article
stringlengths 7.34k
10k
|
---|
m kaynağıdır.
Sevilla Havalimanı orta ölçekli bir uluslararası havalimanıdır. Sevilla metrosu 2009'da açılmıştır.
Sevilla iki rakip futbol takımına evsahipliği yapmaktadır; Sevilla FC ve Real Betis. Sevilla 2004 ve 2008 Yaz Olimpiyatlarını düzenlemek için aday olmuş, ancak her iki girişimi de olumsuz sonuçlandı. Sevilla FC'nin maçlarını oynadığı Estadio Ramón Sánchez Pizjuán 1982 FIFA Dünya Kupası maçlarına da evsahipliği yaptı.
Sevilla'nın şu kardeş şehirleri bulunmaktadır:
Yahya bin Muhammed Münâvî
Yahya bin Muhammed Münâvî (Eylül 1396 - 19 Ocak 1467), Arap fıkıh ve hadis bilgini.
Münâvî, ömrünü ilim ve ibadete adamış bir insandı. Devrin âlimlerin önde gelenlerindendi. Bilhassa fıkıhta önemli bir yere sahipti. İlim tâlebelerine; fıkıh, kırâat, Arap dili ve edebiyâtı, tefsîr, hadîs ve tasavvufu öğretti. Çok sayıda öğrencisi oldu. Mısır'da uzun bir süre kâdılık vazifesinde bulundu.
Eserlerinden bazıları şunlardır :
Mol (birim)
Avogadro sayısı (formula_1) kadar atom ya da molekül içeren maddeye 1 mol denir. Mol, hiçbir zaman belli bir kütleyi ifade etmez.
"Mol" ismi, Alman kimyager Wilhelm Ostwald tarafından koyulmuştur.
Bir diğer ifade ile mol; 12 g C elementindeki atom sayısı kadar tanecik içeren sistemdir. 0 derece ortam sıcaklığı ve 1 Atmosfer basınç altında bir mol gaz 22,4 litre hacim kaplar.
formula_3
olmak üzere aşağıdaki formüller ile mol hesaplanabilir:
formula_4
Tú alfagra land mítt
Faroe Adaları Ulusal Marşı "Mítt alfagra land", genellikle kullanılan adıyla ""Tú alfagra land mítt"", Faroe Adaları'nın milli marşıdır. Marşın hitap ettiği başlıca ögeler ise din ve milliyetçiliktir.
2006 FIFA Dünya Kupası kadroları
Bu sayfada 2006 FIFA Dünya Kupası'nda mücadele eden takımların kadroları yer almaktadır.
Teknik Direktör: Jürgen Klinsmann
Teknik Direktör: Luis Fernando Suarez
Teknik Direktör: Alexandre Guimares
Teknik Direktör: Pawel Janas
Teknik Direktör: Sven Goran Eriksson
Teknik Direktör: Lars Lagerback
Teknik Direktör: Anibal Ruiz
Teknik Direktör: Leo Beenhakker
Teknik Direktör: Jose Pekerman
Teknik Direktör: Henri Michel
Teknik Direktör: Marco van Basten
Teknik Direktör: Ilija Petkovic
Teknik Direktör: Luis Oliviera Goncalvez
Teknik Direktör: Branko İvankoviç
Teknik Direktör: Ricardo Lavolpe
Teknik Direktör: Luis Felipe Scolari
Teknik Direktör: Bruce Arena
Teknik Direktör: Karel Brückner
Teknik Direktör: Ratomir Dujkovic
Teknik Direktör: Marcello Lippi
Teknik Direktör: Guus Hiddink
Teknik Direktör: Carlos Alberto Parreira
Teknik Direktör: Zlatko Krancjar
Teknik Direktör: Zico
Teknik Direktör: Raymond Domenech
Teknik Direktör: Dick Advocaat
Teknik Direktör: Jakob Kuhn
Teknik Direktör: Otto Pfister
Teknik Direktör: Luis Aragones
Teknik Direktör: Marcos Paquetá
Teknik Direktör: Roger Lemerre
Teknik Direktör: Oleg Blokhin
Türkiye Zihinsel Yetersiz Çocukları Yetiştirme ve Koruma Vakfı
Türkiye Zihinsel Yetersiz Çocukları Yetiştirme ve Koruma Vakfı. Türkiye'de zihinsel yetersiz çocukların eğitimi ve korunması için faaliyet gösteren bir sivil toplum kuruluşudur. Zihinsel Yetersiz Çocukları Yetiştirme ve Koruma Vakfı’nın temel hedefi, Türkiye’de zihinsel yetersiz çocukların yeterli eğitim, rehabilitasyon ve bakım şartlarına kavuşabilmeleri için gerekli olanak ve ortamları yaratmak, meslek kazanmalarına yardımcı olmak, uzun vadede bu şartların kalıcılığını güvence altına almak ve kimsesiz zihinsel yetersizlere yaşamları boyu sahip çıkmaktır.
Makbule Ölçen Başkanlığında bir grup gönüllü tarafından 8 Mart 1982’de Ankara’da kuruldu.
1983 yılında Gölbaşı ilçesinde 155 dönüm araziyi Devletten sembolik ücretle satın alarak, Almanya Büyükelçiliği tarafından sağlanan destekle, bir yönetim binası, bir eğitim binası ve bir yatakhane binasından oluşan, 30 gündüzlü, 10 yatılı öğrenci kapasiteli "“Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi”" yapıldı.
1986 yılından başlayarak şube sayısı hızla arttı ve birkaç yıl içinde 21 şube kuruldu. Ancak ekonomik sıkıntılar ve deprem felaketi nedenleriyle 6 şube kapanmak zorunda kaldı. Bugün 15 şube çalışmalarını sürdürmekte ve 1500’e yakın zihinsel yetersiz çocuk ile ailelerine hizmet sunmaktadır.
2000 yılında toplanan Genel Kurulda, yaşamını zihinsel yetersizlere adamış ve eğitimin ilk meşalesini yakmış olan Makbule Ölçen, kendi isteğiyle Genel Başkanlık görevinden ayrıldı ve oybirliğiyle Onursal Başkan seçildi.
Kelt müziği
Kelt müziği ya da Keltik müzik, İskoçya, İrlanda, Galler, Asturias gibi bölgelerde yaygın olan geleneksel bir müzik türüdür. Özellikle son yıllarda Dünya çapında dinleyici kitlesi bulmuştur. Kelt müziği, pentatonik bir müzik olup keman, gitar, arp, gayda ve flüt gibi çalgılar önemli yer tutar. Kadın vokale erkek vokalden daha sık rastlanır. Rahatlatıcı ve dinlendirici özelliğiyle tanınan bir müziktir. Çok akıcı bir müziğinin olması yanında insanları eğlendirir ve coşku içinde dinletir.
Bazı önemli vokalistler ve gruplar:
Esmehan Sultan
Esmehan Sultan (Osmanlı Türkçesi: أسمهان سلطان; d.1545, Manisa - ö. 8 Ağustos 1585, İstanbul), II. Selim'in Nurbanu Sultan'dan doğma kızlarıdır. Veziriazam Sokullu Mehmed Paşa'nın eşidir ve III. Murad'ın kızkardeşidir. İsmi bâzı kaynaklarda İsmihan Sultan olarak da geçmektedir.
Sokullu Mehmet Paşa'yla iki çocuğu oldu, bunlar Sultanzâde İbrahim Bey ve Gülruh Hanımsultan'dır. Sokulluzade Hasan Paşa'nın mânevî annesidir. 1585 yılında bir doğum sırasında vefat etmiştir.
Esmehan Sultan, 1545 yılında Manisa Sarayı'nda dünyaya geldi. 1564 yılında Sokullu Mehmed Paşa ile evlendirildi ve bu evlilikten iki çocuğu oldu. Bunlar İbrahim Han ve Gülruh Sultan'dır. Bir yıl sonra Semiz Ali Paşa vefat etti ve eşi Sadrazam oldu. Artık her ikisi de güçlü ve etkili oldu. Eylül 1566'de, Dedesi I.Süleyman'ın ölümü üzerine annesi ve kardeşleriyle birlikte İstanbul'a geldi. Babasının saltanâtında devlette söz sâhipliği Esmehan Sultan'ın eşi Sokullu Mehmed Paşa'ya geçti ve bu nedenle Esmehan da büyük bir nüfûza ve güce sahip oldu. Devlet işlerine karıştığı bilinmemektedir, ama muhtemelen bunu vâlidesi Nurbanu Sultan'a ve zevci Sokullu Mehmed Paşa'ya bıraktı ve karışmadı.
1574'te babası vefat etti ve yerine kardeşi III. Murad tahta çıktı. Esmehan Sultan annesi gibi III.Murad'ın hasekisi Safiye Sultan'ı hiç sevmezdi. Bu nedenle Safiye'den kurtulmak ister. Bazı kaynaklara göre III.Murad'a Safiye Sultan'dan sonra ilk sunulan cariye Esmehan Sultan tarafından gönderilmiştir. 1579 yılında eşi Sokullu Mehmed Paşa'nın öldürülmesinden sonra dul kaldı. İlk zevcinin ölümünden sonra Özdemiroğlu Osman Paşa'yla evlenmek istedi, ama o bir nedenle istemedi. Sonra Esmehan Sultan ya Budin valisi Kalaylıkoz Ali Paşa ya da Nişancı Feridun Paşa ile evlendi. 1585 yılında İstanbul'da bir doğum yaparken vefat etti ve dünyaya gelen bebek kırk gün sonra öldü.
1571'de ilk eşinin adına Mimar Sinan'a bir câmii yaptırdı. (Sokullu Mehmed Paşa Camii (Kadırga)) ve Sokullu Mehmed Paşa'nın ölümünden sonra onun adına bir çeşme yaptırtmıştır. Mankalya'da Esmehan Sultan'ın adıyla hayır faaliyetleri yürüten vakfı 7 adet sıbyan mektebi, 3 adet han, 300 dükkân, 1 küçük bedesten, 1 küçük hamam inşa etti. Mankalya'daki Esmehan Sultan Camii'de onun vakfı tarafından 1575 senesinde tamamlandı. Günümüzde Romanya'daki en eski câmiidir ve hâlen Türk ve Tatar kökenli yaklaşık 800 âileden oluşan bir cemaati vardır.
İkinci evliliğinden kısa bir süre sonra 1585'te bir doğum sırasında vefat etti. Mezarı Ayasofya Camii avlusundadır.
Popüler Müzik Yapım
Ted Bundy
Theodore Robert Bundy (24 Kasım 1946 - 24 Ocak 1989) ABD'li seri katil ve tecavüzcü. 1974 ve 1978 yılları arasında, ABD'nin çeşitli yerlerinde çok sayıda genç kadını öldürmüştür. Kurbanlarının kesin sayısı bilinmeyen Bundy, 10 yılı aşkın inkâr süreci sonunda, 30'dan fazla cinayet işlediğini itiraf etmiştir. Bundy, sıklıkla Amerikan seri katillerinin öncül örneği olarak kabul edilir. Gerçekten de "seri katil" terimi ilk defa onu tanımlamak için ortaya atılmıştır.
Bundy'nin bir sosyopat olduğu düşünülmektedir. İşlediği vahşi cinayetlere rağmen eğitimli, yakışıklı ve kibar bir genç adam olarak tanımlanır. Kurbanlarını genelde sopayla döverek, bazen de boğarak öldürmüştür. Kurbanlarının çoğuna tecavüz ettiğine ve ayrıca, öldürdükten sonra da tecavüz edip, bedenlerini kestiğine inanılmaktadır.
24 Kasım 1946'da Burlington, Vermont'ta dünyaya geldi. Annesi Eleanor Louise Cowell, genç bir tezgâhtardı. Babasının kimliği resmî olarak bilinmiyor. Bundy hayatının ilk dokuz yılını annesi ve dedesiyle Philadelphia'da geçirdi. Bazı aile fertlerine göre ruh sağlığı bozuktu ve şiddete eğilimliydi. Eleanor'un ailesi, gayri meşru bir çocuğun getireceği sosyal baskıdan kurtulmak için komşularına Ted'i evlat edindiklerini ve Eleanor'un kardeşi olduğunu söylüyorlardı. Bazı kaynaklara göre Bundy de çocukluk ve hatta ergenlik yıllarında böyle sanıyordu.
Bundy ve annesi Eleanor, Washington'a bir kuzenlerinin yanına taşındı. Eleanor kısa süre sonra bir kilisenin sosyal organizasyonunda tanıştığı hastane aşçısı Johnny Culpepper Bundy ile evlendi.
Ted Bundy, Wilson High School`dayken iyi bir öğrenciydi ve yerel bir Metodist kilisede aktif olarak çalışıyordu. Daha sonra "The Only Living Witness" kitabının yazarları Stephen Michaud ve Hugh Aynesworth'a söylediğine göre insanlarla nasıl iyi geçinilebileceği konusunda hiçbir fikri yoktu: ""İnsanların neden birbirleriyle arkadaş olmak istediğini bilmiyorum, bir insanı diğeri için çekici kılan şey nedir bilmiyorum, sosyal etkileşimi ne sağlar bilmiyorum"." Bundy lise yıllarında utangaç ve içine kapanık bir çocuk olarak kaldı.
Bundy liseyi bitirmeden önce hırsızlık, hilecilik, röntgencilik gibi ufak suçlar işlemeye başladı. Bu dönemi daha sonra "seks ve şiddet görüntülerine" hayran olduğu bir dönem olarak tanımlamış ve bunu kendi "özü" olarak saklamıştır. Zamanla arkadaşları ve akrabaları Bundy'yi yakışıklı genç bir adam olarak tanımaya başlar. Washington'da Cumhuriyetçi Parti için çalışır. Seattle intihar kriz merkezinde gönüllü olarak çalışmaya başlar, yanındaki iş arkad |
aşı da henüz acemi bir suç muhabiri olan Ann Rule'dur. Ann, ironik olarak, henüz cinayetler aydınlanmamışken aslında arkadaşı olan katil hakkında haberler vermekteydi.
Ann Rule, Ted Bundy hakkında yazdığı "The Stranger Beside Me" isimli kitabında Ted'in "Stephanie Brooks"'la (gerçek isim değildir) ciddi bir ilişkisi olduğunu, daha sonra kadının ilişkiyi Bundy'deki tutku eksikliğinden ve olgunlaşmadığından dolayı bitirdiğini söyler. Çift iki yıl ayrı kaldıktan sonra Bundy kadının hayatına bir kez daha girerek evlenme teklif etti. Stephanie kabul etti, fakat evlenme teklifinden iki gün sonra Bundy kadını terk etti. Bu son ayrılıktan kısa süre sonra üç yıl sürecek olan cinayet sürecine girdi.
Rule, "Stephanie"nin Bundy'nin öldüreceği kadınlar için bir model olduğunu söyler: Siyah saçları ortadan ayrılmış, genç, beyaz kadınlar.
Ann Rule ve eski dedektif Robert D. Keppel'e göre Bundy ilk cinayetini ergenlik yıllarında işlemişti. Tacomalı 8 yaşında bir kızın yok olması olayı. Bundy o yıllarda henüz 15 yaşındaydı. Kayıtlara geçen ilk cinayetini ise 1974 yılında 27 yaşındayken işledi.
4 Ocak 1974'te gece yarısından kısa süre sonra Washington Üniversitesi öğrencisi 18 yaşındaki Joni Lenz'in bodrum katındaki yatak odasına kilitlenmemiş pencereden girdi. Uyuyan kızı levyeyle ağır biçimde dövdü. Daha sonra çelik değnekle cinsel saldırıda bulundu. Ertesi gün yatağında kanlar içinde yatarken bulunan Lenz ölmedi, fakat kalıcı beyin hasarı oluştu.
Sonraki kurbanı Washington Üniversitesi son sınıf öğrencisi Lynda Ann Healy oldu. 31 Ocak 1974 tarihinde Bundy, Healy'nin odasına girdi. Kızı tekmeleyerek bayılttıktan sonra kot ve bluz giydirdi, bir çarşafa sardıktan sonra taşıdı. Healy'nin kalıntıları bir yıl sonra doğu Seattle dağlarında bulundu. Kabul edilen ilk cinayeti budur.
1974`ün Ocak ve Haziran ayları arasında Washington bölgesinde en az sekiz genç kadını daha takip edip öldürdü. Çekici olmasının yanı sıra ufak değişikliklerle görünüşünü ciddi biçimde değiştirebiliyordu, bu özelliğinden dolayı zaman zaman bukalemun olarak anılmıştır.
1974 sonbaharında Hukuk Fakültesine başvurmak için Salt Lake City'ye gitti, cinayetlerine orada devam etti. Ekim ayında 17 yaşındaki Melissa Smith'e tecavüz etti ve boğdu. Ceset dokuz gün sonra bulundu.
Bir başka kurban gene 17 yaşındaki Laura Aime oldu. Aime, 31 Ekim akşamı Cadılar Bayramı kutlamaları sırasında kayboldu, yaklaşık bir ay sonra ırmak kenarında bulundu.
Utah'ta 8 Kasım 1974 tarihinde Murray'daki bir alışveriş merkezinden çıkan Carol DaRonch'a polis kılığında yaklaşan Bundy, arabasının zorlandığını ve bir şeyin kayıp olup olmadığına bakması gerektiğini söyledi. Carol arabasını kontrol etti ve bir sorun olmadığını söyledi fakat sözde polis Bundy, karakola gelip rapor çıkarmasında yardımcı olması gerektiğini söyledi. Carol, Bundy'nin Volkswagen Beetle arabasına bindi, fakat hemen sonra bir kuşkuya kapılarak kendini arabadan attı, polise giderek Bundy'nin ve arabanın eşgalini verdi.
16 Ağustos 1975'te VW Beetle marka araba bulundu ve Bundy yakalandı. Carol, Bundy'yi teşhis etmekte zorlanmadı ve 1 Mart 1976'da, DaRonch`u kaçırmaktan suçlu bulunan Bundy 15 yıl hapis cezası aldı. Dedektifler, seri cinayetler hakkında Bundy'den kuşkulanıyorlardı, fakat henüz ortada bir delil yoktu.
7 Haziran 1977'de cinayet davası için Pitkin County, Colorado'ya nakledildi. Dava arasında kütüphaneyi görmesine izin verildiği zaman ikinci katın penceresinden atlayarak kaçtı. Bu düşüş Bundy'nin iki ayak bileğine de zarar verdi, bu yüzden fazla uzaklaşamadı ve bir hafta sonra yakalandı. Hapiste duruşmayı beklerken tekrar kaçtı. Bulduğu bir demir testere ile hücresinde büyük bir delik açarak 30 Ekim 1977'de kaçmayı başardı, bir araba çalarak yola koyuldu.
Kaçtığı gece, hapishane ziyaretleri sırasında arkadaşlarından aldığı 500 dolarla Chicago'ya tek gidişlik bilet aldı. Daha sonra bulduğu bir trenle Michigan'a gitti ve burada bir araba çaldı. Arabayı Atlanta'da terk ederek Tallahassee, Florida'ya giden bir otobüse bindi. Ocak 1978'de uyuyan iki kadını sopayla döverek öldürdü, iki kızı da ciddi biçimde yaraladı.
9 Şubat 1978'de Lake City Florida'ya gitti. 12 yaşındaki Kimberly Leach'i kaçırarak öldürdü. Kimberly onun son kurbanı oldu. 15 Şubat'ta Pensacola, Florida'ya giderken polis tarafından arabası durduruldu. Kullandığı VW'nun çalıntı olduğu anlaşıldı ve Bundy tutuklandı. Kısa sürede kim olduğu anlaşılarak Miami'ye gönderildi.
İkinci defa başlayan dava süreci 25 Haziran 1979'dan 29 Temmuz'a kadar sürdü. Savunma avukatları verilmesine rağmen Bundy savunmasını kendisi yaptı. Suçlu bulunduktan sonra hakim Edward Cowart tarafından ölüme mahkûm edildi. Duruşmalar sürerken Carole Ann Boone ile mahkeme salonunda evlendi. Duruşma ve hapis boyunca yüzlerce kadın hayranından mektup aldı.
Yargıç Edward Cowart idam kararını açıklarken şunları söyledi:
Ekim 1982'de karısı Boone bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Fakat Boone daha sonra boşandı, kızının ve kendisinin soyadını değiştirdi.
Yıllar içinde Bundy, Florida Devlet Hapishanesi'nde ölüm sırasını bekledi. Sık sık FBI ajanlarının ziyaretine uğradı. Özel ajan Hagmaier'e birçok itirafta bulundu, daha sonra onu en iyi arkadaşı olarak tanımlayacaktı. Birçok cinayeti anlattı, onlarca faili meçhul cinayetin çözülmesinde yardımcı oldu.
1984 yılında dedektif Robert Keppel, Bundy'ye Green River katili araştırmasında yardımcı olması teklifinde bulundu. Keppel ve diğer dedektif Dave Reichert Bundy ile çeşitli görüşmeler yaptı. Keppel ve Dave bu görüşmelerin işe yaradığını, çözülemeyen cinayetlerin detaylarını Bundy'den öğrendiklerini söylediler.
İdam edilmeden bir gün önce, Dr. James Dobson'la (Hristiyan bir kurum olan Focus on the Family'nin başkanı), Bundy ile televizyon röportajı yaptı. Bundy, şiddet içerikli pornografi tüketiminin kendisindeki şiddetin "şekil ve tarzını" belirlemeye yardımcı olduğunu, böylece 'tanımlanamayacak kadar korkunç bir davranışa' yönlendirdiğini iddia etti. Aynı zamanda medyadaki şiddetin, 'özellikle sekse bulandırılmış şiddetin', gençleri 'yeni Ted Bundy`ler yaratmaya ittiğini' söyledi. Hagmair'e göre Bundy son günlerinde intiharı düşündü fakat bundan vazgeçti.
İdam günü sabahı biftek, tavada yumurta ve patates yedi, kahve içti. Gardiyanlardan alınan bilgiye göre, hazırlık için hücresinden zorla çıkarıldı.
23 Ocak 1989 günü, saat 7:06'da Bundy Elektrikli sandalyede, Kimberly Leach cinayetinden idam edildi. Son sözleri, "aileme ve arkadaşlarıma sevgilerimi iletmenizi istiyorum." oldu. 2.000 volt elektrik vücudunda iki dakikadan kısa bir süre gezdi. 7:16'da öldüğü açıklandı. Yaklaşık 2.000 kişi bu idamı kutlayarak, şarkı söyledi dans etti ve yürüyüş gerçekleştirdi. Ayrıca cezaevinin karşısında havai fişekler patlatıldı. Bundy'nin cesedini taşıyan beyaz cenaze arabası cezaevinden ayrıldıktan sonra yüksek sesle alkışlandı. Ted Bundy cesedi Gainesville'de yakıldı ve külleri vasiyeti uyarınca Washington State Cascade Range'da açıklanmayan bir yerde dağıtıldı.
Ted Bundy, popüler kültürde de yer buldu ve hakkında birçok film çekildi.
Fabio Cannavaro
Fabio Cannavaro (d. 13 Eylül 1973, Napoli), İtalyan eski futbolcudur.
İtalya'nın en kaliteli defans oyuncularından biri olan Cannavaro futbol hayatına Napoli'de başladı. Daha sonra Parma'ya transfer olan Cannavaro, buradaki başarılı performansıyla büyük takımların dikkatini çekti. Parma'dan FC Internazionale Milano'ya oradan da Juventus'a transfer oldu. 2010-2011 sezonu için Birleşik Arap Emirlikleri takımlarından Al-Ahli Dubai ile anlaşmıştır.
Millî takımdaki takım arkadaşı Alessandro Nesta ile Dünya'nın en iyi ikili savunma oyuncularından kabul edilir. Millî formayı 1998, 2002 ve 2006 Dünya Kupaları'nda ve 2000, 2004 Avrupa Şampiyonalarında aralıksız giyen Cannavaro millî formayla 90 maça çıkma başarısını göstermiştir. 2006 yılında gösterdiği performans ile UEFA tarafından yılın futbolcusu seçilmiştir.Ayrıca Fabio Cannavaro bu ödülü alan 3. defans oyuncusudur.
Roberto Carlos
Roberto Carlos da Silva Rocha (d. 10 Nisan 1973, Garça, São Paulo), Brezilyalı eski millî futbolcu, teknik direktör.
Futbola ilk adımı 1993'da Sao Paulo bölgesi takımlarından Palmeiras'ta atan Carlos, ülkesindeki Palmeiras takımında yıldızı parladıktan sonra millî takıma çağrılmış, burada adının duyulmasının ardından FC Internazionale Milano'ya transfer olmuştur. Daha sonra Real Madrid'e transfer olmuş ve burada 11 sene takımına hizmet etmiştir.
Fenerbahçe'deki ilk resmî karşılaşması 2007 Türkiye Süper Kupası finali olmuştur. Kupa mücadelesi 2-1'lik Fenerbahçe üstünlüğü ile sona ererken, bu kupa Roberto Carlos'un Fenerbahçe'deki ilk kupası olmuştur. Fenerbahçe'deki ilk golünü Fenerbahçe-Sivasspor maçında kafayla attı. Bu golü, futbol kariyerinde kafa ile attığı üçüncü goldür. İkinci golünü ise Hacettepespor'a sağ ayağıyla ceza sahası içerisinden attı.Ve ilk frikik golünü 30 metreden Konyaspor'a attı.
1996'ta Avrupa futboluna geçiş yapan futbolcu, Serie A'nın önde gelen kulüplerinden FC Internazionale Milano'ya ve bir yıl ardından da efsaneleştiği takımlardan biri olan Real Madrid'e geldi.
Carlos 2 Ağustos 2005'te Brezilya vatandaşlığının yanına bir de İspanyol vatandaşlığı ekledi. Bu sayede Real Madrid'te Avrupalı futbolcu statüsünde forma giymeye başlayan Carlos, takımının da açılan kontenjan ile millî takımdan arkadaşı Robinho'yu almasını sağladı.
Carlos, 2007-2008 sezonu için sözleşmesinin bittiği Real Madrid'den ayrılarak bonservis bedeli olmaksızın Fenerbahçe ile bir yılı opsiyonlu olmak üzere iki yıllık sözleşme imzalamıştır. Ancak Brezilya'nın Corinthians takımına ara transfer döneminde gitmiştir. 19 yaşındaki oğlu Ricardo Alvellio Carlos Da Silva da Palmeiras'ın başarısı için top koşturuyor.
Corinthians'la sözleşmesini karşılıklı olarak fesheden Roberto Carlos, daha sonra Rusya'ya bağlı Dağıstan takımı olan Anzhi Makhachkala'ya transfer oldu. Rus kulübü, Carlos ile 2 yıllığına 10 milyon Euro'luk sözleşme imzalamıştır. Bir defansif orta saha pozisyonunda oynayan Carlos, 8 Mart 2011 tarih |
inde Anzhi'nin kaptanı olmuştur. 25 Nisan 2011'de Roberto Carlos 58. dakikada Dinamo Moskva ile 2-2 berabere kaldıkları maçta Anzhi'nin ilk golünü atmıştır.
2011-2012 sezon ortasında Roberto Carlos futbolu bırakma kararı almıştır ve Anzhi'nin sportif direktörü olarak çalışmaya başlamıştır.
2013-2014 senesi için Sivasspor ile 2 seneliğine anlaşmıştır. Fakat başarısız olduğu düşünülerek sözleşmesi feshedilmiştir. 2014-2015 sezonunu ikinci yarısı ve opsiyonlu olarak 2015-2016 sezonu dahil olmak üzere Roberto Carlos Akhisar Belediyespor ile 1,5 yıllık sözleşmeye imza attı. Fakat sezon sonu anlaşması karşılıklı olarak feshedilmiştir. 2015-2016 sezonu öncesi ise Hindistan kulübü Delhi Dynamos ile sözleşme imzaladı.
16 yaşındayken A Takıma yükseldi. 16 yaşında Brezilya 20 yaş altı millî futbol takımına giren Carlos, Brezilya millî futbol takımı ile çıktığı 125 maçta 11 gol attı.
1996 Yaz Olimpiyatları'nda millî takımın bir parçası olan Carlos, bronz madalyanın sahibi oldu. Brezilya millî takımı ile ilk maçına ise 26 Şubat 1996 tarihinde ABD karşısında çıktı. Haziran 1997'de ise 34 metreden Fransa'ya kaydettiği golle kariyerinin en güzel gollerinden birine imza attı; Fransa barajını aşan topun auta çıkacağı düşünülürken, muhteşem bir falso alan top Didier Deschamps'ı aştı ve Fabien Barthez'i de sabit bir şekilde bırakarak ağlarla buluştu.
1998 FIFA Dünya Kupası'nda Roberto Carlos, Fransa ile yaptıkları ve kaybettikleri final maçı da dahil toplam 15 maça çıktı, 20 gol kaydetti. 2002 FIFA Dünya Kupası'nda 7 maça çıkan Roberto Carlos Çin'i 4-0 yendikleri maçta 25 metreden bir gol kaydetti. Almanya ile oynadıkları final maçında da Roberto Carlos ilk 11'deki yerini aldı ve kupa da Brezilya'nın oldu. 2006 FIFA Dünya Kupası'nın çeyrek finalinde Fransa'ya elenen Brezilya'da Roberto Carlos, millî formaya veda ettiğini açıkladı.
2011 sezonunda Anzhi Makhachkala takımında Futbolcu-teknik direktör olarak antrenörlüğe başlayan Carlos, 2011-12 sezonundan 2012-13 sezonu sonuna kadar Sportif direktörlük görevini yapan Brezilya'lı, 2012-13 sezon sonunda Teknik direktörlük yapmak istediğin açıklamıştır. Sivasspor'da Rıza Çalımbay'ın görevine son verilmesinin ardından hedefteki ilk teknik direktör adayı olan Carlos, 2 Haziran 2013 günü İstanbul'a gelmiş, 3 Haziran 2013 günü ise Sivas 4 Eylül Stadyumu'nda düzenlenen imza töreninde 2 yıllık sözleşme imzalamıştır. Carlos'un yardımcılığını ise bir dönem Luis Aragones'le çalışan Brezilyalı Cesar Domingos ve Sefer Yılmaz'ın kaleci antrenörlüğünü bir dönem Bülent Uygun'la Sivasspor'da kaleci antrenörlüğü yapan Murat Göksu'nun ve Sportif direktörlüğün ise Sivasspor'un eski oyuncusu Murat Erdoğan'ın yapacağı açıklanmıştır. Carlos imza töreninde taraftarların "Şampiyon yap bizi Roberto Carlos" tezahuratlarının ardından "Evet ! Sizi Şampiyon yapacağım" ifadelerinde bulunmuştur. Carlos, 21 Aralık 2014 tarihinde yapılan toplantı sonucu Sivasspor'daki teknik direktörlük görevinden ayrıldı.
2 Ocak 2015 günü kulüp tarafından yapılan açıklamaya göre, Roberto Carlos Akhisar Belediyespor teknik direktörlüğü görevine getirildi.
Cafu
Cafu (gerçek ismi Marcos Evangelista de Moraes; d. 7 Haziran 1970), Brezilyalı sağ bek oyuncusu.
Brezilya millî futbol takımının formasını en fazla giyen futbolcu olan Cafu, futbola 1988'de São Paulo'da başladı. São Paulo'daki 5 sezonunda 3 Libertadores Kupası kazanan Cafu, 1995'te Real Zaragoza'ya transfer oldu. Real Zaragoza'da bir yıl oynayan Cafu orada da UEFA Kupa Galipleri Kupası'nı kazandı. 1996'da Brezilya'ya geri dönen Cafu 1 sezon Palmeiras'da oynadıktan sonra AS Roma'ya transfer oldu. 6 yıl Roma'da oynayan Cafu 1 Serie A şampiyonluğu yaşadı. 2003'te AC Milan'a geçen Cafu kariyerini bu kulüpte sonlandırmıştır. Cafu, 2006 FIFA Dünya Kupası sonrası millî takıma veda etti.
Brezilya millî futbol takımıyla da 2 Dünya Kupası kazanan Cafu 2002 FIFA Dünya Kupası'nda kupayı kaldıran kaptan oldu. Mart 2004'te de Pele tarafından açıklanan Dünya'nın Yaşayan En İyi 125 Oyuncusu arasına seçildi. 2002 yılında da sergilediği futbol çok beğenilerek yılın en iyi futbolcusu seçildi. Cafu takım arkadaşı Serginho ile birlikte 16 Mayıs 2008'de oynanan Udinese maçıyla profesyonel futbol kariyerini noktalamıştır.
Rahatlatıcı kadınlar
Rahatlatıcı kadınlar (İngilizce: "Comfort women"), Japon ordularının II. Dünya Savaşı sırasında askerlerinin cinsel ihtiyaçlarını karşılamak için kurdukları askeri genelevlerde çalışan işgal ettikleri yerlerin kadınlar (Örn. Koreli , Çinli, Filipinli, Endonezyalı) ve işgal ettikleri yerlere sonradan gelen kolonyal kadınlar (Örn. İngiliz, Fransız, Hollandalı, Belçikalı) için kullanılan bir tabirdir.
Ulucak Höyüğü
Ulucak Höyüğü (İzmir)
Ulucak Höyüğü'nde yürütülen kazılar İzmir ve çevresi, Ege ve Güneydoğu Avrupa kültür tarihinin anlaşılması açısından önem taşımaktadır. Höyükteki kültür tabakaları özellikle tarihöncesi dönemlere ait yöre tarihi ile ilgili bilinmeyen birçok noktayı açığa çıkarmıştır.
Höyükte birçok döneme ait kültürel tabakalar olmasına rağmen, bunların içinden en önemlisinin Neolitik Dönem tabakaları olduğunu vurgulamak gerekir. Neolitik Dönem'de Yakındoğu'da yerleşik yaşamın ilk izleri ve tarım-hayvancılığın başlangıç aşamaları ortaya çıkmıştır. Bereketli Hilal adı verilen bölgede MÖ 12.000-9.000 yıllarında insan toplulukları yerleşik yaşama geçerek ilk köyleri kurmuşlar, hem de çeşitli bitki ve hayvanları evcilleştirerek çiftçi yaşam biçiminin başlamasını sağlamışlardır. Neolitik Dönem içinde insan toplumları avcı-toplayıcı yaşam biçimini terk ederek çiftçiliğe dayalı köy yaşamının temellerini atmıştır. Yaşam biçimindeki bu temelden değişim kısa süre içinde Batı ve Doğu yönlerde yayılmaya ve benimsenmeye başlamıştır. Sözgelimi, 4000 yıl gibi kısa bir süre içinde tüm Avrupa'nın Neolitik yaşam biçimini benimsediği görülür. Çiftçiliğe dayalı köy yaşamının Batı Anadolu, Ege ve İzmir çevresinde tam olarak ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı yakın zamana kadar bilinmiyordu. Ulucak Höyüğü kazısı ile birlikte ve buradaki 1000 yıllık kültürel silsilenin ortaya çıkarılması sayesinde (ca. MÖ 7000-6000) İzmir çevresi ve Ege'deki neolitikleşme sürecinin nasıl ve ne zaman gerçekleşmiş olabileceği üzerine elimizde veriler birikmeye başladı. Bu veriler sayesinde sadece İzmir yöresinde ilk çiftçilerin nasıl köyler kurduğu konusunda değil, aynı zamanda bu çiftçilerin ve köy yaşamının Avrupa'ya nasıl yayıldığını da anlama imkânı bulduk. Bu anlamda Ulucak Anadolu, Yakındoğu ve Avrupa arasında kilit bir geçiş noktasını oluşturmaktadır. Elimizdeki veriler sayesinde şu anda Ulucak'a gelen topluluğun verimli ve sulak bir ova olan Kemalpaşa Ovası'nı bilinçli bir şekilde seçtiğini, burada buğday-arpa tarımı yaptığını, koyun-keçi, domuz ve sığır beslediğini, taş aletleri için gerekli hammaddeyi Ege Denizi'ndeki Melos Adası'ndan sağladığını ve dal-örgü evlerde yaşadığını, kırmızı boyalı tabanları olan özel binalar inşa ettiğini biliyoruz. Yürümekte olan kazılar Ulucak'ın ilk yerleşimcileri ile ilgili veriler de sağlayacaktır.
Höyük, İzmir kent merkezinin ve Bornova İlçesi'nin doğusunda, Kemalpaşa'nın 7 km batı-kuzeybatısında, Bornova-Turgutlu-Ankara karayolunun 15. km'sinde yer almaktadır. Höyüğün denizden yüksekliği 220,86 metredir. Günümüzde höyüğün batı ve güneyinde Gediz Nehri’nin bir kolu olan Nif Çayı akmaktadır. Ulucak Höyüğü’nün hemen güneyinde Nif Dağı, kuzeyinde Spil Dağı yükselmekte olup höyüğün Ege Denizi'ne geçişi sağlayan Belkahve Geçidi’ne giden yolun üzerinde bulunduğu görülmektedir.
Höyük ilk olarak 1960 yılında İngiliz araştırmacı David French tarafından bulunmuş ve yüzeyinden toplanan malzeme ışığında Neolitik döneme tarihlenebileceği önerilmiştir. 1986 ve 1987 yıllarında Recep Meriç başkanlığındaki bir ekip de höyüğü ziyaret ederek, yüzeyinden malzeme toplayarak değerlendirmişlerdir. Höyükte sistematik kazı çalışmaları 1995 yılında Ege Üniversitesi Protohistorya ve Önasya anabilim dalı ve İzmir Arkeoloji Müzesi ortak katılımıyla, Altan Çilingiroğlu başkanlığında başlamıştır. Kazı çalışmaları halen sürmekte olup 1995- 2002 yılı buluntuları bir monografla 2004 yılında yayınlanmıştır (Çilingiroğlu et. al. 2004).
2009 yılından başlamak üzere höyükteki kazılar TC Kültür ve Turizm Bakanlığı denetiminde Trakya Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Doç Dr. Özlem Çevik tarafından yerli ve yabancı uzmanların katılımıyla yürütülmektedir.
Yapılan kazılar sonucunda şimdiye kadar höyükte beş farklı yerleşmenin temsil edildiği tespit edilmiştir. Aşağıda belirlenen kültür tabakaları ve bunların temsil ettiği çağlar belirtilmiştir:
I. tabaka Geç Roma- Bizans dönemi
II. tabaka Erken Tunç Çağı
III. tabaka Orta/ Geç Kalkolitik
IV. tabaka Geç Neolitik/Erken Kalkolitik
V. tabaka Geç Neolitik
VI. tabaka Erken Neolitik
Yerleşmede sürdürülen kazı çalışmaları sırasında alınan karbonlaşmış organik kalıntılar üzerinde gerçekleştirilen radyokarbon analizleri sonucunda, VI. yerleşmenin MÖ 7040-6660; V. yerleşmenin ortalama olarak MÖ 6400-6100 yıllarına; IV. tabaka ise 6000- 5800 yıllarına tarihlendiği ortaya çıkmıştır. Bu mutlak tarihler sayesinde höyükteki Neolitik Döneme ait kültürün 1000 yıl boyunca kesintisiz olarak devam ettiği görülmektedir. Höyükte henüz ana toprağa ulaşılmadığı için buradaki ilk yerleşimcilerin hangi tarihte Nif Ovası'na geldikleri bilinmemektedir.
Geç Roma- Bizans dönemi kalıntıları, höyük yüzeyine yakın oldukları için erozyon ve tarımsal etkinlikler sonucunda büyük ölçüde tahrip olmuştur. II. Tabaka olarak adlandırılan yerleşmeden ise (Erken Tunç Çağı'ndan) günümüze ulaşmış bazı binaların izlerine rastlanmıştır. Bunların yalnızca taş temel duvarları korunmuştur. Orta/ Geç Kalkolitik tabakaya ait olabilecek mimariye ise çok kısıtlı alanlarda rastlanılmış ve herhangi bir bina planı ortaya çıkmamıştır.
Höyükte en iyi korunan kültür dolgularının Neolitik/ Erken Kalkolitik çağlarına ait olduğu görülmüştür. IV. yerleşmenin höyük yüzeyinde geniş alanda açığa çıkarılmış olması, söz konusu yerleşme ile ilgili edinilece |
k bilgilerimizin artmasına neden olmuştur. IV. yerleşme, taş temelli, dörtgen planlı kerpiç evlerden oluşmaktadır. Günümüzdeki geleneksel mimariye sahip köyler ile karşılaştırılabilecek bir yerleşmedir. Evler genelde tek mekanlı olmakla birlikte, bazı yapılarda bölmelere de rastlanmaktadır. Bazı evlerin önlerinde avlu denebilecek alanlar bulunmaktadır. Bunun yanında yerleşmede sokak olarak adlandırılan açık alanlar da yer almaktadır. Evler genel olarak birbirine bitişiktir ya da aralarında az bir mesafe bulunmaktadır. Yapıların içlerinde dönemin yaşantısı ile bize bilgi sağlayan birçok nesne ele geçmiştir. Bunlar arasında fırınlar, ocaklar, platformlar, tahıl depolama yerleri ile birçok çanak çömlek, taş alet, tezgâh ağırlıkları, öğütme aletleri vs. sayılabilir. Tamamen günlük yaşama ışık tutan nesnelerin yanında figürinler, insan biçimli kaplar gibi arkeologlar tarafından daha çok topluluğun yaptığı törenlerle (inançlarla ilgili törenler, evlilik, ergenlik törenleri gibi) ilişkilendirilen nesneler de bulunmuştur. Bu nesnelerin bulunuş konumlarından, birbirleri ile olan ilişkilerinden ve etnografik çalışmalardan yararlanarak yerleşmede nerede hangi işlerin görüldüğünü belirlemek olasıdır. Ulucak’ın IV. yerleşmesi hem iyi korunduğu, hem de geniş alanlarda kazıldığı için bize MÖ 6. bin yılda bir Batı Anadolu yerleşmesinde günlük yaşamın nasıl olduğu gibi konularda olağanüstü bilgi sağlayabilecektir. Öte yandan, arkeolojik buluntulardan yola çıkarak Ulucak IV. yerleşmede yaşayan insan grubunun nasıl bir kültüre sahip olduğu, kültürün kökeni, çevre kültürlerle olan ilişkilerini, değiş-tokuş ağlarını da ortaya çıkarmak olasıdır. Yine bu insanların çevreyi nasıl değerlendirdikleri, hangi hammaddeleri kullandıkları, bunları nereden edindikleri, neler yedikleri, hangi hayvanları avladıkları, tahıllarını nasıl depoladıkları gibi önem taşıyan birçok konu da arkeolojik buluntular, arkeometrik, paleocoğrafya, arkeozooloji ve arkeobotani çalışmaları sayesinde açığa kavuşturulmaktadır. Örnek vermek gerekirse, Ulucak’ ta MÖ 6000 yılları civarında yaşayan topluluğun tek sıralı buğday ve altı sıralı arpa ektiğini, bunları yerleşmede kazılarda bulunan silolarda saplarından ayıklanmış olarak sakladığını bilmekteyiz (Megaloudi, 2005). Diğer yandan, koyun, keçi, domuz gibi evcil hayvanlara sahip oldukları ve en çok geyik avladıkları da bilinmekte (Trantalidou 2005).
Ulucak Höyük’te V. tabaka olarak adlandırılan ve IV. yerleşmeye göre daha dar bir alanda açığa çıkartılan kalıntılar da oldukça önem taşımaktadır. Bu tabakayı bir üstekinden (IV.’den) ayıran en önemli özellik kullanılan mimari malzeme ve tekniktir. V. tabakada kerpiç tuğla kullanımı görülmemektedir. Bunun yerine ahşap direklerin belli aralıklarla toprağa saplandığı, aralarına olasılıkla ağaç dallarının örüldüğü ve kalan boşlukların da kil ile kapatıldığı bir mimari uygulama görülmektedir. Bu uygulamaya dal-örgü mimari adı verilmektedir (İngilizce: wattle-and-daub. Evler tek katlı dörtgen planlıdır; ancak duvarlar çok daha incedir. Bu tabakada yapılan kazılarda da evler içinde fırınlar, ocak yerleri, tahıl depolama birimleri, çalışma platformları ile birçok çanak çömlek, taş alet, dokuma ağırlığı, sapan tanesi vs. bulunmuştur. İnsan şekilli figürinler, idoller bu evrede de görülmektedir.
Höyükte VI. tabaka olarak adlandırılan kültür katmanları 2008 senesi yılında açığa çıkarılmaya başlanmıştır. Bu katmanın en belirleyici özelliği kırmızı boyalı kireç tabanlara sahip olmasıdır. Neolitik Dönem içinde özellikle Suriye, Levant ve Orta Anadolu'da karşımıza çıkan kireçten sert ev tabanları döşeme geleneği, Batı Anadolu'daki topluluklar tarafından da benimsenmiştir. Yoğun işgücü, hammadde, teknolojik bilgi ve iş organizasyonu gerektiği için bu tipte özel tabanların bazı kamu ya da dinsel binalarda kullanıldığı düşünülmektedir. Ulucak Höyüğü'nde kırmızı boyalı kireç tabanların ortaya çıkmış olması bu açıdan önemlidir. Ayrıca bu tekniğin İzmir çevresinde uygulanmış olması bize Neolitik yaşam biçiminin Batı Anadolu, Ege ve Avrupa'ya yayılımı konusunda da bilgi verir niteliktedir. VI. tabakada bazalt öğütme taşları, çakmaktaşı dilgiler ve çeşitli kemik aletler bulunmuştur.
Andrea Pirlo
Andrea Pirlo (d. 19 Mayıs 1979, Lombardiya) FIFA Dünya Kupası ve UEFA Şampiyonlar Ligi kazanmış İtalyan futbolcudur. Son olarak Juventus'tan ayrılıp, New York City ile anlaşmıştır ve futbolu bu takımda bırakmıştır.
Pirlo, Brescia'da doğdu. Kardeşi Ivan da Brescia'nın alt takımlarında oynadı. Brescia'da 1994 ve 1998 yıllarında arasında ve 2001 yılında (kiralık olarak) forma giydi. 1998 yılında Inter'a transfer oldu. Ancak 1999 yılında Reggina'ya, 2001 yılında Brescia'ya kiralandı. Milan'a transfer oldu. Milan'da 2 kez Serie A şampiyonluğu 1 italya kupası 1 süper kupa 2 kez UEFA Şampiyonlar Ligi 2 uefa süper kupa ve 1 kez de kıtalar arası şampiyona şampiyonluğu kazandı. Carlo Ancelotti, Milan'a gelene kadar Andrea Pirlo ofansif orta saha oyuncusu olarak oynadı. Ancak Ancellotti, Pirlo'yu oyun kurucu olarak oynattı. 2006-2007 sezonunda 2.782 dakika Milan'da forma giydi. 2007 yılında FIFA Yılın Futbol Oyuncusu Ödülü'ne aday oldu. Daha sonra 2011 de Juventus'a transfer olmuştur. Juventus forması ile 4 Serie A, 1 Coppa Italia ve 2 Supercoppa Italiana şampiyonluğu yaşamıştır. Juventus taraftarı "maestro"lakabını yakıştırmışlardır. 2015 yılında UEFA Şampiyonlar Ligi finalinde Barcelona'ya karşı kaybetmiştir. 2017 Kasım ayında futbolu bıraktığını açıklamıştır.
Mirosław Szymkowiak
Miroslaw Szymkowiak (d. 12 Kasım 1976, Poznan), bir zamanlar Trabzonspor'da oynayan Polonyalı eski futbolcudur.
Szymkowiak Trabzonspor'a gelmeden önce sırasıyla Olimpia Poznan, Widzew Lodz ve Wisla Krakow formalarını giydi. Polonya'da 2 Şampiyonluk yaşayan Szymek Trabzonspor'da oynadığı futbol ve attığı gollerle dikkat çekti. Polonya millî takımında da oynayan Szymkowiak 7 numaralı formasını taşıdığı Trabzonspor'da çıktığı 29 maçta 3 gol attı. 2006-07 sezonu ilk yarı sonunda futbolu bıraktığını açıkladı. Futbolu bırakmasının nedeni; Szymkowiak'ın ailevi sorunlar yaşamasına rağmen Trabzonspor'lu yöneticilerin Szymkowiak'ı hiç dinlememesi, umursamaması ve futboldan soğutması, nedenlerden birkaçıydı.
Szymkowiak, Polonya formasını 33 kez giydi ve 3 gol attı. Ayrıca 2006 FIFA Dünya Kupası'nda da mücadele etti.
Koreliler
Koreliler kavramı, Kore Yarımadası'nda bulunan ve iki ayrı Kore devletine mensup tüm kişileri içine alır. Güney Kore ve Kuzey Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti vatandaşlarına "Koreli" denir. Koreliler çoğunlukla genetik açıdan güneydoğu-asyalıdır.
Dokurcun, Akyazı
Dokurcun, Sakarya ilinin Akyazı ilçesine bağlı bir mahalledir. Çiğdem Yaylası, Sülüklü Göl ve Sarıgöl gibi doğal güzellikleri özellikle İstanbul'dan günübirlik gelen ziyaretçilerin uğrak yerlerindendir.
Akyazı ilçesine 30 km Sakarya il merkezine uzaklığı 60 km'dir. Mahalle konum itibarıyla Sakarya ilinin doğusun yer alıp 40°34'24" Kuzey 30°52'4" Batı koordinatlarındadır. Dokurcun, Sakarya ili ve Bolu ili arasında Sınır Köprüsü vazifesi görmektedir. Bu nedenle daha önceden Bolu sınırı içinde olan Avdullar mahallesi Yürse mahallesi ve Tavşansuyu mahallesi genel ihtiyaçlarını mahalleden sağladıkları için Akyazı ilçe sınırı içine bağlanma kararı almışlardır.
Dokurcun mahallesi, kuzeyinde Keremali Dağı güneyinde Kapıdağı ormanı sıra dağları arasında Mudurnu çayının vadisinde kurulmuştur.
Mahallenin geçmişi çok eskilere dayalı olup, mahalle çevresinde eski Rum köylerinden bazı kalıntılar bulunması bunu kanıtlamaktadır. Diğer yandan tarihi İpek Yoluna yakınlığından dolayı Türk tarihi konusunda oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Dokurcun adının kökeni ile ilgili çeşitli görüşler vardır: Bazı kaynaklara göre ot, saman, mısır talaşı gibi ürünlerin üst üste yığılarak oluşturulan ters koni şeklindeki yığın öbeklerinde denir. Bir başka kaynağa göre özellikle İç Anadolu bölgesinde kullanılan çizgili bir kumaş türüdür. Bu kumaş daha çok eskiden bayanların giydikleri bir elbise türünde kullanılmaktadır. Son zamanlarda bir başka görüş olarak da Dokurcun adının bölgede eskiden yaşayan Rumların koyduğu eski Rumca bir kelime olan Tokurcun adından da geldiği savunulmaktadır.
Mahalle, özellikle genç nüfus olarak aşırı derecede göç vermektedir. Mahallede sanayi atılımları çok az olduğundan dolayı dış ülkeler başta olmak üzere İstanbul, Ankara, İzmit, Adapazarı merkez, vs gibiyerlerde yaşamakta ve sadece tatillerini geçirmek için mahalleye gelmektedir. Yapılan en son sayımlara göre Dokurcun Mahallesi merkez nüfusu sadece yaklaşık 2910 kişidir.
Toplumun genişlemesiyle beraber tarım arazileri yerleşim yeri haline dönüştürülmektedir. Mahallenin eskiden tarıma dayalı bir ekonomisi var iken bu yıllarda tarım yavaş yavaş önemini yitirmektedir. Diğer yandan mahallede hayvancılık neredeyse yok denecek kadar önemini yitirmiştir. Halk geçimini fındık üreticiliğiyle sağlamakta olup, son yıllarda fındık değerini çok kaybettiği için halk göç yolunu tercih etmektedir. Mahalleye gelen sanayiciler pek fazla kalmayıp mahalleyi terk etmişlerdir.
Minima Moralia
1951'de yayımlanan kitap Theodor W. Adorno'nun başyapıtı olarak kabul edilir. Adorno bu kitapta bir anlamda ilgilendiği tüm konuları -felsefi meseleler, gündelik yaşam, siyaset, edebiyat ve müzik, faşizm, ırkçılık, tahakküm, işçi hareketinin tarihi ve sorunları vb.- ele almış ve değerlendirmiştir. Kitap bazıları uzun, bazıları kısa fragmanlar şeklinde yazılmıştır.
Kitabın iç-altbaşlğı "Sakatlanmış Yaşamdan Yansımalar" dır. Bu altbaşlık hem Adorno'nun kişisel tarihini açıklamak hem de o tarihlerden itibaren şekillenmeye başlamış olan toplumsal yaşamı ortaya koymak bakımından oldukça anlamlıdır. Modern yaşamın geldiği noktada yaşam yabancılaşmanın vardığı boyutlar itibarıyla "sakatlanmıştır" ve öte yandan Adorno Nazi iktidarıyla sürgünlükte yani kişisel anlamda da ayrıca "sakatlanmış" bir yaşam içindedir. Fragmanlar, hem bu genel hem de özel tarihin izlerini sürerek okunabilir. Çünkü, en genel anlamda bu |
kitap, Adorno'nun kendi deyişiyle, "kederli bir bilim" olan ve çoktan unutulmuş olan "doğru yaşam öğretisi" hakkındadır.
Bu doğrultuda kitap yer yer umutlu arayışları dile getirir ve yer yer de karamsar ve kederli bir çıkışsızlığı dillendirir gibidir. Kitap en genel anlamda Etik hakkındadır diyebiliriz bu nedenle. Pek çok başka argüman ve önerme varolmakla birlikte, Adorno'nun tüm eleştiri ve değerlendirmesini kitaptaki şu sözleriyle ortaya koymak mümkün: "Yanlış yaşam doğru yaşanmaz"
Minima Moralia, varoluşçuluk ve psikoanaliz gibi bir dizi düşünce disiplininin yanı sıra; Kant, Nietzsche, Heidegger gibi birçok düşünürle yapılan eleştirel diyalogun ürünüdür. Adorno'nun kendine özgü "yöntemi", bu kitapta yine tamamen özgün olan "uslubuyla" kendini gösterir. Özel alandan genel tarihe ve özneyle ilgili tüm disiplinlere uzanan bir açıklama yelpazesi kullanır ve buradan hareketle çıkarımlarını felsefeye doğru geliştirir.
Adorno, amacını, "her noktası merkeze aynı uzaklıkta olan bir yazıya ulaşmak" olarak belirtmiştir ki, Minima Moralia, bu amacın hem kullanılan dil hem de kitaptaki konuların genel dağılımı açısından çok özel bir örnek olarak ortaya konulmasıdır. Ele geçirilmesi ve belli bir nokta da kapatılması olanaklı olmayan bir ifade tarzı kullanılmıştır.
Kitabın Türkçe çevirisi, Orhan Koçak ve Ahmet Doğukan tarafından yapılmış ve kitap aynı isimle 1998'de Türkçe olarak yayımlanmıştır. (Bkz:Minima Moralia, Thedor W.Adorno, Metis Yayınları/Üçüncü basım, Kasım 2002)
Balkan Cephesi (II. Dünya Savaşı)
Balkan Cephesi, Almanya'nın 1941 yılında Balkanları istilasıyla başlayan bir dizi çatışmadır. 1940 yılı içinde Almanya, Polonya ve Fransa'yı askeri harekatlarla istila etmiş, İngiltere'ye yönelik hava akınlarını başlatmıştı. Britanya Savaşı olarak bilinen bu yoğun ve sık hava akınları amacına ulaşamamış ve durdurulmuştur.
1941 yılının Ocak ayı boyunca Kuzey Afrika'da İngiliz birlikleri General O'Connor komutasında İtalyan birlikleri karşısında hızlı bir ilerleme göstermekteydiler.
1941 yılının ocak ayında Macaristan, Romanya, Slovakya Mihver Devletler saflarına katılmışlardır. Ardından 1 Mart 1941'de Bulgaristan ve 25 Mart 1941'de ise Yugoslavya bu safa katılır. 27 Mart 1941'de Yugoslav Hava Kuvvetleri komutanı General Dušan Simović önderliğindeki kansız bir darbe, Yugoslavya'da yönetime gelir ve ilk iş olarak Mihver Devletler safından ayrıldığını ilan eder.
Ocak ayında İngiliz Hükümeti'nin Yunanistan topraklarında bir askeri güç bulundurma önerilerine sürekli karşı çıkan Yunan Başbakanı İoannis Metaksas'ın ölümünün ardından yeni Hükümet, İngiliz önerisini kabul edecektir. 7 Mart 1941'de bir zırhlı tugayı da içeren 57 bin kişilik bir İngiliz gücü Yunanistan topraklarında konuşlanmıştır.
Rusya'nın istilası planlarının yürütüldüğü bir dönemde Hitler, Yunanistan'da bu büyüklükte bir Müttefik askeri varlığı göze alamazdı.
6 Nisan 1941 sabahı Luftwaffe, Belgrad'a yönelik üç gün sürecek bombardımana başlarken Panzer tümenleri de Yugaslavya'ya doğu ve kuzey sınırlarından taarruz ederler. Aynı gün Almanlar Yunanistan'a da saldırırlar. 12 Nisan 1941'de panzer birlikleri Belgrad'a girerler, 17 Nisan da da Yugoslavya teslim olur.
Yunan ordusu, yarımadanın güneyine doğru çekilirken Yunanistan'daki İngiliz birlikleri de personel olarak Girit adasına tahliye edilir. Hemen hemen tüm silah ve araçlar Almanlara bırakılmak zorunda kalınmış, personelin tahliyesi kıl payı gerçekleştirilebilmiştir. Yunanistan, 24 Nisan 1941 günü teslim olur.
Harekat sonunda parçalanan Yugoslavya’nın, kukla devletlere dönüşen Hırvatistan Bağımsız Devleti, Sırbistan ve Karadağ dışındaki toprakları Mihver Devletleri arasında paylaşıldı. NDH (yönetimi Hırvatlar ve Boşnaklar paylaşmışlardır) Sırplara soykırım uyguladı. Soykırıma ve işgale direnerek Sırpların çoğunluk oluşturduğu Çetnikler ve Partizanlar, Mihver orduları tarafından işgal edilen Avrupa'da en güçlü direniş gösterdiler.
İngiliz hükümetinin Balkanlar'a bu büyüklükte bir askeri birlik göndermesinin ardında yatan stratejinin temeli, Balkanlar'ın, Almanya'nın "yumuşak karnı" olarak değerlendirilmesine dayanır. Oysa Hitler'in tepkisiyle girişim başarısız olmuştur. İngiliz birliklerinin Yunanistan'dan tahliyesi, ikinci bir Dunkerque olmuştur.
Dahası, Yunanistan'da görevlendirilecek birliklerin bir bölümü Kuzey Afrika'daki birliklerden çekilmiş, buradaki başarılı ilerleme durdurulmuştur. Dağılmış durumdaki İtalyan birliklerinin üzerine gidilerek başarının genişletilmesi ve Kuzey Afrika'da kontrolün tümüyle sağlanması böylece gecikmiştir. General Erwin Rommel komutasındaki DAK'nin Afrika'ya gelişiyle inisiyatif tümüyle General Rommel'e geçmiştir.
Carlos Moyà
Carlos Moyá Llompart, (, , d. 27 Ağustos 1976), emekli eski dünya 1 numarası İspanyol tenisçi. 1998 Fransa Açık tekler şampiyonu ve 1997 Avustralya Açık tekler finalistidir. 2004'te ülkesinin Davis Kupası'nı kazanmasına yardımcı olmuştur. Şu anda İsviçre'de ikamet etmektedir.
Carlos Moya, Palma, İspanya'da doğdu. 6 yaşında tenis oynamaya başladı. 1995 yılında profesyonel oldu ve o yıl ilk tur şampiyonluğunu Buenos Aires'te elde etti. Daha önceleri bayanlar turunda mücadele veren İtalyan tenisçi Flavia Pennetta ile birlikteydi. 2007'de iki kez ayrıldılar. Daha sonra İspanyol aktris Carolina Cerezuela ile çıkmaya başladı. 18 Ağustos 2010'da Palma de Mallorca'daki USP Clínica Palmaplanas sezaryen doğumla bir kız sahibi oldular. Daha sonra ikinci kez çocuk sahibi oldular. 12 Aralık 2012'de doğan oğullarının adını Carlos koydular.
Moya, teklerde ilk Grand Slam finaline 1997'de Avustralya Açık'ta birinci turda 1996 Avustralya Açık şampiyonu Boris Becker'i, dördüncü turda Jonas Björkman'ı ve yarı finalde dünya 3 numarası Michael Chang'i yenerek finale yükselmiş ancak finalde Pete Sampras'a kaybetmiştir.
Moya 1998'de tekler Fransa Açık'ı kazanmıştır. Turnuvanın favorilerinden Marcelo Ríos çeyrek finalde, vatandaşı İspanyol Álex Corretja'yı da finalde yenerek şampiyon olmuştur. Aynı zamanda o sene Monte Carlo'da düzenlenen Tennis Masters Series turnuvasını da ilk kez kazanmıştır. Amerika Açık'ta yarı finale yükselmiş, ancak yarı finalde Mark Philippoussis'e kaybederek elenmiştir. ATP World Tour Finalleri'te finale yükselmiş, 5 setlik final karşılaşmasının ilk iki setini kazanmasına rağmen Corretja'ya 3-2 kaybederek seneyi noktalamıştır.
1999'da Indian Wells Masters turnuvasını ikinci olarak bitirmesinin ardından, dünyada 1 numaraya yükselmiştir. İki hafta boyunca zirevede yer almayı sürdürmüştür. Yılın ilerleyen zamanlarında bir önceki senenin şampiyonu olarak yer aldığı Fransa Açık'a 4. turda Andre Agassi'ye kaybederek elenmiştir. Sırtındaki sakatlık nedeniyle Amerika Açık'tan 2. turda çekilmek zorunda kalmıştır ve yılın geri kalanında sadece iki turnuvada yer alabilmiştir.
1999'daki Amerika Açık'tan 2000'li yılların başına kadarki dönemde, alt sırtındaki stres kırığının kendisini engellemesine rağmen, Moya halen dünya sıralamasında ilk 50 içerisinde yer almayı arka arkaya 5 yıldır sürdürdü. Amerika Açık'ta 4. tura ulaştı, ancak Todd Martin'e 5 setlik zorlu bir maçın ardından kaybederek elendi. 2000'deki en iyi başarısı Estoril Açık'ı kazanması oldu.
2001'de Umag'ı kazandı. Dört saat süren bir maratonun ardından vatandaşı Juan Carlos Ferrero'ya finalde kaybederek, Barselona'da ikinci oldu.
2002'de Moya, 6 finalden 4'ünü kazandı. Kariyerinin ikinci Tennis Masters Series şampiyonluğunu kazandı. Kariyerindeki en büyük sert zemin başarısını Cincinnati'de finalde dünya 1 numarası Lleyton Hewitt'e kaybederek elde etti.
2003'te üç toprak zemin şampiyonluğu elde etti. İspanya'nın Davis Kupası'nda finale yükselmesine, teklerde elde ettiği 6–0 oranıyla yardımcı oldu. Yarı finalde karar maçında Gastón Gaudio'yu yenerek, İspanya'nın Arjantin'i 3-2 ile elemesini sağladı. Finalde çim zeminde Mark Philippoussis'i yendi, fakat bu İspanya'nın tek sayısı oldu ve Avustralya'ya 1-4 kaybettiler.
2004'te daha da fazla katkı sağlayarak İspanya'nın Davis Kupası'nı kazanmasına yardımcı oldu. Finalde teklerde karar maçında Andy Roddick ve Mardy Fish'e karşı iki kritik galibiyet elde etti ve böylece İspanya ABD'yi 3-2 mağlup ederek kupayı kazandı. Aynı yıl Moya kariyerinin üçüncü Masters Series şampiyonluğunu Roma'da kazandı. Finalde David Nalbandian'ı 6–3, 6–3, 6–1 lik setlerle yenerek şampiyon oldu. O yıl turda hem toprak hem de sert zeminde en az 20 maç kazanan tek tenisçi olmayı başardı.
Moya 2005'te kariyerinin 18. şampiyonluğuna Chennai Açık'ı kazanarak ulaştı. Turnuva ödülünü 2004 Hint Okyanusu depremi ve tsunamisi depremzedelerine bağışladı.
2007'de Medibank International'ı bir önceki sezonun şampiyonu James Blake'e kaybederek ikinci tamamladı.
2007 Mayıs ayında Hamburg Masters'ta; Mardy Fish'i, dünya 12 numarası Tomáš Berdych, 9 numarası Blake'i ve 6 numarası Novak Djokovic'i yenerek 2004'teki Indian Wells'ten beri ilk kez yarı finale yükseldi.Yarı finalde Roger Federer'e 6–4, 4–6, 2–6. ile kaybetti.
2007 Fransa Açık çeyrek finalinde Rafael Nadal'a kaybederek elendi. 2007 Wimbledon Tenis Turnuvası ilk turunda Tim Henman'a 3-2 kaybederek elendi. Bu sonuçlarla 20 numaraya gerileyerek 13 Haziran 2005'ten bu yana ilk kez ilk 20 içerinde yer aldı.
Temmuz 2007'de Hırvatistan Umag Açık'ı finalde Andrei Pavel'i 6–4, 6–2 ile yenerek kazandı. Bu şampiyonluk onu 18 numaraya yükseltti. Bu sıralama 23 Mayıs 2005'teki 15.likten bu yana en yüksek sıralaması oldu.
2007 Ağustos'ta Montréal Masters 1. turunda Marcos Baghdatis'e kaybederek elendi. Bir hafta sonra Cincinnati'de; David Nalbandian'ı 7–6, 7–6, dünya 3 numarası Djokovic'i 6–4, 6–1 ve Juan Martín del Potro'yu 7–5, 3–6, 7–5 ile yenerek çeyrek finale yükseldi. Çeyrek finalde Lleyton Hewitt'e kaybederek elendi.
2008 Cincinnati Masters'ta, yağmur nedeniyle 2 gün ertelenen maçta Nikolay Davydenko'yu 7–6, 4–6, 6–2 yendi. Davydenko ile olan maçından birkaç saat sonra karşılaştığı Igor Andreev'i de 6–4, 7–6 yenmeyi başardı.
2009'a yavaş bir giriş yaptı ve katıldığı turnuvalarda ilk turlarda elendi. Av |
ustralya Açık'ta da 1. turda elendi. Mart 2009'da tendonlarında ve kalçasındaki sakatlıklardan kurtulana kadar tenise belirsiz süreyle ara verdiğini açıkladı. Ocak 2010'da Chennai Açık 1. turunda Janko Tipsarević'a kaybederek profesyonel tenise geri döndü. Ardından 2010 Avustralya Açık 1. turunda Illya Martenko'ya yenildi.
17 Kasım 2010'da iyileşmeyen, uzun süreli ayak sakatlığı yüzünden tenisten emekli olduğunu açıkladı. 2010 BarTopraks ATP World Tour Finalleri sırasında O2 Arena'da, ilk 8 tekler ve çiftler sporcularının katıldığı özel bir törenle jübilesini yaptı. Törene; Fernando Verdasco, Mikhail Youzhny, Àlex Corretja, Jonas Björkman ve Thomas Johansson da katıldılar.
ATP Tour teklerde, Arjantin, Hırvatistan, Fransa, İtalya, Hindistan, Meksika, Monako, Portekiz, İspanya, İsveç ve ABD olmak üzere, 11 farklı ülkede şampiyonluk yaşadı.
2004 – Davis Kupası Şampiyon - İspanya
Diego Ramirez Adaları
Diego Ramirez Adaları (), Horn Burnu'un yaklaşık 100 km güneybatısında bir küçük adalar grubudur. Coğrafi olarak 56° 30' güney paraleli ve 68° 52' batı meridyenleri aralığında olup Şili'ye aittir.
İlk olarak Portekizli Bartolomé García de Nodal tarafından 12 Şubat 1619 görülmüşler ve Diego Ramírez de Arellano'nun ismi ile adlandırılmışlardır. "Diego Ramírez" gezideki geograftır. Adalar 1775 yılındaki Güney Sandwich Adaları'nın keşfine kadar en güneyde olarak bilinen adalardı.
Şili donanması, 1951 yılında "Gonzalo" adası üzerinde bir hava gözlem istasyonu kurmuştur. Antarktika'ya giden gemiler zaman zaman buraya yanaşırlar. Adalar, örneğin aralarında Siyah-Kahve Albatros kuşunun da bulunduğu çok sayıda deniz kuşunun kuluçka yeridir.
Paralimni Stadyumu
Paralimni Stadyumu, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Paralimni şehrinde çok amaçlı olarak inşa edilen bir stadyum.
Paralimni Stadyumu'nda çoğunlukla futbol müsabakaları yapılmaktadır. Kıbrıs'ın Paralimniu takımının maçlarını yaptığı stadyum 5.800 seyirci kapasitelidir.
Eddie Merckx
Eddie Merckx (d. 17 Haziran 1945), Belçikalı bisikletçi.
1961 yılında başladığı profesyonel bisiklet sporu kariyerinde dünya çapındaki tüm büyük turlarda başarı kazanmıştır. Bisiklet tarihinin en başarılı isimlerinden biri olarak kabul edilir. Katıldığı tüm yarışlarda birincilikten başka hedef düşünmediği ve toplam 438 birincilik kazandığı için "Cannibal" (yamyam) lakabıyla anılmıştır.
1961-77 yılları arasında 5 kez Fransa Bisiklet Turu, 5 kez İtalya Bisiklet Turu, 4 kez Dünya şampiyonası altın madalyası kazanmıştır. Uluslararası Bisiklet Birliği (UCI) tarafından 1999 yılında "20. yüzyılın bisikletçisi" ödülüne layık görülmüş, aynı yıl Belçika'da gelmiş geçmiş en büyük sporcu olarak seçilmiştir.
Paco Peña
Paco Peña,(tr. okunuş:"Pako Penya")(d. 1942) İspanyol flamenko gitaristi.
İspanya, Córdoba'da, doğan Francisco Peña Pérez gitar çalmayı öğrenmeye 6 yaşında başladı. İlk profesyonel konserini 12 yaşındayken gerçekleştirdi 1960`ların sonuna doğru İspanya`dan ayrılarak Londra`ya yerleşti. Carnegie Hall (New York)), Royal Albert Hall (Londra), Concertgebouw (Amsterdam) gibi önemli yerlerde konserler verdi. Dünyada ilk defa, 1985 yılında Flamenko gitar üzerine Rotterdam`da üniversite dersi kurdu.
16 Ocak 2005 ve Nisan 2008 tarihinde İstanbul Cemal Reşit Rey salonunda konser verdi.
Leyla Neyzi
Leyla Neyzi, 29 Temmuz 1961, İstanbul doğumlu bir Türk akademisyendir (antropolog/sosyolog/tarihçi). Halen Sabancı Üniversitesi'nde öğretim üyesidir.
İşadamı ve yazar Ali Neyzi'nin ve ünlü pediyatri uzmanı Olcay Neyzi'nin kızıdır. Robert Kolej'i bitirdikten sonra, ABD'de Stanford Üniversitesi'nde Antropoloji, Cornell Üniversitesi'nde Sosyoloji öğrenimini yapmıştır. Boğaziçi Üniversitesi'nde yardımcı doçentlik döneminden sonra araştırmalarını sözlü tarih üzerinde derinleştirmiştir. Halen Sabancı Üniversitesi'nde Antropoloji okutmaktadır. Ayrıca Oxford Üniversitesi St. Antony Koleji Çağdaş Türkiye Programında misafir öğretim üyesidir.
Çok değerli iki sözlü tarih çalışmasından ilkini İstanbul Teşvikiye semti sakinlerinin anlatılarına dayalı olarak, ikincisini ise 20. yüzyıl başı Ankara'sının küçük Musevi cemaati içinde doğmuş ve bütün yüzyıla tanıklık etmiş Yaşar Paker'in günlüğüne dayalı olarak gerçekleştirmiştir. Özellikle ikincisi, Yaşar Paker'in hayatı boyunca iki defa (önce Kurtuluş Savaşı'nda, 2 Mart 1921 tarihli Meclis kararı gereğince, daha sonra da II. Dünya Savaşı esnasında) gayrimüslimlerin sevkedildiği amele taburları hakkında verdiği bilgiler nedeniyle hayli ilginçtir. Amele taburlarına dönük kalitesiz pek çok yayın ve iddiaya karşı günlüğe dayalı bir dizi çalışma içinde bilimsel netlik getirmekte, ayrıca Türkiye Yahudilerinin tarihine ışık tutmaktadır.
Georg Wilhelm Friedrich Hegel
Georg Wilhelm Friedrich Hegel (27 Ağustos 1770, Stuttgart - 14 Kasım 1831, Berlin), Alman filozof.
Günümüzde Almanya'nın güneybatısında yer alan Stuttgart, Württemberg'de doğan idealist Alman filozof. Etkisi, hem onu takdir edenler (Bradley, Sartre, Küng, Bauer, Stirner, Marx ) hem de acımasızca eleştirenler (Kierkegaard, Schopenhauer, Nietzsche, Heidegger, Schelling) gibi çok farklı konumlardaki insanlar üzerinde çok geniş bir yelpazede olmuştur. Felsefenin sürekli tartışılan sorunlarının fasit dairesinin dışına çıkmak için, muhtemelen felsefede ilk kez, tarih ve yapının önemli olduğunu ileri sürdü. Efendi-köle diyalektiği nin kavramsallaştırması öz farkındalık oluşması için ötekinin öneminin altını çizdi.
Bir memurun oğluydu. Tübingen'de ilahiyat okuduktan sonra Bern ve Frankfurt'ta felsefe öğretmenliğine başladı. 1805'te Jena Üniversitesi'ne profesör oldu. Başlangıçta Schelling'in öznel idealizm felsefesine inanmış görünüyordu, sonradan kendine ayrı bir sistem kurup onun savunmasını yapmaya başladı. Kurduğu bu felsefe sistemini 'phanomenologie des Geistes' adındaki eserinde anlatmıştır. Bir süre Nürnberg'de kaldıktan sonra Berlin ve Heidelberg üniversitesinde profesörlük yaptı. Bu devrede yazdığı eserler arasında 'Mantık Bilimi' ve 'Felsefe Ansiklopedisi' dikkati çekti.
Hegel, Kant'ın felsefesine inanmakla beraber onun fikirlerini yetersiz buluyordu. Kant'ın aksine insanların her şeyi öğrenebileceklerine inanmıştı. Hegel'e göre dünya demek mantık demekti. İnsanlar mantığın sınırlarını çözdükleri anda beşerin sınırlarını da çözmüş olacaklardı. Hegel'e göre, biricik, canlı felsefe, çelişmelerin -daha doğrusu karşıtların- felsefesidir; çiçek, meyvenin ortaya çıkmasına yol açar, ama meyvenin ortaya çıkması için de, çiçeğin ortadan kalkması gereklidir. Demek ki üremenin gerçeği, hem çiçek hem meyve olmaktır. Ölüm hem ortadan kaldırmadır, hem yeniden doğuşu sağlayan koşuldur.
Hegel ömrünün son yıllarını Berlin'de geçirdi. 1831 yazı ve sonbaharı boyunca süren kolera salgınının son kurbanlarından biri oldu. 14 Kasım'da kısa süren bir hastalıktan sonra aniden ölmüştür.
Hegel felsefesi her şeyden önce bireylerin kendi kendilerine ilişkin olarak özgür bir bilince ulaştıkları bir insanlık tarihi felsefesidir. Ama bilinç kendi başına özgür değildir; bilincin özgürleşmesi "Tinin Fenomenolojisi"'nde betimlenen karmaşık bir süreçle gerçekleşir.
Bu eserde Hegel, bilincin bütün dünya ölçeğinde kendi kendini nasıl sınadığını ve yalın bir öznel kesinlik ile kendi kendinin nesnel bilgisine nasıl ulaştığını ortaya koyar. Bilinç, dünyanın bilincine vararak, kendi kendisinin bilincine de, 'efendi ile köle arasındaki diyalektik olarak adlandıralan yolla' varacaktır. Gerçekte bu diyalektik, her biri kendisini olduğu gibi tanıtmak isteyen iki bilinç biçimi arasındaki kölelik ve egemenlik ilkelerini insanlık içinde -çünkü insanlık hayvanlardan kesinlikle farklı olarak, yaşamı aşma yeteğine sahiptir- betimler. Her biri bunu bir ölüm kalım savaşı içinde, hem kendisi hem öteki için yapacaktır. Köle kaybedecek, yaşam önünde diz çökecek ve efendi için çalışarak ona hizmet edecektir. Ancak köle (Marx'ta proleter) esaretinden de bu çalışma içinde ve bunun sayesinde kurtulacaktır; çünkü dünyayı dönüştürerek, kendi kendisine bağımsızlığa ulaşmanın somut araçlarını verecektir.
Bu süreç sonunda, bilinç Akıl'a ulaşır. Dünya ona yabancı olmaktan çıkar; dünyaya ilişkin bilgisi onun gerçek bilgisidir, ve onun gerçek bilgisi de dünyaya ilişkin bilgisidir. Ama bilinç artık sadece bireyin bilinci değildir; bilinç, içinde 'ben'in biz olduğu, biz'in ben olduğu' tinsel bir topluluğun bilincidir. ve bu da Tin'den başka bir şey değildir. Tin, tarihsel gelişim kilit anları olan belli sayıda 'figures' aracılığla tarih boyunca kendini ortaya koymuştur. Bu kilit anlar yunan etiğinden, Hegel in dönemindeki çağdaş Prusya'ya kadar uzanır. Bu süreç sonunda ancak bilinç, Tinin kendi bilinci haline gelerek mutlak bilgiye ulaşır; filozof da böyle bir bilginin yorumcusu olur.
Mutlak, kendi kendini temsil eden öznedir ve kendisine ilişkin bilgisini de felsefe aracılığıyla elde eder. Bu nedenle felsefi düşüncenin kendisi mutlak bilgidir. "Felsefi Bilimler Ansiklopedisi" bu bilgiyi oluşturan kavramların nasıl eklendiklerini ve Doğru'ya ulaşmasına nasıl olanak sağladıklarını gösterecektir. Tarih olarak felsefe, önceki bütün felsefeleri kendi içinde bütünleştirir ve aşar. Ancak bunu yalın bir toplama işlemi biçiminde değil. Doğru'nun kendisine ulaşmak üzere gerçekleştirdiği eyleme göre yapar. Felsefenin her parçası bir bütündür, her felsefe bir dairededir ve ansiklopedi dairelerin dairesidir; bunun sonunda ideye ulaşılır ve orada felsefe gerçekleşir.
Tin (Geist), kendisini kültür dünyasında diyalektiğin üçlü hareketi gereğince, Öznel Tin, Nesnel Tin ve Mutlak Tin olarak açar. Buna göre, Öznel Tin en alt düzeyinden en üst düzeyine kadar insan ruhunu meydana getirir. Geist, kendisine yönelmiş özgür bir varlık, kendisini bilip tanıyan bağımsız bir gerçeklik haline gelmek için, doğadan yavaş yavaş sıyrılır. O, henüz gelişmemiş bir ruh halindedir ve bu haliyle antropoloji biliminin araştırma ve inceleme konusu olur. Ruhun henüz doğadan tümüyle sıyrılamadığı bu aşamada, ona karşılık gelen kavrayış biçimi duyumdur. Ruh, daha sonraki aşamada ' |
duygu' ya da hissetmeye geçer. Hissetmenin en gelişmiş ve tamamlanmış şekli 'kendini hissetme'dir ve bu bilince giden bir ara basamaktır. Bilinç, böylelikle duyum, algı ve anlayış aşamalarından geçerek kendini özgür bir Ben (Ruh, Zihin) olarak tanır.
O, bundan sonra başka benleri de tanır ve kabul eder. Böylelikle, Geist kendisini Nesnel Tin olarak gerçekleştirir ve ortaya ahlaklılık ve Devlet çıkar. Bu durum benin kendi içinde kalmaktan kurtularak genel kurallara ve öznellikten nesnelliğe yükselmesi demektir. Böylece, herkes için geçerli olan, herkesi kavrayan Nesnel Tin ortaya çıkmış olur. Tarih dediğimiz şey, Hegel'e göre, halklarda beliren Tinin gelişmesinden başka bir şey değildir. Tarihin belli bir anında, belli bir halk, Tinin gelişmesini üzerine alır. Ruhun hukuk, devlet, ahlak ve tarih alanındaki bu nesnelleşmesi boyunca kendine dönmesi, kendini tanıması, mutlak Ruhun bilincine varması söz konusudur. Özel isteklerin, tutkuların ve eğilimlerin alanında, herkes için geçerli nesnel ilkeleri ortaya koyarak, onları hukuk, ahlak, devlet şeklinde kabul eden Ruh, bütün koşullardan sıyrılarak kendini tanımaya, kendi özünü farketmeye başlar. Böylelikle, Mutlak Tin haline gelir.
Mutlak Tin de üç adımlı bir hareketle gerçekleşir. Onun birinci aşaması sanat (tez), ikinci aşaması ise dindir (antitez). Buna karşın, onun üçüncü aşaması felsefedir (sentez). Felsefe, Hegel'e göre, hem sanatın hem de dinin aşılması ve onların içlerinde taşıdıkları hakikatin daha üst bir düzeyde kavranmasıdır. Felsefe, Geist'ı, mutlak varlık olarak kavrar ve onu hem maddi olmayan bir düşünce, hem de elle tutulup gözle görülebilen bütün varlıkların birliği olarak kavrar.
Birçok alana ışık tuttuğu gibi sanat tarihine de güçlü katkıları olmuştur. Hegel'e göre sanat doğanın taklidi değildir, yine de idealdir. ""Vorlesungen über die Aesthetik"" (Estetik Dersleri) isimli notları ölümünden sonra bir araya getirilerek yayınlanmıştır.Bu notlarda dünya sanatına olan bakış açısını üç büyük çağ ile bağdaştırır.
Tatar Ramazan (film)
Tatar Ramazan, Kerim Korcan`ın aynı isimli eserinden uyarlanan serinin ilk filmi. Olaylar II. Dünya Savaşı`nın bütün hızıyla sürdüğü 1942 yılında geçmektedir. Ahmet Kaya`nın müziklerini yaptığı film Cumhuriyet gazetesinin o dönem attığı manşetlerle açılır.
Kerim Korcan'ın aynı isimli eserindeki 9 hikayeden sürgüne gönderilişine kadar olan hikayeleri içeren bu ilk filmin konusu; toprak sahiplerinden Abidin Ağa`nın oğlunu vuran Tatar Ramazan dört yıl hapis yatmıştır. Çıktığında Zeynep ailesinin baskısına rağmen Tatar Ramazan`ı karşılar, köye dönerler. Oda sahnesinde, Ramazan evi satıp beraber İzmir ya da İstanbul`a gitmeyi planladığını söyler. Fakat Abidin Ağa`nın oğlu Necmi yakasını rahat bırakmaz ve kısa bir süre sonra yağmurlu bir günde Hamdi`yle birlikte Ramazan`ı sıkıştırır, Ramazan yaralanır fakat bıçağıyla Hamdi`yi öldürür. Necmi kaçar.
Bu olay üzerine 11 yıl hapis yiyen Ramazan tekrar hapishaneye düşer. Bu arada Zeynep de sürekli aile baskısı altındadır. Gittiği hapishanede kimseye bulaşmamaya çalışan Tatar Ramazan esrar satan, kumar oynatan bir koğuş ağasıyla karşılaşır. Başlarda "rahat durmadı demesinler" diye kimseye bulaşmamaya çalışır. Aynı zamanda hapishanede İdamlık Hüseyin`e de ağabeylik eder ve hapishane müdürüne Ankara'ye mektup yazması için konuşur. Fakat bu konuda da hapishane müdürü onu aldatır. Zamanla koğuş ağasının (Koca Mustafa ve Cıbıl Halil) da gardiyanlarla beraber olduğunu görür. Sonunda dayanamayarak Mustafa`ya bir tokat patlatır. Gariban kesimi arkasına alır ve gariban kesim arasında sevilen sayılan birisi olur. Mustafa bu tokadı sindiremeyerek geceleyin Tatar Ramazan`ı arkadaşlarıyla öldürmek ister fakat Ramazan olayı anlar ve Mustafa`yı bıçaklayarak öldürür. 7 sene daha alır ve sürgüne gönderilir...700 kasaba.70 vilayet.7 düvelde namı söylendi...
Galatasaray, Beyoğlu
Galatasaray, İstanbul'da Galatasaray Lisesi'nin de bulunduğu semtin ismidir. Galatasaray Spor Kulübü ismini bu semtten almıştır. Galatasaray Lisesi nin önündeki meydan Galatasaray Meydanı olarak adlandırılır. Meydanda heykeltıraş Şadi Çalık tarafından yapılan 50. yıl Cumhuriyet anıtı bulunmaktadır.
Galatasaray
Giotto di Bondone
Giotto Di Bondone (Colle di Vespignano, Floransa yakınları - d. 1267, Floransa - ö. 8 Ocak 1337), Rönesans resminin öncüsüdür.
Floransa'da ressam Cimabue'nin yanında çıraklık yapmıştır. Assisi kilisesini Aziz Francis'in yaşamından 28 sahneyle süsleyerek fresk ressamı olarak büyük ün kazanmıştır. Bardi ve Peruzzi banker ailelerine ait kiliselerde çalıştı. 1334 yılında Floransa Katedrali müdürü oldu. Floransalı sanatçı eserlerinde daha çok dinsel konuları işlemiştir. Çok sayıda kilise ve şapelin fresklerini yapmıştır.
Giotto ve çağdaşları, bu dönemde kuralcı ve simgesel resim tekniğini terk ederek nesnelerin doğal halleriyle resmedilmesi anlayışına yönelmişlerdir. Edebiyat ve sanat, 13. yüzyıl'ın dini bakış açısından kurtulmaya başlamış, insan merkezli bakış açısına yönelmiştir. Rönesans başlangıç döneminde resme perspektifi yavaş yavaş geçiren ressamdır. Pastel tonlar ile üçüncü boyutu kullanma amaçlı çalışmalar yapmıştır.
Caz Rock
Caz rock, bir bağlantı sanılsa da aslında tamamen birbirine yakın iki müzik türünün birbiri ile evliliği gibidir. Müzik ritimleri sert ve bazı yerlerde yapılan belirli ritimlerle rock müziğin içindeki o baskın isyan tavrını sergiler. Ama bazı noktalarda doğaçlama ile gelen çıkış ve inişler cazın tadını yansıtır.
Judy Garland
Frances Ethel Gumm ya da sahne adıyla Judy Garland (d. 10 Haziran 1922, Grand Rapids, Minnesota, ö. 22 Haziran 1969) Amerikalı oyuncu, şarkıcı.
Oz Büyücüsü'yle (1939) sinemaya çocuk yıldız olarak başlayan, "Somewhere over the rainbow" şarkısıyla tüm dinleyenleri ağlatan Hollywood oyucularındandır. Mickey Rooney ile bir ikili oluşturmuşlardır. Birkaç kez intihara teşebbüs etmiştir. 1969'da aşırı dozda ilaçtan ölmüştür. Aktris Liza Minelli'nin annesidir.
Dimyat
Dimyat (Arapça: مدينة دمياط, "medīnat dimyāt"): Mısır'da bir Akdeniz limanı, Dimyat ili'nin başkenti. Nil deltasında Kahire'nin 300 km kuzeyindedir.
Eyyubiler ve Asurlar zamanında Haçlılar Dimyat'a saldırmışlar ve bu bölge üzerinden Mısır'a hakim olmayı denemişlerdir. Zira Haçlılar'ın uğruna pek çok sefer düzenledikleri mısır, Mısır ve Suriye tarafından tehdit altına alınmaktadır. Özellikle Haçlıların, Selahaddin Eyyubi'nin kardeşi Melik Adil zamanında 1218 yılında bölgeye yaptıkları saldırı Eyyubiler'i ciddi anlamda sarsmıştır. Melik Adil'in bu saldırının devam ettiği sıralarda ölümü ve yerine geçen oğlu Melik Kamil'in, Şam hakimi olan kardeşi Melik Muazzam ve el-Cezire hakimi olan diğer kardeşi Melik Eşref'in yardımlarıyla yaptığı savunma sonrasında tehlike ancak 1221 yılına doğru güçlükle püskürtülebilmiştir. Bu yıl içinde iki taraf arasında yapılan anlaşma gereğince Haçlılar kayıtsız şartsız Dimyat'tan çekilmeyi ve bölgeyi Eyyubiler'e bırakmayı kabul ediyorlardı. hâlbuki Melik Kamil kardeşleri yardıma gelmeden önce o denli umutsuzluğa kapılmıştı ki Haçlılar'a bir ara Ürdün'deki Kerek kalesi hariç amcası Selahaddin ve babası Melik Adil tarafından Haçlılar'dan geri alınan tüm toprakları terk etmeyi vadetmişti. Haçlılar Kerek'in de teslimini isteyince farkına varmadan büyük bir fırsatı tepmiş oldular.
Mezopotamya yayın balığı
Mezopotamya yayın balığı ("Silurus triostegus"), Siluridae familyasından bir yayın balığı türü. Mezopotamya bölgesinde, yani Suriye, Irak, İran ve Türkiye'de bulunur.
Türk bilimcilerin 1996 ve 1998 yılları arasında Atatürk Barajı gölünde yaptıkları bir araştırmada, tuttukları 623 mezopotamya yayınının 301 tanesi dişi 322 tanesi erkek çıkmıştır. Tutulan en büyük dişi balık 202,85 cm, ve en büyük erkek balık 113,98 cm imiş. Balıkların hepsi 1 ila 11 yaşındaymışlar.
Mezopotamya yayınların üreme zamanları mayıs, haziran ve temmuz aylarındadır.
Lazarus (yazılım)
Lazarus açık kaynak kodlu Free Pascal derleyicisi tarafından geliştirilip, desteklenen çoklu platform Görsel programlama geliştirme ortamıdır. Pascal ve Object Pascal geliştiricileri için Rapid Application Development Delphi benzeri bir ortam sağlamayı amaçlar.
Free Pascal Linux, Win32, OS/2, Mac OS X, BSD, 68K vs. üzerinde çalışabilen, win32, GTK+, Qt 4, Aqua gibi birçok farklı API'yi kullanabilen açık kaynak kodlu bir derleyicidir. Nesne Yönelimli Pascal olan Delphi'yi anlayıp derleyebilecek şekilde dizayn edilmiştir. Java'nın bir kere yaz ,her yerde çalıştır'ın aksine, Lazarus ve Free Pascal bir kere yaz, her yerde derle'ye çabalar. Aynı derleyici yukarıdaki platformlar için tam olarak mevcut olduğundan beri, aynı ürünleri farklı platformlarda hemen hemen hiç yeniden kodlama yapmadan üretmek mümkün.
Microsoft Windows üstünde Borland Delphi daha kararlı ve daha fazla dokümantasyona sahiptir, fakat Lazarus'un çoklu-platform yeteneğinden, şeffaflığından ve özelleştirilebilirliğinden yoksundur. Linux üstünde, Delphi uygulamaları Lazarus ile derlenebilir ve ufak bir uyarlama ile tam tersi de geçerlidir.
Lazarus'un istikrarlı bir şekilde geliştirilmesi devam etmektedir. Açık kaynak olduğu için, pek çok programcı tarafından desteklenmektedir. İleride kullanıcı sayısının artacağı tahmin edilmektedir.
Yayın balığı
Yayın balığı, "Siluridae" familyasını oluşturan, saldırgan, yırtıcı ve etobur balık familyası. Pulsuz ve parlak, uzamış bir vücutları vardır. Kaudal yüzgecin yakınında sonlanan çok büyük anal yüzgeçleri vardır. Yağ yüzgeçleri yoktur. Alt ve üst çenede bıyıklar bulunur. Dişleri zımpara gibi küçük ve kuvvetlidir.
Bu balıklar, 3 metreye kadar büyüyebilirler. Dünyada mersin balığından sonra gelen en büyük tatlısu balığıdır. Büyüklüğü ve benzerlik bakımından halk arasında "Tatlı Su Köpekbalığı" olarak da anılır. Derin ve bataklık suları tercih ederler. Geceleri daha aktif olurlar ve hemen hemen her şeyi yiyebilen balıklardır. Menülerini Balıklar, kurbağlar, su kuşları ve su memelileri oluşturur. Sessiz ve sakin suları severler.
Asya ve Avrupa'da özellikle |
de bunların güney bölgelerinde bulunurlar. Türkiye'de bayağı yayın balığı ("Silurus glanis") ve Mezopotamya yayın balığı ("Silurus triostegus") olmak üzere iki tür bulunur. Türkiye'de en büyük örneklerine Sapanca gölü ve Sakarya nehrinde rastlanır.
Dragoslav Jevrić
Dragoslav Jevrić (, d. 8 Haziran 1974), AC Omonia'da oynayan Sırp kalecidir.
Dragoslav Jevrić, Ankaraspor'a gelmeden önce Kızılyıldız ve SBV Vitesse formalarını giydi.
2006 FIFA Dünya Kupası'nda Sırbistan Karadağ millî takımının kaleciliğini yapan Jevric, ülkenin ikiye ayrılmasından sonra Karadağ millî futbol takımı formasını giyecektir. Şu anda İsrail'in Makkabi Tel Aviv takımında forma giymektedir. Ankaraspor, Maccabi Tel Avivle oynadığı maçta ilk 11'de oynamıştır.
Kais Godbani
Kaies Ghodhbane (d. 7 Ocak 1976), Tunuslu eski futbolcudur. Son olarak Tunus'un Étoile du Sahel takımında oynamıştır.
90 kere millî olan Ghodhbane takımıyla birlikte 1998, 2002 ve 2006 FIFA Dünya Kupaları'nda yer aldı. 2004'te Afrika Uluslar Kupası'nda şampiyon olan Tunus millî futbol takımının kadrosunda da bulundu.
Pavel Nedvěd
Pavel Nedvěd (; d. 30 Ağustos 1972), Çek eski futbolcudur. Orta saha olarak görev yapmıştır. Çek Cumhuriyeti'nin en başarılı futbolcularından biri olarak kabul edilerek neslinin en iyi futbolcularından biri olarak görülmüştür. Lazio formasıyla yerel kupalar ve Kupa Galipleri Kupası'nı kazanmıştır. Juventus formasıyla 2003 UEFA Şampiyonlar Ligi Finalinde yer almıştır. Euro 1996'da Çek Cumhuriyeti'nin finale kalmasının en büyük faktörlerinden biri olarak uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Euro 2004'te yarı finalde, şampiyon olan Yunanistan'a elenen millî takımın kaptanı olmuştur. O yıl turnuvanın takımına seçilmiştir. Ayrıca, Çekoslovakya'nın dağılmasından sonra millî takımın ilk kez FIFA Dünya Kupası'na gitmesine yardımcı olmuştur.
2003 yılında şimdiki adı "Ballon d'Or" olan Avrupa'da Yılın Futbolcusu ödülünü almıştır. Çekoslovakya dağıldığından beri futbolu bırakan ikinci Çek futbolcu olmuştur. Kariyeri boyunca bireysel ödüller almıştır. 2004 yılında Altın Ayak ödülünü kazanırken dört kez Yılın Çek Futbolcusu, altı kez Altın Top ödülünü kazanmıştır. Ayrıca Pelé tarafından belirlenen FIFA 100 listesinde yer almıştır. 2003, 2004 ve 2005 yıllarında UEFA Yılın Takımı'na seçilmiştir. 2008-09 sezonunun sonunda 19 yıllık profesyonel kariyerine son vermiştir. Kulüpler bazında 501 lig maçına çıkıp 110 gol atmıştır. Çek Cumhuriyeti formasıyla 91 maça çıkıp 18 gol atmıştır.
Cheb'de doğan ve Skalná yakınlarında büyüyen Nedvěd futbol kariyerine Çekoslovakya'da başladı. 1977 yılında beş yaşındayken Tatran Skalná altyapısında oynamaya başladı. 1985 yılında Rudá Hvězda Cheb'e transfer olduktan bir sezon sonra Škoda Plzeň'e geçti ve beş yılını orada geçirdi. 1990 yılında askerlik hizmetinin bir parçası olarak Çekoslovak ordusunun yönettiği Dukla Praha takımına kiralandı. Dukla Prague takımında ilk yılında ordunun bir düşük ligdeki kulübü VTJ Dukla Tábor'da forma giydi. 28 Ekim 1991 tarihinde Dukla Prague adına ilk maçına çıktı. Bir sezon Dukla'da oynadıktan sonra askerlik hizmeti bitti ve Plzeň'e döndü. 1992 yılında Sparta Prague takımına transfer oldu. Nedvěd yabancı bir kulübe transfer olursa Plzeň bonservis ücretinin %30'unu alacaktı.
Sparta'da kariyerinin başlarında sadece altı maça çıktı üç maçta oyundan atıldı. Sparta forması ile bir 1. fotbalová liga, iki 1. liga şampiyonluğu ve bir Çek Kupası kazandı. 1994 yılında ilk kez Çek Cumhuriyeti millî futbol takımına çağrıldı. Euro 1996'da grup aşamasında İtalya'ya bir gol atan Nedvěd PSV'nin ilgisini çekti. Sözlü olarak anlaşmalarına rağmen İtalya Serie A takımlarından Lazio'ya transfer oldu. Sparta ilk başta futbolcuyu Slovak kulübü 1. FC Košice'ye (Sparta'nın sahibiyle aynı) 1,5 milyon CZK karşılığında sattıktan hemen sonra Lazio'ya sattı. Böylece Sparta, Plzeň'e transfer ücretinin sadece küçük bir kısmını ödedi. Plzeň'in itirazından sonra Çek Cumhuriyeti Futbol Federasyonu'nun kararıyla Sparta, Plzeň'e 35 milyon CZK tazminat bedeli ödedi.
Nedvěd, 1,2 milyon ₤ karşılığında Lazio ile dört yıllık sözleşme imzaladı.
Nedvěd, Lazio ile ilk maçına 7 Eylül 1996 tarihinde deplasmanda 1-0 yenildikleri Bologna karşısında çıktı. Ligdeki ilk golünü 20 Ekim 1996 tarihinde Cagliari'ye attı. 1996-97 sezonunu yedi golle bitirdi. 1997-98 sezonunda ilk üç maçta dört gol atarak kanadının vazgeçilmezi hâline geldi. Kulüp Kasım 1997'den Nisan 1998'e kadar 24 maçlık bir yenilmezlik serisi yakaladı. Juventus ile yaptıkları seriyi bitiren lig maçında oyundan atıldı. O sezon Lazio 1997-98 Coppa Italia'yı kazandı ve 1997-98 UEFA Kupası'nda finale kaldı. Nedvěd ve Lazio 1998-99 sezonuna Juventus ile yaptıkları Supercoppa Italiana maçının zaferiyle başladı. Maçta bir gol attı ve Juventus'u 2-1 yendiler. Lazio'nun Kupa Galipleri Kupası'nı almasına katkıda bulundu. İlk turda Lausanne'ye, çeyrek finalde Panionios ile yaptıkları iki maçta da birer gol attı. 1999 UEFA Kupa Galipleri Kupası Finalinde Mallorca'ye attığı golle 2-1 kazandılar ve kupayı aldılar. Böylece kapanan turnuvanın son golünü atmış oldu.
Nedvěd, 1999 yılında İtalya liginde en çok kazanan on futbolcudan biri oldu. 1999 UEFA Süper Kupası'nda karşılaştıkları Manchester United ile sezonu açtılar. Attığı golle Lazio maçı 1-0 kazandı. 2000 yılında Nedvěd'in de katkılarıyla Serie A ve Coppa Italia'yı kazandılar. 2000 yılında Lazio ikinci kez Supercoppa Italiana'yı kazandı. 000-01 Coppa Italia çeyrek finalinde Siniša Mihajlović ile beraber oyundan atıldılar ve toplamda Udinese'ye 5-3 yenilerek elendiler. UEFA Şampiyonlar Ligi'nde ikinci grup aşamasında 2-2 berabere kaldıkları Real Madrid'e bir gol attı. Lazio'nun sezondaki son Şampiyonlar Ligi maçında Nedvěd, Alan Maybury ile girdiği mücadele (hakem faul kararı vermedi) için Leeds United teknik direktörü David O'Leary tarafından eleştirildi. Sonra UEFA'nın turnuvalarından üç maçlık ceza aldı.
Nedvěd'in Nisan 2001'de Lazio ile dört yıllık yeni sözleşme imzalamasına rağmen kulüp tarafından satılık listesine kondu ve takım arkadaşı Juan Sebastián Verón o yaz, kulüp başkanı Sergio Cragnotti'ye karşı yapılan taraftar protestolarını tetikledi.
Lazio formasını beş sezon giyen Nedvěd'in adı birçok kulüple (Manchester United ve Chelsea dahil) anıldı. 2001 yılında 41 milyon € karşılığında Juventus'a transfer oldu. Juventus'ta İspanyol kulübü Real Madrid'e transfer olan Zinedine Zidane'ın yerine geçti. Juventus'un 2001-02 ve 2002-03 sezonlarında şampiyon olan takımında düzenli olarak forma giydi. 2003 yılında kulübün şampiyonluğunun önemli bir parçası olmasına rağmen tartışma konusu oldu. AB üyesi olmayan futbolcuların kendilerine getirilen sınırlamalardan dolayı İtalyan Futbolcular Derneği'ne protestolarından sonra o da dernekten çıktı. 2004 yılına kadar memleketi Çek Cumhuriyeti AB üyesi değildi. Yarı finalde Real Madrid oyuncusu Steve McManaman'a yaptığı faulle aldığı sarı kartla cezalı duruma düşerek 2003 UEFA Şampiyonlar Ligi Finalinde Milan ile yaptıkları karşılaşmada kadro dışında kaldı.
Aralık 2003'te "World Soccer" tarafından Dünya'da Yılın Futbolcusu seçildi. Sonraki ay Thierry Henry ve Paolo Maldini'yi geçerek Avrupa'da Yılın Futbolcusu ödülünü alan ikinci Çek futbolcu oldu. Daha önce 1962 yılında bu ödülü Josef Masopust almıştı. 2004 yılında Çek spor yazarları tarafından Altın Top ile ödüllendirildi ve yedi yılda beşinci kez bu ödülü alarak ülkesinde daha çok tanındı.
2004-05 sezonunda dizinden ve başından sakatlanarak iki ay sahalardan uzak kaldı ve ilk kez Nisan 2005'te emekli olmayı düşünmeye başladı. Buna rağmen 2005 ve 2006 yıllarında Juventus ile Serie A şampiyonluğu yaşadı. Ancak "Calciopoli" şike skandalından sonra bu şampiyonluklar iptal edildi. 2005-06 sezonu sonrasında Juventus küme düşürüldü. Kulübün birçok yıldızı (Fabio Cannavaro ve Lilian Thuram gibi) ayrıldı ve kalan oyuncuların geleceği belirsiz oldu. Dünya Kupası'ndan sonra hakkında ayrılacağı ile ilgili söylentiler çıkan Nedvěd söylentileri yalanlayarak takımının Serie A'ya çıkmasına katkıda bulunmak istediğini dile getirdi ve bunun nedeninin kulübe olan bağlılığı olduğunu söyledi. Aralık 2006'da Genoa maçında gördüğü kırmızı kartla beş maçlık ceza aldı. Sonrasında emekli olabileceğini tekrarladı. Ancak, kulüpte kalarak sezon sonuna kadar 2006-07 Serie B'de 11 gol attı.
Serie B'yi birinci bitiren kulüp 2007-08 sezonunda yeniden Serie A'da yer aldı. Sezon boyunca sol açıkta birinci tercih olarak oynatılan futbolcu sezonu iki golle bitirdi. Kasım 2007'de Internazionale takımının oyuncusu Luís Figo'yu durdurmaya çalışırken Portekizli futbolcunun fibula kemiği kırıldı ve Nedvěd hakkında yine tartışmalar başladı. Nisan 2008'de Palermo ile yapılan maçta Roberto Guana ile çarpıştıktan sonra bir sarsıntı yaşayarak geceyi hastanede geçirdi.
Nedvěd, 2008-09 sezonundaki ilk lig golünü 1-1 berabere kaldıkları Fiorentina maçında attı. Ekim ayında Bologna'ya iki gol attı ve takımı maçı deplasmanda 2-1 kazandı. 26 Şubat 2009 tarihinde, ailesiyle daha çok vakit geçirebilmek için sezon sonunda futbolu bırakacağını açıkladı. 10 Mart 2009 tarihinde Chelsea ile Şampiyonlar Ligi'nin son 16 turunda yaptıkları maçın 12. dakikasında sakatlanarak oyundan çıkmak zorunda kaldı. Yaklaşan emekliliğinden ve kulübünün toplamda 3-2 yenilmesinden dolayı Avrupa'daki son maçı oldu. Sezon sonunda futbolu bırakmadan önce Nedvěd, eski takımı Lazio ile yapılan maçta kaptanlık yaptı ve Vincenzo Iaquinta'nın golünü hazırlayarak maçı 2-0 kazandılar.
Nedvěd, 2010 yılında Prag Yarı Maratonu'nda (yaptığı ilk mesafe koşusu) koşarak 1:49:44 derece elde etti. 2012 yılında yapılan Prag Maratonu'nda 42 km'lik mesafeyi 3:50:02 dereceyle tamamladı. 12 Ekim 2010 tarihinde Exor (Agnelli ailesinin yatırım şirketi), Nedvěd'i Juventus yönetiminde bir koltuk için aday gösterdi. 27 Ekim 2012 tarihinde yönetime katıldı. Şu anda üyeliğine devam etmektedir. Nedvěd, 2012 yılının Şubat ayında FAI Uluslararası Futbol Ödülleri tarafından Uluslararası Kişilik seçildi. Ocak 2013'te, Juven |
tus'un Sampdoria ile yaptığı karşılaşmanın hakemi Paolo Valeri'ye hakaret etmesi sonucunda üç hafta Serie A maçlarından men edildi.
23 Ekim 2015 tarihinde Juventus'un yardımcı başkanı olarak görevlendirilmiştir.
Nedvěd, 1988'den itibaren Çekoslovakya'nın 15, 16, 17 ve 18 yaş altı takımlarında oynadı. 1992 yılında ilk kez oynadığı 21 yaş altı takımı ile 1993'e kadar yedi maçta yer aldı.
Futbolcu, değişen Çek Cumhuriyeti millî takımıyla ilk maçına Haziran 1994'te 3-1 yendikleri İrlanda karşısında çıktı. A millî takımdaki ilk golünü, ilk büyük turnuvası olan Euro 1996'da attı. Ayrıca 1997 FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda Uruguay'ı üçüncülük maçında yenerek üçüncü olan takımda yer aldı. Turnuvada iki golü olan Nedvěd, gollerinin ikisini de gruplarda 6-1 kazandıkları Birleşik Arap Emirlikleri'ne attı. Yarı finale yükselen takım, yarı finalde kupayı kazanan Brezilya'ya yenildi.
Çek Cumhuriyeti'nin Almanya karşısında yaptığı açılış maçında, Nedvěd iki gol kaçırırken sarı kart alan on oyuncudan biri oldu. Maçı Almanya 2-0 kazandı. Savunmaya katkıda bulunan futbolcu, maçta Christian Ziege'nin şutunu çizgiden çıkardı.
İlk A millî takım C grubunda İtalya'ya atarak takımını 1-0 öne geçirdi. İtalya ilk yarıda skoru eşitlese de on kişi kaldı ve ilk yarı bitmeden Çek Cumhuriyeti skoru 2-1'e getirerek o skorla kazandı. Grubun Rusya ile yaptıkları üçüncü maçında da oynayan Nedvěd, turnuvadaki ikinci sarı kartını aldı. Rusya ile 3-3 berabere kalan Çekler, elde ettikleri avantajla İtalya'yı geçip ikinci olarak gruptan çıktılar.
İki sarı kart aldığı için cezalı duruma düşen futbolcu çeyrek finaldeki Portekiz maçını kaçırdı. Ancak, Çekler onun yokluğunda da kazanıp yarı finale yükseldi. Fransa ile yapılan maç penaltı atışlarına kaldı. Çek Cumhuriyeti'nin 6-5 kazandığı maçın adamı ise Nedvěd seçildi. Ayrıca takımının ikinci penaltısını da gole çevirdi. Finalde ise altın gol atan Almanya 2-1 kazanınca Çek Cumhuriyeti turnuvayı ikinci olarak tamamladı.
Euro 2000 öncesi kadroya seçilen Nedvěd, ayak bileğinden sakatlandığı için antrenmanlarda yer alamadı. Hollanda ile yapılan ilk maçta tartışmalı bir penaltı golüyle 1-0 yenildiler. Fransa ile yaptıkları ikinci maçta 1-0 geridelerken kendisine ceza sahasında yapılan faulle kazanılan penaltıyı Karel Poborský gole çevirip 1-1 beraberliği yakaladı. Çektiği iki şutu Fransız kaleci Fabien Barthez kurtardı ve Fransa bir gol daha atarak 2-1 kazandı. Danimarka ile yaptıkları üçüncü maçta ise 2-0 kazandılar. Ancak bu galibiyet gruplardan çıkmalarına yetmedi ve elendiler. Euro 2000 sonrasında Nedvěd, Jiří Němec'in yerine kaptan oldu.
Nedvěd'in de oynadığı Letonya'ya karşı 2-1'lik galibiyetten sonra Hollanda ile yapılan ikinci maçta 19. dakikada 2-0 geriye düşmesine rağmen çekler maçı 3-2 çevirerek kazandı ve Nedvěd maçın adamı seçildi. Kendisi de dahil dokuz futbolcunun dinlendirildiği grubun üçüncü maçı olan Almanya'yı da 2-1 yenerek gruptan çıktılar. Çeyrek finalde 3-0'la geçtikleri Danimarka maçında bir sarı kart aldı. Bunun anlamı Yunanistan ile yapılacak yarı final maçında sarı kart alırsa ve yükselirlerse finalde oynayamayacaktı. Ancak Yunanistan, Nedvěd'in dizinden sakatlanarak oyundan çıktığı maçta Çek Cumhuriyeti'ni 1-0 yenerek eledi. Turnuvadan çıkmalarından sonra Nedvěd millî takımı bıraktığını açıkladı. Ayrıca millî takım arkadaşları Petr Čech ve Milan Baroš ile beraber turnuvanın takımına seçildi.
Teknik direktör Karel Brückner'in ikna etmesiyle millî takımı bırakmaktan vazgeçen Nedvěd Dünya Kupası elemelerinde play-offta karşılaştıkları Norveç'le oynadı. Toplamda Norveç'i 2-0 yenen Çek Cumhuriyeti yeni adıyla ilk kez Dünya Kupası'na katılacaktı. Nedvěd, Haziran ayında bir diz sakatlığı geçirmesine rağmen Dünya Kupası'nda oynayabileceği belli oldu ve kadroya alındı.
Çekler 2006 FIFA Dünya Kupası'nda Amerika Birleşik Devletleri ile yaptıkları ilk maçı 3-0 kazandı. Ama maçta anahtar olarak görülen oyuncular sakatlandı. Onların yokluğunda grupta Gana ve turnuvanın kazananı İtalya ile oynadılar. Bu iki maçta yenilerek grubu üçüncü bitirdiler. Nedvěd'in Gana maçının ikinci yarısının başında attığı gol ofsayt olarak nitelendirildi ve sayılmadı. İtalya maçında attığı şutu Juventus'tan takım arkadaşı Gianluigi Buffon kurtardı. Nedvěd, Ağustos 2006'da Sırbistan-Karadağ ile yaptıkları dostluk maçı öncesi tekrar millî takımı bırakacağını açıkladı. Sırbistan-Karadağ maçı onun doksan birinci ve son millî maçı oldu. Takım arkadaşları ve Brückner Euro 2008 öncesi onu kararından döndürmeye çalışsalar da o dönmeyi reddetti. 91 millî maça çıkan Nedvěd 18 gol attı.
Kuvvetli ve iki ayağını da kullanabilen bir futbolcu olan Nedved, genelde sol açıkta forma giymiştir. Sol ayağı ile yaptığı çalım yeteneğiyle, içeriye doğru kesebilmesiyle ve sağ ayağıyla çektiği şutlarla beraber defansif ve ofansif olarak oyuna katkısı nedeniyle orta sahanın her yerinde oynamıştır. Ayrıca orta sahanın ortasında oynarken oyun kuruculuk rolünü kullanmış ve santraforu destekleyici rolde oynamıştır. Mükemmel pas menzili ve vizyonuyla asistçi bir adam olarak sivrilmiştir. Öncelikle dayanıklılık, hız, teknik ve golcülük yeteneğinin yanında güçlü şutları ve uzaktan voleleriyle bilinmiştir. Ayrıca duran toplarda da yer almıştır.
İtalyan taraftarı dayanıklılık, hız, güç ve kararlılığının yanında beceri, tutarlılık ve şevkinden dolayı ona "Furia Ceca" lakabını takmıştır. İngiliz medyası onu "Çek bombardıman silahı" olarak tanımlamıştır. Lazio'nun eski patronu Sven-Göran Eriksson onu "tamamıyla eksiksiz alışık olunmadık bir orta saha" olarak belirtmiştir. Yeteneklerine ve inatçı oyun tarzına rağmen Nedvěd, bazen ikili mücadelelerde kolayca yerde kaldığı için eleştirilmiştir.
Václav ve Anna'nın oğlu olan Nedvěd, 1992 yılından beri eşi Ivana ile yaşamaktadır. Çiftin iki çocuğu bulunmaktadır. Nedvěd'in otobiyografisi 2010 yılında ' adıyla İtalyanca olarak yayınlanmıştır. ' adlı Çekçe çevirisi 2011 yılında Çek Cumhuriyeti'nde çıkmıştır.
Kaynak: Lig maçları, Juventus'taki Coppa Italia iatstistikleri, Avrupa turnuvası istatistikleri
Patrick Vieira
Patrick Donalé Vieira (d. 23 Haziran 1976, Dakar, Senegal) Senegal asıllı Fransız eski futbolcudur. 2011'de futbolu bırakmıştır. Vieira, son olarak Manchester City forması giymiştir. Şu anda New York City FC'de teknik direktör olarak görev yapmaktadır.
Senegal'de doğan Vieira, 8 yaşında ailesiyle beraber Fransa'ya göç etmiştir.
2003 yılına kadar Senegal'e hiç gitmemiş ve Fransa millî takımını seçmiştir.
Futbol hayatına AS Cannes takımında başlamış, kısa bir süre Milan takımında oynadıktan sonra Arsenal'e transfer olmuştur. Burada kariyerinin zirvesine çıkmıştır. Arsenal'de kaptanlığa kadar yükselmiş ve birçok başarı yakalamıştır. 2005 yılında 20 milyon euro karşılığında Juventus'a transfer olmuştur. Serie A'daki şike skandalı sonrası Juventus'tan 12,2 milyon $ karşılığında İnter Milan'a transfer olmuştur. 2010 yılında Manchester City'ye transfer olmuştur. 2011 yılında 35 yaşındayken futbolculuk kariyerini sonlandırmıştır ve İngiliz ekibinde altyapı geliştirme sorumlusu olarak görev yapmaya başlamıştır. Ayrıca Vieira, kulübün küresel çapta tanınma elçiliğini yapacaktır.
49||2||3||1||1||0||8||1||61||4
100||11||13||0||4||2||21||1||138||14
307||32||57||6||12||0||76||2||452||40
456||45||73||7||17||2||105||4||651||58
!Toplam||107||6
Lionel Messi
Lionel Andrés "Leo" Messi (; d. 24 Haziran 1987, Rosario), Arjantinli futbolcudur. Barcelona'da forma giyen oyuncu; forvet ile ofansif orta saha bölgelerinde görev almaktadır. Halen oynayan futbolcular arasında en iyilerden biri olarak kabul edilmektedir. Henüz 21 yaşındayken, Ballon d'Or ve FIFA Dünyada Yılın Futbolcusu ödüllerini almıştır. Yeteneği ve oyun tarzı sıkça benzetilen ve kıyaslanan Arjantinli eski futbolcu Diego Maradona, Messi'yi "halef"i olarak göstermektedir.
Lionel Messi, 24 Haziran 1987'de Arjantin'in Rosario şehrinde dünyaya geldi. Futbola 8 yaşında Rosario şehrinin takımı olan Newell's Old Boys'da başladı. 2000 yılında ailesi, Messi'nin büyüme hormon eksiklik tedavisi görmesi ve futbola Barcelona'da devam etmesi için İspanya'nın Barselona şehrine taşındı. Barcelona formasını ilk kez 2004-05 sezonunda giyen Messi, La Liga'da gol atan en genç futbolcu unvanının sahibi oldu. 2005-06 sezonunda La Liga ve UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşadı. 2006-07 sezonunda ise El Clásico derbisinde hat-trick yaptı ve 26 lig maçında 14 gol atarak verimli bir performans sergiledi. Messi, 2008-09 sezonunda kariyerindeki en iyi sezonunu yaşadı. Sezon boyunca 38 gol attı ve altı kupa birden kazandı. 2009-10 sezonunda bütün turnuvalarda 47 gol atarak Ronaldo'nun rekorunu egale etti. 2010-11 sezonunda ise bu rekoru 53 golle kırdı.
Messi, kariyeri boyunca altı La Liga şampiyonluğu, dört UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşadı ve iki final maçında gol atmayı başardı. Final maçında attığı gollerin tümü Manchester United'a karşıydı. 2010-11 sezonunda Şampiyonlar Ligi'nde 12 gol atarak Gerd Müller ve Jean-Pierre Papin'in ardından üst üste 3 kez gol kralı olan üçüncü futbolcu oldu. 7 Mart 2012 tarihinde Şampiyonlar Ligi 2. tur rövanş mücadelesinde, Bayer 04 Leverkusen'e karşı 5 gol birden atarak Şampiyonlar Ligi tarihinde bir maçta en fazla gol atan futbolcu unvanını kazandı. Çeyrek final rövanş maçında da Milan'a karşı iki gol atarak José Altafini'nin Şampiyonlar Ligi'nde (Şampiyon Kulüpler Kupası adıyla da dâhil olmak üzere) bir sezonda attığı 14 gollük rekoru da egale etmiş oldu ve Şampiyonlar Ligi adıyla ise 2002-03 sezonunda 12 gol atan Ruud van Nistelrooy'un da rekorunu kırdı. Messi, o sezon turnuvayı 14 golle gol kralı olarak tamamladı ve bu turnuvada üst üste dört kez gol kralı olmayı başaran tek futbolcu oldu. 2011-12 sezonunda tüm turnuvalar dâhil olmak üzere 73 gol attı ve dünya rekorunu da kırmış oldu. Aynı sezon La Liga'da 50 gol atarak önceki sezon ligde Cristiano Ronaldo'nun attığı 40 golün de rekorunu kırmış oldu.
Messi, 2005 FIFA 20 Yaş Altı Dünya Kupası'nda final maçı da dâhil olmak üzere 6 golle gol kralı ol |
du. Kısa bir süre sonra Arjantin millî futbol takımında forma giymeye başladı. Arjantin formasıyla 2006 FIFA Dünya Kupası'na katıldı ve 2007 yılında Copa América'da ikincilik yaşadı. Ardından 2008 Yaz Olimpiyatları'nda Arjantin Olimpiyat Takımı'yla altın madalya kazandı. Arjantin 2010 FIFA Dünya Kupası'nda çeyrek finalde elenirken Messi turnuvayı 3 asistle tamamladı. Ülkesinin ev sahipliği yaptığı 2011 Copa América'da da mücadele etse de Arjantin, çeyrek finalde turnuvaya veda etti. 9 Aralık 2012 tarihinde, Gerd Müller'in bir takvim yılı içerisinde atmış olduğu 84 gollük rekoru egale etti. Arjantin millî takımı ile en çok gol atan futbolcu unvanına sahiptir.
Messi, 24 Haziran 1987 tarihinde Arjantin'in Santa Fe eyaletine bağlı Rosario şehrinde dünyaya geldi. Babası, 1958 doğumlu fabrika işçisi Jorge Horacio Messi; annesi ise yarı zamanlı temizlikçi Celia Maria Cuccittini idi. Babasının ataları İtalya şehri Ancona kökenliydi ve bu atalardan Angelo Messi, 1883'te Arjantin'e göçmüştü. Öte yandan Lionel Messi'nin, Rodrigo ve Matias adlı iki ağabeyi; Maria Sol adlı da bir kız kardeşi vardır.
Messi 5 yaşında, babasının antrenörlüğünü yaptığı Grandoli adlı futbol takımında forma giymeye başladı. 1995'te, doğduğu şehir Rosairo'nun takımı Newell's Old Boys'un altyapısına geçti. 11 yaşında kendisine büyüme hormonu eksikliği teşhisi konuldu. Primera División (Arjantin) ekiplerinden River Plate, Messi'nin tedavisine yardım etmek istese de aylık 900 $'lık tedavi masrafını karşılayacak paraları olmadığını söylediler. Barcelona'nın sportif direktörü Carles Rexach, Messi'nin Lleida, Katalunya'daki akrabaları sayesinde kendisinin yeteneğinden haberdardı ve bir müddet sonra oyuncu ile babasına deneme süreci önerdi. Deneme sürecinin ardından Messi'ye, İspanya'ya taşınması halinde sağlık masraflarını karşılayacağını yazan bir sözleşme önerdi. Kısa süre sonra ailesiyle birlikte Avrupa'ya taşındı ve kulübün genç takımında oynamaya başladı.
Messi, Barcelona forması altındaki ilk maçına 16 Kasım 2003 tarihinde daha 16 yaş 145 günlükken hazırlık maçında Porto'ya karşı çıktı. Bundan bir yıl sonra Frank Rijkaard, 16 Ekim 2004 tarihinde Espanyol maçında Messi'ye forma şansı verdi ve Messi, daha 17 yaş 114 günlükken ilk lig maçına çıktı. Messi, böylece La Liga maçına çıkan en genç oyuncu oldu. Bu rekor Eylül 2007'de Bojan Krkić tarafından kırılacaktı. İlk golünü ise 1 Mayıs 2005 tarihinde Albacete'ye karşı 17 yaşında attı. Messi, böylece La Liga'da gol atan en genç Barcelona'lı futbolcu oldu. Ancak, bu rekor 2007 yılında yine Bojan Krkić tarafından Messi'nin asistiyle kırılacaktı. Messi, eski teknik direktörü Rijkaard hakkında: "Ben daha 16 yaşındayken bana güvendi. Benim kariyerimi başlattı. Bu anı hiçbir zaman unutamadım." sözlerini söyledi.
16 Eylül 2005'te, 3 ay içinde ikinci kez, Barcelona, Messi'nin kontratını uzattığını açıkladı. Bu sefer Messi'nin maaşı, normal bir ilk 11 oyuncusu kadar oldu ve kontrat, 2014 Haziran tarihine kadar uzatıldı. Messi, 26 Eylül 2005 tarihinde İspanya vatandaşlığı hakkını kazandı. 27 Eylül'de İtalyan kulüp Udinese'ye karşı oynadığı ilk Şampiyonlar Ligi maçına kendi evinde çıktı. Messi, oyundan alınırken, topla soğuk kanlı oyunu ve Ronaldinho ile pas trafiğinin getirdiği galibiyeti nedeniyle alkış yağmuruna tutuldu.
2005-06 sezonunda 17 lig maçında 6 gol attı ve 6 Şampiyonlar Ligi maçında 1 gol attı 7 Mart 2006 tarihinde oynanan Şampiyonlar Ligi 2. turda Chelsea'ye karşı oynadıkları maçta yaşadığı kas yırtılması nedeniyle sezonu erken kapatmak zorunda kaldı. Sezon sonunda Rijkaard'ın Barcelona'sı İspanya ve Avrupa şampiyonu oluyordu.
2006-07 sezonunda, Messi, düzenli bir ilk 11 oyuncusu oldu ve 26 maçta 14 gol attı. 12 Kasım 2007 tarihinde Real Zaragoza'ya karşı oynadıkları maçta, ayak tarak kemiği kırılması nedeniyle, 3 ay forma giyemedi. Messi, Arjantin'de tedavi gördükten sonra, 11 Şubat 2007 tarihinde Racing de Santander maçında ikinci yarıda oyuna girdi. 11 Mart 2007 tarihinde ise Messi en iyi performansını gösterdi ve Real Madrid derbisinde 10 kişi kalmış Barcelona'nın 3-3 berabere kaldığı maçta, 3 golü de atarak hat-trick yaptı. Üç gol de beraberliği sağlayan goldü ve son golü uzatma dakikalarında atmıştı. Böylece Messi, 1994-95 sezonunda Real Madrid takımındayken "El Clasico"da ilk kez hat-trick yapan Iván Zamorano'dan sonra hat-trick yapan ikinci futbolcu oldu. Messi ayrıca, sezon içinde gol atan en genç futbolcu oldu. Sezon sonuna doğru daha çok gol bulmaya başladı; 14 lig golünün 11'ini, son 13 maçta attı.
Messi, "yeni Maradona" lakabının gerçek olduğunu, bir sezon içinde Maradona'nın en ünlü gollerinin neredeyse aynısını kaydederek gösterdi. 18 Nisan 2007 tarihinde Copa del Rey yarı final maçında Getafe'ye karşı iki gol atarken bunlardan biri, Diego Maradona'nın İngiltere'ye 1986 Dünya Kupası'nda attığı ve "Yüzyılın Golü" adı verilen golünün çok benzeriydi. Dünyanın en önemli spor gazeteleri Messi ve Maradona karşılaştırmaları yapıyordu ve İspanyol basını Messi'yi "Messidona" olarak tanımlıyorlardı. Maradona'nın Meksika'da 21 yıl önce yaptığı gibi 62 metre koştu, kaleci dâhil olmak üzere 6 futbolcuyu çalımladı, çok benzer bir yerde şutunu çekti ve golden sonra Maradona gibi yine korner direğine koştu. Maçtan sonraki basın toplantısında Messi'nin takım arkadaşı Deco; "Hayatımda gördüğüm en iyi goldü." açıklamasını yaptı. Espanyol karşısında, Maradona'nın yine İngiltere'ye karşı attığı ve "Tanrı'nın eli" adı verilen golün bir benzerini attı. Messi topa çıkarken, eliyle topa dokunarak kaleci Carlos Kameni'nin yanından geçmesine sebep oldu. Espanyol oyuncularının itirazlarına ve tekrarların açıkca elle oynama olduğunu göstermesine rağmen, gol geçerli sayıldı.
2007-08 sezonunda, Messi, bir haftada 5 gol atarak Barcelona'nın La Liga'da ilk dörde girmesine yardım etti. 19 Eylül 2007 tarihinde Barcelona, Şampiyonlar Ligi'nde Olympique Lyonnais'u evinde 3-0 yenerken Messi, bir gol kaydetti. 22 Eylül 2007 tarihinde Sevilla karşısında iki gol buldu ve 26 Eylül 2007 tarihinde de Real Zaragoza karşısındaki 4-1'lik galibiyette 2 gol daha attı. 27 Şubat 2008 tarihinde Valencia maçında Barcelona'da resmi olarak 100. kez forma giymiş oldu.
Forvet oyuncuları arasında "FIFPro Dünyanın En İyi 11 Futbolcusu" adayı oldu. İspanyol gazetesi Marca'nın sitesinde yapılan bir online ankette, %77 oy oranıyla dünyanın en iyi futbolcusu olarak oylandı. Barcelona yanlısı gazeteler tarafından Ballon d'Or ödülünün Messi'ye verilmesi istendi ve Franz Beckenbauer da bunu destekledi. Francesco Totti gibi futbol yıldızları da Messi'yi dünyanın en iyi futbolcusu olarak gördüğünü açıkladı.
Messi, 4 Mart 2008 tarihinde Celtic ile oynanan Şampiyonlar Ligi maçında geçirdiği bir adele kopması nedeniyle 6 hafta sahalardan uzak kaldı. Messi, bu sakatlığı 3 sezonda 4. kez yaşıyordu. Sahalara 4 Mayıs 2008 tarihinde Barcelona'nın 6-0 kazandığı maçta Valencia'ya karşı çıktı.
Ronaldinho'nun takımdan ayrılması ile Messi, 10 numaralı formayı giymeye başladı. 1 Ekim 2008 tarihinde, FK Şahtar Donetsk'e karşı oynanan Şampiyonlar Ligi maçında Thierry Henry'nin yerine girerek, 0-1 giden maçı son 7 dakikada attığı iki golle 2-1 galibiyete çevirdi. Sonraki lig maçı Messi ile çok yakın arkadaşı Sergio Agüero'nun karşı karşıya geldiği Barcelona - Atlético Madrid maçıydı. Messi, bir frikik golü ve bir asist yaparak, Barça'nın maçı 6-1 kazanmasına yardım etti. Messi, Sevilla maçında da 23 metreden attığı vole golü ve sonra kaleciyi çalımlayıp, dar açından attığı golle dikkat çekti. 13 Aralık 2008 tarihindeki ilk El Clasico'da Barcelona, Real Madrid'i 2-0 yenerken, Messi ikinci golü kaydetti. Ayrıca 2008 FIFA Dünya'da Yılın Oyuncusu Ödülü ikincisi olup, 678 puan topladı.
Messi 2009 yılında ilk hat-trick'ini Copa del Rey maçında Atletico Madrid'i 3-1 yenerlerken kaydetti. Messi, önemli gollerinden ikisini 1 Şubat 2009 tarihinde Racing Santander karşısında Barcelona 1-0 yenik durumdayken, ikinci yarı oyuna girerek kaydetti ve maçı 2-1 kazandılar. Bu gollerden ikincisi, Barcelona'nın 5000. lig golüydü. La Liga'nın 28. haftasında Messi, Malaga'yı 6-0 yenerlerken sezon içindeki 30. golünü attı. 8 Nisan 2009 tarihinde Şampiyonlar Ligi'nde Bayern Münih'e iki gol atarken, bu turnuvada 8 gol atarak kendi rekorunu kırdı. 18 Nisan 2009 tarihinde Getafe'yi 1-0 yenerlerken, 20. lig golünü atmış oldu. Böylece ligde Barcelona ile Real Madrid'in arasında 6 puan fark olmasını ve Barcelona'nın Real Madrid ile yapacağı maç öncesinde haftaya avantajlı girmesini sağladı.
Barcelona, Real Madrid'in Santiago Bernabéu Stadyumu'nda oynadıkları El Clasico'yu 6-2 kazandı ve 1930'dan beri Real Madrid'in aldığı en büyük yenilgi oldu. Bu maçta Messi, 2 tane de gol kaydetti. Her golünden sonra kameralara giden Messi, formasını kaldırıp, "Sindrome X Fragil" (Katalanca: Frajil X sendromu) yazan tişörtünü gösterdi ve bu hastalığa yakalanmış çocuklara desteğini gösterdi. Messi, Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Andrés Iniesta'nın duraklama dakikalarında attığı golün hazırlanışında yer aldı ve Chelsea'yi geçen Barcelona, finalde Manchester United'ın rakibi oldu. 13 Mayıs'ta, Copa del Rey finalinde Athletic Bilbao'yu 4-1 yenerlerken, Messi, bir gol iki asist yaptı ve ilk Copa del Rey'i kazandı. Daha sonra La Liga'yı kazanıp, duble yaptılar. Barcelona 27 Mayıs 2009 tarihinde Şampiyonlar Ligi Finali'nde 2-0'lık galibiyetle, 3. kupasını kazandı. Messi, 70. dakikada ikinci golü kaydetti ve 9 golle Şampiyonlar Ligi gol kralı oldu. Böylece en genç gol kralı unvanını da kazandı. Bu muhteşem sezon sonra Messi, UEFA Yılın Forveti ve UEFA Yılın Futbolcusu ödüllerini kazandı. Bu Şampiyonlar Ligi galibiyetiyle, Barcelona Copa del Rey, La Liga ve Şampiyonlar Ligi'ni bir sezonda kazanarak, "üçleme" yapan ilk İspanyol kulübü oldu.
2009 yılında UEFA Süper Kupası'nı kazanan Barcelona'nın teknik direktörü Josep Guardiola, Messi'nin gördüğü en iyi futbolcu olduğunu söyledi. 18 Eylül 2009 tarihinde Messi, Barcelona ile yeni bir sözleşme imzaladı. 2016'ya kadar uzatılan sözleşmeye göre, Messi'nin satış |
fiyatı 250 milyon € olarak belirlendi. Yıllık 9,5 milyon €'luk kazanması ile birlikte Messi, Zlatan Ibrahimović ile birlikte La Liga'nın en pahalı futbolcusu oldu. Bundan 4 gün sonra, 22 Eylül 2009 tarihinde Messi, 4-1 kazandıkları Racing de Santander maçında 2 gol bir asist yaptı. İlk Avrupa golünü 29 Eylül 2009 tarihinde FK Dinamo Kyiv'e karşı kaydetti ve Barcelona'nın 6-1 kazandığı maçta Real Zaragoza'ya karşı Nou Camp'ta hat-trick yaptı.
1 Aralık 2009 tarihinde ise Messi, Avrupa Yılın Futbolcusu Ödülü'nü kazandı. İkinci gelen Cristiano Ronaldo 233 puan alırken, Messi 473 oy almıştı. Bu fark, tarihin en büyük farkı oldu. France Football dergisine yaptığı açıklamada, Messi ödülü ailesine ithaf ettiğini söyledi ve "Ne zaman onlara ihtiyacım olsa benimleydiler ve hatta bazen duygularını benden daha çok gösterdiler." dedi.
19 Aralık 2009 tarihinde Messi, FIFA Kulüpler Dünya Kupası finalinde Abu Dabi'de Estudiantes'e galibiyet golünü attı ve bu kupayı takımına kazandırdı. 2 gün sonra, FIFA Dünya'da Yılın Oyuncusu Ödülü'nü Cristiano Ronaldo, Xavi, Kaká ve Iniesta'yı geçerek aldı. Messi, bu ödülü ilk kez kazanırken, bu ödülü kazanan ilk Arjantin'li de oluyordu. 10 Ocak 2010 tarihinde 2010 yılının ve sezonun ilk hat-trick'ini 5-0 biten Tenerife maçında kaydetti. 17 Ocak 2010 tarihinde Sevilla'yı 4-0 yenerlerken Messi, kulüpteki 100. golünü kaydetti. Bundan sonra 5 maçta 11 gol attı. Malaga'yı 2-1 yenerlerken, 84. dakikada gol attı. Sonra 2-2 biten Almeria maçında 2 gol attı. Sonraki etkileyici hafta performansında 8 gol kaydetti. Evlerinde Valencia'yı 3-0 yenerlerken hat-trick yaptı. Daha sonra Şampiyonlar Ligi çeyrek finaline çıkmalarını sağlayan 4-0 biten Stuttgart maçında 2 gol attı ve en son olarak Real Zaragoza'yı 4-2 yendikleri maçta bir hat-trick daha yaptı. Bu performansla La Liga'da iki maç arka arkaya hat-trick yapan ilk Barcelona'lı futbolcu oldu. 24 Mart 2010 tarihinde Osasuna karşısında 200. resmi maçına çıktı.
6 Nisan 2010 tarihinde Messi, kariyerinde ilk kez bir maçta 4 gol kaydetti. Bu golleri Arsenal'e karşı Şampiyonlar Ligi çeyrek final ikinci maçlarında kendi evlerinde aldıkları 4-1'lik galibiyetle kaydetti. Bu maç sonunda Şampiyonlar Ligi'nde en çok gol atan Barcelona'lı unvanını Rivaldo'dan kaptı. 10 Nisan 2010 tarihinde 2-0 kazandıkları Real Madrid maçında bir gol kaydetti ve sezonun 40. golünü attı. Messi, 1 Mayıs 2010 tarihinde ise Villareal'e karşı 4-1 kazandıkları maçta 2 gol attı. 4 Mayıs 2010 tarihinde Tenerife'ye karşı 4-1 kazandıkları maçta yine 2 gol kaydetti. 8 Mayıs 2010 tarihinde ise Sevilla'ya karşı sezonun 32. golünü kaydetti ve ligin son haftasında Valladolid'e karşı 2 gol daha attı. Messi, böylece Ronaldo'nun 1996-97 sezonunda(yani bir sezonda) attığı 34 gollük rekorunu egale etti ve 3 Haziran 2010 tarihinde kendisinden 4 gol önde olan Telmo Zarra adına düzenlenen La Liga Yılın Oyuncusu ödülüne layık görüldü. Messi, bu ödülü üst üste 2. kez kazandı.
Messi, 21 Ağustos 2010 tarihinde ilk maçına 4-0 kazandıkları Supercopa de España maçında Sevilla karşısında hat-trick yaparak çıktı. İkinci maçında Sevilla, maçı 3-1 kazandı ancak Barcelona, buna rağmen İspanya Süper Kupası'nın sahibi oldu. 29 Ağustos 2010 tarihinde ise Racing de Santander'e karşı daha maçın 3. dakikasında gol attı. Messi, Şampiyonlar Ligi maçında Panathinaikos karşısında 2 gol ve bir asistlik harika bir performans sergiledi.
Messi, 19 Eylül 2010 tarihinde Vicente Calderón Stadı'nda maçın 90+2. dakikasında Atlético Madrid'li Tomáš Ujfaluši'nin müdahalesine maruz kaldı ve ayak bileğinden sakatlandı. Messi'nin ilk başta ayak bileği kırıldığı için sahalardan 6 ay uzakta kalacağı konuşuldu. Ancak MR çekildikten sonra ayak bileğinin burkulduğu ve sahalardan 2 hafta uzak kalacağı açıklandı. Ertesi gün takım arkadaşı David Villa; "Messi'ye müdahalesi vahşice oldu." dedi. Atlético Madrid'in defans oyuncusu Tomáš Ujfaluši; "Müdahale sırasında hiç zarar vermeyi düşünmedim." açıklamasını yaptı. Bu olay medya dünyasında büyük ilgi gördü ve bütün futbolcuların oyunda korunması eşitliği tartışma konusu oldu.
Messi, iyileştikten sonra sahalara Mallorca karşısında 1-1 biten maçta gol atarak döndü. Şampiyonlar Ligi'nde Kopenhag karşısında 2-0 kazandıkları maçta gol attı. Real Zaragoza ve Sevilla takımlarına karşı da boş geçmedi ve birer gol attı. Messi, 1-1 biten Kopenhag ve 3-1 kazandıkları Getafe maçında birer gol attı ve Getafe maçında David Villa ve Pedro Rodríguez'e asist yaptı. Sonraki maçta Villareal'e karşı 2 gol attı ve Barcelona maçı 3-1 kazandı. Messi, 7 maç üst üste gol attı ve böylece kendi kırdığı üst üste 6 gol rekorunu da geliştirmiş oldu. Messi, Almeria'ya karşı 8-0 kazandıkları maçta hat-trick yaptı. Attığı 2. gol, Messi'nin La Liga kariyerindeki 100. golü oldu. Messi, Panathinaikos'a karşı 3-0 kazandıkları maçta bir gol attı ve üst üste 9 maçta gol atmayı başardı(10. maçında Brezilya'ya attığı gol de dâhil).
Messi'nin üst üste 9 maçlık gol serisi 29 Kasım 2010 tarihnde El Clásico'da 5-0 kazandıkları maçta Real Madrid'e karşı bozuldu ancak David Villa'ya iki asist yaptı. Sonraki maçta Osasuna'ya karşı gol attı. Messi, Barcelona derbisi'nde 5-1 kazandıkları maçta bir gol attı ve Pedro Rodriguez ile David Villa'ya asist yaptı. 2011 yılındaki ilk golünü 4-0 kazandıkları maçta RC Deportivo de La Coruña karşısında serbest vuruştan attı ve yine Pedro Rodriguez ile David Villa'ya asist yaptı.
Messi, takım arkadaşları; Xavi ve Iniesta'yı geçerek FIFA Yılın Oyuncusu ödülüne layık görüldü. Messi, bu ödülde üst üste 4 yıl aday gösterilmişti. Messi, Racing Santander'e karşı penaltıdan gol kaydetti. Messi, penaltıdan golü attıktan sonra formasında "İyi ki doğdun anne." yazıyordu. Messi, bu golü annesine hediye etti. Messi, Copa del Rey yarı final maçında Almería'ya karşı gol attı. Ancak Hercules'e karşı gol atmayı başaramadı. 5 Şubat 2011 tarihinde Barcelona, evinde Atlético Madrid'i 3-0 yendi ve 16 maçlık yenilmezlik serisi sonrasında Barcelona, yenilmezlik rekorunu kırdı. Lionel Messi, bu maçta hat-trick yaptı ve maçtan sonra; "Alfredo Di Stéfano gibi büyük bir futbolcunun rekorunu kırmak büyük bir onur." ve "Bunu başarmak çok karmaşık. Hatta daha da zorlaştırıyor. Biz çok zor takımı yenerek bu rekoru kırdık." açıklamalarını yaptı.
Messi, Athletic Bilbao karşısında bir gol atıp Barcelona'nın maçı 2-1 kazanmasını sağladı. Bir sonraki haftada ise takımının 3-0 kazandığı maçta Mallorca'ya karşı bir gol kaydetti. Barcelona, Messi'nin golleri sayesinde 19 maçlık yenilmez serisini sürdürdü ve 1979-80 sezonunda 19 maçlık yenilmezlik serisi yakalayan Real Sociedad'ın da rekorunu kırmış oldu. Barcelona, rekoru kırdığı gün Messi, Valencia'ya karşı gol attı. 8 Mart 2011 tarihinde Şampiyonlar Ligi 2. tur rövanş maçında Arsenal'e karşı iki gol attı ve takımının çeyrek finale yükselmesini sağladı. Bir ay boyunca gol atamayan Messi, bu suskunluğunu Almeria karşısında bozdu ve 2010-11 sezonunda 47. golünü atıp geçen sezon egale ettiği rekoru tekrarladı. 12 Nisan 2011 tarihinde Şampiyonlar Ligi çeyrek final rövanş maçında Shakhtar Donetsk'e karşı attığı gol, onun 2010-11 sezonunda attığı 48. gol oldu ve geçen sezon egale ettiği rekoru kırmasını sağladı. Messi, 1-1 biten El Clásico'da Real Madrid'e karşı Santiago Bernabéu Stadyumu'nda gol attı. 23 Nisan 2011 tarihinde ise 2-0 kazandıkları maçta Osasuna'ya karşı 60. dakikada oyuna girdi ve golü attı. Messi, böylece 2010-11 sezonundaki 50. golünü atmış oldu.
Messi, Şampiyonlar Ligi yarı final ilk maçında Real Madrid'e karşı maç 0-0 devam ederken son 15 dakikada iki gol birden atmayı başardı. Özellikle attığı ikinci gol; rekabette şimdiye kadar en çok beğeni toplayan goldü. Messi, Wembley Stadyumu'nda Manchester United'ı 3-1 yendikleri final maçında ise 1 gol attı ve Barcelona forması altındaki 6. yılında 3. kez Şampiyonlar Ligi'ni kazandı.
Messi, 2011 Supercopa de España'da 3 gol ve 2 asistlik bir performans sergiledi. Barcelona, iki maçın sonunda Real Madrid'i 5-4 yendi ve Supercopa de España'yın sahibi oldu.
2011 UEFA Süper Kupası'nda ise Barcelona, Porto'yu 2-0 yenerken maçın ilk golünü atan Messi, ikinci golde de Fabregas'a asist yapan yapan isim oldu. Bu sonuçla 2009'dan sonra kariyerinde ikinci kez bu kupayı kazanmış oldu. Messi, sezonun ilk La Liga maçında Villareal karşısında iki gol kaydetti. Üçüncü lig maçında Nou Camp'ta Barcelona'nın Osasuna karşısında 8-0 ve beşinci lig maçında ise Arda Turan'ın oynadığı takım Atlético Madrid karşısında 5-0 kazandığı maçta hat-trick yaptı.
Messi, 28 Eylül 2011 tarihinde ise Şampiyonlar Ligi'nde BATE Borisov'a karşı iki gol attı ve Barcelona tarihinde 194 gol atan László Kubala'yla birlikte Barcelona tarihinin en golcü ikinci futbolcusu oldular. Messi, 15 Ekim 2011 tarihinde Racing de Santander'e karşı iki gol attı ve 194 gol atan Kubala'yı geçerek 196 golle Barcelona tarihinde en çok gol atan ikinci futbolcu unvanını aldı. Bu maçtan sonra Messi, ligde Mallorca karşısında hat-trick yaptı. Messi böylece Barcelona'da 200. gole ulaşan ikinci futbolcu oldu ve La Liga'da Barcelona formasıyla 131 gol atan Kubala'yı 132 golle geçti. Messi bu rekoru kırdıktan sonra 1 Kasım 2011 tarihinde Şampiyonlar Ligi grup maçında Çek takımı olan Viktoria Plzeň karşısında da hat-trick yaptı. Messi, Athletic Bilbao maçında uzatmalarda Barcelona adına bir gol attı ve maçın skorunu 2-2 olarak belirtip takımına bir puan getirdi. Ardından Real Zaragoza maçında da bir gol attı. Messi, Şampiyonlar Ligi H Grubu'nda İtalyan takım Milan'a karşı penaltıdan bir gol kaydetti ve Barcelona maçı 3-2 kazandı. Ligde ise Rayo Vallecano'ya karşı 4-0 kazandıkları maçta bir gol kaydetti. Ayrıca 5-0 kazandkıları Levante maçında da bir gol kaydetti.
Messi, 2011 FIFA Kulüpler Dünya Kupası Finali'nde Santos karşısında gösterdiği performansla "maçın yıldızı" seçildi ve turnuvada "altın top" ödülünü kazandı. Messi, 2011 yılında takım arkadaşı Xavi ve Cristiano Ronaldo'yu geçerek "UEFA Avrupa'da En İyi Oyuncu Ödülü"'nü kazandı. Ayrıca aynı yılda da takım arkadaşı Xavi ve Cristano Ronaldo |
'yu geçerek FIFA Ballon d'Or ödülünü -3. kez- kazandı. Johan Cruyff, Michel Platini ve Marco van Basten'in ardından FIFA Ballon d'Or ödülünü 3 kez kazanan dördüncü futbolcu oldu.
Messi, 19 Şubat 2012 tarihinde Valencia karşısında kariyerindeki 200. La Liga maçına çıktı ve o maçta da dört gol atıp Barça'nın maçı 0-1 geriden gelip 5-1 kazanmasını sağladı. 7 Mart 2012 tarihinde Şampiyonlar Ligi 2. tur rövanş mücadelesinde, Bayer 04 Leverkusen e karşı 5 gol birden atarak Şampiyonlar Ligi tarihinde bir maçta en fazla gol atan futbolcu unvanını kazandı.
Messi, 20 Mart 2012 tarihinde 5-3 kazanılan Granada maçında hat-trick yaparak rekoru 232 gollü César Rodríguez Álvarez'in elinden alarak adını bir kez daha Barcelona kulüp tarihine yazdırdı.
Messi, çeyrek final rövanş maçında da Milan'a karşı iki gol atarak José Altafini'nin Şampiyonlar Ligi'nde (Şampiyon Kulüpler Kupası adıyla da dâhil olmak üzere) bir sezonda attığı 14 gollük rekoru da egale etmiş oldu ve Şampiyonlar Ligi adıyla ise 2002-03 sezonunda 12 gol atan Ruud van Nistelrooy'un da rekorunu kırdı. Barcelona, yarı finalde ise Chelsea'ye elenmekten kurtulamadı ve Messi, o maçta da bir penaltı kaçırdı. Maçtan sonra bazı gazeteler, özellikle Marca gazetesi Messi'yi çok eleştirdi.
Messi, 11 Nisan 2012 tarihinde 4-0 kazandıkları Getafe maçında bir gol (yani sezonun 61. golünü) attı ve Isidro Langara'nın İspanya'da 1933-34 sezonunda resmi maçlar olmak üzere toplam attığı 60 gollük rekorunu da kırmış oldu.
2 Mayıs 2012 tarihinde ise Malaga karşısında yine hat-trick yaptı ve 68. golüne ulaşarak Gerd Müller'in 1972-73 sezonunda attığı 67 golün rekorunu kırarak Avrupa'da bir sezonda en çok gol atan futbolcu unvanını elinde bulundurdu. 5 Mayıs 2012 tarihinde Barselona derbisi mücadelesinde Espanyol karşısında 4-0 kazanılan maçta ikisi penaltıdan olmak üzere dördünü de (aynı zamanda 72. golünü) attı ve böylece 1924-25 sezonunda Dünyada toplam 70 gol atan Archie Stark'ın da rekorunu kırmış oldu.
21 Nisan 2012 tarihinde "kazanan şampiyon" olarak nitelendirilen maçta Barcelona, Real Madrid'e evinde 2-1 yenildi ve şampiyonluk yolunda büyük yara aldı. Real Madrid, bu sonuçtan sonra farkı koruyarak ligi şampiyon olarak tamamladı. Messi, Avrupa'da asist krallığında ise 15 asistle, 17 asist ile Avrupa'da asist kralı olan Türk asıllı Alman futbolcu Mesut Özil'in gerisinde kaldı. Sezonun 73. golünü ise; 2012 Copa del Rey Finali'nde Athletic Bilbao karşısında attı ve Barcelona, kupanın sahibi oldu. Messi, böylece sezonu 73 golle ve kırdığı rekorlarla tamamlamış oldu. Lionel Messi, Rayo Vallecano maçında 2 gol atarak profesyonel futbol yaşamındaki 301. gole ulaşmış oldu.
Messi, Cristiano Ronaldo ve Franck Ribery ile birlikte üst üste 3. kez UEFA En iyi oyuncu ödüllerine aday gösterildi. Ribery ödülü 36 oyla kazandı. Messi 14 oyla 2. oldu. 18 Ağustos 2013'te Messi 2 gol bir asistle 2013-14 La Liga sezonunu Levante'ye karşı açtı, maçı Barcelona 7-0 kazandı.
28 Ağustosta Barcelona 11. kez İspanya süper kupasını Atletico Madrid karşısında kazandı. 1 Eylül’de Messi, Valencia CF karşısında kariyerinin 23. hat-trickini yaptı.Bu gollerle birlikte 100. deplasman golüne ulaştı ve lig tarihinin deplasmandaki en skorer ismi oldu.
18 Eylül 2013'te Ajax'ı 4-0 yendikleri maçta Messi kariyerinin 24. hat-trickini yaptı.Bu gollerle birlikte Raul'un ardından 62 golle Şampiyonlar Ligi'nin 2. en golcü oyuncusu ve aynı zamanda Şampiyonlar Ligi'nde 4 kez hat-trick yapan ilk futbolcu oldu.Messi 10 Kasım'da Real Betis'i 4-1 yendikleri maçta sakatlandı ve Ocak 2014'te kadar sahalardan uzak kaldı.Bu Messi'nin bu sezon 3. sakatlığıydı.
8 Ocak’ta Messi, Barcelona'nın Getafeyi 4-0 yendiği maçta 2 gol atarak geri döndü. 13 Ocakta 2013 FİFA Ballon d'Or ödüllerinde Cristiano Ronaldo'nun ardından 2. oldu. 15 Şubatta Rayo Vallecano'yu 6-0 yendikleri maçta 2 gol attı ve Arjantinli Alfredo di Stefano'yu geride bırakarak 228 golle La Liga tarihinin en çok gol atan 3. oyuncusu oldu.
16 Mart’ta Osasunaya karşı hat-trick yaptı ve Paulino Alcantara'yı geçerek Barcelona tarihinin en golcü oyuncusu oldu.23 Mart’ta Real Madrid’e karşı hat-trick yaparak El Clasico’nun en skorer oyuncusu ve Hugo Sanchez'i geçerek La Liga tarihinin en golcü 2. oyuncusu oldu.
Barcelona sezonu sadece İspanya Kupasını kazanarak bitirdi.La Liga'da Atletico Madrid'in ardından 2. oldular.Şampiyonlar Ligi'nde yarı finalde elendiler.Ayrıca Copa del Rey finalinde Real Madrid'e yenildiler.Messi sezonu 41 gol ve 15 asistle tamamladı. Ligdeki 28 golü onun altın ayakkabı ödülünü alması için yeterli olmadı. 16 Mayıs 2014'te Katalan kulübüyle yeni sözleşme imzaladı
Haziran 2004 tarihinde, Paraguay'a karşı oynadığı bir 20 Yaş altı hazırlık maçı ile birlikte Messi ilk kez Arjantin forması giydi. 2005 yılında Arjantin U-20 millî takımı ile Hollanda'da FIFA 20 Yaş Altı Dünya Kupası'nı kazandı. Bu turnuvada "Altın Top" ve "Altın Ayakkabı" ödüllerini de kazandı.
Arjantin millî futbol takımında ise ilk maçına 17 Ağustos 2005'te, 18 yaşında Macaristan'a karşı çıktı. 63. dakikada oyuna girdiği maçta, formasını çeken Vilmos Vanczák'a attığı dirsek yüzünden 2 dakika içinde hakem Markus Merk tarafından oyundan atıldı. Bu tartışmalı pozisyon sonrası Maradona, bu kartın önceden tasarlandığını iddia etti. Messi takıma 3 Eylül'de Paraguay'a 1-0 yenildikleri maçta geri döndü. 28 Mart 2009'da Venezuela ile oynanan Dünya Kupası eleme maçında Messi, ilk kez 10 numaralı Arjantin formasını giydi. Bu maç ayrıca Diego Maradona'nın Arjantin teknik direktörü olarak sahaya çıktığı ilk resmi maçtı. Arjantin maçı 4-0 kazanırken, Messi de maçtaki ilk golü kaydetti.
Messi, 17 Kasım 2010 tarihinde Katar'ın Doha şehrinde yapılan hazırlık maçında Brezilya'ya karşı son dakikalarda gol attı ve Arjantin maçı 1-0 kazandı. Messi böylece A millî takım formasıyla ilk kez Brezilya'ya karşı gol atmış oldu. 9 Şubat 2011 tarihinde ise İsviçre'nin Cenevre şehrinde yine hazırlık maçında Portekiz'e karşı yine son dakikalarda penaltıdan gol kaydetti ve Arjantin maçı 2-1 kazandı. 27 Haziran 2016'da millî takımı bıraktığını açıklamıştır.
2005-06 sezonunun sonunda sakatlığı nedeniyle iki ay forma giyemeyen Messi'nin bu sakatlığı Dünya Kupası'na katılmasını tehlikeye sokmuştu. Yine de, Messi 15 Mayıs 2006'da turnuvaya gidecek futbolcular listesine girdi. Dünya Kupası öncesi son maçında Arjantin U-20 millî takım ile Angola karşısında oynanan maçta 64. dakikada oyuna dâhil oldu.
Fildişi Sahili ile oynanan ilk maçtaki galibiyete Messi, yedek kulübesinden tanıklık etti. İkinci maç olan Sırbistan maçında, Messi 74. dakikada Maxi Rodríguez'in yerine girerek, Dünya Kupalarında Arjantin'i temsil eden en genç futbolcu oldu. Oyuna girdiği dakikada Hernán Crespo'nun golünün asistini yaptı ve 6-0'lık galibiyetin son golünü de kaydetti. Böylece turnuvanın en genç golcüsü oldu ve Dünya Kupası tarihinin en genç golcüleri listesine 6. sıradan girdi. Hollanda ile 0-0 berabere kaldıkları maçta ilk 11'de başladı. Sonraki Meksika maçında, Messi 84. dakikada oyuna girdi. Maç 1-1 berabere iken attığı bir gol, ofsayt olarak değerlendirildi. Çeyrek finalde Almanya ile oynadıkları maçta teknik adam José Pekerman tarafından yedek kulübesinde tutuldu. Maç sonunda penaltılarda 4-2 yenilerek, elendiler.
Messi, 2007 Copa América turnuvasındaki ilk maçına 29 Haziran 2007 tarihinde 4-1 yendikleri maçta ABD karşısında çıktı. Bu maçta Messi, "oyun kurucu" bölgesinde oynadı. Carlos Tévez, maçın 79. dakikasında Messi'nin yerine oyuna girdi ve bir dakika sonra gol atmayı başardı.
İkinci maçına Kolombiya karşısında çıktı ve takımına bir penaltı kazandırdı. Messi'nin oynadığı maçta Arjantin 4-2 kazandı ve çeyrek finale çıkmayı garantiledi.
Paraguay'la oynanan üçüncü maçta, çeyrek final garantilendiği için Messi dinlendirildi. 64. dakikada Esteban Cambiasso'nun yerine oyuna giren Messi, 79. dakikada Javier Mascherano'nun golünü hazırladı. Çeyrek finalde Peru'yu 4-0 yenerlerken, Messi, Riquelme'nin asistiyle takımının 2. golünü kaydetti. Yarı finalde de Meksika karşısında alınan 3-0'lık galibiyette Messi, Oswaldo Sánchez'in üstünden aşırttığı topla golü buldu. Ancak Messi'nin de ilk 11'de başladığı final maçında Brezilya'ya 3-0 yenildiler.
2008 Olimpiyatları için önce Messi'nin gitmesine izin vermeyen Barcelona, Josep Guardiola ile yapılan konuşmalar sonucu Messi, Guardiola sayesinde 2008 Yaz Olimpiyatları'na katıldı. Fildişi Sahili'ni 2-1 yendikleri maçta ilk golü attı. Hollanda'yı uzatmalarda 2-1 yendikleri maçta ilk golü attı ve Ángel Di María'nın golünün asistini yaptı. Ezeli rakipleri Brezilya'yı 3-0 yenip finale çıktıkları maçta da forma giydi. Nijerya'ya karşı oynadıkları altın madalya maçında, Messi yine Di María'ya asist yaptı ve maçı bu golle 1-0 kazandılar.
Messi, 2010 FIFA Dünya Kupası'nda Arjantin forması altındaki ilk maçına 1-0 kazandıkları maçta Nijerya karşısında çıktı. Bu maçta bir sürü pozisyonlar buldu ama Nijerya'nın kalecisi Vincent Enyeama'yı geçemedi. Messi, 2. maçına 4-1 kazandıkları maçta Güney Kore karşısında çıktı. Bütün gollerde asist yaptı ve Gonzalo Higuaín'in 3 gol atmasında yani hat-trick yapmasında büyük katkısı oldu. Messi, 3. maçına ise 2-0 kazandıkları maçta Yunanistan karşısında kaptan olarak çıktı ve Messi, bu maçta maçın adamı seçildi.
Messi, Son 16'da Arjantin - Meksika maçında Carlos Tévez'e asist yaptı ve Arjantin, Meksika karşısında maçı 3-1 kazandı. Bu pozisyonda net ofsayt olmasına rağmen hakem golü verdi. Ancak çeyrek finalde Arjantin, Almanya'ya 4-0 yenildi ve Messi, gol bile atamadan Arjantin turnuvadan elendi.
Messi, FIFA Dünya Kupası Altın Top Ödülü'ne aday olan on oyuncudan birisiydi ve adaylık sırasında Messi'yi; "Olağanüstü ekibi, muhteşem, verimli, top sürme, hızı ve yaratıcılığıyla ön planda." sözüyle övdüler.
Messi, 2011 Copa América turnuvasında Arjantin millî futbol takımıin kadrosunda yer aldı. Turnuvada Messi 3 asist yaptı ama gol atmayı başaramadı. 1-1 berabere kaldıkları Bolivya ve 3-0 kazandıkları Kosta Rika maçlarında maçın adamı seçildi. Arjantin, çeyrek finalde n |
ormal süresi 1-1 biten maçta Uruguay'a penaltılar sonucu yenilerek kupaya veda etti. Messi, penaltı atışlarında Arjantin adına gol atan iki isimden biriydi.
Messi, 2014 FIFA Dünya Kupası'da Arjantin millî futbol takımının kadrosunda kaptan olarak kendine yer buldu. Grup aşamasında attığı 4 Gol ile takımının son 16'ya kalmasında büyük rol oynadı. Arjantin bu şekilde finale kadar yükseldi, ancak finalde Almanya'ya Mario Götze'nin uzatmalarda attığı gol ile 1-0 mağlup oldu ve 2014 FIFA Dünya Kupası'nı 2. olarak tamamladı. Messi, 2014 FIFA Dünya Kupası'nın en iyi futbolcusu seçilerek Altın Top Ödülü'nü kazanmıştır.
Bir yılda en çok gol atan futbolcu ( 91 ) gol ile.
La Liga tarihinin bir sezonda en çok gol atan futbolcusu ( 50 )
Messi ilk olarak doğum yeri Rosario'dan Macarena Lemos ile aşk yaşadı. 2006 Dünya Kupası öncesi, Rosario'da tedavi gördüğü sıra, Lemos'un babası tarafından tanıştırıldığı söylendi. Eskiden Arjantinli model Luciana Salazar ile aşk yaşadığı söylentileri de çıktı. Ocak 2009'da "Hat Trick Barça" adlı Canal 33 programında "Bir kız arkadaşım var ve Arjantin'de yaşıyor, rahat ve mutluyum" dedi. Kız arkadaşı Antonella Roccuzzo ile Barcelona-Espanyol derbisi sonrası Stiges'teki bir karnavalda görüldü. Roccuzzo da Rosario doğumluydu.
Messi'nin iki kuzeni futbolcudur. Kuzenlerinden Maxi Biancucchi, Paraguay'ın Club Olimpia takımında, Emanuel Biancucchi ise İspanya'nın Independiente FBC takımında oynamaktadır.
Messi, 2007 yılında fakir çocukların eğitim ve sağlık ihtiyaçlarını karşılamak için "Fundación Leo Messi" (Türkçesi: Leo Messi Vakfı) vakfını kurdu. Messi, açıklamasında: "Bu vakıf, gerçekten benim çocuklara ve insanlara yardım etmek için fırsat veriyor." demecini verdi. Messi, çocukluğunda tıbbi zorluklar çektiğini söyledi. Fundación Leo Messi; merkezi İspanya'da ve Arjantinli fakir çocuklara yiyecek, içecek, eğitim, sağlık, ulaşım, tedavi, v.s. masraflarını karşılıyor. Vakfın ek yardımı; Herbalife tarafından desteklenmektedir.
11 Mart 2010 tarihinde Messi, UNICEF tarafından "iyi niyet elçisi" seçildi. Messi’nin UNICEF ile birlikte fakir çocuklara yardım desteği hedeflenmektedir. Aynı zamanda Barcelona takımının da UNICEF ile birlikte güçlü bir ilişkisi de bulunmaktadır.
