article
stringlengths
7.34k
10k
ef tutması caizdir. Ama böyle bir durum vaki olmamıştır. 9. İbadet Mükellefiyeti: Kâfirler, iman etmekle mükellef oldukları gibi ibâdet etmekle de mükelleftirler. İbâdet etmedikleri için ayrıca ceza göreceklerdir. 10. İrtidad: Dinden çıkmış olan kimse, yeniden iman ederse önceki âmelleri de kendisiyle geriye dönmüş olur. 11. Kelâm-ı Nefsi: Allah'ın kendi kendine konuşması demek olan kelâm-ı nefsî'nin işitilmesi caizdir. 12. Kur'an: Kur'anın mahluk olup olmadığı problemi; Kelâm-ı nefsî durumundaki Kur'an mahluk değildir. O Allah'ın kelâmıdır. Ses ve harflerden oluşmaz. Elimizde bulunan mushaf ise, ses ve harflere muhtaç olan kelâm-ı lâfzîdir ve mahluktur. Eş'arilere göre "Bir şeyi dilediğimiz zaman sözümüz ancak ona "ol" dememizden ibarettir. O da derhal oluverir." (En-Nahl: 40) ayeti bunun delilidir. Kur'an yaratılmış olsa idi, Allah kendi sözü olan Kur'an'a ol demiş olacaktı. Halbuki "ol" sözü de Kur'ân'dadır. Ayrıca Eş’arilere göre Kur’ân’ın bazı âyetleri, bazılarından daha büyük değerdedir. Matüridîlere göre ise, böyle bir şey söylemek doğru olmaz. 13. Ezelde Ma'dûma Hitab: Allah'ın hitâbının ezelde ma'duma (yokluk) taalluk etmesi caizdir. Buna göre Allah ezelde mütekellimdir. Eş'ariler bu şekilde yaratılmışlara ait bir özellik olarak gördükleri değişim olayını Tanrı'nın üzerinden nefyederler. (bkn. Antropomorfizm) 14. Tevbe-i Ye's: Ümitsizlik halinde yapılan tevbe makbuldur. 15. Şefaat: Şefaat haktır ve kıyâmet günü gerçekleşecektir. 16. Ru'yetullah: Yüce Allah'ın ahirette mü'minler tarafından gözle görülmesi mümkündür ve görülecektir. Bu hem aklı deliller hem de naklî deliller ile desteklenmiştir; "O günde (kıyamette) peygamberlerin, velilerin ve müminlerin yüzleri apaydınlıktır. Rablerine orada hiçbir engel olmaksızın bakıcıdırlar." (Kıyâme Sûresi: 22-23) İtikadî mezhepler İtikâdî mezhepler veya Akide mezhepleri ya da İnanç mezhepleri, İnançla ilgili konular İslam'da başlangıçta bir fıkıh dalı kabul edilen kelâm, daha sonra "ilm-i tevhid" olarak adlandırılmıştır. Daha sonraları Fıkıh, amelî meseleler üzerinde, kelâm ise itîkâdî meseleler üzerinde yoğunlaşmıştır. Müslümanlar, İslâm Peygamberi Muhammed döneminde akıllarındaki soruları hemen ona sorabiliyorlardı. Ancak peygamberin ölümüden sonra sorularına cevap bulamayınca zamanın büyük İslam alimleri Kur'an'ı akıl ile yorumlamaya koyuldular. Böylelikle de i'tikadi mezhepler oluşmuş oldu. Bu mezhepler farklı coğrafyalara yayıldı ve oralarda benimsendi. Kader, insanın kendi amellerinin yaratıcısı olup olmadığı ve buna bağlı olarak sorumlu tutulup tutulamayacağı, Allah'ın sıfatlarının kendisinin aynısı mı, yoksa ondan farklı mı olduğu, Kur'an-ı Kerîm’in yaratılmış olup olmadığı gibi bu ve benzeri sorulara cevap arama çabalarının sonucu olarak ortaya çıkmış din felsefesiyle ilgili mezheplerdir. İslâm Peygamberi Muhammed’in zamanından sonraki dönemlerde teolojik tartışmalar ilerlemiş, İslâmî uygulama ve anlayış geliştirmede Kur'an ve Peygamber Muhammed’in sünneti dışında kıyas ve içtihad gibi yöntemlerle problemler çözülmeye çalışılmıştır. İslâm toplumunda daha önceleri bir inanç konusu olarak ele alınıp tartışılmamış olan kader konusu, Hicrî birinci yüzyılın son çeyreğinde tartışılmaya başlanmıştır. Bu tartışma ve fikri genişlemenin yanında siyâsî sorunların i'tikadî yansımaları i'tikadî mezheplerinin doğumunda önemli rol oynamıştır. Örnek olarak "büyük günah işleyenin durumu" hususu verilebilir. Ortaya çıkan siyâsî mezhepler farklı i'tikadî temellere dayanmış, Ehl-i Sünnet içinde de çeşitli i'tikad mezhepleri meydana gelmiştir. Bu düşünceyi savunanlar kurumsallaşma bazında başlı başına bir itikadi mezhep olmasalar da İslâmî bir inançsal düşünce sistemidirler. Bu sebeple itikadi bir mezhep olarak da kabul edilebilirler. Bu düşüncede olanlar hadislerin, ayetler gibi Allah tarafından konulmuş hükümler olmadığını bu sebeple de hadislerde Kur'an ayetlerinde olduğu gibi, ilâhi bir değer bulunmadığını iddia ederler ya da hadislerin dini hüküm kabul edilseler dahi, Kur'an gibi, Allah tarafından korunmadığına inandıklarından Kur'an dışındaki tek dini metin olan hadisleri reddederler ve sadece Kur'an’ı İslâmiyet’in ana kaynağı olarak görürler. Mezheplere ve hadis kitaplarına sorgulayıcı ve eleştirel yaklaşırlar. Peygamber Muhammed’e yalnızca Allah’a ait olan sıfatların yakıştırılmasına ve Kur'an’a aykırı veya ek olarak gördükleri dini inanç (bid'at) ve uygulamalara karşı çıkarlar. İslâm'ı anlamak için aklı kullanmanın gereğine inanırlar. İ'tikadî mezhepler birbirlerinden Allah'ın zâtı ve sıfatları, ru'yetullah, marifetullah, nübüvvet, nübüvvetin vasıfları, Kuran'ın mahluk olup olmadığı, büyük günah işleyenin durumu, mucize, kerâmet, imâmet, hidâyet, irtidad, doğru ve yanlışın tanımı, irade, kesb, kader, kaza, ve ruh gibi önemli konularda yer yer farklı görüşler ileri sürerler. Sultanahmet Mitingleri Sultanahmet Mitingleri, 15 Mayıs 1919'da İzmir'in İşgali üzerine yapılan Türk Ocağı ve Karakol Cemiyeti tarafından düzenlenen mitinglerdir. Bundan önce yine İstanbul'da işgali kınamak ve direnişi yaymak için Fatih, Üsküdar–Doğancılar, Kadıköy mitingleri yapılmıştı. Sultanahmet Mitingleri, 23 Mayıs 1919, 30 Mayıs 1919, 10 Ekim 1919, 13 Ocak 1920 tarihlerinde dört kez yapıldı. Her birine yaklaşık 150-200 bin kişinin katıldığı mitinglerde; Mehmet Emin Yurdakul, Halide Edib Adıvar, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Rıza Nur, Selim Sırrı Tarcan, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Fahreddin Hayri Bey, Kemal Mithad, Şükûfe Nihal Başar, Madam Jeannine isimli bir Fransız gibi birçok tanınan kişi katıldı ve işgallere karşı kati halk direnişini savunan konuşmalar yaptı. Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyeti Osmaniyesi'nin bildirileri okundu. İtilaf Devletleri temsilcilerine muhtıralar verildi. Asıl önemlisi yurt çapında milli bilinç ve Kuva-yi Milliye hisleri uyanıp örgütlenmeye vesile oldu. Mitinglerin yankıları Anadolu'da camilerde yapılan hutbelere kadar vardı. Halide Edip Hanım'ın kürsüde ağlayıp, ağlatarak katılımcılara ettirdiği yemin: "Türkiye’nin istiklal ve hayat hakkını alacağı güne kadar hiçbir korku, hiçbir meşakkat önünden kaçmayacağız. Yedi yüz senelik tarihin ağlayan minareleri altında yemin ediniz!" Mehmet Emin Bey'in mitingdeki konuşmasından: "Demir ve ateş; kardeşler ben bunlarla hiçbir vatan ve ırkın öldüğünü işitmedim. Şerefli bir tarih ve medeniyete, sağlam bir fazilet ve ahlâka, zengin bir şiir ve edebiyata, dinî ve millî ananelere, ırkî ve vatanî hatıralara mâlik olan bir milletin mahvolduğunu tarih göstermiyor." Şükûfe Nihal Hanım'ın "Yalnız Dönüyorum" adlı kitabından: "İstanbul'u artık resmen işgal altına alan kuvvetler, o gece Darülfünun'a da girmişlerdi. Salonlarda, koridorlarda dolaşan kara derili, Hint askerler (...) 'sizi böyle keseceğiz, sizi böyle vuracağız' demek ister gibi işaretler yapıyorlar, korkunç korkunç sırıtıyorlardı." Uluslararası iktisat Uluslararası İktisat, biliminin aşağı yukarı iki yüz yıllık bir geçmişi vardır ve bu zaman zarfı içerisinde birçok insan bu bilimin gelişmesi için katkıda bulunmuştur. Bu gelişme sürecinde katkıda bulunmuş birçok değerli iktisatçı vardır. Bunlardan en önemlileri: Adam Smith, John Stuart, Alfred Marshall, David Ricardo, Jacop Viner, Paul Samuelson, Eli Hecksler, Bertil Ohlin'dir. İktisat'ın bir dalıdır ve iki altdisiplini vardır. uluslararası ilişkilerde önemlidir buna bağlı olarak da insanların ne kadar ülke dışı yapmış oldukları ticaretler belirlenmiştir. Uluslararası ticaret Uluslararası ticaret, uluslararası sınırlar ve bölgeler arasında yapılan mal ve hizmet ticaretidir. Pek çok ülkede gayri safi yurt içi hasıla'nın önemli bir kısmını oluşturur. Çok eski zamanlardan beri varolsa da (İpek Yolu), ekonomik, sosyal ve siyasi önemi son yüzyıllarda belirgin bir biçimde artmıştır. Uluslararası ticaret bir iktisât dalıdır ve uluslararası finans ile birlikte bir üst dal olan uluslararası iktisatı oluşturur. Uluslararası finans Uluslararası finans, döviz kurlarının ve yabancı yatırımların dinamiklerini ve bunların uluslararası ticarete etkilerini inceleyen iktisât dalıdır. Dr. Tunç Evcimen'in "Uluslararası Finans" hakkındaki akademik çalışması Uluslararası politik ekonomi Uluslararası politik ekonomi, uluslararası ilişkileri, politik ekonomiden faydalanarak inceleyen, sosyal bilimlere ve tarihe bir bakış açısıdır. Kısaca, uluslararası politik ekonomi, devlet politikalarının ve pazar ekonomisinin birbirleriyle olan ilişkilerinin sonuçlarını uluslararası düzeyde incelemekle görevlidir. Kredi kartı Kredi kartı, bankaların ve bazı finansman kuruluşlarının müşterilerine verdiği, anlaşmalı POS cihazı bulunan alışveriş noktalarında ödeme amaçlı veya banka ATM'lerinden nakit avans çekmek amaçlı kullanılabilen, yapılan harcamaların aylık olarak bankaya tek seferde ya da taksitlerle ödenmek zorunda olunduğu, nakit paraya alternatif bir ödeme aracıdır. Genel uygulamada dönemsel borç tutarının belirli bir oranı asgari ödeme tutarı olarak belirlenir. Müşteri en az bu tutar kadar ödeme yaptığında kalan borç tutarına banka tarafından belirlenmiş olan alışveriş veya nakit avans faizi aylık olarak işletilir. Kredi kartı kullanarak alışveriş yapan bireyler alışveriş yaptığı mağazaya değil, kredi kart hizmeti almış olduğu bankaya borçlanmaktadır. Banka ve finans kuruluşları kredi kartı hesap kesimini müşteriye, otuz (30) günlük bir süre içerisinde sunmaktadır. Ayrıca bu dönem boyunca kart ile yapılan harcamaları hesap bildirim cetveli (hesap özeti) ile kartı kullanan müşteriye bildirmektedir. Hesap bildirim cetveli gönderimi sonrası, müşteriye tanınan ödeme süresi yaklaşık on (10) gündür. Bu süre sonunda ödenmeyen kredi kartı borcu için banka ya da finans kuruluşu günlük olarak gecikme faizi uygulaması başlatır. Kayıt dışı ekonomiden kayıtlı ekonomiye geçişi hızlandıran çok önemli bir araç olmakla birlikte, vadesinde ödenmeyen borçlara faiz yükü binmesi ve üstüne faiz tutarının %15'i kadar Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu ve %5 Banka Sigorta Muameleleri Vergisi eklenmesi kredi kartı b
orcunun çığ gibi büyümesine yol açabilmektedir. Türkiye'de kredi kartlarına dair her türlü faaliyet BDDK (bankacılık düzenleme ve denetleme kurumu) tarafından denetlenmektedir. Türkiye'deki tüm bankalar ve finans kuruluşları tarafından sunulan kartların faiz oranları ve faiz hesaplama yöntemleri BDDK resmi web adresinde güncel olarak yayınlanmaktadır. Türkiye'de ilk kez kredi kartı kullanımı 1968'de Diners Clup ile oldu ve bu karta o yıllarda sadece birkaç bin kişi sahipti. Fakat (BKM) tarafından 2015 yılı verilerine göre yapılan açıklamada, Türkiye'de BKM 3. dönem sonuç verilerine göre banka kartı sayısı 113 milyon adete yükselmiştir. Kredi kartı sayısı ise yaklaşık 58 milyon adete ulaşarak, tarihin en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Ayrıca bu rakamlara göre Türkiye, Fransa'dan sonra Avrupa ülkeleri arasında kredi kartı kullanımının en yoğun yaşandığı ikinci ülke konumunda varlığını sürdürmektedir. Yapılan harcamalar bakımından da Avrupa üçüncüsü. Türkiye'de kredi kartının bu derece yoğun kullanılmasının nedeni ise tek seferde alınamayacak mal/hizmetleri taksitle satın alma imkanı vermesi gelmektedir. Ayrıca banka veya kart kullanıcısının tanımladığı kredi kartı limiti arttırma talebi sonrası uygulamaya konan limit artışı da, bireyleri kredi kartı harcaması yapmaya teşvik etmesidir. Türkiye'de bu durum nedeniyle artan bireysel kredi kartı borçlanması karşısında devlet 1 Şubat 2014 tarihi itibarıyla bazı ürün ve hizmetlerin satın alınmasında taksiti kaldırmış belirli bazı ürünlerde taksit sayısını ise 9 ay ile sınırlamıştır. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme kurulu tarafından yapılan kredi kartı ile ilgili düzenlemeleri kapsayan yönetmelikler 27.09.2016 tarihli 29840 sayılı resmî gazete de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmeliğe göre kredi kartı ile yapılan genel tüketim alışverişlerinde 9 ay taksit sınırı kaldırılmış olup 12 aya yükseltilmiştir. İran Karikatür Krizi 12 Mayıs 2006 tarihinde 'İran' adlı İran'ın bütün şehirlerinde yayınlanan bir devlet gazetesinin çocuklara ve gençlere yönelik hazırlanan Cuma ekinde, İran'daki Azerbaycan Türklerini öfkelendiren ve ayaklanmalarına yol açan bir karikatür yayınlandı. Karikatürde Türkler için 'hamamböceği' iması yapılıyordu. Karikatür ülke çapında gösterilere yol açarken İran rejimi olaylarla ilgili olarak 'Amerikan komplosu' iddiasında bulundu. Kriz İran'da Güney Azerbaycan Türk milliyetçiliğinin düzeyini gösteren önemli bir turnusol kağıdı olarak değerlendirilmiştir. İranlı yetkililer olaylar esnasında hayatını kaybeden Azerbaycanlılara da PKK militanlarının ateş açtığını, amacın İran'da bir iç savaş çıkarmak olduğunu iddia ettiler. İran Karikatür Krizi'nin Danimarka Karikatür Krizi'nden birkaç ay sonra patlak vermesi dikkat çekti. Danimarka'da Muhammed'e ve İslam dinine hakaret içeren karikatürlere en sert tepkiyi İran vermişti. Bu karikatürün yayınlanmasından 5 gün sonra Azeri öğrenciler Tahran Üniversitesi’nde olayı protesto etmek maksadıyla gösteri düzenlemişlerdir. ISNA[3] haber ajansına göre; kendi dillerine yapılan hakareti pankartlar ve sloganlarla protesto eden Azerbaycanlı göstericiler, adalet söylemlerini her fırsatta dile getiren hükümeti kınamışlardır. Sloganlar arasında “Haray Haray (Yeter Yeter) Men Türk'em“, “Türk'ün dili ölmez, Fars diline dönmez”, “Azerbaycan eğilmez, Türk'ün beli bükülmez“, “Ya azatlık ya ölüm”, “kahrolsun Fars faşizmi” söylemleri vardı. Açtıkları pankartlarda ise “Hatemi’nin medeniyetlerarası diyaloğu?” ve “Ahmedinejad’ın adaleti?” yazmaktaydı. Bu gösteri daha sonra üniversite güvenlik görevlilerince bastırıldı. İran gazetesinin karikatürünü protesto gösterilerinde polisin halka ateş açması sonucu en az 30 gösterici öldü,yüzlercesi yaralandı.Polisin açtığı ateş sonucu ölenlerin arasında 16 ve 15 yaşlarında iki genç de bulunuyordu. Sulduz şehrindeki gösterilerde öldürülenler: Diğer şehirlerde öldürülen göstericilerin bazılarının isimleri: Karikatürün bulunduğu sayfanın ve makalenin başlığı "Hamamböceklerinden nasıl kurtulabiliriz?" ve karikatürün üstündeki açıklamada "hamamböcekleri insan dilinden anlamadıkları için onlarla kendi dillerinde konuşmak gerekir,onlar bizim pisliğimizden beslenirler.Böcekler o kadar çoklar ki sadece onları ezmekle kurtulabiliriz,veya bir süre pisliğimizi yapmazsak açlıklarından ölürler" yazıyor.Karikatürde, bir masada bir hamamböceği ve masanın karşısında oturan çocuk var.Çocuk hamaböceğine bakarak Farsça olarak "böcek" diyor.Hamamböceği ise ona bakarak "nemene?" diyor."Nemene" İran adlanan ülkedeki Türklerin anadili olan Azerbaycan Türkçesinde "ne?" demektir ve Farsçada kullanılmaz. Göstericilerin sloganları arasında bunlar zikredilebilir. SMS (anlam ayrımı) SMS şu anlamlara gelebilir. Googlepedia Googlepedia Google ile aynı sayfa içerisinde aranılan kelimeyi Vikipedi adresinde sorgulayarak, kelimeyi arayan kullanıcının işini kolaylaştıran bir Firefox eklentisidir. Daha fazla bilgi için Mozilla Eklentileri » Googlepedia adresinden yararlanılabilir. Ölçeklenebilir Vektör Grafikleri Ölçeklenebilir Vektör Grafikleri (İngilizce: ' ya da kısaca '), 1999 yılından bu yana W3C Konsorsiyumu tarafından geliştirilen açık standart XML tabanlı bir vektörel grafik biçimidir. W3C Konsorsiyumu tarafından kullanımı tavsiye edilen bir dosya biçimidir. SVG dosyalarının oluşturulmasında XML işaretleme dili kullanılır ve görüntüler ile davranışları XML metin dosyasında tanımlıdır. SVG, bir metin editörü veya grafik çizim yazılımı ile iki boyutlu sabit ya da hareketli (animasyon) grafikler oluşturulabilir. Bütün modern web tarayıcıları tarafından (Mozilla Firefox, Google Chrome, Safari, Opera) desteklenmektedir. SVG, XML işaretleme dili kullanılan tüm biçimlerde olduğu gibi "sıkıştırılabilme" özelliğine sahiptir. gzip algoritmasıyla sıkıştırılarak SVGZ biçimini alan vektörel çizimler, yüzde 20-50 oranında küçülmektedir. XPointer XML Pointer, Language (XML İşaretçi Dili), XML dosyaları ya da uygulamalarında, herhangi bir XML kaynağına işaret etmek üzere düzenlenmiş dil. XLink'in bir parçası olup, W3C'ün açık standartlaştırma sorumluluğundadır. XSL , XML dosyalarının içindeki verilere ulaşma, ulaştıklarını başka şekillere dönüştürme ve gösterime hazırlama emirleri içeren kendileri de XML kurallarina uyan diller ailesinin adıdır. XSLT , XML tabanlı, XML dokümanlarını dönüştürmek için kullanılan bir dildir. Orijinal dokümanı değiştirmeden, yeni bir doküman oluşturmaya olanak sağlar. Dönüşüme uğrayacak XML dosyası dönüşümün temel alınacağı XSLT dosyası Elde edilen yeni doküman Ölürüm Sana Ölürüm Sana, Tarkan’ın üçüncü stüdyo albümüdür, 5 Temmuz 1997 tarihinde piyasaya sürüldü. Albüm Avrupa, Asya'da yayımlanmıştır. Türkiye'de 3.000.000'dan fazla satışı vardır, dünya çapında toplam 4.500.000'dan fazla satmıştır. Karma (anlam ayrımı) Histamin Histamin, lokal bağışıklık cevabı oluşturulması, bağırsaktaki fizyolojik fonksiyonların düzenlenmesinde işe karışan ve nörotransmitter olarak salgılanan bir dir. Ayrıca vücutta enflamasyon oluşturulması ve kaşıntı ile de ilgilidir. histidinden karboksil giderilerek üretilir. Tüm memelilerin dokularında ve çavdar mahmuzunda değişik oranlarda bulunur. Mide salgısını histamin tuzuyla inceleme yöntemi. (Çok az dozda (0,5 mg) histamin, klorhidrat, sırıngayla deri altına verilir, daha sonra tübajla mideden alınan suyun hacmi, serbest ve toplam asitliği, petik (sindirim) gücü incelenir) Nörobiyol: Histamin mastositlerde bazofillerin hücre içi keseciklerinde bulunur. Orada bir protein ve heparinden oluşan komplekse bağlıdır. Histamin özellikle ani aşırı duyarlılık hallerinde serbest hale geçer. Bu geçiş, bir antijen organizmaya yeniden girdiğinde mastosit zarına bağlı bir antikorla tepkimeye girişince ortaya çıkar. Bazı fiziksel olgular (deri irkilmeleri, yanıklar) sırasında da histamin serbestleşir; bazı kimyasal etkenler de onu serbest hale geçirebilir. Histaminin histaminerjik alıcılara yapışması yoluyla ortaya çıkar. Histamin kılcal damarların genişlemesiyle beraber yerel geçirgenliğin artmasına (karıncalanma), bronşların ve bağırsakların büzüşmesine, mide, tükürük ve böbreküstü bezi özeği salgılarının artmasına ve vazodilatasyona (damarların genişlemesi) sebep olur. Dolayısıyla tansiyon düşürücü etkisi vardır. Uzunca bir süre iki tip histamin reseptörü olduğu biliniyordu. Ancak son yıllarda yapılan çalışmalarda aslında 3. bir tipin olduğu saptanmıştır. Başlıca H, H ve H histaminik reseptörden bahsedilir. Sirkeli, Ceyhan Sirkeli, Adana ilinin Ceyhan ilçesine bağlı bir mahalledir. Mahallenin adı "sırık oyunu"ndan geldiği bilinmektedir. Önceleri "Sırık eli" olan köy adı zamanla "sirkeli" olmuştur. Bazı kaynaklara göre de yılan kalesinin bir adı da "sırlı kale" olduğu yönündedir. Kalenin yakınında yerleşen bu köy sirli kale daha sonra da sirkale sirkeli şeklinde anılmıştır. Adana iline 46, Ceyhan ilçesine 5 km uzaklıktadır. Doğusunda Toktamış, kuzeyinde Ağaçpınar, batısında ise Çokça Pınar adlı köyler bulunmaktadır. Hemen kuzeyinden Ceyhan Nehri geçmektedir. Yılankale adlı tarihi kalenin güneyindedir. Eski Adana yolu olarak bilinen "Misis yolu" üzerinde bulunur. Mahallede ilköğretim okulu vardır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır. Kanalizasyon çalısmaları tamamlanmıştır. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. köy içi yolları asfaltlıdır Golden Gate Köprüsü Golden Gate Köprüsü (Türkçe: "Altın Kapı Köprüsü"), Kaliforniya'daki San Francisco Körfezi'nin girişinde, Golden Gate Boğazı üzerinde bir asma köprüdür. Şu anda, dünyadaki en uzun yedinci asma köprüdür. Köprü uzunluğu 2,73 km, ayaklar arasındaki uzaklık 1,28 km'dir, yüksekliği 235 metreyi bulur. Taşıt trafiği için altı şerit vardır. Köprü, San Francisco'yu Marin County'nin kuzey bölgeleri ve daha seyrek bir yerleşim olan Napa ve Sonoma Valley ile birleştirir. Körfeze köprü yapılması fikri 1872 yılına dayan
ır. Ancak feribot kapasitelerinin sınıra dayandığı 1920'li yıllara kadar o yıllarda yapılan taslaklara el sürülmedi. Köprünün yapımı 5 Ocak 1933-27 Mayıs 1937 tarihleri arasında, tartışmalı baş mühendis "Josef B. Strauss"'un yönetiminde gerçekleştirildi. Yapım süresince 11 işçi yaşamını yitirdi. Golden Gate Köprüsü'nün yapımında, zamanın teknik zorluklarının üstesinden gelinmiş ve köprü yapımıyla ilgili çok sayıda rekor kırılmıştır. Bunlar; en yüksek ayak (227 m), en uzun (2.332 m), en kalın halat (92 cm) ve en büyük sualtı temelleri alanlarındadır. Bu temeller, boğazın çok güçlü akıntılarında yapılmak zorundaydı. Şaşırtıcı olan başka bir şey de, işsizlik ve açlığın yaygın olduğu bir dönemde yapılması ve 35.000.000 dolar gibi bir paranın harcanmış olmasıdır. Köprü toplam 887.000 ton ağırlığındadır. Sonuncusu som altın olan 600.000 perçin, kulelerin ve kirişlerin putrellerini bir arada tutar. Köprü, 1964'te New York'taki Verrazano-Narrows Köprüsü'nün yapımına kadar, dünyanın en uzun asma köprüsü olarak kaldı. Yapım süresince köprünün altında gerilmiş olan güvenlik ağı, 19 çalışanın yaşamını kurtardı. Bu kişiler daha sonra "Half-Way-to-Hell-Club" (Cehennemin Yarı Yolu) adını verdikleri kulübü kurdular. Bu ağ, bitim aşamasında düşen bir yapım iskelesini tutamayınca iskeleyle birlikte düşen 10 kişi yaşamını yitirmiştir. Köprü, adını San Francisco Körfezi'ne açılan 1,6 km genişliğindeki boğazdan almıştır ("Golden Gate" (Altın kapı) ya da "Chrysoplae"). Bu adı, 1846 yılında Kaliforniya'daki "altına saldırı" zamanında, Kaptan "John C. Fremont"'un verdiği, kaptanın İstanbul'daki "Chrysoceras" ya da "Golden Horn" (Altın Boynuz) diye adlandırılan Haliç'i hatırlattığı için böyle adlandırıldığı söylenir. 27 Mayıs 1937'de öğlen saat on ikide Beyaz Saray'dan başkan Franklin D. Roosevelt'in verdiği telgraf sinyaliyle trafiğe açıldı. Açılışta, geleneksel olarak kurdele değil, zincir kesilmiştir. Günlük olarak 100.000 araç köprüyü kullanır ve bu sayı yılda %10 civarında artar. Şehre dönüş bedeli, dingil başına 2,50 dolardır. Golden Gate Köprüsü, San Francisco-Oakland Bay Köprüsü'nün tersine paslanmaz metalden yapılmadığı için korumanın masraflı oluşuna rağmen, on yıllardır kâr etmektedir. İlk planlamada gri renge boyanması düşünülürken, Amerikan donanması, gemilerden kolay görünebilmesi için köprünün siyah ve sarı çizgili boyanmasını istiyordu. Bitim aşamasında mimar "Edwin Morrow" köprüyü kırmızı paslanmazdan koruyucu astar boya ile görünce kararını verdi. Deniz ve gökyüzünden ayrılıp, sahildeki doğayla uyumlu olacağını düşündüğü sıcak turuncu rengi seçti. Bu renk, karayollarında ikaz işaretlerinde de kullanılır ve "uluslararası turuncu" olarak adlandırılır. Boyanın düzenli olarak yenilenmesi, köprünün bakımındaki başlıca çalışmadır. Boya, çelik aksamı paslanmadan korur. Köprünün düzenli aralıklarla tümünün boyandığına dair yanlış bir inanış bulunmaktadır. Gerçekte ise köprü, ilk boyandığında kurşun bileşimli astar boya ve paslanmaz koruyucuyla kaplanmış ve ilk 27 yıl gereken yerlerin tamiri dışında tekrar boyanmamıştır. 1965'te paslanma o kadar ilerler ki, boyanın tümünün kazınıp, plastik asıllı inorganik çinko-silikat astar boya ile boyanıp, üzerine de vinil asıllı örtücü cila atılması için bir program başlatılır. 1990 yılında, örtücü cila, zamanın standartlarına uygun akrilik bir emülsiyon ile değiştirilir. Bu yeniden boyama programı 1995'te sonlandırılır. Günümüzde, 38 kişilik bir boyacı kadrosu boyanın aşınan yerlerini onarmak üzere çalışmaktadır. Golden Gate Köprüsü, San Francisco şehrinin ve tüm San Francisco Körfez Bölgesi'nin, hatta birçokları için en az New York'taki Özgürlük Heykeli kadar ABD'nin de simgesidir. Transandantalizm Transandantalizm (Deneyüstücülük), ondokuzuncu yüzyıl başlarından itibaren Amerika Birleşik Devletleri' nin New England bölgesinde edebiyat, din, kültür ve felsefe alanında ortaya çıkan yeni fikirler toplamıdır. Bazen transandantal kelimesinin diğer kullanımlarından farkını ortaya koymak için "Amerikan Transandantalizmi" olarak da adlandırılır. Amerikan Transandantalizmi döneminin kültür ve toplumunun genel durumuna özellikle de Harvard'daki entelektüalizme karşı bir protesto olarak ortaya çıkmıştır. Temel inançları arasında, aşkın ideal spiritüel durumun; fiziksel ve empirik olduğu ve kurumlaşmış dinlerin doktrinleriyle değil yalnızca bireyin bağımsızca kendi içine dönmesi yoluyla idrak edilebileceği bulunmaktadır. Transandantalistler varolan toplumsal kurumların bireyin kendi içindeki iyiliği farketmesi ve ona dönmesine mâni olduğuna inanmışlar, bu yüzden bireyin kendini keşfine önem vermişlerdir. Önde gelen Transandantalistler; Ralph Waldo Emerson, Henry David Thoreau, Margaret Fuller, Bronson Alcott, Orestes Brownson, William Ellery Channing, Frederick Henry Hedge, Theodore Parker, ve George Putnamdır. Bu akım dünyanın ve Tanrının birliğine olan temel bir inanca dayanıyordu. Her bireyin ruhunun dünyayla aynı olduğu, dünyanın birebir bir mikrokozmozu olduğu düşünülüyordu. Kendine güven ve bireycilik doktrini, bireysel ruhun Tanrı ile kendini özdeşleştirmesine olan inançla gelişti. Angel bölümleri listesi "Angel" bir Amerikan televizyon dizisi, ayrıca "Buffy the Vampire Slayer" adlı dizinin bir yan ürün'üdür. Dizi aynı şekilde "Buffy'nin" yaratıcısı Joss Whedon tarafından, David Greenwalt'ın da yardımıyla birlikte 5 Ekim 1999 tarihinde yaratıldı. 19 Mayıs 2004 tarihine kadar devam etti ve toplam 110 bölümden oluşan 5 sezonu yayınlandı. Birleşik Krallık'ta dizi önce Sky1 kanalında yayınlandı, daha sonra Channel 4'a geçiş yaptı ve son olarak da Five'da yayınlandı. Bütün beş sezonun boxset olarak DVD seti çıkmıştır. 1. Lig TFF 1. Lig, Türkiye'deki ikinci seviye futbol ligi. 1. Lig sezonda toplam 18 takımın katılımıyla oynanmaktadır. Çift devreli lig usulünün uygulandığı ligde mücadele eden her bir takım rakipleriyle sezon içerisinde toplam iki kez karşılaşmaktadır. Sezon sonunda ligin ilk iki sırasında yer alan takımlar Süper Lig'e terfi ederken, 3. 4. 5. ve 6. sırada yer alan takımlar ise Süper Lig'e terfi edebilmek için kendi aralarında play off oynamaktadırlar. Son üç sıradaki takımlar ise bir alt lig olan 2. Lig'e düşmektedirler. Ayrıca Süper Lig'de son üç sırada yer alan takımlar ve 2. Lig'den terfi eden üç takım da 1. Lig'de mücadele etmektedirler. Ağustos ve Mayıs ayları da dahil olmak üzere toplam dokuz ay sürmektedir. 34 hafta ve 306 maçtan oluşan 1. Lig'de karşılaşmalar hafta içi ve hafta sonu oynanır. 18 takımın mücadele ettiği 1. Lig'de her takım çift devreli lig usulüne göre rakipleriyle karşılaşır. Sezon sonunda puan durumuna göre yapılan sıralamada ilk iki sırayı alan takımlar doğrudan Süper Lig'e çıkarken, 3., 4., 5. ve 6. sırayı alan takımlar; Play off sonucu Süper Lig'e yükselecek 3. takımı belirler. 3. ile 6., 4. ile de 5. takımın kendi aralarında içeride-dışarıda oynadıkları maçlar sonucu finale kalan 2 takım tarafsız sahada maçını oynayarak, Süper Lig'e yükselen 3. takım olmaya hak kazanır. Sezon sonunda ligi son üç sırada tamamlayan takımlar ise 2. Lig'e düşerler. Kurulduğu yıl olan 1963 ile 2001 yılları arasında Türkiye 2. Futbol Ligi olarak ifade edilen lig, 2001-2006 yılları arasında Türkiye 2. Futbol Ligi A Kategorisi olarak anılmaya başladı. 2006-07 sezonunda Türk Telekom'un sponsor olmasıyla ismi Türk Telekom Lig A, 2008 yılında Bank Asya'nın sponsor olmasıyla Bank Asya 1. Lig olarak değiştirildi. 2 Nisan 2012 tarihinde Bank Asya'nın sponsorluk anlaşmasını tek taraflı feshetmesi nedeniyle lig sponsorsuz kaldı. 17 Ağustos 2012 tarihinde TRT ve PTT arasındaki anlaşma gereğince ise PTT 1. Lig adını aldı. Eylül 2016'da anlaşmanın sonlanması sonrası yeniden Tff 1. Lig olarak adlandırılmaya başlandı. 21 Kasım 2016'da, 2017-18 sezonundan itibaren beş sezon boyunca Süper Lig ve 1. Lig yayın haklarının devri için ihale gerçekleştirildi. İhale sonucunda Digitürk; 1. Lig'in yayın ve isim haklarının ile görüntülerin mobil ortamlardaki yayın haklarının da aralarında bulunduğu ihalede verdiği $500 milyon+KDV'lik teklifiyle bu haklara sahip oldu. 2018-19 sezonunda ligde yer alan takımlar aşağıdaki gibidir: Aşağıdaki listede 1. Ligin tek grup halinde oynanmaya başlanmasına geçildikten sonra ilk sezondan beri ilk üçe giren takımlar listelenmiştir. (*) Kayseri Erciyesspor adı Kayserispor olarak değiştirildi. Kayserispor da 2004-2005 sezonuna başlamadan önce Kayseri Erciyesspor oldu. (1) Üçüncü takım play-off şampiyonu. (2) Üçüncü takım Play-off şampiyonu. 2010-11 sezonundan beri 1. Lig'de kulüpler Türk vatandaşlığına sahip olmayan üç yabancı oyuncu bulundurma hakkına sahiptir. Ayrıca TFF'nin en son düzenlediği ve 2012-13 sezonundan itibaren geçerli olan yabancı statüsünde alınacak olan en fazla üç yabancı futbolcunun yaş sınırına bakılmaksızın anlaşma yapılabilmesine karar verdi. Ayrıca üç yabancı dışında Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Kırgızistan vatandaşı iki futbolcu ile de yaş sınırına bakılmaksızın sözleşme imzalamak ve müsabakalara çıkarmak mümkündür. Ancak takım bir alt lige düşerse bu yabancı futbolcuları müsabakalarda oynatamaz. Ayrıca, yabancı olan bir futbolcu aynı zamanda Türkiye vatandaşlığına da sahip ise yabancı futbolcu sayılmamakta ve yabancı kontenjanını doldurmamaktadır. 16 Ocak 2015 tarihinde Türkiye Futbol Federasyonu Yıldırım Demirören'in 1. Lig kulüplerinin başkanları ile yaptığı toplantının ardından 2015-16 sezonundan itibaren geçerli olmak kaydı ile yabancı sınırlaması 3'ten 5'e çıkartılmıştır. Bu 5 futbolcunun tamamı ilk 11'de yer alabilecek. Ve ayrıca 18 kişilik müsabaka kadrolarında Türkiye A millî takımında oynama uygunluğu bulunan en az 13 futbolcuya yer verme zorunluluğu getirilmiştir. Süper Lig'den 1. Lig'e düşen takımlar bir sezon boyunca kadrosunda bulunan yabancı futbolcu sayısı eğer üçten fazla ise yabancı kontenjanını boşaltıncaya kadar bir sezon yabancı futbolcu transferi yapamaz. Ama kadrosunda bulunan yabancı futbolcuları, sayısına ve de yaş sınırına bakılmaksızın sözleşmeler
i bitene kadar kadrolarında bulundurabilirler. Fakat ellerindeki yabancı futbolcuları 18 kişilik maç kadrosuna en fazla üç yabancı futbolcu olacak şekilde oynatabilirler. Bu bir sezon bittikten sonra ise bu kulüp Süper Lig'e çıkamamış ise o yabancı futbolcuların sözşleşmeleri devam ediyorsa kulübüyle kalır, eğer sözleşmesi bitmiş ise o kulüp elinde en fazla 3 yabancı futbolcu olacak şekilde o futbolcular ile tekrar anlaşma imzalayabilir. 2015-16 sezonundan itibaren 4 sezon boyunca uygulanacak olan yabancı statüsü 20 Mart 2015 tarihinde karara bağlanarak kamuoyuna duyuruldu. Bu karar çerçevesinde kulüpler istedikleri sayıda profesyonel futbolcuyla sözleşme imzalayacak, fakat A takım listelerinde en fazla 25 futbolcuya yer verebilecek. A takım listesinde, en az 15 futbolcu Türkiye A millî takımında oynama uygunluğuna sahip olacak. En az bir tanesi A millî takımında oynamaya uygun olmak üzere en fazla 3 kaleciye A takım listesinde bulundurulabilecek. Kulüpler, 18 kişilik maç kadrosunda, A millî takımda oynamaya uygun en az 13 futbolcuyu bulundurmak zorunda olacaklar ve bu 13 futbolcudan en az birisinin de kaleci olma zorunluluğu olacak. Takımların müsabaka kadrolarında yer alabilecek 5 yabancı futbolcu da ilk 11'de oynayabilecek. Yabancı uyruklu futbolcularla sözleşme imzalayacak kulüpler Yerli Futbolcu Teşvik Fonuna 1 futbolcu için 20.000 , 2 futbolcu için 40.000 , 3 futbolcu için 60.000 , 4 futbolcu için 150.000 , 5 futbolcu için 300.000 ve 6 ve üzerindeki her futbolcu için 200.000 ödeme yapacak. Haseki Haseki, aşağıdaki anlamlara gelebilir: Japon mutfağı Geleneksel Japon Mutfağının ana gıdası pilavdır, "gohan" (ご飯). Pilav, her öğünün bir parçasıdır, hatta kahvaltının bile. Japonya bir ada olduğundan dolayı balık ve diğer deniz meyveleri içeren yemeklere de çok sık rastlamak mümkündür. Amerikalılar II. Dünya Savaşı'nda Japonya'yı işgal ettikleri sırada, Japonları pilav yerine ekmek yemeye alıştırmaya çalışmışlardır. Genel olarak Japon Mutfağı, diğer Doğu Asya ülkelerinin mutfaklarına benzer. Diğerlerine göre en önemli farkı yağ ve baharat kullanımının çok daha az olmasıdır. Kullanılan malzemelerin asıl tatlarını koruması için gayret gösterilir. Mümkün oldukça mevsim için tipik olan taze malzemeler kullanılır. Ronaldinho Ronaldo de Assis Moreira (d. 21 Mart 1980), bilinen adıyla Ronaldinho () veya Ronaldinho Gaúcho, eski Brezilyalı futbolcudur. Çoğunlukla ofansif orta saha mevkinde oynadı, zaman zaman forvet ve kanatta görev aldı. Kariyerinin büyük bir bölümünü Avrupa kulüplerinden Paris Saint-Germain, Barcelona ve Milan'da geçirdi, aynı zamanda Brezilya millî futbol takımı içinde oynadı. Ronaldinho, 2 kez FIFA Dünyada Yılın Futbolcusu ve Ballon d'Or ödülünü kazandı. Çevikliği, hızı, top sürme yeteneği ve top sürmenin püf noktalarını kullanması, röveşata vuruşları, bakmadan verdiği pasları ve serbest vuruşlardaki isabet oranı nedeniyle teknik becerileri ve yaratıcılığıyla ünlüdür. Ronaldinho profesyonel futbol kariyerine 1998 yılında Grêmio'da başladı. 20 yaşında Paris Saint-Germain sözleşme imzaladı. Daha sonra 2003 yılında Barcelona ile anlaştı. Barcelona'da ki 2. senesinde FIFA Dünyada Yılın Futbolcusu ödülünü ve La Liga şampiyonluğunu kazandı. Takip eden sezonlarda takımıyla UEFA Şampiyonlar Ligi'ni kazandı, aynı yıl lig şampiyonluğu yaşadı. "El Clásico"'da attığı iki golle 1983'te Diego Maradona'dan sonra Santiago Bernabéu'da Real Madrid taraftarları tarafından alkışlanan ikinci Barcelona oyuncusu oldu. Ronaldinho, bu dönemde Ballon d'Or'u kazanmasının yanı sıra ikinci kez FIFA Dünyada Yılın Futbolcusu ödülünü kazandı. 2007-08 sezonunda sakatlık geçirdi, sezon sonunda Milan'a katıldı. 2011 yılında Flamengo ile anlaşarak ülkesine döndü, sonraki sene Atlético Mineiro'ya katıldı. Devam eden yıllarda Meksika kulübü Querétaro FC için oynadı, sonraki sezon ülkesine dönerek Fluminense ile anlaştı. Oyunculuk kariyeri boyunca birçok bireysel ödül kazandı. 3 kez UEFA Yılın Takımı ve FIFA World XI'a seçildi. 2006 yılında UEFA Yılın Futbolcusu ödülünü kazandı ve Pelé tarafından oluşturulan FIFA 100 adı altında dünyanın yaşayan en iyi futbolcularının yer aldığı FIFA 100 listesine seçildi. Ronaldinho, uluslararası düzeyde Brezilya millî futbol takımı için 97 maça çıktı, 33 gol attı. Ülkesiyle 2 kez Dünya Kupası'na katıldı. 2002 yılında Kore ve Japonya'da düzenlenen 2002 FIFA Dünya Kupası'nda şampiyon oldular, Ronaldo ve Rivaldo ile birlikte hücumda etkili bir performans sergilediler. Turnuvada iki gol attı, İngiltere ile karşılaştıkları çeyrek final mücadelesinde 36 metreden serbest vuruştan gol attı. FIFA Dünya Kupası Turnuva Takımına seçildi. Kaptan olarak 2005 yılında Konfederasyonlar Kupası finalinde Arjantin ile oynanan maçta 4-1 galip geldiler, Ronaldinho maçın adamı seçildi. Turnuvada 3 gol atarak 9 golle turnuvanın en çok gol atan iki oyuncusundan biri oldu. Kulüp ve uluslararası düzeyde başarılı bir performans sergiledi, FIFA Dünya Kupası, UEFA Şampiyonlar Ligi ve Ballon d'Or'u kazanan yedi oyuncu arasında yer aldı. Ronaldo de Assis Moreira, 21 Mart 1980 tarihinde Rio Grande do Sul eyaletine bağlı olan Porto Alegre kentinde doğdu. Annesi Dona Miguelina Elói Assis dos Santos (Enviro Assis'in kızı), hemşirelik eğitimi almış eski bir satış elemanıdır. Babası João de Assis Moreira, tersane işçisiydi ve bir dönem Esporte Clube Cruzeiro'da futbol oynadı. Sekiz yaşındayken babasını yüzme havuzunda kalp krizi geçirmesi nedeniyle kaybetti. Ronaldo'nun büyük abisi Roberto, Grêmio ile anlaşma sağladı, kulüp tarafından abisine bir ev tahsis edildi, ailesiyle birlikte Porto Alegre'nin Guarujá bölgesine taşındılar. Ancak abisi sakatlıklardan dolayı kariyerinde beklenen yükselişi yapamadı. Günümüzde abisi onun menajerliğini yaparken kız kardeşi Deisi ise basın koordinatörlüğünü yapmaktadır. Ronaldo'nun futbol becerileri 8 yaşındayken ortaya çıkmaya başladı, altyapı takımındaki yaş itibarıyla en küçük oyuncu olduğu için kendisine "Ronaldinho" lakabı verildi. Futsal ve plaj futboluyla ilgilendi, daha sonra yeşil sahalara geçti. Medya ile ilk tanışması 13 yaşında oldu, 23-0 kazandıkları yerel bir karşılaşma sırasında tüm golleri atınca dikkat çekti. Ronaldinho, Mısır'da düzenlenen 1997 FIFA 17 Yaş Altı Dünya Kupası'nda yükselen bir yıldız olarak tanımlandı. Turnuvada ikisi penaltıdan olmak üzere iki gol attı. Ronaldinho, partneri Brezilyalı dansçı Janaína Mendes'den olma bir erkek çocuğuna sahiptir. Babasının ismini verdiği oğlu João, 25 Şubat 2005 doğumludur. 2007 yılında İspanyol vatandaşlığına geçmiştir. Ronaldinho, profesyonel furbol kariyerine Grêmio genç takımında başladı. Üst seviyedeki ilk deneyimini 1998 Copa Libertadores'de yaşadı. 1999 yılında Ronaldinho 18 yaşındayken 48 maçta 23 gol attı. 20 Haziran 1999 tarihinde Rio Grande do Sul Eyaleti Şampiyonası finalinde takımıyla birlikte Internacional'a karşı galip gelip şampiyon oldular. Aynı sene Copa Sul-Minas'ı kazandılar. 2001 yılında Arsenal Ronaldinho'ya imza attırmaya çalışmış, AB üyesi bir ülkenin vatandaşı olmaması ve yeterli sayıda uluslararası müsabakada oynamadığı için çalışma izni alamamış transfer iptal olmuştur. Aynı dönem Scottish Premier League takımlarından St. Mirren ile anlaşmış, sahte pasaport olaylarına karıştığı için transfer iptal olmuştur. Ronaldinho 2001 yılında 5 milyon € karşılığında Fransız kulübü Paris Saint-Germain'e transfer oldu. Kendisine 21 numaralı forma verildi. Ligteki ilk maçına 4 Ağustos 2001 tarihinde 1-1 berabere kaldıkları AJ Auxerre maçında çıktı. Ligteki ilk golünü ise 13 Ekim tarihinde 2-2 berabere kaldıkları Olympique Lyonnais maçında attı. Kış tatilinden döndükten sonra Monaco, Rennes, Lens ve Lorient maçlarında arkaya arkaya 4 gol attı. 16 Mart 2002 tarihinde 3-1 kazandıkları Troyes AC maçında 2 gol attı. Ligteki son golünü ise 27 Nisan tarihinde 2-0 kazandıkları FC Metz maçında attı. Ronaldinho takımıyla 2001-02 sezonunda Coupe de la Ligue'de etkili bir performans gösterdi. Son 16 turunda Guingamp maçının 2. yarısında oyuna dahil 2 olup gol attı. Paris Saint-Germain daha sonra yarı finalde Bordeaux'a elendi. Ronaldinho kulüpte başarılı bir performans göstermesine rağmen Paris Saint-Germain teknik direktörü Luis Fernández ile sorunlar yaşadı. Luis Fernández, Brezilyalı futbolcuların futbol yerine gece hayatına yoğunlaştıklarını iddia etti. Fernandez ile devam eden kavgalara rağmen, Ronaldinho 2002-03 sezonunda takıma döndü ve kendisine 10 numaralı forma verildi. Takımdaki ikinci sezonundaki performansı ilk sezonuyla karşılaştırıldığında düşük olsa da, kulübüyle takdire değer bir performans gösterdi. 26 Ocak 2002 tarihinde Le Classique olarak adlandırılan Olympique de Marseille maçında 2 gol attı, ilk golü serbest vuruştan, diğer golü ise penaltıdan attı, maç 3-0 bitti. Ronaldinho aynı sezonda Coupe de France'da etkili bir performans gösterdi. Yarı finalde 2-0 kazandıkları Bordeaux maçında 2 gol atıp takımını finale taşıdı. Ronaldinho'nun bu performansı Parisli taraftarlar tarafından olumlu karşılandı. AJ Auxerre ile oynadıkları finalde 89. dakikada Jean-Alain Boumsong'un attığı golle final mücadelesini kaybettiler. Ronaldinho'nun performansına rağmen, kulüp ligi 11. sırada tamamladı. Sezon sonunda Ronaldinho kulüpten ayrılmak istediğini açıkladı. Beckham'ı Barcelona'ya getireceği vaadiyle başkan olan Joan Laporta, bu transfer denemesinde başarısız olmuş, üstelik Beckham ezeli rakip Real Madrid'e kaptırılmıştı. Barcelona ise bu oyuncunun yerine 19 Temmuz 2003 tarihinde, 21,250 milyon Euro bonservis bedeliyle transferi tamamladı. Barcelona'daki ilk maçına 27 Temmuz 2003 tarihinde çıktı. İlk maçından itibaren, PSG günlerinin tersine çok istekli, çok mücadeleci ve çok başarılı bir futbol ortaya koydu, her geçen gün de futbolunu geliştirdi. İlk senesinde Barcelona La Liga'yı ikinci bitirdi. Ronaldinho 32 maçta 15 gol atmıştı. Çok istediği İspanya lig şampiyonluğunu ise ikinci senesi olan 2004-2005 sezonunda ulaşabildi. En büyük hedefinin UEFA Şampiyonlar Ligi'ni kazanmak olduğunu söyleyen Rona
ldinho, bu amacına da 2005-2006 sezonunun sonunda ulaşmıştır. 15 Temmuz 2008 tarihinde Milan takımına transfer olmuştur. Ronaldinho, Temmuz 2008'de Manchester City'nin 25.500.000 £'lik teklifini reddetip, İtalyan devi Milan ile anlaşmıştır. Milan'da 10 numaralı formayı Clarence Seedorf giydiği için forma numarası 80 olmuştur. Ronaldinho, yeni takımındaki ilk golünü 28 Eylül 2008'de Milan'ın ezeli rakibi Inter ile yaptığı maçta atmıştır. Bu maçı Milan Ronaldinho'nun attığı golle 1-0 kazanmıştır. Milan'da istikrarlı bir performans gösteremeyince 2011'in başında Milan ile yollarını ayırmıştır. Blackburn Rovers, Gremio, Flamengo ve Palmeiras kendisine teklif götürmüştür. Brezilyalı oyuncu Flamengo'nun teklifini kabul etmiştir. Ronaldinho, 11 Ocak 2011'de resmi olarak Flamengo'ya transfer olmuştur. Yeni takımı ile 4 yıllık kontrat imzalamıştır. 2012 yılında, alacaklarını alamadığı sebebiyle Flamengo'dan serbest kalmıştır. Ronaldinho, 4 Haziran 2012'de resmi olarak Atlético Mineiro'ya transfer olmuştur. Yeni takımı ile sezon sonuna kadar geçerli olacak bir kontrat imzalamıştır. 28 Temmuz 2014 tarihinde Atlético Mineiro Ronaldinho ile olan sözleşmesini feshettiğini açıkladı. 16 Nisan 2015 tarihinde futbolu bırakmıştır 1998 yılında Wanderley Luxemburgo tarafından Amerika Kupası için millî takıma çağrılan Ronaldinho ilk millî maçını da 26 Haziran 1999 tarihinde bu turnuvada Letonya'ya karşı oynadı. Millî forma altında attığı ilk gol ise yine aynı turnuvada Venezuela'ya attığı goldü. Ronaldinho, Brezilya millî takımında 11 numaraydı. Ronaldinho, Dunga tarafından 2010 FIFA Dünya Kupası Brezilya Kadrosu'na çağırılmamıştır. 2013 Konfedarasyon Kupası Kadrosuna Çağrılmıştır. Ronaldinho, Brezilya millî takımı ile FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda 1999 Meksika İkinci 2005 Almanya'da şampiyon, Copa América'da 1999 Paraguay'da şampiyon, FIFA Dünya Kupası'nda 2002 Güney Kore-Japonya'da şampiyon ve Yaz Olimpiyat Oyunları 2008 Pekin'de şampiyon olan takımlarda görev aldı. Ronaldinho, 2002 ve 2006 yıllarında olmak üzere iki kez Brezilya formasıyla Dünya Kupasında forma giydi. Dünya Kupasından sonra dünyada en önemli ikinci turnuva olan Konfederasyonlar Kupası'nda 1999, 2003 ve 2005 yıllarında 3 kez Brezilya kadrosunda yer aldı. Ronaldinho, 2000 ve 2008 yıllarında Yaz Olimpiyatlarında forma giydi. Ronaldinho, 1999 yıllında Copa América turnuvasında forma giydi. Kaynak: 5. [http://www.atletico.com.br/noticias/?p=11677 [5]] Muhammed İkbal Muhammed İkbal (Urduca: محمد اقبال, Hintçe: मुहम्मद इक़बाल; 8 Kasım 1877 - 21 Nisan 1938), Pakistanlı İslam alimi, şair, filozof ve politikacı. Şiirleri çağdaş Urdu ve Fars edebiyatı'nın en önemli yapıtlarındadır. Allâme İkbal olarak da bilinir. Hindistan'daki müslümanların bağımsızlık mücadelesini ilk defa dile getiren kişidir. 1873 yılının 9 Kasım’ında hayata gelmiştir. Pakistan’ın Pencap eyaletine bağlı Siyalkut kentinde hayata gözlerini açan Muhammed İkbal bir diğer ismi ile Allame İkbal, dini bütün bir anne ve babanın oğlu olarak dünyaya geldi. İlk eğitimini Kur’an üzerine almıştır. Kur'an eğitimini medresede tamamladıktan sonra, Arapça ve Farsça hocasının yönlendirmesiyle İslam edebiyatıyla ilgilenmeye başladı. Lahor'da yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra Doğu Dilleri Fakültesi'ne hoca olarak tayin edildi. Bu yıllarda Muhammed İkbal'in şiirleri de yayınlanmaya başlandı. 1905'de Londra'daki Cambridge Üniversitesi'nin felsefe ve iktisat bölümünden mezun oldu. Londra'da üç sene kadar kalan İkbal, burada Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi'nde Felsefe bölümünde hocalık yaparken, bilhassa Londra'da ilgi görmesine sebep olacak çeşitli İslami konularda bir dizi konferans verdi. Yine Londra'da kaldığı müddet içinde hukuk üzerine okuyan İkbal, savcılık diplomasını aldıktan sonra Almanya'ya giderek Münih Üniversitesi'nde felsefe dalında doktora yaptı. Doktora eğitimini tamamladıktan sonra tekrar İngiltereye dönerek, eğitim aldığı Cambridge Üniversitesi'nde Felsefe ve İngiliz Edebiyatı dalında profesör olarak üniversitede akademik kariyer hayatına başladı. Daha 35 yaşında olmasına rağmen Profesörlük unvanını almış bir akademisyendir. 1908'de Hindistan'a döndüğünde, yazı ve şiirlerine hayranlık duyanlar tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Muhammed İkbal Friedrich Nietzsche, Henri Bergson ve Goethe adlı ünlü filozofların etkisinde kalmıştır. En çok etkilendiği kişi ise Mevlana Celaleddin Rumi'dir. Çocukluk çağından beri derin bir dini bilgiye sahip olan İkbal, Mevlana'yı kendisine rehber edinmiş ve bunun ardından İslam medeniyetinin kültür, tarih, siyası geleceği üzerinde yoğun bir şekilde çalışmalarına başlamıştır. Muhammed İkbal ülkesinin siyasetine de katılmış ve halkını bu konularda yönlendirmişti. Onun bu konudaki düşüncesi ise, "Siyaset; çalışmak, izzet ve şerefe davet etmektir" şeklinde idi. Müslüman Hint mücahitler adıyla yazdığı şiirleri Hindistan'daki Müslümanların hareketlenerek İngiliz sömürüsüne başkaldırmalarında ve Pakistan'ın kuruluşunda büyük tesiri olmuştu. Bu yönüyle İkbal, Mehmet Akif Ersoy'a da benzetilmiştir. Kurtuluş Savaşı yıllarında, zor durumda Pakistan halkını, Türk halkının milli mücadelesine destek vermek için örgütlemiş, milli mücadelede kullanılmak üzere Pakistan halkından 1.5 milyon sterlin toplayıp Ankara hükümetine yollatmıştır. Uzun süren bir hastalıktan sonra 21 Nisan 1938'de vefat etti. Vega (yıldız) Vega, Lir Takımyıldızı'nda yer alan en parlak yıldız. Göğün beşinci parlak yıldızıdır. Kuzey yarıküresinde Arcturus’tan sonra ikinci parlak yıldızdır. Güneş’e 25,3 ışık yılı uzaklıkta olduğundan Güneş’e nispeten yakın bir yıldız sayılır. Yaklaşık MÖ 12.000 yıllarında Kutup yıldızı oldu ve yaklaşık 12.000 yılında yeniden kutup yıldızı olacaktır. Güneş’ten sonra fotoğrafı çekilen ilk yıldızdır. Vega sözcüğü Arapça "en nasr el vakî" (النسر الواقع - avına çullanan kartal) ifadesindeki "vakî" (düşen) kelimesinden Latince yoluyla Türkçeye geçmiştir. Şemsül şümus olarak da bilinir. Dünya'dan yaklaşık 26 ışık yılı uzakta olan Vega, belirgin bir mavi ışıkla parlar ve 0,03 ile 0,04 arasında değişen görünür büyüklüğüyle, gökyüzünün en parlak 5. yıldızıdır. 1840 yılında Vega'nın paralaksının (Biri Dünya'nın merkezinden, diğeri yeryüzünde bulunan bir kimsenin gözünden çıkan iki doğrunun, bir gökcisminin merkezinde birleşerek oluşturdukları düşünülen açı.) Rus gökbilimci Friedrich Georg Wilhelm von Struve tarafından bulunması, yıldızlararası uzaklıkların hesaplanması bakımından önemli bir olaydır. Vega aynı zamanda, Güneş’ten sonra fotoğrafı çekilen ilk yıldızdır (1850). Lir Takımyıldızı'nda yer alan Vega, Kartal Takımyıldızı'ndaki Altair ve Kuğu Takımyıldızı'ndaki Deneb'le birlikte yaz üçgeninin köşelerini oluşturan yıldızlardan biridir. Vega, bir zamanlar "Kutup yıldızı"ydı. Güneş ve Ay'ın çekim kuvvetlerinin etkisiyle, Dünya'nın ekvator bölgesindeki şişkinlik, gezegenin eksensel hareketinde bir tereddüte yol açmaktadır. Buna bağlı olarak 26.000 yılda bir oluşan yörüngesel salınım, yıldızların gökyüzündeki konumlarını da yavaş yavaş değiştirmektedir. Bu nedenle Vega, yaklaşık 11.500 yıl sonra tekrar "kutup yıldızı" konumunda olacaktır. Tayf türü A, yüzey sıcaklığı 9.500 Kelvin derece olan Vega, Güneş'ten yaklaşık 50 kat daha parlak bir yıldızdır. Kütlesi ise Güneş'in kütlesinin 2,5 katından fazladır. Bu nedenle, iç yakıtını Güneş'ten çok daha hızlı tüketmektedir. Vega'nın ömrünün Güneş'in ömrünün %10'undan bile kısa olacağı tahmin edimektedir. Buna göre Vega, yaklaşık 1 milyar yıl sonra sönmüş bir yıldız olacaktır. 1983 yılında Kızılötesi Gökbilim Uydusu ("Infrared Astronomy Satellite", IRAS), yıldızın kızılötesi ışın yayan ve taneciklerden oluşan büyük bir haleyle çevrelendiğini saptadı. Disk biçimindeki bu hale daha çok sıcak bir toz bulutuna benzemektedir ve yıldızın merkezinden yaklaşık 815 astronomik birim uzağa kadar yayılmaktadır. Vega'ya benzer pek çok başka yıldız da (Fomalhaut, Denebola, Merak gibi) benzer bir diske sahiptir. Vega'nın dönüş ekseninin Dünya'ya dik olduğu, onu çevreleyen disk biçimli toz bulutunun ise yüzünün bize dönük olduğu gözlenmiştir. Yani, yıldızı çevreleyen disk, Güneş'i çevreleyen ve gezegenleri içeren kuşağa benzer biçimde konumlanmıştır. Bu nedenle, Vega'nın bir gezegen sistemi olabileceği ya da böyle bir sistemin oluşmakta olduğu düşüncesi ağırlık kazanmıştır. Helen Walker ve ekibinin İngiltere'deki Rutherford Appleton Laboratuvar'ına bağlı Kızılötesi Uzay Gözlemevi'nde (Infrared Space Observatory) yürüttüğü çalışmalar, Vega'nın diskinin 200 mikron büyüklüğünde, yani tipik yıldızlararası tozdan 200 kat daha büyük taneciklerden oluştuğunu ortaya çıkardı. 2002 yılında ise gökbilimciler, toz bulutunun iki ayrı noktada yoğunlaşarak uç verdiğini duyurdular. Bunlardan biri yıldızın güney batısında, yıldızdan 60 astronomik birim uzakta, diğeri de kuzey doğusunda, yıldızdan 75 astronomik birim uzakta yer almaktaydı. Bu duruma, dışmerkezli (eksantrik) bir yörünge çizen ve görülemeyen bir gezegenin yol açıyor olabileceği düşünülmektedir. Hesaplamalara göre, ancak sarmal bir toz bulutunun içinde dışmerkezli bir yörünge çizmekte olan bir gezegen, yıldızdan uzaktaki iki ayrı noktada bir yoğunlaşmaya neden olabilir. Bu durumun Güneş Sistemi'nde görülmemesinin nedeni ise, gezegenlerin yörüngelerinin böyle bir etkiyi oluşturacak ölçüde dışmerkezli olmamasıdır. Güneş Sistemi dışında bulunan çok sayıda gezegenin yörüngelerinin dışmerkezli olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, asimetrik toz yoğunlaşmalarının, dış uzaydaki gezegen sistemlerinin ortak özelliklerinden biri olduğu düşünülmektedir. Öte yandan, bu etkiye bir gezegenin neden olduğu varsayımı dışında, çok büyük göktaşlarının çarpışmalarının da neden oluyor olabileceği ileri sürülmektedir. Ancak, her ne kadar eldeki verilerle tersi kanıtlanamasa da, Vega'nın iki yanında, biribirine karşıt yönlerde oluşan böylesi büyük çarpışmaların gerçekleşme olasılığı oldukça düşüktür. Eğer Vega'nın gezegenleri varsa, bunlarda yaşamın gelişmiş olması olanaksız gibidir. Kütle
si Güneş'in kütlesinin 2,5 katından fazla olan Vega'nın henüz 200 milyon yıllık geçmişi olduğu tahmin edilmektedir. Bu sürenin, ilkel canlıların gelişmesi için bile çok kısa olduğu söylenebilir. Elma Elma ("Malus domestica"), gülgiller (Rosaceae) familyasından kültürü yapılan bir meyve türü. Eski Türkçede "alma" diye bilinen adının, meyvenin rengi olan "al" (kırmızı)'dan geldiği bilinmektedir. Elmanın ilk olarak Kuzey Anadolu'da, Güney Kafkaslar, Rusya'nın güneybatısında kalan bölgeler ve Orta Asya (Kazakistan'ın doğusu) dolaylarında ortaya çıktığı sanılmaktadır. Tür, bütün dünyaya Orta Asya'dan yayılmıştır. Besin değeri çok yüksek olan bir meyvesi vardır. Tarih boyunca kültür çalışmalarıyla 1000 farklı elma çeşidi üretildiği tahmin edilmektedir. En yakın akrabaları armut ve malta eriğidir. 5–12 m'ye kadar uzanan yaprak döken tacı geniş küçük bir ağaçtır. Yapraklar karşılıklı dizilişli, basit oval biçiminde, ucu sivri ve kenarları dişli, alt yüzü hafif tüylüdür. 5–12 cm uzunluğunda 3–6 cm genişliğindeki yaprakların sapı 2–5 cm kadardır. Çiçekler yapraklarla birlikte açar. Beyaz olan çiçekler genellikle ilk açtığında açık pembedir. 2,5-3,5 cm çapında 5 taç yapraklıdır. Meyve sonbaharda olgunlaşır, ekseriya 5–8 cm çapındadır. -36 °C soğuğa dayanabilir. Kurak ve sıcaktan hoşlanmaz. Toprağı tınlı, tınlı-kumlu, en az 1 m derinlikte olmalıdır. Taban suyu 1 m'den yakın olmamalıdır. Taşlı ve kireçli toprağı sevmez. Amasya Misket'inin en büyük özelliği bir yıl meyve verirse diğer yıl vermemesidir. Bir yüzü kırmızı, diğer yüzü ise sarı ila yeşilimsi bir renk taşır. İnce kabuklu, hoş kokuludur. Sert ve dayanıklıdır. Uzun süre saklanmaya elverişlidir. Amasya elmasının iki türü vardır. Daha küçük ve tatlı olanına Misket elması denir. Daha iri ve aşılı olanına ise KABAK elması adı verilir. Amasya elması meyveye geç yatar ve 8-10 yaşından önce ürün vermez. Elmanın kültür çeşitleri aşıyla üretilir.Ancak bazı çeşitler kök sürgünü ile üretilebilmektedir. Anaç olarak tohumdan yetiştirilmiş yabani elmalar kullanılır.En çok Amasya ilinde üretilir.Amasya'nın elması ünlüdür. Meyve verme yaşı anacın çeşidine göre değişir. Bazı anaçlar (m9 gibi), ilk dikildiği yıl meyve verir. Bazı anaçlarsa (m106 gibi), üçüncü yaşında meyve vermeye başlar. En geç verime başlayan anaçlar ise normal elmanın çekirdeğinden üretilen anaçlardır. Bu anaçlar 5 ile 6 yaş arası meyve vermeye başlar. Türkiye'de iyi gelir sağlayan meyve türlerinden birisi elmadır. Üretimi oldukça iyi düzenlenmiş bulunan yerlerde dönümden ortalama 1500–2000 kg meyve elde edilebilmekte, bakım şartlarının iyi olduğu durumlarda bu miktar 3000 kg'a kadar yükselmektedir. Bu miktar bazı ülkelerde üç tonun üzerindedir. Türkiye'de elma tüketimi kişi başına 20 kg civarında olup, ülke dünyada en fazla elma tüketenler arasında yer almaktadır. Türkiye'de organik tarım düşüncesinin yaygınlık kazanmasıyla birlikte birçok yerde yerel olarak bilinen elma türlerinin ticari olarak üretilebilmesi için çalışmalar başlatılmıştır. Araştırmalar elmanın, prostat ve akciğer kanseri riskini azalttığını göstermiştir.Diğer birçok meyve gibi elma da yüksek miktarda C vitaminine eşdeğer olan fenolik bileşenler ve kanser riskini ve DNA hasarını azaltan değerli antioksidanlar içermektedir. Bundan ayrı olarak, zengin lif içeriği kalın bağırsak faaliyetlerine yardımcı olmasının yanında kalp hastalıklarında, kilo vermede ve kolesterolün kontrolünde etkilidir. Elmanın içeriğindeki bazı kimyasallar Parkinsonizm ve Alzheimer gibi beyin hastalıkları konusunda da koruyucudur. Çünkü taze elmada bulunan bazı antioksidanlar, beyin hücrelerini oksidatif stresten kaynaklanan nörotoksiditeden korumaktadır. Kabuklu yenmesi daha yararlıdır. Elma bol vitamininden dolayı çok sevilen meyvelerden biridir. Vitaminlerden A oldukça fazla miktarlarda bulunur. B vitamini ise pek azdır. Elma yiyenlerde akli bozuklukların ve teneffüs yolları rahatsızlıklarının azaldığı ve diş çürümesi nisbetinin % 30'dan daha az olduğu tıbbi kaynaklarda belirtilmektedir. Elmanın % 83-85'i su, 0,40'ı protein, 8,35'i invert şeker, 1,60'ı sakkaroz, 0,07'si tanen, 1,32'si ham lif, 0,41'i kül, ayrıca çok az miktarda mangan, bakır, flor, magnezyum, kalsiyum, potasyum vs. maddeleri ve 100 gramında 59 kalori içerir. Xerox Xerox (Ziraks diye okunur), ABD kökenli uluslararası bir teknoloji şirketi olarak faaliyet gösterir. Ürünlerinde daha çok fotokopi, tarayıcı ve yazıcılar donanım olarak ön plana çıkmakla birlikte bu ortamlarda çalışan özel yazılımlar da üretmektedir. En son ürettiği yazılım ise basılı kâğıt yüzeyinden kelime arayabilme üzerinedir. Haseki, Fatih Haseki (semt) İstanbul'un Fatih ilçesindeki eski semtlerinden biridir. Fındıkzade ve Aksaray semtleri arasında yer alır. 16. yüzyılın ortalarına kadar bu semt kadınlar için kurulan bir pazar dolayısıyla Avrat Pazarı adıyla biliniyordu. 1550 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın eşi Hürrem Sultan tarafından bu semtte yapılan Haseki Darüşşifası (Haseki Hastanesi), Haseki Sultan Camii ve Haseki Külliyesi nedeniyle semtin ismi Haseki haline geldi. 1957 yılında genişletilen Millet Caddesi Haseki semtine ulaşımı kolaylaştırdı. Kadir (astronomi) Kadir, bir yıldızın parlaklığını dile getiren astronomi terimi. Yıldızlar parlaklık derecelerinde farklılıklar gösterdiğinden, onları parlaklıklarına göre sınıflamak için bir sistem kurulmuştur. İki türlü kadir vardır: Yıldızın yeryüzünden görünen kadri ve mutlak kadri. "Mutlak kadir", farazi olarak yıldızın yeryüzünden 32,6 ışık yılı uzaktaki bulunması halinde görüneceği parlaklıktır. "Mutlak kadir" yöntemiyle, yıldızların yere uzaklıklarından kaynaklanan parlaklık farkları eşitlenir, gerçek parlaklık dereceleri görülebilir. Yıldızlarla ilgili kadir sistemini ilk olarak M.S. 2. yüzyılda Batlamyus ortaya atmıştır. En parlak yıldızları 1. dereceden saymış ve çıplak gözle görme sınırı olan 6. dereceye kadar bir sınıflama yapmıştır. Bu sınıflamaya göre, 1. dereceden bir yıldız, 2. dereceden bir yıldızdan yaklaşık 2,5 kat, 6. dereceden bir yıldızdan ise 100 kat daha parlaktır. Ancak, sonraki dönemlerde, kimi yıldızların 1. dereceden daha parlak olduğu belirlenmiştir. Bunun kadir sisteminde yol açtığı sorunu gidermek için, sıfır ve eksi kadirler ortaya atılmıştır. Örneğin gökyüzündeki en parlak yıldız olan Sirius -1,42 kadirdendir. Kadir sistemi Güneş'in ve gezegenlerin parlaklıklarını belirtmek için de kullanılır. Buna göre Güneş -26,8 kadirdendir. Ay'ın dolunay durumundaki kadri ise -12,5'tir. Venüs en parlak olduğu zaman -4,4; Mars ve Jüpiter ise -2,8 kadirdendir. Neptün 8,2 ve Plüton 13,7 kadirle çıplak gözle görülemeyecek kadar sönüktürler. Uranüs ise 5,6 kadriyle çıplak gözle görme sınırı olan 6. dereceye çok yakın olduğundan zor görülebilirdir. Çıplak gözle görme sınırı olan 6. derece, insan gözü için ortalama bir değerdir. Kimi keskin gözlü kimseler Jüpiter'in dört büyük uydusunu (Io, Callisto, Europa ve Ganymede) çıplak gözle görebilirler. Gene kimileri Venüs'ün evrelerini bile ayırt edebilecek görme yetisine sahiptir. En parlak 25 yıldızın görünür ve mutlak kadirleri aşağıdaki gibidir: Görgü, Yeşilyurt Görgü, Malatya ili Yeşilyurt ilçesinin batı kesimlerinde yer alan ve ilçeye 16 kilometre mesafede bulunan dağlık bir mahalledir. Mahallenin 700 yıl önce kurulduğu tahmin edilmektedir. Mahalleye ilk önce Kırıklı denilen bir kabile, sonradan sırasıyla Omaruşağı,Karamanlılar, Hasanhacılı, Şabanuşağı, Piremitli, Kürneli, Hasımuşakları gelerek yerleşmişlerdir. Mahallenin önceki adı Cafana'dır. Ulaşım sorunu olmayan bir mahalledir. 2006 yılı itibarıyla köy yollarının 10 kilometresi asfalt, 6 kilometresi stabilizedir. Telefon, Türkiye'de elektrik dağıtımı|elektrik ve içmesuyu mevcuttur. Mahallenin 28.300 dekarlık tarım arazisinde nadaslı tarım yapılmaktadır. Kurşunlu Tepe civarında bulunan Kurşun-Çinko- Barit maden yatakları, 1986 yılından beri ÇİNKUR tatafından işletilmektedir. Mahallede, yaklaşık 500.000 tonluk maden reservi olduğu tahmin edilmektedir. Mahallede ilköğretim okulu, cami ve sağlık evi bulunmaktadır. Okuma-yazma oranı %80 civarındadır. Mahallede, Halkeğitim Merkezi ve Sümerbank Holdinge'e ait iki adet halıcılık kursu bulunmaktadır. 2014 Yılında Malatya İline bağlanarak mahalle oldu. Türk kültür gelenek ve görenekleri yaşanmaktadır. Öncü, Yeşilyurt Öncü, Malatya ilini Yeşilyurt ilçesine bağlı bir mahalledir. Mahallenin adının nereden geldiği ve geçmişi hakkında bilgi yoktur. Malatya iline 46, Yeşilyurt ilçesine 38 km mesafede bulunan köy, yeni bir mahallesidir. Mezraları; Güven, Mahmutlar, Akçörek, Davutlar, Mağara'dır. Gelenek ve görenekleri hakkında bilgi yoktur. Halkın geçim kaynakları; tarım ve hayvancılıktır. Ayrıca arıcılık ve halıcılık da yapılmaktadır. Mahallede meyve ağaçları azdır. Mahallede ilköğretim okulu vardır fakat faal değildir. taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Sağlık evi vardır fakat faal değildir. Sağlık ocağı yoktur. PTT şubesi yoktur fakat PTT acentesi vardır. Haberleşme mobil telefonu ile sağlanmaktadır. Su şebekesi yoktur fakat kanalizasyonu vardır. Elektrik vardır. Ulaşım minübüsle sağlanmaktadır. Üçgöze, Yeşilyurt Üçgöze, Yeşilyurt'un güney doğusunda bulunan, Adıyaman'ın Çelikhan ilçesi ile sınır oluşturan, dağlık bir sahada kurulmuş, Yeşilyurt ilçesine 25 km mesafede bulunan bir mahalledir. Mahallenin ne zaman kurulduğu kesin olarak bilinmemektedir. Bu köye yerleşenler, yayla hayatı sürdüren konar göçerlerden oluşmuş, hayvancılıkla uğraşan kişilerdir. Otlak bakımından zengin olan köy, yayla konumundadır. Mahallede arıcılık geçim kaynağı haline gelmiştir. Elektrik, içme suyu ve telefon sorunu yokturdur. Köy kışın büyük oranda terkedilir, mahallede okul bulunmamaktadır. TÜRKMEN kültür gelenek ve görenekleri yaşanmaktadır.. Karasal iklim yaşanmaktadır. Mahallenin ekonomisi, tarım ve hayvancılık yapılmaktadır. Salkonak, Yeşilyurt Salkonak, Malatya ilinin Yeşilyurt ilçesine bağlı bir mahalledir. İlçe merkezine 45 km mesafede bulunan Yeşilyurt'un yeni bir m
ahallesidir. küran, Karlık, geli ve Mendik adlarında 4 mezrası vardır. Geli mezrası ile direkt bağlantı yolu yoktur. Halkın geçim kaynakları tarım ve hayvancılıktır. Tütün ve fasulye yetiştirilmektedir. Meyve ağaçları yok denecek kadar azdır. Ayrıca arıcılıklada uğraşılmaktadır. Meşhur Karlık balı bu mahallede üretilmektedir. Haseki sultan Haseki sultan (Osmanlıca: خاص کي سلطان), Osmanlı padişahlarının gönlünü çelerek gözüne giren cariyelerin çocuk doğuranlarına verilen unvandır. Padişahların birden fazla hasekisi olabiliyordu. Bu hasekilerden en gözdesi genellikle en büyük erkek çocuğun, yani veliahdın annesi oluyordu. Haseki'nin anlamı padişahın en gözdesi anlamına geliyordu. Yani şehzade doğurmayan cariyeler de haseki olabiliyordu. Hasekiliğe yükselen cariyelere samur kürk giydirilirdi. Ayrıca kıymetli taşlardan yapılmış taç da takarlardı. Bundan sonraki yaşamı için ayrı bir oda tahsis ediliyor, hizmetine cariyeler ve silahtar tayin ediliyordu. Padişah öldüğünde erkek çocuk doğuran haseki eski saraya gönderilirdi. Kız çocuk doğuran ya da çocuk doğurmayan hasekiler ise devlet kademesindeki yüksek rütbelilerle evlendirilirdi. Kanuni Sultan Süleyman, I. Ahmed in hasekileri Hürrem Sultan, Kösem Sultan hasekiler arasında en meşhur olanlarıdır. Sosyalist Demokrasi Partisi Sosyalist Demokrasi Partisi (kısaca SDP) 2002 yılında çoğunluğunu ÖDP'den ayrılanların kurduğu bir partidir. Parti, ilk kurulduğu dönemde Kurtuluşçular, Odakçılar, Hareketçiler ve Troçkistler'den ve diğer bağımsızlardan oluşmuştur. Daha sonra Odakçılar ve Hareketçilerin büyük çoğunluğu partiden ayrılmıştır. İşçi sınıfının ortak ve kitlesel mücadelesini savunur. Parti, Türkiye'nin ve bölgenin en önemli sorununun Kürt meselesi olduğunu ifade etmektedir. Sosyalist Demokrasi Partisi’nin amacı, insanın insan tarafından sömürülmesine ve ezilmesine, cinsler ve uluslararasındaki eşitsizliğe, doğal çevrenin yağmalanmasına son verecek, insanın ve insanlığın ortak kültürünün gelişiminin önündeki tüm engelleri ortadan kaldıracak olan, bayrağında “herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” şiarlarının dalgalandığı sosyalizmdir. Sosyalizme bir dizi mücadele evresinden geçilerek, bütünsel ve kesintisiz bir devrimci süreç sonucunda; kapitalist toplumun devrimci tarzda aşılmasıyla, işçi sınıfının ve emekçilerin kendi iktidarı olarak sosyalist demokrasinin ilan edilmesiyle ve son çözümlemede bölgesel ve enternasyonal çapta ulaşabilir. Sosyalist Demokrasi Partisi, tarihsel referansını Marksizm’den alan, örgütsel işleyiş ilkeleri sosyalist demokrasi-çoğulculuk olan, devrimci, enternasyonalist bir kitle partisidir. Parti ayrıca ezilen tüm kesimlerin partide yerinin olduğunu söyler ve bu kesimlere ayrı örgütlenme alanları açar. Partinin ilk başkanı Akın Birdal'dır. Akın Birdal'dan sonra başkanlığa Filiz Koçali seçilmiştir. Partinin üçüncü başkanı Rıdvan Turan olmuştur fakat Turan 2015 genel seçimlerinde Halkların Demokratik Partisi'nden Adana milletvekili adayı olmasını nedeniyle partiden istifa etmiştir. 11 Mayıs 2015 tarihinde yapılan 1.Olağanüstü Kongre'de genel başkan yardımcılığı görevinde bulunan Ufuk Göllü yeni genel başkan seçilmiştir. Partinin yayın organı Sosyalist Demokrasi gazetesidir. İkinci Kongre'sinden sonrası partide yer alan gruplar, Kurtuluş Hareketi, Bedreddini Hareket ve bağımsızlardır. Ayrıca ÖDP'nin kuruluşunda ve gelişiminde aktif olan birçok isim çeşitli dönemlerde öz eleştirilerini yaparak SDP'ye geçmişlerdir. SDP'li gençler üniversiter alanda Kurtuluş Yolunda Dev-Genç ve lise alanında Dev-Lis ismi ile örgütlenmektedirler. Haftada bir Gelecek gazetelerini yayımlamaktadır. Liseli Arkadaş ve Dev-Lis'in Devrimci Liseliler çatısı altında, Kurtuluş Yolunda Dev-Genç ile Söz Dergisi'nin Gençliğin Devrimci Güçleri çatısı altında birleşmesinden sonra SDP ve Türkiye Gerçeği de 2015 Ağustos ayında birleşerek Birleşik Devrimci Parti'yi kurmuşlardır. Kısaltması Devrimci Parti'dir. 28 Ağustos 2002 tarihinde bir süredir "Sosyalist Demokrasi Partisi için Girişim" adıyla çalışmalarını sürdüren Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nde ayrılan grup, partileşme çalışmalarını tamamladığını açıklamış ve SDP'nin kuruluşunu ilan etmişlerdir. Eski İnsan Hakları Derneği (İHD) başkanı olan Akın Birdal'ın sözcülüğünü yaptığı grup içinde 1996'da kurulduğundan o güne kadar ÖDP'de siyaset yapmış Mihri Belli, Sevim Belli, Ragıp Zarakolu, Veysi Sarısözen, Filiz Koçali, Filiz Karakuş ve Mustafa Kahya gibi isimler yer almıştır. SDP'nin kuruluşunda yer alan isimler ÖDP'den ayrılış nedenlerini ve eleştirelerini birkaç başlık altında açıklamışlardır. Öncelikle, ayrılıkta en temel mesele olarak ÖDP'nin Kürt sorununa olan yaklaşımı öne sürülmüştür. Kürt sorununda ezilenlerin yanında olmak yerine bir üçüncü yolun ÖDP'de tercih edilmesine karşı çıkılmıştır. Diğer bir yandan, ikinci olarak, ÖDP'nin post-Marksizm'in ve Avrupa komünizminin Türkiye'deki siyasal temsilcisi haline geldiği, sosyalizmi hedefleyen bir parti olarak kendini tanımlamasına rağmen ÖDP'nin işçi sınıfının egemen sınıf olarak örgütlenmesi için mücadele etmek yerine, onun toplumsal muhalefet güçlerinden biri olarak değerlendirdiği söylenmiştir. Bundan kaynaklı olarak da, partinin militan mücadeleye uzak kentli orta sınıfların partisi haline geldiği, ve giderek özgürlükçü sosyalistlerin oluşturduğu monolitik bir yapıya büründüğü iddia edilmiştir. Bu eleştiriler doğrultusunda, yeni kurulan ve içerisinde Kurtuluşçular, Odakçılar, Hareketçiler, Dönüşümcüler, Troçkistler ve diğer bağımsızların yer aldığı SDP, ÖDP'nin iddia ettikleri gibi reformizmine ve bürokratizmine karşı, Kürt hareketi ile stratejik ittifak, sosyalistlerin birliği ve yeniden yapılanması, sosyalist demokrasi gibi politikalar ve tezler ortaya koymuş ve bunların uygulayıcısı olacağını belirtmiştir. SDP, 2001'de Kürt hareketinin öncülüğünde kurulan Emek, Barış ve Demokrasi Bloku'nun içinde birleşik bir mücadele için yer alacağını açıklamış, ÖDP'nin kuruluş rasyonelitesinde yer alan solun birliği düşüncesinin aşılarak yeni bir anlam içerisinde yeniden kurulacağını ve sol içerisinde yer aldıklarını öne sürdükleri üç eğilim içerisinden "(sol liberalizm, ulusal solculuk ve devrimci sosyalizm)" devrimci sosyalistlerin birliğini hedeflediğini belirtmiş, ve bu birliğinde ilk başta belirtilen Kürt hareketi ile ittifak içersinde oluşturulan blok zemininde gerçekleşebileceğini belirtmiştir. Partinin 2002 yılında kurulmasının ardından 9 Kasım 2003 tarihinde SDP 1.Olağan Kongresi, Şato Yazar Düğün Salonu’nda gerçekleşti. Yunanistan, Kıbrıs ve İran gibi çeşitli ülkelerden gelen sosyalist parti temsilcilerinin de katıldığı kongre'de 207 oyun tamamını alan Akın Birdal SDP'nin genel başkanı seçildi. Fakat daha kongre gerçekleşmeden parti içinde özellikle çatı partisi olarak DEHAP'a katılma konusunda tartışması ortaya çıkmış, "Kurtuluş grubu"nun içinde de görüş ayrılıklarına yol açan bu tartışma hakim görüşün bu yönde olmamasından dolayı bu katılma gerçekleşmemiştir. Fakat Kürt hareketine yakın isimlerin oluşturduğu "Dönüşüm grubu"nun partiye katılması ve parti içinde tutundakları pozisyon, parti içinde yeniden çeşitli tartışmalara yol açmış, Nisan ayında daha sonra Emekçi Hareket Partisi'ni kuracak olan "Hareket grubu" SDP'den ayrılmıştır. Kongrenin hemen ardından ise "Odak grubu" parti yönetime birçok eleştiri yöneltmiş, ilk olarak 2004 Haziran ayında partinin yönetim organlarından çekilmiş, ardından 2005 Mart ayında ise partiden tamamen ayrıldığını açıklamıştır. 2009 yılında Sosyalist Demokrasi Partisi'nin gençlik örgütü olarak Kurtuluş Yolunda Devrimci Genç veya kısaca Dev-Genç kuruldu. 2015 yılı Nisan ayında Kurtuluş Yolunda Dev-Genç ile "Söz Dergisi" birleşerek "Gençliğin Devrimci Güçleri" adlı oluşumu kurduklarını açıklamışlardır. Yakitori Yakitori (焼き鳥, やきとり),(kuş ızgara) Japon mutfağından bir tür tavuk kebap. "Kushiyaki" olarak da bilinir. Gelenekesel yakitori sadece tavuğun farklı bölgelerinden yapılırken bugün biraz sığır, balık, deniz ürünleri ile de yapılıyor. Sadece sebzeyi şişe takarak yapılanlara ise kuşi deniyor. Yakitori genellikle tuz ya da "tare" denilen tatlı sake, soya sosu ve şekerden oluşan pirinç şaraplı sos ile servis edilir. Bu sos şişteki etin üzerine sürülür, özenle pişirilir; piştikten sonra tekrar bu sosun içine batırılır. Yakitori Japonya ve Asya'da çok gözde yemeklerdendir. Japonya'da pek çok çalışan, öğle yemeği için işden eve giderken yol üzerinde bulunan tezgâhlarından birinden kaptığı yakitori ile yoluna devam eder. Brochette (Fransız), Espetada (Portekiz), Satay (Uzak Doğu), Shashlik (Rus), Şiş kebabı (Türk), Souvlaki, Mici (Romen) or Kalamaki (Yunan) Otokorelasyon Otokorelasyon, ya da öz ilinti, bir sinyalin farklı zamanlardaki değerleri arasındaki korelasyonudur. Başka bir deyişle, gözlemlenen değerler arasındaki benzerliğin, zamansal gecikmenin bir fonksiyonu olarak ifadesidir. Otokorelasyon analizi tekrar eden örüntülerin tanınması, bir sinyalin kayıp temel frekansının tespit edilmesi gibi amaçlar için kullanılan bir matematiksel araçtır. Sinyal işlemede fonksiyonların ya da dizilerin analizi için sıkça kullanılır. Çoklu regresyon analizinde otokorelasyon, hata teriminin birbirini izleyen değerleri arasındaki ilişkiyi tanımlar. Bu durum, genel doğrusal regresyon modelinin önemli bir varsayımından sapmadır. Genel doğrusal regresyon modeli varsayım gereği olarak, hata terimleri arasında bir ilişki yoktur. Matematiksel olarak otokorelasyon olmaması demek, i ve j zaman noktalarindaki rassal u hatalarinin arasındaki kovaryansin 0'a esit olmasi olarak gosterilir: formula_1 Oysa pratikle bu varsayım bazen çiğnenmekte ve hata terimleri arasında bir ilişki bulunmaktadır. Bu durum otokorelasyon olarak adlandırılmaktadır. formula_2≠0, i≠j Eğer i ve j arasinda tek bir zaman donemi varsa buna "birinci derece otokorelasyon" denilir. formula_3≠0 Pratik ekonometrinin ilk gelişme caglarinda cok kere sadece bu turlu otokorelasyon incelemesi ile yeterli bulunmakta idi. Bu durumda rassal hatalarin varyns
-kovaryans matrisi bir diyagonal matris olur: formula_4 Otokorelasyon, uygulamada daha çok zaman serilerinde ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte, yatay kesit verilerinde de otokorelasyona (serisel korelasyon) rastlanabilir. Zaman serilerinde otokorelayon, zaman periyodunun büyüklüğü veya küçüklüğüne göre değişebilir. Periyot, bir aylık veriye dayanıyorsa, otokorelasyon büyük, üç aylıksa biraz daha küçük ve yıllıksa daha da küçüktür. Otokorelasyonun nedenleri şu şekilde sıralanabilir: Otokorelasyon sonucunda ise; Otokorelasyonun belirlenmesinde kullanılan ve en çok bilinen testlerden biri Durbin-Watson testidir. Bu test sadece birinci derecedeki otokorelasyonun bulunup bulunmadığını sınamaktadır. Dört aşamalı bir testtir. 1. Aşama: Hipotezlerin kurulması 2. Aşama: Tablo değerlerinin bulunması Bu aşamada, seçilen bir anlamlılık düzeyi ile gözlem sayısı ve açıklayıcı değişken sayısına göre, Durbin-Watson tablosundan, d istatistiğinin alt (d) ve üst (d) sınırları bulunur. 3. Aşama: Kritik oran d istatistiğinin hesaplanması d istatistiği: formula_5 4. Aşama: Karşılaştırma ve karar aşaması Bu aşamada, ikinci aşamada bulunan tablo tablo değerleri ile üçüncü aşamada hesaplanan d istatistiği karşılaştırılarak, otokorelasyonun varlığı konusunda bir sonuca ulaşılabilir. Karar vermede şu eşitsizlikler kullanılmaktadır. Durbin-Watson d testi şu durumlarda kullanılmamaktadır; Durbin-Watson d istatistiği tablosu n<15 için d ve d değerlerini vermemektedir. Bu durumda, Von-Neumann testi kullanılmaktadır. Triton (uydu) Triton Neptün’ün en büyük uydusudur. Triton'un karmaşık bir jeolojik tarihi vardır ve yüzeyinin göreli olarak genç olduğuna inanılmaktadır. Neptün'ün Alman gökbilimci Johann Gottfried Galle tarafından keşfedilmesinden yalnızca 17 gün sonra, 10 Ekim 1846'da İngiliz gökbilimci William Lassell tarafından keşfedilmiştir. Triton'un Neptün'ün çekimine yakalanmış bir Kuiper kuşağı nesnesi olduğuna inanılmaktadır. Triton, Neptün'ün oğlu olan Yunan deniz tanrısı Triton'un ardından isimlendirilmiştir. İsim 1880 yılında Camille Flammarion tarafından önerilmiştir. Triton yörüngede dönüşü bakımından, güneş sistemindeki bütün diğer büyük uydulardan farklıdır. Triton, Neptün'ün aksi yönünde dönmektedir. Uranüs'ün üç dış uydusu gibi Jüpiter ve Satürn'ün dış uydularının büyük kısmı da ters bir yörüngeye sahiptir; ancak bu uyduların hepsi çok küçüktür, en büyüklerinin (Phoebe) çapı ve kütlesi sırasıyla Triton'un çapının ve kütlesinin %8'i ve %0.03'üdür. Ters yörüngesi olan uyduların, yörüngelerine girmiş oldukları gezegenler gibi solar nebula bölgesinin bir parçası olması mümkün değildir, başka bir yerlerden gezegenlerin çekim gücüne kapılmış ya da bir çarpışma yoluyla ters yöne dönmeye başlamış olmalılardır. İkinci senaryo Triton için en az olasılığı olan senaryodur; bu yüzden Triton'un Neptün'ün çekim gücüne kapılan bir Kuiper kuşağı nesnesi olduğundan kuşkulanılmaktadır. Durbin-Watson istatistiği Durbin Watson test istatistiği, bir regresyon modeli tahmin edildikten sonra artık terimlerin korelasyon halinde olup olmadığını test etmeye yarayan bir sayıdır. Bu sayının 2 civarında çıkması, "otokorelasyon vardır" boş hipotezini reddedemeyeceğimizi gösterir. Buna göre e = hata terimi ya da artık, t = zaman olmak üzere Durbin Watson test istatistiği: "d" değeri her zaman 0 ila 4 arasında yer alır. Artıkların örnekleme otokorelasyon değeri "r" olmak üzere "d" sayısı yaklaşık 2(1 - "r") ye eşit olduğundan "d"=2 olması otokorelasyon olmadığını gösterir. Genel kabul gören şey, eğer Durbin-Watson değeri 1 den küçük ise bir alrm durumu söz konusudur. Küçük "d" değeri, ortalamaya göre ardışık hata terimlerinin birbirlerine yakın olduğunu (dolayısıyla pozitif ilişkili olduklarını) belirtir. Durbin Watson testi, seri korelasyonun varlığını anlamak için geliştirilmiş ilk testlerden birisi olması açısından önemlidir fakat, test istatistiğinin hesaplandığı D dağılımı, kararsız kalınan bazı bölgeler içerdiğinden testin pek etkin bir test olmadığı iddia edilmektedir. Ayrıca regresyon modeli, bağımlı değişkenin gecikmeli değerlerini açıklayıcı değişken olarak içeriyorsa test sapmalı sonuçlar vermektedir; böyle bir durumda alternatif bir test olarak Durbin h testi kullanılabilir. Buna göre Durbin h testi: Burada formula_3, zaman gecikmeli bağımlı değişkenin eğim katsayısının standart hatasının karesi, T gözlem sayısı'dır. Ancak test şu koşulda geçerlidir: formula_4. Zira matematiksel olarak paydanın negatif olması durumunda karekök alınamaz. Eureka Eureka (veya 'Heureka'; Yunanca: εὕρηκα/ηὕρηκα, "Evreka" şeklinde okunabilir) Arşimet'e atfedilen ünlü bir ünlemdir. Söylentiye göre şekilsiz bir cismin hacminin, suya battığı anda su hacmindeki değişikliği bularak bulunabileceğini keşfettiğinde banyodan çıplak bir şekilde sokağa fırlamış ve sokaklarda koşarken bu ünlem sözcüğünü haykırmıştır. Sözcük "(Onu) buldum!" benzeri bir anlama sahiptir. Bunun sonucu "Eureka!" bir keşfi kutlarken kullanılan bir ünlem halini almıştır. Bu ifade, ünlü ve önemli bir olay olan 1848'de Sutter's Mill yakınlarında altının bulunmasına atfen Kaliforniya eyaletinin mottosu olmuştur. II. Gülbahar Hatun II. Gülbahar Sultan ya da Gülbahar Ayşe Hatun (Osmanlı Türkçesi: گلبهار سلطان) (ölümü yaklaşık 1510) Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim'in öz annesi II. Bayezid'in sekizinci eşidir. Bazı kaynaklarda adının Ayşe Hâtûn ve babasının Dulkadiroğlu Alaüddevle Bozkurt Bey olduğu geçer. Kayıtlarda baba adının Abdüssamed olduğu için bazı tarihçiler cariye kökenli olduğunu söyler. Bir başka rivayete göre Trabzon'da bir Rum papazının kızıdır. Trabzon'da doğmuş olup "Abdüssamed" isminde bir şahsın kızıdır. 1469'da Amasya'da II. Bayezid ile evlenmiştir. Gül-Bahar Hatun 1510 yılı civarında oğlu tahta çıkmadan önce öldü. Gül-Bahar Hatun oğlu Yavuz Sultan Selim'in tahta çıkmasından evvel vefât ettiğinden ötürü hiçbir zaman Valide Hatûn olamadı. En eski kaynaklardan biri olan "Cenabî Tarihi" adını "Âişe Hâtun" olarak vermektedir. "Sicill-i Osmanî" ise isminin "Gül-Bahar Hâtun," olduğunu yazar. Öte taraftan "Alderson" da onun adının "Âişe Hâtun," olduğunu belirtmektedir. O sırada Trabzon valisi olan Yavuz Sultan Selim, Trabzon'da annesinin anısına 1514 yılında Hatûniye Camii ve Hatûniye "(Gülbahar Hatun)" Külliyesi'ni yaptırdı Bu camiinin Trabzon'daki ilk İslâmi eser olduğu düşünülmektedir. I. Gülbahar Hatun Emine Gülbahar Hatun, Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmed’in 1446'da Manisa'da evlendiği ilk eşi, Gevherhan Hatun’un ve II. Bayezid'in annesi. O dönemde henüz Valide Sultan unvanı kullanılmaya başlamamıştı. Ancak Gül-Bahar Hatun’un saraydaki rolü; sonraki Valide Sultanlardan hiç farklı değildi. II. Bayezid’in öz annesi Dulkadiroğulları Beyinin kızı Sitti Mükrime Hatun ölünce II. Bayezid'e annelik yapmıştır. Türbesinin kitabesindeki "Leh aşiyan Sultan Mehmed zevcesi valide-i II. Bayezid Han," yazısı bunun en büyük kanıtıdır. II. Bayezid’ın tahta çıkmasyla "Gül-Bahar Hatun" Fatih Sultan Mehmed’in dul eşi ve II. Bayezid’in annesi olarak Valide Sultan’ın eşdeğeri olan bir rolü üstlenmiştir, zira henüz bu dönemde resmen Valide Sultan sıfatı ve görevleri belirlenmemişti. Tarihte bu sıfat ilk defa Kanunî Sultan Süleyman’ın annesi Ayşe Hafsa Sultan tarafından kullanılmıştır. Gülbahar Hatûn’un Arnavut, Fransız veya Sırp asıllı olduğuna çeşitli rivayetler vardır ancak hayatı hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Osmanlı belgelerinde adı Gülbahar bint Abdullah olarak geçmektedir. Babasının adının Abdullah olarak yazılması cariye kökenli olduğunu gösteriyor. O zaman Edirne’de bulunan Osmanlı sarayına 1446 yılında girdiği sanılmaktadır. Sonradan Fatih Sultan Mehmet olarak anılacak olan Şehzade Mehmed’le olan evliliği büyük ihtimalle Fatih’in ilk tahta çıkışının ardından tahtı tekrar babası II. Murat'a geri bırakması sonrasında gerçekleştiği tahmin edilmektedir. Gül-Bahar Hatûn’un Akkoyunlular’a gelin giden Gevherhan Sultan’ın annesi olduğu bilinmektedir. Şehzade Mehmet 1450 yılında Edirne'de Dulkadiroğulları Beyliği’nin Altıncı Hükümdârı olan Zülkadiroğlu Süleyman Bey’in kızı Sitt-î Mükrime Hatûn’la Üçüncü evliliğini yaptı. Yeni eşiyle birlikte gelenek üzere padişah II. Murat tarafından Manisa’ya sancak beyliği yapmak üzere gönderildi. Gül-Bahar Hatûn’un Şehzade Mehmet’le birlikte Manisa’ya gidip gitmediği bilinmemektedir. Fatih Sultan Mehmet padişah olup 1453 tarihinde İstanbul’u fethinden sonra Osmanlı Devleti’nin başkentini de İstanbul’a nakletti. Ancak Gül-Bahar Hatûn’un bir süre küçük yaştaki oğlu II. Bayezid ile birlikte Edirne’de kalmış olduğu sanılmaktadır. Bayezid dokuz yaşına geldiğinde yine yukarıda söz edilen gelenek üzere 1456 yılında babası tarafından Amasya’ya sancak beyliğine atandı. Gül-Bahar Hatûn daha sonra oğlunun yanına Amasya’ya taşındı ve 1481 yılında II. Bayezid’in tahta çıkmasına kadar orada yaşadı. Yaşamının geri kalan kısmını ise İstanbul’da geçirdi. Gül-Bahar Hatûn’un oğlu II. Bayezid’ın padişahlığı sırasında etki sahibi olduğu bilinmektedir. Oğluna yazdığı elimizde mevcut olan iki mektuptan birinde Hersekzade Ahmed Paşa aleyhinde, bir diğer mektupta da oğlunun lalası Ayas Paşa ve Hızırbeyoğlu Mehmed Paşa lehinde oğluna tavsiyelerde bulunduğu açıkça görülür. Gül-Bahar Hatûn yaklaşık 1492 yılında vefat etti. İstanbul’da Fatih Camii haziresi karşısında kendi adı ile anılan türbesine gömüldü. Ölümünden sonra Sultân Bayezid-î Velî Han Tokat’ta annesinin hatırasına Hatûniye Camii’ni ve bir de okul yaptırdı. Theater in der Josefstadt Josefstadt "Josefstaedter Strasse 26" adresinde bulunan Theater in der Josefstadt, 1788 yılında kurulmuş olup Viyana'nın en eski tiyatrosudur. Ünlü bir geçmişe sahip olan tiyatro, zamanında Ludwig van Beethoven, Richard Wagner, burada oyun yazıp yönetmişler, Johann Nestroy, Ferdinand Raimund birçok oyunda sahne almışlardir ve ayrıca Johann Strauss II ise tiyatroda kemanı ile birçok tek kişilik konserler vermiştir. 1822 yılında mimar Joseph Kornhaeusel tarfından hem büyütülmek için hem de e
skimesinden dolayı yıkılıp yerine eskisine sadık kalınarak yenisi yapılmıştır ve açılışınıda Ludwig van Beethoven’in yazıp yönettiği ünlü "Die Weihe des Hauses" adlı overtür ile yapmıştır. Eski olsun yeni olsun birçok sanatçının oyun yazıp sergilediği tiyatro sadece Avusturyalı sanatçıları değil yabancı sanatçılarıda ağırlamıştır ve hala da ağırlamaktadır. Tiyatronun geçmişindeki en büyük izi bırakmış olan ve hala günümüzde de yer yer sergilenen 28 şubat 1913'teki Ferenc Molnars ile Josef Jarno’nun beraber sergiledikleri "Liliom" adlı oyundur. Gülçiçek Hatun Gülçiçek Hatun, I. Murat 'ın eşi, Yıldırım Bayezid'in annesidir. Aslen Rum olan Gülçiçek Hatun'un türbesi Bursa'da bulunmaktadır. Bursa, Altıparmak semtinde, Çarıklı Değirmen Sokağı’nda bulunan türbe, Sultan I. Murad’ın (Hüdavendigâr) eşi, Yıldırım Beyazıd’ın annesi Gülçiçek Hatun’a aittir. Padişah anaları arasında kendi adına türbesi olan ilk kadındır. Mermer söveli bir revaktan içerisine girilen türbe 6.00x6.00 m. ölçüsünde kare planlıdır. Üzerini oldukça yüksek, sekizgen kasnaklı bir kubbe örtmektedir. Duvarları üç sıra tuğla, bir sıra köfeki taş dizisi ile örülmüştür. Türbenin her cephesinde ikişer tane olmak üzere toplam sekiz penceresi bulunmaktadır. Pencere aralarına da tuğladan kurs motifleri yerleştirilmiştir. Gülçiçek Hatun’un sandukasından başka türbede kime ait olduğu bilinmeyen üç sanduka daha bulunmaktadır. Türbe en son 1958 yılında onarılmıştır. Vienna's English Theatre 8. Merkez İlçe Josefstadt’ta bulunan Vienna’s English Theatre İngiltere dışında oyunlarını İngilizce sergileyen en eski tiyarodur.1963 yılında yönetmen Franz Schafranek ve Amerikalı sinema sanatçısı eşi Ruth Brinkmann tarafıindan kurulmuştur. Kurulmasının asıl amacı yazın Viyana’ya gelen turistlere hizmet vermekti fakat ilk yıl yaz için planlanan oyunlar büyük ilgi görünce bütün yıla yayıldı.İlk oyununu sabit bir binası olmadığı için Palais Erzherzog Karl adlı sarayda sergilemiştir ve 1974 yılında bugünkü "Josefsgasse 12" numaralı adresindeki binaya taşınana kadar sürekli değişik yerlerde sahne almak zorunda kalmıştır. Tiyatroda sergilenen bazı oyunlar şunlardır. 1974 yılında Tennessee Williams tarafından yazılmış "The Red Devil Battery Sign" adlı drama ve aynı yıl Pulitzer Ödülü almiş Edward Albees tarafından yazılmış "Three Tall Women" adlı oyunlardır. Günümüzde İngilizce dışında Fransızca ve İtalyanca oyunlarıda sahneye koyan tiyatro toplam 230 kişiliktir. Tiyatro günümüzdeki kurcunun kızı Julia Schafranek tarafından yönetilmektedir. Olgun Arun Olgun Arun, Yönetmen, Yapımcı ve Görüntü Yönetmeni. 1963'te İstanbul'da doğdu. Özdemir Asaf ve Yıldız Moran’ın oğludur. Kabataş Erkek Lisesi'nden mezun oldu. Mimar Sinan Üniversitesi Sinema ve Televizyon bölümünde eğitim gördü, The London International Film School'dan mezun oldu. Kısa metrajlı film, belgesel, video klip ve reklam filmi yapımları gerçekleştirdi. Tramvay ilk sinema filmidir. eşi: Nazlı Çetinok Arun (2006) Cola Turka Cola Turka; Yıldız Holding A.Ş. firması tarafından 25 Haziran 2003 tarihinde piyasaya sürülen gazlı içecek firmasıdır. Sakarya'nın Akyazı ilçesinde, Yıldız Holding'e bağlı Della Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından üretilmektedir. Cola Turka, pazara girmeden önce (25 Haziran 2003 öncesi) Coca Cola %66, Pepsi %22,9 pazar payına sahipti. Cola Turka, 2005 yılında kola segmenti içinde 2. marka oldu. Cola Turka 2006 yılında yeni imaj kampanyasında “hep beraber” temasını işledi. Cola Turka’nın logosu ve ambalaj tasarımları da Hollywood’da yaşayan ünlü Türk tasarımcı Emrah Yücel tarafından yenilendi. 2015 yılında ise Cola Turka, Saka ve Çamlıca markaları Japon DyDo DRINCO'ya satıldı. Cola Turka'nın ilk reklamı Haziran 2003'te yayınlandı. İlk reklamında Chevy Chase oynamıştır. Reklamda Chase, Amerika'da normal günlerinden birini geçirirken arkadaşının ve ailesinin Türk gibi davrandığını fark eder. Daha sonra kendisi de Cola Turka içer. Türk gibi davranır. Ailesini, arkadaşını ve kendisini Türk gibi davrandıran Cola Turka'dır. Bu reklam ile ünlü olan içecek için daha sonra aynı konseptte reklamlar çekilmiştir. Dirsek kemiği Dirsek kemiği (İngilizce: Ulna), önkoldaki iki uzun kemikten kısa ve küçük olanıdır. Diğeri radyan kemiğidir. Prizma şeklindedir. Anatomik pozisyonda (örneğin, kollar vücudun yanına salındığında ve avuç içleri öne doğru olduğunda) dirsek kemiği, serçe parmak tarafında kalır ve vücuda en yakın olduğu konumdur. Tramvay (film) 2006 yapımı bir Olgun Arun filmi. Şiddet nedeniyle sınırlara gelmiş genç bir adamın, Türkiye insanlarını temsil eden bir grup tramvay yolcusunu alıkoyması ile kontrol dışı gelişen olayların gelebileceği son nokta. Günümüzde ve tüm dünyada yaşanan aile içi şiddet, sevgisizlik ve yalnızlığın toplumun tüm hücrelerine yansımasının filmi. Türkiye Kupası Türkiye Kupası ya da sponsorluk anlaşmaları gereğince Ziraat Türkiye Kupası, Türkiye Futbol Federasyonu tarafından 1962 yılından beri düzenlenen ulusal kupa organizasyonudur. 2014-15 sezonu itibarıyla statü değişikliğine gidildi. 1962-63 sezonundan bu yana aralıksız olarak düzenlenen organizasyonun ilk adı Türkiye Kupası'ydı. 1980-81 sezonundan 1992-93 sezonuna kadar Federasyon Kupası adını almış ancak 1992-93 sezonundan 2005-06 sezonuna kadar eski ismi olan Türkiye Kupası adıyla devam etmiştir. 2005-06 sezonundan itibaren ise Türkiye Kupası isminin önünde sponsor isimleri yer almaya başlamıştır. Kupa, 2005-06 sezonundan 2008-09 sezonu sonuna kadar Fortis Türkiye Kupası, 2009-10 sezonundan itibarense Ziraat Türkiye Kupası adını almıştır. Eski statüye çeyrek final maçlarına kadar tek maçlı eliminasyon sistemi, çeyrek ve yarı finallerde çift maçlı eliminasyon sistemi, finalde ise o sezon uygulanan sisteme göre tek ya da çift maç üzerinden oynanan final maçıyla şampiyon belirleniyordu. 2005-06 sezonu öncesi değiştirilen sistemle çeyrek finalden önce beşer takımlı dört grup oluşturuldu. Gruplardan önceki eleme aşaması yine tek maç üzerinden oynandı. Bu gruplarda ilk iki sırayı alan takımlar çeyrek finale yükselmeyi başarırlarken çeyrek ve yarı finalde çift maç üzerinden, finalde ise tarafsız sahada tek maç üzerinden oynanan maçla şampiyon belirlenmeye başlandı. 2011-12 sezonununda yapılan statü değişiklikliğiyle grup sistemi kaldırılarak eskiye dönülmüş oldu. Buna göre kupanın tümü tek maç üzerinden oynanarak, dört eleme turundan oluşan eleme aşaması ve çeyrek final, yarı final ile finalden oluşan final aşaması mücadeleleri sonucu sahibini bulması kararlaştırılmıştı..Ancak 2012-13 sezonunda statü tekrar değiştirildi ve ülke genelindeki bütün liglerde bulunan takımların katılımıyla öncelikle tek elemeli maçlar oynanacak ve 5.turun sonunda dört takımlı iki grup oluşturulup bu grup maçları sonucunda ilk iki sırayı alan takımlar yarı finale yükselecek ve A Grubu'nda 1. sırayı alan takımla, B Grubu'nda 2. sırayı alan takım arasında, B Grubu'nda 1. sırayı alan takımla, A Grubu'nda 2. sırayı alan takım arasında çift maç eleme usulüne göre oynanacaktır. Final müsabakası, yarı finalde tur atlayan iki takım arasında TFF tarafından belirlenecek olan tarafsız sahada, tek maç eleme usulüyle oynanacaktır. Turnuvaya, profesyonel liglerde takımı bulunmayan illerde bulunan ve Bölgesel Amatör Lig’de mücadele edecek 32 takım, 3. Lig’de mücadele edecek 54 takım, 2. Lig’de mücadele edecek 37 takım, 1. Lig’de mücadele edecek 18 takım ve Süper Lig de mücadele edecek 18 takım katılacaktır. Tek maç eleme usulü oynanan müsabakalarda, müsabakaların normal süresinin berabere tamamlanması halinde on beşer dakikalık iki devre halinde uzatma oynanır. Uzatmada da eşitliğin bozulmaması halinde tur atlayan takım, seri penaltı atışları sonucunda belirlenir. Ön Eleme Turu müsabakaları, Bölgesel Amatör Lig'den katılacak 32 takım arasında bölgesel olarak oynanır. Eşleşmeler TFF tarafından belirlenir. Müsabakalar, tek maç eleme usulüne göre küçük numarayı çeken takımın sahasında oynanır. Müsabakaları kazanan 16 takım tur atlar. Birinci Eleme Turu müsabakaları, Ön Eleme Turu müsabakaları sonucunda tur atlayan 16 takım ile 54 3. Lig takımı olmak üzere toplam 70 takım arasında bölgesel olarak oynanır. Eşleşmeler kura çekimi ile belirlenir. Müsabakalar, tek maç eleme usulüne göre küçük numarayı çeken takımın sahasında oynanır. Müsabakaları kazanan 35 takım tur atlar. İkinci Eleme Turu müsabakaları, Birinci Eleme Turu müsabakaları sonucunda tur atlayan 35 takım ile 37 Spor Toto 2. Lig takımı, 18 PTT 1.Lig takımı ve Süper Lig sıralamasından Son 8 takım olmak üzere toplam 98 takım arasında seri başı sistemine göre oynanır. 49 takım seri başı olur ve diğer 49 takım ile eşleşirler. Eşleşmeler kura çekimi ile belirlenir. Müsabakalar, tek maç eleme usulüne göre küçük numarayı çeken takımın sahasında oynanır. Müsabakaları kazanan 49 takım tur atlar. Üçüncü Eleme Turu müsabakaları, İkinci Eleme Turu müsabakaları sonucunda tur atlayan 49 takım ve Süper Lig'i 6, 7, 8, 9, 10. Sırada bitiren 5 takım arasında seri başı sistemine göre oynanır. 27 takım seri başı olur ve kalan 27 (yirmi yedi) takım ile eşleşir. Eşleşmeler kura çekimi ile belirlenir. Müsabakalar, tek maç eleme usulüne göre küçük numarayı çeken takımın sahasında oynanır. Müsabakaları kazanan 27 (yirmi yedi) takım tur atlar. Grup müsabakaları, Üçüncü Eleme Turu müsabakaları sonucunda tur atlayan 27 takım ve Süper Lig'i ilk 5 sırada bitiren takımlar arasında 4’er takımdan oluşan 8 grup halinde çift devreli lig usulüne göre oynanır. Eşleşmeler seri başı sistemine göre kura çekimi ile belirlenir. Bulundukları lige göre 1-8 arası takımlar 1.Torbaya, 9-16 arası takımlar 2.Torbaya, 17-24 arası takımlar 3.Torbaya ve 25-32 arası takımlar 4.Torbaya konur. Müsabakalar sonucu gruplarında ilk 2 sırayı alan toplam 16 takım, Son altı turunu oynamaya hak kazanırlar. Kalan 16 takım çapraz olarak eşleşirler. Maçlar tek maçlı eleme usulüne göre Grup birincilerinin sahalarında oynanır. Kazanan 8 takım Çeyrek Final müsabakasına katılmaya hak kazanır. Çeyrek Final müsabakası, Son
16 turu sonucunda oynamaya hak kazanan 8 takım arasında çift maçlı eleme usulüne göre oynanır. Eşleşmeler TFF tarafından çekilecek kura sonucunda belirlenir. 4 takım seri başı olur ve diğer 4 takım ile eşleşir. Yarı Final müsabakası, Çeyrek Final sonucunda oynamaya hak kazanan 4 takım arasında çift maçlı eleme usulüne göre oynanır. Eşleşmeler Çeyrek Final kura çekiminde belirlenir. Takımların attıkları goller eşit ise deplasmanda daha fazla gol atan takım üstün sayılır. Final müsabakası, Yarı Final sonucunda oynamaya hak kazanan 2 takım arasında TFF' nin belirlediği tarafsız sahada oynanır. Türkiye Kupası şampiyonu olan takım ise bir sonraki sezon formasına Türk Bayrağı'nı koyma hakkı kazanır. Statü 16 Temmuz 2014 de yürürlüğe girmiştir. Gnothi seauton Gnothi seauton yani "Kendini bil" (Yunanca: γνῶθι σεαυτόν) bir Antik Yunan vecizesidir. Delphi'deki Apollon Tapınağı'nın girişinde altın harflerle yazılıydı. Deyiş en azından beş antik Yunan bilgesine atfedilmiştir: Bazı kaynaklar da deyişi mitik Yunan şairi Phemonoe'ye atfetmiştir. Juvenalis'e göre bu ilke cennetten gelmektedir. Latince deyiş genellikle "nosce te ipsum" olarak çevrilir. Alternatif bir Latince versiyonu olan "temet nosce", "The Matrix" filminde Kahin'in mutfağının girişinde yer alır. Nazlı Çetinok Nazlı Çetinok, Türk gazeteci, yazar, sinema sanatçısı. 1968'de İstanbul’da doğdu. İletişimci, radyo - televizyon program yapımcısı ve sunucu Nejat Çetinok ile Müveddet Anter’in kızıdır. Saint Michel Fransız Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik danışmanlık bölümünü bitirdi. 2000 yılından bu yana gazeteci ve yazar olarak çalışmaktadır. Yazıları, söyleşileri işleri ve fotoğraf prodüksüyonları, çeşitli dergilerde ve internet sitelerinde yayınlanmıştır. Reklam filmi ve videoklip prodüktörlüğü yapmıştır. Tramvay filminin senaryo grubunda çalışmıştır. Filmin yapım koordinatörlüğünü, sanat yönetmenliğini üstlenmiştir. 20 Şubat 1995 tarihinde Müveddet Nisan ve Coşkun Can isimli ikizleri olmuştur. Etkin Arun Etkin Arun, Türk müzisyen. 1966 yılında İstanbul'da doğmuştur. Özdemir Asaf ve Yıldız Moran’ın oğludur. Radyo müzik program yapımcılığı ve DJ lik yapmıştır. Aynı zamanda besteci ve 45'lik ve 33'lük plak koleksiyoncusudur. Gazete ve dergilerde müzik yazıları yazmıştır. Müzik danışmanlığı ve müzik direktörlüğü yapmaktadır. Ethem Ruhi Fığlalı Ethem Ruhi Fığlalı (d. 8 Aralık 1937, Burdur) Türk ilâhiyatçı, akademisyen ve eğitimci. Ethem Ruhi, 8 Aralık 1937'de Mehmet ve Emine Fığlalı'nın ilk çocukları olarak Burdur'da doğdu. 1982 yılında profesör oldu. 1982 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanlığına atandı. Bu görevini 1992 yılına kadar sürdürdü. Bu dönem içerisinde rektör yardımcılığı görevini de üstlendi. 1992 yılında kurucu rektör olarak Muğla Üniversitesinde görevlendirildi. 1990 yılında Üniversitelerarası Kurul kontenjanından YÖK üyeliğine seçilmiştir. Fığlalı, öğretmenlik ve akademik hayatı sürecinde birçok kitap yazdığı gibi İngilizce, Arapça ve Fransızca'dan çeviriler yapmış ve makaleler yazmıştır. Aynı zamanda birçok ansiklopedinin de İslam diniyle ilgili maddelerini de yazmıştır. Muğla Üniversitesi'nin kuruluşuyla birlikte Fen-Edebiyat fakültesinde ilk faaliyete geçirdiği bölüm Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümüdür. Bu bölüm, Türkiye'de açılan alanının ilk bölümüdür. Fığlalı'nın ailesinin mezhebî durumu hakkında çeşitli görüşler ileri sürülse de bunların gerçekle ilgisi yoktur. Anne tarafından büyükbabası, kurrâ'dandır ve Burdur'da Ulu Cami imamlığı ve vâizlik yapmıştır. Aleviler ile olan ilgi ve ilişkisi babasının mesleğinden dolayıdır. Babası marangozluk yapmaktadır ve ihtiyacı olan keresteleri, karı - koca hızarcılık yapan tahtacı bir çifte biçtirmektedir. Fığlalı'nın emekli olması nedeniyle kendisine adanan Millî Folklor dergisinin 60. sayısı sayfa 17'de bu konuda yeterince bilgi verilmiştir. Fığlalı, on yıl süre ile yürüttüğü (10.11.1992-11.12.2002) Muğla Üniversitesi rektörlüğünden 16 Ocak 2003 tarihinde erken emekli olmuş ve 2010 yılına kadar Muğla'da Muğla Üniversitesi için kurulmuş bulunan Sıtkı Koçman Vakfı başkanlığını yürütmüştür. Şimdi ise kışın (Kasım-Nisan) Aydın'da, yazın da (Mayıs-Ekim) İzmir/Seferihisar'da yaşamaktadır. Ortanın solu Ortanın solu, CHP'nin sosyal yenileşme döneminin bilincine varışını ve Marksizmin sol yelpazenin en aşırı ekstremlerini bir "akım" haline getirip gençleri peşinden sürükleme sürecine girmesi ile bunu bir tehlike olarak gören İnönü'nün "sol"u başıboş bırakarak ülkeyi tehlikeli maceraların ağına ve kucağına terk etmektense başında kendisinin bulunduğu CHP'nin disiplini altında ve ılımlılık sınırında tutma girişimini ifade eden görüş. 1965 genel seçimlerinin hemen öncesinde 29 Temmuz 1965'te Genel Başkan İsmet İnönü, gazeteci Abdi İpekçi'ye verdiği mülakat sırasında CHP'nin çizgisinin 'ortanın solu' olduğunu ilk kez dillendirmiştir: İsmet İnönü bu konuda, "Aslında laikiz dediğimiz günden beri ortanın solundayız." demiştir (Kim Dergisi, 13 Ağustos 1965). 1960'ların özgürlükçü dünyasında, 1961 Anayasası'nın sağladığı 'özgürlük' ortamının da etkisiyle yoksul kesimlerin ekonomik ve sosyal hak talepleri; TİP'in somut önerilerinin yaygın bir şekilde taban bulması; Amerika'ya duyulan güvenin sarsılması, CHP'yi saf belirlemeye zorluyordu. "Ortanın solu" siyasetiyle CHP'yi bürokratik köklerinden, bürokrasi etkisinden koparmayı amaçlamıştı. Ortanın solu, CHP'nin bürokratik etkiden kurtulup halka açılımıydı. İçinde yaşanılan dönem iki büyük damardan beslenmekteydi. Bunların ilki 1960'ların özgürlükçü dünyası diğeri de 1970'lerin sol-Marksist, literatürde çoğunlukla anıldığı şekliyle söyleyecek olursak, 'işçi sınıfı radikalizmi'ydi. Kıta Avrupası'nda olanlarla Türkiye'nin çok kısa bir zaman farkıyla üst üste çakıştığını ve aynı zamanda Türk politik yaşamının gene Batıdan ne kertede etkilendiğini gösteren önemli bir kanıt ortanın solu kavramının göreli radikalleşmesidir. Bu, o dönemde yükselen ve hatta durdurulamayan toplumsal taleplerin itkisiyle CHP'yi bir bölünmeye götürecekti. Bu defa Bülent Ecevit, dönüşüme direnen İsmet İnönü'yü aşacak ve CHP genel başkanı olacaktı. Ondan sonra da 'Türkiye'de halkın 'yüzde 40'ı merkez solda, yüzde 60'ı merkez sağdadır' klişesini yaratacak şekilde 1977 seçimlerini kazanacaktı. Türkiye'de sosyal demokrasi, 1970'li yıllarda Bülent Ecevit'in CHP başına geçmesi ile hayat bulmuştur. Bülent Ecevit, uygulamada Amerikan ambargoları ve ülkedeki nakit sıkıntıları yüzünden başarılı olamamıştır. Buna rağmen sendikalaşma ve hakların korunması konusunda verdiği destek ile sosyal demokrasinin ülkede tutulmasını sağlamıştır. 1980'deki darbeden sonra sosyal demokrasi duraklama noktasına gelmiştir.Ancak kısa sürede toparlanma gösterilmiştir.Bu kez sahneye SODEP çıkmış ve HP ile birleşerek Sosyaldemokrat Halkçı Parti'yi kurmuştur. İsmet İnönü'nün oğlu olan Erdal İnönü liderliğindeki parti yine başarılı olmuş ve hükümete kadar yükselmişti. Diğer taraftan siyasi yasağı süren Bülent Ecevit liderliğinde 1985'te kurulan DSP de sosyal demokratik partiler arasına katıldı. 1992'de ise CHP yeniden açıldı ve Deniz Baykal başkanlığındaki parti, Erdal İnönü'nün istifa etmesiyle zayıflayan SHP'yi de bünyesine katarak siyasi yaşamına devam etti. 1994'te SHP, CHP ve DSP'nin ayrı ayrı seçimlere girmesi, partilerin zayıf kalmasına yol açtı. 1995'te CHP ve DSP iki ayrı parti olarak yola devam etti. Bülent Ecevit ve Deniz Baykal arasındaki kavgalar, partilerin birleşmesini engelliyordu. Bu olay sürekli olarak solcu çevreleri alternatif arayışlarına ve büyük tepkiler göstermeye itti. Ancak 2 partinin birleşmesi olası gözükmedi. 1999 yılındaki seçimlerde sosyal demokrasi yeniden iktidara geldi. DSP %22 oy alarak hükümetin lider partisi oldu. Bu dönemde yine başarısızlıklar ve ulaşılamayan hedefler meydana geldi ve 1999 depremi ile 2001 krizi DSP'nin zora girmesine neden olan iki hareket oldu. 2002'deki seçimlerde yine 3 sosyal demokrat parti vardı. Bu kez İsmail Cem'in YTP'si de seçimlere katıldı.Ancak DSP ve YTP %1'er oy alabilirken, CHP %19 oy alarak ana muhalefete geçti. Bu sonuç, Türk solunun birleşmesindeki ilk adım oldu. 2007 yılındaki seçimlerde ise DSP seçimlere girmeyip CHP listelerinden seçimlere dahil olmayı kabul etti. Bunda çoğunluğunu sosyal demokratların oluşturduğu cumhuriyet mitinglerinin büyük payı vardı. SHP de seçimlere bu partilerin hakları doğrultusunda girmeyince, sosyal demokratlar 30 yıl sonra seçime tek parti ile girdi. CHP bu seçimlere büyük umutlarla girmesine rağmen, oy sayısını çok fazla arttıramamış ve yine ana muhalefet olmuştur. 2010 yılında Sosyal demokrasi'nin Türkiye'deki kalesi olan CHP'nin genel başkanlığına, 2009 İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminde halka yakınlaşan Kemal Kılıçdaroğlu seçildi. CHP, hakim politika yönünü yine sosyal demokrasiye çevirdi. Kılıçdaroğlu göreve geldikten sonra 2011 genel seçimlerinde partinin oy oranı %5 yükseldi. Fakat yine ana muhalefet olarak kaldı. 2015 yılında CHP yıllardır sürdürdüğü sosyal demokrasi görüşünü korumaya devam ederek seçime katıldı. 7 Haziran 2015 seçiminde oy oranı %1 düştü ama ana muhalefet olmaya devam etti. Fıtık Fıtık, anatomik yapının bozulması ile doku veya organların normal yerinden başka bir alana yer değiştirmesidir. Pasif işler ve ağır işler olarak 2 ana nedeni vardır. Pasif işlerde (egzersiz işe başlama), Uzun süreli sabit (masa başı) işlerde çalışmaları. Özellikle bilinçsiz ev hanımlarında, ağır yükü bacaklarla değil de bel ile kaldırma nedeni ile bel fıtığı görünür. Kültürfizik gibi fazla zorlayıcı olmayan yavaş hareketler ve yüzme gibi spor faaliyetleri fıtığın gelişmesini engeller. Burada amaç omurları destekleyen kasların kuvetlenmesini sağlamaktır. Bu tanım çok geneldir. Boyun fıtığı, bel fıtığı, mide fıtığı, göbek fıtığı, kasık fıtıkları, ameliyat yeri fıtıkları, gibi birçok fıtık tanımı vardır. Bel fıtığı omurların arasındaki disk denen kıkırdak yapının yerinden çıkarak sinirlere doğru baskı oluşturma
