article
stringlengths 7.34k
10k
|
---|
Beloniformes
Beloniformes, 5 familyaya ve 38 cinse ayrılan 200 balık türünü kapsayan takım. Bu türlerin dörtde biri tatlısuda, diğerleri ise denizde yaşamaktadır. Bu takıma ait balıklar daima suyun üst kısımlarında yaşarlar. En tanınmışı Zargana balığı ve en ilginç türleri uçan balıklardır (Exocoetidae).
Beloniformes takımı Cyprinodontiformes takımı ile kardeş takımlardır. Eosen çağından kalma fosiller bu iki takımın 45 milyon yıl önce tek bir takım olmuş olduklarını göstermektedirler.
Beloniformes
Clupeiformes
Clupeiformes, kemikli balıklara ait bir balık takımı. Birçoğu sürü halinde yaşayan, ticari balıkçılıkta büyük önemleri olan hamsi ve sardalya gibi balık türlerini içerir.
Elopiformes
Elopiformes, kemikli balıklar üst sınıfına ait, sadece 7 balık türünü kapsayan ufak bir takım. Bu takım Anguilliformes takımı ile akrabadır. Elopiformes takımına ait balıkların larvaları Anguilliformes takımının larvaları ile aynı yapıya sahiplerdir.
Elopiformes çok eski bir balık takımıdır, ve bu takıma ait balıklar bazı ilkel anatomik özelliklere sahiplerdir. Tebeşir çağında Asya'da, Avrupa'da ve Afrika'da yaygın olmuş olan bir takım olduğu bulunan fosillerden bilinir.
Fener balığı
Fener balığı ("Lophius piscatorius"), Lophiidae familyasına ait bir balık türü. Yüzünün önüne sarkan "feneri" ile denizin derinliklerindeki karanlıkta ışık yaparak ufak balıkları avlar. Türkiye'de Akdeniz, Ege denizi ve Marmara denizinde bulunur. Ayrıca Atlas Okyanusunda da bulunur.
Vücudu çok yassıdır, büyük bir kafası ve çok büyük bir ağzı vardır. Sırtında iki yüzgeci ve dikenleri vardır. Bu dikenlerin birisi diğerlerinden çok daha uzundur ve ağzının önüne kadar sarkar. Bu dikenin ucunda bulunan ve fener balığı ile bir simbiyoz içinde yaşayan bakteriler, ışık üretirler. Fener balığı bu "fener"ini olta olarak kullanır; ışığı merak edip tam ağzına kadar yaklaşan küçük balıklardan beslenir. 300-350 metre derinliklerde yaşarlar.
Fener balığı çok lezzetli bir balıktır, ve eti pişirildikten sonra bile hala beyaz ve sağlam kalır. İspanya'da "Rape" isimi ile, İtalyada ise "coda di Rana Pescatrice veya coda di rospo" isimi ile restoranların kartlarında bulunur.
Ortalama 40 ila 60 cm boyunda olurlar. Tutulmuş olan en büyükleri 150 cm dir. Üreme zamanları mart ayından ağustos ayına kadar uzanır.
Bazı türler, bir dişi bulmayı başaramadıkları durumda kendileri dişiye dönüşür ve devasa boyutlara ulaşır.
Başörtüsü
Başörtüsü, başı özellikle saçları yıpratıcı dış etkenlerden korumak, örtünmeyi sağlamak, tanınmamak için kullanılan, başın üst kısmının çoğunu ya da tamamını kaplayan bir çeşit örtü ve giysi.
Kimi toplumlarda erkekler tarafından kefiye, puşi gibi adları olan başörtü çeşitleri kullanılsa da başörtüsü genellikle kadın giyiminin bir parçası olarak kabul edilir. Batıdan Doğuya, Hıristiyanlıktan Budizm’e kadar farklı dini ve coğrafi çevrelerde evrensel bir yaygınlığa sahiptir.
Başörtüsü, bir giysi olarak örttüğü başı sıcaktan ve soğuktan koruma şeklindeki ana işlevinin ötesinde bazı toplumlarda dini ya da geleneksel işlevler ve anlamlar kazanmıştır. Bölge ve kültür şartlarına göre başörtüsü şekilleri büyük bir çeşitlilik gösterdiği gibi üstlendiği anlamlar da farklılaşır. Bir toplumda sosyal statünün, asaletin göstergesi olarak kullanılırken bir başkasında erkeğin kadın üzerindeki hâkimiyetinin işareti olarak kabul edilebilmektedir.
Baş ve yüz örtme âdetinin Mezopotamya toplumlarında milâttan önce 4000’lere kadar gittiği kaydedilmektedir.Sumer’deki İnanna mâbedlerinde rahibeler başlarını örtmek mecburiyetindeydi. Bu tapınaklarda rahibelerin kutsal fahişelik görevi yaptıkları ve bundan dolayı diğer kadınlardan ayrılmak için başlarını örttükleri belirtilmektedir
M.Ö. 1500 yıllarında bir Asur Kralı'nın çıkardığı kanunun 40. maddesi, evli ve dul kadınlarla tapınak fahişelerinin başlarını örtmelerini buyurmuş; bekâr kızların, cariyelerin ve fahişelerin başını örtmesi ise yasaklanmıştır. Bu uygulama Persler’de devam etmiş, oradan Araplar’a geçmiştir.
Anadolu’da yaşayan eski topluluklardan Hititler, Frigyalılar ve İyonyalılar’da kadınların saçlarını örttükleri bilinmektedir.
Hindu topluluklarında eski dönemlerde soylu erkek ve kadınlar gösterişli başlık ve baş örtüleri kullanmışlardır.
Eski Yunan toplumlarında kadınlar, M.Ö 6. yüzyıldan itibaren başlarını "diplaks/himation", "şal", "eşarp", "bone (sakkos)" gibi değişik örtülerle kapatmıştır. Roma devletinde dindarlık ve hayâ kavramları genellikle başı örtülü kadın veya tanrıça biçiminde sembolize edilmiştir.
Yahudilikte erkekler Tanrı’nın üstünlüğünü kabul etmenin bir sembolü olarak başlarını kippa veya şapka ile örterlerken kadınlar başlarını başörtüsü ile ve erkeklerden farklı sebeplerle örteler. Yahudilikte kadının başörtüsü kimilerine göre iffetli oluşun sembolüdür; bazılarına göre kadının evli oluşunun, kocasına ait olduğunun göstergesidir; kimine göre ise başörtüsü Yahudi kadınların saygınlık, soyluluk sembolüdür.
Yahudi kadınların kullandığı başörtülerinin şekli tarih içinde değişiklik göstermiştir. Başlangıçta geniş, büyük başörtüleri ve şallar kullanılırken zamanla bu örtülerin boyutları ve kapattıkları alanlar daralmıştır. Önceleri yüz dışında bütün baş bölgesi kapalı iken zamanla boyun, saçların bir kısmı açıkta kalır hale gelmiştir. 19. yüzyıldan sonra başörtülerin yerini giderek önce şapkalar daha sonra da peruk almaya başlamıştır. Günümüzde Yahudilerin çoğunluğu tarafından başın örtülmesi sadece sinagogla sınırlandırılmış ve bunun dışında başın açılması yaygınlaşmıştır. Bununla birlikte dünya üzerinde örtü, şapka veya peruk takmaya devam eden Yahudi kadınlar da bulunmaktadır.
Hıristiyan Kutsal Kitabında örtünme konusunda başka bir ifade olmadığı için, bu konuda Pavlus’un Mektupları’ndaki sözler esas alınmıştır. Pavlus, Yahudilerdeki kadınların örtünmesi adetinin sürdürülmesini putperest kültüre muhalefet etmek için istemiş; yüzlerce yıl sıkı bir şekilde uygulanan örtünme, zamanla sadece rahibelere has bir uygulamaya dönüşmüştür.
Rahibelerin başörtüsü giyme törenleri rahibeliğin önemli bir aşamasıdır. Rahibeler İsa ile evliliğin sembolü olarak başlarını örterler.
Bugün dünyanın birçok bölgesinde başlarını geleneksel biçimde örten Hıristiyan kadınlar da bulunmaktadır.
İslam’daki örtünme anlayışı, toplumların örfüne göre ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye farklılık gösterir. Kur’an’da giyim kuşam konusunda belli biçimler önerilmez, sadece birtakım ölçüler vermekle yetinilir. Örtünme konusuna birkaç ayette değinilmiştir. Toplumların bu ayetleri kendi kültür ve anlayışlarına göre yorumlaması ile örtünme ve baş örtüsüne ilişkin farklı yaklaşımlar ortaya çıkmıştır.
Kadınların örtünmesi konusunda İslam’da esas alınan âyetlerden birisi Nur Suresi, 31'nci ayeti; diğeri Ahzab Suresi, 59'ncu ayetidir. Örtünme konusundaki farklı görüşler, bu ayetlerde geçen “"füruc"”, “"zinet"”, “"hımar"” “"cilbab"” kelimelerine verilen anlam ile ilgili bulunmaktadır. Nur suresindeki Hımar (çoğul şekliyle humur), ""başörtüsü"" olarak tercüme edilmiş; hımarı yakaların üstüne salmak ise, “"baş örtüsünü indirerek yakaları ya da yakalardaki takıları örtmek"” olarak yorumlanmıştır. Ayrıca tefsirlerde yine Nur suresinde geçen ‘"kendiliğinden görünen kısımlar’" ifadesinin farklı şekillerde açıklanması başörtüsü konusuna çok farklı bakış açıları getirilmesine imkan sağlamış; toplumun örfüne göre örtünme biçimleri geliştirilmiştir. Erkek-kadın herkesin başını örttüğü bir dönemde saçın örtülmesi, örtünmenin sınırları içinde yer alırken, toplumun genel kabulleri bunun dışına çıktığında açılabilmesi de söz konusu olabilmiştir.
Gerek ayetlerdeki kelimelere verilen anlamlardan doğan yorum farklılıkları, gerekse kültürel ve bölgesel farklılıklar etkisiyle değişik uygulamalar söz konusu olsa da örtünme ile ilgili ayetlerin gelmesinden sonra Müslüman aile ve toplumlarda yüzyıllar boyunca örtünme uygulanmış; kadınların örtünmesi Müslüman toplumların en belirgin özelliklerinden kabul edilmiştir.
Türkiye’de başörtüsü gerek İslam dinine, gerekse diğer dinlere mensup kadınlar tarafından gelenekler ve dini inançlar nedeniyle farklı şekillerde kullanılmaktadır..
Baş örtüsünün daha çok bir süs eşyası olarak değerlendirildiği eski Türk kültüründe kadınlar ""bürünmek'" kelimesinden türetilerek “"bürüncük"” denen ve “"yaşurmak"” (gizlemek, örtmek) kelimesinden türetilerek “"yaşmak"” diye adlandırılan çeşitli örtüler kullanmışlardır. Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra da devam eden bu adet, Anadolu’ya yerleşen Türkler tarafından da sürdürülmüş; Osmanlılar döneminde Osmanlı kadın kıyafetinin önemli bir unsuru olmuştur.
Günümüzde Türkiye’de Müslüman kadınların başını örtmesi çok yaygın bir uygulamadır. Yahudi kadınlar genellikle sadece sinagogda başını örtmekte; sayıları hayli azalmış olan Hristiyan rahibeler günlük yaşamlarında başlarını örtmektedir.
Osmanlı döneminde başlarını örtmesi yolunda kendilerine müdahale edilen kadınlara cumhuriyet döneminde başörtüsü kullanmamaları yönünde müdahaleler yaşanmıştır. Başörtüsünün başta üniversiteler olmak üzere kamu ve bazı özel kurumlarda yasaklanması başörtüsü sorunu olarak adlandırılan büyük bir sorun haline gelmiştir.
Türkiye'de kullanılan, kadın başörtüleri bağlama şekli, desen, kumaş bakımından bölgelere göre farklı özellikler gösterir. Yöresel başörtüleri "yaşmak, ferace, kadın fesi, felek tabancası, hotoz, maşlak, tandırbaş, yemeni, kundak yemeni, salma yemeni, terlik, başbezi" gibi farklı isimle alır.
FOB
Free On Board
Tedarikçinin malzemeyi nakliye yapılacağı geminin güvertesine taşıyana kadar olan sorumluluğunu içerir. Fabrikadan liman gümrüğüne kadar olan taşıma masrafları ile, liman gümrüğü ve liman masrafları tedarikçiye aittir. Malzeme gemi güvertesine taşındıktan sonraki sorumluluk ise müşteriye aittir.
Deniz taşımacılığında kullanılan bir terim olup, petrol fiyatları ile ilgili olarak CIF ile birlikte en sık kullanılan terimdir.Bu teslim şeklinde taşıma bedelini kim ödüyorsa taşıyıcıyı o belirler.Yani taşıyıcı alıcı tarafından |
belirlenir.
Glikokaliks
Glikokaliks, Hücre zarının yüzeyinde, özellikle şekerlerce zengin özel bir yapıdır.
Hücre zarı ile ilgisine göre, iki tip glikokaliks vardır:
Mekanik destek, yağlama, yumuşatma, ve süzme etkileri vardır. Ayrıca, bazal tabaka, hücre etrafında oluşturulmuş ve hücre zarı dışında glikokaliksin içine salgılanan ürünlerin burada bir süre kalmasına hizmet eder ve fagositozda iş görür. Hücre zarının geçirgenlikte seçici düzenleyici etkileri ve koruyucu özellikleri sadece hücre zarıyla belirlenmez, hücre zarı ile glikokaliksin özelliklerinin birleşimine bağlıdır. Hücreler arası bağlantılar oluşmasında, hücre zarının antijenik özellik göstermesinde ve iyon naklinde glikokaliksin yapısındaki polisakkarit örtü, elektiksel yüklenme özelliğinden dolayı önemli ölçüde etkilidir.Ayrıca eritrositlerin dış zarında hücre kimliğini belirler.
Bâleybelen
Bâleybelen ("dilsizlere dil veren"), Muhyi-i Gülşeni (1528-1604) tarafından itikadî bilgileri avamdan sakınıp sırlamak ve Osmanlı'da ortak kültür dili yaratmak üzere 1574'de kurgulanan dünyadaki ilk yapay dil.
Muhyî, Bâleybelen ile 200 eser yazar. Öğrencileri Bâleybelen'i devam ettirmeye çalışır; ancak neredeyse Muhyî'nin ölümüyle bu dil de kullanılmaz olur. Günümüze bu dille yazılan eserlerden pek azı gelebilmiştir.
Fransız araştırmacı Rousseau, Halep'te gördüğü, tanımadığı dilde yazılmış bir kitabı önce ünlü Osmanlı tarihçisi ve o tarihte İstanbul'da Alman ataşesi olan Joseph von Hammer-Purgstall'e gönderir. Hammer, şifreleri çözemez ve Paris'teki Doğu Dilleri Okulu akademisyeni Sylvestre Sacy'den yardım ister. Sacy sekiz yıl araştırmasına rağmen bu dili kimin, niçin ve nasıl tasarladığını bulamaz. Kaybolmuş bir millete ait olabileceğini düşünür ve bu mealde bir makale kaleme alır.
Bâleybelen ile ilgili ilk bilimsel araştırmaysa 1966'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden Prof. Dr. Mithat Sertoğlu'nun "İlk Milletlerarası Dili Bir Türk İcat Etmişti" başlıklı makalesidir. Bâleybelen şifrelerini ilk çözen ise beş yıllık araştırma sonucu dilbilimci Mustafa Koç olur. Mustafa Koç, "Bâleybelen / İlk Yapma Dil" (2006) adlı kitabıyla bulgularını yayımlar.
Celal Doğan
Celal Doğan (d. 1 Ağustos 1943; Nizip, Gaziantep), Kürt asıllı Türk avukat, siyasetçi, spor adamı. Gaziantep eski belediye başkanı. 16. dönem milletvekili.
Celal Doğan, 1 Ağustos 1943’de Gaziantep’in Nizip İlçesi, Çanakçı Köyü’nde doğdu. İlköğrenimini Çanakçı Köyü İlkokulu’nda, orta öğrenimini Gaziantep Lisesi’nde tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1973–1977 yılları arasında serbest avukatlık yapan Celal Doğan, 1977 genel seçimlerinde Gaziantep Milletvekili seçildi. 1980’e kadar milletvekilliğine devam eden Doğan, bu görevinden sonra tekrar serbest avukatlığa döndü.
1989 yerel seçimlerinde Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday olan ve bu göreve seçilen Celal Doğan, 1994 ve 1999’da yapılan yerel seçimlerde de tekrar aynı göreve seçildi.
1993 yılından bu yana Gaziantepspor Kulüp Başkanlığı görevini de yürüten Doğan, Aysel Doğan ile evli ve iki çocuk babasıdır. Gaziantepspor, Celal Doğan döneminde kurumsallaşma yolunda önemli adımlar atmış ve Süper Lig'in en önemli takımlarından biri haline gelmiştir.
İlköğrenimini, doğduğu Çanakçı Köyü İlkokulu'nda, orta öğrenimini ise Gaziantep Lisesi'nde tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu.
Doğan 1977 genel seçimlerinde Gaziantep Milletvekili olarak seçildi. Bu göreve 1980 yılına dek devam etti. HDP'nin 2015 genel seçimlerinde Gaziantep 1.sıra milletvekili adayı olarak gösterildi ve seçimleri Kazanarak HDP'nin Gaziantep 1.sıra milletvekili olarak meclise girmeye hak kazanmıştır.
1973–1977 yılları arasında serbest avukatlık yapan Celal Doğan TBMM'de Gaziantep Milletvekiliği görevi sonrası 1980 yılından sonra tekrar serbest avukatlık kariyerine döndü.
1989 yerel seçimlerinde Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday olan ve bu göreve seçilen Celal Doğan, 1994 ve 1999’da yapılan yerel seçimlerde de tekrar aynı göreve seçildi. 1989 - 2004 yılları arasında Belediye Başkanlığı görevini sürdüren Doğan sayesinde Gaziantep çağdaş, modern ve tüm belediyeler tarafından model alınan bir şehir haline getirmiştir. Gaziantep onun döneminde yapılan 272 tane proje sayesinde Avrupa kentleri arasında yerini almıştır.
Doğan 1993 ve 2006 yılları arasında Gaziantepspor kulübünün başkanlığını yaptı. Onun döneminde Gaziantepspor hep başarılı sezonlar geçirdi. Gaziantepspor'a tarihinin en başarılı dönemlerini yaşatan Celal Doğan, Türkiye'de bir ilki gerçekleştirerek Gaskispor, Büyükşehir Belediyesporu kurarak Gaziantepspor'un altyapısı olmalarını sağlamıştır. Bu takımlardan yetiştirilen başarılı genç futbolcuları Gaziantepspor'a ucuz alıp dört büyüklere bonservislerini yüksek fiyatlara satmasına rağmen Gaziantepsporu Türkiye Süper Liginde şampiyonluğa kadar oynatabilmiştir. Onun döneminde Gaziantepspor 2 defa İntertotoya, 3 defa UEFA Kupasına katılmış Hapoel Tel-Aviv, FC Zimbru ve RC Lens takımlarını eleyerek UEFA'da ilk 16 takım arasına kalmayı başarmıştır.İtalyan devi Roma'yı Gaziantep'te yenerek bir ilki başarmasını sağlamıştır. Futbolda tesisleşmenin önemini bilen Celal Doğan Gaziantep şehrine Avrupada bile eşine zor rastlanacak 2 tane büyük tesis kazandırmıştır: Celal Doğan Tesisleri ve Gaskispor tesisleri.
Celal Doğan, Aysel Doğan ile evli ve Koray ve Barış adlı iki çocuk ve dört torun sahibidir.
Binghamton Üniversitesi
Binghamton Üniversitesi, orijinal adıyla Binghamton University, New York Eyalet Üniversitesi ("SUNY") sistemine bağlı, Binghamton şehrinde bulunan, bir kamu üniversitesidir. 1946’da kuruluşundan bu yana küçük bir beşeri bilimler fakültesinden ("Harpur College") doktora veren ve hâlihazırda 6 fakülte ve okuldan oluşan bir büyüklüğe ulaşmıştır.
Şu anda 11.861 lisans ve 2.885 lisansüstü öğrenciye ev sahipliği yapmaktadır. Binghamton Üniversitesi ABD üniversiteleri arasında 2012 yılında yapılan bir sıralamaya göre 89'uncudur. Carnegie Vakfı üniversiteyi yüksek araştırma etkinliğine sahip üniversiteler arasında sınıflandırmaktadır. Üniversitenin ana yerleşkesi Vestal'da, ikinci eğitim merkezi ise Binghamton şehir merkezindedir.
Binghamton üniversitesi 1946 yılında "Triple Cities" College adıyla, bölgede İkinci Dünya Savaşı gazilerinin eğitim ihtiyacını karşılamak amacıyla kurulmuştur. Okulun ilk destekleyicilerinden IBM'in yönetim kurulu başkanı Thomas J. Watson, Syracuse üniversitesine bağlı fakültenin Endicott’da kurulmasına yardım etmiştir. Başlangıçta, öğrencilere Syracuse’de devam edecekleri üniversite eğitiminin ilk iki yılında hizmet veren Triple Cities College, 1948-9 öğrenim yılından itibaren dört yıllık bir okula dönüşmüştür. 1950’de Syracuse’den ayrılıp New York Eyalet Üniversite sistemine bağlandığında, üniversitenin adı koloni dönemi öncülerinden ve bir öğretmen olan "Robert Harpur'un" anısına Harpur College olarak değiştirilmiştir. Harpur College o dönemde beşeri bilimler fakültesine sahip iki kamu üniversitesinden birisi olur. Binghamton, Stony Brook, Albany ve Buffalo'daki merkezlerle birlikte oluşturacakları New York Eyalet üniversitesi sistemine dahil olan ilk okul olmuştur. 1955’de planlanmaya başlanan Üniversitenin Vestal’daki yeni yerleşkesine taşınması 1961’de tamamlanır.
1965'te üniversitenin ismi Binghamton New York Eyalet Üniversitesi (SUNY at Binghamton) olarak değiştirilir. Üniversite bünyesinde yeni fakülteler açılır. Harpur College artık lisans ve lisansüstü öğrencilerin %60’ının kayıtlı olduğu üniversitenin en büyük fakültesidir.
Resmi olarak eyalet üniversite sistemine bağlı bulunan üniversite 1992’den itibaren SUNY sisteminden ayrılma çabasına girişir ve yasal belgeler dışında Binghamton Üniversitesi adını kullanmaya başlar ve bunu teşvik eder.
Harpur College’ın ilk rektörü Triple Cities College’ın dekanı olan Glenn Bartle’dır. İkinci rektör G. Bruce Dearing Vietnam savaşı sırasında yürüttüğü rektörlük görevinden sonra Albany’deki New York eyalet üniversitesi merkez yönetimi akademik işler başkan yardımcılığı görevine geçer. Üçüncü rektör Nebraska Üniversitesinden gelen C. Peter Magrath 1972-1974 yılları arasında görev yapmış, 1974’de Minnesota Üniversitesi rektörü olmuştur. Dördüncü rektör Clifford D. Clark, Kansas Üniversitesi işletme fakültesi başkan yardımcılığı görevinden Binghamton akademik işlerden sorumlu rektör yardımcılığına getirilmiş, Magrath’in ayrılmasıyla rektörlük makamına vekalet etmiş, Mart 1975'te rektör seçildikten sonra 1990’ların ortasına kadar görevine devam etmiştir. Clark’ın rektörlüğü sırasında lisans eğitimiyle sınırlı olan üniversite bir araştırma üniversitesi haline gelmiştir. Clark’ın üniversiteye katkıları arasında "Anderson Center for the Performing Arts"’ın kurulması, "Summer Music Festival"’in başlatılması, "Harpur Forum’un" oluşturulması (bugünkü adıyla "Binghamton University Forum"), "Thomas J. Watson School of Engineering and Applied Science"’ın kurulması, "Decker School of Nursing"’in genişlemesi ve geliştirilmesi sayılabilir.
Clark’ın 1990’da emekliye ayrılmasıyla Lois B. DeFleur üniversitenin beşinci rektörü olmuştur. DeFleur’ün 20 yıla yaklaşan görev süresi boyunca üniversite, tarihinin en önemli büyüme hamlesini gerçekleştirmiştir. DeFleur öğrenci nüfusunun ve öğretim kadrosunun büyümesine yön vermiş, araştırma etkinliklerini ve kaynaklarını genişletmiş, yerleşke alanının 20 yeni binayla genişlemesini sağlamış, şu anda ülke çapında kabul gören çevre duyarlı uygulamaları başlatmış, üniversiteler arası spor etkinliklerinde üniversitenin klasman atlamasını sağlamış, akademik sıralamada üniversitenin yükselmesine önayak olmuştur. DeFleur 2010 yılında emekli olduğunda Peter Magrath rektörlük görevine vekaleten geri dönmüştür.
22 Kasım 2011’de SUNY mütevelli heyeti tarafından Harvey G. Stenger, Jr. 1 Ocak 2012’de görevine başlamak üzere üniversitenin yedinci rektörü olarak atanmıştır. Stenger bundan önce Buffalo üniversitesi akademik işler dekan vekilliği ve idari re |
ktör yardımcılığı görevlerinde bulunmuştu.
IBM'in kurucu üyesi olan Thomas J. Watson Binghamton tarihinin önemli isimlerinden birisidir. Bölgede önemli bir potansiyel olduğunu öngörmüş ve 1940’larda bir grup yerel yönetici ile daha sonra Harpur College ve Binghamton üniversitesine dönüşecek olan Syracuse üniversitesine bağlı Triple Cities College’ın kuruluşunda öncü rolü oynamıştır. Endicott’da bulunan ve üniversiteye birkaç yıl ev sahipliği yapan IBM’e ait arsaları üniversiteye bağışlayan odur. Eğitim faaliyetine Endicott'da başlayan üniversite 1954’den itibaren Vestal’daki yerleşkesine taşınmaya başlar. 1967’de kurulan School of Advanced Technology'nin devamı niteliğindeki Thomas J. Watson'ın adını taşıyan School of Engineering and Applied Science 1983'de kurulur.
Üniversite yönetimi her birinin başında bir rektör yardımcısı bulunan beş ana birimden oluşur: akademik işler, idare, dış ilişkiler, araştırma ve öğrenci işleri.
Üniversite New York Eyalet Üniversitesi sistemine bağlı dört merkezden birisidir ve New York Eyalet Üniversitesi mütevelli heyeti tarafından yönetilir. Binghamton Üniversite Konseyi, hizmet faaliyetleri, öğrenci işleri ve bütçe gibi okul yönetiminin bazı unsurlarının denetlenmesiyle görevlidir. 10 kişiden oluşan konseyin 9’u New York eyalet valisi tarafından atanır, diğer üye öğrenciler tarafından seçilir.
2012’de Üniversitenin toplam yardım sermayesi 81.919.000 dolardır. Bağış yoluyla kaynak yaratma işini, kar amacı gütmeyen Binghamton Üniversitesi Vakfı üzerine almıştır. "Bold.Brilliant.Binghamton" isimli 30 haziran 2012’de sona eren bağış kampanyasında başlangıçta hedeflenen 95 milyon dolar aşılmış 100 milyon doların üzerinde bir meblağa ulaşılmıştır.
Binghamton üniversitesi şu okullardan oluşur:
"Harpur College of Arts and Sciences" en eski ve en büyük fakültedir. Güzel sanatlar, beşeri bilimler, doğa bilimleri ve sosyal bilimler, ve matematik alanlarında 29 bölüm ve 12 disiplinler arası programda 7000’den fazla lisans ve 1200’den fazla lisansüstü öğrencisi bulunmaktadır.
"The College of Community and Public Affairs" (Kamu yönetimi fakültesi) insan gelişimi alanında lisans, sosyal hizmet, kamu yönetimi, ve öğrenci işleri yönetimi alanlarında da lisansüstü programlar sunmaktadır. 2006 Haziranında daha önce bağlı bulunduğu eğitim ve insan gelişimi fakültesinin ("School of Education and Human Development") yeniden yapılandırılmasından sonra kurulmuştur.
"Decker School of Nursing" (Hemşirelik Okulu) 1969’da kurulmuştur. Okul lisans, yüksek lisans ve doktora dereceleri vermektedir. Commission of Collegiate Nursing Education (CCNE) tarafından onaylanmıştır.
"Graduate School of Education" (Eğitim Fakültesi Lisansüstü okulu) 2006 Temmuzunda Kamu İlişkileri Fakültesi gibi Eğitim ve İnsan Gelişimi Fakültesinin yeniden yapılandırılması sonrası kurulmuştur. Teacher Education Accreditation Council (TEAC) tarafından onaylı yüksek lisans ve doktora dereceleri vermektedir.
"The School of Management" (İşletme fakültesi) ülke çapında en iyi 40, kamu üniversiteleri arasında en iyi 15 arasında yer almaktadır. İşletme, finans, enformasyon bilimleri, pazarlama ve muhasebe alanında Lisans, yüksek lisans ve doktora dereceleri sunmaktadır. "American Assembly of Collegiate Schools of Business (AACSB)" tarafından onaylanmıştır.
"Thomas J. Watson School of Engineering and Applied Sciences" (Mühendislik ve Uygulamalı bilimler fakültesi) makine mühendisliği, elektrik mühendisliği, bilgisayar mühendisliği, biyo-mühendislik, endüstri mühendisliği, malzeme ve bilgisayar bilimi alanlarında lisans ve lisansüstü dereceler vermektedir. "Accreditation Board for Engineering and Technology" tarafından onaylanmıştır.
Üniversitenin lisansüstü eğitim birimi yukarıda bahsedilen altı okulun ileri derece programlarını denetler ve idare eder. Üniversite genelinde öğrencilere 70’in üstünde lisansüstü program sunulmaktadır.
Üniversite bir hukuk fakültesi kurulması planlarını açıkladıysa da bazı yöneticilerce planın yürütülmesi pek de ihtimal dahilinde görülmemektedir. Üniversite yönetimi New York Eyalet üniversitesi, Eyalet valisi, Amerika Birleşik Devletleri barosu ve diğer bazı önemli kuruluşlarla akreditasyon üzerinde çalışmaların sürdüğünü duyurmuştur. Son yıllarda yavaşladığı anlaşılan bu girişim için üniversite yönetimi kesin açıklamalardan uzak durmaktadır.
Yerleşke "Susquehanna" nehrinin hemen güneyinde 3.8 kilometrekarelik bir alana yayılmıştır. Yerleşke içinde orman, bataklık ve 24.000 metrekarelik bir göletten oluşan 0.77 kilometrekarelik bir doğal koruma alanı da bulunmaktadır. Üniversite yaklaşık 120 binadan oluşan bir büyüklüğe ulaşmıştır. Tamamlanan hizmet binaları arasında öğrenci barınma yapıları; akademik yapılar; mezuniyet töreni provaları, Bearcat (Binghamton üniversitesi basketbol takımı) müsabakaları ve diğer etkinlikler için çok amaçlı bir salon, "University Union" ek binası, ve kısmen tamamlanmış olan "Innovative Technologies Complex "(ITC) bulunmaktadır. Üniversiteye yapılan diğer önemli bir ek de 29 milyon dolarlık bir yatırım sonucu inşa edilen ve kamu ilişkileri fakültesini barındıran şehir merkezindeki "Downtown Center"’dir.
Kütüphaneler
Glenn G. Bartle Kütüphanesi: Üniversitenin ilk rektörünün adını taşıyan Glenn G. Bartle kütüphanesi insani bilimler, sosyal bilimler, resmi arşiv belgeleri, matematik ve bilgisayar bilimleri koleksiyonlarını barındırır. Sanat, müzik, tiyatro ve sinema gibi başlıklara odaklanan güzel sanatlar kütüphanesi ve özel koleksiyonlar (Max Reinhardt Collection, Edwin A. Link ve Marion Clayton Link Archives) da burada bulunur.
Bilim kütüphanesinde ("Science Library") mühendislik ve bilimler alanındaki eserler ile bir harita koleksiyonu bulunmaktadır.
"The University Downtown Center" (UDC) kütüphanesi sosyal hizmetler, insan gelişimi, ve kamu yönetimi alanındaki eserleri barındırır.
Kütüphanelerde araştırmacılara danışmanlık, dizüstü bilgisayar ödünç verme ve bilgisayar işlikleri gibi hizmetler sunulmaktadır. Bunun yanında öğretim elemanları ve öğrencilere çeşitli akademik veritabanlarına erişim olanağı sağlanır. Öğrenciler yerleşkenin tamamında kablosuz internet ağından faydalanabilmektedirler.
Anderson Center, bir tiyatro yapısıdır ve üç ana sahneden oluşur. 550 kişilik "Watters Theater", 450 kişilik "Chamber Hall" ve 1200 kişilik "Osterhout Concert Theater". Bu merkez bugüne kadar Rus Ulusal Bale Topluluğu, "Shakespeare Theatre Company", Prag Senfoni Orkestrası gibi önemli performans sanatçılarına ve Noam Chomsky gibi merkezdeki salonların tamamını dolduran önemli konuşmacılara ev sahipliği yapmıştır.
Üniversite Sanat Müzeleri: Üniversitenin sanat koleksiyonu Güzel sanatlar binasında bulunan iki mekanda sergilenir: Sabit koleksiyon ve özel sergilere ev sahipliği yapan Elsie B Rosefsky galerisi.
Çok Amaçlı Etkinlik merkezi ("University Events Center")
Spor müsabakaları, fuar ve konser gibi etkinliklere uygun kapasitesiyle bölgenin en büyük salonlarından birisidir. Binghamton "Bearcats" basketbol takımına ev sahipliği yapan salonun kapasitesi 5300 kişidir. 2005, 2006 ve 2008’de [[NCAA] Amerikan Kolej Ligi] Doğu Konferansı erkekler, 2007‘de bayanlar basketbol şampiyonalarına ev sahipliği yapmıştır. Salon atletizmi, tenis, ve güreş müsabakaları da bu salonda yakın geçmişte yer alan etkinliklerdendir.
Diğer spor alanları Yerleşkede Ana spor salonu dışında rekreasyon ve takım oyunları ihtiyacına cevap veren iki salon daha bulunmaktadır. Bunlar dışında [[beyzbol]], [[softbol]], [[futbol]], [[lakros]] sahaları, ve koşu pisti de bireysel etkinlikler ve takım oyunları için öğrencilerin kullanımına sunulmaktadır.
[[Dosya:BinghamtonUniversity Pool.JPG|left|thumb|Yüzme Havuzu]]
Doğa Koruma Alanı
Yerleşkenin güneyinde bulunan Üniversitenin [[doğa koruma alanı]] 0.77km2’lik bir alana yayılan, öğrencilerin aktif katılımıyla el değmeden kalmasına özen gösterilen bir alandır. Doğa koruma alanında toplamda 16 kilometreye yaklaşan yürüyüş patikaları, bir gölet, bataklık ve ormanlık alanlar bulunur. Doğa koruma alanı bataklık üzerinden geçen ahşap yürüyüş platformu gibi popüler yürüyüş ve manzara olanakları sunar. Alanda son yıllarda artan geyik nüfusu ve bunun kontrol altına alınma yöntemleri sadece yerleşkede değil Binghamton şehri sakinleri arasında da tartışma konusu olmaktadır.
University Union binası iki kısımdan oluşur: doğu ve batı. Yapıda öğrenci dernekleri, [[fast-food]] restoranlara ayrılan özel bir bölüm, "Susquehanna Room" yemek salonu, "M&T" banka şubesi, üniversite kitapçısı, postane, oyun alanları, toplantı odaları ve sınıflar bulunur.
ITC (Innovative Technologies Complex) girişim sermayesi araştırmalarına yönelen, üniversitenin akademik etkinlikleri kadar yerel ölçekte yüksek teknoloji endüstrisini desteklemek amacıyla kurulmuş gelişmekte olan bir tesistir.
Öğrenci Yurtları yedi ayrı yapı grubundan oluşur. Bunlar çoğunlukla lisans öğrencilerine hitap etmektedirler. Bunlardan "Dickinson Community" ve "Newing College", koridor usulü iki kişilik odalardan oluşurken, "College-in-the-Woods" süitlerle iki ve üç kişilik odaları bir arada bulundurur. "Hinman College" ve "Mountainview College" yalnızca süitlerden oluşmaktadır. "Susquhenna Community" ve "Hillside Community" ise apartman dairelerinden oluşmaktadır.
[[Dosya:BC Transit buses.jpg|thumb|Belediye Otobüsleri]]
Yerleşkeye toplu taşıma araçlarıyla ulaşım “mavi otobüsler” diye bilinen "OCCT" ("Off Campus College Transport") otobüsleri ve belediye otobüsleriyle sağlanmaktadır. OCCT yönetimi Lisans Öğrencileri Birliğine ait olan bir şirkettir. Lisans Öğrencileri Birliğinin 2010’da şirketi üniversiteye devretme girişimleri Lisansüstü Öğrencileri Derneğinin (GSO) kampanyalarıyla engellenmiştir. Şirketin geliri üniversitenin finansmanı ve öğrencilerden kesilen ulaşım ücretiyle karşılanmaktadır. Dönem başında kesilen bu ücret öğrencilerin belediye otobüslerini de ücretsiz olarak kullanmalarını sağlamaktadır. Ayrıca Lisans Öğrencileri Birliği tarafından işletilen "ESCAPE" adı verilen New York şehrine hafta sonları ve |
tatillerde servis yapan bir otobüs de bulunmaktadır.
Öğrenci nüfusunun yüzde 84’ü New York eyaletinde (bunun yüzde 60’ı New York şehri çevresinde) ikamet etmektedir. Kalan öğrencilerin %7.5’i diğer Amerikan eyaletlerinden, %8.5’i ise uluslararası öğrencilerden oluşmaktadır.
Üniversite %93’ü alanlarında doktora yapmış yaklaşık 600 öğretim elemanından oluşan bir kadroya sahiptir.
[[Dosya:Binghamton university academic complex.jpg|thumb|Binghamton Üniversitesi Yerleşkesi Akademik Yapılar]]
Binghamton 80'den fazla lisans 30'dan fazla lisansüstü alanda derece vermektedir. Bunun dışında disiplinler-arası bireyselleşmiş dereceler veren programlar da bulunmaktadır. Bazı alanlarda öğrencilere lisans ve lisansüstü derecelerini beş yılda tamamlama şansı veren bütünleşik programlar bulunmaktadır. Yine bazı alanlarda, lisansüstü ve profesyonel okullara ("SUNY Upstate Medical School" gibi) geçişi garanti eden programlar bulunmaktadır.
Binghamton’da derslerin çoğu dört krediliktir. Fakültelerin mezuniyet için gerekli kredi sayısı çeşitlilik göstermektedir. Örneğin Harpur College öğrencileri 126 krediyi tamamlamak zorundadır.
Üniversite öğrencilerinin genel eğitim dersleri koşulunu tamamlamasını zorunlu kılmaktadır. Bu kural bölümlere göre çeşitlilik göstermekteyse de, hangi bölümde olursa olsun öğrenciler kendi alanları dışında [[estetik]], küresel bağımlılıklar, [[beşeri bilimler]], laboratuvar bilimi, dil ve iletişim, matematik, fiziki etkinlik ve sağlık, sosyal bilimler ve çoğulculuk gibi konuları içeren genel eğitim derslerini almak zorundadır.
[[Dosya:Binghamton university campus alley.jpg|thumb|left|Binghamton Üniversitesi Yerleşkesi Ağaçlıklı Yol]]
Binghamton üniversitesi Howard ve Matthew Greene’in yazdığı "The Public Ivies: America's Flagship Public Universities" (2001) isimli kitapta "Public Ivy" olarak anılmaktadır. Public Ivy terimi [[Ivy League]] olarak da bilinen ABD’nin kuzeydoğusunda bulunan sekiz üniversitenin oluşturduğu ülkenin en itibarlı okullarının spor ligine verilen isimden gelmektedir. Adı geçen kitapta Binghamton kamu üniversiteleri arasında “Ivy” sayılabilecek seçkin üst grupta sayılmaktadır.
2010 yılında US News tarafından son 15 yılda ülkenin en iyi 50 kamu üniversitesi arasında gösterilmiştir.
Üniversite 2010 yılında U.S. News tarafından eğitim, akademik kadro ve öğrenciler bakımından en yenilikçi atılımları yapan üniversiteler arasında 11. sırada gösterilmiştir.
2012 yılında U.S. News tarafından yapılan ülkenin en iyi okulları sıralamasında 258 okul arasında 89. sırada yer almıştır.
2012 Business Week işletme fakülteleri sıralamasında kamu üniversiteleri içinde 25'inci sırada yer almıştır. Tüm üniversiteler arasında 59'uncu sıradadır.
Forbes America's Best Colleges 2012 sıralamasında 4 yıllık lisans eğitimi veren okullar içinde 158. sırada yer almıştır.
"Fiske Guide to Colleges" üniversiteyi kuzeydoğudaki başlıca kamu üniversiteleri arasında göstermiştir.
Üniversite SUNY sistemi okulları içinde en fazla talep gören ve en seçici okullar arasındadır. 2009’da üniversiteye 2.000 kişilik birinci sınıf lisans kontenjanı için 33.000 başvuru ulaşmıştır. 2012 verilerine göre üniversiteye kabul edilen öğrencilerin [[Scholastic Aptitude Test|SAT]] puanlarının orta değeri 1220-1390; [[ACT (test)|ACT]] puanlarının orta değeri 26-31’dur. Birinci sınıf öğrencilerin okula devam etme oranı % 91’dir. Öğrenci akademik kadro oranı 20/1'dir.
Üniversite ucuz ve kaliteli eğitimi temel pazarlama ve reklam sloganı olarak benimsemiştir. "US News" ve "Fiske Guide to Colleges" gibi rehberlik araştırmalarının sonuçları da bunu destekler niteliktedir. Harç ve diğer ücretler toplamı New York eyaletinde ikamet eden öğrenciler için 7.613 dolar, eyalet dışından gelen öğrenciler için 16.761 dolardır. Öğrencilerin mezuniyet sonrası kredi geri ödemesi bakımından kamu üniversiteleri içinde en düşük borç oranına sahip 15 üniversite arasında bulunmaktadır. Her öğrenci ortalama 21.110 dolarlık bir borçla mezun olmaktadır.
Üniversite lisans ve lisansüstü öğrencilere ileri araştırma olanakları sunmaya gayret göstermektedir. Üniversite yönetimine ait araştırma birimi tarafından altı ayda bir yayımlanmakta olan bir dergi üniversitenin bilimsel araştırmalarını kamuya duyurur. 2009-2010 mali yılında üniversite bilimsel araştırmalar için 44 milyon dolar bağış toplamışken, 2012'de bu rakam 100 milyonun üzerine çıkmıştır.
Araştırma vakfı üniversiteden bağımsız olarak çalışan, kar amacı gütmeyen, özel bir kuruluştur, ve üniversiteye yapılan bağışları SUNY sistemi adına yönetmektedir.
Binghamton üniversitesi Türk üniversiteleriyle New York Eyalet üniversitesinin ortaklaşa yürüttükleri “Dual Diploma” olarak da bilinen [[suny programı|Ortak Diploma]] programına iştirak etmektedir.
Binghamton üniversitesinin programa katıldığı alanlar ve işbirliği yapılan Türk üniversiteleri şunlardır:
Küresel ve uluslararası ilişkiler: [[ODTÜ]], [[Boğaziçi üniversitesi]], [[Bilkent]]
Bilişim sistemleri mühendisliği: [[Boğaziçi üniversitesi]], [[İTÜ]]
İşletme: [[ODTÜ]].
[[Kategori:Binghamton Üniversitesi| ]]
[[Kategori:Binghamton|Üniversite]]
[[Kategori:New York eyaletindeki üniversiteler]]
[[Kategori:1946'da kurulan üniversiteler]]
[[Kategori:42° K]]
[[Kategori:75° B]]
Orta Doğu
Orta Doğu ya da Ortadoğu, Asya, Avrupa ve Afrika'nın birbirlerine en çok yaklaştıkları yerleri kapsayan ve birbirine komşu ülkelerin oluşturduğu bölge. Akdeniz'den Pakistan'a kadar uzanır ve Arap Yarımadası'nı kapsar. Orta doğu kavramı Avrupa merkeziyetçi yaklaşıma dayanır ve Britanyalıların 19. yüzyıla kullanmaya başladıkları bir kavramdır. Bu tanımlamada İngiltere ve Avrupa ülkeleri merkez kabul edilmiş; doğu, Uzak Doğu, Yakın Doğu, Orta Doğu gibi kavramlar buna göre tayin edilmiştir . Bu tanıma göre Orta Doğu ülkeleri Suriye, Irak, Katar,Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Ürdün, İsrail, Lübnan, İran, Batı Şeria ve Gazze (Filistin), Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman, Kuveyt, Bahreyn, Yemen, Mısır, Afganistan, Pakistan, Tunus, Cezayir, Libya, Sudan, Fas'tır. Bazı kaynaklarda Somali de bu listeye dahil edilmektedir.
Ortadoğu kavramının öncülü Fransızların, Osmanlı Devleti‟nin toprakları için kullandığı “Yakın Doğu” tabiridir. 20. yüzyılın başlarına kadar sık sık kullanılmıştır. İngiltere‟nin 19. yüzyıldan itibaren Hindistan ve Çin‟in zenginliklerine yayılması da “Uzak Doğu” kavramının kullanılmasına neden olmuştur. Bu iki kavram batılı devletler için yeni bir bölgesel tanımlama ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Bu doğrultuda İngilizler, Yakın Doğu terimine karşılık, Osmanlı Devleti toprakları içerisinde kalan ve Uzak Doğu‟ya geçişte önemli bir atlama taşı olan bölge için “Ortadoğu” terimini kullanmaya başlamıştır.
Ortadoğu, Doğu ile Batıyı, Akdeniz ile Hint Okyanusu‟nu, Rusya ile sıcak denizleri birbirine bağlayan, aynı zamanda Doğu ile Batı arasındaki bütün ticarî ve kültürel bağlantıların yapıldığı bir bölgedir. Yeryüzünün en önemli kara ve suyollarını kumanda etmesinin kendisine kazandırdığı eşsiz jeopolitik değer, Ortadoğu‟yu tarihin ilk dönemlerinden bu yana dünya egemenliği peşinde koşan güçlerin birincil hedefi haline getirmiştir.“Kara altın” olarak tanımlanan petrolün 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren değer kazanmasıyla Ortadoğu‟nun, dolayısıyla buradan geçen kara ve deniz yollarının stratejik önemi dünyanın hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak derecede artmıştır.
Orta Doğu, batılı devletler tarafından bazen Yakın Doğu olarak adlandırılır. Oysaki Yakın Doğu, Orta Doğuyla beraber Balkanları da kapsamaktadır.
Bu adlandırmadaki değişiklik, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde Balkanların Osmanlı egemenliği altında olması ve farklı bir kültür motifini barındırması nedeniyle, Balkanlar ve Doğu Akdeniz sahilleri "Yakın Doğu", Mezopotamya dahil olmak üzere Mezopotamya ile Hindistan arasındaki bölge "Orta doğu" olarak adlandırılmaktaydı.
Balkanlar'da özgür devletlerin ortaya çıkması "ötekiler" kavramını ortadan kaldırmış ve Yakın Doğu kavramının yaygın olarak kullanılmamasına yol açmıştır. Yakın doğu kavramının kullanılmamaya başlanmasıyla Orta Doğu kavramı, Hindistan arasındaki bölge için kullanılmaya başlanmıştır.
Truva (film)
Truva 2004 yılı yapımı sinema filminde İlyada destanını ele alınmaktadır.
Eski Yunan'da, Truva Prensi Paris ve Sparta Kraliçesi Helen arasındaki aşkın sonucunda iki ülke arasında savaş çıkmıştır. Helena'nın kocası Kral Menelaus çok kızmıştır. İntikam almak isteyen Menelaus, kardeşi Mikene Kralı Agamemnon'un da yardımıyla Truva'ya savaş açar. Agamemnon'un asıl amacı Ege denizini ele geçirmektir. Fakat Truva kolay lokma değildir. Tarih boyunca hiçbir ordu Truva duvarlarını aşamamıştır. Truva kralı Priam ve Prens Hector şehrin korumak için her şeyi yaparlar. Truva savaşının anahtarı ise efsanevi savaşçı Achilles (Aşil) dir.Achilles (Aşil), kimseden emir almadığı gibi , sadece kendi onuru için savaşmaktadır. Savaşa katılmasındaki tek sebep adını tarihe yazdırmaktır.
Epitel
Epitel terimi Yunanca ἐπί epi (üstte, üzerinde) ve theleos (örtü) sözcüklerinden oluşmuştur. Epitel dokuyu oluşturan hücrelere epitel hücreleri denir. Epitel hücreleri, gelişmekte olan embriyonun üç germinatif tabakası olan ektoderm, endoderm ve mezodermden köken alır ve epitel hücrelerde mitoz bölünme görülür.
Epitel hücrelerinin şekil ve boyutları çeşitlidir. Yüksek prizmatikten kübik epitele ve alçak yassı epitele değişirken bütün ara formları da değişir. Hücre çekirdeklerinin şekli, kabaca hücre şekline uyar. Kübik hücreler yuvarlak çekirdeklere, yassı hücreler düzleşmiş eliptik çekirdeklere sahiptirler. Çekirdeğin uzun ekseni daima hücrenin esas eksenine paraleldir.
Epitel doku, organizmada yaygın bir dağılış gösterir. Vücudun tüm yüzeylerinin içini ve dışını döşer, salgı bezlerinin büyük çoğunluğunu oluşturur.
Ektoderm ve endoderm, epitel özelliktedir ve vücudun epitel kökenli organlarının çoğu da bu tabakadan köken alır. Örneğin, vücudun her tarafını örten |
derinin epidermisi ve kornea epiteli ektodermden gelişir. Epitelin içeri çöküp (invaginasyon) çoğalmasıyla (proliferasyon) derinin bez yapıları (terbezi, yağbezi, sütbezi) oluşur. Sindirim kanalı, karaciğer, pankreas, mide bezleri ve bağırsak bezleri, embriyoda invaginasyon, proliferasyon ve ilkin bağırsak örtüsünün epitel çıkıntılarının özelleşmesiyle oluşur. Erginlerdeki her bir ekzokrin bez bir iç boşluk veya dış yüzeyle, embriyonik yaşam sırasında oluştuğu dış ve iç yüzey tabakanın epiteline açılan kanallar yoluyla ilişki kurar. Endokrin bezler ise, köken aldıkları yüzey epiteli ile ilişkilerini çoğu zaman kaybederler. Mezodermden köken alan epitelden oluşmuş organlar; böbrek, erkek ve dişi üreme kanallarının örtüsüdür. Periton, pleura, perikart boşluklarının örtüsü, kan ve lenf damarlarının örtüsü de mezoderm kökenlidir. Bu tipik epitellerden kan ve lenf damarlarının örtüsüne endotel(yum), seröz boşlukların (periton, pleura, perikart) örtülerine ise; mezotel(yum) denir.
Suimono
Suimono, deniz yosunu, kültür mantarı harcı, yer mantarı ve hafif ekşiltilmiş bir sosla hazırlanan akıcılığı yüksek, yağsız bir çorbadır.
Bazal zar
Bazal zar ya da bazal membran; epitel hücrelerinin bazal kısımlarını döşeyerek epiteli altındaki bağ dokudan ayıran, düz kas, iskelet kası, kalp kası, sinir hücreleri ve yağ hücrelerinin etrafını kaplayan, çeşitli fibrillerden ve aramaddeden oluşan ince tabakaya denir.Bazal lamina ve retiküler lamina olmak üzere iki katmanı vardır.
Bazal zar ait olduğu hücreler tarafından sentezlenir. Epitel hücrelerinin bağ dokusuna bakan yüzeylerindeki hücre zarlarının altında uzanır. Kalınlığı 400-700 Ao arasında değişir. Glikoprotein yapısındadır. Alttaki retiküler lifler ile süreklilik gösterir. Burada retiküler lifler yoğunlaşıp retiküler laminayı oluşturur. Bazal lamina ile alttaki retikulum telcikleri ağının oluşturduğu tabakaya bazal memran denilir.
İki katmandan oluştuğu gözlemlenmiştir:Bazal lamina 2 katman halindedir 1)Daha az yoğunlukta ve hücre zarına yakın olan katmana, lamina rara, (lamina lucida);2) fazla yoğun ve bağ dokusu tarafında yer alan katmana ise, lamina densa denilmektedir. Her iki tabaknın kalınlığı 400-600 Ao kadardır. Bazı dokularda bağ dokusu tarafında bulunan üçüncü katmana lamina reticularis denilir. Çok katlı epitelin altında iyi gelişmiş olarak bulunur.
Başkurdistan'ın idari yapılanması
Karluklar
Karluklar, (Çince: 葛逻禄 veya 葛邏祿; "Géluólù", alışılmış sesçil Gelolu, Gelu, Khololo, Khorlo, Harluut) 766 - 1215 yılları arasında, Orta Asya'da varlığını sürdüren Türk boylarıdır. "Karluk" adı Arap kaynaklarında "حارلوق Harluk", Farsça eserlerde "حاللوه Halluh", Çin yıllıklarında ise ""Géluólù"" biçimlerinde kullanılmıştır. Kadim Türk çağlarında Karluklara ""Üç Oğuz"" yani ""Üçboy"" da denilmiştir. Türkçe anlamı ""karlık"" (kar yığını) olan Karlukların Türk soyundan geldiği ve bir Gök-Türk boyu olduğu Çin kaynağında ("T'ang-shu") belirtilmiş ve oturduğu saha olarak Altaylar'ın batısındaki Kara-İrtiş ve Targabatay havalisi gösterilmiştir. Karluklar burada üç kabileden kurulu bir birlik halinde bulunuyorlardı. Daha İstemi zamanında Türk hakimiyetinin Hazar'ın kuzeyi ve Maveraünnehir'e doğru genişlemesinde şüphesiz büyük rolleri vardır. 630-680 yılları arasında, diğer Türk boyları gibi kendi başlarına buyruk olarak zaman zaman Çin'e karşı geldikleri görülmektedir.
Onoklar soyundan gelen Karluklar Türgiş Devletini bertaraf ederek Batı Türkistan'da devlet kurdular. Karluklar Talas Savaşına kadar Karluk Devleti olarak devam etti. Daha sonra Karahanlılar'a dönüştü. İslamiyeti kabul eden ilk Türk topluluğudur. Divân-ı Lügati't-Türk'te; ""قرلق Karluk" "Göçebe Türklerden bir bölük adıdır. Oğuzlardan ayrıdırlar. Oğuzlar gibi Türkmendirler.""
Kaynaklarda üç kabileye ayrılan Karluklar'ın ilk defa Altay Dağları'nın güney batısında ve Beşbalık'ın kuzey batısındaki yopraklarda yaşadığı belirtilmektedir. 627 yılı dolaylarında Sir Tarduşlar'ın Doğu Göktürk Kağanlığı topraklarına göçüyle, onlardan boşalan Tanrı Dağları'nın kuzeyindeki Tarbagatay bozkırlarına Karluklar yerleşti. Daha sonra Batı Göktürk Kağanlığı'na isyan ederek kağanlığın zayıflamasına sebep oldular.
640 sıralarında Turfan'ın kuzeyine kayan Karluklar, Çinliler tarafından mağlup edilerek (650-654) P'ei-ting eyaleti (Tanrı Dağları'ın kuzey sahası)'ne bağlandılar. Fakat her kabile kendi reisinin kontrolü altında idi. Bu haberi veren Çin kaynakları, 665'e doğru tekrar toparlanan Karlukların Çin nüfusundaki ne Batı, ne Doğu Göktürk kanadına tabi olmaksızın yaşadıklarını kaydetmiştir. Bu dönemde devletin merkezi Balasagun idi. Önceden ""Kül-Erkin"" unvanını taşıyan Üç Karluk beyi bu tarihlerde "Yabgu" unvanını almış ve kuvvetli bir orduya sahip olmuştur. Daha sonra Kapgan Kagan tarafından II.Göktürk Kağanlığı'na bağlandığını gördüğümüz Karluklar, Çin'in teşvik ve tahriki ile Göktürk'lere karşı ayaklanarak şiddetli mücadelelerde bulunmuşlardır. Karluklar bir süre Göktürk Devleti'ne bağlı olarak varlıklarını sürdürdüler.
Uzun bir süre Çin'e bağlı olarak yaşayan Karluklar'ın 682'den sonra yeni kurulan İkinci Doğu Göktürk Kağanlığı'na tabi olmuşlardır. 711 yılından sonra Kapgan Kağan idaresine başkaldıran Karluklar, 714'de Çin İmparatorluğu'na bağlılıklarını bildirdiler. 720 yılına kadar Karluklar ile Göktürkler arasında mücadele devam etti. Bilge Kağan'dan sonra Göktürkler'in gücünü yitirmeye başlamasından sonra Uygurlar, Basmıllar ve Karluklar birleşerek Göktürk yönetimiyle ortak mücadeleye giriştiler. Göktürk kağanını öldürdükten sonra Basmıllar'ın önderini kağan olarak seçtiler. 744 yılında da İkinci Doğu Göktürk Kağanlığı tamamen ortadan kaldırdılar. Aynı yıl Karluklar ve Uygurlar birleşerek Basmıllar'ın liderini öldürmüşler ve Uygur Kağanlığı kurulmuştur. Ancak 746-747 yıllarında Uygurlar'a saldıran Karluklar yenilgiye uğrayarak Türgişlr'e sığınmıştır. Takriben 759 yılına kadar bazen kendi başlarına, bazen de Basmıllar ve Türgişler ile birleşerek Uygurlar'a saldırsalar da yenilgiye uğratılmışlardır. 751 yılında gerçekleşen Talas Muharebesi'nde Abbâsîler'in yanında yer aldılar. 766 yılında, dağılan Türgişlerin önemli şehirlerini aldıktan sonra Batı Türkistan'da başkenti Balasagun olan bağımsız hakanlık kurdular. İlerleyen yıllarda Kaşgar ve Fergana gibi önemli şehirleri ele geçiren Karluklar, Oğuzlarla birlikte Peçenekler'i yenilgiye uğrattılar. 791 ila 812 yıllarında gerçekleşen savaşlarda Uygurlar'a yenilerek bir kısım topraklarını kaybettiler. İlerleyen yıllarda kuzeyden Kırgızlar, doğudan Uygular ve güneyden de Abbâsîler ile mücadele sonucu Karluklar 9. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflamaya başladı. 893 yılında Seyhun'un doğusuna sefer düzenleyen Sâmânîler, Karluklar'ı ağır bir yenilgiye uğratarak Talas'ı ele geçirdi. Devamında Oğuzlar ve Yağmalarla savaşan Karluklar devleti, 943 yılında gerçekleşen Karahanlı saldırısında yıkıldı.
İlk Müslüman Türk devleti olan Karahanlılar’ın kuruluşunda rol oynadılar.Uygurların 840 yılında Kırgızlar tarafından yıkılmasıyla Uygurlara bağlı yaşayan Karluklar diğer Türk boyları ile birleşerek merkezi Balasagun olmak üzere Batı Türkistan'da Karahanlı devleti kuruldu. Devletin ismi kuvvetli “hükümdar” anlamına gelen Karahan unvanından gelmektedir. Devletin kurulma yıllarında İslamiyet Taşkent ve çevresinde yayılmaktaydı.
Devlet düzenini yıkan Moğollar sebebiyle, beylik düzeninde 1300'lü yıllara kadar gelebildiler. II. Arslan Han zamanında Cengiz Han'ın egemenliğini tanımışlardır. Cengiz'e itaat eden ilk Müslüman hükümdar olup, 1221'de ölen bu Karluk hanının oğluna da, Özkent şehri verilmişti. Cengiz zamanı Moğol devleti idaresinde vazife almış Karluklar görülmektedir.
Örtü epiteli
Örtü epitelinde, epitel hücreleri sıkıca yan yana gelerek düzgün ve devamlı bir tabaka oluştururlar. Hücrelerarası aralık oldukça dardır. Üst yüzeyleri ile vücudun bir iç boşluğuna ya da dış yüzeyine bakarlar. Alt yüzü ile bazal lamina adı verilen bir yapı aracılığı ile bağdokusu üzerine otururlar. Örtü epiteli damarsız bir doku olup, üzerine oturduğu bağdokusu içindeki damarlardan bazal lamina aracılığıyla, difüzyon yoluyla beslenir. Böylece bir dışa bakan yüzü bir de bazal laminaya oturan karşı yüzü ile bu dokunun hücrelerinde bir kutuplaşma söz konusudur. Epitel hücrelerinin fonksiyonlarını gerçekleştirdikleri serbest üst yüzeylerine apikal yüz ya da apikal kutup adı verilir. Beslenmesinin sağlandığı bağ dokusu üzerine oturduğu yüzeylerine ise bazal yüz ya da bazal kutup adı verilir. Bütün örtü epiteli türleri, hatta dış salgı bezi hücreleri bir bazal lamina üzerine oturur. Bazal lamina kesitlerinde özel tekniklerle ince bir çizgi şeklinde beliren tabakadır. İki katman olarak görülür. Bknz: Bazal lamina
Epitel hücrelerinin apikal yüzleri bazı hücrelerde oldukça düz iken bazı hücrelerde fonksi
yonla ilgili olmak üzere bazı çıkıntılı yapılar içerir. Bu yapılar, mikrovillus, kinosilya ve stereosilyadır.
Örtü epiteli hücrelerinde,birbirine bakan yan yüzeylerinde bazı yapı özellikleri gelişmiştir. Bir örtü ve koruma görevi sağlayan bu hücrelerin kolayca dağılmalarını önleyen bu yapılar hücrelerin birbirleri ile sıkıca bağlantılarını sağlayan özellikler taşır. Örtü epitel hücrelerinin birbiriyle yaptığı bağlantılarda üç tür yapı özelliği olduğu elektron mikroskop bulguları ile ortaya konmuştur. Zonula occludens, zonula adherens ve makula adherens (desmozomlar) adlarını alırlar. Zonula okludens ya da terminal bar olarak da adlandırılan bağlantı türünde komşu iki hücrenin membranlarının dış yaprakları birbirine kaynamıştır. Aradaki intersellüler aralık kaybolmuştur. Buradan madde geçişi söz konusu değildir. Zonula adherens türü bağlantılarda iki hücre membranı arasında 200 angströmlük bir aralık kalır. Makula adherens dediğimiz yapılarda ise intersellüler aralık biraz daha geniş olup 250 Ao kadardır. Her iki yapı da hücre duvarında kalınlaşmış iki plaka şeklinde yapılardır. Birleştirici kompleks denilen bu yapılar örtü epiteli hücrelerini kohezyonla bir arada tutar, epitel yapısa |
l bütünlüğünü korur. Epitel dokusunda hücrelerin alt yüzü ile bazal lamina arasında hemidesmozom adı verilen bağlayıcı yapılar bulunur.
Organizmanın değişik bölgelerinde bulunan örtü epiteli gerek yapı ve şekil gerekse fonksiyonel özellikleri ile çeşitlilik gösterir.
Bu doku tipini sınıflandırırken hücrelerin kat sayılarına göre:
Hücrelerin şekillerine göre:
Her iki gruba göre epiteller şöyle sınıflandırılırlar:
Çuvaşistan'ın idari yapılanması
Ömer Faruk Efendi
Ömer Faruk Efendi (d. 27 Şubat 1898, İstanbul – ö. 28 Mart 1969, Kahire) son Osmanlı halifesi Abdülmecid'in oğlu, son Osmanlı padişahı VI. Mehmed'in damadıdır. 1919-1924 yılları arasında Fenerbahçe Spor Kulübü'nün başkanlığını yapmıştır.
Annesi Şehsuvâr Kadınefendi idi. Kız kardeşi ise başka bir anneden doğan Dürrüşehvar Sultan'dı.
Harbiye Mektebi'nden mezun oldu, daha sonra Almanya'da Potsdam Askeri Akademisi'ni bitirdi. I. Dünya Savaşında Verdun cephesinde savaştı. Türkiye'ye döndükten sonra sonra kuzeni Şehzade Mehmed Vahdettin Efendi'nin kızı olan Sabiha Sultan ile evlendi ve bu evlilikten Neslişah Sultan, Hanzade Sultan ve Necla Sultan adlarında üç kız sahibi oldu. Alman İmparatoru II. Wilhelm'i V. Mehmed Reşad adına Almanya'ya ziyarete giden Şehzade Mehmed Vahdettin Efendi'ye Mustafa Kemal Paşa ile birlikte eşlik etti. Yolculuğunda ona eşlik eden heyette yer aldı.
Futbola olan ilgisiyle tanındı. 1919 yılında 21 yaşındayken Fenerbahçe Spor Kulübü'nün başkanlığına seçildi ve sürgün nedeniyle ülkeyi terk etmek zorunda kalana kadar 5 yıl boyunca bu görevi sürdürdü.
1921 yılının Nisan ayında Millî Mücadele'ye katılmak için Anadolu'ya yola çıktı. Kimi kaynaklara göre Şehzade, Anadolu'daki hareketin başına hanedandan birinin geçmesinin uygun olacağı düşüncesiyle VI. Mehmed tarafından Anadolu'ya gönderilmişti. Ancak İnebolu dolaylarında, Mustafa Kemal Paşa'nın eski dostu olmasına rağmen, Ankara Hükümet yetkilileri tarafından İstanbul'a geri gönderildi.
4 Mart 1924 tarihinde TBMM'nin kabul ettiği hilafetin kaldırılması ve Osmanlı Hanedanı'nın sınır dışı edilmesi kanunu gereğince sınır dışı edildi. Türkiye'ye bir daha gelemedi. 45 yıl sürgünde yaşadı. 28 Mart 1969 tarihinde Kahire'de vefat etti. Ancak ölümünden 5 yıl sonra Osmanlı Hanedanının üyesi olan erkeklerinin ülkeye dönmelerine izin verildi. Yıllar sonra hükümetin "sessizce nakledilmesi şartıyla" verdiği özel bir izinle naaşı Türkiye'ye getirildi ve 10 Mart 1977'de Cağaloğlu'ndaki II. Mahmud Türbesi'ne defnedildi.
http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=356
Benguiat Gothic
Benguiat Gothic, bir sans-serif fontu olup, 1979 yılında Ed Benguiat tarafından tasarlanmıştır.
Aslında Dekoratif Font olarak tasarlanmıştır. "The Sims 2" adlı oyunda başlıkları ve bilgilendirme amaçlı olan yerlerde kullanılmaktadır.
Jetix
Jetix, çocuklar için hazırlanmış olup 6.00'dan 22.45'e kadar yayın yapan bir televizyon kanalı. Tüm Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de kapanan Fox Kids'in yerine 1 Ocak 2005'te gelmiştir. Kardeş kanalı da Jetix'in eski programlarını yayınlayan Jetix Play'dir. Yayın yaptıkları süre boyunca çizgi dizi ağırlıklı devam eden kanal, Türkiye'de 3 Ekim 2009'da kapanmış ve yerine Disney XD geçmiştir. Bununla birlikte kapanan kardeş kanalı Jetix Play'in yerine de Playhouse Disney, daha sonra da Disney Junior geçmiştir.
Türkiye'de açıldığından beri Türksat Kablo ve Digitürk'te yayın yapmıştır. Kablo TV'de 12 Temmuz 2008'de kaldırılmıştır ve yayını sadece Digitürk'ten devam etmiştir.
Tek katlı yassı epitel
Tek katlı yassı epitel, organizmadaki en dayanıksız epiteldir. Travmalara, basınca ve mekanik olaylara duyarlıdır. Hücreler birbirine çok sıkı bağlıdır. Bu nedenle organizmada bariyerlerin olduğu yerlerde bulunurlar. Akciğer, beyin ve retina gibi bölgelerde özel yapılarla bariyer oluşumu vardır. Burada tek katlı yassı epitel birbirine sıkı bağlarla bağlıdır ve kandan dokulara zararlı maddelerin geçişini engeller. Arter, toplardamar ve lenf gibi tüm damarları döşeyen epiteldir. Damarları döşeyen tek katlı yassı epitele endotel denir. Böbrekte bowman kapsülünün paryetal yaprağını oluşturur. Akciğerde alveol keseleri ve akciğer kapillerleri bu epitel ile döşelidir. Plevra, periton ve perikart boşluklarını çevreler. Burada mezotel adını alır. Böbreğin henle ansı denilen bölgesi ve sertoli hücreleri de tek katlı yassı epitel ile döşelidir.
Apu Nahasapeemapetilon
Apu Nahasapeemapetilon The Simpsons'taki Hint asıllı karakter. İngilizcesi iyidir ve çoğu zaman fahiş fiyat ile müşterileri kandırır. Dondurmalı turşu gibi garip icatları vardır. Karısı Manjula ile Hint usulü bir törenle evlenmiştir ve ondan tam 8 çocuğu vardır. Bir kere karısı Manjulayı bir meyve suyu satıcısıyla aldatır. Bunu gören Homer olayı Marge'a anlatır. Büyük çabalarla tekrar birleşirler. Apu Kwik-E-Mart'da çalışır.
Tek katlı kübik epitel
Tek katlı kübik epitele, üstten bakıldığında hücreler mozaik şeklinde görünür. Genellikle altıgen veya çokgen şeklinde olan hücreler, dikine kesitlerinde kare şeklinde görülürler. Bu epiteli oluşturan hücrelerin boyutları birbirine yakın olduğu için izoprizmatik epitel olarak da adlandırılır. Kesitlerde tek sıralı, santral konumlu, yuvarlak çekirdekleri ile tanınırlar. Salgılama ve emme işlevinin gerçekleştiği birçok dokuda yer alır. Böbrek proksimal tubulusları, tükrük bezlerinin intralobüler kanallarında bu doku örtü görevinin yanı sıra iyon transportu yapan hücrelerin yapı özelliğini de gösterir. Bunun dışında, tiroitte, ovaryumun serbest yüzeyinde, koroit pleksusda, göz merceği kapsülünde, pankreas ve karaciğer salgı kanallarında ve retinanın pigmentli epitelinde bulunur.
Eriador
Issızdiyar, Tolkien'in yarattığı Orta Dünya'nın kuzeybatısında kurgusal bir bölge.
Doğudan Dumanlı (Puslu) Dağlar, batıdan Mavi Dağlar tarafından çevrilidir. Üçüncü Çağ'da ıssız topraklarla doludur. Çünkü daha önce Angmarlı Cadı Kral ile yapılan savaşlar ve Büyük Veba salgını ile insanlar yok olup gitmiş ya da göç etmişlerdir. Bozdiyar'de az sayıda vahşi yaşar.
Tromsø IL
Tromsø, (Tromsø Idrettslag) Norveç Ligi takımlarından biridir. Tarihinde şampiyonluğu bulunmayan Kırmızı-Beyazlılar'ın herhangi bir Avrupa başarısı da yoktur. Sahasında Chelsea, Galatasaray, Partizan, Beşiktaş gibi önemli takımları yenme başarısı göstermiştir. 16 takımlı Norveç Ligi'nde Tromsø bu sezonu 3. sırada bitirmiştir. Kutuba 500 kilometre mesafede bulunan Tromsø, Dünya'nın en kuzey ucundaki futbol takımlarından biri konumundadır. Ayrıca Tromsø'nun Norveç ligindeki en büyük başarısı 2.'liktir.
Tromsø, 1986 yılında ilk kez Norveç Kupasını kazanmıştır. 1997-98 UEFA Kupa Galipleri Kupası'nda Chelsea FC takımını ilk maçta evinde 3-2 yenmesine rağmen rövanş maçında Stamford Bridge'de 7-1 kaybetmiştir. 2005 yılında Tromsö IL UEFA Kupası ilk turunda Galatasaray ile karşılaştı. Eski UEFA şampiyonu Galatasaray, Tromsø'nün soğuk Arktik ikliminin kurbanı olan ikinci büyük Avrupa kulübü oldu. Tromsö'deki çamur, yağmur ve kar kaplı olan maçın, 77. dakikada Macar futbolcu Tamas Szekeres'in golü sonrası evinde 1-0 kazandı. Tromsö IL, rövanşta korkulan Ali Sami Yen Stadyumu'nda Galatasaray ile 1-1 berabere kalarak tur atlamıştır.
Tromsø IL, 2009-10 UEFA Avrupa Ligi mücadelesinde ünlü İspanyol kulübü Athletic Bilbao ile sahasında 1-1 berabere kalmış, deplasmanda ise 3-2 mağlup olmuştur.
2012-2013 UEFA Avrupa Ligi Play-off maçında, 2011-2012 sezonu Superliga Şampiyonu Partizan takımını sahasında 3-2 mağlup etmiş, rövanşta ise 1-0 yenilerek elenmiştir.
" Tromsø'nun maçları listelenmiştir."
"1 Şubat 2016 itibarıyla"
Abdurrahman Şeref
Abdurrahman Şeref (1853 - 18 Şubat 1925), son Osmanlı vakanüvisi ve devlet adamı.
İstanbul'da doğan Abdurrahman Şeref 1873'de Mekteb-i Sultani'den mezun oldu. İlk önceleri tarih ve coğrafya öğretmenliği yaptı. Daha sonra Mektebi Mülkiye'de ve Galatasaray Lisesi'nde müdürlük yaptı. 2 defa Maarif Nazırlığı görevinde bulundu. 1909 tarihinde vakanüvistlik görevine getirildi. Osmanlı Devleti'nin resmi tarihçilği olan vakanüvislik görevini 1 Kasım 1922 tarihinde saltanatın kaldırılışına kadar sürdürdü. Abdurrahman Şeref bu görevi sırasında bir ara 1918'de Evkaf Nazırlığı da yaptı.
Kurtuluş Savaşı'ndan sonra 1923 tarihinde 2. dönem meclisine İstanbul milletvekili olarak girdi. En yaşlı üye olduğu için 2. dönem meclisini başkan olarak açtı. 1925 tarihinde ölen Abdurrahman Şeref'in cenazesi Edirnekapı dışındaki aile mezarlığına defnedildi.
Abdurrahman Şeref, resmi görevleri yanında çeşitli ilmi faaliyetlerde de bulunmuş, çoğu ders kitabı özelliğinde birçok eser kaleme almıştır. Tarih- Osmânî Encümeni'nin başkanlığını da yapmış, bu kurumun yayın organı olan Tarih-i Osmânî Encümeni Mecmuası'nda çeşitli makaleler yazmıştır.
Bunlar dışında bazı gazetelerde çıkan yazılarını Tarih Musâhabeleri adı altında toplamıştır. Dönemin politikasına uygun olarak yazılan ve müellifin vakanüvisliği sırasında ve İkinci Meşrutiyet'in olaylarını içeren Vekayinâme adlı eserini ise yayınlamamıştır. Abdurrahman Şeref, kendinden önce vakanüvis görevinde bulunan Lütfî Efendi'nin eserinin 8. cildini çeşitli ilavelerle yayınlamıştır. Diğer eserleri şunlardır:
Tek katlı prizmatik epitel
Tek katlı prizmatik epitel ya da tek katlı silindirik epitel, tipinin yüzeyine paralel geçen kesitlerde tek katlı kübik epitelde olduğu gibi mozaik görünüm vardır, ancak hücrelerin çokgen olan sınırları daha küçüktür. Dik kesitlerde ise hücrelerin boyları kübik epitellerden daha uzun görülür. Epitel hücrelerin çekirdekleri hücrenin bazal tarafında yakın yerleşim gösterir ve genellikle fusiform çekirdekleri ile kolay tanınan bir epitel türüdür. Çekirdeklerin uzun ekseni bazala dik, hücrenin uzun eksenine paralel olarak yerleşmiştir. Çekirdekler hücrelerin ortasında değil, bazal sitoplazma tarafına çekilmiş olarak bulunurlar. Tek katlı prizmatik epitel hücreleri, midenin kardia bölgesinden itibaren anüse kadar tüm sindirim kanalını döşer. Burlarda sindirim salgılarınn salınımından ve sindirim sonucunda o |
luşan besin maddelerinin emiliminden sorumludur. Bununla beraber, birçok bezin salgı kanallarında da bulunur. Safra kesesinin iç yüzü de tek katlı prizmatik epitel ile döşelidir. Aynı zamanda mukus salgılıyor olmalarına rağmen mide mukozasının iç yüzü örtü epiteli olarak tek katlı basit prizmatik epitel görünüşündedir. Böbreklerin toplayıcı kanallarının son kısımları gene basit prizmatik epitelle döşelidir.
Yalancı çok katlı epitel
Yalancı çok katlı epitel ya da Psödostratifiye epitel dokusu, çekirdeklerin hücre içinde farklı yüksekliklerde yerleşmiş olmaları nedeniyle, ilk bakışta çok katlıymış gibi görüntü veren epitel doku. Ancak dikkatli incelendiğinde bütün hücrelerin aynı bazal laminaya oturması nedeniyle tek katlı epitel sınıfındadır. Çok katlı görünüm, bazal laminaya oturan hücrelerin hepsinin serbest yüzeyle ilişki kuramaması, dolayısıyla çekirdeklerinin de farklı seviyede yer alması yüzünden ortaya çıkmaktadır. Hücreler de şekilleri yönünden farklılık gösterir. Bazıları bazal laminaya otururken serbest yüzeye ulaşır, bazılarının ise apikal kutupları yüzeye ulaşamaz. Yalancı çok katlı epitelin "silsiz" tipi, parotiroit ile salgı bezlerinin büyük boşaltım kanallarında ve erkek üretrasında bulunur. "Silli" tipi ise, trake ve bronşların büyük bir kısmını, östaki kanalını, timpanik boşluğun bir kısmını ve gözyaşı bezini döşer. Solunum sistemindeki salgı bezlerinden salgılanan mukus, yapışkan bir örtü oluşturup havadan giren toz ve mikroorganizmaların yakalanmasını sağlar. Hücrelerin apikal yüzeylerindeki siller, içine giren toz ve mikroorganizma bulunan mukusu vücudun dışına doğru iter.
Tek katlı epitel
Tek katlı epitel doku şu anlamlara gelebilir:
Çok katlı yassı epitel
Çok katlı yassı epitel, dokunun oldukça kalın olmasını sağlayan birçok hücre tabakasından oluşan epitel türü. Bazal lamina üzerine oturan hücreler kübik, prizmatik olabilirken, sadece yüzeydeki hücreler yassıdır. Bazaldaki hücreler hücre üretiminden sorumludurlar. Yeni hücreler büyürken, yaşlı hücreler yukarı itilir. Yukarı çıkan hücreler yassılaşmaya başlar. Bu epitel türü, ağızda, özefagusta, epiglosittisin bir kısmında, konjuktivada, korneada, vajinada, anüste ve dişi üretrasının bir kısmında ve derinin epidermisinde bulunur. Çok katlı yassı epitel, vücudun dış kısma bakan yerlerinde bulunuyorsa, yüzeydeki hücreler çekirdeklerini kaybeder ve sitoplazmalarında keratin biriktirirler. Keratinli bu hücreler, kuru, cansız, ve pulumsu bir yapıya sahip olurlar. Bunlara keratinize (keratinli) çok katlı yassı epitel denir. Keratinli epitel, vücuttan suyun çıkışını azaltır ve mikroorganizmaların vücuda girmelerini engeller. Vücudun nemli bölegelerindeki çok katlı yassı epitel hücreleri, canlı ve çekirdeklidir. Keratin biriktirmeyen bu türe, keratinsiz çok katlı yassı epitel denir.
Çok katlı kübik epitel
Çok katlı kübik epitel. Çok yaygın görülen bir epitel türü değildir. Kat sayısı genellikle ikiyi geçmeyen birkaç sıra kübik hücre tabakasından oluşur. Bazı ter ve tükürük bezlerinin boşaltım kanallarında ve meme bezlerinin geniş kanallarında görülür.
Çok katlı prizmatik epitel
Çok katlı prizmatik epitel ya da çok katlı silindirik epitel, yaygın bir epitel türü değildir. Bazal laminaya oturan derin yerleşimli hücreler düzensiz şekilli ve çok yüzlü yapıdadır. Sadece yüzeydeki hücreler silindiriktir. Prostatta, tükrük bezlerinin kanallarının bir bölümünde ya da üretranın bir bölümünde görülür.
Çok katlı prizmatik silli epitel ise, yumuşak damağın burun tarafında, larinkste ve fetus özefagusunda geçici olarak embriyonik dönemde bulunur.
İnsan vücudunda yalnızca gözün konjunktivası ve büyük bezlarin kanalları gibi küçük alanlarda bulunur.
Güngör Bayrak
Güngör Bayrak, (Asıl adı Şerife Bayrak, "Konyalı Şerife" ve "Leydi" lakapları ile de bilinmektedir. d. 27 Şubat 1954, Konya), Türk şarkıcı ve oyuncu.
Konya'da doğdu. Evlatlık olarak bir ailenin yanında büyüdü. 13 yaşında biyoljik babası ortaya çıktı ve himayesine aldı. Konya Öğretmen Okulu'na gitti. Ardından Hacettepe Üniversitesi'ne bağlı Hemşire Okulu'nda 3 yıl boyunca okudu. Hemşireliğin kendisine uygun bir meslek olmadığını düşünerek, tiyatroculukla ilgilenmeye başladı. Devekuşu Kabare'de küçük rollerde oynadı. Sonrasında tiyatroculuktan ayrıldı. Mankenlik, fotomodellik, havaalanında yer hostesliği gibi kısa süreli işlerde çalıştı.
Daha sonra sinema oyunculuğuna geçti. Birçok filmde rol aldı. 1979 yılında Yılmaz Güney senaryolu "Düşman" adlı filmde aldığı rol ile Sinema Eleştirmenleri En İyi Kadıncı Oyuncu ödülüne sahip oldu. Sonraları daha kült içerikli filmlerde rol aldı.
Sinema'nın yanında, sahnelerde şarkıcı olarak boy gösterdi. "Telefonumu Bekle" isimli 45lik plak çıkardı. 80'lerin ortalarında İzmir Fuarı'da sahneye dekolte bir kıyafetle çıktığı için İzmir Belediye Başkanı Burhan Özfatura ile aralarında geçen münakaşa manşetlerde uzun süre kaldı. Dönemin çeşitli erotik dergilerinde çıplak pozlar verdi. Banu Alkan, Hülya Avşar, Oya Aydoğan gibi zamanın diğer seksi kabul edilen ünlülerinin aksine, ince ve uzun vücut hatlarına sahipti.
Fransa gezisi sırasında, Sir unvanlı, Cezayir asıllı "Houari Berichi" ile tanıştı ve 1987 yılında evlendiler. "Sir" ile evlenmesinden dolayı "Leydi" unvanı aldı. Bu dönemden sonra yaklaşık 10 yıl eşi ve çocuğu ile birlikte Paris'te oturdu. "Leydi Şerife" isimli ikinci kasetini çıkardı. 1996 yılında Türkiye'ye geri dönüp üniversite sınavlarına girip, Marmara Üniversitesi Fransızca Öğretmenliği Bölümü'nü kazandı ve 2000 yılında mezun oldu. 2006 yılında eşinden boşandı.
Çok katlı değişici epitel
Çok katlı değişici epitel, yüzeyde bulunan hücrelerin değişerek, organın işlevine yanıt verebilecek tarzda şekillerini değiştirebilen epitel türüdür. Yassı ve kübik epitellere benzer geçici bir şekil değişikliği oluştururlar. Mesane gibi yapıların iç yüzeyinde görülen bu epitel doku, organın dolu ya da boş olmasına göre kat sayısını değiştirdiği için bu adı almıştır. Bütün çok katlı epitel dokularında olduğu gibi, ilk hücre sırasını prizmatik hücreler oluşturur. Bu sıranın üzerinde kat sayısını değiştiren 2-8 sıra armut biçiminde hücreler bulunur. Bu epitel, intersellüler aralığın en geniş olduğu epitel türüdür. Bu da hücrelerin birbiri üzerinden kayarak kat sayılarını değiştirmelerini sağlar. Bu yüzey hücreleri bazen birden fazla çekirdek içerebilir. Organ dolup genişledikçe epitel daha geniş olanı örtmek için incelir. Organ doluyken hücreler yassı veya basık, boşken büyük ve yuvarlak olarak görülürler. Hücreler gerilip uzadığı için, idrarın dışarı sızmasını engelleyen bir bariyer görevi de görürler. Erişkin bir memelide, herhangi bir organın epiteli o organa özgüdür ve değişiklik göstermez, ancak kronik yangı veya bir tümör gelişimi durumunda epitel, başka bir epitele dönüşebilir. Örneğin bazı patolojik durumlarda bronşlardaki yalancı çok katlı silli prizmatik epitel, çok katlı silli epitele dönüşebilir. Buna yassı metaplazi denir.
Doğu floryası
Doğu floryası ("Carduelis sinica"), ispinozgiller (Fringillidae) familyasından ötücü bir kuş türü.
Erkeği orta büyüklükte; üst tarafı koyu gri kahverengi alt tarafı kahverengi ve kuyruk altı sarıdır. Göğsü zeytin yeşili, tepe ve ensesi giridir. Gaga pembedir. Kanatlar soluk beyaz kenarlı ortası parlak sarıdır. Kuyruğu çatallı dış tüyleri sarı üstü siyahtır. Dişi, daha soluk ve daha kahverengidir.
Doğu floryası iğne yapraklı ve genişli yapraklı ormanlık bölgeler ile nehir kenarlarında görülür.
Östrojen
Östrojenler, kadınların adet döngüsünde ve diğer memeli hayvanların dişilerinde estrus döngüsünde önemli rol oynayan bir grup steroid hormondur.
Östrojenler hem erkek hem kadınlarda bulunmakla beraber, üreme yaşında kadınlarda seviyeleri çok daha yüksektir. Bu hormonlar kadınlarda göğüs gibi ikincil cinsiyet özelliklerinin gelişimini sağlarlar ve adet döngüsüyle ilişkili olan endometrium kalınlaşması ve diğer süreçleri düzenlerler. Folikül uyarıcı hormon ("follicle stimulating hormone", FSH) ve lüteinizan hormon (LH), yumurtalayan kadınlarda östrojen üretimini düzenlerler. Kan dolaşımında bulunan östrojen, FSH ve LH'nin seviyelerinin azalmasına neden olduğu için bazı oral kontraseptiflerde östrojenler bulunur.
Kadınlarda bulunan üç ana östrojen, östradiol, östriol ve östron'dur. Menarş ile menopoz arasında başlıca östrojen östradioldür. Vücutta bunlar enzim reaksiyonları sonucu androjenlerden sentezlenir. Östradiol testosterondan, östron da androstenedion'dan sentezlenir. Östron östradioldan daha zayıf etkilidir ve menopoz sonrası kadınlarda östradioldan çok östron bulunur.
Östrojen hormonu kadınların yüksek acıya dayanmasını sağlar. Östrojen hormonu saldırganlaştırır, saçların çıkmasını sağlar.
Sake
Sake Japonların pirinç ve tahıl tozundan yapılan ulusal içkisidir. Rakı ve tatlı şaraba da benzetilmektedir. Genellikle Beyaz şarap rengindedir. %18-20 oranında alkol içerir. Şaraba nazaran hafif ekşimsi bir tadı vardır. İçimi her ne kadar şarabı anımsatsa da, ağızda lezzetli bir tat bırakır.
Sake yıllandırılmaz ve satın alındıktan sonra tüketilmesi gerekmektedir. Aroması çok iyi koşullarda muhafaza edilirse altı aydan bir yıla kadar korunabilmektedir. Pirinç ve tahıldan üretildiği için ABD'de bira olarak sınıflandırılmaktadır.
Sake, türüne göre soğuk ya da sıcak olarak servis edilir ve özel sake bardaklarında (bu bardaklar Türkiye'deki kahve fincanlarını andırır) veya şarap kadehlerinde içilir.
Majid Musisi
Majid Musisi Mukiibi (15 Eylül 1967, Kampala - 13 Aralık 2005, Kampala), 1994 - 1997 yılları arasında Bursaspor'da oynamış ve "timsah yürüyüşü"nün mucidi olmuş futbolcudur. 13 Aralık 2005 günü akşam saat 8'de Nsambya Hastanesi'nde AIDS yüzünden vefat etmiştir.
Futbola 15 yaşında ikinci lig takımı Mulago'da başladı. 1982-83 sezonunda oynadığı futbolla büyük takımların gözdesi olmuştu. Bir sezon da Pepsi takımında oynadıktan sonra Uganda'nın en başarılı takımlarından SC Villa'ya seçildi. 1984'ten 1992'ye kadar formasını giydiği bu takımda 6 lig şampiyonluğu gör |
dü (1986, 1987, 1988, 1989, 1990, 1992). Özellikle 1986 yılında hem ligi hem kupayı kazanıp Uganda futbol tarihinde bir ilk imza attılar ve Musisi bunun mimarı olarak görülüyordu. 1988 ve 1989'da da çifte kupa sevinci yaşadılar. Musisi bu başarılı dönemde 4 kez gol kralı oldu.
Takımıyla kıta çapında başarılar da kazandı. 1991'de Afrika'nın en büyük futbol organizasyonu olan CAF Şampiyonlar Ligi'nda SC Villa ile tarihlerinin ilk ve tek ikinciliğini aldı. Yarı finalde takımı elenmek üzereyken 90. dakikada golü atarak, finallere gelmesinde doğrudan katkıda bulundu. 1992'de ise kıtanın ikinci büyük turnuvası olan CAF Kupası'nın ilk senesinde de ikinci oldular. SC Villa daha sonra bu kupada da finale çıkamadı. Daha yerel olan, sadece Orta ve Doğu Afrika ülkeleri takımlarının katıldığı CECAFA Kulüpleri Kupası'nı 1987'de kazandı ve bu kupayı kazanan ikinci Uganda takımı oldular. Aynı kupada 1991'de de ikinci oldular.
1992'de son maçında 5-0'lık galibiyette 4 gol attı. O sene Jimmy Kirunda'nın 32 gollük rekorunu kırmak için uğraşıyordu ancak ligin bitmesine 4 maç kala Fransa'ya gitmek için ayrıldığından 28 golde kaldı. O sene gol ortalaması 4 maçta 5 goldü. Bu yıllarda gol atma ve yaratma yeteneklerinden dolayı "Sihirbaz", fiziksel olarak Mike Tyson'a benzetildiği için de "Tyson" lakabını aldı.
1992'de Stade Rennes'e transfer olarak Uganda tarihinin Avrupa'da oynayan ilk futbolcusu oldu. İkinci lige yeni düşmüş takımda Sylvain Wiltord, Jocelyn Gourvennec gibi ileride büyük başarılar kazanacak genç oyuncularla beraber oynadı. İlk sezon baraj maçlarıyla 1. lige çıkmayı kaçırırken Musisi takımın en fazla forma giyen isimlerinden biri oldu. 32 maçta 12 gol atarak da takımın en golcüsü oldu. 1993-94'te ise lig ikincisi olarak birinci lige çıktılar. Musisi bu sefer daha az tercih edilmiş ancak oynadığı 19 maçta 4 gol atarak takımına yardım etmişti.
Musisi 1994-95 sezonunda Bursaspor’a geldi. Aslında Bursaspor yönetiminin hedefi Mali'li Fernand Coulibaly'di. Ancak bu futbolcuyla yapılan görüşmeler çıkmaza girince Musisi’de karar kılındı. Ugandalı futbolcu ilk sezonunda 27 maçta forma giydi ve rakip fileleri 9 kez havalandırdı.
Sonraki sezonda 1995'te UEFA tarafından ilk kez düzenlenen UEFA Intertoto Kupası'nda takımının büyük başarılar kazanmasına yardım etti. Biri penaltı atışlarından olmak üzere kupada 4 gol kaydetti ve Bursaspor tarihinin en önemli Avrupa başarılarından birinde yer aldı. Bu dönemde Elvir Baljiç, Ercüment Şahin, Selim Özer, Ivko Gantchev, Şaban Yıldırım ile efsane Bursaspor kadrosunu oluşturdu. Penaltıyla elendikleri Karlsruhe maçında tarihe geçen "timsah yürüyüşü" adlı gol sevincini ilk kez gerçekleştirdi. 1995-96 sezonunda 30 maçta 15 gol kaydetti. Bursaspor’daki 3. sezonu Musisi için çok da parlak geçmedi. Yabancı kontenjanı nedeniyle çoğu zaman yedek kulübesinde oturmak zorunda kalan Ugandalı oyuncunun yıldızı teknik direktör Gordon Milne ile barışmadı. Her şeye rağmen 13 maçta forma şansı buldu ve 7 gol attı. Gaziantepspor'a satılmak istendi ama bu transfer son anda gerçekleşmedi.
1997'de 16 yaşında bir öğrenciye tecavüzden hapis yattı. Aynı yıl Türkiye'ye dönüp Bursaspor’un ardından Çanakkale Dardanelspor'da top koşturdu. Çanakkale'nin en pahalı ikinci futbolcusuydu. 1997-98 sezonunda 12 gol atıp takımını sırtladı. 1998-99 sezonunda ise takımla sorun yaşamaya başladı. Ülkesinde geçirdiği bir trafik kazası sonucu bir motosikletlinin ölümüne sebep oldu. 29 maçta oynayıp sadece 9 gol atabildi. Sezon sonu takımı küme düştü ve takımdan ayrıldı. Çanakkale dönemlerinde eğlenceye, sekse ve alkole düşkünlüğüyle dikkat çekti.
Türkiye'de 153 maçta oynayan Majid Mususi, bu maçlarda 60 gol kaydetmiştir.
1999'de eski takımı SC Villa'ya dönüş yaptı ve başarılı performansını devam ettirdi. 1999-2000 ve 2000-01 sezonlarında ligi kazandı, 1999-2000 de ayrıca kupayı kazandı, sonraki sezon da ikinci oldu. Ayrıca 2000'de Hedex Kupası adlı Uganda, Tanzanya ve Kenya'nın en iyi üç takımının mücadele ettiği kupada takımıyla şampiyonluk kazandı. Ancak kampa alkol getirmesinden dolayı teknik direktör Paul Ouma tarafından kovuldu.
Daha sonra ise 2002-2004 arasında Vietnam takımı Ðà Nẵng FC'de futbol oynadı ve burada da gollerini sürdürdü. Bu dönemde AIDS virüsünü kaptı. Bir süre Londra’da yaşadıktan sonra son olarak ülkesinde 2004-05 sezonunda 1. lige yeni çıkan Ggaba United’da forma giydi ve burada futbolu bıraktı.
1985-2002 yılları arasında Uganda millî futbol takımının formasını giydi. Doğu ve Güney Afrika takımlarının mücadele ettiği CECAFA Kupası'nda 1989 ve 1990'da şampiyon kadroda yer aldı. 1993-1998 arasında millî takımın kaptanlığını da yaptı.
Futbolu bıraktıktan sonra, son dönemini Uganda’nın başkenti Kampala’da ailesi ile birlikte geçirdi. AIDS'den ölen futbolcuların aileleri için düzenlenen özel maçta SC Villa'nın kardeş takımı Simba SC forması giydi. Dönemdaşı George Ssemogerere'nin de karşı takımda forma giydiği maçı bitiremedi ve "Genç oyuncuların hızına yetişemiyorum" açıklamasını yaptı.
Musisi 13 Aralık 2005'te akşam saat 8'de bakım merkezinden hastaneye taşınırken hayatını kaybetti. Ölüm nedeni AIDS'e bağlı böbrek yetmezliğiydi. Musisi’nin ölümünün ardından bir başsağlığı mesajı yayınlayan Uganda Futbol Federasyonu başkanı Lawrence Mulindwa, çok önemli bir sporcuyu kaybettiklerini söylemiştir.
Mususi'nin annesiyle beraber Amerika'da yaşayan iki çocuğu olmak üzere toplam sekiz çocuğu olmuştur.
Mayer Amschel Rothschild
Mayer Amschel Rothschild (23 Şubat 1744 – 19 Eylül 1812), Almanya doğumlu Yahudi girişimci ve iş adamıdır. Modern bankacılığın ve küresel ekonominin kurucularından kabul edilir. Dünyanın en zengin ailelerinden birini kurmuştur.
Almanya'da ufak tefek bankerlik işleriyle başlamıştır. Daha sonra İngiltere'ye göç eden Mayer Amschel Rothschild beş oğlunu da Londra, Paris, Frankfurt, Napoli ve Viyana'ya göndermiştir. Bankerlikle temeli atılan hanedanlığın bu sayede inanılmaz bir bilgi ağı oluşmuştur.
19. yüzyıl Rothschildler için çok yoğun geçti. Savaş ticaretleri ve ün kazanmaları, Napolyon'un Birleşik Krallık ile yaptığı Waterloo Muharebesi ile başladı. Waterloo Savaşı'nda İngiltere'ye mal kaçıran ve birlikleri finanse eden Nathen Mayer Rothschild, bu dönemde bir yandan savaşı finanse ederken diğer yandan da hükümetlere yüksek faizle borç veriyordu. Waterloo Savaşı'nın sona ermesini ve Napolyon'un kaybettiği haberini kurdukları geniş istihbarat ağı sayesinde ilk olarak Rothschildler öğrendi. Nathan Mayer, Londra borsasında elinde bulunan bütün hisseleri satmaya başladı. Bu da Napolyon'un savaşı kazandığı izlenimini doğurdu. Diğer herkes de N. M. Rothschild'i izleyerek hisselerini satmaya başladı. Nathan bir yandan da bu hisseleri toplattı. Ertesi gün Napolyon'un savaşı kaybettiği haberi geldi. Rothschildler bu bilgi sayesinde bir gecede büyük bir servet elde etti. Ayrıca Nathan Mayer, İspanya'da bulunan İngiliz Ordusu'nu finanse etmek amacıyla kardeşleri sayesinde Fransa'dan altında taşıdı. Bu çabaları Nathen Mayer Rothschild'e "İngiliz Hazinesinin Temsilcisi" unvanını kazandırdı. Ayrıca bu sayede Rothschild ailesi üyeleri İngiliz meclisine girmiş ve "baron" unvanı almıştır. Savaşın sonunda ise Rothschild ailesi Fransa'ya borç vermeye başlamıştı.
Avrupa'da birçok hükümeti borçla haraca bağlayan Rothschild Hanedanlığı Afyon Savaşları sayesinde Uzak Doğu ile tanıştı. Bu dönemde Çin'de afyon ticareti yapan İngiliz tüccarlar Çin İmparatorluğu ile ters düşmelerinin ardından İngiliz Kraliyetinin desteğini almak için Rothschild'lere başvurmuşlardı. İngiliz Kraliyetini ikna etmeyi başaran Lord Rothschild Afyon Savaşı'nı da finanse etmeye söz verdi. Çin'in mağlubiyeti ile biten savaşın ardından Rothschild ailesi, İngiliz hakimiyetine geçen Hong Kong'un kontrolünü de yardımlarının karşılığı olarak aldı.
Almanya'da sanayi devrimi sonrası Siemens, AEG, Bosch gibi birçok şirketin kuruluşunu finanse ettiler. Ayrıca bir yandan da Amerika kıtasına geçerek altın uğruna yerli katliamlarında önemli rol oynamıştır. Amerika kıtasının yeraltı zenginliklerini keşfeden Rothschildler ilgilerini altın ve diğer madenlere kanalize ettiler.
Osmanlı topraklarının çözülmeye başlamasıyla birlikte Rothschild'ler iki koldan Ortadoğu'ya sızmaya başladılar. Bir kolunu Irak'ın oluşturduğu sızmanın en önemli nedeni Mezopotamya'daki zengin petrol kaynakları oluşturuyordu. BP ve Royal Dutch Shell ile Irak pazarına girdiler. Diğer sızma ise bölgenin güneyinde Siyonizmi siyasal ağırlık merkezi haline getirerek gerçekleştirdikleridir. Filistin topraklarının Osmanlı'dan ayrılmasıyla harekete geçen Lord Rothschild İngiliz hükümetine baskı uygulayarak Balfour Deklerasyonu'nu yayınlattı. Ayrıca diğer taraftan da Filistin topraklarının satın alınması için 2 milyon Sterlinlik bir fon oluşturdu. Böylece Filistin topraklarının en verimli yerleri Yahudilerin eline geçmiş oldu.
II. Dünya Savaşı'nda Rothschild'in parası Hitler'e sermaye olmuştur. 1. Dünya Savaşı'ndan sonra ekonomik anlamda adeta yerle bir olan Almanya'nın yeniden inşası da Amerikalı finans çevrelerine ihale edildi. Başta J.P. Morgan olmak üzere Rothschildlerin Amerika'daki uzantıları olan finans kurumları önce " Dawes Planı " sonra da "Young Planı" ile 1924 yılından sonra Almanya'yı adeta paraya boğdu. Böylece Hitler'in inanılmaz yükselişine zemin hazırladı. Hitler'in savaştan önceki yıllarda inanılmaz savunma harcamaları ve büyüyen askeri gücü Rothschild hanedanlığının yardımı ve onayıyla oluşturuldu. Amerikalı tarihçi Anthony C. Sutton 'un "Wall Street ve Hitler'in Yükselişi" adlı kitabında bu denetimi özetlerken Amerikalı finans kuruluşlarının sadece Almanya'nın yeniden yapılanması için değil bilinçli bir şekilde Hitler ve onunla birlikte yeni bir canavarın doğuşunu da sağladıkları iddia edilmektedir. Ayrıca başka kişiler tarafından bu sayede İsrail'in kuruluşuna bir zemin hazırlandığı, Afrika'da ise elmaslar için iç savaşları desteklediği iddiaları vardır. Cecil Rhodes öldükten sonra vasiyeti incelendiğinde de Beers elmaslarını çocuklarına değil, Hanedana |
bağışladığı görülmüştür. Rothschild ailesi son 200 yıldır, dünyanın en zengin ve nüfuzlu ailesidir. Tek başına birkaç büyük devlet kadar güçlü olduğu iddia edilebilir. 2009 yılında, servetleri 3-4 trilyon dolar, kontrol ettikleri para ise 15 trilyon dolar olarak tahmin edilmektedir. İngiliz merkez bankasını yaklaşık 80 yıl boyunca yönetmişlerdir. De Beers ve Rio Tinto en çok tanınan ve bilinen şirketleridir. Rockefeller ailesinin kurulmasını finanse etmiş, bu sayede de halen Exxon-Mobil, Chevron gibi şirketleri de dolaylı olarak kontrol etmektedirler. Dünya elmas ticaretinin %30'u, altın ticaretinin % 40'ı, kömür-bakır-uranyum-aluminyum ticaretinin de % 15'i bu aile tarafından yapılmaktadır. Fransız şarap endüstrisinin yarısı ellerindedir.
Dünyanın en zengin ailesi olarak kabul edilmesine karşın, her yıl açıklanan "Dünyanın En Zengin İnsanları" listesinde aile üyelerinden herhangi birinin ismine rastlanmaz.
Maggie Simpson
Margaret "Maggie" Simpson, Amerikan animasyon televizyon dizisi "Simpsonlar"da yer alan kurgusal bir karakterdir. İlk kez 19 Nisan 1987 tarihinde "The Tracey Ullman Show" kısası "Good Night"ta göründü. Maggie, James L. Brooks'un ofisinin lobisinde beklemekte olan karikatürist Matt Groening tarafından yaratıldı ve tasarlandı. Groening, karaktere küçük kız kardeşi Margaret "Maggie" Groening'in adını verdi. "The Tracey Ullman Show"da üç sezon yayınlandıktan sonra, Simpson ailesi, 17 Aralık 1989 tarihinde Fox'ta yayınlanmaya başlanan kendi şovuna sahip oldu.
Maggie, Simpson ailesinin en küçük bireyi ve Homer ile Marge'ın küçük kızı, Bart ve Lisa'nın ise kız kardeşidir. Her zaman ağzında emziğiyle görülür ve yürürken elbisenine takılarak yüzüstü düşer. Maggie, konuşamadığı için Simpson ailesinin en az görülen ve duyulan karakteridir.
Maggie'nin ağladığı ve konuştuğu bölümler, Nancy Cartwright tarafından seslendirmektedir. Ancak Maggie karakteri James Earl Jones, Elizabeth Taylor ve Jodie Foster tarafından da seslendirildi. "Simpsonlar"la ilgili video oyunlarında, "Simpsonlar Sinema Filmi"nde, The Simpsons Ride'da, reklamlarda ve çizgi romanlarda yer aldı ve geniş bir ticarî alana ilham verdi.
"Simpsonlar", karakterlerinin bir yaşı olmadığı ve her daim şimdiki yılda olduğunu farz eden yerleşik bir zaman çizgisi kullanmaktadır. Birçok bölümde olaylar, ardışık bölümlerde çelişmesine rağmen spesifik zaman periyotlarına bağlanmaktadır. Maggie, Homer ile Marge'ın küçük kızı, Bart ve Lisa'nın kız kardeşidir. Marge, Lisa'ya hamile olduğu dönemde, Homer ile birlikte ilk evlerini satın alırlar. Yedi yıl sonra Homer, Springfield Nükleer Santrali'ndeki işini bırakma konusunda parasal bakımdan kendini yeterli hisseder ve hayalindeki iş olan Barney's Bowlarama'da çalışmaya başlar. Marge'ın Maggie'ye hamile kalmasıyla ailenin ihtiyaçlarını karşılayamayan Homer, nükleer santraldeki işine geri döner.
İlk sezonlarda Maggie'nin ayırt edici özelliği yürümeye çalışırken elbisesine takılarak yüzüstü düşmesi ve yere çarpmasıyla çıkardığı sesti. Ancak bu olay, sonraki sezonlarda azaltıldı. Maggie, emziğine çok düşkündür ve devamlı ağzında emzikle görülmektedir.
Maggie, dizi boyunca dahi bir bebek olduğunu gösteren çeşitli beceriler sergilemiştir. Maggie, oyuncak bloklarıyla E=mc²'yi harfleyebilmekte, Homer'ın otomobilini sürebilmekte, kreşten kaçabilmekte ve kendi adını yazabilmektedir. Maggie, çevresinde olup bitenlerin farkındadır ve olayların akışının taklitini yapabildiği görülmektedir. Yüksek derecede bir el becerisine sahip olan Maggie, Homer'ın kafasına tokmakla vurmuş, babasının darttaki "Kıymık ve Tırmık" takliti fotoğrafını uzaktan vurabilmiştir. Yaşına rağmen iyi bir nişancıdır ve "Who Shot Mr. Burns?" bölümünde Bay Burns'ü tabancayla vurmuştur. Ayrıca "Papa's Got a Brand New Badge" bölümünde karyolasında saklandığı yerden tüfekle bir çeteye ateş etmiştir.
Maggie, genelde Homer'ın onunla bağlılık kurma çabalarından korkar ve buna kızar, ancak yine de birkaç sefer Homer'ın hayatını kurtarmıştır: bir keresinde boğulurken, bir keresinde mafya tarafından vurulduğunda, bir keresinde kamyon şoförü tarafından kaçırıldığında ve bir keresinde EPA başkanı Russ Cargill tarafından vurulduğunda.
Matt Groening, Maggie ve tüm Simpson ailesini 1986 yılında yapımcı James L. Brooks'un ofisinin lobisindeyken tasarladı. Groening, "The Tracey Ullman Show" için kısalardan oluşan bir animasyon dizisini sunması için çağrılmıştı ve "Life in Hell" çizgi dergisinin bir uyarlamasını sunmayı planladı. "Life in Hell"'in canlandırılması çalışmasının yayın haklarından feragat etmesine neden olduğunu fark edince başka bir yöntemde karar kıldı ve kendi ailesindeki üyelerin adlarını verdiği karakterlere sahip disfonksiyonel bir aile taslağını aceleyle çizdi. Groening, ailenin bebeğine kendi küçük kardeşinin adı olan Maggie adını verdi. Maggie, 19 Nisan 1987 tarihinde tüm Simpson ailesiyle birlikte ilk defa "The Tracey Ullman Show" kısası "Good Night" bölümünde göründü. 1989 yılında kısalar, Fox kanalında yayınlanacak yarım saatlik bir dizi olarak "Simpsonlar"'a uyarlandı. Maggie ve Simpson ailesi, bu yeni şovdaki ana karakterler oldular.
Tüm Simpson ailesi, siluetlerinden tanınacakları şekilde tasarlandılar. Aile, kabaca çizildi çünkü Groening, eskizleri animatörlere gönderirken bunların animatörler tarafından düzenleneceğini sanıyordu fakat animatörler bunu yapmak yerine sadece çizimleri kopyaladılar. Maggie'nin fiziksel özelikleri genellikle diğer karakterlerde kullanılmadı; örneğin, sonraki sezonlarda Lisa dışında hiçbir karakter onunla aynı saç tarzına sahip olmadı. Lisa tasarlanırken, Groening "kızların saç tarzını hiç düşünmemişti". O an, Groening, karakteri esasen siyah ve beyaz olarak çiziyordu ve Lisa ile Maggie'yi tasarladığı zaman, "onlara sadece deniz yıldızı tarzı sivri uçlu saç tarzını verdi, onların er geç renklendirileceğini düşünmedi".
Groening, hiç konuşmayan ve asla büyümeyen bir bebek karakterinin komik olacağını düşündü, ancak bazı sahneleri yansıtabilmek için gerekli olan duygular senaryoya eklendi. Maggie'nin diğer karakterlerden ayrılan özellikleri arasında yürümeye çalışırken tökezleyip düşmesi, emziğine olan düşkünlüğü ve emziği ağzındayken çıkan ses yer aldı. Bu ses, Tracey Ullman döneminde Groening tarafından yaratıldı ve herkesçe bilinir hâle geldi. İlk sezonlarda, diğer karakterlerin diyalogları sırasında da emzik sesi duyuluyordu, ancak yapımcılar bunu dikkat dağıtıcı buldular ve bu sesin kullanılmasına son verdiler.
Birkaç istisna dışında Maggie hiç konuşmamaktadır ancak etrafında gelişen olaylara mimikleri ve el kol hareketleriyle katılmaktadır. Maggie'nin ilk sözleri "The Tracey Ullman Show" kısası "Good Night"ta, tüm aile uyuduktan sonra duyuldu. Bu bölümde Maggie'yi Liz Georges seslendirdi.
Daha önce çeşitli rüyalar ve hayallerde konuştuğu duyulan Maggie'nin, dizinin normal akışı içinde söylediği ilk kelime "Lisa's First Word" bölümünde duyuldu ve Elizabeth Taylor tarafından seslendirildi. Yalnızca tek bir kelime olmasına rağmen ("Daddy", "Babacık"), Taylor yapımcılar memnun olana dek birkaç kez kaydetmek zorunda kaldı. "Treehouse of Horror V" bölümünde James Earl Jones'un seslendirdiği Maggie, "Treehouse of Horror IX" bölümünde kısa bir diyaloga girdi ve bu kısmı Harry Shearer, Kang sesiyle konuştu. İlk bölümlerde Maggie'nin ağladığı ve konuştuğu kısımları Yeardley Smith seslendirdi. Daha sonraki sezonlarda bu kısımları Nancy Cartwright seslendirmeye başladı. Jodie Foster, "Four Great Women and a Manicure" (20. sezon) bölümünde Maggie'yi Howard Roark'tan esinlenerek seslendirdi.
About.com'dan Nancy Basile, "Simpsonlar"daki en sevdiği Maggie sahnelerinin, Maggie'nin bir yaşındaki bir çocuktan çok yetişkin gibi davrandığı bölümler olduğu ifade etti. "Sweet Seymour Skinner's Baadasssss Song", Maggie'nin baş düşmanı tek kaşlı bebek Gerald ile tanıştığı "Lady Bouvier's Lover" ve Bart'ın Maggie'ye bakmak zorunda kaldığı ama Maggie'nin Homer'ın otomobiliyle kaçtığı "Itchy & Scratchy: The Movie" bölümlerini en sevdiği Maggie sahneleri olarak sıraladı. Ayrıca "İster 'The Happy Elves'ı izlesin ister düşsün; Maggie, Simpson ailesindeki en şirin bebek" yorumunu yaptı. Komedyen Ricky Gervais, "And Maggie Makes Three" bölümünün, tüm dizideki en sevdiği ikinci bölüm olduğunu ve bölümün sonunda Homer'ın masasına Maggie'nin fotoğraflarını koyduğu sahnede "boğazının düğümlendiğini" ifade etti. "Variety" dergisinden Todd Everett, Maggie'nin ilk kelimesini söylediği "Lisa's First Word" bölümünün "büsbütün kalbi erittiğini" belirtti.
2006'da Elizabeth Taylor, "Lisa's First Word"deki Maggie performansıyla IGN'in hazırladığı "Simpsonların En İyi 25 Konuk Oyuncusu" listesinde on üçüncü sırada yer aldı. "Treehouse of Horror V"da Maggie'yi seslendiren James Earl Jones ise aynı listede yedinci sıradaydı. 2000 yılında, Maggie ile tüm Simpson ailesi, Hollywood Bulvarı'nda bir yıldız ile ödüllendirildi.
Maggie Groening tarafından yazılan ve çizimleri Matt Groening tarafından yapılan dört çocuk kitabı–"Maggie Simpson's Book of Animals", "Maggie Simpson's Counting Book", "Maggie Simpson's Book of Colors and Shapes" ve "Maggie Simpson's Alphabet Book"–12 Eylül 1991'de piyasaya çıktı. Maggie çeşitli posterlerde, heykelciklerde, yapbozlarda ve tişörtlerde kullanıldı. Ayrıca "World of Springfield" oyuncak serisinin ilk oyun seti "Living Room"da Marge ile birlikte evlerinin oturma odasına otururkenki hâlleriyle yer aldı. Maggie Burger King, Butterfinger, C.C. Lemon, Domino's Pizza, Ramada Inn ve Subway'in reklamlarında da kullanıldı.
Maggie, 2007 yılındaki "The Simpsons Game" dahil olmak üzere tüm "Simpsonlar" video oyunlarında yer aldı. Televizyon dizisinin yanı sıra Maggie, ilk kez 29 Kasım 1993 tarihinde yayımlanan aylık dergi "Simpsons Comics" sayılarında da düzenli olarak yer almaktadır. Maggie ayrıca 2008'de Florida ile Hollywood'daki Universal Stüdyoları'nda kurulan The Simpsons Ride'da da rol aldı.
9 Nisan 2009'da ABD Posta Servisi, Maggie ile diğer dört Simpson aile üyesinin yer aldığı 44 sentlik posta pulunu t |
anıttı. Simpsonlar, prodüksiyonda iken posta pulu üzerinde yer almayı başaran ilk TV dizisi karakteri oldular. Pullar, Matt Groening tarafından tasarlandı ve 7 Mayıs 2009 tarihinde satışa çıktı. ABD Posta Servisi'nin bir anketinde Maggie'nin pulu, diğer beşi içinde en popüler pul seçildi.
Ali Müfit Gürtuna
Ali Müfit Gürtuna (d. 1 Haziran 1952; Ermenek, Karaman), Türk avukat ve siyasetçi. İstanbul'un Cumhuriyet dönemindeki 30. belediye başkanıdır.
Ali Müfit Gürtuna, 1 Haziran 1952'de Karaman iline bağlı Ermenek ilçesinde dünyaya geldi. Pendik Lisesi'ni bitirdikten sonra Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde 1 yıl İngilizce Dil Hazırlık Okulu okudu. Sonra Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. 1976 yılında TRT Haber Merkezi'nde çalışmaya başladı. 1977 yılında parlamentoda TRT muhabiri olarak görev yaptı.
Siyasete Anavatan Partisi'nde (ANAP) girdi. ANAP Kartal İlçe Başkanı oldu. 1984-1989 arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyeliği ve Meclis Başkan Vekilliği yaptı. 1994 yılına kadar politikaya ara vererek, serbest avukatlık yaptı. 1994 seçimlerinde, Refah Partisi'nden Kartal ilçesini temsil etmek üzere Büyükşehir Belediye Meclisi üyeliğine seçildi ve 11 Kasım 1998 tarihine kadar da İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekilliği yaptı. Recep Tayyip Erdoğan'ın, hakkında alınan hapis cezası kararının kesinleşmesi nedeniyle görevini bırakmasından sonra 12 Kasım 1998 tarihinde Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na seçildi. 1999 yerel seçimlerinde Fazilet Partisi'nden Büyükşehir Belediye Başkanlığına seçildi. Haziran 2001'de üyesi olduğu Fazilet Partisi Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılınca bağımsız kaldı. Başkanlık görevini 1 Nisan 2004 tarihine kadar sürdürdü.
2006 yılında Turkuaz Hareket adlı bir siyasi hareket başlatarak yeniden politikaya atılmıştır.
Koraç Kupası
Koraç Kupası yıllık olarak düzenlenen ve FIBA tarafından organize edilen, 1972 - 2002 yılları arasında oynanmış Avrupa kulüpleri basketbol turnuvasıdır. Oynandığı zamanda Avrupa Şampiyonlar Kupası (sonradan EuroLeague adını aldı) ve Kupa Galipleri Kupası'ndan (sonradan Saporta Kupası adını aldı) sonra üçüncü önemli turnuva olarak kabul edilirdi.
Kupa ismini 1969 yılında bir trafik kazasında ölen efsanevi Yugoslav basketbolcu Radivoj Korać'tan almıştır. Son Koraç kupası 2001-02 sezonunda düzenlenmiştir.
Nikola Plećaš, Damir Rukavina, Vječeslav Kavedžija, Rajko Gospodnetić, Milivoj Omašić, Eduard Bočkaj, Ivica Valek, Dragan Kovačić, Petar Jelić, Ante Ercegović, Zdenko Grgić, Srećko Šute, Zvonko Avberšek (Koç: Marijan Catinelli)
Pierluigi Marzorati, Bob Lienhard, Carlo Recalcati, Antonio Farina, Mario Beretta, Fabrizio Della Fiori, Luciano Vendemini, Franco Meneghel, Renzo Tombolato, Giorgio Cattini, Danilo Zonta (Koç: Arnaldo Taurisano)
Pierluigi Marzorati, Bob Lienhard, Carlo Recalcati, Fabrizio Della Fiori, Antonio Farina, Franco Meneghel, Mario Beretta, Renzo Tombolato, Giorgio Cattini, Luciano Vendemini, Danilo Zonta (Koç: Arnaldo Taurisano)
Bob Lienhard, Pierluigi Marzorati, Fabrizio Della Fiori, Carlo Recalcati, Antonio Farina, Franco Meneghel, Mario Beretta, Renzo Tombolato, Giorgio Cattini, Silvano Cancian (Koç: Arnaldo Taurisano)
Željko Jerkov, Rato Tvrdić, Duje Krstulović, Mirko Grgin, Mlađan Tudor, Branko Macura, Ivo Bilanović, Ivica Skaric, Damir Šolman, Branislav Stamenković, Ivica Dukan, Mihajlo Manović, Drago Peterka, Slobodan Bjelajac (Koç: Petar Skansi)
Željko Jerkov, Rato Tvrdić, Damir Šolman, Duje Krstulović, Mlađan Tudor, Mirko Grgin, Mihajlo Manović, Ivo Bilanović, Branko Macura, Ivica Dukan, Slobodan Bjelajac, Predrag Kruščić (Koç: Petar Skansi)
Dragan Kićanović, Dražen Dalipagić, Miodrag Marić, Jadran Vujačić, Boban Petrović, Dragan Todorić, Dušan Kerkez, Boris Beravs, Milenko Babić, Milan Medić, Arsenije Pešić, Zoran Krečković, Dragan Đukić (Koç: Ranko Žeravica)
Dragan Kićanović, Miodrag Marić, Boban Petrović, Arsenije Pešić, Dragan Todorić, Jadran Vujačić, Dušan Kerkez, Boris Beravs, Goran Knežević, Milenko Savović, Milenko Babić, Milan Medić, Predrag Bojić, Miroslav Milojević (Koç: Dušan Ivković)
Roberto Brunamonti, Lee Johnson, Willie Sojourner, Giuseppe Danzi, Alberto Scodavolpe, Gianfranco Sanesi, Antonio Olivieri, Luca Blasetti, Mauro Antonelli, Stefano Colantoni, Paolo di Fazi, Antonio Coppola (Koç: Elio Pentassuglia)
Al Skinner, Luis Miguel Santillana, Josep Maria Margall, Gonzalo Sagi-Vela, Joe Galvin, Ernesto Delgado, German Gonzalez, Jordi Villacampa, Francisco Sole, Roberto Mora, Antonio Pruna (Koç: Manel Comas)
Ed Murphy, Richard Dacoury, Jean-Michel Sénégal, Irv Kiffin, Apollo Faye, Jean-Luc Deganis, Yves-Marie Verove, Didier Rose, Richard Billet, Philippe Koundrioukoff, Eric Narbonne, Benoit Tremouille (Koç: André Buffière)
Ed Murphy, Richard Dacoury, Jean-Michel Sénégal, Glenn Mosley, Apollo Faye, Jean-Luc Deganis, Hugues Occansey, Didier Dobbels, Didier Rose, Eric Narbonne, Mathieu Faye, Olivier Garry (Koç: André Buffière)
Paul Henderson, John McCullough, Bengaly Kaba, Mathieu Bisseni, Freddy Hufnagel, Christian Ortega, Philippe Laperche, Pascal Laperche, Didier Gadou, Alain Gadou (Koç: George Fisher)
Mike D'Antoni, Dino Meneghin, Russ Schoene, Roberto Premier, Joe Barry Carroll, Renzo Bariviera, Franco Boselli, Mario Pettorossi, Vittorio Gallinari, Tullio De Piccoli, Marco Lamperti, Mario Governa, Marco Baldi (Koç: Dan Peterson)
Leo Rautins, Bruce Flowers, Enrico Gilardi, Marco Solfrini, Stefano Sbarra, Fulvio Polesello, Franco Rossi, Phil Melillo, Fabrizio Valente, Claudio Brunetti, Gianluca Duri, Franco Picozzi (Koç: Mario de Sisti)
Juan Antonio San Epifanio, Chicho Sibilio, Wallace Bryant, Ignacio Solozabal, Andrés Jiménez, Steve Trumbo, Juan Domingo De la Cruz, Quim Costa, Jordi Soler, Julian Ortiz, Ferran Martínez, Kenny Simpson (Koç: Aíto García Reneses)
Wendell Alexis, Fernando Martín, Brad Branson, Fernando Romay, Juan Antonio Corbalán, Jose Biriukov, José Luis Llorente, Juan Manuel López Iturriaga, Pep Cargol, Antonio Martín, Alfonso Del Corral (Koç: Lolo Sainz)
Vlade Divac, Aleksandar Đorđević, Predrag Danilović, Žarko Paspalj, Ivo Nakić, Željko Obradović, Oliver Popović, Milenko Savović, Jadran Vujačić, Miladin Mutavdžić, Boris Orcev, Predrag Prlinčević, Dejan Lakićević, Vladimir Bosanac (Koç: Dušan Vujošević)
Jordi Villacampa, Lemone Lampley, Reggie Johnson, Juan Antonio Morales, Jose Antonio Montero, Rafael Jofresa, Tomas Jofresa, Carlos Ruf, Josep Maria Margall, Dani Perez, Antonio Medianero, Pere Remon, Ferran Lopez, Robert Bellavista (Koç: Herb Brown / Pedro Martínez)
Pace Mannion, Pierluigi Marzorati, Davide Pessina, Giuseppe Bosa, Roosevelt Bouie, Alberto Rossini, Angelo Gilardi, Andrea Gianolla, Silvano Dal Seno, Omar Tagliabue, Alessandro Zorzolo, Fabio Gatti (Koç: Fabrizio Frates)
Dino Rađa, Rick Mahorn, Roberto Premier, Andrea Niccolai, Alessandro Fantozzi, Donato Avenia, Stefano Attruia, Fausto Bargna, Davide Croce, Gianluca Lulli (Koç: Paolo di Fonzo)
Aleksandar Đorđević, Antonello Riva, Antonio Davis, Riccardo Pittis, Flavio Portaluppi, Davide Pessina, Fabrizio Ambrassa, Paolo Alberti, Marco Baldi, Marco Sambugaro, Massimo Re (Koç: Mike D'Antoni)
Walter Berry, Zoran Savić, Branislav Prelević, John Korfas, Nasos Galakteros, Nikos Boudouris, Achilleas Mamatziolas, George Ballogiannis, Christos Tsekos, Efthimis Rentzias, Georgios Valavanidis (Koç: Soulis Markopoulos)
Teoman Alibegović, Saša Obradović, Gunther Behnke, Henrik Rödl, Ingo Freyer, Ademola Okulaja, Stephan Baeck, Teoman Öztürk, Sebastian Machowski, Patrick Falk, Oliver Braun (Koç: Svetislav Pešić)
Petar Naumoski, Conrad McRae, Ufuk Sarıca, Mirsad Türkcan, Volkan Aydın, Tamer Oyguç, Murat Evliyaoğlu, Hüseyin Beşok, Bora Sancar, Mustafa Kemal Bitim, Alpay Öztaş, Erdal Bibo (Koç: Aydın Örs)
José "Piculín" Ortiz, Charles Shackleford, Mario Boni, Panagiotis Liadelis, Dinos Angelidis, Mike Nahar, Alan Tomidy, Tzanis Stavrakopoulos, Giannis Sioutis, Georgios Floros, Alexis Papadatos, Aris Holopoulos (Koç: Slobodan-Lefteris Subotić)
Mike Iuzzolino, Hansi Gnad, Randolph Keys, Myron Brown, Roberto Dalla Vecchia, Roberto Bullara, Joachim Jerichow, Alessandro Boni, Matteo Nobile, Giampiero Savio, Damiano Dalfini, Davide Tisato, Matteo Sacchetti, Mario Soave, Massimo Spezie (Koç: Andrea Mazzon)
Aleksandar Đorđević, Derrick Alston, Milan Gurović, Efthimis Rentzias, Roger Esteller, Rodrigo De la Fuente, Roberto Dueñas, Xavi Fernandez, Ignacio Rodríguez, Alfons Alzamora, Oriol Junyent, Juan Carlos Navarro, Chema Marcos (Koç: Aíto García Reneses)
Marcus Brown, Yann Bonato, Harper Williams, Frédéric Weis, Bruno Hamm, Thierry Rupert, Stéphane Dumas, David Frigout, Stjepan Stazic, Jean-Philippe Methelie, Carl Thomas, Frederic Adjiwanou (Koç: Duško Ivanović)
Danya Abrams, Veljko Mršić, Moustapha Sonko, Richard Petruška, Jean-Marc Jaumin, Paco Vazquez, Berni Rodríguez, Frédéric Weis, Darren Phillip, Carlos Cabezas, Kenny Miller, Germán Gabriel, Francis Perujo (Koç: Božidar Maljković)
Stevin Smith, Cyril Julian, Ross Land, Fabien Dubos, Goran Bošković, Joseph Gomis, Vincent Masingue, Maxime Zianveni, Mouhamadou Mbodji, Danilo Cmiljanić, Gary Phaeton, Loic Toilier (Koç: Sylvain Lautie)
Battal Gazi
Battal Gazi veya Seyyid Battal Gazi, 8. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen ve hakkında çeşitli inanışlar bırakmış bir liderdir. Malatya Serdarı Hüseyin Gazi'nin oğludur. Annesi Saide Hatun Türk asıllıdır. Battal Gazi Malatya'da doğmuştur. Doğduğu ve yaşadığı evin yeri halen mevcuttur. Yıkıntı halinde korunmaktadır. Uzun yıllar halka yemek dağıtılan hayrat yeri olarak kullanılmıştır. Evliya Çelebi seyehatnamesinde bahsedilmektedir.Malatya'da Doğduğu Yere Kendi İsmi Verilmiştir.Annesi Saide Hatun ile eşi Zeynep Hanım'ın ve iki oğlunun ve Torunu Vaiz Baba Türbeleri'de Malatya(Battalgazi)'dedir. Amcası Hasan Gazi'nin Türbesi İse Malatya Darende'dede bulunmaktadır.
Battal Gazi hakkında bugüne ulaşabilmiş kaynaklar sadece mesnevi tarzı yazılmış, birbi |
rini hem destekleyen hem de çelişen olgular içeren destanlar ve halkın hafızasında kalmış olan bilgilerdir.
Battal Gazi Destanı'nda ve halk hikâyelerinde, Emeviler zamanında Arap ordusuyla birlikte İstanbul'u kuşattığı anlatılmaktadır. Kuşatma hem denizden hem karadan yapılmış, fakat başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Destanda Battal'ın düşmanı, Arap komutanına oyun oynayıp kuşatma başladığında İstanbul'a geçerek imparatorluğunu ilan eden İmparator Leon'dur. Arap tarihinde II. İstanbul kuşatmasının tarihi 717-718 olarak belirtilmektedir. Bizans tarihindeki veriler de bu tarihi doğrular niteliktedir. Ayrıca Bizans tarihinde İmparator III. Leon'un tahta çıkma tarihi 717 olarak belirtilmiştir, bundan dolayı destandaki Leon'un İmparator III. Leon olma olasılığı üzerinde durulmaktadır. Destanda Battal Gazi'nin kuşatma sırasında yirmili yaşlarında olduğu söylendiği için, Battal Gazi'nin doğum yılının 690-695 civarı olmasının olası olduğu düşünülmektedir. Battal Gazi'nin 740 yılındaki Afyon (Akroinon) Savaşı'nda öldüğü konusunda tarihçiler mutabakata varmışlardır.
740 yılında Eskişehir'in Seyitgazi ilçesi yakınlarında savaşta aldığı yara sebebiyle şehit olmuştur. Anadolu'da İslamın yayılmasına büyük katkıları olmuştur.
Seyyid Battal Gazi, İslam peygamberi Muhammed'in torunudur. Kendisi Emevi komutanı değildir. Ama Emevi ordusunda görev almıştır. Abdülvehhab Gazi, Muhammed'in de aldığı emaneti yaklaşık iki yüzyıl sonra Seyyid Battal Gaziye teslim etmiştir. Seyyid Battal Gazi Aleviler için serçeşmedir. Seyyid Battal Gazi'nin torunları Amasya Merzifon'da, Eskişehir Seyitgazi'de ve Malatya civarında yaşamaktadır. Kendisi Ayasofya Kilisesine (camisine) giren ve o zamanın düşman komutanı Leon'un korkusuna sebep olan seyyiddir. Halen Malatya, Eskişehir yörelerinde Battal Gazi soyundan olan insanlar vardır.
Türk edebiyatında Battal Gazi Destanı'nı temel alarak yazılan tarihi romanlardır.
Murat Sertoğlu:
Abdullah Ziya Kozanoğlu:
Cavid Ersen:
Oğuz Özdeş:
İbrahim Ünsal:
Erkan Veyseloğlu
Erkan Veyseloğlu, (d. 13 Mart 1983 Münih, Almanya) Beşiktaş Sompo Japan takımında oynayan Türk basketbolcu Kısa forvet pozisyonunda görev yapmaktadır.
Basketbola 1994 yılında Efes Pilsen’in alt yapısında başladı. 2000 yılına kadar bu takımın formasını giydi.
Genç takım seviyesinde Türkiye Şampiyonluğu kazanıp en iyi forvet seçildi. 2000-2001 sezonunda, bir süreliğine Efes Pilsen'in pilot takımı olan Antbirlik ile birinci lig kariyerine başladı. Takımın ikinci lige düşmesiyle 2001-2002 sezonunda ikinci lig ekiplerinden Pertevniyal takımında oynadı. 2002-2004 yılları arasında kariyerine tekrar birinci ligde Fenerbahçe’de devam etti. 2004-2005 sezonuna Efes Pilsen'de başladı ancak kısa süre sonra Beşiktaş’a kiralık olarak transfer oldu ve o sene Türkiye Basketbol Ligi'nde final oynayan takımın kadrosunda yer aldı. Ancak seri sonunda Efes Pilsen, Beşiktaş'ı 4-1 ile geçerek şampiyon oldu ve Erkan Veyseloğlu'nun formasını giydiği Beşiktaş ligi ikinci tamamladı.
Bir süre sonra Efes Pilsen'e döndü ve sezon sonunda İzmir takımı Tuborg Pilsener'e transfer oldu. 2006-2007 sezonu öncesinde yeniden Beşiktaş ile anlaştı. İki yıl formasını giydiği Beşiktaş takımından Banvit'ne transfer oldu. 2009-2010 sezonu için Erdemirspor ile sözleşme imzaladı. İki yıl Erdemirspor forması giyen tecrübeli oyuncu 2011-2012 sezonunda ise daha önce de forma giydiği Banvit ile anlaştı. Takımı Spor Toto Türkiye Kupası finalinde Beşiktaş ile final oynamış, turnuvayı ikinci tamamlamıştır. 2014-2015 sezon ortasında Banvit'ten ayrılarak Pınar Karşıyaka takımına transfer olan Erkan Veyseloğlu burada kariyerinin ilk TBL şampiyonluğunu yaşadı.
200'den fazla çeşitli kademelerde Türk millî basketbol takımı forması giyen deniyimli basketbolcu, yıldız millî takım seviyesinde de Avrupa 3.’lüğü yaşadı ve en iyi forvet seçildi.
2016 yılında Beşiktaş Sompo Japan kulübü 1+1 yıllık sözleşme yaparak oyuncuyu kadrosuna katmıştır.
Agnès Varda
Agnès Varda, asıl ismiyle "Arlette Varda", (d. 30 Mayıs 1928, Ixelles, Brüksel Bölgesi, Belçika) Fransız fotoğrafçı ve sinemacı. "Yeni Dalga akımının büyükannesi" diye de anılır. Özellikle "La Pointe Courte", "Cléo de 5 à 7" (5'ten 7'ye Cléo), "Sans toit ni loi" ve Les Glaneurs et la glaneuse ("Toplayıcılar") filmleriyle tanınır. Agnès Varda Fransa’daki feminist politikaların içinde de etkin olarak yer almıştır.
Ailesi Anadolu’dan göçmüş Yunan baba ve Fransız anneden Brüksel’de doğdu. Çocukluğunun ilk yıllarını Belçika'da geçirdikten sonra önce Sete'ye, daha sonra da Paris'e gitti. Jean Vilar yönetimindeki "Théâtre national populaire" ’de çalışmaya ve fotoğrafla ilgilenmeye başladı. Daha sonra evleneceği yönetmen Jacques Demy ile tanıştı.
1954'te Alain Resnais’nin "La Pointe Courte" filminde Philippe Noiret ile çalıştı. Varda daha sonra San Francisco'ya giderek babasının kuzeni Jean Varda üzerine yarı gerçeküstü bir belgesel hazırladı: "Uncle Yanko".
1961’de ikinci uzun metrajlı filmi olan ve ölümcül hastalığı olan bir şarkıcının iki saatini anlatan Cléo de 5 à 7 ("5’ten 7’ye Cleo" ) çekti. 60’lı yıllar boyunca, Yeni Dalga içinde değerlendirilen sayısız film yaptı.
1968 - 70 yıllarında Los Angeles’ta hollywoodvari bir hippi filmi olan "Lions Love" ’ı çekti. Daha sonra, 'feminist ve iyimser' bir film çekmek üzere Fransa'ya döndü: "L'une chante, l'autre pas" (Biri şarkı söylüyor, diğerleri değil). Tekrar döndüğü Los Angeles’ta 1979-81 yılları arasında iki belgesel film hazırladı: "Mur murs" ve "Documenteur".
1985’te genç oyuncu Sandrine Bonnaire’in rol aldığı "Sans toit ni loi" filmiyle Venedik Film Festivali’nde Altın Aslan ödülünü aldı.
Eşi Jacques Demy’nin 1990'da ölümünden sonra anısına üç film yaptı: Bir kurgu olan Jacquot de Nantes (Nantlı Jacquot) ve iki belgesel; "Les demoiselles ont eu 25 ans" ve "L'univers de Jacques Demy".
1999’da çektiği belgesel "les Glaneurs et la glaneuse" (Toplayıcılar) kariyerinin önemli filmlerinden biri oldu. Bir dijital kamera ile "toplayıcılık" kavramının çevresinde yaptığı geniş tur, onun duyarlı ve sorumlu kimliğini açığa çıkartıyordu. Film hem eleştirmenler hem de seyirci tarafından beğenildi. İki yıl sonra filmin devamı geldi: "İki Yıl sonra".
2002 yılında, Fransız Akademisi'nin René Clair ödülünü kazandı.
2005’te Cannes Film Festivalinde uzun metraj yarışma jürisinde yer aldı
Jacques Demy ile evliliğinden olan oğlu Mathieu Demy Fransız sinemasının genç oyuncularındandır.
STK
STK aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Rika
Rika, rıka, veya rik’â, (, ) Nesih'in dendansız, yuvarlak ve kıvrak bir türüne verilen ad ve Arap harflerinin en çok kullanılan el yazısı biçimidir.
Bu el yazısı biçimi 'den geliştirilmiş, kısa bildiri ()'leri yazımı sırasında zaman ve mekandan tasarruf etmek için basitleştirilmiştir. Harfler, ister bağlantısız veya bağlantılı da olsa,
genellikle ve gibi aynı şekildedir, ama bazı açılardan farklıdır: boyutu küçük ve gözde kapalı, ama bağlantısız döngüler ve ilk harfler , , , , , ve her zaman açık tutulur. Başlık parçaları ve Kur'an'da kitap baskı özelliklerini açıklayan yazıları ve diğer kitapların bitiş tarihleri, ün sahibi kişilerin ve yazarların isimleri daha çok rika ile yazılmıştır. Orta çağlarda, Müslüman ülkelerde en yaygın kullanılan rika, ilerleyen zamanlarda Türkiye'de ve İran dışında Arap ülkelerinde, diğer el yazısı biçimlerine göre üstünlük kazanmıştır. Genellikle, ijaza veya icâzet ("mezuniyet belgesi" veya "diploma") denilen belgelerin yazımında kullanılmıştır. Günümüzde hala birkaç hattat rika ile çalışmaktadır.
Osmanlı Devleti Dönemi'nde günlük yazışmalar, mektuplar, el yazması eserler için kullanılan ve ilk olarak Osmanlı Devleti tarafından kullanılan yazı tipidir. Harf İnkılâbı'yla birlikte Osmanlıca kaldırıldığı için bu hat çeşidi Türkiye'de sadece hat sanatı olarak icra edilmektedir. Resmi dili Arapça olan ülkeler arasında yaygın olarak kullanılmaktadır.
Hama Katliamı
Hama katliâmı (Arapça: مجزرة حماة "Ahdas Hamah"), 2 Şubat 1982'de Suriye Hükümeti'nin Müslüman Kardeşler'in Hama şehrinde başlattığı ayaklanmayı bastırmak amacıyla saldırarak, binlerce kişinin yaşamını yitirdiği katliam. Uluslararası Af Örgütü'ne göre ölenlerin sayısı 10.000-25.000 arasında olmasına rağmen gerçek rakam bunun çok üstünde veya altında olabilir. Suriye Hükümeti ölenlerin sayısı hakkında resmî bir açıklama yapmamıştır.
Hafız Esed'in darbe ile iktidara gelmesinden sonra Nusayriler, Suriye yönetiminde güçlü bir konuma geldiler. Bu durum ülkedeki Sünni grupların tepkisini çekmeye başladı. 1976'da başlayan Lübnan İç Savaşı'na saplanıp kalmış olan Suriye'nin zor durumundan faydalanmak isteyen Sünni Müslüman Kardeşler'in bir hizbi bu durumu avantaja çevirmek istedi. Nusayri kökenli olan Hafız Esad'ın rejimini kabul etmeyen Sünni Müslüman Kardeşler Cemaati ülke çapında silahlı bir ayaklanmaya girişti. Örgüt, 1970'lerin sonlarından itibaren Suriye içinde sivil ve askeri hükümet görevlilerini, Hıristiyanları ve altyapı tesislerini hedef alan gerilla savaşına girişti. Baas hükümeti ise bu saldırılara işkence, toplu tutuklama ve idam gibi sert baskılarla karşılık verdi. Rejim aleyhtarı şiddet haziran 1979'da, Halep'teki bir topçu okulunda çoğu Nusayri olan 83 askeri öğrencinin öldürülmesi ve Ağustos-Kasım 1980 arasında Şam'da yüzlerce kişinini öldürüldüğü üç bombalı araba saldırısını da içeriyordu.
Hafız Esed yönetiminin saldırılara verdiği sert cevaplarla birlikte Müslüman Kardeşlerin eylemleri daha da arttı. Olaylar, Şubat 1982'de muhafazakâr Sünni şehri Hama'da başlayan bir genel ayaklanmayla doruğa çıktı. İslamcılar ve diğer muhalif militanlar Hama'yı "kurtarılmış şehir" ilan ederek, Suriyelileri “kâfir” olarak adlandırdıkları hükümet güçlerine karşı ayaklanmaya çağırdılar. Müslüman Kardeşler militanları Baas Partisi üylerinin, hükümet ajanlarının ve rejim destekçilerinin evlerini basarak yaklaşık elli kişiyi öldürdüler.
Bu olay üzerine Suriye ordusu seferber edildi, Hafız Esed'in kardeşi Rıfat Esed'in özel kuvvetleri bölgeye gönderildi. Saldırı başlamad |
an önce şehrin teslim olması ve boşaltılması için son bir çağrıda bulunuldu. Uluslararası Af Örgütü'ne göre piyadelerin ve tankların dar sokaklara rahatça girebilmesi için önce eski şehir merkezi havadan bombalandı, binalar tanklar tarafından yıkıldı. Eski şehir neredeyse tamamen yok edildi. Bazı iddialara göre Suriye ordusu yıkılmış binaların içinde saklanan asileri öldürmek veya ortaya çıkarmak için zehirli gaz kullandı. Şehirdeki direnişin devam etmesi üzerine şehir büyük toplarla çevrilerek üç hafta boyunca dövüldü. 2 Şubat 1982'de Suriye ordusu geniş çaplı bir top saldırısının eşliğinde şehre saldırdı.
Sonra, askeri ve sivil güvenlik personeli Müslüman Kardeşler'in kalan son üyelerini ve sempatizanlarını bulmak için şehre dağıldı. Yakalanan şüpheliler işkence ve onu takip eden toplu idamlarla yüz yüze kaldı.
Hama katliamı sonucunda ölenlerin sayısı kesin değildir, çeşitli kaynaklara göre 7,000 ile 35,000 arasında değişmektedir. Olaylardan hemen sonra bölgeye gelen İngiliz gazeteci Robert Fisk ölü sayısını en fazla 10 bin olarak tahmin ederken, New York Times gazetesi ölü sayısının 20 bine kadar olabileceğini tahmin etti. ABD'li gazeteci Thomas Friedman'a göre ise Rıfat Esed 38,000 kişinin yaşamını kaybettiğini açıkladı. Suriye İnsan Hakları Komitesi'nin rakamlarına göre ise ölülerin sayısı 30,000 ile 40,000 arasındadır.
Hama'daki katliamdan sonra Suriye'deki isyan sona erdi, Müslüman Kardeşler'in üyeleri ve sempatizanları ya sürgüne gitti ya da yeraltına çekildi.
Millet Partisi (1992)
Millet Partisi, muhafazakâr, milliyetçi ve demokrat görüşlü Türk siyasi partisi.
1984'te Aykut Edibali'nin kurduğu Islahatçı Demokrasi Partisi, 23 Kasım 1992 tarihinde Millet Partisi adını aldı.
Millet Partisi, Türkiye genelinde teşkilatlanma barajını aşarak seçimlere katılma hakkı bulunan, millî ve manevi değerlere önem veren, meşru çizgide mücadele eden bir siyasi parti olarak tanınmaktadır.
Millet Partisi lideri Aykut Edibali hedeflerini "Muhteşem Türkiye" tezini hayata geçirmek olarak olarak özetlemektedir.
Ankara metrosu
Ankara metrosu, Türkiye'nin başkenti Ankara'da hizmet veren metro sistemidir. Ankara Büyükşehir Belediyesi EGO Genel Müdürlüğü tarafından işletilmektedir. İlk olarak 28 Aralık 1997'de Kızılay ↔ Batıkent güzergâhında faaliyete geçti. 12 Şubat 2014 tarihinde Batıkent ↔ OSB-Törekent hattı, 13 Mart 2014 tarihinde Kızılay ↔ Koru hattı, 5 Ocak 2017 tarihinde ise AKM ↔ Şehitler hattı hizmete açıldı. Sistemde toplam 42 istasyon bulunmaktadır. M1 hattı 16.661 km, M2 hattı 16.590 km, M3 hattı 15.360 km, M4 hattı ise 9.220 km uzunluğundadır. M5 hattının ise yapımı planlanmaktadır.
Ankara'nın ilk metro hattı olan M1'in yapım çalışmalarına 29 Mart 1993 tarihinde başlandı. Kızılay-Batıkent güzergâhında yer alan metro hattı 28 Aralık 1997 tarihinde tamamlanarak hizmete açıldı. Kızılay-Koru güzergâhında yer alan M2 hattının yapım çalışmalarına 27 Eylül 2002 tarihinde başlandı. Ankara Büyükşehir Belediyesi tamamlayamayınca, yapımı Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı devraldı ve 13 Mart 2014 tarihinde bitirdi. Batıkent-OSB Törekent güzergâhında yer alan M3 hattının yapım çalışmalarına 19 Şubat 2001 tarihinde başlandı. Bu hattı da belediye tamamlayamayınca bakanlık devraldı ve 12 Şubat 2014 tarihinde bitirdi.
Ankara metrosunda kırk iki istasyon bulunmaktadır.
Atatürk Kültür Merkezi'nden sonra, Hızlı Tren Garı - Sıhhiye - Kızılay olarak 3 istasyon daha yapılacaktır. Bu uzatma 3.3 km'dir.
Kuyubaşı (M4) - Esenboğa Havalimanı - Yıldırım Beyazıt Üniversitesi arasında yapılması planlanan M5 hattının yapımı Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından gerçekleştirilecektir. Uzunluğu 27 km olacaktır.
AnkaraKart: Metro biletleri aynı zamanda Ankaray ve EGO otobüslerinde de kullanılabilir.
Ankara metrosu 108 vagonla hizmet vermektedir. Vagonların uzunluğu 22,8 metredir.
Makivara
Çeşitli geleneksel karate stillerinde kullanılan antrenman aleti. Vuruş Tahtası. Kökeninin Okinava adası olduğuna inanılmaktadır. Japon Karate ustası Nakayama "Makivara ile talim yapmak karatenin ruhudur ve bir gün bile ihmal edilmemelidir" demiştir.
Boksörlerin yumruk tekniklerini geliştirmekte kullandıkları kum torbası gibi geleneksel olarak karate çalışmalarında da karatecinin yumruk, tekme ve diğer vuruşlarını geliştirmesi için makivara kullanılmaktadır. Modern karatenin kurucusu ve aslında Karate'nin bir savaş sanatından çok olimpik bir spor olmaya yönelmesi ve savaş sanatı olarak etkinliğinin gittikçe azalmasının da sorumlularından olan Gichin Funokashi bile Türkçeye "Yaşam Yolum Karate-Do" adıyla çevirilen kitabında Makivara çalışmasının Karate'yi ciddi manada çalışmak ve el, dirsek, kılıç el gibi vuruş noktalarını geliştirmek isteyen kimseler için elzem olduğunu ifade etmekte ve "Sanırım makivara çalışmasının güçlü silahların geliştirilmesinde köşetaşı olduğunu söylediğimde hiçbir şekilde mübalağa yapmıyorum" demektedir.
Çoğu kaynak her gün her bir el için makivaraya 50 ila 100 vuruş yapılmasını önermektedir. Vuruşların güçlenmesi, tekniğin akıcılıkla hedefe yönlendirilebilmesi ve gerçek bir karşılaşmada vuruş yapılan yerlerin hasar görmemesi için makivara çalışmasının gerekliliği üzerinde durulmuştur.
Makivara çalışmasına ilkin dikkatli başlamak gerekmektedir. Çünkü yanlış çalışma iç kanamaya, kramplara ve acıya yol açar ancak doğru çalışma ile vuruş yapılan noktalarda sertleşme, nasırlaşma sağlanır.
Batı ülkelerinde ve Türkiye'deki genel temassız ve olimpik Karate çalışmalarında makivara ihmal edilen bir alettir. Bazıları makivara çalışmasıyla elin zamanla deforme olacağına inandıklarından -hatalı çalışmaların buna yol açacağı bilinmektedir- bazıları da "spor" maksatlı karate çalışmalarının yaygınlaştığından dolayı eğitimlerde Karatenin pratik yönü üzerinde durulmadığından makivara çalışması yapmamaktadırlar. 18 yaşın altındaki kişilere ise el kemikleri tam gelişmediğinden makivara çalışması yapması önerilmemektedir.
Makivara ile sadece vuruş yapılan noktalar edğil aynı zamanda kalçalar, bacaklar ve omuzların vuruş sırasında doğru pozisyonu almaları da sağlanmaktadır.
Yaklaşık 1-1.50 metre boyunda ve 20 cm. kalınlığında kenarlarının keskinliği alınmış bir kalasın, darbelelerin yapılacağı noktaya hasır bir bez veya iple sarılarak ve darbelerle yerinden çıkmayacak şekilde toprağa dikilmesiyle elde edilir. Günümüzde bahçesi olmayan kişiler için de evlerinde portatif olarak ya da duvara sabitleyerek kullanabilecekleri her tür ve ebatta makivaralar da geliştirilmiştir.
Murathan Mungan
Murathan Mungan (d. 21 Nisan 1955, İstanbul), Türk yazar, oyun yazarı ve şair.
21 Nisan 1955 tarihinde İstanbul'da dünyaya geldi. Mardinli bir ailenin çocuğudur. Babası avukat İsmail Mungan, annesi Habibe Mungan'dır. İlk, orta ve lise yılları Mardin'de geçti. Mardin Lisesi'nden mezun oldu. Mardin, eserlerinde sıkça kullandığı mekanlardan birisi oldu. Bu çevrenin taşıdığı farklı kültürel yapıyı, insan olgusunu eserlerine başarılı bir şekilde yansıttı.
Yazar, 1972'de Ankara'ya yerleşti. Lisans ve yüksek lisansını Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde tamamladıktan sonra başladığı doktora çalışmasını yarım bıraktı. Ankara Devlet Tiyatroları’nda altı yıl, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda üç yıl dramaturg olarak çalıştı.
Gazete ve dergilerdeki ilk yazılarını 1975’te yayımlayan Mungan; yazı hayatı boyunca şiir, öykü, roman, deneme, tiyatro oyunu, sinema yazısı, senaryo, masal ve şarkı sözü gibi farklı türlere ait eserler verdi.
İlk kitabı, "Mezopotamya Üçlemesi" adlı oyun üçlemesinin ilki olan "Mahmut ile Yezida" idi (1980). Bu oyun, Türkiye İş Bankası'nın açtığı yarışmada ikincilik ödülü aldı. Sahnelenen ilk oyunu Orhan Veli'nin şiirlerinden kurgulayarak oyunlaştırdığı "Bir Garip Orhan Veli" oldu. 1981'de ilk defa sahnelenen bu oyun, 1993'te kitap olarak da basıldı.
"Sahtiyan" adlı şiiri ile de ""Gösteri"" dergisinin 1981 Şiir Yarışması'nda birincilik ödülü alan Mungan, özellikle ""Metal"" (1994) adlı kitabındaki şiirleriyle 1980 kuşağının en çok okunan, tanınan şairleri arasında ilk sıralarda yer aldı.
"Mezopotamya Üçlemesi"'nin ikinci kitabı olan "Taziye" adlı oyunun 1984'te sahnelemesi nedeniyle Ankara Sanat Kurumu'nca Mehmet Baydın ile birlikte en iyi oyun yazarı seçildi.
1987’de günlük gazete olarak yayımlanan "Söz" gazetesinde, “Kültür-Sanat Sayfası” editörlüğü yaptı. Aynı yıl, "Hedda Golder Dile Bir Kadın" öyküsü ile, Haldun Taner Öykü Ödülü'nü Nedim Gürsel ile birlikte aldı.
40. yaşı nedeniyle 1995 yılında "Murathan’95" adlı kitapta çeşitli ürünlerinden bir derlemeyi yayımladı. 2005 yılındaki 50. yaşı nedeniyle de "50 Parça" adlı kitapta üzerinde çalıştığı kitaplardan hikâye, şiir, deneme, oyun gibi farklı edebi türden parçaları bir araya getirdi. Sadece 2005 yılı için yapılıp baskısı yenilenmeyecek bir kitap oluşturdu.
Yazıları, şiirleri ve kimi kitapları bugüne değin İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İsveççe, Norveççe, Yunanca, Fince, Boşnakça, Bulgarca, Farsça, Kürtçe ve Flamancaya çevrilerek çeşitli dergi, gazete ve antolojilerde yayımlandı.
2012 Erdal Öz Edebiyat Ödülü'nü kazandı.
Türk edebiyatında eşcinsel söylemin önde gelenlerindendir.
Mungan, 1985'ten beri yaşadığı İstanbul’da 1988’ten beri serbest yazar olarak çalışmaktadır.
Şarkı sözlerini, genellikle Yeni Türkü grubu besteleyerek seslendirdi. Yazarın şarkı sözlerinden, çeşitli dönemlerde çeşitli sanatçılar tarafından bestelenerek seslendirilmiş şarkılar, "Söz Vermiş Şarkılar" adlı albümde toplanarak, yeni düzenlemelerle Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Nükhet Duru, Mor ve Ötesi, Aylin Aslım, Hümeyra gibi farklı sanatçılarca yorumlanmıştır. "Söz Vermiş Şarkılar" adlı kitapta bestelenmiş ve bestelenmemiş tüm şarkı sözlerini bir araya getirdi.
Bir tanesi filme alınan üç tane de film senaryosu yazdı. "Dağınık Yatak" adlı senaryosu, 1984’te Atıf Yılmaz tarafından filme alındı. Henüz filme alınmamış senaryoları, "Dört Kişilik Bahçe" ve "Başkasının Hayatı" adlarını |
taşıyor. Bu üç senaryosu 1997’de üç ayrı kitap olarak yayımlandı.
Mungan’ın şehir tiyatrolarında çalıştığı dönemde Ankara İl Radyosu’nca seslendirilen iki tane radyo oyunu vardır: "Dört Kişilik Bahçe" ve "Ölümburnu".
Yabancı yazarların öykülerinden ve yazılarından oluşan çeşitli seçkiler yayımlayan Mungan'ın ilk öykü seçkisi "Ressamın Sözleşmesi" (1996)'dir. Daha sonra "Çocuklar ve Büyükleri" (2001), "Yazıhane" (2003), "Yabancı Hayvanlar", "Erkeklerin Hikâyeleri" (2004), "Kadınlığın 21 Hikâyesi" (2004), "Büyümenin Türkçe Tarihi" (2007), "Doğu Sarayı" (2012), "Kadınlar Arasında" (2014) ve "Merhaba Asker" (2014) adlı öykü ve yazı seçkileri hazırladı. Mungan 2016 yılında ise, 1991'den beri biriktirdiği şiirlerini "Solak Defterler" adıyla yayınladı.
Lebedos
1. Antik çağda İon birliğini oluşturan on iki Yunan şehir devletinden biri olan Lebedos'un kuruluş tarihi MÖ 7. yüzyıl olarak tahmin edilmektedir. Ancak 2004 yılında sur duvarlarının bulunduğu yarımada üzerinde yapılan bazı yüzey araştırmalarında, işlenmiş küçük bir obsidyen yonganın bulunmuş olması buranın Koloniler Öncesi döneme ait ve muhtemelen Neolitik Çağda yerleşilmiş bir yer olduğunu akla getirmektedir. Önümüzdeki yıllarda bu şehirde yapılacak kapsamlı bir araştırma ile bütün bu soruların cevaplanacağı aşikardır..
2. İonia bölgesi antik kentlerinden Lebedos, bugün Seferihisar ile Selçuk arasındaki kıyıda Ürkmez Köyü’nün (Kısık Köyü) yanı başındaki küçük bir tepenin üzerinde kurulmuştur. Kolophon’un kuzeyinde, Kral Kodros’un oğullarından Andropompos tarafından kurulan Lebedos, İon göçü sırasında Helenlerin eline geçen ilk Anadolu kentlerindendir. İonia Birliği’nin on iki üyesinden biri olmasına karşılık komşusu Myus ile birlikte diğerlerinden sönük kalmıştır.
Lebedos antik kenti 175 m uzunluğunda, alçak ve kayalık bir yarımada üzerinde kurulmuştur. Burası 201 m genişliğindeki bir kara parçası ile ana karaya bağlanmıştır. Akropol 61 m yüksekliğindeki bir tepededir. Kentin coğrafi konumu, iyi bir limanı olmayışı, çevresinde Kolophon ve Tlos gibi gelişmiş kentlerin oluşu Lebedos’u engellemiştir. Bu yüzden deniz ticaretinden pay alamamış, diğer İon kentlerinin yaptığı gibi dış topraklarda koloni kuramamış, sanatçı ve bilim adamı yetiştirememiştir. MÖ 5. yüzyılda Atina delos Deniz Birliği’ne önceleri üç talent vergi ödemiş, sonra da bu vergi bir talente düşürülmüştür.
Horatius’un “Tekedilmiş Köy” olarak tanımladığı Lebedos, Klasik dönemde sikke basmayan tek İon kenti olmuştur. Helenistik dönemde isminden hiç söz edilmemiş, Kral Antigonos bu kenti Teos topraklarına katmayı düşünmüştür. Lysimakhos’un buradaki halkı Ephesos’a yerleştirdiği ve lebedos’u tamamen ortadan kaldırdığından söz etmiştir. Buna rağmen kent varlığını sürdürmüş, MÖ 226'da Mısır kralı II. Ptolomaios’un egemenliğini kabul etmek zorunda kalmıştır. Bundan dolayı da 60 yıllık bir süre “Ptolemais” ismi ile anılmıştır. MÖ 2. yüzyılda Teos, Ephesos ve Myonnesos’dan kovulan dionysos sanatçıları buraya yerleşmiş ve kentin kalkınmasında biraz da olsa katkıları olmuştur.
Lebedos’ta arkeolojik araştırma yapılmadığından geçmiş tarihi ile ilgili bilgi oldukça yetersizdir. Günümüze ulaşabilen kalıntıları yok denecek kadar azdır. Yalnızca yarımadayı çepeçevre kuşatan surların kalıntıları günümüze gelebilmiştir.
Lebedos’un karşısındaki ana karanın yamaçlarında, yüzeyde çok sayıda çanak çömlek parçaları ve duvar izlerine rastlanmıştır. Ayrıca buradaki düz bir tepenin üzerinde de oldukça büyük bir yapının temellerine rastlanmıştır.
Maurice Merleau-Ponty
Maurice Merleau-Ponty, (d. 14 Mart 1908, Rochefort-sur-Mer - ö. 3 Mayıs 1961, Paris) Fransız felsefeci ve fenomenolog.
Hem Fenomenoloji hem de Varoluşçuluk içinde önde gelen isimlerden biri olarak anılır. Bilinç ve ahlakla ilgili problemler üzerinde duran Merleau-Ponty, bilinçle dünya arasındaki ilişkiyi ele almıştır. Ona göre, algı alanımız, duyumlardan oluşmaz, fakat aralarındaki mekânlarla birlikte, şeylerden meydana gelir. Merleau-Ponty, "Varoluşçu fenomenoloji" olarak bilinen eğilimin yetkin bir temsilcisidir.
Merleau-Ponty, esas itibarıyla annesi tarafından, katolik anlam dünyasına bağlı olarak yetiştirilmiştir.
1924'te olgunluk sınavını, Fransa'da belli bir akademik derece olan "baccalauréat" ile vermiştir. 1926 yılından itibaren Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir ve Jean Hyppolite ile tanışmıştır.
Merleau-Ponty, Paris’te Yüksek Öğretmen Okulu’nda öğrenim gördü. 1930 yılında felsefe ögretmenligi sınavını verdi. Onda ilk olarak Leon Brunschvicgs ve Henri Bergson'un yazılarının etkisi görülür. Ardından Emilie Bréher ve Jean Laporte'nin etkilerinden sözedilebilir. Ancak düşüncelerinin şekillenmesinde Fenomenolojinin ve özellikle Edmund Husserl'in belirgin etkileri olduğu açık olarak vurgulanması gereken bir noktadır.
1931-1935 yıllarında Beauvais ve Chartre'de ögretmenlik yapmıştır. 1935-1937'de Esprit adlı bir dergide çalışmıştır. 1935'ten itibaren, Alexandre Kojéve'nin Hegel okumalarına dahil oldu.Üniversitede Karl Marx okudu.
1939'dan sonra Paris'te çeşitli okullarda felsefe ögretmenliği yapmış, 1945 yılında doktorasını gercekleştirmiştir ve Lyon Üniversitesi'nde profesör olmuştur.
1945-1952 arasında Les Temps Modernes’nin yayın yönetmenliğini Jean-Paul Sartre ile birlikte paylaştı.
1949-1954 yıllarında, Sarborn'de profesör olarak Çocuk psikolojisi ve Pedagoji üzerine çalıştı. 1952 yılında da ünlü College de France'da "felsefe profesörü" oldu.
1955 yılından itibaren Sarte ve Boauvoir ile arası açılmaya başladı.
1959 yılında etkileyici ve onun çok yönlü fenomenolojisini gösteren "Görünür ile Görünmez" yazmaya başladı, ancak kitabı tamamlayamadı. 3 Mayıs 1961'de beklemedik bir şekilde erken öldü.
Merleau-Ponty'nin varoluşçu felsefesini fenomenolojik bir yönde geliştirmiş olduğu bilinir. Merleau-Ponty Edmund Husserl'ın Fenomenolojisinden hareket eder ancak onu çeşitli dönüşümlere uğratarak değerlendirir. Husserl'ın fenomenolojik yönteminin başlangıc kavramlarından olan "yönelmişlik" kavramının, özellikle Merleau-Ponty'de belirgin bir şekilde etkili olduğu söylenebilir. Merleau-Ponty'de "kesin bir bilgi aramaktan" daha ziyade, asıl olarak belirli bir "apaçıklığa ulaşmak" ister.