Messi, video oyunları olan "Pro Evolution Soccer 2009" ve "Pro Evolution Soccer 2011" oyunlarının kapağında yer aldı. Messi, "Pro Evolution Soccer 2010" oyununda ise Fernando Torres ile birlikte oyunun kapağında yer aldı. Messi, Alman spor markası Adidas ile sponsorluk anlaşması imzaladı. Haziran 2010'da Messi, Herbalife ile 3 yıllık sponsor anlaşmasına vardı. Aynı zamanda hayır işleri yapmak için kendi kurduğu hayır vakfı olan "Fundación Leo Messi"'yi desteklemektedir.
Messi, Nisan 2011 tarihinde TIME 100 adındaki magazin dergisi tarafından 2011 yılının en etkileyici 100 kişiden birisi olarak seçildi.
Messi, ayrıca Nisan 2011 tarihinde Facebook'ta kendi sayfasını açtı ve birkaç saat içerisinde Messi'nin kurduğu sayfayı beğenen kişi sayısı 6 milyonu aştı. Şu an sayfasını beğenen kişi sayısı 82 milyon'dur.
Luca Toni
Luca Toni (d. 26 Mayıs 1977; Modena, Pavullo nel Frignano), İtalyan forvet.
Toni'nin profesyonel kariyeri Modena'da başladı. Bir halı saha maçında keşfedildi. Burada Serie B ve Serie C1 takımları tarafından keşfedildi ve Empoli, Fiorenzuola takımlarının ardından Lodigiani kadrosunda yer aldı. İlk Serie A macerası da Brescia Calcio takımında, Roberto Baggio ile oluşturacağı forvet ikilisinde başlıyordu.
Toni, 2006 yılında dünyadaki her futbolcunun hayalinde olan FIFA Dünya Kupası'nı kaldırdı. Ayrıca bu turnuvada kaydettiği gollerle de transfer piyasasında öne çıktı. Yarım sezon daha ACF Fiorentina'da oynadıktan sonra, 15.000.000 $ karşılığında, 2007 yılında Alman kulübü Bayern Münih ile anlaştı. Ayrıca ilginç bir istatistik oluşturarak Bundesliga'da forma giyme şansı yakalayan nadir İtalyanların arasına girdi. İlk resmi golünü de FC Hansa Rostock'a karşı kaydetti. 2009-10 sezonu ortasında AS Roma'ya kiralık olarak verildi. 2009-10 sezonu bittikten sonra Bayern Münih ile sözleşmesini feshetti ve Genoa CFC takımıyla anlaştı. Ara transfer döneminde Juventus ile 1,5 yıllık sözleşme imzaladı. Sezon sonunda Al Nasr'a transfer oldu. Orada yarım sezon oynadıktan sonra Fiorentina'ya geri döndü. Bir sezon burada oynadıktan sonra Hellas Verona'ya transfer oldu.
Warez
Warez ya da korsan ürünler, telif yasaları çiğnenerek ticareti yapılan telif hakkı saklı materyaller. Bu tanım, genelde arkadaşlar arasındaki peer-to-peer dosya paylaşımları veya özel sunucular sayesinde büyük grupların dosya paylaşımlarından çok; telif hakkına sahip materyallerin, organize gruplar tarafından yasa dışı yayınlarını tanımlar. Telifli ürünlerin kopyalanmasını, çoğaltılmasını ve dağıtımını yapan kişilere korsan, yapılan işe korsancılık denmektedir.
İlk başlarda sadece çeşitli yeraltı bilgisayar grupları tarafından kullanılan bu tanım, günümüzde İnternet kullanıcıları ve medya sektöründe de sıkça kullanılır. Başlangıçta sadece yazılımları kapsayan bu tabirler zamanla kitaptan filme birçok telifli ürünü kapsayacak şekilde genişlemiştir.
1990'ların öncesinde, korsan yazılımlar "wares" olarak adlandırılmaktayken, daha sonraları kendi diline sahip yeraltı dünyası İngilizce'de çoğul eki olan "s" harfinin yerine "z" harfini getirdi ve "warez" kelimesini tüm korsan yazılımlar için genel bir isim olarak kullanmaya başladı. Bu zamanlarda, büyük dosyaları yavaş modem ve BBS bağlantıları aracılığı ile yollamak çok vakit aldığından, korsanlar diğer korsanlarla birebir ticaret yaparlardı. Dolayısıyla, yazılım korsanları kendilerini, koleksiyonları ile beraber bir nevi satıcı, tüccar vs. olarak benimsiyor ve uygun kelime olarak da "wares"'i kullanıyorlardı.
Warez kelimesi, İngilizce'de genelde "wares" [weə(r)z] şeklinde telaffuz edilse de; bazı zamanlar İspanyolca bir kelime olan Juárez'in [uaɾez] yanlış şekilde telaffuz edilişi olan [warɛs] şeklinde de kullanılmaktadır. Software yani yazılım kelimesinin çoğulu anlamına gelip, bu kelimeden türetilmiştir.
Warez kelimesi İngilizce'de genelde "isim" olarak kullanılmaktadır: "My neighbor downloaded 10 gigabytes of warez yesterday" "("Komşum dün internetten 10 GB yasa dışı yazılım indirdi.")" Ancak "fiil" olarak da kullanılabilir: "The new Windows was warezed a month before the company officially released it" "("Yeni Windows'un resmi olarak piyasaya çıkmasına daha bir ay varken, yasa dışı olarak yayınlandı.")" Warez topluluklarına ise küresel olarak "warez scene" ("warez örgütü)" ya da geniş olarak "The Scene" "(örgüt)" denmektedir.
Tüm bu kelimeler anlam farklılıkları içermektedir, bazıları gerçek anlamında kullanılıp, toplum tarafından kabul edilirken, bazıları da imâ içermekte ve aşağılama amacı ile kullanılmaktadır. Her ne kadar, "korsan yayın" (piracy) belirli kanundışı faaliyetler için kullanılan bir kelime olsa da, doğal içeriğinde "...birinin yaptığını izin almadan tekrar üretmek veya kullanmak" anlamını taşımaktadır.. Özgür Yazılım Kurumu'nun da (Free Software Foundation(FSH)) dahil olduğu bazı gruplar, bu tanıma karşı olup, bunun yerine "hırsızlık" ("theft") kelimesini kullanmaktadır. FSH'ye göre, "Yayıncılar, yasa dışı kopyalamayı korsan olarak tanımlamaktadır. Bu açıdan
bakıldığında yasa dışı kopyalama yapanlar, denizlerde gemilere saldırıp insanları kaçıran ve öldürenlerle etik olarak bir tutuluyor." FSH bu yüzden, korsan olarak tanımlanan kavramın, yasa dışı kopyalama ("prohibited copying") veya izinsiz kopyalama ("unauthorized copying") olarak tanımlanması gerektiğini savunuyor.
Öte yandan birçok kendini kanıtlamış yazılım korsanı ise, "korsan" tanımından gurur duyuyor, kendilerini filmlerde çizilen romantik korsan portreleri ile özdeşleştiriyor ve aralarında korsan gibi konuşarak şakalaşıyorlar. Tanım tartışılmasına rağmen, "Pirates With Attitude" gibi bazı gruplar tarafından ise zevkle kabul ediliyor.
Bu yazıda kullanılan "korsan" kavramı, geniş anlamı yansıtmakta ve belli bir görüşü desteklememektedir.
Bilgisayarlar ve yazılımlar olmadan önce de korsan kavramı vardı. Her zaman olmasa da çoğunlukla kâr amaçlı olan korsan üretimin, 1980'li yıllar boyunca en ünlü ve önemli hedefi Lacoste ürünleriydi. Hâlen varolan bu korsan üretim, genelde Çin, Tayvan, Tayland, Rusya gibi Doğu Bloğu ve Asya ülkelerindeki suç örgütleri tarafından yapılmaktadır. Bu suç örgütleri yasadışı olarak; milyonlarca tekstil ürününün, elektronik ürünün, mikroçipin, müzik CD'sinin, VHS, CD ve DVD filmlerinin, yazılım uygulamalarının vs. korsan üretimini yapmaktadır.
Çoğu korsan yazılımın üretimi, Asya'daki fabrikalarda yapılmasına karşın, genelde bunların dağıtımı, birinci-dünya ülkesi olan ve birçok uluslararası tescilli yazılım sahibi firmanın konumlandığı ABD ve Batı Avrupa Ülkelerinde başlar. Korsan kopyalar, birçok Güney Amerika, Asya, Orta Doğu ve Doğu Avrupa Ülkesinde sokaklarda rahatça satılmaktadır. Bazı ülkelerde ise korsan kopyalar, orijinal fiyatına satılmakta ve bunun sonucu yılda milyar dolarlarla ifade edilen bir işlem hacmi ortaya çıkmaktadır. Batı ülkelerinde korsan kopyalar genellikle, New York'taki Chinatown ve Toronto'daki Pacific Mall gibi özel bölgelerde satılmatadır. Korsan ürünlerin rahatlıkla mağazalarda satıldığı Asya ülkelerinin aksine, Batı ülkelerinde böyle bir dağıtım çok nadirdir..
Korsan yazılıcımlık, ilk ticari yazılımın satışa sunulmasından beri varolan bir konudur. Bilginin kaydedildiği biçim, kaset veya disket iken, yazılım korsanları bunları kopyalamanın bir yolunu bulur ve arkadaşlarına dağıtırlardı. Apple II, Commodore 64, Atari 400, Atari 800, ZX Spectrum, Amiga, Atari ST ve diğer kişisel bilgisayarlar üzerine başarılı korsan toplulukları kuruldu. Tüm BBS ağları bir anda bir kişiden diğerine yasa dışı dosya transferi için kullanılmaya başlandı. Amiga ve Commodore gibi kendi uluslararası korsan ağlarına sahip makinelerden, bir ülkede henüz olmayan yazılım BBS ağları aracılığı ile kısa zamanda yayılıyordu.
1980'lerde yazılımların, disket ve e-posta "(mail trading |
)" ile dağıtımında oldukça yaygındı. Özellikle Avrupa Kıtası'nda, lider korsan ve "cracker" grupları, etkileşim kanalı olarak ilk sırada e-posta üzerinden dağıtımı kullanıyorlardı. E-posta üzerinden yapılan bu ticaret, ayrıca Doğu Bloğu ülkelerinde bilgisayarla ilgilenenler içinde önemliydi. Buradaki insanlar bu yöntemi kullanarak, Batı Ülkelerindeki yeni programlara anında sahip olabiliyorlardı.
Önceki sistemlerde, kopya koruma düzenleri, "cracker" adı verilen korsanlara karşı yapılıyordu. Cracker'lar bir oyun piyasaya çıkar çıkmaz, korsan sürümünü korsan topluluklarına dağıtıyorlardı.
Buna rağmen,1990'lı yıların başına kadar, korsan yazılımcılık çok ciddi bir sorun olarak görülmemekteydi. 1992'de Software Publishers Association, "Don't Copy That Floppy" "("Bu Disketi Kopyalama")" isimli reklamla desteklediği kampanyası ile korsan yazılıma karşı savaşına başladı. Korsana karşı mücadele son yıllarda çok genişlemiş olsa da, Software Publishers Association (SPA) ve Business Software Alliance (BSA) hâlen dünya çapındaki en faal kuruluşlardır. SPA ve BSA, Recording Industry Association of America (RIAA), Motion Picture Association of America (MPAA) gibi kuruluşların yanı sıra American Society of Composers, Authors, and Publishers (ASCAP) ve Broadcast Music Incorporated (BMI) gibi kuruluşlarlada yardımlaşmaktadır.
Korsanla mücadele için birçok uluslararası dev örgüt, kurum vs. kurulması, akıllara korsan sektörünün nasıl bu kadar büyüyebildiği sorusunu getirecektir. Korsan sektörünün dünya çapında gelişmiş bir suç alanı olmasındaki ve bu kadar büyümesindeki en önemli etkenleri şöyle sayabiliriz;
1990'ların sonuna doğru, Microsoft'un Windows 95'i çıkarmasıyla birlikte, bilgisayar kullanmayı öğrenme süresi oldukça düştü ve bilgisayarlar yaygın bir hale geldi. Windows 95 o kadar etkili oldu ki, gelişmiş ülkelerde orta sınıftaki hemen hemen her ailenin evinde en az bir bilgisayar bulunmaya başladı. Televizyon ve telefonlar gibi bilgisayarlar da bilgi çağındaki her insan için zorunlu bir gereksinim halini aldı. Tabii bilgisayar kullanımının artması ile beraber, korsan yazılımcılık ve sanal suçlar da arttı. Böylece warez, yazılım firmalarının ve firma çalışanlarının gelişimini ve başarısını engelleyen ciddi bir sorun olmaya başladı.
1990'ların ortasında, İnternet kullanıcıları hâlen dial-up bağlantı (çevirmeli ağ üzerinden bağlantı) kullanmakta, ortalama 28,8 ila 33,6 kbit/s (maksimum 56 kbit/s) hız elde edebilmekteydiler. Eğer bir kişi yaklaşık 20 MB büyüklüğünde bir dosyayı İnternet üzerinden indirmek isterse, bu işlem İnternet'in yoğunluğuna, İnternet Servis Sağlayıcısı'na ve sunucunun hızına bağlı olarak, bir günden fazla sürebiliyordu. 1997 yılında, yüksek Internet hızı sağlayan Geniş Bant İnternet teknolojisi yaygınlaşması ile, büyüklüğü fazla olan dosyaların transferi sorun olmaktan çıktı, warez iyice yaygınlaştı ve büyük dosyaların gönderimi ile filmleri de animasyonları da etkilemeye başladı. Yeni nesil Fiber Optik İnternet ise günlük kullanımda 1,6 Tb/s kadar internet hızı sağlarken, labarotuar ortamında bu hız 10 Tb/s kadar çıkıyor.
Geçmişte dosya indirmek, bir noktadan başka bir noktaya dosya gönderimi olarak gerçekleşiyordu. Bu sistemde dosyanın indirildiği sunucu, bu noktayı dağıtmakla görevli merkez nokta olurken, diğer nokta ise dosyayı indiren kişiler oluyordu. Ancak burada altı çizilmesi gereken yer, dosyanın sadece merkez noktadan indirilebilmesidir, yani dosyayı bu merkez dosyadan indiren bir kişi daha sonra merkez görevi göremiyor, dosyayı dağıtamıyordu. Bunun yanında indirilecek dosya popüler bir dosya ise, birçok kişi tarafından aynı anda indirilmek istenmesi ve bu kadar çok isteğin yüksek bant genişliği ihtiyacı nedeniyle, merkez nokta yani sunucu kullanılamaz duruma geliyordu.
Peer-to-peer sistemi ile dosyanın tamamına sahip olan kullanıcılar, sunucu gibi davranıp bu dosyaların kendilerinden indirilmesine izin verse de; mevcut peer-to-peer sistemi içinde aynı kural geçerliydi; dosya ne kadar çok kişi tarafında indiriliyorsa, o kadar yavaş hızla iner.
Toplu halde dosya indirme sisteminin kullanıldığı, eDonkey2000 ve BitTorrent sistemleri ise dosya paylaşımına çok büyük bir yenilik getiriyordu. Bu sistemde dosyayı indiren kişi bir yandan da yüklemektedir. Dosyayı indirenler hızının bir miktarını yüklemeye ayırmakta ve sunucu konumundaki dosyanın tamamına sahip kullanıcıların yükünü hafifletmektedir. Başka bir deyişle, dosya "ne kadar çok" kişi tarafından indiriliyorsa, o kadar "hızlı" iner.
Warez yazılımlar, genel olarak aşağıdaki alt kategeorilere ayrılır:
Korsan yazılım grupları, verimliliklerini arttırmak için üyeleri arasında görev dağılımları yaparlar. Bu üyeler genellikle internet hızının yüksek, güçlü bilgisayarların mevcut olduğu, birinci dünya ülkelerinde yaşarlar. "Kırıcı" gruplar ise küçük gruplardır, çünkü bir yazılımın korumasını kaldırmak veya deneme sürümünü orijinal sürümü haline getirmek için dosya, yama vs. üretmek, yüksek programlama bilgisi ve becerisi gerektirmektedir. Korsan gruplardaki görev dağılımına bir örnek vermek gerekirse; bir alt-grup yazılımın korumasını kaldırırken, diğer bir alt-grup dağıtılmasını üstleniyor.
Korsan, ücretsiz ve açık kaynak kodlu yazılımları da etkilemektedir. Kötü niyetli kişiler ya da gruplar bu yazılımları çeşitli amaçlar için yasa dışı olarak kullanırlar. Yaygın olarak işlenen suçlar ise şöyledir:
Genelllikle, korsanların ücretsiz yazılımlar üzerinde değişiklikler yaparak, yazılımı kendi yazılımları gibi göstermesidir. Eğer bu yazılım açık kaynak kodlu bir yazılım ise yazılımı gerçekten yazan kişiyi belirten bölümlerin yazılımdan çıkarılması çok daha kolaydır. Daha sonra korsanlar bu yazılımlara kendi isimlerini, logolarını vb. ekleyerek, kullanıcıları yazılımın kendileri tarafından yazıldığına inandırırlar.
Bir önceki bölümde korsanların ücretsiz ve açık kaynak kodlu yazılımlarda değişikler yaparak bunları kendi yazılımları gibi gösterdikleri belirtilmişti. Ancak korsanlar bu işlemi aynı zamanda para kazanmak için de yapmaktadır. Örnek vermek gerekirse, OnlinePcFix isimli bir Kuveyt firması, SpyFerret isimli bir yazılımı pazarlıyordu. Sonraları bu yazılımın iç veritabanının tamamiylen Spybot - Search & Destroy veritabanından çalındığı fark edildi.
Yeniden paketleme kavramına benzer olarak bu tipteki hırsızlık da kâr amacı gütmektedir. Değiştirme ve yeniden satış şeklindeki hırsızlıklar, çoğunlukla kaynak kodu rahatlıkla değiştirilebilen "açık kaynak kodlu" yazılımlarda yapılır. PearPC kodları kullanılarak yazılan CherryOS buna bir örnektir. CherrOS yazılımını üreten firmanın daha sonra bu kodları kopyaladığı anlaşılmış olsa da, firma resmi olarak kodları çaldığını kabul etmemektedir. Ancak bu eylem PearPC'nin de dahil olduğu, GNU Özgür Belgeleme Lisansı kurallarını ihlal etmiştir.
"Yeniden Paketleme ve Yeniden Satış" ile "Değiştirme ve Yeniden Satış" kavramları birbirine yakın kavramlar olsa da farklılıklar içermektedir. Yeniden paketleme yönteminde bir veya birkaç yazılımdan çalınan kodlara, yeni kodların eklenmesiyle yeni bir yazılım oluşturulmasını tanımlamaktadır. Değiştirme yönteminde ise kaynak kodlar üzerinde ufak değişiklikler yapılarak yeni bir yazılım oluşturulduğu hissi verilmektedir.
Birçok P2P dosya paylaşım yazılımı, internet üzerinden satışa sunulmaktadır. Eğer bu yazılımlar üzerine arama yaparsanız, bunları "gerçek sitelerinde" ücretsiz olarak bulabilirsiniz. Hâlen birçok P2P yazılımı "Bu yazılım tamamen ücretsizdir, eğer bu yazılım için herhangi bir ödeme yaptıysanız, dolandırılmış olabilirsiniz" ve benzeri ikazlarla kullanıcılarını uyarmaktadır.
1990'ların ortalarına kadar, dial-up bağlantılı internet hızının düşük olması nedeniyle internet üzerinden film dağıtımını çok azdı. Bu nedenle büyük film şirketleri, film korsancılığını imkânsız görüyordu. Korsanların bu yıllarda kullandıkları teknik "sıkıştırma yazılımları" ile filmlerin boyutunu ve görüntü kalitesini düşürmekti. O yıllarda en büyük korsan tehdidi "yazılım korsancılığı" idi.
Ancak, geniş bant internet teknolojisinin 1998 başlarında yükselişi ile, yüksek kalitedeki filmlerin dağıtımının genişlediği görülmeye başlandı. Öyle ki, direkt orijinal DVD'lerden oluşturulan ISO imaj dosyalarının dağıtımı yavaş yavaş en uygun yöntem halini aldı. Günümüzde, film korsancılığı çok yaygın olup, film şirketlerinin ve temsilci gruplarının en büyük sorunu halini almıştır. Bu nedenle, MPAA film tanıtımlarında sık sık çeşitli bilgilendirmeler yaparak, gençlerin izinsiz ve yasa dışı kopyalamadan uzak durmasını sağlamaya çalışmaktadır. iTunes gibi yazılımlarla desteklenen çevrimiçi mağazalara sahip olan müzik sektörünün aksine, film sektörü yasa dışı dağıtımı engellemek için hâlen alternatif bir yöntemin eksikliğini çekmektedir.
Organize korsan örgütleri, belli kurallarla yönetilir ve bu kurallar ne tür yayınların, ne tür formatlarda yapılacağını belirler. Bu gruplar ayrıca kendi yayınlarını arşivlemek ve üyelerine dağıtmak ve henüz değiştirilmemiş orijinal sürümlerini üyelerine ulaştırmak gibi şahsi amaçları için özel sitelere sahiptirler. Grup arasındaki iletişim Blowfish, AES gibi SSL güvenlikli, şifreli IRC kanallarından sağlanır. Grubun yayınlarının koordinasyonu için iletişim çok önemlidir. Gruplar genelde belli alanlarda uzmanlaşır ve yayınlarını bu alanlarda yaparlar. Dosyaların transferi için ise topsites adı verilen ve birçok dosya liste halinde barındıran siteleri kullanırlar.
Plansız dağıtım ise genelde P2P vb. dosya paylaşım sistemlerini kullanan ortalama bilgisayar kullanıcıları tarafından yapılır. Bu kullanıcılar yayınları dağıtmak için Usenet haber gruplarından, BitTorrent arayüzünden veya IRC XDCC botlarından faydalanırlar. Bu tip yayınlar çok fazla yayılmasa da, neyin, nereden, nasıl yayınlandığının bulunması çok zordur. Organize olmayan bu dağıtım şeklinde yazılım dağıtımı çok nadirdir. Bunun nedeni orijinal bir yazılımı yamalayıp korsan sürümüne çevirmenin uzman yazılımcılık bilgisi gerektirmesidir. Bu tip dağıtım genellikle MP3, kopyalanmış oyun |
imaj dosyaları ve filmleri kapsamaktadır.
Warez grupları yayınlarını dağıtmak için çeşitli yöntemler geliştirmişlerdir. HTTP, FTP, FXP, BitTorrent, Peer-to-peer, Usenet ve Xabi Direct Client Connection gibi yöntemlerin yanı sıra, dosya dağıtımı sadece bu yöntemlerle sınırlı değildir.
Bir warez dosyasının dağıtımı genellikle şu sırada gerçekleşir:
4, 5 ve 6 numaralı işlemler standart bir warez dosyasının izlediği yoldur.
Tamamı olmasa da birçok warez grubu, P2P dosya paylaşımını kullanmazlar ve kullanıcıların warez dosyalarını P2P sunucularında barındırmasına karşı çıkarlar. Buna rağmen, warez dosya dağtımının en yaygın olduğu yer, (Warez P2P), FastTrack (Kazaa), Overnet, eDonkey (eMule), Gnutella/Gnutella2 network (LimeWire, Bearshare, Shareaza, iMesh, etc.), ve Soulseek gibi programların bulunduğu P2P platformudur. P2P sayesinde warez tüm toplumun kullanımına açık hale gelmektedir.
Son yıllarda gelişen başka bir dosya transfer yöntemi ise, dosya barındırma (file hosting) şirketlerini kullanmaktır. RapidShare, MegaUpload, MegaShares vb. büyük firmaların yanı sıra, internette her geçen gün onlarca yeni dosya barındırma şirketi açılmaktadır. Türkiye'de Hemen Paylaş, Paylaş.com, UploadTurk gibi dosya barındırma şirketleri bulunmaktadır. Bu şirketler tamamen yasaldırlar ve amaçları herhangi bir kişinin dosyasını yükleyerek başka insanlarla paylaşmasıdır. Ancak warez grupları ve ortalama bilgisayar kullanıcıları bu hizmeti, telif hakları olan dosyaları sunuculara yükelemek suretiyle, yasa dışı olarak kullanmaktadır. Her ne kadar dosya barındırma şirketleri, telif hakkı olan bir dosyanın yüklenmesi durumunda, dosyayı sunucusundan silse de, bu silme işlemi gerçekleşene kadar dosya binlerce, hatta milyonlarca kişi tarafından çoktan indirilmiş olur.
Günümüzde warez dosyaları petabytelarla ifade edilmekte ve bu yüzden bunların kontrolünü sağlamak için verimli bir sistem gerekmektedir. Standart bir CD yayını 700 MB'a büyüklüğe kadar veri taşıyabildiğinden, bu büyüklükte bir veriyi internetten yollamak zorluk çıkarabilecektir. Özellikle internet bağlantısının dial-up tabanlı olduğu günlerde bu zorluk gerçekten de mevcuttu. Eğer 4.7 GB'a veri içeren çift taraflı bir DVD yayını var ise bu zorluk daha da büyümektedir. Bu nedenle warez dosyaları çeşitli sıkıştırma formatları kullanılarak (tarihsel olarak sırasıyla LZH, ACE, ARJ, ZIP, RAR ve en yaygın olarak TAR) sıkıştırılır ve ana dosya birçok küçük parçaya ayrılır.
Bu yöntemin tek bir büyük dosya göndermeye karşın birçok avantajı bulunmaktadır;
Genellikle FTP sunucu yazılımlarında kendiliğinden bulunan SFV özelliği ile yüklenen dosyalarda bir veri bozulması olup olmadığı otomatik olarak kontrol edilir. Şaşırtıcı ve düşündürücü olsa da warez gruplarının kullandığı dağıtım yöntemleri bazen yazılım üreticilerinkinden bile daha etkili ve üstün olabiliyor.
Korsan yazılımlar genelde iki şekilde yayınlanmaktadır. ""Tam Sürüm"" bir yazılımın orijinal sürümündeki tüm özellikleri barındıran CD veya DVD imaj dosyalarıdır. (BIN veya ISO dosyaları)
""Sıkıştırılmış Sürüm"" ("rip version") ise orijinal ve yasal DVD veya CD'deki önemli dosyaları barındırmaktadır. PDF kılavuzları, yardım dosyaları, örnekler ve örnek videolar bu sürümlerde içeriğe dahil edilmez. Sıkıştırılmış sürümlerde genellikle görüntü dosyaları tamamen atılırken, ses dosyaları da oyun oynanmadan önce orijinal şekline dönebilecek şekilde MP3 veya Vorbis formatlarına sıkıştırılır.
Korsanlar genellikle kanuni yaptırımlardan kurtulabilmek için, telif hakları konusun uluslararası farklılıklarından ve ülkeden ülkeye değişmesinden faydalanmaktadır. Rusya'da ilk zamanlarda kanunlar, Rusça olmayan bir yazılımı kopyalamaya açık bir şekilde izin vermekteydi. Bu kanun şu an mevcut olmasa da, ülkede hâlen telif hakları ihlalleri üzerine davalar çok nadirdir.
Warez üretimi ve/veya dağıtımı birçok ülkede yasa dışıdır. Buna rağmen, zayıf ya da hiç olmayan IP takip sistemleri nedeniyle, genellikle gelişmemiş üçüncü dünya ülkelerinde warez görmezlikten gelinmektedir. Bazı gelişmiş birinci dünya ülkelerinde ise kanunlardaki eksiklikler ve açıklar nedeniyle, P2P ve benzeri sistemler üzerinden warez dağıtımı neredeyse yasaldır. Son zamanlarda çıkan UHARC adlı sıkıştırma sistemi sayesinde, korsan kullanıcılar 100lerce MB'ı yarı yarıya düşürebilmekte ve bu şekilde inanılmaz bir rip oranına ulaşmaktadırlar. Öyle ki ; Football Manager 2005 adlı 500 MB civarındaki oyun, internette NOCD, NO AUDIO şekilde 30 MB gibi bir boyutla yüklenebilmektedir.
Bir telif hakkı ihlali olan Warez çoğunlukla bir insanlık suçu olarak kabul edilmekte ve cezalandırılmaktadır. Warez faaliyetlerine karşı uygulanan kanunlar ve yaptırımlar ülkeden ülkeye büyük çeşitlilikler gösterebilir. Buna rağmen genel olarak telif hakları ihlalleri dört ana başlıkta toplanır, telif hakkı hâlen geçerli olan bir materyallerin izinsiz üretimi, telif hakkı ihlali, telif hakkının bilerek ihlal edilmesi ve ticari kazan ve/veya güç için telif hakkı ihlali.
Kivi (bitki)
Kivi, asma benzeri odunsu bir tırmanıcı bitki türü olan "Actinidia deliciosa"dan ve "A. deliciosa" ile diğer "Actinidia" türleri arası melezlerden elde edilen kültivar grubundaki bitkiler ile bu bitkilere ait yenilebilir meyvelerin ortak adıdır. Kivinin ifade ettiği kültivar grubu ve bu grup içinde yer alan ticari açıdan en önemli kültivarların tam adları şöyledir:
Kökeni Doğu Asya (esasen Çin) olan kiviler çok yıllık bitkilerdir ve meyveleri bol miktarda C vitamini içerir.
Kivi meyvesi, Çin'in güneyindeki Yangtse Vadisine özgü bir bitkidir. Avrupalılar tarafından 1850'li yıllarda keşfedilen bitkinin birkaç türü 1900'lü yılların başında Yeni Zelanda, İngiltere ve Amerika'ya yayıldı.
Kivi meyvesi, Yeni Zelanda'ya ilk kez 1904 yılında geldi. 25 yıl süresince bahçıvanlar tarafından geliştirildi, yetiştirildi ve bazı büyük meyveli cinsler seçildi. 1935 yılında, büyük meyveli cinsler Kaliforniya, Chico'daki "Plant Introduction Station"'a gönderildi. 1960'ta, araştırmacılar Kaliforniya'da uygulanabilir metotlar geliştirmeye başlayarak, çiftçileri bu yeni ürünü ekmeleri için cesaretlendirdiler. Böylece 70'li yılların başında yeni bir endüstri doğdu.
Kivi, üzüm gibi büyük ve odunsu bir gövdeye sahip ve yapraklarını her yıl döken bir asmadır. Kivi asmaları 4–5 m ara ile ekilir. 1,8–2 m yüksekliğinde güçlü sırıklarla desteklenir. Güçlü asmalar; sürülmüş toprağa, sık sulamaya ve rüzgardan korunmaya ihtiyaç duyar. Bitki sağlıklı bir şekilde büyümek için ılıman iklime gerek duysa da filizlerin büyümesi için kış soğuğuna ihtiyacı vardır. Bitki Mayıs ayında çiçek açmaya başlar ve ürün ekim ayı ortası ile kasım aylarında hasat edilir.Karadeniz bölgesinde yağiş fazlalığı nedeniyle sıcaklık düşük olur. Bu nedenle olgunlaşma aralık ayına da uzanır.
Kabakulak
Kabakulak veya epidemik parotit insanlarda oluşan bir viral hastalıktır.
Kabakulak virüsü Paramyxoviridae familyasının zarflı bir RNA virüsüdür. Aşısının geliştirilmesinden ve uygulanmaya başlanmasından önce dünya çapında yaygın bir çocukluk-dönemi hastalığıydı. Bununla birlikte bu hastalık hâlâ üçüncü dünya ülkelerinde önemli bir sağlık sorunudur.
Tükürük bezlerinin (genelde parotis bezinin) ağrılı bir şekilde şişmesi ve ateş ile belirginleşir.
Hastalığın semptomları ağırlaşırsa yani şiddetli baş ağrısı, yüksek ateş, sürekli kusma, devamlı uyku hali ve testislerde ağrı varsa derhal doktora götürülmelidir.
Hastalığın semptomları genelde çocuklarda pek ağır değilken, ergen ve yetişkinlerde daha ağırdır. Virüs vücuttaki bez yapılarını tutar, erbezleri gibi ürogenital sistem bezlerini tutması kısırlık (infertilite) veya subfertilite;parotis bezini tutması sağırlığa varan komplikasyonlara sebep olabilir.
Gia Carangi
Gia Marie Carangi (29 Ocak 1960, Philadelphia - 18 Kasım 1986, Philadelphia), 1970'lerin sonu, 1980'lerin başı boyunca modellik yapmış Amerikalı model.
Babası İtalyan, annesi Galler-İrlanda kökenli olmak üzere Amerikalıydı. Carangi her ne kadar ilk süper model olarak kabul edilse de bu unvan başkaları için de kullanılmıştır: Janice Dickinson, Dorian Leigh ve Cindy Crawford.
Carangi, Vogue, Nisan 1, 1979; Vogue Paris, Nisan 1979; Amerikan Vogue, Ağustos 1980; Vogue Paris, Ağustos 1980; İtalyan Vogue, Ocak 1981; ve Cosmopolitan'ın 1979 ve 1982 yılları arasında birçok dergisinin kapağında görülmüştür.
Lezbiyendir fakat yakın bir erkek arkadaşıyla biseksüelliği de deneyimlemiştir. Eroin kullanmaya başladıktan sonra, Gia'nın modellik kariyeri hızla düşmeye başladı, daha sonra sağlığını yitirmeye başladı.
Carangi'ye tetkikler sonucu önce zatürre teşhisi konuldu ancak daha sonra AIDS olduğu anlaşıldı. New Jersey'deki Hahnemann University Hospital'a yatırıldı. 18 Kasım 1986'da sabah 10.00'da Gia Marie Carangi, AIDS'e bağlı komplikasyonlar nedeniyle hayatını kaybetti. 21 Kasım'da evlerinde küçük bir cenaze töreni yapıldı. Moda dünyasından hiç kimse cenazesine katılmadı. Ancak, bir hafta sonra Gia Carangi'nin arkadaşı ve sırdaşı olan Francesco Scavullo ölüm haberini duyunca onun için kart gönderdi. Gia Carangi'nin mezarı Philadelphia'da bulunmaktadır.
Ölüm nedenini birçok insan bilmiyordu, moda dünyasından yalnızca birkaç kişi biliyordu. Carangi, AIDS'ten ölen ilk kadın ünlü olarak biliniyor. 1998 yılında Angelina Jolie'nin başrolde yer aldığı, HBO tarafından Gia'nın hayatını anlatan biyografik bir film çekildi. Stephen Fried onun yaşamına dayanan, 1993 yılında yayınlanan, "Thing of Beauty" adlı bir kitap yazdı.
Bababurnu
Baba Burun, hem Türkiye'nin Anadolu topraklarının, hem de Asya'nın en batı noktası. Antik adı Lekton'dur. Burun Anadolu'nun en batı ucunda, Ege Denizi'nde bulunur. Çanakkale ilinin Babakale köyü içerisindedir. Koordinatları 39° 28' 45" kuzey, 26° 03' 50" doğudur.
Rusya'daki Chukchi Yarımadası üzerinde Bering Boğazı'nda olan Asya'nın en doğu ucu Kap Deschnjow ile arasındaki mesafe 10.050 km dir. Bu, Asya Kıtası'nın en uzun genişliğidir.
Bering Boğazı
Bering Boğazı, Asya'nın en doğu noktası (169° 44' W) ile Amerika'nın e |
n batı noktası (168° 05' W) arasında bir boğazdır. Günümüzde Rusya ile ABD (Alaska) arasında coğrafi bir sınır konumunda olması ile birlikte Amerika ve Asya kıtalarının birbirine en yakın olduğu yerdir.
Boğaz yaklaşık 92 km genişliğinde, 30-50 metre derinliğindedir ve kuzeyindeki Chukchi Denizi (Arktik Okyanusu) ile güneyindeki Bering Denizi'ni (Büyük Okyanus) birbirine bağlamaktadır. 1648 yılında Semyon Dezhnev tarafından geçildiği kabul edilmesine rağmen; ismini boğazı 1728 yılında geçen Rus asıllı Danimarkalı kâşif Vitus Bering'den almıştır. Buzul çağı sırasında boğazın bir kara köprüsü vazifesi gördüğü bilinmektedir. Bazı bilimadamları, bu çağlarda suların büyük kısmının buzula dönüşerek deniz seviyesini düşürdüğüne ve daha fazla kara parçasını göz önüne çıkardığına inanmaktayken; bazıları da boğazın tamamen donduğunu, böylelikle insanlarla hayvanların üzerinden geçmesinin mümkün olduğuna inanmaktadır. İki yaka arasında bir günlük tarih farkı vardır.
Yosemite Şelaleleri
Yosemite Şelaleleri, Dünya'nın beşinci en yüksek şelaleleri. ABD'de Yosemite Ulusal Parkı'nda bulunurlar
Toplam 739 m ile Sierra Nevada Dağları'nda bulunurlar. Üç bölümden oluşan Yosemite Şelaleleri Kuzey Amerika'nın en yüksek şelaleridir.
Anne Çocuk Eğitim Vakfı
Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV), 1993 yılında Prof.Dr.Sevda Bekman'ın yaptığı bilimsel bir araştırma projesinin devamlılığını sağlamak amacıyla kurulmuş olan bir vakıftır. Vakfın kuruluş amacı anneler ve çocukları eğitmektir, ancak bugün bu amacını aşarak babalara, çocuksuz kadınlara ve ailelere de eğitimler vermektedir. AÇEV'in, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği ile ortak yürüttüğü projeler mevcuttur.
Ayşen Özyeğin başkanlığında, Prof. Dr. Çiğdem Kağıtçıbaşı ve Prof. Dr. Sevda Bekman'ın bilimsel araştırmalarının etkileri sonucunda kurulmuştur. 1982-1986 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi bünyesinde okul öncesi çağdaki çocukların eğitim durumlarıyla ilgili Bekman, Kağıtçıbaşı ve Diane Sunar tarafından yapılan bir araştırma sonucunda, Anne-Çocuk Eğitim Programı geliştirilmiş ve uygulanmaya başlamıştır. Programın oldukça olumlu sonuçları üzerine, programın yaygınlaştırılmasına çalışılmıştır. Program, 1993 yılında AÇEV ile kurumsal bir yapıya kavuşturuldu. Eğitim alanında yaptığı çalışmalardan dolayı 2003 yılında Vehbi Koç Ödülü AÇEV'e verilmiştir.
Vehbi Koç Vakfı
Vehbi Koç Vakfı, 17 Ocak 1969'da girişimci iş adamı Vehbi Koç tarafından kurulmuş olan bir vakıftır. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk özel vakfıdır. Başlıca faaliyetlerini eğitim, sağlık ve kültür alanlarında gerçekleştirmektedir.
İlk kurulduğu yıllarda okullar, öğrenci yurtları, kütüphanelar ve klinikler kurarak bunları ilgili kamu kuruluşlarına devretmiştir. Ayrıca, ekonomik durumu iyi olmayan yetenekli öğrencilere burslar vermiştir.
1980'li yıllarda vakıf, kurduğu tesislerin işletmesini de üstlenmeye başlamıştır. Türkiye'nin ilk özel müzesi olan Sadberk Hanım Müzesi ve Koç Özel Lisesi, bu yıllarda kuruldu. 1993 yılında da Koç Üniversitesi eğitim-öğretime açıldı. Önceleri yardımda bulunduğu Amerikan Hastanesi'ni 1995 yılında vakıf bünyesine kattı. Vehbi Koç Vakfı, son olarak, 8 yıllık eğitime destek vermek amacıyla 13 ilköğretim okulu inşa etti.
Vehbi Koç Vakfı, Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı ve Avrupa Vakıflar Merkezi üyesidir.
Vehbi Koç Vakfı, her yıl Türkiye'nin ve Türk insanının gelişimine önemli katkıda bulunmuş kişi veya kurumlara Vehbi Koç Ödülleri vermektedir.
Sadberk Hanım Müzesi
Sadberk Hanım Müzesi, Vehbi Koç Vakfı tarafından, 1980 yılında Sarıyer, İstanbul'daki Azeryan yalısında kurulan, Türkiye'nin ilk özel müzesidir. Müze, Vakfın kurucusu Vehbi Koç'un eşi olan koleksiyoner Sadberk Koç'un adını taşır.
Sadberk Hanım'ın hayatı boyunca topladığı geleneksel elişlerinden oluşan ilk koleksiyonla açılan müze, değerli taşlarla bezenmiş süs eşyaları ve 16. ve 18. yüzyıllara ait giysi ve kumaşlar gibi etnografik eserlerle genişlemiştir.
1983 yılında, ünlü koleksiyoner Hüseyin Kocabaş'ın koleksiyonunun da alınmasıyla, küçük bir arkeoloji müzesi haline de gelen müze, 1988 yılında "Europa Nostra" ödülünü almıştır.
Babalar Günü
Babalar Günü, pek çok ülkede her yıl haziran ayının üçüncü pazar günü babaların onuruna kutlanan özel bir gündür.
Bir Amerikan İç Savaşı gazisinin kızı olan Sonora Smart Dodd, Anneler Günü gibi babaların da bir günü olması gerektiğini düşünmekteydi. Dodd'un babası annelerinin yokluğunda altı çocuğunu tek başına büyütmüştü. Babasının doğum günü olan 5 Haziran'ın Babalar Günü ilan edilmesi için çalışmalara başlamış ama bu çalışmalar o tarihe yetişemeyerek kutlamalar haziran ayının üçüncü pazar gününe ertelenmiştir.
Babalar Günü ilk kez 19 Haziran 1910'da Washington'un Spokane şehrinde kutlanmıştır. 1924 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Calvin Coolidge kutlamaları desteklemiş; ama resmi olarak Babalar Günü ilan etmemiştir. 1966 yılında ise o dönemin başkanı Lyndon Johnson, her yıl haziran ayının üçüncü pazarının Babalar Günü olarak kutlanacağını açıklayan bir bildiri yayımlamıştır. 1972 yılındaysa başkan Richard Nixon'ın imzasıyla Babalar Günü yasal olarak ABD'de resmi tatil ilan edilmiştir.
Katolikler ise Babalar Günü olarak farklı bir tarihi kutlarlar. Onlar bu kutlamayı dini açıdan ele alıp Hıristiyanlık peygamberi İsa'nın babası anısına, Mart ayının 19. gününü St. Joseph Günü adı altında babalarına armağan etmektedirler. Bazı ülkelerde bu kutlamalar dini özelliklerinin dışına çıkmıştır.
Yabancı (Albert Camus romanı)
Yabancı (Fransızca: "L'Étranger"), Albert Camus'nün edebiyat alanında en önemli yapıtıdır. 1942 yılında yayımlanmıştır.
Öyküdeki her şey çok kısa bir zaman aralığında olup biter. Cezayir’de, bir rastlantı sonucu, bir Arap’ı öldüren orta sınıftan bir Fransız, Meursault, kendisini adım adım ölüme götüren süreci kayıtsız biçimde izler. Diğer kişilerin adı anılsa da, roman kahramanının adını bile öğrenemeyiz (burada Kafka etkisinden söz edilebilir). Camus’nün yabancısının yabancılaşmasını kendi ağzından şöyle aktarabiliriz; ‘yani bu işin benim dışımda görülüyor gibi bir hali vardı. Her şey, ben karıştırılmaksızın olup bitiyordu, kaderim bana sorulmadan tayin olunuyordu (...) İyi düşününce söylenecek bir şeyim olmadığını anlamaktaydım. Kendi kendimi seyrediyormuş gibi bir hisse kapıldım.’ Kitapta, Meursault'un topluma, kendine, ölümü bile kabul edebilecek kadar hayata, kısacası tüm varoluşa yabancılaşması yalın bir dille anlatılır.
Kişi yaşadığı dünyaya ve eylemlerine yabancılaşmıştır. Bu 'yabancı'laşmanın, Camus için Marksist bir yabancılaşma öğretisi ile bir ilişkisi olmadığını vurgulamak gerekiyor. Buradaki yabancılaşma Camus’nün ünlü ‘absürt’ (saçma) felsefi kategorisinden çıkar. Yine kahramanına söylettiği ‘herkes bilir ki, hayat yaşamak zahmetine değmeyen bir şeydir, aslında 30 ya da 70 yaşında ölmenin önemli olmadığını bilmez değildim, çünkü her iki halde de gayet tabii olarak başka erkekler ve kadınlar yine yaşayacaklar ve bu binlerce yıl devam edecektir (...) İnsan mademki ölecektir, bunun nasıl ve ne zaman olacağının önemi yoktur’ sözleri, çağdaş nihilizmin "saçma" kavramı altında irdelenmesidir.
Bu saçma (absürt) kavramı o dönem varoluşçularının birinci derecede önemli bir tezi. Daha sonra Sartre, Marksizmle Varoluşçuluğu buluşturma çabasıyla, "saçma"yı daha anlamlı bir biçimde, eylemsel zorunluluğun altını çizmek adına kullanmaya çalıştı. Ama Camus’nün saçması daima metafizik öğeler taşıdı ve Nihilizmin yerine ahlakî bir eylemlilikten söz etti.
Özetle söylenmesi gerekirse, dünya boş ve manasız, her şey, insan, hayat, toplum saçmadır. Evrensel bir saçmalıktır bu. Bunu düşünmek çok yorucu, hayattan bezdiricidir. Yaşamın tekdüzeliği altında, makineleşmiş bir dünyada makineleşmiş insan, ölümü bile rahatlıkla kabul eder. Hayat yaşamaya değmez. Yabancı’yı okurken, bütün olağan dışılığına rağmen öykünün doğallığı, kahramanın ölümü kabullenişindeki doğallık bizi rahatsız eder, dünyanın saçmalığı vurgusunu kuvvetlendirir. Meursault’un yaşama sıkıntısına paralel bir sıkıntı okuyucuda da uyanır. Bütün kişilerin yaşamları ve eylemleri de boş ve anlamsız gelir okuyucuya.
Romancının kahramanı ile paylaştığı şey, bilhassa duyu organlarından aldığı zevktir. “Onun zihnini baştan başa işgal eden şey tabiat ile denizin oynaşmasıdır. İnsan oynaşmanın tadını Kuzey Afrika’da, plajlarda benzerlerinin yanık vücutları arasında çıkarır ve hiçbir şey yüzmenin cilvelerinden çıkan zevkin derecesinden daha iyisini vermez. Denize dalmak, tabiatla düğün dernek etmektir. Suya girme, soğuk ve donuk bir aldatıcılığın yükselişi duygusuna kapılmadır. Sonra kulakların uğultusu ile dalış, akan burun ve acık ağız-yüzme, suyun parlattığı kolların, güneşte yaldızlanması için denizden çıkışı ve bütün adalelerin bir bükülmesiyle düşüşü, vücudumun üzerinde suyun akışı, bacaklarımla bu su dalgacıklarını yakalayış...” ifadelerinde olduğu gibi.
Nevruz
Nevruz Bayramı ya da kısaca Nevruz (Azerice: "Novruz", Farsça: - "Noruz", Kazakça: "Nawrız", Kırgızca: "Nooruz", Kırım Tatarcası: "Navrez", Kürtçe: "Newroz", Uygurca: "نورۇز" Özbekçe: "Navro‘z", Türkmence: "Nowruz"); Afganlar, Anadolu Türkleri, Arnavutlar, Azeriler, Farslar, Gürcüler, Karakalpaklar, Kazaklar, Kırgızlar, Kürtler, Uygurlar, Özbekler, Tacikler, Türkmenler ve Zazalar tarafından kutlanan geleneksel yeni yıl ya da doğanın uyanışı ve bahar bayramı.
Yazılı olarak ilk kez 2. yüzyılda Pers kaynaklarında adı geçen Nevruz, İran ve Bahai takvimlerine göre yılın ilk gününü temsil eder. Günümüz İran'ında, her ne kadar İslami bir kökeni olmasa da bir şenlik olarak kutlanır. Bazı topluluklar bu bayramı 21 Mart'ta kutlarken, diğerleri Kuzey yarım kürede ilkbaharın başlamasını temsilen, 22 veya 23 Mart'ta kutlarlar. Aynı zamanda, Zerdüştlük, hem de Bahailer için de kutsal bir gündür ve tatil olarak kutlanır. Kürtlerde, Nevruz bayramının Kürt ve İran mitolojisindeki Demirci Kawa Efsanesi'ne dayandığına inanılır. Anadolu ve Orta Asya Türk halklarında da Göktürklerin Ergenekon'dan çıkışı anlamıyla ve baharın geli |
şi olarak kutlanır.
2010'da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 3000 yıldan beri kutlanmakta olan Pers kökenli bu şenliği, "Dünya Nevruz Bayramı" ilan etmiştir. 28 Eylül - 2 Ekim 2009 arasında Abu Dhabi'de hükümetler arası toplanan Birleşmiş Milletler Manevi Kültür Mirası Koruma Kurulu, nevruzu "Dünya Manevi Kültür Mirası Listesi" 'ne dahil etmiştir. 2010'dan başlayarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 21 Mart'ı "Dünya Nevruz Bayramı" olarak kabul etmektedir.
Kelimenin aslı eski Farsçadan gelir: Yeni anlamındaki "nava" ve gün ışığı/gün anlamındaki "rəzaŋh" birleşerek oluşturmuşlardır. Anlamı "yeni gün/günışığı" dır ve günümüzün Farsçasında da hâlâ aynı anlamda kullanılmaktadır ("nev": yeni + "ruz": gün; anlamı "yeni gün")
İrani dillerdeki Gün anlamına gelen Ruz (Farsça), Roç (Beluçca), Roc (Zazaca), Roz (Soranice) ya da Roj (Kurmanci) sözcükleri Proto-İranicenin "Rauça"sından gelir. Bu da eski Hint-Avrupacanın manası "Işık" olan "*Leuk-" kelime köküne dayanmaktadır. Şu en eski şekilden Rusçadaki "Luç", Almancadaki "Licht", Yunancadaki "Leukós", Latincedeki "Lux", İngilizcedeki "Light" ve Ermenicedeki "Luy" da oluşmuşlar. Proto-Iranicede Rusçadaki gibi bir k > ç ses ertelemesi ortaya çıkmışdır ve ayrıca 'L' sesi 'R'ye dönüşmüştür.
Eski İrani dili olan Avesta dilinde Raôçah zamanında esasdan "Işık" demekti. Eski hint-ari dilindeyse (Bugünkü Kuzey Hindistanda varolan dil grubu) Roçiş kulanılmaktadır.
Nevruz teriminin tarihte ilk yer aldığı kayıtlar, M.S. 2. yüzyıldaki Pers İmparatorluğu kayıtlarıdır, ancak bundan çok daha öncesindeki (yaklaşık MÖ 648 ve 330 yılları arasında) Pers İmparatorluğu altında yaşayan değişik milletlerin Pers Şahına Nevruz gününde hediyeler getirdiğine dair bilgiler mevcuttur.
Nevruz diğer Türk devlet ve topluluklarında da kutlanılır. Bunlardan Azerbaycan'da "Novruz", Kazakistan'da "Nawrız meyramı" (Наурыз мейрамы), Kırgızistan'da "Nooruz" (Нооруз), Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde "Mart dokuzu" Kırım Türklerinde "Navrez", Batı Trakya Türkleri'nde "Mevris" adları ile anılır.
Farsça'da yazılışı "Nouruz"'dur. Türk kökenli bir devlet olan Kazakistan'da (Наурыз мейрамы) "Navrız meyrami" adı ile kutlanan Nevruz Arnavutluk'ta ise "Sultan Nevruz" olarak isimlendirilir.
Nevruz, baharın ilk günüdür ve bu gün kuzey yarım kürede bahar ekinoksunun (gün tün eşitliği) oluştuğu gündür. Güneşin ekvatora dik açı ile gelir. Gece ve gündüz birbirine eşitlenir. Ayrıca hem kuzey hem de güney kutbu aynı anda gündoğumu hattındadırlar ve gün ışığı her iki yarımküre arasında eşit olarak paylaşılmaktadır.
Astrolojik olarak 21 Mart, burçlar sırasında ilk olarak yer alan koç burçunun başlangıç günüdür.
2018 yılında, kuzey yarımkürede ekinoks, 20 Mart tarihinde saat 16.15'te (GMT) gerçekleşmiştir.
Nevruz geleneğinin tarihin en son Buzul Çağı'nın bitmesinden hemen önceki günlere yani 15.000 yıl öncesine kadar uzanır. Efsanevi Pers Kralı Cemşid, Indo-Iranlıların avcılıktan hayvacılığa ve yerleşik yaşama geçişini temsil eder. O çağlarda mevsimler insanoğlunun hayatında günümüzdekinden daha yaşamsal bir önem arz ediyordu ve yaşamla ilgili her şey dört mevsim ile çok yakından ilgiliydi. Zor geçmiş bir kışın ardından gelen bahar, tabiat ananın çiçekler, yeşillenenen bitkiler uykusundan uyanması ve sığırların yavrulaması, insanoğlu için büyük bir fırsat ve bolluğun canlanması demekti. İşte böyle bir dönemde bu Nevruz kutlamalarını başlatanın Kral Cemşid olduğu söylenir...
İran evrenbiliminin mimarlarından ve Zerdüştlerin Peygamberi olan Zerdüşt birçok bayramın kurumsallaşmasını sağlayan kişidir. Nevruz, "belki de" Zerdüşt tarafından kurumsallaştırılan bayramlardan biridir.
Bundan 12 yüzyıl sonrasında, MÖ 487 yılında, Büyük Darius, Persepolis'teki yeni inşa edilmiş olan sarayında Nevruzu kutluyordu. Son araştırmaların sonuçları bu kutlamaların çok özel bir anlam ifade ettiğini göstermektedir. Sadece Nevruz gününde sabah saatin 06.30'unda güneşin ilk ışıkları gözlemevindeki büyük kabul salonuna denk geliyordu ve bu olay sadece 1400 yılda bir gerçekleşiyordu. Bu durum aynı zamanda Babillilerin ve Yahudilerinde yeni yılı ile çakışıyordu ve bu nedenle, bu kutlamaların eski toplumlar için çok uğurlu ve önemli sayıldığı açıktır. Persepolis yerleşkesinin ya da en azından Apadana'non sarayının ve "Yüz sütunlu Salonun" Nevruzu kutlamak amacıyla inşa edildiği sanılmaktadır. Ne yazıkki eski kitabelerde Nevruzdan bahsedilmemektedir.
İran'da Nevruz en önemli bayramdır. İran güneş takvimine göre ilk ay olan Farvardin'in ilk günü olan Nevruz İran'da 5 günlük (20-24 Mart arası) resmi tatil olarak kutlanır. Nevruz'un habercisi olan Hacı Firuz hristiyanlıktaki Noel Baba'ya benzer şekilde bu tarihler arasında çocuklara hediyeler dağıtır.
Afganistan'da, Nevruz geleneksel olarak iki hafta boyunca kutlanılan bir bayramdır. Hazırlıklar günler öncesinden başlar ve "Chaharshanbe Suri"den yani Yeni Yıl'dan önceki en son Çarşamba gününden sonra bitmiş olur. Birçok gelenek ve görenek içinde en önemlileri aşağıda sıralananlardır:
Bahailer bu bayramı ("Naw-Rúz" derler) sadece bir bayram olarak değil aynı zamanda dini bir tatil olarak da kutlarlar. Ancak bu kutlama sadece Bahai takvimine göre yeni yılın kutlaması değil aynı zamanda tutmuş oldukları "19 günlük oruç"'un da bitmesinin kutlanmasıdır.
19 günlük (2 Mart – 20 Mart Bahai takvimine göre "Alâ" ayıdır.) Bahaî orucunun bitimindeki günün, güneş batışından ertesi günün güneş batışı arasındaki zaman Oruç Bayramı’dır. Bugün aynı zamanda Bahaî yılbaşıdır. Bugünle takvimin son ayı olan Alâ ayı sonra ermiş ve Baha ayının ilk günü başlamış olur. Bundan dolayı bugüne nevruz bayramı adı da verilir.
Bayram güneşin koç burcuna girmesiyle başlar. Bu giriş, güneş batışından bir dakika önce bile olsa, hemen oruç bozulur ve bayram tutulur. Bayram toplantısında Nevruz’a ait levih (Bahai inancındaki Tanrı sözlerinin derlendiği kitap) ve dualar okunur.
Birçok Kürt şair ve yazarın da eserlerinde yer alan Nevruz'u Kürtler 21, 22 ve 23 Mart'ta kutlarlar. Bu bayram ile Kürtler çoğunlukla şehir dışındaki bölgelerde ve açık alanlarda bir araya gelir ve gelmekte olan ilkbaharı kutlarlar. Kadınlar rengarenk elbiseler giyerler ve başlarına pullarla süslenmiş ışıltılı örtüler örterler. Topluluk büyük bir ateş yakar ve bu ateşin etrafında dans ederek ya da üstünden atlayarak büyük bir coşkuyla bu bayramı kutlarlar..
Kürt yazar Musa Anter'e göre Nevruz aslında Kürtlerde ilk başlarda 31 Ağustosta kutlanıyordu ancak daha sonra Arap Takviminin kabul edilmesiyle bu kutlamalar Mart ayına kaymıştır.
"Nevruz kutlu olsun" Kürt dillerinde şöyle söylenir: Kurmanci: "Newroz pîroz be!", Zazaca: "Newroz pîroz bo", ve Sorani: "Newroztan pîroz bêt".
Kürtlerde nevruzun Demirci Kawa Efsanesi'ne dayandığına inanılır. Fars mitolojisindeki Kawa efsanesinin Kürt versiyonuna göre, günümüzden 2500 yıl öncesinde Zuhak (Bazı kaynaklara göre Dehak)adında Asurlu çok ama çok zalim bir kralın altında yaşayan Kawa adında bir demirci vardı. Bu kral tam bir canavardı ve efsaneye göre her iki omuzunda da birer yılan bulunuyordu. Her yıl bu iki yılanı beslemek için Kürtlerden iki genci sarayına kurban olarak getirtip aşçılarına bu iki çocuğu öldürtüp beyinlerini yılanlarına yemek olarak verdiriyordu. Aynı zamanda bu canavar kral ilkbaharın gelmesini de engelliyordu. En sonunda bu zulümden bıkan ve bir şeyler yapmak isteyen Armayel ve Garmayel adlı iki kişi kralın sarayına mutfağa aşçı olarak girmeyi başarırlar ve Kralın yılanlarını beslemek için beyinleri alınarak öldürülen çocuklardan sadece birini öldürüp diğerinin gizlice saraydan kaçmasına yardımcı olurlar. Böylece ellerindeki bir insan beyni ile kestikleri bir koyunun beynini karıştırarak yılanlara vererek her yıl bir çocuğun kurtulmasını sağlamış olurlar. İşte bu kaçan kişilerin Kürtlerin ataları olduğuna inanılır ve bu kaçan çocuklar Kawa adlı demirci tarafından gizlice eğitilerek bir ordu haline getirilirler. Böylece Kawa'nın liderliğindeki bu ordu bir 20 Mart günü zalim kralın sarayına yürüyüşe geçer ve Kawa kralı çekiç darbeleri ile öldürmeyi başarır. Kawa etraftaki tüm tepelerde ateşler yakar ve yanındakilerle birlikte bu zaferi kutlarlar. Böylece Kürt halkı zalim kraldan kurtulmuş olur ve ertesi gün ilkbahar gelmiş olur.
Türklerin (Göktürklerin) Ergenekon'dan demirden dağı eritip çıkmalarını, baharın gelişini, doğanın uyanışını temsil eder. Doğu Türkistan'dan Balkanlara kadar tüm Türk kavimleri ve toplulukları tarafından, MÖ 8. yüzyıldan günümüze kadar her yıl 21 Mart'ta kutlanır.
Türkiye'de bir gelenek, Türk Cumhuriyetleri'nde ise resmî bayram olarak kutlanırken, 1995 yılından itibaren Türkiye Cumhuriyeti tarafından Bayram olarak kabul edilen bir gün haline gelmiştir.
Türk Takvimi'nde bir gün 12 bölüme ayrılır, her bölüme Çağ adı verilirdi. Bir çağ iki saat, dolayısıyla bir gün de 24 saattir. Her bir çağ ise sekiz Keh ten ibarettir. Yılbaşı olarak gece-gündüz eşitliğinin yaşandığı 21 Mart, Nevruz günü olarak kutlanır. Bu güne ve yeni yılın başladığı âna Yılgayak denir.
Oniki Hayvanlı Takvim ve Melikşah'ın Celali Takvimi'nde yılbaşı olarak belirlenen 21 mart, Divânu Lügati't-Türk'te de ilkbaharın gelişi olarak belirtilir. Türk edebiyatı ve musikisine de Nevruz; Nevruz-ı Asl, Nevruz-ı Arap, Nevruz-ı Bayati, Nevruz-ı Hicaz, Nevruz-ı Acem ve Nevruz-ı Seba olarak girmiştir. Tarihte pek çok devlet tarafından bayram ve gelenek olarak kutlanmıştır. Bunların başında Anadolu beylikleri, Eski Mısır, İran, Safavi, Sasani, Moğollar, Selçuklu ve Osmanlı gelir.
Selçuklu ve Osmanlı'da millî bayram olarak kutlanan Nevruz, "Nevruziye" adlı şiirlere ve şenliklerle ziyafet verilerek kutlanırdı. Özel olarak hazırlanan Nevruziye adlı macun Osmanlı döneminden kalan bir kültür olarak bu gün hâlâ Manisa'da 21 Mart'ta Mesir macunu şenlikleri yapılmaktadır. Alevi ve Bektaşiler arasında da kimi yorelerde eski takvime atfen Mart Dokuzu adi verilerek kutlanan Nevruz'da özel ayinler yapılırdı, yine Zerdüştler ve Yezidiler'de 21 Mart'ı bayram olarak kabul etmişlerdir.Bu şölende yemekler dağıtılıp oyun |
oynanır ve baharın ilk günú kutlanır
Moğol ilinde Oğuz Han soyundan İl Han'ın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han, Moğol ülkesine savaş açtı. İl Han'ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi. İl Han'ın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız İl Han'ın küçük oğlu Kıyan, eşi Nüküz ve yeğeni ile kaçıp kurtulmayı başardılar. Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeye karar verdiler. Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akarsular, pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyve ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrı'ya şükrettiler ve burada kalmaya karar verdiler. Bu yere "maden yeri" anlamında "Ergene Kon" adını verdiler. Kıyan ve Nüküz[16]'ün oğulları çoğaldı. Dört yüzyıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki, Ergenekon'a sığamadılar. Atalarının buraya geldiği geçidin yeri unutulmuştu. Ergenekon'un çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir demirci, dağın demir kısmı eritilirse yol açılabileceğini söyledi. Demirin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar. Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İl Han'ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar. Ergenekon'dan çıktıkları gün olan 21 Mart'ta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırdılar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan, daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyarak dövdüler. Bugün hem özgürlük hem de bahar bayramıdır.
Navrez, Nevruz Bayramı'nın Kırım Tatarları arasında söylenen adıdır.
Kırım Tatarları bu bayramda erkenden kalkarlar. Ağaçtan bir dal keserler. Bu dala Çiğdem, Kardelen gibi erken bahar çiçekleri asarlar. Çocuklar bu dalı alıp topluluklar halinde kapıları tek tek gezerler. Kapıda Navrez türküsünü söylerler. Ev sahipleri çocuklara hediye olarak yumurta, şeker gibi yiyecekleri sepetlere koyar, verdikleri mendilleri de dala bağlarlar. Bütün evler dolaşıldığında çocuklar verilenleri kendi aralarında pay ederler.
Kırım Tatarları Sovyet rejiminin baskısı ile bu milli bayramlarını kutlayamadıkları için günümüzde çocuklar bu bayramı bilmemekte ve kutlamamaktadırlar. Nadir de olsa Kırım Tatarlarının yaşadığı ülkelerde sembolik olarak kutlamalara rastlanmaktadır.
Esenboğa, Çubuk
Esenboğa, Ankara ili Çubuk ilçesine bağlı mahalle ve çevre mahalleri içine alan semttir. İçerisinde Esenboğa Havalimanı'nın pist kısmı bulunmaktadır (İç ve Dış Hatlar Terminali Akyurt ilçesinde kalır)
Semtin bulunduğu yerde sultana ait boğaların beslendiği haralardan dolayı beldenin bu adla anıldığı söylenmektedir.
Bir rivayete göre de Yıldırım Beyazıt ve Timur han'ın arasında geçen Ankara Savaşı sırasında kurulmuş ve adını Timur'un kumandanlarından İsen Buga dan almaktadır.
1994 yılında belde olmuştur. 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanununun geçici 2’nci maddesi gereği Ankara Büyükşehir Belediyesi sınırlarını belirleyen 50 km yarıçap içinde kaldığından Büyüşehir Belediyesi sınırlarına girmiş , 2008 yılında yapılan düzenleme sonrası mahalleleri ile birlikte Çubuk Belediyesi'ne katılmıştır.
Esenboğa, Çubuk ovasında yer alır. Genelde çiftçilik, arıcılık ve rençberlik yapılmaktadır. Son zamanlarda fabrikalar ve sanayii yatırımları artmıştır. Ovanın etrafı dağlarla çevrili olduğundan özellikle kış aylarında yoğun sis görülür. Semtte bir meteoroloji istasyonu yer alır.
Kızılsu
Denizci
Tersane
Tersane gemilerin inşa ve tamir edildiği tesise verilen addır. Tersane kelimesinin kökeni İtalyanca'da tersanà kelimesinden gelmektedir. Ürünleri yatlar, ticaret gemileri, endüstriyel gemiler ve savaş gemileri olabilir. Verdiği hizmette kolaylık sağlaması açısından tersane yapılarının bir kısmı deniz veya nehir içinde ve kıyısında bulunur.
Tersanelerin iç alanlarında malzemeler için istif depoları, vinçler, kızaklar, havuz, kesim / CNC, ön imalat, montaj, boru ve boya atölyeleri bulunur. Bu tarz tesislerin iç yapılarını etkileyen en önemli unsur inşa ettiği geminin cinsidir. İçindeki iş akışına göre bu yapıların içerikleri ve yerleri, üretim kolaylığı açısından önem kazanır.
Ankara Ekslibris Derneği
Ankara Ekslibris Derneği, 19 Ağustos 1997 günü kuruldu. Ekslibris sanatçılarını, tasarımcılarını, kolleksiyoncularını ve kullanıcılarını bir araya getirmek, Ekslibris ile ilgilenenler arasında iyi bir iletişim kurmak, yakınlaşmayı ve dayanışmayı sağlamak, Ekslibris'in bir sanat dalı, bir grafik disiplin olarak gelişmesini ve yaygınlaşmasını sağlamak, kitaba, özgün baskıresime ve grafik tasarıma yönelik ilgi uyandırmak, Ekslibris yoluyla Türkiye'yi, kültür ve sanatımızı yurt dışında tanıtmaya çalışmak ve Ekslibris alanındaki mirasımızı korumak amacıyla kurulan Ankara Ekslibris Derneği’nin bugün 150'yi bulan üye sayısı, gönül verenlerin sayısı arttıkça çoğalacaktır.
Dernek, yukarıdaki amaçlarını gerçekleştirebilmek için Ekslibris üzerine araştırmalar yapmayı, bunları yayınlamayı, Ekslibrisi öğrenmek ve uygulamak isteyenleri bilgilendirmek için seminer ve konferanslar vermeyi, gösteriler yapmayı, sergi ve yarışmalar düzenlemeyi, diğer ülkelerden sergiler ve konuşmacılar getirerek Ekslibris konusundaki bilgi birikimimizi artırmayı, ilgili bakanlıktan izin almak koşuluyla Türkiye'nin uluslararası etkinliklerde yer almasını sağlamayı, yurt dışındaki benzer amaçlı dernek ve kuruluşlara üye olmayı ve ortak çalışmalar yapmayı planlamıştır.
Come Clarity
In Flames'in 2006 yılında çıkmış olan albümüdür. Bu albümde ayrıca, İsveç'in ünlü pop şarkıcılarından Lisa Miskovsky "Dead End" isimli şarkıda gruba vokal olarak eşlik etmiştir.
Kimi çevrelerce grubun en iyi, kimilerince ise en kötü albümü olarak görülen bu albüm In Flames'in tarzını Groove Metal'e dönüştürerek yaptığı ilk albümdür.
Albümün adı ilk başlarda "Crawl Through Knives" şeklinde olacaktı; ancak albüm çıkmadan hemen önce "Come Clarity" adı verildi. Albüme çekilen ilk klip "Take This Life" parçasına geldi. Ardından "Come Clarity"ye ikinci klip çekildi. Albüm gelmiş geçmiş en sert ve estetik In Flames davul partisyonlarını içeren hızlı parçalarla doludur. Albüm bir önceki albümleri olan Soundtrack to Your Escape'in devamı gibi görülebilir.
AS Monaco FC
Association Sportive de Monaco Football Club, ya da bilinen adıyla AS Monaco FC, Monako merkezli Fransız futbol kulübü. 1924 yılında kurulan AS Monaco, 2013-2014 sezonu itibarıyla Fransa'nın en üst düzey futbol ligi Ligue 1'de mücadele etmektedir. Maçlarını Fontvieille'de bulunan II. Louis Stadyumunda yapmaktadır.
Monako Prensliği'nin UEFA'ya üyeliği olmaması nedeniyle Fransa futbol lig sistemi içerisinde bulunmakta olup, Fransız kulübü olarak kabul edilmektedir. AS Monaco, kazanmış olduğu 8 lig şampiyonluğu ve 5 Coupe de France ile Fransa'nın en başarılı futbol kulüplerinden birisidir. Kulüp, 1992'de UEFA Kupa Galipleri Kupası'nda, 2004'te ise Şampiyonlar Ligi'nde final oynama başarısı göstermiştir.
AS Monaco'nun geleneksel renkleri kırmızı ve beyaz olup kulüp "Les Rouge et Blanc" (Türkçesi: Kırmızı ve Beyaz) olarak bilinmektedir. Kulüp aynı zamanda Avrupa Kulüpler Birliği üyesidir. 2011 Aralık ayında kulübün üçte ikisi Dmitry Rybolovlev başkanlığındaki bir yatırım grubuna satıldı.
Rybolovlev'in finansal desteği ile kulüp 2013-14 sezonu için Radamel Falcao, João Moutinho, James Rodríguez ve Ricardo Carvalho dahil olmak üzere birçok üst düzey oyuncu transferi gerçekleştirdi.
AS Monaco FC, çok sayıda yerel kulübün birleşmesiyle 23 Ağustos 1924 tarihinde Monako'da kuruldu. Kulüp ilk yıllarında Provence-Alpes-Côte d'Azur'da bölgesel düzeyde mücadele etti. 1933 yılında ise kulüp, Fransa Futbol Federasyonu'nun daveti üzerine profesyonel düzeye geçiş yaptı.
Fransa'daki ilk sezonunda ikinci ligte mücadele etti ancak sezon sonunda küme düştü. 1948 yılında yeninden ikinci lige yükselen kulüp, 1953 yılında ise tarihinde ilk kez birinci lig'e yükseldi. 1960 yılında Fransa Kupası'nı kazanarak ilk profesyonel kupasını kazandı. Bu başarısı ile tarihinde ilk defa Avrupa Kupalarında oynama hakkı kazandı. 1961 yılında ise ilk lig şampiyonluğunu kazandı.
1962-63 sezonunda hem Fransa Kupası'nı hem de Şampiyonluk kupasını kaldırarak çifte zafer yaşayan Monaco, 1975 senesine kadar birinci lig ile ikinci lig arasında mekik dokudu. Kulüp başkanlığına Jean-Louis Campora geçtiğinde ve Delio Onnis transfer edildiğinde, kulüp 1977 senesinde yeniden Ligue 1'a yükseldi ve aynı sezon şampiyonluğa ulaştı. AS Monaco FC, tarihinin en büyük başarısını Arsène Wenger yönetiminde UEFA Kupa Galipleri Kupası'nda final oynayarak elde etti. Bunun dışında 2004 yılında da Şampiyonlar Ligi'nde final oynama başarısı gösteren kulübün üst düzeyde, 8 Ligue 1 şampiyonluğu, 5 Coupe de France şampiyonluğu, 1 Coupe de la Ligue şampiyonluğu ve 1 Trophée des champions şampiyonluğu bulunmaktadır.
AS Monaco FC, 2010-2011 sezonunu 18. sırada bitirerek 35 yıl aradan sonra Ligue 2'ye düştü.. 2 sezon burada mücadele eden kulüp, 2012-2013 sezonunu şampiyon tamamlayarak yeniden Ligue 1'e yükseldi.
AS Monaco FC, 1939 yılından beri iç saha maçlarını Monako'da bulunan 18.523 kişilik II. Louis Stadyumu'nda yapmaktadır. Stadyum ismini Monako eski prensi II. Louis'den almıştır. Özellikle UEFA Süper Kupası maçları başta olmak üzere birçok spor etkinlikleri ve Avrupa kupa final maçlarına ev sahipliği yapmıştır.
Şampuan
Şampuan, kimya endüstirisinin bir ürünü olmakla beraber doğal kozmetik firmaları tarafından da üretilmektedir. Çoğunlukla kremsi ya da akıcı bir yapıya sahip olup, genellikle yapılarında koku verici olarak çeşitli parfümler bulundurmaktadırlar. Temizleme ve saç yağlarını almasının yanı sıra saça kolay taranabilme ve parlaklık sağlamaktadır. Bunların yanı sıra yapılarına katılan pH-Düzenliyicilerin sayesinde yağlı saçların daha iyi bir şekilde temizlenmesini ya da saçta kepek oluşumunu azaltmaktadırlar.
Şampuan kelimesi Türkçeye |
İngilizcedeki Shampoo kelimesinden girmişse bile bu kelimenin asıl kökeni İngilizce değildir. Bu kelime Hintçe dilindeki [] kelimesinenin türetilen ve yine Hintçe olan चाँपो [] kelimesinden gelmektedir. Bu kelimenin Hintçe'de ki eski anlamı, başın çeşitli bitkisel yağlarla masajı anlamına gelekteydi.
Günümüzde Şampuanlar, duş jelleri, deodorantlar ve su ile beraber günlük vücut temizliğinde kullanılan maddeler arasında sayılmaktadır.
Tarihsel olarak olaya bakıldığında saç temizliği için tarihte ilk kullanılan temizlik malzemeleri su ve sabundır. Sabunun alkalik yapısından dolayı kafa derisi ve göz için çok iyi bir seçim değildi. Bunun yanında sabunun sudaki Kalsiyum iyonları ile sabun kireci denen maddenin oluşmasıyla saçlar yıkamadan sonra küt ve solgun olamaktaydı. Bu yüzden sabunun bu tür yan etkilerini en aza indirmek için son olarak seyretilmiş Asetik asit ya da Sitrik asit’le durulanmaktaydı. Bunu daha basit anlatacak olursak sulandırılmış sirke ya da limon suyu ile durulanırdı.
İlk olarak İngiliz kuaförlerin sabun parçacıkların ve bir takım bitkilerle beraber suda kaynatmalarıya başlamıştır. Bu ilk denemeler sonucunda elde edilen şampuan saça parlaklık ve güzel koku vermiştir. Günümüz manasındaki şampuanların ilk üreticilerden biri Kasey Hebert’tır. 20. yüz yılın başında beri ticari amaçlı üretilen şampuanlar bulunmaktadır. Hans Schwarzkopf adındaki bir Alman eczacı daha 1903 yılında üretiği toz halindeki şampuanı piyasaya sürmüştür. Bunun akabinde 1927’de ilk sıvı şampuanı bulmuştur.
İlk defa 1933 yılında sabuna alternativ olanrak düşünülen Alkil sülfirikler piyasaya çıkmıştır. Bunlar geleneksel sabunlara göre alkalik dereceleri daha düşük ve sertliğe karşı daha az hasas olan sabunlardı. Bunların kullanımı 1960’lı yıllara kadar taki şampuanın kâğıt kutucuklar içnde toz halinde ya da küçük tüpler halinde krem olarak satılmaya başlanıncaya kadar devam etmiştir.
Alkil ether sülfatların 1960’lı yıllarda keşfedilmesiyle ilk olarak deri tarafından daha iyi kabul edilen kişisel temizlik ürünleri ortaya çıkmıştır. Bunun akabinde palstik maddelerin keşfi ve paketlemede kullanılmaya başlanılmasıyla fiyatı uygun şaç bakım ürünleri halkın kullanımına daha kolay bir şekilde sunulmuştur.
Şampuan üretiminde yapısında bulunan bütün maddeler ya sıcak bir ortamda ya da oda sıcaklığında (Soğuk üretim) uygun bir sıraya göre karıştırılırlar. Gerekli durumlarda ham maddeler önceden eritilmeli, çözülmeli, ya da diğer bazı maddelerle karıştırılıp daha sonra işleme alınmalıdır. Oluşacak ürünün olması gereken değerleri, örneğim pH-değeri ve akıcılığı karışım işlemi bittikten sonra bakılabilir. Bu işlemlerden sona ürünün dolum işlemine geçilebilir.
Bir önceki paragrafta şampuanın kabaca anlatılan üretimi bu kısımda daha ayrıntılı olarak anlatılacaktır. Şampuanın temel maddeleri su ve yıkma ham maddeleridir. Su ve bu maddeler çelik bir kazana konularak karıştırıl. Gerektiğinde kazan 60 °C ya da 70 °C’ye kadar ısıtılır. Her ham madde sırayla kazanın içine katılır ve homojen bir karışım oluşuncaya kadar karıştırılır. Şayet yıkama etkisi olan maddeler ya da renklendiriciler karışıma katılacak olursa, bu maddeler daha önce eritilmeli ya da tarifteki başka bir madde içerisinde çözülmelidir. Bunun yanı sıra karışıma polimer bakım maddeleri ya da katılaştırıcı maddeler verilecek olursa bunlar ilk önce sıcak su içinde önceden hazır hale getirilir. Aynı zamanda şampuana kokusunu verecek olan koku uygun çözelti içerisinde çözülür. Burada genellikle bu işlem için iyonik olamyan Yüezyi aktiv maddeler kullanılmaktadır. Koku verici maddeler ve koruyucu maddeler genellikle sıcağa karşı pek dayanıklı olmadıklarından dolayı bu maddelerin karışıma verildiği sırada karışımın sıcaklığı 35 °C’yi geçmemelidir. Bu işelemin bitiminde şampuanın pH-değeri uygun hale getirilir. Bunun için Sitrik asit ya da gerekli durumlarda bir baz olan Sodyum hidroksit kullanılır. Bu işlem daha çok şampuanın akıcılığa direk etkisi olan bir işlemdir. Bu yüzden bu maddeler verildiğinde şampuanın istenilen akıcılığıda göz önünde bulndurulmalı.
SLS (Sodium Lauryl Sulphate)
SLES
ALES (Ammonium Lauryl Ether Sulphate)
Cocamide DEA
PEG – 12 Dimethicone
Etilen Glikol Distearat
Kıvamlaştırıcılar
Selilöz türevleri
Polietilen glikol diesterleri
Renklendiriciler
Parfüm
Paraben koruyucular
Methyl-, Ethyl-, Propyl-, Butyl-, Benzyl Alcohol, Isobutylparaben, Sodium Methyl-, Methylchloroisothiazolinone ya da Sodium Propylparaben, Methylisothiazolinone
Polyquaternium-7
Climbazole
Yukarıda adı geçen maddeler hemen hemen marketlerde bulunan tüm şampuanlarda yer alan kimyasallardır. Bununla birlikte bazı şampuan üreticileri kimyasal maddelerden mümkün olduğunca kaçınarak; “doğal”, “organik”, “bitkisel”, “bitkiden türetilmiş” türü şampuanları piyasaya sürmüşlerdir.
Yat-Kha
Yat-Kha vokalist/gitarist Albert Kuvezin'in öncülüğündeki Tuvalı bir müzik grubudur. Müzikleri Tuva geleneksel müziği ve rock müziği, ek olarak Kuvezin'in kendine özgü kargyraa gırtlak şarkıcılığı tarzı kanzat kargyraanın birleşimidir..
Yat-Kha 1991'de Moskova'da Kuvezin ve Rus avangard elektronik besteci Ivan Sokolovsky'in işbirliği ile kurulmuştur. Proje Tuva halk müziğini post-modern ritimler ve elektronik etkilerle birleştirmiştir. Kuvezin ve Sokolovsky turlara katılmış ve festivallerde çalmışlardır, ve sonunda “Yat-Kha” ismini almışlardır. Yat-Kha'nın anlamı bir çeşit küçük Orta Asya zitheridir, Çin guzhengine benzeyen Kuvezin'in gitarın yanında ek olarak çaldığı müzik aletine benzer. 1993'de kendi isimlerini taşıyan bir albümü General Records firması ile Yat-Kha adı altında çıkartmışlardır.
"Yat-Kha" albümünün çıkışından sonra, Kuvezin ve Sokolovsky ayrılmışlardır ve Kuvezin farklı sanatçılarla Yat-Kha ismi altında beş yeni albüm yapmıştır. 1995 yılında morin khuur müzisyeni Alexei Saaia ile "Yenisei Punk" albümünü çıkartmışlardır (Lu Edmonds tarafından üretilmiştir). Sokolovsky üzerinde değişiklikler yaptığı "Yat-Kha" albümünü ek şarkılarla beraber "Tundra's Ghosts" ismi altında 1996/97 yılında çıkartmıştır.
2001 yılından beri Vsevolod Pudovkin'in 1928 Storm over Asia sessiz filmi için canlı şarkılar kaydetmektedirler. Reality Film ile bu şarkıların bir DVD'sini çıkartacaklardır.
Yat-Kha sözü Moğolca'da Eski Türk dilindeki "Yatuk" ve "Yatuga" sözleri ile ilgili olup yatay şekildeki müzik aletine denilmiştir. Türkiye'de "kanun"a benzerlik gösterir. Günümüz (Moğolcada: yatug-a, Halha Moğol şivesinde: ятга yatga diye söylenir.
Korelerin kullandığı gayageum, Vietnamlıların Dan Tranh,Japonların koto ve Kazak Türklerinin jetigen müzik enstrümanı ile benzerlik gösterir.
Albümler:
Albert Küvezin
Albert Kuvezin (Tıva Türkçesi: Альберт Будачы-оглу Күвезин, Albert Budaçı-oğlu Küvezin) ve (Альберт Көгээзин (Al'bert Kögeezin)) ; 27 Kasım 1965, Kızıl) — Tuvalı gitarist ve kargıraa höömeycisi yani boğaz şarkıcısı veya gırtlak şarkıcısıdır.
Kuvezin Tuva müzik topluluğu Huun-Huur-Tu'nun (aslında Hün-Hürtü) kurucu üyelerinden birisidir ve Tuva halk/rock/elektro/post punk grubu Yat-Kha'nın lideridir. Benzersiz, kontra-bass biçimi Tuva kargyraa gırtlak şarkıcılığı, kendi deyimiyle "kanzat kargyraa", ile ünlüdür. Rus eleştirmen Artemi Troitsky hakkında şöyle söylemiştir, "Dünya'da şu anda iki benzersiz ses vardır; bunlar Pavarotti ve Kuvezin'in sesleridir."
Yat-Kha ile olan çalışmalarına ek olarak, Kuvezin Alisa'nın ("Duren", 1997), Susheela Raman ve Värttinä albümlerine de katkıda bulunmuştur.
15 Nisan 2009 Albert Küvezin'in «Kültürde ve sanatta uzun yıllar yararı için» Tıva Cumhuriyeti şeref sanatçısı unvanı verildi..
Frank Lampard
Frank James Lampard (d. 20 Haziran 1978) İngiltere'nin orta saha oyuncusu. Dünyanın en iyi oyuncularından biri olarak gösterilen Lampard atak orta saha oynamaktadır.
Lampard, kariyerine babasının eski kulübü olan West Ham United'de başladı. 1997-1998 sezonunda takımdaki yerini garantileyen Lampard, ertesi sezon takımının ligi 5. bitirmesini sağlayarak West Ham'ın, Premier League'de gelmiş geçmiş en büyük başarısını yakalamasında pay sahibi oldu. 2001 yılında 11 milyon £ karşılığında Chelsea'ye transfer oldu.
Lampard, chelsea'le premier lig'de üst üste 164 karşılaşmaya çıktı. Kendisinin üretken bir futbolcu olduğunu kantılayan Lampard, takımının kilit oyuncusu olmayı başararak takımının 2004-2005, 2005-2006 ve 2007'de yaptığı çifte kupa zaferinde takımına büyük katkı sağladı. 2008'de Chelsea'yle tekrar sözleşme imzalayarak o zamanın en çok kazanan Premier Lig oyuncusu da olan Lampard , aynı zamanda o yıl Şampiyonlar Ligi finalindeki ilk golünü de atmayı başardı. 2009 yılında takımına FA Kupası'nı getiren golü atarak kendisi de bu kupayı ikinci kez kaldırdı. 23 Aralık 2009'da, resmi istatistikler tarafından On Yılın En İyi Premier Lig Oyuncusu olarak gösterildi.
Premier Lig'de attığı 100'den fazla golle kulübünün tarihinde en çok gol atan orta saha oyuncusu ve toplamda tüm turnuvalarda attığı 157 golle de en golcü üçüncü oyuncu olmayı başaran Lampard, Yılın Chelsea'li Oyuncusu Ödülü'nü üç kez kazanmıştır. Premier Lig tarihine adını 129 golle en çok gol atan orta saha oyuncusu olarak yazdıran Lampard, yaptığı 156 gol pası ile en çok asist yapan 2. oyuncu olmuştur. Ayrıca Lampard, her sezon ortalama 1400 isabetli pas ve 10 veya üstü asist ortalamasıyla oynamaktadır. 2005 yılında, Lampard Profesyonel Futbolcular Derneği Taraftarların Futbolcusu Ödülü'ne aday gösterilmiştir. Ayrıca, 2005 FIFA Dünya'da Yılın Oyuncusu Ödülü ve Ballon d'Or 2005'te ikinci sırada yer almıştır.
millî takımlar düzeyinde ilk karşılaşmasına Ekim 1999'da çıkan ve toplamda 20 gol atan Lampard, 80 kez İngiltere için ter döktü. 2004 ve 2005 yıllarında İngiltere'nin en iyi futbolcusu olarak seçildi. Euro 2004'te oynayan Lampard, İngiltere'nin oynadığı 4 karşılaşmada 3 gol attıktan sonra turnuvanın takımına girmeyi başardı. 2006 Dünya Kupası'nda, eleme turlarında 5 golle takımının en golcü oyuncusu oldu. 2010 FIFA Dünya Kupası elemelerinde 4 gol atarak takımının Güney Afrika'ya gitmesinde rol oynadı.
L |
ampard, kariyerine babasının eski kulübü olan West Ham United'da başladı. 1994'te genç takıma giren Lampard, 1997-1998 sezonu itibarıyla de ilk 11'deki yerini garantiledi. 1998-1999 sezonunda takımının bir önceki sezon yakaladığı ve en büyük başarısı olan beşinciliği korumasına yardımcı oldu. Orta sahada boy gösteren Lampard, ertesi sezon tüm turnuvalarda toplam 14 gol attı. 2001 yılında West Ham'dan Chelsea'ye 11 milyon sterline transfer oldu.
Lampard ilk Premier Lig karşılaşmasına 19 Ağustos 2001 günü 1-1 berabere kaldıkları Newcastle United'a karşı çıkarken ilk kırmızı kartını 11 Eylül'de Tottenham Hotspur'a karşı oynadıkları karşılaşmada gördü.
2001-2002 sezonunda Chelsea adına tüm lig karşılaşmalarda boy gösteren Lampard, bunu sekiz golle süsledi. 2002-2003 sezonunda Charlton Athletic'e karşı oynadıkları sezonun açılış karşılaşmasında takımına galibiyeti getirdi.
Ertesi sezon; 2003 Eylül ayında Ayın Barclays Oyuncusu, Ekim ayında da Taraftarların Oyuncusu seçildi. Chelsea 2003-2004 sezonunda Premier League'i yenilgisiz Arsenal'ın arkasından ikinci bitirdi. 2004 yılında attığı 10 golle kariyerinde ilk kez çif haneli gol sayısına ulaşan ve buna ek olarak da 14 Şampiyonlar Ligi karşılaşmasında attığı 4 golle takımının yarı finale kadar yükselmesini sağlayan Lampard, İngiltere'de Yılın Takımı kadrosunda yer aldı. Monaco'ya karşı oynadıkları yarı final karşılaşmasında gol attı fakat Chelsea iki karşılaşma sonunda skor toplamında 5-3'le kaybetti.
Lampard, 2004-2005 sezonunda 38 karşılaşmanın tümüne çıktı. Bu sezon içerisinde 13 gol attı (tüm turnuvalarda 19) ve verdiği 16 gol pası ile asist kralı oldu.
2004'te Crystal Palace'a karşı 4-1 kazandıkları Premier Lig mücadelesinde 22 metre gibi uzak bir mesafeden gol attı. Chelsea'nin 2-0 kazanıp şampiyonluğunu ilan ettiği Bolton Wanderers karşılaşmasında iki golü de kendi attı. Chelsea'nin 50 yıl sonra 12 puan fark atarak kazandığı şampiyonluk, Lampard'ın da kariyerindeki en önemli kupası oldu. Böylelikle Lampard, Sezonun Barclays Oyuncusu seçildi. 2004-2005 Şampiyonlar Ligi çeyrek finallerinde, Chelsea'nin Bayern Münih'i iki karşılaşma sonunda toplamda 6-5'lik skorla elediği karşılaşmalarda 3 gol attı. İlk karşılaşmada attığı ikinci golü nefesleri kesti. Makélélé'nin attığı topu göğsüyle kontrol eden Lampard, sol ayağıyla uzak köşeye gönderdiği yarım voleyle şahane bir gol attı. 2004-2005 Şampiyonlar Ligi yarı finallerinde ezeli rakipleri Liverpool'a elenen Chelsea, Lampard'ın 6 karşılaşmada 2 gol attığı bunun içinde yarı finalde Manchester United'ı 2-1 yendikleri karşılaşmada açılış golünün de bulunduğu, EFL Cup'ta yoluna devam etti. İlk bireysel ödülünü FYD Yılın Futblcusu seçilerek kazandı. Futbol efsanesi Johan Cruyff, onun için "Avrupa'nın en iyi orta sahası" şeklinde konuştu Ballon d'Or sıralamasında ise 2005'te gerrard ın önünde yer almıştır.Ayrıca İngiltere Premier liginin son 10 yılının en değerli futbolcusu seçilmiştir.Bu değerlendirme de esas alınan kriterler galibiyet , atılan gol , yapılan asist ve oynanan maç bazında ele alınmıştır.Lampard bu sıralamada Thierry Henry, Steven Gerrard, Wayne Rooney, Micheal Owen, Ryan Giggs gibi efsanevi oyuncuların hepsini geride bırakmıştır hayatının en güzel golünü dünya devi Barcelona ya karşı attı.
24 Temmuz 2014 tarihinde Lampard, New York City'le sözleşme imzaladı.
Lampard, 3 Ağustos 2014'te Amerika'da ligler başlayana kadar Manchester City'ye kiralandı.
Trodos Dağları
Trodos Dağları (Karlıdağ), Kıbrıs'ta geniş bir alana yayılan dağ kitlesidir. Kıbrıs'ın güneybatısında Kıbrıs Rum Kesimi'nin kontrol bölgesinde yer almaktadır. En yüksek noktası olan Olympos Tepesi 1.952 metre yüksekliğindedir.
Trodos'ta yazlar serin, kışlar ise çok soğuktur.
Yüksek noktalarda kayak merkezleri ve oteller yer almaktadır.
Akka
İsrail'in kuzeyinde Akdeniz kıyısında bir şehir. Nüfusu 45.000 civarıdır (2003). Müslüman Arap, Dürzi, Hıristiyanlar ile Yahudiler'in birlikte yaşadıkları bir şehirdir.
Acre, Akko, Batı dilleri ile İbranice'deki isimleridir (Helenistik dönemde "Ptolemais" ya da "Antiochia Ptolemais").
Şehir, Mısır firavunu III. Tutmose (MÖ 1504-1450) zamanından başlayarak, dünya tarihinde sürekli olarak yerleşilmiş en eski yerlerden biridir. Eski çağlarda Kenan halkı ve İbraniler tarafından kullanılmış; Eski Yunan, Roma, Arap, Tolunoğulları, Haçlı ve 1517'de Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim'in fethinden itibaren 1918'e kadar yeniden Türk hakimiyetine girmiş, İsrail'in kuruluşuna kadar da İngilizler'in denetiminde kalmıştır. Tolunoğlu Ahmed Bey Dönemi'nde Tolunoğulları Devleti'nin en büyük deniz üssü burada kurulmuştu.
Napolyon, 1799'da kaleyi kuşatmış, ancak Cezzar Ahmed Paşa'nın dillere destan direnişi karşısında başarısız olarak ordularını geri çekmek zorunda kalmıştır.
Akka'yı çevreleyen kalın savunma duvarları, Cezzar Ahmed Paşa tarafından inşa edilmiştir.
Şehrin tarihi bölgeleri 2001 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiştir.
Hernán Crespo
Hernán Jorge Crespo (5 Temmuz 1975) 19 yıl süren kariyeri boyunca 300'den fazla gol atan emekli futbolcudur. Üç Serie A şampiyonluğu, bir Copa Libertadores, bir Premier League şampiyonluğu, bir Olimpiyat Oyunları gümüş madalyası kazandığı başarılar arasındadır. Lazio için oynarken 2000-01 Serie A sezonunda attığı 26 golle gol kralı olmuştur. Crespo 2000 yılının Temmuz ayında Parma'dan Lazio'ya transfer olduğu zamanlarda dünyanın en pahalı futbolcusu unvanını elinde bulunduruyordu.
Crespo takımı River Plate ile ilk maçına 1993-94 sezonunda çıktı, 25 maçta attı 13 golle River Plate'in Apertura'yı kazanmasına katkıda bulundu. 1996'da finalin Buenos Aires'de oynanan ayağında attığı iki golle takımının Copa Libertadores'i kazanmasını sağladı.
Crespo ülkesi Arjantin ile 1996 Yaz Olimpiyatları'na katılıp gümüş madalya kazanmasının ve attığı altı golle gol kralı olmasının ardından 14 Ağustos 1996'da River Plate'ten ayrılıp Parma'ya transfer oldu. Kulüpteki ilk altı ayında gol atmakta başarısız oldu ve hocası Carlo Ancelotti de onu oynattığı için eleştiriliyordu. En sonunda Ancelotti'nin inancı haklı çıktı; genç Arjantinli ilk Serie A sezonunda oynadığı 27 maçta 12 gol attı ve Parma ligi Juventus'un ardından ikinci bitirdi. Onun için sezonun dönüm noktası Mart 1997'de güzel oyunundan dolayı ayakta alkışlandığı Cagliari maçıydı. Parma 1998-99'da Coppa Italia'yı kazandı ve o da Parma'nın Olympique de Marseille'yı 3-0 yendiği UEFA Kupası finalinde açılış golünü attı. Dört sezon boyunca 80 gol attı.
2000 yılında Lazio Crespo'yu kadrosuna katmak için 35 milyon ₤ (16 milyonu nakit ödeyip Matías Almeyda ve Sérgio Conceição'yu da verdiler) bedel ödedi ve o da Serie A'yı 26 golle gol kralı olarak bitirdi. Buna rağmen Lazio 2001 yılında lig şampiyonu unvanını korumakta başarısız oldu. Sonraki sezon Crespo birçok sakatlık yaşadı, yeni transferler Jaap Stam ve Gaizka Mendieta kendilerinden bekleneni veremedi, oyun kurucular Juan Sebastián Verón ve Pavel Nedvěd de takımdan ayrıldılar. Crespo 2001'de başarılı olmasını sağlayan destekten mahrum kaldı ama buna rağmen uzak mesafelerden gollerine devam etti. Her şeye rağmen Lazio'nun finansal sorunları kulübü birkaç önemli oyuncusunu satmak zorunda bıraktı ve Alessandro Nesta'nın Milan'a transferi sonrasında Crespo'nun geleceği üzerine söylentiler başladı.
Crespo sakatlıktan çıkıp tekrar sahalara dönmeyi beklerken 31 Ağustos 2002'de Ronaldo'nun ayrılışının ardından oluşan boşluğu kapamaya çalışan Inter'e Bernardo Corradi ile birlikte transfer oldu. Sonra Corradi sezonun başında 5.5 milyon€ karşılığında Lazio'ya gitti. Takımın önemli oyuncularından Muhammed Kallon Ağustos ayında sakatlanınca Inter hücum oyuncusu yönünden kısır kalmıştı ve Álvaro Recoba ile Christian Vieri'nin yedeği olarak elde sadece Bernardo Corradi ve Nicola Ventola vardı.
2003'ün başlarında dört ay sürecek bir sakatlığa yakalanmadan önce ligdeki 7 golünün yanı sıra 12 UEFA Şampiyonlar Ligi maçında 9 gol atmıştı.
Crespo 16.8 milyon£ karşılığında 22 Ağustos 2003 günü Premier League kulübü Chelsea'ye transfer oldu anca ücret konusunda yanlış muhasebe yapıldığına dair tartışmalar çıktı. İlk maçına 30 Ağustos 2003 günü Adrian Mutu'nun yerine girdiği kendi sahalarında 2-2 berabere kaldıkları Blackburn Rovers karşısında çıktı. Takımı adına ilk Avrupa maçına Sparta Prag'a karşı oynadıkları William Gallas'ın son dakikalarda gelen golüyle kazandıkları 2003-04 Şampiyonlar Ligi grup maçında Jimmy Floyd Hasselbaink'in yerine girerek dahil oldu. İlk iki golünü ise Wolverhampton'ı deplasmanda 5-0 yendikleri müsabakada attı. Crespo bütün sezon boyunca yalnızca 31 maçta yer aldı (19'u lig olmak üzere) ve 12 kere skora katkıda bulundu.
José Mourinho 2004-05 sezonunda Chelsea'nin başına geçtiğinde Crespo takımın planlarında kendisine yer bulamadı ve eski antrenörü Carlo Ancelotti'nin talebiyle Milan'a kiralandı. Ligde 11 gol atarken Liverpool'a kaybettikleri 2005 Şampiyonlar Ligi finalinde 2 kere ağları sarstı.
Chelsea'nin 2005 yazında büyük bir golcü transfer etme girişimleri sonuçsuz kalınca Mourinho Didier Drogba ile rekabet edebilecek bir forvete gereksinim duydu ve İngiltere'de bir geleceği olduğuna dair ikna ettiği Crespo'yu Milan'dan geri getirmeye karar verdi. Döndüğünde ilk maçına 2005 FA Community Shield'da 2-1 yendikleri Arsenal'e karşı çıktı. İlk golünü Chelsea 'nin sezonun açılışında Wigan Athletic'ı 1-0 yendiği mücadelede kaydetti. 2005-06 lig şampiyonluğu Crespo'nun Avrupa futbolunda kazandığı ilk lig kupası oldu.
Bütün turnuvalarda 26 gol atmasına ve 2005-06 Premier Lig şampiyonluğunu kazanmasına rağmen Milan'a dönmeyi talep etti ancak Chelsea bunu reddetti ve kulübe cazip bir teklif gelene kadar Crespo'nun bir Chelsea oyuncusunu olacağını açıkladı. 7 Ağustos 2006'da Crespo iki yıllığına Inter'e kiralandı. 2 Aralık 2006'da Siena'ya Serie A'daki 125. golünü attı. 2 Nisan 2007'de ise Avrupa'daki kariyerinin 200. golünü ağlara bıraktı. 13 Mayıs'ta hat-trick yaparak Inter'in Lazio'yu 4-3 yenmesine ve lig şampiyonluğunu kazanmasına yard |
ım etti. İki gün önceki antrenmana beş yıldan fazla süredir uzattığı alametifarikası saçlarını kısaltmış olarak çıkmıştı.
Inter'de oynarken UEFA Şampiyonlar Ligi'nde attığı bir gol sayesinde bu turnuvada Güney Amerika'dan Avrupa'ya geldiği 1996'dan bu yana oynadığı 5 takımda da gol atmış ilk oyuncu oldu.
Crespo 3 Temmuz 2008'de sözleşmesinin sona ermesinin ardından Chelsea tarafından serbest bırakıldı ve Inter ile bir yıllık sözleşme imzaladı. Chelsea'deki eski hocası José Mourinho'nun yönetimi altında 2008-2009 sezonu boyunca Serie A'da sadece ikisinde ilk 11'de başladığı 13 maçta forma giyebildi. Takımın Şampiyonlar Ligi kadrosuna da alınmadı.
Inter ile kontratının bitmesinin ardından hemen Diego Milito'nın yerine doldurmak isteyen Genoa'ya katıldı. 8 Haziran 2009'da Crespo transferi resmileştirmek için tıbbi konrole girdi. Crespo Arjantin'in FIFA Dünya Kupası kadrosuna girmek için beslediği hırsın Genoa'ya gelmesindeki en önemli faktör olduğunu açıkladı. 2009-10 sezonundaki ilk golünü Napoli'ye attı.
Ocak 2010'da Parma'ya kulübün Atalanta ve Genoa ile ortak anlaşması çerçevesinde geri döndü. Crespo Atalanta'ya giden Nicola Amoruso'nun yerine geçerken Robert Acquafresca da Crespo'nun yerine Genoa'ya gitti. Böylece Arjantinli forvet 10 yıl aradan sonra Parma'ya dönmüş oldu. Crespo sezon bitmeden önce sadece Livorno'ya bir gol atabildi. Ama 2010-11 sezonunu daha başarılı geçirerek 11 gol attı. Bunu yaparak da dördüncü kez kulübün en skorer oyuncusu olduğu için kulübün savaş sonrası bu alandaki rekorunu ele geçirdi. Ayrılacağına dair söylentiler çıkmasına rağmen 30 Haziran 2011'de sözleşmesini bir yıl uzattı. 201 maçta attığı 94 golle takımın gelmiş geçmiş en skorer oyuncusu oldu.
64||24||colspan="2"|-||colspan="2"|-||20||12||84||36
340||154||35||21||colspan="2"|-||71||35||451||212
49||20||5||1||3||0||15||4||73||25
453||198||40||22||3||0||106||51||608||273
!Toplam||64||35
Beşparmak Dağları
Beşparmak Dağları Kıbrıs'ın kuzeyindeki sıradağların adıdır. Batı'da Koruçam ile Doğu'da Zafer Burnu arasında uzanan dar (genişliği 8–10 km), uzun (yaklaşık 170 km) ve sürekli dağ sırasıdır. Bazı kaynaklarda Girne Dağları olarak da geçer.
Orta yükseklikte, ama vadilerle çok yarılmış, aşılması zor bir set oluşturan Beşparmak Dağları'nın yükseltisi batıdan doğuya doğru gidildikçe azalır. En yüksek noktası (1024 m) ile Selvili Tepe'dir.
Halk arasında bir elimizde bulunan beş parmağa benzediğinden dolayı, beş parmak dağları denilmiştir.
Kıbrıs'ın Kuzey kıyılarını iç kısma bağlayan yolların dağları aştığı, bazı vadilerde bu yolları kontrol eden bazı kaleler vardır. Bunlar:
Beşparmak adını Girne'nin Güneyinde aşınma sonucunda parmak biçiminde sivri tepeler halini almış eski oluşumlardan alır. Beşparmak Dağları'nın coğrafî konumu çok önemlidir. Çünkü Kıbrıs'ın kuzey şeridini kontrol altında tutar.
İstiklal, Kemalpaşa
İstiklal, İzmir'in Kemalpaşa ilçesine bağlı bir mahalle.
Kemalpaşa ilçe merkezine 10 km uzaklıktadır. 5216 Sayılı Büyükşehir Belediye Yasası kapsamına girmeden önce Ulucak beldesine bağlı olan bölge, belde belediyesinin kapatılmasıyla mahalle olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi sınırları içine dahil edilmiş ve Kemalpaşa ilçesinin bir mahallesi olmuştur.
Denizli Atatürk Stadyumu
Denizli Atatürk Stadyumu, 1987 yılında Denizli'de yapılan stadyumdur. Denizlispor'un iç saha maçlarına ev sahipliği yapan stat 15.500 koltuk kapasitelidir. Bu stadyumda ilk maç 1982 yılında Denizlispor ile Eskişehirspor arasında oynandı. İlk gece maçı ise 1996 yılında Denizlispor ile Kocaelispor arasında oynandı. Ayrıca Türkiye'deki ilk tel örgüsüz stadyum olma özelliğini taşır.
2011 yılında alınan bir karara göre Denizli'ye yeni bir stadın yerine Kale Arkası ve de Maraton (Açık) Tribünlerinin kapasiteleri arttırıp toplam koltuk kapasitenin 25.000'e yükseltilmesi ve de bunun 2012-2013 sezonunda bitirilmesi kararlaştırılmıştır. Bu alınan kararın 2011-12 1. Lig sezonu bittikten sonra uygun koşullar oluştuğunda 2012'nin Haziran ayında başlanmasına karar verilmiştir. Fakat bu alınan karar yönetim değişikliğinin sonucunda uygulanamamıştır.
Konya Atatürk Stadyumu
Konya Atatürk Stadyumu, 1950 yılında Konya'da hizmete açılmış olan çok amaçlı bir stadyumdur. Konyaspor'un eski stadyumudur, şu an 22.456 oturma kapasitesine sahiptir. 2005 yılında yapılan koltuk çalışmasıyla stadın tamamı koltukla donatılmıştır. Balıkesir stadıyla beraber Türkiye'de bisiklet pisti olan 2 stadyumdan biridir.
7 Mayıs 2014 tarihinde oynanan karşılaşmaya kupanın elli ikincisi 2014 Türkiye Kupası Finali'ne ev sahipliği yaptı. Galatasaray ile Eskişehirspor'un karşılaştığı mücadelede kazanan takım Galatasaray oldu. Böylece kupayı on beşinci kez kupayı müzesine taşıdı.
Atatürk Stadyumu'ndaki son maç 11 Mayıs 2014'te oynanan Konyaspor - Kayserispor arasında oynandı. 2014-15 sezonu itibarı ile Konyaspor maçlarını Konya Büyükşehir Belediye Stadyumu'nda oynamaya başladı.
Ziyad Ceziri
Ziyad Ceziri (d. 12 Temmuz 1978), Tunuslu futbolcudur.
Tunus millî futbol takımında da oynayan Jaziri takımıyla 2002 ve 2006 Dünya Kupaları'na katılmış, 2004'te Afrika Uluslar Kupası'nı kazanan kadroda yer almıştır. Millî formayı 55 kez giyen Jaziri 14 gol kaydetmiştir.
Altan Çilingiroğlu
Altan Çilingiroğlu, (d. 1944 Sürmene, Trabzon), Türk arkeolog.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde 1969 yılında arkeoloji eğitimini tamamlayarak, 1972'de devlet bursuyla Manchester Üniversitesi'nde doktora yapmaya gitmiştir. Doktorasını 1976 yılında tamamladıktan sonra Türkiye'ye dönmüştür. İlk önce Atatürk Üniversitesi'nde, 1980 yılından itibaren de Ege Üniversitesi'nde akademik kariyerine devam etmiştir. Aynı üniversitenin arkeoloji bölümünden 2012 yılında emekli olmuştur.
Uzmanlık alanları arasında Doğu Anadolu, İran ve Kafkaslar tarih ve tarihöncesi kültürleri ile Urartu Krallığı yer almaktadır. Amerika, Japonya, Avustralya, Özbekistan, Almanya ve dünyanın başka birçok yerinde sayısız konferanslar vermiştir. Urartu Krallığı, tarihi, sanatı, dış politikası, savaşları, ekonomisi, inançları ile İzmir Ulucak Höyüğü hakkında 70'i aşkın makalesi ve 14'ü aşkın kitabı bulunmaktadır. Altan Çilingiroğlu'na Arkeoloji bilimine katkılarından dolayı 2003 yılında Aydın Doğan Vakfı ödülü verilmiştir.
Halen Ayanis (Van) ve Ulucak Höyüğü (İzmir) yerleşmelerinde kazı çalışmalarına devam etmektedir.
Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi dekanıdır ve Yaşar Üniversitesi Mütevelli Heyet üyesidir.
Didier Drogba
Didier Yves Drogba Tébily (d. 11 Mart 1978, Abican) Fildişi Sahilli millî futbolcudur. 2012-2013 ve 2013-2014 sezonlarında Süper Lig ekiplerinden Galatasaray'da forma giymiştir. Futbola Levallois takımında başlayan oyuncu, 1998 yılında Le Mans takımında profesyonel olmuştur. 2003 yılında Guingamp'a transfer olan Drogba, 45 maçta 20 gol atmış ve gösterdiği performansla 2003 yılında Marsilya takımına transfer olmuştur. Burada bir sezon geçiren Didier Drogba, kariyerinde ilk kez UEFA Şampiyonlar Ligi'nde yer almış ve ilk UEFA Şampiyonlar Ligi golünü Real Madrid ağlarına yollamıştır. Lig'de oynadığı 35 maçta 19 gol kaydeden Fildişili, 2004 yılında Roman Abramoviç'in satın aldığı Chelsea takımına transfer olmuştur. Chelsea'de 8 sezon geçiren Didier Drogba, bu takımda 226 lig maçına çıkmış, 100 gol kaydetmiştir. Chelsea tarihinin en skorer 4. oyuncusu olmayı başaran Drogba, Chelsea'de bulunduğu dönem boyunca; 3 kere Premier League, 4 kere FA Cup, 2 kere Lig Kupası, 2 kere Community Shield ve 1 kere Şampiyonlar Ligi kupası kaldırma başarısı göstermiştir. 2012 yılında Shanghai Greenland'a transfer olan Fildişili oyuncu bu takımda yarım sezon kalmış ve 11 maçta 8 gol kaydetmiştir.Ayrıca Drogba 2013 yılında ise C.Ronaldo, A.Iniesta, D.Beckham, L.Messi gibi ünlü futbolcuları geride bırakarak Altın Ayak ödülüne layık görülmüştür. Şu an MLS'nin alt ligi olan United Soccer League'de mücadele eden Amerikan Takımı Phoenix Rising FC takımında oynamaktadır. Ayrıca takıma ortak olmuştur. Hem futbolcu olup hem de takım sahibi olan ilk isim olarak tarihe geçmiştir.
Didier Drogba, 11 Mart 1978 tarihinde Fildişi Sahili'nin Abidjan şehrinde doğmuştur. 5 yaşındayken ailesi tarafından, aynı zamanda profesyonel futbolcu olan dayısı Michel Goba'nın yanına, Fransa'ya gönderilmiştir. Aradan üç sene geçtikten sonra Fildişi Sahili'ne geri dönmüş, fakat annesi ve babası işini kaybedince dayısının yanına geri dönmüştür. Ailesi Fransa'ya taşınınca, tekrar onların yanına dönmüş ve onlarla yaşamaya başlamıştır.
Drogba, futbol kariyerine 15 yaşındayken Fransa'da Levallois adlı yarı profesyonel bir kulüpte başlamıştır. İlk olarak sağ bek olarak oynamış; daha sonra, aynı zamanda akıl hocası olan dayısının tavsiyesi üzerine forvete geçmiştir.
Okulu bitirdikten sonra, 21 yaşında ilk kontratına imza atmış ve Ligue 2 takımı Le Mans'a transfer olmuştur. 2002-03 sezonunda Ligue 1 kulübü Guingamp ile anlaşmış ve o sezon, 34 maçta 17 gol kaydetmiştir. Aynı sezon, Fildişi Sahili millî futbol takımı ile ilk uluslararası maçına çıkmış ve millî takım için ilk golünü atmıştır. 2003-04 sezonu öncesinde Marsilya ile anlaşmıştır.
2003 yılında, 3,3 milyon € bonservis bedeli karşılığında Marsilya'ya transfer olmuştur. Didier Drogba, Olympique de Marseille formasıyla Ligde 35 maçta attığı 19 golle gol krallığında üçüncü olurken UEFA Şampiyonlar Ligi grup aşamasında beş, takımını finale taşıdığı UEFA Kupası’nda da tam altı gol kaydetti. 3. Tur’da 1-0, 0-0’lık skorlarla eledikleri Dnipro karşısındaki tek golün sahibi oydu, son 16’da Liverpool ağlarını her iki maçta da havalandırdı, Çeyrek Final’deki FC Internazionale Milano eşleşmesinde 180 dakikada tek gol vardı ve bu gol Didier Drogba'dan geldi. Newcastle United ile oynanan Yarı Final’de iki gol de Drogba'dan geliyordu. Fransa’da "UNFP Yılın Oyuncusu" seçilen Drogba’nın neredeyse her açıklamasında "Milan’da Maldini neyse, Marsilya’da ben de o olmak istiyorum" ifadeleri olsa da Drogba'ya birçok büyük kulüpten teklif gelmişti. 2003 yılında Rus milyarder Roman Abramovich tara |
fından satın alınan Chelsea, onun olağanüstü performansına kayıtsız kalamayan kulüplerden biriydi ve bu transfer için tam 44,5 milyon doları gözden çıkarmışlardı. Rio Ferdinand ve Juan Sebastian Veron’dan sonra en pahalı transfer oldu.
Temmuz 2004'te 24 milyon £ bonservis bedeliyle, Abramoviç'in satın aldığı Chelsea ile anlaşmıştır. İlk golünü, üçüncü maçında Crystal Palace'a karşı atmıştır. Chelsea’deki ilk sezonunda sakatlıklıklar nedeniyle önce 5, sonra 3 hafta takımdan ayrı kalan Drogba, son üç hafta yine sakatlığı nedeniyle forma giyemese de bunların dışındaki tüm karşılaşmalarda sahadaydı. Ligde 27 maçta forma giyen yıldız oyuncu 10 gol kaydedip dört asist yaptı; UEFA Şampiyonlar Ligi’nde ise 9 maçta 5 gol kaydetti. Liverpool ile oynanan Lig Kupası Finali’nin uzatma dakikalarında attığı golle o maça da damgasını vurdu. O sezon Chelsea, 50 yıl aradan sonra, tarihinde ikinci kez şampiyonluğa ulaşırken Drogba takımın birinci forvetiydi.
2005-06 sezonunda ise Arsenal ile oynanan FA Community Shield maçında 2-1’lik galibiyeti onun iki golü getirdi. Sezon genelinde ise performansı hemen hemen aynı oldu. Ligde 12, FA Cup ve UEFA Şampiyonlar Ligi’nde attığı birer gol eklenince yine sezonu 16 golle kapattı. Millî takım formasıyla da 9 maçta 7 gollük performans sergileyen yıldız isim, bir yılda toplam 50 maça çıkarak futbola ilk başladığı yıllardan o güne geldiği nokta ile parmak ısırttı. Ancak bu kadarla kalmayacaktı, daha da yükselecekti bu grafik. 2006-07 sezonunda Drogba tam 61 maça çıktı. Ligde sadece şampiyonluk garantilendikten sonra iki maçta Jose Mourinho tarafından dinlendirildi, diğer tüm maçlarda sahadaydı. Onu gol kralı yapan 20 gollük performansına UEFA Şampiyonlar Ligi’nde 6, FA Cup’ta 3, Lig Kupası’nda 4 gol ekledi ve Maviler adına bir sezonda toplam 60 maçta forma giyip 33 gol kaydetti. Bu performans, Chelsea tarihinde 1984-85 sezonunda Kerry Dixon’un ardından 30 gol barajını geçen ilk isim yaptı onu. Millî formayla oynadığı tek maçı da boş geçmedi. Sezon sonunda ülkesinde Galatasaray'lı eski futbolcu Abdul Kader Keita’nın, tüm Afrika’da Samuel Eto'o'nun önünde yılın futbolcusu ödüllerine layık görülürken, Premier League’de Cristiano Ronaldo’nun ardından yılın en iyi ikinci oyuncusu seçildi.
2006-07 sezonunda, önceki iki sezondaki gollerinden daha fazla gol atarak, sezonu 33 golle bitirmiştir. Ayrıca, Premier League'deki 20 golüyle de gol kralı olmuştur. Bu sezonda; Ocak 2007'de "Yılın Fildişili Oyuncusu", Mart 2007'de ise "Afrika'da Yılın Futbolcusu" ödüllerini kazanmış ve sezon sonunda "Yılın Takımı" içinde yer almıştır.
2007-08 sezonunda ise Fildişili millî futbolcu, Lige iyi bir giriş yapmışken önce sağ dizinden sakatlandı, ardından da doktorlar tarafından kendisine menisküs teşhisi kondu. Sakatlığı geçtikten sonra da Afrika Uluslar Kupası nedeniyle kulübünden uzak kalan Drogba ligde maçların yalnızca yarısında forma giyebildi ve bu maçlarda 8 gol, 2 asistlik bir performans sergiledi. Lig Kupası’nda sadece finalde sahaya çıkabilse de bu maçta da fileleri havalandırdı. UEFA Şampiyonlar Ligi’nde yarı finalde Liverpool’a penaltılarla boyun eğen takımına, bu organizasyonda da 6 gollük skor katkısında bulundu. Afrika Uluslar Kupası’nda yarı final oynayan ülkesi adına ise üç gole imza atmayı başardı. Diğer yandan sezonun ilk haftalarının ardından Jose Mourinho’nun takımdan ayrılması da yıldız oyuncu için üzücü olmuştu. “Mourinho’nun gönderilmesi bizim kulüpteki alışkanlıklarımızı yıktı. Çoğumuz önce ve en çok hocamız için oynuyorduk. Şimdi bu duyguları unutup başka bir motivasyon kaynağı bulma zamanı” diyerek bu konudaki düşüncelerini dile getiren Drogba hakkında o günden itibaren çok sayıda ayrılık dedikodusu çıktı ancak Drogba en sonunda hepsini yalanlayarak kulübüne bağlılığını belirtti.
2008-2009 sezonunda Tek santrforlu bir sistemi benimseyen yeni teknik direktör Luiz Felipe Scolari tarafından pek tercih edilmeyen Afrikalı yıldız, yerini Nicolas Anelka’ya kaptırmış görünüyordu. Ancak daha sonra göreve gelen Guus Hiddink ile tekrar takımda yer bulan Drogba attığı kritik gollerle çok iyi bir şekilde geri dönerek gerekeni yapıyordu, bir kez daha. Ligin yanı sıra UEFA Şampiyonlar Ligi’nde de Hiddink’in göreve gelmesinin ardından oynanan tüm maçlarda ilk 11’de forma giyen Fildişili, ilk dört maçta 4 gol 1 asist ile takımını yarı finale taşıyacak, daha sonra Yarı Final’de FC Barcelona’ya deplasman golü kuralıyla elenmelerine ise engel olamadı. 2009 yılında da "Afrika'da Yılın Futbolcusu" ödülünü yeniden kazanmış; ayrıca "BBC Afrika'da Yılın Futbolcusu" ödülü de kendisine verilmiştir.
Guus Hiddink’in ardından göreve gelen İtalyan teknik adam Carlo Ancelotti ile de iyi bir uyum tutturan Drogba, 2009-2010 sezonunda ligde 32 maçta 29 kaydederek Premier League’in gol kralı oldu. FA Cup’ta 3 maçta 2 gol, Lig Kupası’nda 2 maçta 2 gol ve UEFA Şampiyonlar Ligi’nde 5 maçta 3 gollük performansı, toplamda 38’de 32’lik bir istatistik ortaya çıkarıyordu ki bu, aynı zamanda Drogba’nın bir sezondaki en iyi gol ortalaması olmuştu. Chelsea’nin Lig, FA Cup ve FA Community Shield zaferlerini yaşadığı bu sezonda büyük pay sahibi olan Drogba, 2009-10 sezonunda da 29 gol ile Premier League gol kralı olmuş ve "Yılın Takımı" içinde yer almıştır.
Didier Drogba, 2010-11 sezonunda ise 36 maçta 12 gol kaydetti. 36 maçın 30’una ilk 11’de çıkarak toplam 2791 dakika forma giyen Didier, 12 golünün yanı sıra 14 de asist yaparak Manchester United’lı Nani’nin ardından bu alanda ikinci sırayı aldı. Drogba aynı zamanda attığı gollerle Premier League’de takımına en çok puan kazandıran üçüncü oyuncu oldu. Fildişili oyuncunun 2010-2011 sezonundaki UEFA Şampiyonlar Ligi bilançosu ise 2 gol, 2 asist olmuştu.
2010-2011 sezonunun sonunda görevinden ayrılan Carlo Ancelotti’nin yerine 2011/12 sezonu öncesinde 2010-2011 sezonu UEFA Kupası Şampiyonu FC Porto antrenörü André Villas-Boas’ı getiren İngiliz ekibinde işler pek istenildiği gibi gitmedi. Kontratı büyük soru işaretleri olan Didier Drogba, adı Galatasaray, Juventus, Milan ve birçok Avrupa takımı ile sık sık anılsa da son sezonunda da Chelsea’de kalmayı kabul etti ve en iyi sezonuna imza attı. Yeni bir yapılanmaya giden Chelsea’de istediği sonuçları alamayan André Villas-Boas sezon ortasında görevinden ayrılırken, İtalyan teknik adam Roberto Di Matteo takımı devraldı. Ligde istediği sonuçları elde edemeyen Chelsea, enteresan bir şekilde Şampiyonlar Ligi’nde savunma taktiğiyle hedefe adım adım yürüyordu. Sezon sonunda 49 maçta 22 gol ve 5 asistlik skor katkısı sağlayan Drogba, takımının tarih yazarak Şampiyonlar Ligi Finali'nde, maçın normal süresinde 1 gol atmış; ayrıca penaltı atışlarında da golü kaydetmiştir. Bunun sonucunda, UEFA tarafından maçın adamı olarak seçilmiştir.Tabir-i caizse tek başına takımını Şampiyonlar Ligi şampiyonu yapan Drogba, sezon sonunda takımdan ayrılacağını açıkladığında UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuyla mutluluktan dökülen gözyaşları, yerini hüzne bıraktı. Didier Drogba sezon sonunda yıllık 12 milyon euro) ücretle Avrupa’dan oldukça uzağa, Asya kıtasına gitmeye karar verdi.
Drogba, Chelsea'de bulunduğu dönem boyunca; 3 kere Premier League, 4 kere FA Cup, 2 kere Lig Kupası, 2 kere Community Shield ve 1 kere Şampiyonlar Ligi kupası kaldırma başarısı göstermiştir. 2012-13 sezonu öncesinde Shanghai Greenland'a transfer olmuştur.
2012-13 sezonu başında, eski takım arkadaşı Nicolas Anelka’nın da forma giydiği Shanghai Greenland ile anlaşmıştır. Bir süre Drogba'nın 10 milyon pound maaş alacağı iddia edilse de Shanghai Greenland'ın CEO'su Zhu Jun yaptığı açıklamada Drogba'nın haftalık ücretinin 200 bin pound olacağını ifade etti. 20 Haziran 2012'de Shanghai Greenland resmi internet sitesinden yapılan açıklamada "34 yaşındaki Fildişili yıldız Didier Drogba ile iki buçuk yıllık sözleşme imzalandı." ifadelerine yer verilmiştir. Dünyanın en kalabalık ülkesinde kahramanlar gibi karşılanan Fildişili yıldız, ülkede en çok para kazanan futbolcu olduğu iddiaları üzerine, yeni takımına gelmesindeki nedenin para olmadığını söyledi, “Son birkaç haftada bütün teklifleri düşündüm ve Shanghai Shenhua'nın bu zamanda doğru karar olacağını hissettim. Avrupa’da kalmak benim için daha kolaydı, ancak ben Çin’i seçtim. Paranın benim için önemi yok. Yeni deneyimler için buradayım” dedi. 2.5 yıllık sözleşmeye imza atarak Çin’e giden Drogba’yı Şangay havaalanında yüzlerce taraftar ellerinde çiçekler ve üstlerinde Drogba formaları ile karşıladı. Drogba, 22 Temmuz 2012'de ise Guangzhou R&F ile oynanan maçta, ikinci yarıda oyuna girerek, yeni takımında ilk maçına çıkmıştır. Ligdeki üçüncü maçında, 5-1 yendikleri Hangzhou Greentown karşısında, ilk iki golünü kaydetmiştir. 2012-13 sezonu devre arasında, Shanghai'ın ligi 9. sırada bitirdiği sezonun ardından, takımdan ayrılmak istediğini açıklamıştır. Drogba Shanghai kariyeri boyunca 11 maça çıkmış, 8 gol atmış ve 2 asist yapmıştır.
Drogba, 2012-13 sezonu ara transfer döneminde Galatasaray ile anlaşmıştır. 28 Ocak 2013 tarihinde Galatasaray Sportif A.Ş.; Drogba ile 1,5 yıllığına anlaşıldığını açıklamıştır. Shanghai Greenland bu transferin gerçekleşmesinden dolayı FIFA'ya başvuracaklarını açıklamış; bunun üzerine Galatasaray da FIFA'dan geçici lisans talep etmiştir. 12 Şubat tarihinde Drogba'nın geçici lisansı Galatasaray'a verilmiştir.
Drogba, bu transferin gerçekleşmesinin ardından resmi internet sitesinde ""Galatasaray benim için çok heyecan verici bir misyon. Istanbul'da beni değişik bir ortam bekliyor. Bu takımı, taraftarlarını ve atmosferini yaşamak için sabırsızlanıyorum. Bu transfer benim için yeni bir maceranın başlangıcı."" açıklamalarında bulunmuştur.
Drogba, 8 Şubat 2013 tarihinde İstanbul'a gelmiştir. 15 Şubat 2013 tarihinde oynanan Akhisar Belediyespor karşısında, Galatasaray ile ilk maçına çıkmıştır. Bu maçta, oyuna 63. dakikada girmiş ve 1 gol, 1 asist yapmıştır. Didier Drogba, UEFA Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk golünü ise Real Madrid ağlarına yollamış fakat takımının elenmesine engel olamamıştır. Drogba'nın attığı bu gol k |
ariyerindeki 40. UEFA Şampiyonlar Ligi golü olmuştur. 19 Nisan 2013 tarihinde Elazığspor ile oynanan maçta attığı ilk gol, Türk Telekom Stadyumunda atılan 100. gol olmuştur. Didier Drogba, Galatasaray formasıyla ligde 13 maça çıkmış, 5 gol atmış ve 6 asist yapmıştır. UEFA Şampiyonlar Ligi'nde ise Galatasaray formasıyla 4 maça çıkan Didier Drogba 1 gol atmış hiç asist yapamamıştır.
Fildişili oyuncu, ilk sezonunda Galatasaray ile şampiyonluk yaşamıştır.
2012-13 sezonunun devre arasında Galatasaray'a transfer olan ve ilk sezonunda Şampiyonluk yaşayan Didier Drogba, 8 Temmuz 2013 günü ise Galatasaray'ın Birmingham kampına katıldı. Didier Drogba, 21 Temmuz 2013 günü İzmir'de yapılan hazırlık maçında Málaga CF ağlarını sarsarak 2013-14 sezonundaki ilk golünü atmış oldu. Didier Drogba 3 Ağustos 2013 tarihinde ise Galatasaray ile Emirates Stadyumu'nda her sezon düzenlenen 2013 Emirates Kupası ilk maçında Porto'ya karşı forma giymiştir. Gösterdiği peformansla beğeni toplayan Didier Drogba bir sonraki gün ise turnuvanın ev sahipliğini yapan Arsenal FC maçına yedek kulübesinde başlamış, maçın ikinci yarısında oyuna girmiştir. Maçın 78.dakikasında takımına penaltı kazandırdı ve Wojciech Szczęsny'i ters köşeye yatırarak penaltıyı gole çevirdi. Drogba maçın 86.dakikasında ise Sneijder'in verdiği pası gole çevirmeyi başardı ve Galatasaray'ın Emirates Kupası'nı almasında büyük pay sahibi oldu. Ayrıca Didier Drogba attığı 2 golle Goran Pandev ile gol krallığını paylaşmıştır. Drogba 15. maçında Arsenal'e attığı 15. golü için ise, "Çok güzel bir rekor olarak değerlendirebilirim. Benden önce Premier League'de oynayan birçok Fransız vardı. Hayalim Premier Lig'de oynamaktı. Ben de Arsenal'e karşı her zaman olduğu gibi bugün de büyük bir zevkle oynadım." ifadelerine bulundu. 2012-13 ara transfer döneminde Galatasaray'a transfer olan Didier Drogba kendisinin oynadığı kulüplerde tercih ettiği "11" numaralı formayı Albert Riera'nın giymesi nedeniyle alamamıştı. Didier Drogba, 10 Ağustos 2013 tarihinde ise Albert Riera'nın terlettiği "11" numaralı formayı almış, Albert Riera ise "77" numaralı formayı tercih etmiştir. Didier Drogba "11" numaralı formasıyla ilk kez Fenerbahçe karşısında çıktı ve 120 dakika sahada kaldı. Maçın 99.dakikasında kalesinde devleşen Fehmi Mert Günok'u kafa vuruşu ile geçen Drogba, Galatasaray'ın 2013 Türkiye Süper Kupası'nı kazanmasında büyük pay sahibi oldu. Drogba maçın ardından "Bu Galatasaray’la finalde attığım ilk gol ve ilk kupa. O yüzden çok mutluyum. Sonuçta kupayla başladık, sevinçliyiz. Kupayı taraftarlarımız, başkan ve teknik direktörümüze armağan ediyoruz. Şimdi gerçek Galatasaraylı oldum, Finaller kazanmak içindir, daha da çok kupa kaldıracağız" açıklamalarında bulunmuştur. Didier Drogba 2013-14 sezonundaki ilk lig golünü ise Lig'in 4.haftasında Antalyaspor ağlarına yollamıştır. Didier Drogba 2013-14 sezonunda ilk UEFA Şampiyonlar Ligi maçına ise Real Madrid karşısında çıkmış fakat maçın ilk yarısının sonlarına doğru Pepe ile girdiği mücadele sonucu sakatlanarak oyundan alınmıştır. Drogba bu maçtan 4 gün sonra Beşiktaş ile oynanan derbi maçta ilk 11 başlamış ve Galatasaray'ın iki golünün de altına imzasını atmıştır. Daha önce Fenerbahçe ağlarını da sarsan Drogba, Beşiktaş ağlarını da sarsarak üç büyük takımdan ikisinin ağlarını sarsmış oldu. Drogba bu maçın ardından Galatasaray'ın Juventus FC ile oynadığı maçtada Buffon'un koruduğu kalenin ağlarını sarsmış ve takımının 2-2 berabere kalmasında önemli rol oynamıştır. Ayrıca bu gol Drogba'nın UEFA Şampiyonlar Ligi kariyerinde 41.golü olmuştur. Bu maçın ardından ise Süper Lig'de oynanan Akhisar Belediyespor maçında da Roberto Mancini tarafından tek forvet olarak başlamış bir önceki sezonda olduğu gibi yine maçın 67.dakikasında Akhisar Belediyespor ağlarını sarsmıştır. Drogba ayrıca 2003 yılından bu yana her sene bir futbolcuya layık görülen “Golden Foot-Altın Ayak” ödülüne 2013 yılında layık görüldü. Ödülüne kavuşan 35 yaşındaki Fildişi Sahilli futbolcu, bir gelenek olarak ayak izini Monaco Sarayı’nın önündeki alanda bıraktı. Drogba, Altın Ayak ödülüne layık görülen ilk Afrikalı futbolcu olarak da kayıtlara geçti. Didier Drogba 23 Ekim 2013 günü UEFA Şampiyonlar Ligi maçında FC København ağlarını sarstı ve tüm kariyeri boyunca bu turnuvadaki 42.golünü kaydetmiş oldu. UEFA Şampiyonlar Ligi'nde FC København maçıyla birlikte 42 gol atan Drogba'nın gol sayısı böylelikle Alessandro Del Piero'yla eşitlendi ve Drogba UEFA Şampiyonlar Ligi tarihinde en çok gol atan 8. futbolcu oldu. Ayrıca UEFA Şampiyonlar Ligi'ndeki gollerini Galatasaray formasıyla sürdüren Didier Drogba, Devler Ligi'nde tek başına Fenerbahçe kadar gol atma başarısı gösterdi. Didier Drogba Galatasaray formasıyla ilk frikik golünü ise 27 Ekim 2013 tarihinde Kayserispor ağlarına yolladı. Tam 9 ay sonra frikik golü atan Drogba'nın bu golünün sürati ise 103 km/s olarak ölçüldü. 11 Aralık 2013 günü ise Juventus FC ile oynanan maçta Wesley Sneijder'in attığı golün asistini yapan Drogba, takımının bir üst tura yükselmesinde büyük pay sahibi oldu. Uzun bir süre gol atamayan Drogba, 15 Aralık 2013 günü ilk yarının sonlarında sakatlandığı hatta ayağına basmakta zorlandığı Gençlerbirliği maçında attı. Bu maçın ikinci yarısında sahaya çıkan Drogba, maçın 57. dakikasında Emmanuel Eboué'nin ortasını şık bir kafa vuruşuyla ağlara yollasa da takımının 1-1 berabere kalmasına engel olamadı. 2014 yılında ise ilk resmi golünü Bursaspor ağlarına atmış ve maçı Galatasaray 6-0 kazanmıştır. 26 Şubat 2014 tarihinde ise ilk kez eski takımı Chelsea FC'den ayrıldıktan sonra bu takıma karşı bir maça çıkmış ve 80 dakika sahada kalmıştır. Sezon sonunda Galatasaray takımından ayrılmıştır.
Drogba 25 Temmuz 2014 tarihinde eski kulübü Chelsea ile 1 yıllık sözleşme imzalamıştır.
27 Temmuz 2015 tarihinde, Drogba, Amerika Birleşik Devletleri'nin Major League Soccer takımlarından Montreal Impact ile sözleşme imzaladı.
Drogba, 8 Eylül 2002 tarihinde ilk kez Fildişi Sahili formasını giymiştir. İlk golünü ise 11 Şubat 2003'te Kamerun'a karşı kaydetmiştir.
2006 FIFA Dünya Kupası'nda mücadele ederken, 11 Haziran 2006 tarihinde kariyerindeki ilk FIFA Dünya Kupası golünü Arjantin karşısında kaydetmiş, fakat takımının mağlubiyetine engel olamamıştır. Bu turnuvada Fildişi Sahili, C Grubu'nu 3. sırada bitirerek, grup aşamasında elenmiştir.
Drogba, 2010 FIFA Dünya Kupası elemelerinde ise 5 maçta 6 gol atmayı başarmış ve takımıyla birlikte 2010 FIFA Dünya Kupası'nda mücadele etmiştir. 2010 Afrika Uluslar Kupası'nda da millî takım kadrosunda yer almış, fakat bu turnuvada sadece bir gol kaydetmiştir. Fildişi Sahili, bu turnuvada çeyrek finalde Cezayir'e yenilerek elenmiştir.
Fildişili futbolcu, 2012 Afrika Uluslar Kupası ve 2013 Afrika Uluslar Kupası ve 2014 FIFA Dünya Kupası Fildişi Sahili millî futbol takımı kadrosunda yer almıştır.
2014 FIFA Dünya Kupası sonunda millî takım kariyerini sonlandırmıştır. Millî takım formasını 104 kez giyen Drogba, 65 gole imza atmıştır.
2007 yılının Ocak ayında, Birleşmiş Milletler Gelişim Programı, yaptığı yardımlardan etkilendiği Didier Drogba’ya “İyi Niyet Elçisi” unvanını verdi. Futboldan kazandığı parayla sık sık ülkesindeki ve tüm Afrika’daki hayır kuruluşlarına bağışlarda bulunan Drogba için geçtiğimiz Şubat ayında, İngilizlerin ünlü The Daily Telegraph gazetesinde yayınlanan bir makalede, ülkesi için yaptıklarının Fildişi Sahili Devlet Başkanı’ndan dahi fazla olduğu yazılıydı. The Didier Drogba Foundation adında bir yardım kurumu kuran ünlü futbolcu, kaleme aldığı otobiyografi kitabının ve “Didier Drogba’nın Olağanüstü Kaderi” adlı DVD’nin tüm gelirlerini de bu kuruma bağışladı. 2009 yılında yaptığı bir reklam anlaşmasından aldığı 3 milyon euro’luk bedelin tümüyle de, doğduğu kent Abidjan’da bir hastane yaptırdı.
Didier Drogba’nın adını taşıyan bir de stadyum bulunmaktadır. Yıldız oyuncunun kariyerinin ilk adımını attığı Levallois kulübü, Drogba’nın Marsilya’dan Chelsea’ye transferinden aldığı payla geliştirme imkanı bulduğu stadına onun adını vermeyi uygun görmüştür. Eşi Lalla’dan Isaac, Iman ve Kieran isminde 3 çocuğu olan Drogba, iç savaş sırasında da kimsesiz kalan bir çocuğu evlatlık olarak aldı.
Drogba ayrıca 2013 Taksim Gezi Parkı protestoları sürecinde sosyal paylaşım sitesi Instagram'da eylemleri destekleyici bazı paylaşımlarda bulunmuş ve eylemcilerin "We have Drogba, they don't" (Bizim Drogba'mız var, onların yok) gibi sloganlarına ilham olmuştur. Ayrıca yine bu dönemde "#ÇareDrogba" etiketi, Twitter'da Türkiye ve Dünya gündeminde üst sıralara yükselmiştir.
Drogba, 2013 yılında, Galatasaray'ın efsane futbolcusu Metin Oktay'ın ölüm yıldönümü olan 13 Eylül'de oynanan Antalyaspor maçında attığı golden sonra Oktay'ın klasikleşmiş pozuna benzer bir duruşla tribünleri selamlayarak Oktay'ı anmış ve Galatasaray taraftarının büyük sevgi ve saygısını kazanmıştır.
Zooarkeoloji
Zooarkeoloji, arkeolojik kazılarda bulunan hayvan kemiklerini arkeolojik bir bakış açısı ile değerlendiren bilim dalıdır. Araştırma konuları arasında insanların hangi hayvanları ne zaman evcilleştirdikleri, hangi hayvanları avladıkları, hayvanların nasıl seçildiği, hangi ürünlerinden yararlanıldığı, nasıl kesildikleri, yerleşmde hangi türlerin barındığı, nasıl beslendikleri gibi konular yer alır.
İslam'da büyük günah
Büyük günâh, kebîre veya fısk, bir İslam dini terimi. Fısk işleyen kişiye, fâsık denir.
Kur'anda günah zenb, ism, hatıe, cürm ve cünah/harac gibi terimlerle ifade edilir.
"Fâsık"; İslam dini terminolojisinde günahkâr demektir. Fıkıhta farz sayılan emirleri yapmayan, günah olanları yapan, herhangi bir şekilde "büyük günah işleyen" veya "küçük günahta ısrar eden" kimselere denir. Namaz kılmayan, zînâ eden veya içki içen kişiler fâsık sayılırlar.
Mutezile gibi bazı İslami mezheplerde fasıklar müminler ve kafirler dışında üçüncü bir insan grubu olarak tanımlanırlar. Bazı mezheplerde fasıklık olarak değerlendirilen eylemler diğerlerinde küfür olarak değerlendirilebilir.
İslam'da büyük günâhla |
r ("kebâir") dini açıdan büyük ve temel kötü, uygunsuz davranışlara verilen isimdir." Büyük günâh" teriminin geçtiği Kur'an ayetlerinden ikisi Nisâ suresi 31. ayet (4/31) ve Şûrâ suresi 37. ayet (42/37)'dir.
Büyük günâhlar dışında bir de küçük günâhlar terimi vardır. Küçük günahlarda ısrar edenler de fasık kabul edilirler.
Büyük günâhların hangi günâhlar olduğu çeşitli ayet ve hadislere göre belirlenir. Farklı kişiler sayıları 7'den başlayarak 60-70 gibi rakamlara ulaşan büyük günah listeleri oluşturmuşlardır ve bu listeler birbirlerinden farklıdırlar. Büyük günâh sayılan fiillerden bazıları şunlardır:
Büyük günah işleyen kişinin durumu, İslam İlimlerinden Kelâm'ın önemli konuları arasında yer alır. Farklı itikadî mezhepler bu konu hakkında değişik görüşler belirtmiştir.
Şeriat hukukunda belirli suçlar için had cezaları ve tanımı ve uygulaması hakimin takdirine bağlı olan tazir cezaları bulunur. Büyük günah sayılan eylem had cezası gerektirmiyor ise miktar ve uygulaması hakimin takdirine bağlı olan tazir cezaları bu eylemlere karşılık olarak uygulanabilir. Bu cezalar kınama, şahitliğinin reddi, sopa atma, hapis ve idam cezalarına kadar geniş bir yelpazede seyreder. Örneğin namaz kılmayarak fasıklık suçunu işleyen kişi tövbeye davet edilir ve hapsedilir. Kılmamakta ısrar ederse öldürülür. İçki içenler için ise bazı fıkhi mezhepler tarafından caydırma cezaları öngörülür.
İrtidat; Fıkhi mezheplerin buluştuğu ortak noktaya göre, büyük günahlardan olan ve en büyük günah sayılan ""şirk" koşmanın" küfür olduğu ve bu nedenle de bu günahı işleyen kişilerin din'den çıkacakları yani kâfir olacakları yönündedir. Ayrıca dini kavramlara, Allah'a, Peygamberlere, kabeye mizah, eleştiri, karikatürize etme gibi olaylar saygısızlık ve irtidat kapsamında değerlendirilir.
Şeriatçı ve selefi akımlar bu anlayışın günümüzdeki temsilcileri ve uygulayıcıları olarak varlığını sürdürmektedir.
Villarreal CF
Villarreal Club de Fútbol, SAD., Villarreal merkezli İspanyol futbol kulübü. La Liga'da mücadele etmektedir. 1923'te kurulmuş olup, iç saha maçlarını 24.890 kişilik Seramik Stadyumu'nda oynamaktadır.
2003-04 sezonunda UEFA Kupası'nda yarı final oynamışlardır. 2004-2005 sezonunda La Liga'yı 3. bitirmiş, bir sonraki sezon UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Arsenal karşısında son dakikada atamadığı penaltı golü yüzünden, yarı finalde elenmişlerdir. 2006 yılında Intertoto Kupası'na katılmış ve NK Maribor takımına elenmişlerdir.
1997-98 sezonu sonuna kadar, İspanya 2. Ligi, 3. Ligi ve Amatör Liglerinde mücadele eden Villarreal, 1998-99 sezonunda ilk defa çıktığı La Liga'da, 18. olduktan sonra tekrar 2. Lige düşmüş ve 2000-01 sezonunda tekrar yükseldiği La Liga'da, 2011-12 sezonuna kadar mücadele ederek hem ligde hem de Avrupa'da başarılar elde etti.
Başarılı dönemlerden sonra başarısızlıklar yaşayıp sürekli olarak teknik direktör değiştiren takım, 2011-2012 sezonunda La Liga'da kalma savaşı verse de küme düşmekten kurtulamadı. Ancak takımın Segunda Liga'ya düşmesi sadece A takımı etkilemedi. Segunda'da sezonu 12. sırada tamamlayan Villareal B takımı, "Aynı ligde aynı kulüpten iki takım mücadele edemez." kuralı nedeniyle 3. Lig'e düşürüldü.
Kadrosunda bir dönem Martin Palermo, Sonny Anderson, Riquelme, Diego Forlán ve Nihat Kahveci gibi önemli oyuncular bulundu. Gol rekorları ise, Bölgesel Lig takımlarından Navata'yı, 2009'da 27-0 yenmeleri oldu.
Newcastle United FC
Newcastle United Football Club, Premier League'de mücadele eden İngiliz futbol kulübü. Maçlarını 52.387 kişilik St James' Park'ta oynayan kulüp siyah-beyaz renklere sahiptir.
Takımın ilk renkleri olan kırmızı beyaz 1894 yılında siyah beyaza çevrilmiştir.
Takıma, taraftarları Toon Army, Geordies ya da The Magpies (Saksağanlar) demektedir. Saksağan benzetmesi takımın siyah beyaz renklerinden gelmektedir. Basında da genellikle bu isimle anılmaktadırlar.
Santiago Munez adlı hayali bir futbolcunun bahçıvanlıktan Real Madrid'e uzanan kariyerini anlatan Goal adlı üç filmlik serinin birinci bölümü tamamen Newcastle as ve altyapı takımlarında geçmektedir.
Takımın taraftarları İngiltere’nin en iyi taraftar gruplarından biridir. Newcastle Upon Tyne, İngiltere’nin en büyük 20. şehri olmasına rağmen St. James' Park stadyumu, ortalama seyirci sayısı ile yıllarca 2. sırada yer almıştır. Arsenal, Emirates Stadium’a taşındıktan sonra sıralamada 3. sıraya gerilemiştir.
Takımın taraftarlarınca hazırlanan True Faith ve The Mag adlı iki dergi bulunmaktadır.
Takımın taraftarları arasında eski başbakan Tony Blair (Queen filminde de Newcastle United forması ile görülmüştür), Williams F1 takımının kurucusu Sir Frank Williams, Iron Maiden’ın gitaristi Janick Gers ve AC/DC’nin vokalisti Brian Johnson yer almaktadır.
2008-2009 Sezonu sonunda Premier Lig'e veda etmiştir. Daha sonra EFL Championship'te gol ve puan rekoru kırıp şampiyon olarak tekrar Premier Lig'e yükselmiştir.
Newcastle United'ın en ezeli rakibi Sunderland'dir. Bu iki takımın taraftarları birbirlerinden nefret etmektedir. İki ezeli rakiplerin karşı karşıya geldikleri 142 maçın 52'sini Newcastle, 40'ını Sunderland kazanmış 40 maç ise berabere bitmiştir.
Postmodern felsefe
Aydınlanma düşüncesinin temelini oluşturan rasyonalizmin, yani nesnel bilginin akıl yoluyla edinilebilir olduğuna duyulan inancın sarsılması ile birlikte başlayan ve bir bütün "modern felsefenin" temel kategorilerinin sorunsallaştırılması ve bu kategorilerin işletildiği epistemolojik ilkelerin yerinden edilmesi ile sonuçlanan felsefe eğilimi. "Özcülük", "temelcilik", "gerçekçilik", "nesnellik", "özne" ya da "ben" gibi modern felsefeye içkin ve aydınlanma düsüncesinin temel dayanakları olan kavramlar burada artık tümüyle işletilemez bir hale gelir. Bu, bir tür felsefenin sonudur, ama tümden felsefenin değil, özellikle vurgulandığı haliyle, Platon'dan beri süregelen ve Modernizmde doruğuna ulaşan metafiziksel felsefenin sonudur.
Felsefe yapmanın imkân ve olanakları bu noktadan itibaren başka bir yol izlemek durumundadır, ki postmodern felsefe eğilimleri çeşitli kollardan bunun açılımlarını yaparlar. En bilinen ve etkili örnekleri Lyotard'ın Büyük Anlatılar'ın sonu eleştirisi, Foucault'nun soykütüksel arkeolojisi, Levinas'ın ötekilik felsefesi, Derrida'nın yapısökümcülüğü, Deleuze'un göçebe şizoid analizleri, Rotry'nin ironi ve olumsallık kavramları, Barthes'ın göstergebilimsel serüveni, Kristeva'nın metinlerarasılığı, Laclau ve Mouffeu'nun anlamın kapatılamazlığı hakkındaki çözümlemeleri şeklinde çok genel olarak belirtilebilir.
Postmodern felsefe, fenomenoloji, yapısalcılık, varoluşculuk, eleştirel teori ve Marksist felsefe gibi öğretiler arasındaki etkileşimlerin olduğu kadar, dilbilim, antropoloji, psikoanaliz, sosyoloji gibi disiplinler arasındaki kuramsal sınır çatışmaları ve geçişkenliklerinin de ürünüdür. Farklı kollardan modern düsüncenin içinde kuramsal sınırları zorlayan Einstein, Kant, Hegel, Hitler, Freud, Nietzsche, Husserl, Heidegger, Saussure bir anlamda daha modernizm içinde postmodern felsefenin öncüllerini atmışlar ve derinleştirmişlerdir.Özellikle son dört ismin postmodern felsefenin "fikir babaları" oldukları söylenebilir. Fransız felsefecileri daha sonra, 1960 ve 70’lerde, bu düşünürlerin açtıkları izlekleri derinleştirerek postmodern felsefenin başlıca yaklaşımlarını şekillendirmişlerdir.
Postmodern durum zaten çoktan belirginleşmeye başlamıştır II. Dünya Savaşı'ndan itibaren. Ekonomik, siyasal ve toplumsal düzenlenişlerin ifadesi olan Postmodern durum'un yanı sıra, mimariden diğer sanat dallarına felsefe, din, toplum, kültür ve benzeri her alanda modernizme tepki olarak doğan tutum ve yaklaşımların ifadesi olarak da postmodernizm ortaya çıkmıştır. Postmodern felsefe ise, bu noktada postmodernizmin arkaplanındaki ya da başka bir deyişle altyapısındaki "teorik temeli" olusturur. Postmodern felsefe, dolayısıyla modern felsefenin içerdiği "kavramsal ikiliklere" ve onların epistemolojik temellerine kökten bir itirazdir denebilir.
Postmodern felsefe, her seyden önce en genel anlamda "evrensel", "tümel", "nesnel" ve "rasyonel" bilginin varlığına yönelik derin bir kuşkunun ortaya çıkmasının ürünüdür. Bu kuşkuyla giderek, ikili kavram karşıtlıkları ve onların dayanakları olan epistemolojik "konvansiyonları" yıkmaya yönelir. Yapısalcı dilbilimin dil’i sorunsallaştırması, psikoanalitik kuramın bilinç’i deşifre etmesi ve antropolojinin kültürel olguların dayandığı derin yapıları açığa çıkarmasının sonuçlarına bağlı olarak düşünce-gerçeklik ilişkisinin, dolayısıyla da bilginin geleneksel felsefedeki yapısının altüst edilmesi söz konusu olur.
Postmodern felsefenin gelişiminde Fransız yapısalcılığı' nın özel yerini belirtmek gerekir: yapısalcılığın kurucu öncüsü Saussure’ün ve felsefi meseleleri dil bağlamında sınırlarına vardıran Wittgenstein’ın sonrasında yapısalcılık özellikle Fransa'da etkin olmuş ve yolaçtığı kuramsal tartışmalar yapısalcılık-sonrası-teori ile postmodern felsefenin oluşumunda belirleyici bir rol oynamıştır. Antropolog Levi Strauss, psikoanalitik kuramcı Lacan, göstergebilimci Barthes, marksist filozof Althusser bu oluşumun yakın tarihli mimarlarıdır.
Postmodern felsefenin, belirli bir bakış açısıyla saptanabilecek kimi ortak eleştiri bağlamları ya da tematik toparlanmaları dışında belirli bir savunusu ya da öğretisi yoktur denebilir. Çünkü onu belli bir disiplin ya da öğretiye indirgemek olanaklı değildir, daha çok birkaç koldan farklı felsefelerin toplandığı bir felsefe düzlemi olarak anlamak mümkündür. Yani, farklı felsefi eğilimlerin bir araya geldiği, birbirinden farklı konum ve tutumların savunulduğu ayrışık bir felsefe düzlemi dir postmodern felsefe. Tıpki Modernist felsefelerin akıl ve akılcılık üzerinden "okunması" gibi, postmodern felsefenin de bunlara karşıtlığı üzerinden okunması söz konusu olabilir.
Öyle ki, burada, felsefe-dışı sayılan konular da bir şekilde felsefenin içine taşınır ve dahası, kategorik ayrımlarla belirlenmiş olan disiplinler sürekli bir arada kullanılır ve sürekli arayüzeyler de |
çalışılır. Açıkca görüleceği üzere postmodern felsefe, yalnızca modern felsefe düzlemini değil aynı zamanda onun mirascısı ve mantıksal uzantısı olduğu geleneksel felsefenin metinsel yapısını, yani tüm kategorik işletim mekanizmalarını çözüştürmeye yönelmektedir. Burada, yeni bir "içerik arayışının" değil ama daha çok ve asıl olarak yeni bir "biçimsellik arayışının" söz konusu olduğu söylenebilir.
Bu biçimselliğin başlıca özelliği geleneksel formların "bütünselliğine", "tümelliğine", "kapalılığına" ve "ciddiliğine" karşıt olarak, parçalı, yüzeysel, ironik ve çok katmanlı olduğu söylenebilir. İyi-kötü, yüksek-alt ya da yukarı-aşağı, doğru-yanlış, rasyonel-irrasyonel, öz-biçim, gerçek-gerçekdışı ve benzeri ikiliklere dayali epistemelojik yapı çözüştürülür bu yeni biçimsellik girişimleriyle.
Öte yandan, postmodern felsefe, "metafizik felsefenin" ya da daha doğru bir deyişle felsefenin "metafizik" yapısının sonunu ortaya koymanın yanı sıra, bir düzine metafizik nosyonun "da" sonunu ortaya koyar. Bunların başında "insan" nosyonu gelmektedir. Nietzsche’den Derrida’ya izlekler takip edildiğinde açık olarak insan’ın sonu’ nun ortaya konulduğu görülecektir. Hümanizmin teorik statüsünün geçersizliği daha yapısalcılık zamanında belirginleşmiştir.
Althusser, yapısalcı Marksizmini temellendirirken kendi düşünce ayrımlarını ifade etmek için „marksizm bir teorik anti-hümanizmdir“ saptamasını çekincesiz ifade etmiştir ve yaptığı açılımlar bu bağlamda insan nosyonunun nasıl sorunsallastırılacağını gösterir. Öte yandan, felsefe de ben'in imkânsızlığı açıkca gösterilmiş ve her bakımdan özne'nin özne oluşunun dayanaklarının kendi dışındalığı belirlenmiştir. Bu noktadan itibaren öznenin yeniden anlamlandırılması kaçınılmaz bir gerekliliktir.
Postmodern durum bu bakımdan yalnızca yeni bir takım iktisadi ve sosyal verilerin ifadesi değil, aynı zamanda teorik düzlemde bu metafizik sonun da adıdır. Postmodern felsefe, dolayısıyla, Kant’ta açık ifadesini bulan „aydınlanma tasarısı“nı ve bütün modern felsefe akımlarına ruhunu veren akıl’ın ve dolayısıyla bilim'in teorik düzlemde mutlaklaştırılması eğilimini, metafizik insan nosyonuyla birlikte geride bırakmaya yönelmiş felsefe duruşudur.
Sonuç olarak, postmodern felsefenin mantığını çarpıcı birkaç formülasyonlarıyla (bunlar postmodern felsefenin kendini ifade ettiği ve temel eleştirileri aldığı noktalardır) şöyle özetleyebiliriz:
Özgünlük yoktur, kopyaya kaynaklık eden de kopyadır ve "asıl"’a ulaşmak söz konusu olamaz. Saf gerçeklik ya da olgular yoktur, bakışın bütün olanaklarına yorum'un izleri sinmiştir ve bundan kaçılamaz, ayrıca bütün yorumlar önceki ya da başka bir yorumun yorumlanmasıdır.Hakikat yoktur, öyküleme ve yansılamanın ötesinde tek ve mutlak olarak geçerliliği temellendirilebilecek bir hakikat olamaz.Metnin dışarısı yoktur, her tür bilgi, ontolojik ya da epistemolojik varsayımları içeren her tür bilgi, metinsel bir okumadır sonuçta, dışsal gönderimleri sürekli metnin içine düşer. Dilimizin sınırları dünyamızın sınırlarıdır, Wittgenstein’in söylemiş olduğu gibi, çünkü, dil’in sınırlarının ötesi bilgiye kapalıdır. Ve son olarak, ,ben başkası’dır, "ben" her zaman zaten başkalarının yaratımı olduğu için.
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü, 10 Haziran 1959 yılında, İstanbul'un Fatih ilçesinin Çarşamba semtinde açılan yüksek okuldur.
1953 yılından itibaren sınıf öğretmeni yetiştiren öğretmen okullarının 9 ve 10. sınıflarına haftada birer saat zorunlu olarak Din Bilgisi dersi konulmuş ve bu dersi İlahiyat Fakültesi mezunları vermeye başlamıştır. Daha sonra İlkokul 4 ve 5 nci sınıflarda da bu uygulamaya başlanmıştır. Fakat o yıllarda yalnızca Ankara ilinde bulunan İlahiyat Fakültesi bu gelişmeleri karşılayabilecek sayıda öğrenci mezun etmiyordu. Ayrıca Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi yalnızca genel lise mezunlarını aldığından dolayı, eğitime İmam Hatip Okulu mezunlarını almıyordu.
Bu nedenlerle, "İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü" TBMM’nin 10 Haziran 1959’da kabul ettiği kanuna istinâden, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir yüksek okul olarak 19 Kasım 1959 tarihinde açılmıştır.
Dönemin Maarif Vekili Tevfik İleri'nin talimatıyla İstanbul Fatih'teki İmam-Hatip Okulu’nun binasında eğitime başlayan İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü, burada 7 yıl eğitime devam etmiş daha sonra 23 Ekim 1966’da, fakültenin faaliyet gösterdiği (Dekanlık ve Yunus Emre Binaları) Bağlarbaşı Kampüsüne nakledilmiştir.
20 Temmuz 1982 tarihine kadar eğitim ve öğretimine devam eden bu enstitü, anılan tarihte çıkarılan 41 sayılı Kanun Hükmündeki Kararname ile Marmara Üniversitesi’ne bağlı İlâhiyat Fakültesi hâline dönüştürülmüştür.
Taçi
Taçi (太刀), "katana"dan daha uzun ve daha kıvrık bir Japon kılıcıdır. "Dayto" (uzun kılıç) sınıfındaki "katana"lar ortalama 70 cm civarında bir uzunluğa sahip iken taçiler ortalama 78 cm uzunluğa sahiptir. "Katana" kuşanma usulünün tersine, taçi keskin yüzü aşağı bakacak şekilde kemere asılı bir şekilde kuşanılır ve genellikle süvariler tarafından kullanılırdı. Taçinin ortalama uzunluğundan sapmalar ön eklerle tanımlanmıştır. Daha kısaları için "Ko-", daha uzunları için ise "o-" ön eki kullanılmaktadır. Örneğin, "vakizaşi" boyutuna yakın olan ve "şoto" sınıfına giren taçilere "kodaçi" denilirdi. Var olan en uzun taçi (15. yüzyıl "odaçi" olarak bilinir) 3,7 m toplam uzunluğuna (2,2 m bıçak) sahiptir ancak sadece törenlerde kullanılmak üzere tasarlandığı düşünülmektedir. 1600 yılında birçok eski taçi kesilerek "katana" haline getirilmiştir. Var olan taçiler "o-suriyagi" olduğu için orijinal imzalı bir "ubu taçi"ye çok ender rastlanır.
Taçi esas olarak düşman piyadesini at sırtından etkili bir şekilde kesmek için kullanılırdı. Buna rağmen yerde iken kullanımı zor ve hantal olsa da etkili bir silah olarak yerde de kullanılırdı. Hantal olması sebebiyle "uçigatana" ("katana"nın öncüsü) geliştirilmiştir.
Katananın selefi olan taçi, feodal Japonya'da "buşi" sınıfının savaşta kullandığı silahtı. Taçinin dizaynı evrim geçirdikten sonra, bir kılıcın "katana" mı yoksa taçi mi olduğunu ayırt edebilmek için kuşanma tarzı ve kılıç üzerindeki tertibata bakılırdı. "Sengoki" ve "Edo" dönemlerinde yönetim sınıfına dahil olan belirli üst rütbeliler kılıçlarını keskin kısmı üstte kalacak şekilde "saya" (kın) "obi"den (kuşak) geçirerek takmak yerine taçi stilinde (keskin ağzı aşağı doğru) kuşanırlardı.
Vladan Batić
Vladan Batić (Владан Батић) (d. 27 Temmuz 1949 - ö. 29 Aralık 2010) Sırbistan siyasetinin muhafazakar kanadına mensup bir Sırp siyasetçisidir. 2000 - 2003 yılları arasında Sırbistan Adalet Bakanlığı yapmış, 2004'de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmuştur. Halen Sırbistan Hristiyan Demokrat Partisi genel başkanlığını sürdürmektedir.
Haziran 2006 içinde, devrik Slobodan Milošević yönetimi tarafından ülkesi dışına (bazen nakit halde ve bavullarla) kaçırılmış ve Sırp halkına ait olan, bazı tahminlere göre milyarlarca doların, Kıbrıs'ta yerleşik offshore şirketleri hesaplarından geri kazanılabilmesi için Adalet Bakanlığı döneminden bu yana sürdürdüğü çabalarla açılmış davada şahitlik etmesi ile uluslararası gündeme yeniden gelmiştir. Offshore şirketlerinin tescil işlemlerini gerçekleştiren avukatlık firmasının Kıbrıs Cumhuriyeti lideri Tassos Papadopulos'un eski firması olması hadiseyi daha da karmaşıklaştırmaktadır.
Berlin Olimpiyat Stadyumu
Berlin Olimpiyat Stadyumu, "(Olympiastadion)" 1936 yılında Olimpiyat Oyunları için Berlin'de yapılmış olan stadyumdur. 1936 Yaz Olimpiyatları'na ve 1974 FIFA Dünya Kupası'na da ev sahipliği yapan stad 2006 FIFA Dünya Kupası final maçına da ev sahipliği yaptı.
Hertha Berlin'in Bundesliga maçlarını oynadığı stad 74,064 kişiliktir.
2004 yılı içinde tamamen yenilenerek modern hale getirilmiştir. Yenilenen stadyumdaki ilk maç 01/08/2004 tarihinde Hertha Berlin ile Beşiktaş arasında yapılmıştır.
1985'den beri Almanya Kupası finalleri Berlin Olimpiyat Stadyumu'nda yapılmaktadır. Ayrıca her yıl 6 Avrupa şehrinde yapılan IAAF Golden League atletizm yarışmalarının Berlin ayağı bu statta yapılmaktadır.
1931 yılında, Uluslararası Olimpiyat Komitesi, 11. Yaz Olimpiyatlarına ev sahipliğini yapmak üzere Berlin'i seçti. Nazi]]ler 1933'te Almanya'da iktidara geldi. Propaganda amacı ile 1936 yılında Olimpiyat Oyunlarını kullanmaya karar verdi. Akılda ki bu planları ile Adolf Hitler, yepyeni bir kentde "Reichssportfeld" adlı Grunewald'da büyük bir spor kompleksi inşaatının yapılmasını emretti. Mimar Werner March, kardeşi Walter March'ın yardımıyla projeden sorumlu olmuştur. İnşaat 1934 den 1936'ya kadar devam etti. Werner Mach, yapının alt yarısı 12 metre yeraltındaydı ve Deutsches Stadion'un temeli üzerinde yeni Olimpiyat Stadyumunu inşa etti.
Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü
Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü, 1965 yılında Kayseri'de kurulan Yüksek İslam Enstitüsü, Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı Din Öğretimi Genel Müdürlüğüne bağlı dört yıllık bir yüksek okul olarak açılmıştı . Bu şekilde 17 yıl hizmet verdikten sonra, 20 Temmuz 1982 tarih ve 41 sayılı kanun hükmünde kararname ile ilahiyat fakültesine dönüştürülerek Erciyes Üniversitesi'ne bağlanmıştır.
Soulfly
Soulfly, vokalist/gitarist/söz yazarı Max Cavalera'nın 1996 yılında Sepultura'dan ayrılmasının ardından kurduğu dünyaca tanınan bir Metal grubudur. Max Cavalera, 1980'lerin başında kurucularından biri olduğu dünyanın en popüler Heavy Metal gruplarından biri olan Sepultura'yı bırakmak zorunda kalışının yanı sıra üvey oğlu ve aynı zamanda en yakın arkadaşı Dana Wells' in bilinmeyen cinayetiyle de uğraşmak zorunda kalmıştı. Müziği yaşadığı depresyonun üstesinden gelmek için bir terapi olarak kullanan Max Cavalera, davulda Roy Mayorga, ikinci gitarda Jackson Bandeira ve bass'da Marcelo Dias'dan oluşan bir grup toparladı.
Kendi isimlerini taşıyan ilk albümlerini 1998 baharında çıkardılar. Albümün piyasaya çıkmasının ardından Jackson gruptan ayrıldı ve ondan boşalan yeri Machine Head'in eski gitaristi Logan M |
ade aldı. Soulfly' daki sahne kimliğinin yanı sıra, Max Cavalera genelde Heavy Metal müzisyenleri ile bağdaştırılmayan çeşitli alanlara yönlendi. New York'taki CMJ's New Music Marathon ve Hollanda'nın Crossing Boarder Festivalleri Max Cavalera'nın önemli müzik organizasyonlarının aranılan konuşmacılarından biri olduğunun kanıtıydı. Cavalera aynı zamanda Deftones' un en önemli albümü olan Around the Fur' da konuk sanatçı olarak katkıda bulunmuştu. Bunun yanı sıra kendi ülkesi Brezilya'da Sprite'ın bir TV reklamı için şarkıda söylemişti.
İkinci albümleri Primitive 2000 kışında piyasaya sürüldü. Yeni albümde Mayorga ve Mader gruptan ayrıldıkları için yer almadılar. Gruba daha sonra gitar için Mike Dolling katıldı ve onu takiben Slayer'dan Kerry King'in tavsiyesiyle Joe Nunez davul için gruba alındı. 2001'de üçüncü albümün başlanılmasıyla bearber, Joe farklı müzik alanlarıyla uğraşmak için gruptan ayrıldı. Joe'nun ayrılmasından 1 ay sonra eski davulcuları Roy gruba geri dönmesi için ikna edildi. Yeni albüm 3 ismiyle 25 Haziran 2002'de marketteki yerini aldı. 3 çıkışından 1 yıl sonra yeni albüm hazırlıklarına başlayacak olan grupta bir takım önemli değişiklikler yaşandı. Gitarist Mikey Dling, bassist Marcelo Dias, ve davulcu Roy Mayorga gruptan ayrıldı. Max kısa süre içersinde gruba gitar için Marc Rizzo (Ill Nino'dan) ve bass içinde Bobby Burns (Primer 55' den) aldı. Eski Soulfly davulcusu, Joe Nunez' de 4. albümün kayıtları için gruba getirdi. Grup 4. albümleri Prophecy'nin çıkışına kadar turnelerine devam etti. 2004 yılında Prophecy'nin çıkışından sonra, 2005 yılında ilk DVD' lerini piyasaya sürdüler.
Grup 2005 yılında çıkardıkları yeni albümleri Dark Ages tanıtımı kapsamındaki dünya turnesinde 25 Şubat 2006 tarihinde İstanbul'da Türk hayranlarıyla buluştu. Konser'de Dark Ages'deki yeni şarkılarına ek olarak Soulfly'ın en sevilen şarkıları ve Max'ın eski grubu Sepultura'daki yazdığı ve çok sevilen şarkılarıda izleyiciler için seslendirildi.
Grubun beyin adamı Max Cavalera'nın, Cavalera Conspiracy adında bir grubu daha bulunmaktadır.
SSD Parma Calcio 1913
Parma AC ("Parma Associazione Calcio"), İtalya'nın Parma şehrinde kurulmuş futbol kulübüdür. Takım iç saha maçlarını 29.050 seyirci kapasiteli Ennio Tardini Stadyumunda yapmaktadır. Kulübün kuruluş yılı 1913, renkleri ise sarı-laciverttir. Serie A'dan Serie B'ye düşmüştür.
Kulüp ilk olarak 1913 yılında kurulduğunda ünlü müzisyen Giuseppe Verdi'nin doğum yeri olduğu için adını "Verdi FC" olarak almıştır. Ancak aynı yılın sonunda adını Parma AC'ye çevirmiştir.
Takım uzun yıllar boyunca yarı profesyonel ligler ile İtalya'nın 2. ve 3. ligleri arasında gidip gelmiştir. 1985 yılında ünlü İtalyan teknik adam Arrigo Sacchi kariyerinin başlarında takımın başına gelmiş ve ikinci lige kadar çıkarmıştır. Nevio Scala'nın takımın başına gelmesi ile Parma önemli gelişme göstermiş ve önce Serie A'ya çıkıp, kısa zamanda ligin önemli takımlarından biri durumunda gelmiş ancak 2007-08 sezonu sonunda maddi sıkıntılardan dolayı Serie A'ya veda etmiştir. Fakat 2 sezon sonra tekrar yükselmiştir. Parma F.C çok sayıda yıldızın keşfedildiği bir kulüp olduğundan "Futbolcu Fabrikası" olarak da bilinir.
2014-15 Serie A sezonunda mali sıkıntılar yaşayan ve 9 puan ile ligin son sırasında bulunan kulübün sahipleri Tommaso Ghirardi ve Rezart Taci alıkları karar ile haklarını 1 Euro karşılığında Slovenya ortaklı Mapi Grup'a devretti. Kulübün yeni başkanı Giampietro Manenti olduğu açıklandı. Bu gelişmenin ardından 21 Şubat 2015 tarihinde İtalya Futbol Federasyonu'ndan yapılan açıklama ile kulübün bir alt lige düşürüldüğü bildirildi. 19 Mart 2015 tarihinde kulüp hakkındaki dava sonucunda hakim kulübün iflas ettiğini açıkladı. ve 4. lig seviyesi olan Serie D'ye düşürüldü.
"5 Ağustos 2016" itibarıyla
Veri modelleme
Veri modelleme, bir işletmenin, kurumun hatırlamaya değer bulduğu verilerin şekil ve metin olarak ifade edilmesidir. Diğer bir deyişle bir işletmede teknik ve teknik olmayan herkesin bilişim ihtiyaçlarını ifade etmeye çalışırken birbirini anlamada kullanabileceği görsel bir iletişim dilidir. Yazılım geliştirmenin en önemli süreçlerinden biri olan veri modelleme bilişim ihtiyaçlarının keşfedilmesi ve herkesin anlayabileceği bir şekilde belgelenmesi işlemidir. Bilişim ihtiyaçları, veriler ve işletme ihtiyaçlarını destekleyen işletme kurallarıdır. Bir veri modeli herhangi bir işletmenin veya bir yazılımın karmaşık bilişim ihtiyaçlarının tümünü yeterince ifade edebilmek için kullanılabilecek bir araçtır. Bir bilişim sistemi başlıca 3 ihtiyacı karşılar; çeşitli verilerin saklanması, işlenmesi ve görüntülenmesi (veya bu amaçla seçilmesi). Görüldüğü gibi bilişim sistemlerinin temelinde veri yer almaktadır. Veri Tabanı sistemleri ise en basit ifadeyle; verinin saklanması ve işlenmesi ile ilgili olarak geliştirilen genel amaçlı çeşitli yazılımlardır. Kısaca bilginin işlenmemiş hali olarak tanımlanan verinin modellenmesi herhangi bir bilişim sistemi geliştirmede neredeyse işin yarısını oluşturur. Verinin gerçek sahibi kullanıcıdır. Durum böyle olunca bilişim sistemlerinin geliştirilmesi sırasında kullanıcı temelli bir yaklaşım önem kazanmaktadır. Kullanıcı yönelimli bu yaklaşımın bazı yararları aşağıda sıralanmaktadır.
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz (roman)
Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz, Aziz Nesin'in ilk kez 1977 yılında yayımlanan romanıdır. Aziz Nesin bu eseriyle 1978 yılında Madaralı Roman Ödülü'nü almıştır. Roman, 21 bölümden oluşmaktadır.
Türk edebiyatında bürokrasinin en önemli yergilerinden biri olan roman, tiyatro oyunlarına ve sinemaya da uyarlandı. Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanı, Eylül 2012 tarihine dek 31 baskı ile toplamda 143 bin adet basıldı.
Yaşar Yaşamaz adlı karakter hapse girmesinin ardından mahkûm arkadaşlarına hayat hikâyesini anlatır. Devlet, Yaşar Yaşamaz'ın nüfus kayıtlarına göre bir ölü olduğunu düşünmektedir ama yine de askerlik görevini yerine getirir. Yaşar nüfus kâğıdı çıkaramaz ve olaylar hem güldürü hem de düşündürücü şekilde gelişir.
Yaşar'ın ilkokula başlayabilmesi için nüfus kağıdına ihtiyacı vardır. Ancak nüfus dairesindeki kütüğe göre 12 yaşındaki Yaşar Çanakkale Savaşı'nda şehit düşmüştür. Bu yüzden nüfus kağıdı Yaşar'a verilmez. Zaman geçer ve Yaşar asker kaçağı olarak adlandırılıp askere çağrılır. Terhis olma zamanı geldiğinde de Yaşar kütüğe göre yaşamadığı için terhis edilemez. Zar zor terhis edilir. Bu sefer Yaşar'ın babasının öldüğü öğrenilir. Yaşar babasının borçlarını ödemek zorunda bırakılmasına karşın nüfus kağıdı olmadığı için mirasını alamaz. Babasının ölümünden sonra İstanbul'a gelir ve köyden tanıdığı olan Satı Bey'in yanına gider. Satı Bey çok saygı duyulan bir adam olduğundan onun bir kağıdıyla istediği işe girebileceğini öğrenir. Satı Bey'in yazdığı kâğıtla müzeye iş bulma ümidiyle gider fakat yazı silinmiş olduğundan dolayı müzede çalışmak yerine müzeyi gezmekle yetinir. Zaman geçer ve birisiyle manav dükkânı açarlar. Manav işi ilerler fakat bir gün adamın tüm parayı alıp kaçtığını öğrenir. Mahkemeye başvurmak istese de nüfus kağıdı olmadığı için hakkını arayamaz.
İslam'da büyük günah işleyenin durumu
Büyük günah işleyenin durumu, İslam ilimlerinden biri olan Kelâm'ın tartışmalı ve önemli konularından biridir. Kısacası büyük günah işlemiş bir kişinin dini anlamda durumu, yeri ve ahiretteki durumunu konu alır. Farklı itikadi mezhepler bu konuda farklı görüşlere sahiptir.
Büyük günah veya "mürtekib-i kebîre", ayet ve hadislerde "büyük günah" olarak tanımlanmış, Kur'an'da yapılmaması ve cezasının olduğu kesin bir şekilde emredilmiş, İslam'a işleyen kişinin hem dünya hem de ahirette cezalandırılacağı günahlardır. Bunların tam olarak hangi fiiller oldukları ve kaç tane oldukları tartışmalıdır. Büyük günahları belirten birçok hadis bulunmaktadır. Bu hadislerdeki farklı rivayetler sonucunda büyük günahların tam sayısı belirsizdir. Nass ile belirtilmiş büyük günahlara örnek olarak: "şirk koşmak", haksız yere adam öldürmek, zina yapmak, sihirbazlık/sihir yapmak...
Bu fiillerin içinde en sık zikredileni "şirk koşmak" yani İslam akidesinin temeli olan "Allah'ın birliği" kaidesine inanmamak, bunu reddetmek küfrüdür. Bu sebeple Allah'a şirk koşan İslam'a göre "kâfir" olur. Yani Müslümanlık'tan çıkmıştır. Bununla birlikte diğer büyük günahları işleyenlerin kâfir mi, Müslüman mı oldukları yoksa başka bir durumda mı oldukları tartışılmıştır.
Şeriatta büyük günah işleyenler tazir ve had cezalarından, şahitliklerinin reddine kadar değişik cezalara çarptırılabilirler.
Büyük günah işleyen kişinin inanç durumu hakkında farklı itikad mezhepleri farklı görüşler sunmuştur.
Hariciler büyük günah işleyenin kâfir olduğunu öne sürmüşlerdir. Bu konuda olumsuz yöndeki en uç düşünce Haricilerinkidir. Hariciler içinde çeşitli mezheplere bölünür ve bu alt-mezheplerin bu konuda görüşleri genel Harici görüşünün dışına çıkmaz. Bununla birlikte büyük günah işlediği için kâfir sayılan kişinin katlinin haram mı helal mı olduğu ve bundan doğan çeşitli sorunları ele alışları farklıdır. Haricilere göre büyük günah işleyen kişi öldüğünde, kâfir olarak ölmüş olur.
Bu konuda Haricilerin görüşünün tam zıddı Mürcie mezhebinin görüşüdür. Mürcie'ye göre iman ile birlikte günah, şirk ile birlikte sevap bir işe yaramaz; böylece eğer kişi Müslümansa ne türlü günah işlerse işlesin Müslüman'dır ve ne dünyada ne ahirette ceza görür. Mürcie'ye göre büyük günah işleyen Müslüman'ın durumu değişmez ve ahirette bu günahı için herhangi bir ceza görmez; zira iman etmiştir ve iman etmiş oluşu her türlü günahını önemsiz kılar. Bu görüşe göre büyük günah işleyen kişi ölürse, Müslüman olarak ölmüş olur.
Büyük günah işleyen kişinin durumu konusu Mu'tezile mezhebinde önemli bir yer tutar. Mu'tezilenin esaslarından olan "el menzile beyne'l-menzileteyn" yani "iki konum arasındaki bir konum" esası büyük günah işleyenin durumu hakkındadır. Buna göre büyük günah işleyen kişi Mümin olmaktan çıksa da kâfir de olmaz, iman ile küfür arasındaki bir konumdadır. Bu mertebeye fısk mertebes |
i denir ve büyük günah işleyen kişiye "fasık" denir. Eğer kişi büyük günahı için tövbe etmeden ölürse, sonsuza kadar cehennemlik olur yani ahirette sonu kâfirlerinki gibi olur. Ama eğer işlediği büyük günahı için tövbe ederse Mümin olur ve öldüğünde günahkar bir Mümin olarak ölür.
Bahsedilen üç mezhep yani Hariciye, Mürcie ve Mu'tezile Ehl-i Sünnet tarafından reddedilir ve İslam dışı kabul edilir. Ehl-i Sünnet'in bu konudaki görüşü iki türlüdür. Birincisi Hasan el-Basrî'nin görüşüdür ve bu görüşe göre büyük günah işleyen münafıktır. İkinci görüş işe Ehl-i Sünnet kelâmcılarının, muhaddislerin ve selefin görüşüdür ve bu görüşe göre büyük günah işleyenin günahkar Mümin olduğu görüşüdür.
Hasan el-Basrî'ye göre büyük günah işleyen kişi münafıktır. Bu görüşünde El-Cürcânî'nin de belirttiği gibi münafığın özelliklerini bahseden çeşitli hadisleri temel almıştır. Buna göre münafığın özelliklerini büyük günah kavramı ile denk tutmuştur.
Hasan el-Basrî'nin bu görüşü çoğunluk tarafından kabul görmemiş ve "münafık küfürünü gizleyendir, oysa büyük günah işleyen kişinin küfür sahibi olması şart değil" şeklinde tenkit edilmiştir. Ayrıca Hasan el-Basrî'nin daha sonraları bu görüşünden vazgeçtiğine dair rivayetler de mevcuttur.
Ehl-i Sünnet'in genel görüşü büyük günah işleyenin, günahı küfür cinsinden olmadığı sürece, günahkar bir Mümin olduğu yönündedir. Ehl-i Sünnet büyük günah işleyen Mümin'i "fâsık" olarak tanımlar fakat Ehl-i Sünnet'e göre fısk küfür ile iman arasındaki üçüncü bir mertebe değildir. Fıskın üçüncü bir mertebe olmadığını, "eğer gerçekten üçüncü ve arada bir mertebe olsaydı kişide ne iman ne de küfür bulunurdu bu da çelişkili bir durum olurdu" şeklinde tenkit ederler. Bu görüşe göre fasık kafir veya münafık ile denk değildir; zira kafir Mümin'in zıddıdır, küfür de imanın, büyük günâhın değil. Ayrıca münafığın da "küfrünü gizleyen" olduğunu, küfür ile ilgili olduğunu ve büyük günah işleyenin, işlediği günah küfri olmadığı sürece küfre denk olmadığını belirtirler. Ayrıca kişinin hem günâhkâr hem de mümin olabileceğini fakat aynı anda hem kafir hem Mümin olamayacağını ortaya koyarlar.
Ehl-i Sünnet'e göre büyük günah işleyen kişi günahkar Mümindir, ona dünyada bir Mümin gibi davranılır; yani örneğin cenaze namazı kılınır, Müslüman mezarlığına gömülür. Ahirette de bir Mümin'dir; günahının cezasını çeker veya Allah dilerse bu günahı affeder, ama sonunda iman etmiş olduğu için cennete girer.
Ehl-i Sünnet kelamcıları, büyük günah işleyenin Mümin olduğuna, kafir olmadığına, kişide iman ile küfrün aynı anda bulunamayacağına dair görüşlerini çeşitli ayet ve hadislerle desteklemişlerdir.
Bu konuda kaynak gösterilen ayetlerden biri, örneğin, Hucurât suresi, 9. ayettir (49/9). Bu ayet şöyledir:
Bu ayette birbiriyle savaşan iki "inanan" yani Mümin zümreden bahsedilir, bu kişiler savaşıyor olmalarına rağmen Mümin olarak nitelendirilmiştirler. Buna göre Ehl-i Sünnet kişiler büyük günah işliyorlarsa dahi Mümin olabilirler sonucuna varmıştır. Benzeri ifadeler taşıyan ve Ehl-i Sünnet'in günah işleyenin durumu konusundaki görüşüne dayanak olmuştur diğer ayetlerden bazıları şunlardır: Mümtehine suresi 1. ayet (60/1), Saff suresi 2. ayet (61/2) ve Tahrîm suresi 8. ayet (66/8).
Ehl-i Sünnet'in büyük günah işleyenin durumu hakkındaki görüşünü desteklemekte kullandığı bir başka kaynak da hadislerdir.
Sonuç olarak Ehl-i Sünnet büyük günah işleyenin günâhkâr mümin olduğu görüşündedir.
Dubai
Dubai (Arapça: دبي), Arap Yarımadası'nda Birleşik Arap Emirliklerini oluşturan yedi emirlikten birisidir. Emirliğin yönetim biçimini ve kapladığı tüm alanı ifade eden Dubai Emirliği'nden; Dubai Kenti tanımlaması ile ayırt edilir.
Dubai, 1900'lü yıllarda küçük bir balıkçı ve liman kasabasıydı. 1930'larda Dünya Genel Ekonomik Krizinin, Dubai İnci Piyasasını da etkileyerek çökmesine yol açmasından uzun bir süre sonra 1969'da Dubai'de petrol bulunarak ihraç edilmeye başlandı. Bölgeyi himayesinde bulunduran İngiltere 1968'de bölgeden çekileceğini açıkladı. İngiltere'nin bölgeden çekilmesinden sonra Dubai, 2 Aralık 1971'de Abu Dabi, Şarika, Acman, Füceyre ve Ummül Kayveyn emirlikleri monarşik bir federasyon yapılanması ile birleşerek Birleşik Arap Emirlikleri'ni kurdular. 1972'nin başlarında Resü'l-Hayme de diğer altı emirliğe katıldığında Birleşik Arap Emirlikleri'nin bugünkü yedi emirlikten müteşekkil yapısı oluştu. Bölgede petrolün bulunmasından sonra Dubai'nin geliri devamlı ve hızla yükseldi ve emirlik bir ticaret, alışveriş ve turizm kenti haline geldi.
Dubai, Birleşik Arap Emirlikleri'nin en yüksek nüfusuna ve Abu Dabi'den sonra ikinci en geniş yüzölçümüne (4,114 km²) sahip emirliğidir. Dubai ve Abu Dabi ülkenin yasama organı Federal Ulusal Konseyi içinde ulusal önem taşıyan kritik konularda veto etme hakkına sahip bulunan iki emirliğidir. Dubai, Emirliklerin kuzey kıyısında, Abu Dabi ve Şarika emirlikleri arasında yer almakta ve Şarika ve Acman ile birlikte Dubai-Şarika-Acman metropolitan alanını oluşturmaktadırlar.
Dubai'den ilk bahis 1095 ve bölgedeki ilk kaydedilen yerleşim 1799 tarihlidir. Dubai Şeyhliği 1833'te, şimdiki Suudi Arabistan' da bulunan, o günlerde İkinci Suudi Devletinde yaşamakta olan Şeyh Maktum bin Butti El-Maktum'un Beni Yas kabilesinden 800 kişi ile birlikte bugünkü Dubai Koyu (Dubai Creek)'nun bulunduğu yere yerleşmeleri ile Beni Yas'ın Ebu Falasa boyu tarafından kuruldu. 1892'de İngiltere' yle bir himaye anlaşması imzalamalarıyla bölge kontrolleri altında kaldı ve 1971'de bağımsızlıklarını almalarından sonra yeni doğan Birleşik Arap Emirliklerine katıldı. Stratejik coğrafi alanının kenti önemli bir ticaret merkezi yapmasından önce 20. yüzyılın başlarında Dubai önemli bir bölgesel limana sahipti.
Bugün, Dubai Orta Doğu ve Basra Körfezi bölgesinde sürekli gelişen dünya çapında bir kent olarak ticari ve kültürel bir merkez, kozmopolit bir metropol kentidir. Aynı zamanda yolcu ve kargo taşımacılığı bakımından taşımacılık merkezlerinden birisidir. Dubai ekonomisi tarihsel olarak petrol sanayisi üzerine kurulmuş olsa da, Emirlik batı tipi işletmecilik usulleriyle yürüttüğü turizm, havayolları, gayrimenkul işlemleri ve mali hizmetler alanında önemli gelir kalemlerini oluşturmuştur.
Dubai son zamanlarda geniş ölçekli inşaat projeleri ve sportif karşılaşmaları ile dünyanın ilgisini çekmektedir. Dubai, aralarında dünyanın en yüksek binası olan Burç Dubai'nin de bulunduğu çok sayıda gökdelen ve yüksek binaları, iddialı bir proje olan insan yapımı Palmiye Adaları, otelleri ve bölgenin ve dünyanın en geniş ölçekli alışveriş merkezleriyle bir sembol durumuna gelmiştir. Palmiye Adaları; Palm Deyra, Palm Cumeyra ve Palm Cebel Ali olmak üzere üç ayrı adadan oluşmakta ve Palm Deyra ile Palm Cumeyra arasında Dünya Adacıkları yer almaktadır. Yükselen bu ekonomisiyle Güney Asya'dan bir işgücünü çekmiştir. Dubai emlâk piyasası, dünya çapındaki 2008-2009 krizinin bir sonucu olarak 2008-2009' da önemli bir bozulma yaşadı. Bununla birlikte, 2013 tarihli Oxford Bussiness Grup tarafından düzenlenen bir rapor, Dubai'nin komşu emirliklerden gelen katkılarla tedrici bir iyileşme gösterdiğini belirtmektedir.
2012 yılı verilerine göre, Dubai en pahalı kentler sıralamasnda Orta Doğu'da birinci, dünya sıralamasında ise yirmiikinci kenttir. 2011'de Dubai, Amerikan Danışma Firması Mercer tarafından Orta Doğu' da yaşanabilecek en iyi kentlerden birisi olarak değerlendirilmiştir.
2012'de Ekonomist Bilgi Toplama Ünitesi'nin indeksine göre, toplam 55.9. miktarla 40. sırada yer almıştır. Aynı firmanın 2013 yılı ekonomik araştırma raporunun, geleceğin rekabetçi kentleri sonucuna göre; Dubai 2025 'te aynı indekste 23. sıraya yükselecektir. Hindistanlılar Dubai emlâk piyasasında en başta gelen yabancı yatırımcılar olmaktadır.
1820'lerde, Dubai İngiliz tarihçiler tarafından El Vasl olarak adlandırılmaktaydı. BAE'nin kültürel tarihine veya Emirliklerin oluşumuna ait olan az sayıda kayıt bulunmakta olup mevcut bilgilerin çoğu bölgenin geleneksel, folklor ve efsaneleri yazılı olmayan sözel anlatımlara dayanmaktadır. Bir BAE tarih ve kültür araştırmacısı Fedel Handhal' e göre Dubai sözcüğü, "kayma" anlamına gelen "Yadub" sözcüğünden türeyen "Daba" sözcüğünden gelmekte olabilir ve bu şekliyle Dubai Koyu'nun hafif akıntısına bir gönderme yapılmış olmasından ortaya çıkmış olabilir. Şair ve akademisyen Ahmed Muhammed Ubeyd, Dubai sözcüğünün kökünü aynı sözcüğe dayandırır ancak bir çekirge türü olan "locust" 'tan geldiğini öne sürer.
Bir takım taştan yapılmış gereçler bulunmuş olsa da ancak birkaç yerleşim yeri bulunabildiğinden BAE'nin erken dönem sakinleri hakkında çok az şey bilinmektedir. Bölgedeki yerleşim yerinin çoğu Doğu ve Batı dünyası arasında bir ticaret merkeziydi. MÖ 7.000 yıllarına ait antik Mangrov Bataklıklarının kalıntıları, Dubai İnternet Kenti yakınlarında yapılan kanalizasyon çalışmaları esnasında bulundu. Alan yaklaşık 5.000 yıl önce kıyı şeridinin karaya doğru çekilmesiyle birlikte kentin bugünkü kıyı şeridini oluşturan kumla kaplanmıştı.
Dubai'den bahis bulunan 1095 tarihli ilk kayıt, Endülüslü-Arap coğrafyacı Ebu Abdullah el-Bekri' nin Coğrafya Kitabı'nda yer almaktadır. Venedikli inci taciri Gaspero Balbi, 1580 yılında bölgeyi ziyaret etti ve Dubai'den bir inci toplayıcılığı alanı olması yönüyle bahsetti. 1799'dan bu yana, bölgede Dubai adı ile bir kasaba bulunduğu bilinmektedir. 19. yüzyılın başlarında Bani Yas kabilesinden El Ebu Falasa kabilesi, 1833'e kadar önemli derecede Abu Dabi'ye bağımlı kalan Dubai kasabasını kurdular. 8 Ocak 1820'de Dubai Şeyhi bölgedeki diğer şeyher ile birlikte Denizlerde Genel Barış Antlaşması'nı imzaladılar. 1853 yılında İngiltere ile Denizlerde Kalıcı Ateşkes Antlaşması’nın imzalanmasıyla bölgeye İngilizler tarafından “Ateşkes Kıyısı” adı verildi. 1833'te Beni Yas kabilesi El Falasi neslinden gelen El Maktum hanedanı Abu Dabi'nin güneybatısında Liva Vahası'nda bulunan yurtlarını bir kabile içi anlaşmazlık sonrası terk ettiler ve Dubai'nin kontrolünü bir direnme olmaksızın Ebu Falasa kabilesinde |
n aldılar.
Fransa, Almanya ve Rusya'nın Basra Körfeziyle artan ilgisine karşı olarak 1892 tarihli bir antlaşma ile Dubai İngiltere korumasına girdi. 1800'lü yıllarda kasabayı iki büyük felaket etkiledi. Birincisi, 1841'de ortaya çıkan çiçek salgını Bur Dubai'de ortaya çıktı ve burada yaşayanların doğu yönündeki Deyra'ya taşınmasına yol açtı. Ardından, 1894'te, Deyra' da başlayan yangın evlerin birçoğunu yok etti. Bununla birlikte, kasabanın coğrafi alanı dünyanın her yanından tacir ve iş sahiplerini bölgeye çekmeye devam etti. Dubai Emiri, yabancı tacirleri bölgeye çekmekte kararlı idi ve bu nedenle ticari vergi miktarlarını düşürdü. Fars tacirleri doğal olarak karşı kıyılarındaki Arap ülkesine yöneldiler ve nihayet Dubai'ye yerleştiler. Lingah ile bugün Dubai Koyu'nda halen görülebilen dhov tekneleriyle ticaret yapmaya devam ettiler ve bölgelerine İran'daki Bastak bölgesinden geldiklerinden dolayı Bastakiya adını verdiler.
Dubai'nin İran'a coğrafi yakınlığı onu önemli bir ticari bölge yaptı. Dubai kasabası, yabancı tacirler için özellikle de İran'lılar için önemli bir liman oldu, nihayet bunlardan birçoğu kasabaya yerleştiler. 20. yüzyılın başlarında Dubai önemli ve işlek bir limana sahipti. Dubai 1930'lara kadar inci ihracatı ile tanındı; inci ticareti Birinci Dünya Savaşıyla ve takip eden 1930 Ekonomik Kriziyle birlikte onarılmaz bir hasar aldı. İnci ticareti sektörünün çökmesiyle Dubai derin bir ekonomik krize girdi ve ortaya çıkan açlık sonucu birçok sakin Basra Körfezi'nin diğer bölgelerine göç ettiler.
2 Aralık 1971'de Dubai, İngiltere'nin himayesinin ardından diğer emirliklerle birlikte Birleşik Arap Emirlikleri'ni oluşturdular. 1973'te, Dubai diğer emirliklerle birlikte ortak para birimi olarak belirlenen BAE Dirhemi para birimini kabul etti. Katar ve Bahreyn bağımsız devletler olarak kalmayı tercih ettiler. 1973'te, Katar ortak para biriminden ayrıldı ve BAE Dirhemi Emirliklerde piyasaya sürüldü.
1970'ler boyunca, petrol ve ticaretten elde ettiği gelirler ile büyümeye başladı ve aynı zamanlarda Lübnan Savaşı nedeniyle ülkeye gelenlerin oluşturduğu bir göçmen akını yaşadı. Cebel Ali Limanı 1979'da kuruldu. Yabancı şirketlere sınırsız ithalat ve ihracat olanakları sunan Cebel Ali Gümrüksüz Bölgesi (JAFZA) liman etrafında 1985 yılında oluşturuldu.
1990 Körfez Savaşı kent üzerinde olumsuz etki oluşturdu. Sermaye yatırımcıları paralarını geri aldılar ve tacirler ticaretten çekildiler ama sonuç olarak kent değişen politik iklimle uyuşarak gelişimini geri kazandı. 1990'ların sonunda, ilk önce Kuveyt Körfez Savaşı esnasında, ardından Bahreyn Şia karışıklıkları esnasında işlerini Dubai'ye naklettiler. Dubai, Körfez Savaşında ve 2003 Irak' ın İşgalinde müttefiklere Cebel Ali Gümrüksüz Bölgesinde yakıt ikmal üsleri tedarik etti. Irak Savaşı'nın ardından yüksek miktarda artan petrol fiyatları Dubai Emirliğini ticaret ve turizme odaklanmaya devam etmesine sevk etti.
Dubai, Birleşik Arap Emirlikleri' nin Basra Körfezi kıyısında, kabaca 16 m. rakımda ve deniz seviyesinde bulunmaktadır. Dubai Emirliği, güneyinde Abu Dabi Emirliği, kuzeydoğusunda Şarika Emirliği ve güneydoğusunda Umman Sultanlığı ile sınırlara sahiptir. Hatta, Emirliğin Umman sınırları içerisinde bulunan toprak parçası olup üç yönü Umman ile batısında Acman ve kuzeyinde Reis el-Hayme ile çevrilidir. Basra Körfezi emirliğin batı kıyısında bulunur. Dubai, koordinatlarındadır ve başlangıçtaki 1500 km²'lik alanın denizin doldurulması ile elde edilen fazlalıklar ile birlikte 1588 km²'lik bir alanı kaplamaktadır.
Dubai, arkasında bulunan Arap Çölü'ne bitişiktir. Dubai, BAE' nin güney yönündeki kısımdan oldukça farklı bir görünüme sahip olmakla birlikte birçok Dubai manzarasında kumlu çöl görünümleri ortaya çıkmaktadır. Kum çok miktarda ezilmiş midye kabuğu ve mercan parçalarıdan oluşur, temiz ve açık renktedir. Kentin doğusu, tuz tortulu kıyı düzlükleri Sabha (Sabkha) olarak bilinir, hareketli kum tepecikleri arasından kuzeydoğu yönüne geçit verir. Daha uzak doğu yönünde daha geniş kum tepecikleri büyür ve demir oksitlenmesinin neden olduğu kırmızı rengi almaya başlar.
Düz kum çölü, Umman ve Hatta ile Dubai sınırınca uzanan Batı Hacar Dağları'na doğru yol verir. Batı Hacar dağları; bazı yerlerde 1.300 m. yüksekliğe ulaşmakla birlikte kurak, sarp ve parça parça bir görünümdedir. Dubai'de, dibi geniş yük gemilerinin geçişi için temizlenmekte olan doğal Dubai Koyu (Creek) bulunmasına rağmen doğal bir ırmak veya vaha bulunmamaktadır. Dubai'de, Batı Hacar Dağları içinde canlıların su ihtiyaçlarını karşıladıkları çok sayıda gölcük ve geçitler bulunmaktadır. Dubai'nin güney bölgesi geniş kum tepeleri ile kaplıdır ve nihayet Boş Mahalle adı verilen çöl alanına kadar uzanır. Sismik bakımdan Dubai oldukça sabit bir zemine sahip olmakla birlikte en yakın sismik alan, 200 km uzaklıktaki Zagros Fayı'dır ve Dubai'ye etkisi bulunmamaktadır. Uzmanlar bölgede bir tsunami görülesinin küçük olasılık olduğunu, Basra Körfezi sularının bir tsunami tetiklemeye yetecek kadar derin olmadığını tahmin etmektedirler.
Kenti çevreleyen çöl yaban otları ve ender hurma ağaçlarını barındırır. Kentin Batı El Hacar Dağları yakınlarındaki düz ovalarda akasya ve ghaf ağaçları yetişirken doğusunda "Sabha" ovalıklarında çöl sümbülü yetişir. Hurma palmiyesi ve Neem Ağacı ve ithal edilen okaliptüs gibi ağaçların yanı sıra çok sayıda bölgeye özgü ağaç türü Dubai doğal parklarında yetiştirilmektedir. Hubara Kuşu, Çizgili Sırtlan, Karakulak, Çöl Tilkisi, şahin ve Arap Afrika Antilobu Dubai çölünde rastlanan canlılardır. Dubai, Avrupa, Asya ve Afrika arasında kalan bir göç yoludur. 320'den fazla kuş türü ilkbahar ve sonbahar aylarında Dubai' den geçer. Dubai suları aralarında en bilineni olan Hamur da bulunmak üzere 300'den fazla balık türüne ev sahipliği yapmaktadır. Tipik Dubai deniz yaşamı tropikal balık türleri, denizanaları, mercanlar, dugonglar, yunuslar, balinalar ve köpekbalıklarını barındırmaktadır. Aralarında tehlikeli türler olarak nitelenen Hawksbill Kaplumbağası ve Yeşil Kaplumbağa'nın da bulunduğu birçok çeşit kaplumbağa cinsi bölgede görülebilmektedir.
Dubai Koyu kentin kuzeydoğu-güneybatı yönü boyunca uzanır. Kentin doğu bölümünde Deyra bölgesi yer alır doğu yönünde Şarika Emirliği, güney yönünde ise El Avir ile sınırlıdır. Palm Deyra adı ile bilinen yapay palmiye adası Deyra'nın kuzey yönünde Basra Körfezi içinde bulunmaktadır. Dubai Uluslararası Havalimanı Deyra'nın güney yönündedir. Birçok Dubai gayrimenkul şirketi Dubai Koyu'nun batı yakasında, Cumeyra kıyı şeridinde bulunmaktadır. Port Raşid, Cebel Ali, Burç El Arap, Palm Cumeyra ve İş Körfezi gibi konu tabanlı çok sayıda gümrüksüz bölge bu mıntıkada yer almaktadır.
Dubai sıcak çöl iklimine sahiptir. Dubai'de yazlar ortalama 42 °C yükseklikte çok sıcak, rüzgârlı ve nemli olup geceleri 29 °C'ye kadar düşer. Yıl boyunca neredeyse tüm günleri güneşlidir. Kışları ortalama 23 °C sıcaklığa sahip olup geceleri 14 °C'ye kadar düşer. Yağış, son birkaç on yıldır artmakla birlikte yıllık 250 mm²' dir. Dubai yazları sıcaklığının yanı sıra aşırı yüksek nem oranına sahip olması ile bilinir.
Dubai Hükümeti anayasal monarşi çerçevesinde işletilmekte ve 1833'ten beri El Maktum ailesi tarafından yönetilmektedir. Şimdiki yöneticisi Şeyh Muhammed Raşid El Maktum aynı zamanda Birleşik Arap Emirlikleri Başkan Yardımcısı, Başbakanı ve Üst Konsey Birliği üyesidir. Dubai, BAE üst federal yasama organı olan Federal Ulusal Konseyine iki devrelik dönem için sekiz üye atamaktadır.
Dubai Belediyesi, 1954'te kent planlaması, vatandaş hizmetleri ve yerel tesislerin bakım masrafları ile ilgilenmek üzere "Raşid bin Said El Maktum" tarafından kuruldu. DB, Dubai delege yönetici Hamdan bin Raşid El Maktum'un başkanlığında yönetildi. Dubai Belediyesi, Yol Departmanı, Planlama ve Etüt Departmanı, Çevre ve Kamu Sağlığı Departmanı ve Mali İşler Departmanlarını bünyesinde barındırmaktadır. 2001'de Dubai Belediyesi 40 adet hizmet alanının elektronik ortamda internet sitesi dubai.ae üzerinden sürdürülmesi için çalışma başlattı. Bu tasarıya uygun olarak on üç hizmet türü Ekim 2001'de oluşturuldu. Diğer hizmet birimlerinin gelecekte uygulamaya geçilmesi planlandı. Dubai Belediyesi, aynı zamanda sağlıklı hale getirme hizmetleri ve kanalizasyon altyapı hizmetlerinin yürütülmesi işlerinde de görevli bulunmaktadır.
Dubai Polis Gücü, 1956'da Naif semtinde, bütün bir emirlik sınırları içinde kolluk gücü görevlisi olarak ve Şeyh Muhammed bin Raşid El Maktum' un komutasına doğrudan bağlı olarak kuruldu.
Sadece Dubai ve Resü'l-Hayme emirlikleri Birleşik Arap Emirlikleri federal yargı sistemine bağlı olmayan iki emirliktir.
Dubai Emirliğinin yargı mahkemeleri;
1- Birinci Derece Mahkemeler;
2- Temyiz Mahkemesi
3- İptal Mahkemesi: Emirliğin en üst derece mahkemesidir ve sadece yasa konularındaki anlaşmazlıklar yönünden incelemeler yapar.
Dubai Karayolu ve Taşımacılık Otoritesi (RTA) kent nüfusunun trafik kurallarını takip etmesi ve iyi düzenlenmiş bir sistem yürütmesi için düzenlenmiştir. Dubai polisinin internet sitesinde de belirtildiği üzere ağır para cezaları ve bir dizi para cezaları listesi bulunmaktadır. Herhangi bir kişi internet ortamında kendisine yazılmış cezayı kontrol edebilmekte ve aynı ortamdan ödemesini gerçekleştirebilmektedir.
Dubai birçok önemli araştırma kurumu tarafından dünyanın en güvenli kenti olarak gösterilmiştir. Güçlü kolluk kuvvetleri ve yasalar ve ihtiyatlı polis gücü Emirliklerde suç oranının düşük seviyede olmasında önemli yer tutmaktadır.
Dubai İstatistik Merkezi tarafından elde edilen bilgilere göre, Emirliğin 2009 yılına göre toplam nüfusu 1,771,000 olup bunlardan 1,370,000 kişi erkek, 401,000 kişisi kadındır. Nüfusun cinsiyetler arasındaki göze çarpan biçimde orantısızlığı ülkeye çalışmak üzere gelen yüksek miktarda göçmen nüfusu bulundurmasından kaynaklanmaktadır. Bölge 1,287.5 km² alan üzerinde bulunmaktadır. Nüfus yoğunluğu ise 408.18/km² ile ülke geneline göre sekiz kat yüksektir. Dubai, bölgenin ikinci en pahalı kentidir ve |
dünyanın en pahalı kentleri sıralamasında 20.' dir.
2005 yılı verilerine göre, %17'si yerel Arap (Emirati) olup geri kalan nüfusu farklı ülke vatandaşı olan göçmenlerden oluşmaktadır. Göçmen nüfusun ise yaklaşık olarak %85' ini (BAE toplam nüfusunun %71' ini) Asyalılar; en başta %51 ile Hindistanlılar ve %16 ile Pakistanlılar, %9 Bangladeşliler ve %3'ünü Filipinliler oluşturmaktadır. Ayrıca yaklaşık 30,000 kişiyle Somalililer ve diğer ülkelerden göçmenler bulunmaktadır. Nüfusun yaklaşık dörtte birinin İran kökenli olduğu da belirtilmektedir. Ek olarak nüfusun çoğunluğu Asyalılardan oluşan %16' sının (ya da 288,000 kişi) BAE' nde müşterek işçi barınma alanlarında yaşamakta olduğu belirtilmektedir. Dubai' de yaklaşık olarak 100,000 İngiliz göçmen diğer Avrupalılara göre büyük bir farkla daha çok sayıda bulunmaktadır. Emirlikteki yaş ortalaması 27' dir. 2005 yılına göre kaba doğum oranı %13,6 ve kaba ölüm oranı %1' dir.
Birleşik Arap Emirliklerinde ulusal ve resmi dil Arapçadır. Emirati yerel nüfusu tarafından Arapça' nın Körfez lehçesi konuşulmaktadır. İngilizce ikinci dil olarak konuşulmaktadır. Göç durumlarına göre, Urduca, Hintçe, Farsça, Bengalce, Malayca, Tuluca, Tamilce, Kannadaca, Sinhalaca, Teluguca, Tagalogca ve Çince dilleri de diğer başka dillerle birlikte konuşulmaktadır.
BAE' nin Geçici Anayasası BAE' nin dininin İslam olduğunu belirtir. Devlet, camilerin yaklaşık %95' ini ve tüm İmam' ları mali bakımdan desteklemektedir. Camilerin yaklaşık olarak %5' i tümüyle özeldir ve birkaç büyük caminin geniş özel bağış geliri bulunmaktadır.
Dubai'de Müslümanların yanı sıra geniş bir Hıristiyan, Hindu, Sih, Bahai, Budist ve diğer dinlerden topluluklar bulunmaktadır. Müslüman olmayanlar inanç ve dinlerinin gereklerini özgürce uygulabildikleri kendi tapınaklarını bir toprak hibesi talebinde bulunduktan ve bir kompleks oluşturma izni aldıktan sonra açabilirler. Kendi binalarına sahip olmayan gruplar başka organizasyonların dinsel tesislerini kullanmalıdırlar veya kendi özel mülklerinde tapınabilirler. Müslüman olmayan dinsel gruplara grup faaliyetlerini açıkça tavsiye etmeleri izni verilmiştir. Bununla birlikte dini yayma adına misyonerlik faaliyetleri ve dinsel literatürü karıştırmak kesinlikle yasaklanmış olup ceza kovuşturmasına tabidir. Bunun gibi İslam'a saldırı içeren davranışlar da ceza kovuşturmasıyla hapis veya sınır dışı cezalarına tabidir.
2011 verilerine göre Dubai'nin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası 83.4 milyar Amerikan Dolarıdır. Dubai ekonomisi petrol sanayisi tabanında kurulmuş olsa da petrol ve doğal gazdan elde edilen gelir toplam gelirinin %7'sinden daha azını oluşturmaktadır. Dubai'nin günlük 50.000 ile 70.000 (varil) civarında petrol ürettiği tahmin edilmektedir. Petrolün önemli bir kısmı kıyıdan uzak denizin iç kısımlarından çıkarılmaktadır. Dubai ekonomisine gayri menkul ve inşaatçılık &22.6, ticaret %16, antrepo %15 ve mali hizmetler %11 oranında katkı sağlamaktadır. Dubai en başta gelen ihracat yönünü Hindistan (5.8 milyar ABD&), İsviçre (2.37 milyar ABD&) ve Suudi Arabistan (0.57 milyar ABD&) oluşturmaktadır. Dubai yeniden ihraç (yurtdışından ithal edilen ürünlerin ihraç edilmesi) miktarlarının en yüksek olduğu ülkeler Hindistan (6.53 milyar ABD&), Çin (11.52 milyar ABD&) ve ABD (7.57 milyar ABD&) ülkeleridir. 2009 yılı verilerine göre Hindistan emirliğin en geniş ticari ortağıdır.
Tarihi olarak Dubai ve Dubai Koyu'nun karşısında bulunan Deyra (Deyra o günlerde Dubai Kentinden ayrı bir yerleşimdir) Batı üreticilerini çeken önemli limanlara sahipti. Yeni kentin pek çok bankacılık ve finans merkezinin ana binası liman alanında bulunmaktadır. Dubai, 1970 ve 1980'lerde bir ticaret merkezi olarak önemini sürdürdü. Dubai'de vergisiz altın ticareti yapılmaktadır. Dubai aynı zamanda bilgi ve finans teknolojileri, Gümrüksüz Bölgeler ile hizmet sanayisi merkezidır. Dubai İnternet Kent; Dubai Medya Kent ile bir olarak TECOM (Teknoloji, elektronik, Ticaret ve Medya Gümrüksüz Bölge Yönetimi)' nin bir parçasını oluşturmakta ve üye işletmecileri arasında HP, EMC, Oracle Corp., Microsoft ve IBM gibi internet teknolojisi firmaları ile MBC, CNN, BBC, Reuters, Sky News ve AP gibi medya şirketleri bulunmaktadır.
Hükümetin petrole dayalı ekonomiyi bir ticari tabana dayalı ekonomi olarak çeşitlendirme, hizmet ve turizm odaklı gayri menkul piyasasını daha değerli kılma yönünde kararı 2004 ve 2006 arasında gayri menkul piyasasının değer kazanması ile sonuçlandı. Dubai emlak piyasası daha uzun dönemli vergilendirilse de bazı mülkler 2001' den Kasım 2008' e kadar değerlerinin %64' e varan miktarını yitirdi. Geniş ölçekli gayri menkul piyasasının gelişimi, aralarında Emirates Kuleleri, Burç Dubai, Palmiye Adaları gibi çok yüksek bazı en yüksek gökdelen ve en büyük projeler ile Burç el Arap gibi en pahalı otel projelerinin inşa edilebilmesine yol açtı. Dubai Gayri Menkul Piyasası 2008'de büyük bir çöküş yaşadı ve 2009'da yavaş bir ekonomik iklim ile sonuçlandı. 2009'un başlarında büyük resesyon ile inşaat ve istihdam sektörü daha da kötüleşti. Bu kriz bölgedeki gayri menkul yatırımcılarına büyük bir etki yaptı, bazı yatırımcılar gayrimenkul projelerini devam ettirebilmek için gerekli fonları sağlamayı başaramadılar. Şubat 2009 verilerine göre Dubai dış borcu; dünya çapındaki etkilerine göre küçük sayılabilecek bir miktar olarak kabul edilse de yaklaşık olarak $80 milyar dolar olarak tahmin edildi. Dubai ve BAE gayri menkul uzmanları geçmişteki hatalardan kaçınılarak gelecekte emlak piyasasında bir sabitlik sağlanabileceğini düşünmektedirler.
Dubai Finans Pazarı, hem yerel hem dış piyasa tahvil ve bono ikincil piyasası olarak Mart 2000'de kuruldu. 2006'da ticaret hacmi 400 milyar & hisseye ulaştı. Diğer Dubai merkezli piyasa 'NASDAQ Dubai' Ortadoğu uluslararası hisse senedi borsasıdır.
Turizm Dubai hükümetinin emirliğe yabancı nakit para akışını sürdürme stratejisinin önemli bir parçasıdır. Dubai öncelikli olarak alışveriş merkezleri ile turistler için bir çekim alanıdır fakat bununla birlikte diğer antik ve çağdaş cazibe alanları da bulunmaktadır. 2006 yılı verilerine göre Dubai, yıllık 7.6 milyon ziyaretçi ile dünyada 7. en çok ziyaret edilen kenttir. Dubai'nin 2015 yılında 15 milyon turisti misafir etmesi beklenmektedir.
Dubai, Birleşik Arap Emirliklerinin yedi emirliği içinde en popüler olanıdır. Ülkedeki diğer emirliklerden, emirlik gelirinin büyük bir kısmının turizm gelirlerinden oluşması ile farklılık gösterir.
2012'de %16.4'lük enflasyon oranı kentteki lokanta ve otelcilik söktürünü etkiledi. Ağustos 2013'ün başlarında ilk sualtı oteli Water Discus Hotel'in planlandığı ilk kez kamuoyuna açıklandı. Polonya şirketi Deep Ocean Techonogy tarafından üstlenilen projenin üstlenicisi firma Water Discus' ın alanında en geniş otel olacağını açıkladı.
Dubai Orta Doğunun alışveriş başkenti olarak tanımlanmaktadır. Sadece Dubai'de aralarında dünyanın en geniş alışveriş merkezi olan Dubai Mall' un da bulunduğu 70'ten fazla alışveriş merkezi bulunmaktadır. Kent, bölgeden ve Doğu Avrupa, Afrika ve Hindistan gibi ülkelerden çok sayıda alışveriş amaçlı gelen turistleri ağırlamaktadır. Birçok butik, elektronik eşya satış mağazası, sabit ücret politikası ile iş yapan süpermarket ve mağazalar çok sayıda müşteriyi çekmektedir.
Dubai, koyun her iki yakasında bulunan suk adı ile bilinen geleneksel alışveriş yerleri ile de tanınır. Geleneksel olarak devam ettirilen dhov taşımacılığı ile Doğu Asya, Çin, Sri Lanka ve Hindistan kargo ve malları taşınır ve suk'ların hemen üst tarafında bulunan rıhtımlardan yapılan pazarlıklar sonucu satın alınır. Bunun yanı sıra kentte birçok butik ve mücevher mağazası da bulunmaktadır. Dubai Altın Kenti olarak da bilinir. Deyra' da buluna Dubai Altın Suk'u içerisinde yaklaşık olarak perakende satış yapan 250 kuyumcuyu barındırır. Dubai Uluslararası Havalimanında bulunan Dubai Vergisiz İşletmesi havalimanını kullanan çok sayıda uluslararası yolcuya satış hizmetlerini sunar.
Uyuşturucu yasaları çok kesin bir yaptırımı öngermektedir. Bu yüzden ayakkabıları, elbiseleri ve cepleri içinde bu tür madde bulunup tutuklananlar ve dört yıl hapis cezasına çarptırılanlar olmuştur.
2 Kasım 2011'de Dubai'nin son dakika katılımı ile İzmir, Dubai, São Paulo ve Yekaterinburg olmak üzere toplam dört kent Expo 2020'ye ev sahipliği yapmak üzere aday oldular. Dubai' yi Şubat 2013'te ziyaret eden Uluslararası Sergiler Bürosu, Emirliğin en geniş fuar için hazırlığını test etti. Emirliğin bu konu için altyapı tesislerinden ve ulusal desteğin yüksekliğinden etkilendi. Mayıs 2013'te, kentin kazanmak için büyük bir şansa sahip olduğunu gösteren Dubai Expo 2020 Hakim Planı açıklandı. Eğer kent fuarı alırsa kent fuardan büyük ekonomik fayda elde edecek ve milyarlarla ifade edilen gelir sağlayacaktır. Oxford Economics araştırmasına göre Dubai Expo 2020 270,000'in üzerinde iş olanağı yaratacağı belirtildi. 27 Kasım 2013 günü Paris'te yapılan oylamanın üçüncü turunda 116 oy alan Dubai, Expo 2020'ye ev sahipliği yapma hakkı kazandı.
Dubai birçok farklı mimari tarzda bina ve yapı koleksiyona sahiptir. İslami mimarinin çağdaş tasarımlarla, yalnız El Hashemi Grup ve Aedas gibi büyük Arap veya uluslararası mimari ve inşaat firmaları tarafından değil aynı zamanda büyük New York ve Chicago firmaları tarafından oluşturulmuş çok sayıdaki örneklerini genel olarak bütün Arap ülkelerinde ancak özellikle Dubai'de görmek mümkündür. Yaşanan bu mimari patlaması sonucu olarak, çağdaş İslami ve dünya mimarisi muntazam olarak gökdelen inşaat ve tasarımında yeni düzeylere ulaşmıştır. Dubai bugün çoğu bitmiş veya bir kısmı son noktaya yaklaşmış bulunan 2/3 km, 1/3 km veya 1/4 km'den daha uzun gökdelenleri ile övünmektedir. 2010'da Burç Dubai (Burç Halife)'nin bitirilmesiyle doruk noktasına ulaşıldı. Gökdelen sahip olduğu 829.8 m (2,722 ft) uzunluğu ile açık ara ile dünyanın en yüksek binasıdır. Burç Halife İslami mimari örnek alınarak; bir çöl çiçeği çeşidi olan ve Dubai'de görülebilen hymenocallis çiçeği soyutlaması olarak üç parçalı ayak üze |
rine tasarlanmıştır. Burç Dubai'nin tamamlanması, 1980'lerde başlayan, 1990'larda artan ve 2000'lerde hızlı bir yarış halini alan çağdaş insanlık tarihinin benzersiz inşaatçılığının sonucu 4 Ocak 2010'da gelinen son noktasıdır.
Burç El Arap (Arapça: برج العرب, "Arap Kulesi") dünyanın 7 yıldızlı olarak derecelendirilen tek oteli olarak bilinmektedir. Burç El Arap Oteli yapay bir ada üzerinde, Dubai Cumeyra kıyısından 280 m. uzaklıkta olup özel eğimli bir köprü üzerinden ulaşılmaktadır. Otelde her biri lüks mobilyalarla döşeli 170 ile 780 m² arasında değişen, Dubai ve Basra Körfezi manzaralı 202 adet dubleks oda bulunmaktadır. Deniz ürünlerinin bulunduğu "El Mahara" ve şık "El Muntaha" gibi yemek salonları bulunmaktadır.
Tasarım özelliği olarak çelik bir dış iskeletin etrafı güçlendirilmiş beton kuleyle çevrilmiştir. İki kanat V şeklinde yayılırken arasındaki boşluk teflon kaplı fiberglas dokuma ile kapatılmıştır. Gün boyunca, beyaz dokuma otelin içine yumuşak, süt rengi bir ışık verir. Oysa şeffaf, cam malzemeden müteşekkil bir ön cephe olsaydı göz kamaştırıcı miktarda parıltı ve sürekli artan miktarda sıcaklık oluşturacaktı. Gece olduğunda, hem iç hem de dış yüzey değişen renklerle ışıklandırılır. Binanın zirvesine yakın bir noktada asma bir helikopter pisti bir konsol ile destekli olarak yerleştirilmiştir.
Otelin içi Kunan Chew tarafından tasarlanmıştır ve 180 m. ile dünyanın en geniş orta avlu lobisine sahiptir. Orta avlu lobisi V şekilli kiriş ile biçimlenmiş olup otelin iç bölümüne hakimdir. Bu ölçülerine rağmen otel, 202 yatak odası suitine, 28 çift-kat'a sahiptir. Dünyadaki en pahalı otellerden birisidir. Otelde bir gecelik konaklama ücreti 1.000 &'dan başlamaktadır. En yüksek oda ücreti 28.000 & ile kral dairesidir.
"El Muntaha" adlı lokantası Basra Körfezinden 200 m. yüksekliktedir ve Dubai manzarasını verir. Tam bir konsol ile desteklenmiş olarak otel gövdesinden ayrılır ve her bir cephesinden 27 m. olup buraya geniş açılı manzaraya sahip bir asansör ile ulaşılır. Diğer bir lokanta olan "El Mahara" 'ya ise bir denizaltı yolculuğu simülasyonu ile ulaşılır, geniş bir deniz suyu akvaryumu özelliğindedir ve kabaca 35.000 m³ su bulundurmaktadır. Suyun bulunduğu tank teknik olarak cam olmayan ancak akrilik cam adı verilen, içinde bulundurduğu suyun baskısına dayanabilen, 18 cm. kalınlığında, düşük ağırlıklı ve kırılmaya dayanıklı şeffaf termoplastikten yapılmıştır.
Dubai meşhur "Cunard Line" firmasının eski okyanus aşırı yolcu gemisi "Kraliçe Elizabeth 2" gemisine ev sahipliği yapmaktadır. Bu gemi şimdi sahibi İstithmar World tarafından 100 milyon dolara satın alındı. İstithmar bu gemiyi Singapur Merkezli Oceanic World şirketine satmaya karar verdi. Dubai şirketinin gemi hakkında bundan önceki planı KE2’ yi Palm Cumeyra yapay adasında demirli lüks yüzen bir otel olarak işletmekti. Gemi, 2008’ in sonlarında hizmetten çekilmesinden bu yana Port Raşid’de demirli olarak durmaktadır. Gemi KE2 internet sitesi haberine göre Cunard Line firmasından 60 milyon Euro karşılığında satın alınmıştı.
17 Ocak 2013’te KE2’nin sahipleri geminin yüzen lüks bir otel olarak kullanılmak üzere gönderileceğini açıkladı. Geminin yenilenmesi Singapur firması Oceanic World işbirliği ile bitirilecek.
2013 Sevgililer gününde, 72.000 m² alan üzerinde, Umm el Sukeym Caddesi kenarında, Dubailand’de, bulunan Dubai Mucize Bahçesi’nin açılışı yapıldı. Bahçe, bugün dünyanın en geniş çiçek bahçesidir. Tamamlandığında 45 milyon çeşit çiçek suyun yeniden kullanılması ve damlama yöntemiyle sulanacak. Mayıs sonlarından Eylül ayına gelindiğinde, sıcaklığın 40 °C’ ye yükseldiği yaz döneminde bahçe kapalı olacak.
Dubai’ de taşımacılık, bir kamu kurumu olan Yol ve Taşımacılık Kurumu (RTA) tarafından yürütülmektedir.
Ana hatlar olarak E11 Şeyh Zayid Caddesi, E311 Şeyh Muhammed Bin Zayid Caddesi, E44 Hatta otoban yolu, E77 El Habab Caddesi ve E66 Oud Metha Caddesi yönlerine ulaşım vermektedir.
Bütün taksicilik hizmetleri RTA belgesiyle işletilmektedir. Dubai taksileri diğerlerinden krem gövde rengi ve çeşitli tavan renkleriyle kolayca ayırt edilebilir.RTA’ ya bağlı Dubai Taksi Kurumu emirliğin en fazla sayıda taksisi bulunan işletmecisidir ve tavan rengi kırmızıdır. Dört özel işletmeci firması bulunur: Metro Taksileri; portakal renkli tavan, Cars Taksileri; Mavi Tavan ve Arabistan Taksileri firması yeşil tavan rengine sahiptir. Ek olarak yalnızca kadınlara hizmet veren pembe tavanlı Bayanlar Taksi servisi de bulunmaktadır.
Dubai Uluslararası Havalimanının havalimanı kodu IATA ve Dubai’nin havacılık kodu DXB’ dir ve Emirates Havayolları’nın şirket merkezidir. Liman, dünyanın en işlek havalimanları sıralamasında 15. sırada bulunmaktadır. 2009 yılı verilerine göre 40.9 milyon yolcusu olmuştur.
3.89 milyar dolarlık Dubai Metro projesi işletilmektedir. Halen kırmızı ve yeşil olmak üzere iki hattı bulunmaktadır. Metro projesi 09.09.2009’da kısmi olarak işletilmeye başlamıştır. İngiltere merkezli Serco Group adlı uluslararası hizmet şirketi metronun işletilmesinden sorumludur. Dubai Metro, Tahran Metro’ sundan sonra dünyanın ikinci en ucuz metro taşımacılığını sağlamaktadır.
Palm Cumeyra tek raylı hattı, Palm Cumeyra yapay adası üzerinde işlemekte ve adayı anakaraya bağlamakta ve Dubai Metro’nun işlediği Kırmızı hatta uzatılması planlanmaktadır. Hat, 30 Nisan 2009’ da açılmıştır. Şehirmerkezi ve el Sufouh yönleri için iki tramvay sisteminin yapılması planlanmıştır.
Bütün Körfez ülkelerini bağlayacak, yolcu ve kargo taşımacılığı hizmetleri verecek bir hızlı tren hattının yapılması da mevcut planlar arasında bulunmaktadır.
Dubai’de Port Raşid ve Cebel Ali Limanları olmak üzere iki ticari liman bulunmaktadır. Cebel Ali Limanı dünyanın en geniş insan yapımı limanı ve Ortadoğu’nun en geniş, dünyanın ise 7. en işlek limanıdır.
Dubai’den Deyra’ya Dubai Koyu (creek) üzerinden geçmek için kullanılan geleneksel yol , Abra tekneleridir ve istasyonları Bastakiya ve Beni Yas Caddesi üzerindedir. Deniz Taşımacılık Ajansın bağlı Dubai Deniz Otobüsü seferleri de bulunmaktadır. Son seçenek ise Deniz Taksilerinin kullanılmasıdır.
Şindega Tüneli, Dubai Koyu'nun iki yakasında yer alan El Ras ve Deyra ile Cumeyra ve Bur Dubai semtlerini karayolunda seyreden araçların doğrudan geçebilmesi için denizin içine inşa edilmiş denizin iki yakasını birbirine bağlayan, 4 şeritli, 5 m. yükseliğinde su altı tünelidir.
BAE kültürü İslam dini ve geleneksel Arap ve Bedevi kültürü etrafında biçimlenmiştir. Buna karşın, Dubai kenti çeşitlilikler içinde yüksek bir kozmopolit toplum ve canlı bir kültüre sahiptir. İslam etkisi ve Arap kültürünün mimari, müzik, giyim, mutfak ve yaşam tarzında görülebilmektedir. 2006’dan bu yana Cuma ve Cumartesi günleri haftasonu tatili yapılmaktadır.
2005 verilerine göre Dubai nüfusunun %84’ünü yabancı ülke doğumlular oluşturmakta olup bunların yaklaşık olarak yarısı Hindistanlılardan oluşmaktadır. Kentin kültürel yapısı küçük, etnik olarak homojen yapısı, 1900’lerin başlarında İranlılar ve sonra 1960’larda Hindistan ve Pakistanlıların gelmesi ise kozmopolit bir yapıya doğru değişmiştir.
Birleşik Arap Emirliklerinin kuruluşunun yıldönümü olan 2 Aralık her yıl geleneksel olarak tatil günüdür. Her yıl bugünlerde düzenlenen 4 milyon ziyaretçi nin bölgeyi ziyaret ettiği Dubai Alışveriş Festivali (DAF)' nde 2.7 milyar Dolardan fazla gelir elde edilir. DAF ve Dubai Yaz Sürprizleri 4 milyondan fazla ziyaretçi çekmekte ve 2.7 milyar dolardan fazla gelir getirmektedir.
Dünyanın önde gelen ticari sergiler birliği olan Uluslararası Festivaller ve Olaylar Birliği Dubai’yi, nüfusu bir milyonu geçen kentler kategorisinde “2012, Dünya Festival ve Ticari Sergiler Kenti” olarak duyurmuştur.
Deyra Kent Merkezi, Mirdiff Kent Merkezi, BurJuman, Emirates Mall, Dubai Mall ve Batuta Mall kentteki en büyük alışveriş merkezleri olmakla birlikte
geleneksel ‘suk’ (Pazar) yerleri de turistlerin ilgisini çekmektedir.
Arapçası ile Hur Dubai veya İngilizcesi ile Dubai Creek, yani Dubai Koyu eski geleneklerin görülebildiği birkaç yerden birisidir. Bu durumda Emirlik, Büyük Kanyon Ulusal Parkı, Sarıtaş Ulusal Parkı ve Stonehenge gibi uluslararası ün kazanan sit alanına sahip olacaktır.
Arap mutfağı oldukça tutulmakta olup kentin her yerinde; Deyra ve Karama' daki küçük şevirme (döner) lokantalarından Dubai otellerinin lüks lokantalarına kadar her yerde bulunabilmektedir. Hızlı yiyecekler, Güney Asya ve Çin mutfakları da oldukça popüler olup geniş miktarda bulunabilmektedir. Domut eti satış ve tüketimi yasal olmakla birlikte belirli süpermarket ve havalimanlarında sadece gayri müslimlere satılabilmektedir. Benzer bir biçimde, Dubai Emirliğinde alkol satışı da yasal düzenlemeye tabi olarak sadece gayri müslimlere karne ile satılabilmektedir. Bu kişilerin alkol satın alabilmesi için ise bir belgenin ilgili resmi merciden başvuru yoluyla temin edilmesi gerekmektedir. Bununla birlikte, Dubai bar, otel ve lokantalarında içki sunumu da yapılmaktadır. Nargile ve Kahve salonları Dubai' de oldukça popülerdir. Nargileye huka veya şişe adı verilmektedir. Dubai gece yaşamı ile de tanınmaktadır. Otellerin birçoğunda içki satışının bulunduğu kulüp ve barlar bulunmaktadır. New York Times, Dubai' yi şu biçimde anlatmaktadır: Dubai, Michael Jordan'a Budha Bar' da rastlayabileceğiniz veya Naomi Campbell ile O' nun günaşırı süren bir doğum günü kutlaması cümbüşünde karşılaşabileceğiniz türden bir yerdir.
Biryani de popüler mutfak ürünlerinden birisi olup en çok Hindistan ve Pakistanlılar arasında tutulmaktadır. Dubai' de dünyanın her yerinden kişiler için çok değişik mutfak ürünleri bulunmaktadır. Hindistan mutfağı en çok tutulan mutfaklardan birisidir. Bununla birlikte Dubai'de, Mata'am El Mendi adı verilen otantik salonlarda; baharatlı basmati pirinci, kuzu veya piliç etiyle hazırlanan bir yemek olan mendi sunumu yapılmaktadır.
Dubai'de giyim bakımından bir zorlayıcılık yoktur. Emirati erkeklerinin birçoğu; ayak bileğine kadar inen tunik yapıda, beyaz renkli, yün veya ketenden imal edilebile |
n kandura giyerler. Emirati kadınlarının birçoğu ise; abiye adı verilen, siyah renkli bir üst giysisi olan, boydan ayak bileği hizasına kadar inen, bedenin neredeyse tamamını örten bir üst giysisi giyerler. Bir Emirati vatandaşının, giysisinin sürekli temiz olmasını sağlayabilmek için değiştirerek giymek üzere 50 adete kadar çok sayıda kandura'sı olabilmektedir. Bu giyim biçimi, Dubai'nin çok sıcak ve nemli olan iklimine uygun bir giysi olarak değerlendirilir. Erkeklerin giydiği kandura'nın beyaz renkte olması ışığı tümüyle yansıtmasını sağlar. Yaz döneminde beyaz renkli olanı tercih edilirken kış zamanlarında farklı renklerde olanları da giyilir. Bunun tersine kadınların giymek zorunda olduğu siyah renkli abiye güneş ışığını tümüyle çeker. Yoğun göçmen nüfus nedeniyle batı tipi giyim yaygın olmakla birlikte bu tür giyimler Emirlikte popülerlik kazanmaktadır.
BAE' nde ziyaretçilerin giydiği rahat kıyafetler, "Uygunsuz kıyafetler" olarak yasak giyimler arasında değerlendirilebilmektedir. Bu nedenle bölgeye gidecek ziyaretçilere kıyafetlerinde yöresel yapıya aykırı düşmeyecek tarzda bir giyim biçimi seçmeleri tavsiye edilmektedir. Dubai' de turistler için giyim konusunda bir kısıtlama bulunmamaktadır.
Camileri ziyaret edecek turistlerin dikkat etmesi gereken kıyafet kuralları mevcut. Erkekler alt giyim olarak, kapri, şort, dar pantolanla cami içine giremezler. Üst giyimde ise sıfır kollu tişört ve dar kıyafetler yasaklanmıştır. Bayanlar içinde bazı kısıtlamalar mevcut. Dize yakın sayılabileccek etek, dar pantolon ve kısa kollu kıyafetlere izin verilmiyor.
Birleşik Arap Emirlikleri körfez (halici) kültüründen bir parça olup en çok da Bedevi halk müziği ile bilinir. Çeşitli kutlamalar boyunca şarkılar söylenerek danslar yapılır ve böylece de bugüne kadar birçok geleneksel şarkı ve dans günümüze ulaşmıştır. Zafer dansı adı da verilen Yovalah dansı galibiyet alınan bir savaştan veya bir inci toplama dalışından dönüşten sonra oynanan bir kutlama dansıdır. Bu, erkeklerin ellerinde silah ve kılıç bulundurarak, kadınların ise saçları açık olarak dans ettikleri bir gösteridir. Genç kızlar, uzun siyah saçlarını sallayarak ve bedenlerini güçlü müziğin ritmiyle hareket ettirerek dans eder. Erkekler günümüzde bu dansı yaparken ellerinde silah veya kılıçları temsil eden sembolik çubuklar bulundurur.
Hollywood ve Hindistan filmleri Dubai'de popüler olan sinema yapımlarıdır. Dubai' de 2004'ten bu yana, Arap film yapımcılığının hünerinin vitrini olma amacını taşıyan Dubai Uluslararası Film Festivali düzenlenmektedir. Amr Diab, Diana Haddad, Tarkan, Aerosmith, Santana, Mark Knopfler, Elton John, Pink, Shakira, Celine Dion, Coldplay, Keane, Phil Collins, Kavita Krishnamurthy, A R Rahman ve Roxette kentte konser vermiş sanatçılardandır. dubai-livethedream.com Yapay Palm adasında inşa edilen, Atlantis Otel'in 20 Kasım 2008' deki açılışına katılması için Kylie Minogue' a 3.5 milyon dolar ödendiği bildirilmiştir. Dubai Çölü Rock Festivali, heavy metal ve rock müzisyenlerini ağırlayan bir diğer büyük festivaldir.
Dubai'nin daha az bilinen bir yönü çağdaş sanat galerilerine verdiği önemdir. 2008'den beri, Karbon 12 Dubai, Yeşil Sanat, İsabelle van den Eynde ve Üçüncü Hat galerileri kente uluslararası sanat haritasını taşımaktadır.
Dubai'deki en geniş sinema salonu, 22 adet perde ve toplamda 2800 koltukla hizmet veren Reem Sinemaları'dır.
Futbol ve Kriket Dubai' de en popüler sporlardır. El Vasl, El Ehli, El Nasr, Eş Şebab ve Dubai Kulüp; Dubai' yi BAE profesyonel liginde temsil eden takımlardır. El Vasl, El Ayn' dan sonra BAE şampiyonluğunu en çok elde eden ikinci takımdır. Dubai, Dubai Tenis Şampiyonası ve Rock Efsaneleri Dubai tenis şampiyonalarına da ev sahipliği yapmaktadır. Yanı sıra Dubai Çölü Klasik Golf Turnuvası ve Dubai Dünya Şampiyonası dünyanın değişik yerlerinden sporcuları Dubai' ye getirmektedir. Dubai Dünya Kupası, her yıl Meydan Pistinde yapılmakta olan bir safkan at yarışıdır.
Dubai geleneksel Rugby Birliği turnuvasının Yedi Dünya Serisi' nden birisi olan Dubai Sevens' a ev sahipliği yapmaktadır. 2009' da, Dubai, Rugby Dünya Kupası Yedilerine ev sahipliği yapmıştır. Dubai Autodrome' da yıl boyunca birçok araba yarışı düzenlenmektedir.
Sri Lanka, Bangladeş, İngiltere, Avustralya ve Güney Afrikalı oyuncuların katıldığı kriket maçları Hindistan ve Pakistanlı geniş bir izleyici kitlesi tarafından takip edilmektedir. 2005'te, Uluslararası Kriket Kurulu Londra'da bulunan merkezini Dubai'ye taşıdı. Kent, çok sayıda Pakistan maçına ev sahipliği yaptı. Yeni çimenli zeminler, Dubai Sports City tarafından geliştirilmektedir.
Dubai'de okul sistemi Birleşik Arap Emirlikleri gibidir. 2009 yılı itibarı ile Eğitim Bakanlığı tarafından işletilen ve yerel Emirati nüfusa ve göçmen Araplara hizmet eden 79 devlet okulu ve 145 özel okul bulunmaktadır. Genel olarak okullar Arapça eğitim vermekte ve İngilizce ikinci dil olarak öğretilmekteyken özel okulların çoğunda İngilizce dilinde eğitim verilmektedir. Özel okulların çoğunluğu bir veya daha fazla göçmen ülke nüfusuna hizmet vermektedir.
Dubai'deki okullardan bazıları:
Dubai'deki bu okullar CBCE veya Hindistan Ortaöğretim Müfredatı Sertifikaları sunmaktadır. Benzer biçimde, bazı ünlü Pakistan okulları da FBISE müfredatını göçmen ailelerin çocuklarına sunmaktadır.
İngiliz müfredatına göre 7. yıla kadar eğitim veren ilkokullar:
İngilizce Müfredatına göre 7. yıldan itibaren eğitim veren okullardan bazıları:
Nüfusun yaklaşık %10'u üniversite veya lisans üstü eğitimine sahiptir. Göçmen ailelerinden birçoğu çocularını kendi ülkelerine veya batı ülkelerine göndermekle birlikte son on yıl içinde yabancı üniversitelerle ile akredite üniversiteler açılmıştır. Bazıları:
Evrim Teorisi, Biyolojik Ayrışma başlığıyla anlatılmaktayken Eğitim Bakanlığı, Müfredat Geliştirme Merkezi, Biyoloji Sorumlusu Abdul Kadir İsa tarafından 2007 yılında ertesi yıldan itibaren müfredattan çıkarılacağı açıklanmıştır.
Dubai'de sağlık hizmetleri kamu ve özel sektör olarak iki ayrı türde işletilmektedir. İlk devlet hastanaleri 1950'lerde açılmıştır. 80'ler ve 90'larda 20'den fazla medikal klinik açılmıştır.
Dubai'de kente hizmet veren çok sayıda radyo, televizyon ve elektronik medya kuruluşu bulunmaktadır.
Radyo istasyonlarından bazıları:
Etisalat, devlete ait telekomünikasyon şirketidir. Etisalat, internet içeriğinde bulunan buluşma siteleri ile eşcinsel sitelerini filtrelemek için bir proxcy sunucusu kullanır. Birleşik Arap Emirliklerinde devlet, politik ve kültürel hassasiyetleri zedeleyi olarak değerlendirdiği internet içeriklerini kontrol etmektedir.
Dubai aşağıda listesi verilenlerle kardeş kenttir:
Fujifilm
Fujifilm, Japon fotoğraf ve görüntüleme sistemleri teknolojileri firması. Dünya fotoğraf piyasasının lideri olarak gösterilmektedir. Özellikle baskı teknolojileri ve yüklü AR-GE çalışmalarıyla sektörde öncülük eden bir firmadır. Fujifilm Frontier serisi Minilab baskı makineleri ile diğer firmalara örnek olmuştur.
Son dönemde film teknolojisinin yerini digital teknolojiye bırakması ile negatif ve pozitif film üretimine son verip fotoğraf alanında dijitale yönelmişlerdir. Aynasız fotoğraf makineleri alanında X serisi ile pazarda önemli bir yer edinmişlerdir. Gene instax (anında baskı) makineleri de en çok satan ürünlerindendir. Fotoğraf dışında özellikle medikal görüntüleme, endoskopi, ultrasonografi alanlarında tıp elektroniğinde hayati ürünleri mevcuttur. Grafik ve fotoğraf baskı sistemleri diğer faaliyet alanlarındandır.
Fuji Türkiye'ye çok büyük bir yatırım yaparak, büyük şehirlerde kendi satış ve eğitim merkezlerini oluşturmaya başlamıştır.
Richard Kingson
Richard Kingson (d. 13 Haziran 1978, Accra), Ganalı millî kaleci. Türk vatandaşlığına geçerek Faruk Gürsoy adını almıştır. Süper Lig ve Premier League'nde farklı kulüplerde oynamıştır.
Kingson, aynı zamanda 90 kez ile Gana millî futbol takımı formasını en çok giyen oyuncudur.
1996 yılında ülkesinden ayrılarak Türkiye'ye gelen futbolcu, burada altı farklı kulübün formasını giymiştir. Türk vatandaşlığı da alan oyuncu, Galatasaray yöneticileri Faruk Süren ve Ergun Gürsoy'dan esinlenerek Faruk Gürsoy adını almıştır. Türkiye kariyerine Galatasaray'da başlayan Kingson, 1996-97 sezonunda PAF takımla PAF Ligi'nde maçlara çıktı. 1997-98 sezonunda ise A takım kadrosuna geçmesine rağmen hiçbir karşılaşmada kadroya alınmadı. Daha sonraki dönemde çeşitli Süper Lig kulüplerinde kiralık olarak oynayan Kingson, 2003-04 sezonu ikinci yarısında tekrar Galatasaray'a döndü ve ligin ikinci yarısında Elazığspor ile oynanan karşılaşmada ilk kez Galatasaray kalesinde görev aldı. 2005-06 sezonunda bu kez bonservisiyle birlikte başka bir Süper Lig kulübü Ankaraspor'a transfer olan kaleci, burada da genelde yedek kaldı ve ilk sezonunda sadece 1 maçta oynadı. İkinci sezonunda da 3 lig ve 5 kupa maçında forma giyen Kingson, sezonun ikinci yarısında İsveç ekibi Hammarby'ye kiralık verildi.
Sezon sonunda Türkiye'den ayrıldı ve Hammarby'de geçirdiği 3 ayın ardından diğer Avrupa kulüplerinin de dikkatini çeken oyuncu, AaB, Maccabi Tel Aviv ve Birmingham City'den teklif aldı. Birmingham'ın teklifini kabul ederek İngiltere kariyerine başlamış oldu ve Birmingham formasıyla ilk maçına da 28 Ağustos 2007'de Hereford United ile oynanan EFL Cup maçında çıktı. Premier League'de ise, sadece bir maçta, geçici teknik direktör Eric Black yönetiminde oynanan ve 2-0 kaybedilen Portsmouth karşılaşmasında forma giydi. Sezon sonunda, kulüp sahiplerinden David Sullivan, kulübün küme düşmesinin sebebi olarak eski teknik direktör Steve Bruce'un kötü transferlerini gösterdi ve Kingson için "gereksiz bir harcama" ifadesini kullandı. Bunun üzerine Kingson bir açıklama yaparak "Onun durumundaki bir kişinin daha olgunca konuşmalı. Takım sahiplerinden biri olarak, güzel konuşmak ve gençlere örnek olmak sorumluluğunu taşıması gerekir." dedi. Bunun üzerine oyuncunun sözleşmesi, bir yıl daha süresi olmasına rağmen, karşılıklı olarak feshedildi.
12 Eylül 2008'de eski teknik direktörü |
Steve Bruce tarafından yönetilen Wigan Athletic'e transfer oldu. İlk maçına FA Cup üçüncü turunda Tottenham Hotspur karşısında çıktı. Premier Lig'de ise ilk kez 9 Mayıs 2009'da 10. dakikada birinci kaleci Chris Kirkland'ın sakatlanarak oyundan çıktığı West Bromwich Albion ile oynanan maçta Wigan forması giydi. Bu maçta bir de penaltı kurtaran Kingson, takımın maçı 3-1 kaybetmesine engel olamadı. 2009-10 sezonu sonunda sözleşmesi biten oyuncu serbest kaldı.
Eylül 2010'da Premier League'in yeni ekiplerinde Blackpool ile sözleşme imzaladı. Bu takımdaki ilk karşılaşmasına 10 Kasım 2010'da 3-2 kaybedilen Aston Villa maçında çıktı. Birinci kaleci Matthew Gilks'in sakatlanmasının ardından uzun süre takımın kalesini koruyan Kingson, 20 lig maçında oynadı. 26 Mayıs 2011'de birçok Blackpool oyuncusu ile birlikte serbest kaldı. Kıbrıs Rum Kesimi'nde forma giyen kaleci Balıkesirspor Başkanı Tuna Aktürk tarafından, 03/12/2013 tarihinde resmen açıklanarak Balıkesirspor kadrosuna dahil oldu.
Kingson, 2006 FIFA Dünya Kupası, 2008 Afrika Uluslar Kupası, 2010 Afrika Uluslar Kupası ve 2010 FIFA Dünya Kupası'nda Gana takımının birinci kalecisi olarak görev yapmıştır.
Gana'da düzenlenen 2008 Afrika Uluslar Kupası'nda turnuvanın "Yıldızlar Karması" kalecisi seçildi.
2008 yılında Tanzanya ile oynanan ve 1-1 biten bir hazırlık maçında son dakikada takımının beraberlik golünü attı.
2010 yılında Afrika Uluslar Kupası'nda kaptanlık yaptığı Gana, finale çıktı ve Kingson, bir kez daha "Yıldızlar Karması"na seçildi.
2010 FIFA Dünya Kupası açılış maçında Gana formasıyla sahaya çıkan Kingson, grup maçlarında sadece 2 gol yiyerek takımının tur atlamasına büyük katkıda bulundu. Bir sonraki turda ABD ile oynanan ve uzatmalarda 2-1 kazanılan karşılaşmada Maçın Oyuncusu seçildi. Çeyrek finalde ise Uruguay ile karşılaşan Gana, bu maçı kaybederek elendi.
Elazığspor
Elazığspor, 1967 yılında Elazığ İlinde kurulan spor kulübüdür. Renkleri bordo beyazdır. 1. Ligde mücadele etmektedir. Daha önce 4 sezon Süper Ligde oynama başarısı göstermiştir.
24 Mart 1967'de Merkez Gençlik, Güvenspor ve Harputspor kulüplerinin birleşmesiyle Elâzığ'da kurulan spor kulübüdür.
Elazığspor, 3. Lig'de 1974-75, 1982-83 (amatörken), 1985-86, 1989-90 ve 1994-95 sezonlarında şampiyon olarak 2. Lig'e yükselmiştir. 1995-96 sezonunda klasman birincisi olarak 'Ekstra Play-off' müsabakalarında mücadele etmiştir. 1997-98, 1998-99, 2000-01 sezonlarında play-off gruplarında yer almış fakat Süper Lig'e yükselememiştir. 2001-02 sezonunda 1. Lig'de şampiyon olarak Süper Lig'e yükselen kulüp 2 sezon bu ligde mücadele etmiştir. 2003-04 sezonunda Süper Lig'den düşmüştür. 4 sene 1. Lig'de mücadele eden Sanica Boru Elazığspor, 2007-08 sezonunda bu ligden de düşmüştür. 2010-11 sezonunda 2. Lig Kırmızı Grup'u lider bitirerek 1. Lig'e yükselmiştir. 2011-12 sezonunda da 1. Lig'de 2. olarak Süper Lig'e yeniden yükselmiştir.
2011-12 sezonunda Akın Şatıroğlu başkanlığındaki yönetim kurulu sezon ortasında istifa etmiştir. 76 üyenin tamamının oylarını toplayarak başkanlığa Selçuk Cengiz Öztürk seçilmiştir. Yine sezon ortasında teknik direktör Hüsnü Özkara ile karşılıklı anlaşarak sözleşme feshedilmiştir. 29 Mart 2012 tarihinde Bülent Uygun ile anlaşılmıştır.
Kulübün, Malatyaspor ile ezeli bir rekabeti vardır. Bu rekabet Doğu'nun en büyük derbisi olarak nitelendirilmektedir. Dost takımları ise Büyükşehir Belediye Erzurumspor, Sivasspor ve Gaziantepspor'dur.
Taraftar grupları Abluka Narkoz Ve Gençik 23'tür. Gençlik 23 grubu 1990 yılında kurulmuştur.Narkoz grubu 2008 yılında Ve Abluka Grubu 2011 Yılında Kurulmuştur.
Elazığspor arması,Elazığ şehrinin en önemli halk oyunlarından "Çayda Çıra" sembolü,dünyada sadece Elazığ'da çıkan "Vişne Çürüğü Mermeri'nin" rengi olan bordo rengini almıştır.
Elazığspor'un lisanslı ürünlerin satıldığı ürünlerin satıldığı kuruluştur. Elazığ hariç diğer illerde bulunmamaktadır. Elazığ'da bulunan Park 23 AVM 'de hizmete girmiştir.
Elazığspor maçlarını 15.000 kişilik oturulabilir kapasiteye sahip Elazığ Atatürk Stadyumu'nda oynamaktadır.
2012-13 sezonunda "Sanica Boru Elazığspor" adıyla mücadele etmiştir.
2013-14 sezonunda yapılan kongre ile takımın adı yeniden "Elazığspor" olmuştur.
2015-2016 Sezonunda PTT 1. Lig’de mücadele eden Elazığspor’un adı, sponsorluk anlaşması ile "Vartaş Elazığspor" oldu.
"29 Temmuz 2016 itibarıyla,forma numaraları henüz açıklanmadı."
2002-2004, 2012-2014
1975-1982, 1983-1985, 1986-1987, 1990-1992, 1995-2002, 2004-2008, 2011-2012, 2014-
2008-2011
1967-1975, 1985-1986, 1987-1990, 1992-1995
1982-1983
İkincilik (2) : 2001-2002, 2011-2012
Şampiyonluk (1) : 2010-2011
Şampiyonluk (4) : 1974-1975, 1985-1986, 1989-1990, 1994-1995
Çeyrek Final (1) : 1975-1976
*Kademe-Klasman grubu olan sezonlar birleştirilerek yzaılmıştır.
*Play Off maç sonuçlarıda dahildir sezona
Azerbaycan Premyer Ligası
Azerbaycan Premyer Ligası (), şu anki adıyla Topaz Premyer Liqası , Azerbaycan'daki en üst seviye futbol ligidir.
Lig 1992 yılında SSCB'nin dağılmasından sonra kurulmuştur. Ligin adı, 1992'den 2007'ye kadar "Yüksek Deste" olarak kalmıştır.
Ligin "Yüksek Deste" iken 14 olan takım sayısı, 12'ye düşürülmüştür. 2013-14 sezonunda takım sayısı 10'a inmiştir. Ligi şampiyon bitiren takım UEFA Şampiyonlar Ligi'nde ön eleme oynamaya, 2. ve 3. bitiren takımlar ise UEFA Avrupa Ligi Birinci ön eleme turunda oynamaya hak kazanır. Son sıradaki iki takım bir alt lige düşer.
En başarılı takım, 8 kez şampiyonluğa ulaşan Neftçi'dir.
UEFA 2016-17 futbol sezonu ülke katsayıları
Pentium D
Pentium D, Intel'in ilk çift çekirdekli işlemcisidir. Pentium D, Pentium 4'e göre daha yüksek performans sunan LGA775 platformunda çalışan bir işlemcidir.
Pentium D 8XX serisi 90 nm teknolojisi ile üretilmişken, yeni Pentium D 9XX serisi 65 nm teknolojisine sahiptir ve bu nedenle daha az enerji harcayarak daha yüksek performans verebilmektedir. Yerini Core 2 Duo işlemciye bırakmıştır. Pentium D'lerin en büyük sorunu ısıdır. 2006 yılından sonra Pentium D serisi işlemciler üretilmemektedir. Isınmasından dolayı overclock konusunda iyi değildir. Rakibi AMD Athlon X2'dir.
Pentium D işlemciler 945G, 945P, 955X, 975X, nForce4 Intel Edition ve VIA'nın bazı yongasetlerini kullanan anakartlarda çalışabilir.
AFC Ajax
Amsterdamsche Football Club Ajax, daha çok bilinen isimleriyle AFC Ajax, Ajax Amsterdam ya da Ajax (ismin geçmişi Aias'a dayanır), Amsterdam merkezli profesyonel Hollandalı futbol kulübü. Dünya'nın belli başlı futbol takımlarından olan Ajax, 1900 yılında kurulmuştur. Maçlarını 52,328 kişilik Amsterdam ArenA'da oynar. Ajax dünyaca ünlü altyapısı Jong Ajax ile tanınan çok köklü bir kulüptür. Avrupa'nın en önemli 14 kulübünün bulunduğu eski G-14 kurulunda bulunmaktaydı. Ajax kazandığı birçok kupayla dünyanın en başarılı takımlarından birisidir, Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Federasyonu'na göre "20. Yüzyılın En Başarılı" yedinci kulübüdür.
Kulüp, 18 Mart 1900 tarihinde Amsterdam kentinde Floris Stempel, Carel Reeser ve Johan Dade tarafından kurulur. 1911 yılında o dönem Hollanda futbolunun en üst seviyesi olan 1. Lig'e çıkar. 1917 yılında ilk ulusal kupa kazanılır. 1918 yılında ise ilk lig şampiyonluğu gelir. 1920'li yıllardan II. Dünya Savaşına kadar geçen dönem o kadar başarılıdır ki bu yıllar "Altın dönem" olarak adlandırılır.
1940’lı yıllarda teknik direktör Jack Reynolds'un emekli olmasıyla beraber kulüp yeniden yapılanma dönemine girer. 1954 yılında futbolda profesyonelliğe geçildiğinde Ajax yeni dönemde özellikle Avrupa’da mücadele etme gücünden uzaktır. Bu dönem bir aralar küme düşme aşamasına gelen Ajax, 1965 yılında Rinus Michels’in takımın başına geçmesiyle kabuk değiştirmeye başlar. Bu dönemde özellikle ileride Hollanda millî futbol takımı sayesinde total futbol olarak adlandırılacak sistemin tohumları atılır.
1967 yılında ikinci kez lig şampiyonluğunu yaşayan kulüp hala bir rekor olan bir sezonda 122 gol atma başarısını gösterir. O dönemde 20 yaşında olan Johan Cruijff bu gollerin 33 tanesini tek başına kaydetmiştir. 1971 yılında hem lig hem de kupa şampiyonluğu yaşayan Ajax, 1970-71 Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde Panathinaikos’u 2-0 yenerek Avrupa’da da başarıyı yakalamıştır.
1973 yılında Cruijff’un FC Barcelona’ya transfer olmasıyla başlayan dönem gerilemenin habercisi olur. Buna rağmen Ajax’ın öncüsü olduğu total futbol mantığıyla oynayan Hollanda Mîllî Futbol Takımının 1974 FIFA Dünya Kupasında finale kadar çıkması futbol tarihinde önemli bir dönüm noktası olmuştur.
1980’li yıllarda Avrupa’da başarılı olamayan kulüp 1985 yılından sonra Cruijff’un teknik direktör olarak dönmesiyle yeniden çıkışa geçer. Ligde çok başarılı olmasa da 1986-87 UEFA Kupa Galipleri Kupası finalinde Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nden Lokomotive Leipzig’i 1-0 yenerek kupayı kazanır
Bundan sonra yükselişe geçen PSV’nin gölgesinde kalan Ajax, Louis van Gaal yönetiminde eski günlerine dönmeye başlar. 1992 UEFA Kupası Finalinde İtalyan ekip Torino FC’yu eleyerek kupayı kazanır. Aynı başarıyı 1994-95 UEFA Şampiyonlar Ligi'nde de gösteren ekip, finalde İtalyan Milan’ı 1-0 yenerek kupayı müzesine götürür.
Ancak izleyen sezonlarda Van Gaal’ın ayrılması ve Bosman kanunu sayesinde önemli oyuncularının kulüpten ayrılmasıyla Ajax düşüşe geçer.
2002 yılıyla beraber teknik direktörlük görevine gelen Ronald Koeman’ı Danny Blind izleyecektir. 2006 yılında başa geçen Henk ten Cate, gençlere fırsat verirken başarılı sonuçlar yakalayacaktır. O sezon Hollanda Kupası kazanılırken, Lig şampiyonluğu son anda yitirilir. Sonraki sezon en önemli kozları olan Ryan Babel Liverpool’a, Wesley Sneijder ise Real Madrid’e satılır. 2008 yılında teknik direktör olan Marco van Basten döneminde yeni genç futbolcular takıma dahil edilirken takım yönetimi başarılı futbolcularını sattıkları için bir ticarethane olmakla suçlanacaktır. 2009-2010 sezonunun son haftasında ligde üçüncü konumu başarısızlık olarak tanımlayan van Basten de görevi bırakacaktır.
Ajax, her dönemde sayısız yıldı |
z yetiştiren altyapı programıyla tanınmıştır. En üst seviyede futbol oynamış olan çok sayıda yıldız Ajax’ta yetişmiştir:
Kendi altyapısından yetişen futbolcuların ağırlıkta olduğu kadrosuyla 1994-95 UEFA Şampiyonlar Ligi kupasını kazanmıştır.
1900 yılında kulüp kurulduğunda Ajax amblemi bir Ajax oyuncusunun resminden ibaretti. 1928 yılında Antik Yunanistan’daki kahraman Ajax’ın portresi logo olarak kabul edildi. 1990 yılında yeniden değiştirilen logoda Ajax resmi korunurken, portre 11 futbolcuyu simgeleyecek şekilde sadece 11 çizgiden oluşacak şekilde yeniden tasarlandı.
Ajax ilk başlarda sadece siyah renkli formayı tercih ediyordu. Ancak sonraları formada kırmızı-beyaz ve şortlarda da siyah renk yer almaya başladı. Bu üç renk aynı zamanda Ajax’ın kurulu olduğu Amsterdam kentinin de renkleridir. Kulüp 1911 yılında Eerste Klasse olarak bilinen 1.Lig’e çıktığında renklerini değiştirmek zorunda kaldı çünkü o ligde oynayan Sparta Rotterdam da aynı renkleri kullanıyordu. O dönemlerde deplasmanlarda farklı forma uygulaması olmadığından lige yeni çıkan Ajax, renklerini beyaz forma üzerine kırmızı çapraz şerit olacak şekilde değiştirmek zorunda kaldı.
Kulübün ilk stadyumu, 1911 yılında ahşaptan yapılmıştır. O dönemde stadın özel bir adı bulunmamaktaydı. Ajax daha sonra Amsterdam’da yapılan 1928 Yaz Olimpiyatları stadında maçlarını yaptı. Olimpik Stadyum olarak bilinen bu stadyumdan sonra 1934 yılında Amsterdam’ın doğusundaki De Meer Stadyumuna geçti. 1996 yılına kadar maçlarını oynayacağı stadyum 29.500 kişilikti. 1996 yılında Amsterdam AreanA olarak bilinen yeni stadyum kompleksine geçti. 134 milyon dolara mal olan stadyum 52.000 kapasitelidir. Stadyumun açılır kapanır tavanının içeriye güneş ışığının girmesini engellediği için çim kalitesinin olumsuz etkilendiği stada yapılan eleştiriler arasındadır.
Günümüzde Ajax taraftarları Yahudi olarak nitelendirilse de buna dair bir kanıt yoktur. 1930’lu yıllarda Avrupa’da yükselen faşizm ve anti-Semitizm yüzünden şehrin diğer taraftarları, stadyumları yoğun Yahudi göçü alan bölgede kaldığı için Ajaxlıları Yahudi olmakla suçlayıcı tezahüratlarda bulunmuştur. Arasında çok az sayıda Yahudiyi barındıran Ajax taraftarları da inadına bu kimliği benimsemiş ve Yahudi sembollerini maçlarda kullanmıştır. 1980’li yıllarla beraber siyasi arenadaki İsrail karşıtlığı Ajax’a karşı tezahüratlara da yansımıştır. Oldukça gergin atmosferde geçen maçlara gerçek Yahudiler gitmemeye başlamıştır. 2000’li yıllarda kulüp resmî olarak taraftarlardan Yahudi simgelerinin bırakılmasını talep etmiştir.
Johan Cruyff'ın onuruna formasının emekliye ayrılmasından sonra 2007-08 sezonundan itibaren Ajax takımındaki hiçbir futbolcu 14 numaralı formayı giymemiştir. 14 numaralı formayı en son İspanyol orta saha Roger giymiştir. 2011-12 sezonunun öncesinde bir hazırlık maçında Marvin Zeegelaar bu formayı giyerken, aynı formayı Aras Özbiliz de bir sezon öncesi maçında giymiştir. Kulüp bunun hata olmadığını söylemiştir.
Johan Cruyff'ın ayrılmasından sonra 14 numaralı formayı giyen futbolcular:
Robert Duvall
Robert Selden Duvall (d. 5 Ocak 1931), Amerikalı sinema oyuncusu ve yönetmeni.
Duvall, ABD'nin Kaliforniya eyaletinin San Diego şehrinde doğdu. Annesi amatör bir aktristi. Oyunculuk eğitimini New York'da Neighborhood Playhouse Tiyatro Okulu'nda aldı. Oyunculuk kariyeri için mücadele ederken Manhattan Posta Ofisinde müdür olarak işe girdi ama bu işinden 6 ay sonra ayrıldı. Babası William Howard Duvall, Amerikan donanmasında admiral idi. Ailesi tutucu bir Metodist idi, kendisi de sıkı İncil takipçisidir. Kendisi bir sure Amerika'nin en büyük aktoru olarak görülmüştür. Ayrica kendisi Hollywood'un aksiyon Kralı olarak gorulur. 2005 yılında ise başkan Bush kendisine sanat madalyasi takmıştır. Liberal ve anayasaya sadik gorusleri vardir. Başkan Bush kendisini seçim döneminde Beyaz Saraya davet bile etmiştir. Başkan Truman ve Obama'nin uzaktan akrabasidir.
Beyaz perdede ilk deneyimi, "To Kill a Mockingbird" (1962) filmi ile oldu ama onu büyük kitlelere tanıtan filmi bundan tam on yıl sonra Tom Hagen karakterini canlandırdığı Baba ("The Godfather") ile oldu. Bu film ile ilk kez 'en iyi yardımcı erkek oyuncu' kategorisinde Oskara aday oldu. Aynı filmin devamı olan Baba 2 ("The Godfather Part Two") filminde de yine aynı karakteri canlandırdı. Akademi ÖdüllerineToplam 6 kez aday olan Duvall, bu ödüle "Tender Mercies" (1984) filmi ile 'en iyi erkek oyuncu' dalında Oskar alarak erişti.
Priapos
Priapos ya da Priapus, Yunan mitolojisinde bahçeler ve bağlar tanrısı (bereket tanrısı), Lapseki (Lampsakos) şehrinin hakimi, genital organının vurgulanmasıyla işlenmiştir. Dionysos ile Afrodit'in oğlu olduğu söylenirdi. Kültü, adalar ile bütün Yunanistan'a ve Güney İtalya'ya yayıldı. Priapos başlangıçta toprak bereketini temsil ediyordu. Aynı zamanda sürüleri, arıları ve balıkçıları koruyan bir kır ve deniz tanrısıydı.
Malikanelerin giriş yerlerine onun bir ithyphallos resmi konurdu. Bu resim kötülükleri uzaklaştırır, huzuru sağlardı. Priapos Roma devrinde özellikle erkekliği ve fiziki aşkı canlandırıyordu. Tanrının tasvirlerindeki laubali karakter ve müstehcen şiirler bundan gelir. İmparatorluk devrinde Priapos bir halk tiyatrosu kahramanı oldu. En önemli kült merkezi Lampsakos (Lapseki) kentidir. Mısır kültüründe benzer bir tanrı olan Min vardır.
Tıp literatüründe Priapos'tan esinlenerek adlandırılan, Priapizm rahatsızlığı vardır. Bu hastalıkta, penisin istemsiz olarak erekte olur ve sürekli o halde kalır.
Franz Josef Buzulu
Franz Josef Buzulu (İng.: "Franz Josef Glacier", Maori: "Ka Roimata o Hinehukatere"), Yeni Zelanda'nın güney adasında Westland Millî Parkı'nda bir buzul. 1865 yılında Alman kaşif Julius von Haast tarafından Avusturya İmparatoru I. Franz Josef'in adı ile adlandırılmıştır. Güney komşusu Fox Buzulu gibi. Yeni Zelanda Alpleri' den (Southern Alps) beslenir. Kolları "Waiho River" üzerinden Tasman Denizi'ne akar.
Kaunas
Kaunas, Litvanya'nın Vilnüs'ten sonra ikinci en büyük şehridir.
Kaunas
Arezzo Kimerası
Tunç Arezzo Kimerası Etrüsk sanatının en bilinen örneklerinden bir tanesidir. 1553 yılında Toskana'da bulunan antik bir Etrüsk ve Roma şehri olan Arezzo'da bulunmuş ve hemen Medici Toskana Grandüklüğü'nden Cosimo I koleksiyonlarına eklemek için sahip çıkmıştır. Cosimo I bu eseri Palazzo Vecchio'da halka açık olarak gösterime sunmuştur ve kolleksiyondan küçük tunç parçalarını Palazzo Pitti'ye koymuştur. Benvenuto Cellini otobiyografisinde, "Dük onları bazı kuyumculuk aletleri ile kendi temizlemekten büyük zevk alırdı" şeklinde belirtmiştir. Kimera hâlâ Floransa'da bir arkeolojik müzede korunmaktadır. Yaklaşık olarak 80 santimetre (32") yüksekliğindedir.
Yunan mitolojisinde Kimera kendi anavatanı Likya'yı Bellerophon tarafından öldürülene kadar tahrip etmiştir. Tunç Arezzo'da ilk bulunduğunda kayıp kuyruğu nedeniyle aslan olarak tanımlanmıştır. Kayıp olan kuyruk aslında, bir yılan şeklindedir. Çok geçmeden kimera efsanesinin bir örneği olduğu anlaşılmıştır ve Giorgio Vasari'ye göre Floransa'ya getirilen küçük tunç parçalarının ve kırılmış parçalarının içinde kuyruğun eksik kısımları birleştirilmiştir. Şu andaki tunç kuyruk 18. yüzyıl onarımına aittir.
Kimera antik zamanlarda güvenlik için dikkatli bir şekilde gömülmüş bir tunç gömüsünden çıkartılmıştır. San Laurentino şehir duvarlarının çevresindeki hendekler kazılırken kazara bulunmuştur. Tunçtan yapılmış bir örneği şu anda çıkartıldığı yerde bulunmaktadır.
Sağ ön bacağında şu ana kadar çeşitli şekillerde okunmuş bir yazıt bulunmaktadır. Yakın zamanda olarak fikir birliğine varılmıştır, isminden yola çıkarak heykelin en önemli Etrüsk gün tanrısı Tin veya Tinia'ya adanmış bir adak olduğu anlaşılmaktadır.
Türkiye'deki barajlar listesi
Türkiye'de DSİ tarafından yapımı gerçekleştirilen ve halihazırda işletmede olan 504 adet baraj olup, bunların işletmedeki 203 adeti, büyük çaplı baraj diğerleri ise gölet şeklindedir.
Nikaragua işaret dili
Nikaragua işaret dili (veya ISN, "Idioma de Señas de Nicaragua" veya"Idioma de Signos Nicaragüense") 1970'ler ve 1980'lerde Nikaragua'nın batısındaki okullarda sağır çocuklar tarafından kendiliğinden gelişmiş olan bir işaret dilidir. Dil uzmanları için özel bir ilgi konusudur çünkü yeni bir dilin doğuşunun araştırılması için benzersiz bir fırsat sunmaktadır.
Cook Boğazı
Cook Boğazı, ("Cook Strait") Yeni Zelanda 'da bir boğaz. Kuzey Adası 'nı Güney Adası 'ndan ayırır.
Boğazın genişliği 35 km dir. Cook Boğazı kıyısında, Yeni Zelanda'nın başkenti Wellington bulunur. Buradan Güney Adası'ndaki Picton ve Nelson'a arabalı-trenli feribot bağlantısı mevcuttur. Wellington'dan Picton'a geçiş yaklaşık 3 saat sürerken hızlı feribot "The Lynx" ile bu sefer 2 saat 15 dakika sürer.
Cook Boğazı, Dünya'nın en fırtınalı deniz bölgelerinden biridir. Boğaz, 1769'da James Cook tarafından keşfedilir ve geçilir.
Alberto Gilardino
Alberto Gilardino (d. 5 Temmuz 1982), İtalyan millî futbolcudur. Şu anda US Palermo forması giymektedir.
Parma'da yıldızı parladı. 2003-2004 sezonunda Serie A'da gol krallığında ikinci olan Gilardino, 2004-2005 sezonunda İtalya'da yılın futbolcusu seçildi. İtalya millî futbol takımı formasını da giyen Gilardino oynadığı 18 maçta 8 gol attı. Milan'a 2005 yılında büyük umutlarla transfer edildi. Fakat 3 sezonda bekleneni veremedi ve Fiorentina'nın yolunu tuttu. Fiorentina formasıyla çıktığı ilk maçta Sparta Prag karşısında gol atmıştır. 2011-12 sezonu ikinci yarısı itibarıyla Serie A takımlarından Genoa'ya transfer olmuştur. Kariyerine yine Serie A ekiplerinden Palermo'da devam etmektedir.
Oltos
Oltos MÖ 525-MÖ 500 yılları arasında Yunan kızıl figür çömlekçiliği ressamıdır. Çömlekçi Nikosthenes'in atölyesi ile ilgisi olduğu düşünülmektedir. Bilinen 39 eseri vardır. Fakat bunların sadece 2'sinde gerçek imzası bulunmaktadır. 37 eser stil yönünden örtüştüğü için Oltos'a ithaf edilmiştir. Sanatçı çalıştığı zamanın popüler konularını eserlerinde iş |
lemiştir. (Troya savaşından sahneler, yarış sahneleri, Dionysos ile ilgili sahneler gibi). Sanatının ilk yıllarında yaptığı eserler Andokides ressamının eserlerine benzer. Ustalaştıkça Euphronios'un stil özelliklerinden etkilenmiştir. Ancak Euphronios'un anatomik detayları göstermedeki titizliği Oltos ressamında görülmemektedir.
Gözyaşı Yolu
Gözyaşı Yolu (İngilizce: "Trail of Tears"), ABD'de, Kızılderili Tehciri sırasında 1831'de Kızılderilinden Çoktavların, 1838'de Çerokilerin sürgün edilmelerine Gözyaşı Yolu denir. Bunun sonucunda 4.000 kadar Çeroki yaşamını yitirmiştir. Çeroki dilinde bu olaya "Nunna daul Tsuny" (Gözyaşı Döktüğümüz Yol, Gözyaşı Yolu) denir. Bu deyiş, bazen sürgün edilen diğer yerli Amerikalı kabileleri -özellikle de Beş Uygar Kabileyi de kapsayacak şekilde kullanılır.
Çerokiler'in Gözyaşı Yolu New Echota Antlaşmasının yürürlüğe konmasıyla ortaya çıkmıştır. 1830 tarihli "Yerlilerin Yerlerinin Değiştirilmesi Yasası"nın hükümleri uyarınca imzalanan bu antlaşma, Birleşik Devletler'in doğusundaki Kızılderili topraklarının Mississippi Nehri'nin batısındaki topraklarla değiştirilmesini öngörüyordu. Aralık 1835 tarihinde Birleşik Devletler yetkilileri, New Echota, Georgia'da 300-500 Çeroki'den oluşan bir azınlıkla antlaşma için temasa geçti. Bu kişilerden hiçbiri Çeroki Ulusu'nun seçilmiş yöneticilerinden biri değildi. Sonuçta, Çeroki ulusunu temsil etme yetkisi bulunmayan yirmi kişi; Mississippi'nin doğusundaki tüm Çeroki topraklarının Birleşik Devletler'e verilmesi karşılığında Çerokiler'e Kızılderili bölgesinde yeni topraklar ve $5 milyon verilmesini öngören antlaşmayı imzaladı.
15.000'den fazla Çeroki antlaşmayı protesto etti; fakat 23 Mayıs 1836'da New Echota Antlaşması Birleşik Devletler Senatosu'nda -yalnızca bir oyla- yasalaştırıldı.
Antlaşma, Başkan Andrew Jackson döneminde yürürlüğe konuldu. Jackson federal birlikler göndererek, batıya göndermeden önce 17.000 Çeroki'yi kamplarda topladı. Ölümlerin çoğu, salgın hastalıktan dolayı bu kamplarda meydana geldi. Bu kamplardaki görevlerinin dışında, Birleşik Devletler ordusu asıl göç yolculuğunda çok sınırlı bir rol oynadı. Yolculuğun büyük kısmı Çeroki ulusunun nezareti altında gerçekleştirildi.
İncirlik Hava Üssü
İncirlik Hava Üssü (IATA: UAB, ICAO: LTAG), Adana ilinin İncirlik beldesinde bulunan bir hava üssüdür. Adana şehir merkezinin 8 km doğusunda ve Akdeniz'e 56 km mesafededir. Birincil olarak Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri ve Türk Hava Kuvvetleri tarafından kullanılan üs, Kraliyet Hava Kuvvetleri tarafından da kullanılmaktadır. Avrupa'da taktik nükleer silahlar bulunduran altı NATO üssünden biridir.
1951 yılında inşaatına başlanan İncirlik Üssü, Aralık 1954'de Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Amerikan Hava Kuvvetleri'nin hizmetinde ortak kullanıma açıldı.
İncirlik Hava Üssü'nde konuşlu birincil birim ABD Hava Kuvvetleri 39. Hava Üssü Kanat (39 ABW) 'dir. İncirlik Hava Üssü ile ilgili 57 Sertleştirilmiş uçak barınakları arasında bulunan bir 3.048 m (10.000 ft) -Uzun pisti vardır.
İncirlik Hava Üssü'nün kurulması kararı Aralık 1943 İkinci Kahire Konferansı sırasında alınsa da inşaatı İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonra başladı. Amerikan Ordusu Mühendisler Kolordusu 1951 baharında İncirlik Hava Üssü inşaatına başladı. ABD Hava Kuvvetleri, başlangıçta orta ve ağır bombardıman uçakları için acil evreleme ve kurtarma yeri olarak kullanmayı planladı. Türk Genelkurmay ve ABD Hava Kuvvetleri Aralık 1954 yılında yeni Hava Üssü için ortak kullanım anlaşmasını imzaladı. 21 Şubat 1955 tarihinde, Hava Üssü'nün resmi adı olarak Adana Hava Üssü seçildi. Hava Üssü'nün konuk birimi olarak 7216. Hava Üssü filosuydu. Bu Hava Üssü 28 Şubat 1958 tarihinde "İncirlik Hava Üssü" adını almıştır. 15 Eylül 1997'de Kuzey Irak'a düzenlenen Operasyon Kuzey İzleme'de 39. Hava Kanat Komutanlığındaki mülkleri desteklemek ve komuta etmek için kullanılır hale getirildiği belirtildi.
Varlığını bile ilk yıllarında, Türkiye'de İncirlik Hava Üssü varlığının değeri sadece Soğuk Savaş sırasında komünist Sovyetler Birliği tehdidine karşı değil, aynı zamanda Ortadoğu'daki Lübnan ve İsrail krizlerine bir cevap olduğunu kanıtladı.
Amin yapısındaki hormonlar
Amin yapıdaki hormonlar ya da amin türevi hormonlar katekolaminler, triptofan türevleri ve tirozin türevi hormonlardır. Suda çözünürler. Salgı ve veziküllerde depolanırlar.
Pişmaniye
Pişmaniye veya diğer adlarıyla tel helva, çekme helva, tel tel, tepme helva, keten helva; Kocaeli ilinin İzmit ilçesine has bir tatlı türüdür. Özgün bir tatlı çeşidi olması, hafifliği, pişmaniyenin il dışında da aranmasını ve ilgi görmesini sağlamıştır.
Tatlının kökeni İran coğrafyasına dayanır. Tatlının görüntüsü koyun yününe benzediği için "yün gibi" anlamına gelen "peşmek" (پشمک) kelimesinin zamanla Türkçede "pişmaniye" diye söylenmeye başlandığı muhtemeldir. İlk kez Kandıralı Hayrettin Usta tarafından yapılan pişmaniye, Şekerci Hacı Agop Dolmacıyan adlı bir Ermeni usta tarafından ise pazarı sunulmuştur.
Tereyağı, vanilya (ya da kakao), limon tuzu, şeker, tahin, un ve sudan yapılır. Pişmaniye yapmak için ağda haline gelinceye kadar 170 derecede kaynatılan şeker mermer taşa dökülüp soğutulduktan sonra büyükçe bir halka biçimine getirilir. Büyük bir sininin üstüne konan kavrulmuş una eritilmiş tereyağı yedirilir. Ardından altı kişi ile birlikte halka biçimindeki ağda unun üstünde çevrilmeye başlanır. Her çevirişten sonra ağda yeniden halka biçimine sokulur. Sinideki unun hepsi ağdaya yedirilinceye, ağda tel tel hale gelinceye kadar bu işleme devam edilir. Çevirme sırasında ağdanın kopmamasına özen gösterilir.
Nikosthenes
Nikosthenes M.Ö. 545-510 yılları arasında Yunan siyah ve kızıl figür çömlekçiliği çömlekçisidir. Oltos, Lydos, Epiktetos ve Ressam Nikosthenes gibi ressamlarla beraber çalıştığı düşünülmektedir.
Hatebreed
Hatebreed, Bridgeport ve New Haven, Connecticut'dan bir hardcore grubudur. Grup çalışmalarına 1995 de başlamış olup sert müzik sitilleri, hayranlarının desteği ve sahne performanslarıyla çok kısa süre içerisinde kendi tarzının en iyi gruplarından biri oldu. 1996 yılında yayınladıkları ilk EP leri "Under The Knife" çok olumlu tepkiler aldı ve bunu takip eden yıl içerisinde hayranları tarafından 90'ların en iyi metalcore albümlerinden biri olarak kabul edilen Satisfaction is the Death of Desire albümünü Victory Records' dan çıkarttılar. Yoğun ve uzun süreli tur takvimleri grubu hardcore ve metalcore tarzının sınırları dışına taşıdı, Slayer ve Slipknot gibi metal gruplarıyla yapılan ulusal turneler onları pek çok hardcore tarzı dışındaki metal müzik hayranlarının dikkatine sundu. Bu etkiler grubun sonraki iki albümü, 2002 yılında çıkan Perseverance ve özellikle 2003 yılında piyasaya sürülen The Rise of Brutality albümlerinde görülmektedir.
Vokal Jamey Jasta, MTV2 televizyon programı Headbanger's Ball' un evsahipliğini yapmanın yanı sıra Stillborn Records da çalışmalarına devam etmektedir.
Tatar Ramazan Sürgünde
Tatar Ramazan Sürgünde, serinin ikinci ve son filmi. 1992 yapımı olan film, ilk film Tatar Ramazan`ın devamı niteliğindedir. Olaylar gene II. Dünya Savaşı`nın sürdüğü 1942 yılında geçmektedir ve gene Cumhuriyet gazetesinin manşetleriyle açılır. "700 kasaba, 70 vilayet ve 7 düvelde namı söylendi" yazısıyla biter.
Tatar Ramazan sürgüne gelmeden ünü gelmiştir. Bütün hapishanede Tatar Ramazan`ın adaleti koruyup kollayan, güçsüzü ezdirmeyen, mert biri olduğu konuşulmaktadır. Bütün cezaevi Tatar Ramazan`ın gelişini merakla beklemektedir. Sonunda Ramazan gelir ve ""Merhaba yarenler, merhaba felaket arkadaşlarım"" diyerek hapishane ahalisiyle selamlaşır.
Elbette ki gene koğuş ağası Abdurrahman Çavuş ve yardımcısı Akseli Ali bu durumdan rahatsız olur. En başta Tatar ile iyi geçinmeye çalışırlar, diğer mahpusların üzerine gittikleri gibi gidemezler. Fakat Tatar Ramazan durumu Kirmastılı ile konuşarak anlar, fakat gene de kendini tutmaya çalışır. Bu arada sevgilisi Zeynep de Tatar`ı görmek için hapishaneye gelir fakat Tatar o sırada ""Benim adım Tatar Ramazan, ben bu oyunu bozarım"!" diyerek müdürle takıştığından kapalıya atılmıştır. Zeynep de Tatar`ı göremeyince deliye döner en sonunda hapishaneye girerek bağırmaya başlar. En sonunda Tatar da onu duyar ve tam konuşmaya başladıklarında üzerine gelen gardiyanlardan korkan Zeynep kendini yukarı kattan atar ve ölür.
Zeynep`in ölümüyle artık Tatar`ı durduracak bir şey kalmamıştır. Abdurrahman Çavuş`da hapishane bahçesinde Tatar`a meydan okumaktadır. Sonunda Tatar Ramazan, ""Gel dedin geldim, Abdurrahman Çavuş"" diyerek üstüne yürür Çavuş`un. Bıçaklar çekilir ve sahne başlar. Bu sırada Kirmastılı Ağa, Aksekili'yi içeri kilitler ve Tatar Ramazan'ın Abdurrahman Çavuş'la tek başına dövüşmesini sağlar. Tatar Ramazan bir hamleyle Abdrruhman Çavuş`u bıçaklar. Çavuş kanlar içinde yere düşer. O anda Tatar Ramazan etrafına dönerek yapılanların aslında mahpuslar için olduğunu söyler, herkes Ramazan`a sahip çıkıp "Ben vurdum, biz vurduk" diyerek üstüne kapanır. Yönetim yukardan tehdit edip teslim olmasını ister. O arada elinde bıçağıyla Tatar Ramazan aradan çıkar ve şöyle der:
Bu bölümde özellikle Kirmastılı karakterine dikkat edilmelidir. Kerim Korcan, yıllarca hapiste yatmış ve orada rastladığı mahkûmlardan yola çıkarak bu karakterleri yaratmıştır. Kirmastı, Bursa'nın Mustafakemalpaşa ilçesinin eski adıdır. Kirmastılı karakteri, yiğitliğin ve mertliğin sembolüdür.
Film "700 kasaba, 70 vilayet ve 7 düvelde namı söylendi" yazısıyla biter.
Baf Ülkü Yurdu
Baf Ülkü Yurdu Spor Kulübü, KKTC'de bir spor kulübüdür. 1947 yılında Baf'ta kuruldu. 1974 Barış Harekâtı'ndan sonra Güzelyurt'a taşındı. Renkleri yeşil-kırmızıdır. Kıbrıs Türk sporunda birçok ilke imza atmıştır. Örneğin, Kıbrıs Türk futbolunda 4 sene üst üste (1986-87,1987-88,1988-89,1989-90) şampiyon olmayı başaran tek takım olma özelliğini hala taşımaktadır. Cumhurbaşkanlığı kupasını en çok üst üste kazanan takımdır. Rothmans kupasını en çok kazanan takımdır. M |
illi takıma bir anda en çok sporcu gönderen takımdır. Bir sezonda en çok kupa kazanma başarısını da göstermiştir.
Gençlik Gücü TSK
Gençlik Gücü Türk Spor Kulübü KKTC'de spor kulübüdür. 1952 yılında Lefkoşa şehrinde kurulmuştur. Lefkoşa'nın köklü spor kulüplerinden biridir.
Cezerye
Cezerye, özellikle Mersin bölgesinde yaygın tatlı türü. Havuç, toz şeker, ceviz ve hindistan cevizinden yapılır. Adını, Arapça'da havuç anlamına gelen (Cezer; جزر) kelimesinden alır. Rendelenen havuç önce haşlanır haşlandıktan sonra şekerle kavrulur. Üzerine hindistan cevizi; içine antep fıstığı, fındık, yer fıstığı ya da ceviz koyulur.
Celtic FC
Celtic Football Club, İskoçya'nın önde gelen iki futbol takımından biridir. Maçlarını 60,830 kişilik Celtic Park stadında oynayan Celtic, yeşil-beyaz renklere sahiptir. Glasgow şehrinin takımı olan Celtic ile, şehrin doğusundaki Rangers arasında ezeli bir rekabet bulunmaktadır. Celtic ile Rangers arasındaki ezeli rekabetin altında mezhepsel ve siyasi sebepler yatmaktadır. Celtic taraftarları Katolik, Rangers taraftarları ise Protestan mezheplerine mensuptur. Ayrıca Rangers taraftarları, İskoçya'nın kendi hükümet ve meclisine sahip olduğu, ancak devlet teşkilatı açısından Birleşik Krallık'a bağlı olduğu mevcut statüsünün devamından yana iken; Celtic taraftarları İskoçya'nın tümüyle bağımsız bir cumhuriyete dönüşmesinden yanadırlar. Bu mezhepsel ve siyasi sebeplerden ötürü, iki kulüp taraftarları arasındaki ayrım çok keskindir ve İskoçya'da, aynı ailenin içinde hem Celtic hem de Rangers taraftarına rastlamak imkânsız gibidir. Taşıdığı mezhepsel ve siyasi anlamlar sebebiyle Celtic-Rangers derbileri bir futbol müsabakasının çok ötesinde algılanır.
Celtic FC, Britanya'ya Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nı getiren ilk takım olarak da tarihe geçmiştir. Ayrıca Celtic, Britanya'da Manchester United'dan sonra en fazla tribün potansiyeline sahip futbol takımıdır.
(Manchester City'dan kiralık)
Britanya'ya Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nı getiren ilk takımdır.
Türkiye'de korsan yazılım
Türkiye'de korsan, başlangıçta bilişim alanında faaliyet gösteren genç ama yasalardan bağımsız ve uzak olanların eliyle başlatılmıştır. Bilgisayar kullanımı ve sahibi olma durumu kamu ve özel sektör şirketlerinden tabana doğru hızla yayılmaya başladığı 1995 yılı ve sonrasında da yasa dışı ticari bir faaliyet alanı haline gelmiştir. Uluslararası anlaşmalarda ve ikili anlaşmalarda onayı ve katkısı olan devletin ilgili kolluk örgütleri, yargı birimleri ve kaçakçılık ile ilgili birimleri hem vergi kayıplarını önlemek hem de kullanımda adaleti ve üreticinin haklarını güvence altına alabilmek amacıyla çalışmalara da 2000'den itibaren etkin biçimde başlamıştır.
Türkiyede özelde başta büyük yerleşimlerde korsan satışı üzerine uzmanlaşmış ve bunu bir ticari faaliyet olarak yürüten kişiler vardır. İstanbul'da yoğun olarak Kadıköy, Beşiktaş, Aksaray, Tahtakale gibi yerler öncelikli olmak üzere tümüyle bilişim faaliyetlerine dönük işletmelerin yanında ve yakınında yan sanayi durumuna gelmişlerdir. Ankara'da Kızılay çevresinde özelde Maltepe Pazarı'nda 200'ü aşkın tezgâh ile Karanfil sokak ile Yüksel caddesi üzerinde faaliyette bulunan kişiler vardır. Maltepe Pazarı'ndaki dükkânlarda, her ne kadar son yıllarda yapılan uygulamalarla korsan CD ve DVD tezgâhları kaldırılsa da bu uygulama sadece sembolik olarak kalmıştır. Tezgâh sahipleri halen satışlarını yapmaktadır, tek fark satışların açıkta değil tezgâhaltı tabir edilen gizli şekilde yapılmasıdır. İstenilen yazılım, müzik, oyun vb. CD veya DVD'si, korsan satıcıların gizli küçük depolarından anında getirttilirmektedir.
Diğer ülkelerde ve kültürlerde de olduğu gibi bu süreç sadece yazılım alanında değildir. Oyun, sinema, televizyon gibi etkileşimli ortama geçirilebilen her türlü kültür tüketim ürününüde kapsar haldedir. Yazılımın bunlardan farkı tüketim ürünü olmayıp varlığıyla katma değer yaratabilir olmasıdır.
Türkiye'de 1995 yılı ve izleyen süreçte öne çıkan olumlu konularda korsan kapsamında göze çarpmaktadır. Yazılımların kolay ve ucuz olarak hemen her yerde bulunabilir olması iki açıdan olumlu olmuştur. Bilgisayara alışkanlık ve yazılımların öğrenilme kolaylığı.
1990'lı yıllarda özelde grafik yazılımlarını kullanabilme yeteneğine sahip yetkin insanları bulmak o denli zordu ki bulunabilenlerinde ücretleri bile oldukça yüksekti. Korsan yazılımın bu anlamda iç piyasa girdi maliyetlerinin düşmesinde olumlu katkısı olmuştur. 1995 sonrası büyük kentlerde yasal durumun belirsizliği altında ortaya çıkan korsan yazılım satışı öncelikle dar gelirli ailelerin çocuklarına bilgisayar alımında yan katkılar sağlamıştır. Bilgisayar edinme ve yazılım bulmadaki kolaylık her genç insanın ilgi alanına göre kendini deneme yanılma yoluyla yetiştiribelmisini ve ilgi alanında derinlik kazanılmasını sağlamıştır. Bu birikim ve yetkinlik kısa sürede yazılım kullanımına gereksinim duyan büyük ve küçük ölçekli işletmelerin ara eleman ihtiyaçlarının hızla ve daha ucuza karşılanabilmesini sağlamıştır.
Özelde yerli yazılım üreten kişi ve şirketlerin katma değer üretip bunları yeni yazılımlar üretmeye akatarabilmesinin ilk günden bu yana yazılım alanında istihdam edileceği varsayılan bilgisayar mühendislerinin beyin göçü olarak iç pazarda yer ve iş alanı bulamamsı nedeniyle beyin göçü olarak diğer ülkelere gidişlerine neden olunmuştur. Halen 6000'i aşkın sayıda bilgisayar mühendisine sahip bir ülke için bu etki çevresi ve kaybedilen katma değer açısından da önemlidir.
Yapılan yasal takip ve süreçlerin sonucunda Türkiyede dört değişik yol ve yöntem yasadışı olarak tespit edilmiştir.
Korsan çeşitleri şu ana başlıklar altında değerlendirilmektedir:
Bu süreçlerin birleştiği aşamada iç piyasa dağıtım kanallarının oluşması ve ürün olarak kullanım talepkarı olan alıcı aşamasında genelde eğitimsiz ama yaşadıkları kentte sosyolojik olarak tutunma çabası ve varolma mücadelesi vererek kente entegre olmaya çalışan bir satıcılar kuşağı oluşmuştur. Bu kuşaktan gelenlerin içerisinden süreci iyi değerlendirip bir üst yasal aşamaya geçebilen yeni sektör sermaye grupları da vardır.
Satıcılar bakımında da ortaya önemli bulgular çıkmaktadır. Ankara ve İstanbul genelinde yapılan çalışmalarda korsan satışıyla ilgili olarak çalışanların köken kentleri önemlidir. Ankara'da bulunanlar Kars ve Ağrı kökenliyken, İstanbulda anadolu yakasında Malatya, Diyarbakır ve Ağrı kökenliler, Tahtakale bölgesinde ise Kayseri kökenli olanların bu işleri akrabalık ve aynı köylülük bağlamlarının dayanışmasıyla yaptığı tespit edilmiştir.
Korsan erişim kolaylığı sağladığı biçimiyle de birçok tüketicisinde bağımlılık yaratmıştır. Kolay bulunabilirlik açısından tüketici analizleri sonucu da:
Burada da görüleceği üzere birinci grupta yer alan Türk tüketicisi için konu bir saplantılı bağımlılık haline dönüşmüştür. Bunlarda "korsan bağımlılığı" olma durumu olarak psikolojik tedaviler açısından da ele almak kaçınılmaz gözükmektedir.
Türk korsan yazılım tüketicisi; satıcıların aksine ekonomik ve eğitim düzeyleri bakımından da da ülke ve yaşadıkları kent ortalamalarının çok üzerindedirler. BSA'nın yaptığı araştırmalara göre Türkiye'de korsan yazılım kullanma düzeyi %64'ler civarındadır.
Kentlere göre yazılım özelinde korsan kullanım türleri ve kültürleri de değişiklikler göstermektedir. İstanbul'da endüstriyel yazılımlar (CAD, CAM, CAE, CFA, CNC...) öne çıkarken Ankara'da ise daha çok müteahhitlik üzerine olan (hakediş, çelik konstrüksiyon, mimarlık, inşaat...) yabancı ve yerli yazılımlar ile muhasebe üzerine olanlar öne çıkmaktadır.
Sosyolojik ve ekonomik açıdan da bu konu önemlidir. Yazılım kullanımında korsan tercihleri açısından Ankara kullanıcısının devletle iş yaptığını, İstanbul kullanıcısının ise kendi adına işletme sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Bu bilgiler bağlamında ülkenin hemen her yerinden kendi adına işletme sahibi olanlarında İstanbul'u korsan yazılım için tercih ettiğini söylemek mümkündür.
Ana hatlarıyla konu kapsamında kaçakçılık, telif hakları ve ceza kanunu kapsamında yer alan bireysel ve veya örgütlü suçlar ile ilgili hükümler uygulanabilmektedir.
BSA gibi ticari hak sahibi mağdurların adına hareket eden yapılar ile ABD kökenli film endüstrisinin haklarını koruma amaçlı faaliyet gösteren...
MÜYAP, müzik endüstrisi adına üyelerinin haklarının korunmasında çaba harcamaktadır...
BSA bağlamında son yıllarda BSA'nın verilerinin dayanakları sorgulanarak Türk kullanıcısına açıktan hakaret ettiği de ileri sürülmeye başlanmış ve bu durumun BSA'nın patronları olan Microsoft'a yaranma girişimi adına etik duyarlılık gösteremediği de ileri sürülerek protesto edilmeye başlanmıştır. Bu konuda en açık ve sert açıklamayı da Prof. Ethem Derman yapmıştır.
Türkiyede yasal süreç yasa koyucunun gerek telif hakları gerekse ceza kanunları çerçevesinde ilgili kazanç kayıplarına uğrayan kesimlerinde görüşleri dikkate alınarak düzenlemeler yapılmıştır. İlk başlarda şikayete bağlı olarak kolluk örgütü devreye girmekteyken artık tüm kolluk örgütü mensupları resen korsan gördükleri ve buldukları her alan ve her yerde yetki kullanımına ve adli süreci başlatabilme yetkisi ile donatılmıştır. Türkiyede diğer batı ülkeleri yasalarından farklı olarak pornografi konusunda da ağır cezalar olması nedeniyle uygulama da batı hukuk ve ceza normlarından daha farklı ve ağır yaptırımları da bünyesinde barındırmaktadır.
Yasal süreçte günümüze kadar en çok uygulama yapılan alanlar satıcılar noktasında yoğunlaşırken ortaya yeni yeni bu yasadışı sektörün kendi iç ürün tedarik zinciride açığa çıkarılmaya başlanmış ve onlar üzerindende çalışmalar yapılarak birçok toptancı hakkında da adli süreçler başlatılmıştır. En son 2006 yılı başında İstanbul'da bir cd/dvd yasal ve Kültür Bakanlığından izinli replikasyon üretim tesisinin yasadışı üretim yaptığı tespit edilmiş ve sahibi cezaevine konulmuştur.
İstanbul, Kadıköy ilçe sınırları içerisinde yer alan ve "Salı Pazarı" olarak halk arasında bilinen yerde pazar günleri kurulan pazar da sırf korsan c |
d satışları yüzünden yapılan girişimler ve baskılar sonucu belediyece kapatılmak zorunda kalınmıştır.
Korsan paylaşımı yapan site ve yazılımların gün geçtikçe artması ve ciddi boyutlarda maddi kayıp getirmesi, ülke hükümetlerinin ve yargı kurumlarının bu konuda yaptırımlarına neden olmuştur. Türkiye'de de son yıllarda ticari kayba uğradığını belirten şirketler davalar açmakta ve mahkeme kararları çıkarmaktadır. Bu mahkeme kararları sonucunda, Türk Telekom korsan paylaşım yapan internet sitelerine Türkiye içerisinden erişimi engellemektedir. Mahkeme kararları ve Turk Telekom'un karar uygulamaları her ne kadar ticari kayba uğradığını belirten şirketleri sevindirse de, internetin ve haberleşmenin özgürlüğünü kısıtladığı için eleştirilmektedir. Bazı çevreler yapılan uygulamayı internete sansür uygulaması olarak değerlendirmektedir.
Hocagulı Narlıyev
Hocagulı Narlıyev (Türkmençe: Hojaguly Narlyýew, Türkçe: Hocakulı Narlıyev olarak da yazılır) (d. 1937) Türkmen sinemasının önde gelen isimlerinden biridir. Eğitimini 1963'te VGIK'te tamamladıktan sonra, ulusal sinema için önemli bir film olan ve yönetmenliğini Bulat Mansurov'un yaptığı Rekabet filminde görüntü yönetmeni olarak çalıştı. Hocagulı Narlıyev dört filmde görüntü yönetmeni olarak çalıştı. Türkmen sinemasının en önemli filmlerinde ise yönetmenlik yaptı. Bu filmlerden en önemlilerinde biri Gelin filmidir. Yakın zamana kadar Türkmen Film Birliği'nin birinci sekreteri olarak görev yapıyordu.
1970 – Denize adam düştü (Man Overboard)
1972 – Gelin (The Bride)
1975 – Kadın ata bindiğinde (When a Woman Saddles a Horse)
1977 – Hayır diyebil (Be Able to Say No)
1980 – Jemal ağacı (Jamal Tree)
1983 – Kara kurum: gölgede 45˚C (Kara kurum: 45˚ C in the Shade)
1985 - Firagi, mutluluktan ayrılmış kimse (Fragy, Who Was Separated From Happiness)
1990 - Mankurt
Dortmund
Dortmund, Almanya'nın Ruhr bölgesinde bulunan bir şehir. Kuzey Ren-Vestfalya eyaletine bağlıdır.
Yaklaşık nüfusu 580.000'dir. Dortmund; bölgesinin 2., Almanya'nın 7., Avrupa Birliği'nin 34. büyük şehridir. Dortmund-Ems Kanalı Avrupa'nın en büyük kanalı olup şehri Dortmund limanı ile Kuzey Denizi'ne bağlar. Dortmund bulunduğu eyalette "yeşil metropol" olarak bilinir. Belediye alanının yarısı su yolları, parklar, tarlalar, korular ve yeşil alanlar ile kaplıdır. Şehirde kömür ve demir işletmeleri de bulunmaktadır.
Şehirde SPD'nin baskın olduğu bir siyasi eğilim vardır. SPD 2004 yerel seçimlerinde oyların %41'ini alarak en fazla oy alan parti olmuş, onu oyların %32'sini alan Hıristiyan Demokrat Birliği takip etmiştir. Yeşiller Partisi %11'lik oy oranıyla üçüncü sıraya yerleşmiştir.
Dortmund Havaalanı şehrin doğusunda yer alan orta büyüklükteki bir hava meydanıdır. Şehrin tren istasyonu Almanya'daki en yoğun trafiğe sahip istasyonlardan biridir.
Araç trafiği en az olan şehirlerden biridir.
Şehir, Bundesliga'da oynayan Borussia Dortmund takımına ev sahipliği yapar. Takım 1997'de UEFA Şampiyonlar Ligi'ni kazanmıştır.
Şehirde iki adet büyük üniversite bulunmaktadır. Bunlardan Dortmund Üniversitesi 25000'i aşkın ögrenci ve 4000'e yakın öğretim görevlisine sahiptir.
Arma bilimi
Arma bilimi, mühür bilimi veya heraldik, eski devirlerden günümüze kadar toplumlarda kullanılan arma, bayrak, mühür, özel işaret ve unvanları inceleyen bilim dalıdır. Arma, bayrak, mühür ve unvan bazı meselelerin aydınlatılmasında tarihçiye yardımcı olmasından dolayı tarihin yardımcı bilimlerinden biri olarak sayılmaktır.
Orta Taş Çağı
Orta Taş Çağı, Orta Taş Devri veya Mezolitik dönem, M.Ö. 22.000-10.000.
Paleolitik ve Neolitik arası bir geçiş dönemidir. Taştan aletler daha çeşitlidir. Köpek ilk evcil hayvan olarak görülür. Gıda birikimine de başlanır. Mağara resimleriyle ilk resim sanatı ortaya çıkmıştır. Önemli bazı merkezler Samsun Tekkeköy, Karain ve Beldibi'dir.
Radeon 9550
Radeon 9550, ATI firması tarafından 2004 yılında çıkarılmış bir görüntü kartıdır. 250/400 saat hızıyla gelen kart, yüksek hız aşırtma (Overclock) yeteneğine sahip modeller arasındadır. Bellek miktârı olarak 128 ve 256mb, sunulan bellek veriyolu genişliği olarak da 64 ve 128bit kullanan sürümleri mevcuttur.
Spetsnaz
Spetsnaz (, (спецназ, ) tr: "Voyska spetsialnogo" naznaçeniya; ), Rus (önceden Sovyet) özel kuvvetleri verilen genel addır. Rusçada "özel amaçlı birlik" anlamına gelir.
Spetsnaz, Rus ordusu tarafından barış ve savaş zamanında keşif ve özel görevleri gerçekleştirmesi için kurulmuştur. Ekipmanları sıradan piyadelerden çok üstündür.
Spetsnaz timleri 1979 yılında KGB'den aldıkları emirle Afganistan başkanı Hafizullah Amin'e başarılı bir suikast düzenlemişlerdir.
1978'de İngiltere'ye kaçan GRU ajanı Vladimir Rezun'a göre Spetzsnaz'ın 1970 ve 1980'li yıllarda 20 tugayı ve yine aynı kişiden alınan bilgilere ve yapılan hesaplamara göre 30.000 askeri vardı.
Alpha Group (Spetsgruppa A) Beslan rehine krizinde düzenlenen rehine kurtarma operasyonuna katıldı. Bu baskında aşırı güç kullandıkları için eleştirildiler, özellikle de daha rehine kurtarma operasyonu başlamamışken, çatılardan RPO-A Shmel (Bumblebee) roket atarlarını ateşledikleri ve çok fazla rehine kaybı olduğu için aşırı güç kullanmakla suçlandılar. Çok zor ve sert eğitimler aldıkları bilinir. Genel olarak Rusya'daki terör eylemlerine bakıldığında Rus özel kuvvetlerinin çok sert olduğu, aşırı güç kullanmaktan hiç çekinmediği, hatta çok rahat davranarak operasyon başarısız olduğunda medyanın onları suçlamasını bile umursamadıkları görülebilir. Rehine krizlerinde Spetsnaz'ın operasyon düzenleyişinin, Special Air Service, GSG-9ya da GİGN gibi Avrupa'nın en önemli ve bu konuda en başarılı özel kuvvetlerinden ve özel polis timlerinden çok farklı olduğu görülebilir. Spetsnaz birlikleri genelde teröristleri öldürmek için gönderilir ve normal askeri birlikler rehineleri çıkarmaya çalışır.
Bu gibi durumlar Beslan'daki Rehine Krizi ve Budyonnovsk'taki rehine krizinde çok açıkça görülmüştür. Yine de batılı ülkelerde genelde en fazla 10-15'terörist eylem yaparken farklı olarak bu iki krizde de terörist sayıları oldukça fazlaydı.
Ayrıca Spetsnaz 'non contact' dövüş sanatlarında da (temas olmadan dövüşmek) eğitim alırlar.
Spetsnaz GRU, GRU tarafından yönetilir. Amerikan Ordusu Özel Kuvvetleri'ne pek benzemezler ve standartları çok yüksek olan eğitimleri yüzünden dünyanın en iyi özel kuvvetlerinden birisi olarak sayılmaktadırlar. Soğuk Savaş sırasında Avrupa'da NATO'ya karşı keşif ve sabotaj görevleri düzenlemişlerdir. Spetsnaz GRU'nun operasyonları hakkında çok şey bilinmez, ancak Çeçenistan ve Afganistan'da operasyon düzenledikleri bilinir. Genel olarak VDV üniformalarını giyerler. Yakında bulunan birliklerin üniformalarını da, bölgede dikkat çekmemek ve tanınmamak için giyerler. Saldırı tüfeği olarak genellikle A-91, AS Val veya AK-74U(dar alanlarda ve bina içlerindeki operasyonlarda) kullanırlar.
Vulcan Raven
Vulcan Raven, Metal Gear Solid video oyununda yer alan Fox-Hound grubunun üyesi dev cüsseli şaman olan hayali karakter. Aynı zamanda ağır silah uzmanıdır.
Meke Krater Gölü
Turkey relief location map.jpg
Meke Maar Gölü, Konya'nın Karapınar ilçesinde, sönmüş bir volkan kraterinin gaz patlaması sonucu suyla dolmasıyla oluşan ve ortasında adacıklar bulunan göl. Karapınar-Ereğli yolunun 7. km'sindeki sapaktan 2 km içeridedir. Göl ve birincil krater çukurunun uzunluğu 800 metre, genişliği 500 metredir. Göl 12 metre derinliğindedir. Göl adını çevrede yaşayan meke kuşlarından alır.
4-5 milyon yıl önce (Pleistosen çağda) volkanik patlama sonucu oluşan bu krater (piroklastik koni), zamanla suyla dolarak göle dönüşmüş ve daha sonra, günümüzden 9000 yıl önce ikinci bir volkanik patlama ile gölün ortasındaki ikinci volkan konisi oluşmuş, zamanla o da suyla dolarak ikinci bir göle dönüşmüştür.
Meke Gölü deniz seviyesinden 981 m yüksekliktedir. Ana Meke'nin ortasında bulunan ve su seviyesinden 50 m yükseklikte olan volkan konisindeki göl 25 m derinliktedir ve suyu tuzludur. Meke Maarı 2005 tarihinde Ramsar Sözleşmesi'nin listesine dahil ettirmiştir.
Adayı oluşturan volkanik kütlenin yapısı, en şiddetli yağmurları bile hemen emecek yeteneğe sahiptir. Meke'nin biçiminin bin yıllardır bozulmamasının nedeni budur. Ama son yıllarda Konya havzası'ndaki yeraltı sularının bilinçsiz tüketimi yüzünden yaz aylarında tamamen kurumaktadır. Göçmen kuşların Türkiye üzerinde mola verdiği nadir doğa harikalarımızdan biridir.
Gölün kuş bakışı görüntüsünde, çevresi mavi sularla çevrili olan bir siyah nokta gibi görülür. Bu görüntü gölün "Dünyanın Nazar Boncuğu" olarak nitelendirilmesine neden olmuştur. Fakat Konya Ovasının yeraltı suları çekildiği için göl çevresinde fazla su kalmadığından eski görünümünü kaybetmiştir.Hemen her yıl gölün kuruduğu basına yansımaktadır. Göl suları azaldığı yaz aylarında mikroorganizmalardan dolayı kırmızı bir renk alır.
Premijer liga Bosne i Hercegovine
Premijer liga Bosne i Hercegovine, Bosna-Hersek'in futboldaki en üst düzey ligidir.
Ligde 16 takım bulunur. Son 2 takım küme düşerken, şampiyon olan UEFA Şampiyonlar Ligi'ne, lig ikincisi ve kupa şampiyonu UEFA Avrupa Ligi'ne katılır. En başarılı kulüp 5 kez şampiyon olan Željezničar'dır.
VfB Stuttgart
VfB Stuttgart, Alman spor kulübü. 1893'ta kurulan kulüp daha çok futbol takımıyla meşhurdur. Kırmızı-Beyaz renklere sahip olan kulüp maçlarını Stuttgart'daki Mercedes-Benz Arena'da oynar.
"29 Ocak 2018 itibarıyla"
İlk teknik direktör 1920 yılında göreve başlamıştır.:
Riadh Bouazizi
Riadh Ben Khemais Bouazizi () (d. 8 Nisan 1973), orta saha pozisyonunda görev yapmış Tunuslu eski millî futbolcudur.
Profesyonel kariyerine 1991 yılında Etoile du Sahel kulübünde başladı. Daha sonra sırasıyla Bursaspor, Gaziantepspor, Kayseri Erciyesspor ve CA Bizertin kulüplerinde oynadı.
88 kere millî formayı giyen Bouazizi takımıyla beraber 1998, 2002 ve 2006 Dünya Kupaları'na katılmıştır.
Tatar Ramazan (anlam ayrımı)
Carles Puyol
Carles Puyol i Saforcada (; d. 13 Nisan 1978), İspanyol eski fut |
bolcudur. Defans pozisyonunda görev alan oyuncu, 1999 ile 2014 yılları arasında Barcelona formasını giymiş ve takım kaptanlığı yapmıştır.
Futbola Barcelona altyapısında başlayan Puyol, 1999 yılında A takıma çıktı. Buradaki başarılı performansıyla Puyol, 2000'den itibaren hem FC Barcelona'nın hem de İspanya millî futbol takımının değişmez oyuncusu olmuştur. Ayrıca 2007 yılında dünyanın en iyi defansı seçilmiştir. Bir dönem sağ bek mevkiinde de oynamıştır. Kariyeri boyunca sadece Barcelona formasını giyen Katalan oyuncu, saç tarzı ile Kempes'i örnek almıştır. 5 numaralı formayı giymektedir. Ailesiyle futbol hayatını hiçbir zaman birbirine karıştırmamıştır.
4 Mart 2014 tarihinde, sezon sonunda futbolu bırakacağını açıkladı ve 15 Mayıs 2014 tarihinde resmi olarak futbolu bıraktı.
İspanya millî futbol takımının formasını tam 94 kez giymeyi başaran Puyol, millî takım forması altında üç golü vardır. Aynı zamanda Katalonya millî futbol takımının formasını 5 kez giymiştir ama golü yoktur. Puyol İspanya millî futbol takımı forması altında tam yedi kupada mücadele etmiştir. Bunlar; 2000 Yaz Olimpiyatları, 2002 FIFA Dünya Kupası, 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası, 2006 FIFA Dünya Kupası, 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası, 2009 FIFA Konfederasyonlar Kupası ve 2010 FIFA Dünya Kupası'dır.
"29 Mayıs 2011 itibarıyla kolu ağır bir biçimde kırılmıştır ancak iyileşerek aktif futbol hayatına devam etmektedir."
!Toplam||91||3
Hankendi
Hankendi (Azerice: Xankəndi) veya Stepanakert (Ermenice: Ստեփանակերտ), hukuki olarak Azerbaycan'a ait olan ancak Karabağ Savaşı sonrası üstünlüğü elde eden Ermenilerin bağımsızlık ilan ederek kurdukları, uluslararası arenada Ermenistan dahil hiçbir devlet tarafından tanınmayan Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'nin fiili yönetimindeki ve devlete başkentlik eden şehirdir.
Ermeni kaynaklara göre, ilk yerleşim Vararakn (Վարարակն, "hızlı akışlı dere") olarak söz edilmiş ve 1847'de Hankendi olarak adlandırılana kadar öyle kalmıştır. Karabağ Hanlığı tarafından Xankəndi ("Han'ın köyü") adıyla 18. yüzyılda kurulmuştur.
7 Temmuz 1923'de Sovyetlerin Azerbaycan SSC içinde Dağlık Karabağ Özerk Oblastını kurduğundan bir ay sonra Karabağ'ın merkezi Şuşa'dan on km. kuzeyde yerleşen Hankendi köyüne geçirildi. Köyün adı Ermeni Bolşevik Stepan Şaumyan'ın şerefine Stepanakert adıyla kent yapılmıştır
De jure olarak Azerbaycan Cumhuriyeti'ne bağlı olan Hankendi, Karabağ Savaşı'nda Ermenilerin elinde kalmıştır. Ve 6 Ocak 1992 tarihinde bağımsızlığını ilan eden de facto Dağlık Karabağ Cumhuriyeti'nin başkenti olmuştur. Günümüzde Ermenistan'ın işgal ettiği bölgelerden sayılmaktadır.
Kazanlı, Ödemiş
Kazanlı, İzmir'in Ödemiş ilçesine bağlı bir mahalle.
Orta Öğretim Kurumları Seçme ve Yerleştirme Sınavı
Orta Öğretim Kurumları Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı, çoğu zaman okulların kapandığı hafta pazar günü yapılan, ilköğretim okullarını bitiren öğrencilerin girdiği bir sınavdır. Bu sınavın sonucuna göre öğrenciler liselere yerleştirilmektedir.
2005 yılına kadar LGS adıyla anılan sınav daha sonra bu ismi almıştır.
Resmi ve özel fen liselerine, sosyal bilimler liselerine, Anadolu liselerine, Anadolu Teknik Lisesine, Anadolu meslek liselerine, Anadolu Öğretmen Liselerine, Anadolu imam-hatip Liselerine, Anadolu Sağlık Meslek Lisesine, Sağlık meslek liselerine, Adalet meslek liselerine, Anadolu Tapu ve Kadastro Meslek Lisesine, Anadolu tarım meslek liseleri ve Tarım meslek liselerine öğrenci alımı öncesi yapılan genel sınavdır. Daha sonra bu sınava Özel okullar sınavı, Polis koleji aday tespit sınavı, Devlet parasız yatılılık ve bursluluk sınavı da dahil olmuştur.
Sınav sonuçları iki ayrı puan olarak incelenir. Bunlardan birisi TM (türkçe-matematik) diğeri ise MF (matematik-fen bilgisi) puanıdır. Fen liselerine girişte MF diğerlerinde ise TM puanı dikkate alınır. Sonuçlar sınavdan en fazla 45 gün sonra açıklanır. Daha sonra yapılacak tercihlere göre uygun liselere yerleştirilir. İBP Özel Okullar puanına etki etmezken TM etki etmektedir.
2007 yılında değişen OKS sisteminde yenilikler şunlardır:
Bu sınav 2007 yılında Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı tarafından kaldırıldığı açıklanmış ve yerine 6,7 ve 8. sınıflarda yapılacak 3 yeni sınav getirilmiştir. Daha önce 4 dersten sınav yapılırken bu uygulamayla bu derslere İngilizce'de eklenmiş ve beşe çıkmıştır.
Seviye Belirleme Sınavı (SBS), Yılsonu Başarı Puanı (YBP), Davranış Puanı (DP) olmak üzere üç ana unsura dayanan öğrenci odaklı yeni bir sistemle oks kaldırılmıştır.
Fernando Torres
Fernando José Torres Sanz (d. 20 Mart 1984, Madrid), Santrafor mevkiinde görev alan İspanyol millî futbolcudur. La Liga ekiplerinden Atlético Madrid'de forma giymektedir.
2012'de Avrupa Futbol Şampiyonası'nda gösterdiği performansdan dolayı turnuvanın Altın Ayakkabı ödülünü almıştır. Ayrıca İspanya millî takımı ile 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası , 2010 FIFA Dünya Kupası ve 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası galibiyetleri görmüştür, 2003'ten beri millî takımda oynamaktadır. 2010-11 Sezonunu bitimine doğru Chelsea 50 milyon £ ile Torres'i transfer etmiştir ve Torres, Premier League'in en pahalı transferi olarak tarihe geçmiştir. 2015 Ara transfer döneminde Torres, Atlético Madrid kulübünde 1,5 yıllık anlaşma ile kiralık olarak forma giymekteydi, 21 Haziran 2016'da resmen kulübe katıldı.
Futbolla ilk kez, ağabeyinin futbol topuna evde yaptığı vuruşlarla 2 yaşında tanışmıştır. 4 Yaşına geldiğinde gerçek anlamda futbolla ilgilenmeye başladı. Babası ile Galica kentine bağlı küçük bir kasaba olan Gastrar'da futbol oynamak o zamanlar en keyif aldığı şeydi. 5 yaşında ilk takımı olan Parque 84 ile idmanlara başlayarak gelecekte nasıl bir futbolcu olacağını göstermeye başlamıştı. Futbola bu kadar ilgi duymasının sebebi olarak çocukluğunda televizyon'da yayinlanan Oliver and Benji (Küçük Golcü diğer adıyla Kaptan Tsubasa) adlı çizgi filmin büyük önemi oldugunu vurgulamaktadır.Küçükken tuttuğu takım Atlético Madrid'dir.1995'de Madrid'in altyapısında girmiştir ve 2001'de A takıma yükselmiştir. Daha küçük yaşta A takıma çıkabildiği için ilk lakabı "çocuk" olmuştur.
Kariyerine 1995 yılında, Atlético Madrid altyapısında başladı. 2001 yılında A takıma yükseldi. Vicente Calderon'da ilk çıktığı maçta gol attı ve kulübüne çok kazandıracağını belli etmişti. İlk sezonunda 36 maça çıkıp 6 kez fileleri salladı. 2002-03 sezonunda ilk maçına Barcelona ile 2-2 berabere kaldıkları maçta çıktı 2. maçında bu sezonki ilk golünü attı ancak ilerleyen dakikalarda kırmızı kart gördü ve oyun dışı kaldı. 3. Maçında Mallorca'yı deplasmanda 4-0 yendikleri maçta Torres 2 de gol attı. 2002-03 sezonunu 29 maçta 13 gol atarak vasat bir performans sergileyip kapadı. 2003-04 sezonunda ilk maçına 1-0 kaybettikleri deplasmanda oynanan Sevilla karşısında çıktı ve ilk golünü Mallorca karşısında attı 3. sezonunda daha iyi bir sezon geçirdi kişisel rekorunu kırdı ligde 35 maçta 19 gol attı ve gol krallığı sıralamasında 3. oldu ve 19 yaşında geldiğinde Torres takım kaptanı oldu. Bir sonraki sezon 2004-05 ilk defa mücadele ettiği UEFA Intertoto Kupası'nda 2 gol attı ayrıca takımıylada bu turnuvada final oynadı finalde Villarreal CF'ye elendiler. Ligdede ilk çıktığı ve 2-0 kazandıkları Málaga CF maçında 1'de gol attı, Bu sezonda Barcelona ile Bernabeu'da yapılan lig maçında maçın başında attığı golle Atlético Madrid'i öne geçirdi ve ilerleyen dakikalarda Victor Valdes'in cezasahasında Torres'i engellemek için yaptığı hareketi hakem penaltı olarak değerlendirdi ve Torres penaltıyı da gole çevirerek bu maçta 2 gol atmış oldu. Kendi evlerinde Barcelona ile 1-1 berabere kaldıkları maçta Torres maç 1-0 yenilirlerken son dakikalarda kritik bir gol atıp takımına 1 puanı getirdi. 7 sezon giydiği Atlético Madrid formasıyla 214 lig maçında 82 gol attı. Torres 2007 yılında, Luis García ve 27 milyon pound karşılığında Premier League'de mücadele eden Liverpool'a transferi gerçekleşti.
Fernando Torres Liverpool'daki ilk maçına UEFA Şampiyonlar Ligi ön eleme Toulouse ile deplasmanda 1-0 kazandıkları maçta yedek olarak çıktı. İlk Premier League maçına ise deplasmanda 2-1 kazandıkları Aston Villa karşısında çıktı. 2. Maçında Chelsea ile 1-1 berabere kalınan maçta ilk Premier League golünü attı. 4. Hafta Anfield'da oynadıkları ve 6-0 kazandıkları Derby County maçında Torres 2 gol attı ve 3 hafta sonra Reading ile oynanan kupa maçında kariyerinin ilk hattrick'ini yaptı ve ayın Premier League oyuncusu seçildi. Torres Middlesbrough ve West Ham United maçlarında kariyerinin 2. ve 3. hattrick'lerini yaptı ve UEFA Şampiyonlar Ligi'nde grup maçında Porto ile oynanan maçta hem 4-1 kazandılar hem de torres 2 gol atıp takımındaki ilk avrupa gollerini attı. Şampiyonlar ligi 2. tur maçında İnter ile oynanan maçta şık 1 gol attı ve takımı maçı deplasmanda 1-0 kazandı. Çeyrek finalde Arsenal'ide 2 maç sonunda elediler ve Torres 1'de gol attı. takımıyla ilk sezonunda UEFA Şampiyonlar Ligi yarı finali gören Torres yarı finalde Chelsea FC'ye elendiler. İlk yılında Premier League'de 24 gol atarak gol krallığında 31 gol atan Cristiano Ronaldo'nun ardından 2. olan "El Niño" lakaplı Torres bu sezon toplamda 46 maçta 33 gol attı. Sezon sonunda Chelsea'nin Torres için Liverpool için 50 milyon pound teklif ettiği ancak başkan Tom Werner'in Torres'i kesinlikle satmayacağını söylemesi transfer iddialarına son noktayı koydu.
Torres, 16 Ağustos 2008'de Sunderland ile Liverpool'un yaptığı maçta tek gol atarak maçın adamı oldu. 2008-09 sezonuna iyi başlayacağının sinyallerini vermek isteyen Torres, İkinci hafta Aston Villa ile yapılan maçta Liverpool 0-0 berabere kalınca iyi performans sergileyemediğini gösterdi. Torres,Şampiyonlar Ligi'nde Marsilya ile yapılan maçta bir gol attı ve Liverpool 2-1 maçı kazandı. 27 Eylül 2008 tarihinde Everton ile karşılaşmada 2 gol attı ve 2-0 biten maçta 3 puanın mimarı oldu. Torres,Manchester City ile yapılan maçta 2 gol attı ama Liverpool maçı Emirates Stadyumu'nda 3-2 kaybetti. Torres Liverpool'da EURO 2008 için İspanya millî takımına |
çağırıldı. Finale kadar gol atamayan Torres, Almanya'ya 33. dakikada attığı golle İspanya'ya kupayı getiren isim oldu. 22 Ekim 2008'de Liverpool, Vicente Calderón'da Torres'in eski takımı olan Atlético Madrid'le Şampiyonlar Ligi maçı yaptı ve Torres bu maçta iyi performans göstermedi. Atlético Madrid Başkanı Enrique Cerezo, ona oyunu izletmek için VIP davet etmişti. Torres birde 27 Ekim 2008 tarihinde 2008-09 sezonu FIFPro World XI takımına da seçildi.
Sezon sonunda takiben, Liverpool ile yeni bir sözleşme kabul etti ve 14 Ağustos 2011'e kadar Liverpool ile sözleşme imzaladı. Bir hafta sonra Anfield'de Hull City'i Liverpool 6-1 mağlup etti, Torres 2009-10 sezonunda ilk hat-trickini yaptı. Torres, bir ay boyunca 5 gol attı ve Premier League Gol Kralı seçildikten sonra, Eylül 2009'da Ayın Premier League oyuncusu seçildi. 25 Ekim 2009'da Liverpool ile Manchester United'un karşılaştığı maç 2-0 sonuçlandı ve Torres bir gol attı. Maçın ardından 2009'da Liverpool teknikdirektörü Rafael Benítez Torres'i överek "İyi bir futbol sergiledi, zaten Torres'in gol atacağına inanıyordum" açıklamasını yaptı. 4 Nisan 2010 tarihinde Birmingham City FC ile oynanan maçta Torres yorgun olduğunu söyledi ve maçta sadece 65 dakika oynayabildi. Liverpool'un UEFA Avrupa Ligi'nde 8 Nisan 2010 tarihinde SL Benfica ile yapılan maçta forma giyemedi çünkü dizinde bir sakatlık vardı. Torres 2009-2010 Premier League sezonunda Liverpool'un 22 golle en golcü ismi olmayı başardı ve 2009-2010 sezonunu böylece kapattı.
Liverpool FC Antrenörü Roy Hodgson atanması sonucunda,Torres'in hiçbir kulübe satılık olmadığını hatta kiralık olarak bile gönderilmeyeceğini açıkladı. ""O satılık değil ve biz onun için ne teklif gelirse gelsin kabul etmeyeceğiz, Onu Liverpool'da tutmak istiyoruz."" dedi. Torres gelecek sezon oynamak için sabırsızlandığını söyledi. Fernando Torres 3 Ağustos'ta Liverpoola olan bağlılığını belirtti. Ligin ilk maçında Arsenal ile karşılaşan Liverpool 1-1 berabere kaldı ve Torres 74. dakikada oyuna girdi. Torres, 29 Ağustos 2010'da West Bromwich ile yapılan maçta 1 gol attı ve sezonunda ilk golünü kaydetti, skor 1-0 sona erdi, ve Torres'in Liverpool'da 50. golü oldu. Torres, Ağustos ayından bu yana 24 Ekim 2010 tarihinde Blackburn Rovers'ı Liverpool 2-1 mağlup etti ve galibiyet golünü Torres attı. Torres, 22 Ocak 2011'de Wolverhampton Wanderers'e karşı uzaklardan bir gol attı ve bu gol Torres'in Liverpool formasıyla son golü oldu.
2011 yılında 50 milyon pound karşılığında Chelsea'ye satıldı. İlk maçını 6 Şubat'ta, eski takımı Liverpool'a karşı oynadı. Bu maç 1-0 Liverpool üstünlüğüyle sona erdi. Takımdaki ilk golünü 23 Nisan 2011'de West Ham United'a karşı 3-0 kazanılan maçta attı. İlk sezonunda bekleneni veremeyen Torres, 2011-12 sezonuna da kötü bir başlangıç yaptı. Chelsea takımıyla 2011-12 sezonu UEFA Şampiyonlar Ligi kupasını kazanmıştır. 2012-2013 sezonunda ise Eden Hazard'ın da transferinin etkisiyle iyi bir başlangıç yapmış ilk 2 maçta 2 golü bulmuştur.
Torres, Chelsea'deki ilk maçlarından biri Swansea City ile 14 Ağustos 2011'de yapılan maç oldu. Maç 0-0 berabere sonuçlandı. Torres, sezonundaki ilk gölünü 18 Eylül 2011'de Manchester United ile yapılan maçta Chelsea'nin 3-1 kaybettiği maçta attı. Chelsea'nin Swansea City ile yaptığı bir başka maçta müchadeleyi 4-1 kazandı ve bu maçta Torres bir gol atma başarısı gösterdi. Ancak, Gol attıktan 10 dakika sonra Torres, Mark Gower'e yaptığı folün ardından kırmızı kart gördü ve üç maç ceza aldı. 19 Ekim 2011'de UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Chelsea'nin karşılaştığı KRC Genk takımını Chelsea 5-0 mağlup etti ve Torres bu maçta 2 gol attı. Sonraki hafta Chelsea'nin FA Cup Çeyrek finalinde karşılaştığı Leicester City'ye 2 gol atmıştır, ve Chelsea maçı 5-2 kazanmış ve yarı finale yükselmiştir. 31 Mart 2012 tarihinde, Chelsea'nin Aston Villa'yı 4-2 mağlup ettiği karşılaşmada ilk Premier League golünü kaydetmiştir. Sezonun sonunda 19 Mayıs 2012'de Chelsea FC ile FC Bayern München , 2011-12 UEFA Şampiyonlar Ligi Finalinde karşılaştı. Torres maçta iyi performans gösteremedi. Chelsea ile Bayern Münih final maçı 1-1 sona erdi ve Chelsea'nin golünü Didier Drogba 88. dakikada kaydetti ve maçı uzatmalara taşıdı. Chelsea penaltılarda Bayern Münih'i 4-3 mağlup etti ve kupayı Chelsea aldı.