sı ile oluşur. Beyin cerrahisi bölümünün tedavi ettiği bir durumdur. Halk arasında siyatik de denir. Diğer fıtık çeşitleri (çocukluk grubu hariç) genel cerrahi kapsamında olup tüm fıtıkların tedavisi nihayetinde cerrahi yolladır. En sık rastlananı kasık fıtıklarıdır (ingüinal herni). Kasık bölgesinde şişlik, ağrı ile kendini gösterir. Şişlik genellikle yatınca kaybolur. Peter Behrens Peter Behrens (14 Nisan 1868 – 27 Şubat 1940), dünyanın ilk büyük endüstriyel tasarımcısı ve kurumsal kimliğin babası sayılır. Endüstride bütünleştirici bir görsel kimlik ve kalite standardına ulaşmanın ancak tasarımla sağlanabileceğini kavrayan dönemin ilerici AEG (Allgemeine Elektrizitäts-Gesellschaft) genel müdürünün 1907'de Behrens'i AEG'nin görsel kimliğini gerçekleştirmek üzere göreve çağırması, kariyerinin dönüm noktası olmuştur. Bu konuda yaptığı çalışmalar; olarak üçe ayrılır ve ilk kurumsal kimlik tasarım programı olarak kabul edilir. AEG için hazırladığı elektrikli kullanım aletlerinden soba, saat ve çaydanlık gibi endüstriyel tasarımları, süslemeden uzak sade bir yapıda gerçekleştirilmesinin nedeni güzelliğin işlevini yaratmasına inanmasıydı. 19. yüzyılda ortaya çıkan bu felsefi tavra 'Die Neue Sachlichkeit' (yeni nesnelcilik) adı verilmiştir. Mimari dalda ise, 1909'da tasarladığı cam perde duvarlı türbin fabrikası kompleksi mimarlık tarihinin bir kilometre taşıdır. Behrens klasik sanatları tüm görsel sanatlar ve tasarım için kaynak bulmak üzere incelemiştir. Behrens'in grafik tasarım konusundaki kurumsal kimlik çalışmaları amblem, "logotype", broşür, kataloglar, basın ilanları, afişler, ambalajlar, kırtasiye malzemeleri ve 'Behrens kursiv yazısı' gibi tipografik konuları da kapsar. Behrens AEG çalışmasında, ünlü bal peteği biçimini, hazırladığı amblemden, harf karakteri ve mekan düzenlemesine kadar, her türlü tasarımda kullanarak, görsel kimlikte bütünlük sağlamıştır. Hispanik İspanik, Hispanik veya İspano, genel olarak İspanya'dan, İspanyollardan ve İspanyol kültüründen türemiş ya da bu kültürle ilgili anlamında kullanılan bir sözcüktür. Dile dayalı bir tanımlamadır ve ırksal bir aidiyet belirtmez. Hispanik terimi 1970'li yıllarda ortaya çıkmış ve kültürel kökenleri Meksika, Porto Riko, Küba, Orta Amerika ve diğer Latin Amerika ülkeleri olanlar için Amerikan Nüfus Dairesi tarafından kullanılmıştır. Terim kimi zaman İspanyolları ve Brezilyalıları da içine alır. (Brezilya'nın asıl dili Portekizcedir.) Hispanik terimi Amerikan Nüfus Dairesi tarafından resmi olarak türetilmiş ve kullanılmış olmasına rağmen, birçok insan bu tabirin kendilerini temsil ettiğini kabul etmemektedir. Meksika ve Orta Amerika'daki bazı Latin Amerika ülkeleri halklarına ABD'de verilen ad olarak sıkça kullanılır. ABD'de 44 milyon nüfus ve yüzde 15 seçmen oranıyla azınlıklar arasında ilk sırayı oluştururlar. Nüfus yoğunluğu en çok olan eyaletler, Meksika sınırında olan ve başta Kaliforniya olmak üzere Teksas, Arizona, Florida ve New Mexico eyaletleridir. Arts and Crafts akımı Sanatlar ve El Sanatları anlamına gelen Arts and Crafts hareketi , 19. yüzyılın sonuna doğru İngiltere'de ortaya çıkan büyük bir sanat akımıdır. Endüstri devriminin sosyal, ahlaksal ve sanatsal karmaşasına bir karşı çıkış olarak doğmuştur. Bu hareketin önderi William Morris, Viktorya döneminin ucuz ve kötü seri üretim mallarının niteliksizliğini vurgulayarak, geçmişin el sanatlarına dönmeyi amaçlamış, ancak sonuçta geleceğe yön veren tasarım atılımları geliştirmiştir. El sanatlarını yeniden canlandırma çağrısı, malzemeye sadık kalmak, işlevsel nesneleri güzel yapmak, tasarımın işleve uygun olması gibi ilkeler, sonraki nesillerce sanat ve el sanatları değil, sanat ve endüstriyi birleştirme adına uyarlanmıştır. Akım yaklaşık olarak 1880 - 1910 yılları arasında en parlak günlerini yaşamıştır. Mustafa Şevki Doğan Mustafa Şevki Doğan, (d. 1964, Söke, Aydın) yönetmen ve yapımcı. 1980 yılında Söke Lisesi'nden mezun oldu. 1981 yılında İstanbul Üniversitesi Orman Mühendisliği ve Peyzaj Mimarlığı Fakültesi'ne girdi. 1984'de Osman Sınav’ın yanında sinema okumaya ve çıraklık eğitimine başladı. SineGraf’ın hemen hemen tüm işlerinde görev aldı. Osman Sınav, Mimar Sinan Üniversitesi Sinema Televizyon Enstitüsü dersleri ile birlikte, sinema laboratuvar ve kimya uygulamaları, montaj, reji ve prodüksiyon çalışmaları ile kalfalığa yükseldi. TV Reklam filmleri, reklam kampanyaları, TV filmleri, TV dizileri ve sinema için filmlerde yardımcı yönetmenlik, sanat yönetmenliği, yapımcılık ve yönetmenlik yaptı. 1990'lı yılların başında animasyon film yönetmenliği yaptı. Kültür Bakanlığı ve Emniyet Müdürlüğü'nün uyarıcı filmlerini hazırladı. 1990 - 1994 yılları arasında film çalışmalarının yanında ticari faaliyetlerde bulundu. 1995 yılında Iğdır’da askerliğini yaptı. Askerlik sonrası tekrar SineGraf’a dönüp film çalışmalarına katıldı. Deli Yürek, Hayat Bağları, Kurtlar Vadisi gibi ses getiren pek çok projede yapımcı ve yönetmen olarak yer aldı. Mustafa Şevki Doğan, yaklaşık 600 adet reklam filminde ve müzik klibinde yardımcı yönetmenlik ve yapımcılık ve yönetmenlik yaptı. Windows-1254 Windows-1254, Microsoft Windows altında, Türkçe karakterleri kodlamak için kullanılan, ISO 8859-9 uyumlu karakter kümesidir. Kullanımı ise codice_1 tagları arasında olmak üzere aşağıdaki gibidir; Nikiforos Vrettakos Nikiforos Vrettakos, (d. 1 Ocak 1912 – ö. 4 Ağustos 1991) Yunan hümanist şair ve yazar. Krokees'te doğdu. Atina'da başladığı hukuk öğrenimini sürdüremedi. Fabrikalarda, kamu işlerinde, gazete ve dergilerde çalıştı. Şiirlerinde insancıl bir duyarlık ve gözüpek bir gerçekçilik görülür. Başlangıçta geleneksel ritim ve ölçülerle doğa ve aile yaşamı üzerine yazmış, sonraları çağdaş biçimleri kullanarak dünya sorunlarına yönelmiştir. Ana temaları barış, özgürlük, eşitlik, adalet, kardeşliktir. Zengin lirizmi, kusursuz tekniği, insan haklarına bağlılığıyla çağdaş Yunan şiirinin önde gelen temsilcilerindendir. Üç kez Ulusal Şiir Ödülü'nü, Atina Akademisi Ödülü'nü ve ASLA Uluslararası Ödülü'nü almıştır. Azrail'in Yolculuğu, Taigetos ve Suskunluğu, Bulanık Sular, Zaman ve Irmak, Evrenin Derinliği, Ayçiçeği, Prometeus ve Bir Günlük Oyun, Akropolis'te Liturji. Savaş Hazırlığı (şiir) Çev.: A. Kadir ve Panayot Abacı, Boranla Gelen (düzyazı). Apoptozis Apoptozis veya Apoptoz, (Yunanca: "apoptōsis" yani "(ayrılarak) düşmek", "apo"="-den/-dan" ve "ptosis"="düşmek") programlanmış hücre ölümünün ana tiplerinden biridir. Bu tip, vücutta ihtiyaç duyulmayan veya anormalleşmiş hücrelerden kurtulmanın normal yoludur. Akut hücresel zarar sonucu olan hücre ölümü tipi nekrozdan farklı olarak apoptoz belirli bir moleküler işlemler serisinin (sırasının) sonunda hücrenin ölümünü sağlar ve aynı zamanda organizmanın yaşam döngüsü için gerekli ve yararlıdır. Örneğin gelişen bir embriyoda insan parmaklarının farklılaşması parmaklar arasındaki hücrelerin apoptoz başlatması gerekir ki parmaklar birbirinden ayrılabilsin. Nekrozdan farklı olarak, apoptoza uğrayan bir hücre küçülerek ölür. Evrimsel açıdan insandan nematoda kadar tüŸm canlılar arasında korunmuş bir programlanmış hüŸcre ölüŸm mekanizmasından, yani apoptozdan söšz etmek müŸmküŸndüŸr. Apoptoz sinyali alan bir hücrenin kromatini yoğunlaşmaya başlar. Benzer bir şekilde sitoplazma da yoğunlaşır ve hücrenin boyutları küçülmeye başlar. Bir süre sonra hücre apoptotik cisimcik olarak adlandırılan daha küçük parçalara bölünür. Bu parçalara apoptotik cisimcikler de denilir. Apoptotik cisimcikler; yüzeylerinde yeni sinyal verici yapıları ortaya çıkarır ve bu sinyalin uyarısı ile yakınlarındaki hücre tarafından (bunlar genelde histiyositlerdir) fagosite edilerek ortadan kaldırılır. Apoptozun organizmadaki temel işlevleri şunlardır: Kaspazlar apoptoz esnasında önemli rol oynayan sistein-proteaz grubu enzimlerdir. Açılımı; "Cysteine Aspartate Specific ProteASEs-CASPASE" şeklindedir. Öncelikli olarak inaktif proteinler olarak sentezlenen bu enzimler çeşitli yollarla aktive edilirler. Daha sonra hücresel hedeflerdeki tetrapeptit motifleri tanır ve mevcut substratı bir karboksil tarafından ayırır. Hücre ölümü sırasında meydana gelen pek çok hücresel ve şekilsel değişimler, bu enzimlerin rol oynadığı birtakım süreçler neticesinde gelişir. Memelilerde yaklaşık 14 kaspaz tanımlanmıştır. Filogenetik analiz sonucunda gen ailesinin ICE (kaspaz-1) ile ilişkili ve CED-3 benzeri olmak üzere iki altgrubu vardır. Alternatif olarak bu proteazlar, substrat özelliklerine göre de gruplandırılabilirler. Terra rosa Terra rosa, Akdeniz iklimi etkisi altında gelişmiş A/B/C horizon sıralanması gösteren yaygın bir kırmızı Akdeniz toprağı. Terra rosa'nın A horizonu Akdeniz çalısı ve kızılçam ormanları altında incedir. Organik madde hızla ve oksidatif yoldan ayrışmaktadır. Son yıla ait ibre ve yaprak döküntüsü ise kuru bir Y tabakası halinde toprak üstünde yatmakta ve ham humusu andırmaktadır. Sedir ormanları altında A horizonu daha kalıncadır. T horizonu olarak tanımlanan horizon kil türünde parlak kırmızı renkli ve plastik nitelikte olmayıp kaolinitçe de zengindir. T horizonun rengi yükselti arttıkça parlak kırmızıdan kırmızı-kahverengiye dönüşmektedir. Bu olay iklimin serinlemesi ile ilgilidir. Ad Lib Ad Lib, 1961 yılında Freeman Craw tarafından yaratılmış olan bir yazı tipidir. Rhinoceros 3D Rhinoceros 3D, özellikle sanayi için 3B modelleme ve prototipleme için tasarlanmış bir CAD/CAM yazılımıdır. Modellemede Kafes (Mesh) modelleme yerine NURBS modelleme kullanıldığı için, 3B prototipleme için uygundur. Rhinoceros 3D, NURBS tabanlı ticari bir modelleme programıdır. İlk olarak Robert McNeel & Associates şirketi tarafından, Autodesk şirketinin Autocad programı için geliştirilmiş bir eklenti olarak ortaya çıkması düşünülen program daha sonra bundan vazgeçerek kendi adında özgün bir yazılım olarak gelişmiştir. Genellikle endüstri tasarımı, mimarlık, deniz araçları tasarımı, takı tasarımı, otomotiv tasarımı, CAD/CAM, seri üretim, tersin
e mühendislik ve multimedya ve grafik tasarım alanlarında yaygın olarak kullanılmaktadır. NURBS tabanlı olması dolayısıyla özellikle sanayi üretiminde yaygın olarak kullanılmaktadır. Mesh (ağ) tabanlı olan 3ds max gibi programlardan bu yönüyle ayrılır. Çok yüksek bir hassasiyete sahiptir. Rhino 3d özellikle serbest formlu NURBS modelleme de uzmanlaşmıştır. Robert McNeel & Associates şirketi tarafından yazılmış Rhinoceros programına eklenebilen birçok yardımcı program vardır. Bu programlar Flamingo (görüntüleme eklentisi), Penguin (foto gerçekçi olmayan görüntüleme) ve Bongo (hareketlendirme) programlarıdır. Ayrıca birçok üçüncü şahıs tarafından yazılmış eklenti bulunmaktadır. Rhino 3D’nin, Visual Basic tabanlı RhinoScript isminde bir de kodlama programı vardır. Rhino 3D birçok farklı endüstri tarafından çeşitliliği, kullanışlı komutları ve düşük maliyeti nedeniyle tercih edilmektedir. Çok çeşitli import (içeri alma) ve export (dışarı verme) özelliği sayesinde diğer programlar arasında bilgi alışverişi nedeniyle de beğenilmektedir. Rhino’nun birçok farklı çeşitte dosyaya destek vermesi programlar arasındaki açık bulunan iş akışını hızlandırır. Rhino 3d programı ücretsiz olarak deneme sürümüyle dağıtılmaktadır. Program geniş bir topluluk tarafından açıkları taranarak ve yeni özellikler eklenerek geliştirilmektedir. Rhino’nun en çekici özelliklerinden biri kullanıcı arayüzüdür. Özellikle AutoCAD ile karşılaştırıldığında Rhinoceros her zaman daha çabuk sonuç verici adımlar atmıştır. Mouse’a büyük bir kullanım getirmiştir, sağ tıklama ile birçok komut işlemi yapılabilir. Mouse tekerliği zoom yapma ve alt pencere işlemleri için kullanılır. Rhino 3D’nin ücretsiz deneme sürümleri 25 kayıt hakkı tanır ve kendi sayfasından indirme olanağı vardır. Rhinoceros 3D, öğrenciler ve öğretmenler için 195 €, ticari kişiler için ise 995 € gibi, 3 boyutlu bir program için ucuz sayılabilecek bir fiyata sahiptir. Yersinia pestis Yersinia pestis, Enterobacteriaceae ailesine mensup bir Gram negatif bakteri türüdür. Veba hastılığının üç türüne de (bubonik, pnömonik, septisemik) yol açar. Y. pestis tarih boyunca birçok pandemilere (1347-1353 arasındaki "Kara Ölüm" gibi) sebep olmuştur. "Yersinia" cinsine mensup bakteriler, Gram negatif çubuk şekilli kokobasillerden oluşmuştur ve diğer Enterobacteriaceae cinslerinde olduğu gibi, seçmeli anaerobik bir metabolizmaya sahiptir. Keme piresi tarafından taşınır. Organizma izole halde hareketliyken ("motil"), memeli konağa geçtiğinde hareketsiz ("non-motil") hale geçmektedir. "Y. pestis", 1894 yılında Pasteur Enstitüsü'nden bakteriyolog Alexandre Yersin tarafından, Hong Kong'daki bir veba epidemisi sırasında keşfedilmiştir. Yersin, Pasteur düşünce okulunun bir üyesiydi. Aynı dönemlerde Koch metodolojisini kullanan Japon bakteriyolog Şibasaburo Kitasato da epidemiye neden olan ajanı aramaktaydı. Fakat veba ile "Yersinia pestis" arasındaki ilişkiyi kuran ve bulan Yersin'dir. Bakteri orijinal olarak "Pasteurella pestis" olarak adlandırılmış, ismi 1967'de "Yersinia pestis" olarak değiştirilmiştir. Y. pestis insanlara bit aracılığıyla bulaşır. Bit ısırığıyla, hastalık yapmaya yetecek miktarda bakteri geçişi olabilir. İnsanlarda ve özellikle fare ve sincap olmak üzere kemirgenlerde hastalık yapar. Fareden fareye ve fareden insana bit yoluyla, insandan insana ise pirelerle geçer. Y. pestis'in patojenliği fagosite edilmesini engelleyen iki antijen sayesindedir: Hastalığın oluşması için mutlaka bulunması gereken faktörler olan F1 ve VW antijenleri bakteri tarafından 37 °C sıcaklıkta üretilirler. Bu yüzden bakterinin yaşam çemberinde önemli yer tutan bitte üretilmezler. Y.pestis kanda bulunan monositlerin içinde yaşayabilir ve antijenlerini üretebilir. Ancak nötrofillerin içinde yaşayamaz. Doğal ya da edinilmiş bağışıklık antijenlerine karşı üretilen opsonize edici antikorlar yoluyladır. Hastalık bulaşma riski yüksek yerlerdeki yetişkinler için formaldehitle öldürülmüş bakterileri içeren bir aşı mevcuttur. Ancak sınırlı etkisi ve ileri derecedeki yangısal yanıtlar sebebiyle tercih edilmez. Antijenlere bağlı olarak genetik teknoloji yöntemleriyle üretilecek bir aşı için çalışmalar sürmekte ve umut vadetmektedir. Amerika Birleşik Devletleri'nde bir klinikte elde edilmiş örnekte bulunan CO92 suşunun genomu yakın zamanda çözülmüştür. Kromozomu 4.653.728 baz çifti uzunluktadır. Kuzenleri "Y. pseudotuberculosis" ve "Y. enterocolitica" gibi Y.pestis de pCD1 plazmidine sahiptir. Y. pestis'de buna ilave olarak pPCP1 ve pMT1 plazmidleri de vardır. Bu plazmidler bir araya geldiklerinde HPI denen bir patojenlik adası oluştururlar. Bu özel gen durumu Y. pestis'in meşhur bulaşıcılığını sağlayan proteinleri kodlamaktadır. Bu faktörler, pek çok fonksiyonun yanında bakterinin konağa bağlanmasını, içsel proteinlerini konağa aktarmasını, bakterinin konağı istila etmesini ve eritrositlerden almasını sağlarlar. Y. pestis'in Y. pseudotuberculosis'den geliştiği düşünülmektedir. İki türün arasında sadece bazı plazmid farkları vardır. Y. pestis birkaç antibiyotiğe, özellikle de streptomisin ve kloramfenikol'e ileri derecede duyarlıdır. Tetrasiklinler de bazen sinerjistik çalıştıkları streptomisinle beraber verilebilir. Ancak bu antibiyotiklerden birine, hatta ikisine birden dirençli suşlar da izole edilmiştir. Türkkaya Ataöv Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Türk akademisyen, uluslararası ilişkiler uzmanı. Uluslararası ilişkilerin çeşitli alanlarında verdiği çok sayıda eserle tanınmış bir Türk bilim insanıdır. Cumhuriyet ve Türksolu gazetelerinde yazmaktadır. "Ermeni Sorunu" konusunda uzmandır. Bu konuda 78 adet kitap yazmıştır. Bu kitaplarında Osmanlı arşivinden ve diğer arşivlerden alınan kaynaklar ve istatistikler ile Ermeni Kırımı'nın meydana gelmediğini kanıtlamış ve 1984 yılında Fransa'daki "Orly Davası"nda "Onur Tanıklığı" yapmıştır. Ermeni Sorunu'nu çözmeyi kendine bir görev olarak seçmiş ve bu davası uğruna hayatını ortaya koymuştur. Bugün bu konudaki çalışmalarını onca tehdite rağmen devam etmektedir. Sanat dergilerinde şiirler, yazıları ve denemeleri yayımlandı. Ataöv, 40 yılı aşkın süre Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğretim üyeliği yapmış, Cumhuriyet gazetesinde ilk yazısı 1952 de cıkan Ataöv, o günden bu yana yerli-yabancı 97 dergi ve gazetede yazdı. Yazdıkları 20 dile cevrildi. Yüzlerce makalesi bulunan Ataöv, Türkiye dışında en fazla kitabı ve yazısı basılmış bilimcilerimizdendir. Baskın Oran Baskın Oran, (d. 26 Temmuz 1945 , İzmir) Türk siyasetçi ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi. 1968 yılında bitirdiği Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde 1969 yılında asistan oldu. 1971 yılında uzaklaştırıldığı okuluna 1972 yılında Danıştay kararıyla geri döndü. 1974'te doktorasını tamamladı. 1982'de yardımcı doçent iken okuldan tekrar uzaklaştırıldı. 1990'da mahkeme kararıyla bir kez daha okuldaki görevine iade edildi. 1991'de doçent, 1997'de Uluslararası İlişkiler alanında profesör oldu. Çalışma alanı milliyetçilik, azınlıklar, Türk dış politikası ve din-devlet ilişkileridir. 2006 - 2007 dönemi başında öğretim üyesi görevinden emekliye ayrılmış ve üç aylığına İngiltere Oxford Üniversitesi'ne öğretim üyesi olarak gitmiştir. Emekliliğin ardından Ankara Üniversitesi'nde ders vermeye devam etmektedir. Türkçe ve Ermenice olarak yayınlanan haftalık Agos, günlük olarak yayınlanan Birgün gazetesi ile Radikal gazetesinin eki Radikal İki'de köşe yazıları yayımlanmaktadır. Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu (İHDK) üyeliği ve onun alt komisyonu olan Azınlık Hakları ve Kültürel Haklar Alt Komisyonu Başkanlığı görevi yapmıştır. 1 Haziran 2007 günü Ortak Bağımsız Aday Platformu girişimiyle İstanbul 2. Bölge'den bağımsız milletvekili adaylığını açıklamışsa da seçimlerde yeterli oy alamamıştır. 30 Mayıs 2008 tarihinde, Türk İntikam Tugayı imzalı mail ile, yaşamına yönelik ciddi bir tehdit almıştır. 15 Aralık 2008 tarihinde, Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu, Cengiz Aktar ve bine aşkın aydın ile , "Ermenilerden Özür diliyoruz" kampanyasını başlatmıştır. Bu kampanya ile ilgili yabancı gazetelere ""1923'ten beri beynimizi yıkıyorlar"", ""bu kadar cehalet, bilgisizlik eğitim sistemimizden gelmektedir"" demiştir. Eski Millî Eğitim Bakanlarından Reşit Galip'in torunu Feyhan Hanım ile evlidir ve üç çocuk babasıdır. Kızı Sırma Oran 17 yıldır Fransa'da, Lyon kentinde yaşamaktadır ve siyaset ile uğraşmaktadır. 2008 Fransa Yerel Seçimlerinde, Fransa Yeşiller Partisi ve Fransa Sosyalist Partinin ortak kurduğu bir grup ile, Lyon şehrin bir beldesi olan Villeurbanne'dan dördüncü sıradan aday gösterilmiştir ancak Fransa'daki Ermeni Diasporasının ısrarı Sırma Oran'ı istifaya zorlamıştır. Çevirileri - Uluslararası Politika, Hans J.Morgenthau, 1970 ISO 15924 ISO 15924, "Yazı düzenlerinin isimlerinin temsili için kodlar", birkaç yazı sistemi için iki grup kod tanımlar. Her yazı düzeni için dört harften oluşan bir kod ve bir rakamsal kod verilir. Her ne kadar doğal diller için kodları tanımlayan ISO 639, Web tarayıcıların yabancı metinler için hangi yazı tipini kullanacağını belirlemek için HTML ve XML'lerde kullanılsada, ISO 15924 şu anda bu amaç için biçimleme dillerinde kullanılmamaktadır. Varyans analizi Varyans Analizi (veya ANOVA, İngilizce ANalysis Of VAriance sözcüklerinin kısaltması) istatistik bilim dalında, grup ortalamaları ve (gruplar içi ve gruplar arası "varyasyon" gibi) bunlara bağlı olan işlemleri analiz etmek için kullanılan bir istatistiksel modeller koleksiyonudur. Varyans Analizi kullanılmaktayken belirlenmiş bir değişkenin gözlemlenen varyansı farklı değişim kaynaklarına dayandırılabilen varyans bileşenine ayrılır. En basit şekliyle "Varyans Analizi" birkaç grubun ortalamalarının birbirine eşit mi eşit değil mi olduğunu sınamak için bir çıkartımsal istatistik sınaması olur ve bu sınama iki-grup için yapılan t-test sınamasını çoklu-gruplar için genelleştirir. Eğer, çoklu değişkenli analiz için birbiri
arkasından çoklu iki-örneklemli-t-sınaması yapmak istenirse bunun I. tip hata yapma olasılığını artırma sonucu doğurduğu aşikardır. Bu nedenle, üç veya daha fazla sayıda (gruplar için veya değişkenler için) ortalamaların ististiksel anlamlığının sınama ile karşılaştırılması için Varyans Analizleri daha faydalı olacağı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Kısacası, ANOVA bir parametrik çıkarımsal metodu olup anakütle ortalamaları arasında farkın olup olmadığını sınamak için kullanılır. Örneğin, 'Opel ile Toyota marka araçların benzin tüketim ortalamaları aynıdır' H hipotezinin sınaması yapılır. Sonuç, "ortalamalar aynıdır" veya "ortalamalar aynı değildir" şeklinde çıkartılır. Bu analizdeki iki değişken arasında lineer bağlantı için (regresyon analizinde yapıldığı gibi) herhangi bir eğim katsayısı bulunmadığı kabul edilir. ANOVA analizi yapılabilmesi için en temel şart, ortalamaları incelenecek olan anakütlelerin varyanslarının aynı olmasıdır. Bu yöntem ilk defa İngiliz istatistikçi ve genetikçi Ronald Fisher tarafından 1920'lı ve 1930'lu yıllarda geliştirilmiştir. Genel olarak "istatistiksel anlamlılık" sınamaları içinde F-dağılımını kullanmaları ile karakterize edildikleri için bazen bu analize "Fisher'in varyans analizi" adı da verilmektedir. "Varyans analizi" deneysel verilerin analiz edilmesi için özellikle pratikte çok defa kullanılan özel bir istatistikel hipotez sınaması şeklidir. İstatistiksel hipotez sınaması bir veriler kullanarak karar vermek yöntemidir. Bir örneklem ve sıfır hipotezden hesaplanmış sınama sonucunun istatistiksel anlamsal olduğunu bildirmek bu sonucun (sıfır hipotezin doğru olduğu kabul edilirse) şans eseri olarak ortaya çıkmasının pek olası olmadığını bildirmek ve kabul etmektir. (Eğer bir olasılık p-değeri bir anlamlılık seviyesi eşik değerinden daha düşük ise) bir istatistiksel anlamlı sonuç sıfır hipotez'in rededilmesini haklı çıkartır. "Varyans analizi"'nin uygulandığı tipik bir problemde sıfır hipotez basitçe tüm grupların aynı anakütleden ayrı ayrı basit olasılık örneklemleri ile elde edildiğidir. Bu ise bütün sağaltım işlemlerinin aynı etki (hatta hiçbir etki) vermediğine işaret etmektedir. Böylece sıfır hipotezin reddedilmesi değişik sağaltım işlemlerinin değişme yaratan etkileri olduğunu kabul etmeyi ima etmektedir. Çıkartımsal istatistik ana kurulma kurallarına göre hipotez sınaması I. Tip Hata yapma haddini (yani hatalı bilimsel iddialara yol açan hatalı pozitifleri) bir anlamlılık seviyesi ile sınırlamaktadır. Deneyciler aynı zamanda II. Tip hataları (yani bilimsel bulguları çıkartma fırsatının kaçırılmasına neden olan hatalı negatifleri) sınırlamak istemektedirler. II. Tip Hata haddi çeşitleri nedenlerin fonksiyonudur ve bunlar arasında şunlar bulunur: (a) Örneklem büyükluğü (deneylem maliyetleri ile pozitif korelasyonlu olarak birlikte değişir). (b) Anlamlılık seviyesi (ispat için gereken standartlar çok sıkı ise bir yapılabilecek bir bulgu gözden kaçırma olasılıkları da yüksek olmaktadır). (c) Etki büyüklüğü (etkiler herhangi bir alelade gözlemciye çok aşikar görünmekteyse II. Tip Hata hadleri düşüktür.) "Varyans analizi" için kullanılan terminoloji istatistiksel çoğunlukla deneysel tasarım için kullanılan terimlerle aynıdır. Deney yapan, bir "etki"yi tespit etmek girişimi ile "faktörler"'i ayarlar ve "yanıtlar"ı ölçer. Sonuçların geçerliliğini sağlamak için "faktörler"i deneyleme birimlerine "rassallaştırma" ve "bloklama" karışımı ile ulaştırır. Deneysel "körleştirme" ağırlıkların tarafsız olmasını sağlar. "Yanıt"lar, kısmen etki sonucu olarak kısmen de rassal hata dolayısıyla, bir değişebilirlik gösterir. "Varyans analizi" çeşitli düşünce tarzlarının bir sentezidir ve çok değişik maksatlarla kullanılmaktadır. Bu nedenle bu analizi çok özlu veya kesinlikle tanımlamak gayet zordur. "Dengeli veriler için klasik varyans analizi üç değişik şeyi aynı anda yapmaktadır: Kısaca ifade ile varyans analizi çözümlenen veriler için bir açıklama geliştirme ve doğrulaması için birkaç çeşit analiz yolu olarak kullanılan istatistiksel alettir. Buna ek olaark Bu nedenle Varyans analizi'nin özellikle karmaşık deneysel tasarılar için öğretilmesi ve öğrenilmesi gayet zordur ve bu arada "sınırlandırılmış rassallaştırma" konusu gayet kötü şöhret yapmıştır. Bazı hallerde yöntemin tam uygunlukla kullanılabilmesi için, önce görüntülü tanıma yöntemi ile belirlenmesi gerekmete ve sonra da en iyi yetkili klasik testi uygulayarak bir "konsaltasyon" rejimi kullanmak gerekmektedir. Varyans Analizi'nde üç değişik sınıf model kullanılmaktadır. Bunlar şöyle özetlenebilir: Verinin normal dağılım gösteren bir anakütleden geldiğini ve ancak farklı ortalamalar dolayısıyla ayrım yapılabileceğini varsaymaktadırlar. Verinin bir farklar hiyerarşisi ile sınırlanmış olan değişik hiyerarşi içeren anakütlelerden geldiğini varsayar. Içinde hem sabit etkiler hem de rastgele etkiler kapsayan durumları inceler. Pratik problemlerde "varyans analizi" deneylemler için kullanılır ve deneylem elemanlarına uygulanan sağlatımların sayısına ve nasıl uygulandıklarına göre birkaç değişik tipe sınıflandırılmaktadırlar: Bu tür analiz iki veya daha çok sayıda bağımsız grup arasındaki farklılıkların sınanması istenildiği hallerde uygulanır. Tıpık olarak "tek yönlü varyans analizi" en aşağı üç değişik grup olduğu zaman uygulanmaktadır. İki-grup halinde daha kolay olarak t-sınaması aynı sonuçları vermektedir; çünkü bu halde t-sınaması ve F-sınaması birbirine çok yakından ilişkilidir. Bu yakın ilişki şöyle ifade edilir: Bu tür varyans analizinde aynı elamanlara her değişik sağlatım uygulanır, yani elamanlar tekrarlanan ölçülere tabi tutulurlar. Bu yöntem kullanılırken elemanlar kalıntı etkilerine maruz kalabilirler. Bu tür varyans analizi eğer deneyci iki veya daha çok sayıda sağlanım (bağımsız) değişkenin etkilerini incelemek isterse kullanılır. En çok kullanılan faktōryel varyans analizi iki bağımsız değişken ve her değişken için iki değişik değer veya seviye olduğu "2x2 (ikiye iki) tasarım"dır. Faktōryel varyans analizi çoklu seviyeli, 3x3 (üçe üç) veya daha yüksek sıralı 2x2x2 (ikiye ikiye iki) vb. deneylem tasarımlarında da kullanılabilirler. Ancak bu daha yüksek sayıda faktörler için analizler çok nadir olarak yapılmaktadır. Buna neden hesapların çok karmaşık ve uzun olması ve ortaya çıkartılan sonuçların açıklanmalarının çok zor olduğudur. Eğer iki veya daha çok sayıda bağımsız gruplar elemanlarına tekrar edilen ölçüler uygulayıp sınanmak istenirse, bir faktöryel karışık tasarım varyans analizi gerçekleştirilebilinir. Bunda bir faktör bağımsız olur ve diğer faktör tekrar edilebilir ölçülere bağlıdır. Bu, karışık etkiler modeline bir örnektir. Birden çok bağımlı değişken bulunduğu zaman bu tür varyans analizi kullanılır. Varyans analizi içinde sabit etkiler modeli, bir deneylem içinde deneycinin deney örneklem elemanlarına yanıt değişkeni değerlerinin birkaç değişik sağlanım uyguladığı zaman değişip değişmediğini incelemek istediği hallere tatbik edilir. Bu modeller deneyciye sağlanımın tüm anakütle içinde ortaya çıkarabileceği yanıt değişken değerlerinin açıklığını kestirim yapma imkâni sağlar. Rastgele etkiler modelleri, sağlanımlar sabit olmadıkları hallerde kullanılırlar. Bu (faktör seviyeleri adı ile de bilinen) değişik sağlanımlar daha büyük bir anakütleden örneklem ile bulunmaları halidir. Sağlanımları kendileri rassal değişken olmaları nedeniyle, sabit etkiler modelinden daha değişik bazı varsayımların ve sağlanımların karşılaştırılmaları gerekmektedir. Rastgele etkiler modelerinin veya karışık etki modellerinin çoğunda iyi belirenmiş örneklemi alınmış faktörleri ilgilendiren çıkarımsal istatistik analizlerle ilgili değildir. Bunu bir orneğinle açıklamak şöyle yapilabilir: Aynı mali üretmek için çok değişik makinaların kullanıldığı bir sanayi birimi ele alınsın. Bu işletmeyi inceleyen istatisikçi üç değişik makinenin birbirleri ile karşılaştırılması ile ilgilenmesi uygulanabilen pratik bir problem degildir. Buna karşılık "tüm" makinalar hakkında, tüm ortalama üretkenlik ve değişik makinelerde üretkenliğin yayılımı hakkında çıkarımsal istatistik analizi sınamalar arastirmaciyi ilgilendiren bir sorun olabilir. Bazı istatistikçiler verilerin normallikten ayrılması halinde varyans analizinin esası olan F-sınaması'nın güvenilmez olacağını bildirmektedir . Diğer istatistikçiler ise F-sınamasının "güçlü olduğunu", yani normal olmamakdan fazla etkilenmediğini savunmaktadırlar. Bu ortak varsayımlar yanında sabit etki modelleri için hataların bağımsız ve aynı şekilde normal dağılım gösterdikleri de, yani olduğu varsayılmaktadır. Varyans analizi için kullanılan rastgele etki modelleri ve karışık etki modelleri için hataların ortalama ve varyansi için daha karmaşık varsayımlar gerekmektedir çünkü faktörler kendilerine özel dağılımlardan ortaya çıkartılabilirler. Varyans analizinde temel yöntem, toplam kareler toplamını modelde kullanılan etkilere uygun olan parçalara bölmektir. Bu yönteme aşağıda verilen örnek tek bir sağlatımın değişik seviyelere uygulanması halidir. Örnek olarak tek bir sağlatımın değişik seviyeler uygulanması sonucu ortaya çıkan toplam kareler toplamı şu parçalara bölünür: Serbestlik dereceleri de aynı şekilde parçalara bölünmektedir ve her ilgili parçanın bir ki-kare dağılımı gösterdiği belirlenmektedir. Toplam sapmanın parçalarının karşılaştırılması için F-sınaması uygulanır. Tek yönlü veya tek faktörlü varyans analizi için istatistik anlamlılığın sınanması, F-sınama istatistiği olan şu ifade ile "I-1" ve "n" serbestlik derecelerinde F-dağılımı ifadesini karşılaştırmak suretiyle gerçekleştirilir. F-dağılımı kullanmak doğal bir uygulamadır, çünkü sınama istatistiği her biri ki-kare dağılımı gösteren iki kareler toplamları ortalamasının bir diğerine bölümüne eşittir. Britanya Virjin Adaları Britanya Virjin Adaları, Karayiplerde bulunan Birleşik Krallık'a bağlı adalar topluluğudur. Virjin Takımadaları'nda, Amerikan ve İspanyol Virjin Adalarının dışında kalan adalar topluluğud
ur. Başkenti Road Town olan İngiliz Virjin Adaları, toplamda Tortola, Virgin Gorda, Anegada ve Jost Van Dyke gibi yerleşimin olduğu dört büyük ve irili ufaklı yaklaşık elli adacıktan meydana gelmektedir. Bu dört büyük ada dışında yaklaşık on beş adada da küçük yerleşimler görülebilmektedir. İngiliz Virjin Adaları'na bağlı en büyük ada başkent Road Town'ın da bulunduğu Tortola adasıdır. Virgin Adaları ilk kayıtlara göre MÖ 100 yıllarında, Arawak toplumunun üzerinde yaşadığı toprak parçalarıydı. 15. yüzyıla gelindiğinde Karayip Denizi'ne adına veren Karib halkı adaya gelerek yerleşim yerleri kurmaya başladı. Adanın varlığını fark eden ilk Avrupalı 1493 yılında ikinci Amerika Seferine çıkan Kristof Kolomb oldu. Kolomb görmüş olduğu bu adalara "Santa Ursula y las Once Mil Vírgenes" yani Azize Ursula'nın 11000 bakiresi adını verdi. İspanyol İmparatorluğu önceleri bu adanın varlığını pek önemsemediysede, Karayipli korsanların uğrak yeri haline gelen bu adayı kontrol altına almak bölge için hayati önem teşkil etmekteydi. Bu sebeple, 16 yy.'da Virgin Adaları İspanyol İmparatorluğu topraklarına katıldı. İspanyollar dışında İngilizler, Fransızlar, Hollandalılar ve Danimarkalılar da adalar topluluğunun diğer adalarını kontrolleri altına alarak yerleşim yerleri kurmaya başladılar. İngiliz Virjin Adaları önceleri stratejik amaçlı kullanıldıysa da, bölgede yetişen şeker kamışı nedeniyle önemini ekonomik alanda geliştirdi. O dönemde Birleşik Krallık'ın en önemli dış ticaret ürünü haline gelen şeker kamışı tarlalarında Afrika'dan bölgeye getirilen köleler çalıştırıldı. 1917 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin 25 milyon dolar karşılığında Danimarka'dan satın aldığı St. John, St. Croix ve St. Thomas adaları sonradan Amerikan Virjin Adaları olarak anılmaya başlandı. İngiliz Virjin Adaları'nın ekonomisi genel olarak turizme dayanmaktadır. Ekvatoral bölgede olması nedeniyle ülke yıl boyu turist çekmektedir. Bunun yanında küçük çaplı tropikal meyve ihracatları da ülkene ekonomisine katkı sağlayan etkenlerdendir. İngiliz Virjin Adaları, kuzeyinde Atlantik, güneyinde Karayip Denizi ile çevrili yaklaşık elli adadan oluşmaktadır. Adalardan en büyüğü 20 km'ye 5 km kıyı şeridi ölçülerine sahip olan Tortola adasıdır. İngiliz Virjin Adaları, Birleşik Krallık tarafından atanan Genel Vali tarafından yönetilir. İngiltere Hükümeti'nin almış olduğu karar sonucu kraliçeye tavsiye etmiş olduğu vali adayı saray tarafından onaylandıktan sonra göreve başlar. 2003 yılında alınan verilere göre ülke nüfusu 21,700 civarındadır. İngiliz Virjin Adaları'nda nüfusun %83'lık kısmını kölelik sona erdikten sonra bu topraklarda kalan zenciler, %7'sini Birleşik Krallık vatandaşları ve diğer Avrupalılar ve son olarak %10'luk kısmını ise bölge yerlileri oluşturmaktadır. Ülke nüfusunun %86'lık bölümü Protestan kalan kısmı ise diğer dinlere mensup kişilerdir. Robert Koch Heinrich Hermann Robert Koch (d. 11 Aralık 1843 - ö. 27 Mayıs 1910), Alman hekim. Antraks basili (1877), tüberküloz basili (1882 ve kolera basili'nin (1883) keşfi ve Koch postülatlarını geliştirmesiyle ünlenmiştir. Tüberküloz konusundaki keşifleri nedeniyle 1905 yılında Nobel Tıp veya Fizyoloji Ödülünü almıştır. Bakteriyolojinin kurucularından biri olarak görülür. Koch Clausthal, Almanya'da doğmuştur. Göttingen Üniversitesi'nde tıp eğitimi almış, 1866 yılında mezun olmuştur. Daha sonra Frank-Prusya Savaşı'nda görev almış ve "Wollstein"'de önemli bir tıbbi görevli olmuştur. Çok sınırlı kaynaklarla çalışmış olsa da, bakteriyolojinin kurucularından olmuştur. Casimir Davaine antraks (şarbon) basilinin inekler arasında doğrudan aktarıldığını ortaya çıkardıktan sonra Koch antraksı daha yakından incelemeye başlamıştır. Bulduğu metotlarla kan örneklerinden basili arıtıp saf kültürler büyütmeyi başardı. Bu çalışması sonucu şarbonun bir konakçı canlı olmadan uzun süre dışarıda yaşayamadığını fakat oluşturduğu endosporların uzun süre varlıklarını sürdürdüğünü buldu. Toprağa karışan bu endosporlar açıklanamayan ani şarbon salgınlarının nedeniydi. Koch buluşlarını 1876'da yayımladı ve 1880'de Berlin'deki Emperyal Sağlık Bürosu'nda bir iş ile ödüllendirildi. 1881'de ateş kullanarak cerrahi aletlerin sterilize edilmesini teşvik etti. Berlin'de daha önce kullandığı metotları geliştirdi. Onun geliştirdiği yöntemler bugün hâlâ kullanılmaktadır. Bu yöntemlerin yardımıyla tüberküloza neden olan bakteriyi ("Mycobacterium tuberculosis") 1882'de keşfetmiştir. 19. yüzyılın ortalarında tüberküloz her yedi ölümden birinin sorumlusu olan çok ölümcül ve önemli bir hastalıktı. Bu nedenle Koch'un o dönemde yaptığı keşif cidden çok önemlidir ve onu bakteriyolojik araştırma konusunda ünlü Louis Pasteur ile denk kılmıştır. 1883'te Koch bir Fransız araştırma ekibiyle birlikte İskenderiye, Mısır'da kolera üzerine çalışmıştır. Koch koleraya neden olan vibrio bakteriyi saptamış olsa da deneylerle bunu kanıtlamayı becerememiştir. Bakteri daha önce İtalyan anatomist Filippo Pacini tarafından 1854'te izole edilebilmişti fakat bu çalışma o dönemler miasma teorisinin revaçta olması sebebiyle önemsenmemiştir. Koch Pacini'nin çalışmalarından habersizdir ve bağımsız bir keşif yaptı ve sahip olduğu ün ve önem nedeniyle bu buluş kısa sürede yayılmıştır. Yine de bakteri 1965'te resmen "Vibrio cholerae Pacini 1854" olarak yeniden adlandırılmıştır. 1885'te Koch Berlin Üniversitesinde hijyen profesörü olmuş, daha sonra 1891'de yeni kurulmuş olan Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü'nün yöneticisi olmuştur. Bu görevden 1904'te istifa etmiş ve dünyayı dolaşarak, Güney Afrika, Hindistan ve Cava'daki hastalıkları incelemiştir. Ona Nobel Ödülü kazandıran tüberküloz çalışmaları kadar önemli olan bir buluşu da Koch postülatlarıdır. Bu postülatlar bir organizmanın bir hastalığın nedeni olup olmadığı konusundadır. Postülatlara göre "bir organizma bir hastalığın nedeni ise"; Her ne kadar öğrencileri onun metotlarıyla difteri, tifo, pnömoni (zatürre), gonore (belsoğukluğu), serebrospinal menenjit, lepra (cüzzam), tetanos ve frengi hastalıklarından sorumlu organizmaları bulmuş olsalar da, özellikle de tüberkülozu iyileştireceğini düşündüğü etkisiz "tüberkülin" fiyaskosuyla, Koch'un araştırmalarının kalitesi düşmüştür. Baden-Baden, Almanya'da 27 Mayıs 1910'da ölmüştür. Tarım ekonomisi bölümü Tarım Ekonomisi Bölümü genel olarak, tarım sektöründeki kamu kuruluşlarının ve özellikle özel kuruluşların tarımın ekonomik ve sosyal konularıyla ilgili çalışma alanlarında hizmet verecek Ziraat Mühendislerini yetiştirmek amacıyla faaliyette bulunmaktadır. Bölümde ülke tarımının üretim, ürün işleme tesislerinin yönetim ve organizasyonu, pazarlama, dış ticaret, finansman, örgütlenme, tarımda çalışanların yaşam koşulları, sosyal politika, uluslararası mali ve ekonomik organizasyonlar, vs. konularda araştırmalar ve projeler yürütülmektedir. Hızlı yazı okuma tekniği Hızlı yazı okuma tekniği, kitap ve benzeri uzun metinleri daha kısa bir süre içerisinde anlaşılabilir olarak içinden okumasını sağlayan yöntemdir. Özellikle sınavlar, üniversite gibi hayati seçimlerin yapılacağı sınavlarda doğru düşünmek için saniyelerin bile çok önemi vardır. Öğrenci adayına tanınan sınav sürecinin daha verimli geçemesi için başvurulan ve deneyenlerin başarılı olduğuna inanılan bir tekniktir. Anlayarak hızlı okumak için, konsantrasyonun da artırılması gerekmektedir. Yüksek bir konsantrasyon sağlamadan yapılan hızlı okumanın hiçbir anlamı yoktur. Konsantrasyonu temel olarak etkileyen dört önemli faktör vardır. Bu faktörler: Cennet Oğuz Cennet Oğuz, Türk tarım ekonomisti, Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölüm Başkanıdır. 1985 yılında Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım ekonomisi bölümü'nden mezun oldu. 1987 yılında yine aynı üniversitede yüksek lisansını, 1991'de doktorasını tamamladı. Selçuk Üniversitesi'ne yardımcı doçent doktor olarak atandı. 12 Mayıs 2003 tarihinde profesör oldu. Meslek ortaklarıyla halkın tarım ekonomisi hakkında bilgilenmesi için sayısız makaleye imza atmıştır. Cemal Taluğ Cemal Taluğ, Prof.Dr. (d. 4 Şubat 1948, Ödemiş, İzmir), Ziraat mühendisi, Akademisyen, Üniversite idarecisi; Ankara Üniversitesi eski rektörü. İzmir’in Ödemiş ilçesinde 1948 yılında doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesini bitirdi ve 1971 yılında bu fakültenin Tarımsal Yayım ve Haberleşme Kürsüsüne asistan olarak girdi. 1975 yılında “tarımda yeniliklerin yayılması ve benimsenmesi” konulu çalışmasıyla doktorasını tamamladı, 1983 yılında üniversite doçenti unvanı aldı. 1986–1989 yılları arasında Uluslararası Kuru Tarım Araştırmaları Merkezi (ICARDA) tarafından Pakistan’da yürütülen MART / AZR projesinde uluslararası uzman araştırmacı olarak çalıştı. Birleşmiş Milletler'in Gıda ve Tarım Örgütünün çeşitli projelerinde ve çalıştaylarında danışman olarak yer aldı. 1989 yılı sonunda, yeniden, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümüne öğretim görevlisi kadrosuyla döndü ve 1990 yılında profesörlüğe atandı. 1994 – 1996 yılları arasında Ankara Üniversitesi Dış İlişkiler Koordinatörü olarak görev yaptı. 1997–2000 yılları arasında ise Ankara Üniversitesi Rektör Yardımcılığı, 2004-2008 yılları arasında da Ziraat Fakültesi Dekanlık görevini yürüttü. Kama Sutra Kama Sutra (Sanskritçe'de : कामसूत्र ), Hint lisanında iki ayrı kelimedir: "kama," zevk demektir, "sutra" ise kitap anlamına gelir. İki kelime birleşince "zevkin kitabı" anlamına gelmektedir. Kimilerine göre, Hindistan kökenli bir yaşam tarzıdır. Kimilerine göre ise sadece cinsel birleşme yoludur. Sadece bir cinsel eylem olarak nitelendirilen “kama sutra” eşleşme ve beraberlik yöntemi olarak kullanılmaktadır. Bir tür yaşama sanatı olarak varsayılmıştır. Bu öğretinin amaçları arasında kadın, erkek, çiftler arası denge, yaşamı sevdirmeyi amaçlayan düşünceler olmaktadır. Buna ek olarak cinsel açlığın giderilmesi konusunda kullanılabileceği görüşü de vardır. Ama genel olarak bunu sadece cinsel eylem olarak gö
renlerin sayısı daha yüksektir. Kama sutra pozisyonları çiftleri zevkin doruklarına çıkartır. Dizanteri Dizanteri, insanda sık ve kanlı ishal, genellikle şiddetli karın ağrısı, gerekmediği halde dışkılama isteği duyma, bağırsak yaraları, hayvanda makattan kan ya da kanlı dışkı gelmesi gibi belirtiler gösteren hastalıklara verilen ad. Patolojik dizanteri belirtileri amipli dizenteride, basili dizanteride ve kanamalı rektokolitte görülür. Sıcak ülkelerde çok sık olarak görülen yerleşik bir hastalıktır. Bazen nedeni bilinmeyen akut bir nöbetle başlar. Tedavi edilmezse süreğenleşebilir. Başlıca karmaşası karaciğer apsesidir, ama başka organlarda da apse yapabilir. Teşhis taze dışkının incelenmesiyle konur: muayene sonucunda minuta, hatta hemotofaj biçiminde dizanteri amibi ("Entamoeba histolytica") bulunur. Bağırsak ambiazı, gerekirse bir antibiyotik (tetrasiklin, spiramisin veya paromomisin) eklenerek metronidazol ile yapılır. Shigella cinsinden olan Shigella dysenteriae bakterisinin nedeniyle oluşur. Shigella dysenteriae ekzotoksini ishale neden olur. Dışkı yayılmasını kolaylaştıran kötü sağlık koşulları yüzünden gelişmekte olan ülkelerde sık sık görülür. Kolistin ya da trimetoprim-sulfametoksazol içeren bir antibiyotik tedavisi iyileşmeyi hızlandırır. Sığır ve domuz vebası, şarbon, leptospiroz, salmonelloz, geviş getirenlerde bağırsak zehirlenmeleri. Asalakların yol açtığı dizanterilerin en çok görülenleri köpekte ankilostomiyaz, geviş getirenlerde koksidiyozlardır. Maden ya da bitki zehirlenmelerinin birçoğu da (civa, kuduzböceği, sultanotu, sütleğen, kartallı eğrelti, acı çiğdem vb.) dizanteri belirtisi yaratır. Evanjelizm Evanjelizm, genel anlamıyla inciller hakkında vaaz vermektir. İsa üzerinde yoğunlaşan bu vaazların amacı Hristiyan olmayanları bu dine davet etmektir. Matta, Markos, Luka ve Yuhanna tarafından yazılmış dört kanonik incilin her birine "Evanjel" denir. Yunanca "iyi haber" ya da "genel olarak kabul edilen gerçek" anlamına gelen "evangelion" dan gelmektedir. Bu kelimeden türetilerek, incil yazarlarına "Dört Evanjelist" denmiştir. Evanjelizm sözcüğü Kitab-ı Mukaddes'e dönmek veya yönelmek anlamına gelir. Evanjelist ve Evanjelik kelimeleri farklı anlamlara gelmektedir. Evanjelist sözcüğü en basit anlamıyla "Hristiyanlık bildirisini vaaz eden, yayan kişi" anlamına gelir. Evanjelik sözcüğü ise daha çok Protestan Kilisesi'nin muhafazakar kesimini nitelemek için kullanılır. Evanjelikler, ABD'yi kuran ve tutuculuğuyla bilinen Protestan mezhebi Puritenler'in devamıdır. Evanjelizm merkezli bu akımın mensuplarına ve zamanla liberal Protestanlar haricindeki tüm Protestanlara Evanjelik denmeye başlanmıştır (20. yüzyılın sonları, 21. yüzyılın başı). Ayrıca Martin Luther, reformları esnasında kurduğu kilise hareketi için bu ismi kullanmıştır. Bu nedenle Kıta Avrupası'nda Evanjelik sözcüğü, Protestan veya Lutherci olarak algılanır. Evanjelizmin temelleri İngiliz George Whitefield (1715-1770), Methodizm'in kurucusu John Wesley (1703-1791) ve Amerikalı filozof ve teolog Jonathan Edwards (1703-1785) tarafından atılmıştır. Bu üç kişi Amerika'nın en büyük Protestan mezhebi olan Baptistlerin ve Metodistlerin oluşumunun temel taşlarıdırlar. Amerika Birleşik Devletleri'nde 1820'lerde genelde Hristiyanlık inancı için kullanılan Evanjelizm 19. yüzyıldan itibaren iki ayrı koldan ilerlemeye başlamıştır. Charles G. Finney ile Amerikan halkının dönüşümünün sağlanması ile devrimcilik anlamı kazanmış diğer taraftan Playmouth Kardeşliği hareketinin kurucusu John Nelson Darby'nin öncülüğünde radikal bir dini yorumu temsil etmeye başlamıştır. Bugünkü Evanjelizm Amerika'daki Hristiyan toplumunun tutucu kanadını temsil etmektedir. Darby'nin "Muafiyetçilik" akımı Kitab-ı Mukaddes ve dünya tarihini yedi çağa ve veya Tanrı'nın insanlık hakkındaki takdirini gösteren yedi bölüme ayırmaktadır. C. I. Scofield tarafından yazılan Scofield Referans Kitab-ı Mukaddesi ile 1880 ve 1890'lı yıllarda Darby'nin "Tanrı, Tanrı'nın Krallığı'nı temsil eden insanlara imtiyaz vermiştir ve İsrail Kitab-ı Mukaddes'in Kıyamet zamanında önemli rol oynayacaktır" öğretisi geniş kitlelerce benimsenmiştir. Lutherci Protestanlık ile başlayan; Püritenizmle olgunlaşan; Jimmy Carter, Ronald Reagan ve Baba Bush'un başkanlıkları döneminde adım adım gelişen Evanjelizm, 11 Eylül'den sonra Oğul Bush ile Küresel Emperyalizmi yönlendiren esas güç haline gelmiştir. Nevin Çokay Nevin Çokay (1930, İstanbul - 24 Temmuz 2012, Foça), Türk ressam. İlk ve orta öğrenimini Anadolu'nun çeşitli kentlerinde tamamladı. 1947 yılında girdiği Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ni 1953 yılında Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi'nde bitirdi. Öğrencilik yıllarında kurdukları "On'lar grubu" yankı uyandırmıştı. Adalet Cimcoz'un "Maya" galerisinde ilk kişisel sergisini açtı. (1953). Resim uğraşları yanında, Nedim Otyam'ın İstanbul Radyosu'ndaki halk türküleri korosunda dört yıl çalıştı (1950-1953). Bu dönemde İtalya’da konserler verip halk oyunları gösterilerinde bulundular (1952). Nedim Otyam'ın yönetmenliğinde "Yurda Dönüş" adında bir film çevirdi. Film dublajları yaptı. 1954'den sonra kendini tamamen resim çalışmalarına verdi. Her yıl açtığı kişisel sergilerden başka, çeşitli toplu sergilere katıldı. Bunlar arasında Devlet Resim-Heykel Müzesi, Paris Genç Sanatçılar Biennale'i de bulunmaktadır. 1961 yılında düzenlenen "İstanbul Sanat Festivali"nde ikincilik ödülü aldı. 1979 yılında Hollanda'ya çağrılı olarak gitti, resimleri bir yıl süreyle Deventer, Lahey ve Rotterdam'ın çeşitli müze ve galerilerinde sergilendi, Hollanda Televizyonu'nda röportajları yapıldı. Resim ve Heykel Müzesi, Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Belediyesi, İstanbul Üniversitesi, Yugoslavya'da Umjetnicka Galerij'de Hollanda ve Almanya'da özel ve resmi koleksiyonlarda tabloları bulunmaktadır. On yedi yıl lise resim ve sanat tarihi öğretmenliği yaptı. Ayrıca kendi atölyesinde üç yıl, Levent Sanat Galerisi resim atölyesinde dört yıl, Çizgi Sanat Evi atölyesinde üç yıl resim dersi verdi. Kendi atölyesinde resim çalışmalarına devam etmekteydi. Evli ve bir çocuk annesiydi. 24 Temmuz 2012 salı günü Foça'daki evinde hayata gözlerini yumdu. Egzama Egzama, çeşitli nedenlerle ortaya çıkan ve deride kızarıklık, şişme, veziküller, kaşıntı gibi belirtilerle görülen daha çok psikosomatik nedenli deri hastalığı. Başlıca özelliği, kızarık deri üzerinde beliren kabarcıklardır. Akut, kronik, yaş ve kuru egzama gibi türleri vardır. kasıklarda ve uylukta görülen mantar hastalığı. Bir dermatofitondan ("Epidermophyton floccosum", "Tricadan rubrum", "T. interdigatele") ileri gelen kenarlı egzamalar erkeklerde daha sık görülür. Kaba etin iç yüzeyinde, kenarları grintili çıkıntılı, ortası daha soluk ve kırmızı lekeler ortaya çıkar. Lekeler bir yan da ya da iki yanda olur, kaşıntılıdır ve kenarları kabarcıklarla sınırlıdır. Mantar ilaçlarıyla tedavi edilir. Seborenin görüldüğü bölgelerde yerleşen kırmızı, pullu, yağlı görnümlü lezyonları içeren deri hastalığı. Seboreli egzama, saçlı deride ve bunun kenarlarında, alında (seboreli kask), kaşların üzerinde ya da aralarında, burun-yanak oluklarında, kulak arası girintilerde, kulak yolunda, göğüs kemiğinin orta yerinde (seboreli madalyon) görülür. Bazı egzamamsı (egzamatit) deri hastalıkları ile sınırları pek belirsizdir. Tedaviden kolaylıkla sonuç alınabilir (indirgenler özellikle yerel kortikoitler) fakat bu egzama tipi bir hastalıktan fazla bir durumu belirtiğinden yinelemeler her zaman olasıdır. Şekiller ne olursa olsun, üstderide dokusal bir birime her zaman rastlanır: egzoseroz ve sponijoz (süngerleşme). Maphigi mukoza cisimcikleri oluşan sıvıyı emer, hücreleri birbirinden ayırır, sonra desmoslarda hücreleri birleştiren bağları koparır ve üsderinin içinde kabarcık oluşmasına yol açar.Böylece egzama birçok evreden geçer: kızarıklık, kabarcıklanma, akıntı ve (kabarcıklar kuruduktan sonra) parlaklık ve pullanma. Fakat bu evrelerin hepsi birden bulunmayabilir, çoğu zaman bunlardan biri üstün durumdadır. Egzama akut olabileceği gibi (genellikle akıntılı ve çok kaşıntılı) süreğen de (kronikleşme) olabilir. (o zaman daha çok kızarıklık ve pullu, zaman zaman kabarcıklı ve değişik şiddetle kaşıntılı). Yer yer madeni para biçiminde olabileceği gibi yaygın da olabilir. Bazı yerleşim bölgeleri karakteristiktir. Ellerde "disidroz" görünümündedir. Memelerdeki egzama her zaman çift taraflıdır ve çoğu zaman bir uyuz belirtisidir. Memede, bir yanda egzamaya benzer bir deri hastalığı görüldüğünde Paget deri hastalığı akla gelmelidir (kanser hastalığı). Edinsel egzama ya bir iç etmene karşı duyarlılıktan (nispeten ender rastlanır, çünkü iç etmenlerden doğan deri hastalığı çoğunlukla kurdeşen biçiminde ortaya çıkar) ya da bir dış etmene karşı duyarlılıktan gelebilir. Aslında ayrım kesin değildir, çünkü temas egzamasının ortaya çıkması için genellikle önceden hazırlıklı bir bünye gerekir. Temas egzaması genellikle meme çocuklarında görülen egzama tipidir. 3 aylığa doğru ortaya çıkar ve ilk olarak yüzden başlar. Evrim belirsizdir. 2 ya da 7 yaşlarında kesin olarak iyileşebildiği gibi, büyük çocuklukta ve yetişkinde yavaş yavaş süreğen hale de gelebilir. Bazen astım gibi başka alrjik hastalıklar buna eşlik edebilir. Temas egzaması sayıca çok azdır ve çoğunlukla mesleklere bağlıdır. Egzama, zamansız uygulanan bir ilaç yüzünden de ortaya çıkabilir (kükürt, civa, antihistaminikler, sülfamitler, penisilin, vb. ile yapılmış tozlar ya da merhemler). Ev kadınlarında görülen egzama (el egzaması) çamaşır suyundaki potasyum bikromata, çeşitli çamaşır sularına, hatta lastik eldivenlere bağlıdır. En sık görülen temas egzamalarından biri kozmetiklerden ve saç boyasından (para grubu) ileri gelir. Güzellik müstahzarları, özellikle kokulu oldukları zaman, sayısız yüz egzamalarına neden olabilirler. Tırnak cilasının özel bir yeri vardır, tırnaklarda egzama yapmaz, ama göz kapaklarında yapar. Giysilerin yaptığı egzamalar genellikle kauçuktan ve sentetik dokumalardan ileri gelir (oysa,
aslı nedeni boyadır, özellikle siyah,mavi ve yeşil renkli boyalar, yoksa hep söylendiği gibi kumaş değil). Boyundaki egzama çoğunlukla yüksek yakalı hırka giyilmesinden ileri gelir. Ayak egzaması ayakkabıdan ileri gelebilir (deri boya, cila ya da yapıştırıcı). Madenler (özellikle nikel) bir temas egzamasına neden olabilir (saat bileziği, zincir vb.). Deri testleri bazen temas egzamasının nedenini ortaya çıkarabilir. Enfeksiyon egzamaları mikrop ya da mantar kökenlidir. Ama enfeksiyon mu egzamaya neden olmuştur, yoksa enfeksiyon mikrop kapan egzamanın mı sonucudur, kestirmek zordur. Egzama tehlikeli sayılabilecek ağır bir hastalık değildir; ama rahatsızlık verebilir. Egzamalıların rahat etmek için almaları gereken önlemlerin başında yarayı kaşımamak gelir. Kronik egzama zaman zaman tekrar edecektir.Stresten uzak durmak, uykusuz kalmamak, yüzü temiz tutmak iyi gelecektir. Librairle Larousse 1986 (S.P.D.E.M. et A.D.A.G.P) Diana Krall Diana Jean Krall, (d. 16 Kasım 1964), Kanadalı caz piyanisti ve şarkıcısı. Kanada'nın Britanya Kolumbiyası eyaletine bağlı, Nanaimo kentinde müzisyen bir ailenin kızı olarak doğdu. 4 yaşında piyano derslerine başladı. Gençliğinde ailesi Vancouver kentine yerleşti. Lise yıllarında küçük caz gruplarında çalmaya başladı. 15 yaşında Nanaimo'daki restaurantlarda düzenli olarak çalmaya başladı. 17 yaşında Berkley Müzik Koleji'nde okumak için Vancouver Uluslararası Caz Festivali'nden burs kazandı ve 3 dönem okudu. Nanaimo'daki piyano performansı Ella Fitzgerald'ın son dönemlerindeki hocası bas müzisyeni Ray Brown'ın dikkatini çekti. Ray Brown onu Los Angeles'a taşınması ve piyanist Jimmy Rowles ile çalışması için ikna etti. Bu Diana Krall'ın diğer ünlü hocalar ve prodüktörlerle tanışması için iyi bir fırsat oldu. 1990'daNew York'a yerleşti. Diana Krall, Britanyalı müzisyen Elvis Costello ile Aralık 2003'te evlenmiştir. Denis Denis (Dionysius ya da Dennis), Paris başrahipliği yapmıştır. Kendisine Hristiyanlar tarafından aziz unvanı verilmiştir. 250 yılında öldüğü tahmin edilmektedir. Cihat Aşkın Cihat Aşkın, (d.1968, İstanbul) keman virtüözü, besteci ve akademisyen. Cihat Aşkın 1968 yılında İstanbul’da orta halli bir ailenin üç çocuğundan biri olarak doğdu. Cihat Aşkın'ın babası hafız imam Sami Aşkın, annesi ise Remziye Hanım ’dır. Ailesinde müzik ile uğraşan kimse yoktu ama Aşkın, Beşiktaş’taki Dikilitaş İlkokulu’na başladığında alınan mandoliniyle, notaları öğrenmeden ilk bestelerini yapmıştır. Ziya Osman Saba’nın bir şiirini bestelediğinde, ancak 8 yaşındaydı. Beşiktaş Güzelleştirme Cemiyeti’nde keman çalışına hayran olduğu Mesut Duran’dan ilk müzik derslerini almaya başladı. Babası Sami Aşkın, oğlunun klasik müzik merakına her zaman destek verdi. 11 yaşında İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuvarı'na girdi. Konservatuvarda, özel Yetenekli Çocuklar Sınıfı'nda Profesör Ayhan Turan ile keman eğitimine başladı. Prof. Turan, keman çalmayı kendisine öğretti. Cihat Aşkın, 1 yıl sonra okuldaki ilk resitalini verdi. On beş yaşına gelmeden Paganini'nin kaprislerinin tamamını çalan Aşkın, ilk orkestra konserini ise 16 yaşında İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası'yla Tchaikovsky'nin Keman Konçertosunu çalarak verdi. Okuldan 1989 yılında mezun oldu. Daha sonra Londra'ya giderek Kraliyet Müzik Kolejinde Profesör Rodney Friend ile çalıştı ve solistlik diploması aldı. Hemen akabinde Londra City Üniversitesi'nde Prof. Yfrah Neaman ile çalışmalarına devam etti. 1993 yılında masterını tamamladı, 1996’da doktorasını tamamlayarak Müzik Doktoru unvanını aldı, 1998 yılında doçent oldu. 1990’lı yıllarda pek çok uluslararası yarışmada ödüller alan Cihat Aşkın, başta Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası olmak üzere ülkenin tüm orkestraları ile konserler, Edirne'den Van'a kadar hemen tüm bölgelerinde halk için resitaller verdi. Aşkın 1995’te Yalçın Tura'nın kendisine ithaf ettiği konçertosunun dünyadaki ilk seslendirilişini gerçekleştirdi. 1998’de, Cumhuriyetin 75. yılı şerefine bugüne kadarki tüm Türk bestecilerinin keman için yazdığı eserleri araştırarak, arşivlenmesi, seslendirilmesi ve kaydedilmesini sağlamak çabasına girişti. 70 kadar besteci, 140 kadar eser tespit etti (eser sayısı sonradan yükselmiştir) Eserlerin bir kısmının kaydını bizzat kendisi yaptı. Aşkın'ın yaptığı diğer kayıtlar arasında Hikmet Şimşek yönetiminde Macar Virtuozları eşliğinde seslendirdiği Mozart'ın Keman Konçertosu No.5 (1991), Kemancı Suna Kan ile Bach'ın îki Keman için Konçertosu (1998) vardır. Kodaly, Gliere, Halvorsen, Honnegger ve Aquiar'ın keman ve çello için eserlerini içeren CD'si 1996 yılında Meridian Şirketi tarafından Londra'da yayınlanmıştır. Sanatçının Kalan Müzik’ten Minyatürler, Ege'nin Türküsü ve Umutsuz başlıklı CD'leri yayınlandı. Minyatürler, Türkiye’de bugüne kadar bir ‘klasik müzikçi’nin ulaştığı en fazla satışı yakalayan albüm oldu. Cihat Aşkın, “Türkiye’nin en idealist keman eğitimi projesi” olarak nitelediği bir eğitim projesini gerçekleştirmektedir. Bu proje çerçevesinde yaşları 8-17 arasında değişen, müzik öğrenimi görmekte olan çocuklardan oluşan Cihat Aşkın ve Küçük Arkadaşları (CAKA) adlı bir grup kurmuştur. Her kentten yılda 20 çocuk yetiştirerek 10 yılda 1600 kemancı yetiştirmeyi hedeflemektedir. Akses, Necil Kazım Keman Konçertosu, Rengim Gökmen (şef), Radio-Philharmonie Hannover des NDR, CPO , 2001, 999 799-2 Andel, Necip Celal Tango, Ozleyiş, düz. Askin, Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 1998, 090 Anonim Ermeni Halk Havası, düz. Aşkın, MIAM Ensemble, Kalan, 2004, 315 Anonim Azerbaycan Halk Şarkısı (Kiz Belin Incedir Ince) düz. Aşkın, Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 1998, 090 Anonim Azerbaycan Halk Havası Elmas, düz. Aşkın, Hakan Sensoy (şef) Istanbul Oda Orkestrası, Kalan, 2004, 315 Anonim Azerbaycan Halk Havası Nazbarı-düz.Aşkın, Çağatay Akyol (arp), Kalan, 2004, 315 Anonim Çargar Oyun Havası, düz. Aşkın, Aşkın Ensemble, Kalan, 2007 Anonim Ferahi, düz. Aşkın, Pal-Yarden (ses) Ege Ensemble, Kalan, 2001, 223 Anonim Anonim Anonim Anonim Anonim Anonim İzmir Kasabiko, düz. Aşkın, Ege Ensemble, Kalan, 2001, 223 Anonim Karşılama, düz. Aşkın, Ege Ensemble, Kalan, 2001, 223 Anonim Anonim Anonim Selanik Türküsü, Erkan Oğur, perdesiz gitar, Kalan, 2001, 223 Anonim Anonim Anonim Aquiar, Ernani Aracı, Emre Arca, Mehmet Zati Kavak Marşı, düz. Aşkın, Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 1998, 090 Halit Arman|Arman, Halit]] Recep Trakya Marşı, düz. Aşkın, Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 1998, 090 Aşkın, Cihat Buselik Saz Semai (Semai in Buselik Mode) Op.3, Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 1998, 090 Eski Bir Nisan Şarkısı (The old April Melody) Op.1, Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 1998, 090 Salacak Şarkısı (The Songs of Salacak) op.2, Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 1998, 090 Yeni Bir Nisan Şarkısı (The new April Melody) Op.4, Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 1998, 090 Avedisyan, Hacadur Bach, Johann Sebastian Re minör İkili Konçerto, Suna Kan, Cihat Aşkın, Gürer Aykal, Ankara Oda Orkestrası, UPR Classics, UPR 94004 Beken, Munir Nurettin Für Allen (düz. Aşkın), Mehru Ensari (piyanist) Kalan,1998, 090, Dev Masalı (The tale of the Giant) (düz. Aşkın), Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 1998, 090 Kanto (düz. Aşkın), Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 1998, 090 Berio, Luciano Ermeni Halk Şarkısı, MIAM Ensemble, Kalan, 2004,315 Bükey, Metin Dede Efendi Sultaniyegah Ağır Semai, düz. Aşkın, Hakan Sensoy (şef) İstanbul Oda Orkestrası, Kalan, 2004,315 Dinicu, Grigoras Hora Martisorului, düz. Aşkın, Aşkın Ensemble, Kalan, 2007 Erkin, Ulvi Cemal Keman Konçertosu, Rengim Gökmen (şef), İzmir Devlet Senfoni Orkestrası, BD 9802, 1998 İmprovizasyon, Ninni ve Zeybek, Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 2001, 223 Fersan, Refik Acemkurdi Şarkı (Şarkısı in Acemkurdi Mode) düz. Aşkın, Hakan Sensoy (şef), İstanbul Oda Orkestrası, Kalan, 2004, 315 Gliere, Reinhold Keman ve Çello için 8 Düet, Tania Lisboa (çellist) Meridian, 1996 CDE 84321 Göçmen, Musa Haendel, Georg Friedrich Honegger, Artur Kodály, Zoltan Kemani Kevser Hanım Nihavend Longa, düz. Aşkın, Aşkın Ensemble, Kalan, 2007 Kemani Sebuh Ağa Kürdilihicazkar Longa, düz. Aşkın, Aşkın Ensemble, Kalan, 2007 Kreutzer, Rodolphe 42 Etüd, Kalan Müzik, 2006, 377 Mousorgski, Modest On the southern shore of Crimea, düz. Orga, Aracı (şef) Londra Akademisi Osmanlı Saray Müziği, Warner Classics, 2004, 2564 61472-2 Mozart, Wolfgang Amadeus Keman Konçertosu No.5 in A, K.519, Hikmet Şimşek (şef), Macaristan Virtuosi (1989), Hungaroton, SLPD 31448-49 Poyraz, Nuri Halil Hicazkar Sirto, düz. Aşkın, Aşkın Ensemble, Kalan, 2007 Rahmaninov, Sergey Vocaliz, düz. Aşkın, Hakan Sensoy (şef) Istanbul Oda Orkestrası, Kalan, 2004, 315 Rafet Bey, Miralay Amalimiz Efkarimiz, düz. Aşkın, Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 1998, 090 Rıfat Bey, Priere pour Sultan Murad V, Araci (şef) Londra Akademisi Osmanlı Saray Müziği, Warner Classics, 2004, 2564 61472-2 Rüstemov, Seyid Oku Tar, Akif Sadıkov (Tar (çalgı)|tar]]), Ilyas Mirzayef (piyano), Kalan, 2004, 315 Santuri Edhem Efendi Şehnaz Longa, düz. Aşkın, Aşkın Ensemble, Kalan, 2007 Leyla Saz|Saz, Leyla]] Neside-i Zafer (The joy of victory) düz.Aşkın, Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 1998, 090 Selimi, Ali Ayrılık, düz. Aşkın, Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 1998, 090 Tanburi Cemil Bey Çeçen Kızı, düz. Aşkın, Aşkın Ensemble, Kalan, 2007 Nikriz Longa, düz. Aşkın, Aşkın Ensemble, Kalan, 2007 Çaykovski, Pyotr İlyiç Romans, düz. Aşkın, Hakan Sensoy (şef) İstanbul Oda Orkestrası, Kalan, 2004, 315 Theodorakis, Mikis Aprilimu, düz. Aşkın, Ege Ensemble, Kalan, 2001, 223 Keman ve Piyano için Sonat, Mehru Ensari (piyanist) Kalan, 2001, 223 Tura, Yalçın Umutsuz (The desperate),düz.Aşkın, ITU MIAM Oda Orkestrası, Kalan, 2004, 315 Aşk-utangaçlığı Aşk-utangaçlığı [ Love-shyness ], Bu terim ilk kez Psikolog Brian G. Gilmartin tarafından kronik utangaçlığın özgül bir tipini açıklamak için kullanıldı. 1979'da bu tezin üzerinde çalışmak için Auburn üniversitesi'nden maddi olarak destek aldı. "Shyness & Love: Causes, Consequences, and Treatments" - (Aşk ve ut
angaçlık: sebepler , sonuçlar ve tedavi şekilleri) adlı kitabında yayınlanan açıklamasına göre; Aşktan-utanan insanlar, potansiyel romantik ve seksüel partnerler'in bulunduğu gündelik ilişkilerde kendilerini iddialı hissetmekte zorluk çekerler. Örneğin, aşktan-utanan heteroseksüel bir erkek, endişelerinden dolayı, bayanlarla arkadaşlık kurmakta zorlanabilir. Dr. Gilmartin bu olguyu yalnızca heteroseksüel erkekler üzerinde araştırdı. Gilmartin'in kitabı 1987'de University Books tarafından yayınlandı. Gilmartin tespit ettiği 7 kritere göre Aşktan-utanan insanları şöyle tarif ediyor; Gilmartin, bayan ve homoseksüel olup da bu durumda olan kişilerin varlığını asla bertaraf etmedi. Fakat o, onların heteroseksüel erkeklere göre aynı negatif etkileri hisedeceklerinden kuşku duydu. Ve bu durumun onların içerisinde farklı olarak ortaya çıkacağından şüpheliydi. Kızlar ağası Kızlar ağası ya da Darüssaade ağası, Osmanlı Devletinde haremden sorumlu olan yüksek düzeydeki görevliye verilen isimdi. Kızlar ağası padişah ve sadrazamdan sonra Osmanlı Devletinin 3. en yüksek görevlisiydi. Sarayın, cinsel işlevi yok edilmiş (hadım edilmiş) siyah ırktan olan erkek köleleri arasından seçilirdi. Padişahın huzuruna gerektiği zaman çekinmeden çıkabilme yetkisine sahipti. Kızlar ağası padişahın huzurunda samur bir kürk giyerdi. Sarayın güvenliğini sağlayan baltacıların kumandanlığını yapardı. Padişahla sadrazam arasında ve padişahla Valide Sultan arasındaki haberleşmeyi sağlardı. Hareme yeni cariyelerin alınması, haremdeki nikah, sünnet düğünü ve doğum törenlerinin düzenlenmesi hep Kızlar ağasının sorumluluğu altındaydı. Önceleri Kızlar ağasının konumu beyaz ırktan bir köle olan Kapı ağasından daha düşüktü. Ancak özellikle 17. yüzyılda nüfuzları çok arttı. Padişaha olan yakınlığı nedeniyle protokoldeki yerleri zamanla Kapı ağasının da üzerine çıktı. Osmanlı sarayında her zaman yüzlerce siyah köle görev yapardı. Bu siyah kölelerin cinsel işlevleri ergenliğe ulaşmadan önce yok edilmiş (hadım edilmiş) oluyordu. Osmanlılar bir erkeğin hadım edilmesini İslam dinine aykırı kabul ettikleri için kendileri bu köleleri hadım etmezlerdi ama önceden hadım edilmiş köleleri satın almakta bir sakınca görmezlerdi. Hadım edilmiş siyah köleler genellikle Mısır ve Sudan gibi ülkelerden Mısırlı Hıristiyan veya Yahudi köle tüccarları tarafından İstanbul'a getirilip pazarlanırlar, bazen de saraya hediye olarak sunulurlardı. Bazı siyah köleler kendileri için daha yüksek imkânlar bulmak amacıyla kendi istekleri veya ailelerinin istekleri üzerine hadım edilip köle olurlardı. Diğer siyah köleler ise bazen bir suç işledikleri için ceza olarak, bazen de köle tüccarları tarafından ele geçirilip hiçbir suç işlemedikleri halde kazanç amacıyla hadım edilip köle olarak satılırlardı. Hadım edilmiş siyah kölelerin Osmanlı sarayında yaygın şekilde görev almalarının birçok nedeni vardı: Öncelikle kadınlarla cinsel ilişki kuramamaları sebebiyle haremde görev yapmalarında bir sakınca görülmüyordu. Hiçbir zaman çocukları olmayacağı için ve hiç akrabaları da olmadığı için padişah ve saraya olan sadakatlerinden kuşku duyulmuyordu. Hareme gelen bu siyah köleler en aşağı rütbede hizmete başlarlardı. Sonra sırasıyla acemi ağası, nöbet kalfası, ortanca, hasıllı, on ikinci hasıllı, yaylabaşı gulamı, yeni saray baş kapı gulamı olurlar ve en başarılı olanları Kızlar ağası olarak atanırdı. Görevden alındıkları takdirde Mısır'a gönderilerek onlara ömür boyu bir maaş bağlanırdı. Deneb Deneb, Kuğu Takımyıldızı'nda yer alan en parlak yıldız. Deneb, 1.25 görünür büyüklüğüyle gökyüzünün en parlak 19. yıldızıdır. Aynı zamanda, Samanyolu'daki en parlak yıldızlardan biridir. Kuğu Takımyıldızı'nda yer alan Deneb, Lir Takımyıldızı'ndaki Vega ve Kartal Takımyıldızı'ndaki Altair'le birlikte yaz üçgeninin köşelerini oluşturan yıldızlardan biridir. Adı Arapça "kuyruk" anlamına gelen Deneb, Kuğu'nun kuyruğunda yer almaktadır. En iyi görüldüğü zamanlar, Kuğu Takımyıldızı'nın Eylül ayı başlarında akşam göğünde en yüksek konumu aldığı günlerdir. Deneb, Samanyolu'nun en büyük yıldızlarından biridir; eğer Güneş'in yerinde olsaydı, yıldızın yuvarlağı Dünya'nın yörüngesini içine alırdı. Deneb'in kütlesi, Güneş'in kütlesinin 20-25 katı ve çapı Güneş'in çapının 100-200 katıdır. Güneş'ten 265.000 kat parlak olan Deneb, son derece parlak, beyaz renkte bir dev yıldızdır. Spektrum türü A olan beyaz yıldızlar, evrendeki yıldızların yaklaşık %1'ini oluştururlar. Deneb benzeri dev yıldızların parlaklıkları, Güneş'ten ortalama 10.000 kat, kütleleri 10 ile 100 kat, çapları ise 20 ile 1.000 daha fazladır. Bunlar, hemen her spektrum türünde olabilen genç yıldızlardır (Rigel, Betelgeuse, Canopus, Antares gibi). Deneb'in bizden çok uzakta olmasından ötürü, yıldızın gerçek parlaklığı ve evrimsel durumu kesin olarak bilinmemektedir. Ancak, önümüzdeki birkaç milyon yıl içinde patlayacağı (bkz. süpernova) neredeyse kesindir. Deneb, Mars gezegeninin kuzey kutup yıldızıdır. Metal Gear Solid Metal Gear Solid, Metal Gear serisinin üçüncü oyunudur. Önceki oyunlar; "Metal Gear", "Metal Gear 2: Solid Snake"tir. Bu oyundan sonra yapılmış olan Metal Gear oyunları ise "", "Metal Gear Solid 2:Substance", "Metal Gear Solid 3:Snake Eater", "Metal Gear Solid 3: Subsistence", "" ve "Metal Gear Solid: Peace Walker"dir. Metal Gear Solid: Peace Walker, PSP için yapıldı. Metal Gear Solid: Rising isimli bir oyun PS3, Xbox360 ve PC'e çıkmak üzere yapım aşamasındadır. Aynı zamanda Nintendo Gamecube için oyunu çıkarılmıştır ki bu Metal Gear Solid'in grafiklerinin geliştirilmiş versiyonudur. İlk MGS'den çok üstün grafiklere ve efektlere sahiptir. Oyun serisinin senaryosuna katkıda bulunan ve bu oyunların yapımını üstlenen kişi ise Hideo Kojima adlı bir Japon'dur. Aynı zamanda oyunun sanat dehası Yoji Shinkawa'dır. Senaryoyu Hideo Kojima ile birlikte yazmışlardır. Oyunlar Konami firmasının dağıtımcılığında çıkmaktadır. Metal Gear Solid, 30 Temmuz 1998'de PS1 için çıkmıştır. "MGS: The Twin Snakes" ise 2004'te çıkmıştır. Çok yakın bir zamana kadar filmin yapılıp yapılmayacağı tartışılıyordu.Ancak sonunda Metal Gear Solid serisinin yapımcısı Hideo Kojima, Hidechan!Radio'da Hollywood'la anlaşmaya vardıklarını söyledi.Filmin oyuncu kadrosu henüz belli olmasa da bir röportajda Christian Bale, Snake rolünü kendisinin oynayacağını söyledi.Tabii bu bilgi resmi bir kaynaktan duyurulmadığı için herhangi bir kesinlik taşımıyor . Yıl 2005, Snake Alaska'dan Roy Campbell'in gönderdiği askerler tarafından apar topar (ve zorla) getirilmiştir. Albay Campbell Snake'e Fox-Hound'un kontrolden çıkarak tamamiyle bir terörist grup halini aldığını ve Bering Boğazı'ndaki Shadow Moses Adalarındaki bir üssü ele geçirdiklerini, burada (radarlara yakalanmadan) nükleer füze fırlatma kapasitesine sahip bir silahın bulunduğunu (ki bu Metal Gear Rex'tir) söyler. Teröristler eğer istedikleri 1 Trilyon Dolar ve Big Boss'un geninin kendilerine verilmediği takdirde Beyaz Saray'a nükleer bomba fırlatabileceklerini iddia etmektedirler. Snake'in görevi Teröristlerin nükleer bombayı fırlatıp fırlatamayacağını (ki fırlatacaklarsa da durduracaktır) öğrenmek ve DARPA Şefi Donald Anderson ile bu üssün başkanı Kenneth Baker'i kurtarmaktır. Snake'e bu görevde 1999'daki Zanzibar operasyonunda ona yardımcı olmuş (ona göre bir arkadaş) eski Fox-Hound-Operasyon-Şefi ALbay Roy Campbell, Snake'in kullandığı ve işine çok yarayan radarını tasarlayan (aynı zamanda atasözü ve deyimler sözlüğü gibi bir bayandır, oyunu her kaydettiğinizde kendisi size bir adet atasözü ve anlamını söylemektedir) Mei Ling ve birliğe yeni katılmış olan Dr. Naomi eşlik etmektedir. Fox-Hound üyeleri şunlardır: Terörist lideri ve Snake'in ikizi Liquid Snake.Liquid ve Solid Snake kardeşler (Twin Snakes) Dünya'nın görüp görebileceği en müthiş asker olan Big Boss'un genlerinden yapılmışlardır.Liquid,Snake'in genlerini ondan çaldığını iddia etmektedir ve bu yüzden ona bi hayli sinirlidir.Ondan intikamını ancak öldürerek alabileceğini,ancak ruhunun o zaman rahat edebileceğini düşünmektedir. Liquid Snake CIA'da da çalışmış ardından tutuklanmış ve sonrasında affedilip serbest bırakılmış ve bundan sonra da Liquid Fox-Hound'da (Snake'in öldürdüğü) babasının hedefini yeniden gerçekleştirmek amacıyla Shadow Moses adalarındaki üssü basmıştır.Gerçek adı bilinmemekle birlikte bu bilgi Dünya'nın en büyük istihbarat servisleri tarafından bile bilinmemekte olan bir bilgidir. Psycho Mantis,annesi doğum sırasında ölmüş bu yüzden de babası hep onu suçlamıştır içten içe,fakat bunu ona hiç göstermemiştir...Ama o kinetik güçlere sahiptir ve zihinleri okuyabilmektedir.Böylece babasının kendisine beslediği duyguları öğrenmiş ve gücünü hiç iyilik için kullanmamıştır...Uzun süre FBI'da sorgulama uzmanı olarak çalışmış sonrasında Fox-Hound'a katılmıştır. Sniper Wolf,keskin nişancı aynı zamanda da çok hoş bir hanım...(Otacon'un aşık olacağı kadar)Savaş alanında doğmuş ve büyümüş bu yüzden de hayatı savaş demek...Elindeki tüfeği ile hedefini günlerce yemek yemeden ve uyumadan bekleyebilir.Bir kere hedef aldığı kimse ölümden kurtulamamıştır,Solid Snake ve Meryl Silverburgh dışında tabii ki. Vulcan Raven,ağır silah uzmanı,aynı zamanda dev gibi bir cüsseye sahip bir şaman. Revolver Ocelot,revolver çekme,döndürme ve hedef alma konusunda bir numara bir şahsiyet,aynı zamanda sorgulama uzmanı. Decoy Octopus,kılık değiştirme uzmanı,oyunda karşımıza DARPA şefi olarak ortaya çıkıyor. Altın Zincir Altın Zincir, bir Türk rock müzik grubudur. 1972 yılında Adapazarı'nda kurulmuştur. Grup, rock müziğin henüz fazla kabul görmediği bir dönemde, Cream, Beatles, Deep Purple, Led Zeppelin, Ten Years After gibi gruplara ait ünlü parçaların yeni yorumlarından oluşan repertuarları ile bölgesel konserlerde küçük kitlelere hitap etti. 1974 yılında Tansel Demirkan'ın gruptan ayrılması sonrasında Ali Tekin ile çalışmaya başladı. Daha sonraki dönemlerde Tansel Demirkan tekrar grupla çalışmıştır. Bu dönemde Türkçe Rock denemeleri ve önemli stüdyo ka
yıtları yaptı. 1978 yılında Önder Kızmaz'ın da gruba katılması ile üstün bir vokal gücüne ulaştı. 1980 yılından sonra herkesin kendi mesleğinde çalışma isteği nedeniyle grup dağıldı. "Hayat Bu Kadar Kötü Değildir", "Boşvermek", "Hayat Çok Kısa" Türkçe Rock çalışmalarına örnek olarak gösterilebilir. Gary Alan Fine Gary Alan Fine, (d. 11 Mayıs 1950), Amerikalı sosyolog ve yazar. Sembolik etkileşimcilik akımının önde gelenlerindendir. Araştırma alanlarından en önde gelenleri restoranlar, sanat anlayışı ve münazara gruplarıdır. Gary Alan Fine, 11 Mayıs 1950 yılında New York'ta doğdu. Annesi Bernice Estelle Tanz ve babası Bernard David Fine'ın yanında Manhattan'da büyüdü. Öğrenimine Horace Mann Okulunda başlayan Fine, daha sonra Pennsylvania Üniversitesi'nde psikoloji okudu. Eğitiminin bu safhasında, Amerika'nın saygın topluluklarından biri olan Phi Beta Kappa bünyesinde bulundu. Yazar, daha sonra Harvard Üniversitesi'nde sosyal psikoloji konusunda doktora yaptı. 1976 yılında Minnesota Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde yardımcı doçent olarak işe başladı. Kariyerinin belirli zamanlarında değişik üniversitelerde misafir öğretim görevlisi olarak bulundu. Bunlar; 1980 yılında Indiana Üniversitesi, 1985 yılında Şikago Üniversitesi, 1986 yılında Bremen Üniversitesi ve 1988 yılında İzlanda Üniversitesidir. 1990 yılında Georgia Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı oldu ve bu görevini 1993 yılına kadar sürdürdü. Profesör olarak kaldığı Georgia Üniversitesi'nden 1997 yılında ayrılıp, Northwestern Üniversitesine geçti. Kariyeri boyunca çoğu kurumda liderlik görevinde bulundu. 1990 yılında Sembolik Etkileşim Araştırma Topluluğu'nun Başkanlığını yaptı. 1994 ve 1995 yılları arasında, Stanford Üniversitesi'ndeki Davranış Bilimleri İleri Araştırma Merkezi ile çalıştı. 2002 yılında Ortabatı Sosyoloji Topluluğu Başkanlığı'na getirildi. 2003 yılında Uppsala Üniversitesi'nde bulunan İsveç Sosyal Bilimler İleri Araştırma Topluluğu ile çalıştı. 2006 yılı itibarıyla halen Northwestern'daki görevini sürdürmekte olup, New York'ta bulunan Russell Sage Vakfı'nda misafir araştırmacı olarak çalışmaktadır. Susan Hirsig Fine ile evli olan Fine, iki çocuk babasıdır. Gary Alan Fine, 1996 yılında işletmecilikten garsonluğa, bulaşıkçılıktan şefliğe restoran ve yiyecek kültürünü ele aldığı "Kitchens: The Culture of Restaurant Work" (Mutfaklar: Restorancılığın Kültürü) adlı kitabı kaleme almıştır. Kitabında müşterilerin hiçbir zaman fark etmediği, çoğu sosyal çevrelerce hor görülen aşçıları ve yemek endüstrisinde çalışanları incelemiştir. Mutfağın sosyolojisi konusunda değerli eserleri bulunan Yazar, aynı zamanda amatör bağlamda restoran değerlendirmesi de yapmaktadır. 2006 yılı itibarıyla New York'tan yazdığı değerlendirmeleri kendi ağ güncesi Veal Cheeks'ten yayımlamaktadır. Sanat, yazarın kişisel ve akademik ilgi alanlarını buluşturduğu başka bir konudur. "Everyday Genius" adlı kitabını hazırlarken Art Brut akımını takip eden çoğu sanatçıyla tanışmıştır. Çalışmaları süresince bu çevrede tanınan Henry Darger, Bill Traylor, Edgar Tolson, Thornton Dial, Lonnie Holley, Martin Ramirez, Sam Doyle ve Howard Finster gibi sanatçıları incelemiştir. Kendisi de Art Brut'nun bir seveni olan Fine, Georgia'da yaşadığı süre boyunca Atlanta'da bulunan Nexus Modern Sanatlar Merkezi ve High Sanat Müzesi ile ilgilenmiştir. Yazarın "Gifted Tongues: High School Debate and Adolescent Culture" Amerika'da hayli popüler olan okul münazaralarını anlatır. Fine, kitabını hazırlarken Minnesota'daki okul münazara takımlarını gözlemlemiştir. Yazarın çocuk beyzbol liglerini gözlemlediği "With The Boys" kitabı 1988 yılında Amerikan Folklörü Topluluğu'nun Çocuk kültürü dalındaki Opie ödülüne layık görülmüştür. Yazar, ayrıca mantar toplayıcıları, şehir efsaneleri, söylenti ve dedikoduların yayılması ve FRP oyuncuları hakkında çalışmalarda bulunmuştur. Paul Auster Paul Auster (3 Şubat 1947, Newark, New Jersey) Amerikalı roman yazarı, şair ve senarist. Paul Auster, 1947 yılında ABD'nin New Jersey kentinde doğdu. Columbia Üniversitesi'nde İngiliz, Fransız ve İtalyan edebiyatı üzerine eğitim alan, 1971-1974 yılları arasında Fransa'da yaşayan ve geleneksel kitap konularının dışına yüksek bir başarıyla çıkıp, yaratıcılığın sınırlarını genişletebilmiş olan Auster'in başlıca yapıtları arasında "New York Üçlemesi", "Yalnızlığın Keşfi", "Yanılsamalar Kitabı", "Kırmızı Defter", "Leviathan", "Kehanet Gecesi", "Duman", "Görünmeyen", "Yükseklik Korkusu", "Yazı Odasında Yolculuklar", "Karanlıktaki Adam" bulunuyor. Auster'in yazarlığa ilk başladığı yıllardaki sıkıntılı günlerinde Paul Benjamin imzasıyla yayınladığı bir de polisiye romanı vardır. Bu roman yazarın otobiyografik romanı 'Cebi Delik' in eki olarak yayınlanmıştır. Can Yayınları tarafından Seçkin Selvi' nin çevirisiyle 'Köşeye Kıstırmak' adı ile 2000 yılında Türkçeye kazandırılmıştır. 2006 yılında İspanya'nın saygın ödüllerinden olan Asturias Ödülü'nü edebiyat dalında Paul Auster kazandı. 26'ncısı düzenlenen “Asturias Prensi” ödüllerinde, aralarında Orhan Pamuk 'un da yer aldığı 18 ülkeden 26 yazar edebiyat dalında aday gösterilmişti. Yazarın Duman (Smoke) ve Surat Mosmor (Blue in the Face) isimli senaryoları ünlü yönetmen Wayne Wang tarafından filme çekilmiştir. Daha sonra Lulu On The Bridge ( Lulu Köprüde) İsimli kitabını da kendisi filme çekmiş, hem senarist hem de yönetmen olarak yapıtın tüm aşamalarında bulunmuştur. Film hakkında yaptığı bir söyleşide kendi yazma biçimi üzerine konuşurken Peter Brook'un bir röportajından alıntı yaparak işlerinde mitlerin uzaklığıyla gündelik yaşamın sadeliğini kaynaştırmaya çalıştığını söylemiştir. Theophrastus Theophrastus (MÖ 370 - MÖ 287 yaklaşık) Midilli adasında doğmuş, oradan Atina'ya geçerek çalışmalarını burada yürütmüştür. Aristoteles'in halefi olan Theophrastos, Aristoteles'in ölümünden sonra, Akademi'nin başına geçmiştir. Onun gibi sistemci olmaktan ziyade bir gözlemci ve koleksiyoncu olarak bilinir. Daha çok botanik dalında önemli saptamalar yapan bir doğabilimci, felsefeci, morfoloji bilgisi çok fazla olan Theophrastus'un 500'e yakın bitkinin morfolojik özellliklerini birçoğunu da resimleyerek ortaya koymuş ve Atina'da bir botanik bahçesinde tıbbi bitkileri yetiştirmiştir. Aristoteles'in hayvanlar dünyasıyla ilgili sınıflamasını, bitkileri de kapsayacak şekilde genişletmiştir. Theophrastos, hipotetik ve ayrık tasımların formüllerini de vererek, mantık alanına da önemli katkılar yapmış olduğu için, bir yandan da Stoacı ve Epikürosçuluğa çıkan yolu hazırlamış biri olarak görülür. Theophrastus bitkilerin dış görünüşüne bakarak ot, çalı, yarı çalı kavramını ortaya atmıştır. Botanikte kullandığı bazı terimler hala kullanılmaktadır (Vessel = kanal, karpos = meyve). Theophrastus bitkileri tek çenekli (monokotiledon) ve çift çenekli (dikotiledon) olarak da ayırmıştır. Çiçeklerin tozlaşma biyolojisinde erkek ve dişi bireylerin bir araya gelmeden tozlaşmanın oluşamayacağını söylemiştir. Theophrastus botaniğin babası olarak kabul edilir. Myra şehrinde ölmüştür. Myra'da bir zehirli hayvanın ısırmasıyla öldü. Balmaceda Buzulu Balmaceda Buzulu, Şili'nin Patagonya topraklarında bir buzul. Punta Arenas'ın 247 km kuzeyindeki Puerto Natales şehri yakınlarındaki Ultima Esperanza ("son umut") fiyortu üzerinde bulunur. Buzula fiyort üzerinden tekne yolculuğu ile ulaşılır. Buzul, Bernardo O'Higgins Milli Parkı'nda bulunan 2.035 m. yükseklikteki Balmaceda Dağı'ndan aşağıya, "Ultima Esperanza" fiyortuna iner. 1980'li yıllarda deniz seviyesinde olan buzulun ayağı günümüzde küresel ısınma etkisiyle yükseklere çekilmiştir. Mihrimah Sultan Mihrimah Sultan (d. 1522, İstanbul - ö. 25 Ocak 1578, İstanbul), Osmanlı padişahı I. Süleyman ile eşi Hürrem Sultan'ın kızı. 1522'de, Osmanlı padişahı I. Süleyman ile eşi Hürrem Sultan'ın Mehmed'den sonraki ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Mihrimah Sultan'ın doğumundan 2 yıl sonra da Hürrem Sultan, I. Süleyman'ın ölümünden sonra yerine geçecek olan diğer çocuğu II. Selim'i dünyaya getirdi. 1539'da 17 yaşındayken Diyarbekir Beylerbeyi Rüstem Paşa ile evlendirildi. Düğün töreni iki küçük erkek kardeşi Bayezid ve Cihangir'in sünnet düğünüyle birlikte At Meydanı'nda şölenlerle kutlandı. Rüstem Paşa bu evlilikten sonra sadrazam oldu ve 1544-1561 yılları arasında 2 yıllık bir süre hariç kesintisiz sadrazamlık yaptı. Bu evlilikten 1541'de bir kız çocukları dünyaya geldi.Daha sonra 1545'te Murat beyi,1547 de Mehmet beyi dünyaya getirdi. Mihrimah Sultan yaşamı boyunca devlet işlerinde çok söz sahibi oldu. Babasını Malta'ya sefer düzenlemeye ikna etmek için kendi parasıyla 400 gemi yaptıracağına söz verdiği bile söylenir. Annesi Hürrem Sultan gibi Lehistan kralı II. Zygmunt August'la yazışmalar yaptı. Çok büyük bir servet sahibi oldu. 1540-1548 yılları arasında Mimar Sinan İstanbul'un Üsküdar ilçesinde cami Üsküdar İskele Camii, medrese, ilkokul ve hastaneden oluşan büyük bir külliye yaptı. Ayrıca 1562-1565 yılları arasında yine Mimar Sinan İstanbul'un Edirnekapı semtinde cami, çeşme, hamam ve medreseden oluşan Mihrimah Sultan Camii ve külliyesini yaptı. Annesi 1558'de öldükten sonra babasına annesinin oynadığı danışmanlık rolünü oynadı. 1566'da babası öldükten sonra yerine geçen erkek kardeşi II. Selim'in saltanatı boyunca da danışmanlığını sürdürdü. Anneleri Hürrem Sultan ölmüş olduğu için kardeşi için adeta bir Valide Sultan rolünü oynadı. Mihrimah Sultan 1578'de yeğeni (erkek kardeşinin oğlu) III. Murat'ın saltanatı sırasında öldü ve babası I. Süleyman'ın Süleymaniye Camii'ndeki türbesinde babasının yanı başında gömüldü. 2003 yapımlı Hürrem Sultan adlı televizyon dizisinde Özlem Çınar tarafından canlandırılırken, 2011-2014 yılları arasında yayınlanan Muhteşem Yüzyıl dizisinde Pelin Karahan tarafından canlandırılmıştır. Edirnekapı Edirnekapı İstanbul'un en tanınan semtlerinden biridir. Fatih İlçesi sınırları içerisindedir. İstanbul'un sur kapılarından birini oluşturur. Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan'ın isteğ
iyle Mimar Sinan tarafından yapılan Mihrimah Sultan Camii burada yer alır. Lykurgos Lykurgos, ne zaman yaşadığı tam olarak bilinemeyen Sparta kralıdır. İlk çağlardaki sosyalizmi kurmaya çalışması, bunun için ortak yemek sofraları gibi araçları da kullanmış olması hakkında bilinenlerdir.* J.J. Rousseau Toplum Sözleşmesi'nde O'ndan bahsederken; "Lykurghos vatanı için yasalar yaparken işe önce krallıktan vazgeçmele başladı" demektedir. Rousseau'nun bu gönderimi O'nun ülkesine adil ve tarafsız yasalar yapmak için kendi yönetme hakkını bir kenara bıraktığını göstermektedir. Zaten Rousseau da bu örneği, yasa yapanlar yönetmemelidir, yönetenler de yasa yapmamalıdır görüşünü ileri sürerken vermektedir (J.J.R., Toplum Sözleşmesi, 2008, Say Yayınları, s: 94-95). “ Sparta efsanevi kurucu Krallarından olan Lykurgus toplum düzeninde eşitlikçi neredeyse ütopik sosyalizmin bayrağı gibiydi. Toplumda yerleştirmeye çalıştığı eşitlikçi düzende paranın zararlı olacağını düşünerek demirden öylesine ağır bir para bastırmış ki ne taşınır ne saklanırdı. Amacı insanları paradan soğutmak olan Kral Lykurgus önce gümüş ve altın paraları tedavülden kaldırarak bu taşınamaz ve saklanamaz parayı dolaşıma soktu. Bu paranın büyüklüğünle alakalı olmayan çok az alım gücü nedeniyle kimse ona sahip olmak istemeyecek toplum da rüşvet, dolandırıcılık, eşkıyalık, lüks düşkünlüğü gibi dertlere yakalanmayacaktı. “ (Dünya Tarihi 2. Kitap / Arda-Evin Kısakürek) Plutarkhos, "Lykurgos'un hayatı" adlı eserinin ("çev: S.Eyuboğlu, V. Günyol-Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2002") giriş cümlesinde "Yasacı Lykurgos hakkında su götürmez bir gerçek söylenemez" ifadesini kullanmıştır. Göcek, Fethiye Göcek, Muğla (ili)'nde Fethiye ilçesine bağlı bir mahalledir. Göcek Mahallesi, Fethiye İlçesi'nin batısında ve Dalaman İlçesi ile sınırında bulunmaktadır. Batısı Akdeniz, kuzey batısı Dalaman İlçesi, kuzeyi Gökçeovacık Mahallesi ve doğusunda İnlice Mahallesi bulunmaktadır. Göcek Belediyesi, 30 Mart 2014 tarihi itibarı ile Fethiye'ye bağlanıp mahalle olmuştur. Adını yöre halkının göç zamanını hadi göçek şeklinde haberleşmesi sonucu zamanla alındığı rivayet edilir. T.C. Dahiliye Vekâleti, son taksimatı mülkiyede köylerimizin adları Ankara 1928 dizelgesinde KÖYCEK İSKELESİ olarak geçmektedir. Komşu köy Gökçeovacık, KÖYCEK OVASI olarak geçmektedir. Mahallemiz, Muğla - Fethiye yolu üzerindedir. 2006 yılına kadar Dalaman dan sonra bölgeye ulaşmak için oldukça dar ve virajlı bir karayolunu geçmek gerekmekteydi. 2006 Haziran ayında hizmete giren 980 metre uzunluğundaki Dalaman tüneli ile ulaşım son derece kolaylaşmıştır. Ayrıca bu tünel Türkiye'de yap-işlet-devret modeli ile yapılan ilk tünel olup geçiş ücretlidir.Zamanın Muğla milletvekili Hasan özyer in ısrarla üzerinde durması ve bizzat gayretleri neticesi göcek tüneli kısa zamanda bitirilerek adeta göceğe hayat vermiştir.Fethiye,dalaman, göcek bundan çok şey kazanmıştır.Yöreye son 50 yılda yapılan en büyük yatırım göcek tünelidir. Yerleşik nüfusu 6.590 'dır. Yaz aylarında bu sayı 9,000 inin üzerine çıktığı düşünülmektedir. Mavi Yolculuk çıkış ve bitiş noktası olarak yoğun yat trafiğine sahiptir. Özellikle uluslararası sulardan gelen uzun yol gezginleri için kapalı körfezi ile sakin ve güvenli bir limandır. Temiz Akdeniz suları , yemyeşil çam ormanları ve plajları ile saklı bir cennet kabul edilen Koyları ve adaları ile deniz yolcuları için vazgeçilmez bir rota haline getirmiştir. Tatil amacı ile karayolu ile gelen yerli ve yabancı turistlere hizmet verecek kapasitede kaliteli konaklama birimleri, günübirlik tekne turu hizmeti veren eğlenceli sahili ve yakın mesafelerdeki birçok plaj ve koyu ile tatilciler için değişik bir alternatiftir. GYC tarafından her yıl 19 Mayıs ve 10 Kasım haftasında düzenlenen iki ayrı Regatta (yelken yarışı) yapılmaktadır. Yerli ve yabancı çok sayıda katılımcının yer aldığı yarışlar beldeye renk ve popülarite katmaktadır. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı (23 Nisan) kutlamalarıda şenlik havasına dönüşerek yıllar içerisinde kalıcı bir düzenleme haline gelmiştir. Her yıl 23 Nisan kutlamalarındaki etkinliklere katılmak ve izlemek amacı ile çevre beldelerden ziyaretçiler gelmekte. Karayolu ile gelen ziyaretçilerin geceleyebileceği her standarda uygun Oteller, Apart Oteller, Pansiyonlar vardır. Bunun yanı sıra, sahil boyunca ve çarşı içinde çok sayıda restoran, cafe ve bar bulunmaktadır. Bölgemizin bir başka şanslı tarafı ise yine özel arabayla veya otobüs ve dolmuşla Sarıgerme, Ölüdeniz, Dalyan gibi ören yerlerine 30 dakika ile 45 dakika arasında ulaşabilmesidir. 1999 yılından itibaren, Ekin (Kültür) ve Gezim(Turizm) Derneği'nin katkılarıyla her 23 Nisan'da 23 Nisan Çocuk Şenliği ve İlkbahar sonunda Yayla Yürüyüşü ve Sonbahar başlangıcında Yayla Dönüşü etkinlikleri düzenlenmektedir. Beldede büyük ve uluslararası yat gezimi açısından önem arzeden altı adet yat limanı bulunmaktadır. Beldenin en önemli özelliği son derece korunaklı ve geniş bir körfez içerisinde yer alan ada ve koyları bünyesinde barındırmasıdır. Bunların doğal sonucu olarak gelişmiş bir yat gezimi gizli gücüne sahiptir. Yat Limanları Göcek beldesi Özel Çevre Koruma bölgesinde kaldığından dolayı, çok katlı inşaat izni olmaması sebebi ile konaklamak için 2 katlı otel, motel, apart ve pansiyonlar bulunmaktadır. Bir turizm beldesinin sahip olması gereken tüm alt yapı, donanım ve mekanlara sahip olan Göcek'in en önemli özelliği alışıla gelmiş tatil beldelerine göre sakin ve huzurlu bir yer olmasıdır. Göcek'te, Deniz Temiz İlköğretim Okulu ve Süleyman Şatır Anadolu Lisesi olmak üzere iki adet eğitim kurumu vardır. Muğla veya Fethiye üzerinden Otobüs veya dolmuş ile kendi aracınız ile tekne yat v.b. deniz ulaşımı ile Dalaman Havaalanı aracılığı ile uçakla gidilir. 2006 yılında tamamlanan Göcek tüneli sayesinde, Göcek ile Dalaman Havaalanı arası 22 km den 18 km ye inmiştir.. Sinyal boğucu Sinyal boğucu ("Sinyal karıştırıcı, Sinyal bozucu, jammer"), bir alıcı-vericı sistemde aradaki iletişim ortamını bozmaya yarayan alete denir. Genellikle alıcıyı "(çoğunlukla radyo)" hedefleyen kuvvetli bir vericidir. Sinyalin taşınma şekli en sık elektromanyetik dalga olmak üzere ses, ışık (UV'ten IR'de kadar) de olabilir. Alıcının duyarlı olduğu band aralığında yüksek güçte sinyal yayınını yaparak alıcının giriş katının tüm band için baskılanmasını sağlar ve alıcıyı "sağırlaştırır". Sinyal boğucu, alıcıda seçicilik ve duyarlılık özelliklerini hedef alır. Q faktörü yüksek alıcılar, bu tür engellemelere karşı daha dirençlidirler. Pratik uygulamaları oldukça fazladır: Yuhanna Yuhanna (Yunanca: Ἰωάννης υἱὸς (ya da ὁ) τοῦ Ζεβεδαίου, Latince: Iohannes Zebedaei), Hristiyanlık inancına göre İsa'nın 12 havarisinden biridir. Aslen Yahudi olan Yuhanna'nın, Yuhanna İncili'nin yazarı olduğu düşünülmektedir. (bkz. Yuhanna İncili'nin Yazarı) Bu kitap dışında, Yuhanna'nın 1., 2. ve 3. mektupları ve Vahiy (Yuhanna'nın Vahyi), Yuhanna'nın kaleme aldığına inanılan Yeni Antlaşma kitaplarındandır. Zebedi'nin oğlu olduğu bilinen Yuhanna'nın Efes'te öldüğüne inanılıyor. Yuhanna İncili'nde ismen verilmese de İsa'nın sevdiği bir öğrenciden bahsedilir. (Yuhanna 13:23, 19:26, 21:20) İncilin sonunda bu sevilen öğrencinin incilin yazarı olduğu bildirilir. (Yuhanna 21:20) Ancak incilin sevilen havariyi ismen belirtmemesinden ötürü İncil yazarı Yuhanna'nın bu sevilen öğrenci olup olmadığı tartışmalıdır. Yusuf Yusuf (Arapça: يوسف/Yusuf, İbranice: יוֹסֵף/Yosef), İbrani din büyüğü ve atası. Yakup'un (İsrail) on iki oğlundan en küçüğünün (Bünyamin) bir büyüğüdür. İsrailoğullarını meydana getiren on iki boydan birinin başıdır. Büyükbabası İshak, büyük-büyükbabası İbrahim'dir. Yakup'un en sevgili eşinden olan en sevgili oğludur. Tanah'a göre Yakup tarafından Yusuf'a rengarenk bir kaftan hediye edilmiştir. Yusuf'a Tanrı tarafından rüyaları yorumlama ilmi bahşedilmiştir. Kıskanç ağabeyleri tarafından önce kuyuya atılmış, sonra Mısırlılara köle olarak satılmıştır. Musevi ve İslami kaynaklardaki Yusuf bahsi büyük benzerlik göstermektedir. Hristiyanlıktaki Yosef bahsi Musevilikteki ile aynıdır. Tanah ve Eski Ahit'in Yaratılış (Tekvin) kısmı ile Kur'an'da Yusuf Suresi'nde yaşam hikâyesi anlatılır. İslamiyete göre peygamberdir. Yusuf'un hikâyesi Musevi dini kitabı Tanah'ın Tevrat (Tora) bölümünün Yaratılış kısmında (37. bölümde) anlatılır. Yaratılış kısmı Eski Ahit'te de bulunduğu için Yusuf bahsi Hristiyanlıkta Musevilikteki ile aynıdır. Yusuf doğmadan uzun yıllar önce babası Yakup ikizkardeşi Esav'ı ve babası İshak'ı kandırarak, âmâ olan babasının kardeşi yerine kendisini kutsamasını sağladı. Durum ortaya çıkınca Esav'ın kendisini öldürmesinden korkarak Kenan Ülkesi'ni terketti ve Harran'a, dayısının yanına geldi. Dayısı Lavan'ın yanında çoban olarak çalışmaya başladı. Dayısının Lea ve Rahel adında iki kızı vardı. Yakup Rahel'e aşık oldu. Karşılığında her bir kız için yedişer yıl çalışmak koşuluyla dayısı iki kızını da Yakup'a verdi. Yakup'un Lea'dan Ruben, Şimon, Levi, Yahuda, İssakar ve Zevulun isimlerinde altı oğlu oldu. Sevgili eşi Rahel kısırdı. Rahel'in cariyesi Bilha'dan Dan ve Naftali isimlerinde iki oğlu oldu. Lea'nın cariyesi Zilpa'dan Gad ve Aşer isimlerinde iki oğlu oldu. Tanrı Rahel'in dualarını kabul etti ve kısır olduğu halde Yusuf'u doğurdu. 20 yıl çalıştıktan sonra Yakup mallarını ve ailesini alarak dayısının yanından kaçtı. Kenan Ülkesi'ne dönerken Tanrı ile güreşti ve İsrail ismini aldı. Geri döndüğünde kardeşi Esav onu affetti. Burada Rahel bir oğul daha doğurdu ve doğum esnasında hayatını kaybetti. En küçük oğlunun adını Benyamin koydu. Böylece Yakup'un ileride İsrailoğulları'nı meydana getirecek olan 12 tane oğlu olmuş oldu. Yusuf doğduğunda Yakup oldukça yaşlıydı. Ağabeylerinden çok küçük olan Yusuf'a özel bir düşkünlüğü vardı. Yusuf'a upuzun, rengarenk bir kaftan yaptırmıştı. Ağabeyleri Yusuf'u çok kıskanıyorlardı. Bu nedenle ona kötü davranıyorlardı. Yusuf on yedi yaşına girdi. Ağabeyleri ile birlikte bab
