), Bulgaristan'ın batısında Sırbistan ile sınırı olan bir ildir. İlin merkezi Pernik'tir. 2.392 km² yüzölçümüne sahip ilin nüfusu 149.832 kişidir.
İl, barındırdığı ağır sanayi ve madencilik işletmeleri ile Bulgaristan'ın en büyük sanayi merkezlerindendir.
Obituary
Obituary 1985 yılında kurulan Tampa, Florida' dan bir death metal grubudur. Grubun ilk kurulduğundaki ismi "Xecutioner"dı. İlk albümlerinden kısa bir süre önce isimlerini "Obituary" olarak değiştirdiler. Grup halen 1980' lerin sonunda başlayan Florida death metal akımının etkili isimlerindendir.
Grup 1997 yılında dağıldıktan sonra 2003 yılında tekrar bir araya geldi. Grubun ayrı olduğu süreç içerisinde, Donald Tardy Andrew W.K.' nın turne grubunun bir üyesiydi ve W.K.' nın Saturday Night Live' a çıktığı programda Obituary t-shirt giydi. Allen West ise Lowbrow ve Six Feet Under isimli iki projesine odaklandı. Trevor Peres 2001 yılında Catastrophic isimli grubu kurdu ve Obituary' nin bir araya gelmesinden sonra da bu grup ile olan çalışmalarına devam etti.
Karolenj İmparatorluğu
Karolenj İmparatorluğu, 8. ve 9. yüzyıllarda Frank kökenli Karolenj Hanedanı üyesi krallar tarafından yönetilmiş bir imparatorluktur. Hanedanın en tanınmış üyesi olan Şarlman döneminde Karolenj İmparatorluğunun sınırları günümüzdeki Fransa, Almanya, Kuzey İtalya, Hollanda, Belçika ve İsviçre dahil Batı ve Orta Avrupa'nın büyük bir bölümünü kapsamaktaydı. Karolenj İmparatorluğu daha sonra kurulacak olan Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun başlangıcı sayılabilir. Karolenj döneminin simgesi Aachen Kilisesi'dir.
Kuzey Galya kökenli saray nazırları Charles Martel (714-741) ve ardından oğlu Kısa Pepin Karolenj hanedanının ilk kralları olarak sayılırlar. O sırada Franklar Merovenj Hanedanından gelen krallar tarafından yönetilmekteydiler. Bu iki Karolenj hanedanı soyluları bölge prenslikleriyle mücadelelerinde başarılı oldularsa da, Merovenj krallarını yok etmeyi bir türlü başaramadılar. Ancak Papa Pepin'in kral olmasının daha akla uygun olduğunu açıkladı. Pepin 751'de Papa tarafından kutsandı. Karolenj hanedanı böylece kuruldu. 756'da Pepin Lombardların elindeki İtalya'ya bir sefer düzenleyerek Papa'ya Orta İtalya kentlerini kazandırmak istedi; böylece Papalık Devleti'nin temeli atıldı. Daha sonra Pepin, Aquitania'yı geri aldı.
Pepin'in oğlu Charlemagne bu yayılma politikasını sürdürdü ve 774 yılında Pavia'nın alınmasından sonra Lombardların kralı oldu. Saksonya'yı Elbe'ye kadar fethetti (772-805). 788 yılında Bavyera'yı ele geçirdi ve İspanyol Hristiyanlarının çağrısıyla Endülüslü Müslümanlarla çarpıştı. Roncesvalles yenilgisine rağmen Barselona da dahil Doğu Pirenelerin güney bölgelerine kadar egemenliğini genişletti; böylelikle Endülüslü Müslümanlar, Ebro Irmağı'na kadar geriletildi. Bu başarılar Şarlman'ı Batı Avrupa'nın en büyük hükümdarı yaptı. 25 Aralık 800 tarihinde Vatikan'daki San Pietro Bazilikası'nda Papa'nın elinden imparatorluğu tacını giyen Şarlman bunu Konstantinopolis'in de tanımasını sağladı.
813'te Şarlman'ın oğlu I. Ludwig Aachen'da taç giydi. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun genişlemesi 825'e dek sürdü. I. Ludwig imparatorluk unvanını büyük oğlu Lothar'a vermeye hazırlanmakta ve kral naipliklerini de diğer oğullarına vermeyi düşünüyordu. Ne var ki bu düşünce 823'te (ileride II. Karl adıyla anılacak) dördüncü oğlunun doğumuyla suya düştü. Diğer kardeşler, Karl ile babalarına karşı birleştiler ve aralarında birçok savaş oldu. 840'ta I. Ludwig istediği çözümü oğullarına kabul ettiremeden öldü.