Bu apaçıklık soyut formülasyonlarda degil, deneyimlerimizde, yani "düşünen ben"in deneyimlerinde ortaya çıkar. 20.yüzyıl düşüncesi genelde deneyim ve duyum gibi kavramların yoğun eleştirilerle dışlandığı, önemsizleştirildiği bir dönem olmuştur Felsefe Tarihinde, ancak Merleau-Ponty aksi bir yönde deneyim ve duyum kavramlarını yeniden itibarlandırır. Bu nedenle Merleau-Ponty, Husserl'in "varlıklara yönelmişlik"ten söz etmesi gibi bir yönelimden söz eder. Merleau-Pont için insan demek, "dünyayı kendi gözleriyle gören bir varlık" demektir. Yaşayan, kendi gözleriyle gören ve anlayan bir varlık.
Merleau-Ponty'nin bu yönelmişlik kavramını kullanmasının ardında izini sürdüğü felsefi problematik, yani bir anlamda onun düşünsel etkinliğinin ana teması, Sartre ve diğer Varoluşçularda da görülen, Deskartes'çi felsefenin doğal ögeleri olan Özne-nesne ikiliğidir. Tam bu noktada, Merleau-Ponty'nin temel kavramlarından olan Beden kavramı devreye girer. Beden, burada salt bir biyolojik konu olmaktan çıkarılıp felsefi tartışmanın merkezine yerleştirilir. Başkasının varlığı, düşünceyi mümkün kılan fakat nesnel düşünceyi zora sokan bir öğedir. Merleau-Ponty bu zorluğu, Beden ve Ten gibi algıyla, duyumla, deneyimle bağlantılı kavramları felsefi alana taşıyarak aşmaya çalışır. Felsefi düşüncede bütün her şeyin karşısında algıya verilen öncelikli rolün sonucu olarak Merleau-Ponty, beden'i değerlendirir; "Beden" kavramı üzerinden özne-nesne ikiliğini yeniden değerlendirmeye sokar.
Bedenler hem özne hem de nesnedir. Çünkü, Başkasının bedeni, benim için herhangi bir nesne değil, bir kültür nesnesidir. Tıpkı benim bedenimin başkası için olduğu gibi. Başkalarıyla her şeyden önce bu anlamda bir beden olarak karşılaşırız. Bu anlamda beden, okuyup anlamlandırılması gereken bir kitap gibidir. Buna göre, "Başkası, başka bir bedene sahip olan bir ben" 'dir. Merleau-Ponty ile Sartre, siyasal meselelerden önce, felsefi olarak bu noktada bir ayrılığa düşerler. Sartre'ın bakışında ben-başkası meselesi genelde olumsuz bir değerlendirmeye sahiptir. "Cehennem Başkalarıdır" anlamında bir değerlendirmeye sahiptir Sartre, oysa Merleau-Ponty olumlu bir konum alır bu noktada, başkasının bedenini kendi bedeni gibi bir özne-nesne olarak düşünür. Başkası, bir başka olarak benimle aynı bedene sahiptir.
Her birimiz bedenlere sahip olarak bir anlam dünyasında yaşamaktayız. Bununla birlikte her birimizin deneyimi tikel ve ayrıcalıklıdır. Merleau-Ponty, buna ve algıya verilen önceliğe bağlı olarak bir yanda "Algının Fenomenoljisi"ni çıkarmaya çalışır; öte yandan aynı yaklaşımın bir sonucu olarak "Göz ve Tin" ile, bedenin dünya ile ilişkileri resmetmeye yönelir.
1942 yılında ilk kitabı Davranışın Yapısı yayımlanır.Burada dönemin psikanaliz ve fizyoloji düşüncesi fenomenolojik bir temelde sorgulanmaktadır. Algının her şeyden karşısındaki önceliği fikri ilk olarak burada belirtilir. Merleau-Ponty analitik felsefenin tamamen dışındadır.
Algının Fenomenolojisi Merleau-Ponty'nin başyapıtı sayılır ve 1945 yılında yayımlanmıştır.Burada algıya verilen öncelik iyice netleştirilmiştir. Beden kavramı devreye girmiştir. Bu andan itibaren Merleau-Ponty özgün bir "beden felsefecisi" olarak anılacaktır.
İnsancılık ve Şiddet 1947 yılında yayımlanır.Marksist bir gözle kaleme alınmış bir çalışmadır bu kitap.
Anlam ve Anlamsızlık ise hem yazı hem de resim üzerine yazılarının toplandığı bir kitap olarak 1948'de yayımlanır.
Diyalektiğin Serüvenleri 1955 yılında yayımlanmıştır. Burada, Marksist bir bakışla toplanmış yazılar sözkonusudur.
1960 yılında Göstergeler yayımlanmıştır. Merleau-Ponty, burada Sausseurcu Dilbilim ile ilişkilenmektedir ve algoritmik bir dil arayışı içindedir.
1961 yılında bir başka bilinen çalışması Göz ve Tin yayımlanır.Burada, algıya verilen öncelikle, beden ile dünya ilişkileri resmedilmeye |
çalışılmaksı sözkonusudur. Merleau-Ponty'nin girişimleri, felsefenin bir soyutluk olmaktan çıkarılıp yaşam dünyasına/yaşanan dünyaya dönmek yönündedir.
1964 yılında bitmemiş bir çalışma olarak Görünen ile Görünmeyen yayımlanır. Burada Merleau-Ponty, fenomenolojinin izlerini sürmekte ve yeniden değerlendirmeye çalışmaktadır ancak kitabı bitiremez.
1969'da Dünya Yazısı adlı, fenomenolojik dil arayışının ürünü olan ve bu yönde Sausseur ile ilişkilenmesini getiren kitabı yayımlanır.
Joseph Jackson
Joseph Walter Jackson (d. 26 Temmuz 1928, Fountain Hill, Arkansas), ABD'li müzisyen. Janet Jackson ve Michael Jackson da dahil olmak üzere 9 çocuğu, 28 tane de torunu vardır. Oğlu Michael'in dansa ve müziğe olan ilgisini görünce Joseph Jackson onu bu konularda yetiştirdi.
Saporta Kupası
Saporta Kupası 1966-2002 arası düzenlenmiş, tüm Avrupa ülkelerinin millî kupa galiplerinin birbirleriyle mücadele ettikleri, dönemin Avrupa basketbolunun en üst düzey ikinci kupası. Kupa FIBA Avrupa tarafından düzenleniyordu. Kupanın ismi Real Madrid eski başkanı Raimundo Saporta'dan gelmektedir.
Turnuva ilk kez 1966'da Avrupa Kupa Galipleri Kupası olarak düzenlendi, ancak 2002 yılında kaldırılana kadar değişik isimlerle anıldı.
Son Saporta Kupası 2001-02 sezonunda düzenlendi. Bundan sonra Koraç Kupası ile birlikte kaldırıldı. Bu kupanın yerine Eurocup olarak bilinen ULEB Kupası düzenlenmeye başlandı.
Bu kupada 1993 yılında Efes Pilsen final oynadı ama Yunan Aris'e 50-48 yenilerek 2. oldu.
Kupa Galipleri Kupası:
1966-67 Pallacanestro Varèse :
Stan McKenzie, Sauro Bufalini, Dino Meneghin, Giambattista Cescutti, Ottorino Flaborea, Massimo Villetti, Paolo Vittori, Enrico Bovone, Pierangelo Gergati, R.Gergati (Head Coach: Vittorio Tracuzzi)
1967-68 AEK Atina:
Georgios Amerikanos, Georgios Trontzos, Christos Zoupas, Stelios Vasiliadis, Eas Larentzakis, Antonis Christeas, Lakis Tsavas, Petros Petrakis, Nikos Nesiadis, Andreas Dimitriadis, Georgios Tronazos (Head Coach: Nikos Milas)
1968-69 Slavia Prag:
Jiří Zídek Sr., Jiri Ruzicka, Robert Mifka, Jiri Ammer, Bohumil Tomasek, Karel Baroch, Jaroslav Krivy, Jiri Konopasek (Head Coach: Jaroslav Sip)
1969-70 Partenope Napoli :
Miles Aiken, Jim Williams, Sauro Bufalini, Carlos d'Aquila, Remo Maggetti, Giovanni Gavagnin, Francesco Ovi, Antonio Errico, Vincenzo Errico, Manfredo Fucile, Renato Abbate, Leonardo Coen (Head Coach: Antonio Zorzi)
1970-71 Olimpia Milano :
Art Kenney, Massimo Masini, Renzo Bariviera, Giulio Iellini, Giorgio Giomo, Giuseppe Brumatti, Paolo Bianchi, Giorgio Papetti, Mauro Cerioni, Roberto Paleari, Gaggiotti (Head Coach: Cesare Rubini)
1971-72 Olimpia Milano :
Art Kenney, Massimo Masini, Renzo Bariviera, Giulio Iellini, Giuseppe Brumatti, Mauro Cerioni, Paolo Bianchi, Giorgio Giomo, Doriano Iacuzzo, Sergio Borlenghi, Ferrari (Head Coach: Cesare Rubini)
1972-73 Spartak Leningrad:
Alexander Belov, Yuri Pavlov, Alexander Bolshakov, Yuri Shtukin, Andrei Makeev, Vladimir Yakovlev, Sergei Kuznetsov, Leonid Ivanov, Valeri Fjodorov, Dvornij, Volkov, Rozhin (Head Coach: Vladimir Kondrashin)
1973-74 Crvena zvezda:
Zoran Slavnić, Ljubodrag Simonović, Dragan Kapičić, Dragiša Vučinić, Radivoje Živković, Ivan Sarjanović, Zoran Lazarević, Dragoje Jovašević, Goran Rakočević, Ljubomir Žugić (Head Coach: Nemanja Đurić)
1974-75 Spartak Leningrad:
Alexander Belov, Yuri Pavlov, Alexander Bolshakov, Vladimir Arzamaskov, Yuri Shtukin, Andrei Makeev, Vladimir Yakovlev, Sergei Kuznetsov, Mikhail Silantev, Leonid Ivanov, Valeri Fjodorov (Head Coach: Vladimir Kondrashin)
1975-76 Olimpia Milano :
Mike Sylvester, Austin "Red" Robbins, Giuseppe Brumatti, Paolo Bianchi, Antonio Fransascatto, Sergio Borlenghi, Vittorio Ferracini, Franco Boselli, Maurizio Borghese, Maurizio Benatti, Dino Boselli, Paolo Friz (Head Coach: Filippo Faina)
1976-77 Pallacanestro Cantù :
Bob Lienhard, Hart Wingo, Pierluigi Marzorati, Carlo Recalcati, Fabrizio Della Fiori, Renzo Tombolato, Franco Meneghel, Giorgio Cattini, Roberto Natalini, Umberto Cappelletti, Non Prezzati, Bruno Carapacchi, Giampiero Cortinovis (Head Coach: Arnaldo Taurisano)
1977-78 Pallacanestro Cantù :
Bob Lienhard, Hart Wingo, Pierluigi Marzorati, Carlo Recalcati, Fabrizio Della Fiori, Fausto Bargna, Renzo Tombolato, Franco Meneghel, Giuseppe Gergati, Denis Innocentin, Umberto Cappelletti, Davide Bertazzini, Fabio Brambilla (Head Coach: Arnaldo Taurisano)
1978-79 Pallacanestro Cantù :
Johnny Neumann, Dave Batton, Pierluigi Marzorati, Carlo Recalcati, Fabrizio Della Fiori, Renzo Bariviera, Renzo Tombolato, Denis Innocentin, Umberto Cappelletti, Antonello Riva, Non Porro, Giorgio Panzini (Head Coach: Arnaldo Taurisano)
1979-80 Pallacanestro Varèse :
Bob Morse, Dino Meneghin, Bruce Seals, Aldo Ossola, Alberto Mottini, Maurizio Gualco, Enzo Carraria, Fabio Colombo, Mauro Salvaneschi, Antonio Campiglio, Riccardo Caneva, Marco Bergonzoni (Head Coach: Edoardo Rusconi)
1980-81 Pallacanestro Cantù :
Pierluigi Marzorati, Antonello Riva, Bruce Flowers, Tom Boswell, Renzo Bariviera, Renzo Tombolato, Denis Innocentin, Giorgio Cattini, Terry Stotts, Umberto Cappelletti, Eugenio Masolo, Antonio Sala, Valerio Fumagalli, Giuseppe Bosa (Head Coach: Valerio Bianchini)
1981-82 KK Cibona:
Krešimir Ćosić, Aleksandar Petrović, Andro Knego, Zoran Čutura, Mihovil Nakić, Sven Ušić, Damir Pavličević, Adnan Bečić, Rajko Gospodnetić, Mlađan Cetinja, Toni Bevanda, Srđan Savović (Head Coach: Mirko Novosel)
1982-83 Victoria Libertas Pesaro :
Dragan Kićanović, Željko Jerkov, Walter Magnifico, Mike Sylvester, Domenico Zampolini, Giuseppe Ponzoni, Amos Benevelli, Alessandro Boni, Massimo Bini, Gianluca Del Monte, Fabio Mancini, Antonio Sassanelli (Head Coach: Petar Skansi)
1983-84 Real Madrid:
Juan Antonio Corbalán, Brian Jackson, Fernando Martín, Wayne Robinson, Rafael Rullan, Fernando Romay, Juan Manuel López Iturriaga, Antonio Martín, Francisco Jose Velasco, Juan Antonio Orenga, Wilson Simon (Head Coach: Lolo Sainz)
1984-85 Barcelona:
Juan Antonio San Epifanio, Chicho Sibilio, Ignacio Solozabal, Mike Davis, Otis Howard, Juan Domingo De la Cruz, Xavi Crespo, Pedro Ansa, Arturo Seara, Julian Ortiz, Angel Heredero (Head Coach: Antoni Serra / Manuel Flores)
1985-86 Barcelona:
Juan Antonio San Epifanio, Chicho Sibilio, Ignacio Solozabal, Greg Wiltjer, Mark Smith, Juan Domingo De la Cruz, Xavi Crespo, Arturo Seara, Julian Ortiz, Steve Trumbo, Ferran Martínez, Angel Heredero, Jordi Soler (Head Coach: Aíto García Reneses)
1986-87 KK Cibona:
Dražen Petrović, Aleksandar Petrović, Danko Cvjetičanin, Andro Knego, Zoran Čutura, Mihovil Nakić, Franjo Arapović, Sven Ušić, Branko Vukićević, Adnan Bečić, Nebojša Razić (Head Coach: Janez Drvarič / Mirko Novosel)
1987-88 Limoges CSP:
Richard Dacoury, Clarence Kea, Stéphane Ostrowski, Greg Beugnot, Don Collins, Jacques Monclar, Hugues Occansey, Georges Vestris, Alain Forestier, Frederic Guinot, Jean-Luc Hribersek, Laurent Vinsou, Franck Maquaire (Head Coach: Michel Gomez)
1988-89 Real Madrid:
Dražen Petrović, Johnny Rogers, Fernando Martín, Jose Biriukov, Antonio Martín, Pep Cargol, Fernando Romay, José Luis Llorente, Enrique Villalobos, Javier Pérez, Miguel Angel Cabral, Carlos Garcia (Head Coach: Lolo Sainz)
1989-90 Virtus Bologna :
Micheal Ray Richardson, Roberto Brunamonti, Mike Sylvester, Clemon Johnson, Augusto Binelli, Lauro Bon, Claudio Coldebella, Vittorio Gallinari, Massimiliano Romboli, Clivo Massimo Righi, Tommaso Tasso, Davide Bonora, Andrea Cempini (Head Coach: Ettore Messina)
1990-91 PAOK Selanik:
Branislav Prelević, Ken Barlow, John Korfas, Panagiotis Fasoulas, Nikos Boudouris, Nikos Stavropoulos, Georgios Makaras, Panagiotis Papachronis, Memos Ioannou, Achilleas Mamatsiolas, Lazaros Tsakiris, Georgios Valavanidis (Head Coach: Dragan Šakota)
Avrupa Kupası:
1991-92 Real Madrid:
Rickey Brown, Mark Simpson, Jose Biriukov, Antonio Martín, Fernando Romay, José Miguel Antúnez, Pep Cargol, José Luis Llorente, Enrique Villalobos, Jonatan Angel Ojeda, José María Silva, Tomás González (Head Coach: Clifford Luyk)
1992-93 Aris Selanik:
Roy Tarpley, Panagiotis Giannakis, Mitchell Anderson, Michail Misounof, Dinos Angelidis, Vagelis Vourtzoumis, Georgios Gasparis, Vasilis Lipiridis, Memos Ioannou, Igor Moraitov, Theodosios Paralikas (Head Coach: Zvi Sherf)
1993-94 KK Union Olimpija :
Dušan Hauptman, Roman Horvat, Boris Gorenc, Žarko Đurišić, Marko Tušek, Nebojša Razić, Marijan Kraljević, Jaka Daneu, Vitali Nosov, Klemen Zaletel (Head Coach: Zmago Sagadin)
1994-95 Pallacanestro Treviso :
Petar Naumoski, Orlando Woolridge, Ken Barlow, Stefano Rusconi, Riccardo Pittis, Massimo Iacopini, Andrea Gracis, Denis Marconato, Alberto Vianini, Riccardo Esposito, Maurizio Ragazzi, Federico Peruzzo, Paolo Casonato (Head Coach: Mike D'Antoni)
1995-96 Baskonia :
Velimir Perasović, Kenny Green, Ramón Rivas, Marcelo Nicola, Jordi Millera, Miguel Angel Reyes, Ferran Lopez, Jorge Garbajosa, Juan Pedro Cazorla, Carlos Cazorla, Carlos Dicenta, Pedro Rodriguez, Juan Ignacio Gomez (Head Coach: Manel Comas)
EuroCup:
1996-97 Real Madrid:
Dejan Bodiroga, Joe Arlauckas, Alberto Herreros, Mike Smith, Juan Antonio Morales, Juan Antonio Orenga, Alberto Angulo, José Miguel Antúnez, Ismael Santos, Roberto Nunez, Pablo Laso, Lorenzo Sanz (Head Coach: Željko Obradović)
1997-98 Žalgiris Kaunas:
Saulius Štombergas, Ennis Whatley, Franjo Arapović, Dainius Adomaitis, Tomas Masiulis, Virginijus Praškevičius, Darius Maskoliūnas, Kęstutis Šeštokas, Mindaugas Žukauskas, Eurelijus Žukauskas, Darius Sirtautas, Tauras Stumbrys, Danya Abrams (Head Coach: Jonas Kazlauskas)
Saporta Kupası:
1998-99 Pallacanestro Treviso :
Henry Williams, Željko Rebrača, Marcelo Nicola, Glenn Sekunda, William Di Spalatro, Tomas Jofresa, Denis Marconato, Casey Schmidt, Davide Bonora, Riccardo Pittis, Oliver Narr, Stjepan Stazić, Matteo Maestrello (Head Coach: Željko Obradović)
1999-2000 AEK Atina:
Anthony Bowie, Martin Müürsepp, Michalis Kaki |
ouzis, Aggelos Koronios, Nikos Chatzis, Dimos Dikoudis, Iakovos "Jake" Tsakalidis, Dan O'Sullivan, Steve Hansell, Vassilis Kikilias, Nikos Papanikolopoulos, Miltos Moschou (Head Coach: Dusan Ivković)
2000-01 Maroussi:
Ashraf Amaya, Jimmy Oliver, Vasco Evtimov, Georgios Maslarinos, Alexis Falekas, Sotirios Nikolaidis, Vagelis Vourtzoumis, Dimitris Marmarinos, Dimitris Karaplis, Vangelis Logothetis, Sotirios Manolopoulos, Charalampos Charalampidis, Kostas Anagnostou (Head Coach: Vangelis Alexandris)
2001-02 Mens Sana Basket Siena :
Petar Naumoski, Vrbica Stefanov, Brian Tolbert, Boris Gorenc, Milenko Topić, Roberto Chiacig, Mindaugas Žukauskas, Nikola Bulatović, Alpay Öztaş, Marco Rossetti, German Scarone, Andrea Pilotti (Head Coach: Ergin Ataman)
Efe Aydan
Efe Aydan (d. 4 Mayıs 1955, Ankara), Türk milli basketbolcudur. Opera sanatçısı ve oyuncu Sevda Aydan'ın oğlu; oyuncu Ege Aydan'ın abisidir. Basketbola 16 yaşında Galatasaray'da başladı. Sırasıyla Karşıyaka, Eczacıbaşı, Fenerbahçe, Beşiktaş, Paşabahçe ve Tofaş takımlarında oynadı.
1981 yılında Avrupa Karması'na seçildi ve böylece ancak Avrupa'nın en seçkin basketbolcularının katılabildiği Avrupa Karmasında yer alan ikinci Türk basketbolcu oldu. Kamuoyunda bilinenin aksine Avrupa Karması'na seçilen ilk basketbolcu değil, Avrupa Karması'nda oynayan ilk basketbolcudur. Avrupa Karması'na seçilen ilk Türk basketbolcusu 1960 ve 1964 yıllarında seçilen Nedret Uyguç'tur. Aydan, bu arada Ispanya'nın Juventut Badalona Takımına karşı oynayan karmada başarılı oyunuyla dikkat çekti. Türkiye millî basketbol takımında en fazla oynayan (259) ve en fazla (124 kez) kaptanlık yapan sporcu unvanına sahiptir. 1983 yılında Fas'ın Kazablanka kentinde düzenlenen Akdeniz Oyunları'nda bronz, 1987 yılında Suriye'nin Lazkiye kentinde düzenlenen Akdeniz Oyunları'nda altın madalya kazanan takımlarda yer aldı.
Korku (anlam ayrımı)
Korku ile aşağıdakilerden biri kastedilmiş olabilir:
Emily Brontë
Emily Jane Brontë (d. 30 Temmuz 1818 - ö. 19 Aralık 1848), İngiliz roman yazarı ve şair. Kaleme almış olduğu tek roman, "Uğultulu Tepeler" ("Wuthering Heights") bugün İngiliz edebiyatının en önemli eserlerinden biri olarak anılmaktadır.
Emily Bronte 1818 yılında Thornton, Yorkshire'da doğdu. 6 çocuğun beşincisi olan Emily, Charlotte Brontë'nin küçük kız kardeşi idi. 1820'de aile Haworth'a taşındı. Çocukluk yıllarında, annelerinin ölümünün ardından, üç kız kardeş (Charlotte, Emily ve Anne) ve erkek kardeşleri Branwell Brontë hayalî yerler düşlemişlerdir ki bunların isimlerine hikâyelerinde rastlanmaktadır. Emily'nin o dönemde kaleme aldığı çalışmalarından çok azı bugüne ulaşabilmiştir. Emily 1838'de Halifax yakınlarındaki Mis Patchett'in Kızlar Akademisinde ("Miss Patchett's Ladies Academy") çalıştı. Daha sonra kardeşi Charlotte ile birlikte Brüksel'deki özel bir okula devam etmiştir.
Emily'nin şiirdeki yeteneğinin ailesi tarafından keşfedilmesiyle, kız kardeşleri Charlotte ve Anne ile birlikte, 1846'da ortak bir şiir kitabı yayımlamışlardır. Eseri, dönemin kadın yazarlara karşı önyargılı tavrından sıyrılabilmek amacıyla, hem erkek hem de kadın ismi olarak kullanılan mahlaslarla basmışlardır. Kullandıkları mahlaslar gerçek isimlerinin baş harfleriyle aynı baş harfe sahipti: Charlotte için Currer Bell, Emily için Ellis Bell ve Anne için Acton Bell.
1847'de tek romanı olan "Uğultulu Tepeler"'i yayımlamıştır ki bu roman üç ciltlik bir setin ilk iki cildini oluşturmaktaydı. Son cilt kız kardeşi Anne tarafından yazılan "Agnes Grey" isimli romandır. Romanın yenilikçi yapısı eleştirmenleri bir anlamda şaşırtmıştır. Her ne kadar ilk çıktığında hem iyi hem de kötü yorumlar alsa da, roman zamanla bir İngiliz edebiyatı klasiği haline gelmiştir. 1850'de Charlotte romanı yayına hazırlayıp, düzenlemiş ve Emily'nin gerçek ismiyle, tek başına bir eser olarak "Uğultulu Tepeler" ismiyle yayımlamıştır.
Kız kardeşleri gibi Emily'nin sağlığı da evde ve okuldaki zor şartlar sebebiyle zayıflamış, kötüleşmiştir. Erkek kardeşinin Eylül'deki cenazesi sırasında soğuk algınlığı kapmış, ve her türlü tıbbî müdahaleyi reddettikten sonra 19 Aralık 1848'de tüberküloz sebebiyle vefat etmiştir. Haworth, West Yorkshire ("Batı Yorkshire"), İngiltere'de defnedilmiştir.
Metroland
Metroland Julian Barnes'ın ilk romanıdır. 1980'de İngilizce olarak yayınlanan bu roman ile Barnes 1981 yılında "Somerset Maugham ödülü"nü kazanmıştır.
Roman, baş karakteri olan Christopher Lloyd'un Londra'nın banliyölerinde geçirdiği ergenlik günlerini (bu sebeple Metroland ismini almıştır.), Paris'teki üniversite yıllarını ve evliliğinin ilk zamanlarını konu almaktadır. Üç bölümden oluşan romanın ilk bölümünde Christopher ve çocukluk arkadaşı Toni'nin Londra'nın bir banliyösünde burjuvaziden tiksinerek geçirdikleri ilk gençlikleri anlatılır. İkinci bölümde ise, Christopher'ın, 1968 olayları sırasında, olaylardan çok uzak bir şekilde geçirdiği Paris'teki üniversite yılları konu edilir. Son bölümde Christopher ülkesine döner, sabit bir iş bulur, evlenir ve çocuk sahibi olur. Evliliğinin ve hayatının mükemmel olmadığını düşünen Christopher Paris günlerini ve oradaki sevgilisi Annick'i özlemektedir. Fakat yine de karısı ve çocuklarını çok sevmektedir.
Metroland 1997 yılında, Phillip Saville tarafından filme çekildi. Filmde başrolü Christian Bale oynadı.
Hollandaca
Almanca
İspanyolca
Türkçe
Kanatlardan kuşatma
Kanatlardan kuşatma, hemen hemen her çarpışmada kullanılan temel askerî manevradır. Birliklerin yüz yüze, yakın çatışmalarında kullanılan, askeri taktiklerin en temel uygulamalarından biridir. Hareket karşı tarafın merkezden taarruz etmesinin hemen ardından kanatlardan başlatılacak eş zamanlı taarruzla düşman kuvvetlerinin merkezde toplanmasını sağlamak ve kıskaç hareketinin sürdürülmesi ile düşmanın gerisine sarkarak çepeçevre kuşatmaktan oluşmaktadır. Bu hareket esnasında en uç kanatlardan da uygulanan ikinci bir kıskaç hareketiyle, etrafı çevrilen birliğe olası desteklerin de gelmesi engellenir.
Piyade çarpışmalarının çoğu genellikle bu askerî taktik üzerine kuruludur ve yaygın olarak hava çarpışmalarında da kullanılmaktadır. Bu manevra şeklinden kabaca Sun Tzu'nun Savaş Sanatı eserinde de bahsedilir. Ancak Sun Tzu, düşmana bir kaçış yolu bırakmanın en iyi yöntem olduğunu tartışmaktadır. Ona göre, tamamiyle etrafı çevrilmiş bir ordu kapana kısılmanın verdiği korkuyla daha dirençli savaşacaktır
Temel olarak uygulanan bu manevrada etrafı çevrilen düşman kuvvetinin gücü daha az ya da denk ise kaçış yolu bırakmadan yok etmek ya da düşman gücü daha kuvvetli ise kaçış yolu bırakarak artçı kuvvetlerin kaçan düşmanı temizlemesini sağlamak gibi değişik tamamlama tarzları bulunmaktadır. Ayrıca, kanatlarda ve merkezde çatışmanın sürdüğü bir sırada, merkezdeki kuvvetlerin ricat izlenimi verecek şekilde geri çekilmesiyle de kendiliğinden sağlanmış olunur.
Hafif süvari birliklerinden oluşan Orta Asya kökenli askeri birliklerin sıklıkla ve başarılı bir biçimde uyguladıkları bir taktik olarak tarihte pek çok kez uygulanmıştır.
Cannae savaşında Hannibal, bu taktiği daha ustalıkla kullanmış, merkezdeki kuvvetlerine uygun zaman geldiğinde geri çekilme emri vermek yerine, merkezi zaten kısa sürede geri çekilmek zorunda kalacak biçimde düzenlemiştir.
Kimani Ffriend
Kimani Ffriend (d. 29 Temmuz 1977, Kingston) Jamaikalı basketbolcudur. 2005/2006 sezonunda Beşiktaş'ta oynamıştır.
2,11 m. boyunda, forvet pozisyonunda oynayan Ffriend, Beşiktaş'a gelmeden önce İsrail'in Hapoel Yeruşalayim takımında forma giyiyordu.
2011 yılı itibarıyla Bornova Belediyespor takımında oynamaktadır.
Güneş pili
Güneş hücresi () ışığı doğrudan elektrik akımına dönüştüren (fotovoltaik) bir araçtır. Yarı iletken bir diyot olarak çalışan güneş hücresi, güneş ışığının taşıdığı enerjiyi iç fotoelektrik reaksiyondan faydalanarak doğrudan elektrik enerjisine dönüştürür.
Türkiye Cumhuriyetinde 5346 No.lu kanunun kabulunden sonra yenilenebilir enerjiler daha çok önem kazanmıştır. Belgeli yenilenebilir enerji üreticilere satış garantisi veren bu kanunun benzerleri, çeşitli Avrupa Birliği ülkelerinde de uygulanmaktadır.
Güneş enerjisi kullanımının önemi her geçen yıl biraz daha artmaktadır. Yirminci yüzyılda, dünya nüfusu 4 kat artarken enerji talebi 16 kat artmıştır. Günümüzde 6,5 milyar insanın şu anki yaşam tarzını sürdürebilmesi için gerekli olan enerji miktarı, yaklaşık olarak 13 terawatt (TW) tır. Yapılan ileriye dönük projeksiyonlara göre 2050 yılına gelindiğinde, insanoğlunun enerji talebi günümüze nazaran 10 terawatt daha fazla olacaktır. Bu ise şu anlama gelir; eğer küresel ısınmaya sebep olmaksızın enerji elde edilmek istenirse, 2050'ye kadar her gün 1 gigawatt(GW)'lık nükleer enerji santrali kurmak gerekecektir. Dünya üzerindeki toplam rüzgar enerjisi potansiyeli 2-4 TW civarında, hidroelektrik enerji kaynağı 0,5TW, jeotermal enerji kaynağı 12TW, gelgit ve okyanus akıntılarından üretilebilecek enerji miktarı 2TW ve dünya üzerinde kullanılabilecek güneş enerjisi miktarı ise 120.000 TW dır.
Bu veriler, güneş enerjisi kullanımının önemini somut bir şekilde ortaya koymaktadır.
Günümüzde bu hususta, bilimsel olarak yapılan çalışmalar, inorganik ve organik bazlı olmak üzere ikiye ayrılmış durumdadır. Silikon içerikli olan güneş pilleri inorganik, organik menşeyli güneş pilleri ise organik güneş pilleri olarak adlandırılır. Organik güneş pilleri üzerinde çalışılıyor olmasının sebebi, maliyet olarak daha ucuz olmaları ve kolay uygulanabiliyor olmalarıdır. Bu son derece çekici iki özelliğe rağmen günümüzde organik güneş pillerinde, uygulama aşamasına geçilememiştir. bunun sebebi hava ile kolayca oksitleniyor olması ve güneş ışığını enerjiye dönüştürme yüzdesinin (~%11), silikon bazlı güneş pillerine kıyasla çok daha düşük olmasıdır.
Güneş pili en basit anlamda eskiden beri kullandığımız hesap makinaları içerisinde de bulunabilen ve güneşten enerjisini elektrik enerjisine çeviren pillerdir. Düşük ve yüksek voltajlı birçok uygulama için farklı gü |
neş pilleri elektrik ihtiyacı bulunan her alanda kullanılabilme özelliğine sahiptir.
Güneş ışığındaki fotonlar, elektronları yarı iletken metalik bir yonga plakasının bir katmanından bir diğer katmanına hareket ettiren enerjiyi sağlar. Elektronların bu hareketi bir akım yaratır.
İki tür güneş hücresi kullanılmaktadır: silikon ve gallium arsenid. Uydular gallium arsenidi kullanırlarken silikonlar ise genellikle yerküredeki uygulamalarda kullanılmaktadır.
Hücrenin üst tabakaları yansımayı önleyici kaplama ve korumalardan oluşur. Güneş hücreleri son derece kırılgan olduklarından böyle bir koruma çatlama ve kırılmaları önlemek açısından gereklidir. Aksi halde hücrenin çalışması sekteye uğrar ve bu da enerji kaybına sebep olur. Işık bu katmanlara nüfuz ettiğinde silikon veya gallium arsenid'e çarpar. P ve N tabakaları arasındaki bölümlerin farklılıkları sebebiyle güneşten gelen enerji bunlara çarptığında elektronların N tabakasından P tabakasına akışı sağlanmış olur. P ve N tabakaları arasına tel çekilmek(?) suretiyle güneş hücresi artı ve eksi kutuplara sahip bir pil halini alır ve böylelikle bir araca güç sağlamak için kullanılabilir.
Depolama özelliği gösteren araçlarda piyasada bulunabilen yerküre bazında kullanılan silikon piller kullanılır. Tek tek sayısız hücreler “Güneş Panelini” oluşturmak için bir araya getirilir. Kullanılan motora bağlı olarak bu paneller 12 ila 1000 volt arasında gerilimde ve sonsuz watta kadar güç sağlayabilirler. Güneş ışığının yoğunluğu, havanın bulutu olması ve hava sıcaklığı güneş panelinin ürettiği gücü etkiler.
Diğer tip güneş arabalarında ise herhangi bir tip güneş hücresi kullanılabilir. Bu esneklik sebebiyle birçok güneş arabası takımı uzayda kullanılan gallium arsenid güneş hücrelerini kullanırlar. Bu piller geleneksel silikon pillere oranla genellikle daha ufak ve çok daha pahalıdırlar. Ancak bunlardan çok daha verimlidirler. Bu iki hücre arasındaki güç farkı 1000 watt a kadar çıkabilirken maliyet en az 10 kat daha fazladır.
Güneş pilleri (fotovoltaik piller), yüzeylerine gelen güneş ışığını doğrudan elektrik enerjisine dönüştüren yarı iletken maddelerdir. Yüzeyleri kare, dikdörtgen, daire şeklinde biçimlendirilen güneş pillerinin alanları genellikle 60 cm² ile 160 cm² civarında, kalınlıkları ise 0,2-0,4 mm arasındadır...
Güneş pilleri fotovoltaik ilkeye dayalı olarak çalışırlar, yani üzerlerine ışık düştüğü zaman uçlarında elektrik gerilimi oluşur. Pilin verdiği elektrik enerjisinin kaynağı, yüzeyine gelen güneş enerjisidir. (Güneş pillerinin yapısı ve çalışması)
Güneş enerjisi, güneş pilinin yapısına bağlı olarak % 5 ile % 20 arasında bir verimle elektrik enerjisine çevrilebilir.
Güç çıkışını artırmak amacıyla çok sayıda güneş pili birbirine paralel ya da seri bağlanarak bir yüzey üzerine monte edilir, bu yapıya güneş pili modülü ya da fotovoltaik modül (güneş paneli) adı verilir. Güç talebine bağlı olarak modüller birbirlerine seri ya da paralel bağlanarak birkaç Watt’tan megaWatt’lara kadar sistem oluşturulur.
Günümüz elektronik ürünlerinde kullanılan transistörler, doğrultucu diyotlar gibi güneş pilleri de, yarı-iletken maddelerden yapılırlar. Yarı-iletken özellik gösteren birçok madde arasında güneş pili yapmak için en elverişli olanlar, silisyum, galyum arsenit, kadmiyum tellür gibi maddelerdir.
Yarı-iletken maddelerin güneş pili olarak kullanılabilmeleri için n ya da p tipi katkılanmaları gereklidir. Katkılama, saf yarı iletken eriyik içerisine istenilen katkı maddelerinin kontrollü olarak eklenmesiyle yapılır. Elde edilen yarı-iletkenin n ya da p tipi olması katkı maddesine bağlıdır. En yaygın güneş pili maddesi olarak kullanılan silisyumdan n tipi silisyum elde etmek için silisyum eriyiğine periyodik cetvelin 5. grubundan bir element, örneğin fosfor eklenir. Silisyum’un dış yörüngesinde 4, fosforun dış yörüngesinde 5 elektron olduğu için, fosforun fazla olan tek elektronu kristal yapıya bir elektron verir. Bu nedenle V. grup elementlerine "verici" ya da "n tipi" katkı maddesi denir.
P tipi silisyum elde etmek için ise, eriyiğe 3. gruptan bir element (alüminyum, indiyum, bor gibi) eklenir. Bu elementlerin son yörüngesinde 3 elektron olduğu için kristalde bir elektron eksikliği oluşur, bu elektron yokluğuna hol ya da boşluk denir ve pozitif yük taşıdığı varsayılır. Bu tür maddelere de "p tipi" ya da "alıcı" katkı maddeleri denir.
P ya da n tipi ana malzemenin içerisine gerekli katkı maddelerinin katılması ile yarı iletken eklemler oluşturulur. N tipi yarı iletkende elektronlar, p tipi yarı iletkende holler çoğunluk taşıyıcısıdır. P ve n tipi yarı iletkenler bir araya gelmeden önce, her iki madde de elektriksel bakımdan nötrdür. Yani p tipinde negatif enerji seviyeleri ile hol sayıları eşit, n tipinde pozitif enerji seviyeleri ile elektron sayıları eşittir. PN eklem oluştuğunda, n tipindeki çoğunluk taşıyıcısı olan elektronlar, p tipine doğru akım oluştururlar. Bu olay her iki tarafta da yük dengesi oluşana kadar devam eder. PN tipi maddenin ara yüzeyinde, yani eklem bölgesinde, P bölgesi tarafında negatif, N bölgesi tarafında pozitif yük birikir. Bu eklem bölgesine "geçiş bölgesi" ya da "yükten arındırılmış bölge" denir. Bu bölgede oluşan elektrik alan "yapısal elektrik alan" olarak adlandırılır. Yarı iletken eklemin güneş pili olarak çalışması için eklem bölgesinde fotovoltaik dönüşümün sağlanması gerekir. Bu dönüşüm iki aşamada olur, ilk olarak, eklem bölgesine ışık düşürülerek elektron-hol çiftleri oluşturulur, ikinci olarak ise, bunlar bölgedeki elektrik alan yardımıyla birbirlerinden ayrılır.
Yarı iletkenler, bir yasak enerji aralığı tarafından ayrılan iki enerji bandından oluşur. Bu bandlar valans bandı ve iletkenlik bandı adını alırlar. Bu yasak enerji aralığına eşit veya daha büyük enerjili bir foton, yarı iletken tarafından soğurulduğu zaman, enerjisini valans banddaki bir elektrona vererek, elektronun iletkenlik bandına çıkmasını sağlar. Böylece, elektron-hol çifti oluşur. Bu olay, pn eklem güneş pilinin ara yüzeyinde meydana gelmiş ise elektron-hol çiftleri buradaki elektrik alan tarafından birbirlerinden ayrılır. Bu şekilde güneş pili, elektronları n bölgesine, holleri de p bölgesine iten bir pompa gibi çalışır. Birbirlerinden ayrılan elektron-hol çiftleri, güneş pilinin uçlarında yararlı bir güç çıkışı oluştururlar. Bu süreç yeniden bir fotonun pil yüzeyine çarpmasıyla aynı şekilde devam eder. Yarı iletkenin iç kısımlarında da, gelen fotonlar tarafından elektron-hol çiftleri oluşturulmaktadır. Fakat gerekli elektrik alan olmadığı için tekrar birleşerek kaybolmaktadırlar.
Güneş pilleri pek çok farklı maddeden yararlanarak üretilebilir. Günümüzde en çok kullanılan maddeler şunlardır:
Kristal Silisyum: Önce büyütülüp daha sonra 200 mikron kalınlıkta ince tabakalar halinde dilimlenen Tekkristal Silisyum bloklardan üretilen güneş pillerinde laboratuvar şartlarında %24, ticari modüllerde ise %15’in üzerinde verim elde edilmektedir. Dökme silisyum bloklardan dilimlenerek elde edilen Çokkristal Silisyum güneş pilleri ise daha ucuza üretilmekte, ancak verim de daha düşük olmaktadır. Verim, laboratuvar şartlarında %18, ticari modüllerde ise %14 civarındadır.
Galyum Arsenit (GaAs): Bu malzemeyle laboratuvar şartlarında %25 ve %28 (optik yoğunlaştırıcılı) verim elde edilmektedir. Diğer yarı iletkenlerle birlikte oluşturulan çok eklemli GaAs pillerde %30 verim elde edilmiştir. GaAs güneş pilleri uzay uygulamalarında ve optik yoğunlaştırıcılı sistemlerde kullanılmaktadır.
Amorf silisyum: Kristal yapı özelliği göstermeyen bu Si pillerden elde edilen verim %10 dolayında, ticari modüllerde ise %5-7 mertebesindedir. Günümüzde daha çok küçük elektronik cihazların güç kaynağı olarak kullanılan amorf silisyum güneş pilinin bir başka önemli uygulama sahasının, binalara entegre yarısaydam cam yüzeyler olarak, bina dış koruyucusu ve enerji üreteci olarak kullanılabileceği tahmin edilmektedir.
Kadmiyum Tellürid (CdTe): Çok kristal yapıda bir malzeme olan CdTe ile güneş pili maliyetinin çok aşağılara çekileceği tahmin edilmektedir. Laboratuvar tipi küçük hücrelerde %16, ticari tip modüllerde ise %7 civarında verim elde edilmektedir.
Bakır İndiyum Diselenid (CuInSe2): Bu çokkristal pilde laboratuvar şartlarında %17,7 ve enerji üretimi amaçlı geliştirilmiş olan prototip bir modülde ise %10,2 verim elde edilmiştir.
Optik Yoğunlaştırıcılı Hücreler: Gelen ışığı 10-500 kat oranlarda yoğunlaştıran mercekli veya yansıtıcılı araçlarla modül verimi %17’nin, pil verimi ise %30’un üzerine çıkılabilmektedir. Yoğunlaştırıcılar basit ve ucuz plastik malzemeden elde edilir.
Cannae Muharebesi
Cannae Muharebesi, Kartaca ile Roma arasında yapılan II. Pön Savaşı'nın başlıca üç çatışmasından biridir. Bu muharebe, MÖ 2 Ağustos 216 tarihinde, güneydoğu İtalya'nın Cannae kasabası yakınlarında gerçekleşmiştir. Muharebe sonunda konsül Lucius Aemilius Paullus ve Gaius Terentius Varro komutasındaki Roma ordusu, Hannibal komutasındaki Kartaca ordusu tarafından imha edilmiş ve başta Capua olmak üzere birkaç şehir devletinin Roma ile bağları kopmuştur.
Daha önceki Trebia ve Trasimene yenilgilerinin acısını çıkartmak isteyen Roma, Kartaca ordusunun Güney İtalya yönündeki ilerleyişini Cannae’de karşılamak amacıyla harekete geçmiştir. Roma ve müttefiklerinin oluşturduğu yaklaşık 87 bin kişilik bir ordu, sağ kanadını Adriyatik denizine dökülen Ofanto ırmağına dayayarak düzen almıştır. Roma ordusu, süvari birliklerini kanatlara alarak ağır piyadelerini merkeze yığacak biçimde yerleşmiştir.
Roma ordusunun bu pozisyonu, Hannibal’in kanatlardan kuşatma taktiğini uygulaması için büyük bir fırsat yaratmıştır. Hannibal, en zayıf piyade birliklerini merkeze, süvarisini ise kanatlara yerleştirmiştir. Roma ordusunun merkezden saldırısında bu merkez kuvvetler kısa sürede çökmüş, Roma ordusu hızla merkezde oluşan boşluğa yığılmıştır.
Trebbia ve Trasimene yenilgilerinin ardından Roma Senatosu Fabius Maksimus’u, İtalya topraklarındaki Kartaca askerî varlığını sona erdirmek üzere diktatör olarak at |
amıştı. Fabius Maksimus, Roma ordusunda yeni düzenlemelere geçtiği gibi, Roma’nın Hannibal karşısındaki konseptini de (askeri literatürde konsept, bir karar merciinin, mücadelenin sürdürülüş biçimine ilişkin tüm düşünce ve tasarılarını kapsayan bir kavramdır) tümden değiştirmiştir.
Fabius Maksimus’un uyguladığı strateji, bugün Fabian Strateji olarak bilinen ve tarihte pek çok olayda izlenen ya da izlenmeye çalışılan bir stratejidir. Bu strateji, kabaca yıpratma savaşı ya da oyalama savaşı olarak da bilinir. Fabius Maksimus, sürekli olarak bir meydan savaşından kaçınmış, çeşitli vur-kaç taktikleriyle, erzak tedariki için hareket halindeki ikmal birliklerine, yayılmış kuvvetlerine saldırarak Hannibal’i yıpratmaya çalışmıştır. Hannibal ordusundaki süvari birliklerini etkisiz hale getirebilmek için dağlık bölgelerde harekâtı tercih etmiş, Hannibal kuvvetlerine sürekli saldırılar düzenlemiştir. Ne var ki yıpratma savaşı, uzun sürede sonuç alınabilecek bir stratejidir ve bu yüzden de iki yanı keskin bir kılıçtır. Fabius Maksimus’un bu tutumu, Roma’da kısa bir süre sonra sorgulanmaya, eleştirilmeye başlanmıştır. Roma senatosu ve halkı, onun izlediği bu stratejinin, İtalya kent ve köylerinin Hannibal tarafından yağmalanmasını önleyemediğinden yakınmaya başlamışlardır. Daha da kötüsü, Roma askerî gücünün Hannibal ordusunu İtalya topraklarında yenilgiye uğratamamasının, Roma’nın müttefiklerinin güvenini sarsacağını ve desteklerini çekerek Hannibal tarafına geçecekleri endişesinin yaygınlaşmasıydı.
Sonuç olarak Roma Senatosu Fabius Maksimus’un görev süresi dolunca, onu yeniden göreve getirmedi. MÖ 216 yılında Caius Terentius Varro ve Lucius Aemilius Paullus Konsül seçildiler.
MÖ 216 yılının baharında, Hannibal inisiyatifi tümüyle ele geçirmişti ve Cannae dolaylarında çok miktarda erzağa el koymuştu.
Hannibal’in bu manevrası Roma Senatosunda genel bir hezeyana yol açmıştır. Kriz katlanılmazlığı, sadece Kartaca ordusunun Roma topraklarından bir bölümü istila etmesi değil, aynı zamanda bu bölgenin sağladığı çok önemli kaynakların da Roma elinden çıkmasından kaynaklanmaktadır. Roma, bu duruma seyirci kalamazdı. Roma ordusunun Cannae’ye ilerleyerek Kartaca ordusuyla çatışmasına karar verilmiştir.
Roma siyasi geleneklerine göre, savaş sırasında her iki Konsül de ordunun kendi sorumlulukları altındaki bölümlerine komuta edeceklerdir ama, savaşa kadar tüm orduya dönüşümlü olarak birinin komuta etmesi gerekmektedir.
Cannae yönündeki yürüyüş sırasında, bir Kartaca birliği Roma ordusuna saldırısını, Varro’nun başarılı bir şekilde geri püskürtmesi Roma ordusunda belirgin bir güven duygusu oluşturmuştur.
Varro’ya göre daha soğukkanlı ve ihtiyatlı bir komutan olan Paullus, Varro’nun tersine Kartaca ordusuyla, Roma ordusunun sayı üstünlüğüne karşın açık arazide çatışmanın tehlikeli olacağına inanmaktadır. Paullus’un bu düşüncesi, Kartaca ordusunun süvari unsurları yönünden sayı ve hareketlilik yönünden avantajlarına dayanmaktadır.
Bu düşüncesine karşın son başarının Roma üzerindeki etkisi yüzünden Paullus kaçınık bir tutuma girememiş, nehir kıyısında orduya kamp kurdurmuştur.
Roma ordusunun komutasına ertesi gün Varro’nun geçeceğini haber alan Hannibal, rakibinin kişilik yapısını bilmektedir. Onun bu atılganlığından yararlanmak için süvari birliklerinden bir müfrezeyi nehirle Roma ordusu kampı arasına baskınlar düzenlemekle görevlendirir. Ertesi gün komutayı alan Varro, kampın su gereksiniminin tehdit altında olmasını kabullenemeyecek ve orduyu Hannibal üzerine harekete kaldıracaktır.
Roma ordusu, 70.000 Roma piyadesi ve 2.400 Roma süvarisiyle müttefiklerin göndermiş olduğu 4.000 süvari, 2.600 hafif ve 7.400 ağır piyade olmak üzere yaklaşık 86.400 kişilik bir kuvvettir. Kartaca ordusu ise 40.000 ağır piyade, 6.000 hafif piyade ve 8.000 süvariden oluşmaktadır.
Dönemin geleneksel meydan savaşlarında orduların pozisyon alışları, piyadenin merkezde, süvarilerin ise kanatlarda yer alması sistemine dayanmaktadır. Roma ordusu da bu geleneksel pozisyon alışı benimsemiş, ancak piyade hatlarını alışılmışın üstünde bir derinlikte düzenlemiştir. Varro’nun amacı bu derinliğin sayesinde Kartaca ordusunun merkez bölümünü kısa sürede dağıtmaktır. Trebia Savaşı’nda Roma piyadesinin Kartaca kuvvetlerinin merkezini yarışının daha geniş ölçekli bir uyarlamasını planlamaktadır. Birliklerini daha sıkışık düzende yerleştirerek daha sık saflar oluşturmuştur.
Varro, Kartaca ordusu ile nehri konumunun kendisine avantaj sağladığını düşünmektedir. Ona göre Kartacalıların gerisinde rahatlıkla manevra yapabilecekleri bir alan yoktur. Roma ordusu yeterince güçlü yüklendiğinde nehire kadar sürüp sıkıştırabilecek, böylece Kartaca ordusunda panik çıkabilecektir.
Varro, Hannibal’in önceki iki zaferinin de hile ve aldatmaya dayandığını düşünmektedir. Oysa Cannae’deki savaş alanı bütünüyle düz bir alandır, birliklerin gizlenebileceği, tuzak kurulabilecek engebeler yoktur.
Hannibal’in savaş düzeni ise yine geleneksel düzenleniştir. Fakat Hannibal, elindeki savaşçı unsurların savaş gücü ve yeteneği yönünden ayrım yaparak bir yerleşim seçmiştir. Savaşta daha disiplinsiz, daha gevşek davranacağını bildiği İspanyol ve Kelt savaşçıları tam merkeze yerleştirmiş, Kartaca piyadelerini de onların her iki yanına ve gerisine yerleştirmişti. Süvariler ise iki kanattadır.
Hannibal sol kanadının nehre dayanıyor olmasından endişe duymamaktadır. Tersine nehir, onun sol kanat açığını bir bakıma örtmektedir. Öte yandan Hannibal’e göre Roma ordusunun Cannae’ya hakim bir tepenin önünde ve sağ kanatlarını nehre dayalı olarak tertiplenişleri onlar açısından sıkışık bir durum yaratmaktadır, çekilme yapabilecekleri sadece sol kanatları yönü bulunmaktadır.
Hannibal’in seçtiği düzenlenişin iki avantajı daha vardır. Yüzünü doğuya dönük olarak dizilmiş olan Roma ordusu, sabah güneşinin gözkamaştırıcı etkisini karşısına almıştır ve güney doğudan esen rüzgar, savaş alanından kalkan tozu Roma ordusu üzerine sürecekdir.
İki ordu birbirine doğru ilerlerken Hanibal, merkezindeki İspanyol ve Kelt savaşçıları yavaşça ileri sürmüştür. Böylece hatları dış bükey bir şekil almıştır. İlerleyen Roma piyadesi ise ister istemez bu çıkıntının iki yanında kıvrılmış ve böylece iç bükey bir durum almıştır. İspanyol ve Kelt savaşçılar, ağır baskı altında gerilemeye başladığında Roma piyadesi de, giderek daha sıkışık bir durum alarak ilerlemiştir. Karşılarından esen rüzgarın getirdiği toz bulutlarının bunda etkisi olmuştur, Romalıların görüş alanı iyice daralmıştır.
Bu sırada kanatlarda, süvari birlikleri arasındaki çatışmalar da başlamıştı. Kartaca sağ kanadında sert çatışmalar olurken sol kanattaki İspanyol ve Kelt süvariler, Roma süvarisinin kanatlarını yararak onları kuşatmış ve kısa sürede saf dışı bırakmıştır. Bu süvari, geniş bir yay çizerek diğer kanada akmış, diğer kanattaki Roma süvarisine saldırmıştır. Bunun üzerine bu kanattaki Roma süvarisi dağılmıştır. Roma ordusunun süvari unsurlarının böylece saf dışı bırakılmasının ardından Kartaca süvarisi bu kez merkezde yığılmış olan piyadeye saldırmıştır. Bu arada Kartaca piyadesinin kanatlardaki birlikleri, açılan boşluktan ileri hareket ederek Roma ordusunun kanatlarını sarmıştır. Roma piyadesi açısından tam bir kuşatma durumu böylece ortaya çıkmıştır.
Savaşın bundan sonraki olayları, silahlarını kullanamayacak kadar bir araya yığılan Roma piyadesinin sistemli olarak kılıçtan geçirilmesi olmuştur.
Yunan tarihçi Polybius, (MÖ 203-120) Roma ordusunun piyade olarak 70.000 kayıp, 10.000 tutsak verdiğini, muhtemelen 3.000 piyadenin sağ olarak kurtulabildiğini yazmaktadır. Polybius’a göre Roma ordusunun süvari kaybı ise 6.000 kadardır. Sadece 370 süvari kurtulabilmiştir.
Romalı tarihçi Titus Livius (MÖ 59 – MS 17) ise, Roma ordusu kayıplarını 45.500 piyade ve 2.700 süvari olarak verir. Tutsakların sayısı ise 3.000 piyade, 1.500 süvaridir. Livius Kartaca kayıplarının ise 8.000 olduğunu yazmaktadır.
Cannae Muharebesi yenilgisi Roma açısından tam bir yıkım olmuştur. Trebia ve Trasimene Gölü Muharebelerinin kayıpları da eklenince Roma'nın savaşta kullanılabilir insan kaynaklarının neredeyse yüzde yirmisi erimişti. Daha önemlisi bu yenilgi üzerine, askeri ve siyasi baskıyla Roma “müttefiki” durumundaki Yunan siteleri, taraf değiştirdiler. Sicilya’daki ve Güney İtalya’daki Yunan siteleri, Roma’yla köprüleri attılar. Makedonya kralı 5. Philip, Hannibal’a destek sözü vermiştir. Böylece Cannae yenilgisi, Birinci Makedonya Savaşı’na giden sürecin ilk adımına yol açmıştı. Sarakuze sitesine bir kral atayan Hannibal, bu adada bir politik üstünlük elde etmiştir.
Hannibal’in süvari komutanı Maharbal, doğrudan Roma üzerine saldırmak görüşündedir. Ancak Hannibal, elinde etkili kuşatma silahı olmaması nedeniyle, Roma’yı kuşatmanın, kısa dönemde bir başarı getirmeyeceği görüşündedir. Bu durumda Roma’nın, eski müttefiklerinin desteğini yeniden kazanması olasıdır. Gerçekte Hannibal’in stratejisi, Roma ordularını İtalya’da yenilgiye uğratarak onu politik ve askeri bakımdan yalıtmak, yalnız bırakmaktır.
Zar (anlam ayrımı)
Zar birkaç anlamda kullanılır:
Mursallı, Ödemiş
Mursallı, İzmir'in Ödemiş ilçesine bağlı bir mahalle.
AEL (futbol takımı)
AEL 1964'te Larissa'da kurulmuş Yunan spor kulübü AEL'in futbol takımı. Tam adı 'Athlitiki Enosi Larisa' (Yenişehir Atletik Birliği)dir.
Kulübün iflasından sonra 2003'ten beri AEL 1964 adıyla sportif etkinliklerini sürdürmektedir.
Kulüp 1964 yılında dört yerel kulübün birleşmesi ile kuruldu: Iraklis (Larisa), Aris (Larisa), Toxotis Larisas ve Larisaikos. Çabucak birinci lige yükseldi. 1988 yılında şampiyon olsa da, her nasılsa kulüp zayıflamaya başladı ve 2000 yılında iflas ederek üçüncü lige düşürüldü.
Yine de, 2004-2005 mevsimini çok verimli geçiren kulüp, ikinci ligde şampiyon olurken ayrıca Yunanistan kupasında çeyrek finallere kadar yükseldi. 2005-2006 mevsiminden beri Yunan birinci futbol ligi Alpha Ethniki'de yarışmaktadır.
Alpha Ethniki şampiyonluğunu alan tek kırsal bölgenin takımı (örneğin Atina ve Selan |
ik gibi şehrin takımı değildir ) A.E.L.'dir.
İdeoloji teorisi
İdeoloji kuramı ya da teorisi, bir bilinç formasyonu olarak ideolojinin yapısı, işleyiş mekanizmaları, ideolojinin fonksiyonları ve öteki (toplumsal) bilinç biçimleriyle (bilim, felsefe, din vs.) ilişkileri ve ayrımlarını konu edinen ve kuramsal olarak bu alanı açıklamaya çalışan teorik çabaların toplamını ifade eder. Tek tek "ideolojilerle" ilgilenmektense, genel olarak "ideoloji" denilen şey ile ilgilenmektedir.
Birçok farklı ideoloji teorisi söz konusu olmakla birlikte, genel olarak bu alanda iki temel/ana eğilim olduğunu söyleyebiliriz. Destutt de Tracy'den itibaren ideoloji teorisi bu iki ana yönde önemli gelişmeler kaydetmiş ve her iki eğilim de önemli argümalar geliştirmişlerdir.
Bunlarda biri, ideolojiye "pozitif" yaklaşımdır, ki buna göre ideoloji "toplumsal bir bilinç biçimi olarak" zorunlu bir yapıdır ve doğruluk-yanlışlık meselesiyle ilgili degildir. Bu yaklaşım doğruluk-yanlışlık, ideoloji-bilim vs. noktasında ideolojiyi değerlendirmenin olanaklı olmadığını ileri sürer. İkinci yaklaşım bunun tam tersi olarak, meseleye epistemoloji düzleminde yaklaşmaktadır.Buna göre, ideoloji bir "yanlış biliş" meselesidir, yani yanlış bilinçtir. Dogal olarak bu yanılsamalı bilincin karşısına, hakikatın temsilcisi olan başka bir düşünce yapısı çıkarılır.Bilim-ideoloji ayrımının temeli de bir anlamda budur.
İdeoloji adlı kitabıyla,hem ideolojinin açıklanması hem de ideoloji teorisinin kapsam ve niteliginin ortaya konulmasında önemli bir calışma ortaya koyan Terry Eagleton'da, epistemolojik ideoloji anlayışı ve sosyolojik ideoloji anlayışı olarak iki ana geleneğin tarihini ortaya koymaktadır.Ilki, dogru-yanlış meselesine odaklanır, ideolojiyi yanılsama, yanlış biliş ve mistifikasyon bağlamında değerlendirir.İkinci yaklaşım ise, ideolojinin toplumsal rolü ya da işlevini ele alır ve değerlendirir.Eagleton, her iki yaklaşımın güclü ve zayıf oldukları yanları, etkileşimlerini ve içerdikleri kuramsal sorunlarını en ince detaylarına kadar göstermektedir bu çalışmasında.
Marksist ideoloji teorisinin belirgin bir şekilde (özellikle Marks'ın başlangıç metinlerinde ve buna dayanan Marksizm yorumlarında) ideolojiye yaklaşımın bu bağlamda durduğu söylenebilir. Marx'ın kuramsal çalışmasında farklı yönelimler gösterir ideoloji teorisi.Bunlar farklı Marksizmlerde ya da Marksizm-dışı değerlendirilmelerinde kendilerine belli bir alan bulurlar. Antonio Gramsci ve Louis Althusser gibi isimler, Marksist ideoloji teorisini ortodoks olmayan bir yönde gelişmeye zorlamışlardır ve önemli açılımlar (özellikle 20.yüzyilin ikinci yarisinda önemli olmak üzere) ortaya koymuşlardır. İdeolojinin epistemeoloji-dışı değerlendirilmesinde u iki isim oldukce belirgin bir yer tutarlar. Ama yine de temel tez, yani ideolojinin yanlışlıkla ilgi olduğu tezi devam etmektedir.Bu açıdan, ideoloji teorisinin özellikle Marx'a ve Marksizme çok şey borçlu oldugu görülür.
Karl Mannheim'ın İdeoloji ve Ütopya çalışması, ideoloji teorisi açısından öncü çalışmalardan birisidir. Hem konunun derlenip toparlanması hem de meselelere ışık tutulması bakımından bir temel kaynak sayılabilir. Epistemolojik ve epistemoloji-dışı ideoloji degerlendirmesinin izini süren ve bu eğilimlerin yürüttüğü tartışmalar doğrultusunda ideoloji teorisini belirgin bir çerçeveye oturtan, ilk olarak Karl Mannheim olmuştur.Bahsedilen bu iki ana eğilim, Marx'tan Foucault'ya gelindiğinde, yani bir anlamda Modernizm'den Postmodernizm'e ulaşıldığında birkaç yön değiştirmiş, başka bağlamlarda yeniden değerlendirilmiş ve her zaman önemini korumuştur. Psikanaliz, antropoloji ve dilbilim disiplerinin gelişiminden sonra ise, ideoloji teorisi, çok daha derinlikli bir yer edinmiştir.
İdeoloji teorisinin önemi, onun çok yönlü içerimleriyle ilgilidir esas olarak. Her zaman "disiplinlerarasılığı" şart koşan bir içeriktir bu. Ayrıca farklı "düşünce yapılarının" kesişim noktasında duran bir "kuramsal alana" tekabül etmektedir ideoloji teorisi ve gerçek önemi de buradan gelmektedir.Bilim-felsefe-ideoloji ve bunların alt-başlıkları olabilecek meselelerin tamamı, neredeyse, ideoloji teorisi başlığı altında değerlendirilmesi gereken meselelere dönüşmektedir. Değer yargıları, inançlar, bilgi, bilim, kimlik, Özne'lik, Din, Felsefe, Bakış açısı, Dünya görüşü, vb.türde kavram ve kategorilerin tamamı bir şekilde ideoloji ile ilişkilidir ve bu nedenle de "ideoloji teorisinin" içinde değerlendirilmeye tabi tutulurlar.
Ayrıca, hem ideoloji teorisinin bütün bir tarihi seyrini ve tartışmalarını kavramak ve hem de özgün bir ideoloji teorisi ile karşılaşmak üzere bakınız:
Bad (albüm)
Bad, Amerikalı sanatçı Michael Jackson'ın yedinci stüdyo albümüdür. Albüm, Jackson'ın önceki stüdyo albümü ve dünyanın en çok satan albümü unvanına sahip "Thriller"dan beş yıl sonra, 31 Ağustos 1987'de Epic/CBS Records etiketiyle yayımlandı. "Bad" tüm dünyada otuz milyondan fazla sattı ve bu miktarın sekiz milyon kadarı yalnızca Amerika Birleşik Devletleri'nde satıldı. Dünyada tüm zamanların en çok satan albümlerinden biri olan "Bad", Amerikan müzik tarihinde beş single'ı Amerikan müzik listesinin bir numarasına yerleşen ilk ve tek albümdür. Jackson'ın önceki çalışmalarına benzer şekilde bu albüm de R&B, pop ve rock unsurları içermektedir.
"Bad" 1987 yılında kaydedildi. Sözler genellikle paranoya, aşk ve kendini geliştirmek hakkındadır. "Bad", Jackson'ın en iyi müzik projelerinden biri olması ve solo kariyerinde yükseliş sağlamasının yanı sıra, Jackson'ın 1980'lerin en başarılı sanatçılarından biri olma unvanını sağlamlaştırıldı. Albümün ticari başarısına rağmen, "Thriller" ile karşılaştırıldığında daha az başarılı olarak görülebilir.
"Bad" albümündeki on bir şarkıdan onu single olarak yayımlandı. Biri promo single oldu ve bir diğeri Kuzey Amerika dışında yayımlandı. Albümde Jackson'ın Epic'ten çıkan önceki iki albümüne ("Off the Wall" ve "Thriller") göre sanatsal anlamda daha özgür olduğu gözlemlenmektedir. "Bad"de yer alan on bir parçadan dokuzunu Jackson besteledi ve tüm albümün ikinci prodüktörü olarak görev yaptı. Albüm, 80'lerin sonlarında Jackson'ın ticari başarısını devam ettirdi ve aday olarak gösterildiği altı Grammy'den ikisini kazandı. Ticari başarısının yanı sıra dönemin eleştirmenlerinden de olumlu yorumlar aldı. "Bad" albümü 2009'da VH1'ın düzenlediği "MTV Neslinde Tüm Zamanların En Büyük 100 Albümü" listesinde kırk üçüncü sırada yer aldı. Ayrıca "Rolling Stone" dergisinin Tüm Zamanların En Büyük 500 Albümü Listesi'nde 202. sıradaydı. Albüm, Jackson ile yapımcı Quincy Jones arasındaki son iş birliğidir.
Jackson, kariyerinin büyük bölümünde The Jackson 5'ın bir üyesiydi. Bu dönemde ona ve kardeşlerine kendi projeleri için şarkı yazmalarına izin verilmiyordu. Jackson, grubun hâlen üyesi olduğu dönemde solo projelere yöneldi ve "Off the Wall" (1979) ve "Thriller" (1982) gibi başarılı stüdyo albümlerinde yaratıcılık anlamında daha özgür oldu. Bu durum "Bad" albümünün müziğine de yansıdı.
Jackson'ın önceki albümlerinden "Off the Wall", eleştirmenlerden olumlu yorumlar aldı. Ticari anlamda da başarı yakalayan albüm, tüm dünyada yirmi milyon sattı. Jackson'ın sonraki stüdyo albümü "Thriller", selefi gibi eleştirel ve ticari alanda başarılı oldu. "Thriller" albümünün dünya çapında yüz milyon kopya sattığı bilinmektedir ve 1980'lerde piyasaya çıktığından bu yana en çok satan albüm unvanına sahiptir.
"Bad", Jackson'ın The Jackson 5'dan ayrıldıktan ve "Thriller"dan beş yıl sonra yayımladığı ilk stüdyo albümüdür.
"Bad", Jackson ile Quincy Jones'ın üçüncü ve son iş birliğidir. Albümün prodüksiyonunu Jones ve Jackson ortak üstlendi. Jackson, albüm için ilk demoları 1984'te The Jackson 5 ile birlikte çıktığı Victory Tour'dan birkaç ay sonra kaydetmeye başladı. Kayıtlar 5 Ocak – 9 Temmuz 1987 tarihleri arasında gerçekleşti.
Jackson albüm için altmış şarkı yazdı ve otuzunu kaydetti. Bunların tümünü üç disklik bir set hâlinde yayımlamak istedi. Jones on parça içeren tek LP olmasını önerdi. Albümün CD baskısı yayımlandığında, "Leave Me Alone" adında on birinci bir bonus parça içeriyordu ve bu parça, sonradan single olarak yayımlandı. Jackson albümdeki on bir parçadan dokuzunu yazdı. Diğer yazarlar ise "Just Good Friends"i yazan Terry Britten ve Graham Lyle ve "Man in the Mirror"ı yazan Siedah Garrett ve Glen Ballard'dır.
"Bad"in Jackson ve Prince arasında bir düet olması öngörülmekteydi. Albümde konuk olacak diğer sanatçılar arasında Whitney Houston, Aretha Franklin ve Barbra Streisand da yer almaktaydı; ancak bu düetlerin hiçbiri gerçekleşmedi. Albümdeki şarkıların sözleri genelde aşk ve paranoya üzerinedir; özellikle paranoya Jackson'ın önceki albümlerinde de sıklıkla kullandığı bir konudur. Allmusic, "Bad" albümünün Jackson'ı "stüdyo zanaatını artırarak ve özellikle Thriller'ın her bölümünden birşeyler alarak, daha derin hard rock, daha derin duygusal çağdaş müzik, daha derin sert dansa taşıdığını" belirtti.
"Dirty Diana" eleştirmenler tarafından "kadın düşmanı" olarak görüldü. Şarkının sözleri bir seks avcısı hakkındadır. "Billie Jean"in "karanlığını" hedeflemek yerine, bir cinsel meydan okumanın endişeli eşit ilgisini taşımakta, kabul etme ya da reddetme şansı tanımaktadır. "Leave Me Alone" "paranoyak bir marş" olarak nitelendirildi. "Açık sözlü bir kişisel bağlılık sadakati vaazi" veren "Man in the Mirror"ın Jackson'ı "bir adım ileriye" taşıdığı düşünülmektedir. Bu durum şarkının sözlerinde de görülmektedir: "Aynadaki adamla başlıyorum/Ondan huylarını değiştirmesini istiyorum/Ve hiçbir mesaj daha net olamazdı/Eğer dünyayı daha iyi bir yer yapmak istiyorsan/Kendine bir bak ve sonra değişiklik yap." "Speed Demon"ın sözleri sürat yapmak hakkındadır. "Bad" "övüngen" sözleriyle "Hit the Road, Jack"ten koparılmış bir ilerleyiş olarak görüldü.
"Liberian Girl"ün sözleri içerdiği "sevilen birinin varlığına duyulan minnet" konusuyla eleştirmenlerce "parıltı" olarak değerlendirildi. "Smooth Criminal"ın müziği "Thriller"ın "patlamış mısır kıtırtısı tavrıyla" benzerlik g |
östermektedir. Şarkı, Jackson'ın insanları "film, esinlendiği rüya, aydınlattığı uyanık dünya gibi bazı gerçeklerin kenarında olduklarını fark ettiren serbest stilli dili"ne bir örnek teşkil etmektedir. Siedah Garrett ile bir düet olan "I Just Can't Stop Loving You", temelde parmak şıklatma ve timpani içermektedir. Stevie Wonder ile bir düet olan "Just Good Friends", eleştirmenler tarafından başlangıcı güzel bir şarkı olarak nitelendirildi, ancak sonradan "çene titreten bir keyiflilik" getirdiği belirtildi. "The Way You Make Me Feel"in müziği blues armonileri taşımaktadır. "Another Part of Me"nin sözleri "biz" diyerek birleşik olmak hakkındadır.
Jackson, "Bad" albümünün çıkmasından önce, pazarlama avantajını "Thriller" albümü döneminden daha fazla kullandı. "Bad"in çıkmasından bir yıl önce medyanın ilgisini çekmek için, albümün kayıtları sürdüğü sıralarda "Captain EO" adında bir kısa film yayınladı. Jackson'ın bir uzay gemisinin kaptanını canlandırdığı filmin yapımcısı George Lucas ve yönetmeni Francis Ford Coppola'dır. "Bad" albümünü yayımladığı dönemde, hayatına dair "The Magic Returns" adlı bir film çekti ve bu film, CBS'te yayınlandı. Belgeselin sonunda, kanal Wesley Snipes'ın da rol aldığı "Bad" kısa filmini yayınladı. Frank DiLeo gibi isimlerce idare edilen pazarlama stratejisi, Jackson'ın Bad World Tour döneminde çektiği bir kısa filmi de kapsadı. "Moonwalker" adını taşıyan bu filmde "Bad" albümünde yer alan "Speed Demon", "Leave Me Alone", "Man in the Mirror" ve "Smooth Criminal" gibi şarkıların performanslarına yer verildi. Son ikisi filmin sonunda ayrı videolar olarak yer aldı. Jackson ayrıca kendi hayatını anlatan bir kitap kaleme aldı ve "Moonwalk" adıyla albümden bir yıl sonra piyasaya çıktı. Jackson'ın albüm için çıktığı turne de 125 milyon dolar hasılat elde ederek büyük bir ticarî başarı kazandı. Jackson, pop süperstarı unvanını korusa da, albümün satış rakamlarının "Thriller"a göre daha düşük olması, medyada "Bad"in bir "hayalkırıklığı" olarak gösterilmesine yol açtı.
Jackson'ın bu albümü yayımladığı dönemde, önceki albüm "Thriller" milyonlarca kopya satmıştı, bu da "Bad" ile ilgili beklentileri artırdı. 26 Eylül 1987'de "Bad", "Billboard" 200 listesine bir numaradan giriş yaptı. Albüm, sonraki altı hafta boyunca listenin zirvesinde yer aldı. "Bad", 26 Eylül 1987'de üç numaradan giriş yaptığı "Billboard" R&B/Hip Hop Albums listesinde, sonraki hafta birinci sıraya yerleşti. On bir hafta boyunca listenin zirvesinde yer alan albüm, 19 Aralık 1987'de yerini Stevie Wonder'ın "Characters" albümüne bıraktı. Sonraki hafta tekrar zirveye yerleşen "Bad", dört hafta sonra yerini bir kez daha Wonder'ın albümüne bıraktı. Recording Industry Association of America (RIAA), Amerika Birleşik Devletleri'nde sekiz milyon kopya satışına ulaşan albümü sekiz kez platin plak ile ödüllendirdi.
"Bad" albümü uluslararası alanda ticarî başarı yakaladı. Birleşik Krallık'ta, yayımlandıktan sonraki ilk beş gün içinde 500.000 adet satan albüm, bugün 3.9 milyonluk satış rakamı elde ederek 13 kez platin plak kazandı ve Jackson'ın bu ülkede en başarılı ikinci albümü unvanına sahip oldu. Albüm; Kanada, Japonya, Birleşik Krallık, İsviçre, Yeni Zelanda, Avusturya, İsveç ve Norveç albüm listelerine bir numaradan giriş yaptı. İtalya listesine üç; İspanya, Meksika ve Avustralya listelerine on üç ve Porto Riko listesine ise yirmi ikinci sıradan girdi. "Bad" dünya çapında ülkelerde çeşitli sertifikalar aldı. Albüm, 700.000 sattığı Kanada'da Canadian Recording Industry Association tarafından yedi kez platin plak ile ödüllendirildi. Avrupa'da bir milyon kopya ile ve Hong Kong'dan yirmi bin kopya ile International Federation of the Phonographic Industry (IFPI)'den platin plaklar kazandı. Tüm dünyada günümüze dek otuz milyon satan "Bad", Jackson'ın "Thriller" ve "Dangerous"dan sonraki en başarılı üçüncü albümüdür.
İlk single "I Just Can't Stop Loving You", albümün "Billboard" Hot 100'de bir numaraya yükselen beş şarkısından ilkiydi. 19 Eylül 1987'de listede bir numara olan şarkı, "Billboard"un Hot R&B/Hip-Hop Songs listesinde bir ve Adult Contemporary listesinde iki numaraya yükseldi. Uluslararası listelerde ise, Birleşik Krallık'ta iki hafta ve Norveç ile Yeni Zelanda'da dokuzar hafta bir numarada kaldı. Albümle aynı adı taşıyan ikinci single 16 Ekim'de "Billboard" Hot 100'de liste başı oldu. İspanya listelerinde de zirveye oturmasının yanı sıra, dünya çapında birçok listede ilk ona girdi. "The Way You Make Me Feel", "Billboard" Hot 100'de bir numara olan üçüncü single oldu. Dünya listelerinde ilk ona ve ilk yirmiye girmeyi başardı. "Man in the Mirror", "Billboard" Hot 100'de zirve olurken, Yeni Zelanda'da dört, Avustralya'da sekiz ve Avusturya'da on numaraya ulaştı. 2 Temmuz 1988'de "Dirty Diana", Hot 100'de bir numaraya ulaşan son single oldu. Uluslararası alanda da başarılı olan şarkı, sekiz ülkenin listesinde ilk ona girme başarısı gösterdi.
"Another Part of Me", Hot 100'de on bir numarada kalırken; R&B/Hip Hop listesinde zirveye yerleşti. Önceki singlelarla karşılaştırıldığında dünya listelerinde daha düşük bir başarı grafiği sergileyen "Another Part of Me"; Hollanda'da beş, Yeni Zelanda'da on dört ve Fransa'da otuz iki numaraya yükseldi. "Smooth Criminal", Hot 100'de ilk ona giren altıncı single olmayı başarırken; dünya listelerinde de benzer bir başarı göstererek beş ülkede ilk ona ve diğer birçok ülkenin listesinde ilk kırka girmeyi başardı. Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada dışında piyasaya sürülen "Leave Me Alone", İspanya listesinde bir numara olurken; diğer beş ülkede ilk ona girdi. Albümün son resmî single'ı "Liberian Girl" oldu. "Billboard" Hot 100'e girmeyi başaramayan şarkı; dünya listelerinde genellikle ilk yirmi içinde seyretti.
"Bad" müzik eleştirmenlerinden genellikle olumlu yorumlar alırken; kimisi albümün "Thriller" kadar başarılı olamadığını belirtti. Allmusic yazarı Stephen Thomas Erlewine, Jackson'ın "Bad"deki yaklaşımının "Thriller"daki ile aynı olduğunu "selefinin basit formülü, çok az uzat ve dışa taşı" sözleriyle savundu. Albüme beş üzerinden dört yıldız veren Erlewine, "mekaniğin "hook"lar ve gösteriş ile kabul edilebilir olduğunu kanıtlayan şarkılarla yankılanan "Bad", biraz kendini aşmış müzik yerine zamanının insan yapımı bir eseri olduğunu hissettiriyor. "Rolling Stone" dergisi yazarı Davitt Sigerson, "'Billie Jean' gibi kilometre taşı sayılacak bir kayıt içermese de "Bad", "Thriller"dan daha iyi" dedi. "Biz"in "Bad" albümünde "dolgu" bir içerik olduğunu savunan Sigerson; "Speed Demon", "Dirty Diana" ve "Liberian Girl" gibi şarkıların "Bad"i ""Thriller"ın unutulabilirlerinden daha zengin, daha seksi ve daha iyi hâle getirdiğini" ifade etti.
Albüme "B+" veren müzik eleştirmeni Robert Christgau, albümdeki "dehaya en yakın şeyin 'Leave Me Alone' parçası olduğunu ve parçanın mükemmel dansı ve altmetin ile şarkıya eşlik etmeyi baltaladığını" yazdı. Yahoo! Music yazarı Jennifer Clay, "Bad" albümü iyi olsa da, ""Thriller"ın derecesinde değil" dedi. "The New York Times" yazarı Jon Pareles "Bad" için "parıltılı ve uçlarda biraz acayip yüksek teknoloji bir dans kaydı" yorumunu yaptı. Parales ayrıca "Bad"in "dakikaya bağlı gibi geldiğini" ve "temiz ve sağlam bir tekme taşıyabilen karışık synthesizer temelli aranjmanlara" sahip olduğunu vurguladı. "Los Angeles Times"dan Richard Cromelin, albümün "kötü olmadığını ve "Thriller"ın tepe ve vadilerinden ziyade "Off the Wall"un üniforma gücünü anımsattığını" belirtti. Ayrıca, Jackson'ın "kalmak istediği yaratıcılık seviyesi bu albümse, bunun bir hayalkırıklığı olacağını ifade etti.
"The Washington Post"dan Richard Harrington "Bad"'den "Thriller"a beklentilere ilişkin, "prime-time tanıtımı sansasyonel olmasına karşın albüm, satış rakamlarıyla değil müziğiyle değerlendirilmek için yalvarıyor" yorumunu yaptı. Harrington, albüm "Thriller" öncesi beklentilere ulaşamasa da, ""Bad"i "Off the Wall" ile karşılaştırmanın çok daha adil olacağını" belirtti. "Bad" albümü için "çok iyi bir kayıt" ve "Jackson'ın harikulade vokal performanslarıyla birlikte tertemiz üretilmiş" yorumunu yaptı. "USA Today"den Edna Gundersen, "Bad" için "Jackson'ın bugüne kadarki en gösterişli çabası" ve "hesaplanmış ama steril değil" dedi. "Orlando Sentinel" yazarı Thom Duffy, albümdeki parçaların "eski müzikal köklerine çektiğini" ifade etti. "Bad" albümü altı Grammy Ödülü'ne aday gösterildi ve iki ödül kazandı. 1988'de Yılın Albümü, En İyi Erkek Pop Vokal Performansı, En İyi Erkek R&B Vokal Performansı ve sonraki yıl "Man in the Mirror" ile Yılın Kaydı ödülüne aday gösterildi. "Bad", 1988'de En İyi Tasarlanmış Albüm - Klasik Olmayan ve 1990'da "Leave Me Alone" ile En İyi Kısa Metraj Video Klip ödüllerini kazandı.
"Bad", Amerikan müzik tarihinde beş single'ı Amerikan müzik listesinin bir numarasına yerleşen ilk ve tek albüm olarak tarihe geçti. "I Just Can't Stop Loving You", "Bad", "The Way You Make Me Feel", "Man in the Mirror" ve "Dirty Diana" parçaları ABD listesinde bir numara oldu. MTV'den Jayson Rodriguez, "ikiz bombardımanlar "Off the Wall" ve "Thriller", çoğu için kolay bir iş değildi, ancak Jackson'ın 1987'de çıkan devam albümü "Bad", her durumda müthişti." dedi ve "albüm, "Thriller" gibi satış rekortmeni olmadığı için eleştirmenler tarafından haksız yere dışlandı ve bu "Bad" dönemi boyunca Jackson'ın vokal hıçkırıkları ile kekelemeli "shamone"ları; müziğinde ve duyguları yükselten ve aydınlatan sözlerinde ana unsur hâline geldi." şeklinde devam etti. "Rolling Stone", "Bad"i görmenin en iyi yolunun "Thriller"ın devamı olarak bakmamak olduğunu belirtti. 2009'da VH1 albümle ilgili olarak şunları yazdı:
"New York Daily News" yazarı Jim Farber "Bad" albümünde Jackson'ın "bugüne kadarki en düzgün çalışmasını ortaya koymak için önceki iki albümünün tuhaflıklarını düzene soktuğunu" ifade etti. "The Daily Telegraph"dan bir yazar, ""Bad" dünya çapında ticarî başarı elde etmiş olsa da; Jackson'ın dev ve yorucu dünya turnesine rağmen, albümün "Thriller"la karşılaştırıldığında kaçınılmaz biçimde |
başarısız olduğunu" savundu. 2009'da bir "The Miami Herald" yazarı "Bad"in yayınlanmasıyla ilgili olarak "tarihin en heyecanla beklenen albümü" yorumunu yaptı. "People" dergisi yazarı Stephen M. Silverman, albümü "Jackson'ın popülaritesi kayma göstermeye başladığı" dönem olarak tanımladı.
Kasım 2006'da The Official Charts Company, "Bad" albümünün 3.5 milyon kopya ile İngiltere müzik tarihinin en çok satan dokuzuncu albümü olduğunu tespit etti; "Bad", Jackson'ın "Thriller" albümünün ardında yer aldı. "Bad", Jackson'ın çıkardığı diğer albümleriyle birlikte tüm zamanların en çok satan albümlerinden biridir. 2003'te albüm, "Rolling Stone" dergisinin yayınladığı Tüm zamanların en büyük 500 albümü listesinde 202. sırada yer aldı. Albüm ayrıca "Ölmeden Önce Dinlemeniz Gereken 1001 Albüm" adlı kitapta da yer aldı. 2009'da VH1, albüme "MTV Neslinde Tüm Zamanların En Büyük 100 Albümü" listesinde 43. sırada yer verdi. Albümdeki şarkılar 1980'lerin sonlarından itibaren çok kez çeşitli sanatçılar tarafından yeniden yorumlandı veya parodisi yapıldı. Önemli cover'lar arasında Alien Ant Farm'ın "Smooth Criminal" ve Shakaya'nın "The Way You Make Me Feel" yorumu bulunmaktadır. Önemli parodilerden biri de daha önce Jackson'ın "Beat It" parçasının parodisini yapan "Weird Al" Yankovic'in 1988'de yayınladığı ve aynı yıl En İyi Konsept Video Klip dalında Grammy kazanan "Fat"tir.
Bilgiler albüm kitapçığından alındı.
Çiftehavuzlar, Kadıköy
Çiftehavuzlar, İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Kadıköy ilçesi sınırları içinde bulunan bir semt.
Güneyde Sahil Yolu (Caddebostan Plajı) ve Marmara Denizi, kuzeyde Çemenzar, doğuda Göztepe ve Fenerbahçe ve batıda da Selamiçeşme ile komşudur. En işlek caddesi, Bostancı'ya kadar uzanan Cemil Topuzlu Caddesi'dir. Küçük bir semt olmasına karşın, semtte birçok lise ve hastahane bulunur. Fenerbahçe Lisesi, 50. Yıl Tahran Anadolu Lisesi, Feridun Tümer ÇP Anadolu Lisesi ve VKV Amerikan Hastahanesi semtin sınırları içerisinde bulunur.
Yolun üst tarafında mandıra, alt tarafında ise sebze bahçesi bulunurdu. Mandıranın yukarısından, belki de kaynağı Davut Paşa Kışlası'nın içinde olan bir su akardı. Bu su, hem mandırayı hem de oradaki bahçeleri beslerdi. Aşağıda, şimdilerde büyük kısmı otopark olarak kullanılan geniş tarlada iki havuz bulunurdu. Bu havuzlar kaynaktan gelen suyla dolu olur ve havuzlardaki su kanallardan geçerek türlü sebzeyi sulardı. Ahali evine marulu, kıvırcığı, lahanayı buradan götürürdü. İşte bu iki havuzdan mahalleye "Çiftehavuzlar" adı kaldı. 1970'li yıllardan önce semtte müstakil evler daha yaygındı. Fakat daha sonraki yıllarda yerlerini lüks apartmanlar aldı. Celâl Bayar, Kemal Sunal ve Ekrem Bora gibi çeşitli kişiler yerleşim yeri olarak semti tercih etmişlerdir.
Süleyman Efendi
AS Nancy
Association Sportive Nancy-Lorraine, Ligue 1'de mücadele eden Fransız futbol kulübü. 1910 yılında Nancy'de kurulmuştur. Renkleri kırmızı ve beyazdır. Karşılaşmalarını Stade Marcel Picot stadında yapmaktadır.
"5 Ağustos 2012 itibarıyla"
"14 Ocak 2011 itibarıyla"
Moskova Oblastı
Moskova Oblastı (), Rusya'yı oluşturan 88 federal bölgeden biridir. Resmi kuruluşu 14 Ocak 1929 olan Moskova Oblastı, Rusya'nın nüfusu en kalabalık federal bölgesidir. 2002 sayımına göre nüfusu 6.618.538 dir. 45.900 kilometrekarelik alanıyıla Rusya'nın nüfus yoğunluğu en yüksek olan bölgelerinden biridir. Metalurji, petrol rafineleri, gıda, enerji, kimya ve ağır sanayi tesisleriyle gelişmiş bir endüstriyel alt yapıya sahiptir.
Serpil Çakmaklı
Serpil Çakmaklı, (19 Mayıs 1962) Türk sinema oyuncusu.
Serpil Çakmaklı, Eskişehir'de doğdu. Gerçek adı Şener Dönmez'dir. Sinemadan önce mankenlik yaptı. 1980'li yılların başında TRT televizyonunda yayınlanan Alçaktan Uçan Güvercin adlı mini dizi filmle üne kavuştu. Birçok sinema filminde rol aldı. İlki 16 yaşında olmak üzere üç evlilik yaptı.Sahnelerde solistlik de yapan Çakmaklı 4 albüm çıkardı.
Ludwig Rellstab
Heinrich Friedrich Ludwig Rellstab (13 Nisan 1799 Berlin; - 27 Kasım1860 Berlin) Alman gazeteci, müzik eleştirmeni ve şair.
Beethoven'in, 14. do diyez minör, Op. 27 No. 2 sonatına 'Ayışığı' adını veren kişi.
Yaşam
Yaşam ya da hayat; biyolojik açıdan, kimyasal reaksiyonlar veya bir dönüşümle sonuçlanan başka olaylar gibi bazı biyolojik süreçler gösteren organizmaların bir özelliğidir. Organik maddeler gelişme ve üreme yeteneklerine sahiptir. Bazı canlılar birbirleriyle iletişim ya da bildirişim kurabilirler ve birçok canlı iç değişimler geçirerek çevrelerine uyum gösterebilirler. Yaşam bir başka tanımla anlatılacak olursa, canlılık niteliği taşıyan varlıkların hepsinin yaşadıkları süre boyunca kazandıkları deneyimler ve yaşayışlarının bütünüdür. Yaşamın fiziksel bir özelliği negatif entropi ilkesine tabî oluşudur.
Biyoloji (Dirimbilim) veya Canlı bilimi, canlıları inceleyen bir bilim dalıdır. "Biyologlar", tüm canlıları; tüm gezegeni kaplayan küresel boyuttan, hücre ve molekülleri kapsayan mikroskobik boyuta kadar onları etkileyen önemli dinamik olaylarla birlikte inceleyen, biyoloji bilimiyle uğraşan kişilerdir. Birçok süreci bünyesinde barındıran hayâtî süreçlerden kimileri: enerji ve maddenin işlenmesi, vücudu oluşturan maddelerin sentezlenmesi, yaraların iyileşmesi ve tüm organizmanın çoğalmasıdır.
Hayatın gizemleri, tarihteki tüm insanları etkilediğinden; insanın fiziksel yapısı, bitkiler ve hayvanlar hakkındaki araştırmalar tüm toplumların tarihlerinde yer bulur. Bu kadar ilginin bir kısmı, insanların hayata hükmetme ve doğal kaynakları kullanma isteğinden gelmektedir. Soruların peşinden koşmak, insanlara, organizmaların yapıları hakkında bilgi kazandırdı ve de yaşam standartları, zamanla yükseldi. İlginin bir diğer kısmı ise, doğayı kontrol etme isteğinden çok, onu anlama isteğinden gelmektedir. Bu araştırmaların ilerletilmesi, bizim Dünya hakkındaki düşüncelerimizi değiştirmiştir.
Canlıların içerisinde yaşam soyutlamasını yapabilen ve kendi yaşamını anlamlandırmaya çalışan tek türün homo sapiens olduğu kabul edilir. Günümüze dek pek çok filozof yaşamı farklı bakış açılarıyla tanımlamaya, açıklamaya çalışmıştır. Yaşamın anlamı üzerine birçok tartışma sürdürülmüştür. Örneğin spiritüalistlere göre yaşamın amacı ruhsal tekamüldür. Bununla birlikte, kimilerine göre yaşamın bir anlamı olması gerektiği kuşkuludur.
Aristo canlının, cansız maddelerden kendiliğinden oluştuğuna inanmaktaydı. Bu görüşe göre döllenmiş yumurtada, kum tanelerinde, çamurda, havada kısaca her yerde canlılığı ve çeşitliliği sağlayan aktif öz (aktif prensip) bulunmaktaydı. Bu aktif öz hava ile etkileşime girerek uygun koşullarda canlıyı meydana getiriyordu. Yani canlı, cansız maddelerden birdenbire, her an meydana gelebiliyordu. İlk canlı basit veya kompleks yapılı olabilirdi.
Doğa bilimlerinde abiyogenez, "yaşamın kökeni" sorusu, yeryüzünde yaşamın canlı olmayandan nasıl gelişebildiğinin araştırılmasıdır. Bilimsel uzlaşmaya göre abiyogenez 4,4 milyar yıl öncesi ile 2,7 milyar yıl arasında meydana gelmiştir. Bu zaman aralığının başı olan 4,4 milyar yıl öncesi, su buharının sıvılaştığı zamandır. 2,7 milyar yıl öncesi ise, sabit karbon (C ve C ), demir (Fe, Fe, ve Fe) ve kükürt (S, S, S, ve S) izotop oranlarının mineral ve çökeltilerin biyolojik kaynaklı olduğuna , biyolojik göstergelerin ise fotosenteze işâret ettiği zamandır. Bu konu aynı zamanda, Büyük Patlama'dan beri evrenin 13,7 milyar yıllık gelişimi sırasında gerçekleşmiş olabileceği düşünülen, güneş sistemi veya Dünyâ dışından yaşamın kaynaklandığını öne süren panspermia ve dış kaynaklı ("eksojen") kuramlarını da içermektedir.
Yaşamın kökeni çalışmaları biyoloji ve insanın doğal Dünyâ'yı anlaması üzerinde çok büyük etkisi olmasına rağmen sınırlı bir araştırma alanıdır. Bu sâhâdaki ilerlemeler, araştırılan sorunun önemi yüzünden birçok insanın ilgisini çekse de genellikle yavaş ve aralıklıdır. Önerilen birçok kuram içinde demir-kükürt kuramı (önce metabolizma) ve RNA Dünyâsı Hipotezi (önce genler) en çok rağbet görenlerdir.
Biyogenez, başka yaşam biçimleri doğuran yaşam biçimi işleyişidir. Örneğin bir örümcek yumurtlayarak başka bir örümcek meydana getirir.
Terim aynı zamanda, yaşamın uygun koşullar altında canlı olmayandan üreyebileceğini, henüz bu koşullar bir bilinmez olarak kalsa da, savunan abiyogenez varsayımının tersine, bir canlı maddenin sadece canlı bir maddeden üreyebileceğini iddia eden varsayım için de kullanılmaktadır.
Bu görüşe göre ilk canlı dünya dışında, yani başka bir gezegende oluşmuştur. Daha sonra bu canlıların spor ya da tohumları gök taşları ile dünyaya taşınmış ve canlılık başlamıştır. Bu hipotez yaşamın uzayda nasıl başladığı ve uzayda başlayan yaşamın dünya'ya ulaşana kadar uzaydaki canlı yaşamı için zararlı olan koşullardan etkilenmeden nasıl dünyaya ulaştığı konularına açıklık getiremez.
Bu görüşe göre, ilk canlı kendi besinini üreten ototrof bir canlıdır. Bunlardan da diğer canlılar meydana gelmiştirler. Ototroflar yapısal bileşikleri ve enerji gereksinimleri için fotosentez veya kemosentez yolu ile inorganik moleküllerden organik moleküller üretirler. Buna göre ototroflar gelişmiş canlılardır. Gelişmiş enzim sistemleri olması gerekir. Ancak bu durum evrim teorisine terstir.
Heteretrof görüşü, abiyogenez hipotezinin daha geliştirilmiş bir türevi olup evrim teorisinin kökenini aldığı hipotezdir. Bu hipotez ilk canlının cansız maddelerden uzun süren kimyasal evrim sonrasında özel çevre koşullarında oluştuğunu ve kendi besinini kendisini yapamayan basit bir canlı olduğunu öne sürer. İlk canlı, enerji gereksinimlerini karşılamak için gerekli organik molekülleri dış çevreden hazır alan, tüketici bir canlıdır.
Hetetrof görüşüne göre, ilk canlı oluşmadan önce milyarlarca yıl süren kimyasal evrim olmuştur. Bunu biyolojik evrim olan canlıların oluşumu ve değişimi dönemi izlemiştir.
Hetetrof görüşü evrim teorisine uygundur. Evrim teorisine göre proteinlerin bir kısmı enzim olarak iş görmüş ve oluşan enzimler diğer moleküllerin oluşumunu hızlandırmıştır. Bu ortamda oluşan nü |
kleik asitler, proteinler ile kümeler oluşturarak nükleoproteinleri oluşturmuştur. Nükleoproteinlerde önce koaservat adı verilen ön hücrelere, sonra da kendi kopyalarını yapabilen basit canlılara dönüşmüştürler. Hetetroflardan otoroflar gelişmiştir. Fotosentez sonucu atmosferde oksijen birikmesi ile oksijenli solunum yapan canlılar oluşmuştur.
Canlı oluşmadan önce inorganik maddelerden organik maddeler evrimleşmiştir. İlk atmosferde serbest oksijen gazı yoktu. Oksijen, su ve diğer oksitlere bağlı durumda idi. Canlılar enerjiyi organik maddelerden oksijensiz solunum (Fermantasyon) yaparak elde etmiştirler. Bugünkü atmosferde %78 azot, %21 oksijen, %1 çeşitli gazlar bulunur.
Koaservat, iyonlaşan protein veya proteine benzeyen maddelerin su moleküllerini çekerek dış ortamdan bir zarla ayrılmaları sonucu oluşan kümelerdir. Muhtemelen ilk canlı koaservatlardan oluşmuştur.
Bu hipotezi desteklemek için Millerin yaptığı deney sonucunda ortama konulan amonyak, metan, hidrojen ve su moleküllerinden, elektrik ile; amino asit, üre, asetik asit, laktikasit gibi organik maddeleri oluştuğunu laboratuvar ortamında görmüştür. Bu deney ilk canlı nasıl oluştuğu sorusuna cevap vermez; ancak canlı oluşmadan önce inorganik maddelerden organik maddelerin nasıl oluştuğuna cevap verir.
Yaratılışçılık, insanlığın, yaşamın ve evrenin, varlığı önceden kabul edilmiş doğaüstü bir güç tarafından yoktan meydana getirildiği inancı. Yaratıcı güç tarih boyunca çok çeşitli şekillerde isimlendirilmiştir. Evren'in ve insanın Yehova, Tanrı veya Allah tarafından yaratılışından Tanah'ta, Eski Ahit'te ve Kur'an'da bahsedilir.
Eski Ahit hemen hemen Tanah'la aynı olduğu için Hristiyanlıktaki ve Musevilikteki yaratılış kavramı aynıdır. Tanah ve Eski Ahit'te yaratılıştan "Tekvin" (Yaratılış) kısmında bahsedilir .
Yaratılışçılık terimi "tanrıcı evrim" inancındaki yaratılışçılık kavramı ile karışıklık yaşanmaması için zaman zaman "dini yaratılış" veya "kitabi yaratılış" olarak da ifade edilir . Bu madde kapsamında "yaratılış" kelimesi "belli bir doğaüstü eylem sonucu yaratılış"ı ifade etmek için kullanılacaktır. Yaratılışçılık terimi genelde karşıtları tarafından kullanılmaktadır.
Akıllı tasarım (AT)(İng: "Intelligent design"), evrenin ve içerisindeki canlıların doğal seçilim gibi modern bilimin kabul ettiği süreçlerle oluşamayacağını, bu nedenle zeki ve bilinçli bir varlık tarafından tasarlandığını iddia eden bir görüş. Akıllı tasarım iddiası, bilim çevreleri tarafından "Yeni yaradılışçılık" (İng: "New creationism") olarak anılmaktadır.
Bilimsel sınıflandırma veya biyolojik sınıflandırma, biyologların yaşayan veya soyu tükenmiş canlılara ait türleri nasıl gruplandıracaklarına veya kategorize edeceklerine dair bilimsel temelleri ortaya koyar. Modern sınıflandırma, Carolus Linnaeus'un, türlerin fiziksel özelliklerine göre sınıflandırılması sistemini temel alır. Bu sınıflandırma Linnaeus'dan beri Darwinci prensibin genel kuralları ışığında birçok düzenlemeye uğramıştır. Moleküler sınıflandırmanın, kullandığı DNA analizi yöntemi ile bu sınıflandırmanın birçok ilkesi de değişmiştir ve değişmeye devam etmektedir. Bilimsel sınıflandırma bir bilim olarak taksonomi veya sistematik ile ilişkilidir.
Dünya dışındaki gökcisimlerinde yaşamın varolup olmadığı astrobiyoloji biliminin konusu dahilindedir ve varlığı hala varsayımsaldır. Henüz Dünyâ hâricinde herhangi bir gökcisminde bilim çevrelerince kabul görmüş, kayda değer bir yaşam kanıtı bulunamamıştır. Dünya dışında yaşamın başlangıcına dair farklı tahminler vardır. Bir görüşe göre yaşam evrenin farklı yerlerinde ayrı ayrı ortaya çıkmıştır. Bir diğer görüş ise panspermiadır, buna göre yaşam evrende bir noktada bir kez ortaya çıkmış ve yaşama uygun gezegenlere yayılmıştır. Sözü edilen dünyâdışı yaşam biçimleri bakteriyel formların basitliğinden insansı akıllı varlıkların karmaşıklığına kadar her seviyede olabilir.
Ölüm, bir canlı varlığın (insan, hayvan ve bitkinin) hayâtî faaliyetlerinin kesin olarak sona ermesidir. Canlı varlıkların herhangi bir dokusunun canlılığını kaybetmesine de ölüm denir. Canlının ölümünden bahsedebilmek için, hayati faaliyetlerin bir daha geri gelmemek üzere sona ermesi şarttır. Zira boğulma, donma, zehirlenme tehlikesi geçiren ve kalbi duran kişilerde suni teneffüs ve kalp masajı yapılarak, durmuş gibi görünen solunum ve dolaşım fonksiyonlarının tekrar başlatılması çok kere mümkün olmaktadır. O halde kalp ve solunumun bir süre durması ölüm demek değildir.
Soy tükenmesi, biyolojide ve ekolojide, bir türün veya cinsin varlığının sona ermesi, biyosferin küçülmesidir.
Fosil, havayla teması aniden kesildiği için korunabilmiş canlı kalıntılarına verilen genel addır. Kabuk, kemik, diş, tohum, yaprak ya da bir hayvan veya bitki fosili milyonlarca yıl öncesindeki canlı yaşam hakkında bilgi verir. Fosilleri ve fosilleşmeyi araştıran bilim dalına paleontoloji adı verilir. Latince "fodare", kazmak sözcüğünden türemiştir; kelime anlamı "kazı sonucu topraktan çıkarılmış cisim" iken, bilimsel anlamı "canlıların taşlaşmış kalıntıları" olmaktadır. Çökelti içindeki kalıntılardır; magmatik yapılarda bulunmazlar.
ASIC
ASIC (Application Specific Integrated Circuit; "Uygulamaya Özel Tümleşik Devre"), genel amaçlı mikroişlemcilerin ve mikrodenetleyicilerin aksine, belirli özel bir işlemi, görevi yerine getirmek üzere tasarlanmış tümleşik devrelerdir.
Örnek olarak bir devre için adc ve adc ile birlikte bir program kullanılıyor olsun eğer satış adedi çok yüksek ise tasarlanacak bir entegre ile daha uygun fiyatlara mal edilebilir işte bu tasarlanan özel entegre devrelere ASIC denir.
Akçay, Edremit
Akçay, Balıkesir'in Edremit ilçesine bağlı bir mahalledir. Edremit merkeze 8 kilometre uzaklıktadır.
Türkiye'nin ilk turizm beldelerinden biridir. Akçay Mahallesi genellikle yazlık ve tatil bölgesi olmasından dolayı emekli olan kesimin ağırlıklı olarak ikamet ettiği bir tatil bölgesidir. Geçim kaynağı olarak balıkçılık ve turizme yönelik işletmeler hizmet vermektedir. Belde belediye teşkilatı 6360 Sayılı Kanun uyarınca 2014 yılında kapatılmıştır ve Edremit'e bağlı bir mahalle olmuştur. Mahallenin muhtarı Pınar Avcı'dır.
Kaz Dağları'nın eteklerinde kurulu olan Akçay, küçük bir turizm kasabası iken günümüzde gittikçe şehirleşmektedir. Akçay'ın uzun ve güzel kıyı kordonunda pek çok çay bahçesi, otel , pansiyon, bungalov evleri ve dükkanlar bulunur. Ayrıca bir de Kaz Dağları'nın simgesi olan Sarı Kız'ın bir heykeli bulunur. 2015 yılında Akçay Işıklar olarak bilinen Akçay'ın girişinde YASA AVM açılmıştır.
Jean-Pierre Papin
Jean-Pierre Papin (d. 5 Kasım 1963, Boulogne-sur-Mer, Fransa), Fransız eski millî futbolcudur.
Club Brugge, Olympique de Marseille, AC Milan, Bayern Münih, Bordeaux ve Guingamp formaları giymiştir.
Olympique de Marseille takımında gösterdiği performans ile kulübün efsanevi oyuncuları arasına girmiş ve "Joueur du Siècle" (asrın futbolcusu) olarak adlandırılmıştır. Marseille formasını 254 kez giymiş ve 157 gol atmıştır. 1988 ve 1992 yılları arasında 5 kez üst üste Fransa Ligi Ligue 1'in gol kralı olmuştur.
1991 yılında Avrupa Yılın Futbolcu Ödülü'nü kazandı. Bu sayede Fransa Ligi'nde oynarken bu unvanı alan tek oyuncu olmuştur.
Papin, Fransa millî futbol takımı ile 1986-1995 yılları arasında 54 kez millî olmuş ve 30 gol atmıştır. 38 gol ile halen Avrupa kupalarında en çok gol atmış Fransız futbolcudur. Yine 28 gol ile Fransa'da UEFA Şampiyonlar Ligi'nin en çok atan oyuncudur.
Aktif futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlük yapmaya başlamıştır.
Papin
FK Dinamo Kyiv
FK Dinamo Kiev (Ukraynaca: ФК Динамо Київ), Ukrayna'nın başkenti Kiev'de 1927 yılında kurulmuş olan futbol kulübüdür. Ukrayna futbolunun en başarılı futbol kulübüdür. 80'li yıllarda "Yüzyılın Takımı", "2000'li Yılların Takımı" olarak nitelendirilmişlerdir. SSCB döneminde de en çok kupa kazanan futbol takımıdır.
"Şampiyon (1):" 1986
Bucak (idari birim)
Bucak veya nahiye; coğrafya, ekonomi, güvenlik ve mahalli hizmet bakımlarından aralarında ilişki bulunan kasaba ve köylerden meydana gelen, ilçeden küçük idari bölümü.
Osmanlı İmparatorluğu'nda nahiyeler 1871 yılında kurulmuş olup kaza ve köy arasında bölümlerdi ve birer nahiye müdürü tarafından idare edilmekteydiler.
Bucaklar, 1871 yılında "nahiye" adıyla yönetim sistemine girmiştir. Bucaklar (diğer adıyla nahiyeler) 1923-1970 döneminde bucaklar ulaşım ağı yönünden birbiriyle bağlantılı, jeomorfolojik ünite ve birimler itibarıyla aynı coğrafi ortamı paylaşan köylerin (muhtarlık alanlarının) bir sınır içine alınmasıyla oluşturulmuş idari alanlardı. Bu alan içinde merkezi konumlu bir yerleşme (köy, kasaba veya şehir) bucak merkezi olurdu ve bucak müdürlüğü teşkilatı burada yer alırdı.
1949'da kabul edilen 5442 sayılı İl İdaresi Kanununa göre bucak "coğrafya, ekonomi, güvenlik ve mahalli hizmet bakımlarından aralarında münasebet bulunan kasaba ve köylerden meydana gelen bir idare bölümü" olarak tanımlanmıştır. Bucaklar il ve ilçelerde olduğu gibi kanunla değil bir idari işlemle kurulurlar. Bu idari işlem İçişleri Bakanlığının kararı ve Cumhurbaşkanının onayıdır.
İçişleri Bakanlığı'na bağlı İller İdaresi Genel Müdürlüğü’nün bünyesinde 1971'de kurulan Dördüncü Şube, “il, ilçe, bucak kurulması,
kaldırılması, merkezlerinin değiştirilmesi, mülkiye müfettişlerinin raporlarının izlenmesi ve Genel
Müdürlük Yönergesinde belirtilen diğer iş ve işlemlerin yürütülmesiyle” görevlendirilmiştir.
5442 sayılı İl İdaresi Kanununa göre Türkiye'nin en küçük mülki idare birimi olan bucaklar günümüzde (2014) idari olarak da kaldırılmıştır. Bu yüzden, artık Türkiye'nin en alt kademedeki mülki idare bölümü bucak değil ilçedir. Hukuki anlamda 2014'e kadar bucak teşkilatları varlığını sürdürmekteydi, istatistik tablolarda bilgiler bucak düzeyinde veriliyordu. Türkiye İstatistik Kurumu'nun yayımladığı Genel Nüfus Sayımı İdari Bölünüş bültenlerinde ve Harita Genel Komutanlığı'nın yayımladığı Türkiye Mülki İdare Bölümleri haritalarından hâlâ bucak ve bucak merkezi ter |
imleri geçmekteydi. 1970'li yıllarda bucakların fonksiyonuna son verilmeye başlanmış ve boşalan bucak müdürlerinin yerine tayin yapılmamıştır. 2011 senesi itibarıyla Türkiye'de 634 bucak teşkilatı mevcuttu. Çoğu eski bucak merkezinin belediye teşkilatı dahi yoktur.
Eskiden bucaklar, kendilerine bağlı olan köylerin devletle ilişkilerini yerinde çözerek kaymakamlık ve valiliklerin yükünü azaltmaktaydı. Ancak ulaşım ve haberleşme olanaklarının gelişmesi ile bunlara olan gerek azalmıştır. Buna rağmen, bucak teşkilatların tasfiye edilmesinden sonra ilçe teşkilatarının yükü artmıştır. İçişleri Bakanlığı 1984'te bucak müdürü olmayan köy, kasaba ve bucakta, törenlerde devleti temsil etme yetkisine sahip başka bir "mahalli mülkiye amiri" olmadığını belirtilmiştir.
2012 yılında çıkarılan 6360 sayılı Büyükşehirler Kanunu ile Türkiye'deki en büyük 27 ildeki tüm bucak tüzel kişilikleri ve teşkilatları kaldırılmıştır.
2014 yılında bucaklar resmi olarak da kaldırılmıştır.
İl İdaresi Kanununa göre Bucak idaresi bir bucak müdürü, bucak meclisi ve bucak komisyonundan oluşur.
Bu terim Sırp Prensliği (1817–1833) ve Karadağ Prensliği'nde (1852–1910) "nahija" (нахија) adıyla ve sonradan bucak adı ile anılmaya başlanana kadar Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında da kullanılmış olup günümüzde ise Suriye, Irak, Lübnan ve Ürdün, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde ve Tacikistan'da kullanılmaktadırlar.
Şeker pancarı
Şekerpancarı, etli kökünden şeker elde edilen, ıspanakgiller familyasından 2 yıllık tarım bitkisi. 1 yıl vejetatif organları, 2. yıl ise generatif organları gelişir. Tohumları birleşik halde bulunur.
Boyu yetiştiği yere, iklime ve türüne göre 85–180 cm arasında değişmektedir.
Avrupa Birliği, ABD ve Rusya dünya üretiminde ilk üç sırayı alır. Ticari bir bitkidir. Dünyada şeker üretiminin %30'u şeker pancarından elde edilir.
Şeker pancarının yapısı %4-5 hücre dokusu, %4-5 kimyasal bağlı su, %90-95 öz suyu'ndan oluşmaktadır. Pancar öz suyunun bileşimi ise %15-18 şeker (sakkaroz), %1,0-1,6 diğer şeker dışı organik maddeler, %0,8 inorganik tuzlardan oluşmaktadır. Türkiye dünya şeker pancarı üretiminde 5. sırada yer almaktadır.
Duyu epiteli
Duyu epiteli ya da nöroepitel, örtü epiteli içine yerleşmiş bulunan duyu hücreleri (reseptör hücreler=alıcı hücreler) ile, dış ortamdan gelen fiziksel, kimyasal ve mekanik uyarıları alıp, sinir uyarısı haline çevirebilen özelleşmiş bir epitel dokusudur.
"Nöroepitel hücreler" olarak da adlandırılan bu özelleşmiş hücreler çevrelerindeki değişiklikleri algılayıp sinir sistemine bilgi verirler. Koku, tat, sıcaklık, basınç, ağrı vb. duyuların alınmasını sağlayan özelleşmiş sinir sonlanmalarını ya da yapılarını içerir. Sıcaklık, temas, basınç, acı, ağrı gibi uyarıların alınmasında epidermis ya da dermis de bulunan sinir sonlanmaları işlev görür. Koku alımında görevli olan ise, burunda koku epiteli içine yerleşmiş olan, iki kutuplu (bipolar) sinir hücresidir. İnsanda yaklaşık olarak bulunan 1000 farklı koku reseptörü, 10.000 değişik kokuyu saptayabilir.Duyu epitel hücreleri yenilenemezler.
Erdinç Utku
Erdinç Utku, Cumhuriyet gazetesinde Deniz Som'un "Vaziyet" köşesinde "Yüksek Yerilim Hattı" adında bir köşe yazan yazardır. Gündeme ve genellikle de siyasilere dokunduran aforizmalar yazar. (Sanırım 2009 Mayıs ayından bu yana Vaziyet'te yazmıyor)
Utku "Yüksek Yerilim Hattı" adlı köşesini 2010 yilindan beri Cumhuriyet Gazetesi'nin Cumertesi ekinde sürdürüyor.
Cumhuriyet döneminin genç mizah yazarlarındandır. Ayrıca dorduncukuvvetmedya.com sitesinde de medya eleştirileri yazıyor. Belçika'da yaşamını sürdürüyor. Oradan Cumhuriyet gazetesine pazar yazıları da yazıyor.
Son olarak 8 yaşındaki kızı ile yazdığı "Saint Nicolas, Nasrettin Hoca ve Gülmeyen Kız" oyunu Belçika'da Binfikir Oyuncuları tarafından sahnelendi. Hatta Brüksel gösterilerinden birinde Erol Günaydın da Onur Konuğu oldu.Oyunun öyküsü Efsanevi Gırgır'ın kapak çizeri Gürcan Gürsel tarafından Türkçe-Flamanca ve Türkçe-Fransızca olarak iki ayrı çizgi roman haline getirildi ve Belçika'da yayınlandı.
Kassal epitel
Kassal epitel ya da Miyoepitel , bazı bezlerin gelişimleri sırasında kasılmak için özelleşmesiyle oluşan bir epitel doku türüdür.
Tükürük, ter, gözyaşı ve meme bezlerinin gelişimi sırasında ektodermal kökenli, yıldız şekilli bazı hücreler kassal hücreler olarak özelleşir. Düz kas gibi kasılabilen miyoepitel hücreleri, salgı bezlerinin veya iletim kanallarının etrafında bulunup, kasılarak, salgının ileri doğru atılmasını sağlarlar. Salgı kanalları boyunca uzunlamasına bulunan bu hücreler, salgı hücrelerinin ve salgı kanallarındaki hücrelerin bazal kutupları ile bazal lamina arasında yerleşim gösterirler. Birbirleriyle ve salgı hücreleriyle neksuslar ve desmosomlar ile bağlantı kurarlar. Sitoplazmalarında aktin, miyozin ve tropomiyozin mikrofilamentleri bulunur. Bu hücrelerin kasılması ve salgı bezlerinin salgılama aktiviteleri, sinir sistemi ve dolaşan kandaki hormonlarla kontrol edilir.
Ispanak
Ispanak ("Spinacia oleracea"), Amaranthaceae familyasından yaprağı etli koyu parlak yeşil, sarımsı yeşil çok sayıda çiçekli tek yıllık otsu bir bitkidir. Asya kıtasının orta ve güneybatı bölgelerinin yerlisi olan bu bitki dünyanın birçok farklı bölgesinde gıda olarak tüketilir. İran'dan 11. yüzyılda Araplar tarafından Avrupa'ya, İspanya'ya götürülmüştür.
Akçay
Pall Mall
Pall Mall R. J. Reynolds Tobacco Company tarafından üretilen sigaralardan birinin markasıdır.
Pall Mall marka sigaralar ilk defa 1899 yılında Butler & Butler Şirketi tarafından üst sınıfa hitaben üretilmiştir. 1907'de Pall Mall American Tobacco tarafından Butler & Butler'dan satın alındı. Yeni sahipleri bu markayı sigara yapımındaki yenilikleri test etmek için kullandı. Önce daha büyük boyutlarda (şimdiki 85 mm'lik standart sigara boyutunda) ürettiler ve daha sonra da yeni bir tütün sıkıştırma yöntemini uyguladılar.
Pall Mall popüleritesinin zirvesine, Amerika Birleşik Devletleri'nde bir numaralı sigara markası oldukları 1960 yılında ulaştı. Tasarım kumarı tutmuştu ve şirket "uzun"ları yani 100 mm.'lik sigaraları piyasaya sürdü (bu sefer de uzun sigaralar için standardı belirlediler). 1966 yılında Winston sigaraları'nın reklamları ile başedemeyerek tahtından indirildi.
Pall Mall 1994'te Brown & Williamson Tobacco Corporation tarafından satın alındığında; tasarım açısından geriye düşmüş ve filtresiz kalmış birkaç sigaradan biriydi. Sonunda 2001'de, filtreli yeni Pall Mall'lar piyasaya sürüldü ve daha önceleri kendi yenilikleri ile şekillendirdikleri endüstriyi bu şekilde yakalamış oldular. 30 Temmuz 2004'te Brown & Williamson, R. J. Reynolds Tobacco Company ile birleşti ve yoluna R. J. Reynolds Tobacco Company olarak devam etti. R. J. Reynolds A.B.D. pazarı için filtreli ve filtresiz sigara yapımına devam ediyor. A.B.D. dışında üretim ve satışı ise British American Tobacco yapıyor.
Kurt Vonnegut kendisi de bir Pall Mall içicisidir ve bazı romanlarında bu markayı kullanmıştır. Şöyle demiştir; "intihar için son derece klas bir yol"
Süper Uzun Pall Mall Lupin III animesindeki Daisuke Jigen'in favori markasıdır.
Stephen King birçok çalışmasında Pall Mall'ı kullanır.
Ken Grimwood Sil Baştan adlı romanında Pall Mall sigarasından söz eder.
A.B.D.'de ellilerin ortasında yaınlanan televizyon reklamlarında spikerler markanın adını, pakette açıkça "Pall Mall" yazmasına rağmen "Pell Mell" olarak telaffuz etmişlerdir. Bu yüzden o günlerde yaşamış olanlar "Pell Mell" olarak telaffuz ederler ama sadece görsel yollarla bu markayla tanışan yeni nesil ise "Pall Mall" olarak telaffuz eder.
Yassı balıklar
Yassı balıklar (Pleuronectiformes), kemikli balıklar sınıfına ait, yassı vücut yapıları ile dikkati çeken bir balık takımı. Yetişkin balıkların vücutları, rahatlıkla denizin tabanına yatabilecekleri şekilde yassılaşır. Gözlerinin ikisi de renkli olan üst taraflarında bulunur, beyaz renk olan kör tarafları ile yerde yatarlar. Sırt ve kuyruk yüzgeçleri birleşiktir. Suyun içinde dalga hareketleri ile ilerlerler. Ayrıca yattıkları yerin rengini kendi renkleri ile taklit etme kabiliyetleri vardır. En tanınmışları bayağı pisi balığı, Bayağı dil balığı ve kalkan balığıdır.
Bu takıma ait yassı balıklar, yassı olarak dünyaya gelmezler. Yavru balıklar, çoğu diğer balıklar gibi mekik şeklinde bir vücuda, ve kafasının iki ayrı tarafında bulunan iki göze sahiplerdir, ve suyun üst kısımlarında yüzerler. İlerideki gözlerinin birisi suratının diğer tarafına doğru kaymaya başlar. Balığın bir tarafı koyu bir renk almaya başlar, diğer gözsüz tarafı beyazlaşır. Bu gelişme bazı türlerin sağ tarafına, diğer türlerin sol tarafına doğru gerçekleşir. Ayrıca bu metamorfoz'da yüzme keseleri küçülür. Çünkü metamorfozdan sonra dip balığı olarak yaşayacak yassı balığın buna ihtiyacı kalmaz.
Pleuronectiformes takımına ait balıklar dünyanın her denizinde bulunurlar, ve bazıları hatta tatlı suda bile yaşarlar.
Bu takımın, diğer yassı yapılı balıkları içeren vatozlar takımı ile hiçbir akrabalığı yoktur. Vatozlar kıkırdaklı balıklar sınıfına aitlerdir, ve daha çok köpek balıkları ile akrabadırlar.
Alsas-Loren
Alsace-Lorraine ya da Alsas-Loren (Almanca: Elsaß-Lothringen), Sedan Savaşı'ndan önce Fransa'nın toprağı olan Alsas-Loren bölgesi, Frankfurt Barış Antlaşması'yla Alman İmparatorluğu'nun bir Eyaleti hâline geldi. Ancak Loren'in küçük bir kısmı Fransa'ya bırakıldı.
I. Dünya Savaşı'ndan sonra kısa bir süreliğine, Alsas-Loren Sovyetleri ismi altında bağımsız olsa da, Versay Antlaşması ile Fransa'ya bağlandı.
Yeni gelen Fransız Yönetimi hızlı bir şekilde bölgeyi Fransızlaştırmaya başladı. Zamanla Fransızlaşan bölgeye, Fransa pek çok tahkimat, kale ve Maginot Hattı'nı konuşlandırdı. II. Dünya Savaşı'nda Fransa'nın yenilmesiyle tekrar Almanya'ya geçen bölge, Almanların teslim olmasıyla yeniden Fransız yönetimine bırakıldı. Günümüzde ise Fransız yönetimi altındadır.
Altunizade
Altunizade, İstanbul ilinin Üsküdar ilçesine bağlı bir mahallesidir. Üsküdar-Kısıklı yolu |
üzerinde, Bağlarbaşı ile Millet Bahçesi adı verilen park arasında kalan bölgenin güneye, Koşuyolu'na doğru uzanan kesimi.
Altunizade semtinin üzerine kurulduğu alan 19. yüzyıla kadar İstanbul'un doğal yaşam alanlarından birisi idi. Bu dönemde semte komşu olan ve 17. yüzyılda kurulan Bağlarbaşı semti İstanbul'un doğudaki sınırlarından birisini oluşturmakta idi.
Altunizade Mahallesi, 19. yüzyılın ikinci yarısında Altunizade İsmail Zühdi Paşa tarafından kurulmuştur. Semtin adı da Altunizade İsmail Zühdi Paşa'dan gelmektedir. İstanbul'un köklü ailelerinden birisine mesup Seyyîd İsmâil Zühtü (Altûnîzâde), altmışdört gemisi olan ve Mısır ile kereste ticareti yapan babasının 1829 tarihinde âni vefatı ile deniz ticaretini bizzat idareye başlar. Bu arada devletin otuz bin altın lira navlun borcunu hazineden tahsil etmek için, komşusu bulunan serasker Hüsrev paşa ile berâber Sultan II. Mahmut'un huzuruna çıkarlar. Sultan kendisine "vay Altunizade vay" diye hitap ederek iltifatta bulunur ve böylece İsmail Zühtü efendi "Altunizade" lakabını almış olur. Sohbetleri sırasında Altûnizade'nin bina inşaat işleri ile ilgilendiğini öğrenir ve bunun üzerine enderûn'a kaydedilmesini ister. Cuma günleri namazda kendisi ile beraber bulunmasını irâde ile taltif eder. Enderûn'da iki sene tahsil eden Altunizade, 1831 tarihinde mezun olur. O esnada inşa edilmekte olan Mekteb-i Tıbbiye Mekteb-i Sultani (şimdiki Galatasaray lisesi)'nin nezareti ile kendisine mimar ağalığı unvanı verilir. İsmail Zühdi Paşa semtin camisini, karakolunu, hamamı ve akaretlerini 1866 yılında inşa ettirmiştir. Camii'nin minaresinde ve kubbesinde bulunan altın hilaller Altunizade'den Kırım Savaşı'na gidenlerin anısı üzerine Sultan tarafından semte hediye edilmiştir. Caminin önünde bir çesme, Altunizade ailesine ait bir mezarlık yer alır. Mezarlıkta Zühtü Paşa, esi Habibe Nevres Hanım, kız kardeşi Emine Şerife Hanım, oğlu Ali Necip Bey ve torunu Emine Rabia Hanım yatmaktadır. Caminin bitişiğindeki akaretler adı verilen evlerde kira ödemeden imam ve müezzinler otururdu. Diğer evlerin, dükkanların fırın ve hamamın iradı camiye verilirdi.
Altunizade 19. yüzyıl sonunda Küçük Çamlıca'nın mesire yeri olması üzerine yol üzerinde kaldığı için hareketlenmiştir. Bu dönemde semtte pek çok köşk yaptırılmıştır. Altunizade Köşkü, Sürre Emini, Behiç Bey Köşkü bunlardan bazılarıdır. Hüseyin Haki Köşkü 1922'de gazeteci yazar Burhan Felek'in amcası tarafından satın alınmış, 1947'de Burhan Felek tarafından Emniyet Genel Müdürlüğü'ne satılmıştır. Halen Polis Prevantoryumu olarak kullanılmaktadır. Adile Sultan Kasrı ve Abdülaziz Av Köşkü halen bakımlı olarak ayakta durmaktadır. Abdülaziz Av Köşkü girişinde Mimar Balyan tarafından inşa edilen ve günümüze kadar gelen su sarnıcı bulunmaktadır. Altunizade'nin diğer ünlü köşkleri arasında Nafiz Köşkü, Rauf Paşa Köşkü, Sermet Efendi Köşkü ve "Mazlum Ağa" konağı (127 dönüm arazi içerisindeki ,(eski) Küçük Çamlıca Caddesine cepheli, çift giriş kapılı ve şu an T.C. Kültür Bakanlığı uhdesindeki I. derece tarihi eser) sayılabilir. Muhlis Bey'in Köşkü’nün yerinde Marmara Üniversitesi Hastanesi ve Huzur Evi bulunmaktadır. Saffet Bey’in Köşk ve bağının yerinde ise STFA sirketinin genel müdürlük binaları yükselmektedir. Millî Egitim Bakanlıgı’na ait Validebağ Prevantoryumu’nun bahçesinin kuzey kesimine son yıllarda yapılan okul binasına Haydarpaşa Lisesi yapılmıştır. Altunizade Camii’nin arkasındaki İptidai Mektebi’nin adı Cumhuriyetin İlanı’ndan sonra Altunizade İlkokuluna dönüstü. Bu okul 1923 –1938 arasında millet bahçesine yakın bir yerde Kısıklı tramvay caddesi üzerinde oldukça harap ahsap bir binaydı. Bina yıkılınca okul yeniyol adlı kavsaktaki kagir bir binaya tasındı. 1954’te İsmail Zühtü Paşa’nın torunu Saime Altunigil Altunizade‘de köske ait kırk dönüm bahçeyi parselletti ve 1800 m² büyüklügünde bir arsayı okul yapılması koşuluyla Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'na bağışladı. Millî Egitim Bakanlığı buraya bir okul inşa etti. Altunizade'de ilk okul bugün semtin önemli alışveriş merkezi Capitol'ün yanında yer almakta idi. Altunizade semtinin Üsküdar Kısıklı tramvay caddesinin bulundugu kuzey kesimine eskiden Tophanelioglu denirdi. Şimdi Tophanelioğlu adı bilinmeyen bir nedenle Kosuyolu’na inen caddeye verilmiştir. Bu dönemde Kalfayan manastır ve yetimhanesi semtin sınırıdır. Ayrıca 19. yüzyıl sonunda mahallenin Bağlarbaşı sınırında kurulan Frères Maristes Saint Vincent Okulu 1934 yılında kapanana kadar semtteki azınlık öğrencilerine Fransızca eğitim vermiştir. Bu bina günümüze dış yapısı itibarı ile ulaşabilmiştir. Ayrıca 1870-1898 yılları arasında semte Bar ve Burrel, Albania Veneta'dan gelen Marios Renovatio klanlaretleri semtin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Klanlaretler değişik klanlardan gelen ailelerin toplu ismidir. Günümüzde bu dönemi özetleyen bir bronz heykel Altunizade'de bulunmaktadır.
Mahallenin ismi, günümüzde İstanbul Boğaz Köprüsü'nün Anadolu Yakası çıkışı olmasıyla meşhurdur. Üsküdar ilçesine bağlı olan Altunizade mahallesi, Büyük ve Küçük Çamlıca'yı, Kısıklı'yı, Koşuyolu'nu ve Acıbadem'i, Üsküdar merkez ve sahile bağlayan bir ara geçiş görevi de üstlenmiş durumdadır. Avrupa Yakası'ndan gelen birçok şehir otobüsü Altunizade durağını yoğun şekilde kullanırlar.
Özellikle 1980'lerin sonundan itibaren çehresi çok hızlı değişen Altunizade, mahalleye açılan birçok işmerkezi ve alışveriş merkezleri nedeniyle kalabalıklaşmış, bahçeli yazlık köşklerin gözde olduğu o eski havasını tümüyle yitirmiştir. Her sene altyapı yatırımlarına ihtiyaç duyar hale gelen semte, bu nedenle Üsküdar ve İstanbul Büyükşehir belediyelerinin her sene yatırım yaptığı ender mahallelerdendir. İstanbul Anadolu yakasında ilk açılan büyük alışveriş merkezi olan Capitol, Altunizede'de bulunmaktadır. Ayrıca Üsküdar Üniversitesi, 29 Mayıs Üniversitesi ve İstanbul Şehir Üniversitesi'nin kampüsleri bulunmaktadır. Altunizade'de iş merkezleri ve üniversiteler haricinde Başkent üniversitesi İstanbul hastanesi ve Esteworld estetik cerrahi hastanesi bulunmaktadır.
Altunizade'de 1960'lı yıllarda semtte sosyal ve sportif faaliyetlerin ana merkezi Altınyurt Spor Klubü olmuştur. Ayrıca semtte doğmuş ve yaşamış ünlüler arasında Selahattin Taşpınar, Nâzım Hikmet, Semt kurucusu Altuni Ailesinin yanı sıra, aynı zamanda Albania Klanterleri şefi ve II. Abdülhamid iltifatı mazharı Mazlum Ağa köşkünün banisi - Mazlum Ağa ve Damadı İstanbul'un 1963 yılında seçilen ilk Belediye Başkanı ve İstanbul Milletvekili mütefekkir, hukukçu Nuri Eroğan, Altınyurt Spor Kulübünün yetiştirdiği voleybolcu, hukukçu, iş adamı Ömer Eroğan, Üsküdarlı Eczacı ve İstanbul un fikir hayatının önemli ismi Nihat Çavuşoğlu ve millî voleybolcu, yayıncı düşünce adamı Selim Çavuşoğlu, Edebiyat ve Musiki üstadı Yesarioğlu Ailesi ve mütefekkir İsmail Hakkı Baltacıoğlu ahvadı bulunmaktadır.
Son yıllarda mahalleden geçen Metrobüs ve M5 (Üsküdar,Ümraniye,Çekmeköy metrosu) açılarak ulaşım açısından birçok alternatife sahip olmuştur.
Simone Barone
Simone Barone (d. 30 Nisan 1978) İtalyan eski futbolcudur.
2006 FIFA Dünya Kupası'nı kazanan İtalya millî futbol takımı kadrosunda yer almıştır.
AC Sparta Praha
AC Sparta Prag, Çek Cumhuriyeti'nin en popüler ve en başarılı futbol takımıdır. 1893 yılında kurulan kulüp Çekoslovakya döneminde de Çek Cumhuriyeti döneminde de millî takıma en çok oyuncu veren takım olmuştur. Maçlarını 20,854 kişilik Generali Arena'da oynayan kulüp bordo-beyaz renklere sahiptir.1992'de Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı final oynamıştır.
Marco Amelia
Marco Amelia (d. 2 Nisan 1982), İtalyan millî kaleci. Şu anda Milan formasını giymektedir. Amelia İtalya'nın 21 yaş altında şampiyon olan takımının as kaleciliğini yapmıştır. Ayrıca 2006 FIFA Dünya Kupası'nda şampiyon olan İtalya millî futbol takımınında kadrosunda yer almıştır.
Umut Bulut
Umut Bulut (d. 15 Mart 1983, Yeşilhisar), Süper Lig takımlarından Kayserispor'da forma giyen ve forvet mevkisinde oynayan Türk millî futbolcudur.
Umut Bulut, 1983 yılında dört çocuklu bir ailenin son çocuğu olarak Kayseri'de doğdu. Bir yaşındayken ailesiyle birlikte Ankara'ya yerleşti. Futbola 11 yaşında Petrolofisi SK'da başladı. 17 yaşında A Takıma yükseldi ve 3. Lig'de futbol oynamaya başladı. İlk resmi profesyonel maçına 17 Mayıs 2000'de Eskişehir Şekerspor karşısında çıktı. Petrolofisi SK'da 28 maça çıkıp 5 gol attıktan sonra 2001-02 sezonu başında 18 yaşındayken Ersun Yanal yönetimindeki MKE Ankaragücü'ne 15 milyar TL karşılığında transfer oldu.
Ankaragücü'ndeki ilk sezonunda sadece bir maçta görev aldı ve ertesi sezon kiralık olarak İnegölspor'a gönderildi. Ankaragücü'ne döndükten sonra dönemin teknik direktörü Rıza Çalımbay tarafından kendisine düzenli olarak forma şansı verildi. Başkent ekibinde ilk lig maçına 30 Mart 2002'de Gaziantepspor ile oynanan maçta çıkarken, ilk lig golünü 27 Eylül 2003 tarihinde İstanbulspor'a attı.
Trabzonspor, golcü futbolcusu Fatih Tekke’nin takımdan ayrılması durumunda hücumda sıkıntı yaşamamak için 10 Haziran 2006'da Umut'la dört yıllık sözleşme imzaladı. Umut yeni takımında daha önce Hami Mandıralı'nın giydiği 10 numaralı formanın yeni sahibi oldu. İlk lig maçına 5 Ağustos 2006 tarihinde Kayserispor karşısında çıkarken, ilk golünü bir hafta sonraki 1-1 biten Manisaspor maçında attı. Daha sonra verdiği bir röportajında bu golünü Trabzonspor'a geldiğinden bu yana attığı en önemli gol olarak belirtti. Takımının UEFA Kupası 1. tur ilk maçında oyuna sonradan girerek son anlarda attığı golle bordo-mavili ekibin turu geçme ümitlerini artırdı. Bordo-mavili takımdaki ilk dönemlerinde fazla forma şansı bulamayan Umut, daha sonra kadroya girmeyi başardı ve ligin ilk yarısında takımı adına 5 gol kaydetti. Gösterdiği performansla sezon sonunda kariyerinde ilk kez millî takıma çağrıldı. Trabzonspor'daki ilk sezonunda 2203 dakika oynayıp, 31 maçta 15 gole imza attı.
2007-08 sezonunda Ersen Martin ve Gökdeniz Karadeniz gibi önemli futbolcuların takımdan ayrılmasıyla takımının gol yükünü te |
k başına çekmesine karşın ligde 14 gol attı. Aynı sezon 15. haftada Gaziantepspor ile oynanan maçın 17. saniyesinde fileleri havalandırarak, o sezonun en erken golünü atan futbolcusu unvanını aldı. Yine bu golle Turkcell Süper Lig tarihinde en erken golü atan üçüncü futbolcu olarak lig tarihine geçti. Ligin ikinci yarısındaki ilk maçta Sivasspor'la resmi kayıtlara göre -25 derecede oynanan maçta kulaklarını kaybetme tehlikesi yaşadı. Daha sonra yapılan açıklamalarda futbolcunun kulaklarında, "buz ısırması" vakasının yaşandığı belirtildi. Umut, sezon sonunda 2740 dakika ile takımının en fazla oynayanı ve 14 golle en golcü futbolcusu olurken, takımının skor yükünü tek başına sırtladığı için "Bordomavi.net" adlı taraftar sitesi tarafından "Cemil Usta Özel Ödülüne" layık görüldü.
2007-08 sezonunda takımının hücüm hattını tek başına sırtlayan Umut Bulut, ertesi sezon daha önce Petrolofisi SK'da beraber oynadığı Gökhan Ünal'ın transfer edilmesiyle biraz olsun rahatladı. Sezona kötü bir başlangıç yapıp, ilk dört haftada gol atma başarısı gösteremedi. Yeni sezondaki ilk golünü ligin beşinci haftasındaki Antalyaspor ile oynanılan ve 3-2 kazanılan müsabakada attı. 6 Şubat 2009'da eski takımı Ankaragücü ile oynanan maçın 90. dakikasında attığı kafa golüyle takımının şampiyonluk yarışını devam ettirmesini sağladı. Özellikle kaçırdığı gol pozisyonları nedeniyle sıkça eleştirilse de sezon sonunda bir önceki sezon olduğu gibi yine 33 maçta 14 gole imza attı.
2009-10 sezonuna kötü bir başlangıç yapan Umut, sezon öncesindeki Hollanda kampında dahi gol atma becerisi gösteremedi. Ligin ilk dört haftasında Gökhan Ünal'ın sakat olması nedeniyle tek forvet olarak oynadı, ancak bu maçlarda gol atamadı. Nihayet 13 Eylül 2009'da İstanbul Büyükşehir Belediyespor ile oynanılan ve 6-1 kazanılan maçta iki gol atarak yedi maç sonra suskunluğunu bozdu. Bir sonraki haftayı da boş geçmeyen Umut, daha sonra haftalar süren gol orucuna girdi. Başarılı futbolcu, takım kaptanı Egemen'in kaybedilen Kasımpaşa SK karşılaşmasının ardından takım kaptanlığından alınmasından sonra 14. haftadaki Eskişehirspor maçına sportif direktör Ünal Karaman ve takım arkadaşlarının ortak kararıyla ilk kez kaptan olarak çıktı. Bu maçtan üç gün sonra yeni teknik direktör Şenol Güneş'in önerisi ve yönetim kurulunun onayıyla takımın ikinci kaptanlığına getirildi. Umut, ertesi hafta 3-0 kazanılan Ankaragücü müsabakasında hep takımının maçtaki ilk golünü attı hem de ligde sekiz hafta sonra golle tanıştı. Sezonun ilk yarısında 17 resmi maçta sadece 4 gol atabilen golcü futbolcu, oynadığı futbolla da vasatı aşamadı. Devre arasında ailevî sorunlar da yaşamasına rağmen takımının Antalya kampındaki hırsıyla dikkat çekti. 9 Ocak 2010 tarihli Türkiye Kupası ikinci maçında Spor-Toto 2. Lig'de grubunda son sırada yer alan Denizli Belediyespor'a karşı 6-0 kazanılan maçta üç gol atarak üçleme (hat trick) yaptı. Beş gün sonra da Ankaragücü ile oynanılan ve 2-0 kazanılan kupanın üçüncü haftasındaki maçta eski kulübüne karşı bordo-mavililerin ilk golünü attı. 24 Ocak 2010'da Sivasspor'la oynanılan ikinci yarının ilk maçında sayısız gol pozisyonu kaçırmasına rağmen iki gol birden atarak takımının galibiyetinde önemli rol oynadı. 2010 yılında adeta yeniden doğan Umut'a, sezon sonunda bitecek olan sözleşmesi için yönetim kurulu tarafından, ön bir transfer görüşmesi yapıldı. Takımda kalmak istediğini belirten Umut'la sezon sonunda tekrar görüşme yapılması konusunda anlaşıldı. Ligin 20. haftasında İstanbul'da oynanılan müsabakada Manisaspor ağlarına iki gol birden göndererek, maçta attığı ilk golüyle birlikte Trabzonspor formasıyla ligde 50. golüne ulaştı. Ertesi hafta bordo-mavililerin uzun süre yenik sürdürdüğü deplasmandaki zorlu Bursaspor maçının 88. dakikasında beraberlik golünü atarak, takımının 2010 yılı içinde oynadığı 9 resmi maçtaki yenilmezlik serisini devam ettirdi. 2010 Şubat'ında özellikle attığı gollerle birlikte çok iyi performans gösteren Umut Bulut, ilk kez düzenlenen "TrabzonCell Ayın Futbolcusu" yarışmasında 5 Mart 2010 tarihine kadar gönderilen SMS'lerin sonucunda "TrabzonCell" aboneleri tarafından şubat ayının en iyi futbolcusu seçildi. Türkiye Kupası yarı final 1. maçında Antalyaspor'a karşı attığı golle takımının finale çıkmasında büyük rol oynayan başarılı forvet, sezonun son golünü attığı Kasımpaşa maçında özellikle partneri Teófilo Gutiérrez'e atmadığı paslar nedeniyle taraftarın protestolarına maruz kaldı. Ertesi hafta oynanılan Eskişehirspor maçının 26. dakikasında sarı kart gören Umut, aynı dakikada rakibine attığı dirsek nedeniyle kırmızı kart görerek takımını 10 kişi bıraktı. 5 Mayıs 2010 tarihinde Şanlıurfa'da Fenerbahçe ile oynanılan Türkiye Kupası final maçında takımı mağlupken attığı beraberlik golüyle bordo-mavilileri ateşleyen Umut, kupanın kazanılmasında büyük pay sahibi oldu. Kariyerinde ilk kez bir kupa sevinci yaşayan Umut Bulut, kupada attığı 7 golle Arif Çoban ile birlikte gol krallığını paylaştı. Ligdeki son iki maçta ise gol atamazken sezonu 31 maç 11 gollük istatistikle kapattı. Ayrıca takımın en çok forma giyen futbolcusu olurken hükmen kazanılan Ankaraspor maçları ve kırmızı kart cezalısı olduğu Ankaragücü maçı hariç tüm maçlarda forma giydi. Yine bordo-mavililerin sezon boyunca gördüğü tek kırmızı kartı da kendisi gördü. Umut'un biten sözleşmesinin 21 Mayıs 2010 tarihinde 3 yıl daha uzatıldığı açıklandı.
Umut, sezon başında Bursaspor ile oynanılan ve 3-0 kazanılan Türkiye Süper Kupası finalinde yedek olmasına rağmen şans bulamadı. Ligin ilk iki haftasında ise oyuna sonradan dahil olan başarılı forvet, Liverpool FC ile oynanılan Avrupa Ligi rövanş karşılaşmasından önce Mehmet Ali Yılmaz Tesisleri'nde kendisini transfer etmek isteyen Toulouse FC kulübünün yetkilileriyle yaptığı görüşme nedeniyle Şenol Güneş tarafından kadro dışı bırakıldı. Toulouse'un Umut için 3 milyon euro teklif etmesine karşın Trabzonspor 3,5 milyon euro talep etti. Ancak Şenol Güneş'in transfere izin vermemesinin ardından Umut, bordo-mavili takımda kaldı. Üç gün sonra da Antalyaspor maçında ilk on birde sahaya çıkıp 90 dakika sahada kaldı. 2006 yılında transfer olduğu Trabzonspor'da en kötü başlangıcını bu sezonda yapan Umut, çıktığı ilk 6 maçta golle tanışamadı. Nihayet ilk golünü iki gol birden attığı 7-0 kazanılan sekizinci haftadaki Kasımpaşa maçında kaydetti. Sonraki iki haftayı da boş geçmeyen başarılı forvet, 7 Kasım'da oynanılan ve 2-0 kazanılan Galatasaray maçında takımının iki golünü de kendisi attı. Üç hafta sonra yine aynı skorla biten Bucaspor maçında ise bordo-mavili forma altında 61. golüne imza attı. 2 Nisan 2011 tarihinde Konyaspor ile oynanan Süper Lig karşılaşmasında Burak Yılmaz'ın ona verdiği gol pası (asist) ile golü atıp Süper Lig'deki gol sayısını 100'e çıkartarak 100'ler kulübü'ne girmeyi başarma onuruna sahip oldu.
28 Haziran 2011 tarihinde Fransa'nın Toulouse FC kulübüne 3,8 Milyon Euro bonservis karşılığında transfer oldu. Temmuz 2011’de Girondins de Bordeaux ile oynanan hazırlık maçında futbol karakterinin en önemli parçası olan şok presin ardından kaleciden kazandığı topu rakip filelere göndererek ilk golünü attı. Umut Bulut, ligdeki ilk maçında ise Ajaccio karşısına çıktı. Bir hafta sonra 13 Ağustos 2011'de Dijon FCO deplasmanında Ligue 1 kariyerindeki ilk gol sevincini yaşayan millî oyuncu, sekizinci haftada Nancy (1-0) ve 17. haftada Evian (2-1) maçında galibiyeti getiren golleri attı. Umut Bulut, ligdeki diğer iki golünü ise Lyon’a karşı buldu. Özellikle Stade de Gerland’daki olağanüstü golü, sezonun en unutulmaz anlarından biri olarak kayıtlara geçti. 2012-2013 sezonu öncesinde Türkiye millî futbol takımının Lizbon'da Portekiz ile yapılan hazırlık maçında şans bulan oyuncu bu maçta 2 gol atarak Metin Oktay ve Lefter Küçükanyonyadis'in ardından yaklaşık 40 sene sonra Portekiz'e galibiyet gollerini atan ilk futbolcu oldu ve Lig TV tarafından "Maçın adamı" seçildi. Bu performansının ardından birçok takımın dikkatini çeken Umut, A mili takımdan eski hocası Fatih Terim'in çalıştırdığı Galatasaray'a transfer oldu.
12 Haziran 2012 tarihinde Galatasaray Spor Kulübü resmi internet sitesinden yaptığı açıklamada "Toulouse FC oyuncularından Umut Bulut ile görüşmelere başlanmıştır" ifadelerine yer verdi. Bir süre görüşmelerin devam etmesinin ardından Umut Bulut 26 Haziran 2012 tarihinde Abdürrahim Albayrak'ın ofisine geldi ve sözleşmeyi imzaladı. Aynı gün öğle saatlerinde Galatasaray Resmi İnternet sitesinden yapılan açıklamada "Toulouse FC profesyonel futbolcularından Umut Bulut'un 2012-2013 sezonunda geçici transferi için kulübü ile anlaşma sağlanmıştır. Buna göre, futbolcuya 2012-2013 futbol sezonunda 1.250.000 EUR sabit transfer ücreti ve 10.000 EUR maç başı ücreti ödenecektir." açıklamalarına yer verildi. Ayrıca Umut Bulut, Kazım Kazım, Johan Elmander ve Dany Nounkeu'nün ardından Toulouse'da forma giyip Galatasaray'a transfer olan 4.futbolcu oldu. Umut Galatasaray formasını ilk defa SV Kirchbichl maçında oyuna sonradan dahil olarak giydi. Umut bu maçta "18" numaralı formayı giydi.Ayrıca Umut bu maçta G.Saray formasıyla ilk golünü kaydetti. Ve bu golün ardından bir gol daha attı. Umut Bulut‘un gol kaydettiği maçı Galatasaray 11-0‘lık farklı bir skorla kazandı. 27 Temmuz tarihinde de Konyaspor hazırlık maçında şans bulan Umut, bu maçta hat-trick yapmış ve takımın 6-1 galip gelmesinde büyük pay sahibi olmuştur. Ayrıca Umut Bulut Galatasaray'ın Stadı Türk Telekom Arena'daki ilk golünü 8 Ağustos 2012'de ACF Fiorentina ağlarına gönderdi. İlk resmi maçı Süper Kupa maçı olmuştur.Ezeli rakip Fenerbahçe ile oynanan bu Süper kupa maçında ise maçın ilk iki golünü atarak takımının 3-2 galip gelmesini sağlamış, ayrıca birde penaltı kazandırmıştır. Umut maçın sonunda Gazeteciler tarafından maçın adamı seçilmiştir. Süper Lig'de ilk gollerini Galatasaray'ın Kasımpaşa'yı 2-1 mağlup ettiği maçta atmıştır. 26 Ağustos günü oynanan Galatasaray-Beşiktaş derbisiyle 3.resmi maçında 5.golüne ulaştı.Fakat maç 3-3 beraberlik ile sona erdi. Umut Bulut 2 Eylül 2012 tarih |
inde Bursaspor ağlarına golü atarken, Galatasaray maçı 3-2 kazanarak lig tarihindeki 1000.galibiyetini aldı. Umut bir sonraki golünü ise 15 Eylül 2012'de Antalyaspor ağlarına yolladı ve ilk 4 haftada 5 gol atarak Saşa İliç'in rekorunu egale etti. Umut kariyerindeki ilk Şampiyonlar ligi golünü ise Galatasaray'ın deplasmanda Schalke'yi 3-2 mağlup ettiği maçın 90+3. dakikasında attı. Umut 5 Mayıs 2013 günü oynanan Sivasspor maçında oyuna sonradan dahil olmuş, fakat Kırmızı kart görerek oyundan atılmıştır. Galatasaray maçın devamında 10 kişi oynasa da Şampiyonluğa ulaşmıştır. Böylelikle Umut Süper Lig'de ilk kez Şampiyonluk sevincini yaşamıştır.
2012-13 sezonunda Galatasaray'da kiralık olarak forma giyen Umut Bulut ile 3+1 yıllık sözleşme imzalanmıştır. 15 Temmuz 2013'te Galatasaray Resmi İnternet sitesinden yapılan açıklamada "Toulouse FC profesyonel oyuncularından Umut Bulut'la 2013-2014 sezonundan başlamak üzere 3+1 futbol sezonu için anlaşmaya varılmıştır. Buna göre, futbolcunun eski kulübüne 2.700.000 EUR bonservis ücreti ödenecektir. Futbolcuya ise 2013-2014, 2014-2015, 2015-2016 ve sözleşme devam ederse 2016-2017 sezonlarının her birinde sırasıyla 1.750.000 EUR, 1.800.000 EUR, 1.850.000 EUR ve 1.850.000 EUR sabit transfer ücreti ve her bir sezonda 15.000 EUR maç başı ücreti ödenecektir." açıklamalarına yer verildi. Ayrıca Umut Bulut 15 Temmuz günü Galatasaray'ın Birmingham kampına dahil olmuştur. 2013-14 sezonuna Emirates Kupası ile başlayan kadroda yer alan Bulut, Galatasaray'da ilk resmi maçına Fenerbahçe kaşrısında normal süresi 0-0 biten maçta 81. dakikada çıkan Umut, maç sonunda ise kupayı kazanan tarafta oluyordu. Süper Lig'in 2. haftasında ise kendi adına ilk maçına çıkan Umut, ilk golünü ise 17 Eylül 2013'te Real Madrid CF ağlarına sonrafan girdiği karşılaşmada attı. UEFA Şampiyonlar Ligi'nin 2. maçı olan Juventus FC deplasmanında da oyuna sonradan dahil olan Bulut, maçın bitimine dakikalar kala Buffon'un koruduğu kaleye attığı gol ile takımına beraberliği getiren isim oldu. Real Madrid ve Juventus maçlarında toplam 28 dakika süre alan Umut Bulut, 2 gol atmayı başardı. Yani 14 dakikaya 1 gol sığdırdı. Şampiyonlar Ligi’nde FC Barcelona’nın 10 numarası Lionel Messi 30 dakikada 1 gol atarken, Real Madrid’in 7 numarası Cristiano Ronaldo 36 dakikada bir fileleri sarstı. Böylece Galatasaray’ın 9 numarası Umut, Devler Arenası’nda bu alanda zirveye çıktı. UEFA Şampiyonlar Ligi'nde bir sonraki golünü ise Real Madrid CF deplasmanında atan Umut, takımının 4-1 mağlup olmasına engel olamadı. Türkiye Kupası'nda ise ilk maçına Gaziantep Büyükşehir Belediyespor karşısında çıkan Bulut, 105. dakika girdiği ve penaltılara uzayan karşılaşmada penaltı kaçırsa da Galatasaray maçtan galiip geldi. Bir sonraki kupa maçında Balıkesirspor karşısında 11 başlayan Umut, 54. dakikada Bruma'nın asistini boş ağlarla buluşturdu ve Türkiye Kupası'ndaki ilk golünü attı. Sezonun ilk yarısını 4 gol ile kapatan Umut, takımıyla kampa katıldı ve Turkish Airlines Antalya Kupası'nı kazandı. 2014 yılında ilk resmi maçına ise Tokatspor karşısında çıktı. Umut Bulut 8 Şubat 2014 günü ise Eskişehirspor maçına sonradan dahil oldu ve bu maçın sonlarına doğru takımının üçüncü golünü attı ve tam 372 gün sonra Süper Lig'de gol sevinci yaşadı. 30.08.2016 tarihinde Kayserispor resmi twitter hesabından transfer olduğu açıklanmıştır.
A millî takım formasını ilk kez 5 Haziran 2007'de Brezilya ile oynanılan hazırlık maçında giydi. Ayrıca Türkiye U-21 formasını 21 kez giyip 3 gol atarken, Türkiye A2 millî futbol takımıyla 3 kez mücadele etti. Umut, Brezilya maçından 3,5 yıl sonra teknik direktör Guus Hiddink tarafından Hollanda maçı için millî takıma çağrıldı. Bu maça ilk 11'de başlarken 62 dakika sahada kaldı. Umut, Mayıs 2012'de Abdullah Avcı tarafından A millî takımın Salzburg kampına çağırılmış ve az da olsa forma şansı bulmuştur. Türkiye'nin Portekiz ile oynadığı maçta ilk 11 başlayan Umut Bulut, bu maçın 35.dakikasında topu Portekiz ağlarına yollamış ve Ay-yıldızlı formayla ilk golünü atmıştır. Aynı maçın 52.dakikasında Ceza sahası dışında topla buluşan Bulut, Skoru 2-0 a getirmiş ve bu maçta Penaltı kurtaran Volkan Demirel ile birlikte Maçın yıldızlarından olmuştur. Ayrıca Umut'un attığı ilk gol 1965'ten bu yana Türkiye'nin Portekiz'e attığı ilk gol olmuştur. Umut bir sonraki golünü ise 11 Eylül 2012'de Estonya'ya karşı atmıştır. 11 Ekim 2013'te Dünya Kupası Grup Eleme maçında Umut Estonya'ya bir gol daha atmıştır.
28 Nisan 2008 tarihinde Ankara'da "Esma Uzun" ile evlendi.. Çift 26 Mayıs 2011 tarihinde boşanmışlardır. Umut Bulut 21 Mayıs 2013 günü ise Rus "Anna Bezrurkikh" ile Adile Sultan Sarayı'nda dünya evine girdi. 13 Mart 2016 tarihinde gerçekleşen Ankara saldırısında Umut Bulut'un babası Kemal Bulut saldırı sonrası yaşamını yitirdi.
Destutt de Tracy
Destutt de Tracy, tam adı Antoine Louis Claude Destutt de Tracy (d. 20 Temmuz 1754 - ö. 9 Mart 1836), Fransız filozof.
Destutt de Tracy ideoloji fikrinin öncü ismidir. Ona göre ideoloji, bilimsel bir disiplindir. Doğru ile yanlışı, yanılsama ile gerçekliği, safsata ile bilimsel olanı ayırmaya dönük bir bilimdir söz konusu olan. Destutt de Tracy ve onunla birlikte İdeologlar olarak adlandırılan diğer entelektüeller bu bağlamda ideolojiyi bir "fikirler bilimi" olarak formüle ederler.
Destutt de Tracy'de John Locke, Condillac ve Cabanis gibi daha çok duyumcu düşünürlerin etkisi belirgindir.
Des Visages des Figures
des Visages des Figures, Fransız rock müzik grubu Noir Désir´in bir albümü. Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinde 11 Kasım 2001 tarihinde piyasaya çıkmıştır. Albüme katkıda bulunan birçok müzisyenin yanı sıra Manu Chao, Le vent nous portera ("Rüzgâr bizi götürecek") adlı şarkıda gitarları çaldı. Aşağıdaki listede aksi özel olarak belirtilmemiş şarkıların müzikleri Noir Désir'e, sözleri Bertrand Cantat'a aittir.
Hûd
Hûd (Arapça هود), Kur'an'da adı geçen peygamberlerden birisidir. Eski Ahit'te adı Eber (İbranice עבר) olarak geçen peygamber ile Hûd peygamberin aynı kişi oldukları tahmin ediliyor.. Eski Ahit'in en Antik Yunanca versiyonlarından birinde (Latince: Septuaginta) Eber'in yaşamış olduğu dönem, Kur'an'daki Hûd'un yaşadığı döneme denk düşer. Eber kelimesi kimi iddialara göre İbrani ve Arap kelimelerinin kökenini oluşturur. Yahudi kutsal metinlerinde bahsedilen Eber, Nuh'un soyundandır ve İbrahim'in atalarındandır. Bazı İslam kaynakları Hûd peygamberin 150 sene ömür sürdüğü ve peygamberlik yaptığı dönemin yaklaşık olarak MÖ 2400 civarında olduğunu belirtir.
İslam'a göre Âd kavmine Allah tarafından uyarıcı olarak gönderilmiştir. Âd Kavmi Hûd'u yalanlamış, Allah'ın tanrılığını inkar etmiştir. İnananlar hariç doğru yola gelmeyen Âd Kavmi, yıldırımlar ve yedi gece sekiz gün süren dondurucu bir rüzgârla helak edilmiştir. Âd Kavmi'nin helak edilişi, Ahkâf Suresi'nde şöyle anlatılır:
Atık su arıtımı
"atık su Arıtma", gün geçtikçe hızlı bir şekilde kirlenmekte olan temel yaşam suyun evsel veya endüstriyel amaçlarla kullanıldıktan sonra ıslah edilmesi işidir.
Bu arıtım işlemi fiziksel, kimyasal veya biyolojik yollarla yapılabilinmektedir:
Ana atıksu arıtma prosesleri şunlardır; ızgara (ince veya kaba), ön çökeltim havuzu, kimyasal veya biyolojik arıtma üniteleri, son çökeltim havuzu ve dezenfeksiyon ünitesi.
Atıksu arıtma proseslerinin veya proses kombinasyonlarının seçimi aşağıdaki kriterlere bağlıdır:
Atıksu karakteri: Bu, kirleticinin askıda, koloidal veya çözünmüş, biyolojik parçalanabilen gibi hangi formda olduğunu ve toksisitesini kapsamalıdır.
Çıkış suyu kalitesi: Çıkış suyunun zehirlilik (bioassay) deney sonuçları gibi ileriye yönelik istenebilecek deşarj kısıtlamalarına da planlamada yer verilmelidir.
Herhangi atıksu arıtma problemi için mevcut yer ve maliyet: İstenen arıtma verimine çoğu zaman bir veya daha fazla arıtım kombinasyonu ile ulaşılabilir. Ancak bu seçeneklerden yalnızca bir tanesi en ekonomiktir. Bu nedenle proses tasarımına geçemeden önce detaylı bir fizibilite analizi yapılmalıdır.
Paket Atıksu Arıtma sistemi Kanalizasyon sistemi bulunmayan veya kanalizasyon sistemi olup ta atık su arıtma tesisi istenen tesislerde atıksu arıtma tesisi ihtiyacını ekonomik ve kolay montaj yöntemleri ile çözen atıksu arıtma sistemidir. Arıtma tesisi kurarken arıtma prosesi, işletim maliyetleri arıtma tesisinin ekipman ve imalat kalitesi arıtma tesisi için belirleyici parametrelerdir.Ve ayrıca dikkat edilmelidir.Ama çok önemlidir.
Vişneli, Kemalpaşa
Vişneli, İzmir'in Kemalpaşa ilçesine bağlı bir mahalle. Eski ismi Fetrek'tir.
Alberto Korda
Alberto Díaz Gutiérrez ya da bilinen adıyla Alberto Korda (14 Eylül 1928 - 25 Mayıs 2001), Kübalı fotoğrafçı. 1960 yılında çektiği ve zamanla bir simge halini alan Che fotoğrafı ile bilinir.
Demiryolu işçisi bir babanın oğlu olarak Havana'da dünyaya geldi. Fotoğrafçılığa başlamadan önce birçok işte çalıştı. Fotoğrafçılığa başlama sebebinin "kız tavlamak" olduğunu söyleyen Korda amacına ulaştı ve ilk evliliğini Kübalı model Natalia Menendez ile yaptı.
Küba gazetesi "Revolución" için 1960 yılında fotoğrafçılık yaparken en ünlü fotoğrafını çekti. Bu fotoğraf daha sonra ona sorulmaksızın sayısız defa yayımlandı, fakat en sonunda 2000 yılında Smirnoff`a dava açtı. Fotoğrafın kullanımıyla ilgili şöyle dedi: ""Che Guevara`nın uğrunda öldüğü görüşleri destekleyen biri olarak, bu fotoğrafın onun anısını yaşatmaya ve dünyadaki sosyal adaleti sağlamaya çalışanların kullanmasına karşı değilim, fakat alkol gibi ticari nesnelerin reklamını yapmak için Che`nin şöhretini kullananların kategorik olarak karşısındayım."" Kazandığı 50.000 doları Küba Sağlık Sistemi`ne bağışladı ve ""Eğer Che yaşasaydı o da aynısını yapardı"" dedi.
Devrimden sonra 10 yıl boyunca Fidel Castro`nun kişisel fotoğrafçılığını yaptı. Daha sonra su altı çekimleri ile meşgul oldu.
2001 yılında Paris`te kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti.
MTV
MTV, MusicTelevision, ABD kaynaklı bir müzik ve gençlik kanalı.
MTV, ilk açıldığında radyo Top 40 mantığı |
ile müzik videoları yayınlamaktaydı. Bunlar ilk başlarda konser görüntüleri iken daha sonra MTV için özel çekilmiş videolar haline geldiler, popülerite kazanmak isteyen şarkıcı ve yönetmenler bu yola başvuruyorlardı.
İlk kez 1984'te Grammy'lere rakip olarak VMA olarak adlandırılan video müzik ödülleri dağıtmaya başladılar. Her ne kadar VMA asla Grammy kadar saygın olamasa da, ona isyankar bir rakip olarak müzik marketine canlılık getiriyordu. Daha sonraları 92de MTV Film Ödülleri dağıtılmaya başlandı. Ayrıca her sene Avustralya'da, Asya'da ve Avrupa'da ayrıca ödül törenleri düzenlenmekte ve bunlar MTV'nin yerel kanallarında yayınlanmaktadır.
Bir süre sonra, sürekli müzik yayını yapmayı bırakmış ve bir takım programlara yer vermeye başlamıştır.