asının sürülerini güdüyor, ağabeylerinin yaptıklarını babasına anlatıyordu. Yusuf bir gün bir rüya gördü. Rüyasında kardeşleri ile birlikte tarlada demet bağlıyordu. Birden Yusuf'un demeti ayağa dikildi ve kardeşlerinin demetleri Yusuf'unkinin önünde eğildiler. Yusuf bu rüyayı anlattığında kardeşleri ondan daha çok nefret ettiler. Yusuf bir rüya daha gördü. Bu rüyasında Güneş, Ay ve on bir yıldız önünde eğildiler. Bu rüyayı anlattığında babası onu "Ben, annen, kardeşlerin gelip önünde yere mi eğileceğiz yani?" diyerek azarladı. Kardeşlerinin Yusuf'u kıskanması babası İsrail'in de aklına takılmıştı ancak bu konuda bir şey yapmadı. Kardeşleri Dotan'a sürüleri otlatmaya gittikleri bir gün Yusuf'u öldürme planları yaptılar. Babaları Yusuf'u arkalarından yanlarına gönderdi. Ağabeylerinin ne yaptıklarını kendisine anlatmasını tembihledi. Ağabeyi Ruben Yusuf'a kıyamadı ve onu ıssız bir yerdeki susuz kuyuya atmalarını tavsiye etti. Sonradan gidip onu kurtarmayı planlıyordu. Bu plan diğerlerinin aklına yattı. Renkli kaftanını çıkarıp Yusuf'u kuyuya attılar ve yemeğe oturdular. Bir süre sonra Mısır'a giden bir Midyan ticaret kervanı gördüler. Yehuda, ""Yusuf ne de olsa kardeşimizdir, canına kıymayalım. Gelin onu İsmailoğulları'na satalım"", dedi. Yusuf'u kuyudan çekip çıkardılar ve yirmi gümüşe Medyen'li İsmailoğulları'na sattılar. Elbisesini de kana bulayıp babalarına getirdiler ve ""Bak bunu bulduk"" dediler. Yakup Yusuf'u vahşi bir hayvanın parçaladığını düşündü ve günlerce ağlayarak yas tuttu. Elbiselerini parçalayarak beline çul sardı. Oğulları ve kızları denedilerse de onu avutamadılar. Bu arada Medyenliler de, Yusuf'u Mısır'da firavunun bir görevlisine, muhafız birliği komutanı Potifar'a sattılar. Yusuf efendisi Potifar'ın evinde kalıyordu. Yaptığı her işte başarılı oluyordu. Potifar'ın evinin de bereketi artmıştı. Muhafız komutanı Potifar Yusuf'un tanrının özel bir kulu olduğunu düşündü. Onu malikanesindeki her şeyden sorumlu kıldı. Yusuf oldukça yakışıklı bir genç olmuştu. Efendisinin eşi Yusuf'a göz koydu ve onunla beraber olmak istedi. Yusuf kendisine bunca iyilik yapan efendisine bu kötülüğü yapmayacağını ve tanrının buyruğuna karşı gelmeyeceğini söyleyerek karşı çıktı. Kadın elbisesini tutunca Yusuf elbiseyi bırakarak odadan çıktı. Kadın Yusuf'un kendisiyle yatmaya çalıştığını, çığlık atınca da elbisesini bırakıp kaçtığını söyleyerek iftira attı. Efendisi Yusuf'u zindana attırdı. Zindancıbaşı Yusuf'tan hoşnut kaldı ve onu diğer tutukluların başı yaptı. Zindancıbaşı her türlü sorumluluğu Yusuf'a verdi. Yusuf tanrının izni ile her şeyde başarılı oluyordu. Bir süre sonra Firavun'u kızdıran sarayın baş sakisi ve fırıncıbaşısı zindana atıldılar. Yusuf onların hizmetine verildi. Her ikisinin de keyifsiz olduğu bir gün Yusuf nedenini sordu. İkisi de bir önceki gece birer rüya gördüklerini ve yorumlayacak kimse olmadığını söylediler. Yusuf, ""yorum tanrıya özgüdür"" dedi ve rüyalarını anlatmalarını istedi. Baş saki rüyasında üç asma çubuğu gördüğünü, tomurcuklar açar açmaz salkım salkım üzüm verdiklerini, üzümleri firavunun kasesine sıktığını ve firavuna sunduğunu gördüğünü söyledi. Yusuf baş sakinin üç gün içerisinde zindandan kurtulacağını ve eski görevine iade edileceğini söyledi. Sakinin kurtulduktan sonra kendisini unutmamasını ve yardım etmesini istedi. Haksız yere ülkesinden uzaklaştırıldığını ve zindana düştüğünü söyledi. Fırıncıbaşının rüyası ise şöyleydi: Fırıncıbaşı başının üstünde üç sepet beyaz ekmek taşıyordu. En üstteki sepette firavun için pişirilmiş pastalar vardı. Kuşlar sepetteki pastaları yiyorlardı. Yusuf fırıncıbaşıya üç gün içerisinde asılacağını ve başının etini kuşların yiyeceğini söyledi. Üç gün sonra Firavun'un doğumgünü partisi vardı. Firavun baş sakiyi affetti ve görevine iade etti, fırıncıbaşıyı ise astırdı. Ancak baş saki Yusuf'un kendisine yardım etmesi konusunda söylediklerini anımsamadı. Yusuf zindanda 7 yıl daha geçirdi. Tam 7 yıl sonra firavun bir düş gördü. Rüyasında Nil Nehri'nin kıyısında duruyordu. Irmaktan güzel ve semiz yedi inek çıktı. Sazlar arasında otlamaya başladılar. Sonra yedi çirkin ve cılız inek çıktı. Irmağın kıyısında öbür ineklerin yanında durdular. Çirkin ve cılız inekler güzel ve semiz yedi ineği yiyince, firavun uyandı. Yine uykuya daldı, bu kez başka bir düş gördü. Bir sapın ucunda yedi güzel ve dolgun başak bitti. Sonra, cılız ve doğu rüzgarıyla kavrulmuş yedi başak daha bitti. Cılız başaklar, yedi güzel ve dolgun başağı yuttular. Firavun uyandığında çok kaygılandı. Mısır'daki tüm bilge ve büyücüleri çağırdı ancak kimse düşü yorumlayamadı. Birden baş saki Yusuf'u hatırladı ve zindanda başlarından geçenleri firavuna anlattı. Firavun Yusuf'u huzuruna çağırttı ve rüyasını yorumlamasını emretti. Yusuf yedi yıl bolluk olacağını, yedi yıl ise çok şiddetli bir kıtlık olacağını söyledi. Bolluk süresince ülkedeki ürünlerin beştebirini depolamasını tavsiye etti. Benzer rüyaların iki kere görünmesinin ise tanrının kesin kararını verdiğinin ve en kısa zamanda uygulamaya geçeceğinin göstergesi olduğunu söyledi. Bilgili bir adam bulup Mısır'ın başına geçirmesini tavsiye etti. Yusuf'un söylediklerinden çok etkilenen ve onun bilgeliğine hayran kalan Firavun IV.Amenhotep, mühür yüzüğünü parmağından çıkarıp Yusuf'un eline taktı. Adını Safenat-Paneah (Zafenadpena) olarak değiştirdi. Onu tüm Mısır'a ve saraya hükümdar atadı. Yusuf hükümdar olduğunda 30 yaşındaydı. Yusuf Mısır'da Firavun'dan sonra ikinci adam oldu. Kıtlık yılları gelmeden önce toplayabildiği kadar tahıl toplayıp depoladı. On kentinin kahini Potifera'ın kızı Asenat ile evlendi. Asenat'tan Manaşşe ve Efrayim isminde iki oğlu oldu. Yedi yıllık bolluk sona erince şiddetli bir kıtlık baş gösterdi. Kıtlık civar ülkelere de yayıldı. Herkes Yusuf'tan buğday satın almaya başladı. Yusuf'un babası Yakup'ta on oğlunu Mısır'a tahıl satın almaya gönderdi. En küçük oğlu Bünyamin'i, Yusuf gibi başına bir şeyler gelmesinden korktuğu için göndermedi. Yusuf ağabeylerini tanıdı ancak onlar Yusuf'u tanımadılar. Yusuf onlara bir oyun oynamaya karar verdi. Mısır'a casusluk amacıyla geldiklerini iddia etti ve hayat hikâyelerini anlattırdı. Ağabeyleri Bünyamin'den bahsedince, onu da getirmelerini emretti. Ağabeyleri bu başlarına gelenlerin Yusuf'a yaptıklarının cezası olduğunu düşündüler. Kendi aralarında İbranice konuşurlarken Mısır'lı zannettikleri Yusuf'un onları anladığını bilmiyorlardı. Yusuf Ağabeyi Şimon'u tutsak olarak bırakmalarını söyledi ve diğerlerini tahıl vererek geri gönderdi. Tahıl için verdikleri paralarını da gizlice tahılların arasına saklattı. Ağabeyleri ayrılınca bir kenarda gizlice ağladı. Yolda paraları bulan ağabeylerinin korkusu bir kat daha arttı. Eve varınca Yakup'a Mısır hükümdarının Bünyamin'i de görmek istediğini söylediler. Yakup bu fikre şiddetle karşı çıktı. Önce Yusuf'u sonra Şimon'u kaybettiğini, şimdi de Bünyamin'i kaybedeceğini söyledi. Ancak kıtlık iyice şiddetlenince onları tahıl almaları için yeniden göndermeye karar verdi ve gönülsüz olarak Bünyamin'i de götürmelerine razı oldu. Yanlarına ülkenin en iyi ürünlerinden hediye paketleri verdi. Torbalarda buldukları parayı geri götürmelerini söyledi. Yeni alacakları tahıl için de iki kat para verdi. Tanrı'dan Mısır'ın hükümdarına merhamet vermesini diledi. Kardeşleri Yusuf'u görünce önünde yerlere kapandılar. Yusuf onları yemeğe davet etti. Kendisiyle aynı anneden olma küçük Bünyamin'i görmek çok dokunmuştu. Odadan çıkıp gizlice ağladı. Yemek esnasında kardeşleri Yusuf'un karşısında büyükten küçüğe sıralandılar. Normalde Yusuf'la beraber yemek yiyen Mısır'lı heyete ayrıca servis yapıldı zira Mısırlılar İbrani'lerle beraber yemek yemeyi iğrenç buluyorlardı. Yemekte Bünyamin'e diğerlerinden beş kat fazla yiyecek servisi yapıldı. Ertesi gün kardeşlerinin torbalarına tahıl doldurttu. Bünyamin'in torbasına ise şarap içmekte ve fal bakmakta kullandığı gümüş kasesini ve tahılın parasını saklattı. Kardeşleri yola çıktıklarında kahyasını gönderip onları durdurttu ve hırsızlıkla itham etti. Kardeşleri hırsız aralarından biri ise onu öldürmelerini, diğerlerini köle almasını söylediler. Yusuf bunun yerine hırsızı köle alacağını, diğerlerini salacağını söyledi. Torbalar aranınca kase ve paralar Bünyamin'in torbasında çıktı. Yehuda, Bünyamin yerine kendisini köle olarak alması için Yusuf'a yalvardı. Yaşlı babalarının Yusuf'tan sonra Bünyamin'in de acısına dayanamayacağını söyledi. Yusuf huzurundaki Mısırlıları odadan çıkardı. Kardeşlerinin önünde hıçkıra hıçkıra ağladı ve yıllar önce köle olarak sattıkları Yusuf olduğunu söyledi. Yusuf'un kardeşleri ile bir araya geldiğini duyan firavun çok sevindi ve Yusuf'a tüm ailesini Mısır'a getirmesini, onlara Mısır'ın en güzel yerlerini vereceğini söyledi. Yusuf yanlarına elbise, para ve tahıl vererek kardeşlerini ülkelerine geri yolladı. Babasını da alıp gelmelerini söyledi. Kardeşleri eve dönüp olanları Yakup'a anlattılar. Gece rüyasında Tanrı Yakup'a ""Mısır'a gitmekten çekinme. Soyunu orada büyük bir ulus yapacağım. Seninle birlikte Mısır'a gelecek, soyunu bu ülkeye geri getireceğim. Senin gözlerini Yusuf'un elleri kapayacak,"" dedi. Yakup, tüm ailesi ve tüm malları ile Yusuf'un gönderdiği arabalara binerek Mısır'a göçtü. Oğullarının eşleri hariç toplam 70 kişiydiler. Yusuf Firavun'a hayvancılık yaptıklarını söylemelerini öğütledi. Yusuf malları ile birlikte geldiklerini söyledi, bu sayede Goşen'e yerleşebileceklerini ümit ediyordu. Zira Mısır'lılar çobanlardan iğrenirlerdi. Firavun onları ülkenin en iyi yerine, Goşen'deki Ramses bölgesine yerleştirdi. Aralarından becerikli olanları da sarayın sürülerinden sorumlu yaptı. Bu sırada Yakup 130 yaşındaydı. Kıtlık iyice şiddetlendi. Halk elinde avucunda ne varsa Yusuf'a getirip tahıl yiyecek satın alıyordu. Zamanla halkta para kalmadı. Yusuf halka hayvanları karşılığında yiyecek vermeye başladı. Hayvanlar da bitince arazileri karşılığında yiyecek vermeye başladı. Yusuf babası Yakup'un hastalandığını duydu. Oğullarını alarak babasının yanına gitti. Ya
kup, "Atalarım İbrahim'in, İshak'ın hizmet ettiği, Bugüne dek yaşamım boyunca bana çobanlık eden Tanrı, beni bütün kötülüklerden kurtaran melek bu gençleri kutsasın! Adım ve atalarım İbrahim'le İshak'ın adları bu gençlerle yaşasın! Yeryüzünde çoğaldıkça çoğalsınlar.›› diyerek torunlarını kutsadı. Ancak sağ elini Manaşşe yerine küçük olan Efrayim'in başına koydu. Yusuf babasını uyarınca Yakup, durumun farkında olduğunu ancak Efrayim'den daha büyük bir halk olacağını söyledi. Böylece Efrayim'i Manaşşe'nin önüne geçirmiş oldu. Yakup daha sonra oğullarına son sözlerini söyledi ve 147 yaşında öldü. Vasiyeti üzerine Kenan ülkesinde toprağa verildi. Babaları İsrail ölünce Yusuf'un kardeşlerini bir korku sardı. Daha önce yaptıkları kötülük nedeniyle kendilerinden intikam almasından korkuyorlardı. Bu nedenle İsrail'in ölmeden önce Yusuf'tan kardeşlerini affetmesini istediği yalanını uydurdular. Yusuf gönüllerini ferah tutmalarını söyledi. Yusuf, "Korkmayın. Ben Tanrı mıyım? Siz bana kötülük düşündünüz, ama Tanrı bugün olduğu gibi birçok halkın yaşamını korumak için o kötülüğü iyiliğe çevirdi. Korkmanıza gerek yok, size de çocuklarınıza da bakacağım." dedi ve kardeşlerini affetti. Yusuf Tevrat'a göre 110 yıl yaşadı. Torunlarının torunlarını gördü. Ölmeden önce yakınlarına, ""Ben ölmek üzereyim,"" dedi, ""ama Allah kesinlikle size yardım edecek; sizi İbrahim'e, İshak'a, Yakup'a ant içerek söz verdiği topraklara götürecek."" Sonra onlara ant içirerek, ""Allah kesinlikle size yardım edecek"" dedi, ""O zaman kemiklerimi buradan götürürsünüz."" Yusuf Mısır'da mumyalanıp bir tabuta kondu. Yusuf İslamiyet'e göre peygamberdir. Hayatı Yusuf Suresi'nde kısaca anlatılır. Kur'an'daki hayat hikâyesi Tevrat'takiyle paraleldir. Kur'an'da bahsedilmeyen ayrıntılar İslam alimleri tarafından açıklanmıştır. Kur'an'da babasının Yusuf'a verdiği uzun renkli kaftandan söz edilmez. Kur'an'da Yusuf'un çok büyük bir güzelliğe sahip olduğundan bahsedilir. Babası Yakub'un onu çok sevmesinin nedenlerinden biri de Yusuf'un güzelliğidir. Ancak Tevrat'ta bu geçmez. Kur'an'a göre Yusuf ""güneş, ay ve on bir yıldızı kendisine secde ederken gördüğünü"" . kardeşlerinden önce babasına söyler ve babası onu bu rüyayı kardeşlerine anlatmaması konusunda tembihler. Aksi takdirde ona tuzak kuracaklarını söyler. Kur'an'da Yusuf'un diğer rüyasından bahsedilmez. Kardeşleri kıra gittikleri bir gün Yusuf'u da yanlarında götürmek isterler ancak Yakup onu bir kurdun yemesinden korktuğunu söyler. Kardeşlerin ısrarı sonucu ikna olur ve gitmesine izin verir. Tevrat'ta ise ağabeylerinin neler yaptıklarını kendisine haber vermesi için Yakup tarafından gönderilir. Kardeşleri onu öldürmeyi planladıklarında aralarından birisi kuyuya atmayı önerir. Kur'an'da ismi verilmeyen bu kardeş Tevrat'a göre Ruben'dir ve Yusuf'u kurtarmaya çalışmaktadır. Kur'an'da Ruben'in onu kurtarmaya çalıştığından bahsedilmez. Aksine birilerinin Yusuf'u alıp götürmesini dilediği belirtilir. Kardeşleri Yusuf'un kanlı gömleğini Yakup'a getirirler ve onu bir kurdun yediğini söylerler. Tevrat'a göre ise kardeşleri "Bunu bulduk" diyerek Yusuf'un renkli kaftanını getirmiş, kurt yemiş olabileceği teşhisini Yakup koymuştur. Kuran'da ağabeyleri Yusuf'u kuyuya attıktan sonra bir kervanın gelip kendisini kuyudan çıkartıklarını söyler. Tevrat'a göre ise onu Midyanlı İsmailoğulları'na satmışlardır. Yusuf'un köle olarak satıldığı evde hanımı onunla birlikte olmak ister ve Yusuf kaçarken gömleğini arkadan yırtar. Gömlek önden değil de arkadan yırtıldığı için efendisi Aziz, Yusuf'a inanır ancak dedikodudan korkarak onu zindana attırır. Tevrat'ta ise Yusuf elbisesini bırakarak kaçmıştır ve efendisi muhafız birliği komutanı Potifar, hanımına inanır. Kur'an'da zindan arkadaşlarının kimliklerinden bahsedilmez. Yusuf onları Allah'a inanmaya davet eder ve iki kişinin rüyalarını yorumlar. Ve birine 'efendinin yanında beni an' der. Ancak şeytan ona hatırlatmayı unuttur ve Yusuf daha çok zindanda kalır. Kur'an'a göre firavunun rüyasını eski zindan arkadaşı zindana gelerek Yusuf'a anlatır ve yorumlamasını ister. Tevrat'ta ise Yusuf Firavun'un huzuruna çıkarak yorumlar. Rüya ve yapılan yorum paralel olmakla beraber ufak farklılıklar vardır. Kardeşleri Yusuf'un huzuruna çıktığında geçen olaylar Kur'an'da anlatılmaz. Kardeşleri torbalarında paralarını bulunca bununla yeniden erzak almak isterler. Tevrat'ta ise parayı geri getirerek iade ederler. Yeni erzak için de iki misli para getirirler. Kur'an'da Yusuf'un annesiyle babasının huzuruna çıkarıp kucaklaştığından ve tahta çıkartığından bahsedilir. Ama Tevrat'ta Yakub'un birçok eşi vardır ve Yusuf'un annesi Rahel çoktan ölmüştür. Kur'an'a göre emniyet tedbiri olarak Mısır'a her biri ayrı kapılardan girerler. Tevrat'ta bundan bahsedilmez. Kur'an'a göre Mısır'dan ayrılırlarken torbalarına saklanan değerli şey kralın su maşrapasıdır. Tevrat'a göre ise Yusuf'un fal baktığı gümüş şarap kasesidir. Kur'an'a göre Yusuf, Benyamin'e gizlice ağabeyi olduğunu açıklar. Diğerleri sonradan onun Yusuf olduğunu anlarlar. Tevrat'ta ise Yusuf toplu halde hepsine açıklar. Kur'an'a göre Yakup'un gözleri Yusuf'un acısından kör olur. Yusuf onu iyileştirmek için gömleğini gönderir. Yakup'un gözleri açılır. Tevrat'ta bundan bahsedilmez. Antik Mısır mitolojisindeki Akhenaten'in annesinin babası olan Yuya'nın Eski Ahit ve Kur'an'da adı geçen Yusuf "(Joseph)" olduğu Mısırlı tarihçi "Ahmed Osman" tarafından iddia edilmiştir. Ankara Atatürk Anadolu Lisesi Ankara Atatürk Anadolu Lisesi, Ankara'nın ve Türkiye'nin üniversiteye öğrenci verme bakımından en başarılı anadolu liselerinden biridir. 2010 yılı üniversite giriş sınavları verilene göre, 64 öğrencisini Türkiye sıralamasında ilk bine sokarak diğer tüm anadolu ve fen liseleri ile özel liseleri geride bırakmış, üniversite sınavlarında "Türkiye'nin En Başarılı Lisesi" unvanını kazanmıştır. 1971 yılında kurulmuştur. 2010-2011 öğretim yılı itibarıyla 1445 öğrencisi ve 110 öğretmeni vardır. Son 30 yılda 7 kez Türkiye birincisi çıkarmıştır. Okul, liselere girişte Ankara'da ilk tercih edilen anadolu liselerindendir. Hatta okul kimilerince "ODTÜ'nün arka bahçesi" olarak anılmaktadır. A, B ve C olmak üzere üç bloktan oluşan okulda A blokta 26, B blokta ise 24 derslik bulunmaktadır. C blokta, içerisinde bir tiyatro sahnesi ve jimnastik salonu da barındıran spor salonu yer alır. A Blok ikinci katta, içerisinde 10 bini aşkın yayın barındıran bir de kütüphane vardır. Her ay birçok periyodik yayın da kütüphane arşivine eklenmektedir. A Blok birinci katta yer alan bilgisayar laboratuvarında öğrenciler hızlı internet baglantısı ile ders görmektedirler. Aynı zamanda yine A Blokta yer alan 3 adet çok amaçlı salonla öğrencilere verimli bir eğitim ortamı sunulmaktadır. B Blokta bulunan Resim Atölyesi, Müzik Odası ve Konferans Salonu da öğrencilerin sosyal yönlerinin gelişmesine yardımcı olmaktadır. Okulumuz 5200 metrekarelik bir bahçeye sahiptir. Bu alan içerisinde bir kafeterya, vakıf binası, piknik alanı, 2 halı saha ve bir halı saha kantini yer almaktadır. Okulun öğrencileri tarafından hazırlanan öğrenci dergisi "Ada" 10 yılı aşkın süredir yayınlanmaktadır. Daha sonra çıkarılmaya başlanan öğrenci gazetesi "Yankı" ve tarihle ilgili konuları irdeleyen "Mercek" adlı bülten de öğrenciler tarafından hazırlanmaktadır. Okul; Beştepe Mahallesinde, Başkent Öğretmenevi ile, Gençlerbirliği tesislerinin arasındadır. Şehir merkezine yakın konumda olan okul, Ankaray Bahçelievler durağına 3 dakika yürüme mesafesindedir. Ayrıca Konya Yolu'ndan geçen otobüs ve dolmuşlarla da ulaşım sağlanmaktadır. Okulda pek çok sosyal ve sportif etkinlikler düzenlenir. Okulun bu tip etkinliklere elverişli, oldukça büyük bir bahçesi ve iki halı sahası vardır. Aynı zamanda bahar şenliği ("AAAL fest", AAAL şenlik) de her yıl okulun öğrencileri tarafından düzenlenir, ünlü şarkıcıların ve okuldaki müzik gruplarının bulunduğu bu etkinlik 2012'ye kadar okulun bahçesinde düzenlenmiştir ancak 2012'de Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı izin vermediği için şenlik Mezunlar Derneği'nin katkılarıyla ODTÜ Vişnelik Tesisleri'nde düzenlenmiştir. 2012 Eurovision yarışmasında Türkiye'yi temsil eden Can Bonomo da bu şenliğe katılmıştır. 2011'deki şenlikte ise Moğollar, Athena, MFÖ, Yeni Türkü, TNK, Bedük, Grup Uyurgezer sahne almıştır.. 2014 yılında ODTÜ - Çim Amfi'de gerçekleşen şenliğe Athena ve Yüzyüzeyken Konuşuruz grupları gelmiş ayrıca okul grupları sahne almıştır. 2015 yılındaki şenlikte MFÖ, Yüzyüzeyken Konuşuruz, Pera, Son Feci Bisiklet ve okul grupları sahne almıştır. Konser ODTÜ - Çim Amfi'de 5000 kişinin katılımı ile gerçekleşmiştir. Okulun tiyatro kulübü bulunmaktadır, bu kulüp 2012'de Ray Cooney 'in Kaç Baba Kaç oyununu üç kez okul öğrencileri için, bir kez de halka açık olarak Devlet Tiyatrolarının Şinasi Sahnesinde oynamıştır. Kulüp 2014 yılında yine Ray Cooney'in Karmakarışık isimli oyununu Şinasi Sahnesinde sergilemiştir. 2015 yılında Oktay Arayıcı'nın eseri olan Rumuz Goncagül'ü Ulus Büyük Tiyatro'da oynamıştır. AAAL'nin gezi kulübü ortalama iki ayda bir Türkiye'nin çeşitli bölgelerine gezi düzenlemektedir. 2013 yılında Fransa Bisiklet Turu'na gezi düzenlenmiştir. Yılda bir kez de yurt dışına gezi düzenlenir. Ayrıca resim kulübü tarafından da Ankara'daki sergilere geziler düzenlenir. Fotoğrafçılık kulübü de hem sergilere hem de fotoğraf çekmek için çeşitli yerlere gezi düzenler.Halil İbrahim Çavdar bir dönem başkanlığını üstlenmiştir. Okulda, konferanslar için ideal bir konferans salonu bulunmaktadır. Öğrencilerin kendi çabalarıyla getirdikleri bilim insanları, yazarlar, radyo ve televizyon programı sunucuları, okuldan mezun olmuş ünlü kişiler, karikatüristler, hekimler, profesörler, tarihçiler konferans vermiştir. Okulda öğrenciler tarafından çıkarılan dergiler bulunmaktadır. Edebiyat dergisi "Ada", haber dergisi "Yankı" ve tarih dergisi "Mercek." Tamamen okul öğrencileri tarafından hazırlanmış mobil oyun ve uygulamalar aşağıda listelenmiş halde bulunmaktadır. Okulu
n öğrencileri tarafından 2013-2014 yıllarında kurulan "OrkestrAAAL" aynı yıl şef Bahar Dutlu'nun yöneticiliğinde Şinasi Sahnesi'nde 25 kişilik yetenekli bir kadroyla ve yarım saatlik bir repertuvarla ilk kez sahne almıştır.Bünyesinde koro da barındıran OrkestrAAAL, 2015 yılında önceki sene yakaladığı başarı ve sağladığı istikrarla kadrosunu genişletmiş, MKF'nin şefliğinde Ulus Küçük Tiyatro'da 2 saatlik bir konser vermiştir. Çalışmalar her yıl verilen konserlerin devamlılığını sağlamak üzere devam etmektedir. Okulda 2013 yılından itibaren,League of Legends(LoL) turnuvaları düzenlenmektedir,turnuvalarda en iyi oyuncular ve takımlara ayrı ayrı ödüller dağıtılmaktadır.2013 yılındaki ilk turnuva Ahmet Sakı tarafından başlatılmıştır.Her yıl bu turnuvalarda onlarca AAAL öğrencisi zihinlerini strateji yaratma alanında test ederken; takım oyunu, hızlı karar verme becerisi ve dostça anlaşma özelliklerini kazanmaktadırlar. İslambilim (kitap) İslambilim ya da İslam-Bilim, İslami ideolojiyi konu alan Ali Şeriati'nin en ünlü yapıtlarındandır. Felsefi ve fikri bir eser olarak tanımlanabilir. Eserde İslamın itikadi yapısından başlanarak, diğer bilim, felsefe ve çalışmalardan da yararlanarak İslami sosyolojik ve ideolojik çıkarımlar yapılmaktadır. Eserde vücud bulmuş, fikir, yorum ve çıkarımlar daha sonraki İslamcı akımları büyük oranda etkilemiştir. Eserin özgün adı "İslâm-Şinasî", İngilizce adı da "Islamology"'dir. Nehir yayınları tarafından "İslambilim" adıyla Türkçeye çevrilip yayımlanmıştır. Antonio Banderas José Antonio Domínguez Banderas (d. 10 Ağustos 1960, Málaga), İspanyol oyuncudur. 10 Ağustos 1960 günü dünyaya gelen Banderas'ın çocukluğu, faşist Franco'nun baskıcı rejiminin en yoğun hissedildiği yıllara rastladı. Oldukça cana yakın bir çocuk olan Antonio, gelecekte büyük bir insan olmanın hayallerini kurdu. İlk zamanlar iyi bir futbolcu olmayı planlayan Banderas, ciddi bir sakatlık geçirmesi üzerine bu sevdasından erken yaşta vazgeçmek zorunda kaldı. Oyunculuğa olan yatkınlığını, Milos Forman'ın beğeni toplayan filmi "Hair" (1979) ile keşfeden aktör, ailesinin bütün itirazlarına rağmen daha 10 yaşındayken sahneye çıkmaya başladı. Arkadaşlarıyla birlikte kurduğu tiyatro topluluğuyla birlikte İspanya’yı dolaşarak sokak gösterileri yaptı. 1981 yılında Madrid'e geçtikten kısa bir süre sonra kendini ispatlama fırsatı yakalayan aktör, İspanya Ulusal Tiyatrosu'na girmeye hak kazandı. Tiyatro yıllarında ünlü İspanyol yönetmen Pedro Almadovar ile tanışan aktör, bu yetenekli ve hırçın yönetmenle birlikte sinemaya adım attı. Almadovar'ın zekasına ve sinemaya bakışına hayran kalan aktör, İspanya'da yeni bir film endüstrisi kurmaya çalışan yönetmene yardımcı olmaya karar verdi. 1982 yılında yönetmenin "Labyrinth of Passion" adlı seks komedisinde rol alan Banderas, "Women on the Verge of a Nervous Breakdown" ve "Law of Desire" gibi filmlerde Almadovar ile çalışma fırsatı buldu. 1983 yılında film endüstrisine ilk adımını atan Banderas, 1990 yılında Almadovar'ın "Tie Me Up! Tie Me Down!" adlı filminde bir porno yıldızını kaçıran ve kendisine aşık olana kadar onu yatakta bağlı tutan karizmatik bir akıl hastasını canlandırdı. Bu filmin ardından rotasını Hollywood'a çeviren aktör, Arne Glimcher'in Pulitzer ödüllü bir romandan uyarladığı "The Mambo Kings" adlı filmde rol aldı. Henüz çok genç ve tecrübesiz olan Banderas, bu filmde oynayabilmek için Berlitz Okulu'nda eğitim alarak İngilizcesini düzeltti. 1993 yılında başrollerinde Tom Hanks ve Denzel Washington'ın yer aldığı "Philedelphia" adlı filmde AIDS'e yakalanan sevgilisine moral vermeye çalışan bir eşcinseli canlandırdı. Daha önce Almadovar'ın "Law of Desire" gibi filmlerinde eşcinsel karakterleri canlandıran Banderas, Jonathan Demme'nin bu filminde hiç zorlanmadı. Karmaşık karakterleri oynamaktan büyük zevk alan aktör, sırasıyla Jeremy Irons, Meryl Streep ve Glenn Close gibi oyuncuların yer aldığı "The House of the Spirits" (1993), Neil Jordan'ın "Interview With the Vampire", Salma Hayek'li "Desperado" (1995) adlı filmlerle üne kavuştu. Sylvester Stallone ile birlikte oynadığı "Assasins"(1995) adlı filmde acımasız profesyonel bir katili canlandıran aktör, oynadığı her rolü başarıyla ekrana yansıttı. 1995 yılında "Two Much" adlı filmde birlikte rol aldığı Melanie Griffith'e aşık olan aktör, sekiz yıllık eşi Ana Leza'dan boşandı ve bir yıl sonra Griffith ile evlendi. Kariyerindeki tek müzikal film olan "Evita"da Madonna ile birlikte oynayan aktör, 1998 yılında Catherine Zeta-Jones ile birlikte "The Mask of Zorro" adlı ticari filmde oynadı. 1999 yılında, Michael Crichton'ın X. yüzyılda insan yiyen canavarları konu alan "Eaters of the Dead" adlı romanından uyarlanan "The 13th Warrior" adlı filmde başrol oynadı. Aynı yıl ilk yönetmenlik denemesine imza atan aktör, Griffith’in başrol oynadığı "Crazy in Alabama"yi çekti. Bu filmin ardından Woody Harrelson ile birlikte Rod Shelton'ın "Play it to the Bone" adlı boks konulu filminde oynadı. 2000 yılı içerisinde, kızıl gerdanlı İncil müjdecisi ile seri cinayetler işleyen bir katilin maceralarını konu alan “The White River Kid” adlı filmde başrol oynayan aktör, aynı yıl, başka bir dünyada akıl dolu bir yaşamın sürdüğüne dair izler bulan bir dil bilimciyi canlandırdığı "The Sparrow" adlı filmde rol aldı. Yakışıklı oyuncu Banderas çocuk filmi olan ve ilk filmi 2001 de çekilen Spy Kids serisinde rol aldı ardından birçok filmde rol aldı ama çocukları unutmadı ve Shrek animasyon filminde Çizmeli Kedi rolünü seslendirdi ve büyük beğeni topladı bir kez daha. Banderas'ın rol aldığı ve yayılanan en son film ise Annemin Sevgilisi oldu ve bu filmde gizli bir ajan rolünü üstlendi. Halen Pedro Almodavar'ın yeni filmi La Piel que Habito'nun "(İçinde Yaşadığım Deri)" çekimlerine devam etmektedir. Badem Badem ("Prunus dulcis"), gülgiller (Rosaceae) familyasının Prunoideae alt familyasından meyvesi yenebilen küçük bir ağaç türü. Badem bu ağacın meyvesidir. Şeftali ile birlikte "Prunus"'un alt cinsi "Amygdalus"un içinde yer alır. "Prunus" cinsinin diğer üyelerinin (örneğin erik ve kiraz) aksine meyve tatlı, etli dış çevreye sahip değildir. Bunun yerine derimsi bir örtü ile kaplıdır ve bunun içinde, sert bir kabuk ile kaplı, yenilebilir çekirdek kısmı bulunur. Bu kısım "kuru yemiş" olarak tüketilir. Ağaç güneybatı Asya'ya özgüdür. Kültüre alınmış formu İngiliz adalarına kadar kuzeyde yetiştirilebilir. Küçük bir ağaçtır, 4–9 m uzunluğuna ulaşır. Mızraksı yapraklar yaklaşık 6–12 cm uzunluğunda olup kenarı dişlidir. Çiçekler genelde beyaz veya açık pembe, 5 taç yapraklı ve 3–5 cm çapındadır. Yapraklardan önce erken ilkbaharda açar. Bademin yabani formu Akdeniz bölgesi'nde Suriye, Lübnan, İsrail ve Ürdün'de yetişir. Bademler tarımsal olarak ilk kez burada yetiştirilmiş olmalıdır. Yetiştirilme ve kültüre alınmasından önce, yabani bademler yiyecek olarak toplanır ve büyük ihtimalle toksisitelerini kavurma benzeri yollarla arındırılırlardı. Kültürü alınmış bademler Yakın Doğu'da Erken Tunç Çağı'nda (ya da kısa bir süre daha öncesinde) ortaya çıkmıştırlar. Arkeolojik açıdan badem, Tutankhamon'un kabrinde (yaklaşık M.Ö 1325) bulunan meyvelerdendir. Global badem üretimi yaklaşık 1,5 milyon tondur. Yunanistan, çin, İran, İtalya, Fas, Portekiz, İspanya, Suriye, Türkiye ve ABD ana üreticilerindendir. Sıcak, ılık iklim ister, kurağa çok dayanır. Nemli havadan, soğuk rüzgardan hoşlanmaz. İlkbaharda erken çiçek açtığı için, geç gelen kırağılarda çiçekleri donar, meyve yapamaz. Badem daha çok aşıyla yetiştirilir. Bazı çeşitleri tohumla da ürer. Fidanlar 3-4 yaşında meyveye yatar. 40-50 yıl ömrü vardır. Olgunlaşan meyvelerin dış kabuğu kurur ve açılır. Kendiliğnden yere düşenler toplanır. Çağlası, meyve içi çerez olarak yenir; şekerlere, pastalara konur. Ayrıca ikisi arasında taze iç badem olarak da tüketilmektedir. Yağı sanayide kullanılır. Bademin bileşiminde %54 yağ, %16,9 nişasta vardır. Madensel tuz ve vitamince zengindir. Tatlı badem tohumlarında az miktarda protein, demir ve kalsiyumla birlikte yüksek oranda yağ bulunur. Badem yağı cilde ve saçlara iyi gelir. Antioksidan e vitamini yönünden oldukça zengin olan badem bu özelliği ile yaşlılık etkilerinden ve pek çok hastalıktan koruyucudur. Özellikle de çocuklar için sağlık deposudur. Acı badem ağız yoluyla alındığında göğüs yumuşatıcı, öksürük kesici etkisi olmakla birlikte yüksek dozda alındığında zehirlenme etkisine sebep olacağı için çok dikkatli olunmalıdır. Vitamin mineral için iyi bir kaynaktır: Yeterli miktarda karbonhidrat, doymamış yağ, lif, fosfor, kalsiyum, demir, potasyum, magnezyum, çinko, A, B, C ve E vitamini bulunur. Yarım çay bardağı badem günlük manganez ihtiyacının yüzde 45'ini, bakır ihtiyacının yüzde 20'sini karşılar. Hastalıklardan korur: Yapılan çalışmalar gösteriyor ki badem tüketimi koroner kalp hastalıkları riskini azaltmaktadır. Badem LDL (kötü huylu) kolesterolü düşürücü etkiye sahiptir. Diyabet ve kardiyovasküler hastalıklar için çifte koruma sağlar. Araştırmalar, düzenli badem tüketenlerin total kolesterolde yüzde 4-12 oranında düşme olduğunu göstermiştir. Yarım çay bardağı badem 18 gram yağ içerir. Bunun 11 gramı kalp için faydalı olan doymamış yağlardan oluşmaktadır. Bağışıklık sistemini güçlendirir: Badem iyi bir antioksidan olan, immün sistemi destekleyen E vitaminin ve manganezin iyi bir kaynağıdır. Badem ayrıca magnezyum, bakır, riboflavin (B2) ve fosforun da iyi kaynaklarındandır. Kilo vermeye yardımcıdır: İçeriğinde bulunan yağlar kilo vermeyi kolaylaştırır ve tok tutar, ara öğünlerde 10-15 adet badem tüketilebilir. İspanya'da yapılan, Obesity dergisinde yayımlanan, 28 ay süren ve 8865 yetişkin erkek ve kadın üzerinde uygulanan bir çalışmada, haftada en az iki kez badem tüketen kişiler hiç tüketmeyenlere göre yüzde 31 daha fazla kilo kaybetmiştir. Safra taşlarının oluşumunu önler: Nurses Health Study'de 20 yıl boyunca yaklaşık 80 bin kadının diyetleriyle ilgili toplanan verilerde, haftada 28 gram badem, fıstık veya fıstık ezmesi tüketmeni
n, safra taşlarının oluşma riskini yüzde 25 oranında azalttığı saptanmıştır. Aes Sedai Aes Sedai, Robert Jordan tarafından kaleme alınmış olan Zaman Çarkı isimli fantastik roman serisinin karakterleridir. Aes Sedailer "Tek Güç" şeklinde tabir edilen evrenin yaşam ve zamanın yaşam kaynağı olan olguyu yönlendirirler. Evrenin merkezinde olan ve aslında "Zaman Çarkının" (kader ve zamanın bağlı olduğu olgu) devamlılığını sağlayan güçtür. İki kısımdan meydana gelir: "Saidin" ve "Saidar". Biri olmadan bir diğeri olmaz. İkisi "Tek Güç"ü meydana getirir. Gücün eril kısmıdır. Saidin ateşten bir nehir gibidir ve zapt edilmesi çok güçtür. Eskiden var olan gücü yöneten tariflerine göre Saidin'ini kullanabilmek için ona hükmetmek gerekirmiş. Ancak Saidin artık kullanılamaz durumdadır. Ateşten nehrin üzeri siyah bir leke ile örtülmüştür. Bunu yapan "Shai'tan" adındaki varlıktır. Saidin'e uzanan erkek önce bu siyah lekeye temas eder ve gücü kullanır. Gücü kullanan ya da yönlendiren erkek yavaşça delirmeye başlar. Ardından güçle dünyaya, kendine veya çevresinde yıkımlar yapmaya başlar çünkü artık kontrolünü kaybetmiştir. Gücün dişi kısmıdır. Saidin'in aksine Saidar sakin, duru ve parlayan bir göl gibidir. Bir "Aes Sedai" ("Tek Güç"ü kullanan kadın) gücü kullanmak için tamamen kendini ona bırakır ve bir olur. "Shai"tan gücün bu kısmına uzanamaz daha doğrusu hiçbir erkek uzanamaz. Kadınlarda Saidin'e uzanamaz. Bu yüzden Saidar tamamıyla temiz kalmıştır. Gücü herkes kullanamaz. Bu doğuştan var olan ya da gelen bir yetenektir. Ancak eğitim almadan güç öldürücüdür. Yönlendirebilen kişi o kadar büyük bir gücün karşısında tek başınadır ve annesini kaybeden çocuk gibidir. Gücü yönlendirdiğinin farkında olmaz. Bu sebepten ya güç onları öldürür ya da başkalarına zarar verir. %80 ya da %90'lık bir kısmı ölür. Bazı durumlarda ise gücün bilinçsiz kullanımı sonucunda kişi kendini "yalıtma" olarak tabir edilen bir duruma düşer ve hayatının geri kalan kısmında bir daha gücü kullanamaz. Bu Aes Sedai olan kişiler için çok büyük bir tehlikedir. Eğitim alan kişiler bu tip tehlikeler ile karşı karşıya gelmez. Ancak her ne kadar eğitim almış olursa olsun "Yalıtma" çok büyük güç kullanımında ortaya çıkabilir Erkeklerde ise güç kullanma durumu biraz daha farklıdır. Erkekler güç ile başa çıkabilmektedir ancak "Saidin" kirlendikten sonra gücü yönlendirebilen erkeklerin sayısı parmakla sayılacak kadar azdır. Hatta yok denecek kadar. Olanlar ise "Aessedai"lerin "Kızıl Ajahları" tarafından güçten kesilir. Bu ölümden beter ya da ölüm demektir. Gücü yönlendiren kadının çevresinde bir ışık halesi oluşur ve bu hale başka bir yönlendirebilen kadın tarafından görülebilir. Yönlendiren erkekler ise bir kadın yönlendirirken vücutlarında karıncalanma hisseder. Erkek "Aes Sedai" lerin güçten kesilmesi Saidin'in kirlenmesinden ve gücü kullanan erkeği delirtmesinden kaynaklanmaktadır. "Aes Sedai" gücü yönlendiren kadınlara ve erkeklere (erkeklerin kullandığı kısım kirlenmiştir) verilen isimdir. Üç aşamadan oluşur: Bu eğitimleri tamamlayan genç ya da küçük yaştaki kızlar "Aes Sedai" olur ve isimlerinin sonuna "Sedai" ekini alır. Ayrıca bir de "Aes Sedai" olduğunu belirten bir tekerlek (çark) üzerinde yılan motifi olan bir yüzük takarlar. Örneğin "Moiraine sedai" ismini alan "Aes Sedai" zaten çoktan eski hayatına ve ismine de veda etmiştir. "Aes Sedailerin" şehri ve eğitimlerinin yapıldığı yer TarValon'dur. Merkezleri ise TarValon'daki Beyaz Kule'dir. Güç belli amaçlar doğrultusunda yönlendirilir. Bir kabul edilmiş kadın "Aes Sedai" olmadan önce Ajah seçimi yapmak zorundadır. Ajahlar gücü en iyi hangi doğrultuda kullanılacağını belirler ve "Aes Sedai" bu yönde ilerler. Diğer ajahların yaptıklarını yapabilirler ancak uzmanlık alanı Ajah seçimi ile belirlenir. Mavi Ajah kız kardeşler genellikle keskin zekalıdır. Tarih boyunca Mavi Ajah üyeleri diğer "Ajahlara" oranla az sayıda olmuştur. Liderlik ve yönetim konusunda ayrıca politik manevra konularında yetenekleri iyi düzeyedir. Uluslar arasında ve ilişkilerde ayrıca olaylarda Mavi Ajah önem taşır. Genel olarak "Aes Sedai" yöneticileri Mavi Ajahtan çıkar. Kahverengi Ajah üyeleri kendilerini bilgi ve araştırmaya adar. Bilginin korunması, bulunması geliştirilmesi Kahverengi Ajah üyelerinde öneme sahiptir. Gerek "Aes Sedai" gerekse birçok alanda araştırma yaparlar. Kayıp olan sırları bulurlar. Ayrıca Kahverengi Ajahların diğer hiçbir "Ajahta" olmayan kendi iç yönetim mekanizmalara vardır. Ancak sonuçta onlar da Beyaz Kule'ye bağlıdır. Genelde kitaplara gömülen kız kardeşlerdir. Sınırsız denilecek bilgiye sahiptir. Gri Ajah üyeleri genelde çözümleri arayan, arabulucu, adaleti, dengeyi, düzeni sağlama üzerinde uzmanlaşan ve derinleşen "Ajahlardır". Birçok sorunu büyümeden çözebilir hatta savaşları bile engelleyebilirler. "Aes Sedailerin" çıkarlarını kollayan "Ajahtır". Yeşil Ajah ya da "Savaş Ajahı" ("Battle Ajah" olarak geçer), kendilerini "Tarmon Gai'don"a yani "Karanlıkla-Işığın-İyilikle-Kötülüğün" son savaşına hazırlar. Yeşil Ajahlar gücü saldırı ve savunma konusunda kullanan en güçlü "Ajahlardır". Diğer "Ajahlar" erkeklerle pek anlaşamaz. Kırmızı ise nefret eder. Yeşil ise tam tersine erkeklerle geçinen bir Ajahtır. Hatta Bazı Yeşil kız kardeşler "Warderları" (yanlarında olan koruycuları, bunlar erkektir, fiziksel güç kullanırlar) ile evlenmiştir. Bir "Aes Sedai" çok nadir evlenir. "Dreadlordları" ve "Trollocları" öldürmek için gücü en iyi şekilde kullanacaklarından şüphe yoktur. Ancak onun dışında genelde uyumlu bir "Ajahtır". Kendinden başka diğer "Ajahlarla" anlaşamayan tek "Ajahtır". Genelde üyeleri sert ve duygusuz bir yapıdadır. Tek amaçları yönlendirebilen erkekleri bulup onların güçle bağlantısını koparmaktır. Genel tabirle ehlileştirmektir. Aslında bu gereklidir çünkü erkekler Saidin'i lekeleyen pislikten dolayı delirip birçok yıkım getiriyorlar. Ehlileştiren erkekler hayattan kopar veya ölür. Ölmez ise hayat ona boş ve işkence gibi gelir. Gücü hisseder ama güce uzanamaz. Ancak gücü yönlendirebilen erkekler çok nadir olur. Beyaz Ajah üyeleri kendini felsefe ve mantığa adar. Genelde sürekli düşünür bir halde olurlar. Her şeyi mantık çerçevesinde sorgularlar. Hayatı sorgulayan, gücü sorgulayan, kısacası her şeyi sorgulayan "Ajahtır". Onlar için felsefe her şeyden önce gelir. Dünya kırılmadan önce "İyileştirme" konusunda hem erkek hem de yönlendire bilen kadınlar çok güçlüydü. Öyle ki; birçok hastalık, yarayı veya birçok sağlık problemine karşı şifa verbiliyordu. Ancak kırılışla birçok bilgi yok oldu. Sağlık konusunda tüm "Aes Sedailer" yetenekli değildi. Bunun için Sarı Ajahlar gücü sağlık konusunda en iyi şekilde kullanmayı öğrendiler. Şu an Sarı Ajah üyesi kız kardeşler (ölüm dışında) birçok yarayı veya hastalığı birkaç saniye içinde iyileştirebilir. Yedi "Ajah" farklılıkları da olsa bir bütündür. Hepsi "Aes Sedaileri" oluşturur. Aes Sedai topluluğunu yöneten kişiye "Amyrlin" denir. Bu unvan isim yerine kullanılır. Vakunivis; ise Amyrlin yanında bulunan bir danışman gibidir. Amyrlin her ne kadar tek başına, karar verme hakkına sahip olsa da Vakunivis geçmişten süre gelen, gerekli bir konumdur. Ajah Liderleri; Her Ajahın doğrudan Amyrlinin yönetiminde olduğunu belirtmiştik. Ancak, her Ajah'ın kendi içerisinde bir de lideri bulunmaktadır. Bu lider sadece o ajah üyeleri tarafından bilinir. Ajah dışında kimse bilmez. Amyrlin Aes Sedailerin yöneticisi ya da en üst mertebedeki kişisidir. Amyrlin çok farklı bir durumdadır, 7 Ajahtan hiçbirinin üyesi değildir aynı anda 7 Ajahında üyesi durumundadır. Amyrlin statüsü gereği 7 Ajahın tümünüde temsil etmektedir. Yetki ve konumunu çok doğru ve stratejik kullanmak zorundadır. Amyrlin Aes Sedailerin merkezi olan TarValon şehirinde Beyaz Kule isimli yerde bulunmaktadır. Kimileri burayı ülkelerin, kişilerin, kral ve kraliçelerin yönetildiği ya da iplerinin çekildiği yer olarak tanımlamaktadır. Amyrlin olan Aes Sedai bu makam yükselince Ajahı ile tüm bağlantısını keser. Bu adelet ve doğru karar verebilmek için şarttır. 7 Ajah ve Aes Sedailer için ciddi karar almak durumunda olması bunu gerekli kılmaktadır. Tarihi kayıtlara (Kitap İçerisinde) bakıldığında bir ikikez Amyrlinlerin konumundan indirildiğini görüyoruz. Ancak bu çok sıradışı bir olay olup bunu gerektirecek çok önemli olaylar olması gerektiğinide belirtmekte fayda var. Aes Sedailer Amyrlin'e mutlak saygı duymak ve itaat etme durumundadırlar. Aes Sedai olan kişi Amyrlin'e "Anne" şeklinde hitap eder. Ayrıca her Ajah'ın kendine has rengi olmasına karşın, Amyrlin ise 7 Ajahı temsilen 7 renkten oluşan bir Şal takar. Bu ona özgü bir şeydir. Amyrlin'in danışmanı olan kişi bu unvanı alır. Vakunivis olan kişi Amyrlin'in hemen altında yer almaz, ancak o şekilde saygı görür. Bunun sebebi Amyrlin'in unvanının, merkezinde bulunmasından ve Amyrlin'in danışmanı olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Vakunivis olan bir Aes Sedai halen kendi Ajahına bağlıdır. Bunun aksine Amyrlin tüm Ajahlardan gibidir. Aes Sedai'lerin yönlendirme yetisine sahip olan kişiler yine Aes Sedailer tarafından bulunur ve kuleye davet edilir. (Bu davetten çok bir dayatma gibidir)Kuleye gelen yönlendirme yetisine sahip kişi eğitem başlar ve o andan itibaren bir çömezdir. (Çömez şeklinde hitap edilebilinir.) Çömezlikten bir sonraki aşamadır. Burada çömez güçlerini biraz idare etmeyi öğrenmiş. Gücün biraz daha farkında ve daha mantıklı bir durumdadır. Kuralları biraz daha iyi anlayan çömez bir üst seviye olan Kabul Edilmişliğe yükseltilir. Uzun süren çalışmalar, eğitimler ve terbiyeden sonra, Kabul Edilmiş artık bambaşka bir kişi gibidir. Gücü ve yönlendirmeyi tam anlamıyla idare edebilen. Durması ve başlaması gerekn noktayı bilen. Fikren olgunlaşmış bir kişidir. İşte bu ya da benzer şartlar yerine geldiği zaman Beyaz Kulede, Aes Sedai'leri hayatları boyunca bağlıyacak 3 aşamalı bir sınav bekler. Bu sınav çok zor bir sınavdır. Ölüm ve kayboluş gibi sonuçları vardır. Kabul edilmiş bu sınavlara girer. Başarılı olup, hayatta kaldığı ya da sağlam
bir şekilde sınavları geçerse her Aes Sedai'nin ettiği ve onları hayatları boyunca bağlayan ve asla bozulamayan bir yemin eder. Yemini eden kişi artık bir Kabul Edilmiş değil, bir Aes Sedaidir. Badem (anlam ayrımı) Badem ile aşağıdakilerden biri kastedilmiş olabilir: Dünya Çevre Günü 1972 yılında İsveç’in Stokholm kentinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı'nda alınan bir kararla, 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak kabul edildi. Çankırı Süleyman Demirel Fen Lisesi Çankırı Süleyman Demirel Fen Lisesi, Çankırı'da bulunan ilk ve tek fen lisesidir. 1994 yılında kurulmuştur. Ankara yolu üzerindedir. Ana binanın bir kolonunda meydana gelen hasar nedeniyle; eğitim bir müddet okulun pansiyonunda, sonra da hemen bitişiğindeki Çankırı Nevzat Ayaz Sosyal Bilimler Lisesi' nin yemekhane binasının üst katındaki etüt salonlarında gerçekleştirilmiştir.Bu dönem 13 yıl kadar sürmüştür.2007 yılında temel güçlendirme çalışmaları bitirilmiştir ve 2007-2008 öğretim yılı başında okulun ana binalarına geçilmiştir.Oldukça modern olan yeni binanın eksikleri bulunmasına rağmen özellikle Mustafa Çelik, Adnan Ayvalık, Mehmet Ali Büyükbayram, Mustafa Uysan gibi öğretmenlerin ve öğrencilerin çabalarıyla gerek dış düzenleme gerek uluslararası faaliyetlerde okulumuz gelişmeye devam etmektedir. Çankırı Süleyman Demirel Fen Lisesi' nde İngilizce öğretim verilmektedir. Çankırı Süleyman Demirel Fen Lisesi 1.Grup Fen Liseleri içerisinde yer almaktadır. 2010 mezunları arasında tıp fakültelerine 20 öğrenci göndererek okulumuz büyük bir çıkış elde etmiştir. 2009-2010 öğretim yılları içerisinde "Hayat boyu öğrenme" adlı sloganla AB Comenius Projesi kapsamında Hollanda' daki proje ortağı lise ile çalışmıştır. Ertesi yıl ise aynı proje kapsamında İtalya'daki proje ortağı okul ile çalışma yapılmıştır.. Ankara Caddesi üzerine konumlandırılmıştır. İnşa edildiğinde Şehir merkezine yaklaşık 2 km uzaklıkta olmasına rağmen, zamanla şehir merkezinin genişlemesi nedeniyle merkeze yaklaşmıştır. Çankırı Nevzat Ayaz Sosyal Bilimler Lisesi ve Çankırı Adliyesi ile yan yana bulunmaktadır. Perfüzyon Perfüzyon; iğne, intranül ya da sonda yardımıyla bir çözeltinin damar yoluyla kana akıtılması. Çözeltilerin perfüzyonu anestezide, ameliyat sırasında anestezik ilaçları vermekte olduğu gibi reanimasyonda da kullanılır. Etkili maddelerin damar yoluyla vücuda girmesini ve hidroeloektrolit kan dengesinin yeniden kurulmasını sağlar. Ağızdan beslenmenin yetersiz, etkisiz ya da sakıncalı olduğu durumlarda, perfüzyon biçiminde verilen çözeltiler şeker, yağ ve protein gereksinmelerinin yanı sıra gerekli vitaminlerin de organizmaya girmesini sağlar. Polisitemi Polisitemi, hemoglobin oranı normal kalmakla birlikte, dolaşan kandaki kırmızı kan hücre sayısının artması. Alyuvarların boylarının normalden küçük olması, plazma kayıplarına bağlı olarak hemokonstrasyon ya da akut bir su kaybı söz konusu olabilir. Polipeptit Polipeptit, 10 ile 100 arasında aminoasit içeren aminoasitler zinciri. Daha fazla aminoasit bulunduğunda proteinler söz konusu olur. Polipeptit ve protein isimlerinin ifade ettikleri moleküller birbirine çok benzemekte ve bazen eş anlamlı olarak kullanılmaktadırlar. Doğal polipeptitler arasında hormonlar, alerjenler, proteolitik enzimlerin özgül yavaşlatıcıları (özellikle pepsin ile tripsinin) ve birçok antibiyotik, örneğin penisilin, yer alır. Sinir sisteminde polipetitlerin bulunması nispeten yakın zamana dayanır. Polipeptitler hem bazı nöronlarda hem de sindirim kanalının bazı hücrelerinde bulunur. Etkileri pek belirlenmemiş olmakla birlikte, bir sinirsel iletici işlevi gördükleri düşünülmektedir. Günümüzde P maddesi, opioit peptitler (enkefalinler, endorfinler), anjiyotensin, somatostatin, tireoliberin, gonadoliberin, vazopressin, oksitosin, nörotensin, damar bağırsak peptiti, kolesistokinin ve karnozin bilinmektedir. Bazı nöronların uçlarında hem bir peptit hem de bir klasik sinirsel iletici (dopamin, serotonin) bulunduğunu gözlemek ilgi çekicidir. Polimiyozit Polimiyozit, kökeni hâlen bilinmeyen ve kas dokusunda iltihap yapan bir hastalıktır. Bacakların ve gövdeye yakın (proksimal) kısımlarında hareket zayıflığının yanı sıra, kas kütlelerinde amiyotrofiyle, ra basamakla ya da kendiliğinden beliren ağrılarla ortaya çıkar.Buna çoğu zaman deri belirtileri eşlik eder; yüzde eritemli döküntüler çıkar, boyun ve omuzlara kadar yayılabilir. Sedimantasyon hızını artıran bir iltihap sendromu genellikle vardır. Kas biyopsisi teşhisi koymayı sağlar. Polimiyozitler bir iç organ kanseriyle, bazen de bir kollajenozla birlikte ortaya çıkabilir; belli bir neden bulunmadığında öz bağışıklık sistemi hastalıklarından biri sayılır. hastalığı patognomoik bulguları arasında heliotrop raş, gottron papülleri boyunda v neck rash şal belirtisi vardır.tipik kliniği simetrik alt ve üst ekstremite kas güçsüzlüğüdür )(yataktan kalmada güçlük,saç taramada güçlük eğilip kalkmada güçlük gibi Polinevrit Polinevrit, birçok büyük sinirin aynı anda ve bakışımlı olarak hastalanmasıyla belirgenleşen ve uçlarda daha belirgin bir gevşek felç, kemik, kriş reflekslerinin ortadan kalkması ve amiyotrofi belirtileriyle birlikte el ve ayaklarda daha belirgin olmak üzere gövdesel topografi konusunda nesnel ve öznel duyu hastalıklarına neden olan çevresel sinir hastalığı. Hastalığın hareket ya da duyu bakımından önemli polinevritin nedenine bağlıdır. Polinevritler, özellikle alkolizm sonucunda gelişen, fakat beslenme yetersizliği, beriberi ve dengesiz yemek rejiminden de (midesi çıkarılanlar)ileri gelebilen b1 vitamini eksikliğinde gözlenir.Nadiren arsenik, kurşun, apiol ya da bazı ilaçlar (emetin ya da izoniyazit yüzünden zehirlenmeler de buna yol açabilir). Kesim Veri depolama aygıtlarının en küçük birimi bittir. Bir bit 0 ya da 1 olabilir. 8 bitin bir araya gelmesiyle baytlar oluşur. Bir karakter (harf, sayı) 1 bayttır. Varsayılan ayırma ile 512 baytın bir araya gelmesi ile kesimler oluşur. Kesimler bir araya gelerek izleri oluşturur. (bkz. iz-kafa-kesim) Bozuk kesim Bozuk kesim (ing. bad sector) veri depolama aygıtlarında fiziksel hasara uğrayarak işlevini yitiren kesimlerdir. Veri depolama aygıtlarında en küçük mantıksal depolama birimi kesimlerdir. Bir kesim normal ayırmada 512 bayttır. (bkz. iz-kafa-kesim) Bu alanlardan bazıları zamanla fiziksel hasara uğrayarak işlevini yitirir. Bozuk kesimler biçimlendirme sırasında tespit edilerek işaretlenir ve o kesimler kullanılmaz. Böylece "göz göre göre" veri kaybı önlenir. Diğer bir senaryo ile zaten yazılı olan bir kesimin fiziksel olarak bozulması durumunda oluşan bozuk kesim durumunda o kesimde yazan veri kaybolacaktır. Bunun sonucunda o kesimde yazan veri her ne ile ilgiliyse o çalışmayacak ya da yanlış çalışacaktır. Bozuk kesimlerin düzeltilmesi mümkün değildir. Eğer veri depolama aygıtınızda bozuk kesim olarak işaretlenmiş bölümlerin işaretlerini kaldırırsanız, kesimler bozuk olarak görünmeyecektir. Bu işlemin bozuk kesimi tamir etmekle bir ilgisi olmayıp çok yanlış bir uygulamadır. Zira bu bozuk kesim olarak işaretlenmiş bölgeye kayıt yapılması durumunda veri kaybı söz konusu olacaktır. Ancak tabii ki bir yolu vardır. LLF yani düşük seviye format atılarak bad sectorler tamir edilebilir. LLF harddisktekiplakaların üstlerinin kazınmasıdır. Bu işlem %70 risklidir. Çünkü bir elektrik kesilmesi, dalgalanma veya kilitlenmede HDD %70-80 oranında geri dönülmez şekilde bozulacaktır. Bu işlem bir ufak titreme ile bile HDD'yi bozabilir. LLF sadece uzman kişiler tarafından yapılmalıdır. Aksi takdirde acemi biri 1TBlik bir harddiski yaktığında ağır bir depresyona girebilir. MaxBlast isimli program ile bu işlem gerçekleştirilebiliyor. Robert F. Engle Robert Fry Engle III, (d. 10 Kasım 1942, Syracuse-New York). ABD'li ekonomist. Oynaklığı zamana bağlı olarak değişen ekonomik zaman serilerinin modellenmesi metodunu (ARCH) geliştirmesi sebebiyle, 2003 yılında Clive Granger ile birlikte Nobel Ekonomi Ödülünü, paylaşan ekonomisttir. Williams Koleji'nden fizik derecesiyle mezun olmuştur. Doktorasını 1969 yılında Cornell Üniversitesi'nde tamamlamıştır. Halen New York Üniversitesi'nde ders vermeye devam etmektedir. Engle'ın en önemli bilimsel katkısı finansal piyasa fiyatlarının ve faiz hadlerinin öngörülemeyen hareketliklerini analiz etmek için bir yöntem bulmasıdır. Rizikoyo nicelendirmek ve etkin kontrol altında yönetmek için bu çok oynaklık, yani volatılite, gösteren hareketliliklerin kesin olarak karaterize edilmesi ve öngörülmesi için gereklidir. Daha önceki araştırmacılara ya sabit volatılite bulunduğunu kabul etmişler veya bu süreci gayet basit ve yaklaşık bir şekilde modellemişlerdir. Engle, hisse senedi fiyatlarının ve diğer finansal değişkenlerin yüksek oynaklık devirleri ile düşük oynaklık devirleri arasında hareket etmeleri eğilimlerini yaklayıp inceleyebilen yeni istatistiksel oynaklık modeli,(otoregresif koşullu değişen varyans (ARCH) modeli), geliştirdi. Bu istatistiksel modeller modern "arbitraj fiyatlandırma teorisi" ve kullanılma metotları için elzem olan pratik aletler haline gelmişlerdir. Robert F.Engle, Eric Ghysels ile birlikte "Finansal Ekonometri Derneği (Society for Financial Econometrics)" kurucularındandır. Nevroz Nevroz, toplumsal tavır ve davranışları tutuklayan ve kişide ruhen hasta olduğu bilinciyle birlikte bulunan tinsel bir hastalıktır. Nevroz terimi ilk kez W. Cullen tarafından ortaya atıldı. Nevrozlar uzun süre, belli lezyonlara bağlanmayan işlevsel sinir hastalıkları sayıldı (Babinski). Nevrozlar, başlangıçta akıl hastalığı denen ve nevrozların özel bir sınıfını oluşturan psikozlardan zorlukla ayırt ediliyordu. Cullen'in görüşlerinden çok etkilenen P. Pinel sayesinde, nevrozlar organik bir nedene bağlanmaya başlandı. 19. yüzyılın ikinci yarısında organcı düşünceler gittikçe başarı kazandı. Bu başarı, hastalığı herhangi organik bir dayanak bulunamayıp nevroz kavramı ortadan kalkma eğilimi gösterinceye kadar sürdü. Daha sonra, psikiyatri, eski anatomikl
ik şemalara göre biçimlendirilerek kalıtsal etmenlerin ve bünyesel yatkınlığın eklendiği organcı yorumları sürdürdü. Freud'un Charcot'dan ayrılmasına neden olan işte bu anlaşmazlıktır. Organikcilik konusundaki tartışmalar özellikle, Fransa'da çok yapıldı. Nevrozları sinirsel ve ruhsal işlevlerin çözülüp ayrılması biçiminde yorumlayan H. Ey'in özellikle J. Lacan'dan ayrılmasıyla sonuçlandı. Nevrozların ruhsal kökenli olduğu görüşü, nevrozları toplumsal tavır ve davranışları tutuklayan ruhsal iç çatışmalarla belirginleşen kişilik hastalıkları, diye tanımlayan P. Janet'nin kuramıyla desteklendi. Günümüzde, ruhsal hastalıkların toplumsal kökenli olduğunu savunan başka düşünce akımları da vardır. Bu anlayış özellikle R. Laing tarafından temsil edilen karşıt psikiyatri ve F. Basaglia tarafından temsil edilen deliliği reddedici akım için geçerlidir. Freud ruhsal nedenselliği bilinçaltına özgü yapı ve dinamizm deyimiyle tanımladı. Nevrozun merkezinde bulunan ruhsal çatışmanın bağlı olduğu üst ruhbilimin boyutları yerel ortamı, ekonomik etmenleri ve kalıtsal özellikleri kapsar. Çatışma, çocuk cinselliğinin Odipus kompleksi çerçevesinde gelişmesiyle örülür. Çatışmanın hastalığa dönüşmesi için, cinsel isteğin doyumundan yoksun kalması gibi özel durumlar gerekir. Bu istekler, o zaman, dolaylı yollardan karşılanmaya çalışılır ve baskı sürerse belirtinin ortaya çıkmasına yardımcı olur. Libidonun tespitiyle ve geri çekilmesiyle birleşen içe atma, nevroza neden olan etmenlerden biridir. Ayrıca, nevrozlunun hastalığına sığınarak kaçtığı gerçek kırıntısı, fantazmalı bir dünya biçiminde yeni baştan ortaya çıkar. Jacques Lacan'ın yapıtları özellikle aşağıdaki kavramlardan yola çıkarak, nevroz ve psikozların yapısal belirlenmesinin yapılabilmesine olanak sağlamıştır: özne'nin bölünmesi, istek, nesne, eksiklik ve atılmadır. Psikoloji biliminde nevrozların yani normal olmayan davranışların çeşitli sebepleri vardır. Bireyin anormal davranış göstermesine: bedensel ve psikolojik ihtiyaçların giderilememesi, zorlanma ve stres, bireyin psikolojik yapısındaki içsel çatışmalar, gelişim bozuklukları, çeşitli bedensel ve kalıtımsal hastalıklar ile aşırı kaygı gibi nedenler sebebiyet vermektedir. Psikoloji biliminde nevroz hastalarına nevrotik denmektedir. Nevroz hastaları diğer normal insanlar gibi toplum içinde yaşamlarını sürdürürler. Nevrotik insanlar çoğunlukla anormal davranışlarda bulunduklarının farkındalardır. Nevrozlar ileri derece kişilik bozulmasına sebebiyet vermezler. Nevrotiklerin çoğu hastane de tedavi edilecek düzeyde değillerdir fakat bir doktora görünmek bu hastaların psikolojik gelişimi için faydalı olabilir. Nevrotik davranışlar kişiden kişiye büyük farklılıklar göstermektedir. Nevroz hastaları gündelik işlerle uğraşmaktan çok onlardan kaçmak isterler, bu durumu bireyin savunma mekanizmalarına bağlamak mümkündür. Nevrotik insanlar hem kendi davranışlarını hem de çevresindeki insanların davranışlarını çözümlemeye çalışmaktadırlar, bu da bir nevi kısır döngüdür. Nevrotik insanlar daha çok egoist davranma eğilimindedirler. Bu hastalar sürekli bir fizyolojik ve psikolojik doyumsuzluk hakimdir. Psikoloji biliminde nevrozlar fobinevrozları, histeri nevrozları, nevrasteni nevrozları ve kaygı nevrozları olmak üzere dört başlıkta incelenmektedir. Küme (bilgisayar) Küme, bilgisayarda, veri depolama aygıtlarının iz-kafa-kesim şeklinde üç parametre ile verinin fiziksel yerinin belirtildiği sistemde kesimlerin bir araya gelerek oluşturduğu mantıksal birimlerdir. Kümeler genellikle 8'er kesimden oluşur. Eğer kümedeki kesim sayısı artarsa küçük dosyaların tutulduğu bir bilgisayarda, kümedeki kesim sayısı azalırsa büyük dosyaların tutulduğu bir bilgisayarda kullanılabilir veri depolama alanı ziyan olur. Bu yüzden daha çok hangi tip dosyalarla uğraşılıyorsa diskin kesim/küme sayısı ona göre uygun seçilmelidir. Otoregresif koşullu değişen varyans Otoregresif koşullu değişen varyans, ekonometri'de otoregresif koşullu değişen varyans modeli; cari dönemdeki hata teriminin varyansının, önceki dönemdeki hata terimlerinin varyansının bir fonksiyonu olduğunu varsayar. Model, Robert F. Engle tarafından geliştirilmiştir. formula_1, formula_2 olduğunu varsayarsak formula_3 ve formula_4 koşulları altında formula_5 şu şekilde modellenir: formula_6 Eğer hata teriminin ayrıca otoregresif hareketli ortalama yapısı sergilediği öne sürülüyorsa o zaman genelleştirilmiş otoregresif koşullu değişen varyans modeli (GARCH) kullanılır: formula_7 İğneada İğneada, Kırklareli'nin Demirköy ilçesine bağlı, Trakya'nın Karadeniz sahilinde bir beldedir. 22 kilometrelik bir sahile sahiptir. Bağlı olduğu ilçeye 26, Kırklareli il merkezine 100 kilometre uzaklıktadır. Nüfusu, TÜİK 2013 sayımına göre 2082 kişidir. Yerleşimin adı, burayı Osmanlı topraklarına katan İne Bey'den gelmektedir. Daha sonra "İneada" adıyla bilinen yerleşimin ismi zamanla İğneada olmuştur. 14 Ekim 2015 tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ali Rıza Alaboyun tarafından üçüncü nükleer enerji santralinin İğneada'da yapımının planlandığı açıklandı. Bu açıklamanın ardından Demirköy Belediye Başkanı Muhlis Yavuz, nükleer santralin ilk gündeme geldiği günden bu yana ilçe ve belde halkı tarafından istenmediğini dile getirdi. Trakya’yı kapsayan üst ölçekli planlarda 2013 yılında yapılan değişiklikle eklenen "enerji üretim santralları yapabilir" maddesine Trakya Platformu tarafından dava açıldığı ve yürütmeyi durdurma kararı alındığı, bu nedenle Trakya’nın herhangi bir yerine enerji üretim santrali yapılamayacağı ileri sürülmektedir. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu ise İğneada'da nükleer santralle ilgili bir çalışma ve başvuru olmadığını söyledi. Istranca daplarının Karadeniz kıyısına bakan bu ormanlar "Longoz" adıyla anılır. Kayın, meşe, dişbudak ve kızılağaç bu ormanların başlıca türleriidir. ormanlar yağışlı mevsimlerde tam olarak su altında bulunurken yaz mevsiminde yer yer göllerle kaplıdır. Bu alanda 500 civarında bitki ve hayvan türü dikkat çeker. Özellikle yaban kedisi, su samuru ve kuğunun yaşam alanıdır. Otoliz Otoliz, hayvan ya da bitki hücrelerinin, bakteri ve küf gibi dış etkenlerin her türlü etkisi dışında, kendi enzimleriyle tahrip olması ve aşırı olgunlaşan meyvelerde olduğu gibi (geçginlik) bir çeşit erimeye ya da sıvılaşmaya uğraması. Ölümden sonra gerçekleşen bu olaya, üstün yapılı böceklerin başkalaşması sırasında larva dokularının histolize uğraması'yla karıştırılmamalıdır. Otolize uğramak; hücreler ve dokulardan söz ederken, otoliz yoluyla, kendİliğinden harap olmak, parçalanmaktır. Eğer hücrelerin parçalanması olayına mikroorganizmalar da karışmışsa bu olay "Putrifikasyon(kokuşma, dekompozisyon)" adını alır. Lizozomun enerji açığı ortaya çıktığında kendi kendini tüketmeye başlamasına denir. Otoenfeksiyon Otoenfeksiyon, hastalığın başladığı ana kadar hiçbir bozukluk yaratmadan normal olarak organizmada bulunan mikropların neden olduğu enfeksiyona verilen addır. Otoenfeksiyonun, olması için, kişinin direncini azaltan soğuk, aşırı yorgunluk, şeker hastalığı, bağışıklık sistemini ortadan kaldıran tedaviler ve buna karşılık, normal koşullarda hastalık yapmayan mikropların etkinliğini artıran rastlantısal bir nedenin ortaya çıkması gereklidir. Bu gibi durumlara enfeksiyon da denir. Osteskleroz Osteoskleroz: çoğunlukla bir iltihaba bağlı olarak kemik dokusunun sertleşmesidir. Bir metobolizma bozukluğuna ya da bir urun oluşum sürecine de bağlı olabilir. Osteoz Osteoz: iltihaplı olmayan, distrofi cinsinden kemik hastalığıdır. Osteozların birçoğu iç salgı bezlerinin iyi çalışmamasından ileri gelir: biri paratiroit adenomu sonucunda oluşan paratiroit osteozu; hipertirodiye bağlı olan ve kemik ağırları yapan tiriot osteozu. Diğer osteozlar ur ya da distrofi kökenlidir. Zerdüştlük Zerdüştlük, günümüzden 3500 yıl önce Zerdüşt tarafından İran'da kurulan, yaklaşık MÖ 6. yüzyıldan MS 7. yüzyıla kadar 3 büyük Pers İmparatorluğu'nun dini olan, içerisinde düalist ve Eskatolojik inanışın ilk örneklerini barındıran, dünyanın en eski tek tanrıcı vahiy dini. Bu dine inananlar beden öldükten sonra dirilip Ahura Mazda'nın huzuruna çıkacağına ve orada sorgulanacaklarına inanırlar. Günümüzde dinin doğduğu ülke olan İran'da yalnızca yaklaşık 30.000 zerdüşti bulunurken, en fazla zerdüştinin yaşadığı diaspora ülke Hindistan'dır. İran'ın islam ordularınca fethedilmesinden sonra ülkeyi terk ederek Hindistan'a yerleşen bu topluluğa, coğrafi kökenlerine ithafen Parsi denir. Anlam olarak Zerdüşt kelimesi (Zoroaster), Zarathustra'nın Yunanca karşılığıdır. Adına eklenen uştra sözcüğünün bilinen anlamı deve ile ilgisi yoktur. Kimi akademisyenlerin önerdiği, kökü uş "pırıldamak" olandan zaratha (altın) ve uştra (ışık) türetilerek oluşan ad, dünyaya ışık getirenlerin en büyüklerinden birine verilmiş ad olarak "Altın ışığın adamı" anlamındadır. Halk dilinde ise Zerdüşt, yaşayan yıldız olarak nitelendirilir. Türkçede yaygın ve Zerdüştlük biçiminde yerleşmiş olan terime Zerdüştçülük yahut Zerdüştilik şeklinde rastlamak mümkündür. Zerdüştlük kullanımında bu dine bağlı olan insanlar zerdüşti yahut zerdüştçü olarak adlandırılmak durumundadır, zira zerdüşt dinin kurucusunun adıdır. Zerdüştlük, Budizm gibi felsefi yönü de ön plana çıkan inançlar arasında yer alır. Zerdüştlüğün temelinde iyilik ve kötülüğün savaşı yatar. Zerdüşt, yeryüzündeki kavganın tanrının ruhu Spenta Mainyu ile şeytanın ruhu arasında olduğuna inanırdı ve her inananın iyilik için savaşması gerekirdi. Zerdüştlükteki şeytan inancı ile batı dinlerindeki melek anlayışı arasında benzerlikler vardır. Zerdüştlük inancında Tanrı kabul edilen Ahura Mazda “Aklın Efendisi” ile sembolize edilir, Ehriman ise kötülüğün güçlerini temsil eder ve iyilik-kötülük mücadelesi bu noktada başlar. Geleneksel olarak Zerdüştiler yeryüzünün insan kalıntılarıyla bozulmaması gerektiğine inanırlar. Bu yüzden ölülerin cesetlerini defnetmek yerine üstü açık kulelerin çatılarında akbabalara ve doğal etkenlere karşı korumasız bir
şekilde bırakırlar. Bu inancın tanrısı Ahura Mazda'dır. Zerdüşt Espantaman, bu dinin peygamberidir. Doğal elementleri kutsal sayarlar ve bu elementler (su, toprak, hava, ateş) kirletilmekten korunur. Bununla ilişkili olarak ateşe, aydınlığa veya Güneş'e bakılarak ibadet edilir. Bu inanç Zerdüşt Espenteman tarafından getirilmiştir. Zerdüştlüğün peygamberin yaşadığı dönemde yaygın olmadığı bilinmektedir. Batı İran'da Zerdüştlüğün vaizleri, üyeleri sadece Medyalıların değil Persler arasında da bilinen magi rahip aşiretiyle karşılaştılar. Araştırmacılar, bu yeni fikirlerin magilerden gelen itirazlarla karşılaştığına inanıyorlar. Zerdüştlük, bu tarihten sonra da İslamiyet'in İran'da yayılmasına kadar genişlemeye devam etmiştir. Zerdüştiler MS 600 civarında Müslümanların Pers topraklarını ele geçirmesinden sonra İslamiyete geçmiş ve geriye az sayıda zerdüşti kalmıştır. Zerdüşt dininin yaratıcısı olan üç peygamberden bahsedilir; I. Zerdüşt yaklaşık olarak MÖ 3000 yıllarında yaşayan Mahabat, II. Zerdüşt yaklaşık olarak MÖ 2040 yıllarında yaşayan Haşeng (bunun İbrahim olduğu da söylenir), III. Zerdüşt ise MÖ 660 yaşayan Zerdüşt'ün kendisidir. III. Zerdüşt bilge, ileri bir düşünce adamı ve filozof olarak tanımlanır. Zerdüştlük esas olarak III. Zerdüşt tarafından sistemleştirilerek yaygınlaştırılmıştır. Zerdüşt'ün kurduğu dinin adına Mazdeizm denilir. Zerdüşt Mazdeizm'le tek tanrıcılığa yönelirken, çok tanrılığı aşar ve tanrıyı egemenlerden alarak, insanlığın özlemleriyle birleştiren bir güce dönüştürür. Zerdüşt tanrının kötülükleri affetmeyeceğine inanır ve kötülüklere karşı savaşımını bir tanrı emri olarak öne sürer. Zerdüşt'ün filozof yönünü doğa, toplum ve insan gerçeğine ilişkin perspektiflerinde görmek mümkündür. Antik çağ Yunan filozoflarında, Zerdüşt inanışının geliştirdiği kavramların etkilerine rastlanır; MÖ 538 dönemlerinde yaşayan Theopampos, iyi- kötü mücadelesini tabiatın kendi içindeki kanunu olarak algılar. Heraklitos doğadaki her şeyin sürekli değişim içinde olduğunu öne sürer ve hareket kuramında Zerdüşt'ün karşıtlar mücadelesi fikrinden etkilenir. Bundan yola çıkarak, Zerdüşt'ün gök, ışık, Güneş ve diğer göksel varlıkların çözümlemesini yorumlayarak fiziksel evrenin öz devinimlerini formüle eder. Zerdüşt'ün felsefi inancı dünyanın beş temel elementten oluştuğunu belirtir. Bunlar toprak, su, ateş, hava ve bitkidir. Zerdüşt inancının yaşandığı Mezopotamya bölgesinin hayat tarzı, coğrafi konumu ve yaşam koşulları bu tespitlerin kaynağını oluşturur. Zerdüştilikte, dünyanın "altı evre"den oluştuğuna inanılır. Birinci dönemde iyilik ve kötülük ortaya çıkar. İkinci evrede Dünya karanlığa, felakete ve kötülüklere gömülür. Üçüncü evrede iyilik ve kötülük mücadelesinde iyilik kazanır, Zerdüşt halklara doğruyu, adaleti göstererek karanlığı ve aydınlığı birbirinden ayrıştırır. Dördüncü evrede ise her tür kötülük ve karanlık kaybolacak, dünyaya barış ve kardeşlik hâkim olacaktır. Zerdüşt burada dünyayı aşamalara ayırırken, ilk dönem insanın yaradılış dönemini konu alır. İkinci dönemde, tufanla insanoğlunun uğradığı felaket vurgulanır. Üçüncü dönemde, Zerdüştlük ve sonrasında gelişen uygarlığa vurgu yapılır. Dördüncü aşama da ise insanoğlunun geleceğe dair taşıdığı umuda, özgürlük düşlerine çağrışım yaparak, geleceği tasavvur eder. Zerdüştlük felsefesinde su, toprak, ateş kutsal sayılır ve ateşe, aydınlığa veya Güneş'e bakılarak ibadet edilir. Işığın ve aydınlıkların, Tanrı Ahura Mazda’nın fiziksel temsili olduğuna inanılır. Bununla ilişkili olarak ateş, iyi ve kötüyü birbirinden ayıran Tanrısal bir güce sahiptir. Bu inanca göre, ateş bütün varlıklarda bulunur ve canlı ve cansızlarda farklı biçimlerde var olur. İnsanda, hayvanda, bitkilerde, gökte ve yerde bu ateşi değişik zaman ve durumlarda görmek mümkündür. En kutsal olan ateş ise, Tanrı Ahura Mazda ile insan arasındaki ateştir. Kutsal kitaplar Zerdüşt, Gatalar denen dörtlükler yazmıştır. Bu dörtlükler Avesta denen kutsal kitapta toplanmıştır. Bu yazılar Zerdüşt'ün neye inandığını anlatan tek belgedir. Zerdüşt Dini 3 ilahi Zerdüştlüğün kutsal metinlerinin derlendiği Avesta genellikle iki bölüme ayrılır. Birinci bölüm "Vendidad", "Visperad" ve "Yasna"'yı içerir. "Vendidad", çeşitli dînî yasalar ve efsanevi hikâyelerden oluşur. "Visperad", kurban edilirken okunan duaları içerir. "Yasna" ise benzer dualar ve Avesta'da kullanılan genel dilden farklı bir lehçeyle yazılı beş gata içerir. Avesta'nın ikinci bölümüne "Khorda Avesta" (Küçük Avesta) adı verilir ve tüm inananlar tarafından farklı elementlerin varolduğu belirli günlerde okunabilen kısa dualar içerir. Bu duaların beşine "Gah", 30'una "Sirozah", üçüne "Afrigan" ve altısına da "Nyayish" denir. Zerdüştlük inancına göre Tanrı kadın ve erkeği bir arada ve birbirine arkadaş olarak yaratmıştır. Bu inançta kadın ve erkek eşit olarak kabul edilmektedir. Zerdüşt inancının gelişip yayıldığı bölgelerde çok eşliliğin azaldığı ve tek eşliliğin arttığı görülmüştür. Zerdüştilikte, doğru yaşama, ahlâkî emirlere uyma esastır. Ahlâki emirler; iyi düşünce, iyi söz, iyi iş diye özetlenir. Fakirlere cömert davranma, yabancılara misafirperverlik, bütün lekelerden uzak kalma, toprağı sürme, sığırlara bakma, sıkıcı şeyleri imha da faziletli işlerden sayılır. Bâzı cinsi konular ve ölü bedenine temas, kirlenmeye yol açar, özel ayinler gerektirir. Yine Zerdüşt inancı her alanda tarım ve hayvancılıkla uğraşılıp bol üretimin sağlanmasını tavsiye etmektedir. Temiz hayvanlardan sayılan köpek ve kedinin öldürülmesini büyük günah saymaktadır. Döllenmeyi ve çiftleşmeyi önleme kesin olarak yasaklanmıştır. Bu inançta şarabın ibadetle ilgili olarak dînî düşüncelerin geliştirilip derinleştirilmesi ve ruh gözünün açılması amacıyla içilmekte olduğu vurgulanır. Avesta'nın Gatha bölümünde belirtildiğine göre dînî inanç alanında şarkı ve şiirlerin önemli bir yeri olduğu görülür. Zerdüşt'ün Cennet'i şarkılı bir yer olarak değerlendirdiği dikkate alınırsa bunun önemi daha iyi kavranır. Zerdüştiler ateşe tapmazlar, ancak ateşi yüceltirler onu kıble kabul ederek ateş önünde dua ederler. Ancak Zerdüştlükte asıl kıble Güneş'tir. Zerdüştiler dünyada bulunan elementlerin saf olduğuna ve ateşin tanrının ışığı veya irfanı olduğuna inanırlar. Ateş Ateşgede denilen tapınaklarda yakılır ve ateşe üflemek öldürülmeyi gerektirecek kadar büyük bir günahtır. Dini törenlere ya da ayinlere çok fazla önem vermeden, "iyi sözler, iyi düşünceler ve iyi hareketler" ilkelerine odaklanırlar. Zerdüştler günde birkaç sefer dua ederler. Zerdüştler'in dînî törenlerinde ateşin önünde ayinler yapmalarının sebebi, ateşin karanlığı önlemesidir, zîrâ Zerdüşt inancına göre, kötülük karanlıkla özdeşleşmiştir. Sabiilik Zedüştlük ve Yahudilik karışımı bir din olarak kabul edilmektedir. İslam dinine derin etkileri bulunan Hanifliğin de bir çeşit sabiilik olduğu ileri sürülmüştür. Yahudilerin Babil sürgününde Zerdüşt inançlarından etkilendikleri ve bâzı inançların Yahudi, Hıristiyan ve İslâm kültürlerine Zerdüştlükten geçtiği düşünülmektedir; Zerdüşt'ün anası on beş yaşında bir bakire iken, bir ışık hüzmesinin ziyaretine uğrayarak hâmile kalmıştır. Ayrıca ilk kez müritleri ile su üzerinde yürüyen, miraca çıkan, tanrı ile yüz yüze görüşen, ölmeden Cennet ve Cehennem'i gören Zerdüştün kendisidir. Zerdüştlük inancına göre Cehennem üzerinde kurulu olan Sinvat (Çinvat) köprüsünden geçilerek Cennet'e ulaşılır. Ancak Cehennem'de üç gün kalınarak günahlardan temizlenilmesi gerekecektir. İbrahimî dinlerdeki "6 günde" yaratılış ve mehdi-mesih inançlarının ilk izlerine Zerdüştlükte rastlanabilir. Kurtarıcı beklentisi birçok dini inançta temel karakterdir. Zerdüştlükte ise beklenen kurtarıcı birçok özellikleri ise İsa Mesih ile benzer özellikler taşır; " Ölülerin dirilişi ve ve son yargılama ile bitecek 4. devrede temiz bir bakireden Zerdüşt doğar ve O'nun tebliğinin tesiri 10 asır sürer. Daha sonra zamanla dünyanın umumi ahlaki durumu kötüleşecektir. Zerdüştten sonra 2.bin yılda Zerdüşt neslinden bir peygamber gelecek ve bu durum 3. binyılda da devam edecektir." Osteosarkom Osteosarkom (ICD-10: C40-C41), kemik yapılarını üreten hücrelerden oluşan sarkomdur. Kemiğin en sık görülen primer malign tümörüdür. Çoğunlukla 20 yaşın altında ve daha çok diz çevresi ve kalçada görülür. Genellikle ilk belirtisi olan büyük bir ağrı ile başlar. Bu ağrı başlarda hafif dozdaki ağrı kesicilerle geçse de, hastalık ilerledikçe ağrılar artar ve hasta hastalıklı olan organını kullanmada oldukça güçlük çekebilir. Radyografide, pek açık seçik olmayan, saman alevi denen yırtık görünüşte bir alan ve bir kemik zarı mahmuzu görülür. Ancak dokubilimsel inceleme ile teşhis konabilir. Karyolitik ilaçlar bu urların gidişini iyileştirmiştir. Kazakistan'ın idari yapılanması Kazakistan idari teşkilatı 14 eyalet (Kazakça: облыстар / oblıstar; tekil: облысы / oblısı; Rusça: области / oblasti; tekil: область / oblast' ). ve 3 şehirden (Kazakça: қалалар / qalalar; tekil: қала / qala; Rusça: городы / gorodı; tekil: город / gorod ) oluşmaktadır: Ayrıca Kazakistan 5 tane coğrafi bölgeye ayrılır. Bu eyaletlerde toplam 319 ile (Kazakça: аудандар / awdandar; tekil: аудан / awdan; Rusça: районы / rayonı; tekil: район / raion ) ayrılır. Black Mesa Black Mesa şu anlamlara gelebilir: Çandarlı, Dikili Çandarlı, İzmir'in Dikili ilçesine bağlı bir mahalle. Önemli bir turizm merkezidir. İzmir il merkezine 100 km, Dikili ilçe merkezine ise 19 km uzaklıktadır. Ambalaj Ambalaj, ürünlerin, tüketiciye (kullanıcıya) ulaştırılması aşamasında, taşınması, korunması, saklanması ve satışa sunulması için kullanılan herhangi bir malzemeden yapılmış ürünlerdir. Aşağıda verilen ve Ambalaj Sanayicileri Derneği tarafından oluşturulan içerik bu konuda güzel bir sınıflamadır. 1) Kağıtlar 2) Kartonlar 3) Çimento ve diğer Endüstriyel Ürünler için Kraft Kağıt 4) Alüminyum folyo ve levhalar 5) Selofan : OPP, BOPP ve PET filmler kullanılmaktadır. 6) Polietilenler (PE) -Polietilen filmler -PE şişeler -PE Varil, bidonl
ar 7) Polipropilenler (PP) 8) Polivinil klorür (PVC) 8.1. Film 8.2. Levha 8.3. Şişe 8.4. Muhtelif Kutular ve Kaplar 9) Polistiren (PS) 10) Poliester (PET, PETP) 11) Poliamid (PA) 12) Fleksibl (plastik+kâğıt+metal) Ambalajlar – Baskı 13) Etiketler 14) Metal ve Plastik Ambalaj - Kapaklar 14.1. Metal Levhalar : 14.2. Kaplar : 14.3. Kapaklar, Taç Kapaklar : 15) Ahşap Malzemeler :Palet ve sandıklar 16) Cam ambalaj malzemeleri :Cam kavanoz, şişe ve tüpler 17) Ambalaj yardımcı malzemeleri 17.1. Baskı alt ve üst lakları 17.2. Baskı boya ve mürekkepleri 17.3 Laminasyon ve kaplama lakları a. Kola ve dekstrin esaslı yapıştırıcılar b. Dispersiyon esaslı yapıştırıcı ve kaplama lakları c. Nitro ve Butiral esaslı yapıştırıcı ve laklar d. Parafin , vaks ve hot-melt esaslı yapıştırıcı ve kaplama lakları e. Plastik esaslı yapıştırıcılar f. Üretan ve akrilik bazlı yapıştırıcılar g. Cold seal laklar 17.4 Ambalaj Tamamlayıcı Malzemeleri a. Kartondan Rulo Göbekleri, Köşe Koruyucular, silindir kutular b. Çelik Çember c. Yastıklama Ürünleri 17.5. Muhtelif Masterbatch’ler, Hammaddeler, Kimyasallar 17.6. Bantlar : PE laklı, OPP-PVC, kraft kâğıt, çift taraflı, vb. 17.7. Metalize iplik : 18) Dökme Ara Ürün Esnek Taşıma Kapları : PP örgülü big bag ler 19) Dökme Ara Ürün Sert Taşıma Kapları Çizgi kod ya da bar code olarak bilinen ürünü tanıtıcı etiketler. ASTM D5445 "Standard Practice for Pictorial Markings for Handling of Goods" and ISO 780 "Pictorial marking for handling of goods". Ploitlik Ploitlik (İng., "ploidy"), bir hücredeki kromozom sayısının, o hücredeki farklı kromozomlardan birer tanesi ile oluşturulan temel setteki kromozom sayısı ile bir rasyonel sayının çarpımına eşit olması durumudur. Diğer bir deyişle ploitlik, temel kromozom takımının (ve sayısının) ilgili hücredeki tekrarlama derecesidir. Genetikte, bir temel kromozom takımı (ve sayısı) n ile gösterilir. Ploitliği de "n" ile çarpıldığında hücredeki toplam kromozom sayısını veren rasyonel sayının bir tam sayı olup olmamasına göre sınıflandırmak ve çeşitlendirmek mümkündür: Poliploitlik, bir hücrenin ya da canlının kendisindeki her bir kromozomun (diğer bir deyişle de temel kromozom takımı "n"'in) ikiden fazla kopyasına sahip olması durumudur. Canlıların çoğunluğu diploit olsa da hücre bölünmesinin olması gerektiği gibi gerçekleşmemesi sonucu, poliploit hücre ve canlılar ortaya çıkabilir. Poliploitlik yeni türlerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Bunun en ünlü örneklerinden birisi "Spartina" cinsi bitkide yaşanmıştır: Poliploitliğin dikkat çektiği bir başka bitki cinsi de çilek, yani "Fragaria"'dır: Hayvanlar âlemine ait bir poliploitlik örneği ise Afrika tırnaklı kurbağasıdır: Dots per inch dpi (dots per inch) Dijital görüntüleme sistemlerinde, çözünürlük olarak kullanılan, "DOTS PER INCH" kelimelerinin baş harfleri ile kısaltılmış bir terim. Çözünürlük yükseldikçe görüntü kalitesi doğru orantılı olarak yükselir. Örneğin çözünürlüğü 600x600 dpi olan bir görüntü ya da bir tarayıcı tarafından taranan bir doküman, eni ve boyu her inç için 600 nokta ile taranmış veya baskı yapılmış anlamına gelmektedir. 400 dpi milimetrik karşılığı 1 mm'de 15,7 noktadır. Örnek olarak, boyu 500 mm, eni 300 mm olan bir fotoğrafı tarayıcı vasıtası ile tarayalım. Tarama yoğunluğu enine 500x15,7=7850 nokta, boyuna 300x15,7=4710 noktadır. Buna göre bu boyuttaki taramada toplam nokta sayısı 7850x4710=36.973.500 noktadır. Oğuz Kağan Destanı Oğuz Kağan Destanı Türk destanlarından, Hun-Oğuz destanları grubundandır. Oğuz Kağan Destanı'nın dört ayrı yazması vardır. Çağatayca, Farsça ve Uygurca yazmalardaki Oğuz Kağan Destanı; Oğuz boyları, Türk dili, edebiyatı, folkloru, târihi ve kültürü hakkında bilgi verir. Destan Türklerin atası olduğu varsayılan Oğuz Kağan'ın hayatını anlatır. Oğuz Kağan Destanının Uygur yazması, Paris Millî Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Uygur Oğuz Kağan Destanı M.Ö. 201 - 126 yılları arasında büyük bir göçebe devleti kuran Hiung-nu’larla ilgilidir. Oğuz Kağan'ın bu devleti kuran Mete olduğu ileri sürülmektedir. Zeki Velidi Togan’a göre ise, Oğuz Kağan Destanı’nın kökeni daha eski çağlara, M. Ö. VII. yüzyılda merkezi Orta-Asya’da bulunan Sakalar ile birkaç asır sonraki İskitlerdir. Paris elyazmasının transkripsiyonu 1891 yılında W. Radloff tarafından Kutadgu Bilig basımının içinde yayınlandı. Rıza Nur, Oğuz Kağan Destanı'nı başka destanlardan parçalarla zenginleştirerek Oğuznâme adlı yaklaşık 6100 mısralık bir manzum eser meydana getirdi. Rıza Nur'un Oğuznâme'si 1928 yılında Kahire'de yayımlandı. "Oğuz Kağan'ın Duası" olarak bilinen metin başta olmak üzere daha sonraları Oğuz Kağan Destanı'nın bir parçası olarak tanınmaya başlanan kimi metinler, Rıza Nur'un kaleme aldığı ve 1928 tarihli Oğuzname'de yayınlanan metinleridir. Paris'te muhafaza edilen Uygurca metnin yeni bir transkripsiyonu Willi Bang Kauf ve Reşit Rahmeti (Arat) tarafından hazırlanmış ve 1932 yılında Almanya'da yayımlanmıştır. Metin daha sonra Reşid Rahmeti Arat tarafından günümüz Türkçesine çevrilerek, 1936'da İstanbul'da yayımlanmıştır. 1970 yılında Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'nın 100 Temel Eser dizisine Muharrem Ergin'in açıklayıcı önsözü ile, Uygurca metin de eklenerek tekrar yayınlanmıştır. Ergin,metni hazırlarken W. Bang ve Reşid Rahmeti Arat'ın Oğuz Kağan Destanı'nı esas almıştır. Zeki Velidi Togan, Raşit al-Din Hamadani'nin Cami’üt-Tevarih adlı kitabının ikinci cildinde yer alan "Tarih-i Oğuzân ve Türkân" başlıklı bölüme dayanarak 1972 yılında yeni bir "Oğuz Kağan Destanı" yayımlanmıştır. Togan, Residettin’in "Camiü’t-tevarih" adlı eserinde bulunan yazılı ve sözlü kaynaklardan alınan söylentilerin tarihi gerçeklere uygunluğunu destanda bulunan yaşayış biçimi ve hayata bakış biçimine göre değerlendirir. "Tarih-i Oğuzân ve Türkân'daki şekliyle Oğuz Kağan Destanı ile ilgili makale yazanlardan biri Abdülkadir İnan’dır. İnan, ""Oğuz Destanı'ndaki Irkıl Ata"" adlı makalesinde Oğuznâme’nin Reşidettin tarafından Farsça yazılan parçasında geçen Bilge Irkıl Hoca’yı inceler. Burada Irkıl Hoca Türk töre ve ayinlerini ilk koyan bilge kişidir. Ebugazi Bahadır Han’ın gerek ""Secere-i Türk"" ve gerekse ""Secere-i Terâkime"" adlı eserlerinde Irkıl Ata Türk bilgesi olarak geçer. Yakut Türkleri’nde ve Buryat’larda Irkıl kültü bugüne değin yaşamaktadır. Yakut inanışlarına göre ilk kamın adı An Argıl’dır. İnsanlık tarihini iki ayrı evrede veren destanın ilk kısmı Âdem'den Nuh'a kadar olan kısmı genellikle Tevrat kaynak alınarak ve peygamberler tarihi biçiminde anlatılmaktadır. İkinci kısım ise Nuh ve Ön Türklerin neslinden türediği belirtilen Nuh'un oğlu Yafes ekseninde başlamaktadır. İlk kısımda Orta Doğu halkları dışında herhangi bir topluluktan bahsedilmezken ikinci kısımda Nuh Tufanı ve insan neslinin yeniden türemesi ekseninde farklı coğrafya ve halklardan bahsedilmektedir. Anlatıya göre Nuh dünyayı oğulları arasında paylaştırmış, Yafes'e Türkistan düşmüştür. Türklerin ve Moğolların atası olarak anılan Yafes bu halkların yaşam tarzına uygun biçimde göçebe olarak tasvir edilmektedir. Sessiz Bahar Sessiz Bahar (İngilizce Silent Spring), 1962'de Rachel Carson tarafından yazılmış bir kitaptır. Tarım ilaçlarının öldürücü etkisine dikkat çekmesi ve aldığı tepkilere rağmen elde ettiği başarısı ile "Çevre" konusunda bir dönüm noktası olmuştur. Al Gore çevreyle ilgili çok beğenilen ve çok satan kitabı, "Yerkürenin Dengesi" üzerinde çalışırken; "Sessiz Bahar" bir denektaşı işlevi gördü. Günümüzde Rachel Carson'un mesajı her zamankinden daha büyük önem taşımaktadır; artık bir klasik olan bu kitabı yeni okuyucu kuşaklara tanıtmakta en yetkin kişi Al Gore'dur. Göbeklitepe Göbeklitepe veya Göbekli Tepe, Şanlıurfa il merkezinin yaklaşık olarak 22 km kuzeydoğusunda, Örencik Köyü yakınlarında yer alan dünyanın bilinen en eski kült yapılar topluluğudur. Bu yapıların ortak özelliği, T biçimindeki 10-12 dikilitaş yuvarlak planda dizilmiş, araları taş duvarla örülmüştür. Bu yapının merkezinde daha yüksek boyda iki dikilitaş karşılıklı olarak yerleştirilmiştir. Bu dikilitaşların çoğu üzerinde insan, el ve kol, çeşitli hayvan ve soyut semboller, kabartılarak veya oyularak betimlenmiştir. Söz konusu motifler yer yer bir süsleme olamayacak kadar yoğun olarak kullanılmıştır. Bu kompozisyonun bir öykü, bir anlatım veya bir mesaj ifade ettiği düşünülmektedir. Hayvan motiflerinde boğa, yaban domuzu, tilki, yılan, yaban ördekleri ve akbaba en sık görülen motiflerdir. Bir yerleşim yeri değil, kült merkezi olarak tanımlanmaktadır. Buradaki kült yapılarının üretime geçiş aşamasına -tarım ve hayvancılığa- yakın olan son avcı grupları tarafından inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Diğer anlatımla Göbekli Tepe, çevredeki oldukça gelişmiş ve derinlik kazanmış bir inanç sistemine sahip olan avcı-toplayıcı gruplar açısından önemli bir kült merkezidir. Bu durumda bölgenin en erken kullanımının Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’ın (PPN, Pre-Pottery Neolithic) A evresine (MÖ 9.600-7.300), yani günümüzden en azından 11.600 yıl öncesine dayandığı ileri sürülmektedir. Bununla birlikte Göbekli Tepe'deki en eski faaliyetleri tarihlendirme olanağı şimdilik yok, fakat bu anıtsal yapılara bakıldığında Paleolitik Çağ'a kadar uzanan, birkaç binyıl daha eskiye, epipaleolitike kadar giden bir geçmişi olduğu düşünülmektedir. Göbekli Tepe'nin bir kült merkezi olarak kullanımının MÖ 8 bin dolaylarına kadar devam ettiği, ve bu tarihlerden sonra terk edildiği, başka veya benzer amaçlarla kullanılmadığı anlaşılmaktadır. Bütün bunlar ve kazılarda ortaya çıkarılan anıtsal mimari, Göbekli Tepe'yi eşsiz ve özel yapmaktadır. Bu bağlamda UNESCO tarafından 15.04.2011 tarihinde Dünya Mirasları'na aday gösterilmiştir. Bütün bu dikilitaşlar, stilize insan heykelleri olarak yorumlanmaktadır. Özellikle D yapısı merkez dikilitaşlarının gövdesinde bulunan insan el ve kol motifleri, bu konudaki her türlü şüpheyi ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla "dikilitaş" kavramı, işlev belirtmeyen yardımcı bir kavram ol
arak kullanılmaktadır. Esasen bu "dikilitaş"lar, insan vücudunu üç boyutlu olarak betimleyen stilize tarzda yontulardır. Buradaki kazılarda çıkartılan bazı heykel ve taşlar Şanlıurfa Müzesi'nde sergilenmektedir. Tepede ziyaret edilen bir yatır bulunması dolayısıyla yerel olarak ‘’Göbekli Tepe Ziyareti’’ olarak bilinen yükselti, yaklaşık 1 km uzunluğundaki bir kireç taşı plato üzerinde, 300x300 metrelik bir alanı kaplayan 15 metre yükseklikte bir tepedir. Platoda kült yapılarının yanı sıra taş ocakları ve işlikleri bulunmaktadır. Buluntuların ortaya çıkarıldığı alan, batısında sarp kenarlı bir sel yatağı bulunan, kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan, aralarında hafif çökmeler bulunan, çapı 150 metre kadar olan kırmızı toprak yükseltiler grubudur. En yüksek iki tepecikteki mezarlar ortaya çıkarılmıştır. Tepe üzerinden kuzey ve doğuya bakıldığında Toros Dağları ve Karaca Dağ etekleri, batıya bakıldığında Şanlıurfa platosu ile Fırat ovasını ayıran dağ silsilesi, güneye bakıldığında ise Suriye sınırına kadar Harran Ovası görülmektedir. Bu konumuyla Göbekli Tepe'nin çok geniş bir bölgeyi görebildiği gibi kendisi de çok geniş bir bölgeden görülebilmektedir. Bir kült yapıları inşa etmek için buranın seçilmesinde bu özelliğin etkisinin olması muhtemeldir. Diğer taraftan böylesi anıtsal yapılar için çok kaliteli taş kaynağına ihtiyaç duyulduğu açıktır. Gerçekten Göbekli Tepe'de kullanılan kireç taşı, her yerde bulunmayan oldukça sert bir taştır. Bugün bile bölgedeki en kaliteli kireç taşı olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla Göbekli Tepe Platosu'nun seçilme sebeplerinden biri de bu olsa gerektir. Urfa bölgesindeki Yeni Mahalle, Karahan, Sefer Tepe ve Hamzan Tepe gibi merkezlerde T biçiminde sütunların yüzeyde bulunduğu, Nevali Çori'deki kazılarda da benzer mimari ögelerin ortaya çıkarıldığı, dolayısıyla Göbekli Tepe'nin bu merkezlerle ilişkili olabileceği ileri sürülmektedir. Söz konusu merkezlerde saptanan sütunların Göbekli Tepe'de ortaya çıkarılanlardan daha küçük (1,5-2 metre) olduğuna da dikkat çekilmektedir. Sonuç olarak Urfa bölgesinde Göbekli Tepe'nin tek inanç merkezi olmayabileceği, birkaç inanç merkezinin daha olduğu görüşü ortaya atılmaktadır. Fakat bu noktada önemli olan konu, diğer yerleşimlerde daha küçük boyutlu dikilitaşların Göbekli Tepe'nin daha geç tabakası ile benzerlik göstermesidir. Göbekli Tepe, 1963 yılında İstanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesi'nce yürütülen “Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi Araştırmaları Projesi” (Prehistoric Research in Southeastern Anatolia) yüzey araştırmaları sırasında tespit edilmiştir. Olağan ve doğal görünmeyen birkaç tepe, insan eliyle yapıldığı kesin olan binlerce kırık çakmaktaşı döküntüyle kaplıydı. Yapılan yüzey araştırmaları sırasında höyüğün yüzeyinden toplanan buluntulara dayanılarak buranın Biris Mezarlığı (Epipaleolitik) ve Söğüt Tarlası 1 (Paleolitik ve Epipaleolitik), Söğüt Tarlası 2 (Çanak Çömleksiz Neolitik) gibi bölgenin önemli yerleşimlerinden biri olabileceği sonucuna varılmış ancak başka bir çalışma yapılmamıştır. Bölgeden ilk kez, 1980 yılında yayımlanan Peter Benedict’in "Survey Work in Southeastern Anatolia" adlı makalesinde söz edilmiştir. Ancak yine de üzerinde durulmamıştır. Daha sonra 1994 yılında Heidelberg Üniversitesi’nden Klaus Schmidt tarafından bölgede bir araştırma daha yapılmıştır. Sitenin anıtsal karakteristiği ve buna bağlı olarak arkeolojik değeri ancak o zaman dikkat çekmiştir. Kazı çalışmaları ise 1995 yılında Şanlıurfa Müzesi başkanlığında ve İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden (DAI) Harald Hauptmann bilimsel danışmanlığında yapılan yüzey araştırmasından sonra başlatılmıştır. Hemen ertesinde yine Şanlıurfa Müzesi başkanlığında ve Klaus Schmidt bilimsel danışmanlığında kazılar başlatılmıştır. 2007 yılından itibaren ise kazı çalışmaları Bakanlar Kurulu kararlı kazı statüsüyle ve yine Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Prof. Dr. Klaus Schmidt'in başkanlığında devam ettirilmiştir. Projeye Alman Heidelberg Üniversitesi Tarihöncesi Enstitüsü de katılmıştır. Yıllarca sürdürülen ayrıntılı kazı çalışmaları, Neolitik Devrim'i ve hazırlayan zemini yeniden yazmayı sağlayacak güvenilir bilimsel sonuçlar sağlamıştır. Kazı çalışmalarıyla Göbekli Tepe’de dört tabaka verilmektedir. En üstteki I. Tabaka yüzey dolgusudur. Diğer üç tabaka ise Baştan beri kazı çalışmalarına başkanlık eden Klaus Schmidt, ana hatlarıyla, yüzey tabakası dışında II. ve III. Tabakadan söz etmektedir. Schmidt'e göre III. Tabaka, T şeklinde 10-12 dikilitaş ve onları içine alan yuvarlak duvarlar ile bunun merkezinde daha yüksek ve karşılıklı yerleştirilmiş iki dikilitaştan oluşan yapılarla temsil edilen tabakadır ve daha eskidir. II. Tabaka ise bir veya iki daha küçük dikilitaşın yer aldığı -bazılarında dikilitaş yoktur- dörtgen planlı daha küçük ölçekli yapılarla temsil edilir. III: Tabaka'yı Çanak Çömleksiz Neolitik A olarak, II. Tabaka'yı ise Çanak Çömleksiz Neolitik B'nin erken ve orta evresine yerleştirmektedir. Schmidt, III. Tabaka'nın MÖ 10. binyıla, daha yeni tabakanın ise MÖ 9. binyıla tarihlenmesi gerektiğini belirtmektedir. Ancak III. Tabaka'daki henüz ortaya çıkarılmış yapılardan alınan malzemenin radyokarbon tarihlendirmesi, bu yapıların birbirleriyle tam olarak çağdaş olmadığını göstermektedir. En erken tarih D Yapısı'ndan gelmektedir. Bu verilere göre D Yapısı MÖ 10. binyıl ortalarında inşa edilmiş ve aynı binyılın sonlarında terk edilmiştir. C Yapısı'nın dış duvarı, D Yapısı'ndan daha sonraki bir tarihte, A Yapısı ise her ikisinden de sonra yapılmış gibi görünmektedir. Ancak bu değerlendirmeyi tam olarak doğrulamak için daha fazla veri gerektiği de kabul edilmektedir. Göbekli Tepe'de yapılan kazılarda konut olabilecek herhangi bir mimari kalıntıya ulaşılamamıştır. Bunun yerine çok sayıda anıtsal kült yapı ortaya çıkarılmıştır. Yapılarda kullanılan dikilitaşların çevredeki kayalık platolardan tek parça olarak kesilip işlenerek Göbekli Tepe’ye getirildiği ileri sürülmektedir. Bazılarının boyu 7 metreyi bulmaktadır. Jeofizik araştırmaları, bugüne kadar gün yüzüne çıkarılanlar da dahil olmak üzere Göbekli Tepe'deki yapılarda toplam 300'e yakın dikilitaş kullanılmış olduğunu göstermektedir. Bölgede kesilmiş ama işlenmemiş dikilitaşlar bulunmakta olup çevredeki kayalık platolarda, ne amaçla yapıldığı anlaşılamayan bir takım oyuklar ve kazıntılar vardır. Diğer taraftan çoğunluğu platonun batı kesiminde toplanmış olan yuvarlak ve oval çukurların yağmur sularını toplamak için yapılan bir tür sarnıç olduğu düşünülmektedir. Bu çukurlardan yuvarlak olanlar 1,20-3,00 metre arasında derinlik gösterirken oval planlı olanların derinliği 0,50 metredir. Dikilitaşların arası çoğunlukla yontularak işlenmiş taşlarla duvar olarak örülmüştür. Duvarın iç yanında boydan boya bir taş seti yer alır. Duvarın yapımında yer yer kırılmış dikilitaşların parçaları veya civardan toplanan ve yine işlenen taşlar kullanılmıştır. Taşların arasında 2 cm kalınlıkta balçık harç kullanılmıştır. Dikilitaşların stilize insan heykelleri olduğundan hareketle, bu duvarların insanları bir araya getirdiği söylenebilir. Ancak bu harç ciddi sorunlara sebep olmuştur. Her şeyden önce yağmur suları ve rüzgarın sebep olduğu aşındırma zarar vermiştir. Diğer taraftan çeşitli böcekler için oyuk açılması kolay bir alan oluşturmuştur. Ortaya çıkarılan yapılardan hiçbirinde bir çatısı olduğunu gösterir buluntu veya iz yoktur. Diğer bir deyişle bu yapıların birer açık hava tapınağı olduğu anlaşılmaktadır. En önemli buluntuları veren III. Tabakada, kazıların ilk yılında dört yapı ortaya çıkarılmış ve A, B, C ve D olarak adlandırılmıştır. Daha sonraki kazı çalışmalarında ise E, F ve G olarak adlandırılan üç yapı daha ortaya çıkarılmıştır. Jeomanyetik ölçümler, bu şekilde en az yirmi anıtsal yapının bulunduğunu göstermektedir. Kazılan bu kült yapılarında ortak mimari özellikler saptanmıştır. Yapıların ana gövdesi büyük boyutlu 10-12 dikilitaşın belirli araklılarla dairesel planda dikilmesiyle oluşturulmuştur. Dikilitaşlar, işlenmiş taşlardan örülen bir duvar ve bankla birleştirilmiştir. Bu şekilde iç içe iki duvar örülmüştür ve aralarında bir koridor oluşmuştur. En içteki dairenin merkezinde ise karşılıklı yerleştirilmiş daha büyük boyutlu iki dikilitaş vardır. Bu şekliyle merkezdeki dikili taşlar serbestken çevredekiler kısmen duvar ve bank sırası içine gömülmüş durumdadır. Ortaya çıkarılan yapılardan C ve D yapılarının çapları 30 metre, B yapısının çapı ise 15 metredir. A yapısı ise oval planlıdır ve çapları yaklaşık olarak 15 ve 10 metredir. Bu dört yapının merkezinde yükseklikleri 4-5 metre olan (D Yapısı'nın merkez dikilitaşları yaklaşık 5,5 metre yüksekliktedir), kabartma bezemeli, kireç taşından yapılma iki dikilitaş vardır. Aynı şekilde üzerinde kabartmalar olan iç ve dış duvardaki dikilitaşlar ise merkezdekilere bakacak şekilde fakat daha küçük boyutlu, yaklaşık 3-4 metre yüksekliğindedir. Merkezlerdeki iki dikilitaş, F yapısı dışındaki diğer yapılarda güneydoğu yönündedir, F yapısında ise yön güneybatıdır. Bütün bu yapı grubu, Neolitik Çağ içinde bilinçli olarak ve hızla, bir yığınla örtülmüştür. Bu yığın, çoğunluğu yumruktan küçük çapta kireç taşı parçalarıdır. Fakat aralarında çoğu çakmaktaşından yapılımış taş aletler, öğütme taşları gibi insan elinden çıktığı açık olan parçalanmış nesneler de vardır. Diğer taraftan çok sayıda kırık hayvan boynuzu ve kemiği bu işlemde kullanılmıştır. Kemiklerin büyük bölümü ceylan ve yabani sığır olarak tanımlanmıştır. Diğer hayvan kemikleri kızıl geyik, onager, yaban domuzudur. Asıl ilginç olanı ise bu dolgu içinde hayvan kemiklerinin yanı sıra insan kemiklerine de rastlanmasıdır. Bunlar da aynı hayvan kemikleri gibi kırılmış küçük parçalar halindedir. Her ne kadar ilk akla gelen yamyamlıksa da, bir ölü gömme uygulaması olma ihtimali daha yakın görünmektedir. İnsan vücudunun ölümden sonra bazı özel işlemlere tabi tutulması, Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ'ın Yakın Doğu'sunda birçok kez tespit edilmiş bir gelenektir. Yapıların hangi amaç ve düşünceyle örtüldü
kleri halen bilinmemektedir. Diğer taraftan buradaki yapılar bu yığma dolgu sayesinde günümüze kadar tahribata uğramadan kalabilmiştir. Bu açıdan günümüz arkeolojisi bu yığma dolguya çok şey borçludur. Ne var ki aynı dolgu, yine arkeoloji açısından iki önemli güçlük çıkarmaktadır. Her şeyden önce yığma dolgunun gevşek malzemesi, kazı çalışmaları sırasında ek zorluklar yaratmıştır. Esas zorluk ise radyokarbon tarihlendirmesi sonuçlarının yanıltıcı olabileceği endişesidir. Çünkü bu dolgu atılırken daha yeni parçaların daha altta, daha eski parçaların daha üstte olması mümkün görünmektedir. C yapısındaki yaklaşık 10 metre çapında bir çukur, kazıların başlangıcından beri bilinmektedir. Bu yapıdaki kazı çalışmalarında söz konusu çukurun, "merkez dikilitaşların etrafını açmak, daha sonra da bu dikilitaşları parçalamak amacıyla yapılmış olduğu, bu amaca tamamıyla olmasa da dikilitaşları parçalara ayıracak derecede ulaşıldığı" saptanmıştır. Öyle ki çukuru açmak için yapılan güçlü vuruşlarla merkez dikilitaşlardan doğudakinin üst kısmı parçalara ayrılarak etrafa dağıtmıştır. Ancak gövde yerinde kalmıştır. Yine de gövdedeki kabartma boğa figüründe, yakılan büyük bir ateşin etkisiyle yoğun kopuntular olduğu görülmektedir. Alanda bulunan çanak çömlek parçalarına bakılarak bu çukurun Tunç Çağı'yla Demir Çağı arasında bir dönemde açıldığı ileri sürülmektedir. Kazılarla açığı çıkarılan bu kült yapılarından C, D ve E yapısı dışındakilerin tabanları, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ'a tarihlenen kült yapılarında genellikle görüldüğü gibi terrazzo tekniğiyle yapılmamıştır. Bunların tabanları ana kayanın düz ve pürüzsüz bir şekilde işlenmesiyle elde edilmiştir. Diğer yapılarda taban, terrazzo tekniğiyle, üzeri cilalanan beton sertliğindeki söndürülmüş kireçten yapılmıştır. C yapısındaki merkez dikilitaşlar da ana kayada açılan 50 cm'lik kaide oyuklarına, etrafları küçük taşlar ve balçıkla sıkıştırılarak oturtulmuştur. D Yapısında ise merkez dikilitaşların kaide oyukları 15 cm'dir. C Yapısı'nın diğerlerinden farklı bir ek yapısı vardır. Güneye bakan giriş kısmında dışarı doğru uzanan bir giriş kısmı görülür. Yuvarlak planlı yapılarda dörtgen planlı giriş kısmı şeklinde tanımlanan dromos görünümündedir. Ortaya çıkarılan bu tapınaklarda dört tanesinin (A, B, C ve D) en eski olduğu, aşağı yukarı aynı dönemde, günümüzden 12 bin yıl önce inşa edildiği anlaşılmaktadır. Bu tarihlerden bin yıl kadar sonra benzer kült yapılarının Çayönü, Hallan Çemi ve Nevali Çori’de yapıldığı ileri sürülmektedir. Dolayısıyla Göbekli Tepe, bu yerleşmelerin öncesi görünümündedir. Bazı dikilitaşlarda, özellikle D Yapısı dikilitaşları üzerindeki insansı kol ve el kabartmaları, bu dikilitaşların insan vücudunu temsil ettiği şeklinde yorumlanmaktadır. Yatay parça başı; dikey parça ise vücudu temsil etmektedir. Esasen bu "dikilitaş"lar, insan vücudunu üç boyutlu olarak betimleyen stilize tarzda yontulardır. Her iki geniş yüzey yanlar, dar yüzeyler ise ön ve arka olarak alınmıştır. D Yapısı merkez dikilitaşlarında (Dikilitaş 18 ve Dikilitaş 31), insanı sembolize ettiklerini gösterir başka kanıtlar vardır. Her iki dikilitaşta kolların altında kemer olduğu açık kabartmalar vardır. Kemer tokaları da işlenmiştir. Ayrıca bu kemerler üzerinde aşağıya doğru tilki postundan bir "peştamal"i temsil eden işlemeler görülmektedir. Ancak bütün dikilitaşlarda insanı stilize ediş tarzında cinsiyeti belirtecek herhangi bir unsur görülmemektedir. Açıktır ki sembolize etmede en düşük düzey yeterli bulunmuştur. D Yapısı merkez dikilitaşları oldukça ayrıntılı görünmekle birlikte buradaki sözü edilen peştemal, cinsiyeti örtmektedir. Bununla birlikte kuş uçuşu yaklaşık 48 km kuzeybatıdaki Nevali Çori kazılarında bulunan kemerli kil figürinlerin hep erkek olmasına dayanılarak bu betimlemelerin de erkek olduğu ileri sürülmektedir. Sıklıkla dikilitaşların gövde kısmının ön yüzünde iki band halinde uzanan kabartmalar ve uzun bir giysiyi andıran kabartmalar görülmektedir. Bu kabartmaların özel bir giysiyi temsil ettiği ve ritüellerin önemli bir unsuru olduğu, belirli kişiler tarafından giyildiği düşünülmektedir. Bu bağlamda merkez sütunlarının temsil ettiği kişilerin bu ritülellerde önemli bir rol üstlenmiş olmaları gerektiği ileri sürülmektedir. Kazı başkanı Klaus Schmidt'e göre merkezdeki iki dikilitaşın, mitolojide yaygın bir tema olması dolayısıyla ikiz veya en azından kardeş olması mümkündür. Yine de en çok görülen motifler insan değil, yabani hayvan motifleridir. Motiflerde kullanılan yabani hayvanlar çok geniş bir çeşitlilik göstermekte ve dönemin, bölgenin faunasıyla örtüşmektedir. Kedigiller, boğa, yaban domuzu, tilki, turna, ördek, akbaba, sırtlan, ceylan, yabani eşek, yılan, örümcek ve akrep bunlardan bazılarıdır. A Yapısı'nda dikilitaşlar üzerindeki kabartmalarda yılan ağırlıklı olarak yer almaktadır. Bu yapıdaki betimlemelerde yer alan 17 hayvan türü içinde en çok kullanılanıdır. Sıklıkla ağ gibi birbirine girmiş yılanlar görülür. B Yapısı'nda ise tilki kabartmaları, özellikle merkezdeki iki dikilitaşın ön yüzünde yer alan iki tilki dikkat çekicidir. C Yapısı ise yaban domuzlarına ağırlık verilen yapıdır. Sadece dikilitaşlardaki kabartmalarda değil, taştan oyulmuş heykellerde de bu durum vardır. Ortaya çıkarılan yaban domuzu heykellerinin çoğunluğu bu yapıdan çıkarılmıştır. Ancak bu yapının dikilitaşlarında hiç yılan motifi kullanılmamıştır. Sadece tek bir yılan kabartması, güney kesimde yatay taş levhalardan birinin üzerinde yer almaktadır. D Yapısı'nda ise yaban domuzları, yabani öküzler, ceylanlar, yaban eşekleri, turnalar, leylekler, ibis, ördek ve bir kedigil gibi geniş bir figür çeşitliliği olmakla birlikte yılan ve tilki ağırlıktadır. Kazı başkanı Klaus Schmidt, kabartma veya heykel olarak karşımıza çıkan bu hayvanların, insanların günlük hayatlarında önemli bir rol oynamış olmalarının gerekmediğini, yapılma amacının mitolojik bir ifadeye dayandığını ileri sürmektedir. Diğer taraftan dikkat çeken bir konu da bütün bu hayvan motifleri içinde memeli hayvanların hepsinin erkek olarak betimlenmiş olmasıdır. Gerek insan, gerek hayvan motiflerinde dişi, neredeyse hiç görülmez. Bugüne kadar ortaya çıkan motiflerin sadece bir tane istisnası vardır. Aslanlı sütun olarak tanımlanan dikilitaşların arasında yer alan bir taş levhada çıplak bir kadın betimlenmiştir. Dikilitaşlar üzerindeki kabartmalara oldukça ilginç bir örnek de XXV numaralı dikilitaş üzerindeki kompozisyondur. Kabartmalardan biri cepheden betimlenmiş stilize bir insan kabartmasıdır. "Taşlaşmış bir görüntü" verdiği ifade edilen figürün baş kısmı, kafatasına benzer bir yüz ifadesi olarak işlenmiştir. Dikilitaşın parçaları bir araya getirildiğinde insan motifine 25 cm mesafede 10 cm'lik küçük bir hayvan figürü yer almaktadır. Köpekgillerden olduğu anlaşılan hayvanın dört bacağı, yukarı kalkmış ve gövdeye doğru kıvrılmış kuyruğu görülmektedir. II. Tabaka'da yuvarlak planlı yapılar görülmez, bunun yerine dörtgen planlı yapılara geçilmiştir. Ancak III. Tabaka'daki kült yapılarının ana mimari unsurlarından olan T biçimi dikilitaşların kullanılmasına devam edilmiştir. Bu tabakadaki yapılar da çoğunlukla kült yapılarıdır. Fakat yapıların boyutları küçüldüğü gibi dikilitaşların sayıca azaldığı, boyutça küçüldüğü görülmektedir. III. Tabaka'da dikilitaşların ortalama yüksekliği 3,5 metre iken II. Tabaka'da 1,5 metredir. Kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan, mimari dışındaki küçük buluntuların çok büyük bir bölümünü burada çalışanların kullandığı taş aletler oluşturmaktadır. Bunların hemen hemen hepsi çakmaktaşından yapılma aletlerdir. Obsidiyen taş aletler istisnaidir. Bu aletlerde kullanılan obsidiyenin kaynağı çoğunlukla Bingöl A, B ve Göllüdağ (Kapadokya) olarak görülmektedir. Bu aletlerde kullanılan taşların 500 km mesafedeki Kapadokya'dan, 250 km uzaklıktaki Van Gölü'nden, yine 500 km uzaklıktaki Kuzeydoğu Anadolu'dan olması apayrı bir bilmeceyi oluşturmaktadır. Taş aletler dışında kireç taşından ve bazalttan oyulma malzeme de ele geçmiştir. Bunlar çoğunlukla taş kaplar, taştan yapılma boncuklar, küçük figürinler, öğütme taşları ve havanelleridir. Diğer küçük buluntulardan yassı baltalar nefritden ve amphiolitden, takılar ise serpentinden yapılmıştır. Taş aletler dışında birçok heykel çıkarılmıştır. Bunların bir kısmı kireç taşından yapılmış olağan boyutlardaki insan başlarıdır. Kırıklar, bunların esas heykellerden koptuğunu düşündürmektedir. Heykeller dışında dikkati çeken bir buluntu, 2011 kazılarında ortaya çıkarılan bir "totem" benzeri eserdir. Boyu 1,87 metre, genişliği 38 cm. olan, kireçtaşından oyulmuş totem üzerinde bileşik kompozisyon ve figürler yer almaktadır. Çıkarılan toprağın incelenmesinde yabani buğday türü Einkorn taneleri bulunmuştur. Tahılın evcilleştirilmiş türlerine ilişkin bir bulguya henüz rastlanmamıştır. Tespit edilen diğer bitki kalıntıları ise sadece badem ve yerfıstığının yabani türleridir. Hayvan kemiklerine ait buluntular ise birçok farklı hayvan türüne aittir. İçlerinde en çok rastlananlar ceylan, yabanıl sığır, toy kuşu gibi Dicle havzası faunasıdır. Bu çeşitliliğe rağmen evcil türlere ilişkin bir bulgu yoktur. Göbekli Tepe'deki kazılara kadar bilim dünyası, göçebe küçük gruplar halinde örgütlendiği düşünülen avcı-toplayıcı toplulukları oldukça basit standartlarda yorumlamıştır. Ancak kazılarda ortaya çıkan, bir kült merkezi olarak anıtsal boyutlarda mimari, büyük taş yontular, sembolik motifler ve stilize edilmiş canlandırmalar, en azından bu bölgedeki toplulukların oldukça gelişkin ve çok yönlü bir sosyal yapıya sahip olmaları gerektiğini göstermektedir. Göbekli Tepe'de ortaya çıkarılan bütün bu buluntular böylesi faaliyetleri gerçekleştirebilmek için kalabalık grupları bir araya getirmekteki organizasyon gelişkinliğinin, kişisel sanat becerilerin ve ritüel itkilerin, bir çeşit sanat anlayışının ve arayışının varlığını ortaya koymaktadır. Bu bulgular ışında bilim dünyası, avcı-toplayıcı toplulukların sosyokültürel yapısı hakkındaki hakim gör