I. Ludwig'in dört oğlu 843 yılında Verdun Antlaşması'nı yaparak imparatorluk topraklarını üç krallığa böldüler. İmparator sıfatını önce I. Lothar (840-855), sonra II. Ludwig aldı. Ülke toprakları İtalya'yla sınırlı kalırken, diğer tüm bölgelerde Viking akınları baş gösterdi. Vikingleri Müslümanlar izledi. Bir diğer sorun da krallık görevlilerinin bağımsızlıklarını ilan etmeleri idi. Bu koşullarda Papalar Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu tacını önce II. Karl'a [875-877), sonra da III. Karl'a (881-887) verdilerse de, imparatorluğun gücü sıfıra inmişti. Sonunda imparatorluk unvanı hiç verilmez oldu. 888, genel bir parçalanma yılıydı ve feodal toplum diye adlandırılan toplum yapısı bu aşamada gelişti; bu, iktidar gücünün derebeylerinin eline geçmesiydi.
İmparatorlukta gerileme dönemi başlarken bir yandan da düşünce ve sanat alanında Şarlman'ın başlattığı Karolenj Rönesansı gelişmekteydi.
Sofya (il)
Sofya ili (Bulgarca: Sofijska oblast, kiril alfabesiyle Софийска област, okunuşu Sofiyska oblast), Bulgaristan'ın batısında Sırbistan'a sınırı olan bir ildir. Sofya Bulgaristan'ın başkentidir.İlin sınırları Sofya Şehrini üç taraftan çevirir. 7.059 km² yüzölçümüne sahip ilin nüfusu 273.240 kişidir. Sofya İlinin 22 belediyesi vardır.
Vefaiye Medresesi
Vefaiye Medresesi diğer adıyla Âliye Medresesi Bağdat'ta Kebapçılar Çarsısı'nda Vefa Hatun tarafından yaptırılmıştır.
Vefaiye Medresesi, Cigalazade Yusuf Sinan Paşa tarafından tamir ettirilmiştir. 1762’de Ali Paşa’nın yenilediği medrese, Mithat Paşa tarafından sanat okulu haline getirilmiştir.
Rusçuk (il)
Rusçuk ili (Bulgarca: Русе|"Ruse"), Bulgaristan'ın Kuzeyinde yer alan ve Romanya'ya sınırı olan bir ildir. Tuna Nehri kıyısında yer alan ilin merkezi Rusçuk'tur. 2,803 km² yüzölçümünde olan şehrin nüfusu 267,621 kişidir. Rusçuk ilinin 8 belediyesi vardır.
Meydanı tipik bir Avrupa kentini andırmaktadır. Bulgaristan'ın gelişmekte olan bir kentidir.
Terken Hatun Camii
Terken Hatun Camii Bağdat'ta bulunurdu.
Büyük Selçuklu hükümdarı Sultan Melikşah'ın eşi Terken Hatun'un Bağdat'ta kaldığı yıllarda yaptırdığı ve kendi adıyla anılan camii, sel taşkını sonrası yok olmuştur.
Tutuşiye Medresesi
Tutuşiye Medresesi, Bağdat'ta Alp Arslan'ın oğlu Emir Tutuş için kölelerinden Humar Tigin tarafından 1090'da yaptırılan medrese. Zamanla harap olan medresenin yerine 1599'da Vezir Küçük Hasan Paşa Camii yapılmıştır.
Sultan Melikşah Camii
Sultan Melikşah Camii, Bağdat'ta yapılmış bir camidir.
Sultan ve Medine Camii adıyla bilinen yapı, Halife Sarayı yanında, Eşrefin rasathanesi yerinde Büyük Selçuklu Hükümdarı Melikşah adına 1092'de yapımına başlanmış, Mehmed Tapar'ın emriyle 1117'de tamamlanmıştır.
Camide kullanılan tuğla malzeme Samerra'dan getirilmiştir. Binanın yapımına Bağdat şahnası Mücahideddin Bihruz ile Bağdat kadısı Ebubekir eş-Şâmî nezaret etmişlerdir. Bu camiden günümüze hiçbir iz kalmamıştır.
Medine Camii
Sultan Camii
Sliven (il)
Sliven ili(Bulgarca: Област Сливен / Oblast Sliven), Bulgaristan'ın ortasında yer alan bir ildir. İlin merkezi Sliven'dir. 3.544 km² yüzölçümüne sahip ilin nüfusu 218.474 kişidir. İslimiye İlinin 4 belediyesi vardır.İl sınırları içinde Bulgarlar,Türkler ve Çingeneler yaşar.
Şumnu (il)
Şumnu ili ( trl: "Oblast Šumen") Bulgaristan'ın Kuzeydoğusunda yer alan bir ildir. İlin merkezi Şumnu'dur. 3 390,2 km² yüzölçümüne sahip ilin nüfusu 205 198 kişidir. Şumnu İlinin 10 belediyesi vardır.Şumnu ilinden
İkinci Balkan Savaşı'ndan sonra Türkiye'ye önemli bir göç başlamıştır.
Silistre (il)
Silistre ili (Bulgarca: Област Силистра / Oblast Silistra), Bulgaristan'ın kuzeydoğusunda yer alan bir ildir.
İlin merkezi Silistre'dir. 2.846 km² yüzölçümüne sahip ilin nüfusu 142.000 kişidir. Silistre ilinin 7 belediyesi vardır.