Bu programlar, Daria, Beavis and Butt-head gibi çizgi filmlerden, The Real World, Road Rules gibi reality showlara, ünlülere şaka yapılan Punk'D, dublörlerin tehlikeli ve gülünç hareketlerine dayalı Jackass gibi komedilerden zengin gençlerin yaşamını ele alan Laguna Beach, Undressed gibi soap-operalara kadar uzanmaktadır ve TRL'i de unutmamak gerek bu programda MTV'nin klasikleri arasına girmiştir. Cam kaplı bir stüdyoda ünlü oyuncu ve şakıcıların konuk olduğu bir programdır.
2002 senesinde yayınlanan The Osbournes ile reality showa yeni bir anlayış getirilmiştir, programda rock grubu Black Sabbath solisti Ozzy Osbourne ve ailesinin yaşamı sürekli kameraya alınmış ve haftalık 30ar dakkalık bölümler halinde yayınlanmıştır. Yine aynı şekilde ünlü çift Jessica Simpson ile Nick Lachey'nin evliliklerinin ilk yılları Newlyweds, Ashlee Simpson'ın müzik kariyerine başlaması Ashlee Simpson Show reality showları ile ekrana taşınmıştır.
2005'te dadaist komedi programı Wonder Showzen gösterilmiştir. Programda, susam sokağı gibi çocuk programlarının formatında kuklalar ve çizgi filmler kullanılsa da program içeriği oldukça yetişkinlere yöneliktir. Programın parodileri, kültür, siyaset, din gibi ciddi konuları ele alan kara komedilerdir.
Yaptığı müzik temelli yayınla popüler kültür üzerinde etkisi olan ve ayrıca yaptığı programlarla gençlerin ilgisini ve muhafazakâr kesimlerin tepkisini çeken bir kanaldır.
MTV, tıpkı Coca Cola ve McDonald's gibi kapitalizmin ve Amerikan kültürünün dünyaya empozesinin simgeleri gibi görülmüştür. Her ne kadar bir yandan ABD ve George W. Bush karşıtı şarkılara da yer verse, Green Card reklamları da yayınlaması ile gençleri ABD lehine etkilediği konusunda eleştirilere ve tartışmalara sebep olmuştur.
İlk senelerinde program akışında siyahlara yer vermemesi sebebi ile ırkçı olduğu konusunda eleştiriler almıştır; fakat MTV bunu asla kabul etmemekte ve her zaman siyahlara ve azınlıklara yer verdiklerini belirtmektedir. Şu günlerde hip-hop tarzının da gayet popüler olması bu konudaki eleştirileri azaltmıştır.
Ayrıca MTV, müzik endüstrisinde "müzik"in önemini azaltıp, yerine görselliğe dayalı bir estetik koyduğu yönünde eleştiriler almıştır. Ayrıca reality showlara çok fazla zaman ayırarak müzik yayınını azaltması ve bunun da yalnızca en popüler olan videoların yayınlanması ile sonuçlanmasından ötürü büyük eleştiriler almaktadır.
MTV, çocuk ve gençlere kötü rol modelleri sunarak onları evlilik öncesi cinsellik, şiddet ve uyuşturucu kullanımına özendirdiği yönünde suçlamalarla sıkça karşılaşmaktadır. Bu sebeple 90'ların başından itibaren MTV, karakterlerinin daha sorumlu ve havalı olmalarının okula devam etmeleri, küçük yaşta alkolden uzak durmaları ve sosyal konularda daha duyarlı olmaları gerekecek şekilde yeniden düzenlemiştir.
Tüm bunlar bir yana, MTV, konu sansüre geldiğinde olabildiğince "politik doğru" olmaktadır. Müzik videolarında ve şarkı sözlerinde bulunan, seksi, silahları ve uyuşturucuları çağrıştırabilecek her şeyi silmektedir.
Londra Ekonomi Okulu
London School of Economics and Political Science ya da kısaca LSE olarak da bilinen London School of Economics, 1895 yılında Fabian Derneği üyeleri olan Beatrice ve Sidney Webb tarafından Londra'da kuruldu. Okul, bugün Londra Üniversitesi'ne bağlı kolejlerden biridir.
37 ünlü devlet adamı yetiştiren LSE, bunun yanında siyaset,uluslararası ilişkiler ve ekonomi dallarında sayısız ünlü isim yetiştirmiştir. Okulun mezunlarından veya okulda görev yapmış profesörlerden bugüne dek 13 kişi Nobel Ödülü'ne layık görülmüştür. LSE, İngiliz The Guardian gazetesi tarafından " siyasete dünyadaki diğer tüm üniversitelerden daha çok etki yapan okul" olarak tanımlanmıştır.
Üniversite sıralamalarında İngiltere içinde en iyi 3 üniversite arasında bulundan LSE, İngiliz The Times gazetesinin eğitim eki olan THES tarafından da dünya genelinde en iyi 11.nci ve sadece sosyal bilimler alanında ise de Harvard Üniversitesi'nden sonra dünyada en iyi 2.nci üniversite seçilmiştir.
LSE; Antropoloji, İktisat, İşletme, Hukuk, Siyasal Bilimler, Uluslararası ilişkiler,Felsefe, Sosyoloji,Ekonomi tarihi, Uluslararası Tarih gibi alanlarda 30'dan fazla lisans ve 120'den fazla lisansüstü programı sunmaktadır.
Okulun şu anki rektörü, ünlü sosyolog Anthony Giddens'ın halefi olan Howard Davies'tir. LSE, ayrıca dünyanın en büyük sosyal bilimler kütüphanelerinden biri olan İngiliz Siyasal ve İktisadi Bilimler Kütüphanesi'ni (BLPES) bünyesinde barındırmaktadır.
Deniz Seki
Deniz Seki (d. 1 Temmuz 1970, İstanbul) Türk pop müzik şarkıcısı, besteci ve söz yazarı.
1 Temmuz 1970'de İstanbul'da doğan Deniz Seki, ilkokulu Maçka Süheyla Artam İlkokulu'nda, orta ve lise eğitimini de yatılı olarak Çamlıca Kız Lisesi'nde tamamladı. Okulu bitirdikten sonra, TRT İstanbul Televizyonu'ndaki sunuculuk sınavlarına katılarak sunucu oldu.
İlk olarak 1993 yılında Melih Kibar ile tanışan Seki, Kenan Doğulu, İzel, Yaşar, Emel Müftüoğlu, Ege, Ferda Anıl Yarkın ve Zuhal Olcay gibi sanatçılara vokalistlik yaptı. 1995 yılında, "Pop-Show 95" şarkı yarışmasına katılan sanatçı kendi yazdığı şarkı ile birinci oldu, 9 Nisan 1997 tarihinde ilk albümü söz ve müziği Yıldız Tilbe'ye ait olan "Hiç Kimse Değilim" yayınlandı. 2 Aralık 1999 tarihinde, söz ve müziklerinin birçoğu kendisine ait olan "Anlattım" isimli albümü yayınlandı.
İkinci albüm çalışması olan "Anlattım"ın ardından üçüncü albümü "Şeffaf," 12 Aralık 2001 tarihinde yayınlandı, bu albümde sırasıyla "Unutursun" ve "Yakamoz" isimli şarkılara klipler çekildi. 70'li yılların popüler şarkılarından oluşan dördüncü albümü ise ""Aşkların En Güzeli"" 27. Ağustos 2003'te yayınlandı, 25 Mart 2005'te yayınlanan beşinci albümü ""Aşk Denizi""ndeki 14 şarkının 13'ünün sözleri ve bestesi yine Deniz Seki'ye aittir. Üç yıl aranın ardından 2008 yılında yayınlanan "Sahici" albümünde yine çoğunlukla kendi bestelerini seslendirmiş, albümün ilk klibi kardeşi Serdar Seki yönetmenliğinde "Aptal" şarkısına çekilmiştir. Albümle aynı isimli "Sahici" şarkısına ikinci klip çekilmiş, şarkı birçok Türkçe Top Müzik listesinde liste başı olmuştur. "Şaka Değil" ve "Zirve" parçalarına resimlerinden ve klip görüntülerinden oluşan yeni klip hazırlanmış olsa da sanatçı cezaevinde olduğu için müzik listelerinde yer almamıştır. Ayrıca, Deniz Seki 2006'da yayınlanan "Dünyayı Kurtaran Adamın Oğlu" filminde "Gonca" rolüyle rol almış ve aynı yıl Lipton markası için kendi yazıp bestelediği "LİptonOHH" parçasını da seslendirmiştir.
Deniz Seki uyuşturucu soruşturmasının ardından yaşadığı kötü günlerin arkasından yüze yakın konser ve program yaptıktan sonra yine birçok şarkının kendisine ait olduğu "Sözyaşlarım" albümü 2011 yılında yayınlanmış, ayrıca aynı yıl Yavuz Bingöl ile 5 bölümlük bir müzik programı yaptı ve 2012 yılında İzzet Çapa ile bir televizyon programı, müzikal ve bir sinema filmi yapacağını duyurmuştur. "Sözyaşlarım" albümünün ilk klibi Serdar Seki yönetmenliğinde "Suya Hapsettim" şarkısına çekilmiştir. Şarkı birçok televizyon dizisinde kullanılmıştır. Albümde ikinci şarkı "Aşk Müzikali"'ne yine Serdar Seki yönetmenliğinde Nahide Rüya Adasında çekilmiştir.
1995 yılında Ege'nin "Delice Bir Sevda" şarkısına arka vokal yapmış ve klibinde rol almıştır. 1996 Aralık ayında Sibel Alaş'ın "Fem" albümünde "Bıçak Yarası" şarkısında tek başına ve "Firarım Ben", "Bir Varmış Bir Yokmuş" şarkılarında Cihan Okan, Yıldız Tilbe, Ayça Tekindor ve Uğur Şimşekyay ile birlikte geri vokal yapmış, 1997 yılında Pınar Aylin'in "Güneşten" albümünde yer alan "Adam Olaydın" şarkısına Özkan Uğur, Hürriyet Narin, Toygarhan Atuner ve Faruk Kurukaya ile birlikte vokal yapmıştır. 1998 yılında "The Best of Ajda" albümünü çıkaran Ajda Pekkan, "Haykıracak Nefesim" adlı parçasında Soner Arıca, Suat Suna, Eda Özülkü, Şebnem Ferah ve Deniz Seki ile birlikte seslendirdi.
2000 yılında Reyhan Karaca 'nın Yaman Olacak isimli şarkısına vokal yapmıştır. 2001 yılında çıkan Tarkan'ın "Karma" adlı albümünde bulunan "Taş" ve "Sen Başkasın" adlı parçalara Cihan Okan, Özkan Uğur, Berna Keser ve Özlem Tekin ile birlikte vokal yapmış, 2003 yılında çıkan Melih Kibar'ın "Yadigar" tribute albümünde ise "Her Şey Seninle Güzel" adlı şarkıyla yer almıştır. 15 Aralık 2004 tarihinde Emel Müftüoğlu'nun "Çok Ayıp" adlı albümünde bulunan "Zorlama" adlı parçaya Sezen Aksu ile birlikte vokal yapana sanatçı yine 2005 yılında Cem Karaca'nın "Mutlaka Yavrum" adlı albümünde "Sen de Başını Alıp Gitme" adlı parçayı seslendirmiştir.
12 Mayıs 2006 yılında piyasaya çıkan Ali Kocatepe'nin "41 Kere Maşallah" adlı albümünde "Herşey Senin İçin" adlı parçayı seslendirmiş ve aynı yıl Ayla Dikmen için hazırlanan ve çeşitli sanatçıların Ayla Dikmen'in şarkılarını okuduğu albümde Seki, albümle aynı ismi taşıyan "Sensiz Yaşayamam" adlı parçayı seslendirmiştir.
2007 yılında Ayhan Günyıl'ın "Gitti Gideli" parçasına da vokal yapmıştır. Ercan Saatçi'nin "Mucize Nağmeler" adlı alaturka albümünde "At Kadehi Elinden" adlı parçayı seslendirmiştir. "Mucize Nağmeler" isimli albümün ilk klibi de bu şarkıya çekilmiştir.
2008 yılında yakın arkadaşı Gülben Ergen'in "Aşk Hiç Bitmez" albümünde bulunan "Ya Ölümsün Ya Düğün" parçasının sözleri ve müziği Deniz Seki'ye aittir. 2009 yılında Cenk Eren'in "Dönüm Noktam" adlı |
albümünde bulunan "Hüda Aşkına" adlı şarkının sözlerini yazmış ve şarkıya vokal yapmıştır. Aynı sene Gülben Ergen'in Uzun Yol Şarkıları adlı albümünde bulunan "Üzgünüm" adlı şarkıya vokal yapmıştır. 2010 yılında, Türk pop müziği sanatçısı "Kalipso Kralı" lakaplı Metin Ersoy'un kendisi gibi sanatçı oğlu Latin piyanisti Emir Ersoy'un "Yaşama Bir Şans Ver" adlı ikinci Latin albümü yayımlanmış, bu albümde 10 ünlü sanatçı hafızalarda yer etmiş 10 ünlü şarkıyı Emir Ersoy'un Latin müzik tarzındaki yepyeni düzenlemeleri ile seslendirmişlerdir ve Seki, bu albümde daha önce "Aşk Denizi" albümünde yer alan "Üzgünüm Aşkım" adlı parçayı seslendirdi.
2013 yılında ise Petek Dinçöz ile düeti olan "Artık Üzülmek İstemiyorum" adlı parçayı seslendirmiştir. 5. Haziran 2017'de tahliye edildi.
Scott Columbus
Scott Columbus, (d. 10 Kasım 1956 - ö. 4 Nisan 2011) Manowar isimli Heavy metal grubunun bateristidir.
Donnie Hamzik'ten sonra Manowar grubuna dahil olmuştur. Into Gory Ride, Hail To England, Fighting The World, Kings Of Metal, Louder Than Hell ve Warriors Of The World United albümlerinde Manowar kadrosu dahilinde yer almıştır. 1992 yılında oğlunun sağlık sorunları nedeniyle gruptan ayrıldı, bu sırada kadroya Rhino dahil oldu. Triumph of Steel albümünde Rhino'yu duymaktayız. Daha sonra şımardı ve 1996 yılında tekrar gruba dahil oldu. 1996 yılındaki Louder Than Hell albümünde bateriyi Rhino'dan devraldı.
Scott eskiden bir musluk tamircisiydi ve amatör bir şekilde bateri çalıyordu. Joey DeMaio'nun sevgilisinin bir arkadaşının abisi olan Scott bu şekilde Joey ile tanışmış ve gruba dahil olmuştur. Ancak şu an çocuğunun hastalığıyla ilgilendiği için geçici bir süreliğine grupta çalmayı bırakmıştır. Bateriye çok sert vurması onun en büyük özelliğidir ve dünyaya ününün yayılmasını sağlamıştır. Bunun yanı sıra heyecansız ve aşırı soğukkanlı olması da bir başka özelliğidir. Hayranları onun bagetleriyle bateriye vuruşlarını Thor'un çekici olarak kabul ederler. Şu anda Scott'ın yokluğunda grubun bateristi eski elemanlardan Donnie Hamzik'dir.
Scott Columbus'un ilginç yönlerinden birisi normal standartlardaki baterilerin vuruşlarına dayanamamasıdır. Scott için özel yapım dayanıklı bateriler yapılmıştır. Ayrıca, solak olduğu için bateri setini ters kurar.Blow your speakers 'ın klibinde iki bageti üst üste koyup galeta kırar gibi kırar. Ayrıca Manowar'ın sigara kullanan tek üyesidir.
4 Nisan 2011'de 54 yaşında ölmüştür.
Ölümü Manowar resmî sitesinden şu şekilde duyurulmuştur.
"With great sorrow we announce the passing of our brother Scott Columbus. A rare talent, equally a rare individual, a father, a friend and a brother of metal. All of the great moments we spent together are burnished in our hearts and memories forever.
We know he is in a good place and at peace. He will never be forgotten." Your family and brothers, Joey, Eric, Karl, Donnie. And all at Magic Circle Music.
Joey DeMaio
Joey DeMaio (d. 6 Mart 1954 à Auburn, New York (eyalet)), Manowar isimli heavy metal grubunun basgitaristidir.
Black Sabbath turnelerinde teknisyen iken Shaking Street isimli grubun gitaristi Ross The Boss ve okul arkadaşı Eric Adams ile beraber Manowar'ı kurdu. Tam bir Black Sabbath hayranıdır. Kendine özgü bass tekniği (bassında vibrato kolu mevcuttur), basslineları ve davranışlarıyla metal müzik dünyasında kendisine yer edinmiştir. Nikolai Rimsky-Korsakov'un bestelediği ve Yngwie Malmsteen tarafından elektro gitara uyarlanan "Flight of Bumblebee" (Yabanarısının Uçuşu) parçasını bass gitara uyarlamış ve adını "Sting of Bumblebee" (Yabanarısının İğnesi) koymuştur. Joey DeMaio bu farklı bass gitarını farklı şekillerde çalarak sololar üretmiştir. Gitarı dirseğiyle çalabilmesi, yere sürterek çalabilmesi ve daha nice farklı şekillerde çalabilmesi onu bu denli ünlü yapmıştır. Ayrıca Kızılderili soyundan gelen DeMaio, grubun çoğu şarkısının sözlerinin yazarıdır. Bazılarını Karl Logan ile birlikte yazar ama genellikle tek başına çalışmayı sevdiğini ve bir yere kapandığında dikkatlice düşünerek ilham aldığını ve sözleri yazarken aynı anda besteyi de kafasında belirlediğini açıklamıştır. Şarkıların besteleri ve akordu tamamen ona aittir. Bu tip teknisyen özelliklerinde Black Sabbath'ın teknisyenliğini yapmış olması büyük önem taşır. Ayrıca bu özellik Manowar'ın desibel rekorları kırmasında da işe yaramıştır. Joey'nin metal müzik ve özellikle de basgitar hakkında her türlü bilgiye sahip olması ve kusursuz bir şekilde çalması hem onu dünyanın en iyi basçılarından biri yapmış hem de hayranlarının ona "Owner of bass gituar" yani basgitarın efendisi ismini takmasına olanak sağlamıştır.
Manowar grubunun kurucusu ve daimi üyesi olmakla beraber röportajlarda ve basın toplantılarında genelde grubu Joey DeMaio temsil eder. Grubun bütün elemanları gibi o da bir motor tutkunudur. DeMaio alkole çok düşkün olmasına karşın sigara kullanmaz. Sonisphere 2010 İstanbul Manowar konserinde yaklaşık 5 dakikalık bir Türkçe konuşma yapmıştır. Konuşmasında Dio'nun ölümünden duyduğu üzüntüyü belirtmiş ve "Big Four denilen Trash Metal gruplarına göndermeler yapmıştır.
Eric Adams
Eric Adams Manowar isimli heavy metal grubunun vokalistidir. 12 Temmuz 1954 doğumludur. İtalyan asıllıdır. Gerçek adı Louis Marullo'dur. Eric Adams'ın sesini keşfetmesi 12 yaşında gerçekleşir. Etkilendiği metal gruplarının solistlerinin taklitlerini yaparak hem kendini geliştirmiş hem de sesinin mükemmelliğinin farkına varmıştır. 16 yaşına geldiğinde kendine evinin garajında küçük bir akustik stüdyo kurmuş ve burada çalışmaya devam etmiştir. Eric iyiden iyiye screamlerini geliştirmiş ve hayranı olduğu metal kültürünü sindirerek heavy metal vokali olabilecek kademeye ulaştığını anlamıştır. Ancak çevresinde metal ile ilgilenen pek fazla kişi olmadığından grup kurmakta zorlanmıştır. Ardından okulda tanıştığı Jeoy DeMaio'nun da bas çaldığını öğrenmiştir. Bu ikili bir araya gelerek Joey DeMaio'nun koyduğu isimle Manowar adlı heavy metal grubunu kurmuştur. Bu grup zamanla büyümüş, Eric Adams da herkes tarafından saygı duyulan en iyi vokallerden biri olmuştur.
Joey DeMaio ile beraber Manowar grubunun kurucu ve daimi üyesidir. Joey DeMaio ile okul arkadaşıydı. Clean ve scream vokal yapmaktadır. Manowar grubunun birçok şarkısında tenor vokali vardır (Nessun Dorma gibi).. Adams konserlerinde 30 saniyeden uzun süren screamleri ile tanınır ki bu screamler Manowar grubunun en önemli soundu kabul edilir. Genelde clean vocal yapsa da, sesini istediği forma rahatlıkla sokabilmektedir. Sahip olduğu 4 oktavlık ses aralığı (b1-b5), Manowar şarkılarına müthiş bir enerji ve ruh kazandırmaktadır. (Gitar 3.5 oktavdır. Piyano 7 oktavdır örneğin)
Avcılıktan hoşlanmaktadır. Wild Life and Wild Times isimli bir avcılık DVDsi çıkarmıştır. Ayrıca diğer grup elemanları gibi O da bir motor tutkunudur.
Afrika kökenli Türkler
Afrika asıllı Türkler ya da Siyâhî Türkler, genellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli dönemlerinde işçi olarak veya açık köle olarak (köle olarak alıp, hemen veya kısa bir müddet sonra azat etmek, isterse ücreti mukabili iş/görev vermek) getirilen ya da kendi istekleriyle Afrika'dan Anadolu'ya veya Kıbrıs'a gelerek yerleşenlerin çocukları ve torunlarına verilen addır. Bir kısmı sonradan ülkelerine dönmüş, kalanları Ege ve Akdeniz bölgesinde yerleşerek tarım alanında çalışmış, köyler oluşturmuşlardır.
Afrika asıllı Türklerden yaşlı kuşak kendisini genelde Arap olarak tanımlarken kentte yaşayan genç kuşak ise ‘Afrika kökenli’ demeyi tercih etmektedir.
Osmanlı döneminde Nijer, Suudi Arabistan, Libya, Kenya ve Sudan'dan Afrika asıllılar, genellikle Zanzibar üzerinden Dalaman, Manavgat, Çukurova, Menderes ve Gediz ovasına getirilmişti. Bazı Afrika asıllılar ise 1923 Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi sırasında Girit'ten gelmiş, Ege bölgesine, çoğunlukla da İzmir'e yerleşmiştir. Ayvalıklı Afrika kökenliler Girit'ten gelen atalarının Yunanca konuştuğunu, Türkçeyi sonradan öğrendiklerini söylemektedirler.
Kimi kaynaklarda 19. yüzyılda İzmir’in Sabırtaşı, Dolapkuyu, Tamaşalık, İkiçeşmelik ve Ballıkuyu gibi semtlerinde yoksul siyahi mahalleleri olduğundan söz eder. İzmir’de Afrikalılara özgü bahar bayramı, ‘Dana Bayramı’ adıyla 1880'lerden 1920'lerin sonuna kadar kutlandığı belirtilmiştir. Üç hafta süren kutlamalarda "godyaların" (Afrikalı topluluğun ileri gelenleri) topladığı parayla dana alınır ve Mayıs ayının ilk cumartesi kurban edilirdi. Günümüzde de bu kutlama sadece iki gün sürmekte ve artık kurban kesilmemektedir.
Sayıları yaklaşık 5,000 kişi civarındadır. Öte yandan, Kuzey Kıbrıs'ta yaşayan Afrika kökenli Türklerde bulunmaktadır. Aralarında Kıbrıs'ın tanınan eğitimci ve köşe yazarı Ertanç Hidayettin ve Türkiye'yi de
Lihtenştayn Futbol Federasyonu
Lihtenştayn Futbol Derneği (Almanca: "Liechtensteiner Fussballverband") Lihtenştayn'da futbol faaliyetlerini yürütmek, futbolun gelişmesini ve yurt sathına yayılmasını sağlamak, bu konularda her türlü düzenlemeyi yapmak, kararlar almak ve uygulamakla yetkili kurumdur. Lihtenştayn millî futbol takımını ve Lihtenştayn Futbol Kupası'nı organize ederken; Lihtenştayn takımları "İsviçre" liglerinde yarışırlar. LFV'nin merkezi Vaduz'dadır.
Kike
Kike, Amerika'da Yahudileri aşağılamak için kullanılan söz. 20.yüzyılın başlarında ortaya atılmıştır.
Nigger
Karl Logan
Karl Logan (d. 28 Nisan 1965, Pennsylvania), Manowar isimli heavy metal grubunun elektro gitaristidir.
Manowar grubundan Ross The Boss ve David Shankle'ın ayrılmasından sonra Joey DeMaio ile bir motosiklet kazasında tanışmış ve gruba dahil olmuştur (1994).
Manowar'ın her konserinde kendisine solo çalışma yapabileceği bir bölüm edinen Karl Manowar'ın Warriors of the World, Hail and Kill gibi önemli şarkılarındaki performansları ile kendini herkese tanıtmış ve önemli gitaristlerden biri haline gelmiştir.
24 Ocak 2006 tarihinde geçirdiği motor kazası sonucu bir süre tedavi görmüş ve sahnelere tekrar dönmüştür.
Güzelyalı, Bursa
Güzelyalı, Bursa Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı |
Marmara Denizi kıyısında bir sahil kasabasıdır.
Osmangazi 'ye 29 km.uzaklıkta,Mudanya'ya ise yürüyüş mesafesindedir.1962'de kurulmuştur. Nüfusu 15000 kişidir.
Güzelyalı'nın tarihçesi çağlar boyunca bir bölümünü oluşturduğu Mudanya Bölgesi
tarihçesi ile bir bütün oluşturmakta ve Eski Burgaz Köyü olarak bilinmektedir.
Bursa ve civarı I. Dünya Savaşı'dan sonra Yunan işgaline uğramıştır. Bu yerler Türk Kurtuluş Savaşı'nın kuzeybatı cephesiydi.Bu cephedeki savaş ancak 12 Eylül 1922'de sona ermiştir.
1922 yılından sonra Burgaz Köyündeki Rumların kaçması ile boşalan köye Türkler yerleştirildi. Batum tarafındaki Gürcüler ile Girit adasını boşaltan Türkler mübadele ile köye yerleştirildi. 15 hane olan köy giderek kalabalıklaştı.1962 senesinde bir referandum ile Bursa Belediyesi'nden ayrılarak Mudanya Belediyesi' ne mahalle olarak bağlandı ve Güzelyalı adını aldı.
Ancak hizmetlerin yeterli olmadığını gören mahalle halkı 1992 yılında yaptığı referandum ile ve Bakanlar kurulunun 13/08/1992 gün ve 92/40614 sayılı kararı ile Mudanya Belediyesinden ayrılarak başlı başına belde oldu.Bununla beraber Güzelyalı, idari olarak Mudanya Kaymakamlığına bağlıdır.2009 yerel seçimlerinde,belde statüsü ve ilk kademe belediyeliği kaldırılmış ve tekrar Mudanya İlçe Belediyesine bağlanmıştır.
Güzelyalı'nın batısında Mudanya, doğusunda Kurşunlu güneyinde Mudanya dağları ve bu dağların Kılıçbayır (110m) ve Kızıltoprak (149m) tepeleri yer alır.Belde içinde
güneyden Göynüklü yönünden gelen belediye binası yanından denize akan Çakal dere,
yine güneyden gelen Arkur Sitesi yanından akan Meşeli deresi ile Aydınpınar yönünden
gelip Sayılgan Villaları yanında Aydınpınar deresi akmaktadır.
Kışın ve baharda faal olan bu dereler yaz aylarında kurumaktadır. Çevrede zeytin ağaçları
ve makilik orman arazileri hakimdir. Ancak yapılaşmanın devam etmesi sebebiyle bu bitki
daha gerideki boş tarlalara kaymaktadır.
Güzelyalı ve çevresi iklim bakımından Marmara İklim kuşağında yer almaktadır.
Bursa Meteoroloji istasyonuna göre yıllık yağış 740 mm'dir. Yağışlar daha çok ilkbahar
ve kış aylarında olmaktadır. Sıcaklığın arttığı ve deniz suyu sıcaklığının karaya nazaran
daha fazla olduğu yaz aylarında yağışlar çok azalmaktadır. Kış aylarında 226 mm.,
İlkbaharda 204 mm. olan yağışlar yaz aylarında 74mm.'ye düşmektedir. En sıcak ay ortalaması
Temmuz ayında 24.3C, en soğuk ay ortalaması Ocak ayında 4.8 C olarak ölçülmüştür.
Güzelyalı'nın 4 mahallesi vardır.
Güzelyalı'nın batı tarafında yer alır.Mudanya ile komşudur.2009'da (Mudanya'ya bağlandıktan sonra) adı Güzelyalı olarak değişecektir.
Güzelyalı hem Bursa'nın hem de Mudanya'nın bir parçası olduğundan,her iki yere de dolmuş, taksi ve belediye otobüsü ile ulaşımı vardır.
Ayrıca Bursa'nın yolcu iskelesi Güzelyalı'dadır.Buradan kalkan feribot ve deniz otobüsleriyle İstanbul'a 75 dakikada ulaşmak mümkün olmaktadır.
Şimdilerde 90 dakikadır.
Güzelyalı'dan geçen otobüs hatları;
1/GY Güzelyalı İskele-Emek İstasyonu
F/2 Güzelyalı İskele-Heykel-Derebahçe
2/GM Güzelyalı-Mudanya
2/U Mudanya-Güzelyalı-Uludağ Üniversitesi
104 Mudanya-Güzelyalı-Gemlik
F/1 Mudanya-Güzelyalı-Terminal
Dolmuş hatları;
Şehiriçi-Mudanya-Güzelyalı
Mudanya Devlet Hastanesi-Güzelyalı
Mudanya-Yeni Mah.-Siteler-Güzelyalı
Mütareke-Mudanya-Güzelyalı-Altınkum
sizide bekliyoruz
Macaristan millî futbol takımı
Macaristan millî futbol takımı, Macaristan'ı uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. Geçmişte birçok başarıya imza atan bir takım olan Macaristan bugün o günlerinden hayli uzaktadır. 1938 ve 1954 FIFA Dünya Kupası'nda aldıkları ikincilik en büyük başarılarıdır.Yetiştirdiği en önemli futbolcu Ferenc Puskás'dır.
Avusturya'da başarılı olan İngiliz teknik direktör Jimmy Hogan'ı Macaristan'a getiren MTK Budapest, Hogan'ın pasa dayalı futbol anlayışıyla başarılar kazandı. 1930 FIFA Dünya Kupası'na katılamayan Macaristan, ilk FIFA Dünya Kupası deneyimini İtalya'daki 1934 FIFA Dünya Kupası'nda yaşadı. İlk turda Mısır'ı 4-2'yle geçip çeyrek finale kalan Macaristan, bu turda Avusturya'ya 2-1 yenilerek elendi. 1938 FIFA Dünya Kupası'nda ise ilk büyük başarısını elde eden Macaristan, sırasıyla Hollanda Doğu Hint Adaları, İsviçre ve İsveç'i eleyerek finale kaldı. Finalde ise İtalya'ya 4-2 yenilerek ilk dünya ikinciliğini elde etti.
II. Dünya Savaşı sonrasında ise ülke, futbolunun altın çağını yaşamaya başladı. Ancak, Ocak 1949'da komünist Mátyás Rákosi'nin iktidara gelmesiyle Macaristan gizli servisi AVH, MTK Budapeşte'yi alınca ordu da Kispest'i aldı ve adını bir gecede Honvéd olarak değiştirdi. Çeşitli kulüplerden yapılan transferlerle Gusztáv Sebes'in teknik direktörlüğünde birçok başarı elde eden Honvéd, Macaristan millî futbol takımının da iskeletini oluşturdu. Sebes'in 1949'da başına geçtiği millî takım, ilk maçında Çekoslovakya deplasmanından 5-2'lik mağlubiyetle dönmesine rağmen, bu mağlubiyet sonrası oynadığı sekiz maçın altısını kazanırken rakip filelere 36 gol gönderip kalesinde 9 gol gördü. Bu sekiz maçlık periyodun ardından 14 Mayıs 1950 tarihinde Avusturya'yla Viyana'da yapılan ve 5-3 kaybedilen maçtan sonra yaklaşık 50 ay boyunca yenilgi yüzü görmeyecek ve bu süre içinde yapacakları 32 maçta 28 galibiyet, 4 de beraberlik elde edecek olan Macaristan millî futbol takımının Altın Takımı tarihindeki en uzun süreli namağlubiyet serisi başladı.
Helsinki'de düzenlenen 1952 Yaz Olimpiyatları'nda da sırasıyla Romanya, İtalya, Türkiye, İsveç ve Yugoslavya'yı yenerek şampiyon olan Macaristan, altın madalyanın sahibi olurken oynadığı beş maçta rakip filelere 20 gol yolladı. 25 Kasım 1953'te Wembley Stadyumu'nda 52 senedir kaybetmeyen İngiltere'yi 6-3 yenerek büyük bir başarı elde eden Macaristan, 1954 yılında, İngilizlerin isteğiyle oynanan rövanşta İngiltere'yi 7-1 yenerek İngiltere millî takımının tarihinde aldığı en farklı mağlubiyete imza attı. Üç hafta sonra İsviçre'de düzenlenen 1954 FIFA Dünya Kupası'nın grup maçlarında Güney Kore önünde kupa tarihinin o ana kadarki gol rekorunu kırarak 9-0 galip gelen Altın Takım, bir sonraki grup maçında ise, Batı Almanya'yı 8-3'le geçerek gruptan çıktı. Çeyrek finaldeki Bern Meydan Muharebesi'nden, sakat olan oyuncusu Puşkaş'ın yokluğunda, Brezilya'yı 4-2 yenerek galip çıktı. Yarı finalde, o maça kadar olan hiçbir FIFA Dünya Kupası maçını kaybetmeyen Uruguay'ı da 4-2 yenerek finalde, üç hafta önceki grup maçında fark attığı Batı Almanya'yla oynamaya hak kazandı. Tam 32 maçtır kaybetmeyerek ""Yenilmez Armada"" lakabını alan Macarlar, 2-0 öne geçtikleri final maçını 3-2 kaybederek 2. kez çıktığı bir final maçında FIFA Dünya Kupasını kazanma fırsatını değerlendiremediler. Komünist iktidar tarafından günah keçisi ilan edilerek 13 ay boyunca sorgulanan kaleci Gyula Grosics, delil yetersizliğinden ötürü serbest bırakıldı. 32 maçlık yenilmezlik serisinin bittiği 1954 FIFA Dünya Kupası finali sonrasında yeni bir seri yakalayan Macaristan, oynadığı ilk 18 maçın sadece üçünde berabere kalıp 15 galibiyet aldı ve rakip filelere 74 gol atıp kalesinde 22 gol gördü. Macaristan'ın bu ikinci büyük namağlubiyet serisi ise, Mithatpaşa Stadyumu'nda Türkiye ile oynanan bir özel maçta alınan 3-1'lik skorla kaybedildi. Macaristan, bu maçın ardından oynadığı dört maçın ikisini kaybederken kalan ikisindeyse berabere kaldı.
1956'nın sonbaharında Macaristan ayaklanırken, 1956-57 sezonunun Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nda İspanya kulübü Athletic Bilbao ile rövanş maçını Sovyet tanklarının girdiği Budapeşte'de oynayamayı reddeden Macar ordusunun himayesi altında bulunan ve millî takımın da iskeletini oluşturan Honvéd takımı, Brüksel'deki tarafsız bir sahada oynanan rövanşı kaybederek elendi. Bu maçın ardından İtalya, İspanya, Portekiz hatta Brezilya'yı kapsayan bir tura çıkan millî takım, bu turun sona ermesiyle birlikte büyük ölçüde dağıldı. içlerinde Nándor Hidegkuti'nin de bulunduğu bazı Macar futbolcular ülkelerine dönerken Kocsis, Puskás ve Czibor gibi takımın atak organizasyonunu oluşturan ana kadro İspanya'da kariyerlerine devam etme kararı aldı ve bunu müteakip Macaristan millî futbol takımında gözle görülür bir düşüş başladı. 1956 yılında "Altın Takım"ın yaratıcısı olan teknik direktör Sebes'in görevi bırakması da dağılmanın bir diğer göstergesi oldu.
1958 FIFA Dünya Kupası'nda eski başarılı futbolundan uzak bir görüntü sergileyerek ilk turu geçemeyen Macaristan, 1962 FIFA Dünya Kupası'nda ilk tur gruplarını Arjantin ve İngiltere'yi geride bırakarak lider tamamlasa da, çeyrek finalde Çekoslovakya'ya tek golle kaybederek elendi. 1964 Avrupa Uluslar Kupası'na katılma hakkı elde eden Macaristan, yarı finalde ev sahibi İspanya'ya 2-1 mağlup olsa da, üçüncülük maçında Danimarka önünde 3-1 galip geldi. Tokyo'da düzenlenen 1964 Yaz Olimpiyatları'nda altın madalyaya ulaşan takım, aynı başarıyı Meksiko'da düzenlenen 1968 Yaz Olimpiyatları'nda da gösterdi. 1966 FIFA Dünya Kupası'nda son iki turnuvanın şampiyonu, Brezilya'yı 3-1 mağlup eden ve Portekiz'in ardından gruptan çıkan ikinci sıradaki takım olan Macaristan, çeyrek finalde Sovyetler Birliği'ne 2-1 mağlup olarak turnuvadan elendi. 1972 Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılma hakkı kazanan Macaristan, yarı finalde Sovyetler Birliği'ne, üçüncülük maçında da Belçika'ya yenilerek turnuvayı dördüncü olarak tamamladı.
1978, 1982 ve 1986 FIFA Dünya Kupası'na katılma hakkı elde eden Macaristan, bu 3 turnuvanın tamamında ilk turda elendi. 1982 FIFA Dünya Kupası'nda El Salvador karşısında elde ettiği 10-1'lik galibiyet, Dünya Kupaları tarihinın en farklı galibiyeti olarak kayıtlara geçti. 1980'lerin ikinci yarısından sonra Macaristan millî futbol takımı, herhangi bir büyük turnuvaya katılma başarısı gösteremedi.
Şampiyon İkincilik Üçüncülük Dördüncülük
Aşağıdaki 23 oyuncu, 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası resmi kadrosunda yer alıyor ve 4 Haziran 2016 tarihinde Almanya'ya karşı dostluk maçı için çağırılmıştır.
Bulgaristan millî futbol takımı
Bulgaristan millî futbol takımı, Bulgaristan'ı uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. Takım ma |
çlarını Sofya'da ki Vasil Levski Ulusal Stadyumu'nda oynamaktadır. Teknik direktörlük görevini Lyuboslav Penev yapmaktadır. Yıllar boyunca uluslararası maçlarda birçok üst sıralardaki takımları yenmelerine rağmen 2004 Avrupa Futbol Şampiyonasından bu yana herhangi bir turnuvanın içerisinde yer alamadılar.
Bulgaristan millî futbol takımı 1922 yılında kuruldu. 1923 yılında Bulgaristan Futbol Federasyonu kuruldu. 21 Mayıs 1924 yılında Bulgaristan ilk maçında Avusturya ile karşılaştı ve maç 6-0 yenilgi ile sonuçlandı.
Bulgaristan millî futbol takımı maçlarını 43.632 kişi kapasiteli Vasil Levski Ulusal Stadyumu'nda oynamaktadır. Vasil Levski resmi olarak 1953 yılında açıldı ve 1966, 2002 yıllarında yeniden inşa edildi. UEFA Avrupa Ligi final maçları için stad uygun hale getirildi. 2006-2007 UEFA Şampiyonlar Ligi sırasında stadyum Barcelona, Chelsea, SV Werder Bremen gibi takımlarla mücadele eden Levski Sofya maçlarını burada oynamıştır. Bulgaristan millî futbol takımı içerde olan maçları burada oynanmaktadır. Bulgaristan Kupası finalleri ve birçok atletizm yarışmalarıda burada oynanılmaktadır.
4 Kasım 2011 tarihinde Gençlik ve Spor Bakanı Svilen Neykov tarafından Bulgaristan'a yeni ulusal stad yapıacağını açıkladı.
Stadyuma ""Arena of the Rose"" adı verilecek ve Uluslararası Havaalanı'nın yanına inşa edileceği ve stadyumda 60.000 koltuk kapasiteli olacağı açıklandı.
FIFA Dünya Kupası
Avrupa Futbol Şampiyonası
Yaz Olimpiyatları'nda Futbol
Balkan Kupası
Şampiyon İkincilik Üçüncülük Dördüncülük
3 ve 7 Haziran 2016 tarihinde Kirin Kupası maçları için kadroda yer alan futbolcular:
Vincent Regan
Vincent Regan (d. 16 Mayıs 1965, Swansea), Britanyalı oyuncu.
Vincent Regan, 16 Mayıs 1965'te Galler'in Swansea şehrinde dünyaya gelmiştir. Amelia Curtis ile evli olup, Chloe adında 1993 doğumlu bir kızı vardır. Truva filmindeki "Eudorus" karakteriyle tanınmıştır.
Sema Kürklü
Ayşe Sema Kürklü (Torosdağı) (d. 1 Ocak 1944), Türk hekim.
Dünyanın ilk kadın kalp cerrahlarındandır. Eşi Edip Kürklü ile birlikte Türk Kalp Vakfı’nın ve Türkiye'de açık kalp ameliyatlarının yapıldığı ilk özel hastanenin kurucularındandır.
1944 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu (1966) ve aynı üniversitede Genel Cerrahi ihtisası yaptı.
Ekim 1970'de İngiltere'ye giderek altı ay süreyle Chelmsford-Essex bölgesindeki üç hastanenin damar cerrahisi bölümlerinde araştırma görevlisi olarak çalıştı. Bu dönemin sonunda “"Derin Ven Trombozunun Erken Tanısı"” konusunda bir tez hazırladı.
İngiltere'de bulunduğu dönemde meslektaşı Edip Uğurcan Kürklü ile nişanlanan Sema Kürklü, Mayıs 1971'de Güney Afrika'da bulunan nişanlısının yanına giderek onunla bu ülkede evlendi. Çalışmalarına, 1972 yılında Güney Afrika Natal Üniversitesi Wentworth Hastanesinde göğüs-kalp cerrahisi bölümünde devam etti.
21 Kasım 1972 tarihinde İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesinde girdiği sınavla Genel Cerrahi Uzmanı olduktan sonra Güney Afrika'ya döndü ve eşi ile Durban şehrinde Prof. B.T. Le Roux ile çalışmaya başladı.
1973 yılı sonunda eşi ile birlikte Türkiye’ye döndü ve İstanbul Göğüs Cerrahisi Merkezinde Göğüs-Kalp Cerrahisi ihtisasına devam etti. 1975'te "“endokardiyal pacemaker'ler ve klinikte uygulanması” " konulu tezi ile bu dalda uzman oldu. 1975 yılında eşi Edip Kürklü ile Türk Kalp Vakfı'nın kuruluşuna öncülük etti.
1976'da Bezmialem Valide Sultan Vakıf Gureba Hastanesi'nde Göğüs Kalp Cerrahisi uzmanı olarak göreve başladı. Eylül 1976-Nisan 1977 tarihleri arasında Güney Afrika Capetown Üniversitesi Kalp Cerrahisi bölümünde araştırma görevlisi olarak çalıştı ve bu dönemin sonunda "“Akut Iskemik Miyokardın Geleceği Üzerinde Heterotopik Kalp Transplantasyonunun Etkisi”" adlı çalışmayı hazırladı. Bu üniversitede yaptığı araştırmalar sonucu hazırladığı "“Paralel bağlı fare kalplerinde alternatif pacing’in önemi”" konulu tezi ile 25 Kasım 1980 tarihinde Genel Cerrahi Doçenti unvanını aldı.
1 Ocak 1984 tarihinde eşi Dr. Edip Uğurcan Kürklü ile birlikte kurdukları Özel Topkapı Hastanesi'nde çalışmaya başladı. Bu hastane Türkiye’de açık kalp ameliyatının yapıldığı ilk özel hastane oldu.
Ölen bir hasta yakınının düzenlediği silahlı saldırı sonucu 2 Ağustos 1988 tarihinde hayatını kaybeden eşi Edip Kürklü'nün ardından hastanenin Başhekimliğini üstlendi. 1994 yılında hastaneyi devrederek aktif cerrahi hayatına veda etmiş; Türk Kalp Vakfı bünyesinde uzman doktor olarak çalışmaya devam etmiştir.
Tüm meslek yaşamı boyunca yurt içi ve dışı dergilerde yayımlanmış yaklaşık 50 civarında makalesi vardır.
Flensburg
Flensburg (Danca: Flensborg, Frizce: Flansborj), Almanya'nın Schleswig-Holstein eyaletine bağlı kent. Ülkenin kuzey ucundaki en büyük kenttir ve Flensburg Fiyordunun ağzında yer alır.
Adından ilk kez 1240'ta söz edilen kent 1284’te berat aldı ve 1643'ten sonra sık sık İsveçlilerce yağmalandı. 1848'de Danimarka yönetimi altındaki Schleswig'in başkenti oldu. Danimarka ile savaştan (1864) sonra Prusya tarafından işgal edildi. 1920'de yapılan plebisitte halkın çoğunluğu Flensburg'un Almanya'da kalması yönünde oy kullandı. II. Dünya Savaşı öncesinde donanmaya ait bir tesisle akademinin bulunduğu Flensburg, Almanya Federal Cumhuriyeti'nin kurulmasından sonra gene bir deniz üssü oldu. II. Dünya Savaşı'nın sonunda 1945'in Mayıs ayında kurulan geçici Flensburg hükûmetinin yönetim merkezi olmuştur.
Kentte görülmeye değer önemli yerler arasında, ortaçağdan kalan St. Nikolaus ve St. Marie kiliseleri (1284), Kuzey Kapısı (1595), belediye müzesi, Kuzey Çarşısı (1595), Alman Evi ve çağdaş tarzda yapılmış belediye binası bulunmaktadır. Flensburg'a komşu olan Glücksburg, Baltık kıyısında bir dinlence yeridir. Glücksburg'da, Schleswig-Holstein-Sonderburg-Glücksburg Düklüğü'nün merkezi olan ünlü bir şato (1582-1587) vardır. Bu şato Danimarka, Büyük Britanya, Norveç ve Yunan krallık aileleriyle de ilgilidir. Mayıs 1945'te Amiral Karl Dönitz'in başkanlığındaki Flensburg hükûmeti Müttefiklere burada teslim olmuştur.
Flensburg'da gemi yapımı, metal işleri, kâğıt ve rom imalatıyla, füme yılanbalığı üretimi gibi sanayiler vardır. Nüfus, 31 Mart 2005 itibarıyla 85.955'dir.
Kent, 1946 yılında Eğitim Yüksekokulu olarak kurulan ve 1994'de üniversite statüsünü kazanan bir üniversiteye sahiptir. Flensburg Üniversitesi'nde (Universität Flensburg) toplam 4 bin öğrenci eğitim görmektedir. Geçmişi 1886'ya uzanan gemi mühendisleri, teknisyenler ve iktisatçıların yetiştirildiği Flensburg Yüksekokulu'nda "(Fachhochschule Flensburg)" 3 binden fazla öğrenci eğitim görmektedir. Mürwik Donanma Okulu'nda "(Marineschule Mürwik)" Alman Deniz Kuvvetleri'nin subay ihtiyacını karşılamaktadır. Dan azınlığa "Voksenundervisning" adı verilen halk eğitim kuruluşunda, muhtelif konularda Danca eğitim imkânı sağlanmaktadır.
Kentin ağırlıklı kısmı Protestan'dır. 19'ncu yüzyıldan itibaren Katolik Kilisesi de yeniden Flensburg'da faaliyet göstermeye başlamıştır. Bu iki büyük kiliseye tabi olmayan Baptist, Metodist ve Yeni Apostol gibi kiliseler de kentte faaliyet göstermektedir. Kentte Yahudi, Mormon ve Yehovanın Şahitleri inancına mensup kişiler yaşamaktadır. Ayrıca Diyanet İşleri Türk İslam Birliği'ne bağlı Fatih Camii, Meiereistrasse'de hizmet vermektedir.
Flensburg kent yönetimi, kronolojik sırada listelenen şu kişilere fahri hemşehrilik beratı vermiştir:
Ayrıca Flensburg'da uzunca süre yaşayan ve 1902'de ilk Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülen Theodor Mommsen'i (1817–1903) da Flensburglular hemşehri olarak sahiplenmektedirler.
Aydan Birdevrim
Aydan Birdevrim (d. 1963, Bursa), Türk seramik anatçısıdır.
1985 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Cam-Seramik Bölümü’nden mezun oldu. 1986'da atölyesinde özgün seramik çalışmalarına başladı. 1997'de Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Prof. Dr. Erdinç Bakla danışmanlığında yüksek lisansını tamamladı. 1993 yılında İstanbul Üniversitesi T.B.M.Y.O. cam seramik, çini işlemeciliği programında öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladı.
2003 yılında İstanbul Üniversitesi T.B.M.Y.O Çini İşlemeciliği Program Başkanlığı görevine getirildi. 2004'te Yıldız Porselen Fabrikası için özel tasarımlar yaptı. Pek çok karma sergiye katılansanatçının 10 kişisel sergisi Bulunmaktadır. Halen (2006) İstanbul Üniversitesi Cam Seramik Çini Programında ders vermekte.
Merkezi Sanat Galerisi/ İZMİR
Konu: KAPI TOKMAKLARININ SEMPOLİK DİLİ
Sayı:
Tarih: 5.2005 /
Konu: ANADOLU KAPI TOKMAKLARI BUNLARDAN YOLA ÇIKARAK HAZIRLANMIŞ ESERLER
Sayı: 09
Tarih: 9.2006 /
Konu: EV VE AİLENİN KAPIYA YANSIYAN AYNASI KAPI TOKMAKLARI
Sayı: 06.
Tarih: 03.2008 /
Konu: ANADOLUNUN EFSANEVİ KAPI TOKMAKLARI:
Sayı: 06
Tarih: 09.2008 /
Konu: KAPILARIN DİLİ
Sayı: 03.
Tarih: 07.2008 /
Konu: SERAMİĞİN DOGAS
Sayı:01
Tarih: 02.02.2008
Hava kirliliği
Hava kirliliği, canlıların sağlığını olumsuz yönde etkileyen ve havadaki yabancı maddelerin, normalin üzerinde miktar ve yoğunluğa ulaşmasıdır.
Bir başka deyişle hava kirliliği; havada katı, sıvı ve gaz şeklindeki yabancı maddelerin insan sağlığına, canlı hayatına ve ekolojik dengeye zarar verecek miktar, yoğunluk ve uzun sürede atmosferde bulunmasıdır. İnsanların çeşitli faaliyetleri sonucu meydana gelen üretim ve tüketim aktiviteleri sırasında ortaya çıkan atıklarla hava tabakası kirlenerek, yeryüzündeki canlı hayatını olumsuz yönde etkilemektedir.
Hava kirliliği yüzünden her sene 7 milyon kişi ölmekte.
Nüfus artışı ve gelir düzeyinin yükselmesine paralel olarak, sayısı hızla artan motorlu taşıtlardan çıkan egzoz gazları, hava kirliliğinde en önemli bir faktör oluşturmaktadır, mesela partikül ve azot dioksit.
Isınma amaçlı, düşük kalorili ve kükürt oranı yüksek kömürlerin yaygın olarak kullanılması ve yanlış yakma tekniklerinin uygulanması hava kirliliğine yol açar.
Sanayi tesislerinin kuruluşunda yanlış yer seçimi, çevrenin korunması açısından gerekli tedbirlerin alınmaması (baca filtresi, arıtma tesisi olmaması vb.), uygun teknolojilerin kullanılmaması, e |
nerji üreten yakma ünitelerinde vasıfsız ve yüksek kükürtlü yakıtların kullanılması, hava kirliliğine sebep olur.
Kirli hava, insanlarda kronik obstrüktif akciğer hastalığının v.s. artmasına sebep olmaktadır. Örneğin; kurşunun alyuvarnın gelişmesini ve olgunlaşmasını engellediği, kanda ve idrarda birikerek sağlığı olumsuz yönde etkilediği, karbon monoksit (CO)'in ise, kandaki hemoglobin ile birleşerek oksijen taşınmasını aksattığı bilinmektedir. Bununla birlikte kükürt dioksit (SO)'in, üst solunum yollarında keskin, boğucu ve tahriş edici etkileri vardır. Özellikle duman akciğerden alveollere kadar girerek olumsuz etki yapmaktadır. Cilt hastalıkları, saç dökülmesi, akciğer hastalıkları ve kansere yol açtığı somut bir gerçektir. Ayrıca kükürt dioksit ve ozon bitkiler için zararlı olup; özellikle ozon, ürün kayıplarına sebep olmakta ve ormanlara zarar vermektedir. Kirli hava kilo yapar ve genleri etkiliyor. Azot dioksit(NO) çocuklarda astım ve akciğer hastalıklarına yol açabiliyor.
300 milyon çocuk 'zehir soluyor'.
Sanayi, endüstri ve ısınmada kullanılan fosil yakıtlar ile ormanların tahribi ve arazi değişmesi sonucu, atmosferdeki karbondioksit miktarının %5 oranında arttığı tespit edilmiştir. Bunun ise küresel ısınmaya yol açabileceği öngörülmektedir.
Hava kirliliğinin maliyeti 225 milyar dolar. Temizliğin getirdiği fayda masraflardan daha büyük.
RIPEMD-160
RIPEMD-160, açık anahtar şifreleme üzerine kurulu ilgili şifreleme ve güvenlik sistemi.
RIPEMD-160, MD4 ve MD5'in yerini alması amacıyla tasarlanmış bir hash algoritmasıdır. 20 baytlık (160 bitlik) bir özet üretir.
Hint mutfağı
Hint mutfağı, genellikle bol baharatlı yemeklerden oluşan bir mutfaktır.
Tatlıdan tavuğa kadar tüm yemekler baharatlıdır. Tatlılar tarçın ağırlıklı ve tavuklar köri ağırlıklıdır. Hinduluk dini sebebiyle fazla dana eti kullanılmaz. Tavuk eti ağrlıktadır. Aslında köri denilen bir baharat yoktur. "Köri"ler yemeğe göre değişiklik sergilemektedir. Örneğin bir tavuk ya da bir sebze yemeğinin "köri"si farklı olabilir. Hindistan'da bir restorana gidip Köri isterseniz kimse bir şey anlamaz. Genelde yemeğin sosunda "gravy" ya da "köri" denilmektedir. Diğer bütün yemekler gibi bunun adı bölgeden bölgeye değişebilmektedir.
Pencap mutfağı ile Babür saray mutfağının etkisi görülmektedir. Chapati, Naan ve Roti gibi ana yemekleriyle birlikte Dahi (yoğurt), Panīr (peynir) ve Ghee (tereyağı) gibi süt ürünleri, baharat olarak Kimyon, Kişniş, Tarçın ve Kakule kullanılmaktadır.
Kuzey Hint mutfağına göre daha vejetaryendir. Baharat miktarında azalma olmasına rağmen acı seviyesi daha yükselmektedir. Kuzey Hint mutfağına göre pirinç tüketimi fazla olmakla beraber, ekmeğin yerine daha çok pilav almaktadır.
Diego Lugano
Diego Alfredo Lugano Moreno (d. 2 Kasım 1980, Canelones), Uruguaylı millî futbolcudur. São Paulo'de oynamaktadır.
Futbola 1999 yılında Nacional takımında başladı. İki yıl bu takımda oynadıktan sonra 2001 yılında Plaza Colonia'ya geçti. 2 yıl Plaza Colonia'da oynayan futbolcu buradaki performansıyla Brezilya'nın önemli kulüplerinden biri olan São Paulo'ya transfer oldu ve buradaki formuyla Uruguay millî futbol takımında da oynamaya başladı. Uruguay millî futbol takımının kaptanlığını yapmaktadır. São Paulo'daki hırslı oyunu ile "Van Damme" lakabını takıldı. 2006 yılında ise Fenerbahçe'ye transfer oldu.
2002 yılında São Paulo takımına transfer olan futbolcu burada kendini tam olarak gösterdi. 96 maça çıktı ve 8 gol kaydetti. 2005 yılında "Campeonato Paulista, Copa Libertadores ve FIFA Kulüpler Dünya Kupası" şampiyonluğu yaşadı ve birçok Avrupa takımının transfer listesine girdi.
FIFA Kulüpler Dünya Kupası'nın en değerli oyuncusu seçildi. İtalya'nın büyük kulüpleri AC Milan, Juventus ve Lazio'nun transfer listesinin ilk sıralarında olmasına rağmen her üç kulübün teklif ettiği ücreti az buldu ve transferi gerçekleşmedi.
Birçok Avrupa takımının kendisini istemesine rağmen, 2006-07 sezonunda Sao Paulo FC kulübünden Fenerbahçe'ye, 21 Ağustos 2006 tarihinde, 7 Temmuz 2006'dan itibaren geçerli olarak 1 yılı opsiyonlu 4 yıllık sözleşme yapılarak transfer edildi. Bu transfer için Sao Paulo FC kulübüne 7.5 milyon avro bonservis ücreti ödendi. 2006-2007 sezonunda Fenerbahçe'nin 100. yılında takımıyla şampiyonluk yaşadı. Ayrıca Fenerbahçe taraftarının en sevdiği futbolculardan birisidir. Bunun en büyük nedeni savaşçı yapısı ve kritik maçlarda attığı gollerdir. 2010 yılında başarısından dolayı "2010 yılın karması" kadrosuna da aday gösterildi.
Lugano, 2010-11 sezonunda duran toplardan attığı gollerle Fenerbahçe'ye önemli goller kazandırdı ve stoper mevkiisinde görev almasına rağmen takımında o sezon en golcü 4. oyuncu olmayı başardı. Fenerbahçe taraftarlarının ona olan sevgisini gösterdi. 3 Temmuz 2011 tarihinde başlayan takımın şike soruşturması sonucunda UEFA Şampiyonlar Ligi'nden men edilmesi, Lugano'nun 26 Ağustos 2011 tarihinde Fransız takım Paris Saint-Germain FC'e transfer olmasına sebep oldu.
27 Ağustos 2011 tarihinde 3 milyon € bonservis bedeli karşılığında Fransa kulüplerinden Paris Saint-Germain FC'e transfer oldu. Bu kulüpte fazla forma şansı bulamadı. Yalnızca 12 kez forma giydi. 2011 yılında Fransa'da yılın bidonu seçildi.
4 Ocak 2013 itibarıyla İspanyol La Liga ekibi Malaga takımına transfer olmuştur.
26 Mart 2015 tarihinde, Lugano İsveç takımı BK Häcken ile yaza kadar kısa süreli bir sözleşme imzaladı.
Diego Lugano, Ocak 2016 tarihinde São Paulo ile anlaştı.
İlk kez 2003 yılında Uruguay millî futbol takımı formasını giydi ve 2006 yılından itibaren millî takımın kaptanlığını yapmaya başladı. Toplamda da Uruguay formasını 47 kez giydi ve 5 gol attı. Ayrıca Brezilya'nın ünlü spor gazetesi Globo Esporte 2. tur maçları sonucu oluşan Altın 11'de Lugano'ya da yer verdi. Bu 11'de futbolcu istatistikleri puanlanarak seçildi.
Epitel doku
Epitel doku ya da Epithelium, vücudun iç ve dış yüzeyini örten, araları çok sıkı olan epitel hücrelerinden oluşmuş, altlarında bazal lamina denilen bir tabaka bulunduran, özelleşmiş bir dokudur.
Mançurya
Mançurya, (Mançuca: "Manju"; ; Rusça: Маньчжурия; Moğolca: Манж), Doğu Asya'da bugünkü Çin'in kuzeydoğu bölgesi ve Rusya'nın Primorski bölgesini kapsayan tarihî bir bölge.
Batısında İç Moğolistan, güneyinde Çin, kuzeyinde Doğu Sibirya, güneydoğusunda Kore bulunur. Amur Nehri kuzeyinde, Sarıdeniz güneyinde bulunmaktadır. En önemli bölümü Güney Mançurya'dır. Güney Mançurya büyük bozkırlar ile kaplıdır. Mançurya adını bölgenin yerli halkı olan Mançulardan almıştır.
Lüksemburg (şehir)
Lüksemburg Şehri (, , ) ya da Lüksemburg olarak bilinen şehir, şehir unvanına da sahip bir komün olmanın yanı sıra Lüksemburg’un başkentidir. Şehrin kuzeyinde Alzette Nehri, güneyinde Pétrusse Nehri ve ortasında Orta Çağ’da Franklar tarafından inşa edilen Lüksemburg Kalesi bulunmaktadır.
Lüksemburg, 10. yüzyılda kurulmuş ve zengin bir tarihe ve Avrupa’nın kalbinde stratejik bir konuma sahiptir. Brüksel'e 188 km, Paris'e 289 km, Köln'e 190 km uzaklıktadır. Şehir, bin yılı aşkın bir süredir defalarca el değiştirmiştir. Tarihi mahalle ve sur sistemleri ile kentin tarihsel değerleri 1994 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi ile koruma altına alınmıştır.
2007 yılında şehirde yapılan nüfus sayımına göre şehrin metropol nüfusu 103 973, sayılı nüfusu ise 86 329 kişidir. Lüksemburg, dünyanın en zengin şehirlerinden birisi olarak kabul edilir; bu nedenle, yıllar içerisinde bankacılık merkezi haline gelmiştir. Avrupa Birliği’nin üç resmi kurumu Avrupa Mahkemesi, Avrupa Adalet Divanı ve Avrupa Yatırım Bankası Lüksemburg şehrinde bulunmaktadır.
Roma İmparatorluğu döneminde Roma yollarının kesişiminde yer alan Lüksemburg'u kuşatmalara karşı güçlü kılmak için Lüksemburg Kalesi inşa edildi. 963 yılında Trier'de imzalanan ticaret anlaşması ile Siegfried Ardennes, imparator I. Otto'nun akrabası olan Fransız kralı, Kral II. Lois'den toprakları satın aldı. Siegfried'ın buraya "küçük kale" anlamına gelen "Lokilinborhug" adını verdi. Bu satın alma işlemi gerçekleşirken, kayalıkların üzerine küçük bir kale inşa edilmişti. 987 yılından sonra, günümüzde Michael Kilisesi olarak adlandırılan kilisenin yakınlarında, Roma'ya en yakın yolda bir yerleşim yeri şekillenmeye başladı.
Tarih boyunca Lüksemburg Şehri, coğrafi konumu ve beşeri özellikleri nedeniyle askeri ve stratejik bir öneme sahip oldu. Şehrin ilk surları, henüz 10. yüzyılda inşa edilmiştir. Şehir, günümüzde Notre Dame Kilisesi olarak adlandırılan Aziz Nikolas Kilisesi'ne doğru genişletilmiştir. 12. yüzyılda ise 5 hektarlık alanı kapsayan duvarların inşaasına başlanmıştır. Surların inşaası 1340 yılında tamamlanmış ve surlar, 1867 yılına dek ayakta kalmışlardır.
1443 yılında şehir Burgonya Ordusu tarafından işgal edilmiş ve 4. Burgonya Krallığı'nın bir parçası haline gelmiştir. Ardından İspanyol İmparatorluğu ve Avusturya İmparatorluğu da, Lüksemburg Şehri'ne ev sahipliği yaptı. Böylece Lüksemburg Kalesi, 16. yüzyılın en güçlü kalelerinden biri haline geldi. Daha sonraki yıllarda şehir birkaç kez daha el değiştirdi.
Lüksemburg Şehri, Juro Çağı'nın başında oluştuğu tahmin edilen Lüksemburg Platosu'nun güneyinde yer alır. Ovalar, ülkenin üçte ikisini kaplarlar.
Şehir merkezi, Alzette ve Pétrusse nehirleri üzerinde, 70 metrelik dik yamaçların üzerinde yer alır. Nehir ve kanallar üzerine birçok köprü inşa edilmiştir. Bunlar arasında en çok bilinenleri Adolf Köprüsü ve Büyük Düşes Charlotte Köprüsü'dür.
Lüksemburg Şehri, ülkenin en büyük dördüncü komünü ve en büyük kentsel alanıdır. Lüksemburg Şehri, 51 kilometrelik bir alanı kapsar. Nüfus yoğunluğu yüksek değildir ve oranı kilometrekare başına 1 500 kişidir. Şehrin büyük bir kısmını parklar, ormanlık alanlar ve tarım alanları kaplar. Şehir, ılımlı bir iklime sahip ve oldukça yüksek yağış miktarıyla karakterize edilir. Lüksemburg Şehri'ne dair normal ve normalin altında sıcaklık bilgileri aşağıdaki gibidir;
Midas (anlam ayrımı)
John Bonham
John Henry "Bonzo" Bonham (d. 31 Mayıs 1948 – ö. 25 E |
ylül 1980), Led Zeppelin grubunun bateristi İngiliz müzisyen. Gelmiş geçmiş en iyi bateristlerden birisi olarak kabul edilir.
Redditch, Worcestershire, İngiltere'de doğdu. Bateri çalmayı beş yaşında, annesinin de eşlik ettiği teneke, kahve kutuları ve tencere kaplarıyla öğrendi. Ayrıca babası marangozdu ve atölyesinde tahta parçalarını baget yerine koyarak çalışmalar yapardı. İlk bateri setine on dört yaşında sahip oldu. 1968 yılında Jimmy Page, Robert Plant ve John Paul Jones ile Led Zeppelin'i kurdu. Bateri çalmak kadar bağımlı olduğu alkol sonunu hazırladı. Ölümüyle birlikte Led Zeppelin dağıldı.
Hubble
Hubble aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Edwin Hubble
Edwin Powell Hubble (20 Kasım 1889–28 Eylül 1953) ABD'li astronom.
Hubble ABD'de doğup büyüdü. Önceleri Chicago Üniversitesinde laboratuvar asistanlığı yaptı. Sonrasında Oxford Üniversitesinde hukuk okudu.Fakat Babası öldüğü zaman hukuktan vazgeçip astronomiye geri döndü. Yaşamının geri kalan bölümünde Wilson Dağı Gözlemevi'nde çalıştı. 1923'te Hubble, Andromeda adı verilen bir gökadayı inceledi. O zamanlar çoğu gökbilimci, bütün evrenin, bizim gökada Samanyolu'ndan ibaret olduğunu düşünüyordu. Fakat Hubble, Andromeda Gökadası'nın ucunda birtakım yıldızlar gördü ve onların Samanyolu'nun çok ötesinde oldukları tahmininde bulundu. Çalışmaları, Andromeda Gökadası'nın başka bir gökada olduğunu, dolayısıyla bizimkinin dışında başka gökadaların da var olduğunu kanıtladı. Sonra, o ve başkaları yavaş yavaş birçok gökada saptamaya başladılar. Ayrıca Hubble, ışık tayfı konusunu da inceledi. Kızıla kaymanın olabilmesi için, yıldızların bizden uzaklaşmaları gerektiğini fark etti. Gökadalar zayıfladıkça kızıla kaymanın artışı da dikkatini çekti. Ayrıca ünlü Hubble Uzay Teleskobu, ismini astronom Edwin Hubble'dan almaktadır.
Hubble ayrıca "Bigbang" teorisinin en büyük ispatçılarından biridir.Çünkü yıldızların ve gezegenlerin ışık tayfı sayesinde dünyadan uzaklaştığını buldu. Daha sonra bütün gezegenlerin birbirlerinden uzaklaştığını buldu. Bu da evrenin genişlediği anlamına geliyordu. Aslında Albert Einstein teorik olarak evrenin durağan olamayacağını ispatlamış ancak zamanın görüşlerine ters düşmemek için açıklamamıştır ve bu konuyu "kariyerimin pişmanlığı" olarak açıklamıştır. Ve evreni bir balon, üzerindeki noktaları ise birer gezegen olarak kabul edersek balon şiştikçe gezegenler birbirlerinden uzaklaşacaktır. Buna dayanarak balonun gazını salarsak; yani zamanı geri alırsak, gezegenler birbirlerine yaklaştırırsak ve "0"(sıfır) hacim ve sonsuz yoğunluğu oluşturacaktı. Evrenin başlangıcının Bigbang yani büyük bir patlama ile olacağını tahmin etmiştir.
Elbette
Elbette, Türk şarkıcı Candan Erçetin'in üçüncü stüdyo albümü. 1 Ocak 2000'de Topkapı Müzik tarafından yayımlandı. Pop ve halk müziği tarzında olan albüm, Erçetin'in 1997 çıkışlı "Çapkın" albümünden sonra satışa sunduğu ilk stüdyo albümüdür. Sekiz şarkının sözlerini tek başına, bir şarkıyı ise Erçetin ile birlikte yazan Mete Özgencil, albümde en çok adı geçen söz yazarıdır. Özgencil ile Erçetin'in çalıştığı son albüm olan "Elbette"nin yapımcılığını Rıza Erekli üstlenmiştir, kayıtları İstanbul'daki Erekli & Tunç Stüdyosu'nda yapılmıştır.
13 ana şarkıdan oluşan "Elbette" diskinin sonunda, bir şarkının gizlenmiş bonus versiyonu yer aldı. Erçetin, ilk albümünde olduğu gibi bu albümünde de Balkan uluslarına ait bestelerden faydalandı. "Çapkın" albümünü çıkardıktan sonra kendisinin yaşadıkları, "Elbette"nin oluşmasını sağladı. Altı tanesi hayatı, yedisi tanesi ise aşkları konu edinen şarkılar, Erçetin'in beğenisi etrafında gelişti ve Erçetin'in beğenisine göre albüme dahil edildi. Müzik eleştirmenleri, albüm için olumlu eleştiriler sundular ve çalışmanın şarkıcının kişiliğiyle bütünleştiğini, dinleyenleri farklı coğrafyalarda gezdirdiğini ifade ettiler. Çıkış şarkısı "Elbette" albümün ilk klibi olarak izleyiciyle buluştu, ikinci klip "Unut Sevme" şarkısına çekildi.
Yayımlandıktan sonra iki ayı aşkın süre Türkiye'nin çok satan albümler listesinde bir numarada kalan "Elbette", 2000 yılı içinde 1.050.000 kopya satarak yılın en çok satan çalışması oldu. Aralık 2009'da, NTV'nin müzik jürileri tarafından 2000'lerin En İyi Türkçe Albümü olarak gösterildi.
Candan Erçetin, 1995'te yayımladığı Balkan müziği odaklı "Hazırım" albümüyle çıkış yapmış ve 1997'de "Çapkın" albümünü satışa sunmuştu. Bu iki albümde de Mete Özgencil ile çalışmıştı. Mart 1998'e gelindiğinde Erçetin, yeni albümü üzerine planlamalar yapmaya başladığını belirterek albümün yapısıyla ilgili olarak "Dünyada müziğin nereye gittiğini takip ederek yeni bir sound arıyoruz ancak çizgi fazla değişmeyecek. Kısacası benim çok severek söyleyeceğim şarkılardan oluşacak." sözlerini söyledi. 11 Ağustos 1999'da, yeni albümün çıkışının sonbahar başlangıcına yetişmesinin hedeflendiği ve beş şarkının tamamlandığı öğrenildi. Ayrıca Erçetin, yapım esnasında en gergin ve paranoyak kişinin kendisi olduğunu ifade etti. Yeni çalışmanın yayımlanması, 1999 yılına yetişemedi ve 2000 yılına kaydı. Üçüncü Candan Erçetin stüdyo albümü "Elbette", 1 Ocak 2000'de Topkapı Müzik etiketiyle yayımlandı. Şarkıcı, albümünün değerlendirmesini şu şekilde yaptı:
"Bence çok samimi bir albüm oldu. "Çapkın"ın çıkışından sonra geçen sürede yaşadıklarım "Elbette"yi ortaya çıkardı. Başarı çizgisini iki açıdan değerlendirmek istiyorum. Biri manevi açı ki herkesten duyduklarım beni gerçekten mutlu ediyor ve yoluma devam edebilmem için bana güç veriyor. Maddi açı ise tirajla belirleniyor ve beni inanın daha az ilgilendiriyor..."
Yapımcılığını Rıza Erekli'nin üstlendiği pop ve halk müziği tarzındaki albümde şarkılar, Erçetin'in beğenisi sonucunda ortaya çıktı. Erçetin, albüme iki Fransızca parça koymak istedi ancak bunlar şarkı listesine sığmayınca fikir rafa kaldırıldı. Kayıtlar İstanbul'daki Erekli & Tunç Stüdyosu'nda yapıldı. Albümdeki 13 şarkıdan altı tanesi konu olarak hayatı, yedi tanesi ise aşkı ele aldı. Şarkılardan sekizinin söz yazımını Mete Özgencil tek başına gerçekleştirdi, sekizinci sıradaki "Olmaz" şarkısını Candan Erçetin ile beraber yazdı. Bunun dışında Erçetin, altıncı şarkı "Merak Ediyorum"u, Fransızca "Le Meteque" şarkısından esinlenerek besteledi, toplamda altı şarkının bestelenmesinde görev aldı. 1960'larda çıkan Güzide Kasacı şarkısı "Unut Sevme", tekrar seslendirilerek albümün beşinci sırasına konuldu. Yunan Çingene şarkısı "Adieu mon pays", Türkçe sözlerle albümde "Söz Vermiştin" adıyla yer buldu. Şarkının akustik versiyonu ise gizli bonus şarkı olarak albüm CD'sinin sonunda yer aldı. Erçetin'in konserlerinde seslendirdiği Arnavut türküsü "Şota"nın bestesi, on ikinci şarkı "Dünya Durma"da kullanıldı. On üçüncü şarkı "Annem", Erçetin'in annesi Mevlüde Erçetin'e hediye olarak yazıldı. Candan Erçetin, şarkıların ortaya çıkış tarihlerini albüm kitapçığına not etti. "Söz Vermiştin" Ağustos 1998'de, "Olmaz" Eylül 1998'de, "Aklım Almıyor" Aralık 1998'de, "Arada Bir" ve "Bana Güven" Ocak 1999'da, "Annem" Mart 1999'da, "Dayan" Nisan 1999'da, "Elbette" Haziran 1999'da, "Saçma" ve "İster Sallan Gez" Temmuz 1999'da, "Dünya Durma" Ekim 1999'da ortaya çıktı. "Merak Ediyorum" iki aşamalı bir şekilde ortaya çıktı: Ağustos 1998'de sözleri, Şubat 1999'da bestesi hazırlandı. Kitapçıkta "Unut Sevme" için ise orijinal ortaya çıkış tarihi olan Temmuz 1961 yazıldı.
"Elbette", Türkiye'de 15 Ocak 2000 tarihli çok satan albümler listesine iki numaradan giriş yaptı. Bir sonraki hafta yayımlanan 22 Ocak 2000 tarihli listede, önceki haftanın bir numarası olan Ebru Gündeş'in "Dön Ne Olur" (1999) albümünü geçerek zirveye oturdu. Ardından 5 Şubat 2000 tarihli listede de yerini korudu ve zirvedeki birinciliğini 25 Mart 2000 tarihli listeye kadar devam ettirdi. Böylece iki aydan fazla bir numarada kalmış oldu. "Elbette", yedi ay içinde 850.000 kopya satış gerçekleştirdi ve 2000 yılı sonuna gelindiğinde toplam satışı 1.050.000'e ulaştı. Bu rakam sayesinde Türkiye'de yılın en çok satan çalışması oldu. "Elbette" albümü, "Hazırım" (1995) albümünden bu yana süregelen Mete Özgencil ve Candan Erçetin iş birliğinin son çalışması oldu, şarkıcı sonraki albümlerinde Özgencil ile çalışmadı.
"Elbette" albümü, müzik eleştirmenlerinden olumlu geri dönüşler aldı. "Hürriyet" için yazan Lale Barçın İmer, albümün "gizli bir gücü ve asaleti" olduğunu keşfederek albümde sanatçının ana çizgisini koruduğunu ve Mete Özgencil'in sahip olduğu "söz sihirbazlığını" Erçetin'e de bulaştırdığını yazdı. 10 şarkısını beğendiği albümün şarkılarının ilk bakışta "tipik Candan Erçetin" şarkısı gibi göründüğünü ancak dikkatli bakıldığında farklı duygular yaşattığını ifade etti. "Milliyet" köşe yazarı İpek Durkal, albümü Erçetin'in önceki albümleriyle aynı çizgide buldu. "Merak Ediyorum" şarkısının favorisi olduğunu yazdı, şarkıların Erçetin'in kendisiyle ve sanatçı kişiliğiyle bütünleştiğini not düştü. "Zaman" gazetesinden Abdullah Kılıç, yıl sonunda yaptığı olumlu değerlendirmede, albümün dinleyicileri farklı coğrafyalara seyahate çıkararak "kimi zaman Balkanlar, kimi zaman Anadolu, kimi zaman da Akdeniz'in sınırları içerisinde" gezdiren bir çalışma olduğunu yazdı. Erçetin'in bu eseri sayesinde gönüllerde her daim misafir olacağını; "Elbette", "Dünya Durma" ve "Unut Sevme" şarkılarının 2000'in en çok dinlenen şarkıları olduğunu ekledi. Aralık 2009'da "Elbette", NTV'nin müzik jürileri tarafından 2000'lerin En İyi Türkçe Albümü seçildi.
1998'de yaptığı bir röportajında video kliplerle ilgili düşüncelerini "Kulağa yönelmek istiyorum. Bir şarkıyı tanıtmanın tek yolu klip değil. Klip sevilen ve istenen bir şarkının ikramiyesi olmalı. Çünkü bunun örneğini yaşadık. 'Yalan' [şarkısı] radyolarla yükseldi, zirveye çıktı. Klibi çok sonra, istek üzerine yapıldı." sözleriyle anlatan Candan Erçetin, "Elbette" albümünü, klip çekmeyeceğini açıklayarak çıkardı. Albümü klip çekmeden çıkarmasını, "Ben de önce kliple çıkıyordum bugüne kadar, ama bu albümde biraz tersini denemeye çalıştık. Önce albüm çıktı, bir bakalım dinleyicimiz ne kadar sadık bize |
, ona bakmak istedik. Yani dinleyicimiz mi var yoksa izleyicimiz mi var onu merak ettik, onun için klipsiz çıktık." şeklinde ifade etti. Bu sözlere paralel olarak albümde yalnızca "Elbette" ve "Unut Sevme" şarkıları kliplendirildi. "Elbette"nin yönetmenliğini Bozkurt Bayer yaptı. "Unut Sevme", hazırlanan remiks versiyonlarıyla Ekim 2000'de ayrı bir disk olarak satışa sunuldu.
Yapım görevlileri, "Elbette" albüm kitapçığından alınmıştır.
Korda
Neden (Candan Erçetin albümü)
Neden, Türk şarkıcı Candan Erçetin'in dördüncü stüdyo albümü. 17 Mayıs 2002'de Topkapı Müzik tarafından yayımlandı. Pop müzik tarzındadır, Erçetin'in ticari başarı yakalan 2000 çıkışlı "Elbette" albümünden sonra satışa sunduğu ilk stüdyo albümüdür. Mete Özgencil ile bu albümde çalışmayı bırakan Erçetin, şarkıların çoğunun üretiminde kendisi yer aldı. Albüm prodüktörlüğünü Rıza Erekli üstlenmiştir.
Parfüm kokan "Neden"in CD kapağı, Türkiye'de bu özelliği taşıyan ilk albüm oldu. 13 şarkılık diskin son şarkısı, bonus şarkı olarak albümde yer aldı.
Yapım görevlileri, "Neden" albüm kitapçığından alınmıştır.
Neden
Neden şu anlamlara gelebilir:
Mankala
Mankala dünya çapında bilinen ve oynanan bir oyundur. Ancak oyundaki çukur ve kullanılan taş sayısı milletlere göre değişebilmektedir. Dünyada Mancala, Mankalah, Mangala ve benzeri isimlerle bilinmektedir. Türkiye'de ve Türk dünyasındaki genel adı Köçürme'dir. Oyun, bin yıl önce yazılan Kaşkarlı Mahmut'un Divan-ı Lügat'it Türk adlı kitabında da bu adla geçmektedir. Türkiye'de ve Türk Dünyası'nda; Kale, Kuyu, Kuyu Gayası, Kuyucuk, Mankala, Mangala, Melle Kayası, Güç Oyunu, Gırrık, Tokuz Korgool, Dokuz Kumalak vb. 231 değişik adla bilinmekte ve halen oynanmaktadır. Bir iddiaya göre Arapçadaki hareket ettirmek kelimesinden türemiş bir isimdir. Kesin olan Avrupa'ya Türkler vasıtasıyla geçen bir oyun olduğudur. Mankala veya Mangala belirli bir oyunun adı değil, oyunların genel adıdır. Üzerinde farklı sayılarda çukurlar bulunan, genelde tahta bir tabla üzerinde, sayılı misket veya taşlarla oynanır.
Satrancın Batı ülkelerindeki rolünü Asya ve Afrika ülkelerinde satrançla birlikte mankala görür. Satrancın atasının bu oyun olduğu ileri sürülmektedir.
Dünyada 900 civarında adı ve 100 civarında çeşidi olduğu bilinen oyunun Türkiye ve Türk dünyasında 225 adı ve 150'den fazla çeşidi bulunmaktadır. Oyun çeşitliliği kurallara da yansımıştır.
Dünyada halen oynanan Mankala her iki yanda altışar oyuk ve birer de kale adı verilen sayı çukuruyla oynanır. Oyunun en kolay oynanabilen bir çeşidinde, oyunun başında 12 oyun çukuruna üçer tane taş (ya da tohum ya da top vb.) bırakılır. İlk oyuncu kendi tarafındaki 6 çukurdan birini seçer ve içindeki taşları, saatin tersi yününde, sıradaki çukurlara birer birer bırakarak ilerler. Rakip kaleye taş bırakılmaz ve kendi kalenize bıraktığınız her taşı kazanırsınız. Son taşınızı kendi kalenize bırakırsanız bir kere daha oynarsınız. Eğer son taş kendi tarafınızdaki boş oyun çukurlarından birine gelirse bu boş çukurun karşısındaki rakip çukurdaki tüm taşları kazanırsınız ve son bıraktığınız taşla birlikte kendi kalenize geçirirsiniz. Bir taraftaki tüm çukurlar boşaldığında oyun biter ve rakip taraf kalan tüm taşlarını kazanmış sayılır. En çok taşı toplayan oyunu kazanır. Oyun çeşitliliği yüzünden tek bir oyun ve belirli kurallardan söz edilemez ancak Türk Mankala oyunlarında, Türklerdeki kutsal sayılar ve Türk Felsefesi belirgindir. Oyunda dokuzar çukur ile yedi veya dokuzar taş bulunur. İlk taş kendi kalesine veya çukuruna bırakılır ki bu baba ocağını temsil eder.
Dokuz taş gibi etrafta ne bulunursa onlarla oynanabildiğinden dünyanın en eski oyunlarından biridir. Afrika’da yerde açtıkları çukurların içinde çakıl taşlarıyla, kum üzerine çizdikleri çemberlerde deniz kabuklarıyla ya da oydukları tahtalar içinde tohumlarla oynarlar. Türkler hayvancılık döneminde keçi, koyun veya develerin kurumuş gübresi olan korgol veya kumalak ile oynarlardı. Kazakistan ve Kırgızistan'da bugün halâ bu adlarla (Tokuz Korgool, Dokuz Kumalak) tanınmaktadır.
Memphis, Thebes ve Luxor’da tapınak çatılarındaki taşlara kazınmış çukurlar oyunun milattan 1400 sene önce Eski Mısır'da benzer oyunların oynandığını kanıtlar. Oyunun hesap yapmak ve malları saymak için kullanılan tablalar üzerinden geliştirildiği zannedilmektedir. Sümerlerden kalan benzer tablalar Mezopotamya'da da bulunmuştur. Abdulvahap Kara'nın Kazakistan'daki tespitlerine göre oyunun Türkler'deki geçmişi 4000 yıldır.
2 sıralı Mankala tahtası ekvatorun kuzeyinde, 4 sıralısı güneyinde yaygın olmak üzere pek çok çeşidi tüm Afrika’da oynanmaktadır. Oyun XIX. YY. Sömürgecilik Faaliyetleri ile taşınan köleler aracılığıyla Karayipler ve Güney Amerika’nın doğu kıyısına da yayılmıştır.
Hindistan, Sri Lanka, Endonezya, Malezya ve Filipinler'de de çeşitleri vardır.
Afrika'da wari, warri, ware, walle, awari, aware, awaoley, awele, oware, owari, wouri, bao, soro, mangola, gabata, mulabalaba, ayo ve sadeqa gibi farklı isimlerle anılmaktadır. Bu isimlerin bazıları belli mankala çeşitlerinin isimleridir. En tanınmışları Nijerya’dan Ayo ve batı Afrika ile Karayipler’de oynanan Wari’dir.
Mankala çeşitlerini birbirlerinden ayıran en büyük fark sıra sayısıdır. 2, 3 ve 4 sıralı olmak üzere üçe ayrılılar. Gana’dan 2 sıralı Oware dünyada en yaygın mankala türüdür.
İkinci büyük fark oyunun tek turlu, çok turlu ya da Hint usulü oynanmasıdır.
Tek turlularda, çukurlardan birindeki taşlar alınır ve sıradaki çukurlara bırakılır. Çok turlularda, son bırakılan taş dolu bir çukura bırakılırsa oyuncu bu çukurdaki taşları alarak tekrar oynar ve son taşını boş bi çukura bırakana kadar oynamaya devam eder. Hint usulünün çok turludan tek farkı son bırakılan çukur değil de takip eden çukurdan oyuna devam edilmesidir ve sıranın karşıdakine geçmesi için son taşın bırakıldığı çukurdan sonraki çukurun boş olması gerekir.
Kalkan balığı
Kalkan balığı ("Psetta maxima"), Scophthalmidae familyasına ait, gözleri vücudunun sol tarafında bulunan ve sağ tarafı ile denizin tabanında yatan bir yassı balık türü.
Atlas Okyanusu'nun doğusunda kıyı yakınlarında, Akdenizde, Ege denizi'nde, Marmara denizi'nde ve Karadeniz'de, 20 ila 70 metre derinlikte yaşar. Denizin dibinde yaşayan küçük balıklar, yengeçler ve diğer küçük deniz hayvanları ile beslenir. Neredeyse tamamen yusyuvarlak olan bu pulsuz ve tüketicilerin sevdiği balık türü ortalama 50 ila 70 cm boyuna ulaşır. Boyu bir metreye ve ağırlığı 20 kiloya varmış olanları çok nadir tutulur.
Dişileri ilkbahar ve yaz boyunca, denizin 10-40 metre derinliğinde, kendi büyüklüğüne göre 10 milyon ila 15 milyon yumurta döker. Erkek balık bunları dölledikten 7-9 gün sonra bu yumurtalardan mekik şekilinde vücutları olan yavrular çıkar. Bu yavrular 8–10 cm boya ulaşana kadar ve metamorfozları başlayana kadar sığ sularda plankton ile beslenerek yaşarlar. Ancak sağ gözleri kafalarının sol tarafına doğru kaymaya başlayınca ve yassılaşmaya başladıkları zaman derin sulara göç ederler. 5 yıl sonra kendileri de çiftleşip üreyebilirler.
Kalkan, genelde tavada pişirilir. Yemeden önce derisindeki düğmeler ayıklanmalıdır. Ayrıca eti çok yağlı olmamakla beraber bazı balık severlerin en sevdiği balıktır.
Tetraodontiformes
Tetraodontiformes, kemikli balıklar sınıfına ait olan ve aralarında ilginç yeteneklere sahip 500 balık türünü içeren bir takımdır.
Çoğu türleri kıyılara yakın olan ama 200 metreden daha derin sularda yaşarlar. Aralarında 2 cm boyu ile en küçükleri "Rudarius minutus" ve 3 metreye kadar varan en büyükleri aybalığıdır ("Mola mola").
Vücutları iri ve yuvarlağımsıdır. Solungaçları ve ağızları küçüktür ve çok az dişleri vardır, ama iri pullar ile kaplıdır.
Bazı türler, kendilerini savunmak için ya da çiftleşirken dişilerin ilgisini çekmek için vücutlarını şişirip normal büyüklüklerinin 3-4 katına varabilirler. kirpi balığının ayrıca bir de dikenleri vardır ki, kendini şişirince dikenlerle kaplı olan bir topa dönüşür. Balistidae familyasına ait türlerin daha rahat şişebilmeleri için karınlarında fazlalık deri payları vardır.
Bu takıma ait balıkların hepsi kendini savunmak için, bazıları dişlerini birbirine sürterek, diğerleri ise yüzme keselerini belli kasların yardımı ile titreterek sesler çıkarabilirler.
Tetraodontiformes
Et yüzgeçliler
Et yüzgeçliler ya da Kas yüzgeçliler, (Sarcopterygii) sınıfını oluşturan balıklara verilen ad. Bazı modern sınıflandırmalara göre, sadece Dipnoi ve Coelacanthimorpha takımları değil, hatta Tetrapoda (kara omurgalıları) takımı bile bu sınıfa dahil edilir.
Sınıfın en büyük ve başarılı zamanları (Tetrapoda-kara omurgalıları takımı haricinde) Mesozoikum çağında sona ermiştir. Bu sınıfın günümüzdeki kalıntıları akciğerli balıkların 2 familya ve 3 cinse ayrılan 6 türü, ve Coelacanthimorpha takımının 2 türünden, yanı toplam 8 balık türünden oluşmaktadır.
Merche Romero
Merche Romero 27 Ekim 1976 Andorra doğumlu, Portekizli asıllı model, oyuncu ve televizyon sunucusudur. Portekiz'de çalışmakta ve yaşamaktadır. Bir Portekiz televizyonunda sabah programı sunmakta olan Romero, ülke gündemine ünlü oyuncu Cristiano Ronaldo ile olan birlikteliğiyle de sık sık gelmektedir.
Muşmula
Muşmula ya da döngel, beşbıyık, ezgil ("Mespilus germanica"), gülgillerin bir altfamilyası olan Amygdaloideae'dan bir ağaç ve bu ağacın meyvelerdir.
Çiçek tablasıyla sarılmış etli meyveleri, eriksi yapıdadır. Yabani olanları daha küçük olur. İçinde sertleşmiş tohumları bulunur. Olgunlaştığında koyu kahverengiye dönen meyve kabuğu ve koyu kahve meyve eti vardır. İlk koparıldığında buruk bir tadı vardır. Bir süre beklenildiğinde yumuşar ve lezzetlenir. Karadeniz ve Marmara bölgelerinde yayılış gösterir.
Tam olgunlaşmadan yenmesi mümkün olmayan bu meyvenin olgunluk aşamasından sonra suda bekletilerek uzun süre dayanıklı kalması ve ballanarak yenmesi mümkündür.
Popüler kültürde Che Guevara
Che Guevara, özellikle Batı Dünyası`nın popüler kültüründe oldukça yaygın olarak yer alır. Bir politik figü |
r olmasına rağmen popüler kültürün de odağıdır. Devrimin simgesi olmakla beraber zamanla kült bir figür haline gelmiştir. Fotoğrafı tişört, saat, araba gibi nesnelerin üstünde yer almaktadır. Kısa bir süre içinde 20. yüzyıl`ın simgelerinden biri haline gelmiştir.
İlgili filmler ve Che Guevara`yı canlandıran aktörler:
G-14
G-14 Avrupa futbolunun önde gelen kulüplerinin kurduğu bir organizasyondur.
2000 yılında kurulan bu birliğin amacı, kulüplerin güçlerini birleştirmektir.
Yeni üyeler sadece kulüplerin oybirliği ile davet edilmesi sonucu alınmaktadır.
İlk olarak 14 takımın kurduğu organizasyon, 2002 yılında 4 yeni üye kulübün katılarak 18 takıma çıksa da halen G-14 olarak anılmaktadır.
G-14 Şubat 2008'de kendini feshetmiş, G-14 üyeleri bunun yerine European Clubs Association (Avrupa Kulüpler Birliği) adı altında yeni ve daha fazla üyeli bir organizasyon kurmuşlardır.
Ağustos 2002
Pallas
Pallas şu anlamlara gelebilir:
Stiks
Stiks, (Yunanca Στυξ) (Cehennem nehri).Styks veya Styx diye de geçer. Okeanos ile Tethys'in kızı bir Nymphedir. Ölüler ülkesine nehir olmuştur. Tanrılar onun adı üzerine (dönülemez yemin olarak) ant içerler. Yeminine vefasızlık eden tanrı bir yıl boyunca nektar ve ambrosiadan yoksun bırakılır ve dokuz yıl boyunca tanrılar arasından kovulur.
Stiks nehrine girenler bir bakıma yenilmez olurlar.Yani vücudu bir zırh gibi olur ve hiçbir şey o kişiye zarar veremez.Ama yenilmez ile ölümsüz farklıdır.Yunan tanrılarına göre en üstün onlar idi.Bu yüzden hiç kimse(kendileri dışında)ölümsüz olmazdı.Stiks nehrine girenlerin,bu yüzden sadece vücutlarında tek bir nokta savunmasız kalırdı.
Stiks mitolojik öykülerde genellikle üzerine ant içilen bir nehir olarak yer alsa da Akhilleus'un hikâyesinde farklı bir yeri vardır. Annesi Thetis Aşil'i silah işlemez kılmak için onu daha çocukken Ölüler Ülkesi'nin ırmağı olan Stiks'e daldırmıştır. Ancak, topuğundan tutması nedeniyle büyülü suya değmeyen topuk Aşil'in tek zayıf yeri olmuştur (Aşil'in topuğu deyimi bir insanın zayıf yanını ifade etmektedir).
Üsküdar Amerikan Lisesi
Üsküdar Amerikan Lisesi, İstanbul, Türkiye'de konumlanmış, 1876 yılından beri eğitim veren bir özel okuldur.
Üsküdar Amerikan Kız Lisesi, 1876 yılında Bahçecik’te kuruldu. Okul bugün İzmir, Tarsus’taki Amerikan okulları ve Gaziantep’teki Amerikan Hastanesi gibi Sağlık ve Eğitim Vakfı yönetimi altındadır. Bunun yanında okulun kurucu oluşumu American Board ile de bağları devam etmektedir.
Üsküdar Amerikan Kız Lisesi, günümüzde Gölcük'e bağlı olan zamanın Ermeni kasabası Bahçecik'ten önce Adapazarı’na, 1920'li yılların başında da İstanbul Bağlarbaşı’ndaki kampüse taşındı. Genç Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte, Üsküdar Amerikan Kız Lisesi Bağlarbaşı kampüsünde çağdaş Türkiye’nin genç kızlarını yetiştirmeye başladı. 1925 yılına gelindiğinde okuldaki eğitim Barton Hall ve Bowker Hall’da veriliyordu. Round House tam bugün bulunduğu noktada idi. Emir Konak’ın yerinde ise siyah ahşap bir bina yer alıyordu. Huntington Hall ve Martin Hall’un yapımlarının tamamlanması Üsküdar Amerikan Lisesi’nin Ms. Martin tarafından yönetildiği 1955 yılına rastlar. Jesse Martin’in onuruna, yeni binalardan birine Martin Hall adı verildi. Okulun modern fen laboratuvarları ve bilgisayar merkezli en yeni binasına Ms. Morgan onuruna Morgan Hall adı verildi. Ayrıca okulun bünyesinde Bowker hall ve Emir hall adlı iki bina Sev okulunun kampüsten ayrılması ile eklenmiştir ve kullanıma açılmıştır. Okulda ayrıca TIMUN, Mayday, Dramapalooza ve çeşitli festivaller gibi önemli etkinliklere de özen gösterilmektedir. Türkiye'deki prestijli okullar arasında yerini kurulduğundan beri koruyan bir okuldur.
Okul ülke çapında hem AP (Advanced Placement) hem de IB sistemini uygulayacak ilk okuldur. Yurtdışı üniversite kabullerinde de çok başarılı olan okul her yıl 45-50 civarında öğrencisini Pennsylvania Üniversitesi, Columbia Üniversitesi, Johns Hopkins Üniversitesi, Stanford Üniversitesi ve Cambridge Üniversitesi gibi okullara göndermeyi başarmaktadır.
Marco van Basten
Marcel "Marco" van Basten (, 31 Ekim 1964) 1980'lerde ve 1990'ların sonunda Ajax ve Milan'nın yanında Hollanda millî takımında da oynayan emekli futbolcu ve teknik direktör.
Tüm zamanların en iyi forvetlerinden biri kabul edilir ve kariyeri boyunca 277 gol atmıştır ancak geçirdiği sakatlık yüzünden 2 yıl sonra futbolu bıraktığı için 1993'te 28 yaşındayken son maçına çıktı. Daha sonra Ajax ve Hollanda millî takımının teknik direktörlüğünü yaptı.
Kuvveti, fırsatçılığı ve muhteşem şutları ile bilinen Van Basten üç kere (1988, '89 ve '92) Avrupa'da Yılın Futbolcusu ve 1992'de FIFA Dünyada Yılın Futbolcusu seçildi. Fransız haftalık "France Football" dergisinin Yüzyılın Futbolcusu'nu seçmek için eski Ballon d'Or kazananlarının verdiği oylarla hazırladığı ankette sekizinci oldu. IFFHS tarafından düzenlenen Yüzyılın Avrupalı Futbolcusu listesinde onuncu oldu ve yine IFFHS tarafından düzenlenen Yüzyılın Futbolcusu seçiminde 12. sırada yer aldı. 2004'te Pelé yaşayan en iyi 125 futbolcuyu seçtiği FIFA 100 listesine Van Basten'ı da dahil etti. 2004'te En Büyük 100 Hollandalıyı (De Grootste Nederlander) seçmek için ülke çapında düzenlenen bir ankette 25. sırada yer aldı ve Johan Cruyff'un ardından listede en yüksek sırada bulunan ikinci futbolcu oldu. Mart 2007'de "Sky Sports" tarafından kariyeri kısa süren en büyük sporcular listesinde birinci seçildi.
Van Basten 31 Ekim 1964'te Utrecht'te doğdu. Altı yaşındayken yerek bir takım olan EDO'da oynamaya başladı. Bir yıl sonra UVV Utrecht'e geçti. Burada geçirdiği dokuz yıldan sonra kısa bir süre için bir başka Utrecht takımı USV Elinkwijk'ta oynadı.
Ajax 1981-82 sezonunda Van Basten ile sözleşme imzaladı. Ajax ile ilk maçına Nisan 1982'de çıktı, ilk golünü de NEC'i 5-0 yendikleri maçta attı.
1982-83 sezonunda Altın Ayakkabı Ödülü kazanmış Wim Kieft ile merkez forvet pozisyonu için forma mücadelesi verdi ve 20 lig maçında 9 gol attı. Sonraki sezon Kieft Serie A takımı Pisa'ya gitmek için ayrılınca Van Basten da takımın merkez forveti pozisyonundaki yerini sağlamlaştırdı.
112 maçta 117 gol atarak 1983-84'ten 1986-87'ye kadarki dört sezonun hepsinde de gol kralı oldu. 1985-86'da Sparta Rotterdam'a attığı altı ve Heracles Almelo'ya attığı beş golünde olduğu 26 maçta 37 gollük performansı ile Altın Ayakkabı Ödülü aldı. Ayrıca 1987'de UEFA Kupa Galipleri Kupası Finali'nde takımının Lokomotive Leipzig'e karşı galibiyet golünü attı.
1987'de Silvio Berlusconi Milan'da oynaması için Van Basten ve vatandaşı Ruud Gullit ile anlaştı, 1988'de Frank Rijkaard onlara katıldı. İlk sezonunda Milan sekiz yıldan beri ilk lig şampiyonluğunu kazandı. Ancak Van Basten ayak bileğindeki sakatlık yüzünden sadece 11 maçta oynayabildi ve 3 gol attı.
1988-89'da Avrupan'nın en iyi futbolcusu olarak Ballon d'Or'u kazandı. Serie A'da 19 gol attı ve Milan'ın Steaua București'i yendiği Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde'nde de 2 gol attı.
1989-90 sezonunda Serie A'da gol kralı oldu ve Milan da Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde Benfica'yı yenerek unvanını korudu.
Sampdoria 1990-91'de lig şampiyonluğunu kazanınca Milan'da sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Van Basten, Arrigo Sacchi ile sorun yaşayınca Berlusconi teknik direktörü kovdu. Sonraki sezon için takımın başına Fabio Capello geçti ve Milan tekrar lig şampiyonu oldu. Van Basten 25 gol attı ve tekrar gol kralı oldu.
Kasım 1992'de IFK Göteborg'a karşı oynadığı maçta biri rövaşata ile olmak üzere 4 gol atarak bunu bir Şampiyonlar Ligi maçında başaran ilk oyuncu oldu. Daha sonraları egale edilen bu rekor 20 yıl sonra 2011-2012 Şampiyonlar Ligi sezonunda Bayer 04 Leverkusen'e bir mçta 5 gol atan Lionel Messi tarafından geçildi.
Milan yenilmezlik serisini 1992-93 sezonunda da sürdürerek 58 maç yenilmeden mücadele ettiler. Van Basten sezonunda başında son derece iyi oynuyordu. Tekrar Yılın Avrupalı Futbolcusu seçildi ve Johan Cruyff ve Michel Platini'den sonra ödülü üç kere kazanmayı başaran üçüncü kişi oldu.
Geçmişteki ayak bileği sakatlığı Ancona'ya karşı oynadığı maçta tekrar ortaya çıktı ve onu zorlu bir ameliyat sürecine girmeye mecbur bıraktı. Sahalara ancak Marsilya'ya karşı oynadıkları Şampiyonlar Ligi finalinden birkaç hafta önce dönebildi. Bu maç Van Basten'ın da İtalyan kulübü için oynadığı son maç oldu.
1993-94 sezonunu tamamıyla kaçırmasına rağmen 1994 FIFA Dünya Kupası'nda ve 1994-95 sezonunda kulübü için oynayabileceği yönünde çok umutluydu. Ancak kulübü FIFA Dünya Kupası sırasında yine sakatlanabileceğini düşünerek ona izin vermedi. En sonunda tekrar iyileşme çabalarından vazgeçerek son 2 yılını saha kenarında geçiren bir futbolcu olarak 17 Ağustos 1995'te emekliliğini açıkladı.
Mart 2006'da Demetrio Albertini'nin Giuseppe Meazza Stadyumu'ndaki jübile maçında ilk yarının başlarında oyundan çıkmadan önce kafayla bir gol attı. 22 Temmuz 2006'da bu sefer Dennis Bergkamp'ın Arsenal'daki 11 yıllık kariyerinin anısına yapılan maçta oynadı. Bu maç ayrıca yeni Emirates Stadyumu'nda yapılan ilk maç olarak tarihe geçti. Van Basten maçın ikinci yarısında Efsane Ajax takımı için oynadı. Maça Johan Cruyff'ün de dahil olduğu bir çift değişiklikle dahil oldu. Polonyalı bira markası Tyskie'nin pazarlama reklamlarında Luis Figo ve Zbigniew Boniek ile birlikte rol aldı.
Van Basten, 2004-2008 yılları arasında Hollanda millî takımı antrenörlüğünü yaptı. 2008-09 sezonunda Ajax'ın başına getirildi. 2012 yılında ise bir başka Hollanda kulübü SC Heerenveen'in başına geldi.2014'de ayrıldı.Şimdi ise Hollanda millî takımının yardımcı antrenörlüğünü yapmaktadır.
Rüştü Akın Vakfı
Rüştü Akın Vakfı, eğitim, sağlık, bayındırlık ve sosyal alanlarda hizmet vermek üzere Rüştü Akın, Nuri Akın, Ragıp Akın ve Füsun Yönder'in temsil ettiği kurucu üyeler tarafından 23 Haziran 1986 tarihinde İstanbul'da kurulan bir vakıf.
Kuruluşundan bu yana başarılı öğrencileri sağladığı burslar ve ödüller ile desteklemeyi sürdürmüş va şu yatırımları yapmıştır:
Mostar (anlam ayrımı)
Mostar, ş |
u anlamlara gelebilir:
Türk askerî tarihi
Türk askerî tarihi dört bin yıl öncesinden günümüze kadar süren dönem içinde ilk Türklerden günümüzdeki Türk Silahlı Kuvvetleri'ne kadarki askerî yapılanmayı ve savaşları içine alır. Türklerdeki askerî düzen siyasî düzen ile iç içe geçmiş ve tarih boyunca birlikte gelişmiştir. Orta Asya'da başlayan bu tarih tüm anakaralara yayılarak süregelmiştir.
Selçuklu İmparatorluğunun kuruluşuna önayak olan 1040 yılındaki Dandanakan Muharebesi, Türklerin Anadolu'nun kapısını araladığı 1071 yılındaki Malazgirt Savaşı, Yeni Çağın başlangıcı sayılan 1453 yılındaki İstanbul'un Fethi, I. Dünya Savaşındaki Çanakkale Savaşları, Osmanlı İmparatorluğunun üzerine Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasını sağlayan Kurtuluş Savaşı, Kuzey Kıbrıs'taki Türkleri savunmak için yapılan Kıbrıs Harekâtı Türk askerî tarihindeki birkaç önemli dönüm noktalarından bazılarıdır.
Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Tacikistan, Afganistan, Çin'in bir kısmı (Doğu Türkistan), Rusya ve Pakistan'ın bir kısmından oluşan bölge ve bölgeyi tanımlamak için kullanılan coğrafi terim.
Tarihte Türkistan olarak geçen coğrafi bir alana Rus ve oryantalistlerin kendileri için Türk adını unutturmak amacıyla vermiş oldukları bir isim olarak da bilinir.
Bir tarih nazariyesine göre, M.S 300-400 yıllarında Orta Asya'da yaşayan kavimlerin şiddetli ve uzun süren kuraklık sebebiyle doğuya, kuzeye, batıya ve güneye gitmelerine; Kavimler Göçü denmektedir. Bu göçün siyasi, sosyal ve kültürel neticeleri üzerinde uzun durulmaktadır. Aynı bölgede M.S. 11. yüzyıldan itibaren başlayan ve asıl ağırlığı batı istikametinde olan Türk göçleri, 17. yüzyıla kadar devam etmiş; İran,Anadolu ve Balkanlardan geçerek Avrupa ortalarına ulaşmıştır. Türkler, geçtikleri yerlerde birbirlerinin devamı olan devletler kurmuşlar, böylece Orta Asya içlerinden Avrupa ortalarına uzanan kültür ve medeniyet mirasları ve yerleşik Türk boyları ile bir Türk dünyası meydana getirmişlerdir.
Büyük Selçuklu Devleti (veya "Selçuklular"; Farsça "Saljükiyan"; Arapça "Saljük" veya "el Salajika"), Oğuz Türkleri'nin büyük bir koluydu. Selçuklular 11. ve 14. yüzyıllar arasında Orta Asya'nın bir bölümünü ve Orta Doğu'yu yönetti.
Selçuklular, Ortadoğu'da devletler kurmuş bir Türk hanedanıdır. Adı, hanedanın kurucusu Selçuk Bey'den gelir.
Dandanakan Muharebesi ya da Dandanakan Meydan Muharebesi, (1040), Selçuklu Devleti'nin Gazne Devletini yendiği ve Gazne Devletinin çözülmesine yol açan muharebedir. Bu muharebede Gazne Devleti yıkılış dönemine girmiş, Selçuklu Devleti resmen kurulmuştur.
Pasinler Muharebesi (18 Eylül 1048) Selçuklularla Bizanslılar arasında yapılmış bir meydan muharebesidir.
Pasinler Muharebesi Bizanslılarla yapılan yüzyıllık çarpışmalardaki ilk büyük meydan muharebesidir. Ayrıca Bizans'ın gücünü anlamak amacıyla yapılan bir savaştır.
Malazgirt Muharebesi, 26 Ağustos 1071 tarihinde, Anadolu Selçuklu Hükümdarı Alp Arslan ile Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen savaş. Alp Arslan'ın zaferi ile sonuçlanan Malazgirt Muharebesi, Türklere Anadolu'nun kapılarını açan savaş" olarak bilinir.
Türkiye Selçuklu Devleti (veya Anadolu Selçuklu Devleti) (Arapça: السلاجقة الروم el-Salācika el-Rūm Farsça: سلجوقیان روم Salcūkiyân-e Rūm; Rum Selçukluları), Selçukluların Anadolu’da kurduğu devlettir.
Türklerin Anadolu’ya yerleşmesi 1071’deki Malazgirt Savaşından sonra hızlandı. Selçuklu komutanı Kutalmışoğlu Süleyman Şah Anadolu’daki fetihleri batıya yayarak 1075'te İznik’i Bizans’tan aldı ve burayı başkent yaparak bağımsızlığını ilan etti. Böylece kurulan Anadolu Selçuklu Devleti, İlhanlıların son Anadolu Selçuklu sultanını tahttan indirdikleri 1308'e kadar varlığını sürdürdü.
Ana madde : Harran Muharebesi
7 Mayıs 1104 tarihinde Selçuklu emirleri ile Haçlı devletleri Antakya Prensliği ve Urfa Kontluğu arasında 12. yüzyılda (şimdi Türkiye'de bulunan) Harran'in hemen güneyinde (şimdi Suriye'de olan) Rakka'da yapılan bir muharebe
Dorileon Muharebesi 25 Ekim 1147 tarihinde İkinci Haçlı Seferinin başlangıcında gerçekleşti. Eskişehir yakınında yapılan bu savaşta Selçuklu Sultanı I. Mesud komutasındaki Anadolu Selçuklu ordusu İkinci Haçlı Seferinde iki koldan Anadolu'da ilerlemekte olan ordularından bir kolu olan Alman Kralı III. Konrad komutasındaki çoğunluğu Almanlardan oluşan bir orduyu hemen hemen tamamıyla imha etmiştir.
"Ana madde :" Dorileon Muharebesi
Miryakefelon Muharebesi, Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan ile Bizans imparatoru I. Manuil arasında, Denizli Çivril- Gümüşsu Kasabası yakınlarında Miryakefelon'da (Myriokephalon) yapılan savaş (17 Eylül 1176 Salı günü)(Denizli yakınlarında)
Yassı Çemen Muharebesi 1230 yılında Erzincan yakınlarında Anadolu Selçuklu Devleti - Eyyubiler ittifakı ile Harzemşahlar arasında yapılan muharebe.
Kösedağ Muharebesi, Anadolu Selçuklularının, Moğollara yenilmesiyle sonuçlanan ve 1 Temmuz 1243 tarihinde meydana gelen savaş. Türk-İslâm tarihinde, önemli bir dönüm noktası teşkil eden bu savaş, Anadolu Selçuklu Devleti 'nin yıkılma sürecine girmesine sebep olmuştur.
Osmanlı Beyliğinin temelleri 13. yüzyıl ortalarında atıldı. Beyliğe adını veren
Osman bey ileri görüşlü, kararlı ve başarılı bir devlet adamı ve askerdi. Onun bu kararlılığı devletin çok sağlam temeller üzerine kurulmasını sağladı.
Osman Bey'in babası Ertuğrul Gazi hakkında sağlam ve güvenilir bilgiler hemen hemen yoktur. Bilinen, kendisinin 13. yüzyıl'da Batı Anadolu'da yaşayan Türkmen beylerinden biri olduğudur. Babası gibi Osman Bey'in hayatı hakkında da bilinmeyenler pek çoktur. Osman Bey, Çobanoğulları Beyliğinin vâsalı olarak Bizans topraklarıyla ilişkilerde bulunurken, bu beyliğin Bizans'la anlaşması üzerine, bölgede Bizans üzerine akınlarda bulunanlar, etkinliklerini bu kez Osman Beyin bayrağı altında sürdürdüler. Bu durum yavaş yavaş Osman Beyi bağımsızlığa iten bir etken oldu. Osman Bey bölgenin ve Bizans'ın içinde bulunduğu durumdan ustaca yararlanmasını bildi; bölgedeki İslâm tarikatlarının, özellikle Şeyh Edebali'nin gücünden ve nüfuzundan yararlandı. Bizans'a karşı savaşan gazilerin önderi durumuna gelen Osman Bey, Bizans köy, kasaba ve kalelerini birer birer ele geçirmeye başladı. Başarıları hem topraklarının büyümesine, hem de Anadolu Selçuklu topraklarından, komşu Türkmen beyliklerinden asker, komutan ve yöneticilerin onun saflarına katılmasına yol açtı. Genellikle 1299 tarihi, Osman Bey'in bağımsızlığını ilân ettiği tarih olarak kabul edilir.
Bursa'nın fethi (1326): Osman Bey'in asıl amacı Bursa'yı almaktı. Bu nedenle şehri kuşatma altına aldı. Onun hastalanması üzerine, kuşatmaya oğlu Orhan Bey devam etti. Orhan Bey, Mudanya limanını ve Orhaneli'ni fethederek Bursa'nın Bizans ile bağlantısını kesti. Aralıklarla on yıl süren kuşatma sonunda Bursa teslim oldu. İpek üretiminin merkezi olan Bursa, Osmanlı Devleti'nin başkenti yapıldı. Osmanlıların bu dönemde Sakarya havzası ve Marmara bölgesinde yaptığı fetihlerdeki amacı, batı yönünde ilerleyip Rumeli'ye geçmekti.
Sırp Sındığı Muharebesi veya Çirmen Muharebesi, 1364 yılında, Sırp prensliği, Macar Krallığı, Bulgar Krallığı, Bosna Prensliği ve Eflak Prensliğinden (Romanya'dan) oluşan İttifakın, Osmanlıları Balkanlar'dan atmak için başlattıkları bir savaştır. Edirne başkent olmuştur.
I. Kosova Savaşı veya Birinci Kosova Meydan Muharebesi (28 Haziran 1389) Sultan I. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu ile Sırp kumandanı Lazar önderliğindeki bir Balkan ordusu arasında yapılmış bir muharebedir. Osmanlı'nın zaferiyle sonuçlanmıştır.
Savaş sonunda bir Sırp soylusu Sultanın elini öpüp müslüman olmak istediğini belirterek I. Murat'a yaklaşmış ve onu ani bir hamleyle hançerleyerek şehit etmiştir. Şehadetinden sonra hüdavendigar lakabının verildiği sultanın iç organları orada gömülmüş, geriye kalan naaşı Bursa'ya götürülerek orada defnedilmiştir.
Niğbolu Muharebesi (İngilizce: Battle of Nicopolis, Bulgarca: Битка при Никопол, "Bitka pri Nikopol"; Macarca: Nikápolyi Csata, Rumence: Bătălia de la Nicopole) 24 Eylül 1396'da Osmanlı ordusunun Macaristan, Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu, Fransa, Eflak, Lehistan, İngiltere Krallığı, İskoçya Krallığı, Eski İsviçre Konfederasyonu, Venedik Cumhuriyeti, Genova Cumhuriyeti, St. Jean Şövelyeleri askerlerinden oluşmuş bir Haçlı Ordusu'yla Tuna Nehri üzerinde bulunan Niğbolu kalesi yakınlarında yaptığı ve Osmanlı zaferiyle sonuçlanmış bir savaştır. Bu savaş aynı zamanda Niğbolu Haçlı Seferi ("Crusade of Nicopolis") diye de anılmakta olup Ortaçağın sonuncu büyük Haçlı Seferi olarak da nitelendirilmektedir. Bazı kaynaklarda savaşın tarihi 28 Eylül olarak verilmiştir.
Ankara Muharebesi, Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid ile Timur arasında, Ankara'nın Çubuk Ovası'nda yapılan savaş. Geç ortaçağ tarihinin en kanlı meydan savaşlarından biri olan ve Osmanlıların yenilgisiyle sonuçlanan Ankara Muharebesi, Osmanlı Devleti'nin parçalanmasına ve Fetret Devri (1402-1413) olarak bilinen bir iktidar boşluğu döneminin yaşanmasına yol açtı.
Varna Muharebesi veya Varna Savaşı, 10 Kasım 1444 tarihinde, Macar, Leh, Papalık ve çeşitli Balkan milletlerinden oluşan, János Hunyadi komutasındaki Haçlı ordusu ile II. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu arasında bugünkü Bulgaristan'ın Varna şehri yakınında yapılmış bir savaştır.Osmanlı ordusu kazanmıştır.
II. Kosova Savaşı veya İkinci Kosova Meydan Muharebesi (Macarca:"Második Rigómezei csata")(17 Ekim-20 Ekim 1448) Sultan II. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu ile Macar kumandanı János Hunyadi önderliğindeki bir Balkan ordusu arasında yapılmış bir muharebedir. Osmanlı Devletinin zaferiyle sonuçlanmıştır.
İstanbul'un Fethi, 29 Mayıs 1453'te, şehri günlerdir kuşatan Osmanlı ordusunun, şimdi İstanbul olarak bilinen, o zamanki adıyla Konstantinopolis şehrini Sultan II. Mehmed Han'ın komutanlığında fethetmesidir. Bu fetihten sonra Osmanlı Devleti İmparatorluk olmuş, henüz 21 yaşında olan Sultan II. Mehmed, "fatih" unvanını da alarak Fatih Sultan Mehmed olarak anılmaya başlanmıştır. Tarihteki en önemli devletler |
den olan Doğu Roma İmparatorluğu böylelikle sona ermiştir.
Otlukbeli Muharebesi (11 Ağustos 1473) Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet ile Akkoyunlu Devleti sultanı Uzun Hasan arasında yapılmış bir meydan savaşıdır.Savaşta iki tarafın Türkmen süvarileri de etkisiz kaldı. Akkoyunluların mızraklı piyadelerinin hücumunu Osmanlı'nın yeniçerileri rahatça püskürttü. Osmanlı havan topları, engebeli arazide başarılı aşırtma atışları yaptı ve bu yeni silah karşısında şaşıran Akkoyunlular darmadağın oldu.
Uzun Hasan ve Karamanoğlu beyi savaş meydanını terk etti. Orduları bir daha toparlanamayacak şekilde bozuldu.
Zaferden sonra beyler düşmanı takibi önerse de Fatih ileri gitmedi. Arazi pusu kurmaya elverişliydi, keşif birliklerinin düşmanı fark etmede geç kalmasını da göz önünde bulunduran Fatih, düşmanın gitmesine göz yumdu.
Ertesi yıl çatışmalar devam ettiyse de Akkoyunlular için çöküş dönemi başlamıştı.
Mercidabık Muharebesi, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sırasında Memluk Devleti ile yapılan birinci savaştır. 1516'da Osmanlı ordusu ile Memluk ordusu arasında Halep şehrinin kuzeyinde yapılan savaşı Osmanlılar kazandı. Muharebenin sonucunda Suriye, Lübnan ve Filistin Osmanlı topraklarına katıldı.
Ridaniye Muharebesi, 22 Ocak, 1517 yılının Ocak ayında Osmanlı Devleti ile Memlüklüler arasında geçen muharebenin adıdır. Bu muharebe Yavuz Sultan Selim'in komutasındaki Osmanlı Devleti ordusu kazanmıştır.
Bu zaferle birlikte Memlük Devleti yıkılmış, bütün toprakları Osmanlı egemenliğine girmiştir. Memlük Devleti tarihe karışmış ve Osmanlı Devleti Mısır'a hakim olmuş ve Halifelik Osmanlılara geçmiştir. Mısır'daki kutsal emanetler İstanbul'a getirilmiştir. Osmanlı Devleti Doğu Akdeniz'in tek hakimi durumuna yükselmiş, Kızıldeniz ve Hint Okyanusuna açılmıştır. Osmanlı devleti çok geniş hazinelerin sahibi olmuştur.
I. Viyana Kuşatması, 27 Eylül-16 Ekim 1529 tarihlerinde Avusturya Arşidüklüğü'nün başkenti Viyana'nın Kanuni Sultan Süleyman komutasındaki Osmanlı ordusu tarafından kuşatılmasıdır. Başarısız olan kuşatma sonucunda kale alınamamış ve Osmanlı ordusu İstanbul'a geri dönmüştür.
Bir Türk gölü haline gelen Akdeniz'deki korsanlar, devamlı devletin donanmasına ve ticaret gemilerine zarar verdiğinden Venedikliler'in elinde bulunan Kıbrıs'ın fethine karar verildi. Lala Mustafa Paşa komutasındaki Türk ordusu 3 ay içinde Lefkoşa, Baf, Limasol, Girne ve Larnaka kalelerini ele geçirdi. 1571 yılında Magosa'nın zaptedilmesiyle Kıbrıs 1878'e dek sürecek Türk egemenliğine girdi.
1623-1639 Osmanlı-İran Savaşı'nın başında 1624 yılında İranlıların eline geçmiş bulunan Bağdat'ın geri alınması amacıyla padişah IV. Murat'ın düzenlediği sefer (1638-39).Bu sefer IV. Murad'ın Bağdad'a girmesiyle son bulacaktır.
II. Viyana Kuşatması, 1683 yılında IV. Mehmet devrinde Osmanlı Devleti'nin Viyana'yı kuşatması ile gerçekleşti. 17. yüzyılda Osmanlı Devleti ile Avusturya arasında yapılan savaşların en uzun süreni bu kuşatma ile başladı.
Kırım Savaşı, 4 Ekim 1853 - 30 Mart 1856 tarihleri arasındaki Osmanlı-Rus Savaşıdır. Birleşik Krallık, Fransa ve Piyemote-Sardinya'nın Osmanlı tarafında savaşa dâhil olmasıyla savaş, Avrupalı devletlerin Rusya'yı Avrupa ve Akdeniz dışında tutmak amacıyla verdiği bir savaş halini almıştır. Savaş, müttefik güçlerin zaferiyle bitmiştir.
93 Harbi ya da 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı Osmanlı padişahı II. Abdülhamit döneminde yapılan bir Osmanlı-Rus savaşıdır. Rumi takvime göre 1293 yılına denk geldiğinden Osmanlı tarihinde 93 Harbi olarak bilinir. Hem Tuna Cephesinde, hem de Kafkasya Cephesinde savaşılan 93 Harbi Osmanlı Devleti için büyük bir yenilgiyle sonuçlanmış; hem büyük bir toprak kaybına neden olmuş, hem de Rus ordusunun İstanbul'un eşiğine (Yeşilköy) kadar ilerleyerek Osmanlı Devletinin varlığını tehdit etmesiyle sonuçlanmıştır.
1897 Osmanlı-Yunan Savaşı, 1897 yılında Osmanlı Devleti ile Yunanistan arasında meydana gelen savaştır. Yaklaşık bir ay sürmüş ve Osmanlı ordusunun zaferiyle neticelenmiştir. O dönemler Manastır Askeri İdadisi'nde öğrenci olan Mustafa Kemal ve Ömer Naci savaşa gönüllü olarak katılmak istemişler, fakat hem İdadi öğrencisi oldukları için hem de daha 16 yaşında oldukları için savaşa katılamamışlardır.
Trablusgarp Savaşı, 1911-12 yılları arasında Osmanlı Devleti ve İtalya Krallığı arasında geçen bir savaştır. 1911-12 Türk-İtalyan Savaşı olarak da geçer. Adı, "Trablusgarp Savaşı" olmasına rağmen çarpışmalar, Trablusgarp'ın dışında, Adriyatik Denizi, Ege Adaları, Çanakkale Boğazı ve Kızıldeniz gibi çeşitli bölgelerde de sürmüştür. Bu savaşı İtalya, diğer büyük devletlerin ve Balkan Savaşı'nın sayesinde kazanarak sömürgelerini arttırmıştır
Birinci Balkan Savaşı, 8 Ekim 1912 - 30 Mayıs 1913'de Bulgaristan Krallığı, Sırbistan Krallığı, Yunanistan Krallığı ve Karadağ Krallığı'ndan oluşan Balkan Birliğinin Osmanlı Devleti'ne karşı giriştiği savaş. Bu savaş ile Balkan Devletleri, Osmanlı Devleti'nin Balkanlardaki birçok toprağını ele geçirmiştir. Bu savaş ile, Edirne ve Kırklareli'ye kadar olan tüm topraklar, Balkan Devletlerine bırakılmıştır.
İkinci Balkan Savaşı (Rumence: "Al doilea război balcanic", Sırpça:" Други балкански рат", Drugi balkanski rat, Yunanca: "Δεύτερος Βαλκανικός Πόλεμος", Devteros Valkanikós Pólemos, Bulgarca: "Междусъюзническата война", Mezhdusayuznicheskata voyna) I. Balkan Savaşı'na katılan devletlerin, Yunanistan, Bulgaristan, Karadağ, Arnavutluk, Sırbistan, Osmanlı İmparatorluğu ve sonradan katılan Romanya'nın aralarında yaptıkları savaşlardır. Bu savaş ile, Edirne ve Kırklareli kurtarılmıştır. Londra Konferansı, hükümleri kısmen değişmiştir.
Çanakkale Savaşları, I. Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara savaşlarıdır.Osmanlı Devleti'nin zaferiyle sonuçlanmış ve İtilaf Devletleri yarımadayı terketmiştir.
Sarıkamış Harekâtı (22 Aralık 1914), I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti ve Rus Hanedanlığı arasında Sarıkamış'ta gerçekleşmiş, sonucu Osmanlı Devleti tarafı için büyük bir başarısızlık ile sonuçlanan bir askerî manevradır.
Kut'ül Ammare kuşatması (7 Aralık 1915 - 29 Nisan 1916), İngiliz İtilaf kuvvetleri ile Osmanlı İttifak kuvvetleri arasında geçen I. Dünya Savaşı'nın temel muharebelerinden biri. Muharebeler Dicle Nehri kıyısında Kut'ül Ammare şehri yakınlarında konuşlanmış İngiliz Ordu birliklerinin kuşatılması ve 13,000 İngiliz askerinin esir alınmasıyla Osmanlı Ordusu tarafından zaferle bitmişti. İngiliz İtilaf kuvvetleri 23,000 ölü ve yaralı, Osmanlı kuvvetleri 10,000 ölü ve yaralı vermiş ve 13,000 (bazı kaynaklara göre 18,000) İngiliz askeri esir alınmıştı.
Kurtuluş Savaşı, İstiklâl Harbi, Türk İstiklâl Harbi, Millî Mücadele olarak adlandırılan I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Osmanlı Devleti'nin İtilaf Devletleri'nce işgali sonucunda Misak-ı Milli sınırları içinde ülke bütünlüğünü korumak için girişilen çok cepheli siyasi ve askeri mücadele.
9. Ordu Müfettişi Mirliva Mustafa Kemal Paşa önderliğinde 1919-1922 yılları arasında gerçekleşmiş Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk Ordusunun yurdumuzdan tüm düşmanları temizlemesiyle sonuçlanmıştır.
26 Ağustos 1922 tarihinde Türk Ordusu genel bir taarruza başladı. 30 Ağustos 1922 tarihinde yapılan Dumlupınar Meydan Muharebesi Yunan Ordusunun imha edilmesiyle sonuçlandı. 9 Eylül 1922 tarihinde Türk Ordusu İzmir'e girdi.
11 Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi ile fiilen, 24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması ile resmen sona erdi.
6 Ekim 1923 tarihinde Türk Ordusu İstanbul'a girdi. İtilaf Devletleri kuvvetleri İstanbul'u terk etti.
29 Ekim 1923 günü Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş ve bunun sonucunda Türk Orduları Başkomutanı Mareşal Mustafa Kemal Paşa Türkiye Cumhuriyeti 1. Cumhurbaşkanı seçildi.
Kurtuluş Savaşı, dört belirgin döneme ayrılabilir:
Kıbrıs Harekâtı, 20 Temmuz 1974 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti'nin Garanti Anlaşması'nın III. maddesine istinaden gerçekleştirdiği askerî harekâtın adıdır.
Fırat Kalkanı Operasyonu, 24 Ağustos 2016 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti'nin, Özgür Suriye Ordusu ile birlikte, IŞİD'in saldırıları ve PYD'nin Fırat Nehri'nin batısından çekilmemesi üzerine başladığı operasyondur. Operasyon sonuçlanmış bulunmaktadır.
Türk Ekonomi Bankası
Türk Ekonomi Bankası, Türkiye'de faaliyet gösteren bir bankadır. 1927 yılında "Kocaeli Halk Bankası T.A.Ş." unvanıyla kurulmuştur. 1982 yılında Çolakoğlu Grubu tarafından satın alınana kadar yerel bir banka olarak faaliyet göstermiştir. Bu tarihten itibaren yurt çapında faaliyet göstermeye başlayan bankanın genel müdürlüğü İstanbul’a taşınmış, unvanı da Türk Ekonomi Bankası A.Ş. (TEB) olarak değişmiştir.
2000 yılında halka arzı gerçekleşen bankanın hisse senetleri TEBNK sembolü ile Borsa İstanbul Ulusal Pazarında işlem görmektedir.
2005 yılında Çolakoğlu Grubu ile gerçekleşen ortaklık sonucunda BNP Paribas TEB’in dolaylı çoğunluk hissedarı haline gelmiştir. 2011 yılında ise BNP Paribas’nın çoğunluk hissedarı olduğu Fortis Bank Türkiye ile TEB’in birleşmesi gerçekleşmiştir.
TEB Türkiye’nin önde gelen özel sektör ticari bankalarından biridir ve kurumsal bankacılık, KOBİ bankacılığı, bireysel bankacılık, özel bankacılık ve hazine ve sermaye piyasaları ürün ve hizmetlerini de içeren tüm temel bankacılık alanlarında hizmet vermektedir. Bankacılık hizmetlerinin yanı sıra grup şirketleri ve iştirakleri vasıtasıyla da faktoring, tüketici finasmanı finansal kiralama, filo kiralama, portföy yönetimini de içeren geniş bir finansal ürün ve hizmet gamını müşterilerine sunmaktadır. 2013 yıl sonu itibarı ile TEB’in yaklaşık 5.4 milyon müşterisi, bu hizmetlere 541 şube, 1.460 TEB Express, TEB İnternet Şubesi ve çağrı merkezi üzerinden ulaşabilmektedir.
2013 yılında 86. yaşını kutlayan Türk Ekonomi Bankası, "Türkiye'nin Ekonomi Bankası" sloganıyla finans sektörüne hizmet vermeyi sürdürmektedir.
* Bu şirketler BNP Paribas Grubu şirketleridir.
** %50-%50 BNP Paribas-Fortis Yatırım Holding A.Ş. ve Çolakoğlu Grubu Ortaklığıdır |
.
The Economy Bank NV / TEB NV: 1998 yılında Hollanda’da kurulan TEB NV, TEB Grubu’nun uluslararası ticaret finansmanı alanında uzmanlaşmış hizmet sağlayıcısı kimliğiyle Avrupa piyasalarında bankacılık hizmetleri vermektedir.
TEB Sh.A / TEB Kosova: 2008 yılında kurulmuş olan TEB Kosova, 22 şubesi ve müşterilerinin farklı ihtiyaçlarına göre özelleştirilmiş ürün ve hizmet gamı ile Kosova’da bankacılık hizmetleri sunmaktadır.
TEB Faktoring A.Ş.: Sektörün en büyük ilk 3 firmasından biri olan TEB Faktoring, 1997 yılından bu yana ihracat, ithalat ve yurt içi faktoring ürünleri ile kurumsal ve ticari firmalara ve KOBİ’lere hizmet vermektedir.
TEB Yatırım Menkul Değerler A.Ş.: 1996 yılında kurulmuş olan TEB Yatırım sermaye piyasasında her türlü aracılık, yatırım danışmanlığı ve portföy yönetimi faaliyetlerinde bulunmaktır.
TEB Portföy Yönetimi A.Ş.: 1998 yılında kurulmuş olan TEB Portföy, optimum faydanın sağlanması amacıyla bireysel ve kurumsal yatırımcıların risk profiline uygun finansal enstrümanların dağılımını belirleyerek portföy yönetimi hizmetleri vermektedir.
BNP Paribas Finansal Kiralama A.Ş.: 1997 yılından bu yana müşterilerine özel finansal çözümler üreterek Türkiye’de yatırımların finansmanına aracılık etmektedir.
TEB Tüketici Finansman A.Ş. / TEB Cetelem: Türkiye’de 1995 yılından bu yana faaliyet gösteren TEB CETELEM, işbirliğinde bulunduğu markaların yetkili satıcılarında hızlı ve kefilsiz finansman hizmeti veren, otomotiv kredisinde uzman bir tüketici finansman şirketidir.
TEB Arval Araç Filo Kiralama A.Ş.: 2007 yılında kurulan TEB ARVAL, TEB, BNP Paribas ve Arval’in iş dünyasındaki ve otomotiv sektöründeki gücünden ve uzmanlığından yararlanarak kurumlara operasyonel kiralama ve filo yönetimi çözümleri sunmaktadır.
Hâkim (hukuk)
Hâkim günümüzde mahkemelerde davaları karara bağlayan, adalet dağıtan kişi, yargıç.
İslam hukuku ceza uygulamalarında asıl olarak şeriat hakimdir. Toplumda kişilere yönelik suçlarda diyet, had ve kısas cezaları öngörülmüştür. Geriye kalan diğer suçlarda ise siyaset cezaları ile tüm cezaların takdiri Sultan'a bırakılmıştır. Yagılamalarda esas kural koyucu ise Allah'tır. Ayrıca Kadı'lar Sultan'ın vekil ve yardımcısı olarak görev yapmaktaydılar. Vezir ve Vali'lerde ceza işlerinde Sultan adına çalışmaktaydılar.
Adli ve idari yargı olmak üzere iki ana kola ayrılan hakimlik mesleği, adli yargı bakımından sadece 4 yıllık lisans eğitimi veren Hukuk Fakültesi mezunları arasından Adalet Bakanlığı'nca ihtiyaca göre açılan sınavlarla seçilirler. İdari yargı hakimleri ise, başta Hukuk Fakültesi olmak üzere programlarında hukuk bilgisine yeterince yer veren Siyasal Bilgiler, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi mezunları arasından sınavla seçilmektedir. Yüksek mahkemeler olan Yargıtay, Danıştay üyeleri kendi aralarında gizli oyla seçimle genel kurulunca seçilmektedir. Sayıştay da kendi araların da gizli oyla seçilirler. Anayasa Mahkemesi'nin hakim üyeleri ise Cumhurbaşkanı, iki asıl ve iki yedek üyeyi Yargıtay, iki asıl ve bir yedek üyeyi Danıştay, birer asil üyeyi Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarınca kendi Başkan ve üyeler arasında üye tam sayılarının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; bir asil üyeyi ise Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan Yükseköğretim Kurumları öğretim üyeleri içinden göstereceği üç aday arasından; üç asil ve bir yedek üyeyi üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından seçer. Buna göre, Anayasa Mahkemesi üyelerini Anayasa Mahkemesi üyelerini her halükârda Cumhurbaşkanı seçmektedir. Ancak, 11 üyeden 8’i için birtakım makamlar (Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, Sayıştay, Yükseköğretim Kurulu) cumhurbaşkanına üçer aday göstermekte, cumhurbaşkanı da bu adaylardan birisini Anayasa Mahkemesi üyesi olarak atamaktadır. Burada aday gösterme yetkisinin çok önemli bir yetki olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı, 11 üyeden 3’ünü ise belli şartları taşıyan kimseler arasından doğrudan doğruya kendisi seçmektedir.
Çalcılar, Altıntaş
Çalcılar Kütahya'nın Altıntaş İlçesine bağlı bir köy. Anadolu'ya Türk göçleri sırasında Oğuzların Kayı boyundan göçebe Türkmenler yerleşmiştir.
Günümüzde, 30 Ağustos Meydan Savaşı Zaferi dolayısıyla her yıl şenlikler yapılmaktadir. Hala sülale isimleri yaşatılmaktadır. Kısalar, Bostuklar, Kavlaklar, Comular, Dervişler, Karaahmetler... vs.
Çal Köyü, Zafer Bayramı nedeniyle büyük önem taşımaktadır. Türkiye'nin İkinci Kuruluşuna da Kayılar bu bölgede imzalarını atmışlardır. Kurtuluş Savaşda birçok genç orduya yazılmıştır. Kadınları da savaşa katılmıştır.
Veliefendi Hipodromu
Veliefendi Hipodromu; İstanbul'un Bakırköy ilçesi sınırlarında ve Osmaniye'de bulunan ve eskiden çayır adıyla bir gezi yeri olan bu yer, Türkiye'nin en önemli hipodromlarındandır.
Veliefendi Hipodromu'nun bulunduğu arazi, Osmanlı döneminde İstanbul'un en gözde mesirelerinden biriydi. Bu arazi Sultan III. Mustafa tarafından, iftira üzerine sürgün ettiği Şeyhülislam Veliyüddin Efendi'ye özür mahiyetinde verildi. Döneminin en değerli bölgesindeki bu arsayı mesire olarak vakfeden Şeyhülislam Veliyüddin Efendi, kendine küçük bir köşkü de yaptırdı. Veliyüddin Efendi, mesireyi vakfetmekle yetinmeyip buranın bakımını da üstlenmişti. Çeşmeler yaptırmış, 1768 yılındaki ölümünden sonra da bakımının yapılması için gereken para için evler, dükkânlar vakfetmişti.
Veliefendi Çayırı'nın kaderi Enver Paşa'nın 1911'de Almanlardan oluşan bilim kurulu oluşturup İstanbul'da at yarışı düzenlenilebilecek bir arazi tespit edilmesini istemesiyle değişti. Almanların yarışlar için uygun gördüğü Veliefendi Çayırı'na hipodrom inşa edildi. Savaş yılları olmasına rağmen Türkiye Jokey Kulübü'nün düzenlediği yarışlara İstanbul'un zenginleri ve yabancıları bir hayli ilgi gösterdi.
31 Temmuz 1949'da seyircilerin at yarışlarına hile karıştırıldığı gerekçesiyle hakem kulesini ve tribünleri yakmasıyla yarışlara bir süre ara veren hipodromun arazisi, 1950 yılında Tarım Bakanlığı tarafından Türkiye Jokey Kulübü'ne kiralandı.
7600 kişilik tribün kapasitesine sahip hipodrom, 596 dönüm arazi üzerine kurulmuştur. 2020 metre uzunluğunda 27-36 metre eninde çim yarış pisti, 1870 metre uzunluğunda 17.5 -19 metre eninde sentetik yarış pisti, 1730 metre uzunluğunda 16 - 17 metre eninde kum idman pisti, mevcuttur.
Hipodrom alanında TJK Asli Üyeler Sosyal Eğitim Merkezi, İdari Binaları, Yarış Atları Hastanesi, Apranti Eğitim Merkezi, Satış mağazası, Müze ve Sergi salonu, 102 m² led ekran, 140 masalık piknik alanı, çocuk bahçesi, çeşitli kafeteryalar ve otoparkı bulunmaktadır.
Daron Acemoğlu
Kamer Daron Acemoğlu (d. 3 Eylül 1967, İstanbul), Türk-Amerikalı ekonomisttir. Daron Acemoğlu, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde (MIT) İktisat Profesörüdür. IDEAS/RePEc araştırma veri tabanına göre, "Dünya'daki En Çok Alıntı Yapılan ilk 10 Ekonomist" arasındadır.
1967 yılında İstanbul'da doğan Acemoğlu, Ermeni kökenlidir. 1986 yılında Galatasaray Lisesi'ni bitirmiştir. Lisans derecesini İngiltere'nin York Üniversitesi'nde alan Acemoğlu, yüksek lisans ve doktora derecelerini ise bu dalda en prestijli okullardan olan Londra Ekonomi Okulu'ndan almıştır. 1992-93 yılları arasında Londra Ekonomi Okulu'nda ders veren Acemoğlu, 1993'te ABD'deki Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde ders vermeye başlamıştır. MIT'deki akademik kariyerinin ilk yıllarında, iktisat alanındaki tarihi yayınlardan biri olan The Economic Journal'da yayınlanan bir çalışması "1996 Yılının En İyi Makalesi" ödülünü almıştır. Daron Acemoğlu, 2000 yılında profesörlüğe yükselmiştir.
MIT'de profesör ve eski Devlet Bakanı İsmail Özdağlar'ın kızı olan Asuman Özdağlar ile evlidir ve çiftin iki erkek çocuğu vardır.
Acemoğlu'nun üstün başarılarından biri de 2005 yılında John Bates Clark madalyası ile ödüllendirilmesidir. John Bates Clark madalyası, her iki yılda bir ekonomi bilimine en büyük katkıyı yapan 40 yaş altındaki bir bilim adamına verilir.
Acemoğlu'nun ilgi alanı içine giren başlıca konular, siyasal ekonomi, ekonomik kalkınma, ekonomik büyüme, gelir ve ücret dengesi eşitsizliğidir. En güncel çalışmaları ise "kurumların ekonomik gelişim ve siyasal ekonomideki yeri" üzerinedir. Bu alandaki çalışmaları, Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından 2006 yılında "Bilim Ödülü"ne layık görülmüştür.
2013 yılı T.C. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü'nün, klasik büyüme ve kalkınma teori ve modellerine farklı bir perspektifle yaklaşımı nedeniyle Sosyal Bilimler dalında Prof. Dr. Daron ACEMOĞLU’na verilmesi uygun görülmüş, 24 Aralık 2013 tarihinde ödülü Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından törenle kendisine verilmiştir. Bu ödül, 1995 yılından bu yana "Türk kültür ve sanat yaşamına önemli katkılarda bulunan, Türkiye'nin kültür ve sanatının yücelmesine çalışan" Türk vatandaşı ve yabancı uyruklu kişiler ile kurumlara devlet adına onurlandırmak ve özendirmek amacıyla verilmektedir.
Acemoğlu, ayrıca "Review of Economics and Statistics" ve "Journal of Economic Growth" dergilerinin yardımcı editörlüğünü yürütmektedir.
Haremde Dört Kadın
Haremde Dört Kadın, 1965 senesinde gösterime giren siyah-beyaz çekim bir Türk filmi. Halit Refiğ'in yönetmenliğini yaptığı drama türündeki eserin senaryosu Kemal Tahir'e ait olup Türk sinemasındaki parlak örneklerden biridir. Anlatı 1899 yılının Aralık ayında geçmektedir.
Osmanlı'nın son dönemlerindeki kimi olayların konak hayatı ve bir harem üzerinden anlatıldığı film, senaryosu kadar oyunculukları ile de dikkat çeker. Türk sinemasındaki kanıksanmış genel kalıplardan farklı olarak; derin ve gerçeğe yakın karakterler, ustaca kurulmuş diyaloglarla hissettirilen bir gerilim içerisinde entrikalarını sürdürür. Haremde Dört Kadın, aslen bir dönem filmi olup Atıf Yılmaz'ın yönettiği "İki Gemi Yanyana" (1963) ile beraber Türk sinemasındaki ilk lezbiyen ilişki karelerini içerir.
"Sadık Paşa" cahil, zevkine düşkün, bir o kadar da dindar geçinen bir Osmanlı paşasıdır. Varlık içerisindeki |
konak hayatında üç eşiyle beraber yaşar. Özel olarak yapılan macunlara rağmen çocuğu olmamaktadır ve bir oğlu olmamasının nüfuzunu etkilediğine inanır.
Haremindeki kadınlardan "Mihrengiz", paşanın jön Türk yeğeni "Dr. Cemal"e aşıktır. Geri planda kalan silik bir cariye olan "Gülfem" ise köşk içerisindeki önemini artırmak için Paşa'nın asker yeğeni Rüştü'den çocuk peydahlamaya çalışmaktadır ve akıl hocasıyla birlikte bunun hazırlıklarını yapar. "Şevkidil" (en büyük cariye) güçlü, entrikacı, köşkü ve ahalisini tek başına yönetebilecek kapasitede, afet-i devran bir kadındır. Mihrengiz ile arasındaki sevgi giderek bir lezbiyen ilişkiye dönüşür.
Her şey, Sadık Paşa Ruşan'ı dördüncü eş olarak almak istediğinde karışmaya başlar. Dizi halinde gelişen bu yasak aşklar sonucunda Cemal, amcasının kıskanç karılarından biri tarafından öldürülür. Saf kızı oynayan ve sevdiği genç tarafından da sevilen "Ruşan" ise, çevresindeki olaylar üzerinde hiçbir etkisi ol(a)mayınca sadece kendisine biçilen rolü oynamaya başlayan bir piyon olmaktan öteye gidemez.
Tıbbiye öğrencisi olan ve eğitimi sırasında Sadık Paşa’dan destek alan Cemal, Jön Türk adı verilen Osmanlı aydınlarına mensuptur. Amcası başta bunu bilmemektedir ancak zamanla kendisinden kuşkulanmaya başlar. Cemal; hürriyet, yer yer sosyalizm, Anadolu ve Anadolu insanının kendi kaderine terk edilmişliği gerçeği üzerine ve halkını onurlandıran konuşmalarıyla ilerici bir kişiliği yansıtmaktadır. Bir Jön Türk'le saltanat ve padişah yanlısı paşa arasındaki diyaloglar ve yaşadıkları zıtlaşma Osmanlı’nın son zamanlarından ve dahi günümüzden bir portre sunmaktadır aslında.
Hainlik olgusu da filmde Paşa'nın yeğeni "Rüştü" karakteri ile kendine yer bulur. Rüştü güvenini ve desteğini kazanmışken, bir taraftan da kendisini öldürüp haremine ve konağına el koyup rütbesini artırma hayalleri kurmaktadır... Bu arada Doktor Cemal'i suçlamaktan da geri kalmaz.
Köşk yaşantısını iyi yansıtan kareler içerisinde, başta Mihrengiz karakteri olmak üzere kadın cinselliğinin varabileceği en uç boyutlar şekilleniyor. Zaten filmdeki en etkileyici sahnelerinden biri de, aşkına karşılık vermediği için Cemal'i öldüren Mihrengiz'in çevresine kalabalık toplaştığında ağlayarak "Bir Jön Türk'ü öldürdüm, padişahım çok yaşa!" nidasında bulunması.
La Coubre Patlaması
La Coubre patlaması, 4 Mart 1960 tarihinde öğleden sonra saat 3:10 sularında "La Coubre" silah gemisi (4,310 tonluk Fransız yapımı bu gemi, 76 tonluk cephane taşıyordu) Havana'da boşaltılırken infilak etti.
Patlayıcı askeri gereçleri doğrudan limana boşaltmak liman yönetmeliklerine aykırıdır, çünkü bu tip patlayıcı kargo taşıyan gemilerin infilak etme riski olduğundan tam liman kenarından değil de biraz daha uzak bir mesafeden öncelik yüksek riskli kargolara verilerek mavnalarla taşınması gerekmektedir. Görülen o ki Tallapiedra rıhtımına doğrudan boşaltma kararını Küba Silahlı Kuvvetler (FAR)`in başkanı Raul Castro vermiştir. Her ne kadar bu hatalı bir durum olsa da patlamanın sebebi tam olarak bilinmemektedir. Küba hükümeti olayın CIA ajanı olduğu iddia edilen William Alexander Morgan`ın sabotajı olduğunu söylemiştir. .
Patlama sırasında Che Guevara başkanı olduğu Küba Merkez Bankası`na gitmekteydi, olaydan hemen sonra yolunu değiştirerek patlamanın olduğu yere geldi. Doktor Che gelir gelmez ciddi biçimde yaralanmış tayfaya ve liman işçilerine tıbbi yardımda bulunmaya koyuldu.
İlk patlamadan yarım saat sonra, o sırada yüzlerce kişi yaralananlara yardım etmeye ve gemiyi kontrol altına almaya çalışıyordu, daha güçlü ve ölümcül bir ikinci patlama meydana geldi. Toplam ölü ve yaralı sayısı tam olarak bilinmese de, en az 75 kişinin hayatını kaybettiği ve 200 civarında da kişinin yaralandığı sanılmaktadır.Bu yaralıların birçoğu daha sonra hayatını kaybetmiştir ve ölü sayısı 150'nin üzerine çıkmıştır. Tam olarak kimse sorumlu tutulamamıştır; ama CIA'nın parmağı olduğu şüphesi her zaman akıllarda yer almıştır.
Tarihin en zenginleri listesi
Bu tarihin en zenginleri listesi, Amerikan Doları olarak, dünya genelinde 2006 yılında Dünyaca ünlü "Forbes" dergisi tarafından hazırlanmıştır,eyaletleri içermeden dünya genelinde yapılan araştırmada, kişilerin mevkisi yerine zenginliklerine göre düzenlenmiştir.
Mavrokordatos ailesi
Mavrokordatos ailesi ya da Mavrokordat, Mavrocordato, Mavrocordat veya Mavrogordato; Yunanca: "Μαυροκορδάτος") Osmanlı, Eflak, Boğdan ve Yunanistan tarihinde önemli roller oynamış bir Fenerli Rum ailesidir. Ailenin bazı tanınmış üyeleri şunlardır:
Oktay Derelioğlu
Oktay Derelioğlu, (d. 17 Aralık 1975, Fatih, Beşiktaş, Gaziantepspor, Fenerbahçe, Trabzonspor ve Samsunspor gibi takımlarda forma giymiş Türk millî forvet oyuncusu. Şimdilerde A Spor kanalında futbol yorumculuğu yapmaktadır.
1985 yılında Fatih Karagümrük altyapısında futbola başladı. 14 yaşında Karagümrük'ün A takımınıa yükselme başarısını gösterdi. 23 Eylül 1990'da Akçaabat Sebatspor ile oynanan 2. Lig maçında 66. dakikada oyuna dahil oldu ve ilk resmi maçına çıktı. 1991-92 sezonunda ise Karagümrükspor'da daha fazla forma şansı bulmaya başladı. 13 Eylül 1991'da Gaziosmanpaşaspor'a attığı penaltı golü ilk golü oldu.
10 Nisan 1992 yılında Trabzonspor'a 560 milyon Türk Lirası karşılığında transfer oldu. Mayıs ayında yeni takımı ile antrenmanlara çıkmaya başladı. 2 Ağustos 1992'de Trabzonspor'un Çaykur Rizespor ile yaptığı sezon açılış hazırlık maçında ilk kez Trabzonspor forması giydi. Ancak 17 yaşında gittiği Trabzon'da takıma alışamadı ve fazla forma şansı bulamadı. Sezona Trabzonspor PAF takımında başlayan futbolcu, 17 Ekim 1992'de Fenerbahçe ile oynanan maçta ilk kez 1. Lig maçına çıktı ve 4-3 yenildikleri maçta takımının ikinci golünü kaydederek ilk golünü atmış oldu. O sezon bir kez daha ligde Trabzonspor forması giyen futbolcu, Türkiye Kupası yarı finalinde Galatasaray karşısında teknik direktör Georges Leekens tarafından sahaya ilk 11'de sürüldü ancak maçı 3-0 kaybettiler.
7 Haziran 1993'te Beşiktaş, genç futbolcuyu 1 milyar Türk Lirası karşılığında Trabzonspor'dan transfer etti. Sezon başı hazırlık maçlarında teknik direktör Gordon Milne tarafından sık sık oynatılan Oktay, attığı gollerle dikkat çekti. 29 Ağustos 1993'te oynanan Gençlerbirliği maçı ile Beşiktaş kariyerine başladı. 11 Eylül 1993'te Sarıyer SK'ya attığı gol Beşiktaş formasıyla attığı ilk resmi gol oldu. O sezon UEFA Kupa Galipleri Kupası'nda forma şansı buldu. Devre arasında takımın başına Christoph Daum'un gelmesiyle önce yedek kulübesine düşse de daha sonra formasını geri kazandı. Sezon sonunda Beşiktaş, Türkiye Kupası'nı kazanırken, Oktay da kariyerinin ilk kupasını kazanmış oldu.
1994-95 sezonuna çok iyi bir başlangıç yaptı. İlk hafta oyuna sonradan dahil olup gol atan futbolcu, ikinci hafta Kocaelispor'u 7-1 yendikleri maçta hat-trick yaptı. Kupa Galipleri Kupası ilk turunda HJK Helsinki'yi elerlerken, Oktay iki maçta da birer gol atarak takımın tur atlamasına büyük katkıda bulundu. Ocak 1995'de sol ön adelesinden geçirdiği sakatlık nedeniyle bir süre sahalardan uzak kalsa da takıma geri döndüğünde gollerine devam etti. Sezonu 10 golle kapatan Oktay, sezon sonunda Beşiktaş ile berabere 1. Lig şampiyonluğu yaşadı.
Sonraki sezon Stefan Kuntz ve Orhan Kaynak transferleri sonrası önceki sezon kadar ilk 11'de sahaya çıkamadı. Buna rağmen 9 gol kaydetti. Kariyerinde ilk kez UEFA Şampiyonlar Ligi ön elemelerinde oynadı. Bu sezon, Oktay'ın Beşiktaş kariyerinin ilk kupasız sezonu oldu. 1996-97 sezonuna bu sefer Daniel Amokachi'nin yedeği olarak başladı ancak başarılı performansı nedeniyle Rasim Kara tarafından Ekim ayından itibaren Amokachi ile beraber oynatılmaya başladı. Bu taktik başarı getirdi ve Oktay attığı 22 golle takımın yıldızlarından oldu. 13 Nisan 1997'de Altay'ı 3-0 yendikleri maçta hat-trick yaptı. Ayrıca Beşiktaş'ın 3. tura çıktığı UEFA Kupası macerasının en önemli aktörlerinden olup 7 maçta 4 gol attı. Beşiktaş, sezonu lig ikincisi olarak bitirdi. Sezon sonunda Trabzonspor ile yaptıkları Başbakanlık Kupası maçını 4-3 kazanıp kupayı müzeye götürürken Oktay finalde Beşiktaş'ın gollerinden birini kaydetti.
Futbolcu, 4 Temmuz 1997'de eşini kaybetti ve zor günler geçirdi. Bir ay sonra antrenmanlara geri dönen futbolcu, sezona ilk 11 oyuncusu olarak başladı. 1997-98 sezonunda kariyerinde ilk kez UEFA Şampiyonlar Ligi grup maçlarında forma giydi. 6 maçta da sahaya ilk 11'de çıkan futbolcu, Paris Saint Germain'i 3-1 yendikleri maçta 2 gol atarak maçı kazandıran isim oldu. Ayrıca IFK Göteborg ile oynanan iki maçta da birer gol atmayı başardı. Ligde 14 gol atan futbolcu, Vanspor ile oynanan iki maçta da ve Karabükspor karşısında hat-trick yaptı. Sezon sonunda Türkiye Kupası'nın sahibi oldular.
1998-99 sezonu Beşiktaş'taki son sezonu oldu. Sezona MKE Ankaragücü'ne attığı 2 golle başladı. Sezon boyunca 8 gol kaydetti. Avrupa'da ise 4 maçta 4 gol kaydetti. Beşiktaş'ın Valerenga ile 3-3 berabere kalıp, çeyrek finale çıkamadığı maçta 2 gol birden atmıştı. Türkiye Kupası'nda bir kez daha final görse de bu sefer kupayı Galatasaray'a kaybettiler. 1 Aralık 1998'de Çorluspor ile oynanan ve 10-0 Beşiktaş galibiyetiyle biten üçüncü tur maçında hat-trick yaptı.
Sezon sonunda Karagümrük'ten beri takım arkadaşı Serdar Topraktepe'nin eski kız arkadaşı ile evlendi. Bu olay takım içinde ve taraftarların Oktay ile ilişkisinde huzursuzluk yarattı. Sezon öncesi antrenmanlarında taraftar Oktay'a tepki gösterdi. Bu olayların sonunda Oktay ile Beşiktaş'ın yolları ayrıldı.
Beşiktaş'tan ayrılan Oktay Derelioğlu, Fadıl Akgündüz tarafından Eylül 1999'da 3.5 milyon dolar karşılığında 2. Lig ekibi Siirt Jetpaspor'a transfer edildi. Buradan yurtdışında bir kulübe transfer olmayı planlasa da bu planlar gerçekleşmedi. Bu süre zarfında Siirt Jetpaspor forması giydi. 19 Eylül 1999'da Elazığspor ile oynanan maçta devre arasında oyuna girerek kariyerinde ilk kez ikinci lig maçına çıkmış oldu. Aynı maçta 2 tane de gol kaydetti. Oktay, 4 maçta Siirt forması giyerken, tüm maçlarda oyuna devre arasında dahil olmu |
ştu. Ancak ikinci ligde forma giymek istemeyen Oktay, Kasım ayında şehri terketti ve formunu kaybetmemek için Güngören Belediyespor ile antrenmanlara çıktı.
Kasım 1999'da Oktay, Gaziantepspor'a kiralandı ve 1. Lig'e geri döndü. Aralık ayından itibaren takımın ilk 11 oyuncularından biri oldu. 26 Aralık 1999'da Samsunspor'u 5-2 yendikleri maçta hat-trick yaptı. Ayrıca Türkiye Kupası'nda Altay'ı 4-3 yendikleri maçta da hat-trick yaparak takımının çeyrek finale çıkmasını sağladı ancak çeyrek finalde rakiplerine elendiler. 27 Şubat 2000 tarihinde kendi sahalarında Fenerbahçe'yi ağırladıkları maçta rakip takım ağlarına 4 gol göndererek tarihe geçti. Oktay, takıma geç katılmasına rağmen 20 maçta 16 gol atarak çok etkili bir sezon geçirmiş oldu.
Temmuz 2000'de Oktay Derelioğlu, Fenerbahçe ile sözleşme imzaladı ancak bu sözleşme daha sonra Türkiye Futbol Federasyonu tarafından geçersiz sayıldı. Ay sonunda ise İspanya La Liga ekibi Las Palmas'a transfer oldu. Böylece Arif Erdem ve Tayfun Korkut'tan sonra aynı sezon İspanya'ya giden üçüncü Türk oldu. Hazırlık dönemini başarılı geçiren futbolcu, dört maçta beş gol kaydetti. Ancak aynı performansı lige yansıtamadı. 10 Eylül 2000'de La Liga birinci hafta maçında Deportivo Alavés karşısında 90 dakika sahada kaldı ancak etkisiz bir performans gösterdi. Sonraki hafta da Real Oviedo karşısında sahaya ilk 11'de çıktı. Bu maçtan sonra ise İspanyol ekibi ile sorunlar yaşamaya başladı. Önce maddi sorunlar yaşayan Oktay, daha sonra takım arkadaşı Vinny Samways ile antrenmanda kavga edince Türkiye'ye döndü. Bu izinsiz ayrılış nedeniyle Las Palmas tarafından mahkemeye verildi.
Las Palmas sonrası Oktay'ın adı Fenerbahçe, Kocaelispor ve Eintracht Frankfurt ile anılsa da, Oktay ile anlaşan eski takımı Trabzonspor oldu. Taraflar Kasım ayında anlaşsa da Las Palmas ve Siirt Jetpaspor ile anlaşmalar sağlanamadığı için bir süre lisans alamadı. Ocak ayında aldığı geçici lisans ile Trabzonspor'da futbola geri döndü. Trabzonspor'a Galatasaray ile oynanan Türkiye Kupası çeyrek final maçıyla döndü. Yarım sezonda 14 gol atarak çok başarılı bir performans gösterdi. Antalyaspor ve Adanaspor karşısında hat-trick yaptı. Sezon sonunda Trabzonspor, Las Palmas ile anlaşamayınca Oktay'ın bonservisi alınamadı.
Uzun uğraşlar sonucu Temmuz 2001'de Oktay Derelioğlu'nun Fenerbahçe'ye transferi gerçekleşti. 11 Ağustos 2001'de Samsunspor ile oynanan maç ile Fenerbahçe kariyerine başladı. Ancak Mustafa Denizli ve Werner Lorant'ın ilk 11 tercihlerinden biri olmadı. İlk sezonunda 19 maçta 5 golle buluştu. Aynı sezon uzun bir süre sonra UEFA Şampiyonlar Ligi gruplarında mücadele etme şansı yakalayan futbolcu, Olympique Lyonnais ve Bayer 04 Leverkusen maçlarında gol atarak, Avrupa arenasına golle dönmüş oldu. Sonraki sezon iyi bir hazırlık dönemi geçirip, hazırlık maçlarında 9 gol atmayı başardı. Buna rağmen ligde sadece iki maç forma giydikten sonra takım arkadaşı Abdullah Ercan ile birlikte kadro dışı bırakıldı ve Fenerbahçe PAF takımı ile antrenmanlara çıktı. Ocak 2002'de ise sözleşmesine son verildi.
Devre arasında Süper Lig ekibi Samsunspor'a transfer oldu. Samsunspor kariyerine golle başlayan Oktay, yarım sezonda 13'ü ilk 11'de olmak üzere 14 maçta forma şansı bulup, 4 gol kaydetti. Bu gollerin birini eski takımı Fenerbahçe ile 1-1 berabere kaldıkları maçta kaydetti. Bir sonraki sezona da Samsunspor ile başladı. Ancak ilk 11'e girmekte zorlanan futbolcu Ağustos 2003'ün sonunda Samsunspor ile yollarını ayırdı.
Samsunspor'da forma giyemeyen futbolcu, Almanya 2. Bundesliga'da mücadele eden 1. FC Nürnberg'ten gelen teklif üzerine, kariyerinin ikinci yurtdışı serüvenine başladı. 28 Eylül 2003'te MSV Duisburg karşısında ilk maçına çıkan futbolcu, sonraki hafta VfB Lübeck'e 2-1 yenildikleri maçta sahaya ilk kez ilk 11'de çıkıp, ilk golünü de kaydetti. Ancak takımın aldığı kötü sonuçlar nedeniyle yedek kulübesine çekilen futbolcu, yarım sezonda toplamda 5 kez forma şansı bulabildi. Devre arasında Almanya'ya alışamadığı için 2004 yılı başında takımı ile sözleşmesini sona erdirdi.
Nürnberg'ten ayrıldıktan kısa süre sonra Süper Lig ekibi Akçaabat Sebatspor ile anlaşarak Türkiye'ye döndü. İkinci maçında golle buluşsa da Sebatspor'daki ilk döneminde maç eksikliği nedeniyle uzun süre oyuna yedeklerden dahil oldu. Son haftalarda ise takımın önemli oyuncularından biri haline geldi. Küme düşmeme mücadelesi veren takımın son üç maçında 4 gol atarak, takımının küme kalmasını sağlayan isimlerden biri oldu. Sezonu 15 maçta 6 gol ile tamamladı. Sonraki sezona da Sebatspor'da başladı ve 6 maçta 3 gol kaydetti. Ancak Sebatspor, bu 6 maçta galibiyet alamadı.Sebatspor ile Oktay Derelioğlu, Ekim ayının başında yollarını ayırdı.