üşleri gözden geçirmek zorunda olmaktadır. Elde edilen sonuçları, sembolizm üzerine genel kabul gören görüşlerin de değişmesine sebep olmuştur. Arkeolojinin bu konudaki geleneksel görüşü, ancak tarım devriminin (bkz. Neolitik Devrim) topluluklara bol ve güvenli besin kaynağı ve zaman sağladığını, bu sayede anıtsal bir mimari ve zengin bir sembolik anlatım geliştirebildikleri yönündeydi. Ne var ki Göbekli Tepe'yi yapanların tarımcı topluluklar olmadığı anlaşılmaktadır. Bilim dünyası avcı-toplayıcı grupların küçük birimler olduğunu, her gün besin sağlamak için uğraşmak zorunda kaldıklarını ve sadece o günü kurtarabildiklerini kabul etmekteydi. Bu gibi kült yapılarını inşa etmek ve bu merkezleri amaçları yönünde kullanmak, muhakkak kalabalık bir grup insanı avcılıktan ve toplayıcılıktan bir süre için de olsa çekmeyi gerektirmektedir. Kazı başkanı Klaus Schmidt ve ekibi, tonlarca ağırlıktaki dikilitaşları kayalardan kesip çıkarmak, işlemek, yarım kilometreye yakın bir mesafeyi kat ederek Göbekli Tepe'ye getirmek ve yapıları inşa etmek için en az 500 kişinin çalışmış olması gerektiğini düşünüyorlar. Her şeyden önce bu insanların beslenmesi gerekmektedir. Bu durum göz önünde bulundurularak bu insanların ihtiyacı olan besin maddelerini sağlama gereğinin, tarımı keşfetme yönünde bu toplulukları zorladığı ileri sürülmektedir. Gerçekten de III. Tabaka yapılarının daha sonra örtülmesinde kullanılan dolgu yığını içinde büyük sayılara ulaşan miktarda hayvan kemikleri bulunmaktadır. Bulunan hayvan kemiği parçalarının sayısı 100 bini geçmektedir. Bu durum Göbekli Tepe'de çok fazla et tüketildiğini göstermektedir. Bu et tüketimi, çalışanların ihtiyacını karşılamanın yanı sıra, burada düzenlenen ritüellerde yapılan şölenlerde, çevreden gelen insanların ihtiyacını karşılamış olabilir, hatta kurban törenlerinde kullanıldığı da düşünülebilir. Bu durum şüphesiz insanları daha geniş besin kaynakları aramaya itmiştir. Bütün bunlar arkeolog Ian Hodder'in, sosyokültürel değişmelerin tarımdan önce gerçekleştiği tezinde ifade bulmaktadır. Bu bağlamda, Göbekli Tepe buluntularının ışığında Neolitik Devrim'in çekirdek bölgesinin Levant olmaktan çok Toroslar'ın güney etekleri olabileceği sorgulanır olmuştur. Arkeologlarca üzerinde durulan diğer bir konu da bu yapıların inşa edilmesinin gerektirdiği son derece karmaşık organizasyonun avcı-toplayıcı topluluklarca nasıl sağlanabildiği konusudur. Alman Arkeoloji Enstitüsü'nden Harald Hauptmann, bu organizasyona "dini" liderlerin önderlik ettiğini ileri sürmektedir. Bu durumda "seçkin" bir tabakalaşmanın bu toplumlarda ortaya çıkmış olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Klaus Schmidt de Göbekli Tepe'yi inşa eden toplulukların tabakalı bir toplum olduğunu ifade etmektedir. Halbuki bilim dünyasında Göbekli Tepe'ye kadar hakim olan bakış açısı, karmaşık dini uygulamaların ve organizasyonun ancak tarımın hakim geçim tarzı olduğu topluluklarda ortaya çıktığı yönündeydi. Ancak Göbekli Tepe bu yaklaşımı sorgulanmak zorunda bırakmaktadır. Gerçekten de bu denli anıtsal yapıları ortaya çıkaracak işgücünü, çevredeki avcı-toplayıcı gruplardan alarak çalıştırmak, ancak köklü bir inanç geçmişine dayanacaktır. Diğer taraftan özellikle hayvan kabartmalarında ister istemez dikkat çeken bir ustalık vardır. Farklı bir ifadeyle sanat denebilecek bir üsluplaşma görülmektedir. ""Uzman bir sanatçının elinden çıkmış, o üslubu bilen birilerinin yaptığı"" eserler olarak görülmektedir. Dolayısıyla bu sanat üslubunun uzun bir geçmişinin olması gerektiği ortadadır. Diğer taraftan Göbekli Tepe'de bulunan bu sembollerin benzerleri, fakat daha küçük ölçekli olarak, Kuzey Irak ve Suriye'ye kadar yayılan bir bölgede yürütülen arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılmıştır. Bu verilere dayanılarak Göbekli Tepe'nin Neolitik Dönem'de kültürel etkileşim açısından bir merkez olduğu ileri sürülmektedir. Göbekli Tepe, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun koruması altındadır. Diyarbakır Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü'nün 27.09.2005 tarihli ve 422 numaralı kararıyla I. Derece Arkeolojik Sit Alanı olarak tescil edilmiştir. Göbekli Tepe'de sürdürülen kazı çalışmalarının son birkaç senelik uygulamasında, yapıların ve bölgenin ortaya çıkarıldığı gibi korunmasına ve sergilenmesine yönelen çalışmalar geliştirilmiştir. Duvarlar ve dikilitaşlar, kumaş, elenmiş toprak, ahşap konstrüksiyon ve tel örgü hatlarıyla korunmaya çalışılmaktadır. Ancak yine de uzun dönemde yağmacılığın ve dış çevre koşullarının tehdidi, buradaki yapıların ve arkeolojik eserlerin özel olarak korunmasını gerektirmektedir. Bu gerekliliğin bir cevabı olarak Küresel Miraslar Fonu, 2010 yılında Göbekli Tepe'nin korunması için çok yıllıklı bir çalışma programı yapılacağın açıklamıştır. Bu yöndeki çalışmaların Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, Şanlıurfa Belediyesi, Alman Arkeoloji Enstitüsü ve Alman Araştırma Fonu'yla işbirliği içinde yürütülmesi öngörülmektedir. Bu girişimde amaçlanan, ortaya çıkarılan yapıların ve çevresinin yönetimi için yeterli bir düzenlemenin oluşturulmasına, uygun gelecek bir koruma planının belirlenmesine, sergilenecek eserlerin hava koşullarından korunmasını sağlayacak bir koruma örtüsünün yapılmasına destek olmak ve gerekli girişimleri yapmaktır. Bu çerçevede proje ekibi için gereken tesislerin, ulaşım hatlarının ve park yerlerinin, ziyaretçi alanlarının yapımı, durumun gerektirdiği kadar geniş anlamda turizm altyapısının geliştirilmesi planlanmaktadır. Zihin haritası Zihin haritası başlangıç olarak anahtar kelimeler ve şekiller kullanılarak gerçekleştirilen bir not tutma tekniği olarak ortaya çıkmıştır. Bu not tutma tekniğinin temelini Exeter Üniversitesi'nden Dr. Gordon Howe ve arkadaşlarının yaptığı araştırma sonuçları oluşturmaktadır. Bu teknik daha sonra daha çok batı ülkelerinde "Zihin Haritaları (), "Mental Haritalar (), "Öğrenme Haritaları () gibi isimlerle anılmışlardır. Ancak bunların içinde Tony Buzan tarafından İngilitere'de tescil ettirilen "Mind Map" ismi ticari bir ürün haline getirilerek tanıtımında ve pazarlanmasında başarı sağlanmıştır. Bir teknik olarak kamusal alanda olmasına rağmen "Mind Map" ifadesi Tony Buzan'ın tescilli bir markasıdır. Tekniğin Türkiye'de tanınmasını ve Türkçeye girmesini sağlayan ilk eser 1995 yılında Tony Buzan ile Memoriad Dünya Hafıza Olimpiyatları kurucularından olan yazar Melik Duyar'ın birlikte hazırladıkları "Beyin Haritaları ve Derslere Uygulama Teknikleri" başlıklı kaset ve kitap kombinasyonlu eğitim seti olmuştur. "Zihin Haritaları" ve "Beyin Haritaları" kavramları Türkçeye bu eserle kazandırılmıştır. Bir teknik olarak yine kamusal alanda olmasına rağmen, "Zihin Haritaları" ve "Beyin Haritaları" kavramları bir ticari veya hizmet emtiası olarak yazar Melik Duyar'ın daha sonraki yıllarda kurduğu Mega Hafıza şirketinin tescilli markalarıdır. Zihin haritaları sadece not tutma sistemi olarak değil, düşünceleri oluşturmak, görselleştirmek, tasarlamak ve sınıflandırmak ile birlikte, eğitim alanında, organizasyonda, problem çözümünde ve karar alma süreçlerinde de etkin olarak kullanılmaktadır. Ana konu veya tema merkezde olmak üzere bilgiler arasındaki anlamsal ya da diğer bağlantılar anahtar kelimeler ve görsel resim ve şekillerle desteklenmektedir. Elemanları kelimeler, resimler, çizgiler, semboller, renkler ve şekillerdir. Roger Wolcott Sperry Roger Wolcott Sperry (20 Ağustos 1913 - 17 Nisan 1994), bölünmüş beyin (ing. split-brain) çalışmalarıyla ünlü bir nöropsikologtur. Bu çalışmalar sayesinde David Hunter Hubel ve Torsten Nils Wiesel ile birlikte 1981 Nobel Fizyoloji veya Tıp Ödülü'nü kazanmıştır. Sperry, Hartford, Connecticut'ta Francis Bushnell ve Florence Kraemer Sperry'nin oğlu olarak dünyaya geldi. Sadece bir erkek kardeşi (Russell Loomis) vardı. Babaları, Sperry 11 yaşındayken öldü. Sperry lisans eğitimini Oberlin College'da İngilizce üzerine (1935), master eğitimini de aynı okulda psikoloji (1937) üzerine yaptı. Doktorasını ise Chicago Üniversitesi'nden 1941'de aldı. Daha sonra Sperry, doktora sonrası (post doktora) çalışmalarına Karl Lashley ile birlikte Harvard Üniversitesi'nde devam etti. 1949 yılında, Norma Gay Deupree ile evlendi. Bir oğulları (Glenn Michael) ve bir kızları (Janet Hope) oldu. Sperry'nin 10 yıldan fazla vaktini alan ilk önemli bilimsel çalışması, Chicago Üniversitesi'nde kendi hocası Paul Weiss tarafından geliştirilen ve yaygın şekilde kabul gören bir teoriyi çürütmek oldu. Bu teoriye göre, duyu organları ve kaslar arasındaki bağlantıyı sağlayan sinir ağı, başta birbirlerine rastgele bağlı sinir liflerinden oluşan, değişime uğramamış ve özelleşmemiş bir ağ iken, daha sonra deneyimlerin ve öğrenmenin etkisiyle yüksek derecede eşgüdümlü ve amaca özel hizmet eden bir sisteme dönüşüyordu. Uyarlanabilirlik (ing. plasticity) ve işlevlerin birbiri yerine kullanılabilirliği, bu teorinin anahtar fikirleriydi. Weiss bu teoriyi, son derece dikkatle yürüttüğü deneysel çalışmaların üzerine oluşturmuş, fakat elindeki verileri yanlış yorumlamıştı. Daha sonraları ünlü olacak bir dizi deneyle Sperry, gerçekte olan bitenin Weiss'in teorisinde hayal edilenin tam tersi olduğunu gösterdi. Beyindeki devreler, birbiri yerine kullanılabilir benzer bölümlerden oluşmak yerine, kimyasal yapısı ve işlevi embriyonun gelişimi sırasında belirlenmiş (etiketlenmiş) sinir hücrelerinden oluşan, sınırları kesin olarak çizilmiş bir yapıya sahiptir. Bu etiketleme bir kere yapıldıktan sonra o hücrenin işlevi bellidir ve daha sonra değiştirilemez. Nobel Ödülü almasını sağlayan çalışmasında ise Sperry, epilepsi hastalarını tedavi etmek amacıyla, beyinin sağ ve sol yarımküreleri arasındaki iletişimi sağlayan yapı olan corpus callosumu kesti. Sperry ve çalışma arkadaşları daha sonra bu hastalardan, beynin sadece belli bir yarımküresi tarafından yapıldığı bilinen işleri yapmalarını istediler. Sonuçta, corpus callosumu kesilmiş bu hastaların beyinlerinin sağ ve sol yarımkürelerinin birbirinden bağımsız olarak bilinç sahibi olduğunu gördüler. Bu a
raştırma, beyin işlevlerinin yanallaştırılması (ing. lateralization of brain function) anlayışının gelişmesini sağladı. Sperry'nin, hocasının teorisini çürüttüğü radikal sonuçlara varmasını sağlayan deneyleri kurbağa, balık, semender, maymun gibi pek çok hayvan türüne uygulanan cerrahi prosedürleri içeriyordu. Sperry, sinirler arasındaki bağlantılar yeniden düzenlendiği zaman -örneğin, bir sıçanın sol ayağını uyaran duyu sinirlerinin hayvanın sağ tarafına yönlendirilmesi gibi-, hayvanda normalden farklı tepkiler gözleniyordu ve bu tepkiler hiçbir zaman eski ve normal haline dönmüyordu. Sıçan örneğinde, sağ ayağın uyarılması, hayvanın sol ayağını oynatmasına sebep oluyordu ve hiçbir deneyim, ne kadar yoğun olsa ve sık tekrarlansa da, bu tepkinin değişmesini sağlayamıyordu. Balık, kurbağa ve semenderlerle yapılan deneylerde (bu hayvanlar yüksek rejenerasyon yeteneklerinden dolayı seçilmişlerdi) Sperry her bir sinir lifinin (ki her biri aslında ayrı bir sinir hücresidir) kimyasal olarak birbirinden farklı davrandıklarını gösterdi. Optik sinirleri zedelenmiş ve daha sonra rejenere olmaya bırakılmış bir hayvanda, her bir optik siniri oluşturan binlerce sinir lifinin, beyine doğru yeniden büyüdüğü ve daha öncekinin aynısı olan bağlantıları oluşturduklarını gördü. Hayvan bu sayede, sanki optik sinirleri hiç zedelenmemiş gibi yeniden görmeye başlamıştı. Sinir devrelerinde uyumlu bir yeniden düzenleme (ing. adaptive reorganization) olmadığının kanıtı ise, optik siniri zedelenen bir gözün, aynı zamanda göz yuvasında döndürüldüğünde, rejenerasyon sonrası gördüklerinin başaşağı olmasıydı. Bunların da ötesinde, sinirleri çapraz bağlanan sıçanda olduğu gibi, hiçbir deneyim ve hayvanı yeniden eğitme denemeleri düzgün görüş sağlamamıştı: hayvan istisnasız olarak, sağ tarafında bir solucan gördüğünde, onu yakalamak için sol tarafa saldırıyordu. Beyindeki devrelerin embriyonun erken gelişimi sırasında belirlendiği düşüncesi pek çok başka bulguyla da desteklenmiştir. Bu çalışmalar "akson rehberliği" (ing. axonal guidance) adı verilen yeni bir araştırma alanının doğmasını sağladı. Sperry'nin, her bir sinir hücresinin kimyasal öznelliği bulgusu, modern moleküler metotlarla da doğrulandı. Bu sonuç, nörocerrahiden evrim ve gelişim biyolojisine, ve hatta sosyopolitik konulara kadar, pek çok seviyede çeşitli anlamlarla yüklü bir sonuçtu. Örneğin, elbette öğrenme kapasitesi belli bir sinirsel uyarlanabilirliğe (ing. neural plasticity) işaret ediyor. Fakat Sperry'nin gün ışığına çıkardığı, beynin temel determinizmi ile öğrenmenin hücresel ve kimyasal seviyede hangi öğelerden oluştuğu sorusuna cevap verilebilir mi? Sperry'nin bulguları üzerine sorulan bu ve bunun gibi sorulara günümüzde hala kesin cevaplar aranmaktadır. Nörobilim dünyasına büyük katkılar sağlamakla birlikte, Sperry'e Nobel Ödülünü kazandıran çalışmalar bunlar değildi. Sperry ve öğrencileri eğer beynin iki yarımküresi, corpus callosum (iki yarımküreyi birbirine bağlayan büyük sinir bandı) kesilmek suretiyle birbirininden ayrılırsa, yarımküreler arasındaki bilgi iletiminin sona erdiğini ve aynı bireyde, işlevsel olarak birbirinden bağımsız iki ayrı beynin varlığının söz konusu olduğunu gösterdiler. Bu bulgular, corpus callosumun kesilmesinin belirgin hiçbir davranışsal etki yaratmadığı yönünde olan (ve yine bir takım bulguların yanlış yorumlanması sonucu ortaya çıkan) genel inanışı çürüttü. Olası açıklama, iki yarımkürenin her ne kadar birbirlerinden ayrılmış olsalar da, genel olarak ortak bir karar içinde olmaları ve bu sayede de açık seçik bir anlaşmazlığın ortaya çıkmaması. Bununla birlikte Sperry ve grubu, yaptıkları dahiyane testlerle, bölünmüş beyin operasyonunu takiben davranış farklılıklarının gösterilebileceğini kanıtladılar. Sperry araştırmalarına kedi ve maymunlarla başladı fakat daha sonra, epilepsiyi kontrol altına alabilmek için beyin yarımküreleri cerrahi müdahale ile birbirinden ayrılarak tedavi edilmiş hastalarla çalışmalarına devam etti. Her iki yarımkürede bilinçli birer zihnin varolduğunu bu hastalarla gösterdi. Konuşma ile ilgili işlevleri yürüttüğü bilinen sol beyin, dil, aritmetik ve analizi içeren her türlü etkinlikte baskındır. Sağ beyin ise "sessiz" ve sadece basit toplamaları yapabilme yetisine sahip olduğu halde, mekansal algılama - haritaların anlaşılması gibi- ya da insanların yüzlerini tanıma gibi konularda sol beyine baskındır. Söz konusu hastalar incelenene kadar, sağ yarımkürenin bilinçli olduğundan bile şüphe ediliyordu. Sperry, sağ lob ile iletişim kurmayı sağlayan yollar tasarlayarak, sağ yarımkürenin düşünülenin aksine kendi içinde bilinçli, düşünen, algılayan, hatırlayan, sorgulayan, isteyen, hisseden bir sistem olduğunu ve hem sağ hem de sol yarımkürelerin aynı anda bilinçli olabileceğini gösterdi. Çifte bilincin keşfini sağlayan bu bölünmüş beyin deneyleri, beyin araştırmalarında, yeni yeni alanların açılmasına ve günümüzde bu konuların biyologlar ve elbette filozoflar tarafından çalışılmasına olanak sağladı. Almatı Eyaleti Almatı Eyaleti (Kazakça: Алматы облысы [Almatı oblısı], Rusça: Алматинская область [Almatinskaya oblast]), Kazakistan'ın bir eyaletidir. Kazakistan'ın nüfusu en kalabalık bölgesidir. Ülkenin güneydoğusunda, Tian Şan dağlarının eteklerinde; Kırgızistan sınırında bulunmaktadır. Kazakistan'ın eski başkenti ve en büyük şehri Almatı da bu bölgededir. İdari merkezi Taldıkorgan şehrindedir. Nursultan Nazarbayev çevresindeki insanların önerisi ve Çin tehdidine karşı başkenti Astana'ya aldı. Akmola Eyaleti Akmola Eyaleti ( / "Aqmola oblısı"), Kazakistan'ın idari teşkilatında bir bölgedir; adını bölgenin merkezi Akmola'dan (Sovyet dönemi Tselinograd) almaktadır. Akmola şehri 1994'te Kazakistan'ın başkenti olduktan sonra adı Astana olarak değiştirilmiş; eyaletin başkenti ise Kökçetav (Türkçesi Gökçedağ) olmuştur. Bu eyalet ülkenin kuzeyinde bulunmaktadır. Büyük bölümü steplerle kaplıdır. Kuzeyinde ormanlar birkaç dağ ve Burabay Gölü bulunmaktadır. Nitrogliserin Nitrogliserin, kimyasal bir maddedir. Diğer isimleri: trinitrogliserin ve gliserin trinitrattır. Gliserolün nitre edilmesiyle elde edilen, ağır, yağsı, renksiz, zehirli ve patlayıcı bir maddedir. Patlayıcı özellikle dinamit yapımında kullanılır. Aynı zamanda tıpta bazı kalp hastalıklarının tedavisinde vazodilatör madde olarak da kullanım görür. İlk defa 1847 yılında Ascanio Sobrero isimli İtalyan bilim adamı tarafından Torino Üniversitesi'nde keşfedilmiştir. Nitrogliserin üretimini mükemmelleştiren ise 1860larda Alfred Nobel'dir. Nitrogliserin'in en çok tanınan ve önemli özelliği fiziksel şok ile patlayabilmesidir. Nitrogliserin'in bir başka tipi sülfürik asit + nitrik asit + gliserol ile elde edilir. Bak Yeşil Yeşil Bak Yeşil Yeşil, 1975 yılı yapımı, başrollerinde Ahmet Özhan, Hale Soygazi ve Şener Şen'in oynadığı bir Türk filmidir. Arkadaşlarıyla hovarda bir hayat süren şarkıcı bir gencin babası tarafından zorla evlendirilmek istenmesinin hikâyesidir. Diatomit Diatomit, mikroskobik boyutlardaki bir alg türünün fosilleşmesi sonucu meydana gelir.İçinde bol miktarda silis mineralleri bulunur. Doğada bulunabilen, beyaz, tebeşirsi, sediment taşıdır. Ezildiği zaman çok ince, beyaz-bej bir toza dönüşür. Bu tozun aşındırıcı bir etkisi vardır ve porlu yapısı sebebiyle çok hafiftir. Diatom sert kabuklu bir algae türüdür. Afyon, Ankara, Aydın, Balıkesir, Bingöl, Çanakkale, Çankırı, Denizli, Eskişehir, Kayseri, Konya, Kütahya, Niğde, Sivas ve Vandır. Kayseri-Hırka diatomit yatağı Türkiye’nin en büyük yatağıdır. Zincir kuralı Zincir kuralı bir değişkene bağlı bir fonksiyonun değişkeninin başka bir değişkene bağlı olması durumunda türevinin: formula_1 şeklinde yazılabilmesidir [formula_2]. Diğer gösterimleri ise formula_3 ve formula_4 şeklindedir. formula_5 ifadesi formula_6 olarak yazılabilir. Burada formula_7 ve formula_8 olarak tanımlıdır. Zincir kuralı uygulanırsa f fonksiyonunun türevi: formula_9 olarak yazılabilir. Türevler yerine koyulursa formula_10 sonucu bulunur. formula_11 ve formula_12 olarak verilsin. f fonksiyonunun x' e göre değişimi zincir kuralı ile formula_13 olarak bulunur. Ozanköy SK Ozanköy Spor Kulübü, KKTC'de bulunan bir futbol kulübüdür. 1956 yılında kurulan kulüp Girne ilçesinin hemen yakınında olan Ozanköy'dedir. Karşılaşmalarını, Ozanköy Mustafa Özkayım Stadı'nda yapan takımın rekleri kırmızı-beyazdır. Takımın müzesinde 3. ve 2. liglerden kupaları vardır. Johann Heinrich Lambert Johann Heinrich Lambert (1728 – 1777) Alman fizikçi , matematikçi ve gökbilimcidir. Mülhausen'de doğmuştur. (Şimdiki Mulhouse, Alsace, Fransa) Fakir olan babası kendisine destek veremediği için eğitimini çalışarak finanse etmiştir. Hayatının son on yılını Prusya Kralı'nın himayesinde, Berlin'de geçirmiştir. Lambert pek çok farklı konuda çalışmalar sahibi bir bilim adamıydı. Trigonometriye hiperbolik fonksiyonları sokan ilk kişi Lambert'dir. Pi'nin irrasyonel bir sayı olduğunu kanıtlamıştır. Konikler hakkında çalışmalar yapmış bu sayede kuyrukluyıldızların yörüngelerini daha kolay hesaplama yöntemleri geliştirmiştir. İlk pratik higrometre ve fotometre Lambert tarafından yapılmıştır. 1760'da ışık yansımaları hakkında Latince bir kitap yayınlamıştır. 1761'de Güneş ve etrafındaki gök cisimlerinin, Samanyolu'nda beraber hareket eden bir grup (Güneş Sistemi oluşturdukları hipotezini ortaya atmıştır. Lambert aynı zamanda perspektif konusunda klasikleşen bir kitap yazmış ve geometrik optik konusuna katkıda bulunmuştur. New Organon kitabında Lembert sübjektif ve objektif görünümler üzerine çalışmalar yapmıştır. Lambert-Beer Kanunu ışığın nasıl soğurulduğunu açıklamaktadır. Yazdığı ¨Evrenin Yapısı Üzerine Kozmolojik Mektuplar¨isimli kitapta, görüntülerin insan zihninde oluşma şekilleri üzerine çalışmıştır. Lambert, Kant'ın ¨Evrensel Doğa Tarihi ve Gökler Kuramı¨ kitabından etkilenmiş ve Kant'ın Nebular Hipotez'ine kendi fikirlerini de ekleyerek Güneş Sistemi'nin oluşumu hakkında kendi fikirlerini yazmıştır. Lambert, hipe
rbolik üçgenlerin açıları ve alanları arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Lambert, bu üçgenlerin açıları toplamının 180 dereceye tekabül edemeyeceğini göstermiştir. 180 dereceden olan eksikliğin alanla orantılı olduğunu bulmuştur. Bulduğu bu kuralın formulü : CΔ = π — (α + β + γ). C sabitiyle çarpılan bir hiperbolik üçgenin alanı, 180 (Radyan) eksi açıların toplamına eşittir. Üçgenin alanı değiştikçe açılar da değişitr. Bu kurala göre açıları eşit olmayan iki hiperbolik üçgenin alanı eşit olamaz. Öklid geometrisinde üçgenin alanının kenar uzunluklarına göre gösterilmesinin aksine, Lambert hiperbolik üçgenleri açılarına göre gösterilirler. GSP Stadyumu Yeni GSP Stadyumu, Kıbrıs Cumhuriyeti'nde bulunan bir futbol stadyumudur. Lefkoşa'nın Rum kesiminde yer almaktadır. Modern bir yapıya sahiptir. 2000 yılında tamamlanan 22.859 seyirci kapasiteli stadyum, Rumların Omonia Nicosia, APOEL Nicosia ve Olimpiakos Lefkosias takımlarına evsahipliği yapmaktadır. Kıbrıs Cumhuriyeti millî futbol takımı (Rum millî futbol takımı) bu stadda maçlarını yapmaktadır. Stad: Islahatçı Demokrasi Partisi Islahatçı Demokrasi Partisi (kısaca IDP), genel başkanlığını Aykut Edibali'nin yaptığı, bugünkü Millet Partisi'nin geçmişteki adı. Parti, 1970'li yıllarda Yeniden Millî Mücâdele Dergisi etrafında toplanan 48 kişinin katılımıyla 22 Mart 1984 tarihinde kuruldu. Kısa zamanda ülke genelinde teşkilatlanmaya başlayan partinin 1 Aralık 1985'te yapılan birinci olağan genel kurul kongresinde, partinin kurucusu Aykut Edibali tekrar partinin genel başkanı seçildi. IDP'nin kurulduktan sonra katılma hakkı elde ettiği ilk seçimler Eylül 1986'da yapılan milletvekili ara seçimleri ile 1987 Türkiye genel seçimleri oldu. Ancak seçimlerden beklenen başarıyı alamayan IDP, 1989 Türkiye yerel seçimleri'nde oy yüzdesini ülke genelinde %1,0'a çıkararak üç ilçe ile 3 belde belediye başkanlıklarını kazandı. IDP, 1991 Türkiye genel seçimlerine, Refah Partisi ve Milliyetçi Çalışma Partisi ile üçlü ittifak kurarak katıldı. Anayasaya göre iki ve daha fazla partinin birleşerek seçime katılmalarının yasak olması sebebiyle bu üç partinin ittifakları kâğıt üzerinde resmî bir belgeye dayanmadı. Bu nedenle, IDP ve MÇP'nin milletvekili adayları seçime katıldıkları bölgelerde Refah Partisi listelerinden aday olarak gösterildiler ve böylelikle IDP toplamda üç milletvekili çıkarmıştır. Bu milletvekilleri bir süre sonra RP'den istifa ederek kendi partilerine döndüler. 25 Temmuz 1992 tarihinde bünyesine Bayrak Partisi dahil oldu. 23 Kasım 1992 tarihinde yapılan büyük kongrede Islahatçı Demokrasi Partisi isim değiştirerek Millet Partisi adını aldı. I. Constantius Konstantius Chlorus (Latince tüm ismi: Gaius Flavius Valerius Constantius) (d. 31 Mart 250- ö. 25 Temmuz 306). Roma İmparatoru (305-306). Doğu Roma İmparatorluğu'nun (Bizans) kurucusu Büyük Konstantin'in babasıdır. "Historia Augusta", Konstantius'un Dardania'lı soylu bir adam olan Eutropius ve İmparatorlar Claudius II ve Quintillus'un yeğeni Claudia'nın oğulları olduğu söyler. Ancak tarihçiler bu ilişkinin, ataları arasında oldukça saygı görmüş kişiler bulunduğu ispatlamaya çalışan torunu II. Konstantin II tarafından uydurulmuş bir nesep olduğundan şüphelenirler. İmparator Carus döneminde Dalmaçya valisiydi ve söylenenlere göre Carus onu ahlaksız oğlu Carinus'un yerine varisi yapabilmek için evlat edinmişti. 293 yılında İmparator Diokletian, Roma İmparatorluğu'nu Batı ve Doğu parçaları olarak ikiye bölerek Tetrarşi'yi oluşturdu. Her parça bir Sezar tarafından desteklenen bir Augustus tarafından yönetilecekti. Diocletian, Sezar'ı Galerius olduğu halde Doğu İmparatoru oldu. Konstantius, Batı Augustus'u Maximian'ın Sezar'lığına atandı ve üvey kızı Theodora ile evlendi. Altı çocukları oldu. Konstantius, zaten Konstantin adında bir oğul sahibi olduğu ilk karısı (ya da cariyesi) Helena'dan boşandı. Helena bir ihtimale göre Nicomedia'lıdır (şimdiki İzmit)Galya, Britanya ve belki de Hispania'da komutan olarak görev yapmıştır. 293 yılında Konstantius, kendini 286 yılında Bononia yakınlarında Britanya ve Kuzey Galya İmparatoru ilan eden Carausius'un birlikleri tarafından bozguna uğratıldı. Carausius, Konstantius'un Praetorian Muhafız prefect olarak Asclepiodotus'u adanın işgali için göndermesi üzerine 296 yılına kadar Britanya'nın komutasını elinde alan "rationalis"i Allectus tarafından öldürüldü. Allectus, yenilerek öldürüldü ve Britanya'daki Roma hakimiyeti yeniden tesis edildi. Aynı zamanda 296 yılında Konstantius, Galya'daki Lingonae (Langes) şehrinde Alamanni'ler le savaştı. Şehirde kapana kısılmasına rağmen altı saat sonra ordusu tarafından kurtarıldı ve düşmanının yendi. Constantius, aynı kabileyi Vindonissa savaşı'nda (Windisch, İsviçre) bir kez daha yendi. Bu zafer, Ren sınırının savunmasını güçlendirdi. Diocletian ve Maximian, müşterek imparatorlar olarak 305 yılında Diocletian'ın sağlık problemleri yüzünden geri plana çekildiler ve Sezarlar Kontantius ve Galerius müşterek imparator oldular. Konstantius Batı, Galerius ise Doğu imparatoru oldu. Severus ve Maximinus Sezar olarak atandılar. Konstantius'un oğlu Konstantin, Sezar olma umuduyla babasının Galya ve Britanya seferlerine katıldı. Konstantius Britanya'daki York şehrinde 306 yılınca ölünce, oğlu Konstantin ordu tarafından imparator ilan edildi. Büyük Konstantin'in babası olarak, Konstantius hakkında birçok Hristiyan efsanesi türetilmiştir. Eusebius'un "Konstantin'in hayatı" adlı kitabı, Konstantius'un her ne kadar bir pagan gibi davransa da aslında bir Hristiyan olduğunu ve Diocletian'ın Sezar'ı olduğu dönemde, imparatorun Hristiyanları cezalandırma etkinliklerinde yer almadığı anlatılır. İlk karısı Helena, için de İsa'nın çarmıha gerildiği Gerçek Haç'ın bulunması da olan birçok efsaneye konu olmuştur. Konstantius'un Britanya'daki eylemleri orta çağ İngiliz efsaneleriyle hatırlanır. Monmouth'lu Geoffrey 'in "Britanya Krallarının Tarihi" (1136) adlı eserinde O, Roma Senatosu tarafından Asclepiodotus'un ardından Britanya'ya gönderildiğinde, burada Britanyalı bir kral olan Colchester'li Coel hüküm sürmekteydi. Coel, Kontantius'a boyun eğmiş ve Roma'ya haraç ödemeyi kabul etmesinden sadece sekiz gün sonra ölmüştür. Constantius, Coel'in kızı Helena ile evlenerek Britanya kralı olmuştur. Konstantius ve Helena'nın Konstantin adında bir oğulları olmuş ve babasının on bir yıl sonra York'ta ölümü üzerine Britanya tahtına çıkmıştır. Helena'nın İngiliz kimliği ile özdeşleştirilmesi daha önceden Huntingdon'lu Henry tarafından yapılmıştır ancak bunun tarihsel geçerliliği yoktur, çünkü Konstantius Helena'dan Britanya'ya gitmeden önce boşanmıştır. Nükleer enerji santrali Nükleer santral, bir veya daha fazla sayıda nükleer reaktörün yakıt olarak radyoaktif maddeleri kullanarak elektrik enerjisinin üretildiği tesistir. Radyoaktif maddeler kullanılmasından dolayı diğer santrallerden farklı ve daha sıkı güvenlik önlemlerini, teknolojileri içerisinde barındırır. NASA'ya göre nükleer santraller patlamadığı sürece termik santrallerin neden olacağı ölümleri azaltmaktadır. Nükleer santraller şimdiye kadar termik santrallerin neden olacağı tahmini 1,84 milyon ölümü ve 64 gigaton karbondioksit salımını önlemiştir. Termik santraller ve patlama riski olan nükleer santraller ve atıkları, her türlü canlılar için tehlikelidir. Reaktörün kalbinde, elde edilen ısı enerjisi suya aktarılır, su almış olduğu bu enerji sebebiyle faz değiştirir ve kızgın buhar haline dönüşür. Elde edilen bu buhar daha sonra elektrik jeneratörüne bağlı olan buhar türbinine verilir. Su buharı, türbin mili üzerinde bulunan türbin kanatları üzerinden geçerken daha önceden almış olduğu ısıl enerjiyi kullanarak, türbin milini döndürür. Bu mekanik dönme hareketi sonucunda alternatörlerde elektrik elde edilir. Jeneratörde oluşan elektrik ise iletim hatları denilen iletken teller ile kullanılacağı yere gönderilir. Türbinden çıkan, ısıl enerjisi yani sahip olduğu basınç ve sıcaklığı düşmüş olan buhar, tekrar kullanılmak üzere yoğuşturucuda (kondenser) yoğuşturulup su haline dönüştürüldükten sonra, tekrar reaktörün kalbine gönderilir. Yoğuşturucu da su buharının faz değişimini yapabilmek için çevrede bulunan deniz, göl gibi su kaynaklarını soğutucu olarak kullanır. Hemen nükleer reaksiyonu sonlandırmak için tasarlanmıştır. Zincirleme tepkimeyi kırarak , ısı kaynağını ortadan kaldırır. Engelleme sistemleri çevreye radyoaktif madde salınımını önlemek için tasarlanmıştır. Bazı engelleme sistemleri şunlardır: Nükleer yakıt etrafında koruma tabakası olan ve reaktör soğutma devresi boyunca yakıtı korozyondan korumak için tasarlanmıştır Nükleer yakıt etrafında koruyucu ilk katmandır ve genellikle bir nükleer reaksiyon sırasında salınan radyasyonun çoğu yakalamak için yüksek basınçlara dayanacak şekilde tasarlanmıştır. Birincil çevreleme sistemi genellikle reaktör kabını içeren büyük bir metal ve beton yapıdan oluşur. Birincil çevreleme sistemi sızıntı ve güçlü iç basınçlara dayanacak şekilde tasarlanmıştır. Bazı santrallerde, birincil sistem kapsayan ikincil çevreleme sistemi vardır. Türbin dahil buhar sistemlerinin çoğu, radyoaktif malzemeleri içerdiğinden bu sistem çok yaygındır. Tam erime durumunda, yakıt büyük olasılıkla binanın beton zemin üzerine sona erer. Birincil çevrelemede zemin genellikle nükleer erimeye karşı yeterli koruma sağlayan betondan oluşur. Bu büyük bir sıcaklığa dayanabilir. Buna rağmen çekirdek betonu eritecek endişeleri sebebiyle, bir "çekirdek tutucu " icat edilmiştir. Bugün, tüm yeni Rus-tasarlanmış reaktörler çevreleme binanın alt çekirdek-yakalayıcılar ile donatılmıştır. 1) 1957 yılında İskoçya'da meydana gelen Windscale kazası; bu kazada reaktörün civarına bir miktar radyasyon yayılmakla beraber ölümle veya akut radyasyon hastalığıyla sonuçlanan bir olay meydana gelmiştir. 2) 1979 yılında ABD'de meydana gelen Three Mile adası kazası; normal bir işletim arızası, ekipman kaybı ve operatör hatası ile kazaya dönüşmüş, ancak kısmi reaktör kalbi erimesi meydana gelmesine
rağmen reaktörü çevreleyen beton koruyucu kabuğun sayesinde çevreye ciddi bir radyasyon sızıntısı olmadığı söylenmiştir. 3) 1986 yılında Ukrayna'da meydana gelen Çernobil reaktör kazası; tek kelimeyle bir faciadır. Kazanın nedenleri; operatörlerin güvenlik mevzuatına aykırı olarak santralde deney yapmaları sonucunda reaktördeki ani güç artışı ve santral tasarımında derinliğine güvenlik prensibine aykırı olarak, reaktörü çevrelemesi gereken bir beton koruyucu kabuğun inşa edilmemiş olması olarak özetlenebilir. 4) 2011 yılında Japonya'da meydana gelen Fukuşima I Nükleer Santrali kazaları Fukuşima I Nükleer Santrali kazaları 9.0 büyüklüğündeki 11 Mart günü olan 2011 Tōhoku depremi ve tsunamisi sonrasında meydana geldi. Honşu adası açıklarında meydana gelen bu deprem, Japonya'da büyük bir tsunamiye yol açtı. Tsunami Japonyaya çok büyük zarar verdi, ve nükleer enerji santrallerinde arızalar meydana getirdi. 5)26 Nisan 1986'da Ukrayna'daki Çernobil nükleer reaktöründe meydana gelen patlama ve sonucunda yayılan radyoaktif madde Ukrayna, Beyaz Rusya ve Rusya'da yaşayan 336.000 insanın tahliyesine, 56 kişinin ölümüne, 4.000 doğrudan ilişkili kanser vakasına ve 600.000 kişinin sağlığının ciddi şekilde etkilenmesine sebep olmuştur. Nükleer kalıntıların ürettiği radyoaktif bulut patlamadan sonra tüm Avrupa (Türkiye'de özellike Karadeniz ve Marmara bölgesi) üzerine yayılmış ve Çernobil'den yaklaşık 1100 km uzaklıktaki İsveç Formsmark Nükleer Reaktöründe çalışan 27 kişinin elbiselerinde radyoaktif parçacıklara rastlanmış ve yapılan araştırmada radyoaktif parçacıkların İsveç'ten değil Çernobil'den gelen parçacıklar olduğu tespit edilmiştir. Bunun gibi nedenlerle günümüzde dünyanın birçok yerinde ve Türkiye'de de nükleer karşıtı gruplar oluşmuştur. Bunlardan en ünlüleri; Yeşiller Partisi, Yeşil Barış (Greenpeace), Nükleer Karşıtı Platfom (NKP) Anti-Nükleer Cephe ve bu konuda öne çıkan bireysel tepkilerdir. Nükleer enerji santralı yapılması istenilen Sinop ve Akkuyu'da ayrıca yerel bazlı nükleer-karşıtı örgütlenmeler de mevcuttur. Vuze Vuze (eski adıyla Azureus) Java programlama dili ile yazılmış bir Bittorrent istemcisidir. I2P ve Tor anonim bağlantı protokollerini desteklemektedir. Şu an; Windows, Mac OS X, Linux ve Unix altında çalışabilmektedir. İlk defa Haziran 2003 tarihinde SourceForge'de yayınlanmıştır. Azureus'a istediğiniz yan özellikleri katacak eklentiler kurabilirsiniz. Resmi sitesinde birçok özellik katacak plug-inler yayınlanmaktadır. Bunlar içerisinde torrentleri oylamadan, ilerleme çubuğuna kadar pek çok seçenek bulunmaktadır. Veteriner hekimler günü Veteriner Hekimler Günü, ilk olarak 2008 yılında gündeme gelmiş ve Dünya Veteriner Hekimleri Birliği'nin (WVA) 2000 yılında, her nisan ayının son cumartesi gününü "Veteriner Hekimler Günü" olarak ilan etmesi ile kutlanmaya başlamıştır. Dünya Hayvan Sağlığı Örgütü (OIE) ve Dünya Veteriner Hekimleri Birliği (WVA); her yıl, ulusal veteriner hekimler dernekleri tarafından hazırlanan en başarılı projeyi ödüllendirmek amacı ile "Dünya Veteriner Hekimler Günü Ödülü" verilmesine karar aldılar. Türkiye'de Veteriner Hekimler Günü ilk olarak 28 Nisan 2001'de Türk Veteriner Hekimleri Birliği'nin düzenlediği organizasyon ile kutlanmıştır. Fisil Fisil izotop, yavaş nötronlarla da parçalanabilen izotoplara denir. Fisil izotoplar, fisyon reaktörlerinde ve nükleer silahlarda yakıt olarak kullanılırlar. Fisil izotoplardan en yaygın kullanılanları U ve Pu'dur. Afşar kilimleri Afşarların yüzyıllar boyu ürettikleri sanat eseri değerindeki dokuma kilimler.Yün ve kök boya ile ıstar denilen dokuma tezgâhlarında dokunan kilimler günümüzde çok değerlidir. Zamanla tüm el sanatlarında olduğu gibi Avşar Kilimlerinin de üretimi azalmış olup, bazı Avşar oymak ve köylerinde halen dokunduğu bilinmektedir. Spice World (film) Spice World, 1990'lı yılların pop grubu The Spice Girls'ün, kendilerini anlatan sinema filmi. 1997 yapımı filmde topluluğun genç üyeleri Geri Halliwell, Victoria Adams, Melanie Chisholm, Emma Bunton ve Melanie Brown'a Roger Moore, Richard E.Grant gibi tecrübeli oyuncular eşlik ediyor. Gişede büyük başarı elde eden film, aynı zamanda piyasaya sürülen aynı adlı ikinci Spice Girls albümünün de promosyonuna katkı sağlamıştı. Bob Spiers'ın yönetip Kim Fuller'ın senaryosunu yazdığı "Spice World: The Movie" 1998'de gösterime girdiği hafta rekortmen Titanik'in ardından Box Office'de 2. olmayı başarmıştı. Adenit Adenit bir bez veya lenf düğümünün enflamasyonu için kullanılan genel bir terimdir. Esençay, Yıldızeli Sivas iline 80 km, Yıldızeli ilçesine 51 km uzaklıktadır. Köyün denizden yükseltisi(rakımı) 1524 metredir. Köy toprakları içersinde yer alan en yüksek nokta 2050 metre yüksekliğindeki Sağırsivrisi isimli tepedir. Köy arazisi genel anlamda engebeli bir yapıya sahiptir. Köy arazisinin yaklaşık % 35i ormanlarla kaplıdır. Ormanlar köyün kuzeyine ve kuzeybatısına düşen alanlarda yoğunluk kazanmıştır. Arazinin tarım alanlarının dışında geriye kalan kısmı Antropojen bozkırlardan oluşur. Köyün iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir. Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Köyde ilköğretim okulu vardır. Köyün hem içme suyu şebekesi hem kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ayrıca ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. Argumentum ad logicam Argumentum ad logicam yani "safsatadan argüman" bir safsata türüdür. En bariz ve kısa şekilde "safsata safsatası" olarak da adlandırılabilir. Şu genel argüman formundadır: Örneğin: Bu örnekte görüldüğü gibi, ilk melek önermesinin bir safsata oluşu, ikinci önermenin doğru olmadığı anlamına gelmez. Buerger hastalığı Buerger Hastalığı ya da Thromboangitis Obliterans atardamarları tutan bir hastalıktır. Sigara ile yakından ilişkilidir. Daha çok genç erkeklerde görünen bu hastalığın ilerlemesiyle dokular kanlanamadığı için kangrene gider. Tedavisinde sigarayı bırakmak en önemli basamaktır. Radikal bir tedavisi yoktur. En etkili tedavi bir elektrostimulasyon yöntemi olan "PhyBack Therapy"dir. PhyBack Therapy ile damar endotelinden salgılatılan VEGF ve bunun etkisi ile salgılanan Prostoglandin I2 tedavi edici özelliktedir. Ayrıca NO salgılanması ile ağrı tedavisi konusunda çok başarılı sonuçlar ortaya çıkmıştır. Native Command Queuing NCQ (Native Command Queueing): İngilizce kelimelerinin kısaltması olan NCQ Türkçede "Dahili Komut Sıralama" olarak geçer. 2003 yılında ortaya çıkmıştır. Sabit diskin, aldığı komutları -okuyucu kafanın durumuna göre- en yakınında kayıtlı olandan en uzaktakine doğru bir öncelik sırasına yerleştirebilme teknolojisine verilen addır. NCQ Sex and the City (dizi) Sex and the City, ABD yapımı bir televizyon dizisidir. Candace Bushnell'in aynı adlı romanından televizyona uyarlanmıştır. ABD`de 1998-2004 yılları arasında toplam altı sezon ve 94 bölüm olarak yayınlanmıştır. Dizinin bir bölümü ortalama 30 dakika sürmektedir. Türkiye'de de ilk olarak Haziran 2000'de Cine5 ile birlikte gösterilmeye başlanıp; ardından Digiturk grubu kanallarında yayınına devam etmiştir. 2004 Emmy Ödülleri`nde Sarah Jessica Parker´a en iyi kadın oyuncu, Cynthia Nixon´a en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında ödül kazandıran Sex and the City, modern ve kariyer sahibi kadınların aşk ve seks hayatına bir bakıma ışık tutarken, bir yandan da bu kadınların gerçekte hayattan beklentilerinin ne olduğu konusunda küçük ipuçları vermektedir. Sex and the city, kariyer sahibi ve başarılı New York’lu dört kadın arkadaşın hikâyesini anlatmaktadır. Gazeteci Carrie Bradshaw, New York’ta bir gazetede kadın erkek ilişkileri ve seks üzerine köşe yazıları yazmaktadır. Carrie yazılarını yaşadığı ilişkilere dayandırmakradır. Mr. Big ile olan ilşkisi onu derinden etkilemektedir. Avukat olan Miranda erkekler ve aşk konusunda katı kurallara sahiptir ve aşık olmadan ilişkilerini yürütmeye çalışır. Kendine ait halkla ilişkiler şirketi olan grubun en çapkını Samantha, sürekli ilişki yerine tek gecelik ilişkileri tercih etmekte ve bu nedenle fazla seçici davranmamaktadır. Grubun en romantiği ve tutucu yapıya sahip olanı Charlotte’ın en büyük amacı ise mükemmel, genç ve zengin bir erkekle büyük bir aşk yaşayarak mükemmel bir düğünle evlenmektir... Akarsu Akarsu, yeryüzünde, yer altında belirli bir yatak içinde, eğim boyunca sürekli veya zaman zaman akan su. Çoğunlukla tatlı sudan oluşan akarsular, tatlı su gölleriyle birlikte insanlığın temel su ihtiyacını karşılamak için kullanılırlar. Bunun yanında gıda, enerji ve turizm sektörleri tarafından da kullanılırlar. Türkçede akarsular adlandırılırken akarsuyu belirtmek için çay, dere, Öz, özen ya da ırmak gibi sözcükler getirilir. Bu konuda adı Türkçeleştirilen yabancı kökenli Fırat ırmağı bu sözleri içermezken, Türkçe kökenli olan Kızılırmak, Bakırçay gibi adlar kendiliğinden bu sözleri içerir. Akarsuları sınıflandırmakta birçok kategorik yol izlenebilir. Aşağıda bazı sınıflandırmalar verilmiştir. Sürekli akarsular ve süreksiz akarsular (mevsimlik akarsular) adlandırmaları, yılın tüm dönemi akış gösteren sürekli akarsular ile genellikle yarı kurak ya da kurak bölgelerde görülen kısa yağış dönemlerine akışın gözlenebildiği akarsuları birbirinden ayırmak için kullanılır. Haritalarda süreksiz akarsular kesikli mavi çizgilerle gösterilir. Sel rejimli akarsular:. Uzun süre yatağı kuru olup, yağıştan sonra su taşıyan çöl akarsularıdır. Akarsular debisine göre küçükten büyüğe sırasıyla Dere, Çay ve Nehir (Irmak) olarak adlandırılır Akma ortamına göre akarsular, yeraltı ve yerüstü akarsuları olmak üzere ikiye ayrılır. Dere Dere en küçük akarsu türüdür. Dereler genellikle vadi içinde olurlar. Derelerde akan su genellikle düzensizdir, bazen su taşkınlarına neden olur bazen de kuruyabilir. Dere kenarlarının bitki örtüsü çevresine göre daha gür ve sık olur. Çünkü dere kenarları çevresine göre nispeten daha nemli olmaktadır.
Haseki Külliyesi Haseki Külliyesi, Haseki'dedir. 1551’de Haseki Hürrem Sultan, Mimar Sinan’a yaptırmıştır. Cami, medrese, sıbyan mektebi, imaret, darüşşifa ve çeşme yapılarından oluşmaktadır. İlk cami, Sinan’dan önce, 1539’da yapılmış olup tek kubbeli, kare mekânlıdır; önünde beş kubbeli son cemaat yeri vardır. I. Ahmet, 1612’de yapının doğusuna kubbeli bir bölüm ekletmiştir. Onarılan mihrap mukarnas dolgulu, barok süslemelidir. Minber kürsüsü ahşap geometrik geçme süslemelidir. Medrese ortada avlu, çevresinde revaklı odalar bulunan klasik üsluptadır. Pencere alınlıklarını süsleyen çini panoların bir bölümü Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunmaktadır. İmaret, dikdörtgen planlı avlu çevresinde kubbeli revaklar ve iki yanda bulunan odalar planındadır. Günümüzde dispanser olarak kullanılan darüşşifa sekiz köşeli avluyu doğu, güney ve batıdan çeviren odalardan oluşmaktadır. Avlunun güneyinde bir köşesi kesik, kare eyvanlar biçiminde, kubbeli iki salon bulunmaktadır. Sidney Opera Evi Sidney Opera Evi ("Sydney Opera House"), Sidney'in sembolü ve 20. yüzyılın en ünlü yapılarından biri. Danimarkalı ünlü mimar Jørn Utzon bu eseriyle 2003 Pritzker Mimarlık Ödülünü kazanmıştır. UNESCO tarafından 2007 yılında Dünya Mirasları Listesine eklenmiştir. Bina 183 m uzunlukta ve 118 m genişlikte olup 1,8 hektarlık bir alanı kaplar. Benzersiz çatısı 67 m ye kadar yükselir ve İsveç'ten getirilmiş 1.056.000 adet beyaz seramik fayansla bezenmiştir. 580 m adet beton ayak, yerin 2222 m kadar derinine inerek yaklaşık 160.000 ton ağırlığındaki yapıyı taşırlar. Opera binası 5 tiyatro salonunu içerir. Bunlar, 2679 koltuklu "Concert Hall" (Konser salonu), 1547 koltuklu "Opera Theatre" (Opera tiyatrosu), 544 koltuklu "Drama Theatre", 398 koltuklu "Playhouse" ve 364 koltuklu "Studio Theatre" 'dır. Yapının toplam 1000 odası vardır. Bunlar içinde 5 tane prova stüdyosu, 60 tane soyunma odası, 4 lokanta, 6 bar ve çok sayıda hatıra dükkânı vardır. 25.000 kişilik bir şehrin ihtiyacını karşılayacak kadar elektrik kapasitesine sahiptir ve elektrik kablolarının uzunluğu 645 km dir. Francesco Totti Francesco Totti (d. 27 Eylül 1976; Roma), İtalyan eski futbolcudur. Serie A takımlarından Roma'nın kaptanıdır. Oyun kurucu ve forvet mevkisinde görev yapabilmektedir. 1992 yılından beri AS Roma takımının formasını giymektedir. FIFA 100 olarak bilinen Yaşayan En İyi 125 futbolcu listesinde bulunmaktadır. 2 kez Serie A Yılın Futbolcusu, 5 kez Yılın İtalyan Futbolcusu seçilmiştir. 605 Maç 250 Gol ile Serie A tarihinde en çok gol atan 2. futbolcudur. Totti 2006-2007 sezonunda attığı 26 golle İtalya Serie A gol kralı olmuş ve Avrupa Altın Ayakkabı (European Golden Shoe) ödülünü kazanmıştır. Şampiyonlar Ligi, UEFA Ve İtalya Kupasıyla birlikte toplamda 775 maçta 307 golü ve 183 asisti vardır.1 kez Serie A Şampiyonu, 2 kez Coppa Italia ve 2 kezde Supercoppa Italiana'yı kazanmıştır. 27 Eylül 1976′da İtalya’nın başkenti Roma’da doğmuştur. Zaman zaman futbolundan çok özel hayatıyla da İtalya’da manşetlere taşınan Totti hem ulusal takım hem de büyüyüp yetiştiği Roma’da lider bir karakter haline gelmiştir.1984 yılında Fortitudo takımında futbola başlayan Totti, 1989 yılında AS Roma'nın minik takımına geldi. Fakat ailesinin maddi durumu iyi olmadığından okulu bırakan Totti, 1993 yılında henüz 16 yaşındayken A takımda şans buldu. 1998-1999 sezonunda Serie A'nın en iyi genç oyuncusu seçildi. 2000 yılında İtalya'da Yılın Futbolcusu ödülünü alan Totti, aynı yıl İtalya millî takımının Avrupa Şampiyonası'nda finale kadar yükselmesinde önemli rol oynadı (Finalde İtalya kupayı kaybetse de maçın adamı Totti seçildi). 2000/01 yılında Kaptanı olduğu AS Roma takımıyla ilk ve tek şampiyonluğunu yaşadı. 2003 yılında İtalya'da Yılın Futbolcusu ödülünü ikinci kez kazanan Totti, 2002 FIFA Dünya Kupası'nda ve 2004 Avrupa Şampiyonası'nda da İtalya millî takımında yer almıştır. 2006 Yılının Şubat Ayında ayağı kırıldı. Sol ayak bileğine platin takıldı (hala bileğinde durmaktadır) ve 4 Ay sonra 2006 FIFA Dünya Kupası'nda İtalya kadrosuna çağrılan Francesco Totti, kupanın ülkesine gelmesinde büyük pay sahibi olmuştur. Totti sadece İtalya'da değil tüm dünyada çok iyi bir performans sergileyip, dünyanın en iyi futbolcularından olduğunu genç yaşlarda kanıtlamıştır. Francesco Totti 2006-2007 sezonunda attığı 26 golle İtalya gol kralı olmuş ve Avrupa Altın Ayakkabı (European Golden Shoe) ödülünü kazanmıştır. Ayrıca; 2000,2001,2003,2004,2007 beş kez Yılın İtalyan Futbolcusu ödülünü kazandı (en çok kazanan). 2010 yılının Ekim ayında dünyanın en prestijli futbol ödüllerinden biri olan Altın Ayak (Golden Foot) ödülünü kazandı. Serie A tarihinin en çok gol atan 2. futbolcusudur. IFFHS'de 2011 yılında Cristiano Ronaldo, Wayne Rooney, Alessandro Del Piero gibi oyuncuları geçerek Avrupa'nın en popüler futbolcusu seçilmiştir. Ayrıca Serie A'da aynı takımda en çok gol atan oyuncu Francesco Totti'dir. Totti UEFA Şampiyonlar Liginde gol atan en yaşlı oyuncu unvanına sahiptir. 1992 yılında profesyonel kariyerine başladığı takım AS Roma'da 28 Mayıs 2017 tarihinde jubile maçına çıkarak emekli olmuştur. İtalya’nın başkenti Roma’nın San Giovanni bölgesinde doğan Totti, Enzo ve Fiorella Totti’nin çocuğudur. 1984′de Fortitudo ardından Smit Trastevere’de ve 1986 Lodigiani’de küçük takımlarda oynadı ve 1989′da da Roma’ya genç takımla ayağını bir daha ayrılmamak üzere bastı. Çok ufak yaşta yeteneklerini göstermeye başlayan Totti, U-18′de İtalya millî takımının formasını giymeye başladı ve 1995 Temmuz’da UEFA Avrupa 19 Yaş Altı Futbol Şampiyonası finalinde İspanya’ya 4-1 mağlup oldukları maçta ülkesinin tek golünü kaydetti. UEFA Avrupa 21 Yaş Altı Futbol Şampiyonası finalinde yine İspanya ile karşılaşan Totti ve arkadaşları İtalyan futbolunun yeni yıldız adayı Totti’nin golüyle maçı 1-1 ile penaltılara taşıdı ve bu sefer İspanya’ya üstünlük kurarak kupaya uzandı. Silvia Saint Sylvie Tomčalová ya da sahne adıyla Silvia Saint (12 Şubat 1976, Kyjov), Çek pornografik film oyuncusu. İşletme okuyan Sylvie Tomčalová, pornografi sektörüne girmeden önce büyük bir otelde müdür olarak çalışıyordu. 1996 yılında Penthouse tarafından "Pet of the Year" seçilmesiyle birlikte yetişkin sektöre girmiş oluyordu. 1997 yılının başlarında Amerikan porno endüstrisinde çalışmaya başladı. Porno filmlere başlamadan önce belirli bir düzeyde para kazandıktan sonra bırakacağını söylemiştir. İlk filmini Prag'da "Private Media" için çeken Silvia, büyük bir başarıya ulaştı ve ABD'ye taşındı. Birçok filmi anal ve oral seks içerir, aynı zamanda lezbiyen ve grup sahnelerinde oynamaktan da çekinmemiştir. 19 Mart 2001 tarihinde porno sektöründen ayrıldığını ilan edip ve Kafka'nın da doğum yeri olan Prag'a taşınacağını söylese de lezbiyen sahnelerinin ağırlıklı olduğu filmlerde sonraki yıllarda da oynamaya devam etmiştir. Hatta 2007 yılında bile oynamıştır. Bir dedikoduya göre bir iş adamı ile tanışmış, onunla evlenmeyi planlamaktadır. Porno sektöründeyken Mr. Marcus ile uzun süreli bir ilişkisi olan Silvia, iş adamıyla tanıştıktan sonra ondan ayrılmıştır. Labarum Labarum, Grek alfabesindeki Chi (X) ve Rho (P) harflerinin iç içe geçmesiyle oluşturulan ve erken dönem Hıristiyanlığın sembollerinden biridir. Mesih'in Latince isminin (Christus) çok sayıdaki görünümünden biridir. I. Konstantin döneminden başlayarak, çeşitli Roma ve Bizans imparatorları tarafından kullanılan bu sembol, Ortodoksluk inancının önemli göstergelerinden biri oldu. Lanny Barbie Lanny Barbie (Lanni Barby, Lanny Barby, Lannie Barby ve Lannie Barbie olarak da bilinir) 29 Ağustos 1981 doğumlu kadın porno oyuncusu ve model 18. yaş gününden beri porno filmlerde oynamaktadır ve Internet`te kısa sürede önemli bir hayran kitlesi edinmiştir. Hustler, Penthouse gibi popüler erkek dergilerinin de kapak kızı olmuştur. Adının tam olarak ne olduğu konusunda karışıklık yaşanmaktadır. Resmi sitesi "lanniebarbie.com" olduğundan ismi Lannie sanılmaktadır, fakat "lannybarbie.com" bir Internet korsanı tarafından önceden satın alındığından dolayı lanniebarbie.com kullanılmaktadır. Ayrıca tercih ettiği ismin Lanny Barbie olduğunu söylemesine rağmen, kendi sitesinde bile Lanny Barby ifadesine rastlanması durumun tam olarak netliğe kavuşmasını engellemektedir. Nisan 2005'te Vivid Entertainment ile uzun süreli anlaştı ve Montreal doğumlu ilk Vivid kızı" oldu. İlk yıllarında anal seks sahnelerinde oynamayan Lanny Barbie, son yıllarda bu sahnelerde de oynamaktadır. Ayrıca F.A.M.E. (Fans of Adult Media Entertainment) ödüllerinde 3 dalda aday olmuştur. Sol kalçasında bir dövme, genital bölgesinde bir piercing vardır. Abdullah Meriçadalı Abdullah Meriçadalı ("d. 11 Şubat 1920 İzmir - ö. 23 Kasım 2007 İstanbul"), Türk ressamdır. Resme karşı ilgisi, İzmir Atatürk Erkek Lisesi’nde okurken hocaları Kadri Atamal ve Celal Uzel teşvikiyle gelişti. Bu öğrencilik yıllarında Halkevi Ar kolunun yönettiği öğrencilerin sergisinde ödül alması resme karşı olan ilgisini arttırdı. Vatani görevinden sonra İstanbul’a yerleşti. 1942 yılında Güzel Sanatlar Akademisi'nde konuk öğrenci olarak gece kurslarına devam etti. İsmail Hakkı Oygar’dan seramik bilgileri aldı. Daha sonra resme yöneldi. 1945 yılında Rıfat Pekiş Emprime Fabrikası’nda, 1954 yılında da Vakko’da desinatörlük yaptı. İlk kişisel sergilerini 1982–1985 arasında Ümit Yaşar Sanat Galerisi’nde dört sergi açarak gerçekleştirdi. 1986–1990 yılları arasında Neriman Erkut Sanat Galerisi’nde karma sergilere katıldı. Son olarak ise 1993 yılında Ankara Turkuvaz Sanat Galerisi’nde bir kişisel sergi açtı. Abdullah Meriçadalı’nın kendi olanaklarıyla geliştirdiği sanat anlayışı, doğayı izlenimci bir anlayışla kendine göre yorumlamaya dayalıdır. Çalıştığı temalar içinde manzaralar ve ölüdoğalar ağırlık taşımaktadır. Eserlerinin sergilenmesi ve satışıyla menajeri Adnan Ege Kutay ilgilenmektedir. Eserleri Akbank Resim Koleksiyonu'nun da aralarında bulunduğu, yurtiçinde ve yurtdışında birçok özel koleksiyonda bulunmaktadır. 23 Kasım 2007 tarihin
de Kartal / İstanbul'da ölmüştür. Adobe Flash Adobe Flash Player, Adobe şirketinin Macromedia şirketinden satın alıp çıkarmış olduğu ve gerek internette gezinenler gerekse de ağ sitesi yöneticilerinin ve grafikçilerin gözdesi olan Windows ve Mac OS işletim sistemleri üzerinde çalışabilen bir vektörel grafik yazılımıdır. Her şey önce Macromedia şirketinin 1997 yılına "Future Splash Animator" adlı yazılımı satın almasıyla başladı. Daha sonra bu yazılım yeni adıyla yâni "Flash"'ın ilk sürümü olan 2.0 olarak karşımıza çıktı. Daha ilk yılını tamamlamadan 1997 yılında "Macromedia Flash 3.0" geliştirdi. Hiç kimsenin onun bu kadar yaygın olacağını ummadığı yazılımla hazırlanmış pek çok site, ziyaretçilerine cezbedici, özel, çarpıcı, ilginç ve eğlenceli bir şekilde kendilerini sunarak onların daha uzun süre sitede kalmasını sağlıyordu. 1999 yılında Flash 4.0 piyasaya sürüldü. 2000 yılında Flash 5.0 , 2002 yılındada Flash 6.0, 2004 yılında Flash MX, 2005 yılında Flash 8 piyasaya sürüldü. 18 Nisan 2005 tarihinde Macromedia, Adobe tarafından satın alındı. Şu anda yazılımın en güncel sürümü CC'dir. Flash çalışma tekniği olarak vektör grafik kullanıyor. Flash animasyonlarının, çizgi filmlerinin, efektlerinin temelinde aslında matematiksel işlemler yer alıyor. Yâni Flash'ta çizilen her şey aslında tek tek piksellerden oluşturulmak yerine, tamamen matematiksel denklemler üzerine kurulu oluyor. Flash ile çizilen bir nesneye ne kadar yakınlaştırılsa yakınlaştırılsın asla görüntüde bir bozulma meydana gelmez. Flash ile beraber Macromedia grafiksel animasyonları ve ara yüzleri yaparken daha kullanıcı dostu ve etkileşimli yapıya sahip olması için ActionScript adı verilen bir dili de kullanıma sunmuştur Adobe AIR'ın son versiyonu olan versiyon 18, Adobe Flash Player 18 içermekte ve Windows XP ile üst yazılımları ve OS X için kullanılabilirdir. Linux masaüstü sürümleri için olan destek ise Haziran 2011'de versiyon 2.6 ile durdurulmuştur. Seroloji Seroloji, serumbilim veya serum bilimi, serum imali veya tesirlerini konu alan bilim dalı. Bir disiplin olan seroloji serumları incelemeye yönelik birçok tekniği içinde barındırır. Tıpta seroloji dendiğinde akla gelen şeylerden biri belirli bir mikroorganizmaya karşı üretilmiş antikorların varlığını saptayan bir tıbbi kan testidir. Bir enfeksiyon şüphesi oluştuğunda seroloji uygulanabilir. Hepatit testlerine de bu kandan bakılmaktadır. Ulubey Kanyonu Ulubey Kanyonu, Uşak ilinin Ulubey ilçesi sınırları içerisinde bulunan kanyon. Bugüne kadar bilinmeyen kanyon, Ulubey Çayı ve Banaz Çayı boyunca devam eden bir ana kanyon ile buna bağlanan onlarca büyük yan kanyonlardan oluşur. Ulubey çayı, bütün kanyonu adeta saklı bir cennete çevirmiştir. Ulubey'de ilin güney ve güney batı kesimlerinde jeolojik yapının özelliğinden dolayı oluşan Ulubey Kanyonu, kanyondan geçen Dokuzsele Deresi’nde meydana gelen kirlilikten dolayı turizme açılamıyor. Kanyonun, dibinden geçen Dokuzsele Deresi temizlendiğinde yamaç paraşütü ve doğa turizmine açılması planlanıyor. Kanyonların il turizmi için büyük kazanç olduğunu belirten Ulubey Belediye eski Başkanı Hüseyin Buğdaylı, "Ulubey Kanyonu Uşak ve Ulubey için büyük önem taşımaktadır. Bu bölgenin Türk turizmine kazandırılması büyük kazanç olacaktır. Kanyonun turistlik önem kazanabilmesi için içerisinden geçen Dokuzsele deresinin temizlenmesi gerekir. Uşak Karma-Deri Organize Sanayi Bölgesi’nin kimyasal atıkları bu derelere atıldığı sürece bölgede herhangi bir çalışma yapılamaz" dedi. Ulubey Belediyesi olarak kanyonlar için şu an için herhangi bir proje düşünmediklerini ama arıtma tesislerinin açılmasından sonra bölgenin turizme kazandırılması için proje hazırlayacaklarını ifade eden Buğdaylı, "Derelerin tamamlanacak arıtma tesisi ile kirlilikten kurtulacağını biliyoruz. Derelerden temiz su akmaya başladığı takdirde kanyon eski güzelliğine kavuşacak. Ulubey Belediyesi olarak eğer dereler temizlenirse kanyonun Türk turizmine kazandırılması için gerekli çalışmayı yapacağız. Öncelikli olarak kimyasal atıkların temizlenmesi gerekiyor" şeklinde konuştu. Kanyonda her türlü meyve ve sebze yetiştirilir. Kanyona toprak yollardan iyi bir arazi aracı ile inebilirsiniz veya belirlediğiniz bir güzergahta grup halinde yürüyüş yapabilirsiniz. Ulubey Belediye eski Başkanı Hüseyin Buğdaylı, bölgeyi koruyarak turizme kazandırmak için gayret sarf ediyor. Banaz çayında sal sporları, kayalıklarda tırmanış, kanyon boyunca balonla gezinti yapılabilir. Ulubey İlçesi, Uşak merkeze 29 km mesafededir ve gün boyu toplu taşıma imkânı vardır. Uşak merkezinde konaklayabilir ya da kanyona hakim tepelerde çadır kurabilirsiniz. Kanyon 3.zamanın sonlarından 4.zamanın başlarına kadar geçen oluşum sürecinde tektonik hareketlerden etkilenmiş ve günümüzde Ege Bölgesi’nde yer alan Horst-Graben yapı şeklini ulaşmıştır. Büyük Menderes Grabeni’nin çökmesi, karstik oluşum süreciyle kanyonun oluşumunun bağlantılıdır. Büyük Menderes Grabeni’nin de gerçekleşen en az üç çökmesi ile birlikte aşındırma hareketleri başlamıştır. Böylece Ulubey Deresi ve Banaz Çayı’nın da geçtiği yerlerde derin menderes vadiler oluşmuştur. Narnia Günlükleri: Aslan, Cadı ve Dolap Narnia Günlükleri: Aslan, Cadı ve Dolap, C.S. Lewis'in fantastik kitap serisinin yayınlanan ilk kitabından uyarlanmıştır. 2005 yılında "En iyi Makyaj" dalında Oscar Ödülü'nü kazanmıştır. Film 9 Aralık 2005 tarihinde Avrupa ve Kuzey Amerika'da gösterime girmiştir. En son 4 Mart 2006'da Japonya'da olmak üzere dünyanın geri kalan kesimlerinde de vizyona girmiştir. Narnia Günlükleri kitap serisinin yazımından 50 yıl sonra, heyecanlı serinin ilk filmi olan "Aslan, Cadı ve Dolap" , gösterime girer girmez tüm dünyada büyük bir başarı yakaladı. ABD'de 291.710.957 $, uluslararası olarak 453.073.000 $ hasılat ile toplam kazancı 744.783.957 $'a ulaşmıştır. Film ABD'de gösterime girdiği ilk hafta sonu 65.556.312 $ gelir elde etmiştir. Film konusu, kitap ile tamamen paralel gidiyor. Neredeyse her şey aynı fakat senaryo grubu orijinal metin üzerinde biraz değişiklik yaparak asıl öyküyü ön plana başarı ile çıkarmışlar. Örneğin kitapta kel Narnialılara kelparaver diye seslenerek para talebinde bulunmak çok yaygındır. Bu aynı Aslan isminin kullanımı gibi dilimize bir vurgu olarak kabul edilebilir. 1940'lı yıllarda savaşta zarar görmesinler diye anneleri tarafından yaşlı bir Profesörün Jim Broadbent taşradaki malikanesine gönderilen Pevensie Kardeşler Lucy (Georgie Henley), Edmund (Skandar Keynes), Susan (Anna Popplewell) ve Peter (William Moseley) bu evde bulunan bir dolaptan paralel evren olan Narnia'ya geçiş yaparlar. Narnia Ülkesi, oranın Kraliçe'si olduğunu iddia eden Beyaz Cadı Jadis (Tilda Swinton) tarafından sonsuz bir kışa mahkûm edilmiştir. Aynı zamanda hep kış olmasına rağmen Noel Bayramı hiçbir zaman gelmemektedir. 4 çocuk Narnia'ya geçtiklerinde Aslan ve diğer iyi yaratıklarla, Beyaz Cadı ve yandaşlarına karşı, tüm Narnia'nın kaderini belirleyecek olan bir savaşa girerler. Jenna Jameson Jenna Jameson (gerçek adı Jennifer Marie Massoli; d. 9 Nisan 1974), Amerikalı girişimci ve eski porno film oyuncusu. Dünyadaki en meşhur porno yıldızlarından biridir ve "Pornonun Kraliçesi" olarak adlandırılır. Ayrıca Daisy, Daisy Holliday, Genesis isimlerini de kullanmıştır. Las Vegas doğumludur. Babası İtalyan asıllı bir polis, annesi ise Las Vegas'ta bir şov kızıydı. Jenna henüz 3 yaşındayken annesini kanserden kaybetti. Çocukluğu boyunca bale dersleri aldı. 16 yaşındayken striptiz kulüplerinde dans etmeye başladı. Diş tellerinden dolayı bir striptiz kulübüne kabul edilmedi fakat daha sonra kendi kendine diş tellerini söktü, bunu gören kulüp sahipleri yumuşayarak onu kabul etti. Dansçı günlerinde LSD gibi ağır halusinojenleri kullanan bir uyuşturucu bağımlısıydı. 18 yaşına geldiğinde, babasının yanına Kaliforniya'ya taşındı. Onun desteğiyle uyuşturucudan kurtuldu. 20 yaşına geldiğinde babasının da onayıyla Hustler, Penthouse gibi dergilere çıplak poz vermeye başladı. Wicked Pictures şirketiyle iyi bir kontrat imzaladı ve böylece porno sektörüne girdi. Sadece bir iki filmden sonra başarıya ulaştı ve büyük ilgi gördü. 1996'da birçok ciddi ödül kazandı. 2002 yılında şöhreti iyiden iyiye yayılan Jenna, ünlü video oyunu 'de Candy Suxxx'u seslendirdi. 2004'te Jameson'ın otobiyografisi "Bir porno yıldızı gibi nasıl sevişilir: Bir nasihat hikâyesi" yayımlandı ve dünya basınında yer buldu. Yapımcı ve yönetmen eski kocası Jay Grdina (takma adı Justin Sterling) ile birlikte ClubJenna`yı satın alıp işletmiş ve bir ara Arizona' da yaşamıştır. "The Masseuse" filminde beraber oynamışlardır. Ekim 2005'te "The Provocateur" isimli ilk yönetmenlik denemesinin başlangıcını yapmıştır. Romantik film tekliflerini 'Ben porno yıldızıyım' diyerek reddetmiştir. Filmin 2006 sonlarında piyasaya çıkması beklenmektedir. 2005'te Arizona'da bir striptiz kulübü satın almıştır. Tito Ortiz' le olan evliliğinden 2 oğlu vardır. Devin Stiker Devon (Devin veya Devin Striker d. 28 Mart 1977, Allentown, Pensilvanya). Amerikan porno yıldızı. Bir abla ve iki erkek kardeşe sahiptir. 15 yaşına kadar jimnastik ve dans dersleri almıştır. Liseyi bitirdikten sonra geçimini sağlamak için garsonluğa başlamış ve daha sonra Pennsylvania Reading'te Al's Diamond Cabaret'te yeteneğini denemeye başlamıştır. 3 yıl boyunca burada dans etmiştir. İlk olarak "New Breed" (1998) isimli erotik filmde oynamıştır. Kısa bir süre sonra porno sektörüne girmiş ve Vivid Entertainment ile kontrat imzalamıştır. Ocak 2001'de Penthouse "Pet of the Month" olmuş, bunun yanında birçok erkek dergisinde boy göstermiştir. Ocak 2002`de kariyerinin ilk ödülünü almıştır, Adult Video News`ten "En iyi interaktif DVD" ödülü, "Devon'la sanal seks" filmine gitmiştir. Digital Playground daha sonra Devon`la iyi bir kontrat imzalamıştır. İlk anal seks sahnesini 2005 yılında "Intoxicated" filminde gerçekleştirmiştir. Violeta Parra Violeta del Carmen Parra Sandoval (14 Ekim 1917 - 5 Şubat 1967), Şilili bir f
olk müziği sanatçısı. Şili'nin güneyinde, Chillán eyâletinde, "San Carlos" adında küçük bir şehirde doğmuştur. "Gracias a la vida" şarkısı Dünyaca ünlüdür. Babası müzik öğretmenidir. Kendisinin gitarla eşlik ettiği annesinden, Şili geleneksel halk müziği şarkıları dinlemiştir. Çocukluğu boyunca Parra, sekiz kardeşiyle birlikte, taşrada yoksulluk içinde yaşar. Yüzündeki derin yaralar, çocukluğunda yaşadığı çiçek hastalığı yüzündendir. Dokuz yaşındayken Parra, gitar ve şarkı söylemeyi öğrenirken, henüz on iki yaşında kendine ait ilk şarkılarını besteler. Santiago 'daki bir devlet okulunda öğretmenlik öğrenimi görür. Bu zaman diliminde "bolero", "corrido" ve "tonada"lar bestelerken, barlarda, küçük dans salonlarında ve sirklerde sahneye çıkar. 1952 yılında "Luis Cereceda" ile evlenir, Isabel ve Ángel isimli iki çocuk Dünya'ya getirir ve müzik çalışmalarının büyük kısmını onlarla beraber gerçekleştirir. Richard Dawkins Clinton Richard Dawkins (d. 26 Mart 1941), Britanyalı etolog, evrimsel biyolog ve yazar. Oxford Üniversitesi bünyesinde 1995 yılında Charles Simonyi tarafından oluşturulmuş Bilimin Kamu Tarafından Anlaşılması için Smonyi Kürsüsü'nde ("Simonyi Professorship for the Public Understanding of Science") 2008 yılında emekli oluncaya kadar görev yapmıştır. Dawkins ateist ve hümanisttir, "British Humanist Association" Başkan Yardımcılığını yürütmektedir. Evren'in ve Dünya'daki yaşamın varoluşuna ilişkin yaratılışçı inanışlara karşı çıkışıyla bilinir. Çok sayıda popüler bilim kitabı yazmış, televizyon ve radyo programları yapmıştır. Kitapları 31 dile çevrilmiş ve milyonlarca satmıştır. Dawkins 1976 yılında yayınlanan Gen Bencildir adlı eseriyle gündeme gelmiştir. Eserde genlere dayanan evrim merkeze alınmış ve "mem" adında bir terim ortaya atılmıştır. 1982 yılında kaleme aldığı "The Extended Phenotype" adlı eserde evrimsel biyolojiye katkıda bulunarak genlerdeki fenotip etkisine bağlı değişmelerin sadece organizmanın gövdesiyle sınırlı kalmadığını, diğer organizmayı ve çevreyi değiştirdiğini belirtmiştir. Kenya Nairobi doğumlu olan Dawkins’in babası Clinton John Dawkins (1915-2010) bugün Malavi olarak bilinen bölgede Birleşik Krallık sömürge yönetimine bağlı çalışmıştı. Babası II. Dünya Savaşı sırasında silah altına alındıktan sonra aile 1949 yılında İngiltere'ye döner. Ailenin Over Norton Park bölgesindeki malikanesinde büyüyen Dawkins tipik bir Anglikan eğitimi almıştır. 1954-1959 yılları arasında Oundle’de lise eğitimini tamamlar. Doğa bilimlerine karşı küçük yaşlardan beri devam eden ilgisi yüzünden Oxford’daki Balliol Koleji’nde zooloji okur. Bu dönemde öğretmenleri arasında Nobel ödüllü etolog Nikolaas Tinbergen bulunmaktadır. 1962 yılında lisans eğitimini tamamladıktan sonra akademik kariyerine devam ederek 1966 yılında doktorasını verir. 1967-1969 yılları arasında Berkeley'deki Kaliforniya Üniversitesinde zooloji alanında çalışır. Bu dönemde üniversite Vietnam Savaşı karşıtlarının yoğun olduğu bir yer olduğu için Dawkins de savaş karşıtı fikirlerden etkilenecektir. 1970 yılında Oxford Üniversitesine döner. 1995 yılında ise "Simonyi Professorship for the Public Understanding of Science" kürsüsüne getirilir. Dawkins üç kez evlenmiştir: Dawkins’in Eva Barham ile birlikteyken doğan kızı Juliet Emma Dawkins 1984 doğumludur. 1976'da yayımlanan Gen Bencildir adlı kitabında doğal seçilimin bireyler ya da türler seviyesinde değil, genler seviyesinde incelenmesi gerektiğini savunur. Aynı kitapta, mem kavramını ortaya atarak bugün memetik diye bilinen bilim dalının kurucusu olmuştur. 1982'de yayımladığı "The Extended Phenotype" (Genişletilmiş Fenotip) adlı kitabında, fenotipi vücutla eş anlamlı gören geleneksel görüşe karşı çıkar, bir organizmanın kendi vücudu dışında oluşturduğu yapıların da (kuş ve termit yuvaları gibi) o organizmanın genleri tarafından inşa edildiğini, dolayısıyla organizmanın fenotipine dahil edilmesi gerektiğini savunur. 1986 yılında basılan "Kör Saatçi" adlı kitabında indirgenemez karmaşıklık terimine ve akıllı tasarım fikrine karşı çıkar. Gözün evrimini örnek göstererek evrim sürecinin, doğal seleksiyon sayesinde kör bir saat üreticisi gibi çalıştığını belirtir. Evrim, yaratılışçılık ve din konularındaki fikirlerini açıklamak için pek çok popüler bilim kitabı yazmış ve pek çok televizyon programına katılmış olan Dawkins, bir ateizm savunucusu olarak da ünlenmiştir. 2006'da yayımladığı "The God Delusion" (Tanrı Yanılgısı) adlı kitabında tanrının varlığı ve dinlerin gerekliliği için öne sürülen geleneksel savlara karşı çıkmış ve ateist bir dünya görüşünü savunmuştur. Profesörün www.richarddawkins.net adresindeki internet sitesine 10 Eylül 2008 tarihinde Türkiye çıkışlı sunucularda yasak konulmuştur. Siteye Türkiye'den girildiğinde yalnızca “Mahkeme kararıyla erişim engellenmiştir” ifadesi görünmektedir. Ancak hangi mahkemenin hangi tarih ve sayılı kararı ile engellendiği belirtilmemektedir. Yasaklama üzerine, siteden yapılan açıklamaya göre Türkiye'den mahkeme başvurusu yapan kişinin Adnan Hoca olarak da bilinen, Harun Yahya mahlâsını kullanan Adnan Oktar olduğu belirtilmiştir. Richard Dawkins, yazdığı kitap nedeniyle de Türkiye'de dava konusu olmuştu. Dawkins'in "Tanrı Yanılgısı" adlı kitabını Türkiye'de yayımlayan Kuzey Yayınları'nın sahibi Erol Karaaslan, geçtiğimiz Mart ayında, "halkı kin ve düşmanlığa tahrik" iddiasıyla dava edilmiş, ancak mahkeme, "kitap yasaklamanın düşünce özgürlüğünü özünden sınırlayacağını" belirterek Karaaslan'ın beraatine karar vermişti. Dawkins'e 1989 yılında Oxford Üniversitesi tarafından doktora verildi. 1987 yılında Royal Society of Literature ödülü ve Los Angeles Times Edebiyat ödülü aldı. Aynı yıl BBC için hazırlanan Kör Saatçi belgeseli, yılın en iyi televizyon belgeseli seçildi. Diğer ödülleri; Londra zooloji derneği gümüş madalyası(1989), Finlay inovasyon ödülü(1990), Michael Faraday ödülü(1990), Nakayama ödülü (1994), American Humanist Association'ın verdiği yılın humanisti ödülü(1996), beşinci uluslararası Cosmos ödülü(1997), kistler ödülü(2001), İtalya Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı madalyası(2001), The Royal Philosophical Society of Glasgow tarafından verilen bicentennial Kelvin madalyası (2007) ve bilimi kamu için kullandığı için Nierenberg ödülü(2009) Ekim 2005 ve Haziran 2008 tarihlerinde ABD'den Foreign Policy ve İngiltere'den Prospect dergilerinin internet üzerinden okuyucu anketleri ile oluşturduğu Dünyanın ilk 100 entelektüeli listelerinde, 2005 yılında 3., 2008 yılında 19. sırada yer almıştır. Nikki Tyler Nikki Tyler, (d. 4 Aralık 1972; Berkeley, Kaliforniya) 1990'ların en meşhur porno yıldızlarından biridir. Tyler lisede birçok müzikal sahne gösterisinde yeraldı ve sonra Los Angeles'ta koleje başladı. Psikolog olabilmek için çok çaba harcadı. Okul taksitlerini ödeyebilmek için çıplak fotoğraf çektirme kararı verdi."Penthouse" dergisinin Ayın Kızı (Aralık 1995) olana dek 100'den fazla erkek dergisini şereflendirdi. Tyler koleji bitirdikten sonra, makyaj kursuna katıldı, bir kozmetikçi olarak Vivid Video için çalıştı. Orada porno yıldızları Celeste ve Ashlyn Gere tarafından porno endüstrisine girmeye ikna edilmeden önce 1,5 yıl orada çalıştı. Başlarda sadece lezbiyen sahnelerde oynuyordu. İlk kız kıza sahnesi 1995 yapımı "American Pie" filmidir. Daha sonra en iyi lezbiyen ilişkisini kuracağı Jenna Jameson takip etti, "VR69" 1995. Jameson`la olan ilişkisi Jameson`ın otobiyografisinde anlatılır. Uzun yıllar boyunca onunla bir ilişikisi oldumuştur, şimdi ise halen yakın arkadaşlardır. Vivid`le imzaladığı kontrattan bir iki ay sonra başarıya ulaşması zor olmadı. Daha sonra göğüslerini büyüttü. Rocco Siffredi ile "Nikki Loves Rocco" (1996) filminde oynadı. 1999 yılında sektörden emekli oldu. Borbet Borbet, Almanya merkezli jant üreticisi bir şirkettir. 1990'lı yıllarda çıkardığı "Design A" modeli ile tanınmış ve 1984-1990 yılları arasında BMW marka otomobillerle özdeşleşmiştir. Özellikle BMW'nin e30 kasa kodlu modeliyle ünlenen firma geniş ofsetli a modeli sayesinde tanınıyor. İDO Kaleci Aşağıda belirtilen spor dallarında Kaleci, futbolda, takım savunmasının en arkasında duran ve birincil görevi topun kaleye girmesini önlemek olan oyuncudur.Kaleciler kale alanı içerisinde dokunulmazdır. Ceza sahası içinde olmak kaydıyla, topa elle dokunması kurallar içinde olan tek oyuncudur. Eğer kaleci sakatlanırsa, oyun durur ve tedavi saha içinde yapılır. Kaleciler, çoğunlukla GK kısaltması ile (İngilizce'de kaleci: "goalkeeper") belirtilirler. Forma numaraları, genellikle 1'dir.IFFHS'nin en son açıkladığı en iyi kaleci ise Real Madrid takımında forma giyen Iker Casillas'dır. Wim Wenders Ernst Wilhelm ("Wim") Wenders (d. 14 Ağustos 1945, -) Almanya'nın Düsseldorf kentinde doğmuş Alman film yönetmeni, oyun yazarı, fotoğraf sanatçısı, yapımcı. 68'lerin özgürlük, toplumsal eleştiri, yeni bir yaşam biçimi arama ruhunun sinemadaki temsilcisi Wim Wenders, genç kuşak yönetmenlerinin en önemlilerinden biridir. Wenders film kariyerine 60'ların sonunda Yeni Alman Sineması akımının bir parçası olarak başladı. İlk çıkışını 1970 yılında The Kinks'e adadığı Summer in the City ile yaptı. 1982'de Venedik Film Festivali'nde Stand der Dinge ile kazandığı Altın Arslan, 1984'de Cannes'da Paris, Texas ile kazandığı Altın Palmiye ve 1987'de yine Cannes'da Arzunun Kanatları (Der Himmel über Berlin) ile aldığı en iyi yönetmen ödülü kazandığı önemli ödüllerden bazılarıdır. Wenders'a 1989'de Sorbonne'da ve 2005'te Université Catholique de Louvain (Belçika)'da onursal doktora verilmiştir. Birçok filminde ünlü Alman görüntü yönetmeni Robby Müller ile birlikte çalışmıştır. Ayrıca Avusturyalı yazar Peter Handke ile yazarın Die Angst des Tormanns beim Elfmeter (Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi)isimli romanının filmleştirilmesinde ve Arzunun Kanatları'nın senaryosunun yazılmasında ortak çalışmıştır. Kübalı müzisyenler hakkındaki Buena Vista Social Club ve Amerikan blues'u hakkındaki Soul of a Man yönetmenliğini üstlendiği pek
çok önemli belgeselden sadece ikisidir. Wenders ayrıca U2'nun Stay(Faraway, So Close!) dahil birçok klibini ve Carling Premier isimli Kanadalı bir bira markasının İngiltere reklamları dahil birçok reklam filmini de yönetmiştir. Wim Wenders, Martin Scorsese tarafından kurulmuş ve göz ardı edilmiş Dünya filmlerinin korunmasını ve onarılmasını hedefleyen World Cinema Foundation(Dünya Sinema Vakfı)'nın da danışman heyetinde bulunmaktadır. Wenders, Oberhausen'de yer aln Gymnasium(Lise)'dan mezun olduktan sonra Freiburg ve Düsseldorf'ta 1963-1964 yılları arasında tıp, 1964-1965 yılları arasında felsefe eğitimi gördü. İki eğitimi de yarıda bırakan Wenders, 1966'ının Ekim ayında ressam olmak üzere Paris'e gitti. Güzel Sanatlar Akademisi'ne giriş sınavında başarısız olduğu için Amerikalı bir ressam olan Johnny Friedlander'ın Montparnasse'daki stüdyosunda çalışmaya başladı. Bu zamanlarda tam bir sinema tutkunu olarak günde 5 film izlemeye başladı. Bu tutkusunu işe dönüştürmeye kararlı olan Wenders 1967'de Almanya'ya geri döndü. Bu yılın kış aylarında Münih Televizyon ve Film Üniversitesi'ne girdi. 1967-1970 yılları arasında bir yandan üniversitede öğrenciliğine devam ederken bir yandan da dergilerde ve gazetelerde sinema eleştirmenliği yaptı. Okuldan mezun olmadan evvel pek çok kısa film çeken Wenders bir de uzun metrajlı siyah-beyaz bir film olan Summer In the City'e imzasını atmıştır. Avogadro sayısı Avogadro sayısı veya Avogadro sabiti, bir elementin bir molündeki atom sayısı ya da bir bileşiğin bir molündeki molekül sayısıdır. 1 mol yani 12 gr karbon elementindeki atom sayısı deneysel olarak hesaplanarak 6.02214199x10 bulunmuştur. Sayı, bu alandaki katkılarından dolayı İtalyan bilim insanı Amedeo Avogadro'nun (1776–1856) adı ile anılır. 1811 yılında Avogadro, aynı sıcaklık ve basınç koşulları altında eşit hacimdeki gazların, türleri ne olursa olsun aynı sayıda molekül içereceğini keşfetti. Bu, atomların büyüklüğünü ve ağırlığını isabetli bir şekilde ölçmeyi sağlıyordu. Herhangi bir maddedeki molekül sayısı ilk kez, Avusturyalı lise öğretmeni Johann Josef Loschmidt (1821–1895) tarafından hesaplanmıştır. Loschmidt 1865 yılında, o zamanlar çok yeni olan kinetik moleküler teori yardımıyla, 1 cm³ gaz içerisinde normal sıcaklık ve basınç şartlarında yaklaşık 2.6x10 molekül olduğunu hesaplamıştır. Bu değer Loschmidt sabiti olarak bilinir. Daha sonra, herhangi bir maddedeki molekül sayısının hesaplanışı ile ilgili çeşitli yöntemler ortaya atılmıştır. Örneğin; Einstein, mikroskobik parçacıkların mükemmel koşullar altında (sabit sıcaklık ve basınç değerlerinde) dahi sürekli hareket halinde oluşunun sebebi olan, "parçacıklar üzerinde sıvının kendi moleküllerinin uyguladığı şoklar" konusunda matematiksel bir teoriyi ortaya atmıştır. Bu konudaki ilk deneysel kanıt Alman fizikçi Seddig tarafından yapılmıştır. Bundan sonra bu problemi ele alan iki bilim insanından Perrin (diğeri Svedberg'dır.) araştırmaları sonucunda Einstein'ın teorisinin deneyle mükemmel bir şekilde uyuştuğunu göstermiştir. Jean Baptiste Jean Perrin (1926 Nobel adayı), Avogadro sayısı terimini 1909 yılında bir makalesinde kullanmış ve bu terimi ilk kez kullanan insan olmuştur. Confessions Tour Confessions Tour, Amerikalı şarkıcı Madonna'nın onuncu stüdyo albümü "Confessions on a Dance Floor"u tanıtmak için çıktığı yedinci konser turnesi. Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya olmak üzere 3 ayaktan oluşan turne 34'ü Amerika'da, 22'si Avrupa'da ve 4'ü Japonya'da olmak üzere 60 konser içermektedir. Çok uluslu şirket Çok uluslu şirket en az iki ülkede üretim ve hizmet sunan şirket. Bazı büyük çok uluslu şirketin bütçeleri pek çok küçük ülkeyi geçmektedir. Dünyanın en büyük 100 ekonomisinden 51'i çok uluslu şirketlerdir. Uluslararası ilişkilerde, ekonomik güçleri, geniş finansal kaynakları ve lobi çalışmaları sayesinde güçlü bir etkileri bulunmaktadır. Çok uluslu şirketler, küreselleşme sürecinde çok önemli bir rol oynamışlardır. Ellerindeki geniş yatırım kapasiteleri sebebiyle devletler çok uluslu şirketleri kendi ülkelerine çekebilmek için düşük vergiler, rahat çevre ve iş yasaları uygulamaya başlamışlar ve bir süre sonra da bu bir yarışa dönüşmüştür. Doğrudan yabancı yatırımın birincil kaynağı oldukları için özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan devletlerin ekonomileri ve sosyal politikaları üzerindeki etkileri devam etmektedir. Ara bellek "Tampon bellek" olarak da anılan ara bellek (İngilizce "Buffer"), bir cihazda verilerin topluca yazılmadan önce biriktirildikleri bellektir. Bu işlemdeki amaç, ilgili belleğin o anda başka bir işle uğraşırken o işin bitmesini beklemeden emir verebilmek, başka bir deyişle hızı arttırmaktır. Bir önbellekten farklı olarak bir arabellekteki tüm veriler er ya da geç ilgili belleğe yazılacaktır. Birçok donanım ve yazılımda arabellek kullanılır: Bilgisayar biliminde,tampon bir yerden bir yere taşınırken verileri tutmak için kullanılan bir bellek bölgesidir.Tipik olarak,bir giriş cihazı alınır gibi,veri tamponlarda saklanır veya hemen önce bir çıkış cihazına gönderilir.Ancak,tampon bir bilgisayar içerisinde işlem arasındaki veri taşınırken kullanılabilir. Ömer Asım Aksoy Ömer Asım Aksoy, (d. 5 Nisan 1898, Gaziantep - ö. 30 Ekim 1993, Ankara), Türk eğitimci, siyasetçi ve dilbilimci. Hayatı boyunca, öğretmenlik, avukatlık, savcılık, milletvekilliği gibi pek çok işi yapmış olmasına rağmen, gerek Türk Dil Kurumu'nda görev alması, gerekse yazdığı ve yazılmasına öncülük ettiği kitaplarla daha çok dilbilimci yönüyle tanınmaktadır. Ömer Asım Aksoy, 5 Nisan 1898'de Gaziantep'te doğdu. 1908'de ilkokulu, 1911'de ortaokulu, 1916'da liseyi Gaziantep'te tamamlayarak uzun bir süre memurluk ve öğretmenlik yaptı. 1917'de Halep "Posta ve Telgraf Başmüdürlüğü"nde "kâtip" olarak çalıştı. 1919'da Gaziantep'e döndü, bir yandan posta telgraf memurluğu, bir yandan da Ticaret İdadisinde Türkçe dersi verdi. 1920'de Tıp Fakültesine başladı; ama Anteplilerin Fransız işgaline karşı başlattıkları direnişe katılmaya karar vererek okulu bıraktı. 1922-1925 yılları arasında Gaziantep Lisesi’yle Amerikan Koleji'nde Türkçe, Darülhilafe Medresesi'nde de matematik öğretmenliği yaptı. Bu sırada Maarifi İslamiye Cemiyeti'nde yönetim kurulu üyeliği, Halk Mektebi'nde yöneticilik, Muallimler Cemiyeti'nde başkanlık, Gazisancak ve Halk Dili gazetelerinde başyazarlık, Türkocağı'nda il genel yazmanlığı gibi görevler üstlendi. 1925'te, kendisi gibi Gaziantepli olan Beşire Hanım'la evlendi. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kayıt oldu. Hukuk Fakültesi'ni 1928'de bitirdi. 1928-1931 yılları arasında Nizip Cumhuriyet Savcısı olarak çalıştı, sonra 1931'de Gaziantep'e dönüp avukatlık yapmaya başladı. 1935'e dek Antep Lisesinde Türk dili ve edebiyatı öğretmenliği, Halkevi ve Cumhuriyet Halk Partisi İl Başkanlığı gibi birçok görevi aynı anda sürdürdü. Bu görevler onu, 1935'te Gaziantep Milletvekili olarak Ankara'ya, TBMM’ye taşıdı. 1941’de Atatürk'ün kurduğu Türk Dil Kurumu’nun Yönetim Kurulu Üyesi oldu. Dille, özellikle halk ağızlarındaki sözcükler, deyimler ve atasözleriyle ilgilenmesi, ortaokul öğrencisi olduğu günlere uzanıyordu. 1941-1976 arasında Türk Dil Kurumu Derleme ve Tarama Kolu Başkanı olarak çalıştı. Bu çalışmaların sonucunda Türkiye'de Halk Ağzından Söz Derleme Sözlüğü (12 cilt) ile Tarama Sözlüğü (8 cilt) ortaya çıktı. Milletvekilliği, 1950'de Demokrat Partinin seçimi kazanmasıyla sona erdi. Bundan sonra tüm zamanını TDK'ye, Dil Devrimine ve yazmaya ayırdı. Bir kez yurt dışına çıktı: Türk Dil Devrimi'ni anlatmak için 1971'de Macaristan'a gitti. 1963-1976 yılları arasında, Kol Başkanlığının yanı sıra, Türk Dil Kurumu'nun Genel Yazmanı idi. Daha sonra TDK'den ayrıldı ve evinde çalışmaya başladı. Aksoy, 1988’de Dil Derneği’nin, 1992'de de Edebiyatçılar Derneği’nin onur üyesi olarak ödüllendirildi. Biri kız, üçü erkek dört çocuk babası olan Ömer Asım Aksoy, 30 Ekim 1993'te, 95 yaşında yaşamını yitirdi. Kimisi pek çok kez basılan 60'a yakın kitap, onlarca makale yazdı. Ölümünden sonra kütüphanesi Gaziantep Üniversitesi'ne bağışlandı. Kütüphanesinde mükerrer olan kitaplar da üniversite tarafından Şahinbey ilçesindeki Ertuğrulgazi İlköğretimokulu'nun kurulmakta olan kütüphanesine bağışlandı(1996). Ömer Asım Aksoy’un, Derleme ve Tarama Sözlükleri gibi yapıtlarının dışında, Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü (TDK baskısı üç cilttir), Özleştirme Durdurulamaz, Dil Yanlışları, Dil Yazıları, Dil Gerçeği gibi Dil Devrimini anlatan kaynak yapıtları da mevcuttur. Ömer Asım Aksoy, TDK'den ayrılmasından bir süre sonra oluşturulan resmi TDK'nin yayımladığı "İmla Kılavuzu" ile Türkçe Sözlük'ün tüm yanlışlarını tek tek ortaya çıkardı ve yayımladı. Toplumu, eğitimcileri uyardı. Hem resmi TDK'den, hem de bu yapıtları eğitim kurumlarına sokan yetkililerden yanıt bekledi. Bunun üzerine bütün basın yayın organlarına Türkçe Sözlük'teki yanlışların sergilendiği yazısıyla birlikte şu mektubu gönderdi: ""Resmi niteliği bulunan yeni baskı Türkçe Sözlük'teki yüzlerce yanlışın düzeltilmesi için dört yıldan beri ilgililerin dikkatini çekmeye çalışıyorum. Benim yanıldığım sanılıyorsa bunun bildirilmesini de diliyorum. Ne yanlışlıklar savunuluyor, ne de bir düzeltme girişimi görülüyor." "Son çareyi, basınımızın ve değerli yazarlarımızın ilgilenmesinde görerek size, bu çok önemli konuyu özetleyen bir yazı sunuyorum. İçten saygılarımla. 15. 3. 1993"" Aynı zamanda, Aksoy başkanlığında bir kurul, TDK'nin İmla Kılavuzu'ndan farklı bir seçenek olması amacıyla Ana Yazım Kılavuzu'nu hazırladılar. Bu kurulda şu uzmanlar görev aldı: Oya Adalı, Ayla Bayaz, Mehmet Deligönül, Beşir Göğüş, Prof. Dr. Vehice Hatiboğlu, Doç. Dr. Aydın Köksal, Emin Özdemir, Sami N. Özderdim, İnci Sağan. Ana Yazım Kılavuzu'nun ilk baskısı Ekim 1987'de yapıldı. Kılavuzun önsözünde, neden yeni bir kılavuza gereksinim duyulduğunun açıklaması şu şekilde yapılmaktadır: ""Yeni Türk abecesinin kabul edilmesi üzerine yazım kurallarımız ve sözcüklerimizin yazılış biçimleri, ilkin 1928'de "
Dil Encümeni"nce hazırlanan "İmla Lugati" ile saptanmıştı. Bundan sonraki yazım kılavuzları, 1932'de kurulan "Türk Dil Kurumu"nca düzenlendi. Kurum, 1928'den beri süregelen uygulamaların verimlerini değerlendirerek, 1941-1981 arasında "İmla Kılavuzu", "Yeni İmla Kılavuzu", "Yeni Yazım (İmla) Kılavuzu", "Yeni Yazım Kılavuzu" adlarıyla çeşitli baskılar yayımladı. Uzun yılların uygulamalarıyla gelişmiş, resmi ve özel kesimde benimsenmiş olan bu kılavuzlar, 1985 yılına değin yurdumuzda bütün yayınların biricik başvuru kaynağı idi. Ne var ki, 2876 sayılı ve 11.8.1983 tarihli yasa ile eski Türk Dil Kurumu ortadan kalktı ve "Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu"na bağlı olarak kurulan yeni "Türk Dil Kurumu", 1985'te "İmla Kılavuzu" adıyla bir kılavuz çıkardı. "Yeni Yazım Kılavuzu"ndaki kimi kurallarda ve pek çok sözcüğün yazılışında değişiklikler içeren bu kılavuzun yayımlanması, birçok eleştrilere ve çeşitli görüşler yansıtan birtakım yazım kılavuzlarının ortaya çıkmasına yol açtı." "Yazım konusunun böyle bir karışıklık içine girdiğini gören bizler, yeni bir kılavuzla yazımımızı bu çıkmazdan kurtarmak istedik." (...) "Şunu da belirtelim ki kargaşayı önlemenin ve yazım birliğini sağlamanın yolu, kişisel görüşleri bir yana bırakmak, güvenilir bir kaynağı "yargıcı" bilip orada "anlaşma"ya varmaktır." "Bu yapıtın böyle bir anlaşmayı kolaylaştıracağına inanıyoruz."" Aksoy başkanlığında hazırlanan Ana Yazım Kılavuzu ile TDK'nın İmla Kılavuzu'nun öne sürdüğü yazım kuralları arasındaki farklara ilişkin bir örnek olarak Ana Yazım Kılavuzu'ndan "bileşik sözcükler" bölümü örnek verilebilir. Bu bölümde kurul şu tartışmayı öne sürmüştür: ""-Bileşik sözcükler-" "Bunlar, adından da anlaşılacağı üzere, bitişik yazılan birden çok sözcükten oluşur. Birbiriyle birleştirilemeyen sözcükler topluluğuna "bileşik sözcük" adı verilmemesi gerekir. Oysa yeni Dil Kurumu'nun "İmla Kılavuzu", bitişik yazmadığı sözcükleri "bileşik" saymıştır. Örneğin ev ve yurt kelimeleriyle kurulan birleşik kelimeler ayrı yazılır: Bakım evi, doğum evi, öğrenci yurdu...' sözleri arasında verdiği örnekleri ayrı yazmasına karşın "birleşik" saymıştır. Biraz aşağıda da birleştirmede yer alan her kelime, kendi eski anlamını saklamış olabilir. Bu tür birleşik kelimeler ayrı yazılır: Ses uyumu, yer çekimi... demiştir. Bu sözler içinde de kimi "birleşik" sözcüklerin ayrı yazılacağını ileri sürmüştür." (...) "Burada bileşik sözcüklerin yazımı konusunda Dil Kurumu'nca çıkarılan "İmla Kılavuzu"nun veridği ölçüye katılamadığımızı bildirmek istiyoruz. Bu kılavuz, birleştirmede yer alan sözcüklerin, kendi anlamlarını korumakta ise ayrı yazılacaklarını söylüyor. Bunun kesin bir kural olamayacağını yine bu kılavuz, sözcükler dizelgesinde ortaya koymuştur. Örneğin bu dizelgede, "cumhurbaşkanı, imalathane, ilkbahar, kızılderili, yüzyıl" gibi gerçek anlamlarını korudukları halde ayrı yazılmayıp bitişik yazılmış birçok sözcük vardır. Öte yandan kendi anlamlarını korumadıkları için -İmla Kılavuzu'na göre- bitişik yazılmaları gereken birtakım sözcükler de ayrı yazılmıştır: Açık göz, ağır başlı, ayak yolu, Demir Kazık, göz dağı, tere yağı... gibi."(...) "Görülüyor ki İmla Kılavuzu'nun, bileşik sözcükleri ayrı yazmak için koyduğu, "kendi anlamını koruma" kuralı, kendi uygulamalarına uymadığı gibi dil gerekçelerine de uymuyor."" Bankya Bankya (Bulgarca: Банкя), Sofya şehrine bağlı bir kasabadır. Yıllardır Sofya aristokrasisinin ve sosyetesinin sayfiye yeri olmuştur, gerekse çamlık ormanı ve kaplıcalarıyla yerel turistlerin ilgi odağı konumundadır. Lenfadenit Lenfadenit veya adenolenfit (yani "lenf adeniti"), lenf düğümü iltihabıdır. Enfekte olan lenf düğümü şişer, ısınır ve hassaslaşır. Birçok hastalığın bilinen semptomudur.Genellikle bakteriel enfeksiyonlara bağlı olarak,folliküler hiperplazi ve nötrofil polimorf infiltrasyonunun olduğu düğümler büyümüş ve hassastır. özlellikle fil hastalığı diye bilinen hastalık lenf hastalıgıdır.Bu hastalığın en önemli nedenlerinden biri ümmün sistemi nin zayıf olmasıdır. Jack Nicholson John Joseph "Jack" Nicholson (d. 22 Nisan 1937, New York), ünlü Amerikalı sinema oyuncusudur. Genellikle karanlık temalı filmlerde canlandırdığı nevrotik karakterlerle tanınmaktadır. Sinemanın en etkili ve en iyi oyuncularından biridir. Nicholson doğduğunda annesi New York'da showgirl olarak çalışmaktaydı. Küçüklüğünde büyükannesini ve büyükbabasını gerçek annesi ve babası olduğunu zannetti. Neptune şehrinde büyüdü, New Jersey eyaletinde. Katolik olarak yetiştirildi. Adına okullar verilmiş bir aktördür. Bir arkadaşının ölümünden sonra yastığının altında çekiçle uyumaya başladı. Evinde Polanski tecavüz iddiası ile tutuklandı. Koyu bir Los Angeles Lakers taraftarıdır, tüm maçlarını ön sıradan izler. Aday gösterildiği 12 Oskar ödülünün 3'ünü kazanmıştır. Bu dalda 3 ödül kazanan iki isimden biridir. Diğeri ise Daniel Day-Lewis 'dir Ayrıca 16 kez aday gösterildiği Altın Küre ödülünün 7'sini kazanmıştır. İki kez en iyi oyuncu seçilmiştir. 1994 yılında Amerika Film Enstitüsünden "Ömür boyu başarı ödülü"nü alarak, bu ödülü alan en genç oyuncu unvanını kazanmıştır. Nurihan Fettah Nurihan Fettah (1928) Tatar - Türk yazar ve araştırmacısı. 1928 yılında Başkortostan'ın Yanavıl bölgesinin Küçtavıl isimli bir köyünde çiftçi bir ailede doğar. Ortaokulu bitirdikten sonra Kazan Devlet Üniversitesi'nde okur (1946-1950). Daha sonra Tataristan Kitap Neşriyatında redaktör, bölge gazetesinde tercüman olarak çalışır. 1953 yılından sonra da iş olarak yazarlığı seçer ve profesyonel yazar olarak çalışır. Şiir ve hikâyelerini okul dönemindeyken yazmaya başlar. 1944 yılında ilk şiiri, 1948 yılında ilk hikâyesi basılır. Yazar olarak onu öğrenci hayatım anlattığı "Sizninçe Niçik?" (1955) romanı tanıtır. Ellili yıllarında Kazakistan bozkırlarındaki işlenmemiş bölgeler özelleştirilmeye başlanınca, oraya giderek, bozkır çobanlarının hayatlarını öğrenir. Bunun sonucunda 1962 yılında "Bala Künili Dalada" romanı yazılır. N. Fettah'a yazar ve âlim şöhreti getiren, ismini ülke genelinde tanıtan eserleri, tarih konusunu işleyen romanları ("Etil Suvı Aka Torur", 1970, "Sızgıra Torgan Uklar", 1972-1991), "Kol Gali" (1973) trajedisi, "Yırak Gasırlar Avazı" (1976), "Şecere" (1990) isimli ilmî çalışmalarıdır. Bu edebî, ilmî eserlerinde yazar eski Türk ve Bulgar-Tatar atalarımızın kabile olarak yaşama, devlet kurma dönemlerindeki hayatını, örf, adetlerini şaşırtıcı bir şekilde tasvir eder, ilmî çalışmalarında ilk Türklerin tarihinin önemli sayfalarını gösterir, canlandırır. Burada yazarm"Etil Su Aka Torur" romanından parçalar verilecektir. Bu eser Tatar halkının tarihinde önemli dönem-lerden biri kabul edilen X. asrı göz önüne serer. Chasey Lain Chasey Lain (gerçek adı Tiffany Anne Jones , d. 7 Aralık 1971) pornografi oyuncusu. Lain was Cocoa Beach, Florida'da doğdu ve Newport Carteret County'de çocukluğu geçti. Yetişkin film sektörüne 22 yaşındayken 1993'te girdi. 2008'den sonra herhangi bir filmde yer almadı. Kariyeri boyunca 92 filmde oynadı. Florida`da büyüdü, genç bir kızken striptizciydi. Bu konuda oldukça başarı sağlayan Chasey Lain, Kaliforniya`da birçok kulüpte dans etti ve kimi filmlerde görünmeyi başardı. AVN`nin 2002`te seçtiği tüm zamanların en iyi 50 porno yıldızı listesinde yer aldı. 1991`de çekilen "Wild at Heart" sadece kızlarla oynadığı ilk yetişkin filmiydi. 1993`te ilk hardcore filmi "The Original Wicked Women" piyasaya çıktı. 1 yıl sonra Vivid Entertainment ile sözleşme imzaladı. "Chasey Loves Rocco" ve "Chasey Saves the World" gibi filmlerle meşhur bir Vivid kızı oldu. 1995 "Tales from the Crypt'ın Demon Knight", 1997 Trey Parker'ın "Orgazmo", and 1998 Spike Lee'ın "He Got Game" gibi porno olmayan filmlerde de göründü. 2002`te Vivid ile son filmini çekti, "Chasin' Pink 6" ve sektöre ara verdiğini açıkladı. İki yıl sonra "Chasey's Back" filmiyle döndü. Mr. Marcus ile ilk ırklararası filmininde, "Black in White 2", oynadı. 2000`de doğduğu sanılan Thomas adında bir oğlu vardır. Anthony Case ile evlidir. 2000 yılında the Bloodhound Gang, "The Ballad of Chasey Lain" isminde bir parça yayımlamıştır. Mavi (şirket) Mavi, denim ürünleri ile tanınan tekstil firması. Mavi, 1991 yılında İstanbul’da kuruldu. 25 yıldır Türkiye'de moda sektöründe varlığını sürdüren Mavi; ABD, Kanada, Almanya, Hollanda, Avustralya ve Rusya’nın aralarında bulunduğu 35 ülkede 394'ü Mavi Shop olmak üzere 5.000’in üzerinde noktada hizmet vermektedir. 1996 yılında yurtdışına açılan, New York, Vancouver, Berlin, Frankfurt, Düsseldorf, Münih, Hamburg, Dietzenbach, Bremen, Münster, Leipzig, Oberhausen ve Moskova’da flagship mağazaları bulunan Mavi, kendi perakende ağının yanı sıra, Nordstrom, Brooklyn Industries, Peek&Cloppenburg, Lord&Taylor ve David Jones gibi zincir mağazalarda da satışa sunulmaktadır. Adriano Goldschmied, Venucia de Russi ve ilk defa bir blue jeans markası için koleksiyon hazırlayan Rıfat Özbek ve ilk kez bir Türk markası için tasarım yapan Hüseyin Çağlayan Mavi’yle çalışan isimler arasında yer alır. 2006 yılında Time Dergisi Mavi’yi Dünyanın en iyi 16 Jeans markası arasında gösterdi. 2004 yılında Amerikan Cosmogirl Dergisi’nin okurları Mavi’yi “En Seksi Jeans” seçti. Mavi Jeans, Kanada gazetelerinden Georgia Straight’in, “Best of Vancouver 2009” araştırmasında en popüler jeans mağazaları arasında gösterildi. Türkiye Kitap 1997 yılında yayımlanan cep kitabı “Mavi Derili İnsanlar”, kotu ikinci bir deri gibi benimsemiş olanlara ithaf edildi. Yazan: İzzeddin Çalışlar, Tasarım ve Uygulama: Ne!Tasarım İpliğin tarihteki yolculuğunu ve iktidarla bağlantısını anlatan eğlenceli araştırma kitabı 1999 yılında yayımladı. İnsanın eline iğne ipliği ilk aldığı günden bugüne kadar yaşananları anlatan kitap, tekstille özellikle de pamuk dokumayla ilgilenenler için küçük kapsamlı birkitaptır. Metinler: İzzeddin Çalışlar, Görsel Tasarım: Unlimited “Mavi” başta olmak üzere, renkler üzerine yapılmış araştırmaların, teorilerin ve bilgilerin eğlenceli bir şekilde a