Smolyan (il)
Smolyan ili ( trl: Oblast Smoljan ), Bulgaristan'ın güneyinde yer alan ve Yunanistan ile sınırı olan bir ildir. İlin merkezi Smolyan'dır. 3.193 km² yüzölçümüne sahip ilin nüfusu 140.066 kişidir. 10 belediyesi olan ilde çok sayıda Pomak ve Türk yaşamaktadır.
Samarra
Samarra (), Irak'ta Bağdat'a 125 km kuzeyinde bir şehir.
Burası önceki adı ""Deyrü’n -Âdî"" olan ve Sasaniler zamanında kurulan eski bir yerleşim yeridir. Sekizinci Abbasi Halifesi Mu’tasım tarafından, Deyr halkın'dan topraklarını 4000 dinar karşılığında satın alınmış ve Şehir 836 tarihinde Abbasi ordusundaki Türkî memlûk birlikleri için kuruldu. 836'daki nüfusu 35.000 iken bugün 200 binin üzerindedir.
Abbasi başkenti, Halife el-Mutasım tarafından Bağdat'tan Samarra'ya taşınmıştır. Samarra 892 yılına kadar İslam dünyasının merkezi oldu. El-Mu'tasım'ın halefi Vasık döneminde şehir ticaret merkezi haline getirildi. Spiral şeklindeki minaresiyle meşhur Samarra Ulu Camisi inşa edildi. Mutemid döneminde Türk yöneticilerin baskısı arttı ve 892 yılında Mutezid halife olduğunda, hilafet merkezi yeniden Bağdat'a taşındı.
Arap bilim adamı El-Cahiz "Menâkıb Cünd el-Hilafe ve Fuza'il el Etrak" ("Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri") adlı eserini Mütevekkil'in hilafeti döneminde Samarra'nın merkez olduğu yıllarda, Mütevekkil'in hilafeti döneminde kaleme almıştır. Bu kitap, o dönemden itibaren Memlûk anlayışında değişimin başladığını göstermektedir. Katı müslümanların doğru yoldan kopmuş saymalarıyla birlikte sünnilik tarafından dinden çıkma sayılmayan Mutezile mezhebine mensup olan el-Cahiz kitabında, artık İslamı korumayı üstlenenin ırk ayrımı ile değerlendirilmesinin doğru olmadığını savunur. Kitapta Türkler, özellikle savaş yetenekleriyle öne çıkarılır.
Varna (il)
Varna ili ( trl: Oblast Varna), Bulgaristan'ın kuzeydoğusunda, Karadeniz'e sahili olan bir ildir. İlin merkezi Varna'dır. 3.818 km² yüzölçümüne sahip ilin nüfusu 462.013 kişidir. Varna ilinin 12 belediyesi vardır.
Bulgaristan,'ın en gözde turizm şehri olan Varna nüfusu, her yaz konuk ettiği yerli ve yabancı turist sâyesinde yaz dışındaki nüfusun 4 katını geçmektedir. Bu sayede turizmin gözdesi olan Varna aynı zamanda Bulgaristan'ın en pahalı ve Sofya'dan sonra en büyük şehridir. Varna'da toplam 6 adet üniversite bulunmakta ve bu üniversiteler birçok yabancı öğrenci |
ye ev sahipliği yapmaktadır. Aynı zamanda Bulgaristan Askeri Denizcilik Akademisi, Bulgaristan Bilim Merkezi'ne bağlı olan gemi hidrodinamik enstitüsü, okeloji enstitüsü de Varna'da bulunmaktadır. Bu sayede şehrin gelir kaynağı turizm sektörü, üniversiteler ve gemi inşa sanayiidir.
Şehir Türk tarihine II. Murad komutasındaki Osmanlı ordusunun 1444 yılında Macaristan ve Lehistan Krallıklarının başını çektiği Haçlı Ordusu'na karşı zafer kazandığı Varna Muharebesi ile geçmiştir. 1389'da Türk egemenliğine giren vilayet 1878 yılında Berlin Antlaşması ile özerklik kazanan Bulgaristan Prensliği'nin topraklarına katıldı. Bu devletin 1908 yılında bağımsızlığını ilan etmesiyle tamamen Türk egemenliğinden çıktı.
Gazi, Develi
Kayseri İli Develi İlçesine bağlı bulunan Kasabamız, Develi'ye 18 km. uzaklıkta ve Develi Ovasının doğusunda yer almaktadır.
Gazi, Develi'nin bir beldesidir. Kasabanın kurucusu Türkmen aşireti olarak söylense de başka bir rivayete göre mahallenin geçmişinin Suriye göçmeni Lekvanik aşiretine dayandırılmaktadır. Ancak Lekvanik (rivayet: Lek-Vanik ya da Lervanik) aşireti hakkında kaynaklar ihtilaflı bilgiler sağlamaktadır. Kimi kaynaklar Çorum-Kürt kökenli derken kimi kaynaklarda Suriye-Türkmen boyu olarak nitelemektedir. Görüşlerden birine göre Türkmen aşireti zorunlu olarak Osmanlı zamanında Halep ilinde bulunan Rakka mevkiinde iskân edilmiş, bunlardan ayrılan bir aile de Gazi Köy'ü kurmuştur.