2004 yılı Ekim ayında kulüpsüz kalan futbolcu, devre arasında eski teknik direktörü Rasim Kara'nın çalıştırdığı Azerbaycan takımı Hazar Lenkeran'a transfer oldu. 8 Aralık 2004'te Neftçi ile oynanan derbi mücadelesinde ilk golünü kaydeden futbolcu, sezonu 21 maçta 17 golle tamamladı. Böylece gol krallığında 3. oldu. 3 Mayıs 2005'te Adliyya Baku karşısında hat-trick yaptı. Ligi birinci olarak tamamlasalar da puanları Neftçi Bakü ile eşit olduğu için Azerbaycan Ligi kurallarına göre şampiyonluk maçı oynandı. Oktay'ın 90 dakika forma giydiği maçı 2-1 kaybedip, Azerbaycan ikincisi oldular.
Oktay, 2005-06 sezonu öncesinde Türkiye'ye geri dönüp, Sakaryaspor ile anlaştı ve Siirtspor'da geçirdiği kısa dönemden sonra ilk kez 2. Lig'de forma giydi. Tecrübeli oyuncu bu takımda kadroya girmeye zorlanıp, sadece 4 maç forma giyebildi. Devre arasında Diyarbakırspor'a transfer olup, Süper Lig'e dönüş yaptı. Ancak Diyarbakırspor'da da forma şansı yakalayamadı. Sezon içinde çıktığı tek maç, 7 Nisan 2006'da Galatasaray ile oynadıkları maç oldu. Bu maç, Oktay'ın kariyerinin son Süper Lig maçı oldu. Sezon sonunda Diyarbakırspor lig sonucusu olarak küme düştü.
2006-07 sezonunda Oktay'ın yeni durağı TFF 1. Lig ekibi İstanbulspor oldu. Ancak bu macerasında sadece 3 kez forma giyip, devre arasında sözleşmesi sona erdirildi. Şubat 2007'de 2. Lig ekibi Yalovaspor'a transfer olarak ilk kez üçüncü seviye ligde forma giydi. İlk maçı eski takım arkadaşı Sergen Yalçın'ın karşısında Etimesgut Şekerspor maçı oldu ve 3-3 biten maçta, Oktay 2 gol kaydetti. Böylece 1,5 yıl sonra golle buluştu. Ancak sezonun geri kalanında fazla forma şansı bulamadı ve gol atamadı. Sonraki sezon futbola başladığı takım olan Fatih Karagümrük'e geri dönen futbolcu, ilk maçında gol atsa da sadece 4 maçta forma giyebildi ve sezon sonunda futbolu bırakma kararı aldı.
16 Ağustos 2008'de eski takım arkadaşı Ertuğrul Sağlam'ın yönettiği Beşiktaş ve eski hocası Rasim Kara'nın yönettiği Hazar Lankaran arasında yapılan jübile mücadelesi ile futbolcu bıraktı. Beşiktaş'ın kaptanı olarak 7 numaralı forma ile sahaya çıkan Oktay, 15 dakika sahada kalırken bir topu da direkten döndü. Oktay oyundan alınırken kaptanlık pazubandını Mert Nobre'ye verirken, yerine Beşiktaş altyapısından Necip Uysal dahil oldu.
Toplamda 250 Süper Lig maçına çıkan Oktay Derelioğlu, attığı 119 golle 100'ler kulübüne dahil olan futbolculardandır. Bunun yanında UEFA mücadelelerinde 16 gol kaydetmeyi başarmıştır. Bunların 14'ünü Beşiktaş formasıyla kaydeden futbolcu, halen Beşiktaş'ın Avrupa kupalarında en çok gol atan futbolcusudur.
85 kez millî takımlara çağrılan Oktay Derelioğlu, 13 kez Türkiye U-16, 2 kez Türkiye U-17, 35 kez Türkiye U-18, 14 kez Türkiye U-21, 18 kez de Türkiye A millî takım forması olmak üzere toplam 82 kez millî formayı giymiştir ve bu müsabakalarda 42 gol kaydetmiştir.
Oktay, ilk kez Aralık 1990'da U-16 millî takımın katıldığı Tel Aviv Turnuvası'na dahil edilerek millî formayı giydi. Bu seviyede 10 gol kaydedip çeşitli turnuvalara katıldı. 1992'de U-17 millî takım ile Balkan Şampiyonası'na katıldı.
1991'de U-18 takımı ile birlikte Avrupa 18 Yaş Altı Futbol Şampiyonası elemelerine katıldı. 6 maçın dördünde forma giyen futbolcu, 2 gol kaydederek Türkiye'nin grup birincisi olarak şampiyonaya kalmasına yardım etti. Teknik direktör Serpil Hamdi Tüzün tarafından Almanya'da düzenlenen turnuva kadrosuna dahil edildi. Kupa usulü oynanan turnuvanın ilk maçında Macaristan'ı 3-0 yenerek yarı finale çıkarken Oktay, Türkiye'nin ilk golünü kaydetti. Oktay, yarı final ve finalde de 90 dakika sahada kaldı ve turnuva sonunda Türkiye, tarihinin ilk Avrupa Şampiyonluğu'nu kazanmış oldu. Bu başarı ile 1993'te FIFA 19 Yaş Altı Dünya Kupası'na katılmaya hak kazanan Türkiye'nin turnuva kadrosunda da yer aldı. 3 grup maçının ikisinde forma giydi ancak golle buluşamadı. Türkiye, grupta topladığı 1 puan ile grup sonuncusu olarak elendi.
1993'te düzenlenen Avrupa Şampiyonası elemelerinde ilk turda Avusturya'ya iki maçta da birer gol atıp, takımın tur atlamasını sağladı. Türkiye, Oktay'ın oynamadığı maçlarda İsviçre'yi de eleyip bir kez daha turnuvaya katılma başarısı göstermişti. Oktay, yine turnuvaya dahil edildi. Grup aşamasında üç maçta da birer gol atarak, Türkiye'nin grup birincisi olmasına yardım etti. Böylece ev sahibi İngiltere ile final oynadılar. Oktay, final maçında 90 dakika sahada kaldı ancak rakiplerine 1-0 yenilerek Avrupa ikincisi oldular.
Oktay, 1994-1997 yılları arasında Türkiye 21 yaş altı millî futbol takımı forması giydi.
Oktay, 15 Kasım 1995'te İsveç ile oynanan 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası eleme maçı kadrosuna çağrıldı ve sahaya ilk 11'de çıkarak kariyerinde ilk kez A Millî formayı giydi. Türkiye, bu turnuvaya tarihinde ilk kez katılmayı başarsa da teknik direktör Fatih Terim tarafından millî takım kadrosuna alınmadı.
Türkiye formasını ikinci kez, 1998 FIFA Dünya Kupası elemeleri ikinci maçında giyen futbolcu, San Marino karşısında millî takım kariyerinin ilk gollerini kaydetti. Türkiye'nin 7-0 kazandığı maçta 4 gol atan Oktay, Zeki Rıza Sporel'den sonra bir millî maçta 4 gol kaydeden ikinci futbolcu oldu. 30 Nisan 1997'de Belçika'ya 3-1 kaybedilen eleme maçında attığı jenerliklik gol ile hafızalara kazındı.
5 Eylül 1998'de Kuzey İrlanda ile oynanan ilk 2000 Avrupa Futbol Şa |
mpiyonası eleme maçında 2 gol birden attı. Oktay'ın zaman zaman forma giydiği elemelerde grup ikincisi olarak play-off'lara kalan Türkiye, İrlanda'yı geçerek finallere kaldı. Oktay Derelioğlu, Mustafa Denizli tarafından 22 kişilik kadroya dahil edilen futbolculardan oldu. Grup maçlarında forma giymese de çeyrek finalde Portekiz karşısında son yarım saat forma giydi ancak rakiplerine 2-0 yenilerek elendiler.
Oktay, Şenol Güneş tarafından 2002 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Haziran 2001'de oynanancak Azerbaycan ve Makedonya maçları kadrosuna dahil edildi. İlk maçta 1 gol 1 asist yaptı ancak 35. dakikada sakatlık nedeniyle oyundan alındı. 6 Haziran 2001'deki Makedonya maçına da ilk 11'de çıktı ancak devre arasında yine sakatlığı nedeniyle oyundan alındı. Bu maç Oktay'ın son millî maçı oldu. Bu eleme maçları sonunda Türkiye tarihinde ikinci kez FIFA Dünya Kupası'na katılma şansı kazandı ancak Oktay, Dünya üçüncüsü olacak Türk millî takım kadrosuna dahil olan oyunculardan biri olmadı.
2008-09 sezonundan itibaren spor hayatını Teknik Direktör olarak sürdüreceğini açıkladı. Futbol kariyerinden sonra Hazar Lankeran'in Genel menajeri olarak göreve başlamıştır.
Beşiktaş;
(1994-1995)
(1997-1998)
1997
1998
millî takım;
Burası Kadıköy
Burası Kadıköy (veya Fenerbahçe 2005), 17. Kez Şampiyonluk Kupasını kaldıran Fenerbahçe futbol takımı için, Fenerbahçeli müzisyenler tarafından hazırlanmış 11 şarkılık bir müzik albümüdür.
Metin Özülkü, Aşkın Tuna, Feyyaz Kuruş, Hakkı Yalçın, Özgür Yedievli ve Eda Özülkü gibi besteci ve söz yazarlarının imzasını taşıyan bu albüm, Düet Yapım tarafından basılmıştır.
Rusya millî futbol takımı
Rusya millî futbol takımı, Rusya'yı uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. 1990 yılına kadar Sovyetler'e bağlı olan Rusya, SSCB'nin dağılmasından sonra 2 kere FIFA Dünya Kupası'na(1994, 2002) 2 kerede Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılma başarısı göstermiştir.
Teknik direktörü Leonid Slutskiy'dir. Anlaşmaya göre Slutskiy, Rus millileri Euro 2016 Avrupa Şampiyonası grup elemeleri bitinceye kadar çalıştıracak.
Rusya, Sovyet Birliği'nin dağılmasının ardından ilk uluslararası maçını Meksika'ya karşı oynadı. 16 Ağustos 1992 tarihinde yapılan bu maçta Rus takımı, diğer Sovyet ülkelerinin futbolcularını da barındırıyordu. Rusya maçı 2-0 kazandı.
Pavel Sadyrin'in menajerliğindeki Rusya 1994 FIFA Dünya Kupası elemelerinde beşinci grupta Yunanistan, İzlanda, Macaristan ve Lüksemburg ekipleri ile kupaya katılmak için mücadele veriyordu. Yugoslavya'nın siyasi sebeplerden ötürü yasaklanmasından dolayı grupta bu beş takım kaldı. Rusya altı galibiyet ve iki beraberlik alarak Yunanistan ile birlikte Dünya Kupası'na giden takımlardan biri oldu. Rusya bu turnuvada güçlü takımlarla karşılaştı. Rus ekibi Stanislav Cherchesov ve Aleksandr Borodyuk gibi tecrübeli kalecilere sahipti. Bunun yanı sıra Rusya Viktor Onopko, Oleg Salenko, Aleksandr Mostovoi, Vladimir Beschastnykh, Valeri Karpin gibi önemli oyunculara sahipti. Bu oyuncuların bazıları Ukrayna formasını giymeyi tercih etse de, Ukrayna takımının elemelerde başarısız olması nedeniyle Rusya forması giydiler.
Turnuvada Rusya üç önemli ekiple, Kamerun, İsveç ve Brezilya ekipleriyle B grubuna düştü. Bu grupta Brezilya'ya 2-0, İsveç'e 3-1 yenilen Rusya grubun en zayıf takımı Kamerun'u 6-1'lik bir skorla geçmeyi başardı. Oleg Salenko bu maçta beş gol atarak adeta parlamış ve turnuvanın iki gol kralından biri olmuştu. Rusya iki mağlubiyet ve bir galibiyet ile grubu üç puanla üçüncü sırada bitirdi. Bu düşük performansın ardından Saldyrin görevinden ayrıldı.
Sadyrin gönderildikten sonra teknik direktörlük görevini Olag Romantsev üstlendi. Romantsev yönetimindeki Rusya iyi bir performans gösterdi ve UEFA 1996 turnuvasına gitmeye hak kazandı. İskoçya, Yunanistan, Finlandiya, San Marino ve Faroe Adaları'nın bulunduğu grubu yenilgisiz bitirdi. Elemelerde sekiz galibiyet ve iki beraberlik alan Romantsev'in Rusya'sında Viktor Onopko, Aleksandr Mostovoi, Vladimir Beschastnykh, Valeri Karpin gibi tecrübeli isimler vardı.
Rusya şampiyonada C grubuna düştü. C grubunda Rusya'nın yanı sıra Almanya, Çek Cumhuriyeti ve İtalya bulunuyordu. Bu grup "ölüm grubu" olarak anılıyordu. Gruptaki en zayıf takım Rusya idi. Şanssız bir kura çeken Rusya gruptaki ilk maçında İtalya'ya 2-1 boyun eğdi. İlk maçlarını kaybeden Ruslar Almanya ile yapacakları maçtan pek umutlu değildi. Nitekim golsüz geçen bir ilk yarının ardından Almanya üç gol buldu ve maçı 3-0 kazanmayı başardı. Rusya son maçını Çek Cumhuriyeti ile oynadı. Çek Cumhuriyeti 88. dakikada bulduğu golle durumu 3-3 yaparak gruptan çıkan ikinci takım olmayı başardı.
Üç maçtan sadece bir puan kazandıkları Euro 96'nın ardından Ruslar, millî takımlarının teknik direktörlük görevine Boris Ignatyev'i getirdiler. Ignatyev'in hedefi ekibini Dünya Kupası'na götürebilmekti. Rusya beş numaralı grupta Bulgaristan, İsrail, Güney Kıbrıs ve Lüksemburg ekipleriyle eşleşti. Rusya ve Bulgaristan grubun favori takımlarıydı. İsrail'in ufak bir tehdit yaratabileceği düşünülüyordu. Rusya gruba Güney Kıbrıs ve Lüksemburg karşısında aldığı galibiyetlerle başladı. Güney Kıbrıs ve İsrail'le berabere kaldı. Lüksemburg ve İsrail'i rövanş maçlarında yenmeyi başardı. Rusya grupta tek mağlubiyetini Bulgaristan karşısında, 1-0'lık skorla aldı. Grubun son maçında Bulgaristan'ı 4-2 yenerek grubu ikinci bitirdi ve play-off maçlarına kaldı. Rusya play-off turunda İtalya ile eşleşti. Evinde yaptığı ilk maçta İtalya ile 1-1 berabere kaldılar ama ikinci maçta İtalya'ya 1-0 yenilerek Dünya Kupası'na katılma şanslarını yitirdiler.
Dünya Kupası biletini alamayan Rusya, Hollanda ve Belçika'nın düzenleyeceği 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası'na gitmeye kararlıydı. Bunun için teknik direktörlüğe Anatoliy Byshovets getirildi. Rusya dördüncü grupa düştü. Bu grupta Fransa, Ukrayna, İzlanda, Ermenistan ve Andorra da vardı. Byshovets takımda birkaç değişiklik yaptı. Önceki kadrolardan isimler çağırdı. Bunların yanı sıra genç futbolculardan biri olan Alexander Vladimirovich Panov'u da aday kadroya ekledi. Rusya, Fransa ile birlikte grubun favorisi olarak görülüyordu. Ukrayna'ya da biraz şans veriliyordu. Rusya gruba üç sürpriz mağlubiyetle başladı. Ukrayna, Fransa ve İzlanda'ya yenildiler. Bunun üzerine Rusya Futbol Federasyonu Byshovets'i gönderip yerine Romantsev'i getirdi. Rusya, Romantsev ile bir çıkış yakaladı. Sonraki altı maçından altı galibiyet aldı. Bunların arasında Fransa galibiyeti de vardı. Rusya grubun bir diğer favorisi olan Fransa'yı 3-2 yenmeyi başardı. Son maça gelindiğinde Rusya liderdi. Ukrayna karşısında bir galibiyet alınması durumunda Rusya turnuvaya direkt olarak gidecekti. Rusya komşusu karşısında 75. dakikada golü buldu. Fakat 87. dakikada Rusya kalecisi Aleksandr Filimonov'un yaptığı büyük bir hata sonucu Ukrayna Andriy Şevçenko ile eşitliği yakaladı. Bu sonuçla Rusya üçüncü oldu ve ikinci kez önemli bir turnuvayı kıl payı kaçırdı.
Oleg Romantsev Rusya'yı 2002 FIFA Dünya Kupası'na taşımak için takımın başında kaldı. Rusya bir numaralı grupta Slovenya, Yugoslavya, İsviçre, Faroe Adaları ve Lüksemburg ile eşleşti. Rusya bir kez daha grupta favori olarak görülüyordu. Rusya'nın dışında grubu başarıyla bitireceği düşünülen takımlar Yugoslavya ile İsviçre idi. Rusya grubu yedi galibiyet, iki beraberlik ve tek yenilgi ile birinci sırada bitirdi.
2002 yılında yapılan Dünya Kupası'nda Rusya H grubunda Belçika, Tunus ve Japonya ile birlikte yer aldı. Bu grup, turnuvanın en zayıf grubu olarak görülüyordu. İlk maçta Rusya, Tunus'u 2-0'la geçti. İkinci maçta Rusya, Japonya'ya 1-0 yenildi. Üçüncü maçta alacağı bir beraberlik Rusya'yı ikinci tura taşıyacaktı. Ne var ki Rusya, Belçika'ya 3-2 yenilerek elendi.
Bunun üzerine Olag Romantsev gönderildi. Yerine CSKA Moskova'nın teknik direktörü Valeri Gazzaev getirildi. Rusya eleme grubunda İsviçre, İrlanda, Arnavutluk ve Gürcistan ile eşleşti. Grubun favorileri Rusya, İrlanda ve kendini gün geçtikçe geliştiren İsviçre idi. Rusya elemelere İrlanda ve Arnavutluk karşısında alınan galibiyetler ile başladı. Fakat Arnavutluk ve Gürcistan karşısında alınan yenilgiler Gazzaev'in millî takımdaki kariyerini tehlikeye sokuyordu. Basel'de İsviçre ile yapılan maç berabere sonuçlanınca Gazzaev'in görevine son verildi. İrlanda ile 1-1 berabere kaldıkları maçın öncesinde teknik direktörlük görevine Georgi Yartsev getirildi. Yartsev yönetimindeki Rusya evinde oynadığı maçlarda İsviçre ve Gürcistan'ı yenmeyi başardı. Ekip play-off kuralarında Galler ile eşleşti. Moskova'da oynanan ilk maçtan gol sesi çıkmadı. Galler'in Cardiff kentinde oynanan maçta Rusya, Galler'i Vadim Yevseyev'in attığı golle yendi. Böylece EURO 2004 turnuvasına gitmeye hak kazandı. Ama Yegor Titov'un doping testinin pozitif çıkması bu galibiyeti gölgeledi. Titov bu nedenden ötürü bir yıllık men cezası aldı.
Rusya turnuvada üç dişli rakiple eşleşti. Bunlar ev sahibi Portekiz, İspanya ve Yunanistan idi. Sergey İgnaşeviç ve Viktor Onopko'nun sakatlanması Rusya'yı kötü etkiledi. Rusya turnuvadaki ilk maçında İspanya'ya 1-0 ile boyun eğdi. Ekip ikinci maçta Portekiz'e 2-0 yenilerek matematiksel olarak gruptan çıkma şansını yitirdi. Hiçbir amacı kalmayan Rusya prestij maçında Yunanistan'ı 2-1 yendi.
2006 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Rusya üçüncü grupta Portekiz, Slovakya, Estonya, Letonya, Lüksemburg ve Lihtenştayn ile eşleşti. Rusya gruba Slovakya beraberliği ile başladı. Moskova'da oynanan bu maçta Dmitri Bulykin ve Róbert Vittek'in karşılıklı golleriyle 1-1 berabere kaldılar. İkinci maçlarında zayıf rakip Lüksemburg'u 4-0 gibi net bir skorla geçtiler. Fakat Rusya deplasmanda Portekiz'e 7-1 gibi bir skorla boyun eğdi. Rusya bu ezici mağlubiyetin ardından grubun zayıf takımları Lüksemburg ve Estonya'yı mağlup etti. Estonya ile oynanılan rövanş maçında ise taraflar puanları bölüştü. Estonlar için sevinç ve gurur kaynağı olan bu skor Georgi Yartsev'in millî takımdaki teknik direktörlük görevinin sonu oldu. Georgi Yartsev'den boşalan teknik direktörlük |
koltuğuna Yuri Semin getirildi. Rusya, Letonya'yı 2-0 yenerek umutlarını tazeledi. Ne var ki Letonya ile yapılan rövanş maçı 1-1 bitti. Rusya, Lihtenştayn ve Lüksemburg'u yendi. Portekiz ile golsüz berabere kaldı. Rusya gruptaki son maçında Slovakya ile Bratislava'da karşı karşıya geldi. Aynı puanda olan iki takım 0-0 berabere kaldı. Bunun üzerine Slovakya gol fazlasıyla grupta ikinci oldu ve play-off turuna kaldı. Rusya grubu 23 puanla üçüncü sırada bitirdi.
Play-off turuna kalamayan Rusya'da teknik direktör Yuri Semin istifa etti. Bunun üzerine Rusya Futbol Federasyonu teknik adam arayışına çıktı. 10 Nisan 2006 tarihinde Rusya Futnol Federasyonu Avustralya'nın teknik patronu Guus Hiddink ile anlaşıldığını duyurdu.
2008 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Rusya E grubuna düştü. Bu grupta İngiltere, Hırvatistan, İsrail, Makedonya, Estonya ve Andorra da vardı. Rusya elemelere 0-0'lık Hırvatistan beraberliği ile başladı. İkinci maçta İsrail ile 1-1 berabere kalarak bir kez daha bir puan aldılar. Rusya ilk galibiyetini Üsküp'te Makedonya'yı 2-0 yenerek aldı. Estonya'yı iki maçta da 2-0 yenen Rusya, Andorra'yı 4-0 ile geçti. Bu maçta Aleksandr Kerjakov hat-trick yaparken Dmitriy Sıçev de bir golle takımına katkı yaptı. Rusya bir sonraki maçında Makedonya'yı 3-0 mağlup etti. Wembley'de İngiltere'ye 3-0 mağlup oldular. Moskova'daki rövanş maçında İngiltere, Rooney ile golü erken buldu. Fakat Roman Pavlyuçenko iki golle karşılık verdi. 17 Kasım 2007'de Rusya, İsrail'e 2-1 kaybederek önemli bir kayıp yaşadı. Rusya, Andorra'yı 1-0 yendi. Grubu 24 puanla, İngiltere'nin bir puan önünde ikinci bitirdi.
Turnuvadan önce Rusya çeşitli ülkelerle hazırlık maçları yaptı. Bu maçlarda Romanya'ya kaybettiler, Kazakistan, Sırbistan ve Litvanya'yı yendiler. Sırbistan maçında Rusya önemli bir oyuncusunu, Pavel Pogrebnyak'ı kaybetti. Pogrebnyak maçta dizinden sakatlanarak turnuvayı kaçırdı.
Rusya turnuvada İsveç, İspanya ve Yunanistan ile D grubunda yer aldı. 10 Haziran'da Rusya turnuvadaki ilk maçında İspanya'ya 4-1 yenildiler. İspanya'da David Villa hat-trick yaparken Cesc Fàbregas de bir golle takımına katkı sağladı. Rusya'nın tek golünü Roman Pavlyuçenko kaydetti. Rusya turnuvadaki ikinci maçında Yunanistan'ı tek golle geçti. Rusya'nın turnuvadaki kaderini belirleyen İsveç maçı Roman Pavlyuçenko ve Andrey Arşavin'in golleriyle kazanıldı. Bu sonuçla Rusya, İspanya'nın ardından gruptan çıkan ikinci takım oldu.
Ekip çeyrek finalde Hollanda'yı 3-1 yenerek bir üst tura çıktı. Hollanda karşısında Rusya'nın gollerini Roman Pavlyuçenko, Andrey Arşavin ve Dmitriy Torbinskiy kaydetti. Hollanda'nın tek golünü ise Ruud van Nistelrooy attı. Yarı finale çıkan Rusya burada bir kez daha İspanya ile karşı karşıya geldi. Viyana'da yağmurlu bir gecede karşı karşıya gelen iki ekibin mücadelesi 0-0 sonuçlandı. Bu sebeple uzatmalar oynandı. İspanya önce Xavi ile, sonra Dani Güiza ve David Silva'nın attığı gollerle Rusya'yı eledi.
Rusya 20 Ağustos 2008 tarihinde Hollanda ile bir dostluk maçında karşı karşıya geldi. Maç 1-1 berabere sonuçlandı.
Rusya 2010 FIFA Dünya Kupası elemelerinde dördüncü gruba düştü. Bu grupta Almanya, Finlandiya, Galler ve Lihtenştayn ekipleriyle eşleşti. Elemelere 2-1'lik Galler galibiyetiyle başlayan Rusya elemelerdeki ikinci maçında Almanya'ya 2-1 yenildi. Rusya bir sonraki maçında Almanya ile 3-3 berabere kalıp büyük bir başarı elde eden Finlandiya ile karşılaştı. Rusya bu maçı 3-0 gibi net bir skorla kazandı. Azerbaycan'ı Roman Pavlyuçenko ve Konstantin Zıryanov'un attığı gollerle 2-0 yenen Rusya dört gün sonra Lihtenştayn'ı Zıryanov'un attığı kritik golle mağlup etti. Rusya, Finlandiya'yı bir kez daha 3-0 yendikten sonra Lihtenştayn ile evinde karşılaştı. Ruslar bu maçtan 3-0 galip ayrıldılar. Bir sonraki maçlarında Galler'e konuk olan Rusya rakibini 3-1 mağlup etti. Finlandiya aynı gün Lihtenştayn ile 1-1 berabere kalınca Rusya play-off oynamayı garantiledi. Grubun birincisini belirleyecek olan Rusya - Almanya maçı Lujniki Stadyumu'nda oynandı. Maçı 1-0 kazanan Almanya, Güney Afrika'ya gitmeyi garantiledi. Grubun son maçı prestij maçı olarak kabul edilebilinecek Azerbaycan - Rusya maçı idi. Rusya bu maçtan bir puanla ayrıldı. Maç 1-1 sonuçlandı.
Play-off turunda Slovenya ile eşleşen Rusya 14 Kasım 2009 tarihinde play-off maçlarının ilk ayağını oynadı. Rusya Diniyar Bilyaletdinov'un attığı iki golle Slovenya'yı 2-1 mağlup etti. Slovenya play-off turunun ikinci karşılaşmasında Zlatko Dedić'in attığı gol ile 1-0 kazandı. Deplasman golleri kuralı sayesinde Slovenya, 2010 FIFA Dünya Kupası'na katılmaya hak kazandı.
2012 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde B grubunda Slovakya, İrlanda, Makedonya, Ermenistan ve Andorra ile eşleşti. Grubu ilk sırada bitirerek Euro 2012'ye direkt olarak katılma şansı yakaladı.
Rusya turnuvada A grubunda yer aldı. Grubun diğer takımları Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Yunanistan idi. Rusya turnuvaya 4-1'lik Çek Cumhuriyeti galibiyeti ile başlasa da Polonya ile berabere kalıp Yunanistan'a kaybedince elendi.
Rusya 30 Temmuz 2011'de çekilen kuralarda Portekiz, İsrail, Kuzey İrlanda, Azerbaycan ve Lüksemburg ile F grubuna düştü. Grubu 22 puanla birinci bitiren Rusya, 2014 FIFA Dünya Kupası'na direkt olarak katılma başarısını gösterdi. Ancak finallerde 2 beraberlik 1 mağlubiyet ile grubu 3. tamamladı ve elendi.
2016 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Avusturya, İsveç, Karadağ, Lihtenştayn ve Moldova ile mücadele ettiği grubu 6 galibiyet, 2 beraberlik ve 2 mağlubiyet ile ikinci sırada tamamlayarak 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılma hakkı elde etti.
Şampiyon İkincilik Üçüncülük Dördüncülük
Rusya'nın 2018 FIFA Dünya Kupası için 3 Haziran 2018 tarihinde açıklanan kadrosu.
!width=50px|#
! style="width:150px;"|İsim
! style="width:100px;"|Kariyeri
!width=50px|Gol
!width=50px|Maç
! style="width:110px;"|Maç Başına Gol
Mobilinux
Mobilinux mobil cihazlarda kullanılan Linux tabanlı gömülü işletim sistemidir. Mobilinux tek işlemcili mobil telefonlardaki batarya güç tüketimini optimize etmek amacıyla tasarlanmış, açık kaynak kodlu ve açık standartlara dayanan bir platformdur.
Mobilinux içinde Linux 2.6 çekirdeği kullanılmaktadır. Ön yüklemesi çok hızlıdır ve genellikle 1 sn'nin altında tamamlanmaktadır. KDrive (TinyX olarak da bilinir) ve GTK+ üzerine kurulmuş bir grafik arayüze sahiptir.
Soba
Soba, ısınmaya yarayan bir ev aletidir.
Eskiden yaygın olarak kullanılıyorsa da, doğalgazın ve daha sağlıklı ısınma araçlarının yaygınlaşmaya başlamasıyla soba kullanımı azaldı. Elektrikli, katı, sıvı ve gaz yakıtlı modelleri vardır. Doğalgazın yaygınlaşmasıyla birlikte doğalgazlı sobaların kullanımı da artmıştır. Doğalgazlı sobalar baca yapılarına göre bacalı ve hermetik tip olmak üzere ikiye ayrılırlar. Hermetik tip cihazlar gazın yanması için gereken oksijeni dış ortamdan sağlayıp egzoz gazını yine dış ortama atan cihazlardır. Bacalı tip cihazlar ise yanma havasını (oksijeni) iç ortamdan alan cihazlardır.
Stephen Carpenter
Stephen Carpenter, (d. 3 Ağustos, 1973), Amerikan müziyen ve Deftones grubunun baş gitaristidir.
Stephen her zaman orijinal riffler bulmaya özen gösteren biridir, eski thrash gruplarından etkileniyor ve Meshuggah ve Fear Factory gibi grublardandır. Fear Factory ve Cypress Hill elemanlarından oluşan Kush adında bir yan projesi vardır.
Nintendo DS
Nintendo'nun 2004'te çıkardığı 1 dokunmatik ekrana (alt ekran) ve Wi-Fi bağlantısı sahip olan portatif el konsoludur. Adının açılımı "Dual Screen" yani "çift ekrandır" ve kod adı ise "NTR" dir, anlamı Nitro'dur ve yapım aşamasındaki ismidir. DS Oyunları dışında Gameboy Advance oyunları ile de uyumludur. İlk olarak E3 2004 oyun fuarında Nintendo tarafından duyurularak çıkış resmiyetini kazanmıştır.Rakibi sayılan PSP(Play Station Portable)'den grafik özellikleri açısından geride olmasına rağmen Nintendo'nun portatif konsollardaki başarısı ve ünü ile satışlar bakımından PSP'yi geride bırakmıştır.DS'in başarısının önemli bir nedeni ise dokunmatik ekranı ve mikrofonu ile oynanıştaki eğlenceyi ön plana çıkarmasıdır.Bu nedenle daha büyük bir oyuncu kitlesine hitap etmektedir.DS'in oyun dışındaki özellikleri ise şunlardır;Pictochat sayesinde başka DS sahipleri ile kablosuz iletişim,DS download Play sayesinde tek kartuştan çoklu oynama olanağı,saat-takvim ve alarm özelliği.
Ayrıca konsol wii ile bağlantı özelliklerinede sahiptir,wii'den 'nintendo channel' vasıtasıyla demo oyun gönderilebilir(download play yöntemiyle) ve oyun içinde çeşitli aktiviteler yapılabilir(Geometry wars,Pokemon vs.).Bu bağlantı özellikleri birçok oyuncu tarafından sınırlı göründüğünden DSi'larda bu geliştirilecektir.
Nintendo'nun el konsolu Nintendo DS ile yapabilecekleriniz:
Oyunlar: Nintendo konsolu olmasının DS'e getirdiği en büyük avantaj oyunlardır. Hem GBA hem DS oyunları oynatır. Kendini özgü dokunmatik ekran ve mikrofon sistemi DS oyunlarını farklı kılar. Pokémon, Mario, Zelda, Metroid, Star Fox gibi Nintendo'ya özgü oyunlarda onu PSP'den farklı yapan bir diğer özelliktir.
Oyun içi Kontrol:Ana hareket kontrolleri için D-pad,ana aksiyon hareketleri için A,B,X,Y tuşları,start,select,r,l,dokunmatik ekran ve mikrofon
Nintendo Wi-Fi bağlantısı: Nintendo'nun bedava internet oyun servisidir, kablosuz bir ağdan Nintendo wi-fi USB cihazına yahut kablosuz modeme bağlanılarak nete girilir. Bu servisin ilk desteklediği oyun Mario kart DS'dir. Bu bağlantıyı destekteyen oyunların sayısı gün geçtikçe artmaktadır.
Ekranlar: 2 ayrı 3inçlik TFT LCD. Çözünürlük 256ya 192 piksel, boyutları 62ye 46mm. Alt ekran dokunmatik.
CPU: 2 ARM işlemci,ARM946E-S(67 MHz) ana işlemci ve ARM7TDMI(33 MHz) yardımcı işlemci.
RAM: 4MB, ama GBA slotundan takılan hafıza arttırma kiti (sadece DS browser destekli) ile 14'e çıkartılabilir.
Gereken akım: 1.65 volt
Wi-Fi: 802.11 kablosuz internet bağlantısı
DS kartuşları: DS oyunları depolamak için katı formda ROM kullanılır. Bu kartların işleyişi ve yapısı sıradan hafıza kartlarına çok benzer. Şimdilik sınırları 2 |
56MB'dır, bu Nintendo 64 kartuşlarından çok daha gelişmiştir(64MB). Kartın içinde oyun kayıtlarını tutması amaçlı küçük flaş bellek yahut EEPROM bulunmaktadır. Bu kartuşlardan bilgi kopyalamak ve çoğaltmak tamamen yasa dışıdır ve uygulaması suçtur.
DS titreşim kiti: Titreşim kiti Slot-2 (gba oyun girişi) için duyurulmuş ilk aksesuardır. Bu kit uyumlu olduğu oyunlarla senkronize olur ve oyunun bazı yerlerinde titrer. (mesela darbe alınca)
DS headset: DS için özel üretilmiş bu kulaklık DS'in alt bölümündeki girişten bağlanır. Kulaklık ve mikrofon içerir. Mikrofon kullanan her oyunla uyumludur. Pokemon Diamond, Pearl ve Platinum'da birebir sesli iletişim sağlar.
DS browser: Nintendo DS konsolu için internet sunucusu, Opera'nın DS'e özel sürümü. Çalışması için daha fazla RAM'e ihtiyaç duyulduğundan slot-2'ye takılan fazladan bellek yardımıyla kullanılabilir.
Nintendo MP3 oynatıcı: Nintendo'nun slot-2'den takılan ve SD kart'la çalışan DS'e mp3 oynatma özelliği veren aletidir.
Guitar grip kontrolör: DS oyunu Guitar Hero:On tour'la birlikte çıkar. DS'e slot 2den takılır üzerinde gitardaki telleri temsil eden 4 tuş bulunur. Guitar Hero bir ritim oyunudur ve amaç gitarı çalmaktır, bu yüzden bu aletin amacı DS'in bir gitarı andırmasıdır. Bu alet kullanılırken DS yan tutulur.
Nintendo DS Lite: Nintendo 2006 yılında DS'in yeni modelini duyurdu. Bu model daha ince, daha hafif, daha küçük, daha estetikti ve ekranları daha parlaktı. Nintendo yeni modelin pilinin dayanma süresini de geliştirmişti. (en düşük ışık ve ses ayarıyla yaklaşık 17 saat, eskisi 9 saatdi) Ayrıca stylus (dokunmatik ekrana özgü kalem)'un boyutu ve alet üstündeki yeride değişmişti. Nintendo'nun DS lite'ı piyasaya sürmesi ona daha çok başarı getirdi. Hatta DS lite'ın çıkışıyla satışlarının muazzam bir biçimde arttığı söylenebilir. DS lite'daki GBA slotu küçük olduğundan Gba oyunları takıldığında yaklaşık 1 cm'lik bir çıkıntı oluşuyor, ayrıca nintende slot-2 boşken kirlenmesin diye bir kapağıda sistemin yanında veriyor.
Nintendo DSi: Nintendo'nun 2008 Ekim ayında açıkladığı 3. Ds türüdür. Nintendo sisteme bu sefer 2 kamera, (biri önde, biri arkada, biri de mikrofonun olduğu yerde olmak üzere. Çözünürlük 640x480) daha büyük ekran (%17 daha büyük), SD card girişi, geliştirilmiş RAM ve CPU, multimedya desteği (müzik, resim vs.) Daha kaliteli ve yüksek ses sağlayan hoparlör, internet sunucu, içerik yükleme olanağı (oyun, özel DSiware) ve arttırılmış wi-fi gücü eklemiştir. GBA kartuş girişi kaldırılmıştır,bunun getirdiği birkaç dezavantaj olmuştur (GBA oyunlarını oynatamama ve bazı slot-2 eklentilerinden yararlanamama gibi, Guitar grip vs.). Sistemin Japonya'da kasım 2008'de piyasaya sürüleceği ve 2009 ilkbaharın sonuna kadar her yere dağıtalacağı açıklanmıştır. Ayrıca "DSi shop" hem bedava hem paralı olacak şekilde bize oyun ve DSiware yüklememizi sağlayacak. Paralı alış-verişler nintendo puanları ile yapılacak (wii puanından farklı)Ayrıca XL modeli bulunmaktadır.Bu modelde ekran genişliği neredeyse 2 katına çıkmıştır
Nintendo 3DS: Nintendo'nun 31 Mart 2011 yılında piyasaya süreceği 4.Ds türüdür.Gözlüğe gerek duymadan 3D efektler yapabilmektedir.Diğer Dslerden farklı olarak okların üstüne yeni bir Slide Pad konulmuştur.Ekran çozünürlüğü diğer Ds türlerine göre daha fazladır.3DS/DS Card Slot, SD Card Slot girişleri bulunmaktadır.Biri üstte diğeri altta olmak üzere 2 adet kamera vardır.Pil ömrü DSi ile aynıdır.Bunun dışında bilgiler çıktığında görülecektir.
Guerrillero Heroico
Guerrillero Heroico, Alberto Korda'nın 5 Mart 1960 tarihinde La Coubre patlamasında hayatını kaybedenler için düzenlenen cenaze töreninde çektiği ünlü Ernesto Che Guevara portresi. Fotoğraf çekildikten yedi yıl sonra yayımlanmıştır. "Maryland Institute College of Art" bu fotoğrafın dünya üzerindeki en ünlü fotoğraf ve 20. yüzyılın sembolü olduğunu belirtmiştir.
Korda, Leica model makine Kodak Plus-X filmiyle deklanşöre basmıştır. Aynı filmde Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir fotoğrafları da vardı ve Küba gazetelerinde o zaman için daha değerli olan bu fotoğraflar yayımlanırken Che pozu yayımlanmadı. Korda pozu kendisinde sakladı.
Guevara`nın ölümünden sonra İtalyan yayımcı Giangiacomo Feltrinelli Bolivya Günlüğü'nün haklarını alıp yayımlarken bu pozu da büyük bir poster halinde bastı. Böylece bu fotoğraf dünyaca tanınır hale geldi.
Korda fotoğrafın sayısız defa kullanılmasına telif hakkı istemeden izin verdi. Fakat fotoğrafın ilgisiz nesnelerle birlikte kullanılmasına karşı çıkarak 2000 yılında içki firması Smirnoff'a dava açtı. Fotoğrafın kullanımıyla ilgili şöyle dedi: ""Che Guevara'nın uğrunda öldüğü görüşleri destekleyen biri olarak, bu fotoğrafın onun anısını yaşatmaya ve dünyadaki sosyal adaleti sağlamaya çalışanların kullanmasına karşı değilim, fakat alkol gibi ticari nesnelerin reklamını yapmak için Che'nin şöhretini kullananların kategorik olarak karşısındayım."" Kazandığı 50.000 doları Küba Sağlık Sistemi'ne bağışladı ve "Eğer Che yaşasaydı o da aynısını yapardı" dedi.
Aziz Basmacı
Aziz Basmacı (d. 1912 - ö. 14 Mart 1978), Türk tiyatro ve sinema sanatçısıdır.
1950'li ve 60'lı yıllarda tiyatroda çok sayıda güldürü eseri ve vodvilde rol almıştır.
1912 yılında o zaman Osmanlı toprağı olan Selanik'te doğan Aziz Basmacı, İstanbul'da Şişli Terakki Lisesi'ni bitirdi. 1933 yılında Ses Opereti'nde profesyonel olarak sahneye çıktı. Daha sonra birçok tiyatroda sahne aldı. Bir halk komiği olarak ün kazanan Basmacı 60 kadar filmde karakter oyuncusu olarak rol aldı. Kurucusu olduğu Film-San Vakfı’nın onur üyesiydi. 14 Mart 1978'de trenle Ankara'ya giderken yolda geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti.
Oğulları Yusuf Basmacı ve Nejat Basmacı da günümüzde televizyon dizileri ve reklam filmlerinde oynamaktadır.
Kadir Savun
Kadir Savun (15 Ağustos 1926, Erzincan - 10 Ekim 1995), Türk oyuncu.
Erzincan ilinin İliç ilçesi Doruksaray köyünde doğdu. Sinemaya 1940'lı yıllarda başladı. 100'ün üzerinde yapımda rol aldığı Yeşilçam'ın önde gelen karakter oyuncularından birisiydi.
Mezarı Feriköy Mezarlığındadır.
Yerinde infaz
Yerinde infaz, suçlu olduğundan şüphelenilen kişinin genellikle anında ve olay yerinde öldürülmesiyle sonuçlanan yargısız infaz.
Anlamlı bir soruşturma yapılmadığından yasa dışıdır ve bu yüzden bu infaz çeşitinin cinayetten farkı olmadığı düşünülür. Savaş gibi olağanüstü durumlar da dahil ilkesel olarak hiçbir biçimde kabul edilmez; fakat bu tip uç durumlarda zaman zaman uygulanır ve bu duruma daha kabul edilebilir gözle bakılır.
Yerinde infaz genellikle kurbanı silahla vurmak, asmak, bıçaklamak, taşlamak, boğmak gibi pratik yöntemlerle ulu orta yapılır. Zehirlemek ya da elektrik vermek gibi o an etkisini göstermeyen cezalandırmalar bu nedenle kullanılmaz. Esas olarak bu yasadışı yöntemin, dolaylı ya da dolaysız devlet güdümlü paramiliter güçler tarafından kullanıldığı bilinmektedir.
Yerinde infaz aynı zamanda aynı gruba mensup kişiler arasında da uygulanır. Bu yasa dışı yolu seçen gruplar da yine çoğu zaman yasa dışı gruplardır.
Yerinde infaz, esas olarak, infaz edicilerin kendilerini aynı anda hem savcı, hem hakim, hem avukat, hem de cellat yerine koymalarının bir sonucu olarak gerçekleştirilen yasa, hukuk ve insanlık dışı bir uygulamadır.
26 Temmuz Hareketi
26 Temmuz Hareketi (İspanyolca: "Movimiento 26 de Julio") 1959 yılında Küba'da Fulgencio Batista rejimini deviren liderliğini Fidel Castro'nun yaptığı devrimci bir örgüttür. Örgütün isminin kaynağı, 26 Temmuz 1953 tarihinde Santiago de Cuba'daki Moncada Kışlası'na yapılan saldırıdır. Hareket 1955 yılında Meksika'da sürgündeki bir grup devrimci tarafından tekrar örgütlenmiştir. Sadece 82 kişiden oluşan bu yeniden örgütlenme safhasında Fidel ve Raúl Castro kardeşleri ve Arjantinli Che Guevara'yı sayabiliriz. Batista'yı devirmek için hazırlanacak eğitimli bir gerilla kuvveti hazırlamayı görev edinmişlerdi. Hareketin Küba'da kalan üyeleri sabotaj eylemlerine devam ederken siyasî hoşnutsuzlukları körüklemeye çalışıyorlardı.
2 Aralık 1956'da Tuxpan, Veracruz'dan denize açılan Granma yatıyla gelen 82 kişi bir devrimi örgütlemek ve yönetmek için Küba'da karaya çıktı. İlk anlar hareket için pek iyi geçmemişti. Günışığında karaya çıkan grup Küba Hava Kuvvetleri'nin saldırısına uğradı. Karaya çıkanların çoğu Küba Hava Kuvvetleri'nin ateşiyle öldü. İkiye ayrılan grup iki gün boyunca yollarını kaybedip dolandılar. Erzak ve eşyalarının çoğu karaya indikleri yerde terkedilmişti. "Granma" yatıyla yolculuğa başlayan 82 kişiden yalnızca 12'si Sierra Maestra sıradağlarında tekrar bir araya gelebilecekti. Orada da Küba Ordusu ile karşı karşıya kaldılar. Çarpışma sırasında boynundan ve göğsünden hafif yaralar alan Guevara yaralanan gerillalara ilkyardıma devam etti. Bu iki yıl sürecek olan Küba Devrimi'nin açılış çarpışmasıydı. Batista'nın yılın ilk günü Küba'dan Dominik Cumhuriyeti'ne kaçmasından sonra Ocak 1959'da bu savaş sona ermiştir ve Hareket'in kuvvetleri Havana'ya girmiştir.
Devrim'in başarısından sonra "26 Temmuz Hareketi" diğer örgüt ve gruplarla birleşerek Küba Sosyalist Devrimi Birleşik Partisi'ni ("Partido Comunista de Cuba, PCC") kurdu. Bu parti 1965'de Küba Komünist Partisi'ne dönüşmüştür.
Küba askeri üniformasının omuz kısmında 26 Temmuz Hareketi bayrağı bulunmaktadır.
Jacobo Arbenz Guzmán
Albay Jacobo Arbenz Guzmán (14 Eylül 1913 – 27 Ocak 1971) 1951 yılından 1954 yılına kadar Guatemala'nın başkanlığını yapmıştır. 1954 yılında CIA tarafından düzenlenen (Operasyon PBSUCCESS) darbe ile başkanlıktan indirilmiş ve ülkeyi uzun yıllar süren politik karışıklığa ve kaosa iten bu darbe sonucunda başkanlığını Albay Carlos Castillo Armas'ın yaptığı askerî cunta başa getirilmiştir.
Quetzaltenango'da doğan Arbenz Guatemala'ya göçeden İsviçreli bir eczacının oğludur. Yaşamının ilk yılları babasının intiharı nedeniyle zor geçmiştir. Orduya katılan Arbenz Guatemala Askerî Akademisi'ni bitirerek 1935 yılında asteğmen olmuştur. 1937'de Guatemala Askerî Akademisi'ne dönerek bilim ve tarih de |
rsleri vermiştir. 1939 yılında ileride evleneceği Maria Cristina Vilanova tanışmıştır. Eşi sayesinde sosyalist felsefeyle tanışmıştır. El Salvadorlu zengin bir arazi sahibinin kızı olan Maria, Arbenz'in hayatını çok etkilemiş ve Guatemala hükümetini devirmesi için eşini ikna etmiştir. Arbenz bir grup solcu subaya katılarak 1944 yılında diktatör Jorge Ubico'nun (1878-1946) devrilmesine yardım etmiştir. Ubico'nun devrilmesinden sonra kurulan Juan José Arévalo hükümetinde Arbenz Guatemala Savunma Bakanlığı görevini üstlenmiştir.
Mart 1951'de Guatematala tarihinde ilk defa yapılan genel seçim sonrası başkanlık görevini üstlendi. Bu Guatemala tarihinde ilk defa barışçıl yollardan iktidara geçiştir. Seçim kampanyasında reform vaatleriyle yaptı ve Guatemala'yı sömürge döneminden kalma ABD bağımlılığından kurtararak ekonomik özgürlüğünü kazanmış bir kapitalist devlet haline getireceğini söyleyerek oyların %60'ını topladı. Selefi Juan José Arévalo Bermejo tüm yurttaşların politik sürece katılımını sağlayabilmek için bir dizi reforma başlamıştı. Arévalo'nun seçme özgürlüğünü ve emekçilerin hakkını genişletmesi seçkin tabakanın geleneksel gücünü tehdit ettiğinden yapılan yirmiden fazla darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandı.
Arévalo'nun reformlarına kaldığı yerden devam eden Arbenz hükümeti Haziran 1952'de ABD'nin 1862 tarihli ""Homestead Act"" (İskân Yasası) temel alınarak hazırlanan bir tarım reformunu yasalaştırdı. Yeni yasa hükümete büyük çiftliklerin ekim yapılmayan bölümlerini kamulaştırma yetkisi vermekteydi. Büyüklüğü 670 dönüme kadar olan araziler üçte ikisinin ekili olması şartıyla bu yasa kapsamı dışında tutulmuştur (Aynı zamanda 30 dereceden fazla eğimli araziler de). Öyle ki dağlık Guatemala için önemli ölçüde arazi bu yasa kapsamı dışındaydı. Kamulaştırılan bu toprak daha sonra 1800'lerde ABD'nin amaçladığına benzer şekilde birbirinden ayrı ailelere dağıtılarak küçük çiftlik sahibi bir ulus yaratılmak istenmiştir. Kamulaştırılan arazi sahiplerine iskân bedeli olarak arazilerin Mayıs 1952 vergi beyannamelerinde gösterilen değer üzerinden tazminat hesaplanmıştır. Arazi bedeli yüzde 3 faiz oranıyla 25 yıllık hazine bonosu olarak verilmiştir. Karısı sayesinde arazi sahibi olan Arbenz, bu toprak reformu sırasında kendi arazisinin 1.700 dönümünü kamulaştırma kapsamında devlete bırakmıştır.
Arbenz göreve başladıktan sonra etkili bir toprak reformu kurabilmek için gizlice Komünist Guatemala İşçi Partisi "(PGT-Partido Guatemalteco del Trabajo)" üyeleri ile bir araya geldi. Ülkedeki toprak dağılımındaki aşırı eşitsizliğini gidermek için böyle bir program Arbenz tarafından önerilmişti. 1945 yılında ülkenin verimli topraklarının %72'sine ülke nüfusunun yalnızca %2'sinin mülkiyetinde olduğu ve yalnızca %12'sinin kullanıldığı tahmin edilmektedir. Bu oran ABD tarımında rastlanan orandı ancak ekonomik çeşitliliğin olmaması ve ücretlerdeki farklılık nedeniyle 1950'lerin Guatemala'sında tarım alanında çalışan emekçilerin kazancı yılda 100 $'ı geçmiyordu ve ABD ekonomisi yüksek derecede sanayileşmiş ve çeşitli iken Guatemala çok az miktarda sanayileşebilmişti.
Arbenz'in önerdiği gündem Guatemala nüfusunun çoğunluğunu oluşturan yoksullaştırılmış köylüler tarafından kabul gördüyse de büyük toprak sahiplerini, güçlü Amerikan şirketlerini ve Arbenz'i Komünist etki altında kalmakla suçlayan ordu içindeki hizipleri öfkelendirdi. (Komünistlerin Guatemala'da şu anda bile ne kadar etki sahibi olduğu hala tartışma konusudur.) Bu gerilim ülkede önemli ölçüde huzursuzluğa neden oldu.Aurora havaalanında başkaldıran Guatemala Ordusu'ndan bir subay olan Carlos Castillo Armas vurularak yaralandı ve isyan bastırıldı. Bir Guatemala hapishanesinde bir süre kalan Armas kaçtıktan sonra sürgüne gitti.
Bu kararsızlık ortamı ve Arbenz'in PGT ile diğer Komünist ve emekçi etkilerine karşı gösterdiği tolerans CIA'in 1951 yılında Operasyon PBFORTUNE adını verdiği bir olasılık planı yapmasına yol açtı. Bu planda Arbenz'in yarıkürede Komünist bir tehdit haline gelmesi durumunda nasıl devrileceğinin yöntemi gösteriliyordu.
ABD kaynaklı bir şirket olan ""United Fruit Company""de (UFC) Arbenz'in toprak reformu girişiminden etkileniyordu. Guatemala'nın en büyük toprak sahibi olan bu şirketin arazisinin %85'i ekili olmadığı için Arbenz'in reform planlarından etkileniyorlardı. Vergi yükümlülüklerini hesaplarken bu şirket düzenli olarak malvarlıklarının değerini oldukça düşük gösteriyordu. 1952 yılı vergi beyannamesinde topraklarının değerini dönümü 3$ olarak göstermişti. Bu beyannameye uygun olarak Arbenz hükümeti tazminat değerini dönümü 3$ olarak belirleyince şirket arazinin gerçek değerinin dönümü 75$ olduğunu iddia etti ama kendi hesapladıkları bu arazi değerindeki olağanüstü artışın nedenini belirtmedi.
UFC'nin ABD hükümetinde ile güçlü bağlantıları vardı. ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles ve kardeşi CIA Başkanı Allen Welsh Dulles'ın önceki hukuk şirketleri kanalıyla UFC ile yakın temastaydılar. Eisenhower'in güvenilir yaveri ve Dışişleri Müsteşarı Walter Bedell Smith de bu şirket ile yakın ilişki içindeydi ve bir zamanlar yöneticilik görevi için başvurmuştu. Bu kişilerin her üçü de şirketin hissedârları arasındaydı.
1952 yılında Guatemala İşçi Partisi yasallaştı ve Komünistler sonradan önemli köylü örgütleri ve işçi sendikalarında azınlık olarak önemli derecede nüfuz kazandılar ama hükümetteki politik partiyi geçemediler ve 58 sandalyeli parlamentoda yalnızca 4 sandalye kazanabildiler. Operasyon PBFORTUNE'ün taslağını hazırlayan CIA Arbenz'in potansiyel komünist bağları hakkında kaygılanmaya başlamıştı. UFC yaptığı lobi çalışmalarıyla Arévalo'nun zamanından beri CIA'in reformcu hükümetleri devirmesini istiyordu ama Eisenhower iktidarına kadar Beyaz Saray'a sözünü geçirememişti. Eisonhower yönetimi 1954 yılında bir önceki sene İran'daki Musaddık hükümetini devirmek için yapılan gizli operasyonların zafer sarhoşluğunu yaşıyordu. İran'daki darbenin mimarı olan CIA Ajanı Kermit Roosevelt Bakan Dulles'ı şöyle anlatmıştır: " Endişe verecek derecede coşku doluydu. Gözlerinin içi parıldıyordu ve dev bir kedi gibi hırıldıyordu. Yalnız duyduğundan zevk aldığını değil aynı zamanda kafasında bir şeyler planladığını da açıkça görebiliyordunuz." 1954 Şubat'ında CIA operasyon WASHTUB'a başladı. Bu operasyonla Nikaragua'ya sahte bir Sovyet silah deposu gizleyerek Guatemala'nın Moskova ile olan bağlantısını göstermeyi planlamışlardı.
1954 Mayıs'ında Çek silahları İsveç bandıralı Alfhem gemisiyle Guatemala'ya vardı. ABD bunun Arbenz'in Sovyet bağlantısının son kanıtı olduğunu iddia etti. Arbenz'i destekleyenler ise Guatemala'nın Batı Avrupa'daki değişik ülkelerden silah alma girişiminde bulunduklarını ve hiçbir yerden karşılık alamayınca Çeklerle anlaştıklarını belirtirler. Arbenz hükümeti ABD destekli bir işgalin kaçınılmaz olduğuna inanmıştı. Bir süre önce ABD'nin hazırladığı Operasyon PBFORTUNE ("White Papers", Beyaz Kağıtlar'da denmektedir) detaylı bilgileri açıklamıştı ve aynı yıl içinde Karakas'ta yapılan Amerikan Devletler Örgütü ("Organization of American States') birleşiminde ABD'nin eylemlerinin müdaheleyi yönlendirici şeklinde algıladıklarını bildirmişti. ABD yönetimi, hükümeti devirmek için CIA'in Operasyon PBSUCCESS kodadı verilen bir darbe örgütlemesini emretmiştir. 27 Haziran 1954'te istifa eden Arbenz kaçmak zorunda bırakılmış ve Meksika Büyükelçiliği'ne sığınmıştır.
Önce Meksika'da bir süre kaldıktan sonra ailesiyle birlikte İsviçre'ye gitti. İsviçre hükümeti Arbenz'in İsviçre'de ikamet edebilmesi için Guatemala vatandaşlığından vazgeçmesini şart koşunca bunu reddeden Arbenz önce Paris'e sonra da Prag'a geçti. Çek resmi görevlileri Arbenz'in ülkelerinde kalmasından pek memnun değillerdi ve 1954'te sattıkları silahların düşük kalitesi nedeniyle geri ödeme isteyip istemeyeceğinden emin değildiler. Yalnızca üç ay sonra Moskova'ya geçti. Birçok kereler Latin Amerika'ya dönmeyi denedikten sonra 1957 yılında Uruguay'a gidebilmek için izin alabildi.
1960 yılında Küba Devrimi'nden sonra Fidel Castro Arbenz'i Küba'ya davet etti. Bu daveti hemen kabul eden Arbenz, kısa sürede Castro'nun Küba için seçtiği yoldan hoşnutsuzluk duymaya başladı. 1965 yılında en sevdiği büyük kızı Arabella'nın Bogotá, Kolombiya'da kendini öldürdüğünü duyunca yıkılan Arbenz, kızının cenaze töreni için verilen izinle Meksika'ya gitti ve sonra da orada kalmasına izin verildi. 27 Ocak 1971'de banyosunda ölü bulundu. Ya boğularak ya da kaynar suyla haşlanarak öldüğü sanılmaktadır ancak ölümünün arkasındaki gerçekler hala bilinememektedir.
Bucaspor
Bucaspor, İzmir'in Buca ilçesi merkezli Türk spor kulübü. 1928 yılında kurulmuştur. Futbolun yanında voleybol, basketbol gibi değişik spor branşlarında da faaliyet göstermektedir. Futbol takımı iç saha maçlarını Buca Arena'da oynamaktadır.
1928 yılında hedeflerini belirleyen Bucalı gençlerden Süleyman Atakan, Bekir Eromat, Niyazi Gökgönül, Hasan Yalçınkaya ve Niyazi Aktaş; Karşıyaka (1912), Altay (1914), İzmirspor (1923), Altınordu (1923) ve Göztepe’den (1925) sonra 1928 yılında Bucaspor’u İzmir’in 6. spor kulübü olarak kurdular. Kulübün ilk adı, Buca İdman Yurdu'dur. Kulübün ilk başkanlığını ise dönemin Belediye Reisi Muzaffer Ersezgin üstlenmiştir. 1937'de Altay ve Altınordu ile birleşerek Üçokspor adını aldı. 1939'da kulüpler, eski haline geri döndü.
Kulübün o tarihteki renkleri de bugünkü gibi sarı ve laciverttir. Bu renklerin yanına, eski başkanlarından Yusuf Muhafız’ın döneminde eklenen “kırmızı” ise daha sonra genel kurul kararıyla iptal edilmiştir. 1928'den 1984'e kadar 56 yıl boyunca futbolun yanı sıra güreş, masa tenisi, atletizm gibi çeşitli spor branşlarında da faaliyet göstermiştir.
Bucaspor, İzmir'in diğer beş köklü kulübünün aksine ilk yıl (1959) dönemin Süper Lig olan Millî Lig'de yer almayan ve Süper Lig'e sonradan yükselen, tek İzmir kulübüdür. Bunda ilçenin o zamanın şehir merkezine uzak kalması ve küçük bir yer olmasının da etkisi büyüktür. Ne var ki 1980'lere gelindiğinde Buca'da büyük bir gelişme ba |
şgösterir, nüfus artar. Üstüne üstlük 1984'te 3. Lig kurulunca Bucaspor, bu profesyonellik fırsatını kaçırmak istemez.
1984'te Türkiye Futbol Federasyonu 3. Lig'i kurmaya karar verince Anadolu'nun birçok yerinde olduğu gibi Bucaspor da gerekli niteliklere sahip olduğu için 3. Lig'e alındı. Böylece futbol branşında resmen profesyonel oldu. İlk yıllar, alışma süreciyle geçti. Zamanla tecrübe kazanan Bucaspor; nihayet 1990 yılının 6 Mayıs'ında Edremitspor'u 1-0 mağlup ederek tarihinde ilk defa Türkiye 2. Futbol Ligi'ne yani şimdiki 1. Lig'e çıktı. Bütün Buca ve Şirinyer; sokaklara döküldü, sabaha kadar kutlamalar yapıldı.
Stadını da büyüten Bucaspor; o zaman Süper Lig'in bir alt kademesi olan 2. Lig'deki ilk sezonu olan 1990-91 sezonunda müthiş bir başlangıç yaparak ilk 5 haftada Altınordu, İzmirspor, Antalyaspor, Sökespor ve Göztepe'yi yenerek 5'te 5'e ulaşınca müthiş bir heyecan oluşturdu. İşte Bucaspor, kendisi ile özdeşleşen Fırtına lakabını bu galibiyetlerden sonra almıştır.Fakat sonradan aldığı istikrarsız sonuçlarla ligi 18 takım arasında ancak 11. sırada tamamlayabildi.
Bucaspor, Süper Lig'e 2 kere yaklaştı. Türkiye 2. Futbol Ligi 1994-95 ve 1996-97 sezonlarında 2. Kademe Grubu'nu 6. ve sırada 5. bitirip Yükselme Grubu'na kalamayan Bucaspor; her iki sezonda da 2. Klasman Grubu'nu lider tamamlayarak Süper Lig'e yükselecek 3. takımın belirleneceği Yükselme maçlarına katılmaya hak kazandı. İlkinde çeyrek finalde yani ilk turda Adanaspor'a 3-2, ikincisinde ise yine çeyrek finalde Şekerspor'a 4-1 mağlup olarak Süper Lig biletini erkenden kaçırdı.
2003-04 sezonunda Türkiye 2. Futbol Ligi B Kategorisi A Grubu'nda mücadele eden Bucaspor, 63 puanlı Fatih Karagümrük'ün 4 puan gerisinde 59 puanla 2.sırada kalarak Türkiye 2. Futbol Ligi A Kategorisi'ne çıkamadı.
Nihayet 2005-06 sezonunda, Türkiye 2. Futbol Ligi B Kategorisi 2. Kademe Grubu 18. ve son hafta maçında 72.dakikada Emre Eren'in golüyle Marmarisspor 1-0 mağlup edilince 1. olan Bucaspor; Yükselme Grubu'na kaldı. Ne var ki Yükselme Grubu'nu son sırada tamamlayıp Türkiye 2. Futbol Ligi A Kategorisi'ne çıkamadı.
Sponsorluğun devreye girmesiyle adı İddaa Lig B olan ligin 2006-2007 sezonu ile Türkiye Futbol Federasyonu 2. Lig adı altında oynatılan 2007-2008 sezonunda kendine orta sıralarda yer bulan Bucaspor; 2008-09 sezonu öncesi iyi transferler yaptı ve sezona da iyi başladı. Kademe Grubu'nda 45 puanla en yakın rakibi Tarsus İdman Yurdu'nun 7 puan önünde 1. olan Bucaspor; Tarsus İ.Y. ile beraber Yükselme Grubu'na kaldı. Başarısını Yükselme Grubu'nda da devam ettirip 11 galibiyet, 4 beraberlik ve 3 mağlubiyet ile 37 puanla en yakın rakibi Mersin İdman Yurdu'nun 6 puan önünde şampiyon olan Bucaspor, evinde koca yıl boyunca sadece Akhisar Belediyespor ve Mersin İdman Yurdu'na kaybetti. Altınordu'ya 8 ve Vanspor'a ise 6 gol attı. 2008-2009 sezonunda Türkiye Liglerinde istatistikî anlamda en başarılı takım oldu.
2009-10 sezonunda tarihinde ilk defa 1. Lig'de yer alan Bucaspor; lige 3'te 3 yaparak başladı ve liderliğe oturdu. Ancak sonradan deplasmanda alınan istikrarsız sonuçlar, Bucaspor'u ilk 2'den uzaklaştırdı. Ligin ilk yarısının sonuna doğru üst üste aldığı galibiyetlerle ilk devreyi 32 puanla 4. sırada tamamladı. Devre arasında yaşadığı maddî sorunlara rağmen mücadelesinden yılmayan Bucaspor; Karşıyaka derbisinden galibiyet çıkarınca son 5 haftaya en yakın rakibi Adanaspor'un 7 puan önünde 2. sırada ve Spor-Toto Süper Lig'e doğrudan yükselme potasında girdi. Fakat sonraki üç haftada yaşadığı puan kayıpları yüzünden son haftaya Adanaspor ile puan puana giren Bucaspor; son hafta evinde Kayseri Erciyesspor'u mağlup ederek Adanaspor'u hem ikili hem de genel averaj farkıyla geçti ve adını Süper Lig'e yazdırarak hem iki sezon üst üste şampiyon olup iki kademe atladı hem de tarihinde ilk defa Süper Lig'e yükselmekle birlikte İzmir'in 7 senelik Süper Lig özlemini de bitirdi.
Bucaspor; Süper Lig'deki ilk sezonuna, 2007-2008 ve 2008-2009 sezonlarında şampiyonluğu son 1-2 haftada kaçıran Sivasspor'un teknik direktörü Bülent Uygun'u getirerek start verdi. Bülent Uygun, kadroyu büyük oranda yeniledi. Mehmet Batdal, Yılmaz Özlem, Cenk Tekelioğlu, Bekir Yılmaz, İzzet Kaya, Yunus Altun gibi sene boyunca büyük katkılar veren oyuncularını ve teknik direktör Özcan Kızıltan'ı gönderen Bucaspor; Jerko Leko, Stjepan Tomas, Musa Aydın, İbrahim Dağaşan, Landry Mulemo, Orhan Ak gibi önemli isimleri transfer edince hedefini ilk 10 olarak belirledi. Fakat yeni kadro, uyum sıkıntısı çekince Bucaspor; istediğini elde edemedi. Sezona evindeki Beşiktaş maçıyla başlayan Bucaspor; ilk 13 maçta sadece 1 galibiyet alarak 8 puan toplayabildi. Ligdeki 13.maçında Fenerbahçe'ye 5-2 yenilen Bucaspor; 13 karşılaşmada sadece 7 gol kaydederek o ana kadar ligin en az gol atan takımı oldu. İlk devrenin son dört maçında Antalyaspor'u 1-0 mağlup eden Bucaspor, Manisaspor deplasmanından da bir puan kopardı. İkinci devrede Buca Arena'ya kavuşan Fırtına; ilk maçında Kasımpaşa'yı 4-0, iki hafta sonra da Konyaspor'u 3-2 yenince ibre bir anda Bucaspor lehine döndü. Bucaspor, 15.sıraya yükselerek düşme hattından kurtuldu. 25.haftada ise ligin flaş takımı Gaziantepspor'u da 2-1 ile geçen Bucaspor; bir hafta sonra evinde oynayacağı Sivasspor karşılaşmasını kazanarak ligde kalma yolunda büyük avantaj hedefliyordu ancak Bucaspor umduğunu bulamadı. Tartışmalı penaltı kararı ve kırmızı kart ile maça büyük devzavantajla başlayan Bucaspor rakibine 4-0 yenilince Süper Lig'de kalma umutlarını zora soktu. Kalan haftalarda üstteki Sivasspor'un başarılı sonuçlar alması ve Bucaspor'un iyi oynamasına rağmen çok basit puanlar kaybetmesi ile Sivasspor ile aradaki fark iyice açıldı. 32.haftada Trabzonspor'a evinde 2-1 yenilen Bucaspor; 8 Mayıs 2010'da 'merhaba' dediği Süper Lig'e bitime 2 hafta kala 8 Mayıs 2011'de 'elveda' demek zorunda kaldı.
TFF 1. Lig'e 23 milyon liralık bir borç yüküyle başlayan Bucaspor, sene başında transfer yasağı gelmeden önce ancak birkaç transfer yapabildi.Kısa süre sonra TFF transfer yasağını getirince, Bucaspor lige elindeki oyuncularla devam etmek zorunda kaldı.Ne var ki,Bucaspor'un altyapısından çıkarılan oyuncular büyük başarı gösterince takım alt sıralardan uzaklaşarak play-off için mücadele etmeye başladı.Ligin ortasında Torric Jebrin,Erman Güraçar gibi önemli isimler kulübü para sıkıntılarından dolayı terketti.Ayrıca Emre Güral,Alpaslan Erdem ve Civar Çetin gibi isimler ise temel nedeni paraya dayanan disiplinsizlik sorunlarından dolayı kulüp tarafından kadro dışı bırakıldı.Kadro darlığına bir de bu sıkıntılar eklenince takım son haftalara play-off umuduyla girmesine rağmen play-offlara katılamadı.Fakat elindeki kısıtlı imkanlara rağmen lige tutunarak da büyük bir başarı göstermiş oldu.Ayrıca Salih Uçan,Ömer Kahveci gibi genç isimleri de Türk futboluna kazandırarak sene sonunda önemli kulüplerin dikkatini üzerine çekti.
2012-2013 sezonuna PTT 1. Lig'de play-off hedefiyle başlayan Bucaspor kadrosunu Mehmet Batdal, Erkan Taşkıran gibi eski oyuncularının yanı sıra Umut Gündoğan, Okan Alkan, Luiz Henrique de Souza Santos gibi isimlerle güçlendirdi. Ligin ilk yarısını 7. sırada bitiren Bucaspor, ara transferde kadrosuna iki nokta transfer yaptı. Ön libero olarak Yunanistan 2. Lig'inden Tamandani Nsaliwa'yı transfer eden Bucaspor, forvete Göztepe'de uzun süre bekleneni veremeyen Yasin Avcı'yı transfer etti. Bucaspor ligin ikinci yarısında Yasin Avcı-Mehmet Batdal-Erkan Taşkıran üçlüsüyle gol sorununu çözdü ve tırmanışa geçti. Şehir,siyaset ve belediye destekli takımlarla elindeki az imkanlarla mücadele eden Bucaspor ligi 5. sırada tamamladı ve play-off için mücadele etme hakkı kazandı. Play-off yarı finali ilk maçında Bucaspor, Konyaspor'u deplasmanda 1-0 yendi. Ancak, Buca Arena'da oynanan rövanş maçında kendi taraftarı önünde 2-1 yenildi ve Süper Lig'e çıkamadı.
2013-2014 sezonuna maddi sorunlarla başlayan Bucaspor, buna rağmen elindeki genç isimlerle ligi küme düşme korkusu yaşamadan, 9.sırada noktalamayı başardı.
2014-2015 sezonu sonunda 2. Lig'e düşmüştür.
2006 senesinde kurduğu Bucaspor Futbol Akademisi ile çok önemli bir altyapı temeli oluşturan Bucaspor; kısa sürede bunun meyvelerini aldı. Buca Genç; Türkiye ve Dünya genelinde çok önemli başarılar kazandı. Ayrıca millî takımlara birçok futbolcu veren ve Ümit Özat, Rıdvan Dilmen gibi isimleri ağırlayan Bucaspor; günümüzde de altyapı çalışmalarını sürdürmektedir. Bucaspor, şu anda sahip olduğu altyapı ile Türkiye'nin en büyük ve en iyi altyapı tesislerine sahiptir. 2010 senesinde Bucaspor; Buca Genç ile zaman zaman farklı algılandığından birleşme kararı almıştır. Buca Genç'in adı, Bucaspor Futbol Akademisi olarak değişmiştir. Bucaspor Kulübü; aldığı karar gereği ile 2010-2011 sezonunda karşılaşmalara bir yaş küçük takımlarla çıkarak Türk futbolunda yeni bir ilke imza attı.Bu durum bir senelik başarısızlığa yol açınca yönetim bu uygulamayı kaldırdı.Böylece 2011-2012 sezonunda Bucaspor Futbol Akademisinin alt yaş takımları yeniden ülke çapında dereceler almaya başladı.Bucaspor A2 takımı ise final oynama başarısını göstererek ülke ikincisi oldu.
Bucaspor ilk kez 1994-1995 sezonunda Türkiye Kupası'na katılmıştır. Bucaspor'un kupa tarihindeki ilk büyük başarısı, 2006-2007 sezonunda gruplara kalmasıdır. Gruplarda Beşiktaş ile de bir maç yaparak tarihinde ilk kez "Üç Büyük"lerden bir takım ile karşılaşmıştır. 2001-2002, 2002-2003, 2003-2004, 2005-2006, 2007-2008 ve 2008-2009 sezonlarında turnuvaya katılmayan Bucaspor, 1999-2000 sezonuna kadar da turnuvaya statü gereği 2. turdan dahil olmuştur. 2009-2010 Sezonunda da önce 1.Tur'da Göztepe'yi 1-0 ile, sonra da Sakaryaspor'u 2.Tur'da 4-2 ile elemiş, böylece Play-Off turuna hak kazanan takım, bu turda Galatasaray'a 2-1 yenilerek kupaya veda etmiştir.
Bucaspor, 2010-2011 sezonunda ise Konyaspor'u deplasmanda 1-0 yenerek Türkiye Kupası'nda gruplara kalmayı başarmıştır. Gruplarda ilk maçında ise Yeni Malatyaspor'u evinde 2-1 ile geçen Bucaspor; Fenerbahçe'yi 3-2 yenerek tarih yazmıştır. Gençle |
rbirliği'ne 2-1 yenilmesine rağmen deplasmanda MKE Ankaragücü'nden beraberlik kopararak çeyrek finale çıkmayı başarmıştır. Çeyrek finalde Gençlerbirliği'ne deplasmanda 2-0, evinde 2-1 kaybeden Bucaspor; çeyrek finalde elendi fakat tarihinin en büyük kupa başarısını elde etti.
2011-2012 sezonunda ikinci turda Eyüpspor'a, 2012-2013 sezonunda ise ilk turda Arsinspor'a elenmiştir. 2013-14 sezonunda son on altı takım arasına kalmayı başaran Bucaspor, Antalyaspor'a elenerek kupaya veda etmiştir.
2010-2011
2009-2010, 2011-2015
1990-2009, 2015-2018
1984-1990, 2018-
1928-1984
Bucaspor'un en eski taraftar grubu, Sıçanköy ve Poşulular'dır. Bucaspor sevdalısı gençlerin çocukluklarından beri maçlara hep birlikte gitmelerinden ötürü Bucaspor'a gönül vermiş en eski taraftar oluşumudur. Poşulular, Bucaspor taraftarının eskiden beri maçlara poşuyla gelmesinden türemiştir. 2000'li yılların başından itibaren ise başka taraftar grupları da eklenmiştir. Bucaspor taraftarı 2008'de taraftarda birliktelik ve sayıca artış sağlamak amacıyla Buca Fan Club adı altında tek bir çatıda toplanmıştır. Yeni stadın tamamlanması ve iki senede gelen iki şampiyonluğun da etkisiyle Buca Fan Club, kısa sürede büyük bir büyüme göstermiştir. Günümüzde de faaliyetlerini sürdürmektedir.
Beykoz ile dost takımlardır. Göztepe, Altay, Karşıyaka ve Turgutluspor ile aralarındaki maçlar ise rekabet içinde geçer.
St. Anger (albüm)
St. Anger, Amerikan heavy metal grubu Metallica'nın 8. stüdyo albümü. Albüm 5 Haziran 2003'te Elektra Records etiketiyle yayınlanmıştır.
Grubun basgitaristi Jason Newsted'in 17 Ocak 2001'de gruptan ayrılması ve diğer çeşitli sebeplerle sıkıntılı zamanlar geçiren grubun dağılacağı iddialarının ortasında çıkmıştır. Bir dönem Ozzy Osbourne'nin basgitaristliğini yapan Robert Trujillo 2003 yılında gruba katıldı, fakat o sırada albüm kayıtları sona ermek üzere olduğundan basgitarı o değil, aynı zamanda yapımcıları olan Bob Rock çaldı. Albüm eleştiri yağmuruna tutulsa da hayranlarından büyük ilgi gördü. Eleştiriler James Hetfield'in vokalinden Lars Ulrich'in davuluna kadar varan boyutlardaydı. Tarz olarak diğer albümlerden kısmen de olsa farklıdır. Thrash metalden zamanla uzaklaşan grup bu albümünün tarzını garage punk olarak belirledi.
Edinburgh
Edinburgh, İskoçya'nın 1437 yılından beri başkentidir. Glasgow'dan sonra ülkenin ikinci büyük kenti olan Edinburgh, İskoçya'nın doğusunda, kuzey denizine yakın bir konumdadır.
Avrupa'nın en güzel görünümlü kentlerinden biri olarak kabul edilen şehir, Orta Çağ ve Georgian dönemlerine ait mimarisiyle bilinmektedir. Edinburgh Üniversitesi ve İskoç Aydınlanması'nın etkisiyle yükselen kültür düzeyi ile bununla beraber yeni oluşan ve klasik tarzdaki "New Town"'ın (Yeni Şehir) mimarisi, Edinburgh'ya "Kuzeyin Atinası" unvanını kazandırdı.
Kayaların üstüne kurulu olan ve tarihî şehirle, şehrin ana caddesi Royal Mile'a hakim bir konumda bulunan şatosu başta olmak üzere birçok tarihi ve turistik özelliğe sahiptir. Şehrin "Old Town" ve "New Town" bölgeleri UNESCO Dünya Miras Listesi'ndedir.
Şehrin Düklüğünü, Kraliçe II. Elizabeth'in eşi Prens Philip yapmaktadır. Prens Philip bu göreve, II. Elizabeth kraliçe olmadan önce atanmış, II. Elizabeth ise kraliçe olmadan önce Edinburgh Düşesi Prenses Elizabeth Alexandra Mary olarak Birleşik Krallık veliahtı sıfatı taşımıştır. Prens Philip armasında halen Edinburgh armasını taşımaktadır.
Edinburgh'da dört tane üniversite bulunmakta ve üniversite öğretim yılı içinde şehirde 100.000'den biraz çok sayıda öğrenci yaşamaktadır. Bunlardan en eskisi dünyanın en saygıdeğer üniversitelerinden biri olan Edinburgh Üniversitesi'dir. 1583 yılında kurulan Edinburgh Üniversitesi, 2010 yılında uluslararası üniversiteler arasında dünyanın en iyi 9. üniversitesi seçilmiştir. Bu üniversite yanında şehirde 1966'da üniversite statüsü kazanan Herriot-Watt Üniversitesi, uzun yıllar politeknik eşiti yüksek eğitim okulu olan ve 1992'de tam üniversite statüsü verilen Edinburgh Napier Üniversitesi ve günümüzde Edinburgh yakınlarında "Musselburgh, East Lothian"'da kampüsü bulunan ve 2007'de üniversite statüsü kazanan Queen Margaret Üniversitesi'dir.
Edinburgh şehrinin şu resmî kardeş şehir anlaşması vardır:
Hans Blix
Hans Blix, "(d. 28 Haziran 1928, Uppsala, İsveç)" Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu`nun İsveçli eski başkanı.
Kariyerine, 1980 yılında Irak'ın Osirak Nükleer Santrali'ni denetleyerek başlayan, 1981-1997 yılları arasında merkezi Viyana'da bulunan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun başkanlığını yürüten Blix, Körfez Savaşı ve Irak Savaşı öncesinde gündeme gelen bir isimdi.
Blix 2004 yılı şubat ayında, İngiliz yayın kuruluşu BBC'ye verdiği bir mülakatla gündeme geldi.
BBC'ye yaptığı açıklamalarda kitle imha silahlarıyla ilgili olarak Saddam Hüseyin rejimine yöneltilen suçlamaların Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere tarafından fazlasıyla dramatize edildiğini 8 Kasım 2002 tarihli 1441 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararının meşru bir zemin oluşturmadığını dile getirmiştir.
Muhsin Batur
Muhsin Batur, (1920, İstanbul - 25 Eylül 1999, İstanbul) Türk asker ve siyasetçi.
1940 yılında Harp Okulu'nu, 1942 yılında da pilot olarak Hava Okulu'nu bitirdi. Merzifon'da 4. Tayyare Alayında pilot olarak göreve başladı. 1946 yılında girdiği Hava Harp Akademisi'nden 1949 yılında mezun olduktan sonra, çeşitli hava birlik ve karargahlarında ve Napoli'deki NATO karargahında görev yaptı.
27 Mayıs 1960 günü Adnan Menderes'i tutuklayarak Ankara'ya götürmüştür.
1961 yılında Tuğgeneral rütbesine terfi etti. 1. Taktik Hava Kuvveti Komutanlığı'na atandı. Aynı görevde iken 1963 yılında Tümgeneral rütbesine terfi etti. 5 yıl süre ile 1. Taktik Hava Kuvveti Komutanlığı görevinde bulundu. 1966 yılında Korgeneral rütbesine terfi etti. Bu rütbede Genelkurmay Lojistik Başkanlığı, Yüksek Askerî Şura üyeliği görevlerini yürüttü.
1969 yılında Orgeneral rütbesine terfi etti ve Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na atandı. 1 Haziran 1970 tarihinde Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı'nı kurdu ve vakfın yönetim kurulu başkanlığına getirildi. 30 Ağustos 1973 tarihinde emekliye ayrıldı.
12 Mart 1971 Muhtırası'nı imzalayan dört üst düzey komutandan biriydi. Muhtıradan sonra 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün'ün emriyle İstanbul'da Millî İstihbarat Teşkilatı tarafından Ziverbey Köşkü'nde yapılan sorgulamalarda, 9 Mart 1971 darbe teşebbüsü ile Millî Demokratik Devrim yapmak isteyenler arasına "Yavuz Bey" kod adı ile katıldığı iddia edildi.
Emekli olduktan sonra 8 Haziran 1974'te Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından kontenjan senatörü olarak atandı. Senatörken Cumhuriyet Halk Partisi'ne geçti ve 1980'de bu partiden cumhurbaşkanı adayı gösterildi. Cumhurbaşkanlığı seçiminde en yüksek oyu almasına karşın, gerekli sayıyı tutturamadığından bu göreve seçilemedi. 12 Eylül Darbesi'nden hemen önce senatörlük süresi bittiği için siyasetten çekildi.
Anılarını "Anılar ve Görüşler" (1986) adıyla yayımlandı. 25 Eylül 1999 tarihinde İstanbul'da vefat etti. İngilizce ve İtalyanca bilmekteydi. Evli ve iki çocuk babasıydı. Çocuklarından biri Şair Enis Batur'dur.
Türkiye Cumhurbaşkanı Şeref Madalyası, Üstün Hizmet Madalyası, İtalya Cumhurbaşkanı Grande Ufficiale, ABD Cumhurbaşkanı Legion Of Merit, Afganistan Kralı Düstur-u Evvel, İngiltere Kraliçesi K.C.V.O., Türk Hava Kurumu Altın Brövesi ve Hava Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı Altın Madalyası sahibiydi.
Güneş balığı
Güneş balığı ya da Ay balığı ()("Mola mola". Latince "mola" değirmen taşı demektir), Molidae familyasına ait balık türüdür. Lezzetsiz ve kötü kokan etinden dolayı ticari değeri yoktur.
Ay balığının derisi 15 cm kalınlığındadır, İspermeçet balinasından sonra bütün organizmalar içinde en kalın deriye sahip canlı olma özelliğini taşır. Bu kalın derisinin üzerinde 50 civarı değişik parazit türü ve çeşitli mikroorganizmalar yaşar. Bu canlılar ay balığının karanlıkta parlamasına yol açabilirler. Ay balıkları bazen, henüz bilinmeyen nedenlerden suyun yüzünde yan yatarlar. Geceleri bu şekilde su yüzünde yan yatarak derisinin mikroorganizmalar sayesinde parladığı anlarda ay ışığının su yüzündeki gölgesini andırır.
Ay balıklarının yüzgeçleri sivridir ve köpek balığının yüzgeçlerine benzer. Sudan dışarıya dikilen sivri yüzgecini görenler, ay balığını köpek balığı zannedebilirler, ama Güneş balığı çok sakin bir hayvandır, örneğin kendine yaklaşan dalgıçları çok sakin karşılar.
Vücutları, fugu balığında ve bazı diğer Tetraodontiformes takımına ait balıklarda görülen tetrodotoksin zehirini üretebilir.
Eti yenilmediğinden, insanlar için hiçbir değeri olmasa bile ay balıklarının sayıları denizlerin kirlenmesiyle azalmaya devam etmektedir.
En büyükleri ağzından kuyruğuna kadar 3 metre, sırt yüzgecinden anal yüzgecine kadar 4 metre ve 2 ton ağırlığa kadar varabilirler. 25-30 yaşına kadar varabildikleri tahmin edilir. 2 ton ağırlıkları dikkate alınarak, toplam 27.000 balık türünü kapsayan kemikli balıklar sınıfının en büyük balığı denilebilir (çünkü boyları 7-8 metreye kadar varan mersin balıklarının ağırlıkları en fazla 1,5 tondur).
Kaba yapılı vücudunun sanki yarısı eksikmiş gibi görünmektedir. Karın yüzgeçlerinin de eksik olması bu görüntüyü daha da ilginçleştirir.
Daha henüz yavru olan ay balıklarının iyi gelişmiş ve kullanışlı bir kuyruk yüzgeçleri vardır, ama balıklar büyüdükçe kuyruk yüzgeçleride gittikçe genişler ve sonunda dalgalı uzun bir perde oluşturur. Bu yüzgecini ilerlemek için kullanamaz, yalnızca çok büyük olan sırt ve anal yüzgeçlerinin gücü ile ileriye doğru hareket eder. Güneş balığı iyi bir yüzücü değildir ve hareketleri çok kabadır.
Sadece iki türden oluşan "Mola" cinsinin diğer türü "Mola ramsayi"'dir. Bu türün vücut yapısı biraz daha kibardır.
Dişileri 300 milyon yumurta döker. Bunların çoğu diğer balıklara yem olur. Yumurtadan çıkan yavrular sadece 2-3 milimetre büyüklüğündedirler ve böylece annelerinin büyüklüğü ile orantılı bakış açısından hayvan aleminin en küçük yavrularıdırlar. Yavru balıkların uzun bir dikenl |
eri vardır.
Besinlerini deniz anaları, plankton, küçük balıklar ve diğer küçük deniz hayvanları oluşturur.
Ay balıkları özellikle Asya'nın, Afrika'nın ve Avustralya'nın ılık denizlerinde bulunurlar ve 1000 metre derinliğe kadar dalabilirler. Yaz zamanında yoğunlukla Akdeniz'de de görülebilirler. Türkiye'de Ege ve Marmara denizinde nadirende olsa görülmektedir.
Atagün Yalçınkaya
Atagün Yalçınkaya (d. 14 Aralık 1986) Türk boksör, beden eğitimi öğretmeni.
2004 Atina Olimpiyatları'na 48 kiloda katılmaya hak kazanan Atagün Yalçınkaya, rakiplerini yenerek finale çıkmıştır. Finalde Kübalı rakibine yenilerek gümüş madalya kazanmıştır. 29 Ağustos 2004'te kazandığı ikincilik derecesi ile Türkiye'nin Olimpiyatlar tarihinde en genç yaşta madalya kazanan sporcusu olan Yalçınkaya 17 yaşında final oynayan sporcu, Muhammed Ali'den sonra olimpiyatlarda final müsabakası oynayan en genç boksör unvanına sahip olmuştur.
Maçlarını anlatan, Türk spor tarihinin en ünlü spikerlerinden Orhan Ayhan, çok genç olması nedeniyle ona "Dövüşçü Bıdık" lakabını takmıştır. Rakibini serseme çeviren direk ve kroşeleri nedeniyle kendisine, adından hareketle "Atagüm" dendiği de olur.
21 Haziran 2014 tarihinde Caferağa Spor Salonunda Furkan Ulaş Memiş ile yaptığı müsabaka ile jübilesini yapmış ve ringlere veda etmiştir.
Wikimania
Wikimania, viki projeleri kullanıcıları için Wikimedia Vakfı tarafından düzenlenen uluslararası bir konferanstır. Viki Çılgınlığı anlamına gelen Wikimania, ilk defa 5, 6, 7 Ağustos 2005 tarihlerinde Almanya'nın Frankfurt şehrinde yapıldı. Araştırmacılar ve konuşmacıların katıldığı konferansta, Vikipedi üzerine yapılan çalışmalar ve araştırmalar, Wikimedia Vakfı tarafından yürütülen diğer projelerle ilgili çalışmalar, wiki kültürü ve teknolojisi konuları işleniyor. Özgür yazılım ve özgür içerik konuları da konferansın ele aldığı başlıklar. Programda, slayt sunumları, posterler sunumları, sohbetler bulunmaktadır.
İlk Wikimania konferansı Almanyan'nın Frankfurt şehrinde, "Haus der Jugend"'da 4-8 Ağustos 2005'te yapıldı.
1-4 Ağustos tarihleri "Hack etme günleri" idi ve 25 programcı yazılım üzerinde fikir alışverişinde bulunup, Wikimedia projelerinin teknik detaylarını tartıştılar. 5-7 Ağustos tarihlerinde de konferansın sunumları gerçekleşti.
Konuşmacılar arasında Jimmy Wales, Ross Mayfield, Ward Cunningham ve Richard Stallman gibi isimler vardı.
Wikimania 2006, 4-6 Ağustos 2006 tarihleri arasında, Amerika Birleşik Devletlerinde Cambridge, Massachusetts’da Harward Law okulunun toplum ve internet için Berkman merkezinde yer aldı.
Konuşmacılar arasında Jimmy Wales, Lawrence Lessig, Brewster Kahle, Yochai Benkler, Mitch Kapor, Ward Cunningham, ve David Weinberger isimler vardı.
Çepniler
Çepni boyu, Oğuz Kağan Destanı'na göre Oğuzların 24 boyundan biri ve Kaşgarlı Mahmud'a göre yirmi iki Oğuz bölüğünden Divân-ı Lügati't-Türk'de; ""Yirmibirincisi: "جآپنِ Çepni"lerdir. Belgeleri şudur : şeklinde tanımladığı bir Oğuz boyudur. Boyun genel özelliği asi, atılgan, cesur, mert ve savaşçı olmalarıdır. Çepni kelimesi düşmanla savaşan, mert, yiğit, asi, cesur anlamında kullanılmıştır."
Günümüzde Rumeli ve Anadolu'da yaşayan Oğuz/Türkmen boylarından biridir. Karadeniz bölgesindekiler çoğunlukla Sünni olmakla birlikte, Alevi olan gruplara da rastlanır. Prof. Dr. Irene Melikoff, Hacı Bektaşi Veli ve onun ilk müritlerinden olan Kadıncık Ana ve Abdal Musa'nın da Çepni olduğunu yazar (Bak. Kırklar'ın Cem'inde isimli eseri).
Ayrıca Prof. Dr. Faruk Sümer Oğuzlar/Türkmenler isimli eserinde Çepnilerin, Hacı Bektaşi Veli'nin müritlerinden olduklarını ve Anadolu'nun değişik yerlerinde yaşadıklarını, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Ordu, Trabzon, Bayburt olmak üzere Karadeniz Bölgesi'nde yoğun olarak yaşayan Çepnilerin ise çoğunlukla Sünni olduğunu, ancak zamanında Alevi olduklarını ve sonradan Sünnileştiklerini yazar.
Anadolu'ya gelmeden önce Türkistan ve Horasan'da öbür boylarla birlikte yaşayan Çepniler, Selçuklular'a katılıp Anadolu'ya geldiler. Başta Karadeniz olmak üzere Anadolu'nun Türkleşmesinde önemli rol oynadılar. 1515 yılındaki tahrir defterlerine göre Şimdiki Giresun ve civarındaki iller Vilayeti
Çepni isimli bir idari bölge olarak gösterilmiştir (Bak.Prof.Faruk Sümer'in Oğuzlar/Türkmenler isimli eseri).
Vilayet-nameye göre Kırşehirin Suluca Kara-Hüyük köyüne gelen Hacı Bektaş-ı Veli'nin ilk müridleri Çepni'den idiler. Bu husus aynı zamanda bu boyun mensuplarından mühim bir kısmının niçin Alevi olduğunu izah edebilir. Çepnilerin mühim bir kısmı 1240'daki Baba İshak Türkmenleri'nin isyanına katılmıştır (Bak. Abdülbaki Gölpınarlı).
Oğuz, Türkmen Çepni boyu, Üçoklar kolundan (sol kolundan) Oğuz Kağan'ın oğlu Gök Han'ın soyundan geldikleri kabul edilir. Çepniler, Doğu Karadeniz'in Türkleşmesinde önemli bir rol oynamışlardır. Çepniler; 1071'de Anadolu'nun, 1277 yılından itibaren de Sinop'tan Trabzon'a kadar olan Karadeniz Bölgesi'nin fethedilmesinde başta Güvenç Abdal olmak üzere çok aktif görevler üstlendiler. 1277 yılında Sinop'a saldıran Rum Pontus İmparatorluğu'nun ordusunu bozguna uğrattılar. Güvenç Abdal'ın makamı Gümüşhane,Kürtün, Güvendi yaylasında bulunur. Çepnilerin mühim bir kısmın 1277 yılında Sinop Yöresinde yaşadığı görülüyor. 1404 yılında Timur'a giden İspanyol elçisi Clavijo Ordu ve Giresun'un 10.000 kişilik bir Çepni kuvvetine sahip Hacıemiroğulları Beyliği'nin kurucusu olan Hacı Emir Bey'in oğlu Hacı Süleyman Bey'in elinde olduğunu yazar.
Çepni boyunun özelliği ""nerde yağu görse orda savaşır"" olarak anlatılmaktadır. Onların haksızlıklara karşı gelen ve savaşçı karakterleri, önemlerini günümüze yansıtacak kalıcı sanatsal ürünler meydana getirmelerini engellemiştir. Çepnilere ait kabileler, değişik tarihlerde farklı cephelerde savaşmışlar ve ordu ile gittikleri bölgelere yerleşmişler. Savaşlarda nüfusları azalmıştır.
Türkmen Safevi İmparatoru Şah İsmail'in şahsi muhafızlarının Çepnilerden olduğu gibi Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün de özel muhafızlarının Giresunlu Topal Osman ve diğer Çepniler'den olması ilginç bir rastlantı olup, bu durum bu boyun daima cesur, mert ve güvenilir olduğunun en çarpıcı örneğidir.
Osmanlı devleti kurulmadan önce Sarı Saltuk ve İzzeddin Keykavusla birlikte Deliorman ve Dobruca bölgelerine geçen Türkmenler Çepni boyundandır. Deliorman ve Dobrucadaki bu Çepniler hem yerel Kıpçak ve Peçenek halklarıyla hem de daha sonra gelen diğer Türkmen boylarıyla karışmışlar ve Çepnililik bilincini yitirmişlerdir. Ancak Çepni inancı olan Bektaşiliği devam ettirmektedirler. Birçoğu'da Batı Anadolu'ya geri göçerek bugünkü Batı Anadolu Çepnilerini oluşturmuştur. Dobruca'da bulunan Türkler kendilerinin Türkmen olduklarını ve inanç önderlerinin Sarı Saltuk olduğunu söyleyerek bu gün bile Camilerde ve Tekkelerde onun adına dualar ederler.
Romanya ve Moldova'daki İzzeddin Keykavus taraftarı bir grup Çepni ise Hristiyanlığa geçmiştir. Keykavustan dolayı bu Çepnilere Gagavuz dendiği ileri sürülür. İlginç olanı Gagavuz Türklerinin Trabzon ağzıyla konuştuğu tespit edilmiştir. Örneğin "geçen sene" yerine Ordu-Giresun-Trabzon ağzında kullanılan "Bıldır" kelimesi kullanılır. Daha bunun gibi birçok örnek kelime bulunmaktadır.
Rum ve Ermeni Çetecilere karşı savaşıp doğu Karadeniz'de asayişi sağlamışlardır. Atatürk 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktığında Giresun Çepnilerinden olan Topal Osman Ağa ve arkadaşlarını milli mücadeleye davet etmiş ve Kazım Karabekir'in de tavsiyesiyle de kendisine Giresun,Trabzon Çepnilerinden oluşan bir muhafız kıtası seçmiştir. Topal Osman ve Giresun Çepnileri bu şerefli görevi başarıyla yerine getirmiş ve Cumhuriyetin ilanına kadar Atatürk'ün en yakın silahlı unsurları olmuşlardır.
Sivas kongresinden sonra Atatürk'e karşı Padişah yanlısı muhalefet artınca Kazım Karabekir Topal Osman ve arkadaşlarından oluşan Muhafız kıtasının sayısının artırılmasını ve Atatürk'e karşı olan muhalefetin kuvvetle bastırılmasını emretmiştir. Şöhreti belli Çepni muhafızları gören muhalefet sinmek zorunda kalmıştır.
Giresun,Trabzon Çepnilerinden oluşan Mustafa Kemal Atatürk'ün muhafız kıtası bugünkü TBMM deki muhafız bölüğünün ve Cumhurbaşkanlığı muhafız alayının temelini oluşturur. Kurtuluş savaşı esnasında TBMM deki localarında oturan Giresunlu Muhafızların yerinde bugün askeri erkan oturur.
Giresun ili ve yöresi Vilayet-i Çepni olarak tarihte anılmaktadır. Trabzon, Kürtün, Ordu, Mesudiye, Gürgentepe, Koyulhisar, Suşehri, Akıncılar, Canik, Giresun, Görele, Eynesil, Beşikdüzü, Çorum ili Kargı ilçesi Göletçetmi, Kargı köyü, Şalpazarı'nda Çaykara'nın Yukarıkumlu, Şahinkaya, Ataköy, Akdoğan, Maraşlı ve Araklı'nın (Ayvadere, Yassıkaya, Kaymaklı, Yeniköy, Yeşilköy, Yolgören, Karatepe, Ayven, Çapan, Küçükdere, Çamlıktepe, Samayer, Pervane, Hasköy, Halilli, Yeşilyurt, Yenice, Birlik, Kestanelik, Özgen, Kalecik, Dulköy) birçok köyünde yoğun olarak Çepni boyları yaşamaktadır. Bugün bile Rize'nin İyidere, Kalkandere, Çayeli, Derepazarı ilçeleri ile Giresun ve Trabzon'da Hacıhasanoğlu, Hasanoğlu, Karahasan, Aygün, Tenk, Türkmen, Çebi, Hamzaçebi, Suiçmezoğulları, Alemdar, Bayraktar,Sancaktar, Ulusoy, Çep, Kandemir, Kantek soyadı ile anılan kalabalık sülaleler vardır ve bunların Çepni Oğuzlarından olduğu ileri sürülmektedir. Öte yandan; Trabzon, Gümüşhane, Giresun, Görele, Espiye, Eynesil başta olmak üzere birçok yüksek köyde Çepniler yaşamaya ve geleneklerini sürdürmeye devam etmektedir. Batı Karadeniz'de Kastamonu'nun Tosya ve Çatalzeytin ilçesinde "Çepni" adında bu boydan gelen insanların yaşadığı köyde bulunmaktadır. Ayrıca yine Kastamonu'nun Pınarbaşı ilçesine bağlı Urva köyünde yaşayan ve Karasoy ismi ile anılan ailenin Çepni boyundan olan Karahasan soyundan geldiği ve Karahasanoğulları olarak anıldığı bilinmektedir. Karadeniz Çepnileri makamı, Gümüşhane Kürtün, Güvendi yaylasında bulunan Güvenç Abdal Ocağına bağlıdırlar. Ayrıca Şanlıurfa'da Yaslıca beldesi adında tamamen Çepni Türkmenlerinden oluşan bir belde vardır.
Çepniler ayrıca; Ege bölgesinde Manisa, İzmir; Marmara'da Çanakkale ve Balıkesir |
'de yaşarlar. Ayrıca Sivas, Gaziantep'te de Çepni köyleri vardır. Çanakkale, Balıkesir, İzmir, Manisa ve Gaziantep bölgelerinde de yaşamaya devam etmektedirler. Çanakkale Küçükkuyu'da bulunan Büyük Çetmi ve Küçük Çetmi köylerinin ve civar köylerin halkının önemli bir bölümü Çepni kökenlidir. Bolu Merkez ve Mudurnu ilçesinde de birer tane Çepni köyü bulunmaktadır. Bursa'nın Mudanya ilçesinde de bir Çepni köyü bulunmaktadır.
Mersin İdman Yurdu
Mersin İdman Yurdu, 1925 yılında Mersin'de kurulan Türk spor kulübüdür. Taraftar grubunun ismi "Kırmızı Şeytanlar"dır. Maçlarını daha önce 16.128 kapasiteli Tevfik Sırrı Gür Stadyumu'nda oynayan kulübe (2014-2015) sezonundan itibaren Mersin Stadyumu ev sahipliği yapıyor.
Kulüp, Ziraat Bankası memuru İbrahim Yekta, Numune Mektebi öğretmeni İbrahim Bigam, Tahmil Tahliye memuru Edip Buran, memur İhsan Dağıstan, 23. Alay yaveri Üstteğmen Hasan Tahsin, ticarethane sahibi Hamit Abey, tüccar Hakkı Cemal Üçer, tüccar Hayri Güntekin, gümrük memuru Rauf Süleymaniyeli, gümrük memuru Sami İstanbullu, posta memuru Semih Can, tüccar Ömer Cevdet Türkmenelili, iskele memuru Asım Güler, tüccar Fevzi Serdengeçti, vapur kumpanyası sahibi Kazım Kırzade, Ticaret Odası memuru Lütfi Resimci, tüccar Muhammer Yeğin, 23. Alay İşae Subayı Mustafa Lütfü, Muhasip Muhip Batıbeki ve Gümrük memuru Necati Salim tarafından 16 Ağustos 1925 Perşembe günü Mersin'de kurulmuştur. İbrahim Yekta ve arkadaşlarının kulübü kurmalarındaki amaç Türk gençliğinin, fizik ve moral kabiliyetlerini ulusal ve inkılâpçı amaçlara yöneltmek, yurt müdafaası amaçlarını geliştirmek, beden terbiyesi ve spor yapmasını temin etmekti.
Kuruluşundan itibaren 1949 yılına kadar bölge birinciliğini kimseye kaptırmayan Mersin İdman Yurdu, 1944 yılında Ankara'da yapılan Türkiye Şampiyonası'nda üçüncü olma başarısı göstermiştir. 1963-64 sezonunda şampiyon olarak 2. Lig'e çıkan Mersin İdman Yurdu, 2. Lig'deki üçüncü senesinde profesyonel bir kadro oluşturarak şampiyon olmuş ve de ilk defa o yıl (1966-67) Lefter Küçükandonyadis öncülüğünde Türkiye 1. Ligi'ne çıkmıştır.
Kulüp, tarihinin ilk anlamlı kupası olan Başbakanlık Kupası'nı da aynı yıl Amatör Küme şampiyonu olan İzmir Denizgücü’nü 2-0 yenerek dönemin başbakanı Bülent Ecevit’ten almıştır. 1967 yılından itibaren aralıksız 7 yıl süreyle 1. Lig'de oynayan Mersin İdman Yurdu'nun bu dönemdeki en büyük başarısı 1969-70 sezonunu evinde oynadığı maçlarda mağlubiyet yüzü görmeden ligi 4. sırada bitirmesidir. Takım 1973-74 sezonunda 2. Lig'e düşmüş, 1975-76 sezonunda ise tekrar yükseldiği 1. Lig'de toplam 11 sezon boyunca mücadele etmiştir. Mersin İdman Yurdu, 1982-83 sezonunda evinde oynadığı 17 maç da kalesinde sadece 1 gol görerek bir sezonda kendi evinde en az gol yiyen takım olmuştur.
Kulübün tarihindeki en büyük başarılarından biri de Türkiye'yi UEFA Kupa Galipleri Kupası'nda temsil etmiş olmasıdır. 1982-83 yılında Türkiye Kupası finalde Fenerbahçe'ye elenerek kupayı alamamasına rağmen, Fenerbahçe'nin aynı yıl şampiyon olması ile Avrupa kupalarında mücadele hakkı kazanmıştır. Eleme maçında Spartak Varna takımına Mersin’de 0-0 ve deplasmanda 0-1'lik skorlarla elenen Mersin İdman Yurdu, o tarihten sonra düştüğü 2. Lig'den, 29 sene sonra 2010-11 1. Lig'i şampiyon tamamlayarak Süper Lig'e çıkmıştır, 2 sezonluk Süper Lig macerasından sonra 2012-13 Süper Lig'de ise 30.haftada Kardemir Karabükspor'a 1-0 mağlup olarak 1. Lig'e düşmüştür. Kırmızı-Lacivertli ekip yeni sezonla birlikte maçlarını 25 bin seyirci kapasiteli Mersin Arena Stadyumu'nda oynayacaktır. 2013-14 1. Lig play-off finalinde Samsunspor'u Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nda 2-0'lık skorla yenip adını 1 yıl sonra Süper Lig'e yazdırmıştır.
Mersin İdman Yurdu, ilk başta Mersin Gençlerbirliği adıyla, renkleri kırmızı-beyaz olarak kurulmasına rağmen daha sonraki yıllarda kulüp Çukurova İdman Yurdu ile birleşmiş ve kulübün ismi Mersin İdman Yurdu, renkleri ise kırmızı-lacivert olarak değiştirilmiştir.
Kulübün arması ortada kırmızı zemin üzerine "MİY" harfleri, onun etrafında Mersin İdman Yurdu yazısı ile kuruluş yılı olan 1925 yılı bulunan, aynı oranda değişik ölçülerde yapılan armadır.
Kulübün flaması, boyu eninin bir buçuk katı olan eşit ende ve yatay yönde ikisi üst ve alt kenarda, birisi ortada kırmızı ile iki lacivert şerit içerir. Gerektiğinde ölçüler yönetim kurulu kararı ile değiştirilebilmektedir.
Mersin İdman Yurdu'nun Çukurova bölgesindeki takımlardan Adana Demirspor, Adanaspor ve Tarsus İdman Yurdu kulüpleriyle geçmişten gelen bir rekabeti vardır. Bu takımların birbirleriyle oynadıkları maçlar Çukurova Derbisi olarak da adlandırılır.
1967-1974, 1976-1978, 1980-1981, 1982-1983, 2011-2013, 2014-2016
1963-1967, 1974-1976, 1978-1980, 1981-1982, 1983-2001, 2002-2006, 2009-2011, 2013-2014, 2016-2017
2001-2002, 2006-2009, 2017-2018
2018-
1925-1963
İkinci (2): 2001-2002, 2008-2009
*Kademe-Klasman grubu olan sezonlar birleştirilerek yzaılmıştır.
*Play Off maç sonuçlarıda dahildir sezona
Deli Yürek: Bumerang Cehennemi
Deli Yürek: Bumerang Cehennemi, Osman Sınav'ın yazıp yönettiği bir 2001 Türk aksiyon filmi.
Marco Tardelli
Marco Tardelli, (d. 24 Eylül 1954) İtalya millî futbol takımının eski orta saha oyuncusu. Futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlük yapmaya başlamıştır.
Tardelli juventus'un tarihinin en önemli futbolcuları arasındadır. 10 yıl boyunca görev aldığı kulüpte 5 kez Serie A şampiyonluğu yaşamıştır. Avrupa futbolunun 3 büyük kupasını da kazanan ender futbolcular arasına girmiştir.
Ayrıca İtalya'nın FIFA Dünya Kupası şampiyonu olduğu 1982 yılında kadroda yer almıştır. Özellikle finalde attığı gol ve sonrası yaşadığı sevinç kupa tarihinin unutulmaz görünütleri arasına girmiştir. 1976 - 1985 yılları arasında 81 kez millî olmuş ve 6 gol atmıştır. Bu süre içinde 3 kez İtalya'nın Dünya Kupası kadrosu içinde yer almıştır.
I. Melikşah
Melikşah (Farsça: "ملكشاه") veya unvanlarıyla Ebü’l-Feth Celâlü’d-devle ve’d-dîn Muizzü’d-dünyâ ve’d-dîn Kasîmü emîri’l-mü’minîn Melikşâh b. Alparslan) (d. 16 Ağustos 1055 - ö. 19 Kasım 1092), Büyük Selçuklu Devleti Hükümdarı.
(1072-1092) Hükümdarlık devrinde Büyük Selçuklu Devleti en geniş sınırlarına ulaştı. Sınırlar Anadolu'dan Umman'a Kafkaslar'dan Hindistan önlerine uzandı (10.000.000 km²). Melikşah'tan sonra Selçuklular eski gücüne kavuşamadı. Devrin en önemli kişileri arasında Ömer Hayyam bilim ve Nizamülmülk siyaset dalında bulunur.
Melikşah, 16 Ağustos 1055 pazar günü doğmuştur. Çocukluğu İsfahan ve civarında geçmiştir. Babası Alparslan, kabiliyeti ve cesareti ile dikkati çeken Melikşah ile yakından ilgilendi. Melikşah uzun boylu, biraz şişmanca ve beyaz tenli olarak tasvir edilmiştir.
Melikşah babası ile birlikte küçük yaşta Gürcistan seferine katıldı. Aynı yılda Karahanlılar Han'inin kızı Türkan Hatun ile evlendirildi. Alparslan 1066 tarihinde Meliksahi veliaht tayin etti ve "ikta (veya timar)" olarak İsfahan şehri verildi,
1071'de babası Alparslan ile Suriye'ye sefere çıktı. Babası Bizans İmparatoru Romen Diyojen'in Anadolu'da ilerleyişini durdurmak için kuzeye yöneldi (ve Malazgirt Meydan Muharebesi'ni yaptı). Melikşah bu sırada Suriye'de Halep'de kaldı. 1072'de yine babası Karahanlılara karşı bir sefer yapmakta iken onunla birlikteydi. Babası bu seferdeyken esir aldığı bir Karahanlı kale komutanı olan Yusuf Harzemi tarafından şehit edildi.
Melikşah Selçuklu ordusu başına geçti ve Sultanlığını ilan etti. Çağrı Bey'in oğlu olan amcası Kavurt Bey Melikşah'ın Sultan olmasını kabul etmedi. Melikşah yanında Vezir Nizam-ül Mülk ile birlikte batıya İran içine yürüdü. Kavurt Bey'in ordusuyla 17 Nisan 1073'de Karaç yakınlarında (günümüzde İran'da "Erak") "Karaç Muharebesi" 'ne girişti. Bu muharebede Melikşah'ın ordusunda bulunan birçok Türkmen asker çarpışma sırasında Kavurt Bey'in ordusuna katıldı. Buna rağmen Melikşah ve ordusu galip geldi. Kavurt Bey idam edildi ve iki oğlunun gözlerine mil çekilip kör edildiler. Böylece Selçuklu ülkesinde bulunan emirler arasında Melikşah Sultan olarak belirlenmiş oldu. 1074'de Bağdad'da yeni Abbası halifesi olan Melikşah'ın Sultan olduğunu resmen ilan etti.
Melikşah 1072'de sultan olduktan sonra babası zamanında vezirlik makamına getirilen Nizamülmülk'ü görevinde bıraktı. Melikşah'ın hükümdar olduğu dönem Büyük Selçuklu Devleti'nin en parlak dönemidir.. Tahta geçtiği ilk yıllarda kardeşi yönetimi ele geçirmek için isyan etti. Onu yenerek ülkesinde düzeni sağladı. Bu arada devletteki iç isyandan faydalanan Gazneli ve Karahanlı devletleri birleşerek saldırdılar. Melikşah bu iki devleti de yendi. Karahanlı Devleti bu mağlubiyetten sonra ikiye ayrıldı. Doğu Karahanlılar'ı Karahitaylar, Batı Karahanlılar'ı ise Harzemşahlar yıktı.
Melikşah tahta çıktıktan sonra Gazneliler ve Karahanlılar Selçuklu topraklarına saldırdılar. 1073'de Gazneliler Sultanı İbrahim Alparslan'ın ölümünü fırsat bilip Hindikuş Dağları kuzeyinde bulunan Horasan bölgelerini ele geçirdi. Fakat Melikşah bir karşı hücumla bu arazileri geri aldı. Bundan sonraki 20 yıl döneminde, birbirinden 20 yıl yaş farkı olan Gazneliler Sultanı İbrahim Han ile Melikşah arasındaki ilişkiler iyi olarak devam etti, sınırlar değişmedi ve bu iyi ilişkiler iki haneden mensuplari arasında yapılan evlenmeler ile pekiştirildi.). Buna karşılık diğer komşu ülkelerine karşı Melikşah daha mütecaviz bir politika uyguladmaya basladi. Selçuklu Devleti'ne yeni araziler katmak hedefiyle arazi fethi için çarpışmalar ve savaşlar yapmıştır. Melikşah Maveraünnehir bölgesine kendinin de şahsen katıldığı iki büyük askeri sefer yapmıştır. 1073/74'deki seferde Batı Karahanlılar'a saldırarak onların Ceyhun Nehri sağ kıyılarında bulunan arazilere çekilmelerini sağlamış ve stratejik bir şehir olan Termez şehrini zaptemiştir. 1089'daki seferde ise yörel ulemanın da desteği ile önemli Semerkant şehrini eline geçirmiş ve orada idareci olan ve eşi olan Türkan Hatun'un yeğeni olan Ahmet Han bin Kezr'i tutuklatmıştır. Bu fetihten sonra sefer Yedisu bölgesine (günümüzde Kazakistan'da bulunan "Jet |
işu" veya Rusça "Semirechye" bölgesine) yönelmiş ve Kaşgar merkezli olan Doğu Karahanlılar devletinin hükümdarı Ebu Ali el-Hasan Melikşah'in tabiliğini girmeyi kabul etmiştir..
1086-87'de Doğu Arabistan'da Lahsa'da yerleşmiş bulunan Karmatiler üzerine bir ordu göndermiştir. Kafkasya bölgesinde Melikşah'ın Gürcistan'a üç sefer yapmıştır. Bu seferlerden 1078-79 ve 1086'da yapılanlara Melikşah şahsen iştirak etmiştir. Bu seferler sonunda Gence'de idarede bulunan Emir İİİ. Fazıl, Gürcüler Kralı ve bölgedeki diğer mahalli hükümdarlar Büyük Selçuklu Devletinin hakimiyetini kabul ettiler.
Güney-Doğu Anadolu'ya Diyarbakır'a yeni yerleşmiş olan Mervani Kürtleri buradan uzaklaştırmak için 1087'de veziri İbni Cahir'in hazırladığı planı uygulamaya başlamıştır. Sonra dikkatinin bu yörenin güneyine Musul ve Halep arasında bulunan ve "Ukeyl aşireti" Araplarınin yerleşmiş olduğu bölgeye çekmiştir. 1086-87'de kışın yapilan bir sefere şahsen iştirak edip Urfa, Halep, Antakya ve Lazkiye'nin Selçuklular eline geçmesini sağlamış ve Büyük Selçuklu Devleti Doğu Akdeniz kıyılarına erişmiştir. Böylesine geniş sınırlara hükmeden Melikşah Vardan Areveltsi'nin aktarımına göre deniz kıyısından aldığı toprak ile babasının mezarını ziyaret etmiş, kumu mezarın üzerine serperek şu sözleri söylemiştir: "Müjde sana ey baba! Çünkü çocuk olarak bıraktığın evladın dünyayı baştan başa fethetti!"
Melikşah'ın bu çok geniş alanlarda askeri seferler ve fetihler yapabilmesine başlıca etken babası zamandında geliştirilip yetiştirilen ordusudur. Bu Selçuklu ordusu bir profesyonel ordu idi ve "gulam" adı verilen kölemenler ve paralı askerlerden oluşmaktaydı. Melikşah'ın devamlı olarak asgari 46 bin süvari askeri emri altında olduğu belirtilmiştir. Bu askerlerie komuta eden yetenekli emirleri de bulunmaktaydı. Melikşah'ın emirleri arasında Emir Savtekin (ö.1084), Emir Bozan (ö.1094), Emir Porsuk (ö.1099), Emir Aksungur (ö.1094), Emir Goharayın (ö.1100) ve Kumak sayılabilir. Melikşah ülkesinin batısında yürüttüğü fetih politikasi Türkmen emirlere dayanmaktaydı. Örneğin Emir Artukü önce Filistin'e Atsız'a karşı sefere gönderdi; sonra Doğu Arabistan'da bulunan Karamatilere karşı seferde komutan yaptı. Yine Türkmen asıllı olan Emir Ahmed'i Gürcüstan'a ilk seferde komutan yapmıştı ve sonra yine Türkmen asıllı Emir Yakup ve Emir İsaböri'yi Gürcistan seferlerine komutan olarak tayin etmiştir. Yemen'e gonderdiği ordunun komutanı'da Türkmen Emir Çabak idi. Bu Türkmen komutanların yol açtığı fetihler çok kere göçebe Türkmenler yeni yerleşecek araziler sağlamaıştır. Örneğin Harran ve Diyarbakır ovalarına Türkmenler yerleşmiştir. Fakat Melikşah 'ın Sultanlığı'nın başında Türkmenlerklle arası iyi olmadığı iddia edilir. Buna örnek olarak 17 Nisan 1073'de amcası Kavurt Bey ile yaptığı "Karaç Muharebesi"'nde Türkmen emirlerinin muharebe içinde Melikşah ordusunu terk ettikleri gösterilir ve bu savaştan sonra da Melikşah'ın ülkesinin merkezinde bulunan İran'daki Cebal bölgesinde bulunan Türkmenleri zorla göç ettirip bu bölgeyi Türkmenlerden temizlediği de bu iddiaya ilave edilir.
Melikşah zamanında Büyük Selçuklu Devletinin sınırları Akdeniz ve Marmara Denizinden Kaşgar'a, Kafkasya'dan Yemen'e kadar uzanıyordu.
Melikşah askeri seferde olmadığı zamanlar İsfahan bölgesinde yaşamıştır. Bu nedenle İsfahan Melikşah döneminde Büyük Selçuklu Devleti'nin başkenti sayılmaktadır. Şahsi ve devlet hazinesi ile ordusunun kullanılmayan silahları İsfahan'dan 8 km güneyde Soffa Dağı zirvesinde bulunan bir dağ kalesi olan Dezkûh (veya Sāhdez)'de saklanmaktaydı. Saltanatını son dönemlerinde kendi kışlık ikametgâhını ve kışlık devlet merkezini Bağdad'a taşıma kararı almıştı. Bu nedenle 1092'de büyük masraflar ve yatırımlar yaparak bu şehri imar ettirip devletin ilerigelenlerine de büyük ikametgâhlar yaptırmıştı.
Melikşah'ın ülkesinin değişik kısımları aynı standartlara uyularak idare edilmemekteydi. Ülkenin merkezi bölgelerini ve stratejik önemi olan alanlarını (örneğin Bağdad, İsfahan, Nişabur, Harezm şehir ve bölgerleini) "sehna" adı verilen ordusunda başarı göstermiş olan gulam-kölemen asilli valilerle idare etmekteydi; örneğin Emir Atsız Harezm valisi, Emir Goherayin Bağdad valisi idi. Askeri fetihlerle eline geçirdiği kuzey Suriye ve Kafkaslarda da benzer idare uygulanmaktaydı. Emmir Savtekin Gence, Emir Yağı-Basan Antakya, Emir Aksungur Halep, Emir Bozan Urfa, Emir Çökermiş Musul valileri idiler. Buna benzer önemi olan yeni fetih edilmiş diğer bölgelere kendi Selçuklu sülalesinden gelen valiler tayin edilmekteydi ve bunlardan bazılarına "melik (kral)" unvanı verilmişti. Böylece Valvaley (günümüzde Kunduz Vilayeti) vadisine amcası Osman bin Çağrı; Tokaristan'a kardeşi Ayaz (ö.1073); sonra oğlu Tekiş bin Ayaz (ö.1084) daha sonra da onun oğlu Ahmet bin Tekiş; Herat'a kardeşi Boribars; Kerman'a (isyan çıkardığı için idam ettiği amcası Kavurt Bey'in oğulları) kuzenleri Sultanşah ve Turanşah; Azerbaycan'a kuzeni İsmail bin Yakuti bin Çağrı ve Suriye'ye kardeşi Tutuş vali olarak tayin edilmişlerdi.
Melikşah avlanmayı sever ve alimleri korurdu. Gazali, Kaşgarlı Mahmud ve Ömer Hayyam gibi alim ve şairleri himaye etti.
Bağdat'da Sultan Melikşah Camiini yaptırdı. İsfahan'da bir rasathane, çeşitli yerlerde ise kervansaray, köprü, imaret, kale, hisar ve medreseler inşa ettirdi. Fakat Melikşah'ın yaptırdığı eserlerden hiçbiri günümüze kadar gelememiştir. İsfahan ve Nişabur'da onun adına yaptırılmış binalar için hazırlanamış kitabeler bulunmaktadır. 1074'de Celalî takvimini hazırlattı. Bu takvim başkenti olan İsfahan'daki gözlemevinden yapılmış astronomik rasatlara bağlanmıştır.
Ticari mallardan alınan vergilerin bazılarını kaldırdı. Ermeni Patriğinin isteği üzerine kiliseleri, manastırları ve rahipleri vergiden muaf tuttu. Hac yollarında su kuyuları açtırdı ve bu yolların emniyetini sağladı.
Bir şii kaynağa göre Melikşah İslam içinde ayrılan mezheplerin nedenini ve hak olanı bulmak amacıyla, Bağdat'taki Nizamiye Medresesi'nde, çeşitli ilimlerde kendilerine güvenilir 10'ar tane Ehl-i Sünnet ve Caferî büyük alimini konuk etmiştir. Sultan Melikşah'ın kendi başkanlığında ve tarafsız olarak Nizamülmülk'ün danışmanlığında, Nizamülmülk'ün damadı olan Mukatil b. Atiyye'nin kaleme aldığı konferans 3 gün boyunca sürmüş, Caferî alimlerinin, Melikşah'ın bütün sorularına eksiksiz olarak Kur’an-ı Kerîm'den ve Hadis-i Şerifler'den delil getirdiğini görünce, çok şaşırmış ve şu ana kadar düşüncesinin yanlış olduğunu görüp Şiî mezhebine geçtiğini konferansta dile getirmiştir.. Hemen ardından Nizamülmülk başta olmak üzere mecliste bulunan alimlerden de büyük bir kısmı Caferî Mezhebi'ne dahil olmuşlardır.. Fakat daha sonra bazı Sünni alimler Sultan Melikşah ile veziri Nizamülmülk'ün aleyhinde karalama politikası güdüp ve sonunda hicri 12 Ramazan 485 yılı (16 Ekim 1092) Vezir Nizamülmülk'ü ve izleyen dönemde de Sultan Melikşah'ı daha 37 yaşında iken öldürttüler.
Bazı kaynaklar Nizamülmülk'ün Hasan Sabbah'ın emrindeki Haşhaşiler
tarafından öldürüldüğünü yazarlar.
Döneminde yazılmış olan bazı kronik-tarihçilerin eserleri de neden ve nasıl öldüğü hakkında farklı bilgiler vermektedirler. Tarihçi Ebu'l Feda Sultan Melikşah'ın 1092/1093 (Hicri 485)'de Bağdad'da bir sürek avından sonra hastalanıp öldüğünü yazmaktadır. Kronik-tarihçi Hamdullah
Müstevfî-i Kazvînî "Târîh-i Güzîde" adlı eserinde Melikşah'ın Kasım 1092'de (Hicri Şevval 485'de) 38 yaşında iken Bağdad'da bir sürek avından sonra öldüğünü bildirmektedir. Ermeni kronik-tarihçi Vardan'a göre 1092'de "barış seven sultan karısı tarafından zehirlenip" öldürülmüş ve babası Alparslan'in yanında Merend'da gömülmüştür. Kronik-tarihçi Kırakos Ganjaketsis yazdığı Ermenistan Tarihi eserinde Melikşah'ın 20 yıl hüküm sürüp Ermeniler dahil tüm tebaları için iyi işler yaptığını fakat karısı tarafından zehirlenerek öldürüldüğünü yazmaktadır. Urfalı Matias adlı Hristiyan kronik-tarihçi ise Melikşah'ın 27 Şubat 1092 veya 25 Şubat 1093'da Bağdad'da karısı olan Semarkand sultanının kızı tarafından zehirlenip öldürüldüğünü ve babası Alparslan'ın yanında Marand'da defin edildiğini bildirmektedir.
Arnavutluk millî futbol takımı
Arnavutluk millî futbol takımı, Arnavutluk'u uluslararası arenada temsil eden futbol takımı. Arnavutluk Futbol Federasyonu tarafından kontrol edilmektedir.
2016 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Portekiz, Danimarka, Sırbistan ve Ermenistan ile mücadele eden Arnavutluk, 4 galibiyet, 2 beraberlik ve 2 mağlubiyet ile 14 puan toplayarak ikinci sırada yer aldı ve Portekiz'in ardından Avrupa Futbol Şampiyonası'na doğrudan katılım hakkı elde etti.
Elemelerde Sırbistan ile 14 Ekim 2014'te oynadığı maçta bir grup Arnavut, bir hava aracıyla sahanın tepesinde, üzerinde Büyük Arnavutluk haritası olan bir pankart gezdirmeye başlaması üzerine söz konusu pankartı indirmeye çalışan Sırp futbolcular ile Arnavut futbolcuların arasında çıkan gerginlik tribünlere de sıçrayınca Arnavutluk takımı sahadan çekildi ve maç tatil edildi. Sonrasında UEFA, sahadan çekildiği için Arnavutluk'u 3-0 hükmen mağlup sayıp Sırbistan'a da çıkan olaylar neticesinde "3 puan silme cezası" verince iki ülke federasyonu da CAS'a itiraz etti. CAS ise 15 Temmuz 2015'te verdiği kararda Sırpların itirazını reddederken Arnavutluk'unkini kabul etti ve Sırpların cezası sabit kalırken Arnavutluk maçı 3-0 hükmen kazanmış sayıldı.
Aşağıdaki 23 oyuncu Euro 2016 kadrosunda yer alıyor; Bir sonraki 3 Haziran'da 2016 tarihinde Ukrayna'ya karşı bir dostluk maçı oynayacak.
Moldova millî futbol takımı
Moldova millî futbol takımı, Moldova'yı uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. Önceleri Romanya ve SSCB'nin bir parçası olan Moldova ilk millî maçını 1991'de Gürcistan ile oynadı. Avrupa'nın güçsüz takımlarından biri olan Moldova tarihinde hiçbir uluslararası organizasyona katılamadı.
Aşağıdaki kadro Mayıs 2016 tarihinde Hırvatistan'a karşı dostluk maçları için çağırıldı:
Battle Hymns
Battle Hymns heavy metal grubu Manowar'un 1982 yılında çıkardığı albümdür. Grubun ilk albümüdür.
|
Yeşiloba, Yunak
Yeşiloba, Konya'nın Yunak ilçesine bağlı bir mahalledir.
Köy halkı, Türkmenlerden oluşmaktadır.
Bu bölgenin Bizans dönemine kadar uzanan bir yerleşim yeri olduğu sanılmaktadır. Mahallenin bulunduğu kısım eskiden beri yayla olarak kullanılmaktadır. 1940'lardan itibaren sürekli yerleşim yeri olarak kullanılan bu bölge, yerleşenlerin çoğalmasıyla 1971 yılında köy olmuştur. Buraya sürekli yerleşen aileler Hursunlu mahallesinden gelmiştir. Eski ismi Kızılkuyu’dur. Toprağının kızıl olması ve mahallede bulunan kuyudan ismini almıştır. Mahallede tek sülale vardır (Tunçez'ler) ve halkı Turgut’tan göç eden eski Türkmenlerdir. Mahallenin kurulduğu bölgenin yeşillik olması nedeniyle "Yeşiloba" adını almıştır.
Mahalle genel olarak yeşilliktir. Karşılıklı dağların ortasında yer alır.Etrafı dağlarla çevrilidir.Rakımı 1040m'dir
Mahallenin iklimi, karasal iklimdir.
Konya'ya uzaklık : 212 km.
Yunak'a uzaklık : 35 km.
Akşehir'e uzaklık: 75 km.
Turgut'a uzaklık : 9 km.dir.
Akşehir- Yunak yolu üzerinden 48. km'de sağdan Turgut yönüne dönülür. 18 km sonra Turgut'a varıldıktan sonra 9 km güney yönüne gidilir.
Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede genellikle buğday ve arpa yetiştirilir. Hayvancılık yapanlar da olup, hayvancılığa oldukça elverişlidir. Üç tarafı dağlarla çevrili olup dağlarında menekşe ağaçları yetişmektedir. Sulu tarım olmamasına rağmen verimli topraklara sahiptir. Ayrıca son yıllarda sulu tarım da yapılmaya başlanmıştır.
Mahallede ilköğretim okulu vardır. Mahallede okul olmasına rağmen öğrenci azlığından ilköğretim öğrencileri taşımalı öğretim görmektedir. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır. kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi yoktur. PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye asfalt yol yapılmıştır.Mahalle içleri kilit taşı ile döşenmiştir.
Heckler & Koch HK33
HK33, G3 piyade tüfeğinin 90'lı yıllara güncelleştirilmiş, NATO standardına getirilmiş versiyonudur. Türk Silahlı Kuvvetleri bu silâhı fizikî ömürlerini tamamlamakta olan G3 ile değiştirmek istemekteydi. Fakat, HK416 varyasyonu Mehmetçik-1'in üretilmesine karar verildi. HK33 Türkiye'de MKEK tarafından üretilmektedir. TSK tarafından komando, jandarma, özel harekât ve bazı ÖKK birliklerinde kullanılmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri için MKEK tarafından lisans altında üretilen HK33, G3 piyade tüfeği üzerinde geliştirilmiştir. 5,56 x 45 mm olan HK33'ün otomatik atışlardaki isabet oranı G3'e göre önemli ölçüde arttırılmıştır. Standart olarak 30 fişeklik bir şarjör ile birlikte kullanılan tüfeğin, 25 ve 40 fişeklik şarjör opsiyonları da mevcuttur.1986 yılında seri üretimine başlanan HK33, Malezya,Şili ve Tayland tarafından da kullanılmaktadır. Dönemsel olarak komando birliklere verilecek olan HK33'ler ilerde tüm piyade erlere dağıtılması planlanmaktaydı, ancak MKEK Ar-Ge ortağı Sarsılmaz Silah Sanayi ile %100 yerli MPT-76 piyade tüfeğini yapınca bu plan da rafa kalktı.
Ayrıca MKEK, bu silahın yerli üretimi olan MKEK T-50 Saldırı tüfeği, MKEK T-12 Keskin nişancı tüfeği'ni üretmiştir.
Celal Bayar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Celal Bayar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Manisa'nın ilk yükseköğretim kurumu olma özelliğini taşıyan, şu an Celal Bayar Üniversitesi'ne bağlı bir fakültedir. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, 1975 yılında Ege Üniversitesi'ne bağlı olarak önlisans proramı, daha sonraları ise; lisans düzeyinde Manisa Maliye-Muhasebe Yüksekokulu adıyla 4 yıllık eğitim-öğretim hizmeti vermeye başlamıştır. 1987'de Dokuz Eylül Üniversitesi altında eğitim vermiş, daha sonraları Celal Bayar Üniversitesi bünyesinde yeniden yapılandırılan ilk ve kurucu fakülte olmuştur.
Kenan Evren sanayi sitesi karşısında Uncu Bozköy kampüsünde, lisans düzeyinde örgün (gündüz) ve II.öğretim (gece) olarak eğitim öğretim yapılmaktadır.İngilizce eğitimin isteğe bağlıdır İngilizce eğitim görmek isteyenler için hazırlık sınıfı zorunlu olup, eğitim süresi boyunca, bölümler tarafından belirlenen sayıda ders İngilizce okutulmaktadır.
Kampüste İİBF dekanlık binası, derslik binası , amfi binası ,kantin Süleyman Demirel Kültür Merkezi , Tıp Fakültesi derslikleri ve yeni inşa edilen ebelik ve hemşirelik bölüm binası bulunmaktadır.
1995 yılından beri , İİBF Yönetim ve Ekonomi Dergisi (ISSN-1302-0064) adıyla yılda iki sayıdan oluşan bir dergi yayımlanmaktadır. Dekanlığını Prof.Dr. Mustafa Miynat yapmaktadır.
Bu bölümlerden iktisat, işletme, maliye ve Kamu Yönetimi eğitim öğretime devam etmekte diğer bölümler önümüzdeki yıldan itibaren öğrenci almaya başlayacak.
Silvio Piola
Silvio Piola (29 Eylül 1913 - 4 Ekim 1996) İtalyan golcü futbolcudur. İtalyanın en üst düzey ligi Serie A'nın tarihinin en çok gol atan futbolcusudur. Bu ligde 1929 ile 1954 yılları arasında çeşitli takımlarda oynamış ve toplam 274 gol atmıştır.
İtalya millî futbol takımında 34 kez forma giymiş ve 30 gol atmıştır. 1938 FIFA Dünya Kupası'nda İtalya kadrosunda yer almış ve şampiyonluk yaşamıştır.
"Not: Takımları yanındaki sayı toplam oynadığı maçı, parantez içindeki sayı ise attığı golü göstermektedir."
Sedat Özden
Ali Sedat Özden (d. 30 Ağustos 1953, Bursa), eski Türk millî futbolcu, Teknik Direktör. Bursaspor'nun efsane olmuş futbolcusu.
Futbola Bursaspor Genç Takımı'nda başlayan Sedat Özden, daha sonra Sölöz Gençlerbirliği ve Bursa Gençlerbirliği'nde oynadı. 1973'te Bursaspor'a geçti ve Bursaspor için ilk resmî maçını, 17 Mart 1974'te Samsunspor'a karşı oynadı. Takımda iki adaşının (Sedat Habeş ve Sedat Özbağ) olmasından dolayı ve o zamanlar futbolcuları soyadlariyla anılmadığından adaşlarından ayırt edebilmek için Sedat 3 lakabıyla anılmaya başladı.
İstanbul takımlarından defalarca transfer teklifi almasına rağmen yeşil-beyazlı formayı üstünden hiç çıkarmadı. 1985-86 sezonunda Bursaspor ile Türkiye Kupası Şampiyonluğu yaşadı. Bursaspor'la özdeşleşen efsane kaptan 1986 yazında futbolu bıraktı.
Sedat Özden, tüm futbolculuk kariyerini doğduğu ve yetiştiği kentin takımında geçiren nadir oyunculardan biri olarak Türk futbol tarihine geçmiştir.
36 kez millî takımlara çağrılan Sedat Özden, 1 kez Türkiye U-21, 34 kez de Türkiye A millî takım forması olmak üzere toplam 35 kez millî formayı giymiştir ve bu müsabakalarda 7 gol kaydetmiştir.
İlk kez 23 Mart 1977 tarihinde A millî takım formasını Romanya ile oynanan Balkan Kupası müsabakasında giydi. Daha sonraları, A millî takımın değismez oyuncusu oldu ve bununla beraber 3 müsabakada A millî takımın kaptanlığını üstlendi.
16 Ekim 1985 tarihindeki oynanan İngiltere-Türkiye 1986 FIFA Dünya Kupası Elemeleri maçında efsanevi Wembley Stadyumu'na çıkan Türkiye A millî takımın kaptanlığını yaptı.
Sedat Özden 1986-87 Türkiye 1. Futbol Ligi sezonu'nun 11. haftasinda teknik direktör Toma Kaleperoviç ile yollarını ayıran Bursaspor'u geçici olarak beş haftalığına çalıştırmıştır.
BOSSEK
Bursa Otomobil Sporu Sevenler Kulübü (BOSSEK), Türkiye'nin en eski otomobil sporları kulübü olup, 10 Eylül 1972 tarihinde Orhan Akiş'in kurucu başkanlığında kurulmuş ve 30 yıldan bu yana faaliyetlerini devam ettirmiştir.
Orhan Akiş'in ardından sırasıyla Feridun Pehlivan, Mahmut Erdilek, İsmail Koşarer, Sabri Ersavaş, Raşit Barışıcı, Selçuk Özsevinç, Fethi Önder ve Emin Akça başkanlık görevini yürütmüş ve son olarak da halen bu görevi sürdürmekte olan Erdal Elbay başkanlığındaki yönetim görevi devralmıştır.
Akçapınar, Ula
Akçapınar, Muğla'nın Ula ilçesine bağlı bir .
Akçapınar, il merkezi Muğla'ya 42 km, ilçe merkezi Ula'ya 20 km, yakınında bulunan Marmaris'e ise 26 km uzaklıktadır.
Mahallede, ilköğretim okulu vardır fakat faal değildir. Mahallenin kanalizasyon şebekesi yoktur,içme suyu şebekesi vardır. PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.
Mahallenin iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir.
Metro
Metro, hızlı taşımacılık için kullanılan şehiriçi raylı metro sistemidir. Belirli bölgelerde istasyonları olur. Bölgenin yoğunluğuna göre istasyon kapasiteleri artabilir ve istasyon mesafeleri yakın olabilir. Metro sistemi rayın yanına bağlı olan enerji (kataner) sisteminden alır. Metro hatlarının en önemli özelliği hızlı, güvenli, konforlu olması ve başka trenlerin geçmediği sadece metro trenlerine özel sistemli ray hattı olmasıdır. Geçtiği bölgenin imkanına göre viyadük, hemzemin, veya yeraltından gidebilir. Metro hatları yol ve diğer demir yollarına kesişmez, bağlantısı olmaz. Çoğu bölegelere ara hat ayrılmaktadır.
Anders Fridén
Anders Fridén, İsveçli melodik death metal grubu In Flames vokalistidir. Ayrıca Dark Tranquillity ve Passenger'ın eski üyesidir. "The Jester Race" albümünden beri Anders Fridén, grubun ana söz yazarıdır.
Çiroz
Çiroz şu anlamlara gelebilir:
Dolaylı tutum stratejisi
Dolaylı tutum stratejisi, bir askeri strateji olarak, düşmanın ana kuvvetlerinin savaş alanında imha edilerek yenilmesi şeklindeki geleneksel doğrudan tutumdan farklı olarak, düşmanın fizik ve psikolojik dengesinin bozularak savaşma kararlılık ve gücünün kırılmasına yönelik stratejik tutumlardır.
Yaşamın hemen her alanında uygulanabilen bir genel prensip olarak dolaylı tutum, karşı tarafın direncini zayıflatmak, savunma durumu almasını engellemek ya da en azından teşvik etmemek şeklinde formüle edilebilir. Dolaylı tutumun askeriyede uygulanışı da aynı mantığı içermektedir.
Geleneksel doğrudan tutum, Clausewitz’in Savaş Üstüne adlı çalışmasında en net şekliyle formüle edilen tutumdur. Clausewitz’in formüle ettiği şekliyle, düşmanın ana kuvvetlerinin savaş alanında kesin bir şekilde imha edilmesidir. Savaş tarihi boyunca pek çok komutan ve askeri teorisyen tarafından, savaşı kazanmanın tek kesin yöntemi olarak kabul edile gelmiştir.
Oysa düşmanın hazırlıklı olduğu, öngörebileceği bir hareket tarzı, doğal olarak onun dengesini pekiştirerek direnç gösterme olanaklarını artırır. B.H.Liddell Hart, “Stratejide en dolaşık yol, |
çok kez hedefe ulaşmada kullanılan en kısa yoldur” diye yazmaktadır.
Bir askeri manevra olarak dolaylı tutum, düşmanın en az beklediği hattan, dolayısıyla en az direnç görecek hattan girişilecek bir ya da bir dizi manevrayı ifade eden taktiksel ya da operatif (operasyona yönelik) bir kavramdır.
Dolaylı tutum stratejisi ise, izlenecek tüm taktik ve stratejilerin, düşmanın fizik ve psikolojik dengesini çökertmeye yönelmesidir. Bunun sağlanması, düşmanın savunma ve direnç gösterme anlamında hazırlıksız yakalanması olduğu kadar, hazırlık yapma olanaklarının elinden alınmasını da içine alır.
Dolaylı tutum stratejisi ilk olarak Liddell Hart tarafından formüle edilmiş olmakla birlikte, tarihteki pek çok kesin sonuçlu harekatta izlenmiş olan bir stratejidir.
Yıldırım savaşı taktikleri de esas olarak dolaylı tutum stratejisine dayanmaktadır.
Çiroz (mühendislik)
Çiroz (mühendislik) Betonarme yapılarda; kolon ya da perde yapımında kullanılan etriye şeklidir. Düşey donatıların etrafının etriye ile dolanılamadığı durumlarda kullanılır. Uçları kıvrılmış çelik çubuğun karşılıklı düşey donatıyı tutması işine yarar. Bombelenme boyunu kırmak için kullanılır.Perde lerde en az m'ye 4 tane yapılması 1997 Deprem Yönetmeliği'nce zorunludur. Şaşırtmalı düzenleme esastır.
Küba Devrimi
Küba devrimi, 26 Temmuz Hareketiyle birlikte kovulan Fulgencio Batista rejimi yerine Fidel Castro önderliğinde yeni bir Küba hükümeti kurulması. Süreç 26 Temmuz 1953 Moncada Kışlası isyanıyla başlar, 1 Ocak 1959'da Batista'nın kovulması ve Santa Clara, Santiago de Cuba şehirlerinin Fidel Castro, Che Guevara, Raul Castro liderliğindeki isyancılar tarafından ele geçirilmesiyle son bulur. "Küba devrimi" terimi, aynı zamanda kısaca Batista'nın devrilmesi ve sosyalist ilkelerin yeni Küba Hükümeti tarafından uygulanmasını da belirtir.
26 Temmuz 1953 tarihinde yaklaşık yüz kişilik az cephaneli gerilla grubu Moncada Kışlası'na saldırdı. Birçoğu saldırıda hayatını kaybetti. Hayatta kalanlar, Fidel Castro ve Raúl Castro da bu gruba dahildir, kısa süre içinde yakalandı. Dava sonunda hepsi uzun süreli hapis cezaları aldı. Castro, Isla de la Juventud adasında yer alan "Presidio Modelo" hapishanesinde geçirmek üzere 15 yıl hapis cezası aldı.
1955`te baskılar üzerine Batista Moncada baskıncıları da dahil bütün politik mahkûmları serbest bıraktı. Castro kardeşler Meksika'ya sürgün edildi. Burada sürgün edilmiş diğer Kübalılarla tanışıp daha da güçlendiler. Bu yeniden örgütlenme sürecinde Castro, Arjantinli doktor Ernesto "Che" Guevara ile tanıştı, Che de onlara katılmakta gecikmedi. Burada Kübalı eski askeri lider devrimci Alberto Bayo tarafından eğitildiler.
Meksika'da eğitilen grup Fidel Castro önderliğinde Küba`ya gitmek için Kasım 1956'ta Granma yatına bindiler. Planlarına göre Doğu Küba'ya geldikleri zaman Küba'da kalan isyancılar tarafından genel bir çatışma başlatılacak böylelikle Batista hükümetini çabucak devireceklerdi.
Granma yatı Küba'ya planlanan zamandan daha geç ve planlanan bölgeden daha doğuya vardı. 26 Temmuz Hareketi'ne bağlı olan "llano" kanadıyla temas etmek zorlaştı ve koordine bir saldırı gerçekleştirilemedi. Varıştan sonra gerillalar Sierra Maestra dağlarına kendi çabalarıyla ilerlemeye başladılar. Kısa bir süre sonra Küba Hava Kuvvetleri'nin saldırısı sonucu birçok kişi hayatını kaybetti, yüz civarında kişiden geriye 15-20 kişi kalmıştı. Hayatta kalanlar küçük gruplara ayrılıp, dağlarda ilerleyerek hayatta kalan kişilere ulaşmaya çalıştılar. Birbirlerini bulmaları köylü sempatizanlar sayesinde oldu. Bu 12 kişilik küçük grup, Fidel Castro, Raúl Castro, Camilo Cienfuegos ve Che Guevara da buradaydı, gerilla kuvvetinin çekirdek lider grubunu oluşturacaklardı.
1956'dan 1958'in ortalarına kadar Castro Ramos Latour, Frank País, Huber Matos ve diğerlerinin yardımıyla Sierra Maestra dağlarındaki ufak Batista garnizonlarına başarılı saldırılar düzenledi. Cevap olarak Batista kontrolü kaybetmemek için Küba'daki şehirlerde kanlı tepkiler verdi. Che Guevara ve Raúl Castro da dağlarda Batista yanlılarını ve Castro düşmanlarını idam ederek politik kontrolü sağladı.
Bu zaman diliminde Castro ve ekibi yaklaşık 200 kişiden oluşuyordu ve bu sayı Küba ordusu ve polis gücünün toplamına (30.000-40.000 arası Bockman, Chapter 2) oranla oldukça küçüktü. Fakat her çatışma öncesi savaşmaya isteksiz olan orduydu ve saldırıları etkisiz oluyordu. Batista güçleri için diğer bir sorun ise Birleşik Devletler tarafından 14 Mart 1958'de konulan ambargoydu. Küba Hava Kuvvetleri uçakları tamir ettiremiyor ya da yedek parça alamıyordu.
Batista güçleri sonunda Verano Operasyonuyla dağlara güçlü biçimde saldırmaya başladı. 12.000 asker (yarısından fazlası eğitimsiz erdi) bu operasyona katıldı fakat Castro'nun kararlı savaşçıları tarafından püskürtüldü. Örneğin 11 Temmuz'dan 21 Temmuz'a kadar süren La Plata Muharebesi'nde Castro'nun güçleri 240 kişiyi esir alırken sadece 3 kişi kaybetti. 29 temmuzda General Cantillo'nun tuzağına düşen Castro ve savaşçıları yaklaşık 70 kişiyi yitirdi. Castro 1 Ağustos`ta geçici ateşkes önerdi ve Cantillo kabul etti. Pazarlıklar sürerken Castro savaşçılarını tekrar dağlara taşıdı ve operasyonu en az kayıpla bitirdi. Büyük umutlarla başlatılan Verano Operasyonu Batista hükümeti için başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Batista saldırısı başarısızlığa uğratıldıktan sonra 21 Ağustos 1958 tarihinde Castro güçleri saldırmaya başladı. Fidel Castro, Raúl Castro ve Juan Almeida komutanlığındaki "Oriente" bölgesinde (şimdi 4'e ayrılmıştır, Santiago de Cuba, Granma, Guantánamo, Holguín) 4 cephe kurulmuştu. Batista saldırısı sırasında ele geçirilen cephaneler oldukça işe yaramıştı ve Castro güçleri seri halde zafer kazanmaya başladı.
Bu sırada, Che Guevara, Camilo Cienfuegos ve Jaime Vega kumandanlığındaki 3 ekip de Santa Clara'ya doğru ilerlemekteydi. Jaime Vega ekibi yok edildi. Kalan iki ekip ana merkezlere ulaşarak Castro kumandanlığında olmayan direniş örgütleriyle birleşti. Cienfuegos 30 Aralık 1958'de Yaguajay Çarpışması'nı kazanarak önemli bir başarı elde etti ("Yaguajay Kahramanı" ismi buradan gelir). Ertesi gün (31 Aralık) Santa Clara şehri Che Guevara, Cienfuegos ve William Alexander Morgan güçleri tarafından ele geçirildi. Bu haberler Batista'yı paniğe sürükledi. Haberi aldıktan saatler sonra, 1 Ocak 1959 tarihinde uçakla Dominik Cumhuriyeti'ne kaçtı.
Castro, Batista'nın kaçtığını duydu ve Santiago de Cuba'yı almak için görüşmelere başladı. 2 Ocak'ta Albay Rubido askerlerine Castro güçleriyle savaşmamalarını emretti ve şehir ele geçti. Guevara ve Cienfuegos da Havana'ya aynı saatlerde girdi. Santa Clara'dan Küba'nın başkenti Havana'ya gelirken hiçbir güçle karşılaşmamışlardı. 6 Ocak'ta Castro Havana'ya ulaştı. Küba'nın yeni başkanı ve lideri belli olmuştu.
Küba Devrimi zafere ulaştıktan sonra Küba toplumunun ekonomik ve sosyal hayatında çok önemli değişiklikler gerçekleştirmiştir. Özellikle başta United Fruit Company, Shell ve ITT gibi yabancı işletmelerin kamulaştırılması, toprak reformunun gerçekleştirilmesi gibi uygulamalar ülke ve ülke dışında yoğun ilgi çekmiştir. Adada büyük yatırımları bulunan ABD, Castro yönetimini devirmek için çeşitli girişimlerde bulunmuş, Batista yanlısı ordunun kılıç artıklarından meydana getirdiği 2506. Tugay adındaki askeri birlikle adayı Domuzlar Körfezi Çıkartması olarak bilinen saldırıyla işgal etmeye çalışmıştır. İşgal girişiminin püskürtülmesiyle Küba hızla sosyalist sisteme geçmiş ve Sovyetler Birliği ile ilişkilerini sıkılaştırmıştır. ABD'nin düzenlediği ve adadaki Guantánamo Üssü'nden de desteklenen Mongoose Operasyonu yüzünden işgal edilme tehlikesi bir kez daha belirince Castro yönetimi adaya Sovyet balistik füzelerini yerleştirerek Küba Füze Krizi'nin patlak vermesine yol açan süreci başlatmıştır. Adaya 2015 yılından itibaren ambargo uygulanmamaktadır ve ABD vatandaşlarına turistik geziler düzenlemektedir.
Teknoloji TV
Teknoloji TV, yayın hayatına ilk olarak 12 Ekim 2003 tarihinde Digiturk platformu üzerinde başlamıştır. Bir yıl sonra maddi zorluklar yüzünden kapanmak zorunda kalmış, ancak kapandıktan üç ay sonra yeni genel müdür "Mehmet Marangoz" ve eski kadronun hemen hemen tamamıyla, bu sefer Türksat uydusu ve TurksatKablo şebekesi üzerinden yeniden yayın hayatına geçmiştir. Daha sonra kanal 8 Aralık 2007 yılında Aydın Doğan tarafından satın alınmış ve 4 Ocak 2008 yılında yayınını durdurmuştur.
Haftaiçi her gün yayınlanan, Burak Aydoğan ve Serkan Ayan'ın sunduğu Kapanış Sayfası aldığı her program aldığı binlerce mesaj ile dönemin fenomen programlarından biri olmuştur. Teknolojik geyik muhabbeti üzerine kurgulu Kapanış Sayfası, Türk televizyonlarının en interaktif programlarından biri olma özelliği de taşımaktadır.
Kanalın dikkat çeken ve en çok izlenen programları arasında Türkiye'de ilk uyguladığı yardım masası formatıyla DrX, ve bir oyun programı olan Oyun Stüdyosu da vardır. DrX programı hem eğlenceli hem de tüm merak ve problemlere ışık tutan yapısıyla kanalı dikkat çeker hale getirdiler. Türkiye'nin Teknoloji Televizyonu olarak seyirci karşısında yer bulan Teknoloji Televizyonu Magazinden Spor a kadar her türlü yapımlarıyla dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Yapımcılığını ve Yönetmenliğini Uğur Özarslan'ın yaptığı Otoloji,Tek Magazin, Elektronik Hobiler, Mercek gibi programlar Televizyonu lokomotifleri arasında yerini aldı.
Kabardino-Balkarya'nın idari yapılanması
Menemen (yemek)
Menemen, yumurta, biber, domates ve isteğe bağlı soğan kullanılarak yapılan bir Türk yemeği.
Kızan yağa ilk olarak soğanlar atılarak pembeleşene kadar kavrulur. Ardından biberler atılarak hafifçe kavrulur, doğranmış domates malzemeye eklenir, domates suyunu bırakana kadar pişirilir. Sayısı ihtiyaca göre değişecek yumurtalar kırılır ve karıştırılarak pişmeye bırakılır. Daha sonra yemeğin üzerine isteğe göre pul biber, nane gibi baharatlar atılabilmektedir. Yumurtaların pişmesiyle yemek hazırlanmış olur. Sucuk, pastırma, sosis veya peynir eklenerek de yapılabilir, ancak bu geleneksel tarif |
ten uzaklaştırır.
Yükselen burç
Batı astrolojisinde, yükselen burç, kişinin doğum anında, doğu ufkunda yükselen burca verilen addır. Yıldız haritasında, doğu ufuk çizgisine bakıldığında doğu tarafında bu burç gözükür. Yükselen burç astrolojide aynı zamanda birinci evin yönetcisidir.
Bogie
Boji, demiryolu taşıtlarının bir bileşenidir. Görevi tekerleklerin hareketini sağlamak ve taşıtın geri kalan kısmını taşımaktır.
Boji'in esas kullanım amacı uzun olan demiryolu taşıtlarının kıvrımlı raylarda daha uyumlu geçişini sağlamak, rijid yapıya sahip olan sabit konumlu tren tekerlek dingilinde taşıtın vagon kısmında rayların pozisyonlarındaki düzensizliklerle olan bağını yok etmek amacı ile ikinci bir yay basamağı elde edebilmek ve böylece de sürüşteki konforu artırmaktır. Boji'ler daha iyi sürüş özellikleri sağlamak, rayda daha az aşınmaya yol açmak ve daha az raydan çıkma tehlikesi sunmak ile yükümlü bileşendir. Boji'deki dingil sayısı arttıkça ray kıvrımlarından geçişteki konumlanışları daha da önem kazanmaya başlar.
Boji'nin gözlemleneceği sabit noktalar dingil kutularıdır. Dışarıdan konumlandırılmış yük vagonu bojileri için yatay genişlikleri; tekerlek dingilleri ve boji gövdesini uyumlu tutmak içindir ve UIC rayları için standart bir değer taşırlar. Dışarıdan konumlandırmadaki kasıt dingil yuvası ve boji gövdesinin parçalarının teker disklerinin dışında bulunmasıdır ki, içerden konumlandırılmış bojilerde tekerlerin arasında bulunurlar.
Yolcu vagonu ve lokomotif bojileri iki aşamalı yay sistemine sahipken, yük treni bojileri genelde tek aşamalı yaya sahiptirler. Teker dingil bileşenleri ile boji arasında birincil yay, boji ile vagon arasında ise ikincil yay yer alır.
Dingil yuvası üzerinde yer alan birincil yay tabaka, burma ya da lastik yaydır.
İkincil yay ise yolcu vagonlarında genelde burma ya da hava yaylarından, lokomotif bogîlerinde ise burma yaylardan oluşur
Bojiler daha da karmaşık halde olabilirler.
Kobe Tai
Kobe Tai (d. 15 Ocak 1972) Tayvan ve Japon melezi, Asya asıllı Amerikalı bir porno yıldızıdır. Gerçek ismi Carla Carter'dır. Kobe Tai, Taipei - Tayvan'da doğmuştur. 5 aylıkken Arkansas'ta, Amerikalı bir aile tarafından evlat edinilmiştir. Çifte vatandaşlığa sahiptir.
Ayrıca, 2002 yılında yürürlülüğe giren Popmundo isimli interaktif oyunda, Meryem Ana'yı temsilen bulunan kurgusal bir karakterdir ve oyunun ilk annesidir.
Yeşiloba
Proleter enternasyonalizm
Proleter enternasyonalizm, işçi sınıfına ait bütün dünyadaki insanların millete bakmaksızın dünya devrimini gerçekleştirmek için birlik içerisinde hareket etmesi gerektiğini söyleyen Marksist sosyal sınıf teorisidir. Komünist Manifesto`nun son dizesi ""Dünyanın bütün işçileri, birleşin!"", proleter enternasyonalizmin sloganıdır.
İşçilerin birlik olması (sendikaların kurulması ve güçlenmesi) patronlara karşı daha önemli bir pazarlık gücü getirir. Uluslararası düzeyde bütün işçilerin birlik olması ise patronların artık istediği gibi hükmedemeyeceği anlamına gelmektedir. Proletaryanın "sınıfsal çıkarları", bütün insanlığın gelecek çıkarları ve özlemleriyle özdeş anlamda ele alındığından dolayı, proletarya ulusal nitelikte degil enternasyonal niteliktedir. Marksist siyasal teori, insanlığın kurtuluşunun proletarya enternasyonalizminin bir eseri olacağını savunur.
Proleter enternasyonalizmin aynı zamanda milliyete dayalı savaşlara karşı caydırıcı bir güç olacağı varsayılmaktadır. Çünkü milliyetleri farklı olan fakat ortak çıkara sahip insanların, aynı sınıfa ve ortak toplumsal çıkarlara sahip oldukları diğer insanlara karşı silahlanmak istemeyeceği düşünülmektedir.
Fenerli Rumlar
Fenerli Rumlar ya da Fenerliler Osmanlı döneminde İstanbul'un Fener semtinde oturan zengin ve nüfuz sahibi Rum ailelere verilen isimdi. Özellikle 18. yüzyılda Fenerli Rumların gücü çok arttı. Osmanlı Devleti'nin Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerinde tercümanlık görevini üstlendiler. Ayrıca Osmanlı Devleti 18. yüzyıl boyunca Eflak ve Boğdan eyaletlerinin voyvodalarını Fenerli Rumların arasından seçti.
1453 yılında Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u fethettiği zaman Rum Ortodoks Patrikhanesinin sadece çalışmalarına devam etmesine izin vermekle kalmamış patrikhaneyi koruma altına almış ve Osmanlı İmparatorluğu'ndaki bütün Ortodoks Hıristiyanların ruhani merkezi olarak ilan etmişti. Zamanla eski Bizans İmparatorluğunun önde gelen aileleri ve İstanbul'un ticaret yoluyla zengin olmuş Rumları Fener semtinde yoğunlaştılar. Zengin Rumlar gösterişli evler inşa ettiler. Böylece İstanbul'un Fener semti Osmanlı İmparatorluğu'nda Rum kültürü ve etkinliğinin merkezi haline geldi.
Başlangıçta Fenerli Rumlar Müslüman olmamaları nedeniyle Osmanlı yönetiminden uzak kaldılar. Ancak Fenerli Rum ailelerin çocuklarını Avrupa şehirlerinde öğrenim yapmak için göndermeleri ve Fenerli Rumların dinsel yakınlık nedeniyle İstanbul'daki Avrupalılarla yakın ilişkiler girmeleri sonucu Avrupa dillerini Müslüman Osmanlılardan daha iyi bilir duruma gelmelerine yol açtı. Müslümanlar genellikle Arapça ve Farsça gibi yabancı dilleri öğrenmekteyken Rumlar daha çok Latince, Fransızca, İtalyanca, Almanca gibi dilleri biliyorlardı. Bu dilleri bilmeleri Osmanlı Devleti'nin Avrupa ülkeleriyle olan dış ilişkilerinde önem kazandı ve özellikle 17. yüzyılda Fenerli Rumlar tercüman olarak Osmanlı Devleti'nin hizmetine girdiler.
Osmanlı İmparatorluğu'nun Gerileme dönemine denk gelen bu dönemde Fenerli Rumların tercümanlık rolü çok daha önem kazandı çünkü Osmanlıların bu dönemde imzaladığı antlaşmalarda genel olarak toprak kaybı söz konusuydu ve antlaşma müzakerelerinde Avrupa dillerini iyi bilmek çok daha fazla önem taşıyordu. Fenerli Rumlar Avrupa dillerini iyi bildikleri için bu göreve en uygun Osmanlı vatandaşlarıydılar.
Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın 1671 yılında baş tercüman olarak göreve getirdiği Aleksandros Mavrokordatos Osmanlı tarihindeki ilk en yüksek göreve getirilen Fenerli Rum olarak bilinmektedir. Aleksandros Mavrokordatos Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sırasında da görevine devam etti ancak II. Viyana Kuşatmasının başarısızlığa uğraması sonucu gözden düşerek görevden alındı. Bir süre saraydan uzak kalmasına rağmen Aleksandros Mavrokordatos sonunda tekrar saraya döndü. Aleksandros Mavrokordatos'un yıldızı özellikle 1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması'nın müzakereleri sırasında parladı. Her ne kadar bu antlaşma toprak kaybıyla sonuçlanmışsa da antlaşmanın müzakereleri sırasında gösterdiği başarı takdirle karşılandı ve emekliye ayrıldığında oğlu onun yerine Nikolas Mavrokordatos baş tercüman yapıldı.
17. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı Devleti Eflak ve Boğdan vilayetlerinin beylerini yerli asillerden seçmekteydi. Bazen bu vilayetlerin beylerinin oğulları Osmanlı Devletine isyan etmelerini önlemek için İstanbul'da rehin tutulurlardı. Bu geleneğe uygun olarak rehin tutulan Dimitri Kantemiroğlu'nun ülkesine Boğdan beyi olarak geri döndükten sonra Rusya ile birleşip Osmanlı Devletine isyan etmesi Osmanlıların yerli asillere olan güvenlerini kaybetmelerine sebep oldu. Bu sırada baş tercüman olan ve sarayın güvenine sahip olan Nikolas Mavrokordatos 1711 yılında sadrazam Baltacı Mehmed Paşa tarafından Boğdan beyliğine atandı. Bu tarihten sonra 18. yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti'nin baş tercümanları, Eflak ve Boğdan beyleri hep (Mavrokordatos ailesi dahil) Fenerli Rum ailelerinin arasından seçildi.
Fenerli Rumlar zamanla Eflak ve Boğdan eyaletlerinde güçlendiler ve kendilerine olan güvenleri arttı. 1789 yılında gerçekleşen Fransız Devriminden etkilenerek Osmanlı Devleti'nden bağımsız olma düşünceleri gütmeğe başladılar. 19. yüzyılın başlarında Osmanlı Devletinin Boğdan eyaletine bey olarak atadığı Konstantin İpsilantis'in olan Aleksandros İpsilantis, Filiki Eterya Derneğinin başına geçerek Yunan Bağımsızlık Savaşını başlattı. 1829 yılında Yunanistan'ın bağımsızlığının tanınmasından sonra birçok Fenerli Rum yeni kurulan Yunanistan Krallığında yüksek kademelerde görevlere getirildiler. Hatta bazı Fenerli Rumlar Yunanistan'ın elçisi olarak İstanbul'a geri bile gönderildiler. Bu tarihten sonra Osmanlılar eskiden çok güven besledikleri Fenerli Rumlara kendi ülkelerine ihanet etmiş gözüyle baktılar. Bir daha Fenerli Rumlara devletin yüksek kademelerinde görev verilmedi. Böylece Fenerli Rumların Osmanlı Devletindeki etkileri büyük ölçüde azaldı.