ktarıldığı “1001 Renk Masalları” kitabı 2000 yılında yayımlandı. 1001 Renk Masalları’nda renklerle beraber renklerin aydınlattığı kişilikler, etrafta dolaşan renk çeşitliliği ve her biri bir diğerine kapı açan masallar konu edildi. Binlerce yıldır insanların ilgisini çeken konu; üzerinde yapılmış araştırmalar, hakkında edilmiş sözler, kurulmuş teoriler, yaşanmış deneyimler, varsayımlar, bilgiler ve birbirine bağlı ipuçlarıyla geniş bir şekilde işlendi. Metinler: İzzeddin Çalışlar, Görsel Tasarım: Unlimited Mavi’nin ilk 10 yıllık serüvenini tüm açıklığı marka kitabıdır. Yazan: İzzeddin Çalışlar, Tasarım: Şölen Bazman Mavi’nin 2003 yılında, Ara Güler fotoğraflarıyla yayımladığı kitap, 60’lı yıllardan bugüne “İstanbul ve Blucin”in ilişkisini anlattı. Kitap, blucini ancak illegal yollardan edinebilen şehrin, günümüzde nasıl ihracatçı konumuna geldiğini ve bu süreçte geçen zaman dilimini, renkli bir dil ve Ara Güler’den karelerle gözler önüne serdi. Yazı: İzzeddin Çalışlar, Fotoğraflar: Ara Güler Mavi, 2006 yılında İstanbul’un ve İstanbul’un odak noktası olduğu, Martin Parr’ın gözüyle yansıtan “İstanbul’da Stil Peşinde – Parrjektif” kitabını yayınladı. Martin Parr’ın Beyoğlu, Galata, Bebek ve Kandilli’de çektiği görüntülerin de yer aldığı kitap, yurtdışında da yayımlanarak, uluslararası bir projeye dönüştü. Fotoğraflar: Martin Parr, Metin: İzzeddin Çalışlar, Kitap Tasarımı: Esen Karol 2010 yılında, Avrupa Kültür Başkenti projesiyle eş zamanlı olarak hazırladığı “İstanbul’da Bul” isimli kitap yayınlandı. “İstanbul’da Bul”, 89 Mavi dostunun, İstanbul’da bulunmaktan keyif aldıkları 228 mekanı tanıtan, çokyazarlı bir kent rehberi niteliği taşıdı. Okan Bayülgen’in çektiği koleksiyon fotoğrafları ve Mavi dostlarının görüşleriyle hazırlanan “İstanbul’da Bul” kitabı Mavi mağazalarında ve seçkin kitapçılarda satışa sunuldu. Fotoğraflar: Okan Bayülgen, Yayına Hazırlayan: İzzeddin Çalışlar Tasarım: Esen Karol Markaya değer katan kararlar, ilham veren değer ve anıların insansız tek bir fotoğrafa dahi yer vermeden anlatıldığı Fotobiyografi, Mavi’nin dile geldiği ve son 20 yılda neyi, neden ve nasıl yaptığını okurlarıyla paylaştığı bir marka belleği kitabı. 20 yıl önce başlayan markalaşma serüvenine çeşitli zamanlarda dahil olan 5.158 kişinin 1.714 fotoğrafla yer aldığı yayın, Mavi’nin İstanbul tutkusuna da yer verdi. Metin: İzzeddin Çalışlar Kitap Tasarımı ve Fotoğraf Seçimi: Esen Karol Mavi İstanbul Tişörtleri Koleksiyonu Projenin Doğuşu: "İstanbul’un bir tişörtü yok!" Dünyanın en önemli metropollerinin kendilerine özel tişörtleri vardır ve bu tişörtler hem kendi vatandaşı hem de turistler yoluyla tüm dünyayı dolaşıp, o şehirlerin tanıtımına araç olurlar. Kanguru Kanguru, anavatanı Avustralya olan 4 memeli hayvanın ortak adı. İlk defa 1770 yılında kaptan James Cook tarafından bir hayvanın ismi olarak kaydedilen sözcük, Guugu Yimithirr dilindeki gangurru sözcüğünden türemiştir ve Aborijinilerde gri kanguruları tanımlamak için kullanılmaktadır. Cinsel hayatları yoğun geçen hayvanlardır.Günde en az 3 4 kere cinsel ilişkiye girerler.Bu yüzden çok çoğalma izlenmiştir. Daha sonra 1820 yılında başka bir kaptan Phillip K. King, aynı hayvan için farklı bir isim kullanmıştır, "mee-nuah". Onun kullandığı bu söz ise büyük ihtimalle "yenilebilir hayvan" anlamına gelen "minha" dır. Kangurular zıplayan tek "büyük" hayvandır. Boyu yaklaşık 1,5m, kuyruğu 1m dir. Geriye doğru zıplayamazlar. Ortalama yaşam süreleri 4-6 yıldır bazen 23 yıla kadar çıkar. Andriy Şevçenko Andriy Mikolayoviç Şevçenko (Ukraynaca: "Андрій Миколайович Шевченко / Andrij Mykolajovyč Ševčenko"), (d. 29 Eylül 1976, Kiev Oblastı), Ukraynalı eski futbolcudur. 28 Temmuz 2012'de futbolu bırakmıştır. Küçüklüğünde futboldan önce boksla uğraşan Şevçenko'nun bir boks maçında da burnu kırılmıştır. Profesyonel futbola Ukrayna'nın köklü takımlarından FK Dinamo Kyiv'de başladı. 1994/1995'te ilk kez profesyonel futbolculuk yaşamına başladı.FK Dinamo Kyiv'de 1994 ve 1999 arasında 5 Premier Liga şampiyonluğu yaşadı. Aynı zamanda bu yıllar arasında iki kez Premier Liga gol kralı olmayı başardı. Dinamo Kiev formasıyla toplamda 166 maçta 94 gol attı. 1999'da Milan'a transfer olan Şevçenko, İtalya'da ilk sezonunda 24 gol atarak Serie A'da gol kralı oldu. 2004'te Avrupa'da yılın futbolcusu seçilip Ballon d'Or ödülünün sahibi oldu. İtalya'da; 1 Serie A şampiyonluğu, 1 İtalya Kupası, 1 İtalya Süper Kupası, 1 UEFA Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu, 1'de Süper Kupa zaferi yaşadı. İtalya liginde 6 sezonda 127 gol, toplamda ise Milan formasıyla 6 sezonda 296 maçta 173 gol attı. 2005/06 sezonun sonunda İngiltere'ninChelsea takımına 31.000.000 sterlin ücretle transfer oldu. Ancak, Chelsea 'de isteneni veremeyince eski kulübü Milan'a kiralık olarak verildi. 30 Ağustos 2009'da eski kulübü Dinamo Kiev ile anlaşmıştır.28 Temmuz 2012'de futbolu bıraktı. Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Federasyonu 21’inci yüzyılın en iyi gölcülerin listesinde Shevchenko, Ukrayna millî takımı ve Avrupa Kupası’nda attığı toplam 74 gol ile 12’inci sıra yerini aldı. Shevchenko, 1976 yılında doğdu. 1979 yılında ailesi Kiev'de yeni inşa edilen binaya taşındı. Shevchenko, 1986 yılında Oleksandr Shpakov'un çalıştırdığı futbol okuluna başladı. Erken bir yaşta Ukrayna Küçükler Ligi'nde boksör oldu daha sonra futbolcu olmaya karar verdi. Shevchenko, Amerikan model Kristen Pazik ile evlendi. Milan'ın eski sahibi ve İtalya'nın eski Başbakanı Silvio Berlusconi, Shevchenko'nun ilk oğlu Jordan'un manevi oğlu olduğunu açıkladı. Shevchenko, moda tasarımcısı arkadaşı Giorgio Armani için Kiev'de bir butik mağaza açtı. Shevchenko, Eylül 2013'te ilk profesyonel gol turnuvasına Kharkov Süper Kupası'na katıldı. Gaf Gaf, genel olarak kabul görmüş toplumsal kuralların ihlali. Gaflar kültürden kültüre değişiklik gösterir; bir kültürde iyi bir davranış olarak yorumlanacak bir hareket başka bir kültürde gaf olarak yorumlanabilir. Örneğin İngilizce konuşulan batı ülkelerinde birinin evine akşam yemeğine davetliyseniz, yanınızda bir şişe şarap getirmeniz ince ve hoş bir jesttir. Oysa Fransa'da bu hareket bir hakarettir ve ev sahibinin iyi bir şarap sunamayacak durumda olduğu anlamına gelir; yani bir gaftır. Brezilya millî futbol takımı Brezilya millî futbol takımı, Dünya'nın en başarılı millî futbol takımlarından biridir. Şu ana kadar yapılan bütün Dünya Kupalarına katılmış tek ülkedir. Katıldığı 20 Dünya Kupası'nda 5 şampiyonluğu vardır. Brezilya millî takımının lakabı "Seleçao" yani seçilmişlerdir. 2010 FIFA Dünya Kupası'nda çeyrek finalde Hollanda'ya 2-1 yenilerek elenmişlerdir. Bu yüzden Brezilya Futbol Federasyonu Dunga'yı görevinden almıştır. 2014 FIFA Dünya Kupası'nda Almanya karşısında uğradıkları 1-7'lik hezimet, ülke genelinde eylemlere neden olmuştur. Brezilya millî futbol takımı, 1958, 1962, 1970, 1994 ve 2002 yıllarında düzenlenen Dünya Kupaları'nda şampiyon olmuştur. 1950 ve 1998 yılında şampiyonluğu son maçta kaçırmış, 1938 ve 1978'de ise Dünya Üçüncüsü unvanını almıştır. 1950 yılında Brezilya'nın düzenlediği FIFA Dünya Kupası'ndaki Brezilya-Uruguay final maçını Maracanã Stadyumu'nda 199,854 kişinin izlediği maç en fazla kişinin izlediği maç olarak tarihe geçmiştir. Dünya Futbolu'na Pele ve Ronaldo gibi muhteşem iki yıldız kazandırmıştır. Brezilya 5 Dünya Kupası'nın yanı sıra 3 kere FIFA Konfederasyonlar Kupası'nı, 7 kere de Güney Amerika Şampiyonası olarak da bilinen Copa America 'yı kazanmıştır. Brezilya Genç Takımı, Olimpiyat oyunlarında 2 kere gümüş 1 kerede bronz madalya kazanmıştır. Ayrıca Brezilya genç millî takımının 1983, 1985, 1993 ve 2003'te kazandığı 4 Dünya Gençler Şampiyonluğu vardır. Brezilya tarihinde en farklı kazandığı maç 1975'te Nikaragua'yı 14-0 yendiği karşılaşmadır. En farklı yenilgisi ise 1920'de Uruguay'a aldığı 6-0'lık , 2014 FIFA Dünya Kupası yarı final maçında Almanya'ya karşı aldığı 7-1'lik mağlubiyettir. FIFA Dünya Kupası'nı En Son 2002 FIFA Dünya Kupası 'nda Namağlup Olarak Kazanmış Finalde Almanya millî futbol takımı 'nı 2-0 (Ronaldo 2 Gol) Yenmiş, Yarı Final'de Türkiye millî futbol takımını Ronaldo'nun tek golüyle elemiştir. Brezilya 2009 FIFA Konfederasyonlar Kupasında İspanya'nın Yarı Finalde ABD'ye 2-0 yenilmesi sonucu ve üçüncülük maçında Güney Afrika'yı 3-2 yenmesi sonucu ile İspanya üçüncü olmuştur. Finalde Brezilya'nın ABD'yi 3-2 yenmesi sonucu ile Brezilya birinci olmuştur. Şampiyon   İkincilik   Üçüncülük   Dördüncülük   Brezilya'nın 2018 FIFA Dünya Kupası için 14 Mayıs 2018 tarihinde açıklanan kadrosu. Fler Fler ya da gerçek adıyla Patrick Losensky (d. 3 Nisan 1982, Berlin) Almanyalı rapçi. Çocukluğunda sergilediği agresif tavırlar nedeniyle sık sık psikolojik destek almıştır. 16 yaşında eski Aggro Berlin'li rapçi Bushido ile tanıştı ve Aggro akımına ilk adımını attı. Politikacılarla arası düzelmeyen Fler, Batı Berlin rapinin son temsilcilerindendir. Fler Aggroberlin akımına 2003 yılında "Aggro Ansage 3" toplama albümünde yer alan "oh shit!" düeti ile katıldı. Kısa bir süre sonra Aggro Berlin'den "AggroberlinA" isimli bir single çıkardı. Sonrasında çıkan "Aggro Ansage 4" albümüyle ilk altın plağını aldı. Aynı dönemde Aggro Berlin olarak politikacıların kliplerinin ve müziklerinin pornografik ve şiddete özendirici görüntüler ve ifadeler içermesi nedeniyle haklarında istenen klip ve albüm yasaklamalarıyla uğraştı. Kısa süre sonra "Neu Deutsche Welle" (Yeni Alman Dalgası) adıyla ilk solo albümünü çıkardı ve bu albümle 2. altın plağa hak kazandı. Fakat bu albüm başlığının ve aynı dönemlerde Almanya'nın Türk rapçilerden Eko Fresh ile atışmalarının etkisiyle uzun süre hakkında Nazi olduğuna dair iddialar çıktı. 2006 yılında çıkardığı "Der Trendsetter" albümünde Almanya'nın arabesk ve rap yıldızı Muhabbet ile yaptığı 'Çüş Junge' düetiyle tüm iddiaları haksız çıkardı. 2007 yılında "Kugelsicherer Jugendlicher" adlı albümü ve son olarak 2008 senesinde yaptığı "Fremd Im Eigenen Land" albümüyle Alman Rap müziğinde bir çıkış yaptı. Aggro Ber
lin müzik şirketinde solo kariyerine devam etmektedir. Burada birçok Altın Plak kazanmıştır. Halid Ziya Uşaklıgil Halid Ziya Uşaklıgil (1866 – 27 Mart 1945), Servet-i Fünûn ve Cumhuriyet dönemi Türk romancı ve yazar. (Bâzı edebî yazılarını "Hazine-i Evrak" dergisinde "Mehmet Halid Ziyaeddin" adıyla yayımlamıştır.) Servet-i Fünûn edebiyatının en büyük nesir ustası kabul edilir. İlk büyük Türk romanı olarak kabul görmüş Aşk-ı Memnû’nun yazarıdır. Türk romanının gerçek anlamda batılı bir kimlik kazanmasında önemli katkısı olmuş bir yazardır. Osmanlı İmparatorluğu’nda Sultan Reşat devri mabeyn başkâtibi (1909-1912) ve Âyân Meclisi üyesi olarak görev yapmıştır. İstanbul’un Eyüp semtinde doğdu. Uşşâkizâdeler diye anılan ve bir kolu İzmir’e yerleşerek halı ticaretiyle uğraşan Uşaklı Helvacızâdeler ailesine mensuptur. Babası halı tüccarı Halil Efendi, Uşak’tan İzmir’e göçmüş varlıklı bir ailedendi. Halid Ziya, o sırada İstanbul’a yerleşmiş olan Halil Efendi ile Behiye Hanım’ın üçüncü çocuğu olarak Dünya’ya geldi. Mahalle mektebindeki ilk eğitiminin ardından Fatih Askeri Rüştiyesi’ne devam etti. 93 Harbi’nin başlaması ile Halil Efendi’nin işleri bozulunca aile, İzmir’e yerleşti ve Halit Ziya öğrenimini İzmir Rüştiyesi’nde sürdürdü. Ardından İzmir’de Ermeni Katolik rahiplerinin çocukları için kurulmuş yatılı bir okula devam ederek Fransızcasını geliştirdi; Fransız edebiyatını yakından tanıdı. Fransızca çeviri denemeleri yaptıktan sonra henüz öğrenci iken ilk yazılarını yayımlamaya başladı. Önce İzmir çevresinde kendini tanıttı. Bâzı edebî yazılarını İstanbul’da "Hazine-i Evrak" adlı önemli bir dergide “"Mehmet Halid"” adıyla yayımladı. İlk yazısı Hazîne-i Evrak’ta çıkan “"Deniz Danası"”dır. İlk edebî yazısı (mensur şiir) “"Aşkımın Mezarı"” ise Tercüman-ı Hakikat’te yayımlandı (23 Nisan 1883). 1884’te Envâr-ı Zekâ’ya tercümeler yaptı. Tevfik Nevzat ve Bıçakçızâde Hakkı’yla birlikte “"Nevruz"” dergisini çıkarmaya başladı (13 Mart - 27 Ağustos 1884 arasında on sayı). Burada Alfred de Musset, Victor Hugo gibi Fransız romantiklerinden nesir halinde şiir tercümeleri, Louis Figuier’den popüler fenle ilgili yazılar ve derginin ilavesi olarak George Ohnet’nin “"Demirhane Müdürü"” adlı romanını yayımladı. İstanbul’a giderek hariciyeci olmak için başvurdu; başvurusu kabul edilmeyince İzmir’e döndü. İstanbul’da bulunduğu süre içinde Fransız edebiyat tarihi ile ilgili olarak uzun süredir yazmak istediği kitabı yazdı. "Garbdan Şarka Seyyale-i Edebiye: Fransa Edebiyatının Numune ve Tarihi" adlı kitabı 1885’te 84 sayfa olarak basıldı. Bu eser, onun basılan ilk kitabıdır ve Türkçede basılmış ilk Fransız edebiyatı tarihi olma özelliği taşır. İzmir’e döndükten sonra İzmir Rüştiyesi’nde Fransızca öğretmenliği yaptı, öğretmenliğe devam ederken Osmanlı Bankası’nda çalışmaya başladı. İzmir İdadisi’nin açılmasından sonra öğretmenliğe bu okulda devam etti; Fransızcanın yanı sıra Türk Edebiyatı dersleri verdi. 1886’da idadide birlikte çalıştığı arkadaşı Tevfik Nevzat ile birlikte “"Hizmet"” adlı bir gazete çıkararak yapıtlarını burada yayımladı. Hizmet, vali Halil Rıfat Paşa ve hukuk dairesi reisi himayesinde yayımlanmış ve şehrin kültür sanat hayatına canlılık getirmiş, Halit Ziya’ya ise geniş bir yazı alanı açmıştı. İlk eserlerinden “"Nemide"” (1889), “"Bir Ölünün Defteri"” (1889), “"Ferdi ve Şürekâsı"” (1894) Hizmet’te tefrika edilmiş duygusal, kısa romanlardır. 1885’te dizi olarak yayımlamaya başladığı “"Sefile"” adlı ilk romanı ise ahlaka aykırı olduğu gerekçesi ile yasaklandığı için yarım kaldı ve kitap haline gelmedi. Bu romanda masum bir genç kızın aldatılışını ve çektiği acıları anlatmaktaydı. Halit Ziya’nın romanları kadar mensur şiirleri de ilgi uyandırmış ve moda olmuştu. Mensur şiirler, Muallim Naci gibi divan şiiri taraftarlarından olumsuz eleştiriler alsa da, Recaizade Mahmut Ekrem, Hizmet’e gönderdiği tebrik yazısı ile yetenekli bulduğu Halit Ziya’ya destek vermişti. Yazar, dünya edebiyatı hakkında, tiyatro tarihi hakkında yazı dizileri hazırlamış; romantizmin temsilcisi Ahmet Mithat Efendi’yi eleştirdiği ve realizmi savunduğu bir eleştiri dizisi yayımlamıştır. Halit Ziya, 1888’de annesi Bediye Hanım’ı kaybetti. 1889’da amcası ile iki aylık seyahate çıkarak Uluslararası Paris Sergisi’ni gördü. Gezi izlenimlerini Hizmet ve Tarîk’e gönderdiği mektuplarda anlattı. Aynı yılın sonunda Meclis-i Ayan Reisi Emin Ali Efendi’nin kızı Fatma Memnune Hanım’la evlendi. Halit Ziya’nın bu evlilikten 6 çocuğu dünyaya gelmiştir: Vedide, Bihin, Sadun, Güzin, Vedad ve Bülend. İlk çocuğu Vedide’yi geçirdiği bir hastalık sonucu kaybetti. Aynı şekilde Sadun ve Güzin’i de küçük yaşta kaybedecek, oğlu Vedat ise 33 yaşında trajik bir intiharla hayatına son verecektir. Halit Ziya, Sadun için "Kırık Oyuncak", Güzin için "Kırık Hayatlar" ve Vedad için ""Bir Acı Hikâye"” adlı kitapları yazmıştır. Bankadaki işinden ayrılıp İzmir’de vali kâtipliğine başlayan Halid Ziya, bu görevde uzun süre kalmadı. 1893’te, İstanbul’da Reji Genel Müdürlüğü’nden gelen başkâtiplik teklifi üzerine İstanbul’a gitti. Bu görevi on altı yıl sürdürdü. Bu işinde, vaktinin çoğunu okuma ve yazmaya ayırma fırsatı buldu. Reji’deki çalışma günlerinde Recaizade Mahmut Ekrem aracılığıyla Edebiyat-ı Cedide adlı edebiyat topluluğuna katıldı. Bu topluluğun en önemli isimlerinden birisi oldu. 1901’de kapatılıncaya kadar topluluğun çıkardığı Servet-i Fünûn Dergisi’nde yazılar, hikâyeler, romanlar yayımladı. Kendisini Türk edebiyat tarihine mal eden büyük romanlarını bu topluluk içinde verdi. Servet-i Fünun’da 1897’de tefrika ettiği Mai ve Siyah onu Edebiyât-ı Cedîde’nin tartışmasız en önemli romancı ve hikâyecisi yaptı Romanda acıklı aşk serüveni konusunu geri plana alıp dönemin basın dünyasını, Edebiyat-ı Cedide kuşağının bu dünyaya bakış açısını yansıttı. Bu roman, topluluğun beyannamesi vazifesini gördü. İlk büyük Türk romanı kabul edilen Aşk-ı Memnû’yu 1898-1900 yılları arasında yazdı. Bu eserde zengin bir adamın genç ve güzel karısının yasak bir aşka sürüklenişini gerçekçi bir biçimde, olayın psikolojik nedenleri üzerinde durarak anlattı. Dönemin İstanbul alt kültürleriyle son derece içli dışlı olması, yazarın bu eserini yazmak amacıyla gerekli malzemeyi toplamak için gösterdiği çabanın ürünüdür. Özellikle de o dönem Boğaziçi’nde yalı sakini aileler arasındaki esrar kullanma geleneği, yazarın ciddi psikolojik açılımlar yaşamasına sebep olarak eserin gelişimine ciddi etki etmiştir. Eseri, 1909’da Sabah gazetesinde tefrika edildi. Yazar, Mai ve Siyah’ ın gördüğü rağbet üzerine başka dergi ve gazete sahiplerinin kendisinden yazı istemesi üzerine tiraji yüksek İkdam ve Sabah gazetelerinde de yazılar yayımlamıştır. Ancak Servet-i Fünun’da yazan İsmail Safa’nın sürgüne gönderilmesi üzerine roman tefrika etmek dışında hiç yazı yayımlamadı. Halid Ziya, 1901’de "Kırık Hayatlar" adlı romanı tefrika edilmekte iken Hüseyin Cahit’in "Edebiyat ve Hukuk" adlı yazısı üzerine Servet-i Fünûn kapatıldı ve topluluk dağıldı. Halid Ziya, Servet-i Fünûn kapatılıp topluluk dağılınca edebiyat hayatından uzun süre uzak kaldı. Rumların ve Ermenilerin yaşadığı bir balıkçı köyü olan Ayastefanos (bugünkü Yeşilköy semti)’a bir köşk yaptırdı ve Tevfik Fikret’in Aşiyan’a yerleştiği 1905 yılında Halid Ziya da kendi köşküne yerleşti. Bâzı eserlerinin kitap halinde yayımını gerçekleştirdi. Reji’deki işleri dışında vaktini dostlarıyla sohbet ve okumayla geçirdi. Halid Ziya, Meşrutiyetin ilanı ile fikir ve sanat hayatının canlanması üzerine yeniden yazmaya başladı. Birçok gazete ve dergiye yazılar gönderdi. II. Abdülhamit döneminin “istibdat yılları” olarak anılan son yıllarını ve yurdu değiştirmek isteyenlerin mücadelesini konu alan “"Nesl-i Ahir"” adlı romanı kaleme aldı. Sabah gazetesinde tefrika edildikten sonra eseri kitaplaştırmadı. Bu arada Darülfünun’da Batı edebiyatı tarihi ve estetik dersleri verdi. Sultan Reşat’ın Osmanlı tahtına çıkmasından sonra İttihat ve Terakki hükümeti tarafından mabeyn başkatibi olarak sarayda görevlendirildi. Saraydaki görevi sırasında yazmayı uygun görmediği için yazılarına ara verdi. Görevi gereği padişahla gezilere çıktı. 1911’de Âyân Meclisi üyesi oldu. 1912’de saraydaki görevi sona erdi. Darülfünun’da ders vermeye geri döndü. 1914’te Tedavi amaçlı bir Avrupa seyahatine çıktı. Saray ve Ötesi (1940-1942) ile "Bir Acı Hikâye" adlı hâtıratında Almanya ile ilgili geniş bilgi verdi; seyahat notlarını “"Almanya Mektupları"” başlıkları altında Tanin gazetesinde yayımladı. Sait Halim Paşa’nın Almanya’ya inceleme gezisine gönderdiği şair ve yazarlar arasında Almanya’ya gitti, çeşitli kültürel faaliyetlere katıldı. Darülbedayi’de edebî kurul üyeliğinde bulundu. İttihat ve Terakki’nin iktidardan düşmesinden sonra Reji idaresinde yönetim kurulu başkanı oldu. 1918’de oğlu Halil Vedat ve yeğenleriyle çıktığı Avrupa gezisinden 14 ay sonra döndü. Milli mücadele döneminde genellikle Ahmet Cevdet’in İkdam Gazetesi’ne yazılar gönderdi. Çoğunlukla dil ve edebiyatla ilgili yazılar yazdı. Cumhuriyet döneminde kendisini tamamen edebiyata verdi. Cumhuriyetin ilk yıllarında devletin şekillenmesini uzaktan izledi ve fazla eser vermedi. 1930’larda yazı hayatına büyük bir canlılıkla döndü. Cumhuriyet ve Son Posta gazetelerinde yazıları yayımlandı. Özellikle hatıra tarzında yazılarıyla edebiyat dünyasında aktüel bir isim haline geldi. Dil devrimi’ne gönülden inanan yazarın I. Türk Dili Kurultayı’nda (26 Eylül 1932) sunduğu, Türkçe’nin geçirdiği evreleri ve dil sevgisini sanatkârane bir üslûpla dile getiren bildiri çok ses getirdi. Bâzı eserlerini sadeleştirdi ve Latin harfleriyle yeniden yayımladı. 1937’de Tiran elçiliğinde görevli oğlu Halil Vedat’ın 33 yaşında intihar etmesi üzerine büyük bir yasa girdi. Acısını, yazmakla hafifletmeyi seçti. Her türlü tedaviyi reddettiği uzun bir hastalığın ardından 27 Mart 1945’te hayatını kaybetti. Bakırköy mezarlığında oğlu Halil Vedat’ın yanına gömüldü. Altmış yıllık yazı hayatında şiir dışında pek çok eser kaleme alan Halid Ziya modern Türk edebi
yatına romanları ve hikâyeleriyle damgasını vurmuş bir yazardır. Türk romanının büyük ustası olarak kabul edilir. Edebiyata Fransızcadan ve İngilizceden bâzı küçük hikâyeler çevirmekle girmişti. Çeşitli konularda yazı ve makalelerin ardından nesir niteliğinde şiirler yazmış, bu ürünlerine “"mensur şiirler"” adını vermişti. Bu hazırlıklardan sonra ilk roman denemelerini yaptı. 1886-1908 yılları arasında sekiz roman kaleme alan yazar, bu türdeki ilk eserlerini Fransız realistleri ve natüralistlerinden etkilenerek yazdı. Acemilik dönemi ürünü olan ilk romanlarından sonra Ferdi ve Şürekâsı ile olgunluk dönemine girdi ve ardından Servet-i Fünun’un edebî beyannâmesi olan Mâi ve Siyah’ı kaleme aldı. Romanlarında olaya dayanan anlatım yerine kahramanların iç dünyasını sanatkârane üslûpla tahlile dayanan yeni bir anlayış benimsenmiştir. Eserlerinde toplumsal mesaj verme endişesi taşımaz. Romanı, insanın iç dünyasına ait bir tür olarak görmüştür. Hikâye türünün de Türk edebiyatındaki ilk gerçek temsilcisi olarak kabul edilir. Hikâyeleri, romanlarına oranla daha doğal ve yerlidir. Roman ve hikâyeleri dışındaki en önemli eserleri anılarıdır. Türk edebiyatında anı türünde en çok eser vermiş yazarlardandır Romanları: Nemide, Bir Ölünün Defteri, Ferdi ve Şürekası, Sefile, Mai ve Siyah, Aşk-ı Memnû, Kırık Hayatlar, Nesl -i Ahir, Kezban-ı Kopya Hikâyeleri: Bir İzdivacın Tarih-i Muaşakası, Bir Muhtıranın Son Yaprakları, Nakıl, Bu Muydu, Heyhat, Küçük Fıkralar, Bir Yazın Tarihi, Solgun Demet, Bir Şi’r-i Hayal, Sepette Bulunmuş, Bir Hikâye-i Sevda, Hepsinden Acı, Onu Beklerken, Aşka Dairdi, İhtiyar Dost, Kadın Pençesi, İzmir Hikâyesi, Kar Yağarken Büyük hikâyeler: Heyhat; Bu muydu? Oyunları: Firuzan, Kâbus, Fare Hatıraları: Kırk Yıl, Bir Acı Hikâye, Saray ve Ötesi Gezi Yazıları: Almanya Mektupları, Alman Hayatı Denemesi: Sanata Dair Mensur Şiir: Mezardan Sesler, Mensur Şiirler Ansiklopedik kitapçıklar: Hamil, Va’z-ı Hamil; Mebhas-ül Kıhf; İlm-i Simya; Bukalemun-ı Kimya. Sohbetler, makaleler: Kenarda Kalmış; Sanata Dair. Bitler Bit (çoğul: bitler) yaklaşık olarak Phthiraptera takımından, 5.000 türü bulunan kanatsız böceklerdir. Bitler tek delikliler, pangolinler, yarasalar ve memeli deniz hayvanları dışındaki her tür kuşlar ve memelilerde yaşayabilen sıcakkanlı zorunlu parazitlerdir. Bitler tifüs gibi hastalıkların taşıyıcısıdırlar. Çiğneyici bitler konakçıların tüyleri ya da kılları arasında yaşar ve deri ile diğer atıklarla beslenirler; emici bitler ise konakçıların derisini delerek kanları ve diğer salgılarıyla beslenirler. Genellikle bütün hayatlarını tek bir konakçı üzerinde geçirirler ve sirke adıyla da bilinen bit yumurtalarını kıllara veya tüylere yapıştırırlar. Yumurtaların içindeki nimfa tamamen yetişkin olmadan önce üç defa tüy dökerler ki, tüm bu süreç yaklaşık olarak dört hafta sürer. İnsanlar üzerinde konaklayabilen üç tür bit bulunmaktadır. Bunlar baş biti, vücut biti ve kasık bitidir. Vücut biti bilinen herhangi bir böceğin en küçük genomuna sahiptir. Bu nedenle model canlı olarak sıkça kullanılmış ve çokça araştırılmıştır. Bitler en azından Orta Çağa kadar tüm insan topluluklarında bulunmuştur. Halk hikâyelerinde, "The Kilkenny Louse House" gibi şarkılarda ve James Joyce'un "Finnegans Wake" adlı romanında bile söz edilmiştir. Genellikle bu tür alanlarda kendilerine psikiyatrik bozukluk olan sanrısal parazitozunda yer bulmuşlardır. Bit, mikroskobinin ilk konularından biriydi ve Robert Hooke'un 1665 yılında yayımladığı "Micrographia" kitabında böcekten söz edilmişti. Phthiraptera takımı üyeleri, sıcakkanlı omurgalı hayvanlar üzerindeki parazitliliği ve tek bir ventral sinir kavşağı oluşturmak için metatorasik gangliyonlarının, karınsal gangliyonları ile kombinasyonu da dahil olmak üzere anlaşılır bir şekilde monofiletik gruplandırılmıştır. Sıralamada geleneksel olarak emici bitler (Anoplura) ve çiğneyici bitler (Mallophaga) olarak iki alt takıma ayrılmışlardır. Bununla birlikte en son sınıflandırmalarda Mallophaga'nın parafiletik olduğunu ve şu anda dört alt takımının bulunduğunu göstermektedir: 4.000 türü kuşlardaki ve 800 türü ise memelilerdeki parazitler olmak üzere yaklaşık 5.000 türü tespit edilmiştir. Evcil hayvanlar ve kuşların bulunduğu tüm habitatlarda her kıtada bit bulunur. Hatta Antarktik'teki penguenlerde bile 15 türü (Austrogonoides ve Nesiotinus cinsinde) tespit edilmiştir. Emici bitler boyları 0,5 ila 5 mm (0,02 ila 0,20 inç) arasında değişen küçük, kanatsız böceklerdir. Dar başları ve oval düzleşmiş gövdeleri vardır. Hiçbirisinde ocelli (basit göz-pigment çukuru) yoktur ve bileşik gözleri ya küçük ya da eksiktir. Antenleri üç ila beş kısa bölüm halindedir ve başlarına geri çekilebilen ağız parçaları delme ile emmeye uyarlanmıştır. Bağırsağının başlangıcında cibarial pompa olup, başın üst derisinin içine eklenen kaslar tarafından güçlendirilmektedir. Ağzının parçaları dişli bir hortumdan oluşmuştur ve bu hortumun içi keskin silindir şeklinde tükürük kanalı (ventral) ve bir beslenme kanalı (dorsal) olarak düzenlenmiştir. Göğsünün bölümleri kaynaşmış, karın bölümleri ayrılmış ve altı bacağının her birinin ucunda büyük bir pençe vardır. Çiğneyici bitler de yassıdır ve uzunlukları 0,5 ila 6 mm (0,02 ila 0,24 inç) arasında değişmekte olup diğer tür bitlerden biraz daha büyük olabilirler. Vücut yapıları emici bitlere benzer ancak başları göğüslerinden daha kalındır ve tüm türlerde gözler bileşiktir. Hiçbir şekilde basit göz (ocelli) yoktur ve ağzının bölümleri çiğnemek için uyarlanmıştır. Duyargaları yani antenleri yine üç ila beş arasında bölümden oluşmakta olup Ischnocera alt sınıfında biraz daha ince Amblycera alt sınıfında ise çomak şeklinde biçimlidir. Bacaklar kısa ve sağlam olmakla birlikte bir ya da iki pençe ile son bulurlar. Bunların birçok türü her bir ev sahibi türe özgü olup onunla birlikte gelişmişlerdir. Genellikle kriptik (saklanma) olarak yaşadıkları ev sahiplerinin tüy ya da postunun rengine uyacak şekilde renklidirler. Bitler iki gruba ayrılırlar. Bunlardan emici bitler ev sahiplerinin yağ salgıları ile diğer vücut sıvılarını emerek beslenirler. Çiğneyici bitler ise leşçidirler ve ev sahiplerinin cildinde tüy ya da saç parçaları ile veya atıklar ile beslenirler. Özgü türler çoğunlukla belirli tür canlılar üzerinde ya da bazı durumlarda vücudun belirli bölümlerinde bulunurlar. Bazı hayvanların on beşe kadar farklı türe ev sahipliği yaptığı bilinmekle birlikte, memelilerde bu sayı bir ila üç arasında, kuşlarda ise iki ila altı tür arasındadır. Örneğin insanlarda saç, vücut ve kasık bitleri farklı türlerdir. Bitler genellikle ev sahibinin üzerinden çıkarıldığı takdirde uzun süreli olarak yaşayamazlar. Çiğneyici bitlerin bazı türleri vücutlarındaki bakteriyositlerde simbiyotik bakterilere ev sahipliği yaparlar. Bunlar sindirimine yardımcı olabilir, çünkü böcek onlardan yoksun bırakılırsa ölecektir. Ev sahibi ölürse bit fırsatçı bir şekilde leşe gelen sinekleri gezinti yapmak için forez olarak kullanabilir ve yeni bir ev sahibi bulmaya çalışır. Bir bitin rengi soluk bejden koyu griye doğru değişir; bununla birlikte, kanla besleniyorsa, oldukça koyu hale gelebilir. işi bitler genellikle erkeklerden daha yaygındır ve bazı türlerde partenogenetik bir yapı vardır. Bir bit yumurtasına genellikle sirke (nit) denir. Birçok bit türü, yumurtalarını ev sahibinin tüylerine özel tükürük ile tutturur ve bu tükürüğün saç bağından güçlü çözücüler kullanılmadan parçalanması oldukça zordur. Ancak kuşlarda yaşayan bitler, yumurtalarını tüylerin iç kısmına gagaları ile bakım yaptıklarından dolayı kısmen bırakabilirler. Yumurtalar için genelde kuşların gagalarının erişemediği yerleri seçerler. Canlı bit yumurtaları soluk beyazımsı renkte olmaya eğilimli iken, ölü bit yumurtaları daha sararmış bir haldedirler. Bitler ekzopterigottur ve nimfalar, yetişkinlerin minyatür bir versiyonu olarak doğarlar. Genç yumurta genellikle kuluçkadan sonra bir ay içinde son yetişkin formuna ulaşmadan önce üç kez tüy döker. Ev sahibi başına düşen bit sayısı büyük gövdeli kuş türlerinde, küçük olanlardan daha yüksek sayıda olma eğilimindedir. Ancak bitler kuşlarda bireyler arasında ortalama olarak tümünde aynı oranlarda bulunmaz. Yani bitler genellikle birkaç kuşun üzerinde yaşarlar. Pek çok kuş ise yoğun olarak bit taşıyanlara nispeten bitsizdir. Bu örnek kolonyal kuş türlerinden daha çok bölgesel (daha fazla sosyal) olarak daha belirgin hale gelir. Su altına dalarak beslenen konakçı organizmalarda suda yaşayan hayvan veya bitkilerin yemleriyle beslendiklerinden daha az bit taksonu içerirler. Daha güçlü antiparazitik savunma yapabilen kuş taksonu diğerlerinden daha fazla (güçlü bir T hücresi bağışıklığı tepkisi ya da daha büyük üropigial bezi gibi nedenlerden dolayı) Amblycera biti taşırlar. Ev sahibi popülasyonlarının boyutlarındaki azalmalar bitlerin taksonomik zenginliğinin uzun bir süreyle azalmasına neden olabilir. Örneğin, Yeni Zelanda'ya getirilen kuşlar Avrupa'da olduğundan daha az bit türüne ev sahipliği yapmaktadır. Bitlerdeki cinsiyet oranları daha sosyal olan ev sahiplerinde daha dengeli bir durumdadır ve daha fazla dişi bulunur. Bu durum muhtemelen alt popülasyonlar arasındaki daha güçlü izolasyon nedeniyle oluşmaktadır. Bir türün yok olması, ev sahibi konakçıya özgü bitin tükenmesine neden olur. Ana ev sahibini değiştirilmesi durumu çok nadiren başarılı olması muhtemel rastgele bir olaydır. Ancak türleşme evrimsel olarak çeşitli zaman ölçeklerinde gerçekleşebildiğinden bazen bu başarılabilir. Bitlerin istilası oldukça ağır ise bu durumda ev sahibinin yaşam beklentisi azalabilir ancak çoğu ev sahibinin üzerinde bu durum çok az etkiye sahip gözükmektedir. Evcil tavuklarda toz banyosu alışkanlığı, muhtemelen kuşların kendilerini kurtarmaya yönelik bir girişimidir. Bit, mikrobik hastalıkları ve helmint parazitlerini iletebilir. Ancak çoğu birey, tüm yaşam döngüsünü tek bir ev sahibinde geçirir ve yeni bir ev sahibine yalnızca fırsatçılıkla geçebilirler. Ischnoceran biti, tüylerin termor
egülasyon etkisini azaltabilir. Bu yüzden ağır istila edilmiş kuşlar diğerlerinden daha fazla ısınırlar. Bit istilası, cinsel rekabet bağlamında bir dezavantajdır. İnsan vücudu biti olan "Pediculus humanus humanus"'un genomu 2010'da dizildi ve o tarihte bilinen en küçük böcek genomuna sahipti. Bu bit, belirli hastalıkları iletirken, yine insanla yakından ilişkili olan baş biti (P. h. Capitis) bunu yapamaz. Basit yaşam öyküsü ve küçük genomları ile patojenler ve taşıyıcı yeterliliğinin iletilmesinin arkasındaki moleküler mekanizmalar çiftin ideal model organizmalar olmalarını sağlar. 2015 yılında İtalya'da 5 vak'ada bulaşıcı bitin taşınması nedeniyle ateşlenme yaşandığı bildirilmiştir. İnsanlar üç farklı biti barındırır: baş biti, vücut biti ve kasık biti. Bitlerin kontolü bit tarağı, ilaçlı şampuanlarla yıkamalarla yapılabilir. Bit, 2000'li yıllarda insanın evrimi üzerine keşiflere yol açan önemli DNA araştırmalarına konu olmuştur. İnsanlarda parazite neden olan Pedikülüs ve Phthirus olmak üzere iki cinste, üç emici tür bit bulunmaktadır. Bunlar baş biti ("Pediculus humanus capitis"), vücut biti ("Pediculus humanus corporis") ve kasık bitidir ("Phthirus pubis"). İnsandaki baş ve vücut biti ("Pediculus" cinsi) şempanze bitiyle ortak bir ataya, kasık biti ("Phthirus" cinsi) ise goril bitiyle ortak bir atayı paylaşmaktadır. Reed ve diğerleri filogenetik ve cophilogenetik analizi kullanarak "Pediculus" ve "Phthirus"'ın kardeş takson ve monofiletik olduğunu öne sürdü. Başka bir deyişle, iki cins aynı ortak atadan geldiği iddiasında bulundular. "Pediculus" ile ortak atası arasındaki ayrışma yaşının 6-7 milyon yıl önce olduğu tahmin edilmektedir ki bu şempanze-insansı ayrımı tarafından öngörülen yaşa uymaktadır. Örneğin genetik kanıtlarda, gorillerdeki bitin yaklaşık olarak 3-4 milyon yıl kadar önce insan atalarımıza geçtiğini göstermektedir. "Pediculus" cinsinden farklı olarak, Phthirus'daki ayrışma ise ev sahibinden ayrım yaşıyla uyuşmayıp, büyük olasılıkla 7 milyon yıl önce gerçekleşmiştir. Reed ve diğerleri Phthirus türü ev sahibinin 3-4 milyon yıl önce değiştiğini önermektedir. Evrimsel tarihinde konakçı bir parazitin geçişinin meydana gelip gelmediğini belirlemek zor olsa da en azından evrimsel değişiklikleri de içerdiğinden dolayı oldukça gizemlidir. Ayrıca, baş biti ve vücut biti arasındaki DNA farklılıkları insanların Afrika'yı terk etmeden 80.000 ila 170.000 yıl önce giyim eşyası kullandıklarının kanıtını desteklemektedir. İnsan başı kafa derisinde yaşar ve beslenirken, vücut biti ise giyim üzerine yaşar ve vücuttan beslenir. Bu nedenle farklı ekolojik alanları kaplarlar. Vücut bitinin hayatta kalması için giyinme gerektiğinden baş ve vücut bitlerinin ortak atalarından ayrılırlar ve bu giysilerin insan evrim tarihine giriş tarihini tahmin edilebilmesini sağlar. Mitokondrial genom insan vücudu biti ("Pediculus humanus humanus"), baş biti ("Pediculus humanus capitis") ve bir takım minikromozomlara parçalanmış kasık bitin ("Phthirus pubis") en az 7 milyon yıldır varolduğunu göstermektedir. İnsan vücudunda ve saç bitinde mitokondriyal DNA analizi, Afrika'da daha büyük genetik çeşitliliğin var olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durumda insan biti tarih öncesi insan göç yollarını aydınlatabilir. İnsan göçüne ilişkin antropologların egemen teorisi, Afrika Dışı Bir Olgu Hipotezi'dir. Genetik çeşitlilik zamanla birikir ve mutasyonlar nispeten sabit bir hızda oluşur. Afrika bitinde daha fazla genetik çeşitlilik olduğu için, bitler ve onların insan barınakları Afrika'da başka herhangi bir yerden önce var olmalıydı. Bitler yakın tarih boyunca insan toplumu ile ilişkilendirilmiştir. aslında onlar Orta Çağ boyunca her yerdeydiler. 1270'de Canterbury Başpiskoposu Thomas Becket'ın ölümüyle birlikte haşeratların kavurucu kazanda su ile kaynatıldığı ve seyircilerin birbir ardına güldükleri ve ağladıkları kaydedilmiştir. Bitlerin önlenmesi için Orta Çağ boyunca domuz yağı, tütsü, kurşun ve sarısabır bitkisinden yapılan bir merhem kullanılıyordu. Robert Hooke'un 1667 tarihli "Micrographia" kitabında: büyüteç ve gözlemler ile tespit edilen minik canlıların bazı fizyolojik özellikleri, bunlar ile ilgili sorular yazılmış, erken dönem mikroskobu ile görülmüş şekilde insan biti resmedilmiştir. Margaret Cavendish'in hicivli "The Description of a New World, Called The Blazing-World" (1668) isimli bilim-kurgusunda "Bit adamlar" bir "matematikçiydiler" ve gerçek yaşamdaki bilim insanı Robert Boyle gibi havayı tartmaya çalışarak doğayı araştıryorlardı. Harvard medikal araştırmacısı Hans Zinsser, 1935 yılında yazdığı "Rats, Lice and History" adlı kitabında, hem vücut hem de saç bitinin insanlar arasında tifüsü yaydığı iddiasında bulundu. Buna rağmen modern görüşler, yalnızca vücut bitinin hastalığı taşıyabileceği görüşündedir. I. Dünya Savaşı'nda bitler siperlerdeki askerlere oldukça ciddi zararlar vermiş ve tifüsün yayılmasını sağlamışlardır. Almanlar bitleri kontrol altında tutmaları nedeniyle övünüyorlardı ancak II. Dünya Savaşı'nda doğu cephesinde, özellikle Stalingrad Savaşı'nda bitlerden oldukça fazla zarar gördüler. Nazi rejimi altında Yahudilerin bulundukları Auschwitz gibi toplama kamplarında hüsnütabirle "bit ayıklama" korkunç bir zulüm haline gelmişti. Psikiyatrik bozukluk olan sanrısal parazitozunda hastalar canlı organizmaların derilerinde mevcut ve sürekli kendilerine musallat olduğuna dair sarsılmaz bir yanlış inanç içerisindedirler. Hastalar sürekli kaşınmak isterler ve bit olduğunu söyleyerek korkularını ifade ederler. James Joyce'un 1939 tarihli "Finnegans Wake" isimli kitabında Shem isimli hattat karakter "fokstrot yapan pireler, geç kalkan pireler, ... kaçık yarasalar"a maruz kaldığını yazar. Clifford E. Trafzer "A Chemehuevi Song: The Resilience of a Southern Paiute Tribe" isimli hikayesinde Sinawavi (Kır kurdu)'nun Poowavi (bit)'ye olan sevgisi anlatılmaktadır. Annesi kendi dokuduğu bir sepete yumurta koyarak mühürler ve kır kurduna verir. Ona eve ulaşmadn önce açmamasını söyler. Ancak sepetten sesler geldiğini duyan kır kurdu yolda giderken sepeti açar ve Dünya'nın ilk insanları sepetten boşalmaya başlarlar. İrlandalı söz yazarı John Lyons (d. 1934) popüler bir şarkı olan "The Kilkenny Louse House" isimli şarkıyı yazmıştır. Şarkının sözlerinde "Merdivenlerden yukarı çıktık ve ışığı söndürdük, Tabii ki beş dakikadan az sürede, Ben kavgamı göstermeliydim. Gezmek için toplanan pireler ve böcekler, Ve karnımın üzerinden büyük bir kemer oluşturdular.". Yusuf Halaçoğlu Yusuf Halaçoğlu (d. 10 Mayıs 1949, Kozan), Türk tarihçi ve siyasetçi. 1993-2008 yılları arası Türk Tarih Kurumu başkanlığı yapmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi'nin 24., 25. ve 26. dönem Kayseri milletvekilidir ve eski TBMM MHP Grup Başkanvekili'dir. 10 Mart 2017 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi Disiplin Kurulu tarafından partiden ihraç edilmiştir. Yusuf Halaçoğlu, 10 Mayıs 1949 tarihinde Adana'nın Kozan ilçesinde Mehmet Hilmi ve Hürü Halaçoğlu çiftinin çocuğu olarak doğdu. 1967 yılında liseyi bitirmesinin ardından 1971 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yeniçağ Tarihi Kürsüsünden "Fırka-i İslâhiye ve Kozan" isimli lisans tezini hazırlayarak mezun oldu. 1974 yılında mezunu olduğu İstanbul Üniversitesi'nde Yeniçağ Tarihi Kürsüsü asistanı oldu. 1978 yılında "XVIII. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nda İskân Siyaseti" adlı doktora tezi ile doktor oldu. 1982'de yardımcı doçentliğe, Nisan 1983'te ise "Osmanlı İmparatorluğu'nda Menzil Teşkilâtı ve Yol Sistemi" isimli doçentlik tezini hazırlayarak doçentliğe yükseldi. 1983-84 öğretim döneminde bir yıl süreyle 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 41. maddesi uyarınca Elâzığ'da Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nde görev yaptı. 1986 yılında Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümüne geçti. 20 Mart 1989'da "XVI. Yüzyılda Sosyal, Ekonomik ve Demografik Bakımdan Balkanlar'da Bazı Osmanlı Şehirleri" konulu takdim tezi ile profesörlüğe yükseldi. Aynı tarihlerde Türk Tarih Kurumu asıl üyesi seçildi. 1989 yılında Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığına tayin edildi, 17 Aralık 1990'da ise genel müdür yardımcılığına getirildi. Bu sırada, Osmanlı Arşivi'nin otomasyonunu başlattı. Bu görevinden 2 Mart 1992'de istifa etti ve Marmara Üniversitesi'ndeki görevine döndü. 26 Ağustos 1992 tarihinde rektör yardımcısı oldu. 23 Ekim 1992'de rektör vekili ve Kasım 1992'de tekrar rektör yardımcılığında bulundu. Bu görevini sürdürürken 21 Eylül 1993'te Türk Tarih Kurumu Başkanlığına getirildi. 23 Temmuz 2008'de, hâlen sürdürdüğü Gazi Üniversitesi'ndeki asli görevine iade edilmek üzere görevden alındı. Halaçoğlu 28 Ocak 2011 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi'ne (MHP) katıldı ve 2011 Türkiye genel seçimleri'nde MHP Kayseri 1. sıra milletvekili olarak meclise girdi. Milletvekilliği döneminde Türkiye–Kırgızistan Parlamentolar arası Dostluk Grubu saymanı ve Türkiye–İran parlamentolar arası Dostluk Grubu üyeliği yaptı. Haziran 2015 ve Kasım 2015 Türkiye genel seçimleri'nde tekrar MHP Kayseri milletvekili olarak meclise girdi. 12 Temmuz 2015 tarihinde MHP Grup Başkan Vekilliği görevinden alındı. Halaçoğlu, Kasım 2015 TBMM Başkanlığı seçimi'nde MHP tarafından Meclis Başkan Adayı gösterildi. Oylamanın 2. turunda aldığı 39 oy ile elenerek Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı görevine seçilemedi. Şelale Şelale, çavlan ya da çağlayan, akarsu yatağının, dike yakın bir biçimde âniden düştüğü, suların yüksekten dökülerek aktığı kısmına şelale denir. Thomas Hobbes Thomas Hobbes, (d. 5 Nisan 1588 - ö. 4 Aralık 1679) İngiliz felsefecisidir. 1651 tarihli Leviathan adlı çalışması, batı siyaset felsefesinin izleyeceği yolu çizmiş ve baş ucu eseri olmuştur. Bugün bir siyaset felsefecisi olarak tanınsa da, tarih, geometri, etik ve genel felsefe gibi pek çok alanla ilgilenmiştir. Thomas Hobbes, var olan her şeyin fizik madde olduğunu ve her şeyin maddenin hareketiyle açıklanabileceğini öne sürmüşt
ür. Belli bir sınıfa alınması güç bir filozof olan Thomas Hobbes, Locke, Berkeley ve Hume gibi bir empiriktir ve onlara benzemeksizin matematik yöntemin hayranıdır. Yalnız matematikte değil, onun uygulamalarıyla da ilgilenmiştir. Genelde Bacon’dan çok, Galilei’den esinlenmiştir. Hobbes, 15 yaşındayken Oxford’a gitmiş ve orada skolastik mantık ve Aristoteles felsefesi öğrenmiştir. 22 yaşındayken Lord Hardwick’in eğiticisi olmuş, ve 1610 yılında onunla büyük bir gezi yapmıştır. Çok etkilendiği Galilei ve Kepler üzerinde çalışmaya başlaması da bu tarihlere rastlamaktadır. İtalya’da, Galilei’yi ziyaret etmiş, sonra İngiltere’ye dönmüştür. Uzun parlamento 1640’da toplandığı ve Laud’la Strafford Londra Kulesi’ne hapsedildiğinde Hobbes dehşete kapılıp Fransa’ya kaçmış ve 11 yıl boyunca dönmemiştir. Bir süre için (1646-1648) Hobbes, geleceğin II. Charles'ına matematik öğretmiştir. Bununla birlikte Leviathan'ı yayımlanınca (1651), kitabın etkisi ani ve büyük olmuştur. II. Charles'ın 1660'ta tahta geçerek monarşiyi yeniden kurması Hobbes'a bir kez daha öne çıkma olanağı sağlamıştır. Piskoposlar ve adalet bakanı saraya alınmasına tepki gösterdilerse de, Hobbes'un kıvrak zekâsından ve nüktelerinden hoşlanan kral ona yılda 100 sterlin maaş bağlamış ve portresini saraydaki galeriye astırmıştır. Avam Kamarası'nın 1666'da dine saygısızlığa ve ateizme karşı hazırladığı yasa tasarısı ise Hobbes'u güç duruma düşürmüştür. Yasa tasarısının gönderildiği komiteye Leviathan'ı da incelemeye alma talimatının verilmesi üzerine 80'ine yaklaşan Hobbes tehlikeli gördüğü yazılarını yakmıştır. Leviathan adlı yapıtın rasyonalist ve seküler ruhu mültecilerin çoğunun canını sıkmış ve hem Anglikanları hem de Fransız Katoliklerini sinirlendirmiştir. Bu yüzden başka tercihi olmayan Hobbes gizlice Londra’ya kaçmış ve korunma için İngiliz Hükümetine başvurmuştur. Orada Cromwell’e boyun eğmiş ve her türlü siyasal çalışmadan kaçınmıştır. Boş zamanlarını doldurmak için, 84 yaşında, Latince ve nazım olarak kendi yaşam öyküsünü kaleme almıştır. 87 yaşında, Homeros çevrisini yayımlamıştır. Thomas Hobbes felsefede materyalizmi, etikte haz ahlakını, siyasette monarşiyi benimseyen İngiliz filozoftur. En tanınmış eseri "Leviathan"dır. Leviathan, Tevrat'ta geçen bir canavarın adıdır ve Hobbes'ta her şeye egemen olan devletin simgesidir. Francis Bacon'ın ampirizm inden etkilenen Hobbes'a göre dünya mekanik hareket yasaları tarafından yönetilen cisimlerin bütünüdür. İnsan ve hayvan bu bütünün bir parçasıdır. Onların fiziksel ve ruhsal yaşamları da tümüyle mekanik hareket yasalarına bağlıdır. Bu bakımdan tanrı, melek, ruh diye bir şey yoktur. Bunlar imgelemin ürünüdür. Hobbes'a göre evrende töz (cevher) olarak yalnızca madde vardır. Felsefenin konusunu bu madde ve maddenin biçim almış bir durumu olan cisimler oluşturur. Cisimler de ancak gözlem ve deney yoluyla incelenir. Maddenin dışında kalan Tanrı, melek, cin, şeytan, ruh gibi şeyler ise ilahiyata ait inanç konularıdır. Ahmet Cevizci - Paradigma Felsefe Sözlüğü: Hobbes, yaşadığı süre içinde, biri entelektüel, diğeri siyasi olan iki devrime tanıklık etmiştir. Bu devrimlerden siyasî olanı, yani mutlak monarşinin parlamenter demokrasinin temsili kurumlarıyla sınırlanması söz konusu olduğunda, Hobbes tam bir karşı devrimcidir. Entelektüel devrim, yani Ortaçağın tanrı merkezli ve Aristotelesçi dünya görüşünün bırakılarak, yeni doğa bilimleriyle, mekanik açıklamanın ve deneysel yöntemin benimsenmesi söz konusu olduğunda, o tam bir devrimcidir. Bu dünyada en büyük mutluluk, diğer bütün şartların eşit olması koşuluyla, karamsarların mutluluğudur. Hobbes kendi durumunu tarif etmekten keyif almaktadır aslında. Bu durumdaki insanlar, ölümden korktukları ve güvenlik istedikleri için bir hükümdara mutlak iktidar vermeye razı olurlar. Belki de kendi tarzı ile Hobbes, bu kadar bencil ve mekanik olduğu için insan doğasını eleştirmekteydi. Leviathan adlı eserinin bir bölüminde şöyle yazmıştır: “Periler, hangi dükkânda ya da tezgâhta dürdüler bu defteri, bir türlü bulamadı kocakarılar. Fakat gayet iyi bilinir ki Papazlar’ın Tezgahı, Üniversitelerdir ve buralardaki bilgi dalları da Papalık makamından kaynaklanır. Denir ki Periler bir insandan hoşnut kalmadıklarında, onu cezalandırmak için cinlerini salarlarmış üstüne. Kilise de bir sivil devletten hoşnut kalmadı mı kendi cinlerini yaratır. Hurafedir bu, meczup rahiplerdir. Fitne vaazları vererek hükümdarlarının ayağını kaydırırlar; kimi zaman da vaatlerle meczup edilmiş bir hükümdar, bir diğerinin ayağını kaydırır.” Ali Bey Camii Ali Bey Camii, Çankırı ilinde bulunan bir camiidir. Merkez ilçe Ali Bey Mahallesi'ndedir. Kitabesinden 1609 yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Büyük Cami’den sonra ikinci taş yapıdır. Mihrap ve mimberi alçıdan ve süslemesizdir. Minarenin gövdesi tuğla, kaidesi kesme taştandır. İlk yapının tamamen yıkılarak sonradan yeniden yapıldığı bilinen cami, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore ettirilmiştir. Kitabelerindeki yazıların içeriği yönüyle diğer camilerden ayrılır. Yaran kültürü karakteristiği gösterir. Yaran Kültürü ne kaynaklık eden ayet ve hadisleri ve güzel sözleri barındıran enteresan bir camiidir. Bu caminin kubbe kasnağındaki yazılar ayet hadis olmayıp kuranın lafızları hariç en kapsamlı ifadelerin yer aldığına inanılan kaside-i bürde den yandaki yazılar alınmıştır. Higrometre Higrometre havadaki nemi ölçmek için kullanılan bir araçtır. En basit higrometreler, birisinin haznesi devamlı ıslak tutulan iki termometreden oluşurlar. Islak olan haznenin etrafındaki sıvının buharlaşması, o termometrenin devamlı daha düşük sıcaklık göstermesini sağlar. Ancak donma noktasının altındaki sıcaklıklarda bu sistem çalışmamaktadır, ıslak termometrenin haznesinin etrafında ince bir buz tabakası oluşur ve sıcaklığın doğru olarak gösterilmesini engeller. Bu gibi durumlarda kuru olan termometre daha yüksek sıcaklıklar gösterebilir. Sıklıkla kullanılan bazı başka higrometre türleri de vardır. Bu araçlardan bazıları, gergin bir konumda duran insan ya da hayvan kılının gerginlik değişikliklerini ölçerek nemi belirlerler. Higrometrelerin pek çoğu, belli zaman aralıklarıyla ölçtükleri değerleri ölçekli kağıda basarlar. Nem ölçümünde modern enstrümanlar kullanılmaya başlanmıştır. Elektronik olarak nem ölçmenin iki yolu vardır: Kapasitatif ve direnç yolları. Kapasitatif yolda iki metal plaka arasına giren suyun kapasitansı değiştirmesiyle nem ölçülür. Direnç yolunda ise polimer membranın emdiği suyun, geçirgenliği değiştirmesiyle nem ölçülür. Bu işlemlere ilave olarak sıcaklık da devamlı ölçülür, sıcaklık aletleri kalibre etmekte kullanılır. Higrometreler saunalarda, seralarda ve endüstriyel alanlarda kullanılırlar. Meteorolojik çalışmalarda sapan ya da motorlu saykrometreler kullanılırlar. (kısa):nemi olçme Psikrometre Radikal Radikal; aşağıdakilerden birini kastediyor olabilir: Kaplumbağa Kaplumbağa (ya da tosbağa) Testudines takımını oluşturan çok sert ve kemiksi bir kabuk içinde yaşayan, ağır yürüyüşlü, dört ayaklı, sürüngen bir hayvandır. Hareketleri yönünden ne kadar telaşsız ve ağır hayvanlarsa onların tarih boyunca gelişimi de o kadar yavaş olmuştur. Kaplumbağalar, öteki sürüngenlerle birlikte Mezozoik'in ilk dönemi olan Trias Çağı'nda ortaya çıktılar. 200 milyon yıldan beri kaplumbağaların vücut yapıları önemli hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Hâlbuki kaplumbağalar, dünyada soyu henüz tükenmemiş en eski hayvanlardandır. Açlığa pek dayanıklıdırlar. Çok uzun ömürlüdürler. Yüz, yüz elli yıl kadar yaşarlar. Kaplumbağalar çeşitlerine ve yaşadıkları iklim kuşağına göre kış uykusuna yatarlar. Deniz kaplumbağaları kış uykusuna yatmazlar çünkü onlar göç eden hayvanlardır. Bu iç güdünün ortaya çıkmasının nedeni İklim değişikliğidir. Bol Güneş ışığı alan kuru topraklarda kendine bir delik kazıp bütün kışı orada geçirmek üzere içine girer. Günümüzde, soyunu sürdürmekte olan 250'ye yakın kaplumbağa türü bulunmaktadır. Kaplumbağaların başı vücutlarına oranla çok ufaktır. Ağızları bir kuşun gagasına benzer. Dişlerin yerini sert kemiksi bir damak almıştır. Kaplumbağalar, bununla besinlerini yakalar ve ezerek mekanik sindirim yapar. Dil kafasına oranla büyük ve yumuşaktır. Ayaklarına gelince, bunların uçlarında beşer parmak vardır, karada ve bataklıklarda yaşayan kaplumbağalarda bunlar hareketlidir. Uçlarındaki tırnaklar kıvrık ve serttir. Bataklıklarda yaşayan kaplumbağalarda birbirleriyle bir zar aracılığıyla birleşmiş küreğe benzer bir durum almıştır. Bunların arka ayak parmaklarının sayısı dörttür. Deniz kaplumbağalarında ise parmaklar bitişiktir. Aralarında perdeler vardır. bunları suyun içinde yüzmek ve dengede kalmak için kullanırlar. Testudines (kaplumbağalar) takımının, soyu tükenmiş (kısa: ) olanlar da dahil olmak üzere, alt takım ve familyalarına ait sınıflandırma aşağıda verilmiştir: Takım Testudinata Grand Moff Tarkin Grand Moff Wilhuff Tarkin, Star Wars'un dördüncüsü A New Hope filminde artık her şey tamamen Galactic Empire'nin kontrolünde. Tarkin Klon Savaşları döneminde General Piell'in komutasında yüzbaşıdır. Peter Cushing'in canlandırdığı karakter. İlk Ölüm Yıldızı'nın İmparator'dan sonra (Darth Vader'da bir rütbe yok) en ileri geleni. Karizması ve askeri yetenekleri geliştiği ve hatta Darth Vader'ı bile gölgede bırakabilen davranışları ile Büyük Moff unvanını almıştır. Kendine yakın askerleri bile Darth Vader'dan kurtarabilen bir şahsiyettir ki Amiral Motti olayı buna güzel bir örnektir. En büyük kusuru ise aşırı kibirli olmasıdır. İşte bu kibir kendisininde bulunduğu I. Ölüm Yıldızı'nın yok olmasına neden olmuştur. I. Ölüm Yıldızı yok olduğunda kendisi içinde can vermiştir. Hayme Hatun Hayme Hâtun veya Hayma Ana, Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Gazi'nin nenesi, Ertuğrul Bey'in annesi, yörük kadınıdır. Necdet Sakaoğlu'nun bildirdiğine göre, tarihçiler tarafından fazla araştırılmamış olan Hayma Ana'nın anısı Domaniç beldesinin halkı tarafından yaşatılmıştır. Çarşamba köyündeki bir mez
arın yüzyıllar boyunca yöre halkı tarafından Hayma Hâtun'un kabri olarak ziyaret edildiğini duyan Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid 1892 yılında burada bir türbe inşa ettirmiştir. Diğer taraftan da İdris-i Bitlisî "Heşt Behişt" isimli tarihinde Osman Gazi'nin küçük oğlu Alâeddin Paşa'yı Bilecik'te annesinin yanında ikamet ettirdiği yazmaktadır. Osmanlı padişahlarının müslüman olmayan cariyelerle evlenmeleri geleneği henüz başlamadığı için Hayma Hâtun'un Türk olduğu kesindir. Bir başka inanışa göre ise, Hayme Ana, Kaya Alpoğlu Süleyman Şah'ın eşi, Ertuğrul Gazi'nin annesi ve Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Gazi'nin de büyükannesidir. Kocası Süleyman Şah'ın Fırat Nehri'ni geçerken boğularak ölmesi üzerine Kayı Boyu'nun başına geçen Hayme Ana, Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubad'ın yer göstermesi üzerine önce Ankara Karacadağ, ardından da Domaniç ve Söğüt'e yerleşir. Ertuğrul Gazi, "Devlet Ana" diye de anılan annesi Hayme Ana'yı, Çarşamba köyünde her yıl çadır kurduğu bir tepe üzerine defnettirdi. Sultan II. Abdülhamid, 1892'de Hayme Ana'nın kabri üzerine bugünkü türbeyi yaptırdı. Çarşamba köyünde vefat eden Hayme Ana için mezarı başında anma töreni düzenleniyor. Hayme Hatun'un türbesi ve Hayme Ana heykeli Kütahya'nın Domaniç ilçesinde görülebilecek en önemli yerlerden biridir. TRT 1 de yayınlanan dizisinde Hülya Darcan tarafından canlandırılmaktadır. İtalya millî futbol takımı İtalya millî futbol takımı, futbolda Dünya'nın en iyi millî takımları içerisinde yer alır. Azzurri (Türkçesi gökmavililer) lakaplı İtalya millî futbol takımı sonuncusu 2006 yılında olmak üzere 4 kez FIFA Dünya Kupası'nı kazanma başarısını göstermiştir. Dünya Kupası' nı 5 kez kazanan Brezilya'dan sonra bu kupayı en çok kazanan 2. takımdır. İtalya millî futbol takımı, ilk FIFA Dünya Kupası olan 1930'dan sonra yapılan 1934 Dünya Kupası'nın yanı sıra 1938 ve 1982'de Dünya'nın En Büyüğü olmuştur. 1970 ve 1994 Dünya Kupaları'nda finalde şampiyonluğu Brezilya'ya kaptıran Gökmavililer ,1990 yılında kendi ülkelerinde düzenlenen Dünya Kupası'nda da Dünya Üçüncülüğü unvanını elde etmişlerdir. 1968 yılında Avrupa Şampiyonluğu kupasını kaldıran takım 2000 yılında düzenlenen kupayı finalde Fransa'ya yenilerek kaybetmiştir. İtalya Genç Takımı da, Olimpiyat Oyunları'nda 1936 yılında altın madalya, 1928 ve 2004'te ise gümüş madalya kazanmıştır. 2006'daki dünya şampiyonluğunun ardından İtalya, katıldığı 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda aynı başarıyı tekrarlayamayarak çeyrek finalde elendi. Yine de İtalya, turnuvadaki diğer bütün maçlarında 90 dakikanın sonunda sahadan galibiyetle ayrılarak şampiyon olan İspanya'ya, ancak penaltı atışları ile boyun eğdi. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nın ardından Roberto Donadoni'nin yerine İtalya millî takımının başına 2006'daki şampiyonluğun mimarı Marcello Lippi yeniden getirildi. Lippi yönetimindeki İtalya, 10 maçta 7 galibiyet ve 3 galibiyet alarak, 2010 FIFA Dünya Kupası'na katılma hakkını elde etti. Ancak, 2009'da, FIFA Konfederasyonlar Kupası'na ilk turda alınan 1 galibiyet ve 2 yenilgi sonrası erken veda eden İtalya, Dünya Kupası'nda da 2 beraberlikle 1 mağlubiyet alarak ilk turda elendi. Dünya futboluna Roberto Baggio, Dino Zoff, Paolo Rossi, Franco Baresi, Gianluca Vialli gibi birçok yıldız kazandırmışlardır. İtalya millî takımı formasını en çok 163 kezle Gianluigi Buffon giymiştir. Millî takım için en fazla golü ise Luigi Riva (35) kaydetmiştir. İtalya'nın eleme maçları ve hazırlık maçları 2014 Aralık ayına kadar RAI tarafından yayınlanmaktadır. Şampiyon İkincilik Üçüncülük Dördüncülük Aşağıdaki 23 oyuncu 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası için çağrıldı. Jenna Haze Jenna Haze (d. 22 Şubat 1982; Fullerton, Kaliforniya) ABD'li bir porno yıldızıdır. Çekilen filmleri genelde çok eşlilik ve ters ilişki içerir. Darth Vader Darth Vader, Yıldız Savaşları serisinin orijinal üçlemesi ve serinin sonradan çekilen öncül üçlemesinin üçüncü filmi olan "" filmlerinde yer alan Yıldız Savaşları karakteri. Filmlerde giysinin içindeki hâli David Prowse tarafından canlandırılmış ve James Earl Jones tarafından seslendirilmiştir. "" filminde maskesiz hâli oyuncu Sebastian Shaw tarafından canlandırılmıştır. 2005'te çekilen son film olan ""nda ise Hayden Christensen bu rolde yer almıştır. Vader, Amerikan Film Enstitüsü tarafından hazırlanmış olan AFI's 100 Years…100 Heroes and Villains listesinde sinema tarihindeki en önemli üçüncü kötü karakter olarak yer almıştır. İmparatorluğun gerçek yüzünü yansıtan ve yarı mekanik yarı insan olan Sith Lordu Darth Vader seride gücün kötü yüzünü yansıtan bir karakterdir. Galaktik İmparatorluk'un yöneticisi İmparator Palpatine'in (Darth Sidious) üçüncü çırağı olan Darth Vader'ın eski adı Anakin Skywalker'dır. 2000'li yıllarda çekilen sonraki üçlemede Skywalker'ın Jedi Şövalyesi oluşu ve Palpatine sayesinde Güç'ün karanlık tarafına geçişi anlatılır. Anakin Skywalker, Güç'ün karanlık tarafına geçtikten sonra ustası tarafından Vader ismini almıştır. Darth Vader, en yakınındaki kişiyi başarısızlıklarından dolayı gözünün yaşına bakmadan silebilecek kadar zalim bir portre çizmektedir. Amiral Ozzel ve Kaptan Needa olayı buna güzel iki örnektir. En kudretli Güç kullanıcılarından biri olan Darth Vader siyah bir pelerin, pelerini gibi siyah mekanik donanımlarla kaplı zırh gibi tasarlanmış yaşam ünitesi, nefes almasını sağlayan kara maskesi ve kırmızı ışın kılıcı ile Jedi savaşçıları için güçlü bir rakiptir. Serinin ilk üçlemesinde Darth Vader, seyircinin karşısına tamamen dönüşmüş, Güç'ün kötü yönünü temsil eden gizemli bir "Sith Lordu" olarak çıkmaktadır. Serinin daha sonradan çevrilen üçlemesinde ise Anakin Skywalker'ın güçlerini keşfetmesi ve Palpatine'in de etkisi ile Güç'ün kötü tarafına geçip Jedi şövalyeliğinden Sith lordluğuna geçişi ve Darth Vader ismini alması anlatılmaktadır. Nesodden Nesodden, Norveç'in başkenti Oslo'ya 40 km uzaklıktaki Akershus bölgesinde bulunan yerleşim alanı. "Hytte" adında ufak evlerle dolu deniz kenarı kasabası. Polis, sağlık hizmetleri, yabancılar bürosu, kafeterya, çiçekçi ve gazeteci kasaba merkezini ("Tangen") oluşturmaktadır. Alexander Rybakın yaşadığı yer Zakk Wylde Jeffery Phillip Wiedlandt ya da Zakk Wylde, 14 Ocak 1967 New Jersey doğumlu Amerikalı ünlü müzisyen. Ozzy Osbourne'un eski gitaristi ve Black Label Society grubunun kurucusudur. 1987'de Ozzy Osbourne ile birlikte çalışmaya başlamasıyla ünlenmiş, daha sonraları gitaristi ve vokalisti olduğu Pride & Glory grubu ile Southern Rock tarzı müzik yapmıştır. Gitar çalmaya 8 yaşında başlamış olan Zakk Wylde 15 yaşında Amerika'da en yetenekli gitarist seçilmiştir. Zakk Wylde'ın sıradan bir gününün yaklaşık 12 saati gitar çalmakla geçmektedir. Çocukken ilk gitarı Fender Stratocaster'dır büyüdükçe tarzıda değiştiği için gitarı da değişmiştir.Zakk Wylde, müzik kariyerinin başlangıcından itibaren Gibson Les Paul gitarlar kullanmıştır. Gitarlarında daima EMG 81/85 aktif manyetikler bulunur. Zakk Wylde'ın ""Bullseye"" adı verilen gitarlarının çıkış öyküsü şu şekildedir: Gitarist, beyaz renkli Les Paul gitarını yeniden boyatmak üzere atölyeye yolladığında gitarı bir hata sonucu iç içe geçmiş sarı-siyah halkalı bir desenle boyanmış ve bu desene ""Bullseye"" (İngilizce ""öküz gözü demektir ve tam isabet" anlamına gelir") adı verilmiştir. Gitarın Zakk Wylde'ın simgesi haline gelmesi üzerine Gibson, onun adına imzalı ("signature") modeller üretmeye başlamıştır. Gitaristin kullandığı amfiler genellikle Marshall JCM 800 olmuştur. Kullandığı analog efekt pedalları ise başlarda "Boss SD-1", "Boss CH-1", "Jim Dunlop Jimi Hendrix Wah" ve "Jim Dunlop Rotovibe" olmuştur. Daha sonraki yıllarda Overdrive pedalı ve Wah pedalı Jim Dunlop ve Mxr marka pedallarla değişmiştir: Mxr ZW-44 Overdrive, Jim Dunlop ZW-45 Wylde Wah. Zakk Wylde, performanslarında aynı zamanda Dean gitarları da kullanmaktadır.2009'dan itibaren Reklam Olarak ve Cd'li lisanslı derslerinde Fender kullanacaktır. Zakk Wylde genellikle değişik biçimlerde kullandığı "Pinch Harmonic" adı verilen teknikle tanınmıştır. Kalıp olarak Pentatonik Minör üzerinde hızlı ve sert melodiler işlemiştir. Ayrıca country müziğin önemli bir parçası olan bir penalama tekniği olan "Chicken Picking" de kullanır. Heavy metal, groove metal, Southern rock ve Southern metal tarzlarını benimsemiştir. Pantera'nın efsane gitaristi "Dimebag Darrell'a atfettiği "In This River" adlı eseri (Yine kendi şarkısı olan "Queen of Sorrow"dan uyarlamıştır.) dinlenmeye değerdir. 2001 yılında Rockstar, Satan's Top Forty ve Bones adlı filmlerde oynamıştır. 19 Ağustos 2009 da kan pıhtısı tedavisi nedeniyle hastaneye kaldırılmıştır. İngiltere millî futbol takımı İngiltere millî futbol takımı, İngiltere'yi ulusal organizyasyonlarda temsil eden futbol takımıdır ve İngiltere Futbol Federasyonu tarafından yönetilmektedir. 1872 yılında kurulmasıyla dünyanın en eski millî takımı unvanına sahiptir. İngiltere'de oynanan maçlar genelde Wembley Stadyumu'nda oynanmaktadır. Futbolun beşiği diye adlandırılan İngiltere Dünya'da millî takımlar arasında ilk resmi futbol maçını 1872'de İskoçya ile oynamış, karşılaşma 0-0 berabere sonuçlanmıştır. 1966 yılında FIFA Dünya Kupası finalinde Almanya'yı mağlup eden İngiltere tarihindeki tek Dünya Şampiyonluğu'nu kazanmıştır. Avrupa Şampiyonluğu'nu kazanma şansını iki kere yarı finalde kaybeden İngiltere millî takımı, en farklı galibiyetini 1882 yılında İrlanda'yı 13-0 yenerek elde etmiştir. Şampiyon   İkincilik   Üçüncülük   Dördüncülük   16 Mayıs 2018 tarihinde açıklanan 2018 FIFA Dünya Kupası kadrosu: Darth Maul Darth Maul, Star Wars evreninde yer alan karakterlerden biridir. 'de, dövüş sanatları uzmanı olan "Ray Park" tarafından canlandırılmış ve İngiliz aktör Peter Serafinowicz tarafından seslendirilmiştir. Birçok Star Wars fanatiğine göre, bu karakterin ilk bölümde ölmesinin nedeni Darth Vader'dan daha fazla ilgi toplaması ve çok beğenilmesidir. Darth Sidious'un ilk çırağı olan ve gerçek ismi Khameir Sarin olan "Da
rth Maul" iki taraflı ışın kılıcı kullanan, vücudunun her tarafı dövmelerle kaplı ve konuşmamayı tercih eden bir karakterdir. Siyah cüppesi, kötülüğü temsil eder. Vahşeti ve acımasızlığı yansıtan Darth Maul karakteri filmde acımasızca diğer karakterleri katletmiştir. Darth Sidious'un acımasız eğitimi altında yılmadan başarıya ulaşmış ve bir Sith çırağı olmuştur. Ustasına ihanet edecek tavırda olmasa da tum Galaksiyi karşısına alabilecek durumdadir. Bütün her şeyden nefret etmesinin sebebi küçükken ailesinin katledilmesidir. Sith olmasının nedenlerinden biri de budur. Zabrak erkeği olan Darth Maul, "Ticaret Federasyonu'nun" başı Nute Gunray ve teğmeni Rune Haako'nun elinden kaçan Kraliçe Amidala'nın mekiğini Tatooine'e kadar takip etmiş ve Qui-Gon Jinn'e sürpriz bir saldırı düzenlemiştir. Daha sonra Naboo'ya gönderilen Darth Maul bir kez daha Qui-Gon Jinn ve çırağı Obi-Wan Kenobi ile karşılaşmıştır. Çift taraflı ışın kılıcıyla ikisiyle de eşit bir şekilde dövüşüp uzak bir kesimde Obi-Wan düellodan uzak kalınca Darth Maul, Qui-Gon Jinn'i öldürmüştür. Obi-Wan'ın öfkesiyle bir kez bile olsa karanlık tarafın enerjisini kullanan Darth Maul onu yandaki egzoz boşluğuna itmiştir. Obi-Wan, tekrar aydınlık tarafın gücünü kullanarak Qui-Gon'un kılıcını alıp sürpriz bir atakla Darth Maul'u eninden ikiye bölmüştür. Egzoz boşluğuna düşerek kaybolan Darth Maul kibirinin kurbanı olmuştur.Daha sonra ise kardeşi Savage Opress tarafından bulunmuştur ve aklı yerinde değildir. Sonradan Şef Talzin onun beynini yerine getirmiştir. Sonra da iki kardeş Mandalore'ye saldırmış ve gezegenin yönetimini ele geçirmiştir. Darth Sidious Darth Maul'un yaşadığını hissedince onu öldürmek için Mandalore'ye gitmiştir. Öldürmek istemesinin tek nedeni ise Sith Düzenidir. Bir öğrenci bir çırak olması gereklidir. Onun için Darth Maul ölmelidir. Darth Sidious onlara saldırır ve ilk önce Savage Opress'i öldürür sonra ise Darth Maul'u esir alır. Maul, Count Dooku tarafından işkenceler görür ve sonraları kaçmayı başarır. Yaptığı strateji sonrası Count Dooku ve General Grievous'u esir alır.Sidious'un gelmesiyle Count Dooku ve Grievous elinden kaçar. Annesi olan Şef Talzi'nin yanına döner burada Ayrılıkçıların saldırısına uğrar ittifakı olduğu Black Sun sisteminin ihaneti sonrası annesi ölür ancak Maul kaçmayı başarır.Daha sonraları Darth Vader ile yaptığı ışın kılıcı düellosunda Vader'a ağır yaralar verir.Ancak Vader gücü kullanarak Maul'u öldürür. Karen Hughes Karen Parfitt Hughes (d. 27 Aralık 1956), Amerikan politikacı. ABD Başkanı George W. Bush'un ABD'nin Müslüman ülkelerde bozulan imajını düzeltmesi için görevlendirdiği ABD Dışişleri Bakanlığı'nın kamu diplomasisinden sorumlu büyükelçi seviyesindeki müsteşarı. 1956 yılında son Amerikan Panama Kanalı bölgesinin yöneticisi Harold Parfitt’in kızı olarak Paris‘de dünyaya geldi. 1977 İyi bir dereceyle Teksas’da bulunan Protestan kilisesine bağlı Güney Metodist Üniversitesi’nden mezun oldu. 1984’e kadar televizyon muhabirliği yaptı, başkanlık seçimlerini takip etti. 1990’lardan beri ise George W. Bush ile çalışan Hughes, ilk önce Bush’un Teksas valiliği sırasında iletişim danışmanlığını sonra başkanlığı döneminde ise başkan danışmanlığı görevini yürüttü. 2002’de Beyaz Saray Irak Ekibi’ne dahil edildi. Bush’un parti kongresi ve 2004 başkanlık seçimleri sırasında aktif olarak görev yaptı. Amerikan basınında, “bugüne kadar Beyaz Saray’a hizmet eden en güçlü kadın”, “Bush’un en gerekli akıl hocası” gibi haberlerle anıldı. 9 Eylül 2005’te ataması onaylandıktan sonra yemin ederek göreve başladı. 26 Eylül 2005’de başlayan Mısır gezisinden sonra aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bir dizi Müslüman ülkeyi ziyaret etti. Ziyaret ettiği Müslüman ülkelerde genellikle ülkenin kadın ve çocukları ile bir araya gelmeye çalıştı. Allah’ın birliği, Irak İşgali’nin gerekliliği, kadının Müslüman toplumlarda yeri merkezli konuşmalar yaptı. Hâlen görevini sürdürüyor. FIFA Dünya Kupası FIFA Dünya Kupası, uluslararası alanda futboldan sorumlu en üst düzey yönetim organı olan Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA) üyesi ülkelerin erkek millî takımlarının katılabildiği uluslararası futbol turnuvası. 1930'daki ilk turnuvadan beri, II. Dünya Savaşı sebebiyle gerçekleştirilemeyen 1942 ve 1946 yılları dışında dört yılda bir düzenlenmektedir. Turnuvanın geçerli statüsünde, turnuva öncesindeki üç yıl boyunca süren eleme aşaması vardır. Günümüz itibarıyla FIFA üyesi 211 ülkenin katılabileceği elemeleri geçmeyi başaran takımlar, FIFA Dünya Kupası Finalleri adını taşıyan final aşamasında mücadele eder. Finallerde, o yılın turnuvasına ev sahipliği yapmasından ötürü eleme oynamaksızın direkt olarak katılan ev sahibi ülke veya ülkelerle birlikte toplamda 32 millî takım yer alır. Dörder takımdan oluşan sekiz gruba ayrılan katılımcılar, bu ilk aşamada grubundaki diğer takımlarla birer maç yaptıkları birinci turda yarışır. Grupları ilk iki sırada tamamlayan takımlar, tek maçlı eliminasyon sistemiyle gerçekleştirilen ikinci aşamaya geçer. Final maçını kazanan takım şampiyon olurken üçüncü takımı belirleme amacıyla yarı finalde kaybedenler arasında bir üçüncülük maçı oynanır. Günümüze kadar düzenlenmiş olan toplam 20 turnuvada 8 farklı takım şampiyonluğa ulaşmıştır. Her turnuvaya katılmış olan tek takım konumundaki Brezilya, kazandığı beş şampiyonluk ile kupanın en başarılı takımıdır. İtalya ve Almanya dörder; Arjantin ve Uruguay ikişer; İngiltere, Fransa ve İspanya ise birer şampiyonluk kazanmıştır. Son şampiyon, 2014'teki turnuvada şampiyon olan Almanya'dır. Günümüzde, Rusya'nın ev sahipliği yapacağı 2018 FIFA Dünya Kupası elemeleri sürmektedir. Dünyada ilk uluslararası millî futbol maçı 20 Kasım 1872'de Glasgow'da İskoçya ve İngiltere arasında oynandı ve 0-0 bitti. İlk uluslararası turnuva ise 1884 yılında düzenlenmeye başlanan British Home Championship'ti. 20. yüzyılda tüm dünyada popülerleşmesinin ardından futbol, 1900 ve 1904 Yaz Olimpiyatları'nda madalya verilmeyen gösteri sporu olarak yer aldı (daha sonraları Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından resmî yarışma olarak kabul edildi). 1906 Ara Olimpiyatları'nda da futbol kendine yer buldu. 1904'te kurulan Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği (FIFA), 1906'da İsviçre'de Olimpiyatlar dışında bir uluslararası futbol turnuvası organize etmeye çalışsa da bu girişim başarılı olamadı. Londra'da düzenlenen 1908 Yaz Olimpiyatları'nda futbol ilk kez resmî yarışma olarak kabul edildi. İngiltere amatör millî takımı tarafından temsil edilen Büyük Britanya, hem bu etkinlikte hem de Stockholm'deki 1912 Yaz Olimpiyatları'nda altın madalya kazandı. 1914'te FIFA, Olimpiyat Oyunları'ndaki futbol müsabakalarını "dünya amatör futbol şampiyonası" olarak tanıdı ve organizasyonunu üstlendi. Bu hamleyle birlikte resmî olarak tanınan ilk kıtalararası futbol turnuvası olan 1920 Yaz Olimpiyatları kapsamındaki futbol turnuvası, on üç Avrupa takımının yanı sıra bir Afrika takımı olan Mısır'ın katılımına sahne oldu. Bu turnuva Belçika'nın şampiyonluğuyla sona ererken 1924 ve 1928'de düzenlenen sonraki iki Olimpik futbol turnuvasını Uruguay kazandı. Olimpiyatlar'daki futbol turnuvalarındaki organizasyon başarılarının ardından FIFA Başkanı Jules Rimet'nin önderliğinde, Olimpiyatlar dışında uluslararası bir futbol turnuvası düzenlemek için çalışmalara başlandı. 28 Mayıs 1928'de Amsterdam'daki FIFA Kongresi'nde ayrı bir dünya şampiyonası düzenlenmesine karar verildi ve ertesi yıl düzenlenecek olan ilk Dünya Kupası'na Uruguay'ın ev sahipliği yapması kararlaştırıldı. Seçilen ülkelerin ulusal futbol federasyonlarına kupaya katılım için davet gönderildi. Ancak Avrupa takımları için Uruguay'a yapılacak yolculuk uzun süreli ve pahalı olacağından turnuvaya iki ay kala hâlâ turnuvaya katılacağını açıklayan Avrupa takımı yoktu. Rimet'nin ikna çabaları sonrası Belçika, Fransa, Romanya ve Yugoslavya turnuvaya katılmayı kabul etti. Turnuvaya; yedisi Güney Amerika, dördü Avrupa ve ikisi Kuzey Amerika'dan olmak üzere toplam 13 takım katıldı. 13 katılımcı, üçer takımdan oluşan üç grup ile dört takımdan oluşan bir gruba bölündü. İlk Dünya Kupası maçları, aynı anda oynanan Fransa-Meksika ve Amerika Birleşik Devletleri-Belçika maçlarıydı. Fransa Meksika'yı 4-1, Amerika Birleşik Devletleri ise Belçika'yı 3-0 mağlup etmeyi başardı. Dünya Kupası tarihindeki ilk golü ise Fransız Lucien Laurent atmıştı. Her takımın grubundaki diğer takımlarla birer maç yapması sonrasında, gruplarını ilk sırada tamamlayan takımlar yarı finale çıktı. Montevideo'daki Yüzüncü Yıl Stadyumu'nda oynanan final maçında Arjantin'i 4-2 yenen Uruguay ilk Dünya Kupası'nın şampiyonu oldu. Dünya Kupası'nın oluşturulmasının ardından Los Angeles'ta yapılan 1932 Yaz Olimpiyatları'nda futbol, Olimpiyat programına dâhil edilmedi. Amerikan futbolunun popülerliğinin artması, Amerika Birleşik Devletleri'nde futbola yönelik ilginin az olması ve FIFA ile IOC'nin amatör futbolcuların durumu üzerinde anlaşamamaları üzerine bu karar alınmıştı. İtalya'da düzenlenen 1934 FIFA Dünya Kupası'yla birlikte takım sayısı 16'ya çıkarılırken turnuva için 32 ülkenin katılma girişimi olduğundan ilk defa bir eleme aşaması gerçekleştirildi. Turnuvada ilk defa Afrika'dan bir takım, Mısır yer alırken şampiyonluğu İtalya kazandı. Fransa'nın ev sahipliğindeki 1938 FIFA Dünya Kupası'nda, son şampiyon ve ev sahibi ülkenin takımları ilk defa eleme aşaması oynamadan turnuvaya dâhil oldu. Avusturya'nın Almanya tarafından ilhak edilmesi sonrasında turnuvadan çekilmesi sebebiyle 15 takımın katılımıyla gerçekleştirilen 1938 Dünya Kupası'nda ilk defa ev sahibi ülkenin takımı şampiyon olamazken İtalya üst üste ikinci şampiyonluğunu elde etti. 1942'deki turnuva, ev sahipliği yapacak ülke dahi belirlenemeden patlak veren II. Dünya Savaşı nedeniyle iptal edildi. Savaşın 1945'te sona ermesi sonrasındaki ilk turnuva olan 1946 Dünya Kupası da, savaşın yakın zamanda sona ermesi sebebiyle düzenlenemedi. Brezilya'da düzenlenen 1950 Dünya Kupası, kendisiyle savaşan ülkelerle maç yapmamak içi
n 1920 yılında FIFA üyeliğinden ayrılan Britanya takımlarının, 1946'da FIFA'nın daveti üzerine federasyona tekrar üye olduktan sonra katıldığı ilk Dünya Kupası'ydı. Son iki turnuvayı boykot eden Uruguay da bu turnuvayla birlikte organizasyona geri döndü. Hindistan, İskoçya ve Türkiye'nin çekilmesi sonrasında turnuvaya 13 takım katıldı. Diğer tüm turnuvaların aksine ikinci turun tek maçlı eliminasyon sistemiyle değil de grup sistemiyle oynandığı 1950 Dünya Kupası'nda bir final maçı da yoktu. Ancak şampiyonu tayin edecek son maç olan Brezilya-Uruguay maçı, turnuvanın finali gibi nitelendirilmektedir. Maracanã Stadyumu'nda oynanan ve resmî sayılara göre 173.830 biletli seyircinin, tahminlere göre ise 200.000'in üstünde kişinin izlediği finalde Uruguay, ev sahibi Brezilya'yı 2-1 yenerek turnuva tarihindeki ikinci şampiyonluğunu elde etti. İsviçre'deki 1954 Dünya Kupası; en çok gol atılan, maç başına gol ortalaması en yüksek ve bir maçta en çok gol atılan turnuva gibi çeşitli gol rekorlarının kırıldığı Dünya Kupası olarak tarihe geçti. Batı Almanya, Bern Mucizesi olarak da adlandırılan final maçında 2-0 geriye düştüğü Macaristan'ı 3-2 yenerek ilk şampiyonluğunu yaşadı. İsveç'in ev sahipliğinde düzenlenen 1958 Dünya Kupası'nı, finalde İsveç'i 5-2 yenerek kazanan Brezilya, kendi kıtası dışında şampiyon olan ilk takım oldu. Final maçında Çekoslovakya'yı 3-1 yenen Brezilya, Şili'deki 1962 Dünya Kupası'nı da şampiyonlukla tamamladı. 1966 Dünya Kupası öncesinde Afrika ülkeleri; Afrika, Asya ve Okyanusya'dan yalnızca bir takımın katılmasını protesto etmek amacıyla elemelere katılmadı. Ev sahibi İngiltere, normal süresi 2-2 berabere biten final maçında Batı Almanya'yı 4-2 yenerek turnuvadaki tek şampiyonluğunu yaşadı. Beş kıtasal konfederasyondan en az bir takımın yer aldığı ilk Dünya Kupası olan Meksika'daki 1970 Dünya Kupası'nı Brezilya, finalde İtalya'yı 4-1 yenerek üçüncü kez şampiyon oldu ve bu başarısıyla Jules Rimet Kupası'nı daimi olarak alma hakkı kazandı. 1974 Dünya Kupası öncesinde, hiçbir takıma daimi olarak verilmeyeceği yönünde yönerge değişikliğinin de yapıldığı yeni bir kupa tanıtıldı. Batı Almanya'da düzenlenen organizasyonda yine format değişikliğine gidildi ve ilk turdaki gruplarını ilk iki sırada tamamlayan takımlar, dörder takımdan oluşan iki gruba ayrıldı. Gruplarını birinci sırada tamamlayan Batı Almanya ile Hollanda'nın karşılaştığı final maçını 2-1 kazanan Batı Almanya, kendi evinde şampiyonluğa ulaştı. 1978 Dünya Kupası finalinde Hollanda'yı uzatma süresinde 3-1 yenen Arjantin ilk Dünya Kupası şampiyonluğunu elde ederken kendi evindeki organizasyonda şampiyonluk yaşayan beşinci ülke oldu. Turnuva, 1982'de ilk kez 24 takımla ve 6 farklı kıtasal konfederasyondan katılan takımlarla oynandı. Dörder takımdan oluşan altı gruba ayrılan katılımcılardan gruplarını ilk iki sırada tamamlayanlar, üçer takımdan oluşan dört grubun yer aldığı ikinci tura yükseldi. Bu aşamadaki grup birincileri ise yarı finalde karşılaştı. İspanya'nın ev sahipliğindeki turnuvayı, finalde Batı Almanya'yı 3-1 yenen İtalya kazandı. 1986 Dünya Kupası'nın Meksika'da düzenlenmesiyle ilk defa bir turnuva aynı ülkede ikinci kez düzenlenmiş oldu. Tekrar format değişikliğine gidilerek grupları ilk iki sırada tamamlayanların yanı sıra en başarılı dört grup üçüncüsü, tek maçlı eliminasyon sistemiyle oynanan eleme aşamasına yükseldi. Aynı zamanda her gruptaki son maçlar, herhangi bir adaletsizlik olmaması adına eş zamanlı olarak başlatıldı. Arjantin, finalde Batı Almanya karşısındaki 3-2'lik galibiyetiyle ikinci Dünya Kupası şampiyonluğunu kazandı. Maç başına en düşük gol ortalamasının yakalandığı İtalya'daki 1990 Dünya Kupası finalinde son finalistler tekrar karşı karşıya gelirken bu kez kazanan taraf 1-0'lık skorla Batı Almanya oldu. Amerika Birleşik Devletleri'nin ev sahipliğindeki 1994 Dünya Kupası, maç başına ortalama yaklaşık 69.000, toplamda ise 3.580.000'in üzerinde seyirci çekerek en fazla seyirci çeken Dünya Kupası oldu. Normal süresi ve uzatmaları 0-0 biten finalde Brezilya, penaltı atışları sonrasında İtalya'yı 3-2 yenerek kupanın sahibi oldu. Böylece ilk defa bir şampiyon, penaltı vuruşları sonrasında belli olmuştu. Fransa'daki 1998 Dünya Kupası'yla birlikte turnuvadaki takım sayısı 32'ye çıkarıldı. Bu kararla Afrika, Asya ve Kuzey Amerika'dan daha fazla takım katılmaya başladı. Dünya Kupası tarihinde altın gol kuralının ilk kez uygulandığı turnuvanın ikinci turundaki Fransa-Paraguay maçının galibi altın golle belirlenmişti. Finalde Brezilya'yı 3-0 yenen Fransa, tarihindeki tek Dünya Kupası şampiyonluğunu kendi evinde kazandı. İlk kez Asya'da, Güney Kore ile Japonya'nın ortak ev sahipliğinde gerçekleştirilen 2002 Dünya Kupası, finalde Almanya'yı 2-0'la geçerek beşinci şampiyonluğunu elde eden Brezilya'nın oldu. Öte yandan Güney Kore de turnuvayı dördüncü sırada tamamlamış ve Avrupa, Güney Amerika ve Kuzey Amerika takımları dışında ilk dörde giren ilk ve günümüz itibarıyla tek takım olmuştu. Almanya'da organize edilen 2006 Dünya Kupası'ndan itibaren son şampiyonlar da bir sonraki turnuvaya katılabilmek için eleme oynamaya başladı. İtalya-Fransa karşılaşmasına sahne olan finalin normal ve uzatma sürelerinin 1-1 sona ermesi sonrasında geçilen penaltı vuruşlarında rakibine 5-3'lük üstünlük kuran İtalya, dördüncü kez Dünya Kupası şampiyonluğu yaşadı. İlk kez Afrika'da düzenlenen ve Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ev sahipliği yaptığı 2010 FIFA Dünya Kupası'nda, finalin uzatma süresinde gelen golle Hollanda'yı 1-0 yenen İspanya ilk şampiyonluğunu elde etti. Brezilya'daki 2014 Dünya Kupası ise üst üste üçüncü kez bir Avrupa takımın şampiyonluğuna sahne oldu. Final karşılaşmasında Almanya, Arjantin'i uzatma süresinde attığı golle 1-0 yendi ve dördüncü şampiyonluğunu yaşadı. Günümüzde, Rusya'da düzenlenecek 2018 FIFA Dünya Kupası için elemeler tamamlanmış ve turnuvaya katılacak takımlar belirlenmiştir. 2022 FIFA Dünya Kupası ise Katar'da düzenlenecektir. Ekim 2016'da FIFA Başkanı Gianni Infantino, 2026 Dünya Kupası'nın 48 takımla düzenlenebileceğini belirtti. 10 Ocak 2017'de ise FIFA tarafından yapılan açıklamayla, 2026 Dünya Kupası'nda 48 finalistin yer alacağı duyuruldu. 13 Haziran 2018'de gerçekleştirilen FIFA Kongresi'nde, turnuvaya Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Meksika'nın ev sahipliği yapması kararlaştırıldı. Bu kararla birlikte ilk kez bir Dünya Kupası, üç ülkede birden düzenlenecekti. Dünya Kupası organize edilmeye başladığında, şampiyon olan takımlara dört seneliğine Jules Rimet Kupası verilmekte, bir sonraki turnuvanın şampiyonuna ise kupa devredilmekteydi. Konulan kurala göre üç kez şampiyon olan takım daimi olarak kupayı alacaktı. Brezilya, 1970 Dünya Kupası'nda 3. kez şampiyon olarak bu kupayı müzesine götürme hakkı kazandı. Ancak kupa, 1983'te Brezilya'da çalındı ve o zamandan beri bulunamadı. Julet Rimet Kupası'nı Brezilya'nın alması sonrasında turnuvada şampiyonluğa ulaşan takımlara verilmek üzere yeni bir kupanın tasarlanması ihtiyacı doğdu. Yedi farklı ülkeden gelen 53 farklı tasarım arasından İtalyan heykeltıraş Silvio Gazzaniga'nın tasarımı seçildi ve 1974'ten itibaren şampiyon olarak takımlara verilmeye başlandı. Yeni kupa 36,5 cm (14,4 in) yüksekliğinde 6,175 kg (13,6 lb) ağırlığındaydı ve 18 ayar altından yapılmıştı. Dünya'yı tutan iki insan figüründen oluşan üst kısım, 13 cm (5,1 in) çapındaki dairesel, iki katmanlı malahit kaide üzerine oturtulmuştu. Kupanın tabanına ise 1974'ten itibaren düzenlenen turnuvaların yılları ile turnuvaları kazanan ülkelerin adı yazılmaktadır. Değiştirilen FIFA yönetmeliklerine göre bu kupa hiçbir ülkeye daimi olarak verilmemekte, ancak bunun yerine altın kaplama bir replika takdim edilmektedir. İlk üçe giren takımların federasyon başkanına ve tüm ekibe (futbolcular, teknik direktör ve antrenörler) üzerinde FIFA Dünya Kupası şekli olan madalyalar verilir. Şampiyon takım altın, ikinci takım gümüş, üçüncü takım ise bronz madalya ile ödüllendirilir. İstisnai olarak 2002 Dünya Kupası'nda dördüncü olan Güney Kore'ye de ev sahibi olduğu için madalya verilmişti. 1978 öncesinde madalyalar sadece ilk üçte yer alan takımdaki final ve üçüncülük maçında ilk 11'de yer alan oyunculara verilirken Kasım 2007'de FIFA, 1930-1974 arasında Dünya Kupası kazanan kadroda yer alan tüm oyunculara madalyalarının verileceğini bildirdi. 1930'daki ilk Dünya Kupası'na katılan takımlar FIFA'nın davetiyle belirlendi; 1934 Dünya Kupası'yla birlikte ise turnuvaya katılacak takımlar eleme aşaması sonrasında belirlenmeye başladı. Günümüzdeki elemelere, FIFA'ya bağlı 6 kıtasal konfederasyon (Afrika, Asya, Avrupa, Güney Amerika, Kuzey, Orta Amerika ve Karayipler ve Okyanusya) katılmakta ve konfederasyonlar elemeleri kendileri düzenlemektedir. FIFA, her turnuvada yer alacak takımlar için, konfederasyonlarına bağlı takımların başarılarına göre kontenjan belirler. Elemeler turnuvadan yaklaşık üç sene önce başlar ve iki yıllık bir sürece yayılır. Her konfederasyon kendi elemeleri için farklı düzenlemeler yapabildiğinden konfederasyonların eleme formatları farklılık gösterir. Bazen, bir veya iki kontenjan kıtalararası playoff maçlarının galiplerine ayrılır. 1938 Dünya Kupası'ndan itibaren ev sahipleri turnuvaya eleme oynamadan otomatik olarak katılmaktadır. 1938 ile 2002 arasında son şampiyonlar da eleme oynamadan bir sonraki turnuvaya katılırken 2006 Dünya Kupası'yla birlikte bu uygulamaya son verildi. 1998 Dünya Kupası'ndan beri uygulanan günümüzdeki formata göre final turnuvasında 32 farklı millî takım, ev sahibi olarak belirlenen ülke veya ülkelerde bir ay boyunca mücadele ederler. Turnuva, grup aşaması ve devamında uygulanan eleme aşaması olmak üzere iki aşamadan oluşur. Grup aşamasında öncelikle her grupta dörder takımın yer aldığı sekiz grup oluşturulur. Grupların oluşturulma aşamasında dört torba belirlenir. Ev sahibi takım ve FIFA Dünya Sıralaması'ndaki en iyi yedi takım seri başı olarak birinci torbada yer alır. Diğer takımlar ise kalan üç torbaya yer aldıkları konfederasyona göre yerleştirilir. 1998
'den beri ikiden fazla Avrupa takımının ve aynı konfederasyondan birden fazla takımın aynı grupta yer alması kısıtlanmıştır. Grup aşamasında lig usulü turnuva sistemi uygulanarak her takım grubundaki diğer takımlarla birer maç yapar. Her grupta toplam altı maç oynanır. Her bir gruptaki son iki maç, dört takım arasındaki adaletin sağlanması için 1986 Dünya Kupası'ndan beri aynı zamanda başlar. 1994'ten beri kazanan takıma üç puan, beraberliğe bir puan verilir, kaybeden ise puan kazanamaz (öncesinde, kazanan takıma iki puan verilmekteydi). Sıralamayı belirlemek için öncelikle alınan puanlara bakılır. Gruplarında ilk iki sırayı alan takımlar eleme aşamasına yükselirler. Grup maçlarından sonra takımlar arasındaki sıralama, sırasıyla şu kriterlere göre yapılmaktadır: Eleme aşamasında tek maçlı eliminasyon sistemi uygulanarak her takım rakibiyle birer maç yapar. 90 dakika sonunda eşitlik bozulmamışsa, galip gelen takımı belirlemek için önce uzatma süresi oynanır, eşitliğin devamı durumunda ise penaltı vuruşlarına geçilir. Son 16 turunda (veya diğer adıyla ikinci tur) grup birincileriyle diğer grupların ikincileri eşleşir. Bu turu çeyrek finaller, yarı finaller, yarı finallerin kaybedenleri arasındaki üçüncülük maçı ve final takip eder. İlk Dünya Kupası'nın ev sahipleri FIFA kongrelerinde belirlenmekteydi. O dönemlerde Avrupa ile Güney Amerika arasının gemiyle ancak üç haftada alınabilmesi nedeniyle Dünya Kupası'nın düzenlenmeye başladığı ilk zamanlarda ev sahipleri seçimleri tartışma yaratmış, Uruguay'da düzenlenmesine karar verilen ilk Dünya Kupası'na Avrupa'dan sadece dört takım katılmıştı. Sonraki iki Dünya Kupası ise Avrupa'da düzenlendi. 1934'te İtalya'da düzenlenen Dünya Kupası'nın ardından 1938'in de Fransa'da düzenlenmesi kararı turnuvanın ev sahipliğinin iki kıta arasında sırayla yapılmasını isteyen Güney Amerika ülkeleri tarafından tepkiyle karşılandı. Bu nedenle Arjantin ve Uruguay 1938 Dünya Kupası'nı boykot ederek turnuvaya katılmadı. FIFA, gelecekteki boykot ve tartışmaları önlemek için 1958 Dünya Kupası'ndan 1998 Dünya Kupası'na kadar Amerika ve Avrupa ülkelerinin sırayla ev sahipliği yaptığı bir sistem uyguladı. 2002 Dünya Kupası'nı ise Güney Kore ve Japonya'nın ortaklaşa düzenlemesine karar verildi. Bu turnuva Asya'da düzenlenen ve iki ülkenin birden ev sahipliğini yaptığı ilk turnuva oldu. Güney Afrika, 2010 FIFA Dünya Kupası'na ev sahipliğini yaparak Afrika kıtasında turnuvaya ev sahipliği yapan ilk ülke oldu. 2014 Dünya Kupası'nın Brezilya'da düzenlenmesiyle 1978'den sonra ilk kez bir Güney Amerika ülkesi organizasyona ev sahipliği yaptı ve ilk defa üst üste iki turnuva Avrupa'da düzenlenmemiş oldu. Günümüzde ev sahipleri FIFA Yönetim Kurulu'nda yapılan oylama sonucunda belirlenmektedir. Oylamada, aday sayısının bir eksiği kadar tur gerçekleştirilir. İlk turda oylamaya tüm adaylar girer, sonrasında her turda en az oyu alan adaylar elenir ve sonda iki aday kalana kadar turlar devam eder. Son turda iki adayın oylarının eşit çıkması durumunda kararı FIFA başkanının verdiği oy belirler. FIFA her adaylık süreci öncesinde aday ülkelerin ev sahipliği için sahip olması ve yapması gereken şartları açıklar. Adaylık başvurusu için verilen sürenin dolmasının ardından FIFA müfettişleri aday ülkelere giderek gerekli şartların sağlanıp sağlanmadığını inceler. Dünya Kupası'nın ev sahibi genelde turnuvadan 6-7 sene önce belirlenir. Ancak birden fazla turnuvanın aynı anda açıklandığı da olmuştur. 2010 yılında 2018 Dünya Kupası ve 2022 Dünya Kupası'nın sırasıyla Rusya ve Katar'da düzenleneceği açıklanmıştır. 2010 ve 2014 Dünya Kupası'nın hangi konfederasyona bağlı ülkelerce düzenleneceği FIFA tarafından önceden belirlenmişti. Adaylık süreci başlamadan önce 2010'un Afrika, 2014'ün ise Güney Amerika'da düzenleneceği açıklanmış ve bu turnuvalara sadece bu konfederasyonlara bağlı ülkeler aday olabilmişti. Bu politikanın uygulanmasına 2006 Dünya Kupası adaylığı oylamasında Almanya'nın Güney Afrika'yı geçmesinin ardından karar verilmişti. Daha sonra bu uygulamaya 2018'deki turnuvanın adaylık sürecinde de devam edildi ve ev sahipliğine sadece Avrupa ülkeleri aday oldu. 2022'deki turnuva için ise Avrupa ve Güney Amerika ülkeleri hariç tüm ülkelerin aday olma şansı vardı. Şampiyon olan sekiz takımdan altısı kendi evinde şampiyon olmayı başardı. Brezilya ve İspanya ise kendi evinde şampiyonluk yaşayamadı. Brezilya, ev sahipliğini yaptığı 1950'de, son maçta Uruguay'a kaybederek ikinci oldu, 2014'te ise yarı finalde Almanya'ya yenilerek elendi. İspanya, ev sahipliğini yaptığı 1982'de ikinci turda elendi. İngiltere (1966) ve Fransa (1998) kazandığı tek şampiyonluğu kendi evinde kazandı. Uruguay (1930), İtalya (1934) ve Arjantin (1978) ilk şampiyonluğunu kendi evinde kazandı ve daha sonra tekrar şampiyon olmayı başardı. Almanya (1974) ise ikinci şampiyonluğunu kendi evinde kazandı. Turnuvaya ev sahipliği yapan diğer ülkelerden İsveç (1958 finalisti), Şili (1962 üçüncüsü), Güney Kore (2002 dördüncüsü) ve Meksika (1970 ve 1986 çeyrek finalist) ev sahipliğini yaptığı turnuvada ilk turu geçmeyi başardı. Şimdiye kadar sadece Güney Afrika (2010) ev sahibi olduğu turnuvada ilk turda elendi. Televizyonda yayınlanan ilk Dünya Kupası 1954 Dünya Kupası, renkli olarak yayınlanan ise 1970 Dünya Kupası'ydı. FIFA tarafından hazırlanan rapora göre 2006 Dünya Kupası'nın tüm maçlarını televizyon aracılığıyla kümülatif olarak 26,29 milyardan fazla kişi izlemişti. Yine rapora göre 2006 Dünya Kupası'nda takımların gruplara dağıtıldığı kura çekimini 300 milyon, final maçını ise 715,1 milyon kişi izlemişti. Kurumun diğer bir raporunda, 2010 FIFA Dünya Kupası'ndaki maçları televizyondan en az 1 dakika izleyen kişi sayısı 3,2 milyarı, 20 dakikanın üzerinde izleyen kişi sayısı ise 2,2 milyarı aşmıştı. 2014 Dünya Kupası'nı televizyondan izleyen kişi sayısının da son turnuvayı geçtiği açıklandı. İlk Dünya Kupası finalinde her iki takım da kendi topunu getirdi ve maçın kendi topuyla oynanmasını istedi. Bunun üzerine maçın ilk yarısında Arjantin'in, ikinci yarısında ise Uruguay'ın getirdiği top kullanıldı. Bu tarihten sonraki turnuvalarda oynanan tüm maçlarda aynı model top kullanılmaya başlandı. 1934'te İtalya'da üretilen Federale 102, 1938'de Fransa'da üretilen Allen, 1950'de Brezilya'da üretilen Super Duplo T kullanıldı. 1954'teki Swiss WC Match Ball model top, FIFA tarafından belirlenen boyutu ve ağırlığı standartlarına göre Dünya Kupası'nda kullanılan ilk toptu. 1958'de FIFA, Stockholm'de test ettiği yüz kadar topun arasından Top Star'ı seçti. 1962'de Mr. Crack, 1964'te Slazenger Challenge 4-Star'ın kullanılması sonrasında Dünya Kupası'nda kullanılan toplar Adidas tarafından üretilmeye başlandı ve her turnuva için ayrı bir top tasarlandı. 1970'te Telstar, 1974'te Telstar Durlast, 1978'de Tango, 1982'de Tango España, 1986'da Azteca, 1990'de Tango Etrusco Unico, 1994'te Questra, 1998'de Tricolore, 2002'de Fevernova, 2006'da Teamgeist (finalde Teamgeist Berlin), 2010'da Jabulani (finalde Jo'bulani), 2014'te Brazuca (finalde Brazuca Final Rio) model top kullanıldı. FIFA Dünya Kupası için ilk maskot 1966 Dünya Kupası'nda tanıtıldı. Üzerinde Birleşik Krallık bayrağı bulunan bir tişört giyen aslan olan bu maskotun adı World Cup Willie idi. 1970 Dünya Kupası'nın maskotu Juanito, ev sahibi Meksika'nın forması ile ülkenin sembollerinden olan ve üzerinde "MEXICO 70" yazan bir sombrero giyen bir çocuktu. 1974'te, üzerlerinde turnuvayı temsilen sırasıyla "WM" (Almancada Dünya Kupası anlamına gelen "Weltmeisterschaft"ın kısaltması) ve "74" yazılı Almanya forması giyen Tip ve Tap adlı iki çocuk maskot olarak kullanıldı. Üzerinde "ARGENTINA '78" yazan şapka, fular, kırbaç ve Arjantin forması bulunan bir "gaucho"yu temsil eden çocuk olan Gauchito, Arjantin'deki 1978 Dünya Kupası'nın maskotuydu. Ev sahibi İspanya'da yetişen tipik meyvelerden olan ve ülkenin formasını giyen bir portakal olan Naranjito 1982'deki maskot olarak kullanıldı. 1982'de, ev sahibi Meksika mutfağının tipik biberlerinden jalapeño Pique adıyla maskot olarak seçilmiş, sombrero giydirilmiş ve bıyık eklenmişti. 1990 Dünya Kupası'nın maskotu, İtalya bayrağının renklerinden oluşan Ciao adlı bir çöp adamdı. Üzerinde "USA 94" yazan bir Amerika Birleşik Devletleri forması giyen Striker adlı köpek, 1994 Dünya Kupası'nın maskotu olarak kullanıldı. Göğsünde "FRANCE 98" yazan ve ev sahibi Fransa'nın bayrağında yer alan lacivert bir giysi giyen Footix adlı ülkenin ulusal sembollerinden horoz, 1998 Dünya Kupası maskotu olarak belirlendi. 2002'de; Ato, Kaz ve Nik adlarını taşıyan sırasıyla turuncu, mor ve mavi renklerdeki bilgisayarla üretilen üç maskot vardı. Üzerinde "06" yazan Almanya forması giyen Goleo adlı Almanya'nın ulusal sembollerinden olan aslan ile Pille adlı konuşan bir futbol topu, 2006 Dünya Kupası'nın maskotlarıydı. "South Africa 2010" yazılı beyaz tişört giyen, Güney Afrika formasını temsilen yeşil şort giyen ve yeşil saçları olan, yine formayı temsilen sarı renkteki Zakumi adlı ülkedeki yaygın hayvanlardan biri olan leopar, 2010 FIFA Dünya Kupası'nın maskotu oldu. 2014'te ise "Brasil 2014" yazılı beyaz bir tişört ile Brezilya bayrağındaki renklerden olan yeşil bir şort giyen, yalnızca Brezilya'da yaşayan Brezilya üç kemerli armadillosu türündeki Fuleco maskot olarak belirlendi. Dünya Kupası'nda şampiyonluk yaşayan her takım, formasındaki armasının üzerinde bir yıldız koymaktadır. İstisnai olarak Uruguay, iki Dünya Kupası şampiyonluğuna ek olarak FIFA tarafından organize edilen 1924 ve 1928 Yaz Olimpiyatları'ndaki futbol müsabakalarında elde ettiği şampiyonlukları temsilen armasının üzerinde iki yıldız daha bulundurmaktadır. Diğer yandan 1962 ve sonrasındaki Dünya Kupası turnuvalarında bir veya birden fazla şarkı, organizasyonların şarkıları olarak benimsenmiş ve kullanılmıştır. FIFA Dünya Kupası tarihindeki toplam seyirci sayısı, Brezilya'daki 1950 Dünya Kupası'nda ilk defa 1 milyonu geçti. Takım sayısının, dolayısıyla maç sayısının da artması sonrasında İspanya'daki 1982 Dünya Kupası
ile birlikte toplam seyirci sayısı 2 milyonu buldu. Amerika Birleşik Devletleri'nin ev sahipliğindeki 1994 Dünya Kupası, toplam maçlar bakımından sonrasındaki turnuvalardan geride kalsa da toplamda 3.587.538 seyirciyle en çok izlenen Dünya Kupası konumundadır. Maç başına ortalama seyirci bakımından en yüksek ortalama da 68.991 seyirciyle bu turnuvada bulunur. FIFA tarafından sunulan resmî sayılara göre turnuvalarda elde edilen seyirci verileri şu şekildedir: Dünya Kupası sonunda takım ve oyunculara gösterdikleri performans ve başarılar dolayısıyla çeşitli ödüller verilir. Hâlen verilmekte olan altı ödül vardır: En Eğlendirici Takım, oyuna pozitif olarak yaklaşan ve halkı en çok eğlendiren takıma 1994-2006 yılları arasında verilen ödüldür. Günümüze kadar düzenlenen tüm Dünya Kupası turnuvalarında şampiyon olan takımlar Avrupa veya Güney Amerika'dan çıktı. FIFA, zaman içerisinde dağılan ülkelerin ardıllarını da tek bir ülkeymiş gibi kabul ettiğinden şu ana kadar FIFA Dünya Kupası'nda 77 farklı takım mücadele etti. Ardıl takımlar ayrı birer takım olarak kabul edildiğinde bu sayı 83'e ulaşmaktadır. 20 turnuvanın tamamına da katılan tek takım olan Brezilya, aynı zamanda kazandığı beş şampiyonlukla en çok şampiyon olan takım konumundadır. 18 turnuvaya katılarak bu alanda ikinci sırada olan Almanya ve İtalya, aynı zamanda dörder şampiyonlukla Brezilya'nın ardından en başarılı takımlardır. Arjantin ve Uruguay ikişer; İngiltere, Fransa ve İspanya ise birer şampiyonluk kazanmıştır. Diğer taraftan yalnızca Brezilya ve Almanya hem kendi kıtalarında hem de kendi kıtaları dışında şampiyon olmayı başarırken hem kendi ülkesindeki turnuvada hem de başka kıtada şampiyon olan tek takım Almanya'dır. Günümüze kadar 42 farklı takım, herhangi bir Dünya Kupası organizasyonunda en iyi sekiz takım arasında yer almıştır. Katıldığı 18 turnuvanın 17'sinde en iyi sekiz takım arasında yer alan Almanya ile katıldığı 20 turnuvanın 17'sinde bu başarıyı elde eden Brezilya bu alandaki liderliği paylaşmaktadır. Almanya, son 16 turnuvada da en iyi sekiz takım arasında yer alarak bu seriyi en uzun sürdüren takım konumundadır. Dünya Kupası tarihinde her kıtasal konfederasyondan katılım oldu. Turnuvalarda toplam 425 takım katılımı gerçekleşirken bu katılımların 231'ini UEFA, 80'ini CONMEBOL, 39'unu CONCACAF ve CAF, 32'sini AFC, 4'ünü ise OFC üyesi takımlar gerçekleştirdi. İlk organizasyonda üç konfederasyon; CONCACAF, CONMEBOL ve UEFA'dan katılım olmuştu. CAF üyesi bir takımın ilk katılımı 1934'te, AFC üyesi bir takımın ilk katılımı 1950'de, OFC üyesi bir ülkenin ilk katılımı ise 1974'te gerçekleşti. Son 8 arasına hiçbir OFC üyesi takım kalmayı başaramazken son 4 takım arasına ise hiçbir CAF üyesi takım kalamadı. Yalnızca UEFA ve CONMEBOL üyesi takımların yükselebildiği finalde 26 kez UEFA, 14 kez CONMEBOL takımı yer aldı. 11 turnuvada şampiyon takım UEFA'dan, 9 turnuvada ise CONMEBOL'dan çıktı. Dünya Kupası tarihindeki en farklı maç 15 Haziran 1982'de, Macaristan'ın El Salvador'u 10-1 yenmesiyle elde edildi. 26 Haziran 1954'teki 7-5 sona eren Avusturya-İsviçre maçı ise en gollü maç oldu. Dünya Kupası'nda en çok maç oynayan takım 106 maça çıkan Almanya iken, en çok galibiyet alan takım 70 galibiyetle Brezilya'dır. En çok gol atan takım ise 224 golle Almanya'dır. Dünya Kupası tarihindeki ilk gol, ilk turnuvanın açılış maçı olan Fransa-Meksika karşılaşmasında Fransız Lucien Laurent'dan geldi. Dünya Kupası'nda en çok gol atan isim 2002 ile 2014 yılları arasında toplam 16 gol atan Alman Miroslav Klose'dir. 1998-2006 arasında toplam 15 gol atan Brezilyalı Ronaldo ikinci, 1970-1974 arasında Batı Almanya formasıyla 14 gol kaydeden Gerd Müller ise üçüncü sıradadır. En golcü dördüncü isim olan Fransız futbolcu Just Fontaine ayrıca bir Dünya Kupası'nda en çok gol atan isimdir, attığı 13 golü de 1958 Dünya Kupası'nda atmıştır. 1994'te Kamerun karşısında beş gol atan Rus Oleg Salenko bir maçta en çok gol atan oyuncu, aynı maçta Kamerun adına bir gol kaydeden Roger Milla ise 42 yıl 39 günle turnuva tarihinde gol atan en yaşlı oyuncu oldu. Dünya Kupası'nda atılan en hızlı gol 2002 yılında üçüncülük maçında Hakan Şükür tarafından Türkiye adına Güney Kore'ye karşı maçın 10,8. saniyesinde atılmıştı. En çok Dünya Kupası'nda oynama rekorunu 1950-1966 arasında oynayan Meksikalı Antonio Carbajal ve 1982-1998 arasında oynayan Alman futbolcu Lothar Matthäus paylaşmaktadır. Bu iki isim beş farklı turnuvada forma giymiştir. Matthäus oynadığı 25 maçla en çok Dünya Kupası maçına çıkan futbolcu rekorunun da sahibidir. Kolombiyalı Faryd Mondragón 2014'te 43 yıl 3 günlükken oynadığı maçla en yaşlı oyuncu, Kuzey İrlandalı Norman Whiteside 17 yıl 41 günlükken 1982'de oynadığı maçla en genç oyuncu konumundadır. Batı Almanya adına Franz Beckenbauer 1966, 1970 ve 1974'te üç kere All-Star Takımında yer almıştır ve bu alandaki tek isimdir. Brezilyalı Pelé üç şampiyonlukla en çok şampiyonluk yaşayan, aynı ülke forması giyen Cafu da üç Dünya Kupası finalinde oynayan tek futbolcudur. 20 futbolcu ise iki şampiyonluk madalyasına sahiptir. Altı futbolcu ise üç farklı Dünya Kupası madalyasına (şampiyonluk, ikincilik, üçüncülük) sahiptir; bu altı isimden Franz Beckenbauer'in de dâhil olduğu beşi 1966-1974 arasında Batı Almanya kadrosunda yer alan isimlerken diğer isim; 1982, 1990 ve 1994 kadrosunda yer alan İtalyan Franco Baresi'dir. Dünya Kupası tarihinde en çok gol atan oyuncular sıralamasındaki ilk 10 sıra şu şekildedir: 1934 ve 1938'de İtalya ile birer şampiyonluk yaşayan Vittorio Pozzo, iki Dünya Kupası şampiyonluğu yaşayan tek teknik direktördür. Brezilyalı Mário Zagallo 1958 ve 1962'de futbolcu, 1970'te Brezilya teknik direktörü, 1994'te ise Brezilya yardımcı antrenörü olarak dört farklı turnuvada Dünya Kupası şampiyonluğu yaşayarak en çok şampiyon olan isimdir. Alman Franz Beckenbauer ise 1974'te futbolcu, 1990'da ise teknik direktör olarak kupayı kazanan ikinci kişi konumundadır. Brezilyalı teknik direktör Carlos Alberto Parreira beş farklı takımla altı farklı turnuvaya katılırken Sırp Bora Milutinović de beş turnuvada beş farklı takımın teknik direktörlüğünü yaptı. Arjantinli Juan José Tramutola 27 yıl 267 günlükken çıktığı 1930'daki maçla turnuva tarihinin en genç, Alman Otto Rehhagel ise 71 yıl 317 günlükken 2010'da çıktığı maçla en yaşlı teknik direktör oldu. 1954 Dünya Kupası'ndan itibaren her turnuva için FIFA tarafından resmî bir belgesel film yayınlanmaktadır. Bunun yanında bazı turnuvalar filmlere konu olmuş veya tema olarak işlenmiştir. 2003 yapımı Alman filmi "Das Wunder von Bern", 1954 Dünya Kupası finalinde Batı Almanya'nın kazanarak şampiyonluğa ulaşmasını konu alır. 2005 yapımı Amerikan filmi "The Game of Their Lives", Amerika Birleşik Devletleri'nin 1950 Dünya Kupası'nda İngiltere'yi 1-0 yendiği maçın hikâyesini işler. Bunların yanında "Karavan" ("The Van", 1996), "Phörpa" (1999), "Les collègues" (1999), "Sixty Six" (2006) ve "Africa United" (2010) filmlerinde de Dünya Kupası temaları kullanılmıştır. FIFA Dünya Kupası'nı konu alan ilk video oyunu 1986'da "World Cup Carnival" adıyla yayımlanan 1986 Dünya Kupası temalı oyundu. 1990 Dünya Kupası'nı konu alan "World Championship Soccer" (Avrupa'da "World Cup Italia '90" adıyla yayımlandı) 1989'da piyasaya sürüldü. 1994 Dünya Kupası temalı "World Cup USA '94" turnuvayla aynı yıl satışa sunuldu. 1998 Dünya Kupası'yla birlikte FIFA Dünya Kupası video oyunları EA Sports tarafından geliştirilmeye başlandı ve sırasıyla "World Cup 98", "2002 FIFA World Cup", "2006 FIFA World Cup", "2010 FIFA World Cup South Africa" ve "2014 FIFA World Cup Brazil" turnuvalarla aynı yıl içerisinde çıkarıldı. Bu oyunlara ek olarak diğer modlara ilaveten bir Dünya Kupası modu içeren ve 1997'de yayımlanan "" ile yalnızca 2006 Dünya Kupası'nın UEFA elemelerini içeren "" da EA Sports tarafından yayımlanmıştı. Barla, Eğirdir Barla, Isparta ili, Eğirdir ilçesine bağlı, Eğirdir’in 23 km kuzeybatısında, Eğirdir gölüne 18 km kıyı şeridi olan bir belde. Said Nursî, cumhuriyetin ilk yıllarında bu köye sürgüne gönderilmiş ve yaklaşık 8 yıl bu köyde hayatını sürdürmüştür. Kuruluş tarihi tam olarak bilinmemektedir. MÖ 1. yüzyılda kasabada para basıldığı kaynaklardan tespit edilmiştir. Antik coğrafyacı Batlamyus tarafından bildirilen en eski adı "Parlais"'tir. Antik kenti ilk arayan kişi 1833 yılında F.V.J Arundel olmuştur. Antik kentin yeri hakkında çeşitli araştırmacılar farklı teklifler getirmiştir. 1914'ten itibaren aralıklarla Mütareke yıllarına kadar Pamphylia ve Psidia’da kısa sürelerle incelemeler yapan B.Pace Barla’ya da uğramış ve buranın Parlais olduğunu ileri sürülmüştür. L.Lobert'in Eğirdir gölünün batısında Bedre köyü yakınında bulunan sınır yazıtı ve Barla’da bulunduğu yazıtlarla Barla’nın Parlais olduğu anlaşılmıştır. Barla’nın 1,5 km kuzey batısındaki yamaçta ve tepede akropol olduğu düşünülmektedir. Bunu doğrulayan üç kil ineli ve Semerdam’lı bir kaya mezarı bulunmaktadır. Kasaba ve çevresi ağır bir tahribata uğraması sebebiyle kalıntıların taş yığınından öte bir bilgi vermesi imkânsızdır. Genç devir kalıntıları günümüze gelebilmiştir. Roma İmparatorluğundan kalan eserler bir Roma köprüsü ve iki kaya mezarıdır. Barla, 1376 yılında Osmanlı yönetimine geçti. Lozan mübadelesine kadar Rumlarla Türkler iç içe yaşadılar. Rumlardan kalan Aya Geogios kilisesi, Osmanlılardan kalan 2 köprü, Çeşnigir Paşa cami, iki hamam ve tarihi çeşmeler ile dört ulu çınar ilgi çekicidir. Barla 1953 yılında belediye oldu, yedi mahalleden oluşmaktadır. Kasabada ilköğretim, sağlık ocağı, kütüphane, PTT, jandarma, TEİAŞ resmi kurumları ile su ürünleri kooperatifi ve Tarım Kredi Kooperatifi vardır. Kasaba halkının geçim kaynakları tarım, özellikle elma, kiraz, erik, kayısı gibi meyveler ve hayvancılıktır. Balıkçılık ve sebzecilik de yapılır. Ayrıca ormanlık olan yerlerden kerestelik tomruk çıkarılmaktadır. Tarımsal sulama amaçlı bir göletten Barla ve Bağören köyü müşterek faydalanmaktadır. Yazları yerli ve yabancı turistler tarafından bir uğrak ye