Kasabanın kurucularından olan Türkmen Aşiret Reislerinden birisinin adının Gazi olduğu ve Gazi ismini bu şahıstan aldığı söylenmektedir.
Kuruluş tarihi ise 1703 ile 1710 arasıdır. Kasaba, 1989 yılına kadar köy iken 1989 tarihinden sonra Belediye olmuştur. Cebren ve hile ile kasaba unvanı seçim dönemlerinde yapılan çalışmalar sonucu muhafaza edilmiş olsa da, 2013 yılında çıkan Belediyeler kanunu ile tekrar köy sınıfına geçiş olmuştur.
Köy, tarihi boyunca çevre köyler tarafından bilinmiş ve köy halkı büyük şehirlerde yaptıkları işler ile kendilerinden söz ettirmiştir. Köy nüfusu geçmiş yıllarda Büyük Şehirlere verdiği göçler sonucu İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde büyük kitlelere sahip olmuştur. Şehirlere göç eden mahalle nüfusu mahalleden ilk çıkan kişinin mesleğini takip etmiştir. Bu nedenle şehirde yaşayan Gazi Köylüler ağırlıklı olarak Fayans, İnşaat, Boya-Badana veya Parkeci olarak geçimlerini sağlamaktadırlar. Bu örnekten yola çıkarak, sürü psikolojisi sonucuna varmak söz konusu olabilir.
Kasabada, 2000 yılının resmi nüfus sayım verilerine göre 3.546 kişi yaşamaktadır ve 2004'te seçmen sayısı 1.706 dır. Göç, nüfusu azaltmıştır. Kasabada 511 hane vardır.
Kasabamızda İlköğretim Okulu vardır. Sağlık Ocağımız vardır. S.S. Toprak Sulama Kooperatifi ve S.S. Tarımsal Kalkınma Kooperatifi bulunmaktadır. Kasabamızda 3 Mahalle Bulunmaktadır: Cumhuriyet Mahallesi, Yeni Mahalle ve Merkez Mahalle.
Develi-Yahyalı yolu üzerinde bulunan Gazi Kasabası, verimli tarım arazileri olan bir yerdir. Kasabada yaşayan insanların büyük bir bölümü tarımcılık yaparak Develi ve çevre ilçelerin sebze ihtiyaçlarını giderir. Bölge ekonomisine katkısı çok büyüktür. Ama ne kadar büyüktür sorusunun cevabını vermek na-mümkündür. Köy aslında su bakımından zengin olmasa da, Zamantı ırmağından alınan sular Zamantı tüneli sayesinde köye ulaşmakta ve sulamada kullanılmaktadır.
Köy sınırları içinde, Develi-Yahyalı yolu üstünde çeşitli yatırımlar yapılmış ancak verim alınamamıştır. Halen bahse konu yol üzerinde değirmen işletmesi faaliyet göstermektedir. Yol üzerine kurulan akaryakıt istasyonları ise uygunsuz konum ve çeşitli sebeplerden ötürü rağbet görmemektedirler.
Köy gelirleri tarım ağırlıklı olsa da, büyük şehirlere göç etmiş köy kökenlilerin yapılaşma sevdası sayesinde İnşaat yatırımları hız kazanmıştır. Gazi Köyü aslında Develi-Yahyalı yolundan 3 km kadar içeride olmasına rağmen, yeni yapılaşmalar sonucu yola sıfır olarak yaklaşmış ve eski köy bölgesi ile yol arasında kalan araziler tamamen yapılaşmaya açılmıştır. Şehirli köylüler sayesinde arsa fiyatları ve satılık köy evi fiyatları Develi ilçesinde bulunan evlerin fiyatları ile rekabet eder durumdadır. Arz-talep dengesi arsa azalması sonucu sürekli artış eğilimindedir.
Kasabada 1 adet İlköğretim Okulu bulunmaktadır. Okulda 234 öğrenci kayıtlı olup, okuldan mezun olan öğrenciler Develi ve diğer illerde tahsiline devam etmektedir.Sağlık Ocağında bir adet kadrolu Doktor ve bir adet Sağlık Memuru görev yapmaktadır. Din Hizmetleri olarak üç adet Camii bulunmaktadır. Her Cami nin ayrı ayrı İmam hatibi bulunmaktadır. Kasaba da toplam 511 konut vardır. Kasaba da yaşayan gençlerin çoğu İnşaat İşçiliği ve Tarım ve Hayvancılık işleriyle uğraşmaktadır.
Gazi Köyü tarım alanında çok lezzetli domateslerin yetiştiği bir mahalledir. Mahallede yetişen domatesler görüntü itibarı ile ne kadar göze hitap etmese de, tat olarak şaşkınlık yaratmaktadır. Mahallenin eskileri domatese Kırmızı demektedir. Ayrıca köylüler Ayçiçeği ekiyor ve köy ağzında buna Şemşamer adını kullanıyor.