1. Constantinople City of the World's Desire, 1453-1924, Philip Mansel, St. Martin's Press, New York, 1996.
2. Wikipedia'dan , ve
Cesare Maldini
Cesare Maldini, (d. 5 Şubat 1932; Trieste, İtalya - ö. 3 Nisan 2016), İtalyan futbolcudur.
1963 yılında Milan takımı ile Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kazanmıştır. Yardımcı antrenör olarak görev aldığı 1982 FIFA Dünya Kupası'nda İtalya'nın şampiyonluğunda rol almıştır.
1998 FIFA Dünya Kupası'nda İtalyan millî takımının başında görev yapmış ve o turnuvada çeyrek finalde İtalya, Fransa'ya penaltılarla elenmiştir. Bir süre AC Milan'da gözlemcilik yapmıştır.
Oğlu Paolo Maldini de İtalyan futbolunun en değerli oyuncularından biridir.
Mark Hateley
Mark Wayne Hateley (d. 7 Kasım 1961 - Wallasey, İngiltere) İngiliz forvet oyuncusu. Aktif futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlük yapmaya başlamıştır.
AC Milan, Monaco, Rangers gibi önemli takımlarda oynayan oyuncu özellikle Ranger forması ile oldukça başarılı olmuştur. İngiltere millî futbol takımı formasını 32 kez giymiş, 8 gol atmıştır.
Dunga
Carlos Dunga, asıl adı Carlos Caetano Bledorn Verri, (d. 31 Ekim 1963 Ijuí, Rio Grande do Sul, Brezilya), Brezilyalı eski futbolcudur. Ön libero mevkîinde oynayan Dunga Brezilya millî futbol takımının eski kaptanlarındandır. 2006-2010 yılları arasında Brezilya millî futbol takımının teknik direktörlüğünü de yapmıştır.
Dunga millî formayı 91 kez giyerken, altı gol kaydetti. Dünya Kupası'nda 1994 zaferi dışında, 1990 ve 1998 FIFA Dünya Kupası'nda da Brezilya millî futbol takımının formasını giydi. Bu zamanlarda millî takımın kaptanlığını da yaptı. Dunga ayrıca 1984 Yaz Olimpiyatları'nda gü |
müş madalya aldı.
Dunga adı aslında takma isim olup, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler filmindeki bir cüce karakterinin adının (Budala) Portekizce söylenişidir. 24 Temmuz 2006 tarihinde Carlos Alberto Parreira'nin yerine Brezilya millî takımın'ın teknik direktörlüğüne getirilen Dunga 2010 FIFA Dünya Kupası'nda da millî takımının başındaydı.
Astrolojide evler
Batı astrolojisinde evler burçlar gibi 12 adettir. Doğu ufkundan başlayarak saat yönünün tersine doğru sıralanırlar. Bunların anlamları sırasıyla şöyledir:
Marx'ın yabancılaşma teorisi
Yabancılaşma kavramı, Marx'in teorisinin özellikle başlangıç evresinde belirgin bir önceliğe ve öneme sahiptir. Marx'ın erken yazılarında bu önceliği ve yabancılaşma kavramının çeşitli açılımlarını görmek mümkündür. 1844 Elyazmaları ve Alman İdeolojisi bu noktada anılmaya değer. İki tür yabancılaşmadan sözedilebilir Marx'ın bu çalışmalarında. Bunlardan ilki, "doğadan kopuş" anlamındaki yabancılaşmadır. İnsan, doğadan koparak kültürel-toplumsal alanda kendine ikinci bir doğa kurmak anlamında, doğaya yabancılaşır. Bu insan oluşu açıklayan niteliğiyle olumlu karşılanan yabancılaşmadır, zorunlu bir süreç olarak anlaşılır. İkinci yabancılaşma ise, bizzat kapitalist pazarın ve kapitalist toplumsal sistemin yarattığı yabancılaşmadır. Bunun sonucu olarak "insan kendi doğasına" yabancılaşır. Böylece insan kendine, kendi emeğine, ilişkilerine, dünyaya ve yaşama yabancılaşır. Kapitalist pazarın bir unsuru olarak işleyen çarklardan biri haline gelir. Anlaşılacağı gibi, yabancılaşma teorisinin Marx'ın İnsanın doğası anlayışıyla yakından ilişkisi vardır. Marx'ın çalışmalarının sonraki dönemlerinde (örneğin Kapital'e gelindiğinde) bu kavramı kullanmadığı görülür, ancak bununla birlikte bu kavramın içerdiği perspektifi bir şekilde devam ettirdiği söylenebilir. Meta fetişizmi nosyonunun bir anlamda insanın kendi doğasına yabancılaşmasının kapitalizm içindeki maddi temelini ya da yapısını açıklamaya çalıştığını ve bu açıklamanın içeriğini kapitalist toplumun üretim ve değişim ilişkilerini toplumsal iş bölümü ekseninde birbirleriyle ancak ürünleri dolayımıyla kurup yürüttüklerinin oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz.
Marx'ın ilk çalışmalarında, yabancılaşma (Alm.: "Entfremdung") doğal olarak birbirine ait olan şeylerin ayrılmasını veya dengeli bir uyum içerisinde olan şeyler arasındaki antagonizmi ifade eder. Bu kavramın en önemli kullanımında, kavram insanların insan doğasının hallerine yabancılaşmasına atıfta bulunur.
Marx yabancılaşmanın kapitalizmin sistematik bir sonucu olduğunu öngörmektedir. Teorisi, Feuerbach'ın, Tanrı'nın insanların karakterlerini yabancılaştırdığı düşüncesini tartıştığı "Hıristiyanlığın Özü" (1841) çalışmasına dayanır. Stirner bu analizi "The Ego and Its Own - Ego ve Kendi" (1844) çalışmasında 'insanlığın' birey için bir yabancılaşma ideali olduğunu açıklayarak daha ileri götürmüş, ancak Marks "Alman İdeolojisi"'nde (1845) onu eleştirmiştir.
Litani Nehri
Litani Nehri (Arapça نهر الليطاني), Lübnan'ın önemli bir nehridir. Lübnan'ın Bekaa vilayeti sınıları içinde doğan nehir, Bekaa vadisindeki tarım alanlarını sular. 140 km uzunluğundaki nehir Bekaa vilayetinden güneye doğru aktıktan sonra Sur şehrinin kuzeyinden Akdenize dökülür. Nehrin tamamı Lübnan sınırlarının içerisindedir. Nehrin yeraldığı havzanın büyük bir kısmı 1982'den 2000 yılına kadar İsrail'in işgali altındaydı.
1959 yılında Litani Nehri üzerinde 60 m yüksekliğinde bir baraj yapıldı. Barajın gerisinde 11 km² yüzölçümünde bir baraj gölü oluştu. Bu barajadan hem eletrik üretimi hem de sulama amaçlı faydalanılmaktadır. Baraj gölü kenarında bir otel ile taze alabalığıyla ünlü birkaç lokanta vardır.
Litani Nehri üzerindeki baraj temmuz 2006'daki İsrail bombardımanı sırasında önemli ölçüde zarar gördü.
Meta fetişizmi
Meta fetişizmi, Marksist teorinin en özgün kavramlaştırmalarından birisidir. Bu kavram Kapital'de açık bir şekilde kullanılır ve belirgin olarak tanımlanır. "Metaların fetişizmi ve Bunun Sırrı" başlıklı bölümde, hem metanın fetişist karakterinin doğası, hem de bunun neden açıkca görünür olmadığı anlatıtılır.Bu bölüm, Kapital'in içinde çok uzun olmayan ama çarpıcı ve etkileyici olan bir bölüm olarak yer alır.
"İlk bakışta bir meta", der Marks bu bölümün başında, "çok önemsiz ve kolayca anlaşılır bir şey gibi gelir. Oysa metanın tahlili, aslında onun metafizik incelikler ve teolojik süslerle dolu pek garip bir şey olduğunu göstermiştir". Devamında konu, metanın niteliğindeki kullanım değeri ve değişim değeri şeklinde ortaya konulan ayrım temelinde irdelenir ve açıklanır. Çünkü ürünün kullanım değeri açısından bir sorun yoktur, sorun ya da fetisiştik nitelik değişim değeriyle birlikte belirmektedir. Şöyle belirtir Marks;
Bu kavramın Marxist teori icinde de özgül bir yeri vardır. Birçok farklı Marxizm anlayışı Meta fetişizminden farklı değerlendirmeler ortaya koyar. Meta fetişizmi, en genel anlamda, kapitalist pazar sistemi içinde, toplumsal ilişkilerin maddi yapısal ögelerini gösterir. Belli bir şekilde ekonomik, sosyal ve düşünsel/kültürel içerimleri olan bir kavramdır bu. Öyle ki, metaların fetisişt nitelikleri sonucunda, insanlar bir yanılsama ortamında yaşamakta, kendilerine ve kendi gerçekliklerine yabancılaşmaktadırlar. Böylece Meta fetişizmi kavramı İdeoloji teorisi, toplum teorisi, ekonomo-politik teorisi ve benzeri alanların merkezi bir kavramı durumundadir.
Andrew Lloyd Webber
Andrew Lloyd Webber, Baron Lloyd-Webber (d. 22 Mart 1948) İngiliz besteci ve müzikal tiyatro emprezaryosu. Kariyeri boyunca 17 müzikale imza atmıştır. 2001'de "New York Times" tarafından "ticari açıdan tarihin en başarılı bestecisi" olarak gösterilmiştir. Müzikallerinden bazıları West End'de ve Broadway'de 10 yılı aşkın süre sahnelenmiştir.
The Phantom of the Opera müzikalinin "The Music of the Night", Jesus Christ Superstar müzikalinin "I Don't Know How to Love Him", Evita müzikalinin "Don't Cry for Me, Argentina", Joseph and the Amazing Technicolor Dreamcoat müzikalinin "Any Dream Will Do" ve Cats müzikalinin "Memory" şarkıları müzikallerinin dışına çıkarak hit olmuş ve farklı sanatçılar tarafından kaydedilmiş şarkılarından bazılardır.
7 Tony ödülü, üç Grammy ödülü, bir Oscar ödülü, bir Emmy ödülü, 6 Olivier ödülü ve bir Altın Küre ödülü sahibidir. 1992 yılında müziğe katkılarından ötürü Kraliçe II. Elizabeth tarafından şövalye ilan edilmiştir.
Really Useful Group adlı şirketi, Londra'nın en büyük tiyatro işletmecilerindendir. Bazı yapımcılar, Lloyd Webber müzikallerini Really Useful Group lisansıyla İngiltere'nin farklı yerlerinde sahnelemekte ve turnelere çıkmaktadır. Lloyd Webber ayrıca sahne sanatları eğitimi veren Arts Educational Schools, London adlı özel kuruluşun başkanıdır.
Sözyazarı: Tim Rice
2005 yılına kadar sahnelenmedi
Sözyazarı: Tim Rice
Sözyazarı: Tim Rice
Sözyazarı: Alan Ayckbourn
Sözyazarı: Tim Rice
Sözyazarı: Don Black
Sözyazarı: T. S. Eliot
Sözyazarı: Don Black
Variations (1978) ve Tell Me On A Sunday (1979) in kombinasyonu
Sözyazarı: Richard Stilgoe
Sözyazarı: Tim Rice
İlk olarak Kraliçe Elizabeth'in 60. doğumgününde sahnelendi
Sözyazarı: Charles Hart
Gaston Leroux romanından uyarlanmıştır
Sözyazarı: Don Black ve Charles Hart
David Garnett romanından uyarlanmıştır
Sözyazarı: Christopher Hampton and Don Black
Sözyazarı: Jim Steinman
Sözyazarı: Ben Elton
The Boys in the Photograph (2009) olarak değiştirildi
Sözyazarı: David Zippel
Wilkie Collins romanından uyarlanmıştır
Sözyazarı: Glenn Slater
24 yaşındayken ilk eşi Sarah Hugill ile 24 Temmuz 1972'de evlendi. Imogen Lloyd Webber (d. 31 Mart 1978) ve Nicholas Lloyd Webber (d. 2 Temmuz 1979) olmak üzere iki çocukları oldu. 14 Kasım 1983'te Lloyd Webber ile Hugill boşandılar. İkinci eşi şarkıcı/dansçı Sarah Brightman ile 22 Mart 1984'te Hampshire'da evlendi ve onu "The Phantom of the Opera" müzikalinde başrole yerleştirdi. 3 Ocak 1990'da boşandılar. Üçüncü eşi Madeleine Gurdon ile 9 Şubat 1991'de Westminister, Londra'da evlendi. Alastair Adam (d. 3 Mayıs 1992), William Richard (d. 24 Ağustos 1993) ve Isabella Aurora (d. 30 Nisan 1996) olmak üzere 3 çocukları oldu.
Yabancı dil olarak İngilizce eğitimi
Yabancı dil olarak İngilizce eğitimi, anadili İngilizce olmayan kimselere, İngilizce konuşulan ülkelerde veya kendi yaşadıkları ülkelerde verilen İngilizce eğitimidir.
20 ve 21. yüzyıldaki siyasî ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak dünyada İngilizcenin öneminin giderek artması sonucu özellikle Anglosakson Batı dünyası ile siyasî, askerî ve ekonomik bağları kuvvetli olan ülkelerde İngilizce eğitimi gerek devlet tarafından gerekse özel sektör tarafından teşvik edilmeye başlandı. Akademik hayatta ve meslek hayatında avantajlar sağlaması nedeniyle pek çok insan yabancı dil olarak İngilizce eğitimine yöneldi.
Öğrencinin İngilizceyi kullanma amacına göre (gündelik ihtiyaçlar, akademik vs.) eğitimin türü, süresi ve kapsamı değişebilir. Dünyada İngilizce eğitiminde kullanılan en yaygın metodolojileri şunlardır:
EFL (English as a Foreign Language/Yabancı dil olarak İngilizce) anadili İngilizce olmayan ve okul veya iş gereğiyle ya da hobi olarak İngilizce öğrenen kimselere verilen eğitimdir. Bu kurslara katılan öğrencilerin kurs masrafları çoğunlukla kendileri, ebeveynleri veya bağlı bulundukları kurum tarafından karşılanır; eğitimlidirler ve iyi motive olmuşlardır. TEFL kavramı öğretmenin aldığı eğitimi belirtirken, EFL öğrencilerin aldığı kursu belirtir.
EFL eğitimi oldukça güncel yöntemlerle, iletişime dayalı olarak ve öğrenci merkezli bir yaklaşımla eğitim verilir. Bu açılardan ana akım zorunlu eğitimdeki İngilizce derslerinden oldukça farklıdır.
ESOL (English for Speakers of Other Languages/Diğer dilleri konuşanlar için İngilizce) kavramı sıklıkla EFL ile eş anlamlı olarak kullanılır ancak EFL'den farklı olarak daha çok anadili İngilizce olan bir ülkede yaşayan yabancılara verilen İngilizce eğitimini kastetmek için kullanılır. TESOL kavramı öğretmenin aldığı eğitimi belirtirken, ESOL öğrencilerin aldığı k |
ursu belirtir. Öğrenciler kurs bitiminde ESOL seviyelerini belirten belgeler alırlar.
Bu kurslara katılan öğrencilerin çoğu İngilizce konuşan bir ülkedeki ilk kuşak göçmenler ve mültecilerdir. ESOL öğretmenleri sıklıkla avantajsız bir özgeçmişe sahip kimselerle (savaş mağdurları, cinsel ayrımcılığa veya şiddete tabi kalmış kimseler vb.) çalışmak durumunda kalabilirler. Bu nedenle bazı okullar ESOL öğretmenlerinin eşitlik ve insan hakları konusunda eğitimli veya bilinçli olmalarını tercih ederler. Bu kurslarda öğrencilere İngilizce eğitiminin yanı sıra yeni geldikleri yabancı ülkede gündelik hayatlarını kolaylaştıracak bilgiler ve temel dil eğitimi (Latin alfabesini öğretme, okuma-yazma vb.) gibi konularda da bilgi verilebilir.
ESL (English as a Second Language/İkinci dil olarak İngilizce eğitimi) Nijerya, Kenya, Hindistan, Singapur gibi İngilizcenin ortak "ikinci dil" olduğu ülkelerde verilen İngilizce eğitimini kastetmekte kullanılır. Zaman zaman ESL ile EAL (English as an Additional Language/İlave bir dil olarak İngilizce) kavramları aynı anlamda kullanılır.
Türkiye'de İngilizce öğretmeni olabilmek için İngiliz dili alanında branş öğretmeni yetiştiren üniversitelerin eğitim fakülteleri bünyesinde yer alan 4 yıllık lisans eğitimini tamamlamak gerekir. Bu fakültelerde; İngilizce dilbilgisi, konuşma, yazma, okuma, dinleme becerileri, edebiyata giriş, tiyatro gibi alanlarda verilen eğitimlerin yanı sıra öğretmenliğe giriş, psikoloji, materyal geliştirme, sınav hazırlama gibi alanlarda formasyon eğitimi verilir.
Türkiye'de ana akım okullardaki İngilizce eğitiminin yanı sıra, çeşitli yabancı dil kurslarında İngiliz dili veya TEFL, TESOL, TESL vb. eğitimleri almış yerli ve yabancı öğretmenler tarafından İngilizce eğitimi verilmektedir. Bu kurslarda öğrenciler İngilizceyi kullanma amaçları ve seviyelerine göre sınıflara ayrılırlar. Bunların haricinde çeşitli kamu kuruluşları ve özel kuruluşlar kendi ihtiyaçlarına yönelik İngilizce kursları düzenlemektedir.
Test of English as a Foreign Language (Yabancı Dil Olarak İngilizce Sınavı), başta Amerikan üniversiteleri olmak üzere 130 ülkede eğitim almak veya çeşitli profesyonel organizasyonlarda çalışmak isteyen yabancıların seviyesini tespit etmekte kullanılan ücretli bir İngilizce sınavıdır. İlk kez 1964 yılında ABD'de kullanılmaya başlanmıştır. TOEFL sınavı sonuçları, dünya genelinde 8500'den fazla enstitü tarafından kabul edilen bir seviye tespit yöntemidir.
International English Language Testing System (Uluslararası İngiliz Dili Test Sistemi ), başta Birleşik Krallık ve Avustralya üniversiteleri olmak üzere dünya genelindeki 135 ülkede eğitim almak veya çeşitli profesyonel organizasyonlarda çalışmak isteyen yabancıların İngilizce seviyesini tespit etmekte kullanılan ücretli bir sınavdır. İlk kez 1989 yılında İngiltere'de kullanılmaya başlanmıştır. IELTS sınavı sonuçları, dünya genelinde 6000'den fazla enstitü tarafından kabul edilen bir seviye tespit yöntemidir. IELTS sınavı hakları; British Council, IDP: IELTS Australia ve University of Cambridge ESOL Examinations'a aittir.
Embriyo
Zigotun, arka arkaya mitoz bölünme geçirip hücre sayısının artmasına embriyo denir.
Embriyo, (İngilizce: Embryo Eski Yunanca: ἔμβρυον (oku. embrüon tohum) çok hücreli diploid ökaryotlarda gelişimin ilk basamaklarından biri.
Yumurta ve sperm hücrelerinin birleşmesiyle oluşan zigot, çift sarmallı DNA moleküllerini içerir. Bitkiler, hayvanlar ve bazı protistlerde zigot mitozla bölünerek çok hücreli canlıyı oluşturur. Embriyo terimi, bu gelişimin zigotun bölündüğü zamanla, gelişim basamağının başka basamağa geçmesine kadar olan ilk zamanlarını anlatmak için kullanılır.
İnsanlarda, ilk sekiz haftalık döneme embriyonal dönem denilir. Embriyonal dönemde 3 germ yaprağından çeşitli organ sistemleri oluşur. Hayvanlarda, zigotun bu gelişim aşamasında morula, blastula ve Gastrula evreleri görülür. Bitkilerde ise, bu gelişme safhaları standart değildir, embriyo yeni bitkiler oluşturmak üzere gelişir.
Erol Sayan
Erol Sayan, (d.1936 - Kastamonu 'nun Araç ilçesi). Bestekâr. Çankırı endüstri Meslek lisesi mezunu. 1961'de Ankara Radyosu sanatçı sınavını kazandı. Dr. Recai Özdil 'den aldığı armoni bilgisini bestelerine uyguladı. Bestekâr İsmail Baha Sürelsan 'ın uzun yıllar kendi evinde sürdürdüğü akademik müzik çalışmalarına iştirak etti. Türk müziğindeki çoksesliliğin, müziğimizde zaten var olan "niseb-i şerifeler" (şerefli oranlar) yoluyla geliştirilecek teknikle olabileceği üzerinde durdu ve bu konuda ciddi çalışmalar yaptı.
Müzik çalışmalarına 1954 yılında başladı. 1964 yılına kadar Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu öğrencilerine teorik mûsıkî dersleri verdi ve temel bilgiler yanında koro çalışmalarını da devam ettirdi.
Türkiye'nin ikinci üniversite korosunu ODTÜ 'de (1967) kurdu. Bu yıllarda, Millî mûsıkîmizin ses sistemi, makamların oluşmasında kullanılan elemanlarla, makam ve formların anlatımı, vuruşlarda disiplin ve perde adlarının kolay anlaşılır hale getirilmesi ve usûl şifresi çalışmalarına ağırlık verdi.
Erol Sayan, İTÜ Türk Mûsıkîsi Devlet Konservatuarı'nda repertuar, bu göreve paralel olarak da ODTÜ'de Türk mûsıkîsi dersleri vermektedir.
Bestekârın, 156'sı TRT (Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu) repertuarında olmak üzere, değişik form ve makamlarda 310 civarında eseri bulunmaktadır. Bilhassa mâhur makamındaki besteleri oldukça başarılı bulunmaktadır. 1985 yılında TRT'nin düzenlemiş olduğu beste yarışmasında ""Ömrümüzün Baharı Birlikte Geçsin"" adlı eseri ile birincilik kazanmıştır.
Ordu (askeriye)
Ordu, bir devletin silahlı kuvvetlerinin tümü ya da herhangi bir askeri kuvvetin en büyük birliği. Ordular 4 ila 6 kolordudan oluşur. Günümüz orduları çoğunlukla en az orgeneral rütbesine haiz askerler tarafından komuta edilir. Ordunun görevi devlete karşı gelecek iç ve dış tehditlere karşı koymaktır. Buna karşın günümüzde veya geçmişte çeşitli ülkelerde ordunun yönetime el koyması da görülmüştür.
Ordu, üç ana bölümden oluşur: Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri. Bazı ülkelerde bu üç bölüme ek olarak Jandarma, Sahil Güvenlik, Hava Savunma Kuvvetleri, Füze Kuvvetleri, Uzay Kuvvetleri ve Özel Kuvvetler gibi alt bölümler de orduların bünyelerinde vardır.
Bazı ülkeler ise kendi silahlı kuvvetlerine içinde Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri vb. kuvvetler bulunmasına rağmen "silahlı kuvvetler" ismi yerine "ordu" ismini verir (Örn: Çin Halk Ordusu, Vietnam Halk Ordusu gibi). Bazı ülkeler ise Kara Kuvvetlerini silahlı kuvvetlerin ana ve baş ordusu olarak kabul eder ve Kara Kuvvetlerinin bayrağını veya amblemini silahlı kuvvetlerin amblemi yapar.
Senaryo
Senaryo (Fransızca: Scénario, İngilizce: Screenplay, Almanca: Szenarium) Tiyatro oyunu, piyes, film, dizi film gibi eserlerin sahnelerini ve akışını gösteren yazılı metinlere verilen isimdir.
Tiyatro ve film senaryoları bu genel tanımın dışında, birbirlerinden ayrı özellikleri olan metinlerdir.Bu ayrımın en belirleyici unsuru sinema ve tiyatronun oluşum biçimleridir. Tiyatroda olay örgüsü sahnede, seyirci önünde gerçekleşirken sinemada, seyirci ile oyuncu arasında kamera vardır. Tiyatroda esas olan senaryo iken sinemada bu durum yönetmenin tasarrufu söz konusudur. Bu sebeple tiyatro eserleri senaristleriyle, sinema çalışmaları ise yönetmenleri ile anılır, çünkü bir filmde asıl anlamı olay örgüsünün yanı sıra görüntüyü de düzenleyen kişi verir. Yönetmen senaryo üzerinde istediği gibi oynayabilir.
Senaryo, görüntü ve sese dönüşecek bir düşüncenin, bir olayın metinleştirilmiş halidir. Bu tür bir metni oluşturabilmek için görüntü bilgisi, sahne deneyimi, kamera açıları, görüntüsel geçişler ve harekete dair terminolojiye hakimiyet ve anlatıya ilişkin bilgi birikimi gereklidir.
Senaryo yazımı Amerikan ve Fransız tarzı olarak iki farklı biçimde gerçekleştirilir. Amerikan tarzında her sahne için altı çizili biçimde bir künye (üstbaşlık) oluşturulur. Künyede sahne numarası, karakterler, mekân, iç-dış ve gece-gündüz ayrımları belirtilir. Fransız tarzı senaryonun sahneler ikiye ayrılmış sayfada solda görünecekler, sağda repliklerin yazılmasıyla oluşturulur.
Senaryoda sadece eylemler ve diyaloglar bulunur. Teknik detaylara yer verilmez. Evrensel senaryo formatında bir sayfa 1- 1,5 dakikaya denk gelmektedir.
Bir filmin ön çalışmasında ilk aşamasını oluşturur. Hikâyeyi ilk olarak yazıya dökmek, genel hatlarıyla konsepti belirlemek için kullanılır.
Bir filmde, hangi sahnenin nasıl anlatılması gerektiğini anlatan ayrıntıların yazıldığı senaryonun ilk aşamalarından biridir.
"Ayrımlama senaryo", Tretman ile çekim senaryosu arasında yer alan, senaristin bireysel çalışmasının bittiği, her şeyin sonuçlandığı üçüncü aşamadır. Ayrımlama senaryo, senaryonun geliştirme evresinde genişletilen öykünün, birçok biçimsel öğenin bileşimi ile sinema tekniğine ve gereklerine göre, dış yapısı oluşturularak, çekim senaryosu olmaya hazır metin durumuna getirilmesidir.
Ayrımlama senaryo ilk defa James Cameron tarafından, Örümcek Adam serisinin geliştirildiği dönemde ortaya çıkarılmıştır. Cameron, 1984 yılındaki Terminatör filmindeki başarısından sonra Örümcek Adam için senarist David Koepp ile birlikte 57 sayfalık ilk ayrımlama senaryoyu yazdı.
Cameron, Titanik filmi için 131 sayfa ayrımlama senaryo yazmıştır.
Ayrımlama senaryo hazırlık aşamasında biçimsel parçalara bölünür.
Bölüm, öykünün dramatik gelişiminin başı ve sonu olan bölümlerin birleşmesiyle öykünün tümü ortaya çıkar. 90 dakikalık olağan uzunluktaki bir filmde ortalama 7-8 bölüm bulunur. Filmdeki her bir bölüm, bir romanın, bir tiyatro oyununun bir bölümüne veya perdesine eşdeğerdir.
Tiyatrodan sinemaya aktarılan sahnenin iki tanımı vardır. Birincisi, oyun alanına bir oyuncunun her bir girişi yeni bir sahnenin başlangıcı ve her bir çıkışı o sahnenin sonudur. Buna "Fransız sahnesi" denilir. Bir diğeri ise olayların gerçekleşeceği yeri ya da dekoru tanımlar. Bu nedenle tiyatro oyunları; günlük hayattan farklı olay akışı, seçilmiş ve ayıklanmış olaylar |
, bölünmüş çeşitli sahneler, değişik ortam ve zamanlardan oluşur.
Sinemada sahne, film içinde, dekorun ve kamera açılarının değiştiği yerlerdeki tamamlanan bir durumu belirtir. Buna Çekim Sahnesi denir. Başka bir deyişle sahne, aynı kişiler ve aynı dekor içinde geçen, sürekli bir olayı gösteren bir ya da daha çok çekimden oluşan görüntüler dizisidir. Kısaca sahne, aynı kişilerin aynı dekor veya mekan içinde, aynı anda yer aldıkları çekimler bütünüdür ve tamamlanan bir durumu belirtir. Sinemada sahne, yazarı rahatlatan "vurgu" olarak adlandırılır. Sahne içinde olay örgüsünü ortaya koyan devinimin, birbirini izleyen çekimler boyunca uyumlu olması gerekir.
Bölümler içinde yer alan ayrım, öykülemeyi oluşturan, olayın içinde gelişip sonuçlandığı kendi içinde bir bütünlüğü olan sahneler dizisidir. Ayrım tek ya da değişik yerlerde geçebilir. Olağan uzunluktaki filmde ortalama 25-30 ayrım bulunur.
Çekim, filmi oluşturan dramatik yapının en küçük birimidir. Kameranın hiç ara vermeksizin, durduruluncaya değin, sürekli olarak bir görüntüyü filme kaydetmesidir. Çekim, bir sahne içindeki belirli kişi ya da nesneye odağın değiştiğini gösteren bildirimdir. Çekimlerin, kurguyla bir araya getirilmesiyle sahne oluşur.
"Çekim senaryosu", senaryonun son aşamasıdır. Yönetmen tarafından alınmış teknik notlar, çekim detayları, üzerinde yapılacak değişikler ile film öyküsünün planlara ve kameranın çekim açılarına bölünmüş, diyalog ve mizansenlerin belirginleşmiş, en detaylı halidir.
Ayrımlamanın hazırlanmasından sonra, yazar ile yönetmen ya da yalnızca yönetmen, çekim senaryosunu oluşturmaya başlar. Filme dönüşecek metnin çekilmesine temel olacak tüm bilgiler, bu evrede çekim senaryosunda yer alır. Çekim senaryosu henüz çekilmeyen filmin, bittiği zaman alacağı biçimin, önceden en küçük ayrıntılarına kadar kâğıt üzerinde belirtildiği, senaryonun film çevirmeye hazır durumdaki en son aşaması ve biçimidir.
Bu bilgiler şunlardır;
Kamera devinimleri ile konunun beklenmedik yönleri, değişik açılardan, farklı görüş noktalarından izleyiciye gösterilir. Kamera devinimi durağan doğayı, devinimsiz varlıkları devinime geçirir, canlılık kazandırır. Görüntünün yalnız fizikî canlılığını artırmakla kalmaz, değişik görüş noktalarına ve kamera açılarına geçerek, konu ile uzaklığı değiştirerek, konuyu izleyiciye başka bir görünüşte sunar.
Geçişlerden amaç, bir bütünlük oluşturmak için filmin parçalarını birbirine bağlamak, izleyicinin dikkat ve ilgisinin çekilmesi gereken noktaları en kısa zamanda ve en kısa yoldan vurgulamak, filme estetik bir bütünlük kazandırmaktır. Geçiş yöntemi seçilirken; “Bir sahneden başka öykü anlatan, diğer bir sahneye geçmek durumundayım. Bu geçişi nasıl yapmalıyım?” sorusu sorulmalıdır. Geçiş yöntemi gelişigüzel seçilmemeli; istenilen etkiyi elde etmeye yardımcı olmasına dikkat edilmelidir. Senaryoda tüm yaşam akışı bire bir verilmez; zamanda sıçramalar yapılarak ileriye veya geriye gidilebilir. Bu akış içinde, farklı sahneler geçiş yöntemleriyle birleştirilir. Geçişlerle izleyiciye başka bir sahneye veya çekime gidildiği belirtilir. Geçişler senaryoda büyük harflerle yazılır.
Sinopsis
Sinopsis ya da Tümbakış, bilimde, öğretimde ve sanatta bir konunun tümüne kısa bakışı ifade eder.
Sinopsis kelimesinin kökeni Yunancadan gelmektedir, bir bakışta okunabilen anlamına gelir.
Bir filmin ön çalışmasında ilk aşamasını oluşturur. Hikâyeyi ilk olarak yazıya dökmek, genel hatlarıyla konsepti belirlemek için kullanılır. Bir sinopsiste filmin senaryosunun giriş gelişme ve sonuç kısımları bulunabilir. Ortalama olarak 1 - 3 sayfa arasında yazılır, diyaloglar yer almaz. Okuyucular için filmin kısa tanıtımı, senaryo yazarları için ise yol haritası olarak değerlendirilebilir.
Orectolobiformes
Orectolobiformes, kıkırdaklı balıklar sınıfına ait bir köpek balığı takımı. Kardeş takımı olan Carchaniformes'den 155 milyon yıl evvel ayrılmıştır, ve yedi familyaya bölünülür.
Bu takıma ait köpek balıklarının iki adet dikensiz sırt yüzgeçleri ve çoğunun diğer köpek balıklarına nazaran küçük bir ağzı vardır. En yaygınları halı köpek balıkları (Orectolobidae) familyasına ait türler, ve en tanınmışları, monotipik olan Rhincodontidae familyasının tek türü ve dünyanın en büyük balığı olan, balina köpekbalığıdır.
Büyük camgöz
Büyük camgöz ("Cetorhinus maximus"), dünyanın en büyük balığı olan balina köpek balığından sonra gelen, dünyanın 2. büyük balığıdır. 10 metre uzunluğa ve 3 ton ağırlığa ulaşabilir. 12 ya da 15 metre uzunluğunda olan daha da büyükleri görüldüğü anlatılmıştır ama bunlar bugüne kadar kanıtlanamamıştır. 3 metreden daha küçüklerini bulmak çok zordur ve bugüne kadar görülen en küçüğü 1,7 m'dir. Akvaryum ortamında 23 cm'ye düşebilir.
Büyük camgözde aynı balina köpek balığı gibi sadece deniz suyundan plankton filtreleyerek beslenir ama balina köpek balığının yaptığı gibi aktif bir şekilde suyu kendi gücüyle içine çekip kendi gücüyle dışarıya püskürtmez; büyük camgöz çok büyük olan ağzı daima açık vaziyette dolaşarak suyu solungaçlarıyla tarar. Bu şekilde her saatte 2000 litre deniz suyunu filtrelemiş ve bu suyun içindeki küçük hayvanları toplamış olur.
Büyük camgözün en çok dikkati çeken dış özelliği, dev büyüklüğünün yanında bir de beş adet dev solungaç aralıklarıdır. Burnu çok uzundur ve ağzı açık gezerken yukarıya doğru dikilir.
Büyük camgözler çoğunlukla tek renklidir. Bu renk koyu gri ya da siyah olur. Vücudunun üst kısmı alt kısmından daha koyu renklidir. Karnında lekeleri olanlarıda görülmüştür. İki adet sırt yüzgeci vardır. Balığın karaciğeri bütün vücut ağırlığının %25'ini oluşturur.
Büyük camgöze dünyanın neredeyse bütün denizlerinde rastlamak mümkündür. Soğuk ve fazla ılık olmayan suyu tercih eder ve planktonun mevsimsel bollaştığı bölgeleri takip eder. En sık görülmüş oldukları bölgeler şunlardır:
Plymouth kentinde bulunan Marine Biological Association'in 2002 yılında başlattığı ve 3 yıl süren bir bilimsel araştırmasında 21 büyük camgöz uydu yardımı ile kontrol edilebilen sinyal verici cihazlar takılmıştır. Bu araştırmanın sonucunda o zamana kadar yapılmış olan birçok tahminlerin yanlış oldukları ortaya çıkmıştır; büyük camgöz açık denizlerde çok büyük mesafeler katettiği ve eskiden düşünüldüğünden çok daha derinlere 700 metre derinliğe kadar dalabildiği kanıtlanmıştır. Ayrıca tahmin edildiği gibi, kış uykusuna yatıp bu zamanın içerisinde solungaç filtrelerini yenilediği de yanlış çıkmıştır.
Yukarıda sözü edilen bilimsel araştırma, büyük camgöz hakkındaki bilgilerimizin kıt olduğunu göstermektedir.
Çoğunlukla yalnız gezerler ama bazen 100 kadar büyük camgöz bir sürü içinde kıyılara yakın bölgelerde yavaş yüzerek denizi taradıklarıda görülür.
Büyük camgöz canlı yavrular doğurur. Ama bu yavrular anne karnının içinde yumurtalarda gelişirler ve ancak yumurtadan çıktıktan sonra annelerinden doğarlar. Kaç yavru doğurduğu ve bu yavruların büyüklükleri henüz bilinmez. Erkek balıklar ancak 5 metre büyüklüğe ulaştıktan sonra üreyebilecek duruma gelmiş olurlar. Dişilerin üremek için ne kadar büyük oldukları bilinir ve 4 metre büyüklügü ulaştıktan sonra üreyebilecek duruma gelmiş olurlar.
Büyük camgözün yavaş bir şekilde vücudunun sadece bazı kısımları suyun dışında gözüken bir şekilde yüzdü dikkate alınırsa, denizcilerin anlattıkları birçok "deniz canavarı" hikâyelerinin aslında herhangi bir dev köpek balığından kaynaklanmış olabileceğini tahmin edebiliriz.
Büyük camgözün anatomisi öyle bir yapıya sahiptir ki, hayvan öldükten kısa zaman sonra çenesi, solungaçları ve kuyruk yüzgecinin alt uzantısı vücudundan kopar. Bu şekilde çok ilginç bir görüntüye sahip olur. Japon bilimci Zuiyo Maru'nun 1977 yılında denizde bulduğu bir "deniz canavarı"nın onyıl sonra yapılan DNA analizi sonrası bir büyük camgöz leşi olduğu ortaya çıkmıştır.
Bazı ölü balıkların kafaları çürüyüp düşer ve sadece omuriliklerinin ucunda sarkan beyinleri kalır. Bu görünümleri ile küçük kafalı ve uzun boyunlu Plesiosaurus adlı dinozor türüne benzerler. Bir dev köpek balığını bu hali ile bulup, yaşayan fosil bulduğunu zannedenler o kadar sık olmuştur ki hatta bu yanıltıcı görüntüye ayrı bir isim verilmiştir: Psoydo-Plesiosaurus.
Bugüne kadar, sadece tek bir türü mü yoksa birçok yöresel ayrılan türlerimi var olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Siccardi'nin yaptığı bir tavsiyeye göre şu şekildede ayrılabilirler:
Hursunlu, Yunak
Hursunlu, Konya'nın Yunak ilçesine bağlı bir mahalledir.
Köy halkı, Türkmenlerden oluşmaktadır.
Mahallenin tarihi hakkında çeşitli rivayetler vardır. Bunlar arasında Bizans döneminde Hars şehrinin kurulduğu bölge olarak bilinir. Yapılan kazılarda Bizans ve daha eski dönemlere
ait eserlere raslanmaktadır. Bunun dışında zaman içinde büyük bir tabi afet gecirdiği tahmin edilmektedir. Köy ve çevresinde Bizans devrinde de bir yerleşim yeri olduğunu gösteren eserler mevcuttur. Kullanılan taş malzeme, kale mezar kalıntıları bunu ispat etmektedir.
Son yüzyıl içinde Turgut kasabasından ayrılanlar ile Argıthanı, Koçaş ve Bolvadinden gelenler mahallesi kurmuşlardır.
OĞUZ TÜRKMEN kültür gelenek ve görenekleri yaşanmaktadır.
Köy halkı TÜRKMEN olup, Oğuz-Türkmen gelenek ve görenekleri hüküm sürer.Odabaşılar,Solaklar,Koca Mehmetler, Hacı Mahmutlar, ve Kocabaşlar Yanışlar (Ak Aşireti)odaları mevcuttur. Misafirler bu odalarda ağırlanır.
Düğünler üç gün sürer ve yemekli olur. Ayrıca önemli günlerde de davetler verilir.
Mahallenin 10 derslikli İlköğretim Okulu bulunmaktadır. Okulun lojmanı yoktur. Sağlık Evi vardır. 2009 HAZİRAN ayı itibarıyla mahallesimüze ebe görevlendirilmiştir. Mahallenin kapalı şebeke su teşkilatı vardır. Elektrik şebekesi ve telefon santralı mevcuttur. Mahallede 2009 Haziran tarihinde Ahmet KABALI ve 2013 Haziran tarihinde Uğur SALTIK tarafından açılan ve işletilen iki internet cafe vardır.
Halkın bir kısmı yaz aylarını Gölcük Yaylası’nda geçirmektedir. Diğer bir yaylası olan Kızılkuyu daha sonraları köy statüsüne kavuşmuş olup , bugün Yeşiloba olarak anılmaktadır.Köy; 6 km.lik asfalt yolla Turgut’a |
bağlanır.Mahallenin 2007 yılı itibarıyla derin kuyu su açma ve sulama faaliyetleri hızlanmıştır.Mahallede hemen hemen herkesin arabası mevcuttur zenginilk yönünden çevre köylerden çok zengindir.Mahallede kan davaları yüzünden çok aileler kırgındır.
Konya'ya uzaklık : 214 km.
Yunak'a uzaklık : 35 km.
Akşehir'e uzaklık: 73 km.
Akşehir- Yunak yolu üzerinden 48. km'de sağdan Turgut yönüne dönülür. 18 km sonra Turgut'a varıldıktan sonra Hursunlu yönüne gidilir.
Mahallenin iklimi, karasal iklimdir.
Temel geçim kaynağı tarım ve küçük el sanatlarıdır.Köyümüzde vatandaşın tarım ve hayvancılığa yönelmesinden dolayı küçük el sanatları hiç yok denecek kadar azalmıştır.
Mahallede genellikle buğday, arpa, şeker pancarı, nohut, mercimek ve haşhaş ve son 5 yıl içinde sanayi yönelikli tarım ürünleri olan mısır,ay çekirdeği(yağlık ve tohumluk olmak üzere) getirisi yüksek ürünler yetiştirilmeye başlamıştır ve bunun yanında
hayvancılıkta yapılmaktadır.köy daha çok büyükbaş hayvancılığa yönelmiş ve sütünden para kazanmaya başlamış.
Son yıllarda derin kuyu sularının açılması ve sulu tarıma geçilmesi ile daha çok tarım işçiliği önem kazanmıştır.
Ayrıca mahallede daha önce önemli bir yeri olanipek halı dokumacılığı oldukca azalmıştır.Başlıca halı modelleri Isparta tarzı pamuğa/yün yüne/yün hereke el dokuma ipeğe /ipek
ve ince ipek olarak adlandırılan hereke ipek halısıdır.Yaklaşık 3 yıldır düzenli hizmet veren tarım ve hayvancılığa dayalı Yayla Tarım olarak bilinen Hububat alım-satım işlerini yapan şirketin tahıl deposu vardır.
Mahallede ilköğretim okulu vardır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır. Kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi yoktur. Ptt acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi vardır.
Turgut,Yeşiloba, Harunlar
Harunlar, Yunak
Harunlar, Konya'nın Yunak ilçesine bağlı bir mahalledir.
Eski bir Bizans yerleşim merkezidir. Türkler tarafından ilk defa Turgut yerleşim yerinin yaylası olarak kullanılmıştır. Mahallenin güneyinde Bizanslılara ait Asar Kalesi ve mezarlar bulunmaktadır. Kale, iç surlar ve dış surlar olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. Ancak yapısal anlamda yıkık ve virane durumundadır. Kale yakınlarında ayrıca oyulmuş taş evler bulunmaktadır. Kale içi ve civarındaki mezarlar gelişigüzel ve bilinçsizce kazılmış olup, araştırma ve yeni bulgular için bakir durumundadır. Kazılarda altın, gümüş sikke ve paralar ile heykelciklere, ayrıca bol miktarda testi ve küp kalıntılarına rastlandığı ifade edilmektedir. Ayrıca, Karagöz Ağılı mevkiindeki kilise ve şehir harabeleri, Harunlar’ın çok eski bir yerleşim yeri olduğunu göstermektedir. Harunlar, 1926 yılında köy statüsünü almıştır.
TÜRK kültür gelenek ve görenekleri yaşanmaktadır.
Konya'ya uzaklık : 216 km.
Yunak'a uzaklık : 39 km.
Akşehir'e uzaklık: 76 km.
Akşehir- Yunak yolu üzerinden 48. km'de sağdan Turgut yönüne dönülür. 18 km sonra Turgut'a varıldıktan sonra Hursunlu yönüne gidilir. Hursunlu'dan sonra 3 km daha Harunlar yönüne gidilir.
Mahallenin iklimi, karasal iklimdir.
Mahallede bir ilköğretim okulu, iki cami, iki mezarlık, bir köy konağı bulunmaktadır. Su şebekesi olup, kanalizasyonu yoktur. İlköğretim okulu 2006-2007 Öğretim Yılı itibarıyla ikili öğretim vermektedir. Okuma oranı % 95’tir. Köy okulundan mezun olan öğrencilerin köy kültürüne olumlu katkıları olduğu ifade edilmektedir. Çok sayıda üniversite mezunu olan köy, civar köylere göre en çok üniversite mezununa sahiptir. İki mahalleye (Aşağı ve Yukarı Mah.) sahip olan mahalledeki camilerin ilki 1920, diğeri ise 1978 yıllarında yapılmıştır.
Birçok kuyuya sahip olan mahallede derin kuyu bulunmamaktadır. Bu yüzden kuru tarım yapılmaktadır. Çok geniş bir ovaya sahip olan mahallenin geçim kaynağı tarım, hayvancılık ve el sanatlarıdır. Dışarıya mevsimlik tarım işçisi olarak gidenler de vardır.
Katrancı
Peçe
Peçe, doğal etkilerden ve kötü amaçlı bakışlardan korunmak amacıyla yüzün tamamını veya gözler hariç bir kısmını kapatmaya yarayan bir çeşit örtü.
Peçe kelimesinin kökeninin Arapça piçe kullanımından geldiği bir varsayımdır. Bir diğer iddia ise İtalyanca'da küçük bez anlamına gelen "pezzoto" kelimesinden türediği yönündedir. Peçe yerine diğer dillerde bürku, nikāb, vesvesa, ruband gibi kelimeler de kullanılmaktadır. Ortaya çıkışı itibarıyla Samî kavimlerinin bir geleneği olan peçenin kanıtlanabilir tarihi M.Ö. 2000 başlarına kadar gitmektedir.
Peçe fiziksel olarak yüzü dış etkilerden koruyan bir örtüdür. Bu nedenle güneş ışınlarına karşı ve çöl ortamında rüzgarla uçuşan kumlara karşı koruma vazifesi görür. Peçe, alnın üst hizasında başörtüsünde veya çarşafa tutturulan bir bez parçasıdır ve kullanılmadığı zamanlarda kaldırılarak başın üstüne atılır. Teseetür açısından bakıldığında örtünmenin yüz için de sağlanması için çeşitli coğrafyalarda yaygındır. Özellikle Müslüman, Hindu ve Sih nüfusun yoğun olarak yaşadığı ülkelerde kadınlar arasında kimi bölgelerde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu ülkeler arasında Suudi Arabistan, Hindistan, Pakistan, Afganistan, Irak, Bangladeş ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler sayılabilir. Peçe ne başörtüsünün bir parçasıdır ne de burka gibi bütün vücudu kaplayan bir örtünme aracıdır.
İslam coğrafyasında özellikle Emevî ve Abbâsî dönemlerinde kadınların sokağa çıkarken peçe taktıkları bilinmektedir. Osmanlı toplumunda da özellikle büyük kentlerdeki müslüman kadınlar arasında peçe kullanımı yaygındır. Fransa Kralı II. Henri (Fransa Kralı)'nin 16. yüzyılda İstanbul'a gönderdiği elçilik heyetinde yer alan Nicolas de Nicolay'ın seyahatnâmesine koyduğu feraceli Türk kadını ve hamama giden Türk kadını resimlerinde ferace üstünde kenarları sırmalı, uçları püsküllü yaşmaklarla fes biçimli hotozlara iliştirilmiş süslü peçeler göze çarpmaktadır. Üç defa İstanbul'a gelen Ogier Ghislain de Busbecq de gönderdiği mektuplarda sokağa çıkan kadınların keten ve ipek peçeler arkasından erkekleri mükemmelen gördüklerini, fakat erkeklerin onların yüzünü göremediklerini yazmaktadır. Osmanlılar’da yalnız kadınlar değil 18. yüzyılın ortalarından itibaren Yeniçeri Ocağı'ndaki genç yeniçeri adayı civelekler de "civelek peçesi" denilen ince hasır bir peçe kullanmışlardır.
Sadece İslam dini bakımından değil, Hinduizm ve Sih inançlarında da kadının örtünmesi gereklidir ve peçe ayrı olarak kullanılabileceği gibi yaygın olarak örtünmek için uzun eşarpların kenarlarını peçe amaçlı kullanabilir. Sadece dini açıdan örtünme dışında cazibe katma aracı olarak da peçe kullanılabilir. Dansözlerin peçe takması bu nedenledir. Bazı kültürlerde de gelinlerin damatla buluşmazdan evvel peçe ile düğünde gezmeleri gerekir. Türkiye'de de kına gecelerinde gelinin yüzünün örtülmesi ve nazardan korunması için peçe takılması adettendir.
Turgut
Uranüs (mitoloji)
Uranüs (Antik Yunanca: Οὐρανός), Yunan mitolojisinde, Aether ve Gaia'nın oğlu, Gaia'nın kocası ve ilk tanrılardandır. Yunan tanrılarının atasıdır. Kozmik bir güce sahiptir. Uranüs aynı zamanda uzayla ilgili olarak da tavsir edilir.
Gaia nın oğlu olmakta, aynı zamanda Gaia nın kocası olmakta, ilk göklerin tanrısıdır. Gaia ve onun birleşmesinden, Titanlar, Hekatonkheir'ler ve Kyklop'lar oluşmuştur. Ancak Uranüs, bütün bu çocukları yeryüzünün karnında saklanmaya zorladığı için, bu yükü taşımakta zorlanan ve kızan Gaia, oğullarından Kronos'a bir tırpan verip tanrının önce cinsel organlarını kesmiştir. Akan meni ile Gaia hamile kalmış ve Afrodit doğmuştur. Zeus'un dedesi, Titanlar, Hekatonkheir'ler ve Kyklop'ların babasıdır. Kaderi ondan sonra başa gelen her tanrıyla aynıdır. Uranüs aynı zamanda havaya da hüküm sürmektedir.
Uranüs başka kaynaklarda ise Khaos'tan hem Uranüs hem de Gaia meydana geldiği söylenmektedir.
Tercüman (gazete)
Tercüman (Halka ve Olaylara), Çukurova Holding bünyesinde bulunan günlük gazete.
Gazetenin kurucuları Kemal Ilıcak, Sadettin Çulcu ve Ünal Sakman'dır. İlk dönem yazarları ise Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaşar Nabi Nayır, Kadircan Kaflı, Ahmet Kabaklı, Tarık Buğra, Uğur Reyhan, Rauf Tamer, Ergun Göze, Reşat Ekrem Koçu, Murat Sertoğlu, Mukbil Özyörük, Ali Rıza Alp, Güneri Cıvaoğlu, Nazlı Ilıcak, Yavuz Donat, Ertuğrul Yeşiltepe ve Ünal Sakman'dır. Semih Balcıoğlu'nun karikatürleri de gazetede yayımlanmıştır. Spor servisinde Necmi Tanyolaç, Atilla Gökçe, Orhan Ayhan, ve Ali Gümüş de vardı.
Tercüman, ideolojik olarak milliyetçi ve muhafazakar görüşleri benimsedi. "Uydurma dil" olarak adlandırdığı TDK tarafından türetilen yeni kelimelere karşı mücadele, sola muhalefet, sağın birleşmesi gerekliliği gazetenin savunduğu başlıca görüşler arasındadır. Pehlivan tefrikaları, spor sayfası, 1001 Temel Eser kitap yayınları Tercüman gazetesinin tirajını artıran unsurlar oldu.
1986 yılında Taha Akyol genel yayın müdürü oldu. Gazete bu dönemde kitap ve ek şeklindeki promosyonlara ağırlık vardi.
İlk sahibi Kemal Ilıcak 1993'te vefat ettikten sonra Tercüman mali bir krize girdi ve Haziran 1993'te Sedat Çolak'a satıldı ve kapandı. Buna karşılık, gazete üzerindeki hak iddiasını devam ettiren Ilıcaklar, Dünden Bugüne Tercüman adında bir başka gazete çıkarmaya ve 2003 yılında Halka ve Olaylara Tercüman tekrar yayına hayatına başladı ancak Çukurova Holding'e satıldı. Anlaşmazlığın yargıya intikal etmesi üzerine, 2005 yılında mahkeme kararıyla isim haklarının Çukurova Holding'e geçtiği tescil edildi. Akşam ve Güneş'le birlikte Çukurova Holding bünyesinde yayın yapan Tercüman gazetesi 24 Haziran 2010 tarihinde tekrar kapandı.
Vista
Magic Johnson
Earvin "Magic" Johnson, Jr. (d. 14 Ağustos 1959) National Basketball Association (NBA) takımlarından Los Angeles Lakers'da oyun kurucu pozisyonunda forma giyen Amerikalı efsane basketbolcudur. Lise ve kolejde şampiyonluklar kazandıktan sonra, Johnson 1979 NBA Draftı'nda Lakers tarafından birinci sırada seçildi. Oynadığı dönemlerde çeşitli şampiyonluklar ve ilki çaylak sezonunda olmak üzere üç kez NBA Finalleri En Değerli Oyuncu Ödülü kazandı. 1980'lerde Lakers beş kez NBA Şampiyonluğu kazandı. Johnson, 8 kasım 1991 gününde HIV virüsü taşıdığının açıklanm |
asının ardından hemen basketbolu bıraktığını açıkladı. Ancak 1992 All-Star Maçı için geri döndü ve bu maçla All-Star MVP ödülünün sahibi oldu. Oyuncu arkadaşlarının protestoları sonrası tekrar basketbolu bıraktı. Ancak dört yıl sonra, 1996 yılında, tekrar geri döndü ve üçüncü ve son kez emekliye ayrılmadan önce Lakers ile 32 maç oynadı.
Johnson'ın kariyer başarıları arasında, üç NBA MVP Ödülü, dokuz NBA Finali, 12 All-Star maçı ve 10 All-NBA ilk ve ikinci takımları kadrosuna seçilme başarısı vardır. Normal sezonda dört kez asist lideri oldu ve maç başına 11,2 asist ile tüm zamanlarda asist lideri oldu. Johnson ayrıca 1992 Yaz Olimpiyat Oyunları'nda "Dream Team" kadrosunda yer alarak, olimpiyat altın madalyası kazandı.
Magic Johnson 1996 yılında NBA'in 50 yılı anısına seçilen NBA Tarihinin En İyi 50 Oyuncusu listesine seçildi ve 2002 yılında Basketball Hall of Fame'e girdi. Ayrıca 2007 yılında ESPN tarafından NBA tarihinin en iyi oyun kurucusu seçildi. Özellikle aynı dönemde oynadığı arkadaşı ve rakibi Boston Celtics'in yıldızı Larry Bird ile rekabeti takım olarak da, iki oyuncu arasında da döneme damgasını vurdu. Basketbolu bırakmasının ardından HIV/AIDS karşıtı güvenli seks etkinlikleri ile, yardımseverlik kampanyalarına katıldı.
Johnson'un otobiyorafisi
Diğer biyografiler:
Pürin
Pürin (1), heterosiklik, aromatik bir organik bileşiktir. Birbiriyle kaynaşmış imidazol ve pirimidin halkalarından oluşur. Pürin türevleri genel olarak "pürinler" olarak adlandırılır. Pürinler ve pirimidinler (pirimidin türevleri) azotlu bazlar arasında yer alan iki gruptur. Bu bazlar deoksiribonükleotitler ve ribonükleotitlerin içinde yer alarak hücrelerdeki genetik bilginin kodlanmasında önemli bir rol oynarlar. DNA ve RNA'nın canlılardaki yaygınlığı nedeniyle, pürinler doğada en çok görülen azotlu heterosiklik bileşiklerdir.
DNA molekülünün birimleri nükleotidlerdir. Bir nükleotidde fosforik asid, deoksiriboz ve organik baz bulunur. Deoksiriboz 5 karbon ile fosforik aside, 1 karbon ile organik baza bağlıdır. Nükleotidlerin arasında 3' 5' fosfodiester bağı vardır. Organik bazlar, purin ve primidinler olmak üzere ikiye ayrılır. Purinler adenin ve guanin, primidinler, timin (urasil) ve sitozinden oluşur.
DNA ve RNA'nın yanı sıra, pürinler çeşitli diğer önemli biyokimyasalları oluştururlar, ATP, GTP, NADH, koenzim A gibi.
Pürinin kendisine (1) doğada rastlanmaz ama organik sentez yoluyla üretilebilir.
'Pürin' adı Alman kimyager Emil Fischer tarafından 1884'te Latince "purum uricum" sözcüğünden türetilmiştir. Fischer, pürini 1899'da sentezlemiştir. Reaksiyonun başlama noktası ürik asitti, bu bileşik 1776'da Scheele tarafından böbrek taşlarından saflaştırılmıştı. Urik asit (8) PCl ile reaksiyona sokularak 2,6,8-trikloropürin oluşturmuş (10), bu da HI ve PHI ile 2,6-diiodopürine dönüştürülmüştü. Bu sonuncu madde, çinko tuzu ile pürine (1) indirgenmişti.
Çoğu organizma pürinleri sentezlemek ve parçalamak için metabolik yollara sahiptir. Pürinler, nükleozit bileşikler olarak (riboz şekerine bağlı bazlar olarak) sentezlenir.
Pürinlerin yıkımı sonunda oluşan ürik asitin metabolik bir bozukluk sonucu vücutta birikmesi gut hastalığına neden olur.
Pürinler et ve et ürünlerinde, özellikle ciğer ve böbrekte, yüksek miktarda, bitkisel gıdalarda ise az bulunurlar . Normal düzeyde pürinli gıdaların tüketimi gut hastalığı riskini artırmaz.
Formamid açık kapta 170 C 28 saat boyunca ısıtılınca pürin iyi bir verimlilikle elde edilir:
Oro, Orgel ve arkadaşları dört HCN molekülünün bir araya gelerek diaminomaleodinitril (12) oluşturduğunu, bunun da hemen tüm doğal pürinlere dönüştürülebildiğini göstermişlerdir.:
Traube pürin sentezi (1900) Wilhelm Traube'a atfen adlandırılmış klasik bir reaksiyondur; amin ornatıklı bir pirimidin ve formik asit ile gerçekleşir:
Amerika Birleşik Devletleri Ordusu Özel Harekât Kuvvetleri
Amerikan Ordusu Özel Harekât Birlikleri (United States Army Special Forces) —Yeşil Bereliler (Green Berets) ya da kısaca Özel Harekât (Special Forces) diye de bilinir— Amerikan Ordusu'nun sıradan olmayan savaşlar ve özel harekâtlar için eğitilmiş olan birliklerine verilen isimdir. Birlik 1952'de Albay Aaron Bank tarafından kurulmuştur. Kuruluş yıllarındaki bir subayın (Edson Raff) katkısıyla resmî şapkaları yeşil beredir.
Birliğin resmî düsturu Latince "De oppresso liber" dir yani "Ezileni kurtarmak".
Franco
Franco şu anlamlara gelebilir:
Vallegrande
Vallegrande, ("İspanyolca: "Büyük Vadi"") Bolivya'daki Santa Cruz bölgesinde, Santa Cruz de la Sierra'nın kuş uçuşu 125 km. güneybatısındaki küçük bir kenttir. Vallegrande Eyaleti'nin başkentidir ve bölgede önemli bir alışveriş merkezidir. Kent 2.030 m rakımda adını aldığı büyük bir vadinin içinde yer alır. Yaklaşık 6.000 nüfusa sahiptir. Vadi içindeki konumu itibarıyla yumuşak bir iklime sahiptir ve bölgedeki en önemli geçim kaynağı tarımdır.
Vallegrande İspanyollar tarafından 1612'de "Ciudad de Jesús y Montes Claros de los Caballeros del Vallegrande" (Vallegrande şövalyelerinden Montes Claros ve Jesus'un şehri) adıyla kurulmuştur. 18nci ve 19ncu yy.larda düzenli bir şekilde büyüyen Vallegrande 1900 yılında ulaştığı 25.000'lik nüfusuyla bölgenin kültürel merkezi haline gelmiştir. 20nci yy.da ise yakınlardaki Santa Cruz şehrinin gelişmesiyle önemini giderek yitirmeye başlamıştır.
Vallegrande'ye eski Santa Cruz'dan Cochabamba otoyoluna giderken ayrılan bir yoldan ulaşılır ve bir uçuş pisti bulunmaktadır.
Vallegrande'nin uçuş pistinde 1997 yılında Che Guevara'nın cesedinden kalanlar bulunmuştur. 1967 yılında yakınlardaki La Higuera köyünde öldürülen Guevara'nın cesedi buraya gömülmüştür.
Endospor
Endospor, bir bakterinin uygun olmayan koşullar altında sitoplazma yüzeyini minimuma indirerek metabolizmasını en düşük halde çalıştırmasıyla ortamın dış etkilerinden korunması amaçlı olarak aldığı haldir.
Bir üreme biçimi değildir. Yüksek ve düşük sıcaklık durumlarında meydana gelir. Bakteriler çok düşük sıcaklıklarda endospor halde uzun yıllarca var olabilirken (buzullarda binlerce yıllık bakterilere rastlanmıştır) yüksek sıcaklıklarda durum böyle değildir; belli sıcaklık değerlerinden sonra endospor korumaya devam edememektedir. Endospor olayı Protista aleminde yer alan canlılarda gerçekleşmez.
Türkiye Dağcılık Federasyonu
Türkiye Dağcılık ve Kış Sporları Federasyonu 1936 yılında kurulmuştur. Kurucusu ve ilk başkanı Latif Osman Çıkıgil'dir. Dağcılık ve Kış Sporları Federasyonu, Dağcılık Federasyonu ve Kayak Federasyonu olarak 21 Temmuz 1966 yılında ayrılmıştır. 1966 yılında yeni kurulan Türkiye Dağcılık Federasyonu kurucu başkanı İsmet Ülker, ilk başkanı ise Latif Osman Çıkıgil'dir.
Watto
Watto, Star Wars karakterlerinden biridir. , filminde karşımıza çıkan , kanatlı, kısa ve çirkin suratlı olan "Toydarian" ırkından olan bu karakter, Tatooine gezegeninde bir hurda satıcısıdır. "Watto" aynı zamanda aç gözlü bir kumarbazdır . Küçük Anakin Skywalker ve annesi Shmi Skywalker'ı, "Gardulla the Hutt'tan" bir bahiste kazanmıştır.
Watto'yu filmde Andrew Secombe seslendirmiştir.
Watto, Anakin'i dükkânında çalışıtırırdı. Ancak bu Anakin 9 yaşına gelince değişti.
Qui-Gon Jinn, nedime klığındaki Kraliçe Amidala'yı Coruscant'a götürmek için yedek parça almaya geldiğinde Anakin'in içindeki gücü sezdi ve "Midichlorian" sayısının fazla olduğunu gördü. Anakin, Pod Yarışı'na katıldığı sırada Qui-Gon ve Watto bahse girdiler. Anakin kazanırsa onlarla gelip parçaları alacaktı. Kaybederse kalmakla birlikte kraliyet gemisi Watto'nun olacaktı. Anakin yarışı kazandı ve parçalarla Tatooine'den annesine veda ederek ayrıldı.
10 yıl sonra Anakin ile bir daha karşılaşan Watto ona annesini Lars adlı bir aileye sattığını söyledi. Anakin Lars Çiftliğine gittiğinde ise acı haberi öğrendi.Annesi Tusken Akıncıları tarafından kaçırılmıştır ve Anakin de onu Tuskenlerden kurtarmak için Tuskenlerin kampına gider ve bütün Tuskenleri öldürür.Annesinide bulur ama annesi oğlunu gördükten sonra ölür.
Sumru Yavrucuk
Sumru Yavrucuk, (d. 1961, Ankara), Türk oyuncu. İstanbul Belediye Konservatuvarı Şan ve Tiyatro bölümlerinde okudu. Daha sonra Ankara Devlet Konservatuvarı'nda özel statü öğrencisi oldu.
Emek gücü
Emek gücü, Karl Marx tarafından tanımlanıp kullanılan önemli ekonomi-politik kavramlarından birisidir. Emek gücü, emek ile aynı anlama gelmez, aksine Marx ısrarla bunları birbirinden ayrıştırmaya çalışır.
Emek gücü, genel anlamda bir potansiyeli ifade eder ve insanın "belli bir kullanım değeri üretirken" harcadığı zihinsel ve fiziksel yeteneklerin bütününü anlatır. Ancak Marks'ın tanımlaması bu genellikte durmaz ve özel olarak, yani bir "meta" olarak emek gücünün ortaya çıkışını açıklar. Emek gücü, bu bağlamda, işçinin pazarda kapitalist işletmeci ile karşılaşması ve belirli bir ücret karşılığında alınıp satılan bir meta olmasıyla tanımlanır. Pazarda işçi ve patron, özgür bireyler olarak karşılaşırlar ve bu karşılaşmanın sonucunda biri emek gücünü satar öteki de satın alır. Ancak satılan tüm bir emek değildir; eğer öyle olsaydı der Marks, daha sonra satılacak bir şey kalmazdı. Yani işçi patrona "emeğini" degil "emek gücünü" satar; buna göre emek'in belirli bir anlamda satılan bölümü "emek gücünü" oluşturur diyebiliriz.
Bu anlamda bir "potansiyel" emek gücü, hem "gerekli-ürün"ü hem de "artı-ürün"ü üretmekte ve ürettigi artı-değere kapitalist tarafından el konulmaktadır. Bu kavramlar Marks'a göre hemen bütün sınıflı toplumlarda görülmektedir ancak, kapitalist toplumsal yapıya gelindiğinde temel değişimler olduğunu da belirtir. "Emek-değer yasası" kapitalist toplumun temel yasasıdır ve burada emek gücü olarak bilinen şey artık bir meta'dır. Öteki metalar gibi alınır ve satılır.Marks'ın anladığı anlamda işçi demek, emek-gücünden başka satacak hiçbir şeyi kalmamış olan "özgür" bireyler demektir. Böylece paranın sermayeye dönüşmesi sürecinin koşulu da bu temelde açıklanmış olur. Potansiyel emek, "emek gücü" olarak alınıp satılan bir meta haline dönüşürken, para da |
sermaye haline gelir. Gerek para gerek emek kavramları "klasik burjuva iktisadı"nda da bulunmaktadırlar, ancak ne paranın sermayeye dönüşmesini ne de emek gücünün bir meta olması açıklanmaz bu kuramlarda. Marks bu kavramları dönüştürerek yeni içeriklerde kullanır ve böylece kapitalist ekonomik sistemin temel unsurlarını çözümlemenin olanağını bulur.
Marks Kapital'de söyle belirtir:
Devamında da şunları ekler:
Yıldo
Ahmet Yıldırım Benayyat kısaca Yıldo (d. 18 Ekim 1945, Ereğli, Konya), Türk şovmen, dizi oyuncusu, eski futbolcu ve voleybolcu.
Asıl adı Ahmet Yıldırım Benayyat olan Yıldo, Konya ilinin Ereğli ilçesinde doğdu. Ömer Reşit adında bir abisi, 1983 doğumlu Alihan adında bir oğlu vardır. Öğrenim hayatı, babasının mesleği dolayısıyla Anadolu'nun değişik şehirlerinde geçti. Ankara Cumhuriyet Lisesi'nde voleybol oynarken 1965 yılında Boluspor'a futbolcu olarak transfer olduğu için Bolu Lisesi'nde lise eğitimini tamamladı. Daha sonra, 1973 yılında üniversite eğitimini İstanbul İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi (bugünkü Marmara Üniversitesi)'nde tamamladı.
Spor hayatında ilk defa 1962 yılında gençler Türkiye 400 metre engelli rekorunu kırarak adını duyurdu. 1965 yılında lisede voleybol oynarken Boluspor'a futbolcu olarak transfer oldu. 1967 yılında futbol oynarken tekrar voleybola dönen Yıldo, Galatasaray Spor Kulübü'nün voleybol takımında oynadı. "Yıldo" lakabı ilk defa arkadaşı millî voleybolcu Yavuz Işılay tarafından Galatasaray voleybol takımında oynarken takıldı. Daha sonra yeniden futbola dönen Yıldo, Şekerspor, Galatasaray, İstanbulspor, Sarıyer, Şekerspor ve Gaziantepspor'da futbol oynadı.
Futbolun ardından plastik torba ticareti yapan Yıldo, 1980'li yıllarda Türkiye'de yeni yeni gelişen plastik torba sektörünün öncülerinden biri oldu. 1993 yılında davranışları ve kişiliğiyle dikkatleri üzerine çeken Yıldo, Star TV ile televizyon dünyasına girdi. Bu kanalda Süper Turnike yarışma programını sundu. Yıldo, daha sonra Star TV ve Kral TV'de gece programları yapmaya başladı. Böylece Türkiye ilk gece showmen'iyle tanışmış oldu. Bu programlarda kitlelerin ilgisini çeken Yıldo, Türkçe argoya "kafadan koparma" deyimini soktu. Yıldo aynı zamanda çeşitli dizilerde de oyunculuk yaptı. Ayrıca, Hemşo ve Dansöz filmlerinde rol aldı. Aşk hayatıyla da magazin gündeminde yer almış olan Yıldo birden fazla evlilik yaptı. Şu anda çeşitli televizyon programlarına konuk olmaktadır.
Galce
Galce, Keltik dillerinin Britonik koluna ait bir dildir. Çoğunlukla Galler'de konuşulur, İngiltere'de de az bir konuşura sahiptir. Tarihsel bağlamda İngilizcede bu dil Kambrian, Kambrik gibi isimlerle bilinir.
2011 Birleşik Krallık nüfus sayımlarına göre %27'si(837 bin ) Galler'in dışında ve %73'ü(2.2 Milyon) ise Galce bilmeyen 3.100.000 Galler vatandaşı bulunmaktadır. Üç yaş ve üstü Galler vatandaşlarının %19'unun(562.000) Galce konuşabildiği, %77'sinin ise Galce'yi hem konuşup, hem okuyup hem de yazabildiği aktarılmaktadır.
Galce Galler Dil Komisyon'un girişimleriyle Galce dili Galler'de resmi dil olarak kabul edilmiştir.
İrlandaca
İrlandaca, Hint-Avrupa dil ailesinin Kelt koluna ait dildir. İrlanda'nın ve Birleşik Krallık'a bağlı Kuzey İrlanda'nın resmî dilidir.
Bretonca
Bretonca, Hint-Avrupa dil ailesinin Kelt koluna ait dildir. Fransa'nin Breton (Bretonca: "Brezhoneg") bölgesi'nin resmî dili. Fransa'daki Bretanya ve tarihî bakımdan Bretanya'nin bir parçası olan Loire-Atlantik bölgesinin bazı sakinleri tarafından konuşulmaktadır.
Bretonca, her ne kadar, medyada, okullarda, günlük yaşamda sıkça kendini belli etse de, Fransa'da resmi bir dil değildir. Temmuz 2008'de Fransız anayasasının 75. maddesinin, ilk fıkrasına göre, Bretonca, tüm diğer bölgesel-etnik Fransa dilleri gibi, Fransa mirasından sayılmaya başlanmıştır. Bu maddeye göre, Bretonca gibi dillerin statüsü değişse de bu diller henüz resmî bir statüde güç sağlayamamıştır. Fransa genelinde tanınmasa da, Bretonya bölgesinde, Fransızca tabelaların altında Bretonca açıklamalar yer almaktadır.
Bretonca, kendi altında, iki ana farklı dil yapısına ayrılır. Doğuda Fransızca ile karışık olan Gallo dili, batıda ise sıradan Bretonca konuşulur. Bunların dışında, dil, farklı lehçelere ayrılmaktadır. Bu lehçeler;
Âl-i İmrân Suresi
Al-i İmran (Arapça: سورة آل عمران), Kur'an'ın 3. suresidir.
Medine’de indirildiğine inanılan sure 200 ayetten oluşur. 33. ayetinde geçen İmran ailesi, sureye adını vermiştir. İmran ailesi, Kur'ana göre Meryem’in babası olup peygamberlik ve hikmet (bilgelik) ocaklarından olan bir ailedir.
İmran (Amram) dinler tarihinde aynı zamanda kardeşler olan Miryam, Musa ve Harun peygamberlerin babası olarak geçmektedir. Kur'anda ise bu isim Meryem ile bağlantılı olarak anılır.
Al-i İmran ve Meryem sureleri birlikte ele alındığında Kur'an Meryem'in annesinden bahsetmemekte, babasından İmran ve erkek kardeşinden Harun olarak bahsetmektedir. Hristiyan kaynaklarına göre ise Meryem'in babası , annesi ise 'dır.
Hristiyan kaynakları bu konuda Muhammed'in İsa'nın annesi Meryem ile Musa ve Harun'un kız kardeşleri olan İmran kızı Meryemi birbiriyle karıştırmış olduğu tezini ileri sürerler.
Bu surenin hâkim konusu bu ailenin temsil ettiği peygamberlik, İsa, Meryem ve Hıristiyanlık'tır. Tevrat, İncil ve Kur’an’ın aynı ilahî kaynaktan geldiği, bu kitapların müteşabih (benzetmeli) ayetler de ihtiva ettiği, fakat bunların din esaslarına zarar vermeyecek tarzda tefsir edilmesi gerektiği vurgulanır.
61. ayeti Mübahele Ayeti ismiyle meşhur olmuştur. Bu ayete göre Hristiyanlar Muhammed'in geleceğini haber veren bazı incil ayetlerini görmezden gelerek Muhammed'in peygamberliğini inkar etmişlerdir. Ayetlerde Nübüvvet'in esasının tevhid (birlik) olduğu, bu esas üzere dinlerin şirk (ortak koşma) unsurlarından temizlenmesi gerektiği bildirilir. Ehl-i kitap diyaloga ve hakka davet edilir. Daha sonra cihattan ve Uhud gazasından bahsedilir, bunlardan hareketle bazı ilkeler gösterilir.
Al-i İmran suresi meali
İskoçça (Kelt dili)
İskoçça ("Gàidhlig"), Hint-Avrupa dil ailesinin Kelt dilleri koluna ait dil. Birleşik Krallık'a bağlı İskoçya'nın İngilizce yanında bir resmî dili.
İskoç dili bugün İç ve Dış Hebridler'de, Highlands bölgesinde ve Glasgow şehrinde konuşulmaktadır. Bugün İskoç dilini bilen herkes İngilizce de bilmektedir.
İskoç dili, İrlandaca ve Man dilinin yakın bir akrabasıdır. Bunun sebebi, 4. yüzyıldan itibaren İrlanda'nın kuzeyinden Skotların İskoçya’ya göç etmesi ve orada bundan sonraki yüzyıllarda gittikçe yayılan bir krallığı kurmasıdır.
2001 nüfus sayımına göre 58.652 kişi İskoç dilini konuşmaktadır. Bu, İskoçya’nın nüfusunun yaklaşık %1,5’idir.
İskoç alfabesi yalnızca 18 harften oluşur.
Nureddin Batrucî
Nureddin Batruci "(Tam adı: Cafer Nureddin Ebu İshak el-Batruci el-İşbili)", Modern astronominin kurucusu sayılan bilim adamı.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Fakat, Endülüs bölgesi'ndeki Kurtuba'nın kuzeyinde bulunan Pedroches şehrinde doğduğu tahmin edilmektedir. İspanya'daki İşbil'de (bugünkü adıyla Sevilla) yaşadığı için, 'El İşbili' künyesini kullanmıştır. Avrupalılarca daha çok Latince'ye geçmiş ismi olan Alpetragius olarak bilinir. 1217 yılında ölmüştür.
El-Batruci, döneminin ünlü bilginlerinden olan İbn-i Tufeyl'in öğrencisiydi. Tarih ve astronomiye ilgi duymuş, astronomiyi Battani, Zerkâlî ve Cabir Bin Eflah'ın eserlerinden tahsil etmiştir. El-Batruci'nin tek bilinen kitabı Arapça olarak yazdığı Kitab Fi'l Hey'e (Astronomi Prensipleri)'dir. 1185 yılında yazımını bitirdiği bu eserin tesiri asırlarca devam etmiş, Hristiyan ve Yahudi bilimadamları tarafından kaynak eser olarak kabul edilmiştir. Bu Hristiyan bilimadamlarının arasında Kopernik de geçmektedir.
Işık Lisesi
Işık Okulları, Feyziye Mektepleri Vakfı çatısı altında hizmet veren İstanbul'daki eğitim kurumları. Feyziye Mektepleri Vakfı, 14 Aralık 1885 yılında Selanik’te yaşayan Türk ailelerinin, çocuklarını eğitecek, onlara gelişme ve yetişme olanağı sağlayacak bir okul arayışıyla 50 öğrenci ile kurulmuş ve 17 Aralık 1934 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk’ün onayıyla 49. yıldönümünde “Işık” adını almıştır.
Kökeni 1885'e dayanan Işık Okulları'nın kuruluşu, Osmanlı Devleti’nin ilk sivil toplum hareketlerinden kabul edilir.
1872 yılında Atatürk'ün de öğretmenliğini yapmış olan Şemsi Efendi "(ö. 1917)" tarafından Şemsi Efendi Mektebi'nde 'Usul-u Cedid' (Yeni Usul) de denilen yeni bir eğitim metodu uygulanmaya başlandı. Balkanlar'da yaşayan varlıklı Türk ailelerinin ilgisini çeken bu sistem, kurumsallaşarak 13 Aralık 1885'te Mısırlızade’lerden Mümeyyiz Tevfik Efendi önderliğinde bir heyetin Selanik'te Feyz-i Sıbyan mektebini açmasını sağladı. 1900 yılında ise iyice genişleyen eğitim kapasitesiyle okul Feyziye adını aldı ve bu yıllarda okulun mezunları önemli mevkilere geldi. Balkan Savaşı'nın patlak vermesiyle okul bir süre İstanbul'dan idare edildi, ancak I. Dünya Savaşı başlayınca, Selanik şehrinin ümitsiz durumu yüzünden bir de İstanbul Beyazıt'ta Feyziye Mektebi açıldı. 1923 yılında Selanik'teki okulun öğrencileri de Türkiye'ye geldiği için Beyazıt binası yetersiz kaldı ve okul Teşvikiye'de Naciye Sultan Yalısı'na taşındı. Okul üstünde bulunduğu araziyi bir süre sonra satın aldı ve 1934'te okulun ellinci yıl kutlamasında adı Işık Lisesi olarak değiştirildi. 1956 yılında vakıflaşma tamamlandı ve Nişantaşı'ndaki araziye ek binalar yapıldı. 1986'da Ayazağa Kampüsü'nün, 1996'da Işık Üniversitesi'nin ve son olarak 2000'de Erenköy’de ilköğretim Kampüsünü'nün açılmasıyla, Işık Okulları bugün 130 yıllık geçmişini arkasına alarak anaokulundan üniversiteye eğitim veren okullarında yedi bine yakın öğrenci ile Türkiye Cumhuriyeti’nin en köklü eğitim ve öğretim kurumlarından biri haline gelmiştir.
Yaklaşık 3,500 m² açık alan toplam 17,500m2 lik kapalı alan üzerine kurulu Nişantaşı Kampüsü, Işık Okulları'nın ilk ve en eski kampüsüdur. Anaokulu, ilköğretim okulu, lise ve Feyziye Mektepleri Vakfı'nı barındıran dört binaya sahiptir. Okulda 2 adet konferans salonu (M |
uvaffak Benderli ve Sacit Öncel), 2 kapalı spor salonu, teraslarda 2 açık halı saha, 3 bilgisayar laboratuvarı, 5 multimedya derslik ve yemekhane bulunmaktadır. Kütüphanesinde ise 20 bine yakın kitap ve 200'ü aşkın CD bulunduran Nişantaşı Işık Lisesi, girişinde bulunan Galeri Işık Teşvikiye ile önemli sergilere ev sahipliği yapmaktadır.
İstanbul’un en önemli noktalarından birinde bulunan ve 300 metrekarelik bir alana sahip olan Galeri Işık Teşvikiye'de eğitim ve öğretim çerçevesinde, sanat faaliyetlerinin yanı sıra her türlü bilimsel, sosyal ve teknolojik etkinlik, etkileşim ve tanıtım da gerçekleştirilerek değerli projelere ev sahipliği yapılmaktadır.
1986 yılında eğitime başlayan kampüs, Işık Okulları'nın en büyük kampüsü olma niteliğini taşır. Kampüste, anaokulu, ilköğretim, lise ve Işık Üniversitesi'nin Güzel Sanatlar Fakültesi'nin kampüsü bulunur. Spor alanları bakımından; kampüs bünyesinde bir kapalı yüzme havuzu, bir kapalı spor salonu ve açık spor alanlarını barındırır. Okulda ayrıca bir de botanik serası bulunur. Işık Lisesi mezunlarını bir araya getiren Işıkev sosyal tesisi yine bu kampüste bulunmaktadır. Sanata büyük önem veren kurumun bir diğer galerisi olan Galeri Işık İstanbul da bu kampüs içerisinde yer almaktadır.
Yeni oluşturulan bu kampüste, anaokulu, ilköğretim okuluve 2005-2006 yılında eğitime başlayan lise ve fen lisesi yer almaktadır.Kampüsteki sosyal tesisler ve yüzme havuzu 2006-2007 Öğretim Yılında tamamlanarak hizmete girmiştir.
Şehir merkezine yaklaşık 45 dakika mesafede olan kampüste, Işık Üniversitesi öğrencileri için bir "kampüs üniversitesi" oluşturulmuştur.Kampüste, eğitim ve idare binaları dışında çok sayıda sosyal tesis ve yaklaşık 1200 öğrenci kapasiteli yurt bulunmaktadır. Kampüs içerisinde "Galeri Işık Şile" adında bir de sanat galerisi yer almaktadır.
La Higuera
La Higuera (İspanyolca: ""İncir ağacı"") Bolivya'daki Santa Cruz bölgesinde, Santa Cruz de la Sierra'nın kuş uçuşu 150 km. güneybatısındaki küçük bir köydür. La Higuera 1950 m rakımda ve 2001 sayımına göre 119 kişilik bir nüfusa sahiptir. Köylülerin çoğunluğu yerli Guarani halkındandır. İdarî olarak La Higuera "Pucará" belediyesinin bir parçasıdır.
8 Ekim 1967'de Arjantinli devrimci Che Guevara kalçasından vurularak yakındaki "Quebrada del Churo" adlı koyakta Bolivya Ordusu tarafından ele geçirilmiştir. Böylece Guevara'nın Güney Amerika'ya sosyalizmi getirmek için giriştiği devrim seferine son verilmiştir. Che Guevara burada, ertesi gün öldürüleceği okulda bir gece tutsak olarak kalmıştır. Cesedi ertesi gün sergilenmek üzere Vallegrande'ye getirilmiş ve buradan gizlice götürüldüğü uçuş pistine gömülmüştür.
"El Che" için yapılmış bir anıt ve eski okul binası bu bölgedeki en önemli turist uğrak yerlerindendir. La Higuera 2004 yılında açılan "Ruta del Che" (Che Guevara Yolu)'nun bir durağıdır.
Kazan, Tataristan
Kazan, Tataristan'ın başkentidir. Nüfusu 2002 sayımına göre 1.105.289'dur. Şehrin yüzölçümü 287.8 km² olup 7 belediyesi (rayon) bulunmaktadır. Şehrin uluslararası bir havalimanı, İdil Nehri kenarında bir limanı ve Rusya Federasyonu’nun Avrupa kısmını Sibirya’ya bağlayan bir tren istasyonu bulunmaktadır. Rusya'nın en büyük 8. kentidir.
Şehre adını veren Kazan (Kazanka) nehrinin İdil (Volga) nehriyle birleştiği ve İdil’in bir dirsek şeklini aldığı noktada kurulmuştur. Bölgede bulunan taş devrine ait iskân izleri ve şehrin 7 km. civarında bulunan tunç devri eserleri ile demir devri başlangıcına ait mezarlar bölgenin eski çağlardan beri yerleşim alanı olarak seçildiğini ispatlamaktadır. Kazan şehrinin içinde bulunduğu bu coğrafî bölge, III. yüzyıldan itibaren de çeşitli Türk devletlerinin hakimiyet sahası içine girmeye başlamıştır.
Kazan, 1437-1552 yılları arasında Kazan Hanlığı’nın başkenti, 1708-1920 yılları arasında Kazan Vilayetinin (guberniya) merkezi, 27 Mayıs 1920’de Tataristan Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin, 30 Ağustos 1990’da Tataristan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin, 7 Şubat 1992’den itibaren de Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan Cumhuriyeti’nin başkenti oldu.
İdil Bulgar Devleti’nin Abdullah Han zamanında inkıraza uğraması ile hanın iki oğlu Alimbek ve Altınbek, Kazan nehri boyuna gelerek Eski Kazan olarak adlandırılan şehri kurdular. Bu şehir bugünkü Kazan şehrinin 45 km daha yukarısında yer alıyordu. Şehir daha sonraki tarihlerde İdil ırmağının ağzına taşındı ve bugün Kazan olarak isimlendirilen şehir kurulmuş oldu. Şehrin adının Kazan nehrinden geldiği bilinmekle beraber Kazan nehrine bu ismin neden verildiği bilinmiyor. V. Radloff, M. Hudyakov, A. N. Sergeev, P. İ. Riçkov, A. B. Taymas, N. Bajenov, M. Penigen, M. S. Şpilevskiy ve E. G. Buşkanets, Kazan isminin Kazan nehrinden geldiğini, Kazan nehrine de bu ismin dibindeki derin çukurlardan dolayı verildiğini yazmaktadırlar. K. Fuks, A. S. Dubrovin, Ş. Mercanî ve N. P. Zagoskin, Kazan şehrini Kazan Han ya da Kazan isimli bir şahsın kurduğunu ve şehre bu nedenle Kazan isminin verildiğini iddia etmektedirler.
Altın Ordu devletinin dağılmasından sonra 1437 yılında kurulan Kazan Hanlığı'nın başkenti olan Kazan, bu tarihten itibaren önemli bir ticaret merkezi oldu. Sibirya ve Orta Asya'ya ulaşım yolları üzerinde bulunması, bölgede yaz aylarında kurulan panayırlar, şehrin ticarî ve siyasî önemini arttırdı. Şehir kısa bir sürede cami, saray, medrese gibi çeşitli İslamî eserlerle tezyin edildi ve İdil-Ural bölgesinin en önemli şehirlerinden biri haline geldi. Ancak hanlıktaki iç çekişmeler ve yoğun Rus baskısı neticesinde şehir 1552 yılında Rusların eline geçti. Şehirde bulunan Han Sarayı, Nur Ali ve Kul Şerif camileri, Han Mezarlığı gibi pek çok İslamî eser ortadan kaldırıldı. Sadece bugün de sağlam durmakta olan Süyüm Bike minaresine dokunulmadı. Kırmızı tuğladan yapılmış 53 metre yüksekliğindeki bu minare, Kazan kalesinin de içinde bulunduğu şehrin en yüksek noktasına inşa edilmiştir. Bugün Kremlin olarak adlandırılan bu bölge, 2001 yılında UNESCO tarafından “tarihi miras” olarak kabul edildi. 1998 yılında buraya Kul Şerif adında dört minareli bir cami inşasına başlanıldı.
Kazan 1552 yılından sonra İslamî şehir kimliğini kaybederek bir Hıristiyan şehri kimliğine büründü ve 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar bu özelliğini korudu. Kazan’ın Rus hakimiyetine geçmesinden sonra Çarlık Rusyası ilk defa Müslüman tebaa ile karşılaştı. İdareciler imparatorluğun bu yeni tebaasını Hristiyan yapmak suretiyle daha iyi bir Rus tebaasına dönüştürmek için 1555 yılında Kazan’da bir piskoposlukla kurdular. Piskopos Guriy 1555-1576 yılları arasında büyük bir Hristiyanlaştırma başlattı. Kazan piskoposluğu devletin de yardımıyla kısa sürede İdil-Ural bölgesinin en önemli misyoner merkezlerinden biri haline getirildi. Müslüman tebaa zorla ve çeşitli vaatlerle Hristiyan olmaya zorlandı. Kazan ve bölgesine Rus nüfusun yerleştirilmesi, dinlerini değiştirmeleri için yapılan baskılar Tatarları 1556'da isyana sürükledi. Ancak isyan kısa sürede bastırıldı ve din değiştirmeyenlerin şehir surları içinde yaşamaları yasaklandı. Müslümanlar şehrin dışına çıktı ve bugün de Eski Tatar Mahallesi olarak bilinen yeni bir mahalle kurdular. 19. yüzyılın sonuna kadar Kazan’daki Hristiyan ve Müslümanlar ayrı mahallelerde ve köylerde yaşıyorlardı. Kazan 1552-1829 tarihleri arasında 9 büyük yangın geçirdi. 24 Ağustos 1829 tarihindeki yangında 9 kilise ve 1309 ev yandı. 1714 yılında Zuye, Viyatka, Kongor, Simbir ve Penza şehirlerini içine alan Kazan eyaleti teşkil edildi. 1722 yılında Çar I Petro Kazan’ı ziyaret etti, bu ziyaretten sonra şehrin ticarî ve sosyal önemi artmaya başladı. Çarın emriyle şehirde askerler için kundura ve nehir gemileri yapan fabrikalar kuruldu. 1726’da Duhovni Seminariya açıldı. 1758 yılında ilk erkek lisesi (gimnazyum) açıldı. Çariçe II. Katerina 1767 yılında Kazan’ı ziyaret etti. Bu ziyaret sırasında Müslümanlar kendisine müracaat ederek cami yapımı için izin istediler. II. Katerina’nın verdiği izinle Müslümanlar Kazan’ın Ruslar tarafından fethinden sonra ilk camiyi 1766 yılında inşa ettiler. Bu cami bugün Mercanî camisi olarak bilinmektedir. Şehirdeki ikinci cami 1768 yılında Apanayev ailesi tarafından yaptırıldı. 1771 yılında Ahundov ve Apanay medreseleri açıldı. 1774 yılında İdil-Ural bölgesinde çarlığa karşı büyük bir isyan girişimi başlatan Pugaçev, Kazan’ı ele geçirdi. İsyan sırasında şehirde çıkan yangın üç gün devam etti. Tarihi yapıların çoğu bu yangın sırasında yok oldu, sadece şehrin kalesi sağlam kaldı. Bu isyan girişiminin bastırılmasından sonra yeniden Kazan’ın imarına başlandı. 1791’de ilk Rus tiyatrosu, 1786’da barut fabrikası ve 1797’de Duhovni Akademi açıldı. 1785 yılında yeni arazi düzenlemesi sırasında İdil ve Kama nehirleri arasındaki yerler Kazan eyaletine bağlandı. 1804 yılında Kazan Üniversitesi açıldı. Bugün halâ hizmet vermekte olan üniversitenin ana binası 1805-1814 yılları arasında inşa edildi. 1800 yılında şehirde ilk matbaa, 1809 yılında üniversite matbaası, 1811 yılında da ilk kitap mağazası açıldı. Kazan’da Şark Matbaası (Azyatiski Tipografiya) isimli ilk Arap harfli matbaa da yine 1800 yılında açıldı. Bu matbaada 1802-1810 tarihleri arasında 50 bine yakın çeşitli dini kitaplar ve Kur’an basıldı. İkinci Arap harfli matbaa 1802 yılında Kaan Üniversitesi’nde açıldı. Bu iki matbaa 1829 yılında birleştirildi. Haritanov Matbaası, Kazan’daki Arap harfli matbaaların en iyilerinden biri idi. Bu matbaada 1909 yılına kadar 2 milyon civarında İslamî eser basıldı. Sibirya'nın yerleşime açılmasından sonra şehrin ticari önemi daha da arttı. XX. yüzyılda Kazan, Rusya İmparatorluğu’nun en önemli ticaret ve kültür merkezlerinden biri durumuna geldi. 2 Ocak 1848’de ilk banka, 24 Mayıs 1850’de ilk kız lisesi, 1860’da ilk deri fabrikası (Alafuzov), 1865’de şehir kütüphanesi, 1876’da Tatar Öğretmen Okulu, 1881 ilk müzik okulu açıldı. Şehrin en büyük kütüphanesi olan Kazan Devlet Üniversitesi Kütüphanesi (Nauçnaya Biblioteka İmeni N. İ. Lobaçevskogo) 1814 yılından itibaren kitap toplamaya başladı. 1907 yılında 18.508 kişinin i |
stifade ettiği kütüphanede 160 bin cilt kitap bulunuyordu. 1997 sayımına göre kütüphanede 4.700 bin cilt kitap bulunmaktadır. Bu kitapların 153 bin cildi Tatarca, 23 bin cildi de Arap harfli matbu ve el yazmasıdır. Şehirdeki diğer bir önemli kütüphane de Tataristan Milli Kütüphanesi’dir. Bu kütüphanede de 3.700 bin cilt kitap bulunmaktadır ve bunların 80 bin cildi Tatarcadır.
Kazan 27 Mayıs 1920’de kurulan Tataristan Muhtar Cumhuriyeti’nin başkenti olduktan sonra hızla gelişmeye başladı. 1926’da yolcu otobüsleri çalışmaya başladı. 1928’de kanalizasyon inşasına ve yeni konut yapımına başlandı. 1932 yılında havacılık enstitüsü ve sinema filmi üreten bir fabrika açıldı. 13 Nisan 1945’de Rusya İlimler Akademisi’nin Kazan şubesi açıldı. 1954 yılında şehre doğal gaz boru hatları döşenmeye başladı.
Kazan Üniversitesi, Pedagoji Üniversitesi, Teknik Üniversite, Konservatuvar ve çeşitli yüksek okullar, şehirdeki en önemli öğretim kurumlardır. İlimler Akademisi’ne bağlı çeşitli enstitüler de üniversite sonrası eğitim verilmektedir.
Galiasker Kemal, Kerim Tinçurin, Musa Celil, Kaçalov drama tiyatrosu şehirdeki en büyük tiyatrolardır. Tukay, Lenin, Musa Celil, Gorki ve Devlet Müzesi (700 bin parça koleksiyonu bulunmaktadır) şehirdeki önemli müzelerdir. Komünist dönemde inşa edilen yeni üniversite binaları, parlamento binası, sirk ve Tataristan oteli şehirdeki görkemli yapılardan bazılarıdır. 1990’dan sonra Türkler tarafından inşa edilen spor sarayı, pramit (eğlence merkezi), Safar oteli ve filarmoni salonu şehirdeki modern yapılardan bazılarıdır. Ayrıca 1990’dan sonra Kazan’ın hemen hemen her mahallesinde inşa edilmeye başlayan değişik mimarideki küçük camiler ve kiliseler de şehre çok dinli bir kimlik vermiştir.
Devlet müzesi, Tukay müzesi, Milli Kütüphane binası, opera binası, Mercanî, Apanay, Burnay, Ecim (Azimov), Peçen Pazarı ve Sultan camileri ile St. Pavel ve St Pyotr kiliseleri, Kazan'daki önemli tarihi eserlerdir.
2010 nüfus sayımına göre şehirde 1.161.308 kişi yaşamaktadır. Şehirde 1897’de 130.000, 1923’de 158.000, 1939’da 406.000, 1959’da 667.000, 1970’de 869.000 kişi yaşıyordu. Etnik Gruplar ise şöyledir:
Kazan’da uçak, helikopter, optik aletler, tıbbi cihazlar, petro-kimya, kompresör, doğal gaz aletleri, ayakkabı, deri, sabun, kürk ve kimyasal madde üreten çok sayıda fabrika bulunmaktadır. Ayrıca pamuklu dokuma, çikolata ve gıda üretimi de yapılmaktadır. Eski SSCB’nin bütün şehirlerinde olduğu gibi Kazan’da da konutlar şehrin dışında, paralel ve dikey olarak planlanmış geniş ve uzun caddelerin kenarlarına inşa edilmiştir. Şehirdeki bütün konutlar merkezi sitemle ısıtılmakta ve sıcak su verilmektedir. Ulaşım tramvay, troleybüs ve otobüslerle sağlanmakta olup 1998 yılında metro inşasına başlanmıştır.
Kazan’da Şark Matbaası (Azyatiski Tipografiya) isimli ilk Arap harfli matbaa 1800 (Rusya’da ilk matbaa 1563 yılında Moskova’da açıldı) yılında açıldı ve 1802 yılından itibaren bu matbaa Abdülaziz Burnaşof isimli bir Tatar tarafından işletilmeye başlandı. Kısa bir süre sonra matbaa Kazan zenginlerinden Apanayof isimli şahsa satıldı. 1802-1810 tarihleri arasında bu matbaada 50 bine yakın çeşitli dini kitaplar ve Kur’an basıldı. İkinci Arap harfli matbaa 1802 yılında Kaan Üniversitesi’nde açıldı. Bu iki matbaa 1829 yılında birleştirildi. Haritanov Matbaası Kazan’daki Arap harfli matbaaların en iyilerinden biri idi. Bu matbaada 1909 yılına kadar 2 milyon civarında İslamî eser basılmıştır. Kazan’daki bu üç 1892-1899 yılları arasında 276 bin Kur’an basılmıştır.
1917 İhtilali’nden önce şehirde “Yıldız”, “Ahbar”, “el-Islah”, “ed-Din ve’l Edeb”, “Biraderan Kerimoflar”, “Şark (908’den itibaren Örnek)”, “Beyanü’l Hak”, “Millet” gibi müslüman matbaalarının yanı sıra Hüseyinov ve Varisleri Kitabevi (1880), Biraderan Kerimoflar, Ali Kadirof, Millet, Maarif, Sabah, Ahmed Giray Hüseyinof Şürekası gibi çok sayıda İslamî eser satan kitap mağazaları da bulunuyordu.
1871 yılında Kazan’da ilk Tatarca salname (kalendar) Kayyum Nasiri tarafından çıkarılmaya başlandı. 1905 I. Rus İhtilali’nden sonra başlayan yumuşama döneminden 1917 İhtlilali’ne kadar Kazan’da çıkarılan Arap harfli süreli yayınlar şunlar idi:
Gazeteler:
Dergiler:
Şehirde Ruslar tarafından çıkarılan bazı önemli gazete ve dergiler ise şunlardı:
Kazan’da 200’e yakın Tatarca, Rusça, Çuvaşça gazete ve dergi çıkmaktadır. Şehri Kazan, Vatanım Tatarstan, Respublika Tatarstan, Veçernaya Kazan, Kazan Utları, Süyünbike, Maarif, Miras ve İdil bunların en önemlileridir. Ayrıca şehirde Tatarca ve Rusça yayın yapan televizyon stüdyoları ve radyo istasyonları da bulunmaktadır.
Rosario
Rosario Arjantin'in Santa Fe eyaletinin en büyük, Buenos Aires ve Córdoba'dan sonra Arjantin'in üçüncü en büyük şehridir. Buenos Aires'in 285 km. kuzeybatısında ve Paraná Nehrinin batı kıyısında yer almaktadır. 2001 sayımına göre şehirde 910.000 kişi yaşamaktadır.
Rosario şehri aynı zamanda Rosario ilinin de merkez şehridir ve Arjantin'in "sanayi koridoru"nun merkezini oluşturur. Banliyöleri ve bazı komşu knetlerle birlikte oluşturduğu metropolitan bölge "Gran Rosario" (Büyük Rosario) 1.121.441 kişilik nüfusuyla ülkenin en büyük üçüncü yerleşimidir.
Şehir, demiryolu taşımacılığının başlıca duraklarından biri olduğu gibi, Kuzeydoğu Arjantin'in de en önemli alışveriş merkezidir. Okyanus gemileri Paraná Nehri sayesinde şehre kadar ulaşır. Şehrin limanı 9,75 m derinliğindedir. Rosario limanı sürekli bir alüvyon birikimi tehdidi altında olduğundan periyodik olarak bu alüvyon tabakası kaldırılmak durumundadır. Yakın bir zamanda nehirdeki liman derinliği 10,4 m derinliğe indirilecektir. Buğday, un, saman, keten tohumu ve diğer bitkisel yağlar, mısır, şeker, kereste, et, deri, ve yün bu limandan yapılan ihracatı oluşturur. Şehirde üretilenler arasında un, şeker, et ürünleri ve diğer yiyecek maddeleri sayabilir. 2003 yılında Paraná Nehri üzerinden geçen ve Rosario şehrini Victoria şehrine bağlayan Rosario-Victoria Köprüsü ulaşıma açılmıştır.
Paraná şehriyle birlikte Rosario şehri, kurucusunun belli olmadığı birkaç Arjantin şehrinden biridir. Şehrin koruyucusu Rosary bakiresidir (Virgen del Rosario) (kutlama günü 7 Ekim).
Rosario Arjantin bayrağının beşiği olarak bilinmektedir. Che Guevara'nın ve Lionel Messi'nin doğduğu şehirdir.
Harbiye, Defne
Harbiye, Hatay ilinin Defne ilçesine bağlı mahalle. Binlerce yıllık bir yerleşim yeridir. Tarihsel adı 'Defne' veya 'Daphne' olarak bilinmektedir. Defne bitkisi ve koza ipeği üreticiliğine sık rastlanır.
Harbiye, E-91 karayolu üzerinde bulunur ve Antakya şehir merkezinin yaklaşık 8 km güneyindedir. E-91 karayolu, Harbiye'den 55 km sonra Suriye sınırından geçip Orta Doğu'ya uzanır.
Antakya Bölgesindeki En Eski şelalelerden birisidir. En yukarısından en aşağısına kadar belirli aralıklarla küçük, orta ve büyük şelaleler bulunmaktadır. Ana kaynaktan en aşağıya kadar yaklaşık 1,5 km uzunluğundadır.
Halk, Arapça dilinin kısmen yerelleşmiş ve kreol haline gelmiş bir şeklini kullanmaktadır. Özellikle Arapça okuma ve yazma bilmeyen genç nüfusun günlük konuşmalarda kullandığı bu Arapça'nın içinde, Arapça fonetik ve söyleniş kurallarına uygun hale getirilerek telaffuz edilen birçok Türkçe kelime vardır. Arapça'nın dejenerasyonu ve günlük yaşamda kullanılabilirliğinde giderek artmakta olan yetersizlik, mahallede anadilin özüne uygun korunması ve kullanılması konusunda girişimler yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Yeşil alanlarının fazla olması ve şelalelerinin güzelliği ile ünlenmiş olan Harbiye, konumu itibarı ile Orta Doğu’yu Türkiye’ye bağlayan yol üstünde bulunduğundan bu ülkelerden gelen turistlerin hem uğrak yeri, aynı zamanda konaklama ve eğlence yeridir. Oteller (ikisi işletme belgeli olmak üzere toplam 5 adet otel bulunmaktadır) ve çok sayıda pansiyon yanında, halkın bir kısmı evlerininin bir kısmını yaz mevsiminde turistlere kiraya vermektedir. Ayrıca Türkiye'nin dört bir yanından gezi turları düzenlenmektedir.
Harbiye beldesinde yumuşak iklim sayesinde her türlü sebze ve meyve yetişmektedir. Sebze tarımı genellikle ihtiyaca yönelik yapılmakta iken, meyvecilik (erik, nar ve hurma başta olmak üzere) ticari bir artı değer sağlamaktadır. Harbiye beldesi ve çevresindeki yerleşim yerlerinde zeytincilik ve zeytin yağı üretimi de önemli bir tarımsal uğraştır. Defne bitkisi tarih boyunca bölge ile özdeşleşmiş olup, halihazırda hane ihtiyacı için ve daha çok ticaret amacıyla defne sabunu ve defne yağı imalatı devam etmektedir. Bunun yanında bölgede koza yetiştiriciliği ve koza ipeği üretimi yapılmaktadır.
Antik çağın ünlü Daphne kentidir. Efsaneye göre Zeus'un oğlu ışık tanrısı Apollon, ırmak kenarında gördüğü genç ve güzel bir kız olan Daphne'ye aşık olur ve onunla konuşmak ister. Apollon'dan korkan Daphne kaçmaya başlar, Apollon Daphne'yi kovalar. Daphne kurtulamayacağını anlar ve "Ey toprak ana beni ört, beni sakla, beni koru!" diye yalvarır. Daphne ağaca dönüşür. Apollon şaşırır. Bu olaydan sonra kahramanların şiir ve silah zaferleri, defne ağacının dallarıyla mükafatlandırılır ve Daphne'nin gözyaşlarının Harbiye'deki şelaleleri meydana getirdiğine inanılır.
Seleucus döneminde, çağlayanlarıyla tanınan ve bir sayfiye yeri olan Daphne, çok sayıda köşkleri, tapınakları ve eğlence yerleri ile ünlüydü. Stadyumunda düzenlenen olimpiyatların ihtişamı dillere destandı. Ancak şiddetli depremler bu şehri yerle bir etmiş, günümüze gözle görülür herhangi bir eser kalmamıştır.
Hasan Polatkan
Hasan Polatkan (1915, Eskişehir - 16 Eylül 1961, İmralı Adası), Eskişehirli ve Kırım Tatarı kökenli siyasetçi. 1950-60 arasında Adnan Menderes hükümetlerinde çalışma ve maliye bakanlıkları yapmıştır. 27 Mayıs Darbesi sonrası başlatılan Yassıada Yargılamaları sonrası Türkiye Başbakanı Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile birlikte idam edildi.
İlk ve orta öğrenimini Eskişehir'de tamamladı. 1936 yılında Siyasal Bilgiler Okulu'nu (bugün Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) bitirdi. Aynı yıl Ziraat Bankası'nda müfettiş yardımcısı olarak g |
öreve başladı. Üç yıl sonra müfettiş oldu.
21 Temmuz 1946'da Demokrat Parti'den (DP) Eskişehir milletvekili seçildi. 14 Mayıs 1950 genel seçimlerinde yeniden Eskişehir milletvekili seçildi ve Adnan Menderes'in 22 Mayıs'ta kurduğu ilk hükümette çalışma bakanı olarak görev aldı. 14 Aralık'ta maliye bakanlığına getirildi. Daha sonra kurulan dört Menderes hükümetinde de bu görevi sürüdürdü. Polatkan'ın katkısıyla benimsenen mali politikalar yüksek ve sürekli enflasyona neden oldu. Hızlı büyüme hedefi ön planda olduğundan denk bütçe göz ardı edilerek yatırımlar ertelenmedi. Giderek artan bütçe açıklarının önce dış kaynaklarla karşılanması hedeflendi. Ancak gelişmeler istenilen yönde olmayınca iç kaynaklara dönüldü. 1955 yılından itibaren para arzı hızla arttı. Enflasyonu körükleyen bu uygulamalar sabit ve dar gelirlilerin, asker ve sivil bürokratların tepkisine yol açtı.
27 Mayıs Darbesi'nde (1960) Kütahya'da Menderes'le birlikte tutuklanarak Yassıada'ya gönderildi. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, öbür hükümet üyeleri ve DP milletvekilleriyle birlikte anayasal düzeni bozma ve değiştirmeye kalkışmak suçundan (TCK 146) yargılandı. Yüksek Adalet Divanı'nca Yassıada'da yapılan yargılama sonunda ölüm cezasına çarptırıldı (15 Eylül 1961). Millî Birlik Komitesi (MBK) tarafından onaylanan ceza ertesi gün İmralı Adasında yerine getirildi.
Mezarının uygun bir yere nakledilmesi için 1987'de bir yasa çıkarıldı. 1990'da çıkarılan bir yasa ile de, hüküm giymiş tüm Demokrat Partililerle birlikte itibarı iade edildi. Polatkan, Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu'nun naaşları devlet töreniyle İmralı Adası'ndaki mezarlarından alınarak 17 Eylül 1990 tarihinde İstanbul'da Topkapı'da yaptırılan anıt mezara nakledildi.
Genç Marx
Genç Marx, genel Marksizm değerlendirmelerinde Karl Marx'ın entelektüel gelişiminin iki ayrı bölümlemeye tabi tutulmasının bir sonucu olarak ortaya konulan adlandırmadır. Buna göre, Genç Marx, bir anlamda Marksist düşüncenin başlangıç dönemini yani hazırlık ve oluşum aşaması evresini teşkil eder. Bazı eğilimlerde bu varsayımsal bir ayrımdır, bazı eğilimlerde ise daha kesin bir kategorik ayrım olarak görünür.
Bu evrede Marx, henüz bir tür ekonomi felsefesiyle uğraşmaktadır; Hegel ve Feuerbach üzerinden okumalar yapmakta ve burjuva ekonomi-politiğin terimlerini tersyüz etmektedir. Yabancılaşma, İnsan doğası, din, tin, felsefe, ekonomi politik bu dönemin konu başlıklarıdır. Aynı dönem içinde ekonomi politiğin yanı sıra felsefede Alman idealizmiyle de uğraşmaktadır. Genç Marx, bu döneminde henüz daha ideoloji ya da felsefe alanındadır, yani "felsefi bir problematik içinde çalışmaktadır" ve bu zorunlu bir süreçtir. Olgun Marx ise, Genç Marx'ın çalışmalarının belirli bir evresinde başka bir düzleme, bilim alanına geçiş yapmış varsayılır. Bu ayrımların kuramsal olarak netleştirilmesi ve kesin bir dönemselleştirme yapılması kolay olmamakla birlikte, buradaki ayrımlayışın belirli bir düşünsel gelişimin dönemlerini açıkladığı ve birbirinden ayırdığı söylenebilir.
Şu yapıtlar Gerç Marx'ın söz konusu dönemini karakterize eder;
Daha sonra Marx, kendini somut tarihsel, toplumsal, ekonomik bir bütünselliğin açıklamasına yönlendirir. Özellikle, Grundrisse adlı çalışmasından itibaren ve Kapital'de bunun somut örneğini vermiş olduğu açıklanmaktadır. "Soyut kategorik tartışmalar"dan "somutun incelemesine", Tarih felsefesinden Tarih bilimine, yani "felsefe"den "bilim"e geçiş, Genç Marx ile Olgun Marx arasına konulan ayrımın temelidir.
Althusser'in belirlediği anlamda " epistemolojik kopuş" da bu noktayla ilişkilidir. Bu kopuş'un sonrasında Marx, Althusser'e göre yeni bir kuramsal alandadır. Yani artık felsefi sorunsal'ın değil bilimsel sorunsal'ın içindedir. Althusser burada, genel olarak bir tür bilimlerin kuruluş sürecindeki mantığı Marx'a uyarlar gibidir. Sonuç olarak, buna göre, bütün bilimlerin kuruluşunda olup bitenler, yani bilim öncesinden bilime geçiş, Marksist Bilim'in kuruluşunda da söz konusudur. Genç Marx-Olgun Marx ayrımı bu sürecin Marksizm içindeki tarihini gösterir.
Aleksandros Mavrokordatos (diplomat)
Aleksandros Mavrokordatos () ya da İskerletzade Aleksandros ya da İskerletzade İskender (1641-1709) Osmanlı padişahı IV. Mehmet zamanında sarayda baş tercümanlık yapmış İstanbul'un nüfuzlu bir Fenerli Rum ailesi olan Mavrokordato ailesinin üyesi Osmanlı vatandaşı bir Rumdu.
Aleksandros Mavrokordatos'un babası Sakız adasında yetişmiş bir ipek tüccarıydı. Annesi Aleksandros'u Avrupa'ya eğitim görmek için gönderdi. Aleksandros, Padua ve Bolonya Üniversitelerinde Fen ve Tıp dallarında öğrenim gördü ve tezler yazdı. İstanbul'a döndükten sonra Fener Rum Patrikhanesi'ndeki Akademisini yönetti. 1671 yılında sadrazam Köprülü Fazıl Ahmed Paşa'nın baş tercümanı oldu. Sarayda İskerletzade İskender adıyla tanındı. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sadrazam olduktan sonra görevine devam etti. 1683 yılında II. Viyana Kuşatması'nın başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra görevden alındı. Ancak 1687 yılında tekrar göreve döndü. Aleksandros Mavrokordatos'un en önemli rolü 1698 yılında Karlofça Antlaşması'nın müzakeresi sırasında oldu. Sadrazam Köprülü Hüseyin Paşa'nın emriyle sadece tercümanlık yapmakla kalmadı, elçilik görevini üstlenerek antlaşmanın başarıyla sonuçlanmasına aracılık etti. Philip Mansel [1] Aleksandros Mavrokordatos sayesinde Karlofça Antlaşması sonrasında Osmanlı İmparatorluğunun beklenenden daha az toprak kaybettiğini yazar. Sultan başarısından dolayı ona samur kürk hediye etti. Bu tarihten sonra kendi yerine oğlu Nikolas Mavrokordatos baş tercüman yapıldı. 1709 yılında da oğlu Nikolas Mavrokordatos Boğdan Voyvodası oldu ve birkaç nesil boyunca Mavrokordatos ailesi'nin üyeleri Eflak ve Boğdan'ı Osmanlılar adına yönettiler. Osmanlı, Eflak, Boğdan ve Yunanistan hükümetlerinde önemli görevlerde bulunmaya devam ettiler.
Alexandros Mavrokordatos ölümüne kadar Fener Rum Patrikhanesi'nde birçok yüksek derecede görevlerde bulundu. 1709 yılında İstanbul'da öldü.
Lübeck
Lübeck, Almanya’nın kuzey kesiminde, Schleswig-Holstein eyaletinde bir liman şehri. Baltık Denizi'nden yaklaşık 14 kilometre içeride, Trave ve Wakenitz ırmaklarının kıyısında yer alır. 1987 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiştir.
Bölgede kurulan ilk yerleşme bir Slav prensliğinin merkezi olan Liubice’ydi. Alman kenti ise 1143’te Holstein kontu II. Adolf tarafından kuruldu. 1157’deki yangında şehrin büyük kısmı yıkıldıysa da 1159’da III. Heinrich (Aslan) tarafından aynı yerde yeniden inşa edildi. Sonraki yıllarda Avrupa’nın kuzey ve doğusundaki ham madde üreten ülkelerle batısındaki imalat merkezleri arasında bir ticaret merkezi olarak gelişti.
Kısa bir zaman için (1201-26) Danimarka'nın yönetimi altında kalan Lübeck, 1226'da serbest şehir oldu. Bu devirde çıkarılan Lübeck Kanunları, daha sonra Baltık bölgesindeki 100'den fazla şehirde uygulandı. Bu şehirlerin ekonomisini ve görünümlerini büyük ölçüde etkileyen Lübeck, 1358'de Hansa Birliği'nin merkezi oldu.
Reform hareketiyle (1529-30) birlikte, şehir yönetimi önemli değişikliklere uğradı. Bu devirde şehir kurultayı bölgeden sürüldü ve şehrin idaresini Jürgen Wullenwever üstlendi. Wullenwever'in Danimarka, İsveç ve Felemenk'e karşı giriştiği savaşın başarısızlıkla sonuçlanması, şehrin eski gücünü kaybetmesine sebep oldu. Bununla birlikte Lübeck, Hansa Birliği'nin dağılmasından (1630) sonra da Baltık Denizi'ndeki en önemli liman olma vasfını korudu. 1811'den 1813'e kadar Fransız idaresi altında kalan şehir, 1815'ten sonra da Alman Konfederasyonu'na üye oldu.
Lübeck, 1866'dan sonra Kuzey Almanya Konfederasyonu'na, 1871'den sonra da Alman İmparatorluğu'na bağlandı. 1900'de Elbe-Lübeck Kanalı'nın yapımıyla birlikte şehir ekonomisi yeniden canlandı. Şehrin 1226'dan beri süregelen özerk statüsü, 1937'de Nazi yönetimi sırasında Prusya'nın Schleswig-Holstein eyaletine bağlanmasıyla son buldu.
Lübeck'in önde gelen tarihî binaları arasında 14. yüzyılda tamamlanan Gotik üsluptaki Marienkirche "(Meryem Ana Kilisesi)", yapımına 1173'te III. Heinrich devrinde başlanan romanesk katedral ile Gotik ve Rönesans üsluplarının karışımı bir üslupta inşa edilen şaşaalı Belediye Binası "(Rathaus)" sayılabilir. Kuleli Kale Kapısı "(Burgtor)" (1444) ve Holsten Kapısı "(Holstentor)" (1477), şehrin Ortaçağ surlarının kalıntılarıdır.
Lübeck, Almanya'nın Baltık Denizi kıyısındaki en büyük limanıdır; liman, şehrin en mühim iş alanıdır. Öteki ekonomik etkinlikler arasında gemi yapımı ve metal işleme ile seramik, kereste ürünleri, tıbbî araç ve gıda maddeleri üretimi sayılabilir. Nüfus, 31 Aralık 2005 itibarıyla 213.983 kişidir.
Amasya Genelgesi
Amasya Genelgesi, ulusal egemenliğe dayanan, tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini oluşturan ilk kuruluş belgesi olması nedeniyle Türk tarihinde önemi olan metin.
İlk kez "ulusal egemenlikten" bahsedilmiştir. Bir ihtilal bildirisi niteliği taşımaktadır, çünkü İstanbul Hükümeti'ni hiçe saymakta, hükümetin düşman devletlerin esiri olduğunu söylemekte ve milleti yine milletin kendisinin "azmi ve kararlılığının" kurtaracağını söylemektedir. Maddenin yorumu Kurtuluş Savaşı'nın amacı ve yönetim şeklinin halk tarafından yapılması ve seçilmesidir Mustafa Kemal kendisinin hazırladığı Amasya Tamimi'ni, 9. Ordu Müfettişi sıfatı ile imzalamıştır.
Sivas'ta bir kongrenin toplanacağı, "Amasya Genelgesi"nde belirtilmiştir.
Esaslar, Mustafa Kemal tarafından yaveri Cevat Abbas Bey'e 21-22 Haziran 1919 gecesi Amasya'da yazdırılmıştır.
Mustafa Kemal tarafından Cevat Abbas Bey’e yazdırılan temel esaslar şunlardır:
"Nutuk"un aynı bölümünde ifade edilir ki, aslında bu taslak, dört maddelik bir müsvedde olarak dikte edilmiştir. Amasya Genelgesi'nin sonuç bildirgesi bu taslak doğrultusunda gerçekleşmiştir. Bu taslak metnin sonunda, Mustafa Kemal'in, Kurmay Başkanı Albay Kazım Bey'in, kurmay heyetinden tebliğ işlerinden sorumlu memur Hüsrev Bey'in, askeri makamlara şifre yayan diğer bir yaver Muzaffer Bey'in ve sivil makamlara şifreleyen fa |
kat "Nutuk"ta adı açıklanmayan bir sivil memurun imzaları vardır ve "Nutuk"ta ifade edildiğine göre bunlardan başka imzalar da vardır.
Hazırlanan bildirideki bu diğer imzalar, bahsi geçen ilk imzalardan sonra müsveddede yerini almıştır. Atatürk'ün "Nutuk"ta, isimlerinden bahsetmediği bu imzaların sahipleri; İstiklal Savaşı'nı başlatan diğer komutanlar olan ve fakat Millî Mücadele sonrasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adlı muhalefet partisi kurmak istedikleri için "gözden düşen" Hüseyin Rauf Orbay, Refet Bele ve Ali Fuat Paşa'dır.
Bildiri, Erzurum'da 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir'e ve Cemal (Mersinli) Paşalara da sunuldu. Onların onayının alınmasından sonra, bildiri, 22 Haziran 1919'da ülkenin en batısındakinden en doğusundakine kadar tüm mülki amir ve askeri komutanlara telgrafla Abdurrahman Rahmi Efendi tarafından ulaştırıldı.
Amasya Protokolü
Amasya Protokolü veya Amasya Görüşmeleri, İstanbul Hükümeti ile Heyet-i Temsiliye arasında 22 Ekim 1919'da yapılan protokoldür.
Mustafa Kemal Paşa, Rauf Orbay ve Bekir Sami Beylerle birlikte 18 Ekim 1919'da Amasya'ya gelerek Salih Paşa ile 20 Ekim'de görüşmelere başladılar ve Sivas Kongresi'nce kabul edilen esaslar üzerinde görüşmeler başladı. Sivas Kongresi'nce kabul edilmiş bulunan esaslar üzerinde görüşmeler 22 Ekim'e kadar sürdü ve taraflar şu esaslar üzerinde anlaştılar:
Son madde, yani meclisin İstanbul dışında toplanacağı hükmü, anayasaya aykırı olacağı gerekçesiyle İstanbul Hükümeti tarafından kabul edilmedi. Mustafa Kemal Paşa da ısrar etmedi.
Amasya'da varılan anlaşma ile İstanbul Hükümeti Temsil Heyeti'ni resmen tanımış oluyordu.
Ronny Johnsen
Ronny Johnsen (d. 10 Haziran 1969, Tønsberg), Norveçli eski futbolcudur.
Johnsen futbola 6 yaşında Sem IF takımında başladı. 1987'ye kadar bu takımda forma giydikten sonra, 1987-89 arası Stokke IL takımı formasını giydi. 1989-91 arasında ise Eik-Tønsberg IF takımının altyapısında oynadı.
1992 ve 1993 yıllarında FK Lyn takımında profesyonel futbol hayatına başladı. 1993'te küme düştüler, buna rağmen Johnsen Lillestrøm SK'ya transfer olmayı başardı. 1994'te Norveç Ligi ikincisi oldular. Norveç'te 1995 sezonu devam ederken, döneminin Norveç için rekor olan bir bonservis ücreti ile 1995 yılında Beşiktaş'a transfer oldu. Gösterişsiz futbolu ile o sezon kulübün en istikrarlı futbolcularından biri olmasına rağmen Christoph Daum'un yönettiği takım sezonu kötü bir performansla tamamladı ve Johnsen spor yazarları tarafından oldukça eleştrildi.
Steve Bruce'un takımdan ayrılması sonrası Manchester United, Johnsen'i Beşiktaş'tan transfer etti. Sezonun ilk transferi olan Johnsen, ilk sezonunda formayı kaparak, 38 maçın 31'inde forma giydi. 1996'dan 2002'ye kadar bu 6 senede içinde 4 lig şampiyonluğu (1997, 1999, 2000 ve 2001), bir FA Cup (1999) ve yine 1999 yılında bir kez de UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşadı. Şampiyonlukta büyük yardımı olan Johnson, yarı finaldeki Juventus FC maçında orta sahanın ortasında yer alıp, kariyerinin en iyi performanslarından birini sergiledi. Final maçında da Jaap Stam ile beraber takımın defansında yer aldı. Bayern Münih'in attığı gol, Johnsen'in yaptığı bir faul sonrası kullanılan atış sonrası gelse de, maçın geri kalanında çok iyi bir performans göstererek 90 dakika oynadı. 2000 yılı şampiyonluğunda sakatlığı nedeniyle sezon içinde 3 maçta forma giyebildi. 10 maçtan az forma giymesine rağmen, 7 yıl önce Dion Dublin'e yapılan bir ayrıcalığın aynısından faydalanan Johnsen, madalyayı alma hakkına sahip oldu. 2001 şampiyonluğunda ise ligde tam olarak 10 maç oynayarak madalya alanlardan oldu.
Johnsen, Man Utd yıllarında 7'si ligde olmak üzere, tüm kupalarda toplam 8 gole imza attı. İlk golünü Ağustos 1997'de FA Community Shield kupasında Chelsea FC'ye attı. Bu gol ile Manchester United, maçı 1-1 durumuna getirmiş, daha sonra da penaltılarla kupayı kazanmıştı. 2001-02 yılı sonundaki kontrat bitimine kadar takımda kalan Johnson, daha sonra serbest kaldı.
2002'de, bir başka Norveçli millî futbolcu Øyvind Leonhardsen ile Alman kulüp Schalke 04 ile antrenmanlara çıktı anlaşma sağlanamadı. 2002 yılında Birmingham takımı Aston Villa'ya transfer oldu ve iki sezon da bu takımda forma giydi. 49 kez forma giydiği ve bir gol kaydettiği (Şubat 2004'te Leeds United'a) Aston Villa'dan 2004 yılında Newcastle United'a transfer oldu ancak burada ilerleyen yaşı ve fiziksel durumunun müsait olmaması nedeniyle çok az forma şansı bulabildi.
2005 yılında futbolu bırakmayı planlasa da sonradan kararını değiştirdi ve Norveç ekibi Vålerenga ile sözleşme imzaladı. 3 Kasım 2008'de sezonun son maçı olan SK Brann karşısında forma giyen Johnsen, bu maçtan sonra futbolu bıraktı.
Johnsen, 2008'de Norveç'te verilen Kniksen Ödülleri'nde "Onur Ödülü"ne layık görülmüştür.
Defans ve orta sahada görev yapan Johnsen, 61 kez Norveç millî futbol takımının forması giymiştir. 1998 FIFA Dünya Kupası'nda Norveç kadrosunda yer aldı.
Johnsen, EURO 1992 elemelerinde 1 maçta forma giydi. 1994 Dünya Kupası için ise 3 eleme maçında forma giydi. 13 Kasım 1993'te Polonya'yı 3-0 yenen kadroda yer alan Johnsen, bir de gol kaydetti. Bu maçın sonunda Norveç, 1938'den beri ilk kez Dünya Kupası'na katılma hakkı kazandı. Ancak Egil Olsen, Johnsen'i 1994 FIFA Dünya Kupası kadrosuna seçmedi.
EURO 1996 elemelerinde 10 eleme maçının 7'sinde forma giydi ancak çok çekişmeli geçen grup maçları sonrası 1. bitiren Çek Cumhuriyeti'nin bir puan, ikinci olan Hollanda'nın ise averajla gerisinde kalan Norveç, Avrupa Şampiyonası'na gidemedi.
1998 FIFA Dünya Kupası elemelerinde 5 maç forma giyen Johnsen, kupaya katılan Norveç'in kadrosunda da yer aldı. 3 grup maçında da (Fas, İskoçya, Brezilya) ilk 11'de, 90 dakika forma giydi. Sonraki turda da 90 dakika oynayan Johnsen, İtalya karşısında alınan 1-0 yenilgiye engel olamadı. Johnson Euro 2000, 2002 Dünya Kupası ve Euro 2004 elemelerinde de forma giydi.
Elba
Elbe (Latince: Ilva; İtalyanca: Isola d'Elba) İtalya'nın, Toskana eyaletine bağlı bir adadır. Sahil şehri olan Piombino'nun (42°44′N, 10°22′E) 20 km (12 mil) açığındadır. Fransa'ya bağlı Korsika Adası 35 km batıda bulunmaktadır. Toskana bölgesinin en büyük adasıdır. İtalya'nın ise Sicilya ve Sardinya'dan sonra 3. büyük adasıdır.
Adada, hepsi Livorno'ya bağlı olmak üzere 8 adet yerel yönetim bulunmaktadır. En büyüğü Portoferraio'dur. Diğerleri ise; Campo nell'Elba, Capoliveri, Marciana, Marciana Marina, Porto Azzuro, Rio Marina ve Rio nell'Elba'dır.
Adanın toplam nüfusu 35.000 civarındadır ve bu nüfusun 12.000'i Portoferraio'da bulunmaktadır. Yaz aylarında adanın nüfusunda fark edilebilir bir artış gerçekleşmektedir.
224 km² yüzölçümüne sahip adanın kıyı şeridinin toplam uzunluğu 147 kilometredir. En yüksek dağ 1,018 metrelik yüksekliği ile Monte Capanne'dir.
Antik yıllarda ada demir madeni ile öne çıkmıştı. Madenler ilk önce Etrüskler tarafından daha sonra da (M.S. 480) Romalılar tarafından kuruldu. Napolyon Bonapart'ın sürgüne gönderildiği ada olarak ünlenmiştir.
Kentleşme
Kentleşme, kentsel yaşam biçimlerinin gelişimi olarak tarif edilmektedir. Başka bir deyişle, dar bir alana yerleşen büyük nüfus birikimi, yeni fiziksel ve sosyal oluşum, karmaşık ilişkiler ağı, iş dallarının farklılaşması ve kendine özgü bir kültürel sistemin ortaya çıkması olarak tanımlanmaktadır. Kentleşme, kente göç eden bireyin ya da kentte ikamet eden nüfusun değişim sürecini oluşturur ve sosyal, kültürel, ekonomik özellikleri ile ele alınır. Kentlileşme sosyal bakımdan, kente özgü tavır ve davranış biçimlerinin benimsenmesi ile gerçekleşirken kırsal alanlarda yaşayanlar daha farklı ekonomik ve sosyo-kültürel yaşam biçimine sahiptir.
Kentsel yaşam biçimleri ikiye ayrılır: Fiziksel kentleşme, işlevsel kentleşme.
Fiziksel kentleşme; şehirlerin büyümesiyle ilgilidir.
İşlevsel kentleşme; insanların değişen davranışlarını kapsar..
Yüzyıllardır görülen fiziksel kentleşme süreci, (özellikle 19. yüzyılda Avrupa'da) gelişmekte ve gelişmiş olan ülkelerde son yıllarda büyük oranda hızlanmıştır. Sanayileşmiş ülkelerde, kırsal alanlardaki kentsel yaşam biçimleriyle birlikte fiziksel kentleşme de gelişmeye başlamıştır. Tarihsel inceleme sonucunda kentsel nüfus oranında artış görülmüş, 2008 yılında dünyada ilk defa şehir nüfusunun, kırsal alanlara göre daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Birleşmiş Milletler Nüfus Fonu’na göre ise 2030 yılında, 5 milyar insanın şehirde yaşayacağı tahmin edilmektedir.
Kentleşme olgusu nüfusun yer değiştirmesinin ötesinde ekonomik, toplumsal, kültürel ve siyasal büyük çaplı dönüşümleri de gerektirir.
Ülkemizde, kentleşme hareketlerinin gelişimi 1950 öncesi ve sonrası olmak üzere iki farklı dönemden oluşmaktadır. Kent nüfusu 1950’ye kadar çok yavaş artış gösterirken bu tarihten sonra özellikle kırsal alanlarda çok hızlı bir gelişme sürecine girilmiştir. Bunun nedeni ise, yapısal dönüşümlerin çözülmesi ve günümüzde hala devam eden kentlere yönelik yoğun göçlerdir.
Kentleşme süreci 1980’lerden sonra çeşitli toplumsal sorunlara bağlı olarak büyük kentlere göçü gerektirmiştir. Bunun sebebi ise hedeflenen ekonomik büyümenin sağlanamaması, yüksek oranda seyreden enflasyon ve milli gelirin artmamasıdır. Bu göçler özellikle gecekondulaşma olmak üzere önemli maddi ve kültürel sorunlar doğurmuştur.
Kentlerin ortaya çıkışının ilk öncülleri, Neolitik Dönem’de Torosların Güneydoğu eteklerinde bulunan “Bereketli Hilal” adı verilen bölgede görülmüştür. Diyarbakır- Çayönü, Körtik Tepe, Batman- Hallan Çemi, Urfa- Nevali Çöri, Göbekli Tepe ilk Neolitik yerleşkelerdir ve insanoğlunun toprağa yerleşip üretici duruma geçtiği dönemde kurulmuştur. İkinci öncülleri ise; Orta Anadolu’da MÖ 7000’lerde Konya- Çatalhöyük ve Kuzey Irak- Jarmo yerleşkeleridir. MÖ 4000’li yılların sonlarında ise, Güney Mezopotamya’da Sümerler tarafından Ur, Uruk, Eridu Site'leri kurulmuştur. Daha sonraları Nil Havzası’nda da buna benzer kentler kurulmuştur.
Tarımdaki “artı ürün” ile bundan doğan kentler arası ticari ilişki, kentlerin surlarla çevrilmesi, insanla |
rın kutsal değerler etrafında birleşmesi, yazı ve hukuk’un ortaya çıkması ve bununla birlikte toplumsal sınıfların oluşmaya başlaması kentleşme sürecindeki öncel faktörler olmuştur.
Ege Kıyılarında ise, tarıma elverişli arazilerin yokluğu nedeniyle maden çıkarma, çıkarılan madenlerden çeşitli aletlerin üretimi, denizcilik ve ticaretin gelişmesi kentlerin yapısını etkileyen etmenleri oluşturmuştur.
MÖ 2000'lerde kentleşme hızı artmıştır ancak MÖ 1200'lerde “Deniz Kavimleri Göçü” Ege'de Myken, Anadolu'da Hitit Uygarlığı'nın yıkılmasına neden olmuştur. Bu yıkım kentlere göçle gelen topluluklara ve dolayısıyla kentleşme olgusuna da büyük bir darbe olarak kabul edilmiştir.
MÖ 1000'li yıllarda, yeniden gelişmeye başlayan kentler önce Batı Anadolu Kıyılarında, 9. yüzyıl başlarından itibaren ise Anadolu'nun doğusu ve iç kısımlarında varlığını göstermiştir.
Ortaçağın ilk dönemlerinde, üretici işgücü olarak toprağa bağlı bulunan serfler nedeniyle, toplumsal yapı kırsal alanda örgütlenmiştir. Onuncu yüzyıla gelindiğinde ise, ticaretin canlanmasıyla birlikte eski site devletleri ortadan kalkmış, “komün yönetimleri” ortaya çıkmıştır. Tüccar ve zanaatçılardan oluşan komün yönetimleri, kırsal kesimden net bir şekilde ayrılmış ve büyümeye başlamıştır. On beşinci yüzyılda ticari rekabetler, aralarındaki anlaşmazlıklar nedeniyle iç düzenlerinin bozulması ve sınıf çatışmaları komünlerin özerkliklerini kaybetmelerine yol açmıştır.
16. yüzyılda sanayileşme ile büyüyen kentlerin demokratik ve toplumsal hareketliliğin odağı olmaya başlaması, bu kentlerde hızlı nüfus artışı ve çağdaş anlamda kentleşmenin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Sanayi Devrimi ile ulaşılan yeni teknik buluşlar, makineler ve beraberinde getirdiği toplumsal değişmelerin sonucu olarak “işçi” sınıfı ortaya çıkmış, işbölümü ve uzmanlaşma ile birlikte daha çok sayıda işçi ihtiyacı doğmuştur. Bunun sonucu olarak da, çalışmak için kente gelen insanların barınma ihtiyacını karşılayacak alanlar yetersiz kalmış, kent dışında kurulmuş olan fabrikalar çevresinde işçi mahalleleri oluşmuştur. Böylece, sanayi devrimi ile gelişen kent yaşamındaki değişimler; hem ekonomik alanda hem de sosyal, siyasi ve kültürel alanlarda meydana gelmiştir.
Türkiye’deki kentleşme, genel nitelikleri itibarıyla az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin kentleşme süreçleriyle benzerlik göstermektedir.
Başta İngiltere olmak üzere, 19. asır başlarına kadar dünya genelinde sanayi imalatının üretim biçimi ve örgütlenme yapısı büyük ölçüde benzer özellikler sergilemiştir. Ancak 19. yüzyılın başlarından itibaren Sanayi Devrimi bütün geleneksel üretim merkezlerini darboğaza sokmuştur. Osmanlı Devleti de 1840’lı yıllarda Tanzimat Fermanı’nın ilanının ardından sanayileşme çabaları çerçevesinde yeni fabrikalar tesis etme faaliyetlerine girişmiştir. Fabrikalaşma yoluyla gerçekleşen bu sanayileşme çabaları kentleşme sürecine ivme kazandırmıştır.
1927’de Cumhuriyet döneminin ilk nüfus sayımında, Türkiye’de kentlerde yaşayanların oranı %24'tür. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki şartlar, nüfusun ve özel olarak da kent nüfusunun artışını engellemiştir. 1950'li yıllara kadar, kentlerdeki nüfus artışındaki durgunluk süregelmiştir. Kırsaldan kentlere yönelen nüfus hareketleri, 1950'lerde Marshall Yardımı'ndan kaynaklı olarak kentleşmenin temel dinamiğini oluşturmuştur. Bu dönemde Türkiye'de özellikle orta ve büyük işletmelerde makineleşmenin artması, ortakçılık ve kiracılık sistemiyle çalışan köylülerin kitle halinde işsiz kalmasına neden olmuştur.
1950-1985 yılları arasını kapsayan dönemde, kentlerdeki nüfus artışında hareketli bir süreç yaşanmıştır. 1985-1997 yılları arası zaman diliminde ise, kırsal kesimden kentlere doğru yönelen büyük göç dalgaları olmuştur.
Türkiye'de kentleşme oranı, endüstrileşmiş ülkelere göre düşük olmasına rağmen kentleşme hızı son derece yüksektir. 1950’de dünya nüfusunun %30’u kentlerde yaşarken, 2010’da bu oran %50’yi aşmıştır. Aynı yıllarda Türkiye'de, nüfusun %15’i kentlerde yaşarken, %85’i kırsal alanda yaşamaktaydı. 2009 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi’ne göre ise, bu dönemde nüfusun %75,5'i kentlerde, %24,5'i de kırsal alanda yaşamaktadır.
19. yüzyılda batıdaki sanayileşme hareketi, kentleşme sürecini başlatmıştır. Günümüzde, dünya üzerindeki ülkelerin çoğunda, kentlerde yaşayanların, kırlarda yaşayanlara oranla sayısı daha da artmaktadır. Kentlerin asıl gelişmesi sanayi devriminden sonra olmuştur. Sanayi devrimi, kentleşme sürecinde gelişmeyi etkileyen önemli bir aşamadır. Sanayi devrimi, kentlerin gelişmesinde, büyümesinde, büyük endüstri merkezleri halini almasında önemli bir yere sahiptir.
İngiltere’de endüstri alanındaki yeni buluşların ortaya çıkması tarım alanındaki ilerlemeler ve mülkiyetle ilgili yeni gelişmeler, köylülerin endüstri bölgelerine göç etmelerine neden olmuştur. İngiltere’de başlayan endüstrileşme hareketleri kısa zaman sonra Almanya, Fransa, İsviçre ve Belçika gibi diğer Avrupa ülkelerine de yayılmıştır.
Endüstri devriminin kentte yarattığı değişim, kentin fiziki planlamasını da etkilemiş olup kentin dışında veya uzağında yeni yerleşim alanlarını oluşturmuştur.
Türkiye İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük bir değişim sürecine girmiştir. 1940’lıyıllardan sonra kent ve kentlileşme problemleri sürekli olarak Türkiye’nin gündeminde önemli bir yer işgal etmiştir. Kaynağını iç göçlerle kırsal nüfustan alan kentleşme hareketi, sadece demografik bir olay değil aynı zaman da bir değişim sürecidir.
Kent nüfusu 1950’lere kadar çok yavaş biçimde artmıştır. Tarımdaki büyüme, nüfus artış hızıyla aynı oranda olmadığı için ekonomik nedenlerle kırsaldan kente göç son derece önem kazanmıştır. Bu yüzden o yıllarda bir nüfus patlaması ortaya çıkmıştır. Kırdan kopan bu nüfusun kente göçü, 1950’li yıllarla birlikte ülkenin kırsal alanlarında görülen ekonomik ve toplumsal değişimle başlamıştır. Genelde dünya sistemiyle birlikte hızlanan Türkiye’deki toplumsal oluşum içinde tarımın makineleşmesi ve modernleşmesi, geleneksel toprak sahipliği rejiminin değişmesi, tarımda verim düşüklüğü, tarımsal gelirin yetersizliği, topraksızlaşma ya da toprağın belirli ellerde toplanması, ulaşım koşullarındaki gelişmeler gibi faktörlerle kırsal alanlarda yaşayan nüfus kentsel alanlara doğru hızla harekelenmiştir.
1960 ile 1980 yılları arasında kır-kent gelir farklarının artışı, kentlerin ekonomik ve toplumsal yükselişi, ulaşım ve haberleşmenin gelişimi ve artan iç göç hareketleri gibi etkenler kent nüfusunu arttırmıştır.
1980’ler de Türkiye’de, başta büyük kentlerde olmak üzere ekonomik, sosyal ve fiziksel problemleri de beraberinde getirmiştir. Türkiye’nin ekonomik ve sosyal yapısı bu göçü kaldıramadığı için bu kentleşme süreci “aşırı kentleşme”, “sağlıksız kentleşme”, “çarpık kentleşme” gibi kavramlarla ifade edilir. Göçle gelen insanlar da kent merkezlerinin etraflarında gecekondu mahalleleri oluşturmuşlar ve bu gecekondularda ekonomik, konut, sağlık, eğitim, sosyal refah gibi konularda önemli sorunlarla yaşamaya başlamıştır.
1980 sonrası dönemde genel nüfusun giderek artmış olduğu ve nüfusun kentlerdeki oranının daha önceki dönemlerin aksine kırdaki oranından fazla olduğu anlaşılmıştır. İç göçlerin bu dönemden itibaren kent merkezli bir yapıya dönüşmesinin nedenleri arasında; eğitim örgütlenmesinin kentsel alanlarda ağırlıklı olarak yer alması, kamu kesiminin ekonomik politikalar ve yatırımı özendirici politikalar nedeniyle köyle kent arasında ara engellerin oluşmasını ve aşamalı göçün başlamasına neden olmuştur. 1980 yılından sonraki dönemde Türkiye'deki iç göçü büyük ölçüde etkileyen nedenlerden bir diğeri ise, bu yıllardan sonra Türk tarımında görülen gerilemedir. Türkiye 1980 yılına kadar hayvancılıkta Avrupa ülkeleri arasında birinci, dünyada ise ikinci sıradaydı.
Bugün kentleşme süreci, özellikle endüstri alanında gelişmişlik seviyesine yakın ya da gelişmiş devletlerde gerçekleşmektedir. Aynı zaman da bu durumu, kırsal bölgelerde neredeyse hiç iş imkanının olmayışı ya da savaşlar nedeniyle ekonominin kötüleşmesi hızlandırmaktadır. Bu nedenler özellikle bu tür ülkelerde hızla büyüyen çok sayıda yeni şehrin oluşmasına sebep olur. Burada en büyük sorun, bu şehirlerin derme çatma ya da vergilendirilemeyen imar alanlarına sahip olmalarıdır. Bununla birlikte yeni oluşan bu şehirlerde şartlar birçok yönden beklenildiği gibi değildir (bknz. Gecekondulaşma/ çarpık kentleşme). Buna rağmen yine de köyden şehre göç edenler için “şehir” geldikleri yerden çok daha iyi imkanlara sahiptir. Bu kentleşme yöntemi kırsal göç ya da ’’köyden şehre göç” olarak adlandırılabilir. Bu kavram bir ülke içindeki geleneksel göç kavramını ifade etmekle birlikte, gelişen göç nedenlerine ve ülkenin kırsal bölgesinden şehre göç anlamına denk düşmektedir.
İlk olarak kente bir kişi göç eder ve sonrasında ise onu diğer kişiler takip eder. Bu tür göç olayına ise “Zincirleme Göç” denir.
Fakat her ne kadar köyden şehre göç, endüstride gelişme gösteren ülkelerde ilk akla geliyor gibi dursa da; aynı zamanda endüstri uluslarında da söz konusudur. Bu durum, yani köyden şehre göç, tarım arazilerinde çalışacak iş gücünün azalmasına neden olur. Bu durumdan özellikle kentsel yığışım içerisinde olan kadınlar etkilenmektedir. Bunun da sebebi hizmet sektörü içerisinde kendilerine çalışma alanı bulma eğilimidir. Böylelikle kırsal bölgelerde nüfus anlamında eşit dağılım gerçekleşmez.
Böyle bölgelerde yüksek maliyetler ve az kar marjı nedeniyle alt yapı çalışmaları şehirlerde olduğu gibi hızlı ilerleme kaydedemez.
Köyden şehre göçün aksine bir de şehirden köye ya da kırsala yerleşim söz konusudur. Bu tür göçte, iyi kazanan orta gelire mensup aileler banliyö ya da çevresine yerleşmek adına şehri terk eder.
Kentleşmenin oranı ülkeden ülkeye, ülkenin az gelişmişlik veya gelişmişliğine göre farklılık göstermesine rağmen, yukarıdaki göç nedenine bağlı olarak; kentleşmeye etki eden itici, çekici ve siyasi faktör olmak üzere evrensel nedenleri de vardır. Bu çerçevede bu nedenlerin açıklanması, kentleşmenin sebeplerini |
ortaya çıkaracaktır.
İtici faktörler, kentleşme nedenleri arasında ekonomik durum ile ilişkilendirilir. Ekonomik nedenler, kentleşme ile ilgili gelişmelerde en üstte duran temel nedendir. Bu sebepler ise sanayileşme ve makineleşmeyle birlikte geçimini tarım ile sağlayan insanların kente yönelmelerine neden olur. Ayrıca özellikle az gelişmiş ülkeler de tarımsal verimlilikte yaşanan kaos ve kırsal bölgelerde kişi başına düşen gelirin az olması; ekilebilen toprakların dengesiz dağılımı, iklim koşulları ve yaşanan erozyonlar bu bölge yaşayanlarının kente yönelmelerini güçlendiren nedenlerdendir.
Ayrıca itici faktörlerin bir diğer nedeni de kentlerin sunduğu ekonomik üstünlüklerin fazla oluşudur. B. Goodall “The Economics of Urban Areas” adlı kitabında ekonomik üstünlükleri beş noktada toplamaktadır.
Bütün bunlar ve özellikle kentteki iyi yaşam koşulları, kırsal bölgelerin itici nedenleriyle birleşince kente göçü kaçınılmaz kılmaktadır.
Kent, insan ilişkisi açısından fizyolojik, ekonomik, sosyal ve kültürel ihtiyaçların belirli düzeyde karşılandığı yerdir. Bir başka ifadeyle kentler daha iyi eğitim, sağlık, vb. hizmet, çalıştığı işte yükselme isteği taşıyan, daha fazla gelir, daha güzel ve iyi konut isteyen insanlar için yerleşim merkezleri olmuştur. Sağladığı bu imkanlar nedeniyle çekim merkezi haline gelmiştir.
Aynı zamanda kentlerin çekim merkezi haline gelmesine etmen olarak, özellikle kimi yazarların eserlerin de şehirlere güzel atıflarda bulunması gösterilebilir. Bunun gibi “İstanbul'un taşı toprağı altın” sözü de büyük kentin çekiciliğini gösteren ifadelerdendir.
Kentleşme sürecini etkileyen faktörlerden biri de siyasi ve iletici faktörlerdir. Ülke içerisinde alınan siyasi kararlar, yönetim yapısı, yasaların uygulanması ve ülkenin uluslararası ilişkileri kentleşmeyi etkileyip, süreci hızlandırmaktadır. İngiltere' nin 1946 yılında kabul ettiği “Yeni Kentler Yasası” kentleşme sürecinde siyasi kararların ne derece etkili olduğunun bir örneğidir. Ayrıca ülkelerin yaşadığı savaşlar ve siyasi kaos, kentleşme üzerinde etkili olan unsurlardır.
İletici faktörler, iletişim- haberleşme ve ulaşım imkanları olarak kabul edilir. Köy ile kent arasındaki en önemli engel, mesafedir. Ulaşım olanaklarının iyileştirilmesiyle birlikte mesafeler kısalmıştır. Bu durum ise köyden şehre göçü olumlu etkilemiş, kentleşme sürecini hızlandırmıştır.
Teknoloji dünyası içerisinde değerlendirilen ve hem iletişim- haberleşme hem de bilgi kaynağı olan medyanın toplumları etkileme gücü oldukça kuvvetlidir. Haberleşme araçlarındaki gelişme bireysellik kavramının öne çıkmasını etkilemiş bu da toplumun hareketliliğini arttırmıştır.
İletici faktörler, diğer etmenlerin etkilerini azaltıcı ya da çoğaltıcı bir etkiye sahiptir. Ayrıca itici ve çekici faktörler arasında bir nevi aracıdır da.
Gelişmiş ülkelerde meydana gelen kentleşme sürecinde, toprağa bağlı geleneksel toplumdan-yoğun iş gücüne dayalı şehir toplumuna doğru gerçekleşen bir dönüşüm söz konusu olmuştur. Kentleşme ve endüstrileşme süreçleri ya tarım reformu ile derinlemesine bir gelişim içerisinde ya da birbirleriyle eş zamanlı gerçekleşmişlerdir.
Günümüz gelişmekte olan ülkelerinde meydana gelen kentleşme süreci, 1920li yıllarda Latin Amerika’da başlamış olup, II. Dünya Savaşı sonrasında ise diğer ülkelere yayılma göstermiştir. Ancak bununla birlikte bilindiği gibi, gelişmiş ülkelerin kentleşme süreci temelinde bazı farklılıklar yatar:
Farklı kentleşme türleri arasında belirli değişiklikler vardır:
Mimari ve mekânsal-alansal, kentsel yayılma-genişlemeyi ifade eder.
Şehir ve Kırsal alanın birbirinin içine geçmesini, birbirinin devamı gibi görünmesini ifade eder. Bununla birlikte şehrin üretimi artmış yeni iletişim bilgi ağları gelişmiştir.
Kent halkının değer yargıları ve yönergelerinin kırsalda da benimsenmesi ve aynı zamanda tüketim alışkanlıklarının da kırsalda yaşayan insanlar üzerinde genel olarak yer bulmasını ifade eder.
Bir alanda, şehirde ya da ülkede yaşayan nüfusun artmakta olan oranı buna işaret eder. Kentleşme oranı demografik duruma ve sürece göre değerlendirilir. Kentlerde her şey resmi açıdan o ülkenin kendi yasal düzenine göre yönlendirilir.
Şehirlerin sayısı artmaktadır, bu ödünç alınan ya da yeniden kurulan şehirler aracılığıyla gerçekleşmektedir. Yüksek Orta Çağ, Barok ve Sanayi dönemi temel aşamalara örnek olarak verilebilir.
Şehirlere göç etme; bina sayısında artışa neden olduğu gibi sokak ve alt yapıların da çoğalmasını hızlandırır. Ayrıca bu durum mevcut şehirlerin genişlemesini etkiler ve şehrin doğal alanlarını yok eder. Dünyada ve Türkiye'de kentleşme hızlı bir gelişim göstermektedir. Bununla birlikte hızlı kentleşme beraberinde avantajlar ve dezavantajlar getirir. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür.
Daha Fazla Yaşam Alanı Sağlaması: Kentleşme yatay değil dikey gelişmeyi ifade eder. Kentleşme sonunda kentlerde yapılan yüksek katlı binalar bunun tipik örneğidir. Bu sayede canlılara daha fazla yaşam alanı sağlanmış olmaktadır.
Enerji Etkinliğinin Yükselmesi: Kentsel gelişme çeşitli açılardan enerjide etkinliğin artmasına neden olabilir. Örneğin müstakil bir evin ısınmasında harcanılan enerji bir apartmanı ısıtmak için harcanılan enerjiden çok daha fazladır. Burada önemli olan diğer bir nokta apartman dairelerinin en uygun bir büyüklüğe sahip olmasıdır. Günümüzde yapılan apartman içindeki iki katlı daireler bu tasarrufu sağlamayabilir. Başka bir örnek toplu taşımacılıktır. Toplu taşıma sonucu tüketilen benzin miktarında bir tasarruf sağlanabilir. Özellikle kentleşme ile birlikte ortaya çıkan trafik sorununun da çözümü bireyleri toplu taşımaya yöneltmektir.
Etkili Katı Atık Yönetim Sistemleri: Kentlerde oluşturulan geri dönüşüm merkezleri, çöpleri belirli bir alana yaymaktansa geri kazanma yollarını araştırarak ulusal kaynakların israfını önleyebilmektedir.
Daha İyi Sosyal Olanaklar: Eğitim seviyesinin yükselmesi kentleşmenin önde gelen faydaları arasındadır. Kentsel alanlarda doğum oranları, kırsal alanlardan daha düşüktür. Bu ise nüfus artışının neden olduğu çevresel bozulmaları azaltan bir etmendir. Bireylere kentlerde sunulan aile planlaması eğitimleri, kırsal alanlardan daha fazladır. Kentleşme bireylere iş bulmada da daha iyi olanaklar sağlayabilir (özellikle Türkiye'de İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerimizin yoğun göç almasının nedeni kırsal kesimde yaşayan ve yeterli olanaklara sahip olamayan halkın kentlerde iş bulma ümididir). Kentleşme yukarıda anılanlar yanında bireylere daha iyi sağlık hizmeti ve daha iyi bir sosyal yaşam da sağlayabilir.
Sinan Şamil Sam
Sinan Şamil Sam (d. 24 Haziran 1974; Frankfurt, Almanya - ö. 30 Ekim 2015; İstanbul, Türkiye), Türk profesyonel boksör.
24 Haziran 1974 tarihinde Almanya'nın Frankfurt şehrinde doğdu. Amatör boks yaşamı yıllarında oldukça başarılıydı. Dokuz defa Türkiye şampiyonluğunu kazandı. 1992 yılında Gençler Dünya Şampiyonu oldu. 1993'te Vize-Avrupa şampiyonluğunu kazandı. 1995 Dünya İkinciliği'ni elde ederken 1999 büyüklerde "Amatör Boks Dünya Şampiyonu" olmayı başardı. 15 Nisan 2000 tarihinde profesyonel oldu. 12 Ekim 2002'de Polonyalı rakibi Przemyslaw Saleta'ya karşı Avrupa Şampiyonluğu için ringe çıktı ve yedinci raundda nakavtla yendi.
"Boğazın Boğası" lakabıyla tanındı. Yaptığı 35 maçın 31'ini kazandı. Bu galibiyetlerden 16'sını nakavtla elde etti. altın kemerini iki maç boyunca korumasını bildi. Bunlardan ilki Danny Williams'a karşıydı ve maçı altıncı raundda teknik nakavtla aldı. İkinci maçında ise Julius Francis ile yaptı ve bu maçı da yedinci raundda nakavtla kazandı.
14 Şubat 2004 tarihinde Stuttgart'ta ringe çıkan Sinan Şamil Sam, Arnavut asıllı Alman vatandaşı Luan Krasniqi'ye sayıyla yenilerek altın kemeri teslim etti.
20 Kasım 2004'te Güney Almanya'nın Kempten kentinde Rus boksör Denis Bakthov'a karşı ringe çıktı. Bakhtov'u onuncu raundda nakavtla yenerek WBC klasmanında "Dünya Kıtalararası Ağırsiklet Boks Şampiyonluğu" unvanının sahibi oldu.22 Şubat 2005'te bu kez Berlin "WBC Dünya Kıtalararası Ağırsiklet Boks Şampiyonası" unvan maçında rakibi Lawrence Clay-Bey'i yenerek galibiyete kavuştu. 11 Haziran 2005'te Kempten "WBC Dünya Kıtalarası Ağırsiklet Boks Şampiyonası" unvan maçında rakibi Ugandalı Peter Okhello'yu sayıyla yendi.Ancak aynı yılın 12 Kasım tarihinde Hamburg WBC Dünya Kıtalarası Ağırsiklet Boks maçı ve "WBC Dünya Ağırsiklet" eliminasyon maçında rakibi Rus Oleg Maskaev'e yenildi.
Aralık 2010 itibarıyla karaciğer yetmezliğinden dolayı yoğun bakıma alınmış, 14 Ocak 2011'de taburcu olmuştur. Ayrıca Ankara`nın Sincan ilçesi Osmanlı Mahallesinde kendi adına yapılmış bir park vardır.
Ekim 2015 itibarıyla karaciğer yetmezliği teşhisiyle hastanede tedavi gören "Dünya Kıtalararası Ağır Siklet Boks Şampiyonu" Sinan Şamil Sam, 24 Ekim 2015 itibarıyla böbrek yetmezliğinin de baş göstermesi sonucu yoğun bakıma alınmıştır. Acil organ ihtiyacı doğan Sam, 30 Ekim 2015 gecesi karaciğer yetmezliğinden dolayı hayatını kaybetmiştir.
"Boğaz'ın Boğası" lakaplı Sinan Şamil Sam, 15 Nisan 2000 tarihinde profesyonel olmuştur.
Miroslav Karhan
Miroslav Karhan (d. 21 Haziran 1976, Trnava), Slovak eski futbolcudur.
Profesyonel olarak futbola 1994 yılında Slovakya takımı Spartak Trnava'da başlamıştır. 1970'lerden beri kupaya hasret takımın önemli futbolcularından biri olan Karhan, takımın 1995-96 sezonunda üçüncü olmasına yardım etti. Sonraki sezon MFK Kosice'ye son maçta yenilip tarihlerindeki ilk lig şampiyonluğunu kazanma şansını kaybettiler. Sonraki sezon ise Slovenský pohár'nı ve Slovenský superpohár'nı kazandılar. 1996 UEFA Intertoto Kupası'nda oynayarak ilk kez Avrupa'da top koşturan Karhan, sonraki iki sezon ise UEFA Kupası'nda oynadı ancak ilk sezon PAOK'a, ikinci sezon daha sonra formasını giyeceği Beşiktaş'a elendiler.
1999 yılında La Liga ekibi Real Betis'e transfer olarak ilk kez yurtdışında bir lige transfer olmuştur. Ancak La Liga'da 18. olup küme düştüler. Karhan, 2000 yılında yönetimi değişen ve tamamen kadrosunu yenileyen Beşiktaş'a transfer olmuştur. |
Beşiktaş'ta kariyerinde ilk kez UEFA Şampiyonlar Ligi'nde forma giydi ve Lokomotiv Moskva'ya bir de gol attı. Elemeler dahil olmak üzere 9 maçta forma giyen Karhan, AC Milan, Leeds United ve FC Barcelona karşısında oynadı. Ligde 25 maçta forma giyen Karhan, Ankaragücü ve Trabzonspor'a gol attı. Sezon içinde Atatürk Kupası'nı kazandılar. Karhan ise sakatlığı nedeniyle kupa maçında forma giyemedi.
Başarılı performansıyla dikkat çeken Karhan 2001-02 sezonunda Bundesliga ekiplerinden VfL Wolfsburg'a transfer oldu. 34 maçın 33'ünde forma giyen Karhan, 3 tane de gol attı. Sezon içinde tek forma giymediği maçta ise kırmızı kart cezası nedeniyle oynayamadı. Karhan, Wolfsburg döneminde 2006'ya kadar sezonda 30 maçın altına inmedi. 2003'te Intertoto Kupası finaline çıktılar ancak finalde kaybettiler. Yarı finalin ikinci maçında NK Cibalia Vinkovci karşısında bir gol bir asist yaparak takımına destek oldu. 2006-07 sezonunda ise pek forma şansı bulamadı.
2007-08'de 2. Bundesliga takımı Mainz'a transfer oldu. Karhan defansif oyununun yanında 5 gol 9 asistlik performans gösterdi ancak üçüncü olan 1. FC Köln'ün üç puan arkasında kalıp bir üst lige çıkamadılar. Sonraki sezon tüm maçlarda oynayıp 5 gol atıp 7 asist yapan Karhan'ın yardımıyla Mainz, 2. Bundesliga'da ikinci oldu ve Bundesliga'ya çıkmaya hak kazandı. 2009-10 sezonunda Mainz, ligi 10.cu bitirdi. 2010-11 sezonunda da Karhan, ilk 9 maçın 9'unda da forma giymiştir.
2011 yazında Mainz 05'den eski takımı Spartak Trnava'ya geri dönmüştür ve bu kulüpte futbolu bırakmıştır.
Karhan 2002'de Slovakya'nın en iyi futbolcusu seçilmiştir.
100 kez Slovakya millî futbol takımı forması giyen Karhan, ülkesinin en çok millî olan futbolcusudur. Karhan'ı 75 maçla Róbert Vittek izlemektedir. Millî takımda 13 gol atan Karhan, defansif bir orta saha olmasına karşın Slovakya tarihinin en golcü 4. ismidir.
Karhan millî formayı ilk kez 6 Eylül 1995'te İsrail'le oynanan EURO 1996 elemelerinde giydi. Karhan EURO 1996'dan beri her Avrupa Şampiyonası elemesinde, 1998 FIFA Dünya Kupası'ndan bu yana her FIFA Dünya Kupası elemesinde forma giymiştir. İlk golünü 8 Ağustos 1999'da Euro 2000 elemelerinde Liechtenstein'a karşı attı. 3 Eylül 2005'te Almanya ile oynanan hazırlık maçında Slovakya maçı 2-0 kazanırken iki golü de Karhan kaydetti.
2007'de millî takımı bıraktığını açıklayan Karhan, hoca değişikliği ile millî takıma geri döndü. 2010 FIFA Dünya Kupası elemelerinde 10 grup maçının 7'sinde forma giyen Karhan, 1 gol kaydetti. Slovakya grup birincisi olarak tarihinde ilk kez FIFA Dünya Kupası'na gitme hakkı kazandı ancak Karhan, sakatlığı nedeniyle kupaya giden kadroda yer alamadı.
Bolivya Silahlı Kuvvetleri
Bolivya Silahlı Kuvvetleri (İspanyolca: Las Fuerzas Armadas de Bolivi), Bolivya'nın iç ve dış tehditlere karşı savunmasından sorumlu askeri kuruluştur. 3 kuvvet komutanlığından oluşur:
Gönüllü askerlik hizmeti için yaş sınırı 18 olmasına rağmen yıl içinde öngörülen sayıda gönüllü bulunamadığı durumda 14 yaşındaki erkek çocuklar dahil olmak üzere zorunlu olarak askere alma yöntemi uygulanmaktadır. Bir tahmine göre Silahlı Kuvvetlerin %40'ı 18 yaşın altındadır ve bu sayının %50'si de 16 yaşın altındadır. Askerlik hizmet süresi 2002 yılı bilgilerine göre 12 aydır.
Che Guevera'yı da öldüren ordudur ve bu yüzden Nicholas Giel bu ordu için Soldatido Boliviano (Küçük Bolivyalı asker) şarkısını yazmıştır.
Kiel Antlaşması
Kiel Antlaşması, Napolyon Savaşları sırasında, Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı ile İsveç'in oluşturduğu tarafla Danimarka-Norveç arasında 14 Ocak 1814'te imzalanan ve taraflar arasındaki çarpışmaları sona erdiren antlaşmadır.