Torres 12-13 sezonundaki ilk golünü Chelsea'nin Reading'ye karşı aldığı 4-2'lik maçta kaydetti.Diğer golünü ise Chelsea'nin Arsenal'e karşı kazandığı 2-1'lik maçtı.Chelsea'nin UEFA Şampiyonlar Ligi'nde gruplardaki rakibi FK Şahtar Donetsk ile yapıp 3-2 kazandığı maçta Torres FK Şahtar Donetsk kalecisi Andriy Pyatov'un yaptığı hatayı kullanarak maçın 6. dakikasında topu ağlara göndermeyi başardı. Torres, 6 Aralık'ta Chelsea'nin 6-1 mağlup ettiği FC Nordsjælland takımına karşı 2 gol attı ve maçın adamı seçildi. Ancak Chelsea gruplardan çıkamamış ve 3. olarak UEFA Avrupa Ligi'ne kalmıştır. Millî takım arkadaşı ve takım arkadaşı Juan Mata Torres'e, ""Torres bir Drogba değil! Takımın ayakta duran tek ismi Drogba'nın ayrılışı gerçekten kötü oldu ama Torres'in Drogba gibi bir efsanenin yerini tutacağını sanmıyorum sözleri basına damgasını vurdu"".
Chelsea'nin Corinthians arasındaki FIFA Kulüpler Dünya Kupası karşılaşmasındaki maçı Chelsea 1-0 kaybetti, Torres bu maçta birkaç gol pozisyonu kaçırdı ve vasat oynayanlar arasında yer aldı. Ayrıca Chelsea 19 Aralık Günü bir alt ligden Leeds United ile İngiltere FA Cup'ta 5-1 mağlup etti ve Torres 83. dakikada gol atmayı başardı. 23 Aralık 2012'de Lig'de Aston Villa'yı Chelsea 8-0 mağlup etmiştir, ve Torres henüz 1. dakikada kafa vuruşu ile topu ağlara gönderdi. İlerleyen dakikalarda Torres'in yerine Rafael Benítez oyuna Oscar'ı almıştır ve Oscar'da ilerleyen dakikalarda gol atma başarısı göstermiştir. 26 Aralıkta ise Chelsea, Norwich City FC deplasmanınad Juan Mata'nın attığı golle 1-0 maçı kazanarak 3 puan kazandı. Torres bu maç iyi performans gösteremese de Chelsea maçı kazandı. UEFA Avrupa Ligi'nde Steaua București'ye karşı attığı gol ile toplam 7 farklı organizasyonda gol atma başarısını göstererek bir sezonda en çok kupada gol atan futbolcu olarak tarihe geçti.
29 Ağustos 2014 tarihinde Serie A ekiplerinden Milan'a 2 yıllığına kiralanmıştır. Torres Milan'da ilk maçına Juventus karşısında yedek çıkmıştır ve 76. dakikada Andrea Poli'nin yerine oyuna girmiştir. Milan formasıyla ilk ve tek golünü Empoli ile yapılan ve 2-2 biten maçta atmıştır.
Ara transfer döneminde kiralık olarak geri döndüğü Atlético Madrid'de ilk maçına 11 Ocak 2015 tarihinde FC Barcelona karşısında yedek olarak çıkmış ve ikinci yarıda oyuna girmiştir. 15 Ocak 2015 tarihinde Kral Kupası maçında Real Madrid'e karşı yeni kulübüyle birlikte ilk kez ilk onbirde oynamış ve 46. saniyede attığı gol spor hayatında Bernabeu stadyumunda Real Madrid'e karşı attığı ilk gol olmuştur. İkinci yarının ilk dakikasında attığı golle birlikte 2-2 biten maça damgasını vurmuş ve Marca gazetesi web sayfasında maç, "Torres, Bernabeu'yu ateşe verdi." manşetiyle sunulmuştur.
21 Haziran 2016'da AC Milan kulübünden bonservisi alınan Fernando Torres, Atlético Madrid'e geri dönmüştür.
Torres sadece David Villa ve Raul arkasında İspanyol millî takımında 3 kez gol kralı olmuştur. Torres, Portekiz'e karşı samimi Eylül 2003'te 6 üst düzey takım için forma giydi. İspanya için ilk golünü 28 Nisan 2004 tarihinde İtalya'ya karşı attı. 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası İspanyol millî takımına seçildi. İspanya'nın ilk iki grup oyunları geç bir yedek olarak görünen sonra Portekiz'e karşı ilk oyununu oynadı. İspanya 1-0 kaybediyordu ve oyunun sonuna doğru Torres'in şutu direğe çarptı. Portekiz 2. Oldu ve Yunanistan, 2004 Avrupa Futbol Şampiyonasını kazandı. Ama İspanya 4 sene sonra 2008 Avrupa Futbol Şampiyonasını kazandı.
Fernando Torres, İspanyanın kazandığı bu turnuvada finale kadar hiç gol atamamıştır. Finalde ise Almanya karşısında İspanya'nın tek golünü atarak Avrupa şampiyonu olmasını sağlamıştır.
Fernando Torres, Bu Turnuvadada boş geçmeyerek 3 gol atmış ve 2 asist yapmıştır. Finalde en büyük katkıyıda Torres yapmıştır. Gol krallığını alsa da en iyi oyuncu unvanını Andrés Iniesta'ya kaptırmıştır.
Fernando Torres, İspanya formasıyla bu turnuvadaki tek golünü Avustralya'ya karşı grup aşamasında kaydetmiştir. Son şampiyon İspanya, 2014 FIFA Dünya Kupası'na grup aşamasında veda etmiştir.
Atlético Madrid'deki son performansının ardından Torres, Euro 2016'da İspanya millî forması'nı giymeyecek.
Annesinin adı Flori, babasının adı José'dir. 3 kardeşin en küçüğüdür.
2001 yılında (17 yaşındayken) Olalla Dominguez ile çıkmaya başlamıştır. Çocukluk aşkı olan Olalla ile bebek beklediği için 27 Mayıs 2009 tarihinde dünya evine girmiştir. Çiftin 8 Temmuz 2009'da Nora adını verdikleri bir kızı, 6 Aralık 2010 tarihinde de "Leo" adını verdiği bir oğlu dünyaya gelmiştir. Ayrıca Fernando Torres'in ayak dövmesinde roma rakamıyla (VII.VII.MMI) ilk öpüşme tarihleri, 2 ayrı kolunda kızının ve eşinin isimleri ve kendi ismi anlamına gelen 'Bymmm' dövmeleri vardır ve ayrıca sağ kolunda forma numarası olan dokuz rakamının dövmesi vardır.
Olimpik yüzme havuzu
Olimpik Yüzme Havuzu, Uluslararası Yüzme Federasyonu (FINA) standartlarına uygun yüzme havuzu.
Dünyanın ilk kapalı yüzme havuzu İngiltere'de 1862 yılında inşa edilmiştir. Yarışlar esnasında, 10 kulvara sahip bu havuzların kenarlardaki iki kulvarı kullanılmaz. Olimpik havuzlar kısa kulvar ve uzun kulvar olmak üzere ikiye ayrılırlar.
Yarı Olimpik Yüzme Havuzu
Kate Rusby
Kate Rusby, İngiliz folk müziğinin en önemli temsilcilerinden biri olan vokalist, gitarist ve bestekar. Birleşik Krallık'ın çeşitli ulusal folk festivallerinde başı çeken isim olmuştur. Kristal berraklığındaki sesi, Linda Thompson ve Sandy Denny'yi anımsatır.
Kate Rusby, 1 Aralık 1973'te müzisyen bir ailede dünyaya geldi. Küçük yaşta gitar, keman ve piyano çalmayı öğrendi; bir çocuk şarkıcı olarak birçok yerel folk festivaline katıldı. Ardından The Poozies grubuna katılarak baş vokalist oldu.
1995'te Kathryn Robers ile birlik |
te çıkardığı albüm kariyerinde dönüm noktası oldu. 1997'de, geleneksel İngiliz folk sahnesinde yeni bir ışığın habercisi olan Hourglass (Kum Saati) adlı ilk solo albümünü çıkardı. Böyleleikle hem kendi ülkesinde, hem de Dünya çapında alkış alarak adını duyurdu.
Rusby, 2001 yılında İskoç kemancı John McCusker ile evlendi. McCusker Kate Rusby'nin müzik topluluğunda yer almaktadır. Ayrıca albümlerinin de yapımını üstlenmiştir.
Rusby aynı zamanda The Equation adlı grupta da bir süre görev almış, daha sonra yerine Cara Dillon gelmiştir. Grupta ilk zamanlarda Kathryn Roberts ve Seth Lakeman de yer almıştır.
Kate Rusby 1999'da Mercury Müzik Ödülü'ne aday gösterildi. Üç adet BBC Radyo 2 Folk Müzik Ödülü almıştır: 2000'de Yılın Folk Vokalisti ve En İyi Albüm ödülünü aldı; 2002'de ise En İyi Özgün Parça ödülünün sahibi oldu. 2006'da ise En İyi Canlı Performans ödülünü aldı.
Albümler
Singlelar
Kate Rusby'nin resmi sitesi
Operation: Mindcrime
Amerikalı "Queensryche" grubunun 1988 yılında çıkardığı 3. stüdyo albümüdür. Birçok müzik eleştirmeni tarafından dünyanın en iyi konsept albümü olarak nitelendirilir. "Operation Mindcrime" albümünün konusu, vokalist Geoff Tate tarafından, Tate'in Kanada'da bir kiliseyi ziyaretinde oluşturulmuştur.
"Operation: Mindcrime" albümünde geçen hikâyenin konusu kısaca şöyledir:
Dr. X, dönemin ABD'de hükümetine karşı komünist bir darbe hazırlığı yapmaktadır. Ayrıca uyuşturucu bağımlısı olan Nikki'yi kullanarak ülke içinde çeşitli suikastler yaptırmıştır. Ancak Dr. X'e göre kendisi ve planları için tehlike olarak gördüğü ve eskiden Dr. X'in örgütüne bağlı olarak çalışan Mary'nin ve Peder William'ın da öldürülmesi gerekmektedir. Fahişe olan Mary, kaçıp kiliseye kapanır. Peder William, Mary'ye sahip çıkar gibi görünür, fakat sadece kendisi ile cinsel ilişkiye girerse geçmişteki günahlarının affolunacağını söyler. Böylece Peder William, Rahibe Mary'ye sürekli tecavüz eder. Dr. X'in tuttuğu suikastçi Nikki de Rahibe Mary'ye aşık olur. Bu yüzden Mary'yi öldüremez. Bunun üzerine Dr. X, kiliseye giderek hem Peder William'ı, hem de Rahibe Mary'yi öldürür. Ardından Nikki'ye ihaneti yüzünden tuzak kurar ve polise cinayetleri ihbar edip Nikki'nin tutuklanmasını sağlar. Nikki de sevdiği kadın olan Mary'nin öldürüldüğünü görünce hafızasını yitirir. Sorgulamada önceleri hiçbir şey hatırlamasa da yavaş yavaş hafızasında birkaç kelime ve bazı hayali yüzler belirmeye başlar...
"Operation Mindcrime" albümünde yer alan "Anarchy X" isimli şarkı, 1986 yılında Rage For Order albümü için bestelenen "Rage For Order" isimli parçadır. Grup, bu şarkıyı albüme almamıştır, ancak "Rage For Order" turnesinde canlı söylemiştir. İki yıl aradan sonra aynı şarkı, bu sefer enstrumental olarak "Anarchy X" adıyla "Operation Mindcrime" albümüne dahil edilmiştir. Albümün daha iyi tanıtımı için grup 1989 yılında kamera karşısına geçmiş ve dokuz şarkı için video klip çekmiştir. Bu klipler adıyla VHS formatında yayınlanmıştır. 2003 yılında tekrar basılan Operation Mindcrime albümüne ek olarak, CD formatında 15 Kasım 1990 tarihinde verilen Hammersmith Odeon konseri ve DVD formatında "Video Mindcrime" tekrar yayınlanmıştır.
"Operation Mindcrime" albümünde dikkati çeken parçalar şunlardır: Revolution Calling, Spreading The Disease, The Mission, Suite Sister Mary, Breaking The Silence, I Don't Believe In Love, Eyes Of A Stranger.
Queensryche progressive rock soundunu, 1990 yılında çıkardığı Empire albümüyle devam ettirmiştir. Satış rakamları ve ödüller açısından Empire albümü, Operation: Mindcrime'dan daha başarılı olmuştur. Ancak 1990'lı yıllardan itibaren Queensryche'ın müzikal çizgisinde önce yumuşama, ardından ise alternative rock müziğe doğru kaymalar gözlenmiştir.
Albümün kadrosu şöyle:
Geoff Tate - Vokal
Chriss Degarmo - Gitar
Michael Wilton - Gitar
Eddie Jackson - Bas Gitar
Scott Rockinfield - Davul
Ayrıca Pamela Moore'da Suite Sister Mary parçasında konuk sanatçı olarak Sister Mary'i seslendirmiştir.
1994 FIFA Dünya Kupası
1994 FIFA Dünya Kupası, 17 Haziran - 17 Temmuz 1994 tarihleri arasında Amerika Birleşik Devletleri'nde düzenlenen ve FIFA Dünya Kupalarının 15.si olan futbol organizasyonu. Normal süresi ve uzatmaları 0-0 biten final maçında penaltılar ile İtalya'yı 3-2 ile yenen Brezilya'nın 4. şampiyonluğu ile tamamlandı.
FIFA'nın 1988 yılında turnuvayı düzenlemek için diğer önemli adaylar Brezilya ve Fas'ın önünde ABD'yi tercih etmesi sürpriz olarak nitelendirildi. Özellikle finaller öncesi bu ülkede Latin Amerika'dan göç eden nüfus haricinde halkın futbolla ilgilenmemesi nedeniyle seyirci sıkıntısı olabileceği şeklinde düşünce vardı. Ancak bu düşüncelere rağmen ortalama 69.000 seyirci ortalaması ile 1950'de düzenlenen kupadan beri en yüksek seyirci sayısına ulaşıldı. Toplamda maçları izlemeye giden 3.6 milyona yakın seyirci ile 1998 FIFA Dünya Kupası'ndan itibaren katılımcı ülke sayısı 32'ye çıkmasına rağmen bu sayıya diğer iki turnuvada yaklaşılamadı.
Yunanistan, Nijerya ve Suudi Arabistan'ın katıldıkları ilk FIFA Dünya Kupası olan turnuva, format olarak 1990 FIFA Dünya Kupası ile aynı şekilde düzenlendi: Finallere katılma hakkı kazanan 24 takım dörderli 6 gruba ayrılarak tek devreli lig üsulu maçlar yaptı. Bu maçları ilk iki sırada bitiren ülke takımları direkt son 16'ya kalan 12 takımı oluşturdu. Kalan 4 takım ise bu 6 grupta en iyi puan ve averaja sahip 4 takım arasından seçildi. Gruplardan çıkan 16 takım tek maç üzerinden önceden belli fikstür ile eleme usulü ile maçlarını yaptı.
1994 FIFA Dünya Kupası, Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra Rusya'nın bağımsız olarak katıldığı ilk dünya kupası oldu. 1938'den beri ilk kez bir birleşik Alman takımı bu dünya kupasına katıldı. Afrika takımlarının 1990 FIFA Dünya Kupası'nda gösterdiği başarı nedeniyle Afrika kıtasının dünya kupasına gönderdiği takım sayısı 3'e yükseltildi.
Norveç'in 1938'den, Bolivya'nın 1950'den ve İsviçre'nin 1966'dan beri katıldığı ilk dünya kupasıdır.
Çekoslovakya'nın 1993 yılında ikiye bölünmesiyle elemelere Çekoslovakya adıyla başlayan takım Çekler ve Slovakların Temsili olarak elemeleri dünya kupasına gitme hakkını kaybederek tamamladı. Yugoslavya ise, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 31 Mayıs 1992'de aldığı 757 no'lu kararla bu ülkeye yaptırımlar uygulanmasının kararlaştırılması nedeniyle FIFA tarafından elemelerden çıkarıldı. Şili'nin 1990 elemelerinde aldığı ceza 1994 Dünya Kupası için de devam ettiği için bu takım elemelere katılmadı.
1938'den beri ilk kez Birleşik Krallık'ı oluşturan dört ülkenin de (İngiltere, İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda) katılamadığı ilk dünya kupası olmuştur.
Cebelitarık Boğazı
Cebelitarık Boğazı (, ), Akdeniz ile Atlas Okyanusu'nu birleştiren, Avrupa ile Afrika kıtalarını ayıran boğazdır. Antik çağda Herkül'ün Sütunları olarak da bilinirdi. Adını Tarık bin Ziyad'dan alan boğaz, 60 km uzunluğunda ve 44 km genişliğinde, en derin yeri ise -426 m'dir. Boğazın siyasal egemenlik bakımından kontrolü üç ülkenin elindedir; Birleşik Krallık, İspanya ve Fas.
Boğazda, yüzeyde doğudan batıya giden kuvvetli bir akıntı vardır. Derinlerde ise daha zayıf bir akıntı Akdeniz’den Atlas (Atlantik) Okyanusuna akar. Cebelitârık Boğazının her iki yanı da sarp kayalıklarla çevrilidir. Bitki örtüsü bakımından Boğaz’ın iki yakasında berâberlik görülür. Boğaz’dan yılda 7000-7500 gemi geçer. Boğaz’ın Afrika kıyısında bulunan Tanca ise milletlerarası bir statüye bağlanmıştır. Bu statü muayyen bir devletin buraya yerleşmesine mâni olmaktadır.
Eski çağlardaki adı ""Calpe"" 'dir. Şimdiki adı ise Arap komutanı Tarık bin Ziyad'dan gelmektedir. Arapçada "cebel" dağ demektir. Cebel-i Târık, "Tarık'ın dağı" anlamına gelmektedir. Tarık, boğazın güvenliğini sağlamak için burada boğazın kuzeyinde bir kale yaptırmıştır. Cebelitarık 1462'de Araplardan, İspanyollara geçmiş 1502'de resmen İspanyol topraklarına katılmıştır. 24 temmuz 1704'te Birleşik Krallık-Hollanda deniz kuvvetleri tarafından ele geçirilmiştir, 1713 tarihindeki Utrecht Antlaşması'yla İspanya kaleyi Birleşik Krallık'a iade etmeyi kabul etmiştir.
Akdeniz’in batı ucunu Atlas (Atlantik) Okyanusu ile birleştirir. Kuzeyi İber Yarımadası, güneyi Kuzey Afrika'da Mağrip olarak bilinen bölgedir. Ulaşım yönünden oynadığı rol itibarıyla ve jeopolitik bakımdan en önemli boğazlardan biridir. Deniz geçidinin önemi Süveyş Kanalının açılması ile daha da artmıştır. Takriben 60 km uzunluğunda olan boğazın en geniş noktası Trafalgar Burnu ile Spartel Burnu arasında 44 km, en dar noktası ise Cires Burnu ile Tarija Burnunun doğusunda 14,2 km’dir. Boğaz’ın ortası, en sığ noktası olup derinliği 324 metre'dir.
Cebelitarık boğazı kıyısındaki yerleşim yerleri
1713 yılında resmen Birleşik Krallık'a bağlanan, 1830'da ise sömürge ilan edilen Cebelitarık'ın durumu İspanya-Birleşik Krallık ilişkisi içinde zaman zaman öne çıkan bir pürüz konumundadır. İspanya eski dış işleri bakanı Moratinos, bölgede Britan yönetimi için askeri işgal demiştir. Kendisi daha önce de bu mesele nedeniyle Birleşik Krallık ile normal ilişki kurmanın imkansız olduğunu söylemiştir.
Sorunun çözümü için Cebelitarık'ta oylamalar yapılmış. Yapılan oylamalar şu şekildedir;
Fas kıyılarından 250 m, İspanya kıyılarından ise 8 km uzaklıkta bulunan Perejil Adası iki ülke arasında egemenlik sorunudur. Cebelitarık boğazında yer alan bu hiçbir yerleşim yerinin olmadığı kayalık ada yüzünden 2002 yılında taraflar arasında adaya asker çıkarmaya varan bir gerilim yaşanmıştır. Fas'ın adaya asker çıkarmasıyla başlayan gerilim, İspanyanın adaya kendi askerlerini çıkarmasıyla sürmüştür.
14 km'lik Cebelitarık Köprüsü Cebelitarık Boğazı'nın üzerinde inşa edildiğinde, şimdiye kadar yapılmış en uzun ve en yüksek köprü unvanını alacak. Bu köprü tamamlandığında Müslüman bir ülkenin kültürüyle, Hıristiyan bir ülkenin kültürü arasında bağ oluşturacağı ve Afrika ile Avrupa arasında ekonomik bağlantıların artmasına yardımcı olacağı düşünülüyor
14 km, Her biri 7 km olan iki kısımdan oluşuyor.
Dünyanın çeşitli devlet |
lerince boğaz altından bir tünelin geçirilmesi düşünülmüş ve planı hazırlanmış ise de, tatbik sahasına konulmamıştır. Afrika ve Avrupa kıtalarını birleştirecek olan tünel, Panama Kanalı ve Birleşik Krallık-Fransa arasındaki Manş Tüneli gibi, dünyanın en büyük mühendislik harikaları arasına girecek. Akdeniz’in Atlas Okyanusu’na açılan "şişeağzı" Cebelitarık Boğazı’nın iki kıtayı 5 milyon yıl önce ayırmasından bu yana, kimse iki ülke arasına bir köprü kurmayı başaramamıştı.
Enes bin Mâlik
Enes bin Malik (Arapça: أنس بن مالك), Sahabi. (612-709) Uzun künyesi ile "Ebu Hamza Enes bin Malik bin Nadr el-Ensari".
Hicretten on yıl önce (612) doğmuş, 10 yaşından itibaren Muhammed'e hizmet etmiş ve vefatına kadar onun yanından hiç ayrılmamıştır. Bu birliktelik sayesinde en çok hadis rivayet eden sahabilerden biri olmuştur.
Muhammed bin Abdullah Mekke'den Medine'ye göç ettikten sonra sahabeler ona hediyeler veriyordu. Bir kadın sahabe de çok fakir olduğu için verecek bir hediye bulamamıştır. Bunun üzerine 10 yaşındaki oğlunu vermeye karar vermiştir. Bu teklifini bildirmiş ve o da olumlu yanıt vermiştir. O günden sonra Enes Muhammed'in yanından hiç ayrılmamıştır ve ona en yakın isimlerden biri olmuştur.
Latin Amerika Serbest Ticaret Birliği
Latin Amerika Serbest Ticaret Birliği (Latin American Free Trade Association - LAFTA) Latin Amerika serbest ticaret bölgesi antlaşması ile kurulan uluslararası entegrasyon örgütüdür. 18 Şubat 1960'ta Montevideo Antlaşması ile kurulmuştur.
Okyanus
Okyanus, kıtaları birbirinden ayıran engin, açık denizlerdir. Yeryüzünün yaklaşık üçte ikisini (%70) kaplarlar ve bu alanın yaklaşık yarısında su seviyesi 3.000 metrenin üzerindedir. Büyük su kütlesi demektir. Okyanus kelimesi Yunanca ""nehir"" anlamına gelen ""Okeanos""tan gelmektedir. Yunanlar, Cebelitarık Boğazı'ndan gelen güçlü akıntıyı fark etmişler ve bunun bir nehir olduğunu düşünmüşlerdir.
ALADI
Asociación Latinoamericana de Integración (İspanyolca)(ALADI). Latin Amerika Entegrasyon Topluluğu'nun kısaltması. İngilizce kısaltmasıyla LAIA olarak da bilinir.
ALADİ 1960'ta kurulan Latin Amerika Serbest Ticaret Alanı (LAFTA) yerine kurulmuştur. ALADİ anlaşması 1980'de imzalanmış, 1981 Montevideo Anlaşması ile yürürlüğe girmiştir. ALADİ, Arjantin, Bolivya, Brezilya, Şili, Kolombiya, Küba, Ekvator, Meksika, Panama, Paraguay, Peru, Uruguay ve Venezuela olmak üzere on üç üyesi vardır. ALADI üyeleri ekonomik düzeylerine göre üç bölüme ayrılmıştır.
ALADI'de üye ülkelerle, üye olmayan ülkeler arasında örgütün diğer üyelerine imtiyaz verilmeksizin anlaşmalar yapılabilmektedir. Bunun tek istisnası Meksika'nın imzaladığı NAFTA anlaşmasının diğer ülkelere de genişletilmesi ilkesidir.
Merkezi Uruguay'ın Montevideo şehrindedir.
Oleg Salenko
Oleg Anatolyeviç Salenko (; ; "Oleh Anatoliyovich Salenko" (d. 25 Ekim 1969 Leningrad, SSCB) Rusya ve Ukrayna eski millî futbol takımlarında forma giymiş golcü.
1986 yılında başladığı profesyonel futbol kariyerinde Zenit, FK Dinamo Kyiv, CD Logroñés, Córdoba CF, Valencia CF, Rangers FC ve son olarak İstanbulspor'da forma giydi.
3 maç oynama şansı bulduğu 1994 FIFA Dünya Kupası'nda 6 gol atarak Hristo Stoiçkov ile birlikte kupanın gol kralı oldu. Ayrıca bu turnuvada, 28 Haziran günü oynanan maçta Rusya forması ile Kamerun'a karşı 5 gol atarak FIFA Dünya Kupası tarihinin bir maçta en çok gol atan oyuncu unvanına sahip oldu.
LAES
LAES (özgün adıyla Sistema Económico Latinoamericano y del Caribe), Latin Amerika'da işbirliğini artırmayı amaçlayan bir teşkilatlanmadır.
Orta Amerika Ortak Pazarı
Orta Amerika Ortak Pazarı (Central American Common Market - CACM / MCCA olarak da bilinir), 1958 yılında kurulmuş bir uluslararası örgüttür.
Orta Amerika'da ekonomik entegrasyonu arttırmayı amaçlamıştır.
Karayip Ortak Pazarı
Karayip Ortak Pazarı (Caribbean Community - CARICOM) bölge ülkeleri arasında işbirliğini ve entegrasyonu arttırmayı hedeflemiştir.
Ominous Grief
Ominous Grief, Ankaralı melodik black metal grubudur.
"Nothing In Remembrance" adlı albümlerini 2007 yılı Nisan ayında Kastenfaal Music Publishing etiketiyle yayınladılar. Grupta Güün Evren (basgitar ve vokal), Cüneyt Çağlayan (gitar), İlke Ulaş Kuvanç (gitar) ve Çağlar Yürüt (bateri) yer almaktadır.
http://ominousgrief.com/
Age of Mythology
Age of Mythology (Türkçe: "Mitoloji Çağı"), Ensemble Studios' un oyunlarından biridir. 3B biçiminde de oynanabilen oyunun grafikleri, ses efektleri ve müzikleri ise oyunun en güzel özellikleridir.
Oyunun Campaign(Savaşlar) bölümünde en dikkat çeken savaş,32 bölümlü savaştır.Bu savaşta görevler ise:
Yunanistan'da Truva Savaşını kazanmak,
Mısır'da Osiris'i uyadırmak,
İskandinav'da Thor'un çekicini yapmak,
Tartaros'ta Kronos'un hapishaneden çıkmamasını sağlamaktır.
Toplam 32 bölümden oluşan oyun Mısır, Yunan ve İskandinav mitolojilerinden yola çıkılarak yapılmıştır. Oyunun sonunda Arkantos hayallerine kavuşur.Yaşayan Poseidon heykeli ve Gargarensis ölür.Kronos asla hapishaneden çıkamaz.
Oyunda halkınıza belirli bir tanrı seçtikten sonra çağ atlayıp size verilen görevleri yerine getiriyorsunuz. Çeşitli büyülerin yanı sıra binalar yapılıp askerler ve köylüler üretilebilir, köylüler ile de değişik binalar inşa edebilirsiniz. Çeşitli karakterler ve tanrılar ile görev ilerledikçe farklı ülkelere gidilecektir.
Strateji sevenlere uygun bir oyun olan Age of Mythology mitolojik konulardan ve grafikler açısından iyi bir oyun. Oyunda inşaat bazı ırklarda farklı. Örneğin Yunanlarda, köylüler inşaat ve toplama (altın, odun, yiyecek) yaparken, İskandinavlarda ise toplama görevleri köylülerin, inşaat ise piyadelerin. Mısırlılarda ise Yunanlarla aynı,inşaat ve toplama köylülere ait. Ayrıca birçok yapı ücretsiz.
Oyunda 9 ana (major) tanrı bulunur:
Oyuna başlarken şeçtiğiniz ana tanrıya göre her çağ atlamanızda karşınıza 2 küçük (minor) tanrı gelir ve bunlardan birini seçerek o çağda kendinize rehber edinirsiniz.
Oyun hem arkadaşlarınla birlikte hem tek başınıza single player hem de görevleri yapıp bölümleri bitirerek oynanabilir.Oyun ses ve görüntü efektleri gayet iyi.Özellikle müzikleri oyuna daha iyi adapte olmanızı sağlıyor ve gerektiği yerde heyecanlandırıyor.
Taktikler:
Mısır ırkı bina bakımından ve asker bakımından ucuzdur.Ancak askerleri diğerlerine göre güçsüzdür.Bunun yanında ilk çağlarda altına çok fazla ihtiyaç olur.
İskandinav ırkında ise çok iyi saldırı gücü vardır.Irk tam bir savaş ırkıdır.İşçilerin değil de piyadelerin bina yapmasından bu anlaşılabilir.
Yunan ırkı ise diğerlerine göre daha ölçülü,daha kaliteli,ama daha pahalıdır.
Oyunda her minor tanrı seçildiğinde o tanrının savaşçısı veya canavarını Temple'dan çıkarma gücüne sahip olunur.Bunlar:
Yunan Tanrıları
Mısır Tanrıları
İskandinav Tanrıları
Phoenix Suns
Phoenix Suns, Phoenix, Arizona'da merkezli NBA'de mücadele eden Amerikan bir profesyonel basketbol takımıdır. NBA'de Batı Konferansı'nın Pasifik Grubu'nda mücadele etmektedir. Kendi bölümünde Kaliforniya merkezli olmayan ilk ve tek takımdır. Suns 1992 yılından bu yana iç saha karşılaşmalarını Phoenix şehir merkezinde yer alan Talking Stick Resort Arena'da oynamaktadır.
1968 yılında kurulan ve aynı yıl lige katılan Suns 2013-14 sezonu itibarıyla elde ettiği %55 galibiyet yüzdesiyle NBA'de tüm zamanlarda en iyi galibiyet yüzdesine sahip dördüncü takımı unvanını taşımaktadır. NBA'de mücadele ettiği 46 yılda toplam 29 kez play-off yapma başarısı gösterdi. Ayrıca toplam 9 kez Batı Konferansı Finali oynarken 1976 ve 1993 yıllarında olmak üzere iki kez NBA Finalleri'nde yer aldı. Ancak Suns takımı tarihi boyunca hiç şampyonluk yaşayamadı ve şu anda şampiyon olamayıp en yüksek galibiyet yüzdesine sahip takımdır.
Takım ilk kez 1968 yılında kuruldu. Yaptıkları kısa süreli hücumlarla rakibe savunma şansı tanımayan Suns, bu özelliğini Steve Nash'in takıma gelmesiyle kazandı. 2004 yılından sonra Nash ile birlikte hareketli ve koşan bir takım olarak öne çıktılar. Sıradan oyuncuları yıldız yapma özelliğine sahip olan Nash'in gelişiyle tüm takım farklı bir kimlik kazandı. Burada 2005 ve 2006 yıllarında iki kez üst üste MVP ödülünü kazanan Steve Nash'e özel bir parantez açmak gerekiyor. Şöyle ki Nash takıma geldiğinde 30 galibiyetin altındaki takımını alıp ligin zirvesine, 62 galibiyete taşıdı. Aynı sezon takımın All-Star uzunu olan Amare Stoudemire olmadan takımını batı finallerine kadar sürüklemeyi başardı. Bunların hepsi bir yana takıma gelen Boris Diaw'a En Çok Gelişme Gösteren Oyuncu Ödülü'nü ve 2003 NBA Seçmeleri ilk tur son sıra seçimi olan Leandro Barbosa'ya Yılın Altıncı Adamı Ödülü'nü kazandırdı. Diğer takımlara göre kısa ama atletik kadrosuyla 2004-05 ve 2005-06 sezonlarında batı finaline kadar yükseldiler. 2005-06 sezonunda yedi oyuncu kariyerlerinin en yüksek sayı ortalamalarına ulaştı.
2006-2007 sezonunda takım NBA şampiyonluğu için bütün otoritelerin en büyük favorilerden biriydi. Batı konferansını Dallas Mavericks'in ardından ikinci tamamlayıp play-off'a girmeye hak kazandılar. İlk turda Los Angeles Lakers'ı 4-1 ile geçip konferans yarı finalinde San Antonio Spurs'e rakip oldular. Burada ilk dört maçta hakemlerin desteğini alan Spurs yaptıkları kasti faullerle Suns'ı yıpratmayı başardı. Bu faullerin sonuncusunda Nash'e omuz atan Horry (Nash'in cüsse olarak tam 2 katıdır) benchin ayaklanmasına sebep oldu. Sonrasında birer maç ceza alan Boris Diaw ve Amare Stoudemire takımlarını uzunsuz bıraktılar. Böylece hakemlerin ve David Stern'ün desteğiyle Spurs turu geçip ilerisindede şampiyonluğa ulaştı. 7 Şubat 2008 tarihinde NBA in en büyük oyuncularından olan Shaquille O'Neal'ı Shawn Marion ve Marcus Banks karşılığında takas ederek herkesi şaşırtmışlardır. Aynı sezon bir kez daha şampiyonluğun favorilerindendi. Fakat 2008 NBA Playoffları ilk turundada eşleştikleri San Antonio Spurs'e 4-1 yenilerek elendiler. Bunun üzerine takımın çalıştırıcısı Mike D'Antoni takımdan gönderildi ve New York Knicks'le anlaştı. 2012 yılında Steve Nash ise Los Angeles Lakers'a t |
akas edildi.
Cardiac Syndrome X
Cardiac Syndrome X ("myocardial infarction with normal arteries"), bir kalp hastalığıdır.
İsmi ilk olarak 1973 yılında telaffuz edilen bu hastalık, bilinen kalp hastalığı belirtilerini (örn. göğüs ağrısı) göstermekle birlikte anjiyografi ile tespit edilemediğinden koroner damar hastalıkları arasında özel bir yere sahiptir. Anjiyografi ile tespit edilememesinin nedeni, çoğunlukla tıkanıklığın veya daralmanın minimal damarlarda olduğu şeklinde açıklanmaktadır. Ancak EKG sonuçları koroner kalp hastalığı bulgusu olarak öne çıkar.
Genellikle kadınlarda görülür. Anatomik veya diğer deneysel araştırmaların yanında, hastalığın kaynağı ile ilgili olarak, hastanın nevrozlarının veya sempatik sinir sisteminin kalp fizyolojisi üzerine etkileri gibi görüşler de mevcuttur.
Mamlambo
Mamlambo Zulu mitolojisinde bir tanrıça. Mamlambo hem ana tanrıça hem de nehirler tanrıçasıdır.
Hans-Peter Briegel
Hans-Peter Briegel, (d. 11 Ekim 1955, Rodenbach, Almanya) eski Alman millî defans oyuncusu, teknik direktör.
Briegel, futbola doğduğu şehrin takımı SV Rodenbach'ın altyapısında başladı. Teknik adam Erich Ribbeck tarafından keşfedildi ve 1974'te 1. FC Kaiserslautern'in altyapısına transfer edildi. Bir sene sonra ise profesyonel takıma çıktı. 10 Nisan 1976'da Bayern Münih'i 4-3 yendikleri ilk kez bir maçta yedeklerden oyuna dahil oldu. 1984'e kadar takımının en önemli isimlerinden biri oldu.
1984'te İtalyan Hellas Verona takımına transfer oldu. Burada ününü arttıran Briegel, 1985'te bir Serie A şampiyonluğuna da sahip oldu. Bu şampiyonluk takımın tarihi boyunca aldığı ilk ve son İtalya başarısı oldu. Bu başarısı ile Almanya'da yılın futbolcusu seçildi. Bu ödülü yurt dışındaki performansı ile kazanan ilk Alman oldu. 1986'da sözleşmesinin bitmesiyle bir başka İtalyan takımı UC Sampdoria'ya transfer oldu. Burada 1988'de bir Coppa Italia kazandı.
Ekim 1979'da Galler'e karşı oynanan Euro 1980 eleme maçında ilk kez Almanya millî futbol takımı formasını giydi. Almanya'nın birinci olduğu 1980 Avrupa Futbol Şampiyonası kadrosunda yer aldı. Final maçına ilk 11'de çıkıp 55 dakika forma giydi. Turnuva sonu düzenlenen en iyi ilk 11'de yer aldı.
Daha sonra yine Jupp Derwall'in koçluğunda,Dünya Kupası'nın 50. yılı için düzenlenen 1980 Mundialito turnuvasında ve Batı Almanya'nın ikinci olduğu 1982 FIFA Dünya Kupası'nda yer aldı. 1982 Dünya Kupası final maçında Bruno Conti'ye yaptığı hareketle penaltıya sebebiyet verdi ancak Antonio Cabrini penaltıyı kaçırdı. Buna rağmen Almanya finali 3-1 kaybetti. 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası için oynanan 8 eleme maçında da forma giydi ve turnuvaya katılan takımda da yer aldı.
Derwall'in yerine gelen Franz Beckenbauer da Briegel'den vazgeçmedi ve 1986 FIFA Dünya Kupası'na da katıldı. Ancak finalde yaptığı hata sonucu Diego Maradona'nın pası Jorge Burruchaga'ya buluştu ve Briegel'in daha sonra durumu düzeltme çabası başarısız oldu ve 83. dakikada Burruchaga onları mağlup edecek golü kaydetti. Beckenbauer, Briegel'i Euro 1988 elemelerinde kullanmadı ve Briegel, 72 maç ve 4 gollük performansı ile 1986'da millî takımdan ayrıldı.
Futbolu bıraktıktan sonra antrenörlüğe başladı. 1989-1992 arasında İsviçre ikinci ligi takımlarından FC Glarus'un başındaydı. 1992-1994 arasında Alman alt liglerinden SV Edenkoben'i çalıştırdı. 1994'te Bundesliga'dan düşen SG Wattenscheid 09'un başına geçti ancak başarılı olamadı. 1996'da eski takımı 1. FC Kaiserslautern'e sportif direktör olarak geri döndü. Ancak teknik direktör Otto Rehhagel ile tartışma yaşayınca Ekim 1997'de istifa etti. Daha sonra kulüp yönetimine dönse de bir finansal skandal sonucu ayrıldı.
1999 yılında sezon ortasında Beşiktaş'ın başına gelen Karl Heinz Feldkamp'ın yardımcısı olarak Beşiktaş'ta yardımcı antrenörlüğe başladı. Ancak Feldkamp'ın rahatsızlığı nedeniyle sezonu Briegel tamamladı ve 1999/2000 sezonunda ilk kez teknik direktörlüğe getirildi. Kısıtlı kadroya ve kulübün yönetimsel açıdan sorunlar yaşadığı dönemde görevde bulunmasına rağmen başarılı bir sezon geçirdi ve takımı sezon sonuna kadar şampiyonluğu takip etti. Ancak 2000 yılında Beşiktaş'ın başına gelen Serdar Bilgili yönetiminin kendisiyle çalışmak istememesi ile Beşiktaş'tan ayrıldı.
Bir yıl sonra 2001/2002 sezonunda bu kez Trabzonspor'un teknik direktörü olarak tekrar Türkiye'de göreve başladı. Ancak sezon sonunda sözleşmesi feshedildi.
2002 Aralık ayında Arnavutluk millî futbol takımının teknik direktörlüğüne getirildi. 2006 yılında istifa edene kadar bu görevde kaldı. Arnavutluk'un başındaki döneminde büyük turnuvalara katılamasa da takımın gelmiş geçmiş en başarılı teknik direktörü oldu.
Hans Peter Briegel, Haziran 2006 tarihinden itibaren Bahreyn millî futbol takımının teknik direktörlüğüne getirildi. 2007 yazı itibarı ile Ankaragücü'nün Teknik Direktörlüğüne geçti. Ancak sadece 9 hafta sonra takımdan ayrıldı.
SS Lazio
Società Sportiva Lazio, 9 Ocak 1900'de İtalyan Ordusu mensupları tarafından kurulmuş bir Roma kulübüdür. Mavi-beyaz renklere sahip kulübün simgesi kartal, takma isimleri ise "Biancocelesti"dir. Ezeli rakibi AS Roma olup bütün derbilerden farklı olarak bu iki kulüp arasındaki siyasi görüş ayrılığı rekabeti kine dönüştürmektedir. Maçlarını 82,000 kişilik Olimpiyat Stadyumu'nda oynarlar.
"Lazio" kelimesinin kökeni Latince geniş anlamında olan "latiumdur" fakat bu ismi almalarının nedeni, Roma şehrinin İtalya'nın 1948 Anayasası'na göre 20 özerk bölgeden biri olan Lazio bölgesi içerisinde olmasıdır.Kulubün renkleri mavi-beyazdır. 1902 yılına kadar çeşitli sportif aktivitelerde bulunmuş, 1902 yılında ise futbol şubesi kurulmuştur.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra "S.S." ("Società Sportiva") takısı Waffen-SS'i anımsattığı için birçok takım değiştirmişken, İtalya'nın zamane diktatörü Benito Mussolini'nin de desteklediği Lazio, kulüp politikasını açığa vurmuş ve kararlı bir tutumla ismini değiştirmemiştir.
Sergio Cragnotti'nin başkanlığında,külüp altın çağını yaşamış Verón, Crespo, Nesta, Stam, Vieri, Claudio López, Fiore, Negro, Couto, Nedved, Simone Inzaghi, Peruzzi gibi yıldızlarla tanışmıştır fakat bunun sonrasında maddi krize girip Claudio Lotito adlı bir girişimciye satılmıştır. İtalya'daki son şike skandalında ise küme düşmenin eşiğinden dönmüş.
"31 Ağustos 2015 tarihi itibarıyla"
David Villa
David Villa (; d. 3 Aralık 1981, Gijón), İspanyol futbolcudur. New York City FC'de forma giymektedir.
UP Langreo'da gollerini atmaya başlayan David Villa, bölgenin en büyük kulübü Sporting Gijon'a transfer olarak kariyerinde önemli bir adım attı. 1999-2000 sezonunda Sporting Gijon formasıyla 35 maçta 25 gol atınca A takıma yükselerek profesyonel bir oyuncu oldu. Segunda División'da top koşturduğu ilk yılda 40 maçta 29 gol atarak güveni boşa çıkarmadı. David Villa, 2. sezonunda gol sayısını 39 maçta 20’ye çıkardı. Sporting Gijon’da 79 lig maçında 38 gol attı.
2003'te Real Zaragoza'ya imza attı. İlk sezonunda ligi 12. sırada bitiren Real Zaragoza adına 22 gol attı. Hayatının en önemli maçlarından birini Nisan 2004'te Sevilla FC'ya karşı oynadı. Attığı 4 golle gazete manşetlerine çıktı.
David Villa'nın Real Zaragoza'dan sonra durağı 2005'te Valencia CF oldu. 12 Milyon Euro karşılığında imzayı atan David Villa, ilk sezonunda 35 gole imza attı. Valencia CF kulübünde oynadığı 5 sezon boyunca harika performans sergiledi ve dev takımların ilgisini çekti.
2010-2011 sezonu öncesinde 45 Milyon Euro karşılığında FC Barcelona kulübüne transfer oldu ve 6 yıllık sözleşme imzaladı.İlk sezonunda 30 gol attı.15 Aralık 2011'de FIFA Kulüpler Dünya Kupası yarı final karşılaşmasında Al Sadd ile oynanan maçta kaval kemiği kırıldı ve o sezonu kapattı.Bir sonraki sezon 53 maça çıkarak 21 gol attı ve o sezon sonunda takımdan ayrıldı.
David Villa 8 Temmuz 2013'te Atlético Madrid'e 5 milyon euro karşılığında transfer oldu. Bunca zamandır hep giydiği 7 numaralı formayı Adrian ona vermek istediği halde teklifini geri çevirip 9 numaralı formayı almıştır. Sezon sonunda Atlético Madrid ile La Liga şampiyonluğu yaşadı.
1 Haziran 2014 tarihinde, New York City ile anlaştığını duyurmuş ve Atlético Madrid formasına veda etmiştir.
5 Haziran 2014 tarihinde, Melbourne City ile 10 maçlığına sözleşme imzaladı.
David Villa, İspanya 'nın Çek Cumhuriyeti 'ni 2-1 yendiği maçta 2 gol birden atarak İspanya millî futbol takımında en çok gol atan futbolcu unvanını 44 gollü Raúl 'den almıştır.
David Villa, FC Barcelona takımında 2012-2013 sezonunda oynadığı 15 lig maçında 5 gol attı. FIFA Kulüpler Dünya Kupası'nda Al Sadd ile oynanan yarı final maçında sol kaval kemiğinin kırıldığı açıklandı. Kaval kemiğinin kırılmasından 8 ay sonra sağlığına kavuşan David Villa, 2012-13 sezonunda çıktığı ilk maçta 84. dakikada golle buluşmuştur.
Kızıl tuygun
Kızıl tuygun ("Circus aeruginosus"), atmacagiller (Accipitridae) familyasının tuygunlar (Circinae) alt familyasına ait bir yırtıcı kuş türü.
Kızıl tuygun en büyük, en iri ve kara çaylağa en çok benzeyen tuygundur; süzülürken bazen şahini andırır. Erkeği dişisinden daha küçük ve kahverengi, kafası ve göğsü ise krem rengidir, gri bir şerit kanatlar boyunca uzanır, kanat uçları siyah, kuyruğu ise gridir (uzaktan daha sade görünür). Dişisi daha sade ve koyu kahverengidir, gövdesinde kara çaylaktan daha az leke bulunur, başının üst tarafı, boğazıve kanat önü lekesi krem sarısıdır. Gencinin üst tarafı daha açık, alt tarafı daha siyahtır. Kuyruğu dar ve karedir, ancak ara sıra yüksekte süzülürken yayvan ve yuvarlak olur. Kanatları çaylaklardan daha az köşelidir ve süzülürken yukarıya doğru "V" şeklinde kaldırır.
Leprikon
Leprikon (modern İrlandaca: leipreachán, diğer kullanımları: leprechawn-lubberkin-lepracaun), İrlanda mitolojisinde İrlanda Adası'nda yaşadığına inanılan yeşil giyinen, ayakkabıcılıkla uğraşan küçük vücutlu cinler. İrlandalı mitoloji araştırmacılarının söylediklerine göre Kelt ırkı insanların İrlanda adasına ayak basmadan önce burası Leprikonların ortak yaşam alanıydı.
Leprikonların boyları orta |
lama 90–92 cm'dir.
Leprikonlar ve diğer yaratıklar Kelt ve Kelt öncesi tarihin birer sembolüdür.
Ayakkabı yapımıyla para kazandıkları, çok zengin oldukları ve savaş zamanında birçok hazine gömdükleri söylenir. Bir efsaneye göre, bir leprikon'a gözlerinizi kırpmadan baktığınız sürece kaçamayacak, ancak gözünüzü kırptığınızda ya da başka yöne çevirdiğinizde, anında yok olacaktır.
Eimear Quinn
Eimear Quinn, ("doğum adıyla:" Eimear Ní Chuinn; 1973; Dublin, İrlanda) İrlandalı şarkıcı.
Oslo'da gerçekleştirilen 1996 Eurovision Şarkı Yarışması'nda seslendirdiği "The Voice" ("Ses") adlı parçayla İrlanda'ya birincilik getirmiştir. Oylar açıklandığı sırada, yarışmanın sunuculuğunu yapan Morten Harket ile hazırlıksız bir düet yaptı. Ayrıca Eurovision'un 50. yıldönümünde Kopenhag'da sahneye çıkmıştır.
Quinn, İrlanda'daki Maynooth Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra profesyonel olarak şarkı söylemeye başladı. 2001'de Decca Classics'ten Through the Lens of a Tear ("Gözyaşının gözüyle") adlı bir albüm çıkardı. Anuna'nın da birkaç şarkısını seslendirmiştir.
2006 Eurovision Şarkı Yarışması'nda İrlanda'nın oylarını sunmuştur.
LiLo
LILO, (Linux Loader) "Linux Yükleyicisi" anlamına gelir. Çok yönlü bir Linux ön yükleyicisidir. Belli bir dosya sistemine bağlı değilidr ve Linux Kernel imajını disketten ve sabit diskten yükleyebilmektedir. 16 farklı Kernel imajından herhangi biri ön yükleme sırasında seçilebilir. Çeşitli parametreler, örneğin kök cihaz, her bir kernel için bağımsız olarak ayarlanabilir.
Mustafa Armağan
Mustafa Armağan (d. 24 Şubat 1961, Cizre, Şırnak), Türk araştırmacı yazar, gazeteci. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye yakın tarihi konusunda yazdığı tarihsel revizyonist kitaplarla tanınır.
Şanlıurfalı bir anne-babanın çocuğu olarak 24 Şubat 1961 tarihinde, Cizre'de doğdu. İlk ve orta öğrenimini Bursa'da tamamladı.
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünden mezun olduktan sonra çeşitli yayınevlerinde editör olarak çalıştı. 1995-1996 arasında "İzlenim" dergisinin yayın yönetmenliğini yürüttü. "Sosyal Bilimler Ansiklopedisi" (Risale Yayınları, 4 cilt) ve "Osmanlı Ansiklopedisi" (Ağaç Yayıncılık, 7 cilt) adlı çalışmalarının yayın koordinatörlüklerinde bulundu. M. M. Şerif'in 4 ciltlik "İslam Düşüncesi Tarihi" adlı derlemesi (İnsan Yayınları, 1990-91) yayına hazırladı. Türkiye Yazarlar Birliği tarafından üç defa ödüle layık görüldü: "Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası" (F. Capra'dan tercüme dalında, 1989) ve "Şehir, Ey Şehir" (deneme dalında, 1997), "Osmanlı: İnsanlığın Son Adası" (TYB Fikir Ödülü). Telif kitapları olan "Gelenek" (1992), "Gelenek ve Modernlik Arasında" (1995), "Şehir Asla Unutmaz" (1996) ve "Bursa Şehrengizi" (1998) dışında derleme ve çeviri olarak çok sayıda kitabı bulunmaktadır.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nda yayın bölümü yöneticisi olarak görev yaptı, Mehtap TV'de "Tarih Aynası" adında bir program sundu. 1995'ten itibaren "Zaman" gazetesinde yazı yazdı. Ali Ünal ile birlikte 1999 yılında "Medya Aynasında Fethullah Gülen (Kozadan Kelebeğe)" adlı kitabı hazırladı. Kitap, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından basıldı. 2000 yılında ise bu kez, Gülen için yazılan yazıların derlendiği "Diyaloğa Adanmış Hayat" kitabını hazırladı. Bu kitap da yine Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından basıldı. 2000-2002 yılları arasında, yine Cemaat'in hazırladığı "DA" ("Diyalog Avrasya") dergisinin genel yayın yönetmenliğini yaptı. 7 Mart 2016 tarihinden itibaren "Yeni Şafak" gazetesinde her pazar köşe yazısı yazmaya başladı.
Ayrıca Armağan, Nisan 2012 tarihinden beri "Derin Tarih" adlı derginin genel yayın yönetmenliği görevini de yürütmektedir.
Armağan, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Cemaat'e yönelik çıkışlarına tepki göstermiştir. "Zaman" gazetesine verdiği demeçte şunları söylemiştir:
Abel Tasman
Abel Janszoon Tasman (d. 1603 Lutjegast, Groningen, ö. 10 Ekim 1659 Cava,) Hollandalı bir denizci. Keşif yolculuğunda Avustralya kıtasını dolaşmış ve 15 Nisan 1642 yılında Yeni Zelanda'ya ulaşmış ilk Avrupalıdır.
Avustralya adası olan Tazmanya (önceki adı "Van Diemen's Land"), Avustralya ve Yeni Zelanda arasında kalan Tazman Denizi ve Yeni Zelanda'daki Abel Tasman Milli Parkı onun ismi ile adlandırılmıştır.
WxWidgets
wxWidgets (eski adıyla wxWindows) açık kaynaklı, kullanıcı grafik arayüzü tasarlamakta kullanılan, temel C++ elementlerinden oluşan bir kütüphanedir.
Total Annihilation
Total Annihilation, 1997 yıllında Chris Taylor ve Cavedog Entertainment tarafından yaratılan, döneminin en önemli gerçek zamanlı strateji (RTS) bilgisayar oyunudur.
Claude Makélélé
Claude Makélelé Sinda (; d. 18 Şubat 1973, Kinşasa), Fransız eski millî futbolcudur. defansif orta saha mevkiindeki oyuncu, 1991-2011 yılları arasında futbol oynamıştır.
Makélélé, kariyerine Brest altyapısında başladı. 1992 yılında Nantes ile profesyonel kontrat imzaladı. 5 yıl Nantes'de forma giydi. 1995 yılında Nantes ile Ligue 1 şampiyonluğu yaşadı. Ondan sonra Marsilya'ya transfer oldu. Yeni takımında 1 yıl forma giydikten sonra İspanya'nın Galiçya bölgesinin Celta Vigo takımına transfer oldu. 2 sezon boyunca Celta Vigo'da forma giydi ve çok başarılı günler geçirdi. Takımının Liverpool'u 4-1 ve Juventus'u 4-0 yendiği maçlarda oynadı. 2000 yılında 14 milyon € transfer bedeliyle Real Madrid'e transfer oldu. Real Madrid'de 3 sezon boyunca; 2 La Liga, 1 Şampiyonlar Ligi, 1 UEFA Süper Kupası, 1 Supercopa de España ve 1 Kıtalararası Kupa kazandı. 2003 yazında 16,8 milyon £ bonservis bedeliyle Londra ekibi Chelsea'ye transfer oldu. Mourinho döneminde Chelsea'nin anahtar futbolcusu oldu. 21 Temmuz 2008'de bedelsiz olarak Paris Saint-Germain FC'e transfer oldu. 25 Şubat 2010 günü, 2009-10 sezonu sonunda futbolu bırakacağını açıkladı. 2010 yılında kararından vazgeçerek PSG ile sözleşmesini bir yıl daha uzattı. 24 Kasım 2010'da yine sezon sonunda futbolu bırakacağını açıkladı ve 29 Mayıs 2011 tarihinde PSG'nin St. Etienne ile oynadığı maçta jübilesini yaptı ve 38 yaşında futbolu bıraktı.
Nantes ile;
Jarvis Adası
Jarvis Adası, Güney Büyük Okyanus'unda Amerika Birleşik Devletleri'ne bağlı bir ada. 19. yüzyılda guano madenciliği için kullanıldı.
Glorioso Adası
Glorioso Adası, Hint Okyanusu'nda yer alan bir adalar grubu. Fransa'nın müstemlekesidir. Madagaskar'ın kuzeybatısında yer alır. Yüzölçümü: 5 km²'dir. Yaklaşık 5 binlik nüfusa sahip adanın sahil şeridi 35,2 km uzunluğundadır. Tropikal bir iklime ve düz bir arazi yapısına sahiptir. Guano ve hindistancevizi bakımından zengindir.
Sri Lanka
Sri Lanka, resmî adıyla Sri Lanka Demokratik Sosyalist Cumhuriyeti (Seylanca: ශ්රී ලංකා, Tamilce: இலங்கை) Güney Asya'da, Hindistan'ın 31 kilometre güneyinde ve Hint Okyanusu'nda bulunan bir ada ülkesidir. 1972 yılından önce Seylan olarak bilinirdi. "Hint Okyanusu'nun İncisi" olarak da adlandırılan ülkede yaklaşık 21 milyon kişi yaşamaktadır.
Hükümet güçleri ve Tamil Eelam Özgürlük Kaplanları (diğer adıyla Tamil Kaplanları) arasında gerçekleşen iç savaş 1983 yılından beri sürmektedeydi. Tamil Kaplanları, adanın kuzeyinde ve doğusunda Tamil Eelam adında bağımsız bir devlet kurmak için mücadelesi 2009 yılında hükümet güçlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır.
Toplam 1,340 kilometrelik sahil şeridine sahiptir. Aralık ve Mart ayları arasında tropikal ve kuzeydoğu muson yağmurlarının etkisi altında kalan iklimi, Haziran ve Ekim ayları arasında da güneybatı muson yağmurlarının etkisi altında kalmaktadır. 2,524 metre yüksekliğinde olan Pidurutalagala dağı ülkenin en yüksek zirvesidir. Doğal kaynakları arasında kireç taşı, grafit, mineral kumlar, cevherler, fosfatlar, kil ve hidro enerji yer alır. Ülkede gerçekleşen doğal afetlerden başta gelenleri kasırga ve hortumlardır.
Ormansızlaştırma, erozyon, kaçak avcılık ve kentleşmenin etkisiyle tehlike altında olan yabani hayvanlar, madencilik ve artan çevre kirliliğiyle sahillerin bozulması, sanayi atıkları ve pis su akıntılarıyla kirlenen tatlısu kaynakları, artıkların yok edilmesi ve Kolombo'da hava kirliliği ülkenin çevre sorunlarını oluşturan unsurlar arasında yer alır.
Sri Lanka, çay tarımında önde gelen bir ülkedir.
Xavi
Xavier "Xavi" Hernández Creus (, ; d. 25 Ocak 1980, Terrassa), İspanyol eski millî futbolcudur. Şu anda Qatar Stars League'de Al-Sadd forması giymektedir.
Futbola La Masia'da başlayan Xavi, kariyerindeki ilk maçına 18 Ağustos 1998 tarihinde çıktı. Barcelona formasıyla şu ana kadar 705 maça çıktı ve 83 gol atıp 152 asist yaptı. 2009 yılında takımıyla altı kupa sevinci birden yaşadı.
Xavi, İspanya formasını ise ilk kez 2000 yılında giydi. Millî takım formasıyla 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası, 2010 FIFA Dünya Kupası ve 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası sevinci yaşarken, 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda ise turnuvanın en iyi oyuncusu seçildi.
Xavi, futbola; 11 yaşında Barcelona'da La Masia futbol eğitim merkezinde başladı. Babası Joaquim, futbolculuk döneminde La Liga takımlarından Sabadell'de oynadı. Xavi, Barcelona B formasıyla Segunda División'da mücadele etmeye başladı.
Xavi, kariyerindeki ilk maçına; 18 Ağustos 1998 tarihinde Supercopa de España mücadelesinde 2-1 kaybettikleri maçta Mallorca karşısında çıktı ve o maçta da kariyerindeki ilk golünü attı. İlk lig maçına ise, 3 Ekim 1998 tarihinde 3-1 kazandıkları maçta Valencia karşısında çıkarken; ilk golünü ise 20 Aralık 1998 tarihinde Valladolid karşısında attı ve maçın 1-0 bitmesini sağladı. Barcelona formasıyla ilk sezonunda lig şampiyonluğu yaşadı.
Xavi, 2004-05 sezonunda Don Balón ödülünde yapılan oylama sonucunda ligin en iyisi seçildi. 2005-06 sezonunda önemli bir sakatlık geçirince, kendisinin oynadığı bölgede Andrés Iniesta oynamaya başladı. Xavi, aynı sezon UEFA Şampiyonlar Ligi'nde finalde yedek kadroda yer alsa da forma giyemedi ama Barcelona, son 6 dakikasına 1-0 geride girdiği maçı 2-1 kazandı ve kupanın sahibi oldu. Barcelona, ayrıca o sezon da lig şampiyonu olarak double yapmıştı.
Xavi, 2008 FIFA Dünya'da Yılın Oyuncusu Ödülü'n |
de topladığı 155 puanla beşinci oldu. 2008-09 sezonunda Barcelona, 27 Mayıs 2009 tarihinde oynanan finalde Manchester United'ı 2-0 mağlup etti ve kupanın sahibi oldu. Aynı sezon Don Balón ödülünde takım arkadaşları Lionel Messi ile Iniesta'nın arkasında oylamada üçüncü oldu. Xavi, 2009-10 sezonunun başlarında Barcelona formasıyla altı kupa sevinci birden yaşadı ve Barcelona, böylece bir sezonda altı kupa birden kazanan ilk takım oldu. 2010 FIFA Ballon d'Or ödülünde takım arkadaşları; Messi ve Iniesta ile birlikte üçe inen adaylar arasında yer almayı başardı. Xavi bu ödülde oyların 17.36 %'sıni alarak takım arkadaşı Messi ve Iniesta'nın ardından üçüncü oldu ve yılın takımında da yer aldı.
Katalan Kulübünün resmi internet sitesinde yapılan açıklamaya göre, İspanyol orta saha oyuncusunun sözleşmesini 30 Haziran 2016'ya kadar uzatıldığı belirtilmiştir.
2014-15 sezonu bittikten sonra, Barcelona kulübünden ayrıldı ve Katar'ın Al-Sadd ile bir yıl uzatma opsiyonu bulunan iki yıllık sözleşme imzaladı, yıllık 10 milyon € alacağı açıklandı.
Xavi Hernández, İspanya'nın çeşitli yaş kategorilerinde forma giydi. İspanya U-23 formasıyla 2000 Yaz Olimpiyatları'nda mücadele etti.
İspanya formasını ise ilk kez; 15 Kasım 2000 tarihinde 2-1 kaybettikleri maçta Hollanda karşısında giyerken; ilk golünü ise, 26 Mart 2005 tarihinde 3-0 kazandıkları maçta Çin karşısında attı. Millî takım formasıyla üç FIFA Dünya Kupası, üç Avrupa Futbol Şampiyonası ve iki de FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda mücadele etti. Ayrıca; 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası, 2010 FIFA Dünya Kupası ve 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası sevinci yaşarken, 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda ise turnuvanın en iyi oyuncusu seçildi. Xavi, millî formayı şu ana kadar 115 kez giydi ve 11 gol attı. 2014 FIFA Dünya Kupasından sonra millî takım kariyerine son verdiğini açıkladı.
Spratly Adaları
Spratly Adaları, Güneydoğu Asya'da, Güney Çin Denizinde ada ve resifler grubu.
Juan de Nova Adası
Juan De Nova Adası. Güney Afrika'da, Mozambik kanalında ada.
Mercan Denizi Adaları
Mercan Denizi Adaları, Avustralya'nın kuzey doğusunda, Okyanusya′da yer alan “Mercan Denizi (İng.: "Coral Sea")” takımadası. Yerleşim olmayan, Avustralya denizaşırı bölgesi. İletişim için Avustralya adaya karaya bilgi gönderen otomatik hava durumu istasyonlarını bağlanmıştır.
Lille OSC
Lille Olympique Sporting Club (Lille OSC olarak da bilinir), Fransız futbol kulübü. Kulüp, 1902'de kurulmuş olan "Olympique Lillois" ve 1901'de kurulmuş olan "SC Fives" futbol takımlarının birleşmesiyle 1944 yılında Fransa'nın kuzeyinde yer alan Lille şehrinde kuruldu.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra LOSC 2 kez lig şampiyonu olmuş, 4 kez ligi ikinci olarak bitirmiş ve 6 kez Coupe de Francenı kazanmış ancak daha sonra yerel rakibi olan RC Lens gösterdiği başarı ve ilginin gölgesinde kalmıştır. İki kulüp arasındaki köklü rekabet, Lille OSC'nin büyük bir burjuvazi şehri - aynı zamanda Fransız Flanders bölümünün başkenti- olan Lille'de RC Lens'in ise orta direk madencilerin yaşadığı Lens kentinde kurulmuş olmalarına kadar takip edilebilir.
İkinci Lig'de üç yıl geçirdikten sonra 2000 yılında döndükleri Birinci Lig'de kazandıkları başarılar; üç kez; 2002, 2005 ve 2006'da şampiyonlar ligine katılmak, 2004'te Intertoto Kupası'nı kazanmak gibi, yerel rakiplerinin başarılarından çok daha üstündür. Ligue 1'de 2004/05 sezonunda Lille Monaco, Marsilya gibi büyük kulüplerin ve yerel rakibi Lens'in önünde lig ikincisi olarak parlak bir başarıya imza attı. Lyon ile arasında; Lyon'u evinde yenmesine rağmen kazanamadıkları bir şampiyonluk mücadelesi yaşandı. Lille doğrudan UEFA Şampiyonlar Ligi gruplarına katıldı ve grupları geçerek Avrupa'da iyi bir etki bırakmayı hedefledi. 2 Kasım 2005 tarihinde Şampiyonlar Ligi grup maçlarında Manchester United'ı yenerek kendi kulüp tarihlerindeki en büyük başarılardan birini elde ettiler. Ancak Lille son iki maçında sadece bir puan toplayabildi. Grubu,Manchester United'ı arkalarında dördüncü sırada ve Avrupa kupalarının dışında bırakıp üçüncü sırada bitirip UEFA Kupası'na kaldılar. Lille'in UEFA Kupası macerası, son 16 takıma kaldıkları zaman karşılaştıkları Sevilla'ya elenince sona erdi.
2005/06 Ligue 1 sezonunda Lille, Lyon (bu takımı evinde 4-0 deplasmanda 1-3'lük skorlarla yendi) ve Bordeaux'nun ardından ligi üçüncü olarak bitirdi. Ezeli rakibi Lens ise gene Lille'in arkasında kalarak bu sezonu dördüncü bitirdi. Üçüncü sıra Lille'in Şampiyonlar Ligi için son eleme turuna kaldığı anlamına geliyordu. Eleme maçında Rabotniçki'yi 4-0 yenerek altı yıl içinde üçüncü kez, kendilerine ait düzenli bir stadı olmamasına rağmen UEFA Şampiyonlar Ligi gruplarına kaldılar.Grup maçlarını Lille,Giuseppe Meazza Stadyumu'nda Milan'ı etkileyici bir skorla; 2-0 yenmesine rağmen Milan'ın arkasında ikinci sırada bitirdi. Bir sonraki turdaki rakip eski bir tanıdıktı:Manchester United. Lille her iki maçı da 1-0'lık skorlarla kaybedip bu turda elendi. Fransa Ligue 1'de 2010-11 sezonunu şampiyonu olarak tamamlayan Lille, 2011-12 UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Inter, CSKA Moskova ve Trabzonspor'la birlikte B grubunda mücadele etti. Grupta sonuncu olarak turnuvadan elendi.
"27 Ocak 2011 itibarıyla."
Johnston Atolü
Johnston Atoll Okyanusya, Kuzey Büyük Okyanus'unda yer alan ABD'ye ait bir mercan adadır. Honolulu'nun güneybatısında yer alır.
sıcaklık derecesinin değişiklik göstermesine neden olur.
Tromelin Adası
Tromelin Adası, Güney Afrika'da, Hint Okyanusu'nda, Madagaskar'ın doğusunda yer alan ada.
Bassas da India
Bassas Da India, Güney Afrika'da, Mozambik Kanalı'nın güneyinde, Madagaskar'a yakın yer alan adalar grubu. Ülke 21 30 Güney enlemi, 39 50 Doğu boylamında yer alır. Haritadaki konumu itibarıyla bir Afrika ülkesidir. Toplam yüzölçümü yalnızca 0.2 km² olan ülkenin sahil şeridi uzunluğu da 35.2 km dir. Ülkede Tropikal iklim görülür. Arazisi yalnızca volkanik kayalıklardan oluşur.
Ekonomiye genel bakış: Hiçbir ekonomik aktivitesi yoktur
Fransa'nın sömürgesidir; Reunion'da yapılan toplantılarla komisyon üyeleri tarafından yönetilmektedir.
Ülkede Fransa hukuku geçerlidir.Bayrak olarak Fransa bayrağı kullanılmaktadır. Ayrıca adanın kendine özgü bir bayrağı da bulunmaktadır.
Demir Çağı
Demir Çağı, demirin çeşitli alet ve silah yapımında esas malzeme olarak kullanıldığı bir arkeolojik devirdir. Bu tür malzemenin kullanımı, zaman içinde toplumlardaki farklılaşan tarım teknikleri, dini inanç sistemleri ve sanatsal stillerle uyumlu hale gelmiştir. Arkeolojik bir tanımlama olarak Demir Çağı, toplumların ve uygarlıkların, esasen kesici aletler ve silah yapımında malzeme olarak ağırlıklı olarak demiri kullanıyor olmalarını ifade etmektedir. Demir Çağı, Danimarkalı arkeolog Christian J. Thomsen tarafından, insan toplumlarının tarih öncesi ve antik gelişme süreçlerini sınıflandırmak için kullanılmıştır. Thomsen, bu sınıflandırmada Taş Çağı, Bronz Çağı ve Demir Çağı olmak üzere üçlü bir tasnife gitmişti.
Demir Çağı kavramı kronolojik bir anlam ifade etmez. Dünyanın her bölgesinde bu üç devir eşzamanlı olmadığı gibi genel geçerli bir silsile değildir. Zamanın akışı ve koşullar coğrafi bölgeye göre değişiklikler göstermektedir. Üç devrin birbirini izlemesi evrensel bir gereklilik olmamıştır. Örneğin Güney Pasifik Adaları, Afrika kıtasının iç bölgeleri ile Kuzey ve Güney Amerika kıtalarında toplumlar, kendi içsel dinamiklerinin bir sonucu olarak Taş Devri’nden doğrudan doğruya Demir Çağı’na geçiş yapmışlardır. Diğer yandan bir toplumda demir malzemenin kullanılıyor olması o toplumu bir Demir Çağı toplumu yapmayacaktır. Örneğin Sicilya'da demir kullanımı MÖ ikinci bin sonlarında başlamıştı ama Sicilya Demir Çağı MÖ 9. Yüzyılda başladı. Formüle etmek gerekirse, bir toplumu Demir Çağı toplumu yapan şey, esas itibarıyla üretim araçlarının üretiminde kullanılan teknolojidir. Yani, o toplumun tarımda ve sanayide, mal ve hizmet üretiminde kullandığı techizatın üretildiği teknolojidir. Demir Çağı toplumları bu teknolojide, önceki Taş Çağı ve Bronz Çağı toplumlarından farklı olarak demir teknolojisini kullanan toplumlardı. Tarımda ahşap ya da bronz saban, çapa yerinde demir saban ve çapa, zanaatlerde örneğin ahşap işlemeciliğinde keza demir aletler kullanılmaya başlanmıştı. Üretim araçları imalinde kullanılan mazlemenin daha elverişli olması kuşkusuz üretici güçleri geliştirmiştir.
Kuşkusuz günlük kullanım için üretilen alet-edavatta önceki dönemlerin malzemeleri de kullanılmaya devam edilmiştir. Halen obsidiyen bıçaklar günlük kullanımda yer almayı sürdürdü. Öte yandan Bronz Çağı toplumlarının ordularında fırınlanarak sertleştirilen ahşap malzemeden silahlar ve obsidiyen ve bornz temren yaygındı.
Sistematik olarak demir üretimi ve demir aletler kullanımı Anadolu’da yaklaşık olarak MÖ 2 bin civarında başlamıştır. Hindistan’ın Ganj Vadisi’nde yapılan son arkeolojik araştırmalar en eski demir işçiliğinin MÖ 1.800 yıllına ait olduğunu göstermiştir. Ne var ki bütün bunlar, “Bildiğimiz kadarıyla…” diye başlamalıdır. Çünkü bu güne kadar ulaşılan arkeolojik kanıtlar bu yöndedir. Ancak, yeni arkeolojik buluntular ortaya çıkarsa, bu konudaki genel kabul görmüş olan bu tarihlendirme tümüyle değişebilecektir.
Dolayısıyla Demir Çağı’nın, demir işleme tekniğinin, Yakın Doğu’daki bir bölgede yeni ve ileri bir teknoloji olarak keşfedildiğini ve buradan civar bölgelere toplumlar arası temaslar yoluyla yayıldığını düşünmek, "şimdilik" yerinde olacaktır. Bununla birlikte Demir Çağı’ndan önceki binlerce yıl boyunca meteorik demir ya da demir-nikel alaşımları biliniyor ve kullanılıyordu. Belirgin ölçüde nikel içeren meteorik demir, MÖ 4 binde alet ve silah yapımında kullanılıyordu. Bu şekilde doğal metal durumundaki demir, cevherin ergitilip ayrıştırılmasını gerektirmeden kullanılabilmektedir. Bronz Çağı boyunca bu şekilde meteorik demirden işlenmiş demir ürünlerin kullanımı artmıştır. Meteorik demiri nikel oranının düşüklüğünden ayırt edebiliyoruz. Bu tür buluntular Orta Doğu’da, Güneydoğu Asya’da ve Güney Asya |
’da bulunmuştur.
Arkeolog Antony Snodgrass, Bronz Çağı Çöküşü’nün Akdeniz civarında yol açtığı toplumsal alt-üst oluşların sonucunda ticaretin daralttığına dikkati çekerek, bunların sonucunda belirgin bir kalay sıkıntısı yaşandığını ileri sürmektedir. Bu bağlamda, metal endüstrisinin bronza alternatif metaller arayışına ittiğini açıklamaktadır. Gerçekten de bu dönemde birçok bronz eşyanın yeniden değerlendirilerek kullanıldığına, aletlerin ergitilerek silah yapımında kullanıldığına ilişkin kanıtlar bulunmaktadır. Demir kullanımın yaygınlaşmasıyla üretim teknolojisi geliştirildi ve fiyatlar düştü. Kalayın yeniden bollaşmasına rağmen alet ve silah yapımında esas olarak demir kullanılmaya devam edildi ve demir, bronzun yerini alacak ölçüde ucuzladı. Demirin ucuz olmasının nedenleri metalurjideki gelişmeler ile yaygın talepti. Ayrıca, Toroslardaki ormanlık alanların işletmeye açılması da etkili olmuştur. Çünkü Antik Çağ'da demir ergitmesi odun kömürüyle yapılıyordu ve bir birim ağırlıkta demiri ergitmek için 8 birim ağırlıkta odun kömürü gerekmekteydi. Demirin ucuz olmasının bir diğer nedeni de bakıra oranla çok daha bol bulunan bir cevher olmasındandır. Demir cevherinin yerkabuğunda bulunabilen madenler içindeki payı % 7 ile bakırdan onbin kat fazladır. Öte yandan, Dövme demir ürünler dökme bakır ürünlerin yerini aldı. Sonuçta demir, daha güçlü ve daha sert bir metal olmasıyla demir kullanan uygarlıklara belirgin bir üstünlük sağladı.
Son arkeolojik çalışmalar sadece bu gelişme çizgisi hakkındaki bilgilerimizi değil fakat aynı zamanda Bronz Çağı’ndan Demir Çağı’na geçişin nedenlerine ilişkin görüşleri de değiştirmiştir. Son araştırmalar demirin MÖ 1.800 dolaylarında Hindistan’da kullanıldığını göstermektedir. Afrika yerleşimlerinde ise bu tarih MÖ 1.200 dolaylarına gelmektedir. Bütün bunlar demir işleme tekniklerinin sıradan bir buluş ve basitçe yayılmayla insan topluluklarına ulaştığı fikrini tartışmalı kılmaktadır. Bu bağlamda Demir Çağı’nın Avrupa’da kendini göstermesi, Antik Yakın Doğu’da, Antik Hindistan’da, Antik İran'da ve Antik Yunanistan’da Bronz Çağı Çöküşü’nün bir evresi olarak görünmektedir. Avrupa’nın diğer bölgelerinde ise Demir Çağı MÖ 8. Yüzyılda Orta Avrupa’da, MÖ 6. Yüzyılda Kuzey Avrupa’da başladı.
Demir Çağı’nın yarattığı toplumsal ortam, aynı zamanda geleneksel elyazması metinler de dahil olmak üzere dönemin yazınını da korumuş, günümüze taşımıştır. Sanskrit ve Çin yazını bu dönem içinde gelişmiştir. Yine dönemin, günümüze ulaşan yazılı metinleri Hint Vedaları ve Hıristiyanlığın ve Museviliğin kutsal kitaplarıdır. Demir Çağı’nı Bronz Çağı’ndan ayırt eden özelliklerinden biri de alfabetik karakterlerin ortaya çıkartılması, bunun giderek bir yazı dili haline getirilmesidir. Böylece bir edebiyat ve tarih yazını oluşabilmiştir.
Nüfus hareketleri ve göçlerin MÖ 9. Ve 12. Yüzyıllar arasındaki durumu hakkında çok az bilgimiz vardır. Yine de önemli nüfus hareketleri olduğu bilinmektedir. Demir silahlı Dorlar’ın Antik Yunanistan’ı istila etmelerinin Grek Karanlık Çağı’nın başlamasına neden olduğu düşünülmektedir. Çeşitli topluluklar Anadolu’da ve Antik İran’da Elam topraklarını ele geçirmiştir. Urartular, Armenyalı topluluklar tarafından topraklarından sürüldü ve Kimmerler, Meshetler, Kafkasya’dan Anadolu’ya göç ettiler. Orta Avrupa ile Karadeniz ve Kafkasya’nın kuzeyindeki halklar bu göçlerden etkilendiler ve demir kullanımını Keltler’e ulaştırdılar. Keltler ise Batı Avrupa ve Britanya Adaları’na yayılarak buradaki halklara demir işçiliğini tanıttılar.
Çağdaş arkeolojik kanıtlar, MÖ 1.200 yıllarında demir üretiminin Anadolu’da bilindiğini göstermektedir. Yine bazı arkeolojik kanıtlar daha önceki tarihlerde de demir kullanıldığını göstermektedir. Demir, MÖ 3 binlerde Yakın Doğu’da kıt bulunan ve dolayısıyla değerli bir madendi. Bu değerlilik MÖ 2 binli yıllar için de geçerlidir. Yakın Doğu ve Antik Mısır kazılarında bulunan demir araç-gereç ve silahlar, değerli eşyalarla birlikte bulunmuştur. Örneğin Alacahöyük Prens Mezarları'nda, Mezopotamya Ur Kral Mezarları'nda, Antik Mısır'da firavun Tutankamun'un mezarında ve III. Amenophis ile IV. Amenophis'e hediye edilen (muhtemelen Hitit ve Mitanni yapımı) değerli eşyalar arasında demir silahlar bulunmuştur. Bütün bu buluntular, demirin günlük kullanım eşyası olmadığını ortaya koymaktadır. Bu durumu Aristoteles de doğrulamakta, demirin altın kadar değerli olduğunu belirtmektedir.
Demirin bronza göre daha üstün kullanım özellikleri bilinmiyordu. Hem demir işleme teknikleri hem de demirin üstünlükleri MÖ 1.200 – 1.000 yıllarında hızla ve uzun mesafelere yayıldı. Demir metalürjisi tarihinde demiri ergitmek –oksitlenmiş demir cevherinden kullanılabilir metalin elde edilmesi-, bakırın ergitilmesinden çok daha güç gerçekleştirilen bir teknoloji olmuştur. Bakır ve kalayın ergime sıcaklıkları, (sırasıyla 1.085 °C ve 232 °C) demire oranla daha düşük olduğundan bronz için görece basit fırınlar, örneğin seramik fırınları yeterlidir. Oysa demir ancak uygun biçimde tasarlanmış fırınlarda ergitilebilir ve ergime sıcaklığı (1.538 °C) çok daha yüksektir. Dolayısıyla demirin ergitilerek kullanılması teknolojisi, bronzdan birkaç bin yıl sonra geliştirilebilmiştir. Bu dönemde demirin sözkonusu dereceye kadar ısıtılmasını sağlamak olanaklı değildi.
Antik Yakın Doğu’da Demir Çağı “I” ve “II” olarak iki dönem içinde incelenir. I. Dönem MÖ 1.200 – 1.000 yılları arasında bronz çağını hem süreklilik gösteren hem de göstermeyen bir dönemdir. Neredeyse tüm Akdeniz’in doğu yarısında yaşanan Bronz Çağı Çöküşü özellikle Deniz Halkları’ndan grupların saldırıları ve yıkımları, geniş topraklarda hüküm süren krallıklardan bazılarının sonunu getirmiştir. Öte yandan uzun mesafeli ticaret büyük ölçüde kesilmiştir. İzleyen 400 yıl içinde günümüze ulaşan pek az yazılı metin vardır. Tüm bunlara karşın 13. ve 12. Yüzyıllarda tüm bölgede yaygın olan kültürde bir kesinti belirgin değildir. Tersine Bronz Çağı kültürü ile belirgin bir devamlılık görülmektedir. Buna karşın daha sonra I. Dönem kültürü içinde daha önemli bir farklılaşma baş göstermiştir.
Demir Çağı süresince en iyi aletler ve silahlar çelikten yapıldı. Kullanılan çeliğin bir kısmı, ağırlık olarak yüzde 0,3 ile yüzde 1,2 karbon içermekteydi. Çelik silahlar ve aletler, bronzdan yapılan benzerleriyle hemen hemen aynı ağırlıkta fakat daha sert olurlar. Ancak bilinen yöntemlerle çelik üretmek güçtü ve üretimi daha kolay olan dövme demir ürünler daha yaygın ve daha ucuzdu. Çelik üretmek için farklı bölgelerde birçok farklı teknik kullanıldı. Örneğin Akdeniz bölgesinde kullanılan teknikler, Afrika’dakinden oldukça farklıdır. Bazen ulaşılan ürün tümüyle çeliktir. Sementasyon ya da dövme kaynağı ile güçlü kesici kenarlı alet ve silahlar üretilmiştir.
Demir Çağı’nın, demir cevherinin ergitilmesinin ve demircilik yöntemlerinin keşfiyle yaklaşık olarak MÖ 1.300 dolaylarında Anadolu’da, Kafkasya’da ya da Balkanlar’da başladığı kabul edilmektedir. Ancak bu kuram, Demir Çağı’nı teknolojinin gelişmesi olarak ele almasından dolayı tartışmaya açıktır. Gerçekte demir kullanımının yaygınlaşması teknolojiden çok fiyatlardaki ve piyasa şartlarındaki gelişmelere bağlıdır. Nitekim bölgede demirden yapılmış en eski ürün, bir Hatti mezarında bulunmuş olan, MÖ 2.500’e tarihlenen bir demir bıçakla bir hançerdir. Zaman içinde fiyat ve piyasa koşullarındaki değişmeler sonucu bronz silahlar yerine demir silahların geniş ölçüde kullanımı, MÖ 10. Yüzyıl başlarından itibaren Antik Yakın Doğu’da hızla yayılmıştır. Demirin yaygın olarak kullanılmasına olanak verecek kadar ucuzlaması bu tarihlerde gerçekleşmiştir. Örneğin MÖ 12. Yüzyılda tüm silahların % 3’ü, MÖ 11. Yüzyılda % 20’si, MÖ 10. Yüzyılda ise % 50’si demirden yapılmaktaydı. En eski demir haddehanesi ise Ürdün Vadisi’nde Tell Hammeh’te (Hammeh Höyüğü) bulunmuştur. Bu buluntuda yapılan Radyokarbon tarihleme yöntemiyle saptanan tarih MÖ 930’dur. Sonuç olarak Yakın Doğu'da Demir Çağı'nın tam olarak başlaması MÖ 1.000 yılları olarak kabul edilmelidir. Bu döneme kadar demir tunçtan daha pahalı bir malzeme iken metalurjideki gelişmeler ve artan talep nedeniyle giderek ucuzlamıştır.
Antik Yakın Doğu ve Grek dünyasında Demir Çağı’nın belirgin özelliği, Bronz Çağı Çöküşü ardından, diğer deyişle yaşanmasıdır. Bu istilalar bölgede büyük yerleşimlerin bir bölümüyle yakılıp yıkılmasına ve diğerlerinin de büyük ölçüde terk edilmesine yol açmıştı. MÖ 12. ve 11. Yüzyıllarda bu topluluklarının yeniden bir araya gelmesiyle Demir Çağı için bir zemin oluşmuştur. Bronz Çağı Çöküşü’yle Yunanistan, Anadolu ve Levant’da yaşanan bu geniş çaplı yıkımlar, ‘’Akdeniz Karanlık Çağı’’ olarak da bilinir. Akdeniz’in doğu yarısında Bronz Çağı’nın sonları ve Demir Çağı’nın başlarını belrileyen Bronz Çağı Çöküşü’nün bir sonucu olarak demir kullanımının bölge genelinde yayılması görece yavaş olmuştur. Yunanistan’da ise Grek Karanlık Çağı’nda demir silahlar alabildiğine yaygındı. Fakat bu konuda mevcut arkeolojik kanıtlarla uyumlu farklı açıklamalar vardır. Miken yerleşimleri ve civar bölgeleri MÖ 1.200’den itibaren terk edilmeye ya da imha edilmeye başlamıştı. Miken Kültürü’nün özgün göstergeleri, örneğin Doğrusal B yazı dili gibi, MÖ 1.050 dolaylarına gelindiğinde ortadan kalkmıştı. Dolayısıyla demir kullanımı Miken uygarlığı ile ilintili olmamıştır. Dorlar’ın demir silahlı olduğu biliniyor dolayısıyla Antik Yunanistan’a demir teknolojisi Dorlar’la gelmiştir.
Demir ergitmenin geliştirilmesi, Bronz Çağı sonunda Anadolu’daki Hitit Uygarlığı’na dayandıran, Hitit İmparatorluğu’nun demir işleme teknolojisinde bir tekel durumunda olduğuna ve İmparatorluk’un bu üstünlüğüne dayandığına yönelik görüşler vardır. Buna göre Bronz Çağı Çöküşü’yle yaşanan yıkımlar, bu tekeli kırarak demir teknolojisinin diğer bölgelere yayılmasında önemli derecede etkisi olmuştur. Bu kuram akademik çevrelerde pek rağbet görmemiştir. Çünkü, Hitit İmparatorluğu’nun demir teknolojisinde bir tekele sahip olduğuna ilişkin hiçbir kanıt olmadığı görüşü vardır. Yine de MÖ 13. |
Yüzyıla tarihlenen Hitit başkenti çıkışlı çivi yazısı bir mektupta, “bu metalden yayarlanmada tekel koşulları”nın geçerli olduğu görülmektedir. Ancak, Bronz Çağı Anadolu’sunda arkeolojik kazılarda bulunan demir alet ve silahlarla karşılaştırılabilecek sayıda benzer demir ürünler, demir silahlar daha az sayıda olmakla birlikte Mısır’da ve başka civar bölgelerde de bulunmuştur.
Sicilya’da demirin yaygın kullanımı 9. Yüzyıla tarihlenirken İtalya’da demir kullanımı Villanovan Kültürü tarafından geliştirilmiştir. Bu nedenle Villanovanlar bir Demir Çağı kültürü olarak görülmekte ise de Bronz Çağı Avrupa topluluklarında olduğu gibi ölülerini yakan ve külleri vazolar içinde gömen bir topluluktur. Dolayısıyla iki çağ arasındaki geçişi simgeler. Villanovan Kültürü MÖ 7. Yüzyıldan itibaren giderek artan ölçüde, Grek tacirlerin etkisiyle kültürel değişmeler yaşadılar. Bu kültürün yerini alan Etrüskler ise tam olarak bir Demir Çağı kültürüdür. Etrüks Demir Çağı, topraklarının Roma Cumhuriyeti tarafından istila edilmesiyle sona ermiştir. Son Etrüks kenti olan Velzna, MÖ 264’de Roma tarafından düşürüldü.
Asur ve Güney Mezopotamya’da demirin kullanılması muhtemelen MÖ 4 binlere kadar uzanmaktadır.
Avrupa ve yakın bölgelerde Demir Çağı başlarında alet-edevat, silahlar, kişisel takılar hatta çömlekçilik ve dekoratif motifler, bir önceki Bronz Çağı’na göre tümüyle farklılaşmaya başlamıştır. Bu farklılaşmalar Demir Çağı kültürleri ile Bronz Çağı kültürleri arasındaki belirgin farklılaşmalar olarak izlenebilmektedir.
Avrupa’da demir kaplar tarihöncesi devrin sonlarında kullanılmaya başlanmıştı. Demir işleme teknikleri Avrupa’ya MÖ 11. Yüzyıl sonlarında muhtemelen Kafkasya üzerinden ulaşmış, uzunca bir zaman diliminde beş yüz yıl içinde kuzeye ve batıya yayılmıştır. Demirin yaygın kullanımı Avrupa’da Asya’ya aynı dönemlerde gerçekleşti.
Kuzey Avrupa’da demirin kullanımı Sezar’ın istilasından çok önce başlamıştır. Fakat demirin yaygın kullanımı örneğin Danimarka’da MS 1. Yüzyıla kadar gecikmiştir. İrlanda’da MS 1. Yüzyıl, Kuzey Rusya ve Sibirya’da ise MS 800 gibi daha geç bir tarih görünmektedir. Diğer yandan Galya’da MÖ 500 iken Etrüsk topraklarında birkaç yüzyıl daha eskiye uzanır. Demir ergitme ve işlemeyle ilgili tekniklerin Avrupa’da güneyden kuzeye doğru yayıldığı görülmektedir. Buna göre Demir Çağı’nın başlaması güney ülkelerinde çok daha erken olmuştur.
Avrupa’da Demir Çağı silah, alet ve kapları özenle işlenmiş ayrıntılarıyla dikkati çeker. Döküm işleri çok yaygın değildi, ancak düzgün biçimde dövülmüş basitçe düz kenar yerine incelikle şekillendirilmiş eğik kenarlar kullanılıyordu. Bazı silahlardaki motiflerinin ögeleri ve biçimleri Roma silahlarındakileri andırmaktadır, diğer motifler ise Kuzey Avrupa sanatının özgün ve belirgin unsurlarıdır. Önceden Bronz Çağı’nda ölülerin yakılması gelenekken Demir Çağı’na geçişle birlikte gömülmeye başlamıştı.
Doğu Avrupa’da Demir Çağı MÖ 1. Bin başlarında gelişmeye başlamıştır. Karadeniz kuzeyinden Ural Nehri’ne kadar uzanan geniş bozkırlarda ve Kafkasya’da Demir Çağı Kuban Kültürü ve Novoçerkassk Kültürü ile yaklaşık olarak MÖ 900 yıllarında başlamıştır. Çeçenistan’ın başkenti Grozni’nin güneydoğusundaki Serzhen-Yurt civarında yapılan kazılarda demir aletler bulunmuştur. Novoçerkassk Kültürü Doğu Avrupa’ya doğru, Tuna ile Volga arasında yayılarak ve Trak ve Kimmer kültürlerini etkilemiştir. Daha sonra MÖ 800 civarında Trak – Kimmer göçleriyle Orta Avrupa’daki Hallstatt Kültürü’nü etkilemiştir.
Antik çağda Rusya ve Ukrayna’da Demir Çağı, MÖ 7. Yüzyıldan itibaren bir demir kültürü geliştiren İskitler’le önemli ölçüde ilişkilidir. Nikopol yakınlarında bulunan ve MÖ 5. ve 3. Yüzyıllara tarihlenen demir mamul ve haddehane aletleri, bu bölgenin İskit topraklarında oldukça gelişkin bir metalürji bölgesi olduğunu göstermektedir.
Demir teknolojisi MÖ 6. Yüzyıldan itibaren Hallstatt Kültürü’nden Kelt yayılmasıyla batıya taşındı. Aynı tarihlerde Polonya’da Lusatian Kültürü’ne ulaştı ve bu kültürden gelişen Pomeranya Kültürü’ne geçti.
Orta Avrupa’da Demir Çağı esas olarak Hallstatt Kültürü (MÖ 800-450) ve La Tene Kültürü (başlangıcı MÖ 450) olarak birbirini izleyen iki dönem olarak ele alınır. Orta Avrupa’da Bronz Çağı’ndan Demir Çağı’na geçişin belirgin örneği, 1846 yılında Gmunden yakınlarında bulunan Hallstatt Kültürü’ne ait büyük bir mezarlıktır. Bu mezarlarda, daha sonra benzerleri demirden yapılacak bronz alet ve silahlar bulunmuştur. İsviçre’nin La Tene Kültürü’nce üretilen alet ve silahlar yeniydi ve tam bir geçişi göstermektedir. Orta Avrupa’nın büyük bir kısmına yayılan Galyalılar olarak da bilinen Keltler MÖ 279’da Balkanlar’ı istila etmişler, ardından istilalarını Galatya olarak da bilinen Orta Anadolu’ya kadar ilerletmişlerdi. Orta Avrupa’da tarihöncesi Demir Çağı Roma istilasına kadar sürmüştür.
Demir teknolojisine sahip Kelt toplulukları Britanya Adaları’na ve Hispanya’ya yayılmışlardır. Britanya Adaları’nda Demir Çağı, güney bölgelerde yaklaşık olarak MÖ 800 yılında, kuzey kısımda ise MÖ 5. Yüzyılda başlamıştır. Bu kuzey ve güney ayrımı kabaca Hadrian Duvarı hattıdır.
İskandinavya’da Demir Çağı işçiliğinde Roma etkisi görülmezse de ileriki dönemlerde belirgin bir etki görülmektedir. Bölgede Demir Çağı’nın başlangıcı konusunda net bir kanıt yoktur. Ancak Demir Çağı’nın son dönemlerinin Viking dönemi olduğu neredeyse kesindir. Bu ise MS 700 ile 1.000 yılları arası dönemdir.
Alpler’in kuzeyinde Demir Çağı Roma öncesi ve Roma sonrası dönem olarak ikiye ayrılır. İskandinavya’da MS 1.100’e kadarki dönemler, Kavimler Göçü Dönemi ve Merovvingian Dönemidir. Kuzeybatı Almanya ve Yutland bölgelerinde Demir Çağı’nın en eski Jastorf Kültürü’nün dönemidir. En eski İskandinav demir çalışmaları bataklık demirinden elde edilen malzemeyle yapılmıştır. İskandinavya Yarımadası, Finlandiya ve Estonya MÖ 500’den itibaren özgün demir ürünleri ortaya koymuştur. Metal işleri ve asbestli seramik çanak çömlek, bir aşamaya kadar birlikte üretiliyordu. Diğer bir demir malzeme kaynağı da demir kumuydu. Demirin ergitilmesiyle ortaya çıkan cürufta yüksek fosfor içeriği tespit edilmektedir. Bu cüruflar bazen asbestle birlikte Ananjino Kültürü’ne ait savaş baltalarında bulunmuştur.
Demir teknolojisinin Asya’da yayılması Avrupa’ya eşzamanlı olmuştur. Çin’de demir kullanımı elimizdeki bilgilere göre MÖ 4.000 yılına kadar uzanmaktadır.
Orta Asya’da Demir Çağı, demir ürünlerinin bugünkü Sincan’da Sakalar tarafından imal edildiği MÖ 10. Yüzyılda yaşanmıştır.
Kuzey Asya’da Demir Çağı buluntuları Altay Dağları’nın kuzeyinde Sibirya’da insan elinden çıkmış tümülüslerde bulunmuştur. Mumyaların da yer aldığı bu mezar odaları MÖ 6. – 3. Yüzyıllara tarihlenmektedir.
Hindistan’da demirin işlenmesi MÖ 2. binde başlamıştır. Günümüzdeki Uttar Pradeş eyaletinde bulunan arkeolojik yerleşimlerde demir işçiliği ürünleri MÖ 1.800 – 1.200 yıllarına yayılmaktadır. Haydarabad’da yapılan arkeolojik kazılar bir Demir Çağı gömü alanı ortaya çıkarmıştır. Hint arkeologlar tarafından Ganj Nehri Vadisi’nin orta kesiminde yapılan kazılar, MÖ 1.800 yıllarına ait demir işçiliği bulgularına ulaşılmıştır.
Kuzey Hindistan’da Demir işleme tekniğinde yaygın gelişme ve Demir Çağı kültürünün ortaya çıkması MÖ 1. bin başlarında başlamıştır. Bu dönemdeki Demir Çağı kültürü, kabaca MÖ 1.200-600 yılları arasıda yer alan Painted Gray Ware Kültürü olarak adlandırılan kültürdür.. Bu konudaki teknolojik gelişme bu barışçıl dönem boyunca sürmüştür.
Güney Hindistan’da bugünkü Maisur kenti civarındaki buluntular demir işçiliğinin MÖ 12. Ve 11. Yüzyıl kadar eski tarihlere dayandığını göstermektedir. Bu tarihlerde Hindistan’ın kuzeyiyle belirgin bir temas yoktu. Güney Hindistan’daki Demir Çağı kentleri Hallur, Karnataka ve Yarımada’nın en güney ucunda Tamil Nadu eyaletindeki Adichanallur kentleri olup MÖ 1.000 dolayına tarihlenmektedir.
Upanişadlar metalürjiden söz eder ve Mauryan İmparatorluğu döneminde bu teknolojide ilerlemeler gözlemlenir. Güney Hindistan’da muhtemelen MÖ 300 kadar eski tarihlerden, fakat kesin olarak MÖ 200’den itibaren Pota çeliği olarak bilinen teknikle yüksek kalitede çelik üretilmekteydi. Bu yöntemle çelik yapmak için yüksek saflıkta dövme demir, kömür ve cam, bir potada karıştırılarak eriyinceye kadar ısıtılır ve demirin karbonu absorbe etmesi sağlanırdı.
Doğu Hindistan’daki bir demir işleme merkezi de MÖ 10. Yüzyıla tarihlenmektedir.
Ahameniş İmparatorluğu Hükümdarı I. Darius döneminde imparatorluk sınırlarının Hindikuş Dağları’na dayanmasıyla İndus Vadisi ile Yakın Doğu arasında temas kurulmuş oldu.
Demir Çağı Sri Lanka’da MÖ 1.000 – 600 tarihleri arasında şekillendi. Adanın özellikle kuzey kesiminde bu konuda arkeolojik kanıtlar bulunmaktadır. Bölgedeki Anuradhapura yerleşimi MÖ 800’de 10 hektarlık bir alanı kaplarken MÖ 700-600 arasına kadar 50 hektara genişleyerek bir kent haline gelmiştir. Adanın en kuzey ucunda Demir Çağı’nın başlarından kalma bir şef iskeleti bulunmuştur. Ko Veta adındaki bu şef, Brahmi yazıtı kazılı bir mühürle MÖ 3. Yüzyılda gömülmüştür. Tamilcede Kral anlamına gelen Ko, Güney Hindistan’daki Brahmi yazıtlarında geçen Ko Atan ve Ko Putivira gibi adlarla açık bir benzerlik göstermektedir. Bu bağlamda Sri Lanka’nın diğer bölgelerinde Demir Çağı yerleşimlerinin olabileceğini varsaymak yanlış olmayacaktır.
Çin’de demir işçiliğinin gelişmesi MÖ 9. Yüzyılda başlamıştı. Yangzi Nehri Vadisi’ne ise MÖ 6. Yüzyıl sonlarına doğru ulaştı. Birkaç parça da Changsha’da ve Nankin’de bulunmuştur. Mezar buluntularına göre Güney Çin’de demirin ilk kullanılması MÖ 350 dolaylarını göstermektedir. Bu tarih, sonunda Çin’in Qin Hanedanı yönetiminde yeniden birleştirildiği Savaşan Devletler Çağı ortalarından sonra yer almaktadır.
Tibet Platosu’nda Demir Çağı, Tibet yazıtlarında belirtildiği gibi Zhangzhung Kültürü’yle etkileşimli olarak gelişmiştir.
Kore Yarımadası’na demir teknolojisi, Sarı Deniz üzerinden MÖ 4. yüzyılda ulaşmıştır. Kore’ye ticaret yoluyla gelen bu teknoloji, Çin’de Savaşan Devletler Çağı’nın so |
nlarına denk gelen yıllardır. Demir işçiliğinin yayılması Sarı Nehir’e dökülen Kuzey Kore nehir vadileri boyunca yayılmıştır. Güney Kore’de demir üretimi çiftçilere araç gereç üretimi için MÖ 2. Yüzyılda hızla yaygınlaştı. Güney Kore’de bilinen en eski dökme demir baltalar Geum Nehri havzasında bulunmuştur. Demir üretiminin başlatıldığı tarihler Kore tarihinde Samhan olarak adlandırılan karmaşık hükümranlık ilişkilerinin sürdüğü döneme denk gelmektedir. Bu karmaşık hükümranlıklar Silla, Baekje, Goguryeo ve Gaya krallıklarının öncülleridir. Demir külçeler bu dönemde gözde gömüt eşyaları arasında görülüyor ve bir zenginlik, saygınlık belirtisi olarak kabul ediliyordu.
Demir aletler, silahlar ve diğer eşyalar, Japonya’ya Yayoi Dönemi sonlarında (MS 300) Kore Yarımadası ve Çin’le temaslar sonucu girmiştir.
Bronz Çağı’nı kıta çapında yaygın bir şekilde yaşamamış olan Afrika’da Demir Çağı, Taş Çağı’nın hemen ardından başladı. Metalürji, Bronz Çağı’nın hiç yaşanmamasıyla taş aletlerden doğrudan doğruya çeliğe geçişle karakterize olmuştur.
Kuzey Afrika’da Demir Çağı’nın Kartaca’dan yayıldığı kabul edilebilir. Tarihçiler, Kartaca’nın kurulduğundan itibaren (MÖ 814) bir Demir Çağı toplumu olduğu görüşündedirler, ancak arkeolojik bulgular MÖ 7. Yüzyılı işaret etmektedir.
Meteorik demir Antik Mısır’da MÖ 4 binlerde, yani Hanedanlık Öncesi Dönem’de biliniyor ve alet yapımında demir kullanılıyordu. Nitekim Eski Krallık döneminden kalma Abusir arkeolojik bölgesinde arkeolog Gaston Maspero, bazı demir parçalar bulmuştur. Öte yandan I. Pepi’nin (MÖ 2.332-2.283) def’in töreniyle ilgili bir metinde demirden söz edilmektedir. MÖ 1.203 – 1.213 yılları arasında hüküm sürmüş olan Firavun Merenptah’ın adı kazılı bir kılıç ve bir balta, demir bir bıçakla birlikte Ugarit kazılarında bulunmuştur. Ancak bu parçaların büyük bir kısmı meteorik demirden üretilmiştir.
Ancak Antik Mısır’da Demir Çağı başlangıcı konusunda büyük görüş ayrılıkları vardır.
Ancak demirin Antik Mısır’da hançer, balta ve kılıç olarak yaygın olarak kullanımı MÖ 14. Yüzyıla denk gelmektedir. Onuncu yüzyıla gelindiğinde ise silahların yanı sıra tarım aletlerinde demir kullanımı yaygın hale gelmiştir.
Mısır’la ilgili antik buluntular arasında demir oldukça enderdir. Bronz, Mısır’da MÖ 7. Yüzyıldaki Asur istilasına kadar en çok kullanılan malzeme olmaya devam etmiştir. Bunun esas nedeni buluntuların büyük çoğunluğunun firavun mezarları, cenaze gemileri ve vazolar olmasıdır. Demir, saf bir malzeme olarak görülmediği için bu tür eşyaların yapımında kullanılmıyordu. Dini açıdan bir tabu idi ve Set’le ilişkendiriliyordu. Dolayısıyla bu tür eşyaların üretiminde, özellikle de dini amaçlı olarak kullanılmıyordu.
Bakır ve bronz işleri Nijerya’da çok erken tarihlerde keşfedilmişti. Ancak demir işçiliğinin bu bölgede geliştirildiği ve yayıldığı kabul edilmektedir. Nijerya’da termitle demir ergitmenin en eski örnekleri MÖ 1.200 yılları civarında görülmektedir. Sahraaltı Afrika’da demir işçiliğinin, Kamerun’dan başlayan ve Büyük Göller Bölgesi’ne uzanan Bantu yayılmasıyla geliştiği kabul edilmektedir. Bu büyük göçler Büyük Göller Bölgesine MÖ 3. Yüzyılda, Ümit Burnu civarına ise MS 400’lerde ulaştığı sanılmaktadır.
Afrika’nın Sahra güneyinden çok erken tarihlerde, neredeyse iki bin yıl önce bugünkü Tanzanya’nın güney batısında karbon çeliği üretilmekteydi. Bunlar oldukça karmaşık bir ön ısıtma yöntemiyle üretiliyorlardı.
Demir Çağı sonlarına doğru Nubiya önemli bir üretim ve demir ihraç bölgesi haline gelmişti. Nubiya’daki bu demir işçiliğinin gelişmesi, demir silahlı Asurluların Mısır’dan sürülmesinden sonraki tarihlerde gerçekleşmiştir.
Demirin yaygın olarak, tüm toplumda kullanılır hale gelmesi özellikle zanaatler ve tarımda köklü değişikliklere yol açmıştı. Demirden yapılan iş ve tarım aletleri, hem mamul madde üretiminde hem de tarımda emeğin verimliliğini arttırmıştır. Üretici güçlerdeki bu gelişme toplumların üretim kapasitelerini son derece belirgin biçimde genişletti. Neolitik Devrimden itibaren toplulukların elde ettikleri gıda maddesi miktarını zaten artmıştı ve bu, sürekli bir nüfus artışına yol açtı. Artan nüfusu beslemek, yeni toprakları tarıma açmakla sağlandı ama bunun da bir sınırı vardı. Bronz Çağı’nda dahi bronz aletler geniş halk yığınları için ulaşılması güç bir maldı. Tam bu noktada üretici güçlerdeki belirtilen gelişme, yani demir aletlerin kullanılması, artan nüfusu besleme olanağı sağladı ve nüfus artışını destekledi. Öte yandan artan üretim, ticaretin ortaya çıkmasını ve gelişmesini sağladı. Sonuç olarak demir kullanan toplumların ekonomisi diğerlerine oranla büyük ölçüde gelişme göstermiştir. Özellikle ticaretin sağladığı gelir, varlıklı bir zümrenin ortaya çıkmasını sağladı. Bu durum geri dönerek üretimi ve ticareti teşvik etmiştir.
Öte yandan toplumların büyüyen üretim kapasiteleri hükümdarların daha fazla sayıda asker beslemesine ve onları donatmasına olanak sağlamıştır. Dahası demir silahlarla donatılmış olan askeri gücün, bundan yoksun olan toplumların askeri güçleri karşısında kesin bir üstünlük sağlayacağı ortadadır. Dolayısıyla demir kullanımı bu toplumlara etki alanlarını genişletme olanağı sağlamıştır.
Elamlılar
Elamlar ya da Elamlılar (M.Ö. 3000 - M.Ö. 640) Güneydoğu Mezopotamya ve Güneybatı İran'da varlık göstermişlerdir.
Sümerler ve Akadlar ile birçok savaş yapmışlar ve zaman zaman bu devletlerin boyunduruğunu kabul etmişlerdir. Başkenti Sus şehri olan Elamlar, bilim ve teknikte ileri olmamalarına rağmen "güzel sanatlar, süsleme ve madencilik" alanında büyük gelişme göstermişlerdir. Çömlek ve seramik sanatında ileriydiler. Tarımla ilgilenen Elamlılar, çok tanrılı dinlere inanmışlardır. Elamlar, Sümerlerin doğusunda yaşamışlar ve bölgede çok fazla kalıcı bir eser bırakmamışlardır. M.Ö. 3000'den M.Ö. 640'a kadar varlıklarını korumuşlardır.
Elam ülkesi site şehir devletleri şeklindeydi. Başkentleri Susa olan ve kendilerine özgü bir dil, yazı ve kültüre sahip bulunan Elamlıların kökeni tam olarak bilinmemekle beraber Sami kökenli oldukları ihtimali kuvvetlidir. Elamca, izole bir dildir. Sümer ülkesinin doğusunda Kerha ve Karun Irmakları'nın geçtiği bölgededir. Sümer egemenliğine son vermişlerdir. Asurlular tarafından ortadan kaldırıldılar.
Norma Jean
Norma Jean, ABD' den bir metalcore grubudur. Norma Jean 2006 Grammy Ödüllerinde Best Recording Package dalında aday olarak gösterilmiştir.
İlk olarak Luti-Kriss ismiyle bilinen grup ilk çalışmaları "Travail+Luti-Kriss"'i 1999 yılında Pluto Records'dan çıkardılar. 2000 yılında 5ep adını taşıyan EP'leri yine Pluto Records'dan piyasaya sürüldü. Bundan sonra grup, Nail/Solid State Records ile yeni bir anlaşma imzalayıp Throwing Myself isimli EP sini 2001 yılında çıkardı. Bu albümün müzik severlerin beğenisine sunulmasından sonra grup adının rapçi Ludacris ile karıştırmaması için yeni ismini Norma Jean olarak belirledi. 2002 yılında grup Bless the Martyr and Kiss the Child isimli albümlerini Solid State Records' dan çıkardı. İkinci albümleri O God, the Aftermath Mart 2005 tarihinde piyasaya çıktı. Vokalistleri Josh Scogin, Bless the Martyr and Kiss the Child albümünün çıkışından sonra gruptan ayrıldı ve hardcore/metalcore grubu The Chariot ile çalışmaya başladı. Josh' un yerine Eso-Charis ve Living Sacrifice gruplarının eski vokalisti Cory Brandan Putman gruba katıldı.
Grup, Ağustos 2006' da tamamlanması planlanan yeni albümleri Redeemer için stüdyo çalışmalarını sürdürmekte. Grup Luti-Kris ismiyle çıkışlarının ilk zamanlarında Deftones, Training For Utopia ve Will Haven gibi gruplarla karşılaştırılıyordu, ama Norma Jean müziği Coalesce, Converge, The Dillinger Escape Plan ve Botch gibi metalcore gruplarına daha yakındır.
Sahasrara
Doğu felsefesine göre, vücutta belirli enerji noktaları vardır. Bu enerji çıkış yerlerine çakra denir. Sahasrara 7. çakradır ve bıngıldak kemiğinin orda bulunur.
Dungeon Siege
Dungeon Siege, Gas Powered Games tarafından geliştirilen ve Microsoft tarafından satışa sunulan gerçek zamanlı, RPG oyunudur. Karakteri farklı yeteneklerde geliştirerek hem single player, hem de multiplayer oyun dünyasında bir macera yaşama imkânı sunulmaktadır. Diablo benzeri oynanışa sahip oyun üç boyutlu grafiklerle desteklenmektedir. Dungeon Siege, , Dungeon Siege II ve halihazırdaki sürümleridir.
Motorola
Motorola, 1928 yılında ABD'de kurulan hücresel ağ firmasıdır. Ayrıca, iletişim sektöründe bulunan ilk cep telefonu olan Motorola DynaTAC'ı üreten firmadır. 2011 yılının 4.çeyreğinde mobil bölümü Google Inc. tarafından satın alınmıştır. Google, bu satın alımdan sonra ilk olarak logoda değişiklik yapmıştır. Logodaki "M" harfinin etrafında bulunan daireyi şeffaflaştırıp kenarlarındaki çizgileri renkli bir hale getirmiştir. Ayrıca, logodaki "Motorola" yazısı kalın ve büyük harflerle değil ince ve küçük harflerle yazılmaya başlanmış, "M" harfinin altına alınmıştır. Logodaki "Motorola" yazısının altına "a Google Company" (Türkçesi: Bir Google Şirketidir) ibaresi eklenmiştir.
2014 yılının Ocak ayında 3 milyar dolar karşılığında Lenovo tarafından Google'dan satın alınmıştır. Bu satın alımdan sonra logodaki "a Google Company" ibaresi kaldırılmıştır.
Obruk Barajı ve Hidroelektrik Santrali
Obruk Barajı, Çorum'da, Kızılırmak üzerinde, sulama, içme suyu ve enerji üretmek amacıyla 1996-2002 yılları arasında inşa edilmiş bir barajdır.
Toprak gövde dolgu tipi olan barajın gövde hacmi 12.000.000 m³, akarsu yatağından yüksekliği 127,00 m., normal su kotunda göl hacmi 661,11 hm³, normal su kotunda göl alanı 50,21 km²'dir. Baraj 5.538 hektarlık bir alana sulama hizmeti verirken, 203 MW güç ile de yıllık 473 GWh'lik enerji üretmektedir.
Endüstriyel mikrobiyoloji
Endüstiyel ürünleri bakteriyolojik açıdan inceleyen bilim dalı. Çevresel sorunlara mikroorganizmaları kullanarak çözüm arar.
Guinness (bira)
Guinness, İrlanda'ya özgü siyah bir bira türü (Stout). Arthur Guinness'in 1756 yılında Dublin'de kurmuş olduğu Guinness bira fabrikası tarafından üretilmektedir |
. Bira fabrikası burada önemli bir istihdam sağlar. 1759'dan beri
Guinness Dublin'in "St. James's Gate" semtinde imal edilir. Guinness Store House'da tarihçesi ve üretim prosesi hakkında bilgi edinilebilir. Bu zaman zarfında, orijinal İrlanda tadından kısmen farklılıkların olduğu, 50 den fazla ülkede lisans altında üretim yapılmaktadır. Ancak Avrupa 'daki biranın menşei İrlanda'daki ana holdingtir.
Guinness'in bir özelliği, kaymak kıvamında yoğun bir köpük içermesidir. Bu köpük, bira içildikçe yoğunluğunu kaybetmez ve bardaktaki bira azaldıkça yavaş yavaş formunu kaybetmeden aşağı iner.
İstatistiğin en sık kullanılan kıyas testlerinden olan student t testi , 1908 yılında, bu fabrikada çalışmakta olan William Sealy Gosset tarafından, yine bu fabrikada derlenen verilere dayanarak yayınlanmıştır. Gosset , Guinness'in, şirket sırlarının yayımlanmasını önlemek amacıyla çalışanlarının bilimsel yayın yapmasını yasaklamasından ötürü, bu yayının yazarı Student (öğrenci) olarak belirtilmişti.
Guinness'in birasının köpüğünün yoğunluğunu kaybetmemesinin nedeni 4 yıllık araştırma ve 5 milyon sterlinlik harcama sonunda bulunan widget sistemidir. Widget üzerinde küçük bir delik olan nitrojen dolu bir kapsüldür. Bira, karbondioksit gazıyla basınç altında olduğundan nitrojen kapsülün içinde kalır; kutu açıldığında ise basınç düşer ve kapsüldeki nitrojen biraya karışır. Böylece birada çözünmüş halde bulunan karbondioksit açığa çıkarak nitrojenle birleşir ve biranın üstünde kremamsı köpük katmanı oluşur.
"Draught" Guinness ve kutu bira "Canned" % 30 karbondioksit asidi (H2CO3) ve % 70 oranında da azottan oluşan ve kendilerine has bir lezzet veren bir gaz bileşimi içerirler. Kutu biralardaki bir başka özellik de Floating widget denilen 3 cm lik delikli bir plastik küre içermesidir. Bu teknikle, biraya has yoğun bir köpük elde edilir.
Firma'nın reklam sloganları „Guinness for Strength“, „It's a Lovely Day for a Guinness“ ünlüdür. Gerçekten "Arthur Guinness" menşeli slogan "Guinness is Good For You“, bunların en ünlüsüdür.
Birman kedisi
Birman kedisi, ayak ve kulakları beyaz hareli, gözleri mavi bir kedi ırkıdır.
Edepli ve duygusal, enerji dolu ve oyuncudur. Birman kedisinin gözleri ve hayranlık uyandıran yüz ifadesi ister evcil olsun, ister vahşi onu diğer kedilerden ayırır.
Geniş, yuvarlak ve güçlü bir kafası, dolgun yanakları, yuvarlak bir burnu, sağlam ve iyi gelişmiş bir çenesi vardır. Yuvarlak uçlu kulakları orta uzunlukta, aşağı doğru genişleyerek ve birbirinden iyice ayrık olarak başına oturur.
Gözleri yuvarlak ve dış kenarları hafifçe yukarı kalkıktır. Bedeni uzun ve iyi gelişmiştir. Bacakları orta uzunlukta ve kalındır. Patileri geniş, yuvarlak ve sağlamdır. Kuyruğu bedeniyle orantılı ve orta uzunluktadır. Tüyleri uzunca ve ipeksi bir dokudadır. Boynununu süsleyen yaka gibi uzun tüyleri vardır. Karın bölgesinde tüyleri hafifçe dalgalıdır.
Birman'ın uzun tüylerini hep iyi durumda tutabilmek için muntazam bakım yapılması gerekir.
Guinness
Ipanema
Brezilya, Rio de Janerio'da en popüler iki plajdan biri Copacabana, diğeri Ipanema'dır. Copacabana'ya göre daha pahalı otellerin ve hareketli gece hayatının olduğu bir sahil şerididir.
Ipanema adı, Güney Amerika kıtasında Brezilya sahillerinde eskiden konuşulan 70 kadar yerli dilinden biri olan Tupicede "pis su" anlamına gelmektedir. Buradaki "pis" kelimesi suyun kirliliğini değil, sahillerin balık tutmaya elverişsizliğini anlatmak için kullanılmıştır. Zira buradaki kumun ve dalgaların özelliği dolayısıyla balıklar sahilden uzaklara kaçmaktadırlar.
Pek çok filmde ismi geçen Ipanema, özellikle Astrud Gilberto ve Stan Getz'in söylediği, sözleri Vinicius de Moraes'e bestesi Tom Jobim'e ait olan 'The Girl from Ipanema' (Garota de Ipanema) adlı parçası ile dünya çapında bir dönem ses getirmiş, keyifle dinlenen önemli klasiklerdendir.
Tahsin Kesici
Tahsin Kesici (d. 1 Mart 1938, Ermenek) Türk bilim insanı ve eğitimci.
Kesici, İlk ve orta eğitimini Ermenek'te tamamladı. 1956 yılında Konya'da Konya Lisesi'ni ve 1960 yılında ise Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi'ni bitirdi. 1960-1961 yıllarında İtalya'nın verdiği bir burs ile bu ülkede sekiz ay alanıyla ilgili araştırmalarda bulundu. Milano Üniversitesi'nde mezuniyet sonrası mesleki kurslara katıldı.
Kesici; Almanca ve İtalyanca dillerini iyi bilmekle birlikte alanında edebiyat takip edecek düzeyde de Fransızca ve İngilizce'ye de bilmektedir. Hâlen TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi mütevelli heyeti başkan danışmanlığı görevini yürütmektedir.
Copia
Copia, Roma mitolojisinde bolluk tanrıçasıydı, bolluk kavramının kişileştirilmiş haliydi. Bir diğer Roma tanrıçası olan Fortuna yani "şans" ile ilişkilendirilirdi.
Genellikle bereketin simgesi olan bir cornucopia, meyveler taşıyan (saçan) bir boynuz, taşırken tasvir edilmiştir.
Stout
Stout, kavrulmuş arpa maltı ya da kavrulmuş sek arpayla yapılan siyah bir bira türüdür. Geleneksel olarak en sert porter tipi biralardan ("stout porter") türemiştir. Zamanla "stout" olarak kısaltılmıştır. Pek çok alt türü olmakla birlikte en popüler olanı sek stouttur.
Stout sözcüğünün bir bira türünü tanımlamak üzere ilk kullanıldığı belge, 1677 yılıyla tarihlenen "Egerton Yazısı'dır". Ancak bu yazıda stouttan siyah bir bira olarak değil, sert bir bira türü olarak söz edilmiştir. 1721 yılında ise günümüzdeki anlamına yakın bir biçimde, ""kavrulmuş arpa maltından yapılan koyu kahverengi bira"" olarak betimlenmiştir. Porter tipi biraların yüksek popülaritesi, bira üreticilerini değişik biçimlerde porter üretmeye yöneltmiştir. Bu biralar arasında en yüksek alkollüsü stoutlar olmuştur.
Porter köken olarak ilk kez 1720'li yılların başlarında Londra'da ortaya çıkmıştır. Güçlü aroması, diğer bira türlerine göre daha geç bozulması, sıcaklıktan fazla etkilenmemesi ve diğer biralardan daha ucuz olması gibi nedenlerle kısa sürede popüler olmuştur. Ortaya çıkışından birkaç on yıl sonra Londra'da porter yapan üreticiler daha önceden görülmemiş bir ölçüde büyümeye başlamışlardır. İrlanda'ya ihraç edilen büyük ölçekli gönderimler sonrası, 1776 yılında Arthur Guinness kendi fabrikası St. James's Gate'de bu birayı üretmeye başlar. Bira, 19. yüzyılda siyah arpa maltının kullanılmasıyla alışılmış siyah rengine kavuşmuş ve lezzet olarak daha güçlü bir hale gelmiştir.
Köken olarak ""stout"" sıfatı, ""gururlu, görkemli, cesur, mert"" gibi anlamlara gelmektedir. Ancak 14. yüzyıldan sonra ""güçlü, sert"" anlamlarını çağrıştıracak şekilde kullanılmıştır. "Stout" sözcüğünün bir bira tipi olarak kullanılması ilk kez, 1677 yılıyla tarihlenen Egerton adlı yazıda görülmüştür. Bu yazıda da stout tipi birayla kastedilen, sert biradır. Stout porter tabiri ise 18. yüzyılda porter tipi biraların sert versiyonlarını ifade etmek amacıyla kullanılmıştır.
Porter tipi biraların yüksek popüleritesi, bira üreticilerini değişik türlerde porter üretmeye yönlendirmiştir. Alkol oranı daha yüksek olarak üretilenler "stout porter" olarak adlandırılmıştır. Porter ve stoutların ayrı bir tür olarak değerlendirilmesi konusunda hâlâ tartışmalar bulunmaktadır. Genellikle ikisi arasındaki tek önemli faktörün sertlik olduğunu savunanlar vardır.
Tatlı stout ("milk stout, sweet stout, cream stout" olarak da bilinir) sütten türetilmiş bir şeker olan laktoz içeren stout tipidir. Bira mayaları laktozu fermante edemediği için şeker olduğu gibi kalır ve biraya tatlılık katar.
Tatlı stoutlar besleyici oldukları gerekçesiyle hastanelerde emziren annelere ve kan veren insanlara ücretsiz olarak verilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan hemen sonraki dönemde İngiltere hükümeti, bira üreticilerinden, üretmiş oldukları biraların etiketlerinden ve reklamlarından "süt" kelimesini ve sütle ilgili imgeleri çıkarmalarını talep etmiştir. Ancak bazı kovuşturmalar dışında bu konuda özel bir mevzuat bulunmamaktadır.
Sek stout ("dry stout, Irish stout" olarak da bilinir) en çok bilinen stout tipidir. 20. yüzyılın ilk yıllarında Birleşik Krallık'ta tatlı stoutların egemen olduğu bir dönemde İrlanda'da tatlı olmayan, standart stoutlar yapılmaktaydı. Standart stoutlar, Amerikan ve İngilizlerin tatlı stoutlarına göre daha sek bir tada sahipti. Bu nedenle yulaf ya da laktoz eklenerek yapılan stoutlardan ayırmak için İrlanda'daki stoutlara "sek" anlamına gelen "dry stout" ya da "Irish stout" denmiştir.
En popüler sek stout Diageo şirketi tarafında İrlanda'nın başkenti Dublin'de, St. James's Gate tesisinde üretilen "Guinness Draught" adlı biradır.
Yulaflı stout ("oatmeal stout" olarak da bilinir), üretim aşamasında maksimum %30 oranında yulaf kullanılan bir stout tipidir. Yüksek oranlarda yulaf kullanımı birada acı ve astrenjan bir tat yaratabilir. Ancak Orta Çağ Avrupa'sında biralarda sıklıkla yulaf kullanıldığı bilinmektedir. Ancak Norveç gibi Avrupa'nın bazı bölgelerinde 20. yüzyıla kadar bira üretiminde yulaf kullanımı devam etmiştir.
20. yüzyılda pek çok yulaflı stout, çok küçük miktarlarda yulaf içermekteydi. Örnek olarak 1936'da "Barclay Perkins Oatmeal Stout" yalnızca %0,5 oranında yulaf kullanmıştır.
"Oatmeal" terimi daha çok bir pazarlama aygıtı olarak kullanılmıştır. 1920'lerde ve 1930'larda "Whitbread's London Stout" ve "Whitbread's Oatmeal Stout" adlı biralar hemen hemen aynı olup aralarında yalnızca paketleme farkı vardı. Kullanılan yulaf miktarı %0,5'ti ve bu kadar düşük miktardaki değişikliğin tatta kayda değer bir değişiklik yaratması beklenemezdi.
Çikolatalı stout, bazı bira üreticilerinin kayda değer oranda koyu ve aromalı bir malt türü olan "çikolata maltı" kullanarak ürettikleri stoutlara verilen isimdir. "Muskoka Brewery's Double Chocolate Cranberry Stout", "Young's Double Chocolate Stout" ve "Rogue Brewery's Chocolate Stout" gibi bazı markalar, bira üretim aşamasında çikolata maltının yanı sıra küçük miktarlarda çikolata ya da çikolata aroması da kullanırlar.
İstiridyeli stoutlardır. 18 yüzyılın başlarında, stoutlar ortaya çıktığında istiridyeler publarda ve tavernalarda oldukça sık tüketilen bir yiyecekti. An |
cak istiridyelerin, stout üretiminin bir parçası olarak kullanılması ilk kez Londra'daki Hammerton Biracılık tarafından 1938 yılında gerçekleşmiştir. 2014 yılında yeniden kurulan biracılık, oyster stout üretmeye kaldığı yerden devam etmiştir.
Günümüzde oyster stoutlar, küçük miktarlarda (bir fıçıya bir avuç) istiridye kullanılarak üretilir. Ancak yine de vejetaryenler için uygun bir bira değildir.
Imperial stout ("Rus stoutu" olarak da bilinir), sert bir siyah bira türüdür. İlk olarak 18. yüzyılda Londra'daki Thrale's biracılık tarafından Rusya'daki II. Katerina sarayı için üretilmiştir. 1781'de üretim el değiştirmiş ve biranın yeni adı "Barclay Perkins Imperial Brown Stout" olarak kayda geçmiştir. Daha sonraysa üretim John Courage'a geçmiş ve Courage Biracılık tarafından "Courage Imperial Russian Stout" adıyla devam etmiştir.
Stout tipinde üretilen biraların alt türleri arasındaki bazı benzerlikler ve farklılıklar; renk, ortalama alkol oranı ve ortalama acılık oranı gibi etkenler göz önüne alınarak aşağıdaki tabloda belirtilmiştir:
Türkiye'de stout tipi bira üretimi yaygın değildir. Talep daha çok bazı şirketler tarafından ithal edilen biralarla karşılanmaktadır. Bunlar arasında "Fuller's Black Cab Stout", "Murphy's Irish" Stout ve "Guinness Draught" en bilinenidir.
İstanbul'da bulunan Bosphorus adlı bir pubda ""Karbon Stout"" markasıyla %5,50 alkol oranına sahip stout tipi bira üretimi yapılmaktadır.
__İÇİNDEKİLERZORUNLU__
__DİZİN__
Fides
Fides, Roma mitolojisinde inanç, vefa ve sadakatin tanrıçasıydı. İnancın kişiselleştirilmiş halidir. Capitol'deki tapınağında Roma Senatosu yabancı ülkelerle aralarında yapılmış antlaşmaları saklardı; bunları Fides korurdu.
"Fides Publica Populi Romani" yani "Roma devletine sadakat" ismiyle de tapınılırdı.
Zeytin dalıyla taçlandırılmış genç bir kadın olarak, bir kupa veya kaplumbağa ile birlikte tasvir edilir.
Yunan mitolojisindeki dengi Pistis'tir.
İbn-i Lebbâd
İbn-i Lebbâd (Abdüllatif bin Yusuf bin el-Musuli el Bağdadi) (d. 1160, Bağdat - ö. 1231, Bağdat)
Şafii mezhebi fıkıh, kelam, ve hadis alimi.
CouchSurfing
CouchSurfing (CS), internet üzerinde faaliyet gösteren uluslararası bir misafirperverlik servisidir. Casey Fenton, Daniel Hoffer, Leonardo Bassani da Silveira ve Sebastien Le Tuan tarafından 2004 yılında San Francisco'da kurulmuştur. 2011'de Better World Through Travel şirketine satılmıştır. Mart 2012 itibarıyla dünyanın 100,000 şehrinde 6 milyondan fazla üyesi vardır.
Couchsurfing web sitesine üye olmak ücretsizdir. Web adresini kullanarak profil oluşturan couchsurfing üyeleri "couchsurfers", "surfers" veya "CSers" olarak adlandırılır. Üyeler seyahatleri sırasında birbirlerine konaklama ya da rehberlik konularında destek olmaktadırlar. Üyeleri misafir edenlere "host" denir.
CouchSurfing, kendisinden daha önce kurulmuş olan Hospitality Club sitesini geçerek dünyanın en çok üyeli misafirperverlik ağı olmuştur. Ayrıca site içerisinde merak ettiğiniz ülke,kent ya da bölge ile ilgili başlık açarak bilgi alabiliyorsunuz. Bunun yanı sıra yine aynı şekilde site üzerinden her türlü sosyal etkinlik oluşturarak sosyalleşmenize olanak sağlamaktadır.
Karasuk kültürü
Karasuk Kültürü (Sibirya Türkçelerinde Kara-sug / Кара Суг ), MÖ 1200- MÖ 700 yılları arasına tarihlenen Tunç Çağına ait kültür Türk çevresi. Karasuk kelimesi orijinali ve yöre halkının dilinde Karasug/Karasuğ diye söylenir. Manası Kara-su demektir.
Bu kültür adını Yenisey ırmağının kollarından biri olan Karasuk nehrinden almıştır. Orta Asya uygarlığında demir ilk defa bu bölgede işlenmiştir. Keçeden dokunan çadırlarla örtülü dört tekerlekli arabaların kullanıldığı yapılan kazılar sonucunda tespit edilmiştir.
Ölü gömme adetleri ve seramik süslemeleriyle Andronovo Kültürüyle benzerlik gösteren Karasuk kültürü çevresinde yaşayan insanlar, at, deve, sığır ve koyun beslemekte, dokumacılığı bilmekte idiler. En yaygın abideleri mezarlarıydı. Taştan yapılan yamuk dörtgen biçiminde yapılan tabutlardaki ölüler baş kısmı geniş tarafa gelecek şekilde ya sırt üstü ya da esnetilmiş olarak yatırılmıştı. Taş veya kil toprak içine döküm yöntemiyle bronzdan yapılmış kürekler, bıçaklar ve benzeri el aletlerinin kabzaları, halka halka, mantar şeklinde ya da hayvan figürü şeklinde sanatsal uğraşlarla yapılmıştı.
Bu devreye ait kurganlardaki buluntular arasında yüzük, bilezik, küpe gibi süs eşyalarına rastlanmaktadır. Kabzaları hayvan figürüyle süslenmiş hançerler, Orta Asya'daki İskit geleneğinin belirtisidir. Atlı-göçebe kültürünün Orta Asya'ya tamamen yayılarak İskit göçebe kültürünün temelini oluşturmuştur.
Karasuk sözü "kara su" anlamına gelir. Sibirya Türkleri dilinde "karasug" (karasuğ) (Кара Суг ) olarak söylenir.
Latium
Latium ( [ˈlatjʊ̃]) Batı İtalya'da bulunan, Antik Roma'ya başkentlik yapmış olan Roma'nın kurulduğu bölge. Latium ilkin verimli volkanik topraklardan oluşan küçük bir araziydi. Bölgeyi Latinler iskan etmiştir. Tiber Nehri'nin sol şeridinde (doğu ve güney), kuzeyde Anio Nehri'ne (Tiber'in kollarından biri) ve güneydoğusu boyunca Pomptina Palus'a (Pomptina Bataklığı), en güneyde ise Circeius Dağı'na uzanan bölgede lokalizasyonu yapılmıştır. Tiber'in sağ şeridi Etrüsk şehri Veii ve diğer sınırlar da diğer İtalik kavimerce çevrelenmiştir. Roma sırasıyla önce Veii'yi ve onun İtalik komşularını mağlup ederek sınırlarını kuzeydoğuda Apenninus Dağlarına kadar, güneydoğuda ise Pomptina'ya kadar genişletmiştir. Günümüzdeki ardılı Lazio (modern Latincede ve bazen İngilizcede "Latium") hala büyük bir şehir olsa da antik Latium'un yarısı kadar dahi değildir.
Latium'u iskan eden Latinlerin anadili, bu iskan sonrasında Eski Latince'nin öncülü, Latincenin ve İtalik dillerin de atası olacaktı. Latium, başkent Roma'nın bir dönem siyasî ve kültürel merkezi olarak tarihte önemli bir rol oynamıştır. Bunun ardından da ünlü sanatsal ve mimarî eserlere evsahipliği yapmıştır.
Bilinen en eski Latium yerleşimi, Latinlere aittir. Latinlerin bilinen merkezi ise geniş, sönmüş bir yanardağ olan Mons Albanus'tu (Bugün Colli Albani). Roma'nın güneydoğusunda şehre 20 km mesafede bulunuyordu ve çevresi 64 km'ydi. Ortasında Lacus Albanus isimli, birkaç kilometre uzunluğunda ve genişliğinde, oval bir krater gölü vardı. İkinci hakim tepede (Monte Cavo) Iuppiter Latiaris tapınağı bulunurdu ve Roma federasyonuna katılmadan önce Latinler burada devlet ile ilgili işlerini yürütürlerdi. Federasyondan sonra da Romalılar dinî ve devletle ilgili seremonileri burada düzenlemeye devam ettiler. Buraya inşa edilen son pagan tapınağı da Ortaçağ'a kadar ayakta kalmasına rağmen sonradan manastır olarak kullanılmış ve sonraları bir dönem için otele çevrilmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında Wehrmacht burayı bir radyo istasyonuna çevirmişti. 1944 yılında Amerikalılar burayı ele geçirdiler. Bugünse tartışmalı bir telekomünikasyon binası olarak hizmet verir.
Şehrin tanrısı olarak Iuppiter'in seçilmesi, kabilenin (Latini) dile (Latince) adını vermesi, Latinlerin İndo-Aryan kökenli bir kabile olarak tanımlanmasına yeter göstergelerdir. Augustus dönemi şairi Vergilius, Latium ismini Latince ""latens"" (gizlenen) kelimesine dayandırır. Bunu yapmadaki sebebi ise söylenceye göre Latium'un altın çağında başta bulunan Saturnus'un burada Iuppiter'den gizlenmiş (Lat. "latuisset") olmasıdır. Bir başka geniş kabul gören teoriye göreyse "Lazio" isminin etimolojisi Latince ""latus""a (geniş) dayanır ve bu da Roma Campania'sına ithafen "düz ovayı" ifade eder.
Bölge "Erken Bronz Çağı"'ndan itibaren tarım toplumlarının yerleştiği bir bölgedir. Eski Yunanlar ve hatta Miken Uygarlığı tarafından da bilinmekteydi. İsim büyük ihtimalle Latince "geniş" anlamına gelen ""latus""tan türemiştir ve "düz ova" fikrini dışavurur (Sabinum'un yüksek tepelerine zıt olarak). Yine de ismin daha erken dönemden, İndo-Aryan olmayan bir kökenden geldiğini savunanlar da vardır. Etrüskler M.Ö. 8. y.y.'dan itibaren, ana yurtları olan Etruria'dan (Bugünkü Toscana) Latium'a güçlü bir kültürel ve politik etki taşımışlardır. Ne var ki küçük, otonom şehir devletlerinin kontrol ettiği bu bölgenin üzerinde politik bir hegemonya kuramamışlardır. Bu bir yanıyla Antik Yunanistan'daki duruma benzer. Bölgenin Anakara Hellas'la olan yakın ilişkisi, erken tarihi üzerinde de kayda değer etkiler bırakmış olsa gerek.
M.Ö. 10. y.y.'dan itibaren Latium'da kurulmaya başlayan çok sayıda köyle beraber tarım kültüründe bir gelişme yaşandığı, arkeologlarca kabul görür. Latinler kılçıksız buğday ve arpa ekmiş; şaraplık üzüm (vitis vinifera), zeytin, elma ve incir ağacı yetiştirmişlerdir.
Çeşitli Latin halkları (Lat. Latini Populi), nüfuzlu boylar (gentes) tarafından yönetilen bir toplum yaşamına sahipti. Bu durum Roma'da da devam etti. Otuz curia, Roma toplumunu oluşturdu. Gelgelelim sosyal bir ünite olan "gens" (boy), zamanla yerini "familia"'ya (aile) bıraktı. "Familia", "paterfamilias" (ailenin en yaşlı erkeği) tarafından idare edilirdi.
Bölgenin merkezinde köylerden biri olamayacağı için, sabitlenmiş yerel bir merkeze ihtiyaç duyulduğu sanılıyor. Bu merkez ortak meclisi, adliyeyi, ortak tapınağı barındırmalıydı. Burada boy üyeleri hükümet işleri ve temaşa için bir araya gelebilmeli ve savaş durumunda güvenli bir şekilde buraya sığınabilmeliydi: Sıradan durumlarda bu gibi bir yerde pek ikamet edilmezdi. Bu gibi bir yer İtalya'da "capitolium" (zirve) veya "arx" (müstahkem mevkî) olarak adlandırıldı. İlkin bir kent değildi ama sonradan bir kent merkezi oldu. Zira bu müstahkem mevkiin etrafında doğal olarak evler inşa edildi ve daha sonra etrafı yapılarla çepeçevre sarıldı ve bu yerleşime ""urbs"" (etrafı çevrili yapı, i.e. şehir) dendi.
Alba'daki dizili tepeler, Latium'un tabii müstahkem mevkileri, yerleşimcilere güvenli bir konum sunması hasebiyle, olasıdır ki yeni gelenler tarafından ilk iskan edilen bölgeler olsun. Burada, "Palazzuola" üzerinde, Alba Gölü (Lagiod di Castello) ile Alba Dağı (Monte Cavo) arasındaki dar bir plato boyunca Alba Longa kenti uzanır. Bu kent Roma s |
oyunun ve diğer Eski Latin topluluklarının ana kentidir. Buradaki eğimli bölgelerde de antik Latin bölgeleri Lanuvium, Aricia ve Tusculum bulunur. Bu bölgede medeniyetin başlangıcını gösteren çeşitli duvar işçiliği örnekleri bulunmuştur.
Bölgedeki müstahkem mevkîler daha sonraları Tibur ve Praeneste gibi önemli merkezlerin ortaya çıkmasına önayak olmuştur. Bunlara Labici, Gabii, Nomentum da eklenmiştir. Sahil bölgesinde Laurentum, Lavinium şehirleri ortaya çıkmış, Latin kolonizasyonu yayılmakla birlikte irili ufaklı sayısız merkezler oluşmuştur.
Bu köylerin hepsi politik olarak egemendi ve özyönetime sahiplerdi. Soy yakınlığı ve dil birlikteliği ile birlikte tüm bu köyler dinî ve siyasî bir birliğe doğru yol aldılar. Bu birliğin adı Latin Birliği'dir. Latinler Arricia Gölü civarındaki Venus, Iuppiter Latiaris ve Diana tapınmalarıyla birbirlerine dinî bir mihverde bağlanıyorlardı. Bunların arasında Alba Longa, Iuppiter tapınağına olan yakınlığı hasebiyle sivriliyor ve dinî bir merkez rolü oynuyordu. Bu birliğe iştirak eden kabileler "Alba kolonileri" olarak adlandırılıyorlardı ancak isimleri kaydedilmemiştir. Bu birliğin ritüeli ""Feriae Latinae"" (Latin Festivali) adlı festivaldi. Bu festivalde her yıl, valinin bilinçli olarak belirlediği bir günde, bir araya gelmiş olan Latin halkları tarafından Iuppiter Latiaris'e bir öküz kurban edilirdi. Seremonide yer alan her bir topluluk kurban yemeğine katkı sunmak zorundaydı. Bununla beraber Aricia Gölü civarındaki Nemus Dianae adlı kutsal Aricia korusu da kutsal yerler arasında önemli bir yere sahipti ve birçok Latin hacı için uğrak yer oluyordu.
Alba Longa şehri dinî alandaki önderliğini politik alana taşıyamamıştır. Örneğin hibir zaman Latin devletinin başkenti olamamıştır. Büyük ihtimalle Latin Birliği'nin yetki alanı tamamen belli değildi ve bu yüzden çeşitli düzensizlikler ortaya çıkıyordu. Yine de varlığını güçlü bir şekilde sürdürerek Latin soyundan gelen toplumların ilişkilerinin pozitif bir yansıması olarak duruyordu. Latin Birliği bünyesinde her zaman bütün Latin halklarını barındırmamakla birlikte, birliğe Latinler dışında ayrıcalıklı üye de almazdı.
Varlığının erken safhalarında, Roma bu birliğin önderliğini ele geçirdi ve Alba Longa, Roma'ya bir rakip olarak ortaya çıktı. Bu yüzden M.Ö. 7. y.y. ortalarında Roma, Alba Longa'yı yıktı, birlik dağıtıldı ve ailelerin neredeyse tamamı Roma'ya göç etmeye zorlandı. "Ana şehir Alba Longa, kızı (Roma) tarafından yok edildi." Livius'tan menkul: Alba Longa, Roma kralı Tullus tarafından tamamen yakılıp yıkıldı, tapınaklar müstesna. Feriae Latinae, Alba Dağı'nda düzenlenmeye devam etti fakat düzenlemeyi romalı devlet görevlileri yapıyordu.
Alba Longa'nın yıkılmasından sonra Roma, Latin Festivali'nin düzenleyicisi olarak Latin halkları üzerinde söz sahibi oldu. M.Ö. 7. y.y. ortalarında Roma, bir deniz gücü olarak ortaya çıktı ve tuz ikmalini güvence altına aldı (Lat. Via Salaria, Tuz Yolu). Via Salaria, Roma'dan başlayarak Tiber'in kuzey şeridindeki en yakın tuz tedarik bölgesi olan Ostia'ya doğru uzanır. Arkeologlara göre aynı zamanlarda Roma'da kentleşme atılımı başlar. Roma kulübeleri yerini evlere bırakır ve yk. M.Ö. 62'de forum ortaya çıkar. Etrüsk etkisi önemli rol oynar ve Etrüsk şehirlerinden göçmenler gelir. Kısa bir süre sonra (geleneksel söylenceye göre) Etrüsk kralları devri başlar. (Geleneksel anlatıda M.Ö. 616 - M.Ö. 509)
Roma Latium'da hatırı sayılır bir teritoryal haimiyet kazansa da, kralları halka hiçbir zaman mutlak bir güç uygulamamışlardır. Latin şehirlerinin korunması da Roma'nın görevidir zira Roma, diğer Latin şehirlerine nazaran çok daha büyük bir insan gücüne sahiptir. Bunun sebebi, Roma'nın cömert mülteci politikasıdır. Roma'nın dışarıdan gelenlere yurttaşlık hakkı vermesi kendine has bir durumdur. Hatta azatlı kölelere dahi yurttaşlık verilmiştir. Azatlıların çocukları, Roma ordusu için önemli bir insan kaynağıydı ve insan kaynağı bakımından Roma'nın üstünlüğünü de aşağı yukarı bunlar sağlıyordu.
İmparator Augustus günümüz İtalya'sını tek bir coğrafî bölge olarak belirleyen kişidir ve ismini Italia koymuştur. Bu bölgeyi de kendi içinde on bir bölgeye ayırmıştır. Latium bu ayrımda, hemen güneydoğusunda bulunan Campagna (Campania) ve Neapolis ile birlikte "I. Bölge" olarak sayıldı.
Gotlar Savaşı (M.S. 535 - 554) sonrasında bu bölge özgürlüğünü kazandı zira "Roma Düklüğü" Doğu İmparatoru'nun mülkü haline geldi. Lombardlarla yapılan uzun savaşlarla şehir zayıfladı ve sonunda Romalı bir psikopos tarafından mülk edinildi.
Dinî ve skolastik aristokrasinin güçlenmesi, lordlar ile mezkur Romalı psikopos arasındaki tansiyonu gittikçe yükseltti, ta ki 16. y.y. ortalarına kadar. Bu yüzyılda Papa III. Innocentius kilise görevlilieri aracılığıyla, Colonna ailesinin gücünü kırmak adına Tuscia, Campagna ve Marittima'daki eyalet yönetimleri üzerinde otorite kurmak istediği için, teritoryal hakimiyetini güçlendirmeye çalıştı. Bunu diğer papalar da denemiştir.
Papalığın Fransa'nın Avignon bölgesinde müteşekkil olduğu sıralarda (1309 - 1377) Papa'nın yokluğunu fırsat bilen feodal beyler gittikçe güçlendiler. Küçük komünler, ve hepsinin üstünde Roma, lordların bu yükselen gücüne karşı çıktı ve Cola di Rienzo'nun önderliğinde kendilerini skolastik gücün antagonisti olarak kabul ettiler. 1353 - 1367 arasında papalık tekrar Latium'da teşekkül edince güç yeniden papaya geçti.
16. y.y. ortalarından sonra papalık, tüm Latium'u Papalık Devletleri ile birleştirdi ve tüm bu siyasî bölgeler "Aziz Petrus'un mülkünün eyalet yönetimleri" haline geldiler. Viterbo, Marittima ve Campagna'daki hükümet görevlileri buraları papalık adına yönetti.
Bölge, kısa ömürlü bir Roma Cumhuriyeti (18. y.y.) denemesinden sonra Şubat 1798'de Napoleon Bonaparte tarafından Fransa'ya katıldı. Ekim 1799'da ise tekrar Papa Devletleri hakimiyetine girdi.
20 Eylül 1870'te, Papa IX. Pius Roma'yı ele geçirip, Fransızları Sedan'da yenip İtalya birliğini sağladı. Latium da İtalya Krallığı'nın bir parçası oldu.
Günümüzde Latium, baen İtalyanca ismi "Lazio" ile karşılanır, bir hükümet bölgesidir. Birinci seviye idarî bölgedir. İtalya'da 20 bölge mevcut olup, 2001'deki idarî reformla beraber sınırlı otonomi kazanan yerel idarelerden biri olmuştur. Modern Latium, başkent Roma'yı da kapsar.
İzmir Körfezi
İzmir Körfezi Ege Denizi'nin Anadolu içine uzanan bir uzantısıdır.
İzmir Körfezi şekil konum itibarıyla 2 kesime sahiptir.
Derinlik itibarıyla iç körfez deniz taşımacılıgna uygundur. Konak-Karşıyaka-Alsancak-Bayraklı-Bostanlı-Göztepe ve Üçkuyular'dan karşılıklı vapur ve arabalı vapur seferleri yapılmaktadır.İç körfez İzmir'in ulaşımı açısından çok önemli bir yere sahiptir. Konumu sayesınde şiddetli rüzgarlardan korunaklıdır (Karaburun yarımadasındaki Akdağ, kuzeyde Yamanlar Dağları ve güneyde Balçova tepeleri rüzgarı kesmektedir). Güney kıyısında, Levent Marina yat ve yelken sahipleri için sığınma imkanı sağlar.
Dış körfez ruzgara açık daha geniş daha derin ve ulaşım bakımından fakirdir. Dış körfeze sadece yaz aylarında Konak'tan ve Karşıyaka'dan kalkan vapurlar Yassıca Ada ziyaretıyle ugrarlar. Dış körfez kıyısındaki Mordoğan, Karaburun ve Foça gibi yerleşimlerde balıkçılık gelişmiştir ve yatcılık ve yelken yapılabilmektedir.
Yelkencilik iç körfezde 2 ayrı İzmir kulübüyle (K.S.K ve Göztepe S.K) desteklenen önemli bir spor dalıdır.
Körfezin kuzeydoğu kıyıları Akdeniz foklarına barınak durumundadır (Foça-Sasalı kıyıları). Karaburun kıyıları ise el değmemiş koyları ve dağlık derin rüzgarlı yapısıyla ulaşım açısından da elverişsiz olması nedeniyle bakir kalmayı başarmıştır. Karaburun yarımadasının körfez kıyılarında çiftlik balıkçılığı ve süngercilik yapılır; özellikle Mordoğan sonrası Karaburun yarımadası körfezi süsleyen koylarıyla büyülemektedir.
Açık deniz balıkçılığı Mordoğan-Karaburun-Foça üçgeninde yaygındır. Körfezde kefal, levrek, çipura, barbun, kalamar bolca yakalanır. Ayrıca dış körfezde laos, vatoz, kalkan balığının yanı sıra fok ve yunus gibi memeli canlılara da sıkça rastlanır.
Özerklik
Özerklik, muhtariyet ya da otonomi; merkezi örgüt yapısını, dolayısıyla hiyerarşiyi reddeden, gönüllü katılım üzerine kurulu, gizliliği değil açık olmayı seçen bireylerin bir aradalığıdır. Bir düşünce ve dayanışma birliğidir.
Eski Türkçedeki "muhtariyet" sözcüğü muhtar sözcüğünden, otonomi sözcüğü İngilizce "autonomy" (Yunanca: "auto-nomos") sözcüğünden türemiştir.
Kurumun kendine ait bir bütçesi vardır ve bu bütçeyi özgürce kendisi kullanır.
Kurum yöneticilerini kendisi seçer ve kuruma dışarıdan yönetici atanmaz.
Kurumun kendi askerinin varolmasıdır.
Moda tasarımı
Moda tasarımı (gerçek adı "moda, kreasyon"dur) toplumun farklı kesimlerinde, özellikle genç nesilin yenilik ihtiyacını, daha doğru bir ifadeyle yenilikçilik (inovasyon) ; {yenileşim} arayışını karşılamak üzere oluşan endüstirel tasarım alanıdır.
Giyim arayışı ihtiyacı olan bu yönde gelişen eğitim (moda eğilim) ihtiyacını karşılamak üzere güncel anlamda daha önce denenmemiş şekilde yeni nesil tekstil ürünlerinin kullanılması veya maliyet nedeniyle yeni nesil olmayan kullanılagelen standart malzemelerle elbise kalıbının tekrar güncel anlayışın ihtiyacına cevap verebilecek şekilde tekrar yorumlayan bir sanat tasarımı bölümü olarak da değerlendirilebilir.
Moda tasarımı demek bazı insanların bir şeyleri düşünüp onları kâğıt üzerine geçirmelerine denir.
Bazı sosyologlara göre moda; toplumsal görüş ve düşünce dışına çıkmak isteyen bir "genç düşünce akımı" olarak da değerlendirilmektedir.
Mekong dev yayın balığı
Mekong dev yayın balığı ("Pangasius gigas"), Pangasiidae familyasından Mekong ırmağının alt kısmında yaşayan bir yayın balığı türü.
Üç metre boyu ve 300 kilo ağırlığı ile en büyük yayın balığı türü ve belki de dünyanın en büyük tatlı su balığıdır.
Geniş yassı bir kafası, geniş bir ağzı, üst dudaklarından sarkan iki uzun anteni, kuyruğuna kadar uzanan bir kıç-yüzgeci ve kafasının yakınında bulunan küçük bir sırt yüzgeci vardır. Büyüklüğüne rağmen, Mekong d |
ev yayın balığının dişleri yoktur ve sadece bitkisel gıdalarla beslenir.
Mekong ırmağı'nın alt kısmında bulunan ülkelerde Laos, Tayland ve Kamboçya'da yenilen bir balık olarak tutulur. Çok fazla avlanıldığından soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu yüzden Laos'ta bu balığa avlanma yasağı konulmuştur. Tayland ve Kamboçya'da henüz yasaklanmamıştır ama yasak tartışılmaya başlanmıştır.
2005 yılında Tayland'da 290 kilo'dan ağır ve üç metre uzunluğunda bir Mekong dev yayın'ı tutulmuştur. 10 ila 90 kilo arası Mekong yayın balıkları, Bangkok'daki "Bung-Sam-Lan"-gölünde olta ile sürekli tutulmaktadır.
Batı biliminde ancak 1930 yılından sonra ilk kez bu balıktan sözü edilmeye başlandı. O yılda bir batılı turist bu balığı, Kamboçya'nın Phnom-Penh kentinde bir yemek pazarında ""keşfetmişti"".
Amur yayın balığı
Amur yayın balığı ("Silurus asotus"), Siluridae familyasından Doğu Asya'da (Çin, Moğolistan ve Rusya) bulunan yayın balığı türü. İsviçrenin bazı ırmaklarına salınmıştır ve büyük bir ihtimalle bundan sonra Avrupa'ya da yayılacaktır.
Anis Ayari
Anis Ayari (d. 16 Şubat 1982), Tunuslu futbolcudur. Şu anda Tunus'un Étoile du Sahel takımında oynuyor.
Ayari 2004'te Samsunspor'a gelmeden önce Tunus'un Stade Tunisien takımının formasını giyiyordu. Daha sonra 2006-2007 sezonunda Fransa'nın FC Lorient takımında oynadıktan sonra Tunus'a dönerek Étoile du Sahel ile anlaştı. Millî takımının formasını 26 kez giyen Ayari, 2004 Atina Yaz Olimpiyat Oyunları'nda da Tunus millî futbol takımında yer aldı.
Deco
Anderson Cassio de Luís de Souza leita deco , [[27 Ağustos 1977'de Brezilya'nın, São Bernardo do Campo kentinde doğdu. Futbol kariyerine Sau Paulo şehrinin Nacional Atlético Clube takımında başladı. Burada Corinthians takımı tarafından beğenilen oyuncu kariyerine bu takımda devam etti. 1997 senesinde Portekiz'e gelen futbolcu [[SL Benfica]] tarafından transfer edildi ve [[FC Alverca]]'ya 1 seneliğine kiraya verildi. Burada futbolu ile beğeni toplayan yıldız 1998 - 1999 sezonunda [[SC Salgueiros]]'a takas edildi. Sezon sonunda artan performansı ile FC [[Porto]]'ya transfer oldu.
Teknik Direktörü [[Jose Mourinho]]'nun da desteğiyle yeteneklerini geliştirdi ve 2004'e kadar kaldığı bu kulüpte kendini Avrupa'ya tanıtma imkânı buldu. Euro 2004 Finallerinden sonra 6 Temmuz 2004'te [[FC Barcelona]] ile 12 milyon Euro'ya anlaştı. Ardından Chelsea 'ye transfer olan Deco 2 sezon oynadıktan sonra 2010-2011 yaz transfer döneminde Fluminense'ye transfer oldu.
Deco; 2 Şampiyonlar ligi kupası, 1 UEFA kupası kaldırdı. [[2010 FIFA Dünya Kupası]]'ndan sonra [[Portekiz millî futbol takımı|millî takım]]ı bırakmıştır.
Deco; 26 Ağustos 2013'te [[Fluminense FC|Fluminense]] kulübünde futbolu bırakmıştır.
[[FA Cup]] 2008-2009,
[[UEFA Şampiyonlar Ligi]] 2005-06,
[[La Liga]] 2005-06,
[[Supercopa de España]] 2005-06,
[[La Liga]] 2004-05
[[UEFA Şampiyonlar Ligi]] 2003-04,
Portekiz Ligi 2003-04,
[[UEFA Avrupa Ligi|UEFA Kupası]] 2002-03,
Portekiz Ligi 2002-03,
Portekiz Kupası 2002-03,
Portekiz Süper Kupası 2002-03,
Portekiz Kupası 2000-01,
Portekiz Süper Kupası 2000-01,
Portekiz Kupası 1999-00,
Portekiz Ligi 1998-99,
Portekiz Süper Kupası 1998-99
Euro 2004 Finalist
Euro 2008 Çeyrek Final
2003-04 Gümüş Top
[[UEFA Şampiyonlar Ligi]] MVP 2003-04,
[[UEFA Şampiyonlar Ligi]] En İyi Orta Saha 2003-04
[[UEFA Şampiyonlar Ligi]] asist krallığı: 2003-04 ([[Jérôme Rothen]] ile birlikte)
[[Kategori:1977 doğumlular]]
[[Kategori:Corinthians futbolcuları]]
[[Kategori:FC Porto futbolcuları]]
[[Kategori:FC Barcelona futbolcuları]]
[[Kategori:Chelsea FC futbolcuları]]
[[Kategori:Portekizli futbolcular]]
[[Kategori:2006 FIFA Dünya Kupası futbolcuları]]
[[Kategori:Yaşayan insanlar]]
[[Kategori:Portekiz millî futbol takımı futbolcuları]]
[[Kategori:2010 FIFA Dünya Kupası futbolcuları]]
[[Kategori:Orta saha futbolcuları]]
[[Kategori:Brezilyalı futbolcular]]
[[Kategori:Série A (Brezilya) futbolcuları]]
[[Kategori:İngiltere'deki gurbetçi futbolcular]]
[[Kategori:Portekiz'deki gurbetçi futbolcular]]
[[Kategori:İspanya'daki gurbetçi futbolcular]]
[[Kategori:FC Alverca futbolcuları]]
[[Kategori:Fluminense futbolcuları]]
[[Kategori:La Liga futbolcuları]]
[[Kategori:Portekizli gurbetçi futbolcular]]
[[Kategori:İspanya'daki Portekizli gurbetçiler]]
[[Kategori:Premier League futbolcuları]]
[[Kategori:Primeira Liga futbolcuları]]
[[Kategori:2004 Avrupa Futbol Şampiyonası futbolcuları]]
[[Kategori:2008 Avrupa Futbol Şampiyonası futbolcuları]]
[[Kategori:UEFA Şampiyonlar Ligi'ni kazanan futbolcular]]
Femonoe
Femonoe, Yunan mitolojisinde Apollo'nun kızıdır. İlk Pythia'dır, ve altı birimli antik bir vezin türü olan hekzametre'nin (veya "hexametre") mucidi olduğuna inanılır.
Bazıları Delphi'deki Apollo Tapınağı'nın girişinde yazılı olan "Kendini bil" anlamına gelen "Gnothi Seauton" deyişini Femonoe'ye atfetmiştirler.
Romanya millî futbol takımı
Romanya millî futbol takımı, Romanya Futbol Federasyonu yönetiminde Romanya'yı uluslararası müsabaka ve turnuvalarda temsil eden futbol takımıdır.
Romanya, Fransa, Brezilya ve Belçika ile birlikte ilk dört FIFA Dünya Kupası'na katılan 4 ülke içinde yer almaktadır. Ancak Dünya Kupası'na ara verilen II. Dünya Savaşı sonrası 1950 ile 1986 arasında sadece bir kez elemeleri geçerek katılabilmiştir.
1930 yılında Uruguay'da düzenlenen ilk Dünya Kupası'na katılım FIFA'ya üye ülkelerin isteklerine bırakılmıştı. Çoğu Avrupa ülkesi, ilk kez düzenlenen ve uzun bir deniz yolculuğu gerektiren bu turnuvaya katılmazken, katılmaya karar veren Belçika, Fransa ve Yugoslavya'nın haricindeki 4. Avrupa ülkesi Romanya oldu. Seyahat masrafları için Romanya Kralı II. Carol'un desteğini alan Romanya millî takımı, Uruguay'daki 1930 FIFA Dünya Kupası'nın ilk maçında Peru'yu 3-1 mağlup etmesine rağmen, bir sonraki maçta turnuvayı şampiyonlukla tamamlayacak olan ev sahibi Uruguay'a 4-0 kaybetti. 1934 FIFA Dünya Kupası'nda ilk turda Çekoslovakya'ya 2-1 yenilerek elenen Romanya, 1938 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Mısır'la eşleşmiş olmasına rağmen Mısır'ın elemelerden çekilmesi üzerine de maç yapmadan 1938 FIFA Dünya Kupası'na katılma hakkı kazandı. İlk turda Küba ile eşleşen Romanya, normal süresi 2-2 sona eren maçın uzatmalarında 3-3 berabere kaldı. Dört gün sonra oynanan tekrar maçında, maçın ilk yarısı 1-0'lık Romanya üstünlüğüyle geçilse de, ikinci yarının başlarında Küba'nın bulduğu iki gol sonrası Romanya, bir kez daha kupaya ilk turda veda etti.
II. Dünya Savaşı sonrasında yeniden inşa edilen Romanya futbolu, 1947 yılında sosyalist yönetime geçilmesiyle sporda devlet eliyle yapılandırıldı. 1970 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Yunanistan, İsviçre ve son Dünya üçüncüsü Portekiz'le grupta mücadele eden Romanya, grubu lider tamamlayarak 1970 FIFA Dünya Kupası'na katılma hakkı elde etti. İlk turda Brezilya, İngiltere ve Çekoslovakya ile aynı gruba düşen Romanya, şampiyon olacak Brezilya'ya 3-2 ve İngiltere'ye de 1-0 yenildi. Sadece Çekoslovakya önünde 2-1'lik skorla galip gelip grupta üçüncü sırayı alan Romanya, turnuvaya grup maçları sonunda veda etti. 1980'lerin ikinci yarısında Romanya futbolunu domine etmeye başlayan Steaua București'nin 1985-86 sezonunda Şampiyon Kulüpler Kupası'nda şampiyon olan kadrosunun millî takımın çekirdeğini oluşturmaya başlamasıyla yükselişe geçen Romanya millî futbol takımı, ilk kez katılma hakkı elde ettiği 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda İspanya, Portekiz ve Batı Almanya ile aynı gruba düştü. Ancak aldığı 1-1'lik İspanya beraberliğini Batı Almanya ve Portekiz yenilgileri takip edince grubu 4. sırada bitirerek turnuvadan elendi.
1987'de Steau'ya transfer olan Gheorghe Hagi'nin de millî takımda oynamaya başlamasıyla 1990 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Danimarka, Bulgaristan ve Yunanistan ile mücadele ettiği grubu ilk sırada tamamlayarak 20 yıl aradan sonra tekrar Dünya Kupası'na katılma hakkı elde eden Romanya, Sovyetler Birliği'ni mağlup edip son şampiyon Arjantin'le de berabere kalınca, Kamerun'a yenilmesine rağmen ikinci tura yükseldi. Bu turda ise, golsüz tamamlanan İrlanda maçında penaltı vuruşlarıyla 5-4 mağlup olan Romanya, çeyrek finale yükselemeden kupadan elendi.