Gazi mahallesi çevre köylere oranla aile bireylerine farklı isimler kullanmaktadır. Örneğin Anne için Aba, Hala için Eme bunlara örnek teşkil edebilir. En yakın köylerde dahi bu iki kelimeye rastlamak mümkün değildir.
Christina Aguilera
Christina María Aguilera (d. 18 Aralık 1980, New York), Amerikalı pop, gospel, jazz ve R&B müzisyeni ve söz yazarıdır. Christina Aguilera ilk Star Search'da programında yarışmacı olarak görüldü. Daha sonra 1993-1994 yıllarında Disney Channel'ın The New Mickey Mouse Club serisinde bulundu. Aguilera,Mulan filmi için kaydettiği Reflection şarkısından sonra RCA Records ile anlaşma imzaladı. Aguilera,Billboard Hot 100 listesinde 3 şarkısının birinci olduğu Christina Aguilera (albüm) albümünü yayınlayarak büyük ün kazandı. 2001 yılında ilk albümünün İspanyolca versiyonu olan Mi Reflejo'yu yayınladı. 2002 yılında anlaşmalı olduğu yerden ayrıldıktan sonra Stripped albümünü yayınladı. Stripped albümündeki Beautiful şarkısı ona inanılmaz ticari kazanç sağladı. 2006 yılında da soul, caz müzik özellikleri barındıran Back to Basics albümünü yayınladı. 2010 yılında da Bionic albümünü 2012 yılında ise Lotus albümünü yayınladı. 5 Grammy, 1 de Latin Grammy ödülüne sahiptir. Tüm dünyada sadece albümleri 50 milyondan fazla satmıştır.
Rolling Stone şirketinin yaptığı araştırmaya göre tüm zamanların en iyi 100 şarkıcıdan biri olup bu şarkıcılardan 30 yaş altındaki tek şarkıcıdır.
Christina Aguilera, 18 Aralık 1980’de Staten Island, New York’ta dünyaya geldi. Annesi Shelly Loraine Fidler bir İspanyolca öğretmeni, babası Ekvador doğumlu Fausto Wager Xavier Aguilera ise orduda cerrahtı. İkisi de katolikti. Annesi 20, babası 32 yaşındayken evlendiler. Ailesi, Aguilera 6 yaşındayken boşandı ve annesi, Christina ve kardeşi Rachel’I alıp annesinin yanına, Pennsylvania’ya taşındı. Babası Fausto, hem fiziksel hem de duygusal açıdan saldırgan biriydi. Aguilera babasının bu tutumunun şarkılarına açıkça yansıdığını söylemiştir. Şarkıcının annesi daha sonra bir sağlık görevlisi olan Jim Kearns’le evlendi. Christina'nın müzikal gücünü keşfeden büyükannesi olmuştur. Aguilera zaten küçüklüğünden beri şarkıcı olmak istiyordu. Çocukluğundan beri Billie Holiday, Janet Jackson, Mariah Carey, Aretha Franklin, Barbra Streisand gibi isimlere hayrandı.
Christina, sahnelere 6 yaşında iken okuldaki yetenek yarışmalarına katılarak başladı. Birçok yetenek yarışmasına katıldı ve her seferinde birinci oldu. Bir süre sonra “büyük sesli küçük kız” olarak medyanın da ilgi odağı olmaya başladı. Onunla yarışacağını öğrenen diğer yarışmacılar geri çekiliyorlardı, onu kıskanıyorlardı. Hatta soyunma odasında saldırıya uğradı ve evlerinin önünde duran arabalarının lastikleri patlatıldı. Şiddet olaylarının tırmanması üzerine aile başka bir yere taşınmaya karar verdi.1990 yılında 'Star Search' yarışmasına katılmış ve yarışmada Etta James'in "A Sunday Kind of Love" parçasını okuyarak 2. olmuştur. Hemen ardından bir televizyon kanalında yayınlanan “Wake Up With Larry Richert” adlı programda aynı şarkıyı seslendirdi. İnsanlar onu “20 yaşındaki biri gibi şarkı söyleyebilen 10 yaşındaki kız” olarak tanımaya başladı.Pittsburgh’de geçirdiği yıllarda Aguilera birçok kez hokey, futbol ve beyzbol maçlarından önce sahaya çıkıp “The Star-Spangled Banner” adlı şarkıyı söyledi. 12 yaşında ise içlerinde Britney Spears, Justin Timberlake gibi ünlülerin de yer aldığı The New Mickey Mouse Club'a katılmıştır. Burada da insanlar onu bu yaşta "Diva" olarak çağırmışlardır.1994 yılında bu gösterinin sona ermesinin ardından sanatçı demolar kaydetmeye başladı. 2 yıl sonra kendi müzik kariyerine Japon sanatçı Keizo Nakanishi ile yaptığı "All I Wanna Do" ile başlamıştır.1998 yılının başlarında evinin banyosunda Whitney Houston’ın “Run To You” adlı şarkısını söylerken bunu eski bir teybe kaydetti. Bunun keşfedilmesi üzerine 1998 yılında Disney animasyonu olan Mulan adlı filmde “Reflection” adlı şarkıyı söylemek için seçilen kişi oldu. Bu kaydın hemen ardından, RCA Records adlı şirket Aguilera’yla bir sözleşme imzalamaya karar verdi. “Reflection”, single listelerinde çok üst sıralara tırmandı, hatta aynı yıl “En İyi Orijinal Şarkı” dalında Altın Küre’ye aday oldu.