Antlaşma uyarınca Danimarka'nın Norveç'i İsveç'e bırakmasıyla 1380'de kurulmuş olan birlik sona ermiş, Danimarka'nın Baltık bölgesi ve Avrupa'daki gücü de azalmıştır.
Antlaşma İsveç'in 1809'da Finlandiya ve Aland Adalarını (Ahvenanmaa) Rusya'ya bırakmasıyla doğan kaybını bir ölçüde dengeliyordu.
Danimarka ile birliğe öteden beri karşı çıkan Norveç ise pazarlık konusu yapılmasına sert tepki gösterdi ve İsveç'le birleşmeye karşı koymak amacıyla kendi anayasasını hazırladı.
Kiel Antlaşması'na silahla direnmeye karar vererek İsveç'i anayasasını kabul etmeye zorladı; sonuçta 1905'e değin süren birleşik bir krallık kuruldu.
Danimarka, eski Norveç toprakları olan Grönland, İzlanda ve Faroe Adalarını elinde tutmasına karşın Norveç'i yitirmesi yüzünden siyasal ve ekonomik zarara uğradı.
Crytek
Crytek, 1999'da üç Türk kardeş olan Cevat, Avni ve Faruk Yerli tarafından Almanya'nın Coburg şehrinde kurulmuş olan bir video oyun şirketidir. Crytek'in ana merkezi Frankfurt'ta bulunmaktadır. Ayrıca Kiev, Budapeşte, Sofya, Seul, Nottingham, Şanghay, Austin ve İstanbul olmak üzere 8 farklı yerde stüdyosu vardır. En çok bilinen oyunları olan "Far Cry" 'da CryEngine, ve daha çok bilinen Crysis'de de CryEngine 2 kullanılmıştır. CryEngine 3 ise Crysis 2 ile kullanılmaya başlanmıştır. Crytek Electronic Arts, Ubisoft, NVIDIA, Intel, AMD, FMOD, Scaleform, ve Xoreax Software şirketleri ile iş birliği halindedir.
Crytek 1999'da Yerli kardeşler tarafından Koburg'da kuruldu. Tarihleri ECTS 2000'de başlar. Burada Crytek büyük yayıncılarla birlikte teknoloji demosunu NVIDIA standında sergiledi. Onlar demo yayınlamaya devam ettiler ve bu demo "X-Isle" olarak biliniyordu (daha sonradan "Far Cry" olacaktır). 2 Mayıs 2002'de Crytek CryEngine oyun motorunu duyurmuştur.
2003'te, Crytek GDC'ye katıldı ve oyun motorunu ve yeni teknolojilerini sergilediler.
Yine 2003'te, Crytek yine ECTS'deydi, "Far Cry" "En iyi PC oyunu" ödülünü kazandı. Aynı ayda, Crytek CryEngine modifiye ederek AMD64 için optimize etti.
Şubat 2004'te, Alman polisi Crytek ofisine "Sahte Ürün Kullanımı" sebebiyle baskın yaptı. Aramalarda lisanssız hiçbir şey bulunamadı.
Yine Şubat 2004'te, Crytek ve Electronic Arts stratejik ortak olduklarını duyurdu. Aralık 2004'te, Crytek ve ATI hollywood stili machinima oluşturdular. Geleceğin pc oyunculuğu hakkında görüşlerini belirttiler.
23 Ocak 2006'da, Crytek "Crysis"in yapımına başladığını duyurdu. Söylenene göre fps oynanışına yeni bir "taktik" mücadelesi getirecekti. E3 ve Games Convention'dan bir sürü ödül kazandı.
3 ay sonra, Crytek Frankfurt'da yeni ofislerine taşındı.
CryEngine 2'nin ilk açık gösterimi 23 Ocak 2007'de oldu ve bir yıl sonra "Crysis" duyuruldu. Avatar Reality, WeMade Entertainment, Entropia Universe, XLGames, Reloaded Studios, 1st Educational Institution, and Games Academy GmbH gibi firmalar tarafından lisanslandı.
11 Mayıs 2007'de, Crytek paralel stüdyolarını Kiev, Ukrayna'da açtığını duyurdu. Kiev stüdyosu geliştirici stüdyo olarak belirlendi ve şirketin 2. geliştirici stüdyosu oldu. 2. stüdyo şu an Crytek'in yeni markası üzerinde çalışıyor.
Kiev stüdyosu kurulduktan bir hafta sonra, Crytek Budapeşte, Macaristan'de yeni stüdyosunu açtı. Aynı Kiev stüdyosu gibi Budapeşte stüdyosununda ağırlıklı görevi CryEngine 2 üzerineydi.
14 Haziran 2008'de Crytek, Sofya merkezli Black Sea Studios'u satın alarak ismini Crytek Black Sea olarak değiştirdi.
17 Ekim 2008, Güney Kore'de Crytek Seul stüdyosu açıldı. Ofis Young Mok Park'ta bulunmakta ve dikkatlerini CryEngine 2'yi Kore firmalarına lisanslamaya vermiştir.
Crytek'in ünlü oyunu, "Crysis Warhead", 12 Eylül 2008'de PC-özel oyunu olarak piyasaya çıktı.
3 Şubat 2009'da, Crytek, Free Radical Design şirketini satın aldı. Britanya'da video oyunu "TimeSplitters" serisi ile bilinir ve stüdyonun ismi Crytek UK olarak değiştirilmiştir.
11 Mart 2009'da, Crytek internet sitesinde CryEngine 3'ün 2009'da Game Developers Conference olacağını duyurdu. Yeni motor PlayStation 3, Xbox 360 ve PC'de kullanım için yapıldı.
14 Kasım 2009'da CryEngine 3 motoru geliştiricilere ticaret akışı ile kullanılabilir hale geldi.
1 Haziran 2009'da Crysis 2'yi duyuruldu.
3 Mart 2010'da, CryEngine 3'ün 3D Stereoscopic teknolojisine sahip olduğu açıklandı.
23 Mart 2011 Amerika'da , 25 Mart 2011 de Avrupa'da Crysis 2'yi çıkardılar ve oyun normalinden bile fazla ilgi gördü.
16 Nisan 2012'de, Crytek ve Electronic Arts Crysis 3'ü resmi olarak duyurdu. Oyunun 2013 yılının ilkbahar aylarında geleceği bildirildi.
24 Nisan 2012'de, Crytek ve Electronic Arts Crysis 3'ün ilk Oyunanış videosu'nu yayınladılar.
8 Ağustos 2012'de Crytek Şanghay stüdyosunu kurduğunu resmen açıklamıştır.
17 Ocak 2013'te Yerli kardeşler tarafından Türkiye lansmanı yapıldı ve Türkiye'de bir stüdyo açıldı. Bu stüdyo yaklaşık 150 personel bulunduracak ve oyun geliştirilecek.
Kazaklar (Slav)
Kazaklar, (farklı dillere göre "Kozak", "Kosak", "Cossack", "Kossak", "Kazak", "Rus Kazakları" olarak da adlandırılırlar) Ukrayna ve Güney Rusya yerli halklarının karışımı ile 15. yüzyıl dolaylarında Don ve Dinyeper nehirleri civarında ortaya çıkan etnik topluluk. Kazaklar, bugünkü Kazakistan'da yaşayan ve Türkî kökenli olan Kazaklar'la karıştırılmamalıdır. Kazak sözcüğü Eski Türkçede "maceracı-özgür insan" anlamındadır.
Tolstoy'un aynı adlı eserine de konu olan Kazaklar Rus ordularında özellikle sınır bölgelerin korunması gibi görevlerde kullanılmışlardır. Rusların Orta Asya ve Sibirya'yı ele geçirmelerinde bu savaşçı topluluğun payı çok büyüktür.
Vassmer'in etimolojik sözlüğünde bu ad Eski Doğu slav dilinde (козакъ, "kozak") olup, Kumanları ifade için "Cosac" (Kosak) kullanılmıştır - özgür kişi ( Codexte bu sözün Latin harflerine çevirisi) veya hür kişi (Arap alfabesinden çevirisi).
Bu ad net olarak ilk kez 13 asırda yazılan Codex Cumanicus adlı eserden anlaşılır.
1590'dan sonra İngilizceye girmiştir, bir İrlandalı soyadı Cossack olup 12. asra aittir.
Kazak etnonimi kökü Türkçeye dayanır.
XVI. yüzyıl başında Lehistan(Polonya) kralları Tatar akınlarına karşı koymak üzere Kazaklar'ı öncü güç olarak örgütledi. Kazaklar kısa bir süre için Ataman Bohdan Hmelnytski önderliğinde bağımsız bir devlet kurdular. XVII. yüzyıl ortalarında Ukrayna, Rusya ile Lehistan arasında paylaşıldığı zaman, Rus çarları Polonya geleneğini devam ettirerek Kazaklar' |
ı, önce sınırların korunmasında daha sonra Rusya'nın Ural, Kafkas ve Hazar Denizi'ne doğru yayılmasında öncü güç olarak kullandılar. Nitekim Sibirya'yı fetheden Yermak Timofeyeviç de bir Kazak'tı. Toprak sahiplerinin kısıtlama çabaları, Kazaklar arasında sık sık isyanlar çıkmasına neden oluyordu. XVII. ve XVIII. yüzyılda en önemli, isyanlar Stenka Razin, Kandrati Bulavin ve Emelyan Pugaçev önderliğinde yürütülen isyanlardı. Kazaklar'ın belli ayrıcalıklarında karşın askerlik hizmeti her erkek için zorunluydu. Kazak topluluğunun temel birimi olan Stanitsa denilen köylerdi. Her Stanitsa'nın seçilmiş bir meclisi bulunmaktaydı. Stanitsalar birleşerek daha büyük olaan Okrugiler'i(bölge), bunlarda birleşerek Voiskolar'ı (ordu) oluşturdu. Toprak, köyün ortak malıydı; ancak, 1869'dadan sonra Kazak subayları ve hizmetlilerinin özel toraklara sahip olması kabul edilidi. XX. yüzyıl başında Rusya'da 12 Kazak Voiska'sı vardı. 1916-1920 arasındaaki Rusya'daki içsavaş sırasında Kazaklar'ın bir bölümü Beyaz, bir bölümü Kızılordu saflarında savaştı. II. Dünya Savaşı boyunca bazı Kazak askeri birimleri varlığını sürdürdü, ancak eski biçim toplulukları eriyerek SSCB'nin yeni yönetsel birimlerine katıldı. Bugünkü Ukraynalılar'ın kökeni Zaporojya Kazakları'na dayanır.
Galway
Galway (Galce'deki resmî adı: Gaillimh) İrlanda'nın Connacht ilinin başlıca kenti ve Galway ilçesinin merkezidir. Şehir İrlanda'nın batı kıyısında bulunmaktadır. İrlanda dilinde şehir Cathair na Gaillimhe ("Galway şehri") diye de anılmaktadır.
Şehir adını "Dún Bhun na Gaillimhe" adı verilen ilk yerleşim bölgesinin batı sınırını oluşturan "Gaillimh" ırmağından (Corrib ırmağı) ya da ırmağın ağzındaki kaleden almıştır. "Gaillimh" kelimesi ""taşlık yer"" anlamına gelir. Şehre verilen takma ad ise "Kabileler Şehri'dir" "(The City of the Tribes)". Çünkü Normanların İrlanda'da hüküm sürdüğü dönemde şehir 14 tüccar aile (ya da Cromwell zamanında küçük düşürücü anlamda kullanıldığı üzere "kabile") tarafından kurulmuştur. Bu tüccar aileler kendilerini İngiliz soylularından saydıkları için Büyük Britanya Kralı'na sadıktılar.
Şehir nüfusu Nisan 2006 sayımına göre 71.983'tür. Bu nüfus ile İrlanda'nın üçüncü büyük şehridir.
Real Zaragoza
Real Zaragoza, İspanya'nın Aragon bölgesinin Zaragoza şehrinin futbol takımıdır. 18 Mart 1932'de kurulan kulüp, Segunda División'da mücadele etmekte ve maçlarını 34.596 kişilik La Romareda'da oynamaktadır.
Kulüp, tarihinin büyük kısmında La Liga'da yer almıştır. Real Zaragoza, 6 Copa del Rey, 1 UEFA Kupası ve 1 de Avrupa UEFA Kupa Galipleri Kupası sahibidir. Geleneksel forması, beyaz forma ve çorapla koyu mavi şorttur.
İspanya hükumetinin 2007'de yaptırdığı araştırmaya göre İspanya halkının %2,7'si Real Zaragoza'yı desteklemektedir. Bu da Real Zaragoza'yı ülkede en çok destekçisi olan 7. takım yapmaktadır.
Real Zaragoza, "Iberia SC" ve "Real Zaragoza CD" adlı iki rakip kulübün birleşmesiyle kurulmuştur. 1939'da 12 takımlı ligde 7. olmasını takiben İspanya İç Savaşı nedeniyle liglere verilen üç yıllık aranın ardından Zaragoza, 1941'de ligde kalmak için oynadığı play-off'ta Castellon'a yenildi ve küme düştü. Ancak ertesi yıl Segunda División'da grubunu ikinci tamamlayarak La Liga'ya döndü. Fakat La Liga'ya döndüğü 1941-42 sezonunda yine küme düştü ve 1950-51 sezonuna kadar Birinci Lig'de mücadele edemedi. 2 sezon da 3. Lig'de de oynadı.
Real Zaragoza o tarihe kadar maçlarını yaptığı El Torrero'dan 8 Eylül 1957'de ayrıldı ve La Romareda'ya geçti.
1960-61 sezonundan başlayarak yaklaşık 10 yıl boyunca Real Zaragoza, İspanya'nın en iyi oyuncularının oynadığı futbol kulübü oldu ve bu yönüyle kulübe Los Magníficos" (Muhteşem takım)" yakıştırması yapıldı. Bu yıllarda Real Zaragoza şampiyonluğu yakalayamasa da 1968-69 sezonuna kadar ligi hep ilk beşin içinde bitirdi ve iki üçüncülük kazandığı bu dönemi iki Copa del Rey şampiyonluğu ve 1963-64 Fuar Şehirleri Kupası şampiyonluğu ile geçti.
Zaragoza'nın ünlü forvet hattında o dönem Canário, Carlos Lapetra, Marcelino, Eleuterio Santos ve Juan Manuel Villa bulunuyordu. Kariyerine Real Zaragoza'da başlayıp daha sonra Barcelona tarafından transfer edilen Perulu Juan Seminario, Marca gazetesinin yılın en golcü futbolcusuna verdiği Pichichi Kupası'nı 1961-62 sezonunda, 30 maçta 25 golle kazandı. Zaragoza o sezonu 4. tamamladı.
Zaragoza 1973-74 sezonunu 3. tamamladı ve bir sonraki sezon, Real Madrid'e şampiyonluğu son haftalarda kaybederek 3. oldu. Ayrıca takım 1976 Copa del Rey Finali'nde Atlético Madrid'e de 1-0 kaybetti. Bu yıllardaki önemli başarılardan sonra Zaragoza'nın ışığı bir süre sönük kaldı. Hatta 2. olduktan 2 sene sonra küme düştü ve ertesi yıl 2. Lig şampiyonu olarak La Liga'ya yükseldi.
1986'da Zaragoza üçüncü Copa del Rey'i Barcelona'yı 1-0 yenerek kazandı. Kulüp 1990-91 sezonunu 17. sırada bitirdi. Real Murcia ile ligde kalabilmek için iki maça çıkan Zaragoza 0-0 biten ilk karşılaşmanın ardından Romareda'da 5-2 kazandı ve ligde kalmayı başardı.
Víctor Fernández'in 1991'de takımın başına geçmesiyle Zaragoza yeniden bir toparlanma sürecine girdi. 10 Mayıs 1995'te, Kral Kupası'nda RC Celta de Vigo'ya karşı kazandığı şampiyonluktan 1 yıl sonra Real Zaragoza 1994-95 UEFA Kupa Galipleri Kupası'da çeyrek finalde Feyenoord ve yarı finalde de Chelsea'yi eleyerek Prensler Parkı Stadı'nda oynanan finalde Arsenal'in rakibi oldu. Normal süresi 1-1 sona eren karşılaşmanın uzatma dakikalarında Nayim çok uzaklardan yaptığı vuruşla David Seaman'ı mağlup etti ve 2-1'lik sonuçla şampiyon Real Zaragoza oldu.
1995 UEFA Süper Kupası'nda ise o yılın Avrupa Şampiyonlar Ligi şampiyonu Ajax'la karşılaşan Zaragoza, ilk maçta rakibiyle evinde 1-1 berabere kalsa da Amsterdam'da oynanan ikinci maçı 4-0 kaybetti ve şampiyon Ajax oldu.
Real Zaragoza 2000'li yıllara Copa del Rey şampiyonluğuyla başladı. 2000-01 sezonunda Celta'yı yenerek Kral Kupası'nı kazanan Zaragoza ertesi sezon küme düştü. 2003-04 sezonunda yeniden La Liga'da başlayan Zaragoza, finalde Real Madrid'i uzatmalarda 3-2 yenerek bir kez daha Kral Kupası'nı müzesine götürdü. Mayıs 2006'da Agapito Iglesias Alfonso Solans'la birlikte İspanya ve Avrupa'nın en güçlü ekiplerinden birini kuracaklarının sözünü verdiler. İlk yılda Pablo Aimar, Valencia'dan 11 milyon avroya transfer edildi. ve teknik direktör Fernandez de yeniden takımın başına geçti.
Diego Milito'nun 23 gol atıp Altın Ayakkabı'nın kıyısından dönse de 2006-07 sezonunu, Real Zaragoza altıncı tamamladı, ve UEFA Kupası'na 1. Tur'dan katılma hakkı kazandılar. Ertesi yıl, her nasılsa, küme düşen Zaragoza UEFA Kupası'ndan da ilk turda elendi; Teknik direktör Fernández Ocak 2008'de görevi bıraktı. Fernandez'in ayrılışıyla teknik direktör krizine giren Zaragoza; sezonun son maçında deplasmanda RCD Mallorca'ya 3-2 kaybederek 42 puanla 18. sırada kaldı ve 43 puanlı Osasuna'yı geçemeyerek küme düştü.
Real Zaragoza ilk sezondan La Liga'ya dönme hakkını elde etti. 2. Lig'in son hafta maçında, Rayo Vallecano ile 2-2 berabere kalan takım ligi Xerez'in ardından ikinci bitirip 2009-10 sezonunda yeniden La Liga'da oynama hakkı kazandı.
Takip eden 4 yılda Zaragoza sezon sonlarında hep puan durumunun alt sıralrında kaldı. 2013 yılında da yeniden 2. Lige düştü.
Real Zaragoza 2013-14 sezonundan beri Segunda División'da mücadele ediyor.
"(Kaptan)"
Talas Muharebesi
Talas Muharebesi, 751 yılında bugünkü Kırgızistan sınırları içindeki Talas Nehri civarında, Abbâsîler ve müttefiki olan Karluklar ile Çinliler arasında yapılan ve 5 gün süren muharebe. Çin ordusunun yenilgisi ile sonuçlanan muharebe gerek Çin, gerekse Türk ve İslam tarihi açısından önemlidir.
Parçalanan Türgişlerin “Kara Türgişler” grubu 742 de Çinlilerin desteğiyle Tumoça komutasında bağımsızlıklarını korudu.
Keş'teki (bugünkü Taşkent) Kara Türgişlerin sonraki hükümdarı Bahadır Tudun, Çinli komutan Kao Siyen Çe (ya da Gao Hsien-çı) tarafından 751'de öldürüldü ve bütün mallarına el konuldu. Şehri yağma edildi. Çinli komutan, hükümdar ile antlaşma yaptığı halde ona komplo kurmuştu. Bu olaydan sonra kaçmayı başaran hükümdarın oğlu Araplardan yardım istedi.
Bu gelişmeden bir yıl önce Emevîler yıkılarak (750) yerlerine Abbasiler gelmişti. Ebu Hasan 745 yılında Emevîlerin Horasan valisi Nasr bin Seyyar’ı yenerek Horasan’dan çıkartmıştı. Bu olay Emevîlerden memnun olmayan Müslümanlar için bir kıvılcım oldu.
Taşkent'in yardım istediği sırada Horasan valisi olan Ebu Oğuzhan, Arap liderleri gibi düşünmedi ve komutanı Ziya bin Salih’i gönderdi.
Çin kaynaklarına göre, Çin ordusundaki Karluklar ve Yağmalar muharebe sırasında taraf değiştirerek Arapların tarafına geçti ve Çin ordusuna arkadan saldırdı.
Bu muharebe ile birlikte matbaa ilk defa Çin dışına çıkmıştır. Bunun yanı sıra barut, kâğıt ve pusulayı da Araplar öğrenmişlerdir. Bu önemli buluşlar Avrupa'ya ise Avrupa ülkelerinin İslam dünyasına karşı düzenlediği Haçlı Seferleri ile geçmiştir. Bu bakımdan da Talas Savaşı'nın dünya tarihi için çok önemli bir yeri vardır. Türk tarihi için de önemi büyüktür. Türkler bu savaşta Müslümanlığı yakından tanıma fırsatı bulmuştur ve çoğu tarih kaynaklarında Türklerin Müslümanlığın kabul etmesi konusunda başlangıç noktasını oluşturur.
Ota Šik
Ota Šik (11 Eylül 1919, Pilsen, Çekoslovakya - 22 Ağustos 2004, Sankt Gallen, İsviçre) Prag Baharının ve üçüncü yolun fikir babalarından Çek ekonomist. Prag üniversitesinde sanat tarihi eğitimi gördü. Çekoslovakya'nın Naziler tarafından işgal edildiği 1940-1945 yılları arasında direniş güçlerine katılarak mücadele etti. Bu sırada yakalanarak Mauthausen toplama kampına gönderildi. Ülkesine döndükten sonra yeniden üniversiteye girerek siyasi ve sosyal bilimler fakültesinde iktisat okudu. Çekoslovakya Komünist Partisi'ne katıldı ve kısa sürede partinin üst kademelerine yükseldi. 1955-1969 yılları arasında Çekoslovakya Komünist Partisi Merkez Komitesi'nde görev yaptı. 1968 yılına kadar Çekoslovakya Bilimler Akademisi'nin üyeliğini ve aynı akademinin iktisat enstitüsünün müdürlüğünü sürdürdü.
1968 yıl |
ında Alexander Dubcek'in reformist hükümetinde başbakan yardımcısı ve iktisat bakanı olarak görev aldı ve böylece insancıl sosyalizmin ekonomik bel kemiğini kuran kişi oldu. 20 Ağustos 1968 tarihinde Rus tanklarının Çekoslovakya'ya girdikleri sırada Yugoslavya'da tatilde bulunuyordu. Bu olayın ardından normalizasyondan kaçınmak amacıyla İsviçre'ye sığındı.
1970 yılından başlayarak Sankt Gallen, Zürih ve Basel üniversitelerinde iktisat hocalığı yaptı. 1983 yılında İsviçre vatandaşlığına geçti. 1972 yılında yayınladığı üçüncü bir yol için argümanlar başlıklı kitabı ile sosyal demokrat ekonomide bir çığır açtı.
22 Ağustos 2004 tarihinde, uzun süreli bir hastalıktan sonra 84 yaşında Sankt Gallen'de öldü.
Bilbao
Bilbao (Bask dilinde: "Bilbo") İspanya'nın kuzeyinde, otonom Bask Bölgesi'nin "(País de Vasco/Euskadi)" nüfus itibarıyla en büyük şehri ve Biskay ili "(Vizcaya/Bizkaia)" merkezidir.
Bilboa İspanya'nın kuzey kıyılarında Atlantik Okyanusu'nun Biskay Körfezi sahilinde Bask Bölgesi'nin kuzeydoğusunda konumlanmıştır. Şehir Nervion Nehri boyunca yerleşmiştir. Bu nehrin kıyısında Sanayi Devrimi sırasında bölgeye refah getiren sayısız fabrika ve işyeri de bulunmaktadır. Bilboa aynı zamanda, bu nehrin gelgit ile çok derin ve bir fiyord gibi çok kara içerisine girmiş olan "Ria de Bilboa" körfezi üzerinde bir liman şehridir.
Bilboa şehrinin bazı önemli İspanya şehirlerinde uzaklıkları şu listeden incelenebilir:
Bilboa belediye sınırları içinde nüfus (2010 tahmini) itibarıyla 353.187 kişi olup nüfus yoğunluğu 8688,5 kişi/km² olur. Böylelikle Zaragöza, nüfus itibarıyla şehir sıralamasında Bask bölgesinde 1. sırayı; tüm İspanya'da 11. sırayı alır.
Fakat esas şehir yanındaki varoşları ile "Büyük Bilbao" oluşur ve Büyük Bilbao'ya resmen "comark" olma statüsü verilmiştir. Bask Bölgesi'nin nüfusunun yaklaşık yarısının yaşadığı "Büyük Bilbao", ekonomik ve endüstri açısından bölgenin en aktif kısmıdır. Büyük Bilboa'nın nüfusu 875,552 kişi olarak tahmin edilmektedir. Büyük Bilboa bu nüfusuyla İspanya'da bulunan büyük metropoliten şehirler arasında 5. sırayı almaktadır.
Bilboa belediye sınırları içinde nüfusun gelişmesi şu gösterimde izlenebilir:
Bilbao şehri 8 idari bölgeye ayrılır ve bu bolgelerde semtler bulunur:
Bilbao'nun şu kardeş şehirleri bulunmaktadır:
Dedeman
Dedeman Grubu ilk olarak 1918 yılında temelini atmıştır. Mehmet Kemal Dedeman, babasının vefatı nedeniyle 15 yaşında, Kayseri Kapalıçarşı'daki dükkanın idaresini devralmıştır. 1933 yılında inşaat sektörüne giriş yapan Dedeman Grubu bu sektörde başarılı sonuç elde etmiş ve o dönemde Cumhuriyet'in 10. yılı kutlamalarında, Atatürk'ün nutkunu okuyacağı platformun yapımını Mehmet Kemal Dedeman üstlenmiştir. Dedeman Grubu 1947 madencilik sektörüne giriş yapmıştır. İlk madencilik girişimini, Kayseri'nin Pınarbaşı kazasına bağlı Toruntepe Bölgesi'ndeki krom yataklarında başlattı. Dedeman 1961 yılında Madencilik A.Ş. bünyesinde 60.000 ton/yıl kapasiteli Toruntepe Konstantratör Tesisi'ni kurdu. Dedeman Grubu Turizm sektörüne ilk olarak 6 Haziran 1966'da döneminde en modern ve en konforlu oteli olan Dedeman Ankara 119 odalı oteli ile giriş yapmıştır. Dedeman'ın İstanbul'daki beş yıldızlı ilk otelini Esentepe'de 1982 yılında açmıştır. 1983 yılında Mehmet Kemal Dedeman, şahıs işletmeleri devam edem şirketlerini anonim şirketine dönüştürdü. 1989 yılında Dedeman Grubu Antalya ve Dedeman Kapadokya otellerini hizmete sokmuştur. 1991 yılında Dedeman, otelcilik düşüncesine farklılık katmak amacıyla su parkları ve eğlence alanında faaliyet gösteren Depark'ı kurdu. 1993 yılında Kıbrıs, Rusya, Finlandiya, Hollanda, Norveç ve İngiltere'de tur operatörlüğü yapmakta olan ve bu pazarlarda marka haline gelmiş bulunan Detur, A grubu seyahat acentesi olarak kuruldu. Aynı yıl Dedeman Grubu, GİMA A.Ş.'nin % 85 hissesi Dedeman Madencilik Turizm Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve Bilfer Madencilik A.Ş. tarafından, özelleştirme kapsamında yarı yarıya satın almıştır. 1994 yılında Erzurum'da Dedeman Palandöken oteli 183 odası ile hizmete girdi.
Slovakya millî futbol takımı
Slovakya millî futbol takımı, Slovakya'yı uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. 1939 ile 1944 yılları arasında 16 maç yapan Slovakya, II. Dünya Savaşı sonrasında Çekoslovakya haline geldi. 1992'de Çekoslovakya'nın ikiye bölünmesinden sonra ilk maçını Litvanya ile oynadı.
2016 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde İspanya, Ukrayna, Beyaz Rusya, Lüksemburg ve Makedonya ile aynı grupta yer alan Slovakya; 7 galibiyet, 1 beraberlik ve 2 mağlubiyetle, grubu 2. sırada tamamlayarak 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'na tarihinde ilk kez katılma hakkı elde etti.
"1896 - 1992 arası, bakınız: "
Millî olma ve gol güncellemesi: 4 Eylül 2017. ( maçı sonrası)
Hint-Aryan
Hint-Aryan, günümüzdeki Hindistan sınırlarının kuzeyinden Avrupa'ya göç etmiş ırktır. Göç MÖ 300 yıllarına tarihlenmektedir. Aryanlar, beyaz ırkın özel bir koludurlar.
Kazak
Film kamerası
Kamera, birkaç temel öğeden oluşur: biri boş, öbürü görüntü kaydedilmiş filmi içeren makara (verici ve alıcı makaralar); dişlerin filmin deliklerine girip dönmesiyle filmi ışık penceresi önünde değişik hızlarda harekey ettiren mekanik düzenek; çekilecek nesneden ışık ışınlarının filmin duyarlı bölümünde toplanmasını sağlayan optik sistem. Bunlara modele göre çeşitli tamamlayıcı veya ikinci derecede önemli düzenekler eklenir. 1920'li yıllara kadar kameralar elle döndürülen bir kolla çalıştırılırken, sonradan bu kolun yerini motor sistemi almıştır. Günümüzde aşağı yukarı tüm kameralarda refleks vizörler kullanılmaktadır. Çok hızlı görüntü kaydı için (de bir kameranın normal hızı genellikle saniyede 8-48 görüntü arasında değişir) özel kameralar (optik dengeleyicili; bir dizi elektrik sinyali; elektronik) yapılmıştır.
Televizyon kamerası, optik görüntüyü bir dizi elektrik sinyaline dönüştürür. Görüntülenecek sahne önce bir objektif yardımıyla, boş bir tüpün içine yerleştirilmiş ışağa duyarlı bir yüzey üstüne yansıtılır. Işık ışınları, aydınlatılmış yüzeyin her noktasına ışığın gücüyle orantılı yoğunlukta elektronlar yayar. Yayılan elektronların oluşturduğu artı (pozitif) elektrik yükleri bir katot ışınıyla taranıp yansızlaştırılır. Sonra bir yükselteç tarafından yükseltilir.
Rimini
Rimini, İtalya'da, Emilia-Romagna bölgesinde ayni ismi taşıyan Rimini İli merkezi olan bir komündür. Marecchia'nın denize döküldüğü yerde, Adriyatik Denizi kıyısındadır. Belediye sınırları içindeki nüfus (31.5.2010 itibarıyla) 142.579 kişidir.
Antik "Ariminum", MÖ 268'de Romalılar tarafından işgal edildi. Romalılar burada bir latin sömürgesi kurdular. "Via Flaminia"nın varış ve "via Emilia"'nın çıkış noktasını oluşturan bu sömürge, İkinci Pön Savaşı ve iç savaş sırasında önemli bir rol oynadı. Daha 3. yüzyıl sonunda piskoposluk olan Ariminium'u Bizans, Gotlar'ın elinden aldı (538, ardından 553). Lombard ve frank egemenliğine giren, bir düklük merkezi olan kent, 1157'de beratlı serbest komün durumuna geldi. Welfeler ve ghibellinolar arasındaki savaşımlardan sonra Rimini'nin tarihi Malatestalar'ın (1134-1528) tarihiyle birleşti. Daha sonra Rimini, papalık toprağı oldu (1528-1797) ve (1816-1860).
Bellariva, Corpolò, Marebello, Miramare di Rimini, Rivabella, Rivazzurra, San Fortunato, San Giuliano a Mare, San Vito, Santa Aquilina, Santa Giustina, Torre Pedrera, Viserba, Viserbella
Rimini şu kentlerle kardeş şehir bağlantısı kurmuştur:
Portoferraio
Portoferraio, İtalya'da Toskana bölgesinde Livorno ili'ne bağlı Elba adasının merkezi olan liman beldesi.
Portoferraio, Elba adasının en büyük nüfus merkezi ve ana limanıdır.
Portoferraio'nun nüfusu (1.12.2009 tahmınları itibarıyla) 12.182 kişidir. 19. ve 20. yy/da kasaba nüfusunun gelişimi şu gösterimde incelenebilir:
Portoferraio'nin şu komünlerle sınırları bulunur: Campo nell'Elba, Capoliveri, Marciana, Porto Azzurro, Rio nell'Elba
Deneysel şiir
Deneysel edebiyatın bir kolu olan deneysel şiir, şairin daha önceki tarzından çok farklı kelime deneyleri üzerine kurduğu şiirdir. Teknik olarak da farklılıklar içeren bu tarz şiirde anlatım tekniğinin yanında anlamsal kırılmalar da sözkonusudur. Fransız filozof Jacques Derrida'nın dekonstrüktivizm felsefesinden de yola çıkılarak anlatım ve anlam, obje ile suje arasındaki "geleneksel" bağlar yeniden inşa edilmeye çalışılır. Daha çok 18. yüzyıl düşünürlerin felsefeleriyle temellenmiş de olsa bu tür düşünüş tarzlarına Sokratesçi ve Platoncu düşünceye kadar gidilebilir. 19. yüzyıl Fransız şiiri ve 20. yüzyıl'da özellikle Fransa'dan Orta Avrupa'ya yayılmış olan devrimci edebiyat, Türkiye'deki deneysel şiir gelişimine kaynaklık etmiştir.
Arif Dino'nun "Düş ve Uykusuzluk", Asaf Halet Çelebi'nin "Kitaplar", Nâzım Hikmet'in "Kızkapan Oğlu Vehpi" ve "Çocuk Muhittine Dair", Seyhan Kurt'un "Hüznün Sözyitimleri" , Efe Murat Balıkçıoğlu'nun "Sistem" bu tarz şiirlere örnek olarak verilebilir.
Ptolemaios
Ultima Online
Ultima Online, Origin Systems tarafından geliştirilmiş ve 24 Eylül 1997'de piyasaya sürülmüş bir MMORPG oyunudur. 2004 yılında firmanın Electronic Arts tarafından kapatılıp, çalışanlarının başka alt firmalara dağıtılmasında sonra oyunun geliştiriciliği sırasıyla Electronic Arts (2004 -2006), Mythic Entertainment (2006 -2014) ve Broadsword'a (2014- ) devredilmiştir.
Oyun, serinin diğer oyunlarının da geçtiği Ultima evreninde geçmektedir. Oyundaki genel amaç, özetle, shard adı verilen çok sayıdaki sunucudan birine bağlanmak, burada bir karakter yaratmak ve bu karakteri olabildiğince geliştirmektir. Oyuncu, karakterini yaratırken onun ismini, fiziksel özelliklerini, yeteneklerini ve doğduğu şehri belirler. Karakter, doğduğu şehirde oyuna başlar. Oyuncu oyunu oynadığı sırada, önceden belirlenmiş kurallar çerçevesinde istediğini yapmakta özgürdür.
Oyun grafikleri iki boyutlu ve izometriktir. Ses efektleri WAV formatında, müzikler ise MIDI ve MP3 formatındadır.
Genel anlamda karakterlerin gelişmişliği, yetenek puanlarının büyüklüğü ile ölçülür.
Oyun, t |
erzilikten büyücülüğe, ozanlıktan hırsızlığa, oldukça geniş bir yetenek yelpazesi sunar. Yetenek puanları, tek ondalık basamaklı, yüz üzerinden sayılarla belirlenir. Her yetenek için en yüksek değer 100.0'dır fakat oyun içinde elde edilebilen ziynetler ve Güç Parşömenleri sayesinde bu değer 120.0'a çıkartılabilir. Benzer şekilde, bir karakterin yetenek puanları toplamı için sınır 700.0'dır ve bu sınır oyuncunun hesap yaşına göre 720.0'a kadar çıkabilir.
En güncel sürüme göre bir karakterin sahip olabileceği yetenekler şöyledir (İngilizce):
Karakterlerin, yetenek puanları dışında, kuvvet, çeviklik ve zeka olmak üzere üç adet fiziksel puanı bulunmaktadır. Bu puanların toplamı 225'i geçemez ve puan başı en yüksek değer 100 dür. Oyuncu hesabının, açıldığı tarihten itibaren aktif olduğu ayların fazla olması halinde bazı sunucularda puan toplamı 255'e kadar çıkarılabilir.
Orijinal Ultima Online üzerine, oyunun devamlılığını sağlama amacıyla çeşitli eklenti paketi hazırlanıp piyasaya sürülmüştür. Bu eklenti paketleri oyuna yeni silahlar ve yaratıkların yanı sıra, yeni karakter sınıfları, hatta oyun içinde gidilebilecek yeni topraklar da sunabilmektedir. Şimdiye dek piyasaya sürülmüş sekiz adet eklenti paketi bulunmaktadır.
Bu paketlerin isimleri ve piyasaya sürülüş tarihleri şöyledir:
Ultima Online Resmi Site
Ultima Online Bilgi Edinme Sitesi
Ultima Online Europa Sunucusu Resmi Etkinlik Sitesi
Resimli taslak
Resimli taslak, bir teknik dekupajdır. Kurgulama işleminde sahnelerin hem sözcüklerle bir betimlemesi yapılır hem de her sahne çizgi filmlerde olduğu gibi şematik bir biçimde görselleştirilir. Doğal olarak resimli taslağı oluşturmak için hareketleri belirtmek amacıyla bazı kalıplar oluşturulmuştur. Hareketler (kişilerin hareketleri, optik kaydırmalar, kameranın hareketleri), çekim açıları vb. ile ilgili geleneksel belirtmeler vardır. Bu belirtmeler yazılı olabildiği gibi (kısaltmalar, terimin baş harfleriyle gösterilmesi vb.) görsel de olabilir (oklar, noktalı çizgiler vb.).
Resimli taslaklar, fantastik ya da bilim kurgu filmleri gibi özel türlerin çekimlerinde kullanılır. Bilindiği gibi bu türlerde belli sayıda çekim açısı ve ayrı ayrı teknisyenler tarafından gerçekleştirilen efekt hileleriyle filmin son görüntüsü elde edilir. İşte bu durumlarda filmin sonu çeşitli maketler, eklemeli oyuncaklar, gerçek oyuncular vb. bir araya getirilerek önceden görselleştirilir, bunun evre evre gerçekleştirilmesi sonraki iştir. Resimli taslaklar, bunun dışında stüdyoda çekilen her filmde çok keskin bir dekupaj (kurgulama) elde etmek istendiğinde kullanılır: Reklam spotları, stüdyoda çekilen polisiye filmler (Claude Miller'ın "Korkunç Şüphe"'si, Lam Re'nin gerçekleştirdiği resimli taslaklarla oluşturulmuştur.)
Dev ağızlı köpekbalığı
Dev ağızlı köpekbalığı ("Megachasma pelagios") sadece plankton ile beslendiği bilinen 3 köpekbalığı türünden birisidir. Megachasmidae familyasının tek cinsi olan Megachasma'nın tek türü'dür.
En sonuncusu 2004'ten sonra 9 yıl aradan sonra 2015 yılında olmak üzere, bugüne kadar ancak toplam 26 Dev ağızlı köpekbalığı görülmüş olduğu için, ve bunlardan sadece çok azı bilimsel incelenebilmiş olduğu için bu balık hakkında fazla bir şey bilinmemektedir.
Ölçülebilmiş olan en büyükleri 5,63 m uzunluğunda, 2004 yılında ölü olarak Tokyo'nun sahiline vuran bir dişi balık olmuştur. Ölçülebilmiş en küçükleri ise 2004 yılında Sumatra'nın açıklarında tutulmuş olan 1,77 m boyunda bir erkek balıktır.
Şimdiye kadar hem Atlantik Okyanusunda, hem de Hint Okyanusu ve Büyük Okyanusda görülmüş olmaları nedeniyle, dünyadaki bütün ılık denizlerde bu balık türüne rastlanabileceği tahmin edilmektedir. En sık Kaliforniya açıklarında ve Japon adalarının civarında görülmüşlerdir.
En çok göze çarpan özelliği, ismininde sebebi olan, vücudu için fazla büyük görünen kafası ve kısa burunu ile çok büyük ağzıdır. Sırtı koyu kahverengi, karnı soluk renktir. Ağızlarının üzerinde beyaz bir çizgi vardır, ama bunun görevi henüz bilinmemektedir.
Dev ağızlı köpekbalığının iki adet sırt yüzgeci, simetrik olmayan bir kuyruk yüzgeci, iki büyük göğüs yüzgeci ve iki küçük anal yüzgeci vardır.
Ağırlığı 1 ile 1.5 ton arasında değişebilir.
Şimdiye kadar bütün okyanusların her bölümünde bulunmamış olsa da, bulunduğu yerler bütün dünyaya dağınık olduğu için, dev ağızlı köpekbalığının bütün okyanuslarda bulunabildiği tahmin edilir.
1884, 1990, 1999 ve 2001 yıllarında Kaliforniya yakınlarında, çiftleşmeye hazır olan erkek balıklar görüldüğü için, dev ağızlı köpekbalıklarının çiftleşmek için burada toplandıkları düşünülür.
Mide içeriklerinin araştırılması, dev ağızlı köpekbalıklarının en çok küçük karidesler (kril) ile beslendiklerini göstermiştir. Dev ağızlı köpekbalığı, dev köpekbalığı gibi ağızı açık şekilde gezerek suyu taramaz; aynı balina köpekbalığının yaptığı gibi o da aktif olarak suyu içine çeker ve filitre görevi olan solungaçlarından dışarıya püskürtür.
İlk kez bilimsel olarak tarif edilmesi, 1976 yılında Havaii yakınlarında gerçekleşmiştir. Bir bilimsel araştırmalar yapan amerikan gemisinden sarkan bir halatı ısırıp bir daha bırakmayan bir 446 cm uzunluğunda erkek balığın sudan çıkarılması ve böylece tesadüfen bulunması ile gerçekleşmiştir. Bu balık iyice incelendikten sonra, Honolulu'da hala bugüne kadar durduğu "Bernice P. Bishop Museum"-müzesine konulmuştur.
Pan (kamera)
PNR (PAN - Panoramik) kameranın kendi ekseni etrafında sağa sola çevrilme hareketidir.
Tild
Göktürk
Göktürk aşağıdaki anlamlardan biri olabilir:
Kara Kağan
Kara Kağan, Nihal Atsız'ın kaleme aldığı "Bozkurtların Ölümü" adlı romanın karakterlerinden biridir.
Atsız Çin kaynaklarında adı geçen İllig Kağan (Çince: 頡利可汗/颉利可汗, asıl adı: 阿史那咄苾)'dan esinlenmiştir.
"Kara Kağan" Çuluk Kağan'ın yerine tahta geçen Göktürk Hakanı. Kürşad'ın amcasıdır. Kağan olmadan önceki unvanı "Bağatur Şad"'dır. Kağan olunca Kara Kağan ünvanını almıştır.
Ayrıca Bumin Kağan'ın Kara Kağan isimli bir kardeşi de vardır ve bu tarihi kaynaklarda yanlışlıkla Ko-lo Kağan olarak geçer.
Haşim Kılıç
Haşim Kılıç (d. 13 Mart 1950, Çiçekdağı, Kırşehir), 2007 - 2015 yılları arası Anayasa Mahkemesi başkanlığı yapmış olan Türk hukukçudur.
İlkokul, ortaokul ve liseyi Yozgat’ta okuduktan sonra 1968 yılında Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ne girdi ve 1972 yılında mezun oldu. 1974 yılında Sayıştay Başkanlığı’nda denetçi yardımcısı olarak göreve başladı. Denetçi, başdenetçi unvanlarını aldıktan sonra 1985 yılında Sayıştay üyeliğine, beş yıl süren üyelikten sonra da 1990 yılında Turgut Özal tarafından Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçildi. Anayasa Mahkemesi'nin 7 Aralık 1999 günkü toplantısında, açık bulunan Anayasa Mahkemesi Başkanvekilliği'ne seçildi. 7 Aralık 2003 tarihinde yeniden Anayasa Mahkemesi Başkanvekilliği'ne seçildi. 22 Ekim 2007'de Tülay Tuğcu'nun yaş haddinden emekliye ayrılmasıyla boşalan Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na seçildi. 10 Şubat 2015 tarihinde, yaş haddinden emekliliğine 1 ay kala kendi isteğiyle emekli olmuştur.
Ağız kopuzu
Damboi veya ağız kopuzu, çıkış yeri Asya olan, Orta Çağdan günümüze kadar gelmiş bir çalgı aletidir. Ağız kopuzu Orta Asya Türk cumhuriyetleri ve Kuzey Moğolistan taraflarında çeşitli alaşım metallerden, Hindistan ve okyanus adalarında ise bambu sıyırmasından yapılan, esas işlevi hem enstrümanın titreşimi hem de ağız boşluğu hacminin ve de nefes yönünün değiştirilerek ses meydana getirilmesi olan, yaklaşık 6000 yıllık bir geçmişe sahip vurmalı-nefesli çalgıdır.
Çeşitli boylarda ve şekillerde bulunan bu çalgıya Avrupa ve Amerika'da ise "ağız arpi" denmektedir.
Özellikle etnik müziklerin ve şaman ayinlerinin vazgeçilmezi olan ağız kopuzu, Türk kültüründe izlerini tarak çalınması olarak gösterir.
Türk dillerinde «kopuz» sözü farklı farklı söylenir. Mesela Tıva Türklerinde kullanılan Homus ( Хомус ) ya da demir kopuz ( Демир хомус ) sözü ağız kopuzunu ifade eder. Ayrıca Türk Dünyasında şu söyleniş şekilleri de vardır: Komuz, kobuz, homıs, kobız yanı sıra şankobız, kılkobız, hılhomus, çartıhomus v.b. Bazıları ağız kopuzunu ifade ederken bazıları farklı müzik enstrumanları için kullanılmaktadır.
Minik Dualar Grubu
Minik Dualar Grubu, "Çocuklar için bestelenmiş dualar ve ilahilerden oluşan albümü seslendiren grup. Grup üyeleri tamamen çocuk yaştaki solistlerden oluşuyor. Ertuğrul Erkişi'nin proje yönetmenliğinde gerçekleştirilen albümlerde icra edilen eserlerin pek çoğu sanatçının kendi bestelerinden oluşuyor. İlk olarak Teşekkür Ederim Allah'ım albümü çıkaran grup, sonrasında Teşekkür Ederim Allah'ım 2 ve İngilizce olarak Thank You Very Much O Allah adlı ablümleri seslendirdiler.2008'den sonra gruptaki anlaşmazlıklar üzerine grubun sevilen solistleri gruptan ayrılınca grup dağılmıştır..
I. Mahmud (Büyük Selçuklu sultanı)
I. Mahmud (1087-1094, İsfahan), Beş yaşında iken 1092-1093 döneminde Büyük Selçuklu Devleti hükümdarı ve 1093-1094'de İsfahan ve Fars bölgesi tabi hükümdarı ilan edildi.
Kasım 1092'de Melikşah öldüğü zaman 13 yaşında olan ve meşru varisi olarak ilan edilmiş bulunan Ebu'l Muzaffer Berkyaruk Büyük Selçuklu Devleti tahtına geçti. Ama Melikşah'ın karısı Karahanlılar Hanı'nın kızı olan Terken Hatun Melikşah'tan sonra kendi oğlu Mahmud'un sultan olmasını istiyordu. O zaman Selçuklu Devleti Veziri olan ve kısaca "Mustafi" olarak anılan "Bin Marzuban Husrev Firuz Şirazi ibni Darust Tacumulk Ebu'l-Ganaim" tarafından desteklendi. Bağdad'daki Abbasiler halifesi Muktadi'yi de haberdar eden Türkan Hatun Melikşah'ın ölümünden 6 gün sonra 25 Kasım 1092'de beş yaşındaki oğlu Mahmud'u sultan ilan ettirip Bağdad'da oğlu adına hutbe okuttu.
Çeşitli bölgelerde valilik ve yönetimcilik yapan Selçuklu ileri gelenleri bu karışıklığı fırsat bilip kendi bağımsızlıklarını ilen etmeye başladılar. Melikşah'ın kardeşi olan Horasan ve Belh'i eline geçirdi. Melikşah'ın diğer bir kardeşi olan Tutuş kendini Şam'da Suriye Meliki ilan etti. Yüksek yöneticilerden Halep Emiri olan Aksungur el-Hacib bağımsızlığını bi |
ldirdi. Diyarbakır Emiri gibi diğer vali emirler de kendilerini bağımsız ilan ettiler.
Azerbaycan ve Arran valisi olan ve Berkyaruk'un dayısı ve kuzeni olan Yakut bin İsmail bin Davud, Mahmud'un sultanlığını kabul ettiğini açıkça bildirdi.
Kutalmış oğlu Süleyman'ın oğlu olan I. Kılıç Arslan esir olduğu İran'dan Anadolu'ya kaçtı ve burada babasına destek vermiş bu yörelere göç etmiş olan Türkmen aşiretler mensupları tarafından Anadolu Selçuklu Devleti Sultanı olarak kabul edildiler.
Sultan Berkyaruk, devlet Veziri olan "Mustavi"'den bir önce Vezir olan ama uzun bir dönem görevden sonra Haşhaşiler fedaileri tarafından bir suikasta kurban gidip öldürülmüş olan Nizam-ül Mülk yakınları ve taraftarları (Nizamiye) tarafından tutulmakta idiler.
Türkan Hatun oğluna taraftar bulmak ve saltanatını pekiştirmek için rivayete göre ordu mensuplarına 20.000 altın dinar bahşiş dağıtmıştı. Türkan Hatun sonra da Emir Kür-Boğa'yı İsfahan'da bulunan veliaht Berkyaruk'u yakalamak için İsfahan'a gönderdi. Türkan Hatun ve I. Mahmud ordu ile bu emiri izlediler. Ancak Vezir Nizam-ül Mülk taraftarları da 14 yaşındaki Berkyaruk'u Rey şehrine kaçırarak sultan ilan ettiler.
Oğlu Mahmud'u bütün ülkenin hakimi yapmak isteyen Türkan Hatun, sultan ilan edilen Berkyaruk ile mücadeleye başladı. Berkyaruk taraftarları Rey'de yeni bir ordu organize ederek Ocak 1093'de İsfahan'a yürüdüler ve o şehri kuşatmaya altına aldılar. Türkan Hatun ve oğlu I. Mahmud ordusu ile Berkyaruk ordusu Luristan'da Hemedan ve Ahvaz arasındaki yol üzerinde bulan bir mevkide 17 Ocak 1093'de Burûcird Muharebesi'ne giriştiler. Mahmud ve Türkan Hatun'un ordusundaki bazı emirler ve askerler Berkyaruk tarafına geçtiler ve Türkan Hatun'un ordusu muharebeyi kaybetti.
Türkan Hatun ve Mahmud İsfahan'a çekildi. Burada iken Mahmut'u daha once tutmus olan Azerbaycan ve Arran valisi olan ve Berkyaruk'un dayısı ve kuzeni olan Yakut ibni İsmail ibni Davud'un Sultan Berkyaruk tarafına geçtiği haberi geldi. Türkan Hatun ve Vezir "Mustavi" onun bir suikastle öldürülmesini organize ettiler. Şubat 1093'de Vezir "Mustavi" Berkyaruk tarafından yakalanıp esir alınıp ve idam edildi. Böylece Türkan Hatun'un oğlu Mahmud'u Sultan yapma hayalleri suya düştü.
Türkan Hatun Berkyaruk ile bir anlaşma yapmak zorunda kaldı. Bu yapılan anlaşmaya göre Türkan Hatun ile Mahmud Isfahan ve Fars bölgesine tabi hükümdar olarak hakim olacaktı. Berkyaruk ise tüm batı Büyük Selçuklu Devleti üzerinde Sultan olarak hüküm sürecekti.
Bu anlaşmadan bir buçuk sene sonra Türkan Hatun hastalanarak öldü. Türkan Hatun'un ardından da 1094 tarihinde Sultan Mahmud çiçek hastalığına yakalanarak öldü. Böylece Beryaruk'un tek başına Büyük Selçuklu sultanlığına hakim olması daha kolay hale geldi.
Rangers FC
Rangers Futbol Kulübü, İskoç Profesyonel Futbol Ligi'nin ilk katmanı olan İskoçya Premiership'de oynayan Glasgow, İskoçya'da bir futbol kulübüdür. Evleri, Ibrox Stadyumu, şehrin güneybatısındadır.
Rangers, 54 kez lig skoru kazanan, 33 kez İskoç Cup'ı ve 27 kez İskoç Ligi Kupası'nı kazanan ve üç sezonun üçünü de aynı sezonda yedi kez kazanarak, dünyanın diğer kulüplerinden daha fazla lig başlıkları ve üçlüsü kazandı. Rangers, UEFA turnuvasına ulaşan ilk İngiliz kulübü ve 1972'de UEFA Kupa Galipleri Kupası'nı 1961 ve 1967'de iki kez kazanan sonra kazandı. Avrupa'da üçüncü sırada başlayanlar 2008 yılında UEFA Kupası'na katıldı. tahmini 200.000 seyahat destekçisi. Dünyanın en büyük futbol derbiklerinden birine göre, Rangers'ın Celtic'le uzun süredir devam eden rekabeti var, iki Glasgow kulübü topluca Old Firm olarak biliniyor.
Şubat 1872'de kurulan Rangers, İskoç Futbol Ligi'nin 11 orijinal üyesinden biriydi ve 2011-12 sezonunun sonundaki The Rangers Football Club PLC'nin tasfiye edilene kadar üst ligde kaldı. Kulüp, yeni bir kurumsal kimliğe sahip olarak, bir sonraki sezonun başlangıcında dördüncü kademe İskoç lig futboluna kabul edildi ve en iyi uçuşa dönmek için dört yıl içinde üç kez yükseldi.
1899'dan bu yana yöneticilerin listesi.
Dönemler ara antrenörler vardı Willie Thornton (1969'da 2 maç), Tommy McLean (1983'da 4 maç), Ian Durrant (2007'da 1 maç) ve arkadaşları Graeme Murty (2017'da 6 maç).
1898-1899 için,% 100
54
7
119
Hibernian, 27 Mart 1948 karşı 143.570 seyirci
Celtic, 2 Ocak 1939 karşı 118.567 seyirci
Whitehill, İskoç Kupası, 29 Eylül 1883 karşı 14-2
Blairgowrie, İskoçya Kupası, 20 Ocak 1934 karşı 14-2
Possilpark, İskoç Kupası, 6 Ekim 1877 karşı 13-0
Uddingston, İskoç Kupası, 10 Kasım 1877 karşı 13-0
Kelvinside Athletic, İskoç Kupası, 28 Eylül 1889 karşı 13-0
Hibernian, 24 Aralık 1898 karşı 10-0
Raith Rovers, 16 Aralık 1967, karşı 10-2
Airdrieonians, Hazırlık maçı, 6 Şubat ayı 1886, karşı 2-10
Dumbarton, 4 Mayıs 1892 karşı 0-6
John Greig - 755 (1960-1978)
Dougie Gray 1925 ve 1947 arasında 940 oyun oynamıştır, ancak bunlardan 385 Dolayısıyla, olmayan oficial kabul edilir, İkinci Dünya Savaşı sırasında ve.
Sandy Archibald - 513 (1917-1934)
Ally McCoist - 355 (1983-1998)
Dolayısıyla, olmayan oficial kabul edilir, Jimmy Smith 381 lig Gols Gols ve 1929 ile 1946 arasında 300 puan, ancak bunların 102 İkinci Dünya Savaşı sırasında ve.
Ally McCoist - 251 (1983-1998)
Barry Ferguson - 82 (1998-2003 ve 2004-2009)
Ally McCoist, 61 Ulusal Saç, 1983-1998
Alan Hutton - £9.000.000 (2008: Tottenham Hotspur)
Tore André Flo - £12.500.000 (2001: Chelsea)
2016 yılından bu yana, 29 oyuncuların kariyerinde Rangers ile yer almış, girmiş İskoçyalı futbol salonu şöhret.
İskoçya millî futbol takımı İskoçya için 50 veya daha fazla kapaklar kazandı oyuncuları tanır. Rangers için oynarken kapaklar kazandı dokuz oyuncu:
Rangers İskoçyalı futbol spor salonu şöhret üç oyuncu seçildi olarak, onlar:
Teşekkür Ederim Allah'ım (albüm)
Teşekkür Ederim Allah'ım Minik Dualar Grubu tarafından seslendirilen albümün adıdır.
Albümde bulunan eserlerin söz ve besteleri Ertuğrul Erkişi’ye ait olup, müzik Yönetmeni Hakan Aykut'tur. Albümde ney, gitar, grup keman, kanun, ud, klasik kemençe, blok flüt ve balaban gibi bugüne kadar çocuk albümlerinde kullanılmayan birçok enstrüman kullanılmıştır. Minik Dualar Grubu, her biri ayrı okullarda okuyan ve farklı yaşlardaki çocuklardan oluşuyor. Grubu albüme Aslıhan Erkişi hazırladı.
RC Celta de Vigo
Celta de Vigo İspanya'nın Galiçya bölgesinde bulunan Vigo kentinin takımıdır. 1923'te kurulan takım 2004-05 sezonunda tekrar La Liga'ya yükselmiştir. Takım maçlarını 51,800 kişilik Balaidos Stadı'nda oynamaktadır.Taraftarları kuzeydeki komşu kent La Coruna takımı RC Deportivo ile ezeli rekabet halindedir.Deportivolulara hakaret amaçlı taktıkları "El Turco" ismi karşı takım taraftarlarınca kabul görmüş ve "Evet, Türk gibi güçlüyüz!" şeklinde cevap bulmuştur. Aynı şekilde RC Deportivolular da Celta Vigo taraftarlarını "Portekiz hayranı" olmakla itham ederler. 2006-2007 sezonunda UEFA Kupasında Fenerbahçe'nin de oldugu gruptan çıkarak 3. tur maçlarını oynamaya hak kazanmıştır.
Dünya (anlam ayrımı)
Dünya, aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Çökertme, Milas
Çökertme, Muğla ilinin Milas ilçesine bağlı bir mahalledir.
Çökertme'nin adı antik Karia döneminde, Ceramus (Ören) ile Alakishli Burnu arasında, şu anda "Fesleğen Bükü" olarak da bilinen Çökertme mahallesinin eski adı Vasiliko olarak geçer.
Mahallenin gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi yoktur.
Muğla iline 109 km., Milas ilçesine 52 km., Ören tatil beldesine de 17 km. uzaklıktadır.
Mahallenin iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir.
Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. 2000 yılından bu yana turizm de önem kazanmıştır.
Mahallede, ilköğretim okulu 3. sınıfa kadar devam etmekte; 4., 5. ve diğer sınıflar Ören ilkokuluna taşınmaktadır. Mahallenin kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. En yakın sağlık ocağı "Ören sağlık ocağı" olup Çökrtme'ye 15 dakika uzaklıktadır. Her gün Milas'a 4, Bodrum'a 2 dolmuş seferi vardır. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.
Çökertme'de 4 restoran, 1 otel ve 3 pansiyon vardır.
Robinson Crusoe
Robinson Crusoe, Daniel Defoe'nun 1719 yılında ilk basımı yapılan ve bazılarınca ilk İngilizce roman olarak nitelendirilen kitabıdır. Kitap İngiltere'de yaşayan Alman asıllı orta halli bir ailenin en küçük oğlu olan Robinson Crusoe'nun babasının tüm itirazlarına rağmen, dünyayı gezme hayalleri ile çıktığı yolculukları ve bu sırada karşılaştığı olayları anlatır. Bu yolculuklar içinde ıssız bir adada 28 senesini son üç yılı hariç yalnız geçirir.
Kitabın orijinal adı bir başlığa göre oldukça uzun sayılabilecek şekilde basılmıştır: York'lu Bir Denizcinin, Kendi Kaleminden, Deniz Kazası ile Düştüğü Amerika Sahillerindeki Oroonoque Nehri Ağzındaki Issız Bir Adada 28 Yılını Geçirirken Yaşadığı Serüvenler ve Korsanlar Tarafından Kurtarılması.
İlk çıktığı 25 Nisan 1719 yılında, okurun tepkisi çok olumlu oldu. Daha yıl dolmadan, 4 baskı yaptı ve sonraki yıllarda da çok geniş bir okuyucu kitlesi edindi. 19. asrın sonlarına doğru, Batı edebiyat dünyası, kitabın farklı dillere de çevrilmiş baskıları, kitapla ilgili eleştiri ve analizlere yer veren araştırmalar ve konusuyla benzerlikler içeren başka kitaplarla tanıştı. Özellikle çocuklar için kısaltılmış versiyonları ve serüvenleri anlatan sadece resim içeren kitaplar da basıldı.
Kitaba daha sonra Robinson'un adadan kurtulduktan sonra yaşadığı serüvenleri anlatan bölümler de eklendi Fakat bu kısımlar içerdiği diğer milletleri aşağılayıcı ve eleştirel yaklaşımlar sebebiyle ilk kısımları kadar evrensel bir ilgi kazanamadı
Kitabın konusunun aslında gerçek hayatta, eski adı Isla Mas a Tierra olan bir adada yalnız yaşamış Alexander Selkirk adlı İskoç bir denizcinin 1709 yılında Woodes Rogers tarafından kurtarılmasının yarattığı şaşkınlık ve ilgiden ilham alınarak yazıldığı iddia edilmiştir. Benzer bir kaynak ta müslüman dünyasından İbn-i Sina ve İbn-i Tufeyl kaynaklı Hay ibn-i Yakzan adlı kit |
aptır. Bu kitapta bir müslümanın adayı çekip çevirmesi anlatılır. Ancak bu romanda olaylar daha barışcıl bir dille anlatılmıştır.
Romanın edebiyat seviyesinin düşüklüğü hakkında çeşitli eleştiriler yapılmış olmasına rağmen, etkileyici konusu ve serüvenleri ile Batı'nın sömürge tarihi ve felsefesi anlatılır. Anlatım basit cümlelerle kısa kısa, olay akışının verilişi şeklindedir. Bu yapı içerisinde adadaki yaşamın detayları ve bunların arasında Robinson'un iç konuşmaları ve o anki duygu dünyası yansıtılır.
Hikâye İngiltere'de belli bir gelir seviyesi ve mutluluk standardı yakalamış Crusoe (Kreutzner) ailesinin en küçük oğulları Robinson'un babasının aksi yöndeki telkinlerine rağmen, sıkıcı ama garantili hayatı terk ederek bir arkadaşının babasının gemisiyle denize açılması ile başlar. Bundan sonra Faslı bir denizciye köle olarak satılır (kitapta bu kişiden Türk diye söz edilmektedir). Oradan kaçması ve kendisini Brezilya'da şeker kamışı yetiştiren zengin bir çiftçi olarak bulmasına kadar birçok macera yaşar. Ancak rahat Robinson'u sıkmaktadır. Biraz da mal hırsıyla hayale kapılarak Afrika'dan köle getirip satmayı planlar. Arkadaşları ile planladığı bu yolculuk nihayetinde, ıssız bir adada kendisini bulur. Geminin enkazından kurtarabildikleri ile yaşamını sürdürecektir. Yaklaşık 24 sene sonunda adaya yabancıların geldiğini fark ederek, bunların elinden kurtardığı ve kendisine "Cuma" ismini verdiği bir yerli ile 4 sene daha adada yaşar. Cuma'ya İngilizce ve din bilgisi vererek kendisini eğitir, hizmetine alır.
Orijinalinde, ilk kitap adadan kurtulduktan sonra Robinson'un İngiltere'ye dönmesi ve bir ihtimal Robinson'un oraya tekrar dönebileceği iması ile bitirilir. Sonradan eklenen ve Robinson'un Maceraları adı verilen ikinci kitapta, Robinson adaya gerçekten döner. Ancak kendisi artık ada halkınca bir fatih ve sömürge valisi yetkilerine sahip olarak tanınmaktadır. Burada da kendince yaptığı iyilikler ve ada halkının mutluluklarına yaptığı katkıların ardından yine serüvenlerine devam etmek ve dünyayı tanımak için denize açılır. Madagaskar'dan, Çin'in kalabalık şehirlerinden, ticaret limanlarından, Asya'nın ıssız şehirlerinden, Tatarlardan, Çerkezlerden, Ruslardan yani hemen hemen o sıralarda Avrupalılarca merak edilen her yerden geçerek İngiltere'ye döner. Bu yolculuklarda kendisini hep yüksek karlarla ticaret yaparak, Hindistan'dan afyon alıp, Çin'e satıp, oradan Rus bozkırlarından kürk alıp, Araplara satarken görürüz. Bütün bu işlerin arasında, sürekli kendi kültürünü diğerleriyle kıyaslar ve Çin'in tüm nüfus büyüklüğüne ve ticaretine rağmen hiçbir zaman Avrupa ile boy ölçüşemeyeceğini söyler. Hatta kervanlarda yol arkadaşları ile bu düşüncelerini paylaşıp onları gerektiğinde tartışmalarda susturur. Kafasında sürekli olarak kendi dininin ve kültürünün üstünlüğü konusunda doğruluğundan emin olduğu fikirler geçirir ve bunları okuyucusuyla paylaşır.
Kitabın yazıldığı tarihte dünya tarihini etkileten başlıca olaylara da yer yer değinilmiştir. Bunlar arasında Çin'de daha o zamanlar başlayıp sonradan Mao'nun kültür devrimine kadar sürecek olan ve Çin'i adeta İngilizlerin oyuncağı haline getiren, genç nüfusu çürüten afyon bağımlılığının ilk izlerinden bahsedilir. Ayrıca o zamanlar açıkça dile getirilmeyen Amerika'daki İspanyol ve Portekiz'lilerce gerçekleştirilmiş katliamalardan söz edilir ve bu milletler barbar oldukları konusunda eleştirilir. Bu dönemde Osmanlı'nın 1699 Karlofça antlaşması ile duraklamadan gerilemeye geçtiğini düşünülürse, kitapta da Robinson'un buralardan hiç bahsetmemesi ilginç bir paralellik gösterir. Tıpkı Osmanlının gelişmesi zamanında olduğu gibi Rusların iç Asya eksenindeki hareketleri ve başarıları bu dönemde Avrupalılarca daha ilgi çekici bulunduğundan bu memleketle ilgili görüşler ve bilgiler kitapta çok sık paylaşılır. Kitapta Türklerle ilgili olarak iki ilginç cümle sarfedilmiştir. Birinde Robinson'un bıyığını "çok etkileyici" görünen Türkler gibi uzattığından bahsedilir. İkincisinde ise, Robinson bir İspanyol ile Türk arasında, iyi efendilik karşılaştırılması yapılsa, Türk'ün muhtemelen daha iyi olabileceğini düşündüğü anlaşılır.
Robinson'un yaşamını kendi ifadesi ile cehenneme çeviren gezme ve macera tutkusu, adada ilk zamanlar kalbinde hiç duymadığı tanrı korkusunu da keşfettirmiştir. Başına gelen olayları ilk zamanlar babasının sözünden çıkmasına karşı verilen bir tanrı cezası olduğunu düşünse de, bir süre sonra büyük yalnızlığının aslında tanrıyı anlamak yolunda hayatındaki en büyük fırsatı yarattığını düşünmüştür.
Adadaki ve sonraki hayatında önceleri düşüncelerinde yer bulmayan inançları, zamanla kararlarını alırken hayati ihtiyaçların da ötesine geçmiş ve adeta onu yönlendirmiştir. Özellikle Sibirya içlerini dolaşırken, Tatarların tapındığı bir putu arkadaşı ile yakması ve bunun sonucunda çıkan ayaklanmanın kendisi ve kervanındakilerin canını tehdit etmesi, bütün kitap boyunca her şeyden çok insan hayatına değer verdiğini ifade eden Robinson'un kişiliği ile çelişki yaratmıştır.
Sayfalar ilerledikçe, hümanist ve mücadelesini doğa ile sürdüren kişiliği, adeta bir sömürge valisi ya da herkesi kendi dinine inandırmaya çalışan bir misyoner kimliğine dönüşür. Cuma ile karşılaştığı ilk anda ona adını sormadan "Cuma" ismiyle hitap etmesi ve onun dininin özelliklerini ve bütünselliğini sorgulamadan hristiyan olmasına çabalaması aslında, sonradan ortaya çıkan kişiliğinin ipuçlarını vermiştir. Gittiği ülkelerin kültürlerini sorgulamadan onların yaptıklarını anlamaya çalışırken hep son noktada verdiği kararları "neticede bu insanlar putperestti" diyerek inanç tabanında sonuçlandırır. Bazen bu inançsız putperestlerin aşırı barbarlıklarına sebep olarak inançsızlıklarını görür. Ancak bir vahşinin dinini büsbütün terk ederek birey olabileceğini düşünür. Gerçekten de, Cuma o dönem edebiyatındaki hikâyelerde bir birey olarak anlatılan ilk yerlidir.
Robinson'un adada geçirmiş olduğu yalnızlık süreci sonraları Batı dünyasınında gerçekten tanrı yolunda atılması gereken iyi bir adım olarak değerlendirilmiş ve bu dönemde tanrıdan uzaklaşmak yerine büsbütün inançlarına daha çok sahip çıkması takdirle karşılanmıştır. Ancak bu özelliklerin yani bir kilise desteğinden yoksunken bu derece tanrı ile yakınlaşabilmesi Anglikan kilisesince inandırıcılıktan yoksun bulunmuştur.
Roman, doğa ile insan mücadelesi şeklinde başlayan konusu ile ilgi çekici sömürge tarihi bilgileri ile de doludur. Batı Avrupa o dönemde sömürge yarışında yavaş yavaş Portekiz ve İspanyol üstünlüğünden Hollanda (Flemenk) ve İngiliz üstünlüğüne geçişini yaşamaktadır. İngilizler Hindistan, Çin ve Okyanusya bölgesinde önemli kazanımlar elde ederken, Latin devletleri arasında liderliği çeken Portekiz sömürge tarihindeki başarılı döneminden yavaş yavaş uzaklaşmaktadır. Bu noktada özellikle ikinci kitapta anlatılanlar dikkat çekicidir. Yazarın sonradan öğrenildiği üzere aynı zamanda bir İngiliz Hükümeti ajanı olması belki de, politik çıkarları açısından ilgi toplamış bir romanın gücünden faydalanmak isteyen devletin politik görüşlerini dünyanın geri kalanına kabul ettirme şansını arttıran bir nedenle kullanılmış olabilir. Bunun dışında tamamen yazarın şahsi politik görüşlerini ifade ettiği bir kitap olması da olasıdır. Tüm bunlara rağmen gerçek kaynağı ne olursa olsun Robinson'un ürettiği İspanyol-Portekiz-Çin karşıtı fikirler romanda sık sık yer bulmuştur.
Adadan kurtulup döndüğünde adaya yerleşmelerine yardımcı olduğu Avrupalılar artık ona kurtarıcıları veya yöneticileri gibi davranmakta, bu da Robinson'un kendisini adalet ve tanrı kurallarına göre hüküm vererek tebasını hoş tutan bir hükümdar gibi algılamasına sebep olmaktadır. Hatta tanıştığı Rus sürgünlere, halkının yöneticisini daha çok sevme kıyaslaması yapıldığında, Rus Çarından daha üstün olduğunu iddia eder. Onun bu üstün vasıflarını gören Tanrı sık sık karşısına bu iyilik ve adaletini kullanma şansını verecektir. Bu anlamda aslında yazar, Robinson ve onun sahip olduğu yeteneklerle tipik İngiliz sömürücüsüne karşılaşacağı barbar ve vahşilere nasıl davranması gerektiği konusunda yol yordam göstermekte, örnek olmaktadır.Robinson Crusoe ıssız adada 28 yıl yalnız yaşamıştır.
Leipzig
Leipzig, Almanya'nin Saksonya eyâleti'ne bağlı 500.000 nüfusu aşkın büyük iki şehirden (diğeri Dresden) biridir. Leipzig Kuzey Alman Ovası'nın güney ucunda bulunmaktadır ve "Weisse Elster", "Pleisse" ve "Parthe" nehirlerinin kavşağında konumlanmıştır. Orta Saksonya eyaletinde aşağı Saksonya sınırında Halle şehri ile komşudur.
Şehir 1165'de berat alıp şehir statüsü kazanmıştır. Leipzig Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu döneminden başlayarak iki önemli ticaret yolu olan antik Via Regia ve Via Imperii yollarının kavşağı olmasından dolayı devamlı olarak Almanya'nın önemli ticaret merkezi olmuştur. Çok önemli üniversitesi dolayısıyla da Leipzig Avrupa'nın önemli bir eğitim, müzik, kültür ve kitap basım merkezi de olmuştur. II. Dünya Savaşı'nda sonra Leipzig komünist Doğu Almanya, Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin önemli şehirsel merkezi olmasına rağmen, dünyada kültürel ve ekonomik önemini kaybetmiştir.
1980'li yılların sonlarında Leipzig komünist rejimlerin orta ve Doğu Avrupa'da yıkılmalarında önemli rol oynamıştır. Bu olaylara yol açan ilk hareket Leipzig'de St. Nicolas Kilisesi'ndeki bir alasm barış ayininden sonra ortaya çıkmıştır.
Almanya'nın birleştirilmesinden sonra Leipzig şehri çok önemli değişmelere ssahne olmuştur. Bazı önemli komünist dönemi yapımı binaları yıkılmış ve diğer tarihsel binalar restore edilmiştir. Şehirde bir modern şehir kamusal taşıma enfrasturukturu geliştirilmiştir. Leipzig'in kültürel mirası olan Leipzig Operaevi, önemli lig futbol takımının stadyumu ve çok tanınmış modern hayvanat bahçesi ile Almanya'nın hayatına büyük katkısı olmuştur.
Amerikan Mercer adli işletme danışma firmalarından olan Mercer'in hazırladığı uluslararası "hayat kalitesi indeksi" anketlerinin sonuçlarına göre 2010'de Leipzig dünyada en iyi hayat yaşanabilen şehirler sırasında 68. sırayı almiştır. |
Leipzig İslav sözcüğü "Lipsk"'den gelmektedir ve "ıhlamur ağaçlarının bulunduğu yerleşke" anlamına gelmektedir.
Leipzig isminin ilk defa belgelerde görülmesi 1015'te "Merseburg" Piskoposu Thietmar'nin günlüklerinde bulunmaktadır. 1165'te Meissen Maragravi "II. Otto (Zengin Otto)" şehire ve şehirdeki pazarlara yazılı beratlar vermiştir. Leipzig ve bu şehirn ticareti Saksonya Krallığı ve sonunda Almanya'nın tarihel gelişmesinin temelini oluşturmuştur. Ortaçağlarda başlatılan "Leipzig Ticaret Fuarı" dünyada halen ortada bulunan en eski tarihi olan ticaret fuarı olmuştur ve bu yıllık fuar dönemi uluslararası ticaret için önemli bir dış ticaret mevkii olmuştur.
Diğer bir yazılı belge Leipzig'de bulunan Pleisse Nehri üzerinde balık avlama hakları için berverilen beratlardır. Bunlardan ilki 1385'te Margrav Genç Dietrich'in St Thomas kilisesi ve manstırına balık avlama imtaiyazını veren berat belgesidir .
Şehir içinde ve etrafında çok sayıda manastır kurulmuştur., Bunlar arsında en enteresanları "Yalınayak Sokağı (Barfüssgässchen)" adının çıkmasına neden olan Benediktin Manastırı ve Ranstädter Steinweg (eski Via Regia) üzerinde kurulan ve günümüzde de hala bulunan sırf İrlandalı kesişlerin bulunduğu manastırdır.
1409'da Leipzig Üniversitesi kurulmuştur. Bu kurum Leipzig'in Alman hukuku çalışmaları merkezi ve şehrin bir kiatap basım merkezi olmasına yol açmıştır. Böylece Alman Yüksek Mahkemesi (Reichsgericht) ile Alman Millî Kütüphanesi'nin de Leipzig'de kurulmasına yol açmıştır. Üniversitenin önemli mezunlarından birisi 1461'de Leipzig'de doğan ve 1661-1666'da Leipzig Üniversitesi'nde okuyup çalışan filozof ve matematikçi Gottfried Leibniz'dir.
Leipzig şehir aydınlatmada da öncülük etmiştir. 24 Aralık 1701'den itibaren şehir sokakları, konulan 700 gaz yağı lamba ile ve şehrin istihdam ettiği ışık memurları tarafından düzenli bir şekilde yakılıp söndürülmeleri sağlanmıştır.
Leipzig bölgesi Prusya, Rusya, Avusturya ve İsveç koalisyon güçleri ile Naployon'un Fransa İmparatorluk güçleri arasında yapılan çarpışmalara sahne oldu. 1813'te yapılan Leipzig Muharebesi o zamanda ta I. Dünya Savaşı'na kadar görülmeyen büyük uluslararası ordular birbirleriyle karşı karşıya gelip savaşmasına sahne oldu ve bu muharebeye "Leipzig Uluslar Muharebesi" adı da verilmektedir. Bu muharebede yenilen Napolyon Bonepart Almanya'dan çekilmek zorunda kaldı ve sonunda Elba adasına sürülmesine neden oldu. 1913'te bu muharebenin 100. yılının kutlanması 1970'te birleştirilmiş Almanya tarafından hazırlandı.
İlk Alman uzun mesafe demiryolu Saksonya başkenti Dresden ile Leipzig arasında yapıldı. Avrupa içinde genişleyen demiryolları ağı için orta Avrupa demiryolu trafiği ağ merkezi olarak Leipzig gelişti. Bunun için 1839'da Leipzig'de "Leipzizig Santral" tren garı kuruldu. Bu terminal istasyon, biri Saksonya Kralı karşılamaları için Doğuda ve diğeri Almanya İmparatorunu karşılamak için batıda olan iki gayet büyük giriş salonu Avrupa'nın en şaşaalı istasyonlarından biri oldu.
19. yüzyılda Leipzig Almanya ve Saksonya Krallığı içinde gelişen liberalleşme hareketini merkezi oldu. İlk Alman işçi partisi, "Allgemeiner Deutscher Arbeiterverein, ADAV" 23 Mayıs 1863'te Ferdinand Lassalle tarafından Leipzig'de kuruldu. Bu kuruluş toplantısına Almanya'nın her tarafından katılan yaklaşık 600 işçi delegesi Almanya'nın yeni demiryolu ağının merkezi olan Leipzig'e trenle geldiler.
Leipzig şehri birden hızla büyümeye başladı ve nüfus 1 milyon kişiye yaklaştı, Bu halkı barındırmak için büyük "Grunderzeit" bölgeleri yapılarak doldu ve harpler arasında imar hareketi ve harpteki zararlar bu bölgeleri ortadan kaldıramadı.
Leipzig yiuzyil başlarında pamuklu iplik eğirmede Avrupa'da en önde giden şehir oldu. Leipzing'dek yerleşik pamuklu iplik fabrikası olan "Leipziğer Baumwollspinnerei" 1907'da beşinci üretim salonunu açtığı zaman Avrupa'da en büyük pamuklu iplik fabrikası olmuştu. Bu fabrika 240.000 ıgle günde 5 miyon kilogramdan daha fazla pamuk ipliği üretilmekte idi.
1930-1937 döneminde Leipzig Belediye başkanı olan Carl Friedrich Goerdeler Alaman Nazi Partisi ve bu partinin kurduğu hükümete baş muhalif idi. 1937'de istifa ettikten sonra yerine gelen Nazi Partisi üyesi olan belediye başkan yardımcısı önce şehirde bulunan Felix Mendelssohn heykelinin yıktırıp tahrip ettirmiştir ve 1936'da da Kristal Gece nümayişlerinde şehrin güzide mimarı yapılarından olan 1855'te Mağrip stilli yapılmış olan Yahudi Sinagoğu'nun tümüyle yıkılmasına göz yummuştur.
II. Dünya Savaşı süresindece Leipzing'de bulunan Alman (özellikle savaş teçhizatı) fabrikaları Nazi istilasından sonra toplanan binlerce angarya köle işçiyi fabrikalarında çalıştırmışlardır.
2. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru müttefiklerin hava bombardıman akınlarai Leipzig'e büyük zararlara yol açmıştır. Fakat komuş Dresden şehrine yapılan bombardıman akınları gibi şehrin merkezinin tümünü tahrip eden yangın bombaları akınını Leipzig şehri görmemiştir ve bombardıman zayiatı çok şiddetli olmakla beraber bombardımalar şehrin ortasını ancak bölük pörçük tahrip etmiştir.
Nisan 1945 sonlarında müttefik kara orduları Leipzig'e doğru yönelmişlerdi. 18 Nişan 'da Amerikan "2. Piyade Tümeni" ve "69. Piyade Tümeni" şehre girmeyi başardılar ve çok şiddetli bir şehir içi çarpışmalarından oluşan Nazi direnmesiyle karşılaştıktan sonra şehri ellerine geçirdiler. Bu şehir için çarpışmaları çok kere bloktab-bloka, apartımandan-apartımana karşikarşıya yakın döğüş halinde olmuştu..
Temmuz 1945'te Amerikan orduları daha önceden tespit edilmiş bulunan Amerikan-Rus orduları işgal sınır çizgisi anlaşmalarına uyarak Leipzig'den çekildi ve Kızıl Ordu birlikleri şehri işgal ettiler.
Bundan sonra Leipzig Soviet Rusya'nın kurmuş olduğu Alamaya Demokratik Cumhuriyeti'nin en önemli şehirlerinden biri oldu.
20. yüzyılın ortalarında Leipzig Fuarı doğu-batı ticareti için çok önem kazandı. Şehrin güneyinde, Uluslar Muharebesi Anıtı civarında yapılanan Leipzig fuar binalarında oragnize edilen çeşitli fuarlar Doğu Avrupa'da kurulan ve Doğu Almanya'nın baş üyesi olduğu Começon ülkeleri ekonomik bloğu ile yapılan ticaret müzakereleri ve ticaret kontratlarının yapılması için baş ticaret merkezi oldu.
1983'te başlayan barış hareketinin merkezlerindne biri olan Leipzig'de Ekim 1989'da St Nicolas Kilisesi'deki akşam ayinde yapılan barış dualarından sonra Alamya'da Doğu Alman rejimine en ciddi kütle protestolara Pazaretsi günü başlamıştır. Bu protestolar ülkeye yayılarak Doğu Almanya;'nın sona ermesine yol açmıştır.
Leipzig 2012 Yaz Olimpiyatlarai için Almanya'nın şehir adayı idi; fakat bu müraccat kabul edilmedi ve bu olimpiyatlar Londra'da yapıldı.
Leipzig Almanya'da "Kuzey Avrupa Ovası"nın bir kısmı olan "Kuzey Alman Ovası"nın en güney tarafinda bulunan "Leipzig Ovası" içinde bulunur ve "Weisse Elster", "Pleisse" ve "Parthe" adli üç nehrin birbirine kavuştuğu bir mevkide kurulmuştur. Genellikle şehrin konumlandığı bölge, "Leipzig Nehir Kenari Ormani" gibi, biraz bataklik arazidir; fakat şehrin kuzeyinde bazı kireçtaşı alanları da bulunmaktadır. Burada genel manzara ovalıktır ama bazı moren ve drumlin tepecikleri de bulunmaktadır.
Şehir sınırları içinde bazı ormanlar bulunmakla beraber Leipzig etrafındaki bölge nispeten ormansızdır. 20. yüzyılda bu bölgede bazı açık kömür madenleri işletilmelerinden geriye büyük çukurlar kalmıştır. Bunların çoğunluğu göl veya gölete dönüştürülmektedir.
Leipzig Roma döneminden kalan, doğudan batıya ülkeyi kateden antik "Via Regiz - Kral Yolu" ile kuzeyden güneye uzanan "İmparatorluk Yolu - Via Imperii" yollarının kavşağında bulunmaktadır.
Ortaçağ'da Leipzig etrafı surlarla çevrili bir şehirdi. Günümüzde şehir merkezini çevreleyen "Çevre Yolu" bu eski surların yerine yapılmıştır ve surların nereden geçtiğini göstermektedir.
Yerel idare açısından Leipzig 1992'den itibaren 10 şehir bölgesine bölünmüştür ve bunlar 63 semti ihtiva etmektedir. Bu semtlerin bazıları Leipzig ile birleştirmiş olan şehir merkezi uzağındaki dış köylerdir.
Leipzig bir kıtasal karasal iklim gösterir. Yazları sıcaklık bazan 30 °C'u geçer (2010'da 10 gün); kışları ise çok kere 0 °C'nin altına düşer (2010'da 62 gün). Almanya'nın sahilen uzak şehirlerinde olduğu gibi kışın düşen kar birkaç hafta ve hatta birkaç ay toprak üzerinde kalır.
Gözlemlerin başlamasından itibaren kaydedilmiş en sıcak gün 9 Ağustos 1992'de 38.8 °C ve en soğuk gün 14 Ocak 1987'de −24.1 °C olmuştur.
Anna Vissi
Anna Vissi (Yunan: "Άννα Βίσση"; d. 20 Aralık 1957, Larnaka), Kıbrıs Rumu şarkıcı. Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan'da ünlenen Vissi daha sonra Türkiye ve ABD başta olmak üzere dünyada tanınmıştır. Sanatçı sadece yorumcu olmayıp aynı zamanda söz yazarı, bestekâr ve oyuncudur.
Sanatçının Yunanca konuşan hayranları arasındaki takma adı Thea'dır. (Tanrıça)
40 yılı aşkın süredir müzikle uğraşan Vissi "gelmiş geçmiş en çok satan Yunan kadın şarkıcı" unvanını elinde tutuyor.
Kıbrıs'ta doğan Vissi, müzik kariyerine 6 yaşında Kıbrıs Konservatuvarı'nda başladı. 12 yaşındayken, yerel bir şarkı yarışmasında birincilik kazandı. Annesi, Anna'nın yeteneğinden emin olduktan sonra, ailece müzikal açıdan daha iyi imkânlara sahip olan Yunanistan'a taşınmaya karar verdiler.
Mikis Theodorakis, Stavros Koujoumtzis, Giorgios Hacinasios, Doros Georgiadis gibi sanatçılara birçok şarkılarında eşlik etti. Daha sonra, o zamanlar zaten tanınmakta olan ve birçok 1 numara olmuş şarkıya sahip Nikos Karvelas ile, bugünlere kadar sürecek bir iş birliğine girdi. Karvelas, Anna'nın birçok şarkısının yanı sıra, Yunanistan'ın ilk rock-opera'sı olan "Daimones"i (Şeytanlar) ve Mala müzikalini de yazmıştır.
Anna'nın Nikos ile olan iş birliği 80'lerin başında başladı ve yıllar boyunca sayısız projede birlikte yer aldılar.Ikisinin ortak müzik tutkusu, birçok hit ortaya çıkardı. Bir numaraya yükselen bu şarkılardan bazıları şöyledir: Eleni, Min Psahnis tin agapi, Dodeka, Trellainomai, Kryvame tin agapi mas...
"Klima Tropiko" (Tropikal Iklim) isimli albümünün yayınlanmasının ardından, Anna Viss |
i Yunan müzik piyasasını neredeyse ele geçirdi. Albüm bir anda en çok satan albümler listesinin zirvesine çıktı, ve birkaç ay içinde sanatçıya "Platinyum Plak" ödülü kazandırdı. Anna Yunanistan turuna çıktı ve 40'ın üzerinde başarılı konser gerçekleştirdi. Bu turun ardından Anna için özel olarak yeni bir gece kulübü inşa edildi ve Anna burada, 3 saat süren özel bir sahne şovuna başladı. Biletleri uzun süre önceden tükenen bu şovla birlikte, Anna Vissi Yunanistan'da bir kadin solist tarafından gerçeklestirilen en basarili performansa imza atmış oldu.
1996'yi 1997'ye bağlayan gece, Meclis'in Meydanı'nda düzenlenecek yeni yıl kutlamalari için Atina Valisi, Anna'ya bir teklif sundu. Ve Anna burada 20,000 kişilik bir konser verdi.
1997'nin Şubat ayında, Anna, üç tane Yunan Müzik Ödülü kazandı: En iyi kadın şarkıcı, en iyi yorum ve en radyolarda çok istek alan şarkı.
Aynı yıl, Anna Kıbrıs Çocuk Vakfı'nın baskanlığına getirildi. Tek bir konseri ile, 150,000 pound yardım topladı.
Nisan ayında "Travma" (Yara) albümü yayınlandı ve 12 gün içinde Altın Plak ödülü kazandıracak satışa ulaştı. Takip eden altı ay boyunca, Yunanistan satışları 150,000'i geçerek, sanatçiya üç adet Platinyum Plak getirdi. Amerikan müzikseverlere, Rick Wake'in (Celine Dion'la çalışan bir isim) aracılığ ile "Forgive Me This" şarkısıyla ulaşan Anna'nın Travma albümü, Avustralya'da yayınlandı.
Anna yeni albümü "Antidoto"'u (Panzehir), Pire'nin en büyük müzik mağazasında, 5000 fanı eşliğinde tanıttı. Bu etkinlik Selanik'te de gerçekleştirildi, ancak buradakinde, Anna, mağazaya girmeyi bile başaramadı! Sadece yedi gün içinde, Andidoto 80,000 satış rakamına ulaşarak, Yunan müzik piyasası için yeni bir rekor kırmış oldu. Aynı zamanda, "Travma" albümü için üçüncü platinyum plak ödülü de, Sony Müzik Avrupa tarafından, sanatçıya, bu sıralarda sunuldu. Mart 1998'de, Anna, Pop Corn Müzik Ödülleri Töreni'nde yedi ödül birden kazandı: En İyi Kadin Şarkıcı, En İyi Yorum, En İyi Canlı Performans, En İyi Albüm, En İyi Sarki, En İyi Albüm Kapağı ve Radyolarda En Çok Çalınan Şarkı ("Travma"). Aynı törende, uzun yıllardır iş birliği içinde olduğu müzisyen Nikos Karvelas da Anna'nın "Mavra Yialia" (Siyah Günes Gözlügü) isimli şarkısı için En İyi Besteci ödülünü kazandı.
Şubat 1999'da Anna Vissi, Londra'daki Forum Müzik Salonu ve Palladium Salonu'nda, tüm biletleri satılan iki show'a imza attı. Aynı şekilde gerçekleştirdiği, Los Angeles, Atlantic City, Şikago, Boston ve New York'taki konserlerden oluşan ABD turunda, büyük ilgi gördü. New York'ta, birçok starın da sahne aldığı Madison Square Garden'da sahne alarak büyük sükse yaptı.
Los Angeles Times, "...çok karizmatik bir performans, kendine çeken bir enerjiyle dolu... Bu yeni potansiyel uluslararasi stardan büyük şeyler bekleyin" yorumunda bulunurken; New York Times "Elleri havada ve zıplarken çizdiği görüntü, ulaşılamaz bir pop divasından çok karşı konulamaz bir eğlence dunyası ikonuna yakın" yorumunu yaptı.
Anna Vissi 5 Mart'ta Royal Albert Salonu'nda, İngiltere'deki Yunan nüfusun önde gelenlerinin, Yunanistan'dan gelen önemli isimlerin ve birçok önemli İngiliz'in seyrettiği bir konser verdi.
Anna'nın sahneye girişi çok sansasyoneldi. İki buçuk saat süren bir show sergiledi. Salonun her yerini dolduran izleyiciler, sahnede dans eden ve coşkuyla şarkı söyleyen Vissi'ye eşlik etmeyi ihmal etmediler. Bu Pazar akşamı, bu önemli salon, unutulmaz anları herkesin kafasına kazınan bir olayı ev sahipliği yapmış oldu.
Herkesin kendisini izlemek üzere oraya gelmesi, Anna için büyük bir ödül olmuştu. Sanatçı, coşku içindeki kalabalığa, yakında çıkacak olan uluslararası İngilizce albümünden dört şarkı da sundu, aynı konserde.
Anna'nın bu yeni albümünde emeği geçen tüm müzisyenler oradaydı: Paul Russel (Sony Müzik Avrupa'nın yöneticisi), Peter Asher (uluslararası alanda tanınan prodüktör), Brian Rawling (Anna'nın albümündeki parçalarının coğunun yaratıcısı), ve Avrupalı bazı stratejik müzik pazarlama uzmanları. Anna Vissi, bir yıldan fazla bir süredir bu uluslararası projeye hazırlanmaktaydı. Tamamı İngilizce şarkılardan oluşan bu ilk albümünü tüm Avrupa'da yazın yayınlandı. Albümün ilk single'i "Everything I Am"in bestesi Nikos Karvelas'a, sözleri Paul Barry'e aitti. Şarkıların geri kalanları diğer usta şarkı yazarları tarafından yazılmıştı: Russ Ballard, Mark Taylor, Graham Stack, Steve Torch, Paul Stanley, Tina Shafer, Julian Harris, Danielle Gerber... Albümün prodüktörleri, Cher ve Enrique Iglesias gibi isimlerle calışmış Brian Rawling, Celine Dion'la çalışmış Ric Wake; ve Linda Ronstadt, Diana Ross gibi isimlerle çalışmış Peter Asher'di.
Dünyadaki milyonlarca TV izleyicisi, Anna Vissi'nin ilk uluslararası çıkışına, memleketi Kıbrıs'ta düzenlenen Miss Universe Güzellik Yarışması'ndaki performansıyla tanık oldu. Sekiz kisilik bir dans grubunun eşlik ettiği star, albümünden "On A Night Like This" şarkısını seslendirdi. Anna'nın ilk uluslararası single'ı olan "Everything I Am"in videosu, Solar Films sirketinden Antti Jokinen yönetmenliğinde Finlandiya'da çekildi.
Fanlarını daha fazla bekletmek istemeyen Vissi, aynı zamanda "Agapi Ipervoliki" (Aşırı Aşk) isimli Yunanca bir maxi-single hazırladı. Single'a ismini veren yüksek tempolu dans şarkısı, yazın en büyük hiti oldu ve 4 platinyum disk ödülüne layık görüldü. Single'da bulunan bu 6 yeni parçasını, yaz boyunca bir gece kulübünde verdigi 60 performansta da seslendirdi. Boyzone'dan Shaun Fernandes'in koreograflığını yaptığı bu show'unda, uluslararası İngilizce albümünden parçalarda seslendirdi.
2000 yılının kışı geldiğinde, Anna herkesin çok güçlü bir şekilde geri döndüğü bilmesini istedi, ve buna istinaden "Kravgi" (Çığlık) isimli Yunanca double albümünü yayınladı ve iki yıllık yokluğunun acısını çıkardı. "Kravgi" albümünden cok başarılı birçok hit yayınlandı: "Horis To Moro Mou" (Bebeğim Yanımda Olmadan), "Moni Mou" (Tek Başıma), "Agapoula Mou" (Aşkım), "Kravgi" (Cığlık), v.s. Doğal olarak, 7 platinyum plak ödüllü bu albümde de Nikos Karvelas imzası vardı.
Atina şehri, yeni yılı, belediye başkanı Dimiti Avramopoulos tarafından davet edilen Anna Vissi ile birlikte kutladı. 2001'e girerken, şehrin ünlü Syntagma (Anayasa) Meydanı'nda gerisayima ve Yeni Yıl Partisi'ne birçok insan katıldı.
Mart: Anna Vissi, uluslararası albümü "Everything I Am"den ikinci single'i "Still In Love With You"yu, Soda Club'un remixleriyle yayınladı.
Nisan: Anna Vissi 5 tane popcorn müzik ödülü kazandı: En iyi kadın şarkıcı, En iyi single "Agapi Ipervoliki", En iyi vokal performansi "Afti Ti Fora", En iyi video klip "Agapi Ipervoliki" ve bir kadın sanatçıya ait En iyi sahne performansı.
Nisan ayında, aynı zamanda, Anna, ünlü kozmetik markası Mac'in Yunanistan'daki Aids kampanyasının iyi niyet elçisi oldu. Mac, Yunanistan'daki ilk mağazasını açtı ve Anna'yı Mac Viva Clam III adlı rujunun tanıtımını yapmak üzere davet etti. Bu rujun gelirleri çocuk Aids hastalarına aktarılacaktı.. Bir numaralı Yunan kadın sanatçı, en iyi hitlerini bir Balkan kültürel organizasyonu olan "2001 - A Peace Odyssey (Bir Barış Yolculuğu)"de seslendirdi. Etkinlik, 6 Haziran'da Romanya'nın başkenti Bükreş'teki Uniri Meydanı'nda gerçekleşti. Romanya'nın telekom devleri Rometelecom ve Cosmorom, ve Yunan telekom devi OTE'nin iş birliği ile düzenlenen görkemli etkinlik çerçevesinde, Uluslararası alanda tanınan Emir Kusturica ve sanat yönetmeni Angelos Hatziandreou da yer aldı. Program kapsamında bir Multimedya gösterisi, yerel grupların konserlerı, Emir Kustirica'nin "No Smoking Band"inin konseri ve Yunan Diva Anna Vissi'nin büyük finali yer aldi. Anna'nın gösterisi, özel bir teknikle hazırlanmiş su duvarı ile açıldı ve alanda bulunan 150.000 izleyiciyi tarafından izlendi. Emir Kusturica'nın grubu Anna'ya gösterisi boyunca eşlik etti ve dinleyicilere eşsiz bir müzik ziyafeti sundu.
5 Eylül tarihinde, Lefkoşa'nin G.S.P. Stadyumu'nda, Anna büyük bir konser verdi. Sanatçı, memleketinde her sene konserler verse de, bu konser diğerlerinden çok öteydi. Bu çok özel gecede sanatçı, izleyicileriyle bütünleştı. 18.000 izleyici, divanın 3 saatlik performansının tadını çıkardı. Aynı gecede, sanatçının "Kravgi" (Çığlık) albümünün satışlarından dolayı hak ettiği 7 kez platinyum ödül, kendisine takdim edildi.
"Mala" I Mousiki Tou Anemou (Rüzgarın Müziği) Gerçek bir aşk hikâyesi
Sanatçı, müzikal yeteneğini durmaksızın daha genış alanlarda kullanmak amacıyla, "Mala" isimli çok özel bir müzikale start verdi. Bu oyunda 23 özel şarkı, 60 kişilik bir kast ekibi, ve 35 müzisyenden oluşan bir orkestra kullanıldı, ve oyun 15 Haziran 2002'de Palace Tiyatro'sunda sahnelendi.
Risk almaya alışık olan Anna Vissi için "Mala" büyük bir sınavdı ve bu sınavdan başarıyla çıktı. Sadece oyunculuk yeteneğini kanıtlamakla kalmadı, aynı zamanda herkesı kalbinden etkileyen eşsiz bir yetenek sergiledi.
Oyunda anlatılan, İkinci Dünya Savaşı esnasında yaşanmis gerçek bir aşk hikâyesiydi. Başrollerde Anna Vissi'nin yanı sıra, "esas adam" olarak da Leonidas Kakouris bulnuyordu. Emeği Geçenler: Nikos Karvelas (Müzik-Tekst-Libreto), Yannis Kakleas (Yönetmen), Yiorgos Gavalas (Skenografi), Yannis Metzikof (Kostümler), Yiorgos Niarhos (Müzik yönetmeni). Bu müzikalin soundtrack albümünde, müzikalde kullanılan 27 senfonik parça yer aldı.
Anna Vissi'nin, birçok besteci ile bir arada çalıştığı ilk albümü: Kostantinos Christoforou, Nikos Karvelas, Sofi Papa, Alex Papakostantinou, Vangelis Vasiliou, Energy..., "Paraksenes Ikones" (Garip Görüntüler) 6 ayda 2 kez platinyum plak ödülü kazanacak kadar sattı!"Treno" (Tren) single'i, 2003/2004 yıllarının en popüler şarkısı seçildi.
Anna, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin AB'ye girmesi şerefine düzenlenen etkinliğin ağır toplarındandı ve şarkılarını 80.000 kişiye söyledi! Aynı sene, İngiltere'de ve Amerika'da başarılı bir turneye çıktı ve son olarak 3 Eylül'de Kıbrıs'ta bir konser vererek bu turu noktaladı. Aynı zamanda, bu yıl düzenlenen 2004 Atina Olimpiyatları'nın kapanış gecesinde sahne alma onuruna erişerek, tüm dünyaya şarkı |
larını söyledi.
"Eisai" isimli şarkısının İngilizce versiyonu olan "Call Me" piyasaya çıktı ve Anna, bunun promosyonunu daha etkin bir şekilde yapabilmek için ABD'ye yerleşti. Single büyük başarı kazandı, Billboard'un Hot Dance Music Club Play Listesi'nde 1 numaraya, ve Billboard'un Dance Radio Airplay Listesi'nde 2 numaraya kadar yükseldi. Aynı zamanda bazı ülkelerin müzik listelerinde de büyük başarı elde etti. Bunlardan bazıları Türkiye, İsrail ve Bulgaristan'dı. Tüm bunlar sürerken, sanatçi, Atina'daki "Ciro's Pizza Promodor" isimli restoran zincirine ortak oldu. Yaz döneminde, Anna Yunanistan'a geri döndü ve "Call Me" single'ının Yunanistan'daki promosyon çalışmalarına katıldı. Bu Yunanistan versiyonunda, "Lie" isimli bir baska bir İngilizce parca daha bulunuyordu. Anna, promosyon kapsamında dünyaca ünlü Mykonos'taki Soundwave" festival'de sahne aldı. Bir ay sonra, Yunan diva "Nylon" isimli yeni bir Yunanca albüm çıkardı. "Nylon", "dual disc" formatiyla piyasaya cikan ilk Yunanca albümdü, ve diskte, şarkıların yanı sıra, piyasada olmayan bazı video görüntüleri ve ekstra materyaller bulunuyodu. Anna 2005 "Votanikos" isimli canlı muzik kulübünde sahne aldı.
Elena Paparizou'nun Eurovision 2005 te 1. olması üzerine ev sahibi olan Yunanistan , 2006'da Yunanistan'ı temsil etmek üzere Yunan diva Vissi'ye teklif götürdü. Vissi , Yunanistan ilk kez ev sahipliği yaptığı için Eurovision teklifini kabul etti.Anna Eurovision için 4 şarkı hazırladı. Ve ERT de yapılan Welcome To Party adlı bir programda Everything seçildi.Yarışma öncesinde Yunanistan'a ikinci bir birincilik getireceği söylendi. Eurovision gecesi dikkat çeken performansı ile 128 puanla 9. olabildi.
Anna Visi 2007 yılında ABD, Fransa, Almanya, İsveç, Avustralya, Güney Afrika Cumhuriyeti gibi farklı kıtalardan pek çok ülkeyi kapsayan bir dünya turnesi düzenledi. Bu turne dünyadaki bütün Anna fanlarını sevindirmenin yanında Anna'nın tanıtımına büyük katkı sağladı. Vissi, çıkaracağı yeni uluslararası İngilizce albüm için Christina Aguilera'dan bir şarkı aldı ve hazırlıklarına devam etmek üzere ABD'ye gitti.
Anna Yunanistan'da ve ABD'de çıkaracağı biri ingilizce biri yunanca olmak üzere 2 albümü üzerinde çalışmaya devam ediyor.Anna ,Ocak 2009'da çıkacağı tahmin edilen İngilizce albümünün Rock altyapılı olacağı ipucunu verdi.
9 Aralık 2008 tarihinde Apagorevmeno isimli albümünü piyasa sürdü.Bu albüm sanatçının 35. stüdyo albümüdür.
2008'in yılının son ayında çıkardığı Apagorevmeno adlı albümüyle çıkış yakalayan sanatçı bu çıkışı 'Fabulous' adlı şarkısıyla sürdürdü.Apagorevmeno albümüne 3 yeni şarkı ekleyen sanatçı oluşan bu yeni albümü 'Apagorevmeno +' ismiyle piyasaya sürdü. Yunanistanda oldukça popülerleşen Fabulous adlı şarkısından hareketle Athinon Arena'da 'Fabulous Show' adında bir show hazırlayan sanatçı yaklaşık 2 aydır bu showunu aralıksız her gece Atina'da sergilemektedir.İngilizce albümünün çalışmalarına devam eden sanatçı , halen devam etmekte olan Fabulous Show'un bitmesini beklediğini söyledi.
Fabulous Show'un ardından Vissi yeni bir showun yapımına başladı.Sakis Rouvas ile yapacağı bu showun ismi ise 'Face2Face' olacak.Vissi bu showun koreografi olarak 3 Emmy Ödülü , 4 MTV Film Ödülü kazanmış olan Marguerite Derricks'i seçti.
Grete Havnesköld
Grete Sofia Havnesköld, İsveçli oyuncu, 10 Mart 1986 İsveç doğumludur.
Kilometre
Kilometre (SI simgesi km) bin metreye denk gelen metrik sistemin uzunluk ölçü birimidir. Birçok ülkede coğrafi yerler arasındaki mesafeleri ifade etmek için kullanılan resmi bir ölçü birimidir.
Kurtpınar, Ceyhan
Kurtpınar, Adana'nın Ceyhan ilçesine bağlı bir mahalledir.
Mimar
Mimar, yapıları estetik ilkeler doğrultusunda dizayn eden bunu yaparken ise kullanıcı isteklerini göz önünde bulunduran ve genellikle yapım sürecini de kontrol eden, denetleyen uzman kişi.
Yeditepe Üniversitesi
Yeditepe Üniversitesi, İstanbul'da eğitim veren, İstanbul Eğitim ve Kültür Vakfı (İSTEK Vakfı) tarafından 4142 sayılı yasa ile 1996 yılında kurulan, Yüksek Öğretim Yasası çerçevesinde kamu tüzel kişiliği, mali ve idari özerkliği olan bir vakıf üniversitesidir. Kurucusu Bedrettin Dalan'dır. Atatürkçü düşüncelerin ışığında, onun ilke ve inkılaplarına tam bağlı laik, çağdaş, araştırmacı ve yenilikçi, temel kültür konularına ve teknolojiye hakim, dünya kültürüne erişmiş, özbenliğini güçlendirmiş gençler yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Yeditepe Üniversitesi, çağdaş eğitim program ve uygulamalarıyla bilgi çağına dönük bir eğitim yapmaktadır.
Üniversitenin ana yerleşimi "26 Ağustos Yerleşimi" adını taşımaktadır. Diş Hekimliği Fakültesi dışındaki tüm lisans ve yüksek lisans eğitimi 2000-01 akademik yılından beri burada yapılmaktadır. Diş Hekimliği Fakültesi ve Uygulamalı Hastanesi Bağdat Caddesi üzerinde bulunan binasında eğitim vermektedir. Tüm tıbbi branşların poliklinik hizmetlerinin verildigi Bağdat Caddesi Poliklinigi Göztepe'de, Göz Merkezi Balmumcu, Beşiktaş'ta hizmet vermektedir. Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi ise D 100 karayolunun üzerinde Bostancı'da 2005-06 akademik yılında hizmete girmiştir.
Üniversitenin 26 Ağustos Yerleşimi, İstanbul'un Anadolu Yakası'nda, Kayışdağı'nın eteklerinde 125 bin metrekarelik bir alana yerleşmiştir. İsmini 26 Ağustos'un Türk tarihindeki öneminden almış ve 26 Ağustos 2000 tarihinde açılmıştır.
26 Ağustos Yerleşimi'nin mimari konsepti üniversitenin kurucusu Bedrettin Dalan'a aittir. Selçuklu mimarisinden esinlenerek yapılan 26 Ağustos Yerleşimi'nde her biri 5-12 katlı bina ve bu binaları çevreleyen dört ayrı öğrenci oteli bulunmaktadır. Binaların içine yüksekliği 22 metreye ulaşan büyük kapılardan girilmekte; avluları ile tipik Selçuklu mimarisinden günümüze aktarılan modern yapı özelliğini taşımaktadır. Binaların dış yüzü, Anadolu'dan getirilen doğal taşlarla kaplıdır. Üniversitenin sembolü, Selçuklu mimarisine özgü, kadın ve erkeği temsil eden çift başlı kartaldır. Bu sembol, yerleşimin ana giriş kapısında ve binaların çeşitli yerlerinde göze çarpmaktadır. Yaklaşık 20.000 öğrenci sayısı ile en çok öğrenciye sahip vakıf üniversitesidir. 60 bölüme sahip olma özelliği ile Türkiye'de vakıf üniversiteleri arasında en çok bölüme sahip okuldur.
Yüksek lisans düzeyinde ise sosyal bilimler, fen bilimleri, eğitim bilimleri, Atatürk İlkeleri ve inkılap tarihi ve sağlık bilimleri alanlarında eğitim vermektedir. Lisansüstü eğitimi Kayışdağı 26 Ağustos Yerleşimi ve Göztepe Yerleşimi’nde yapılmaktadır.
Titan (uydu)
Titan, (Satürn VI), Satürn'ün en büyük uydusudur, yoğun bir atmosferi olduğu bilinen tek doğal uydudur.
Dünya dışında, yüzeyinde kararlı sıvı bulundurduğu kanıtlanan 2. gökcismidir. Titan'daki "büyük su kütleleri" gibi görünen bu okyanusların, metan gazının sıvı hali olduğu görülmüştür.
Satürn'ün uydusu olan Titan, Güneş Sistemi’ndeki ikinci en büyük uydudur. Titan da, Ganymede gibi Merkür’den biraz daha büyüktür. Titan’ın büyük oranda azottan oluşan ve Güneş sistemindeki öteki uyduların hiçbirinde böylesine kalın olmayan atmosferinin, Dünya’nın ilk zamanlarındaki atmosferine benzediği düşünülmektedir. Son gönderilen NASA'nın uzay aracında Titan'da canlıların olabileceği olasılığını arttıran izler görülmüştür. Titan'daki su kütlelerinde ise (metan sıvısı/okyanuslar-göller-denizler)deniz canlıların bulunma ihtimali araştırılmaktadır. Daha önce yapılan araştırma verilerince Titan'ın okyanuslarında bakterilerin var olabileceği bir ortam olduğu düşünülmektedir.
Titan, 25 Mart 1655'te Hollandalı gökbilimci Christiaan Huygens tarafından keşfedilmiştir. Kendisinden önce, 1610'da Galileo Galilei, Galilei uyduları olarak bilinen Jüpiter'in en büyük dört uydusunu keşfetmişti ve teleskop hakkında geliştirmeler yapmıştı. Huygens, Galileo'den esinlenerek kardeşiyle beraber kendi teleskopunu geliştirdi ve geliştirdikleri ilk teleskopla Titan'ı keşfettiler. Keşfin ardından uyduya, Satürn'ün uydusu anlamına gelen latince Saturni Luna adını verdi. Satürn'e yakın başka uyduların keşfedilmesiyle beraber uydunun ismi altıncı uydu anlamında Satürn VI oldu. Bundan sonra da Satürn'e Titan'dan yakın başka uydular keşfedildiği halde karışıklık olmaması için Titan'ın ismi Satürn VI olarak kaldı. 1847'de Yunan mitolojisinden esinlenilerek uydunun ismi Titan oldu. Bu yüzden Titan her ne kadar Satürn VI olarak adlandırılmış olsa da Satürn'e yakınlık bakımından 19. sırada olan bir uydudur.
Alta Gracia
Alta Gracia (İspanyolca: "Yüksek Zarafet") Arjantin'deki Córdoba eyaletinin Santa María ilinin merkezidir.
Córdoba'nın 35 km güneybatısında, "Las Sierras Chicas" (Chica Dağları) üzerinde, Anizacate Nehri kıyılarındaki Paravachasca Vadisi'nde bulunmaktadır. Çevrede yoğun olarak bulunan ormanların yeşil renginden ötürü yörenin yerlileri olan "comechingón"""lar tarafından vadiye bu ad verilmiştir. Kasım 2005 verilerine göre yaklaşık nüfusu 45.000 kişidir.
Yıl boyunca sakin bir iklime sahip olan ve kış boyunca, özellikle Temmuz ayında, karla kaplı ortamıyla şehir kurulduğu günden beri turist çekmektedir. Bu nedenle de bölgenin en önemli gelir kaynaklarından birisi turizmdir. Şehrin adındaki dini atfın da bu iklim özelliğinden kaynaklandığı düşünülmektedir.
17. yüzyılda Alta Gracia Cizvitler tarafından yönetilen geniş bir çiftlikti. Colonia Caroya, Jesús María, Santa Catalina, La Candelaria gibi diğer çiftliklerle birlikte, Alta Gracia'nın kurulma amacı, Arjantin'in ilk üniversitelerinden biri olan Colegio Máximo'yu (şimdiki adıyla Universidad Nacional de Córdoba) ve diğer eğitim kurumlarını ekonomik olarak desteklemekti.
Alta Gracia'nın sahipleri:
Selçuk Parsadan
Selçuk Parsadan (1952, İstanbul - 25 Temmuz 2006, İstanbul), dönemin başbakanı Tansu Çiller ve cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in de aralarında bulunduğu birçok kişiyi, büründüğü sahte kimliklerle dolandıran Türk dolandırıcı. Omurilik kanseri nedeniyle hayatını kaybetti.
93 Harbi'nde Kafkasya’dan göç eden Çerkes kökenli bir aileden gelen Parsadan’ın dedesi Beyoğlu Polis Müdürü, babası Kadıköy Emniyet merkez memur |
uydu. 1953 yılında polislikten ayrılan baba Sabahattin Parsadan, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in sevdiği kimselerdendi ve sonradan Menderes’in gönüllü yakın korumalığını üstlendi. Selçuk Parsadan'a göre babası "Başbakan’ın aşk hayatını organize ediyor, sevgilileri ile buluşmalar ayarlıyor ve masraflarını örtülü ödenekten karşılıyordu. Emniyetten ayrıldıktan sonra Türk Basın Ajansı adına bir gazete çıkartan Baba Parsadan, Başbakanla yakınlığı sayesinde çok sayıda abone bulabiliyor, düzenlediği sahte baloların davetiyelerini satıyordu"
Selçuk Parsadan 1972 yılında askerliğini İzmir’de havacı olarak yaptı, terhis olduktan sonra da amcasının yardımıyla Etibank’a girdi. 2 ay sonra istifa eden Parsadan bir yandan Galatasaray Spor Kulübü’nde basketbol oynamaktaydı. Ancak geçirdiği verem hastalığı nedeniyle form kaybına uğradı ve takımdan kesildi. 12 Eylül sonrasında Selçuk Parsadan Halkçı Parti’ye üye oldu. Bir süre sonra Halkçı Parti Beyoğlu İlçe Başkanı oldu. Sinema ve sahne sanatçıları ile ilişki kuran Parsadan bu dönemde bazı sanatçıların menajerliğini de üstlendi. 1984 yılında babasının Türk Basın Ajansı’nın başına geçen Selçuk Parsadan, 1993 yılında Ajansı Ankara’ya taşındı ve küçük çaplı dolandırıcılık işlerine başladı. Sinema sanatçısı Perihan Savaş’ın adını kullanarak, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i, Gaziantep Belediye Başkanı Celal Doğan’ı, dönemin Başbakanı Tansu Çiller’i, Adnan Polat’ı, dolandıran Parsadan, en büyük vurgununu örtülü ödenekten aldığı para ile yaptı.
2 Kasım 1995 günü emekli Orgeneral Necdet Öztorun’un sesini taklit eden Parsadan, Tansu Çiller’i telefonla arayarak, “Kemalistler Derneği” için 5 buçuk milyar lira ister. Para ertesi gün Başbakanlık Örtülü Ödeneği’nden Parsadan’ın hesabına yatırılır. Olayın emniyet tarafından öğrenilmesinin ardından Parsadan 10 Mayıs 1996’da Edremit, Balıkesir’in Altınoluk kasabasına gider ve gizlenir. Bu arada cep telefonu ile canlı olarak bağlandığı televizyon programlarında Çiller için saf bayan tanımlamasını kullanan Parsadan, kendi deyimiyle "hükümet destekli ülkücü mafyanın" peşinde olduğunu bildiği için hayatından endişe ediyordu.
Cep telefonu görüşmelerinden Parsadan’ın Altınoluk’da gizlendiğini tespit eden polis yetkilileri, düzenledikleri bir operasyonla ilçedeki 4000 evi tek tek arayarak 21 Mayıs 1996 günü Parsadan’ı yakalarlar.
Mahkemede basına ve hakimlere yönelik sert davranışları ile davanın sürekli gündemde kalmasını sağlayan ve bu yolla hayatını garanti altına alan Parsadan, 1997 yılında Ankara 9. Ağır Ceza Mahkemesi'nce Örtülü Ödenek davasından 6 yıl 3 ay, mahkemeye hakaretten 2 yıl ve başka bir dolandırıcılık davasından 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına çarptırıldı.
Bayrampaşa Cezaevi’nden Afyon Cezaevi’ne nakledilen ve Sabancı Suikastı davasının sanığı, DHKP/C itirafçısı Mustafa Duyar'ın kaldığı koğuşun karşısındaki A-6 koğuşunda kalan Parsadan, Mustafa Duyar'a düzenlenen silahlı saldırıda kapı mazgalından "yapmayın, etmeyin" diye seslendiği gerekçesiyle ağzından vurularak ağır yaralandı. Parsadan, Mustafa Duyar’ın Karagümrük Çetesi mensuplarınca öldürüldüğü saldırının asıl hedefinin kendisi olduğunu ileri sürdü.
İnfaz yasasına göre 4 yıl 8 ay 28 gün cezaevinde kalan Parsadan 19 Şubat 2001 tarihinde tahliye edildi.
Yakalandığı omurilik kanseri sebebiyle tedavi gören Parsadan, 25 Temmuz 2006 tarihinde Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde öldü.
Erol Çerasi
Erol Çerasi İsrail'in İbrani Üniversitesi Hadassah Tıp Fakültesinde görevli Türk bilim insanı.
Erol Çerasi, pankreas adacık beta-hücresinin hormonu insülinin bireşiminin ve salgılanmasının mekanizmaları ve bu mekanizmalardaki bozuklukların tip-2 diyabetin gelişmesine katkıları konularındaki uluslararası düzeyde üstün nitelikli çalışmaları nedeniyle bilimsel alanda Türkiye’nin en prestijli ödülü olarak nitelendirilen Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu’nun (TÜBİTAK) ‘2006 Yılı Bilim, Hizmet, Teşvik ve TÜBİTAK-TWAS (Üçüncü Dünya Bilimler Akademisi) Ödülleri’nin (Tübitak Bilim Ödülleri) Sağlık Bilimleri alanında layık görüldü.
Erol Çerasi, 1935'te İstanbul'da, Sefarad Yahudilerinden tüccar baba ile ev hanımı bir annenin çocuğu olarak doğan Erol Çerasi, Şişli Erkek Lisesi ve İstanbul Tıp Fakültesi'ni bitirdikten sonra hocasının tavsiyesi üzerine İsveç'e gitti. 17 yıl sonra 1977'de İsrail hükümetinden "Gel, burada laboratuvar kur" teklifi alan Çerasi, İbranice bilmemesine rağmen bu teklifi kabul etti. Erol Çerasi İsrail'in İbrani Üniversitesi Hadassah Tıp Fakültesinde görevli Türk bilim insanıdır.
TÜBİTAK 2006 Bilim Ödülü Sahibi Erol Çerasi
Soli Özel
1958 yılında İzmir’de doğan Soli Özel, 1975 yılında İstanbul Robert Kolej'den mezun oldu. Daha sonra 1980 yılında Amerika Birleşik Devletleri, Bennington College, Ekonomi bölümünde lisans eğitimini tamamladı ve 1983 yılında Johns Hopkins Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölümünden master dalında mezun oldu. Geçmişte Bilgi Üniversitesi'nde öğretim görevliliği yapan Özel, Sabah Gazetesi'nde uluslararası ilişkiler hakkında günlük köşe yazıları yazmıştır. Aynı zamanda Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) tarafından yayımlanan hukuk ve uluslararası ilişkiler konulu bilimsel UHP (dergi) dergisinde yazı ve çalışmalarını sürdürmektedir. Soli Özel, Yahudi kökenli bir Türk vatandaşıdır ve özellikle Orta Doğu sorunu konusunda uzmandır. Sabah'taki yazarlık görevinden ayrılarak 1 Mart 2009'da yayın hayatına başlayan Gazete Habertürk'ün Dış Haberler müdürlüğü görevini yürütmekte ve yine aynı gazetede uluslararası politika konularında köşe yazılarına devam etmektedir. Soli Özel, Eylül 2010 tarihinde Kadir Has Üniversitesi'nin Uluslararası İlişkiler bölümüne geçmiştir.
B36 Tórshavn
B36 Tórshavn, Faroe Adaları'nın başkenti Tórshavn takımıdır. Faroe Adalarının en eski takımıdır.
Faroe Adalarının başkenti Torshavn'ın takımıdır. Ülkenin ilk futbol takımıdır. Maçlarını 5000 kişilik Gundadalur stadında oynamaktadır. Ayrıca bu stadı Faroe'nin ikinci büyük kulübu olan HB Torshavn ile beraber kullanmaktadır. Kjatan Mohr'un başkanlığını yaptığı kulüp 36 sayısını kuruluş yılı olan 1936dan almaktadır.
Avrupa Kupaları'nda tarihi boyunca 24 maç oynayan takım sadece 2 defa kazanma başarısı gösterebilmiştir. 17 maçta mağlup olurken 5 maçlarında da eşitliği bozamamışlardır. Kulüp tarihlerinde Faroe Adalarındaki başarıları dışında önemli bir başarıları bulunmamaktadır. 8 kez Faroe Adaları Premier Ligi'ni kazanan kulüp 5 kezde Faroe Adaları Kupası'nı kazandı.Bu takım UEFA Şampiyonlar Ligi ön elemelerinde de Fenerbahçe ile karşılaşmış ilk maçta deplasmanda 4-0 ikinci maçta da evinde 5-0 mağlup olarak elenmiştir.
"28 Mart 2016"
G: Galibiyet, B: Beraberlik, M: Mağlubiyet, AG: Attığı Gol, TG: Yediği Gol
Yakın Doğu
Yakın Doğu, Hindistan ve Akdeniz arasındaki güneybatı Asya ülkelerini tanımlamakta kullanılan tabir. Orta Doğu'yu da kapsar.
Önceleri güneydoğu Avrupa'daki Balkan devletlerini tanımlamakta kullanılan tabir zamanla genişlemiştir.
Oblast
Oblast (Belarusça: во́бласьць; Boşnakça: oblast; Bulgarca: област; Çekçe: oblast; Rusça: о́бласть; Sırpça: област; Slovakça: oblasť; Ukraynaca: о́бласть), slavca bir kelimedir. Eyalet ve bölge anlamına gelmektedir. SSCB döneminde önemli bir yere sahip bu yerleşim birimleri özerk cumhuriyet kavramından sonra gelirdi. Sovyet meclisinde oblastlar da temsil edilirdi. Kazak Türkçesi'ne oblıs (облыс) olarak geçmiştir ("aymaq (аймақ)" olarak da kullanılır.). Bugün eskiden Sovyet cumhuriyeti olan cumhuriyetlerin hepsinde oblast terimi kullanılmaktadır. Ayrıca özerk oblastlar da bulunmaktaydı.
Rusya'da 46 oblast vardır.
John Rawls
John Bordley Rawls, (d. 21 Şubat 1921 - ö. 24 Kasım 2002), ABD'li filozof. Temel eseri "A Theory of Justice" (Bir Adalet Kuramı) dır. Bu kitap 20.yüzyılın siyaset felsefesi alanında hazırlanmış en önemli kitap olarak görülmektedir. 1971'de yazdığı bu kitaptan sonra 1993'te "Siyasal Liberalizm"i yazmıştır. Bu kitap da bir anlamda onun adalet kuramı çalışmasının bir devamı niteliğindedir.
1950'lerde ceza üzerine yazdığı ilk yazılarından, doğruluğun (ve dolayısıyla Etik'in) temellerine yönelik yazılarına kadar onun bütün yazılarında toplumsal adalet ya da adaletin eşit dağılımı sorunlarıyla uğraşmış olduğu görülür. Söz konusu Bir Adalet Kuramı kitabın da Rawls, " hakkaniyet olarak adalet" fikrini şekillendirmeye çalışır. O faydacı ahlak felsefesi karşısında toplumsal bir adalet düşüncesi oluşturma arayışındadır. Bu bağlamda şekillenen "liberal adalet anlayışını" sözleşmecilik ilkesiyle birlikte temellendirir. Bu bir anlamda "toplumsal sözleşme" geleneğinin devam ettirilmesi olarak görülmektedir. Rawls'ın adalet kuramı şu iki ilkeyle belirtilebilir. Bir; özgürlükler konusunda eşitlik. İki; toplumsal eşitsizliklerin toplumda dezavantajlı durumdakilerin yararı gözetilerek çözümlenmesi. Kuramı ve formülasyonları cok yoğun tartışmalara yol açmıştır. Özellikle kuramın içerdiği rasyonel çekirdek, yani neden ve nasıl diğerlerine nazaran Rawls'ın belirttiği adalet anlayışını tercih edecegimiz konusundaki rasyonellik, kuramın tartışmaya açık yanını oluşturmaktadır. Rawls, çoğulcu ve eşitlikçi bir siyasal liberalizm anlayışı içinde "hakkaniyet olarak adalet" fikrine imkân olacağını düşünmektedir.
John Rawls, "Baltimore'un en seçkin avukatlarından biri" olan William Lee Rawls ve Anna Abell Stump Rawls'un oğlu olarak Baltimore, Maryland'de doğdu. Beş erkek çocuktan ikincisi olan Rawls'u trajedi erken yaşında yakaladı. "İki erkek kardeşi Rawls'dan ölümcül hastalık bulaşması sebebiyle çocukluklarında vefat ettiler. . . . 1928' te, 7 yaşındaki Rawls difteriye yakalandı. Kendisinden 20 ay küçük olan erkek kardeşi Bobby, O'nu odasında ziyaret etti ve enfeksiyon kaptı. Ertesi kış, Rawls zatüreye yakalandı. Diğer erkek kardeşi Tommy'e hastalık bulaştı ve öldü." Rawls biyografisi yazarı Thomas Pogge, kardeşlerinin ölümünün "John'un çocukluğunun en önemli olayları” olduğunu söylemektedir.
Rawls Connecticut'taki Kent School'a (Episcopalian hazırlık okul |
u) nakil olmadan önce kısa bir süre Baltimore'da okula gitti. 1939' daki mezuniyetinin ardından Rawls, Princeton Üniversitesi'ne başladı ve yüksek şeref derecesi "summa cum laude" ile mezun oldu. The Ivy Club ve the American Whig-Cliosophic Society'e kabul edildi. Princeton'daki son iki senesinde "teoloji ve doktrinleriyle yoğun bir şekilde ilgilendi". Piskopos rahipliği (Episcopal priesthood) eğitimi almak için papaz okuluna gitmeyi düşündü.
1943'te Bachelor of Arts olarak mezun oldu ve hemen sonra Amerika Birleşik Devletleri Ordusu'na kaydoldu. Rawls, II. Dünya Savaşı sırasında Pasifik'te piyade olarak hizmet etti. Pasifik'te Yeni Gine'yi, Filipinler'i dolaştı ve Japonya'da bulundu; burada, Hiroşima bombalamasının sonrasına tanıklık etti. Bu tecrübe sonrasında, Rawls subay olma teklifini geri çevirdi ve 1946'da ordudan er olarak ayrıldı. Kısa bir süre sonra Princeton'a etik felsefesi üzerine doktora yapmak için geri döndü.
Rawls Brown Üniversitesi mezunu olan Margaret Fox ile 1949'da evlendi.
1950'de Princeton'da Doktora'sını tamamladıktan sonra 1952'ye kadar burada ders verdi. Bu tarihte, Oxford University (Christ Church) için Fulbright bursu kazandı. Burada, liberal siyaset kuramcısı ve tarihçi Isaiah Berlin ve hukuk kuramcısı H. L. A. Hart'ın görüşlerinden etkilendi. Birleşik Devletlere döndükten sonra Cornell University'nde yardımcı doçent (assistant professor) ve doçent (associate professor) olarak görev yaptı. 1962'de, Cornell'da profesör oldu. Kısa süre sonra da MIT'de tenure konumuna geçti. Aynı yıl, kırk yıl boyunca hocalık yapacağı ve etik ve siyaset felsefesi alanında Martha Nussbaum, Thomas Nagel, Onora O'Neill, Adrian Piper, Christine Korsgaard, Susan Neiman, Claudia Card, Thomas Pogge, T.M. Scanlon, Barbara Herman, Joshua Cohen, Thomas E. Hill, Jr. ve Paul Weithman'nın dahil olduğu dönemin önde gelen isimlerine ders vereceği Harvard Üniversitesi'ne geçiş yaptı.
Rawls kekeme oluşu ve "spotlar karşısında yarasa gibi dehşet" duyması nedeniyle nadiren röportaj verdi; ve ününe rağmen göz önünde bulunan bir entelektüel olmadı. Bunun yerine kendini akademi ve aile yaşamına adadı.
1995'te çalışmasının önüne ciddi bir şekilde engel oluşturacak olan ve birçok defa yaşayacağı felçten ilkini yaşar. Buna rağmen, uluslararası adalet hakkındaki görüşlerini en bütüncül haliyle açıkladığı "The Law of Peoples" adlı kitabını tamamlayabildi ve ölümünden kısa süre önce Kasım 2002'de "Bir adalet Teorisi" adlı kitabına yönelik eleştirilere cevap niteliğinde "Justice As Fairness: A Restatement"'ı yayınladı.
Rawls liberal siyaset felsefesine katkılarıyla tanınmıştır. Rawls'un çalışmaları arasında büyük ilgi toplanlayan görüşleri şunlardır:
Akademik çevrede "A Theory of Justice"'nin 1971'de yayınlanmasıyla siyaset felsefesi üzerine akademik çalışmalarda yeniden canlanmaya yol açması bakımından önemine dair genel bir mutabakat vardır. Çalışmaları iktisatçı, hukukçu, siyaset bilimci, sosyolog, sağlıkta kaynak dağıtımıyla ilgilenler ve teologlardan ciddi bir ilgi görmüş ve disiplinel sınırları aşmıştır. Rawls, Birleşik Devletler ve Kanada mahkemelerinde sıklıkla alıntı yapılması ve Birleşik Devletler ile Birleşik Krallık politikacılarının atıfta bulunmasıyla siyaset felsefesi alanındaki çağdaşlarından ayırt edilmişir.
Ludovic Giuly
Ludovic Giuly (d. 10 Temmuz 1976, Lyon) Fransız futbolcudur. Şu an Lorient takımının formasını giymektedir.
Orta saha'nın sağ kanadında oynayan Giuly, Fransa'da Lyon ve Monaco takımları için oynadı. Monaco ile 2004 yılında UEFA Şampiyonlar Ligi'nde final oynadı ama maçın 23.dakikasında sakatlanıp oyuna devam edemeyince Monaco, Porto'ya karşı maçı 3-0 kaybetti ve ikinci oldu. Giuly, Monaco'daki başarısıyla 2004 yılında Barcelona'ya transfer oldu. 2006-07 sezonunun tamamlanmasıyla Barcelona'dan ayrıldı. Bir sezon (2007-08) Roma'da oynayan Giuly, 2008-09 sezonunda Paris Saint-Germain FC'e transfer oldu. 2011 yılında ile PSG ile karşılıklı sözleşmesini feshetti. Giuly, 9 Ağustos 2011 tarihinde 1998 ile 2004 yılları arasında oynadığı takım Monaco'ya transfer oldu ve 2 yıllık sözleşme imzaladı. 31 Temmuz 2012 tarihinde ise Ligue 1 takımlarından Lorient ile bir yıllık sözleşme imzaladı.
Giuly, Fransa formasını 17 kez giydi ve 3 gol atma başarısı gösterdi. Ayrıca 2003 FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda Fransa formasıyla mücadele etti ve şampiyonluk yaşadı. Şu an Korsika millî futbol takımı adına mücadele etmektedir.
Buenos Aires Üniversitesi
Buenos Aires Üniversitesi (İspanyolca: "Universidad de Buenos Aires", "UBA") Arjantin'deki en büyük üniversite. 12 Ağustos 1821'de Buenos Aires şehrinde kurulmuştur. Buenos Aires üniversitesinde 28.490 doçent ders vermekte olup bünyesinde 13 fakültesi, 6 hastanesi, 10 müzesi, 8 bölgesel üniversite merkezi, 2 kültür merkezi ve üç lisesi bulunmaktadır. Liselerinin adları şöyledir: Colegio Nacional de Buenos Aires, Escuela Superior de Comercio Carlos Pellegrini, ve Instituto Libre de Segunda Enseñanza.
Buenos Aires Üniversitesi oldukça kalitelidir ve tamamen ücretsizdir. Dünyada ilk 300 üniversite arasında yer almaktadır. Ayrıca Ernesto Che Guevera Buenos Aires Üniversitesinden mezun olmuştur. Arjantin'in şu ana kadar gelmiş başkanlarından 15'i bu üniversiteden mezun olmuştur. Ayrıca farklı senelerde ve farklı dallarda olmak üzere 5 adet Nobel Ödülüne sahiptir.
Üniversiteye girebilmek için liseyi bitirmiş olan öğrenciler tüm bölümler için ortak olan ve "CBC" ("Ciclo Básico Común - Ortak Temel Dönem") adı verilen bir yıllık öğretim dönemini bitirmek zorundadır. Bu yılı tamamladıktan sonra öğrenciler istediği fakülteye girebilir.
Büyüklüğü nedeniyle UBA'nın merkezî yerleşkesi yoktur. Merkezî bir "Ciudad Universitaria" ("üniversite şehri") projesine başlanmıştır ve şu anda iki fakülte bu yerleşkededir. Diğerleri tüm şehre dağılmıştır.
Üniversiteyi oluşturan fakülteler şöyledir:
Kuzey Buenos Aires'teki Nuñez'de bulunan yerleşke "Ciudad Universitaria" 'da, yalnızca son iki fakültenin binaları bulunmaktadır.
"Universidad de Buenos Aires" aşağıdaki öğrencileri ya da öğretim üyeleri Nobel Ödülü'nü almışlardır:
Alberto Granado
Alberto Granado (d. 8 Ağustos 1922; Hernando, Córdoba, Arjantin - ö. 5 Mart 2011), Latin Amerika seyahati sırasında Che Guevara'nın yolculuk arkadaşı ve Küba'daki Santiago Tıp Okulu'nun kurucusu.
"Travelling with Che Guevara: The Making of a Revolutionary" adlı ve Che Guevara ile olan yolculuğunu anlattığı kitabı 2004 yılında yapılan "The Motorcycle Diaries" adlı filme temel teşkil etmiştir. Bu filmde Granado'yu Che Guevara'nın akrabası olan Rodrigo de la Serna ve Guevara'yı da Gael Garcia Bernal canlandırmıştır.
Northrop F-5
F-5A/B Freedom Fighter (Türkçe: "Özgürlük Savaşçısı") ve F-5E/F Tiger II (Türkçe: "Kaplan II") düşük maliyeti olan ve kolay bakım yapılabilen bir gelişmiş eğitim uçağıdır.SSCB ve Doğu Blokundaki karşılığı L-39 Albatrostur.Birleşik Devletler Hava kuvvetlerinde Top gun tarzı savaş eğitim okullarında eğitim uçağı olarak kullanılmaktadır. Ucuz maliyeti olması sebebiyle daha çok zayıf ekonomili ülkelerin tercihi olmuştur. Türk Hava Kuvvetleri de bir modernizasyon çalışması ile bu uçakları eğitim uçağı olarak bir müddet daha kullanmayı planlamaktadır. F-5 çok amaçlı bir uçaktır ve çok yüksek manevra kabiliyeti vardır. Hava Savaşları için Sidewinder füzeleri taşıyabilir. Kara saldırıları için de bomba ve roket taşımaktadır. F-5B adında iki kişilik eğitim sürümü ayrıca RF-5 adında bir fotokeşif sürümü vardır. F-5 pek çok ülkede lisans altında üretilmektedir.
F-5'in diğer türevlerinin yanı sıra F-5N adına yeni bir türev daha bulunmaktadır. ABD donanması eğitim amaçlı kullanmak üzere durumları iyi olan İsviçre Hava Kuvvetleri’nin kullanım dışı 44 adet F-5E Tiger II uçağını satın alarak bazı düşman unsurları ile donatmış ve F-5N Tiger II şeklinde yeni bir türev ortaya çıkarmıştır.
Amerikan Hava Kuvvetlerinin, İsviçre Hava Kuvvetlerinde kullanımdan çıkmış olan 44 adet F5-B Tiger II'i alıp düşman unsurlarıyla donatıp eğitim uçuşlarında kullanmak için geliştirdiği bir türdür. Düşman unsuru olarak, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinin ürettiği Mig 25 Foxbat ve diğer Mig unsurlarının donanımları kullanılmıştır. Telsiz konuşmalarında Amerikan Hava Kuvvetleri Mig 25 olarak tanımlar. Ayrıca bu uçağı Türk Yıldızları da değiştirerek gösteri amaçlı olarak kullanmaktadır.
Ağlatan Oyun
Ağlatan Oyun (film), 1992 çıkışlı bir Neil Jordan filmi. Başrollerde Jaye Davidson, Stephen Rea, Forest Whitaker ve Miranda Richardson yer alıyor. Gösterime girdiği yıl 6 dalda oscar'a aday gösterildi ve En iyi Özgün Senaryo Dalında Oscar Ödülü aldı. İlginç Konusu ve özellikle de filmin büyük sürprizi Hollywood'da şok etkisi yarattı.
Britanya Ordusunda görevli Jody, Onu Politik amaçları doğrultusunda kullanmak isteyen IRA tarafından kaçırılır. Jody'ye gözkulak olması için başına Fergus adlı bir militan verilir. Bu iki sözde düşman kısa süre içinde kendilerine özgü bir arkadaşlık geliştirirler. Öldürülme ihtimali yüksek olduğu için Jody, Fergus'tan eğer ölürse sevgilisine gözkulak olması konusunda söz alır.
Güvenlik güçlerinin bir müdahalesi sırasında Jody gerçekten de bir askeri arabanın altında kalarak ölür. Kaçıp saklanan Fergus ise Londra'da bir hayat kurmaya başlar; ama Jody'yi bir türlü aklından çıkaramaz. Sonunda Jody'ye verdiği sözü tutmak ve sevgilisi Dil'i bulmak ister.
Aydınlar, Ulubey
Aydınlar, Ordu'nun Ulubey ilçesine bağlı olan köydür. Ordu şehir merkezine yaklaşık 12 kilometre uzaklıktadır. Köyde cami, sağlık ocağı ve ilköğretim okulu bulunuyor. AKP Ordu eski milletvekili, Ordu Büyükşehir Belediyesi'nin ilk ve mevcut başkanı Enver Yılmaz bu köyden çıkışlıdır. Köyün eski ismi Meşayıhtır. Aydınlar, Ordu'nun en çağdaş,ve gelişmiş köylerinden birisidir.
Köyde;
Küçükmahmutoğulları,
Çavuşoğulları,
Kocahasanoğulları,
Lönkoğulları,
Efendioğulları,
Nazaroğulları,
Semenoğulları,
Güleloğulları,
Kürtoğulları,
Dervişoğulları,
Soytarıoğulları,
Süleymanoğulları,
Paşaoğulları,
Kozakoğulları,
Kör |
ükçüler,
Teyfikoğulları,
Lazoğulları,
Musaoğulları,
Eminoğulları,
Ustaoğulları,
Aydınoğulları,
Keloğulları,
Keçecioğulları sülaleleri ikamet etmektedir.
Sivas dere yolu köyün tam ortasından geçmektedir asfalt bir yola sahiptir. Köyün ekonomisi Fındık ve Hayvancılığa dayalıdır. İstanbul Ferahevler'de bulunan bir adet Aydınlar Köyü Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği adı altında bir oluşumu da vardır.
Marilyn Manson (müzik grubu)
Marilyn Manson 1990'lardan beri genelde endüstriyel rock tarzında eserler veren Amerikalı bir rock grubudur. Grup, 1989 yılında vokalist Marilyn Manson ve gitarist Daisy Berkowitz tarafından Florida'da kuruldu. Orijinal adı Marilyn Manson & the Spooky Kids olan grup, 1990'ın ilk yıllarında Güney Florida'da dikkat çekti. 1993'te Trent Reznor tarafından kurulan Nothing Records'un anlaştığı ilk grup olan Manson, ilk albümünü aynı yıl çıkardı. Grup elemanları 1996 yılına kadar sahne isimlerini seks yıldızı bir kadın ve seri katil bir erkekten alıyordu. Yıllar boyunca elemanları değişen grubun bugünkü elemanları vokalde Marilyn Manson (tek orijinal grup elemanı), gitarda Tyler Bates ve davulda Gil Sharone'dur.
1996 yılında çıkan Antichrist Superstar ve onu takip eden Mechanical Animals ile büyük satış rakamlarına ulaşan grup, 1999'da gerçekleşen Columbine Lisesi katliamı sonrası grup ve verdiği mesajlar basın yayın organlarında tartışılmıştır. 2000'li yıllarda düşen satış rakamlarına rağmen Manson halen popüler kültürde önemli yer kaplamaktadır. Grup, dört kez Grammy ödüllerine aday gösterilmiştir. VH1, Manson'ı "Hard Rock'ın En Önemli 100 Sanatçısı" lisesine dahil etmiştir. Grup, 2000 yılında Kerrang! Hall of Fame'e dahil edilmiştir. ABD'de grubun altı albümü "top ten" listesine girmiş, bunların iki tanesi bir numarada yer almıştır. Marilyn Manson, dünya çapında 50 milyondan fazla albüm satmıştır.
Brian Warner, 1989'da gazetecilik okuyan ve yerel müzik dergilerine makaleler yazan bir gençti. Bu dönemde Nine Inch Nails'in dahil olduğu farklı gruplar ile röportajlar yaptı. Aralık ayında Warner, Scott Putesky ile tanıştı. Warner'ın şiirlerini okuyan Putesky ona grup kurma teklifinde bulundu. Bas gitarist Brian Tutunick'i kadrolarına alan ikili sahne isimleri kullanmaya karar verdiler. Seri katil ve mankenlerin isimlerini birleştirmeye karar veren üçlüden Warner, Marilyn Manson, Putesky, Daisy Berkowitz, Tutunick ise Olivia Newton Bundy adını aldı. Grubun adını ise "Marilyn Manson & the Spooky Kids" koydular. Üçlü, bir davul makinası ile kaydettikleri ilk demoları "The Raw Boned Psalms"'ı Ocak 1990'da arkadaş çevrelerinde yayınlandı. Daha sonra klavyeye Zsa Zsa Speck'i alan grup 28 Nisan 1990'da grup ilk konserini Miami Beach, Florida'da verdi. Mayıs ayında ikinci demo kasetleri "The Beaver Meat Cleaver Beat" çıktı. 1 Haziran'da verdikleri dördüncü konserleri sonrası ilk kadro değişikliğine gittiler ve basgitara Gidget Gein, klavyeye Madonna Wayne Gacy geçti. Eylül ayında üçüncü ama satışa çıkardıkları ilk demo olan "Big Black Bus" yayınlandı ve dörtlü olarak iki demo daha kaydettiler.
Konserlerde davul makinası yerine gerçek bir bateriste ihtiyaç duyduklarını hisseden grup 1991'da davula Sara Lee Lucas'ı aldı ve böylece grubun ilk uzun soluklu kadrosu oluşmuş oldu. 19 Temmuz 1991'de grup beş kişi olarak ilk konserini verdi. Aralık ayında bu kadro ile ilk demoları olan "After School Special" çıktı.
The Spooky Kids, yerel radyolarda çalan şarkıları nedeniyle popülerlik kazandı. Grubun asıl amacı insanları şaşırtmaktı. Bu yüzden konserlerinde ilginç kıyafetler girip, alevli gösterielrde bulunuyorlardı. Grup böylece dikkat çekmeyi başardı. Bir yandan demo albüm kaydetmeye devam eden grup, adlarını kısaltmaya karar verdi ve 1992'den itibaren sadece "Marilyn Manson"ı kullanmaya başladı. 1993 yazında grubun ünü Nine Inch Nails grubunun beyni Trent Reznor'a ulaştı. Grup, Reznor'ın kısa süre önce kurduğu ve Interscope'a bağlı olan Nothing Records ile anlaştı.
Manson, Nine Inch Nails'in "Self Destruct" turnesinde ön grup olarak dikkat çekti. Turneden sonra ilk stüdyo albümlerinin kayıtlarına başladılar. Spooky Kids dönemi şarkıların yanında yeni şarkılar yazan grup, albümün ilk versiyonunu ""The Manson Family Album"" adıyla Eylül 1993'te tamamladı. Ancak grup ve Reznor, albümün prodüksiyonunu beğenmedi ve prodüktör Roli Mosimann ile yollarını ayırdı.
Reznor, Ekim 1993'te albümün prodüksiyonu üzerinde çalışmaya karar verdi. Bu sırada eroin bağımlılığı artan ve dördüncü aşırı dozu sonucu hastanelik olan basgitarist Gein yeni kayıtlara davet edilmedi. Yedi hafta süren yeni kayıtlar ve mixing sonucunda "Portrait of an American Family" adını alan yeni albüm plak şirketine gönderildi. İlk single "Get Your Gunn" radyolarda çalınmaya başladı. Bas gitarist Gein, beşinci aşırı dozunu yaşadıktan sonra gruptan kovuldu ve Twiggy Ramirez adını alan Manson'ın arkadaşlarından Jeordie White gruba dahil edildi. Albüm 19 Temmuz 1994'te piyasaya sürüldü. Grup, Aralık 1994'te ilk turnesine çıktı. Gruba, alt grup olarak Jack Off Jill eşlik etti. Turne sırasında Anton LaVey ile tanışan Manson "muhterem" anlamına gelen ve genelde rahipler için kullanılan "Reverend" unvanını aldı.
Mart 1995'te Manson, Monster Voodoo Machine ile iki aylık yeni bir turneye başladı. Bir konser sırasında Sara Lee Lucas'ın baterisini yakarak onu gruptan atan Marilyn Manson, onun yerine gruba Ginger Fish'i aldı. Yeni kadro Korn ve Danzig ile konserlere çıktı. Bu konserler sonrası Manson, üçüncü single "Dope Hat" üzerinde çalışmaya başladı. Single'a dahil etmek için hazırladıkları remix'lerden memnun kalan grup, bunları bir saatlik bir EP haline dönüştürdü ve "Smells Like Children"'ı hazırladı. 15 şarkıdan oluşan EP, coverlar, remixler ve deneysel çalışmalar içeriyordu. Eurythmics'in "Sweet Dreams (Are Made of This)" şarkısını coverlayan grup, bu şarkı ile büyük dikkat çekti. Şarkının klibi MTV'de rotasyona girdi. Ayrıca ABD'de ilk kez single listelerine girmeyi başardılar. Single, Alternative Songs listesinde 26., Mainstream Rock Tracks listesinde 31. sıraya kadar yüksedi. Yedi ay süren bir turneden sonra, grup yeni şarkılar üzerinde çalışmaya başladı.
Yeni albümünde kıyameti anlatacağını söyleyen Marilyn Manson, 1996'da stüdyo çalışmalarına başladı. "Antichrist Superstar", 8 Ekim 1996'da piyasaya sürüldü. Bu konsept albümün prodüktörlüğünü Manson ile beraber Trent Reznor, Sean Beavan ve Dave Ogilvie yaptı. Albüm kayıtları süresince grup elemanları arasında büyük sorunlar yaşandı. Bunun en önemli nedeni fazla uyuşturucu kullanımydı. Bu dönemlerde gitarist Daisy Berkowitz grubu bıraktı. Albümdeki çoğu gitarı basgitarist Twiggy Ramirez çaldı. Daha sonra adı gruba Kabbala inancında dünyanın yaratılışı anlamına giren Zim Zum girdi.
"The Beautiful People" albümün ilk single'ı olarak yayınlandı ve ABD'de Billboard'un rock listelerinde ilk 30'a girdi. Bu başarılı şarkının ardından "Antichrist Superstar" albümü ABD Billboard 200 listesinde üçüncü sıraya kadar yükseldi. 1996 yılında Rolling Stone dergisi Manson'ı "en iyi yeni artist" olarak seçerken, vokalisti kapağına taşıdı. Albümü "Dead to the World" turnesi takip etti ve grubun en uzun ve en geniş turnesi oldu. Ancak grubun neredeyse her konseri dini gruplar ve bazı politikacılar tarafından protesto edildi.
25 Kasım 1997'de grup ikinci EP'si olan "Remix & Repent"'i çıkardı. EP, albümden dört tane şarkının yeni versiyonlarını içeriyordu. Aynı yıl, albüme girmeyen üç şarkı ("Long Hard Road Out of Hell", "Apple of Sodom" ve "The Suck for Your Solution") farklı film müziği albümlerinde piyasaya sürüldü. Şubat 1998'da Manson, "The Long Hard Road Out of Hell" isimli biyografisini yayınlandı. Aynı ay konser videosu "Dead to the World" de piyasaya çıktı. Bu dönem Manson, Antichrist Superstar'ın bir üçleme olduğunu ve ikinci albüm için stüdyoya gireceğini açıkladı.
Üçlemenin ikinci albümü "Mechanical Animals," 15 Eylül 1998'de yayınlandı. Albümün prodüktörlüğünü Manson, Sean Beavan ve Michael Beinhorn yapmıştı. Albüm, Antichrist Superstar tarzı bir endüstriyal metal yerine, David Bowie'nin Diamond Dogs dönemine yakın bir glam rock tarzı içeriyordu. Albümün yapım aşamasında Billy Corgan gruba gayrıresmi olarak danışmanlık yaptı. Grup, müziğin tarzına uygun olarak kıyafetlerini de daha renklendirdi. Albüm kayıtlarının sonlarına doğru şarkı yazımlarına katkıda bulunan gitarist Zim Zum gruptan ayrılırken, yerine John 5 edildi.
Interscope şirketi albümün tanıtımı için büyük yatırımlar yaptı ve Manson'ın fotoğraflarını reklam panolarına yerleştirdi. Albümün ilk single'ı "The Dope Show", MTV'de rotasyona girerken, Billboard'ın Mainstream Rock listesinde on ikinciliğe çıkarak, grubun uzun bir süre boyunca en başarılı single'ı oldu. Albümün klibi de 1998 Billboard Video Müzik Ödülleri'nde iki ödül kazandı. Bir sonraki yıl klip bu sefer MTV'den ödül aldı. Ayrıca, 41. Grammy Ödülleri'nde "The Dope Show", "En iyi Hard Rock performansı" dalında aday gösterildi. Albüm, ayrıca ABD Billboard 200 listesinde bir numara olarak Manson için bir ilke imza attı.
Manson, albüm sonrasında Hole ile beraber "Beatiful Monsters" turnesine çıktı ancak turne boyunca Manson ve Courtney Love arasında tartışmalar yaşandı. Özellikle finansal anlaşmazlıklar nedeniyle Hole, dokuz konser sonrası turneye devam etmeme kararı aldı. "Rock Is Dead" adını alan turne, Jack Off Jill ve Nashville Pussy grupları ile devam ettirildi. Ancak bu sefer de Columbine Lisesi katliamı yaşandı. Bu dönem bazı medya organları Marilyn Manson'ı katil çocukları etkileyen bir rol model olmakla suçladı. Grup, katliamda hayatını kaybedenlerin anısına turnenin son dört konserini iptal etti ve uzun süre sahnelerden uzak kaldı. Bu dönem stüyoya girip yeni albüm çalışmalarına başlayan grup, sesini sadece 1999'da "The Last Tour On Earth" adlı bir konser albümü yayınlayarak duyurdu. Antichrist Superstar'a alınmayan "Astonishing Panorama of the Endtimes" şarkısı da bu albüme dahil edildi ve albümün tek single'ı oldu.
Grubun bir sonraki albümü "Holy Wood |
(In the Shadow of the Valley of Death)", 14 Kasım 2000 tarihinde yayınlandı. Albüm, Manson ve Dave Sardy tarafından düzenlenmişti. Antichrist Superstar'ın karanlık havasına geri dönen grup, albüm için 100 şarkı yazmıştı. Şarkıların çoğu Columbine ve sonrasında Manson'a yönetilen suçlamalarak cevap olarak tasarlanmıştı. Antichrist Superstar ve Mechanical Animals'ta da bulunan ölüm ve şöhretin Amerikan kültüründeki yeri teması bu albümde de vardı ve albüm şarkıları ve kapak tasarımı John F. Kennedy ve Lee Harvey Oswald, John Lennon ve Mark David Chapman, Abraham Lincoln ve John Wilkes Booth'a göndermelerde bulunuyordu. Albümün turnesi "Guns, God and Government" da albümün temalarını devam ettirdi. Ancak bu albüm önceki iki albüm gibi büyük bir ticari başarı kazanamadı ve ABD albüm listelerinde en fazla 13., İngiltere'de ise 23. sıraya yükseldi.
Grup, Columbine katliamı sonrası Denver/Colorado'da vereceği ilk konser öncesi dini gruplar tarafından protesto edildi. Bunun sonucunda websitesinden açıklama yapan grup, konserde söyleyecekleri "vahşi sözler"e karşılık olarak İncil'den pasajlar okuyacağını söyleyip, protestocuları rahatlatmaya çalışsa da konser süresinde İncil'in sadece ölüm ile ilgili pasajlarına gönderme yaptılar. Bu turne, 29 Ekim 2002 yılında DVD olarak yayınlandı.
2001 yılının başında grup, Gloria Jones'un Tainted Love şarkısını "Not Another Teen Movie" filmi için kaydetti. Şarkı, ABD rock listelerinde sadece 30. sıraya kalan çıksa da grubun dünya çapındaki en başarılı şarkısı oldu. Manson, Michael Moore'un Bowling for Columbine belgeseline dahil edildi. Moore, Manson ile olaylı Denver konseri öncesinde konuşmuştu. Moore, Manson'a Columbine'da arkadaşlarını öldüren öğrencilere ne demek istediğini sorduğunda, Manson "onlara tek bir kelime bile söylemezdim. Onların demek istediklerini dinlerdim çünkü bunu kimse daha önce yapmamıştı" diye cevap verdi.
Marilyn Manson, Holy Wood ile beraber kafasındaki üçlemeye son vermişti. 2002 yılında Manson, KMFDM grubundan Tim Sköld ile "Resident Evil" filminin müziklerini yaptı. Kısa süre sonra Twiggy Ramirez, fikir ayrılıklarını sebep göstererek gruptan ayrılınca, Sköld yeni basgitarist olarak gruba alındı. Manson, o dönemki kız arkadaşı Dita Von Teese ve onun 1920'lerin Berlin ilgisinden etkilenerek, dönemin ruhunu yansıtan "The Golden Age of Grotesque" albümü kaydetti. 13 Mayıs 2003'te yayınlanan albüm, ABD Billboard 200 listesine bir numaradan girmeyi başardı ve bu başarıyı kazanan ikinci Manson albümü oldu.
Manson, bu dönem sanatçı Gottfried Helnwein ile beraber çalışmaya başladı ve albümü destekleyecek farklı multimedya projeleri başlattı. Helnwein, Manson'a albümün piyasaya sürülüş partisinde ve ilk single mOBSCENE'in klibinde yardım etti. Albümün sınırlı sayıdaki baskıları, Manson tarafından çekilmiş ve sanat yönetmenliğini Helnwein'in yaptığı 25 dakikalık Doppelherz isimli sürrealist bir kısa film bulunduruyordu. Albümü destekleyen "Grotesk Burlesk"te albümün Weimar Cumhuriyeti temasına, Helnwein'in tasarladığı sahne kıyafetleri ve Alman kabaresi eklenmişti. Manson ve grup elemanları, bu dönem Jean Paul Gaultier tarafından hazırlanan özel tasarım takımlar giyiyorlardı.
28 Eylül 2004'te grup "Lest We Forget" adlı bir toplama albüm yayımladı. Bu albüm Manson'ın bir döneminin kapanışını simgeliyordu çünkü grubun plak şirketi Nothing'ten yayınladığı son albümdü. Öte yandan son yıllarda Manson ile ilişkisi bozulan gitarist John 5 da bu albüm öncesi gruptan ayrıldı. 5'sız Manson, toplama albüm için Depeche Mode'un Personal Jesus şarkısını yorumlayarak, bu şarkıyı single olarak da yayınladı. Şarkı Billboard'un Alternative Songs listesinde 12. olarak Manson'ın bu listedeki en başarılı eseri oldu. Albümden sonra "Against All Gods" turnesine çıktılar. Turnede gitarları Mark Chaussee çaldı. Turne sırasında davul setinden düşerek bileğini ve kafatasını çatlayan Ginger Fish'in yerine, turneyi Chris Vrenna tamamladı.
2005 yılının sonlarında on sekiz yeni şarkı üzerinde çalışmaya başlayan grup, Manson'ın resim ve sinemaya yönelmesi nedeniyle altıncı albüm kayıtlarına hemen başlayamadı. Bu nedenle Sköld, albümün şarkılarını kendi başına besteleyip kaydetti ve diğer grup üyeleri albüme katkıda bulunmadılar. Manson da bu şarkılar üzerine Von Teese ile yürümeyen evliliği ve Evan Rachel Wood ile çalkantılı beraberliği hakkında sözler yazdı. Aşk temasının baskınlığı bu albümü öteki Manson albümlerinden ayırdı. 31 Ekim 2006'da grup Jay Leno'nun şovuna çıkıtıp, Danny Elfman'in "This Is Halloween" şarkısını yorumladı. Bu performans, grubta 1990'dan beri klavye çalan Madonna Wayne Gacy ile son performansları oldu. Gruptan ayrılan Gacy, gruptan alacaklı olduğunu iddia ederek 20 milyon dolarlık bir tazminat davası açtı.
Albümün ilk single'ı "Heart-Shaped Glasses (When the Heart Guides the Hand)" oldu. Albümde beraber oynayan Manson ve Wood çiftinin cüratkar sahneleri bazı kesimlerde tepki yarattı. 5 Haziran 2007'de grubun yeni albümü "Eat Me, Drink Me" piyasaya sürüldü. Albüm, Billboard 200 listesine sekizinci sıradan girdi. "Putting Holes In Happiness" albümün ikinci single'ı olarak piyasaya sürüldü ve şarkı Nick Zinner'ın remix'i ile oyununda yer aldı.
Albümün tanıtımı için grup dokuz ay süren "Rape of the World" turnesine başladı. Turnede Sköld gitar çalarken, The Prodigy'nin eski basgitaristi Rob Holliday basgitarist olarak yer aldı. Davulları yine Ginger Fish çalarken, Vrenna gruba klavyeci olarak tekrar katıldı. Turnenin ilk ayağında grup thrash metal grubu Slayer ile çaldı. Kasım 2007'de Manson, Sköld ile yeni bir albüm üzerinde çalıştığını açıkladı ancak 2008 yılının başında Twiggy Ramirez gruba geri döndüğünü açıkladı ve Sköld ile yollar ayrıldı. Twiggy'nin geri dönmesiyle, Holliday turnenin geri kalanında gitara geçti.
2008 Mart'ında Twiggy, yedinci albüm çalışmalarının başladığını duyurdu. Temmuz ayında Wes Borland, Güney Kore'de Manson'ın ana grup olarak çıktığı konserde bir kereliğine tekrar gruba eşlik etti ancak ardından eski grubu Limp Bizkit'e geri döndü. 2008 yılı boyunca süren albüm kayıtlarını, Kasım ve Ocak 2009 arasında Manson'ın home stüdyosunda gerçekleştirdiği vokal kayıtları takip etti. Albümün prodüktörlüğünü Manson, Twiggy ve Vrenna'nın yanında Mechnical Animals'ın prodüktörlüğünü de yapan Sean Beavan yaptı.
27 Mart 2009'da yeni şarkılardan "We're from America" grubun websitesinde ücretsiz olarak sunuldu. İki hafta sonra ise sınırlı sayıda CD olarak piyasaya sürüldü. 13 Mayıs'ta "Arma-Goddamn-Motherfuckin-Geddon" (sansürlü olarak "Arma... geddon") radyoda yayınlanmaya başladı. Şarkı "Ana akım rock" listesine otuz yedinci sırada girerek, grubun en başarısız single'larından biri oldu. 26 Mayıs 2009 yılında çıkan yeni albüm "The High End of Low," Billboard 200 listesine dördüncü sıradan girse de, ilk hafta satılan 49,000 kopya ile The Last Tour on Earth'ten sonra en düşük satış rakamını yakalamış oldu. Albümü aynı isimli turne takip etti. Rob Holliday turneye katılmak istemeyince, basgitara Andy Gerold geçerken, Twiggy gitar çaldı.
Albüm öncesi ve sonrasında plak şirketi Interscope ile problemler yaşayan grup, 3 Aralık'ta Interscope'ten ayrıldı.
Grup, Interscope plak şirketiyle yollarını ayırdıktan sonra yeni şarkılar üstünde çalışmaya başladı. Temmuz 2010'da Twiggy ile Goon Moon da beraber çalışan Fred Sablan gruba basgitarist olarak katıldı. Kasım ayında Manson, Cooking Vinyl adında bir bağımsız plak şirketi ile anlaştı. 2011 yılında Marilyn Manson, albüm çalışmalarına başladı ancak 24 Şubat'ta grubun uzun süre davulculuğunu yapan Ginger Fish, gruptan ayrıldığını açıkladı. 22 Mayıs'ta Marilyn Manson, yeni albümü süresinde kullanacağı yeni logosunu açıkladı. Albüm için bir kısa film isteyen Manson, Kid Cudi'nin müzik videolarında yaptığı işlerden etkilendiğini aktör Shia LaBeouf ile anlaştı. "Born Villain" adındaki bu kısa filme daha önce yayınlanmamış bir Manson şarkısı olan "Overneath the Path of Misery" eşlik etti. Macbeth'e birçok göndermede bulunan film, Jodorowsky'nin "The Holy Mountain" ve Luis Buñuel ile Salvador Dalí'nin 1929 tarihli sessiz filmi "Un Chien Andalou"'dan da etkilenmişti. Kasım ayında daha önceki albümde olduğu gibi yeni albümde de klavye ve davulları çalan Vrenna, kayıtlar bittikten sonra yapımcılık kariyerine yoğunlaşmak için gruptan ayrıldığını açıkladı.