ridir. Yabancı turistler 2.737 m yükseklikteki Barla Dağı, kilise ve eski eserlere, yerli turistler ise Eğirdir gölündeki Çamdağı ve Boyalı adalarına rağbet etmektedir. Yalovaspor Yalovaspor, 10 Ocak 1963 tarihinde Yalova'da kurulan, forma renkleri yeşil-kırmızı olan spor kulübüdür. Yalovaspor 2016-2017 sezonu itibarıyla Bölgesel Amatör Ligde mücadele etmektedir. Kulübün faaliyet gösterdiği diğer branşlar, voleybol, basketbol, güreş, su sporları ve taekwondo sporlarıdır. 1953 yılı öncesi Yalova'nın ilçe olduğu dönemde, kentin tek futbol takımı Gençlikgücüydü. 1950'lerin başlarında yeşil-beyaz renklere sahip takımda kulüp içi rekabetten doğan ihtilaflar meydana geldi. Bunun sonucunda Gençlikgücü'nden ayrılan grup 1953 yılında Mehmet Kızılkaya başkanlığında Kayaspor adında yeni bir kulüp kurdular. Renkleri kırmızı-beyaz olarak belirlendi. İlçede iki ayrı kulübün varlığı, hem kulüplerin güçlerinin zayıflamasına neden oldu hem de ciddi bir rekabeti de beraberinde getirdi. Zaman içerisinde bu kulüplerin tek çatı altında birleşmesi fikri ilçe halkında yayıldı. İlçe'nin ileri gelenleri ve tabandan gelen istekler karşısında iki kulüp arasında görüşmeler başladı. Nihayetinde 10 Ocak 1963 tarihinde iki kulüp "Yalovaspor" çatısı altında birleşti. Renkleri ise Gençlikgücü'nün yeşili ve Kayaspor'un kırmızısı olarak yeşil-kırmızı şeklinde belirlendi. Emin Uyansoy'un başkanlığında kurulan kulüp 1964 yılında tescil ettirildi. Yalovaspor, 1963-1964 sezonu itibarıyla İstanbul 2. Amatör Küme'de mücadelesine başladı. Sezonu şampiyon tamamlayarak İstanbul 1. Amatör Küme'ye yükseldi. 1977-1978 sezonu ve 1980-1981 sezonlarında İstanbul 1. Amatör Küme şampiyonluğunu kazandı. Ara dönemde 3. Lige yükselememesinin nedeni Türkiye Futbol Federasyonu'nun 3. Lig uygulamasını kaldırmış olması sebebiyledir. 1984-1985 sezonunda, yeniden kurulan 3. Ligde tarihinde ilk kez yer aldı. Bu ilk sezonunda son haftasına kadar sürdürdüğü şampiyonluk iddiasını Gölcükspor'a kaptıran Yalovaspor, 3. Lige çıkmasından itibaren daima zirveye oynadı. 1988-1989 sezonunda da ligi ikinci tamamlayan Yalovaspor, nihayet 1989-1990 sezonunda, en yakın rakibi Düzcespor'un yirmi puan önünde, namağlup şampiyon olarak tarihinde ilk kez 2. Lige yükseldi. 2. ligdeki ilk sezonunda A Grubunda yer alan Yalovaspor, güçlü takımlar arasında ligi dördüncü sırada bitirmeyi başardı. 1990-1991 ve 1992-1993 sezonlarında Türkiye Kupası'nda 5.tura kadar çıkmıştır. 2. ligdeki ilk sezonunda A Grubunda yer alan Yalovaspor, güçlü takımlar arasında ligi dördüncü sırada bitirmeyi başardı. 1990-1991 ve 1992-1993 sezonlarında Türkiye Kupası'nda 5.tura kadar çıkmıştır. 1993-1994 sezonu sonunda 3. lige düşen yeşil-kırmızılılar, 1994-1995, 1995-1996, 1996-1997, 1997-1998, 1998-1999 sezonlarını 3. ligde geçirdi. 17 Ağustos'ta meydana gelen deprem nedeniyle 1999-2000 sezonunda liglere katılamadı. 2000-2001 sezonunda yeniden 3. Ligde mücadelesine başlayan Yalovaspor, 2001-2002 sezonu öncesi Beşiktaş JK kulübü ile anlaşarak bazı Beşiktaş paf takımı oyuncularını kiralık olarak kadrosuna kattı. Bu kadro ile sezonu çok iyi geçiren Yalovaspor son haftalarda kaybettiği puanlar ile şampiyonluğu elde edemedi. 2002-2003 sezonu öncesi lige yine fırtına gibi giren Yalovaspor, sezon sonunda da şampiyonluluğu elde ederek 10 sezon sonra 2. lige dönmüş oldu. 2003-2004 sezonunda 2. ligde son iki haftaya girilirken lider durumda bulunan Yalovaspor, lig ikincisi Sarıyer SK ile oynadığı maçı 81. ve 89. dakikalarda yediği goller ile 2-1 kaybederek Bank Asya 1. Lige yükselme şansını değerlendiremedi. 2004-2005, 2005-2006, ve 2006-2007 sezonlarını da 2. ligde geçiren Yalovaspor, 2006-2007 sezonu sonunda küme düşerek tekrar 3. lige döndü. 2007-2008 sezonunda ligi orta sıralarda bitiren Yalovaspor, 2008-2009 sezonunda extra play-off maçları neticesinde önce Kastamonuspor'u, ardından Hatayspor'u aynı skorlarla 2-1 mağlup ederek tekrar 2. lige yükseldi. 2. lig macerası ise sadece bir sezon sürdü. 2009-2010 sezonunun son haftasında mutlak galip gelmesi gereken Yalovaspor, Sakaryaspor karşısında 1-0 öne geçmesine rağmen 85. dakikada yediği golle maçın 1-1 bitmesine engel olamadı ve tekrar 3. lige düştü. 2010-2011 sezonunda 3. ligde de tutunamayan Yalovaspor 27 sene sonra amatör kümeye düşmüş oldu. 2011-2012 sezonunu sonunda ise Süper Amatör Lige düştü. 2012-2013 sezonunda yeniden doğuş politikasıyla yeni bir yapılanmaya giden takım sezon sonunda Bölgesel Amatör Lig'e yükseldi. Genel Koordinatörlüğünü Kartal Tekin'in yapmakta olduğu kulüp, 7 Haziran 2013 tarihi itibarıyla teknik direktörlüğe Necdet Toker'i getirmiştir. 2012 Aralık ayında yapılan anlaşma ile İstanbul Deniz Otobüsleri A.Ş.(İDO), Yalovaspor'un resmi sponsporu olmuştur. 2013-14 Bölgesel Amatör Ligi sezonunu 11. grupta 13. tamamlayarak Yalova Süper Amatör ligine düşmüştür.Bölgesel Amatör Lig 11.Grup 2015-2016 sezonunda grubu 10.sırada tamamlamıştır. 1990-1994 2003-2007, 2009-2010 1984-1990, 1994-2003, 2007-2009, 2010-2011 2011-2012, 2013-2014, 2015-2017 1963-1984, 2012-2013, 2014-2015, 2017- Fransa millî futbol takımı Fransa millî takımı, Avrupa'da üst düzey futbol oynayan ekipler arasında yer alır. 1998 yılında Zinedine Zidane önderliğinde kariyerinin zirvesine çıkan Horozlar, aynı jenerasyonla 2000 yılında da Avrupa Futbol Şampiyonası'nı kazandı. 1980'li yılların başına kadar en büyük başarısı 1958'deki Dünya Üçüncülüğü olan Fransızlar, 1982'de Michel Platini önderliğinde Dünya Dördüncüsü oldu, 1984'deki Avrupa Şampiyonası'nda kupayı Fransa kazandı. 1986'daki Dünya Kupası'nda tıpkı 1982'de olduğu gibi yarı finalde elenen Fransa bu sefer Dünya Üçüncülüğü'nü kazandı. 1990'lı yılların ortasında yeni jenerasyon kendini belli etmeye başladı. Zinedine Zidane önderliğindeki Fransa 1996 Avrupa Şampiyonası'nda yarı finale kadar yükseldi. 1998'de kendilerinin düzenlediği Dünya Kupası'nda finalde Brezilya'yı 3-0 ile geçip Dünya Şampiyonu oldu. Aynı başarıyı 2000 yılındaki Avrupa Şampiyonası'nda finalde İtalya'yı 2-1 yenerek gösteren Fransa ardından düşüşe geçti. 2002 FIFA Dünya Kupası'na sürpriz bir şekilde ilk turda veda eden Fransa, 2004 Avrupa Şampiyonası'nda da çeyrek finalden öteye gidemedi.2006 FIFA Dünya Kupası'nda finale kadar çıkmış, uzatmalarda Zinedine Zidane'ın Marco Materazzi'ye attığı kafa darbesi yüzünden, rakibi İtalya'ya karşı son 10 dakikayı 10 kişi olarak oynamıştır. Penaltı atışlarında 5-3 mağlup olarak FIFA Dünya Kupası'nda ikinci olmuştur. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'na Hollanda ve İtalya karşısında alınan farklı yenilgilerin ardından daha ilk turda 1 beraberlik ve 2 mağlubiyetle veda etmek zorunda kaldı. Turnuvada Fransa 1 gol atıp 6 gol yedi. 2010 Dünya Kupası elemelerinde, 10 maçta 18 puan toplayarak grubunda Sırbistan'ın ardından 2. sırada yer alan Fransa, Dünya Kupası baraj maçında İrlanda Cumhuriyeti'yle eşleşti. İlk maçta rakibini deplasmanda 1-0'lık skorla geçen Fransa, rövanş karşılaşmasında 90 dakikalık normal süreyi 1-0 mağlup kapatınca maçta uzatmalara geçildi. 103. dakikada Henry'nin topu eliyle taşıyarak Gallas'a verdiği pas golle sonuçlanınca 1-1'lik skorla turu geçen taraf ev sahibi Fransa oldu. Bu maçın ardından İrlanda'nın yaptığı karşılaşmanın tekrarı yönündeki itirazlar FIFA tarafından kabul edilmedi. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'na ev sahibi olarak direkt katılma hakkı elde etti.Finalde Portekiz'e uzatmalarda 1-0 kaybederek turnuvada ikinci oldu. Şampiyon   İkincilik   Üçüncülük   Dördüncülük   "13 Ekim 2013 itibarıyla." UEFA Euro 2016 için ilan edilen 23 kişilik kadro, 12 Mayıs 2016; Ralph Fiennes Ralph Nathaniel Fiennes (d. 22 Aralık 1962; Ipswich, Suffolk), İngiliz oyuncudur. Mark Fiennes ve eşi Jennifer Lash'in altı çocuğundan en büyüğüdür. Bishop Wordsworth Boys Okulu ve Chelsea Sanat ve Tasarım Üniversitesi ve Drama Sanatı Kraliyet Akademisinde eğitim almıştır. 1987 yılında Britanya Ulusal Kraliyet Tiyatrosuna katılmıştır. Steven Spielberg'in 1993 yılında yönettiği Schindler's List (Schindler'in Listesi) adlı filmde "Amon Goeth" karakterini canlandırmıştır ve en iyi yardımcı erkek oyuncu daldında Oscar'a aday gösterilmiştir. Bu filmden sonra kariyerine Quiz Show (1994) ve English Patient (1996) ile devam etmiştir. English Patient filmindeki "Laszlo" rolüyle en iyi erkek oyuncu dalında Oscar'a aday gösterilmiştir. 2005 yılı itabariyle Harry Potter serisinde Lord Voldemort rolünü canlandırmaya başlamıştır. Ayrıca Jennifer Lopez ile birlikte Made in Manhattan filminde rol alan İngiliz aktör, Coriolanus ve The Invisible Woman filmlerinde yönetmenlik koltuğuna oturmuştur. 1993-1997 yılları arasında Alex Kingston ile evli kalmıştır. Kendisi gibi oyuncu olan Joseph Fiennes'in ağabeyidir. Dimebag Darrell Darrell Lance Abbott (d. 20 Ağustos 1966 - ö. 8 Aralık 2004), ünlü Amerikalı gitaristtir. Kariyerinin en büyük ve başarılı dönemini 1981 yılında davulcu kardeşi Vinnie Paul ile kurduğu Pantera adlı glam/groove metal grubu döneminde yaşamıştır. Gençliğinde ilk olarak davula yönelmiştir fakat bu konuda yeteneksiz olduğunu fark edip gitara geçmiştir. Genç yaşta kendini geliştirmeye başladı ve henüz 16 yaşına geldiğinde her seferinde kazandığı için yerel gitar yarışmalarına girmesi yasaklandı. Ancak jüri üyesi olarak yarışmalara davet edildi. Bestelerinde genelde kesik ve sert gitar riffleri kullanırdı. Solo teknikleri iki elli klavye kullanımı (Finger Tapping), pena ile tuşeleme (Pick Tapping), doğal ve hızlı penalama (Alternate Picking) gibi ileri teknikler içeriyordu. Sololarında genelde Pentatonik kalıplar izlerdi. Etkilendikleri Eddie Van Halen, Ace Frehley, Randy Rhoads. 1981 de davulcu kardeşi Vinnie Paul ile Pantera'yı kurdu. 1990 yılına kadar grubun yaptığı müzik türü Glam Metal tarzıdaydı. Grubun dağılana kadar solisti kalacak olan Phil Anselmo'nun 1988 yılında aralarına katılmasının ardından 1990 yılında çıkardıkları Cowboys From Hell adlı albümleri ile büyük bir başarı yakaladılar. Grup bir anda ani bir tarz değişimi yaşamıştı ve bir daha unutulamayacak türde sert ve de
ğişik bir akım başlattılar. Ayrıca grunge ve rap müziğin, heavy metalin önüne geçtiği yıllarda heavy metali yeniden eski popülerliğine kavuşturan grup olarak anıldılar. Daha sonra Groove Metal ve Southern Metal adı verilen türün ilk örneklerinden olan bu albüme genelde sert bir Heavy Metal/Thrash Metal havası hakimdi. Kesik, hareketli, sert ritimler ve Dimebag'in şok edici gitar soloları çok kısa sürede ilgi topladı. Grup 2003 yılında resmi olarak dağılana kadar bu tarzda müzik yapmaya devam etti. Dağılmanın sebebi vokalist Phil Anselmo'nun uyuşturucu bağımlılığı yüzünden ortaya çıkan sorunlar, aynı zamanda yine Anselmo'nun ikinci grubu Down'a daha çok önem verip, ona daha çok vakit ayırmasıydı. Dimebag Darrell'ın 3 tane solosu dünyanın en iyi 100 solosu içinde yer buldu. 57. sırada Walk 35. sırada Cemetery Gates ve 15. sırada Floods . Pantera dağıldıktan sonra Dimebag ve kardeşi Vinnie müzik kariyerlerine kurdukları bu grup ile devam ettiler. Grubun vokali Rob Halford'un gitaristi Pat Lachman, basçısı ise dövme yaptırırken tanıştıkları Bob Zilla oldu. Grubun tarzı genelde Pantera'ya yakındı fakat biraz daha modern bir havası vardı. 2004'de ilk albümleri New Found Power'ı çıkarmış Drowning Pool ve SOiL ile tura çıkmışlardı fakat aynı yılın sonunda Dimebag Darrell bir konserdeyken cinayete kurban gitti. 8 Aralık 2004 tarihinde Ohio eyaletindeki bir Damageplan konserinde Dimebag Darrell, Nathan Gale adında ordudan atılmış şizofren bir Deniz Subayı tarafından sahnede vuruldu. Vurulduğunda 38 yaşındaydı. Silahlı saldırıda 3 kişi daha hayatını kaybetti: Konser görevlisi Nathan Bray (23), kulüp görevlisi Erin Halk (29) ve Damageplan'ın güvenlik görevlilerinden birisi olan Jeff Thompson (40). Saldırgan etraftakiler için tehlike olmaya devam ettiğinden ve bir kişiyi rehin aldığından olay yerine gelen ilk polis görevlisi onu bir pompalı tüfekle vurarak öldürdü. Cinayetin sebebi ile ilgili teoriler, cinayeti işleyen şahsın kaçık bir Pantera hayranı olduğu ve grubun dağılmasından Dimebag'i sorumlu tuttuğu için bu eyleme yöneldiği yönündedir. Ancak katil arkasında bir not bırakmadığı için cinayetin gerçek sebebi asla öğrenilememiştir. Cinayetten sonra Rock ve Metal dünyasının tüm ünlü isimleri bu konudaki üzüntülerini dile getirdi ve Dimebag'in anısına birçok etkinlik düzenlendi. Elektro Gitarları: Dimebag kariyerinin başlangıcından 1996 yılına kadar "Dean" gitarların "ML" modellerini tercih etti ve onları kendiyle bütünleştirip dünyaya tanıttı. Dean gitarlarının üretiminin durduğu 1996'dan 2004'e kadar geçen sürede Washburn gitarlarla anlaştı ve adına çeşitli modeller piyasaya sunuldu. Gitarlarında "Bill Lawrence" marka XL500 model manyetikler kullandı. Kariyerinin ilerlemesiyle "Seymour Duncan" manyetikler onun için "SH-13 Dimebucker" modelini çıkardı ancak Dimebag kendi gitarlarında Bill Lawrence kullanmaya devam etti. Gitarlarının köprülerinde daima orijinal Floyd Rose tremolo sistemi yer aldı. Ölümünden kısa bir süre önce tekrar üretime başlayan Dean gitarlara geçti, yeni Razorback ve Razorbolt gitarlarını tasarladı. DR firmasının kendisine özel olarak ürettiği "DBG-9" setini kullanmaktaydı. Amfileri: Dimebag, kariyerinin başından 2004 yılına kadar Randall marka amfileri tercih etmiştir. Randall'ın Dimebag Darrell Signature Model amfileri de üretilmiştir. 2004 yılında Krank Amps ile anlaşmıştır. Somerset Arthur Gough-Calthorpe Sir Somerset Arthur Gouch Calthorpe (d. 1864; Londra - ö. 1937), İngiliz amirali. I. Dünya Savaşı sonunda İtilaf Devletleri Akdeniz donanması komutanı olarak Mondros Mütarekesi'ni imzaladı. Kurtuluş Savaşı yıllarında İstanbul'da İngiliz yüksek komiseri olarak görev yaptı. Osmanlı yönetimine direniş yanlısı subayların halkı silahlandırmaması yönünde baskı yaptı. 14 Mayıs 1919'da İzmir Valisi İzzet Paşa'ya İzmir'in işgal edileceğine dair bir not verdi. Haziran ve temmuz 1919'da Harbiye Nezareti'ne gönderdiği yazılarla defalarca Mustafa Kemal'in Anadolu'dan geri çağrılmasını istedi. 5 Ağustos 1919'da İstanbul'dan ayrıldı. Yerine Amiral jean de Robeck atandı. 1939'da Londra'da öldü. Diyalektik materyalizm Diyalektik materyalizm (diğer adları: eytişimsel maddecilik, eytişimsel özdekçilik). Materyalizm'in Karl Marx tarafından yorumlanmış biçimi. Marksist felsefenin adlandırılma biçimi ya da Marksizmin felsefi öğretisi. Marx ve Engels'in öncülük ettiği, ancak Marx'tan çok -sistematik bir felsefe olarak- Engels'te açılımları bulunabilecek felsefe akımı. Engels, Marx daha hayattayken söz konusu kuramı şekillendirmeye başlamıştır ve Marx'ın bunlara yönelik bilinen itirazlari yoktur. Bununla birlikte, Marx kendi felsefi çalışmalarını bu şekilde adlandırmaya ve kategorize etmeye çok eğilim göstermemiştir. Marx, diyalektik yöntemin üstünlüğünü ve Hegel'de "idealist bir kabuk" içinde saklı ve "başaşağı çevrilmiş" olarak bulunan diyalektiğin rasyonel özünü ortaya çıkarabilmek için onu tamamen materyalist temelde yeniden ele almak gerektiğini savunmuştur. Bu anlamda, Marx'ın diyalektik materyalizmden söz ettiği ve onu çalışmalarında kullandığı bilinir, ancak sistematize edilmiş "bir disiplin ya da yöntem olarak" diyalektik materyalizm daha çok Marx'ın ardılları tarafından onun teorik çalışmalarından ve analizlerinden yararlanılarak geliştirilmiştir. ""Benim diyalektik yöntemim, Hegelci yöntemden yalnızca farklı değil, onun tam karşıtıdır da. Hegel için insan beyninin yaşam-süreci, yani düşünme süreci —Hegel bunu "Fikir" ("Idea") adı altında bağımsız bir özneye dönüştürür— gerçek dünyanın yaratıcısı ve mimarı olup, gerçek dünya, yalnızca "Fikir"in dışsal ve görüngüsel (Phenomenal) biçimidir. Benim için ise tersine, fikir, maddi dünyanın insan aklında yansımasından ve düşünce biçimlerine dönüşmesinden başka bir şey değildir."" (Das Kapital,Almanca İkinci Baskıya Önsöz) Diyalektik materyalizm uzun bir felsefi geleneği, karşıt eğilimleri ve çatışmalarıyla birlikte mas ettiği ve onu aştığı iddiasındadır. Bir yandan Hegel'den diyalektiği, öte yandan Feuerbach'tan materyalizmi almıştır. Bunlar belirli bir anlamda işlemlerden geçirilmiş ve birleştirilerek her iki eğilimin kendinde taşıdıkları teorik sorunların bu şekilde aşıldığı ve yepyeni bir felsefi düzleme ulaşıldığı savunulmuştur. Böylece teorik düzlemde, diyalektiğin değişimci teorisi ile materyalizmin maddeci açıklaması birleştirilmek istenmiştir. Buradan da bilginin, düşüncenin, doğanın ve toplumun açıklanmasında başka tür bir teorik modellemeye gidilmiştir. Buna göre sürekli bir değişkenlik içindeki madde bu değişkenliği ile birlikte bilinebilmekte, ve bilgi bu süreçlerin akışı içinde maddi gerçekliğe her gecen gün daha çok yaklaşmaktadır. Dolayısıyla tek ve biricik olan gerçeğin, biricik yöntemi ve teorisi de diyalektik materyalizmdir. Diyalektik materyalizmin bu noktada hem bir yöntem hem de teori niteliğini kazanır. Diyalektik Materyalizm, genel felsefi kategorileri ve kavramları (var oluş-öz, biçim-töz, gerçeklik-yanılsama, nesnellik-hakikat, nedensellik-olasılık, zorunluluk-özgürlük vb.) da kullanır ve onlarla çalışır. Aydınlanma Çağı'nda ki felsefi akımların çatıştıkları ve çözümleyemedikleri konuları (bilginin kaynağı, düşüncenin temeli, aklın yapısı ve işleyişi, duyumların yeri vb.) özgün -ve pozitif bilimlerce de kanıtlandığı üzere- çözümlere bağlamış, temel aldığı yasaların, gerçekliğin yasaları olarak formüle etmiştir. Yani, buna göre gerçekliğin(doğanın) işleyiş süreçlerinin "yasaları", diyalektik materyalizmin bilgi mekanizmalarının da yasalarıdır. Düşünceyi maddenin, bilgiyi gerçekliğin bir yansıması olarak alması dolayısıyla Yansıma Teorisi olarak bilinen teoriyle aynı zemine dayandığı söylenebilir. Böylece de kendisini gerçekliğin isleyiş süreçlerine uyduran, daha doğrusu o süreçlerin zihinsel yansımalarının sonucu olan bir teori olarak ayrıcalıklı bir yere oturtur. Rus Marksizminin kurucusu Georgi Plehanov ve ardından İlyiç Lenin diyalektik felsefi materyalizmi çeşitli eserlerinde geliştirmeye çalıştılar. Plehanov "Militan Materyalizm", "Monist Tarih Anlayışının Gelişimi" gibi eserlerinde, Marks ve Engels'in ölümlerinin ardından Avrupa Marksizminde etkisini giderek arttıran "yeni-Kantçılık" eğilimine savaş açtı. E. Bernstein gibi düşünürlerin başını çektiği bu yeni eğilimin Marksist felsefeyi ileriye değil, geriye götüren bir hareket olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Lenin de onun izinden giderek materyalist diyalektiğin çok yönlü ve gelişmiş bir bilimsel yöntem olarak vazgeçilmezliğini savundu. Rusya'da kapitalist üretim biçiminin gelişimi üzerine ayrıntılı çalışmalarında bu yöntemi uygulamaya çalıştı ve diyalektik materyalizmin yeterince kavranamamasından doğan yanlış anlayışları göstermeye çalıştı. Lenin bir dizi makalesinde "Felsefe Defterleri"'nde Marks, Engels ve Plehanov'un izinden giderek diyalektik düşünceye Hegel'in yaptığı katkıların önemini ve büyüklüğünü vurguladı. Lenin'in bu alandaki en önemli katkısı 1908 tarihinde yayınlanan "Materyalizm ve Ampriokritisizm" oldu. Burada Lenin bir tür fideizm olarak gördüğü ve özellikle Avusturyalı fizikçi Ernst Mach'ın felsefi çalışmalarının etkisinde kalan Bogdanov, Bazarov, Lunaçarski gibi bazı önde gelen Rus Marksistlerinin "diyalektik materyalizmi aşan" ve "en yeni bilimsel bulgulara uygun bir felsefe" olarak sundukları yeni-Kantçı "Ampiriokritisizm" felsefelerini kıyasıya eleştirdi. Bu eser aynı zamanda Lenin'in 1905 Rus devriminin yenilgisinden sonra gerek halk kesimleri, gerekse de aydınlar arasında hızla yaygınlaşan kaderci, fideist, tanrı-yaratıcı görüşlere karşı sert bir tepki niteliğindeydi. Lenin'in eseri Rus marksistleri ve devrimci çevreleri arasında derhal büyük bir yankı uyandırdıysa da, Avrupa'daki marksistler arasında Lenin'in uluslararası işçi hareketinin önde gelen bir otoritesi olarak kabul göreceği Ekim devrimi sonrasına kadar hemen hiç bilinmeden kaldı. Lenin bu eserinde ayrıca Marx, Engels ve Plehanov'un çalışmalarından olduğu kadar, "diyalektik materyalizm" felsefesini Marx ve Engles'den bağımsız olarak geliştiren işçi-filozof Joseph Dietzgen'in
eserinden de yararlandı, büyük Rus devrimci yazar Çernişevski'nin bu alandaki katkılarını tekrar hatırlattı. Stalin'e göre ""Diyalektik materyalizm, marksist-leninist partinin dünya görüşüdür. Doğa olaylarına yaklaşımı, onları inceleme ve anlama yöntemleri diyalektik, doğa olaylarını yorumlayışı, bu olayları kavrayışı ve teorisi materyalist olduğundan, bu dünya görüşü, diyalektik materyalizm adını almıştır."" (Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm, 1938) Sovyet düşüncesinde oturmuş olan anlayışa göre : ""Materyalist diyalektik, doğayı ve toplumu incelemenin felsefi yöntemidir. Nesnel gerçekliğin karmaşık niteliğini, bilimin gelişmesinin her aşamasında, mutlak ile göreli'nin, sabit ile değişir'in unsurları arasındaki ilişkiyi; bir dizi genelleştirme formundan, daha derin diğer formlara geçişin anlaşılmasını yalnız ve yalnız diyalektik yaklaşım tarzı sağlar. Hiçbir katılaşma ve kalıplaşma taşımayan materyalist diyalektik'in devrimci özü, toplumun yeniden kurulmasında anahtar vazifesi görür."" (M. Rosenthal, P. Yudin, Materyalist Felsefe Sözlüğü) SSCB'de diyalektik materyalizmin toplum bilimlerinde olduğu kadar doğa bilimlerinde de uygulanması -her zaman eşit başarıyla olmasa da- teşvik edildi. Geç sovyet felsefesinde özellikle Evald İlyenkov özgün çalışmalarıyla SSCB'de ve dışında adından söz ettirebildi. İlyenkov, Hegel diyalektiğini inceledi, bir dizi çalışmasında, Marx, Engels ve Lenin'in, eserlerinde diyalektik yöntemi çeşitli olguların analizine nasıl uyguladıklarını ayrıntılı olarak göstermeye çalıştı ve Lenin'in izinden giderek, yeni-Kantçı ve yeni-pozitivist okulların çağdaş biçimlerini diyalektik materyalizm açısından eleştirisine girişti. Daha çok ve asıl olarak Marx sonrası Marksizm'in benimsediği bir tanımlama olmuştur Diyalektik Materyalizm; özellikle Engels'in bu disiplini belirginleştirdiği söylenebilirse de daha çok Lenin'den sonra "belirli yasaları ve formülasyonları olan bir yöntemsel disiplin" olarak anlaşılmaya başlanmıştır. Lenin sonrasında ise genel Marksizm yorumunda tamamen bir felsefi ilkeler ve prosedürler şeklini almıştır. Sovyet Rusya'da, Stalin'in formülasyonlarıyla "Dia-mat" olarak aldığı biçim bunu gösterir. Georgi Plehanov 1891'de Alman Sosyal Demokrasisinin "Neue Zeit" dergisinde yazdığı "Hegel'in Ölümünün Altmışıncı Yıldönümü İçin" makalesinde "diyalektik materyalizm" terimini ilk kez kullanmıştır. Bu terim daha öncesinde Marx tarafıdan hiç kullanılmamıştır. Plahanov'un kendi oluşturduğu bir terimdir. CSI: NY CSI: NY (Crime Scene Investigation: New York), suç mahali araştırmasını konu alan bir ABD dizi filmidir. 22 Eylül 2004'te yayınlanmaya başlamıştır. Dizi adli tıpçılar ile polislerin gizemli ve alışılmadık ölümlerin altındaki durumları ortaya çıkaran araştırmalarını konu edinir."" isimli dizi filmden türeyen ikinci dizi filmdir. Aynı dizi filmden türeyen ilk dizi film ise ""dir. "CSI: New York", ""'nin bir bölümünde Horatio Caine bir katil zanlısı nedeniyle New York City'ye gittiğinde ilk kez seyirciyle buluşmuştur. Miami versiyonundan daha kanlı olduğu düşünülür ve 2. sezona kadar yoğun mavi ışıkla çekilmiştir. Dizinin yapımcısı Jerry Bruckheimer' dır. Gary Sinise, Melina Kanakaredes, Carmine Giovinazzo ve Anna Belknap dışında tüm oyuncular New York'ludur. Pantera Pantera, 1981 yılında Teksas'ta kurulan bir groove metal grubudur. Heavy metal tarihinin çok önemli gruplarındandır. Pantera sözcüğü birkaç dilde panter anlamına gelmektedir fakat Pantera isminin kendisi grubun memleketi olan Pantego, Teksas'tan türetilmiştir. Pantera, 1981 yılında davulda Vinnie Paul Abbott, gitarda kardeşi Dimebag Darrell Abbott, bas gitarda Tommy Bradford, vokalde Donnie Hart ve gitarda Terry Glaze kadrosu ile kuruldu. Grup, ilk başlarda yerel kulüplerde sahne alıyor ve etkilendikleri gruplardan (Kiss ve Van Halen gibi) parçalar çalıyordu. Öte yandan glam metal türünde kendi parçalarını da yazıyorlardı. 1982 yılında vokalist Donnie Hart'ın ayrılmasıyla vokali Terry Glaze devraldı. Daha sonra basçı Tommy Bradford yerine de, Abbott kardeşler gibi grubun dağılışına kadar kalacak olan Rex Brown kadroya dâhil oldu. 1983'ten itibaren vokalist Terry Glaze ile üç albüm yayınladılar(Metal Magic,Projects in the Jungle ve I Am the Night). Terry Glaze kendi grubu Lord Tracy'yi kurmak için Pantera'dan ayrılınca yerine Phil Anselmo gruba katıldı. Phil Anselmo ile yine glam metal tarzında olan Power Metal adlı albüm kaydedildi. Daha sonraları grup bu dört albümü kendileri bile görmezden geliyorlardı ki resmi sitelerinde bile bu dört albüm yer almamaktadır. Glam metal tarzındaki 4 albümden sonra grubun asıl çıkışı 1990 tarihli Cowboys From Hell albümüyle oldu. Bu albümde Pantera'nın müziği belirgin olarak klasik heavy metal etkilenimlerine sahipti ve vokalde de Phil Anselmo'nun vokal stili dikkat çekiyordu. Gitarist Dimebag Darrell'ın gitar riffleri ve soloları da önceki albümlerden farklı olarak oldukça keskin ve karmaşıktı. Grubun yeni tarzı power groove olarak da anıldı. Birçok fan ve hatta Pantera'nın kendisi bile Cowboys From Hell'i ilk resmi albümleri olarak kabul ediyordu. Bu albüm ayrıca grubun popüler hitleri Cemetery Gates ve çoğu kişi tarafından bir groove metal marşı olarak görülen Cowboys From Hell'i de içeriyordu. Grubun en önemli patlaması 1992 tarihli Vulgar Display of Power'la oldu. Bu albümden eleştirmenler ve fanlar arasında sık sık grubun en önemli işi olarak bahsedildi. Açılış şarkısı "Mouth for War", hızlı ve agresif "Fucking Hostile", ana riffi çok ünlü olan "Walk" albümdeki en popüler parçalar olarak yerini aldı. 90'ların başında fırtına gibi esen Pantera'nın başarısı 1994'te çıkar çıkmaz Amerikan listelerine bir numara olarak giren ve bu başarıya ulaşan ilk metal albümü olan Far Beyond Driven ile devam etti. Albümün en tanınmış hiti I'm Broken ve bir diğer klibi Five Minutes Alone, MTV müzik kanalında sık sık kendine yer buldu. Far Beyond Driven, "En İyi Metal Performansı" dalında 37. Grammy Ödülleri ne aday oldu. Pantera'nın sonraki albümü, The Great Southern Trendkill, 1996 yılında, grunge'ın yükselişi ve rap metal'in doğuşu sırasında piyasaya sürüldü. Bu albüm, çıkarıldığı zamanın da etkisiyle orta derecede ilgi gördü ve sık sık Pantera'nın "gözden kaçan" albümü olarak nitelendi. Vokalist Phil Anselmo bu albümün vokallerini Nine Inch Nails grubunun vokalisti Trent Reznor'ın stüdyosunda kaydetti. The Great Southern Trendkill, grubun diğer albümlerine göre daha karanlık ve sert bir atmosfere sahipti. Sözlerde, vokalist Phil Anselmo'nun bu albümden önce uyuşturucu sebebiyle yaşadığı sorunlar (Altın vuruş denemesi esnasında yaklaşık 4 dakikalığına kalbi durmuştur) ve etkileri, özellikle "Suicide Note Pt.1", "Suicide Note Pt.2" ve "Living Through Me (Hell's Wrath)" adlı parçalarda açıkça görülebilmektedir. Bu albümün en beğenilen parçasının, albümde klibe sahip olan tek şarkı olan "Drag the Waters" ve Dimebag Darrell ın sanat eseri olan "Floods" olduğu söylenebilir. Pantera'nın milenyuma son stüdyo albümü olan Reinventing The Steel ile girmiştir.Albümdeki şarkılarda Dimebag Darrell ın sololarında pentatonik kalıpların yanı sıra bazı sololarında Blues kalıplarınada yer vermiştir.Bu albümün hitleri Helbound,Goddamn Electric,I'll Cast a Shadow ve Revolution is My Name dir.Grup aynı zamanda Revolution is My Name'i yaptıkları en iyi şarkı olarak görüyor.Bu albümde Dimebag Darrell whammy pedalını kendisiyle özdeşleştirmiştir. Grup 2003 yılında solist Phil Anselmo nun yan gruplarına daha çok önem vermesi ve uyuşturucu kullandığı için çıkan sorunlar nedeniyle dağılmıştır.Grup dağıldıktan sonra solist Phil Anselmo Down ve Superjoint in Ritual la turnelere katıldı.Bassçı Rex Brown müziğe biraz ara verdikten sonra oda Phil Anselmo nun Down adlı grubuna katıldı.Pantera nın kurucuları Dimebag ve Vinnie kardeşler ise Damageplan adında Pantera tarzında bir grup kurdular.Phil Anselmo her fırsatta Pantera ya ve Damageplan'a küfürler savurdu.Ama Panterayı kimse unutamıyordu bütün fanlar Pantera nın yeniden birleşip ortalığı kasıp kavurcağına inanıyordu.Ama öyle bir ihtimalde kalmamıştı.Çünkü Damageplan gitaristi ve Pantera nın olmassa olmaz efsane gitaristi Dimebag Darrell Damageplan la çıktığı bir konserde Nathan Gale adında kaçık ve hasta bir Pantera hayranı tarafından vuruldu.Nathan Gale in Dimebag Darrell ı vurmasının sebebi söylentilere göre Pantera nın dağılmasından onu sorumlu tutmasıydı.Ve bir efsane böylece sona ermiş oldu.Pantera Metal Müzik tarihine Altın Harflerle yazılmıştır. Grubun canlı performanslarından bazıları, 1997 tarihli adlı albümde toplanmıştır. Albümde 14 canlı parçanın yanında daha önce yayınlanmamış 2 parça ("Where You Come From" ve "I Can't Hide") yer alır. STOVL Short Take off Vertical Landing ya da STOVL, İngilizcedeki "Kısa kalkış dikey iniş" kelimelerinin baş harflerinden oluşan kısaltma. Genelde VTOL olarak adlandırılan sisteminin (Dikey Kalkış ve İniş) F-35 uçağının bazı modellerinde kullanılacak özelliğinin diğer ismidir. Gliserin Gliserin, diğer adı "gliserol" de olan sıvı halde bulunan polar organik bir trihidroksi alkoldür. Hafifçe tatlı, zehirleyici olmayan bir sıvıdır. Su ve alkol ile karışır; asetonda çözünür. Tıbbi gliserin şeker hastalığında şeker olarak ayrıca dıştan deriye uygulanan merhemlerle ve kabızlıkta fitil olarak kullanılır. Ayrıca dinamit yapımında da kullanılır. Trinitrogliserin ve nitrik asitle birleştirilerek dinamit yapılabilir. Sadece nitrik asit ile birleştirildiğinde ise çok güçlü olan Nitro gliserin yapımında kullanılır. 1,2,3-Propantriol'ün yaygın adıdır. Şurup kıvamındaki bu renksiz sıvı suda çözülebilmektedir. Hayvansal ve bitkisel yağ maddelerinin içinde bulunur.Deriye uygulandıgında lipitlerin(yağların)yapısına katılır. Tıpta yumuşatıcı olarak, endüstride sabun ve özel dokumaların yapımında kullanılır. Yağlı maddelerin sabunlaştırılmasıyla elde edilen gliserol, bir trihidrik alkoldür; yani her biri farklı bir karbon atomuna bağlı üç hidroksil grubu (OH) içerir. Gliserolün öbür kullanımları arası
nda patlayıcı madde yapımı, sanayi çözücüleri üretimi sayılabilir. Aynı zamanda gliserol gıdalarda aw (su aktivitesi) değerinin düşürülmesine yardımcı olur. Sklerit Sklerit yani sklera iltihabı, gözün dış beyaz kısmı olan skleranın enflamasyonudur. Hastalık genellikle diğer hastalıklarla ilgili biçimde gelişir, örneğin Wegner granülomatozu veya romatoid artrit. Ayrıca düzensiz menstruasyon (aybaşı) sonucu da oluşabilir. Bu nedenle genç kadınlarda daha sık görülür. Göz ağrısı, baş ağrısı, bulanık görme ve fotofobi belirtilerindendir. Skleritin üç tipi vardır: diffüz sklerit (en yaygını), nodüler sklerit ve nekrotizan sklerit (en ağırı). Siyaset felsefesi Siyaset felsefesi, devlet, hükümet, siyaset, özgürlük, mülkiyet, meşruiyet, haklar, hukuk gibi konular hakkındaki, bu kavramlar nedir, neden ihtiyaç vardır, bir hükümeti ne meşru kılar, devlet hangi özgürlükleri ve hakları neden korumalıdır, hangi biçimde kurumsallaşmalıdır, kanun nedir, vatandaşın devlete karşı yükümlülükleri nelerdir, bir hükümet yasal olarak neden ve nasıl görevden çekilmelidir gibi temel sorulara cevap arayan ve bu konuları felsefeden faydalanarak inceleyen sosyal bilim dalıdır. 1. Sivil Toplumun Anlamı Nedir? Bürokrasiden Vazgeçilir mi? Bürokrasi memurlar sistemidir.Memurlar yaptığı işte uzmanlaşmış olan kişilerdir. Filozoflar devlet işlerinin düzenli ve sorunsuz gerçekleşebilmesi için memurların önemli olduğunu düşünür. Bürokrasiye (Memurlara) Yapılan Eleştiriler: Sivil Toplum: Üyelerin haklarını korumak amacıyla örgütlenmiş olan topluluktur. Sivil Toplum otoriteye karşı örgütleniş her bireyin özgür ifadesiyle katıldığı kuruluşlardır. Demokratik rejimin işleyebilmesinde sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşmektedir. 2. İktidar Kaynağı ve Meşruiyetin Ölçütü Nedir? İktidarın kaynağı farklı otoritelere dayalıdır. a.) İktidarın kaynağının halkın ortak iradesine dayalı olduğu iktidar yönetimi. Bu iktidar biçimine demokratik otorite adı verilir. Tüm yasaların hukuk sisteminin halkın iradesine göre belirlendiği iktidar biçimidir. b.) İktidarın kaynağı Tanrı'dır. Bu otorite biçimine geleneksel otorite adı verilir. Yasalar kanunlar kaynağını kutsal kitaplardan gelenek ve göreneklerden törelerden alır. Birey kul olarak görülür. Devlet ise kutsaldır. c.) İktidarın kaynağı karizmatik otoritedir. Kaynağı olağanüstü özelliklere sahip liderlerden alır. Bu otorite biçimi karizmatik otorite adı verilir. Karizmatik lider öngörü sahibi halkını arkasında sürükleyen otorite biçimidir. Bu otorite biçiminde yasaların ve hukuk sisteminin kaynağı karizmatik liderin ilkelerine bağlıdır. 3. Egemenlik Nedir? Kaç Tür Egemenlik Vardır? Egemenlik yönetme gücünü kullanmaktır. Temel olarak 6 farklı egemenlik türü vardır. a.) Monarşik Egemenlik: Yöneticinin tek kişi olduğu yönetim biçimidir. Yönetici gücünü ailesi ve kendisinden alır. Ağzından çıkan her söz kanundur. b.) Oligarşik Egemenlik: Yöneticilerin bir grup zümreden oluşturduğu yönetim biçimidir. Yöneticiler içinde bulundukları zümrenin çıkarlarını ön plana alırlar. Bu nedenle halk tarafından benimsenmez. İşi iyi bilen uzmanlardan oluşması bu yönetim biçiminin artısıdır. c.) Teokratik Egemenlik: Yöneticilerin din adamlarından ya da dini özellikleri taşıdığına inanılan yöneticilerden oluşan egemenlik türüdür. Yöneticiler gücünü kutsal kitaplardan alır. Yaşam dini kurallara göre biçimlendirilir. d.) Demokratik Egemenlik: Halkın temsilcilerinin iktidarda olduğu egemenlik türüdür. Toplumsal yaşam pozitif hukuka göre belirlenir. e.) Sosyalist Egemenlik: Yöneticilerin gücünü işçi sınıfından aldığı egemenlik türüdür. f.) Kapitalist Egemenlik: Yöneticilerin gücünü orta sınıftan aldığı egemenlik türüdür. Toplumsal yaşamda egemenlik önemlidir. Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler mantığı hakimdir. Siyaset Felsefesinin İki Ana Problemi 1. Karmaşa – Düzen – Ütopya Karmaşa: Otoritenin olmadığı veya zayıfladığı durumlarda görülen herkesin istediğini yaptığı toplumsal yapıdır. Örneğin, Irak Savaşı sonrası insanların kenti yağmalaması. Düzen: Devlet otoritesinin egemen olduğu insanlar arasındaki ilişkilerin belirli kural ve değerlere bağlı oluştuğu toplumsal durumdur. Ütopya: Kelime anlamı hayali olan, gerçekliği olmayandır. Siyaset felsefesindeki tanım ise şu anda gerçek olmayan gelecekte gerçekleşmesi düşünülen tasarımlardır. 2. Düzen Gerekliliği ve Devlet Devlet toplumsal düzenin sağlamasında gerekli bir kurumdur. Herkese eşit mesafede yaklaşması ancak tek bir otoritenin var olmasıyla mümkündür. İnsan toplumsal bir varlıktır. Toplum içinde yaşamak ise belirli kuralların var olmasıyla mümkündür. Bunu sağlayacak olan devlettir. 3. İdeal Düzen Arayışları İki farklı görüş vardır. Sofistler, anarşistler ve nihilistler devlete bağlı bir sistem içinde ideal bir düzen olamaz görüşünü savunuyorlar. Diğer bir grup düşünür ise ideal bir düzen oluşabileceğini kabul eder ancak ideal düzenin yöntemi konusunda farklı düşünürler. a.) Özgürlüğü Temel Alan Yaklaşım Bu yaklaşıma göre ideal düzenin gerçekleşmesindeki temel engel insanların önündeki özgürlük alanlarının kısıtlanmasıdır. Ekonomide teşebbüs özgürlüğü, dinde inanç ve ibadet özgürlüğü, siyasette düşünme ve düşündüklerini söyleme özgürlüğü genişletildiği ölçüde ideal düzen gerçekleşecektir. Çünkü her birey kendisi için iyi olanı seçecek, kendisi için iyi olan aynı zamanda toplum için de iyi olacaktır. Temsilcileri: S. Mill, J. Locke, A. Smith. b.) Eşitliği Temel Alan Yaklaşım Bu yaklaşıma göre eşitliğin olmadığı özgürlük eksik kalır. İnsanlar eşitliğin sağlanması için tüm özgürlüklerinden vazgeçebilir. İdeal düzen herkesin eşit bir muamele gördüğü düzenle gerçekleşebilir. Bu düzen ise sosyalist düzendir. Temsilcileri: K. Marx, S. Simon, J. Prodhon, Enpeks. c.) Adaleti Temel Alan Yaklaşım Adalet herkese hak ettiğini vermektir. Adaletin sağlanmasında mutlaka yasama, yürütme ve yargı güçlerinin birbirinden bağımsız ve ayrı olmaları gerekir. Adaletin uygulanabildiği düzen ideal düzendir. Azerbaycan millî futbol takımı Azerbaycan millî futbol takımı (), Azerbaycan'ı uluslararası turnuva ve maçlarda temsil eden futbol takımı. Mavi-beyaz renklere sahip olan millî takım, Azerbaycan Futbol Federasyonu tarafından kontrol edilmektedir. Azerbaycan'ın iç saha maçlarının büyük bir kısmı ulusal stadyum olan Bakü Olimpiyat Stadyumu'nda, dostluk maçları ise bazen kulüp stadyumlarında oynanmaktadır. Millî takımın teknik direktörü Kurban Kurbanov altmış sekiz maçta attığı 14 gol ile millî takımın bu zamana kadar en çok gol atan oyuncusu konumundadır. Reşad Ferhat Sadıkov ise 111 kez ile en fazla millî formayı giyen futbolcu unvanını taşımaktadır. Azerbaycan millî futbol takımı, 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası'ndan bu yana her büyük turnuvanın eleme aşamasında yer almasına karşın hiçbir Dünya Kupası veya Avrupa Şampiyonası final turnuvasına katılamamıştır. Yirminci yüzyılın başlarında futbol, daha sonra Rus İmparatorluğu'nun bir parçası olan Azerbaycan'da popüler olmaya başladı. 1912'de, Azerbaycan futbolcuları ilk "uluslararası maçı"na Gürcistan'ın Tiflis kentinde çıktılar ve yerel takım Sokol'a karşı 4-2 kazandılar. 1912-1913 yılları arasında Azerbaycan ve Gürcistan futbol takımları arasındaki maçlar, önce Tiflis'te daha sonra da Bakü'de oynandı. 1914 yılında "Futbol Birliği" kuruldu. Birlik, resmî şehir şampiyonaları ile diğer yarışmaların organizasyonunu üstlendi. Sovyet Azerbaycan'daki futbol takımlarının en eski kayıtları, Tiflis'te Transkafkasya Şampiyonası'nın düzenlendiği 1926-1927 tarihlerine dayanmaktadır. Bu şampiyonada Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan olmak üzere üç Güney Kafkas ülkesi mücadele etmiştir. Azerbaycan millî futbol takımı, ilk dostluk maçlarını 1927'de Gürcistan'da düzenlenen Trans-Kafkasya Şampiyonası kapsamında Gürcistan ve Ermenistan'a karşı oynamıştır. Ayrıca 1926'da Azerbaycanlı futbolcular Bakü'de Tehran XI takımı ile üç maç yapmışlardır. Bu maçların hepsini Azerbaycanlı futbolcular kazanmıştır. 1960'lı yıllar Azerbaycan futbolu için altınçağ olarak kabul edildi. Bu dönemde futbol hakemi Tevfik Behramov ve Anadolu futbolu için Anatoliy Banişevskiy, Elekber Memmedov gibi büyük oyuncular yetiştirmiştir. Tevfik Behramov, İngiltere ve Batı Almanya arasında oynanan 1966 FIFA Dünya Kupası Finali'nde yan hakem olarak görev yapmıştır. Azerbaycan 1991'de bağımsızlığını kazandıktan sonra, Azerbaycan Futbol Federasyonu (AFFA) kuruldu. 1992 yılında, Azerbaycanlı emekli futbolcu Elekber Memmedov millî takım teknik direktörlüğüne getirildi. 25 Mayıs 1993'te Gürcistan'a karşı 3-1'lik skorla elde edilen galibiyet, Azerbaycan'ın ilk millî takım galibiyeti olurken, Memmedov'da bu başarıya ulaşan ilk Azerbaycan millî takım teknik direktörü oldu. 1994 yılında millî takım FIFA ve UEFA'ya üye olarak kabul edildi. Güvenlik sorunları nedeniyle 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerindeki iç saha maçlarının tamamını Türkiye'deki Trabzon şehrinde oynamak zorunda kaldı. 2000'lerin başından itibaren, AFFA FIFA'nın uygunluk kuralları kapsamında yabancı uyruklu oyuncuları Azerbaycan millî futbol takımına çekmeye başladı. Şubat 2004'te, 1970 FIFA Dünya Kupası'nı kazanan Brezilya takımının kaptanı Carlos Alberto Torres millî takımın başına getirildi. Azerbaycan, 18 Şubat'ta İsrail'e 0-6 mağlup olarak kötü bir başlangıç yapmasına rağmen, 28 Nisan'da yeni teknik direktörü ile çıktığı ilk deplasman maçında Kazakistan'ı 3-2 mağlup etti. Haziran 2005'te Polonya'ya karşı alınan 3-0'lık yenilginin ardından Torres'in görevine son verildi ve yerine eski Neftçi teknik direktörü Vagif Sadigov, üçüncü kez Azerbaycan'ın teknik direktörlüğüne getirildi. Kasım 2005'te Şahin Diniyev, Sadigov'dan teknik direktörlük görevini devraldı. Diniyev, 31 Ekim 2007 tarihinde istifa etti ve yerine Gjoko Hadžievski geldi. Nisan 2008'de, eski Alman futbolcu ve teknik direktör Berti Vogts, iki yıllık bir sözleşme ile Azerbaycan'ın yeni teknik direktörü oldu. Berti Vogts yönetimindeki Azerbaycan Lihtenştayn'a karşı elde ettiği galibiyetle, ilk kez resmî bir maçta
kazanmış oldu. AFFA Kasım 2009'da, Berti Vogts'un sözleşmesini iki yıl daha uzattı ve böylece Vogs Azerbaycan'ı iki eleme turnuvasında yöneten ilk teknik direktör oldu. 2010 yılında Türkiye'ye karşı beklenmedik bir galibiyet elde etti ve rakibine karşı tarihindeki ilk galibiyetini aldı. Aynı yıl FIFA Dünya Sıralamasında ülkenin futbol tarihindeki en yüksek pozisyonu olan 90. sıraya yükseldi. 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası elemeleri'nde Kazakistan'a karşı 3-2'lik skorla elde ettiği galibiyetin ardından, millî takım tarihinde en fazla gol ve puan rekorunu; grupta attığı 10 gol ve topladığı 7 puan ile kırmış oldu. Kasım 2011'de AFFA, Berti Vogts'un sözleşmesini 2014 FIFA Dünya Kupası elemelerinin bitimine kadar iki yıl uzattı. Vogts, taraftar ve medya tarafından büyük eleştiri ve protestolara maruz kaldı. Ancak, Azerbaycan elemeleri dördüncü sırada tamamlayarak bu zamana kadarki en başarılı sonucunu elde etti. Aralık 2013'te Vogts, Azerbaycan'la 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılma hedefi ile iki yıllık yeni bir sözleşme imzaladı. Temmuz 2014'te Azerbaycan, FIFA Dünya Sıralamasında 73. sıraya ulaşarak en iyi FIFA sıralama derecesini elde etti. Azerbaycan'ın Avrupa Şampiyonası elemelerinde art arda aldığı üç mağlubiyetten sonra, Hırvatistan'a da 6-0'lık skorla yenilmesinin ardından Vogts görevinden istifa etti. Vogts'un yerine eski Hırvat futbolcu Robert Prosinečki getirildi. Prosinečki, Azerbaycan'ı 2018 FIFA Dünya Kupası elemelerinde topladığı 10 puanla millî futbol takımı tarihindeki puan rekoruna ulaştırdı ancak takım C grubunu beşinci sırada bitirdi. Prosinečki, Azerbaycan Futbol Federasyonu ile sözleşmesini uzatmama kararı aldıktan sonra istifa etti. Azerbaycan, farklı zamanlarda iç sahadaki ulusal müsabakalarda beyaz forma, mavi şort ve beyaz çorap ya da mavi forma, kırmızı şort ve yeşil çorap, tamamen kırmızı ya da tamamen mavi formalarını kullanmıştır. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde, Azerbaycan iç saha maçlarında tamemen kırmızı bir forma giydi. Deplasman maçlarında ise tamamen mavi renkten oluşan formasıyla mücadele etti. Bu renk kombinasyonu millî takımın ilk maçından beri gelenekseldir. 90'lı yılların başında takım beyaz forma yı kullanmaya başladı. Bu tasarım on yılın sonuna kadar mavi-beyaz çizgili formalara dönüştü. 2000'li yılların başında, forma rengi Azerbaycan millî bayrağındaki üç şeritli renkten (mavi, kırmızı ve yeşil) ilham alınarak değiştirildi. Forma tasarımı sadece 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası elemeleri için mavi forma, kırmızı şort ve yeşil çorap olarak değiştirildi. Turnuvadan sonra millî takım her zamanki renk kombinasyonlarına geri döndü. Azerbaycan'ın deplasman formasının renkleri 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerine kadar sarı-siyah çizgili forma, siyah şort ve sarı çorap şeklindeyken daha sonra bu tasarım tamamen mavi renge dönderildi. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde ise takım tamamen kırmızı rengi kullandı. Umbro 2006'dan 2017'ye kadar Azerbaycan'ın maç formalarını hazırladı. 2017 yılında Nike şirketi Umbro ile karşılaştırıldığında formaları daha hızlı ve yüzde 11 ucuz fiyata sağladığı için AFFA ile Nike arasında forma tedarik anlaşması imzalandı. Azerbaycan'ın somut bir takma adı olmasa da, taraftarlar ve yerel medya "Milli" olarak adlandırmaktadır. Bu takma ad takımın ülkenin ulusal renklerini kullanması nedeniyle, Azerbaycan'ın uluslararası spor takımlarının tümüyle ilişkili bir takma addır. 2018 FIFA Dünya Kupası elemelerinde, Azerbaycan için "Neden olmasın?" sloganı kullanıldı. Azerbaycan'ın maçları şu anda İctimai TV'den yayınlanmaktadır. 2014 FIFA Dünya Kupası eleme maçları ise AzTV ve İdman Azerbaycan TV'den yayınlandı. AzTV, İdman Azerbaycan TV ve Lider TV daha önce canlı maç yayınlayan kanallardır. Azerbaycan'ın iç saha maçlarının çoğu Bakü'deki yeni Bakü Olimpiyat Stadyumu'nda oynanmaktadır. Tevfik Behramov Stadyumu, 2015 yılında hizmete giren Bakü Olimpiyat Stadyumu'ndan önce Azerbaycan'ın iç saha maçlarını oynadığı ana stadyumuydu. Günümüzde bazı eleme maçları ve dostluk maçları halen Tevfik Behramov Stadyumu'nda oynanırken, diğerleri UEFA stadyum kriterlerini karşılayan Lenkeran Stadyumu, Bakcell Arena ve Dalga Arena'da oynanmaktadır. İlk defa organize edilecek olan UEFA Uluslar Ligi'nde Azerbaycan, bu turnuvanın dördüncü ve en alt bölümü olan D Ligi'nde mücadele edecek. Aşağıdaki oyuncular 23 ve 27 Mart 2018'de Beyaz Rusya ve Makedonya'ya karşı oynanan dostluk maçları için çağrıldı. "Maç sayısı ve goller 27 Mart 2018'de Makedonya ile yapılan maçtan sonraki verilere dayanmaktadır." Aşağıdaki oyuncular da son 12 ay içinde Azerbaycan takımına çağrıldı ve seçim için hala uygundurlar. İstatistikler 27 Mart 2018'de ile oynanan maç sonrasındaki verilere göredir. 30 Ocak 2018 itibarıyla, Azerbaycan için en çok forma giyen ve en çok gol atan oyuncuların listesidir. (kalın yazılan oyuncular hala seçilebilir olanlardır.): Marcello Malpighi Marcello Malpighi (d. 10 Mart 1628, Crevalcore, İtalya - ö. 29 Kasım 1694, Roma, İtalya) mikroskobik anatominin kurucusu, modern histoloji ve embriyolojinin öncüsü İtalyan hekim. Marcello Malpighi, 1628 yılında İtalya'da Bolonya yakınlarında doğdu. Yirmi yaşındayken kendini tıp bilimine adamaya karar vererek insan ve hayvan ölüleri üzerinde araştırmalar yapabileceği bir akademiye girmek istedi. Bu akademide anatomi konusunda araştırma yapmak istemesi, bu araştırmaların aleyhindeki yöneticileri öfkelendirdi. Malpighi'nin mesleğinde ilerlemesine engel olmak için uzun yıllar zorluk çıkartmaya devam ettiler. Buna rağmen Malpighi 28 yaşındayken üniversitede profesör oldu. Sonraki yıllarda araştırmalarını Pisa, Messina ve Bolonya'da sürdürdü. Bu yer değiştirmelere özellikle eski okulunun yöneticilerinin düşmanca davranışları sebep olmuştur. Bütün bu zor şartlara rağmen çalışmaları değerini buldu ve Royal Society üyeliğine getirildi. Hayatının son yıllarında Roma'da Papa'nın özel hekimi oldu ve 1694'te bu şehirde öldü. Marcello Malpighi'den önce anatomi bilginleri ancak vücudun bölümlerini ayırdedip iç organların biçimleri üzerine bilgi verebiliyordu. Canlı maddenin bir parçasını mikroskopla inceleyen Marcello Malpighi, canlı organların çeşitli dokulardan, bu dokuların da çıplak gözle görülmeyen, değişik biçimlerde hücrelerden meydana geldiklerini ispatlamayı başarmış oldu. Malpighi, hücrelere ütrikül veya kesecik adını vermiştir. Malpighi, 1660 yılında bir kurbağanın vücudundan aldığı zarda, kılcal damarlara rastladığını bildirmiştir: ""Denemelerim sonuçlanıncaya kadar bütün kurbağa neslini yokettim!"" Mikroskopla çalışmalarına devam eden Malpighi, akciğerlerin bir kesecik yığınından ibaret olduğunu ve her keseciğin bir kılcal damar ağıyla çevrili bulunduğunu ispatladı. Bu keseciklere günümüzde de kullanılmakta olan alveol (petek gözü) adını verdi. Daha sonra bu alveolların soluk borusuyla (bronş) olan ilgisini ve kanın, havayla doğrudan değil de, çok ince bir zar aracılığıyla temasa geçtiğini keşfetti. Oysa o çağda, bu buluşun tersine içilenlerin akciğerlere gittiğine inanılıyordu. Bu önemli buluştan sonra Malpighi kanı incelemeye başladı. Çalışmaları sırasında kırmızı cisimcikler dikkatini çekmişti. Daha sonra üstderinin yapısını inceledi ve bugün Malpighni tabakası adı verilen, üremenin gerçekleştiği tabakayı keşfetti. Bu araştırmalar sırasında Malpighi, dil dokularını da inceledi, tomurcukların tad organı olduklarını buldu. Daha sonra sırayla karaciğer, dalak ve böbrek dokularını inceledi. Bütün bu organlarda çeşitli cisimciklerin varlığını meydana çıkardı. Böbreklerdeki Malpighi piramitleri bunların en ünlüleridir. Malpighi, araştırmalarına ara vermeyerek dişler, kemikler ve beyin üzerinde de incelemeler yaptı. Bu çalışmalarda mikroskop, onun en önemli yardımcısı olmuştur. Malpighi, gerçek bir biyoloji bilgini olarak zooloji ve botanikle yakından ilgilenmiştir. Değerli iki kitabında, 'Civcivin, yumurtanın içinde şekillenişi ve yumurtanın geçirdiği gelişmeler' konusunu inceleyerek embriyonun yumurtanın içinde ilk gelişmesinden, civcivin şekilleninceye kadarki evreleri adım adım izleyip açıklamıştır. Bilgin bu arada ipek böceğinin anatomisini incelemiş, bitkilerin yapıları konusunda araştırma yapmıştır. Malpighi, araştırmaları sırasında rastladıklarını dikkatle not etmiştir. El yazması on ciltlik eseri, bugün Bolonya Üniversitesi'nde saklanmaktadır. İlkel araçlarla yapılan Malpighi'nin çalışmaları ve keşifleri, o günler için büyük önem taşımaktadır. Küsküt Küsküt (Latince "Cuscuta"), kahkahaçiçeğigiller (Convolvulaceae) familyasından klorofilsiz bir asalak bitki cinsi. Fulya, kekik, yonca veya ısırgan otu üzerine sarılıp büyür. Bitki genç iken tohumdaki besleyici maddeleri çabucak bitirip tüketir. Köksüzdür. Sapları pembe renklidir. Yaprakları ise renksiz pullar halinde kısır kalmıştır. Asalak bitki, komşusu olan bitkiye saplarıyla tutunmak zorundadır. Destek alacağı böyle bir bitkileri dikkatle arar, bulur. Topraktan çıkar çıkmaz spiral biçiminde büyümeye başlar. Bir destek bulduğu anda kendini kurtarmış sayar. Eğer böyle bir destek bulmazsa kendi kendini yemeye başlar: Genç bitki, sapının alt bölümlerini ölümle başbaşa bırakır ve buradaki organik maddelerle beslenerek yeniden destek aramaya koyulur. Desteği bulur bulmaz ona bütün kuvvetiyle sarılır ve emici hortumlarını geçirir. Lades Labirent Yolların ya da geçitlerin çokluğu, karışıklığı yüzünden içinden kolay kolay çıkılamayan yerlere labirent veya dolambaç denir. Yunan mitolojisinde, bu çeşit yerlerden ilkinin, mimar Dedalus tarafından Girit kralı Minos için yapıldığını anlatan bir hikâye vardır. Girit kralı Minos bir labirentte insan vücutlu, boğa başlı bir yaratık olan Minotor'u hapsetmişti. Bir gün Minos'un kızı Ariadne'nin sevgilisi Theseus, Minotor'u öldürmek üzere Girit'e geldi. Ariadne ona, labirente girmeden önce, çıkarken yolunu kolay bulabilmesi için bir yumak verdi. Theseus bu labirente girerken bu yumağın ipliklerini yere salıverecek, çıkarken de iplikleri toplayarak aynı yoldan geçip dış
arı çıkabilecekti. Böylece Theseus Minotor'u öldürdükten sonra, yumak sayesinde yolunu bulup labirentten çıkmayı başardı. Son yıllarda Girit'te yapılan kazılarda, Knossos yakınlarında bir dağda, bu hikâyede anlatılan labirente benzeyen bir yapı kalıntılarına rastlanmıştır. Son kazılarda Mısır'da da böyle bir labirentin kalıntıları ortaya çıkarılmıştır. İngiltere'de evlerin bahçelerini, labirent biçiminde şaşırtıcı yollara bölmek bir zamanlar moda olmuştu. Bu yolların kenarları yeşillikle örtülürdü. İngiltere'nin labirent bahçelerinden en ünlüsü, bugün Londra yakınlarındaki Hampton Court'dadır. Lunaparklardaki labirentler ise eğlence amaçlı olarak yapılır. Bazı dergilerde labirentin karışık, şaşırtıcı yollarına benzeyen bilmeceler ve bulmacalar yayınlanır. Psikoloji bilginleri bu çeşit bilmecelerin zihni geliştirmeye, zekayı işletmeye faydalı olduğunu ileri sürerler. Bazı psikoloji bilginleri de hayvanların tepkileri üzerinde inceleme yapabilmek için labirentlere başvururlar. Büyük beyaz köpekbalığı Büyük beyaz köpek balığı ("Carcharodon carcharias"), Lamnidae familyasından bir köpek balığı türü. Boyu 6 (nadiren 7) metreye ağırlığı 1.7 tona kadar ulaşabilen bu köpek balığı, bütün dünyadaki ılıman sularda, dolayısı ile Türkiye'nin Akdeniz, Ege ve Marmara kıyılarında bulunur. Bazı kaynaklarda, Karadeniz'de de bulunduğu belirtilir. Büyük beyaz köpek balığının Akdeniz havzasındaki temel besinleri, orkinos balıklarıdır. Ancak orkinos balıklarının neslinin azalması sonucu yunuslar ile beslenmeye ağırlık verdikleri tahmin edilmektedir. Balina, yunus, diğer köpek balığı türleri, deniz kunduzları, foklar, penguenler, tuna balığı en favori yiyeceklerindendir. Avına alttan yaklaşarak öldürücü vuruşunu yaparkende avını ısırarak uzaklaşır. Avının kan kaybından ölmesini bekledikten sonra avını yer. diğer köpek balıkları gibi çiğneme yeteneği yoktur avını parça parça kopartarak ya da tüm olarak yutar. Büyük beyaz köpek balığının yediği büyük bir av onu 1-2 ay idare edebilir. Türkiye karasularında en son kaydedilen iki birey, 5 temmuz 2008 tarihinde Edremit Körfezi'nde yakalanmıştır. İhtiyoloji Araştırmaları Topluluğu tarafından incelenen her iki bireyin de yavru olması ve bir tanesinin yeni doğmuş olması, yavruların Kuzey Ege sularında doğduğuna dair ipucu vermiştir. Çoğu filmde katil köpek balığı diye anılır. Dünya rekorlarına en uzun süre mesafe yol kat eden köpek balığı olan nicole Afrika açıklarından başlayarak 3 ayda Avustralya'ya mercan resifine gidip gelerek rekor kırmıştır. Çenelerinde 3000'e yakın kesici diş birkaç sıra halinde bulunur. ilk iki sıra ısırma ve kopartma için kullanılırken arka sıralar besini daha küçük parçalara ayırmak için kullanılır. Yassı üçgen biçimli kesici dişler kırılma kopma gibi durumlarda yeniden çıkar.Üremeleri ovipardır (iç döllenme). Yani yumurtlarlar ancak yumurta dişi bireyin karnında büyür gelişir ve yumurtadan çıkar. Ortalama 2-14 adet yavrularlar. Büyük beyaz köpek balığı diğer köpek balıkları gibi koku almada çok hassastır. 100 litre suda tek bir kan damlasının kokusunu fark edebilir. Elektriksel yük değişimlerine karşı oldukça hassaslardır. 0.005 mikrovoltluk değişimleri fark edebilirler. Avının atan kalbinin ya da solungaçlarının yaydğı elektriği fark edecek kadar hassastırlar. Esir ortamına alışık değillerdir. Tutsak olarak fazla uzun ömürlü olmadıkları görülmüştür. Büyük beyaz köpekbalıklarının çoğu filmlerde (özellikle jaws) korkunç yaratıklar olarak tanıtılması nedeniyle çok avlanmış ve soyları tükenme tehlikesine gelmiştir. Bir büyük beyaz saldırısının arı sokmasından daha az gerçekleştiği saptanmıştır ve bilinen ilk köpekbalığı saldırısı 1916 New Jersey sahilerinde yaşanmıştır Denizaltı Denizaltı, sualtında ve yüzey seviyesinde bağımsız şekilde hareket edebilen bir deniz aracıdır. Denizaltındayken farklıdır ve daha sınırlı bir sualtı yeteneğine sahiptir. Terim, en yaygın şekilde büyük, tayfalı, özerk gemi anlamına gelir. Ayrıca bazen uzaktan kumandalı araçlar ve robotlar, yanı sıra cep denizaltıları ve orta ölçekli ya da küçük gemileri belirtmek için tarihi bir tanımlama veya halk dilinde bir tanımlama olarak kullanılır. Donanma geleneği nedeniyle, denizaltı çoğunlukla "tekne" olarak değil, bağımsız boyutundan dolayı "gemi" olarak adlandırılır; Türk Deniz Kuvvetlerinde TCG- şeklinde başlayarak ("TCG Atılay" gibi) adlandırılır. Denizlerin altına dalmak, deniz içi ve deniz dibi nimetlerinden yararlanmak düşüncesinin insan hayallerini törpüleyen binlerce yıllık bir geçmişi vardır. Fakat denizlerin gizleyici ve örtücü niteliğinden yararlanılarak denizaltı gemilerini Deniz Kuvvetlerine bir vurucu güç unsuru olarak katılması fikrinin Büyük İskender ile başladığı rivayet edilir. Aristo, İskender’in Tyre şehrinin alınmasında kendisine 7 ay mukavemet eden bu denizci ve muharip insanları yenebilmek için fıçı şeklindeki su altı silahlarından istifade ettiğini yazmaktadır.1465'te Kyeser Almanya'da,1531'de De Lorena'nın İtalya'da Nemi Gölü'nde birer saat ve Osmanlı'da timsah biçimli bir tekne ile bir süre su altında kaldıkları olmuştur. Ayrıca insan aklının denizler için ülkeler arası sınırlar koyamaması, denizin sadece üstünden değil altından da korunması gerekliliği denizaltılar için ana düşüncelerden olmuştur. II. Dünya Savaşı'nın belirleyici güç unsurlarından birisi de, kullanılan denizaltıların manevra kabiliyet ve yeterlilik konularında gelişmişlik düzeyleri olmuştur. Teknolojinin gelişimiyle birlikte derinlik ve basınç konularının basite indirgenmesiyle birlikte, yapılan denemelerde ve güdümlü füzelerin eklenmesiyle denizaltıların bir kruvazor görevi yapması savaşlarda caydırıcı bir unsur olmuştur. Çanakkale Savaşında 25 Nisan 1915 tarihinden itibaren Marmara’da en az bir denizaltı faaliyet halinde bulunmuştur. Mayıs 1915 ortalarından itibaren ise deniz ikmal yolu, artan denizaltı faaliyetleri yüzünden bütünüyle kullanım dışı kalmış, ikmal ve takviye kara ulaşım hattına bağımlı olmuştur. Detaylar için ayrıca bakınız: Çanakkale Savaşı denizaltı harekâtları. Denizaltının dalışını oluşturan esaslardan biridir. Denizaltı hareketsiz durumundayken; dizayna göre değişen, altı denize açık veya bir valfla kapatılabilen Dalma Sarnıçlarına, tepesindeki valf açılıp içindeki hava kaçırılarak su alınması ve yüzme kuvvetinin azaltılması sağlanır. Ancak sarnıçların dolması, botun bünyesini etkilemesi çok uzun bir aşamadır. Sadece aşağı-yukarı hareket vardır. Denizaltının dalışını etkileyen bir diğer unsurdur; denizaltının baş-kıç ve sancak-iskele bordalarındaki Kanat benzeri dümenlere ve denizaltının kendisine açı-meyil verdirilmek suretiyle, denizaltının ileri hareketiyle oluşan su akış etkilerinin kullanılması ile yapılan dalıştır. Denizaltı gemilerinde dalış ve su içindeki duruş açısını oluşturmak için kullanılan dümenlere; baştakilere "Baş ufki dümenler", kıçtakilere "Kıç ufki dümenler" denir. Klasik(Dizel) denizaltının itici gücü,1890'larda geliştirilmiş Ward-Leonard sistemine dayanır. AC Motor-Jeneratör-DC Motor, bu sistemin orijinal halidir. Sistem, motor verimindeki en az kayıp üzerine kurulmuştur. Denizaltıda uygulanışı; Dizel-jeneratör-batarya-dc elektrik motoru şeklindedir. Denizaltılarda itici güç için dizel motorundan elde edilen elektrik enerjisi kullanılır. Elektrik enerjisi bataryalarda toplanır ve elektrik motorlarına iletilir. Su altında dizel motor çalışamayacağı için (dizel motorun çalışması için ihtiyaç duyulan hava yüzünden) elektrik motorları ile hareket sağlanır. Bataryalar tasarıma göre değişen çok sayıdaki pilden oluşur. Öyle ki bazı dizaynların dalmış tonajının üçte birini bataryalar oluşturmaktadır. 1860’ın ilk yarısında silah gelişiminde; silahın su kesimi altında patlamasının gemiye önemli hasar verdiği anlaşılmıştı. bu nedenle, aynı doğrultudaki gelişmeler hızlandı. Uzun bir gönder ucundaki mayının Spar Torpido hedefe saplayıp açıldıktan sonra ya da mayını çekerek hedefe çarptırılıp patlatılması şeklinde pratiğe dökülmüş ve David gibi yarı dalar tekneler ile Hunley tarafından savaşta kullanılmıştır. 1865’te Kaptan James Harvey; bir su üstü teknesi tarafından çekilmesi esnasında asimetrik yapısından ötürü dalıp; kamçı hareketiyle su üstüne çıkana kadar su altından giden torpido ile Oberon yelkenlisine hücum ederek deneme yapmıştı. II. Dünya savaşında itici güç taktiği kullanılmıştır. Gheorghe Zamfir Gheorghe Zamfir (d: 6 Nisan 1941, Romanya) Romanyalı ünlü panflüt virtüözü, 50 yıllık müzik kariyerinde 120 ödül almış, albümleri ise 40 milyondan fazla satmıştır. Genellikle ""Panflüt ustası Zamfir"" diye bilinmektedir. Zamfir, 6 Nisan 1941 tarihinde Găeşti, Romanya'da doğmuştur. Önce akordeon ile ilgilenmiş, 14 yaşında panflüt çalışmalarına başlamıştır. 1968'de müzik eğitimini Bükreş Müzik Akademisinde, Fanica Luca'nın öğrencisi olarak devam ettirmiştir. Zamfir, Romanya'da 1960'lı yıllarda İsviçreli etnik müzik araştırmacısı Marcel Cellier tarafından keşfedilmiştir. Reklamları, 1960'lı yıllarda ABD'de CNN'de yayınlanmıştır. Müzikleri televizyon reklamlarında ve birçok sinema filminde kullanıldı. Zamfir'in en önemli katkılarından biri, klasik Avustralya filmi "Picnic at Hanging Rock" 'ın film müzikleridir. Onun müziği birçok Hollywood filminde de kullanılmıştır.Ayrıca Türkiye'nin dünyaca ünlü dans topluluğu "Anadolu Ateşi" nin ikinci projesi olan "Troya" nın sahne müziklerinde de katkıları bulunmaktadır. James Last ve James Last orkestrası ile hazırladığı ""The Lonely Shepherd"" (Yalnız Çoban) müziği 1984 tarihli "The Karate Kid" filminde kullanılmış, ardından Kill Bill filminde de bu müziğe yer verilmiştir. Traitė Du Naï Roumain: méthode de flûte de pan, Paris: Chappell S.A., 1975, ISBN 88-8291-286-8 Binecuvântare şi blestem ("Blessing & Curses"), Arad: Mirador, 2000, ISBN 973-9284-56-6. Ahmed Zahir Ahmed Zahir (1946-1979), Afgan müziğinin en etkili ve en meşhur sanatçısı. 1946 yılında doğan sanatçı, başbakanlık da yapmış olan doktor Abdul Zahir'in oğludur. Habibia Lisesi'nden mezun olmuş, trafik kazasında ölene kadar ailesi
nce hoş karşılanmadığı düşündüğü için herkesten habersiz amatör kayıtlar yaparak çalışmalarını sürdürmüştür. Afganistan'ın en ünlü ve en etkili müzisyenidir ve öldükten sonra 22 albümü çıkmıştır. Geleneksel Afgan müziğine etkisi büyük olmuştur ve şarkıları, bestelenmiş gazelleri, şiirleriyle hayli meşhurdur. 33 yaşında Sovyetler'in desteğiyle komünistlerin düzenlediği suikast sonucu vefat ettikten sonra çalışmaları gün ışığına çıktı ve Afganların kahramanı haline geldi. Afgan dilinin ve müziğinin en etkili ismi sayıldı. Aynı zamanda Reşat ve Şebnem adında iki çocuğu vardır. Paul Mauriat başta olmak üzere pek çok ülkeden sanatçı tarafından farklı sözlerle kayda alınmış "Tanha Shodam" adlı şarkı da sanatçıya aittir. Logobank İçeriğinde reklam ve tanıtım hizmetlerini yürüten kuruluş ve ajansların kullanımı için toplanan ve binlerce ulusal ve uluslararası vektörel logonun ve amblemin toplanmasıyla oluşan sayısal veri ortamlarda kullanım amaçlı bir grafik ürünün en genel adıdır. Grafikerler arasında yaygın olarak kullanılmakla birlikte çağımızda ticari web siteleri yapım işlemleriyle uğraşmakta olan internet sayfa tasarımcıları da kullanabilmektedir. Gülşehir Gülşehir, Nevşehir'e 20 km uzaklıkta, Kızılırmak'ın güney kenarında yer alan ilçenin antik adı "Zoropassos", eski adı ise "Arapsun"dur. Damat İbrahim Paşa'nın Nevşehir'e yaptığı imari, bir başka Osmanlı Sadrazamı Karavezir Mehmet Seyyid Paşa da Gülşehir'e yapmış ve 30 haneli Gülşehir'i bir külliye ile donatmıştır. Külliye cami, medrese ve çesmeden oluşmaktadır. Gülşehir'e 3 km uzaklıktaki Açıksaray ören yeri, tüf kayalar içine oyulmuş sayısız mekanları, Roma Dönemi kaya mezarları, 9. ve 10. yüzyıla tarihlenen kaya kiliseleri ile önemli bir piskoposluk merkeziydi. Halk arasında "Haci Bektas Veli Mescidi" olarak adlandırılan mekanın mihrabının günümüze kadar korunmuş bir İslami yapı olması açısından dikkat çekmektedir. Kareye yakın planlı mescidin batı kesiminde yüksekçe nişler yer almaktadır. Bu ören yerinde bulunan mantar biçimindeki peribacalarının benzeri yoktur. Gülşehir'in hemen girişinde yer alan ve iki katlı olan Aziz Jean Kilisesi'nin alt katında kilise, şarap mahzenleri, mezarlar, su kanalı ve görevlilere ait mekanlar, üst katında ise İncil'den alınmış sahnelerle süslenmiş bir diğer kilise yer almaktadır. Alt kata ait kilise, tek apsisli, haç planlı, haç kolları ve beşik tonozludur. Merkezi kubbesi çökmüştür. Süsleme açısından direk ana kaya üzerine kırmızı asi boyası ile stilize hayvan, geometrik ve haç tasvirleri resmedilmiştir. Üst kattaki kilise ise tek apsisli ve beşik tonozludur. Ana apsisteki resimlerin dışında oldukça iyi korunmuş olan kilise siyah bir is tabakası ile kaplıydı. Kilise restorasyonu ve konservasyonu 1995 yılında restoratör Rıdvan İşler tarafından yapıldıktan sonra bugünkü haline gelmiştir. Karahanlılar Karahanlı Devleti, 840 - 1212 yılları arasında Orta Asya ve günümüz Doğu Türkistan toprakları üzerinde hüküm sürmüş bir Türk devletidir. Bazı tarihi kaynaklarda bu krallık, ""İlekhan Krallığı"" olarak geçer. Bulunan maden paraların birçoğunda tipik "İlek (Iilik, elik, vs.)" sözü vardır. İslâmi kaynaklarda, örneğin Ali ibn el-Esir, o hanedanın ismini "al-Hāqaniya", "al-Hāniya" veya "al-Āfrāsiyā" diye tanımlamıştır. Eşzamanlı edebiyat kaynaklarında genellikle hanedan ismi Kağaniye ("Ḵāqāniya") (Ḵağan [yurdu]), "al-Moluk al-Ḵāniya al-Atrāk" "("Mülûk Bâvendîyye")" veya "Āl-e Afrāsiāb" (Afrasiab ailesi, hanedanı; Şehname'deki Turan kralı) denilmiştir. Devletin adı "Kara" ve "Han" iki Türkçe kelimeden oluşmuştur. "Kara", Türkçede siyahı, soyluluğu gösterir ve "Han", doğrusu Kağan, yöneticilere verilen Tanhu, Hakan, Yabgu, ve İlbey gibi Türkçe bir unvandır. Prof. Omeljan Pritsak, meseleyi daha başka açıdan ele alarak izah etmiştir. Türklerde Kara, Kızıl, Ak ve Gök, dört yönü temsil etmektedir. Kara, kuzey tarafını gösterir ve ekseri şehirlerde ayrı olarak bu yönlerin kapılarının isimleri vardır. Belh'in kuzey, yani Kara'nın yönü (tarafı) Türk kapısıdır. Güney kapısı Hint, batı kapısı Yahudi, doğu kapısı ise Çin kapısıdır. Kara aynı zamanda "kuvvetli", "cebbar" ve "cesur" demektir. Bu bakımdan bu ismi almış olmalıdırlar. Gazneli Mahmud'a Çinlilerin verdiği "Karahan" tabiri de aynı mânâda olmalıdır. "Kara", "azamet yükseklik ve üstünlük" demektir. Meselâ Türk ülkelerinden en doğudan batıya kadar rastlanan karasular, hep gür, coşkun su ve nehirlere verilmiştir. Kurucusu Bilge Kül Kadir Han'dır. Bilge Kül öldükten sonra oğulları Bazır ve Oğulçak devletin başına geçtiler. Devletin Batı kısmında hükümdar olan Oğulçak, Samanoğulları Devleti'ndeki karışıklıklardan yararlanarak isyan eden bir Samanî şehzadesinin sığınma talebini kabul etti. Oğulçak'ın yeğeni Satuk Buğra, bu şehzade sayesinde müslüman oldu ve Abdulkerim adını aldı. Bu olaydan sonra amcası Oğulçak'ı mağlup eden Abdulkerim Satuk Buğra, devletin başına geçti ve Han unvanını alarak islamiyeti resmen kabul etti. Karahanlılar, islamiyeti topluca kabul eden ilk Türk devletidir. Satuk Buğra Han 955 (Hîcrî 344) yılında, Kâşgarlı Mahmud'un Divân-ı Lügati't-Türk'te " اَرتُج " "artuç: Ardıç" olarak geçen altın Artuç köyünde gömülmüştür. Kaşgar'da bu adda iki köy vardır. O zamanlar Kaşgar'ın kuzeyinde iki tane Artuç ("Atuş", "Artux") isminde köy vardı, birisinin adı altın Artuç ("Atuş", "Artux"), ikincisi üst Artuç ("Atuş", "Artux")'dur. Tarihi kaynaklar, birbirleri ile fazlasıyla ters düşer. Karahanlı Devleti'nin ilk Hanı, tarihi ve kurucusunun kim olduğu daima tartışılmıştır. Karahanlı devleti İslam'la ilgilidir ve tüm kaynaklar aynı kişiye yani Satuk Buğra Han'a odaklanmıştır. Sadece bir tarihçi, Abu’l-Futub ‘Abd al-Ghafir bin Husayn al-Alma’i, ki Hicri beşinci yüzyılda Kaşgar'da yaşamıştır, "Tarikh Kashghar" adıyla şehrin tarihini yazmış ve Satuk Buğra Han'ın din değiştirdiğini anlatmıştır. Ancak, bu ilk el yazması metin kaybedilmiş ve kısmen tekrar 14. yüzyılın başında Jamal Qarshi tarafından "Mulhaqat al-Surah" isimli kitabında yeniden belirtilmiştir. Bir başka kaynak 1889 yılı içinde bulunan Çağatayca dilinin son kısmına ait Buğra Han hatıralarıdır ("Tazkirah Buğra Han"). 17. yüzyıldan kalma bir başka el yazması kopyası bulunur. Kuruluş dönemi ile ilgili pek fazla bilgi bulunmayan Karahanlılar Devleti, Karluk, Çiğil, Yağma ve diğer Türk boylarından oluşmuştur. Devlet, 840 yılında Uygur Devleti'nin, Kırgızlar tarafından yıkılmasıyla Bilge Kül Kadir Han tarafından kurulmuştur. 893 yılında Kaşgar devletin başkenti olmuştur. Bilge Hüsamettin Han'dan sonra devleti oğulları, Bazır Arslan Han ve Oğulçak Kadir Han yönetmişlerdir. Balasagun ve Taraz merkezli iki ana idari bölgeye ayrılan devlette Bazır Arslan Han, Balasagun'da Büyük Kağan olarak ve Oğulçak Kadir Han Taraz'da Ortak Kağan olarak yönetimi paylaşmışlardır. 10. yüzyıl sonlarında Oğulçak Kadır Han'ın yeğeni Satuk'un, savaş halinde bulundukları Samanî sığınmacıların etkisi ile İslam'ı kabul etmesi devletin tarihinde yeni bir sayfa açmıştır. İslam'ı kabulunden sonra "Abdülkerim" adını alan Satuk Han, devletin sürekli savaş halinde olduğu Samanîler'den de aldığı destek ile amcasına karşı mücadele ederek devletin yönetimini ele geçirmiştir. İslamiyet'i devlet dini olarak benimseyen Satuk Han döneminde Karahanlı Devleti'nin tamamına yakın bir bölümü bu dine geçmiştir. Karahanlı Devleti ilk büyük Müslüman Türk devleti olmuştur. Halife "Nasr Bin Ali" döneminde Abbasiler Karahanlıları Müslüman ülkesi olarak tanımıştır. Samanoğulları ile ihtilafta olan Karahanlılar, Gazneliler'i destekleyerek Samanoğulları Devleti'ni yıkmıştır. Gazneliler ile Ceyhun nehri sınır olarak belirlenmiştir. Devlet 1042 yılında hanedan içindeki kavgalar sonucunda Doğu ve Batı Karahanlı devletleri olarak ikiye bölünmüştür. Batı Karahanlı Devleti, 1042-1212 yılları arasında hüküm sürmüş ve ilk başkenti Özkent olan devlet 1212 yılında Harzemşahlar tarafından yıkılmıştır. Önemli merkezleri Balasagun, Talas ve Kaşgar ve ilk hükümdarı Tamgaç Buğra Han olan Doğu Karahanlı Devleti ise 1211 yılında Karahitaylar tarafından yıkılmıştır. Çinliler yakınlarında kurulan tüm yabancı devletlere yaptıkları gibi "Divide et impera" (Böl ve hükmet) hilesini kullanıp önce ikiye bölmüşler daha sonra yıkmışlardır. Aynı oyun Göktürklerede yapılmıştır. Böyle oyunları Ruslar Anaasya'da yaşayan diğer Türk Uluslarına uygulayıp birbirlerine düşman yapmışlardır. Krallık (Kağanlık) Altayların aile sistemine göre iki alt krallığa bölünmüştür. Doğu Karahanlıların hükûmdarı, daha büyük han olup ""Arslan Kara Han"" unvanıyla Balasagun (ya da Kara Ordu)'da ikamet etmiştir. ""Arslan"" kelimesi Karluklar'dan Çiğil boyunun totemi (ongunu) olan aslan manasına gelmektedir. Batı Karahanlıların hükûmdarı olan ikinci Karahan ise Taraz'da üslenmiş ve daha sonra Kaşgar'a taşınmış ve tekrar Taraz'a dönmüştür. Onun unvanı "Buğra Kara Han" idi. ""Buğra"" kelimesi Karluklar'ın Yağma boyunun totemi (ongunu) olan deve anlamına gelmektedir. Karahanlı Devleti, Aral Gölü'nden Batı Çin ve Moğolistan adacıklarına kadar uzanan bir coğrafyada hüküm sürmüştür. Karahanlılar devrinde kömür, bakır, altın ve kurşun içeren maden ocakları işletilmiştir. Kuça, Kaşgar, Aksu ve Hoten pazarlarında altın ve bakırdan işlenmiş eşyalar satılmış, her yıl sergiler düzenlenmiştir. Soda ("sodium carbonate"), Yeşim taşı, Yurungkaş Nehri yatağından çıkarılan beyaz Yeşim ve Karakaş Nehri yatağından çıkarılan siyah Yeşim, Lapis lazuli (lâcivert taşı) ve İpek, İpek Yolu boyunca ticareti yapılmıştır. Karahanlılardan Satuk Buğra Karahan, Harun Buğra Karahan, Musa Buğra Karahan, Yusuf Kadir Karahan, Süleyman Arslan Karahan, batı hanlarından Tamğaç İbrahim Han, I. Nasr Şemsi el-Mülk Han ve diğerlerinin adına altun, gümüş, bakır madeni paralar basılmıştır. "ülüş" Orta Asya Türk Devlet geleneğine göre ülke topraklarının Hakanlar tarafından hanedan üyeleri, yakın akrabalar arasında özerk idare statüsünde ve halk arasında paylaştırılması esasına dayanan idarî yapılanmadır. Ülüş sistemi bilim adamlarınca göçebe devlet anlayışı
ve teşkilât sistemine dayandırılmıştır. Toy, Türk devletlerinde resmi bir görüşme gayesiyle toplanılan veya Türk boylarının, topluluklarının belli bir amaç doğrultusunda bir araya geldikleri toplantılardır. Hükümdarlar çeşitli sebeplerle toy düzenlerlerdi. Bunlar, tahta çıkış toyu, zafer toyu, düğün toyu, doğum toyu, ad koyma toyu gibi toylardır. Bu toylar Türklerde sosyal hayatın düzenlenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Orun, Türk hanlarının saraylarında veya devlet törenlerinde, toylarda Türk boylarının alacakları, oturacakları yerlerin tespit edildiği kurallardır. Hakanların her ne kadar vilayeti çok, payesi ("rütbesi") yüksek olursa olsun, turuncu renkte ipekten veya kumaştan yapılan sayıları dokuzu geçmeyen tuğ ("sancak")'ları bulunurmuş ve onlar dokuz sayısını uğur sayarlarmış. İslam'ın kabulü sonrasında Karahanlılar Uygur alfabesi ni benimsemişler ve Türkçeyi resmi dil olarak kullanmışlardır. Türklerin yoğun olarak yaşadığı topraklarda devlet kurulması sebebiyle diğer Türk-İslam devletlerinden farklı olarak Arapça ve Farsça dilleri Karahanlılar'da etkin olamamıştır. "Ribat" ("Taşrabat") adı verilen kervansaraylar yapılmıştır. Tuğla ve kerpiç ağırlıklı olduğu için günümüze enkazları kalmıştır. Türk-İslam sentezi olarak Kümbetler ilk bu dönemde görülür. Bir Türk arşını olan "çığ", Arap arşının üçte ikisi kadar uzunlukta olup, göçebeler bununla bez ölçerlermiş. Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig ("Mutluluk Bilgisi"), Kaşgarlı Mahmud'un Divânu Lügati't-Türk ("Büyük Türk Sözlüğü"), İmam-ı Ebü'l-Fütuh Abdülgafur'un Tarih-i Kaşgar ("Kaşgar'ın Tarihi"), Ahmet Yesevi'nin Divan-ı Hikmet ile Edip Ahmet Yükneki'nin Atabet'ül Hakayık ("Hakikatlerin Eşiği") adlı eserleri bu dönemin en önemli yapıtlarıdır. Bunun yanında Karahanlılar döneminde yazılan ve elimizde bulunan birkaç Kur’an tercümesi ile Kaşgarlı Mecdüddîn Mehmed’in İbrahim Han’a takdim ettiği (şu an kayıp olan) Târîh-i Türkistan ve Hıtây ile yazarı bilinmeyen Mücmilü’t-Tevârih ve’l-Kısâs adlı eserleri yine bu dönemde verilmiş önemli eserlerdir. Karahanlılarda yönetim terimleri: Karahanlılarda verilen unvanlar: Karahanlılarda askeri terimler: Karahanlı ordusu: Açık ocak madenciliği Açık ocak madenciliği; yer altında bulunduğu saptanmış ya da mostra vermiş madenin ekonomik olarak, yer altına inilmeden üzerindeki örtü tabakasının kaldırılarak kazanılması işlemini anlatan madencilik yöntemidir. Açık ocak işletmeciliği, işletilmesi ekonomik olarak uygun bulunan maden yataklarının, mostra verenlerinin doğrudan kazılarak üretilmesi ya da üzerini kaplayan örtü tabakasının alınarak açılması ve sonrasında cevherin üretilmesi şeklinde yapılan işletme yöntemi olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde dünya maden üretiminin yaklaşık %70'i açık işletmecilik yöntemleriyle yapılmaktadır. Metalik cevherlerin yarısı, kömürün 1/3'ü ve metal dışı yapı malzemelerinin tamamı açık ocak işletmeciliği ile üretilmektedir. Metalik cevherler için istisnai olarak, bakır cevheri üretiminde açık işletme payı Birleşik Devletler'de %74, Dünyada ise %40; demir cevherinde ise bu oranlar sırasıyla %90 ve %50 olarak gerçekleşmektedir. Yalçın Tura Yalçın Tura (1934, İstanbul), Türk bestecisi, müzikolog ve müzik teorisyeni. Hem çok sesli hem de tek sesli müzik alanında yapıtlar vermiştir. Türk müziği alanındaki müzikoloji çalışmalarıyla tanınmıştır. Türk ses sistemini incelemiş, geleneksel Türk müziği makamlarından yararlanarak "mikrotonal" bir sistem kurmaya çalışmıştır. 1934 yılında İstanbul’da doğdu. Küçük yaşta keman ve piyano dersleri aldı. Galatasaray Lisesi’nde okudu. Lise yıllarında Seyfettin Asal ile keman, daha sonra Demirhan Altuğ ve Cemal Reşit Rey ile teori ve armoni çalıştı. 1954’te liseyi bitirdi. İstanbul Üniversitesi Felsefe bölümüne girerek felsefe öğrenimini 1960 yılında tamamladı. Bir yandan da müzik öğrenimini sürdürdü. 1955 yılından başlayarak profesyonel besteci olarak film ve sahne müzikleri yazdı. Aşk-ı Memnu dizisinin müziği Yılanların Öcü, Kırık Hayatlar, Keşanlı Ali Destanı gibi film ve oyunların müzikleri en çok tanınan yapıtlarıdır. 1976’da İstanbul Teknik Üniversitesi’ne bağlı Devlet Türk Müziği Konservatuarında öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı ve 1988 yılında müzikoloji bölümü başkanı oldu. 1997-2001 yılları arasında konservatuvarın müdürlüğünü yürüttü. 2001 yılında emekli olmuştur. 1976 yılında başladığı Dimitri Kantemiroğlu'nun Kantemiroğlu Edvarı olarak bilinen Kitab-ı İlmi'l-Musıki alâ Vechi'l-Hurufat adlı çalışmasını bugünkü Türkçeye çevirerek aslıyla birlikte Batı notasıyla yayımlama girişimi, 2001 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından sonuçlandırıldı. Çeşitli kongre ve sempozyumlarda sunduğu bildirilerle bazı dergilerdeki yazılarını Türk Musıkisinin Mes'eleleri (1988) adlı kitabında bir araya getirdi. Ürettiği müziğin amaçlarını şöyle özetlemiştir: “Kişisel bir ezgi çizgisi ve onun yapısının gerektirdiği rafine bir armoni; ele alınan materyalin çeşitli yönlerinin işlendiği karmaşık bir kontrpuan; canlı ritmik yapı ve renkli orkestrasyon”. Yalçın Tura, SACEM (Ulusal Müzik Eserleri Meslek Birliği)'in İcra Komitesi üyeliğini; MESAM (Türkiye Musiki Eseri Sahipleri Meslek Birliği)'ın bilim kurulu başkanlığını yapmış, ayrıca TRT'de çeşitli zamanlarda jüri ve danışma kurulu üyeliği, Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Hazırlık Komitesi'nde de Türk Müziği başkanlığı yapmıştır. Oğlu Hasan Tura da kemancı ve besteci olarak müzik alanında çalışmaktadır. Ayrıca değerli bestekâr ve bilim adamımızın eserlerinin birçoğunu Hasan Saltık'a ait Kalan Müzik tarafından restore edilmiş ve halkımıza sunulmuştur. Opera Bale Şan ve Orkestra Orkestra Solo Çalgı ve Orkestra Oda Müziği Şan ve Piyano Solo Çalgı Koro Film Müziği Sahne Müziği TV Film Müziği Geleneksel Türk Müziği Kitab-ı İlmü’l Musiki ala Vechi’l Hurufat (Kantemiroğlu’ndan kuram bölümü) Armoni, Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Koruma Derneği, İst. 1977 Türk Musıkisinin Meseleleri, 1988 - İnceleme ve Gerçeği Araştırma (Abdülbaki Nasır Dede'nin Tetkik ü Tahkiki'inin eski yazıdan ve Osmanlıcadan yeni yazıya ve bugünkü Türkçeye aktarımı), Tura Yayınları, İst. 1997 - Form Bilgisi (Türk Müziği formları ders notları) Tura Yayınları, İst. 1997 Çok büyük emek mahsulü olan Yalçın Tura'nın Kantemiroğlu Edvarı neşrinde bazı tenkit edilen noktalar bilimsel araştırma yöntemleri açısından önemsizdir. Bu tür eleştiriler için bakınız: Kantemiroğlu Edvarı Kanyon Kanyon, Dünya yüzeyinde nehirlerce oluşturulmuş derin vadilere denir. Türkçeye Frenk dillerden gelen "Kanyon" adı, kaynağı İspanyolca asıllı olan "cañón" sözüdür. Kalker kayalar içinde, akarsuyun derine aşındırmasıyla oluşur. Kanyon;güçlü ırmakların kireçli olmayan bölgelerde kazdıkları derin vadileri belirtir. Kanyonların kenarları çok sarp boğazlar biçiminde ortaya çıkar. Kayaların kenarları aşındırmaya karşı gösterdikleri dirence bağlı olarak çeşitli şekiller alır. Birçok kanyonu; uzun süreli erozyonların, yaylalar üzerinde oluşturduğu bilinmektedir. Kanyon yapılarının iki yanlarındaki duvarlar, erozyon ve aşınmaya dayanıklı sert kayalardan oluşur. Bunlar granit ya da kumtaşı gibi oluşumlardır. Kanyon oluşumunda hızlandırıcı etkisi olan "hava akımları" kuru alanlarda sulak bölgelere nazaran daha etkili olduklarından, kanyonlara bu tür bölgelerde daha sık rastlanır. Sualtı Kanyonları adından da anlaşılacağı üzere, deniz taban seviyesinde oluşan kanyon yapılarıdır. Karasal olanlarla hemen hemen aynı özelliklere sahip olan ve genellikle nehir ağızlarında vücut bulan bu yapıların oluşumlarında, sualtı akıntıları temel etkendir. Bu doğal oluşumun Dünya'da en bilinen ve en büyük örneği Amerika'da bulunan Antilop Kanyonu ile Arizona'da bulunan Büyük kanyon'dur. Amerika Birleşik Devletleri'nin güney-doğu'sunda yer alan bu kanyon arkeolojik önem taşır; bunun nedeni Amerika kıtasının ilk sahipleri olarak da bilinen Kadim Pueblo Halkının bu çevrede geniş yerleşimler kurmuş olmasıdır. Kanyon, Karstik kalkerli arazilerde oluşan çok derin vadilerdir.Türkiye'de kanyon vadilere "Kapız" adı da verilir. Geniş bir kanyonun içinden akan bir nehir, duvarları jeolojik bir "merdiven"i andıran kanyonlar oluştururabilir. Bunlar siperli nehir (entrenched river) olarak anılırlar zira bu tip nehirlerin akış yollarını değiştirmeleri epey zordur. Kolorado Nehri ve Snake River (ABD kuzey-doğu) bu yapılara örnek teşkil edebilecek iki nehirdir. Rumelikavağı, Sarıyer Rumelikavağı İstanbul Boğazı'nın en kuzeyinde, Sarıyer ilçesine bağlı, balığı, midyesi ve inciri ile meşhur bir semttir. Sahilde, Rumelifeneri ile Sarıyer arasında kalır. 4.000-4.500 arası nüfusu vardır. Nüfusun büyük çoğunluğunu Doğu Karadeniz göçmenleri oluşturmaktadır. Sportif faaliyetlerde süper Amatör kümede oynayan bir futbol takımı vardır. En büyük başarıları İstanbul Amatörler Şampiyonluğudur. Steven Gerrard Steven George Gerrard (d. 30 Mayıs 1980), İngiliz eski futbolcudur. Kariyerinin büyük bir bölümünde İngiltere Premier League kulübü Liverpool'da forma giymiştir ve kaptanlık görevi yapmıştır. Daha sonra da MLS ekiplerinden Los Angeles Galaxy'e transfer olmuş, futbolu burada bırakmıştır. Eski İngiltere millî futbol takımı oyuncusu ve kaptanıdır . Liverpool'daki son maçına 24 Mayıs 2015 tarihinde 6-1 kaybettikleri Stoke City karşısında çıkmıştır. Liverpool formasıyla ilk profesyonel maçına 29 Kasım 1998 tarihinde 2-0 kazanılan Blackburn Rovers karşısında çıkmıştır. İlk golünü ise 5 Aralık 1999'da Sheffield Wednesday takımına atmış, Liverpool bu maçtan 4-1 galip ayrılmıştır. Henüz altyapıya gireli 1 sene olmuşken, arazide top oynarken ayak parmağına orak saplanan Gerrard, ayak parmağının kesilmesi tehlikesiyle karşılaşmıştı. Fakat babası Liverpool doktorlarını devreye sokarak onun futbol hayatını kurtaracaktır.1989 Hillsborough faciasında kaybettiği kuzeniyle birlikte altyapıya yazılmış olan Gerrard, "Bu formayı aynı zamanda onun için de giyiyorum," demiştir. 9 yaşında Liverpool'un genç takımında sağ kanatta futbola başlayan Gerrard, Robbie Fowler, Michael
Owen, Steve McManaman, Jamie Carragher, Jamie Redknapp gibi Liverpool altyapısından çıkan bir oyuncudur. Sonraları mevkisi değişmiş ve çift yönlü orta saha olarak görev yapmaya başlamıştır. 2001 yılında Liverpool'un UEFA Kupası finalinde Alaves'i 5-4 yendiği maçta takımı adına 2.golü kaydetmiştir. 2001'in Kasım ayında İngiltere millî takımı ile ilk golünü Almanya'ya karşı atan Gerrard aynı yıl İngiltere'de Yılın En İyi Genç Oyuncusu ödülünü kazanmıştır. 2004-2005 Şampiyonlar Ligi'ne damga vuran Gerrard, grup aşamasında Olimpiakos'a attığı gol ile taraftarın gözdesi olmuştur. Bu gol sayesinde Liverpool gruptan çıkmış ve kupaya kadar uzanmıştı. İstanbul'da oynanan finalde Gerrard, 3-0 geride olan takımını ateşleyen ilk golü atmıştır. Liverpool durumu 3-3'e getirip penaltılarla Milan'ı 3-2 yenerek kupayı kaldırmıştır. 2005 yılında Şampiyonlar Ligi'nde UEFA tarafından turnuvanın en değerli oyuncusu seçilmiştir. 2006 yılı FA Cup finalinde takımını sırtlayan Gerrard, son dakikada attığı gol ile maçı uzatmaya götürmüş, kupanın sahibi penaltılarda rakibi West Ham United'ı 3-1 ile geçen Liverpool olmuştur. 2007 yılında yine Şampiyonlar Ligi finalinde AC Milan ile karşılaşan kadroda yer almış fakat bu kez Liverpool 2-1 kaybetmiştir. 2007-2008 sezonu UEFA Şampiyonlar Ligi'nde yarı finalde Chelsea'ye elenen Liverpool'da Gerrard 6 gol atarak Fernando Torres ile birlikte takımının en golcüsü olmuştur. 2009'da lig şampiyonluğunu kaçırmışlardır. Birkaç yıl vasat performans gösteren Liverpool, sonunda 2012 yılında EFL Cup'ı kazanmıştır. 2013-2014 sezonuna gelindiğinde ise Liverpool şampiyonluğa 24 yıldır ilk kez bu kadar yaklaşmıştı. Hillsborough faciasının anıldığı günlerde, 13 Nisan 2014'te Anfield'da Manchester City'i 3-2 yenen Liverpool liderliğe yükselmişti. Aynı maçın sonunda Gerrard ağlayarak takımı toplamış ve şu konuşmayı yapmıştı; ""Bu şu an bizim için hiçbir şey ifade etmiyor. Dinleyin! Haftaya Norwich'e gidip bunun aynısını yapacağız! Yine yapacağız!"" 2014-2015 sezonunda ligde ve Avrupa'da isteneni veremeyen Liverpool üzerinde kara bulutlar dolaşıyor, taraftarlar Gerrard'ın performansını sorguluyordu. Menajer Brendan Rodgers, yaşı ilerleyen Gerrard'ı taze tutmak için kadrodan kestiğini söylüyordu. Gerrard, Liverpool'un Şampiyonlar Ligi'nden elendiği Basel maçında bu arenadaki son golünü frikikten kaydetmiştir. Bu gol ayrıca Gerrard'ın Anfield'daki 100. golüdür. 25 Nisan 2015 tarihinde oynanan West Bromwich Albion maçı ile Premier Lig tarihinde 500 maç oynayan 12. futbolcu olmuştur. Liverpool kariyerinde toplamda 705 maçta 180 golü ve 100'ü aşkın asisti bulunmaktadır. 2015 yılının başında yaptığı açıklama ile sezon sonu MLS'ye gideceğini kamuoyuna bildirmiştir. David Beckham, Landon Donovan ve Robbie Keane gibi isimlerin de formasını giymiş olduğu Los Angeles Galaxy takımıyla 18 aylık anlaşma yapmıştır. 24 Mayıs 2015'te Liverpool'un Stoke City'ye 6-1 yenildiği Premier Lig maçında takımının tek golünü kaydederek Liverpool formasına veda etmiştir. Gerrard, Los Angelas Galaxy takımında 1.5 sezon oynadıktan sonra sözleşmesinin bitimiyle, 2016 yılında takımdan ayrılmıştır. 24 Kasım 2016 tarihinde futbolculuk kariyerini bitirdiğini açıkladı. Liverpool Bireysel AS Roma Associazione Sportiva Roma, daha çok bilinen adıyla AS Roma veya Roma, Roma'da kurulu, İtalyan futbol kulübüdür. 1927 yılında bir birleşme ile oluşturulan Roma 1950'lerin başında bir sezon hariç (1951-1952) İtalyan birinci futbol liginde her zaman yer almıştır. Roma tarihinde üç kez Serie A şampiyonluğu, dokuz kez Coppa Italia şampiyonluğu, bir kez de Fuar Şehirleri Kupası (1960-1961) şampiyonluğu yaşamıştır. Aynı zamanda birer kez de UEFA Şampiyonlar Ligi (1983-1984) ve UEFA Kupası'nda (1990-1991) final oynama başarısı göstermiştir. Maçlarını ezeli rakip olduğu SS Lazio ile birlikte 70 634 kişilik Olimpiyat Stadyumu'nda oynamaktadır. 72.000 kişilik oturma kapasitesi ile sadece Giuseppe Meazza Stadyumu'nunki daha fazladır kendi benzerleri içinde İtalya'da ikinci en büyük stadyumdur. Unutulmaz oyuncusu Brezilyalı Aldair için 6 numaralı formayı müzeye kaldırmışlardır. Takımın En çok forma giyen ve en çok gol atan oyuncusu şu an hala takımda oynamakta olan Kaptanı Francesco Totti'dir. AS Roma, 2013-14 sezonunda oynadığı 10 maçta 10 galibiyet alarak Serie A'ya en iyi başlangıç yapan takım unvanını ele geçirmiştir. Daha önceki rekor 2005-06 sezonunda oynadığı 9 maçta 9 galibiyet alan Juventus'a aitti. 2011 yılının Eylül ayında kulübün eski başkanı Thomas R. DiBenedetto 2016 yılında AS Roma'nın yeni stadına kavuşacağını açıklamıştır. AS Roma 1927 yılının bir yaz günü dönemin Faşist diktatörü Benito Mussolini'nin isteği üzerine, Roma'nın üç büyük kulübünün birleştirilmesi sonucu Italo Foschi başkanlığında kurulmuştur. Bu birleşmenin amacı Benito Mussolini'nin İtalya'daki Kuzey İtalya takımlarının hegemonyasına bir son vermek istemesi olmuştur. Kulüp ilk kurulduğu yıllarda iç saha maçlarını Montovelodromo Appio Stadı'nda oynarken, Kasım 1929'da, yapımı tamamlanan Campo Testaccio Stadı'na geçmiştir. Kulübün 1930-1931 sezonunda ligi Juventus'un ardından ikinci sırada bitirmesi kulüp tarihinin ilk büyük başarısı olarak nitelendirilmektedir. Bu dönemin AS Roma adına ön plana çıkan futbolcuları başta takım kaptanı Attilio Ferraris olmak üzere Guido Masetti, Fulvio Bernardini ve Rodolfo Volk gibi futbolcular olmuştur. Serie A Şampiyonluğu:3 Kez İtalya Kupası:9 Kez Fuar Şehirleri Kupası:1 Kez Supercoppa Italiana:2 Kez Serie B Şampiyonluğu:1 Kez Rumelifeneri, Sarıyer Rumelifeneri, İstanbul Boğazı'nın Rumeli tarafının en kuzeyinde, Sarıyer ilçesine bağlı bir balıkçı köyüdür. Adını Rumeli Feneri'nden alır. Anadolufeneri ile karşılıklı olarak, Karadeniz ile Boğaz'ı birbirinden ayıran hattı oluştururlar. İlçe merkezine 10 km'den fazla uzaklığı olan köyün şehir atmosferinden uzak sakin bir havası vardır. Yerleşim, köyde bulunan balıkçı limanı etrafında toplanmıştır. Balıkçılığın yanında çok sınırlı da olsa köy halkının kendi bahçelerinde tarım da yapılır. Hayvancılık ise köyün geçim kaynakları arasında sayılmaz. Köye ulaşmak için Hacıosman, Sarıyer metro durağından kalkan 150 numaralı İETT otobüsleri kullanılmaktadır. Köye giden başka toplu taşıma aracı yoktur. Rumeli Feneri Rumeli Feneri ya da resmî adıyla Türkeli Feneri, İstanbul'un Avrupa yakasında İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'le birleştiği kuzey ucunda yer alan deniz feneridir. Karşısındaki Anadolu Feneri'nden 2 deniz mili uzaktadır. Bu iki feneri birleştiren çizgi İstanbul Limanı'nın kuzey sınırını oluşturmaktadır Fenerin bulunduğu köy de aynı isimle (Rumelifeneri) adlandırılır. Eskiçağlarda buradaki yerleşmenin adının "Panion" olduğu yönünde güçlü kanıtlar bulunduğu ileri sürülmektedir. Kırım savaşı sırasında Fransız ve İngiliz gemilerinin Boğaz'ın ve Karadeniz'in girişlerini görebilmeleri için yapılmasına karar verilen fener 15 Mayıs 1856'da Fransızlar tarafından karşı sahildeki fenerle beraber kule kısmı yapılarak işletilmeye başlanmış. 1933'te Fransızlara verilen 100 senelik işletme imtiyazı iptal edilmiş ve tamamen Türklere geçmiştir. Deniz yüzeyinden 58 metre yüksekte olan kule 30 metre boyundadır. Fener kulesi üç kademede inşa edilmiş olup lambası ilkin gazyağı ardından asetilen ile çalışmıştır. Günümüzde elektrik enerjisi ile aydınlanan fenere bütan gazı ile yedeği alınmaktadır. Fener beyaz ışığı ile 18 deniz mili uzaktan görülebilir. Fenerin içinde Sarı Saltuk Dede'nin bir türbesi vardır. Uyuşturucu Uyuşturucu, kişisel zevk veya tıbbi amaçlı kullanılan psikoaktif maddelere verilen ortak isim. Günümüzde uyuşturucu amaçla kullanılan maddelerin bir kısmı normal tıbbi kullanımı olan ilaçlardır. Bu ilaçlara hydrocodone, kodein, metadon, afyonritalin örnek olarak gösterilebilir. Aspirin, Esrar, eroin, metamfetamin, kokain, kubar, haşhaş, afyon, "bonzai" (sentetik kenevir) vb. isimlerle tanınırlar ve genellikle bitkisel kaynaklı maddelerden elde edilir. Son derece zararlıdır. Dünyada hızla yayılmaya başlamıştır ve özellikle günümüz gençleri içinde çok yaygındır. Önlenmediği sürece ölüme kadar götürebilir. Uyuşturucu maddeler çoğu ülkede yasa dışı olmakla birlikte, bu durum maddenin tipine göre ve ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Alman bilim adamı Christian Rätsch uyuşturucunun kullanımı üzerine çeşitli görüşler ileri sürmüştür. Uyuşturucunun yasallaşması gerektiğini ileri süren Rätsch'ın en önemli gerekçelerinden biri uyuşturucu tüketiminin hukuksal bir hak olduğu düşüncesidir. Bunun dışında uyuşturucunun yasak olduğu bir ortamda tüketiminin de doğru yapılamayacağını, çok fazla alındığı takdirde her maddenin ölüme götürebileceğini ileri sürmüştür. Ona göre devlet uyuşturucuyu yasallaştırırsa, karaborsa maddeler piyasada olmayacak ve böylece denetimli tüketim sağlanıp, ölümlerin önüne geçilebilecektir. 2014 yılında 29 milyon insanda uyuşturucu bağımlılığı saptanmıştır. Teşhis konulan her altı uyuşturucu bağımlısından sadece biri tedaviye başvurmaktadır. Dünyada en fazla afyon üretimi ise Afganistan'da yapılmaktadır. Birleşmiş Milletler yaptığı bir açıklama ile Avrupa ülkelerinin en büyük uyuşturucu pazarları arasında olduğu belirtildi. Birleşmiş Milletler 2016 raporuna göre hayatında en az bir kere uyuşturucu kullananların sayısı 2013'te 246 milyon, 2015 yılında ise 247 milyon olarak açıklandı.Uyuşturucu kategorisinde en fazla Esrar üretimi yapılmaktadır. Esrar 129 ülkede yasadışı yollarla üretilmektedir. Dünyada esrar kullananların sayısı ise 182 milyon civarındadır. Cyclopaedia Cyclopaedia ya da Evrensel Sanat ve Bilim Sözlüğü, 1728 yılında Ephraim Chambers tarafından Londra'da yayımlanan 2 ciltlik ansiklopedidir. 18. yüzyıl boyunca pek çok farklı versiyonu yayımlanmıştır. Cyclopaedia, İngilizce yazılmış genel kapsamlı ilk ansiklopedilerdendir. Kasımpaşa SK Kasımpaşa Spor Kulübü ya da kısaca Kasımpaşa, futbol branşıyla tanınan Türk spor kulübü. Kulüp 1921 yılında İstanbul'un Kasımpaşa semtinde kurulmuştur. Kulübün genel başkanlığını Turgay C
iner yapmaktadır. Kasımpaşa Spor Kulübü, güncel olarak futbol (erkek) ve güreş dallarında faaliyet göstermektedir. Futbol Takımı daha önce, 1988-89, 1996-97, 2004-05 yıllarında 3. Lig'de, 2005-06'da 2. Lig'de ve 2006-07, 2008-09, 2011-12 sezonlarında ise 1. Lig play-offlarında şampiyon olma başarıları göstermiştir. Futbol takımı, iç saha maçlarını 14.234 seyirci kapasitesine sahip olan Recep Tayyip Erdoğan Stadyumu'nda oynamaktadır.Kasımpaşa Stadyum içerisinde inşa edilmiş olan güreş şubesi binasında, güreş takımının maçlarını yaptığı bir salon, güreşçilere ait özel odalar ve fitness salonu yer almaktadır. Kulübün renkleri, geleneksel olarak lacivert ve beyazdır. Logosu ise kuruluşundan itibaren birçok kez değişerek günümüze gelmiştir. 1948 yılında düzenlenen Yaz Olimpiyatları'nda güreş dalında şampiyon olan Gazanfer Bilge, Mehmet Oktav ve Ahmet Kireççi'nin başarıları sonrasında, dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü Kasımpaşa'ya logosunda Türk bayrağı taşıma izni vermiştir. Böylece, Karşıyaka ve Beşiktaş'tan sonra bu hakkı elde eden üçüncü takım olmuştur. Adını taşıdığı semtte bulunan Altıntuğ Kulübü ile Kasımpaşa Terbiye-i Bedeniye Kulübü'nün birleşmesiyle kurulmuştur. 1942 yılına kadar Altıntuğ adını taşımıştır. 1939-1945 ve 1946-1958 yılları arası İstanbul 1. liginde, 1959-1964 arası Türkiye 1. liginde oynamıştır. En büyük başarısı 1961-62 sezonundaki beşinciliktir. 1963-1964 sezonu sonunda sonuncu olarak 2. lige, 1967-68 sezonunda 3. lige ve 1977-78 sezonunda amatör kümeye düştü. Daha önce Süper Lig'de oynamış olan kulüp 2004-2005 sezonunda 3. Lig'den 2. Lig'e, 2005-2006 sezonunda ise 2. Lig'den 1. Lig'e yükselerek büyük başarı göstermiştir. 2007 sezonunda da Altay'ı finalde yenerek play-off şampiyonu olarak Süper Lig'e çıkmışlardır. 2007-08 sezonu sonunda Süper Lig 17. sırada tamamlayan Kasımpaşa Bank Asya 1. Lig'e düştü. 2008-2009 sezonunda ise Bank Asya 1. Lig'ini 4. sırada tamamlayarak play-off oynamaya hak kazanmıştır. Play-off yarı final maçında Altay'ı normal süresi 1-1 biten maçta penaltılarla 4-2 yenmiş, finalde ise bir başka İzmir takımı Karşıyaka'yı 2-1 mağlup ederek 2009-2010 sezonunda tekrar Spor Toto-Süper Lig'de oynamaya hak kazanmıştır. 2009-2010 sezonuna 6 da 0 yaparak başlayan "Paşa", teknik direktörlüğe Yılmaz Vural'ı getirerek büyük bir çıkışa geçti. Art arda puanları toplayan takım, lig sonuna yaklaşırken düşme tehlikesini atlattı. Yılmaz Vural ile Fenerbahçe'yi Şükrü Saraçoğlu'nda 3-1 mağlup eden takım, devre arasında da Türkiye Kupası mücadelesinde Beşiktaş'ı İnönü Stadı'nda yine 3-1 ile geçti. Aynı başarıyı bir başka büyük kulüp Galatasaray karşısında gösteremedi. Ligin ilk maçını evinde 1-0 öne geçtiyse de 3-1 kaybeden takım, Ali Sami Yen'de de rakibine 4-1 mağlup olmaktan kurtulamadı.2010-2011 sezonunda 31.hafta'da oynanan Konyaspor maçında berabere kalmış ve ligin bitimine 3 hafta kala Süper Lig'e veda etmiştir. 2011-2012 sezonunda ise 1. Lig'i 4. sırada tamamlayarak play-off oynamaya hak kazanmıştır. Play-off yarı final maçında Konyaspor'u , finalde ise Adanaspor'u normal süresi 2-2 uzatmalarda ise 3-2 mağlup ederek 2012-2013 sezonunda tekrar Süper Lig'de oynamaya hak kazanmıştır. Kasımpaşa Spor Kulübü 2012-2013 sezonunda 5.Büyük kulübü yenen ikinci takım olarak tarihe geçmiştir.(Kasımpaşa 2-0 Fenerbahçe ,Kasımpaşa 2-1 Galatasaray,Beşiktaş 1-3 Kasımpaşa,Kasımpaşa 2-0 Trabzonspor,Bursaspor1-2 Kasımpaşa,Kasımpaşa 2-0 Bursaspor ) Kasımpaşa Spor Kulübü'nün taraftar grubu ismi 1453 Kasımpaşa olarak faaliyet vermektedir.Ayrıca Üniversite öğrencileri tarafından oluşturulan UNİ-PAŞA grubu bulunmaktadır. Futbol dışında boks ve güreş dallarında faaliyet gösteren kulüp, özellikle güreş alanında başarı elde etti. Gazanfer Bilge, Mehmet Oktav ve Ahmet Kireççi (Mersinli Ahmet) gibi güreşçiler uluslararası turnuvalarda birincilikler kazandılar. Bu yüzden kulübün armasında ay-yıldız kullanmasına izin verildi. Lacivert-Beyaz renklere sahip olan kulüp maçlarını Recep Tayyip Erdoğan Stadyumu'nda oynamaktadır. Kulüp logosu Yeni Yönetim kurulunun isteğiyle Ağustos 2012'de değiştirilmiştir. Kasımpaşa SK'nın A2 Ligi'nde oynayan futbol takımıdır. Takım 23 yaş altı futbolcularından oluşur. Kadroda, A2 Ligi statüsünde 23 yaşından büyük sporcu bulundurma hakkı vardır. Yasalar dahilinde en az üç yıldır Türkiye'de yaşayan 19 yaşından büyük iki yabancı futbolcu da istendiği takdirde alınabilir. Takımın teknik direktörlüğünü Önder Karaveli yapmaktadır. İki kulübün kurulduğu ilk yıllardan itibaren Kasımpaşa SK ile Fatih Karagümrük SK arasındaki karşılaşmalar, yakın deplasman olması ve iki takımında semt takımı olması sebebiyle iki takımın taraftarlarının en çok ilgi gösterdiği ve her iki kulübün de en çok hasılat elde ettiği karşılaşmalar olmuştur. Bu iki kulüp arasındaki rekabet kulüplerin kuruldukları ilk yıllara kadar uzanmaktadır. İki takım en son 2013 yılında Türkiye Kupası ikinci turu maçı için Vefa Stadyumunda karşı karşıya gelmiş ve maçı Kasımpaşa 3-2 kazanmıştır. 1959-1964, 2007-2008, 2009-2011, 2012- 1964-1968, 1989-1992, 1997-2000, 2006-2007, 2008-2009, 2011-2012 1968-1978, 1984-1989, 1992-1997, 2000-2001, 2005-2006 2001-2005 1958-1959, 1978-1984 Hamzababa, Kemalpaşa Hamzababa, İzmir'in Kemalpaşa ilçesine bağlı bir mahalle. Kemalpaşa ilçesine 35 km'dir. Köyün tamamı alevidir.Köyde şu an kullanılmayan bir ilkokul,muhtarlık binası,bir cemevi,bir amfi tiyatro,bir mezbahane ,düğün salonu bulunur.Köyde bulunan Hamzababa türbesine İzmir,Turgutlu,Kemalpaşa ve çevre il ve ilçelerden çok fazla ziyaretçi gelmektedir.Her yıl ağustos ayının son haftasonu yani cumartesi,pazar günü Hamzababayı anma etkinlikleri olur.köyde yerleşik olarak 50 kişi civarı insan yaşamaktadır,yazları bu sayı biraz daha artar.Sadece yazları açılan 4 bakkal,1 kahvehane vardır.Kışları terkedilmiş bir havası vardır,hiçbir insan varlığı göremezsiniz. Lokomobil Lokomobil, tekerlekler üzerine konulmuş, bir aracı istenilen yere çekebilecek biçimde yapılmış ulaşım aracıdır, petrol türevleri ile çalışan modelleri bulunmasına karşın genel olarak buharla çalışır. Lokomobiller en çok tarım ve endüstri işlerinde kullanılır. Tarımda, harman makinelerini, sabanları, sulama araçlarını yürütmeye yarar. Endüstride ise su çekme, maden çıkarma işlerinde, yapılarda, bıçkı makinelerinin çalıştırırmasında, kâğıtçılıkta lokomobillerden faydalanılır. Lokomobiller, yapılışları bakımından, birkaç türlüdür. Genel olarak bir kazanla bir silindirden meydana gelmiştir. Kazan büyükçe bir tüp biçimdedir. Silindir ise yatay şekilde yerleştirilmiş halde bu kazanın altında, üstünde ya da yanında bulunur. Lokomobiller Traktörlerin atasıydı.Günümüzde artık lokomobiller kullanılmamaktadır. John Locke John Locke ( – ) İngiliz klasik liberal filozof. 17. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biridir. Düşünce özgürlüğünü, insan eylemlerini akla göre düzenlemek anlayışını en geniş ölçüde yayan ilk düşünür olduğu için Avrupa'daki aydınlanma ve Akıl Çağı'nın gerçek kurucusu olarak kabul edilir. John Locke'a göre insan zihni doğuştan boş bir levhadır (tabula rasa). Daha sonra bu zihin deneyimle (tecrübe) birlikte dolar. John Locke, Bristol yakınlarında, Wrington'da doğdu. Kumaş ticareti ile uğraşan bir aileden gelmektedir. Babası ticaretle uğraşmak yerine noterliği tercih etmiştir, ibadetle sadelik isteyen Püriten mezhebinin koyu bir taraftarıydı. Locke'un daha sonra öne sürdüğü öğrenim kuramlarında babasının büyük etkisi sezilir. Locke yüksek öğrenimini Oxford Üniversitesi'nde yaptı, en çok tabiat bilimleriyle tıp okudu. Hayata atıldıktan sonra hem yazar, hem de siyaset adamı olarak çalıştı. Önce Brendenburg Dükalığı'nda İngiliz elçiliği katibi olarak bulundu. İngiltere'ye döndükten sonra da 8 yıl Shaftsbury adında bir İngiliz aristokratının yanında özel hekimlik yaptı. 1683'te Shaftsbury'nin Hollanda'ya kaçmak zorunda kalması üzerine Locke da İngiltere'den ayrıldı. Ancak 1689'da İkinci İngiliz Devrimi Başarı kazanınca İngiltere'ye dönebildi. Ancak daha sonra tekrar Fransa'ya iltica etmek zorunda kaldı. Locke, bütün eserlerinde gelenek ve otoritenin her çeşidinden kurtulmak gerektiğini, insan hayatına ancak aklın kılavuzluk edebileceğini ileri sürer. Bu düşünceleriyle Liberalizm'in, tabii bir din anlayışının, Rasyonel Pedagoji'nin öncüsü olmuştur. Mutlakiyet yönetimlerini ilk sarsan kişi olarak tarihe geçmiştir, mutlakiyet yönetimine açtığı sarsıntılar sonucunda zamanla derin yarıklar oluşmuştur ve üç büyük devrimin temelleri oluşmuştur. İngiliz, Amerikan ve Fransız devrimlerinin temelini oluşturan filozof olarak akıllara yer etmiştir. Doğal hukuk doktrinini savunanlardan biridir (Diğerleri: Jean Jacques Rousseau ve Thomas Hobbes). Locke için dünya ile ilişiği kesmek ve deneyim sayesinde kişi bir şeyler öğrenebilir. İnsan sezgisel herhangi bir bilgiye sahip değildir. Dünyevi, deneye dayanan ve sistemli bir düşünce biçimini benimsemiştir. Dini dogmaların bu düşünce sisteminde yeri yoktur. İnsanın bu noktada görevi onun içinde yaşadığı dünya ile sınırlıdır. Sadece insanda bulunan kendini sevme duygusu ve aklın işleyişi ahlakın doğuşunu beraberinde getirmiştir. kabul etme bu felsefi temellerle vardır. Bir yönetici, otoritesini yönettiği insanların rızasına borçludur. Hükümetler niçin vardır? Bu sorunun cevabı Locke'a göre "doğa durumu" ile açıklanabilir. Doğa durumu, yeryüzünde hiçbir siyasi topluluğun olmadığı bir duruma karşılık gelmektedir. Üstünlüklerin ve ve karışıklıkların artması yaşamı olumsuz etkiler ve insanlar bir araya gelerek siyasi toplulukları oluştururlar. Hükümdarlara ve güçlü siyasi yöneticilere bu durumda itibar edilir. "İtimat" bu noktada önemlidir. Yöneticinin otoritesi mutlak değildir ve karşılıklı itimat ile toplumsal sözleşme oluşturulmuştur. İktidar, kaynağını buna ve bu sürece borçludur. İnsanın hürriyeti ulusun kabullenişi ile kurulmuştur. Yasalarla, bu güven kayıt altına alınır. Bu benimseme aynı zamanda bu güvene ihanet eden yöneticiyi görevden uzaklaştırma hakkını da içerir. İnsan hakları Locke'a göre yaşam, hürriyet v