Christina debut albümü olan "Christina Aguilera"'yı 24 Ağustos 1999’da Amerika’da piyasaya sürüldü.“Top 200” listelerinin ve Kanada müzik listelerinin bir numarasına yerleşti, sadece Amerika’da sekiz milyondan fazla sattı. Albümdeki "Genie in a Bottle" onun bu müzik dünyasına adım atmasını sağlayan şarkı olmuştur. "What a Girl Wants" ile de 1 numaraya yükselerek 2 hafta boyunca 1 numaradan inmemiştir. "Come on Over Baby" hiti de Christina'nın müzik dünyasında gelip geçici bir sanatçı olmadığını kanıtlamıştır. Albümün ilk şarkıları ilk 5'te yerinin almıştır. Böylece 2000 yılında “Yılın En İyi Yeni Sanatçısı” Grammy'sini kolayca göğüslemiştir. Bu albüm 17 milyondan fazla satmıştır.Aguilera birçok yerde sadece piyano eşliğinde şarkılar söylüyordu çünkü sesinin gücünü herkese kanıtlamak istiyordu. Aynı yıl |
ın en son gecesi MTV’nin yeni yıl partisinde yer aldı.
12 Eylül 2000 yılında Christina Aguilera albümünün İspanyolcası denebilecek bir albüm olan Mi Reflejo'yu çıkararak o sene Latin müziği etkisine katkı sağlamıştır. Albümde Christina Aguilera albümünün hit şarkıları olan 'Genie in a bottle' - 'Genio Atrapado', 'Come on over' - 'Ven Conmigo', 'What a girl wants' - 'Una Mujer' gibi ispanyolcaları yapılmıştır. Bunların yanı sıra albümde El Beso Del Final, Contigo En La Distancia, Cuando No Es Contigo ve Falsas Esperanzas gibi yeni şarkıları da bulunuyordu.Latin albüm listelerinde bir numaraya çıkan bu çalışma, 2001 yılında “En İyi Pop Albümü” dalında Latin Grammy Ödülü’ne layık görüldü. Dünyada 3 milyon adet sattı.24 Ekim 2000’de “My Kind Of Christmas” adındaki albümü lisetelerde 28. sıraya kadar yükseldi.
2001 de ise Ricky Martin ile birlikte "Nobody Wants to be Lonely" düetini yaparak Billboard listelerinde 11 numaraya Dünya listesinde ise 1 numaraya yükselmiştir. Ayrıca “Moulin Rouge” filminin müziklerini içeren albüm için 1975 tarihli “Lady Marmalade” şarkısının yeniden yorumlanmasına karar verildi. Aguilera, Lil' Kim, Mýa ve Pink bu şarkıyı seslendiren sanatçılardı. Parça 5 hafta boyunca 1 numarada kaldı ve dört sanatçıya da “Pop Dalında En İyi İşbirliği” Grammy Ödülü’nü kazandırdı.
Aynı yıl, müzik marketlerde Aguilera’nın 15 yıl önce kaydettiği demolardan biri olan “Just Be Free” ortaya çıktı. RCA Records bunu keşfedince Christina’nın hayranlarına şirketten habersiz ortaya çıkan bu demoyu satın almamalarını söyledi. Birkaç ay sonra Warlock Records adlı şirket bu demoyu da içeren bir albüm satışa sununca, Aguilera bu şirketi haksız rekabet yaptığı gerekçesiyle mahkemeye verdi. Daha sonra iki taraf albümün çıkması için bir anlaşmaya vardı. Ağustos 2001’de çıkan albümün üstünde sanatçının 15 yaşında çekilmiş bir resmi vardı. Albüm 1 milyon üstünde satış yakalamıştır.
Aguilera son albümünden ve şirketinin onun için yarattığı imajdan fazla tatmin olmamıştı. O sıralarda sanatçı, birden ortaya çıkan ve çabuk sönmesi muhtemel biri gibi pazarlanıyordu çünkü yaptığı müzik türünün trendleri bunu gerektiriyordu. Bu yüzden Aguilera bir sonraki albümünün hem müzik hem de sözler bakımından çok daha derin olacağını açıkladı. Duyduğu rahatsızlık yüzünden de bağlı olduğu şirketle yaptığı kontratın iptali için bir dava açtı.