ABD'de düzenlenen 1994 FIFA Dünya Kupası'na da katılan Romanya, ilk turda İsviçre'ye yenilmesine karşın ABD ve Kolombiya'yı mağlup ederek grubunu lider tamamladı. İkinci turda Arjantin'le karşılaşan Romanya Maradona'nın yokluğundaki takımı 3-2 yenerek çeyrek finalde İsveç'in rakibi oldu. İsveç, 78. dakikada Brolin'le öne geçtiyse de, 88'de Răducioiu'dan gelen golle uzatmalara giden maçın ilk yarısı, 101'de Răducioiu'nun ikinci golüyle Romanya'nın 2-1'lik üstünlüğüyle tamamlanmıştı. Ancak, bitime beş dakika kala Andersson'un skoru eşitlemesinden sonra geçilen penaltı vuruşları sonucunda Romanya, aynen dört sene öncesinde olduğu gibi bir kez daha 5-4 mağlup olarak turnuvaya veda etti.
1994'ten sonra duraklama devrine giren Romanya futbolu, 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda Rumenlerin ilk turda Fransa, İspanya ve Bulgaristan'la yaptıkları üç maçı da kaybetmesiyle kendini göstermeye başladı. 1998 FIFA Dünya Kupası'nda, İngiltere, Kolombiya ve Tunus'un bulunduğu ilk tur grubundan lider çıkan Romanya, ikinci turda Hırvatistan'a tek golle mağlup olarak dört sene önceki başarısını tekrarlayamadı. Hagi, Popescu, Petrescu ve Belodedici gibi deneyimli isimlerin millî takım formasını son kez giydikleri 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda ise, ilk turda alınan İngiltere galibiyeti ile Almanya beraberliği sayesinde topladığı 4 puanla Portekiz'in ardından grup ikincisi olarak Avrupa Futbol Şampiyonası tarihinde ilk kez gruptan çıkan Romanya, çeyrek finalde İtalya'ya 2-0 kaybederek kupadan elendi.
1990'ların bitiminden itibaren altın yılları sona eren Romanya millî futbol takımı, 1998'den sonraki üç Dünya Kupası'na da katılamadı. 2002 FIFA Dünya Kupası elemelerinde İtalya'nın ardından grubu 2. sırada tamamlayan Romanya, Slovenya ile oynadığı baraj maçlarından ilkini deplasmanda 2-1 kaybedip, ikincisinde sahasında 1-1 berabere kalı |
nca Dünya Kupası'na katılamadı. 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde ise, Danimarka'nın 1. olduğu grupta, Norveç'le aynı puanı paylaşıp Norveç'ten daha iyi bir gol averajı elde eden Romanya, ikili averaj sonucu Norveç tarafından geçilince grubu 3. sırada tamamlayıp baraj maçı oynama hakkı elde edemedi. Rumenlerin 2000 yılındaki çeyrek final sonrası katıldıkları tek uluslararası turnuva, eleme grubunu Hollanda'yı geçerek 1. sırada tamamladıkları 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası oldu. Ancak o turnuvada da Fransa ve İtalya ile berabere kalan Romanya, Hollanda'ya yenilince ilk tur maçları sonunda elendi. Son maçlara kadar Türkiye ve Macaristan'la grup 2.'liği için mücadele ettiği 2014 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Hollanda'nın arkasında grup ikincisi olan Romanya, baraj maçında Yunanistan'ın rakibi oldu. deplasmandaki ilk maçı 3-1 kaybeden Romanya, kendi sahasında 1-1 berabere kalınca Dünya Kupası'na katılma hakkı elde edemedi. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerini Kuzey İrlanda'nın bir puan gerisinde grup ikincisi olarak tamamlayan Romanya, 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılma hakkı elde etti.
2016 Avrupa Futbol Şampiyonası şampiyonası için aşağıdaki 23 kişilik kadro 31 Mayıs 2016 tarihinde ilan edildi.
Doğan Türk Birliği SK
Doğan Türk Birliği, Girne'nin sarı ve lacivert renkli takımıdır. 1938 yılında Limasol'da doğan takım Kuzey Kıbrıs Birinci Ligi'nde mücadele etmektedir.
1938 yılında güneyde bulunan ve çok az sayıda Futbol takımı bulunan Limasol'da kurulmuştur. Limasol'da spor yanında milli şuura odaklık edecek bir kuruluşa da ihtiyaç vardı ve Turgut Sarıca da hep bunu telkin ediyordu.Büyük çoğunluğu onun fikirlleriyle bilinçlenmiş olan kasaba gençleri 1938 yılının ağustos ayında Diş Doktoru merhum Hüseyin Şefik'in evinde bir araya geldiler ve Limaso Spor Kulübü 'nün müteşebbis heyetini kurmağa karar verdiler.
Toplantıda bulunanlar: İrfan Demirel, Hüseyin Rızkı, Mustafa Kemal Efendi, Hüseyin Amerikalı, Ahmet Besim, Lütfi Besim, Sıtkı Havanik, Ziya Rızkı, Melih BEY,DT.Hüseyin Şefik, Dr. Münip Çaylak, Mehmet Ali Ertuğrul, Salih Alpay İmamzadr ,Osman Nurettin, Ali Kaptan Osmancık, Mehmet Fevait, Hüseyin Piskobolu, Ferit Hakkı Daha sonra bu isimle bir kulüp kurmak için gerekli sayı olan 31'e tamamlandı ve müteşebbis heyet ilk defa şu şekliyle kuruldu;
Daha sonra kulüp tescil edilirken,yeni memuriyeti dolayısıyla yönetim kuruluna giremeyen İrfan Demirel'in yerine Dt. Hüseyin Şefik getirildi. İlk kulüp lokali Saffet efendinin Fevzi Çakmak caddesindeki eviydi. 20 Temmuz Barış Harekatı ndan sonra adanın kuzeyine, Girne'ye taşınmıştır. Kulüp bugünkü ismini, 1952 yılında Doğan Güneş kulübü ile birleşerek almıştır. Renkleri sarı-mavidir.
(7 Şampiyonluk): 1956, 1957, 1959 1991, 1992, 1994, 2010
(1 Şampiyonluk): 1978
(1 Şampiyonluk): 2012
(3 Şampiyonluk): 1989, 1990 ve 1993
Girne ilçesi takımıdır. KKTC Birinci Ligi'nde altı defa şampiyonluğa ulaşmıştır. 30 Ekim 1955 kurulan Kıbrıs Türk Futbol Federasyonu'nun ilk şampiyonu olma başarısını göstermiştir.
1956-1957 yıllarında Türkiye ile dış temaslara başlamış ve bunun sonucunda en çok yabancı temaslarda bulunan takım unvanını almıştır. Uzun yıllar Fenerbahçe armasını kullanan takım, Fenerbahçe'nin KKTC'deki kardeş takımı olarak da bilinmektedir. 2008-2009 yılı yeni yönetimle armasını değiştirmiştir. Karşılaşmalarını, Girne 20 Temmuz Stadında yapmaktadır ve Tarihi bir kulüp binasına sahiptir. Ezeli rakibi Türk Ocağı Limasol spor kulübüdür. Samsunspor'da oynarken trafik kazasına kurban olan Mete Adanır ve Osman Uçanergibi futbolcular Doğan Türk Birliğin'den yetişmiştir. Tarihinin en önemli transferi Ceyhun Eriş'tir.
İsviçre millî futbol takımı
İsviçre millî futbol takımı, İsviçre Futbol Federasyonu yönetiminde İsviçre'yi uluslararası müsabaka ve turnuvalarda temsil eden futbol takımıdır. Takımda Türk asıllı futbolcular Gökhan İnler, Hakan Yakın ve Eren Derdiyok oynamaktadır.
FIFA Dünya Kupası'nda en iyi sonucu 1934, 1938 ve ev sahibi olarak düzenlediği 1954'de çeyrek final oynayarak almıştır. 2006 FIFA Dünya Kupası'na ise baraj maçları sonunda Türkiye'yi eleyerek katılmıştır. Ardından Fransa, Güney Kore ve Togo'nun olduğu gruptan 7 puanla 1. olarak çıkmışlardı. Ayrıca 2006 FIFA Dünya Kupası'nda, Dünya Kupaları'ndan gol yemeden elenen ilk millî takım unvanını almıştır. 2. Tur maçında Ukrayna'ya penaltılarla elenmişlerdir.
2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda Avusturya ile beraber ev sahibi olarak turnuvaya direkt katılmışlardır. Fakat grup maçlarında önce Çek Cumhuriyeti'ne 1-0, ardından da Türkiye'ye 2-1 mağlup olarak turnuvaya erken veda etmişlerdir.
2010 FIFA Dünya Kupası'nda grup maçlarının ilkinde 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı namağlup tamamlayan İspanya millî futbol takımını 1-0 skorla mağlup etmiş ancak, sonraki maçlarda bir beraberlikle 1 mağlubiyet alarak gruptan çıkamamıştır. 2014 FIFA Dünya Kupasında'nda grubunu 2.sırada tamamlayıp 2.Turda Arjantin millî futbol takımına uzatmalarda 1-0 yenilerek turnuvaya veda etti.
Aşağıdaki 23 oyuncu 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası kadrosunda yer alıyor.
güncelleme:30.06.2012
Razgrad (il)
Razgrad ili (Bulgarca: Област Разград "Oblast Razgrad"), kuzeydoğu Bulgaristan'da, Deliorman bölgesinde bulunan bir ildir. Komşu illeri Ruse, Silistra, Şumen ve Tırgovişte'dır.
Razgrad ili şu yedi belediyeden oluşur:
Razgrad ili ayrıca 6 kasaba ve 107 köyden oluşan toplam 113 yerleşim yerini kapsıyor.
Önemli bir Türk nüfus yaşmaktadır.Toplam nüfus 152.417 ken ildeki Türk nüfusu 71.963 dür.Bu da nüfusun %47 si kadardır
Su kaynakları açısından fakir olarak nitelendirilen Razgrad'ın, ekonomik açıdan bölgeyi kuzey ve güney diye ikiye bölen Beli Lom nehri büyük öneme sahiptir. Razgrad'tan uluslararası E–70 Rusçuk–Varna otoyolu, II–49 Tutrakan–Kubrat–Ragrad–Tırgovişte otoyolu ve II–23 Ruse–Kubrat–İsperih–Dulovo otoyolları geçer.
Ayrıca Bulgaristan'da inşa edilen ilk demiryolu olan Rusçuk–Varna hattı Razgrad'tan geçiyor ve Işıklar tren istasyonuyla Silistre'yle bağlantıyı sağlıyor. İlk demiryolunun yapımına, padişah fermanıyla 21 Mayıs 1864 yılında başlanmış. O zamanın Rusçuk Valisi Arif Paşa tarafından temeli atılan demiryolu projesinin, Tuna Vilayeti Valisi Mithat Paşa tarafından da yapımı hızlandırılmış. Demiryoluna her iki uçtan aynı anda başlanmış ve 26 Ekim 1866'da Mithat Paşa tarafından açılmış. 224 km uzunluğundaki ilk demiryolu, birisi Razgrad’da olmak üzere sekiz istasyondan oluşur.
Feyenoord
Feyenoord Rotterdam ya da kısaca Feyenoord (), Hollanda'nın Rotterdam şehrinde yer alan futbol kulübü. Kırmızı ve beyaz renklere sahip olan kulüp şu anda Hollanda futbolunun en üst düzey ligi olan Eredivisie'de mücadele etmektedir. 1908 yılında Wilhelmina ismiyle kurulan kulüp, 1912 yılında ismini SC Feijenoord olarak değiştirmiş (Uluslararası nedenlerden dolayı, 1973 yılından bu yana Feyenoord) ve 1937 yılında da şu anki stadı De Kuip'i kullanmaya başlamıştır.
Müzesinde 15 Eredivisie kupası, 13 KNVB beker ve 2 Johan Cruijff Schaal bulunan Feyenoord, Hollanda'nın en başarılı kulüplerinden birisidir. Kulüp ayrıca 1 Avrupa Kupası, 2 UEFA Kupası ve 1 Kıtalararası Kupa kazandı. Feyenoord, Ajax ve PSV takımlarıyla birlikte Eredivisie'de küme düşmeyen 3 kulüpten birisidir. Ayrıca bu iki kulüpten sonra Eredivisie'yi 14 kez ile en çok kazanan takımdır.
Feyenoord, büyük ulusal taraftar kitlesi ile bir halk kulübü olarak tanınmaktadır. Ajax takımı ile rekabet halindedir.
Feyenoord 1998-99 Eredivisie sezonundan 18 yıl sonra 2016-17 sezonunda van Bronckhorst yönetiminde şampiyonluğa ulaştı.
Juan Román Riquelme
Juan Román Riquelme (d. 24 Haziran 1978, San Fernando) Arjantinli eski futbolcudur.
Riquelme, Villarreal CF'den önce Boca Juniors ve FC Barcelona formalarını da giydi. Ocak 2007 de eski kulübü Boca Juniors a geri döndü. 2006-07 sezonu içinde annesinin hastalığını öne sürerek ülkesi Arjantin'e giden yıldız eski takımı Boca Juniors'la tekrar sözleşme imzaladı.
"Not: 31 Aralık 2008 tarihinde güncellenmiştir."
Riquelme 46 kez Arjantin A Milli takım formasını giymiş ve bu maçlarda 18 gol atmıştır.
Baykal Kulaksızoğlu
Baykal Can Kulaksızoğlu, (d. 12 Mayıs 1983, İstanbul) Türk asıllı İsviçreli futbolcudur. İsviçre ekiplerinden FC Schaffhausen'da oynamaktadir.
Türkiye Cumhuriyeti ve İsviçre Vatandaşı olan Baykal 2004 European Under 21 Football Championship Portekiz takımına attığı harika golle ve gösterdiği performansla maçın en iyi oyuncusu seçildi.
Baykal şu anda Karşıyaka'de futbol yaşamını devam ettirmektedir. Daha önce İsviçre'de Grasshopper ve FC Thun, FC Basel 1893 ve FC Aarau takımlarında futbol oynamış olup Haziran 2006'da sonra Alman 1. Ligi takımlarıdan 1. FC Köln formasını giydi (o zaman Fc Köln 2. Lig takımıydı, 2008 Ocak ayında Fc Köln'den ayrılarak Young Boys takımına transfer oldu).
Daha önce İsviçre'de FC Thun ve FC Basel takımlarında Sampiyonlar Ligi ve UEFA Kupası maçlarına da çıkmış olan tecrübeli ortasaha oyuncusu hem sağ hem sol ayağını ustalıkla kullanmaktadır.
İsviçre'de 21 yaş altı millî takımında 21 kere forma giyen Baykal Christoph Daum'un talebesi olup, futbol kariyeri ünlü Hollandalı hoca Piet Hamberg'in verdiği destekle başladı.
Baykal'ın İsviçre'nin Super Ligi takımlarından FC Aarau'ya 2010 Haziran ayına kadar oynadı.
2010-2011 sezonunda 1. Lig takımlarından Karşıyaka'ya transfer oldu. 2010-11 sezonunun sonunda Karşıyaka'yla sözleşmesini fesh ederek Bulgaristan ekiplerinden Lokomotiv Sofiya'a transfer oldu.
Maliyet yönetimi
Maliyet yönetimi adımları;
İlk iki madde standart maliyetler gibi görünse de ikisinin birleşimi bir maliyet yöntemi daha söz konusu "optimal ürün". Kavram yeni ama uygulama dünya üzerinde en etkin maliyet yöntemi olarak kullanılıyor. Ürün her ne kadar karlı olursa olsun dikkat edilecek hususların ilki üretim süreci ardından dağıtım ve tanıtım masraflarını karşılayan satış grafiği. Böylece ne kadar karlı olsa da diğer üretimleri engelleyen dağıtım içinde kendini kaybettiren ürünleriçıkarmamız gerek.
David Trezeguet
David Trézégu |
et (d. 15 Ekim 1977) Arjantin asıllı eski Fransız futbolcudur.
Trezeguet 1998 FIFA Dünya Kupası'nı kazanan takımda yer aldı. 2000 Avrupa Şampiyonası'nda final maçında İtalya'ya attığı altın golle takımına kupayı kazandırdı. Takımıyla beraber 2002 FIFA Dünya Kupası ve 2004 Avrupa Şampiyonası'nda da yer aldı. Mart 2004'te Yaşayan En İyi 125 futbolcu arasına seçildi.
Futbola 1994 yılında Arjantin'in Platense takımında başladı.Daha sonra AS Monaco FC'ya transfer oldu.1995-2000 yılları arasında tam beş sezon burada oynadı.Daha sonra Juventus'a transfer oldu. Trezeguet, Juventus formasıyla 3 Serie A şampiyonluğu yaşadı.
168. golünden sonra İtalya dışından bir oyuncunun Juventus için attığı en fazla gol sayısına erişmiş oldu.
1997 yılında Manchester United'a karşı attığı gol UEFA Şampiyonlar Ligi'nde atılan en süratli goldür. Golün olduğu şut 157.33 km/h hızla gitmiştir. 2004'te Olympiacos'a attığı golle UEFA Şampiyonlar Liginin 3000. golünü atmıştır. 2003 UEFA Şampiyonlar Ligi finalinde penaltılarda AC Milan'a karşı gol kaçıran üç oyuncudan biridir.
Trezeguet ve Thierry Henry'nin aralarının çok iyi olduğu bilinmektedir. Arkadaşlıkları Monaco takımında oynarken başlamıştır. Trezeguet, Henry'i kardeş olarak gördüğünü belirmiştir. Aynı zamanda eski takım arkadaşları Edgar Davids ve Pavel Nedved'le de iletişimini sürdürmektedir. David'in eşi Béatrice'den iki çocuğu vardır.
Wayne Rooney
Wayne Mark Rooney (; d. 24 Ekim 1985; Croxteth, Liverpool), İngiliz futbolcudur. Forvet ve orta saha pozisyonlarında görev almakta olup, Premier League ekiplerinden Everton'da forma giymektedir.
Rooney, futbola 10 yaşındayken Liverpool Scoolboys'ta başladı. 1996'dan 2002'ye kadar kariyerini Everton altyapısında sürdürdü. 2002 yılında profesyonel olarak ilk maçına çıktı. 17. yaş gününden beş gün önce Premier League'de attığı ilk gol, kendisini lig tarihinde gol atan en genç futbolcu yaptı. Kısa zamanda takımın sürekli oyuncularından oldu ve kulübüyle iki sezon geçirdi. 2004-05 sezonu başlamadan önce Manchester United'a, £25,6 milyon karşılığında transfer oldu. Manchester United formasıyla beş Premier League, birer UEFA Şampiyonlar Ligi, UEFA Avrupa Ligi ve FA Cup, üç EFL Cup, dört FA Community Shield ile bir FIFA Kulüpler Dünya Kupası şampiyonluğu yaşadı. Eylül 2013'te Manchester United formasıyla oynadığı resmî maçlarda kaydettiği gol sayısı 200'ü geçti ve bu barajı geçen dördüncü oyuncu oldu. 2014-15 sezonunda takım kaptanı oldu. 2017-18 sezonu başında takımdan ayrılarak eski kulübü Everton ile sözleşme imzaladı. Manchester United formasıyla çıktığı resmî maçlarda kaydettiği 253 golle kulüp tarihinin en golcü oyuncusu konumunda olan Rooney; aynı zamanda Premier League'de attığı 208 golle Alan Shearer'ın ardından lig tarihinin en golcü ikinci oyuncusu olup, bu gollerin 183'ünü Manchester United formasıyla kaydettiğinden yalnızca bir takım formasıyla Premier League'de en çok gol atan oyuncudur.
İngiltere millî takımıyla formasıyla ilk maçına 2003'te çıkan Rooney, millî takım forması giyen (bu unvan daha sonra Theo Walcott'a geçti) ve millî takımda gol atan en genç futbolcu oldu. 2004, 2012 ve 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası ile 2006, 2010 ve 2014 FIFA Dünya Kupası'nda İngiltere forması giydi. 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda İsviçre'ye attığı iki golle Avrupa Futbol Şampiyonası tarihinde gol atan en genç oyuncu oldu (aynı turnuvada bu unvan Johan Vonlanthen'e geçti). Millî takımda oynadığı 119 maç ile Peter Shilton'ın ardından İngiltere millî takımıyla en çok maça çıkan ikinci oyuncu olmasının yanı sıra, kaydettiği 53 golle ülkesinin en golcü futbolcusudur.
Özellikle Manchester United'daki performansıyla başta Bravo Ödülü, İngiltere'de Yılın Futbolcusu, Futbol Yazarları Derneği Yılın Futbolcusu, Barclays Sezonun Oyuncusu, İngiltere'de Taraftarların Oyuncusu ve Sir Matt Busby Yılın Oyuncusu olmak üzere çeşitli futbol ödülleri kazandı. Premier League Ayın Futbolcusu ödülünü toplam 5 kez kazanarak, 6 kez kazanan Steven Gerrard'ın ardından Robin van Persie ile birlikte ödülü en çok alan ikinci oyuncudur. 2011 FIFA Ballon d'Or oylaması sonucunda 5. sırada yer almış, aynı yıl FIFA FIFPro World XI kadrosuna dahil edilmiştir.
24 Ekim 1985'te, Liverpool'a bağlı Croxteth banliyö bölgesinde, Thomas Wayne ve Jeanette Marie Rooney (kızlık soyadı Morrey) çiftinin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. İrlanda asıllı olan Rooney, erkek kardeşleri Graeme ve John ile birlikte Katolik olarak yetişti. Üç kardeş de De La Salle Beşeri Bilimler Koleji'nde eğitim gördü. Rooney'nin çocukken tuttuğu takım Everton, çocukluk kahramanı ise İskoç futbolcu Duncan Ferguson idi.
Futbola Liverpool Schoolboys'ta başladı. Bir sezonda attığı 72 golle, Mayıs 2010'a kadar bu alandaki rekoru elinde bulundurdu. Dokuz yaşında Copplehouse adlı kulüpte forma giymeye başladı ve oynadığı son sezonda 99 gol kaydetmeyi başardı. Burada Everton gözlemcisi Bob Pendleton tarafından keşfedildi ve 1996'da, Everton ile öğrenci şartlarıyla sözleşme yaptı. Rooney, o sıralarda Everton'da maskotluk ve top toplayıcılık da yapmaktaydı. 1995-96 sezonunda, 11 yaş altı takımla çıktığı 29 maçta 114 gol attı. 15 yaşında genç takımda forma giymeye başlayan Rooney, FA Youth Cup'ın 2001-02 sezonunda oynadığı sekiz maçta sekiz gol kaydetti. Hatta Aston Villa ile oynanan final maçında gol attıktan sonra formasının içindeki ""Once a Blue, always a Blue"" yazılı tişörtünü göstererek Everton taraftarı olduğunu bir kez daha hatırlattı. 17 yaşından küçük olmasından dolayı profesyonel bir kontrat imzalayamadığı için haftalık 80 sterlin maaş alıyordu. 2002 yazında, takımın Avusturya'daki kampına katılarak A takıma yükseldi. 15 Temmuz'da Weiz ile oynanan ve takımının 3-1 kazandığı hazırlık maçında ise hem ilk kez A takım formasını giymiş oldu hem de buradaki ilk golünü atmayı başardı.
Nisan 2002'de, Southampton ile oynanan lig maçında ilk kez kadroda yer alsa da forma şansı bulamadı. Ertesi sezon, 17 Ağustos 2002 tarihindeki Tottenham Hotspur maçında Everton formasıyla ilk resmî maçına, henüz 16 yaşındayken çıktı. Bu sayede, Joe Royle'un ardından kulüp tarihinde resmî bir maçta oynayan en genç ikinci futbolcu oldu. 2 Ekim'de, Wrexham ile oynanan Football League Cup maçında attığı iki golle hem mavi-beyazlı ekipteki ilk resmî golünü atarak 3-0'lık galibiyette pay sahibi oldu hem de Everton tarihinin en genç golcüsü unvanını elde etti. 19 Ekim'de, 17. yaş gününden 5 gün önce, son lig şampiyonu Arsenal'e karşı son dakikalarda attığı galibiyet golüyle Arsenal'in 30 maçlık yenilmezliğine son verdi. Bu gol onu, o zaman için Premier League tarihinde gol atan en genç futbolcu yapsa da bu rekor, sırasıyla James Milner ve James Vaughan tarafından iki kez kırıldı. 15 gün sonraki 1-0 kazandıkları Leeds United maçının tek golü ise Rooney'den geldi. Aralık 2002'de, son yıllardaki en iyi gelecek vadeden İngiliz futbolculardan biri olduğu gerekçesiyle BBC Sport tarafından Yılın Genç Sporcusu seçildi. Ödülü almasından altı gün sonra ise 2-1 sonuçlanan Blackburn Rovers maçında takımının galibiyet golünü attı. Ocak 2003'te profesyonel sözleşmeye imzasını atarken, bu sözleşme onu dünya genelinde en değerli genç oyuncu yaptı. İlk sezonunda kulüp formasıyla 33 lig maçında forma giyip, 6 gol kaydederken, Everton ligi 7.sırada tamamladı.
2003-04 sezonundaki ilk golünü 26 Ağustos 2003 tarihinde, deplasmandaki 2-2'lik Charlton Athletic maçında attı. Aralık ayına kadar golle tanışamayan Rooney, sırasıyla 2-1 kazanılan Portsmouth ve 3-2 kazanılan Leicester City maçlarında birer gol atmayı başardı. 28 Aralık'taki Birmingham City karşılaşmasında 50. Premier League maçına çıkarken, aynı zamanda 2003 yılındaki son golünü de attı. 21 Şubat'taki 3-3'lük Southampton, 13 Mart'daki 1-0'lık Portsmouth, 20 Mart'daki 1-1'lik Leicester City ve 13 Nisan'daki 1-1'lik Leeds United maçlarında da birer gol kaydederek sezon genelinde 9 gole ulaşmış oldu.
Sezon sonunda, Everton'ın ligi düşme hattının hemen üstünde, 17. sırada tamamlaması ve Avrupa kupalarına katılamamasından dolayı transfer olmak istedi. Everton ise transfer ücretinin 50 milyon sterlinden az olduğu sürece gelen transfer tekliflerini reddedeceğini açıladı. Ağustos 2004'te kulüpten yapılan haftalık 12.000 sterlinlik üç yıllık anlaşma teklifinin Rooney tarafından geri çevrilmesi üzerine Manchester United ile Newcastle United, oyuncunun transferi için yarış içerisine girdi. "The Times", Newcastle United'in Rooney'yi 18,5 milyon sterlinine transfer etmeye yakın olduğunu; fakat sonunda Manchester United'in bu teklif savaşını Ağustos sonunda 25,6 milyon sterlinle kazandığını bildirdi. Bu sayede United, tarihinin en pahalı dördüncü transferini gerçekleştirmiş oldu. Transferle birlikte, 20 yaş altı bir futbolcu için ödenen en yüksek bonservisli transfer gerçekleşti.
Old Trafford'a geldiği ilk yıl Rooney'e 8 numaralı forma verildi. Manchester United formasıyla ilk maçına 28 Eylül 2004'te, 6-2 kazanılan Şampiyonlar Ligi grup maçında Fenerbahçe karşısında çıktı. Turnuvada attığı üç golün tamamını bu maçta kaydeden Rooney, bir de asist yaptı. 18 yıl 335 günlükken attığı bu goller onun, Şampiyonlar Ligi tarihindeki en genç hat trick yapan oyuncu olarak tarihe geçmesini sağladı. United formasıyla Premier League'deki ilk maçına 3 Ekim 2004'te, Middlesbrough karşısında çıktı. United formasıyla ligdeki ilk golünü ise 24 Ekim günü, 2-0 biten ve rakibinin 49 maçlık yenilmezlik serisinin sona erdiği Arsenal mücadelesinde attı. 14 Kasım'daki 1-3 sona eren Newcastle United deplasmanında ilk defa United formasıyla bir Premier League maçında iki gol kaydetti. 4 Aralık'ta Southampton karşısında da bir gol bulan oyuncu, Futbol Federasyonu, 26 Aralık'taki Bolton Wanderers karşılaşmasında topun oyunda olmadığı bir sırada rakibi Tal Ben Haim'i iten Rooney'e üç maç ceza verdi. Rooney, sezonun ilk yarısında United formasıyla 17 resmî maçta görev almış ve 7 gol atmayı başarmıştı.
15 Ocak 2005'teki Liverpool deplasmanın tek golünü atarak takımına galibiyeti getiren isim oldu. 19 Ocak'ta, FA Cup üçüncü tur maçında |
Exeter City deplasmanında alınan 0-2'lik galibiyette, yeni takımıyla FA Cup'taki ilk golünü kaydetti. 26 Şubat'ta Portsmouth ile oynanan maçta 2 gol atarak takımını 2-1'lik galibiyete taşıdı. Ligde oynadığı 24 maçta attığı 11 golle United'ın en golcü futbolcusu olarak takımın 77 puanla ligi 3. sırada bitirmesinde önemli rol oynayan Rooney, toplamda ise oynadığı 43 maçta 17 gol kaydederek takımın en golcü oyuncusu oldu. Sezon sonunda ise İngiltere'de Yılın Genç Futbolcusu ödülünün sahibi oldu.
Sezonun ilk maçına 9 Ağustos 2005'te, Şampiyonlar Ligi üçüncü eleme turunda Debreceni karşısında çıkan Rooney, 3-0 biten maçta 1 gol atarak sezona golle başladı. İkinci maçına ise 13 Ağustos 2005'te, Premier League mücadelesinde eski kulübü Everton'a karşı çıktı. Bu maçta da 1 gol atan Rooney, takımının 2-0'lık galibiyetinde pay sahibi oldu. Football League Cup finalinde Wigan Athletic karşısında alınan 4-0'lık galibiyetle kariyerindeki ilk kupayı kazandı. Rooney, bu maçta gösterdiği performans ve attığı iki golle maçın adamı seçildi. Premier League'de ise ikincilik elde ederken, forma giydiği 36 maçta 16 gol kaydetti ve Thierry Henry'nin kazandığı gol krallığı yarışını Frank Lampard ve Robbie Keane'in ardından 4. sırada tamamladı. Aralık ve Mart aylarında ise Premier League Ayın Futbolcusu seçildi.
Nisan sonlarına doğru, Şampiyonlar Ligi'nde toplamda 8-3 kazanılan Roma ile AC Milan'la oynanan ve 3-2 kazanılan yarı final maçında ikişer gol kaydetti. Bu gollerle birlikte Rooney, sezonu toplamda 23 golle tamamladı ve takım arkadaşı Cristiano Ronaldo ile birlikte takımın en golcü oyuncusu oldu.
4 Ağustos 2006'da, Amsterdam Turnuvası kapsamında Porto ile yapılan maçta Pepe'ye dirsek attığı gerekçesiyle kırmızı kart görerek oyundan atıldı. Hakem Ruud Bossen'in, Futbol Federasyonu'na yazdığı 23 sayfalık rapor üzerine Rooney'e üç maçlık ceza verildi. Bunun üzerine Rooney; federasyona, cezasında indirim uygulanmasını isteyen bir mektup yazdı. Mektubunda federasyonu; isteğinin yerine getirilmemesi sonucunda kendisinin görüntü haklarını kullanmasına izin vermeyeceğini ve bundan böyle federasyonun ticari ortağı olmaktan da vazgeçeceği şeklinde tehdit etti. Fakat federasyon, Rooney'nin isteğini, böyle bir yetkisi bulunmaması gerekçesiyle reddetti.
Lige iyi bir başlangıç yapan Rooney, ilk maçına 20 Ağustos 2006'da Fulham karşısında çıktı. 5-1 biten maçta 2 gol kaydetti. 17 Ekim'de København ile yapılan Şampiyonlar Ligi maçında, kulüp tarihinin en genç kaptanı olarak sahaya çıktı. Sonraki 8 maç boyunca gol atamayan Rooney, suskunluğunu 28 Ekim 2006'deki Bolton Wanderers maçında bozdu. 4-0 biten maçta 3 gol atarak galibiyette büyük pay sahibi oldu. Yaklaşık 1 ay kadar sonra, kulübüyle olan sözleşmesini 2012'ye kadar uzattı. 21 Ocak'taki Arsenal maçıyla birlikte iyi bir seri yakaladı ve 7 maçlık suskunluğun ardından Arsenal, Portsmouth, Watford maçlarında toplamda dört gol kaydetti. Yine 7 maç boyunca golle tanışamayan Rooney, 10 Mart'tan 28 Nisan'a kadar oynadığı 12 maçta 11 gol kaydederek yükselişini sürdürdü.
Sezonu Chesea'nin önünde 6 puan önünde, birinci sırada bitiren United ligde şampiyonluğa ulaşırken Rooney de ilk Premier League şampiyonluğunu elde etti. FA Cup'ta ise finale kadar yükselmeyi başaran United, burada karşılaştığı Chelsea'ye 1-0 yenildi ve turnuvayı ikincilikle tamamladı.
Kulübün sezon başında yaptığı açıklamayla, Ruud van Nistelrooy'un Real Madrid'e transfer olmasıyla boşta kalan 10 numaralı formanın Rooney'ye verileceğini belirtildi. Rooney 28 Haziran 2007'de, eski United futbolcusu Denis Law'ın 10 numaralı formasıyla basının karşısına çıktı.
12 Ağustos 2007'de, Reading ile oynanan ve golsüz sona eren Premier League'in ilk hafta maçında; sol ayak tarak kemiği kırıldı. Aynı sakatlığı daha önce, 2004'te de yaşayan Rooney, altı hafta sahalardan uzak kaldı. 19 Eylül'de, Sporting ile oynanan ve 1-0'lık United galibiyetiyle sona eren Şampiyonlar Ligi maçında forma giydi. Roma ile oynanan ve 1-0 biten maçta takımın tek golünü kaydeden Rooney, sonrasında oynadığı 7 maçta 7 gol atmayı başardı. Ancak sahalara dönmesinden 1 ay kadar sonra, 9 Kasım günü yapılan antrenman sırasında ayak bileğinden sakatlandı ve 1 ay daha takımını yalnız bıraktı. Sakatlığı geçtikten sonraki ilk maçına 3 Aralık'ta, Fulham karşısında çıktı. Ev sahibi United'ın 4-1 kazandığı karşılaşmada 70 dakika sahada kaldı. 4-0 biten Sunderland, 2-0 biten Aston Villa ve Reading maçlarında birer gol kaydetti. 23 Şubat'taki Newcastle United maçında Cristiano Ronaldo ile birlikte 2 gol atarak takımının aldığı 5-1'lik galibiyette takımını sırtlayan isimlerden oldu. Toplamda 10 maçı sakatlık sebebiyle kaçıran Rooney, oynadığı 39 maçta; 12'si ligde olmak üzere 18 gol kaydetti. Hem ligde hem de Şampiyonlar Ligi'nde şampiyonluk sevinci yaşayan United ise her iki kulvarda da rakibi Chelsea'yi saf dışı bıraktı.
5 Ekim 2008'de Blackburn'e karşı oynadığı maçla beraber Rooney, Premier League'de 200 kere forma giyen en genç oyuncu olarak tarihe geçti. 14 Ocak'ta, oyunun 54. saniyesinde Wigan Athletic'e gol attığı maçın 8. dakikasında dizinden sakatlık yaşadı ve 3 hafta sahalardan uzak kaldı. Bu sakatlık nedeniyle 4 Premier League, 1 Football League Cup ve 1 FA Cup maçında görev alamadı.
Aralık ayında, kulübüyle birlikte FIFA Kulüpler Dünya Kupası'nı kazanan Rooney, turnuvayı üç golle gol kralı olarak bitirdi ve turnuvanın en iyi oyuncusu ödülünü kazandı. 25 Nisan 2009'da, ilk yarısını 2-0 mağlup kapattıkları Tottenham Hotspur maçından 5-2 galip gelen United'da Rooney; 2 gol atıp, 2 de asist yaptı. Sezonu toplamda 20 golle tamamlayan oyuncu, bir önceki sezonda olduğu gibi 26 gollü Cristiano Ronaldo'nun ardından takımının en golcü ikinci ismi oldu.
2009'da sponsor gelirleri dahil yaklaşık 18 milyon dolar kazanan Rooney, dünyanın en çok kazanan futbolcuları listesinde 8. sırada yer aldı.
Chelsea ile oynanan 2009 FA Community Shield karşılaşmasının 90. dakikasında karşısında attığı golle takımına beraberliği getiren Rooney, sezona golle başladı. Seri penaltı atışlarının şampiyonu belirlediği mücadeleyi kaybeden United, ikincilikle yetinmek zorunda kaldı. Premier League'in açılış maçında Birmingham City karşısında kaydettiği golle United formasıyla çıktığı resmî maçlardaki 99. golüne ulaştı. 22 Ağustos 2009'da, 5-0 biten Wigan Athletic maçında 2 gol atarak, Manchester United formasıyla 100 gol barajını geçen 20. oyuncu oldu.
29 Ağustos 2009'da, Old Trafford'daki Arsenal maçında, Andrey Arşavin'in attığı ve takımını 1-0 öne geçiren gole karşılık penaltıdan kaydettiği golle maçta beraberliği sağladı. Abou Diaby'nin de kendi kalesine attığı golle maç, United'ın 2-1'lik galibiyetiyle bitti. Maçtan beş gün sonra yaptığı basın açıklamasında Rooney; "Beni seyreden herkes bilir ki ben dürüst bir oyuncuyum. Oyunu olabildiği kadar dürüst oynarım. Eğer hakem penaltı verirse, yapabileceğiniz bir şey yoktur." şeklinde hakemin penaltı kararını yorumladı. 28 Kasım 2009'da, 4-1 biten Portsmouth maçında üç yıl aradan sonra -ikisi penaltıdan olmak üzere- ilk kez hat trick yaptı. 27 Aralık 2009'da, Hull City maçında attığı gol ve yaptığı asistle maçın adamı seçildi. Öte yandan Hull City'nin penaltıdan attığı gole sebebiyet veren oyuncu, Andy Dawson'a yaptığı baskı sonucunda kendi kalesine gol atmaya zorladı. 30 Aralık 2009'da, Hull maçından üç gün sonra, 5–0 biten ve yılın son maçı olma niteliği taşıyan Wigan Athletic maçında bir gol kaydetti.
23 Ocak 2010'da, 4-0 kazanılan Hull City maçında, üçü son 10 dakikada olmak üzere atılan gollerin tamamı Rooney'den geldi. Bu maç, Rooney'nin dört gol birden attığı ilk maç olarak tarihe geçti. 27 Ocak 2010'daki Manchester City maçının 2. duraklama dakikasında attığı golle takımının, iki ayaklı olan aşamayı toplamda 4-3 kazanmasını ve Football League Cup finalinde oynamaya hak kazanmasını sağladı. 31 Ocak 2010'da, tıpkı Premier League'deki ilk golü gibi, ligdeki 100. golünü de 3-1 biten Arsenal maçında kaydetti. 16 Şubat 2010'da,Milan'a attığı iki kafa golüyle maçın 3-2 kazanılmasını sağladı. Bu gollerle Rooney, Şampiyonlar Ligi'nin 2009-10 sezonundaki ilk gollerini kaydederken, United'ın Giuseppe Meazza Stadyumu'ndaki ilk Milan galibiyetine ulaşmasını sağladı. 28 Şubat'ta oynanan Football League Cup finalinde Aston Villa'ya attığı golle maçın 2-1 bitmesini ve takımının şampiyonluğa ulaşmasında önemli rol oynadı. Milan ile oynanan ikinci maçı da 4-0'lık skorla takımı adına iki gol atan Rooney, sezon genelinde toplamda 30 gole ulaştı. Avrupa kupası maçından beş gün sonra oynanan ve 3-0 kazanılan Fulham maçında gollerine ikisini daha ekledi.
30 Mart 2010'da, Bayern München ile yapılan Şampiyonlar Ligi çeyrek final ilk maçının son dakikalarında Mario Gómez ile girdiği ikili mücadele sonucu ayak bileği burkuldu. Bağlarında önemli bir yırtık olmasından, hatta ayak bileğinin kırılmış olabileceğinden endişelenilse de, ayak bağlarında ufak bir zedelenme olduğu ve 2-3 hafta sonra yeniden sahalara dönebileceği söylendi. Ligde şampiyonluk yarışında olunan Chelsea ve ertesi haftaki Bayern München ile oynanan Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinin ikinci maçında forma giyemeyeceği açıklansa da Bayern München maçına ilk on birde başladı. 41. dakika itibarıyla 3-0 önde olan United, bu dakikadan sonra kalesinde bir gol görürken, kalesinde 2 gol birden görmesi üzerine, sakatlığı nükseden Rooney oyundan alındı. Maçı 3-2 kazanan United, Rafael'in de kırmızı kart görüp oyundan ihraç edilmesiyle on kişi kaldı. İkinci golü de bulan Münih, deplasman golü kuralı sebebiyle United'ı kupadan elerken; sakatlığı nükseden Rooney oyundan alınmak zorunda kaldı. Sezon boyunca 44 resmî maça çıkan ve 34 gol atmayı başaran Rooney 25 Nisan'da, İngiltere'de Yılın Futbolcusu seçildi.
8 Ağustos 2010'da Chelsea ile yapılan FA Community Shield maçında ilk yarı boyunca forma giydi. Maçı 3-1 kazanan United kupanın sahibi olurken Rooney de sezona kupayla başlamış oldu. Ligdeki ilk iki maçında görev almasına rağmen golle tanışamayan oyuncu, 28 Ağustos'ta West Ham United ile oynanan ve 3-0 bite |
n maçta, takımının ilk golünü penaltıdan kaydetti ve ligde 13 maç aradan sonra golle tanıştı. 19 Ekim 2010'da teknik direktör Alex Ferguson, katıldığı basın toplantısında Rooney'nin takımla yeni bir sözleşme imzalamak istemediğini ve kulüpten ayrılmak istediğini belirtti. Bu açıklama, Rooney'nin ayak bileğinden yaşadığı sakatlığın uzamasının ardından Ferguson ile yaşadığı tartışmanın ardından yapıldı. Tartışma, Ferguson tarafından ortaya atılan bir iddiadan kaynaklanmaktaydı. İddiaya göre Rooney, Ferguson tarafından oynatılmaması yüzünden sakatlığı varmış gibi davranmaktaydı. Açıklamanın ertesi gün Rooney, kulüpten ayrılmak istediğini açıkladı. Neden olarak ise kulübün kaliteli oyuncu transfer etmediği ve bu sayede kupa kazanmanın imkânsız olduğunu söyledi. Fakat tüm bu yaşananlara rağmen 22 Ekim'de, United ile olan sözleşmesini beş yıl daha uzatarak Haziran 2015'e kadar kulüple anlaşmaya vardı.
Rooney'nin futbola dönüşü 20 Kasım'daki Wigan Athletic maçında sonradan oyuna girmesiyle oldu. Dört gün sonra, Rangers ile oynanan Şampiyonlar Ligi maçına ise ilk on birde başlarken, penaltıdan attığı golle maçın 1-0 United lehine sonuçlanmasını sağladı. 1 Ocak 2011'de oynanan ve deplasmanda 2-1 kazanılan West Bromwich Albion karşılaşmasında ise Premier League'in 2010-11 sezonundaki ilk golünü kaydetti. 1 ay sonra, 1 Şubat 2011 tarihindeki 3-1 kazanılan Aston Villa maçında United'ın iki golü ve Nemanja Vidić'in kaydettiği golün asisti Rooney'den geldi. 12 Şubat'ta, Manchester City derbisinin 78. dakikasında attığı röveşata golüyle takımını 2-1'lik galibiyete taşıdı. Maç sonrasında United teknik direktörü Alex Ferguson bu golün Old Trafford'da gördüğü en güzel gol olduğunu belirtirken; Rooney de yaptığı açıklamada bu golün, kariyerinin en iyi golü olduğunu söyledi. İki hafta sonraki 4-0'lık Wigan Athletic maçının üçüncü, 1 Mart'ta Stamford Bridge'de oynanan ve 2-1 kaybedilen Chelsea maçında takımının tek golünü attı. 12 Mart'da, Arsenal ile oynanan FA Cup mücadelesinde ise United'ın ikinci golünün sahibi oldu ve 2-0'lık galibiyette önemli rol oynadı.
2 Nisan günü, deplasmanda alınan 4-2'lik West Ham United galibiyetinde 2010-11 sezonundaki ilk hat trick'ini yaptı. Attığı bu üç gol Manchester United kariyerindeki beşinci hat trick'i olurken; maçtaki ikinci golü ise United forması altında Premier League'de attığı 100. gol olarak tarihe geçti. Üçüncü golünün ardından yaptığı sevinçte saha yanındaki kameralara gelip, küfür etmesi sebebiyle Futbol Federasyonu tarafından kendisi hakkında soruşturma başlatıldı. Hatasını kabul eden ve yaptığı bu hareket için özür dileyen Rooney, verilen iki maçlık oynamama cezasına ise itiraz etti. Kameralar karşısında küfür eden ilk futbolcu olmadığını ve kendisine ayrımcılık yapıldığını belirterek cezanın hafifletilmesi yönünde yaptığı itiraz, federasyon tarafından reddedildi. Zezası sebebiyle ligdeki Fulham ile FA Cup yarı finalindeki Manchester City maçlarında oynayamadı. West Ham United maçından dört gün sonra, 6 Nisan'da Chelsea ile oynanan Şampiyonlar Ligi çeyrek finali ilk maçının tek golü Rooney'den geldi.. Bunu, 26 Nisan günü Schalke 04 ile oynanan çeyrek final ilk maçında attığı gol takip etti.
14 Mayıs 2011'da, Ewood Park'ta oynanan ve ligin sondan bir önceki maçı olan Blackburn Rovers maçında penaltıdan attığı golle takımına 1-1'lik beraberliği getirdi. Maçtan alınan 1 puan, United'ın lig tarihindeki 19. şampiyonluğuna ulaşması için yeterli oldu.
Rooney sezona, West Bromwich Albion deplasmanında ve iç sahadaki Tottenham Hotspur maçlarında attığı birer golle başladı. 28 Ağustos'taki Arsenal maçında teki penaltıdan, ikisi ise serbest vuruştan olmak üzere üç gol kaydederek hat trick yapma başarısını gösterdi. İlk gol aynı zamanda Rooney'nin United kariyerinde oynadığı resmî maçlardaki 150. golü oldu. Bu sayede 150 gollü Ryan Giggs ve Paul Scholes'u geride bırakarak, 1992'de kurulan Premier League'de Manchester United adına en çok gol atan oyuncu oldu. Maç ise 8-2'lik United galibiyetiyle sonuçlandı. Gollerin yanında Nani'nin attığı golün de asistini yapan oyuncu, maçın adamı seçildi. 10 Eylül'de, Bolton Wanderers ile oynanan dördüncü hafta maçında, Arsenal maçındaki başarısını tekrarlayarak hat trick yaptı. 5-0 biten maçın ardından Rooney; Les Ferdinand, Ian Wright ve Didier Drogba'nın ardından Premier League tarihinde iki maç üst üste hat trick yapan dördüncü oyuncu oldu. Öte yandan United forması altında toplamda yaptığı yedi hat trick ile Bobby Charlton'ı yakalayarak; Denis Law, Jack Rowley ve Dennis Viollet'in ardından en çok hat trick yapma başarısını gösteren dördüncü oyuncu oldu. Ligin ertesi haftasında, 18 Eylül günü oynanan ve 3-1 kazandıkları Chelsea maçında da gol atmayı başardı. Maç 3-1 devam ederken, ikinci yarıda United'ın kazandığı bir penaltıda topun başına geçen Rooney, topa vurmak için hareketlendiğinde kaydı ve dengesiz bir vuruş gerçekleştirdiği top kalenin üstünden dışarı çıktı.
Babası ve amcasının bir bahis operasyonunda tutuklanmasından iki gün sonra Karadağ ile oynanan ve 2-2 sona eren millî maçta, rakibine attığı tekme sonrasında kırmızı kart görmüştü. Bu maç sonrasındaki ilk lig maçı olan 15 Ekim'deki Liverpool maçına yedek başladı. 18 Ekim günü, Şampiyonlar Ligi grubundaki Oțelul Galați deplasmanında tekrar ilk on bire döndü ve 0-2 sonuçlanan maçta, biri penaltıdan olmak üzere iki gol atmayı başardı. Attığı bu iki golle birlikte 24 gollü eski takım arkadaşı Paul Scholes'u geride bırakıp 26 gole ulaşarak, Şampiyonlar Ligi tarihinde en çok gol atan İngiliz futbolcu oldu. Sonraki iki lig maçında golle tanışamayan oyuncu, 2 Kasım'daki Oțelul Galați maçında 2-0 kazanan takımının ikinci golünü atan isim oldu. Bu maçta Rooney, esas mevkisi olan forvette değil, orta sahanın ortasında oynamıştı.
10 Kasım günü, Wolverhampton Wanderers ile oynadıkları ve 4-1 kazandıkları maçta attığı iki golle, ligdeki sekiz, resmî maçlardaki ise beş maçlık golsüzlük serisini sonlandırdı. 18 Kasım'daki Queens Park Rangers deplasmanının ilk dakikasında attığı golle, maçın takımının 0-2 lehine sonuçlanmasında pay sahibi oldu. 0-5 kazandıkları 21 Aralık'taki Fulham mücadelesinde 300. Premier League maçına çıkarken, bu maçta takımı adına bir de gol kaydetti.
8 Ocak'ta, FA Cup üçüncü turundaki Manchester City derbisinde takımı 2-3 kazanırken, iki gol birden atmayı başardı. Bu gollerle United kariyerindeki resmî maçlarda 164 gole ulaştı ve Mark Hughes'u geride bırakarak takım tarihindeki en golcü 7. oyuncu konumuna geldi. Sonrasındaki iki lig maçını golsüz geçirmesinin ardından, takımının 3-0 geriye düştüğü 5 Şubat'taki Chelsea deplasmanında ikisi de penaltıdan olmak üzere iki gol kaydetti ve maçın 3-3 sonuçlanmasında etkili oldu. 11 Şubat'taki 2-1 sonuçlanan ve yalnızca resmî maçlar göz önüne alındığında Rooney'nin United forması altındaki 350. maçı olma özelliği taşıyan Liverpool maçında takımının iki golü kendisinden geldi. 4 Mart'taki 1-3 kazandıkları Tottenham Hotspur deplasmanında attığı golle, 168 gollü Joe Spence'i geride bıraktı ve kulüp tarihinin en golcü altıncı ismi konumuna geldi. 8 Mart günü Athletic Bilbao karşısındaki UEFA Avrupa Ligi mücadelesinde, biri penaltıdan olmak üzere iki gol atsa da takımı kendi evinde 2-3 kaybetti. 11 Mart'taki 2-0 sonuçlanan West Bromwich Albion maçında, yine biri penaltıdan olmak üzere iki gol atan Rooney; Athletic Bilbao ile 15 Mart günü oynanan rövanş karşılaşmasında da takımının tek golünü atan isim oldu. Ancak bu maçı 2-1 kaybeden İngiliz ekibi, toplamdaki 5-3'lük skor sonrasında Avrupa Ligi'ne veda etti.
18 Mart'taki 0-5 kazandıkları Wolverhampton Wanderers maçı öncesinde yaptığı antrenman sırasında çektiği bir şutta top, tribünlerde bulunan 9 yaşındaki Jamie Thomas'a geldi ve çocuğun bileğini kırdı. Olaydan daha sonra haberi olan Rooney çocuktan özür diledi ve kendisine imzalı bir forma hediye edeceğini söyledi. 26 Mart'taki Fulham maçındaki tek gol kendisinden geldi. 8 Nisan'da Queens Park Rangers ile oynanan ve 2-0 kazandıkları karşılaşmada takımının ilk golünü penaltından kaydetti. 15 Nisan'da Aston Villa karşısındaki 4-0'lık galibiyette, yine biri penaltıdan olmak üzere iki gol atmayı başardı. 22 Nisan'daki 4-4'lük Everton maçında attığı iki golle iç sahadaki gollerine devam eden oyuncu, son yedi iç saha maçında da gol atmayı başarmıştı. Öte yandan maçtaki ikinci golüyle birlikte United forması altında oynadığı resmî maçlarda 180 gole ulaştı ve 179 gollü George Best ile Dennis Viollet'i geride bırakarak kulüp tarihinin en golcü dördüncü ismi oldu. Sonraki iki maçı golsüz geçen Rooney, 13 Mayıs günü Sunderland ile oynanan ligin son hafta maçında attığı golle takımına 0-1'lik galibiyeti getirse de; aynı anda oynanan diğer maçta Queens Park Rangers'ı 3-2 yenerek United ile aynı puana ulaşan Manchester City, ikili averaja bakıldığından şampiyonluğa ulaşan takım oldu. Ligi 27 golle tamamlayan Rooney ise kendisi adına ligdeki en gollü sezonuna ulaştı ve gol krallığı sıralamasında 30 gollü Arsenal oyuncusu Robin van Persie'nin ardından ikinci sırada yer aldı. Sezon genelinde ise forma giydiği 44 resmî maçta 34 gol atmayı başardı ve 2009-10 sezonundaki istatistiğinin aynısını yakaladı.
20 Ağustos günü Everton ile oynanan sezonun açılış maçına ilk on birde başlasa da, 25 Ağustos'taki Fulham maçına yedek kulübesinde başladı ve yerine yeni transfer Robin van Persie forma giydi. Maçın 68. dakikasında Shinji Kagawa'nın yerine oyuna dahil olan Rooney'nin, Hugo Rodallega'nın müdahalesi sonrası sağ bacağında kesik meydana geldi ve dört haftalığına sahalardan uzak kalacağı bildirildi. Sakatlığının ardından ilk maçına 26 Eylül'de, Football League Cup üçüncü turunda Newcastle United karşısında çıktı. 20 Ekim'deki 4-2 kazandıkları Stoke City karşılaşmasına kadar takımıyla gol atamayan Rooney, bu mücadelede attığı iki golle United forması altında oynadığı resmî maçlardaki 200. golüne ulaşmış oldu. 7 Kasım'da, Şampiyonlar Ligi'nin grup aşamasında 1-3 kazandıkları Braga deplasmanında penaltından bir gol kaydetti. 1 Aralık'taki 3-4 kazandıkları Readin |
g deplasmanında, biri penaltıdan olmak üzere iki gol attı. 9 Aralık'taki Manchester derbisini United 2-3 kazanırken, takımın iki golü kendisinden geldi. Bu gollerle Rooney hem Premier League'de 150 gole ulaştı hem de 10 golle derbi tarihindeki en golcü isimler olan Joe Hayes ve Francis Lee'nin bu unvanına ortak oldu. 15 Aralık'taki 3-1 kazandıkları Sunderland karşılaşmasında da takımının üçüncü golünü atan Rooney, 25 Aralık'ta yaptığı antrenman sırasında dizinden bir sakatlık yaşadı. Sakatlığı sebebiyle sezonun ilk yarısının kalan kısmında forma giyemeyen oyuncu, sezonun ilk yarısını altısı ligde biri Şampiyonlar Ligi'nde olmak üzere yedi golle tamamladı.
16 Ocak 2013'teki West Ham United ile oynanan FA Cup maçıyla birlikte sakatlığını atlattıktan sonra ilk kez sahada yer aldı. Bu mücadelede gerçekleştirdiği penaltı vuruşunu gole çeviremese de maçtaki tek gol kendisinden gelmişti. Fulham ile 27 Ocak'ta oynadıkları ve 4-1 kazandıkları FA Cup mücadelesinde de rakip kaleye bir gol gönderdi. 30 Ocak'ta Southampton'u ağırlayan United, 0-1 geriye düştüğü maçtan Rooney'den gelen iki golle 2-1'lik galibiyetle ayrıldı. United, 2 Şubat'taki Fulham deplasmanında da Rooney'nin golüyle 0-1 galip geldi. Tam bir ay sonra, 2 Mart'taki 4-0'lık Norwich City mücadelesinde bir gol atan Rooney, 10 Mart'ta Chelsea ile oynanan 2-2'lik FA Cup ve 16 Mart'ta Reading ile oynanan 1-0'lık lig maçlarında da birer gol kaydetti. Reading maçıyla birlikte 2013 yılında Old Trafford'da oynadığı 8 maçta 7 gol atma başarısı gösteren oyuncu, bu sezon oynamış olduğu 21 lig lig maçında attığı 12 gol ve yaptığı 9 asistle takımının kaydettiği 21 gole direkt olarak katkıda bulundu. Rooney'nin, United'ın Premier League şampiyonluğuna ulaşıp şampiyonlar kupasını kaldırdığı 2 Mayıs'taki Swansea City maçının kadrosuna alınmamasının gerekçesini teknik direktör Ferguson, Rooney'nin kulüpten ayrılmak istemesi olarak açıkladı. Öte yandan bu şampiyonluk Rooney'nin Premier League şampiyonluğu idi. Sezonun geri kalanında United formasıyla gol atamayan Rooney, sezon genelinde 37 maça çıkarken 16 gol atmayı başardı.
2012-13 sezonu sonunda United'ın teknik direktörü Alex Ferguson'un görevinden ayrılmasının ardından takımın teknik direktörlüğüne, Rooney'nin Everton'da oynadığı sıralarda da takımın başında da Everton'ın başında bulunan David Moyes getirildi. 5 Temmuz 2013'te Moyes; Chelsea, Arsenal, Real Madrid ve Paris Saint-Germain'in ilgilendiği Rooney'nin satılmayacağı yönünde açıklamada bulundu. 17 Temmuz'da Chelsea tarafından yapılan açıklamada kulübün Rooney için yaklaşık 20 milyon £ değerinde teklif yaptığı; ancak bu teklifin United tarafından reddedildiği belirtildi. 4 Ağustos günü Chelsea tarafından yapılan 25 milyon £ ve diğer ek ödemelerin yer aldığı teklif de kulüp tarafından reddedildi. Omuzundan yaşadığı sakatlık sebebiyle 11 Ağustos günü Wigan Athletic ile oynanan ve United'ın 2-0 kazandığı FA Community Shield maçında görev alamadı. 17 Ağustos'ta, Swansea City deplasmanında kendisi adına sezonun ilk resmî maçına çıktı. Rooney'nin sonradan dahil olduğu maç United'ın 1-4'lük galibiyetiyle sona erdi. 31 Ağustos günü yapılan antrenmanda takım arkadaşı Phil Jones ile çarpışması sonucunda kafasında bir açılma meydana geldi ve ertesi gün oynanan Liverpool karşılaşmasında oynayamadı. 14 Eylül'de Crystal Palace ile oynanan ve 2-0 sonuçlanan maçta, kendisi adına sezonun ilk golünü serbest vuruştan kaydetti. 17 Eylül'de, takımının Şampiyonlar Ligi'ndeki Alman rakibi Bayer 04 Leverkusen karşısında iki gol attı. United maçı 4-2 kazanırken, Rooney'nin United formasıyla resmî maçlarda attığı gol sayısı ise 200'e ulaşmış ve bu başarıyı elde eden dördüncü oyuncu olmuştu. 22 Eylül'de deplasmanda karşılaştıkları Manchester City maçında da serbest vuruştan bir gol atmasına rağmen maç, City'nin 4-1'lük üstünlüğüyle sona erdi. Bu golle birlikte 10'ar gollü Joe Hayes ve Francis Lee'yi geride bıraktı ve derbi tarihinin en golcü oyuncusu unvanının sahibi oldu. 28 Eylül'deki West Bromwich Albion mücadelesinde attığı golle birlikte son üç lig maçında gol atma başarısı gösterirken, United maçı 1-2 kaybetti. Bacağından yaşadığı sakatlık sebebiyle 2 Ekim günü Şahtar Donetsk ile oynanan Şampiyonlar Ligi karşılaşmasını kaçırdı. 26 Ekim'de United'ın Stoke City ile oynadığı ve 3-2 kazandığı maçta United'ın bir golü Rooney'den geldi. 2 Kasım'daki 1-3'lük Fulham deplasmanında takımının üçüncü golünü attı. 24 Kasım'daki 2-2 sona eren Cardiff City deplasmanının ilk golünü kaydetti. 1 Aralık'ta Tottenham Hotspur ile deplasmanda oynanan ve 2-2 berabere sona eren maçta United'ın iki golünü de atan isim oldu. Bu gollerle Premier League'de attığı gol sayısı 164'e yükselirken, 163 gollü Robbie Fowler'ı geride bırakarak lig tarihinin en golcü beşinci oyuncusu konumuna geldi. Sezonun ilk yarısındaki son golünü ise 26 Aralık'taki 2-3 kazandıkları Hull City mücadelesinde kaydetti. Bu sayede Manchester United formasıyla Premier League'deki 150 golünü atmış ve Arsenal oyuncusu Thierry Henry ile birlikte tek bir takım formasıyla Premier League'de 150 gol atma başarısını gösteren ikinci oyuncu olmuştu.
21 Şubat günü kulübüyle 5,5 yıllık yeni bir sözleşme imzaladı. Bu sözleşmeyle birlikte Rooney, haftalık 300.000 £ alacaktı. 22 Şubat günü, United formasıyla çıktığı 300. Premier League maçı olan ve 0-2 sonuçlanan Crystal Palace maçında takımının ikinci golünü attı. 8 Mart'taki 0-3'lük West Bromwich Albion deplasmanında bir gol kaydetti. 29 Mart'ta, Boleyn Ground'da oynanan ve 2-0 sonuçlanan West Ham United mücadelesindeki gollerin her ikisi de Rooney'den geldi. Bu gollerle birlikte Rooney, 211 gollü Jack Rowley'i geride bırakarak, resmî maçlarda atılan goller göz önüne alındığında kulüp tarihinin en golcü üçüncü oyuncusu konumuna geldi. 29 Mart günü Old Trafford'daki 4-1'lik skorla sona eren Aston Villa galibiyetinde attığı iki golle, iç sahada oynadığı 11 maç sonrasında golle tanıştı. Bu maçtaki golleriyle birlikte aynı zamanda, 170 gollü Frank Lampard'ı geride bırakarak Premier League tarihinin en golcü dördüncü oyuncusu oldu. 26 Nisan'daki 4-0'lık Norwich City karşılaşmasında da teki penaltıdan olmak üzere rakip kalesine iki gol gönderdi. Bu goller kendisinin 2013-14 sezonundaki son golleri olurken, 29 lig maçında attığı 17 golle United adına ligde sezonun en golcü oyuncusu oldu. Toplamda da 40 resmî maça çıkmış ve bu maçlarda attığı 19 golle takımının en golcü ismi olmuştu. Öte yandan Rooney, URFA Şampiyonlar Ligi'nde yaptığı 8 asistle turnuvayı asist lideri olarak tamamladı.
2014-15 sezonu başında takım kaptanı Nemanja Vidić'in takımdan ayrılmasının ardından yeni teknik direktör Louis van Gaal, kaptanlık görevine Rooney'nin getirildiği açıkladı. Premier League'in 2014-15 sezonunun açılış günü olan 16 Ağustos'ta, Old Trafford'da Swansea City ile oynanan maçta attığı röveşata golüyle skoru 1-1'e getirse de United maçı 1-2 kaybetti. 14 Eylül'de iç sahada Queens Park Rangers ile oynadıkları ve 4-0 kazanarak ligdeki ilk galibiyetlerini aldıkları karşılaşmada United'ın 3. golü Rooney'den geldi. 27 Eylül günü oynanan ve United'ın 2-1'lik galibiyetiyle sonuçlanan West Ham United mücadelesinde durumu 1-0'a getiren golü attı. Bu gol onun Premier League'teki 176. golü olurken, 175 golü Thierry Henry'yi geride bırakarak lig tarihinin en golcü üçüncü ismi oldu. Öte yandan oyun esnasında rakibi Stewart Downing'e yaptığı müdahale sonrasında kırmızı kart gördü ve üç maçlık ceza aldı. 22 Kasım'daki 1-2 kazandıkları Arsenal deplasmanında skoru 0-2'ye getiren golü attı. Sırasıyla 29 Kasım ve 14 Aralık'taki 3-0'lık Hull City ve Liverpool galibiyetlerinde de takımı adına birer gol kaydeden Rooney, 26 Aralık'ta Newcastle United karşısında aldıkları 3-1'lik galibiyette 2014-15 sezonunda United formasıyla ilk kez bir maçta iki gol birden attı. Gösterdiği performans sonucunda Aralık ayında Manchester United'da Ayın Futbolcusu seçildi. Öte yandan van Gaal'in göreve gelmesi sonrasında Rooney, zaman zaman orta sahada da görev almaya başlamıştı.
16 Şubat 2015'te Preston North End ile oynadıkları FA Cup maçında girdiği pozisyonda ceza alanı içerisinde yerde kalarak takımına kazandırdığı penaltı vuruşunu gole çevirerek 3-1'lik skorla galip geldikleri maçın son golünü, kendi adına ise 2015'in ilk golünü kaydetti. Maçın ardından penaltı pozisyonunda rakibin müdahalesi olmadan kendisini yere attığı yönünde gelen eleştirilerle ilgili olarak İngiltere millî takımı teknik direktörü Roy Hodgson, Rooney'yi savundu ve bu şekilde hakemi aldatmaya yönelik bir hareket yapmaya zorlandığını dile getirdi. Rooney ise davranışı için özür dileyerek "Pozisyon, takımıma penaltı kazandırmak için bir fırsattı. Bunu kullanmak zorundaydım." yönünde bir söylemde bulundu. 28 Şubat'ta Sunderland ile oynanan lig maçında, teki penaltıdan olmak üzere attığı gollerle takımına 2-0'lık galibiyeti getirdi. Bu gollerle aynı zamanda, Premier League tarihinde 11 sezon boyunca 10 gol barajını geçen ilk futbolcu oldu. 9 Mart'ta Arsenal ile oynanan FA CUP karşılaşmasında takımı geriye düşse de attığı golle beraberliği yakaladı; ancak maçı 2-1 kaybeden United kupadan elenen taraf oldu. United'ın 3-0 kazandığı 15 Mart'taki Tottenham Hotspur ve 3-1 kazandığı 4 Nisan'daki Aston Villa karşılaşmalarında takımının üçüncü gollerini kaydetti.
2014-15 sezonunda ligde attığı 12, toplamda ise attığı 14 golle her iki kulvarda da takımın en golcü oyuncusu olsa da, toplam gol sayısı göz önüne alındığında 1981-82 sezonundan beri bu başarıyı en az gol atarak elde eden isimdi. Toplam gol sayısı bakımından ise United kariyerindeki en düşük istatistik yakaladığı sezonu geride bıraktı.
26 Ağustos 2015'te, Belçika ekibi Club Brugge ile deplasmanda oynanan ve 0-4 sonuçlanan Şampiyonlar Ligi play off turu ikinci maçında, turnuva tarihindeki hat trick'ini yaparak kendisi adına sezonun ilk gollerini kaydetti. 23 Eylül'de, Ipswixh Town'u 3-0 yendikleri Football League Cup maçının ilk golü Rooney'den geldi. 26 Eylül'deki Sunderland karşısında alınan 3-0'lık galibiyette United'ın ikinci golü |
nü attı ve ligde 1000 dakikadan fazla süredir gol atamama serisini bozdu. 17 Ekim'de, Everton deplasmanında aldıkları 0-3'lük galibiyette, Premier League tarihindeki 187. golünü atarak Andrew Cole'u yakaladı ve lig tarihinin en golcü futbolcuları sıralamasında ikinci sıraya yükseldi. 3 Kasım'da Old Trafford'da, ÇSKA ile oynadıkları Şampiyonlar Ligi grup karşılaşmasında attığı golle takımına 1-0'lık galibiyeti getirdi. Bu golle aynı zamanda, resmî maçlar baz alındığında United forması altında 237 gole ulaşmış ve Denis Law'u yakalayarak ile birlikte kulüp tarihinin en golcü ikinci oyuncusu konumuna yükselmişti. 28 Kasım'daki Leicester City karşılaşmasında ayak bileğinden yaşadığı sakatlık sebebiyle oyundan alınan Rooney, 19 Aralık'taki Norwich City maçıyla sahalara döndü. Bu maç aynı zamanda United formasıyla çıktığı 500. resmî maçtı ve bu sebepten ötürü maç öncesinde kendisine Bobby Charlton tarafından bir ödül takdim edildi.
2 Ocak 2016'daki Swansea City maçında attığı skoru belirleyen golle maç 2-1 lehlerine sonuçlanırken bu golle birlikte Cole'u geride bırakarak Premier League'in, Law'u geride bırakarak ise Manchester United tarihinin en golcü ikinci ismi oldu. 9 Ocak'ta, Sheffield United ile oynanan ve 1-0 kazandıkları FA Cup üçüncü turu mücadelesinin duraklama dakikalarında penaltıdan kaydettiği golle takımına 1-0'lık galibiyeti getirdi. 12 Ocak'ta, 3-3 sona eren ligdeki Newscastle United deplasmanında teki penaltıdan olmak üzere iki gol kaydetti. Bir sonraki maç olan 17 Ocak'taki Liverpool deplasmanının tek golünü attı. Bu gol aynı zamanda Premier League'de Manchester United adına 176. golü olurken, Thierry Henry'yi geride bırakarak tek bir takım formasıyla Premier League'de en çok gol atan oyuncu oldu. 29 Ocak'ta, FA Cup'ın dördüncü turunda oynanan ve United'ın 1-3'lük galibiyetiyle sona eren Derby County maçının ilk golü Rooney'den geldi. 2 Şubat'daki Stoke City ile oynanan karşılaşmada skoru 3-0 olarak belirleyen golü attı. 13 Şubat'taki Sunderland maçında dizinden sakatlık yaşasa da oyundan çıkmayı reddetti ve maçı tamamladı; ancak bu sakatlık sebebiyle iki ay kadar sahalardan uzak kaldı. 16 Nisan'daki Aston Villa maçına ilk on birde başlayarak sakatlık sonrası ilk maçına çıktı. 17 Mayıs'ta, Bournemouth karşısında alınan 3-1'lik galibiyette takımının ilk golünü kaydetti. 21 Mayıs'ta, Sunderland ile oynanan 2016 FA Cup Finali'nde takım kaptanı olarak sahaya çıktı ve maçın normal süresinin 1-1 berabere sona ermesi sebebiyle oynanan uzatma süresi de dahil olmak üzere 120 dakika sahada kaldı. Manchester United maçı 2-1 kazanırken, Rooney de kariyerindeki ilk FA Cup şampiyonluğunu elde etti. Sezon boyunca 41 resmî maça çıkan ve 15 gol kaydeden Rooney, 17 gollü Anthony Martial'ın ardından United adına sezonun en golcü ikinci oyuncusu oldu.
7 Ağustos'ta oynanan sezon ilk resmî maçı olan 2016 FA Community Shield karşılaşmasında Leicester City'yi 2-1 yenen takım kupayı kazanırken, Rooney de Manchester United kaptanı olarak ikinci kupa şampiyonluğunu yaşadı. 3-1 kazandıkları 14 Ağustos'taki Bournemouth deplasmanında takımının ikinci golünü kaydetti. 3 Kasım'da 2-1 yenildikleri UEFA Avrupa Ligi'ndeki Fenerbahçe deplasmanında takımının tek golü kendisinden geldi. 6 Kasım'daki 3-1'lik Swansea City galibiyetinde Zlatan Ibrahimović'in iki golünün asistini yaparak Premier League tarihinde 100 asist barajını geçen üçüncü isim oldu. UEFA Avrupa Ligi'nde, 24 Kasım'daki 4-0'lık Feyenoord mücadelesinde kaydettiği gol kendisinin Manchester United formasıyla UEFA yarışmalarındaki 39. golü olurken, Ruud van Nistelrooy'u geride bırakarak takımın UEFA yarışmalarındaki en golcü oyuncusu oldu.
7 Ocak 2017'de, 4-0 kazandıkları Reading ile oynanan FA Cup üçüncü turu maçında attığı golle kulüp tarihindeki 249. golüne ulaşarak Bobby Charlton'ı yakaladı ve kulüp tarihinin en golcü iki oyuncusundan biri oldu. 21 Ocak'ta, Stoke City deplasmanının son dakikasında takımına 1-1'lik beraberliği getiren golle birlikte kulüp kariyerindeki 250. golüne ulaştı ve Charlton'ı geride bırakarak Manchester United tarihinin en çok gol atan futbolcusu oldu. 29 Ocak'taki Wigan Athletic maçı öncesinde kendisine, bu unvanın bir nişanesi olarak Bobby Charlton tarafından bir Altın Ayakkabı ödülü takdim edildi. Bu başarısının ardından kendisine ayrıca 2017 yılının FWA Övgü Ödülü takdim edildi. 26 Şubat'ta Southampton ile oynanan ve takımının 3-2 kazandığoı 2017 EFL Cup Finali'nde yedekler arasında olan futbolcu, takım kaptanı olarak üçüncü kupasına ulaşırken aynı zamanda kariyerindeki üçüncü EFL Cup şampiyonluğunu elde etti. 23 Nisan'daki 2-0'lık Burnley deplasmanında takımının ikinci golünü atan Rooney, 30 Nisan'daki 1-1 sona eren Swansea City maçında takımını 1-0 geçen golü penaltıdan kaydetti. 14 Mayıs'taki 2-1 kaybettikleri Tottenham Hotspur deplasmanında takımının tek golünü atarken, bu gol kendisinin Manchester United formasıyla attığı son gol oldu. 24 Mayıs'ta Ajax ile 2017 UEFA Avrupa Ligi Finali'nde karşılaşan Manchester United, maçtan 2-0 galip ayrılarak kupayı kazanan taraf oldu. Rooney ise maçın 89. dakikasında oyuna girmişti. UEFA Avrupa Ligi kupasını kazandığı bu maç, Rooney'nin Manchester United kariyerindeki son maçı oldu. Premier League'de attığı 5 gol, kariyerindeki en az lig golünü attığı sezon olurken; tüm resmî organizasyonlarda attığı 8 gol ise 2002-03 sezonuyla birlikte kariyerinin gol bakımından en verimsiz sezonu oldu.
9 Temmuz 2017'de, Manchester United'ın bonservis bedeli talep etmemesi sonrasında, eski kulübü Everton ile iki yıllık sözleşme imzaladı. Rooney'ye, Romelu Lukaku'nun takımdan ayrılmasıyla boşa çıkan 10 numaralı forma verildi. Dönüşü sonrasında kulübüyle ilk resmî maçına 27 Temmuz'da, 1-0 kazandıkları MFK Ružomberok ile oynanan Avrupa Ligi üçüncü eleme turu ilk maçında çıktı. 12 Austos'ta, Stoke City'yi 1-0 yendikleri lig maçında, ikinci Everton dönemindeki ilk Premier League maçına çıkan Rooney, aynı zamanda ilk golünü de bu maçta kaydetti. 21 Austos'taki 1-1 sona eren Manchester City deplasmanında, Premier League kariyerindeki 200. golünü atarak Alan Shearer'ın ardından 200 gol barajını geçen ilk oyuncu oldu. 28 Eylül'de, Avrupa Ligi grup aşamasında oynanan ve 2-2 sona eren Apollon Lemesu maçında, ikinci Everton dönemindeki ilk Avrupa kupaları golünü attı. 15 Ekim'deki Brighton & Hove Albion deplasmanının 90. dakikasında penaltıdan attığı golle 1-1'lik skoru belirledi. Ligin ertesi haftası, 22 Ekim'de oynanan ve 5-2 kaybettikleri Arsenal karşılaşmasının ilk golü de kendisinden gelmişti. 29 Kasım'da, West Ham United karşısında aldıkları 4-0'lık galibiyette hat trick yaptı. Bu maçta attığı üçüncü gol, Premier League Ayın Golü olarak belirlendi. 10 Aralık'taki Liverpool derbisinde, penaltıdan attığı golle durumu 1-1'e getirerek maçın skorunu belirledi. 13 Aralık'taki Newcastle United deplasmanında, takımına 1-0'lık galibiyeti getiren golü attı. 18 Aralık'ta, 3-1 kazandıkları maçta da penaltıdan golünü kaydederek ligde üç hafta üç üste gol atmış oldu. Aynı zamanda maçta yaptığı asistle Premier League'de 103 asiste ulaşarak, Frank Lampard'ın ardından lig tarihinin en çok asist yapan üçüncü oyuncusu oldu. Sezonun ikinci yarısında oynadığı maçlarda gol atamayan Rooney, sezon boyunca 40 maça çıkarken 11 gol kaydetmişti.
İngiltere 16 yaş altı millî takımı forması giyerek millî takım kariyerine başlayan Rooney, İngiltere 17 yaş altı millî takımı ile 2002 Avrupa 17 Yaş Altı Futbol Şampiyonası'nda yer aldı ve turnuvanın oyuncusu olarak belirlendi. İngiltere 19 yaş altı millî takımı ile ilk ve tek maçına Yugoslavya karşısında çıktı. 12 Şubat 2003'te, 17 yaşındayken oynadığı Avustralya maçıyla İngiltere millî futbol takımı formasını giyen en genç oyuncu oldu. Fakat bu rekor 30 Mayıs 2006'da, kendisinden 36 gün genç olan Theo Walcott tarafından kırıldı. 7 ay sonraki Makedonya maçında millî formayla ilk golünü atan Rooney, İngiltere millî takımı tarihinde gol atan en genç oyuncu unvanını kazandı.
İlk turnuva deneyimini 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası'yla yaşadı. 17 Haziran 2004'teki İsviçre maçında attığı iki golle turnuva tarihinde gol atan en genç futbolcu oldu. Fakat bu rekor 4 gün sonra, İsviçreli oyuncu Johan Vonlanthen tarafından kırıldı. Çeyrek finalde oynanan ve İngiltere'nin penaltı vuruşları sonucu elendiği Portekiz maçının 27. dakikasında sakatlanarak oyundan çıkmak zorunda kaldı.
Nisan 2006'da oynadığı bir lig maçında sakatlanması sebebiyle 2006 Dünya Kupası'nda oynayamaması, oynasa dahi eski formunu yakalayamaması riski doğdu. Turnuvaya yetişebilmesi için oksijen çadırı kullanılarak tedavisi hızlandırıldı. Bu sayede İngiltere'nin gruplarda oynadığı ikinci maçı olan Trinidad ve Tobago maçının ikinci yarısında forma şansı buldu. İsveç maçına ise ilk 11'de başladı. Çeyrek finalde Portekiz ile karşılaşan İngiltere'de Rooney, maçın 62. dakikasında Ricardo Carvalho ile topa sahip olmak için girdiği mücadelede rakibinin üzerine bastığı için kırmızı kart gördü. Manchester United'dan takım arkadaşı Cristiano Ronaldo, Rooney'nin hareketlerine tepki gösterdiği için Rooney tarafından itildi. Rooney 3 Temmuz'da verdiği bir demeçte Carvalho'ya yaptığı hareketin kasıtlı olduğunu kabul etmedi ve Ronaldo'ya karşı kin gütmediğini söyledi. Hakem Horacio Elizondo ise maçın ertesi günü yaptığı açıklamada Rooney'nin oyundan atılış sebebinin, Carvalho ile girdiği mücadelenin oyun kurallarını çiğnemesi olduğunu onayladı. Rooney, bu hareketi sonucunda FIFA tarafından iki maçlık oynamama ve 5.000 İsviçre frangı para cezasına çarptırıldı. Seri penaltı atışları sonucunda maçı kaybeden İngiltere kupadan elenirken, Rooney turnuvayı golsüz tamamladı.
Rooney, 2010 FIFA Dünya Kupası elemelerinde İngiltere'nin yaptığı 10 maçın 9'una ilk on birde başladı. 10 Eylül 2008'deki 4-1 kazanılan Hırvatistan, 6 Haziran 2009'daki 4-0 kazanılan Kazakistan ve 10 Eylül 2008'deki 4-1 kazanılan Hırvatistan maçlarında birer; 11 Ekim 2008'deki 5-1 kazanılan Kazakistan, 15 Ekim 2008'deki 3-1 kazanılan Beyaz Rusya, 10 Haziran 2009'daki 6-0 kazanılan Andorra ve 9 Ey |
lül 2009'daki 5-1 kazanılan Hırvatistan maçlarında ise ikişer gol kaydederek takımının grubunu lider tamamlamasında büyük pay sahibi oldu. Toplamda attığı 9 golle eleme grubundaki en golcü, Avrupa elemelerinde ise en golcü ikinci oyuncu oldu. 2010 FIFA Dünya Kupası'nda ise İngiltere'nin oynadığı Amerika Birleşik Devletleri, Cezayir, Slovenya ve Almanya maçlarının tamamında forma giydi. Turnuvada gol kaydedemeyen Rooney için bu turnuva basın tarafından "hayal kırıklığı" olarak yorumlandı. Cezayir ile oynanan ve 0-0 biten karşılaşmada, İngiliz taraftarların kendisini yuhalaması üzerine Rooney; "Kendi taraftarınızın sizi yuhladığını görmek ne kadar hoş. Oldukça vefalılar." şeklinde açıklamada bulundu. Fakat ertesi gün yaptığı açıklamayla taraftarlardan özür diledi. İngiltere ise turnuvanın ikinci turunda Almanya'ya elendi.
2012 Avrupa Futbol Şampiyonası elemeleri İngiltere için iyi geçti ve grupta oynadığı sekiz maçın beşini kazanırken, üçünde berabere kaldı. Grubunu birinci sırada tamamlayan takım, bu sayede Polonya ile Ukrayna'nın ortaklaşa düzenlediği 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası'na gitmeye hak kazanmıştı. Bu maçlarda Rooney, biri İsviçre'ye diğer ikisi ise Bulgaristan'a olmak üzere toplamda üç gol kaydetti; ancak Karadağ ile oynanan ve 2-2 sonuçlanan grubun son maçının 74. dakikasında rakibi Miodrag Džudović'e yaptığı müdahale sonrasında kırmızı kart gördü. Maçın ardından UEFA'ya bizzat mektup yazarak yaptığı hareketten dolayı özür dilemesi ve duyduğu pişmanlığı dile getirmesine rağmen, UEFA tarafından kendisine üç maçlık ceza verildi. Bu ceza, İngiltere'nin şampiyonadaki grup maçlarının tamamında Rooney'nin yer alamayacağı anlamına geliyordu. İngiltere Futbol Federasyonunun verilen bu cezaya itiraz ederek UEFA'ya karşı dava açmasının ardından UEFA tarafından 8 Aralık 2011 günü yapılan açıklamada cezanın iki maça indirildiği belirtildi. İngiltere'nin yer aldığı D grubundaki Fransa ve İsveç maçlarını kaçıran Rooney, 19 Haziran 2012 günündeki Ukrayna maçında forma giydi. Maçtaki tek gol kendisinden gelirken, bu sonuçla İngiltere, grubunu birinci sırada tamamlayarak çeyrek finale yükselmeye hak kazandı. Ancak çeyrek finalde İtalya ile oynanan ve golsüz beraberlikle geçilen 120 dakika sonrası kullanılan seri penaltı atışlarında 4-2'lik yenilgiye uğrayan İngiltere, turnuvaya veda etti. Diğer taraftan Rooney, kullandığı penaltı atışını gole çevirmişti.
2014 FIFA Dünya Kupası elemeleri kapsamında, 12 Ekim 2012'de San Marino ile oynanan maçta millî forma altındaki 30. ve 31. gollerini atmayı başaran Rooney, İngiltere millî takımı tarihinin en golcü beşinci oyuncusu oldu. Aynı zamanda bu maç, Rooney'nin İngiltere kaptanı olarak yer aldığı ilk mücadeleydi. Elemeler kapsamında 22 Mart 2013'te oynanan 0-8'lik San Marino ile 26 Mart'ta oynanan 1-1'lik Karadağ deplasmanlarında birer gol kaydetti. 2 Haziran günü, yenilenen Maracanã Stadyumu'nun açılış maçında Brezilya ile karşılaşan İngiltere adına bir gol atarken, maç 2-2'lik beraberlikle sona erdi. 11 Ekim'deki 4-1 kazandıkları Karadağ karşılaşmasında attığı golle birlikte İngiltere millî takımı formasıyla oynadığı resmî maçlardaki 27. golününü kaydetti ve 26 gollü Michael Owen'ı geride bırakarak bu alanda lider konumuna geldi. 2014 FIFA Dünya Kupası elemelerinde grubunu lider olarak tamamlayan İngiltere şampiyonaya katılma hakkını kazanırken; elemelerde yedi gol atmayı başaran Rooney, eleme grubunun en golcü oyuncusu oldu. Dünya Kupası'nda D Grubu'na düşen İngiltere'nin 19 Haziran günü Uruguay ile oynadığı ikinci grup maçında skoru 1-1'e taşıyan golü atsa da ülkesi maçı 2-1 kaybetti. Bu gol, Rooney'nin Dünya Kupası finallerinde attığı ilk goldü. Oynadığı üç grup maçından bir puan çıkaran İngiltere ise grubu sonuncu sırada tamamlayarak turnuvaya veda etti.
2014 FIFA Dünya Kupası'nın ardından takım kaptanı Steven Gerrard'ın millî takımı bıraktığını açıklamasıyla birlikte teknik direktör Roy Hodgson, takım kaptanlığına Rooney'nin getirildiğini belirtti. Kaptan olarak ilk maçına 3 Eylül günü Norveç karşısında çıktı. Hazırlık maçı İngiltere'nin 1-0'lık galibiyetiyle sona ererken, takımın tek golünü Rooney penaltıdan attı. Bu golle birlikte 40 gollü Michael Owen'ı geride bırakarak millî takım tarihinin en golcü dördüncü oyuncusu konumuna geldi. 12 Ekim'de, 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerindeki Estonya karşılaşmasının tek golünü, serbest vuruştan atan isim oldu. 15 Kasım'daki 3-1 kazandıkları Slovenya maçında 100. kez millî takım forması giyen Rooney, bu maçta penaltıdan attığı golle 44 gole sahip Jimmy Greaves'i geride bırakarak millî takım tarihinin en golcü üçüncü ismi oldu. Aynı rakiple, 14 Haziran 2015'te oynanan eleme grubu maçında durum 2-2 devam ederken, maçın bitimine dört dakika kala attığı golle takımını 3-2'lik galibiyete taşıdı. Bu golle millî takım formasıyla 48 gole ulaşarak Gary Lineker'ı yakaladı ve millî takım tarihinin en golcü ikinci oyuncusu oldu. Elemeler kapsamında 5 Eylül günü oynanan San Marino deplasmanında İngiltere formasıyla 49. golünü atarak Bobby Charlton'ın rekorunu egale ederek takım tarihinin en golcü ismi konumuna geldi. 8 Eylül'de, elemeler kapsamında İsviçre ile oynanan karşılaşmada ise 50. golünü kaydetti ve millî takım tarihinin en golcü futbolcusu oldu. Bu maç aynı zamanda kendisinin 107 maçı oldu ve Ashley Cole ile birlikte İngiltere formasını en çok giyen oyuncular sıralamasında beşinci sıraya yükseldi. Elemelerde toplam 7 gol kaydeden Rooney, eleme grubunun en golcü ismi olmuştu.
4 Eylül 2016'da, Slovakya ile oynanan 2018 FIFA Dünya Kupası elemeleri maçında 116. kez millî takım formasını giyerek, Peter Shilton'ın ardından İngiltere millî takımıyla en çok maça çıkan ikinci oyuncu oldu. Maçtan birkaç gün önce, Dünya Kupası'nın ardından millî futbol takımı kariyerini sonlandıracağını açıklamıştı. Mart 2017'de, teknik direktör Gareth Southgate tarafından millî takım kadrosuna alınmadı. 23 Ağustos 2017'de Rooney, millî takım kariyerini sonlandırdığını açıkladı. 11 Kasım 2016'da, 3-0 kazandıkları İskoçya maçı, Rooney'nin İngiltere millî takımı formasıyla oynadıı son maçıydı.
!67!!15!!4!!0!!6!!2!!colspan="2"| -!!0!!0!!77!!17
!393!!183!!40!!22!!20!!5!!98!!39!!8!!4!!559!!253
!31!!10!!1!!0!!1!!0!!7!!1!!0!!0!!40!!11
!491!!208!!45!!22!!27!!7!!105!!40!!8!!4!!676!!281
Rooney, eşi Coleen Rooney (kızlık soyadı McLoughlin) ile ortaokulda tanıştı. Çift, 2003 yılında nişanlandı. Nisan 2006'da "The Sun" ve "News of the World" gazetelerinde yer alan haberde Rooney'nin, nişanlısı Coleen'i bir gece kulübünde dövdüğü iddiaları yer aldı. Bu olayın asılsız olduğunu belirterek açtığı davayı kazanan Rooney, 100.000 sterlin tazminat kazandı. Çift, 12 Haziran 2008'de; 6 yıllık beraberlikten sonra İtalya'daki Villa Durazzo şatosunda, 6,3 milyon euro maliyetli bir düğünle evlendi. Sağ kolunda; en sevdiği müzik grubu Stereophonics'in bir albümünün adı olan ""Just Enough Education to Perform"" yazılı bir dövmesi bulunan Rooney'e eşi bir sürpriz yaptı ve grubun düğünde sahne almasını sağladı. Bölgenin piskoposunun, Cenova yakınlarındaki La Cervara'nın dinî bir özellik taşımadığından bu düğüne uygun olmadığını söylemesine ve organizasyon için 8 kilometre kadar ileride başka bir kilise önermesine karşın La Cervara'da, doğup büyüdükleri yer olan Croxteth'ten getirdikleri Peder Edward Quinn tarafından gerçekleştirilen dinî bir tören düzenlendi.
Rooney'nin eşi Coleen, 7 Nisan 2009'da basına yaptığı açıklamada Ekim 2009 gibi ilk bebeklerini beklediklerini belirtti. 2 Kasım 2009'da dünyaya gelen erkek bebeğe, Kai Wayne ismi verildi. Çiftin 21 Mayıs 2013'te, Klay Anthony adını verdikleri ikinci bir oğlu doğdu. Öte yandan Rooney'nin küçük kardeşi John da, kendisi gibi profesyonel olarak futbolculuk yapmaktadır.
Rooney ailesi, eski futbolcu Ashley Ward ve eşi Dawn Ward'ın sahip olduğu Bilton Ward Development adlı şirket tarafından inşa edilen ve Manchester United'a transferi sonrası satın aldığı Prestbury, Cheshire'daki yaklaşık 4,25 milyon sterlin değerindeki malikanede oturmaktadır. Çiftin ayrıca Port Charlotte, Florida'da da mülkü vardır.
Rooney, özellikle rakip takımların taraftarlarınca ve İngiliz medyasında sık sık "Şrek" lakabıyla anılmaktadır. Bunun yanında "Mr. T", "Wazza", "Roo", "Roonaldo", "The Wonder Boy", "AstroBoy" ve "Bad Boy" da Rooney'e takılan lakaplar arasındadır.
Rooney; Asda, Coca-Cola, Fivestar Training, Ford, Nike, Nokia, Samsung ve Türk Hava Yolları ile reklam anlaşmaları yapmıştır. Öte yandan Electronic Arts tarafından yayımlanan futbol video oyunu serisi "FIFA"nın "FIFA 06" 'dan "FIFA 12"ye kadarki tüm oyunlarının Birleşik Krallık versiyonunun kapaklarında yer almıştır.
9 Mart 2006'da Rooney, HarperCollins ile gelmiş geçmiş en büyük spor kitabı anlaşmasına imza attı. Rooney, bu anlaşmadan 5 milyon sterlinle birlikte, on iki yıllık süre boyunca yayımlanacak olan kitaplardan telif ücreti alma hakkı kazandı. "My Story So Far" adındaki ilk otobiyografi kitabı, Hunter Davies tarafından yazıldı ve 2006 Dünya Kupası'ndan sonra piyasadaki yerini aldı. Satış alanı olarak gençleri hedef alan "The Official Wayne Rooney Annual" adlı ikinci biyografi kitabı gazeteci Chris Hunt tarafından yazıldı. "My Decade in the Premier League" ismini taşıyan üçüncü kitabı ise 13 Eylül 2012'de piyasaya sürüldü.
Temmuz 2006'da Rooney'nin avukatları, Birleşmiş Milletler Dünya Fikri Mülkiyet Örgütüne (WIPO); her ikisi de 2002'de Gal oyuncu Huw Marshall tarafından alınan "waynerooney.com" ve "waynerooney.co.uk" İnternet alan adlarını almak için başvurdu. Üç ay sonra WIPO, "waynerooney.com"un kullanım hakkını Rooney'e verdi.
17 Temmuz 2002'de, Rooney'nin Everton'da oynadığı zamanlardaki menajeri Paul Stretford, Rooney ve ailesini Proactive Sports Management adlı menajerlik şirketiyle sekiz yıllık temsil anlaşmasına varması konusunda teşvik etti. Fakat Rooney, o sıralarda başka bir ajansla anlaşma halindeydi.
Stretford'un, "Rooney'nin Pro-Form Sports Management şirketiyle sözleşmesi bulunduğunu bilmesine rağmen, Rooney'i ve ailesini Proactive Sports Managem |
ent Şirketi ile bir temsil anlaşmasına varması konusunda teşvik ettiği" gerekçesiyle 9 Temmuz 2008 tarihinde suçlu bulundu. Stretford, 18 aylık hak mahrumiyeti ile 300.000 sterlinlik para cezasına çarptırıldı.
2008 yılında Proactive'den ayrılan Stretford, Rooney'i de beraberinde götürdü. Bunun üzerine şirket Rooney'i mahkemeye vererek, zararının karşılanması için 4,3 milyon sterlin talep etti. Temmuz 2010'da sonuçlanan mahkeme kararına göre Proactive'e 90.000 sterlin verilmesi belirlendi.
1 Eylül 2006'da, Everton teknik direktörü David Moyes, Rooney'nin 2006 yılında yazılan biyografisinden alınan ve kulüpten ayrılış nedeninin takımın çalıştırıcısında olduğunu açıklayan sözlerin "Daily Mail"'de yer alması üzerine futbolcuya dava açtı. 3 Haziran 2008'de sonuçlanan mahkemede alınan kararla Rooney'e 500.000 sterlinlik para cezası verildi ve yaptığı suçlamalar sebebiyle Moyes'tan özür dilemesi istendi.
Fahişe Helen Wood, Coleen beş aylık hamileyken Rooney'nin kendisi ve Jennifer Thompson'a 1.000 £ ödediğini ve üçlü seks yaptıklarını açıkladı. Sporcunun avukatlarının olayın gün yüzüne çıkmaya başladığı 2010 Ağustos'undan beri medyada yer almaması için çaba gösterdiği, ancak kendisinin para karşılığı seks yaptığı için utanç duyduğunu basınla paylaşması üzerine bu konuda başarısız olduğu belirtildi. Manchester United teknik direktörü Alex Ferguson yaptığı açıklamada medyanın, Rooney'nin özel yaşamı hakkında bu kadar haber yapmasının oyuncunun formunu olumsuz etkilediğini ifade etti.
Alicia Rhodes
Alicia Rhodes (d. 8 Eylül 1978, Manchester), Britanyalı kadın porno yıldızıdır. Şu anda ABD'de çalışmaktadır. İngiliz oyuncu Billie Piper'a olan benzerliğiyle dikkat çekmektedir.
Büyük ve doğal göğüslerinin yanında anal seks ve grup sahneleriyle ününü kazanan Alicia, Billie Piper`a da benzerliğiyle dikkat çekmektedir. "British Bukkake Babes" filmindeki sahneleriyle şöhret olmaya başlamıştır. Aynı zamanda kullandığı pis ve alaycı dil (çoğu zaman erkek oyuncularla iyi beceremedikleri konusunda dalga geçer). Bu fetiş sahnelerin bir araya getirildiği "Seven the Hard Way" isimli filmde 7 erkekle birlikte sevişmiştir.
Çocukluğunda Samantha Fox gibi kadınları kendine örnek aldığını ve büyük göğüslü olmak için dua ettiğini söyler. Hustler dergisine poz vermiştir.
Porno endüstrisine girmeden önce kuafördü ve aynı zamanda güzellik okulunda kuaförlük üzerine ders vermekteydi.
Fıkhu'l Ebsat
Fıkhu'l Ebsat, Ebu Hanife'nin akaid konusundaki eserlerinden biridir. "İmam-ı Azam'ın Beş Eseri"nden biri olan Fıkhu'l Ebsat oğlu Hammad, öğrencileri Ebu Yusuf ve Ebu Muti' bin Abdillah el-Belhi tarafından rivayet edilmiştir.
Akaid meselelerini konu alan eserin içeriği soru-cevap şeklindedir. İçerdiği meselelerden bazıları kader, Allah'ın dilemesi ve imandır. Ayrıca kısaca "günah işleyen kişinin kâfir olduğu iddiasının reddini" içeren bir bölümü de barındırır. Eser Ata el-Cürcani tarafından şerhedilmiştir.
Eserin yazma nüshaları Kahire Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.
José Luis Chilavert
José Luis Félix Chilavert (d. 27 Temmuz 1965; Luque), Paraguaylı eski millî kaleci. Serbest vuruşlardaki ustalığının yanı sıra takımın penaltılarını da kullanan Chilavert, profesyonel futbol tarihinde Rogério Ceni'den sonra en çok gol atan 2. kalecidir.
Arjantin, İspanya ve Fransa gibi liglerde görev almıştır. 74 kez millî olmuş ve millî takımda 8 gol atmıştır. 4 millî golü ise 2002 FIFA Dünya Kupası CONMEBOL elemelerinde atmıştır. Ayrıca Dünyada hattrick yapan tek kalecidir.
Her Ayın Elemanı
Her Ayın Elemanı, Fuat Ergin'in Türkiye'de yayımlanan ilk bandrollü albümüdür. "Geri Geldi" ve "Okyanuslar" parçalarına klip çekilmiştir.
Serander
Serander Karadeniz Bölgesi'nde genelde kiler ya da tahıl ambarı olarak kullanılan tahtalardan yapılan genellikle dört nadiren altı, sekiz hatta on iki direkli küçük ahşap yapıların adıdır . Göçler vasıtasıyla Batı Karadeniz yerleşimlerinde günlük kullanımdadır.
Seranderler, dört tane direk üzerine oturtulur ve serandere çıkmak için herhangi ek bir merdiven yapılmaz, ayak olarak kullanılan dikmelerine ters koni biçiminde ağaç tekerler yerleştirilmiştir. Kişi serandere çıkacağı zaman merdiveni serandere dayar ve öyle çıkar, bunun amacı yabani hayvanların girişi ve çıkışı önlenmektir. Seranderlerin direkleri 100 yıl önceye kadar ardıç ağaçlarından yapılırdı. Şu an ise bunun için özel bir ağaç seçilmemektedir.
Bu serander direklerinin ardıç olması ve Karadeniz kemençesinin en güzel ses tınısını serander ardıç direklerinde bulması nedeniyle, kemençe yapımında eski serander direkleri kullanılır, ama günümüzde ardıçtan yapılan serander direğine rastlamak çok düşük bir ihtimaldir. Eski yıkılan seranderlerin direkleri genelde kemençeciler tarafından alınmıştır.
El-Âlim ve'l-Müteallim
El Alim ve l Müteallim, El-Âlim ve'l-Müteallim, El-´Âlim ve'l-Müte´allim, Al-´Aalim wa'l-Muta´allim, العالم و ال متعلم Ebu Hanife'nin "Beş Eseri" diye anılan kitaplardan biridir. Eserde Ebu Mukatil isimli öğrencinin sorduğu sorulara Ebu Hanife cevap verir, yani eser soru-cevap tarzında yazılmıştır. Eserde iman ve ilgili kavramlar ele alınır. Kahire Kütüphanesi'nde eser VII/553'de kayıtlıdır.
Katip Şadi
Katip Şadi (doğum 24 Ağustos 1932), Giresun Görele ilçesinde doğmuş günümüzde yaşayan Karadeniz kemençesi üstadlarından biridir.
Yine Göreleli kemençe üstadı Kemal İpşir'in talebesidir. Görele tarzı Karadeniz kemençesinin günümüzdeki isimlerinden birisidir.
Çok sayıda kaset,CD ve plağı bulunmaktadır. En son ""Her zaman gelmezsin"" ve ""Almanya'dan geliyor"" isimli albümlerini piyasaya sürmüştür.Yaklaşık 600 eseri vardır. Şu an Görele de yaşamaktadır.
Mostar
Mostar, Bosna-Hersek'te Hersek bölgesinin en büyük şehri ve Bosna-Hersek Federasyonu'na bağlı Hersek-Neretva Kantonu'nun idarî merkezi olan şehir.
Neretva Nehri'nin kıyısında yer alan Mostar, Hersek'in başkentidir. 105.000 nüfuslu şehir, Bosna-Hersek'teki iç savaş sırasında büyük zarar gördü. Şehre ismini veren ünlü Mostar Köprüsü Hırvatlar tarafından yıkıldı. Savaş sırasında şehrin etnik yapısı değişti. Müslümanlar Mostar'ın doğusunda, Hırvatlar batısında yaşamaya başladı. Sırpların çoğu ise şehirden ayrıldı.
Savaştan sonra şehirde zarar gören binalar tamir, tarihi eserler restore edildi. Avrupa Birliği restorasyon çalışmaları için 15 milyon dolar harcadı. Bu arada yıkılan Mostar Köprüsü ABD, Türkiye, Hollanda, İtalya ve Hırvatistan'ın katkılarıyla Yapı Merkezi tarafından temel, beden duvarları ve zemini güçlendirilen köprü,ER-BU adlı diğer bir Türk şirketi tarafından aslına uygun olarak yeniden inşa edildi. 2005 tarihinde eski Mostar şehri, UNESCO tarafından Dünya Miras Listesine alındı. Kayseri ile, Mimar Sinan'ın Kayseri doğumlu olduğu için, kardeş şehir ilan edilmiştir.
Çankaya Üniversitesi
Çankaya Üniversitesi, Sıtkı Alp Eğitim Vakfı tarafından 9 Temmuz 1997 tarihinde kurulan bir vakıf üniversitesidir. Üniversite, 1997-98 öğretim yılında faaliyetlerine başlamıştır. Eğitim dili, Türkçe eğitim verilen Hukuk Fakültesi dışında İngilizcedir. Okulda 16 Mayıs 2016 itibarıyla üniversitede 7.772 öğrenci eğitim görmektedir. Ayrıca 322 öğretim elemanı ve 157 öğretim üyesi üniversite bünyesinde faaliyetlerini sürdürmektedir. Üniversitenin Turkuaz kampüsünün alanı, 70.000 metrekaresi kapalı alan olmak üzere toplamda yaklaşık 440.000 metrekaredir. Üniversitenin bünyesinde 5 fakülte ve 2 meslek yüksekokulu bulunmaktadır.
Çankaya Üniversitesi, 9 Temmuz 1997 tarihinde Sıtkı Alp Eğitim Vakfı tarafından bugünkü Balgat yerleşkesinin olduğu yerde kurulmuştur. Üniversite eğitim hayatına 4 fakülte, 1 meslek yüksek okulu, 2 enstitü ve 4 araştırma-uygulama merkezi ile başlamıştır. Daha sonra zamanla yeni bölümler açılmış ve üniversite büyümüştür. 2007 yılında ise Balgat kampüsünün ihtiyaçları karşılayamaması üzerinde Turkuaz kampüsnün yapımına başlanmış ve 2011 yılında bitirilerek eğitim-öğretime açılmıştır.
Her yıl Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sistemi ile yüzlerce öğrenci Çankaya Üniversitesi'ne kayıt olmaktadır. 2011 yılında yaklaşık 700 öğrenci Çankaya Üniversitesi'nde eğitim görmeye hak kazanmıştır. 2012 itibarıyla hem yeni bölümlerin açılması, hem mevcut bölümlerin kapasitesinin artırılması, hem de yeni yüksek lisans ve doktora bölümlerinin açılmasıyla beraber bu sayının 1.000'i aşması beklenmektedir. Çankaya Üniversite her yıl kabul ettiği öğrencilere çeşitli burs olanakları sağlamaktadır. Üniversitenin burs yönetmeliğindeki açıklamasına göre "Eğitim-öğretim kalitesini yükseltmek, başarılı öğrencileri özendirmek ve yükseköğretimde fırsat eşitliği sağlamak" amacıyla çeşitli burslar verilmektedir. Üniversiteye giriş başarı bursu, bilim bursu, sporda başarı bursu ve akademik başarı bursu bunlardan bazılarıdır. Üniversiteye giriş başarı bursu, öğrencilerin YGS-LYS sınavları ve özel yetenek sınavlarındaki başarı derecelerine göre tanınan bir burstur. Üniversiteye giriş başarı bursu öğrenci eğitime devam ettiği sürece hiçbir koşulda kesilmemektedir.
Üniversitenin Hukuk Fakültesi hariç eğitim dili İngilizce olmasında dolayı, Hukuk Fakültesi öğrencileri dışındaki tüm öğrenciler dönem başında İngilizce Yeterlilik Sınavı'na girmek zorundadırlar ya da İngilizce bildiğini kanıtlayan uluslararası bir sınav (TOEFL, IELTS vb.) sonuç belgesi sunmalıdırlar. Yeterlilik sınavında başarılı olan öğrenciler bölüme, başarısız olan öğrenciler ise Hazırlık Okulu'na devam ederler. Yeterlilik sınavları sene içerisinde çeşitli tarihlerde yapılır. Hazırlık okulundan mezun olabilmek için kabul edilen İngilizce seviyesi upper-intermediate'tir.
Yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin kabul uygulamalarında genel şartlar benzer olmasına rağmen özel şartlar bölümden bölüme değişmektedir. Yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin kabul işlemleriyle enstitüler ilgilenmektedir.
Balgat kampüsü, Ankara ili Çankaya ilçe sınırları içerisinde bulunan Çukurambar semtindedir. Bu kampüs ile ODTÜ kampüsü birbirine oldukça yakındır. Kampüse ulaşım olanakları gelişmiş olup yakın çevresinde Armada Alı |
şveriş Merkezi bulunmaktadır. ODTÜ dışında TOBB ETÜ ve Ufuk Üniversitesi'leri de Balgat kampüsüne yakın mesafededirler.
Mimarlık Fakültesi ve Hukuk Fakültesi bu kampüstedir.
Turkuaz kampüsü, üniversitenin Balgat yerleşkesinin ihtiyaçları karşılayamaması üzerine Eskişehir Yolu 29. km'ye inşa edilen bir yerleşkedir. 22 Ekim 2007'de dönemin Meclis başkanı Köksal Toptan tarafından temelleri atılan kampüs 2011 yılında açılmıştır. Üniversitenin Turkuaz kampüsü iki parselden oluşmaktadır. 15.232 metrekare olan birinci parsele üniversite personeli için 36 adet lojman yapılması planlanmakta olup 18 dairelik kısmı tamamlanmıştır. Kampüsün esas kısmı olan ikinci parsel ise yaklaşık 442.909 metrekare olup üzerine eğitim-öğretim yapıları, fakülteler, kafeteryalar ve diğer yapılar yapılmıştır. Turkuaz kampüsünün toplam kapalı alanı net 36.148 metrekare, brüt 70.000 metrekaredir. Ayrıca kampüsün yaklaşık 330.000 metrakaresi ağaçlandırılmıştır. Kızılay Karanfil Sokak'ta olan hazırlık sınıfı, Balgat kampüsünde olan birçok bölüm ve fakülte 2011'de Turkuaz kampüse taşınmıştır. Turkuaz kampüsün karşısında Turkuaz Vadisi bulunmaktadır. Mimarlık Fakültesi ve Hukuk Fakültesi dışındaki tüm bölümler ve fakülteler bu kampüstedir.
Turkuaz kampüs, Arkitera Mimarlık Merkezi tarafından 2011'in en başarılı mimari eserleri arasında seçildi.
2015-2016 eğitim-öğretim yılında açılması planlanan 170 kişilik yurtların, amfi tiyatronun ve spor kompleksinin inşaatları devam etmektedir.
Çankaya Üniversitesi; 5 fakülte, 2 meslek yüksekokulu ve bunlara bağlı 24 bölümü bulunmaktadır. Ayrıca 5 araştırma ve uygulama merkezi, 2 enstitü ve hazırlık okulu bulunmaktadır. Hukuk Fakültesi, Mimarlık Fakültesi, Enstitüler ve Çankaya Üniversitesi Spor Kulübüne ait birçok spor kompleksi Balgat kampüsünde, diğer bütün bölüm ve kompleksler Turkuaz kampüsündedir. Aşağıdaki belirtilen kapalı alan verileri sadece Turkuaz kampüsüne ait kapalı alan verisidir, Balgat kampüsü dahil değildir.
Çankaya Üniversitesi bünyesinde Fen Bilimleri Enstitüsü ve Sosyal Bilimler Enstitüsü olmak üzere toplamda 2 enstitü bulunmaktadır.
Fen Bilimleri Enstitüsü, üniversite ile beraber 1997 yılında kurulmuştur. Enstitüde; Bilgisayar Mühendisliği, Endüstri Mühendisliği, Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği, Matematik-Bilgisayar, Bilgi teknolojileri ve İç mimarlık alanlarında yüksek lisans programları mevcuttur. Ayrıca enstitüde Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği alanında doktora yapılabilmektedir. Enstitünün müdürü Taner Altunok'tur.
Sosyal Bilimler Enstitüsü, üniversite ile beraber 1997 yılında kurulmuştur. Enstitüde; İşletme Yönetimi, İnsan kaynakları yönetimi, Uluslararası ticaret ve finansman, Kamu hukuku, Özel hukuk, İngiliz edebiyatı ve Kültür incelemeleri, Finansal ekonomi ve Siyaset bilimi alanlarında yüksek lisans programları mevcuttur. Şu anda enstitünün doktora programı bulunmamaktadır. Enstitünün müdürü Mehmet Yazıcı'dır.
Çankaya Üniversitesi'nde 5 araştırma-uygulama merkezi bulunmaktadır.
Çankaya Üniversitesi'nde 50'den fazla öğrenci topluluğu faaliyet göstermektedir. Öğrenci toplulukları, üniversite tarafından desteklenen ve öğrenciler tarafından yönetilen, ilgili alanda etkinlik, seminer ve çeşitli gösteriler düzenleyen topluluklardır. En son güncel listeyi şuradan görebilirsiniz.
25 Nisan 1986 tarihinde ilk kez Arıspor olarak kurulmuş daha sonra ismi Çankaya Üniversitesi Spor Kulübü olarak değiştirilmiştir. Balgat kampüsündeki spor tesislerinde faaliyetlerini sürdürmektedir. Kadın Basketbol Takımı, daha önce uzun yıllar mücadele Kadınlar Basketbol Süper Ligi'nden 2009-2010 sezonunda Türkiye Kadın Basketbol 2. Ligi'ne düşmüş ancak 2010-2011 sezonunda yeniden çıkmaya hak kazanmıştır. 2012-2013 sezonundan itibaren Türkiye Kadınlar Basketbol Ligi'nde yeniden mücadele etmeye başlayacaktır.
2013'te Split,Hırvatistan'da gerçekleştirilen 12.Avrupa Üniversitelerarası Basketbol Şampiyonası'nda ilk kez katılan Çankaya Üniversitesi Bayan Basketbol Takımı 7. olmuştur.
Kafkasya Üniversiteler Birliği'nin üyesidir. Ayrıca Amerika ve Avrupa'da pek çok üniversite ile karşılıklı öğrenci-öğretim görevlisi değişim programları bulunmaktadır.
Mehmet Sırrı Öztürk
Mehmet Sırrı Öztürk, ( 1938 , Giresun - 26 Aralık 2016 , İstanbul ) Giresun'un Görele ilçesi Kemikli Köyünde doğmuş olan karadeniz kemençesi üstadlarından biridir. "Bicoğlu Osman" Osman Gökçe'nin yetiştirdiği talebedir.
TRT İstanbul Radyosu ve İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuvarında 26 yıl boyunca görev yapmış ve 2001 yılında emekliye ayrılmıştır. "Bicoğlu" ekolünü yaşatan tek kemençecidir.
1938 yılında Görele'nin Kemikli köyünde doğdu. 1944'de henüz 6 yaşında iken anne ve babasının teşviki ile kemençeyle tanıştı. İlk hocası halasının eşi Picoğlu Osman oldu. 18 yaşına kadar memlekette kalarak düğün ve yayla şenliklerinde sahne aldı.
1958'de askerliğini Hava Kuvvetleri Bando takımında yaptı. 1967'de TRT Ankara Radyosuna davet edilerek memleket havaları kayıtlarını yaptı. Daha sonra İstanbul Radyosunda benzeri çalışmaları gerçekleştirdi. 1976'da İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarından gelen davet ile 23 yıl öğretim görevlisi olarak görev yaptıktan sonra Şubat 2003'de emekli oldu. Başta Fransa, Almanya, İtalya, ABD, Macaristan ve Lüksemburg olmak üzere yurt dışı ve yurt içi birçok festivale ve etkinliklere katıldı. TV ve Radyo programlarının yanı sıra 12 adette plak yapan Öztürk, evli ve 4 çocuk babasıydı.
Uzun zamandır İstanbul'da Şişli Etfal Hastanesinde tedavi gören 78 yaşındaki Mehmet Sırrı Öztürk, akşam saatlerinde hayata gözlerini yumdu. Kemençenin son üstatlarından olan İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı emekli öğretim görevlisi Öztürk'ün cenazesi memleketi Giresun'un Görele ilçesine getirilerek, Hürriyet Mahallesi'ndeki aile kabristanlığında toprağa verildi.
Melekler ve Şeytanlar
Melekler ve Şeytanlar (İngilizce: "Angels and Demons"), Dan Brown'ın 2000 yılında yayınlanmış romanı.
Da Vinci Şifresi isimli romanın da baş karakteri olan Robert Langdon ilk kez bu romanda boy gösterdi. Bu romanda Illuminati isimli eski bir kardeşlik örgütü ile Katolik Kilisesi arasında geçen heyecan dolu olaylar anlatılıyor. Ambigramlar (tersine çevirme (inversion), sunulduğu şekliyle okunabildiği gibi, tam tersine çevrildiğinde de okunabilen grafiksel figürler) hakkında bilgi içeren ilk roman olarak gösterilir. Romanın büyük bölümü Vatikan ve Roma'da, bazı bölümleri de İsviçre'de bulunan CERN laboratuvarında geçer.
Film uyarlaması 15 Mayıs 2009'da ABD'de ve Türkiye'de vizyona girdi. Ron Howard'ın yönettiği filmde Robert Langdon'ı 2006 yapımı "The Da Vinci Code / Da Vinci Şifresi"nde olduğu gibi Tom Hanks canlandırdı.
Sporting CP
Sporting Lizbon veya Sporting CP (tam adıyla "Sporting Clube de Portugal"), Portekiz'in en köklü ve en başarılı spor kulüplerindendir. Yeşil ve beyaz renklere sahip olan kulüp iç saha maçlarını başkent Lizbon'daki Estádio José Alvalade adlı stadyumda oynamaktadır. Kulübün futbol takımı dışında hentbol, yüzme, futsal, atletizm, bilardo ve masa tenisi branşlarında da takımları bulunmaktadır. Kulüp başkanı kulübün esas adının "Sporting CP" olduğunu vurgulamaktadır.
15 Ağustos 2015 itibarıyla
Podgorica
Podgorica, (Kiril: Подгорица, Karadağ'ın başkentidir. Belediye sınırları 1,441 km²dir. Şehir nüfusu 150.000, kırsal kesim nüfusu ile beraber 185.000 kadardır. Şehir için Yugoslavya döneminde “Titograd” ismi kullanmıştır.
Karadağ'ın başkenti ve en büyük şehri olan Podgorica'nın nüfusu son yıllarda hızla artmaktadır. Sırbistan'dan ayrılan Karadağ’ın başkenti olduğundan nüfusunun daha çok artacağı tahmin edilmektedir. Banliyölerle birlikte nüfusu 185.000 civarındadır.
Dominique de Villepin
Dominique de Villepin (d. 14 Kasım 1953, Rabat, Fas), Fransız siyasetçi. 2005-2007 yılları arasında Fransa Başbakanı olarak görev yaptı.
Afrika'da, ABD'de ve ardından Latin Amerika'da, özellikle Venezuela'da, eğitim görmüştür. Paris X-Nanterre Üniversitesi'ni bitirmiş, Paris II-Assas Üniversitesi'nde hukuk lisansını tamamlamıştır. Ardından Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü'nde eğitim almıştır. Ulusal İdare Okulu'nu (ENA) bitirmiştir ki bu okuldan sınıf arkadaşları arasında François Hollande, Ségolène Royal ve Jean-Pierre Jouyet yer almaktadır.
ENA'yı bitirdikten sonra dışişleri bakanlığına girerek kariyer yapmaya başlamıştır. 1984-1992 yılları arasında Fransa'nın ABD büyükelçiliğinde ve Hindistan büyükelçiliğinde diplomatik görevlerde bulunmuştur.
1977 yılında Cumhuriyet için Birlik'e girmiştir. 1993-1995 yılları arasında Dışişleri Bakanı Alain Juppé'nin kabine direktörü olmuş, 1995'te Jacques Chirac'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından cumhurbaşkanlığı genel sekreteri olmuş ve bu görevini 2002'ye dek sürdürmüştür. Ayrıca 1996-1999 yılları arasında Ulusal Orman Ofisi (ONF) Yönetim Kurulu başkanı olmuştur.
Dışişleri Bakanlığı
2002'de Chirac'ın tekrar cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine kurulan hükümette Dışişleri Bakanı olarak atanmıştır. 2003 yılında ABD tarafından istenen Irak Savaşı'na Chirac ile beraber karşı çıkmış ve 14 Şubat 2003 tarihinde BM Güvenlik Konseyi'nde yaptığı konuşma ile alkışlanmıştır ki bu BM Güvenlik Konseyi toplantılarında nadir görülen bir durumdur.
İçişleri Bakanlığı
2004'te ise İçişleri bakanlığına getirilmiştir. 2005 AB Anayasası referandumunda 'hayır' sonucunun çıkması üzerine istifa eden Jean-Pierre Raffarin'in yerine Chirac tarafından başbakan atanmıştır.
Başbakanlığı
2005 yılında Başbakanlığa getirilmiş ve bu dönemde 2005 Fransa azınlık başkaldırısı yaşanmıştır. Ayrıca istihdam sözleşmelerine dair eylemler yapılmıştır. Nicolas Sarkozy'nin cumhurbaşkanlığına seçilmesinin ardından başbakanlık görevinden istifa etmiştir.
Başbakanlığı sonrası
Haziran 2010'da merkez sağ çizgideki république solidaire (dayanışmacı cumhuriyet) adlı partiyi kurdu ve 2011 yılına kadar başkanlığını sürdürmüştür. 2012 Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday adaylığını açıklasa da yeterli imzayı sağlayamadığı için aday olamamıştır.
Chirac'a gösterdiği bağlılıkla ‘beton |
sadakat’ diye anılmaktadır.
Marie-Laure Le Guay ile 1985 yılında evlenmiş ve 2011 yılında boşanmıştır. Bu evlilikten iki kızı (Marie, Victoire) ve bir oğlu (Arthur) olmuştur.
Faṣlu 'l-Maḳāl
Faslu'l-makâl, İslam filozofu İbn Rüşd tarafından yaklaşık 1179-1180'te yazıldığı düşünülen eser. Genelde kabul gören ve tercih edilen görüşe göre eserin tam ismi "Kitabu Fasli'l-makâl ve takriru mâ beyne'ş-şeria ve'l-hikme mine'l-ittisâl"'dir.
Eserin 1179-1180 civarında yazıldığı genel kabul görmüştür. Kaleme alındıktan sonra eserin Arapça nüshaları yaklaşık iki yüzyıl boyunca özellikle felsefe ve kelâm çevrelerinde varlığını sürdürmüştür. Daha sonra esere olan ilgi azalmış ve insanlar eseri okumayı bırakmış olsa da eserin İbranice nüshaları birkaç yüzyıl daha Batı'da varlığını sürdürmüştür. İbn Rüşd'ün Yahudi öğrencileri olduğu bilinmektedir ve Batı'nın İbn Rüşd'ü ve eserlerini öğrenmesinde bu öğrencilerin rolü büyüktür.
1859'da eserin ilk modern basımı M. J. Müller tarafından Münih'te yapıldı. Tekrar ilgi çekmeye başlayan eser bu basımdan sonra Kahire ve Cezair'de basıldı. Bu baskılar 1323-1324 dolaylarında intinsah edildiği düşünülen bir yazmayı temel almıştır. Yazma Escurial Kütüphanesi'nde bulunmaktaydı.
Bu eserin tek yazma nüshası değildir. İstinsah tarihi 1235-1236 dolayları olan bir başka yazma da Biblioteca Nacional'de (Madrid) bulunur.
Bunların dışında Faslu'l-makâl'in Orta Çağ'dan kalma, bütün veya parça halinde dört nüshası bulunan İbranice tercümesi de mevcuttur.
Faslu'l-makâl İbn Rüşd'ün ez-Zamîme ve el-Keşfan minhâci'l-edille isimli eserleriyle bir bütün oluşturduğu söylenebilir. Nitekim sık sık bu üç küçük eser birlikte basılmıştır. Zaten Escurial Kütühanesi'nde 632 numarada kayıtlı bulunan Faslu'l-makâl nüshası ez-Zamîme ve el-Keşfan minhâci'l-edille'yi de içerir.
Eserde hiçbir dinî esası inkâr etmeksizin bu dinî esaslar karşısında felsefenin durumu savunulmaktadır. Fıkıhtaki metodlarla mantık arasında benzerlik ilişkisi kurarak, bunların dinî açıdan bidât olmakla birlikte dince emredildikleri sonucuna varıyor. Ayrıca antik Yunan filozoflarının düşünce ve eserlerinden yararlanmanın önemli olduğunu ve bunda bir beis olmadığını belirtiyor.
Ayrıca eserde İsra suresi ninNOT; (bu ayettin numarandırılması yanlış sure 111 ayetten oluşmuştur) ayet inden insanların hakikate üç şekilde ulaşabileceği sonucunu çıkarır; ona göre insanlar ya burhan (delil), ya cedel ya da hatabe ile hakikati tasdik eder. Burhan ile tasdik eden insanlar "filozoflar", cedel ile tasdik edenler "kelamcılar" ve hatabe ile tasdik edenler Selefiyye ve "halktır".
İbn Rüşd eserde Gazalî'nin İslam filozoflarını tekfir etmesini şiddetle tenkit eder, Gazalî'nin filozofları tekfir ettiği hususları tek tek açıklar. Ayrıca Eş'arîleri ve Eş'arî kelam anlayışını, kelamcıların te'vili onaylayıp savunurken kullandıkları üslûp ve metodları eleştirir. Kelam konularının halka açıkça bildirilmesini doğru bulmaz, ona göre kelamcıların metodları ve konuları halka açıklaması kötü sonuçlar doğurabilir; bu tip konuları ancak alimler ele almalı, tartışmalıdır.
Ayrıca, İbn Rüşd'ün bir diğer eseri el-Keşfan minhâci'l-edille'de İbn Rüşd Faslu'l-makâl'de felsefenin din karşısındaki konumunu açıklamaya, el-Keşf'de ise dinin felsefe karşısındaki konumunu açıklamaya çalışmıştır.
Jean-Paul Marat
Jean-Paul Marat (24 Mayıs 1743 - 13 Temmuz 1793), Fransız bilim insanı ve hekim.
Fransız Devrimi sırasında radikal tutumuyla tanınmaktadır. Jakoben kulübü devrimcilerindendir. Türkçede Halkın Dostu anlamına gelen L'ami du peuple adlı bir gazete çıkarmıştır. Ateşli bir savaşçı kişiliğe sahipti. Terörü desteklemekle suçlandığından Jironden Partisi tarafından ihtilâl mahkemesinde yargılandıysa da halkın müthiş desteği ve hitap becerisiyle beraat etti. Yargılama bittiğinde bir tahta üzerine bindirilerek omuzlarda taşındı ve "100 bin kişinin kellesini istiyorum" diyerek bağırdı. Jakobenlerin gitgide güçlenmesinden sonra Jironden iktidarı derin sürtüşmeyi daha da arttırdı. Ardından ülkede iki parti arasında artacak terörü önlemek için Charlotte Corday isimli Jironden yanlısı bir kadın tarafından banyosunda bıçaklanarak öldürüldü. Kadının amacı barıştı çünkü Marat giderek daha çok şiddet yanlısı olmaya başlamıştı. Cenazesi La Pantheon'a götürüldü, ardından da Thermidor döneminde kanalizasyona atıldı. Jean Paul Marat, Fransız Devrimi'nin Robespierre'le birlikte en önemli düşünce ve eylem adamlarından biridir ve bir Montagnard mensubudur.
Edward W. Said
Edward Wadie Said (Arapça: إدوارد وديع سعيد, Idwārd Wadīʿ Saʿīd) (d. 1 Kasım 1935 – ö. 25 Eylül 2003), karşılaştırmalı edebiyat profesörü ve aktivist, teorisyen.
Amerikan vatandaşı Filistinli Hristiyan bir baba ile Lübnanlı Hristiyan annenin Filistin'de dünyaya gelmiş iki çocuğundan biridir.
Doğu'nun Batı tarafından (ve Batıda) temsili konusunu, dönemin ünlü şarkiyatçı yazarlarının metinlerini kaynak olarak kullanıp analiz ettiği ve yorumladığı "Orientalism" ("Oryantalizm") isimli kitabı ilk olarak 1978 yılında yayımlandı. Said'in -akademik bir dal olarak da nitelenebilen- şarkiyatçılık konusunu ele alışındaki titizliğini ve incelediği metinler üzerindeki uzmanlığını bir araya getirdiği bu temel eser birçok teorisyen için bu konuda çığır açmıştır. Günümüz postmodern kültür teorilerine geçişten önce, modernliğin eşliğinde kapitalizm ve emperyalizmin kök salma sürecine dair de önemli fikirler barındıran eser, aralarında Türkçenin de bulunduğubirçok dile çevrilmiştir.
Said, bu temel eseri dışında klasik müzik üzerine yazdığı kitaplarla ve Filistin meselesine değindiği sayısız makaleleriyle de tanınır.
Edward Said İngiliz yönetimi altında Kudüs'te doğdu. Babası zengin Hristiyan Filistin'lilerden bir iş adamı ve Amerikan vatandaşı, annesi Hristiyan Lübnanlı ve Filistin kökenliydi ve Nasıra'da doğmuştu. Said 12 yaşına kadar Kahire ve Kudüs arasında gidip geldi ve 1947'de Anglikan St. George Akademisine kabul edildi. 1948 Arap-İsrail Savaşı sırasında aile mülteci konumuna düşüp Mısır'a gitti.
Kopenhag Zirvesi
22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi'nde, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği'nin genişlemesinin Merkezi Doğu Avrupa ülkerini kapsayacağını kabul etmiş ve aynı zamanda adaylık için başvuran ülkelerin tam üyeliğe kabul edilmeden önce karşılaması gereken kriterlerde belirlenmiştir.
Georges Jacques Danton
Georges Jacques Danton, (d. 26 Ekim 1759 - ö. 5 Nisan 1794), Fransız devriminin en önemli kişiliklerinden biri olan avukat ve politikacı.
Danton, Jakobenler kulübünde yer almış, kralın idamına evet oyu kullanmıştır. Danton, Robespierre ile jakobenler üyesi iken, "bu kadar terör fazla" diyerek Desmoulins ile birlikte "insaflılar grubu"nu kurmuştur. Aralarında birçok memnuniyetsizin de bulunduğu bu grup, Robespierre tarafından ezilmiştir. Yargılamada hatiplik yeteneğini kullanarak savcıları halk karşısında iyice köşeye sıkıştırmış, ardından mahkeme heyeti davayı halka kapalı biçimde birkaç gün daha sürdürdükten sonra onu idama mahkûm etmiştir. Mahkeme yargılama sırasında bir "Hint kumpanyası" davasındaki yolsuzlukla insaflıların davasını birleştirmiştir.
Louis de Saint-Just
Louise (Antoine Leon) Saint Just (1767-1794) ; 1792'de geçici meclise giren bir ulusal muhafız kıtası yarbayı olan Saint Just, Jakobenlerin en sol kanadı olan Montagnard grubundandı. Yakışıklı olduğu ve rüşvet yemediği için "devrim meleği" adını almıştı. Jakoben diktatörlüğü döneminde Robespierre'in sağ kolu ve icra komitesi müdürü olan Saint Just, Kamu Selameti Komitesi'nde de 12 üyeden biriydi. 1793-1794 arası iktidarı elinde bulunduran Robespierre grubunun en ateşli mensubuydu. Jirondenlerin devrilmesinde, Hebert'in ve Danton'un yargılanıp idam edilmelerinde büyük rol oynadı. Daha sonra geçici meclis başkanı oldu. Jakoben iktidarının son günlerinde Robespierre'le bazı konularda anlaşmazlığa düştü. Ancak ondan ayrılmadı. 9 Thermidor'da konuşma yaparken kağıdı elinden zorla alındı. Geçici meclis üyelerine karşı direnmedi. Robespierre karşı koymaya çalışırken Saint Just suskun kaldı. Bu tavrı halen pek anlaşılmış değildir. 28 Temmuz 1794'te Robespierre ile birlikte giyotine yollandı. Louise (Antoine Leon) Saint Just Fransız ihtilalinin en önemli devrimcilerinden biridir.
Hani balığı
Hani balığı, Serranidae familyasını oluşturan çoğu ılıman ve tropikal denizlerde, bir kısmı acı ve tatlı sularda bulunan balık türleri.
Dorsal yüzgeçleri iki tane olup dikey ışınlıdır. Pulları ktenoid tiptedir. Yan çizgisi vardır. Renkleri parlak kırmızı olup üzerinde açık lekeler bulunur. İyi saklanır ve kamufle olurlar. Etçil ve yırtıcıdırlar.
Türkiye'de "Dicentrarchus labrax", ""Serranus scriba"", vb. türleri bulunur
Japon kılıcı terminolojisi
"Bu madde Japon kılıcı için kullanılan terimler ve anlamları hakkındadır. Kılıçlar hakkındaki açıklamalar için katana maddesine göz atın."
Clannad
Clannad. Máire Ní Bhraonáin, Ciarán Brennan, Pádraig Duggan, Pól Brennan ve Noel Duggan'dan oluşan İrlandalı müzik grubu. Yaptıkları müzik, folk, new age ve Kelt müziğinin bir sentezi olarak tanımlanabilir. 1999'da 'En İyi New Age Albümü' dalında Grammy Ödülü almışlardır.
Clannad, 1970'te ünlü bir müzisyen aile olan Brennanlarca kurulmuştur. Grubun asıl ismi 'Clann an Dobhar' (Dore'lu aile) olup sonradan Clannad şeklinde kısaltılmıştır. Máire, Ciarán ve Pól Brennan; amcaları Noel ve Padraig'e katılarak babaları Leon'un tavernasında şarkı söylemeye başladılar. Maire'nin kızkardeşi olan ünlü vokalist Enya da 1979'da gruba katılıp üç yıl sonra kendi yoluna gitmiştir. Clannad'ın müzik kariyeri, bir gün Maire (vokal ve arp ile), Ciaran (çift bas ve vokal ile), Paul (flüt ve vokal ile), Noel'in (gitar ile) ve Padraig'in (mandolin ve armonika ile) Leo Brennan (Maire, Ciaran ve Paul'ün babası) sahnede şarkı söylerken ona katılmaları ile başladı. Kısa zaman sonra bu beşli kendi başlarına da sahneye almaya başladı. Bu dönemde Beatles'tan geleneksel şarkılara, Donovan'dan Galce bir Joni Mitchell şarkısına kadar çok çeşitli müzikler sergiliyorl |
ardı.
Clannad, Letterkenny Folk Festivali'ni kazanarak ilk ödülünü aldı. Böylelikle albüm çıkarma fırsatı da elde etmiş oldu. Böylelikle kendi adlarını taşıyan bir albüm ile profesyonelliğe adım attılar. Kariyerlerindeki ikinci dönüm noktası ise 1982'de üç bölümden oluşan bir TV filmi olan Harry's Game'in (Harry'nin oyunu) film müziğini hazırlamak üzere teklif almalarıyla gerçekleşti. Yoğun melodisi ve Galce kelimeleriyle hem radyo programcılarının, hem dinleyicilerin büyük ilgisini çeken bu parça ile, Birleşik Krallık listelerinde ilk beşe girmeyi başardılar. Bu parça ayrıca 1992'de Volkswagen reklamlarında da kullanılmıştır. 1983'te Magical Ring (Büyülü yüzük) adlı albüm, Pol Ve Ciaran'ın söz ve müzikleriyle piyasaya çıktı. Maire'nın 1985'te U2 solisti Bono ile seslendirdiği In A Lifetime (Hayat boyu) adlı parça da yine hit olmuş başka bir parçadır. I Will Find You (Seni Bulacağım) adlı parçaları 1992 yapımı Son Mohikan adlı filmde kullanılmıştır. Grubun yapımcılığını üstlenen Noel'de müzikal yeteneğinin yanında ticari zekasını da kanıtlama fırsatı bulmuştur.
1996'da çıkan ve satış rekorları kıran Lore (İrfan) adlı albümlerinde Amerikan Yerlileri'nden ilham almışlardır. Albümdeki Trail of Tears (Gözyaşı izleri) adlı parçada, Noel Duggan insanın ana yurdundan sürülmesinin nasıl bir şey olduğunu tasvir etmiştir. Duggan aynı zamanda Amerikan Yerlileri'nin İrlandalılar'la olan bağını da düşünmüştür. 1998'de Grammy ödüllü Landmarks (İşaretler) adlı albümü çıkardılar. Ağırlıklı olarak geleneksel parçalardan oluşan albümde Court to Love (Aşk mahkemesi) ve The Golden Ball (Altın Top) gibi pop ağırlıklı parçalar da bulunuyordu.
2003'te çıkardıkları In A Lifetime adlı toplama albüm, o zamana kadar en çok satan albümleri oldu.
Maire Brennan, 2000 yılında müzik piyasasının çirkin yüzünü anlatan ve bir itiraf havası taşıyan Other Side of the Rainbow (Gökkuşağının öteki yüzü) adlı bir otobiyografi yazdı. Yoğun stres nedeniyle kullandığı ve kendisini ilk evliliğinden eden içki ve uyuşturucuyu bırakan Maire, sonunda mutlu bir yuva kurup iki çocuk sahibi oldu. Leo Brennan ise artık oğluna devrettiği küçük tavernasında hala ara sıra sahneye çıkmakta, akordeon çalıp şarkı söylemektedir.
Matthew Fox
Matthew Fox (d. 14 Temmuz 1966), Amerikalı oyuncu. "Lost"ta Jack Shephard rolünde oynamıştır. "Lost"tan önceki en uzun soluklu dizisi, Jennifer Love Hewitt'in de rol aldığı "Party of Five"tır. Dizi Golden Globe ödülünü almıştır.
Miroslav Klose
Miroslav Klose (d. 9 Haziran 1978, Opole), santrfor mevkiinde görev yapan Polonya asıllı Alman futbolcudur. FIFA Dünya Kupası tarihinde kaydettiği 16 golle, turnuva tarihinin en çok gol atan futbolcusudur. 01 Kasım 2016 tarihinde futbolu bıraktığını açıklamıştır.
Futbolcu bir baba olan Josef Klose ile millî hentbolcü bir annenin evladı olarak dünyaya gelen Klose, 10 yaşında SG Blaubach Diedelkopf takımında futbola başladı ve bu takımda bir yıl futbol oynadıktan FC 08 Homborg takımına transfer oldu. Burada gösteri performansla Bundesliga takımlarından 1. FC Kaiserslautern takımın dikkatini çekti.
1999 yılında FC Kaiserslautern'nin ikinci takımında amatör olarak oynadı. İlk sezonunda gösterdiği iyi performansla Nisan 2000'de ilk Bundesliga maçına çıktı. 2000-01 sezonunda Klose başarılı bir grafik ortaya koydu ve aynı yıl millî takıma seçildi.
Energie Cottbus maçında, profesyonel kariyerine ilk ve tek kırmızı kartı görmüştür. Ayrıca sonraki yıllarda, Kaiserslautern takımında tutarlı performans sonucu 2001-02 sezonunda 16 gol, ikinci sezonda 9 gol atmıştır. Üçüncü sezon 10 gol atmayı başarmıştır. 2004-05 sezonu öncesinde kulübünün mali sorunları sebebiyle SV Werder Bremen kulübüne beş milyon euro transfer olmuştur.
Klose SV Werder Bremen sürekli olarak iyi bir performans çıkarttı ve 2005-06 sezonu sonunda 26 maçta 25 gol atmayı başararak Bundesliga gol kralı oldu. 25 gol ve 16 asist yapan Klose aynı sezonda Almanya'da Yılın Futbolcusu seçildi.
Haziran 2007'de Slovakya-Almanya millî maçı sonrası Klose, Bayern Münih'te oynayacağını duyurdu.
2007-08 sezonunda Bayern Münih'e transfer olan Klose'nin transfer ücreti açıklanmadı. Bayern transfer kararı sonrası Bremen taraftarları tarafından tepki çekti ve veda sırasında yuhalanarak tepki aldı. Bayern ile o 2008 yılında çifte kupa ile Bundesliga şampiyonu olan Klose, 2010 yılında UEFA Şampiyonlar Ligi'inde İnter'le final maçında yer aldı. Haziran 2011 de Bayern Münih ile sözleşmesini karşılıklı olarak feshetmiştir ve Lazio ile anlaşmıştır.
132 kez Almanya millî takımında yer alan Klose, bu maçlarda 69 gol atmayı başarmış, 2002, 2006, 2010, 2014 olmak üzere 4 kez FIFA Dünya Kupasına, 2004, 2008, 2012 olmak üzere 3 kez de Avrupa Futbol Şampiyonası'nda Almanya millî takım formasını giymiştir. Bu maçlarda, 2002 FIFA Dünya Kupası'nda kafayla attığı 5 golle Gümüş Top Ödülü, 2006 FIFA Dünya Kupası'nda da yine 5 golle Altın Top Ödülü kazanmıştır. 2002 FIFA Dünya Kupası'nda attığı 5 kafa golü turnuvada atılmış en fazla kafa golü olarak kayıtlara geçmiştir. 2013 yılında 130 maçta attığı 68 golle Gerd Müller'in rekoruna ortak olmuştur ve 6 Haziran 2014 tarihinde Ermenistan ile oynanan Hazırlık maçında attığı gol ile Almanya futbol tarihinin en golcü futbolcusu olmuştur. 21 Haziran 2014 günü oynanan FIFA Dünya Kupası G Grubu 2. maçlarından Almanya - Gana maçının 68. dakikasında oyuna dahil olmuştur. Ve aynı maçın 72. dakikasında gol atarak turnuva tarihindeki 15. golüne ulaşmıştır. Böylelikle 14 gollü Gerd Müller'i geçerek Almanya futbol tarihinin FIFA Dünya Kupası'nda en çok gol atan oyuncusu olmuştur ve aynı zamanda Dünya Kupaları'nın en golcü ismi Brezilyalı Ronaldo'yu yakalamıştır. Brezilya Almanya maçında bir gol daha kaydederek Ronaldo'yu geride bırakarak FIFA Dünya Kupası tarihinin en golcü futbolcusu olmuştur.
Everton
"Everton"' aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Karaağaçalan, Gönen
Karaağaçalan, Balıkesir ilinin Gönen ilçesine bağlı bir mahalledir.
Middlesbrough FC
Middlesbrough Football Club ya da kısaca Boro, EFL Championship'te mücadele eden Middlesbrough merkezli İngiliz futbol kulübüdür. 1876 yılında kurulan ve ismini Middlesbrough şehrinden alan kulüp, Ağustos 1995 tarihinden beri maçlarını Riverside Stadyumu'nda oynamaktadır. Riverside, Middlesbrough'un profesyonelliğe geçtiği 1889 yılından bu yana kullandığı üçüncü stadyumudur. Ayresome Park, 1903-1995 yılları arasında kulüp tarafından 92 yıl kullanılmış ve kulüp tarihinde en fazla kullanılan stadyum olmuştur.
Kulüp, 1992 yılında kurulan Premier Lig'in kurucu üyelerinden bir tanesidir. Kulübün ana rakipleri Sunderland ve Newcastle United olmasına rağmen aynı zamanda diğer birçok Yorkshire merkezli kulüple çekişme içerisindedir. Bunlardan en önemlisi Leeds United'dır.
Bugüne kadar kulübün en yüksek lig derecesi, 1913-1914 sezonunda elde ettiği üçüncülüktür. Kulüp 1986 yılında ciddi mali zorluklar yaşadıktan sonra yönetim kurulu üyesi ve daha sonra başkan olan Steve Gibson liderliğinde kurulan bir konsorsiyum tarafından kurtarıldı. Middlesbrough, tartışmalı 1996-97 Premier League sezonunda üç puanı silinince küme düştü. Bir sezon sonra tekrar Premier Lig'e terfi eden Middlesbrough, tekrar küme düşeceği 2008-09 sezonuna kadar burada on bir ardışık sezon geçirdi. Middlesbrough, 2004 yılında kulübün ilk ve tek büyük kupası olan EFL Cup'ı kazandı. 2005-06 UEFA Kupası'nda finale yükselme başarısı gösterdi. Finalde, İspanya'nın Sevilla takımına 4-0 mağlup olan kırmızı beyazlılar böylece kulüp tarihinin ilk Avrupa kupası şampiyonluğunu kaçırmış oldu. Middlesbrough, 24 Mayıs 2009 tarihinde on bir yıllık aranın ardından tekrar küme düştü.
Kulübün geleneksel forması kırmızı-beyaz formasıdır. Kulübün tarihi boyunca çeşitli armalarında da yaygın olarak kullanılan şaha kalkmış aslan figürü, Mayıs 2007 yılında tasarlanan en son armada da kullanılmıştır.
1876 yılında amatör bir takım olarak kurulduktan sonra, iç saha maçlarını ilk iki yıl Middlesbrough Albert Park'ta oynadı. Oyuncuların ve taraftarlarının neden oldukları hasar sebebiyle, Park Komitesi kulübe maçları oynaması için alternatif bir mekan bulmasını söyledi. Kulüp sahibinden kiraladıkları, bugünkü Middlesbrough Koleji arkasında yer alan Breckon Tepesi'ne taşındı. Ancak, 1880 yılında mekan sahibi kira artışı talep edince kulüp taşınmaya karar verdi. 1882 yılında, Middlesbrough Kriket Kulübü'nün kullandığı Linthorpe Road'a taşındılar. Kriket kulübü 1893-1894 yılında Breckon Tepesi'ndeki alana taşınınca, Middlesbrough stadyumun tek kullanıcısı oldu.
Kulübün büyümesi ve English Football League'de mücadele edecek olması sebebiyle, 1903 yılında Ayresome Park ismindeki yeni stadyuma taşınmak zorunda kaldı. Archibald Leitch tarafından tasarlanan bu stadyum, gelecek doksan iki yıl boyunca kulübün iç saha maçlarına ev sahipliği yaptı. 1990 yılındaki Taylor Raporunu takiben, zemin ve gereksinim duyulan bir takım modern ihtiyaçlardan ötürü yeni bir stadyum gerekliliği ortaya çıktı. Kulüp yeni bir stadyumun yapılması için karar aldı ve 1994-95 sezonunun sonunda dışarı taşındı.
Yeni stadyum çalışmaları 1994 yılının sonbaharında başladı. Otuz iki hafta süren inşaat çalışmaları £16.000.000 mâl oldu. Yapılan oylama sonucunda kulübün taraftarları tarafından Riverside ismi verilen stadyum, 1995 yılında kulübün yeni stadyumu oldu. Mevcut diğer isim seçenekleri ise; Middlehaven Stadyumu, Erimus Stadyumu ve Teesside Stadyumu idi. İlk açıldığında, Cellnet firması ile yapılan anlaşma ile ismi £3.000.000 sponsorluk bedeliyle Cellnet Riverside Stadyumu (ve daha sonra BT Cellnet Riverside Stadyumu) olarak değiştirildi. Anlaşma 2001-02 sezonundan sonra sona erdi. Riverside, İngiliz futbolundaki lig sisteminde yer alan en üst düzey iki lig içerisinde, Taylor Raporu önerileri doğrultusunda tümü koltuklu olarak inşa edilen ilk stadyum oldu. Stadyum £16.000.000 maliyetle 30.000 kişilik olarak inşa edildi. 1998 yılında £5.000.000 ekstra bir harcama ile seyirci kapasitesi 35.100'e çıkartıldı. Stadyumun mevcut güncel seyirci kapasitesi |
34,988'e indirildi.
Yeni stadyumdaki ilk karşılaşma, 26 Ağustos 1995 tarihinde Chelsea ile oynandı ve 28.286 seyirci ile son 14 yıl içindeki en yüksek seyirci katılımı elde edildi. Middlesbrough maçı 2-0 kazanırken, stadyumdaki ilk golü Craig Hignett kaydetti. Jan Åge Fjørtoft ise stadyumda atılan ikinci golün sahibiydi.
Riverside Stadyumu'nda 2013-14 sezonunun başında, stadyuma gelen konuk takım taraftarların oturacağı bölümler yeniden düzenlendi. Ayrıca, stadyumda bulunan dev TV ekranı Güney-Doğu köşesine yerleştirildi.
Kulübün profesyonel olduğu 1899 yılından bu yana Middlesbrough'u yöneten teknik direktörler şunlardır:
Bind
BIND / baɪnd / veya named / neɪmdi ː /, internette en yaygın kullanılan DNS sunucusu yazılımıdır.
İlk olarak California Üniversitesi, Berkeley (UCB) de Bilgisayar Sistemleri Araştırma Grubu'ndan dört lisansüstü öğrenci tarafından yazılmıştır, Berkeley Internet Name Domain kısaltması buradan gelmektedir. Günümüzde, ISC (Internet Software Consortium) tarafından desteklenmektedir. Unix sistemlerinde tasarlanmış ve çalıştırılmaya başlamış olmasına rağmen bugün Microsoft NT için üretilmiş dağıtımları da mevcuttur.
BIND'ın son sürümü, BIND 10 1.1.0 6 Haziran 2013 tarihinde yayınlandı, Bind 9 sürümünden itibaren IPV6 desteği verilmeye başlamıştır.
Resmi Ana Sayfası
SL Benfica
Sport Lisboa e Benfica, (Portekizce spɔɾ liʒboɐ i bɐ ȷ fikɐ), Portekiz'in Lizbon şehrinde kurulmuş bir spor kulübüdür. Maçlarını Lizbon'da 65.647 kişilik Estádio da Luz stadında oynayan kulübün renkleri kırmızı-beyaz, amblemi kartaldır. Ülke içinde, 35 Portekiz Ligi, 25 Taça de Portugal, 4 Taça da Liga ve 4 Supertaça Cândido de Oliveira kazanmıştır.
1972-73 ve 1977-78 sezonlarında 30 maçlık lig maratonunda ligi namağlup şampiyon olarak tamamlayan ilk ve tek Portekiz kulübü olmuştur.
Ulusal alanda 1950 yılında Latin Kupası, 1960-61 ve 1961-62 sezonlarında Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası'nı müzesine götüren kulüp, ayrıca 1961 ve 1962'de Kıtalararası Kupa, 1962-63, 1964-65, 1967-68, 1987-88, 1989-90 sezonlarında Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası, 1982-83 sezonunda UEFA Kupası, 2012-13 ve 2013-14 sezonlarında UEFA Avrupa Ligi'nde ikinci olmuştur.
Çok yönlü bir spor kulübü olarak Benfica bünyesinde, Basketbol, Çim Hokeyi, Futsal, Voleybol, Hentbol, Plaj futbolu, Ragbi, Bisiklet ve Sutopu gibi branşları da barındırmaktadır. Futboldaki başarıları ve popülaritesi ile Portekiz'deki 3 büyükler arasından sıyrılarak en çok taraftar topluluğunu elde etmiştir.
Benfica 111.100.000 €'luk yıllık cirosu ile gelir açısından dünyanın en zengin yirmiikinci futbol kulübüdür.
Kulüp üye sayısıyla İngiliz kulübü Manchester United'ı geçerek Guinness Rekorlar Kitabı'na girmiştir, daha önce Manchester United'ın elinde olan 152.000'lik rekoru, 160.000 kişiyle geçen kulüp her sene bu üyeliklerden 15 milyon € gelir elde etmektedir. Bu oran kulübün gelirlerinin yaklaşık yüzde 14'ünü karşılamaktadır.
Sloganları, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri'nin de kullandığı "E Pluribus Unum" (Birlikten kuvvet doğar) dur.
Kulüp 28 şubat 1904'te Cosme Damião'nun önderliğinde Lizbon'un güneybatısındaki Belem'de yaşayan 24 genç adamın bir araya gelmesi ile yapılan toplantı ile Grupo Sport Lisboa adıyla kurulmuştur. Toplantının sonunda dünyanın en popüler ve başarılı Portekiz futbol takımı ortaya çıkmıştır. 1905'te ilk maçına çıkan takım, sonraki yıllarda zayıf yönetim koşulları ile uğraşmak zorunda kalmış ve bunun sonucunda 1907 yılında bazı futbolcular Lizbon şehrinin diğer ünlü takımı olan Sporting Lizbon'ye geçmiştir. 1908'de yapılan anlaşmayla, kulüp, 1906'da kurulan Sport Clube De Benfica ile birleşmiş ve kulübün adı Sport Lisboa e Benfica olarak değiştirilmiş, birleşme tarihi ise kulübün kuruluş tarihi olarak kabul edilmiştir.
Kulübe 1 Aralık 1954'ten beri hizmet veren 135.000 kapasiteli Estádio da Luz (1954) stadı 2003 tarihinde yıkılarak kapasitesi 65,647'ye düşürülmüştür. Stad Euro 2004'te birkaç maça ev sahipliği yapmıştır. 2013-14 UEFA Şampiyonlar Ligi finalinin bu stadda oynanması kararlaştırılmıştır.
İlk olarak kulübün ambleminde, kartal kırmızı beyaz kulüp renklerinin bulunduğu bir kalkan üzerine kondurulmuştur. Daha sonra kalkanın yerini bisiklet tekerleği almış ve bu amblem en az 30 yıl kullanılmıştır.
Mevcut amblemin kökeni 1908'lere dayanmaktadır, amblem 1930-1999 yılları arasında güncellenmiş ve son değişiklik kartalın yeniden konumlandırılması olmuştur. 2008 yılından bu yana kulüp mevcut ambleminin üzerine 3 yıldız eklemiş ve amblem günümüzdeki son halini almıştır.
Walter Melon
Walter Melon, Jetix ve Fox Kids'te yayınlanan Saban Entertainment yapımı 52 bölümlük çizgi dizi. Bir dizi kahramanın başına kötü bir şey gelirse hemen Walter Melon'a telefon edip durumunu söyler. Walter Melon gerekirse yardımcısı Bitterbug ile yerini alır ve çok komik bölümler oluşur. Diğer çizgi filmlerde de yer alan bazı kahramanların adları şu biçimde farklılık göstermektedir:
Walter Melon adlı bir dublör acil durumlarda yardım isteyenlerin yerine geçerek onların yapacakları işleri yerine getirir. Walter Melon'un yanında her zaman yardımcısı olur. Walter Melon pek akıllı sayılmadığı için yardımcısının katkıları sayesınde görevleri tamamlar. Görevler ise her zaman ilginç ve tehlikelidir. Görevlerde kahramanların başına pek çok iş gelir.
Burgaz (il)
Burgaz ili (Bulgarca: "Oblast Burgas"), güneydoğu Bulgaristan'da, Karadeniz kıyısında bulunan bir ildir. Merkezi Burgaz şehridir. Burgaz ili, yüzölçümü olarak Sofya ilinden sonra ikinci, nüfus olarak 4. büyük ildir.
Burgaz ili aşağıdaki belde ve kasabalardan ("obshtina") oluşur:
Aytos,
Dryankovets,
Zetyovo,
Karageorgievo,
Karanovo,
Lyaskovo,
Malka Polyana,
Maglen,
Peshtersko,
Pirne,
Polyanovo,
Raklinovo,
Sadievo,
Topolitsa,
Cherna Mogila,
Chernograd,
Chukarka.
Banevo,
Bratovo,
Bryastovets,
Burgaz,
Balgarovo,
Dimchevo,
Draganovo,
Vetren,
Izvorishte,
Marinka,
Mirolyubovo,
Ravnets,
Rudnik,
Tvarditsa,
Cherno More.
Belevren,
Belila,
Bistrets,
Bogdanovo,
Varovnik,
Golyamo Bukovo,
Gorno Yabalkovo,
Granitets,
Granichar,
Sredets,
Debelt,
Dolno Yabalkovo,
Draka,
Drachevo,
Dyulevo,
Momina Tsarkva,
Zagortsi,
Zornitsa,
Kirovo,
Kubadin,
Malina,
Orlintsi,
Prohod,
Panchevo,
Radoynovo,
Rosenovo,
Svetlina,
Sinyo Kamene,
Slivovo,
Suhodol,
Valchanovo,
Fakiya.
Vinarsko,
Vratitsa,
Zhelyazovo,
Kameno,
Krastina,
Livada,
Konstantinovo,
Polski Izvor,
Rusokastro,
Svoboda,
Troyanovo,
Trastikovo,
Cherni Vrah.
Asparuhovo,
Detelina,
Venets,
Glumche,
Devetak,
Devetintsi,
Dobrinovo,
Dragantsi,
Dragovo,
Ekzarh Antimovo,
Zheleznik,
Zhitosvyat,
Zimen,
Iskra,
Karnobat,
Klikach,
Kozare,
Krumovo Gradishte,
Krushovo,
Madrino,
Nevestino,
Ognen,
Raklitsa,
San-Stefano,
Sigmen,
Sokolovo,
Sarnevo,
Smolnik,
Hadzhiite,
Tserkovski,
Cherkovo.
Bliznak,
Brashlyan,
Byala Voda,
Vizitsa,
Gramatikovo,
Evrenozovo,
Zabernovo,
Zvezdets,
Kalovo,
Tırnovacık,
Mladezhko,
Slivarovo,
Stoilovo.
Ahtopol,
Brodilovo,
Balgari,
Varvara,
Velika,
Izgrev,
Kondolovo,
Kosti,
Lozenets,
Tsarevo,
Rezovo,
Sinemorets,
Fazanovo.
Banya,
Sveti Vlas,
Gyulyovtsa,
Emona,
Koznitsa,
Kosharitsa,
Nesebır,
Obzor,
Orizare,
Panitsovo,
Priseltsi,
Ravda,
Rakovskovo,
Slanchev Bryag,
Tankovo.
Aheloy,
Aleksandrovo,
Bata,
Gaberovo,
Goritsa,
Galabets,
Dabnik,
Belodol,
Kableshkovo,
Kamenar,
Kozichino,
Kosovets,
Laka,
Medovo,
Pomorie,
Poroy,
Stratsin.
Alma Dere,
Bayram Alanı,
Boğaz Dere,
Buruncuk,
Büyük Hedyatlar,
Çavdarlık,
Çelebiköy,
Çepelce,
Çereşa,
Çiftlik Mahalle,
Dıskotna,
Dereköy,
Dikenlik,
Doğan Kaya,
Dyulya,
Gerdeme,
Göcenler,
Hacı Mahalle,
Harami Dere,
Helvacı,
İçme,
Karaveliler,
Kayrak Mahalle,
Kiremitlik,
Küçük Hedyatlar,
Listets,
Nadır,
Nadırlar,
Orta Mahalle,
Resuller,
Ruen,
Rupça,
Sapaca,
Sarı Kaya,
Таşlık,
Topçuköy,
Toyköy,
Vişna,
Vresovo,
Yusuf Çobanlar,
Zvezda.
Varshilo,
Gabar,
Zidarovo,
Izvor,
Indzhe Voyvoda,
Krushevets,
Prisad,
Ravadinovo,
Ravna Gora,
Atiya,
Rosen,
Süzebolu,
Chernomorets.
Balabanchevo,
Beronovo,
Bosilkovo,
Vedrovo,
Vezenkovo,
Valchin,
Gorovo,
Grozden,
Esen,
Zavet,
Kamensko,
Kamchiya,
Klimash,
Kosten,
Lozarevo,
Lozitsa,
Manolich,
Podvis,
Prilep,
Pchelin,
Sadovo,
Skala,
Slavyantsi,
Sungurlare,
Saedinenie,
Terziysko,
Velislav,
Chernitsa,
Chubra,
Dabovitsa.
Veselie,
Kiten,
Novo Panicharevo,
Pismenovo,
Primorsko,
Yasna Polyana.
2005 Bulgaristan genel seçimlerinde Hak ve Özgürlükler Hareketi, Burgaz ilinden 3 milletvekili çıkarmıştır. Bu milletvekilleri Nesrin Uzun, Cevdet Çakırov ve Fatma İlyas'tır.
Sobibor İmha Kampı
Sobibor İmha Kampı, Polonya 'nın güney doğusunda bir Nazi Almanyası'nın imha kampı. Burada II. Dünya Savaşı sırasında Mayıs 1942'den 1943'ün yazına kadar 250.000 Yahudi öldürülmüştür. Kamp Reinhardt aksiyonu adlı proje kapsamında Belzec Toplama Kampı'nın genişletilmesi bağlamında oluşturulmuştur.
Kamp, birçok alanda Belzec tesisi ile benzerlikler gösterir. Kamp komutanı Franz Stangl, daha önce o kampta komutan olup, oradan birçok olağan yok etme tekniğini Sobibor'a nakletmiştir. Yahudiler Sobibor'da gaz odalarında öldürülmüşlerdir. 1942'nin sonları 1943'ün başlarında kamp günlük 1300 kurbanlık gazla zehirleme kapasitesine ulaşmıştır. Yahudilerin yanında, tüm Avrupa'dan getirilen bazı Romanlar ve bazı Yahudi olmayan Polonya vatandaşları da kurbanlar arasında yer almaktadır.
Homo erectus
Homo erectus (Latince "dik insan"), soyu tükenmiş insansı türüdür ve modern insanların ("Homo sapiens") atası olduğu kabul edilir.
"Homo erectus", insangillerin evrim sürecinde yeni bir türdür. Yaklaşık olarak 1,9 milyon yıl öncesinden 250 bin yıl öncesine kadar var olmuştur. Bu zaman dilimi, Pleistosen’in başlangıcından ortalarına kadar uzanır. "Homo erectus"’un fosil kalıntılarına ilk kez 1890’larda rastlandı; ancak o tarihlerde insan evrimi konusunda yeterli bilgi bulunmadığından bulunan her "Homo erectus" fosili ayrı insan türü olarak adlandırıldı. Günümüzde bu kalıntıların tümü "Homo erectus" olarak sınıflandırılır.
Kronolojik açıdan bakıldığında "Homo erectus", maymuna daha yakın duran "Australopithecus" ile "Homo |
sapiens" arasında yer alır.
"Homo erectus"’un yeryüzünde geniş bir alana dağıldığı fosil buluntularından anlaşılmaktadır. İlk fosil Cava Adasında ortaya çıkarılmıştı. Daha sonra Pekin yakınlarında, Cezayir’de, Orta Afrika’da, Avrupa’da pek çok fosil bulundu. Bu fosillerin bazılarında "Homo erectus" ile "Homo sapiens" arasındaki ayrımın belirsiz hale geldiği görülür.
"Homo erectus" ile "Homo sapiens" arasındaki temel ayrımın kafatası ve diş yapılarında olduğu görülür. "Homo erectus"’a ait kol ve bacak kalıntıları "Homo sapiens"’inkine benzer ve bu benzerlik "Homo erectus"’un da dik yürüdüğünün bir göstergesidir. "Homo erectus"’un beyin hacmi "Homo sapiens"’in beyin hacminden daha küçüktür; ancak "Homo erectus"’un beyin hacminin kendisinden önceki türden daha büyük olduğu görülür.
Fosil kalıntıları "Homo erectus"’un kafatası boşluğunun alçak, kemiklerinin kalın olduğunu gösterir. Ama kaş kemikleri yüksektir. Alın çökük, burun, çeneler ve damak geniştir. Öte yandan Homo erectus’un dişleri, başka hiçbir insan türünde rastlanmayan ölçüde iridir. "Homo erectus", ateşi kullanan ve mağaralarda barınan ilk insan türüdür.
American Journal of Physical Anthropology dergisinde yayınlanan aşağıdaki makale Türkiye'den bir örneğe yer veriyor.Araştırmaya göre, homo erectus kafatası üzerinde tüberkülozun yol açtığı kemik deformasyonları açıkça görülüyor. Böyle kemik deformasyonlarının D vitamini eksikliğine bağlı iskelet ve bağışıklık sistemi zayıflığından kaynaklandığı tıp uzmanlarınca zaten biliniyor. Bilinenler ile fosil üzerindeki buluntular ortak değerlendirildiğinde Anadolu’daki ilk insanların ekvator bölgesinden geldikleri ve siyah derili oldukları sonucu çıkarılıyor. Ekvator bölgesinden kuzey enlemlere doğru göç eden siyah derili insanların, deri yapısından dolayı vücutlarında daha az D vitamini oluştuğu, bunun da iskelet ve bağışıklık sistemlerini zayıflattığı, böylece tüberküloz dahil hastalıklara kolay yakalandıkları tezinin jeolojik geçmiş için de doğru olduğu anlaşılıyor.
Kappelman J. Alçiçek M.C. Kazancı N. Schultz M. Özkul M. Şen Ş. 2008. First Homo erectus from Turkey and implications for migrations into temperate Eurasia. American Journal of Physical Anthropology 135, 110-116.http://dx.doi.org/10.1002%2Fajpa.20739
Açlık (roman)
Açlık (), Norveçli yazar Knut Hamsun tarafından kaleme alınmış ve 1890 yılında ilk baskısı yapılmış bir romandır. Roman, 20. yüzyılın edebi açılışı olarak görülmekle beraber, modern ve psikolojik sürükleyici edebiyatın en önemli örneklerinden biri olarak kabul edilmektedir. Karmaşa halindeki insan zihninin mantıksızlığını kimi zaman duygusal kimi zamansa espirili bir dille yansıtmaktadır. Bu roman ölmek pahasına olsa bile alın teri dökmediğin parayı kabul etmemeyi anlatmaktadır.
Roman, Türkçeye ilk kez 1934 yılında Peyami Safa tarafından çevrilip, Resimli Ay Matbaası tarafından basılmıştır.
Şenköy, Milas
Şenköy, Muğla ilinin Milas ilçesine bağlı bir mahalledir.