7 Mart 2012'de, yeni şarkılardan No Reflection radyoda ilk kez çalınarak, ilk single olarak da yayınlandı. Şarkı "Ana akım rock" listesinde 26. numaraya kadar çıktı ve ön dört hafta listede kaldı. Böylece, 2004 yılında çıkan Personal Jesus'tan sonraki en iyi iş yapan single oldu. Bu teklinin bulunduğu albüm olan "Born Villain", 1 Mayıs 2012'de yayımlandı. Albüm, Billboard 200 listesine on numaradan girdi ve "bağımsız albümler" ve "hard rock albümleri" listelerinde birinci oldu. Albüm iki hafta boyunca İngiltere Rock Müzik listelerinde de birinciydi. 5 Kasım'da "Slo-Mo-Tion" şarkısı için yapılan remix EP'si yayınlandı. Nisan sonunda grup, "Hey Cruel World..." turnesine başladı ve daha sonra Rob Zombie ile "Twins of Evil", Alice Cooper ile de "Masters of Madness" turnelerine çıktı.
2012 yılında Californication dizisinin altıncı sezonunda oynayan Manson, sezon finali çekimleri sırasında dizinin müziklerini yapan Tyler Bates ile tanıştı. İkili müzikal olarak ortaklaşa bir çalışma yapma kararı aldı ve 2013 yılında ikili yeni şarkılar üstünde çalışmaya başladı. Şarkıların kayıtlarına Manson ve Bates'in yanı sıra The Dillenger Espace Plan davulcusu Gil Sharone da eşlik etti. Bu sırada grubun basçısı Sablan, gruptan ayrıldığını açıkladı. Twiggy Ramirez tekrar basgitara çekeren, Bates ve arkadaşı Paul Wiley, Marilyn Manson'ın 2014 yaz turnesinde gitar çaldılar.
Yeni şarkılardan "Cupid Carries a Gun" 27 Nisan 2014'ta yayına giren Salem dizisinin açılış şarkısı olarak kullanılarak yeni albümün müjdesini verdi. Başka bir yeni şarkı "Killing Stranges", Keanu Reeves'in başrolünde oynadığı John Wick filminde yer aldı. Albümün ilk single'ı "Third Day of a Seven Day Binge" ise 26 E |
kim'de Manson'ın websitesinde ücretsiz olarak piyasaya sürüldü. 16 Aralık'ta "Deep Six" şarkısı görücüye çıktı ve üç gün sonra video klibi gösterime girdi. Single, Billboard'un Mainstream Rock listesine sekizinci sıradan giriş yaparak, grup tarihinin en başarılı single'ı oldu. 8 Ocak 2015'te ise "Cupid Carries a Gun" single olarak yayınlandı.
20 Ocak 2015'te alternative rock, blues rock, hard rock tarzında, prodüktörlüğünü Marilyn Manson ve Tyler Bates'ın yaptığı "The Pale Emperor" ABD'de yayınlandı. Albüm, Mayıs 2014'te Marilyn Manson'ın Alzheimer'dan hayatını kaybeden annesine adandı. Albüm, Billboard 200 listesine sekizinci sıradan girerek, Eat Me, Drink Me'den sonra en iyi ilk hafta performansını gösterdi. Albüm, Manson'ın son on yılda çıkardığı en başarılı iş olarak gösterilirdi. Rolling Stone dergisi albümü 2015 yılının en iyi metal albümü olarak değerlendirdi. 11 Mayıs'ta "The Mephistopheles of Los Angeles" yayınlandı. Grup albüm sonrası The Hell Not Hallelujah isimli turneye başladı. Bu turne daha sonra The Smashing Pumpkins'in turnesiyle birleştirilip The End Times adını aldı.
Kasım 2015'te Manson verdiği bir röportajda onuncu stüdyo albümü için çalışmalara başladığını ve Twiggy, Bates ve Sharone'nun da kayıtlarda yer alacağını açıkladı. 19 Temmuz 2016'da grubun onuncu albümünün adının SAY10 olacağı ve 2017'nin Sevgililer Günü'nde yayınlanacağı açıklandı. 2016 ABD Başkanlık Seçimi'nin düzenlendiği 8 Kasım'da Manson Donald Trump'a benzeyen ve kafası kesilmiş bir cesedin yanında bıçağını bileyen Manson'ın sahnelerinin bulunduğu kısa bir video yayınladı.
Albüm Şubat 2017'ye yetişmezken Manson, sosyal medya hesaplarından albümle ilgili olduğu sanılan gizemli mesajlar vermeye devam etti ve 9 Mayıs'ta yeni albümün adının Heaven Upside Down olduğu açıklandı. Grup, 20 Temmuz 2017'de Budapeşte'de yeni albümün turnesine başladı. Albümün ilk single'ı "We Know Where You Fucking Live" 11 Eylül'de, ikinci single Kill4Me 20 Eylül'de yayınlandı ve bu çalışmaları 6 Ekim'de yayınlanan albüm takip etti. 30 Eylül'de Marilyn Manson üstüne konser sırasında dekorun düşmesi nedeniyle sakatlandı ve turneye bir süre ara verildi. Bu dönemde Jack Off Jill grubu vokalisti Jessicka'nın, eski sevgilisi Twiggy Ramirez tarafından 1990'larda tecavüze uğradığını iddia etmesi sonrası Twiggy Ramirez gruptan bir kez daha ayrıldı ve turnenin başka bir basgitarist ile devam edeceği açıklandı.
Her ne kadar grubun müziği ana akım medya tarafından shock rock olarak adlandırılsa da, Manson bu tabire karşı çıkmakta ve müziklerini rock and roll olarak tanımlamaktadır. Kariyerleri boyunca grup endüstriyel metal, endüstriyel dance, endüstriyel rock, post-endüstriyel, alternative metal, progressive metal, hard rock, elektronik müzik, glam rock, gotik rock, death metal, blues rock ve pop olmak üzere farklı tarzlarda eserler verdiler.
Grup ile 1996'da yollarını ayırana dek, Daisy Berkowitz grubun ana bestecisiydi ve müziklerin çoğunu tek başına ya da Gidget Gein ile bestelemişti. 2002'de ayrılana kadar ise Twiggy müzikal anlamda en etkili kişi oldu ve bu dönem Manson ile birlikte grubun en önemli hitlerini yazdı. Hiçbir zaman resmi olarak adı geçmese de Ginger Fish, Antichrist Superstar demoları hazırlanırken Manson ve Twiggy'ye şarkıların prodüksiyonu konusunda büyük katkılarda bulundu. Davulu ve ses efektleri başta "The Beautiful People" olmak üzere birçok şarkıda dikkat çekiyordu. John 5 ve Tim Sköld de grubun önemli bestecilerindendi. Sköld, Eat Me, Drink Me'nin bütün şarkılarını yazarken, "The Pale Emperor" ve "Heaven Upside Down" tamamen Tyler Bates tarafından bestelendi. Grubun bütün sözlerini Manson yazarken tarzı albümden albüme değişti. Yazdığı sözler aşk, seks ve seksüelite, cinsel taciz, tüketimcilik, politika, intikam, kapitalizm, şiddet ve ölüm gibi konuların yanı sıra İncil ve Yunan mitolojisine de değinmektedir.
Manson genellikle sözleri melodik bir biçimde sunarken çığlık atma ve brutal vokal gibi teknikler de kullanmaktadır. Bariton bir vokale sahip olan şarkıcının ses aralığı dört oktavdan fazladır. En bas sesi olan A1 "Arma-goddamn-motherfuckin-geddon"da, en tiz sesi E6 "Born Villain" şarkısı "Hey, Cruel World...".de duyulmaktadır.
Manson'ın müzikle ilgili ilk anısı ailecek çıktığı bir yolculukta dinlediği Kiss olup, grubu o zamandan beri önemli bir ilham kaynağı olarak tanımlamaktadır. The Spooky Kids'i kurmadan önce birçok punk rock grubunda çalışan Daisy Berkowitz ise New York Dolls ve the Jim Carroll Band'den etkilenmişti.
Grubun tek sabit elemanı olarak Manson, Screamin' Jay Hawkins, Arthur Brown, Alice Cooper, The Doors, Black Sabbath/Ozzy Osbourne ve Iggy Pop gibi sanatçıların kışkırtıcı çalışmalarından etkilenmiş ve grubun müziğini bu doğrultuya çekmiştir. En büyük ilham kaynağı ise hayatını değiştirdiğini iddia ettiği David Bowie'dir. Her stüdyo albümünde yeni bir görünüş ve müzik tarzına odaklanmalarıyla bu iki artist birbirine benzetilmektedir. Manson'ın ev sevdiği Bowie şarkıları "Quicksand" ve "Ashes to Ashes"tır. Yıllar boyunca Manson, Bowie'nin "Cat People (Putting Out Fire)" şarkısını konserlerden önce sesini ısındırmak için söylemiştir ve daha sonra bu şarkıyı country müzisyeni Shooter Jennings ile yeniden yorumlamıştır.
Nothing Records ile çalışırken grup, plak şirketindeki başta ilk iki albümlerinin prodüktörü Trent Reznor'ın grubu Nine Inch Nails olmak üzere diğer gruplarından da müzikal olarak etkilendi. Manson, grubun daha melodik eserlerinde Queen'den etkilendiğini, daha elektronik eserlerinde ise Depeche Mode ve Gary Numan gibi new wave ve synthpop sanatçılarından etkilendiğini söyledi. Twiggy, The Cure ve Bauhaus gibi gotik rock gruplarını da etkilendikleri arasında saymıştır. Manson'ın diğer ilham kaynakları arasında Johnny Cash, Jimi Hendrix, N.W.A, The Smashing Pumpkins, Justin Timberlake ve Led Zeppelin bulunmaktadır.
Manson, MTV Jenerasyonu'nun en tanınır ve görüntü olarak dikkat çekici video kliplerini çekmesiyle tanınmaktadır. Birçok yorumcu da grubun kliplerinin grubun ticari başarısına büyük katkıda bulunduğunu söylemiştir. Çalışmaları genellikle sürrealist ve grotesk görüntüler içermektedir. "Sweet Dreams (Are Made of This)", "The Beautiful People" ve "The Dope Show" ile toplamda beş kez MTV Video Müzik Ödülleri'ne aday gösterildi. "The Dope Show", 1999'da "En iyi sinematografi" ödülünü kazanırken, 1998 Billboard Video Müzik Ödülleri'nde ise iki ödül kazandı. "The Beautiful People", MTV'nin "En İyi 100 Müzik Videosu" listesinde 54. sırada yer aldı. 2003 tarihli "(s)AINT" ise "NME" tarafından tarihin en aşırı videolarından biri olarak adlandırıldı ve "Time" tarafından "en tartışma yaratan klipler" listesine dahil edildi.
Grup, kariyerleri boyunca birçok Kerrangǃ Ödülü kazandı ve Kerrangǃ Hall of Fame'e 2000'de dahil edildi. Aynı dergi tarafından 2005'te "ikon", 2015'te "yaşam boyu başarı" ödüllerine layık görüldü. Ayrıca dergi "Holy Wood (In the Shadow of the Valley of Death)" albümünü 2000'lerin en iyi 11. albümü seçti ve 2015'te Manson'ı dünyadaki en iyi 28. rockstar olarak belirledi. 2016'da ise "Alternative Press" dergisi tarafından "ikon" ödülüne layık görüldü. VH1, Marilyn Manson'ı "Hard Rock'ın en iyi 100 sanatçısı" listesine 78. sıradan soktu ve "The Beautiful People" şarkısını "En iyi 100 hard rock şarkısı" listesinde 86. sıraya yerleştirdi. Grup, dört kez Grammy'ye aday gösterildi. Marilyn Manson dünya çapında 50 milyon kopya sattı.
Grup, metal camiası içinde American Head Charge, Avatar, Babymetal, Combichrist, Ghost, Korn, Motionless in White, Murderdolls, Mushroomhead, New Years Day, September Mourning and Slipknot. gibi birçok grubu etkiledi. Heavy metal dışında ise Avril Lavigne, Charli XCX, Die Antwoord, Eminem, Grimes, Lady Gaga, Lana Del Rey, Lil Uzi Vert, Lisa Marie Presley, Muse, My Chemical Romance, Mykki Blanco, Natalia Kills, Porcelain Black, Skrillex, Skylar Grey and Years & Years. gibi birbirinden çok farklı sanatçıları etkiledi.
Aralık 1996'da eski ABD eğitim bakanı William Bennett ve Pensilvanya valisi C. DeLores Tucker ile birlikte senatör Joe Lieberman bir basın toplantısı yaparak, Interscope şirketine sahip olan MCA'nın başkanı Edgar Bronfman Jr.'ın Tupac Shakur, Snoop Doggy Dogg ve Marilyn Manson gibi küfür içeren albümler çıkaran sanatçılardan para kazanması ve bu durumu engellememesini sorguladı. Bir sonraki Kasım ayında Temsilciler Meclisi'nden Sam Brownback'in yönettiği yurt içi güvenlik toplantısında Lieberman grubun müziğini "değersiz, nefret dolu, nihilist ve zarar verici" olarak tanımlayarak bir kez daha eleştirdi ve MCA'nın o zamanki sahibi Seagram şirketinin kendilerini Marilyn Manson'dan uzaklaştırmalarını istedi. Bu toplantıda "Antichrist Superstar" albümünü - özellikle de "The Reflecting God" şarkısını - oğlu Richard'ın intiharından sorumlu tutan Burlington'lu Raymond Kuntz dinlendi.
Grubun canlı performanslarını da tepki görmekteydi. Özellikle Dead to the World turnesinin neredeyse her Kuzey Amerika ayağında protestolar yaşandı. Utah, Güney Karolina ve Virginia gibi birçok şehirde grubun devlet tarafından işletilen konser salonlarında konser vermesini engelleyecek kanunlar kabul edildi. Bu kanunların yürütülmesi daha sonra grubun hayranları, Amerikan İnsan Hakları Derneği ve bu kanunlardan biri nedeniyle Giants Stadyumu'nda düzenleyeceği Ozzfest'in New Jersey ayağını iptal etmek zorunda kalan Ozzy Osbourne tarafından açılan davalar sonucu durduruldu.
30 Haziran 2003'te İskoçya, Easthouse'daki evinin yakınlarındaki bir ormanda on dört yaşındaki Jodi Jones'un kesilmiş vücudu bulundu. Jones'a yapılanlar 1947'de öldürülen ve medya tarafından Black Dahlia tarafından adlandırılan aktris Elizabeth Short'a yapılanları yakından andırmaktaydı. 10 ay sonra Jones'ın erkek arkadaşı, o zamanlar on beş yaşında olan, Luke Mitchell tutuklandı. Evinde yapılan bir aramada detektifler "Doppelherz" adlı kısa filmin bulunduğu "The Golden Age of Grotesque" albümünü buldu. Albüm, Jones öldükten iki gün sonra satın alınmıştı. Bu filmden 10 dakikalık bir görüntü v |
e Manson'ın Black Dahlia'nın kesilmiş vücudunu resmettiği birkaç yağlı boya kanıt olarak mahkemede sunuldu. Mitchell, cinayetten dolayı suçlu bulundu ve en az 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Grubun 27 Haziran 2014'te Moskova'daki Park Live Festival'de vereceği konser, grubun sahneye çıkmasına dakikalar kala alınan birkaç bomba ihbarı nedeniyle iptal edilirken, konser alanının dışında Rus Ortodoks Kilisesi'ne bağlı yüzlerce aktivist grubu protesto etmekteydi. Olaylar grup elemanlarından bazıları ve teknik ekibe otellerine yakın bir yerde saldırılmasına kadar vardı. İki gün sonra Ortodoks kilisesinin inançlarına hakaret edilmesi ve sadomazoşizmin övülmesi suçlamalarıyla Manson'ın Novosibirsk'te verilecek konserine yetkililer tarafından izin verilmedi. Aynı sene Sturmgruppe adlı bir yapım şirketinin YouTube'a yüklediği ve Lana Del Rey'e tecavüz edilmesinin canlandırıldığı bir video yüzünden Manson tekrardan manşetlere çıktı. "Sturmgruppe 2013 Reel" adlı bu videoda yönetmen Eli Roth'un Del Rey'e tecavüz etmesi canlandırılırken, grubun "No Reflection" ve "Slo-Mo-Tion" videolarından görüntüler de aralara yerleştirilmişti. Manson'ın temsilcileri "Billboard"'a bir açıklama yaparak bu yapım ile ilgili hiçbir alakalarının olmadığnı açıkladılar.
20 Nisan 1999'da Columbine Lisesi öğrencileri Eric Harris ve Dylan Klebold, intihar etmeden önce 12 öğrenci ve bir öğretmeni öldürdü ve 21 kişiyi yaraladı. Bu olay ABD tarihinin en kötü lise katliamıydı. Katliamdan birkaç gün sonra katillerin başta filmler, bilgisayar oyunları ve müzik olmak üzere eğlence sektöründeki şiddetten etkilendiklerini iddia eden haberler çıkmaya başladı. İkilinin Alman gruplar KMFDM ve Rammstein hayranları oldukları söylendi ancak suçun büyük kısmı Marilyn Manson'a yönlendirildi.
Katliamdan beş gün sonra "Meet the Press" programına katılan William Bennet ve Joe Lieberman, grubun katliama neden olan faktörlerden biri olduğu söyledi. Kısa süre sonra ana akım medyada Marilyn Manson'ı suçlayan sansasyonel başlıklar atılmaya başlandı. Denver belediye başkanı Wellington Webb, grubun katılmasının planlandığı KBPI FM'in geleneksel "Birthday Bash" programının iptal edilmesi için başarılı bir dilekçe kampanyası düzenledi. Vali Bill Owens ve milletvekili Tom Tancredo gibi Koloradolu politikacılar Manson'ı "nefret, şiddet, ölüm, intihar, uyuşturucu kullanımı ve Columbine Lisesi katillerinin tavırları ve hareketlerini" övmekle suçladı. Ancak daha sonraki haberlerde Harris ve Klebold'un Manson fan'ı olmadığı bildirildi. Grup, Rock Is Dead turnesinin geriye kalan dört konserini hayatını kaybedenlere saygı göstergesi olarak iptal ederken, müziğin, filmlerin, kitapların ya da bilgisayar oyunlarının suçlanmasının yanlışlığını belirtti.
Katliamdan 11 gün sonra Manson, "Rolling Stone" dergisine "Columbineː Kimin Suçu?" adlı bir makale yazdı. Bu makalede Amerika'daki silah kültürünü, Amerikan Tüfek Derneği'nin politik etkisini ve medyanın halka gerçek sosyal problemleri bildirmek yerine suçu bir günah keçisine atmaktan ibaret sorumsuz haberciliğini eleştirdi.
Grup ve okul katliamlarını bir araya getiren tartışmalar 10 Ekim 2007'de 14 yaşındaki SuccessTech Academy öğrencisi Asa Coon'un dört kişiyi vurup intihar etmesi ile tekrardan gün yüzüne çıktı. Tuvaletten çıkarken başka bir öğrenci tarafından yumruklanan Coon, ona saldıran Michael Peek'i karnından vurdu. Yayında iki sila taşıyan Coon daha sonra koridorda ilerleyerek ders görülen iki sınıfa ateş ederek bir başka öğrenciyi ve iki öğretmeni yaraladı ve daha sonra yakındaki bir tuvalete girerek intihar etti. Coon, bu olay sırasında siyah bir Marilyn Manson t-shirt'ü giymekteydi.
18 Mayıs 2009'da Lafourche Parish, Louisiana'daki Larose Ortaokulu öğrencisi 15 yaşındaki Justin Doucet silahıyla birlikte okula girdi. 7. sınıf öğretmeni Jessica Plaisance'ye "Marilyn Manson'a selamǃ" dedirtmeye çalışan Doucet, olumlu yanıt almayınca öğretmene iki el ateş etti ve kurşunlar öğretmenin başını sıyırdı. Daha sonra silahı kendine çevirip intihara kalkışan Doucet, aldığı yaralar sonucu bir hafta sonra hayatını kaybetti.
Ekim 1997'de Jack Off Jill solisti Jessicka Adams, 1990'ların ortalarında aynı evde yaşadığı sevgilisi Twiggy Ramirez tarafından cinsel tacize uğradığını iddia etti. Facebook hesabına "Ellerini boynuma atarak beni yere yatmaya zorladı. Hayır dedim. O kadar yüksek sesle söyledim ki arkadaşım Pete diğer odadan onu üstümden atmak için koşarak geldi. Ancak tecavüze uğramıştım. Sevdiğimi düşündüğüm biri tarafından tecavüze uğramıştım" yazdı. Manson verdiği cevapta "Jessicka ve Twiggy'nin yıllar önce bir ilişki içinde olduğunu biliyordum ve Jessicka'yı arkadaşım olarak gördüm ve halen görüyorum. Yakın zamana kadar bu iddialar hakkında hiçbir şey bilmiyordum ve Jessicka'nın çok belli olan acısından dolayı üzüntü duyuyorum" dedi. Manson, Twitter üzerinden Twiggy ile yollarını ayırdığını açıkladı.
!scope="row"|1999
!scope="row"|2001
!scope="row"|2004
!scope="row"|2013
Gustaf Fröding
Gustaf Fröding (22 Ağustos 1860, Alster - 8 Şubat 1911, Stokholm), İsveçli şair.
Bir süre gazetecilik yapan Gustaf Fröding, 1891'de ilk şiir kitabı "Guitar och dragharmonica" (Gitar ve Konçertina) adlı şiir kitabını yayınladı. Birkaç şiir kitabı daha yayınlayıp, olağanüstü ritimli şiirleriyle İsveç edebiyatının en özgün örneklerini ortaya koyduktan sonra, yakalanmış olduğu akıl hastalığının ilerlemesi üstüne, 1905'te bir akıl hastanesine kapatıldı.
Gençlik marşı (Tre trallande jäntor)'nın orijinal sözlerini 1894 yılında yazmıştır.
Gençlik Marşı
Gençlik Marşı (tam ad: Gençlik ve Spor Bayramı Marşı), ya da bilinen ilk mısrasıyla Dağ başını duman almış, gençliğe atfedilen bir marştır. Müziği aslen Felix Körling'in derlediği Tre trallande jäntor (TraTrallande Jamtar, Tra-lalla Diyen Üç Kız) adlı İsveç folkloruna aittir. Selim Sırrı Tarcan tarafından notaları getirilmiş ve Ali Ulvi Elöve tarafından sözleri Türkçeleştirilmiştir.
Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının 19 Mayıs 1919'de Samsun'a çıktıktan sonra yolda okudukları söylenen "Dağ Başını Duman Almış" marşı, 20 Haziran 1938'de "Gençlik ve Spor Bayramı Marşı" olarak kabul edilmiştir. Ayrıca Genç Parti'sine seçim şarkıları yaparak katkıda bulunmuştur.
Dağ başını duman almış,
Gümüş dere durmaz akar.
Güneş ufuktan şimdi doğar,
Yürüyelim arkadaşlar.
Bu gök, deniz nerede var,
Nerede bu dağlar, taşlar.
Bu ağaçlar, güzel kuşlar,
Yürüyelim arkadaşlar.
Her geceyi güneş boğar,
Ülkemizin günü doğar.
Yol uzun da olsa ne var,
Yürüyelim arkadaşlar.
Tre trallande jäntor
Tre trallande jäntor Gençlik marşı'nın İsveç'te söylenen orijinal halidir. Üç kızlar adı ile bilinir. Müziği Felix Körling'e, sözleri Gustaf Fröding'e aittir.
Felix Körling
Felix Körling, 17 Aralık 1864 de İsveç'in Kristdala, Kalmar län (Småland) doğdu, 8 Ocak 1937 İsveç'in Halmstad da öldü.
Gençlik marşı (Tre trallande jäntor)'nın İsveçli bestecisi.
Bazı besteleri:
Gottfried Leibniz
Gottfried Wilhelm Leibniz (Almanca : [ˈɡɔtfʁiːt ˈvɪlhɛlm fɔn ˈlaɪbnɪts] veya [ˈlaɪpnɪts]) (1 Temmuz 1646 – 14 Kasım 1716) Alman matematikçi ve filozoftur. Matematik tarihi ve felsefe tarihinde önemli bir yer tutar.
Leibniz Isaac Newton’dan bağımsız olarak Sonsuz Küçükler Hesabı’nı geliştirdi ve Leibniz’in formülü yayınlandığından bu yana geniş bir çapta kullanıldı. Geliştirdiği türdeşliğin aşkınsal yasası ve süreklilik yasası 20 yüzyılda matematiksel karşılık buldu (standart dışı analiz aracılığıyla). Mekanik hesaplayıcılar alanında en üretken insanlardan biri oldu. Pascal’ın hesaplayıcısına otomatik çarpma ve bölme fonksiyonlarını eklemeye çalışırken, 1685’te çarklı hesaplayıcıyı ilk tanımlayan insan oldu ve aritmometre -ilk toplu üretilen mekanik hesaplayıcı- kullanarak Leibniz çarkını icat etti. Ayrıca ikili sayma sistemini rafineleştirdi, bu çalışması tüm dijital hesaplayıcıların soyut temelini oluşturdu.
Leibniz felsefede optimizmi ile tanınır. Örnek olarak, evren hakkındaki çıkarımı, sınırlı bir algıyla büyük olasılıkla tanrının yaratılmış olduğudur. Leibniz, Rene Descartes ve Baruch Spinoza ile beraber rasyonalizmin 17. yüzyıldaki en büyük savunucularından biri oldu. Leibniz’in çalışmaları öncelikli olarak modern mantık ve analitik felsefe üzerine yoğunlaşmıştı, fakat felsefesi skolastik geleneği de irdeledi. Çıkarımları ampirik kanıtlarla değil, geçerli sebeplerin ilk prensipleri ve öncel tanımları ile oluşturuldu.
Leibniz fizik ve teknolojiye büyük katkılar sağladı ve öngördüğü kavramlar çok daha sonra felsefe, olasılık teorisi, biyoloji, tıp, jeoloji, psikoloji, dil bilim ve bilgisayar bilimi alanlarında su yüzüne çıktı. Felsefe, politika, hukuk, etik, teoloji, tarih ve filoloji alanlarındaki çalışmalarını yazdı. Leibniz’in bu tüm bu alanlara yaptığı katkılar çeşitli mecmualara, on binlerce mektuba ve yayınlanmamış el yazılarına dağılmıştı. Yazılarında birkaç dil kullandı, fakat öncelikli olarak Latince, Fransızca ve Almanca dillerinde yazdı. Leibniz’in tüm yazılarının toplandığı eksiksiz bir kaynak bulunmamaktadır.
Gottfried Leibniz 1 Temmuz 1646’da (1648’de bitecek Otuz Yıl Savaşları’nın son dönemlerinde) Friedrich Leibniz ve Catharina Schmuck’un oğlu olarak Leipzig’de doğdu. Leibniz'in doğduğu gün babası Friedrich aile güncesine; “Oğlum Gottfried Wilhelm 21 Haziran [NS: 1 Temmuz] 1646 akşam saat altıdan sonra dünyaya geldi.” notunu düştü. Babası Leibniz henüz altı yaşındayken öldü ve bu olaydan sonra annesi tarafından büyütüldü. Annesinin öğrettikleri Leibniz’in felsefi düşüncelerini ileriki yaşamında etkilemiştir.
Leibniz’in babası Leipzig Üniversitesi’nde Ahlak Felsefesi Profesörüydü ve kendisine babasının kişisel kütüphanesi miras kaldı. 7 yaşından sonra bu kütüphaneye ücretsiz erişim hakkı kazandı. Leibniz’in o dönemki okul işleri dini otoritelerin öğretilerine yoğunlaşmışken, babasının kütüphanesi geniş bir çeşitlilikte olan felsefi ve teolojik çalışmaları araştırmasına olanak sağladı. Babasının kütüphanesine erişiminin olması ve çoğunlukla Latince yazılmış olan kaynaklar 12 yaşındayken Latince’de u |
zmanlaşmasına önayak oldu. Buna ek olarak, 13 yaşındayken üç yüz adet altı ayaklı dizeden oluşan bir şiiri okul tarafından düzenlenen özel bir etkinlikte yazdı.
15 yaşındayken babasının eski üniversitesine kaydoldu ve felsefe bölümündeki lisans öğrenimini 1662 yılında tamamladı. 9 Haziran 1663’de bireyselleşme prensibi üzerine yazdığı "DisputatioMetaphysica de Principio Individui "tezini savundu. 7 şubat 1664’de felsefe üzerine yaptığı yüksek lisansını tamamladı. Aralık 1664’de felsefe ve hukuk arasındaki teorik ve pedagojik bağı irdelediği "Specimen Quaestionum Philosophicarum ex Jure collectarum "uzmanlık tezini yayınladı ve savundu. Bir yıllık resmi çalışma döneminden sonra, 28 Eylül 1665 tarihinde hukuk lisans diplomasını aldı.
1666’da henüz yirmi yaşındayken ilk kitabı olan kitabını yayınladı ve bu kitabın ilk kısmını felsefe doktorası tezine ayırdı. Bir sonraki hedefi 3 yıl sürecek bir eğitimle hukuk üzerine lisans ve doktorasını yapmaktı. Leipzig Üniversitesi 1666’da Leibniz’in doktora başvurusunu yaşının fazla genç olmasından dolayı reddetti. Bunun ardından Leibniz Leipzig’den ayrıldı.
Leibniz bundan sonra Altdorf Üniversitesi’ne kaydoldu ve neredeyse hemen, muhtemelen daha önceden Leipzig Üniversitesi’nde çalıştığı bir tezini yayınladı. Tezin başlığı "Disputatio Inauguralis De Casibus Perplexis In Jure" idi. Kasım 1666’da Leibniz hukuk lisansı ve hukuk doktorasını tamamladı. Daha sonra “fikirlerim tamamen farklı bir yöne kaydı” diyerek Altdorf Üniversitesi’nin akademik atamasını geri çevirdi.
Yetişkinlik döneminde kendisini “Gottfried von Leibniz” olarak tanıttı. Öldükten sonra yayınlanan yazılarında ise adı “Freiherr G. W. von Leibniz.” olarak geçti. Fakat, herhangi bir modern devletin dökümanlarında böyle bir asillik unvanı bulunamadı.
Leinbiz Nuremberg’de maaşlı simyacı olarak çalıştı, fakat bu konumda adı fazla duyulmadı. Yakın bir zaman sonra Mainz’in seçmen prensi Johann Philipp Schönborn’un görevinden azledilmiş başvekili Johann Christian von Boyneburg ile tanıştı. von Boyneburg Leibniz’i asistanı olarak işe aldı ve kısa bir zaman sonra seçmen prense tanıttı. Leibniz iş kazanmak umuduyla hukuk üzerine yazılmış bir makalesini seçmen prense adadı. Strateji işe yaradı ve seçmen prens Leibniz’den seçmenleri için yeni bir kanunname yazmaya yardım etmesini teklif etti. Leibniz 1699’da Temyiz mahkemesi’nde yargıç yardımcılığına atandı. von Boyneburg’un 1672’deki ölümüne rağmen, Leibniz 1674’e kadar von Boyneburg’un dul eşi için görevinden azledilene kadar çalıştı.
von Boyneburg Leibniz’in itibarını fazlasıyla artırdı, sonrakinin muhtırası ve mektupları olumlu bildirimler almaya başladı. Leibniz’in seçmen prensine yaptığı hizmetleri diplomatik bir rol takip etti. Polonyalı imgesel bir asilzadenin mahlası altında isimdi makalesini yayınladı ve bu makalesinde (başarısız bir şekilde) Alman bir adayın Polonya tahtına aday olma durumunu irdeledi. Leibniz’in yetişkinlik döneminde Avrupa jeopolitiği üzerindeki en
etkin güç ardındaki askeri ve ekonomik kudret ile Fransa kralı XIV. Louis’in
hırsıydı. Aynı süreçte 30 Yıl Savaşları Avrupa’daki Almanca konuşan nüfusu
fazlasıyla yordu, ayrıştırdı ve ekonomik olarak geriye sürükledi. Leibniz
Almanca konuşan Avrupa’yı korumak için Louis’in dikkatinin dağıtılması
gerektiğini önerdi. Mısır’ın alınması sıçrama tahtası olarak kullanılarak hemen
ardından plana koyulacak Hollanda Doğu Hint Adaları’nın işgali ile Fransa ikna
edilebilirdi. Buna davete karşılık, Fransa Almanya’dan ayrılmaya karar
verebilir ve Hollanda işin içine karıştırılmayabilirdi. Bu plan seçmen prensin temkinli destediğini aldı. 1672’de Fransa hükümeti Leibniz’i Paris’e görüşmeye davet etti, fakat Fransa-Hollanda Savaşı’nın patlak vermesiyle beraber arka plana atıldı ve durum ile ilişkisiz bir hale geldi. Napolyon’un 1798 Mısır işgalinde başarısız olması Leibniz’in planının geç bir uygulaması olarak görülebilir.
Bundan dolayı, Leibniz Paris’teki birkaç yılına başladı. Vardıktan hemen sonra
Hollandalı fizikçi ve matematikçi Christiaan Huygens ile tanıştı ve kendi
matematik-fizik bilgisinin yarım yamalak olduğunu fark etti. Huygens’i akıl
hocası aldı ve ileride diferansiyel-integral kalkulus’un keşfi de ek olarak bu
iki disipline büyük büyük katkılar sağlayacağı bireysel çalışmalarına başladı.
O zamanların önde gelen Fransız filozofları Nicolas Malebranche ve Antoine
Arnauld ile tanıştı. Descartes ve Pascal’ın yayınlanmamış yazılarını
yayınlandıkça çalışmaya devam etti. Alman matematikçi Ehrenfried Walther von
Tschirnhaus ile arkadaş oldu ve yaşamlarının sonuna kadar yazışmayı sürdürdüler. 1675 yılında akademiye olan ilgi yoksunluğuna rağmen Fransa Bilim Akademisi’nden onursal üyelik verildi.
1673’de Fransa’nın Leibniz’in Mısır planını uygulamayacağı netleşince, seçmen prens Leibniz’i Londraya seçmen prensin kuzeninin de ona eşlik etmesiyle
beraber gönderdi ilişkili bir görev için gönderdi. Kendi tasarladığı ve 1670’den bu yana üzerinde çalıştığı hesap makinesini Kraliyet Cemiyeti’nde
tanıttı. Makine dört temel işlemi yapabiliyordu (toplama, çıkarma, çarpma ve
bölme) ve Kraliyet Cemiyet’i onu hemen harici üye yaptı. Seçmen prensin ölüm
haberiyle beraber görevi yarıda kesildi ve Leibniz acilen Paris’ döndü.
Ardından planlandığı gibi Mainz’e gitti.
İki patronunun erken ölümünden dolayı Leibniz’e yeni bir kariyer zemini gerekiyordu. Bu bakımdan, 1669’daki Brunswick Dükü’nün daveti vahimdi. Leibniz daveti reddetti fakat 1671’de Dük ile yazışmalara başladı. 1673’de entelektüel dürtülerini tatmin edebilen şehir olan Paris’te iş olasılığı kalmayınca isteksiz bir biçimde Dük’ün danışmanlık teklifini kabul etti.
Leibniz Hannover’e 1676’daki varışını daha sonra Newton tarafından Newton’un kalkulus üzerine yayınlanmamış çalışmalarını göstermekle suçlanacağı Londra’ya kısa bir gezi için erteledi. Bu gezi on yıllar sonra suçlamanın bir kanıtı olarak iddia edilecekti. Leibniz Londra’dan Hannover’e olan gezisinde mikroorganizmaları bulan Leeuwenhoek ile tanıştığı The Hague’de konakladı. Ayrıca birkaç gününü the "Ethics "başyapıtını henüz tamamlamış olan Spinoza ile yoğun tartışmalara ayırdı. Leibniz onun güçlü zekasına hayran kaldı fakat, Spinoza’nın Ortodoks Hristiyanlık ve Yahudilik üzerine yaptığı çalışmalarında karşısına çıkan ikilemler, daha sonra bu varsayımları kavrayacak olan Leibniz’i dehşete düşürdü. '1677’de kendi teklifiyle ve
desteklenerek hayatının sonuna kadar aynı makamda kalacağı adalet özel danışmanlığına atandı. Leibniz tarihçi, politik danışman ve Dük’ün
kütüphanecisi olarak Brunswick Evi’nde ardı ardına üç Dük’e hizmet etti. Özel kalemini Brunswick Evi de ek olarak çeşitli politik, tarihi ve teolojik konular üzerine çalıştırdı; bu dökümanlar o dönemki tarihi kayıtların değerli bir bölümünü oluşturur.
Leibniz bu dönem içerisinde Dük’ün eşi seçmen prenses Sophia (1630-1714), onun kızı olan Prusya Kraliçesi Charlotte (1668-1705) ve II. George’un eşi olacak
olan Ansbachlı Caroline için danışmanlık yaptı ve onlarla arkadaş oldu. Charlotte aynı zamanda gelecekteki Büyük Britanya Kralı I. George’un
kardeşidir. Bu yüzden bu kadınlar yaşamsal konularda Leibniz’in kendileri için
eşlerinden daha çok yardımcı olduğunu kabul ettiler.
Hannover’in nüfusu 10,000 civarındaydı ve bu yerin taşra kısmı eninde sonunda Leibniz’i rahatsız edecekti. Fakat, özellikle Leibniz’in etkisi ile beraber
Brunswick Evi’nin itibarındaki artış ve bu evin baş saray adamı olmak onur vericiydi. 1692’de Brunswick Dükü Kutsal Roma İmparatorluğu’nun varis seçmen
prensi oldu. İngiliz veraset kanunu (1701) Kral III. William ve onun üvey kardeşi Kraliçe Anne ölmeden hemen önce seçmen prenses Sophia ve onun kanından
gelenleri İngiltere Kraliyet ailesine müdahil etti. Leibniz bu anlaşmanın yürürlüğe girmesinde rol oynadı fakat, çok etkili sayılmazdı. Örneğin, Brunswick’i desteklemek için yazdığı anonim yazılar İngiliz parlamentosu tarafından resmi olarak engellendi ve kınandı.
Brunswickliler Leibniz’in saray adamı olarak yerine getirdiği
görevleriyle bağlantısız olarak meşgul olduğu kalkulusu mükemmeleştirme,
matematiğin diğer konularında yazı yazma, mantık, fizik ve felsefe üzerindeki
çalışmalarına tolerans gösterdi. 1674’de kalkulus üzerine çalışmaya başladı,
geriye kalan defterlerindeki çalışmalarının en erken kanıtı 1675’tedir. 1677’de
elinde tutarlı bir sistem vardı fakat 1684’e kadar yayınlamadı. Leibniz’in
matematik üzerine gerçekleştirdiği en önemli çalışmaları genellikle kendisi ve
Otto Mencke’nin 1682’de kurduğu "Acta Eruditorum" dergisinde 1682 ve 1692 yılları arasında yayınlandı. Bu dergi Leibniz’in matematik ve bilim mevkilerinde itibarını artırmada anahtar rol oynadı. Buna ek olarak; diplomasi, tarih, teoloji ve felsefe alanlarında da saygınlığı arttı.
Seçmen prens Ernest Augustus hanedanlık üzerindeki hırsını artıracağını umarak Leibniz’den Şarlman döneminden başlamak üzere House of Brunswick’in tarihini
yazmasını istedi. Leibniz bu proje için arşivsel materyal toplamak için 1687 ve 1690 yılları arasında Almanya, Avusturya ve İtalya’da fazlasıyla gezdi. On yıllar geçti fakat herhangi bir tarihi belge elde edilemedi, bir sonraki seçmen
prens Leibniz’in bu işi ağırdan aldığından şüphelendi. Leibniz projeyi asla bitirmedi çünkü konu içeriği fazlasıyla genişti, ayrıca arşivsel kaynaklara
dayanan ve titiz bir şekilde araştırılması yapılmış bilgi içeriği yüksek bir kitap yazma konusunda ısrarcıydı. Patronları soykütükleri üzerine bilgi ve biraz yorum taşıyan, küçük ve popüler bir kitap mutlu edebilirdi ve bu süreç
muhtemelen üç yıl ya da daha az sürerdi. Leibniz’in kendine verilen görevi adil bir şekilde yerine getirdiği onlar tarafından bilinmedi. Leibniz’in Brunswick Evi’nin tarihi hakkında topladığı materyallerden yazdığı dökümanlar en nihayetinde 19. yüzyılda basıldı ve üç cildi doldurdu.
1708’de Kraliyet Derneği dergisinde yazan John Keill, Leibniz’in Newton’un kalkulusunden intihal yaptığını iddia etti. Böylelikle, Leibniz’in geriye kalan yaşamını karartacak kalkuluste üstünlük tartışması başladı. Kraliyet Derneğ |
i’nin yürüttüğü resmi soruşturmada (Newton onaylanmamış katılımcıydı) Leibniz’in suçlamayı tasdik ederek, sözünden dönmeyi talep etmesi için girişimde bulunuldu. 1900’lerden bu yana matematik tarihçileri Leibniz’i aklamak için Leibniz ve Newton’un kalkulus versiyonlarının birbirinden çok farklı yanları olduğunu belirttiler. Leibniz’in 1669-1704 yılları arasındaki yazıları, yazışmaları ve notları Polonya Millî Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.
1711’de Rus çarı Büyük Peter kuzey Avrupa’yı gezerken Hannover’de durdu ve Leibniz ile tanıştı ve kendisinin ilgisini Rus meselerine çekti. 1712’de iki yıl kalacağı Viyana’da yaşamaya başladı. Burada Habsburgs’taki İmparatorluk Mahkemesi’ne konsey üyesi olarak atandı. Kraliçe Anne’in 1714’deki ölümünden sonra 1701 veraset kanunu gereğince I. George İngiltere Kralı oldu. Leibniz bu mutlu olay için fazlaca çalışmasına rağmen, bu onun için bir zafer anlamına gelmiyordu. Galler Prensesi Ansbachlı Caroline’in araya girmesine rağmen, Leibniz’in 30 yıl önce verilmiş olan Brunswick Evi’nin tarihi kitabını tamamlamadan Londra’ya girişi I. George tarafından yasaklandı. Buna ek olarak, Leibniz’i Londra Sarayı’na kabul etmek, kalkuluste üstünlük tartışmasını kazanmış olarak görünen Newton’u aşağılamak olarak algılanabilirdi. Son olarak, onun biricik dostu ve savunucusu dul prenses seçmen Sophia 1714 yılında öldü.
Öldüğünde sekreteri haricinde kimse cenazesine katılmamıştır. Leibniz uzun süreler boyunca Royal Society ve Berlin Academy of Sciences üyesi olmasına rağmen, bu kuruluşlar onun ölümüyle ilgilenmediler. Cesedinin, 50 yıl boyunca, kimliği belirlenemedi. 1700’de Paris’teki the Academie des Sciences’a yabancı üye olarak kabul edilmeden önce, Fontenelle onu methetmişti. Bu methiye Orleans Düşesi’nin emriyle bestelenmiştir, "a niece of the Electress Sophia. "
Leibniz hiç evlenmedi. Parasızlıktan yakınıyordu, fakat onun tek varisi, kızkardeşinin üvey oğlu, Brunswicks’ten iyi para aldığını doğruladı. Diplomatik gayretlerinde, vicdansızlığın eşiğindeydi, ki bu dönemin diplomatları arasında çok yaygın olan bir durumdu. Çeşitli vesilelerle, elyazılarının tarihleriyle oynadı bu durum onu kötü bir konuma soktu kalkülüsle ilgili anlaşmazlıklarında. Diğer taraftan, hayal gücü yüksek, cana yakın, kültürlü ve espriliydi. Onun Avrupa’da birçok arkadaşı ve hayranı vardı. Bazı biyograflar tarafından deist olarak tanımlansa da, mucizelere ve evrende İsa’nın bir rolü olduğuna inanmadığı için teist olarak da görülür.
Leibniz’in felsefi görüşü parçalı bir yapı olarak ortaya çıkar, çünkü felsefi yazıları ağırlıklı olarak bir sürü küçük parçanın birleşiminden oluşur: ölümünden çok sonra yayınlanan gazete makaleleri, el yazmaları ve muhabirlere olan birçok mektubu. Kitap boyutunda yalnızca iki felsefi risale yazdı, ve bunlardan yalnızca theodice of 1710 kendisi hala hayattayken yayınlandı. Leibniz, Nicolas Malebranche ve Antoine Arnauld arasında süregelen tartışmalara istinaden bir eleştiri niteliğinde 1686 yılında tefsir ettiği metafizik üzerine söylemler adlı çalışmasıyla filozofluğa adım atmıştır. Bu, Arnould’la arasında geniş kapsamlı ve kıymetli bir mektuplaşmaya sebebiyet verdi. Bu eser, 19. yüzyılın başlarına kadar basılmadı. Leibniz 1695’de "New "System of the Nature and Communication of Substances" adlı makalesiyle "avrupa felsefesi dahilinde halkla ilk temasını gerçekleştirdi. 1695 ve 1705 yılları arasında, "New Essays on Human Understanding" adlı, John Locke’un 1690 An Essay Concerning Human Understanding adını taşıyan eseri üzerine kapsamlı eleştirisini yazdı, fakat 1704 yılında Locke’un ölüm haberini aldığında, eseri yayınlama konusunda duyduğu heyecanı kaybetti, ve “New Essays” eseri 1765 yılına değin basılamadı.
1714’te yazdığı ve ölümünden sonra yayınlanan "Monadologie" 90 aforizmadan oluşmaktadır. Leibniz, Spinozayla 1676'da tanışıp onun yayınlanmamış bazı elyazmalarını okuduğundan beri, Spinoza'nın bazı fikirlerini benimsediği düşünülür. Leibniz, Spinoza’ya hayranlık duyarken, Spinoza tarafında net bir şekilde dehşete düşürülmüştür, özellikle de Hristiyan Ortodoksluğu üzerine tutarsızlığı ile ilgili. Descartes ve Spinoza’dan ayrı olarak, Leibniz’in kusursuz bir üniversite geçmişi vardır felsefe üzerine. Leipzig’deki tez hocası olan profesör Jakob Thomasius’dan çok etkilenmiştir. Aynı zamanda, bir İspanyol düzenbaz olan ve Lüteriyen üniversitelerde bile saygı duyulan Francisco Suárez de Leibniz’in severek okudukları arasındadır. Leibniz’ın yeni metotlara ve Descartes, Huygens, Newton ve Boyle’un elde ettiklerine derin bir ilgisi vardır. Fakat onları aşırı skolastik nosyonlar tarafından renklenmiş bir gözle inceledi. Hala, Leibniz’in metotları ve ortaya koydukları 20. yüzyılın mantık, analitik ve linguistik felsefesini öngörmüştür.
Leibniz’ın ilgilendiği ilkeler (felsefenin yedi temel ilkesi):
(Discourse on Metaphysics, XIV) Düşen bir bardak kırılır, yerin etkisinin bardağı parçalanmaya zorlamasından dolayı değil de, bardağın yere düştüğünü “bilmesi”nden dolayı.
Leibniz fırsat buldukça herhangi bir ilkenin savunmasını vermekle uğraştı, ama çoğu zaman onlara kesin gözüyle baktı.
Leibniz'in metafiziğe yaptığı en bilinen katkı, Monadologie’de ortaya çıkan, zerreler teorisidir. Leibniz’a göre, zerreler bulanık algılı temel parçacıklardır. Zerreler René Descartes’ın parçacığın mekanik felsefesiyle karşılaştırılabilir. Zerreler evrenin nihai başlangıcıdırlar. Zerreler “oluşun önemli biçimleri” sözü edilen özelliklerle beraber: onlar ebedilerdir, parçalarına bölünemezler, özgün, kendi yasalarına tabidirler, etkileşime girmezler ve her biri ön verili bir harmonide tüm evreni yansıtır (Panpsixzm’in tarihsel olarak önemli bir örneği). Zerreler kuvvetin merkezleridir; töz kuvvetti, uzay, madde ve hareket sadece birer fenomen iken. Zerrelerin ontolojik özü, onun indirgenemez basitliğidir. Atomların aksine, zerreler hiçbir maddesel veya uzamsal özelliği yoktur. Ayrıca onları atomlardan ayıran bir diğer şey ise tümüyle karşılıklı bağımsızlıklarıdır, yani zerreler arasındaki etkileşim sadece görünürdür. Ön-verili harmoni ilkesine binaen değil de, her zerre önceden hazırlanmış kendine mahsus bir dizi talimatı izler, böylece her zerre ne yapacağını her an “ bilir”. ( Bu “talimatlar” atomaltı parçacıklara talimat veren bilimsel yasaların bir benzeri olabilir.) Bu esas talimatlar nedeniyle, her zerre evrenin küçük bir aynasıdır. Zerreler "küçük” olmak zorunda değildirler; Örneğin, özgür iradenin problemli olduğu durumlardaki her insanoğlunu bir zerre oluşturur.
(Burada “optimism” kelimesi, “olumlu bir umutluluk hali”nden ziyade “en uygun” manasında kullanılmıştır). Tanrıbilim, bunların (kusurlu yapıların), ihtimal dahilindeki bütün dünyalar için en uygun seçenek olduğu iddiasıyla, dünyanın bariz kusurlarını meşrulaştırma çabasındadır. Her şeyi bilen, en güçlü olan -ve daha iyisini yaratmak kendince mümkünken kusurlu bir dünya yaratma ihtimali olmayan- Tanrı tarafından meydana getirildiği için, bu dünya en dengeli ve en iyi ihtimaldir. Aslına bakılırsa, bu dünyadaki tanımlanabilir aşikar kusurlar; ihtimal dahilindeki bütün dünyalarda var olmalıdır; çünkü aksi takdirde Tanrı bu kusurları içermeyen bir dünya yaratmayı yeğlerdi. Leibniz, teolojinin ve felsefenin su götürmez doğrularının birbiriyle çelişemeyeceğini iddia eder. Çünkü; gerekçelerin de inancın da tanrının nimetleri olduğunu, dolayısıyla aksini iddia etmenin, Tanrı’nın kendisiyle çeliştiği anlamına geleceğini söyler Tanrıbilim, Leibniz’in kendine has felsefi sistemiyle Hristiyanlığın temel ilkelerine ilişkin yaptığı tefsirleri uzlaştırma teşebbüsüdür. Bu proje, motivasyonunu Leibniz’in inancından aldı, Aydınlanma döneminde birçok muhafazakar filozof ve din bilimci tarafından paylaşıldı; en azından, Hristiyanlık dininin çağdaş ve aydın tabiatı içinde, Hristiyanlık ve Batı temelli olmayan ilkel inanışlar için yapılan kasıt güdülen kıyaslamalarda tanımlandı. Aynı zamanda Leibniz’in insan tabiatının mükemmelliği (Şayet insanlık, doğru felsefe ve teoloji konularında güvenilir bir kaynak olarak kabul edilirse) ve metafiziksel gerekliliklerin ussal ve mantıksal bir yapıya dayandırılması gerekliliğine (Her ne kadar bu metafiziksel nedensellik fiziksel gerekliliklerden ötürü açıklanamaz gibi gözükse de. Zira doğa yasaları bilim tarafından tanımlanır) ilişkin inanışlarıyla şekillendi. Çünkü gerekçeler ve inanç uzlaştırılmalıdır ve bir nedenle açıklanamayan inanç ilkeleri reddedilmelidir. Leibniz daha sonra, Hristiyan teizminin temel eleştirilerinden birine başvurdu: Şayet Tanrı en büyük, en iyi ve en bilge ise, şeytan Dünya’ya nasıl geldi? Leibniz’in yanıtı şöyleydi: Tanrı sınırsız bir bilgeliğe ve güce sahip olduğu halde, onun beşeri yaratıları, yaradılışları gereği kısıtlı bilgiye ve güce sahiplerdi. Bu durum, insanın yanlış inançlara kapılmasına, yanlış kararlar vermesine ve girişimlerinde etkisiz pratiklerde bulunmalarına ortam sağlar. Tanrı, insanlara keyfi bir şekilde acı ve elem yaşatmaz, bunun yerine, ahlakı şeytan(günah) ve fiziksel şeytan(acı)’yı var etti.
Leibniz insan muhakemesinin önemli bir kısmının hesaplamalara indirgenebileceğine inandı ve bu hesaplamalar düşünce farklılıklarını çözümleyebilirdi :
Muhakemelerimizi arındırmanın tek yolu onları matematikçilerin ele aldığı gibi somutlaştırmaktır, böylelikle hatalarımızı tek bakışta bulabilir ve bireyler arasında ihtilaf çıktığında bunu söyleyebiliriz : Hadi hesaplayalım ["calculemus"], telaşa mahal vermeden kimin doğru olduğunu görebilmek için.
Leibniz’in sembolik mantığa benzeyen kalkulus muhakemecisinin bu tür hesaplamaları mümkün kıldığı görüldü. Leibniz, şu an el ile sembolik mantığı filizlendirmek –dolayısıyla kendi kalkulusunu- amacıyla okunabilecek muhtırayı yazdı. Fakat Gerhard ve Couturat bu yazıyı modern resmi mantık Frege’nin Begriffsschrift’inde, Charles Sanders Peirce ve öğrencilerinin 1880’lerdeki yazılarında ortaya çıkana kadar yayınlamadı. Böylelikle Boole ve De Morgan bundan çok sonra 1847’de bu mantığa başladı.
Leibniz sembollerin insan kavrayışında sembo |
llerin önemli olduğuna inandı. İyi simgelerin geliştirilmesine çok önem verdi ve bu simgeleri matematik üzerine yaptığı buluşlarına atfetti. Sonsuz küçükler hesabı için geliştirdiği simge, bu konudaki yeteneği üzerine örnek gösterilebilir. 19. Yüzyıl’da göstergebilimin öncüsü C.S. Peirce Leibniz’in sembol ve simge tutkusunu paylaştı ve bunların matematik ve mantıkta esas olduğuna inandı.
Fakat Leibniz spekülasyonlarını daha da ileriye götürdü. Karakteri herhangi bir şekilde yazılmış sembol olarak tanımlarken, “gerçek” karakteri bir düşünceyi direkt olarak temsil eden sembol olarak tanımladı ve bu bir kelimenin düşünceyi somutlaştırması kadar basit değildi. Mantık simgeleri gibi gerçek karakterler muhakemeyi kolaylaştırmaya hizmet eder. Onun zamanında iyi bilinen Mısır hiyeroglifleri, Çin karakterleri, astronomi ve kimya sembollerini’nin gerçek karakterler olmadığını varsaydı. Ayrıca, Leibniz her düşüncenin bir “gerçek” karakter ile ifade edilebileceği insan düşünce alfabesi, "characterica universalis’in "veya “genel karakteristik” in yaratılmasını önerdi.
Eğer insan düşüncelerini tam anlamıyla ifade edebilecek karakterler bulunursa, aritmetik ve geometride yapılabilecek herhangi bir işlem bu semboller ile insan muhakemesi üzerine yapılabileceği açıktı. İnsan muhakemesine yapılabilecek tüm araştırmalar bu karakterler transpoze edilerek ve bunun matematiğin bir kolu olması sağlanarak yapılabilirdi.
Karışık fikirler karakterler kombine edilerek basitleştirebilir ve ifade edilebilirdi. Leibniz, Gödel numaralamasının çarpıcı öngörüsü olarak asal çarpanlara ayırma yönteminin eşsizliğinin asal sayılar için genel karakteristikte çok önemli bir rolü olduğunu gördü. Bunu varsayarak, asal sayıları kullanarak basit kavramları numaralandırmanın sezgisel ve belleksel bir yolu yoktu. Leibniz’in muhakeme üzerine evrensel dil ve semboller kullanarak hesaplamalar yapılabileceğine dair düşüncesi, ölçümlerin evrensel dilleri tanımladığı Turing tamlığında olduğu gibi 20. yüzyılda bu tür formal sistemlerdeki gelişmelerin belirtisiydi. (bknz:Turing testi)
Leibniz’in karakteristik üzerine ilk yazılarında henüz matematikte acemi olduğundan dolayı başlangıçta bunun cebir yerine evrensel bir dil ya da alfabe olduğunu düşünüyordu. 1676’da “düşüncenin cebiri”ni kavradı, geleneksel cebiri ve onun simgesini de ekleyerek modelledi. Sonuç olarak karakteristik; mantıksal kalkulus, bazı kombinasyonlar, cebir, onun durum analizi (durumun geometrisi), bir evrensel kavram dili ve fazlasını içeriyordu.
Leibniz’i "characteristica "universalis ve calculus ratiocinator’u tasarlarken neyin itkilediği ve modern resmi mantığın kalkuluse yaptığı hakkaniyetin kapsamı muhtemelen asla belirlenemeyecek.
Leibniz Aristoteles’in öldüğü dönemden 1847’ye George Boole ve Augustus De Morgan modern genel mantık üzerine kitaplarını yazdığı süreye kadar en önemli mantıkçıydı. Leibniz bizim şu an telaffuz ettiğimiz; bağlaşım, ayrışım, olumsuzlama, özdeşlik, içinde bulunma ve boş küme gibi temel ilkeleri ortaya attı. Leibniz’in mantık ilkeleri ve tüm felsefesi muhtemelen ikiye indirgenir :
1. Tüm fikirlerimiz insan düşüncesinin alfabesini oluşturan çok küçük sayıda basit fikirlerden oluşur.
2. Karmaşık fikirler aritmetik çarpmaya benzer olarak, basit düşüncelerin homojen ve simetrik kombinasyonuyla oluşur.
Genel mantık 20. yüzyılın başlarında oluşmuştur ve minimum düzeyde tek bileşenli olumsuzlama ve nicel değişkenlerin genel söylemlerin üzerinde yayılmasını gerektirir.
Leibniz genel mantık üzerine hayatı boyunca herhangi bir şey yayınlamadı, bu konu hakkında yazdıkları yazılı taslaklardan oluşuyordu. Bertrand Russell Batı Felsefesinin Tarihi kitabında Leibniz’in yayınlanmamış yazılarında tasarladığı mantığın 200 yıl önceki seviyede olduğunu iddia etmiştir.
Matematiksel fonksiyon kavramının onun zamanında trigonometik ve logaritmik tablolarda kapalı olmasına rağmen, Leibniz 1692 ve 1694 yılları arasında eğriden türetilen apsis, ordinat, teğet, kiriş ve diklik geometrik kavramlarını kapalı olarak benimseyip, belirten ilk kişidir. 18. Yüzyılda “fonksiyon” bu geometrik birlikteliğini yitirmiştir. Leibniz lineer denklemlerdeki sistemin katsayılarının şu an matris olarak adlandırdığımız bir düzene göre ayarlanarak sistemin sonucunun bulunabileceğini gören ilk insan olmuştur. Bu yöntem daha sonra Gauss eleme yöntemi olarak adlandırılmıştır. Leibniz’in Boole cebiri ve sembolik mantık buluşları ayrıca bir önceki bölümde bahsedildiği gibi matematikle de alakalıdır. Leibniz’in matematik üzerine yazılarının en iyi genel taslağı Bos (1974)’da bulunabilir.
Leibniz Sir Isaac Newton ile beraber sonsuz küçükler hesabını (diferansiyel ve integral kalkulusu kapsayan) bulan kişi olarak bilinir. Leibniz’in defterlerine göre kritik dönüm noktası tarihte ilk defa "y=f(x) "grafiğinin altındaki alanı integral kalkulusu kullanarak bulmaya çalışmasıyla 11 Kasım 1675’te gerçekleşmiştir. Şu an da kullanılan bazı simgeleri tanıttı, Latince kelime "summa’dan "gelen ve" "S harfinin uzatılmış hali gibi görünen ∫ simgesi ve Latince kelime "differentia"’dan gelen ve diferansiyel için kullanılan "d "simgesi bunlara örnek olarak gösterilebilir. Bu kavramları zekice simgelendirmiş olması, muhtemelen matematik için en önemli mirasıdır. Leibniz 1684’e kadar kalkulus üzerine herhangi bir şey yayınlamadı. Diferansiyel kalkulusteki ürün kuralı (the product rule) hala “Leibniz Yasası” olarak adlandırılır. Buna ek olarak, integral işaretinin altında nasıl ve ne zaman diferansiyel alınacağını anlatan teorem Leibniz integral yasası olarak adlandırılır. Leibniz kalkulus’u tasarlarken sonsuz küçüklerden manipulasyon yöntemiyle paradoksal cebirsel özellikleri olduğunu belirterek faydalandı. George Berkeley "The Analyst" ve "De Motu "kitapçıklarında bunu eleştirdi. Şimdiki zamanda yapılmış araştırmalar, Leibniz’in kalkulusunun Berkeley’in deneyci eleştirilerine göre daha sağlam temelli ve çelişkilere açık olduğunu tartışmaktadır. 1711’den ölümüne kadar, Leibniz kalkulusu Newton’dan bağımsız olarak bulmasına rağmen John Keill, Newton ve diğerleri ile ihtilaf içerisindeydi. Bu konu “Leibniz-Newton controversy” adlı makalede daha detaylı bir şekilde ele alınmıştır.
Sonsuz küçükler Karl Weierstrass’ın takipçileri tarafından resmi olarak matematikten çıkarıldı fakat bilimde, mühendislikte ve hatta matematiğin sıkı bir bölümü olarak bilinen temel hesaplama aygıtı diferansiyellerde ayakta kaldı. 1960’ın başlarında Abraham Robinson hiperreel sayılar bağlamında model teorisini kullanarak Leibniz’in sonsuz küçüklerine çalıştı. Bu ölçüm dışı analizin sonucu Leibniz’in matematiksel muhakemesinin gecikmiş bir intikamı olarak görülebilir. Robinson’un transfer prensibi Leibniz’in bulgusal süreklilik yasasının matematiksel uygulamasıyken, standart parça fonksiyonu Leibniz’in türdeşliğin aşkın yasasını sağlar.
Leibniz "analysis situs"(konumun analizi) terimini ilk kullanan insandır, daha sonra 19. Yüzyılda topolojiyi ifade etmek için kullanılmıştır. Bu konuda iki tane alıntı vardır. Bir taraftan, 1954’te Jakob Freudenthal almanca kaleme aldığı yazısında :
Leibniz’e göre nokta dizilerinin konumları tamamı ile aralarındaki mesafeyle belirlenmesine ve konumlar değiştiğinde aralarındaki mesafe de değişmesine rağmen, onu takdir eden Euler ünlü 1736 Konigsberg Köprü Problemi ve onun genellemelerinde konumun topolojik deformasyonlarda değişmeden kaldığı "geometria situs" terimini kullandı. Bu kavramı oluştururken Leibniz’e yanlışlıkla atfetti…Leibniz’in bu terimi tamamı ile farklı bir amaç için kullandığı ve böylelikle az bir olasılıkla matematiğin bu kısmının bulucusu olduğu kimi zaman fark edilmez.
Fakat Hideaki Hirano Mandelbrot’tan alıntılayarak bu konuya daha farklı bakar :
Leibniz’in bilimsel çalışmalarını örneklemek ayıltıcı bir deneyimdir. Kalkulus’un yanında ve tamamlanmayı sürdüren diğer düşünceler ile uyarıcı baskıların sayısı ve çeşitliliği bunaltıcıdır. ‘paketleme’ içerisinde bazı örnekler gördük. Leibniz’e olan düşkünlüğüm bir an için geometrik ölçeklemeye gerekli önemi verince fazlasıyla pekişti. Öklid’in aksiyomlarını sağlamlaştırma girimi olan “Euclidis Prota”da şunu ifade eder,… :’Düz doğru için elimde çeşitli tanımlar var. Düz doğru bir eğridir, herhangi bir parçası bütüne benzerdir ve yalnızca bu özelliğe sahiptir, sadece eğrileriniçine değil ayrıca setlerin içinedir.’ Bu iddia bugün kanıtlanabilir.
Böylelikle fraktal geometrisi Mandelbrot’un Leibniz’in kavramları özbenzeşlik ve süreklilik prensibi üzerine çizimleriyle desteklendi : "natura non saltum facit". Ayrıca Leibniz’in metafizik bir unsur olarak ele aldığı “düz doğru bir eğridir, herhangi bir parçası bütüne benzerdir” fikri topolojiyi 2 yüzyıl önceden sezdiğini gösterir. “paketleme” için, Leibniz arkadaşı ve yazıştığı Des Bosses’e bir çember, sonra içine üç tane eş ve maksimum yarıçaplı çember hayal etmesini söyledi; küçük çemberler aynı prosedürle üç tane daha küçük çemberlerle doldurulabilirdi. Bu süreç
sonsuza dek devam edebilir ve özbenzeşlik üzerine iyi bir fikir ortaya çıkarır. Leibniz’in Öklid’in aksiyomunun gelişimi aynı kavramı içerir.
Leibniz’in yazıları, sadece yarattıkları beklentiler için ve henüz keşfedilmemiş icatlar için değil, gelişmekte olan günlük bilgi için, günümüzde tartışılıyor. Fizik üzerine yazdığı çoğu yazı Gerhardt'ın "Matematiksel "yazılar"’ına dahil edilmiştir"
Leibniz, statiğe ve dinamiğe makul miktarda katkıda bulundu. O, kinetik enerji ve potansiyel enerji üzerine kurulu uzayı göreceli olarak belirleyen yeni bir dinamik teorisi tasarlamıştır, Oysaki Newton uzayın mutlak olduğuna tamamen ikna olmuştu. Onun fizik açısından olgunluğunun en önemli örneği onun 1695’in "Specimen Dynamicum’u". Atomaltı parçacıklar ve quantum mekaniğinin keşfine kadar, Leibniz’in doğanın yönleri hakkında statik’e ve dinamik’e indirgenemeyecek türden spekülatif fikirleri anlam kazanmıştı. Örneğin Albert Einstein’ı öngörerek, Newton’a karşı uzay, zaman ve hareketin mutlak değil göreceli olduğunu savundu: "B |
enim düşünceme göre, birçok kez söyledim, zaman gibi uzay da görecelidir." Leibniz'in kuralı, sıklıkla gözden kaçmasına rağmen, fiziğin çeşitli alanlarındaki ispatlar için önemli bir adımdır. Kendisine ait yeter neden ilkesine yakın dönem kozmolojisinde, "ayırt edilemez" (indiscernible) tanımına ise bazılarının kendisinin bir kurucusu olarak gördüğü kuantum mekaniği alanında başvurulmaya başlandı. Kozmolojideki yeni yönlerden birisi olan dijital felsefeyi savunanlar Leibnizin bir bu konunun bir öncüsü/habercisi olduğunu iddia ediyorlar.
Leibniz’ın "vis viva’sı " ("Latincede, yaşayan kuvvet") "mv"’dir, ki bu günümüzdeki kinetic enerjinin iki katıdır. Toplam mekanik enerjinin belirli mekanik sistemlerde korunacağını fark etti ve bunu maddenin doğuştan gelen bir özelliği olarak kabul etti. Burada da onun düşüncesi milliyetçi bir anlaşmazlık doğurdu. Onun "vis viva’sı "İngiltere’de Newton ve Fransa’da Descartes tarafından savunulan momentumun korunumuna rakip olarak görüldü; bu yüzden o ülkelerdeki akademiler Leibniz’in fikirlerini yoksayma eğilimindeydiler. Gerçekte, enerji de momentum da korunur, yani iki yaklaşım da uygundur.
Dünya’nın erimiş çekirdeğinin olduğunu söyleyerek, modern jeolojiyi öngördü. Embriyoloji biliminde ise, preformasyonistti ve ama aynı zamanda organizmaların güçlerinin ve muhtemel mikroyapılarının sonsuz sayıda kombinasyonları olduğunu önerdi. Canlıbilimi ve fosilbilimde , karşılaştırmalı anatomi ve fosil çalışmalarından beslenerek inanılmaz transformist görü ortaya koydu. Bu konuda başlıca eserlerinden biri olan, "Protogaea," hayatı boyunca yayınlanmamış olan bu kitap, yakın zamana ilk kez İngilizceye çevrildi. İlkel organizma teorisi üzerinde çalıştı. Zamanının fizikçilerine teorilerini karşılaştırılabilir detaylı gözlemler ve doğrulanmış deneylerle temellendirmelerini ayrıca kesin olarak bilimsel ve metafiziksel noktaları ayırt etmelerini tembih etti
Leibniz'ın çalışmalarının çoğunun psikoloji alanında büyük bir etkisi olmuştur. Bilincin süreklilik ilkesiyle ilişkisi üzerine kurduğu teorisi, uyku seviyelerinin teorisinin erken bir versiyonu olarak görülebilir. Doğada bulunan fenomenin sürekli olduğu prensibinin baştan beri varolduğuna inandığı için, bilinçlilik ve bilinçsizlik halleri arasında ara basamaklar da olması muhtemeldi onun için. Leibniz’in ön-verili harmoniye ilişkin fikirleri her ne kadar kabul edilmese de psikologlar onun psikolojik paralelizmini kabul etmişlerdir. Bu fikir akıl-vücut problemine tekabül eder, bu problemde, akıl ve beyin birbirlerini etkilememelerine rağmen ayrı ayrı fakat uyum içinde çalışırlar. Leibniz aklın algıda büyük rolü olduğuna ve daha da büyük rolünü duygusal girdide oynadığına inanıyordu. Farkında olunan algı ve uyarılmaların farkında olunan algının üzerine odaklanmıştır. Birçok "petites perceptions" olduğuna inanıyordu, hissedeceğimiz fakat fark edemeyeceğimiz. Örneğin, bir çanta dolusu pirinç döküldüğünde, yere dökülen pirinçleri görürüz fakat ağırlıklarının ne kadar olduğunu ya da kaç tane olduklarını söyleyemeyiz. Bu ilkeyle beraber, herhangi farkında olmadığımız zaman diliminde sonsuz tane algı vardır. Bunu doğru olması için, bizim farkında olmadığımız bir bölümünün olması gerekir. Bu hususta, Leibniz'ın teorisi bilinçaltı fikriyle ilgili teorilerden biri olarak görülebilir. Buna ek olarak, "subliminal stimuli"’nin kaynağı bu teoride bulunabilir. Leibniz’in "Unbewußtseyn(bilinçaltı)’nı "bulan Ernst Platner üzerine büyük bir etkisi vardır.
Leibniz'ın tonal algı ve müzik ile ilgili fikirlerinin Wilhelm Wundt’un laboratuvar çalışmarı üzerinde büyük etkisi oldu.
Toplum sağlığı açısından, epidemoloji ve veterinerliği de kapsayan idari sağlık makamı açılmasını destekledi. Toplum sağlığı ve önleyici öğeler üzerine tıbbi eğitim programı üzerinde çalıştı. Ekonomi politikasında, vergi reformları ve ulusal sigorta programı önerdi, ek olarak, iç/dış ticaret dengesini görüştü. Çok sonra ortaya çıkacak olan Game theory’nin bir benzerini önerdi. Sosyoloji de ise, iletişim teorisine zemin azırladı.
1906’da , Garland Leibniz’in birçok pratik icadı ve mühendislik çalışmalarını içeren bir ciltte topladı. Bugüne kadar, bu yazılardan bir kısmı ingilizceye çevrildi Bununla beraber, Leibniz önemli bir mucit, mühendis ve bilim adamı, gündelik hayat açısından. "Theoria cum praxi "sloganı ile birlikte, teoriyle pratiği birleştirmeye uğraştı ve bu yüzden uygulamalı bilimin babası olarak bilinir. Rüzgar odaklı pervaneler, su pompaları, hidrolik presler denizaltılar ve saatler tasarladı. Denis Papin ile, buhar makinesi icat etti. Suyu distile etmek için bile bir yöntem geliştirdi. 1680’den 1685’e kadar, Harz dağlarında, dükün gümüş madenlerini saran sel ile mücadele etti, ama başarıya ulaşamadı.
Muhtemelen ilk bilgisayar bilimcisi ve enformasyon kuramcısı Leibniz’dir. Yaşamının ilk dönemeçlerinde ikili rakam sistemini kayda geçirdi (ikiye dayalı), daha sonra bu sistemi kariyeri boyunca gözden geçirdi. Lagrange enformasyonunu ve algoritmik enformasyon kuramını önceledi. Onun hesaplama yöntemi evrensel Turing makinasının özelliklerini önceden ortaya koymuştur. Norbert Wiener’ın 1934’te iddia ettiği kadarıyla, daha sonraları kendisine ait sibernetik kuramda merkezi öneme sahip olacak olan geribildirim ("feedback") kavramı Leibniz’in yazılarında bulunmaktaydı.
1671’de, Leibniz 4 matematiksel işlemi çalıştırabilen bir makine icat etmeye başladı ve bunu yıllar içinde aşamalı olarak geliştirdi. Bu “kademeli hesaplayıcı” büyük ilgi gördü ve Leibniz’in 1673’te Royal Society’ye seçilmesine önayak oldu. Leibniz’in Hannoverli yıllarında onun gözetimi altında çalışan bir sanatçı tarafından birçok bu tarz makine üretildi. Bu kesin bir başarı değildi çünkü taşıma vasfı tamamıyla makineleştirilememişti. Courturat tarihler 1674’ü gösterdiğinde bazı cebirsel fonksiyonları sergileyebilen bir makine tasviri olduğunu Leibniz’in yayınlanmamış notlarını keşfederek bildirdi. Ayrıca Leibniz, 2010’da Nicholas Rescher tarafından yeniden üretilen daha ucuz bir makine tasarladı(şimdi tekrar üretildi). Leibniz, çok daha sonra Charles Babbage ve Ada Lovelace tarafından geliştirilecek olan donanımsal ve yazılımsal kavramları el yordamıyla arıyordu. 1679’da,ikili sistem üzerinde uzun uzadıya kafa yorarken sisteminin misketler tarafından tanıtıldığı, zımbayla delinmiş sıralı basit kartlar tarafından yönetildiği bir makine hayal etti. Modern elektronik dijital bilgisayarlar Leibniz’in misketlerini kayan yazmaçlarla, voltaj eğimiyle ve elektron atımıyla yerçekiminin hareketlenmesiyle yerini aldı. Diğer türlü Leibniz’in misketleri kabaca 1679’da tahayyül ettiğine doğru ilerlerdi
Hanover ve Wolfenbuettel’de, Dükün kütüphanelerinde kütüphaneci olarak çalışırken, Leibniz kütüphane biliminin etkili kurucularından biri oldu. Sonraki kütüphanesi 100,000 cilt içerdiği gibi, gününe göre çok büyüktü, ve Leibniz kütüphane için yeni bir bina tasarladı, inşa ettiği ilk bina olduğuna inanılır. Daha sonraları Oxford Üniversitesi’nin Bodleian Kütüphanesi’nde günümüze kadar gelmiş bir kitap endeksleme sistemi tasarlamıştır. Aynı zamanda, yayıncılar tarafından, her yıl üretilen tüm kitapların özetlerini dağıtan, endekslemeyi kolaylaştıran yeni bir form tasarlaması için çağırıldı. O, bu projenin Gutenberg’den beri basılmış her şeyi kapsayacağını düşünüyordu. Proje başarıya ulaşamadı, fakat buna benzer bir proje the Library of Congress ve the British Library’de 20. yüzyılda İngiliz dili yayıncıları ile standart bir uygulama haline gelmiştir. O, bütün bilimleri ilerletmek için bir yol olarak ampirik birveritabanının oluşturulmasına uğraşmıştır. Onun "characteristica universalis(evrensel özellikleri)", kalkülüs muhakemecisi, "akılların topluluğu".
Marcus Aurelius dışarıda tutulacak olursa, tarihte hiçbir felsefeci Leibniz kadar çok devlet işleriyle iç içe olmamıştır. Leibniz'in hukuk, ahlak ve politika üzerine yazdıkları İngiliz uzmanlar tarafından uzun süre göz ardı edildiyse de bu durum sonradan değişmiştir. Leibniz Hobbes gibi mutlak monarşi veya tiranlığın herhangi bir şeklinin destekçisi olmasa da, çağdaşı John Locke'un 18inci yüzyıl Amerikasını ve daha sonra tüm dünyayı etkisi altına altına alan demokrasi yanlısı fikirlerini de savunmamıştır. Aşağıdaki alıntı 1695 yılında Baron J. C. Boyneburg'un oğlu Philip'e yazdığı mektupta Leibniz'in politik fikirlerine ışık tutuyor: Hükümdarlar'ın elinde barındırdığı güç ve halkın onlara itaat etmesi gerekliliğiyle ilgili kabaca söyleyeceklerim; prenslerin halkın direniş hakkını tanımasının ve halkın da prenslerine itaat etmesi gerektiğini bilmesinin iyi olacağıdır. Ancak Grotius'un, kişinin itaati bir kanun olarak görmesi ve devrim belasının ona sebep olan kötülükleri gölgede bırakması fikirlerine de yakın değilim. Yine de şunun farkındayım ki bir prens işi aşırı noktalara götürüp devletin bekasını tehlikeye sokabilir. Bu, nadir görülen bi durum olmasına karşın, böyle bir durumda şiddeti onaylayan bir teolog, aşırılıklara dikkat etmelidir. Zira aşırılık kesinlikle yoksunluktan daha tehlikelidir. Leibniz 1677'de yöneticilerinin bütün milleti temsil edeceği ve özgürce oy kullanabileceği, senato veya meclis önderliğinde yönetilecek bir Avrupa konfederasyonu için çağrıda bulunmuştur. Bu çağrı bazen Avrupa Birliğinin öngörüsü olarak yorumlanır. Leibniz Avrupa'nın ortak bir din oluşturması gerektiğine inanmıştır. Daha sonra 1715'te bu tekliflerini yinelemiştir.
Leibniz çalışmalarında karşısına çıkan dillerin hırslı bir öğrencisiydi, bu dillerin gramer ve kelime bilgisini istekli bir biçimde kapıyordu. Hristiyan bilginlerin belirttiği, İbranice’nin insan ırkının kadim dili olduğu görüşüne karşı çıktı. Ayrıca, İsveçli bilginlerin söylediği ön İsveççe’nin Alman dillerinin öncüsü olduğu görüşüne de karşıydı. Slav dillerinin kökenlerine fazlasıyla kafa yordu, Sanskritçe’nin varlığından haberdardı ve klasik Çince’ye hayran kalmıştı.
Leibniz geç ortaçağ "Chronicon" "Holtzatiae"’nin(Holstein eyaleti günlükleri) the "princeps editio"’sunu (ilk modern baskı) yayınladı.
Leibn |
iz muhtemelen Çin uygarlığına yakın ilgi gösteren ilk Avrupalı entelektüeldir, Avrupalı Hristiyan misyonerlerin Çin’e yazdığı postaları ve yazışmaları gözden geçirdi. "Confucius Sinicus Philosophus"’u basımının ilk yılında okudu ve Avrupalıların Konfüçyüsçü etik geleneğinden çok şey öğrenebileceği sonucuna vardı. Çince karakterlerin genel karakteristiğin kasıtsız bir formu olabileceği üzerine epey kafa yordu. "I Ching" heksagramlarının 0’dan 111111’e kadar olan ikili sayılarla örtüştüğünü belirtti ve bu eşlemenin Çinlilerin felsefi matematikte büyük başarıları olduğunun kanıtı olduğu sonucuna vardı.
Leibniz’in Çin felsefesine olan ilgisinin kaynağı Çin felsefesinin kendisinkine benzer olduğu algısıydı. Tarihçi E. R. Hughes, Leibniz’in “basit madde” ve “önverili harmoni” fikirlerinin doğrudan Konfüçyüsçülükten etkilendiğini öne sürmüştür, bu fikirlerin oluşumunda o dönem yaptığı "Confucius Sinicus "Philosophus okumasının etkili olabileceğinin üzerinde durmuştur.
Leibniz Brunswick aile tarihi için yaptığı araştırmadaki gezisinde Brunswickler için birçok resmi ve diplomatik iş yaptığı Viyana’da Mayıs 1688 ve Şubat 1869 tarihleri arasında kaldı. Madenleri ziyaret etti, maden mühendisleriyle konuştu ve Dük’ün Harz Dağları’ndaki demir madenleri için ihracat kontratlarında müzakerede bulunmayı denedi. Viyana sokaklarındaki aydınlatma için önerisi lambalar için yanan kolza yağı kullanılmasıydı. Avusturya İmparatoru ile beraber resmi dinleyicilerin bulunduğu ve buna müteakip muhtırası esnasında, Avusturya ekonomisinin para sistemini Orta Avrupa’ya göre reformize ederek Habsburg ve Vatikan ile anlaşma yapması gerektiğini öne sürdü. İmparatorluk araştırma kütüphanesi, resmi arşiv ve sosyal sigorta fonlarının kurulması gerektiğini de belirtti. Mekanik üzerine önemli bir yazı yazdı ve yayınladı.
Leibniz ayrıca metafizik üzerine olan görüşlerini özetleyen kısa bir yazı yazdı ve bu yazı 1903’de Louis Couturat tarafından yayınlandı. Viyana’da yazılan bu yazı tarihsizdi ve bu 1999’da fark edildi, fark edildikten sonra Leibniz’in 1677-1690 arasındaki felsefe yazılarının eleştirel basımına eklendi. Couthurat’ın bu yazı üzerine okumaları 20. Yüzyıl analitik filozoflarının Leibniz üzerine çalışmalarının başlangıç noktası olmuştur. Fakat Leibniz’in felsefi yazılarına 1688’den başlayarak yapılan titiz bir çalışma – bu çalışmadaki eklemeler 1999 eleştirel basımı mümkün kıldı- Mercer (2001) Couturat’ın okumalarıyla aynı görüşte değildi ve henüz bu konu hakkında karara varılmadı.
Leibniz'in ünü, ölümünden sonraki zamanda azalıyordu. Hatırlanmasının tek sebebi olan kitabı Théodicée'deki temel argümanları Voltaire tarafından Candide'de hicvedilmiştir. Voltaire'in Leibniz'i tasviri o kadar etkileyiciydi ki birçokları tarafından doğru bir yorumlama olarak kabul edildi. Bu yüzden Voltaire ve eseri Candide Leibniz'in fikirlerinin gereken değeri görmemesinin en büyük sebepleri olarak görülür. Leibniz'in tutkulu takipçisi Christian Wolff'un dogmatik ve basit görünüşü de Leibniz'in ününe zarar vermiştir. Leibniz, kitabı Théodicée'yi okuyan ve oradaki bazı fikirlerden yararlanan David Hume'u da etkilemiştir. Felsefe tarihi ele alındığında Leibniz'in de önemli bir kısmını temsil ettiği rasyonalizm akımı ve sistem felsefesi geleneği 17. yüzyılda sahneden çekilmeye başlamıştır. Hukuk, diplomasi ve tarih üzerine yaptığı çalışmalar geçici hevesler olarak görülmüştür. Fikirlerindeki bütünlük, zenginlik ve enginlik fark edilememiştir. Avrupa'nın çoğu Leibniz'in calculus'ü Newton'dan bağımsız olarak bulduğundan şüphe etmiştir. Bu yüzden matematik ve fizik üzerine yaptığı çalışmalar göz ardı edilmiştir. Newton'un büyük bir hayranı olan Voltaire, yine Candide'de Leibnizin calculus'ü bulduğuna karşı çıkmış ve Leibniz'in Newton'a yaptığı evrensel çekim yasası teorisi eleştirisinin yanlış olduğunu belirtmiştir. İzafiyet teorilerinin yükselişi ve takip eden matematik tarihi çalışmaları Leinbiz'in görüşlerini daha pozitif bir noktaya taşımıştır. Leibniz'in şimdiki ününe doğru yürüyüşü 1765'te yayımlanan ve Kant'ın ilgiyle okuduğu Nouveaux Essais ile başlamıştır. 1768'de Dutens'in editörlüğünü yaptığı birden çok baskısı yapılan yazılarını, 19uncu yüzyılda yapılan birçok çeviri takip etmiştir. Leibniz'in eserleri dönemin tanınan isimleri Antoine Arnould, Samuel Clarke, Sophia of Hanover ve kızı Sophia Charlotte of Hanover'in eserleriyle ilişkilendirilmeye başlanmıştır. 1900 yılında Bertrand Russell Leibniz'in metafiziğini konu alan eleştirel bir çalışma yayınlamıştır. Kısa bir süre sonra Louis Couturat Leibniz üstüne önemli bir çalışma yayımlamış ve Leibniz'in o güne dek yayımlanmamış büyük ölçüde mantık üzerine olan eserlerini derlemiştir. Bütün bunlar Leibniz'i 20nci yüzyıl analitik ve linguistic felsefecileri için saygıdeğer konuma taşımıştır. Leibniz in terimi olan salva veritate Willard Quine'ın metinlerinde geçer. Buna rağmen Leibniz üzerine ikinci elden ingilizce çalışmalar ikinci dünya savaşı sonrasına kadar filizlenmemiştir.
GStreamer
GStreamer özgür yazılım multimedya framework çalışmasıdır. Örnek olarak, GStreamer bir film oynatıcısı için grafik arayüzü dışında ihtiyaç duyulan her türlü yeteneği sağlayabilir. GObject yazı sistemine dayanılarak C programlama dilinde yazılmıştır. Video editörler, gerçek zamanlı medya yayını yapan uygulamalar ve medya oynatıcıları altında çalışacak bir uygulama olarak kullanılır. Pek çok farklı platformda çalışabilecek şekilde tasarlanmıştır; GNU/Linux (x86, PowerPC ve ARM), Solaris (x86 ve SPARC), Mac OS X, Microsoft Windows ve OS/400 verilebilecek örneklerdendir.
GNOME masaüstü ortamı 2.2 versiyonundan itibaren GStreamer'ı kullanmaya başlamış ve GNOME ve GTK+ uygulama tasarımcılarını GStreamer'ı kullanmaları yönünde cesaretlendirmektedir. KDE gibi başka gruplarda GStreamer'ı kullanmaya başlamıştır; Amarokmedya oynatıcı son versiyonlarında GStreamer motorunu konfigurasyon seçeneklerine koymuştur.
GStreamer aynı zamanda Nokia 770 Internet Tablet gibi gömülü sistem içeren cihazlarda da kullanılmaktadır.
Spice World
Sutopu
Sutopu, 6 alan oyuncusu biri kaleci, kaleci dahil 7'si oyun icinde, yedeklerle beraber toplam 14 kişiden oluşan (Benchtekilerle beraber oyuncu sayısı 13'tür, 2 kişinin adı sadece kadroda yazılıdır.) 2 takımla 2 yarı ve 8 dakika 4 periyot süresince en fazla 20x30 metre boyutundaki havuzda yüzerek ve topu kaleye sokmaya çalışarak suda oynanan bir takım oyundur.
Türkiye'de sutopu ilk kez 20. yüzyılın başlarında İngilizlerce oynanmış, bu sporu ilk tatbik eden Türk kulübü ise 1910'da Galatasaray Spor Kulübü olmuştur. 1930'da modern havuzların açılmasıyla ilk turnuvalar yapılmaya başlanmış ve 1931 yılındaki ilk İstanbul şampiyonluğu' nu Galatasaray Spor Kulübü kazanmıştır. Ancak Türkiye genelinde Adana bu spora ağırlığını koymuştur. 1938 yılında Adana Belediye Başkanı Turhan Cemal Beriker ve Beden Terbiyesi Bölge Müdürü Rıza Salih Saray'ın girişimleri ile Adana'da Türkiye'nin en modern yüzme havuzunun yapılmasına karar verilmiştir. Havuzun açılışı ile birlikte 1942 yılından itibaren Bölge Karması adı altında yarışlara iştirak eden Adana Demirspor Kulübü Muharrem Gülergin'in önderliğinde 17 yıl hiç yenilmemiş ve Türkiye Sutopu Ligi'nde toplamda 22 defa Türkıye şampiyonu olmuştur. Bu takım İstanbul ve tüm Türkiye'de Yenilmez Armada olarak anılmıştır.
1970'lerde üstünlük İstanbul'a geçmiş ve 1972-90 arasında İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü seri şampiyonluklar kazanmıştır. 1991 yılında ise Macar çalıştırıcı Zoltan Gulyaş ile birlikte modern çalışma yöntemlerini tatbik eden Galatasaray Spor Kulübü üstünlüğü ele geçirmiş ve 1991-2011 arasında 17 şampiyonluk kazanmıştır. Dolayısıyla bu sporun üç büyükleri şampiyonluk sayısına göre Adana Demirspor, İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü ve Galatasaray Spor Kulübü'dür. İki şampiyonluk ile Adalar Su Sporları Kulübü bu üç takımı takip etmektedir.
Hizbullah (anlam ayrımı)
Hizbullah, aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Brian Welch
Brian Welch (19 Haziran 1970, Kaliforniya).
Korn grubundan ayrılan gitarist. Ayrılık nedeni olarak Dini Uyanmayı neden göstermiştir.
Ardından kızı için ayrıldığını itiraf etmiştir. Grubun en önemli üyelerinden biridir. O gittikten sonra Korn grubu hayranları tarafından beklenen başarıyı gösterememiştir. Son çıkan albüm Untitled'den sonra gruba yeniden dönmüştür.
Hizbullah (Türkiye)
Hizbullah (), diğer adlarıyla Türkiye Hizbullahı veya Kürt Hizbullahı (KH) (Kürtçe: "Hizbullahî Kurdî"), Kürt, Sünni İslamcı ve çoğu faaliyetini Türkiye'de gerçekleştiren militarist örgüttür. Örgütün şiddet eğilimli bir yapısı vardır ancak örgüt, 2000'ler ve sonrasında şiddet içerikli olmayan faaliyetlere odaklanmıştır.
Örgüt, 1979-1980 yıllarında Diyarbakır'daki Vahdet kitapçısındaki toplantılarla oluşmaya başladı. Abdulvahap Ekinci'nin sahip olduğu bu kitapçıdaki toplantılar, Fidan Güngör ve Hüseyin Velioğlu tarafından düzenlenmekteydi. 1981 yılında Fidan Güngör, Menzil kitapçısını kurarken, 1982 yılında Hüseyin Velioğlu ise İlim kitapçısını kurdu. 1979' da kurulan örgüt, 1987'ye kadar bu kitapçılarda toplanarak faaliyetlerini sürdürdü. 1987'de Hüseyin Velioğlu İlim kitapçısını Batman'a taşıdığında, liderlik ve militan faaliyetler üzerindeki farklı fikirler sonucu örgüt, iki kola ayrıldı. Velioğlu'nun liderliğindeki İlim kolu, hemen silahlı faaliyetlere başlama kanaatindeydi. Anlaşmazlıklar, iki grup arasında geçen kanlı çatışmalarla sonuçlandı.
Örgüt, Batman dışında en çok Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde etkiliydi, ayrıca uzun bir süre boyunca Yolaç köyünü merkez üssü olarak kullanmıştır.
Zekât ve fitre adı altında esnaftan ve halktan zorla para toplayan örgüt, 1990'ların başında, halihazırda yükselişe geçen Kürt ayrılıkçı hareketine doğrudan bir tehdit oluşturmuştur. Kürt Sünni İslamcı örgüt; şiddet ve cinayet gibi eylemlerini ilk başta PKK üzerine yoğunlaştırsa da; daha sonradan "ahlaksız" olarak kabul ettikleri kişileri de (alkol içenler, mini etek giyenler vs.) hedef almışlardır. 1992'de, 2000'e Doğru dergisinin Diyarbakır te |
msilcisi Halit Güngen Hizbullahçılar tarafından öldürüldü. Öldürülmesinden iki gün önce "2000'e Doğru" dergisi, "Hizbullah Çevik Kuvvet Merkezinde Eğitiliyor" yazan çarpıcı bir kapakla çıkmış idi.
Eski bakan Fikri Sağlar, "Siyah-Beyaz" gazetesiyle yaptığı bir röportajda, ordunun Hizbullah'ı sadece kullanmakla kalmadığını, aynı zamanda bu örgütü kurup sponsorluğunu da yaptığını söylemiştir. Bu kararın 1985 yılında alındığından da söz eder.
Yine de güvenlik güçleri, Hizbullah'a devrim sonrası İran tarafından para yardımı yapıldığını ve eğitim verildiğini; ayrıca İran'ın, Orta Doğu boyunca terör örgütleri vasıtasıyla İslami hükümetler kurmak istediğini iddia etmiştir.
Haftalık "2000'e Doğru" dergisi, 16 Şubat 1992'de görgü tanıklarının ve Hizbullah sempatizanlarının verdiği bilgiler doğrultusunda, örgüt üyelerinin Diyarbakır'daki çevik kuvvet merkezinde eğitim gördüklerini bildirmiştir. Bu konuyla ilgili makalenin yayımlanmasından iki gün sonra bu makalenin yazarı Halit Güngen, faili meçhul bir cinayete kurban gitmiştir. Bir önceki sayısında devlet ve Hizbullah ilişkilerinden bahseden haftalık "Gerçek" dergisinin Diyarbakır temsilcisi Namık Tarancı, 20 Kasım 1992'de iş yerine giderken vurularak öldürülmüştür. "Özgür Gündem" muhabiri Hafız Akdemir; Silvan'da Hizbullah tarzı çifte cinayet işledikten sonra kaçan suikastçılara yardım ve yataklık eden bir kişinin, altı hafta gözaltında tutulduktan sonra mahkemeye bile çıkmadan serbest bırakılmasıyla ilgili hazırladığı bir yazıdan sonra, 8 Haziran 1992'de Diyarbakır sokaklarından birinde vurulup öldürülmüştür.
Türkiye'deki Meclis Araştırma Komisyonu'nun 1993 raporunda; Hizbullah'ın, Batman ilinde güvenlik güçleri tarafından siyasi ve askeri eğitim, ayrıca destek aldıkları anlatılmaktadır.
JİTEM'in kurucusu olduğunu iddia eden Türk Kara Kuvvetleri'nden emekli albay Arif Doğan, 17 Ocak 2011'de Ergenekon davaları kapsamında mahkemede ifade verirken; Hizbullah'ı, PKK militanları ile savaşması ve karşı devrimci bir güç unsuru olması için, "Hizbul-Kontr" ("Kontralar Partisi") ismiyle kendisinin kurduğunu beyan etmiştir.
Corry Görgü, militanların sayısını 20.000 kadar yüksek olduğunu ifade etmiştir, aynı sayı Center for Defense Information tarafından da bildirilmiştir. 2002 Küresel Terörizmin Motifi raporunu temel alan, Amerikan Bilim Adamları Federasyonu'nun İstihbarat Kaynağı Programı tarafından sağlanan bilgilere göre örgütün birkaç yüz üyesi ve binlerce destekçisi vardır. Ufuk Hiçyılmaz ise örgütün 1.000 kadar silahlı üyesi bulunduğunu bildirmiştir.
İstanbul'da birkaç iş adamının kaçırılması ve arkasından gelen Beykoz'daki bir ev baskınından sonra yurt genelinde Hizbullah taraftarlarına karşı aramalar ve operasyonlar başladı. 17 Ocak 2000'de Beykoz'daki bir operasyon sırasında Hüseyin Velioğlu öldürüldü ve Edip Gümüş ile Cemal Tutar göz altına alındı. Cemal Tutar'ın, Hizbullah'ın askeri kanat sorumlusu olduğu öne sürülürken, Edip Gümüş’ün de örgütün üst düzey yöneticilerinden biri olmakla itham edildi.
Bunu takip eden zaman içerisinde başlıca Diyarbakır'da, Hizbullah üyesi olduğu ileri sürülen pek çok kişi mahkemeye sevkedildi. Birkaç defa zanlılardan bazıları işkence gördüklerini iddia etti. Bu tür iddialar Uluslararası Af Örgütü tarafından Acil Eylem planı kategorisinde belgelendi. Edip Gümüş ve Cemal Tutar'ın itham edildiği duruşmada; zanlı Fahrettin Özdemir, 10 Temmuz 2000'de 59 gün boyunca gözaltında tutulduğunu ve işkence gördüğünü söyledi. Cemal Tutar ise, 11 Eylül 2000'de 180 gün boyunca gözaltında tutulduğunu söyledi.
Hizbullah mahkemesi Aralık 2009'da sonuçlandı. Zanlılar çeşitli sürelerde hapis cezalarına çarptırıldı, Cemal Tutar ile Edip Gümüş’ün de aralarında bulunduğu 16 kişiye müebbet hapis cezası verildi.
Militan faaliyetler yaptıkları öne sürülerek tutuklanan Hizbullah'ın 23 üyesi, Türk Ceza Kanunu'nda yapılan, mahkeme kararı olmaksızın tutuklu kalma süresini 10 yıl ile sınırlayan tasarı değişikliği doğrultusunda, 4 Ocak 2011'de tahliye edildi. Ancak adli kontrol kapsamında karakola dönmeyen Hizbullah üyeleri kayıplara karıştı.
Camilo Cienfuegos
Camilo Cienfuegos Gorriarán (6 Şubat 1932 - 28 Ekim 1959) Calabazar de Sagua`da dünyaya gelen Kübalı devrimci. Fulgencio Batista başkanlığını devirmek için birçok yer altı aktiviteye katıldı ve Küba Devrimi`nde önemli bir rol oynadı. Fidel Castro, Raúl Castro ve Che Guevara ile birlikte devrimin önemli liderlerinden biridir. Geçirdiği uçak kazasında hayatını kaybetmiştir.
İlk eğitimini doğduğu kentte aldı. 1940 yılında Havana'ya geldi ve San Alejandro Güzel Sanatlar Akademisi'ne girdi. Eğitimine ekonomik zorluklardan dolayı ara vermek durumunda kaldı. 1948 yılından itibaren siyasi gösterilere katılmaya başladı, otobüs tarifelerine yapılan zamları protesto edenlerin arasında yer aldı. 1953 yılında ABD'ye daha iyi yaşam koşulları için gittiyse de işçilerin içinde bulunduğu durumu görerek ülkesine geri döndü. 1954 yılında Fulgencio Batista iktidarına karşı mücadele eden öğrenci grupları arasında yer aldı. Küba Devrimi önderlerinden Antoni Maceo'nun anıldığı bir gösteride polisin saldırısı üzerine kolundan yaralandı. Polis tarafından takip edildiğinden dolayı önce ABD'ye oradan sınırdışı edilince de Meksika'ya gider. Burada Küba'ya çıkartma yapmak üzere hazırlık yapan Fidel Castro ile tanışır ve Granma yatıyla beraber yola çıkan 82 gerilladan birisi olur.
Granma yatı karaya vardıktan sonra Batista kuvvetleriyle çatışma çıkmış, gerillalar ancak dağılarak saldırıdan kurtulabilmişlerdir. Sierra Maestra Dağlarına varabilen 12 kişiden birisi de Camilo olur. Camilo bağlı bulunduğu müfrezenin komutanı olan Arjantinli devrimci önder Ernesto Che Guevara ile dostluğunu geliştirecek ve silahlı mücadelesini sürdürecektir. 1958 yılında Fidel tarafından komutanlığa terfi ettirilir. Camilo özellikle Yaguajay şehrinin alınmasındaki başarısıyla bilinir.
1959 Ocak ayındaki Küba Devrimi'nin zaferinden sonra Ordunun komutanlarından birisi olarak karşı-devrimci güçlere karşı mücadeleye devam etti, tarım reformu çalışmalarına destekte bulundu. 28 Ekim 1959 tarihinde Camagüey şehrinden Havana'ya Cesna 310 tipi bir uçakla yola çıkan Camilo Cienfuegos uçak kazasında hayatını kaybeder.Ölümüyle ilgili çok çeşitli rivayet olmakla beraber uçağının nereye ve nasıl düştüğü bilinmemektedir.
İskendernâme (Ahmedî)
İskendernâme (Ahmedî), 14. yüzyılda Ahmedî tarafından yazılan mesnevi tarzında manzum bir Türkçe eserdir.
Ahmedî’nin en tanınmış eseri olan İskendernâme, Türk edebiyatında yazılmış ilk manzum İskender hikâyesidir. Eserde Kur’an’da ismi geçen Zülkarneyn unvanlı İskender’in hikâyesi anlatılır ancak onun gibi cihan hakimi olan Büyük İskender’in kimlik ve kişiliği ile Zülkarneyninki iç içe geçmiştir.
Hikâye kurgusunun içerisine yedirilen din, tasavvuf, ahlâk, felsefe, coğrafya, astronomi, metalürji, tıp, siyaset gibi pek çok ansiklopedik bilginin yanı sıra eserde “Osmanoğulları”na gelinceye kadar tüm devletler ve insanlık tarihi özet olarak aktarılmıştır. “"Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân"” başlıklı son bölümü ilk Türkçe Osmanlı vekāyi‘nâmelerinden sayılmaktadır. Hükümdarlara ve kumandanlara yönelik öğütlere yer verilmiş olması nedeniyle bir siyasetnâme olarak da değerlendirilir.
Ne zaman yazıldığı ve kime sunulduğu konusunda farklı görüş ve değerlendirmeler vardır. Bu değerlendirme ve yorumlardan Ahmedî’nin İskendernâme’yi Germiyanoğlu Süleyman Şah’ın ölümünden sonra yazmaya başladığı, Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’e sunmak isteyip sunamadığı, bir takım ilaveler yaptıktan sonra Yıldırım Bayezid’in oğlu Emir Süleyman’a sunduğu anlaşılmaktadır.
Şairin 1390’da tamamladığı bildirilen ancak hayatının son yıllarına kadar zaman zaman ele alıp çeşitli ilâvelerle enginleştirmeye çalıştığı eserin beyit sayısı bazı nüshalara göre yedi binden az, bazı nüshalara göre ise sekiz binden fazladır. Aruzun “"failatün failatün failün"” kalıbıyla meydana getirilmiştir.
Yazıldığı yıldan itibaren büyük bir rağbet görmüş, hemen hemen bütün eski kaynaklarda adından bahsedilmiş, yalnız Anadolu sahasında değil İran ve Türkistan’da da okunmuştur.
Eser, Firdevsi ve Nizami Gencevi’in mesnevilerinden yararlanılarak yazılmıştır ancak bu eserlerin tercümesi değil; ansiklopedik özelliği bulunan orijinal bir eserdir. Ahmedî’nin eserindeki beyitlerin yarısı daha önceki örneklerde bulunmayan geometri, astronomi, tıp, felsefe, siyaset, etik, teoloji gibi değişik konularda okuyucunun bilgilendirilmesini ön planda tutmuştur. Bu bakımdan bilim tarihi ve felsefe tarihi açısından önemli bir eserdir; nitekim Latîfî ve E. J. Wilkinson Gibb gibi araştırmacılar tarafından edebi değil, bilimsel bir eser olarak görülmüştür. Franz Babinger ise İskendernâme'nin Büyük İskender'e ait efsaneleri tesvir ettikten sonra bir bilim ansiklopedisi halini aldığını belirtir.
Esere sonradan eklenen dünya tarihi özeti, İskendernâme’nin en önemli özelliklerindendir. Bu bölümde dünya ve hükümdarlar tarihi Aristo’nun ağzından nakledilir. İslam peygamberinden başlayarak Emevî, Abbâsî, İlhanlı ve Osmanlı devletleri tarihi anlatılmaktadır Dünya tarihinin “"Dâstân-ı Tevârîh-i Mülûk-i Âl-i Osmân"” başlıklı son bölümü ilk Türkçe Osmanlı vekāyi‘nâmelerinden sayılmaktadır. Bu bölümde Ertuğrul Gazi'den Emir Süleyman'a kadar Osmanlı hanedanının hikâyesi 300'ü aşkın beyitle dile getirilmiştir.
İskendername’de hükümdarlara ve kumandanlara yönelik öğütlere yer verilmiştir Mesnevide İskender’in dört büyük danışmanı Arestu/Aristo, Bukrat/Hipokrat, Sokrat, Felatun/Platon ona yol gösterir. Hızır da yanından eksik olmaz. İdeal hükümdarın vasıfları, dünya tarihinde adı geçen güçlü sultanların başarılarının sırları ve ülkesini felakete sürükleyen sultanların hatalarının sebepleri gibi konularda Aristo, Hipokrat, Sokrat, Platon ve Hızır tarafından İskender’e bilgiler verilmektedir. Ahmedî’nin amacı bu bilginlerin ağzından aktardığı siyasi içerikli nasihatleri dönemin sultanına ulaştırmak ve onu siyaset ilmi konusunda bilgilendirmektir. Eser bu yönüyle bir siyasetnâme örneği olarak değerl |
endirilir. Osmanoğullarının tarihi anlatılırken Osmanlı’dan beklenenin dünyaya yeni bir nizam vermek olduğu ifade edilmiştir.
Ahmedî eserinin başlangıç bölümünü klasik mesnevi anlayışı içinde düzenlemiştir. 306 beyit halinde düzenlenen başlangıç bölümü besmeleyle başlayan bir girişten sonra; “"fahriye"”, “"şem‘ ile pervane"”, “"şem‘ ile micmer münazarası"”, “"söze dair"”, “"tevhid"”, “"na‘tv"” ve “"hasb-i hâl"” gibi bölümler içermektedir. Bu bölümlerde şu konular anlatılır: İskender’in doğumu, tahsili, tahta çıkışı; hayatın aslını Aristo, Eflatun ve Bokrat’tan sorması; bir meleğin ona kılıç vererek cihan hâkimiyetini müjdelemesi, İran şahı Dârâb ile çarpışarak onu yenmesi; İskender’in Sistan şahının kızı Gülşah’la aşkı; İskender’in Fûr-ı Hindî’yi yenmesi; Çin hâkimiyeti ve Şark yolculuğu; Türkleri Hak dinine çağırması, Sedd-i Ye’cüc ve Me’cüc’ün yapılması; Hızır’la konuşmaları ve ona yoldaş olması; bir müddet sonra hastalanıp ölmesi ve vasiyeti üzerine İskenderiye’ye defnolunması.
Şair giriş bölümünden sonra air “"dâstân"” başlıklarıyla anlatmak istediği konulara temas eder. Her “dâstân”; "mukaddime-i dâstân", "matla-ı dâstân", "hâtime-i dâstân" olmak üzere üç ana bölüme ayrılmaktadır.
""Der-temsîl ve hâtime-i kitâb"” ve ""Târîh-i nazm-ı İskender"" bölümleriyle esere son verilir.
Ahmedî, hayatının son dönemlerine kadar eserini tekrar ele alarak ona ilavelerde bulunmuştur. İskender’in Gülşah’la aşkı, Hint adalarını gezmesi, Mevlid bölümü, Osmanlı tarihi ve zamanın bilimlerini anlattığı bölümler gibi, başka şairlerde bulunmayan bölümler eklenmiştir
Hikâyede geçen şahıslar tespit edilebildiği kadarıyla şunlardır: Aristo, Ârzû Ümmîd, Behmen, Behrâm b. Behrâm, Behrâm, Behrâm-ı Gûr, Bokrat, Dârâb, Dört Büyük Halife ve diğer Emevî-Abbasî halifeleri, Eflâtun, Efrasiyab, Erdeşîr, Fûr, Gülşah, Güştâsb, Hızır, Hüsrev Pervez, Hürmüz, Âdem’den itibaren Muhammed’e kadar gelen bütün peygamberler, İskender, Kaydâfe, Kayser, Keyd, Key-kâvus, Key-kûbad, Keyûmers, Kubâd, Luhrâsb, Mâhâr, Mâhyâr, Mânî, Mezdek, Moğol ve İlhanlı hükümdarları, Nersi, Nizâmî, Nûşinrevân, Osmanlılar’da Ertuğrul Gazî’den Emir Süleyman’a kadar bütün hükümdarlar, Pîrûz, Pûrân Duht, Sokrat, Su’day, Şâpûr, Şehrbânû, Şeyhoğlu, Tahmasb, Tamgaç, Ye'cüc ve Me'cüc, Yezdicerd, Zülkarneyn-i Evvel.
Yazıldığı çağdan itibaren Şîraz’dan Balkanlar’a kadar Türk coğrafyasının pek çok yerinde çoğaltılan eserin nüsha sayısı 100’ün üzerindedir. İsmail Ünver, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Ty. 921’de kayıtlı olan 8754 beyitli (en hacimli) İskender-nâme üzerinde bir inceleme yapmış ve incelemeyle birlikte eseri tıpkıbasım halinde yayınlamıştır (Ankara 1983). Yaşar Akdoğan, eserin bazı kısımlarını günümüz Türkçesine aktararak “"İskendername’den Seçmeler"” adıyla yayımlamıştır(Ankara 1988). Necip Asım, İskendername içinde yer alan Osmanlı tarihi kısmını “"Osmanlı Tarihnüvisleri ve Müverrihleri"” adıyla yayımlamıştır. Nihat Sami Banarlı’nın “"Dördüncü Asır Anadolu Şairlerinden Ahmedî’nin Osmanlı Tarihi: Dâsitân-Tevârih-i Mülûk-i Âl-i Osman ve Cemşid ve Hurşîd Mesnevisi"” adlı eser İskendername içinde yer alan Osmanlı Tarihi kısmını içerir. 1977 İskendername’nin Mevlid bölümü İsmail Ünver tarafından yayımlanmıştır. Eserin Süleymaniye Kütüphanesindeki nüshalarından birinde Ahmedi’nin 497 beyitlik bir mi’racnamesinin bulunduğu tespit edilip Yaşar Akdoğan tarafından tanıtılmıştır (1989).
Kiel Kanalı
Kiel Kanalı (, "NOK", Kuzey Denizi-Baltık Denizi Kanalı), 1948'e kadarki adıyla Kayzer Wilhelm Kanalı (), Almanya'nın kuzeyinde bulunur.
Baltık Denizinde ulaşım açısından önem taşır. Kuzey Denizinde Elbe Irmağı ağzındaki Brünsbüttelkoog'dan, doğuda Baltık Denizi kıyısındaki Kiel limanında yer alan Holtenau'ya kadar 98 km uzanır. İki deniz arasındaki en güvenli, kısa ve ucuz ulaşım yoludur. Genişliği 103 m, derinliği 11 m olan kanalın üzerinde yaklaşık 42 m yükseklikte on köprü bulunur.
Kanal, 1887-95 arasında, kuzeye gidecek savaş gemilerine kestirme bir yol sağlamak amacıyla yapıldı. Daha önce gemiler Danimarka'nın çevresini dolaşmak zorundaydı. 1907-14 arasında genişletilerek büyük savaş gemilerinin geçişine elverişli hale getirildi. O dönemde Kayzer Wilhelm'in adını taşıyan kanal, I. Dünya Savaşı öncesinde Alman hükümetine aitti. 28 Haziran 1919'da imzalanan Versailles Antlaşması ile uluslararası statü kazandı, ama yönetimi Almanlarda kaldı.
Kanal trafiği, yalnızca genel polis, ulaşım, sağlık ve gümrük kurallarına uygun biçimde işleyecekti. Adolf Hitler 1936'da bu hükümleri tanımadığını ilan etti. II. Dünya Savaşı'ndan sonra kanal Schleswig-Holstein eyâletinde ("Land") kaldı ve seyrüsefer özgürlüğü tanıyan Versailles Antlaşması koşulları yeniden uygulamaya kondu. Şu anda yürürlükteki esaslar gereği Kiel kanalı sadece Almanya ile barış içindeki devletlerin geçişine açıktır.
Pervin İtisami
Pervin İtisami (Farsça: پروین اعتصامی; d. 16 Mart 1907, Tebriz - ö. 6 Nisan 1941, Tahran), İran edebiyatının Meşrûtiyet Devri kadın şairidir.
Pervin İtisami, 1907 yılında İran'ın Tebriz kentinde dünyaya geldi. Babası Yusef Eetesami Ashtiyani (Eetesamol Molk) Gilan Eyaleti'nin Sheft kasabasından olup, köken olarak Ashtiyan bölgesindendir. Annesi, Axtar Fotuhi (Ölüm 1352 Hicri Şemsi) İran Azerbaycan eyaletindendir. Pervin ailenin tek kızı olmasıyla birlikte 4 erkek kardeşi de vardı.
Yusuf İtisami, Pervin'in babası İran Meşrutiyet döneminin yazarlarından olup bir dava adamıydı. 1291 H.Ş. tarihinde ailesiyle birlikte Gilan velayetinin başkenti Reşt şehrinden Tahran'a göç etti. Pervin bu yüzden çocukluğundan beri meşrutiyetçiler ve kültürel simalarla tanıştı. Fars Edebiyatı'nı babasının yanı sıra, Dehxoda ve Maleko Şoaraye Bahar gibi edebiyat ustalarının yanında öğrendi.
Çocukluğunda Farsça ve Arapça'yı özel öğretmenlerin gözetimi altında evinde ve İngilizce'yi ise Amerikan Koleji'ne giderek öğrendi. Pervin 28 yaşında babasının amcasının oğlu, Fazlollah Eetesami (Kermanshah kentinin Emniyet Müdürü) ile evlendi ancak bir yıl olmadı ki bu evlilik sonlandı ve boşanmasına sebep oldu. Bu yıllarda Pervin Tahran Üniversitesi'nin kütüphanesinde çalışmaya başladı.
Maleko Şoaraye Bahar’ın teşvik ve yönlendirmeleriyle 1315 H.Ş. yılında Pervin, Divanı Şiirini yayınladı ancak ince ve hassas ruhu, 1316 H.Ş.’de babasının ölümü (63 Y) ile büyük bir darbe aldı.
Sonunda Pervin 1941 yılında tifo hastalığından 35 yaşında Tahran'da vefat etti. Kum kentinde bulunan Fateme Masume türbesinin avlusunda, aile mezarlığında toprağa verildi.
Divane Ghasayed, Masnaviyat, Temsilat ve Moghatta’at
Divanı, 248 parça şiirden oluşur. Bunların arasında 65 parçası manzum atışma tarzındadır. Genelde şiirleri edebi kalıplar çerçevesinde olup toplumsal olaylara eleştirisel bakışını yansıtır. Hükümdarlar tarafından halkın yaşadığı zulmü işleyen pek çok eleştirel şiiri var. İran Edebiyatı'nın en önemli kadın şairlerinden olan Parvin, yeniçağ edebiyatında klasik tarzda şiirleriyle adını tarihe yazmıştır.
Şiirlerini iki ana gruba ayırabiliriz. Birincisi "Horasan tarzı" dediğimiz şiirlerdir. Şiirin içeriği öğütler ve nasihatlerden oluşur ve genelde Naser Xosro'nun şiirlerine benzer. İkincisi "Araghi tarzı" denir ve genelde destansı yapısı vardır ve Saadi'nin şiir tarzına yakındır. Bu tür şiirleri daha ünlüdür.
Alamut, Bozdoğan
Alamut, Aydın'ın Bozdoğan ilçesine bağlı bir mahalle.
Kahramanmaraşspor
Kahramanmaraşspor, 21 Şubat 1969 tarihinde kurulan ve rengini dondurma ve Kırmızı Biber'den alan kırmızı-beyaz renklere sahip bir spor kulübü.
Kulüp 15 yıl boyunca deplasmanlı amatör bölgesel kümelerde mücadele etti. 1984 yılında profesyonel hayatına başladı. Amatördeki son yıllarında önce katılma ligi ikinciliği, arkasından Türkiye amatör futbol şampiyonluğu kazanan ve ikinci Türkiye ligine, adım atan Kahramanmaraşspor, 1987-1988 sezonunda yer aldığı 2. lig B grubunda şampiyon olarak Süper Lige çıkmayı başardı. Ancak yaşanan bazı olumsuzluklar yüzünden tekrar 2. Lig'e düştü arkasından da 3. Lig'e kadar indi. Uzun yıl 2. Lig'de oynadı ve 2007-08 sezonunda ligden düştü. Hemen ardından tekrar yükselip 2. Lig'de mücadele eden Muhammed Günkut yönetimindeki Kahramanmaraşspor maddi krize girerek, 13 futbolcunun şehri terk etmesinin ardından altyapı futbolcularıyla maçlara çıktı ve ligde tutunamayıp tekrar 3. Lig'e düştü. Düştüğü sezon futbolculara olan borçlarından dolayı transfer yasağı konan kırmızı-beyazlı kulüp transfer yapamadan 3. Lig'de tutunmayı başardı. 1 Mayıs 2011 Pazar günü kulüpte yapılan kongrede Kahramanmaraşspor'un Fatura Vizyon şirketine devredilmesi kararlaştırılarak Sportif A.Ş. olma yolunda ilk adım atıldı. Borçları üstlenen kulübün yeni sahibi 1,5 yıl aradan sonra transferler yaparak, kulübü Süper Lig'e taşımayı hedefliyor. 24 Mayıs 2012 tarihinde Belediye Bingölspor'u penaltılarla 4-2 yenerek 2. Lig'e yükselmişlerdir.
2012-13 sezonu itibarıyla kulübün isim sponsoru Fatura Vizyon olmuştur. Faturavizyon Kahramanmaraşspor olarak yola çıkan kulübün kırmızı-beyaz renkleri ve logosu değişmemiştir.
2012-13 TFF 2. Lig'in bitimine bir hafta kala, deplasmanda oynadığı Tarsus İdman Yurdu maçını kazanarak, 2. Lig şampiyonluğunu ilan etmiş ve 1. Lig'e yükselmeye hak kazanmıştır.
2013-14 PTT 1.Lig'in otuzikinci haftasında deplasmanda Tekden Denizlispor ile oynadığı maçı 2 - 1 kaybederek liglerin bitimine 7 hafta kala 1. Lig'e yükseldiği ilk sezonda 2. Lige düşmesi kesinleşen ilk takım olmuştur. Halen 2. Ligde mücadele etmektedir.
Amblemdeki kırmızı ve beyaz renkler, Kahramanmaraş'ın meşhur olan Maraş biberini ve Maraş dondurmasını temsil ederler. Lacivert renk takımın üçüncü, alternatif rengidir. Kahramanmaraş'ta bulunan Hitit eseri -Maraş aslanı- kulübün sembolü olmuştur. Bu aslanın üzerinde yürüdüğü kale Maraş Kalesini temsil eder. "KMS" yazısı Kahraman Maraş Spor kelimelerinin ilk harfleridir.
1988-1989
1984-1988, 1989-1993, 1994-1996, 2013-2014
2001-2008, 2009-2010, 2012-2013, 2014-
1993-1994, 1996-2001, 2008-2009, 2010-2012,
1969-1984
Şampiyonluk : 1987-1988
Şampiyonluk : 2012-2013
Play Off Şampiyonluk (2 |
): 2008-2009, 2011-2012
İkincilik (2): 1993-1994, 2000-2001
Dik burunlular
Dik burunlular ("Lamniformes") takımı kıkırdaklı balıklara sayılan köpek balıkları alt-sınıfının on bir takımından birisidir. Bu takıma ait en tanınmış köpekbalığı türleri, dev köpekbalığı ve beyaz köpekbalığıdır.
Dik burunlular takımına ait türlerin ortak özelliklerini kısaca belirtmek, diğer takımlardaki kadar kolay değildir. Ancak birçok özellikleri sıraladıktan sonra ortaklıkları göz önüne getirilebilir:
Bu takıma ait olan birçok türler, sıcaklığı depolayabilirler ve çevre sıcaklığına diğer balıklar kadar bağımlı olmazlar.
Işık Okulları
Işık Okulları, Feyziye Mektepleri Vakfı'na bağlı olarak çalışmalarını sürdüren eğitim kurumlarının genel adıdır.
Otomarsan
Otomarsan 1967 yılında Otomarsan Otobüs ve Motorlu Araçlar A.Ş. unvanıyla Türkiye'de İstanbul Davutpaşa'da kuruldu. O 302 tipi otobüslerin üretimi 1968 yılında başlamıştır. 1986 yılında Aksaray ilinde kamyon üretimine geçmiştir. Kasım 1990'da ticaret unvanı Mercedes-Benz Türk A.Ş. olarak değişen kuruluş günümüzde yaklaşık 3.900 personel istihdam etmektedir.
Mercedes-Benz Türk bugün Hoşderedeki fabrikasında şehirlerarası ve belediye tipi otobüsler, Aksaray ilindeki fabrikasında ise hafif ve ağır sınıf kamyonlar ve çekiciler üretmektedir.
Kuruluşundan bu yana kendi üretiminden yaklaşık 44.200 otobüs, 65.700 kamyon, 1.000 midibüs ve 1989'dan beri 23.700 adet hafif ticari araç ithalatı ve satışı gerçekleştirmiştir.
Hazîre
Hazîre, külliye, cami, mescit, tekke gibi dini yapıların avlularında yer alan etrafı duvar veya parmaklıkla çevrili mezarlıklara verilen isim.
Hazîreler birkaç mezardan oluşabildiği gibi birkaç yüz mezarı barındıranları da vardır. Hazîrelerin ilk çekirdeğini bitişiğinde bulunan binayı yaptıranın veya o bina ile bağı olan şahısların mezarları oluşturur.
Cami, mescit veya tekkeyi yaptıranlar öldükten sonra bu ibadethanelerin çoğu zaman kıble tarafına gömülmüşlerdir. Zaman içinde bu türbe veya mezarın yanına yeni yapılan definlerle beraber bir hazîre oluşur. Bir hazîrenin büyüklüğü orada ilk mezarı bulunan kişinin makamına ve mezarlık olmaya elverişli alanın genişliğine bağlıdır. Şehir dışında kurulmuş tekkelerin hazîrelerinden bazıları zaman içinde büyük bir mezarlığa dönüşmüştür.
İstanbul ve bazı eski Osmanlı şehirlerinde, servi ağaçlarının gölgelediği hazîreler günümüzde, hem tarihi bir değer taşımakta hem de şehir içindeki yeşil alanların önemli bir bölümünü oluşturmaktadır.
Massey Ferguson
Massey Ferguson, 1847 yılında Daniel Massey tarafından Newcastle Ontario, Kanada'da küçük basit bir tarım aletleri tamir atölyesi olarak temelleri atılan tarım alet ve makinaları üreticisi olarak kuruldu.
1953 yılında Massey-Harris ortaklığı ile İngiliz Harry Ferguson Limited'in birleşmesi ile bugünkü yapı oluşmuştur.
Massey Ferguson marka traktörlerin en karakteristik özelliği sadece kırmızı renkte olmalarıdır.
Massey Ferguson ABD şirketi AGCO Corperation'ın bir markasıdır.
Süleymaniye Camii
Süleymaniye Camii, I. Süleyman adına 1551-1557 yılları arasında İstanbul'da Mimar Sinan tarafından inşa edilen camidir.
Mimar Sinan'ın kalfalık devri eseri olarak nitelendirilen Süleymaniye Camii, medreseler, kütüphane, hastane, sıbyan mektebi, hamam, imaret, hazire ve dükkânlardan oluşan Süleymaniye Külliyesi'nin bir parçası olarak inşa edilmiştir.
Süleymaniye Camii Klasik Osmanlı Mimarisinin en önemli örneklerinden biridir.Yapımından günümüze dek İstanbul'da yüzü aşkın deprem gerçekleşmesine karşın, caminin duvarlarında en ufak bir çatlak oluşmamıştır. Dört fil ayağı üzerine oturan caminin kubbesi 53 m. yüksekliğinde ve 27,5 m çapındadır. Bu ana kubbe, Ayasofya'da da görüldüğü gibi, iki yarım kubbe ile desteklenmektedir. Kubbe kasnağında 32 pencere bulunmaktadır. Cami avlusunun dört köşesinde birer minare bulunmaktadır. Bu minarelerin camiye bitişik iki tanesi üçer şerefeli ve 76 m. yüksekliğinde, cami avlusunun kuzey köşesinde soncemaat yeri giriş cephesi duvarının köşesinde bulunan diğer iki minare ise ikişer şerefeli ve 56 m. yüksekliğindedir. Cami, içindeki kandil islerini temizleyecek hava akımına uygun inşa edilmiştir.Yani cami içinde, yağ lambalarından çıkan islerin tek bir noktada toplanmasını sağlayan bir hava akımı yaratacak şekilde inşa edilmiştir. Camiden çıkan isler ana giriş kapısının üzerindeki odada toplanmış ve bu isler mürekkep yapımında kullanılmıştır.
28 revakın çevrelediği cami avlusunun ortasında dikdörtgen şeklinde bir şadırvan bulunmaktadır. Caminin kıble tarafında içinde Kanuni Sultan Süleyman'ın ve eşi Hürrem Sultan'ın bulunduğu bir hazire mevcuttur. Kanuni Sultan Süleyman'ın türbesinin kubbesi yıldızlarla donanmış gökyüzü imajını vermesi için, içeriden, metalik plakalar arasına yerleştirilmiş pırlantalarla (elmaslarla) süslenmiştir.
Cami süslemeleri açısından sade bir yapıya sahiptir. Mihrap duvarındaki pencereler vitraylarla süslüdür. Mihrabın iki tarafındaki pencereler üzerinde yer alan çini madalyonlarda Fetih Suresi, caminin ana kubbesinin ortasında ise Nur Suresi yazılı bulunmaktadır. Caminin hattatı Hasan Çelebi'dir.
Süleymaniye camiinin 4 minaresi vardır. Bunun nedeni Kanuni'nin İstanbul'un fethinden sonraki dördüncü padişah; bu dört minaredeki on şerefinin de Osmanlının onuncu padişahı olduğunun bir işaretidir.
Osmanlı külliyeleri içinde Fatih külliyesinden sonra ikinci büyük külliye Süleymaniye külliyesidir. Külliye İstanbul yarımadasının Haliç, Marmara, Topkapı Sarayı ve Boğaziçi'ni gören ortadaki en yüksek tepesinde inşa edilmiştir. Cami, medreseler, darüşşifa, darülhadis, çeşme, darülkurra, darüzziyafe, imaret, hamam, tabhane, kütüphane ve dükkânlardan meydana gelen külliyede Mimar Sinan'ın türbesi dış avlu duvarlarının karşısında mütevazı küçük bir yapıdır. Tiryakiler Çarşısı'nı iki medrese çevreler, arkasındaki yolda iki küçük ev vardır.
"Tiryakiler Çarşısı adını taşıyan ince uzun meydanın bir cephesini oluşturan ufki tek katlı medreselerde, her kubbenin alatında bir pencereyle belirlenen iç odaların imaretleri, aza razı bir zahit tavrı içindeki cephesi, Mimar Sultan Külliyesi'ndeki medrese duvarı pencerelerinin ve kubbe dizilerinin tezyini düzenini hatırlatır"
Anakubbenin kemeri, Sinan tarafından kemeri kübra,( kudret kemeri) diye adlandırılmıştır. Cami avlusunun platformu, Haliç tarafındaki yoldan yüksektedir.
Evliya Çelebi'nin anlatımıyla caminin yapımı şöyle olmuştur: "Bütün Osmanlı ülkesinde ne kadar bin mükemmel üstad mimar yapı ustası işçiler ve taşçılar ve mermer işleyenler varsa hepsini toplayıp üç yıl bütün ayakları bağlı forsa temelini yerin altına indirdiler.üç senede binanın temeli yeryüzüne yükselip bina meydana çıktı. Bir yıl o halde kaldı...Bir yıldan sonra Sultan Bayazıdı Veli'nin presesine (hiza ipi) göre mihrab kondu. Dört tarafına duvarlarını kubbe aralarına varıncaya kadar 3 yıl yükselttiler. Ondan sonra metin güçlü dört paye üzerine yüksek kubbeyi yaptılar. Süleymaniye Camii'nin ne yolda şekillendiği, bu ulu camiin kubbenin mavi tasının ta üst tepesi Ayasofya kubbesinden yuvarlak ve yedi meliki arşın yüksek cihanı kaplayan bir kubbedir. Bu eşsiz kubbenin dört ayağından başka camiin solunda ve sağında dört tane somaki mermer sütun vardır ki her biri onar Mısır hazinesi değerindedir...Ama Allah bilir bu kırmızı renkli dört somaki sütunun cihanın dört köşesinde benzeri yoktur, ellişer arşın yüksekliğinde güzel sütunlardır...Mihrab ve minber üzerinde olan renk renk camlar Serhoş İbrahim'in işidir. Her cam parçasında nice kerre yüzbin parçanın renk renk hurda camlarla çiçekler ve Allah'ın güzel adlarıyla süslenmiş camlardır ki, bunlar kara ve deniz seyyahları arasında dünyaca övülmektedir, felekte bunların eşi görülmemiştir...mermeri işleyen üstad ince sütun üzerine bir müezzin mahfili yapmıştır ki guya cennet mahfillerindendir...mihrabın üzerinde Karahisari hattıyla "Zekeriya ne zaman bulunduğu mihraba girdiyse onun yanında bir yiyecek buldu" (Ali İmran: 37) ayeti zehebi laciverd ile yazılmıştır.
Ve mihrabın sağında ve solunda burma, zıh zıh yapma sütunlar ve yine orada bir adam boyu halis bakır ve halis altunla cilalanmış şamdanların üzerinde yirmişer kantar kafuri balmumları.camiin sol köşesinde sütun üzere bir yüksek makam, Hünkar Mahfili vardır, ...dört sütun payelerin köşelerinde dört tane aşırhan maksurecikleri var... camiin iki tarafında yan suffaları var...yine bu suffalara eş ince sütunların üzerinde deryaya nazır ve sağ tarafı çarşuya bakan katlar...cemaat çok olduğu zaman bu suffalarda ibadet ederler...mübarek gecelerde kandiller yakarlar hepsi yirmi iki bin kandil ve asılmış avizeler. Bu camiin içinde geride Kıble Kapusu tarafındaki iki payelerde bir çeşme vardır. ve bazı taklar altında Üst Hazine Maksureleri.
Bu caminin içinde ve dışında olan Ahmed Karahisari hattı bugün de ne yazılmıştır ne yazılsa gerektir. İlkin büyük kubbenin ta ortasında "Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun sıfatı sanki içinde bir çerağ bulunan bir hücredir. O çerağ bir sırça içindedir. O sırça kandil de sanki bir inci gibi parıldayan bir yıldızdır ki güneşin doğduğu yere de battığı yere de nisbeti olmayan mübarek bir ağaçtır, zeytundan tutuşturulup yakılır. Onun yağı kendisine bir ateş dokunmasa da hemen ışık verir ki nur üstüne nurdur. Allah insanlara meseller irad eder. Allah herşeyi hakkıyla bilendir' ayetini yazmada yedi beyzasını göstermiştir." (Nur 35). Mihrab üzerindeki yarım kubbenin içinde... (Enam 79) ayeti. Ve dört payelerin köşesinde Allah, Muhammed, Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, Hasan, Hüseyin yazılmıştır. Ve minberin sağındaki pencere üstünde... (Cin 18) ayeti yazılıdır. Üst pencereler üzerinde Allah'ın güzel adları yazılıdır.
Ve bu camiin 5 kapusu vardır. Sağ tarafta imam kapusu, sol tarafta hünkar mahfili, altında vüzera kapusu, ve iki yan kapuları var, sol yan kapu üzerinde (Rad 24)yazılıdır, kıble kapusu üzerinde sol taraftaki kitabenin içinde Ketebehu Ahmed el Karahisari sene..deyü tahrir olunmuştur.
Camii şerifin adı geçen babı saadetlerine ve haremi latifin |
üç tane yüce kapusuna ayak taş merdivenle çıkılır ve inilir...ve bu avlunun dört yanına nazır hepsi.. adet pencerelerdir, demirci ustası Davudi sanat gösterüp öyle örs vurmuş ki, bu zamana kadar cilasına bir zerre toz tesir etmeyüp puladı nahçevani gibi parlak pencerelerdir. Ve bu pencereler üzere bütün camlar...ortasında ibret verici bir havuz vardır... avlunun kıble kapusu bütün kapulardan yüksek bir sanatlı babı saadettir ki yeryüzünde bu kapuya benzer beyaz ham mermer eşikli ve kat kat girişme zıhlı çengelli ve medeneli bir kapu görülmüş değildir, bütün ham mermerdir...Ve bu camiin dört tane minarelerinin evsafı var ki her biri bir ezanı Muhammedi makamıdır...dört minare on tabaka...sol taraftaki üç şerefeli minareye Cevahir minaresi derler...ve bu camiin iki tarafında kırkar tane abdest tazeleycek muslukları vardır.
Temelinin atılışındaki metanet ve köşesinde olan zarafet ve güzellik eserleri ve her türlü sanatlar insanı büyüleyen görünüşü, bu camiin içinde ve dışında vardır. Hatta bina tamamlanınca Koca Mimar Sinan şunu der: 'Padişahım sana bir cami inşa ettim ki kıyamet gününde Hallacı Mansur yeryüzünde Makalidi Cibal Demavend dağlarını Hallacın yayından pamuk gibi attığında bu caminin kubbesinde Mansur'un yay kirişi önünde çevgan topu gibi bu rütbe senasını medh eder.
Mihrab önünde bir ok atımı yerde bir gülistanı nısfı cihen hıyaban içinde, Süleyman Han'ın meşhedi -toprağı nur olsun-bir yüksek kubbe altında görülür.
Caminin üç tarafında bir kat dış avlu daha vardır ki iki yanı birer at menzili kum sahrasıdır, türlü türlü ulu çınarlar, salkım söğütler, servi ve ıhlamur ve karaağaçlar, dışbudak ağaçları ile süslenmiş bir büyük avludur ki üç yanı hepsi pencereli duvarlar ve hepsi on adet kapu...Şark tarafına bakan hamam kapusu..merdivenle hamama varılır amma bu tarafta avlunun duvarı olmayup İstanbul şehrini temaşa için bir kenarset alçak duvar çekilmiştir. Cümle cemaat orada durup Hünkar Sarayı, Üsküdar'ı, Boğazhisar'ı, Beşiktaş'ı, Tophane ve Galata ve Kasımpaşa ve Okmeydanı boydanboya görülür.
Bu camiin sağında ve solunda dört mezhep şeyhülislamları içün dört adet büyük medreseler vardır ve bir darülhadis ve bir darülkurra ve ayrıca bir tıp ilmi medresesi, bir sıbyan mektebi ve bir darüşşifa ve imaret ve bir yemekhane, bir tavhanei müsafirin, gelip gidenler için bir kervansaray, bir yeniçeri ağası sarayı, bir kuyumcular dökmeciler ayakkabıcılar ve nısfı cihen aydınlık hamamı tetimmei şuhan bin adet hizmetliler evi...
Süleymaniye Camii tamam oldukta bina emini ve nazırı ve mutemedinin hisaplarına göre, 8 kerre 100.000 ve doksan bin üç bin üç yüz seksen üç yük flori." (Gökyay 343-60)
Steyr
Steyr, 1864 yılında Avusturyalı Josef Werndl tarafından kurulan otomotiv ve silah şirketidir. 1989 yılında Steyr SKF tarafından satın alınmıştır.
1990'dan itibaren Steyr markası uluslararası değişik firmalara satılarak dağılmıştır.
1915 yılında ilk traktörü ve bir yıl sonra ilk Steyr otomobili üretmiştir.
Havan
Havan, piyade birliklerinin kullandığı, üst açı grubu ile atış yapabilen, namlu ağzından elle tek tek doldurulan, bazı modellerinde mermi namlu içi dibindeki iğneye çarpar çarpmaz otomatik olarak ateşlenen (81 mm. UT-1, 81 mm. M-1, 106 mm. orta havan ve 60 mm. Komd. Havanı gibi), bazı modellerinde ise top ve obüslerdekine benzer ateşleme ipinin çekilmesiyle ateşlenen (120 mm. tosam hy-12 havanı gibi) piyade birliklerinin ateş destek silahlarıdır.
Havanın tesirli ya da etkili menzili olmaz; bu parametreler attıkları mermiye göre değişir. Havanların başlıca mühimmat cinsleri; tahrip, aydınlatma, sis ve eğitim mermileridir. Bunların dışında hâlihazırda geliştirilmekte olan modern mühimmat tiplerinden (serpme mayın taşıyan kargo mühimmatları veya anti tank sadarm mühimmatları vb.) burada bahsedilmeyecektir.
Üst açı grubu tabirini basitçe açıklamak gerekirse; namludan çıkan mühimmatın direkt hedefe değil de; önce yukarı doğru yükselip ardından hedefe tepeden dik bir şekilde düşmesi olarak tanımlayabiliriz. Bu sayede bir tepe veya yüksek bir binanın arkasına aşırtma atışlar yapılabilmektedir. Bu üst açı grubunun oluşum sebebi ve en önemli avantajıdır. Dezavantajı ise merminin hedefe varış süresinin uzun olması, isabet oranının düşük olması ve atmosferik hava şartlarından daha fazla etkilenmesi olarak sıralayabiliriz.
Havanlar destekledikleri birliklerin daha da arkalarında bulunurlar. Havan birlikleri bir ateş idare unsuru (gerekli hesaplamaların yapılabilmesi için), bir ileri gözetleyici unsuru (ateş idareye ateş altına alınması gereken hedef hakkında bilgi vermek için) ve bir de havanları kullanan atış unsurlarından oluşmaktadır.
Havanlar normal şartlarda ateş altına aldıkları hedefleri görmezler, kimi zaman 5000 m. veya daha uzağa bile atış yapabilirler. Ancak gerektiğinde basit usuller kullanarak (hedefi) görerek de ateş edebilirler.60 mm. Komando havanları daima görerek atış yapmazlar bunun yanı sıra görmeyerek de atış yapabilirler.
Havanlar; namlu, namlunun altında bulunan döşeme, namlunun ortasına sabitlenmiş ve ayakta durmasını sağlayan çatal ayak ve gerekli nişan esaslarının girilebilmesi için bir nişan aletinden oluşmaktadır.
Havanların en önemli özellikleri portatif olmaları, süratle atışa başlayabilmeleridir. Bu sebepten ötürü temelde toplardan bir farkları olmamasına rağmen topçular yerine piyadeler tarafından kullanılırlar. Muharebelerde ön safta bulunan piyadelerin acil ateş desteği ihtiyacına topçuların reaksiyon süreleri çok uzun olacağından; kendi bünyelerindeki havanlarla bu işi derhal yaparlar. Havanlar yapıları gereği portatif olmaları (toplar gibi tonlarca ağırlıkta olmamaları) ; atış sıhhatlerine olumsuz etki etmektedir; ancak bu durumda havanların yüksek sayıdaki hızlı atım adetleriyle giderilmeye çalışılır.
Havanlar hedeflerini görmedikleri için geometrideki açıları kullanarak ateş ederler. (birbirlerini görenlerin birbirleriyle olan açısal ilişkileri ve bulunduğu konumların değerlemesiyle hangi açı ve hangi barut miktarıyla atış yapılacağı tespit edilir.)
Çok yüksek maliyetlere mal olan, çok işgücü gerektiren ve çok karışık sistemlere sahip top ve obüslere nazaran, dünya piyade muharebelerinde havanların başarı öyküleri sayılamayacak kadar çoktur.
Havan silah sistemlerinin en önemli parçası ise onu kullanan mürettebatıdır; çünkü etkili havan atışı için eğitimin önemi diğer her şeyden daha önemlidir.
Zırhlı araçlara yüklenmiş havan sistemleri de mevcuttur. Bunların bir kısmı havana sadece taşıyıcılık ederken, bir kısmı ise otomatik sistemlerle donatılmış olup; hem mermiyi otomatik yükler hem de hesaplamaları otomatik yaparlar. Ancak piyade harekâtının temel mantığı her yerde bir zırhlı aracı kabul görmediğinden bu gibi sistemler ekseri zırhlı birliklerce kullanılırlar.
[[Dosya:Virginia, Petersburg, Mortar Dictator - NARA arına bağlı humbaracı ocağıdır. İlk nakledilebilir havan, Baron [[Menno van Coehoorn]] tarafından icat edildi (Grave Kuşatması, 1673). [[Amerikan İç Savaşı]] sırasında her iki taraf da, yaklaşık 82 kg ağırlığa sahip Coehorn-tipi havanlar kullandı.
Havan, ilk kuşatma savaşları görüldükten itibaren, yüzyıllar boyunca varolmuşlardır. Bununla birlikte, [[Pumhart von Steyr]] gibi ilkel modelleri oldukça büyük ve ağır olduğundan, nakledilmeleri de kolay olmuyordu. Bu silahlar basitçe, mutfaklardaki demir kaseleri veya isimlerini aldıkları eczacı havanlarını andırır şekilde yapılmışlardı.
[[Kategori:Havan| ]]
Aciyotaj
Aciyotaj, çoğunlukla yasa dışı ahlak dışı nitelikle işlemlerle sağlanan fiyat farklarını belirtir. Mirebeau ucuza kapatılmış devlet tahvillerinin fiyat farklarından kazanç elde etmek üzere hazırlanan tertipleri aciyotaj olarak tanımlamıştır.
Modern borsacılıkta aciyotaj denilince rayiçleri düşürmek ya da yükseltmek için girişilen spekülatif davranışlar anlaşılmaktadır.
Bruce Dickinson
Bruce Dickinson (d. 7 Ağustos 1958, İngiltere) Iron Maiden'ın vokalistidir ve solo albümler de yapmaktadır. Gerçek hayatta pilot, yayımcı, yazar, senarist ve eskrimcidir. Güçlü sesi ile dünyanın en önemli heavy metal vokallerinden biri olarak görülmektedir. Arthur Brown, Peter Hamill, Ian Anderson ve Ian Gillan'dan etkilenmiştir.
Deep Purple'dan çok etkilenmiş olan Bruce ilk grubuna 1976'da girer. Grubunun adı önce "Paradox" sonra da "Styx" olmuştur. Ancak grup çok uzun süreli olmaz, dağılır ve Dickinson bir koleje yazılır.
1977'de de "Speed" adını verdiği bir grup kurar. Bu grupta Bruce gitar da çalmaktadır. Man On The Streets adlı bir albüm yayınlarlar. Birkaç konser verirler ama bu grubun da ömrü uzun olmaz.
Bu gruptan hemen sonra da "Shots" adlı bir gruba girer. Grup üyeleri onun vokalistliğine hayran kalmışlardı. Barlarda konser verirler ancak yeterli ilgili göremezler. Bir gün barda onu İzleyen daha ünlü bir İngiliz heavy metal grubu Samson'dan teklif alır ve daha büyük yerlerde çalma fırsatını kazandığı için hemen kabul eder.
Samson yıllarında Bruce Dickinson, Bruce Bruce sahne adını kullanır. Grupla Head On ve Shock Tactics albümlerini yapar ve büyük turnelere çıkarlar. 1981'de verdikleri konser de Live at Reading '81 adıyla yayımlanır ancak bu konser Dickinson'ın grupla son konseri olacaktır; çünkü Paul Di'Anno'nun gruptan çıkarılması sonrasında Steve Harris kendisine teklif götürür.
Samson'da geçirdiği sorunlu dönemlerden sonra Bruce Dickinson rahatlamıştır. Eski grubuyla yaşadığı bir takım sorunlar nedeniyle yazım aşamasına katılamasa da Iron Maiden ile ilk albümü "The Number Of The Beast" büyük bir başarı kazandırdı. Sesinin gücü nedeniyle kendisine de "The Air Raid Siren" lakabı takıldı. 1982'de çıkan bu albümü birer seneyle takip eden albümler "Piece Of Mind" ve "Powerslave"de aynı başarıyı devam ettirdiler. Gitarist Adrian Smith ile birlikte Bruce Dickinson şarkılar yazmaya ve şarkıları Steve Harris'e kabul ettirmeye çalışıyorlardı. Powerslave turuyla birlikte teatral sahne şovları başladı ve başrol vokalist Bruce Dickinson'ındı.
Ancak çok yoğun giden arka arkaya konserler ve albümler grubu da yormuş ve sorunlar yaratmıştı. Gr |
ubun beyni Steve Harris ile Bruce Dickinson birçok kere fikir çatışması yaşıyorlardı. Örneğin Bruce Dickinson bir sonraki albümün tamamen akustik olması önerisini getirmiş ancak bu önerisi kabul görmemişti. Bu yüzden de yeni albümde şarkı yazımına katılmadı. 1986 tarihli "Somewhere In Time" yine de eski Maiden albümlerinden farklı bir yöndeydi. Bu arada Bruce, "The Adventures Of Lord Iffy Boatrace" adlı bir roman yayınladı.
Yeni albüm hazırlıkları devam ederken Bruce Dickinson bir yandan çok başarılı olduğu eskrim sporuna da devam ediyordu. İngiltere'de kendi dalında 7.liğe kadar çıkmıştı. 1988'de "Seventh Son Of A Seventh Son" albümü yayınlandı. Bruce albüm konusunda çok heyecanlıydı çünkü tek bir konuya odaklanmıştı; kehanet.
1989'da Elm Sokağı Kabusu 5 filmi için arkadaşı Janick Gers'in katkısıyla "Bring Your Daughter... To The Slaughter" şarkısını yazdı. Bu şarkının etkisiyle de Iron Maiden tarzından farklı, Samson dönemlerindeki hard rock tarzına yakın bir solo albüm üzerinde çalışmaya başladı. 1990'da 'Tattooed Millionare' albümü yayınlandı. Büyük bir turne ve hit single'lar çıkararak Bruce Dickinson'ın solo olarak da başarılı olabileceğini gösterdi.
Bu sırada Adrian Smith anlaşmazlıklar nedeniyle Iron Maiden'dan ayrılınca yerine Bruce'un solo albümünde çalıştığı Janick Gers gruba girdi. Yeni albüm "No Prayer For The Dying" de 1990'da yayınlandı. Bruce bu albümden hiç memnun kalmadı çünkü Steve Harris, güçlü, keyboardlarla desteklenmiş ve epik konular anlatan şarkılar değil Iron Maiden'ın ilk dönemki basit tarzına dönmek istemişti. Bu Bruce'a göre büyük bir geri adımdı. Albüm mobil stüdyoda kaydedilip yayınlanmıştı.
1992'de Bruce Dickinson ikinci romanı "The Missionary Position"ı yayınladı. Bu arada "Fear Of The Dark" albümü de yayınlandı. Bir yandan albümün turnesi devam ederken bir yandan da Bruce Dickinson solo albümleri için çalışıyordu. Bruce Dickinson kendine vakit ayırmadığı düşüncesiyle 1993'te gruptan ayrılma kararı verdi.
İkinci solo albümü için yaptığı çalışmaları beğenmeyen Bruce Dickinson, gitarist Roy Z'den yardım istedi ve uzun süreli müzikal bir birliktelik başladı. Yeniden yapılan kayıtlardan sonra "Balls To Picasso" albümü yayınladı.
Zaman kaybetmeden yeni albümü için çalışmaya başlayan Bruce Dickison, yanına yepyeni müzisyenler alarak önce 1995'te bir konser albümü olan "Alive In Studio A" ve 1996'da yepyeni bir albüm "Skunkworks"ü çıkardı. Zamana uygun olarak albümde daha grunge ve daha kısa şarkılar ve sololar bulunuyordu.
Bruce Dickinson yeni albümünün daha heavy metal olmasını istediği için Roy Z ile tekrar ortaklık kurdu ve 1997'de "Accident Of Birth" albümü yayınladı. Eski Maiden gitarist Adrian Smith de albümde ve turnede Dickinson'a eşlik etti ve albüm herkes tarafından çok beğenildi. Bir sene sonra aynı ekiple "The Chemical Wedding" yayınlandı ve daha da büyük bir başarı kazandı. 1999'da "Scream For Me Brazil" adlı konser albümü de yayınlandı.
2001'de bir "en iyiler" albümü yayınlandı. 2 CD'lik bu albümün 2. CD'sinde yayınlanmamış, akustik ve eski Bruce Dickinson şarkıları bulunmaktaydı. Bu arada iyi de bir pilot olan Bruce Dickinson, Discovery Channel'da uçaklarla ilgili bir belgesel olan Flying Heavy Metal adlı programı da sunmuştur. 2005'te yine Roy Z ile birlikte "Tyranny Of Souls" adlı solo albümü çıktı. 2006'da da konser görüntüleri ve Samson da dahil olmak üzere eski görüntülerinin bulunduğu "Anthology" adlı DVD'yi yayınladı.
Iron Maiden, Bruce'suz albümlerinde eski başarılarını yakalayamamıştı. Vokalist Blaze Bayley'in gruptan ayrılmasından sonra Bruce Dickinson'a teklif götürüldü. Dickinson da eski grubuyla birlikte olmayı çok istiyordu. 1999'da eski gitarist Adrian Smith ile birlikte gruba döndüler. Yazım aşamasına da katıldığı "Brave New World" (2000), "Dance Of Death " (2003) ve "A Matter Of Life And Death" (2006) "The Final Frontier" (2010) albümlerini yayınladılar. Dickinson "Rock In Rio" (2002) "Death On The Road" (2005) "Flight 666" (2009) gibi konser albümlerinde de Maiden kadrosunda yer almıştır.
PFK CSKA (Rusya)
PFK CSKA (), tam adıyla Professionalniy futbolniy klub Tsentralniy sportivniy klub Armii () ya da bilinen adıyla CSKA Moskova (), Rusya'nın Moskova şehrinde kurulmuş bir profesyonel futbol kulübü. 1911 yılında Kızıl Ordu tarafından CSKA Moskova adıyla kurulan kulüp, 1951'de adını CDSA Moskova, 1957'de CSK Mo Moskova olarak değiştirdikten sonra 1960 yılında bugünkü ismini almıştır.
CSKA Moskova, maçlarını 2016'da açılan 30.000 kişilik Arena CSKA'da oynamaktadır.
Ayrıca CSKA Moskova, 2004-05 sezonunda UEFA Kupası'nı kazanarak, bu kupayı kazanan ilk Rus takımı olmuştur.
Kulüp, 1951 sezonunda Çempionat SSSR Po Futbolu'dan çekilmiş, bu yüzden 1951-52 sezonunu ilk kez 2. Lig'de oynamıştır. Ayrıca 1984 sezonunu 18. ve 1987 sezonunu 15. bitirerek 2 kez daha küme düşmüş ve 1984-1986 ve 1987-1989 yılları arasını 2. Lig'de geçirmiştir.
Kulüp tarihinde en çok maça çıkan futbolcu 381 maçla Vladimir Fedotov, ligde en çok gol atan futbolcu 126 golle Grigory Fedotov'dur.
"11 Haziran 2016 itibarıyla"
FK Lokomotiv Moskva
Lokomotiv Moskova (Rusça: "Локомотив Москва"), Rusya futbol kulüplerinden birisidir. 1923 yılında demiryolu işçileri tarafından kurulan kulüp maçlarını Moskova'daki 28.800 kişilik Lokomotif Stadı'nda oynamaktadır.
Lokomotiv Moskova tarihinde 3 kere Çempionat Rossii Po Futbolu şampiyonluğu, 2 kere Sovyetler Birliği Kupası, 7 kere Kubok Rossii, 2 kere de Superkubok Rossii'yi kazanmıştır. Avrupa'da da başarılı maçlar çıkartan ekip 1997/98 ve 1998/99 sezonlarında UEFA Kupa Galipleri Kupası'nda yarı final oynamıştır.
Lokomotiv Moskova Kulübün öncesi Kazanka ( Moskova - Kazan demir yolları ) kulübü 1922 meydana geldi daha sonra Ekim Devriminin Kulübü ( Klub Oktyaborskoy Revolyutsii (KOR)(Клуб Октябрьской Революции (КОР)) ve tekrar Kazanka ( Moskova - Kazan demir yolları) kulüp 1931 - 1935 senelerde oynamıştı. A. V. Savinin kitabında «Futbollü Moskova» başkent şampiyonasının B ve V grubu ile ilgili bilgi verilmektedir, orda ilk olarak demir yollu işçilerin kulübün adı «Krujok Futbolistov Kazanskoy Dorogi» ( Tur: Kazan Demir yolların futbolcülerin çalışma grubu) «Кружок футболистов Казанской дороги» kısaca Kazanka olarak 1922 yıllında geçer.
22 mayıs 1936 Sovyet Şampiyonluğun ilk doğum yıllı olur, ilk maç Dinamo Leningrad ve Lokomotiv Moskova arasında oynandı, ilk gollünü Viktor Lavrov Lokomotiv Moskova'nın oyuncusu kaydetti ama sonuçta maç 3:1 Dinamo Leningrad tarafından kazanıldı. O sezonu Lokomotiv Moskova 5'ci olarak bittirirken o sezonda da ilk kupasını kazanır o kupada ilk Sovyetler birliğin kupası son maçı Dinamo Tbilisi karşısında 20.000 kişilik seyirci karşısında oynandı.
Popülizm
Popülizm veya halk yağcılığı, toplumdaki seçkin bir tabaka tarafından halkın çıkarlarının bastırıldığını ve engellediğini varsayan ve devlet organlarının bu seçkin tabakanın etkisinden çıkarılıp halkın yararına ve toplum olarak gelişmesi için kullanılması gerektiğini söyleyen siyasî bir felsefe veya söylem biçimi. Dolayısıyla “popülist” bir kişi, konuşmalarını “sokaktaki adam”ın ekonomik ve sosyal gereksinimlerine yönelik olarak hazırlayan kişidir. Son yıllarda popülist hareketlerin liderlerinin hem sol hem de sağ görüşlüler arasından çıktığı gözlemlenmiştir.
Popülizmin karşıtı seçkinciliktir.
Popülist hareketlerin liderleri çoğunlukla büyük şirketlerin gücüne karşı koyacaklarını, “yozlaşmış” seçkinleri temizleyeceklerini ve “önceliği halka“ vereceklerini söylerler. Popülizm genelde rejim karşıtı siyaseti içerdiği gibi özellikle sağ eğilimlerde milliyetçilik, jingoizm, ırkçılık veya köktendincilik ile birleşebilir. Popülistlerin çoğu ya ülkenin belli bir yöresine ya da toplumun belli bir sınıfına (emekçi sınıf, orta direk, veya köylüler/çiftçiler gibi) hitap eder. Kullandıkları söylem sıklıkla ikilik yaratma üzerinedir ve halkın çoğunluğunu temsil ettiklerini söylerler.
Popülizm genel olarak sürer durumun radikal olarak eleştirilmesiyle kendini gösterir ama sağ eğilimli ya da sol eğilimli bir hareket olarak güçlü bir politik kimliği yoktur. Popülizm solcu , sağcı hatta merkez eğilimli görünümler almıştır. Yakın geçmişte ABD’deki muhafazakâr politikacılar popülist bir söylem içine girmişlerdir, Amerikan halkına “güçlü avukat lobisine”, “liberal seçkinlere” ve “Hollywood seçkin tabakasına” karşı direnmelerini söylemişlerdir. Yine yakın geçmişte Amerikan “sol kanat” politikacıları giderek artan bir şekilde populist söylemlere girmiştir. Normalin aksine, Amerikan liberalizmi büyük şirketlere karşı gelen bir politika izlemektedir ve bu şirketlerin kârı insanın önüne koyduğunu ve şirketin gereksinimine göre hükümetin işleyişine müdahele edildiğini savunmaktadır. 2004 yılı başkanlık seçimlerinde Demokrat Parti adayı John Edwards’ın kullandığı “iki Amerika” deyimi oy verenlere yönelik popülist girişime bir örnektir.
Popülistler bazı politikacılar tarafından toplumda oldukça demokratik ve olumlu bir güç olarak görülmesine karşın, siyasetbilimdeki bazı önemli çalışmalarda popülist kitlesel hareketlerin gerçekçi olmadığını ve siyaset sahnesini kararsız bir ortama sürüklediği belirtilmektedir. Margaret Canovan bu iki karşıt görüşünde hatalı olduğunu savunmakta ve dünya çapında çağdaş popülizmi “tarımsal” ve “siyasal” olarak iki ana bölüme ve 7 alt sınıfa ayırmaktadır:
Sun
Sun ya da The Sun şu anlamlara gelebilir:
Proficiency
Proficiency sınavı üniversitelere yeni gelen öğrencilerin İngilizce seviyesinin bölümlerde okuyabilmek için yeterli olup olmadığını ölçen sınavdır. Her üniversitenin sınavda istediği İngilizce seviyesi farklıdır. Tüm üniversitelerde TOEFL geçerlidir. TOEFL'dan alınması gereken notu gene üniversite belirler.
Bilkent Üniversitesi,İstanbul Teknik Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi kendileri sınav yaparken; TOEFL ile geçmek isteyenlere TOEFL CBT'den 203, TOEFL İBT'den 74 alma zorunluluğu koymuştur. Koç Üniversitesi ise kendi sınav yapmamaktadır. Onun yerine TOEFL sonuçlarını |
dikkate almaktadır.
Hoşgörü
Hoşgörü, müsamaha, tahammül, tesamuh, katlanma, görmezden gelme veya göz yumma, başkalarını eylem ve yargılarında serbest bırakma, kendi görüşümüze ve çoğunluğun görüş biçimine aykırı düşen görüşlere sabırla, hem de yan tutmadan katlanma demektir. İzin verme, aldırmama, iyi karşılama anlamlarına da gelir.
Sosyal ilişkilerde bir tarafın, bazen farkında olmadan, kasıtlı olmayarak, bazen de kasıtla diğer tarafa (maddi/manevi) zarar verebilecek bir sahne yaratması durumunda, diğer tarafın bunu görmezden gelerek veya cevabından vazgeçerek ödün vermek tahammülünü (erdem) gösterebilmesidir. Tasavvufta Mevlana hoşgörüye örnektir.
Baskça
Baskça ("Euskara"), Baskların konuştuğu İzole dil. Baskça, dil bilimcileri tarafından Hint-Avrupa dilleri Avrupa'ya yayılmadan önce Avrupa'da konuşulan dillerden arta kalan biri olarak kabul edilir. Bu sebepten bu dilin dünyada konuşulan başka hiçbir dille yakından akraba olmayan çok eski bir dil olduğu düşünülür. Hint-Avrupalılar buraya gelmeden önce çok geniş bir bölgede, tüm İber yarımadasında (İspanya ve Fransa) ve Gaskonya/Akitanya bölgesinde (Güneybatı Fransa), konuşulmakta idi.
Sınıflandırması bir sorun oluşturan Baskça bu yüzden İzole dil konumunda bulunan Baskçanın kökenine ve ilişkili olabileceği diller konusunda bazı görüşler vardır. Son yapılan birçok araştırmaya göre Gürcü diliyle büyük bağlantıları bulunmuştur. Gürcü dilinden gelmiş olabileceği de bu şekilde kanıtlanmıştır. Kendilerini Gürcistan'dan göçen halk olarak tanımlayan Baskları tanıyan tek ülke de Gürcistan'dır.
Bir diğer araştırma da Baskça ile dünya üzerinde konuşulan bazı diller arasındaki fonetik ilişkinin ve yakınlığın belirlenmesidir. Bu araştırma sonucunda Baskçanın fonetik olarak Avrupa kıtasında yaygın Hint-Avrupa dil ailesinden daha çok diğer dillere benzediği sonucuna ulaşılmıştır.
Fonetik açıdan Baskça "0" ise diğer dillerin ona uzaklığı şu şekildedir.
Baskça, tek heceli diller grubunda yer alır.
Evet: Bai
Hayır: Ez
Merhaba!: Kaixo!
Hosçakal!: Agur! / Aio!
Görüşmek üzere!: Ikusi arte!
Teşekkürler!: Eskerrik asko!
Swadesh listesinden örnek Baskça sözcükler:
Ben: ni
Sen: hi, zu
O: hura, bera
Biz: gu
Siz: zuek
Onlar: haiek
Bu: hau
Şu: hori, hura
Bura(da/sı): hemen, hon-
Ora(da/sı): hor, han
Sorular n'li:
Kim: nor
Ne: zer
Nerede: non
Ne zaman: noiz
Nasıl: nola
Bir: bat
İki: bi
Üç: hiru
Dört: lau
Beş: bost
Ağır: astun
Küçük: txiki (okunuş: çiki)
Kadın: emakume
Erkek: gizon
Kişi: gizaki
Çocuk: haur, ume, sein
Anne: ama
Baba: aita
Kuş: txori (okunuş: çori)
Köpek: txakur (okunuş: çakur)
Yumurta: arrautza
Deri: larru
Kulak: belarri
Göz: begi
Burun: sudur
Ağız: aho
Diş: hortz (okunuş: horş), hagin
Dil: mihi
Tırnak: azkazal
Ayak: oin
Gör-/Gözle-(mek): ikusi-
İşit-(mek): entzun- (okunuş: enşun)
Öl-(mek): hil-
Öldür-(mek): erahil-
Beyaz: zuri
Siyah: beltza
Kırmızı: gorri
Yeşil: berde, orlegi
Sarı: hori
Yıl: urte
Gece: gau
Gün: egun
-de eki: -n, -an, -ean, -etan
-lı/li eki: -ekin, -arekin
ve: eta, ta
eğer: ba, baldin ba
çünkü: -elako, bait-
1 Bask Dili Sözlük Maddesi
AIESEC
AIESEC, (Fransızca: Türkçe açılımı ""Uluslararası Ticari Bilimler Ekonomi Öğrenciler Birliği"" olan bir öğrenci topluluğudur. II. Dünya Savaşından sonra dünya barışına katkıda bulunmak amacıyla Avrupalı öğrenciler tarafından 1948 yılında kurulan gençlerin kendi potansiyellerini keşfedebilecekleri ve geliştirebilecekleri uluslararası bir platformdur. Üyelerine hem gelişim hem de yurt dışı staj fırsatı sağlayan bu kurum dünyanın en büyük öğrenci organizasyonudur. AIESEC Türkiye ise AIESEC Dünyasında en iyi ve en köklü ülkelerden biri olarak faaliyetlerini devam ettirmektedir. Türkiye'de darbe zamanlarında bile kapatılmayan 2 kurumdam biri olmuştur (1. Kızılay 2. AIESEC) 2016 yılı itibarıyla dünyanın 128 ülkesinde 1100'den fazla kampüste faaliyet göstermekte ve yaklaşık 70.000 üyesi bulunmaktadır. Türkiye'de 1954 yılında faaliyete geçmiş, 12 şehirde(Adana,Ankara,Antalya,Bursa,Denizli,Eskişehir,Gaziantep,İstanbul,İstanbul Asya,İzmir,Kayseri,Kocaeli,Trabzon) ve K.K.T.C' de faaliyet göstermektedir.