e mülkiyet olarak özetlenebilir. Bu hakların uygulanması, korunması hem yasalarla hem de kurumlarla sağlanır. Bağımsız bir yargı sistemi de bunların tümünü kapsar. Hürriyet ile ilgili olarak ise, bir insanın özgürlüğü, başka bir insanın özgürlüğüne zarar gelebilecek noktada sona erer. Siyasi bir toplumsa özgürlük yasaların hükmüne bağlıdır. Mutlak değil, sınırları çizilmiş bir özgürlüktür. İlk kitaplarını siyasi nedenlerden ötürü isimsiz yayınlamış ve hiçbir zaman bu eserlerin kendisine ait olduğunu kabul etmemiştir. Descartes'tan etkilenmesine rağmen ona hiçbir zaman benzememiş; zihnin özünün düşünme ve maddenin özünün yer kaplama olduğu biçimindeki iki temel ilkesine karşı çıkmıştır. Gassendi'nin görüşleri ile Deneme'nin birçok bölümü arasındaki benzerlikler salt rastlantı olamayacak kadar büyüktür, öyle ki Leibniz, Locke için Gassendici demiştir. İnsan zihninin başlangıçta bir Tabula Rasa oluşu, Locke'taki "bütün niteliklerden yoksun ak kâğıt" ya da "boş oda" önermelerinin aynıdır. Yargılama ve cezalandırma hakkını kendi iradesiyle yargıçlara yani yargı erkine bırakan toplum üyeleri,uygulanacak olan yasaların hazırlanması ve yürürlüğe konması görevini de bir başka güce;parlamentoya vermiştir.Ancak bu da yeterli değildir,bir de yürütme erkine ihtiyaç vardır;yasamanın koyduğu pozitif yasaları uygulayacak,ayrıca anlaşmaları yapacak,savaşa,barışa karar verecektir. Tera Patrick Tera Patrick (gerçek adı Linda Ann Hopkins Shapiro (d. 25 Temmuz 1976) Amerikan kadın porno oyuncusu. Tera Patrick birçok değişik isimle tanınır: Brooke Thomas, Sadie Jordan ve Tara Patrick. Britanyalı Yahudi bir baba ve Taylandlı bir annenin kızı olarak Great Falls, Montana'da dünyaya geldi. Tera henüz genç bir kızken annesi Tayland`a geri döndü, o da babasıyla San Francisco'ya taşındı, babası tek başına kızını büyüttü. Tera Patrick 12 yaşındayken "Ford Modellik Ajansı" tarafından keşfedildi ve bu ajansla bir kontrat imzaladı. Daha sonra New York City`e taşınmasıyla modellik kariyeri başladı, fakat 18 yaşına geldiğinde modelliği bıraktı ve bir okula yazıldı. 2 senelik eğitimin sonunda kayıtlı bir hemşire oldu. 1990'ların sonuna gelindiğinde Patrick modelliğe geri döndü, fakat bu sefer çıplak ve erotik çekimlerde oynadı. 1999'da Andrew Blake'in "Aroused" filmiyle porno endüstrisine geçiş yaptı. Defalarca Playboy ve Penthouse dergilerinin kapaklarını süslemiştir.Çeşitli yetişkin organizasyonlardan birçok ödül toplamıştır. 2002 yılında Digital Playground ile sorunlar yaşamaya başladı, parasını alamadığını iddia ederek 2003 yılında Vivid Entertainment ile 2 yıllık bir sözleşme imzaladı ve Vivid kızı oldu. 9 Ocak 2004`te Biohazard`ın vokalisti Evan Seinfeld ile evlendi. İkili Vivid için iki film çekti. Tera ve Evan çiftinin 2008 sonbaharda bebekleri olmuştur. Joséphine de Beauharnais Joséphine de Beauharnais, (d. 23 Haziran 1763 – ö. 29 Mayıs 1814). Napoleon Bonaparte'nin eşidir. Martinik adasında fakir bir Fransız çiftçisinin kızıydı. 17 yaşında Vikont Alexandre Beauharnais ile evlendi. Bir oğlu (Eugéne), bir de kızı (Hortense) oldu. Beauharnais Fransız İhtilali sırasında başı kesilerek idam edildi, Josephine de uzun zaman hapiste kaldı, giyotine gitmekten kendini güç kurtardı. Josephine serbest kaldıktan kısa bir süre sonra, devrin en ileri gelen hükümet adamlarından biri olan Paul François Jean Nicolas Barras'ın nüfuzundan yararlanarak eski kocasına ait para ve malın bir kısmını yeniden ele geçirdi, Paris kibar çevrelerinde en çok aranılan kadınlardan biri oldu. Napolyon'la da Barras'ın evinde tanıştı, 1796'da evlendiler. Josephine, zeki bir kadındı. Napolyon imparator ilan edildiği zaman, Josephine de kocasını önünde diz çöküp onu selamlamak istemişti. Napolyon, tacı önce kendi başına, sonra da karısının başına koyarak, onu da imparatoriçe ilan etti. Napolyon'la Josephine'nin çocukları olmadı. Napolyon, tahta bir erkek varis bırakmadan ölmek istemiyordu. En sonunda Josephine'den ayrılmaya karar verdi. Karı koca anlaşarak ayrıldılar. Josephine, Paris yakınlarındaki malikanesine çekildi. Bir yıl sonra Napolyon, Marie-Louise ile evlendi, bir oğlu oldu. Josephine, Fransız tarihinin en ilgi çekici kadınlarından biridir. Yaşadığı devirde, Paris modası onun elbiselerinden ilham alırdı. Josephine'in Napolyon'a yazdığı mektuplar da dünya tarihinin en ünlü aşk mektupları arasında yer alır. Napolyon'la Josephine'in aşkı tarihin en ünlü aşklarındandır. Josephine'in hayatı pek çok romana konu olmuştur. Ligue 1 Ligue 1 (), Fransa'nın en üst düzey futbol ligi. Bir alt düzeydeki Ligue 2 ile birlikte Ligue de Football Professionnel içinde bulunan iki ligden biridir. Ağustos ayında başlayıp mayıs ayında sona eren sezonların her birinde 20 takım mücadele etmektedir. Her takımın diğerleriyle, biri kendi sahasında diğeri ise deplasmanda olmak üzere ikişer maç yaptığı lig 38 hafta sürer ve toplamda 380 maç oynanır. Sezon sonunda son üç sırada yer alan takımlar Ligue 2'ye düşerler. İlk yarı yılbaşına iki hafta kala biterken, ikinci yarı ise ocak ayının 2. haftasında başlar. UEFA katsayıları sıralamasında Premier League, La Liga, Bundesliga ve Serie A'nın ardından beşinci sırada yer almaktadır. Ligue 1'in ilk sezonu, 11 Eylül 1932 tarihinde (1932-33 sezonunda) "Division 1" adını almadan önce "National" adıyla başlamıştır. 2002 yılında ismi "Ligue 1" olarak değişmiştir. Lig tarihi boyunca 19 farklı takım şampiyonluğa ulaşırken, 10 şampiyonluk yaşayan Saint-Étienne lig tarihinin en başarılı takımı konumundadır. Ligin son sezonu olan 2016-17 sezonunda ise As Monaco şampiyonluğa ulaşan takım olmuştur. Hemogram Hemogram. Kan hücrelerinin nitelik ve nicelik açısından incelenmesidir.(Tahlil) Fire and Ice (Yngwie Malmsteen albümü) Fire & Ice (1992) Elektra Records etiketi altında çıkan ilk albüm "Fire & Ice" ticari olmaktan uzak kaliteli parçalardan oluşuyordu. Bu albümde Malmsteen hayatı boyunca yapmak istediği senfoni orkestrasıyla çalma hayalini gerçekleştirdi. Bach'ın "Orchestral Suite No. 2" sinden "Badinerie", albümün parçalarından "No Mercy" nin içine yerleştirildi. Diğer bir orkestra çalışması da "Cry No More"un solo bölümünde yer alıyordu. "Fire & Ice" çıktığı gün Japonya'da 100.000 sattı ve 1 numaraya yerleşti. Avrupa ve Asya'da da başarılı olan albüm altın ve platin plaklarla ödüllendirildi. Hemanjiyom Hemanjiyom, kan damarlarından (kılcal ya da kovucuklu) oluşan, kimisi çok hücreli ur. Hemanjiyomlar özellikle süt çocuklarında görülür; genellikle çok sayıdadır ve deride; içorganlarda (karaciğer) ya da kemiklerde bulunur.Yapıları iyi huylu urlarinkine benzemekle birlikte, aşırı gelişmeleri tromboza, kanamalara ve kansızlığa (anemi) yol açabilir. Bunlar lenf damarlarından oluşan lenfanijiyomlardan farklıdır. Ölüm Yıldızı Ölüm Yıldızı, Yıldız Savaşları dizisinde, İmparatorluğun en ölümcül silahı ve ayrıca İmparatorluğun merkezi üssüdür. Ağır bir İmparatorluk Savaş İstasyonu/Süper Silah'ı olup 160 kilometre çapındadır. İstasyonun temel şekli, küçük bir Ay boyutlarında küre şeklindedir. Ekvator çevesindeki bir kilometre genişliğindeki çukur tersane ve limanlara gitmektedir. Tarkin Doktrini ile kendisini göstermiştir. Ölüm Yıldızı gayet büyük ve geniştir. I. Ölüm Yıldızı'nın 400.000 mürettebatı, 1.400 droid ve savaş gemileri ile çok sayıda kontrol odası vardır. II. Ölüm Yıldızı'nda ise bunun iki katı kadar mürettebat ve güç vardır. Ölüm Yıldızı'nın zayıf noktası ise egzoz çıkışı ve jeneratörleridir. Güç jeneratörleri de egzoz çıkışında bulunmaktadır. İlginçtir ki, I. Ölüm Yıldızı egzoz girişinden aldığı hasar ile, ikincisi ise jeneratör çekirdeklerine aldığı hasar ile yok edilmiştir. Ayrılıkçılar kendi aralarında yapmış oldukları antlaşma gereği, Ölüm Yıldızı'nın başlangıç teknik tasarımları Geonosisler tarafından yaratılmış olup bilinen en son silahlarıdır. Geonosianslı lider Yüce Akhun geri dönüştürdükleri çok gizli tasarımlarını Kont Dooku'ya, Geonosis Savaşı sırasında Jedilar'ın eline düşmeden teslim etmeyi başardılar. Dooku da bu gizli tasarımla Coruscant'e geri dönerek tasarımı Sith Lord'u olan Darth Sidious'a teslim etti. Bu tasarım planı ile ilerideki yıllarda Grand Moff Tarkin ve Raith Sienar'ın görüşleri de katılarak uzun süre yolculuk yapabilecek bir savaş istasyonu inşa edilmeye başlanacaktır. Klon Savaşları sırasında, Palpatine tarafından Mygeeto gönderilen 501. Lejyon'un görevi I. Ölüm Yıldızı'nın SüperLazer'i için kullanılacak olan Örnek Enerji'yi toplamaktı. Kısaca, Darth Sidious'un emriyle Ölüm Yıldızı'nın yapımı ancak Galaktik İmparatorluk tarafından biçimlendirilip yeni formuyla güvenli bir biçimde inşa edilmeye başlanılabilmiş, Tarkin'in yönettiği gelişmiş gizli bir projedir. Tarkin'in yaratıcı çalışması ve kafasındaki düşüncülerin bir ürünü sonucu meydana gelen Ölüm Yıldızı, İmparatorluğun en son silahıdır. Uzun bir süre yapımı süren I. Ölüm Yıldızı'nın en üst rütbeli görevlisi Tarkin'dir. Darth Vader, bayrak gemisi Executor'un ağır savaşlarda aldığı hasarlar üzerine bakım görmesi nedeniyle Ölüm Yıldızı'na gider. Executor'un bakımı bitmesine rağmen yine de Ölüm Yıldızı'nda kalır. O kadar güçlü bir silahtır ki tek bir atışta bir gezegeni atomlarına ayırıabilir. Buna en güzel örnek Alderaan gezegenidir. Bu korkunç silahın ilki Yavin Savaşı'nda Luke Skywalker tarafıdan yok edilmiştir. İkincisinin yapımı üç yıllık bir sürede acele bir biçimde yapılmıştır ancak Endor Savaşı başlamadan tam olarak tamamlanamamıştır II. Ölüm Yıldızı'nın en üst rütbeli görevlisi ise Moff Jerjjerod'dir. Endor Savaşı sürerken, Vader'ın Taç Odası'nda bulunduğu sırada Ölüm Yıldızı, Lando Calrissian ve Wedge Antilles tarafından yok edilmiştir. Darth Vader da Ölüm Yıldızı ile birlikte ölmüştür. Cinsel fetişizm Cinsel fetişizm ya da kısaca fetişizm, cansız bir varlığa veya vücudun normalde cinsel işlevi olmayan bölümlerine erotik ilgi duyma. Cinsel fetişizm, ilk olarak Alfred Binet tarafından "Le fétichisme dans l’amour"de tanımlanan ama kökeni daha eskilere dayanan, cansız bir nesnenin veya bir beden parç
asının tahrik edici olarak algılanmasına denir. Kök olarak antropolojide doğaüstü güçlere sahip olduğuna inanılan nesneler için kullanılan fetiş teriminden gelir. Janine Chasseguet-Smirgel'e göre fetişizm, Oidipus kompleksinin sapkın deneyimler yardımıyla aşılmasından ileri gelir. Doğal gelişimde kompleks, erkek çocuk için annenin babaya ait olduğunun kabul edilmesiyle sonlanır ve sonrasında erkek çocuk, gizillik dönemi (latans) boyunca babayla özdeşleşerek süperego denilen bir yapıyı kurar. Sapkında ise anne, babanın yenilmiş olduğunu ilan eder. Bu da çocuğun pre-oidipal bir döneme anal aşamaya saplanıp kalmasına neden olur. (Aşamalarla ilgili ayrıntılı bilgi: Psikanaliz maddesi.) Sapkın erkek çocuğun cinsel konumunu Chasseguet-Smirgel, anal-fallus olarak belirler. Oidipal aşamayı doğal yollarla geride bırakan ve latanstan sonra ergenlik aşamasına geçen çocuğun cinsel konumu ise fallik-fallustur. Bu, babanın tamamlanmış fallusunun içselleştirilmesi anlamına gelmektedir. Sapkın için ise bu içselleştirme gerçekleştirilmemiş ve annenin yardımıyla sapkın, anal-fallusunun babanın fallik-fallus'undan üstün olduğu yanılsamasına kapılmıştır. Ama bu yanılsamanın sürmesi için anal-fallus'un "anal" karakteri örtülerek "sihirli özerk fallus" düşünsel olarak yaratılır. Fetişin amacı da bu örtme işlemini gerçekleştirmektir. 2006-07 UEFA Şampiyonlar Ligi UEFA Şampiyonlar Ligi 2006-07 Avrupa futbolunun kulüpler arasındaki en yüksek seviyedeki turnuvası Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası/UEFA Şampiyonlar Ligi'nin 52. sezonudur. Kupa'nın format değiştirilmesi sonucu şimdiki ismi ile Şampiyonlar Ligi'ni almasından itibaren 15. sezondur. 2006-07 sezonu için sezonu finali Atina Olimpiyat Stadı'nda, 23 Mayıs 2007'de oynanmıştır. İtalya'nın AC Milan takımı ile İngiltere'nin FC Liverpool takımları arasında oynanan maçı AC Milan takımı 2-1 kazanarak 7. Şampiyonlar Ligi kupasını almayı başarmıştır. Turnuva başlamadan önce İtalya'da yaşanan 2006 Serie A Skandalı ve Yunanistan Futbol Federasyonu'na bağlı takımların FIFA tarafından geçici olarak uluslararası müsabaklara katılmasının yasaklanması turnuvaya katılacak takımların kesinleşmesine engel oldu. Yunanistan'ın cezası 12 Temmuz'da FIFA tarafından geri alındı ve bu ülke takımlarının kupaya katılmasının yolu açıldı. Ancak şike soruşturması sonucu İtalya'da alınan kararlar ile bir önceki seriyi İtalyan ligi birincisi olarak bitirmesine rağmen Juventus'un kupaya katılması engellendi. Bu tur için fikstür 23 Haziran 2006'da belli oldu. İlk maçlar 11 Temmuz/12 Temmuz; ikinci maçlar ise 18 Temmuz/19 Temmuz 2006 tarihlerinde oynandı. Bu tur için fikstür 23 Haziran 2006'da belli oldu. İlk maçlar 25 Temmuz/26 Temmuz'da; ikinci maçlar ise 1 Ağustos/2 Ağustos 2006 tarihlerinde oynandı. Bu tur için fikstür 28 Haziran 2006 tarihinde belli oldu. İlk maçlar 8 Ağustos/9 Ağustos'da; ikinci maçlar ise 22 Ağustos/23 Ağustos 2006 tarihlerinde oynandı." Bu turda elenen takımlar UEFA Kupası'ndan Avrupa Kupaları mücadelesine devam etmektedir. Bu tur için fikstür 24 Ağustos 2006' da belli oldu. Bu tur için maç günleri 12-13 Eylül, 26-27 Eylül, 17-18 Ekim, 31 Ekim-1 Kasım, 21-22 Kasım, ve 5-6 Aralık 2006'dır. 1. Torba 2. Torba 3. Torba 4. Torba Grup maçlarının tamamlanmasının ardından gruplarda ilk iki sırayı paylaşan takımlar eleme turlarına çıkmaya hak kazanırlar. Grupları 3. sırada tamamlayan takımlar UEFA Avrupa Kupalarına UEFA Kupası'ndan devam ederler. Grup sonuncuları ise elenir. Eleme turları final maçı hariç iki ayaklı eleme üsulu oynanır. "Bu tur için fikstür 15 Aralık 2006 günü belli oldu. İlk maçlar 20-21 Şubat; ikinci maçlar ise 6-7 Mart 2007 tarihinde oynandı." "Bu turun kura çekimleri 9 Mart 2007 günü Atina'da yapıldı. İlk maçlar 3-4 Nisan; ikinci maçlar ise 10-11 Nisan 2007 tarihinde oynanacaktır." "Bu turun kura çekimleri 9 Mart 2007 günü Atina'da yapıldı. İlk maçlar 24-25 Nisan; ikinci maçlar ise 01-02 Mayıs 2007 tarihinde oynandı." Son 4'e kalan takımlar ve eşleşmeler; "2006-2007 sezonu için UEFA Şampiyonlar Ligi Finali Maçı Atina Olimpiyat Stadyumu'nda oynandı". Aminoglikozit Bileşiminde yalnız aminli şekerler bulunan bakteri öldürücü (bakteriyosid) antibiyotik. Aminoglikozitler , aerob ve Gram negatif boyanan bakterilere karşı etkilidirler. Pseudomonas, Enterobakterleri, piyosiyanik basilleri ve bir ölçüde stafikokları öldürebilen antibiyotikler yer alır. İçlerinden streptomisin, kanamisin tüberküloza karşı etkilidir. Etki mekanizmaları aynıdır; bakterinin ribozom 30S alt ünitesine bağlanarak protein sentezini engellerler. Sindirim yoluyla emilmezler, bu nedenle tümü kas içine şırınga edilerek verilir. Böbrek ve içkulak için toksiktirler, bu yanetki böbrek yetmezliği durumunda artar. Neomisin B, framisetin ve paromomisin (protozoerlere etkili) gibi antibiyotikler, genel kullanımdaki toksiteleri nedeniyle yalnız yerel (lokal) olarak kullanılır ya da ağızdan alınırlar. Bağırsak mukozasınca emilmedikleri için, etkilerini burada gösterirler ve sindirim borusunun (esophagus) bazı enfeksiyonlarının tedavisinde kullanılır. Amyotrofi Amyotrofi, iskelet kaslarında görülen ve çizgili kas telinin yok olmasıyla sonuçlanabilen hacim azalmasıdır. Amyotrofi, ya kas hastalıklarında olduğu gibi kas telinin kendi hastalığından ileri gelir ya da kasların sinirsizleşmesine bağlı olarak çevre sinir sistemindeki bozukluktan kaynaklanır. Amyotrofik Lateral Skleroz Another Day in Paradise "Another Day in Paradise" Phil Collins'in ...But Seriously albümünden çıkan ilk singledir. Şarkı evsizler sorununa ilgi çekebilmek için yazılmıştır. Başarılı olan şarkı 23 Aralık 1989'da Collins'in yedinci ABD'de 1 numara olmuş singlesi oldu. Şarkı ABD'de dört hafta boyunca birinci sıradaki yerini korumuştur ve 80'lerin son birinci şarkısı olmuştur. 2001'de bir düet olarak Brandy ve Ray-J tarafından yeniden seslendirilmiş ve kaydedilmiştir. 2007 yılında da Dolapdere Big Gang şarkıyı yeniden yorumlamıştır. 1996 yılında Yeni Zelanda'lı müzisyen Inıshkea'dan 2 CD'li olarak çıkmış Panpipe Classics CD'sinin 1 CD'nin 9.şarkısındadır. Melodisinin psikolojik tedavilerde kullanıldığı bir şarkıdır. Eris Eris değişik anlamları olan bir kelimedir ve Çankırı Ulu Camii Çankırı Büyük Camii veya Sultan Süleyman Camii, Mimar Sinan dönemi yapılarından olup, Kanuni Sultan Süleyman'ın emri ile Sadık Kalfa tarafından inşa edilmiştir. Sülüs Hat'la yazılı kitabesinde; "Buyurdu yapmağa isna yılında Bunu Sultan Süleyman tali-ül hayr Münadi görecek hayretle hatmin Didi tarihi ya cami-ul hayr" dörtlüğü yazılıdır. 1522 yılında başlayan inşaatın 1558 yılında tamamlandığı bilinmekle birlikte neden bu kadar uzun sürdüğü konusunda bilgi bulunmamaktadır. Kare planlı olan Cami üzerinde ortada bir büyük tam kubbe ile bu kubbenin dört tarafında birer yarım kubbe bulunmaktadır. Bu kubbeler dört paye ve duvarlar arasındaki kemerlere oturmaktadır. Duvarları ve minaresi kesme taş, kubbe üstleri kurşunla kaplıdır. Cami'nin içi rokoko üslubu ile süslenmiş, bunların araları hat örnekleriyle bezenmiştir. Mihrab istalaktidlidir, zengin bir görünümü vardır. Minber'i taştan yapılmıştır. Kürsüsü köşeli ve gövdesi yuvarlaktır. Kapı söveleri mermer olup kemerleri kilit taşı, içleri oluklu konsol halinde çıkarılmıştır. Son cemaat yeri, dört sütuna dayanan üç kubbe ile örtülü ve iki tarafında istalaktidli mihrap nişleri bulunmaktadır. Merkez İlçe Mimar Sinan Mahallesinde bulunan Cami 1992 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore ettirilmiştir. 2012 yılında tekrar Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafında restore çalışmaları başlamış ve 2016 yılında restorasyon çalışmaları sona ermiş, ibadete açılmıştır. Analeptik Analeptik, organizmanın çeşitli organlarına gücünü ve işlevini yeniden kazandıran uyarıcı bir maddedir. Solunum analeptikleri, solunumun ritmini ve genliğini normale döndürür. Başlıcaları teofilin, lobelin, niketamit ve kafeindir. Dolaşım analeptikleri, zayıflamış kalbin kasılma gücünü ve atardamar gerilimini artırır. Bu amaçla kullanılan ilaçlar, kafur, neosinefrin, haptaminol ve benzerleridir. Randy Rhoads Randall William Rhoads, (d. 6 Aralık 1956 - ö. 19 Mart 1982), Amerikalı rock müzisyeni, besteci ve gitarist. Rhoads, Heavy Metal dünyasında, Blues ve Hard Rock tekniklerinin yanında gitar sololarına barok çağı klasik müziği katan ilk gitaristlerdendir. Çoğu bestesinde klasik müziğin tınılarını duymak mümkündür. Dünyanın en saygın tüm zamanların en iyi gitar virtüözlerinden biri olarak gösterilir. Rhoads, 6 Aralık 1956'da Kaliforniya'nın Santa Monica kentindeki, St. John's Hastanesinde doğdu. Müzik öğretmeni olan annesi Delores Rhoads'un teşvikiyle, 7 yaşında gitar dersleri almaya başladı, 12 yaşına geldiğinde, gitar çalmayı tam anlamıyla öğrenmesi ve öğretmenlerinin de ona öğretecek daha fazla bir şeyleri kalmadığı gerekçesiyle dersleri sonlandırdı. 14 yaşında annesinin müzik okulunda gitar öğretmenliğine başladı. Gitarın yanı sıra; keman, saksafon, piano, trompet gibi müzik aletleri de çalmaktaydı. Black Sabbath grubundan ayrılan Ozzy Osbourne, başlayacağı solo kariyeri için kendisine uygun bir gitarist ararken, Randy Rhoads ile tanışmıştır. Odaya bir Les Paul gitar ve Fender çalışma amfisiyle giren Rhoads, daha parmak egzersizleri yapmaya başlamıştır ki, Ozzy onu seçtiğini söylemiştir ve daha sonra bu anı, "Tanrının hayatıma girişi" olarak tanımlar. Birlikte sadece iki albüm çıkarabildiler: "Blizzard of Ozz" (1980) ve "Diary of a Madman" (1981). 19 Mart 1982 akşamı tur otobüsü, Tennesse'den Florida'ya yol alırken, Orlando yolu üzerinde klimayı tamir etmek için, Leesburg'da bir otobüs garajında mola verilmişti. Otobüs şoförü olan Andrew Aycock, aynı zamanda bir pilottu. Sabaha doğru Andrew Aycock, makyöz Rachel Youngblood ve Randy Rhoads çiftlikte duran ufak uçağa binip havalandı. Uçuş sırasında uçak, içinde diğer elemanların uyuduğu tur otobüsünü sıyırdı; otobüs devrildi, uçak ise evin yanındaki garaja girdi. Uçaktakiler olay yerinde hemen can verdi. Otobüstekiler olayı yaralanm
adan atlattı. Daha sonra yapılan incelemelerde şoförün/pilotun kanında kokaine rastlandı. Rhoads'un sonuçları negatifti ve kesinlikle uyuşturucu kullanmazdı. Hatta alkol bile kullanmazdı. İşin ilginç yanı Randy Rhoads, uçağa binmekten nefret eden, özel hava yolu firmalarının uçaklarına bile binmeyen biriydi. Randy'nin kendi ismi ile anılan Jackson marka modelleri vardır. Kendi tasarımı olan bu gitar bir tarafı kesik bir V'ye benzer. Sahnede bu gitarın yanında "Sandoval Flying V - Polka Dot", "Gibson Les Paul - Beyaz" ve "Fender USA Stratocaster" gibi gitarlar da kullanmıştır. Gitarlarında genelde Seymour Duncan ve Dimarzio manyetikler yer almıştır. Marshall marka JMP-100 ve 1959RR model amfiler kullamıştır. Onun haricinde kullandığı efektler: "MXR Distortion+" "MXR 10 band EQ" "Vox 847 Wah Wah" "MXR Stereo Chorus/Flanger" "MXR analog delay" "Roland Space Echo" "Roland fv-100 volume" ve "Zeus RR Pedalboard" Anatoksin Anatoksin veya toksoit, ısı ve formülle değişime uğrayarak tüm toksin gücünü yitiren ve zararsız antijen niteliğini bütünüyle koruyarak bağışıklık yaratabilen mikrop toksini. G.Ramon'un difteride bulup incelediği difteri anatoksini, başlangıçta difteriye tutulabilecek olan, yani pozitif Schick Tepkisi gösteren çocuklarda bağışıklık yaratmak için kullanıldı. Bugün bütün çocukların difteri ve tetanoz anatoksiniyle aşılanması zorunludur; aşılama kesin ve güvenilir bir sonuç verir. Puslu Kıtalar Atlası Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar'ın yayımlanmış ilk romanı. Mayıs 2014'te 50. baskısı yapılan kitap, ilk kez Ocak 1995 tarihinde İletişim Yayınları tarafından basıldı. Yayınlandığı andan itibaren hem içerik hem biçim olarak ilgi gördü. Birçok yeni baskısı yapıldı ve eleştirmenler tarafından olumlu değerlendirmelere tabi tutuldu. Bu kitap dolayısıyla Anar için "edebiyatın yeni soluğu" tanımlaması yapıldı. Kitap, İhsan Oktay Anar'ın bir felsefeci olduğunu göstermiş ve okuyucuya bu derinliği iletebilmiştir. Ayrıca kitaptaki düzgün ve akıcı anlatımın okuyucu üzerindeki tesiri sayesinde tarihe olan ilgi artmıştır. Kitapta kullanılan dil anlaşılır olmasına karşın çeşitli dillerden eski sözcükler de içermektedir ve bizi aşina olduğumuz bu dile karşı adeta yeniden düşünmeye sevk etmektedir. Kitap, ilk basım tarihinden 20 yıl sonra İlban Ertem'in çizimleriyle İletişim Yayınları tarafından çizgi roman olarak da yayınlanmıştır. Michaela Schaffrath Michaela Schaffrath (d. 16 Aralık 1970, Eschweiler) oynadığı porno filmlerle tanınan kadın oyuncu. Duvarcı bir baba ve ev kadını bir annenin kızı olarak Batı Almanya`da dünyaya geldi. Okulu bitirdikten sonra 10 yıl sakat çocuklarla ilgili hemşirelik yaptı. 7 Ekim 1994 yılında Axel Ulreich ile evlendi. Eşinden 2 erkek çocuğu oldu. 17 Mart 2011'de eşinden ayrıldı. 1999'da Avrupalı porno yönetmeni Harry S. Morgan, Schaffrath ve kocasının da oynadığı amatör bir porno film çekti. Daha sonra profesyonel olan Schaffrath, Gina Wild adıyla 8 filmde daha oynadı. 2000 yılında yaşadığı bir hastalık yüzünden bir süre seks kariyerine ara verdi ve 2001 yazında porno sektörüne geri döndü 2002 yılında kariyerine devam etmeye başladı. Schaffrath şu anda 44 yaşında olmasına rağmen pornoyu bırakmadı ve onu çok sevdiğini açıkladı. Şu an pornoyu bırakmak gibi bir niyeti olmayan Schaffrath ABD'de kariyerine devam etmektedir. Mohorovičić süreksizliği Mohorovičić süreksizliği, yerkabuğu ile manto arasında sismik dalgaların uğradığı değişiklik sonucu o bölgede bir değişim olduğunun saptanması sonucunda, bu duruma verilmiş olan addır. Yer bilimlerinde süreksizlikler bir yapıyı diğerinden ayıran sınırlar olarak tanımlanabilir. Süreksizlikler yerküre içinde katmanları birbirinden ayıran sınırlar olduğu gibi taş veya kaya gibi daha küçük ölçekdeki yapılarda da görülebilir. Bununla birlikte Mohorovičić süreksizliği yer kabuğu ile astenosfer arasındaki sınır olarak bilinir. Bu sınırda sismik dalgalara ait hızlar, yoğunluk ve basınç gibi fiziksel parametreler değişim gösterir. Yer kabuğundaki hızlara göre Mohorovičić süreksizliğinden itibaren sismik hızlarda %10 civarında bir artış gözlenir. ActionScript ActionScript, Flash geliştiricilerinin sunum seviyesi mantığını tasarlamak için kullandıkları nesne yönelimli programlama dilidir. Actionscript ECMAscript üzerine inşa edilmiştir, ECMAscript JavaScript'in esasını oluşturduğu için birçok geliştirici için Actionscript'i anlamak kolaydır. Actionscript Flash içerik yazarlığı esnasında kullanılan özel aksiyonları destekleyen bazı ek ECMAscript özellikleri de içermektedir Aşağıdaki kod, 0 derinliğine, [0,0] koordinatlarına, 100 piksel genişliğinde ve yüksekliğinde yazı kutusu oluşturmaktadır. Sonra codice_1 parametresine "Merhaba, Dünya" yazısını atayarak gösterimini sağlamaktadır. ActionScript 2.0 ile sınıf mantığında kod yazılacak olursa, dosya adının, sınıf adıyla (Merhaba.as) aynı olması gerekir. ActionScript 3.0 ile ActionScript 2.0 yazım şekli benzerdir. Fakat farklı olan objelerin API'leridir. Aşağıdaki kodu önceki ActionScript 2.0 kodlarıyla karşılaştırın: ActionScript 3.0 kod yazımı biraz daha kapsamlı ve geniş olabilir. Fakat anlaşılması kolaydır. Ayrıca önceki ActionScript sürümlerine oranla daha hızlı çalışır. Merhaba.as adındaki dosya içinde yer alan kodlar: Androjen Androjen, her iki cinste de bulunan ve çoğunluğu böbrek üstü bezinin kabuk kısmınca salgılanan maddeye denir. Doğal cinsellik hormonu olan testosteron, karbon 17 atomuna bağlı bir hidroksil köküyle belirgindir. Bu madde, çok etkin androjenlerin sentez yoluyla yapımına başlangıç oldu. Sonra ağız yoluyla alındıklarında bile etki gösteren androjenler yapıldı (metiltestoteron) Yumurtalıklar da tıpkı erbezleri gibi testosteron yapıcı organlardır. Ama, kadında başlıca testosteron kaynağı, böbreksütü bezi kökenli delta-4-androstenedioldur. Annenin gebelik sırasında ürettiği ya da aldığı aşırı miktarda androjen (genellikle sentez projestatif stroit hormonlar), dişi bir dölütün (XX karyotipte) dış cinsel organlarının gelişmesini erkekleştirebilir. Ergenlikten başlayarak, testosteron boyca büyümeyi, eklem kıkırdaklarının kaynaşmasını ve cinsel olgunlaşmayı etkiler. Erişkinde testosteron libidoyu sürdürür ve normal bir sperma yapımı için gereklidir. Erişkin erkekte testosteron salgısı günde 4–8 mg dolayındadır. Metobolizmaya karışan testosteronun yarısı karaciğerde parçalanarak etkisiz metabolitlere çevrilir. (17-ketosteroidler); öbür yarısı hedef organlarca, yani alıcılarca (bu hormonun seçmeli olarak etkilediği hücreler, dokular ve organlar) kullanılır. Testosteron orada 5-alfa-indirgemesine uğrar ve birçok dokuda birden etki gösterebilen dihidrotestosterona dönüşür. Erkeklerde kan dolaşında en fazla bulunan ve bu gruba giren en önemli hormon testosterondur. Steroid yapısındaki bu hormonun kökeni testislerin interstisyel dokusundaki Leydig hücreleridir. Androjen seviyesindeki değişimler erkeklerde olduğu kadar dişilerde de reprodüktif fonksiyonları (örneğin, ovulasyon oranı) etkilemektedir. Ovaryum dışında adrenal korteksten de androjen izole edilmiştir. Androjenler erkek cinsel alıcılar (prostat, atmık kanalları) ve dişi cinsel alıcılar üzerinde etki gösterir (klitorisin, büyük dudakların büyümesi). Androjenlerin etkisi aynı şekilde cinsel olmayan organların üzerinde de görülür: kollarda, ellerde ve yüzde kılların uzaması, ama saçlı deride, saçların dökülmesine yol tersine etki; kas sisteminde proteinlerin sentezlenmesi ve bünyeye katılması için uyarı; kan yapımını etkileme; kemiklerden kalsiyum, ve fosfor atılmasını önleme; hangi yaşta olursa olsun ses tonunun kalınlaşması; kadınlarda libidonun artması.Androjenler spermatogenezis, eklenti üreme bezleri fonksiyonları ve sekonder cinsiyet karakterinin devamlılığından sorumludur. Bu hormon her iki cinsiyette de östrojen üretimi için ön maddedir. Androjenle östrojen birlikte kullanılırsa menopoz sonrası dönemde bir parça yararlı olabilir, ama tedavi uzun sürerse aşırı kullanma ve sesin kalınlaşması tehlikesini de birlikte getirir.Testosteron birincil hipogonadizm hallerinde (yüksek üriner gonadotrofinlerle birlikte) ikame tedavisi sağlar. Androjenler özümletici ve ferahlatıcı etkilerinden dolayı meme kanseri tedavisinde de bazen kullanılır. Ronaldo Ronaldo Luís Nazário de Lima, "kısaca Ronaldo" (d. 18 Eylül 1976, Rio de Janeiro) santrafor pozisyonunda oynayan Brezilyalı eski futbolcudur. "El fenomeno" (fenomen) lakabıyla anılan Ronaldo tüm zamanların en iyileri arasında gösterilir. 3 kez FIFA yılın futbolcusu ödülü ve 2 kez de Altın Top ödülü sahibi olan Ronaldo, topla yaptığı hızlı koşular, topla dans edercesine attığı çalımları ve bitirici gol vuruşlarıyla 90'lı yılların sonu ve 2000'li yılların başlarına damga vurmuştur. FIFA 100 listesinde yer almıştır. PSV Eindhoven'e transfer olan Ronaldo, sırasıyla FC Barcelona,İnter, Real Madrid ve AC Milan'da forma giydi. Brezilya millî takımında 98 maçta 62 gol atan Ronaldo, Pele'den sonra millî takımda en çok gol atan 2. futbolcudur. 17 yaşında, kadronun en genç futbolcusu olarak, 1994 Dünya kupası'nı kazanan kadroda yer bulmuş fakat hiçbir maçta forma giymemiştir. Fiziksel olarak zirvede olduğu 90'lı yıllarda ilk Avrupa macerasını PSV ile yaşayan Ronaldo buradan rekor bir ücretle Barcelona'ya 1 sene sonra tekrar bir rekor ücretle FC Internazionale Milano'ya transfer olmuştur. Diego Maradona'dan sonra arka arkaya 2 kere transfer rekoru kıran ikinci futbolcudur ve bunu 21 yaşından önce yapmıştır. 23 yaşında millî takımda ve kulüp takımlarda 200 gole ulaşmıştır. 2011 yılında futbolu bırakan Ronaldo, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı iyi niyet elçiliği görevini sürdürmektedir. 1993 senesinde Ronaldo, Cruzeiro'da oynamaya başladı. 16 yaşında eyalet ligi olan Minas Gerais State Championship'te 25 Mayıs 1993 tarihinde Caldense karşısında ilk kez maça çıktı. 7 Kasım 1993 tarihinde Bahia karşısında 5 gol atarak ülkesinde dikkatleri üzerine çekti. Ronaldo 47 maçta 44 gol atarak takımın ilk kez Copa do Brasil ve Minas Gerais State Champio
nship kazanmasına yardımcı oldu. Miguel de Cervantes Miguel de Cervantes Saavedra (29 Eylül 1547 — 23 Nisan 1616), İspanyol romancı, şair ve oyun yazarıdır. Modern Avrupa'nın ilk romanı olarak kabul edilen magnum opusu "Don Kişot", Batı edebiyatının klasikleri arasında yer alır ve bugüne kadar yazılmış en iyi kurgusal eserlerden biri sayılır. Genç yaşta başladığı edebiyat hayatında denemeleri ve tiyatro eserleri ile kısa sürede tanınan bir yazar olmuştur. Ayrıca İspanyol edebiyatında roman geleneğinin başlatıcısı olarak kabul edilir. 15 Eylül 1569'da Madrid'de bir yaralama iddiasıyla Miguel de Cervantes adlı biri hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. Verilen cezaya göre sağ eli kesilecek ve 10 yıl sürgünde kalacaktı. Bir ad benzerliği söz konusu değilse bu olay Cervantes'in İtalya'ya gidişinin nedeni olabilir. 1570'te II. Selim Kıbrıs'ı ele geçirince Papa V. Pius Osmanlılara karşı birlik çağrısında bulundu. Çağrıya yalnızca İspanya ve Venedik karşılık verdi. Cervantes Roma'daki İspanyol birliğine katıldı. 7 Ekim 1571'de Osmanlı donanmasıyla Lepanto (İnebahtı) Körfezinde yapılan İnebahtı Deniz Savaşı'na katılan "Marquesa" adlı kadırgada bulunan Cervantes, iki kez göğsünden yaralandı, bir top güllesiyle sol elini kaybetti. Daha sonra Osmanlılar tarafından tutsak edilen Cervantes, 1575-1580 yılları arasında Cezayir'de esir olarak yaşamıştır. Osmanlı esaretinde bulunduğu süre zarfında 4 kez kaçma teşebbüsünde bulunduğu tahmin edilmektedir. . Hiçbirinde başarı kazanamamasına rağmen bu teşebbüsler sonucunda ceza da almamıştır. Ancak orada da dolandırıcılıkla itham edilip hapse atılmıştır. Burada yazmaya daha sıkı sarılmıştır. Yaşamının sonlarına doğru ünlü eseri "Don Quijote" (Don Kişot)'u hapishanede kaleme almıştır ve bu eseri sayesinde tüm dünyada tanınmıştır. Eserde yazarın kendi hayatıyla alay ettiği ve kahramanla aralarında çokça benzerlikler olduğu görülür. Don Kişot dünyanın en çok okunan eserlerinden biridir ve 38 dile çevrilmiştir. Bu eser hâlâ dünyanın en çok okunan romanları arasındadır. 2015 yılında Cervantes ve eşi Catalina de Salazar'a ait olduğu iddia edilen mezar yerleri Trinitarian Manastırında bulundu. Akçaabat Sebatspor Akçaabat Sebatspor, 1923'te Trabzon'un Akçaabat ilçesinde kurulan, profesyonel Türk futbol kulübü. Maçlarını Akçaabat Fatih Stadı'nda oynamaktadır. Akçaabat Sebatspor, 1923'te Trabzon'un Akçaabat ilçesinde Mehmet Ağa'nın başkanlığında kuruldu. Kulübün kurulduğu zamanki adı "Sebat İdman Yurdu" olarak kabul edildi. Altı ay sonra Mehmet Ağa'nın görevi bırakmasıyla, kulübün başkanlığına "Serdarzade Münir" getirildi. Kulüp içinde çıkan anlaşmazlıklar sonucu, takım ikiye bölündü ve "Zafer İdman Yurdu" adında bir takım kuruldu. Bu takım daha sonra tekrar Sebat'la birleşti. "Sebat İdman Yurdu", İdmanyurdu ve İdmanocağı'yla birlikte Trabzon'un üçüncü takımı oldu ve Türkiye İdman Cemiyetleri İttifakı'nın kurucu takımlarından biri oldu. Takım, II. Dünya Savaşı ve savaş öncesindeki politik gerginlik döneminde durgunluğa giren spor etkinliklerinden bu yıllarda olumsuz olarak etkilendi. Bu yıllarda İsmet İnönü, bir Trabzon gezisi sırasında kulübe 40 Lira bağışta bulundu ve kulübün fahri başkanı sıfatını kazandı. Takımın ismi 1940'da Akçaabat Gençlik, 1947'de ise Sebat Gençlik gençli olarak değiştirildi. 1968'de "Sebat Gençlik Kulübü" adıyla 3. Lige kabul edildi. Bu dönemden sonra kulüp Trabzonspor'un rezerv takımı hüviyetine büründü ve Trabzonspor'un şampiyon kadrolarında bulunan Şenol Güneş ve Cemil Usta gibi oyuncuları yetiştirdi. Ancak, bu birliktelik 80'li yılların sonlarına doğru azaldı. Sebatspor, 1977-78'de 3. Lig'de şampiyon olarak 2. Lig'e yükseldi. 1981-1982 döneminde oynadığı son üç lig maçını kaybederek, Türkiye 1. Futbol Ligi'ne çıkma hakkını; Samsunspor'a kaptırdı. 10 Temmuz 1986'da bugünkü ismi olan Akçaabat Sebatspor adıyla anılmaya başlandı. 1990-91 sezonunda 2. Lig'de sonuncu olarak 3. Lig'e düştü. Ertesi sezon yeniden 2. Lig'e çıksa da 1992-93 sezonunda "4. Klasman Grubu"nu sondan 2. bitirerek yeniden 3. Lig'e düştü. 1999-2000 döneminde Mevlüt Selami Yardım'ın başkanlığa gelmesiyle 2. Lig'e yükselme maçlarına katılmaya hak kazanan Akçaabat Sebatspor, son maçta 84. dakikaya kadar 2-0 yenik götürdüğü Balıkesirspor maçını önce beraberliğe getirip ve sonra da penaltılarda 6-4 kazanarak tekrar 2. Lig'e döndü. 2001-2002 döneminde 2. Lig 4. Klasman Grubu'nu şampiyon olarak bitiren Akçaabat Sebatspor, ekstra yükselme maçları oynamaya hak kazandı. Oynanan karşılaşmalarda yarı finalde Malatyaspor'a 4-0 yenilen Akçaabat Sebatspor Süper Lig' çıkma şansını kaybetti, ancak klasman birinciliği sayesinde 2002 yılında 1. Lig'de mücadele etmeye hak kazandı. 1. Lig'deki ilk yılında Süper Lig şansını son haftalarda kaybeden A.Sebatspor, bir sonraki yıl teknik direktör Ekrem Al yönetiminde Süper Lig'e yükselerek; Süper Lig'de oynamaya hak kazanan üçüncü ilçe kulübü oldu. Süper Lig'de ilk sezonuna kötü başlayan A.Sebatspor, uzun süre son sırada götürdüğü ligde Mehmet Birinci'nin takımın başına geçmesiyle birlikte toparlandı. Ligin son haftasında oynanan MKE Ankaragücü maçını 3-2 kazanan Akçaabat Sebatspor ligde kalmayı başardı. Ancak bu maçın devre arasında çıkan olaylar ve MKE Ankaragücü'nün sahaya çıkmak istememesi; ortamın gerilmesine neden oldu. MKE Ankaragücülü yetkililerin "Maçın devre arasında bize silah gösterdiler, bıçak çektiler" itamlarına karşı, A.Sebatspor Kulübü Başkan Yardımcısı Baki Eyüboğlu:"Bunlar çirkin ithamlar. Stada girerken herkes tek tek arandı. Üzerinde yabancı cisimle içeri girmek mümkün değil. Bırakın koridorlara, tribünlere bile silahlı veya bıçaklı kişiler sokulmuyor." dedi. Bir sonraki sene bahis skandallarıyla çalkalanan kulüp, keskin bir düşüş içerisine girdi. Aynı sene ligden düşen A.Sebatspor, 1. Lig'de iki yıl oynadıktan sonra bu ligden de düşerek TFF 2. Lig B Kategorisi 4. Grup'da mücadele etmeye başladı. Akçaabat Sebatspor, şu an yeniden yapılandırılan TFF 2. Lig Kademe 03'te yer almaktadır. 2009-10 dönemi öncesindeki Ağanoğlu yönetiminin parasal konularda önünün tıkanması sonucu, futbolculara olan borçlarından dolayı; kulüp TFF'den çıkartması gereken oyuncu lisanslarında sorun yaşamıştır. 2009-2010 futbol sezonu öncesi transfer yapması federasyon tarafından dondurulmuştur. Tüm bu olanların ardından yönetim kongre kararı almış ve yeni seçilen Cemil Kalkışım yönetimi Federasyon'a olan 303 bin TL borcu ödeyerek transferin son gününde 8 oyuncuyu transfer etmiştir. 2011-2012 sezonunda sıkıntılar yakayı bırakmamış ve 3. Lig 1.Grubu 7 puanla kapatarak sonuncu olarak tarihinde ilk defa Bölgesel Amatör Lig'e düşmüştür. Akçaabat Sebatspor son olarak 2012-13 sezonunda Bölgesel Amatör Lig'de son 5 karşılaşmasını da kazanmasına rağmen lig'de tutunamayarak Trabzon Süper Amatör Ligine düşmüştür. Krom Metalik bir element olan Krom'un atom numarası 24, atom ağırlığı 51,996'dır. Krom çok sert olması ve erime noktasının 1857 °C olması nedeniyle, metallere sertlik sağlanması ve zırhlı araç yapımı için kullanılır. En önemli kullanım alanı Nikel ile beraber paslanmaz çeliklerdedir. Oluşturdugu kromoksit tabakası çelik yüzeyini film tabakası gibi kaplar ve kimyasal korozyona karşı dayanıklılık sağlar. Krom doğada +3 yüklüdür, indirgenme reaksiyonuyla +6 değerlik alır. Toz formdaki krom, deri tabaklamada uzun yıllardır kullanılmaktadır. Deriye uzun süre dayanma özelliği kazandırır. Ayrıca 118 elementten 24. sıradadır. Latincesi Chromium'dur ve simgesi Cr'dir. Krom kandaki şekerin hücrelere aktarılmasına yardımcı olur. Krom yer fıstığı, yumurta sarısı, peynir, üzüm suyu, maya, istiridyede bulunur. Kemiklere de faydası vardır. Krom sanayi ortamında iş parçalarının hareket ettiği yataklar içerisinde aşınmasını da engellemektedir. Bir piston ve piston yatağının krom kaplama işlemi yapıldıktan sonra çalışması ile ömrü ortalama 4 - 8 ay arası artmaktadır. (Tabii ki parçadan parçaya değişir) Yani kısaca krom korozyonu da engellemekte ve kayganlığı sağlamaktadır. Bilim adamları tarafından yapılan araştırmalar sonucunda Cr+6 iyonu ve bileşiklerinin kanser yaptığı yönündeki bilgilere ulaşıldı ve IARC (International Agency for Research on Cancer) tarafından Grup 1 (İnsanlar için Kanserojen) olarak sınıflandırıldı. Katyuşa (şarkı) Katyuşa (), bir Rus şarkısıdır. Genelde halk şarkısı olarak bilinse de 1938 yılında Matvey İsaakoviç Blanter tarafından bestelenmiş sözleri ise Mikhail Isakovsky tarafından yazılmıştır. İlk kez Lidiya Ruslanova tarafından seslendirilmiştir. Bazı eleştirmenler "Katyuşa" 'nın, İgor Stravinsky'nin 1937 yılında "Chanson Russe" şekline adapte ettiği "Mavra" (1922) adlı operasına benzer tonlar taşıması nedeniyle Blanter'in kompozisyonu olmadığına inanırlar. Savaş dönemine denk gelmesi ve askerler tarafından çok sevilmesi nedeniyle o dönem Kızıl Ordu'nun kullandığı bir roket rampası olan BM-8, BM-13 ve BM-31 silahlarına da bu şarkının ismi verilmiştir. Şarkının kazaçok adıyla anıldığı da görülmüştür. Aşık olduğu askeri sabırla bekleyen küçük Katyuşa'yı anlatır. Katyuşa, Ekaterina (Yekaterina) isminin küçültmesidir. Rusça'da lakap şeklinde benzer kısaltmalar sık görülür: Natalya için Nataşa, Nataşenka, Mikail için Mişa gibi. Augustus (unvan) Augustus, zamanla Latince'de "Majesteleri" anlamını kazanmış bir kelimedir. Dişi hali Augusta'dır. Roma imparatoru Caesar Divi Filius Augustus'un onuruna, sonraki pek çok Roma imparatoru, isimlerinin başına bunu bir unvan olarak eklediler. Tıpkı Jül Sezar'ın (Julius Caesar) isminin 2.000 yıl boyunca Kayzer unvanına esin kaynağı olması gibi, Augustus ismi de bir unvana dönüşmüştür. Bu nedenle çoğu Roma imparatorunun isminin önünde Imperator Caesar Augustus tamlaması görülür. Stel Stel veya stela, dikilmiş, yüksekliği eninden uzun yekpare bir taştan oluşan bir yapıttır. Sözcük Yunanca "stele" yani "(dikili) duran blok"tan gelir. Ahşap olanlarına da rastlanmıştır. Stelin farklı şekillerde kullanılan farklı tipleri vardır. Örneğin özellikle Antik Yunan'da rastlanan mezar taşı mahiyetinde stel
ler vardır. Bunlara "mezar steli" de denir. Amarna'da ise sınırı işaretleyen Akhenaten steli bulunur; steller sınır işaretleri olarak da kullanışmılardır. Bunların dışında askeri zaferleri anan steller de mevcuttur. Mezopotamya'da da salt anıt mahiyetinde, çoğunlukla kral buyruklarının yazılı olduğu steller bulunmuştur. Steller Antik Yakın Doğu, Yunanistan ve Mısır ve bunlardan bağımsız olarak Çin, bazı Budist kültürleri ve Mezoamerikan uygarlıklarda bulunmuştur. Antik Mısır ve Orta Amerika'dan kalan büyük sayılarda steller bu uygarlıklar hakkındaki en büyük ve önemli bilgi kaynaklarından biridir. Stellerin üzerindeki yazı ve çizimler o zamana ve uygarlığa dair önemli bilgiler verir. Vincenzo Montella Vincenzo Montella (d. 18 Haziran 1974; Pomigliano d'Arco, Campania), İtalyan eski millî futbolcu, teknik direktör. Serie A ekiplerinden Milan'nın teknik direktörüdür. Montella futbolculuk kariyerine o zamanlar İtalya'nın 3. Ligi'nde oynayan Empoli'de başladı. 1996 yılında Serie B'de oynayan Genoa'ya geçti. Gittiği ilk sezonda attığı 21 gol Serie A kulüplerinden Sampdoria'ya transfer olmasını sağladı. 1999 yılında Sampdoria küme düşünce 15,3 milyon £ karşılığında AS Roma'ya transfer oldu. 2001 yılında AS Roma'nın Serie A'yı kazanmasında rol oynadı. Montella İtalya millî futbol takımı formasını ilk defa 5 Haziran 1999'da Galler karşısında giydi. İtalya'nın 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası ve 2002 FIFA Dünya Kupası kadrolarında yer aldı. Montella en iyi performanslarından birini Mart 2002'deki Roma derbisinde Lazio'ya karşı koydu. AS Roma ezeli rakibi Lazio'yu 5-1 ile geçerken Montella'nın 4 golde imzası vardı. Onun için 2005-06 sezonu pek parlak geçmedi. Omzundan geçirdiği sakatlık nedeniyle sadece 12 maçta forma giyebildi. 21 Şubat 2010 tarihinde AS Roma kulübünden yapılan resmî açıklamayla Claudio Ranieri'den boşalan teknik direktörlük pozisyonuna getirilmiştir. 9 Haziran 2011'de ise Calcio Catania'nın teknik direktörü oldu. 2012'de ise Prandelli'nin İtalya millî futbol takımının başına getirilmesinin ardından Fiorentina'nın başına getirildi. Guy Goma Guy Goma (d. 1969) 8 Mayıs 2006'da İngiliz haber kanalı BBC'ye bir internet dergisi editörünün yerine yanlışlıkla canlı yayın konuğu olarak çıkartılan Kongolu taksi şoförü. Canlı yayın başlarken, sunucunun kendisini yanlış takdimi sırasındaki yüz ifadesi ve sonra durumu idare etmeye çalışması ile beğenilmiş ve ardından birçok teklif almıştır. Son Mektup (şarkı) Son Mektup, bestesi Yıldırım Gürses'e, güftesi ise Aydın Ünsal'a ait olan Klasik Türk müziği şarkısı. Bazı kaynaklarda "Anla artık anla beni" diye de isimlendirilir. Nihavend makamındaki şarkının usulü ise sofyandır. Yıldırım Gürses'e ait olan bu beste daha sonra Galatasaray tribünleri tezahüratlarında kullanılmıştır. Bunlardan en önemli iki tanesi Taçsız Kral Metin Oktay ve Kupa Bizim Müzemizde (Sana Göre Tesadüftü)'dir. Yıldırım Gürses, Metin Oktay'a ithafen, "Metin'cim sen bizim sadece Galatasaray değil, Türk futbolundaki gururumuzsun. Senin oynadığın o güzel futbolla, benim Son Mektup bestem Galatasaray tribünlerinde birleşti. Benim müzikteki senin de futboldaki başarın kuşaklar boyu devam etsin inşallah, saygılarla" diyerek konu hakkındaki görüşlerini ifade etmiştir. Cemal Reşit Rey Cemal Reşit Rey (25 Ekim 1904, Kudüs – 7 Ekim 1985, İstanbul), Türk Beşleri arasında yer alan Cumhuriyet tarihinin ilk kuşak bestecilerinden, Onuncu Yıl Marşı, Lüküs Hayat opereti gibi ünlü eserlerin yaratıcısıdır. Cemal Reşit Rey sarayla yakın ilişkileri olan, son Osmanlı ailelerinden birinin oğluydu. 25 Eylül 1904'te Kudüs'te doğdu. Babası Ahmet Reşit Rey, o dönemde Kudüs'e mutasarrıf olarak atanmıştı. Cemal Reşit'in müziğe yeteneği o yıllarda ortaya çıktı. Diğer çocuklar sokakta oynarken o bulduğu bir akordeonu çalmaya ve ondan çıkan sesleri taklit etmeye çalışıyordu. Beş yaşındayken ailece İstanbul'a geldiler. Burada bir yandan ilkokula giderken, bir yandan da piyano çalışmaya başlar. Galatasaray Lisesi'nde okumaya başladığı yıllarda babasının politik durumu nedeniyle 1913 yılında zorunlu olarak Paris'e taşınırlar. Burada özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Raymond Poincaré aileye sahip çıkar. Birinci Dünya Savaşı'nın başlamasına çok az zaman vardır ve Cemal Reşit Bey ve ailesi dünyanın kültür başkenti Paris'te yaşamaya başlarlar. Cemal Reşit Bey daha çocuk yaşlarında Gustav Mahler'i orkestra yönetirken görecek, konservatuvarda onu müdür ve ünlü besteci Gabriel Faure dinleyecektir. Faure onu dinledikten sonra ünlü pedagog Marguerite Long'a telefon açar ve der. Sonra babasına dönerek diye onun müzik dehasını hemen keşfeder. Claude Debussy'nin öğrencisi, Maurice Ravel'in en yakın dostlarından ve eserlerini en iyi yorumlayan piyanistlerden biri olan Marguerite Long, 19 yaşına kadar hiç para almadan Cemal Reşit'in eğitimi ile yakından ilgilenir. Cemal Reşit Bey ve ailesi, savaş başlayınca Paris'te uzun süre kalamazlar. Cenevre'ye yerleşirler. Cemal Reşit eğitimine burada Cenevre Konservatuvarı'nda devam ederken, normal lise eğitimini de sürdürür. Konservatuvarın ustalık sınıfına kadar yükselir ancak 1919'da babası dahiliye nazırlığına atanınca İstanbul'a gelirler. Baba oğlunu hemen İstanbul'da bir piyano öğretmenine götürür. Ancak çocuğun piyano bilgisi öğretmeninkinden fazladır. Cemal Reşit bu kez tek başına Paris'e eğitime gönderilecek, tekrar Marguerite Long'la çalışmaya başlayacaktır. Konservatuvarda Gabriel Faure'den müzik estetiği dersleri alır. Besteci, piyanist ve orkestra şefliği üzerinde eğitim görür. Daha okul yıllarında besteleriyle ilgi çekmeye başlar. Cumhuriyet'in 10. yıl kutlamaları için 1933'te bir marş yarışması düzenlenir. Cemal Reşit Rey, güftesi Behçet Kemal Çağlar ve Faruk Nafiz Çamlıbel'e ait olan şiir üzerine bir beste yapmaya karar verir. Uzun süre uğraşıp, herkesin coşku ile birlikte söyleyeceği bir marş oluşturmaya çalışır. Ancak ağabeyi Ekrem Reşit'e yaptığı çalışmayı bir türlü beğendiremez. Sonunda Cemal Bey'in aklına mehter ritmi gelir ve besteyi yapar. Herkesin rahatlıkla söyleyebileceği bir eser çıkar ortaya. Ankara'da eseri piyanoda çalarak kendi seslendirir. Marşı değerlendirecek olan heyet, Cemal beyin "Cumhuriyet" sözcüğünde majörden minöre geçildiğini, bunu da cumhuriyeti küçük düşürmek için yaptığını iddia eder. Cemal Reşit şöyle cevap verir: "Minör küçük anlamına gelir ama müzikte bu anlamda kullanılmaz. Beethoven'in Napoleon'un kahramanlıkları için yazdığı Eroica'nın ikinci bölümü de do minör tonundadır." Jüride bulunan bir başka kişinin, bir kahramanlık öyküsü olan Marseillaise'in de minör tonundan olduğunu söylemesiyle durum tatlıya bağlanır. Türkiye Cumhuriyeti'nin 10. Yıl Marşı böylece ortaya çıkmış olur. Cemal Reşit Rey, operet yazmaktan ve ağabeyi ile sahne sanatçıları ile birlikte yaşanan anılardan her zaman en sıcak biçimde söz etmişti: "Zarafet, incelik, nükte, hoşgörü... Bir sırada elli kişi oturmuş ve elli kişi de gülüyorsa bu bir sosyal hadisedir. Operet bestelediğim yıllar hayatımın en zevkli, en neşeli yıllarıdır. Sahne sanatçıları ile kısa sürede kaynaşmıştık. Onlarla konakta buluşur, şarkılar söyler çalışırdık. rahmetli biraderimin ölümü ile operet devri benim için kapanmış oldu." Cemal Reşit Rey, 1932-1942 yılları arasında ağabeyi Ekrem Reşit Rey'le birlikte operet ve revü müzikleri besteler. Cemal Reşit Bey, bir yandan ciddi klasik eserlerini yazarken, ağabeyi ile birlikte Viyana, Paris havasını İstanbul'da yaşatmaya çalışmakta, sahneye konulan her oyun İstanbul'da büyük sükse yapmaktadır. Cemal Reşit Rey'in bu popüler çalışmaları kimi klasik müzik sanatçısı tarafından onun zamanını boşa harcaması olarak görülmesine rağmen, Cemal Bey bu çalışmaları hiçbir zaman küçümsememiş, sanat ve eğlenceyi düzeyli biçimde bir araya getiren operet ve revülerinden hep sevgi ile söz etmiştir. Rey Kardeşler'in ilk operet çalışmasını dönemin Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Muhsin Ertuğrul ve İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ talep eder. "Üç Saat Opereti" bu istek üzerine yazılır. Beş ay süreyle kapalı gişe oynayınca, Muhsin Ertuğrul gelecek sezon için onlardan yeni bir müzikal talebinde bulunur. İkinci operet Lüküs Hayat olur. Rey Kardeşler'in yazdıkları operetler içinde en beğenileni her zaman "Lüküs Hayat" olmuştur. Üçüncü yıl için yazılan operet "Deli Dolu" olur. Deli Dolu'da ana fikir iki yüzlülüktür. Eserde orkestrayı dönüşümlü olarak Hasan Ferit Alnar ve Cemal Reşit Rey yönetirler. sahnede kullanılan karikatürler Cemal Nadir tarafından çizilir. Deli Dolu'nun ilk orkestrası mali sıkıntılar dolayısıyla 10 kişiliktir. 1979'da İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından sahnelenirken Cemal Bey, orkestrayı yetmiş kişiye çıkartır. 1937'de "Hava Civa" yazılır. Eserin ilk temsili 1943 yılında Avni Dilligil yönetiminde Ses Operet ve Tiyatrosu'nda yapılır. Ancak savaş yılları ekonomik krizi de beraberinde getirmiş ve eser daha küçük bütçeli olarak sahneye konulmuştur. Eserin baş kadın oyuncusu Semiha Berksoy'dur. Rey Kardeşler'in bu operetlerin dışında revü çalışmalarında vardır. "Adalar", "Alabanda" ve "Aldırma". Bunlardan Alabanda'da Safiye Ayla oynamıştır. Cemal Reşit Rey'in ağabeyinin ölümünden sonra operet çalışmaları biter. Ailede birbirinin arkasına gelen ölümler ve maddi sıkıntılar sonucu satılan konaktan kalan para ile taşındığı Serencebey'deki küçük apartman dairesindeki yalnız yaşam, yaşlılık dönemindeki Cemal Reşit Rey'i sanat dünyasından da uzaklaştırmıştır. 60'lı yılların sonlarında Haldun Dormen onu ziyarete gider ve birlikte yeni bir operet çalışması yapmalarını önerir. Ağabeyinin ölümünden sonra operetlere veda eden Cemal Bey, şarkı sözleri için Erol Günaydın'la çalışmaya razı olur. "Yaygara 70" isimli oyun büyük bir başarı kazanır. Ardından aynı ekiple "Uy Balon Dünya" isimli yeni bir çalışma daha yapılır ancak çok başarılı olmaz. 1971 yılında son opereti olan "Bir İstanbul Masalı"nı besteler. 1985'te "Lüküs Hayat" 51 yıl aradan sonra yine aynı sahnede İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda sahnelenecektir. Cemal Bey, gala gecesi için öz
el olarak hastaneden çıkarılır ve Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'na getirilir. Eser yıllar sonra yine büyük bir başarı kazanmıştır. Haldun Dormen ve Gencay Gürün onu alkışlar arasında sahneye çıkarırlar. Seyirci onu dakikalarca ayakta alkışlar. Bu onun son sahneye çıkışı olacaktır. Ertesi gün tekrar hastaneye yatırılır ve buradan ikinci çıkışında Edirnekapı'daki aile mezarlığına defnedilecektir. Cemal Reşit Rey’in ayrıca üç müzikal komedisi (revü’sü) vardır. Gabriel Batistuta Gabriel Omar Batistuta (d. 1 Şubat 1969), Arjantinli eski futbolcudur. FIFA tarafından yaşayan en iyi 125 futbolcu arasına seçilmiştir. Serie A'da 1991-2003 yılları arasında oynadığı 318 maçta attığı 184 gol ile ligin kurulduğu tarihten bu yana en fazla gol atan 8. futbolcu unvanına sahiptir. Ayrıca Arjantin millî futbol takımında attığı 56 gol ile Messi'den sonra en fazla gol atan ikinci futbolcu unvanını da elinde bulundurur. Profesyonel futbol hayatına 1988 yılında ülkesinde Newell's Old Boys takımında başlayan Batigol, 1989-1990 sezonunda River Plate, 1990-1991 sezonunda ise Boca Juniors'ta oynadı. 1991 yılında ACF Fiorentina kulübüne geçen Batistuta, 1993'de Fiorentina'nın Serie B'ye düşmesine rağmen takımdan ayrılmadı. Takımının Serie A'ya geri yükselişinde büyük rol oynayarak taraftarlarının sevgilisi haline geldi. 2000'e kadar ACF Fiorentina'da oynayan Batistuta artık ACF Fiorentina'nın sembol futbolcularından biriydi. AS Roma'yla anlaşan Batigol Roma'daki ilk sezonunda Serie A şampiyonluğu yaşadı. Kısa bir süre FC Internazionale Milano'da oynayıp AS Roma'ya geri dönen Batigol 2003'te Katar'ın Al-Arabi takımına transfer oldu ve profesyonel futbolculuk kariyerini 2006 yılında orada noktaladı. Arjantin millî futbol takımı formasını ilk kez 27 Haziran 1991'de Brezilya karşısında giyen Batistuta, millî formayla ilk iki golünü 8 Temmuz 1991'de 3-0 kazanılan Venezuela maçında kaydetti. 78 defa giydiği millî forma altında 56 gole imza atarak millî takımın en golcü futbolcusu unvanını elde eden Batistuta, 3 ayrı FIFA Dünya Kupası'nda da gol atmayı başarmış isimlerin arasına girmiştir PSV PSV ya da tam adıyla Philips Sport Vereniging (Türkçe: "Philips Spor Birliği"), 31 Ağustos 1913'te Philips işçileri tarafından kurulan bir spor kulübüdür. Ama kulüp en fazla başarıyı futbol şubesinde yakalamıştır. Hollanda'da Ajax ve Feyenoord ile birlikte Hollanda'nın en başarılı 3 takımdan biri olan PSV, en son 2014-15 sezonunda lig şampiyonu olmuştur. 1988'de de UEFA Şampiyonlar Ligi'ni kazanarak Avrupa'nın en büyüğü olma başarısını göstermiştir. PSV yetiştirdiği oyuncuları büyük paralar karşılığı Avrupa'nın ünlü kulüplerine satmasıyla bilinir. 12 – 12'nci adam(Taraftarlar için) 99 – Phoxy (Maskot) Aydın Karabulut Aydın Karabulut, (d. 25 Ocak 1988, Berlin) Almanya'da yetişmiş Türk futbolcudur. Karabulut, Almanya'nın başkenti Berlin'de dünyaya geldi. Küçük yaşta Hertha Berlin altyapısında futbola başladı. Burada kendini göstererek genç millî futbol takımına kadar yükseldi. 2005-06 sezonu ortasında Beşiktaş'a transfer oldu. Ancak teknik direktör Jean Tigana'nın isteği ile ilk sezonunun büyük bölümünü PAF takım ile geçirdi. 2008-2009 sezonunun ara transfer döneminde Yusuf Şimşek karşılığında Bursaspor'a gönderilmiş,ancak Bursaspor'da oynamak istemediğini belirterek 1.000.000 Euro karşılığında Beşiktaş'a geri dönmüştür. Ama haziran transfer döneminde Ankaraspor'un oyuncusu Erhan Güven ile takas edilmiştir.Ankarasporun küme düşmesiyle futbolculara 15 günlük transfer döneminde Ankaragücü'ne geçmiştir. 2010 yılında Bucaspora 1 yıllına kiralanmıştır. 2010-11 sezonunu Kardemir Karabükspor'da geçirdikten sonra 2011-12 sezonun başında 1. Lig'in yeni ekiplerinden Göztepe'ye transfer olmuştur. Göztepe'de bir başarılı sezon geçiren Aydın, Elazığspor'un dikkatini çekmiştir. Elazığspor tarafından denenmelere alınmış bu deneme antrenman ve maçlarında gösterdiği olumlu performanstan dolayı bu takımda kalmıştır. 6 Eylül 2013'te Sivasspor'a transfer oldu. 2014-15 sezonu öncesi transfer döneminde Bursaspor ile 2 yıllık sözleşme imzalamıştır. 2017-18 sezonu başında bonservis bedeli olmadan Antalyaspor'a transfer oldu. 8 kez U-18, 5 kez de U-19 olmak üzere toplam 13 kez millî formayı giymiş ve bu maçlarda 2 gol atmıştır. ümit millî takımında ise 4 gol ve 6 asist yapmıştır. Grigoriy Gurkin Grigoriy Gurkin (Rusça: Гуркин, Григорий Иванович ), (d. 1870 - ö. 1937), Türkçe ön adı ile Çoros Gurkin, Sadece Altay Türklerinin değil Sibirya’daki bütün Türk boylarının çok iyi tanıdıkları ve hatta efsaneleştirdikleri bir önderidir. Onu dünyaya tanıtan ressamlığı olsa da Çoros Gurkin aynı zamanda bir Türkolog ve etnograftır. Günümüz Sibirya Türkleri için Gurkin’in başka bir önemli yönü de bağımsızlık kahramanı olmasıdır. Gurkin 1870’te Gorno-Altay’da Biyskte Ulalu Curt’a bağlı Caş Tura’da doğmuştur. Misyonerlerin Altay’da açtığı okulu bitirmiştir. 1897’de Petersburg’daki resim akademisine gitmek için çalışsa da geç kaldığı için kabul edilmemiştir. O Ulala ve Biysk yerleşimlerinde çalıştı . Ressam İ.İ. Şişkin ile tanışan Gurkin 8 ay kadar onunla birlikte kalmış ve ondan ders almıştır. 1899’da Petersburg Resim Akademisine sınavsız alınmıştır. 4 yıllık eğitimini tamamlayan Gurkin, daha sonraları Altay Masallarını derlemeye başlar. 1926 yılında Rus şair G.Vyatkin ile birlikte Altay Masallarını yayımlar. (G.Vyatkin, Ç. Gurkin, Altayskie Skazki, Novosibirsk 1926) 4000’e yakın eseri bulunan Gurkin’in en önemli eseri ise “Han Altay” adlı tablosudur. 1907’de yaptığı bu resim yüzünden 1937’de “Pantürkist ressam” olarak suçlanır ve öldürülür. 1917 devriminden sonra Gurkin ve Altaylı aydınlar Ruslara karşı çalışmalara girerler. Sibirya’daki bütün Türk boylarını içine alacak “Karakorum” adında bağımsız bir devlet kurmaya niyet ederler. Hatta bu amaçla küçük bir ordu oluştururlar. Bu girişimin devamı gelmeyince Gurkin 1919 yılında önce Moğolistan’a daha sonra ise 1921 yılında onu bağırlarına basacak olan Tuvalıların arasına gider. Gurkin’in Sibirya Türkleri için düşündüğü devletin içinde Tuvalılarda bulunmaktaydı. 1940 lara kadar devam eden “Pantürkist” hareketin ilk yolbaşçılarından olan Gurkin bu gün sadece Altaylılar tarafından değil Tuvalılar tarafından da bu yüzden sevilmektedir. Первым лауреатом республиканской премии Г. И. Гуркина в 1992 году стал график и живописец, член Союза художников России (с 1971 г.), заслуженный художник РСФСР (с 1982 г.), народный художник Республики Алтай (с 2004 г.), лауреат премии имени Ленинского комсомола Алтая (с 1960 г.) И. И. Ортонулов. Вестник Горно-Алтайска. 2013. 27 марта. № 13 (543). С. 9. Han Altay “Han Altay”, Grigoriy Gurkin'in (1870 - 1937), yaptığı en önemli tablosunun adıdır. Gurkin, 1907’de yaptığı bu resim yüzünden 1937’de “Pantürkist ressam” olarak suçlanır ve öldürülür. Atatürk Oratoryosu Op. 13 Atatürk Oratoryosu, Nevit Kodallı tarafından, Cahit Külebi'nin "Atatürk Kurtuluş Savaşında" adlı eserine dayandırılarak soprano, tenor, bariton, koro ve büyük orkestra için bestelenmiş bir destan oratoryosudur. Cumhuriyet Dönemi'nin en önemli müzik yaratıları arasında yer alır. Ankara Devlet Konservatuvarı'da edebiyat öğretmeni olan Külebi, öğrencisi Nevit Kodallı’nın isteği üzerine librettoyu 1950’de yazmış; Kodallı Paris’te öğrencilik döneminin sonunda kendisine ulaşan metni bestelemeyi 1951 sonunda tamamlamıştır. İki sanatçı eseri “"Atatürk'e, birlikte savaşanlara ve çocuklarına"” ithaf etmiştir. Eser, ilk olarak 9 Kasım 1953'te Ankara Devlet Operası solistleri ve Hans Herner yönetimindeki Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından Ankara'da seslendirilmiştir. Bu seslendirme, Atatürk'ün naaşının, Ankara Etnografya Müzesi'nden, Anıtkabir'e nakledilmesinden bir gün önceye denk gelmektedir. Oratoryo daha sonra pek çok Türk operası tarafından icra edilmiştir. Konusu I. Dünya Savaşı'nın hemen bitiminde büyük yabancı güçlerin Türkiye'yi a istilası ile başlar. Atatürk'ün önderliği ve kumandası altında milletçe Kurtuluş Savaşı'nın kazanılması, istilacı güçlerin ülkeden kovulması, Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulması ve çağdaşlaşması anlatılır. Epilog ve Prolog ile birlikte 13 parçadan oluşur. Prolog, Türkiye'nin güzelliklerini dile getirir ve derin bir yurt sevgisini anlatır. II. ve III. Parçada I. Dünya Savaşı sonu yurdun bitkin hali, düşmanlarca her yerinin istilası ve acılar dile getirilir. IV. parça halkın kendilerini kurtarması için padişahlara seslenişidir. V. Parça halkın Çanakkale Savaşı zaferlerinin galip kumandanı Mustafa Kemal Paşa' ya kendilerini kurtarması için türkülerle seslenişidir. Kuşun kanadında türküler Kemal Paşa'nın gönlüne varır. VI. Parça, İstiklal Savaşı'nı başlatmak üzere Samsun'a çıkış, çoşkuyla karşılanma anlatılır. VII. parça, Sivas ve Erzurum kongreleri ile Kurtuluş Savaşı'nın başlamasını anlatır. VIII. parça, ulusun kendine ve Kemal Paşa'ya güvenini yansıtan bir yiğitlemedir. IX. parça, Birinci ve İkinci İnönü Meydan savaşlarını dile getirir. X. parça, Türk ordularının savaştaki yüksek moralini, kahramanlıklarını anlatır. XI. parça, Büyük Taarruz ile başlayan Büyük Meydan Savaşı sonucu zafere kavuşmayı, yurdun kurtuluşunu dile getirir. XII. parça, Atatürk’e duyulan şükran ve devrimlerle Türk milletinin yükselişini anlatır. XIII. parça (Epilog), Türk ulusunun her an her yerde onu hatırladığını, sonsuza dek yaşayacağını anlatır. Prens (kitap) Prens (İtalyanca özgün adı Il Principe), Floransalı yazar Niccolo Machiavelli tarafından yazılmış politika hakkında bilimsel bir incelemedir. Asıl adı ""De Principatibus" (Prenslikler Hakkında)" olup 1513 yılında yazılmasına rağmen 1532'ye kadar, yani Machiavelli'nin ölümünden 5 yıl sonrasına kadar basılamamıştır. Yaşadığı süre boyunca yayımlanmamasına rağmen Machiavelli'in en bilinen eseri sayılır ve daha sonra ortaya atılan "Makyavelist düşünce" teriminin temelini oluşturur. "Prens"'te anlatılan görüşler okuyana uç noktalarda gelebilir, fakat eserin Floransa'da süren kargaşa sırasında yazılmasından dola
yı Makyavel ancak mutlak güç sahibi kararlı bir yöneticinin bütün sorunları aşabileceğini düşünür. "Prens"'te dile getirilen görüşler genellikle bir hükümdarın saltanatını ayakta nasıl tutabileceği ve hükümdarlığını nasıl daha da güçlendirebileceği üzerinedir. Makyavel'e göre ahlaki ilkeler her özel durumun ihtiyaçlarına tamamen teslim olmalıdır. Bu yüzden, Prens gücünü koruyabilmek için gerekirse her şeyi yapmaktan çekinmemelidir. Makyavel, bir hükümdarın asıl gücünü sevilmekten çok korkutmaktan alması gerektiğini söylerken gene de kendinden nefret ettirmemesini öğütler. "Prens" açılış bölümünde, çeşitli prenslikleri (yeni kurulmuş ya da babadan oğula geçmiş) yönetmeyi sağlayacak etkin yöntemleri anlatır. Floransa aristokrasisinden olan Makyavel bir devleti ele geçirmenin, yönetmenin ve korumanın en iyi yollarını okuyucuya anlatır. Bu bakımdan yöntemler savaşı ve acımasızlığı telkin eder. Daha sonra, Cesare Borgia'nın ilham kaynağı olduğu ideal prensin sahip olması gereken özellikleri anlatır. Günümüzde yazılan modern liderlik metinlerinin birçoğu bu bölüme gönderme yapmaktadır. Etkili bir politik liderin özellikleri şöyle sıralanabilir: Makyavel'in etik ve politika arasında kurulacak bağlantıya fazla aldırış etmediği görünür, bu da çağdaşlarından tepki toplar. Prens merhametli, güvenilir, karşısındakini anlayan, dürüst ve güvenilir görünmeye çalışmalıdır. Fakat aslında Prens'in kudreti onun gerçekten merhametli olmasına çok az izin vermelidir. Son bölümler İtalya'nın o zamanki durumuyla ilgili duyulan endişeleri dile getirir (İtalya'nın barbarlardan kurtarılması için teşvik edilmesi gibi). "Prens"in politika hakkında yazılmış en etkileyici kitap olduğu kabul edilir. Beş yüz yıl öncesinde yaptığı insanlığın halleriyle ilgili gözlemleri bugün için de geçerli sayılabilir. Bu kitabı güç kazanması ve bu gücü tutması için Medici Ailesi'ne yazmıştır. Günümüzde "Prens" kelimesi insanları tarafından sevilen görkemli bir adam çağrışımı yapsa da, Makyavel'in prensleri bu anlamda romantik değillerdir ve gücünü korumak için sürekli savaşan kişilerdir. "Prens"'te anlatılan yöntemlerin birçoğu zamanında olduğu gibi günümüzde de uygulandığı görünmektedir. En başta, Makyavel varolan bütün devletlerin ve idarelerin ya Prenslik ya da Cumhuriyetle yönetildiğini söyler. "Prens"'te sadece Prenslik konusuyla ilgilenmiş, Cumhuriyet kısmını diğer eserlerinden birinde ("Discourses") incelemiştir. Prensliklerin ilk türünün halihazırda var olan ve babadan oğula geçen, ikinci türünün de yeni kurulmuş ya da geniş bir büyüme göstererek karma halini almış olanlar olduğunu söyler. Prenslik, hükümdarının prens olduğu servet ya da güçle elde edilen bir devlettir. Bütün prenslik türleri içinde uzun yıllar babadan oğula geçen prenslikler, geçmişte kazanılan bir aile başarısı taşıdığından yönetmesi en kolay olanıdır. Kalıtsal prensliklerde insanlar kendiliğinden prense bağlı olacaklardır, çünkü o geçmişten gelen bir soyu temsil etmektedir ve insanlar onun soyadına alışmıştır, bu yüzden halk ona doğal bir eğilim gösterecektir. Eğer dışarıdan bir güç tehdit ederse, güç kolayca toparlanabilir çünkü insanların yöneten aileyle ortak bir geçmişi vardır. Yazarın kitabındaki düşüncesi "Korkulan" ama nefret edilmeyen bir hükümdar olmaktır. Detaylı bir şekilde tarihsel örneklerle açıklamalara yer verdiği konu, kesinlikle üzerinde vakit ayırılması gerekli bir konu başlığıdır. ".."Ve insanlar kendisini sevdiren birinden çok,kendisinden korkulan birine zarar vermeyi pek göze alamazlar"..." Prens dünyaya yön veren bir kitaptır. İtalyan yöneticilerden sonra diğer Avrupa ülkelerine de bir düşünce akımı yaymıştır ve hala önemli devlet eleştirilerinin arasına girmektedir. Bell UH-1 Iroquois Bell firması tarafından üretilen askeri amaçlı taşıma helikopteri. UH-1 Iroquois adıyla bilinir. Türkiye'de halk arasında Pat Pat olarak anılır.İlk başta askeri amaçlarla üretilmiş bir helikopter olsa da beklenenden çok daha büyük bir ilgi görmüş ve sivil amaçlar için de kullanılmıştır.Dünyanın en "ünlü" helikopterlerinden biri olmakla birlikte artık kullanım devrini yavaş yavaş kapayan bu helikopter birçok pilotun vazgeçilmezi olmaya devam edecektir. UH-1'in iskelet yapısı Bell Model 204'e dayanır. Helikopter arama kurtarma, nakliye ve pilot eğitimi görevlerinde kullanılmak üzere tasarlanmıştır. İlk uçuşunu 22 Ekim 1956'da yapan UH-1'ler 1959 yılında Amerikan Ordusu'nun hizmetine girmişlerdir. "Tüm zamanların En İyi Helikopterleri" belgeselinde, en iyi helikopter seçilmiştir. UH-1'ler başarılı Bell helikopterleri serisinin öncüsüdür. Vietnam Savaşı'nda kullanılmak üzere tasarlanan UH-1B modelinde kabin, 9 asker veya 3 sedye alacak şekilde genişletilmiştir. Vietnam Savaşı'nda üretiliş maksatlarının dışında piyadelere yer desteği verme ve keşif görevlerinde de kullanılmışlardır. Bu yüzden çok yüksek kayıplar vermişlerdir: ölen pilot sayısı 2.002 iken kaybedilen helikopter sayısı yaklaşık olarak 5.000 adettir. 2004 yılında Amerikan Ordusu bütün UH-1'leri UH-60 Blackhawk(Karaşahin)'larla değiştirmiştir. 2004 yılından sonra Amerikan Ordusu sadece şu dört helikopteri kullanacağını açıklamıştır:AH-64 Apache, CH-47 Chinook, OH-58 Kiowa ve UH-60 Blackhawk.Amerikan ordusunda UH-1'lar hala eğitim amacıyla ve hava ambulansları olarak kullanılmaktadır. Avustralya Ordusu da birkaç yıl önce son UH-1 helikopterini yaptığı bir törenle emekliye ayırmıştır. Huey Helikopteri, "Huey 800" veya "Bell 204/205",Bell Huey helikopter ailesinin bir mensubudur. Bu helikopter,bir askeri helikopterdir ancak sivil kullanım için çevrilmiş biçimleri de mevcuttur. Örneğin,UH-1 Iroquois,bu helikopterin sivil versiyonlarındandır. Bell Helicopter firması tarafından,1952 yılında tasarımı başlamış,1956'da satışa çıkmıştır. En yaygın kullanımı,Amerikan askerleri tarafından,özellikle MAC-V,SOG ve USMC tarafından,Vietnam Savaşı sırasında bolca kullanılmış,yaklaşık 7,000 "Huey",kullanıma alınmıştı. Silah motoru olarak, İkili Sistem kullanılmış,bununla birlikte,Amerikan askerlerinin koduyla,"The Huey's,raises hell."* Eklenilen ve dünyada ilk kez denenen İkili Sistem motoru,saniyede 780 mermi atarak aralıksız mermi yağdırabiliyorken, mermileri de .55 kalibrelik mermileri ile kısa sürede ölüm saçıyorlardı. KVO askerlerinin en büyük korkularından biri olan bu helikopterler, Vietnam Savaşı'nın en etkili aktörlerindendi. UH-1'ler; Afganistan, Arnavutluk, Avustralya, Avusturya, Bahreyn, Bangladeş, Belize, Bolivya, Bosna-Hersek, Brezilya, Brunei, Myanmar, Kamboçya, Kanada, Şili, Kolombiya, Kosta Rika, Dominik Cumhuriyeti, Kamboçya, Ekvador, Etiyopya, Almanya, Yunanistan, Gürcistan, Guatemala, Honduras, Endonezya, İran, Irak, İsrail, İtalya, Jamaika, Japonya, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Makedonya, Meksika, Fas, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, İtalya, Pakistan, Paraguay, Papua Yeni Gine, Filipinler, Tayvan, Suudi Arabistan, Senegal, Singapur, Sırbistan, Somali, Güney Kore, Vietnam, İspanya, İsveç, Tanzanya, Tunus, Türkiye, Uganda, Birleşik Arap Emirlikleri, ABD, Uruguay, Venezuela, Yemen, Zambiya, Zimbabve tarafından halen kullanılmaktadır. Mississauga Mississauga "(Okunuşu Misisavga)" Kanada'nin altıncı en büyük şehridir ve Toronto'nun batısında yer alır. Mississauga, Toronto'dan bağımsız bir toplu taşıma sistemine sahiptir. Mississauga Transit yaklaşık 200 adet Orion otobüsten oluşur. Renkleri Turuncu-beyazdır. Şehrin ana otobüs terminali, Kanada'nin en büyük alışveriş merkezi olan Square One'dadır. Alan Watts Alan Wilson Watts, (d. 6 Ocak 1915, Kent - ö. 16 Kasım 1973, Mt. Tamalpais), Britanyalı filozof, yazar ve karşılaştırmalı dinler uzmanı. Çoğu Uzakdoğu dinleri ve kültürü konusunda 25'i aşkın kitabı ve birçok makalesi bulunmaktadır. Başar Başarır Başar Başarır (Ocak 1970), Türk yazar, makine mühendisi, eğitimci, yönetici ve Tv programı yapımcısı. 1970 yılında İstanbul’da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği'ni bitirdi. Ardından İngiliz Hükümeti'nden aldığı bir bursla yüksek lisansını Londra’da City University’de sosyoloji bölümünde, dijital iletişim alanında yaptı. Bir dönem CNN Türk ’te program müdürlüğü yaptı. İstanbul Bilgi ve Galatasaray üniversitelerinde "siyasal iletişim" başlığı altında dersler verdi. 2011 başından itibaren D-Smart isimli dijital platformun içeriklerinden sorumlu yöneticiliğini yapmaktadır. 2004 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı "Getirin O Günleri Yakalım Bu Öyküleri" adlı eseriyle alan Başarır 2014'te de "Teklifinizle İlgilenmiyorum" adlı eseriyle Cumhuriyet Gazetesi tarafından düzenlenen 69. Yunus Nadi Ödülü'ne öykü dalında layık görülmüştür. Evli olan Başar Başarır bir kız çocuğu babasıdır. Dikilitaş Dikilitaş veya obelisk yüksek, daire veya dört kenarlı tepeye doğru incelen taştan anıt. Genellikle belirli bir şahsı veya olayı anmak için yapılır. Antik dikilitaşlar tek bir taştan oluşurdu (bir monolit). "Stel" terimi genellikle klasik obelisk forumda olmayan diğer dikili duran farklı anıtlar için kullanılır. Dikilitaşlar antik Mısır mimarisinin önemli bir bölümünü oluştururlar. Dikilitaşlar genelde çift halinde tapınakların girişine dikilirdi. Bu anıtların dekoratif nitelikleri dışında pratikte bir işlevleri yoktu. Genellikle yükseklikleri 15–30 m arasında olurdu. Dikilitaş güneş tanrısı Ra'yı sembolize ederdi. Akhenaten'in dini reformunun ardından kısa bir süre için atenin ışınının taşlaşmış hali olduğuna inanılmıştır. Aynı zamanda tanrının dikilitaşın içinde var olduğuna inanılırdı. M.Ö. 2600 dolaylarında ilk kaydedilmiş dikilitaş örnekleri ortaya çıkar fakat bu dönemden hiçbir dikilitaş bugüne ulaşamamıştır. MÖ 2400 dolaylarında ise küçük dikilitaşlara rastlanır. Daha sonraları yükseklikleri 20 metreyi aşacak olan Mısır dikilitaşlarının yükseklikleri bu dönemde nadiren 3,5 metreyi aşardı. Bugüne ulaşabilmiş bilinen 27 antik Mısır dikilitaşı vardır, ayrıca bir tane de Aswan'da taşocağında kısmen yontulmuş tamamlanmamış bir dikilitaş bulunmuştur. Bugüne ulaşabilmiş en eski dikilitaş Heliopolis'e dikilmiş olan
I. Sesotris dikilitaşıdır. Mısır'da dikilitaş yapmak için kullanılan madde genelde Asvan'dan gelen kırmızı granittir. Dikilitaşın tepesi genelde altın veya gümüşle kaplanır. Dikilitaşın üstünde niçin dikildiğini anlatan hiyeroglifler yazılırdı. Ama bu yasaklandı. Romalılar dikilitaşlara büyük bir ilgi duymuşlardır. Öyle ki bugün Roma'da, Mısır'da kalanlardan daha çok dikilitaş dikilidir. Aslında bunların çoğu Roma döneminin bitişiyle yıkılmış (devrilmiş) daha sonra farklı yerlerde tekrar dikilmişlerdir. Konstantinopolis'de de Doğu İmparatoru Theodosius 390 yılında bir dikilitaş getirtmiş ve özel bir temel üzerine hipodroma diktirmiştir. Her ne kadar Haçlı Seferleri sırasında yıpratılmış olsa da dikilitaş, Osmanlı Devleti döneminde korunmuştur. Bugün İstanbul'da Sultanahmet Meydanı'nda(hipodrom) halen dikilidir. "Roma dünyanın "dikilitaş başkentidir"" denilebilir. Birçok dikilitaş barındıran kentte, en ünlü dikilitaş Saint Peter Meydanı'nda bulunan 25,5 metrelik dikilitaştır. Bu dikilitaş MS 37 yılından beri aynı yerde dikilidir. Orijinal Mısır dikilitaşlarının birçoğu dünyanın farklı yerlerine gönderilmiş ve yeniden dikilmiştir. Roma dışındaki en ünlü dikilitaşlar Londra ve New York City'de bulunan ve Kleopatra'nın İğneleri olarak anılan bir çift dikilitaştır. Ayrıca Paris'te, Place de la Concorde'de bulunan 23 metrelik dikilitaş da oldukça ünlüdür. Bilinen 26 antik Mısır dikilitaşı bugün aşağıda belirtilen yerlerde bulunmaktadır: Ayrıca Romalılar, kendileri, Mısır stilinde dikilitaşlar yapmışlardır. Roma'da bilinen 5 tane antik Roma dikilitaşı vardır. Erken Asur uygarlığından bilinen bir dikilitaş formu, MÖ 9. yüzyıldan kalan ve bugün British Museum'da bulunan Kral III. Şalmaneser'in Kara Dikilitaşıdır. Etiyopya'daki antik Aksum Krallığında birkaç tane dikilitaş yontulmuştur. Bunların en önemli örneği 24 metre uzuluğundaki Aksum Dikilitaşıdır. 4. yüzyıl dolaylarında yontulmuş olan dikilitaş İkinci İtalyan-Habeşi Savaşı sırasında yağmalanmış ve 1937'de Roma'ya götürülmüştür. 2003 yılında İtalyan devleti onu geri göndermeyi kabul etmiştir. Rönesans'tan başlayarak, dikilitaş anıtsal mimari, özellikle de mezarlar, için çok önemli bir yer teşkil etmiştir. Dünyanın her köşesinde binlerce modern dikilitaş bulmak mümkündür, özellikle de mezarlıklarda. Neredeyse her Amerikan mezarlığında birkaç örneği görülebilir. Bunların içinde özellikle dikkat çeken ve bahsetmeye değer olanlardan bir kısmı şunlardır: Mehmed Kayalar Mehmed Kayalar, (d. 1914, Selanik - ö. 1 Haziran 1994, Çiftlikköy), emekli subay, Nur cemaatinin bilinen isimlerinden. Said Nursiyi hayatında iki kere görmesine rağmen 12 murisinden biri. Babası Mahmut Efendi, Annesi Hüsnü Şah Hanımdır. Mehmed Kayalar 6-7 yaşlarına kadar Kayalar'da kaldıktan sonra Türk-Yunan devletleri arasındaki mubadele anlaşmasına göre ailesi ve akrabaları ile birlikte Erzincan'a yerleştirilirler. Üç çocuğundan Mehdi ve Mahmut Beyler babalarından evvel vefat ederler. Büyük oğlu Ahmet Mefhar Bey ise 2003 yılında İstanbul'da vefat etti. İlk tahsilini Erzincan’da diğer öğrenimlerini ise çeşitli askeri okullarda tamamlar. 01.03.1937 tarihinde Askeri Harp Okulu’nu bitirerek orduya katılır. Konya, Susurluk, Kemalpaşa, Uşak, Bingöl ve Diyarbakır illerinde görev yapar. Said Nursi şark görevine kendi yerine onu Diyarbakır'a görevlendirdi. Mehmet Kayalar, 1960 ihtilalinde Selanik doğumlu olmasına rağmen 27 Mayıs 1960 ihtilalinde kürtçülük iddiasıyla 55'ler olayında Sivas kampına sürgün edilir. Sivas kampında , ihtilalin İçişleri Bakanı olan Muharrem İhsan Kızıloğlu kampı denetlemeye geldiğinde herkes ayağa kalkar ama Mehmet Kayalar ve birkaç arkadaşı ayağa kalkmaz. M. İhsan Kızıloğlu, Kayalar’ın önünde durarak hakaret etmek ister ancak Kayalar onun hakaretine fırsat vermeden, “Senin soy ismindeki kızıllık, yüzünden görülmektedir. İsmin kızıllığı senin yüzüne aksetmiş” dedi. Kayalar daha sonra “55 Ağa” içerisinde yer alarak Çanakkale’ye sürüldü. Orada Milli Birlik Komitesi’ne yazdığı mektupta kısaca, “27 Mayıs’tan beri geçen 11 aylık zamanda maruz kaldığım acıklı muameleler, hapis ve neyfiyemdeki sıkıntılar ve bazı garazkâr neşriyatla üzerime tevcih edilen iftiraların hakikatsizliğini ifade etmek için şahsıma ait bu maruzatımı zikretmeye mecbur kaldım... Hatta bugün Şarkta Kürtçülük damarını kırdığımız ve aleyhinde bulunduğumuz için bu menfi fikri taşıyan Kürtler bize düşman kesilmişlerdir. Mehmed Kayalar 1942 yılında Risale-i Nur eserleri ile ve 1950’de Said Nursî ile tanışır. İkinci görüşmesinde emekli olmaya karar verir. Önyüzbaşı rütbesinde iken 1952 yılında emekli olur. Risale-i Nur’un ilk te’lifi Albay Hulusi Bey ve İbrahim Hulusi Yahyagil ile başlar. Neşri şarkta ve Anadolu’da yüzbaşı Mehmed Kayalar ile devam eder. Mehmed Kayalar emekli olduktan sonra Diyarbakır’da ikamet edip yöre insanlarına uzun yıllar Risale-i Nur ve Kur’an dan tefsir, hadis, fıkıh dersleri verdi. 1 Haziran 1994'te Çiftlikköy'de vefat etmiştir. Nijat Özön Nijat Özön (25 Aralık 1927 - 15 Aralık 2010 ), Türk dilci, sinema tarihçisi ve çevirmen. İlk ciddi sinema dergisini çıkaran Özön, ilk sinema ansiklopedisini de yazmıştır. Nijat Özön, 25 Aralık 1927'de İstanbul Beyoğlu'nda yazın tarihçisi Mustafa Nihat Özön'ün oğlu olarak doğdu. 1952 yılına Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nin Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Aynı zamanda kütüphanecilik eğitimi de alan Özön İstabul'da bir dönem yayıncılık yaptı, daha sonra girdiği Anadolu Ajansı'nda 1981'deki emekliliğine kadar çalıştı. Dil çalışmaları yaptı, sözlük ve ansiklopediler çıkardı, çeviriler yaptı. 1960'lı yıllarda Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu'nda sinema dersleri verdi. 1978'de Kültür Bakanlığı "Kültür Yüksek Kurulu" ve "Sinema Kurulu" üyeliğinde bulundu. İstanbul, Ankara ve İzmir film festivallerinde ödüller aldı. 1956'da Türkiye'de sinemayla ilgili ilk kapsamlı başvuru kitabı olan "Sinema Sanatı"nı ve sinema sanatını kuramsal ve estetik yönüyle ele alan ilk sinema dergisi olan "Sinema"yı o çıkardı ve Türkiye'nin "ilk sinema tarihçisi" ve "ilk sinema bilimcisi" olarak anıldı. Sinemada biçim ve estetiğe önem veren Özön sözünü sakınmayan dobra bir yazar olarak da tanınıyordu. Türk sinemasının geleceğini karanlık gören Özön bu konuda Halit Refiğ'le sert tartışmalara girmiş, ödüllü yönetmen Metin Erksan'ın Sevmek Zamanı filmini batı özentisi bularak yerden yere vurmuştu. 1956'da, Halit Refiğ ile birlikte yayınladıkları "Sinema", "Kim" isimli dergilerde sinema üzerine yazıları çıktı. Vedat Türkali'nin sinema ile ilgilenmesinin arkasında yatan kişi olarak da bilinir. Bir süre aynı cezaevinde birlikte kalmaları Türkali'nin daha sonraki dönemlerde sinemaya ilgi duymasını sağlamıştır. 15 Aralık 2010'da kalp rahatsızlığı nedeniyle tedavi gördüğü Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Dahiliye Yoğun Bakımı'nda hayatını kaybetti. Mustafa Nihat Özön Mustafa Nihat Özön, (d. 1896 - ö. 2 Ocak 1980), Türk yazın tarihçisi, yazar, eğitmen ve çevirmen. Dilci ve sinema tarihçisi Nijat Özön'ün babasıdır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirerek öğretmen olmuş, değişik liselerde görev yaptıktan sonra 1931 yılında, 30 yıl görev yaptığı Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde edebiyat öğretmenliğine getirilmiştir. Özön, edebiyata ilişkin ilk yazılarının ardından Dergah (1921) ve Kalem (1938) adlı iki dergi çıkarmıştır. Cumhuriyet dönemi kuşaklarınca araştırma yapanların kullanımı için hazırlayıp sunduğu "Büyük Osmanlıca Sözlük" ile, yakın çağ Türk edebiyatının araştırılmasında ve Tanzimat dönemi edebiyatçılarının eserlerinin basıma hazırlanmasınında önemli katkılar sağlamıştır. Bunlar arasında Şinasi, Namık Kemal, Recaizade Ekrem, Ahmet Mithat, Ali Bey, Ahmet Vefik Paşa, Nabizade Nazım yer almaktadır. Türk akademisyen, dilbilimci ve edebiyat araştırmacısı Emin Özdemir'in ise öğretmenidir. Fetih Suresi Fetih Suresi "(Arapça:" سورة الفتح , ")", İslam'ın kutsal kitabı olan Kur'an'ın kırk sekizinci sûresidir. Maide Sûresi'nden önce, Cum'a Sûresi'den sonra nazil olan Fetih Sûresi, İslamlığın yakında kazanacağı fethi, başarıyı ve zaferi işlemektedir. Ana konu olarak din, devlet ve millet uğruna savaşa katılmanın farz olduğu, İslamın son hak din olduğu ve diğer dinlere üstün geleceği aktarılmıştır. Fetih Sûresi İslam Peygamberi Muhammed'e Hudeybiye Antlaşması sonrasında beraberindekiler ile Medine'ye dönerken indiğine inanılmaktadır. 29 ayetten oluşan sûre adını ilk ayette geçen "feth" kökünden almıştır. Bu kelime zafer, ele geçirme, açmak ve yardım etmek gibi farklı anlamlarda kullanılmaktadır. Sûrenin Mekke'nin Fethi ile alakalı olduğu düşünülmekte ve öncül bir haber olduğuna inanılmaktadır. Muhammed, Medine'de kurduğu devletin hem siyasi, hem askeri hem de peygamber olmasından ötürü dini lideriydi. Fetih Sûresi onun Medine'deki hakimiyetinin ikinci devresinde (628) nazil oldu. Daha önce İslam ordusu Bedir, Uhud ve Hendek Muharebesi'nde bulunmuştu ve Mekke'deki fiili durum tersine çevrilmek isteniyordu. İşte böyle bir ortamda indiğine inanılan sûre açık bir şekilde Mekke'nin Fethi'ne yorumlandı. Sûredeki ilk ayette de bu duruma imkan tanıdı. Bazı kaynaklar sûrenin sadece Mekke için değil yapılacak tüm (Hayber gibi) fetihlere esin kaynağı olduğuna yorumladı. Sûrede Müslümanlara güven verildiği, iman düşüncesinin kuvvetlendirildiği, inanlar için cennet ödülü ve tevhid inancı işlenmektedir. Bunu inanmayanları bekleyen şeyler, bedevi Arapların davranışları ve Hudeybiye'de biat edenlerden Allahın duyduğu hoşnutluk gibi konular izler. Sûrenin son bölümü ise Muhammed'in hak peygamber olduğu vurgusu ve onun Mescid-i Haram'a girdiğini işleyen rüyasının gerçekleşeceği belirtilir. Son iki ayette ise Kur'an'ın evrenselliği vurgusu vardır. Sûrede İslam'ın barış ve anlaşma olgusunu desteklediği bildirilmektedir. Muhammed'in üç vasfından bahsedilerek peygamberliği tasdik edilir. Bazı kaynaklara göre Muhammed “Bu gece bana öyle bir sûre indirildi ki benim için o dünyadan ve dünyadaki her şeyden daha kıymetlidi
r” diyerek sûrenin ilk ayetini okuduğunu aktarmaktadır. İslam dininde Allah ve din adına hareket edilerek İslamı yayma eksenli bir anlayış vardır. Savaşların kültürel ve dini etkileşimi bunun ana nedenidir. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu'nun yükselişinde bu anlayışın etili olduğu savunulur. Bu konuda Avusturyalı tarihçi Paul Wittek Osmanlı'nın yükselişini gazi tezi ile yorumlar. Feth Sûresi de bu bağlamda değerlendirilmektedir ve savaşlardaki dinsel yöne etki ettiğine inanılır. Çanakkale Savaşı ve Türk Kurtuluş Savaşı'nda evlerde ve camilerde bu sûrenin okunduğu aktarılır. Sûre aynı zamanda çeşitli araştırmaların da konusu olmuştur. Şensi Depremi Şensi Depremi veya Hua ilçesi Depremi yaklaşık 830.000 kişinin ölümüne sebep olarak en çok kişinin ölümüne sebep olmuş deprem olarak kaydedilmiş depremdir. 23 Ocak 1556 sabahında Şensi, Çin'de meydana gelmiştir. Şensi, Şansi, Henan, Gansu, Hebei, Shandong, Hubei, Hunan, Jiangsu ve Anhui illerinin 97'den fazla ilçesi etkilenmiştir. 835 kilometre (520 mil) genişliğinde bir alan harap olmuştur ve bazı ilçelerde nüfusun %60'ı ölmüştür. O zamanlarda nüfusun büyük çoğunluğu yapay lös (kül rengi toprak) toprağından uçurumlardaki yapay mağaralarında yaşamaktaydılar, felaket sırasında bu mağaraların birçoğu göçmüştür. Deprem Ming hanedanından İmparator Jiajing'in saltanatı zamanında olmuştur. Jeolojik verilere dayanarak yapılan modern tahminlere göre, depremin MSK (moment magnitude scale) ölçüsüne göre yaklaşık on bir şiddetininde olduğunu tahmin edilmektedir. Tarihte en ölümcül deprem ve en ölümcül beşinci doğal felaket olmasına rağmen, daha büyük şiddette depremler de olmuştur. Artçıl şoklar ayda birkaç kere olmak üzere yarım yıl kadar sürmüştür. Depremin merkezi Şensi'de bulunan Hua Dağı yakınındaki Hua ilçesidir (enlem 34.5, boylam 109.7). Çin vakayinamelerinde şu şekilde anlatılır: Deprem Stel Ormanı'ndaki stellerin birçoğuna hasar vermiştir. 114 Kaicheng Taş Klasikleri'nden 40 tanesi depremde kırılmıştır. Bilgin Qin Keda deprem sonucunda sağ kalmıştır ve ayrıntılarını kaydetmiştir. Deprem sonucunda şunu yazmıştır "Depremin ilk başında, içerideki insanlar hemen dışarı çıkmamalıdırlar. Çömelmeli ve şanslarını beklemelidirler. Yuva çökse bile, içinde bulunan bazı yumurtalar sağlam kalabilirler." Bunun gösterdiği, içeride kalanların bazılarının sağ kalırken, birçok insanın kaçmaya çalışırken öldüğüdür. Deprem Xi'an'da bulunan Küçük Vahşi Kaz Pagodası'nın yüksekliğinin 45 metreden 43.4 metreye düşmesine sebep olmuştur. O zamanlarda milyonlarca insan Lös Vadisi'nin olduğu bölgede yüksek tepelerde yapay lös mağaralarda yaşamaktaydılar. Lös rüzgarın uzun yıllar boyunca getirdiği ve yaylada biriktirdiği alüvyonlu toprağın ismidir. Milyonlarca yıl boyunca rüzgarın Gobi Çölü'nden getirmiş olduğu alüvyonlar yumuşak lös balçıklar oluşturmuştu. Lös erozyona yüksek derecede eğilimli bir topraktır, sudan ve rüzgardan kolayca etkilenebilmektedir. Lös Vadisi ve tozlu toprağı tüm Şansi, Şensi, ve Gansu illerinin ve diğerlerinin bazı bölümlerini kaplamaktadır. Birçok insan, tepelerdeki Yaodong ismi verilen evlerde yaşamaktaydı. Bu, büyük ölüm sayısına sebep olan başlıca etmendi. Deprem toprak kaymaları nedeni ile mağaraların yıkılmasına sebep olmuştur. Depremin sebep olduğu maddi zararın şu anki terimlerle ölçülmesi imkânsızdır. Ancak ölü sayısı, geleneksel olarak 830.000 olarak belirtilmektedir. Mülk zararı ise hesaplanamayacak kadar büyüktür, iç Çin'in tüm bir bölgesi yok olmuştur ve bölgenin nüfusunun yaklaşık %60'ı ölmüştür. Zararın maliyeti, eksiksiz bir nükleer silahın patlamasının açacağı yıkıma eşit olurdu (yan etkileri hariç). Ancak 1556 Şensi Depremi, Çin tarihinin en kötü felaketi değildir. Örneğin, 1959 ile 1961 yılları arasında Doğal Felaketlerin Üç Yılı'nda on milyonlarca Çinli ölmüştür. Stel Ormanı Stel Ormanı (碑林; pinyin: Bēilín), ayrıca Xi'an Stel Ormanı Müzesi veya Xi'an Beilin Müzesi olarak da bilinir, Çin Xi'an'da bulunan steller ve taş heykellerin bulunduğu bir müzedir. İsmi ormanı anımsatan büyük stel koleksiyonundan gelmektedir. Stel Ormanı Song Hanedanı (1087) devrinde, Tang Hanedanı zamanında yapılmış olan "Kaichengshijing Steli"'nin korunması için yapılmıştır. Yaklaşık 3000 stelden oluşur ve Çin'de bulunan en büyük stel müzesidir. Koleksiyonun büyük çoğunluğu Tang Hanedanı stellerinden oluşur. Stellerin mürekkep baskıları satılmaktadır. Küçük Vahşi Kaz Pagodası Küçük Vahşi Kaz Pagodası, Küçük Kaz Pagodası (Çince 小雁塔, Pinyin Xiǎoyàn Tǎ) olarak da bilinir, Çin'in Xi'an şehrinde bulunan iki önemli pagodadan biridir. Diğeri Büyük Vahşi Kaz Pagodasıdır. Küçük Kaz Pagodası 707-709 yılları arasında Tang Hanedanlığı zamanında İmparator Gaozong tarafından yaptırılmıştır. Pagoda 1556 yılında olan Shaanxi Depremine kadar 45 metre boyundaydı, deprem sonucunda 43.4 metre yüksekliğine inmiştir. Hindistanlı hacılar Hindistan'dan pagodaya kutsal Budist yazmaları getirmişlerdir. Büyük Vahşi Kaz Pagodası Büyük Vahşi Kaz Pagodası veya Dev Vahşi Kaz Pagodası (Çince 大雁塔,Pinyin Dàyàn Tǎ), Çin Xi'an'ın güneyinde yer alır. Pagoda 652 yılında Tang Hanedanlığı zamanında yapılmıştır ve o tarihlerde beş katı vardı. Pagoda Çin'e rahip Xuanzang tarafından Hindistan'dan getirilen Budist sutraları ve heykelcikleri saklamak için yapılmıştı. 8. yüzyılın başında, İmparatoriçe Wu Zetian'ın yönetiminde pagodaya beş tane daha kat eklenmiştir. Ne yazık ki savaşlar pagodaya zarar vererek şu anki yedi katlı seviyesine düşürmüştür. 64 metre yüksekliğindedir ve en üstünden Xi'an şehrine önemli bir seyir sunar. Pagoda'nın etrafında Büyük Anaç Zerafet Tapınağı; Da Ci'en bulunmaktadır. Tapınak aslen 589'da yapılmıştır ve 647'de daha sonra Tang İmparatoru Gaozong olan Li Zhi tarafından yeniden yaptırılmıştır. Büyük Anaç Zerafet Tapınağı annesi İmparatoriçe Wende adına yaptırılmıştır. Xuanzang'ın heykeli tapınak alanının önünde durmaktadır. Almanya millî futbol takımı Almanya millî futbol takımı, (Almanca: "Die deutsche Fußballnationalmannschaft"), 1908 yılından beri Almanya'yı uluslararası turnuvalarda temsil eden erkek futbol takımıdır. 1900 yılında kurulan Almanya Futbol Birliği tarafından yönetilmektedir. II. Dünya Savaşı sırasında, çoğu oyuncusu silahlı kuvvetlere katılmak zorunda kalan Almanya millî futbol takımının maçları askıya alındı. Eylül 1939 ve Kasım 1942 arasında 30 uluslararası maç oynamıştır. Millî takım oyuncuları çoğu en tehlikeli savaş hizmetinden dolayı futbolcu korumaya çalışan sempatik hava kuvvetleri yetkilisinin çabalarıyla Rote Jäger olarak teknik direktör Herberger'in altında toplandılar. 1954 yılında İsviçre'de düzenlenen FIFA Dünya Kupası finalinde Macaristan'ı 3-2 yenerek tarihinde ilk defa Dünya'nın En Büyüğü olan Almanya, 1972 Avrupa Şampiyonası ve 1974 FIFA Dünya Kupası'nda da mutlu sona ulaşan takımdır. 1980 Avrupa Şampiyonası'nı da müzesine götüren Panzerler, 1990 yılında İtalya'da FIFA Dünya Kupası'nda Arjantin'i yenerek 3. kez Dünya Şampiyonu oldular. 1996 yılında İngiltere'de düzenlenen Avrupa Şampiyonası'nda yarı finalde İngiltere'yi, finalde altın golle Çek Cumhuriyeti'ni deviren Almanlar son kupasını orada aldı. 2002 FIFA Dünya Kupası'nda finale kadar yükselen Panzerler finalde Brezilya'ya yenilmekten kurtulamadı. Evsahipliğini yaptığı 2006 FIFA Dünya Kupası'nda yarı finale kadar çıkan Panzerler, yarı finalde İtalya'ya 2-0 yenilerek final şansını kaybetti. Portekiz'nı 3-1 ile geçerek Dünya Üçüncüsü oldu. Güney Afrika'da düzenlenen 2010 FIFA Dünya Kupası'nda yine yarı finale kadar fırtınalı bir şekilde çıkan ve Arjantin 'e ve İngiltere'ye 4 atan Panzerler yarı finalde İspanya 'ya 1-0 yenilmiş ve üçüncülük maçında Uruguay'ı 3-2 yenerek üçüncü olmuştur. Brezilya'da düzenlenen 2014 FIFA Dünya Kupası'nın final maçında Arjantin'i uzatmalarda 1-0 mağlup ederek 4. FIFA Dünya Kupası şampiyonluğuna ulaştı. Almanya, aynı zamanda, Amerika kıtalarında FIFA Dünya Kupası kazanan ilk Avrupa ülkesi oldu. Yarı finalde ev sahibi Brezilya'ya karşı aldıkları 7-1 lik skor kupanın unutulmaz maçlarından biri olmuştur. Almanya'nın ulusal bir stadı bulunmamaktadır. Millî takım maçları ülkedeki çeşitli stadyumlarda oynanır. Millî takım maçları çoğunlukla Berlin Olimpiyat Stadyumu'nda yapmaktadır. Stadda 74.500 koltuk bulunmaktadır. Almanya'nın eleme ve hazırlık maçlarını ARD ve ZDF yayınlamaktadır. FIFA Dünya Kupası Avrupa Futbol Şampiyonası FIFA Konfederasyonlar Kupası U.S. Cup Yaz Olimpiyatları'nda futbol Şampiyon   İkincilik   Üçüncülük   Dördüncülük   İç saha forması Deplasman Almanya'nın 2018 FIFA Dünya Kupası için çağrılan kadrosu. Çiçekli dişbudak Çiçekli dişbudak ("Fraxinus ornus"), zeytingiller (Oleaceae) familyasından 8–10 m ye kadar boylanabilen küçük bir dişbudak türü. Genç sürgünler zeytuni yeşil veya gri yeşil ve parlaktır. Üzerlerinde bol sayıda esmer renkli lentiseller görülür. Gri esmer renkli tepe tomurcuğu yandakilerden büyük, yuvarlakça 4 pullu ve pullar tüylüdür. Yan tomurcuklar yumurtamsı yuvarlak ve 2 pulludur. Yaprakçık sayısı çoğunlukla 7-9 kadardır. Çiçekler önceleri dik duran, sonrakiler aşağıya sarkan mürekkep salkım vaziyetindedir. Çanak yapraklar çok büyük ve 4 parçalıdır. Beyaz renkli taç yapraklar 2 veya 4 parçalıdır. Meyve dil biçiminde, ucu kertikli veya kesik, boyu 2-2,5 cm dir. Çiçekli dişbudak Akdeniz rejyonun ağacıdır. Çoğunlukla kuru-sıcak topraklarda görülür. Makiler içerisinde sık sık rastlanır. Kuzeyde meşe, kestane ve diğer yapraklı ormanlarda da görülür. Dünya'da Güney Avrupa ve Batı Asya'da görülür. Türkiye'nin hemen hemen bütün batı sahillerinde görülür. Gövdelerinde elde edilen besi suyu mushil olarak kullanılır. Beyaz çiçekleri ve canlı yeşil yapraklarından dolayı park ve bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir. Andropoz Andropoz, erkeğin üreme etkinliğindeki azalma, kronolojik yaşa bağlı olarak temin edilemez. Merkezi sinir sistemiyle kalp-damar sisteminin yaşlanmaya başlanması üreme sistemini de etkiler. Altmış yaşını aşmış normal erkeklerde araştırılan testosteron meta