Milas'ın 23 km kuzeybatisinda yer alır. mahalle geçimini zeytincilikten sağlar. Bafa Gölü'nün Şenköy'den den görünüsü görülmeye değerdir. Mahallede iki zeytinyağı fabrikasi ve tarihi bir türbe bulunmaktadir. Söke'den gelirken bafadan geçtikten sonra tünelden geçince ilk sola sapiniz ve Etrenli'den gectikten sonra ikinci köy Şenköy'dür. Yaz aylarında denizi aratmayacak kadar serin bir yerdir.
Şenköy mahallesi çok eski bir yerleşim yeri olup rivayete göre şeyh mahallesi
olarak adlandırılmış şeyhler otururmuş. Daha sonra şen köy adını almış.
İnsanları şen olduğundan olacak Şenköy mahallesi olarak adlandırılmış.
Mahallede yaşayanlar bu yorumu yaparlar.
Şenköy köy vasfından çıkmış küçük bir belde gibidir. Gelir düzeyine bağlı olarak eski alışkanlıkların yerine şehir tipi alışkanlıklar yer almıştır.Düğünlerde buna örnektir. Eski geleneklerden uzak disco türü oyunlarla eğlenceleri ağır basar. Eskiden keşkekler dibek taşında yapılır, mahallenin gençleri hem eylenir, hem de dibek döğer ve keşkek yapardı. Bu alışkanlıklar artık yok. Eskiden bayramlarda şenlikler olurdu.Bu da son yıllarda tamamen kalktı. Gelenek ve görenekler yerine zamanla televizyonların etkisinde kalınarak unutulmaya yüz tuttu.
Yemeklerden en çok saç böreği, tepsi böreği ve çaykıma böreği meşhurdur.
Muğla iline 85 km, Milas ilçesine 25 km uzaklıktadır. Mahallenin bulunduğu yer biraz yüksekçe, Bafa gölü manzaralıdır. Bafa gölü, Şenköy'den görülmeye değer. Köy yarımada gibi bir düzlük üzerine kurulmuştur.
Deniz seviyesinden yüksekliği 320 metredir.Kuzeyinden Beşparmak Dağları ve Akçalı Köyü, Doğusundan Derince ve Sakarkaya köyleri, Güney doğusundan Ekindere, Güneyinden Etrenli ve Danişment köyleri, Batısından ise Bafa kasabası ile çevrelenmiştir.Bitki örtüsü olarak Akdeniz bitki örtüsü hakimdir. Köy arazisinin %90 nı zeytin ağaçları ile kaplıdır. Dağ yamaçlarına doğru maki ve kızıl çam ormanları hakimdir.
Mahallenin iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir.Yazları sıcak ve kurak, kışları ise ılık ve yağmur yağışlı olarak geçer.
Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Zeytincilik çok yaygın olduğundan köy halkı kendi yağı ile kavrulmayı bilmiştir. Dışarıya iş bağımlılığı yoktur. Eski yıllarda söke ovasına pamuk işçiliğine gidilirdi. Yaklaşık 20 yıldır dışarıdan gelen insanlara iş verir durumdadır. Köy halkının çoğunun arabası vardır. Son yıllarda köy halkı kendi çabalarıyla zeytinliklere yol açtırmış, hemen hemen her tarlaya araç gitmektedir. Köy halkı bu davranışı ile etraf köylere örnek olmuştur. Mahallede nüfus planlaması düzenli olarak uygulandığından, genç nüfusun dışarıda okuması nedeniyle mevcut tarım alanlarının işlenmesi için dışarıdan gelen işçilerden yararlanılır. Kendi işini kendi yapanlarda vardır. Zeytin toplama zamanında dışarıdan 350-400 işçi gelir.
Mahallede 2 adet kontinu tipi, 1 tanede klasik (Presli) zeytinyağı fabrikası vardır.
Ayrıca küçük çaplı sığır besiciliği de yapılmaktadır.
Mahallede, ilköğretim okulu yoktur. Öğrenci sayısı az olduğundan taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır.
Mahallenin içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.
Diane Keaton
Diane Keaton (d. 5 Ocak 1946), ABD'li sinema oyuncusu, yapımcı ve yönetmen.
Keaton, ABD'nin Kaliforniya eyaletine bağlı Los Angeles şehrinde doğdu. Oyunculuk kariyerine tiyatro sahnesinde başladı. Beyazperdeye ilk adımını 1970 yılında "Lovers and Other Strangers" filmi ile atan Keaton'u geniş kitlelere duyuran film, 1972 yılında Michael Corleone'nin eşi "Kay Adams" rolününü canlandırdığı Baba ("The Godfather") filmi oldu. Ancak kariyerini şekillendiren filmler, Woody Allen'ın yönettiği ve kendisiyle başrollerini paylaştığı filmler oldu. 1972 yılında "Play It Again, Sam" ile başlayan bu seriyi takip ettiren "Sleeper" (1972) ve "Love and Death" (1975) filmleri, onu komedi oyuncusu kategorisine sokmaya yetti. Woody Allen ile çektiği dördüncü film olan "Annie Hall" (1977), ona en iyi kadın oyuncu dalında oscar ödülü kazandırdı.
"Annie Hall" 'da canlandırdığı karakterle anılmaktan korkan Keaton, bu filmden sonra birbirinden farklı birçok karakterlere hayat verdi. "Looking for Mr. Goodbar" (1977) ile drama oyunculuğundaki başarısını yeniden gösterme fırsatı buldu. "Reds" (1981) ve "Marvin'in Odası" (1996) ile Akademi Ödüllerine yeniden aday olmayı başardı. Ayrıca "Gelinin Babası" (1991), "İlk Eşler Kulübü" (1996), "Aşkta Her şey Mümkün" (2003) gibi popüler filmlerde de rol aldı. Keaton, oyunculuk kariyerine aktif olarak devam etmektedir.
Auschwitz-Birkenau
Auschwitz-Birkenau (""), Nazi Almanyası tarafından II. Dünya Savaşı döneminde kurulmuş en büyük toplama, zorunlu çalışma ve sistematik katliam kampı.
İlk kurulan ana kamp "Auschwitz I" Polonya'nın Krakow şehrinin 60 km batısında, küçük bir şehir olan Oświęcim'in güneybatısında, "Auschwitz II" Oświęcim'in 3 km batısında Brzezinka (Birkenau) köyünde, I.G. Farben, Krupp, Siemens gibi fabrikalar için yapılan "Auschwitz III" ise Oświęcim doğusunda Monowice (Monowitz) köyünde inşa edilmiştir.
Auschwitz-Birkenau'ya tüm Avrupa'dan 1,3 milyon insan yerleştirilmiştir. Bunların, 1 milyonu Yahudi olmak üzere 1,1 milyon insanın öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Yaklaşık 900.000 kişi kampa geldikleri anda doğrudan gaz odalarına gönderilmiş ya da vurularak öldürülmüştür. Kalan 200.000 kişi, hastalık, eksik beslenme, kötü muamele, tıbbi deneyler nedeniyle ve daha sonra gönderildikleri gaz odalarında ölmüştür.
Ortalama 6 ay içinde ölen tutsaklar, en ağır şartlarda günde en az 10 saat çalıştırıldılar. Gaz odalarına gönderilirken, saç kesme, ceset toplama, yakma gibi işlemleri de yine kendileri yapıyorlardı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Auschwitz, eski adıyla Oscwinchim, yarısı Yahudi olan 14 bin kişinin yaşadığı sakin bir kasabaydı. Auschwitz ismi, Holokost sürecinde kurban olanların ve dolayısıyla II. Dünya Savaşı'ndaki Nazi dehşetinin sembolü olmuştur. Bu kamplarda, Yahudi, Roman, eşcinseller gibi Nazilerin düşman ilan ettikleri gruplar başta olmak üzere 6 milyon kişi ölmüştür.
1979 yılında UNESCO'nın İnsanlığın Kültür Mirası listesine eklenen bu iki kampın kalıntıları ve Yahudi mezarlığı, Auschwitz-Birkenau Devlet Müzesi ve Holokost anma mekânı olarak kamuya açılmıştır.
1940 yılında kurulan ilk kamp "Auschwitz I"'de tüm kampların yönetim merkezi de bulunuyordu. Burada yaklaşık 70.000 Polonyalı entelektüel ve Sovyet savaş esiri hayatını kaybetmiştir.
Auschwitz-Birkenau çalışma ve imha kampı olarak düzenlenmiştir ve 6 gaz odası ile 4 ölü yakma tesisini barındırır. Hemen gaz odasına gönderilmeyen yüzbinlerce tutuklu, tasavvur edilemeyecek kadar zor koşullar altında çalışmaya zorlanmış, işkence görmüş, soğukta bırakılmış, açlığa terkedilmiş, hastalıkları tedavi edilmemiş, tıbbi deneylerde kullanılmış ve sonunda da gaz odasında öldürülmüştür.
Bunlara ek olarak 40 km²'ye dağılmış 39 yan kampı ile beraber "KZ Auschwitz III Monowitz" diye bir |
toplama kampı daha vardır.
26 Eylül 1941'de Rudolf Höß, 100.000 Sovyet savaş esiri için bir çalışma kampı kurulması yönünde emir alır. Bu kamp "Brzezinka" 'da (Birkenau) "KZ Auschwitz I" 'in yaklaşık 3 km. uzağında kurulur. Naziler yöre halkını evlerini terk etmeye zorlar, inşaat malzemesi elde etmek üzere evleri yıkarlar.
Kamp yaklaşık 5 km² alana kurulmuştur. Bu geniş alan içinde farklı bölümleri olan kampın tamamı kuvvetli elektrik akımı verilmiş dikenli tellerle çevrilmiştir.
Başlangıçta bu kampın, savaş esirlerinin ve tutukluların zorunlu olarak SS için çalışması amacıyla kurulduğu sanılıyordu. Kampın asıl işlevi birkaç ay sonra ortaya çıktı. 1941 sonlarında "KZ Auschwitz I" 'de denemeleri yapılan Zyklon B adı verilen zehirli gazla 1942 yazında gaz odasında ölümler başlatıldı. Önce Sovyet komiserler ve çalışamayan tutuklular öldürüldüler. Kısa süre sonra da anne ve çocuklar ve diğer çalışamayacak kişiler kampa getirildiklerinde hemen ayıklanarak gaz odalarına gönderilmeye başlandı.
1942 Haziran'ından (ya da bazı belgelere göre Nisan'dan) itibaren toplu olarak kampa getirilen yüzlerce yahudi anında öldürülmüştür. Böylece Auschwitz-Birkenau, bir imha kampı işlevi kazanmış, aynı zamanda, kötü koşullardaki bir çalışma ve toplama kampı olarak kullanılmaya da devam etmiştir.
Kurbanlar kampa genellikle, hayvan taşımakta kullanılan vagonlardan oluşan trenlerle getiriliyor, Auschwitz Garı'na gelince doğrudan kampa götürülüyorlardı. 1944 yılında peronlar kampın içine kadar uzatılır (ilk fotoğrafa bakınız). Bazen tamamı doğrudan gaz odalarına gönderiliyor, bazen de hasta, zayıf, yaşlı ve çalışamayacak durumda olanların ayıklanması süreci yaşanıyordu. Bu ayıklama işlemini genellikle, caniliği ile tanınan kamp doktoru Josef Mengele yönetmiştir.
Auschwitz-Birkenau'da altı binada gaz odası vardır. Ancak bunların hepsini aynı anda kullanmak mümkün olmamıştır. 1943 yılının ilk yarısında, gaz odalarının alt kısmı olan 100 m²'lik dört yakma kısmı devreye sokulur. İnşaatta dört ayrı firma çalışmış, yakma fırınları J. A. Topf und Söhne firması tarafından imal edilmiş, montajı yapılmış, tamir ve bakımı üstlenilmiştir.
Ayırma işlemi sonucunda hayatta kalanlar, kampın yakınındaki endüstri işletmelerinde çalışmak zorundaydılar. Bunlardan biri I.G. Farben firması için sentetik benzin ve sentetik kauçuk üreten bir tesisti. Diğer bir büyük Alman firması Krupp'un da Auschwitz'in hemen yakınında fabrikaları vardı. Bu firmalar Nazi yöneticilere her işçi için kira ödüyor, dolayısıyla SS mensupları esirler üzerinden gelir elde ediyorlardı.
Kampın özel bir alanı kadınlar bölümüydü. "Kanada" isminde bir başka alanda, Alman hükümetine iletilmek üzere, öldürülen tutukluların eşyaları toplanırdı; kıyafetler, ayakkabılar, bavullar ve insan saçlarından oluşan dağlarda, gözlük, oyuncak, yüzlerce kilo takma altın diş, mücevher, para, hisse senedi, banka defterleri vs. bulunuyordu.
Almanya ile savaşan Müttefikler, 31 Mayıs 1944'ten itibaren detaylı olarak tüm kampların havadan görüntülerini elde ederler. 2003 yılında Royal Air Force, Auschwitz üzerindeki casus uçuşlarından elde edilen, yanan ceset yığınlarının da görüldüğü ilk fotoğrafları yayımlamıştır. Kaçmayı başaran iki tutuklu Rudolf Vrba ve Alfred Wetzler, 1944 yazında kampın tam tarifini ve planlarını hazırlayarak Müttefiklere ulaştırırlar. Witold Pilecki gönüllü olarak esir konumunda kampa girerek, Batılı Müttefiklere birçok rapor gönderir. 13 Eylül 1944 tarihinde ABD bombardıman uçakları Auschwitz yakınlarındaki "Buna-Werke" isimli fabrikaya bir saldırı düzenler ve kayda değer bir zarar verir.
Müttefik hava güçlerinin kampı ve esirleri oraya ulaştıran demiryollarını bombalaması gerekmez miydi sorusu hâlâ tartışılmaktadır.
17 Ocak ve 23 Ocak 1945 arasında 60.000 kişi kamptan çıkartılarak batıya doğru bir nevi tehcire zorlanır. Bu yürüyüşe katılamayan güçsüz ya da hasta 7.500 tutuklu kamplarda ya da çevresinde kalır. 300'den fazlası vurularak öldürülür. Kızıl Ordu'nun hızlı ilerlemesinin planlanmış bir imha hareketini önlediği yönünde tahminler yürütülmüştür.
27 Ocak 1945'te General "Pawel Kurotschkin" komutasındaki Sovyet 60. Ordu Ukrayna cephesi birlikleri öğleden önce "Auschwitz III Monowitz" kampına gelirler. Orada bırakılmış yaklaşık 600 ila 850 tutukludan 200'ü tıbbi yardıma rağmen takip eden günlerde güçsüzlükten ölür.
Birlikler, 27 Ocak öğleden sonra ana kamp "Auschwitz I" ve "Auschwitz-Birkenau" kamplarına girerler. Birkenau'da 4.000'i kadın olmak üzere 5.800 güçsüz ve hasta tutuklu geride bırakılmıştır. Dezenfekte edilen barakalarda, enfeksiyonlu, eksik beslenmiş ve travmalı tutuklulara bakım yapılır.
Birkaç gün sonra dünya kamuoyu bu hunharca eylem konusunda bilgilendirilir. Kamplarda, SS'in geride bıraktığı bir milyondan fazla giysi, yaklaşık 45.000 çift ayakkabı ve 7 ton insan saçı bulunur.
UNESCO, 1979 yılında Dünya Kültür Mirası listesine Auschwitz-Birkenau kampını ekledi. 2011 yılında, Auschwitz müzesi 1,400,000 ziyaretçi çekmiştir.
Papa II. John Paul 7 Haziran 1979 tarihinde kampa giden tren rayları üzerinde bir ziyaret gerçekleştirdi.
4 Eylül 2003 günü, İsrail Hava Kuvvetlerinden üç F-15 Eagles, bir törenle Auschwitz-Birkenau üzerinden bir uçuş gerçekleştirdi. Uçuşu Holokost'tan kurtulanın oğlu Tümgeneral Amir Eshel, tarafından yürütüldü.
Albert Speer
Berthold Konrad Hermann Albert Speer (19 Mart 1905, Mannheim – 1 Eylül 1981, Londra), Nazi Almanyası'nın II. Dünya Savaşı boyunca Silahlanma Bakanı. Modern görüşlere sahip başarılı bir mimar, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'ne ilk katılanlardan, Hitler'in yakın dostu. Savaştan sonra Nazi yönetiminin bizzat içinde yer almış biri olarak kaleme aldığı iki otobiyografik eseri Üçüncü Reich'ın işleyişini açığa çıkaran önemli eserler olarak değerlendirilir.
Varlıklı bir orta sınıf bir ailede, Mannheim şehrinde doğdu. "Albert Friedrich Speer" ve "Luise" çiftinin üç oğlundan ikincisiydi. 1918 yılında, ailesi yazlık evi olan Heidelberg'de Schloss-Wolfsbrunnenweg'a kalıcı olarak taşındı. Kayak ve dağcılık gibi sporlar yaptı. Heidelberg okulundaki Almanya'da alışılmadık olan Ragbi futboluna katılımcı oldu. Kendisi bir matematikçi olmak istiyordu ama babası Speer'i eğer bu işi seçtiyse "para olmadan hayatını sürdüremeyeceğini, bir pozisyonu olmayan ve bu yüzden bir geleceği olmayan bir meslek olduğunu" söyledi. Bunun yerine Speer, babası ve dedesinin izlerini takip ederek mimarlık okudu.
1923'deki hiper enflasyon krizi sırasında ailesinin geliri sınırlıydı. Speer, çok beğenilen Karlsruhe Üniversitesi'nde mimarlık çalışmalarına başladı. 1924 yılında kriz bittiğinde "çok daha saygın" olan Münih Teknik Üniversitesi'ne gitti. 1925 yılında bu kez Berlin Teknik Üniversitesine transfer olarak Heinrich Tessenow'un altında okudu. 1927 yılında sınavları geçtikten sonra Tessenow'un asistanı oldu. Münih ve Berlin'de eğitime devam eden Speer, sonuçta Tessenow'un altında çalışmış, Rudolf Wolters ile 50 yıla yayılan yakın bir dostluğa başlamıştı. 1928'de Berlin-Charlottenburg Teknik Üniversitesi'nde asistan oldu.
1931'de Nazi Partisi'ne (üye no:474481) ve SA'ya girdi. Adolf Hitler'in temsilcisinin kurmayında bölüm başkanı, aynı zamanda büyük toplantıların teknik ve sanatsal donatımdan sorumlu alt bölüm başkanı oldu.
Paul Troost, 21 Ocak 1934 tarihinde vefat ettiğinde, Speer etkili Nazi Partisi'nin baş mimarı olarak onun yerini aldı. Yine bu tarihte Nürnberg'teki Parti kongresi arazisinin inşaası'nda, 1936'da Berlin'in yeniden biçimlendirilmesiyle görevlendirildi. 1937'de profesör oldu. Berlin'in genel yapı işleri müfettişi, 1938-1939 yıllarında yeni şansölyelik binası'nın inşaat şefi oldu.
Albert Speer 1939'dan 1942'ye kadar "Speer'in Yapı İşleri Kurmayı" şefi, 9 Şubat 1942'den itibaren Reich Silahlanma ve Mühimmat Bakanı oldu. Todt Örgütü'nün şefi, Yol, Su ve Elektrik Genel Müfettişi, NSDAP Teknik Ana Dairesi Başkanı oldu. 2 Eylül 1943'de silahlanma ve üretim işlerini devralarak Reich Silahlanma ve Savaş Üretimi Bakanı görevine getirildi. 1944'te, Nazi Almanyası müttefik bombardımanı altındayken silah üretimini iki katına çıkartmak gibi zor bir işi gerçekleştirdi.
Speer 22 Nisan 1945 tarihinde Führerbunker'i ziyaret etti. Hitler sakin ve biraz rahatsız görünüyordu ve ikisi uzun süren bir ayrıklıktan sonra bir süre sohbet ettiler, bu sırada Hitler yaptığı eylemlerini savundu ve Speer'e intihar etme ve vücudunu yaktırma niyetinden haberdar etti. Speer, Hitler'in 19 Mart 1945 tarihinde emrettiği "çorak toprak politikasını" sabote ettiğini itiraf etti ancak daha sonra Hitler'in gözlerinden yaşlar süzüldüğünü görünce kendisine olan kişisel sadakatinden emin olabileceğini söyledi. Aslında Speer, Hitler sevgilisi Eva Braun'u bir Fieseler Storch uçağıyla Berlin'den uzaklaştırmak istemişti fakat Hitler bu teklifi kabul etmedi. Ertesi sabah Speer, Hitler'in sertçe kendisine veda etmesi ile Führerbunker'i terk etti ve Hamburg'a dönmek için ayrılmadan önce hasarlı Başbakanlık binasını son bir kez daha gezdi. 29 Nisan tarihinde, Hitler'in intiharından bir gün önce, Hitler, içinde Speer'in hükümetten düştüğünü belirten nihai bir siyasi vasiyet yazdırdı ve Speer'in yerine Karl Saur'u göreve atadı. Speer Hamburg'tan, Berlin'de kuşatılmış olan birliklere havadan silah ve cephane ikmalini organize etti.
Hitler'in ölümünden sonra Speer, Karl Dönitz başkanlığındaki sözde Flensburg Hükûmeti'nde, bu kısa ömürlü rejimde önemli bir rol aldı. 8 Mayıs'taki Alman askerlerinin teslim olmasının ardından iki hafta sonra 15 Mayıs'ta müttefik bir heyet gelerek, Speer'den hava savaşının etkileri hakkında bilgi vermek isteyip istemediğini sordular. Speer bunu kabul etti ve önümüzdeki birkaç gün içinde çok çeşitli konularda bilgi verdi. 23 Mayıs'ta, Alman kuvvetlerinin teslim edilmesinden iki hafta sonra, Müttefikler Flensburg Hükûmeti üyelerini tutukladı ve Nazi Almanyası resmî bir şekilde sona erdi.
Albert Speer savaş sonunda Flensburg'ta, Glücksburg Şatosu'nda yakalanarak tutuklandı. Speer birkaç Nazi yetkilisi ile beraber gözaltı merkezlerine |
götürüldü ve sorguya çekildi. Eylül 1945'te kendisine savaş suçlarından yargılanacağı söylendi ve birkaç gün sonra Nürnberg'e götürüldü ve orada hapsedildi. Nürnberg Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi'nde yargılandı. Speer, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan suçlu bulundu. 1 Ekim 1946'da 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Sekiz hakimden üçü (ikisi Sovyet ve biri Amerikalı) ilk önce Speer'e ölüm cezasını savundularsa da, diğer yargıçlar buna onay vermediler yargıçların karar verilmesi için iki gün tartışmasından sonra 20 yıl hapis cezası verilmesinde uzlaştılar.
Sanıklardan on ikisi ölüme mahkûm (gıyaben, Martin Bormann'da dahil) edildi ve üçü beraat etti, sadece yedi sanık hapis cezasına çarptırıldı.
18 Temmuz 1947 tarihinde, Speer ve diğer altı mahkûm, Nazi rejiminin bütün eski yüksek yetkilileri, ağır koruma altında Nürnberg'den Berlin'e uçakla götürüldü. Mahkûmlar, Batı Berlin'de İngiliz Sektöründe yer alan Spandau hapishanesi'ne götürülüp yerleştirildiler. Mahkûmların anılarını yazması yasaklandı ve posta servisi oldukça sınırlandırıldı ve sansür edildi. Speer oldukça fazla kitap okumaya zaman harcamıştır. Spandau Cezaevi'nin bir kütüphanesi vardı.
1952'de mahkûmların Berlin, Wilmersdorf'daki merkez kütüphanesinden kitap sipariş etmesi mümkün hale getirildi. Speer obur okuyucu idi ve Spandau'da tek başına ilk üç yılda 500'ün üzerinde kitabı okuyup tamamladı. Speer, klasik romanlar, gezi, eski Mısır kitapları ve Lucas Cranach, Édouard Manet, ve Cengiz Han gibi kişilerin de biyografilerini okudu.
Speer'in destekçileri onun serbest bırakılması için sürekli çağrılar yaptılar. Speer'in cezasının bitmesi için destek olanlar arasında Charles de Gaulle, Amerikalı diplomat George Ball, eski ABD Yüksek Komiseri John J. McCloy ve eski Nürnberg savcısı Hartley Shawcross'da bulunmaktaydı. Willy Brandt, Speer'in en güçlü savunucusu oldu. Sovyetler inatla serbest bırakılması önerisine karşı çıktılar. Speer, tam cezasının bitme süresi olan 1 Ekim 1966'da gecenin bir yarısında serbest bırakıldı.
Albert Speer, 20 yılı aşkın hapis hayatından sonra özgürlüğünün ilk saatlerini geçirdiği Berlin'de otelin lobisinde, dışarıdaki cadde de kalabalık bir şekilde Muhabirler ve fotoğrafçılar kendisini bekledi. Speer'in serbest bırakılması dünya çapında bir medya olayı oldu.
Albert Speer Ekim 1973'te, Ludovic Kennedy tarafından sunulan BBC kanalının Hafta ortası programı üzerinde görüşme yapmak amacıyla sahte isimle Londra'ya uçarak İngiltere'ye ilk ziyaretini gerçekleştirdi. İngiliz göçmenlik yetkilileri kendisinin gerçek kimliğini keşfedince Heathrow Havalimanı'nda yaklaşık 8 saat süreyle gözaltına alındı. Dönemin İngiltere İçişleri Bakanı Robert Carr, Speer'in ülkeye girişine 48 saatliğine izin verdi. Albert Speer sekiz yıl sonra, yeniden "BBC Newsnight" programına katılmak için Londra'da iken bir felç geçirdi ve 1 Eylül 1981 tarihinde öldü. Speer, Alman asıllı İngiliz bir bayan ile bir ilişki kurmuştu ve ölünceye kadar onunla birlikteydi.
Beş Şehir
Beş Şehir, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, hayatının tesadüfleri olan Ankara, Erzurum, Konya, Bursa, İstanbul şehirlerini anlattığı deneme türü eseri.
Bir gezi kitabından yahût bir seyahatnâmeden çok farklıdır; çünkü sâde târihî bilgi, kuru gezi rehberi, bir şehir coğrafyasından farklı olarak his, sanat, estetik, kültür ve bilgi birikimi içerisinde yoğurulmuş bir yapıttır.
Tanpınar, eserinin konusunu ""Beş Şehir'in asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır. İlk bakışta birbiriyle çatışır görünen bu iki duyguyu sevgi kelimesinde birleştirebiliriz. Bu sevginin kendisine çerçeve olarak seçtiği şehirler, benim hayatımın tesadüfleridir."" olarak ifâde etmiştir.
Beş Şehir eski ile yeninin dâimi bir çatışmasıdır aslında. Sürekli bir hesaplaşma, bir karşılaştırma söz konusudur eserde. Tanpınar, geçmişe güncelin penceresinden bakarak bir inşa eyleminde bulunmuştur.
Beş Şehir'in ilk şekli önce Ülkü mecmuasında dizi yazı olarak yayımlanır. Bu yazıların neşrinden sonra Tanpınar bu illere Konya'yı da ilâve ederek denemelerini kitaplaştırır.
Beş Şehir'in ikinci baskısı ise 14 yıl sonra 1957 yılında yayımlanır. Bu ikinci baskı da birçok farklılık ve ilaveler, eksiltmeler göze çarpar. En fazla ekleme ve çıkartmanın İstanbul'da yapıldığı görülür.
En uzun bölüm İstanbul'dur.
Tanpınar'ın bu eseri ayrıca yabancı dillere de çevrilmiştir. Bunlardan 2'si Fransızca, biri de Almanca'dır. Bu eserler şunlardır:
Çevirileri ile birlikte diğer baskıları da ilâve edilirse toplamda 18 kez basılmış bir eserdir.
Kanal 1
Kanal 1, Ciner Medya Grubu'na bağlı televizyon kanalı. 3 Mayıs 2005'te Merkez TV'nin isim değiştirmesiyle kurulan kanal, 27 Mart 2006'ya kadar tematik yayın yapmış, bu tarihten sonra ise ulusal yayın yapmaya başlamıştır. Ağırlık olarak sinema filmleri ve çeşitli program yayınları yapan kanal, 26 Ocak 2010'da yayınını sona erdirmiş ve frekansını Bloomberg HT'ye devretmiştir.
İlk olarak 3 Mart 2004'te Merkez TV olarak atv'nin ikinci kanalı olarak yayına başladı. Kurulduğu dönemde bağlı bulunduğu medya grubu olan "Merkez Medya Grubu"ndan adını alan kanal, sonradan isim değiştirme kararı aldı ve 3 Mayıs 2005'te "Kanal 1" kuruldu.
Kurulduğu ilk dönemde tematik yayın yapan "Kanal 1", daha sonra 27 Mart 2006'da ulusal yayın yapmaya başladı. İçlerinde Kanal 1 ve atv'nin de bulunduğu birçok televizyon kanalı ve gazeteye "Merkez Medya Grubu" olarak 1 Nisan 2007'de TMSF tarafından el konuldu. Fakat Ciner Grubu, "Kanal 1"i, Merkez Medya Grubu'na ait diğer kuruluşları kiralamasından sonra kurduğu gerekçesiyle geri aldı.
Kanal ulusal yayın yaptığı dönemde birçok ataklar yapmış ve Türkiye'de yayın yapan majör kanallar arasında kendine yer bulmaya çalıştı. 2006'da FIFA Dünya Kupası yayın haklarını alarak yayınladı. Genellikle sinema filmleri ve program ağırlıklı yayın yapan kanal, önce AGB'nin reyting ölçümlerinden de çıktı, ardından da 26 Ocak 2010'da yayınlarını sonlandırdı.
Karasal yayın hakkını Habertürk'e devrederken, uyduda ise yerine Ciner Medya Grubu ile New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg'in kontrolündeki Bloomberg LP ortaklığında Bloomberg HT adlı ekonomi kanalı kuruldu.
çalışmıştır.
"Kanal 1 Ana Haber"'i sırasıyla hafta içleri;
hafta sonları;
sunmuştur.
Scene (korsan)
Scene, bilişim suçları ile telif hakları ihlali olarak bilinen yasa dışı yazılım kopyalama, kırma(crack), anahtar yapıcı üretme(keygen), elde edilen yasa dışı ürünleri internet üzerinde kendi kapalı alt kültür ortamları içerisinde paylaşan ve dağıtan tüm dünya ülkelerinden insanların içerisinde yer alabildiği sayıları 500 ile 1000 kişi arasında olduğu tahmin edilen alt kültür ortamında yer alan kişilerin içinde bulundukları ortam için kendi aralarında kullandıkları isimlendirme.
Scene üyelerinin bağlı oldukları kurallar ya da alt kültürün anayasası da diyebileceğimiz kuralların tümüne Scene Rules denilir. Tüm üyeler yüzde yüz bu kurallara uymakla yükümlüdür.
Scene üyeleri ait oldukları grup irc kanallarında yazılımsal 128 ya da 256 bit kripto algoritmaları kullanırlar. Her scene dahili kanalın kripto şifresinin farklı olduğu sanılır ya da ön kabul edilir.
Her bir scene üyesi dünyanın neresinde olursa olsun yazdığı kısa bir dahili mesaj saniyeler içinde tüm dünya scene üyelerinin eline geçer. Bu türden haberleşme yöntemlerinin adının scene nfo olduğu belirlenmiş ancak örnek içerik tespit ele geçirilememiştir.
SSL, TLS ve SSH teknolojilerini de dünya da en etkin olarak kullanan ilk ve tek ortam yine scenedir. Bu konuda kişileri tekil olarak tespit etmek mümkün olmamakla birlikte bu teknolojilerin günümüzde geldiği noktanın kökeninde aslında scene vardır. Bu durumda oldukça dikkat çekicidir. Çünkü en zor yakalanan insanlar scene üyeleri olmuştur. Bu kapsamda beyaz scene denilen bir yöntemle FBI'ın scene içine sokulma çabaları olmuş ve bunda kısmen başarılı da olunmuştur bir ölçüde. Haberleşmeleri deşifre edilemeyen ama ama içerde yakalanan zayıf bir halka sayesinde FBI sisteme kendini sunucu sahibi olarak sokmuş ve ancak 2 yıllık bir izleme sonucunda ancak 5 kadar grubu dünyada aynı anda yaptıkları operasyonla 20 ülke üzerinde yakalayabilmiş ama diğerlerine yine de ulaşamamıştır.
Scene içinde kategori adı ne olursa olsun tüm scene ürünlerinin (yazılım, film, oyun...) ortak adı release'dir.
Scene içinde bulunan alt gruplar; release grupları, kurye grupları, bağımsız kuryeler ve bağlı oldukları sunucu gruplarının sahip ve yöneticileri. Bunun çözümlenmesinde yazılıma ya da genel anlamda ürüne ulaşabilenler release grup olarak scene içinde yer alırlarken bunlarda kendi içinde hiyerarşik olarak 1 ile 5 kişi arasında olabilen gönüllü görev bölüşümü yapan üyelerden oluşan hücre mantıklı yapılardır. Release gruplar dünyanın neresinde olursa olsun son kullanıcının eline herhangi bir biçimde geçen yasa dışı cd ya da dvd materyalin dağıtıma çıkmadan önceki ilk konak yerleridir. Onlar (release gruplar) olmasa kimsenin eline hiçbir şey ulaşamaz demek bir anlamda doğru olacaktır.
Kendi aralarında Scene olarak adlandırılan alt kültür üyelerinin zaman içinde deneyimlerle oluşturdukları kuralların bütününe kendi aralarında verdikleri isimdir. Scene içinde konumu ne olursa olsun her bir birey bu yasaları gözetmek ve uygulamakla yükümlüdür. Kurallar kendi içlerinde de gruplandırılırlar; örneğin bir ürünün paketlenme biçimi hakkında olabilen teknik kurallar ile bir de etik denilebilecek türde güvenlik öncelikli kurallar gibi. Tespit edilen kurallardan bazıları:
Tespit edilen veriler ve bilgiler açısından sceneden her şey dahili gevşek ahlaki değerleri olan üyelerce fxp gruplarına taşınırlar. Onlardan da torrent kullanıcılarına geçer ve p2p ortamlarına kadar inebilmektedir. Bu aşamada üyelerin hem scene hem de hiyerarşik olarak daha alt olan kültür ortamlarında da bulunabilme durumları söz konusu olmaktadır. Eğer scene her anlamda katışıksız olarak kendi kurallarını uygulayabilmiş olabilseydi son kullanıcı durumunda olan insanların eline hiçbir şey ge |
çmemesi gerekirdi diye düşünülür.
Tespit edilebilen scene kuralları bağlamında "yazılım ürünlerinin" kullanımı dışında hemen her alanda yasal durumlara çok dikkat etmeleri ve gözetmeleri bu alt kültür üyelerinin eğitimli ve muhtemelen IT sektörü içerisinde yer aldıkları düşüncesinin konu üzerinde araştırma yapan kişi ya da kuruluşlarda oluşmasına yol açmaktadır.
Scene içinde yer alanların tümü için geçerli olan Scene Rules kurallar bütününün içinde yaptırım olarak gerçek dünya karşılığı 'idam cezası' olarak uygulandığı düşünülen cezadır.
Tespit edilebilen ya da öyle olduğu düşünülen Scene Ban nedenleri:
Scene Ban uygulamasını yapan ya da talep ettiği düşünülen kişi üyenin bu işlemi gerçekleştirmek için kullandığı yazılı ortamın scene nfo olduğu düşünülmektedir. Yazan üye bunu dahil olduğu alt grup sisteminde yayınlar (release eder) oradan da tüm dünya, kıta ve ülke karargâh sistemlerine anında dağıtılır
Biz
Ziya Paşa
Ziya Paşa (d. 1829, İstanbul - ö. 17 Mayıs 1880, Adana), Türk yazar, şair ve devlet adamı. Asıl ismi ""Abdülhamid Ziyaeddin""dir.
19. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin en önemli devlet adamlarından birisidir ve en çok eser veren Tanzimat çağı yazarlarındandır. Şinasi ve Namık Kemal ile birlikte “"batılılaşma"” kavramını ilk defa ortaya atan Osmanlı aydınları arasında yer alır.
Sultan Abdülaziz döneminde Avrupa'ya kaçarak Genç Osmanlılar arasına katılmış ve gazete çıkararak devrin hükûmeti ile mücadele etmişti; yurda dönüşünde çeşitli valiliklerde bulunmuş ve son görev yeri olan Adana'da hayatını yitirmiştir.
""Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde"" ve ""Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir / Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir"" gibi kimi beyitleri darb-ı mesel olmuştur.
Adana'da 1950'li yıllarda ana cadde işlevi kazanan işlek yol, adını Ziya Paşa'dan alır
1829 yılında İstanbul'da dünyaya geldi. Babası, Galata Gümrüğü'nde kâtiplik yapan Erzurum'un İspir ilçesinin Kerab köyünden Ferideddin Efendi, annesi Itır Hanım'dır. Asıl adı ""Abdülhamid Ziyaeddin"'" dir.
Öğrenimine Kandilli’de başladı; Süleymaniye yakınlarındaki “"Mekteb-i Ulum-i Edebiye"”’de devam etti. Özel derslerle Arapça ve Farsça öğrendi.
Bir süre Sadaret Mektub-i Kalemi'nde katip olarak çalıştı. Bu sırada devam ettiği Arapça ve Farsça dersler ile klasik edebiyatta ustalığını ilerletti; devrin şair ve alimlerinin bir araya geldiği Lebib Efendi Konağı’ndaki toplantılara katıldı.
Şairlikte ve Sadaret Kalemi’ndeki başarılarını takdir eden Sadrazam Mustafa Reşit Paşa'nın aracılığıyla 1855'te sarayda Mâbeyn-i Hümâyun Katipliği'ne atandı. Bu sırada Fransızca öğrendi. Molière'in Tartuffe adlı eserini “"Tartüf yahut Riyanın Encamı"” adı ile çevirerek Türk edebiyatının ilk manzum tercüme piyesini ortaya koydu Louis Viardot’un “"Endülüs Tarihi"”, Cheruel ve Lavelle adlı yazarların “"Engizisyon Tarihi"” adlı eserlerini Fransızcadan Türkçeye çevirdi. Bir yandan da Hersekli Arif Hikmet Bey’in Laleli’deki evinde düzenlenen Encümen-i Şuara Topluluğu toplantılarına katıldı.
1859’da Mustafa Reşit Paşa'nın vefatından sonra sadrazam olan Mehmet Emin Ali Paşa ile anlaşamadığından yeni görevlere atanarak saraydan uzaklaştırıldı. Bu sırada yazdığı “"Terci-i Bend"” şiiri ile ilk defa edebiyat alanında ün sağladı. 132 beyit uzunluğunda, divan tarzında bir eser olan bu şiirde kainat ve dünyayı yeni bir bakışla kavrama çabası görülür ve devrin hükümeti üstü örtük olarak eleştirilir.
Saraydan uzaklaştırıldıktan sonra önce Atina elçiliğinde görevlendirilen Ziya Paşa, 1861'de Kıbrıs Mutasarrıfı oldu ve "Paşa" unvanını aldı; Kıbrıs’ta sıtmaya yakalandığı gibi bir çocuğunu ve babasını orada kaybetti; 1863'te Amasya, 1865’te Canik Mutasarrıfı oldu; 1866’da İstanbul'a dönebildi; Kıbrıs dönüşü hasta olan eşini de kaybetti.
Yönetime muhalif olan İttihak-ı Hamiyet Cemiyeti'nin (sonraki adıyla Yeni Osmanlılar) üyesi olan Ziya Paşa, Diyarbakırlı Flip Efendi’nin çıkardığı Muhbir Gazetesi’ndeki hükumeti eleştiren yazılar yayımlaması yüzünden Nisan 1867’de yeniden Kıbrıs'a atandı.
Kısa bir süre önce saraya küskün olarak Paris’e yerleşen Osmanlı devlet adamı ve Mısır prensi Mustafa Fazıl Paşa, İstanbul'a gönderdiği bir adamı vasıtasıyla Ziya Paşa’yı ve birkaç ay önce Erzurum’a vali muavini olarak atanan ancak gitmeyen Namık Kemal’i Paris’e davet etti; onlara geçimlerini sağlayacak kadar para tahsis edeceğini bildirdi. İki şair, Avrupa’ya gidip Mustafa Fazıl Paşa’nın koruyuculuğunda kalemleri ile hükümete muhalefet etme teklifini kabul ettiler. Kendilerine gerekli gördükleri kimseleri de beraberinde getirebilecekleri bildirilmişti. Ali Suavi ile Agah Efendi’yi de davete karar verdiler. Mithat Paşa’yı gidişlerinden haberdar ettikten sonra birlikte Fransız Büyükelçiliğinin yardımı ile ülkeden kaçarak İtalya’nın Messina Limanına gittiler.
Ziya Paşa, Namık Kemal ve Messina’da buluştukları Suavi Efendi, 30 Mayıs 1867’de Paris’e vardı. Mustafa Fazıl Paşa’yı konağında ziyaret ettiler. Yaşça büyüklüğü nedeniyle Ziya Paşa grubun lideri durumundaydı.
Avrupa hayatı Paris’te başlayan Ziya Paşa, kısa bir süre sonra Paris sergisi için şehre Osmanlı Sultanı Abdülaziz’in gelecek olması nedeniyle geçici olarak ülkeden ayrılmayı uygun buldu. 30 Haziran 1867’de Namık Kemal, Agah ve Suavi Efendilerle birlikte Londra’ya gitti. Ziya Paşa, Abdülaziz’in Avrupa seyahatinin devamında Londra’ya gelmesi üzerine Brighton’a çekildi ancak Sultan’a “"Ziya Paşa’nın Arzuhali"” adlı dilekçe şeklinde yazılmış eserini sundu. Eser, sadrazam Ali Paşa aleyhine yazılmış siyasi tenkit ve hicivdir.
Yeni Osmanlılar, Abdülaziz’in seyahatinden sonra çalışma programını oluşturdular; bu programa göre Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın ""Hürriyet"" adlı bir gazete çıkarması kararlaştırıldı. Hürriyet'in ilk sayısı, 29 Ağustos 1868’de çıktı. Bu ilk sayıda Ziya Bey’in Osmanlı kabinesini yeren bir yazısı yayımlandı. Yazı, Abdülaziz ile barışıp İstanbul’a dönmüş olan Mustafa Fazıl Paşa’nın istediğinden çok daha ağır bir makale idi; Mustafa Fazıl Paşa bu nedenle Genç Osmanlıları tahsisatlarını kesmekle tehdit etti. Genç Osmanlılar’ın eleştirel yazılarına engel olmak için Hariciye Nazırı Fuat Paşa da daha önce Londra elçisine bir yazı göndererek bu yayınların İngiliz hükümeti ile anlaşarak durdurulmasını istemişti. Bu nedenle Ziya Paşa İngiltere’de soruşturmaya uğradı ve kefaletle serbest kalabildi.
Mustafa Fazıl Paşa’nın yardımlarının gittikçe azalması üzerine Mısır Hidivi İsmail’in desteğini kabul eden Genç Osmanlılar, bu destek ile gazeteyi çıkarmayı sürdürdüler. Namık Kemal’in yönetiminde çıkarılan gazetede zaman zaman Namık Kemal ve Ziya Paşa’nın birbirine zıt fikirler içeren makaleleri yayımlandı. Ziya Paşa’ya göre ülkenin içinde bulunduğu kötü durumun sebebi vezirlerin suistimali, Namık Kemal’e göre ise sistemin bozukluğu idi. Ziya Paşa yazılarında açıkça Ali Paşa hükümetine hücum ediyordu. Bu durum, Ali Paşa ile anlaşamayan Mısır Hıdivi’ni memnun ediyordu. Ancak Namık Kemal Mısır Hidivi aleyhine polemik yürütüyordu. Aralarındaki anlaşmazlık, Namık Kemal’in Mustafa Fazıl Paşa’nın isteğine uyarak 6 Eylül 1869’da gazeteden ayrılmasına yol açtı.
Öfkeye kapılan Ziya Paşa, elindeki toplu parayı Mustafa Fazıl Paşa’ya geri gönderip Cenevre’ye çekildi. Hidiv İsmail’in kendisiyle temas kurup destek sağlaması üzerine 13 Eylül 1869’dan itibaren gazete Cenevre’de Ziya Paşa yönetiminde çıkmaya başladı. Ziya Paşa bir süre sonra Londra’ya geçti ve burada da Hürriyet'i yayımlamayı sürdürdü. Gazetenin 78. sayısında Ali Suavi’nin “"Ali Paşa Muhakemesi"” başlıklı makalesinde bulunan “"Ali Paşa’nın öldürülmesi gerektiği"” yolundaki ifadeler nedeniyle İngiliz makamları tarafından tutuklanan Ziya Paşa, kefalet ile serbest kalınca Fransa’ya kaçtı. 1870 yılı Nisan ayında İsviçre’ye geçti ve yeni bir matbaa kuramayınca Hürriyet'i 89. sayıdan itibaren taşbasması olarak çıkardı. Gazete, son sayısını 29 Mayıs 1870’de yayımladıktan sonra kapandı.
Hürriyet'in kapanmasından sonra yeni bir gazete çıkarmak isteyen ancak bunu başaramayan Ziya Paşa'nın İstanbul’a dönmesine sadrazam Ali Paşa’nın ölümünden (8 Ağustos 1871) sonra izin çıktı.
İstanbul’a döndükten sonra 1872-1876 arasında çeşitli memuriyetliklerde görevlendirildi. Bir süre geçim sıkıntısı çekti. Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ve yerine II. Abdülhamit’in tahta çıkarılmasından sonra kurulan Anayasa Komisyonunda yer aldı. Bu sırada Maarif Müsteşarlığı görevinde idi ancak müsteşarlığın işlerinden ziyade anayasa hazırlıkları ile uğraştı. Anayasanın 23 Aralık 1876’da ilan edilmesinden sonra Genç Osmanlılar’ı tutuklama ve sürgünlerle çevresinden uzaklaştıran padişah Abdülhamit, Ziya Paşa’yı İstanbul’dan uzaklaştırmak için vezir rütbesi ile Suriye’ye vali olarak gönderdi.
Üç buçuk ay süren Suriye valiliğinden sonra Konya’da bir yıl valilik yapan ve eğitimle ilgili çalışmalar gerçekleştiren Ziya Paşa, son olarak 1878 yılında Adana’ya vali olarak atandı. Adana’da eğitim ve kültür alanında faaliyet gösterdi. Bursa valisi Ahmet Vefik Paşa’yı örnek alarak bir tiyatro binası inşa ettirdi, temsil vermek üzere İstanbul’dan bir tiyatro heyeti getirtti ve Fransızcadan piyes tercüme etti. İmarla ilgili faaliyetlerde bulundu; Gülek nahiyesinde bir rüştüye açtı.
2 yıla yakın valilik yaptığı Adana’da 17 Mayıs 1880’de sirozdan hayatını kaybetti. Büyük bir cenaze töreninin ardından Adana Ulu Camii yanına defnedildi. 1881 yılında Adana valisi Abidin Paşa tarafından Ziya Paşa için türbe yaptırıldı. Türbenin etrafı 1960'larda park haline gelmiştir.
İki evlilik yapmış olan Ziya Paşa'nın ilk evliliğinden Hayali Bey, Seniha Hanım, Vahid Ziya Bey adlı üç çocuğu olmuştur; ikinci evliliğini Saadet Hanım ile yapmıştır.
Tanzimat çağı yazarları arasında Namık Kemal ve Abdülhak Hamit Tarhan’dan sonra en çok eser verenlerden birisi Ziya Paşa’dır. Daha çok şiir tarzında eser verdi.
Eserlerinde baskıcı yönetime karşı özgürlükleri ve meşrutiyeti savundu. Batılılaşma yanlısı, yenilikçi Tanzimat Edebiyatı'nın öncüleri arasında yer aldı. Namık Kemal ve Şinasi ile birlikte |
yeni Türk edebiyatının temellerini attı. Türk edebiyatının kendi geleneğine sahip çıkmasını istedi, şiir ve yazı dilinin halkın dili olması gerektiğini savundu.
Şiirlerinde divan şiir biçimlerini kullandı ama içerikte hak, adalet, uygarlık, hürriyet gibi temaları işledi. "Terci-i Bend" ve "Terkîb-i Bend" isimli iki şiirinde ise insanın yargısı ve gerçeği kavramanın olanaksızlığı, Tanrı'nın mutlak egemenliği gibi metafizik konular üzerinde durdu. Bu iki ünlü manzume, başlıbaşına bir eser olarak pek çok defa basıldı.
1874-1875'te Arap, Fars ve Türk şairlerin şiirlerini “"Harâbât"” adlı 3 ciltlik ansiklopedide topladı. Antoloji için yazdığı manzum önsöz, “"Mukaddeime-i Harabat"”, ayrı bir eser olarak da basılmıştır. Bu önsözde divan edebiyatını övmesi, Namık Kemal ile aralarının bozulmasına sebep olmuş; Namık Kemal karşılık olarak ""Tahrib-i Harâbât"" adlı manzumeyi kaleme almıştır.
Ziya Paşa'nın manzum eserlerleri önce damadı Hamdi Paşa tarafından “"Eş’ar-ı Ziya"” adıyla, daha sonra Süleyman Nazif tarafından ”"Külliyat-ı Ziya Paşa"” adı altında birer ciltte toplandı. Ali Paşa’yı hicvetmek için yazdığı “"Zafername"” adlı bir manzumesi de vardır.
Ziya Paşa, şiir dışında siyasi konular üzerine küçük kitaplar kaleme aldı. “"Rüya"”, “"Veraset-i Saltanat-ı Seniyye"”, “"Ziya Paşa’nın Arzuhali"” bu eserlerdendir.
Gazetelerde yazdığı makaleler arasında Hürriyet’in 7 Eylül 1868 tarihli 11. sayısında yayımladığı “Şiir ve İnşâ” başlıklı makalesi çok meşhur olmuştur. Bu makalesinde şiirde halk şiirinden faydalanmak ve halkın anlayabileceği dili kullanmak gerektiğini söyler.
"Engizisyon Tarihi" ve "Endülüs Tarihi" adlı iki Fransızca tarih kitabını Türkçeye kazandırdı; Molière’in "Tartüffe" eserini Türkçeye çevrirerek Türk edebiyatının ilk manzum piyesini ortaya koydu. Jean-Jacques Rousseau’dan yaptığı ""Emile"" tercümesi yayınlanmış eserleri arasında yer aldı.
Ziya Paşa,
""Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz"
"Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde""
şeklindeki deyimleşen beyitin de yazarıdır.
Lamb of God
Lamb of God, beş kişiden oluşan Amerikan groove metal ve metalcore grubu. 1994 yılında, Virginia eyaletinin Richmond şehrinde kurulan grup; vokalist Randy Blythe, gitaristler Mark Morton ile Willie Adler, bas gitarist John Campbell ve baterist Chris Adler'dan oluşmaktadır. Grup ayrıca New Wave of American Heavy Metal hareketinin bir parçası kabul edilir.
Kuruluşundan bu yana Lamb of God, altı stüdyo albümü, bir konser albümü, bir toplama albüm ve üç DVD yayınladı. ABD'deki toplam satışları iki milyonu buldu. 2007'de "Redneck" şarkısıyla Grammy Ödülleri'ne En İyi Metal Performansı dalında aday gösterildi. 2006'da ikisi Ozzfest ve biri Slayer'ın The Unholy Alliance Tour'u olmak üzere üç kez turneye çıktı. Download Festival, Sonisphere Festival, Soundwave Festival ve Megadeth'in ana grup olduğu Gigantour da dahil olmak üzere pek çok festivalde sahne aldı. 2008-2010 yılları arasında Metallica (World Magnetic Tour) ile turneye çıkarken, bunun hemen ardından Mayhem Festival 2010'da ana grup olarak sahne aldı. 2010'da "Set to Fail", 2011'de "In Your Words" şarkılarıyla Grammy Ödülleri'ne aynı daldan tekrar aday gösterilse de ödül kazanmayı başaramadı. Grubun son albümü "", 24 Temmuz 2015'te yayınlandı.
1990 yılında Virginia Commonwealth Üniversitesi'nde tanışan Mark Morton, Chris Adler, John Campbell ve Matt Conner tarafından Burn the Priest isimli, dört kişiden oluşan ve vokalisti olmayan bir grup kuruldu. Dörtlü, soğuk kış günlerinde Adler'ın Richmond'daki evinde çalarak başladı. Campbell o günleri "Ev hiç sıcak değildi. Her yerimizi donduran soğuk, bizi gerçekten sarhoş ediyordu ve biz gaz yağı ısıtıcının yanında metal şarkıları yazmaya çalışıyorduk." diyerek hatırlıyor. Mezuniyetten sonra, Morton yüksek lisansı için Chicago'ya gittiğinden, Conner ise başka bir gruba katıldığından gruptan ayrılmak zorunda kaldı. Ayrılanlar yerine gruba gitarist Abe Spear alındı. Yaklaşık beş yıl süreyle Richmond ve Virjinya'daki mekanlarda çalan grup, enstrümantal müziğin ötesine geçmeye karar verdiğinde Randy Blythe vokal olarak gruba dahil oldu. Blythe'in gruba katılmasının ardından bir sene sonra, 1995'te, grup kendi ismini taşıyan ilk demosunu yayınladı. Demonun ardından 1997 yılında Burn the Priest, yedi inçlik 2 bölünmüşü (ZED ve Agents of Satan'ı) kaydetti. Morton Chicago'dan dönüp gruba tekrar katıldığında Virjinya yakınlarında çalan grup, iki yıl sonra Steve Austin'in yapımcığında Legion Records ile "Burn the Priest" isimli albümünü yayınladı. Grup daha sonra, mp3.com ile teklilerin ve diğer parçaların toplanmasıyla oluşan 'Sevens and More' isimli bir toplama CD yayınladı.
1999'da Burn the Priest ismini Lamb of God olarak değiştirdi. Yeni ismin dini bir anlam içermemesiyle birlikte grubun ismini değiştirmesinin nedeni, insanların satanist bir metal grubu olduklarını düşünmesi ve grubun kadrosunun değişmesiydi. Aynı yıl Abe Spear'ın gruptan ayrılmasıyla oluşan gitarist boşluğunu Chris'in kardeşi Willie Adler doldurdu ve Willie'nin de gruba katılmasıyla birlikte Prosthetic Records ile anlaşma imzalandı.
Yeni isim ve şirketle birlikte grup, ikinci albümü "New American Gospel" 'ı Eylül 2000'de yayınladı. Allmusic'ten Patrick Kennedy albümü beş üzerinden dört yıldız ile değerlendirdi. Chris Adler de albümü "Klasik bir kayıt. Kariyerimizin en ağır, ancak çabuk yayılan albümlerinden birini yapmaya yetecek tüm unsurlara sahiptik. Bizi zaptetmek kolay değildi; öyle ki, ne yaptığımızı ilk anda biz de anlamamıştık." diyerek yorumladı.
Lamb of God, 6 Mayıs 2003 tarihinde üçüncü stüdyo albümü "As the Palaces Burn" 'ü yayınlamadan önce iki sene sürecek bir turneye çıktı. Turnenin ardından "As the Palaces Burn" yayınlandı; "Rolling Stone" 'dan Kirk Miller, albüme beş üzerinden üç verdi ve albüm hakkında şunları yazdı: "Aşırı davranmakla birlikte Slipknot hayranı olan çağdaşlarının çoğunun tersine, Lamb of God titizlikle hazırlanmış bir metal saldırısı başlatıyor." Albüm, "Revolver" ve "Metal Hammer" tarafından 2003'ün en iyi albümü seçildi. Ardından grup, katıldığı ilk Headbangers Ball turnesindeki konser görüntülerini kaydetti ve bunları "Terror and Hubris" adlı bir DVD'de birleştirerek yayınladı. Başarılı olan DVD çalışması "Billboard" Top Müzik Videoları Listesi'ne 31. sıradan giriş yaptı.
Ağustos 2004'te Lamb of God, "Ashes of the Wake" albümünü yayınladı. Albüm, "Billboard" 200'e 27. sıradan giriş yaptı ve daha ilk haftasında 35,000'den fazla sattı. Bu albüm aynı zamanda grubun yeni şirketi Epic Records ile yayınladığı ilk albümüydü. Allmusic'den Johnny Loftus, "PVC goofs ve Alice in Chains taklitçileri yüzünden tıkanan tarzı, Lamb of God güç, öfke, gelenek ve zanaat denklemi ile dengeliyor." diyerek albümü övdü. Albüme ismini veren parça "Ashes of the Wake"e Testament'in gitaristi Alex Skolnick ve Megadeth'in eski gitaristi Chris Poland eşlik etti.
Lamb of God, bu yıllarda katıldığı turneler olan Ozzfest 2004'ün ikinci ayağı ve Sounds of the Underground tour 2005'te "Ashes of the Wake" albümünü destekleyen, bu albümün parçalarına da yer veren konserler verdi. 2005'te "Revolver" dergisi, Mastodon'ın "Leviathan" albümünün ardından ikincilikle albümü Yılın En İyi Albümü seçti. Yine "Revolver" dergisi, albümün "Laid to Rest" teklisinin klibini En İyi Müzik Videosu dalında aday gösterdi. Grubun daha önce de yaptığı bir uygulama olan turne görüntülerini kaydedip yayınlamak, bu turne için de geçerli oldu ve grup, turnedeyken performans görüntülerini kaydedip "Killadelphia" adıyla hem DVD hem de CD olarak yayınladı. Bu DVD, 2007'de Recording Industry Association of America tarafından platin sertifikaya layık görüldü.
2006'da albümün ilk teklisi "Laid to Rest"in cover sürümü "Guitar Hero II" 'de oynanabilir parça olarak yer aldı. Şarkının orijinal sürümü 2009'da "Guitar Hero Smash Hits" için yayınlandı. Şarkının indirilebilir sürümü ise "Rock Band" 'da mevcut.
Ağustos 2006'da Lamb of God, beşinci stüdyo albümü "Sacrament" 'i yayınladı. Albüm, "Billboard" 200'e sekizinci sıradan giriş yaptı ve daha ilk haftasında 65,000'den fazla satarak "Ashes of the Wake" 'in ilk hafta satışlarının neredeyse iki katı kadar satış yaptı. Albüm hakkındaki eleştiriler genellikle olumluydu. İlk yorumu yapan "Stylus Magazine" 'den Cosmo Lee şunları ifade etti: ""Sacrament" grubun unutulmaz şarkılarını içeriyor. Müzikal olarak hiç yağlı değil." IGN'den Ed Thompson ise "Sacrament" için "2006'ın en iyi metal albümlerinden biri" dedi. Ve "Blender" dergisinden Jon Pareles albüm için bir benzetme kullanarak şunları sarf etti: "bütün yol boyunca koşarak hızlanıyor".
Grup, albümü desteklemek için çeşitli turnelere katıldı. Bunlar: Slayer, Mastodon, Children of Bodom ve Thine Eyes Bleed ile katıldığı The Unholy Alliance; Megadeth'in ana grup olduğu Gigantour; kendilerinin ana grup olduğu Ozzfest; Download Festival ve Killswitch Engage, Soilwork ve DevilDriver ile katıldıkları özel bir iş birliği içeren turnedir. Lamb of God, 2007'de Grammy Ödüllerine "Redneck" şarkısıyla aday gösterildi; fakat Slayer'ın "Eyes of the Insane" şarkısına karşı kaybetti.
Aralık 2007'de grup, albümü "Sacrament: Deluxe Producer Edition" olarak tekrar yayınladı. İki diskten oluşan paketin ilk diski "Sacrament" 'in bütün şarkılarını içerirken ikinci disk CD-ROM'da albümün bütün vokal, bas, gitar ve bateri parçaları 192kbit/s MP3 formatında satın alanların yorumlayabilmesi için ayrı ayrı bulunuyordu. Blythe bunun hakkında "Bazen çocuklar bile albümü satın almak yerine, albümü indirmeyi tercih ediyor. Bunun için özel bir şeyler yapmamız lazım." dedi. Grup, 2008'de yeni parçalar yazabilmek ve 2009'da yeni bir plak şirketi ile albüm yayınlayabilmek için ara verdi ve ABD dışında da satış yapabilmek için yeni plak şirketi arayışına girdi. Chris Adler Epic Records için ABD'de "daha mükemmeli olamazdı" dese de uluslararası satış yapabilmek için o da yeni bir şirket istiyordu.
2 Mayıs 2008 tarihinde Lamb of God, Myspace üzerinden yeni konser DVD'si "Walk with Me in Hell" 'i 1 Temmuz 2008 ta |
rihinde yayınlayacağını hayranlarına bildirdi. Çekimleri yaklaşık beş saat süren ve iki diskten oluşan DVD, "Walk with Me in Hell" 'in belgeselini, "Sacrament" World Tour görüntülerini, "'Sacrament'in Yapımı" belgeselini ve Download Festival 2007'de 72,000'den fazla hayranın karşısında yapılan konserin görüntülerini içeriyordu. "Walk with Me in Hell", ABD'de platin sertifikaya layık görüldü.
Ağustos 2008'de grubun Sacrament'i takiben yeni çalışmalarına başladığını stüdyo yapımcısı Cole Higley duyurdu ve bunun Şubat 2009'da yayınlanmasının planlandığını açıkladı. Bu kayıtlar için de yapımcı olarak Josh Wilbur seçildi. Yeni kayıtların stüdyodaki (özellikle bateri odası ve mix odası) kaydedilme aşamaları iki webcam yardımıyla grubun internet sitesinden canlı olarak yayınlandı. 2008'in sonunda baterist Chris Adler yayınlanacak yeni albüm hakkında bir alıntısında şöyle dedi: "Bu albüm, birçok insanı şaşırtacak. Bu sefer farklı bir yol seçtik. Kimse grubun yeni bir rekor kırmayı umduğunu duymak istemiyor. 'Wrath'da yutturmaca yok. Biz zaten üst sıralardayız, 24 Şubatta bunu hissedeceksiniz."
23 Şubat 2009'de grubun beklenen altıncı stüdyo albümü "Wrath" isminde uluslararası satışlarda Roadrunner Records ile Amerika'daki satışlarda Epic Records ile yayınlandı. "Wrath", Billboard 200'e ikinci sıradan giriş yaptı ve daha ilk haftasında 68,000'den fazla sattı. Albüm, gruba başlamaları için yardımcı olan Mikey Bronsnan'a adanmıştı. Kasım 2008'de Bronsnan arabasını sarhoş kullanırken kaza yapıp hayatını kaybetmiş ve baterist Chris Adler bunun ardından "Mikey olmadan çok iyi bir grup olabilir miyiz bilmiyorum..." demişti.
Grup, 2009 baharında "Wrath" 'ı desteklemek için düzenlediği dünya turnesinin ilk ayağı "No Fear Energy Tour" 'a yanına ana grup olarak Children of Bodom, As I Lay Dying, God Forbid ve Municipal Waste'i alarak başladı. Grup için yapılan eleştirilere ve geniş katılımlara göre grup her şovunda başarılıydı. Grup yazın Avrupa'da Metallica ile birlikte World Magnetic Tour'da çalarken aynı zamanda Mastodon ile birlikte çeşitli Avrupa festivallerinde ana grup olarak yer aldı. Morton, eşi ve çocuğuyla birlikte olmak için erken ayrılınca turnenin son altı gününde Unearth'dan Buz McGrath tarafından Morton'un yeri dolduruldu. Lamb of God, World Magnetic Tour 2009'un Kuzey Amerika ayağında Metallica'nın yan grubu olmasının yanı sıra Avustralya ve Yeni Zelanda'da Shadows Fall ve DevilDriver ile birlikte ana grup olarak turnelere çıktı ve seneyi böyle kapattı.
2010'da Grammy Ödülleri'ne En İyi Metal Performansı dalında "Set To Fail" ile aday gösterildi; ancak Judas Priest'in "Dissident Aggressor" şarkısına karşı kaybetti.
Thrash metal grubu Testament ile birlikte 17 Nisan 2010'da ilk defa Filipinler'de konser veren grup, 15 Mayıs 2010 tarihinde Summer Storm festival dahilinde Hindistan'da ve 17 Mayıs 2010'da Sonisphere Festival dahilinde Türkiye'de ilk defa konser verdi. Mayhem Festival 2010'da Lamb of God ana grup olarak Korn, Rob Zombie ve Five Finger Death Punch'ın yanında yer aldı. Between the Buried and Me'in gitaristi Paul Waggoner, Mark Morton'ın yerini Mayhem Fest boyunca doldurdu.Haziran 2010'da Download Festival'de ana grup olarak çaldı. Bu, aynı zamanda grubun üçüncü Download Festival deneyimi oldu.
19 Nisan 2010'da IGN, Lamb of God'ın sonraki tekli çalışması "Hit the Wall"ın 'yapımı' videosunu yayınladı. Bu tekli aynı zamanda "Iron Man 2" oyununda yer aldı. 15 Şubat 2011'de Lamb of God, "Hit the Wall"'ın dijital indirme olarak satın alınabileceğini duyurdu.
2010'un sonunda Lamb of God, Metallica'nın Avustralya turnesine Metallica'ı desteklemek için katılacak gruplardan biri (diğeri Baroness) olduğunu açıkladı.
Eylül 2010'da bir röportajında baterist Chris Adler, yedinci albüm çalışmaları için Şubat 2011'de stüdyoya gireceklerini duyurdu. Kasımda başka bir röportajında Chris, grubun yine yapımcı Josh Wilbur ile çalışacağını duyurdu. Grup, 2011'de Grammy'e "In Your Words" ile aday gösterildi; ancak Iron Maiden'a karşı kaybetti.
31 Ekim 2011'de grup, yedinci stüdyo albümü "Resolution"ı 24 Ocak 2012 tarihinde yayınlayacağını hayranlarına bildirdi. Grup açıklamasında albümün şarkılarının ve kapak tasarımının önceki çalışmaları "As the Palaces Burn" ve "Ashes of the Wake"e benzeyeceğini de bildirdi. 19 Ocak 2012 tarihinde albümün ilk teklisi "Ghost Walking"'in tamamı animasyondan oluşan müzik videosu yayınlandı. Tanımlanamayan bir silahın iptal kodlarını girmek için suikastçilerden kaçan bir adamı gösteren bu animasyonun tamamı Moreframes Animation tarafından yapıldı. Animasyonun prömiyeri ise müzik kanalı Vevo ve YouTube üzerinden yapıldı. 24 Ocak 2012'de grubun yedinci stüdyo albümü "Resolution", önceki albümde de olduğu gibi uluslararası satışlarda Roadrunner Records, Amerika'daki satışlarda Epic Records etiketiyle yayınlandı. Albüm ilk haftasında 50.000'den fazla sattı ve Billboard 200'e üçüncü, Rock Chart'e birinci sıradan giriş yaptı. Albümün teklisi "Ghost Walking" 2013'te En İyi Hard Rock/Metal Performansı dalında Grammy Ödülleri'ne aday gösterildi. Şubat 2012'de Soundwave Festival dahilinde Avustralya'da çalan grup, bunu takiben Download Festival'de ana grup olarak çaldı.
Grup, 2012'de Revolver Golden Gods ödüllerine çeşitli dallarda, Metal Hammer Golden Gods ödüllerine "En İyi Uluslararası Grup" dalında aday gösterildi. Revolver Golden Gods ödülleri adaylıkla sonuçlandı. Metal Hammer Golden Gods ödüllerini ise kazandı.
28 Haziran 2012'de Çek Polisi, iki yıl önce Prag'da bir konser esnasında sahneye atlayan 19 yaşındaki genç hayranını sahneden itip yaralayan Randy Blythe'i tutukladı. Sahneden itilen genç hayran bir süre sonra başına aldığı bu darbe sebebiyle ölünce Blythe ölümle sonuçlanan kasıtlı adam yaralamaktan, beş ile on yıl arasında hapis istemiyle yargılandı. Blythe'in tutuklu kaldığı 38 gün boyunca Lamb of God'ın yaklaşan bütün konserleri iptal edildi. 3 Ağustos 2012 tarihinde 400 bin dolar kefaletle serbest bırakılan Blythe, 5 Mart 2013'te görülen son oturumda tekrar 3 adet yargıcın karşısına çıktı ve suçlu bulunmadığı kesin olarak kararlaştırıldı.
Haziran 2013'te Full Metal Jackie'nin ulusal radyo programında bas gitarist John Campbell, Lamb of God'ın 2014'te sekizinci stüdyo albümü için stüdyoya girmeyi planladığını belirtti. Öte yandan Chris Adler, The Virginian-Pilot ile yaptığı röportajında "Herhangi bir gelir elde etmemiz mümkün değildi; ama avukat ücreti de dâhil olmak üzere yarım milyon dolardan fazla ödeme yapmak zorunda kaldık. Tüm grup iflasın eşiğine geldi, hiçbir şey için paramız kalmadı. Randy beraat ettiğinde her şey bu noktadaydı." dedi.
26 Ocak 2014'te Randy Blythe, kişisel Intagram hesabında paylaştığı bir fotoğrafın açıklamasında Lamb of God'a uzun bir süre mola vereceğini açıkladı. Grup, yeni bir albüm dönemine girip bunu takiben çeşitli festivallerde yer aldıktan sonra ara verecek.
Şubat 2014'te "As The Palaces Burn" adlı belgesel filmi dünya genelinde yayınlandı. 2012'de çekimlerine başlanan ve Don Argott tarafından yönetilen belgesel, bugüne kadar geçen süre zarfında hayran odağında grubu ele aldı. Ayrıca Blythe'in tutuklanması ve dava süreçleri de belgeselde önemli yer tuttu. Belgesel, kritiklerde olumlu eleştiriler aldı.
Nisan 2015'te sosyal medya hesapları üzerinden yeni albüme dair görseller ve kısa videolar paylaşan grup, 15 Mayıs 2015'te sekizinci stüdyo albümünün ilk parçası "Still Echoes"'u kendi internet sitesinden dijital satışa sundu. Bunu takiben 12 Haziran 2015'te albümün ikinci teklisi "512"'nin video klibi yayınlanırken, Randy Blythe'ın hapiste geçen günlerde yaşadıklarını yazdığı "Karanlık Günler" isimli kitabı da aynı ay piyasa sürüldü. 24 Temmuz 2015'te grubun sekizinci stüdyo albümü "", Nuclear Blast etiketiyle yayınlandı.
2004'te yayınlanan "Ashes of the Wake" albümünün başarısından beri "New Wave of American Heavy Metal"ın lideri kabul edilen grubun tarzı genel olarak death metal etkisinde thrash metal ya da groove metal olarak kabul edilmesine rağmen, grubun hayranları ve eleştirmenler grubun tarzını metalcore olarak kabul eder. Grubun çalış stili standart olmayan müzik yapısıyla donatılmış çok teknik ve hızlı çalınan enstrümantal öğelere dayanır.
"Burn the Priest" ve Lamb of God'ın ilk zamanlarının tarzı thrash metal, death metal ve hardcore punk ya da grindcore olarak kabul edilmekle birlikte Lamb of God'la Pantera'ı birbirine bağlayan groove metal'in etkileri de görülür. Grubun death metal vokal kullanması onlara birçok farklı türü bir arada kullanma olanağı verir. Bu sayede de müziklerine hardcore punk, thrash metal ve hatta sludge metal'i bile dahil etmiştirler.
Grup, kariyeri boyunca üslubunu ve kullandığı terimlerini sürekli değiştirmesine rağmen çoğu insan Lamb of God'ı groove metal tarzıyla tanır. Campbell, "Walk with Me in Hell" DVD'sinde Lamb of God hakkında "Punk grubu, heavy metal çalıyor" derken Chris Adler "Sacrament" için bir speed metal albüm demiştir. Yine de grubun tarzını en iyi açıklayan söz yine Campbell'a aittir. Campbell tarzlarını, "Yaptığımız müzik progressive rock ve geleneksel rock arasındaki çizgide dolaşıyor. Progressive rock'ı kendi öz temasını ucuzlatmadan daha dinlenebilir bir şekilde yaptığımızı düşünüyorum. Müziğimizin karmaşıklığı teknik çalınan müzikten hoşlanan dinleyicilere hitap etmekle birlikte aranjmanlarımız, ortalama bir dinleyiciye hitap etmekten daha ileride değil. Bu gerçekten iyi bir denge." şeklinde ifade etmiştir. Ayrıca grup "Wrath" ve "Resolution" albümlerinden itibaren thrash metal etkisi daha fazla olan bir çizgide ilerlemeye başlamıştır.
Grubun şarkıları genellikle çift anlama gelir. Sık sık İncil'e başvururlar; ancak "Blacken the Cursed Sun" ya da "Vigil" gibi dinle ilgi şarkıları da mevcuttur. Şarkılarının çoğu, özellikle "As the Palaces Burn" ve "Ashes of the Wake" albümlerindekiler, siyasi temalar içermektedir. Ayrıca "Reclamation" gibi nefret dolu şarkıları da vardır.
G.a.g.
G.A.G., Gülse Birsel'in anlatıcılığını ve metin yazarlığını üstlendiği, TV reklamlarının m |
izahi yorumlarını ve bizzat esprili TV reklamlarını konu alan bir dönemin televizyon programı. 6 Mart 2002 - Mart 2004 arasında Atv kanalında, Aralık 2007 itibarıyla da Star televizyonunda tekrar bölümleri yayınlanmıştır.
Ez-Zamîme
Ez-Zamîme, İbn Rüşd'ün Faslu'l-makâl isimli eserine yazdığı ektir. İbn Rüşd Faslu'l-makâl'de din karşısında felsefenin konumunu savunur, Gazalî'yi ve Gazalî'nin görüşlerini tenkit eder. Eser Gazalî filozofları tekfir etmesine yol açan, filozof ve kelamcıların arasında büyük tartışmaya konu olan Allah'ın ilmi ve alemin hadis olup olmadığı meselelerini konu alır.
Escorial Kütüphanesi'nde bulunan bir yazmada Faslu'l-makâl ve eş-Keşfan minhâci'l-edille arasında yer alır. Faslu'l-makâl'ın modern baskılarının çoğunun sonuna ez-Zamîme de eklenmiştir. Zamîme Faslu'l-makâl'deki açıklamaları, özellikle de Allah'ın ilmi konusundaki fikirleri anlamak için çok önemlidir.
James Caan
James Langston Michael Caan ("doğ. 26 Mart 1940"), ABD'li sinema ve TV oyuncusu.
New York'da Neighborhood Playhouse Tiyatro Okulu'ndan mezun olmasının ardından Caan, aktörlük hayatına "Dokunulmazlar" gibi televizyon dizileri ile başladı. Aldığı ilk önemli rol, bir caniyi canlandırdığı gerilim filmi "Lady in Cage" (1964). 1967'de Caan, "El Dorado" 'da John Wayne ile birlikte oynadı. İlk olumlu eleştirilerini 1969 yılında , beyin özürlü bir futbolcuyu canlandırdığı, Francis Ford Coppola'nın yönettiği "The Rain People" ile aldı. Bundan birkaç yıl sonra Coppola, Baba ("The Godfather") filmindeki Sonny Corleone rolü için Caan'ı seçti. Caan, bu filmden sonra çok büyük kitlelerce tanınan bir aktör konumuna gelmesinin yanı sıra bu film, ona En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Akademi Ödülü adaylığını getirdi.
Caan, 1973'ten 1982'ye dek birçok sinema filminde rol aldı. 'Mafya oyuncusu' yaftasından kurtulmak için çok çeşitli karakterlere hayat verdi. İlk ve tek yönetmenlik denemesini 1980 yılında, tanık koruma programındayken kaybolan oğlunu arayan bir babanın hikâyesinin anlatıldığı "Hide In Plain Sight" filmi ile gerçekleştirdi. Film olumlu eleştiriler alsa da gişelerde umduğunu bulamadı. 1981 yılında Caan, Michael Mann'in yönettiği Thief filminde başrol oynadı. Profesyonel bir hırsızı canlandırdığı bu film, film noir klasikleri arasına girmeyi başardı. 1982'den 1987'ye kadar hiçbir filmde rol almadı. 1987'de Vietnam Savaşı'nın konu edildiği, Francis Ford Coppola tarafından yönetilen "Gardens of Stone" filminde rol aldı.
1988 ile 1990 yılları arasında Caan, "Alien Nation", "Dick Tracy", Misery gibi popüler filmlerde rol aldı. 1992'de "Honeymoon in Vegas" filminde Nicolas Cage ve Sarah Jessica Parker ile başrolleri paylaştı. Oynadığı diğer filmlerden bazıları "Eraser" (1996), "Mickey Blue Eyes" (1999), "The Yards" (2000), "City of Ghosts" (2002), "Dogville" (2003) ve "Elf" (2003).
Nürnberg Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi
Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi, Ekim 1945'te, ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Sovyetler Birliği'nin açtığı ünlü dava. Almanya'nın Nürnberg şehrinde yapıldığı için bu isimle anılmıştır. Nazi liderlerine karşı suçlama 4 noktada toplanıyordu: Barışa karşı suç (uluslararası sözleşme ve anlaşmaları çiğneyerek savaşı planlama, başlatma ve yürütme), insanlığa karşı suç (sürgün, imha ve soykırım), savaş suçları (savaş hukukunu çiğneme) ve ilk üç noktada listelenen suç eylemlerinin "ortak bir plan ve komplo süreci ile gerçekleştirilmesi." 216 oturum süren yargılamalar 1 Ekim 1945 tarihinde sona erdi ve üçü beraat eden, 22'si için idam cezası istenen 24 mahkûm şu cezalara çarptırıldı: Daha hafif suçlamalarla yargılananlardan 4 kişi 10 ile 20 yıl arasında hapis cezası aldı: Karl Dönitz, Baldur von Schirach, Albert Speer ve Konstantin von Neurath. Üçü ömür boyu hapse mahkûm edildi: Rudolf Hess, Walter Funk ve Erich Raeder. On ikisi hakkında idam cezası verildi ve bunlardan Hans Frank, Wilhelm Frick, Juluis Streicher, Alfred Rosenberg, Ernst Kaltenbrunner, Joachim von Ribbentrop, Fritz Saucker, Alfred Jodl, Wilhelm Keitel ve Arthur Seyss 16 Ekim 1946 tarihinde idam edildi. Firardaki Martin Bormann'a yokluğunda idam cezası verildi. Hermann Göring ise asılmasına saatler kala zehir içerek kendi hayatına son verdi.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan geçen 177 (II) numaralı kararın, (a) paragrafında, Uluslararası Hukuk Komisyonu "Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’nin tüzüğünde ve davanın yargılanma sürecinde tanınan uluslararası hukuk ilkelerini belirlemek"le görevlendirildi. Bu amaçla aşağıdaki metin komisyonun ikinci oturumunda kabul edildi:
Her dört ülke tarafından birer baş hakim, değişimli hakim ve savcı temin edilmiştir. Mahkemenin hakimleri:
Mahkemenin baş savcıları:
Uluslararası Askeri Mahkeme, 19 Kasım 1945'te Nuremberg Adalet Sarayı'nda açıldı. Birkaç kategoride üst düzey askeri görevli bulunmaktadır.
Verilen iddianame:
Suçlanıp beraat eden (B), Suçlu bulunan(S), Yargılanmayan(-):
İdamlar Mahkeme binasının spor salonunda gerçekleştirildi (1983 yılında yıkılmıştır). Söylentilere göre cesetlerin Dachau'ya götürülüp orada yakılması uzun sürmesine rağmen, aslında Münih'te bir krematoryumda yakıldı ve küller Isar Nehri üzerine dağıtılmıştı. Fransız hakimler, Göring, Keitel ve Jodl'un kurşuna dizilerek vurulmasını önerdi; Bu kural, Ordu mahkemeleri için standarttır, fakat Biddle ve Sovyet hakimleri, askeri subayların askeri etkenlerini ihlal ettiğini ve daha büyük onurlu sayıldığı düşünülürse, vurularak öldürülmeye değmediklerini savundular. Diğer mahkûmlar 1947'de Spandau Hapishanesine nakledildiler.
Asılarak ölüm cezasına çarptırılan 12 sanığın ikisi asılamadı: Martin Bormann, gıyaben ölüme mahkum edildi (Mayıs 1945'te Berlin'den kaçmaya çalışırken öldü) ve idamında önceki gece intihar eden Hermann Göring infaz edilmedi. Kalan 10 sanık ölüm cezasına çarptırıldı.
Nürnberg Mahkemesi birçok filme konu olmuştur.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Almanca: "Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei"), Weimar Cumhuriyeti döneminde kurulmuş bir Alman siyasî partisiydi. Yirminci yüzyılın ilk yarısında Alman siyasetinde önemli bir yere sahip olmuş partinin programı ve ideolojisi (nasyonal sosyalizm), radikal antisemitizm ile birlikte etnik milliyetçiliğe dayanan anti-kapitalist ve anti-Marksist bir görüşteydi. 1921 senesinden itibaren parti başkanlığını sürdürmüş Adolf Hitler'in 1933 senesinde şansölye olmasının ardından 1945 senesine kadar Nasyonal Sosyalizm Döneminde Almanya'nın tek yasal partisi olmuştur. Kısaca Nazi Partisi olarak bilinir.
24 Şubat 1920'deki 25 maddelik parti programının açıklanmasından önce, 5 Ocak 1919 tarihinde 6 kişi tarafından küçük bir siyasî oluşum olarak kurulmuştu. Partinin kurucusu olan 6 kişinin arasından 2 kişi öne çıkıyordu: Gazeteci Karl Harrer ve çilingir Anton Drexler. Bu ikili, partinin asıl kurucuları idiler.
Almanya'nın I. Dünya Savaşı'nda yenilmesiyle beraber İmparatorluk yıkılmış ve yerine Cumhuriyet kurulmuştu. Tarih tarafından "Weimar Cumhuriyeti dönemi" olarak isimlendirilecek yeni Almanya'da kurulan ilk siyasî partilerden biri de Alman İşçi Partisi (DAP) idi. Partinin kurucuları olan Karl Harrer ve Anton Drexler'in siyasî görüşleri milliyetçi ve sosyalist ilkeleri bir arada bulunduruyordu. Bu ilkelere göre genel anlamda Alman milliyetçisi bir politika izlenecek, ekonomik olarak ise anti-Marksist bir sosyalizm uygulanacaktı. Bu görüşler partiye sonradan katılacak olan Adolf Hitler'in nasyonal sosyalizm isimli ideolojisine çok yakındı.
Alman ordusunun bir askeri olan Adolf Hitler, 1918 yenilgisinin ardından devlette muhbir polis olarak çalışmaya başlamıştı. Hitler, bu yeni oluşum hakkında bilgi edinip polis teşkilatına rapor göndermek için görevlendirildi ve Münih'teki Alman İşçi Partisi'nin merkezine gitti. Hitler, partinin görüşlerini beğenerek Drexler'den etkilenmişti. Hakkında bilgi edinmek için gittiği bu partinin ilk üyelerinden biri oldu. Ateşli hitabeti ile dinleyicileri etkisi altına alan Hitler, zaman içinde partide ön plana çıktı. Kısa sürede parti yöneticileri arasına girmişti. Karl Harrer, Hitler'den memnun değildi çünkü onun megaloman biri olduğunu düşünüyordu. Parti içindeki tartışmalardan sonra Harrer istifa etti ve Drexler parti başkanı oldu. Partinin ikinci kurucusu ve yeni başkanı Drexler'in Hitler hakkındaki görüşleri olumlu yöndeydi. Etkileyici konuşmalar yapan enerjik biri olduğu için Hitler'i yetenekli buluyordu. Bu yüzden onun önünü açtı ve parti içinde yükselmesine müsaade etti.
24 Şubat 1920 tarihinde Alman İşçi Partisi ilk büyük toplantısını gerçekleştirerek 25 maddelik programını açıkladı. Parti programını açıklayan konuşmacı Adolf Hitler'di. Büyük bir salondaki yüzlerce kişiye açıklanan parti programıyla birlikte Alman İşçi Partisi küçük bir oluşum olmaktan çıkarak görüşlerini beyân etmiş olan siyasal bir partiye dönüştü. Ayrıca aynı gün partinin ismi "Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi" olarak değiştirildi.
Hitler, etkileyici hitabet yeteneği sayesinde parti başkanı olabilecek kadar ön plana çıkmıştı. Böylelikle 29 Temmuz 1921 tarihinde parti başkanlığını Anton Drexler'den devraldı. Üye olduğu zamanlardan itibaren kendi görüşlerini diğer parti üyelerine kabul ettiren Hitler, Alman İşçi Partisi'nin 1919'da benimsemiş olduğu milliyetçi ve sosyalist ilkeleri daha ileri bir boyuta taşıyan nasyonal sosyalizmi resmî parti ideolojisi yaptı. Nasyonal sosyalistler siyasal rakipleri olan komünistler ve sosyal demokratlar tarafından kısaca "Nazi" olarak isimlendirildiler.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin üye sayısı 1923 yılına gelindiğinde daha da artmıştı. Üye sayısının artışıyla birlikte parti merkezinin bulunduğu Münih'le beraber Bavyera eyaletinin yönetimini ele geçirmek isteyen Hitler, partinin silahlı kanadı olan Sturmabteilung örgütü ve sivil nasyonal sosyalistlerle beraber ayaklanma çıkardı. Bu ayaklanmayı I. Dünya Savaşı'nda görev yapmış eski bir komutan olan Erich Ludendorff da destekledi. Tarihe "Birahane Darbesi" olarak geçen bu |
darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlandı ve Hitler 5 yıl hapis cezası aldı. 5 yıl ceza almasına rağmen 9 ay hapis yattı ve bu süre zarfında kendi hayatını anlattığı, siyasî düşüncelerini açıkladığı ve nasyonal sosyalizmin doktrini niteliğindeki Kavgam ("Mein Kampf") kitabını Rudolf Hess'e dikte etti. Bu kitap, partinin bundan sonraki faaliyetlerine yön verdi.
Adolf Hitler, 1924 Kasımında serbest bırakıldı. İzleyen yıllarda, tartışmasız liderliğinde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'ni yeniden kurdu ve organize etti. Yeni NSDAP artık yarı askerî bir organizasyon değildi ve zorla güç elde etmeyi reddediyordu. Ne olursa olsun, ekonomik ve politik durum dengelenmişti ve aşırıcılığın yükselmesi zayıflamıştı. Bu sebeple daha fazla devrim macerasına ihtimal verilmiyordu. 1925'te parti Hitler tarafından atanan "liderlik kolordusu" ve "genel üyelik" olarak ikiye ayrıldı. Parti ve Sturmabteilung (SA) ayrı tutuldu. Partinin yasal yönüne vurgu yapıldı. Bunun bir işareti olarak, parti kadınları kabul etmeye başladı. SA ve Schutzstaffel (SS) destek grubu olarak tanımlandılar ve bu grubun tüm üyeleri ilk düzenli parti üyeleri oldular.
Parti, yerel örgütlenmelere önem verdi ve "Gauleiter" sistemiyle birlikte, Almanya'da idari birimler açtı. Almanya'da 98 tane, Avusturya'da ise 7 tane "Gau", yani yerel NSDAP birimi vardı. Bu yerel birimlerden Çekoslovakya'daki Almanların yaşadığı Südetland'a, Polonya'da Almanların yoğunlukta olduğu Danzig'e ve Fransız işgali altındaki Saar Havzası'na da kurulmuştu. Parti, 1924 ve 1929 yılları arasında seçimlerde başarısız oldu, ancak kitlesel gösteriler ve politik duruştan dolayı önem kaybetmediler. Hitler'in 1920'li yılların ikinci yarısındaki politik faaliyetleri hız kesmeden devam ediyordu ki, ismi tüm Almanya'da duyulmuştu. Popülaritesinin artmasıyla birlikte Alman siyasetinin önemli figürlerinden birisi haline gelmişti. 1918 yenilgisi sonucu onuru kırılan ve büyük bunalımlara sebep olan bu yenilgiyi hazmedemeyen milyonlarca Alman'a, 1919'da dış güçlerin baskısı altında kurulan yeni devletten memnun olmayanlara, anti-Marksist Alman emekçilerine, iş ve ekmek isteyen yurttaşlara büyük bir Almanya vadediyordu. Hitler, politik fikirlerini ilk olarak, insanların kolayca toplanacağı bir mekan olan barlarda, daha sonraları ise daha büyük toplantı salonlarında halka açıklamaya başlamıştı. En nihayetinde, daha çok insana hitap etmek için meydanlarda geniş çaplı mitingler yapma fırsatını bulmuştu. Onun fikirleri çoğu insana ümit veriyordu, sözlerinde "“Alman halkı için”" ifadesi eksik olmuyordu. “Eğer haklarımızda ısrar etmezsek hiçbir anlayış mümkün olmayacaktır” diyen Hitler, zaman içerisinde, kitleleri Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin saflarında birleştiriyordu, parti tabanını ulusal pozisyonda, Yahudi karşıtı ve yurtsever görüşe sahip ve biraz daha otoriter bir yönetimden yana olan insanlar oluşturuyordu. Hitler Kavgam'da şunları yazmıştı:
Nasyonal sosyalistlerin başlıca rakipleri olan komünistler Leninist bir propaganda uygularken, nasyonal sosyalistler ise bunun tam aksine, Alman İmparatorluğu'nun güçlü mirasına ve Alman halkının birliğine vurgu yapıyorlardı. Ayrıca nasyonal sosyalistler, ılımlı bir politik görüşe sahip sosyal demokratlara nazaran da çok daha radikallerdi, ki zaten Sosyal Demokrat Parti'nin Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi veya Almanya Komünist Partisi'nde olduğu gibi silahlı bir kanadı yoktu. NSDAP üyesi Hans Frank, Hitler'i şu sözleriyle anlatıyordu: "“Çok içten konuşuyordu. Hepimizin üzerinde bir etki bırakıyordu. Orada olan herkesin bilincinde yatan şeyleri haykırıyordu.”"
Dünya Ekonomik Krizinden sonra daha fazla oy kazanabildiler (1929). NSDAP, 14 Eylül 1930 seçimlerinde % 18.3 oy ile Almanya Sosyal Demokrat Partisi'nden sonra ikinci büyük parti oldu. Hitler'in oyları Katoliklerden daha fazla Protestanlardan, şehirlerden daha fazla kırsal bölge ve kasabalardan, işçilerden daha fazla orta ve üst kesimden geldi.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi 14 Eylül 1930 seçimlerinde ilk büyük seçim başarısını elde ederek parlamentoda bulunan milletvekili sayısını 12'den 107'ye çıkardı ve çoğunluğu sağladılar. Parti, 31 Temmuz 1932'de yapılan genel seçimlerde kendi çapında en büyük ikinci oy oranını elde etti. Seçim sonuçlarından yine parlamentoda çoğunluğu sağlayabilen bir parti çıkmamıştı. Toplam oyların % 37.4'ünü alan Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, parlamentoda çoğunluğu sağlayamamakla birlikte en çok sandalye sayısına sahip partiydi. 1919'dan beri yıllar boyunca siyasal bir istikrar sağlanamıyordu, hükûmeti kurması için atanan başbakanların görev süresi birkaç ay veyahut 1 yıl sürüyordu. Siyasal istikrarsızlığı çözecek tek liderin Hitler olduğu sonucuna varan bazı milliyetçi önderler, onu denetleyebileceklerini düşünerek şansölye (başbakan) olmasında anlaştılar. Böylece Alman Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, 30 Ocak 1933 tarihinde Hitler'i Reichskanzler (İmparatorluk Şansölyesi) olarak atadı. Birkaç ay sonra yapılan 5 Mart 1933 seçimlerinde ise Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi oyların % 43.9'unu aldı ve iktidarda kalmaları kesinleşti. Almanya'nın ikinci en büyük partisi % 18.3 oy oranı ile Almanya Sosyal Demokrat Partisi, üçüncü parti ise % 12.3 oy oranı ile Almanya Komünist Partisi oldu.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin iktidara gelmesiyle, istikrarlı bir hükûmet kuruldu ve Weimar Cumhuriyeti'nde sosyal demokratların ve Merkez Partisi'nin kurduğu hükûmetlerde yaşandığı gibi herhangi bir kriz çıkmadı. Hitler, iktidara gelir gelmez yaşamın her alanında nasyonal sosyalizmi yerleştirmeye çalıştı. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi ve yeni İmparatorluk Şansölyesi Adolf Hitler, Alman İmparatorluğu devletinin ve Alman halkının siyasî ve sosyal idaresini ele alarak tek bir irade ile kendi egemenliği altında birleştirdi, bundan dolayı nasyonal sosyalist yönetim, kendine karşı olabilecek hiçbir düşüncenin var olmasına izin vermedi. Weimar Cumhuriyeti'nin zayıf ve dış ülkelerin zorunlu ekonomik, askerî ve siyasî kısıtlamalarından dolayı ezilmiş rejimi yerine çok daha güçlü bir ülke yaratmak amacıyla harekete geçildi ve bunun sonucunda çalışma yaşamı, eğitim ve öğretim nasyonal sosyalist ideolojiye uygun olarak yeniden örgütlendi. 13 Mart 1933'te, kurulan yeni düzende halka rehberlik edilmesi için Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı kuruldu. 1 Aralık 1933'te çıkarılan kanun ile Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi dışındaki tüm partiler kapatıldı.
Nasyonal sosyalist devrim, NSDAP yöneticilerinin ve sivil nasyonal sosyalist Almanların desteği ile sürdü ve 1933-1934 seneleri içerisinde, hızlı bir süreç halinde gerçekleşti. Toplum, bireylerin çoğunun desteklediği ve yürürlüğe girmesini beklediği nasyonal sosyalist sisteme kendisini adapte etti. Devlet kurumları nasyonal sosyalist sistemin ön gördüğü şekilde düzenlendi. Ulusal semboller ve bayrak değiştirildi. Parti, 1919 devrimi sonucu kurulan gücü sınırlandırılmış cumhuriyeti tasfiye ederek yerine Reich'ı, yani imparatorluğu yeniden kurdu. Weimar Dönemininde de Almanya'nın resmî ismi Alman İmparatorluğu idi, fakat nasyonal sosyalistler Alman İmparatorluğu'nu tam bağımsız bir ülkeye dönüştürerek Almanya'nın bu unvanını layıkıyla devam ettirdiler. Weimar Döneminde olduğu gibi, nasyonal sosyalistlerin yönetimi altındaki Almanya'da da "imparatorluk" kavramı, monarşist bir yapıyı simgelemiyordu, daha çok Alman halkının özgürlüğünün bir simgesiydi. 2 Ağustos 1934'te Hindenburg'un vefatıyla birlikte Hitler, cumhurbaşkanlığı makamını da üstlendi ve "Führer und Reichskanzler" (Führer ve İmparatorluk Şansölyesi) unvanını kullanmaya başladı. Böylece Hitler, geniş yetkilere sahip olarak tüm Almanya'nın idaresine seçildi. Hitler, nasyonal sosyalist devrim hakkında şu sözleri söylemişti:
Hitler, Führer ve İmparatorluk Şansölyesi olarak sınırsız güce ulaştığında, Kavgam'da belirttiği ve parti programında yazılı olan tüm ekonomik, siyasî ve sosyal öğretilerini yürürlüğe koymak için daha fazla hızlandı. Partinin sosyal örgütlerinden birine üye olmuş vatandaşlar, nasyonal sosyalizmi günlük yaşamlarının sıradan bir parçası haline getirdiler. NSDAP, devleti temsil eden yegane kuruluştu. Ekonomik gelişmelerin ve istikrarlı büyümenin sonucuyla, devlet gelişti, toplum refaha kavuştu. Rejim karşıtlarına engel olunması ve karışıklık çıkartabilecek nasyonal sosyalizm karşıtı komünist ve Yahudi hareketlerine karşı sıkı bir emniyet sağlanması için devlet bir polis devletine dönüştürüldü. 1934'ten sonra doğrudan Hitler'e bağlanan koruma birliği anlamına gelen, nasyonal sosyalistlere bağlı yarı askerî milis kuvveti olan SS ("Koruma Timi") Heinrich Himmler tarafından örgütlenmişti. Hitler'in en sadık yoldaşlarından biri olan Joseph Goebbels ise etkileyici konuşmaları ve Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi adına yaptığı propagandalar ile Alman halkına nasyonal sosyalizmi aşılıyordu.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin önde gelen isimlerinden olan Hermann Göring, Gestapo'yu kurmuştu ve toplama kamplarının kurulması fikrini ortaya atmıştı. Kurulması teklifini verdiği toplama kamplarını Yahudiler için değil, hapishanedeki sıradan suçlular için planlamıştı. Göring'in planı hayata geçirildi ve toplama kampları kuruldu. Bu kamplara daha sonra Yahudiler ve diğer rejim muhalifleri gönderilmeye başlandı.
Hitler, iktidara geldikten 1 yıl sonra, "Uzun Bıçaklar Gecesi" olarak isimlendirilecek olan 30 Haziran 1934'ü 1 Temmuz 1934'e bağlayan gece üst düzey SA elemanlarının öldürülmesini emretti. Bu görevi SS'e bağlı askerler gerçekleştirdi. Ernst Röhm başta olmak üzere önemli pek çok SA yöneticisi öldürüldü. Hitler, SA'nın liderliğine ise Viktor Lutze'yi atadı. Bu olaydan sonra Hitler ordu üzerinde tam otorite kurmayı başarmış, önce Avrupa sonra da dünya fethi için güçlü bir Alman ordusu yaratma hazırlıklarına hız vermiştir.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, Alman ekonomisinin ve halkın moralinin düzelmesi için devletçi bir politika izleyerek yeni iş imkanları yaratmaya başladı. İşçi örgütlenmesi üzerinde |
kontrol sağlandı: 2 Mayıs 1933'te tüm sendikalar kapatıldı ve 24 Ekim 1934'te işçi ve işverenlerin bir arada bulunup uzlaştığı korporatif Alman Emek Cephesi kuruldu. Alman halkının ekonomik durumu böylece zaman ilerledikçe düzeliyordu ama aynı zamanda ortamda bir kargaşa hakimdi. Nasyonal sosyalist yönetim toplum üzerinde etkin bir propaganda çalışması yürütüyor, Yahudiler ve Bolşevizm düşman addedilerek hedef gösteriliyordu. Alman halkının çoğu, nasyonal sosyalizmi büyük bir bağlılıkla benimsemişti ve halkın Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'ne verdiği destek giderek artıyordu. Öyle ki, o dönemin Alman gençlerinin % 60'ı Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin gençlik kolu olan Hitler Gençliği ("Hitlerjugend") örgütüne gönüllü olarak katılmıştı.
Yapılan başarılı ekonomi politikaları sayesinde Weimar Cumhuriyeti döneminde % 20'leri bulan işsizlik % 0'a indirilmiş, hiçbir Alman işsiz kalmamıştır. Yahudi para babalarına ait olan mülkiyetlere devlet tarafından el konulmuş ve ülkedeki Alman vatandaşların yararına kullanılmıştır. Yahudi para babalarına ait olan şirketlere devlet tarafından el konulmuş ya da kapatılmıştır. Yahudilere ait olan her mülkiyet kamulaştırılmış ve Almanların zenginleşip refaha kavuşması için kullanılmıştır. Hitler'in yönetimindeki Almanya'da şehirler modernize edilerek sanatsal ve kültürel alanda ilerleme sağlanmıştır. İnşa edilen geniş meydanlar, gösterişli caddeler ve yeni bir medeniyetin simgesi olan klasikliğin ve modernizmin karışımı kentsel yapılarla beraber ari ırkı simgeleyen genç erkek ve kadın heykelleri ve daha birçok şey, nasyonal sosyalist kültürün birer örneği idi. Ancak tüm bu ekonomik gelişmeler ve ilerlemeler II. Dünya Savaşı'nın sonunda tamamen durmuş, hatta yok olmuştur.
Alman nasyonal sosyalistlerin aşağı ırk olarak niteledikleri Yahudiler ile siyasal karşıtlarını gönderdikleri ilk toplama kampı 1933'te Dachau'da kurulmuştu. Hitler'in emriyle aynı yıl Yahudilere karşı boykot başlatıldı. 1933'ten 1940'a kadar Almanya'da yaşayan Yahudiler tüm vatandaşlık haklarından men edildiler. 1939'a gelindiğinde Almanya'da altı toplama kampı vardı. 1938'deki Kristal Gece'den sonra, Yahudilere karşı ilk soykırım girişimi 1940'ta başladı. Almanlar işgal ettikleri bölgelerde aşağı ırk olarak niteledikleri Yahudilerin yanı sıra savaş tutsaklarını, boyunduruk altına aldıkları halkların içerisinde isyan eden sivilleri, komünistleri, sosyal demokratları buralarda kurdukları kamplarda topladılar. Aralarında Polonya'daki Auschwitz'in de bulunduğu bu kamplardaki tutsakları köle gibi çalıştırdılar. Özellikle Yahudiler ve Çingeneler, soylarını yok etmeyi hedefleyen nasyonal sosyalist rejim tarafından, toplu halde gaz odalarında öldürüldü ve cesetleri ölü yakma fırınlarında yakıldı.
Parti, II. Dünya Savaşı boyunca Almanya içindeki faaliyetlerini hız kesmeden devam ettirdi. Savaşın sonuna kadar parti tarafından yapılan propagandalarla Alman halkı topyekün bir savaş için örgütlendi ve halkın büyük çoğunluğu savaşı destekledi. 1945'te Sovyet birliklerinin Berlin'e girmesiyle başkentin savunulmasında partiye bağlı SS birliklerinin ve Hitler Gençliği ("Hitlerjugend") üyeleriyle Wehrmacht'a bağlı Yurt Muhafızları ("Volkssturm") üyelerinin büyük payı oldu. Nisan 1945'in sonlarına doğru Berlin'in düşmesi kesinleşti ve umutsuzluğun iyice artması üzerine Adolf Hitler intihar etti. Hitler'in intiharıyla birlikte Goebbels gibi önemli NSDAP liderleri de intihar etmiştir. Hitler intihar ettikten sonra parti başkanlığını birkaç günlüğüne özel sekreteri Martin Bormann sürdürmüş ancak o da intihar etmiştir.
8 Mayıs 1945 tarihinde Almanya Müttefik Devletler'e kayıtsız şartsız teslim oldu. 10 Ekim 1945'te Müttefik Kontrol Komisyonu'nun 2. kanunu gereği Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi lağvedildi ve bütün yan organları yasaklandı. Ekim 1945'te başlayarak 1946'da da devam eden Nürnberg Uluslararası Askerî Ceza Mahkemesi'ndeki yargılamalarda NSDAP'nin ileri gelenlerinin çoğu savaş suçundan dolayı idam edilmiş, çok azı serbest bırakılmıştır. Almanya; Batı Almanya ve Doğu Almanya olmak üzere ikiye bölündükten sonra her ikisinde de Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin yeniden kurulması ve nasyonal sosyalizm yasaklandı.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra ortaya çıkan nasyonal sosyalist hareketlere "neo-Nazizm" denmektedir. 1949'da Otto Ernst Remer tarafından Sosyalist Reich Partisi kuruldu ancak parti 1952 yılında neo-Nazi olduğu için kapatıldı. Sosyalist Reich Partisi'nden sonra onlarca siyasî parti daha kuruldu ancak ya kapatıldılar, ya da kendilerini feshettiler. Günümüz Almanya'sında neo-Nazi olduğu bilinen ve 1964'ten beri faaliyetlerini sürdüren Ulusal Demokrat Parti (NPD) ile beraber birkaç ufak siyasî grup bulunmaktadır. Bu siyasî oluşumlar günümüz Almanya'sında fazla destek görmemekte ve hoş karşılanmamakta ise de, neo-Naziler siyasal varlıklarını sürdürmektedirler.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin resmî parti programı 24 Şubat 1920 tarihinde Adolf Hitler ve Anton Drexler tarafından yazılmış olan 25 maddeden oluşmaktaydı. Programın ilk 6 maddesi şöyledir:
NSDAP, Almanya'nın tüm eyaletlerinde yerel birimler oluşturmuştu. Eyaletlerdeki "Gauleiter" (bölge yöneticisi) unvanına sahip yöneticiler, görevli oldukları eyaletteki parti teşkilatlanmasından ve propagandadan sorumlu olarak NSDAP'yi temsil ediyorlardı. Bölgesel idare uygulaması ilk olarak 1925'te partinin tüm Almanya genelinde daha düzenli bir teşkilatlanma içerisine girmesi için yürürlüğe kondu ve 1945'e kadar devam etti. Adolf Hitler, üst düzey bir parti mensubunu bölge yöneticisi olarak görevlendirmek veya görevden almakla yetkili olan tek kişiydi.
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin teşkilatlanma yapısı o dönemin diğer siyasî partilerine göre sıra dışı ve sıkı bir disipline sahipti. Parti üyeleri üniforma giyer ve asker gibi davranırdı. Ellerindeki parti bayraklarıyla büyük geçit törenleri yapar, bu sayede halkın dikkatini çekerlerdi. Halkın katılımıyla yapılan coşkulu propaganda törenlerinde binlerce kişi meydanları doldurur ve Hitler'in konuşmalarını dinlerdi. "Reichsparteitag" isimli bu törenler boyunca binalara NSDAP bayrakları ve flamaları asılır, üstünde üniforma ve başında miğfer bulunan yüzlerce, bazen de binlerce milis kuvveti sıraya girerek meydanlarda bulunurdu.
Partinin iki silahlı kanadı vardı. Bunlar: SA ve SS'tir. SA (Taarruz Bölüğü, "Sturmabteilung"), partinin ilk silahlı milis kuvvetiydi. Sarı ve kahverengi üniformalar giyerlerdi. 1920'li yılların başlarında parti toplantılarının komünistlerce basılmasını önleyip toplantıların başarıyla sürdürülmesi için görev yapan güvenlik teşkilatı olarak faaliyetlerini sürdüren bir örgüttü, daha sonraları nasyonal sosyalistlere muhalefet eden Yahudi-komünist kesimlerin baskı altına alınmasında önemli rol oynadılar. SA öyle büyük bir oluşumdu ki mevcutları 3.5 milyona kadar çıkmıştı ve sadece 100.000 kişiden oluşan Weimar Cumhuriyeti'ne bağlı resmî Alman ordusu Reichswehr'den kat kat fazlaydılar. Bu durumları onları ordudan da güçlü yapmıştı. SA'nın baş sorumlusu ve lideri Ernst Röhm'dür. Uzun bir süre boyunca bu görevi yürüten Röhm, Uzun Bıçaklar Gecesi'nde öldürülmüştür. Onun yerine SA liderliğine Viktor Lutze atanmıştır.
SS (Koruma Timi, "Schutzstaffel") ise Hitler'in özel muhafız timiydi. İlk kurulduklarında polis görevi yapan milis kuvveti konumundaydılar. Daha sonra Waffen-SS ve Allgemeine-SS olmak üzere iki kola ayrıldılar. Waffen-SS, SA gibi silahlanarak askerî bir yapı kazandı ve ordu konumuna geldi. II. Dünya Savaşı boyunca birçok görev aldı. Allgemeine-SS ise partinin polislik görevini yapan özel milis kuvvetleri oldu. Siyah renkli üniformalar giyerlerdi. Kendilerine ait rütbeleri vardı. Nazi iktidarı boyunca Wehrmacht'tan sonraki ikinci bir orduymuş gibi hareket etmişlerdir. SS'in baş sorumlusu ve lideri "Reichsführer-SS" rütbesine sahip olan Heinrich Himmler'dir.
Silahlı milis kuvvetlerinin dışında partiye bağlı olan sivil ve yarı askerî yapıdaki alt kuruluşlar da vardı:
Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi için propaganda çok önemliydi. 1933'te, nasyonal sosyalistlerin iktidara gelmesinin ardından Hitler, Joseph Goebbels'in başkanlığını yaptığı Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanlığı’nı kurdu. Bakanlığın amacı; nasyonal sosyalist mesajın sanat, müzik, tiyatro, film, kitap, radyo, eğitim dokümanları ve basın tarafından başarılı bir şekilde iletilmesini garantilemekti.
Nasyonal sosyalist propaganda için pek çok hedef kitle vardı. Almanlara, yabancı düşmanlara ve Yahudi yıkımına karşı mücadele hatırlatıldı. Yahudilere karşı alınan kanunî ve idarî önlemlerden önceki dönemde, propaganda kampanyaları özellikle 1935'te çıkan ırkçı kanunlardan önce ve 1938'deki Kristal Gece olayının ardından yapılan Yahudi karşıtı ekonomik düzenleme barajından önce Yahudilere uygulanan şiddete toleranslı bir atmosfer yarattı. Propaganda, Yahudilere karşı yakında uygulanacak önlemlerin kabullenilmesini ve pasifliği teşvik ederek, bunlar olduğunda nasyonal sosyalist hükûmeti olaylara müdahale eden ve düzeni geri getiren bir hükûmet olarak gösterdi.
Çekoslovakya ve Polonya gibi I. Dünya Savaşı'nın ardından Almanya topraklarını kazanan ve Alman etnik kökenlilere karşı gerçek ve fark edilir bir ayrımcılık yapan Doğu Avrupa ulusları da nasyonal sosyalist propagandaya maruz kaldı. Bu propaganda, Alman etnik nüfusu içinde, politik sadakat ve ırkçılık bilinci olarak isimlendirilen bilinci sağlamaya çalışıyordu. Aynı zamanda, yabancı hükûmetleri de -Avrupa Büyük Güçleri dahil- Nazi Almanyası'nın adil ve anlaşılabilir imtiyaz ve istila talepleri olduğu şeklinde yönlendirme çabasındaydı.
Almanya'nın, Sovyetler Birliği'ni işgalinden sonra, nasyonal sosyalist propaganda, hem evdeki sivillere hem de askerlere, polis memurlarına ve işgal edilen bölge idarelerinde hizmet veren ve Sovyet komünizmini Avrupa Yahudiliği ile birleştirerek Almanya'yı, “Yahudi Bolşevik” tehdidine karşı “Batı” kültürünün savunucusu olarak sunan ve Sovyetler’in savaşı kazanması sonucunda olabilecekleri kıyamet |
gibi resmeden Alman olmayan destekçilere vurguladı. Bu, özellikle Almanya'nın Şubat 1943'teki Stalingrad bozgunu sonrasında ortaya çıkan bir durumdu. Bu konular nasyonal sosyalist ve nasyonal sosyalist olmayan Almanları olduğu kadar yerel işbirlikçilerin son ana kadar savaşmasını sağlamak için etkili olabilirdi.
Özellikle filmler, ırkçı Yahudi düşmanlığını, Almanya'nın askerî gücünün üstünlüğünü ve nasyonal sosyalist ideolojide tanımlanan düşmanların içsel kötülüğünü yaymada önemli bir rol oynadı. Nasyonal sosyalistlerin yaptığı filmler, Yahudileri Aryan ırkına sızan “insanlık dışı” yaratıklar olarak tanımladı. Örneğin, Fritz Hipper tarafından yönetilen "Ebedî Yahudi" (1940), Yahudileri, seks ve parayla harcanan başıboş kültürel asalaklar olarak gösteriyordu. Leni Riefenstahl'ın, "İradenin Zaferi" (1935) filmi gibi kimi filmler, Hitler'i ve nasyonal sosyalist hareketi yüceltiyordu. Diğer iki Riefenstahl çalışması, ""Festival of the Nations ve Festival of Beauty"" (Ulusların Bayramı, Güzelliğin Bayramı) (1938), 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları’nı anlatıyordu ve nasyonal sosyalist rejimin olimpiyatlardaki başarısının ulusal gururunu yüceltiyordu.
Almanya'da gazeteler, özellikle de "Der Stürmer" (Saldırgan) gazetesi, Yahudileri anlatmak için Yahudi karşıtı çizimler kullanan karikatürler bastı. Almanya'nın Eylül 1939'da Polonya'yı işgal ederek II. Dünya Savaşı’na başlamasının ardından, nasyonal sosyalist rejim, propagandayı Alman siviller ve askerler üzerinde Yahudilerin sadece insanlık dışı olmadığını aynı zamanda Alman Devleti'nin tehlikeli düşmanları da olduğu etkisini yaratmak için kullandı. Rejim, Yahudileri Alman yerleşim alanlarından kalıcı olarak çıkarmayı amaçlayan politikalarının desteklenmesini ya da en azından kabul edilmesini sağlamayı amaçlıyordu.
Nihai Çözüm olarak adlandırılan, Avrupalı Yahudilerin kitlesel olarak öldürülmesi uygulaması süresince, ölüm merkezlerindeki SS memurları Holokost kurbanlarını, Yahudileri Almanya'dan uzaklaştırmak için gerekli aldatmacayı sürdürmeleri için zorladı ve Avrupa'yı mümkün olduğunca sorunsuz bir şekilde işgal etti. Toplama kampı ve ölüm merkezi memurları birçoğu kısa bir süre sonra gaz odalarında ölecek olan mahkumları, evlerine iyi muamele gördüklerini ve iyi şartlarda yaşadıklarını bildiren kartlar göndermeleri için zorladı. Kamp yöneticileri burada propagandayı, acımasızlığı ve kitlesel imhayı örtbas etmek için kullandı.
Haziran 1944'te, Alman Güvenlik Polisi, Bohemya ve Moravya Himayesinde (bugünkü Çek Cumhuriyeti) konumlanan Theresienstad getto kampını denetlemeleri için Uluslararası Kızıl Haç'a izin verdi. SS ve polis Theresienstadt'ı Kasım 1941'de, Alman Devleti'nde iç ajitasyon propagandasının bir aracı olarak kurdu. Getto Kampı, yaşlı, engelli savaş gazisi ya da yerel olarak sanatçı ya da müzisyen olarak bilinen Alman ve Avusturyalı Yahudilerin, “iş” için “doğu”ya sürülmesine şaşıran Almanlara açıklama olması için kullanıldı. 1944 ziyareti hazırlıklarında, getto “iyileştirme” programına girdi. Denetimin başlangıcında, SS memurları, Himaye bölgesinde, Theresienstadt'da “oturan” Yahudilerin gördüğü farz edilen iyi muameleyi kanıtlamak için gettoda kalanları kullanarak bir film çektiler. Film bittiğinde, SS memurları “figüran”ların çoğunu Auschwitz-Birkenau toplama kampına gönderdi.
Nasyonal sosyalist rejim propagandayı, Alman nüfusun fetih savaşlarını desteklemesi için rejimin sonuna kadar kullandı. Bu propaganda aynı zamanda Avrupalı Yahudileri ve nasyonal sosyalist rejimin diğer mağdurlarının kitlesel imhasını uygulayanları motive etmek için de gerekliydi.
Film afişi
Film afişi, gösterimdeki filmin isminin, önde gelen oyuncularını isimlerinin ve genellikle resimlerinin yer aldığı, izleyici film hakkında aydınlatma ve merak uyandırmayı hedefleyen posterlerdir. Afişlerin alt tarafında filmi kimin yaptığı, yönetmenin kim olduğu ve oyuncularının isimleri yer alır. Afişlerin orta kısmında genellikle izleyicinin merakını çekmesini beklenen kısım yer alır. Afişlerin üst tarafında, filmde yer alan ünlü oyuncuların ya da tanınmış oyuncuların isimleri yer alır. Çeşitli boyutlarda olabilmektedir.
Afişler de filmler gibi telif haklarıyla korunmaktadır. Yapımcının izni olmadan afişi kopyalamak, çoğaltmak yasaktır.
Günümüzde klişeleşmiş film afişleri vardır. Örneğin; yan yana gözleri aynı hizada bulunana oyuncu afişleri, oyucuları kare kare ve ayrı ayrı çerçeler içinde gösteren afişleri veya üçe bölünmüş bir afiş gökyüzü, filmden bir sahne ve altta oyuncu listesi olan bir görünüm gibi.
Iomega Zip sürücüsü
Zip Sürücü, 1994 yılında Iomega tarafından tanıtılan taşınabilir bir veri depolama medyasıdır. İlk başlardaki 100 MB'lık kapasitesi sonraki versiyonlarında önce 250 MB ve daha sonra 750 MB'a yükseltildi. Şu anda kapasiteleri 2 GB'a kadar ulaşmıştır.
Format'ı super-floppy tipindeki ürünlerin en popüleri olmasına rağmen 3.5 inçlik floppy disketlerin yerini alacak bir standart haline gelmedi. Yerini flash-drive sistemler, yeniden yazılabilen CD'ler ve DVD'lere bırakmıştır ve popülaritesini kaybetmektedir.
Zip sürücüsü 1994’lerin sonunda lomega tarafından ortaya çıkan bir orta kapasiteli kaldırılabilir disk depolama aygıtı sistemidir. Orijinal olarak 100 MB kapasiteye sahipti,ama sonraki versiyonları önce 250 MB’a daha sonra da 750 MB’a yükseltildi.
Bu format en popüler süper disket sürücüsü tipi aygıtı haline geldi fakat hiçbir zaman konumunu 3.5-inç disket sürücüsü olarak yer değiştirerek QUASI standartlara erişemedi.
CDler ve DVDler gibi flaş sürücü sistemler tarafından SUPERSEDED ve FADING IN POPULARITY. Zip BRAND ayrıca Zip-650 ya da Zip-CD olarak bilinen iç ve dış CD yazıcıları için kullanıldı.
Zip sistemi Iomega’nın ilk Bernolli kutu sistemi üzerine kurulmuştur; iki sistemde de düzlemsel bir actuator üzerine yerleştirilmiş okuma ve yazma kümesi hızla dönmekte olan disketin üzerinde dolanır. Zip diski compack disk bernollli medya boyutu yerine daha ufak medya (9 cm boyutlarında (3½”)mikrodisk) ve toplam maliyeti azaltan basitleştirilmiş sürücü tasarımı.
Sonuç olarak 9 cm disklerle aynı boyutlarda, daha yüksek performans ve saklama kapasitesine sahip bir disk ortaya çıkmıştır(sabit disklerle birebir uyum göstermektedir). Orijinal bir zip sürücünün 1MB/sn civarında veri transfer hızı ve ortalama 28ms erişim süresi vardır. 1.44MB’lık disklerle kıyaslandığında 1.44’lük disklerin ortalama 500kbit/sn transfer hızları ve birkaç yüz ms erişim süresi vardır(bugün masaüstü bilgisayarlarda kullanılan 7200rpm’lik sabit disklerin ortalama 8.5ms-9ms erişim süresi vardır).
Sonra(USB,sol) ve eski(paralel,sağ)Zip sürücüleri(MEDIAN IN FOREGROUND)
Zip sürücüsü bilgisayarın çeşitli ara yüzleriyle yapılmıştır .İç sürücüler ATAPI(IDE) ve SCSI ara yüzü tarafından yapılmıştır Dış sürücüler paralel ve SCSI ve (bir zaman sonra)USB ara yüzleriyle yapılmıştır.Bir süre paralel ve SCSI arasında oto kontrol yapabilen Zip Plus denilen bir sürücü vardı ama çok fazla sayıda komplike problem görüldü ve daha sonra sürücü kaldırıldı.Zip Plus sürücüsü eklenebilir yazılım ve orijinal zip sürücülerinden daha küçük güç adaptörü içerdi.
Başlangıçta Zip sistemi 100 megabayt kapasiteyle bu sisteme teklif sunuldu. Planın amacı 25MB’lık disk maliyetli versiyonu 100MB’lık sürücüde aynı şakide çalışmaktı. Bu fikir başlangıçta Zip disk fiyatını ORDİNARY FLOPPY fiyatına yaklaştırdı. Ama bu diskler karşılayacak gibi değildi. 100MB’lık diskin tanıtımı ile beraber Zip hızlı bir şekilde başarıya ulaştırmıştır ve insanlar genelde kullandıkları 1.44MB’lık diskler yerine daha büyük kapasiteli verileri saklamak için kullanmışlardır. Zaman geçtikçe de Iomega, veri transfer oranlarını ve arama zamanlarını geliştirerek disklerinin kapasitesini ilk önce 250MB a sonra da 750MB lara arttırmıştır.
Standart Zip100 disklerinin alt yüzünde retrareflective bölümü sol üst köşesindedir. Zip medya daha kalındır, ama 9 cm’lik disketi okuyabilecek genişliktedir. Okuyucu ve disk zararlarını önlemek için Zip medyanın alt bölümü köşede retrareflective bölüm içerir.
Yüksek kapasitede zip disk en azına aynı kapasite ile sunucuyu kullanması gereklidir. Genellikle yüksek kapasite sürücüler düşük kapasiteli medyaları da okuyabilmelidir. gibi olmalıdır. Buna rağmen 250MB’lık sürücüler 100MB’lık sürücülere göre daha yavaş yazmaktadır. 100MB’lık sürücülerden çok daha uzun süre performans gösteremez. 750MB’lık sürücüler 100MB’lık disklere yazamazlar. Ayrıca 100MB’lıklar daha ucuz ve bu üç formatta ki en yayın olanlarıdır.
Eğer daha büyük disk daha küçük kapasite sürüşünde sokulursa retrareflectivenktası üç medya boyutunda öyle ayrılır ki disk hemen yapılıyor olan, herhangi bir deneme olmadan çıkarılır.
Kendi kendine çalışan disk kontrolörler yerine THE ZİP’S WİRİTW PROTECTON hem yazılımda hem donanımda diğer disk yapılarından farklı olarak kullanılmaktadır. Diskteki THE METADATA yazma koruma statüsünü belirtmektedir. Koruma ayarlarını değiştirmek için bilgisayar Zipteki METADATA yı değiştirerek sürücüye komut yollamaktadır. Bunun anlamı disk sürücüde yüklenmiş olma zorunda ve WRİTE PROTECTİON on veya off’a çeviren uygun bir yazılım sayesinde disk erişilebilir olmalıdır. Bu aynı zamanda teoride ROUE DRİVER veya modifiye edilmiş disk THE WHİTE PROTECTON FLAG görmezden gelinerek yaratılabilir.
Zip disk medyanın sahip olduğu ekstra engellere SPORE SECTORS denir. Bu sürücü hesap kaybını önlemek için kullanılır. Önleme sürücü potansiyel medyayı denetlediği zaman diskte yedek bir sektöre veriyi yerleştirecektir. Disklerin fiziksel adres sektörlerinin bir eşleşmesi vardı bundan dolayı bunun,işletim sistemine neredeyse saydam olmasıdır.
Zip sürücüleri 1994 te tanıtıldıktans sonra başlangıçta iyi satıldı ve bunu yüksek kapasitesine(zaman olarak) ve düşük fiyatına borçluydu, Bu sürücü ilk başta sadece $200 doların altında ve 1 kartuşu dahildi, ek olarak 100 mblık kartuşlarda $20 dolardı. Ek kartuşların fiyatı bişrkaç yıl içinde diğer şirketlerinde bu kartuşları sağlaması sayesinde çabucak düştü. En sonunda, Fujifilm, Verbatim, |
Maxell ve Epson firmaları lisanlı 100 MB sürücü modeli ni markasıyla birlikte ürettiler.
Zip Sürücülerinin ve disklerin satışları 1999dan 2003 e kadar sürekli geriledi. Eylül 2005 te, sınıf hareket takımı Iomega karşı harekete geöçmesi üzerinde “Click of Death” adı verilen Zip sürücüsü çöküşü yaşandı Zip sürücüleri aynı zamanda CD-R ve DVD±RW’nin düşen fiyatlarıyla kıyaslayınca megabyte başına cok yüksek fiyatlıdır.
Bilgisayarlar için ucuz kaydedilebilir CD ve DVD sürücülerinin ve USB flash sürücülerin piyasaya çıkmasıyla birlikte, Zip drive lar popülerliğini kaybetti. Buna rağmen, veri aktarmadaki fiziksel dayanılıklıkları ve güvenilirlikleri ve diske yazış süreleri zip sürücülerini veri depolama alanında uygun yere getirdi.
2006 yılında, PC Word Zip sürücülerini bütün zamanların15 en kötü teknoloji ürünleri sıralamasında oyladı.
Iamoga aynı zamanda Zip markasının altında 1990ların sonunda ZipCD 650 alında bir dizi dahili ve harici kaydedilebilir CD sürücüsü üretti. Bu CD-R medyasoını kullanıyordu ve ve manyetik Zip sürücüsüyle bir format ilişkisi yoktu. Harici modeller Zip sürücüsü syiline yüklendi ve USB 1.1 bağlantılarından faydalandı.
Iomega Adaptec’in DirectCD yazılımını UDF-sürücü harfi’nin CD-R ve CD-RW medyasına ulaşması için kullandı.
Firma aynı zamnda kendi CD-R ve CD-RW medyasını aynı ZipCD ismi atlında kurdu. Bununla birlikte, ZipCD sürücüleri herhangi bir boş CD-R veya CD-RW medyasına oluşturulabilecekti.
ZipCD sürücülerinin eski modelleri Philips sürücüsü olarak tekrar tescillenmiştir, malesed bu hukuk güvencesinde bir sınıf hareketi değildir.
1. ^ Iomega Corporation (2000). 2000 Annual Report to Shareholders; Iomega Corporation (2001). 2001 Annual Report to Shareholders; Iomega Corporation (2002). 2002 Annual Report to Shareholders; Iomega Corporation (2003). 2003 Annual Report to Shareholders. Retrieved 2005-01-22 from corporate website, parent page.
Yeniçeri
Yeniçeri, (Osmanlı Türkçesi: يڭيچرى, "Yeni asker") Osmanlı Devleti’nde askerî bir sınıftı. Kuruluşunu Orhan Gazi veya I. Murad dönemlerine dayandıran farklı görüşler bulunmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarının genişlemesi ile, Hıristiyan çocukların 8-18 yaşlarında alınarak yetiştirilmesi (devşirme) ile oluşturulmaya başlanan Yeniçeri Ocağı, Padişah’a bağlı Kapıkulu Ocakları’nın piyade kısmının büyük kısmını oluşturmaktaydı. Kapıkulu ocaklarının en itibarlısı olan Yeniçeri Ocağı savaşlarda padişahın bulunduğu merkez kolunda bulunur, savaş esnasında padişah onların arkasında ve ortasında at üzerinde dururdu. Sefere gidişlerde ve konaklarda yeniçeriler padişahın etrafında bulunup onu muhafaza ederlerdi. Yeniçeriler barış zamanında İstanbul’u korurlardı. Ayrıca devletin farklı bölgelerinde konumlanmış yeniçeri birlikleri de vardı. Ocağın pek çok nişan ve bayrağı vardı ancak bunlardan büyük olanı İmam-ı Azam bayrağıydı ve ocağın mezhebi yönden Sünniliğinin alametiydi. Tarikatlardan Bektaşi tarikatına mensuptular.
17. yüzyıldan itibaren Müslümanlardan da Acemi Ocağı’na alım yapılmaya başlandı. Devletin ilk yüzyıllarında çok yararlı olan ve Türklerin Rumeliye yerleşmesinde etkili olan bu sistem, daha sonra bozulması ile değişik sorunları birlikte getirdi. Yeniçeri Ocağı II. Mahmud tarafından 1826’da kaldırıldı. Yeniçeri Ocağı, dünyadaki modern anlamdaki ilk Daimi ordudur.
Rivayete göre Orhan Gazi devşirme çocuklardan kurulu bir ordu kurduğu zaman Hacı Bektaş dergahına gelip yeni kuracağı yeniçeri ocağı için dua istemiştir. Dergahı ziyaret eden Orhan Gazi, orada bulunan pire, "Pir hazretleri, yeni kurduğum ocak için sizden hayır duası almaya geldim" diyerek, duasını istemiş Hacı Bektaş'taki Pir'de, elini çocuklardan birinin başına koyarak: "Bunların adı yeniçeri (yeni asker) olsun diyerek "Cenabı Hak yüreklerini ak, pazularını kuvvetli, kılıçlarını keskin, oklarını tehlikeli, kendilerini daima galip buyursun "diye dua eder. O yüzden yeniçeri ocaklarına "Ocak-ı Bektaş-î-yân" , kendilerine "Taifei Bektaş-î-yân", "Güruh Bektaşiye", "Zümre-i Bektaşiye" gibi isimler vermişlerdir. Ancak erken dönem Osmanlı tarihçileri Aşıkpaşazade, Neşri, Kemal, Oruç ve anonim tarihler yeniçeri teşkilatının, I. Murat tarafından 1361 yılında Edirne 'nin fethini takiben kurulmuş olduğu konusunda hemfikirdirler. Yeniçerilerin kanun ve kaidelerini içeren "Kavanin-i Yeniçeriyan" da bu görüşü benimser.
Edirne'nin 1361 yılında fethinden sonra Rumeli'nde gerçekleşen fetihler sonucu savaş esirleri büyük artış göstermişti. Gazilerden Sultan için esir başına beşte bir "pencik" (penc-i yek) alınmaya başlandı. Genelde her türlü ganimeti askerin elinde bırakmak cömertlik sayılırdı. I. Murat, Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'nın arzı üzerine Gelibolu geçidinde Kara Rüstem'e pencik toplama yetkisi verdi. Pencik, her beş esirden biri yahut esir beş değilse değerinin beşte biri olarak toplanmaya başladı. Bu yenilik askerin hiç hoşuna gitmemiş ve bu uygulamadan kaçmak için esirleriyle Anadolu'ya başka yollardan geçmeye başlamışlardı. Bunun üzerine Evrenos Gazi'ye, pencik'in sınırda toplanması için emir gönderildi ve dini niteliği göstermek üzere tahsil işi için de bir kadı atandı. Çandarlı, devlet elinde toplanan çok sayıda pencik oğlanlarından sultan kapısında yeni bir asker, "yeniçeri" yapma fikrini buldu. Oğlanlar Bursa civarında Türk köylerine gönderildi ve Türkçeyi öğrenip İslamlaşmaları sağlandı. Sonra bunlar bir kışlada toplanıp sultanın emrinde bir "yoldaş" ordu, yeniçeri ordusunu oluşturdular. Kökenleri ne olursa olsun, Türk dilini ve İslam dinini öğrenmek üzere Anadolu köylerine gönderilen bu devşirme çocukların sünni-alevi İslam'dan ziyade halk inançlarına eğilim gösterdikleri kuşkusuzdur.
Şu gerçek bilinmelidir ki, Osmanlı kuruluş yıllarında koyu sunni düşünceye sahip bir yapıda değildi. Orhan Gazi'nin, dervişlerin konaklamaları, namaz, semah gibi ibadetlerini yerine getirmeleri için inşa ettirdiği imaret ve tabhaneli zaviyeler'in yanı sıra onun Babai dervişi Geyikli Baba ile ilişkileri bu izlenimi desteklemektedir. Hacı Bektaş-ı Veli, Osman Bey veya onun neslinden herhangi biriyle karşılaşacak kadar uzun yaşamamış olsa da Orhan Gazi'nin anne tarafından dedesi Osman Gazi'nin kayın pederi olan Şeyh Edebali'nin Hacı Bektaş ile birlikte Amasya'da yaşamış bir Vefai dervişi olan Baba İlyas'ın müridi olduğunu ve Edebali'nin de diğer müritler gibi Baba İlyas'ın yokluğunda Hacı Bektaş'a uyduğu bilinmektedir. Şeyh Edebali'nin kızını bilindiği üzere Osman Gazi ile evlendirmesi, Osman ocağı ile Hacı Bektaş arasındaki ilişki daha anlaşılır bir hale gelmektedir. Buna Edebali'nin yolculuk yapanlara hizmet veren bir misafirhaneye sahip Ahi şeyhi olduğu da eklenince, Osman Gazi'nin damadı olarak desteğini sağladığı Şeyh Edebali'nin Hacı Bektaş ile ilişkisi daha da önem kazanmaktadır. Bektaşilik, Hacı Bektaş ile çağdaş olup Kırşehir'de yaşayan Anadolu Ahiliğinin kurucusu sayılan Ahi Evren'in yakın ilişkileri sayesinde Anadolu Ahileri için çekim merkezi haline gelmişti. Ahilik icazeti verme yetkisine sahip derecede bir Ahi olan I. Murat, Hacı Bektaş tekke külliyesinin ilk anıtsal binası olan Meydan Evi'ni yaptırdıktan sonra yerleştirilen kitabede Melik kimliğinin yanı sıra Ahi kimliğini de kullanmıştır. Abdal Musa, Yunus Emre, Kaygusuz Abdal gibi, öğretilerini benimsemiş ozan ve düşünürler sayesinde Hacı Bektaş, uç beyleri ve onlara bağlı reaya arasında giderek artan bir saygınlığa sahipti. Hacı Bektaş'ın Makâlât'ında, öğretileri bir savaşçı sınıfın ihtiyaç duyduğu şekilde şehitlik kavramını yüceltiyor ve İslamı kolay anlaşılır hale getirerek Hıristiyan doğmuş çocukların Müslümanlaştırılması sorunu için mükemmel bir cevap teşkil ediyordu. Muharebe esnasında gelecek fiziksel ölüm, onları müşahade, yani dört kapı kırk makam'ı olan yolun son aşamasına ulaştırıyor, şehitleri peygamberlerden daha ileri bir mertebeye yerleştiren Hacı Bektaş'ın öğretileri yeniçerilerin sıradan varlıklarını benzersiz kılıyordu. Bektaşilik gayrimüslimlere olduğu gibi Türk ya da Türkmen olmayanlara da açıktı. Bu nedenle devşirmelerden oluşan Yeniçeri Ocağı'nın Müslüman olmasını sağlayacak sistem olarak Bektaşilik en iyi çözüm olarak görülmüştür ve devletin kuruluş dönemi boyunca Osmanlı padişahları Bektaşiliğn gelişmesini desteklemişlerdir. Bektaşilik yeniçeriler tarafından 15. yüzyıldan itibaren benimsenmeye başlamış 16. yüzyıl sonlarından itibaren ise Hacı Bektaş-ı Veli, resmen yeniçeri piri kabul edilmiş, bu tarihlerde bir Bektaşi babası daimi olarak ocakta kalmaya başlamıştır. Bektaşi tarikatıyla yeniçeri ocağı o denli bir birinden ayrılmaz hale gelmiştir ki, bir dede tarikat başkanı seçildiğinde İstanbul'daki yeniçeri kışlasına gelir, tacını kendisine Yeniçeri Ağası giydirirdi. Yeniçeri Ordusu seferlere giderken yanlarında daima Bektaşi dede ve babaları eşlik ederlerdi. Bu ordu, 1826 yılına kadar Osmanlı Devleti'nin birinci gücü olmuştur. 1826 yılına kadar Osmanlı Ordusu savaşa gitmeden önce, Yeniçeri ocağından bir müfreze Hacıbektaş'a geliyor, Dergah Avlusu'nda saf tutarak, Hacı Bektaş-ı Veli Evlâdı’ndan postnişi olan zatın da katılması ile: "Mü’miniz Kalû-Beli’den beri... Hakkın Birliğine eyledik ikrar... Bu yolda vermişiz seri... Nebimiz vardır Ahmed-i Muhtar... La Yezal mestaneleriz... Nur-ı ilahide pervaneleriz... Sayılmayız parmak ile tükenmeyiz kırmak ile... On iki imam Pir-i tarikat cümlesine dedik beli... Üçler, beşler, yediler... Nur-ı Nebi, Kerem-i Ali, Pirimiz üstadımız Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli... Demine devranına Hü diyelim Hü!" diye gülbang çekiyorlar (dua ediyorlar) ve Pir'den himmet istiyorlardı. O tarihlerde yaşayan kişilerden aktarılan bilgilere göre Yeniçeriler'in gür sesi Hacı Bektaş-ı Veli’ın her tarafından duyuluyordu. Bir yeniçeri gülbengi "(duası)" :
İstanbul devlet merkezi olduktan bir süre sonra Edirne'de bulunan Yeniçeri Ocağı buraya naklolunarak Eski ve Yeni Odalar ismiyle biri Direklerarası ve Şehzade Camii taraflarında diğeri ise Aksaray semtinde olmak üzere kışlalar yaptırılmıştır. Her bir orta kendi numarası ismiyle bir kışlada otururdu. Osmanlı tarihi |
nde birçok olayda adı geçen Orta Camii, Yeni Odalarda olup Kanuni Sultan Süleyman'ın Vezir-i Azam'ı İbrahim Paşa tarafından bir mescit olarak yaptırılmış ve daha sonraki tarihlerde cami haline getirilmiştir. Et Meydanı denen mahal de burada bulunmaktaydı.
15. yüzyıl ortalarına kadar "yaya bölükleri" veya daha sonra "cemaat" adı verilen bir sınıftan ibaret iken Fâtih Sultan Mehmed zamanından itibaren (1451), "Sekban" bölüğünün de katılımıyla iki sınıf haline gelmiş. 16. yüzyıl başlarında ise "Ağa" bölüğü denilen üçüncü bir kısım daha teşkil edilmiştir. Yaya bölükleri peyderpey artarak 101 bölüğe kadar çıkmıştır. Ağa bölükleri 61, Sekban bölükleri ise 34 rakamına kadar yükselmiştir. Kanunname gereğince; Osmanlı Padişahı da birinci Yeniçeri Ortasının 1 numaralı neferidir.
Yeniçeriler, başlarına "Börk" ismi verilen beyaz keçeden bir başlık giyerlerdi. Bunun arkasında ise yatırtma denilen ve omuza kadar inen bir parça yer almaktaydı. Yeniçeriler börklerini eğri, subayları da düz giyerlerdi. Fâtih kanunnâmesinde belirtildiğine göre yeniçeri taifesine her yıl beşer zira lacivert çuka ve otuz iki akça "yaka akçası" ile her birine başına sarması için altışar zira astar verilmesi hükmü konmuştu. Her Yeniçeri bölüğüne "Orta" denirdi. Her ortanın da komutanı olan ve "Çorbacı" denilen bir subayı bulunurdu. Sekban ve Ağa bölüklerinde bu komutana "Bölükbaşı" denirdi. Yeniçeri ocağının en büyük komutanı "Yeniçeri Ağası" idi. Yeniçeri Ağası, ocağın kuruluşundan 1451 yılına kadar ocaktan seçilirken bu tarihten sonra Sekbanbaşı’lardan tayin edilmeye başlandı. Bununla beraber bu kanun daha sonra değiştirilerek ocağın dışından olan kimseler de tayin edilmiştir. Yeniçeri Ağası, Yeniçeri Ocağı ile Acemi Ocağı işlerinden sorumlu idi. Bundan başka İstanbul'un asayişi ile de ilgilenir ve yanında bulunan bir heyetle kol dolaşıp güvenliği sağlardı. Bu sebeple hükümdarlar, bunların güvenilir ve sadık kimselerden olmasına dikkat ederlerdi. Yeniçeri Ağalarının azil ve tayini 1593'e kadar doğrudan padişah tarafından gerçekleştirilirken, bu tarihten itibaren Vezir-î Azâmlar tarafından yapılmıştır.
Yeniçeri Ocağı'nın en büyük kumandanı olan Yeniçeri Ağası'ndan sonra Sekbanbaşı gelirdi. Ocak kethüdası veya kul kethüdası, zağarcıbaşı, sansoncubaşı, turnacıbaşı, başçavuş ve muhzır ağa derece sırasıyla ocağın büyük ağalarından idiler. Yeniçeri Ağası ve Sekbanbaşından sonra ocakta en itibarlı olarak yeniçeri efendisi denen ocak katibi vardı.
Yeniçeri Ocağı’nın en büyük komutanı olan Yeniçeri Ağası’ndan başka Sekbanbaşı, Ocak Kethüdası veya Kul Kethüdası, Zağarcıbaşı, Turnacıbaşı, Muhzir Ağa ve Baş çavuş da ocağın büyüklerindendi. Bunlardan başka bir de "Yeniçeri Efendisi" denilen ocak kâtibi vardı.
Yeniçeri Ocağı'nın teşkilatı üç temel unsur üzerine yükselmekteydi: avcılık, aşçılık ve Bektaşilik. Padişahların avlarında ona eşlik etmek için sekbanlar başta olmak üzere katar ağalarının sorumluluğundaki birçok orta, avlarda kullanılmak üzere cins köpekler veya avcı kuşlar besliyorlardı. Ocak teşkilatının omurgasını ise aşçılar oluşturuyorlardı ve aşçıbaşılar yeniçerilerin ahlaki eğitimleri ve disiplinlerinden sorumluydular. "Kazan-ı Şerif" başta olmak üzere her birliğin sahip olduğu kazana atfedilen kutsallık, karakollara kazanlarla yemek dağıtan karakollukçuların komutanı başkarakollukçuya "kepçeci", her orta-bölük komutanı yayabaşına "çorbacı" denirdi. Her ortanın kışla mutfaklarında bir kazanı vardı. Yemek pişirme dışında kazan, Hacı Bektaş'ın ocağa sağladığı kutsallığın kaynağını da temsil etmekteydi. Kazan o kadar önemlidir ki yeniçeriler kritik konulardaki toplantılarını onun çevresinde çember oluşturarak yaparlardı. Ünlü "kazan kaldırma" deyimi devlet politikalarından duydukları memnuniyetsizliğin bir belirtisi, bir isyanın başlangıç işareti olarak kabul edilirdi. Ortalar sefere giderken kazanlarını yanlarında götürerek çadırlarının önüne yerleştirirlerdi. Bir ortanın kazanını kaybetmesi bayrağın düşman eline geçmesinden daha kötü bir durum olarak kabul edilirdi. Yeniçeriler kazanları olmadan hiçbir hücumun başlamaması gerektiğine inanırlardı. Her bölük veya ortaya ait kazanların dışında Hacı Bektaş-ı Veli tarafından ocağa verildiğine inanılan özel bir Kazan-ı Şerif yani kutsal kazanları da vardı. İnanışa göre ocak kurulurken Hacı Bektaş yeniçerilere bu kazanda çorba pişirmiş ve kendi elleriyle dağıtmıştı. Yeniçeriler, Kazan-ı Şerif yerinden kaldırılacak ve altına bir kova su dökülecek olursa dünyanın ters düz olacağına inanırlardı.
Yeniçeriler, maaşlarını ("ulûfe") üç ayda bir alırlardı. Bu konuda ocağın en büyük âmiri olan Yeniçeri Ağası ile herhangi bir nefer arasında fark yoktu. Onun için Yeniçeri Ağası da bu ulûfe işine dahil edilirdi. ulûfe, pâdişahın nezâretinde büyük bir törenle her ortaya torbalar halinde tevzi edilirdi. Hicrî kamerî takvime göre dağıtılan ulûfenin Salı günü verilmesi kanundu. Üç ayda bir, ulufe denen aylıklarını almak için Topkapı Sarayı, Babüsselam ile Babüssade kapıları arasındaki ikinci avluda toplanan kapıkulu askerlerine, Has fırında pişirilen fodla(pide) ile saray mutfağında hazırlanan çorba, zerde ve pilavdan oluşan kuşluk yemeği dağıtılır; bu sırada askerin padişaha bağlılığının işareti olmak üzere birde “akide” merasimi yapılırdı. Yeniçeri ocağının büyük subaylarından kul kethüdası ile muzhır ağa Kubbealtı’na gelerek sadrazamın başkanlığındaki divan üyelerine ellerindeki tablalardan mangır(para) biçimindeki akide(bağlılık) şekerlerini sunardı. Bu ocaklıların padişaha bağlı olduklarının kanıtı sayılır divandakiler rahatlardı. Akide törenini müteakip Kubbealtı önünde Fetih suresi okunur, ocaklılar gülbank çeker, Birinci Ağa Bölüğü’nden başlanarak ulufe torbaları dağıtılırdı. Törenden sonra konaklara, evlere, dükkanlara da akide şekerleri gider herkes, Yeniçerilerin bir eylem yapmayacağını öğrenmiş olurdu. Bu gelenek nedeniyle huzurun ve ağız tadının simgesi kabul edilen akide, zamanla mevlit ve bayramların da ikramı olmuştur.
Ramazan ayının ortasında, padişahın askere iltifatı olarak, Saray’dan Yeniçeri Ocağı’na baklava giderdi. 17. yüzyılın sonlarında veya 18. yüzyılın başlarında ortaya çıkmış olan baklava alayı, Ramazan’ın on beşinci günü yapılan Hırka-i Saadet ziyaretinden sonra, Yeniçeri Ocağı neferlerine baklava dağıtılmasıyla gerçekleşirdi. Matbah-ı Amire’de, Yeniçeri, sipahi, topçu ve cebeci gibi kapıkulu askerinin her on neferine bir tepsi hesabıyla hazırlanan baklava sinileri, futalarına (örtülere) sarılmış olarak Matbah-ı Amire önüne dizilirdi. Silahtar Ağa, bir numaralı yeniçeri olan padişah adına ilk siniyi teslim aldıktan sonra, diğer ortalardan gelen ikişer nefer birer siniyi herhangi bir kargaşaya mahal bırakmadan yüklenirdi. Her bölüğün usta, saka, mütevelli, odabaşı gibi amirleri önde, baklava sinileriyle yürüyenler arkada, açılan kapıdan dışarı çıkarlar, baklava alayını seyretmek için Divanyolu'nda sıralanmış halk, padişaha ve askere sevgi gösterilerinde bulunurdu. Sini ve futalar ise, ertesi gün Matbah-ı Amire’ye iade edilirdi. Padişahın askerlerine güzel bir ikramı olan ve belirli bir teşrifatla yapılan baklava alayı, uzun bir süre devam etmiş, ancak Yeniçeri Ocağı’nın bozulmaya başlamasıyla, bu bozulmadan nasibini almıştı. Öyle ki, sini ve futaların iade edilmesi gerekirken, bunlar iade edilmez olmuş ve buna gerekçe olarak da baklava o kadar lezzetliydi ki sini ve futaları da yedik gibi alaycı ifadeler kullanılmıştı. Bununla beraber, Yeniçeri neferlerinin bazıları, Baklava Alayı’nı seyretmeye gelen halkı rahatsız etmeye başlamıştı. Bu gelişmelerin neticesinde de, Osmanlı saltanatının bir sembolü haline gelen bu gelenek, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla birlikte ortadan kaldırılmıştı. En son baklava alayı, Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından iki ay önce yapılmıştı.
İlk yeniçeriler savaş esirlerinden ve kölelerden oluşmuştur. Sonradan Balkan bölgelerinden Hristiyan çocuklarının devşirme sistemiyle ocağa alınmışlardır. Genellikle Yunan ve Arnavut çocuklar tercih edilmiştir. Sınırlar genişledikçe Bulgar, Sırp, Hırvat ve Ermeni çocuklar ocağa alınmıştır. Sonradan nadir de olsa Rus, Ukraynalı, Romanyalı ve Gürcü çocuklar da ocağa alınmıştır. Çocuklar öncelikle Türkçe öğrenmesi, İslam ve Osmanlı kültürünü benimsenmesi için Türk ailelerine gönderilmiştir. Ardından Acemi Ocağı'na girip burada 8-10 yıl arasında bir eğitim gördükten sonra yeniçeri olurlardı. Yeniçeriler Acemi Ocağı'nda eğitim gördükten sonra hangi alanda daha iyilerse o alana yönlendirilmişlerdir (okçuluk, tüfekçilik, lağımcılık, topçuluk vb.).
Çocuklar yeteri kadar güçlü olduklarını kanıtladığında 25 yaşında yeniçeri statüsüne erişirdi.
Yeniçeri ocağına devşirme sistemi dışında alımlar III. Murad zamanında başlamıştır (1574–1595). Bu zamandan sonra ocağa gönüllüler de alınmıştır. Sonradan IV. Mehmed, devşirme sistemini kaldırmıştır. Bundan sonra Türk ve Müslüman aileler çocuklarını iyi bir kariyer umuduyla yeniçeri ocağına göndermiştir.
Yeniçerilerin diğer birliklere göre belirgin farklılıkları vardı. Sadece kendilerinin giydiği üniformalar vardı, düzenli olarak maaş alıyorlardı, müzikle yürüyorlardı (mehter), kışlalarda yaşıyorlardı ve ateşli silah kullanan ilk birliklerdi. Yeniçeriler birbirlerine çok bağlıydı, kendilerini birbirlerinin ailesi olarak görürlerdi. Birinci Orta'nın birinci üyesi olan padişah, ulufe zamanı yeniçeri kıyafetleri giyip Birinci Orta ile beraber maaş alırdı. Barış zamanında asayişi sağlamakla, itfaiye işleriyle ve saray korumalığından görevlilerdi. Yeniçerilerin Padişahın korumaları olmalarına rağmen Osmanlı Ordusu'nun ana gücü değildi. 16. yüzyılın sonuna kadar Yeniçeri Ocağı ordunun %10'u kadardı. 1475 yılında yeniçerilerin sayısı 6.000 civarındayken, tımarlı sipahi sayısı 40.000'dir. 17. yüzyılın sonlarına doğru Osmanlılar yeniçerileri ordunun ana gücü yapmaya çalışmıştır. Bu amaç doğrultusunda yeniçeri sayısındaki artışlarda kalite düşmeye başlamıştır.
Sefer zamanı ordunun en çok yardım alan birliğiydi. Kendilerinin gideceği yolu belirleyen ve hazırlayan, çadırlarını kuran yardımcı birlik |
ler vardı. Ayrıca savaş zamanı hariç silahlarını taşımazlardı. Silahlarını ve cephanelerini Cebeci Ocağı taşırdı. Sefer zamanı ordudan bağımsız olarak kendilerine özel doktorlar ve hastaneler vardı. Bu farklar, - ocağın büyük askeri başarısının yanında- yabancıların ilgisini çekmiştir. Ocak kaldırıldıktan sonra bile Batı'da Osmanlı'nın simgesi olmuştur.
Ayrıca yeniçeriler Bektaşilik ve Dervişlik kültüründen etkilenmişlerdir. Yeniçeri Ocağı 16. yüzyılda kesin olarak Bektaşi bir yapıya bürünmüştür. Yeniçeriler kafalarına "börk" adı verilen şapkalar takmışlardır. Bazı kaynaklarda Börk'ün ilk yeniçerilerin başlarına Hacı Bektaş Veli tarafından bizzat takıldığı anlatılır. Börk'ün ön tarafında ise "kaşıklık" adı verilen bir boşluk vardı. Yeniçeriler bu boşluğa kaşıklarını takmışlardır. Kaşıklık, "kaşıklık kardeşliği" tanımını simgelemiştir.
Yeniçeri ocağı kurulduğu zaman evlenmeleri yasaktı. Ama I. Selim zamanında çok yaşlı bir yeniçerinin evlenmesi için çıkan izin kapıyı aralamıştır ve evlenme yaygın hale gelmiştir. III. Murad zamanında (1574–1595) evlenmeler artık sık görülmeye başlanmış, yeniçerilerin oğulları ocağa "kuloğlu" adı altında alınmış, ocağın yapısının bozulmasına sebep olmuştur. Bu kuloğulları sonradan ya devlet adamı olmuş ya da bilimle uğraşmıştır. Yeniçeri Ağası hariç diğer yeniçerilerin sakal bırakması yasaktı. Bu yasaklara yeniçeriler uymuştur. Fakat 17. yüzyılın ortasından itibaren silik padişahların başa geçmesiyle asayiş sağlanamamıştır ve ocakta da bozulmalar başlamıştır. Evlenmeye başlayan yeniçeriler karşılarında yaptırım görmeyince ticaretle de uğraşmaya başlamışlardır.
Yeniçeriler kendilerini Padişahın ve Padişahın tahtının koruyucusu olarak görüyorlardı. Yeniçerilere ocağın onların evi ve ailesi, Padişahın da babaları olduğu öğretilirdi.
Yeniçeriler mükemmel okçulardı. Ama 1440'dan itibaren tüfeklerin icat edilmesiyle tüfek kullanmaya da başladılar. I. Viyana Kuşatması'nda mühendisleri, lağımcıları Avrupa'da ün salmalarına yol açmıştır. Yakın dövüşte balta, kılıç ve yatağan kullandılar. Barış zamanında sadece hançer kullanırlardı. Yatağan kılıcı ocağın simgesi sayılacak kadar önemliydi. Sarayı koruyan yeniçeriler (Baltacılar) uzun saplı balta kullanırdı.
16. yüzyıldan itibaren yeniçeriler arasında tüfek kullanımı iyice yaygınlaşmıştı. Yeniçeriler tüfekleri, el bombalarını ve el toplarını kullanan ilk askeri birliklerdir. Tabanca yeniçeriler arasında pek popüler değildi ama Girit Kuşatması'ndan itibaren tabanca kullanımı da sıklaşmıştır.
Yeniçeriler 16. yüzyılın ortasına kadar mükemmel askerlerdi. Fakat daha sonra bizzat devlet eliyle istenmeden de olsa ocak bozuldu.
Avrupa'da tüfeklerin yoğun olarak kullanıldığı bir savaş biçimi ortaya çıkmıştı. Avrupa devletleri ile yapılan savaşlarda Avrupa ordularında tüfekli askerlere karşılık olarak, Osmanlı ordusunda sadece yeniçeriler vardı. Bu durumu dengelemek isteyen devlet, çareyi yeniçeri ocağının sayısını arttırmakta bulmuştur. Bu da ocağın bozulmasının baş sebeplerindendir. Önceden sadece kabiliyetli ve güçlü oğlanlar ocağa alınırken daha sonra bu kriterler gözardı edilmiş, ocağa gönüllüler bile alınmıştır. Bu yeni alımlarda acemi oğlan eğitimi arka plana atılmış, ocağa girenler 1-2 sene sonra yeniçeri olmuştur.
Yasak olmasına rağmen evlenmeye başlayan yeniçeriler, bunun karşısında bir yaptırım göremeyince askerlikten uzaklaşıp diğer işlere yönelmiştir. Bunun baş sebebi tahta geçen ve devlet işleriyle uğraşmayan ya da silik padişahlardır. Ayrıca bir süre sonra evlenmeleri de serbest olan yeniçeriler, ailelerinin geçimini üç aylık ulufe ile sağlayamadığı için, ticaretle uğraşmıştır. Yeniçerilerin arasında sadece ticaretle uğraşanlar yoktu. Odunculuk, kayıkçılık, zanaatkarlık ve çiftçilik yapan yeniçeriler de vardı.
Ocağa amacı mevki kazanmak ve oğlunu tahta geçirmek olan Hanımsultanların adamları ve kariyer yapmak isteyen Türk çocukları alınınca yeniçeriler askerlikten uzaklaşıp bürokrasi ve siyaset ile ilgilenmeye başlamıştı. Bir süre sonra, Aynı Roma'daki Praetorian muhafızları ve Rusya'daki Streltsy askerleri gibi hükümdar belirleyen bir müfreze haline gelmişlerdir.
İlk isyanlarını 1449'da, daha fazla maaş isteyip çıkarmışlardır. Amaçlarına ulaşmışlardır. Fatihden itibaren her padişah tahta çıktıktan sonra maaşlarını bir nebze dahi olsa artırmak zorunda kalmıştır. Osmanlı doğal sınırlarına ulaştıktan sonra ülkeye sıcak para girmemiş, yeniçerilere verilen paranın değeri düşmüştü. Yeniçeriler bu yüzden de isyan çıkarmıştır. 1622'de, devletin stabilitesi açısından büyük bir tehlike haline gelmişlerdir. Disiplinsiz ve açgözlü halleri, kendi başlarına kanun koymaları ve Avrupa ordularına karşı savaş alanında başarısızlıkları ocağının bozulduğunun en büyük kanıtlarıdır. Lehistan seferindeki başarısızlığın sorumlusu olan yeniçerileri kaldırmak isteyen ve Türkmenlerden oluşan yeni bir ordu kurmak isteyen II. Osman'ı önce tahttan indirip, sonra rehin alıp, sonra da öldüren yeniçeriler artık iyice raydan çıkmıştı. 1804'de, Semendire Sancağı'nı alenen ele geçiren bir grup yeniçeri, 72 tane önemli Sırp'ı öldürerek Sırp ayaklanmasının ateşini yakmış, Sırbistan'daki 300 yıllık Osmanlı hükümdarlığının sonunu getirmiştir. 1807'de Avrupa tarzında ve modern bir ordu kurmak isteyen III. Selim'i tahttan indirip yerine IV. Mustafa'yı getirdiler. Sonra Selim'in geri tahta çıkma tehlikesine karşı devrik padişahı öldürdüler.
İlk kuruluşu zamanında sadece devşirmelerden ve iyi eğitim almış güçlü kuvvetli gençlerden oluşan ve Devletin kuruluşundan kısa bir süre sonra oluşturulan Yeniçeri Ocağı, 16. yüzyıldan sonra Padişaha veya Hanımsultana yakın bazı yetenekleri kısıtlı kimselerin ocağa alınmasından sonra bozulmaya yüz tutmuştu. Çünkü, eğitimsiz ve başıboş kimselerin ocağa girmeleriyle bu askerî teşkilat, doğrudan siyasete katılan, devlet adamlarını tayin veya azlettiren, padişahları tahttan indiren veya tahta çıkaran bir kuvvet halini almıştı. Diğer taraftan Yeniçerilerin kendileri gibi Bektaşî olan Ahi esnaf ocaklarıyla iç içe olması ve Sultanın aldığı bazı ekonomik ve siyasi tedbirlere Ahi Esnaf Ocaklarıyla birlikte karşı durması Sultanın ve Ulemanın tepkisini çeker olmuştu. 16. yüzyılın sonlarından itibaren Padişahın sefere çıkmaması neticesinde ganimet geliri azalan Yeniçeriler, sakat ve yaşlı yoldaşlarına bakmak ve kendi hayatları ile savaşa gidenlerin ailelerinin geçimini ikame etmek için gelir elde etme çabasına girmişlerdir. Neticesinde; askerlikle ilgisi olmayan ticaret, kahvehane işletmeciliği, hamam işletmeciliği, kayıkçılık, depoculuk, odun ve yakacak işleri gibi sektörlere el atmışlardır. Yeniçerilerin; özellikle İstanbul’da bulunan Yeniçeri Ortaları mensuplarının ticaret hayatına atılması; Yeniçeri Ocağının bozulması gibi lanse edilse de; gerçek bundan farklıdır. Avrupalı imparatorlukların deniz ticareti ile birlikte sömürgeciliğe yönelmesi, ve savaşların uzayıp gitmesi, devletin mali sistemini bozmuştu. Anadolu ve Rumeli eyaletlerinde Ayan sınıfının ortaya çıkması ile, savaştan geri dönen veya savaşa katılmayan yerel beylerin sayısı artmış, Padişahın savaşa katılmaması neticesinde kendisine bağlı Kapıkulu Ocağı'nın da savaşa katılmayışı, savaş esnasında Osmanlı Ordusunun vurucu gücünü azaltmıştır. Yeniçeriler çeşitli nedenlerden dolayı; 17. ve 18. yüzyıllarda sık sık ayaklanmışlardır.
Yeniçeri Ocağı, Vaka-i Hayriye diye isimlendirilecek olan bir karar ve hareketle, 15 Haziran 1826'da Sultan II. Mahmud tarafından ortadan kaldırıldı. Ocağın kaldırılması olayı II. Mahmud'un tüm esnaf teşkilatını ve ordudaki çoğu birimi bu konuda ikna etmesiyle başlamıştır. Şeyhülislama bu konu hakkında fetva çıkarılmasıyla devam etmiştir. Bir günün sabahında II. Mahmud yeniçerileri son kez uyarmış ve bu uyarıya saygı göstermeyen yeniçeriler itiraz etmişlerdir. Bunun üzerine II. Mahmud topçulara ateş emri vererek yeniçeri ocağını büyük bir top ateşine maruz bırakmış ve hiçbir yeniçerinin kurtulmasına imkan vermemeye çalışmıştır. Kaçabilen yeniçeriler ise yakalandıkları yerde öldürülmüştür. Bu olaydan sonra, onların yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediyye (Muhammed'in Zafer Kazanmış orduları) adlı ordu kurulmuştur.
Kedi yayın balığı
Kedi yayın balığı ("Ameiurus nebulosus"), Ictaluridae familyasından Kuzey Amerika'da bulunan yayın balığı türü.
Diğer yayın balığı türleri gibi kedi yayın balığınında yassı ve geniş bir kafası, geniş bir ağzı vardır. Ağzından sarkan dört çift anteni çamurlu göllerin diplerinde yemek ararken kullanır. (Avrasya yayınının altı anteni, kedi yayın balığının ise sekiz anteni vardır.)
Diğer yayınlardan en büyük farkı, kedi yayının sırt-yüzgeci ve kuyruğunun arasında bulunan küçük yağ-yüzgecinin bulunmasıdır. Ayrıca kedi yayını sadece 40 ila 50 cm büyüklüğü ve 2 kg ağırlığı ile diğer yayın türlerinden çok daha küçüktür.
Sevilerek yenen bir balık olduğu için yaşadığı doğal coğrafyasının dışında yayılmıştır.
El-Keşf an minhâci'l-edille
el-Keşf an minhâci'l-edille, İbn Rüşd'ün kısaca el-Minhâc veya el-Keşf olarak da anılan eseri. Eser felsefe karşısında dinin konumunu savunur, şer'î esasların felsefeyle çatışmadığını ileri sürer, İslam felsefesindeki bazı temel hususlara değinir. Eser çoğunlukla Faslu'l-makâl (ve ez-Zamîme) ile birlikte neşredilmiştir; bunlar birbirlerini tamamlayıcı niteliktedir denilebilir.
İbn Rüşd el-Minhâc'da özellikle Eş'arî kelamcılarının "te'vil" anlayışını tenkit eder. Aslında genel olarak zamanına kadarki kelam anlayışını tenkit etmiş olsa da Eş'arî geleneğe odaklanmıştır; bunun en büyük sebebi onun döneminde gerek halk gerek otorite açısından Eş'arî geleneğin önemli oluşudur. Ayrıca diğer bazı kelam ekollerine erişimi de kısıtlıydı. Eserde "Allah'ın selbî ve tenzihî sıfatları" gibi akaid konularındaki görüşlerini açıklayan İbn Rüşd genel olarak Eş'arî kelamcıların görüşlerinden çoğu noktada ayrılmıştır. Eserde kısaca da olsa yer alan diğer bazı konular: hüsn ve kubh, kaza ve kader, meâd, tecvir ve ta'dil...
Burgas
Ahu Tuğba
Ahu Tuğba (d. Tuğba Çetin 13 Ağustos 1955, İstanbul), Türk sin |
ema oyuncusu.
Varlıklı bir ailenin tek çocuğuydu. Ortaokuldayken sinema dünyasına girdi. Kanada'da Concordia Üniversitesi'nin İngiliz Dili bölümündeki öğrenimini yarım bıraktı.
80'li yıllarda Türk sinemasının seks sembollerinden biri olmuştur. Genellikle hayat kadını, uyuşturucu bağımlısı fakat kalbi temiz karakterleri canlandırmıştır. Erkekçe dergisine pozlar vermiştir. Gazino sanatçısı olarak çeşitli gösteriler yaptı.