Ekim 2000’de açılan bu davanın nedeni “sanatçının profesyonel müzik hayatına haksız ve uygunsuz müdahale” idi. Dava sona erdikten sonra sanatçının yeni manajeri Irving Azoff oldu. Böylece pazarlama stratejileri de, müziği de değişmeye başladı.
29 Ekim 2002 yılına gelindiğinde ise Christina Christina Aguilera albümünden çok farklı olan Stripped'ı yayınladı. Bu albümle Christina kendisinin aslında önceden dinlediğimiz Christina'dan çok farklı olduğunu öne sürdü.Listelerde 2 numaraya kadar yükseldi. Albümdeki şarkıların çoğunda sanatçının parmağı vardı ayrıca blues, pop rock, jazz, soul gibi birçok müzik türünden esintiler barındırıyordu. Bu albümle birlikte yaratılan seksi imajı, şarkıcının vokal gücünün gözden kaçmasına neden olmuştu. Rolling Stone, Maxim gibi dergilere yarı çıplak pozlar vermişti ve yeni imajının gerçek kişiliğini, karanlık taraflarını daha iyi yansıttığına inanıyordu. Ancak bu yeni imaj Amerika’da fazla tutulmadı. Albümün çıkış singleı "Dirrty" ile birçok kişi tarafından dışlanıp küçük görülürken birçok kişi tarafından da tam bir diva olarak adlandırılıyordu.Şarkı MTV’de çok tutuldu ancak Amerika listelerde aynı başarıyı gösteremedi. Şarkı İngiltere'de 1 numara olarak Christina,İngiltere'de 1 numaraya ulaşan bir single daha elde etmiş oldu. 'Dirrty'nin ardından Christina "Beautiful"'u ikinci tekli olarak yayınladı. Tam tersine Dirrty de onu aşağılayanlar bu şarkıyla onu daha çok anlamaya başlamışlardı. Şarkı birçok ülkede 1 numaraya yükseldi.
Bunların ardından rock soundlu ancak pop tarzında "Fighter" şarkısıyla birçok kişi tarafından tam olarak benimsendi ve albüm satışlarını 3'e katladı. Ne kadar listelerde çok yükselemese de Christina'nın en çok beğenilen şarkılarından biri oldu. Fighter'ın ardından ise kadınları da kendi safına çektiği "Can't Hold Us Down"'u yayınladı. Son olarak ise genç kızların kendilerine güvenmesini öğütleyen "The Voice Within'" parçasıyla Stripped albümünü iyi bir satış grafiğiyle tamamladı.Albüm, 2004 yılına kadar lisetelerde kalmayı başardı ve tüm dünyada 12 milyondan fazla sattı. Bu sırada yeni parlayan Kelly Clarkson’ın “Miss Independent” adlı şarkısı da Aguilera tarafından yazılmıştı.
2003 yılında ise tüm zamanların en iyi konser iş birliğinde Justin Timberlake ile birlikte 'Justified & Stripped' konserlerine çıktı.Bu konser Rolling Stone dergisi tarafından yılın en iyi konseri seçildi.Konser aksaklıklar tarafından yarıda kesilince Christina sadece 'Stripped Tour' adıyla devam etmiştir. Bunun yanı sıra Christina 2003 Mtv Avrupa Müzik Ödüllerinin de sunuculuğunu yaptı. Ayrıca 2003 yılında tüm dünyada yankı uyandıran diğer bir olay, MTV Video Müzik Ödülleri’nde gerçekleşti. Aguilera, sahnede Britney Spears’la birlikte Madonna’ya eşlik ederken bir sahnede onunla öpüştü.
2004’ün ortalarında başlaması planlanan başka bir turne, Aguilera’nın ses tellerinden rahatsızlanmasından dolayı iptal edildi. Gazeteler bu turun iptalinin nedeninin aslında düşük seyreden bilet satışlarının ve ilgisizliğin olduğunu ileri sürdü ancak sanatçı bunu inkar etti.2004 yılında bir dergide çıkan bir haberde, Aguilera’nın biseksüel olduğunu iddia edildi. Buna kanıt olarak da sanatçının bir ropörtajında yer alan “Kadınlara baktığımda, erkeklere baktığım zamankinden daha iyi hissediyorum ve cinselliği keşfetmek için kadınlarla birlikte olmak da dahil her şeyi yapabilirim” sözleriydi.
Aguilera, 2004 yılında daha olgun bir imaj edindi. Mercedes-Benz markasının reklamlarındaki yeni yüz oldu ve bu marka için “Hello” isimli bir jingle yaptı. Hemen arkasından saçını kısa kestirip sarıya boyattı.
2004 yılı Birleşik Devletler Başkanlık Seçimleri yaklaşırken, Aguilera reklam panolarında görünmeye başladı. Reklamda ağzı dikilmişti. Bu kampanyanın adı “Declare Yourself”ti ve Amerikan halkını seçimlerde oy kullanmaya teşvik ediyordu. Aynı zaman diliminde sanatçı Oprah Winfrey’in programına bu konunun önemini tartışmak için katıldı.