AIESEC'in bazı ülkelerdeki internet sitesinde gösterilen dünya haritasında Türkiye’nin yer almadığı haritalara yer verilmiştir . Tepkilerin ardından yapılan hatanın hemen düzeltilmesi için gerekli adımlar atılmış, ve yaşanılan bu talihsizlik ile ilgili herkesten özür dilenmiştir.
River Phoenix
River Phoenix (23 Ağustos 1970 - 31 Ekim 1993), Amerikalı oyuncu. Oynadığı başlıca filmler; Stand By Me ve My Own Private Idaho'dur.
Phoenix'in babası John Bottom ve annesi Arlyn Sharon Dunetz 1960'ların sonunda Güney Amerika'da misyonerlik çalışmalarını yürütüyorlardı. ABD'ye dönüşte "Phoenix" soyadını aldılar ve oğulları River Phoenix, " River Jude Bottom" adıyla dünyaya geldi. Jude adı Beatles şarkısı olan "Hey Jude"dan geliyordu. 1974 yılında Teksas'ta kız kardeşi Rain Phoenix dünyaya geldi. Aile misyonerlik çalışmaları yüzünden her zaman yer değiştiriyordu. Meksika ve Porto Riko'ya taşındılar. Bu arada Joaquin Phoenix de doğdu. 4. kardeş "Liberty Butterfly"'ın doğduğu Venezuela'da parasızlıktan River daha 6 yaşındayken, kız kardeşi Rain ile sokaklarda gitar çalarak para kazanmaya çalışıyordu. Amerika'ya dönüşten sonra 1978'de "Summer Joy" adlı beşinci kardeş de dünyaya geldi. River'ın babasının geçirdiği bir rahatsızlıktan dolayı işi bırakması aileyi ekonomik olarak çökertti.
1979'de ailesi River'ı yapımcıların önüne çıkarttı. River orada şarkılar söyledi. Yapımcıların dikkatini çekse de bir sonuç vermedi. Bu dönemlerde aklında müzisyenlik olan River Phoenix aktörlüğe de merak sardı. 1980'de yine kardeşi ile şarkı söylerken dikkat çekti ve "Real Kids" adlı bir TV şovuna kardeşi ile şarkı söylemek amacıyla çıktı. Program uzun sürmese de Phoenix dikkat çekti ve birçok dizide küçük roller aldı.
1985'te ilk filmi olan Genç Astronotlar'da rol aldı. River'ın bu başarısı sayesinde diğer kardeşleri de dizilerde ve sinema filmlerinde yavaş yavaş boy gösteriyorlardı. 1986'da Benimle Kal filminde oynadı. Stephen King'in Ceset öyküsünden sinemaya uyarlanan film, 4 tane ergenlikte olan gencin bir ceset bulmak için geçirdikleri macerayı anlatıyordu. Yönetmen Rob Reiner, River Phoenix'e 4 çocuğun en olgunu ve o küçük çetenin lideri rolünü verdi. Film büyük bir başarı kazanırken River Phoenix'te eleştirmenler tarafından çok beğenildi ve artık bir şöhret oldu.
River ve ailesi, gelecek film için seneryoları çok dikkatli okuyorlardı. Birçok seneryo içinde Sivrisinek Sahili'ni kabul ettiler ve bu film de 1986'da yayınladı. River filmde Harrison Ford ve ilk kız arkadaşı olan Martha Plimpton ile oynamıştı. Bu sırada kardeşleri Rain, Summer ve Leaf filmlerde oynamaya devam ediyordu.
Artık bir genç olan River Phoenix 1988'te Uzun Bir Gece adlı filmde bir serseriyi oynayarak çocuk rollerinden ayrıldığını göstermişti. Film sırasında film müziğini yapmakla uğraşan River Phoenix müzikteki yeteneği ile de dikkat çekti ve kardeşi Rain ile birlikte Aleka's Attic adlı bir müzik grubu kurdu.
Aynı yıl önceki filminin tam tersi olarak yeni filmi Casus Aile'de dürüst bir çocuğu oynadı. Rol arkadaşı Sidney Poitier ile iyi bir arkadaşlık kurdu. Poitier ona hep hayat hakkında nasihatlar veriyordu. Yine aynı yıl Boşu Boşuna filminde sevgilisi Marthr Plimpton ile oynadı.
Bu yoğun film temposu arasında babası ile sürtüşmeler yaşıyordu ve baskı hissediyordu. Bu dönemlerde kendini müziğe verdi. 1989'da Harrison Ford'un küçüklüğü yani Indiana Jones'un küçüklüğü olarak filminde kısa bir rol aldı. Filmden sonra grubu Aleka's Attic ile bir turneye çıktı.
1989'da River, Boşu Boşuna ile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar'ına aday gösterildi. Törene sevgilisi ve rol arkadaşı Plimpton ile gitti ancak ödülün sahibi olamadı. 18 yaş 176 günlük iken Oscar'a aday gösterilen Phoenix, 2008 itibarı ile halen bu dalda Oscara en genç aday gösterilen 6. kişidir. Ölümüne Sevmek filmi çekimleri sırasında da sevgilisinden ayrıldı. 1990'da yayınlanan filmden sonra Sue Solgot ile çıkmaya başladı, grubuna ağırlık verdi ve zamanını ailesiyle geçirdi.
1990 tarihli Dogfight'ta saçlarını kazımış ve artık gençlerin sevgilisi olmayacağını gösteren roller seçmeye başlamıştı. 1991'de en önemli filmi Benim Güzel Idaho'm'u çekti. Gus Van Sant'ın yönettiği ve Keanu Reeves ile başrolünü paylaştığı bu filmde bir eşcinsel fahişe rolünde oynadı. Bu rolü kabul ettirmek için Gus Van Sant River'ın menajerlerinden habersiz gizlice River'a ulaşmışlardı. Yeni rollerde oynamak isteyen River da senaryoyu okuyup rolü kabul etmişti.
Bu filmden sonra Aleka's Attic'in en büyük turnesine çıktı. Bir yandan da sıkı bir vejetaryen olduğu için hayvan hakları ile ilgili büyük çalışmalar yapıyor ve bağışta bulunuyordu. Aynı şekilde yağmur ormanlarının korunmasına da yardım ediyordu.
1991'de Sessiz Dil filminin çekimlerini bitirdi ancak film 1994'te ölümünden sonra yayınlanacaktı. 1992 tarihli büyük bütçeli Şifreciler filminde dostu Sidney Poitier ile tekrar oynadı. Zaman sorunu yüzünden sevgilisi Sue Solgot'tan ayrılan River, aynı yıl Aşk Denen Şey filminin setinde rol arkadaşı Samantha Mantis'e aşık oldu ve bu ilişki River'ın ölümüne kadar devam etti. 1993'te yayınlanan filmden sonra Aleka's Attic, son turnelerine çıktı ve stüdyoda şarkılar kaydetti ama bu şarkılar yarım halde kaldılar.
Babası daha önce de yaptığı gibi River Phoenix'i Hollywood'dan uzak tutmak istiyordu. River babasıyla anlaştı, daha önce anlaşma yaptığı iki filmden sonra babasıyla yaşamaya başlayacaktı. Dark Blood filminin çekimleri devam ediyordu, bir yandan da Vampirle Görüşme filminde Tom Cruise, Brad Pitt ve Antonio Banderas ile oynayacaktı.
Oynamak istemediği fakat ailesini geçindirmek için oynadığı Dark Blood filminin setinden çıktıktan sonra kardeşleri Rain, Joauqin ve sevgilisi Samatha Mantis ile Johnny Depp'in sahip olduğu "The Viper Room" adlı bara gider. O gece Red Hot Chili Peppers grubunun basçısı Michael Peter Balzary ile birlikte çalacaktır fakat diğer Hollywood sanatçıları onu istemezler. O gün pençesinde |
olduğu uyuşturucuyu sahneye çıkacağı için kullanmamıştır, Saat 12'yi geçip 31 Ekim olduğunda River bir satıcıdan eroin ve kokain alır ve hız topu denen karışımı yaparak burnundan çeker, tuvalette birden kusmaya ve nefes alamamaya başlar. Rain ve Samantha onu dışarıya çıkarır ve Joaquin ambulans çağırır. Ancak saat gece 01:51'de River Phoenix hayatını kaybeder. Bir Aleka's Attic T-Shirt'ü ile annesinin düzenlediği bir cenaze töreni ile toprağa verilir. Otopsi sonucu aşırı dozdan öldüğü anlaşılır.
Aleksandre Kazbegi
Aleksandre Kazbegi (d. 1848 - ö. 1893). Gürcü yazar.
1883'te yayımlanan "Baba Katili" ("Mamiskvleli") adlı yapıtıyla tanınır. Kitap, Kafkaslar'ın Robin Hood'u Koba'yı anlatır. Koba, fakirlerin yanında yer alır ve otoriteye karşı savaşır. Şiddete de başvurarak zenginlerin mallarına el koyar ve fakirlere dağıtır. Daha sonra Stalin olarak anılan İoseb Cugaşvili, Aleksandre Kazbegi'nin bu önemli yapıtının kahramanından esinlererek "Koba" takma adını almıştır.
Aleksandre Kazbegi'nin "Elguca" adlı romanı, Türkçeye "Elguca ve Mzağo" adıyla çevrilmiştir. Roman, Gürcü genci Elguca'nın bir Çerkes olan Mzağo'ya tutkulu aşkını anlatır.
Koba
Koba, Gürcü halk kahramanı. Robin Hood gibi, fakirlerin yanında yer alıp otoriteye karşı savaşmasıyla tanınır.
Koba, "asi", "boyun eğmez" anlamına gelir. Stalin, gençliğinde Koba'yı bir idol saymıştır. Daha sonra "Koba" takma adını almıştır.
Ünlü Gürcü yazar Aleksandre Kazbegi, 1883'te yayımlanan "Baba Katili" ("Mamiskvleli") adlı yapıtında, Koba adlı bu Gürcü halk kahramanını anlatır.
Oçokoçi
Oçokoçi (Gürcüce: ოჩოკოჩი), Gürcü-Megrel-Laz (Lazlarda Germakoçi) mitolojisinde dağda yaşayan bir kişilik. Oçokoçi, konuşmasını bilmez, ama çıkardığı ses insanlar için dayanılmaz bir sestir. Oçokoçi'nin bütün vücudu simsiyah tüylerle kaplıdır. Uzun ve keskin pençeleri vardır. Yanında baltaya benzer bir alet taşır ve kendisine karşı gelen insanları bu aletle ikiye ayırır. İnsanlar tarafından öldürülen Oçokoçi, ikinci kez ateş edildiğinde canlanır.
Philadelphia Bildirgesi
Philedelphia Bildirgesi, II. Dünya Savaşı sonlarına doğru Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)'nun, tarihsel bildirgelerinden biri olarak bilinen ve ILO'nun amaç ve hedeflerinin belirtildiği "Filadelfiya Bildirgesi"1944 yılında yayınladı.
Nicemleme
Sayısal işaret ve görüntü işleme alanlarında sürekli ya da büyük bir değerler kümesinin daha az sayıda ve ayrık değerlere eşlenmesine nicemleme veya "kuantalama" (İngilizce quantization) denir.
Thom Yorke
Thom Yorke, (d. 7 Ekim 1968), Radiohead'in solisti/söz yazarı/bestecisi. Özellikle, grubun ilk dönemlerinde "Bir sonraki intihar Thom Yorke mu?" tipindeki sorulardan oldukça sıkılmış ve basına röportaj vermekten kaçınmıştır. Bu tutumu, o dönemki kadar katı olmamakla beraber, günümüzde de devam etmektedir. Radiohead'in Kid A ve Amnesiac ile geçirdiği metamorfozun Jonny Greenwood ve Nigel Godrich ile mimarlığını yapmış olan Yorke, son dönemlerde elektronik müziğe eğilim göstermiştir. Yorke, 2002' de müzik endüstrisinde en etkileyici figürlerden biri olarak belirtilmiştir; Q Magazine Yorke' u müzik endüstrisindeki en güçlü 6. kişi olarak seçilmiştir.
Thom Yorke 2006 yılında, önceki Radiohead albümlerinden de tanıdığımız Nigel Godrich'in prodüktörlüğünde The Eraser adlı ilk solo çalışmasını kaydetti. Elektronik soundda olan albüm, Radiohead'in konseptüel Kid A albümüne göre daha anlaşılır ve daha doğrudan bir çalışma olarak değerlendirilir. Yorke, besteleri oluştururken Jonny Greenwood'un önceki çalışmalarda kaydettiği materyallerden yararlanmıştır. Bu argümana dayanarak, basında bu albüm için "Kid A den arta kalanlar" yorumları da yapılmıştır. Yorke, albümün çıkışının grup arkadaşları tarafından onaylanmış olmasına oldukça sevindiğini ve bu albümün asla Radiohead'in sonu olarak değerlendirilemeyeceğini belirtmiştir.
Twilight serisinden New Moon adlı filmde de Hearing Damage adlı şarkıyı seslendirdi. The Prestige filminin bitiş jeneriğinde de Analyse şarkısına yer verilmiştir.
Parça Listesi
Black Swan parçası A Scanner Darkly adlı filmde de yer alır.
Fulgencio Batista
Fulgencio Batista Zaldívar, (; d. 16 Ocak 1901 - ö. 6 Ağustos 1973), Kübalı asker ve diktatör. Küba'nın 1933-1940 arası gayri resmi (de facto) askeri lideri. 1940-1944 ve 1952-1959 yılları arasında Küba'nın resmi başkanı.
Yoksul bir çiftçi ailesinin oğludur. 1921'de stenograf olarak orduya girmeden önce çok çeşitli işlerde çalıştı. Orduda çavuşluğa yükseldi ve geniş bir taraftar topluluğu edindi. Gerardo Machado y Morales diktatörlüğünün yerini alan Carlos Manuel de Céspedes'in geçici rejimini, Eylül 1933'te örgütlediği çavuşlar ayaklanması'yla devirdi ve Küba'nın en güçlü adamı durumuna geldi.
İnsanları iyi tanıyan Batista, teröre başvurmaktansa, çevresindekileri hoş tutarak denetimini pekiştirme yolunu seçti. Böylelikle ordunun, devlet memurlarının ve örgütlü işçilerin desteğini kazandı. İlk birkaç yıl ülkeyi yakınları aracılığıyla yönettikten sonra 1940 yılında başkan seçildi. Kendisine büyük servetler sağlamakla birlikte, etkili bir yönetim kurdu. Eğitim sistemini yaygınlaştırdı; dev bir kamu girişimleri programı uyguladı ve ekonomik büyümeyi hızlandırdı.
1944 yılında görevinden ayrılarak yurt dışında gezilere çıktı. Bir süre Florida'da yaşadı ve Küba'da elde ettiği büyük servetin bir bölümünü buraya yatırdı. Onun iktidarda olmadığı sekiz yıl süresince Küba'da yozlaşma alabildiğine yayıldı ve kamu hizmetleri çöküntüye uğradı, bu nedenle 1952 yılında yeni bir askeri ayaklanma yoluyla tekrar iktidara gelmesi halkın geniş kesiminde onay gördü. Ama bu kez üniversiteyi, basını ve kongreyi denetimi altına alan zalim bir diktatör oldu, ekonominin çöküntü içinde olmasından yararlanarak büyük miktarda parayı zimmetine geçirdi. ABD'nın Küba'yı içki, kumar ve fuhuş merkezi yapmasına göz yumdu. Sonunda, 1958 sonbaharında Fidel Castro öncülüğündeki devrimci güçlerin başlattığı saldırıya yenik düşerek devrildi.
Rejimin çöktüğünü görerek 1 Ocak 1959 tarihinde ailesiyle birlikte Dominik Cumhuriyeti'ne kaçtı. Portekiz'e bağlı Madeira Adaları'na sürgüne, oradan da Lizbon yakınlarındaki Estoril'e gönderildi. Hayatının geri kalanını kitaplar yazarak geçirdi. İspanyol hayat sigortası şirketinde Yönetim Kurulu Başkanı oldu.
İspanya'da Marbella yakınındaki, Guadalmina'da, 6 Ağustos 1973 tarihinde bir kalp krizi sonucu öldü.
Bordeaux (anlam ayrımı)
Turşucuzade Ahmed Muhtar Efendi
Turşucuzade Ahmed Muhtar Efendi (d. 1823 - ö. 15 Ekim 1875) 1872 - 11 Haziran 1874 döneminde Osmanlı Şeyhülislamı
Ahmet Muhtar Efendi 1823'de İstanbul'da doğmuştur. Ayasofya'da turşucu olup 1829'da ölen Tosyalı İbrahim Ağa'nın oğludur.
Genç yaşta tahsilini tamamlayıp Arap ve Fars Edebiyatlarında kendini yetiştirdi. Çeşitli medreselerde müderrislik yaptıktan sonra 26 Eylul 1865'te Mecli-i Vala üyesi, Ekim 1866'da Galata kadısı, Ocak 1868'de Dar-ı Şura müftüsü ve Mayıs 1868'de Divan-ı Ahkam-ı Adliye üyesi grevlerinde abulundu. Mekteb-i Mülkiye fıkıh hocalığı da yaptı. Sultan Abdülaziz, Ayasofya Camiinde Ahmet Muhtar Efendi'nin bir vaazını dinledikten sonra, onu şehzade Yusuf İzzeddin Efendi'ye özel hoca tayin etti.
Ahmet Muhtar Efendi Haremeyn ve İstanbul kadılığı payelerini aldıktan sonra 6 Kasım 1872'de şeyhülislam tayin edildi. Görevi süresince şeyhülislamlık makamının itibarını korumaya itina gösterdi. 11 Haziran 1874'te görevinden azledildi.
15 Ekim 1875'te vefat eden Ahmet Muhtar Efendi'nin cenazesi Karacaahmet Mezarlığında babasının yanına defnedildi.
Hâlid Bağdâdî
Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (Kürtçe "Mewlana Xalid", 1779, Süleymaniye - 1827, Şam), Kürt kökenli
Nakşibendi Hâlidîlik yolunun öncüsü ünlü İslâm âlimi, mutasavvıf ve şair.
Irak'ta Süleymaniye'ye sekiz km uzaklıktaki Karadağ kasabasında doğmuştur. 1813-1823 yılları arasında Bağdat'ta yaşamış büyük bir sûfîdir.
Zamanın ünlü hoca ve âlimlerinden eğitim görmüştür. 1804 yılında Medine'ye, dört yıl sonra da Hicrî 1224 yılında Hindistan'ın Cihanabad şehrinde Şeyh Abdullâh Dehlevî'nin yanına giderek Nakşibendîlik tarîkatının terbiyesini almıştır. Burada "irşad icazeti" alarak beş ayrı tarîkata halife olmuştur. "(Nakşibendî, Kadiri, Sühreverdî, Kübrevî, Çeştî)". Süleymaniye'ye geri dönüp iki yıl sonra Bağdat'a giderek yerleşti. Burada öğrencilerine tefsir, hadis, tasavvuf, fıkıh gibi çeşitli dersler verdi. On yıl sonra müritleri ve halifeleriyle birlikte Şam'a yerleşti.
Babası Pir Mikail'dir. Mevlânâ Halid Bağdadî, Müslümanların birliğini Osmanlı Devleti'nin sağlayacağı düşüncesindeydi. En büyük özelliği medreselerinde eğitim dili olarak Osmanlı Türkçesi, Arapça ve Farsçanın yanında Kürtçeyi kullanmış olmasıdır. İki temel özelliği, şeriata bağlılık ve genelde diğer tarikatlarda yaygın olan cehrî, yani sesli zikir yerine hafî, yani sessiz zikri tercih etmesidir. Halifeleri aracılığıyla gerek Kuzey Irak bölgelerinde gerekse Şam, Kudüs, Bağdat ve Güneydoğu Anadolu'da binlerce müridi oldu. Sonradan "Mevlânâ" mahlasını aldı. 1827 yılında Şam'da veba hastalığından vefat etmiştir. Türbesi Şam'da Salihiye'de olup ziyarete açıktır.
Süreyya Ağaoğlu
Süreyya Ağaoğlu (; d. 1903, Şuşa, ö. 29 Aralık 1989, İstanbul), Azeri kökenli Türk avukat ve yazar.
Türkiye'nin ilk kadın avukatı ve kadın hakları savunucularındandır. Ünlü düşünür ve siyasetçi Ahmet Ağaoğlu'nun kızı, yazar ve siyasetçi Samet Ağaoğlu'nun kızkardeşidir.
1903 yılında Azerbaycan'ın Şuşa kentinde dünyaya geldi. Babası, tanınmış düşünür, yazar ve siyasetçi Ahmet Ağaoğlu, annesi Sitare Hanım'dır. Beş çocuklu ailenin en büyük çocuğu olan Süreyya Hanım, eğitimci ve milletvekili Tezer Taşkıran'ın, mühendisi ve iş adamı Abdurrahman Ağaoğlu'nun; siyasetçi, edebiyatçı ve hukukçu Samet Ağaoğlu'nun ve tıp doktoru Gültekin Ağaoğlu'nun ablasıdır.
1910 yılında ailesiyle birlikte Türkiye'ye göçtü. Babasının ideolojisi ve görevleri nedeniyle çocukluğu ve gençliği Türk Ocağı aydınları ve Mustafa Kemal Paşa'nın yakın dostları arasında geçti. 1920 yılında İstanbul Kız Lisesi'nden mezun olduktan |
sonra 1921 yılında, hukuk eğitimi görmek için Darülfünun'a başvurdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Fakültesi'ne başvuran ilk kız öğrenci olarak fakültenin kız öğrencilere açılmasında öncü rol oynadı. Beraberinde iki kız arkadaşını da (Melda ve Bedia Hanımlar) okula getirip Fakültenin kız öğrencilere açılmasını sağladı. 1925'te bu fakülteden mezun olduktan sonra Ankara'da Şurayı Devlet Tanzimat Dairesi'nde çalıştı. 5 Aralık 1927'de Ankara Barosu'na kaydoldu. 1928'de serbest avukatlık ruhsatını alarak, “"Türkiye'nin ilk kadın avukatı"” unvanının sahibi oldu ve hayatı boyunca avukatlık mesleğini sürdürdü. 1936 yılında Ankara Barosu'ndan naklen İstanbul Barosu'na kaydedildi.
İngilizce ve Fransızca bilen Ağaoğlu, meslek yaşamı boyunca çok sayıda uluslararası konferansta Türkiye'yi temsil etti. 1946'daki girişimleri sonucu İstanbul Barosu'nun Beynelmilel Barolar Birliği'ne üye olmasını sağladı. 1946-1960 arasında bu birliğin tek kadın yönetim kurulu üyesi olarak kaldı.
1952'de "Milletlerarası Kadın Hukukçular Birliği"ne üye oldu. 1960 yılında Kadın Hukukçular Birliği'nin BM Cenevre Teşkilatı temsilcisi seçildi. 1980- 1982 Hukukçu Kadınlar Federasyonu ikinci başkanı oldu..
1960 İhtilali'nin ardından Yassıada Mahkemeleri'nde yargılanan erkek kardeşi Samet Ağaoğlu'nun avukatlığını üstlendi .O dönemde kurulan, Ekrem Alican liderliğindeki Yeni Türkiye Partisi bünyesinde siyasi hayata atıldı ve partinin İstanbul il başkanı oldu.
Önemli sivil toplum kuruluşlarının kurulmasında rol aldı. Bunların arasında 1996 -2000 yılında başkanlığını yaptığım Türk Hukukçu Kadınlar Derneği başta olmak üzere, Üniversiteli Kadınlar Derneği, Hür Fikirleri Yayma Derneği, Soroptimistler İstanbul Kulübü, Türk Amerikan Üniversiteliler Derneği, 1948 de kendi kurduğu Çocuk Dostları Derneği bulunmaktadır.
"Londra'da Gördüklerim" ve "Bir Hayat böyle Geçti" adlı kitaplarıyla çeşitli hukuki makalelerinin yazarıdır.
1950'li yılların başında, Alman hukukçu Werner Taschenbreker ile evlenen Süreyya Ağaoğlu'nun evliliği 1960'lı yıllarda son buldu, çocuğu olmadı.
Süreayya Ağaoğlu, 29 Aralık 1989'da İstanbul'da katıldığı “"Kadın Hakları ve Çağdaşlaşma"” konulu bir panelden ayrılırken düşüp beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetti.
Aile fotoğrafları, mektupları, gazete kupürleri gibi belgelerden oluşan özel arşivi, İstanbul'daki Kadın Eserleri Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.
Artı değer
Artı-değer kavramı Marks'tan önce keşfedilmiş ve zaten kullanılan bir kavramdır. Genel anlamda, gerekli-zorunlu olandan daha fazlasının üretilmesi anlamındadır. Klasik iktisatçılar olarak bilinen Adam Smith ve David Ricardo gibi isimlerde bu kavramın kullanımda olduğu görülür. Ancak Marx'a gelindiğinde, bütün klasik iktisadın kavramlarına yapıldığı gibi bu kavramda da tamamen başka bir yol izlenmeye başlandığı görülür. Nitekim Marks, bu klasik iktisatçılara olan borcunu reddetmemekle birlikte onların neden ve nasıl burjuva düşünüş biçimi içinde kaldıklarını açıklar ve buna bağlı olarak ekonomi-politiğin kapitalist sistemin bir ögesi olarak kaldığını belirtir.
Bu bakımdan Marks, belli bir andan itibaren yoğun olarak Ekonomi-politiğin Eleştirisi'ne yönelir. Çünkü iktisat üzerinden tüm bir kapitalist toplumsal yapının temel öğeleri analiz edilebilir ve ortaya konulabilir. Marx'a göre, kapitalist ekonominin temel düzenleyici ilkesi, "emek-değer yasası"dır; bunun anlamı ise, toplumun temelini oluşturan ögenin canlı emek gücü olmasıdır. Artı-değer burada, başkaları tarafından el konulmak üzere, emek gücünün gerekli-zorunlu-ürünün ötesinde, belirli bir ücret ile satın alınarak fazla üretim yapmasıdır. İşçi, belli bir ücret karşılığında, emek gücünü satabiliyor olmak için, artı-ürün ya da artı-değer üretmek durumundadır.
İşçiye, yalnızca yaşaması (çünkü ertesi gün yine çalışacak birine ihtiyaç vardır) için gerekli olan ürün verilir, artı-değere ise elkonulur. Dolayısıyla, artı-değerin nasil üretildiği, kimler tarafından nasıl el konulduğu, ve sonra neye dönüştüğü meselesi, belli bir anda belirli bir toplumsal yapının niteliğini gösterir.
Gerekli olan ürün ya da üretimin fazlası anlamında artı-değer kavramı, Marks'ın bu ekonomi-politik elestirişinin ana noktalarından birisidir. "Artı-değer Teorileri" başlıklı bölüm, "Ekonomi-politigin Eleştirisine Katkı" adlı kapsamlı çalışmanın merkezi bir bölümüdür. Marx burada ve Kapital ciltlerinde artı-değer kavramının açılımlarını yapar, birçok matematiksel formülasyon geliştirir ve kullanır; ayrıca çeşitli altbaşlıklarla "emek süreci" ile "artı-değer üretim süreci" ayrımını, "artı-değer oranının hesaplanmasi"nı, nispî artı-değer ile mutlak artı-değerin ayrımını vb. ortaya koyar.
Leonti Mroveli
Leonti Mroveli (Gürcüce: ლეონტი მროველი), 11. yüzyılda yaşamış Gürcü tarihçi ve din adamı. "Mroveli" soyadı değildir ve bu ad, Ruisi'de (Urbnisi yakınları) kullanılan piskoposluk unvanıdır. Leonti bu unvanı 1066 yılında almıştır. Leonti Mroveli, ünlü Gürcü vakayinamesi Kartlis Tshovreba'nın pek çok bölümünün yazarı olarak ünlenmiştir.
Olimpiakos SFP
Olympiakos SFP (Yunanca: "Ολυμπιακός Σύνδεσμος Φιλάθλων Πειραιώς, Olympiakos Sindesmos Filathlon Peiraios"), Yunanistan'ın Pire şehrinde kurulan spor kulübü. Futbol ve basketbol branşlarıyla öne çıkan kulüp toplam 20 spor dalında faaliyet göstermektedir. 1925 yılında kurulan kulübün futbol takımı maçlarını 33,500 kişilik Karaiskakis Stadyumu'nda oynamaktadır. Yunanistan'ın en başarılı futbol takımına sahip olan Olympiakos, Super League'de 17 sezonda 15 şampiyonluk kazanarak tarihe geçmiştir.
Kel (anlam ayrımı)
Kel, aşağıdaki anlamlara geliyor olabilir:
Köksap (felsefe)
Köksap (rhizome) terimi, botanik biliminin bir kavramı olan köksapın çağrıştıdığı fikirler üzerine temellenen bir metafor olarak kullanıldı.
Carl Jung "köksap" terimini, kimi zaman "miselyum" olarak da adlandırarak, hayatın görünmeyen yeraltındaki doğasını vurgulamak için kullandı.
Gilles Deleuze ve Félix Guattari de "köksap" terimini kullandılar. Yalnız metafor olarak değil de, bilginin sunulmasındaki ve yorumlanmasındaki çoklu ve hiyerarşik olmayan giriş ve çıkış noktalarının teorisini ve araştırmasını mümkün kılan teorinin tanımlanması amacıyla. Bin Yayla'da ikili kategorilerle ve seçimlerle işleyen ağaç biçimli bir bilgi kavramına karşı çıktılar. Köksap yataydı ve tüm üyeler birbirine sonsuz bağla bağlıydı, ağaç biçimli model ise dikey ve yalnızca doğrusal bağlantılara sahipti. Onların "orkide ve eşekarısı" şeklindeki kullanımı, biolojik bir kavram olan mutualismden alınmıştır. Buna göre iki ayrı tür birbiriyle birçokluk oluşturacak şekilde iletişmektedir. Yatay gen transferi de buna iyi bir örnek olabilir.
Terim Jeff Vail tarafından hiyerarşik olmayan bir toplum yapısını tanımlamak için kullanılmıştır.
Toprak reformu
Toprak reformu hükümet tarafından başlatılan ya da desteklenen tarımsal alanların mülkiyetinin yeniden dağıtılmasıdır. Terim sıklıkla çok geniş arazilere sahip olan çok az sayıdaki toprak sahibinden (toprak ağaları, soylular ya da büyük şirketler gibi) bu toprakların alınıp onları işleyen bireylere ya da bu bireylerin oluşturduğu kolektif oluşumlara verilmesi anlamına kullanılmaktadır. Bu el değişikliği toprak sahiplerinin rızası alınarak ya da alınmadan, tazminat verilerek ya da verilmeden yapılabilir. Bu tazminatın miktarı da sembolik miktarlardan toprağın gerçek değerine kadar değişebilir. Georgistler tarafından savunulan toprak vergisi toprak reformunun ılımlı ve piyasa ekonomisine dayanan bir çeşididir.
Bu tanım devletin mülkiyetindeki kolektif çiftliklerin işin içine girmesiyle karmaşıklaşır. Çeşitli dönemlerde bazı yerlerde, toprak sahipliğinin (küçük köylüye ait olan topraklar dahil olmak üzere) devlet mülkiyetine geçmesine de, devlet mülkiyetindeki kolektif çiftliklerin bireylerin mülkiyetine bölünerek verilmesine de toprak reformu denmiştir.
Toprak reformu dünya tarihinde çok önemli sonuçlar doğuran ve sürekli tekrarlanan bir konudur. Örneğin MÖ 133 yılında Tiberius Sempronius Gracchus tarafından önerilen ve Roma Senatosu tarafından kabul edilen ""Lex Sempronia agraria"" Roma Cumhuriyeti'nin yıkılmasına neden olan sosyal ve siyasal savaşlara yol açmıştır.
Tarihsel olarak toprak reformu yapılmasını tetikleyen en önemli baskı unsurlarından biri vergiden muaf bireylerin ya da oluşumların giderek önemli miktarda araziye sahip olmasıdır. Hıristiyan dünyasında bu kiliseler ve manastırlar için böyle olmuştur. Müslüman dünyasında ise 718 yılında İspanya'da Hürr bin Abdurrahman tarafından müslümanlardan alınan toprak vergi alınan hristiyanlara dağıtılmıştır.
Çağımızda, sömürgeciliğin ve Sanayi Devrimi'nin ardından dünya üzerinde çeşitli yerlerde toprak reformu yapılmıştır: 1910 yılında başlayan ve 1917'de yapılan Meksika Devrimi'nden Komünist Çin'e, Bolivya'dan (1952, 2006) Zimbabve ve Namibya'ya kadar değişik zaman ve yerlerde. Toprak reformu özellikle Afrika ve Arap dünyasında sömürgeciliğin izlerini silmek için çok popüler bir yöntemdi ve Afrika sosyalizmi ile Arap sosyalizminin programı içinde yer alıyordu. Latin Amerika'daki en eksiksiz toprak reformu Küba'da gerçekleştirilmiştir. Toprak reformu II. Dünya Savaşı sonrası dönemin Üçüncü Dünya ülkeleri arasında ekonomik kalkınmayı sağlamak için önemli adımlardan biri olmuştur. Buna Doğu Asya Kaplanları'nı ve "Kaplan yavrusu" ülkeleri sayabiliriz: Tayvan, Güney Kore ve Malezya gibi.
Çin'in ekonomik reformları Deng Xiaoping tarafından yönetildiğinden beri Çin'de tekrar büyük toprak sahiplerinin ve topraksız köylülerin ortaya çıkmasında toprak reformları önemli bir rol oynamıştır.
Bin Yayla
Bin Yayla (Fransızca: Mille Plateaux, İngilizce: A Thousand Plateaus) (1980) Fransız filozof Gilles Deleuze ve psikanalist Felix Guattari tarafından yazılmış bir kitaptır. Bu iki yazarın beraber yazdıkları ve başyapıtları olarak kabul edilen Kapitalizm ve Şizofreni adlı eserlerinin ikinci bölümünü oluşturur (ilk kitap Anti-Ödip'tir). Bu kitap her biri özel bir tarihle ve başlıkla belirtilmiş bir dizi "yayla"dan oluşmak |
tadır (bu ifade Gregory Bateson'dan alınmıştır). Her bir yayla dünyada merkezi bir rolü olan kendine özgü bir çağa ya da tarihe karşılık gelir. Kitap Deleuze ve Guattari'nin hiyerarşik (ya da ağaç biçimli) örgütlenmeye olan bakışlarını ortaya koyar. Yazarlar bunun karşısına daha az yapısal, "köksapsal" bir büyümeyi koyarlar. Göçebe savaş makinesi devlet aygıtının karşısına yerleştirilir. Son yaylada noosfere çağrı yapılır.
İngilizce'ye Brian Massumi tarafından çevrilen eserin henüz Türkçe basımı yapılmamıştır.
Heybeli
Víctor Raúl Haya de la Torre
Víctor Raúl Haya de la Torre (22 Şubat 1895 – 2 Ağustos 1979) "American Popular Revolutionary Alliance" (APRA) (Amerikan Popüler Devrimciler İttifakı) politik hareketini kuran Perulu politikacı.
Haya de la Torre kuzey Peru'daki Trujillo şehrinde doğmuştur. 1913 yılında edebiyat öğrenimi almak için yazıldığı Trujillo Üniversitesi'nde çok sıkı bir dost olacağı Perulu şair César Vallejo ile tanışmıştır. Daha sonra da Lima'daki San Marcos Ulusal Üniversite'sine kaydoldu.
San Marcos'a Arjantin Üniversite Reform hareketinin (La Reforma) getirilmesinde rol almıştırve 1991 yılında idarî reformlar uygulanmıştır. Reform hareketinin bir parçası üniversite yayılma programıydı. Bu programla üniversite öğrencileri emekçi sınıfına ulaşmayı umuyorlardı.
Bu amaçla Haya de la Torre "Universidades Populares Gonzalez Prada" 'yı (emekçiler için gece okulu) kurdu. Birçok tarihçiye göre bu kurum "Partido Aprista Peruano" 'nın (PAP- Peru Aprista Partisi) temelini oluşturmuştur.
1923 yılında Haya de la Torre Augusto B. Leguía hükümeti tarafından sürgüne gönderilmiştir. 7 Mayıs 1924'te Meksiko'da Haya de la Torre APRA'yı ve "Aprismo" diye bilinen pan-Latin Amerikan hareketini kurmuştur. 1931'de başkanlık seçimlerine katılmak için Peru'ya dönmüştür.
Aynı yıl 15 aylığına hapse atılmış ve partisi de 1934 yılına kadar yasadışı sayılmıştır. Bu durum 1935'ten 1945'e kadar da devam etmiştir. 1945 yılında José Luis Bustamante y Rivero APRA'nın desteğiyle başkan olmuştur. Daha sonra bazı parti muhalifleri 1948'de Callao'da başkaldırınca APRA yine yasadışı sayılmıştır.
Aynı yılın Kasım ayında iktidarı ele geçiren Manuel Odría Haya de la Torre'nin Lima'daki Kolombiya büyükelçiliğine sığınmasına neden olmuştur. Haya de la Torre Peru'ya tekrar 1954 yılında dönebilmiş ve partisi tekrar 1956 yılında yasallaşmıştır.
1962 yılına kadar çoğunlukla yurtdışında yaşamaya devam etmiştir. Başkanlık seçimlerine tekrar katılmış, küçük bir farkla seçimi kazanmış ancak anayasaya göre başkan olmak için gerekli çoğunluğu sağlayamamıştır. Askeri cunta bu seçimleri iptal etmiştir. 1963 yılında tekrar seçimler yapılmış ancak bu sefer Haya oylamada yenilmiştir.
Partisi popülerliğini sürdürmüştür. 1979'da başkanı olduğu kurucu meclis yeni bir anayasa taslağı hazırlamıştır. 12 Temmuz'da ölüm yatağında bu yeni anayasayı imzalamıştır.
Haya de la Torre Latin Amerika'nın sorunlarını çözmek için Latin Amerikalı (ya da tercih ettiği ifadeyle "Indo-American" ) çözümlerin geliştirileceği bir düzeni savunuyordu. Bölgeye hem Amerikan emperyalizmini hem de Sovyet komünizmini reddetmek için çağrı yapmıştır.
Evrensel demokrasiyi (yerli halklar için eşit haklar ve saygı) ve komünal toprak sahipliği anlamındaki toprak reformu ile endüstrinin devlet tarafından kontrolü gibi sosyalist ekonomik politikaları savunuyordu.
Haya de la Torre sömürgelik günlerinden beri Peru'yu yöneten toprak sahibi oligarşiyi devirip yerine idealist sosyalist bir elit zümre geçirmeyi savunuyordu. Ama, partisini yasallaştırabilmek için oportünist bir hareketle ideolojisini sağa doğru kaydırdı. 1950'lere gelindiğinde ilerici sosyalist ideallerinin çoğundan vazgeçmişti.
Bunlara ek olarak Haya de la Torre'nin APRA yönetiminde tek adam olarak söz sahibi oluşu darkafalı ve hiyerarşik özelliklerin ağır basması üzerine APRA'nın en yetenekli genc liderlerinin Marksist sola doğru kaymasına neden olmuştur.
Zorn lemması
Zorn lemması veya Kuratowski-Zorn lemması, seçme aksiyomuna eşdeğer bir önerme olup şunu ifade eder: Kısmî sıralanmış bir kümedeki her zincir için zincirin her elemanından daha büyük bir eleman kümede olsun. Bu durumda kümede kendisinden daha büyük eleman olmayan bir eleman vardır.
Bayamo
Bayamo, Küba'nın Granma ili'nin merkezi ve "Oriente" bölgesinin en büyük şehirlerinden biridir.
Bayamo 5 Kasım 1513'te "Bayamo" nehrinin kıyısında kurulmuştur. 1827'de şehir statüsüne erişmiştir. Şehir şiddetli Bayamo rüzgârından etkilenmektedir.
Belediye'nin diğer bölümleri Arroyo Blanco, Barrancas, Bueycito, Cauto, Cayamas, Cristo, Dátil, Guamo, Guisa, Hornos, Julia, Laguna Blanca, La Sal, San Juan ve Veguita'dır.
Kapitalizm
Kapitalizm üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bunların kâr amacıyla işletilmesine dayanan bir ekonomik sistemdir. Serbest piyasa ekonomisi olarak 16. yüzyılda çıkmıştır. Kapitalizmin merkezindeki özellikler özel mülkiyet, sermaye birikimi, ücretli emek, gönüllü takas, bir fiyat sistemi, ve rekabetçi pazarları içerir. Kapitalist piyasa ekonomisinde, karar verme ve yatırım finansal ve sermaye piyasalarındaki üretim faktörleri sahipleri tarafından belirlenir. Malların fiyatları ve dağıtımı ağırlıklı olarak piyasadaki rekabet tarafından belirlenir.
Kapitalist ekonomi pratiği Avrupa'da 16. ve 19. yüzyıllar arasında kurumsallaşmıştır ama bazı niteliklerine İlk Çağ'da da rastlanabilir, Orta Çağ döneminde de tüccar kapitalizminin erken biçimleri ortaya çıkmıştır. Feodalizm sona erdiğinden beri kapitalizm Batı dünyasındaki egemen sistemdir, bütün dünyaya da İngiltere başta olmak üzere Avrupa'dan yayılmıştır.
Kapitalizm tanım özellikleri açısından iki farklı özelliktedir. Bunlardan birincisi, üretimin salt kar amacı güdümlenerek yapıldığı ve bu artı değerin de pazarda satıldığı büyük bir ekonomik sistemin adıdır. Diğer tanım ise kapitalizmin ücretliği emeğe dayalı bir ekonomik sistem, bir üretim tarzı olduğu vurgulanır.
Ekonomik düşüncedeki "klasik" gelenek Britanya'da 18. yüzyıl sonunda ortaya çıkmıştır. Adam Smith, David Ricardo ve John Stuart Mill gibi klasik politik ekonomistler kapitalist ekonomide üretim, dağılım ve malların değişimi gibi konuların analizini yaparak yayımlamışlardır ve bu çalışmalar günümüzdeki çoğu iktisadi çalışmanın da halen temelini oluşturmaktadır.
Adam Smith'in Merkantalizmi eleştiren ve "doğal özgürlüğün sistemi" mantığını açıkladığı Milletlerin Zenginliği kitabı klasik politik ekonominin başlangıcı sayılır. Smith, bu ünlü kitabında geliştirdiği çeşitli kavramları açıklar ve bu kavramlar bugün de kapitalizmle ciddi anlamda ilişkilendirilmektedir. Bu kavramların başında da piyasanın görünmez el metaforu gelmektedir, kişisel çıkar isteğinin istemsiz olarak toplum için de en üst düzeyde ortak bir yarar sağlayacağını söylemektedir. Kendi zamanının tekellerini, gümrüklerini ve devletin getirdiği sınırlamaları eleştirmiştir ve piyasanın en adil ve etkili hakem olacağını söylemiştir. Bu görüş, klasik politik ekonominin en önemli ikinci ve modern çağı etkileyen en önemli ekonomistlerden biri olan David Ricardo tarafından da paylaşılmıştır. Ekonomi Politik ve Vergi Prensipleri (1817) isimli kitabında, bir grubun bir malı göreceli olarak daha az maliyetle üretebildiği bir durumda ticaretin ticaret yapan her iki taraf için de nasıl faydalı olacağına dayanan Karşılaştırmalı üstünlükler kuramını açıklar. Bu ilke serbest ticaret anlayışını destekler. Ricardo, enflasyonun paranın ve kredinin niceliğindeki değişmeyle yakından ilgili olduğunu da söylemiş, azalan verim kuramının da savunuculuğunu yapmıştır.
Klasik politik ekonomi anlayışı, hükümetin ekonomiye müdahalesini en aza indirgemeyi savunan geleneksel liberalizm doktriniyle yakından ilişkilidir.
Karl Marx, üretici güçler ve üretim ilişkilerinin belirli bir tarihsel andaki ilişkileriyle üretim biçimini belirlediğini söyler, kapitalizm de üretim araçlarına ve sermayeye sahip olan burjuva sınıfının çıkarına işleyen, onu meşru kılan bir sistemdir.
Marx, metaların kullanım değeri ve piyasa içindeki değişim değerini birbirinden ayırır. Marx'a göre sermaye, yeni bir meta üretmek amacıyla satın alınan metanın yarattığı ekstra değişim değerinden oluşur. Emek gücünün kendisi kapitalizmde bir meta haline gelir, emek gücünün değişim değeri ücret olarak yansır, fakat bu da kapitalist için ürettiği değerden daha azdır. Bu farklılık artı değer yaratır ve kapitalistin sermaye birikimini ve kârını oluşturur. Kapital isimli kitabında Marx, kapitalist üretim biçiminin işçilerin yarattığı artı değere el koyma biçimiyle farklılaştığını yazar—bundan önceki toplumlarda da artı değere el konulurdu, fakat kapitalizm buna üretilen metaların satış değeri aracılığıyla el koyduğu için bir ilktir. Sermaye sahibi veya burjuvanın çıkarına çalışan bu döngü de sınıf savaşının temelini oluşturur.
Vladimir Lenin, "Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması" (1916) çalışmasında Marxçı bakış açısını yenileyerek, kapitalizmin yeni kaynaklar ve piyasalar bulmak amacıyla zorunlu olarak tekelci kapitalizme - Lenin bu durumu emperyalizm olarak da tanımlıyordu - sebep olacağını, bunun da kapitalizmin son ve en yüksek aşamasını temsil ettiğini söyledi..
Alman sosyolog Max Weber, kapitalizmin tanımlayıcı niteliklerinin anlaşılmasında büyük bir etki yaratmıştır. Weber'e göre piyasa değişimi, üretime göre kapitalizmin daha belirleyici bir özelliğidir. Kapitalist girişimler, önceki ekonomik sistemlerdeki faaliyetlerin aksine üretimi rasyonelleştirmişler, bu da verimlilik ve üretkenliğin en üst seviyeye çıkarılması isteğidir. Weber, henüz kapitalist ekonomiye geçilmediği zamandaki çalışanların, loncadaki usta ile çırak gibi, kişisel ilişkilere dayanan çalışmayı anladıklarını söyler.
Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizm Ruhu (1904-1905) isimli kitabında kapitalizmin, geleneksel ekonomik hareketleri nasıl değiştirdiğinin izini arar. Rasyonel aktivitenin ruhu, kapitalist değişimi önleyen geleneksel kısıtlamaları ortadan kaldırmış ve modern kapitalizmin gelişmesini sağlamıştır. Bu ruh giderek |
tedavinin edilmiş bir hukuka dayandırılmıştır, bunların arasında ücretli işçilerin emeğini yasal olarak satabilme "özgürlüğü", teknolojinin rasyonel ilkelere dayanan bir üretimin organizasyonunu sağlayabilmesi için desteklenmesi, işçilerin ev ve iş yeri arasındaki hayatının kamusal ve özel yaşam olarak ayrımının net olarak belirlenmesi sayılabilir. Bu yüzden Weber kapitalizmi, Marx'ın aksine, üretim araçlarının değişmesinin birincil sonucu olarak görmez. Onun yerine kapitalizmin kökeni, politik ve kültürel dünyada ortaya çıkan yeni girişimcilik ruhunun yükselmesinde yatar. "Protestan Ahlakı"nda, bu ruhun doğuşunun da Protestanlığın, özellikle Kalvinizmin yükselişiyle ilgili olduğunu söyler.
Weber'e göre kapitalizm, insanlık tarihinin en gelişmiş ve karmaşık ekonomik sistemidir. İlerlemiş iş ortaklıkları, kamu kredisi ve modern dünya bürokrasisi kapitalizmle yakından ilişkilidir. Yine de Weber kapitalizmin rasyonelleşmiş eğilimlerinin, kültürel değerler ve kurumlar için potansiyel bir tehdit oluşturduğunu ve insan özgürlüğünü bir "demir kafes ("stahlhartes Gehäuse")" içine sıkıştırabileceğini söyler.
Alman Tarihçi Okulu'na göre, kapitalizm esas olarak piyasalar için var olan üretim teşkilatlarına dayanarak tanımlanır. Bu görüş Weber'le benzer bir kuramsal temeli paylaşır fakat para ve markete yaptığı vurguyla ondan farklı bir yere konur. Alman Tarihçi Okulu takipçilerine göre, geleneksel iktisadi hareket biçimlerinden kapitalizme geçiş, kredi ve para üzerindeki orta çağ kısıtlamalarının yerini kar güdüsüyle yakından ilişkili para ekonomisinin almasıyla ortaya çıkar.
19. yüzyıl sonlarına doğru Alman Tarihçi Okulu'ndan daha farklı bir yere oturtulan Carl Menger ile ortaya çıkan Avusturya Okulu, sonraki jenerasyon takipçileriyle birlikte 20. yüzyılda da etkili olmuştur. Avusturya Okulu'nun öncülerinden Joseph Schumpeter kapitalizmin "ister istemez her kapitalist teşebbüsün ergeç bu gelişime uymak zorunda olacağı" yaratıcı yıkımına vurgu yapmıştır. Piyasa ekonomilerinin sürekli değişim geçireceği gerçeğine dayanan bu düşünce, sürekli yükselen ve düşen sanayilerin olacağını söyler. Schumpeter'in popülerleştirdiği bu düşünce, çağdaş ekonomistleri etkilemiştir ve ekonominin büyümesi için kaynağın küçülen sanayilerden gelişmiş sanayilere doğru akması gerektiği sonucu çıkmıştır. Ama kaynağın düşen sanayilerden çekilmesinin, kurumsal direnmenin değişik biçimlerinden dolayı, güç ve yavaş olacağını gerçeğini de belirtmişlerdir.
Avusturyalı ekonomistler Ludwig von Mises ve Friedrich Hayek piyasa ekonomisini 20. yüzyıldaki planlı ekonomi düşüncesine karşı savunmuşlardır. Sadece piyasa kapitalizminin kompleks ve modern bir ekonomi yaratacağını söylemişlerdir. Çünkü modern ekonomi, birbirinden çok ayrı ve geniş bir mal ve hizmetler düzeni, oldukça fazla tüketici ve şirket pozisyonu yaratır ve piyasa kapitalizmi dışındaki herhangi bir ekonomik düzende bilgi, o düzenin bilgiyi elinde tutabilme kapasitesini aşar ve bu da bilgi ve haberleşme sorunu yaratır. Arz ekonomisi düşünürleri Avusturya Okulu çalışmaları üzerine kurar ve ""her arz kendi talebini yaratır"" diyen Say Kanunu'nu özellikle vurgular.
Işıldama
Işıldama veya lüminesans, bazı maddelerin, ısısı değişmeksizin elektromanyetik ışınım yaymasıdır Işıldama olarak da bilinir.
Başka elektromanyetik ışınım kaynaklarından temel farkı, kaynağın ısısında bir değişme olmamasıdır. Bu yönüyle ışıldama, Kara cisim ışımasından farklıdır, "soğuk ışık" olarak da adlandırılır. Işıldama, herhangi bir cismin dış bir kaynaktan herhangi bir şekilde aldığı enerjinin bir kısmını elektromanyetik ışınım olarak salmasıdır.
Işıldama, neon ve fluoresans lambaları, televizyon, yıldırım, kutup ışıması, ateşböcekleri gibi bazı canlılardaki organik bileşikler, bazı sentetik boyalarda görülür.
Işıldamaya yol açan enerji kaynakları, elektron akışı, elektrik ya da manyetik alan, morötesi ışınım, alfa parçacıkları salınımı şeklindedir. Bu yolla uyarılmış atomlar, kararlı hallerine dönerken dışarıya ısı ya da elektromanyetik ışınım -ya da her ikisi birden- yoluyla enerji verirler. Atomdaki bu uyarılma en dıştaki elektron kabuğunda oluşur. Belirtilen şekilde uyarılan atomun en dış elektron kabuğundaki elektron valans ya da değerlilik elektronu, bir üst enerji düzeyine yükselir. Ancak bu enerji düzeyi kararsız olduğundan tekrar eski enerji düzeyine düşecektir. Bu, elektronun aldığı enerjiyi geri vermesidir ve bir foton salınımı olarak gerçekleşir.
Herhangi bir atom tarafından yayınlanan ışımanın frekansı, elektronun çekirdek çevresindeki dönüş frekansına bağlıdır. Farklı atomların dış elektron kabuğu farklı olduğu için salınan ışınımın frekansı da değişik olacaktır. Elektron çekirdeğe yakınsa dönüş frekansı artacaktır. Bunun sonucunda da yayınlanan ışımanın frekansı yüksek olacaktır.
Işıldama özelliği minerallerin değişik koşulları altında aktivatör denilen yabancı maddelerin etkileri sonucunda gelişmektedir. Işıldamanın tetikleyici enerji kaynağına göre sınıflandırılması aşağıdaki gibidir:
Işıldama ile görünür ışık yayılması (fotolüminesans) olayının gerçekleşme süresine (elektronun temel enerji düzeyine geri dönmesi için geçen süre) sınıflandırılması ise aşağıdaki gibidir :
Granma (yat)
Granma, 1956'da Küba Devrimi savaşçılarını taşımak için kullanılan yattır.
"Granma" 1943 yılında inşa edilen ,12 kişilik ve 18 metre uzunluğunda bir yattır. 10 Ekim 1956'da büyükannesinin anısına yata bu adı veren Amerikalı bir emekliden 50.000 Meksika pezosuna satın alınmıştır (grandma İngilizce'de büyükanne kelimesinin kısaltmasıdır). Satışın ardından, 82 Kübalı sürgün Fulgencio Batista'ya karşı bir devrim başlatma amacındaki Fidel Castro'nun liderliğinde bu yata binmiştir. Yattaki diğer isyancılar arasında (bunlar "expedicionarios del yate Granma" diye de bilinmektedir) Ernesto Che Guevara ve Raúl Castro da bulunmaktaydı. 25 Kasım 1956 günü Meksika'nın Tuxpan, Veracruz limanından denize açıldılar ve 2 Aralık'ta şu anda Granma Eyaleti diye bilinen yerde karaya ayak bastılar.
Yat şu anda Havana'daki Devrim Müzesi'ne bitişik Granma Anıtında sergilenmektedir. Eski Oriente Eyaleti'nin , devrimcilerin karaya ayak bastığı yerdeki bir bölümüne, yatın anısına Granma Eyaleti adı verilmiştir. Ayrıca, Küba Komünist Partisi Merkez Komitesi'nin resmî gazetesinin başlangıcından beri adı Granma'dır.
Belfast
Belfast, (İrlandaca: "Béal Feirste") Birleşik Krallık'ta bir şehir. Kuzey İrlanda'nın hem en büyük şehri, hem de başkentidir. Aynı zamanda güneydeki Dublin'den sonra İrlanda adasındaki en büyük ikinci şehirdir. 2001 Birleşik Krallık nüfus sayımına göre şehirsel alan nüfusu 276.459 kişiyken, 579.276 kişi de Belfast Metropolitan Yerleşim Alanı'nda yaşamaktadır.
Şehir gemi ticareti için çok uygun olan Belfast Halici'nin güneybatısında, Lagan Nehri'nin ağzı yakınında kurulmuştur. Güneyinde Castlereagh Tepeleri, kuzeyinde Antrim Tepeleri ile çevrili olan Belfast, Antrim ve Down kontlukları arasındadır.
Belfast isminin kaynağı İrlanda dilinde 'Farset nehrinin ağzı' anlamındaki "Béal Feirste"'dir.
Belfast şehrinin şu resmî kardeş şehir anlaşmaları vardır:
Polimeraz zincir reaksiyonu
Polimeraz zincirleme tepkimesi ("Polymerase Chain Reaction" - PCR), DNA içerisinde yer alan, dizisi bilinen iki segment arasındaki özgün bir bölgeyi enzimatik olarak çoğaltmak için uygulanan tepkimelere verilen ortak bir isimdir.
Metot basitçe tüp içerisinde nükleik asitlerin uygun koşullarda çoğaltılması esasına dayanır. Bir çeşit ""in vitro" klonlama" olarak da tanımlanan PCR; 94 °C-98 °C aralığında gerçekleştirilen denatürasyon, 37 °C-65 °C aralığında gerçekleştirilen tavlama (İng. "annealing") ve 72 °C’de gerçekleştirilen uzama aşamalarından oluşur ve bu döngülerin belirli sayıda tekrarlanmasına dayanır.
PCR yönteminin gelişmesinde en büyük katkıyı Taq Polimeraz enziminin bulunması yapmıştır çünkü bu enzim yüksek sıcaklıklarda dahi dayanabilen tek enzimdir. Bu enzim ilk olarak Yellowstone milli parkında bir kaplıcada yaşayan "Thermus aquaticus bakterisinden" izole edilmiştir. Dr. Kary B. Mullis 1980'li yıllarda yaptığı PCR çalışmaları ile 1993 yılında Kimya alanında Nobel Ödülü almıştır.
PCR yaygın olarak tıbbi ve biyolojik araştırma laboratuvarlarında kalıtsal hastalıkların teşhisi, genetik parmak izlerinin tanımlanması, bulaşıcı hastalıkların teşhisi, genlerin klonlanması, babalık testi ve DNA hesaplaması gibi değişik konularda yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.
PCR yöntemine dayalı olarak birçok primer olarak adlandırılan başlatıcı DNA teknikleri geliştirilmiştir. bu başlatıcı DNA'lar belli dizilere sahip ve sentetik olarak üretilebilen moleküllerdir. PCR'a dayalı RAPD, AFLP, SSR ve ISSR gibi markör teknikleri geliştirilmiştir. Bu teknikler birçok bitki ve hayvanda genetik akrabalığın teşhisinde tür içi ve türler arasında kullanılmaktadır.
İsa'nın ırkı
İsa'nın ırkı en azından 19. yüzyıldan beri bir tartışma konusudur. Nazarethli İsa'nın fiziksel görünüşü Hıristiyanlık tarihinin başından beri dinbilimcileri tarafından tartışılmaktadır. Değişik toplumlar İsa'yı ve İncil'deki diğer adı geçenleri sanat eserlerinde kendi etnilerine özgü olarak belirtmişlerdir. Örneğin Batı dünyasında İsa çoğunlukla beyaz ırktanken, Afrika'da ise siyah ırktandır. Bu eserler günümüzde tarihsel anlamda doğru oldukları kabul edilmez. Laik tarihçiler ve bilimadamları arasındaki baskın olan görüş İsa'nın günümüz Orta Doğu kökenlilerin bronz tenine benzer bir kişi olduğudur. Diğerleri ise Afrika ve Hint kökenli olabileceğini belirtmektedirler. Ortodoks Hristiyanlar için ise bu soru, İsa'nın doğumunun "tanrısal maddenin vücuda gelişi" mucizesi olarak nitelenmesi nedeniyle oldukça karmaşık hale gelmektedir.
Lagan Nehri
Lagan Nehri, Kuzey İrlanda'da Down ilçesindeki Slieve Croob dağlarından Belfast Halici'ne kadar uzanan, Belfast'tan İrlanda Denizi'ne dökülen 60 km uzunluğunda bir akarsudur. Nehir Antrim ile Down ilçeleri arasında sınır oluşturur.
İrlanda Denizi
İrlanda Denizi (İrlandaca: Muir Éireann), İrlanda Adası ile Büyük |
Britanya arasında bulunan deniz. Güneyde Atlas Okyanusu'ndan (Kelt Denizi) İrlanda ile Galler arasındaki St.George Kanalı ile, kuzeydoğuda Kuzey İrlanda ile İskoçya arasındaki Kuzey Kanalı ayrılır. Man Adası kanalın ortasında bulunur. İrlanda denizinin yüzölçümü 104.000 km²'dir
İrlanda Denizi, son 20 bin yıl boyunca, Buzul Çağı'ndan ılıman iklime geçiş sürecinde önemli değişimlere uğramıştır. Buzul Çağı'nın ortasında büyük olasılıkla bir tatlı su gölü olduğu düşünülen deniz, 10.000 yıl önce buzulların çekilmesiyle tekrar diğer denizlerle bağlantıya geçmiş ve tuzlu suyla dolmuştur.
Doğu;
Batı;
Robespierre (yemek)
Robespierre ince dilimlenmiş bonfileden yapılan bir yemektir. Fransız ekolünü takip eden bir aşçı tarafından yaratıldığı öne sürülmektedir, fakat İtalyan mutfağında da rastlamak mümkündür.
Yemeğin ana unsuru kas yapısı yumuşak, yağlı bir ettir. Bonfile veya iyi bir antrikottan yapılabilir. Etin çok pişirilmemesi önemlidir, en fazla orta derece pişmesi gereklidir, az pişmiş olanı daha makbuldur. Et pişirilirken dışına biberiye, kekik, adaçayı gibi aromatik otlar sarılabilir, soğan ve sarımsakla tatlandırılabilir.
Fırından çıkarıldıktan sonra dinlendirilmiş et çok ince olarak dilimlenir.Etler biberiye, roka, iri çekilmiş kara biber ile servis edilir, sarımsaklı yağ eklenebilir. Başka bir servis usulü et dilimlerini sıcak tabaklara açıp üzerine sos gezdirmek, hafif bir salatayla sunmaktır. Bearnez ve Dömiglas bu servis yönteminde tercih edilebilecek soslardır.
Bir rivayete göre Robespierre yemeği Maximilien de Robespierre'in idamından esinlenerek yapılmış bir yemektir. Maximilien de Robespierre'in idamına tanık olanlardan biri olan Antoine Alciatore yıllar sonra kendisine aşçılığı öğretenlerden biri bonfile dilimlerken onu izlemektedir. Etin yuvarlak, kırmızı görüntüsü Alciatore'nın aklına Robespierre'ın idamındaki görüntüsünü getirir. Yıllar sonra kendi restoranı Antoine'si açtığında uykuluk parçalı dömiglas sos ile servis ettiği dilimlenmiş bonfile tabağına "filet de boeuf Robespierre" (Robespierre usulü sığır filetosu) adını verir.
Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi
Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (kısaca DHKP-C), 30 Mart 1994 tarihinde Devrimci Sol örgütünün partileşme kararı alması ile Dursun Karataş liderliğinde kurulan Türkiye'de yasa dışı kabul edilen Marksist-Leninist partidir. "Parti (DHKP)" siyasal faaliyetler ve propagandadan, "Cephe (DHKC)" ise askeri örgütlenme ve silahlı eylemlerden sorumludur.
DHKP-C Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri, Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği'nin terör örgütleri listesinde bulunmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı 2 Nisan 2014'te, örgütün üç lideri olarak kabul edilen Musa Aşoğlu, Zerrin Sarı ve Seher Demir Şen'in bulunmasını sağlayacak bilgileri veren kişilere, her biri için 3 milyon dolar ödül vereceğini açıklamıştır.
DHKP-C nihai amacını Türkiye'de mevcut anayasal düzeni yürüttüğünü öne sürdüğü silahlı öncü savaş ile yıkarak Marksist-Leninist ilkelere dayalı "Devrimci Halk İktidarı"'nı kurmak olarak açıklamaktadır. Türkiye'de iktidarın uzun süreli bir halk savaşı ile ele geçirilmesini ve yürütülecek şehir gerillası mücadelesi ve silahlı propaganda eylemlerinin gerekliliğini savununan Mahir Çayan tarafından teorize edilmiş Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisini Türkiye'de devrimin stratejisi olarak temel alan örgüt, şehirlerde hücre evleri şeklinde örgütlenmekte ve oluşturduğu Silahlı Propaganda Birlikleri ile çeşitli eylemler düzenlenmektedir.
1994'te kuruluşunda bugüne kadar çeşitli sansasyonel saldırıları üstlenen örgüt, ismini özellikle Özdemir Sabancı suikasti (Sabancı Suikasti ölümünden 11 gün önce Ümraniye Cezaevi'ndeki çatışma sırasında öldürülen 4 DHKP-C üyesine karşı misilleme gerçekleştirildi.) , Gazi Mahallesi olayları, F Tipi cezaevlerine karşı gerçekleştirdikleri ölüm oruçları ile duyurmuştur.
Günümüzde, DHKP-C yöneticilerinin önemli bir kısmı İtalya, Almanya, Belçika, Hollanda ve Yunanistan gibi Avrupa ülkelerinde yaşamaktadır. 2008 yılında örgütün kurucu lideri Dursun Karataş'ın ölümünün ardından, örgütte liderlik sorunu ortaya çıkmıştır. Bugüne kadar birçok isim öne atıldıysa da, 2014 yılında Yunanistan'da yakalanan Hüseyin Fevzi Tekin örgütün bugünkü kilit ismi ve lideri olarak görülmektedir.
Örgütün Yunanistan'da Lavrion, Kinesa ve Dileysi'de, Lübnan ve Suriye'de kampları bulunduğu, örgüt militanlarının buralarda eğitim gördükleri öne sürülmektedir. Fakat örgüt, Suriye rejimi ile bir ilişkisi olduğunu, militanlarının Suriye İç Savaşı'nda hükümet güçleriyle birlikte savaştığını ve burada eğitim kampları bulunduğunu yaptığı açıklamalarla reddetmiştir.
Yasal olarak faaliyet gösteren Tutuklu ve Hükümlü Aileleri ile Dayanışma Derneği (TAYAD), Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu, Haklar ve Özgürlükler Cephesi ve Halk Cephesi gibi dernek ve oluşumların DHKP-C ile ilişkisi olduğu, alt örgütlenmeleri gibi çalıştıkları çeşitli yetkili makamlarca iddia edilmektedir. Ayrıca, albümlerindeki bazı şarkılarının hayatını kaybeden DHKP-C militanlarına adanması nedeniyle protest müzik grubu Grup Yorum'un örgüt ile bağları olduğu öne sürülmektedir. Fakat bu durum grup üyelerince yalanlanmıştır.
Partinin askeri örgütlenmesi olan DHKC 31 Mart 2015 tarihinde Berkin Elvan soruşturmasını yürüten savcı Mehmet Selim Kiraz'ı İstanbul Çağlayan adliyesinde rehin almış, çeşitli medya kaynaklarına yaptıkları açıklamalar ile Berkin Elvan'ının öldürülmesinden sorumlu olan polislerin isimlerinin kamuoyuna açıklanmasını ve polislerin cinayeti itiraf etmelerini talep etmişlerdir. Saatler süren müzakerelerin ardından bir sonuca ulaşılamamış, polis operasyonu başlatınca militanlar savcıyı öldürmüştür operasyonun sonunda örgüt militanları Şafak Yayla ve Bahtiyar Doğruyol ölü olarak ele geçirilmiştir. Ertesi gün ise örgüt üyesi Elif Sultan Kalsen Vatan Caddesi'nde İstanbul Emniyet Genel Müdürlüğü binasına silahlı saldırı yapmış ve ölü olarak ele geçirilmiştir.
Örgütün teorik mirasını sahiplendiği Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C), Aralık 1970'te kurulur. Erken dönem eylemleri olan Ziraat Bankası Küçükesat Şubesi Soygunu, 16-17 Şubat eylemleri, Salıpazarı'nda Amerikan botunun tahrip edilmesi, Türk ticaret Bankası Erenköy Şubesi soygunu, Mete Has ve Talip Aksoy'u kaçırarak Kadir Has'dan fidye alınması eylemlerini gerçekleştirir. Aynı dönem içerisinde faaliyet yürüten bir başka örgüt olan Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO)'nun da düzenlediği bir dizi eylemin ardından 12 Mart Muhtırası|12 Mart 1971'de askeri darbe]] gerçekleşmiştir. Askeri darbe ardından 16 Mart 1971'de Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan, 23 Mart 1971'de Hüseyin İnan yakalanır ve idamla yargılanır. İdamları engellemek için ilk defa örgüt ismi kullanılarak (önceki eylemler bu ana kadar sahiplenilmemişti) 17 Mayıs 1971'de İsrail İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom'u kaçırır. Yayınladıkları bildiride THKO liderlerinin serbest bırakılmasını isteyip 3 gün mühlet verirler. 3 gün geçmesine rağmen talepleri yerine getirilmez. Aynı şekilde THKC militanları da Elrom'u serbest bırakmaz. Bunun üzerine Elrom'un bulunması için 22 Mayıs 1971'de sokağa çıkma yasağı ilan edilir ve Elrom aranmaya başlar. Taleplerin yerine getirilmemesi ve aramanın çıkarılması üzerine THKC, Elrom'u öldürür. Kaçan militanları ise Yılmaz Güney saklar.
Konsolosun öldürülmesi üzerine devletin tüm güçlerini üzerine çeken THKC'nin bazı militanlarının kaldığı bir ev 30 Mayıs 1971'de keşfedildi. Çıkan ufak çaplı çatışmaların ardından kurtulamayınca örgütün önemli isimleri olan Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir, Sibel Erkan adında bir kızı rehin aldı. Yaşanan gerilimli sürecin ardından bir anlaşmaya varılamayınca 1 Haziran 1971'de eve operasyon düzenlendi ve bu operasyonda Hüseyin Cevahir 23 kurşunla öldürüldü; Mahir Çayan ise başarısız bir intihar girişiminin ardından ağır yaralı ele geçirildi.
Örgütün birçok militanının ele geçirilmesi ile TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİ VE CEPHESİ-1 Davası başladı. Lakin dava henüz sonuçlanmadan THKO'dan Cihan Alptekin ve Ömer Ayna ile THKP-C'den Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz firar eder. 28 Aralık 1971'de ise davanın son duruşması görülür ve Necmi Demir ile Kamil Dede idama, 3 kadın militan ise hapis cezasına çarptırılır.
Firardan sonra Çayan ile örgütün diğer iki kilit insanı Yusuf Küpeli ve Münir Ramazan Aktolga arasında ayrılık gösterir ve bunun sonucunda Küpeli ile Aktolga örgütten çıkarılır. Darbe koşullarının giderek ağırlaşması sonucu darbeden daha az etkilenen Karadeniz Bölgesi'ne kuvvetlerin kaydırılması kararı alınır. Kır kuvvetlerinin başına Mahir Çayan, şehir kuvvetlerinin başına ise Ulaş Bardakçı geçer. Bardakçı 19 Şubat 1972'de yapılan bir operasyon sonucu öldürülür. Bardakçı'nın ölümüyle şehir kolunun eylemleri durur. Karadeniz'deki Mahir Çayan liderliğindeki kuvvetler ise THKO liderlerinin idamını engellemek için 26 Mart 1972'de Ordu, Ünye'den Charles Turner ve Gordon Banner isimli 2 İngiliz ile Joe Law isimli 1 Kanadalı radar teknisyenini kaçırır. Kaçırılma olayından sonra Ordu'yu terk etmek zorunda kalan THKP-C'liler Tokat, Niksar, Kızıldere köyüne (günümüzde bu köyün ismi Ataköy olup Almus'a bağlanmıştır) geçerler. Lakin orada ordu güçleriyle çıkan çatışma sonucu aralarında Mahir Çayan'ın da bulunduğu 8 THKP-C ve 2 THKO militanı ölür; teknisyenleri ise militanlar öldürür. Aynı dönemde, örgütün diğer militanları İstanbul ve Ankara'da gerçekleştirilen operasyonlar ile tutuklanır ve 1973'te açılan 256 sanıklı TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİ VE CEPHESİ-2 Davası'nda çeşitli cezalara çarptırılır. Fakat 1974 yılında Bülent Ecevit (CHP) ve Necmettin Erbakan (MSP) tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti 37.Hükümeti'nin çıkardığı genel afla serbest kalan içlerinde Oğuzhan Müftüoğlu, Nasuh Mitap gibi isimler İstanbul'da bulunan Bülent Uluer, Paşa Güven ve Dursun Karataş gibi isimler ile birlikte önce Devrimci Gençlik dergisini çıkarmaya başlamış ve Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu'nun kuruluşunu gerçekleştirmiştir. Daha sonra Devrimci Yol'un |
kuruluşu ile devam eden süreçte, İstanbul ve Ankara merkezli bu iki grup bazı konularda özellikle de Mahir Çayan'dan kopuş olarak nitelendirilen aktif silahlı direnişi bırakma kararının ardından anlaşmazlıklara düşmüş ve ardından İstanbul grubu Ankara grubu ile önce ilişkileri askıya aldıklarını açıklamış, ardından Devrimci Sol'u kurduklarını kamuoyuna duyurmuşlardır.
Dursun Karataş, Bülent Uluer, Paşa Güven gibi isimlerin oluşturduğu İstanbul Dev-Genç grubu Devrimci Sol'u kurarken Devrimci Yol hareketine olan eleştirilerini yayınladıkları "Devrimci Yol Hareketinde Tasfiyecilik ve Devrimci Çizgi" broşüründe dile getirmiştir. Buna göre, Ankara merkezli grup THKP-C'yi sahiplendiğini söylemesine rağmen onun çizgisini savunmamakta, ve kendilerini merkeze yerleştirerek İstanbul grubunu tasfiye etmek istemişlerdir. Aksine, Devrimci Sol'un Mahir Çayan'ın Kesintisiz Devrim II-III'de ortaya koyduğu devrim stratejisini ve Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisini benimseyeceğini öne sürmüştür. Yine, İstanbul'daki gruba göre Devrimci Yol Ankara merkezinin meçhul bir geleceğe ertelediklerini iddia ettikleri partileşme, kendiliğindenciliğin önüne geçmek için Devrimci Sol'un başlıca hedeflerinden biriydi. Bu dönemde, kurucuları tarafından Devrimci Sol partileşme sürecinde olan bir örgütlenme olarak tarif edilmiş, partinin silahlı mücadele içerisinde şekilleneceği öne sürülmüştür.
Kurulan ilk Merkez Komite'de yapılan iş bölümünün ardından Dursun Karataş Kadrolaşma,Bölgeler, Gençlik Sorumlusu ve Genel Siyasi Sorumlu olurken, Paşa Güven işçi ve memur örgütlenmelerinden ve hapishane ilişkilerinden, Hüseyin Solgun ise basın-yayın ve İstanbul mahalli alan sorumlusu olmuştur. Genel Siyasi sorumlunun tek başına karar verme yetkisinin bulunmadığı, yurt dışında ve diğer parti ve hareketlerle olan ilişkilerde Devrimci Sol'u temsil edeceği kararlaştırılmıştır. Bu dönemde, ayrıca örgüt gençlik ve mahalleler dışında öğretmenler,memurlar,bürokasi ve kadınlar arasında da örgütlenme çalışmaları yürütmüş, bu doğrultuda "Devrimci İşçi Hareketi", "Devrimci Memur Hareketi", "Devrimci Kadın Hareketi" gibi oluşumları ortaya çıkarmıştır.
Devrimci Sol bu dönemde, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisini hayata geçirebilmek için ilk olarak illegal silahlı örgütlenmesi Faşist Teröre Karşı Silahlı Mücadele Ekipleri (FTKSME)'ni oluşturmuştur. Ülkede halkın maruz kaldığı iddia edilen faşist terörün ancak devrimci şiddet ile bertaraf edilebileceğini öne süren Devrimci Sol'da bu konuda en önemli görevi FTKSME'ler üstlenmiştir (ileride SDB olacak DHKP-C kuruluşu ile SPB'ye dönüşecektir). Aynı zamanda, bu ekipler bir okul olarak tasarlanmış, buradan yetişecek kadrolardan Silahlı Devrimci Birlikler'in (SDB) oluşturulması planlamıştır.
Bu doğrultuda, 1978-1980 yılları arasında gerilla savaşı vermek ve silahlı eylemler düzenlemek üzere kırlarda ve şehirlerde çok sayıda SDBler kurulmuştur. Bu yıllar arasında, Devrimci Sol protesto ve propaganda amaçlı çok sayıda karakol baskınları, silahlı kite gösterileri, misilleme ve cezalandırma eylemleri, şirket veya özel dershane baskınları düzenlemiştir. Bu eylemler genellikle Devrimci Sol Merkez Komite'sinin düzenlemeyi kararlaştırdığı çeşitli kampanyalar kapsamında düzenlenmiştir. Bu kampanyalar sırasıyla şunlardır; "Emperyalizme, Faşist Teröre, İşsizliğe ve Pahalılığa Karşı Mücadele Kampanyası" (1979, Temmuz-Ağustos), "24 Ocak Kararları'nı ve Zamları Protesto Kampanyası" (1980, Şubat), "Karakollardaki İşkence ve Tariş Direnişindeki Polis Baskınına Karşı Kampanya" (1980, Ocak-Şubat), "İşkenceye Karşı Kampanya" (1980, Nisan), "Kürdistan'da Milli Baskıya Karşı Mücadele Haftası" (1980, Haziran).
1980 yılında Devrimci Sol Türkiye tarihinde sansasyonel iki suikastı düzenlemiş ve üstlenmiştir. Bunlardan ilki 27 Mayıs 1980 gerçekleştirilen Milliyetçi Hareket Partisi milletvekili Gün Sazak suikastıdır. Eylem, Devrimci Sol Ankara kadrosundan Cengiz Gül tarafından gerçekleştirilmiş. İkinci suikast ise, 1971-1972 yılları arasında Başbakanlık yapan Nihat Erim'in Mahir Çayan ve arkadaşlarının intikamının alınması amacıyla öldürülmesidir.
Kenan Evren yönetimindeki Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gerçekleştirdiği 12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye'deki tüm siyasi parti ve örgütleri olduğu gibi Devrimci Sol'u da derinden etkilemiş, hareketin büyük ölçüde darbe almasına neden olmuştur. Örgütün neredeyse bütün üst düzey kadrosu Dursun Karataş da dahil olmak üzere, mahalli örgütlenmelerde çalışan militanlarıyla birlikte yakalanmış ve tutuklanmıştır. 1981 yılında açılan Devrimci Sol Ana Davasında sanık sayısı 1223'ü bulmuştur. 1983 yılında Başbakanlık tarafından yayınlanan "Terör ve Terörle Mücadelede Durum Değerlendirmesi" adlı raporda Devrimci Sol örgütüne üye 3.069 kişinin yakalandığı, 6.574 kişinin ise henüz yakalanamadığı açıklanmıştır.
Bu dönemde örgüt faaliyetlerine ara vermemiş, Devrimci Sol yeni Merkez Komitesi seçilmiş Niyazi Aydın örgütün sorumluluğunu üstlenmiştir. Fakat Niyaz Aydın'ın Kasım 1981'de yakalanması ile daha önceden yurt dışına giden, ve örgütün Avrupa'daki bağlantılarını gerçekleştiren Paşa Güven sürdürülen faaliyetleri yönetmeye başlamıştır.
Mimesis
Mimesis, doğa ve insan davranışının sanatta ve edebiyatta taklide dayanan temsilidir. Aristoteles tarafından sanatın rolünün “doğanın taklidi” olduğunu ileri sürerken kullanılmıştır. Yunanca taklit anlamına gelir. Aslında Platon (M.Ö. 427-347)’nun eserlerinde ve felsefesinde de, her şeyin aslının idealar dünyasında bulunduğu, bu dünyadakilerin hepsinin onun iyi ve kötü taklitleri olduğu şeklinde bir görüş vardır. Aristoteles ise insanda bir taklit (mimesis) yeteneği ve hazzının bulunduğunu, sanatçının olayların ve varlıkların özündeki ideali, fikri taklit ettiğini söyler. Sanatçı, adeta tabiatın eksik bıraktığı şeyleri tamamlar. Estetiği bağımsız bir bilim haline getiren Alman filozof Alexander Gottlieb Baumgarten’e göre de evrende madde ve ruh öylesine ahenkli bir şekilde birleşmiş ve kaynaşmıştır ki, sanatın ve sanatçının amacı tabiatı taklit olmalıdır. Maddeci estetikçilerden H. Koch’a göre ise, sanat, özel bir gerçekliği yansıtma biçimidir. Ancak bu yansıtma biçimini toplumsal değerler belirler. Belki bazı sanat dallarında, mesela resimde, heykelde, tiyatroda taklidin daha fazla yer aldığını, ama mimari, edebi sanatlar gibi alanlarda hayal gücünün taklidi aştığını söylemek daha gerçekçi olur. Zaten eski Yunan düşünürlerinden Philostratus taklidi ikinci plana atarak hayal gücü ve yaratma ilkesini savunmuştur. Hayal gücü taklitten daha kuvvetlidir. Eski Yunan Tanrılarının heykellerini yapanlar onları görerek yapmamışlardır. Alman filozofu G.W.Fr. Hegel (1770-1831) de tabiat güzelliğini reddederek sanat güzelliğini tabiat güzelliğinden üstün tutar. Fr.W.-J. Shelling (1775-1854) de sanatı tabiatın taklidi sayanlara karşıdır. Sanatçı, yaratıcı Tanrının ruhunu bilinçsizce izler; onun yaptıklarını taklit etmez, tabiatı canlandıran Tanrısal ruh gibi o da yeniden, orijinal olarak yaratır, kullandığı eşyaya can verir. Taklit; resim, heykel gibi bazı sanatların vasıtası olabilir ama birçok sanatlarda vasıta bile olamaz. Kaldı ki, birçok fotoğrafta, plastik ve balmumundan yapılmış gerçeği aynen taklit eden eserlerde bir sanatçı ruhu, bir estetik heyecan duyulmuyor.
Millî gelir
Millî gelir ile ilgili iki temel kavram vardır. Bunlar Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYİH) ve Gayri Safi Millî Hasıla (GSMH) kavramlarıdır. GSYİH, bir ülkenin sınırları içerisinde hem o ülkenin yurttaşları hem de yabancılar tarafından elde edilen gelir, GSMH ise bir ülkenin yurttaşları tarafından o ülkenin sınırları içerisinde ve sınırları dışında elde edilen geliri ifade eder.
Milli Gelirin Tanımı: Bir ekonomide belli bir döneme ilişkin safi milli hasıla değerinden aynı dönemde, o ekonomide alınan dolaylı vergiler toplamının çıkartılmasıyla elde edilen tutar milli gelirdir.Bilimsel anlamda milli gelir bir ülkede belli bir dönemde üretilen mal ve hizmetlerin net parasal değeridir.
Birey için tüketim, aile fertlerinin gereksinim duydukları mal ve hizmetlerin satın alımı için yaptıkları harcamaların toplamıdır. Tüketim harcamaları öncelikle, o ekonomideki harcanabilir gelire bağlıdır. Tüketimi etkileyen faktörler şunlardır:
Elde edilen toplam gelirden ihtiyaçlar karşılandıktan sonra kalan miktara tasarruf denir. İnsanlar gelecekte oluşabilecek hastalık, kaza gibi belirsizliklerde çaresiz kalmamak için tasarruf yapmak isterler. Gelirin tüketilmeyen kısmı tasarrufları oluşturur. Tasarruf toplam harcamaların toplam gelirden çıkarılması ile hesaplanır. Harcamaların gelirden fazla olması borçlanma gibi kötü bir sonucu ortaya çıkararır. “Ayağını yorganına göre uzat.” bu durumu özetleyen en güzel ata sözüdür.
Yatırım, ekonomide belirli bir dönemde üretimde kullanılacak malzeme ve unsurların artırılmasına denir. Yeni fabrika kurmak, fabrikaya makine almak, yeni üretim yöntemi almak vb. yatırım faaliyetleri sonucunda ekonominin üretim kapasitesi artar.
Üretim faaliyetleri sonucunda elde edilen gelirin hesaplanması işini Türkiye İstatistik Kurumu piyasadan aldığı fiyatlara göre hesaplar. Yapılan hesaplamalardan % 100 doğru sonuç yerine yaklaşık sonuçlar elde edilir. Elde edilen sonuçlar önemlidir. Üretici, tüketici ve devlet yaklaşık olarak hesaplanan sonuçlara göre, yatırım faaliyetlerine yön verirler. Hesaplamalarda farklı yollar tercih edilebilir. Türkiye İstatistik Kurumu milli geliri kendi içindeki kurallara göre belirler. Kullanılan hesaplama yolları; üretim yöntemi, gelir yöntemi ve harcama yöntemi olmak üzere üçe ayrılır.
Meta
Meta, Karl Marx'ın kapsamlı çalışması olan Kapital'in başlangıcını oluşturan konudur. Burada açıkça metadan, "toplumun en temel hücresi" olarak sözedildiği görülür ve bu durum Marx'ın tahlillerine buradan başlamasının sebebidir.
Meta, elbette Marx'tan önceki iktisatçıların da bildiği bir şeydir ancak Marx, metayı bu bağlamda, kapitalist toplumsal yapının çözümlenmesinin merkezine koyunca klasik iktisadın ötesine geçer. Kapitalizm bir meta üretimi sistemidir |
, bu yapısı gereği her şeyi metalaştırır, her şey para aracılığıyla kullanım değerinin ötesinde değişim değeri dolayısıyla da üretilir. Marx, bu noktada metanın "değişim amacıyla üretilen bir şey" olduğunu söyler.
"Kapital"'de metayı tanımlayan ve bu bağlamda çözümleyen birçok açıklayıcı ifade vardır. Örneğin Marx, genel meta tanımlamasında şöyle der:
Ve ayrıca başka bir yerde;
Yalnızca kullanım amacıyla üretilen nesneler ya da kullanım değerinden ibaret olan maddeler meta değildirler; ancak başka bir ürünle değiştirmek ya da satmak için bir şey yapılırsa, yani nesnede bir değişim degeri söz konusu ise, o nesne bir metadır. Kapital'in ilgili bölümleri metanın bu niteliklerini cözümler. Nesnenin ya da üretimin "niteliksel degeri", yani onun kullanım degeri ve bunun karşısında "niceliksel değeri", yani değişim değeri vardır. Bunlar nesnede bir bütün halinde bulunur ya da öyle algılanır ancak Marx'tan itibaren böyle olmadığı anlaşılır; Metayı meta yapan onun değişim değeridir. Alınıp satılabilen bir şey olarak Emek gücü de bir metadır ve işçinin metalaşması sürecinin temeli de buradadır.
Pekinez
Pekinegez ya da Pekingese, kısa boylu, uzun tüylü, basık yüzlü bir köpek cinsidir. Çin köpeklerindendir.
Çin'de üretilmiş ve bir zamanlar sadece Çin kralliyet saraylarında yaşayan bu köpeğin Budizm'le yakın bir bağlantısı vardır. Kürkünün şekli yüzünden "Çin aslanı" olarak da adlandırılmıştır. Eskiden Çin'de kötü ruhları kovan, yarı kutsal bir varlık olarak kabul edilir, halk onu selamlayarak önünden geçermiş.
Kendini tehlikeye atacak kadar cesurdur. Özgürlüğüne ve birlikte yaşadığı kişiye çok düşkündür. Onu çok kıskanır. Yabancılara karşı mesafelidir. Çocuklara karşı hoşgörülüdür. Sertlikten hiç hoşlanmaz, ısırabilir. Dediğini yaptıracak kadar inatçıdır. Çok fazla havlar ve bu nedenle bekçilik görevini başarıyla yerine getirir. Pekinezler burun yapıları yüzünden uyurken genelde gürültülü bir şekilde horlarlar.
Paul Lafargue
Paul Lafargue (15 Ocak 1842-26 Kasım 1911); Fransız uyruklu düşünür ve eylem adamı. Küba'nın Santiago kentinde doğdu. Dokuz yaşındayken ailesiyle birlikte göçtüğü Fransa'da Tıp Akademisi'ne yazıldı. Üniversitede, kralcı hükümete karşı giderek genişleyen gençlik devinimine katıldı. Yine aynı dönemde yoğun bir okuma uğraşına daldı. Hegel'den Feuerbach'a, Fourier'den Comte'a kadar pek çok düşünürün yapıtlarını okumasına karşın, özellikle Proudhon'dan etkilendi.
1865'te Marx'la tanışmasının, üzerindeki Proudhon etkisinin kırılmasında büyük rolü oldu. Marx "yakışıklı, zeki, enerjik ve sportif" bulduğu bu gencin, kızı Laura'yla evlenerek aileye katılmasına da izin verdi.
Siyasal etkinlikleri nedeniyle Akademi'den uzaklaştırılınca, öğrenimini Londra'da tamamladı ve karısı Laura'yla birlikte yeniden Paris'e döndü. Art arda üç çocuğunu da yitirmesi üzerine tıptan soğudu; kendini tümüyle sosyalist düşünce ve eyleme adamaya karar verdi. Fransız Sosyalist Partisi'nin kurucuları arasında yer aldı, işçi devinimlerinin örgütlenmesine yazılarıyla katkıda bulundu.
1911 yılında karısıyla birlikte kendini öldürdü. Yaşlılığın, beden ve zihin güçlerini azar azar kemirdiğini görmek istemeyen Lafargue, yetmiş yaşını aşmamak üzere kendine verdiği sözü tutmuş oluyordu.
James Blake (tenisçi)
James Riley Blake (d. 28 Aralık 1979, Yonkers, ABD) Amerikalı profesyonel tenis oyuncusu.
İngiliz bir anne ve siyahi bir babanın oğlu olarak New York eyaletinde doğan Blake, kendisi gibi profesyonel bir erkek kardeşe ("Thomas Blake") sahiptir. Gençliğinde skolyoz sorunu olan James, 5 yıl boyunca günde 18 saat korse takmak zorunda kalmıştır.
Zombi
Zombi, vudunun Afro-Caribbean ve Creole ruhani inanç sistemlerinde ölümsüz bir insandır. Bu folklorik zombiler doğaüstü güçler ve şamanistik hekimliği vasıtasıyla, yaşayanlar arasında korku yaratmak amacı ile ölü insan bedenlerinin yeniden canlandırılmasıdır. Zombilerin daha korkunç versiyonları yamyamlık ögesi kullanılarak korku sinemasında sıkça sergilenmektedir. Ayrıca bu tür varlıklar hortlaklar ile aynı kapasitededir.
Vudu inancına göre ölü, bir insan ya da Mambo tarafından yeniden diriltilebilir. Zombilerin kendi bilinçleri ya da istekleri olmadığı için Bokor ya da Mambo’nun kontrolü altındadırlar. Zombi aynı zamanda vudu yılan tanrısı Niger-Congo’nun adıdır. Kongo dilinde kullanılan ve tanrı anlamına gelen "nzambi" sözcüğüne benzemektedir.
1937 yıılında Haiti'deki gelenek ve adetler üzerinde yapılan bir araştırma sırasında Zora Neale Hurston, 1907 yılında 29 yaşındayken ölmüş ve gömülmüş Felicia Felix-Mentor ile ilgili bir söylentiyle karşılaştı. Köylüler ölümünden 30 yıl sonra Felicia’yı yollarda sersem bir şekilde ve yanında birkaç kişi ile birlikte yürürken gördüklerini söylüyorlardı. Hurtson, bu bahsedilen insanlara çok güçlü ilaçlar verilmiş olduğu söylentilerinin peşine düştüysede daha fazla bilgi vermeye istekli bireyler bulamadı.
80'li yıllarda Kanadalı etnobotanist Wade Davis zombilerin farmakolojik durumu ile ilgili iki kitap yayınladı; "The Serpent and the Rainbow" (Yılan ve Gökkuşağı) (1985) ve "Passage of Darkness: The Ethnobiology of the Haitian Zombie" (Karanlığın pasajı: Haitili zombilerin etnobiyolojisi) (1988). Davis 1982 yılında Haiti’ye gitmiş ve orada yaptığı araştırmalar sonucunda, yaşayan bir insanın iki özel tür tozu almasıyla bir zombiye dönüştürülebileceğini iddia etmişti. Birincisi "coup de poudre" (Fransızca: 'toz çarpması') içersinde bulunan tetrodotoxin (TTX) maddesi nedeniyle ölü benzeri duruma neden olur. Tetrodotoxin Japonların yemek zevkini oluşturan, fugu ya da kirpi balığı içinde bulunan zehirli toksin ile aynı özelliklere sahiptir. Öldürücü etkisi olan bu maddenin 1 mg’lık dozu insanı günlerce bilincİ açık olmasına rağmen, yarı ölü bir durumda bırakabilir. İkinci toz ise (şaşkınlık veren halüsinasyon etkisi vardır) insanı bilinçsiz ve kendi istemi dışında hareket eden zombi benzeri bir duruma sokar. Davis aynı zamanda bu deneyimleri yaşamış Clairvius Narcisse‘ın hikâyesini de popülerleştirmişti. David’in yaptığı çalışmaların gerçekliği ve doğruluğu üzerinde halen şüpheci görüşler bulunmaktadır.
Bazı modern filmlerde zombiler yaşayan ölüler değil, salgın bir hastalığa yakalanmış hasta insanlar olarak gösterilmektedir.
Popüler kültürde zombilere korku ve fantastik temalı, kurgu ve eğlencede düzenli olarak rastlanmaktadır. Zombiler genellikle akılsız, aç, insan eti düşkünü ve bazı durumlarda insan beyni düşkünü olan bozulmaya yüz tutmuş cesetler olarak tasvir edilir. 2009 itibarıyla, zombiler popülerlikleri açısından vampirlerle kıyaslanabilir.
Filmlerdeki zombi kavramına göre, zombiler öldükten sonra dirilir ve beyin fonksiyonları sadece et ihtiyacını gidermeye programlanır. Zombileri öldürmek için kafa bölgesine sert bir vuruş yapmak yeterlidir.
Pergrinos Proteus
(M.S. 100 - 165) Pergrinos Proteus, Misya'da Parion kentinde doğan, olimpiyat oyunları ateşinde kendini yakmasıyla tanınan Kinik bir Yunan filozoftur.
Ludwik Lejzer Zamenhof
Ludovic Lazarus Zamenhof (Ludwik Lejzer, Ludwik Łazarz) (d. 15 Aralık 1859, Białystok – ö. 14 Nisan 1917, Varşova), göz doktoru, filolog ve dünyada en çok kullanılan yapay dil olan Esperantonun yaratıcısıdır.
Yaşam öyküsünün yazarları olan A. Zakrzewski ve E. Wiesenfeld'e göre, anadili Rusça, Yidiş ve Lehçedir. Ayrıca akıcı bir şekilde Almanca konuşabilmekteydi. Daha sonra Fransızca, Latince, Yunanca, İbranice ve İngilizce öğrendi ve ayrıca İtalyanca, İspanyolca ve Litvanyaca ile ilgilendi.
Dilbilimle alakalı çalışmalarının yanı sıra Zamenhof, Homaranismo diye adlandırdığı bir dinî felsefe de yayımladı. Bu felsefeye ithafen "Şüphesiz o bütün hayatımın nesnesidir, onun uğruna her şeyimi veririm." demiştir.
Klezmer
Klezmer sözcüğü, etimolojik olarak müzik enstrümanı anlamına gelen İbranice "kle" ve "zemer" sözcüklerinden oluşmuş bir müzik türüdür.
Klezmer içinde sözlü parçalar barındırsa da, genel olarak baktığımızda enstrümantal bir müzik
türüdür. Klezmer Müziği'ne yön veren ve iskeletini oluşturan temel, kullanılan enstrümanlardır.
Müziği oluşturan karakteristik keman ve klarnet gibi enstrümanlar olmazsa Klezmerin yapısı ortaya çıkmaz. Duyguları enstrumanlarla bir insan gibi ifade eden Klezmer, çağlar boyunca kullandığı enstrumanlarla yapılanmıştır.
15. yüzyılda dini temalar içermeyen ilk Yahudi müziği olarak ortaya çıkmıştır. 1850'lerden sonra orta ve doğu Avrupa halklarının folklorik ezgileriyle kendi yerel müzikal geleneklerini özel bir uyumla bir araya getiren Yahudi müzisyenler, sonraları Amerika'da sınırlı ölçüde de olsa cazla beslenecek klezmer müziğinin ilk örneklerini üretmeye başladılar.
Balkan, Türk, Yunan gibi yerel müziklerin etkileri dışında; Sinagog Müziği, 1700'lü yıllarda müziği ibadette kullanan Hasidik Cemaati'nin müziği, Abraham Goldfaden'ın 1800'lü yıllarda Romanya'da başlattığı Yidiş Tiyatrosu yani halk için opera çalışmaları Klezmerin oluşumunda çok etkili olmuştur.
Türk Klezmer grubu KLEZ-MEZ
Podolya
Slavların yaşadığı bölge, 13. yüzyılda Tatarlar tarafından fethedildi; 1362'de Litvanya büyük prensi Olgierd tarafından kurtarıldı ve Jagellon'ların Polonya-Litvanya devletine katıldı; o tarihte nüfusu hızla arttı (Polonya göçmenleri) ve iktisadi bakımdan hızla gelişti. Türklerin 1672'de aldığı bölge, Polonya'ya 1699'da geri verildi; sonra 1772'de bölüşüldü: Batı Podolya Habsburgların topraklarına katılan (1918'de bağımsız Polonya'ya geri verildi), Doğu Podolya Rusya'ya katıldı (daha sonra Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti topraklarına katıldı). S.S.C.B.'nin 1945'de ilhak ettiği Batı Podolya da Ukrayna cumhuriyetine katıldı.
Napalm
Napalm bombası, belirli sayıda yanıcı sıvıların pelteleştirilmiş benzin ile karışımı.
II. Dünya Savaşı'nda, Harvard Üniversitesi'nden Louis Fieser'in başkanlık ettiği bir kimya grubu tarafından geliştirildi. İlk olarak Pasifik'te Tinian Savaşı'nda kullanıldı. Vietnam Savaşı fotoğrafçısı olan Nick Ut, bir sözünde "Napalm hayal edebileceğiniz en korkunç silahtır. Su 100 derecede kaynar, napalm 800-1200 derece sıcaklı |
k üretir." demiştir. Bazı durumlarda, hızlı öldürdüğünden dolayı kurbanlar fazla acı çekmez. Fakat sağ kurtulanlarda 3. ve 2. dereceden yanık oluşur.
ABD, Vietnam Savaşı'nın sonlarına doğru daha güçlü bir Napalm'e ihtiyacı olduğunu, başlıca Napalm tekeli olan DOW Chemical'a bildirdi. Böylece daha korkunç olan Napalm-B karışımı ortaya çıktı. Bu karışımda ana yanıcı madde olarak, geleneksel Napalm'den daha farklı bir yön çizilerek KEROSEN (Uçak Yakıtı jp-4 jp-8 vb.) kullanıldı. Bu da daha yüksek bir ısı ortaya çıkmasını sağladı. Hiçbir uluslararası kanun askeri amaçlı Napalm kullanımını yasaklamıyor fakat sivil halka karşı kullanım 1980 yılında Birleşmiş Milletler kararıyla yasaklanmıştır.
Günümüzde kullanılan Napalm-B (Süper Napalm)'nin bileşenleri şunlardır:
PhpBB
phpBB popüler ve Açık kaynak forum sistemidir. PHP programlama dili ile yazılmıştır; "phpBB" ismi "PHP Bulletin Board" ın kısaltılmış halidir.
phpBB'nin bazı özellikleri:
PhpBB 17 Haziran, 2000 James Atkinson tarafından kendi sitesinde basit bir UBB forum ile başladı. phpBB SourceForge CVS e gitmeden önce geliştirme takımına katılan Nathan Codding ve John Abela (önceki takım üyeleri), 1.0.0 ın başlamasında ilk adımı attılar.
phpBB 1.0.x
PhpBB 1.0.0, 1.x kod tabanına giren iki tane daha önemli yüklemeye sonradan gelen düzenlemelerle 9 Aralik, 2000 tarihinde yayınlandı. 1.x serisinin son sürumü phpBB 1.4.4, 6 Kasim, 2001 tarihinde yayınlandı. 1.x serisinin kullanımda olduğu süre içinde, Bart van Bragt, Paul S. Owen (eski proje yöneticisi), Johnathan Haase (eski takım üyesi) ve Frank Feingold takıma katıldılar.
phpBB 2.0.x
phpBB 2.0.x 17 Subat, 2001 tarihinde yayınlandı. Tamamiyle en baştan geliştirildi; geliştiricilerin phpbb gelişimi için istekleri orijinal codebase yapısının gelişmesini ve büyümesini sağladı. Kısa bir zaman sonra Doug Kelly(şimdi eski takım üyesi) takıma katıldı. Geliştirme ve kapsamlı testlerden bir yıl sonra, phpBB 2.0.0, "Super Furry" olarak adlandırılarak yayınlandı, 4 Nisan, 2002 (Tasarlandıktan üç gün sonra).
Aralık 2004 tarihinde, phpBB sitelerinin büyük kısmı Santy worm tarafından tahrip edildi; bu açık, eski sürüm phpBB sürümleri etkilemiştir.
2.0.x serisinin 7 Temmuz 2006 tarihinde yayınlanan son sürümünün ismi 2.0.21 ("Bertie's Summer Vacation") olarak belirlenmiştir, 2.0.x serisinde yayınlanan sürümler sadece güvenlik ve hata düzeltmeleriyle ilgilidir.
2x serisi için 2.0.22 sürümü 23 Aralık 2006 tarihinde yayımlanmıştır.. Detaylı bilgi, v2.0.22 adresinde bulunabilir.
Son olarak 2.0.x sürümlerinin son sürümü 2.0.23 yayınlandı. Detaylı bilgi, phpBB 2.0.23 released (İngilizce) ve phpBB 2.0.23 Çıktı (Türkçe) adreslerinde bulunabilir.
phpBB 2.0.23 sürümü phpBB 2.0.x sürümlerinin son sürümü olmuş ve geliştirilmesi sona ermiştir.
phpBB 3.0.x
3.0.x serisinin beta 1 olarak 17 Temmuz, 2006 tarihinde yayınlanan Beta1 3.0 Beta 1 adresinde bulunabilir.
3.0.x serisinin Beta 2 sürümü 12 Ağustos 2006 tarihinde yayımlandı. İlk beta sürümde tespit edilen 367'ye yakın bug güncellendi. 3.0 Beta 2 adresinde bulunabilir.
3.0.x serisinin Beta 3 sürümü 12 Kasım 2006 tarihinde yayımlandı. İkinci Beta sürümünden sonra 299 adet hata ayıklanmıştır.
Önemli bir değişiklik olara UTF-8 dil destek fonksiyonu eklenmiştir. Detaylı bilgi, 3.0 Beta 3 adresinde bulunabilir.
3.0.x serisinin Beta 4 sürümü 27 Kasım 2006 tarihinde yayımlandı. Üçüncü Beta sürümünde sistem daha kararlı hale getirilmiş, yükseltme(upgrade) özelliği test amacıyla eklenmiştir.. Detaylı bilgi, 3.0 Beta 4 adresinde bulunabilir.
3.0.x serisinin Beta 5 sürümü 28 Ocak 2007 tarihinde yayınlandı. Dördüncü Beta sürümünde phpBB 2.x sürümlerinden 3.x sürümüne geçiş için dönüştürücü (convertor) yapılmıştır. Detaylı bilgi, 3.0 Beta 5 (İngilizce) ve 3.0 Beta 5 (Türkçe) adreslerinde bulunabilir.
3.0.x serisinin son sürümü 3.0.14, 4 Mayıs 2015 tarihinde duyuruldu. Detaylı bilgi, phpBB 3.0.14 and phpBB 3.1.4 Release - Please Update (İngilizce) ve phpBB 3.0.14 Yayınlandı (Türkçe) adreslerinde bulunabilir .
phpBB 3.1.x
phpBB 3.1.x serisinin Beta1 sürümü 20 Mart, 2014 tarihinde yayınlandı.
3.1.x sürümlerinde AJAX alt yapısı (ör: sayfanın tamamen yeniden yüklenmesini beklemeden işlem yapılması), OAuth Login (Facebook, Google, Bit.ly hesaplarıyla kayıt olma ve giriş yapma), Soft delete (konular, başlıklar, mesajlar gibi silinen ögelerde istenmeyen veri kayıplarını önlemek için ilk olarak geri dönüşüm kutusuna gönderilmesi), mobil uyumlu tema (responsive design), otomatik eklenti (eski adıyla mod) yükleme gibi bazı dikkat çeken yeni özellikler bulunuyor.
3.1.x serisi Release Candidate sürümleriyle 20 Haziran, 2014 tarihinde yayınlanmaya başlandı.
3.1.x serisinin RC3 sürümü 12 Ağustos 2014 tarihinde duyuruldu. Detaylı bilgi, phpBB 3.1.0-RC3 released (İngilizce) ve phpBB 3.1.0-RC3 yayınlandı (Türkçe) adreslerinde bulunabilir .
3.1.x serisinin final sürümü phpBB 3.1 (Ascraeus) 28 Ekim 2014 tarihinde duyuruldu. Detaylı bilgi, phpBB 3.1 Ascraeus Feature Release Published (İngilizce) ve phpBB 3.1 Ascraeus yayınlandı (Türkçe) adreslerinde bulunabilir.
3.1.x serisinin son sürümü 3.1.4, 4 Mayıs 2015 tarihinde duyuruldu. Detaylı bilgi, phpBB 3.0.14 and phpBB 3.1.4 Release - Please Update (İngilizce) ve phpBB 3.1.4 Yayınlandı (Türkçe) adreslerinde bulunabilir .
−
Yeni 2.0.x kod yapısıyla birlikte phpbb, daha stabil bir yapıya kavuşmuştur, phpBB geliştirici takımı, Meik Sievertsen, şimdilerde "Olympus" kod isimli yeni nesil phpBB forum yapısı üzerinde geliştirme ve üretim yapıyor; yeni phpBB3 forum yapısı hata ayıklamalarından geçtikten sonra ve belli bir kalite seviyesine ulaştırıldığında, 3.0.0. sürüm olarak yayınlanacaktır.
"Olympus" gelişim çizgisi 1.4.x ve 2.0.x ile karşılaştırılabilir. "Olympus" forum sisteminin yayınlacak yeni sürümü esasında orijinal olarak 2.2.0 sürümü olarak çıkarılacaktı; bununla birlikte , 2.1.x sürümündeki tüm uyumluluk 2.0.x çizgisiyle sağlandığından, yeni sürüm numarasını yayınlanmak için, sürüm numarası 3.0.0 sürümü olarak seçildi. Linux kernel birliktedir version numbering scheme.
phpBB sürüm 3.0.x ile gelen yeni özelliklerin listesi ve 2.0.x sürümleri ile özellik karşılaştırması phpBB Features (İngilizce) ile phpBB Features (Türkçe) adresinde bulunabilir. Ayrıca phpBB3 için, Mayıs 2003 tarihinden bu yana gerçekleşen değişimlerin özellikleri de mevcuttur , diğer bir kısa özet ise burada mevcuttur . Yeni phpBB geliştiricilerinin katılması ile phpBB takımı güçlenmiştir..
19 Mart, 2006 tarihinde, geliştirme takımı CVS sürüm için genel bir bug izleyicisi açtı ve 17 Haziran, 2006 tarihinde, 3.0' beta sürümü yayınlandı.
Birçok veritabani sistemleri bir abstraction tabakası yoluyla desteklendi. Bunlar: MySQL, PostgreSQL, MSSQL, Microsoft Access ve biraz değişiklik ile , Oracle. PhpBB veritabanı yapısı farklı API'leri yönetbilir. SQL sorgu hataları ilesorgu temeline dayanılarak anlatılır. phpBB 3.0 ayrıca SQLite, Firebird, ve Oracle yapısınıda görebilecek haldedir.
Mod kelimesinin anlamı şu şekilde açıklanabilir; "mod" bir çeşit kod içeriğe sahip phpBB "modifikasyonlarının" kısaltmasının adıdır ve phpBB topluluğu tarafından yaratılmıştır. Mod tanımı seçkin modifikasyonlardan oluşur ve forum moderator tarafından bu isimle anılmıştır. Modifikasyonların sahipleri sadece phpBB yapımcıları değildir ve bu şekilde resmi olmayan modlarıda kabul ederler, fakat bu modlara destek konusunda şöyle bir yol izlenir; phpBB Mod Takımı gayri resmi modları kabul eder, inceler ve kaynaklarına onaylayarak ekler. Modifikasyonlar, bu adresteki standartlara göre yayınlanır MOD Takımının Standartları. Mod'lar onaylandıktan sonra buradaki adresten yayınlanır MOD Veritabanı. Başka websiteleri de kendi standartları ile modlar geliştiriyor, ama phpBB takımı phpBB.com 'dan başka sitelerden yüklenen Modları kullanmayı güvenlik açısından önermiyor.
PhpBB birçok sunucunun altyapısına uygundur ve phpBB sistemi ile ayarlanmış birçok web sitesi vardır. PhpBB resmi forumlarında farklı sistemlerde kurulum ve ayarları anlatan pek çok başlık bulunmaktadır. Ek olarak Olympus Beta yazılımı ile de phpBB üzerinde modifikasyonlar kolayca yapılabilir. Standart phpBB üzerine yapılan bu modifikasyonlar ile, aşırı yüklü sayfaları daha rahat görüntülemeden, yeni üye kaydının hızlandırılmasına kadar çeşitli yenilikleri forumunuza ekleyebilirsiniz.
Resmi Siteler
Türkçe Dil Dosyaları
Demo / Önizleme
Türkçe Destek Siteleri
Türkiye Dışı Siteler
−
Alfhem
Alfhem, 1954 Mayıs'ında Guatemala'daki Arbenz hükümetine Çekoslovak silah ve cephanesini taşımak için kullanılmasıyla tanınan İsveç bandıralı bir gemidir.
Silahlar gemiye Polonya'da Baltık Denizi'ndeki liman şehri Szczecin'de (önceki adı Stettin) yüklenmiştir.. Gemi daha sonra zigzag şeklinde bir rota izlemiştir. Fransız Batı Afrikası'ndaki (şimdi Senegal) Dakar'a gitmiş, oradan Curaçao'ya doğru yönelmiş, sonradan Honduras'taki Puerto Cortes'e yönlendirilmiş, en sonunda kaptana gerçek istikameti bildiren bir telsiz mesajı gelerek gemi Guatemala'da Guatemala City'nin 297 km. kuzeybatısındaki Puerto Barrios'a 15 Mayıs 1954'te demir atmıştır.
M/S "Alfhem" "Ångbåts Ab Bohusländska kusten" tarafından sahip olunup işletilen ve İsveç'teki Uddevalla limanına bağlı olan 4847 gross tonluk bir gemiydi. Guatemala'ya yapılan silah taşımacılığını gizlemek amacıyla, Çekoslovak hükümeti Londra'daki İngiliz firması E.E. Dean aracılığıyla önemsiz bir beyanname doldurttu. Diğer bir aldatmaca da geminin konşimentosuna kargonun yalnızca kürek, çivi, makina aletleri, laboratuvar camı gibi önemsiz eşyalardan oluştuğuun yazılması ama tahmini olarak 2.000 tonluk silah ve cephaneden hiç bahsedilmemesiydi.
Geminin bir resmi
Ağ sayfaları
Özel Fatih Lisesi
Mehmet Âkif Koleji
Mehmet Âkif Koleji (Arnavutça: "Kolegji Mehmet Akif"; İngilizce: "Mehmet Akif College"), Kosova'nın başkenti Priştine ve ikinci büyük şehri Prizren'de yerleşik olup, Kosova'nın önde gelen orta öğretim kurumlarından biridir. 2000 yılında Türk "Gulistan Educational Center" tarafından kurulmuş, Kosova'nın ilk öze |
l öğretim kurumu sıfatını almıştır. Türk, Arnavut ve uluslararası bir öğretmen kadrosu bulunmaktadır. İstiklâl Marşı şairi, Türk edebiyatının büyük ismi Mehmet Âkif Ersoy'un ismini taşımaktadır.
Mehmet Âkif Koleji, yabancı dil öğretimine özel önem vermektedir. Müfredatta İngilizce, Arnavutça, Türkçe dersleri yer almaktadır.
Özel okul olmakla birlikte, her yıl en az 50 öğrenciye burs verilmekte, dar gelirli ailelerin çocuklarının da kolejin sunduğu eğitimden yararlanmaları sağlanmaktadır.
Mehmet Âkif Koleji diplomaları, uluslararası düzeyde tanınmakta olup öğrenciler yüksek öğrenimleri için özellikle Türkiye, ABD, İngiltere ve İtalya'ya yönelmektedir.
Gullistan Educational Center aynı zamanda ilkokul düzeyindeki (1'den 8'e kadar sınıflı) "International School of Prishtina" (Priştine Uluslararası Okulu)'nu da bünyesinde bulundurmaktadır.
Beykent Kalesi
Beykent Kalesi, Siirt'in Kurtalan İlçesi'nin 6 km güneyindeki Beykent Köyü'nde bulunur. Bu kalenin ne zaman ve kimin tarafından yaptırıldığını belirten bir belge günümüze gelememiştir.
Kalenin Bizans veya döneminde gözetleme veya karakol niteliğinde yapıldığı sanılmaktadır. Moloz taş ve yer yer de tuğladan örülmüş duvar kalıntıları dışında başka bir kalıntı günümüze ulaşmamıştır. Kale icin bolgenin yuksek bir noktasinin seciliyor olmasi bir zamanlar sinir gorevi gormus olabilecegini gostermektedir, kalenin alaninin genis bir arazi uzerine kurulu olmayisi, Siirt ve Bitlis guzergahlari ustunde olmasi buyuk ihtimal guneyden gelen bir kuvvete karsi kuruldugu dusuncesini verir, Bizans-Sasani ve Bizans-Arap savaslarinda kullanildigi ancak cok uzun bir zaman diliminde kullanimda olmadigi taslarin ugradigi erozyondan anlasilabilir.
Avasim sehirleri olarak bilinen mardin siirt bitlis silvan sehirleri ve civarinda bu tur birçok kale bilinir buna ornek hisn-i keyfa. keyf kalesi. Araplar tarafından cezire olarak bilinen bu bolgede beykent koyu ve kalesi ile ilgili arastirmalar henuz ileri asamada bir calisma yapilamagindan bizi aydinlatamamaktadir ancak Mezopotamya ve Kurt tarihi uzerinde calismalarin bir gun baslayacak olmasi beykent kalesi gibi sahipsiz ve tarihi kesfedilmeyi bekleyen yuzlerce kapali kutu bir gun bize kendisini kesfettirecek ve anlattiracktir.
Robert-François Damiens
Robert-François Damiens (d. 9 Ocak 1715 - ö. 28 Mart 1757) Fransa Kralı XV. Louis'ye 1757 yılında yaptığı başarısız suikast girişiminden sonra kötü üne kavuşan bir Fransızdır. Fransa'da kral katillerine (regicide) uygulanan geleneksel ve acımasız sürükleyerek dörde bölmek yöntemi ile idam edilen son kişidir.
Damiens 1715 yılında Artois yakınlarındaki Arras'ta bulunan "La Thieuloye" adında bir köyde doğdu. Genç yaşta orduya katıldı. Terhis edildikten sonra sivil olarak Paris'teki Jesuits yüksek okulunda çalışmaya başladı, ve bundan da diğer girdiği işlerdeki gibi "kötü davranışları" nedeniyle atılarak çevresinden "Robert le Diable" (şeytani Robert) lakabını kazandı.
Papa XI. Clement'in Paris Parlamentosu ile olan çatışmaları sırasında Damiens'in aklında Hristiyan kilisesine ilişkin fikirler mayalandığı ve ruhban sınıfının Jansenist ile Konvülsiyonist'lere kimi dini ayinleri uygulamayı reddetmesinin fikir hayatını etkilediği sanılmaktadır. Görünüşe göre kralın ölümünün barışı yeniden sağlayacağını düşünmüştür. Ancak Damiens (belki de gerçekten de) kralı sadece korkutmak istediğini ve ona ciddi bir zarar vermek gibi bir niyetinin olmadığını iddia etmiştir.
5 Ocak 1757'de kral arabasına binerken Damiens öne atıldı ve kralı bıçakladı. Küçük bir yara bırakan Damiens kaçmak için herhangi bir girişimde bulunmadı ve derhal yakalandı. Sonra kendisini kimin gönderdiğini ve suç ortaklarını açıklaması için işkence edildi. Bu uğraş başarısız oldu. Paris Parlamentosu tarafından "kral katili" olarak yargılandı ve Place de Grève'de bulunan atlar ile sürüklenip dörde bölünerek idamına karar verildi.
Önce kızgın kerpetenlerle işkence edildi, ve bıçağı tutan eli kükürt, balmumu ve kızgın yağ ile yakıldı. Sonra atlar "dörde bölme işlemi" için kollarına ve ayaklarına koşuldu. Damiens'in uzuvları kolayca ayrılmadı, ve birkaç saat sonra parlamento vekilleri cellat ve yardımcılarına kol ve ayaklarındaki eklemleri kesme emri verdiler. Böylece Damiens kalabalığın alkışları arasında dörde bölündü. Hala yaşayan gövdesi kazığa bağlanarak yakıldı.
Ölümünden sonra evi yıkıldı, kardeşleri soyadlarını değiştirmeye zorlandı ve ailesi Fransa'dan sürüldü.
Damiens'in idamı Michel Foucault'nun Hapishanenin Doğuşu adlı cezalandırma sistemleri çalışmasının giriş kısmında ayrıntılı olarak anlatılır. Ayrıca Peter Weiss'in tiyatro oyunu Marat/Sade'de ölümünün bir canlandırması yapılmıştır.
Atreyu
Atreyu, Orange County, Kaliforniya'da kurulmuş bir metalcore müzik grubudur. İlk olarak "Retribution" ismi ile kurulan grup daha sonra adını The Neverending Story karakterlerinden biri olan Atreyu ismi ile değiştirdi.
Grup Victory Records ile çalışmaya başlamadan önce iki bağımsız EP yayınlamış ve yapılan anlaşmadan sonra "Suicide Notes and Butterfly Kisses" (2002) isimli ilk albümlerini çıkardılar. Bu albümden "Ain't Love Grand" ve "Lip Gloss and Black" isimli iki single çıkardılar ve ikincisi özellikle canlı şovların vazgeçilmez parçalarından biri oldu. 29 Haziran 2004'te çıkardıkları The Curse isimli albümleri listelerde 32. sıraya kadar yükseldi. Albümden "Right Side of the Bed" ve "The Crimson" isimli iki single çıkardılar.
Grubun son albümü A Death-Grip on Yesterday 28 Mart 2006 tarihinde piyasaya çıktı. Önceki albümlere göre biraz daha farklı bir görünümde olan bu albümde Varkatzas sert şarkı sözleri üzerine daha melodik vokaller seslendirmektedir. 2006 yılı içerisinde de bu albümden A Death-Grip on Yesterday, "Ex's and Oh's" isimli bir single'ları çıktı.
Bütün albümlerinin tanıtımı için pek çok turnede çalmışlardı. Warped Tour'un 2005 yılı etkinliklerinde performanslarını sergilemişlerdi. 2006 Ozzfest'te Unearth, Bleeding Through ve Norma Jean ile ikinci sahnede konser verdiler.
Yüz Yıl Savaşı
Yüz Yıl Savaşları, İngiltere Kralı III. Edward'ın Fransa tahtında hak iddia etmesiyle 1337'de başlayan ve ancak 116 yıl sonra 1453'te sona eren savaşlar dizisidir.
Genel olarak 1337'de başlayıp 1453'te bittiği kabul edilen Yüz Yıl Savaşları, görünürde feodalite ve hanedan savaşıydı. Feodal nitelikteydi, çünkü İngiltere Kralı aynı zamanda Akitanya dükü olduğundan, Akitanya'daki uyrukları dükle bir sorunları olduğunda onun süzerenine, yani Fransa Kralına başvurabiliyorlardı. Hanedan çatışmalarının temelinde ise, Fransız baronlarının, Fransa Kralı IV. Charles'ın ölümünden sonra yerine İngiltere Kralı III. Edward'ı değil, VI. Filip'i seçmeleri yatıyordu. Toprakları Fransa'nın olan ama ekonomisinin temeli İngiliz yününe dayanan Arquitani ve Flandr'daki olaylar, 1294'ten itibaren iki ülke arasındaki gerginliği sonunda iyice arttırdı. İngiltere Kralı ilan edilen III. Edward, annesi Isabelle de France'ı sürgüne gönderdi ve annesinin sevgilisi Mortimer'ı idam ettirdi (1330). Fransa Kralı IV. Filip'in anne tarafından dedesi olması gerçeğine dayanarak Fransa tahtı üzerinde hak iddia etti; böylece Yüz Yıl Savaşları patlak verdi.
İlk saldırıyı başlatan İngiliz orduları Crécy'de Fransızları yendi (1346) ve Calais'yi ele geçirdi. Poitiers'de bir zafer daha kazanan (1356) İngilizler, Fransa Kralı II. Jean'ı esir aldılar. Çaresiz kalan Fransızlar 1360'taki Brétigny Antlaşması'yla çok büyük toprak kaybetti. V. Charles döneminde, Krallık Orduları Komutanı Bertrand du Guesclin'in önerisiyle benimsedikleri yeni stratejiye göre, İngilizlerle çarpışmaktan kaçınarak ve sırayla kuşatma harekatı yürüterek, kaybettikleri toprakların hemen hepsini 1374'ten önce geri aldılar. Prensle arasındaki mücadeleyi fırsat bilen İngiltere Kralı V. Henry yeniden Fransa üzerine yürüdü ve Agincourt Muharebesi'ni (1415) kazanarak Normandiya'yı aldı. Fransa Kralı VI. Charles'ın imzalamak zorunda kaldığı Troyes Antlaşması'na (1420) göre, Fransa tahtının varisi İngiltere Kralı V. Henry'nin oğlu VI. Henry olacaktı. Lorraine'li genç bir kızın, Jeanne d'Arc'ın inancı ve coşkusuyla yeni bir güç kazanan Fransız Orduları Orléans'ı kurtardılar ve Reims'de veliaht VII. Charles'a taç giydirdiler. Jeanne d'Arc'ın İngilizler tarafından diri diri yakılmasından (1431) sonra Fransa Kralı, İngiltere'nin müttefiki Bourgogne ile Arras Antlaşması'nı (1435) imzaladı, Orduda reform yaptı ve güçlü bir topçu sınıfı kurdu. Bu sayede Fransızlar sırasıyla Paris'i (1436), Normandiya'yı (1450) ve Arquitania'yı (1453) geri aldılar. Böylece, herhangi bir anlaşma imzalanmadan savaş fiilen sona erdi.
Çatışmanın geçmişi 400 yıl öncesinde 911'de başlar. Carolingionlu Charles The Simple -(18 Eylül 879-7 Ekim 929) Simple (basit) diye adlandırılıyordu)-; Carolingion Hanedanlığı'nın bir üyesiydi. Fransa'yı (batı Fransa) Kral olarak ( 883-922/923'e kadar yönetti), Viking Rollo'nun (Vikingler'in ilk Kralı 860-932) Krallığının Normandiya kısmına yerleşmesine izin verdi. 1066'da Normanlar savaşta William'ın komutası altındaydılar. Ve İngiltere'yi zaptettiler. Anglo-Saxon liderlerini Hasting savaşında yenerek yeni bir Anglo-Norman güç yapısını kurdular. Gelecekteki Viking Rollo ile başlayan olaylara dikkat çekmek önemlidir. Daha sonra İngiltere Kralı olsalar bile Norman liderler Fransa Kralı'nın vasalı idi.
İngiltere'de anarşi olarak bilinen birbirini takip eden bir savaş ve huzursuzluk döneminde (1135-1154) Anglo-Norman Hanedanlığını Angevin Kralları başarı ile yönetiyordu. Gücün en yükseğindeki Angevin'ler Normandy ve İngiltere'nin yanı sıra Maine, Anjou, Touraine, Gaskonya, Saintogne ve Akitanya'yı kontrol ediyordu. Bu toprak kalabalığı bazen Angavin İmparatorluğu olarak biliniyordu. İngiltere Kralı hala Fransa Kralının vasalı idi. O zamanki Fransa Kralından başka doğrudan doğruya pek çok Fransa toprağını yönetiyordu. Bu durum sürekli çatışma sebebi idi. Fransa bu durumu bir dereceye kadar savaşla çözdü: Normandy'nin zaptı (1214), Saintogne savaşı (1242) ve sonuncusu Saint-Sardos savaşı |
(1324).
Bu suretle kıtadaki nüfusu azalan İngiltere'ye Gaskonya'nın küçük bir bölgesi kaldı. Ve Norman sarayının mücevherleri tamamiyle kayboldu.
Pek çok İngiliz aristokrat büyük babalarının ve büyük büyük babalarının zengin kıtada 14. yüzyılın başına kadar kontrole sahip olduğunu hala hatırlıyordu. Ve onlar burayı atalarının yurdu olarak kabul ediyorlardı. Bu sebep toprakların mülkiyetini tekrar elde etmek için onları motive ediyordu.
Kendine özgü olaylar savaşın Fransa'da yer almasına sebep oluyordu. Direct Capetian Krallığı Orta çağın en uzun devam yaşayan hanedanlığı idi. Sülale bozulmadan devam ediyor ve krallar bu sürekliliği başarıyordu. 1314'de Direct Capetian kralı IV. Filip (1268-29 Kasım 1314) üç erkek mirasçı X. Louis, V. Filip ve IV. Charles bırakarak öldü. En yaşlı oğul ve mirasçı, X. Louis 1316'da öldü. Arkasında kendisinden sonra doğan biricik oğlu I. Jean, ki doğumdan sonra aynı yıl içinde öldü. Ve bir kız evlat Joan ki onun babalık kaynağı şüpheliydi.
V. Filip'in tahta çıkmasından sonra bile İngilizler Gaskonya'yı hala kontrol etmekteydi. Gaskonya çok faydalı olan tuz ve şarap üretiyordu. O zaman zeamet (tımar) dan ayrı idi. İngiliz toprağında olmasına rağmen Fransız tacını tutuyordu. Onun mülkiyeti iki Kral arasında bir savaş sebebi idi. Fransa Kralı VI. Filip, İngiltere Kralı Edward'ın topraklarını tanımasını bağımsızlığın şartı olarak talep ediyordu. Edward ise babasının kaybettiği toprakları geri almak istiyordu. 1329'daki uzlaşma her iki tarafı da memnun etmedi. Fakat Yurtta çeşitli problemlerle yüz yüze gelen Edward, Filip'i Fransa kralı olarak kabul ediyor ve kendisinin Fransa tacındaki hakkından vazgeçiyordu. Gerçekte İngiliz'ler Gaskonya'yı tutuyordu. 1333'de III. Edward, II. David of Scotland (II. David, 5 Mart 1324-22 Şubat 1371, İskoç Kralı) ile savaşa gitti. Fransa Auld Alliance --(İskoçya-Fransa birliği, bu birlik özellikle İngiltere'ye karşı kurulmuştu ve İlk defa böyle bir anlaşma 23 Ekim 1295'de Paris'te imzalandı)-- birleşmesi altında idi. Ve İskoç Bağımsızlığı'nın İkinci Savaşı (Second War of Scottish Independence) başladı. Fransa Kralı Filip, dikkatini kuzey tarafa yoğunlaştırdığında, Gaskonya'yı tekrar elde etme fırsatı gördü. Savaş çok çabuk bir şekilde İngiltere tarafı için başarı ile sonuçlandı. Ve David, Fransa'ya kaçmaya zorlandı. Kral Edward ve Edward Balliol (1282-1364 kısa süreli İskoç Kralı) tarafından Temmuz'da "Halidon Tepesi Savaşı'nda" (Battle of Halidon Hill) yenilmesinden sonra, 1336'da V. Filip, David'i İskoç tahtına tekrar getirmek ve aynı zamanda Gaskonya'yı da ele geçirmek için plan yapıyordu.
Fransız gemileri Manş Denizi sahil yerleşimini yakıp yıkmaya başlamıştı. 1337 tarihinde Filip Gaskonya'nın tımarlığını feodal kanunları zikrederek talep etti. Edward, kendi Lordlarının istek ve ihtiyaçlarını dikkate almayarak yeminini bozmuştu. III. Edward kendisinin gerçekte Fransa tacında hak sahibi olduğunu beyan ederek cevap verdi. Ve Aziz'ler günündeki festivalde Lincoln piskoposu Hanry Burghersh, İngiltere Kralına nispet için Paris'e gitti. Savaş ilan edilmişti.
Savaş başladığında, Fransa nüfusu yaklaşık 17 milyondu, buna karşın İngiltere nüfusu 4 milyondu.
Savaşın ilk yıllarında III. Edward şimdiki Hollanda bölgesinin soyluları ve Flanders (Belçika, Fransa ve Hollanda'nın üst üste kapladığı bölgenin bir parçası) sakinleri ile ittifak yaptı. Fakat iki savaş sonrasında hiçbir başarı elde edilemedi. Birlik 1340 yılında dağıldı. Alman prenslerine yapılan devlet yardımı ödemeleri ve yurt dışında ordu tutmanın maliyeti İngiliz hükümetini iflasa sürüklüyor ve Edward'ın prestijine ağır bir şekilde zarar veriyordu.
Denizde, Fransa bazı zamanlarda üstünlük elde ediyordu. Ceneviz gemilerinin ve tayfalarının sayesinde İngiliz sahillerinde pek çok kasaba bazen tekrarlı bir şekilde yağma ediliyordu. Bu İngiliz sahilleri boyunca korkuya ve parçalanmaya sebep oluyordu. Savaşın bu sürecinde Fransa'nın İngiltere'yi tamamen istila edeceği korkusu hakimdi. Fransa'nın deniz gücü İngiltere'de ekonomik kırılmaya neden oluyordu. Çünkü, bu durum Flanders'dan yün ve Gaskonya'dan da şarap ticaretini sekteye uğratıyordu. 1340 yılında İngiliz ordusunun Sluys'a karadan inmesini engelleme denemesinde Fransız filosu hemen hemen tamamıyla Sluys Savaşı'nda (Battle of Sluys) tahrip edildi.
Bundan sonra İngiltere, Fransa istilasını önleyerek Manş Denizi'ni savaşın geri kalan kısmında idaresi altına alabilecekti.
Fransa Kralı II. Jean, oğlu I. Louis'i kendi yerine İngiltere'ye esir olarak gönderdiğinde oğlu 1362'de İngiltere'den kaçtı. II. Jean şövalye gibi kendisini teslim etti ve İngiltere'de tutsak oldu. 1364 yılında onuruyla tutsak olarak öldü. V. Charles (21 Ocak 1338- 16 Eylül 1380) 1364 yılında Fransa Kralı olarak onun yerine tahta geçti.
Brétigny Antlaşması İngiltere Kralı Edward'ın, Fransa tacındaki hak iddialarını tanınmaz yaptı. Ama Edward Aquitaine'de topraklarını büyük bir hızla genişleterek Calais'i zapt etmesini sagladı. Gerçekte, Edward Fransa tacındaki hak iddiasından asla vazgeçmedi. Charles tahta çıkar çıkmaz Edward'ın yeni toprağını tekrar geri aldı. 1369 yılında, sudan sebeple III. Edward Brétigny Antlaşması koşullarını yerine getirmemişti, Charles bir defa daha savaş ilan etti.
Charles kendi hükümdarlığı döneminde, düzenli olarak İngiliz geri çekilmesini gördü.
Battle of Auray (24 Eylül 1364, Fransa'nın Auray kasabası) savaşındaki İngiliz zaferine rağmen Britanya dükleri savaşın sonunda Fransa tahtı ile ara buluculuk yapıyordu. Breton askeri, Bertrand du Guesclin Yüzyıl Savaşlarında en başarılı generallerden biri haline geldi.
IV. Henry (3 Nisan 1367-20 Mart 1413) Fransa'ya sefer düzenlemeyi planlamış olmasına rağmen kısa Krallık dönemi nedeniyle onu uygulamaya koymaya muktedir olamadı. Aynı zamanda, Fransa Kralı VI. Charles deli olmak üzereydi, ve güç için kuzeni Korkusuz Jean ve onun kardeşi Louis of Orléans arasında açık bir çatışma başlamıştı. Louis'in bir cinayete kurban gitmesinden sonra, Armagnac ailesi Jean'a karşı politik gücü ele geçirdi. 1409'a kadar her iki taraf da, sivil savaştaki İngiliz kuvvetlerinin yardımını garanti altına almaya çalışıyordu.
Yüzyıl Savaşları, askeri evrim zamanıydı. Silahlar, taktikler, ordu yapısı ve savaşın sosyal anlamındaki bütün değişimleri, savaşın isteklerine bir dereceye kadar cevap vermek, teknolojideki kısmen ilerleme, savaş düşüncesi derslerinde kısmen ilerleme.
Sonuçları:
En meşhur İngiliz silahı English Longbow, ayrıca Welsh Longbow (yaylı ok atan silah) olarak da isimlendirilir. Güçlü bir Orta Çağ silahı idi. Yaklaşık 6 ft 6 inc (2.0 metre) uzunluğundaydı. İngilizler, İskoçlar ve Galler tarafından avcılık ve savaş silahı olarak kullanıldı. Yeni silah olmadığından o zamanda savaş içinde önemli rol oynadı. İngilizler'e pek çok savaşta taktik üstünlükler verdi. Fransızlar esas olarak yaylı tüfeklerine (crossbow) güveniyorlardı. Bu alet Cenovalı paralı askerlerce sık sık kullanılıyordu. Bu silahın sık kullanılmasının nedeni kısa bir eğitim ve az bir ustalık gerektiriyor olmasıydı.
Savaşın sonunda, Fransa ve İngiltere vergilerden sabit bir ordu yaratacak kadar paraya sahip oluyordu. Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden beri ilk defa Batı'da ve Merkezi Avrupa'da sabit bir ordu kuruluyordu. Bu ordular Kralları için tamamıyla yeni bir güç formunu temsil ediyorlardı. Onlar Kraliyeti sadece bir istiladan korumuyorlar aynı zamanda iç tehlikeden de koruyor ve toplumu kontrol altında tutuyordu. Bu ulus devletlerin erken merkezileşmesine neden olan gelişmenin büyük bir adımı idi.
Yüzyıl Savaşları'nın bitmesinden sonra, İngiltere Fransa tahtındaki hak iddialarını sürdürüyordu. Ta ki 1801 Birlik Kanunu (Act of Union in 1801)'na kadar. Bu kanunda Fransa Kralı unvanı yeni kraliyet stilinde atlanıyordu.
Geert Wilders
Geert Wilders (d. 6 Eylül 1963, Venlo), Özgürlük Partisi başkanı, Hollandalı siyasetçi. 1998'den beri Hollanda Parlamentosu üyesidir.
Wilders, Katolik iken agnostisizmi seçmiş bir siyasetçidir. Vergilerin düşürülmesi, refah devletinin tasfiyesi, asgarî ücretin ortadan kaldırılması, devlet düzenlemelerinin ve müdahalelerinin en aza indirgenmesi gibi sağ liberteryen politikalarla objektivist bir bakış açısını birleştirerek İslâm dini ve özgürlüklerin uyuşamayacağı fikri ile İslâm'a karşı bir siyaset yürütmektedir. Asıl nefretinin direkt olarak Müslümanlara karşı olmadığını, sadece İslâm dinine olduğunu vurgulayan Wilders, bir açıklamasında ""Sorunun temelinde faşist İslâm, Allah ve Muhammed'in hasta ideolojisi var; bu ideolojinin kaynağı da 'İslâmî Kavgam' (Mein Kampf), yani Kur'an'dır"" dedi. Bu gibi beyanları dolayısıyla 2006 yılında Wilders'a karşı suç duyurusunda bulunuldu. Ancak 2008 yılına gelindiğinde savcılık, Wilders hakkında yargılama yapılamayacağını kararlaştırdı.
Wilders ve partisi yabancı göçmenlere karşı daha sert tedbirler alınmasını ve göçmen kanunlarında değişikliğe gidilmesini istemektedirler. Wilders, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyeliğine karşı Hollanda'daki en büyük muhalefeti yürütmektedir.
Biyoiktidar
Biyoiktidar terimi asıl olarak Fransız Filozof Michel Foucault tarafından ortaya atılmış ve modern ulus devletlerin amaçlarını “bedenlerin zaptedilmesini ve nüfusun kontrol edilmesini başarmak için sayısız ve farklı tekniklerin uygulanışındaki bir patlama” aracılığıyla, özellikle de istatistik ve olasılığın kullanılması yoluyla, düzenleme pratiğine işaret eden bir terimdir. Foucault bu terimi ilk College de France’daki derslerinde kullandı, terim yazılı olarak ilk kez Cinselliğin Tarihi adlı kitabının ilk cildi olan Bilme İstenci’nde kullanıldı. Düşünürün iki çalışmasında ve daha sonraki kuramcıların çalışmalarında terim fiziksel sağlıkla daha az doğrudan bağlar taşıyan kamu sağlığı, kalıtımın düzenlenmesi ve risk yönetimi (François Ewald) kavramlarına işaret etmek için kullanıldı. Bunun dışında Foucault’nun daha az kullandığı ve ondan sonra gelen düşünürlerin kendisinden bağımsız olarak kullandığı biyopolitika terimiyle de yakından bağlantılıdır.
Foucault’ya göre biyoiktidar bi |
r iktidar teknolojisidir yani bir tek iktidar teknolojisine değişik teknikleri kapsayan bir iktidarın uygulanmasıdır. Bu politik teknolojinin ayırt edici niteliği tüm toplumun, nüfusun kontrol edilmesine izin vermesidir. Biyoiktidar modern ulus devletin ve modern kapitalizmin ortaya çıkışında önemlidir. Terim tam anlamıyla “bedenler üzerine kurulan iktidar”dan bahseder. Foucault biyoiktidar sayesinde iktidarın yeni bir sürece girdiğini belirtir. Düşünürün disiplin toplumu ve düzenleyici kontroller adını verdiği teknolojiler sayesinde iktidar tek tek bedenlerde varolur, tek tek insanlara hükmeder ve böylece (kabaca söyleyecek olursak) her bireyi bir polis haline getirerek iktidarı dışarıdan içeriye değil, içeriden dışarıya doğru yayar. (Bkz: Panoptik)
İktidarın kendini rasyonel olarak aklaması, haklı çıkarması gereken bir çağda, biyoiktidar yöntem değiştirmiş ölüm tehdidinin yerine yaşamın korunması ve sürdürülmesine, bedenin düzenlenmesine ve cinsellik nosyonu gibi diğer iktidar teknolojilerinin üretilmesine vurgu yapar. Sağlığın, kalıtımın, ailenin, “kanın” ve “normalliğin” düzenlenmesi biyoiktidara yönelik doğrudan örneklerdir. Benzer biçimde devlet aygıtına yönelik organizmacı yaklaşım (örneğin devletin baş, işçilerin kol olarak tasvir edilmesi) da bunun bir örneğidir. Bu nedenle biyoiktidar, öjenikle ve devlet ırkçılığıyla doğrudan bağlantılıdır.
İlk kez ırk mücadelesi teziyle ilgili derslerinde ortaya çıkan biyoiktidar kavramıyla Foucault iktidarı olumlu bir şey olarak tanımlar ki klasik iktidar anlayışı temelde olumsuzdur, kısıtlayıcıdır ve sansürcülükle benzerlik taşır. Cinsellik Viktorya Döneminde sessizliğe gömülmüş olsa da, aslında “cinsellik dispozitifine” (ya da “mekanizmasına”) bağlıdır ve bu mekanizma özneyi kendi cinsiyeti hakkında konuşmaya zorlar, kışkırtır. Dolayısıyla “cinsellik diye bir şey yoktur”, bu kavram tutarsız bir yaratımdır ve cinselliğimizin kişisel gerçeğimizi içerdiğine bizi inandırır (aynı biçimde “ırk mücadelesi” tezi de, politikanın ve tarihin hakikatini, sözde barışın altında yatan ve sürekli devam eden yer altı savaşında görmektedir).
Bundan başka yaşamı en yüksek değerine çıkarma amacındaki iktidarın karanlık bir temelde yükseldiğini söyler. Eğer devlet kendi halkını korumak için yatırım yapıyorsa, eğer yatırım hayat demekse, her şey haklı çıkartılabilir. Ulusun ya da insalığın yaşamına yönelik tehdit oluşturduğu söylenen herhangi bir grup, örgüt hiçbir ceza görmeden, kınamayla karşılaşmadan ortadan kaldırılabilir. “Eğer soykırım aslında modern iktidarın hayaliyse, bu onun eski çağlardaki öldürme hakkına bir geri dönüş yaptığı anlamına gelmez; bu iktidar hayatın, türlerin, ırkların ve nüfusun büyük ölçüde her aşamasında varolduğu ve hükmettiği içindir.” (Cinselliğin Tarihi)
Foucault için “biyoiktidar” belirli bir tür “iktidar teknolojisi” anlamına geliyorken Giorgio Agamben klasik egemenlik kavramının Antik Yunan’daki başlangıcından beri kendi kendini entegre etmekte olduğunu söyler. Michael Hardt ve Antonio Negri de Marxist teorinin taslağını kullandıkları İmparatorluk adlı eserlerinde bu kavrama değinmişlerdir.Negri ve Hardt belirli noktalarda Foucault'dan ayrılarak biyoiktidar kavramını geliştirirler.İkilinin kullandığı anlamda biyoiktidar Foucaultcu temelden hareket etmekte ancak daha cok Fellix Guattari ve Gilles Deleuze'un Bin Yayla adlı çalışmalarındaki anlam boyutunu geliştirmektedir.
Mavi Tümen
"Mavi Tümen" (İspanyolca: "División Azul", resmî adıi La División Española de Voluntarios, Almanca: "Blaue Division", resmî adı: Die Spanische Freiwilligendivision, Heer'e verildikten sonra 250. Einheit spanischer Freiwilliger / 250. İspanyol Gönüllü Birim; 250. Piyade Tümeni olarak da bilinir), Francisco Franco'nun kendisine İspanya İç Savaşını kazanmasında yardımcı olan Adolf Hitler ve Benito Mussolini nin ısrarları üzerine 1941 yılında kurduğu gönüllü asker birimine verilen lakap.
Bu tümen gönüllüler, maceraperestler, hapishane devşirmelerinden oluşan 18.104 kişilik bir güce sahipti. 1942'de Almanlarla birlikte Sovyetlere karşı savaşmışlardır.
STCW
Standards of Training Certification and Watchkeeping (STCW; "Gemi Adamlarının Eğitim, Belgelendirme ve Vardiya Tutma Standartları"), Uluslararası Denizcilik Örgütü'nün (International Maritime Organisation) yayımladığı, gemi adamlarının denizde güvenliğini esas alan, ve üyesi olan ülkelerce gerçekleştirilen bir konvansiyon ile 1978 yılında hayata geçirdiği, 1995 yılında da gözden geçirdiği uluslararası bir denizcilik kodudur.
Denizde çalışma hayatını standart altına almayı hedefleyen, deniz, gemi ve gemiadamı güvenliğini esas alan STCW 78/95 denizde çalışmak isteyen kişilerin öncelikle alması gereken eğitimleri, yeterlilik yükseltmelerini, eğitim kalite standartlarını ve benzeri birçok konuyu açıklığa kavuşturmaktadır. Bunlar aşağıdaki ana başlıklarda toplanmış olup kendi içlerinde toplam 22 sertifikadan oluşur.
Tüm gemiadamları'nın denizde çalışabilmeleri için 5 temel STCW sertifikasına (Deniz Güvenlik Eğitimleri Ve Belgeleri )sahip olmaları gerekmektedir.Tüm gemi adamları bu konularda yeterli olduklarını kanıtlamak için, her beş yılda bir idarenin öngördüğü değerlendirme sınavından geçerek belgelerini yenilemek zorundadırlar. Bu değerlendirmede başarısız olan gemi adamları, başarısız olduğu konularda tekrar eğitime tabi
tutulur.
Diğer eğitimler ise sadece ilgili gemiye ait belirli personelce alınır.
Tankerlerde Çalışan Gemi Adamlarının Eğitimleri ve Belgeleri;
Fizyogram
Fotoğraf makinesi önünde, bir sarkaç ucundaki ışık kaynağını sallanırken çizmiş olduğu ışıklı çizgilerin fotoğrafı Fizyogram adını alır.
Uzun enstantane kullanılan gece çekimlerinde, obtüratör açık kaldığı süre boyunca hareket eden araba ışığı, fener, kıvılcım gibi ışık kaynaklarının iz yapmalarıyla oluşturulurlar. başka bir yöntem olarak sabit ışık kaynağı karşısında makinenin hareket ettirilmesiyle de yapılabilirler. Fizyogram tekniğiyle soyut ve estetik amaçlı fotoğraflar elde edilebileceği gibi bilinçli şekiller ve yazılar da oluşturulabilir.
En başvurulan yöntem fotoğraf makinesinin karşısında bir fener ya da çakmak gibi ışık kaynağıyla havaya çizilecek şekilleri uzun bir pozlamayla kaydetmektir.
Analog makinelerde film maliyeti ve sonuçların hemen görülememesi nedeniyle oldukça tecrübe gerektiren masraflı bir teknikti. Günümüzde dijital fotoğraf makinelerinin yaygınlaşmasıyla, maliyet sorununun kalmaması, daha çok deneme yapılabilmesi ve sonuçların hemen görülerek geliştirilebilmesi sayesinde yapımı oldukça kolaylaşmıştır.
Rudolf Arnheim
Rudolf Arnheim (15 Temmuz 1904) Almanya'da doğmuş yazar, sanat ve film kuramcısı ve algısal psikolog. Bir sanat eleştirmeni ve psikolog olarak ününü 1932 yılında yayınlanan 'Sanat olarak film' sayesinde kazanmıştır. Gestatlt psikolojisi okulu mezunudur.
Izzy Stradlin
Izzy Stradlin, asıl adı Jeffery Dean Isbell, (d. 8 Nisan 1962, Lafayette, Indiana), ABD'li müzisyen.
Hard rock grubu olan Guns N Roses grubunda 1985 ile 1991 yılları arasında ritim gitarist olarak görev aldı.
Grubunda Axl Rose ile birlikte esas ve kurucu üyesidir. İkili, bu gruptan önce 1984 yılında Hollywood Rose adında bir grup kurmuştur. Gitarist grupta çaldığı süre içerisinde grubun hit şarkılarına söz ve müzik konusunda önemli katkılarda bulunmuştur. "Think About You", "Dust N' Bones" ve "Double Talkin Jive" gibi parçalar Izzy Stradlin tarafından yazılmıştır. Geri vokallerde Axl Rose'a eşlik eden sanatçı kimi şarkılarda ise vokalistliği tek başına üstlenmiştir.
Grupla beraber 4 adet albüm ve bir adet ep kaydeden Stradlin, 1991 yılında gruptan ayrılmıştır. Ancak gruptan ayrıldıktan sonra "Use Your Illusion" turunda bir süre daha grupla beraber çalmaya devam etmiştir ve zaman zaman konserlerde konuk gitarist olarak sahneye çıkmıştır. Yeri, gruba alınan ABD'li gitarist Gilby Clarke tarafından doldurulmuştur.
İzzy Stradlin bu kararının ardından Indiana’ya döndü. Burada Ju Ju Hounds adlı grupla “Izzy Stradlin and the Ju Ju Hounds”u kurdu ve solo albüm çalışmalarına başladı. 1992’de ilk albümlerini çıkardılar. Olumlu eleştiriler aldıktan sonra da dünya turnesine çıkmaya karar verdiler. Gibly Clarke 1993’teki Avrupa turnesinden önce bir motosiklet kazasında belini incitince Guns N' Roses'ın turnesi tehlikeye girdi. Axl Rose, Clarke’ın yerine Stradlin’i çağırdı. Turne sona erdikten sonra müzisyen Indiana’ya döndü ve bir süre dinlenmeye karar verdi.
Müziğe ara verdiği yıllarda Stradlin bol bol seyahat etti, motor sporları ve yarışlarla ilgilenmeye başladı. 1998’de ikinci solo albümü olan “"117°"” ile müziğe geri döndü. Fakat albümün promosyonuyla fazla ilgilenmedi, sadece birkaç ropörtaj ve konser vermekle yetindi. 1999’da üçüncü albümü “"Ride On"” çıktı, ancak sadece Japonya’da piyasaya sürüldü. Dördüncü ve beşinci solo albümler de 2001 tarihli “"River"” ve 2002 tarihli “"On Down the Road"” oldu. 2003’te Stradlin, “"Like A Dog"” adlı bir albüm hazırladı ancak bu albüm piyasaya sürülmedi. 2 yıl sonra, müzisyenin hayranları bu albümün satışa çıkması için bir kampanya başlattı ve albüm satışa çıktı. Bunun dışında 2004 yılında Stradlin ve Duff McKagan, Mark Lanegan’ın “"Bubblegum"” adlı albümünde birlikte çaldı.
Eski grup arkadaşları Slash ve Duff McKagan, Stradlin’e “Velvet Revolver”ın bir üyesi olması için teklif götürdüler ancak müzisyen bu teklifi reddetti. Stradlin, 2006’da önceki albümlerine almadığı parçaları bir albüm halinde satışa sunacağını açıkladı. 2006’da Stradlin, Axl Rose’la aralarındaki sorunları çözdüklerini söyledi. Bunun ardından Guns N’ Roses’ın 2006 turnesinin İngiltere, Hollanda, Norveç, Türkiye ayaklarında konserin sonlarına doğru sahneye çıktı ve grupla birlikte çaldı.
1,80 metre boyundaki Stradlin, Guns N’ Roses grubunun lise mezunu tek üyesi. Şu anda solo kariyerine devam etmekte ve yeni albüm hazırlıkları yapmakta.
2010 yılında ""Wave of Heart"" adlı solo albümünü piyasaya sürdü ve diğer solo albümlerine göre bir nebze daha beğeni aldı. Aynı zamanda 2010 yılına Slash'in ""Ghost"" adlı ş |
arkısında düet yaptılar.
Kaynak; http://www.biyografi.info
Çine Ovası
Çine Ovası. Üzerinde Çine ilçesinin de kurulu bulunduğu Hallaçlar köyünden başlayarak Eskiçine köyünün bulunduğu yere kadar uzanan düzlük(ova)tür. Etrafı Madran, Gökbel dağlarıyla çevrilidir.
Hazırlık ateşi
Hazırlık ateşi, taarruz edilecek olan düşman savunma hatlarındaki direnci kırmaya yönelik, taarruzun hemen öncesinde uygulanan bombardımandır. Top, havan ve roket unsurlarının düşman hatlarını belirli bir süre ateş altında tutmalarına dayanmaktadır. Bu operasyonlarda, II. Dünya Savaşı'yla yaşama geçirilen Yıldırım savaşı taktikleriyle, taktik bombardıman ve avcı uçakları da kullanılmaya başlanmnıştır.
Kuşkusuz düşmanın bir savunma düzeni oluşturmadığı arazilerden taarruz yapıldığında, bir hazırlık ateşine gerek duyulmaz. Ancak, askeri doktrinde, düşmanın savunma pozizyonuna yönelen taarruzlarda, hazırlık ateşi açılmamasının, taarruzun başarı şansını tümüyle ortadan kaldırdığı kabul edilir.
Hazırlık ateşinin, düşman savunma düzeninin direncini kırmaktaki etkinliği, kullanılan unsurların sayısına, ateş yenileme hızına ve hazırlık ateşi süresine bağlıdır. Ne kadar fazla sayıda top, havan, roket ya da uçak kullanılırsa, o ölçüde etkin bir hazırlık ateşi sağlanmış olunur. Keza, hazırlık ateşi süresinin uzatılması da aynı şekilde daha etkin bir hazırlık ateşi sağlar.
Ancak hazırlık ateşi süresinin uzatılmasının bir handikabı da vardır. Hazırlık ateşi başladığında düşman komutanlığı, taarruz hattı hakkında doğal olarak bilgilendirilmiş olmaktadır. Kuşkusuz ki, taarruzun nereden geleceğini artık biliyor olduğu için, derhal gereken önlemleri almaya koyulacaktır. Bu önlemler çoğu kez, yedek birlikleri taarruz hattının hemen gerisine sevk etmek ya da geride yeni savunma mevzileri oluşturmak şeklindedir. Hazırlık ateşinin süre olarak uzatılması, düşmana bu önlemler için yaşamsal önemde bir zaman dilimi kazandırmış olur. Bu yüzden hazırlık ateşinin süresi, optimal bir düzeyde tutulmalı, yeterli hasar sağlanabilecek, en az sürede yapılmalıdır.
Abdurrahmanlar, Germencik
Abdurrahmanlar Aydın ilinin Germencik ilçesine bağlı bir mahalledir.
Aydın iline 29 km, Germencik ilçesine 7 km uzaklıktadır.
Köyün iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir.
Köyde, ilköğretim okulu yoktur fakat taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Köyün içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Ayrıca, köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır.
Motosiklet Günlüğü
Motosiklet Günlüğü (Orijinal adı: "Diarios de motocicleta"), genç Ernesto "Che" Guevara ve arkadaşı Alberto Granado'nun 1950'li yıllarda Güney Amerika'yı dolaşmalarını konu alan biyografik film. Guevara daha sonra Marksist bir devrimci olmuştur, film henüz genç Guevara'yı ele almakta ve doğrudan politik görüşlerine fazla yer vermemektedir.
Bu film Arjantin, Fransa, Almanya, Peru, Şili ve Birleşik Devletler ortak yapımıdır. Ernesto Guevara rolünü Meksikalı genç oyuncu Gael García Bernal, Alberto Granado rolünü Arjantinli Rodrigo de la Serna oynamıştır. Filmi Brezilyalı Walter Salles yönetmiştir. Senaryo Guevara ve Granado`nun günlükleri üzerine kurularak Jose Rivera tarafından yazılmıştır. İlk gösterimi Sundance Film Festivali`nde yapılmış daha sonra bütün dünyada gösterime girmiştir.
Dilek, Yeşilyurt
Dilek Beldesi, Malatya Merkez'e 14 km uzaklıkta yeşilliklerle kaplı güzel ve gelişmeye müsait bir mahalledir. Gerek şehir merkezine yakın olması, gerekse de tarım alanlarının geniş ve sulak olması insanların bu beldeye karşı bakış açılarını etkilemektedir. Dilek 1964'te belediye unvanını elde etmiştir. Hali hazırdaki belediye başkanı Adalet ve Kalkınma Partisi'nden Yusuf Dalbudak'tır. Çok kozmopolit bir yapıya sahip olan Dilek yukarıda da bahsettiğimiz nedenlerden dolayı yani tarım alanlarının geniş ve sulanabilir olmasından kendisine karşı gelişen göç hareketlerini durduramamıştır ve halen de durduramamaktadır. Bu nedenle bir belde unvanına sahip olan Dilek'in nüfusu 10000'i geçerek Malatya'nın çoğu ilçesini bile geride bırakmıştır. 2012 yılında çıkarılan yeni Büyükşehir yasasına göre Dilek Belediyesi, yerel seçimlerden sonra kapatılarak mahalleye dönüştürülmüştür.
Filtre (fotoğrafçılık)
Filtre film üzerine vuran ışığın özelliklerini değiştirmek ve objektifin içine giren ışığı filtre etmek için objektifin ön kısmına takılan ve cam, plastik gibi maddelerden imal edilen yardımcı araçtır.
Özellikle mavi gökyüzü ve beyaz bulutların aynı ölçüde pozlandırıp,bulutların belli olmayacak şekilde mavi gökyüzü ile karıştığı çekimlerde,kırmızı filtre,mavi göğün pozunu düşürerek,bulutların belirgin bir biçimde fotoğrafta yer almalarını sağlar.
Bu filtreler 3 grupta incelenebilir.
Bu filtrelerin renk balansı üzerinde bir etkisi olmaması gerekir.Bunlar,ND,UV,1A skylight ve polarize gibi filtrelerdir.
Bu filtrelerin fonksiyonu atmosferdeki mavi ve mor ötesi ışıkları süzerek berraklığı arttırmaktır.Yüksek dağlarda fazla etkisi yoktur.Ancak objektifimizin merceklerini toz,su,parmak izi gibi zarar verebilecek etkilerden korur.Bir objektif edindiğimiz zaman mutlaka kullanmamız gereken bir filtre grubudur.
Var olan ışığın ölçülmesinde elde edilen enstantane hızını diyaframdan daha düşük bir hız ya da açık diyafram kullanmak istediğimizde kullanabileceğimiz filtrelerdir. Bu filtreler,renk dengesini bozmadan objektiften içeri giren ışığın miktarını azaltırlar.Bu azaltma "Filtre Faktörü" olarak adlandırılır ve miktarı "2x,4x,8x,16x..." olarak ifade edilir.Poz miktarını 1,2,3 ya da 4... stop olarak azaltırlar.
Polarize filtre ile parlama kontrolü yapılabilir.Su üzerindeki yansımalar,cam üzerindeki yansımalar kısaca yansımalar yok edilebilir. Polarize filtrenin kullanıldığı yerler,renklerin doygunlaştırılması,göğün belli bir
bölümünün doygun ve koyu mavi hale getirilmesi,sisin ortadan kaldırılması,deniz ya da göl yüzeylerindeki parlamanın engellenmesi gibi durumlardır.Kontrastı arttırır.Göğün,koyulaştırılmak istenen bölümü ile,kamera ve güneş arasındaki açının 90 derece civarında olması gerekmektedir.Silindirik ya da küresel nesnelerin her yeri depolarize olamaz.
Doğru renkte fotoğraflar elde edebilmek için,doğru filmin doğru ışıkta kullanılması gerekir.Örneğin beyaz ışığa ayarlı filmler ancak gün ışığı ya da benzer ışık kaynakları ile aydınlatılan ortamlarda doğru sonuçlar verebilirler.Bunun dışında tungsten flamanlı lambalarla ya da diğer ışık kaynakları ile aydınlatılmış ortamlarda kırmızıya doğru renk sapmaları meydana getirirler.Bu sapmaları önleyebilmek için uygun "Renk Düzeltici Filtreler" kullanılır.
Siyah-Beyaz fotoğrafta kontrastı etkileyen sarı,turuncu,kırmızı,yeşil,monokrom filtreler,polarize filtre,pek çok görüntü oluşturan multi imaj filtreler ,hız filtresi yanında görüntüyü softlaştıran difüz filtre,ortası net çevresi çizgisel görüntüler oluşturan zoom filtre,gün batışı,sis filtreleri,çift pozlandırma sağlayan maskeleme filtresi,noktasal ışık kaynaklarında ışığın yıldız şeklinde saçılması sağlayan star filtreler,ve bunlar gibi hala üretilmekte olan çeşitli efekt filtreleri fotoğrafta belirginlik sağlamada rol oynar.
Karşılıklılık (fotoğrafçılık)
Enstantane ve diyafram değerleri arasındaki karşılıklı ilişki. Gerek diyafram gerekse de enstantane stop birimleriyle ölçülürler. Bu iki değişken arasındaki karşılıklı ilişki sonucu, değişkenlerden birindeki bir stopluk artış diğer değişkende bir stopluk azalmaya neden olacak ve bunun sonucunda değişiklik öncesindeki pozlandırma ile yine aynı pozlandırma elde edilecektir.
Örneğin : 1/125 enstantane ve 8 diyafram eşlemesi ile 1/250 enstantane ve 5,6 diyafram eşlemesi aynı pozlama sonucunu verir.
Barışarock
Barışarock, 2003 yılından 2008 yılına kadar her yıl, Ağustos ayının son haftasonunda, Sarıyer Mehmet Âkif Ersoy Piknik Alanı'nda yapılan 3 günlük bir müzik festivalidir.
2006'da 80.000 kişinini katıldığı festival; Rock'n Coke festivaline karşı geliştirilen aktivist bir girişimdi, bu yüzden ücretsiz ve sponsorsuz olarak organize ediliyordu.
Film hızı (fotoğrafçılık)
Filmin ışığa karşı duyarlılığını ifade eder. Yavaş filmler ışığa karşı daha az hassas olduklarından görüntüyü kaydedebilmek için daha çok ışığa ihtiyaç duyarlar. Hızlı filmler ise daha duyarlı olduklarından daha az ışıkla çekim yapabilirler.
Dolgu flaş (fotoğrafçılık)
Dolgu flaş (fotoğrafçılık), Konuyu aydınlatmak ya da gölgelerini doldurmak amacıyla ana ışık kaynağına ilave olarak kullanılan flaş.
Bulb değeri
Bulb, fotoğraf makinelerinde parmakla veya bir deklanşör uzatma kablosu aracılığı ile deklanşör basılı tutulduğu sürece perdenin (obtüratör) açık kalmasını sağlayan bir enstantane değeridir.
İstenmeyen sarsıntıların görüntüde bulanıklığa yol açmaması için bu tür çekimlerde deklanşör (tetik) uzatma kablosu kullanılır. Sarsıntılara engel olmanın diğer bir yolu da zaman ayarlı tetikleme yöntemi kullanılmasıdır. Günümüz fotoğraf makinelerinden birçoğunda kablosuz uzaktan kumanda ve bilgisayar bağlantısı yolu ile çekim yapılabilmesi gibi imkânlar olması bu tür çekimlerin yapılmasını kolaylaştırmıştır.
Fotoğraf filminin alacağı ışığın elle ayarlanması istenen durumlarda veya bazen karanlık ortamlarda aynı kareye bir de çok kez çekim yapılabilmesi için bulb enstantane kullanılır. Az ışıklı ortamlarda makinenin en düşük enstantanesinin dahi yeterli olmaması halinde de uzun pozlama süreleri bulb konumu kullanılarak elde edilir. Bulb enstantane konumu fotoğraf makinelerinde genellikle "B" harfi ile gösterilir.
Pozlandırma
Pozlandırma, fotoğrafçılıkta birim alan üzerine düşen ışık miktarıdır.
Az pozlandırma, fotoğrafın daha açık (aydınlık) çıkması, yani film üzerine yeterli miktarda ışık gelmesi için uygulanan bir yöntemdir. Kullanılması gereken enstantane ve/veya diyafram değerlerinin daha kısık değerlerde kullanılması sayesinde oluşur. Fazla pozlandırma ise fotoğrafın istediğinilenden daha açık (aydınlık) çıkması film üzerine g |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.