Toplam 5 evlilik yapmıştır. İlk evliliğini 1981 yılında Mustafa Ulusoy ile yapmıştır. 1991 yılında Arnavut asıllı Amerikalı doktor Timmy Alejtanij ile yaptığı evliliğinden kendisi gibi "Ahu" (Ajelbegü Ahu Anjelik Alejnatij) adında 1992 doğumlu bir kız çocuğu vardır.
Rıfat Ilgaz
Mehmet Rıfat Ilgaz, (7 Mayıs 1911; Cide, Kastamonu - 7 Temmuz 1993, İstanbul), Türk şiir, roman ve öykü yazarı. Özellikle Hababam Sınıfı romanıyla tanındı. Hem yazılarında hem de kişisel hayatında toplumcu bir çizgi devam ettirdi. Türkiye'nin en çalkantılı siyasi dönemlerinde devam ettiği dergiciliği, aynı dönemdeki birçok yazar gibi, onun da adliye koridorlarında ve hapishanede zaman geçirmesine neden oldu. Oldukça üretken olan yazın hayatına şiirden mizah öykülerine, romandan çocuk kitaplarına birçok farklı alanda eser sığdırdı. Bir zamanlar toplatılan Karartma Geceleri eseri 2004 yılında 100 Temel Eser listesine girdi. Yazarın eserleri günümüzde, oğlu Aydın Ilgaz ile birlikte kurduğu, Çınar Yayınları'ndan çıkmaktadır. Bu kitapların baskıları Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yapılmaktadır.
1911 yılında Kastamonu'nun Cide ilçesinde doğdu. Yedi kardeşin sonuncusu olan Ilgaz'ın doğum tarihi kesin olarak belli değildi. Nüfusa göre 7 Mayıs 1911 olan doğum tarihi, annesinin söylemesiyle "derin kar"dadır. Bu da, Ilgaz'ın demesiyle, 1910'un Şubat'ına rastlamaktadır. Ortaokuldayken liseye devam edip üniversite okumak istemesine ve öğretmenlerinin bu konuda onu desteklemesine rağmen babasının vefatı nedeniyle Kastamonu Muallim Mektebi'ne ("öğretmen okulu") girdi. Mezun olduktan sonra Gerede ve Akçakoca'da ilkokul öğretmenliği yaptı. 1932'de kızı Gönül doğdu. Daha sonra Gümüşova'ya başöğretmen olarak atandı. 1933 yılında askere alındı. 1936'da Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat bölümüne girdi ve 1938'de mezun oldu. Mezuniyetinden sonra Adapazarı'na atanan Ilgaz, vereme yakalandığı için öğretmenlik yapamadan buradan ayrıldı ve İstanbul "Yakacık Sanatoryumu"na yattı.
İstanbul'dayken hem Karagümrük Ortaokulu'nda Türkçe öğretmenliği yapıyor hem de fakültede felsefe okuyordu. II. Dünya Savaşı'na denk gelen bu dönemler daha sonra edebiyatında da oldukça etkili oldu. Örneğin savaş Karartma Geceleri romanının arka planında yoğun olarak hissedilmektedir. 1943 yılında Karagümrük Ortaokulunda bir öğretmenle kavga ettiği için Nişantaşı'na sürüldü. Aynı yıl ağabeyinin de bulunduğu Tosya'da deprem olunca oraya gitti ve daha sonra izlenimlerini gazetede yazdı. Ayrıca bir de bu deneyimi yansıtan "Tosya Zelzelesi" şiirini yazdı.
1944'ün Ocak ayında yayınladığı Sınıf kitabıyla adliyeler ve hapishaneyle tanışmış oldu. Bir süre saklanan Ilgaz, 24 Mayıs 1944'te "Birinci Şubeye" teslim oldu. 6 aya çarptırılan yazar, hapishaneden çıktığında hem öğrenciliğini hem de öğretmenliğini kaybetmişti. Sağlığı da oldukça bozulan Ilgaz, "Heybeliada Sanatoryumu"na yattı. 1946 yılında öğretmenliğe kısa bir süreliğine dönse de, sonunda 1947'de temelli olarak bu şansı kaybetti. Bununla birlikte sanatoryuma yatabilme hakkını da kaybetmiş oluyordu.
Hayatı dergi ve gazetecilik ile şiir yazarak geçiyordu. 1953 yılında Devam kitabı da toplatıldı ve yazar hakkında soruşturma açıldı. 27 Mayıs'tan hemen önce gönderilmesi planlanan sürgünden 27 Mayıs 1960 askeri müdahelesiyle kurtuldu. 1966'da Ilgaz'ın oyunlaştırdığı Hababam Sınıfı romanı Ulvi Uraz Tiyatro Topluluğu tarafından sahnelendi. Aynı oyun 1969 yılında İstanbul Tiyatrosu'nda sahneye kondu. Aynı yıl Çatal Matal oyunu da Ankara Sanat Tiyatrosu'nda sahnelendi.
1971'de kızı Defne doğdu. Aynı yıl Basın Şeref Kartı aldı. Bu yıl ayrıca Sınıf Yayınları'nı kuran yazar kendi kitaplarını yayımlamaya başladı. İlk denendiğinde sansüre takılan Hababam Sınıfı, Umur Bugay'ın senaryosuyla sansürden geçti ve Ertem Eğilmez'in yönetmenliğinde çekildi. Fakat yazar bu durumdan hoşnut değildi, çünkü sansürden geçmeyi başaran senaryo eserin bütün toplumsal eleştirilerinden arıtılmış ve sadece eğlencelik bir komedi haline getirilmişti.
Filmin başarısından sonra 6 film daha yapıldı. 1974'te emekli olan Ilgaz, Cide'ye yerleşti. 12 Eylül (1980) döneminde Cide'de bulunan Rıfat Ilgaz sürekli tehdit ya da rahatsız ediliyordu. Örneğin, bir gün oturduğu evin karşısındaki binaya Rıfat Ilgaz evden atılmadığı takdirde evin taranacağına dair not asılır.
28 Mayıs 1981 gecesi Rıfat Ilgaz "Yıldız Karayel" romanını yazmaktayken gözaltına alındı. Gözleri bağlanarak ve zincirlenerek merkeze kadar yürütülen yazar, Kastamonu, Et Balık Kurumu mezbahasından bozma hapishaneye kondu. Doktor muayenesi isteyerek hastalığını kanıtlayınca jandarma tarafından "Ballıdağ Sanatoryumu"na yatırıldı. Gözaltına alınmasının belirli bir nedeni zaten bulunmamaktaydı ve genel sorgudan sonra serbest bırakıldı. Oğlu Aydın Ilgaz ile yaşamak üzere İstanbul'a döndü.
Öncelikli olarak şiir ve öykü olmak üzere yazmaya devam etti. Adına etkinlikler ve festivaller düzenlendi. Fikri Sağlar'ın Kültür Bakanlığı döneminde devlet tarafından bir çeşit itibar iadesi olacak şekilde Kültür Bakanlığı plaketi verildi.
2 Temmuz Sivas Madımak Olayı'nda başta yakın dostu Asım Bezirci olmak üzere birçok kişinin katledildiği haberine çok üzülen Ilgaz, bundan 5 gün sonra, 7 Temmuz 1993'te evinde vefat etti ve Zincirlikuyu Mezarlığı'na, Asım Bezirci'nin yanına defnedildi.
Rıfat Ilgaz, edebiyat hayatına 1926 yılında Kastamonu Nazikter gazetesinde yayınlanan "Sevgilimin Mezarında" şiiriyle başladı. Bu şiiri yazdığında henüz on beş yaşında olan şair, o dönemlerde Mehmet Rıfat imzası ile yazıyordu. Hatta Kastamonu'dan geçmekte olan Faruk Nafiz'in ilgisini çekmeyi başardı. Bir süre tarz olarak kişisel şiirler yazsa da -ki bunlar Varlık, Oluş gibi dergilerde yayınlandı- daha sonra hiçbirini kitaplarına almadı. Ona göre bu şiirler gözü kapalı yaşadığı yılların ifadesiydi. Bir süre şiir tekniğine yeni bir soluk getirdiğine inandığı Nâzım Hikmet ile çalıştı. Onun "Bursa Hapishanesi"nden gönderdiği şiirleri İbrahim Sabri mahlasıyla yayınlıyordu. Nazım da Ilgaz'dan umutla söz ediyordu:
Ayrıca Nazım, başka bir zamanda "kendi sesini bulması" için Orhan Kemal'e Ilgaz'ı örnek göstermiştir. Rıfat Ilgaz, II. Dünya Savaşı döneminde öğretmenlik yaparken hayatında ve çevresinde gördükleriyle toplumcu bir anlayışa yöneldi. Halktan biri olması ve halkın çektiklerini kendisinin de çekiyor olması bunu ifade etme isteği ve ihtiyacı yarattı. Bu amaçla çıkardığı ilk şiir kitabı Yarenlik'te (1943) çevresindeki insan hayatını anlattı. Mesela bu eserindeki "Alişim" şiirinde onun edebiyatta durduğu noktanın izleri oldukça güçlüdür.
Bu şiirde toplumu birçok açıdan anlatmaktadır şair. Köyden kente göçten, işçinin durumuna kadar toplumsal gerçekleri irdelerken bir yandan da bu toplumsal gerçeklik içinde sıkışıp kalan bireyin durumunu da verir. Ne de olsa, "Kızlar da emektar saz gibi iki kol ister saracak!" Şiirin de kullandığı dil ise anlattığı konuların tarzına uygun bir şekilde sadedir.
Benzer bir anlayışla yazdığı ve şiirlerin bir kısmı okuldaki öğrencileriyle ilgili olan ikinci kitabı Sınıf (1944) toplatıldı ve Ilgaz hakkında soruşturma başlatıldı. O dönemde sağlık nedeniyle okuldan izinli olan şair bir süre saklandıktan sonra teslim oldu ve 6 ay hapiste yattı. Bu dönemde yaşadıklarını bir çeşit anı-roman olan Karartma Geceleri'nde, karakteri "Mustafa Ural" aracılığıyla anlattı.
Ilgaz, 1940'lı ve 50'li yıllarda yoğun bir şekilde dergicilikle uğraştı. Zaten zamanın ekonomik -ve biraz da siyasi- şartları daha hacimli eserlere (kitaplara) pek izin vermiyordu. Bu dönemde hükümete ve İran Şah'ına hakaretten tekrar hapise girdi. 1950 "Af Kanunu"yla çıktı. Daha sonradan Fedailer Mangası adını alacak bir grup aydın, bir çıkan bir kapanan dergilerde yazmaya devam etmeye çalışıyorlardı. Özellikle Rıfat Ilgaz'ın takdir ettiği Nâzım Hikmet'in anahatlarını ortaya koyduğu toplumcu bir edebiyat anlayışı gelişmişti. Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Ömer Faruk Toprak, Hasan İzzettin Dinamo gibi yazarların başı çektiği bir akımdı bu.
Bu dönemde özellikle Sabahattin Ali ve Aziz Nesin'le birlikte çıkardıkları Markopaşa, Türk siyasi edebiyat tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Mizah yoluyla ülkedeki gidişatı eleştiren yazılara yer veren yayın kısa sürede büyük ilgi topladı ve iyi bir satış seviyesine ulaştı. Kapatıldıkça Hür MarkoPaşa, Yedi-Sekiz Paşa gibi başka isimlerle tekrar çıkan derginin benzer isimlerle sahteleri dahi türedi. Bu dönem Türk yazınında dergicilik dönemiydi ve benzer kadrolar sürekli olarak farklı dergilerde yazıyorlardı.
1956 yılında İlhan Selçuk'un çıkardığı Dolmuş dergisinde bir hikâye serisi yayınlamaya başladı. Daha sonra bu yazılar Hababam Sınıfı romanı oldu. Çizimlerini Turhan Selçuk'un yaptığı bu dizi çok tuttu. Yazar Stepne takma adıyla yazdığı için bu hikâyelerin kime ait olduğu da ilginç tartışmalar yaratıyordu. Bir süre sonra kendi adıyla bu yazıları topladığında birçok insan ona inanmadı. Daha sonra Ilgaz, diğer Hababam Sınıfı oyunlarını da yayınladı.
Rıfat Ilgaz romanlarının çoğunu 1970'li yıllarda yazdı. Zaten bu yıllar Türk romanında, özellikle politik içerikli eserlerde, oldukça üretken bir dönemdi. Sevgi Soysal ve Adalet Ağaoğlu gibi yazarlar "12 Mart" romanı diye tabir edilen türde eserler yazarken Ilgaz daha önceki dönemleri de kapsayan eserlere imza attı. Özellikle Kastamonu hayatını kaleme aldığı romanlarında "yerel" edebiyata eğilim gösteriyor gibi görünse de, bu eserlerinde anlattığı hayatlarla halkın tarihsel süreç içerisindeki durumunu işlediği için halkçı edebiyat çizgisini sürdürdüğünü söylemek mümkündür. Tarz olarak da yine bu dönemde, Adalet Ağaoğlu, Füruzan ve Oğuz |
Atay gibi yazarlarda görüldüğü üzere, modernist edebiyatın ortaya çıkmaya başlamasına rağmen, o Toplumcu Gerçekçi anlayışını devam ettirdi.
Yazarın öykücülüğü özellikle mizah alanında gelişti. Öyküleri Markopaşa dönemlerine gitmektedir. İlk öykü kitapları olan Radarın Anahtarı ve Don Kişot İstanbul'da 1957 yılında yayınlanmışlardır. Toplumsal değişimleri ve çarpıklıkları hicveden bu mizah öykülerine örnek olarak Sosyal Kadınlar Partisi'ndeki kentleşme ve toplumda kadının yeri üzerine eleştiriler verilebilir. Biraz da bu nedenle Ilgaz, Hababam Sınıfı eserlerinin film uyarlamalarından çok da memnun olmadı. Bu uyarlamalar eserlerinin toplumsal hiciv kısımlarını eleyip yerine basit bir gülmece anlayışı getirdiler.
Yaşamını son dönemlerinde yazar özellikle "anı" ile çocuk edebiyatı türüne ağırlık verdi. Öğretmenlik yıllarından kalma bir idealizmle özellikle yeni nesile yönelik çalışmaları tercih etti. Anıları uzun bir tarihsel geçmişe ışık tutarken (1910'lardan bu yana yazar Türkiye'nin tarihsel geçmişini bizzat yaşamıştır) çocuk romanları yeni bir süreç için hazırlık görevi görüyordu. Zaten "Okutmak Üzerine" şiirinde şöyle der:
1980'li yıllarının çoğunu panellerde ve imza günlerinde geçiren Ilgaz için 1990'li yıllarda "plaketler" dönemi oldu. Son şiirini 19 Kasım 1991'de yazdı:
Uğur Mumcu'nun öldürülmesini takiben Sivas Madımak Olayı'nın olması yazarı duygusal açıdan oldukça yordu. Özellikle bu son dönemlerini Mehmet Saydur oldukça detaylı anlatmaktadır. Bu olaylardan kısa bir süre sonra da Ilgaz vefat etti, 7 Temmuz 1993.
Doğduğu ve yetiştiği kent olan Kastamonu'ya bağlılığını her fırsatta dile getirmiş olan Ilgaz, zaten soyadı devrimiyle kendine bu kentin en büyük simgesi olan Ilgaz Dağlarının ismini soyadı olarak seçti (1934). Özellikle doğduğu Cide ve kültürüne ve insanına yapıtlarında yer verdi. Sarı Yazma, Yıldız Karayel, Halime Kaptan ve Karadenizin Kıyıcığında gibi romanlarında bu yöreyi tema olarak aldı. Kastamonu ve Cide'de adına etkinlikler düzenlenmektedir.
Rıfat Ilgaz'ın Kastamonu ile ilgili yönlerini en iyi veren kaynaklardan biri, onunla tanışıp birlikte çalışmalar yapmış olan Mehmet Saydur'dur. Ilgaz üzerine birçok araştırması olan yazar, onunla anılarını Rıfat Ilgaz'lı Yıllar adlı eserinde yazmıştır.
Her yıl memleketi olan Cide ilçesinde 7-8-9 Temmuz tarihleri arasında Cide Rıfat Ilgaz Sarı Yazma ve Kültür Sanat Festivali yapılır. Sanatçı her yıl orada konserler, paneller , dinletiler eşliğinde anılır.
Yaşar Kemal
Yaşar Kemal (d. Kemal Sadık Gökçeli, 6 Ekim 1923; Hemite, Osmaniye - ö. 28 Şubat 2015), Kürt kökenli Türk romancı, senaryo ve öykü yazarı. On altı yaşındayken 1939'da ilk şiiri "Seyhan"ı "Görüşler" adlı Adana halkevleri dergisinde yayımladı. Ortaokuldan ayrıldıktan sonra folklor derlemelerine başladı ve 1940-1941 yılları arasında Çukurova'dan ile Toroslardan derlediği ağıtları içeren ilk kitabı olan "Ağıtlar", 1943 yılında Adana Halkevi tarafından basıldı. Kayseri'de askerliğini yaparken ilk hikâyesi olan "Pis Hikâye"yi (1946) yirmi üç yaşındayken yazdı. 1948’de "Bebek" hikâyesinin ardından "Dükkancı"yı yazdı. 1940'larda Adana'da çıkan "Çığ" dergisi çevresinde Pertev Naili Boratav, Nurullah Ataç, Güzin Dino gibi isimlerle tanıştı. Özellikle, ressam Abidin Dino'nun ağabeyi Arif Dino'yla kurduğu yakınlık onun düşün ve yazın dünyasının gelişimini önemli bir ölçüde etkilemiştir. Kemal Sadık Göğceli adı ile çeşitli yayımlarda yazarken Yaşar Kemal adını "Cumhuriyet" gazetesine girince kullanmaya başladı ve 1951-1963 yılları arasında gazetede fıkra ve röportaj yazarı olarak çalıştı. Bu dönemde Anadolu insanının iktisadi ve toplumsal sorunlarını dile getirdiği dizi röportajları ile tanınmaya başladı. 1952 yılında yayımlanan ilk öykü kitabı olan "Sarı Sıcak"'ta da yer alan "Bebek" öyküsü burada tefrika edildi. 1947'de "İnce Memed"'i yazdı fakat yarım bıraktı ve 1953-54’te bitirdi. Roman, ağalara karşı Çukurova'nın yoksul halkına arka çıkan İnce Memed'in halkı için savaşmasını konu almaktadır. Dört ciltten oluşan seri, otuz dokuz yılda tamamlandı.
Yaşar Kemal pek çok yapıtında Anadolu'nun efsane ve masallarından yararlanmıştır. PEN Yazarlar Derneği üyesiydi. Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilen ilk Türk yazardır. 1952–2001 yılları arasında Thilda Serrero ile evli kalmış, 2002 yılında Ayşe Semiha Baban ile 2. evliliğini yapmıştır. 28 Şubat 2015 tarihinde organ yetmezliği sebebiyle yoğun bakımda olduğu hastanede vefat etmiştir. Cenazesi 2 Mart 2015 tarihinde düzenlenen törenin ardından Zincirlikuyu Mezarlığına defnedilmiştir.
"İnce Memed I", "Ağrıdağı Efsanesi", "İnce Memed II", "Kuşlar da Gitti", "İnce Memed III" eserleri yazarın en çok satan ilk beş kitabıdır. D&R'ın yüz kırk altı mağazası ve internet satışları baz alınarak belirlenen verilere göre yazarın ölümünden sonraki hafta kitap satışları %417 arttı. "İnce Memed", "Hürriyet Pazar" tarafından oluşturulan yüz kişilik jüri tarafından belirlenen "Türk Edebiyatının Gelmiş Geçmiş En İyi 100 Romanı" listesinde bir numara seçildi.
Yaşar Kemal, Nigâr Hanım ile çiftçi Sadık Efendi'nin oğlu olarak aslen Van-Erciş yolu üzerinde ve Van Gölü'ne yakın Muradiye ilçesine bağlı Ernis (bugün Ünseli) köyünden olan bir ailenin çocuğu olarak Adana'nın Osmaniye ilçesinin Hemite (o zamanki adı: Gökçeli ya da Göğceli; bugünkü adı: Gökçedam) köyünde doğdu. Yazarın doğum tarihi hakkında çeşitli kaynaklarda farklı bilgiler mevcuttur. Behçet Necatigil tarafından yazılan "Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü"nde 1922; Tuba Tarcar Çandar tarafından hazırlanan "Yaşar Kemal Fotobiyografi"sinde Ocak 1923 olarak belirtilmiştir. Doğum tarihinin nüfus cüzdanında 1926 yazdığını söyleyen Yaşar Kemal, nüfus cüzdanını ilkokulu bitirdikten sonra aldığını, kendi hesaplarına göre doğum tarihinin 1923 olduğunu ifade etmiştir. Bu tarihin de hatalı olabileceğini belirten yazar, köylülerin yayladan döndüklerinde doğduğunu, bunun da ekim ayına denk geldiğini söylemiştir. Kendi anlatımına göre bir Türkmen köyünde tek Kürt ailenin çocuğu olarak doğup büyüyen Yaşar Kemal, evde Kürtçe, köyde ise Türkçe konuşurdu. Luvan aşiretinden olan babası, Birinci Dünya Savaşı çıkınca ailesiyle birlikte ikâmet ettikleri köyden ayrılıp göç etmeye başlamışlardır. Van'dan Diyarbakır'a, buradan da Çukurova'ya bir buçuk yıl süren göç sonucu gelmişlerdir. O zamanlar Kadirli'ye bağlı olan altmış hanelik Türkmenlerin yaşadığı Hemite köyüne yerleşmişlerdir.
"Babam, anam Doğu Anadoludan, 1915'te Rus ordusu Van'ı işgal edince, oradan bir buçuk yılda Çukurova'ya gelerek bu köye yerleşmişler. Köyde bizimkilerden başka Kürtçe konuşan hiç kimse yoktu. Ben kendimi bildiğimde Kürtçe sadece bizim evin içinde konuşuluyordu. Ben doğduğumda babam çok yaşlı, belki elli yaşın üstündeydi, anam da çok gençti. On yedi yaşında. Evde babamın bir kardeşi, onun karısı, bir de akrabaları bir genç kız vardı. Amcamın karısının bir elini Van'da bir top gülle parçası almış götürmüştü. Aile bir bey ailesiydi. Ailenin mensup olduğu Luvan aşiretinin son beyi Gulihan Bey babamın amcasıydı."
Üç buçuk yaşlarında iken bir kurban kesimi sırasında halasının kocasının elindeki bıçağın kayarak gözüne saplanması sonucu sağ gözü kör oldu. Dört buçuk yaşındayken, babası camide namaz kıldığı sırada Van'dan göç ederken ölümden kurtarıp besleyip büyüttüğü Yusuf adındaki oğulluğu tarafından öldürüldü. Bu olaydan sonra on iki yaşına kadar kekemeliğe tutuldu.
"Ben babamın camide, o, namaz kılarken yanındaydım, hançerlendiği akşamdan sonra, sabaha kadar yüreğim yanıyor, diye ağladım. Ardından da kekeme oldum ve on iki yaşıma kadar zor konuştum. Yalnız türkü söylerken kekemeliğim geçiyordu. Hiç kekelemiyordum. Kitap okurken de, okur yazar olduktan sonra, hiç kekelemedim. On iki yaşımdan sonra kekemeliğim geçti."
Babasının öldürülmesinden sonra annesi Nigâr Hanım, yazarın amcası Tahir Efendi ile evlendi. Babası varlıklı biriyken ölümü sonrası ailesinin maddi durumu değişmiş ve köyün en fakir ailelerinden olmuşlardır. Sekiz yaşındayken köye gelen çerçinin köy kadınlarının borcunu bir deftere yazdığını gördü ve yazılanın yazı olduğunu öğrendi. Dokuz yaşındayken Adana'nın Burhanlı köyündeki ilkokula giderek üç ayda okuma ve yazmayı öğredndi. Ortaokul ikinci sınıftayken sınavla Türk Maarif Cemiyeti'nde yatılı olarak okumaya başladı fakat üç ayı bulan devamsızlığından ötürü yatılı okuma hakkıı kaybetti. Son sınıftayken okuldan tasdikname ile ayrılarak çeşitli işlerde çalıştı. Kuzucuoğlu Pamuk Üretme Çiftliği'nde ırgat kâtipliği (1941), Adana Halkevi Ramazanoğlu kitaplığında memurluk (1942), Zirai Mücadele'de ırgatbaşlığı, daha sonra Kadirli'nin Bahçe köyünde öğretmen vekilliği (1941-42), pamuk tarlalarında, batozlarda ırgatlık, traktör sürücülüğü, çeltik tarlalarında kontrolörlük yaptı.
1978 yılında yaptığı bir söyleşide sanat çalışmalarına ilkokula başlamadan önce şiirle işe koyulduğunu ve okula başladığında "yaşlı halk şairleriyle atıştığını" anımsadığını belirtti. İlkokulun son sınıfındayken arkadaşı Aşık Mecit, çok iyi saz çalarken kendisi annesinden ötürü sazı "berbat" çalmaktaydı. Bunun nedenini şu sözlerle dile getirdi:
"Benim saz çalamamamın sebebi var, anam aşık olacağım da diyar diyar dolaşacağım diye saza, aşıklığa düşman olmuştu. Onun tek çocuğuydum ve gözünden ayırmıyordu beni. Okulda, düğünlerde, bayramlarda beni hep Aşık Mecitle atıştırırlardı. Aşık Mecitle, Kadirli'de bir kahvede bir gece sabaha kadar atıştığımı şimdi iyice anımsıyorum."
Annesi ilk zamanlar şiir okumasına karşı çıkarken daha sonraları babasının koruyucusu olan Zalanınoğlu adındaki eşkıyanın öldürüldüğünü duyan Yaşar Kemal, sabahlara kadar ağıt yaktı. Yaktığı ağıtı annesi dinlemiş ve onun bu ağıtını beğenmiştir. Yaşar Kemal'in ifadesiyle artık annesini de yenmiştir ve bir halk aşığı olma yolunda hiçbir engel kalmadı. Ortaokuldan ayrıldıktan sonra folklor derlemelerine başladı ve 1940-1941 yılları arasında Çukurova'dan ile Toroslardan derlediği ağıtları içeren ilk kitabı olan "Ağıtlar", Adana Halkevi tarafından 1943 yılında yayımladı. 1944 yılında ilk hikâyes |
i "Pis Hikâye"'yi yayımladı. Bunu, Kayseri'de askerlik yaparken yazmıştı. 1940'larda Adana'da çıkan "Çığ" dergisi çevresinde Pertev Naili Boratav, Nurullah Ataç, Güzin Dino gibi isimlerle tanıştı. Özellikle, ressam Abidin Dino'nun ağabeyi Arif Dino'yla kurduğu yakınlık onun düşün ve yazın dünyasının gelişimini önemli bir ölçüde etkilemiştir. "Bebek", "Dükkâncı", "Memet ile Memet" öyküleri 1950'lerde yayımlandı.
Kemal Sadık Göğceli adı ile çeşitli yayımlarda yazarken Yaşar Kemal adını "Cumhuriyet" gazetesine girince kullanmaya başladı ve ) 1951-1963 yılları arasında gazetede fıkra ve röportaj yazarı olarak çalıştı. 1952 yılında yayımlanan ilk öykü kitabı olan "Sarı Sıcak"'ta da yer alan "Bebek" öyküsü burada tefrika edildi. 1947'de "İnce Memed"'i yazdı fakat yarım bıraktı ve 1953-54’te bitirdi. Romanı yazma nedeni eşkiya olan ve dağda vurulan amcasının oğlunun vurulması olduğunu 1987 yılındaki bir söyleşisinde belirtti. Ayrıca aynı söyleşide, çocukluğunun eşkiyalığın içinde geçtiğini, dayısının "en büyük" eşkiyalardan biri olduğunu, o çevrede 1936'lara kadar beş yüze yakın eşkiya bulunduğunu ve bunlardan birinin de Kurtuluş Savaşı'nda Kadirli'yi ilk örgütleyenlerden olan Karamüftüoğlu ailesinden ünlü Remzi Bey olduğunu söyledi. Remzi Bey'in kendisine, ilk "İnce Memed" hikâyesinde "Çakırdikeni" diye yer alan diken hikâyesini anlattı ve Yaşar Kemal'le "eşkıyalığın felsefesini" yaptı.
Yaşar Kemal'in dünyada ilk kez yayımlanan eseri, "Bebek" öyküsüdür ve önce Fransızcaya, sonra İngilizceye, İtalyancaya, Rusçaya, Romenceye ve diğer dillere çevrildi.
"Halka kim zulmediyorsa, etmişse, halkı kim eziyor, ezmişse, onu kim sömürmüş, sömürüyorsa, feodalite mi, burjuvazi mi... Halkın mutluluğunun önüne kim geçiyorsa ben sanatımla ve bütün hayatımla onun karşısındayım. Ben etle kemik nasıl biribirinden ayrılmazsa, sanatımın halktan ayrılmamasını isterim. Bu çağda halktan kopmuş bir sanata inanmıyorum."
Yaşar Kemal'in edebi çalışmalarında halka dönük bir düşünce hakim oldu ve bunu, bir yerde politik düşünce ile birleştirerek yürüttü. Yapıtlarında, halk şiirinde, epopelerde olduğu gibi insan değerlerinden kopmamaya çalıştı. Yaşar Kemal, siyasi görüşü ile sanatının paralel olduğunu, "halk ve doğa"ya inandığını, sanatının proletaryanın çıkarlarının emrinde olduğunu dile getirmiştir.
Yaşar Kemal hem Dünya edebiyatından hem Türk edebiyatından etkilenmiştir. Beşinci sınıftayken Alphonse Daudet'nin "Le Petit Chose" kitabı yazarın okuduğu ilk romandır, daha sonra "Kerem ile Aslı"yı okur. On yedi yaşındayken okuduğu "Don Kişot" yazarı etkileyen ilk kitaptır. Romanı okuduktan sonra günlerce etkisinde kaldığını şu sözlerle belirtmiştir:
""Don Kişot"'u okuyunca yeni bir dünya buldum. Günlerce etkisinde kaldım. Cervantes bütün insanlığımı, yüreğimde sakladığım birçok gizi açıklamıştı. Bir karanlığa gömülmüş, sonra da içimde bir yücelme olmuştu."
Abidin Dino'dan alıp okuduğu Sait Faik Abasıyanık'ın "Medarı Maişet Motoru"na "hayran" kalmıştır. On yedi yıl boyunca roman, sanat, sosyalizm tartıştığı Arif Dino ile şiir, edebiyat, resim konuştuğu Abidin Dino, yazarı etkilemişlerdir. Dilde ise Karacaoğlan'ın etkisinde "çok" kaldığını belirtmiştir. Alexandre Dumas'nın "Kamelyalı Kadın"'ını defalarca okumuştur ve romanının sürükleyici olmasını kendi romanlarında temel ilke haline getirdiğini belirtmiştir. Bunların dışında Balzac, Dostoyevski, Gogol, Çehov, Köroğlu etkilendiği diğer yazar ve şairlerdir. Yazar, yazmaya başlamadan önce dilini canlı tutabilmek için Türk edebiyatından Nâzım Hikmet'i okumuştur.
17 yaşından ölümüne değin sosyalist politikanın içinde yer aldı. 1950'de komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla
tutuklanıp Kozan Cezaevi'nde bir sene boyunca tutuldu ve 1951 yılında serbest bırakıldı. 1961 Anayasası'ndan sonra kurulan Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) 1962'de katıldı. Emekçi sınıfının tamamen yönetime gelmesini isteyen Kemal, TİP'te sekiz yıl çalıştı ve partinin yöneticilerinden birisi oldu. 1987'deki bir söyleşisinde Türkiye'de bir Marksist partiye ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. Aynı söyleşideki "Nasıl bir sol modelden yanasınız?" sorusuna, şu cevabı vermiştir:
"Her ülke sosyalist modelini kendisi kurar. Sovyetlerin 70 yıldır yaşama geçmiş modelini kabul edemeyiz. Yüzde yüz bağımsızlıktır sosyalizm. Kişi bağımsızlığı, ülke bağımsızlığı, politik bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık, özellikle de kültürel bağımsızlık... Sosyalizmin başka bir anlamı yok benim için. Bu çağa gelinceye kadar kültürler birbirlerini beslemişlerdir, yok etmemişlerdir. Oysa çağımızda, kültürler kültürleri yok etmek için bilinçli olarak kullanılmışlardır emperyalistler tarafından. Benim için dünya bin çiçekli bir kültür bahçesidir; bir çiçeğin bile yok olmasını, dünya için büyük bir kayıp sayarım."
TİP'ten ayrılan yazar, nedenini partinin niteliğini yitirmesine, bürokratların eline geçmesine ve emekçilerden kopmasına bağladı.
Sovyetler Birliği çökmesinin, sosyalizmin de çökmesi değil, tam tersine dünya sosyalizminin zaferi olduğunu 1993'teki bir söyleşisinde dile getirmiştir.
4 Şubat 1974'te yetmiş şair ve yazarın ilk toplantısıyla Türkiye Yazarlar Sendikası kuruldu ve Yaşar Kemal, ilk toplantı sonucu "Kuruluş Kurulu" içinde yer aldı. Ayrıca genel kurulda Yaşar Kemal sendikanın genel başkanlığına getirildi. 1950'de Halide Edip Adıvar'ın öncülüğünde Türk PEN Kulübü kuruldu fakat kulüp, 12 Eylül 1980 askerî darbesi üzerine kapandı, 1989'da Yaşar Kemal'in öncülüğünde tekrar açıldı. Kemal, bu dönemde kulübün başkanlığına getirildi.
Ocak 1995'te Alman "Der Spiegel" dergisinde Türkiye'de devletin Kürtlere yönelik yıllardır süren baskı politikasını, o günlerde tüm şidddetiyle süren savaşı anlatan "Yalanlar Seferi" başlıklı bir makalesi yayınlandı. Terörle Mücadele Yasası'na göre "bölücülük propagandası" yapmakla suçlanan Kemal'e Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde (DGM) dava açıldı. Kemal aslında makaleyi "Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye" başlıklı derleme kitap için yazmıştı. Kitap Şubat 1997'de yayımlandı ve raflara çıkışının ikinci gününde toplatıldı. 23 Ocak 1995'te yapılan ilk duruşmada aralarında Orhan Kemal, Demirtaş Ceyhun, Erdal Öz, Adalet Ağaoğlu'nun bulunduğu yüzlerce kişi Yaşar Kemal'e destek vermek için mahkemeye gitti. Yazar, 2 Aralık 1995'te beraat etti. Aynı yıl "Index on Censorship" dergisinde "The dark cloud over Turkey" (tr. "Türkiye Üzerinde Kara Bulutlar") yazısı yayımlandı ve yazı, "Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye" içinde yer aldı. Bu yazısından ötürü 7 Mart 1996'da Türk Ceza Kanunu'nun 312. maddesine dayanılarak yargılandı ve yayıncıya 3 milyon 491 bin 666 TL para, Yaşar Kemal ise bir yıl sekiz ay hapis ile para cezası verildi ve ceza ertelendi. Makalenin halkı kin ve nefrete teşvik ettiği ileri sürülen karar 18 Ekim 1996'da da Yargıtay tarafından onandı. Bunun üzerine C.S.Y. Yayınevi, kitabın toplatılmasıyla düşünce ve ifade özgürlüğünü garanti altına alan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) 10. maddesinin ihlal edildiğini belirterek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'e (AİHM) başvurdu. Yaşar Kemal de kendi başvurusunda Türkiye'nin 10. maddenin yanında toplatma kararını mahkemeden önce almakla suçsuzluk ilkesini bozduğunu belirtti. Bu nedenle AİHS'nin 6 ve kanunsuz cezalandırmayı yasaklayan 7. maddelerinin de ihlal edildiğini vurguladı. AİHM, sözleşmenin 6 ve 7. maddelerine aykırılık iddialarını reddeden mahkeme, maddi tazminata yer olmadığını, 10. maddesinin ihlal edildiğine dair tespitin, yazarın manevi zararını gidermeye yeteceğine karar verdi.
Yaşar Kemal, Türkiye'den aldığı birçok ödülün yanı sıra Uluslararası Cino del Duca ödülü, Légion d'Honneur nişanı, Commandeur payesi, Fransız Kültür Bakanlığı Commandeur des Arts et des Lettres nişanı, Premi Internacional Catalunya, Fransa Cumhuriyeti tarafından Légion d'Honneur Grand Officier rütbesi, Alman Kitapçılar Birliği Frankfurt Kitap Fuarı Barış Ödülü'nün de bulunduğu yirmiyi aşkın ödül, ikisi yurt dışında beşi Türkiye'de olmak üzere, yedi fahri doktorluk payesi almıştır. 1973'te Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterildi. Nobel'e aday gösterilen ilk Türk olan Kemal, verdiği bir röportajda "Ölene kadar da aday olacağım." dedi.
Portmap
Portmap, Unix benzeri sistemlerde RPC program numaralarını DARPA protokolü port numaralarına çeviren bir sunucu yazılımıdır. Tasarım amacı kullanımdaki port sayısını azaltmak olmasına rağmen yaygın olarak benimsenmediği için bu amaca ulaşılamadı. RPC çağrılarının yapılabilmesi için çalışıyor durumda olması gerekir.
Bir RPC sunucusu çalıştırıldığında, hangi port numaralarını dinlediğini ve hangi RPC program numaralarının hizmet için hazırlandığını portmap' e söyler. Bir istemci verilen bir program numarısına RPC çağrısı yapmak istediği zaman, RPC paketlerinin yollanacağı port numarasını öğrenmek için öncelikle sunucu makinedeki portmap ile iletişim kuracaktır.
Portmap herhangi bir RPC sunucu çağrılmadan önce başlatılmalıdır. Diğer deamon' larda olduğu gibi portmap kendini terminalden ayırır. Portmap hata günlüğünü syslog kullanarak tutar.
Portmapper ilk olarak BSD 4.3'te kullanıldı ve şu ana kadar yaygın olarak NIS, NFS, ve FAM' da kullanıldı.
Örnek, farklı programlar, versiyonları ve hangi portları kullandıklarını göstermektedir. Örneğin, NFS' in 2 ve 3 versiyonları çalışmakta, istemcinin hangi transfer protokolünü istediğine bağlı olarak TCP' nin 2049 portu ya da UDP' nin 2049 portundan ulaşılabilmektedir.
Blagoevgrad (il)
Blagoevgrad,(Bulgarca: Област Благоевград / Oblast Blagoyevgrad; diğer adı Pirin Makedonyası) güneybatı Bulgaristan'da bir ildir. Merkezi Blagoevgrad 1950'e kadar adı Горна Джумая / Gorna Cumaya (Türkçesi: Yukarı Cuma) ve Osmanlı döneminde Cuma-i Bala idi. Makedonya bölgesinin bir parçası olup, 4 diğer il, Yunanistan ve Makedonya Cumhuriyeti ile komşudur. 14 belediye ve 12 şehirden oluşur.
İl, 14 ilçeden oluşur:
Babalar Operasyonu
Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından yeraltı dünyasına yönelik olarak 11 yıl ara ile düzenlenen iki operasyonun ortak adı.
İlk Babalar Operasyonu, 12 Mart Muhtırası ardından dönemin İstanbu |
l Sıkıyönetim Komutanı Orgeneral Faik Türün’ün emri ile Milli İstihbarat Teşkilatı’nda görev yapan Mehmet Eymür tarafından başlatılmıştı. Eymür, dönemin İstanbul Emniyeti Mali Şube Müdürü Vural Yener ile koordineli bir şekilde çalışarak, yeraltı dünyasının önemli aktörlerinden Uğurlu, Bezal, Mirza ailelerini, Zihni İpek’i, Muhammet Akil Çubukçu’yu ve çok sayıda uyuşturucu ve silah kaçakçısını gözaltına almış, sorgulamış ve mahkemeye sevk etmişti.
Gözaltına alınan kişilerin evlerinde üst düzey bürokrat ve askerler ile samimi pozlarda çekilmiş resimler ve mektuplar bulunduğunu anlatan Eymür, bu asker ve bürokratların bir kısmının kaçakçılardan rüşvet aldığının ifadelerde yer aldığını; ancak Faik Türün’ün isteği doğrultusunda, sola karşı başarılı mücadeleleri yüzünden ‘kahraman’ olarak görülen bu kişilerin isimlerinin ifadelerden çıkartıldığını söylemekteydi. Eymür bu talebin arkasında yeraltı dünyası ile bürokratlar arasında bağlantı kuran gazinocu Fahrettin Aslan’ın olduğunu da ileri sürüyordu.
İkinci Babalar Operasyonu, ilkinden 11 yıl sonra, 9 Şubat tarihinde düzenlendi. İkinci operasyonun başında da Mehmet Eymür vardı. 12 Eylül Darbesi'nden sonra, kaçakçılığın terörün başlıca unsurlarından biri olduğu kanaatine varan devlet yetkilileri MİT Kaçakçılık İstihbarat ve Harekat Daire Başkanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü ile yakın koordinasyon içinde olayların üzerine gitmesine karar verdi. Haziran MİT Müsteşarlığı bünyesinde Kaçakçılık Şubesi kurulmuş ve şube müdürü olarak Mehmet Eymür atanmıştı. Kaçakçılık konusunda Atilla Aytek’in başında olduğu Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık ve İstihbarat Daire Başkanlığı ile çok yakın koordinasyonu başlayan MİT Kaçakçılık Şubesi, 9 Şubatta Dündar Kılıç, Behçet Cantürk, Vahit Kaynar ve Abuzer Uğurlu’yu sorguya alınması teklifini Genelkurmay Başkanlığı’na yapmış, teklifin uygun karşılanması üzerine gözaltına alınan babalar, sorgulandıktan sonra Ankara Sıkıyönetim Mahkemesine sevk edilmişti. Ankara'da sıkıyönetim'in kaldırılması ile Diyarbakır Sıkıyönetim Mahkemesinde görülmeye başlayan davalar yılında beraat kararı ile sonuçlandı ve tutuklu bulunan sanıklar Dündar Kılıç ve Behçet Cantürk serbest bırakıldılar.
Daha sonra Susurluk Kazası'nda hayatını kaybedecek olan emniyet müdür yardımcısı Hüseyin Kocadağ Babalar Operasyonunda tutuklanan sanıklardan Cantürk ile ilişkili olduğu için meslekten uzaklaştırıldı, Danıştay kararıyla mesleğe döndü.
Naz Aydemir
Naz Aydemir Akyol, (d. 14 Ağustos 1990, İstanbul), VakıfBank ve Türkiye A millî takımının voleybolcusu. Ayrıca, Türk kökenli Alman millî futbolcu İlkay Gündoğan ile kuzendir. 2011 yılı itibarıyla Red Bull firmasının Türkiye'de sponsorluk yaptığı 7 sporcudan biridir. Naz Aydemir 2010-11 akademik yılı bahar döneminde İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık bölümünden mezun olmuştur. 2013 yılında millî basketbolcu Cenk Akyol ile hayatını birleştirmiştir. Ve bu sene Montrö masters volley turnuvasında en iyi pasör seçilmiştir.Çocuğu yoktur.
Eczacıbaşı altyapısından yetişmiş 1990 (İstanbul) doğumlu pasör. Okul takımları ve kulüp altyapısında dikkat çekmiş ve 15 yaşında kulübünün A Takımına yükselmiştir. 2005-06 sezonunda kulübünün A takımıyla şampiyonluk yaşayarak bunu başaran en genç pasör olmuştur. 2005-06 sezonunda oynadığı dört takımla Türkiye şampiyonluğu yaşamıştır. Kulübünün A takımı ile 2006-07 sezonunu da şampiyonlukla noktalamıştır. Kulübüyle 2007-08'de 3. şampiyonluğunu yaşamıştır.
3 Haziran 2009 tarihinde Fenerbahçe'ye transfer olmuştur. 2009-10 sezonunda takımıyla birlikte Türkiye Ligi, Türkiye Kupası ve Süper Kupa şampiyonluklarının yanı sıra CEV Avrupa Şampiyonlar Ligi ikinciliğini elde etmiş, ayrıca 2009-10 Türkiye Ligi final serisinde 'En İyi Pasör' ödülünün sahibi olmuştur.
Fenerbahçe'deki ikinci sezonunda, Türkiye Ligi ve Süper Kupa şampiyonluklarının yanı sıra FIVB Kadınlar Dünya Kulüpler Şampiyonası şampiyonluğu ve CEV Avrupa Şampiyonlar Ligi üçüncülüğünü elde etmiş, ayrıca 2010-11 Türkiye Ligi final serisinde 'En İyi Pasör' ödülüne bir kez daha layık görülmüştür.
2012 yılında VakıfBank SK'ya trasfer olmuştur. VakıfBank SK ile 2012-13 sezonuda Türkiye Ligi, Türkiye Kupası, Süper Kupa, Şampiyonlar Ligi ve FIVB Kadınlar Dünya Kulüpler Şampiyonası şampiyonluklarını kazanarak, sezonu 5 kupa ile noktalayarak tarihi bir sezona imza atmışlardır.
A, Genç ve Yıldız millî takımlarında da yer alan Naz Aydemir, 2007 Dünya Yıldız Kızlar Voleybol Şampiyonası'nda gümüş madalya alarak Türkiye'de bir ilki gerçekleştiren Yıldız Millî Voleybol takımının kaptanlığını yapmıştır. genç millî takımla, 2008 Genç Bayanlar Avrupa Şampiyonası'nda 4'lüğe ulaşmış, aynı zamanda şampiyonanın En Değerli Oyuncusu (MVP) seçilmiştir.
Pekin'de yapılan olan 2008 olimpiyatlarının, Ankara'da yapılan ön elemelerinde ilk defa A Millî kampına davet edilmiştir. Almanya'nın Halle kentinde yapılan elemelerde ise en iyi çıkış yapan oyuncular arasında gösterilmiştir. FIVB Dünya Grand Prix 6'lığı ile büyük başarıya imza atan A millî takımımızda görev almıştır.
2010 yılı millî takımlar döneminde CEV Avrupa Ligi'nde 3.lük ve FIVB Dünya Şampiyonası'nda Dünya 6.lığı derecelerini elde eden Türk millî takımında yer almıştır. 2011 yılı millî takımlar döneminde Türk millî takımıyla birlikte CEV Avrupa Ligi 2.liğini elde etmiştir.
Millî takımın tarihinde ilk kez katıldığı ve 9 olarak noktaladıkları 2012 Londra Olimpiyatları kadrosunda yer almıştır.
22-23 Nisan 2017 tarihlerindeki İtalya'nın Treviso kentinde düzenlenen Avrupa Bayanlar Voleybol Şampiyonlar Ligi Final Four karşılaşmalarında yer alarak, üst üste 9. kez Final Four deneyimi yaşamış, bu alanda henüz 26 yaşında iken bir rekora sahip olmuştur. Millî voleybolcu, aynı zamanda bu kupanın tarihinde Final Four'da en fazla oynayan oyuncudur.
Carlos Alberto Parreira
Carlos Alberto Gomes Parreira (d. 27 Şubat 1943 - Rio de Janeiro, Brezilya), Brezilyalı emekli teknik direktör.
1994 FIFA Dünya Kupası'nda teknik direktör olarak Brezilya millî futbol takımını zafere taşıdı. 1995-96 sezonunda Ali Şen tarafından Fenerbahçe'ye getirilmiştir. Fenerbahçe'de şampiyonluk ve TSYD Kupası kazanmıştır. En son Güney Afrika'yı çalıştırmış, 25 Haziran 2010 tarihinde, futbol antrenörü olarak emekli olduğunu duyurmuştur.
Dekadan
Dekadan, ("décadent") 'düşkünleşmiş' anlamına gelen Fransızca bir kelime.
19. yüzyıl sonlarında Fransa 'da natüralistlere karşı ortaya çıkan sembolizm akımına öncülük eden sanatçılara, edebiyatı soysuzlaştırdıkları ima edilerek verilen isim.
Akım o zamana kadar gelen edebiyat geleneklerini yıkma yoluna giderek , toplumsal ve sanatsal düzenin dışına çıkmayı planlamıştır. İmgeye karşı aşırı neredeyse hastalık derecesindeki duyarlılığa sahip dekadanlar, daha önce görülmemiş imgeler oluşturarak bu imgeleri karşılayacak sözcükler bulmuşlardır.
Türk edebiyatında dekadan ifadesi Ahmet Mithat Efendi tarafından Servet-i Fünun sanatçıları için kullanılmıştır.
Dekadans(fr. "décadence", lat. "decadentia"; lat. "cadere" „düşmek“, „batmak“dan)felsefe tarihine ait bir kavramdır ve toplumlarda ve kültürlerdeki çökme, bozulma, dejenere olma anlamında kullanılmıştır.
Jean-Jacques Rousseau bu terimi kendisinden sonraki felsefeyi etkileyecek şekilde kullanmıştır. Onun kültür eleştirisinde dekadans doğanın ve kültürün karşıtıdır(Rousseau ya göre uygarlık bu bakımdan kötüdür). Bu manada doğrudan duyguyu, "kalbin gerçeğini", övmüştür. Uygarlık insanın doğal bir yaşam sürmesine engel olmaktadır. Buna göre insan kendi özüne geri dönmelidir. Ama Rousseau ya göre bu doğal durum tarihe ait, mesela hala varolan ilkel toplumların yaşantısının örnek alınması gerektiği gibi bir iddia değil, dekadansın eleştirisi olarak fikirsel bir konsepttir.
Edmund Husserl
Edmund Husserl (d. 8 Nisan 1859 - ö. 27 Nisan 1938), Alman filozof.
Husserl, Berlin ve Viyana'da matematik, fizik, astronomi, felsefe eğitimi aldı. 1882'de Viyana Üniversitesi'nde matematik doktorası yaptı. 1883'ten itibaren matematiksel çözümlemeler içeren çalışmalarıyla dikkat çekti. 1901-1916 yıllarında Göttingen Üniversitesi'nde matematik ve felsefe dersleri verdi. Bu arada, zamanının önemli düşünürleriyle, örneğin Wilhelm Dilthey ve Max Ferdinand Scheler gibi isimlerle etkileşim hâlinde oldu.
Husserl'de her zaman felsefeye yeni bir yön çizme eğilimi olduğu belirtilebilir, çünkü onun düşüncesine göre felsefe her tür sonradan inşa edilmiş kurgusal bağıntıdan ayrı olarak kendini özsel olarak temellendirmelidir. Husserl Hegelcilik'in etkisini yitirdiği ve Yeni-Kantçılık'ın akademilerde etkili bir güç haline geldiği bir dönemde felsefeye yeni bir yön verme çabasında oldu. Felsefe içerisinde tüm metafizik spekülasyonlardan ve bilimci ön yargılardan sıyrılmayı arzu eden yepyeni bir başlangıç yapmaya ve bu hayli emek isteyen başlangıca uygun, pekin bir felsefe sistematiği oluşturmaya yöneldi ve fenomenoloji olarak bilinen felsefe hareketinin temellerini attı. Göttingen Üniversitesi'inde verdiği beş dersi türkçeye çevrilmiştir. Bu metin "Mantık Araştırmaları" ile "İdeler" adlı eserleri arasındaki bir döneme aittir ve Husserl'in "transandantal" bir fenomenolojiye geçişini mümkün kılan anahtar kavram "indirgeme"nin(Reduktion) ilk belirdiği yazılardan biridir.
Her ne kadar başka filozoflarda da fenomenolojik kavrayışa ortak bir takım felsefi kaygılar görmekteysek de, özgün ve özgürleştirici bir felsefi hareket olarak fenomenoloji ilk kez Husserl tarafından, felsefeyi pekin bir inceleme yöntemi olarak kurmak amacıyla kullanıldı. Husserl'ın fenomenolojisinde, çıkış noktası olarak hocası Franz Brentano'nun belirleyici bir rolü vardır. Husserl, kendi fenomenolojik yöntemini dayandırdığı "yönelimsellik" fikrini Brentano'dan alır ve onu geliştirmek suretiyle hocasında mevcut olmayan özgün bir yönelimsellik anlayışı sunar.
Husserl'in amacı her şeyden önce, felsefeyi tabansız önyargılarından kurtarıp ayakları yere sağlam basan bir araştırma yapısına kavuşturmaktır. Bu yaklaşıma uygun olarak, kendisinden önce aynı fikre sahip olan düşünürl |
er gibi, o da belirli bir özgül yöntemle "felsefenin bağımsız bir varlık alanına" sahip olduğu fikrinden hareket etti. Bu "özgül varlık alanı" elbette fenomenlerden oluşmaktaydı. Ki, bunlar bilinen anlamda "gerçek" nesnelerden oluşmamaktadır, yani sadece tikel deneyim ve ampirik duyu verisi ile bilinen şeyler değildir. Felsefenin görevi, fenomenler dünyasına girmek ve orada şeylerin özsel yapısını görüp anlamaktır. Fenomenolojik yöntem bu noktada devreye girer. Buna göre belirli bir varlık yorumu ışığında fiziki ve "gerçek" bir biçimde tek-yanlı kavranan nesne ve özne parantez içine alınır, yeni ve köklü bir öznellik alanına geri dönülür, onun bağlılaşığı olarak da yeni bir nesnel kutup keşfedilir. Bakış açısında gerçekleşen bu değişiklik fenomenoloji için şeylerin özüne erişim izni veren bir metodolojik başlangıç işlevi görür.
Özetle, özgül bir felsefe disiplini olarak Fenomenoloji'nin kurucusu Husserl'dir. Heidegger, Merleau-Ponty ve Sartre gibi varoluşçu felsefecileri derinden etkilemiş olmanın yanı sıra, daha sonradan Foucault ve Jacques Derrida gibi yirminci yüzyılın ikinci yarısında etkilerini hissettiren felsefecilerin düşüncesinde de önemli bir rol oynayacaktır.
Anakreontizm
Anakreontizm, "Yeryüzünde her şey geçicidir; onun için de insanoğlu yalnız en güzele karşı ilgi duymalıdır" görüşünü savunan düşünce akımıdır. Özentili ve yapmacık bir şiir tarzıdır. Remy Belleau bu tarzda şiir yazanların başında gelir.
Bu akım adını; şair Anakreon'dan alır. M.Ö. 6. yüzyılda doğduğu bilinir. 18. yüzyılda en parlak çağını yaşayıp; doruğa çıkmışsa da, boş ve gereksiz olduğu için kenara bırakılmış denilebilir. Türkçede bir karşılığı yoktur.
Tanzimat edebiyatı
Tanzimat edebiyatı, Tanzimat döneminin kültürel ve siyasi hareketlerinin sonucu olarak ortaya çıkmış edebiyat akımı. 3 Kasım 1839'da Mustafa Reşid Paşa tarafından ilan edilen Gülhane Hattı Hümayunu da denilen yenileşme beratının yürürlüğe konmuş olmasından doğmuştur. Bu olay daha sonraları Tanzimat Fermanı olarak adlandırılacak, gerek siyasî alanda gerek edebî ve gerekse toplumsal hayatta batıya yönelmenin resmi bir belgesi sayılacaktır. Şinasi ile Agah Efendi'nin birlikte çıkarmış olduğu Tercüman-ı Ahval bu edebiyatın başlangıcı olarak kabul edilir.
18. yy Osmanlı İmparatorluğu'nda artık gerileme ve çöküş devrinin başladığı dönemdir. Ardı ardına alınan yenilgiler, geniş Osmanlı topraklarında birbiri ardına gelen isyanlar, yönetimi bir arayış içine çekmiş, III. Selim devrinde ilk kez orduda yapılan ıslahat hareketlerinin üstünlüğü karşısında imparatorluk yönünü batıya çevirmek zorunda kalmıştır. Gülhane Hattı Hümayunu'nun yürürlüğe konmuş olmasıyla her alanda bir yenileşme hareketi başlamıştır. Okullarda öğretimin Türkçeye dönmesi, gazeteciliğin başlaması ve gelişen milliyetçilik sonucunda edebî yenileşme de beraberinde gelmiş, bu değişmelere uyanan yeni fikir akımlarına paralel olarak ortaya çıkmış, yeni bir medeniyet değişiminin sonucu olarak gelişmiştir. Divan edebiyatı dönemiyle birlikte edebiyatımızda sosyal ve siyasal konuların yanında günlük olaylar tartışma alanına çekilmiştir.
Bu dönem sanatçıları, Divan edebiyatında hiç bulunmayan makale, tiyatro, roman, hikâye, anı, eleştiri gibi yeni edebiyat türleri getirmişler, Divan edebiyatında bulunan şiir, tarih, mektup gibi edebiyat türlerini Batı anlayışına göre yeniden düzenlemişlerdir. Tanzimat edebiyatının özellikle ilk devirlerinde yetişen sanatçıların çoğu Montesquieu, Rousseau, Voltaire gibi Fransız devrimci yazarların etkisi altında kalarak, makale ve şiirlerinde zulüm ve haksızlık gibi konulara değinmişlerdir."V"atan"", ""millet"", ""hürriyet"", ""hak"", ""adalet", ""kanun"" gibi kavramları yaymaya çalışmışlar, “"toplum için sanat"” anlayışını benimsemişlerdir. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen sanatçılar ise (Recaizâde Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, Sami Paşazade Sezai) bireysel konulara ağırlık vermişlerdir. ""Sanat için sanat"" anlayışını benimser görünmüşlerdir. Tanzimat edebiyatı, Divan Edebiyatı'nın tersine olarak, seçkin kişiler için değil, halk için meydana getirilen bir edebiyat düşüncesiyle ortaya çıkmıştır. Bu görüşü benimseyen Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Direktör Ali Bey özellikle makale, tiyatro, anı, kısmen de olsa roman türlerinde eserler vermişlerdir. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen Recaizâde Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, başta olmak üzere bazı edebiyatçılar ise bu amaçtan uzaklaşmış görünmektedirler. Dilin sadeleşmesi, konuşma dilinin yazı dili haline gelmesi düşüncesi savunulmuştur.
Tanzimat edebiyatında en önemli yenilik, nesirde, anlatım kuruluşunda görülür. Bu akımda söz hüneri göstermek değil, bazı düşünceleri halka yaymak amaçlandığından, “seci” ler atılmış, asıl düşünce ile ilgisi bulunmayan doldurma sözlere yer verilmemiş, düşünceler sayfalarca süren uzun cümleler yerine kısa cümlelerle anlatılmaya çalışılmıştır. İlk zamanlarda Ziya Paşa, Namık Kemal başta olmak üzere bu akımın öncülüğünü yapan edebiyatçılar Divan Edebiyatı nazım biçimlerinin dışına pek çıkılmamış, yeni düşünceler eski biçimler içinde söylenmiş olsalar da sonraları eski biçimler tamamen bırakılarak yeni biçimler kullanılmaya başlanmıştır. Recaizade Mahmut Ekrem, özellikle Abdülhak Hamit'in eserlerinde bu açıkça görülmektedir. Türk Edebiyatı'na yeni giren yazı türleri önceleri Fransızcadan yapılan manzum çevirilerde görülmüş, telif şiirlerde çok sonra kullanılmıştır. Beyitlerin başlı başına birer bütün olmasıyla yetinilmeyip, bütün mısralar aralarında bir anlam bağı bulunmasına, Divan şiirindeki “parça güzelliği” anlayışı yerine şiirin baştan sona kadar belli bir düşünce etrafında gelişmesine; yani konu birliğine ve bütün güzelliğine önem verilmiştir. Şiirin konusu genişletilmiş, günlük hayatla ilgili her türlü olay, duygu ve düşünce şiirlerde yer almıştır. Genel olarak aruz vezni kullanılmakla birlikte, Türk'lerin öz vezninin hece vezni olduğu kabul edilmiş, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Cevdet Paşa başta olmak üzere bu vezinle yazmaya özen gösterilmiş fakat bu istek geniş bir akım halini alamamış, girişilen birkaç şiir denemesi ile yetinilmiştir.
Tanzimat edebiyatı sanatçıları her şeyden önce şiirin konusunu ve anlatımını değiştirdiler. Namık Kemal Lisân-ı Osmanî'nin Edebiyatı Hakkında Bazı Mülahazalar" isimli uzun makalesinde şiirin, fikrin gelişmesine ve halkın eğitilmesine olan büyük hizmetinden söz eder. Divan edebiyatının gerçekle ilgisizliğine,yapmacıklığına, boşluğuna şiddetle hücum eden Namık Kemal, edebiyatın yeniden düzenlenmesini ister. Bunun içinde her şeyden önce yeni bir anlatım yolu, yeni bir dil bulunmasını gerekli görür. Dilin bir an önce konuşma diline yaklaştırılması gerekliliğini savunur. Buna rağmen Tanzimat şiirinin dilinin sade olduğunu söylemek zordur.
Tanzimat şirinin Divan şiirine bağlı kaldığı unsurlar daha çok biçim alanındadır. Bu dönemde hece veznine olan ilgi biraz artmışsa da aruz eski hakimiyetini sürdürmüştür. Divan şiirinin nazım şekilleri aynen kullanılmıştır. Aruz vezninin yanı sıra hece ölçüsü çok az kullanılmıştır.
Bu dönemde şiirin konusu değişmiş, aşk, hasret, ayrılık gibi kişisel konular bir yana bırakılmış; eşitlik, özgürlük, adalet, hukuk, medeniyet gibi toplumsal konulara önem verilmiştir. Ancak bu daha çok birinci dönem tanzimatçıları denen Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi sanatçılarda görülür. İkinci dönem tanzimatçıları denen Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, Samipaşazade Sezai'de ise kişisel konular yeniden ele alınmıştır. Genel olarak Tanzimat şiirine bakıldığında romantizm akımının etkisi görülür.
Tanzimat dönemine gelinceye kadar Türk edebiyatında Batılı anlamda sahne tiyatrosu görülmez. Ancak halk arasında Karagöz ile Hacivat, Orta oyunu ve Meddah gibi seyirlik oyunlar vardır. Halk arasındaki seyirlik oyunlardan Karagöz ve Hacivat; bir kukla oyunudur. Karagöz'de değişik söz oyunlarıyla ve yanlış anlaşılan sözlerle güldürü unsuru sağlanır. Eğlendirme amacı taşır. Karagöz adlı cahil biriyle Hacivat adlı bilgili geçinen biri arasındaki atışmalarla sürer gider. Orta oyunu: şehir meydanlarında ya da kendileri için hazırlanan yerlerde Pişekar, Kavuklu, Zenne gibi sabit tiplerle oynanan güldürü amaçlı seyirlik oyundur. Meddah ise tek kişilik bir oyundur. Yüksekçe bir yere çıkan meddah, değişik şivelerle konuşarak anlattığı bir olayla güldürü oluşturur. Tanzimat dönemine kadar olan bu oyunlar belli bir metne dayanmayan, oyuncuların oyun esnasında karşılıklı konuşmalarına dayanan oyunlar olup eğitici bir amaç taşımamışlardır.
Tanzimat döneminde ise tiyatro ile okul bir sayılmış, halkın eğitilmesinde bir araç sayılmıştır. Tanzimat tiyatrosu Batı tiyatrosu etkisinde kalmıştır. Sanatçılar özellikle William Shakespeare, Victor Hugo ve Molierre gibi sanatçılardan uyarlamalar yapmışlardır. Tanzimat tiyatrosunda sosyal eğitim ön plandadır. Toplumda görülen aksaklıklara doğrudan doğruya dokunmak veya tarihin ibret verici olaylarını ele alıp onlardan ahlaki sonuçlar çıkarmak amaçlanmıştır. Tanzimat tiyatrosunda dil ve üslup konuşma diline ve üslubuna çok yaklaşmıştır. Tanzimat döneminin yazılan ilk tiyatro eseri Şinasi'nin Şair Evlenmesi adlı tek perdeden oluşan töre komedyasıdır. Şinasi bu eserinde görücü usulüyle evlenmeyi yermiştir. Tanzimat döneminin de sahnelenen ilk tiyatro eseri ise Namık Kemal'in Vatan Yahut Silistre adlı yapıtıdır. Namık Kemal bu eserinde yurtseverlik konusu işlemiştir ve ülke genelinde büyük yankı oluşturmuştur. Dönemin önemli sanatçılarından olan Namık Kemal tiyatroyu sosyal yarar sağlamak için faydalı bir uğraş ve eğlence aracı olarak görmüştür. Bu dönemin önemli tiyatro yazarları arasında Direktör Ali Bey'de gösterilebilir. Direktör Ali Bey'in Konana Yatıyor ve Misafir-i İstiklal adlı tek perdelik oyunları mevcuttur.
Tanzimat Dönemi öncesi Türk edebiyatında hikâye ve roman türleri yoktu. Nesir alanında daha çok tarih ve siyasetname gibi eser verilmiş, olay kaynaklı eser ise daha çok mesnevi türünde yazılmıştır. Tanzimat nesir alanında bir çığır açmış, onu şiirden daha etk |
ili bir hale getirmiştir. Süsten, özentiden uzak, halkın okuması, bilgilenmesi amacıyla eserler ortaya koyulmuştur. Türk Edebiyatı'nda roman çevirilerle başlamıştır. Bu alanda ilk eser Yusuf Kamil Paşa'nın Fenelon adlı Fransız yazardan çevirdiği Telemak adlı romandır. Birçok teknik kusurlarla dolu olan bu eserin kahramanlarının yabancı olmasına rağmen büyük ilgi gördü. Konusuyla ve kahramanlarıyla Türk edebiyatının ilk yerli romanı ise Şemseddin Sami'nin yazdığı Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat adlı aşk romanı olmuştur. Bu da roman tekniği bakımından zayıf bir romandır. Edebi sayılabilecek ilk roman ise Namık Kemal'in İntibah adlı romanıdır. Tanzimat dönemi romanları içerik ve roman tekniği bakımından yetersizdir. Bu dönem romanlarında uzun uzun betimlemeler yapılmış ve sık sık tesadüflere yer verilmiştir. Romanda konu olarak seçilen şeyler dönemin siyasi ve gündelik sorunlarıdır. Tanzimat romanında yanlış batılılaşma, kölelik ve cariyelik gibi konular ön plana çıkmaktadır. Romanlarda kişiler tek taraflı ele alınmış, iyiler ödüllendirilirken kötüler ise cezalandırılmıştır. Dönem sanatçılarının siyasi nitelikli kişiler olması dönemin tüm edebi yapıtlarında olduğu gibi romana da yansımıştır. Tanzimat edebiyatının ilk sanatçıları romantizm akımının etkisinde kalırken sanat için sanat yapan ikinci dönem sanatçılarında ise realizm akımı baş gösterir Türk edebiyatında hikâye alanında ilk eserleri Tanzimat dönemi sanatçıları vermiştir.. Özellikle Ahmet Mithat Efendi halk hikâyeleri ile batı tekniğini birleştirmiş ve bu alandaki ilk batılı eserlerden olan Letaf-i Rivayat adlı hikâye serisi ile halk hikâyelerini modernleştirmeye çalışmıştır. Ancak Türk edebiyatında modern anlamda ilk hikâyecilik Sami Paşazade Sezai'nin Küçük Şeyler adlı eseriyle başlar.
Türk edebiyatına gazete ilk olarak Tanzimat döneminde girmiştir. Tanzimat dönemi sanatçıları halka ulaşabilmek ve bir şeylere farkındalık yaratabilmek için gazeteyi bir araç olarak görmüşlerdir. Tanzimat ile birlikte gazetenin Türk edebiyatına girmesi birçok şeyin tetikleyicisi olmuştur. Gazete ile aydınlar ve sanatçılar makalelerini paylaşmışlardır, ayrıca roman, hikâye, tiyatro gibi türlerin gelişmesinde de gazetenin etkisi olmuştur. Tanzimat edebiyatının önemli sanatçılarından Ali Suavi gazete için: "“Anlıyor musunuz, gazete ne güzel mekteptir ve orada okuyanlar nasıl da uyanıyorlar!”" ifadelerini kullanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nda çıkarılan ilk gazete 1831 tarihli Takvim-i Vekayi'dir Takvim-i Vekayi gazetesi haftalık olarak Türkçe basılmış olup bunun yanı sıra Arapça, Ermenice, Farsça, Fransızca ve Rumca gibi dillerde de baskıları yapılmıştır. Bunların dışında Takvim-i Vekayi gazetesi ilk resmi gazete sayılmaktadır ve genel olarak bu gazetenin içeriği resmi duyurular ve kabul edilen yasa metinleri olmuştur. Tanzimat döneminin ilk yarı resmi gazetesi ise William Churchill tarafından çıkarılan 1840 tarihli Ceride-i Havadis gazetesidir. Bu gazete daha çok haber içerikli yayınlar yapmıştır fakat halk tarafından ilgi görmemiştir, ilk üç sayısı ise ücretsiz olarak dağıtılmıştır. Tanzimat döneminin en önemli gazetelerinden birisi de İbrahim Şinasi ile Agah Efendi'nin birlikte çıkardıkları Tercüman-ı Ahvâl gazetesi olmuştur. Bu gazete Osmanlı İmparatorluğu'nda ilk edebi ve özel gazete olup Tanzimat edebiyatının başlangıcı sayılmaktadır. İlk başlarda pazar günleri çıkan bu gazete daha sonra haftada üç kez çıkmıştır. İlerleyen dönemlerde gazete Ceride-i Havadis ile rekabet edebilmek için haftada beş kez çıkarılmıştır. Gazetede daha çok Şinasi, Ahmet Vefik Paşa ve Ziya Paşa gibi isimler görev yapmıştır. Türk edebiyatında ilk tiyatro yapıtı olan ve görücü usulu evlenmeye yeren İbrahim Şinasi'ye ait Şair Evlenmesi adlı çalışma ilk olarak bu gazetede yayınlanmıştır. İbrahim Şinasi gazetenin 24 sayısında ayrılmıştır. Tercüman-ı Ahval gazetesinde eğitim sistemini eleştiren bir makale yayınlanınca gazete iki haftalığına kapatılmıştır. Bu olay Türk basın tarihinde yayın durdurmanın ilk örneği olmuştur. Gazete 792 sayı yayınlanmış ardından da 11 Mart 1866 yılında kapatılmıştır. Bu dönemde çıkarılan diğer gazetelerden birisi de Tasvir-i Efkâr gazetesi olmuştur. Tasvir-i Efkâr gazetesi İbrahim Şinasi tarafından çıkarılmış ardında gazetenin başına Namık Kemal getirilmiştir. Bu dönemde çıkarılmış kayda değer gazetelere örnek olarak: Ali Suavi'nin çıkardığı Muhbir, Ahmed Midhat Efendi'nin çıkardığı İbret ve Tercüman-ı Hakikat gazeteleri verilebilir.
Tanzimat edebiyatı birinci ve ikinci dönem olmak üzere iki başlıkta incelenir. Tanzimat edebiyatının bu şekilde dönemlere ayrılmasında temel etken sanatçılar arasındaki edebi görüş ayrılıklarıdır. Genel olarak bakıldığında birinci dönemde sanatçıları halktan yana eserler verirken ikinci dönem sanatçıları daha çok sanatsal kaygı güdüp sanat için sanat eğilimine yönelmişlerdir.
Bu dönem sanatçılarına göre edebiyat, halk eğitiminde bir araçtır. Edebiyatta "hak, adalet, özgürlük, eşitlik" gibi kavramlar ilk kez birinci dönem sanatçılarında görülmüştür. Roman, öykü, makale, fıkra, eleştiri ve tiyatro gibi türleri ilk olarak birinci dönem sanatçıları vermiştir. Bu dönem sanatçıları toplum için sanat anlayışını benimsemişler ve romantizm akımının etkisinde kalmışlardır. Bu dönemde Divan edebiyatı eleştirilmiş hece ölçüsüne sahip çıkılmak istenmişse de bunlar sadece teoride kalmıştır. Dönem sanatçıları içeriğe önem vermişlerdir. Bu dönem sanatçılarından İbrahim Şinasi Türk edebiyatında noktalama işaretlerini ilk kullanan kişidir. Sanatçılar aruz ağırlıklı eserler vermiş az da olsa hece ölçüsü denenmiştir. Genel olarak yeni konular eski biçimlerle verilmiştir. Tanzimat edebiyatının genelinde de görülen Fransız edebiyatı etkisi bu dönemde de görülmüştür. Bu dönemin sanatçıları yeni türlerde ilk eserleri verdikleri için teknik bakımdan mükemmel değillerdir. Ortaya koyulan yapıtlar genellikle çeviri ve taklittir. Bu dönem sanatçıları İbrahim Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat Efendi, Ahmet Vefik Paşa, Şemsettin Sami, Ahmet Cevdet Paşa, Ali Suavi ve Sadullah Paşa'dır. Bu sanatçılardan İbrahim Şinasi Türk edebiyatında yeniliğin öncüsü olarak bilinir. Türk edebiyatında ilk makaleyi ve ilk tiyatroyu o yazmıştır. İbrahim Şinasi aynı zamanda gazetecilik de yapmıştır. Namık Kemal ise Türk edebiyatında vatan ve hürriyet şairi olarak bilinir. Namık Kemal yapıtları ve düşünceleriyle modern Türkiye'nin kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk'ü de etkilemiştir. Atatürk Namık Kemal için "Vatanın kurtuluşu ve istiklâli için ölmeyi bugünkü nesle Namık Kemal öğretti. Harbiye senelerinde siyaset fikirleri baş gösterdi… Namık Kemal’den gelen sesin büyüsüne kapılmıştık. Bu ses ruhumuzu şimşek gibi sarsıyor, bu ses şimdiye dek okuduğum şiirlerdeki hiçbir sese benzemiyordu. Namık Kemal’in yiğit sesi, önümde bambaşka bir ufkun açılmasına yol açıyordu.” ifadelerini kullanmıştır. Dönemin en önemli sanatçılarından diğeri ise Türk edebiyatında 300'den fazla eser vermiş olan ve bu sebepten ""yazı makinesi"" diye anılan Ahmet Mithat Efendi'dir. Ahmet Mithat Efendi daha çok öykü alanında eserler vermiştir. Dönem sanatçılarından Ahmet Vefik Paşa ise Bursa valiliği yapmış ve Bursa'da bir tiyatro binası yaptırmıştır.
Bu dönem sanatçılarında birinci dönemin aksine sanat için sanat anlayışına dönülmüştür. Dönem sanatçıları daha çok bireysel konulara yönelmiştir. Dilde tekrar bir ağırlaşma olmuş, sadeleşme fikri başarılı olamamıştır. Güzel olan her şey sanatın konusu olabilir anlayışı ikinci dönem sanatçılarınca kabul görmüştür. Bu dönemde aruz vezni tekrar ağır basmıştır. Şiirin konusu bu dönemde daha da genişlemiştir. Bu dönem sanatçıları daha çok realizm, romantizm ve natüralizm, akımlarını benimsemişlerdir.Dönemin roman ve öykü tekniği ilk döneme göre daha da gelişmiştir. Yazılan tiyatro eserleri sanat için sanat anlayışı doğrultusunda oynanmak için değil okumak için yazılmıştır. İkinci dönem sanatçıları: Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit Tarhan, Samipaşazade Sezai, Nabızade Nazım, Muallim Naci, Ahmet Cevdet Paşa ve Direktör Ali Bey'dir
Meşrutiyet Edebiyatı
Türk edebiyatının tarihsel gelişimi içinde II. Meşrutiyet'in ilanından (1908) Cumhuriyet'e (1923) kadar süre içinde edebiyatla ilgili oluşumların tümüne verilen addır.
Türkiye’de 1876’da bir tarihsel dönüşüm yaşanmıştır. Meşrutiyet ilan edilmiş ve bunun etkileri edebiyata da yansımıştır.
Türk Dili, vezni, zevki ve kültürü ile Milli konuları, Milli Ülküleri işleyen Türk Edebiyatı ihtiyacı ve özlemi sonucunda 1911-1923 yılları arasında, dilde yalınlık, halk edebiyatı şiir biçimlerinden yararlanma ve hece ölçüsü, konu seçiminde yerlilik, yalın bir dille yazma, konularını hayattan ülke şartlarından seçme ve milli kaynaklara yönelme ilkelerini benimseyen Milli Edebiyat akımı doğmuştur.
İslamcı, Osmanlıcı, gelenekçi görüşlere sahip yazarlardan, bireysel eğilimli yazarlara kadar tüm edebiyatçılara açık bir bütünlük mevcuttur. Bu akım dilde ve duyuşta 1911-1915 dönemi milliyetçilik fikirlerinin ön planda olduğu roman, hikâye, tiyatro eseri ve şiirler verilmesine yol açmıştır.
II. Meşrutiyet 'ın ilanından sonra Servet-i Fünun mecmuası etrafında kendilerine Fecr-i Ati adını veren yeni bir nesil toplanmıştır. Kısa ömürlü olan bu topluluk, Servet-i Fünunculardan daha sade bir dil kullanmış sembolizm, empresyonizm ve romantizm gibi akımları eserlerine uygulamışlar,
Nouveau roman
Nouveau Roman (Fransızca: "Yeni Roman"), 1950'lerde Fransa'da oluşan roman akımıdır. Geleneksel anlamda konu, figür ve tutarlılığa önem vermeyen, henüz psikanaliz ve sosyolojinin egemenliğine girmemiş bir gerçeklik alanını sezgiler yoluyla fethetme eğilimidir. İnsanın dış dünya ile ilişkilerine ışık tutmaya çalışır.
Émile Henriot, Fransız gazetesi "Le Monde"'da 22 Mayıs 1957'de yazdığı bir makalede, yeni bir tarz deneyerek yeni yazı stilleri ortaya çıkaran yazarların eserlerini tanımlamak için "Yeni Roman" ifadesini kullanmıştır.
Yeni romancılar Balzac tarzı roman geleneğini, standart tiplemeleri, kronolojik zamanı reddederler. Hakim yazar a |
nlayışını terk ederler. Yeni bakış açıları ve yeni anlatım tarzları denerler. Zaman, mekan ve olay örgüsü gibi ögelere yeni sunumlar getirmiş, bazen de tümden reddetmişlerdir.
En-el Hak
Ene'l-Hakk (), Arapça "Ben Hakk'ım", "Hak'tan gayrı değilim." demektir. Hakk gerçek ve doğru anlamlarına geldiği gibi aynı zamanda İslamda Allah'ın isimlerinden biridir ve bu söz kişinin Tanrı ile birleşip-bütünleştiği, Tanrı'nın kişide vücut bulduğu veya kişinin varlığının Tanrının varlığı içerisinde eriyip yok olduğu (Hulul) diğer bir ifade ile Tanrı'nın varlığının kişinin vücudunda yüz bulması anlamlarını da ifade etmektedir. Bu düşünce Tevhid akidesine aykırı bulunarak ilk söyleyen kişi olan Hallâc-ı Mansûr'un idam edilmesine neden olmuştur.
Yedi Meşaleciler
Beş Hececiler'e tepki olarak ortaya çıkan Cumhuriyet dönemi edebî topluluğu.
Yedi Meşaleciler 1928 yılında yayımladıkları Yedi Meşale adlı dergi ile adlarını duyuran altı şair ve bir öykü yazarından oluşan topluluktur. Yedi sanatçıdan Kenan Hulusi (Koray) sadece öykü yazmıştır.
Yedi Meşaleciler, Beş Hececiler'e tepki olarak ortaya çıkmışlar, Beş Hececiler'in şiirini sığ bulduklarını söylemişlerdir.
Şiirle ilgili görüşlerini (poetikalarını) çıkardıkları Yedi Meşale adlı kitabın ön sözünde (s.3-4) açıklayan Cumhuriyet Dönemi'nin ilk edebi topluluğudur.
Edebiyattaki ilkelerini "samimilik, canlılık ve devamlı yenilik" olarak açıkladılar.
Edebiyat dünyasında bir tıkanıklık olduğundan yakınıyor, Türk şiirine yeni ufuklar açmayı hedeflediklerini belirtiyorlardı.
Fransız edebiyatını örnek alıp izleyeceklerini söyleyen Yedi Meşaleciler hedeflerini gerçekleştiremediler.
1928'de yayınladıkları "Yedi Meşale" adlı ortak kitapta yazılarını bir araya getiren topluluk şu isimlerden oluşmaktadır:
Haiku
Haiku (Japonca 俳句, Türkçesi "eğlenceli mısra") bugün tüm dünyada meşhur olan geleneksel bir Japon şiir türüdür. Dünyanın en kısa şiir türü sayılır.
En önemli Haiku şairleri arasında Matsuo Bashō (1644-1694), Yosa Buson (1716-1783), Kobayashi Issa (1763-1827) ve Masaoka Shiki (1867-1902) gösterilebilir. Bashō öğrencileriyle Haikai şiirini yenilemiş ve ona ciddi bir edebiyat saygınlığı kazandırmıştır. Shiki modern Haiku'nun kurucusu sayılır. Aynı zamanda "Haiku" kavramının ("Haikai" veya "Hokku" karşısında) yerleşmesini sağlayan da o olmuştur.
Japon Haiku'ları çoğunlukla 5-7-5 ölçülü üçlü kelime öbeklerinden oluşup kelimeler sütun halinde yan yana sıralanır. Haiku'nun vazgeçilmez bir unsuru da somutluğu ve halihazıra olan bağlantısıdır. Bilhassa geleneksel Haikular Kigo ile mevsimlere imada bulunurlar. Temel özellikleri olarak okuyanın kendi tecrübesiyle tamamladığı bitmemiş, açık metin karakteri de gösterilebilir. Metinde her şey söylenmezken duygular nadiren isimlendirilir ve bunların şiirde yer alan somut şeyler ve bağlamdan çıkarılmaları lazım gelir.
Modern Haiku ekolleri tüm dünyada sadece geleneksel şekilleri değil, aynı zamanda bazı metin biçimlendirme kurallarını da sorgulayıp yeni yollar bulmaya çalışıyorlar.
Japon şiiri hece ölçüsünden ziyade niceliğe bakar. Geleneksel örneklere göre bir Haiku her biri beş, yedi ve beş Japon ses birimi olan üç kelimeden müteşekkil birer mısradan oluşur: 5-7-5.
Bir japon hecesi, kısa sesli ve sonu açık bitiyorsa bir birim taşır. Uzun sesler iki birim taşır. Hece sonunda "n" harfi veya çift sessiz varsa da tek birim gelir. Saf Japonca kelimelerin çoğu tek birimli hecelerden oluşur. Çoklu birimi olan heceler genelde Sino-Japon kökenlidir.
Mesela:
"Nippon wa" bir Haiku'nun ilk hecesidir ve aşağıdaki gibi beş birimden oluşur:
"Ni" + "p" + "po" + "n" + "wa"
905 yılında yazılmış Kokinshu'da (eski ve yeni şiirler derlemesi) şu alıntı yer alır:
Dietrich Krusche geleneksel Haiku'nun kuralları arasında şu prensipleri zikreder: Haiku somuttur. Haiku'nun konusu insan tabiatının dışındaki bir tabiat cismidir. Bir defalık bir durum veya olay tasvir edilir. Bu durum veya olay şimdi oluyormuş gibi gösterilir. Haiku'da mevsimlere bağlantı bulunur.
Mevsimlere bağlantı Japonya'da genelde belli bir mevsimle irtibatlandırılan özel kelimeler veya deyişler anlamındaki Kigo ile sağlanır.
Gösterilen şeyler yaşanmış anların ve bunlara bağlı duyguların temsilleridir. Tabiat ruhu yansıtır. Nesneler temsili ve semboliktir. Örnek bir imaj: Düşen yapraklar, Çağrışımı: Güz, Duygu: Melankoli. Diğer taraftan bazı yazarlar daha kapsamlı, kültüre has bir sembolizmin olabileceğini belirtmektedir. Mesela Bodmershof aşağı düşmekte olan yağmuru ölümün, evi dünyevi vücudun sembolü olarak görür.
Samuraylar, Japoncası jisei olan, ölüm Haikusu ismi verilen şiirler yazmışlardır.
Birçok Haiku kaligrafik şekilde gösterilir. Hece sayısı Japonca'da, Türkçedeki kafiyeler gibi akılda kalıcı bir ritim bırakır.
Haiku'nun akrabası olarak geleneksel 5-7-5 veya 7-7'li hecesi olan Tanka ve Tankalar zinciri olarak görülebilecek Renga türleri vardır. Başlangıçta çok sayıda şair Tanka'yı tuluat yaparak sosyal vesilelerde yazıyorlardı. İlk şair Hokku'yu (üst kıta, 5-7-5), ikinci şair de Matsuku'yu (alt kıta, 7-7) yapıyordu. Bu tür ortaklaşa şairlik Waka (cevap şiiri) olarak da anılıyordu. Sonraları daha büyük cemiyetlerde 36 kıtalı Kasen gibi büyük zincirleme şiirler de meydana geldi.
13. yüzyılda ilk defa Hokku'nun başlı başına bir şiir türü olarak diğerlerinden ayrıldığına dair belgeler bulunmaktadır. Sonraki zamanlarda Hokku, saray erkanı ve Samuraylar arasında şaka ve nükte şiiri olarak sevilir oldu. 15. yüzyıl itibarıyla Hokku, Tanka'nın yanında müstakil bir şiir türü olarak yerleşmeye başladı. Henüz konusu öncelikli olarak kelime ve imajlarla oynamaktı.
16. yüzyılda Edo Devri'nin başlamasıyla, bugün klasik Haiku olarak nitelediğimiz tür ortaya çıktı. Edo Devri'nin bazı özellikleri bunun şartlarını hazırladı. Toplumda feodal bir sınıf ve statü sistemi hakimdi. Buna ilaveten Japonya neredeyse tamamen dışa kapanmıştı. Böylelikle kendi içinde kapalı, görünürde değişmez bir dünya oluşmuştu. Bu tam tanımlı değerler ve semboller sistemi sayesinde şairler ve alımlayıcılar yüzyıllar boyu müşterek, sınırları net çizilmiş bir anlayış zeminine sahip oldu. Değişiklikler sadece detaylarda vuku buluyordu.
Günümüzde Matsuo Bashō (1644–1694) ilk büyük Haiku şairi sayılmaktadır. Kurbağa Haikusu dünyanın belki de en çok alıntılanan Haiku'sudur.
Aynı zamanda Buson ve Kobayashi Issa da büyük Haiku şairlerindendir. Issa bazen geleneksel 5-7-5 formunu bozmuştur. Haiku'nun artan sofistikeleştirilmesine bir red mahiyetinde olan eserlerinin temelinde mizahla karışık derinden bir insan ve mahlukat sevgisi varmış gibi görünür:
Nilüferin üzerinde kurbağa
Ama suratını
nasıl da asmış?
"Haiku" kavramının ilk ne zaman kullanıldığı bilinmemektedir. "Haikai no Renga"nın "hai"si ve "hokku" kavramının "ku"sundan ortaya çıkmış olması muhtemeldir. Genel bir yaygınlığa Haiku şiirinin yenileyicisi Masaoka Shiki (1867-1902) sayesinde kavuşmuştur.
Masaoka Shiki'den sonra Haiku şiiri iki istikamete dağılmıştır. En önemli iki öğrencisi Takahama Kyoshi (1874-1959) ve Kawahigashi Hekigotō (1873-1937) Japon Haikusu'na etkisi bugüne kadar süren belirleyici bir hareket vermişlerdir. Hekigotō, Shiki'nin reformlarını devam ettirmiş ve yeni formlar denemiştir. Kyoshi bu tecrübelere karşı bir hareket olarak "geleneksel Haiku'yu" keşfetmiştir. Kyoshi'nin gözle görülür etkisi bugün bile Japonya'da "geleneksel Haiku'nun" yaygınlığında kendini göstermektedir. Kyoshi Ekolü'nden çok muteber şairler çıkmıştır (Mizuhara Shuōshi (1892-1981)). Hekigotō hareketinden ise Haiku'nun serbest şekli gelişmiştir. Ippekiro Nakatsuka (1887-1946), Ogiwara Seisensui (1884-1976), Ozaki Hōsai (1885-1926) ve bilhassa Japonya'nın en çok okunan Haiku yazarlarından olan Taneda Santōka (1882-1940) gibi önemli şairler bu çizgiden gelmektedir.
Günümüz ("gendai") Japon Haikusu'nun da köklerinden biri buradadır. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Japon aşırı milliyetçiliği tecrübeleri sebebiyle liberal bir Haiku hareketi ortaya çıkmıştır. Takahama Kyoshi'ye uyarak "Geleneksel Haiku" kurallarına riayet etmeyen "shinkō haiku undô" (yeni çıkan Haiku hareketi) Haiku şairleri takibe uğramış, tutuklanmış ve işkence görmüş, dergileri de yasaklanmıştır. Takahama Kyoshi'nin kendisi savaş sonrası baş sorumlu olarak görülmüştür. Kyoshi, istihbarat servisinin altında çalışan kültürel faaliyetleri denetlemek için devletin propaganda teşkilatı olan "Japon Edebiyatı Vatansever Cemiyeti"nin ("Nihon bungaku hōkoku kai") Haiku bölümü başkanıydı.
Bugünkü Gendai Haiku hareketinde karşılıklı müsamaha içinde olan muhtelif şair pozisyonları bulunmaktadır. Bazı şairler 5-7-5 kalıbında, bazıları sadece mevsim kelimesinde devam ederken, yine bazıları da ikisini birden reddetmektedir.
Japon Haikular normalde Hiragana, yani anlamı spesifikleştiren işaretler olmadan sesleri saf halinde veren bir yazı ile yazılır. Meşhur bir Haiku örnek verilecek olursa:
Ayrıca Haiku Japonca'da genelde satırlara bölünmez, yani bu Haiku bu durumda şöyle yazılır:
ひるからはちとかげもあリくものみね
Japonca'daki eşanlamlı kelimelerin çokluğu bu şiirin tamamen farklı iki şekilde anlaşılmasını sağlar ki bu aşağıdaki Kanji'yle yazılan kısımda anlaşılırken bundan bilinçli olarak vazgeçilmesiyle açıkta da bırakılabilmektedir:
Bu nevi çok anlamlılıkların cazibesi neredeyse sadece Japon dilinde verilebilir, başka dilde benzer bir uyarlama mümkün değil gibidir.
Grotesk
Dünyayı yabancılaştıran ve onu eğlenceli hayali bir alana götüren, içinde esrarengiz, tekin olmayan güçlerin egemenliğinin yansıdığı, aslında bir araya gelmez gibi görünen şeylerin, mesela trajikle komiğin, adilikle yüceliğin bir oyun havasında birleştirilmesi.
Grotesk, varlıkların absürt (sıra dışı) özelliklerle yeniden tasviri ile dünyaya ait olmayan bir olgu haline getirilme sanatıdır. Grotesk sanatının bir başka uygulaması, dünyaya ait olan canlıların her bir özelliğinin harmanlanması şeklindedir.
Karikatürler, grotesk çizimlere sahiptirler ve bu konuda örnek eserlerdir.
Grotesk, Gotik mimaride önemli bir öge olup , "gargoyle" ve "chimer |
a" adı verilen mimari eserler , groteskin Gotik mirmarideki önemli örnekleridir. Edebiyatta grotesk tasvirleri ise en çok Gotik - korku edebiyatında yapılmaktadır.
Gülbank
Gülbank, bir toplulukça, hep bir ağızdan ezgili biçimde söylenen kalıplaşmış tekbirlere, dualara verilen ad. Genelde Alevi Bektaşi inancında kullanılan bir kelime ve terimdir.
Öz Şiirciler
Öz (saf) şiir, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde özellikle 1930'lardan sonra şiirde ses güzelliğine önem veren, anlamı ve anlatmayı arka plana atmayı tercih eden şairleri anlatmak için kullanılır, retorik önemsenmez. Sembolizmin ciddi etkileri görülür. Öncüleri Ahmet Haşim ve Yahya Kemal Beyatlı olmuştur.
Millî edebiyat dönemi sanatçılarının milli duygularla oluşturduğu şiirlerin kişide bir heyecan yarattığı kesindir fakat bu heyecan geçtiğinde ortada şiir değil, manzume olduğu görülmüştür. Saf şiiri savunan şairler Milli edebiyat şairlerinin sığ, gerçeklikten uzak memleketçiliklerine karşı çıkmışlardır. Şiiri doyumsuz bir soylu sanat olarak görüp şiirsel söylemin doruğuna çıkmayı hedeflemişlerdir.
Sayid Jarrah
Sayid Hassan Jarrah, ABD'de ABC kanalında yayınlanan televizyon dizisi "Lost"un kurgusal karakterlerinden biridir. Canlandıran oyuncu Naveen Andrews'dir.
Doğma büyüme Irak'lı olan Sayid, Saddam'ın ordusundan İletişim Subayı görevini yapmaktaydı. Çocukluk aşkı kendisini Oceanic Uçuş 815'te seyahat etmesinin nedeniydi. Körfez Savaşı sırasında amiri onu, sevgilisi Nadia'ya işkence yapmaya zorlamıştır. Daha sonra CIA tarafından bir arkadaşının içinde bulunduğu düşünülen büyük bir terör eylemini engellemek için kullanılmıştır. Geçmişte yaptığı işkenceler unutmak istediği bir yaradır ve bu olaylar yüzünden derin pişmanlıklar duymaktadır. Geçmişinde Fransa'da bir lokantada çalışmıştır.
Sayid Jarrah adaya ilk düştüğünde Sawyer tarafından önyargıyla karşılanmıştır, çünkü kendisi bir Irak'lıdır ve 11 Eylül olayları sebebiyle potansiyel suçlu olarak görülmektedir. Ama daha sonra adadakiler için ne kadar yararlı olduğunu kanıtlamıştır. Kendisi bir İletişim Subayı olduğu için, uçağın kokpitinde bulunan vericiyi çalıştırmayı başarmış ve böylece adada 16 yıldır dönüp duran imdat çağrısını yakalamıştır. Ayrıca Sayid, kendini Henry Gale adıyla tanıtan insanın sahtekar olduğunu ilk bakışta anlamıştır. Ve belki de yaptığı en önemli şey de Michael'ın yalan söylediğini ve kendilerini bir tuzağa sürüklediğini anlamasıdır. Kendisi adanın sempatik insanlarından biridir. Adada tanıştığı Shannon'la kısa bir ilişki yaşamıştır, ancak Shannon'ın trajik ölümüyle birlikte bu ilişki de sona ermiştir. Kendisi aslında kazazedelerin arka plandaki lideridir. Önemli olaylarda aldığı kararları Jack'e uygulatabilmiştir. Kısa bir süre içinde adanın liderleri arasına girmiştir. 4. sezonda adadan kurtulanlardan biridir ve Oceanic 6 arasındadır. Kurtulduktan sonra evlendiği karısının Charles Wildmord'un adamı tarafından öldürülmesi sonrasında Benjamin Linus adına suikastler yapar. Sayid Jarrah 6. sezonun 14. bölümünde Jack'e söylediği adayla ilgili önemli mesajdan sonra John Locke görünümlü Kara Duman'ın koyduğu bombanın elinde patlaması sonucu ölmüştür.
Dizinin 2. ve 3. sezonlarında adada kullandığı tüfeği 2. sezonda Kuğu İstasyonu'nun silah deposunda bulmuştur ve silahın ismi ise Mosin-Nagant'tır. Gizemli numaralarda 16 numarayla işaretlenmiştir.
6. sezonun başında ağır yaralandığı için tapınakta özel bir havuza konup yapılan uygulama sonucu boğularak ölmüştür. Fakat yara izi kendiliğinden geçip birden hayata dönmüştür. Bunun nasıl olduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Gizemini korumaktadır. Muhtemelen siyah duman tarafın verilen bir güç olduğu konusunda tartışmalar vardır. Hayata döndüğünde siyah dumana hizmet etmeye başlaması teoriyi kısmen doğrulamaktadır.
Siyah dumanın kontrolü altındaki Sayid zamanla hiçbir hissi (Mutluluk, acı gibi) alamamaya başlayacaktır. Fakat Sayıd eski benliğinden her şeyi kaybetmiş değildir. Desmond'ı öldürmesini isteyen siyah duman'ın dediğini yapmamıştır. 14. bölümünde de denizaltı sahnesinde bombayı alıp koşarak kendini feda eder ve ölür.
Türkçenin Gücü
Türkçenin Gücü Prof.Dr Doğan Aksan'ın Türkçe üzerine yaptığı incelemelerini içeren bir eseridir. Okur kitlesini sadece akademik çevrelerle kısıtlamamayı amaçlayan kitapta Türk dilinin incelikleri detaylı olarak sunulmaktadır.
Türkçenin Gücü
Türk dilleri
Türk dilleri veya Türkî diller, Doğu Avrupa'dan Sibirya ve Çin'in batısına dek uzanan bir alanda ana dil olarak 180 milyon kişi tarafından, ikinci dil olarak konuşanlar da sayılırsa yaklaşık 250 milyon kişi tarafından konuşulan, 40 ayrı yazı diline bölünen bir dil kümesi olarak tanımlanır. Türk yazı dilleri olarak da belirtilirler. Çağdaş dönem yazı dilleridirler.
Türk dilleri Altay dilleri ailesine aittir. En çok konuşulan Türk dili, Türkçedir. Ardından Azerice, Özbekçe, Uygurca, Kazakça, Türkmence, Tatarca gelmektedir.
Türk dillerini diğer dil ailelerinden farklı kılan önemli bir özelliği, konuşucularının uzun süre göçebe olarak yaşamışlığı ve buna bağlı olarak bu dillerin sürekli birbirlerinden etkilenmiş olmalarıdır. Türk dillerin çok sayıda aynı anlamda kullanılan ortak sözcüklere sahip olmalarının yanı sıra tümce yapıları da hep aynı kalır. Bu yüzden Türk dillerinin bir dil ailesi olmadığı, tek bir dilin lehçeleri olduğu görüşü de yaygındır ve "Türk lehçeleri", "Çağdaş Türk yazı dilleri" veya "Türk dilinin kolları" gibi adlandırıldıklarına da rastlayabiliriz. ("Bakınız": "Dil" ve "Lehçe" tartışması)
Aşağıdaki çizelgelerde Türk dillerinde tümce yapısının benzerlik ve farklılıklarını gösteren örnekler sunulmuştur:
Çoğu Altay dillerinde olduğu gibi Türk dillerinde de büyük ve küçük ses uyumu vardır (Özbekçe hariç), yazımda sözcükler son ekler alarak uzarlar ve tümce yapısı özne-nesne-yüklem sırasıyla oluşturulur. Kazakça örnek:
Yüzyıllar boyunca Türk dilleri konuşan halklar özellikle Fars, Slav ve Moğol gibi farklı toplumlarla birçok alanda etkileşimde bulunmuşlardır. Geniş bir tarihe yayılan bu etkileşim sürecinden Türk dilleri de önemli oranda etkilenmiş, benzer şekilde de diğer dilleri etkilemişlerdir. Bu yüzden Türk dilleri kümesi ve içindeki dillerin tarihi gelişimleri kimi yönlerden belirsizleştirmiş, bu yüzden Türk dillerinin sınıflandırılmasının birden fazla sistemi oluşmuştur. Günümüzde en genel kabul görmüş sınıflandırma sistemi Samoyloviç'in genetik sınıflandırması olmakla birlikte ayrıntılarda tartışmalar sürmektedir.
Çivi yazılı Sümerce tabletlerdeki alıntı kelimeler şeklinde bilinen ilk örneklerine rastlanan Türk dili, coğrafya olarak Moğolistan ve Çin içlerinden Avrupa’nın ortalarına, Sibirya’dan Hindistan ve Kuzey Afrika sahasına kadar yayılmış olan Türk dilinin tarihidir. Günümüzde Asya ve Avrupa kıtalarında konuşulan ve yazılan Türk yazı dilleri ve bunların ağızlarının tarihî süreçlerini kapsar.
Türk dilinin tarihî devirleri, alt devirleri dünya çapında çeşitli çalışmalarda anlatılmıştır. Altay devri, Türk dilinin kaynağı olarak belirtilir. Dilin ailesi de zaten bu sebeple aynı adla ("Altay") anılır. Günümüz yazı dilleri ve onların ağızlarına gelinceye kadar birçok devir yaşanmıştır. Bu devirleri belirtmek üzere yapılan nitelikli çalışmaların toplamını da veren Ahmet Bican Ercilasun’un eserinde, Türk dilinin tarihten günümüze devirleri tabloyla gösterilmiştir.
Bugün yaklaşık 220-250 milyon konuşuru bulunan Türk dili, Moğol ve Mançu-Tunguz dillerinin de yer aldığı Altay dil ailesinin en fazla konuşura sahip koludur.
19’uncu yüzyıl sonlarına doğru yoğunluk kazanan araştırmalarla Altay dilleri olarak adlandırılan Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Japon ve Kore dilleri ile Fin-Ugor dilleri olarak anılan Fin, Macar ve Samoyed dillerinin Ural-Altay adında bir dil ailesi oluşturduğu düşüncesi, yeryüzünde genel kabul görmüş bir kuramdı. Ancak, 20’nci yüzyılın ikinci yarısından beri yürütülen dil bilimi araştırmalarıyla Ural ve Altay dillerinin bir dil ailesi oluşturamayacağı düşüncesi yaygınlaşmaya başladı. Fin, Macar ve Samoyed dilleri ile Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Japon ve Kore dilleri arasında benzerlikler bulunuyordu ama bu benzerlikler bir dil ailesi oluşturmaya yetecek ölçüde bir kaynak dilden miras kalan ortak dil ögesi içermiyordu.
Bugün artık yeryüzü dil bilimi çevrelerinde Türk, Moğol ve Mançu-Tunguz dillerinin oluşturduğu Altay dil ailesi, genel kabul görmektedir. Bununla birlikte Kore ve Japon dillerinin bu dil ailesinde yer alıp almadığı üzerine tartışmalar sürmektedir. Bu iki dilin Altay dil ailesine ait olmaları durumunda da, Türk dilinin Altay dil ailesinin en çok konuşura sahip kolu olduğu gerçeğini değiştirmez.
Türk yazı dilinin tarihi VII ve VIII. yüzyıllarda Orhun vadisinde dikilmiş olan yazıtlarla başlar. Gerek Orhun Yazıtları’nda kullanılmış olan gelişmiş ve işlek dil gerekse komşu ülke kaynaklarında yer alan bilgiler, Türk yazı dilinin başlangıcının çok daha eskiye gittiğini gösterir. Yakın dönemde bulunan yeni yazıtların okunması Türk yazı dilinin tarihini daha da gerilere götürmemizi sağlayacaktır. Çin yıllıklarındaki bir Hun ağıtına ait iki dize ile birkaç kelime MS 4’üncü yüzyıl Türkçesi hakkında fikir vermektedir. Ancak, edebi metin niteliğindeki ilk büyük metinler Tonyukuk (725), Bilge Kağan (731) ve Köl Tigin (732) adına dikilmiş olan Göktürk Yazıtları’dır. Türk dilinin ilk sözlüğü ve dil bilgisi kitabı Divanü Lugati’t-Türk ise 1072 yılında Kâşgarlı Mahmut tarafından yazılmıştır. Yaklaşık 9 bin sözü içeren eser, yalnızca bir sözlük, yalnızca bir dil bilgisi kitabı değil, aynı zamanda Türk yazı dilinin ve ağızlarının ele alındığı, kültür değerlerinin kayda geçirildiği abidevi bir kaynaktır. Kâşgarlı Mahmut; Karahanlı, Uygur, Oğuz, Kıpçak, Kırgız ve diğer akraba topluluklarının söz varlığını bir araya getirerek hazırladığı eserine Divanü Lugati’t-Türk, yani Türk Lehçeleri Sözlüğü adını vermiştir. Kâşgarlı Mahmut’un yirmiyi aşkın yazı dilini ve ağzını Türk adı altında toplaması, bilimlik bir gerçekliği ortaya koymaktadır. Büyük ölçüde ortak dil ögelerine dayanan bu yazı dilleri ve ağı |
zlar, zaman içerisinde kendi iç gelişmelerini sürdürerek bugün yazı dilleri ve resmî diller hâline gelmişlerdir.
Türk dilleri, Doğu ve Güneydoğu Avrupa, Batı, Orta ve Kuzeyasya gibi büyük bir coğrafyaya dağılmıştır. Bu bölge Balkanlar'dan Çin'e, İran'dan Kuzey Denizine kadar uzanır. Asya'nın yaklaşık otuz ülkesinde en az bir Türk dili, sözünü etmeye değer yaygınlıkta konuşulur. Bunun yanında Almanya'da büyük bir azınlık Türkçeyi anadili olarak konuşur.
Yayılma alanı Kuzey Buz Denizi’nden başlayıp Hindistan’ın kuzeyine, Çin’nin içlerinden Avrupa’nın en uç noktasına kadar uzanan yaklaşık 12 milyon kilometrekarelik bu coğrafya da en geçerli dil, Altay dil ailesinin en büyük kolu olan Türk dilidir.
19’uncu yüzyılda ünlü Türkolog Á. H. Vámbéry, Türk dilinin yayılma alanının genişliğini yaptığı gezi sırasında görmüş ve Balkanlardan Mançurya’ya kadar yolculuk yapacak bir kişinin Türk dilini bilmesi durumunda bu yolculuğunu en kolay bir biçimde yapabileceğini; zira bu topraklarda en geçerli dilin Türk dili olduğunu söylemişti. Bugün bu alan daha da genişlemiştir. Özellikle 1960’lı yıllardan itibaren çalışmak ve okumak başta olmak üzere çeşitli nedenlerle sanayileşmiş Avrupa ülkelerine Türklerin göçmesi sonucunda Türk dilinin yayılma alanı Balkanları da aşarak Atlas Okyanusu kıyılarına ulaşmıştır.
Türk dili, yoğunluğu Orta Asya ve Orta Doğu’da bulunan ve en azından son bin yıldır yerleşik halklar hâlinde olan; Türkiye Cumhuriyeti, eski Sovyetler Birliği’nden bağımsızlaşmış Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan gibi Türk cumhuriyetleri, Balkan ülkeleri, Rusya, İran, Irak, Afganistan, Çin gibi devletler içinde konuşma dili veya yazı dili olarak yaşayan yirmi yazı dili koluna ayrılmaktadır.
Orta Çağ ile Yeni Çağı Osmanlı İmparatorluğu ve Altın Ordu Devleti gibi büyük coğrafyalara yayılan siyasi birlikler içinde yaşayan bu Türk toplulukları, 20’nci yüzyıl ilk çeyreğine kadar etkili olan klasik yazı dilleri Osmanlıca ve Çağataycanın birleştirici karakteriyle güçlü bir yazılı edebiyat ve millî bir halk edebiyatı geliştirmiştir. Dil mirasının çok büyük bir kısmını oluşturan sözler, atasözleri, deyimler ve temel kavramlar bu Türk topluluklarının dillerinde ortaktır.
Türk dilinin bu ortak ve bütünleştirici özelliği, konuşma dillerindeki, ağızlardaki farklılıklarına karşın yazılı çeşitli lehçeleri, farklı konuşma dilleri bulunan Arapçanın, Çincenin veya Hintçenin durumu ile benzerlik göstermektedir. Bu dillerin içinde alt diller olarak gelişen birçok farklı ağza karşın tek bir dilin olması gibi, Türkçe de Sovyetler Birliği’nin özel siyasi şartları altında farkları yapay olarak artırılmış yazı dillerine ayrılmıştır. Bu yazı dilleri Türkçe, Azerice, Türkmence, Özbekçe, Kazakça, Kırgızca, Tatarca, Başkurtça, Uygurça, Gagavuzca, Karakalpakça, Kumukça, Karaçayca, Balkarca, Nogayca, Hakasça, Altayca, Tuvaca ile Çuvaşça ve Yakutçadır.
Öte yandan büyük çoğunluğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve Avrupa Birliği ülkelerine yerleşen yaklaşık 6 milyon Türk bulunmaktadır. Avrupa Birliği üyesi olmayan bazı Avrupa ülkelerinde de önemli ölçüde Türk nüfusu bulunmaktadır. Bu nüfusun önemli bir kısmı, yaşadığı ülkenin vatandaşıdır. Ayrıca Avrupa Birliği’nin yeni üyelerinden Romanya’da, özellikle de Bulgaristan’da bu ülkelerin vatandaşı olarak çok sayıda Türk yaşamaktadır. Makedonya, Kosova gibi diğer ülkelerdeki yerleşik Türklerle birlikte bütün Avrupa kıtasındaki Türk nüfusun 7 milyonu aştığı düşünülmektedir. Avrupa’daki bu nüfusun tamamının dili Türkçedir. Bu ülkelerde Türkler tarafından yayımlanan gazeteler, dergiler, kitle iletişim araçları Türkçeyi kullanmaktadır.
Çeşitli devirlerde Arabistan yarımadasındaki ve Kuzey Afrika’daki ülkelere; Güney ve Kuzey Amerika kıtasında başta ABD olmak üzere çeşitli ülkelere ve Avustralya’ya yerleşen konuşurları sayesinde, bugün Türk dili dünyanın dört bir köşesinde yaşayan, konuşulan, kullanılan dil konumuna ulaşmıştır. Uydudan yapılan radyo ve televizyon yayınları, ağ evresinde yayıncılık, yurt dışında da yayımlanan gazetelerimiz ve dergilerimiz, öğretim kurumları ve kurslar aracılığıyla bugün Türk dili yeryüzünde etkin bir biçimde işlevini sürdüren dil konumuna ulaşmıştır.
Bugünün dünya siyasi haritasına bakıldığında farklı yönetimler altında ama sınırdaş ülkelerde yaşayan ve birbirine çok benzer dilleri konuşan Türk soylu halkların dil benzerliğinin yanı sıra çok büyük ölçüde kültür benzerlikleri gösterdiği bilinen bir gerçektir. Anadolu’daki bir halk türküsü Balkanlarda, Orta Doğu’da, Kafkaslarda hatta Orta Asya’da bilinmekte, dinlenmekte ve söylenmektedir. Türk mutfağının sevilen yemeği mantı, boyutları ve adı değişse de Sibirya’dan Çin’e, Orta Asya’dan Anadolu’ya ortak özellikler gösterir. Nasrettin Hoca’nın ünü ve fıkraları Türk soylu halklar arasında yayıldığı gibi, aynı topraklarda komşu uluslararasında da yaygınlaşmıştır. Ancak Türk dili konuşurları arasında en dikkat çekici benzerlik söz varlığında ve biçim özelliklerinde kendisini göstermektedir.
Dünya da birçok ülkede bağımsız olarak yürütülen akademik Türkoloji çalışmalarının sonuçlarına göre, bu Türk yazı dilleri, sözlük bilimi ölçeklerine göre sıralanan söz varlığı verilerine göre birbirinin ses dengi hâlindeki sözlere sahiptir. Hiçbiri yabancı dillerden alıntı olmayan temel söz varlığı sayesinde Türk toplulukları araya bir başka iletişim aracı koymadan kendi dilleri aracılığıyla birbirleriyle anlaşabilmektedir.
Bütün bu yazı dillerinde ve lehçelerde sayı adları, zamirler, fiiller ortaktır. Atlas Okyanusu kıyılarından Çin’in içlerine kadar uzanan topraklarda 220 milyon insan bir, iki, üç, dört/tört, beş, altı, yedi/yeddi/ceti, sekiz, dokuz/tokuz, on diyerek saymaktadır. Birkaç sayı adındaki küçük ses değişikliği dışında bütün sayı adları tam bir ortaklık gösterir. Lehçeler arasındaki bu ses farklılıkları genel farklılıklardır ve düzenli olarak diğer sözlerde de görülürler.
Türk lehçelerinde fiillerde de büyük ölçüde ortaklık olduğu bilinmektedir. Varolan örneklerin yanı sıra, Türk yazı dillerinin sözleri, birbirinden kimileyin tek bir sesin değişkenliği ile ayrılmaktadır. Türk dilinin bu kollarının bağımsız sınırlara sahip ülkelerde yazı dilleri olarak kullanılması, onları birbirinden bağımsız olmayan diller halinde kabul etmemize imkân verir.
Bu dillerin söz dizimi de aynı yapılık özelliği göstermektedir. Tamlamada tamlayan daima tamlanandan önce gelmektedir. Cümlede ögelerin dizilişi de:
özne + tümleçler + yüklem
biçimindedir. Gagavuzca ve Karayca gibi az sayıda lehçe dışında bütün Türk lehçelerinde söz dizimi benzerliği kendini göstermektedir.
""Ağızlar, yazı dilinin bozulmuş bir şekli değil, onun yanında, fakat ondan bağımsız olarak yaşayan ve nesiller boyu devam edegelen dil değerleridir."" ""Bugün Anadolu’nun birçok yer, köy, oba, dağ, ırmak ve saire adları, Türk boy, uruğ ve soylarına izafe edildiklerinden bu eski Türk hatıralarını muhafaza ettikleri gibi, eski gelenek ve görenekler de silinip ortadan kalkmamıştır. Hele şive ve ağız malzemesi bakımından, Türk kabilelerin, Türk uruğlarının ve sairenin, Türk dili tarihinde unutulmaz hizmetleri vardır.""
Dillerin benzerliğinden ve tarihte birbirlerinden çok etkileşmiş olmalarından dolayı, Türk dil grubunun sınıflandırılması kolay değildir. Ayrıca Türk halklarının geçmişteki göçebe yaşam tarzı coğrafi sınırlar çizilmesini de zorlaştırır. Bu yüzden farklı sınıflandırmalara rastlamak mümkündür. Çoğu, Rus dil bilimcisi Aleksandr Samoyloviç'in 1922'de yaptığı sınıflandırmanın üzerine kurulmuştur. Dil ailelerindeki sınıflandırmaların genellikle genetik bilgilere dayanarak yapılmasına rağmen, Türk dil grubunda coğrafi dağılım daha büyük rol oynamaktadır.
Çuvaşça, çoktan ölmüş eski Ön Bulgar dili ile birlikte diğer Türk dillerine daha uzak kalan "Bolgarca" dalını oluşturur. Bazı bilimciler, diğer Türk dillerinden farklı olduğu için Çuvaş dilini gerçek Türk dili olarak tanımazlar. Bu büyük farkın, diğer Türk dillerinden daha erken ayrılmasından kaynaklanmış olup olmayacağı sorusu henüz yanıtlanamamıştır. Bu farklardan birisi diğer Türk dillerinde sonu /-z/ ile biten sözcüklerin /-r/ ile bitmesidir:
Çuvaşça, Rusya'nın Avrupa tarafında, Moskova'nın doğusunda Çuvaşistan'da 1 milyon kişi tarafından konuşulur. Başkurtistan ve Tataristan'daki konuşucuları ile birlikte toplam 1,8 milyon konuşanı vardır. Çuvaşlar Hıristiyan-Ortodoks'tur ve Kiril alfabesi'ni kullanırlar, Çuvaşça dergiler, gazeteler, radyo ve TV programları vardır. Kendilerini kültürel ve tarihsel olarak İdil Bulgarlarının torunları olarak görürler.
Diğer Türk dillerine en uzak kalan Halaç dilidir. Dil bilimcisi Gerhard Doerfer'in görüşüne göre Halaç, Türk dillerinin Argu grubunun son üyesidir. Türkî-i Kadim'den çok erken ayrılmış ve 13. yüzyılda İran'da, etrafı Farsça konuşanlarla çevrili kalmıştır. (Yani ETHNOLOGUE 2005'te iddia edildiği gibi, Azerice ile yakın akrabalığı yoktur). Halaç bugün 40.000 kişi tarafından İran'ın Kom ve Akar illerinde konuşulur ve İran'daki Türk dilleri arasında en ilginçlerindendir. Diğer dillerden ayrı kalması ve Farsça'dan etkilenmesine rağmen ana dilden parçalar korumuştur. Ancak sesi Farsça'ya benzer.
Türkî dillerin öteki dört grubu günümüzdeki coğrafi dağılımlarına göre değil, eski kavimlerin dağılımına göre sınıflandırılmıştır. Böylece;
Yakutça ve Dolganca da uzun süre ayrı kalmalarından dolayı diğer Türk dillerinden farklıdır. Bu diller zamanla daha çok Tunguz ve Moğol dillerine yaklaşmışlardır, diğer dillerdeki Arapça ve Farsça sözcükler bunlarda bulunmaz.
Müslüman Türk halklarının dillerinin benzemesinde, İslam'a geçişle birlikte Arapça ve Farsçadan etkilenmiş olmalarının da payı vardır. Eski Sovyetler Birliği'nde yaşayanlar Rusça'dan da etkilenmişlerdir.
Özellikle Tanzimat döneminden sonra Türkçe, Fransızcadan pek çok terim almıştır. Bunların yanında son dönemde İngilizceden de Türkçeye pek çok sözcük girmiştir; ancak Cumhuriyet'in kurulmasından sonra Atatürk tarafından TDK'nin kurulmasıyla birlikte Türkçede öze dönüş süreci başlamıştır.
En son v |
erilere göre Türkî dil grubunun sınıflandırması şu şekilde yapılır (konuşucu sayıları 2006 yılına göre verilmiştir):
Ana Türkî dil
Üstteki sınıflandırmada coğrafi dağılımın yanı sıra geleneksel dil biliminin kriterleri de dikkate alınmıştır:
Dillerin nüfus sıralaması ana dili (birinci dil), ikinci dil, yabancı dil konuşurları bakımından birkaç ölçüt göz önünde bulundurularak yapılmaktadır. Ana dili, birinci dil, ikinci dil ve yabancı dil olarak konuşurlar bakımından İngilizcenin 2 milyara yaklaşan bir konuşuru olduğu kestiriminde bulunulmaktadır. Ana dili konuşurları bakımından yapılan sıralamalarda ise Çince farklı lehçeleri olmasına karşın birinci dil olma özelliğine sahiptir. Birbirinden ses, biçim ve söz varlığı özellikleri bakımından ayrılan sekiz ayrı lehçesiyle Çincenin, pek çok lehçesinin yanı sıra Urduca ile birlikte Hindustânînin tek dil kabul edildiği ve buna göre dünya da en fazla konuşuru bulunan diller sıralamasında Çincenin birinci, Hintçenin ikinci dil kabul edilmesi karşısında Türk dili de 180 milyon insan dolayında konuşuruyla sıralamada tek bir dil olarak kabul edilmelidir. Bu ölçütlerle Türk dili dünya da en fazla konuşuru bulunan diller arasında sekizinci sırada yer almaktadır.
Ana dili konuşurları dışında Türk dili lehçelerinin birinci dil, ikinci dil veya yabancı dil konuşurları da bulunmaktadır. Özellikle Türkçenin pek çok ülkede konuşuru olduğu saptanmıştır. Ethnologue verilerine göre Türkiye Cumhuriyeti dışında 34 ülkede Türkçe konuşucusu bulunmaktadır. Konuşur nüfusunun yanı sıra Sovyetler Birliği’nin dağılması, Körfez Savaşı gibi yakın tarihte yaşadığımız olaylar, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölgesinde ve dünya daki önemini artırmış, Türkiye çekim merkezi hâline gelmiştir. Bu gelişmeler, Türkçenin Türk cumhuriyetlerinde ve diğer ülkelerde öğretimi konusunda çeşitli aşamalardaki yeni öğretim kurumlarının, üniversitelerde yeni bölümlerin kurulmasını ve özel dershanelerde kursların açılmasını sağlamıştır.
Ülkelerdeki Türk nüfusun yoğunluğuna ve talebe göre ortaöğretim kurumlarında Türkçenin öğretildiği seksen yedi ülke bulunmaktadır. En az bir ortaöğretim kurumunda Türkçenin öğretildiği bu ülkeler şunlardır: ABD, Afganistan, Almanya, Angola, Arjantin, Arnavutluk, Avustralya, Avusturya, Azerbaycan, Bangladeş, Belçika, Benin, Bosna-Hersek, Brezilya, Bulgaristan, Burkina-Faso, Burma, Çad, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Ekvator Ginesi, Endonezya, Etyopya, Fas, Fildişi Sahili, Filipinler, Fransa, Gabon, Gana, Gine, Güney Afrika Cumhuriyeti, Güney Kore, Gürcistan, Hindistan, Hollanda, Irak, İngiltere, Japonya, Kamboçya, Kamerun, Kanada, Kazakistan, Kenya, Kırgızistan, Kongo Demokratik Cumhuriyeti, Kosova, Laos, Letonya, Liberya, Litvanya, Macaristan, Madagaskar, Makedonya, Malavi, Maldiv Adaları, Malezya, Mali, Meksika, Moğolistan, Moldova, Moritanya, Mozambik, Nepal, Nijer, Nijerya, Orta Afrika Cumhuriyeti, Pakistan, Papua Yeni Gine, Polonya, Romanya, Rusya, Senegal, Sırbistan, Sri Lanka, Sudan, Suudi Arabistan, Tacikistan, Tanzanya, Tayland, Tayvan, Togo, Türkmenistan, Uganda, Ukrayna, Ürdün, Vietnam, Yemen
Bazı ülkelerde ortaöğretim kurumlarında Türkçenin öğretilmesinin yanı sıra özel kurslarda da talebe göre Türkçe öğretilmektedir. Kurslarda Türkçe öğretilen kırk altı ülke saptanmıştır. Bu ülkeler şunlardır: ABD, Almanya, Belçika, Beyaz Rusya, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Cezayir, Çin, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Gürcistan, Hollanda, Irak, İngiltere, İrlanda, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, İzlanda, Japonya, Kırgızistan, Kolombiya, Letonya, Litvanya, Lübnan, Lüksemburg, Makedonya, Malta, Meksika, Mısır, Moğolistan, Norveç, Peru, Polonya, Portekiz, Rusya, Singapur, Slovakya, Slovenya, Şili, Türkmenistan, Vietnam, Yunanistan
Dokuz ülkede Türkçe öğretimin yapıldığı üniversite bulunmaktadır. Bu ülkeler şunlardır: Arnavutluk, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Gürcistan, Irak, Kazakistan, Kırgızistan, Romanya, Türkmenistan
Bünyesinde Türkçe öğretilen, Türk dili ve edebiyatı araştırmalarının yapıldığı, Türkoloji bölümlerinin bulunduğu yirmi sekiz ülke vardır. Bu ülkeler şunladır: Almanya, Avustralya, Azerbaycan, Beyaz Rusya, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Endonezya, Fildişi Sahili, Gürcistan, Irak, İran, İsveç, Japonya, Kamerun, Kazakistan, Kırgızistan, Kolombiya, Kosova, Litvanya, Macaristan, Mısır, Moldova, Romanya, Rusya, Türkmenistan, Ukrayna, Venezuela, Yemen
Sonuç
Bugün Türk dili, yaklaşık 12 milyon kilometre karelik bir alanda 220 milyon nüfusun konuştuğu, yüze yakın ülkede öğretiminin yapıldığı, kökleri tarihin en eski dönemlerine kadar uzanan, 600 bini aşkın söz varlığına sahip bir dünya dilidir. Geçmişi boyunca Çinceden Farsçaya, Arapçadan Macarcaya kadar pek çok dille etkileşim içerisine girmiş olan Türk dilinin bir kolu olarak yalnızca Türkiye Türkçesinin dünya dillerine verdiği sözcüklerin sayısı 11 binin üzerindedir. Genel Türk dili olarak diğer dillere verdiğimiz sözcük sayısı ise 20 binin üzerindedir. Özellikle giyim, yiyecek, askerlik başta olmak üzere hemen her alanda çok sayıda Türk dili kökenli sözcük ile tarihte ve bugün Türk soylu halkların yaşadığı coğrafyalardaki Türk dili kökenli çok sayıda yer adı dünya dillerinde varlığını bugün de sürdürmektedir.
Dünyanın hemen her bölgesinde öğretimi yapılan, bilimsel araştırmalara konu olan, dünya dillerine katkıda bulunan Türk dili, en yaygın ve en köklü dünya dillerinden biridir.
Türkiye'de Türk dilleri ailesinin adlandırılması ve bu dillerin yalnızca bir dil mi yoksa birçok diller mi oldukları hakkında farklı fikirler yaygındır. Türk Dil Kurumu, yayınlarında önceleri "Türk lehçeleri" adı benimsenmişken sonraları bu ad yanında "Türk dilleri" deyimine de yer verildiği görülmektedir. Ankara Üniversitesi Türk dillerini öteden beri "lehçe" sayar ve "Türk dilleri" deyiminden kaçınır. İstanbul Üniversitesi ise daha aşırı bir tutumla "lehçe" deyimini yalnız Çuvaşça ve Yakutça gibi öbürlerinden çok farklı iki Türk dili için kullanmakta, bu diller dışındaki bütün Türk dillerini "lehçe"nin de altında bir konuşma türü saydığı "şive" sözü ile adlandırmaktadır. Bu durumda Türk dillerinin Türkiye'deki adlandırmalarında üç ayrı görüşle karşı karşıyayız demektir:
Dil biliminde bir konuşma türünün dil mi yoksa lehçe (diyalekt) mi olduğunu saptamak için kullanılan tek dil bilimsel ölçüt karşılıklı anlaşılabilirlik ölçütüdür. Bu ölçüt, sıradan bir kimsenin dille ilgili şu yalın yargısına dayanır: "Aynı dili" konuşan insanlar birbirlerini anlayabilirler ya da aksine birbirlerini anlamayan insanlar "ayrı diller" konuşuyorlar demektir.
Yukarıdaki Çuvaşça cümleleri Türk dil bilimi öğrenimi görmemiş, Çuvaşça öğrenmemiş bir Türkün anlayamayacağı derecede farklıdır. Türkçe bilmeyen bir Çuvaşın da bu cümlelerin Türkçe karşılıklarını anlayamayacağı açıktır. O halde, Çuvaşça ile Türkçe arasındaki karşılıklı anlaşılabilirlik oranı azdır ve bunlar iki ayrı dildir. Yani yukarıda karşılaştırılan dillerin arasındaki farklılıklar "lehçe" denilebilmesi için yeterli değildir.
Toplam 40 ayrı dilden oluşan, 189 milyon ana dili olarak konuşanı ile Türk dilleri ailesi, Altay dilleri grubunda büyük farkla en büyük dil ailesini oluşturur. Yeryüzündeki bütün dil aileleri arasında yedinci büyük dil grubunu oluşturur ve önümüzdeki on yıllar içinde daha da büyüme kapasitesine sahiptir.
Yeryüzündeki büyük dil aileleri:
Türk dillerini konuşanların dörtte üçü en büyük üç Türk dilinden birini kullanır:
Bir milyondan fazla konuşucusu olan diğer Türk dilleri:
Sayılar 8/2007 tarihli kaynaklardan alınmıştır. %5 - %10 daha yüksek sayılar gösteren kaynaklar bulmak da mümkündür.
Neredeyse tüm Türk dillerinin sesbilim, sözdizim ve şekil bilgisi aynıdır. Yalnızca Çuvaşça, Halaçça ve Yakutça ile Dolganca gibi Sibirya Türk dilleri bu noktalarda farklıdır. Bunun yanında komşu ülkelerin sınırlarında kaynaşmadan ileri gelen ve bazen dil gruplarının sınırlarını da aşan lehçeler bulunur.
Türk dillerini birbirlerini anlayabilen dillerden oluşan gruplara ayrılır. En büyük grup Türkçe, Azerice ve Türkmence'yi içine alan Oğuz grubudur. Diğer gruplar, Uygur, Kıpçak, Ogur, Sibirya ve Argu gruplarıdır. Aynı grubun içinde yer alan dillerin arasındaki fark bir lehçe farkı kadardır, ancak iki farklı gruba ait dilin arasında anlaşabilirliği zorlaştıran ya da imkânsız kılan gramer farkları vardır. Buna rağmen tüm dillerde neredeyse hep aynı kalan birçok sözcük vardır:
Bazı diller yalnızca birkaç yaşlı kişi tarafından konuşulmaktadır ve yok olma yolundadırlar. Kaybolmak üzere olan diller şunlardır:
Yalnızca birkaç bin konuşanı kalmış olanlar:
Diğer Türk dilleri böyle bir yok olma tehlikesi taşımıyor ve büyük Türk dillerinin konuşucu sayısı giderek artmaktadır.
Türkçe, Azerice, Türkmence, Kazakça, Kırgızca ve Özbekçe, ülkelerinin ulusal dilidir. Bunun yanında bazı özerk Türk cumhuriyetlerinde ve Türk bölgelerinde resmi dil olarak geçenler vardır: Çuvaşça, Kumıkça, Karaçay-Balkarca, Tatarca, Başkırca, Yakutça, Hakasça, Tuva, Altayca ve Çin'de Uygurca.
Türk dilleri Avrupa'nın ve Asya'nın otuz ülkesinde konuşulur. Çizelge alt gruplara ayrılmıştır ve sayılar yalnızca ana dili olarak konuşanları göstermektedir.
Türkçe, Azerice, Türkmence, Kazakça, Kırgızca ve Özbekçe, ülkelerinin ulusal dilidir. Bunun yanında bazı özerk Türkî cumhuriyetlerinde ve bölgelerinde resmi dil olarak geçenler vardır: Çuvaşça, Kumıkça, Karaçay-Balkarca, Tatarca, Başkurtça, Yakutça, Hakasça, Tuva, Altayca ve Çin'de Uygurca.
Ana maddede yer alan bazı çizelgelerde, önemli sözcükler farklı Türk dillerinde karşılaştırılmıştır; böylece Çuvaşçanın ve Yakutçanın farklılığını ve diğerlerinin birbirine yakınlığını görmemizi sağlar. Bazı sözcüklerin tabloda eksik olması, o dilde o sözcüğün varolmadığı anlamına gelmez. Bazı dillerde bazı sözcükler farklı etimolojik kökten gelirler ve bu yüzden karşılaştırılması anlamlı değildir. (bakınız: söz varlığı karşılaştırması)
John Carmack
John D. Carmack II (d. 20 Ağustos 1970), ABD'li oyun programcısıdır. John Carmack ve John Romero "(programcı)", Tom Hall ve Adrian Carm |
ack" (Grafiker)" bu isimler ortak olup İd Software'i kurmuşlardır. Yazdığı oyunlarla 3D Fps kategorisinde birçok yenilik getirmiş ve standartları belirlemiştir.
2001 yılında AIAS Hall of Fame ödülüne layık görülmüştür.
Oyunlar, kronolojik olarak en son çıkanı en üstte olacak şekilde listelenmiştir.
Makaleler:
Mersin balığıgiller
Mersin balığıgiller, Acipenseridae familyasını oluşturan aralarında sekiz metre uzunluğa ve 1,6 ton ağırlığa kadar varan türleri içeren tatlı su balığı türlerinin ortak adı.
Mersin balıkları çok ""ilkel"" hayvanlardır. İskeletleri sadece kısmen kemikleşmiştir. Yan taraflarında beş sıralı dizili olan büyük pullar vardır. Kuyrukları asimetriktir, ağızları aşağıya yönelmiş ve gerekli olduğunda çenelerini dışarıya çıkarabilirler. Dört bıyıkları vardır. Bunlarla suyun dibinde yem arayabilirler. Bazı mersin balıkları beş metre uzunluğa ulaşabilirler, ve bu yüzden en büyük tatlı su balıklarıdır. Ama çoğu türleri sadece yumurtlamak için tatlı suya gelirler ve aslında tuzlu suda yaşarlar. En büyük mersin balığı türü olan mersin morinası ("Huso huso") neredeyse sadece tuzlu suda yaşar ve yumurtlamak için denizden ırmaklara geçer. Geçmişte anlatılan büyüklükleri inanılır bir şekilde kanıtlanmadan kitaplara geçirilmiştir, ve bu yüzden en kaliteli kitaplarda bile 8-9 metre gibi inanılmaz büyüklükleri okumak mümkündür. Ama bu ölçüler için ne 20. yüzyıldan ne de ondan önceki bir zamandan kalma güvenilir kanıtlar bulunamamıştır. Kanıtlanabilmiş olan en büyük ölçüler 5 ve 6 metre uzunluk ve 1 ve 1,5 ton ağırlık civarlarındadır.
Mersin balıkları hem tatlı suda, hem tatlı-tuzlu karışık suda (ırmak deltaları), hem de denizde yaşarlar. Bazı türleri sadece tatlı suda yaşarlar. Göçebe hayatı sürdüren türleri gençliklerini tatlı suda geçirip, sonradan denize göç ederler ve ergenleşince çiftleşmek için tekrar tatlı suya dönerler.
Mersin balıkları çok geç ergenlik çağına ulaşırlar. Özellikle dişiler, ancak 20 yaşına varınca ilk kez yumurtlarlar. Sadece bazı küçük türleri bir iki yaşında erginliğe ulaşırlar. Bazı mersin balıklarının 100 yaşına varabildikleri ispatlanmıştır. Bu yaşa varanları 1,4 ton ağırlığına ulaşmış olabilir ve böylece dünyanın en büyük tatlı su balıklarıdır.
Mersin balıklarının yüksek bir su kalitesine ihtiyaçları olduğu için, kirlenen ırmaklardan dolayı 20. yüzyılda batı Avrupa'da nesli neredeyse tamamen tükenmiştir.
Ayrıca çoğu mersin balığı türlerinin yaşam çemberlerinin bir kısmı olan ırmak-deniz göçebeliğinin bütün büyük ırmaklarda bulunan baraj duvarlarında sona ermesi ve balıkların çiftleşip yumurtlamak için ırmağın üst kesimlerine ulaşamamaları önemli bir rol oynamaktadır.
Hazar denizinde bile, sayıları azalmış ve 1970'li yıllarda 20.000 ton mersin balığı tutulurken 2000 yılında 3.000 ton'dan bile az tutulmuştur. Mersin balıklarını korumak için bir sürü yasa çıkarılmış olsa da sayıları azalmaya devam etmektedir. Bunun en önemli sebebi yasa dışı avlanmalarıdır.
Mersin balıkları özellikle çok pahalıya satılan havyarları için avlanılmaktadır.
Yasa dışı mersin balığı avı özellikle Sovyetler birliğinin dağılması ile çok yoğunlaşmıştır. Bu yüzden Rusya'da türler tükenmek üzeredir. Mersin balığının havuzlarda yetiştirilmesi son yıllarda çok önem kazanmıştır. Mersin balıklarının son saklandıkları yerlerden birisi Akdeniz bölgesinin Mersin Körfezi bölgesindedir.
1997 yılında Almanya'nın ve ABD'nin çabaları ile mersin balığı Washington hayvanları koruma antlaşması listesine alınmıştır. 2003 yılından beri World Sturgeon Conservation Society adlı kurum son mersin balığı popülasyonunu korumak ve büyütmek için çaba göstermektedir.
ABD, Beluga-Mersin balığı'nın neslini tamamen tükenmekten korumak için 30 Eylül 2005'te son çare olarak Beluga-Havyarı ithalatını yasaklamıştır ("U.S. Fish & Wildlife Service" İngilizce:
11 Nisan 2006'da Almanya ve Polonya sınırını oluşturan Oder ırmağına 2.000 mersin balığı salınacaktır. Bu popülasyonu gerçekten sağlamlaştırmak için 2007 ve 2008 yıllarında da 2.000 balık salınacaktır.
16 ve 18 Temmuz'da Sakarya / Karasu'dan Sakarya Nehrine 500 adet İstanbul Üniversitesi tarafından markalanmış mersin balığı salınmıştır.
Nicko McBrain
Michael Henry McBrain, (5 Haziran 1952, Hackney, Londra) İngiliz heavy metal grubu Iron Maiden'ın davulcusudur. Gruba 1983 yılında Clive Burr'ün yerine gelmiştir.
14 yaşında düzenli olarak barlarda ve düğünlerde çalmaya başladı. Zaman içinde basit pop parçalarının yanı sıra daha teknik caz parçaları da çalmaya başladı. İlk ciddi grubu sonradan Peyton Bond adını alacak olan The 18th Fairfield Walk adlı pub grubuydu. 1960'ların sonlarında The Wells Street Blues Band'e katıldı. Grup zamanla daha progresif bir blues tarzı benimseyerek 1969 yılında The Axe adını aldı.
1975'te Streetwalkers grubuna katıldı. 1980'lerin başında solist Roger Chapman gruptan ayrılınca bir süre Pat Travers Band ile çalıştı. Daha sonra Fransız Trust grubuna katıldı. Trust grubu ile birlikte 1981 yılında Iron Maiden'ın alt grubu olarak çaldı.
Iron Maiden dışında McBrain Damage adında bir konser grubu daha vardır. Vokalde Jonathan Murphy gitarlarda Deepset grubundan Rick Baum ve Indium grubundan Chris Proano ve bas gitarda Dave Spitz'den oluşan grup Iron Maiden şarkılarını yorumlamaktadır.
Signal Iduna Park
Signal Iduna Park, Almanya'nın Dortmund şehrinde bulunan ve BV Borussia Dortmund futbol takımının Bundesliga maçlarını yaptığı stadyumdur. Eski ismi Westfalenstadion olan stadyum 2005 yılında sigorta şirketi Signal Iduna ile yapılan sponsorluk anlaşması ile 2021 yılına kadar bu isimle anılacaktır.
Signal Iduna Park, bir adet yarı final mücadelesi de dahil olmak üzere 2006 FIFA Dünya Kupası organizasyonunda kullanılan stadyumdur.
Almanya'nın en büyük stadyumu olan Signal Iduna Park'ta Borussia Dortmund lig maçlarını 81,359 seyirci ile oynamaktadır. Ancak uluslarararı mücadelerde sadece koltuklu seyirci kabul edildiği için kapasite 65.851'e düşmektedir.Stadyum dünyanın en özel tribünlerinden biri olan "Gelbe Wand(Sarı Duvar)" tribününe sahiptir.Bu kale arkası tribününde yaklaşık 25.000 futbolsever maçı takip etmektedir.Stadyumun maçlarda doluluk oranı %99.9 olup her yıl 1 milyondan fazla kişi stadyuma giriş yapmaktadır.
Stadyumun ilk planları 1966 yılında Borussia Dortmund'un UEFA Kupa Galipleri Kupası'nı alması ile artan popülaritesi ile eski stadyumun yetmemesi ile yapılmıştır. Ancak 1974 FIFA Dünya Kupası'nda Dortmund'un ev sahibi şehirlerden biri kabul edilmesi ile yapımına hız verimiş ve 1974 yılında açılmıştır.
İlk yapıldığı dönemde 54.000 seyirci kapasitesi olan stadyum Borussia Dortmund'un Avrupa Şampiyonluğu ve Bundesliga şampiyonluğu kazandığı 1995 yılında tekrar geliştirilmiştir. Daha sonra Almanya'nın FIFA Dünya Kupası'nın organize etme hakkı alması ile tekrar yenilerek kapasitesi arttırılmıştır.
Galatasaray, bu statta 2003-2004 Şampiyonlar Ligi sezonunda Juventus'u 2-0 yenmiştir. Normalde Atatürk Olimpiyat Stadyumu'nda oynanması gereken maç, Juventus ve UEFA'nın talepleri doğrultusunda Dortmund'un ("o zamanki adıyla Westfalenstadion") Signal İduna Park stadına alınmıştır. Bunun nedeni ise, bu maçtan 10 gün önce Levent'teki HSBC binasının bombalanması ve Beyoğlunda bir sinagogun bombalanması gibi olaylarla sonuçlanan terör eylemleriydi.
Mercedes-Benz Arena
Gottlieb-Daimler-Stadion, Almanya'nın Stuttgart şehrinde bulunan ve VfB Stuttgart'ın Bundesliga maçlarını yaptığı staddır. İlk olarak 1933 yılında açıldı. Eski ismi Neckarstadion olan stadyum yenilenmesinde Daimler-Benz fimasının verdiği finansal destek sebebiyle 1993 yılında bu ismi aldı.
1974 FIFA Dünya Kupası, Dünya Atletizm Şampiyonası ve Avrupa Kupalarının finallerine ev sahipliği yapan stadyum 2006 FIFA Dünya Kupası'nın da stadyumları arasında yer alıyor.
Michael Haneke
Michael Haneke (d. 23 Mart 1942, Münih, Bavyera) Avusturyalı film yönetmeni. Kendi anlatımıyla "kimsenin kolayca ve içi rahat bir sekilde seyredemeyeceği filmler" yapan Haneke, filmlerinde çoğunlukla modern toplumdaki insanların problemlerini ve bunalımlarını çıplak bir gerçeklikle -bu amaç için özenle film müziği kullanmaktan kaçınarak- sergiler.
1942 yılında Almanya'nın Münih kentinde dünyaya geldi. Üniversite öğrenimini Viyana'da felsefe ve psikoloji dallarında yaptıktan sonra mezun oldu ve film eleştirmeni olarak sinema hayatına başladı. Ardından kısa bir süre Alman televizyonu "Südwestfunk" da editör olarak çalıştı. Kamera arkasına geçişi öncelikle televizyon filmleri için olmuştur (1973). Uzunca bir süre televizyon yönetmenliği yaptıktan sonra tarzı ve gerçekçi bakış açısı nedeniyle (ki bu açıdan Gaspar Noe ile karşılaştırılabilir) ses getiren ilk sinema eserlerini üçleme olarak sinema dünyasına kazandırdı. Cannes film festivallerinde 2001 yılında Fransızca çektiği "Piyano Öğretmeni" filmi ile Büyük Ödülü, 2005 yılında "Saklı" filmi ile en iyi yönetmen ödülünü, 2009 ve 2012 yıllarında "Beyaz Bant" ve "Aşk" filmleri ile Altın Palmiye ödülünü kazanmıştır. Roy Grundmann tarafından ayrıca “A Companion to Michael Haneke” isimli bir kitapta, hakkında yazılmış makaleler ve röportajlar toparlanmıştır.
Maciej Żurawski
Maciej Żurawski"(Macey Juravskyi)" (d. 12 Eylül 1976) Polonyalı eski futbolcudur. 2010-11 sezonunda Wisła Kraków takımının formasını giydi. Polonya millî futbol takımında oynadığı 72 maçta 17 gol atmıştır.
Billy Wilder
Billy Wilder (22 Haziran 1906 - 27 Mart 2002) Avusturya doğumlu, Amerikalı film yönetmeni, yapımcı ve senarist.
Filmleriyle 21 kere Oscara aday olan Wilder, bu ödülü 7 kez kazanmıştır.
Tenochtitlan
Tenochtitlan antik Aztek İmparatorluğu’nun başkentidir. Texcoco Gölü'nde bulunan bir ada üzerine inşa edilmiştir. 1520'lerde Hernan Kortez yönetimindeki İspanyol “"Conquistador"” lar (fatih) tarafından çok büyük oranda tahrip edilen şehrin üzerine, o zaman kurulan Yeni İspanya’nın başkenti olarak Mexico şehri kuruldu. Şehri çevreleyen Texcoco Gölü’de belli bir süre sonra büyük bir oranda kurutuldu.
Bölgeden birçok kabile geçmesine rağmen |
Azteklere kadar hiçbiri kalıcı olarak yerleşmemiştir. Aztek efsanelerine göre, kuzeyin çöllerinden göç eden kabile, rahiplerin kehanet ettiği, bir kartalın kaktüs üzerinde bir yılan yediğini gördükleri ideal yerleşim yerine yeni şehirlerini kuracaktı. Kabile , kartalı küçük bataklık bir adanın üzerinde görmüş olmalı. Bu efsane, şu anda Meksika'nın sembolü olarak bayrağında ölümsüzleştirilmiştir. Tarihçilere göre, bu pek uygun olmayan yere yerleşmelerinin sebebi, diğer yerlerin daha güçlü kabileler tarafında ele geçirilmiş olması. Yine de bu durum Aztekleri yıldırmadı; "chinampa" denilen ve göle dikilen kazıklar üzerine konulmuş kamıştan yapılan dikdörtgen platformların üzerine toprak konularak yapılan bir tarım şeklini bularak ekilebilir alan miktarını arttırdılar. Tarihçilerin tahminlerine göre şehir 14.yüzyılda kurulmuştur. En çok öne sürülen tarih 1325 yılıdır.
İspanyol Fatih ("Conquistador") Hernan Kortez Tenochtitlan'a 8 Kasım 1519’da gelmiştir. O zamanlar dünya üzerindeki en büyük şehirlerden biri olduğuna inanılmaktadır; Avrupa'da sadece Paris, Venedik ve İstanbul daha büyüktü. Yaklaşık olarak 100 bin-200 bin insanın yaşadığı tahmin edilmektedir.
Şehir "campan" adı verilen dört bölgeye ve her "campan" 'da "calpulli" adı verilen 20 mahalleye ayrılmıştı. Her "calpulli" 'den "tlaxilcalli" adı verilen caddeler geçmekteydi. Şehri baştan sona geçen ve anakaraya uzanan üç ana cadde vardı. Bernal Díaz del Castillo tarafından yazıldığına göre her biri on at genişliğindeydi.
Veltins-Arena
Veltins Arena, Almanya'nın Gelsenkirchen şehrinde bulunan ve FC Schalke 04'ün Bundesliga maçlarını yaptığı stadyumdur.
2001 yılında açılmış Avrupa'nın en çağdaş stadyumlarından olan Veltins Arena ilk açıldığı dönemde "Arena AufSchalke" olarak adlandırıldıysa da 2005 yılı içinde stadyumun isim hakları Alman bira markası Veltins'e satılarak bu ismi almıştır. Toplam kapasitesi lig maçlarında 61.481 iken, uluslararası maçlarda yalnızca koltuklu seyirciye izin verildiği için 53.994 seyirciye izin verilmektedir.
Hareketli, özel bir çatı sistemine sahip stadyumda hava koşullarına göre üst tarafı tamamen kapatılabilmektedir. 30 dakikada açılıp kapanabilen, 560 ton ağırlığında yarı saydam teflon kaplı fiberglas dokuma kayar bir çatıya sahiptir. Bu şekilde futbol mücadelesi dışında pek çok organizasyona ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca saha zemini 4 saat içinde kızak sistemiyle dışarıya çıkarılmaktadır. Bu şekilde saha zeminin tamamının güneş ışığı ve rüzgardan faydalanması sağlanırken, içeride düzenlenecek konser gibi organizasyonlarda zeminin zarar görmesi önlenmektedir.
2014-15 sezonu başında oyuncuların kullandığı çıkış tüneli Ruhr bölgesindeki maden ocaklarından esinlenerek kömür madeni şeklinde dizayn edilmişmiştir.
Sofiane Melliti
Sofiane Melliti (; d. 18 Ağustos 1978), orta saha pozisyonunda görev yapmış Tunuslu millî futbolcudur.
Profesyonel kariyerine 1998 yılında Espérance kulübünde başladı. Daha sonra sırasıyla Olympique Beja, Hammam-Lif, Vorskla Poltava, Gaziantepspor ve Hammam-Lif kulüplerinde oynadı.
2006 FIFA Dünya Kupası'nda Tunus millî futbol takımı kadrosunda yer aldı.
Iker Casillas
Iker Casillas Fernández (; d. 20 Mayıs 1981 Madrid), İspanyol millî kaleci. Şu anda Porto kulübünde forma giymektedir. Aynı zamanda İspanya millî takımı kaptanıdır.
Casillas iki kez Avrupa'da Yılın Futbolcusu ödülüne aday gösterilmiştir. 2009 yılının sonunda üçüncü kez UEFA Yılın Takımı'na seçilmiştir. 2011 itibarıyla Casillas tüm kulüp ve millî takım şampiyonlukları kazanmış oyunculardan biridir. 2010 yılında Asturia'ın Spor Prensi ödülünü almıştır. 19 Ekim 2010 tarihinde Casillas UEFA Şampiyonlar Ligi'nde en çok forma giyen kaleci olmuştur ve Kasım 2011'de İspanya millî takımında en çok oynayan oyuncu olmuştur.
Casillas 20 Mayıs 1981'de Madrid, Móstoles'de dünyaya geldi. Babası José Luis Casillas, Millî Eğitim Bakanlığı'nda bir memurdu. Annesi María del Carmen Fernández González ise kuafördü. Casillas'ın kendisinden yedi yaş küçük Unai adlı bir kardeşi var ve CD Móstoles'de oynamaktadır.
Casillas kariyerine 1990-91 sezonunda amatör olarak Real Madrid'in altyapısında başladı. 1997-1998 sezonunda 27 Kasım 1997'de 16 yaşındayken bir Şampiyonlar Ligi maçı olan Rosenborg maçında A takım kadrosuna girdi. Fakat takımda Alman Bodo Illgner 1. kaleci, Santiago Cañizares ise 2. kaleciydi. Casillas da 3. kaleci olarak zaman zaman takımda kendine yer buluyordu. Real Madrid o sene Şampiyonlar Ligi'ni kazandı.
2 sezon sonra 1999-2000 sezonunda Real Madrid bir kez daha Şampiyonlar Ligi finalindeydi ve rakip bir başka İspanyol kulübü Valencia idi. Geçen finalde takımın birinci kalecisi olan Illgner yedekte, 2. kaleci Cañizares ise, Valencia'nın kalesindeydi. Casillas ise Real Madrid'in kalesindeydi. Böylece UEFA Şampiyonlar Ligi finalinde forma giyen en genç kaleci oldu ve Real Madrid bu maçı 3-0 kazandı.
Yine 2 sezon sonra 2001-2002 sezonunda Real Madrid'e Figo, Zidane gibi oyuncular katılmış ve takım çok rahat Şampiyonlar Ligi finaline çıkmıştı. Rakip Alman Bayer 04 Leverkusen idi. Fakat Casillas kaleyi César Sánchez'e kaptırmıştı. Cesar 68. dakikada sakatlanınca kaleye 20 yaşındaki Casillas geçti. Casillas o maçta mükemmel kurtarışlar yaptı ve Şampiyonlar Ligi'nin kazanılmasında büyük pay sahibi oldu. Casillas Bayer 04 Leverkusen ile yaptıkları Şampiyonlar Ligi maçında ilk 11'deydi. Casillas'ın katkısıyla da Real Madrid maçı 2-1 kazandı ve Casillas o maçtan itibaren 1 numaralı formasını korudu.
2007-08 sezonu Casillas için çok verimli oldu. O sezon Real Madrid'in La Liga şampiyonu olmasına katkısı oldu. 36 maçta sadece 32 gol yiyerek Ricardo Zamora Ödülü'nü aldı. 14 Şubat 2008 tarihinde Casillas 2017'ye kadar süren bir sözleşme imzaladı. Gösterdiği performansla ikinci kez UEFA Yılın Takımı'na seçildi.
Şubat 2009'da Casillas 454 maçta oynayarak Paco Buyo'nun rekorunu egale etti. 28 yaşında Real Madrid'in en çok maçta forma giyen kalecisi oldu. 2009 yaz transfer döneminde bazı İspanyol basınında çıkan haberlerde Manchester City'nin 129 milyon poundluk rekor bir transfer teklifi yaptığı söyleniyordu. Ancak kulüp böyle bir teklifin yapılmadığı söylerek iddiaları yalanladı. Daha önce de diğer Premier League takımları da Casillas için görüşmeler yapmıştı ama Casillas'ın çocukluk kulübünü bırakmaya niyetli olmadığı belirtilmişti.
2009-10 sezonunda 4 Ekim'de yapılan Sevilla maçındaki performansından sonra İngiliz millî kaleci Gordon Banks, İspanyol kaleci için "Casillas'ın refleksleri inanılmaz. Eğer böyle oynamaya devam ederse futbol tarihinin en iyi kalecilerden biri olacaktır." yorumunu yaptı. "Europa Press" Casillas'ın 2010 yılı boyunca en popüler 2. sporcu olduğunu belirtti.
2011-12 sezonunda Casillas IFFHS Dünyanın En İyi Kalecisi ödülünü dördüncü kez alan tek kaleci oldu.
Casillas Real Madrid ile 600. maçına 22 Ocak 2012 tarihinde 4-1 yendikleri Athletic Bilbao maçında çıktı.
2 Mayıs 2012 tarihinde Casillas 3-0 yendikleri Bilbao maçıyla Real Madrid kaptanı olarak beşinci kez La Liga şampiyonluğu gördü. Ağustos'ta 3 lig şampiyonluğu, Copa del Rey ve Süper Kupa kazanan İspanyol kaptan oldu. Takım'da 16 yıl geçirmiştir.
11 Temmuz 2015 tarihinde Portekiz takımı olan Porto ile 2 yıllık sözleşme imzalamış ve uzun yıllar süren Real Madrid macerasını noktalamıştır.
Casillas'ın oynadığı ilk millî takımı 17 yaş altı oldu. 16 yaşındayken Mısır'daki 1997 FIFA 17 Yaş Altı Dünya Şampiyonası'nda İspanya kadrosunda yer alan en genç oyuncu oldu. Daha sonra 17 yaş altı millî takımının kaptanı oldu. İki yıl sonra FIFA Dünya Genç Şampiyonası ve UEFA-CAF Meridyen Kupası'nı kazanan takımda yer aldı. Başlangıçta ikinci kaleci olarak tercih etse de çok çalışarak birinci kaleci oldu.
Casillas a millî takım ile ilk maçına 19 yaşındayken 3 Haziran 2000 tarihinde İsveç karşısında çıktı. Casillas Euro 2000'de yedek kaleci oldu ancak hiçbir maçta forma şansı bulamadı. Başlangıçta Santiago Cañizares'in yedeği olarak 2002 Dünya Kupası'nda kadroda yer aldı. Cañizares sakatlığı yüzünden kadrodan çekilmek zorunda kalınca Casillas birinci kaleci oldu. 21 yaşında turnuvanın en genç kalecilerinden biri oldu. Son 16 turunda İrlanda ile yaptıkları maçta iki penaltı kurtararak maça damga vurdu. 2002 FIFA Dünya Kupası'nda Güney Kore ile yaptıkları çeyrek final maçında yaptığı kurtarışlardan biri tüm zamanların en iyi 10 kurtarışı olarak FIFA tarafından onaylandı.
Casillas Euro 2004 elemeleri grubundaki sekiz maçta da forma giydi ve sadece dört gol yedi. Play-offtaki rakibi Norveç ile yaptıkları ikinci ayak maçında gol yemedi. İspanya böylece Euro 2004'te yer aldı. 2006 FIFA Dünya Kupası son 16 turunda karşı karşıya iki takım arkadaşı kaptan olarak forma giydi. Ama Zidanelı Fransa 3-1 yendi ve tur atladı.
Euro 2008 kadrosundan takım arkadaşı Raúl'ün çıkarılmasıyla kaptanlığı devraldı. Euro 2008 D Grubu'ndaki ilk iki maç olan Rusya ve İsveç maçlarında oynadıktan sonra dinlendirildi ve ikinci kaleci Pepe Reina Yunanistan maçında forma giydi. Casillas 22 Haziran'da İtalya ile yaptıkları çeyrek final maçında Antonio Di Natale ve Daniele De Rossi'nin penaltılarını kurtardı ve 4-2'lik galibiyete katkıda bulundu. İspanya 29 Haziran'da finalde Almanya'yı 1-0 yenerek Avrupa Şampiyonluğu gördü. Casillas turnuvada gruplardaki İsveç maçında Zlatan Ibrahimović'ten yediği golden sonra kalesinde gol görmedi. 29 Haziran 2008 tarihinde Casillas Avrupa Futbol Şampiyonası kupasını aldıkları Almanya maçında kaptanlık yaptı.
Ekim 2008'de Casillas ve yedeği Pepe Reina uzun süre gol yemeyerek rekor kırdı. 710 dakika gol yemeyerek Andoni Zubizarreta ve Paco Buyo'yu geçerek en uzun süre gol yemeyen İspanyol kaleci oldular. Wesley Sonck'un 2010 FIFA Dünya Kupası elemelerindeki Belçika maçında attığı golle bu süre sona erdi.
Casillas 2008'de Ballon d'Or'da en yüksek derece alan kaleci oldu. Cristiano Ronaldo, Lionel Messi ve takım arkadaşı Fernando Torres'den sonra dördüncü oldu. Ayrıca aynı yılda Casillas IFFHS tarafından Dünya'nın En İyi Kalecisi seçildi. Ayrıca Oliver Kahn'ı ge |
çerek tüm zamanların sıralamasında en iyi üçüncü kaleci oldu.
5 Eylül 2009 tarihinde Dünya Kupası elemelerinde 5-0 yendikleri Belçika maçında Casillas Andoni Zubizarreta'nın 56 maçlık gol yemediği maç sayısı rekorunu egale etti. Sonraki Estonya maçında ise gol yemeyerek Zubizarreta'nın millî takımdaki rekorunu kırdı. (Ayrıca Zubizarreta 126. maçtan sonra emekli olurken, Casillas bu rekoru 98. maçında kırdı). İki ay sonra Casillas 100. Millî maçına Arjantin ile yaptıkları hazırlık maçında çıktı. Daha önce İspanya futbol tarihinde üç futbolcu 100. Millî maçına çıkmıştı.
11 Temmuz 2010 tarihinde ilk kez Dünya Kupası'nı aldıkları maçta kaptanlık pazubandını taktı. O maçta Hollanda'yı 1-0 yendiler. Böylece Dünya Kupası'nı kazanan üçüncü kaptan kaleci oldu (1934'de Gianpiero Combi ve 1982'de Dino Zoff ile beraber). Turnuvanın sonunda Altın Eldiven ödülünü aldı. Güney Afrika'da beş maçta gol yemedi. sadece iki gol yiyen Casillas Paraguay ile yaptıkları yarı final maçında bir penaltı kurtardı.
15 Kasım 2011 tarihinde Casillas Kosta Rika'yla 2-2 berabere kaldıkları maçta İspanya'nın en çok maçta forma giyen oyuncusu oldu ve Andoni Zubizarreta'nın rekorunu kırdı.
29 Şubat 2012 tarihinde Venezuela'yı 5-0 yendikleri maçta, Casillas Edwin van der Sar'ın 72 millî maçta gol yememe rekorunu egale etti. 30 Mayıs'ta Güney Kore'yi 4-1 yendikleri maçta Pepe Reina'nın yerine 82. dakikada oyuna girdi. 95 maçta millî galibiyet görmüş oldu ve başka bir rekor kırdı. 6 Haziran'da Çin'i 1-0 yendikleri maçta Casillas 74 millî maçta gol yememe rekoru kırdı.
1 Haziran 2012 tarihinde Iker Casillas 100 millî maç kazanan ilk oyuncu oldu. Avrupa Şampiyonasında 509 dakika gol yemeyerek Dino Zoff'un uzun süredir kırılmayan 494 dakikalık rekorunu kırdı.
2009'dan beri Casillas'ın spor sunucusu Sara Carbonero ile ilişkisi vardır.
Avenida Iker Casillas [Iker Casillas Caddesi] Móstoles, Madrid, İspanya'da bir caddedir. 5 Ocak 2012'de Avenida de los Deportes [Spor Caddesi] olan caddenin adı Iker Casillas'ın doğum günü anısına değiştirilmiştir.
Riga
Riga (), Letonya'nın başkenti. Baltık Denizi'ne şehrin ortasından geçen Daugava Nehri ile açılır. Şehir 56° 58¹ Kuzey Paraleli, 24° 8¹ doğu boylamında yer alır. Riga, Baltık devletleri içinde en büyük şehir olmasının yanı sıra, önemli bir kültür, siyaset, eğitim, finans, ticaret ve endüstri merkezidir.
Şehrin ilk kurulduğu yer olan tarihsel merkezi "Vecrīga" UNESCO Kültür Mirası'na kabul edilmiş olup mimari olarak sadece Viyana, Sankt-Peterburg ve Barselona ile karşılaştırılabilecek güzellikteki Art Nouveau (Jugendstil) yapılarıyla ünlüdür.
Şehrin kuruluşu 12. yüzyıla kadar dayanır. 12. yüzyıl sonlarında liman şehri olan Riga'ya Alman ticaret gemilerinin uğramaya başlamasıyla nüfusu ve önemi artmıştır. 1201 yılı Riga'nın resmi kuruluş yılı olarak kabul edilir.
1558-1583 yılları arasında Polonyalıların yönetimine; 1621'de de İsveç yönetimine geçmiştir. 1700-1721 yılları arasındaki Kuzey Savaşları sırasında Ruslar bu bölgeyi İsveçlilerden alarak kendi ülkeleri sınırlarına katmışlardır.
Old Town denilen eski şehir merkezindeki "Melngalvju nams" (İngilizce: 'House of The Black Head') (Karakafalıların Evi), televizyon kulesi, Aziz Peter Katedrali, Riga Kalesi ve "Dannenšterna nams" (Dannestern Malikanesi) görülmesi gereken yerlerdir.
Emmy Ödülleri
Emmy Ödülleri, Amerikan televizyon yapımlarına verilen ödüldür. Peabody Ödülleri'ne benzer; fakat ondan farklı olarak daha fazla eğlence odaklıdır. Emmy ödülleri film sektöründeki Akademi Ödülleri, tiyatrodaki Tony Ödülleri ve müzik sektöründeki Grammy Ödülleri'ne karşılık gelmektedir.
Emmy Ödülleri birbiriyle bağlantılı fakat birbirlerinden tamamen ayrı üç kuruluş tarafından takdim edilir: Her birisi Emmy Ödülleri seramonilerinin belirli bir bölümünün yönetiminden sorumludur.
Emmy Ödülleri arasında en iyi bilineni Primetime Emmy Ödülleri'dir. (bunlardan bazıları; "Yaratıcı Sanatsal Emmy Ödülleri" ve "Gündüz Programı Emmy Ödülleri" olarak sınıflandırılır.)
Los Angeles merkezli Academy of Television Arts & Sciences (ATAS), görüntü oluşturma ve halkla ilişkiler fırsatının bir parçası olarak Emmy Ödülleri'ni kurdu.
İlk Emmy Ödülü 25 Ocak 1949 tarihinde "Hollywood Athletic Club" isimli programa verilmiştir. "Emmy" adı, eski televizyon kameralarındaki kamera tüpü için kullanılan "immy" lâkabının feminenleştirilmiş biçimiydi. Shirley Dinsdale ilk Emmy Ödül Töreni'nde ilk Emmy Ödülü'nü alma ayrıcalığına sahip olan ilk kişi oldu.
1950'lerde ATAS organizasyonu, ülke genelinde yaptığı televizyon yayınlarıyla, ülke çapında bir olaya dönüştürdü. Doğu Kıyısı'nda üyelerine hizmet eden ve Emmy Ödülleri'ne danışmanlıkta yardım eden kardeş organizasyon National Academy of Television Arts and Sciences (NATAS), New York'ta kuruldu. NATAS aynı zamanda ABD'nin küçük bölgelerine uzanan ve her birinin yerel programcılık sektörü için kendi Emmy ödülleri şovunu düzenleyen bölgesel bölümler kurdu. ATAS halen Los Angeles bölgesinde, bölgesel programları ödüllendiren ayrı bir bölgesel tören düzenlemeye devam etmektedir.