2004 yazında Aguilera iki single çıkarttı. Birincisi “Shark Tale” filminin saundtracki olan, Missy Elliott’la kaydettiği “Car Wash” adlı bir single'dı. Ikincisi ise Nelly’ye eşlik ettiği “Tilt Ya Head Back”ti. Listelerde büyük başarılar gösteremeselerde Aguilera'nın bilindik şarkılarından oldular.Aynı yılın kasım ayında şarkıcının ilk DVD konser kaydı olan “Stripped Live In The UK” çıktı. Aralık ayında ise sanatçı, sadece Avrupa’nın birkaç ülkesinde bulunabilen “Xpose” adlı bir parfüm piyasaya sürdü.
Ağustos 2005’te Aguilera, jazz sanatçısı Herbie Hancock’la “A Song For You” adlı şarkı için iş birliği yaptı. Her iki sanatçı da bu çalışmayla “Pop Dalında En İyi İşbirliği” Grammy Ödülü’ne aday oldu. 2002'de birlikte olmaya başladığı Jordan Bratman ile Şubat 2005’te nişanlanıp, 19 Kasım 2005’te Napa Valley’de evlendi.
2006 başlarında Andrea Bocelli ile “Somos Novios”da düet yaptı. Westlife ve Diana Ross gibi isimlerle “Unite Of Stars” ve Nelson Mandela Çocuk Fonu gibi yardım amaçlı gecelerde şarkı söyleyerek bağışlara katkıda bulundu. Mart 2006’da Aguilera telefon şirketi Orange ile Sony Ericsson’ın tanıtımını yapmak için anlaştı. 2006 Dünya Kupası’nda yayınlanan Pepsi reklamında da rol aldı. Mayıs ayında ise GQ adlı dergide Marilyn Monroe’ya benzetilmiş haliyle poz verdi. Ayrıca Disney'in 50 yıl kutlamasında 'When You Wish upon a Star'ı söylemiştir.
15 Ağustos 2006 tarihinde tüm dünya ile aynı anda Türkiye'de de satışa sunulan "Back to Basics" albümü eleştirmenlerden şu ana kadar alamadığı en iyi yorumları topladı. Albüm Amerika ve İngiltere albüm listelerine 1 numaradan giriş yaptı. İlk teklisİ "Ain't No Other Man" ile Amerika'da altı İngiltere'de iki numaraya kadar yükseldi. 2. klibi albümün en iyi baladlarından olan "Hurt"'e Floria Sigimondi ile ortak yönetmelik yaparak sirk temalı bir klip yapıldı. P.Diddy'nin albümünde Christina ile olan düeti "Tell Me" parçasının klibi de Hurt klibi ile aynı zamanda yayınlandı. "Tell Me" parçası Türkiye'nin Billboard listesinde 2 numaraya kadar yükseldi.
17 Kasım'da da Christina'nın "Back to Basics" albümünün dünya turu başladı. Yeni teklisi ise "Candyman" oldu.The Andwers Sisters'dan etkilenerek yazdığı şarkının Klibinin yönetmenliği de Hurt klibinde de olduğu gibi Christina yardımcı yönetmenlik yaptı. Klibin yönetmeni ise Hilary Duff ve Jessica Simpson gibi isimlerle çalışmış olan Matthew Rolston'dur. Klip MVPA tarafından yılın en iyi videosu seçildi. Candyman internet üzerinden en çok indirilen video oldu. Ayrıca Candyman şarkısı da Tell Me gibi Türkiye nin en çok dinlenilen yabancı parçalar listesinde (Billboard Dergisi) 2 numaraya yükseldi.
2007 Grammy Ödüllerinde Ain't No Other Man şarkısıyla 'En iyi Pop Vokal Bayan' ve Back to Basics albümüyle de 'En iyi Pop vokal Albüm' dallarında aday oldu. Bu adaylıklardan 'En iyi Pop Vokal Bayan' ödülünü alarak grammy sayısını 4'e yükseltti. Ayrıca bu ödül gecesinde James Brown'un 'It's a Mans World' parçası ile gosterdiği performans ile 50 yıldır yapılan Grammy ödül gecelerinin en iyi 3. performansı seçilmiştir.Ayrıca Emmy ödüllerinde Tony Bennett'la "Steppin' Out With My Baby" adlı şarkıyı söyleyerek törende büyük alkış almıştır.
Back To Basics Dunya Turu kapsamında Avrupa, Amerika, Asya ve Avustralya kıtalarında birçok konser verdi tüm konserlerinin biletleri %100 satıldı ve bu turneden elde ettiği kazanç 100 milyon dolar oldu.2007 senesinde Forbes Dergisinde yapılan bir araştırmada 60 milyon dolarla 19.zengin kişi seçildi.Ayrıca Slow Down Baby" teklisi sadece Avustralya'da satışa sunulmasına rağmen Avustralya listelerine 21 numaradan giriş yapmayı başardı.Oh Mother teklisi ise Avrupa ülkelerinde yayınlandı.
2008'de "Max Liron" adında bir oğlu oldu. Oğlunun adına "Save M |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.