Orijinal olarak ABD ulusal yayınıyla her yıl gösterimleri ödüllendiren sadece bir Emmy Ödül töreni düzenlenmekteydi. Bu 1974'te sadece gündüz programı kuşağına özel olarak Daytime Emmy Ödülleri ilk kez ayrı bir ödül gösterisi olarak düzelendiğinde değişti. Diğer alanlardaki özel Emmy Ödülleri törenleri onları takip etti. 1970'lerin başında Amerika dışındaki yapımları ödüllendiren Uluslararası Emmy Ödülleri yapılmaya başlandı. Bu sırada tüm bu ayrı kategorilerdeki ve değişik alanlardaki Emmy kazananlar, ATAS'ın resmi kayıtlarında Primetime Emmy Ödülleri ile birlikte listelenmektedir.
1977'de tüm anlaşmazlıkların neticesinde, ATAS ve NATAS aralarındaki bağı ayrımak konusunda anlaştılar. Fakat aynı zamanda da Emmy heykelciği ile ticari markasının mülkiyetinin paylaşılması ve her birinin ödül şovlarının yönetiminin bir kısmından sorumlu olamaları konusunda da anlaşmaya vardılar.
Elinde bir atom tutan kanatlı kadın heykelcikleri Emmy Ödülleri'nin ortaya çıkışının ardından televizyon akademilerinin televizyon bilim ve sanatını desteklemek ve yüceltmek hedefini simgelemeye başladı. Heykelcikteki kanatlar sanatın ilham perisini, atom ise bilimin elektronunu temsil etmektedir. Heykelcik televizyon mühendisi Louis McManus tarafından karısını model alarak dizayn edilmiştir.
Emmy Ödül heykelcikleri El Dorado, Kansas'ta bulunan El Dorado Correctional Facility adındaki özel şirket tarafından maksimum güvenlik önlemleriyle hazırlanmaktadır.
Nüfuslarına göre şehirler listesi
Dünya'nın en kalabalık şehirleri sıralamasına göre; kent nüfuslarına göre dünyanın en kalabalık kenti Şangay'dır. Ancak Metropol nüfusları dikkate alındığında Tokyo 34.000.000 kişilik nüfusuyla ilk sırada yer alır. 2008 yılı verilerine göre kentler şu şekilde sıralanmaktadır:
Lagos
Lagos, Nijerya'nın en büyük şehri ve eski başkentidir. Batı Afrika'nın en hızlı gelişen kentlerinden biridir. Lagos, İddo, İkoyi ve Victoria gibi bataklık adalarını ve Gine Körfezi'nin bir girintisi olan Benin Körfezi kıyılarını içine alır. Adaları birbirine ve kıyıya bağlayan köprüler vardır. Anakaradaki Apapa önemli bir liman bölgesidir. Nijerya'nın dışarıya sattığı ürünlerin önemli bir bölümü bu limandan gönderilir.
Bugünkü Lagos'un kurulu olduğu bölgeye ilk kez 15. yüzyılın sonlarında ayak basan Portekizliler, daha sonra burada bir köle ticareti merkezi kurdular. 1914'te Nijerya'nın başkenti olan Lagos, 19. yüzyıl boyunca İngiliz egemenliği altında kaldı.
Lagos'taki başlıca sanayi dalları biracılık, basım, otomobil montajı, gemi onarımı, sabun, lastik ve mobilyadır. Balık sanayisi de önemli bir yer tutar.
1962'de kurulan Lagos Üniversitesi'nin, hukuk fakültesi ve eğitim hastanesi vardır. Lagos'un iklimi, boğucu sıcak ve sağlıksızdır. Altyapı hizmetleri, hızla artan nüfusun gereksinimlerini karşılayamamaktadır. Elektrik ve su dağıtımında sık sık aksaklıklar olurken, fabrikalar da büyük çapta hava kirliliğine yol açmaktadır. 12 Aralık 1991'de başkentlik statüsünü kaybetti ve yeni başkent Abuja şehri oldu.
Gazişehir Gaziantep FK
Gaziantep FK 1988-1999 yılları arasında Sankospor adıyla mücadele ederken 30 Haziran 1999'da yapılan kongrede Gaziantep Büyükşehir Belediyespor ismiyle 1999-2016 yılları arasında ve 14 Temmuz 2016'da yapılan kongrede Büyükşehir Gaziantepspor ismiyle 2016-2017 yılları arasında liglerde mücadele etmiştir, Sanko Holding'in desteklediği 1988 yılında kurulan bir spor kulübüdür. Kurucu kulüp başkanı Adil Sani Konukoğlu'dur. Maçlarını Gaziantep Stadyumu'nda oynamaktadır.
Mavi-beyaz renklere sahip olan Büyükşehir Gaziantepspor Kulübü, birçok branşta faaliyet ve başarı göstermiştir.
1988'de kurulan kulüp 1993'te 3. Ligde mücadele etmeye başlamıştır. 1996-1997 sezonunda 3. Ligde şampiyon olarak 1. Lige (O zamanki adıyla Türkiye 2. Futbol Ligine) yükselmiştir.
2001-2002 sezonunda 2. Lig kurulunca bir önceki sezon başarılı olamadığı için 1. Ligden 2. Lige düştü.Kulüp başkanlığını 22.06.2004 tarihinde devralarak kulüp tarihinde 3. kez başkanlığa seçilen Gazeteci ve Spor Yazarı, Olay Medya Şirketler Grubu kurucusu ve Yönetim Kurulu Başkanı spor adamı Mehmet Erol Maraş, kulübü yönetim, teknik ekip, taraftar ve oyuncuları ile birlikte 11 ay gibi kısa bir sürede 2004-2005 sezonunda şampiyonluğa taşıyarak 1. Lig'e çıkartmış ve Gaziantepspor'dan tam 20 yıl sonra Gaziantep'li sporseverlere ayrı bir şampiyonluk heyecan ve mutluluğu tattırmıştır. Belediyespor, şampiyon olduğu 22.05.2005'ten bu yana 1. Lig'de mücadele etmektedir. Mehmet Erol Maraş, başkan seçildikten tam 11 ay sonra 22 Mayıs 2005 günü takımı 2. ligde şampiyon yapıp 1. Lige yükselttikten sonra görevini aday olmayarak kendi isteği ile kulüp kurucularından Saip Konukoğlu'na devretmiştir.
Gaziantep Büyükşehir Belediyespor Kulübü, Teknik Direktör Ali Güneş yönetiminde grup birincisi olarak 2004/2005 futbol sezonunda şampiyon olduğu yıl 93 gol atarak Avrupa'nın en çok gol atan takımı olmuş ve bir rekor kırmıştır.
Gaziantep Bel |
ediyespor, Gaskispor ile ortaklaşa kullandıgı Gaski Spor tesislerine sahiptir. Belediyespor Kulübünün Teknik Direktörü Erkan Sözeri'dir. Gaziantep Büyükşehir Belediyespor maçlarını, Gaskispor ile birlikte Pancarlı mevkiindeki Gaski Stadında yapmakta ve her iki kulübün futbolcu ve teknik heyeti bu tesislerde barınmaktadırlar. Gaziantep Büyükşehir Belediyespor 2010-2011 sezonunu 57 puanla bitirerek play-off'a kalmıştır. Play-off'ta Orduspor'a 1-0 yenilerek Süper Lig'e çıkamamıştır.
2014-15 transfer sezonunda ise Beşiktaş'tan Muhammed Demirci, Fenerbahçe'den Gökay Iravul'u kiralayan takım, Akhisar Belediyespor'dan Çağdaş Atan, Sertan Vardar'ı kadrosuna katmıştır. O sezon Newcastle United FC'dan Shola Ameobi'yi kadrosuna katan ekip, 1. Lig'e Premier League'den transfer yapan ilk takım olmuştur.
15 Haziran 2017 tarihinde yapılan genel kurulda kulüp yönetimin almış olduğu kararla kulüp, belediye bünyesinden çıkarılmış ve adını Gazişehir Gaziantep Futbol Kulübü olarak, renklerini ise kırmızı-beyaz olarak değiştirmiştir.
1997-2001, 2005-
2001-2005
1993-1997
1988-1993
Şampiyonluk (1) : 2004-2005
Şampiyonluk (1) : 1996-1997
Çeyrek Final (1) : 2010-2011
*Kademe-Klasman grubu olan sezonlar birleştirilerek yzaılmıştır.
*Play Off maç sonuçlarıda dahildir sezona
Fransa Bisiklet Turu
Fransa Bisiklet Turu (Fransızca: Tour de France), bisiklet sporunun en prestijli yarışlarından biri.
İlk olarak 1903 yılında yapılan yarış zamanla sporun en önemli organizasyonu haline gelmiştir. Özellikle 1960'lardan sonra popülaritesi iyice artan tur, son yıllarda uluslararası niteliğini pekiştirmiştir. Artık Fransa Turu'nun etapları, Benelux ülkeleri, İtalya ve İsviçre'yi de kapsayacak şekilde düzenlemektedir. ZDF, Eurosport, Rai Sport gibi dünyanın önemli spor yayıncılarının üç hafta boyunca canlı olarak ekrana getirdiği Fransa Bisiklet Turu, yıllık spor organizasyonları arasında yayını en fazla izlenen spor yayınları arasında bulunmaktadır.
Fransa Turu'nu en çok kazanan isim, 2005'teki üst üste 7. şampiyonluğunun ardından sporu bıraktığını açıklayan Amerikalı pedal Lance Armstrong'dur. Ancak Armstong'un unvanları doping yaptığı gerekçesi ile USADA tarafından elinden alınmış ve UCI tarafından bir basın açıklaması ile doping nedeniyle 1998-2005 arasında turda herhangi bir birinci olmadığı duyurulmuştur. Armstrong'dan sonra en fazla şampiyonluk yaşayan isimler beş zaferle Eddy Merckx, Bernard Hinault, Miguel Indurain ve Jacques Anquetil'dir.
Fransa Turu'nda genel klasman birincisi sarı mayoyu giyer. Turun ilk etabında ise sarı mayoyu bir önceki yılın şampiyonu taşır. Her gün yapılan etaplarda elde edilen dereceler üst üste konularak genel klasman belirlenir ve sarı mayo genel klasmanın ilk sırasındaki bisikletçi tarafından taşınır.
Turda puan klasmanının lideri, yeşil mayoyu giyer. En iyi sprinter'a verilen yeşil mayonun klasmanı, etap içinde zorlu derecelerine göre puanları değişen sprint kapılarından geçen bisikletçilerin aldığı puanlarla belirlenir. 1996 ve 2001 yılları arasında ünlü Alman sprinter Erik Zabel, üst üste altı kez yeşil mayoyu kazanarak bu alanda rekoru kırmıştır.
En iyi tırmanışçıya verilen birinciliği ise kırmızı puanlı mayo temsil eder. Tırmanış etaplarında 1., 2. ve 3. kategoriden tırmanış kapılarında alınan puanlar toplanarak, turun en iyi tırmanışçısı seçilir. Tur tarihindeki en iyi tırmanışçı, 2004'te 7. kez kırmızı puanlı mayoyu giyerek kariyerini noktalayan Fransız bisikletçi Richard Virenque olmuştur.
Beyaz mayo, turun en iyi genç bisikletçisine verilir. 25 yaş altındaki bisikletçilerin girebildiği bir klasmandır.
A. Bjarne Riis 1996 Fransa Bisiklet Turu boyunca doing kullandığını itiraf etti. Bu Tur'un üzerinden çok uzun bir süre geçtiğinii belirterek hiçbir değişiklikte bulunmayan UCI'ye rağmen, Tur organiatörleri bundan sonra, artık onun Tur kazananı unvanını elinden aldı. 1996 Tur'unu Jan Ullrich 2. sırada bitirmişti.
B. Lance Armstrong, 7 kez arka arkaya, 1999'dan 2005'e kadar olan Tur'ların kazananıdır. Fakat Ekim 2012'de UCI tarafından bütün galibiyetleri doping maddesi kullandığı gerekçesiye eliden alınmıştır. Tur direktörü Christian Prudhomme, daha önce yaptığı bir açıklamasında:""Eğer böyle bir durum mevcutsa hiçbir şekilde bir kazanan olmamalıdır."" Demişti. Ancak bu söylem, henüz resmi bir şekilde kabul edilmiş değildir.
C. Floyd Landis, 2006 Fransa Bisiklet Turu'nun son gününde Tur'u lider olarak bitirmişti, ancak daha sonra Tur sırasında 17. Etap zaferi sırasında doping kullandığı tespit edildi. Amerika Birleşik Devletleri Anti Doping Örgütü, Landis'i performans artırıcı doping maddesi kullanmaktan suçlu buldu. 20 Eylül 2007'de Kazanan unvanı geri alınmıştır.
D. Alberto Contador, 2010 Fransa Bisiklet Turu'nda zafere ulaşan isim olmuştur. Fakat dinlenme günündeki doping testinde, performans artırıcı madde kullandığı tespit edilmiş e test sonuçları pozitif çıkmıştır. CAS, Tur sırasında "clenbuterol" adlı maddeyi kullandığı gerekçesiyle Contador'u suçlu bulmuştur ve 6 Şubat 2012'de kazanan unvanını geri almıştır.
Elm Sokağında Kâbus
Elm Sokağında Kâbus (A Nightmare On Elm Street), Wes Craven tarafından yazılmış ve yönetilmiş 1984 yapımı Amerikan korku filmidir. John Saxon, Heather Langenkamp, Ronee Blakley, Amanda Wyss, Jsu Garcia, Robert Englund ve Johnny Depp adlı oyuncular filmin kadrosunda yer almaktadır. Johny Depp, oyunculuğa ilk adımını bu filmle atmıştır. Film, Ohio’da Springwood isimli kurgusal bir kasabada birkaç gencin rüyalarında seri çocuk katili Freddy Krueger’ın hayaleti tarafından katledilmelerini konu alır.
Wes Craven filmi yaklaşık 1.8 milyon $ bütçeyle çekmişti. Gösterimde daha ilk haftada bu miktarı telafi etti. ABD’de 25.5 milyon $ gişe hasılatı elde etmiştir. Film, korku türünde çok önemli bir yere kavuşmuş, filmin kötü adamı Freddy sinema tarihinde en çok bilinen kötü karakter olmuştur. Hem eleştirmenler hem de Craven filmin başarısında slasher türü (gençlerin psikopat bir seri katil tarafından katledildiği filmler) korku filmlerin altın çağını başlatan Halloween (1978) filminin önemli rol oynadığını ifade ediyorlardı.
Gerçeklik ve rüya alemi arasında gidip gelen bir öyküsü vardı. Rüyalar aleminde var olan Freddy Krueger gerçek dünyadaki insanları öldürebiliyordu. Devam filmleri de gerçeklik ve rüya arasındaki farkları bulanıklaştırmaya devam etmiştir.
Bıçaklar olan bir eldiven giyen bir karakter tarafından karanlık bir kazan dairesinde takip edilmektedir. Tam yakalandığı sırada Tina çığlık atarak uyanır ama geceliğinde tıpkı kâbusundaki gibi kesikler bulunmaktadır.
Ertesi gün arkadaşı Nancy’ninde aynı rüyayı gördüğünü öğrenir. O gece Nancy ve erkek arkadaşı Glen, Tina’nın kendini daha iyi hissetmesi için orada kalmaya karar verirler. Daha sonra Tina’nın serseri erkek arkadaşı Rod onlara katılır. Rod ve Tina birlikte yatak odasına çekilirler. Tina uykuya daldığında kâbus görmeye başlar. Rüyada bu sefer kötü adam Tina’yı yakalar ve doğramaya başlar. Tina’nın yatakta tepinmesiyle Rod uyanır. Tina’nın görünmez bir bıçak tarafından karnının deşildiğini ve tavana doğru sürüklendiğini görür. Odada başka kimse olmadığı için bunu Rod’un yaptığından şüphelenirler ve ertesi gün polis tarafından tutuklanır.
Nancy daha sonra 3 dehşet verici kâbus daha görür. Hepsinde de Tina’ya saldıran korkunç bir karakter vardır. Bunun üzerine Nancy, Rod ile konuşmak için hapishaneye gider. Rod ne gördüğünü anlatınca Nancy kendi kâbuslarındaki kişinin Tina’yı öldürdüğünü anlamaya başlar. Nancy ve Glen geç bir vakitte Rod ile konuşmak için karakola giderler. Ama Rod’u çarşafıyla boğulmuş halde bulurlar. Nancy hariç herkes bunun intihar olduğunu düşünmektedir.
Nancy, annesi Marge tarafından rüya terapi kliniğine götürülür. Burada uykuya dalar ve tekrar kâbus görmeye başlar. Uyandırıldığında bu sefer kolunda bir kesik vardır. Ama rüyasından bir şey getirmiş olduğunu anlar; kötü adamın şapkası. Marge'nin bir şeyler gizlediğini anlar. Nancy şapkadaki Freddy Krueger isminin kim olduğunu sorar ama annesi "o öldü" yanıtını vermekle yetinir. Daha fazla saklayamayan Marge, Nancy'ye olayı anlatır. Yıllar önce 20'den fazla çocuğu öldüren ve delil yetersizliğinden mahkemece serbest bırakılan bu katili öfkeli ebeveynler kendileri cezalandırmaya karar vermiş ve Freddy Krueger’ı kendi kazan dairesinde diri diri yakmışlardır. Şimdi ise Freddy intikam almak için geri gelmiştir.
Nancy, Glen'in yardımıyla Krueger’ı yakalamak için bir plan yapar. Ancak daha fazla dayanamayıp uykuya dalan Glen yatağın içine doğru çekilir ve öldürülür. Nancy, Freddy’yi gerçek dünyaya çekip getirmiştir. Nancy evin içinde koşarak Freddy’yi daha önce kurduğu bubi tuzaklarına doğru çekmeye çalışır. Freddy’i ateşe verdikten sonra onu bodruma kilitler. Polis olan babası o sırada Glen cinayetini incelemek için karşı binadadır. Nancy’nin çağrısını duyan babası hemen eve gelir. Bu arada Freddy bodrumdan çıkmış ve Marge’ı yastıkla boğmak üzeredir. Freddy, Nancy ile babasını görünce gözden kaybolur. Nancy babasını aşağı yollar. Freddy ile yüzleşmek için hazırdır. Ortaya çıkan Freddy’e korkmadığını belli etmek için sırtını döner. Ve O’nun tüm enerjisini çekip alır. Freddy yok olup gider.
Sonraki sahnede sabah olmuş ve rüyadan uyanılmışcasına her şey normale dönmüş gibidir. Nancy okula gitmek üzere Glen ile birlikte arabaya biner. O sırada Nancy hala bir rüyada olduğunu anlar. Araba Freddy’nin kontrolü altındadır, Nancy’nin çığlıkları arasında hareket eder. Marge’ın kapı camından içeri çekilmesiyle film sona erer.
Oyuncular arasında, Robert Englung ve John Saxon gibi eski aktörlerin yanı sıra Johnny Depp ve Heather Langenkamp gibi tanınmamış genç oyuncuları da bulunmuştur. Düşük bütçe yüzünden filmde büyük isimler oynatılamadı ve oyuncuların çoğu bayağı düşük ücretle çalıştılar.
Filmin fikri, yönetmen Wes Craven’ın çocukluğunda yatıyor olabilir. LA Times gazetesindeki çeşitli makalelerden ilham alınarak filmin anafikri oluşturulmuştur. Bu yazılarda Amerika’ya kaçan bir grup Kamboçya’lı mülteciden bahsediliyordu. Mülteci |
lerin çocukları korkunç kâbuslar görüyorlardı ve uyumayı reddediyorlardı. Tıbbi tedavilerine başlanan çocuklar uyuduktan kısa süre sonra öldüler. Buna ek olarak bir gece, genç Craven pencereden yaşlı bir adam gördü. Adam durdu ve Craven’a baktı. Sonra yürüyüp gitti. Bu adam Freddy Krueger’ı yaratmak için bir ilham kaynağı olmuştu.
Craven ayrıca filmin konseptini doğu dinleri üzerine çalışarak geliştirdiğini ifade etmiştir. Başka kaynaklar ise 1968’de Craven’ın Clarkson Üniversitesi’ndeki öğrencilerinin yaptığı bir film projesinden etkilendiğini söylerler. Bu film modern korku filmlerini tiye alıyordu. Ve Potsdam, New York’ta Elm Sokağı’nda çekilmişti. Filmde Potsdam şehrinin adı tersten yazılarak Madstop olarak değiştirilmişti. Ayrıca, tesadüf olarak, 1957’de 3 çocuğun katili olarak hapse atılan, Kanada’lı seri katil Peter Woodcock, 1982 yılında adını resmi olarak David Michael Krueger olarak değiştirmişti. Akıl hastanesine gönderilen Woodcock, burada dördüncü cinayetini işlemiştir. Bununla beraber Craven, Freddy Krueger karakterinin bu katille ilişkisi olmadığını söylemiştir. Craven, bu ismin çocukluk yıllarından geldiğini ifade ediyor. Okulda Fred Krueger isimli bir çocuk tarafından rahatsız edilen Craven, karakterin adının buradan geldiğini söylüyor. Ayrıca daha önceki filminde (The Last House on the Left, 1972) tecavüz suçlusunun adı Krug'du.
Craven, Krueger’ın görünüşünü çocukken kendisini korkutmak için söylenen kırmızı-yeşil süveterli evsiz bir adama dayandırmıştır. Başlangıçta çocuk istismarcısı olarak düşünülen karakter daha sonra çocuk katili olarak değiştirilmiştir.
Wes Craven filmin senaryosunu yazmaya 1981 yılında yazmaya başladı. Senaryoyu çeşitli film şirketine götürmüşsede hepsi farklı sebeplerle geri çevirmiştir. İlginçtir ki senaryo (çocuklara yakın içerikler hazırlayan) Walt Disney Productions’a bile götürülmüştür. Paramount Pictures ise o sıralar yapımı süren Dreamscape (1984) filmiyle benzerliklerinden dolayı Craven’ı geri çevirmişti. En sonunda New Line Cinema isimli yeni, bağımsız bir şirket tarafından kabul edildi. Film, şirket tarihinde önemli bir yer tutar. Stüdyosunun Freddy’nin Evi olarak anılmasına sebep olmuştur.
Filmde kullanılan kurgusal adres 1428 Elm Sokağı’dır. Evin bulunduğu gerçek adres Los Angeles, California’daki 1428 North Genesee sokağıdır. Yapım esnasında 500 galondan fazla sahte kan özel efektler için kullanıldı. Tina’nın ölümünde kullanılan dönen oda seti Glen’in ölümündeki meşhur kan gayzeri sahnesi için de kullanıldı. Set ters olarak kuruldu. Kameralar buna göre yerleştirildi. Bu sahneler için yapay kan yerine kırmızı su kullanıldı ki fışkırma efekti daha gerçekçi olsun. Freddy’nin Nancy’ye saldırdığı banyo sahnesinde dipsiz bir küvet vardır. Yüzme havuzunun üzerinde kurulan bir banyoda bu küvet kullanıldı. Nancy’nin su altına çekildiği sahnelerde Heather Langenkamp’ın yerine dublör kullanılmıştır. Nancy’nin rüyasında gördüğü eriyen merdiven ise pasta ile hazırlandı.
Wes Craven filmin sonunun daha farklı olmasını planlıyordu. Nancy, Freddy’ye inanmayı bırakarak onu öldürecek, sonra uyanacak ve olan her şeyin uzun bir kâbus olduğunu anlayacaktı. Ama New Line başka türlü bir son istedi. Bu bitişe göre; Freddy ortadan kaybolacak, her şey bir rüya olarak gözükecek. Tam o sırada Freddy araba ile Nancy’yi esir alacak. Ve Nancy’nin annesini kapının camından uzanarak içeri çekecekti. Her iki bitiş sahneleri de çekildi ama sonuçta New Line’ın istediği bitiş kullanıldı. Daha sonra devam filminin çekilmesini istemeyen Craven, New Line ile yollarını ayırdı.
Amerika’da 9 Kasım 1984’de 165 sinemada gösterime girdiğinde ilk haftada 1.271.000 $ gişe hasılatı yaptı. Toplamda ise 25 milyon dolar gelir elde etti. Ayrıca Avrupa, Çin, Kanada ve Avustralya’da yayınlandı. 1985’in başlarında video kaset olarak çıkarıldı. Film zamanla kült klasikler kategorisine girdi. 1999’da serinin 7 bölümünü içeren dvd koleksiyon seti yayınlandı. Daha sonra 2006’da bu setin özel bir versiyonu hazırlandı.
Dündar Kılıç
Dündar Ali Kılıç (d. 1935, Sürmene - ö. 10 Ağustos 1999, İstanbul), Türk ünlü kabadayı.
1935 yılında Sürmene'de doğmuştur. Doğumundan kısa bir süre sonra ailesiyle birlikte Ankara'ya göç etti. Yetişkin çağlarında Ankara'da ünlü olan kabadayılarla yakınlık kurmaya başladı. Yakın dostlarından olan Şahamettin Kınalı ile Ulus'ta bir kumarhanede oturdukları sırada ışıkların kapanmasıyla Kürt Cemali lakaplı Cemali Coşan öldürüldü ve olaydan Kabadayı Mehmet sorumlu tutuldu. Kürt Cemali'nin öldürüldüğünü gören Kılıç, can tehlikesi nedeniyle ailesiyle birlikte İstanbul'a göç etti. O dönemde ters düştüğü ünlü kabadayı Avni Çakıroğlu'nu yaraladı. Bu arada sayısız yaralama ve ruhsatsız silah taşıma yüzünden hapishaneye girdi. 12 Eylül Darbesi'nden sonra uyuşturucu kaçakçılığı suçundan 5 yıl hapis yatmıştır.
1984 yılında yapılan "Babalar Operasyonu"nda sorguya alındı. Silah ve uyuşturucu kaçakçılığı suçlamalarıyla, Abuzer Uğurlu ve Behçet Cantürk'le birlikte yargılandı. 5 yıllık yargılamalardan sonra beraat etti. Dönem dönem yaptığı birçok açıklamada "devlet içinde faaliyet gösteren çetelerden" bahsetti. 1994 yılında ağabeyi Yahya Alikılıç'ı kaybetti. Kızı Uğur Kılıç'ın da karıştığı Civangate Skandalında da adı geçti. Uğur Kılıç'ın bu olay neticesinde öldürülmesi üzerine çıkan yorumlara,"Karanlıkta koşanlar düşer" şeklinde demeç verdi. Susurluk skandalı ile beraber, bilgilerinden yararlanılmak üzere TBMM Araştırma Komisyonu tarafından ifade vermeye çağrıldı.
1994 yılında kızı Uğur Kılıç'ın ve 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın eşi Semra Özal'ın ricasıyla Selim Edes ve Engin Civan arasındaki anlaşmazlığı çözmek için aracı oldu. Bu olay sırasında damadı Alaattin Çakıcı ile karşı karşıya geldi. Kızı, Çakıcı'dan ayrıldıktan sonra Uludağ'da kocasının adamları tarafından vuruldu.
10 Ağustos 1999'da İstanbul'da üst solunum yetmezliği nedeniyle vefat etti. Cenazesinde yeraltı, sanat ve iş dünyasından birçok ünlü hazır bulundu. Doğan Yurdakul, Kılıç hakkında ""Abi: Kabadayılar, Mafya ve Derin Devlet"" kitabını kaleme almıştır.
Renminbi
Renminbi (人民币) Çin'in resmi parası, birimi Yuan'dır (ISO 4217: CNY -"ChiNa Yuan"), ama çoğunlukla RMB (Ren Min Bi) kullanılmaktadır. İşaret: “¥”. Çin Halk Bankası (Çin Merkez Bankası) tarafından basılır.
Çin Halk Cumhuriyeti'nde kullanılan daha küçük para birimleri "Yuan(元 veya 圆)'ın" bölünmesi ile oluşur. Yuan'ın 10'a bölünmesi ile "Jiao" ve onuda 10'a bölümü ile "Fen" ortaya çıkar. Yani; 1 Yuan(元) = 10 Jiao(角) = 100 Fen(分) olarak kullanılmaktadır.
Piyasada 100 Yuan, 50 Yuan, 20 Yuan, 10 Yuan, 5 Yuan, 2 Yuan, 1 Yuan, 5 Jiao (0,5 Yuan), 2 Jiao (0,2 Yuan), 1 Jiao (0,1 Yuan), 5 Fen (0,05 Yuan), 2 Fen (0,02 Yuan), 1 Fen (0,01 Yuan) değerinde para görünmektedir.
Kur ilgili güncel bilgiler, Çin Halk Bankası'nın internet sayfasında yayımlanır.
Çin Halk Bankası, bu güne kadar toplam 5 farklı baskı seri piyasaya çıkarmıştır. I. II. ve III. baskının kâğıt parası kullanılmamaktatır.
RenMinBi Çin Halk Cumhuriyeti'nin ana kıta bölgesinde kullanılmaktadır. Ancak Hong Kong, Macau özel yönetim bölgelerinde temel yasalara göre kendi paraları Hong Kong Yuan(港币), Macau Yuan(澳元) basmaktadır. RenMinBi bu gölgelerde resmi para değildir, ama bazı mağaza ve banka bunu kabul eder ve onunla çalışır.
Tayvan'da XinTaiBi kullanmakta, tüm alışveriş TWD ila yapılır. Kanulara göre RenMinBi sadece değer olan bir kâğıttır, geçerli para değildir. Banka ve mağazalar RenMinBi kabul etmez, ama 3 ve 4 Ekim 2005 tarihinde MaZu(马祖) ve JinMen(金门)'deki finans kurumlar, iskeleler ve uçak limanlarda RenMinBni'nin değiştirme işlemi yapmaya başladı. Bir seferde değiştirme üst sınırı 20,000Yuan.
Çin'in Para Birimi (Yuan) Banknot Olarak 5 Y , 10 Y , 50 Y , 100 Y Ve 1.000 Y'dir. Madeni Para Olarak 1 R , 10 R , 50 R ,
1 Y Ve 2 Y'dir. Günümüzde İnsanlar V. Yuan Serisini Kullanıyor.
I. Yuan 1830 - 1884
II. Yuan 1884 - 1928
III. Yuan 1928 - 1953
IV. Yuan 1953 - 1987
V. Yuan 1987 - 2009
Commerzbank-Arena
Commerzbank-Arena, Almanya'nın Frankfurt şehrinde bulunan stadyumdur.
Şehrin Bundesliga takımı Eintracht Frankfurt ile Amerikan Futbolu takımı Frankfurt Galaxy maçlarını bu stadyumda yapmaktadır. 52.300 koltuk kapasitesi bulunan stadyum önceleri Waldstadion olarak anılırken yapılan sponsorluk anlaşması ile 2005 yılından itibaren Commerzbank-Arena adını almıştır.
İlk olarak 1925 yılında açılan Waldstadion, İkinci Dünya Savaşı boyunca daha çok politik amaçla kullanılmıştır.
Stadyum, 2005 yılında Almanya'da düzenlenen FIFA Konfederasyonlar Kupası finaline ev sahipliği yapmıştır. Bu turnuva için ve 2006 FIFA Dünya Kupası'nda da kulanılacağı için çok büyük yenilemeye gidilmiş ve neredeyde yeniden yapılmıştır. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası elemeleri'nde, aldığı cezadan dolayı 3 maç seyircisiz ve tarafsız sahada oynama cezasına çarptırılan Türkiye millî futbol takımı; grubundaki Malta, Moldova ve Norveç maçlarını burada oynadı. Ayrıca bu stat, 2006 yılında ilk defa düzenlenen Türkiye Süper Kupası şampiyonasınada ev sahipliği yapmıştır.
Martin Heidegger
Martin Heidegger (26 Eylül 1889 - 26 Mayıs 1976), varoluşçu felsefenin önde gelen isimlerinden biri olarak bilinen Alman filozof.
26 Eylül 1889'da Baden eyaletinde doğdu. Çocukluğundan itibaren dine ve felsefeye eğilimli biri olarak yetişti. Felsefi çalışmalarıyla olduğu kadar, yaşamı ve çeşitli dönemlerde sergilediği politik tutumlarıyla da tartışma konusu oldu. Felsefi yetkinliği ve önemi yadsınamazken politik konumları dolayısıyla sürekli sorunlu bir ilişkinin taşıyıcısı oldu ve bu durum çoğu zaman felsefi çalışmalarının tam olarak değerlendirilmesini gölgeledi.
Freiburg Üniversitesi'nde Katolik ilahiyati ve Hristiyan felsefesi okudu ve 1914 yılında ilk çalışması ve doktora tezi, "Psikolojide Yargı Kuramı" ile dikkat çekmeye başladı.
1923'te Marburg Üniversitesi'nde profesör oldu. 1927 yılında "Varlık ve Zaman" yayımlandı ve yayımlanışından itibaren yalnızca varoluşçu felsefe açısından değil, 20.yüzyıldaki bir bütün felsefe tartışmaları b |
ağlamında bir şekilde etkili oldu. Heidegger burada, bütün bir Batı Felsefesi geleneğini "metafizik" olmakla eleştirdi, ki sonrasında postmodern felsefe bu argümanı başka düzlemelerde yeniden değerlendirecektir.
1933 yılından itibaren Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte Heidegger Nazi Partisi'ne katıldı. Bu dönemde Freiburg Üniversitesinde rektör oldu. Heidegger'in bu dönem boyunca izlediği politika her zaman tartışma konusu olmuş ve onun çalışmalarının değerlendirilmesine gölgeler düşürmüştür. Nazilere katıldığı gerekçesiyle 1945'te üniversiteden uzaklaştırıldı ama sonra 1952'de yeniden üniversiteye dönebildi. Daha sonra yanlış yaptığını söylemesi de üzerine düşen gölgelerin sona ermesini sağlamamıştır, ancak bununla birlikte onun teorik çalışmalarının değeri her zaman kendini buna rağmen korumuş ve felsefe açısından önemli yerini muhafaza etmiştir.
Heidegger'in felsefi çalışmalarında hocası Edmund Husserl'in ve fenomenoloji felsefesinin etkileri açıkca görülür. Buna bağlı olarak felsefe-dışı sayılan pek çok kavramı felsefeye taşıdı ve varoluşçu felsefecilerde (örneğin Kierkegaard'ın korku, umutsuzluk, kaygı vb. kavramlarla yaptığı gibi) görülen tarzda analizlere yöneldi ve bunları derinleştirdi. Kaygı, sıkıntı, merak, ölüm, korku gibi terimleri felsefe düzlemine taşıdı. Fenomenolojiyi Varlık sorunu bağlamında yeniden yorumladı ve kullandı. Heidegger'in Husserl etkisi ile kendine özgü bir "varoluşçu felsefe" oluşturduğunu söylemek mümkündür. Diğer taraftan Heidegger, kendi felsefesinin Sartre tarafından yanlış anlaşıldığını ve varoluşçuluğun düşüncesini açıklamak için doğru bir terim olmadığını belirtmiştir.
Heidegger'ın düşüncesine göre, insan bu dünyaya öylece "bırakılmıştır". Bu "bırakılmışlık" fikri birkaç yönden varoluşçu felsefenin temel argümanlarını sürdürür ve derinleştirir. Varoluşa bırakılmışlığı ile insan kendi varlığını oluşturma özgürlüğüne zorunlu olarak bırakılmıştir aslında. Ama "başlangıçta", bırakılışın kendisi bir özgürlük yokluğudur -"sondaki" ölümün kaçınılamazlığı gibi.
"İnsan", varoluşun ortasına öylece, "orada bir varlık olarak" (Dasein) atılmıştır. Bu bir tercih ya da seçimin sonucu değildir. Ve insan, bu "bırakılmışlık içinde" tercihler ve seçimleriyle kendi yaşamını ileriye dogru "kurar". Burada "zorunlu" bir "özgürlük deneyimi" söz konusudur. İnsan kendi varlığını gerçekleştirmek üzere sürekli seçimler ve tercihler yapmak durumundadır, yani özgürlüğünü gerçekleştirmek zorundadır. Ölüme kadar. Heidegger'in felsefesinde ölüm fikri, bu bakımdan önemli bir yer tutar. İnsan, bırakılmışlığında ölüme yazgılıdır ve varoluşunu buna göre gerçekleştirmelidir.
Heidegger ayrıca, genel anlamda söylenecek olursa, teknik'in gelişimiyle birlikte şekillenen dünyanın eleştirisini yapmaya yönelmiştir ve modern dünyada buna karşı düsüncenin görevlerini belirlemeye calışmıştır. "Varlık sorusu", onun tüm felsefi çalışmalarinin özü ve özetidir. Bu çalışma varlık'ın unutulmuşluğuna yapılan bir itirazla başlar ve devam eder. Kant, Hegel ve Husserl'den etkilendiğini belirtmenin yanı sıra, Nietzsche ile girdiği eleştirel ilişkinin de belirtilmesi gerekir. Heidegger, yapısalcılığa benzer ama başka bağlamlarda Dil konusunu felsefeye temel bir kategori olarak sokmuştur. Onun bütün felsefi kategorileri "dil" dolayımıyla işlerlik kazanır.
Sartre ve Camus başta olmak üzere varoluşçu felsefeciler ve ayrıca yapısalcılık ve varlık felsefesi gibi diğer felsefe akımları da çalışmalarında onunla açık ya da örtük diyalog halinde olmuşlardır. Daha sonra çalışmaları, özellikle dil dolayımlı analizleri ve felsefenin metafizik olarak eleştirisi mantığı, postmodern felsefenin gelişiminde önemli köşe taşları olacaktır.
Bahattin Çamurali
Bahattin Çamurali, 1931 yılında Trabzon'un Sürmene ilçesinin Cida köyünde dünyaya gelmiştir. Önemli bir Karadeniz kemençesi üstadıdır. Farklı çalış stiliyle birçok kemençeciye örnek olmuştur. Görele, Akçaabat, Tonya'nın kesik kısa melodik hızlı ritmik riflerin aksine ezgisel yönü ağır basan Sürmene'ye özgü bir tarzı vardı. Tok melankolik sesine uygun kalın sesli kemençeyi ustalıkla kullanıyordu. 1991 yılında İstanbulda vefat etmiştir. Derlediği ve bestelediği türküler ve kemençe tekniği açısından tüm zamanların en iyi kemençecilerindendir.
Bahattin Çamurali, ayrıca karadeniz müziği dışında, halk müziği ve sanat müziği melodilerini de kemençeye uyarlamış ve başarılı olarak çalmıştır. Daha önce pek kullanılmayan veya bilinmeyen ve çıkarılması zor sesleri yakalamış ve bu tarzı ile daha çok dinleyicinin kulağına değil, yüreğine hitap etmiştir.
Büyük üstad bugün İstanbul Karacaahmet mezarlığında yatmaktadır.
Kemal İpşir
Durkaya Kemal 1911 yılında Giresun/Görele’nin Ardıç köyünde doğmuş ve 1989 yılında vefat etmiştir. Durkaya lakabıyla anılırdı. Önemli kemençe üstadlarından biridir. Yetiştirdiği en ünlü talebesi Katip Şadidir.
Halil Kodalak
Halil Kodalak (1878, Giresun - 1964), Türk müzisyen.
Görele’nin Karadere köyünde doğmuştur. Lakabı Karaman olup kemençeyi Kadahor köyünden Kuyucuoğlu ile Tuzcuoğlundan öğrenmiştir. Komsu köyden Daylılı Piçoğlu Osman ve Kemal İpşir’in ustasıdır.
Oryantalizm
Oryantalizm ya da diğer adlarıyla Şarkiyatçılık, Şarkiyat; Yakın ve Uzak Doğu toplum ve kültürleri, dilleri ve halklarının incelendiği batı kökenli ve batı merkezli araştırma alanlarının tümüne verilen ortak ad.
Terim, kimi çevrelerce olumsuz bir yan anlamla 18. ve 19.yüzyıllardaki sanayi kapitalizminin gelişme döneminin zihniyeti tarafından şekillendirilmiş Amerikalı ve Avrupalıların Doğu araştırmalarını tanımlamakta kullanılmıştır. Bu anlamda doğuculuk Aydınlanma çağı sonrası Batı Avrupalı beyaz adamın Doğu hakları ve kültürüne yönelik dışarıdan, ötekileştirici, değilleyici ve ön yargı dolu yorumlarına işaret etmektedir. Terimi bu bakış açısından ve olumsuz manada kitaplarında -özellikle de Orientalism (1978) kitabında- kullanan en ünlü kişi Edward Said'dir. Bernard Lewis gibi batılı akademisyenler ise Said tarafından kelimeye yüklenen bu olumsuz imaları eleştirmişlerdir.
Kelimenin latince tabanlı diğer dillerde karşılığı ""orientalism""dir. Kökeni ise güneşin doğuşunu ifade eden Latince "oriens" sözcüğüne dayanmaktadır ve coğrafi manada doğuyu göstermekte kullanılmıştır. Kelimenin içerdiği ve Doğu'ya yönelik Batılı ön yargısının karşıtı olarak Batı'ya yönelik Doğulu ön yargısı anlamında da Oksidentalizm terimi türetilmiştir.
Roma İmparatorluğu döneminde henüz Uzak Doğu kültürleri tam olarak bilinmediğinden günümüzde Orta Doğu denilen bölge Doğu olarak görülmekteydi.
Doğu ile ilgili anlayışlar Batılı kaşiflerin Asya'nın içlerine yaptıkları seyahatlerle değişmeye başladı.
18. yüzyıl Aydınlanma Çağı düşünürleri bazen Doğu kültürlerinin, Hristiyan Batı kültürü karşısında üstün olduğunu savunmuşlardır. Örneğin Voltaire, Zerdüştlük inancının, Hristiyanlığa üstün olan rasyonel Deizm'i desteklediği gerekçesiyle, araştırılmasını teşvik etmiştir. Bazıları da İslam ülkelerinde (Hristiyan Batı'nın aksine) var olan dini hoşgörüyü ve Mandarin Çini'ndeki bilginliği övmüşlerdir. Abraham Anquetil-Duperron, Zerdüştlüğün kutsal metinleri olan Avesta'yı tercüme etmiş, William Jones ise Hint-Avrupa dilleri üzerinde yaptığı araştırmalarda Doğu ve Batı kültürlerinin birbirine karıştığı ilk dönem tarihi bağlantıları ortaya çıkarmıştır. Bununla birlikte bu gelişmeler Fransa ve İngiltere arasındaki Hindistan'ın kontrolü konusundaki çekişme ortamında ortaya çıkmıştı ve sömürge ülkelerindeki toplulukları daha etkili bir şekilde kontrol etme amacını güdüyordu. James Mill gibi liberal iktisatçılar Doğu ülkelerini, medeniyetlerinin statik ve yozlaşmış oluşu nedeniyle eleştirmekteydi. Karl Marx bile "Asya modeli üretim"in değişmezliğinden söz etmekteydi. Hristiyan evanjelistler ise Doğu dinlerinin geleneklerini hurafe olarak görerek yermekteydiler.
Budizm ve Hinduizm üzerine ilk ciddi Avrupa kökenli araştırmalar Eugene Burnouf ve Max Müller gibi araştırmacılarca yapılmıştı. Aynı dönemde İslamiyetle ilgili ilk ciddi araştırmalar yapılmaya başlandı. 19.yüzyılın ortalarında "Oriental Studies" (Doğu Araştırmaları) akademik bir disiplin olarak ihdas edildi. Yine de akademik araştırmalar geliştikçe, "anlaşılmaz ve hilekar Doğulu" gibi ırkçı tavırlar ve yaygın klişeler de artmaya başladı. Büyük Britanya'da da "konuşmaya değmez Türk ("Unspeakable Turk")" tabirinin çıkışı aynı döneme rast gelmektedir. Doğu sanatı ve edebiyatı hala "egzotik" ve Klasik Yunan-Roma ideallerine göre düşük görülmekteydi. Doğunun politik ve iktisadi sistemlerinin genellikle feodal "doğu despotizmi" şeklinde olduğu ve kültürel ataletiyle ilerlemeye engel olduğu düşünülmekteydi. Pek çok eleştirel teorisyenler doğuculuğun bu biçimini beyaz adamın daha geniş ve ideolojik sömürgeciliğinin bir parçası olarak görmüşlerdir.
Edward Said'in Görüşleri
Doğu ("Orient") tabiri Doğu'yu (yani Batı Avrupa dışında kalan Asya ve Afrika coğrafyalarını) Batılı öğrenim, Batılı bilinç ve Batı imparatorluğu alanına taşıyan politik güçlerce çevrelenen temsiller sistemine işaret eder.
Doğu (Orient) Batılı için vardır ve Batı ile ilişkisin içinde ve onun tarafından inşa edilir. O, Batı'ya yabancı olan diğeri (Other) ve onun altı (inferior) olanı yansıtan bir aynadır.
Oryantalizm, Doğu'ya ilişkin ideolojik ön yargılar ve perspektiflerin hakim olduğu, düzenlenmiş (veya Doğululaştırılmış-Orientalized) yazı, vizyon ve araştırma tarzıdır. O, tüm düşünce ve araştırma alanı tarafından ifade edilen "Doğu" imajıdır.
Oryantal (Doğulu) bu tip düşünmeyi temsil eden kişidir. Erkeği feminen, güçsüz ama yine de garip bir şekilde Batılı, beyaz kadını tehdit eden kişi olarak tasvir edilir. Doğulu kadın ise çarpıcı derecede egzoteik ve hakimiyet altına alınmaya isteklidir(Batı Asya için "cariye", Doğu Asya için "Madame Butterfly" klişeleri örnek verilebilir). Doğulu kültürel ve ulusal sınırları aşan bir klişedir.
Gizli Oryantalizm bilinçsizdir, Doğunun ne olduğu hakkında belirsiz bir kesinliğe sahiptir. Onun temel içeriği statik ve belirlidir. Doğu ayrı, egzantirik, g |
eri, farklı, tensel ve pasif görülür. Despotizme eğilimli ve ilerlemeden uzaktır. Onun ilerlemesi ve erdemi hakkında Batı ile karşılaştırmalı ve Batılı terimlerle hükme varılır ki o her zaman ötekidir, aşağıdır ve fethe açıktır. Dişil bir nüfuz edilebilirlik ve kaygısız bir uysallık sergiler.
Açık Oryantalizm ise üzerine konuşulan ve eylemde bulunulan şeydir. "Doğu" hakkında değişen enformasyon ve bilgiyi ve Doğucu düşüncede politik kararları içermektedir. O, gizli oryantalizmin söz ve eylemde ifade edilen halidir.
Doğulu Stillerin Taklidi
Rönesans'dan 18.yüzyıl Batılı tasarımcılarına kadar Batı'da Çin seramikleri taklit edilmeye çalışılmış ve bunda da kısmen başarılı olunmuştur. Chinoiserie terimi Batı Avrupa'daki dekorasyonda kullanılan Çin temaları modasını ifade etmektedir.
Ortaçağ, rönesans ve barok sanatlarında Kuzey Afrika Müslümanları ve Türklerin tasvirlerine rastlanmaktadır. Bu eserlerde Doğu egzotik ve yozlaşmış, şehvet düşkünü gösterilmektedir. Viktoryen İngiltere'nin Hristiyanlığın etkisiyle tensel olan her şeye karşı gösterdiği ön yargı ve İslam ordularının Hristiyan dünyayı tehdit ettiği inanışından beslenen İslam düşmanlığı söz konusu eserlerde bugün çeşitli çevrelerde hâlâ devam eden bir Doğu mitinin doğmasına yol açan temaları kullanılmasının önünü açmıştır.
Fransız Resim Akademisi yöneticisi Jean Auguste Dominique Ingres'in Türk Hamamı tablosu Doğu'yu erotikleştirmiş ve Batı'da herkesçe kabul edilen kadın formlarını genelleştirmiştir.
Sanatta oryantelleştirilmiş imajlar 20.yüzyılın ilk yarısında bile var olmaya devam etmiştir. Bunun örneklerinden biri de Matisse'nin doğucu çıplak tablolarıdır. Bu eserlerde Doğu ekseriyetle Batı kültürünün bir aynası olarak veya onun gizli ve gayrimeşru yönlerini ifade etme işlevini görmektedir. Gustave Flaubert'in Salammbô adlı romanında Kuzey Afrika'daki antik Kartaca antik Roma'nın önündeki bir engel olarak gösterilmektedir. Kartaja kültürü romanda ahlaken yozlaşmış ve tehlikeli biçimde cezbedici bir erotizmin yayıldığı bir yerdir. Bu roman daha sonraki antik Sami kültürlerine ilişkin portreleri büyük ölçüde etkilemiştir.
Doğucu sanatta sadece Doğu'nun batı inşası tensel şehvet düşkünlüğü resmedilmemiş aynı zamanda Doğu'nun kan ve kılıç ile simgelenen despotik ve barbar bir doğaya sahip olduğu şeklindeki doğuşu kökeni oldukça eski bir ön yargıya dayalı imgeler de bulunmaktadır.
Eski Zağra (il)
Eski Zağra ili (Bulgarca: Област Стара Загора / Oblast Stara Zagora), Bulgaristan'ın orta güney kesimlerinde bulunan bir ildir. Merkezi Eski Zağra'dır. Diğer önemli şehirleri Chirpan ve Kazanlık'tır. İlin nüfusu yaklaşık 400.000 kişidir.
Tarihte, Traklar, Antik Yunanlar, Romalılar ve Bizanslılar için önemli bir şehir olduğu için günümüzde güney Bulgaristan'ın kültür merkezidir. Neolitik Çağ'dan bile kalıntılar bulunmuştur. Tarihçilere göre Eski Zağra, Avrupa'nın en eski kentidir.
Ekim 2004'te, Zürih ile birlikte, Avrupa'nın en iyi hayat kalitesine sahip ili seçilmiştir.
Zuni mitolojisi
Zuni mitolojisi, ABD'nin güneybatısında yaşayan Pueblo yerlilerinden Zuni Kızılderililerinin sözlü tarihi, kozmoloji, din ve mitolojik inanç yapıları ve bunun içerdiği mitlerin bütünüdür. Bu din, günlük yaşama entegre edilmiştir ve atalara, doğa ve hayvanlara saygıyı içerir .
Zuni mitolojisinde Awonawilona yaratıcı tanrıdır. Bulut ve okyanusları yaratır. Okyanus yeşil alglerle kaplıydı, bunlar sertleşip yarılmış ve gök-baba Awitelin Tsita ile dünya-ana Apoyan Taçu'yu oluşturmuştur. Awitelin Tsita ile Apoyan Taçu Dünya'daki tüm yaşamın ebeveyni, sebebidirler.
İnanışa göre ilk insanlar yer altı dünyasındaki dört mağaradan gelmiştirler. Arz su ve canavarlarla kaplı tehlikeli bir yerdi. Güneş'in çocukları insanlara acımış ve arzı yıldırımlarla kurutup sertleştirmiş, onların zamanına (yani bugüne) kalan hayvanlar dışındaki çoğu hayvanı taşa dönüştürmüştürler. Böylece arz insanlar için yaşanabilecek, uygun bir yer olmuştur.
Zuni mitolojisinde birçok canavar bulunur. Bunlardan bazıları şunlardır:
Bunların dışında diğer yakın halklardaki gibi "ruh" kavramı da mevcuttur; örneğin Amitolane, gökkuşağı ruhudur.
Yanauluha isimli bir kültürel kahraman vardır. Zunilere tarım, tıp ve adetlerini getirmiş, başlatmış olan bu kahramandır.
Birçok güneybatı kabilesinde tapınılan Kokopelli isimli tanrıya Zuniler de tapınırdı. Zunilerde bu tanrı aynı zamanda bir yağmur tanrısıydı ve "Ololowişkya" olarak da anılırdı.
Awonawilona
Awonawilona, Amerikalı Zuni yerlilerinin mitlerinde (bakınız: Zuni mitolojisi) yaratıcı tanrıdır. 'Gök-baba' ile 'dünya-anne'nin oluşmasını sağlayandır. Daha sonra 'gök-baba' ile 'dünya-anne' tüm canlıların oluşmasını sağlamıştır.
Batıcılık
Batıcılık veya Garpçılık, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda ortaya çıkmış bir siyasi görüşün adıdır. Osmanlı İmparatorluğunun "Batı" karşısında geri kalmış olduğunu vurgulayarak, devletin devamlılığı için her tür alanda Batı medeniyetinin örnek alınmasını ve Avrupa devletleri ile yakın ve iyi ilişkiler kurulmasını zorunlu kılar. Batıcılık özellikle Osmanlıcılık ile birçok alanda benzerlik taşır ve bu yüzden onunla birlikte aynı görüşün iki farklı görünümü olarak da adlandırılmıştır. Gerçekten de Batıcı olarak adlandırılan birçok kişi, aynı zamanda Osmanlıcılığı da savunuyorlardı. Buna rağmen Batıcılığın İslamcılık ve Türkçülük üzerinde de önemli etkileri olmuştur. Atatürk inkılapları halen bazı kişilerce Batıcılığın Cumhuriyet dönemindeki devamı olarak görülmektedir.
Butros Butros-Gali
Boutros Boutros-Ghali (Arapça: بطرس بطرس غالي; 14 Kasım 1922 - 16 Şubat 2016), Mısırlı diplomat ve altıncı Birleşmiş Milletler genel sekreteri.
1992 ve 1996 yılları arasında Birleşmiş Milletler genel sekreterliği yaptı. 16 Şubat 2016 tarihinde vefat etti.
Kalküta
Kalküta, Hindistan'ın Batı Bengal eyâletinin başkentidir.
Ganj nehrinin bir kolu olan Hugli'nin ağzından 96 km içerde Ganj'la Brahmaputra nehrinin Bengal körfezinde meydana getirdikleri çatalağızda kurulmuştur. Hindistan'ın en önemli limanıdır. Ülkenin dış ticaretinin üçte biri bu limandan yapılmaktadır. Kalküta 19. yüzyıl sonları ile 20. yüzyılda Hindistan İmparatorluğu'nun başkentiydi.
Pesnica
Burak
Burak (Arapça: براق), İslam inancına göre, Muhammed'in Miraç'ta kullandığı binektir. Burak, Arapça yıldırım, şimşek, parıldamak, ışıldamak anlamlarına gelen "Berk" kelimesinden türetilmiştir. Kur’an’da böyle bir isim geçmemekle beraber, hadis kaynaklarında böyle bir varlığın olduğu yer almaktadır.
Türk toplumunda erkeklere verilen bir isim olarak da kullanılmaktadır.
Ayrıca İslam inancında, eşi Sare ile yaşayan İbrahim peygamberin diğer eşi Hacer ve oğlu İsmail'i ziyaret etmek için Mekke'ye giderken Burak'ı kullandığı ve aynı gün içinde akşam vakti yine Burak ile geri döndüğü ifade edilmektedir.
Buhari Salât, 8'de Burak şu şekilde geçmektedir:
Imtech Arena
İmtech Arena, Almanya'nın Hamburg şehrindeki en büyük stadyumdur. 1953 yılında açılan stadyum 55.989 seyirci kapasitesine sahiptir. Eski ismi Volksparkstadion iken 2001 yılında medya şirketi "AOL Time Warner" tarafından stadın isim hakkı satın alınınca, stadın adı AOL Arena olarak değişmiştir. Temmuz 2007'de "AOL Time Warner", isim hakkı kontratını yenilemeyince; finans şirketi HSH Nordbank, stadın isim hakkını satın aldı ve stadın adı 2010 Temmuz'una kadar HSH Nordbank Arena oldu, Temmuz 2010'dan itibaren ise stadın ismi İmtech Arena oldu.
Bundesliga takımı Hamburger SV, iç saha maçlarını bu stadyumda yapmaktadır. Tarihi boyunca başta 1974 FIFA Dünya Kupası ve 1988 yılında düzenlenen Avrupa Futbol Şampiyonası olmak üzere pek çok organizasyonda kullanılmıştır. HSH Nordbank Arena, 2006 FIFA Dünya Kupası'nda kullanılan 12 stadyumundan biridir. 2010 UEFA Avrupa Ligi Finali bu statta yapılmıştır.
Geçmişinde pek çok yenileme çalışması olan stadyuma, 2001 yılında isminin AOL'a satılması ile çok büyük değişiklik ve yenileme yapılmıştır.
Hayatımın En Güzel Yılları
Hayatımın En Güzel Yılları, 1972 yılında çekilmiş bir Türk filmidir. Film, sonlara doğru Almanya'da geçer.
Göttingen Üniversitesi
Göttingen Üniversitesi, Almanya'nın üniversitelerinden biridir. 2011 itibarı ile Göttingen Üniversitesi; 13 fakültesi, 24.000 ögrencisi ve 2500'den fazla profesör ve akademisyeni ile eğitim vermeye devam etmektedir. Üniversite Coimbra Grubu'na üyedir ve Göttingen'deki 4 Max Planck Enstitüsü ve 1 Leibniz Enstitüsü ile yakından işbirliği içerisindedir.
Georg August Üniversitesi 1734 tarihinde Büyük Britanya kralı ve Hannover elektörü II. George tarafından kurulmuş ve ilk olarak 1737 yılında eğitim vermeye başlamıştır. Göttingen Üniversitesi, Almanya'da 2006 yılında başlatılan Alman Eğitim ve Araştırma Bakanlığı bünyesinde kurulan German Universities Excellence Initiative koordinasyon programının 9 nitelikli üniversitesinden birisidir.
Üniversite, kuruluşundan bu yana 45 tane Nobel Ödülü kazanan bilim adamı çıkarmış; bunların büyük bir bölümü II. Dünya Savaşı'ndan önce gerçekleşmiştir. Bu dönemde üniversite, "Göttingen Nobel Ödülü Harikası" olarak da nam salmıştır. Şu an Göttingen'de Erwin Neher ve Stefan Hell olmak üzere iki öğretim üyesi Nobel Ödülü'ne layık görülmüştür. Albert Einstein da burada belli bir süre için çalışmalarını yürütmüş; ancak II. Dünya Savaşı sırasında artan Nazi baskıları nedeniyle Almanya'dan ayrılmak zorunda kalmıştır. Göttingen Üniversitesi, II. Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'da tekrar açılan ilk üniversitedir; İngilizler tarafından 1945 yılında tekrar eğitime açılmıştır
Göttingen Üniversitesi'nin kütüphanesi aynı zamanda 1751'de kurulan Göttingen Bilimler Akademisi'nin ve Aşağı Saksonya eyaletinin de kütüphanesidir ve 8 milyon ünitenin üzerindeki arşiviyle Avrupa'nın en büyük koleksiyonlarından birine sahiptir. Bunların içinde özellikle Göttingen'in eski biliminsanlarının elyazmaları büyük ilgi görür.
Üniversitenin 1736'da Albrecht von Haller tarafından kurulan Eski Botanik Bahçesi barındırdığı yaklaşık 14 bin türle Almanya'nın en önemli bitki koleksiyonlarından |
birine sahiptir.
Günümüzde Göttingen Üniversitesi şehirde çeşitli bölgelerde konuşlanmıştır. Birkaç Max Planck Enstitüsü, bir Leibniz Enstitüsü ve üniversitenin doğa bilimleri bölümleri şehrin kuzey tarafındaki Kuzey Kampüsü'nde, sosyal bilimler ve sağlık bilimlerinin binaları genellikle burasıyla şehir merkezi arasında bulunur. Şehir merkezinde üniversitenin ana binası, büyük amfisi, tarihi yemekhanesi, tarihi eczanesi, tarihi kütüphane binası ve Göttingen Bilimler Akademisi bulunur. Şehir merkezinin güney tarafında Matematik ve Uygulamalı Matematik enstitüleri, bir Max Planck Enstitüsü ve üniversitenin tarihi rasathanesi bulunur.
Üniversite'nin en eski ünlü mensubu Georg Christoph Lichtenberg sayılabilir. Lichtenberg 1769'da Göttingen'de Almanya'da ilk olarak açılan deneysel fizik kürsüsüne getirilmiştir. Alexander von Humboldt ve daha sonra Berlin Üniversitesi'ni (şimdiki adıyla Berlin Humboldt Üniversitesi) kuran Wilhelm von Humboldt 18. yüzyılın sonlarında Göttingen'de okumuşlardır. Aynı dönemde Grimm Kardeşler burada dilbilimi, tarih, hukuk dersleri vermişler ve ilk Almanca sözlüğü hazırlamışlardır. 1809 yılında filozof Arthur Schopenhauer burada öğrenci olmuş, felsefe ve psikoloji okumuştur.
19. yüzyılın ortalarına doğru Otto von Bismarck burada hukuk okumuştur. O yüzyılın başından itibaren Göttingen'de doğa bilimleri ve özellikle matematik büyük bir hızla gelişmiş ve nam salmıştır. Matematikteki gelişmenin başlangıcı Carl Friedrich Gauss'un burada profesörlüğe getirilmesi olarak saptanabilir. Bunu takiben Bernhard Riemann, Peter Gustav Lejeune Dirichlet, Richard Dedekind gibi büyük matematikçiler üniversitenin mensubu olmuşlardır. 19. yüzyılın sonundan 2. Dünya Savaşı dönemine kadar Göttingen David Hilbert, Felix Klein, Hermann Weyl, Emmy Noether, Richard Courant, Constantin Carathéodory, Carl Runge, Hermann Minkowski, Carl Ludwig Siegel, Helmut Hasse, gibi ünlü matematikçilere ev sahipliği yapmıştır. 1938'de Cahit Arf burada (Hasse'yle) doktorasını yapmıştır. Göttingen ayrıca fizik dünyasında kuantum mekaniği'nin doğduğu yer olarak da bilinir: 2. Dünya Savaşı dönemi öncesi Max Born, James Franck, Werner Heisenberg, Enrico Fermi, Max von Laue, Paul Dirac, Robert Oppenheimer, Wolfgang Pauli ve Max Planck gibi fizikçiler burada okumuş ve/veya çalışmalar yapmışlardır. Ayrıca Heinrich Heine, Claus Roxin, Johann Stephan Pütter, Andreas Paulus, Rudolf von Jhering gibi hukukçular üniversitenin mensubu olmuşlardır. Felsefede fenomenolojinin kurucusu olan Edmund Husserl, 1901-1916 yılları arasında burada profesörlük yapmıştır. Göttingen Üniversitesi, Otto von Bismarck ve Gerhard Schröder olmak üzere 2 şansölye, Richard von Weizsäcker ile 1 başbakan çıkarmıştır.
Ahmet Mete Işıkara
Ahmet Mete Işıkara (22 Ekim 1941, Mersin - 21 Ocak 2013), Türk bilim insanı, jeofizik mühendisi ve eğitimci.
Işıkara, 1941 yılında Mersin'de doğmuştur. 1959 yılında Mersin Lisesi'nden, 1965 yılında İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'nin jeofizik bölümünden mezun olmuştur. Aynı sene, mezun olduğu bölüme asistan olmuştur. Daha sonra, birçok grup ve komitede görev aldıktan sonra, 1985 yılında Boğaziçi Üniversitesi'nde göreve başlamış ve müdür yardımcısı; 1991 yılında da müdür olmuştur. 1999 Gölcük depremi sonrasında toplumu bilinçlendirme konusunda çalışmalar yapmış ve "Deprem Dede" ismiyle tanınmıştır. 21 Ocak 2013 tarihinde İstanbul'da tedavi gördüğü Medical Park Hastanesi'nde çoklu organ yetmezliğinden vefat etmiştir.
Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü
Türk bilim tarihinin önemli kurumlarından biri olan Kandilli Rasathanesi 1868 yılında Rasathane-i Amire adıyla kuruldu. Fransız hükümeti, rasathanenin kuruluşunu hava tahminlerinin telgrafla diğer merkezlere iletilmesi amacıyla desteklemiştir. Avrupa'dan satın alınan gözlem aletleri ile Pera'da 74 metre yüksekliğindeki bir tepede kurulan rasathanenin ilk müdürü Aristide Coumbary’dir.
31 Mart Vakası (12 Nisan 1909) sırasında tahrip edildi ve Maçka'ya taşındı. Matematikçi hem de din adamı Fatin Hoca (Gökmen) tarafından 1911 yılında halen bulunduğu yer olan Kandilli'ye taşındı.
1982'ye kadar Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlı kalan Rasathane, 1982'de Boğaziçi Üniversitesi’ne devredildi. Daha sonra 28.03.1983 tarih ve 2809 sayılı yasayla kanunlaşan 41 sayılı kararnameyle; üniversite bünyesinde; Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü (KRDAE) adını aldı. Enstitü kapsamında; deprem mühendisliği, jeodezi, jeofizik anabilim dalları ile astronomi, jeomanyetizma, meteoroloji laboratuvarları bulunmaktadır.
Prof. Dr. Haluk Özener 2015 yılında Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Deprem ve Araştırma Enstitüsüne Genel Müdürü olarak atanmıştır.
Jiuli Şartava
Jiuli Şartava, ()(d. 7 Mart 1944 - ö. 27 Eylül 1993), Abhazya'da, 1993'te Abhazya'nın işgali sırasında işgal kuvvetlerini desteklemesi sebebiyle öldürülen Abhaz siyaset adamı.
Şartava, 7 Mart 1944’te doğdu. Mühendislik eğitimini tamamladı. 1992'de Gürcistan Parlamentosuna seçildi. Abhazya Savaşı sırasında, Abhazya Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin Bakanlar Kurulu'nda yer aldı. 27 Eylül 1993'te, Abhaz birlikleri Sohum’u ele geçirince Şartava, diğer Gürcü yetkililer (Guram Gabiskiria, Raul Eşba, Sumbat Saakiani, Mişa Kokaia) gibi Abhaz militanlar tarafından yakalandı ve öldürüldü. Şartava, 2004’te Gürcüstan Ulusal Kahramanı ilan edildi.
Madagaskar (film)
Madagaskar (İngilizce: "Madagascar"), DreamWorks tarafından yapılan ve 2005'te gösterime giren bir animasyon filmi.
New York'ta bir hayvanat bahçesinde başlayan filmde zebra Marty yapay hayvanat bahçesi ortamında bunalıp doğaya geri dönmek istemektedir. Arkadaşları olan aslan Alex, zürafa Melman ve hipopotam Gloria her ne kadar Marty'yi durdurmaya çalışsalar da Marty kaçmanın bir yolunu bulur. Sonra birden kendilerini Doğada bulurlar.Bu sefer de yolculuk sırasında penguenler kafeslerinden kurtulurlar ve gemiyi kaçırıp Antarktika'ya yöneltmeye çalışırlar. Ancak hayvanların bulunduğu kutular denize düşer ve kendilerini Madagaskar adasında bulurlar.Ama ordan çıkamamışlardır.
Dikta
Dikta, insanlara ne yapıp ne yapmaması gerektiğini emreden buyurgan rejimlere verilen isim. Aşağıdaki türleri vardır.
Arap Kadri
Arap Kadri, Tekin Aral'ın Fırt dergisinde çizdiği Tarzan adlı çizgiromanda yeralan yardımcı karakterdir.
Tekin Aral tipi yaratırken Üsküdar'da yaşayan, semtin kabadayısı ve bıçkını olan, ama haraç yemeyen, başkasının parasını gaspetmeyen, kavgacı, deli dolu birisi olan Arap Yaşar isimli bir müteahhitten esinlendiğini belirtmiştir.
Arap Kadri, Tekin Aral'ın sandığı şahıs değil, 1950'li 60'lı yıllarda Adana'da "kabadayılar" döneminde yaşamış efsane şahsiyetlerden birisidir. Halk dilinde eski "delikanlılardan dı". Adana'da o yılları yaşamış herkesin tanıdığı saygın, o devrin Türkiyesinde adı duyulmuş şahsiyetlerden birisidir.
Tek fiyat kanunu
Tek Fiyat Kanunu, etkin piyasalarda aynı mallar için tek fiyat oluşacağını ifade eden iktisadi kanundur. Etkin piysalarda, alıcılar veya tüketiciler fiyatı düşük olan mala doğru hareket gösterirler, satıcılar veya üreticiler ise fiyatı yüksek olan mala doğru hareket gösterirler. Dolayısıyla piyasanın dengeye gelmesi çok kısa sürecektir. Bu yüzden tek fiyat kanununun geçerli olmasını sağlayan en önemli olgu arbitrajdır.
Tek fiyat kanununun en belirgin gözlendiği piyasa tipi döviz piyasasıdr. Arbitrajcılar, örneğin doları ucuz olan yerden satın alıp pahalı olan yerde bozdurmaya çalışır. Bunun sonucunda doların satın alındığı yerde dolar talebi arttığı için doların yerel para cinsinden değeri artar. Aynı şekilde arbitrajcının doları sattığı yerde ise dolar arzı arttığı için doların yerel para cinsinden değeri azalır. İki piyasadaki birbirine doğru zıt yönlü hareket sonuçta ikisinde de aynı döviz kurunun oluşmasını sağlar.
Tek fiyat kanununun düzgün işleyebilmesi için taşıma maliyeti olmaması gerekir, ticareti yapılan mallar birbirinin aynı olmalıdır. Örneğin New York'ta dolar bozduran bir kişi, Türk lirası almak için fazladan bir maliyete katlanmak zorunda kalıyorsa, bu maliyet arbitraj işleminden elde edeceği potansiyel kârı engelleyebilir.
Gianluca Zambrotta
Gianluca Zambrotta (d. 19 Şubat 1977 Como İtalya) defans mevkinde oynamış İtalyan eski futbolcu ve menajer.
Sırasıyla Juventus ve FC Barcelona formaları giyen oyuncu 2008-2012 yılları arasında Milan forması giydi. 2013 yılında futbolcu ve menajer asistanı olarak İsviçre Süper Lig ekiplerinden FC Chiasso ile anlaştı. 2014 yılında profesyonel futbol hayatını noktaladı. 1999 yılından itibaren İtalya millî futbol takımı formasını da giyen Zambrotta oynadığı 98 karşılaşmada 2 gol atmıştır. 2010 FIFA Dünya Kupası'ndan sonra millî takımı bıraktığını açıklamıştır.
Javier Saviola
Javier Pedro Saviola (d. 11 Aralık 1981, Buenos Aires) Arjantinli futbolcudur. 2005'te FIFA tarafından yaşayan en iyi 125 futbolcudan biri olarak gösterilmiştir.
2001 yazında 19 yaşındaki Saviola rekor bir transfer ücreti karşılığı İspanya'nın FC Barcelona kulübüne transfer olmuştur. Louis Van Gaal yönetimindeki takımda geçirdiği ilk sezonda kaydettiği 17 gol dünya futbolunun yükselen yıldızı olarak tanınmasını sağlamıştır.Barcelona taraftarı ona tavşan lakabını takmıştır. Saviola, 2002-2003 sezonuna takımı ile birlikte kötü bir başlangıç yapmış ve ilk yarı boyunca yalnızca 2 gol bulabilmiştir. Barcelona'nın teknik direktörlüğüne Radomir Antiç'in getirilmesinden sonra ikinci yarıda 11 gol atan Arjantinli oyuncu sezonu 13 golle tamamlamıştır. Takımın kötü gidişinin sürmesi nedeniyle 2003-2004 sezonunun başında Radomir Antic'in yerini Frank Rijkaard almıştır.
Rijkaard dönemindeki ilk sezonda 14 gol bulmasına karşın Saviola'nın takımdaki yeri giderek sarsılmış ve sezon sonunda Fransız birinci ligi takımlarından Monaco'ya kiralık olarak gönderilmiştir. 2004 yazında Saviola'nın da yer aldığı Arjantin millî takımı olimpiyat şampiyonu olmuş, Saviola olimpiyat altın madalyası kazanmıştır.
2004-05 sezonunu Monaco'da geçiren Saviola, Frank Rijkaard'ı |
n planlarında yeri olmadığı gerekçesiyle 2005-2006 sezonunda bu kez İspanyol takımı Sevilla'ya kiralanmıştır. İyi bir sezon geçiren Sevilla'nın UEFA kupasını kazanmasıyla Saviola da ilk Avrupa derecesine kavuşmuştur.
Saviola Real Madrid CF ile 13 Temmuz 2007'den geçerli olmak üzere 3 yıllık kontrat imzalamıştır. La Liga'daki ilk sezonunda oynadığı 17 maçta 3 gol kaydetmiştir.
Javier Saviola, 2009 Haziran ayı itibarıyla Real Madrid'ten Portekiz takımı Benfica'ya 5 milyon euro karşılığında 1 yılı opsiyonlu 4 yıllık sözleşme imzalamıştır.2009-2010 sezonunda Portekiz Ligi'nde şampiyon olan SL Benfica'nın bu şampiyonluğunda takım arkadaşı Paraguay'lı Oscar Cardozo ile büyük pay sahibi olmuştur.
2013 yılında yeni geldiği takımı Olympiakos olmuştur.
Saviola 30 Haziran 2015 tarihinde, River Plate kulübüne döndüğünü açıkladı. Takip eden yılın Ocak ayında ayrıldı.
Cesc Fàbregas
Francesc "Cesc" Fàbregas i Soler (; d. 4 Mayıs 1987), İspanyol futbolcudur. Şu anda İngiltere Premier League'de orta saha oyuncusu olarak Chelsea takımının formasını giymektedir. Fabregas, hem ofansif olarak hem kanatlarda oynayabilen bir göbek oyuncusudur.
Fabregas futbola Barcelona'da başladı.
1 Temmuz 2003 tarihinde, Premier League ekiplerinden Arsenal'e 3.2 Milyon Euro karşılığında transfer oldu.
Fàbregas, 2004-05 sezonunda 33 maça çıktı ve 2 gol kaydetti. Arsenal forması ilk kez 15 Ağustos 2004 tarihinde, Everton maçında giydi. Maç 4-1 galibiyet ile sonuçlandı. Arsenal adına ilk golünü ise 25 Ağustos 2004 tarihinde, Blackburn ile yapılan maçta kaydetti. Maç 3-0 galibiyet ile sonuçlandı. 8 Mayıs 2005 tarihinde, Liverpool ile yapılan maçta Fàbregas 1 gol kaydederek başarılı performansını sürdürdü. UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Fàbregas ilk maçına 2 Kasım 2004 tarihinde, Panathinaikos karşısında çıktı. Maç 1-1 beraberlik ile sonuçlandı. UEFA Şampiyonlar Ligi'ndeki ilk golünü de 7 Aralık 2004 tarihinde, Rosenborg ile yapılan maçta kaydetti. Maç 5-1 galibiyet ile sonuçlandı. FA Cup'ta Fàbregas ilk maçına 9 Ocak 2005 tarihinde, Stoke City karşısında çıktı. Maç 2-1 galibiyet ile sonuçlandı. FA Community Shield'a Fàbregas ilk maçına 8 Ağustos 2004 tarihinde, Manchester United karşısında çıktı. Maç 3-1 galibiyet ile sonuçlandı.
21 Mayıs 2005 tarihinde, Arsenal FA Cup'ta Manchester United ile finale kaldı. Fàbregas bu maçta 85 dakika görev aldı. Maç 5-4 Arsenal galibiyeti ile bitti ve FA Cup'ı Arsenal kazanmış oldu.
8 Ağustos 2004 tarihinde, Arsenal FA Community Shield'a Manchester United ile finale kaldı. Fàbregas bu maçta 90 dakika görev aldı. Maç 3-1 Arsenal galibiyeti ile bitti ve FA Community Shield'ı Arsenal kazanmış oldu.
Fàbregas, 2005-06 sezonunda 35 maça çıktı ve 3 gol kaydetti. Bu sezonda Blackburn, Fulham ve Sunderland takımlarına gol atarak başarılı performansını sürdürdü. EFL Cup'ta Fàbregas ilk maçına 10 Ocak 2006 tarihinde, Wigan karşısında çıktı. Maç 1-0 yenilgi ile sonuçlandı.
17 Mayıs 2006 tarihinde, Arsenal UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Barcelona ile finale kaldı. Fàbregas bu maçta 75 dakika görev aldı. Maç 2-1 Barcelona galibiyeti ile bitti ve UEFA Şampiyonlar Ligi'ni Barcelona kazanmış oldu.
7 Ağustos 2005 tarihinde, Arsenal FA Community Shield'a Chelsea ile finale kaldı. Fàbregas bu maçta 90 dakika görev aldı ve 1 gol kaydetti. Maç 2-1 Chelsea galibiyeti ile bitti ve FA Community Shield'ı Chelsea kazanmış oldu.
Fàbregas, 2006-07 sezonunda 38 maça çıktı ve 2 gol kaydetti. Bu sezonda Manchester City ve Bolton takımlarına gol atarak başarılı performansını sürdürdü.
25 Şubat 2007 tarihinde, Arsenal EFL Cup'ta Chelsea ile finale kaldı. Fàbregas bu maçta 90 dakika görev aldı. Maç 2-1 Chelsea galibiyeti ile bitti ve EFL Cup'ı Chelsea kazanmış oldu.
Fàbregas, 2007-08 sezonunda 32 maça çıktı ve 7 gol kaydetti. 23 Ekim 2007 tarihinde, Slavia Praha ile yapılan UEFA Şampiyonlar Ligi maçında Fàbregas 2 gol kaydederek başarılı performansını sürdürdü.
Fàbregas, 2008-09 sezonunda 22 maça çıktı ve 3 gol kaydetti. 26 Nisan 2009 tarihinde, Middlesbrough ile yapılan maçta Fàbregas 2 gol kaydederek başarılı performansını sürdürdü. Fàbregas bu sezonda Sunderland takımına gol atmayı başardı.
Fàbregas, 2009-10 sezonunda 27 maça çıktı ve 15 gol kaydetti. Everton ve Aston Villa ile yapılan maçlarda Fàbregas maç başına 2 gol kaydederek başarılı performansını sürdürdü. 4 Kasım 2009 tarihinde, AZ ile yapılan UEFA Şampiyonlar Ligi maçında Fàbregas 2 gol kaydederek başarılı performansını sürdürdü.
Fàbregas, 2010-11 sezonunda 25 maça çıktı ve 3 gol kaydetti. Fàbregas bu sezonda Sunderland, Everton ve Chelsea takımlarına gol atmayı başardı. 15 Eylül 2010 tarihinde, Braga ile yapılan UEFA Şampiyonlar Ligi maçında Fàbregas 2 gol kaydederek başarılı performansını sürdürdü.
27 Şubat 2011 tarihinde, Arsenal EFL Cup'ta Birmingham ile finale kaldı. Fàbregas bu maçta sakatlığından dolayı görev alamadı. Maç 2-1 Birmingham galibiyeti ile bitti ve EFL Cup'ı Birmingham kazanmış oldu.
1 Ağustos 2011 tarihinde, La Liga ekiplerinden Barcelona'ya 34 Milyon Euro karşılığında transfer oldu. Fàbregas, Barcelona ile 5 yıllık sözleşme imzaladı. Fabregas Barcelona'ya transfer olduktan sonra Arsenal teknik direktörü Arsène Wenger Arsenal'ın internet sitesi üzerinden "Açıkçası Fàbregas'ın takımdan ayrılmasını istemedik, fakat Fàbregas'ın yetiştiği kulübe dönme arzusunu anlıyorum. Bu yüzden Barcelona'nın teklifini kabul ettik. Fàbregas'a Arsenal'e katkılarından dolayı teşekkür ediyoruz ve kariyerinde başarılar diliyoruz" açıklamalarında bulundu.
Fàbregas, 2011-12 sezonunda 28 maça çıktı ve 9 gol kaydetti. Barcelona forması ilk kez 29 Ağustos 2011 tarihinde, Villarreal maçında giydi. Maç 4-1 galibiyet ile sonuçlandı ve Fàbregas Barcelona'daki kariyerinin ilk golünü bu maçta kaydetti. 3 Aralık 2011 tarihinde, Levante ile yapılan maçta Fàbregas 2 gol kaydederek başarılı performansını sürdürdü. UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Fàbregas Barcelona adına ilk maçına 13 Eylül 2011 tarihinde, Milan karşısında çıktı. Maç 2-2 beraberlik ile sonuçlandı. UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Barcelona adına ilk golünü de 1 Kasım 2011 tarihinde, Viktoria Plzeň ile yapılan maçta kaydetti. Maç 4-0 galibiyet ile sonuçlandı. Copa del Rey'de Fàbregas ilk maçına 9 Kasım 2011 tarihinde, Hospitalet karşısında çıktı. Maç 1-0 galibiyet ile sonuçlandı. FIFA Kulüpler Dünya Kupası'nda Fàbregas ilk maçına 15 Aralık 2011 tarihinde, Al-Sadd karşısında çıktı. Maç 4-0 galibiyet ile sonuçlandı. FIFA Kulüpler Dünya Kupası'ndaki ilk golünü de 18 Aralık 2011 tarihinde, Santos ile yapılan maçta kaydetti. Maç 4-0 galibiyet ile sonuçlandı.
26 Ağustos 2011 tarihinde, Barcelona UEFA Süper Kupası'nda Porto ile finale kaldı. Fàbregas bu maçta 10 dakika görev altı ve 1 gol kaydetti. Maç 2-0 Barcelona galibiyeti ile bitti ve UEFA Süper Kupası'nı Barcelona kazanmış oldu.
25 Mayıs 2012 tarihinde, Barcelona Copa del Rey'de Athletic Club ile finale kaldı. Fàbregas bu maçta 10 dakika görev aldı. Maç 3-0 Barcelona galibiyeti ile bitti ve Copa del Rey'i Barcelona kazanmış oldu.
17 Ağustos 2011 tarihinde, Barcelona Supercopa de España'da Real Madrid ile finale kaldı. Fàbregas bu maçta 10 dakika görev aldı. Maç 3-2 Barcelona galibiyeti ile bitti ve Supercopa de España'yı Barcelona kazanmış oldu.
18 Aralık 2011 tarihinde, Barcelona FIFA Kulüpler Dünya Kupası'nda Santos ile finale kaldı. Fàbregas bu maçta 90 dakika görev aldı. Maç 4-0 Barcelona galibiyeti ile bitti ve FIFA Kulüpler Dünya Kupası'nı Barcelona kazanmış oldu.
Fàbregas, 2012-13 sezonunda 32 maça çıktı ve 11 gol kaydetti. Fàbregas kariyerinin ilk hat-trick'ini 6 Nisan 2013 tarihinde, Mallorca ile yapılan maçta 3 gol atarak yaptı. Maç 5-0 Barcelona galibiyeti ile bitti.
29 Ağustos 2012 tarihinde, Barcelona Supercopa de España'da Real Madrid ile finale kaldı. Fàbregas bu maçta forma şansı bulamadı. İlk maç 3-2 Barcelona galibiyeti ile bitti fakat ikinci maç Real Madrid 2-1 yenerek Supercopa de España şampiyonu oldu.
12 Haziran 2014'te 27 milyon pound karşılığında Premier League ekiplerindenChelsea'ye transfer olmuştur. Fabregas Chelsea ile 5 yıllık sözleşme imzalamıştır. Ve Fabregas 4 numaralı formayı giyeceğini açklamıştır.
İspanya ile ilk maçına 14 Haziran 2006 tarihinde, Ukrayna maçına çıktı. Maç 4-0 galibiyet ile sonuçlandı. İspanya adına ilk golünü ise 10 Haziran 2008 tarihinde, Rusya ile yapılan maçta kaydetti. Maç 4-1 galibiyet ile sonuçlandı.
29 Haziran 2008 tarihinde, İspanya 2008 Avrupa Futbol Şampiyonasında Almanya ile finale kaldı. Fàbregas bu maçta 65 dakika görev aldı. Maç 1-0 İspanya galibiyeti ile bitti ve 2008 Avrupa Futbol Şampiyonasını İspanya kazanmış oldu.
1 Temmuz 2012 tarihinde, İspanya 2012 Avrupa Futbol Şampiyonasında İtalya ile finale kaldı. Fàbregas bu maçta 75 dakika görev aldı. Maç 4-0 İspanya galibiyeti ile bitti ve 2012 Avrupa Futbol Şampiyonasını İspanya kazanmış oldu.
1 Temmuz 2013 tarihinde, İspanya FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda Brezilya ile finale kaldı. Fàbregas bu maçta forma giyme şansı bulamadı. Maç 3-0 Brezilya galibiyeti ile bitti ve FIFA Konfederasyonlar Kupası'nu Brezilya kazanmış oldu.
Tomáš Rosický
Tomáš Rosický (d. 4 Ekim 1980, Prag); Çek eski futbolcudur. Kardeşi ve Menajeri olan Jiří Rosický de futbolcudur.
Çek futbolcu dünyanın en iyi orta saha oyuncuları arasında gösterilen Rosický, 2006/2007 sezonundan beri İngiltere'nin Arsenal takımında forma giyiyor. Hücuma dönük orta saha futbolcusu olarak tercih edilen Rosicky, kanatlarda da forma giyebiliyor. Arsenal döneminde sık ve ciddi sakatlıklar geçiren Rosicky, 44 maçta forma giyip 9 gol attı ve 5 asist yaptı. 4 Mart 2014 tarihinde, Arsenal ile olan sözleşmesini uzattı.
Rosicky, 30 Ağustos 2016'da, ülkesinin takımı Sparta Prag'a yeniden dönüp, transfer olduğunu açıkladı.
Çek Cumhuriyeti millî futbol takımınında formasını giyen Rosicky millî formayla oynadığı 67 maçta 18'de gol atmıştır.
Sparta Prag ile
Borussia Dortmund ile
Arsenal ile
Michael Essien
Michael Kojo Essien (ya da diğer ismiyle: Mickaël Essien), (d. 3 Aralık 1982, Akra), Ganalı futbolcud |
ur. Orta saha'nın defansif ve libero bölgelerinde mücadele etmektedir.
Futbola ülkesinin takımı Liberty Professionals'da başladı. 2000 yılında Fransa Ligue 1 takımlarından Bastia'ya transfer oldu ve orada profesyonelliğe adım attı. Bastia'da forma giydiği üç sezon boyunca 65 maça çıkıp 11 gol atan Essien, 2003 yılında o zaman ligin son şampiyonu olan Lyon'a transfer oldu. Lyon formasıyla 2003-04 ile 2004-05 sezonunda lig şampiyonluğu yaşayıp o sezonlarda da UEFA Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etti. Fransa'da mücadele ettiği beş yıl boyunca Fransa vatandaşlığı da taşıdı. Essien, 2005 yılında Premier League takımlarından Chelsea'ye 24.4 milyon € karşılığında transfer oldu ve Afrika'nın en pahalı futbolcusu olarak da tarihe geçti. Chelsea formasıyla 2006 ile 2010 yıllarında lig şampiyonluğu, üç FA Cup ve bir de EFL Cup şampiyonluğu yaşadı. 2008 yılında ise UEFA Şampiyonlar Ligi'nde final oynama başarısı gösterdi. 2006-07 ve 2008-09 sezonunda attığı birer gol ise Chelsea takımında sezonun golü olarak seçildi.
Essien, Gana genç takım formasıyla 1999 FIFA 17 Yaş Altı Dünya Kupası'nda ve 2001 FIFA Gençler Dünya Kupası'nda mücadele ederken, 2001 yılında genç millî takımıyla ikincilik yaşadı. Gana A millî takım formasını ise ilk kez Ocak 2002'de giyen Essien, A millî takımla üç Afrika Uluslar Kupası ile 2006 FIFA Dünya Kupası'nda mücadele etti ve Gana, 2006 FIFA Dünya Kupası'nda son 16 takımın arasına kalmayı başardı. Ayrıca; fiziksel özellikleri, bitmeyen enerjisi ve sert müdahaleleriyle "Bizon" lâkabını aldı.
Essien, Temmuz 2000'da Ligue 1 takımlarından Bastia ile sözleşme imzaladı ve kariyerindeki ilk maçına; 30 Eylül 2000 tarihinde Metz karşısında takım kaptanı Laurent Casanova'nın yerine oyuna girerek çıktı. Takımda ilk olarak dörtlü defansın önünde oynamaya başladı. 2000-01 sezonunda 13 maça çıktı ve tek golünü; 7 Şubat 2001 tarihinde 3-2 kaybettikleri maçta yine Metz karşısında attı. Sonraki sezon takımın teknik direktörü Robert Nouzaret tarafından orta sahanın ortasında oynamaya başladı ve bu bölgede sürekli oynayarak kendini geliştirdi. Orta sahada takım arkadaşları; Nicolas Dieuze ve Cyril Jeunechamp ile birlikte iyi işler yapan Essien, Nantes, Lorient ve Guingamp maçında da takımının maçı kazanmasını sağlayan golleri attı. 12 Ocak 2002 tarihinde ise Marseille karşısında maçın 2-2 bitmesini sağlayan golü attı. Essien, o sezon 24 maçta dört gol atma başarısı gösterdi.
2002-03 sezonunda ise Gérard Gili'nin takımın başına geçmesiyle takımda ilk 11'in vazgeçilmez futbolcusu hâline geldi. Ancak onun fiziksel özellikleri ile maçlarda inatçılığı, o sezonda 12 sarı kart ile bir kırmızı kart görmesine sebep oldu. Sezonun ilk golünü; 3 Ağustos 2002 1-1 biten maçta Lens karşısında attı. 15 Ocak 2003 tarihinde ise 2-0 kazandıkları maçta sonraki sezon oynayacağı takım olan Lyon karşısında bir gol attı. Essien, Bastia'da oynadığı üç sezon boyunca hep orta sıraları gördü ve bu performansıyla Paris Saint-Germain FC, Marseille ve Lyon takımlarının transfer listesine girdi. Aynı sezon ligte yılın takımında yer almayı başardı.
Paris Saint-Germain, Essien'i almak için Bastia ile anlaşsa da Essien, Paris Saint-Germain ile sözleşme imzalamayı reddetti ve o sezon üst üste iki kez lig şampiyonu olan Lyon ile 7.8 milyon € karşılığında sözleşme imzaladı. Essien, takımda 4 numaralı formanın sahibi oldu ve iki ceza sahasında da etkili olabilen orta saha oyuncusu profilinde oynamaya başladı. Takım arkadaşları; Juninho Pernambucano, Edmílson ve Mahamadou Diarra ile birlikte orta sahada takımın en etkili silahlarından biri oldular. Essien, Lyon forması altındaki ilk maçına; 26 Temmuz 2003 tarihinde Trophée des champions'da Auxerre karşısında çıktı ve 5. dakikada gol atıp, 9. dakikada Mahamadou Diarra'ya ikinci golün pasını verek takımının maçı 2-1 kazanıp kupanın sahibi olmasını sağladı. Bu kupa, Essien'in kariyerinde kazandığı ilk kupa oldu. 9 Ağustos 2003 tarihinde Monaco karşısında, Lyon forması altındaki ilk golünü attı. 2003-04 sezonunda 34 maça çıktı ve Bordeaux ile Rennes karşısında attığı goller de dahil olmak üzere üç gol attı. Lyon, o sezon üst üste 3. lig şampiyonluğunu kazandı. Essien, aynı sezon Şampiyonlar Ligi'nde on maç yaptı ve Lyon, çeyrek finalde Porto'ya elendi. Porto da o sezon, bu turnuvada şampiyonluk yaşamıştı.
Essien, 2004-05 sezonunda 38 maçın 37'sinde yer almayı başardı. Forma giyemediği maç ise; 26 Şubat 2005 tarihinde "Rhône derbisi" mücadelesinde oynanan ve 3-2 kazanılan St. Etienne maçıydı. O maçta forma giyememesinin sebebi; 18 Şubat 2005 tarihinde 1-1 biten Monaco maçında kırmızı kart görmesiydi. Aynı sezon üç gol atıp 11 sarı kart gördü. Ligde sergilediği performans ile 2005 yılında UNFP tarafından ligte yılın futbolcusu seçildi. 2004-05 UEFA Şampiyonlar Ligi'nde ise beş gol attı ve takımının çeyrek finale yükselmesini sağladı ancak Lyon, PSV'ye penaltı vuruşları sonucunda kupaya veda etti. 2005 FIFA Dünya'da Yılın Oyuncusu Ödülü oylamasında ise 22'nci oldu ve büyük takımların, özellikle de İngiltere Premier League takımlarından Chelsea'nin transfer listesine girmeyi başardı.
Essien, 14 Ağustos 2005 tarihinde uzun süren pazarlıklar sonucunda Chelsea'ye 24,4 milyon £ karşılığında transfer oldu ve Afrika'nın en pahalı futbolcusu olarak tarihe geçti (daha önce bu rekorun sahibi; takım arkadaşı Didier Drogba'ydı. Drogba, 2004 yılında Marseille'den Chelsea'ye 24 milyon £ karşılığında transfer olmuştu). Ancak Essien'in transferi için futbol ajanı Pini Zahavi ve Barry Silkman'ın yolsuzluk yaptığı şüphesiyle soruşturma açılsa da dava sonuçsuz kaldı.
Essien, Chelsea forması altındaki ilk maçına; 21 Ağustos 2005 tarihinde 1-0 kazandıkları maçta Arsenal karşısında çıktı ve o maçta da Lyon'da giydiği 5 numaralı formayı giydi. Chelsea formasıyla ilk asistini ise 17 Eylül 2005 tarihinde 2-0 kazandıkları maçta Charlton karşısında Hernan Crespo'ya yaptı. Chelsea forması altındaki ilk golünü ise; 11 Mart 2006 tarihinde 2-1 kazandıkları maçta Tottenham karşısında attı. Essien, 2005-06 sezonunda 31'i lig olmak üzere 42 maça çıktı ve iki gol atma başarısı gösterdi. Aynı sezon BBC Afrika'da Yılın Futbolcusu ödülünü kazandı ve 2006 FIFA Dünya'da Yılın Oyuncusu Ödülü oylamasında ise yine 22'nci oldu.
Essien, 10 Aralık 2006 tarihinde Arsenal'a karşı uzak mesafeden gol attı ve o gol, Chelsea'de yılın golü olarak seçildi. 2007 yılında ise Chelsea taraftarları tarafından Chelsea'de yılın futbolcusu seçildi. 2007 yılında 2007 FIFA Dünya'da Yılın Oyuncusu Ödülü oylamasında ise bu sefer 15'nci sırada yer aldı. 22 Temmuz 2008 tarihinde ise Chelsea ile olan sözleşmesini 2013 yılına kadar uzattı.
Essien, 5 Eylül 2008 tarihinde Gana formasıyla Libya karşısında sakatlandı ve 22 dakika sahada kalabildi. Maç sonrasında yapılan kontroller sonucunda Essien'in diz bağlarının koptuğu ve sahalardan altı ay uzak kalacağı öğrenildi. Essien, sahalara; 10 Mart 2009 tarihinde Şampiyonlar Ligi mücadelesinde 2-2 biten maçta Juventus karşısında çıktı ve o maçta da bir gol attı. 6 Mayıs 2009 tarihinde ise Şampiyonlar Ligi yarı final rövanş maçında Barcelona karşısında 25 metreden ceza sahası dışından attığı yarım volelik gol, Chelsea taraftarları tarafından Chelsea'de bir kez daha yılın golü seçildi. Ancak Chelsea, bu sonuçla deplasman gol kuralı nedeniyle kupadan elendi ve finale yükselme şansını son saniyelerde kaçırdı.
2009-10 sezonunda 8 Aralık 2009 tarihinde yine Şampiyonlar Ligi mücadelesinde oynanan ve 2-2 biten APOEL maçında gol atsa da yine sakatlanıp oyundan çıkmak zorunda kaldı. Maç sonrasında yapılan kontroller sonucunda Essien'in yine diz bağlarının koptuğu ve sezonu kapattığı öğrenildi. Aynı zamanda bu sakatlık nedeniyle 2010 FIFA Dünya Kupası'nı da kaçırmış oldu.
Essien, 2011-12 sezonuna takımıyla hazırlanırken 11 Temmuz 2011 tarihinde yine diz bağları koptu ve yine sahalardan altı ay uzak kalmak zorunda kaldı. Essien, bu sakatlığı da atlattıktan sonra sahalara; 14 Ocak 2012 tarihinde 1-0 kazandıkları maçta Sunderland karşısında döndü.
Nuri Şahin'in Liverpool'a kiralanmasından sonra o bölgede sıkıntı yaşayan Real Madrid Michael Essien'i Chelsea'dan 1 yıllğına kiralık olarak almıştır.
24 Ocak 2014 tarihinde Serie A ekiplerinden AC Milan'a transfer olduğu açıklanmıştır.
Essien, Gana genç takım formasıyla 1999 FIFA 17 Yaş Altı Dünya Kupası'nda ve 2001 FIFA Gençler Dünya Kupası'nda mücadele ederken, 2001 yılında genç millî takımıyla ikincilik yaşadı. Gana A millî takım formasını ise ilk kez; 4 Ocak 2002 tarihinde 2-0 kaybettikleri maçta Mısır karşısında giyerken; ilk golünü, 5 Eylül 2004 tarihinde 2-0 kazandıkları maçta Cape Verde karşısında penaltıdan attı. Ayrıca millî formayla üç Afrika Uluslar Kupası'nda ve 2006 FIFA Dünya Kupası'nda mücadele etti. Ayrıca 2010 yılında yaşadığı sakatlık nedeniyle millî forma altında 2010 FIFA Dünya Kupası'nda kadroya girmeyi başaramadı. Essien, millî formayı şu ana kadar 52 kez giydi ve dokuz gol attı.
136||19||colspan="2"|-||colspan="2"|-||18||5||154||24
163||17||18||1||12||1||49||6||243||25
299||36||19||1||12||1||67||11||397||49
John Coltrane
John William Coltrane (d. 23 Eylül 1926; Hamlet, Kuzey Karolina - ö. 17 Temmuz 1967; Long Island, New York) Amerikalı caz müzisyeni ve saksofoncu.
Kendine özgü saksofon çalma stiliyle ve besteleriyle günümüzde Joshua Redman, Archie Shepp, Jeff Kashiwa ve Stanley Turrentine gibi birçok caz saksofoncusuna ışık tutmuş, çalışmalarına esin kaynağı olmuştur.
Coltrane doğumundan itibaren hep müziğin içerisinde olmuştur. Babası birçok enstrümanı çalabilen birisidir ve oğlunun da enstrüman çalmasına yardımcı olmuştur. Zaten liseyi de doğduğu yer olan Kuzey Karolina’da bir müzik okulunda okumuştur. Daha sonra eğitimini alto saksofon üzerine sürdürmüştür. 1938 yılının sonlarından başlayarak birkaç ay içerisinde teyzesi, büyükannesi ve dedesi ve son olarak da babası ölür. İkinci Dünya Savaşı’na Amerikan Deniz Kuvvetleri bünyesinde Hawaii’de katılmıştır ve orada da çalmaya devam etmiştir. Savaştan sonra Eddie Vinson Band’de tenor saksofon çalmaya başlar. O |
günler için şöyle demektedir: “Benim için daha geniş bir dinleme alanı açılmış oldu. Bu sayede 40’larda yapılan birçok şeyi anlama fırsatım oldu. Çünkü önceleri onları sadece duygusal anlamda hissedebiliyordum.”
1955 ile 1958 yılları arasında Miles Davis Quintet’te çalar ve bu grup onun müzikal gelişimini önemli ölçüde şekillendirir. Şöyle demektedir: “Miles’ın müziği, fazlaca bir özgürlük veriyordu bana.” 1960’da kendi quartetini kurar. Bu quartette piyanist McCoy Tyner, davulcu Elvin Jones, basçı da Jimmy Garrison’dır. Bu grupla sadece kendi kariyerinin değil aynı zamanda caz tarihinin de en önemli albümlerini kaydeder. Bunlar içerisinde 1965 yılında çıkan A Love Supreme albümü en önemlisidir.
Coltrane 1967 yılında karaciğer kanserinden ölür. Coltrane, çalış tekniği ile kendinden sonraki birçok müzisyeni derinden etkilemiştir. 1965’te Down Beat dergisinin onur listesine dahil olur. 1972’de A Love Supreme, 2001’de de My Favorite Things albümleri 500.000’den fazla satarak altın plak kazanır. 1997’de de Grammy Yaşam Boyu Başarı Ödülü’ne layık görülür.
Arjen Robben
Arjen Robben (d. 23 Ocak 1984, Groningen), Bundesliga ekiplerinden Bayern Münih takımında forma giyen Hollandalı millî futbolcudur. forvet arkası ve sağ kanat oyuncusu olarak görev yapmaktadır. Hollanda'da iki kez yılın oyuncusu seçilen Robben, Hollanda millî futbol takımının en önemli oyuncuları içinde yer almaktadır. 2014 yılında Hollanda millî futbol takımı formasıyla İspanya'ya 5-1 galip gelen Arjen Robben FIFA Dünya Kupası'nda büyük işler başararak futbolcu sıralamasında 3. olmuştur.
Robben futbol kariyerine doğduğu yer olan Groningen şehrinin FC Groningen kulübünde başlar. Ligde ilk maçına FC Twente maçında Leonardo dos Santos Silva'nın yerine oyuna girerek çıkmıştır. Robben 2000-01 İlk sezonunda 18 maça çıkıp 2 gol atar ve takımında yılın futbolcusu seçilir. İkinci sezonunu daha iyi geçiren robben 28 maça çıkıp 6 gol atar ve sezon sonunda 3.9 milyon € karşılığında PSV takımına transfer olur.
Robben Mateja Kezman ile iyi bir ikili olur ilk sezonunda 33 maça çıkıp 12 gol atar. Manchester United teknik direktörü Sir Alex Ferguson'dan PSV kulübüne Robben'i transfer etmek için 8 milyon € 'luk bir teklif gelir ancak yönetim kabul etmez. Robben 2002-03 ilk sezonunda yılın Hollandalı futbolcusu ödülünü kazanır. 2003-04 Sezonunu bir önceki sezona nazaran kötü geçiren Robben, 23 maça çıkıp 5 gol atar. Sezon sonunda Chelsea FC Robben'i 12 milyon € karşılığında transfer eder.
22 Ağustos 2007 tarihinde, İspanya'nın Real Madrid kulübüyle 5 yıllık sözleşme imzalamıştır. 2009-10 sezonu öncesinde, başkanlığa Florentino Pérez'in seçilmesi ve Cristiano Ronaldo ile Kaká'nın transferleri sonucunda kulüpten ayrılmaya karar vermiştir.
28 Ağustos 2009 tarihinde, yaklaşık 25 milyon € bonservis bedeliyle, Almanya'nın Bayern Münih kulübüne transfer olmuştur. Robben, yeni takımında en son Roy Makaay tarafından giyilen "10" numaralı formayı giymeye başlamıştır. 2013 yılında, takımı Bayern Münih ile Şampiyonlar Ligi kupasını kazanmıştır. 19 Mart 2014 tarihinde, Bayern Münih ile sözleşmesini 3 yıl daha uzattı. İmza sonrasında "Bayern ile çok başarılı bir 5 sene geçirdim ve şimdi 3 yıl daha burada olacağım. Amacım Bayern Münih ile daha fazla kupa kazanmak." açıklamalarında bulundu.
Pauleta
Pedro Miguel Carreiro Resendes ya da lakabı ve genel deyişle Pauleta(d. 28 Nisan 1973), forvet pozisyonunda görev yapmış Portekizli eski futbolcudur. Pauleta Ligue 1 kariyeri boyunca çıktığı 217 maçta 124 gol atmayı başarmıştır.
Portekiz millî futbol takımının formasını da giyen Pauleta, millî takımda oynadığı 83 maçta 47 gol atmıştır. Attığı 47 golle Portekiz millî futbol takımı tarihinde en fazla gol atan 2. futbolcu konumundadır.
Bu sene içerisinde futbolu bıraktığını açıklamıştır..
Hıyar
Hıyar ("Cucumis sativus"), kabakgiller (Cucurbitaceae) familyasından bir bitki türü ve meyvesine verilen ad. Anayurdunun Kuzey Hindistan olduğu sanılan bitkinin tarımı çok eski dönemlerden beri yaygın olarak yapılmaktadır.
Hıyarın, sarılgan özellikteki ince yapılı ve boğumlu gövdesi, beş köşeli ya da 3-5 loplu tüylü yaprakları ve yaprakların koltuğundan çıkan tek eşeyli sarı çiçekleri vardır. Kimi zaman dikenli, parlak yeşil renkli bir kabukla örtülü ince uzun ve silindirimsi meyvelerinin içinde çok sayıda tohum bulunur.
Bu bitki her türlü iklimde yetişir fakat tundrada yetişemez. Bol su seven bu bitki kurak yerlerde yetişmez. İç anadoluda tarımı yaygındır. Gübre kullanımı ile verim artırılır. Zirai ilaç kullanılması doğa ve bitki için zararlıdır ve tavsiye edilmez.
Besin değeri düşük bir sebze olan hıyarın en çok salata (ki bazıları adına salatalık der) ve turşusu yapılır. Bazik özellikteki özsuyu çeşitli kozmetik ürünlerinin bileşimine girer.
100 g taze hıyarın içerdiği besin değerleri şunlardır: 15 kalori; 0,9 g protein; 3,4 g karbonhidrat; 0 kolesterol; 0,1 g yağ; 0,5 g lif; 27 mg fosfor; 25 mg kalsiyum; 1,1 mg demir; 6 mg sodyum; 160 mg potasyum; 11 mg magnezyum; 250 IU A vitamini; 0,03 mg B1 vitamini; 0,04 mg B2 vitamini; 0,2 mg B3 vitamini; 0,042 mg B6 vitamini; 67 µg folik asit ve 11 mg C vitamini.
Leaving Beirut
Leaving Beirut. 20 Haziran Kuruçeşme İstanbul konserinde Roger Waters arka plandaki görsel çizgiler ile Leaving Beirut'u çaldı. Türkçe anlamı "Beyrut'tan ayrılmak"tır.
Roger Waters 17 yaşında iken araba ile İngiltere'den hareket ederler. Türkiye'yi de boydan geçerek Lübnan'a varırlar. Burada arabaları bozulur ve yolda kalırlar. Yol arkadaşı Afganistan'a devam eder. Roger Waters ise otostop ile geri dönmeye karar verir, beş parasızdır.
Beyrut'ta araç beklerken duran bir taksideki tek bacağı olmayan arap onu evine davet eder. Yemeğini paylaşır. Adamın kambur bir karısı ve ufak bir bebeği vardır. Roger yemek yerken kadının yemediğini görür, onun yemeğini yediğini düşünür. Odalarını uyuması için ona verirler. Ertesi gün ayrılırken, Roger misafirperverlikleri için teşekkür eder. Karşılığında ev sahibi ona teşekkür etmektedir, evlerinde kaldığı için.
Hayatımı değiştiren gece olarak konserde lanse edilen bu şarkı da Roger Waters, çok az şeye sahip olan bu fakir ailenin onunla paylaştıklarını anlatır. Beyrut'daki savaştan sonra bu ailenin ne olduğunu sorar. Halen süren savaşta zarar gören bölgedeki insanları sorgular.
Kedil bulaşan peritonit
Kedilerin enfeksiyöz peritonitisi, (Feline infectious peritonitis (Pleuritis) = FIP), kedilerin bağışıklık sistemini etkileyen bir hastalıktır.
FIP bilimsel tanısı (adı konulmadan) 1914 yılına kadar görülmüştür, ancak ilk kez 1963 yılında Dr. Jean Holzworth tarafından rapor edilmiştir.
FIP, kedilerin bağışıklık sistemine etki eden bir hastalıktır. FIP adı “feline infectious peritonitis” virüsünün adının ilk harflerinden oluşan bir kısaltmadır. "Feline infectious peritonitis", corona virüsünün orijinal halidir.
FIP, kedilerde görülen ölümcül bir hastalıktır, kesin tedavisi yoktur. Kesin tanı otopsi sayesinde konulabilir. Yüksek güvenilirlikli tanı için birçok test yapılması gerekir. FIP'in tanısında kullanılan testlerde bazı durumlarda hatalı sonuçlar alınabilir. Uzmanlar, çok gerekli olduğunda hayvanı "uyutma" kararı verebilir.
FIP hastalığının diğer hayvanlara ve insanlara geçtiği konusunda hiçbir tıbbi bulgu yoktur. Bununla birlikte hastalık " kedigilller aile"si içinde bulaşıcıdır, evcil kedilerde görüldüğü gibi vahşi kedilerde de görülmektedir.
Hastalık, kedilerin 6 ile 23 ay arası yavrularında ve 5-13 yaş arası yetişkinlerinde daha çok görülür ve kedi 14 yaşın üzerine çıktığında risk daha da artar. Bununla birlikte her yaşta görülme olasılığı vardır. Kediler arasında bulaşma riski kapsamında bulaşma olasılığı vardır. Kesin bulgu yoktur ama olasılık dahilindedir.
Cinsiyet, hastalık olasılığını etkilemez. Irk açısından bakılacak olursa büyük farklılıklar olmamasına rağmen bağışıklık sistemi güçlü ırklarda daha az görülür.
"Coronaviridae" ailesinden hayvan ailelerinde bulunan bir RNA virüsüdür. Solunum, sindirim ve boşaltım organlarını etkileyen virüs daha çok ilkbahar ve sonbaharda etkindir. Aslında Corona virüsü kedilerin sıklıkla karşılaştığı bir virüstür. Mutasyona uğramadan öldürücü olma riski neredeyse yok gibidir. Virüs kediden kediye temas yoluyla geçer, yayılma yoluysa genelde dışkıdır. Kedilerin neredeyse yarısı bu virüsle hayatlarında bir kez karşılaşırlar. Bu oran kedilerin toplu yaşadığı yerlerde daha da artar. Tanı testlerinde ise kedilerin metabolizmalarının virüse karşı oluşturduğu metabolik maddeler [antibody düzeyi (titer seviyesi)] ölçülebilir. Belirtiler genelde ateş, ishal ve halsizlik şeklinde olur. Ama neredeyse yüzde yüze varan oranlarda kediler bu virüsün hastalığını yenebilirler. Virüsün yayılması genelde "dışkılama > dışkıyla temas > tüy yalama" şeklinde olur. Düşük bir olasılık da olsa hava yolu da bulaşma yolları arasındadır. Corona virüsünün kedilerin rahatça atlattığı bu hastalığı, virüsün mutasyon geçirmesiyle ölümcül FIP'e dönüşür.
Bilimsel görüşlere göre Corona virüsü %2 ila %10 oranlarında FIP virüse dönüşür (FIPV). Bu mutasyonun nasıl gerçekleştiğine dair viroloji bilimi kesin veri sunamamaktadır. Şu halde Corona virüsünü kapan kedilerin %92-%98'i basit belirtilerle hastalığı atlatırken geri kalanlarda hastalık öldürücü FIP'e çevirmektedir. Corona virüsünün mutasyon geçirmiş hali olan FIP virüsü, FIP hastalığına neden olur.
FIP'te genel olarak aşağıdaki belirtiler görülür. Ama bu belirtilerin görülmesi FIP tanısının konulabilmesi için yeterli değildir:
Tanı, otopsi haricinde kesin olarak konulamaz. Ancak birden çok yapılan testlerin her biri için güvenilirlik artacaktır.
En sık kullanılan testler kan testleridir:
(*Bu üç testte de birinci testte olduğu gibi söz konusu bölgede "antibody (dolaylı: titer)" düzeyi araştırılır.)
Alyuvarlara yerleşen virüs tüm vücudu sarar. Bağışıklık sistemini çökertir. İki çeşidi vardır:
Efüzyonlarla karakterize bu form daha öldürücüdür ve kediye daha çok rahatsızlık verir. Kan damarlarında yaptığı deformasyonla sıvının karın bölg |
esinde ve dokularda birikmesine sebep olur. Akciğer üzerine basınç olduğundan bu sıvı ara ara alınabilir.
Hastalığın, efuziv forma göre daha yavaş ilerleyen, daha zor gözlemlenen türüdür. İştahsızlık, kilo kaybı, tüy renginde kalitesizleşme, burun renginde açılma, belirtiler arasındadır. Belirtiler yavaş geliştiğinden ve nispeten hafif olduğundan tanı zor konur. Gözlerde de hasara sebep olabilir.
Hastalığın kesin tedavisi yoktur. Belki hasta kedinin daha uzun ve rahat yaşaması sağlanabilir. Çalışmalar devam etmektedir.
Bağışıklık sistemi güçlendiriciler, interferonlar, vitamin kürleri (özellikle C vitamini), antibiyotik desteği en önemli tedavi araçları arasındadır.
Islak FIP'te karında biriken suyun zaman zaman alınması kedinin solunumunu rahatlatabilir. Veteriner hekimin bilgisi dahilinde doğal ürünler denenebilir. Ancak unutulmamalıdır ki hastalığın efuziv forumun herhangi bir tedavisi yoktur.
Corona virüsü salya ve dışkıyla bulaştığından kedi ve ortam temizliği çok önemlidir. Virüs 4-6 hafta arası pasif bekleme süresine sahiptir. Kedinin Corona virüsle karşılaşmaması için kedi kumu, mama kabı, ortam temiz tutulmalıdır. Kedinin bakım ve temizliği düzenli yapılmalıdır. Sokağa çıkarmamak virüsle karşılaşmayı engelleyebileceği gibi, kedi açısından stres kaynağı olabileceğinden ve halihazırda Corona virüsü ile karşılaşmış olabileceğinden hastalığı da başlatabilir.
Kediyi besin yönünden zengin beslemek ve antioksidanlar, hastalığa karşı korunmada küçük de olsa katkıda bulunabilir.
Corona virüsünün FIP'e dönüşmesinde etken olarak görülür. Kedinin psikolojisinin iyi olması sadece bu hastalığa değil diğer hastalıklara karşı korunmada da önemlidir.
Ev içi ve dışında kedinizi strese sokabilecek nesne ya da durumları en aza indirmeye çalışın. (örneğin: elektrikli süpürgenin sesi vb.)
Kedinin hastalığından otopsi yapılmadan emin olunamaz, bu yüzden de hasta olduğu sanılan kedilerde bile en son olarak ötanazi düşünülmelidir. Veterinerle birlikte hastalığın ilerlemiş evrelerinde ötanaziyi tartışılmalıdır.
Hasta kedinin iyileştiği bazı durumlar vardır ama kedinin hastalığa sahip olup olmadığı kesin bilinmediğinden emin olunamamaktadır.
FXP Scene
FXP Scene, warez olarak adlandırılan alt kültür oluşumları içerisinde dünyada bilgisayarlara en çok zararı verenler bu grupta olanlardır. Yeryüzünde üretilen tüm virüsler ve exploitler fxp scene mensuplarınca amaçları için üretilir ve kullanılır.
FXP scene grupları "scene"in aksine her şeyi yasa dışı kullanırlar. Her fxp grubunda üyeleri arasında iş bölümleri vardır. İş bölümleri üyelerin yetenekelri ile doğru orantılı olup kendi talepleri ile ortaya konulmaktadır. Üç ortamı birden kullandıkları düşünülmektedir. Web bazlı üyelik akreditasyonuna tabi forum sitleri, irc iletişim kanalı ve warez ürünü olan "release"leri barındıracakları "köle" sunucular. Köle sunucular sürekli olarak günlük grup scanner adı verilen port tarayıcıları tarafından tespit ve veri aktarım hız testleri yapılan üyelerce bulunur ve grup "cracker"'larınca da üretilmiş olan exploitlerce hacklenerek grup üyelerinin kullanımına uygun hale getirilir.
FXP Scene üyeleri, scene içinde yer alan gizli mensuplarınca scene release'leri taşınarak beslenirler.
Bulgaristan'ın illeri
Bulgaristan, 1999'dan beri 28 ile (Bulgarca: област, "oblast";) bölünmüştür. 1987'den önce de 28 "okrug"a bölünmüş olan ülke, 1999'a kadar 9 büyük ile bölünmüş olarak yönetiliyordu.
Her il adını, yönetim merkezi kentten alır. Ancak Sofya ili ve Sofya Şehri’nin durumu farklıdır ve iki ilin de yönetim merkezi Sofya’dır. İller, belediyelere (Bulgarca:община "obştina") ayrılır.
1952 yılındaki taksimata göre 7 bölgesi olan Bulgaristan 1987'den önce de 28 "okrug"a bölündü. 1987 ile 1999 yılları arasında komünist Todor Jivkov rejiminde bu okruglar dokuz il altında toplandı.
Calgary
Calgary, sahip olduğu 1 milyonluk nüfusla Alberta eyâletinin (Kanada) en büyük kenti ve dünyanın en zengin bölgelerinden biri olarak kabul edilen Calgary-Edmonton Koridoru'nun güney ucudur.
Kent, 1914'te Alberta'da petrolün bulunmasıyla başlayan süreçte, 40larda eyaletin sahip olduğu petrol kaynakları ve diğer doğal kaynaklarla zenginleşmesi ve özellikle 1973'te Arap petrolüne uygulanan ambargo dolayısıyla artan petrol fiyatlarına bağlı olarak baş döndürücü bir şekilde büyümüştür. Günümüzde Calgary, Kanada'da, Toronto'nun ardından en çok şirket merkezine sahip olan kent unvanına sahiptir; bu şirketlerin birçoğu petrol endüstrisiyle yakından ilgilidir. Ayrıca kent, ülkenin en pahalı emlak piyasalarından birine sahip olmasıyla tanınmaktadır.
Kent, ünlü Kanada Kayalık Dağları'na 80 km uzaklıktadır ve kent merkezi dağların eşsiz manzarasına sahiptir. Kayalık Dağlar üzerindeki ünlü turizm kasabaları Banff, Lake Louise ve Canmore'a olan yakınlığının yanında, kent, turistlere sunduklarıyla da her yıl 4.5 milyon ziyaretçi çekmektedir. Calgary Stampede adı verilen büyük festival döneminde kent milyonlarca ziyaretçiye kapılarını açmaktadır.
Kent, 1988 Kış Olimpiyatları'na ev sahipliği yapmıştır.
Calgary Üniversitesi ("University of Calgary") kentin en önemli yüksek öğrenim kurumudur.
Sinem Kobal
Sinem Kobal (d. 14 Ağustos 1987, İstanbul), Türk televizyon ve sinema oyuncusu.
14 Ağustos 1987 yılında İstanbul’da doğdu. Rize, Hemşinli bir ailenin kızıdır. Babası inşaat mühendisi, annesi ise ev hanımıdır. Selena dizisinde Atacan Baybars adlı karakteri canlandıran Kerem adında bir erkek kardeşi bulunmaktadır.
Star TV'de 2003 yılında yayınlanan başrollerini Ali Sürmeli ve Gülben Ergen'in paylaştığı Hürrem Sultan dizisinde Ayşe karakterini canlandırmıştır.
Sinem Kobal, dört yaşında Yıldız Alper bale okulunda başladığı bale eğitimine sekiz yıl devam etmiştir. Royal Akademi'den diplomasını almıştır. İSTEK Vakfı Özel Acıbadem Lisesinden mezun olmuştur. Başarılı bir öğrenci olan Sinem Kobal, ortaokulda öğrenci iken, voleybol takımıyla ikincilik ve step birinciliği kazanmıştır. Şimdi ise latin dansı ve Aikido sporu yapmaktadır.
Dormen Tiyatrosunda aldığı eğitimle sanat hayatına giriş yapmış, henüz 13 yaşındayken ilk kez "Dadı" adlı televizyon dizisinde rol almaya başlamıştır. Daha sonra bir sezon da Uygur Tiyatrosu'nda çalışmıştır.
Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne ve Gösteri Sanatları Bölümü mezunudur.
atv’de yayınlanmış olan Selena adlı bir fantastik dizide Selena adlı bir karakteri oynamıştır. Akatlar Kültür Merkezi'nde yapılan "Jetix Çocuk Ödülleri Ödül Töreni"nde başrolünü oynadığı Selena dizisi "En Sevilen Yerli Televizyon Dizisi" seçilmiş, Sinem Kobal ise yine bu törende "En Sevilen Türk Kadın Oyuncu" seçilmiştir.
2010 Yazında Kanal D'de başlayan daha sonra Star TV'de yayınlanan Küçük Sırlar dizisinde Su karakterini canlandırdı.
5 Şubat 2010'da Romantik Komedi filminde "Didem" karakterini canlandırdı. 14 Şubat 2013'te ise Romantik Komedi 2 vizyona girdi, bu filmde Kobal aynı rolü tekrarladı.
14 Mayıs 2016 tarihinde oyuncu Kenan İmirzalıoğlu ile evlendi.
Çıkar grubu
Çıkar grupları (aynı zamanda baskı grupları, lobici gruplar olarak da adlandırılır), gevşek ya da sıkı organize olmuş, kendi taraflarından yana hareket eden, seçimlere girmeden kamu politikasını değiştirmeye ya da kamu politikasında yapılacak değişikleri önlemeye çalışan gruplardır.
"Baskı grupları", bir parti kurmak ya da bir bireyi aday göstermek gibi çeşitli yollardan seçimlere girmediği halde hükümeti etkilemeye çalışan organize gruplardır. Aynı zamanda ""çıkar grupları"", ""lobici gruplar"" veya ""protesto grupları"" olarak da bilinir. Bazı insanlar "baskı grubu" terimini kullanmaktan kaçınırlar çünkü bu terim "baskı" kelimesinin yarattığı çağrışımla bu grupların hedeflerine ulaşmak için gerçekten bir baskı kullandığının (terör gibi) sanılmasına yol açabilir. Britanya`da, politik partilerin sayısı çok azken, baskı/çıkar gruplarının sayısı binlere ulaşır. Baskı gruplarına üye insan sayısı artarken politik partilere üye insan sayısı düşmektedir.
Çıkar grubunun hedefine ulaşması için kendi başına ya da kolektif hareket eden bireylere lobici denir. Gene de, birçok ülkede, "lobici" teriminin resmi bir tanımı vardır ve lobicilerin kendilerini tescil ettirmeleri, yaptıkları hakkında bilgi vermeleri gereklidir. Fakat, "çıkar grubu" tanımı resmi olmayan grupların birçoğu için de kullanılır.
Özel çıkar terimi bütün bu biçimler için kullanılabilirken, asla siyasi müttefikler için kullanılmaz. Bu terim, özellikle Birleşik Devletler`de, "özel" çıkarın "genel" çıkar olmadığını belirtir. Birçok akademisyen ""özel çıkar"" terimini kullanmayı sevmez, çünkü bu terim henüz en baştan negatif bir anlam taşır. Bunun yanında bu terim, bizim "genel çıkarın" (kamu çıkarı) ne olduğunu kesinlikle bildiğimizi varsayar. Bazıları verilmiş çıkar ya da bağımsız gruplar terimlerini kullanırken, akademik dilde bunlar yerini "çıkar grupları" terimine bırakır.
Güçlü olumsuz etkisi yüzünden, "özel çıkar" terimi genellikle politikacıların kendilerine karşı gruplara yönelik sıkça kullandığı bir sözdür. Örnek olarak, 2003'te yürüttüğü başarılı seçim kampanyası sırasında Arnold Schwarzenegger bu terimi sık sık kullanmış ve özel çıkarların geneli yansıtmadığını belirterek "pis" olduklarını söylemiştir.
Baskı grupları iktidarı ele geçirmeye çalışmazlar. Diğer taraftan, siyasi partilere göre hitap ettiği kesim daha dardır. Siyasi partiler kitlelere hitap ederken baskı grupları çıkarı olana hitap eder. Ama bazen baskı grupları siyasi parti haline dönüşebilir.
Aslında medya bir çıkar grubunu savunmaz, birçok fikri yansıtır. Ancak baskı grupları bazen bir gazete veya kanal sahibi olup kendi yararını kamuoyunda meşrulaştırmaya çalışabilir. Paraya hükmeden -yönlendiren- çıkar grupları siyaseti etkilemede en çok bu iki metodu kullanmakla beraber, "Power and Choose" kitabına göre 7 başlık altında toplanabilir bu maddeler.
Josef Mengele
Josef Mengele () (d. 16 Mart 1911, Günzburg, Alman İmparatorluğu - ö. 7 Şubat 1979, Bertioga, Brezilya), Nazi toplama kampı Auschwitz-Birkenau'da yaptığ |
ı acı verici ölümcül deneylerle bilinen bir Alman Nazi doktor. 2 milyon kişinin insanlık suçu işlenerek öldürülmesinden sorumlu tutulmaktadır.
Mengele, Münih Üniversitesi ve Frankfurt Üniversitesi'nden tıbbi antropoloji üzerine doktora yaptı. Ocak 1937 yılında Frankfurt'ta Kalıtsal Biyoloji ve Irk Hijyen Enstitüsünde çoğunlukla ikizler ile ilgili genetik alanında yaptığı araştırma ile tanınan lider bir bilim adamı olan doktor Otmar Freiherr von Verschuer'ın asistanı oldu.
1937 yılında Nazi Partisi'ne katıldı. 1938 yılında tıp diplomasını aldı ve SS'e katıldı. Mengele 1940 yılında orduya, daha sonra Waffen-SS'de bir asker olarak sivrildi. SS, muharebe kolu sağlık hizmetleri için gönüllü oldu. Haziran 1941 yılında Ukrayna cephesindeki çabaları için İkinci Sınıf Demir Haç verildi. Rus cephesinde mücadele etti ve yaralandı. Üç Alman askerinin hayatını kurtardığı için SS-Hauptsturmführer (Yüzbaşı) rütbesine terfi etti.
Toplama kamplarında mahkûmlar üzerinde tüyler ürpertici insan deneyleri gerçekleştirdiği için, insanlar üzerinde yaptığı, onları ölüme kadar götüren, tıbbi deneylerden dolayı, doktor olmasının da etkisiyle kendisine "Ölüm Meleği" adı verildi. Toplama kampındaki mahkûmların hangisinin öldürüleceği, zorla çalıştırılacağı ve üstünde deney yapılacağını belirleyen SS doktorlarından biridir.
1944 yılının başında savaş suçlusu ilan edildi. Diğer birçok Auschwitz doktorlar ile birlikte, Mengele 17 Ocak 1945 tarihinde Aşağı Silezya Gross-Rosen toplama kampına transfer oldu. Kampta tıbbi kayıtların çoğu zaten SS tarafından tahrip edilmişti. Kızıl Ordu 27 Ocak 1945'te Auschwitz'i ele geçirdi. Mengele, Sovyetler gelmeden bir hafta önce, 18 Şubat'ta Gross-Rosen kampından kaçtı ve batıya, Saaz'a (şimdi Žatec) bir Wehrmacht subayı kılığında seyahat etti. Haziran ayında Amerikalılar tarafından savaş esir alındı fakat büyük savaş suçlusu listesinde olduğu tespit edilemedi. Temmuz ayının sonunda serbest bırakıldı ve adı "Fritz Ullman" olarak, daha sonra "Fritz Hollmann" olarak değiştirilmiş sahte belgeler hazırladı.
Auschwitz'teki kayıtlarını kurtarmak için Sovyet işgali altındaki bölgeye bir gezi de dahil olmak üzere kaçak olarak birkaç ay gezdi ve bir farmhand olarak Rosenheim yakınlarında bir iş buldu. Yakalanacağı ve ölüm cezası alacağı endişesi ile 17 Nisan 1949 tarihinde Almanya'dan kaçtı. Eski SS üyeleri tarafından yardım alarak Cenova'ya gitti. Orada Uluslararası Kızıl Haç Komitesi tarafından takma adı "Helmut Gregor" isminde bir pasaport aldı.Temmuz ayında Arjantin'e gitti. Karısı ona eşlik etmeyi reddetti ve 1954 yılında boşandılar.
Mengele, Vicente Lopez banliyösünde bir yatılı evde ikamet ederken Arjantin'in başkenti Buenos Aires'te bir marangoz olarak çalıştı. Birkaç hafta sonra, Buenos Aires'te daha varlıklı bir mahallede Nazi sempatizanı olan birisinin evine taşındı. Ailenin tarım ekipmanları şirketinde bir tezgahtar olarak çalıştı ve 1951 yılında başlayan bölge satış temsilciliği vasıtasıyla Paraguay'a sık geziler yaptı. 1953 yılında Buenos Aires'in merkezinde bir dairede ikamet etti. 1954 yılında Olivos banliyösünde bir ev kiraladı. 1992 yılında Arjantin hükümeti tarafından yayımlanan dosyalarda, Mengele'nin Buenos Aires yaşarken kürtaj yapabilmesi dahil olmak üzere lisansı olmadan doktorluk yapabildiğini göstermektedir.
Savaşın bitmesinden sonra ilk olarak başka bir isimle Avusturya'da saklandı, daha sonra ölene kadar kalacağı Güney Amerika'ya kaçtı. Burada, 1959'a kadar Arjantin'de yaşadı.
Brezilya'nın Bertioga kasabasında denizde yüzerken inme sonucu hayatını kaybetti. Kimliği Campinas Devlet Üniversitesi uzmanları tarafından DNA testi yapılarak anlaşıldı.
Daha sonraları insanlık suçu olarak kabul edilen testlerinden bazıları; bir SS subayının kötü şartlara ne kadar dayanabileceğini ölçtüğü, Nazi kamplarında toplanan Yahudiler, "Saf Cermen" soyundan olmayanlar veya engelli insanlar üzerinde yaptıkları testlerdir. Bu testlerde kobaylara asker üniforması giydiriliyor ve bir SS subayının paraşütle uçaktan atladığında ne kadar basınca dayanabileceğini ölçmek için, kobayı bir basınç odasına sokuyor; bu odada iç organları patlayana kadar basınç uygulanıyordu. Diğer bir deneyde ise Kuzey Kutbu'na gidecek bir SS subayının deniz soğuna ne kadar dayanabileceğini ölçen testti. Bu testin kobay üzerinde uygulanışı ise, onu buz dolu bir küvete sokmak ve soğuktan ölene kadar onu gözetim altında tutmaktı.
Deneylerinden bir diğeri ise; "Saf Cermen" ırkları üzerinde uygulanacak testlerin kobaylığını, toplama kamplarındaki Yahudi ağırlıklı esirler üzerinde uygulamaktı. Cermen soyundan gelen ari ırktan doğan çocukların göz renkleri mavi renkten farklı bir renk olursa; bu rengi mavi renk ile değiştirmek üzerine deneyler yapıyor; bu deney sonucu elde ettiği sıvıları esirlerin göz bebeklerine şırınga aracılığı ile enjekte ediyordu. Bu yaptığı test ise başarısızlıkla sonuçlanmış ve birçok insanın kör olup ölmesi ile sonuçlanmıştır. Aynı zamanda birçok esir üzerinde anestezi uygulamadan vücutlar üzerinde kanlı deneyler yapmıştır.Küçük çocuklara, ciddi hastalıkların mikropları enjekte edildi ve bu hastalıklara çocukların ne kadar dayanabildikleri ölçüldü. Pek çok masum çocuk, işkence çekti, sakat kaldı veya öldü. Josef Mengele cüceler üstünde de acımasız deneyler yaptı. Örneğin Cüce kardeşler üzerinde ırk araştırmaları yaptı, litrelerce kan aldı. Kampa yeni gelenleri eleyen, gaz odasına gönderen Dr. Mengele, cüce deneylerinde 2 bin ve ayıklama işlemlerinde de 2 milyon kişinin ölümünden sorumlu tutuldu.
Lanetli Avlu
Lanetli Avlu, İvo Andriç'in 1954 yılında yazdığı bir romanıdır.
Konusu, 17. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu coğrafyasının başta İstanbul olmak üzere İzmir, Suriye, Bosna gibi topraklarında geçer.
İlk bölümünde olaylar İstanbul'da 17. yüzyılda ""Lanetli Avlu"" (veya Uğursuz Avlu) denilen bir hapishanede başlar. Kendisini Cem Sultan sanan bir genç, anlatıcı keşiş Pierre'e öyküsünü anlatır. Ağabeyi Sultan Bayezid ve Cem Sultan arasındaki olaylar önce Keşiş Pierre'in Cemil'den dinlediklerinin aktarımı olarak ve üçüncü tekil anlatımıyla; daha sonra kendisini Cem sanan Cemil'in hüzünlü birinci tekil anlatımı ile anlatılır. Eserde, Cem Sultan insanî tarafıyla ve iki farklı dünyanın arasında doğubatı, müslüman-hristiyan, muhalefet-iktidar, büyük-küçük, ihtiras-kader konumlandırılmasında felsefi biçimde değerlendirilir.
Anlatıcı Keşiş Pierre, İstanbul'da Uğursuz Avlu denen hapishanede İzmirli zengin genç Cemil ile tanışır. İyi bir eğitim alarak büyümüş, yabancı ülkelere seyahatler yapmış Cemil, babasını kaybedince İzmir'in sayılı zenginleri arasında yer almıştır. Orta halli bir Rum ailenin kızını sevip onunla evlenmek istese de kızı babası onu bir Türk'e vermek istemeyip İzmir dışından bir Rum ile evlendirince altüst olan Cemil İstanbul'a gitmiş, orada iki yıl daha eğitim görüp kendini kitaplara vermiştir.
Cemil, asıl merakı tarihe ve özellikle de Sultan II. Bayezid ile kardeşi Şehzade Cem'in trajik hikâyesine kilitlenmiş ve talihsiz kardeş Cem'in öyküsünü bir saplantı haline getirerek kendini onunla özdeşleştirmiştir. Ağabeyine suikast yapmayı isteyen Cem Sultan'ın hikâyelerini içselleştirmesi yüzünden dönemin padişahına karşı bir suikast planladığı şüphesiyle hapse konan Cemil, rahip Pierre'e altı gün boyunca Cem Sultan'ın hikâyesini anlatır.
Zıkkımın Kökü
Zıkkımın Kökü, Muzaffer İzgü'nün Adana'daki bir gecekondu mahallesinde geçen çocukluğunu anlatan romanıdır.
Yer yer mizah, yer yer dram ögeleri yer almaktadır. Kitapta yazar, yoksulluk içinde geçen çocukluk ve gençlik dönemini anlatmaktadır. Okuyucu, yazarın sürükleyici anlatımıyla onun ilk aşkıyla tanışır, ayrılıklarını izler, acılarını hisseder ve ailesi ile arasındaki ilişkiye karışır. Güçlü betimleme özeliği, okuyucunun kitaptaki olaylarla kendini özdeşleştirmesini kolaylaştırır.
Eser, 1992 yılında filme de alınmış; yurtiçi ve yurtdışındaki film festivallerinde pek çok ödül almıştır.
Şafak Günlükleri
Şafak Günlükleri, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nda Türk cephelerinde yaşanan gerçek olayları, olaylara şahit olan kişilerin ağzından aktarmayı amaçlayan bir çizgiroman dergisi.
İlk sayısı Mart 2006 çıkan 28 sayfalık renkli bir çizgiroman dergisidir. Toplam 5 sayı çıkmış, ekonomik sebeplerle yayın hayatını sonlandırmıştır.
Yaratıcı ekibin önyazısında belirttiği gibi güvenilir belgeler, fotoğraflar, yayınlanmış anılar ve sağlam kaynakçalara dayanılarak oluşturulmuştur. ""I. Dünya Savaşı'nda müttefiklerimiz yenildiği için Çanakkale'de büyük zafer kazanmamıza rağmen biz de yenik sayıldık"" gibi reçete cümlelerle verilen tarih anlayışına daha derinlikli yeni bir pencere açmayı amaçlamaktadır. Yapılan kahramanlıklara, gösterilen fedakarlıklara, kişisel hırsların sürüklediği felaketlere, ihanet ve yanlış hesaplara çizgi roman penceresinden bakmakta, olaylar anlatılırken, fonda, imparatorluğun çöküş süreci ve Türkiye Cumhuriyeti'ni oluşturacak özün gelişimi verilmektedir.
Yazar Kutsi Akıllı
çizerler Bülent Morgök, Serdar Edirne, Ercüment Morgök, Murat Bozkurt
Scene Release
Kendi aralarında kendilerine Scene diyen alt kültür grubunun ürettiği her türlü ürünün genel adıdır. Son yasa dışı kullanıcısı açısından bunun adı bir yazılım, oyun ya da film olabilir; ama kendi iç dolaşımlarında kullandıkları isim ve adlandırma genel olarak hepsi için "release"dir.
Bulgaristan arması
Şu anda geçerli olan Bulgaristan Arması, 1997'de kabul edilmiştir. Farklı siyasi partilerin farklı istekleri yüzünden, 1990'ların başında çöken komünist düzenden sonra kabul edilen ilk resmi Bulgaristan armasıdır.
Amblemde, iki arslan, üzerinde bir arslan olan bir kalkanı taşıyorlar. Üstlerinde de Bulgar çarının tacı var. Amblemin en altında da Bulgarca olarak, ülkenin millî sloganı olan: "Birlikten Kuvvet Doğar." yazıyor.
.nfo
.nfo, İngilizcede "bilgi" anlamına gelen "info" veya "information" kelimelerinin kısaltması olarak türetilmiştir. .nfo dosyaları ASCII yazı tabanlı karakter kodlaması dosyalarının uzantısıdır. Bu dosyalar, yazı tabanlı dosyal |
arı okumak için geliştirilen yazılımlarla görüntülenebildiği gibi, .nfo dosyaları için özel olarak tasarlanmış yazılımlar da bulunmaktadır.
Eğer bir kullanıcı bilgisayarında, içerisinde .nfo dosyası barındıran bir .rar arşiv dosyasını WinRAR yazılımı ile açarsa, WinRar ekranının sağ tarafında .nfo içerisindeki bilgiler görünür ve arşivlenmiş dosyalar hakkında bilgi verir.
Nadir olarak, Microsoft Windows işletim sisteminin içerisinde bulunan, "Sistem Bilgilendirmesi" yazılımı ile de .nfo uzantılı dosyalar yönetilebilir.
NFO dosyalarının kullanım amacı, eskiden BBS'lerde kullanılan, günümüzde ise birçok ZIP arşiv dosyasında bulunan FILE ID.DIZ ile hemen hemen benzerdir. NFO dosyaları genellikle korsan grupların warez yayınları için kullandıkları ve yayın hakkında bilgi içeren dosyalardır. NFO dosyası aynı zamanda bu yayının oluşturulmasında katkısı olan korsanları belirtmek, bu korsanları veya bağlı oldukları korsan grubu övmek için de kullanılmaktadır. Günümüzün modern warez NFO dosyaları, en üstte yüksek özen gösterilerek tasarlanmış ANSI logosu, altta ise korsan grubun kendisini ve yayınlarını tanıtan bilgiler içerir.
NFO dosyalarını tamamlayanlar genellikle dosyaların içine ASCII dışındaki
karakterleri de katarlar. Bu kod sayfaları arasında en çok kullanılanı da Kod Sayfası 437 'dir. Eğer NFO dosyasını görüntüleyen kişi bu kod sayfasını desteklemeyen bir yazılım kullanıyorsa, anlamsız ve garip yazılarla karşılaşabilir. NFO dosyalarını görüntüleyebilmek için birçok özel yazılım mevcut olsa da, basitliğinden dolayı Windows Not Defteri en çok tercih edilendir. Windows Not Defteri'nin MS-DOS ekranında görüntülenen NFO dosyalarından farkı, dosya içeriğini, siyah ekran beyaz yazı formatında değil, beyaz ekran siyah yazı formatında göstermesidir. Ayrıca bazı ANSI grafikleri film negatifi gibi ters görüntülenebilir.
NFO dosyaları ile ilk tanışma, bir bilgisayar yazılımı korsan grubu olan Fabulous Furlough ya da diğer adıyla The Humble Guys (THG) sayesinde oldu. Bu gruplar warez grubu ya da crack grubu olarak da bilinmektedirler. İlk NFO dosyası THG tarafından Bubble Bobble" . adlı bilgisayar oyunu için yayınlandı. Yayınlanan bu dosya, "README.txt ("Beni Oku")" dosyasının yerini almıştı. THG tarafından bırakılan bu dosya uzantısı mirası aralıksız sürdürüldü ve bugünde korsan gruplar tarafından kullanılmaktadır. Bu yüzden NFO dosyaları, Usenet haber grupları, P2P vb. dosya paylaşım platformlarında gücünü halen korumaktadır.
Scene üyesi release grupları tarafından üretilen içinde üretilen yasadışı ürünün adı, paketlenme biçimi, kurulumu, crack edilmesi ve ilgili ürünün hakkında genel bilgilerin verildiği ASCII biçiminde artistik olarak düzenlenmiş özel bir dosya biçiminin adıdır.
NFO Araçları
Süper güç
Süpergüç, uluslararası sistem içerisinde ilk sırada bulunan, dünya çapında olaylara etki edebilen ve güç kullanabilen devlettir. Uluslararası sistem içerisinde büyük güç statüsünden daha yukarıdadır. Soğuk Savaş süresince ABD ve SSCB için kullanılan terim, II. Dünya Savaşı sonrasında kısa bir süre için de olsa Birleşik Krallık için de kullanılmıştır. Tarihsel süreç incelendiğinde ise: Han Hanedanı, Roma İmparatorluğu, Tang İmparatorluğu, Song Hanedanı, Yuan Hanedanı-Moğol İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve İspanyol İmparatorluğu'nun da altın çağlarında dönemlerinin süpergüçleri olarak dünya siyasetinde bulundukları kabul edilir.
Günümüzde, çoğu akademisyen ve gazeteci tarafından belirtildiği üzere sadece Amerika Birleşik Devletleri'nin süpergüç olmak için gereken nitelikleri taşıdığı kabul edilmektedir. Fakat diğer bir yandan da Çin yükselen süpergüç olarak nitelendirilmekte ve diğer devletler arasında bu güce ulaşabilme potansiyeli en yüksek olan devlet olduğuna geniş kabul görmektedir. Avrupa Birliği'nin ekonomik gücü ABD ile yarışabilecek düzeyde olsa da politik birliğini sağlayamamış olması ve düzenli tek bir ordusunun bulunmaması sebebiyle bir süpergüç olarak dünya politikasında yerini alması için genişleme ve bütünleşme yolunda ciddi adımlar atması, ekonomik birliğin yanında siyasi ve askeri birliğini de sağlaması gerektiği görülmektedir.
Bir diğer yandan bazı akademisyenlere göre günümüz dünyasının içinde bulunduğu uluslararası bağımlılık, iç içe geçmiş ekonomik sistem ve küreselleşme sebebiyle süpergüç kavramı günümüzde geçerliliğini yitirmiştir.
Fenil
Kimyada, fenil grubu ya da fenil halkası (-Ph olarak da kısaltılabilir) "-CH"
formüllü bir fonksiyonel gruptur.
Altı karbon atomu halkal dizilmiş ve birer karbon atlayacak şekilde ikişer ikişer çift bağ taşımaktadır (3 formula_1 bağı). Genel olarak tepkime vermez. Bu aromatik hidrokarbon birçok organik bileşikte bulunabilir. Benzenden (CH)türediği söylenebilir. En basit ve bilindik olarak fenol bileşiminde bulunur.
Bu fonksiyonel grup benzilden farklı olarak ekstra CH içermez.
Release grup
Release grup, adına kendi aralarında scene dedikleri alt kültür ortamının temel yapıtaşlarından birisidır.
Scene Rules kurallar bütünü içerisinde en bağımsız ve en üretken yapıları olduğu düşünülür. Tüm dünyada dolaşıma bir biçimde çıkan korsan ürünler release grupları tarafından temin edilir ve crack edilip çıkarılır. Bu özellikleriyle "scene"in yasal yaşam biçimi ile en uyumlu insanlarının bu grup içerisinde yer aldıkları sanılmaktadır. Tersine mühendislik bilgi ve birikimleri de bunun düşünülmesinde önemli bir etkendir.
Erkekçe
Erkekçe dergisi 1980'li yıllarda çıkan erotik bir dergidir. Ercan Arıklı'nın sahibi ve genel müdürü olduğu Gelişim Yayınları tarafından çıkarılmıştır. Genel yayın yönetmenliğini kuruluşundan kapanıncaya kadar geçen dönemde Hıncal Uluç üstlenmiş ve seks ve erotizim üzerine yazılarda yazmıştır.
O günlere damgasını vurmuş birçok ünlü bayanı sayfalarında konuk etti. Aralarında fotoğrafçı Erol Atar'ın da çektiği ünlülerin erotik pozları ile dolu sayfaları erkeklerin hayal dünyasına yön verdi. Ünlülere örnekler: Seren Serengil, Pembe Mutlu, Pakize Suda, Necla Nazır, Nükhet Duru, Oya Aydoğan, Seda Sayan, Sevtap Parman, Serpil Çakmaklı, Sibel Turnagöl, Suna Yıldızoğlu, Yasemin Evcim, Ahu Tuğba, Bahar Öztan, Ayşegül Aldinç, Banu Alkan, Harika Avcı, Fulden Uras, Nazan Ayaz, Müjde Ar, Güngör Bayrak, Hülya Avşar v.d.
1987 yılında Muzır Yasası çıkınca poşete girdi. Bu durum satışlarını çok düşürdü. Poşetten kurtulmak için, Erkekçe 90 isimli ve erotizmi az, daha çok erkekler için hayat tarzı konulu bir forma girdiyse de başarılı olamadı ve 1993 yılında kapandı.
Erkekçe; 12 yıl sonra 2005'te yeniden yayın hayatına izzet gümüş geeren ajans tarafından çıkarılmaktadır.
Erkekçe'nin Türkiye'de yayımlanması benzer türde yabancı dergilerin de Türkçe versiyonlarının çıkmasına katkı sağlamıştır. Playmen, Playboy, Penthouse ve Hustler gibi dergilerin Türkçe sürümleri Erkekçe dergi okulundan yetişenlerce çıkarılmış ya da yönetilmiştir.
İlk çıktığı yıllarda elde ettiği başarı derginin kadınlar için de bir formatının kopyalanması sayılabilecek olan Kadınca dergisinin de aynı yayın grubunca çıkarılmasını sağlamıştır.
16 Mart Katliamı
16 Mart Katliamı, 16 Mart 1978 günü İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde 7 öğrencinin ölümü, 41 öğrencinin de yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı ve silahlı saldırıdır.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1. sınıf öğrencisi olan Ülkücü öğrencilerin içinde gizlice faaliyet gösteren genç bir istihbaratçı, İstanbul Emniyeti'ne geçtiği bilgi notunda, "ülkücülerin 8-10 gün içinde İstanbul Üniversitesi çıkışında solcu öğrencilerin üzerine dinamit atıp, silahlı tarama yapacakları’’nı bildirmiştir.
Emniyet arşivine "7 Mart 1978 tarih, 1.D.2.12780" koduyla girip resmiyet kazanan bilgi notunda belirtilen yer ve tarihte gerçekleşen katliama engel olunmadı. Bilgi notu katliamla ilgili soruşturma ve yargılamalar sürerken hiç ortaya çıkmadı. Olaydan 19 yıl sonra dava ikinci kez açılıncaya, bilgi notunun yazılışının üzerinden 22 yıl geçinceye kadar.
Şükrü Balcı ve Süreyya San'ın aralarında bulunduğu polis şefleri görevlerinde kayıtsız kalmakla, Reşat Altay ise saldırıya uğrayan öğrencileri dağılma noktasına kadar koruma altında tutması gerekirken üniversite kapısında terk etmekle suçlandılar. İzmit 1. Asliye Ceza Mahkemesi'nde TCK 230 uyarınca görevi ihmalden yargılanıp, delil yetersizliğinden beraat ettiler. Sanık emniyetçiler hakkında verilen tek ceza polis başmüfettişlerinin önerdiği, disiplin cezası niteliğindeki ‘‘ihtar’’ cezası olmuştur.
T.A.T.u.
t.A.T.u. (Kiril: Тату), Yuliya Volkova ve Lena Katina adlı iki şarkıcıdan oluşan Rus müzik grubu.
Tatu yerine 'tatü' şeklinde yazılmasının nedeni, Tatu adında, 2 kadından oluşan ve ünlü olmayan başka bir müzik grubunun olmasıdır. Tatu, Rusça'da "bu kız, o kızı..." sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir addır. Aynı zamanda Rusçada bir argo sözcüktür. Grup daha sonraları bu ismin açılımını "ta lyubit tu" ("bu kız, o kızı seviyor") şeklinde açıklamışlardır. Grubun klipleri ve şarkıları "iki sevgili kız" ve "iki kızın yaşadığı aşk" temasını işler. Lezbiyen olarak bilinen grup elemanları birçok kez lezbiyen değil biseksüel olduklarını açıkladılar.
t.A.T.u.'nun popüler olmasını sağlamış bir neden de sansasyonel olmalarıdır. Konserlerinde striptiz de yapan grup elemanları, Amerika - Irak savaşına tepki olarak bir süre konserlerine üzerinde Rusça "Khuy Voyne" ("Savaşını s..eyim") yazan tişörtlerle çıktılar.
Grubun elemanları, daha önceden "Neposedi" adlı bir çocuk müzik grubunda bir araya gelmiştir. Bir süre sonra Yulia, "Müstehcen ve uyumsuz davranışları" nedeniyle gruptan atılmıştır.
1999 baharında, besteci Aleksandr Voytinski NATO'nun Yugoslavya'ya saldırısı için şarkı yazmıştı. İvan Şapovalov'un
bir proje için seçtiği, "Neposedi" çocuk korosundan 14 yaşındaki Lena Katina tarafından
söyleniyordu şarkı. Daha sonraları, iki kız, Ivan Shapovalov'un "t.A.T.y." isimli, daha önce masaüstünde hazırlanmış olan bu projesine kaza eseri katılmışlardır. Yani t.A.T.y., aslında bir film senaryosu gibi kâğıt üzerinde hazırlanmış bir projedir. Bu dö |
nemde Yulia 15, Lena ise 16 yaşındadır. Shapolalov, kızlara şartlarının gerçekten çok ağır olduğu ve hiçbir haklarının bulunmadığı bir anlaşma imzalatmıştır. Bu anlaşmaya göre kızların konuşmaya bile hakları yoktur. Örneğin anlaşma gereği Lena 10 kilo vermek zorunda kalmış, Yulia saçlarını kestirip siyaha boyatmış ve bir sonraki klip için kaşlarını almak zorunda kalmışlardır. Kızların basınla konuşması ve imza vermesi bile yasaklanmıştır.
İmzalar sadece, otobüs şoförleri, bodyguardlar, hava alanı çalışanları, polis, tren çalışanları, yapımcının arkadaşları ve ailelerine vermek üzere izin verildi. Fakat duygulu şeyler yazılmasına izin yoktu. "Sevgilerle", "sevgili", "çok", "kendim", "en iyi dileklerimle" gibi kelimeler imzalarda kullanılmayacaktı. İmzalar şu şekildeydi:
""Lena Katina-imza-t.A.T.u.-tarih""
""Yulia Volkova-imza-t.A.T.u.-tarih""
Fan'ın ismi de eklenebilir.
Konferans ve röportaj sırasında kızlar şu konularda tembihlenmiştir: "Kısa cevap verin, argo kulanmayın, Lena sözü kesebilir veya duymamazlıktan gelebilir. Müzik ve edebiyat hakkında konuşmayın, Yulia bu konuda konuşmamalı çünkü okumaktan nefret ediyor. Lena sevdiği kitaplardan behsetmemeli. Seks, seksüel aktiviteler, günlük planlarınız ve beraber yaşamak yönündeki sorulara aldırmayın."
"Kızlar bunların her birini konferanstan önce hatırlamalı, yorgun gibi davranmamalı, Hatta öyleyseler bile.Röportajın ilk 20 dakikasında aktif olarak konuşmalı, sonra kızlar yorgun olduklarını gazeteciye bildirebilirler. Her durum için bir sebep sağlanmalı. Röportaj/toplantı arası Leonid tarafından alınmalı (tatu'nun ex-yapımcısı)."
Yine de kızlar bu anlaşmayı özgür iradeleriyle imzaladıklarını kabul etmektedirler.
Grubun ilk Rusça singleları "Ya Soshla S Uma"'dır "(Rusça'da "Aklımı kaçırdım" anlamına gelir)". Şarkıyı t.A.T.u.'nun eski yapımcısı Elena Kiper, bir diş hekiminde uyuyakaldığı sırada gördüğü bir rüya üzerine yazmıştır. Valeri Polienko tarafından da sözlere son şekli verilmiştir. Müzik desteği ve aranjmanlığı ise Sergey Galoyan tarafından yapılmıştır.
Şarkı bir genç kızın iç dünyasını anlatır.Kız,başka bir kıza aşık olmuştur ancak kendisine ne olduğunu anlayamamaktadır. Hem korkmuştur hem de mutludur ve çevresindeki herkes onu anlamayı bile reddetmiştir. Kız bu yüzden intihar etmeyi düşünür ve anne-babasından onu bağışlamalarını diler. Şarkının klibinde, iki kız lise kıyafetleriyle yağmur altındadırlar. Parmaklıklar ardında, kendilerini ayıplayan topluma karşı, birbirlerine olan sevgilerini haykırırlar ve öpüşürler. Tüm klip boyunca hapsolduklarını sanan kızlar, klibin sonunda parmaklığın iç tarafında bulunanların kendilerinin değil, onları kınayan toplumun olduğunu fark eder ve oradan uzaklaşırlar.
2002 yılında, Rusya'yı kasıp kavuran bu şarkının İngilizce versiyonu olan "All the Things She Said" ("Söylediği Her şey") kaydedildi ve orijinalinin farklı montajından oluşan bir klip hazırlanarak dünya piyasasına sunuldu. Sadece "Ya Soshla S Uma"'da kızların şarkı söylediği yerler tekrar çekildi. Ama yeni görüntüler de çekmek gerekiyordu. İki yıl önceki duvar inşa edildi ve orijinali gibi boyandı. Aynı tel örgüler de bulundu. Bu sayede Amerika Lena ve Julia'yı yağmurun altında görebilecekti. Yağmur yapmak problem değildi, fakat Yulia ve Lena'nın değişik görünümleri göz önüne alındı. Artistler işini tabii ki iyi yaptı; Lena saçını sarıya boyadı, Julia'nın saçı da kısa kesildi. İki klibin sahne arkasına konuk olan hiç kimse iki yıl arasındaki değişikliği bulamazdı. Grup Rusya'da olduğu gibi diğer ülkelerde de büyük yankı uyandırmayı başardı. 16 Mayıs 2001'de t.A.T.u., Universal Music Russia ile"Radisson-Slavyanskaya" otelinde resmi olarak kontrat imzaladı. Biri "200 Po Vstrechnoy" olan üç albüm için anlaştılar.
Bu klip ve şarkı Rusya'da büyük bir yankı uyandırmıştır. Hatta klipte giyindikleri formanın "Katolik lisesi" kıyafetleri olmasından dolayı aforoz edilme tehlikesiyle karşılaşmışlardır (Ancak Lena ve Yulia, Ortodoks oldukları için durumu çok ciddiye almadılar.).
İnsanlar önce iki kızı öpüşürken görünce şok oldular ama daha sonraları onların vermeye çalıştığı mesajı algılayınca, grubun popülerliği çığ gibi büyümeye başladı. Grubun yarattığı bu dalga, büyük şirketlerin dikkatinden kaçmadı ve aynı yıl Universal Music Russia, kızlarla anlaştı.
Grup, 2003 yılında Riga'da düzenlenen ve Sertab Erener'in birinci olduğu Eurovision Şarkı Yarışması'na katıldı. Yarışma esnasında kızların birbirlerini öpüp, uygunsuz şekilde davranmalarından korkan Eurovision yetkilileri, grubu yarışma öncesi uyarmak zorunda kaldılar. t.A.T.u. yarışmadan üçüncü olarak ayrıldı.
t.A.T.u. 2004-2005 yıllarında sessizleşince grubun dağıldığına dair dedikodular çıktı ama grup 2005'in sonlarında geri döndü.2. albümlerindeki ilk teklileri All About Us; diğer teklileri ise Friend or Foe, Gomenasai ve Loves Me Not. Grup üyeleri, 2. albümlerinden çıkan 3. tekli olan "Gomenasai" şarkısını fazla sevmediklerini ama plak şirketlerinin baskısı nedeniyle onu tekli olarak seçtiklerini birçok yerde açıkladı. 30 Ağustos 2006'da plak şirketleri olan Universal ile çalışmaya son verdiler.
t.A.T.u. The Best ismini taşıyan bir derleme albüm çıkardı. Bu derleme albüm, grubun diğer iki İngilizce albümleri olan 200 km/h in the Wrong Lane ve Dangerous and Moving albümlerindeki şarkılar ile 2003 Eurovision Şarkı Yarışması'ında seslendirdikleri "Ne Ver', Ne Boysia" oluşmaktadır.
t.A.T.u.'nun 3. İngilizce albümü 2008 Nisan ayında satışa sunuldu. Ama bunun öncesinde (Белый плащик)"Beliy Plaschik (White Robe)" adlı bir tekliyi çıkardılar.
6 Eylül 2006'da grup bir "Best of t.A.T.u." CD-DVD'si yayınlamışlardır.
20 Eylül'de de grubun ilk konser DVD'si olan "Truth" piyasaya çıktı. DVD, 28 Nisan 2006'daki Sankt-Peterburg konserinin görüntülerini içeriyor.
2007 yılının sonlarında "Beliy Plaschik (White Robe)" adlı bir single piyasaya sürerek 21 Ekim 2008'de "Веселые Улыбки (Vesyolye Ulybki)" adında üçüncü stüdyo albümlerini piyasaya sürdüler. 15 Aralık 2009 tarihinde ise "Веселые Улыбки (Vesyolye Ulybki)" albümünün İngilizce versiyonu olan "Waste Management" piyasaya çıktı.
Mart 2011'in sonunda, internet sitesinde t.A.T.u. bir basın açıklaması yayımladı. Aralarındaki anlaşmazlıklar nedeniyle müzik yaşamlarına yalnız devam etmek isteyen ikilinin resmi olarak dağıldığı ilan edildi. 12 yıl içinde onlara gösterdikleri sadakat için sevenlerine teşekkür ettiler.
Grubun 3 Rusça, 3 İngilizce stüdyo albümleri, 1 remix ve 1 de derleme albümleri vardır:
Bunların yanı sıra birçok Remix albümleri ve klip (sahne gösterisi,konser) albümleri bulunmaktadır:
Arman Pandikyan
Arman Pandikyan, İstanbul'un işgali sırasında İngiliz İşgal Kuvvetlerinde tercümanlık görevini yürüten Ermeni asıllı Türktür. Görevi sırasında edindiği bilgileri Millî Mücadele taraftarı Mim Mim Grubu'na iletti. Kurtuluş Savaşı sonrasında Terziyan, Hogasyan Efendiler gibi 10'a yakın Ermeni asıllı Türk ile beraber İstiklal Madalyası ile taltif edildi.
Heckler & Koch SLB2000
HK SLB2000, Alman Heckler & Koch firması tarafından çeşitli niteliklerde üretilen avcılık sporu amaçlı bir tüfek.
Süt gölü
Sütgölü, Türk, Altay ve Moğol mitolojisinde Yaşam Havuzu. Sütgöl (Sütköl, Sötköl) olarak da söylenir. Akgöl (Akköl veya Ağkül) sözcüğü de niteleyici veya eş anlamlı olarak kullanılır. Moğollar Hünnür (Hünnevür) olarak bilirler.
Gökyüzündedir, Yaşam ağacının üzerinde yer alır. Sütten bir göl şeklindedir. Yaşamsal unsurları taşır. Yeryüzüne gelecek ruhlar bu havuzun içindedir. Kübey Hanım bu gölden meşin kırbalarla getirdiği sütü doğacak çocukların ağzına damlatır. Bu damla çocuğun ruhunu simgeler. Süt gölü göğün üçüncü katında bulunur. Süt-Ak Göl olarak da adlandırılır. Bütün hayatın kaynağı olarak kabul edilir. Nasreddin Hoca’nın gölü süt olarak düşünüp maya çalması arasında alegori kurması bu konuyla toplumsal bilinçaltı düzeyinde de olsa alakalıdır. Süt beyazlığı, saflığı, temizliği simgeler. Sura, Çuvaşçada beyaz demektir. Çeçen ve İnguş dillerinde ise Sura sözcüğü Süt anlamına gelir. Moğolcada Sara ise Ay demektir ve kavramlar dilbilimsel olarak da hep birbirleriyle bağlı veya bağlantılıdır.
Süt gölü ya da Ak göl eski Türkler'in Tengricilik inancına göre gök aleminin katlarının birinde bulunan bir tılsımlı göl'dür. İnananlara ilk ruh ve ilk hayat da Süt gölünden alınan damla ile verilir. Kabile'den kabileye hangi tanrısal varlığın bu süt gölünden damlayı getirip yeni doğan çocuğun dudaklarına sürdüğü hakkında farklı inançlar vardır. Çoğunlukla bu görev Umay'a aittir, ama bazı Altay kabilelerinde ve Yakutlar gibi Kuzey Türklerinde Ayzıt adlı tanrıça hakkında da aynı Umay hakkında anlatıldığı gibi, bir çocuk doğacağı zaman tarla, çiçek ve yemiş perilerini alarak lohusanın yanına gittiği anlatılır. Süt gölünden aldığı damlayı çocuğun ağzına damlatır. Bu çocuğa verilen ruh olur.
Bazı Altaylarda bu görevi büyük tanrı Ülgen'in yakınlarından olan Yayık yapar. Yayık da çocuk doğacağı zaman Ülgen'in emriyle bu göle gider, bir damla alır ve Umay ya da Ayzıt gibi çocuğun ağzına damlatır. Yine Altaylılara göre; günahı olan kimse, cehennemde yanarak azap gördükten, cezasını tamamladıktan sonra Yayuçı tarafından alınır, üçüncü kat göğe götürülür. Dünyadaki güzel göller, fani insanlara nasıl zevk ve eğlence yerleri oluyorsa, cezasını tamamlayan suçlu, bundan sonra akrabaları ile birlikte Süt gölünde altın sandallarla gezerler, bu gölün kenarındaki sedef kumsallarda oynar ve eğlenirler.
Bu inanca göre bazı hayvanlar da dünya üzerine Süt gölünden gelmiştir: Altaylara göre "Pura" adı verilen üç boynuzlu keçiler de Süt gölünden çıkarlar.
Başka bir inanışa göre de bu süt gölü Kaf dağının altındadır. Hızır, ölüme çare ararken, yolu buraya düşer. Bu dağdaki Süt gölünde havaya uçmak için kanatlı, suda yüzmek için kürekli atların bulunduğunu görür. Uçan atlardan tutmak ister, ama tutamaz. O zaman bu göle şarap döker, içen atlar sarhoş olurlar. Hızır bunlardan bir çiftini tutar, uçmasınlar diye kanatlarını kırar. Bunları çiftleştirir ve cins atlar bunlardan |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.