bolizması, kandaki testosteron hormonu oranının yaşla beraber hızla azaldığını ve dışsalgı metobolizmasının hipogonadik erkeklerinkine benzediğini ortaya çıkarmıştır. Yaşlandıkça, 17-ketosteroitlerin yıkımı azalır ve bununla birlikte bazen kandaki FSH folikül uyarıcı hormon ya da gonadotrofin A oranı yükselir. Ancak, erkeklerde üreme işlevi kadınlardaki gibi birdenbire durmaz. Anerji Anerji, bir antijene karşı tepki göstermeme durumudur. Hem alerjinin ortadan kalkması (alerjene karşı duyarlılığın kaybolması) hem de geç kalmış bir aşırı duyarlılık tepkisinin olumsuzlaşması (tüberküline karşı deri tepkisinin olumsuzlaşması) için kullanılır. Doğal çevre Çevre, insanların ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları, fiziki, biyolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel ortam ve içinde yaşadığımız doğal ortamdır. Yani kısaca canlı varlıkları etkileyen dış tesirlerin tümüne çevre denir. Çevre geleceğimiz icin çok önemli katkılarda bulunur. Eğer çevremizi kontrol altında tutamazsak, bu bizim için ilerde pişman olunacak bir duruma gelir. Yaşam ve çevre birbirlerine bağlı iki önemli unsurdur. İnsan yaşamı ve doğal yaşam çeşitli dengeler üzerine kurulmuştur. İnsanın çevreyle oluşturduğu ilişki en büyük dengelerden biridir. Bu sistemler arasındaki ilişkiler çoğunlukla kişiler tarafından fark edilmeyecek kadar uzun ilişki halkalarıyla birbirine bağlı ve uzun süreli olabilmektedir. Okyanuslar büyük ölçekteki deniz sularıdır. Dünya yüzeyinin yaklaşık %71'ini (362 milyon km²'lik bir alan) okyanus ve denizler oluşturur. Zeytingiller Zeytingiller (Oleaceae), Lamiales (eskiden Ligustrales) takımından kışın yaprağını döken veya herdem yeşil ağaç veya çalı türlerini içeren bitki familyası. Yaprakların dizilişi çoğunlukla karşılıklı, ender olarak almaşıktır. Sade veya tüysü yaprak şeklindedir; kulakçıkları yoktur. Çiçekler erselik veya bir evciklidir. Çanak yapraklar 4 loplu veya parçalı, ender olarak 5-16 lopludur. Stamen sayıs 2-5 dir. Yumurtalık üst durumlu ve iki gözlüdür. Meyve üzümsü, çekirdekli sulu, Kapsül veya kapalı meyvedir. Şalom Şalom (), Türk Yahudi toplumuna yönelik yayın yapan, tamamını gönüllü yazar, köşe yazarı ve çizerlerin oluşturduğu, İstanbul'da yayınlanan haftalık gazete. Gazete 1947 yılında gazeteci Avram Leyon tarafından kuruldu. Şalom gazetesinin ilk baskısı Cumhuriyet Bayramı etkinlikleri kapsamında 29 Ekim 1947'de çıktı. Gazetenin isim hakkı 1984 yılında Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş.'ye devredildi. Haftalık tirajı yaklaşık 5.000 civarında olan Şalom gazetesi, çarşamba günleri yayınlanır. İçeriğinde, toplum ve cemaat haberleri, dış haberler, yaşam, kültür, sanat, eğitim, çevre, teknoloji, sağlık konularında yazı ve haberler, Yahudi dini ve geleneklerine ilişkin bilgiler, köşe yazıları ve karikatürler yer alır. Gazete kuruluşunu takip eden uzun yıllar boyunca Latin harfleriyle Ladino dilinde yayınlandı. Gazetenin o dönemde esas amacı bu dili Türkçeden çok daha iyi bilen ve konuşan İstanbul'daki Yahudi toplumuna dünya Yahudiliği ile ilgili haberleri verebilmek, ayrıca İstanbul Yahudi Cemaati bünyesindeki haberleri topluma duyurmaktı. Fakat 1984 yılında tabloid boyutta altı ya da sekiz sayfa halinde okurla buluşan Şalom gazetesi, Türkçenin ana dil olarak Ladinonun yerini almasından dolayı, Ladino dilinde bir sayfası hariç Türkçe yayınlanmaya başladı. Şu anda ulusal gazetelerin ebadında yirmi ile yirmi dört sayfa arasında yayınlanan gazete, Sefarad Yahudileriinin beş yüzyılı aşkın bir süredir kullandıkları Ladino dilini yaşatmak amacıyla bir sayfasını bu dilde yayınlamaktadır. Bunun nedeni Türk Yahudi toplumunda Ladino dilini konuşanların genellikle 65 yaşının üstündekilerin oluşturması ve genç kuşaklara artık aktarılmamasından dolayı ciddi bir yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olması. Şalom gazetesi bu yönüyle dünyada tek olma özelliğini sürdürmektedir. Bunun yanı sıra, her ay, tamamı Ladino dilinde olan, 24 sayfalık El-Amaneser eki yayınlanır. Bunun dışında aktüel, kültür, sanat ağırlıklı, Şalom-Dergi, Şalomist, Panorama gibi aylık ekleri bulunur. Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas, Yayın Koordinatörü Virna Banastey Gümüşgerdan. Baş yazarlığını İvo Molinas ile birlikte Yakup Barokas sürdürüyor. Vücut geliştirme Vücut geliştirme, ağırlık kaldırma, kalori alımı ve diğer uygulamaların bir araya getirilmesiyle kas telciklerinin (fibers) geliştirilmesi işlemidir. Bu aktivite ile uğraşan kişiye vücut geliştirici (Bodybuilder) denir. Rekabete dayalı bir spor olarak vücut geliştirmede, vücut geliştiriciler, jüri önünde fiziksel görünüşlerini çeşitli hareket serileriyle sergilerler. Ünlü vücut geliştiricilerden bazıları şunlardır: Larry Scott, Arnold Schwarzenegger, Frank Zane, Lou Ferrigno, Flex Wheeler Steve Reeves, Serge Nubret ve yenilerden, Ronnie Coleman ile Jay Cutler, Phil Heath. Vücut geliştirmenin tarihi, taş ve ağaçtan yapılan ve farhanlar (Nallar) denilen el ağırlıklarını (dumbbell veya dambel diye de kullanılır) kullanan atletlerin bulunduğu 11. yüzyıl Hindistan'ına kadar geri gitmektedir. Bu dönemde Hintler ilk jimnastik salonlarının bir biçimini de inşa ettiklerine dair kanıtlar bulunmaktadır. Ancak bu dönemdeki vücut geliştirme kasların görünümü değil güç arttırımını sağlamak için uygulanmaktaydı. Günümüzdeki şekliyle vücut geliştirmenin ortaya çıktığı dönem 1880 ile 1930 arasıdır. 19. yüzyıldan önce kadar kasların bu şekilde sergilenmesi gibi bir sanat bulunmamaktadır. Bu yıllarda "Modern Vücut Geliştirmenin Babası" olarak anılan Eugen Sandow, kas gösterisi performanslarıyla genel izleyici kitlesine vücut geliştirmeyi tanıtmıştır. Menajeri kanalıyla sahnede gerçekleştirdiği gösteriler Sandow'un ününü arttırmış ve kendi adıyla tanınan ürünler bu daha sonra hızla gelişecek olan vücut geliştirme sanayiinin de ilk ürünleri olmuştur. Sandow Antik Yunan heykellerindeki ideal beden ölçülerini savunmaktaydı. Görünüşü bir rastlantı eseri değildi. Çünkü kendisi eski Yunan heykellerindeki vücutları ölçmüş ve vücudunu bu ölçülere denk gelecek şekilde geliştirmiştir. Bunu yaparak da daha önceden belirlenmiş bir ölçüye göre kas geliştiren ilk kişi olmuştur. Yalnızca bu onun vücut geliştirme sporunun babası sayılmasına yetmektedir. Kendisi bu konuda ayrıca kitaplar yazmıştır. 1950'li yıllarda Halter Federasyonu çatısı altında vücut bulan Vücut Geliştirme sporu ancak 15 yıl sonra gerçek kimliğini buldu. Şampiyonlar şampiyonu Ahmet Enünlü'nün uluslararası alanda elde ettiği başarılar bu spor dalına yeni isimlerin gelmesini sağladı. 1970 yılında Belgrad'da yapılan Dünya şampiyonasında ilk altın madalyasını kazanan Enünlü, 1974'de Verona'da, 1977'de Paris'te, 1978'de Madrid'te, 1979'da Londra'da, 1982'de Brugge'de, 1992'de Ankara'da, 1994'de İzmir'de tam 8 kez Dünyanın zirvesine çıkarken, 1978 yılında Madrid'te Dünya Şampiyonlar şampiyonu unvanına layık görüldü. Vücut geliştirme sporu Türkiye'de son yıllarda kadınlar arasında da ilgi görmeye başladı. Kadın vücut geliştirme Kadın vücut geliştirme, 1970'lerde kadınların da vücut geliştirme karşılaşmalarına katılmasıyla başlamıştır. Kadınlar arasındaki fizik karşılaşmalar 1960'lı yıllardaki Miss Physique ve Miss Americana'ya götürülebilir. Yine de bu ilk dönem vücut geliştirme müsabakaları bikini müsabakalarından daha öteye geçememiştir. İlk Birleşik Devletler Kadınlar Ulusal Beden Şampiyonluğu (Women's National Physique Championship) 1978'de Canton, Ohio'da yapılmıştır ve genellikle kadınlar arası vücut geliştirme müsabakalarının ilki olarak kabul edilmektedir. Mogadişu Mogadişu (Somali dilinde: Muqdisho), Afrika'nın doğusunda, Hint Okyanusu kıyısında bulunan Somali devletinin başkentidir. Aynı zamanda Banaadir eyaletinin de merkezidir. Piri Reis’in Muğdiş dediği şehre Somali dilinde Muqdisho, Arapça kaynaklarda Makdeşû, İtalyanca’da Mogadiscio, Türkçe eserlerde Mogadişu (Magdişu) denilmektedir. Mogadişu’nun kuruluş tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Bazı tarihçilere göre Emevi Halifesi Abdülmelik bin Mervan zamanında (685-705), Portekizli tarihçi Joao de Barros’a göre ise Basra Körfezinden gelen yedi kardeş tarafından 887 yılında kuruldu. Ancak 10. yüzyılda Arabistan’ın çeşitli bölgelerinden ve özellikle Abbasi kuvvetleriyle Karmatiler arasında şiddetli mücadelelere sahne olan Lahsâ’dan gelen Araplar’la, İran’ın Şiraz ve Nişabur şehirlerinden buraya göç edenler tarafından kurulduğu genellikle kabul edilmektedir. Bu önemli sahil şehri daima iç bölgelerden gelecek yerli saldırılarına ve Hint Okyanusu’ndan yönelecek deniz saldırılarına açıktı. Mogadişu’ya 10. yüzyılda yerleşen Mukrî, Cid‘atî, Akabî, İsmâilî ve Afîfî gibi büyük kabileler kendi aralarında otuz dokuz küçük zümreden oluşan bir birlik tesis ettiler ve şehrin idaresi için ortak bir yönetim kurdular. Zamanla Mukrî ailesi şehirde üstünlük elde etti, Kahtânî nisbesiyle bilinen bir ulema sülalesi oluşturdu ve şehri yönetecek olan kadıların ancak Kahtânîler’den seçilebileceğini diğer zümrelere kabul ettirdi. Bu ulema sınıfının yönettiği şehir 12. yüzyılda önemli bir ticaret merkezi oldu. 13. yüzyılda Ebû Bekir b. Fahreddin burada küçük bir sultanlık kurmayı başardı ve Mukrîler’le anlaşarak şehir kadılarının onlar arasından seçileceğini bildirdi. Başşehirdeki Mescid-i Cum'a ve diğer iki büyük caminin 1238, 1268 ve 1269 tarihli kitabelerinden 13. yüzyılda buradaki refah seviyesinin oldukça yüksek olduğu anlaşılmaktadır. 1331 yılında Sultan Ebû Bekir b. Ömer zamanında Mogadişu’yu ziyaret eden İbn Battuta sultanın Makdişu dili konuştuğunu, ancak Arapça’yı da bildiğini, bu hanedan döneminde şehrin büyük gelişme gösterdiğini ve çok canlı bir ticaret hayatının olduğunu belirtmektedir. Mogadişu’nun Mısır ve Arap yarımadasıyla ticari ilişkileri oldukça gelişmişti. 14. yüzyıldan itibaren Mogadişu ülkenin kuzey pazarını elinde bulunduruyordu. 14-15. yüzyıllar Mogadişu’nun tarihteki en müreffeh dönemini oluşturmaktadır. 16. yüzyılın başında sadece şehrin değil Habeş de denilen ülkenin ismin
in Makdişu olduğunu ve burada yaşayan halkın Makdişu dili konuştuğunu Piri Reis belirtmektedir. 1499’da Hindistan’dan dönüşünde Vasco da Gama donanmasıyla Mogadişu’ya bir saldırı düzenlemişse de şehri işgal edemedi. 1507’de gerçekleştirilen saldırılar da başarısızlıkla sonuçlandı. 16. yüzyılda Mogadişu’da yönetim Muzaffer sülâlesinin eline geçti. Bu sırada Somali asıllı göçebe Heviye kabilesi, yine Somali asıllı olup Makdişu Sultanlığı ile ittifak yapan yerel Acurân Sultanlığı’nın topraklarını işgal ederek Mogadişu’nun ekonomik açıdan geri kalmasına sebep oldu. 1585’te Emir Ali Bey, Hint Okyanusu sahillerini iki kadırga ile dolaşarak önce Mogadişu’yu, ardından Mombasa’ya kadar diğer sahil şehirlerini Portekiz saldırılarından kurtarıp Osmanlı Devleti’ne bağladı. 1698 yılında Umman Sultanı Seyf b. Sultân, Mombasa’yı Portekizliler’den alınca Mogadişu ve diğer Somali sahil şehirleri de Ummanlılar’ın eline geçti. Fakat Umman buradaki birliklerini geri çektiği zaman yeni bir idari boşluk oluştu. Bu gelişmeler Mogadişu’yu her yönden iyice zayıflattı ve şehir Hamarven ve Şangani adıyla ikiye bölündü. Somali etnik grubu yavaş yavaş eski Arap şehrine girmeye başladı. 1752’de Umman Sultanlığı adına Mogadişu’dan Afrika’nın güneyindeki Cap Delgado’ya kadar olan sahiller Arap bölgesi ilân edildi ve Portekiz hakimiyetine son verildi. Ancak Mogadişu şehri bir başka Somali asıllı kabile olan Darandolle’nin eline geçti. İmam unvanı taşıyan reisleri karargâhını Şangani’de kurdu. 1823 yılında Mogadişu ismen Umman Sultanı Seyyid Saîd b. Sultân’a bağlandıysa da buranın idaresi yine Somali yerli reislerinin elinde kaldı. 1843’te Mogadişu’ya ilk defa Ummanlılar tarafından Somali asıllı bir vali tayin edildi. Zanzibar Sultanı Bergaş b. Saîd Mogadişu’yu 1871’de doğrudan idaresine aldı. Mogadişu, 1892 yılında İtalya tarafından kiralandı ve burası İtalyan himayesindeki kıyı olarak ilan edildi. Zengibar Sultanı Seyyid Ali b. Hamûd 1905’te Mogadişu’yu İtalya’ ya sattı. 1911 yılında İtalya Somali’yi sömürge ilan ederek Mogadişu’yu başşehir yaptı. 1938’de İtalya’nın Etiyopya ile yaptığı savaş esnasında 50.000 kişinin yaşadığı şehirde nüfusun % 40’ını İtalyanlar oluşturuyordu. II. Dünya Savaşı sırasında İtalya’nın Somali sömürgesi İngilizler tarafından işgal edildiyse de şehrin idaresi geçici olarak tekrar İtalya’ya bırakıldı. 26 Haziran 1960' da bağımsızlığını ilan eden Somali Devleti' nin, daha sonra 1 Temmuz 1960' da Somali Cumhuriyeti' nin başkenti oldu. Bayağı tarla sıçanı Bayağı tarla sıçanı ("Microtus arvalis"), tarla sıçanları cinsleri ile birlikte Arvicolinae alt familyasından bir kemirici türü. En yaygın memeli hayvan türlerinden biridir. Tarla sıçanları 9–12 cm uzunluğunda olur, bunun haricinde bir de fareler için kısa sayılan, yaklaşık 4 cm uzunluğunda bir kuyruğu vardır. 20-50 gram ağırlığında olurlar. Vücutları yuvarlağımsıdır ve burunları diğer farelerdeki gibi sivri değildir. Renk varyasyonları koyu kahverengi, kızıl kahverengi, açık kahverengi ve gri kahverengi arası değişir. Yanları göbeğinden daha açık bir renkte olur. Gözleri küçük ve siyahtır, kulakları ve arka bacaklarıda vücuduna nazaran küçüktür. Tarla sıçanları ot, tohum, kök ve ağaç kabuklarıyla beslenir. Büyük bir sülale içerisinde sürü halinde, yerin altına kazdıkları karışık tünel sistemlerinde yaşarlar. Yer yüzündeki çıkışları yaptıkları yollarla birbirleri ile bağlarlar, ve bu yolları kışın bile kullanılır halde tutarlar. Dişileri üç hafta süren bir gebelikten sonra 3 ila 15 yavru dünyaya getirir. Bu yavrular 11 veya 13 gün sonra erginlik çağına gelerek, kendileri yavru yapabilirler. Tarlalarda, kırlarda, orman kenarlarında görünürler ve dünyanın tüm kuzey kısmında bulunur. Orta Avrupa'daki bütün memeli hayvanlarla karşılaştırıldığında en yüksek nüfusa sahip olduğu görülür. Ama bu sayı her birkaç yılda aniden yükselir ve yine aniden azalır. Bu normal bir olaydır. Türkiye'de Ege Denizi ve Akdeniz kıyıları dışında her yerde görülür. Gram negatif bakteri Gram-negatif bakteriler Gram boyama prosedürü sırasında kristal viyole boyasını tutmayan bakterilerdir. Gram-pozitif bakteriler, alkolle yıkandıktan sonra mavi rengi tutmaya devam ederlerken, Gram-negatif bakteriler mavi rengi kaybederler. Gram boyama testinde kristal viyoleden sonra bir karşı boya eklenir. Bu boya Gram-negatif bakterileri kırmızı-pembe renge boyar. Bu test, hücre duvarlarının türüne göre çok farklı olan iki bakteri tipini ayırmakta son derece faydalıdır. Gram-negatif bakterilerin pek çoğu patojendir. Yani, insanlarda hastalık yapma yetisine sahiplerdir. Bu hastalık yapma yetisi, Gram-negatif hücre duvarının bazı özelliklerinden, isim vermek gerekirse LPS (lipopolisakkarit) içeriğinden kaynaklanmaktadır. LPS'ler endotoksinlerdir. Proteobacteria türleri arasında önemli olanlar: "Escherichia coli", "Salmonella", v.b.Enterobacteriaceae, "Pseudomonas", "Moraxella", "Helicobacter", "Stenotrophomonas", "Bdellovibrio", acetic acid bacteria, "Legionella" . Tıbbi açıdan manalı Kok (Bakteri) türleri arasında bel soğukluğu etmeni Neisseria gonorrhoeae, menenjit etmeni Neisseria meningitidis ve solunum sisteminde enfeksiyon yapan Moraxella catarrhalis sayılabilir. Tıbbi açıdan manalı basil türleri birkaç gruba ayrılırlar. Solunum sistemini etkileyenler: "Hemophilus influenzae", "Klebsiella pneumoniae", "Legionella pneumophila", "Pseudomonas aeruginosa". İdrar yollarını etkileyenler: "Escherichia coli", "Proteus mirabilis", "Enterobacter cloacae", "Serratia marcescens". Sindirim sistemini etkileyenler: "Helicobacter pylori", "Salmonella enteritidis", "Salmonella typhi'. Suş Suş, biyolojide 3 farklı manada kullanılabilir. Bir bakteri veya virüsun farklı alttürlerinin, aralarında genetik farklılıklar bulunan gruplarına ¨Suş¨ denebilir. Farklı suşlar arasında, ilaçlara, dış etkilere dayanıklılık vs. özellik değişiklikleri olabilir. Benzer özellik ve şekil gösteren bitkilere, bir suşun üyeleri denebilir. Bu kullanım resmi değildir. Bir fare ya da sıçan suşu, genetik olarak tıpatıp aynı canlılardan oluşur. Bu suşlar laboratuvar deneylerinde kullanılırlar. Fare suşları, inbred, mutant ya da gen mühendisliği prosedürleriyle üretilmiş olabilir. Sıçan suşları genellikle ¨inbred¨dir. Enterobacteriaceae Enterobacteriaceae, Salmonella ve Escherichia coli gibi ünlü hastalık etkenlerini de içeren büyük bir bakteri ailesidir. Genetik araştırmalar, bu aileyi, Proteobacteria şubesine koyar. Enterobacteriales takımının içinde yer alan tek familyadır. Bu familyanın içinde enfeksiyon hastalıklarına yol açan zararlı cinslere rastlandığı gibi gıda ve ilaç endüstrilerinde kullanılan yararlı cinsler de vardır. Bazı cinsler organik maddelerin doğada çürümesine yardım eder, birçoğu ise insan ve diğer hayvanların normal bağırsak florasını oluştururlar. Enterobakterileri tanimlamak için klasik olarak belirlenmiş yedi kıstas vardır. Ancak yeni taksonomi yöntemleri (ribozomal RNA dizinlerinin karşılaştırılması) ile bakteri sınıfları yeniden düzenlenmiş, bunun sonucu bazı cinsler bu kıstaslara artık uymamaktadır: Bu familyayı oluşturan cins ve türleri ayırt etmek için tanımlanmış ayrıntılı kıstaslar vardır, örneğin çeşitli şekerlerin fermente edilebilmesi, kükürtlü bileşiklerin üretilebilmesi, bazı metabolik enzimlerin varlığı (β-galaktosidaz, deaminazlar, dekarboksilazlar, gibi), yapabildiği fermantasyon tipi (karışık asit veya 2,3 bütandiol fermantasyonu) gibi. Bu kıstaslarla bilinmeyen bir bakteri türü belli gruplara yerleştirilerek tam kimliği kesinleştirilebilir. Ancak bu grupları oluşturan türler filojenetik anlamda birbirlerine yakın olmayabilirler, çünkü kullanılan kıstaslar klasik bilimsel sınıflandırmada olduğu gibi, sadece fenotipe dayalıdır. Çok yaygındırlar, bazıları sadece doğada, özellikle nemli ortamlarda bulunurlar. Bu cinslerin çoğu hastalık etmeni türler içerir, bunların neden olduğu hastalıkların ciddiyeti bir suştan öbürüne çok fark edebilir. Bazıları bitki hastalıklarına neden olur, bazıları ise hayvan hastalıklarına. Bu bakteriler pek çok ekosistemde bulunabilir: Genelde bir konak hayvanda da doğada da aynı derecede çoğalmakla beraber bazı türler bir ortama daha iyi adapte olmuş olabilirler. Genelde insan ve hayvanların bağırsaklarında yaşarlar. Ancak, buna ilaveten derinin nemli bölgelerinde, burun boşluğunda ve kadın üreme kanalında da geçici olarak bulunabilirler. Enterik bakteriler bağırsak florasının önemli bir bölümünü oluştururlar. Kolon içinde (çekum ile rektum arasında) sayıları çok yüksektir, gıda artıklarının yıkımına ve bağırsak gazlarının oluşumuna katkıda bulunurlar. Bağırsaklardaki Enterik bakterilerin arasında "Escherichia coli" türü başta gelir. Aerobik bakterilerin %80'nini oluşturur, dışkıdaki miktarı 10"E. coli" /gram'dır. Daha düşük sayıda olan diğer türler arasında "Proteus" ve "Klebsiella", daha değişken olarak da "Citrobacter", "Hafnia", "Providencia", "Enterobacter" cinsleri sayılabilir. Hastalık yapan enterobakteriler, zorunlu patojenler ve fırsatçı patojenler olarak iki gruba ayrılabilir. Organizmanın içinde bunların varlığı, sayıları ne kadar olursa olsun anormal sayılır ve genelde bir enfeksiyona yol açarlar. Pislenmiş gıdalarla vücuda giren bu bakteriler bağırsak mukozasına bağlanıp sonra da bağırsak duvarını ötesine geçerek bağırsak sorunlarına yol açarlar. Genelde ağır ishal vakaları olarak kendilerini belli ederler. Bu gruptaki bazı türler: Fırsatçı patojenler sağlıklı bir konağı hasta edecek bir özellikleri yoktur. Bağışıklık yetersizliği olan bir konakta ise enfeksiyona yol açarlar. Septisemi, solunum yolu, idrar yolu veya abdominal enfeksiyonlara neden olabilirler. Bunlar bağırsağın normal florasını oluşturabilirler. Örneğin "Escherichia coli" (özellikle kadınlarda), örneğin kronik kabızlık durumunda, idrar yolu enfeksiyonuna yol açabilir. "Klebsiella pneumonia" da bazen solunum yolu enfeksiyonuna yol açabilir. Saprofit enterobakteriler toprakta, suda bitkilerde ve genelde tüm nemli ortamlarda bulunurlar. Organik maddelerin çürümes
ine yardım ederler. Bunlarına arasında "Proteus" türleri (hem saprofit hem kommensal olarak yaşarlar),gram pozitif ve negatifle hiçbir alakaları yoktur yalan söylenmektedirler mikrobiyoloji kıtablarında ayrı başlık altlarındadırlar Özgü Namal Melahat Özgü Namal (d. 28 Aralık 1978), Türk sinema, tiyatro ve dizi oyuncusudur. 28 Aralık 1978'de Üsküdar'da doğdu. Selanik kökenli olan annesi Akile Namal emekli bir devlet memuru, Makedonya kökenli babası Kubilay Namal ise emekli bir tüccardır. 1997 yılında profesyonel olarak Masal Gerçek Tiyatrosu'nda çocuk oyunlarıyla tiyatro oyunculuğuna başlamıştır. Üsküdar Cumhuriyet Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nden mezun olan Namal, daha önce Kadıköy Halk Eğitim Merkezi ve Müjdat Gezen Tiyatrosu'nda da oyunculuk eğitimi almıştır. Sinema ve tiyatro en büyük tutkusuyken, fotoğrafçılık da hobileri arasında yer almaktadır. Kurtlar Vadisi Dizisinde Polat Alemdarın sevgilisini canlandırdığı Elif Eylül karakteriyle geniş kitlelerce tanınmıştır. 2005'te rol aldığı "Kiralık Oyun" adlı tiyatro oyunundaki performansıyla Afife Tiyatro Ödülleri'nde yardımcı rolde yılın en başarılı müzikal ya da komedi kadın oyuncusu ödülünü elde etti. "Yetenek Sizsiniz Türkiye"nin 2014-2015 sezonuna jüri olarak katılmıştır. ! colspan="3" style="background: #DAA520;" | İstanbul Film Festivali ! colspan="3" style="background: #DAA520;" | Antalya Altın Portakal Film Festivali ! colspan="3" style="background: #DAA520;" | İsmail Cem Televizyon Ödülleri Nasuh Mahruki Ali Nasuh Mahruki (d. 21 Mayıs 1968; İstanbul), Türk dağcı, yazar, fotoğrafçı. İki yüz yıldan beri İstanbul’da yaşayan Mahruki ailesinden gelmektedir. Osmanlı döneminde Sultan II. Mahmud’a hizmet etmiş Nasuhzade şehit Kaptan-ı Derya Ali Paşa’nın 6. kuşak torunudur. Babası Cem Mahruki Türkiye’nin önemli koleksiyoncularından biri olup Türk Nümismatik Derneği başkanlığı yapmıştır. Şişli Terakki Lisesi'nin ardından 1992'de Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi'nden mezun oldu. Dağcılık sporuyla 1988 yılında Bilkent Üniversitesi Doğa Sporları Topluluğu'nda tanıştı. Üç yıl boyunca topluluğun başkanlığını yaptı. Dağcılık dışında mağaracılık, aletli dalış, yamaç paraşütü, motor sporları, bisiklet ve yelken sporlarıyla ilgilenmektedir. 1992-1994 yılları arasında eskiden Sovyetler Birliği'nin sınırları içinde kalan 7000 metreden yüksek beş dağa tırmanarak "Kar Leoparı" unvanını aldı. 1995 yılında Everest Dağı'na tırmanan ilk Türk dağcı oldu. 1996 yılında yedi kıtanın en yüksek dağına tırmanarak "Yedi Zirveler" projesini tamamlayan 45. ve en genç sporcu oldu. Sonraki yıllarda da birçok zorlu tırmanış gerçekleştirdi. En önemlileri, oksijen desteksiz olarak gerçekleştirdiği Cho Oyu, Lhotse ve K2 dağlarıdır. 2010 yılında bir kez daha Everest Dağı'na tırmandı. Bahçeşehir Üniversitesi'nde "Takım Çalışması ve Liderlik" dersleri vermiş olup ayrıca liderlik, takım çalışması, kişisel gelişim, kendini tanıma, hedef odaklılık, kararlılık, disiplin, risk yönetimi gibi konularda motivasyon konuşmaları ve seminerler düzenlemektedir. Çeşitli gazete ve dergilerde köşe yazarlığı yapmış ve televizyon kanallarında belgesel programları hazırlamıştır. AKUT'un kurucu üyesidir. AKUT yönetim kurulu başkanlığı görevini yürütmekteyken 28 Kasım 2016'da yönetim kurulu başkanlığı ve yönetim kurulu üyeliğinden istifa eden Mahruki, AKUT Onursal Başkanı olarak görevini sürdürmektedir. Himalayalar'da Bhutan Krallığı'na yaptıkları bir motosiklet yolculuğu sırasında geleneksel bir düğün töreniyle Mine Mahruki ile evlenen Nasuh Mahruki, Barlas ve Bilge adında iki çocuk babasıdır. Basur Basur veya hemoroid ayrıca halk arasında bilinen adıyla mayasıl, anal kanalda dışkı kontrolüne yardımcı olan vasküler yapılardır. Bunlar şiştiği veya iltihaplandığı zaman patolojik hale veya hemoroid memesi haline gelir. Fizyolojik durumdayken, arteryo-venöz kanallar ve bağ dokudan oluşan bir tampon görevi görürler. Patolojik hemoroidin semptomları görülen hemoroid tipine bağlıdır. İnternal hemoroid genelde ağrısız rektal kanama ile görülürken, eksternal hemoroid bazı semptomlar ya da tromboze durumdaysa anüs bölgesinde şiddetli ağrı ve şişlik oluşturabilir. Birçok insan anal-rektal bölge etrafında meydana gelen herhangi bir semptomu yanlış bir şekilde "hemoroid" olarak ifade etmekte ve semptomların önemli nedenleri gözden kaçırılabilmektedir. Hemoroidin gerçek sebebi hala bilinmemekte, özellikle kabızlık olmak üzere intra-abdominal basıncı arttıran çok sayıda faktörün hemoroidin gelişmesinde rol oynadığına inanılmaktadır. Hafif ve orta şiddetli hastalık için başlangıç tedavisi su düzeyini korumak için lif alımı ve oral sıvı alımının arttırılması, ağrıyı dindirmek ve rahatlık sağlamak içinse NSAIDlerden oluşur. Semptomlar ciddiyse veya konservatif yollarla iyileştirilemiyorsa uygulanabilecek çok sayıda basit işlem vardır. Bu önlemleri uygulayarak iyileşemeyenler için cerrahi müdahaleye başvurulabilir. İnsanların neredeyse yarısı hayatının herhangi bir noktasında hemoroidle ilgili sorunlar yaşayabilir. Elde edilen sonuçlar genel olarak iyidir. İnternal ve eksternal hemoroid farklı şekillerde görülebilir; ancak birçok insanda ikisi bir arada da oluşabilir. anemiye yol açacak kadar ciddi düzeyde kanama nadiren görülür, ve hayatı tehdit edecek düzeyde kanama ihtimali daha da düşüktür. Birçok insan bu sorunla karşı karşıya kalmaktan utanır ve çoğunlukla sadece vaka ilerledikten sonra tıbbi yardım arayışına girer. Eksternal hemoroid tromboze durumda değilse, sadece birkaç küçük soruna yol açabilir. Ancak, hemoroid pıhtılaştığı zaman çok ağrılı olabilmektedir. Ancak bu ağrı genellikle 2 – 3 gün içinde geçer. Ancak şişliğin ortadan kalkması birkaç hafta alabilir. İyileşmeden sonra bir deri nodülü kalabilir. Hemoroidler büyükse ve hijyen sorunlarına yol açarsa, etrafındaki deride tahrişe ve dolayısıyla anüs çevresinde kaşıntıya neden olabilir. İnternal hemoroid genellikle ağrısız, kıpkırmızı ve bağırsak hareketi sırasında veya sonrasında rektal kanama ile birlikte görülür. Kan genelde dışkıyı kaplamış durumda, hematokezi olarak da bilinen bir durum, tuvalet kağıdında görülür veya klozete damlar. Dışkı kendisi de genel olarak normal renklidir. Diğer semptomlar arasında mukoz akıntısı, perianal kitle ve bunlar anüsten sarkıyorsa kaşıntı ve fekal inkontinans gösterilebilir. İnternal hemoroid genel olarak sadece tromboze veya nekrotik olması durumunda ağrılıdır. Semptomatik hemoroidin gerçek nedeni bilinmemektedir. Düzensiz tuvalete çıkma alışkanlıkları (kabızlık veya ishal), hareketsizlik, beslenme unsurları (düşük lifli beslenme), intra-abdominal baskının artması (uzun süreli ıkınma, assit, intra-abdominal bir kitle veya gebelik), genetik faktörler, hemoroidal damarlarda kapakçıkların bulunmaması ve yaşlanma gibi çok sayıda faktörün rol oynadığı düşünülmektedir. Riski arttırdığına inanılan diğer faktörler ise obezite, uzun süre oturma, kronik öksürük ve pelvik taban işlev bozukluğu şeklindedir. Ancak, bu ilişkilendirmelere ait kanıtlar yetersizdir. Gebelik sırasında fetusun karın bölgesine yaptığı baskı ve hormonal değişiklikler hemoroidal damarların genişlemesine yol açar. Doğum da intra-abdominal baskıların artmasına neden olur. Doğumdan sonra genelde semptomlar ortadan kalktığı için, gebelerde çoğu zaman cerrahi tedaviye ihtiyaç duyulmaz. Hemoroid yastıkçıkları normal insan anatomisinin bir parçasıdır ve anormal değişimler geçirdikleri zaman patolojik bir hastalık haline gelirler. Normal anal kanal içerisinde üç temel yastıkçık mevcuttur. Bunlar klasik olarak sol lateral, sağ anteriyor ve sağ posterior konumlarda bulunur. arterler ya da venlerden değil sinüzoidler, bağ doku ve düz kas olarak adlandırılan kan damarlarından oluşurlar. Sinüzoidlerin duvarlarında kan duvarlarında olduğu gibi kas dokusu yoktur. Bu kan damarları grubu hemoroidal pleksus olarak da bilinir. Hemoroid yastıkçıkları kontinans için önemlidir. Hareketsiz durumdayken anal klosür baskısına %15–20 oranında katkıda bulunur ve dışkı geçişi sırasında anal sfinkter kaslarını korurlar. Kişi ıkındığı zaman, intra-abdominal baskı artar ve hemoroid yastıkçıkları büyüyerek anüsün kapalı tutulmasına yardımcı olur. Bu vasküler yapılar aşağıya doğru kaydığında veya venöz baskı aşırı derecede arttığında hemoroid semptomlarının ortaya çıktığı düşünülmektedir. anal sfinkter baskısının artması da hemoroid semptomları arasında sayılabilir. İki tip hemoroid oluşur: süperior hemoroidal pleksustan kaynaklanan internal hemoroid ve inferior hemoroidal pleksustan kaynaklanan eksternal hemoroid. dentat çizgi hemoroidi iki bölgeye ayırır. Hemoroid genel olarak fiziksel muayene ile teşhis edilir. Anüs ve çevresinde yapılacak görsel muayene ile eksternal veya prolabe hemoroid teşhis edilebilir. Olası rektal tümörleri, polipleri, büyümüş prostat, veya apseleri tespit etmek için rektal muayene yapılabilir. İnternal hemoroidlerin çoğunda ağrı görülmemesine rağmen, bu muayene ağrıdan dolayı uygun sedasyon uygulanmadan yapılamaz. İnternal hemoroidin doğrulanması bir ucuna ışık bağlanmış içi boş bir tüp cihaz olan anoskopi uygulanmasını gerektirebilir. İki tip hemoroid vardır: eksternal ve internal. Bunlar dentat çizgiye olan konumlarına göre ayırt edilir. Bazı insanlarda aynı anda her ikisinin de semptomatik formları görülebilir. Ağrı varsa vakanın anal fisür veya eksternal hemoroid olma ihtimali internal hemoroide göre daha fazladır. İnternal hemoroid dentat çizginin üzerinde oluşan hemoroid türüdür. kolumnar epitel ile kaplıdır ve ağrısızdır reseptörler. 1985 yılında bu hemoroit türü prolaps seviyesi baz alınarak dört evreye ayrılmıştır . Eksternal hemoroid dentat veya pektinat çizginin altında meydana gelen hemoroiddir. İlk katmanda anoderm ile distal olarak ise deriyle kaplıdır, her ikisi de ağı ve sıcaklığa karşı hassastır. fisürler, fistüller, apseler, kolorektal kanser, rektal varisler ve tahriş gibi birçok anorektal sorun benzer semptomlara sahiptir ve yanlış bir şekilde hemoroid olarak ifa
de edilebilir. Rektal kanama kolorektal kanserden, inflamatuar bağırsak hastalığı, divertikül hastalığı veanjiodisplazi dahil olmak üzere kolitten dolayı da meydana gelebilir. anemi olması durumunda, diğer potansiyel nedenler üzerinde de durulmalıdır. Bir anal kitleye yol açabilecek diğer durumlar şöyledir: deri nodülleri, anal siğiller, rektal prolaps, polipler ve büyümüş anal memecikler. Portal hipertansyon (portal venöz sistemindeki kan basıncı) artışından kaynaklanan anorektal varisler hemoroide benzer şekilde görülebilir ancak farklı bir durumdur. Dışkılamaya çalışırken ıkınmaktan kaçınma, yüksek lifli gıdalarla beslenerek ve bol sıvı ya da lif takviyesi alarak ve yeterince egzersiz yaparak kabızlık ve ishali önleme gibi çok sayıda önleyici tedbir önerilmektedir. Dışkılamaya çalışırken daha az zaman harcama, tuvalette okumaktan kaçınmanın yanı sıra aşırı kilolu kişilerde kilo verme ve ağır kaldırmaktan kaçınma da önerilen tavsiyeler arasındadır. Hemoroidun direkt olarak neden olduğu şikayetler ise oturak bölgesinde ağrı ve şişlik, makattan kanama, makat bölgesinde meme tarzında şişlikler, oturakta kaşıntı ve akıntı,kabızlık ve karında şişlik. Hemoroidun direkt şikayetlerin yanında aslında hiç akla gelmeyecek ciddi sorunlarda vardır. Hemoroidun neden olduğu Sindirim Sorunları: Dışkılama alışkanlıklarındaki ciddi sıkıntılardan dolayı hemoroid hastaları genelde tuvalete gitmekte korkar ve çekinirler. bu durum dışkının daha uzun süre barsaklarda beklemesinse neden olmaktadır. Barsakların uzun süre hareketsiz ve dolu kalması başta barsak kanseri (kolon CA) olmak üzere barsak duvarlarında fıtıklaşma (divertikül, divertikülit), barsakarda düzensiz kasılmalar ve gaz sıkışmaları (irritable barsak sendromu, İBS) ince barsak ve midede barsak içeriğinin reflü olmasına bağlı hazımsızlık, midede yanma ekşime ve bulantıya yol açmaktadır. Bu sorunların giderilmesi için hastaların sürekli ilaç kullanmaları ise midede kronik gastritler ve mide ülserleri gelişir. Bütün bu sorunlardan dolayı ise hastaların yeme alışkanlıklarında ciddi kısıtlamalara ve gıdalardan alınan besin değerinin düşmesine neden olur. Hemoroidun Sinir Sistemi üzerindeki olumsuz etkileri: Yeme ve içmede düzensizlik ve yetersizlikler, mide sorunları ve barsaktaki gaz şişkinlikleri, oturakta ağrı ve makattan kan gelmesi tüm bulan düzensiz bir yaşam stiline ve dolayısıyla uyku bozuklukları ve sinir sisteminin alt üst olmasına neden olur. Sonuç olarak sinirlilik, uykusuzluk, verimsizlik, agresiflik, sabırsızlık ve yaşamdan tat alamama duygusu oluşur. Hemoroidun Cinsel Yaşam üzerindeki olumsuz etkileri: Aslında sindirim ve sinir sisteminin bozulması beraberinde ister istemez çok ciddi ve derin cinsel sorunlara neden olmasını tahmin edebiliriz. Ayrıca makat bölgesinde sürekli bulunan bu ağrılı, kanamalı ve hassas şişlikler (yani hemoroidler) erkeklerde penisin yeterli sertleşmesine engel olduğu gibi bayanlarda cinsel arzuyu (libido) ciddi bir şekilde azaltır. Bu sorunların beraberinde hormonal düzensizlikler ve ruhsal bozukluklar meydana gelebilir. Hemoroidun Dolaşım ve Kalp üzerindeki olumsuz etkileri: Bir ata sözü der ki “damlaya damlaya göl olur”, bir de bunu tersini düşünün “damlaya damlaya depo boşalır”. hemoroitlerden akan kan damlaları zamanla kansızlığa (anemi) neden olur. ne yazık ki genelde bu kan damlaları dışkı ile karışır ve çoğu zaman hastalar tarafından fark edilmez. uzun süre devam eden kansızlık durumlarında (kronik anemi) kalp vücudun yeterli kan gereksinimini karşılamak için daha fazla ve daha hızlı çalışmaya başlar. kalbin bu aşırı temposu kalp kasının iflasına (kalp yetmezliği) ve kalp kapaklarının gevşemesine (kapak yetersizliği) neden olur. Hemoroidun meslek hayatına olan olumsuz etkileri: Özellikle ilerleyen derecelerdeki hemoroidler hastaların uzun süre ayakta durmalarına veya sandalyeye oturmalarına engel olur. Bu iki pozisyondaki meslek sahiplerinin (örneğin öğretmen, memur, berber, esnaf, doktor, avukat, hakim, asker…vs) performansında ve verimliliğinde ciddi düşüş gözlenebilir. Konservatif tedavi tipik olarak diyet lifi bakımından zengin beslenme, su düzeyini korumak için ağızdan sıvı alımı, non-steroid anti inflamatuar ilaçlar (NSAID)ler, oturma banyosu ve dinlenme önerilerinden oluşur. Lif alımını arttırmanın iyi sonuçlar verdiği ortaya konmuştur ve beslenme alışkanlıkları değiştirilerek ya da lif takviyeleri tüketilerek gerçekleştirilebilir Ancak, tedavinin herhangi bir noktasında oturma banyosu uygulanmasının faydalarına ilişkin kanıt yoktur. Uygulanması durumunda ise tek seferde 15 dakika ile sınırlı tutulmalıdır. Hemoroid tedavisi için birçok topikal ajan ve fitil bulunmakla birlikte bunların kullanımını destekleyecek nitelikte kanıtlar yetersizdir. Steroid içeren ajanlar deride incelmeye yol açabileceği için 14 günden fazla kullanılmamalıdır. Çoğu ajan aktif bileşenlerin karışımından oluşur. Bunlara örnek olarak petrol jelatini veya çinko oksit gibi bir koruyucu krem, lidokain gibi bir analjezik ajan ve epinefrin gibi bir vazokonstrüktör gösterilebilir. Flavonoidlerin potansiyel yan etkileri düşünülürse faydalı olup olmadığı tartışmalıdır. Semptomlar genelde gebelikten sonra ortadan kalktığı için; aktif tedavi çoğu zaman doğum sonrasına ertelenir. Muayenehanede uygulanabilecek çok sayıda işlem vardır. Bunlar genel olarak güvenli olup, nadiren perianal sepsis gibi ciddi yan etkiler oluşabilir. Konservatif müdahale ve basit işlemlerin başarısız olması durumunda uygulanabilecek çok sayıda cerrahi teknik mevcuttur. Rektumun idrar üreten sinirlere yakın olmasından dolayı, tüm cerrahi işlemlerde kanama, enfeksiyon, anal striksiyon ve üriner retansiyon gibi belli bir derecede komplikasyonlar görülmektedir. Ayrıca, özellikle sıvı olmak üzere küçük bir fekal inkontinans riski de oluşabilmekte, bu riskin görülme oranları %0 ile %28 arasında bildirilmektedir. hemoroidektomi (çoğu zaman anal stenozla birlikte) sonrasında oluşabilecek bir başka durum da mukozal ektropiyondur. Burada çok hafif seyirli rektal prolapsa benzer şekilde anal mukoza anüsten dışa doğru döner. Rahatsızlığı bulunan birçok insan bir sağlık uzmanına görünmediği için, hemoroidin ne kadar yaygın olduğunu belirlemek zordur. Ancak, semptomatik hemoroidlerin ABD nüfusunun en az %50'sini yaşamlarının belli dönemlerinde etkilediği ve nüfusun ortalama ~%5'ini ise her an etkilediği düşünülmektedir. İki cinsiyet arasında hastalığın görülme sıklığı neredeyse aynı olup en yüksek oranlara 45 ve 65 yaşları arasında rastlanmaktadır. Kafkaslarda ve sosyoekonomik statüsü yüksek kesimlerde daha yaygındır. Bazı kişilerde nükseden semptomatik epizodlar görülebilmekle birlikte uzun vadede sonuçlar genelde iyi yöndedir. Hastaların sadece küçük bir bölümünde cerrahi müdahaleye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu hastalıktan bilindiği kadarıyla ilk kez MÖ. 1700 yılına ait bir Mısır papirüsünde bahsedilmekte ve şu tavsiyede bulunulmaktadır: “… Sana mükemmel koruyucu bir krem tarifi vereceğim; Akasya yaprakları ve toprağı birlikte döverek toz haline getir ve pişir. Bunu ince bir kumaşa sür ve anüse yerleştir, anında iyileştirecektir." MÖ. 460 yılında Hipokrat Külliyatında modern lastik bant ligasyonuna benzer bir tedaviden bahsedilmiştir: “Ve hemoroidleri uygulama için bir iğne ile delip çok kalın ve yünlü bir iple bağladıktan sonra düşene kadar dokunmayıp, düştükten sonra ılık yaş pansuman yaparak ve hastanın sürekli yüzüstü yatmasını sağlayarak aynı şekilde tedavi edebilirsiniz; hasta iyileştikten sonra ise keklik otu seansı uygulayın.” Hemoroid İncilde de açıklanmış olabilir. Celsus (MÖ. 25 – MS. 14) ligasyon ve eksizyon işlemlerini açıklamış ve olası komplikasyonlardan bahsetmiştir. Galen arterlerin damarlarla olan bağlantısının koparılmasını savunmuş, bunun ağrıyı dindirdiğini ve kangrenin yayılmasını önlediğini iddia etmiştir. Susruta Samhita (MS. 4. - 5. yüzyıl) eserinde Hipokrat'ın sözlerine benzer ifadeler geçmekte, ancak yara temizliği vurgulanmaktadır. 13. yüzyılda Milanolu Lanfranc, Guy de Chauliac, Henri de Mondeville ve John of Ardene gibi Avrupalı cerrahlar cerrahi tekniklerde büyük bir ilerleme ve gelişme kaydetmiştir. İngilizce'de "hemoroid" sözcüğü Eski Fransızca "emorroides", Latince "hæmorrhoida - ae" sözcüklerinden sırasıyla in turn Yunanca "kanı boşaltmaktan sorumlu" anlamına gelen "αἱμορροΐς" ("haimorrhois"), "kan" anlaına gelen "αἷμα" ("haima"), + kendisi "akma, akış" anlamına gelen "ῥέω" ("rheo") sözcüğünden türeyen "akma, akış, akım" anlamına gelen "ῥόος" ("rhoos") , sözcüklerinden türetilerek ilk kez 1398 yılında kullanılmıştır. Onur listesinde yer alan beyzbol oyuncusu George Brett 1980 Dünya Serisinde hemoroid ağrısından dolayı bir oyundan çıkarılmıştır. Brett, küçük bir operasyon geçirdikten sonra bir sonraki oyunda sahalara geri dönmüş ve "...tüm sorunlarımı arkada bıraktım" şeklinde bir espri yapmıştır. Brett bir sonraki bahar döneminde tekrar bir hemoroid operasyonu geçirmiştir. 1984 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Jimmy Carter hemoroid rahatsızlığı nedeniyle cerrahi bir operasyon geçirdi. Muhafazakar siyaset yorumcusu Glenn Beck hemoroid için bir operasyon geçirmiş ve 2008 yılının çok izlenen bir YouTube videosunda yaşadığı tatsız deneyimi anlatmıştır. Elvir Bolić Elvir Bolić (d. 10 Ekim 1971, Zenica, Bosna-Hersek), Bosna-Hersekli eski futbolcudur. Yugoslavya'nın Crvena Zvezda takımında parladı. 1991-92 sezonunda Şampiyonlar Ligi maçlarında forma giydi. Türkiye'de ilk olarak 1992'de Galatasaray'a geldi, fakat fazla forma şansı bulamayarak altı ay sonra Gaziantepspor'a gitti. Gaziantep'te attığı gollerle dikkat çeken Boliç 1994-95 sezonunda 26 golle gol krallığında Aykut Kocaman'ın ardından ikinci sırayı aldı. Boliç, 1995-96 sezonu başında Fenerbahçe'ye geçti ve o yıl kazanılan şampiyonlukta büyük pay sahibi oldu. Ayrıca 40 yıl boyunca kendi sahasında Avrupa maçlarında yenilmeyen Manchester United'a gol atarak Fenerbahçe'nin kazanmasını sağlamış ve tarihe geçmiştir. 2000 yılında takımdan ayrılan Boşnak oyuncu İstanbulspor'a transfe
r oldu ve ardından İspanya'nın Rayo Vallecano takımında forma giydi. Ülkesi Bosna-Hersek millî futbol takımı formasını da başarıyla giyen Boliç, 2005-2006 sezonunda tekrar İstanbulspor takımına dönmüştür. Bu takımda da çeşitli sakatlıklarından ötürü fazla forma şansı bulamadı. Elvir Bolić Gençlerbirliği SK ve Malatyaspor'da oynadıktan sonra 2005-2006 sezonunda Hırvatistan'ın HNK Rijeka takımına transfer oldu ama kısa bir süre sonra, 35 yaşındayken emekli olduğunu açıklayarak 2006 yılının Eylül ayında kulüpten ayrılmıştır. 2008 yılında Bosna-Hersek millî takımının yardımcı antrenörü olmuştur. Elvir Bolić günümüzde futbol sektöründen uzaktadır ve ülkesi Bosna Hersek'te İnşaat ve restoran işleri yapmaktadır. Elvir Baljić Elvir Baljić ( d. 8 Temmuz 1974, Saraybosna, Bosna-Hersek), Türk vatandaşlığına sahip Boşnak eski futbolcu ve teknik direktördür. 1974 doğumlu Baliç, futbola 1984'te Saraybosna’da başlar. Babası FK Sarajevo taraftarıdır ama oturdukları eve yakın olduğu için onu Zeljenicar Sarajevo kulübünün alt yapısına yazdırır. Bu takımda 8 yıl top oynar. 1992'de başlayan Bosna Savaşı sırasında FK Sarajevo takımına transfer olur. Savaşta eniştesini ve amcasını kaybeder. Ablası ve dayısı ciddi şekilde yaralanır. Lig yoktur. Kulübü de Bosnalı askerlere yardım amacıyla dünyanın değişik ülkelerinde turnuvalara katılır. Tam 13 ay süren maçlar sonunda yaklaşık 1 milyon dolara yakın para toplanır. En çok Suudi Arabistan ve Endonezya'da kalırlar. Tekrar döndüklerinde savaş hâlâ devam etmektedir. 7 ay daha Bosna'da kalır. Sonra devlet başkanı Aliya İzzetbegoviç'in izniyle tekrar turnuvaya çıkarlar. Bu dönemde Türkiye'ye de uğrarlar. Bursa'da Bursaspor ile karşılaşırlar. O dönem Bursaspor'un başında bulunan Nejat Biyediç'in isteğiyle maç sonrasında Baliç'e teklifte bulunurlar. Ancak turnuva devam ettiği için bu teklifi o an kabul etmez. Birkaç ay sonra yine takımıyla birlikte Bosna'ya döner. Savaştan önce eski Yugoslavya'da futbolcular 28 yaşına kadar yurtdışına çıkamazdı. Baliç ise 18 yaşında dünyayı dolaşmıştır. Ancak tekrar döndüğü ülkesinde hiçbir hedefi yoktur. Bu süreçte Bursaspor ile temas kurar. Bursaspor da onu transfer eder. Bursaspor'da forma giymeye başlayan oyuncu, takımının 1996 yılında UEFA Intertoto Kupası'nda yarı finale kalmasında büyük pay sahibi oldu. 1998 yılında rekor bir transfer ücretiyle 9.500.000 €'ya Fenerbahçe'ye geçen Baljić, Türk vatandaşlığına geçerek Baliç soyismini aldı. 1999-2000 sezonunda İspanyanin dünyaca ünlü kulübü Real Madrid'e 19.000.000 dolara transfer olmuştur Real Madrid'e transfer olan ilk Türk pasaportlu futbolcu Elvir Baliç'tir. Ancak geçirdiği ağır sakatlık neticesinde fazla forma şansı bulamamıştır. 2000-2001 sezonunda kiralık olarak yeniden Fenerbahçe'ye dönmüş ve şampiyon kadroda yer almıştır. Sezon sonu tekrar Real Madrid'e giden Baliç, Rayo Vallecano takımında da vatandaşı ve Fenerbahçe'den takım arkadaşı Boliç'le beraber bir sezon oynar. 2002'de Galatasaray'a transfer olan Baliç, ondan sonra sırasıyla Konyaspor, MKE Ankaragücü, ve İstanbulspor'da oynamıştır. 2009'da futbol hayatına son vermiştir. 2010-2013 yılları arası Saffet Susiç'in yardımcılığını yaparak Bosna-Hersek millî takımının yardımcı antrenörü olmuştur. Elvir Baljić Ekim 2015 tarihinde ile 1. Lig ekiplerinden Kardemir Karabükspor ile 1+1 yıllık resmi sözleşme imzaladı. Kardemir Karabükspor'un başında çıktığı 9 maçta 3 galibiyet, 3 beraberlik ve 3 mağlubiyet aldı ve görevinden istifa etti. Hüseyin Kalpar'dan boşalan Alanyaspor teknik direktörlüğüne getirilen Saffet Susiç'in yardımcılığını üstlenmektedir. Sivas Lisesi Sivas Lisesi (Sivas Mekteb-i Sultanisi), 1887’de eğitim ve öğretime açılmış öğretim kurumudur. Tarihi binasının temeli eski valilerden Sırrı Paşa tarafından atılmış, ancak valinin tayini çıkması üzerine yapımına bir süre ara verilmiş, daha sonra Vali Melum Paşazade Memduh Paşa, temelin yerini değiştirerek inşaatı yeniden başlatmıştır. O tarihlerde böyle bir okul binasına büyük ihtiyaç olduğunu sezen Paşa okulun yapılmasına büyük bir çaba harcamış bu nedenle okulun yapımı artırma ve eksiltme ile bir müteahhitte verilmiştir. Bu konuda komisyon kurulmuş ve bu komisyonun başkanlığına Albay Cemal Bey getirilmiştir. Komisyon üyeleri ise Milli Eğitim Müdürü Atıf Bey, belediye başkanı Nuri Bey, idare meclis üyelerinden Nasuhizade Burhaneddin, genel idare meclis üyelerinden başmühendis Şahin Agopyan’dır. Okulun planlarını başmühendis çizmiş fakat Sivas’ta bu planı gerçekleştirecek inşaat ustası bulunamadığından, Albay Cemalettin Bey’in delaletiyle Giresun’dan getirilen usta ayda yedi altınla çalışmaya başlamış, okulun temeline bin para ile Abdi Kalfa tarafından Memduh Paşa’nın adı yazılı kaya temeli konmuş, binanın yapımı dört yıl kadar sürmüş, 19 Haziran 1894 tarihinde ve o zamanın parası ile 8140 altına okul mal olmuştur. Bina 1894’de ders yılı başında öğretime açılmıştır. Açılış töreni Vali Halil Rifat Paşa tarafından yapılmıştır. Okulun ilk müdürü Bulgaristan göçmenlerinden Hulusi Bey’dir. Daha sonra müdür yardımcılığına Zara kaymakamlığında bulunmuş Sivas Milli Eğitim Müdürlüğünde hizmet gören Tevfik Bey tayin edilmiştir. 31 Mart 1918’de tamir gören yapının bugün İstasyon Caddesi'ne bakan giriş kapısı, 1930 Eylül’ünde yapılmıştır. Taşlı Sokak'a bakan asıl giriş kapısı Sivas Kongresi'nin(4 Eylül 1919) yıldönümlerinde ziyaretçilere açık bulundurulmaktadır. Bina iki katlı olup derslikleri alt katta ve mescidi de içindeydi. İki Müdür odası, idare odası ve konferans salonu üst katta bulunmaktaydı. Okul ilk önce İdadi, sonra Sultani, daha sonra da Atatürk’ün direktifi üzerine Sivas Lisesi adını almıştır. Okulun alt katındaki iki büyük odadan soldaki okulun camisiydi ve duvarlarında kufi yazı bulunmaktaydı. Sivas Kongresi zamanında on iki sınıflı olan okul 1924-1925 ders yılında Sivas Lisesi adı altında lise oldu. Bina 120 yıllık geçmişi ve özgün mimarisinin yanında Cumhuriyet tarihinde de önemli bir yere sahiptir. 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi’ne evsahipliği yapmıştır. Kongrenin yapıldığı salon ve Atatürk’ün yatak odası bugün özgün haliyle muhafaza edilmektedir. Ayrıca Atatürk eşi Latife Hanım’la Sivas’a geldiklerinde aynı binada kalmışlar ve ağırlanmışlardır. Sivas Kongresi’nin temsil heyetinin seçilip Ankara’ya gitmesinden sonra açılan astsubay okulu kısa bir süre burada hizmet verdikten sonra Tokat’a taşınınca bina yeniden lise olarak hizmet vermeye başlamıştır. Kongre sırasında okulun on iki sınıfından yedisi Paşabostan Mahallesi'nde Burhaneddin Efendi’nin konağına, kalan beşi ise Taşlı Sokak'ta Abidin Bey’in konağının karşısındaki eve taşınmıştır. 1950’de Sivas Lisesi için yeni bir bina yapılması ve tarihi yapının müzeye dönüştürülmesi kararlaştırılmışsa da aynı yılgerçekleşen seçimlerden sonra bu düşünce ileriki bir tarihe ertelenmiştir. Sivas Lisesi'nin 1970-1971 öğretim yılında Taşlı Sokak'taki yeni kampüsüne taşınmasından sonra tarihi yapı Kongre Müzesi olarak hizmet vermektedir. Esas hat Esas Hat, uluslararası deniz hukukunda kara ülkesi ile kara suyunun sınırını belirtmektedir. Buna göre uluslararası hukukta kabul edilen 6 deniz mili veya 12 deniz milinin uygulanması için esas alınacak çizgidir. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesinde esas hat; sahildar devlet tarafından resmen kabul edilmiş büyük ölçekli deniz haritalarında belirtildiği şekliyle, sahil boyunca uzayan en düşük cezir hattı olarak tanımlanmıştır. Yaşlılık hekimliği Yaşlılık hekimliği ya da Geriatri; yaşlılık dönemindeki sağlık sorunları ve bu sorunların tedavileriyle ilgilenen tıp dalıdır. Yaşlanma, canlı molekül, hücre, doku, organ ve sistemlerinde zamanın ilerlemesinde ortaya çıkan, geriye dönüşü olmayan yapısal ve işlevsel değişikliklerin tümüdür. Yaşlılık hekimliği, yaşlılığa bağlı olarak oluşan sağlık sorunlarını ve bunların tedavilerini inceler. Kronik hastalıkların tedavisindeki gelişmeler ve buna paralel ortalama yaşam beklentisinin uzaması ile, İç Hastalıkları disiplininin bu dalı gelişmekte olan ülkelerde önem kazanmaktadır. Vücutta yaşlılıkla birlikte meydana gelen değişiklikler nedeniyle (metabolizmanın yavaşlaması, strese karşı direncin azalması gibi) hastalıkların tedavileri ve hastaya yaklaşımda da nüanslar ortaya çıkmaktadır. Geriatri, genel İç hastalıkları konularının yanı sıra Alzheimer Hastalığı başta olmak üzere sık görülen kognitif problemler ve bunların tıbbi ve davranışsal tedavileri ile de ilgilenmektedir. Yaşamın bu döneminde hastalıkların yoğunlaşmasıyla birlikte koruyucu hekimlik de ön plana çıkar. Bu hasta popülasyonunda strese karşı rezerv düşük olduğu için koruyucu hekimlik uygulamalarında gereksiz tahlil ve tetkiklerden kaçınarak mümkün olan en iyi koruyucu hekimlik hizmetini sunmak da geriatri uzmanlarının sorumlulukarındandır. Cermen dilleri Cermen dilleri, Hint-Avrupa dil ailesinin bir alt birimidir. Batı Avrupa'daki ülkelerde konuşulan dillerin birçoğunu kapsar. Almanca, Felemenkçe, İngilizce gibi diller bu aileye dahildir. Cermen dilleri, Batı Avrupa dışında; ABD, Güney Afrika, Asya (özellikle Hindistan), Avustralya, Yeni Zelanda'da da konuşulmaktadır. Anadil olarak yaklaşık toplam 550 milyon kişi tarafından konuşulmaktadırlar. Bu diller genellikle bükümlüdür. Yani kendi içinde sözcük değişime uğrayarak çekilir. Mesela İngilizce "drink-drank-drunk" (Almanca "trinken-trank-getrunken")'ta olduğu gibi. Genellikle cümle yapısı özne + yüklem + tümleç şeklindedir. Günümüzde kullanılan ve lehçe olarak kabul görmüş dillerden oluşur. Çağdaş Cermen dilleri özellikle Kuzey Avrupada konuşulan ve Hint Avrupa Dil Ailesi'ne mensup olan dillerden oluşur. İskandinav Dilleri'de bu grubun içine girerler. Ayrıca Birleşik Krallık'ta kullanılan diller de bu grubun içinde yer alır. Hak ve Özgürlükler Hareketi Hak ve Özgürlükler Hareketi (kısaca HÖH, Bulgarca: Движение за права и свободи "Dviženie za Prava i Svobodi", kısaca ДПС "DPS"), üyelerinin çoğunluğunu Bulgaristan Türklerinin oluşturduğu siyasi partidir. Genel başkanı Mustafa Karadayı'dır. 19
89 sonrası Bulgaristan’da yaklaşık 160 siyasi parti kurulmuştur. Bunlardan dört tanesi Türk kökenlidir: Hak ve Özgürlükler Hareketi, Demokratik Gelişim Hareketi, Demokratik Adalet Partisi ve Türk Demokrat Partisi. 1990 yılının 10 ve 17 Haziran tarihlerinde yapılan iki turlu genel seçimlerde, HÖH, o tarihte 400 sandalyeli Bulgar Parlamentosuna 23 milletvekili sokmayı başardı. 13 Ekim 1991'de yapılan genel seçimlerde, HÖH, sandalye sayısını 24’e yükseltti. Daha sonra yapılan yerel seçimlerde ise 27 belediye ve 653 muhtarlık kazandı. 18 Aralık 1994'teki genel seçimlere üç Türk partisi katıldı. Bu seçimlerde HÖH, 160 bine yakın oy kaybetti ve toplam oyların sadece % 5,44’ünü elde edebildi. Böylece her üç parti birlikte toplam 320 bin oy almış oldu. Seçimleri ise Bulgar Sosyalist Partisi kazandı. Bu dönemde hükümet, Müslüman azınlık tarafından seçilmiş olan Baş Müftü Fikri Salih Efendi’yi görevinden aldı, yerine Diyanet İşleri Komitesi Başkanı sıfatıyla Nedim Gencev’i getirdi. Bu olay, Müslüman azınlık içinde büyük gürültü kopardı ve ülkede bir “müftü sorunu” baş gösterdi. 1990’ların ortasında Bulgaristan’da ağır siyasi ve ekonomik krizler baş gösterdi. 10 Ocak 1997’de Parlamento binası işgal edildi ve hatta ateşe verildi. 19 Nisan 1997'deki erken genel seçimleri Demokratik Güçler Birliği kazandı. Bu seçimlerde HÖH, toplam Türk oylarının sadece % 52’sini almayı başarabildi. 17 Haziran 2001'de Bulgaristan genel seçimlere gitti. Seçimler, eski Kral II. Simeon’un ve yeni partisi II. Simeon Milli Hareketi'nin ezici zaferi ile sonuçlandı. Seçimlerden sadece üç ay önce kurulmuş olan II. Simeon Milli Hareketi, iktidardaki Demokratik Güçler Birliği ile Sosyalist Parti'yi kolayca mağlup etti. Bulgar Parlamentosu 24 Temmuz'da II. Simeon Milli Hareketi ile 21 sandalyeli HÖH’ün koalisyonunu resmen onayladı. 25 Haziran 2005'te yapılan genel seçimler Bulgaristan’da, komünizmin çöküşünden beri görülmemiş derecede renkli bir koalisyonu ortaya çıkardı: Tek başına iktidar olmak için yeterli çoğunluğa ulaşamamış yedi parti. Sosyalist Parti toplam oyların %31’i ile 240 sandalyeli ve tek kamaralı Parlamentoda 82 sandalye kazandı. Seçimlerde iktidardaki II. Simeon Milli Hareketi oyların %20’sini alarak (53 sandalye) ile ikinci, HÖH ise %13 (34 sandalye) ile üçüncü oldu. Bu üç parti koalisyon hükümeti kurdu. Yeni hükümette HÖH üç bakanlık aldı: Başbakan Yardımcısı ve Doğal Afetler Bakanı Emel Ethem, Çevre Bakanı Cevdet Çakırov ve Tarım Bakanı Nihat Kabil. 1 Ocak 2007 tarihi itibarıyla Bulgaristanın Avrupa birliğine (AB) tam üye olduktan sonra 20 Mayıs 2007 tarihinde AB parlamentosunda Bulgaristanı temsil edecek AB parlamento seçimleri yapılmıştır. Seçim sonuçlarına göre Hak ve Özgürlükler Hareketi %20,26 oyla üçüncü parti olarak 4 milletvekili çıkarmıştır (4 milletvekilinden 2'si Türktür; Filiz Hüsmenova ve Metin Kazak). 5 Temmuz 2009 tarihinde yapılan Bulgaristan parlamento seçimlerinde 610 bin 808 oyla (yüzde 14,48) üçüncü sırada seçimi tamamlamış ve 38 milletvekiliyle Bulgar meclisine girmişlerdir. Ahmed Doğan Ahmed Demir Doğan (Bulgar: Ахмед Демир Доган, 29 Mart 1954, Dobriç), Türk asıllı Bulgar siyasetçi. Bulgaristan Türklerinin haklarını savunan Hak ve Özgürlükler Hareketi'nin kurucusu ve eski genel başkanı. 29 Mart 1954 tarihinde Bulgaristan'nın Dobriç ilçesine bağlı Bakalovo köyünde doğdu. İlk ve orta okul öğrenimini yüksek notlarla bitirdi. Lise hayatı da aynı başarıyla devam etti. Sofya Üniversitesi'nin Felsefe Bölümü'nü kazanarak çok iyi bir dereceyle bitirdi.Marksist Felsefe ve Diyalektik Materyalizm Teorisi alanında büyük özveriyle çalıştı ve mastır yaptı. Marksizmin temel ilkelerine ters düştüğünü açıklayan ve rejime karşı tavır alan felsefecilerden biri olması sebebiyle 1984-1985 yıllarında komünist rejimin ağır soykırımını fiilen yaşayanlardan oldu. 1985 yılında Todor Jivkov rejimini protesto amacıyla "Doğan" ve arkadaşları(Bulgaristan Türk Kurtuluş Birliği Teşkilatı)adını verdikleri gizli teşkilat kurdular. Yalnız çok geçmeden tutuklanarak cezaevine kondular. Bulgaristan'da Mayıs 1989 Olaylarının teşkilatcısı olarak da yargılandı. 12.12.1989 tarihinde cezaevinden çıktı. 1990 yılında Hak ve Özgürlükler Hareketi'ni (HÖH) 8.Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ında desteğiyle kurdu ve Genel Başkan oldu. Bulgaristan'daki Türklerin dil, din, sosyal, kültürel ve ekonomik haklarını savunan ilk parti kuruldu.Ayrıca Bulgaristan'daki ilk Türk siyasetçi olma vasfını da kazanmış oldu. 19 Ocak 2013 tarihinde Ahmed Doğan kürsüde konuşma yaptığı sırada silahlı bir kişinin saldırısına uğradı. Tabancası tutukluk yapınca eyleminde başarısız olan saldırganın 25 yaşındaki Oktay Hasanov Yenimehmedov olduğu ve uyuşturucu, hırsızlık suçlarından sabıkasının bulunduğu belirlendi. Carter Vaughn Findley Carter Vaughn Findley, Amerikalı bir Türkiye tarihçisidir. An Ottoman Occidentalist in Europe: Ahmed Midhat Meets Madame Gülnar, 1889. Kaynak için: The American Historical Review, Vol. 103, No. 1 (Feb., 1998), pp. 15–49. Bodhidharma Bodhidharma (Sanskritçe: बोधिधर्म, Çince: Damo 達摩, Japonca: Daruma だるま) yaklaşık 440-528 yılları arasında yaşadığı tahmin edilen Zen okulunun Çin'deki kurucusu. Zen Budizm'in ilk piri olarak kabul edilir; bu nedenle geleneksel olarak Zen'in tarihi Bodhidharma'nın Çin'e geldiği 520 yılından başlatılır. Hulk Ankiloz Ankiloz, açısı ne olursa olsun sonunda herhangi bir durumda kıpırdamaz hale gelebilen eklem oynaklığının azalma sürecidir. Ankiloz iyi ya da kötü bir konumda oluşabilir. Buna göre çeşitli derecelerde ve bir kol ya da bacak bölümünü ilgilendiren sakatlıklar ortaya çıkar. Sonuç ankilozun oluştuğu açıyla da ilgilidir. 180 derecelik durumda ankiloz olmuş bir dirsek eklemi 90 derecelik olandan daha çok can sıkıcıdır. Ankilozan eklem travmasından ileri gelebileceği gibi, süreğen bir eklem hastalığı sonucunda da ortaya çıkabilir. Ankiloza karşı fizik tedavi, bilinçlendirme ve ilaç tedavisi uygulanır. Bazı durumlarda, kalça protezi, diz protezi gibi cerrahi girişimler uygulanır. Romatolog Romatolog: Hareket sistemi hastalıklarını; kemikleri, eklemleri, eklem çevresi dokuları, sinir köklerini tedavi etmede uzmanlaşan kişidir. Şarap Şarap, meyvenin (genellikle üzüm) fermente edilmesiyle üretilen alkollü bir içecektir. Şarap yapmak için önce üzümler bağlarından toplanır, ardından ezilir sonra, maya (üzümde doğal olarak bulunur) üzüm suyundaki şeker ile birleşir ve aşamalı olarak bu şekeri tüketerek alkole dönüşür. Maya aynı zamanda havada buharlaşan karbondioksiti üretir. Mayanın işlemi tamamlandığında üzüm suyu şaraba dönüşür. Üzüm şarabı kırmızı, beyaz veya rose (pembe) olur. Bunun yanı sıra köpüklü şaraplarda mevcuttur. Ayrıca, şaraplar içindeki şeker miktarına göre de sınıflandırılabilir. Bu sınıflandırmaya göre; sek, dömi-sek, yarı-tatlı ve tatlı olmak üzere dört ana grup vardır. Üzümden imal edilmeyen şaraplara meyve şarabı adı verilir. Her meyveden şarap üretilebilir. Fakat dünyada şarapların büyük bir kısımı üzümden üretilmektedir. Arpa gibi nişasta içeren bitkilerden yapılan içecekler şarap sınıfına girmez. Şarap genelde üzüm ve meyvelerden elde edilir.En iyi içme zamanı on yıldan sonradır ve kırk yıla kadar içilebilir. Bunun yanı sıra uzakdoğuda yaygın bir şekilde pirinç şarabı da tüketilir. Pirincin buharla pişirilip mayalanmasıyla elde edilir. Cabernet Sauvignon, Merlot, Pinot Noir, Shiraz/Syrah, Zinfandel, Nebbiolo, Sangiovese, Tempranillo, Aglianico, Gamay, Grenache, ve Barbera başlıca kırmızı üzüm türleridir. Chardonnay, Riesling, Sauvignon Blanc, Pinot Gris/Pinot Grigio, Gewürtztraminer, Chenin Blanc, Muscat, Pinot Blanc, Sémillon, Trebbiano ve Viogner ise başlıca beyaz üzüm türleridir. Hristiyanlıkta Kudas Ayininde hiçbir katkı maddesi eklenmeden kullanılır. Tıbbi Şarap; içine çeşitli maddelerin çözünmesiyle içmek suretiyle yapılan ilaçtır. Alkol derecesi en az 11 olan kırmızı veya beyaz şaraplar tercih edilir. Kırmızı rengi dolayısıyla sevgilinin dudağı, âşığın kanlı gözyaşıdır. Kadehi andıran biçimiyle lale, kırmızı rengiyle gül de şaraptır ve tekkelerde saki adındaki şarap dağıtıcı aslında Allah'ın rahmetini dağıtır. Yani şarap, edebiyatta mecaz anlamda kullanılır. Şarabın diğer adı da 'mey' olarak adlandırılır. Dünyada 7 milyon 647 bin 743 hektar alanda bağcılık yapılıyor ve dünyada yıllık üzüm üretimi yaklaşık 65-66 milyon ton, Türkiye'de ise 530 bin hektar bağ var ve yaş üzüm üretiminin 90-110 bin tonu şarapta kullanılıyor. "Şarap tadımı"' duyulara dayanarak şarapların değerlendirilmesi işlemidir. Sadece tat alma değil, görme, koklama ve ağız duyusuna da hitap eden, profesyonellere olduğu kadar amatörlere de seslenen bir uğraştır. Bu dalda profesyonel olarak çalışanlara 'sommelier' denir. Dilin tat alma hassasiyetini korumak amacıyla, profesyoneller kadar amatörler de aşırı derecede acılı, ekşili ve tuzlu yiyeceklerden kaçınmalıdırlar. Kronik (anlam ayrımı) Kronik şu anlamlara gelebilir: Monolit Monolit, yekpare taş veya kayadan meydana gelen, görünüşte dağ benzeri bir jeolojik veya teknolojik, büyük boyutlu bir kitledir. Sıklıkla çok sert ve katı metamorfik kayadan olan bu kitleleri, genellikle erozyon açığa çıkarmıştır. İsim Latince "monolithus" sözcüğünden gelir ki bu da Yunanca "μονόλιϑος" ("monolithos") sözcüğünden gelmektedir. "μονόλιϑος" sözcüğü ise μόνος yani "tek" ve λίϑος yani "taş"tan türemiştir. İngilizce ve Türkçeye ise Fransızca "monolithe" sözcüğünden geçmiştir. Bugün yeryüzündeki en büyük üç monolit şunlardır: Diğer monolitlerden bazıları: Yıllar boyunca Uluru/Ayers Kayası'nın dünyanın en büyük monoliti olduğu yazılmış ve söylenmiştir. Aslında bu iki açıdan da "yanlış"tır. Zira Uluru bir monolit değildir ve bir monolit olsa bile Mount Augustus ondan yaklaşık 2,5 kat daha büyüktür. Yekpare taştan meydana gelen abidelere tarihte sıklıkla rastlanır. Bunlar diğer özelliklerine göre farklı isimlerle anılır. Bunun dışında insan eliyle, farklı amaçlar için yapılmış monolitler bulunur. Bazı insan eliyle yapılmış mon
olitler ve tipler: Kolon Kolon veya sütun, taşıyıcı sistemde düşey yapı elemanlarına verilen isimdir. Yapıda dış ve iç etkilerden oluşan kuvvetleri (moment, kesme kuvveti vb.) temellere, dolayısı ile zemine aktarırlar. Boyutlandırılmaları gelen kuvvetlere göre yapılan hesaplamaların dışında; yönetmeliklerde malzeme cinsine göre belirtilen minimum boyutlardan küçük olamaz. Taş veya tuğla örülerek yapılan taşıyıcı ayaklara ise paye denmektedir. Yapı tarihinin en başından beri yapıları ayakta tutmak için kullanılagelmiştir. İlk zamanlarda taş, ağaç gibi doğal malzemeler kolon yapımında kullanılmışsa da modern teknolojinin gelişmesi ile birlikte bir tür yapay bağlayıcı olan çimento ve iskeleti oluşturan çelikten imal edilmiş betonarme veya yalnızca çelikten kolonlar kullanılmaya başlanmıştır. Kolonlar yapı sistemlerinde, genellikle kirişlerden gelen yükleri temele, dolayısı ile zemine aktarırlar. Kolonlarda oluşabilecek bir hasar, yapının göçmesine varabilecek kadar ağır hasarlara neden olabilmektedir. Kolon tanımı genellikle yapısal elemanın, geometrik yerleşimiyle ilgili bir özelliğini çağrıştırsa da, betonarme davranışı açısından irdelendiğinde diğer tür elemanlardan (kiriş, döşeme, perde vb.) farklı bir mekanik davranışı ortaya koyar. Betonarme Yapıların Tasarım ve Kuralları (TS500-2000) isimli Türk Standardı'nda belirtildiği üzere (Bölüm 7.3) hesap eksenel basınç değeri formula_1 değerini aşmayan elemanlar eğilme elemanı olarak tasarlanırlar. Kirişler ve de döşemeler çoğunlukla bu tanıma uyarlar. Bu şartın dışındaki elemanlar ise, eksenel kuvvet seviyesinde bir üst sınır olmakla birlikte, eksenel kuvvet ve eğilmenin birlikte etkimesi durumuna göre tasarlanırlar (TS500-2000 Bölüm 7.4 ve Deprem Yönetmeliği ilgili bölümü). Kolonlar ise çoğunlukla bu davranış tanımına girerler. Ancak eğer bir yatay elemanın (kiriş) eksenel yük seviyesi yanal yüklerden dolayı bu tanıma giriyorsa kolon gibi tasarlanması gerekliliği vardır. Mimari anlamda kolonların ilk kullanıldığı yapılar eski Mısır'da MÖ 2600 yıllarında taş kalıplarla yapılan Imotep tapınağında görülmüştür. Mimari anlamda kolonların kullanıldığı diğer bir uygarlık ise Perslerdir. Perslere ait Apadana Tapınağı'nda 70 x 70 metre ebatlarında olan yapıda birçok kolon kullanılmıştır. Bu kolonların büyük bir kısmı hala ayakta durmaktadır. Ayrıca kolonlar değişik medeniyetlerce yapısal eleman dışında; vergi taşları ve Sadaka taşı olarak da kullanılmıştır. Kolonlar birçok ebatlarda tasarlanabilir. Bazıları kesme taşların üst üste dizilmesi ile imal edilmişlerdir. Bazıları da bütün olarak, taşların yonutulması ile imal edilmişlerdir. Eski dönemlerde, yekpare kolonların ağırlıkları yüksek olduğu için taşınmaları ve yerleştirilmeleri zor olmuştur. Diğer kolonlar; kesme taşların üst üste konulması ya da taşların harçlarla birleştirilmesi şeklinde imal edilmiştir.Ayrıca genellikle bu tip kolonlarda; oluşacak gerilmeleri karşılamak için farklı taşlar ya da metal parçaları da kullanılmıştır. Genellikle kolonlar mukavemeti düşük betonlardan, tuğlalardan ya da taş parçalarından imal edilmişlerdir. Manuel de Falla Manuel de Falla y Matheu, (d. 23 Kasım 1876, Cádiz – ö. 14 Kasım 1946, Alta Gracia) İspanyol besteci ve piyanist. İspanya’nın en tanınmış ve sevilen bestecilerindendir. Kendi vatanının geleneksel müziğinden etkilenmiş, onu diğer Avrupa stilleri ile birleştirerek kendine özgü bir müzik dili yaratmıştır. Baleler, şarkılar, piyano ve orkestra eserleri bestelemiştir. 1876’da İspanya’nın güneyindeki Cádiz şehrinde doğdu. Cádiz’de başladığı öğrenimini önce Madrid’de, sonra Paris’te sürdürdü. Paris’te bulunduğu 1907-1914 yılları arasında Maurice Ravel, Claude Debussy gibi bestecilerle tanıştı ve onlardan etkilendi. Ancak 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı nedeniyle Madrid’e geri döndü. 1920’de, arkadaşı şair Federico Garcia Lorca’nın da bulunduğu Granada’ya yerleşti; 1921-1939 yılları arasında Granada’da yaşadı 1936’da sevgili arkadaşı Lorca’nın öldürülmesine engel olmaya çalıştıysa da başarılı olamadı. İspanya İç Savaşı’ndan sonra General Franco’nun zaferi üzerine Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e taşındı. Granada’da başladığı, İspanyol şair Jacinto Verdaguer’in bir metnine dayanan Atlantida adlı koral eseri üzerinde çalştıysa da eser 1946’da yaşamını yitiridiğinde de henüz tamamlanmamıştı. Bu eser daha sonra Ernesto Haffler tarafından tamamlanmıştır. Hiç evlenmeyen ve ömrü boyunca kız kardeşi ile yaşayan Falla, servetini yitiren Madrid’deki ailesinin geçimini tipik İspanyol müzikal komediler besteleyerek sağladı. 1905’te yazdığı ve ilk defa 1913’te Fransa’nın Nice kentinde sahnelenen La vida breve, ilk önemli sahne eseri idi. Çingene kıskançlığının anlatan El amor brujo Balesi ise 2 yıl sonra Madrid’de sahnelenmişti. El sombrero de tres picos balesine son halini baleyi 1919’da sahneleyen Sergei Dyagilev verdi. Cervantes’in klasik romanı Don Kişot’a dayanan kukla operası El retablo de maese Pedro 1922’de tamamlandı. Bu dört eserin ilk üçünün orkestra suitleri popular olmuştur. Besteci, El amor brujo ve El sombrero de tres picos’dan iki suitin konser versiyonlarını yazdığı gibi solo piyano ve orekstra için Noches en los jardines de España (İspanya Bahçeleri’nde Geceler) isimli çok güzel bir orkestra eseri daha bestelemiştir. Falla, vocal müzik alanında 7 İspanyol halk şarkısını düzenledi. Bazı oda müziği ve piyano müziği eserleri de yazdı. Alphonse Daudet Alphonse Daudet (d. 13 Mayıs 1840 - ö. 16 Aralık 1897), Fransız yazar. Naturalizm akımının temsilcisidir. Sapho, Değirmenimden Mektuplar eserleriyle ünlüdür. Ayrıca Jack diye ünlü bir dünya klasiği vardır. İyi bir eğitim aldıktan sonra Alais Koleji'nde "etüt denetleyicisi" olarak görev yaptı. Edebiyat alanında çalışmalar yapmak üzere Paris'e gitti. İlk defa "Les Amoureuses (Aşık Kadınlar)" (1858) adlı şiir kitabıyla tanındı. Değirmenimden Mektuplar kitabıyla adını dünyaya duyurmayı başardı. Alphonse Daudet, Nimes'de bir tüccar ailenin çocuğuydu. Oldukça avare bir gençlik döneminden sonra ailenin iflâsı üzerine on beş yaşında öğrenimini yarıda bırakmak zorunda kaldı. Paris'te kendi halinde bir gazeteci olan ağabeyi Ernest'in yanına gitti. Ertesi yıl (1858), yayımladığı bir şiir derlemesinde Aşık Kadınlar, onu edebiyat çevrelerine tanıttı. Asıl başarıya, güneydeki gençliğinin ve başkente gelişinin hikâyesi olan Küçük Şey (1868) ve özellikle Provence yöresini sade bir dille canlandıran eğlendirici masallar derlemesi olan Değirmenimden Mektuplar (1869) ile kavuştu. Taraskon'lu Tartarin, Tartarin Alpler'de, Taraskon Savunması ve Taraskon Limanı ile, Daudet muziplik ve canlılık dolu bir küçük taşra dünyası yaratmıştır. Böylelikle, karikatüre yakın gülünç bir güney folklorunun doğmasına katkıda bulunmuş oldu. Alfonse Daudet daha sonra 1897 senesinde öldü. Edremit, Balıkesir Edremit, Balıkesir ilinin batısında, Ege Denizi kıyısındaki ilçedir. Edremit, Balıkesir ilinin üçüncü en büyük ilçesi olup zeytincilik ve Kazdağları ile bilinir. İç turizmin ilk önemli merkezlerinden olan Altınoluk ve Akçay bu ilçededir. Edremit, Antik Çag'daki adı ile Adramytteion, MÖ 1443 yılında Pidasus adı ile Burhaniye İskelesi civarındaki Karataş Mevkiinde kurulmuş bir şehirdir. Truva-Bergama yolu üzerinde bulunmasından dolayı birçok baskınlara uğramış bir ara, harap bir halde Lidya Kralı Krezüs'ün eline geçmiştir. Kralın kardeşi bu şehri yeniden yaptırmış hatta süslemiş ve kendi adı olan Adramys ismini vermiştir. 1231 yılında, Türk akıncıları Edremit’e saldırmış ve çetin savaşlardan sonra, Türk Komutanı Yusuf Sinan’a şehrin anahtarı teslim edilmiştir. 1336 yılında Karesi topraklarının Osmanlı'ya geçmesiyle, Edremit de Orhan Gazi tarafından Osmanlı Devleti hudutları içine alınmıştır. Kurtuluş Savaşı yıllarında; Edremit’de Kaymakam olan Hamdi Bey,işgal kuvvetlerinin arzusu üzerine görevinden azil edilir. Hamdi bey Burhaniye`de bulunan eniştesinin yanına yerleşir. 15 Eylül 1919'da Burhaniye'de kurduğu Kuva-yi Milliye Teşkilatı ile Akbaş Baskınını düzenleyerek, ele geçirdiği çok sayıda silah ve mühimmatı Anadolu'ya aktarmıştır. 17 Şubat 1920 tarihinde Yunan işbirlikçisi çeteciler (Ahmet Anzavur ve adamları) tarafından şehit edilmiştir.797 gün işgal altında kalan Edremitliler birçok tehlikeler geçirmiştir. 9 Eylül 1922 günü, düşmanı kovalayan Türk Süvarilerine kavuşmuş ve onları bağrına basmıştır. Bu gün her yıl parlak törenlerle Kurtuluş Bayramı olarak kutlanmaktadır. İlçe Ege Bölgesinde, Edremit Körfezi ile Kaz Dağı arasındaki sahaya yerleşmiştir. Kuzey Yarımkürede, Asya Kıtasının en batı ucu olan Bababurnu’ndan 85 km. doğuda denizden 6 km içerde olup, 39 derece 35 dakika 30 saniye Kuzey Paraleli, 27 derece 2 dakika 48 saniye Doğu Meridyenlerinin üzerindedir. Batıda Ege Denizi,Ayvacık ve Ezine ilçesi, kuzeyde Bayramiç ve Yenice ilçeleri, Doğuda Havran ilçesi, güneyde Burhaniye ilçesi ile çevrilidir. İlçenin yüzölçümü 708 km²’dir. İlçe merkezi deniz seviyesinden 16 metre yükseklikte olup, ilçe sınırları içinde en yüksek dağ olan Kazdağı’nın Sarıkız Tepesi 1767 metre yüksekliktedir. Edremit Körfezi ile efsaneler dağı olan Kazdağı etekleri arasında oldukça geniş sayılabilecek verimli ve bereketli, sulanabilir Edremit Ovası vardır. İlçede nehir yoktur. Uzunluğu 6–10 km arasında değişen Edremit-Zeytinli, Kızılkeçili, Güre, Altınoluk ve Mıhlı Çayları mevcuttur. Edremit ilçe merkezinin Ege Denizi'ne kıyısı yoktur. Çanakkale asfaltı üzerinde; Tahtakuşlar köyünde Türkiye'nin ilk özel müzesi bulunmaktadır. Edremit'in merkez nüfusu 1927'de 12.000 civarlarındaydı. Nüfus yavaş artışlarla 1970'de 25.000'i buldu. 1990'da 35.000'i aşan nüfus 1997'de 55.000' yaklaştıysa da -2004 yılında Akçay Mahallesinin belde olarak ayrılmasıyla- 2007 yılında 48.000'e geriledi. İlçenin toplam nüfusu ise 1970'de 40.000 iken 1990'da 60.000'i aştı ve 2000'de 100.000' yaklaştı. İlçede, Altınoluk, Akçay ve Zeytinli olmak üzere nüfusu 10.000'i aşan üç yerleşim yeri bulunmaktadır. ilçe toplam nüfusu 2011 genel nüfus sayımına göre 125.018'dir. Bu nüfus
un 53.826'sı ilçe merkezinde, 71.192'si belde ve köylerde yaşamaktadır. Ayrıca 6.638 nüfuslu Kadıköy beldesi ilçe merkezi ile birleşmiş durumda olduğundan, bu beldenin ilçe merkezi içine alınması gündemdedir. Turistlik bir bölge olduğundan yaz aylarında ilçenin nüfusu iki katına çıkmaktadır. Balıkesir Üniversitesi Edremit Meslek Yüksek Okulu İlçenin iklimi Akdeniz iklimi karakterindedir. Kışlar genellikle ılık ve yağışlı, yazlar sıcak ve kurak geçer. Isı en sıcak aylarda gölgede 30,35 derece, soğuk günlerde –5 dereceyi geçmez. Ortalama sıcaklık + 20 derecedir. Rutubet ortalaması 65 olup, hava basınçları 740-770 arasında değişir. Deniz seviyesinden 500 metreye kadar genel olarak zeytin ağaçları, bundan sonra çam ağaçları ile kaplıdır. İlçe topraklarının deniz kıyısı uzunluğu 35 km.dir. Edremit ilçesindeki ekonomik faaliyetler şu şekilde sıralanabilir: Edremit ilçesinin ahalisi Balkan Savaşlarından sonra ilçeye göç eden Balkanlılar ve Adalılarla, Osmanlılar tarafından Kazdağları'na yerleştirilmiş tahtacılık faaliyetinde bulunan Türkmenlerdir. Türkmenler ve Muhacırlar Başat kültürlerdir. Kazdağlarındaki Türkmen köylerinde gelenek ve görenekler hala yaşatılmaktadır. Alevi Tahtacı Türkmenler'in yaşam tarzlarına ilişkin değerler Tahtakuşlar Etnografya Müzesinde sergilenmektedir. Hacıaslanlar köyünde 16 yıldır her Hıdrellez'de, Hıdrellez Şenlikleri adı altında Alevi Tahtacı Türkmenlerin yaşamından kesitlerin sunulduğu kültürel etkinlikler düzenlenmektedir. Edremit folkloru Balıkesir folklorunun başat noktalarından biridir. Tahir Musa Ceylan'ın Kestane Kıranında Kadınlar isimli romanının bir bölümü Edremit'te geçmektedir İlçe: Edremit Alanı: 21.463.0 ha. Kaynak Değerleri: Derin vadi ve kanyonların oluşturduğu jeomorfolojik yapı ile bitki örtüsünün gösterdiği biyolojik çeşitlilik ve fauna zenginliği mevcuttur. Kazdağı Millî Parkı, Balıkesir İli, Edremit İlçesi sınırları içinde, Biga yarımadasının güneyinde bulunan, 21.463.0 ha genişliğinde, bir alanı kapsayan, 17.04.1993 tarihinde Millî Park olarak ayrılan bir Millî Parkıdır. Ege Bölgesi ile Marmara Bölgesi’ni birbirinden ayıran ve antik çağda ‘İda Dağı’ olarak anılan Kazdağı, Biga Yarımadası’nın en yüksek kütlesidir. Dağ üzerinde kuzey-güney yönünde uzanan derin vadi ve kanyonlar, bol oksijenli hava akımları oluşturmaktadır. Antik çağlarda Mysia olarak bilinen ve Mysia’lılar, Kar’lar, Troia’lılar, Lelegler, Luri’ler, Lid’ler, Büyük İskender, Bergama Krallığı, Roma İmparatorluğu’ nun yerleşim gördüğü bölgede; Thebe, Astria, Anderia, Antandros, Adremytteıon, Killa , Krysa, Lyrnessos gibi antik kentler ile Tahtakuşlar Köyü’ndeki Türkiye'nin tek köy Etnografya Müzesi de bulunmaktadır. Ayrıca Sarıkız efsanesinin geçtiği Sarıkız Tepe ile Hasanboğuldu efsanesinin geçtiği Sutüven Şelalesi ve Hasanboğuldu Göleti de Millî Park sınırları içindedir. Kazdağı Millî Parkı’nda halen Pınarbaşı ve Sutüven ‘de (Hasanboğuldu) olmak üzere düzenlenmiş 2 günübirlik kullanım alanı bulunmaktadır. Kazdağı Millî Parkına giriş olarak Zeytinli Beldesi ve Avcılar Köyü (Kışladağ Kapısı) kullanılmaktadır. Giriş kapılarından ya da Zeytinli beldesi veya Avcılar köyünden sertifikalı yerel kılavuz rehber temin edilebilir. Kazdağı ve çevresi yoğun ormanlarla kaplıdır. Bu ormanlar Babadağ dediğimiz ana kütlenin Edremit Körfezi’ne bakan güney yamaçlarında daha seyrek, Bayramiç’e bakan kuzey kesiminde ise, iklimsel nedenlerle daha sıktır. Ana kütlenin batısına doğru Assos, Babakale etrafında arazinin yapısı değişir ve volkanik bir özellik kazanır. Özellikle dere yataklarında ve bazı kırsal alanlarda , Akdeniz’e özgü bitki topluluklarından olan makilere rastlanır. Bu maki topluluklarını oluşturan defne, kocayemiş, mersin, pınar meşesi, katırtırnağı ve yabanıl zeytin ağaçlarının Kazdağı’nın iklim özellikleri ile özdeşleşmiştir. Kazdağı’nda çok çeşitli ağaç türü bulunur. Özel koruma alanı içinde görebileceğimiz Kazdağı Göknarı bunların en değerlilerindendir. Kendi doğal ortamında sadece Kazdağı’nda bulunan bu ağaç türü, Babadağ’ın kuzeydoğu yamaçlarında ve 1000 –1500 m yüksekliklerde yayılım gösterir. 25-30 m kadar boy atabilen , dar ve konik tepeli, piramit görünüşlü dekoratif bir ağaçtır. Mısır koçanına benzer uzun kozalakları olur. Bu bölge 1988 yılında çıkarılan bir yasa ile ‘Kazdağı Göknarı Tabiatı Koruma Alanı’ ilan edilerek özel korumaya alınmıştır. Ünlü tarihçi Homeros’un ‘Bol pınarlı Vahşi Hayvanlar Anası’ olarak betimlediği Kazdağları’nda, günümüzde de su bakımından zengin kaynak ve derelerle kaplıca ve termal kaynak bulunmaktadır. Kazdağı’nın özellikle derin vadilerinde ve yüksek tepelerinde yırtıcı kuşlardan kartal, şahin atmaca, kerkenez ve kuzgun görülür. Ayrıca Kazdağı, göç eden kuşların önemli bir uğrak yeridir. Sayıları azalmış olan keklik, bıldırcın, karatavuk, martı ve karga ve tahtalı gibi kuşlara da rastlanır. Yaz aylarının gelmesiyle birlikte edremit'in denize kıyısı olan beldelerinde gece hayatı renklenir. Beldelerde çeşitli etkinlikler (festivaller,konserler) düzenlenir. Edremit'in ilçe merkezinin denize kıyısı yoktur. 6 km. mesafe vardır. Edremit'e 9 km mesafedeki Akçay Beldesi ve sahil şeridi başlı başına bir plajlar merkezidir. Akçay sahilinin her yerinden denize girmek mümkündür. Ayrıca Sarıkız Plajı, Belediye Halk Plajı ve Zeytinli Belediyesi halk plajı olmak üzere üç önemli halka açık plajı vardır. Ayrıca Akçay Turban Tatil köyü Plajı ücret karşılığı son yıllarda kısmen halka açılmıştır. Akçay bol ve soğuk artezyen suları ile üne kavuşmuştur. Bu soğuk su fışkırtan artezyenlere karanın dışında denizde de rastlanır ki bu Akçay'ın Türkiye'de değil Dünya'da dahi zor rastlanır bir özelliğidir. Akçay ile Altınoluk arasında kalan Güre ise bunların ikisinden de güzeldir. Termal açıdan ayrıca turizm zengiliği katmaktadır. Edremit'e 27 Akçay'a 19 km mesafede bulunmaktadır. Sahil kesimi doğal plajlarla dolu olup tatil evleri, siteler ve konaklama tesisleri bulunmaktadır. Çok önemli bir turistik merkezidir. Havanın temiz ve bol oksijenli özelliğinden dolayı yöre Oksijen Çadırı olarak adlandırılır. Tıp çevrelerinin kalp ve astım hastalarına tavsiye ettikleri bir yerdir. Ayrıca Narlı Köyü 200 metreyi bulan yüksekliği, tatlı suyu, manzarası, köyün doğusunda ve batısında bulunan kanyonları ile adeta bir oksijen deposudur, ayrıca tarihi Başdeğirmen Köprüsü ve şelale görülmeye değer yerlerindendir. Edremit Balıkesir'in gelişmiş ilçelerinden biridir. İlçede 4 Yerel Radyo Kanalı, 1 Yerel TV Kanalı ve Yerel Gazeteler yayın yapmaktadır Yerel TV Kanalları Yerel Radyo Kanalları Yerel Gazeteler Mustafa Sarıgül Mustafa Sarıgül (d. 15 Kasım 1956; Güngören, İliç), Türk iş adamı ve siyasetçi. 1999'dan 2014'e kadar İstanbul'un Şişli ilçesinin belediye başkanlığını yapmıştır. 2014 Türkiye yerel seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanlığı için adaylığını koymuş fakat seçimi Kadir Topbaş'ın gerisinde tamamlamıştır. Sarıgül'ün, "TBMM'de bir Milletvekili", "İstanbul'da Direksiyon Sallamak" ve kendi hayatını anlattığı "Ne Bir Eksik Ne Bir Fazla" adlı üç kitabı bulunmaktadır. Şişli Meslek Yüksek Okulu mütevelli heyeti başkanlığını yapmaktadır. Süleyman ve Seher Sarıgül'in torunu olan Mustafa Sarıgül'un babası Hakkı Sarıgül, annesiyse Ayşe Ateş Sarıgül'dür. Ayrıca kendisinin anne ve babası Erzincan'dan ayrılmıştır. Annesi ve babası İstanbul'a yerleşmiştir. Sarıgül, eğitimine Güngören Köyü İlkokulu’nda başladı. Ailesinin İstanbul’a göç etmesi nedeniyle eğitimine İstanbul’da devam etti. Liseyi Zincirlikuyu İsov Yapı ve Meslek Lisesinde tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden mezun oldu. İlk eşi Hülya Köksaloğlu 1980 yılında öldürülen milletvekili Abdurrahman Köksaloğlu'nun tek kızıydı. Bu evlilikten Abdurrahman Emir adında bir oğlu bulunan Sarıgül, eşi 1985'te vefat ettikten yaklaşık 8 yıl sonra 1993 yılında Aylin Kotil ile evlendi. Evlendiklerinde Sarıgül 36, Kotil ise 22 yaşındaydı. Haziran 2008'de ise boşandılar. Biri Aylin Kotil'den olmak üzere iki çocuk sahibidir. Çalışma yaşamına Kağıthane Belediyesi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve İETT Genel Müdürlüğünde devam etti. Daha sonra Kamu görevinden ayrılarak ticaret yapmaya başladı. Siyasi yaşamına Cumhuriyet Halk Partisi Şişli İlçesi Gençlik Kolu Yönetim Kurulu üyeliği ile başladı. Daha sonra Gençlik Kolu Yönetim Kurulu sekreterliği, Gençlik Kolu Yönetim Kurulu Başkanlığı, ilçe başkanlığı, il başkan yardımcılığı görevlerinde bulundu. Bu süreler içinde CHP Kurultay Delegesi olarak Şişli İlçesinin temsil yetkisini kullandı. 1987 Genel Seçimlerinden önce yapılan ön seçimde en yüksek oyla liste başı olurken seçmenin kullandığı tercihli oyların da çoğunu alarak Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) listesinden TBMM 18. Dönem İstanbul Milletvekili olarak parlamentoya girdi. Türkiye’nin en genç milletvekili olarak Sosyaldemokrat Halkçı Parti Genel Başkanı Erdal İnönü ile birlikte parlamentoda görev yaptı. TBMM Başkanlık Divanı Üyeliği, Türk Parlamenterler Birliği Üyeliği, Türk-Alman Parlamento Dostluk Grubu Yönetim Kurulu Üyeliği, Galatasaray Spor Kulübü Yönetim Kurulu Üyeliği, Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi üyeliği, Türkiye Herkes İçin Spor Federasyonu Asbaşkanlığı gibi görevlerde bulundu. İlk kez 1994'te aday olduğu; ancak kazanamadığı Şişli Belediye Başkanlığı'nı yine Demokratik Sol Parti adayı olarak katıldığı 1999 Yerel Seçimlerinde kazanarak Şişli Belediye Başkanı görevini üstlendi. Şişli Belediye başkanlığı sırasında çok sayıda devlet başkanı tarafından ziyaret edilen Sarıgül, Romanya Cumhurbaşkanı tarafından üstün hizmet madalyası ile ödüllendirildi. 2002 yılında DSP'den istifa ederek İsmail Cem'in liderliğinde kurulan Yeni Türkiye Partisi'ne geçti. Ancak YTP'nin siyasi arenada bir varlık gösterememesi üzerine 2003'te YTP'den ayrılarak Cumhuriyet Halk Partisi'ne katıldı. 28 Mart 2004 yerel seçimlerinde CHP'den aday olduğu Şişli belediye başkanlığına yurttaşlar tarafından ikinci kez seçildi. Bu seçimlerde aldığı yüzde 67'nin üzerindeki oy oranından cesaret alan Sarıgül, CHP liderliğine ada
y oldu. 29 Ocak 2005'te, Ankara'da yapılan 13. Olağanüstü CHP Kurultayı'nda Deniz Baykal'a karşı yenildi. 24 Mart 2005'te, CHP Yüksek Disiplin Kurulu tarafından “Kurultayı arbede ve şiddet ortamına çevirdiği” gerekçesiyle CHP'den ihraç edildi. Bu kararın iptali için verdiği uzun hukuk mücadelesini 2008'de kaybeden Sarıgül, Kasım 2008'de Demokratik Sol Parti'ye katıldı. Sarıgül'ün yeniden DSP'ye katılması üzerine düzenlenen törende "Halkçı Sarıgül" sloganları atılmıştır. Bu durum DSP'li bazı milletvekillerinin ve Kurucu Genel Başkan Rahşan Ecevit'in tepkisini çekmiş, Ecevit parti yönetimine DSP'nin adını değiştirmelerini önermiştir. 2009 Yerel Seçimleri'nde, bu sefer DSP'den, üçüncü kez Şişli belediye başkanlığına aday oldu. Sarıgül, bu seçimlerde seçimlerde "Sevgi Kazanacak" sloganıyla yüzde 55 oranında oy alarak, bir önceki seçime göre oy oranı azalmasına rağmen üçüncü kez Şişli belediye başkanlığına seçildi. Kendi düşüncesine göre Türkiye'de yeni bir değişimci partiye ihtiyaç duyulduğunu söylediğinden yeni parti kurma çalışmalarına başladı. Bu bağlamda Temmuz 2009'da DSP'den istifa etmiştir. 2009 yılında Türkiye Değişim Hareketi'ni başlattı. 2010 yılı ocak ayı başında yeni partisini kuracağını açıklayan Mustafa Sarıgül bu partinin tüzük taslaklarını medyaya açıkladı. 22 Haziran 2010 tarihinde yaptığı basın toplantısında Türkiye Değişim Hareketi'nin partileşmeyeceğini ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun genel başkanlığındaki CHP'yi destekleyeceğini açıkladı. 31 Ekim 2013 tarihinde CHP Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin ile birlikte yaptığı basın toplantısında yeniden CHP'ye katıldığını açıkladı. 2 Kasım 2013 günü Mustafa Sarıgül'ün CHP'ye partiden ihracı kalkması için verdiği dilekçe sonrası PM' de onaylanıp 3 Kasım 2013 günü partiden ihracı kalkmış ve resmen tekrar CHP'ye dönmüştür. 2014 yerel seçimlerinde CHP'nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı olan Sarıgül, başkanlığı AK Parti adayı Kadir Topbaş'a 7 puan farkla kaybetmiştir. Burak Güven Burak Güven (d. 19 Ekim 1975, İstanbul) Türk basgitarist, şarkı sözü yazarı, geri vokal/vokal, ve Mor ve Ötesi grubu üyesi. Burak Güven 14 yaşında ilk gitarını aldı. 15 yaşında dört arkadaşıyla "Virüs" adlı topluluğu kurdu. Grupta şarkı söyledi. Bu gruptan, arkadaşı olan gitarist Erke Erokay ile çalışmalarına aralıklarla devam etmektedir. 1993 yılında basgitar çalmaya başladı. 1993 - 2000 tarihleri arasında İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı şan bölümünde eğitim gördü ve mezun oldu. İstanbul Blues Kumpanyası'nın ilk kadrosunda yer aldı, ""Kökler"" albümünde 4 şarkıda basgitar çaldı, birçok konsere katıldı. 1996 - 1998 yıllarında CRR konser salonu bünyesinde sergilenen ""Aşk İksiri"" operası, ""Anlat Şehrazat"" müzikali, ve "Fahir Atakoğlu"nun ""senfonik konser"" albümünde korist olarak yer aldı. "Nekropsi" grubu ile Fransa'da "mimi" müzik festivaline katıldı, sampler'ı kumanda etti, bu gruptan Tolga Yenilmez ile müzikal çalışmaları aralıklarla devam etmektedir. 2009 Ocak ayında yayınlanan Ayça Şen ""astronot"" albümünün prodüktörlüğünü yaptı ve albümde bulunan birçok bestede imzası bulunmaktadır. Türk halkları Türk halkları (Eski Türkçe: 𐱅𐰇𐰼𐰰), Avrasya'da geniş bir coğrafyada dağınık olarak yaşayan ve Altay dilleri ailesinin bir alt kolunu oluşturan Türk dillerinin çeşitli konuşan etnik Türk gruplarıdır. Dünyada 200 milyondan fazla Türk bulunduğu ve bu nüfusun yaklaşık üçte birinin Türkiye'de yaşadığı düşünülmektedir. Türk halklarının 1995 yılındaki verilere göre toplam nüfusu 170 milyona ulaşmıştır. Günümüzde ise 200-250 milyona ulaştığı tahmin edilmektedir. Sovyetler Birliği'nin dağılması ile Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan bağımsızlıklarını kazandılar ve Türk dillerini egemen ve resmî dil olarak kabul eden devletlerin sayısı, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birlikte yediye çıkmıştır. Bunların dışında Rusya, İran (Doğu Azerbaycan, Batı Azerbaycan, Erdebil, Zencan, Hamedan ve Fars eyaletleri ile Türkmensahra bölgesi), Çin (Doğu Türkistan (Uyguristan), Kansu), Tacikistan ve Afganistan (Mezar-ı Şerif çevresi), Gürcistan (Ahıska, Ahılkelek, Borçalı (Kvemo Kartli) bölgeleri) 'da Türk dilleri konuşan azınlıklar yaşamaktadırlar. Osmanlı Devleti'nin yayılma alanında bulunan Yunanistan (Trakya Bölgesi), Bulgaristan (Rodop ve Deliorman bölgeleri), Romanya (Dobruca'nın batısında Kobro Nehri çevresi), Kosova, Makedonya, Suriye,Mısır ve Irak (Musul, Kerkük, Erbil bölgeleri) 'ta da Türkler ve Türkçe konuşan topluluklar bulunur. Ayrıca modern dönemdeki işçi göçleri sonucunda, Almanya, Hollanda, Fransa, Belçika, Avusturya, İsviçre, İsveç, Danimarka, Norveç, Britanya, ABD, Kanada, Avustralya, Libya, Suudi Arabistan ve Yeni Zelanda gibi birçok ülkede Türk toplulukları oluşmuştur. Avrupa Birliği'nde en çok Türk nüfusu bulunduran ülke Almanya'dır Aşağıda Türk dillerini anadili olarak konuşan toplulukların başlıca yerleşim alanları ve yaklaşık nüfusları gösterilmiştir. "Türk" sözcüğü Çin kaynaklarında M.Ö. 3. yüzyılda geçmektedir. Çin yıllıklarında "Ting-ling" (丁零 Pinyin: dīng líng, 丁霊, dīng líng), "T’ieh-lê" (鉄勒 tiě lè), "T’u-cüeh", 敕勒, (chì lè) şeklinde değişik biçimlerle ifade edilmiştir. Türk adının bilim çevrelerince kabul edilen Avrupa'da ilk kullanımı ise MS 1. yüzyılda Pomponius Mela ve Plinius adlı Romalı tarihçilerce kaydedilmiştir. Azak bölgesinde yaşayan insanlar Turcae/Tyrcae adı ile kayda geçmiştir. Türk adı 6. yüzyılda da resmi olarak Göktürk Kağanlığı'nda kullanılmıştır. Orhun Abideleri'ndeki edebi dil ve Türk adının yoğun kullanımı da Türk sözcüğünün sözlü ve yazılı olarak daha önceden kullanıldığını gösterir. Türk sözcüğü Orhun Yazıtlarında 𐱅𐰇𐰼𐰰 olarak geçer. 10. yüzyıla ait Uygur Türkçesi metinlerde Türk, "güç, kuvvet" anlamında kullanılmıştır. Türkçe, Ural-Altay dil ailesinin Altay koluna üyedir. Türk dilleri birbirlerini anlayabilen şivelerden oluşan lehçelere ayrılır. En büyük grup Türkiye Türkçesi, Azerice ve Türkmenceyi içine alan Oğuz grubudur. Diğer gruplar, Uygur, Kıpçak, Ogur, Sibirya ve Argu gruplarıdır. Orta Asya'nın "Bozkır İmparatorlukları" içinde Türk halkları daima belirleyici bir rol oynadılar; çoğu zaman bu imparatorlukların kurucu ve yönetici zümresini oluşturdular. İnsan eliyle yapılmış en büyük yapı olan Çin Seddi, Çin'in yerleşik uygarlık alanlarını Türklerden korumak için MÖ 2. yüzyılda inşa edildi. Orta Asya'da kurulan Türk uygarlıklarının tarihi en azından Orta Taş Çağına kadar dayanmaktadır. Bilinen bu uygarlıklardan en eskisi olan Anav Uygarlığı MÖ 10.000 yıllarına kadar uzanmaktadır. Anav kültür bölgesindeki insanlar yerleşik olup, dokumacılık, toprak ve bakır işlemeciliği ile uğraşmış; koyun, keçi, sığır ve deve beslemişler ayrıca tarım da yapmışlardır. Diğer Orta Asya Türk Uygarlıkları ortaya çıkışlarına göre sırasıyla Afanesevo, Kelteminar, Andronovo, Karasuk ve Tagar kültür bölgeleridir. MÖ 1050'de Türkistan'dan Çin'e göç eden Türkler bu bölgede Çu Devleti'ni kurmuşlardır. Bu devlet oldukça uzun ömürlü olmuş, Çin'i uzun süre yönetmiştir. Çu Devleti Çin'e yeni bir yönetim sistemi ve yeni inançlar getirmiştir. Çu Devleti'nin ardından 4. yüzyılda Çin'de yeni bir Türk devleti olarak Vey kurulmuştur. Fakat bu devlet Çu'nun aksine uzun ömürlü olmamıştır. Orta Asya ve Karadeniz civarında devlet kuran Türkler arasında en köklüleri İskitler veya diğer adıyla Sakalar ve Kimmerler olmuştur. Daha çok Doğu Karadeniz ve Kırım civarlarında hüküm süren Kimmerler, MÖ 20. Yüzyılda Kırım, Kafkaslar ve Doğu Karadeniz coğrafyasında ortaya çıkmış, MÖ 800’lerde yine kendileri gibi bir Türk Kavmi olan İskitlerin Kafkaslardan gelmeye başlamasıyla bölgedeki hâkimiyetlerini kaybederek Doğu Anadolu ve Güney Karadeniz hattına çekilmek zorunda kalmış, bu bölgede yaşayan Lidyalılar, Asurlar ve Urartular arasında sıkışarak zayıflamış ve MÖ 700’lerde bölgedeki üstünlüğünü kaybederek iki kol halinde Balkanlar ve Hazar Denizi bölgelerine göç ederek bölge halklarının içerisine karışmışlardır. Kimmerleri göçe zorlayan İskitler ise Orta Asya merkezli büyük bir imparatorluk kurmuşlardır. Savaşçı bir topluluk olan ve Kafkasya üzerinden Anadolu'ya seferler yapan İskitler Urartu Devleti'ni yıkmışlar, Suriye'yi ele geçirerek Mısır'a kadar ilerlemişlerdir. İskit-Pers ve İskit-Makedon savaşları birçok destana konu olmuştur. Genelde konargöçer yaşayan ve hayvancılıkla meşgul olan İskitler çadır şekline getirilmiş arabalar içinde yaşamışlardır. At üzerinde ok salmakla ünlenmişlerdir. İskit kurganlarında çıkan eserler onların uygarlıkta ileri olduklarını göstermiştir. "Bozkırın Kuyumcuları" olarak nam salan İskitler altın ve gümüş işçiliğinde ustaydılar. İskitlerin uzun ömürlü imparatorluğunu yıkan yine Orta Asya kökenli bir Türk topluluğu olan Sarmatlardır. Bunların haricinde bu dönemde Orta Asya-Karadeniz'de Tauriler, Arimasplar ve Massagetler bilinen Türk toplulukları arasındadır. Ardından Orta Asya'da İskitlerin devamı olan Asya Hun İmparatorluğu Teoman tarafından kurulmuştur. Bu imparatorluğu Türk boyları kurmuş, yönetmiş; Türk kültürü devlete şeklini vermiştir. Asya Hunlarının en önemli hükümdarı olan Mete Han, Turanlı uluslardan olan Tunguzları ve Türk olan Yüeçileri tamamen itaat altına almış ve Çin'i baskı altına alan bir politika izlemiştir. Çin seddi bu dönemde Türklerden korunabilmek amacıyla yapılmıştır. Chicago Üniversitesi bünyesinde 2003'te yapılan bir araştırmada, Moğolistan'da Egyin Gol'de bulunan Asya Hunları dönemine ait insan kalıntılarıyla Anadolu'da Türklerden alınan genetik verilerin birbiriyle uyuştuğu tespit edilmiştir. Asya Hun İmparatorluğu'nun yıkılmasından birkaç yüzyıl sonra Hunların bir bölümü daha batıya göç etmiş burada Avrupa merkezli bir devlet kurmuşlardır. Kama Tarkan, bölgedeki Hun topluluklarını yönetimi altında toplayarak 352 yılında Avrupa Hun İmparatorluğunu resmen kurmuş ve yönetimi 370 yılına kadar elinde bulundurarak Hazar ve çevresinde önemli bir güç haline gelerek hakimiyet alanını batıya doğru ilerletmiştir. Geçen 18 yıl, Hazar bölgesinde yaşayan Hun Tü
rklerinin teşkilatlanmasını ve Devlet düzeninde ilerlemesini sağlamıştır. Kama Tarkan'ın ölümüyle yönetime geçen Balamir batıya doğru ilerlemeye başlamış ve Hunlar gibi batıya yönelen Türk halklarından biri olan Alanların ülkesini ele geçirmiştir. Balamir, İdil nehrini geçerek bu bölgede bulunan Gotlara baskı kurmaya başlamıştır. Gotlarla İlk savaş 375 yılında gerçekleşmiştir. Savaşı kazanan Balamir, Gotları Avrupa'nın içlerine, Roma'ya doğru ilerlemelerini sağlamıştır. Kavimler Göçü olarak tarihe geçen süreç bu savaşla başlamıştır. Balamir döneminde Hunlar, hakimiyet alanlarını genişleterek Avrupa içlerine doğru ilerlemişlerdir. Alipbi’nin ölümüyle tahta geçen Uldız ise Karpat dağlarını aşarak bugünkü Macaristan'a kadar ulaşmıştır. Roma'nın ikiye bölünmesiyle Uldız, Trakya ve Balkanlar üzerine yürümüş ve aynı dönemde, bir diğer koldan da bugünkü Urfa ve Lübnan'a kadar hızla ilerleyip Akdeniz'e ulaşmıştır. Batı Roma ile iyi ilişkiler içerisinde olan Uldız, Doğu Roma'yla mücadele halinde olmuştur. Uldız, Doğu Romanın gönderdiği elçiye “Güneşin Battığı Yere Kadar Her Yeri Zaptedebilirim” diyerek meydan okuduğu tarih kaynaklarında geçmektedir. 434 yılında, Rua’nın ölümüyle yönetim, Rua’nın kardeşi Muncuk’un iki oğluna kalmıştır. Bleda ve kardeşi Attila, bu dönemde imparatorluğun yönetimine geçmiştir. Bu dönem boyunca genelde savaşları yöneten kişi olan Attila 445 yılında Bleda'nın ölmesiyle yönetimi tek başına eline almıştır. Attila’nın amacı, hem Doğu hem Batı Roma'yı egemenliği altına almaktı. Daha önce Doğu Roma üzerine yürünmüş ve baskı altına alınmıştı. Doğu Roma halen Hunlara vergi ödüyordu. Ancak Doğu Roma’nın Hunlar üzerindeki oyunları halen devam ediyordu. Rua'nın ölümünden hemen sonra Attila, Doğu Roma'nın üzerine yürüyüp savaşı kazanmış ve Margos antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla vergi iki katına çıkarılmıştır. Doğu Roma, antlaşmayı imzalasa da antlaşmanın şartlarına uymamıştır. Bunun üzerine Attila, 441 yılında tekrar Doğu Roma’nın üzerine yürümüştür. Trakya'ya kadar ilerlemiş ve vergi üç katına çıkarılmıştır. Doğu Roma, yine antlaşmaya aykırı hareket ederek Hunlara bağlı kavimleri isyana teşvik etmiştir. Ticaret kurallarını çiğneyerek tüccarlarını Hun topraklarına göndermiştir. Attila, bu kez Doğu Roma'nın üzerine iki koldan saldırıya geçmiştir. Bir koldan Yunanistan'dan girerek Tselya’ya kadar ilerlemiştir. Diğer koldan Sofya, Lüleburgaz, Flibe şehirlerini ele geçirmiştir. Bugünkü Büyük Çekmece yakınlarına kadar ulaşmıştır. Bu ilerleyişten sonra Doğu Roma tekrar barış istemiştir. Anatolyos antlaşması imzalanmış ve vergi üç katına çıkarılmıştır, savaş tazminatı ödetilmiş ve Tuna'nın güneyindeki bölge Doğu Roma askerlerinden arındırılmıştır. Attila, 451 yılında Batı Roma imparatorunun kızıyla evlenmiştir. Karısının çeyizi olarak Batı Roma topraklarının yarısını istemiştir. Bunun üzerine Batı Roma ve Hun İmparatorluğu büyük bir savaşa girmiştir. Attila ordularını, Batı Romanın asker deposu olarak görülen Galya’ya göndermiştir. Savaş daha sonuçlanmadan Batı Roma askerlerini geri çekip yenilgisini kabul etmiştir. Attila'nın amacı Doğu Roma'yı tamamen kendisine bağlamaktır. Kesin sonuç almak için 452 yılında bir sefer daha düzenlemiştir. Roma'nın artık karşı koyacak gücü yoktur. Attila, ordusuyla Alpleri aşarak Po ovasına inmiş ve İtalya'nın kuzey kentlerini ele geçirerek Roma önüne kadar ilerlemiştir. Papa II. Leo, Attila'nın huzuruna çıkarak Attila'nın Roma'ya zaten hakim olduğunu söyleyerek Hristiyanlığın merkezi olarak kabul edilen Roma’nın yıkılmamasını talep etmiştir. Bu dönemde bölgede Veba salgını sorunu vardır. Attila bu seferle Batı Roma'yı egemenliği altına almıştır. Bölgedeki Veba salgını nedeniyle daha fazla ilerlememiş ve vergiyi arttırarak geri dönmüştür. Attila, 453 yılında şüpheli bir şekilde öldürülmüştür. Bazı tarih kaynaklar Attila'nın karısı tarafından zehirlendiğini ifade ederken bazıları da hançerlenerek öldürüldüğünü belirtir. Göktürk Kağanlığı'nu kuran Türk halkının köken efsanesine 8. yüzyıla ait olan Orhun Yazıtları'nda ve daha sonraki birçok kaynakta yer verilmiştir. Buna göre Türk halklarının anayurdu Altay dağları yakınında, Selenga ve Orhun ırmakları arasında bulunan Ötüken Ormanı idi. Bu yer Baykal Gölü'nin güney ucunun 250 km kadar güneyinde olup, günümüzde Moğolistan sınırları içinde bulunmaktadır. Dilsel verilerden hareket eden bazı araştırmacılar Türk dillerinin nihai kökeninin daha kuzeyde, belki Baykal Gölü'nün kuzeyinde veya doğu Sibirya'da olabileceğini ileri sürmüşlerdir. (Türk dillerinde ılıman ve soğuk iklim ormanlarına ilişkin kelimeler bozkır kuşağına ilişkin kelimelerden daha eski ve daha zengindir.) Göktürk Kağanlığı'nın 8. yüzyılda yıkılmasından sonra Uygurlar, bugünkü Moğolistan ve Batı Çin'i kapsayan güçlü bir imparatorluk kurdular. 10. yüzyılda Orta Asya'nın Batısında bir imparatorluk kuran Karahanlılar, Müslümanlığı benimseyen ilk Türk hanedanıydı. Yine 10. yüzyılda, Türk asıllı bir mamlûk olan Gazneli Mahmut, Afganistan'ın Gazne kentinde bir imparatorluk kurarak Hindistan'ın büyük bir bölümüne egemen oldu. Orta Doğu'nun İslam ülkelerinde Türk halkları 8. yüzyıldan itibaren profesyonel paralı asker olarak önemli bir yer edinmişlerdi. 9. yüzyıl sonunda Abbasi İmparatorluğu'nun zayıflamasıyla mamlûkler Mısır, Bağdat ve İran'da bağımsız veya yarı bağımsız devletler kurdular. 1040 yılı dolayında, Oğuz boyuna mensup olan Selçuklular İran'ı ele geçirerek Büyük Selçukluları kurdular. 1071 yılında Selçuklular Bizans İmparatorluğu'nu ağır bir yenilgiye uğratarak, Anadolu, Suriye ve Kafkaslar'da çok sayıda Anadolu Beyliklerinin ortaya çıkmasına zemin hazırladılar. Ancak Türk halklarının kitle halinde Anadolu'ya yerleşmesi daha çok 13. yüzyılda, Moğol istilasından batıya kaçmalarıyla gerçekleşti. 13. yüzyıl sonunda Anadolu'da kurulan Türk devletlerinden biri olan Osmanlı Devleti, İslam dünyasının en güçlü imparatorluğu haline geldi. Balkan Yarımadası'nı fethetti; 16. yüzyılda bir yandan Viyana'ya dayandı ve diğer yandan Cezayir'i himaye altına aldı. Sibir Hanlığı, parçalanmaya başlamış olan Altın Ordu'dan daha kuzeye göç eden Tatar Türkleri tarafından 15. yüzyılın ikinci yarısında kurulmuş bir devletti. Turan Hanlığı olarak da bilinen Sibir Hanlığı, İslam'ı resmi din olarak kullanarak hüküm sürdüğü bölgedeki yerli Türklerin ve Ural halklarının da Müslümanlaşmasını sağlamıştı. Sibir Hanlığı, tarihten bu yana en kuzeydeki Müslüman devlettir ve 1598'de Rusya Çarlığı tarafından ortadan kaldırılmasına kadar varlığını sürdürmüştür. Timurlu İmparatorluğu, 14. yüzyılın ikinci yarısında Timur tarafından kurulan, Özbekistan merkezli bir Türk devletiydi. Timurlu İmparatorluğu, Timur döneminde en güçlü zamanlarını yaşarken etrafındaki Türk-İslam devletlerini kendi bünyesine katarak Müslüman Türkleri büyük ölçüde birleştirmiş oldu. Timur Orta Asya'da büyük bir rönesans yapmış, zaten bilim dünyasının merkezi olan Özbekistan'da bilimin daha da ilerlemesini sağlamış ve bilim adamlarını bu bölgede toplamıştı. Ayrıca Timur Türkçeyi yüksek bir kültür dili haline getirerek dönemin en saygın dili haline gelmesini sağlamıştı. Safevi Devleti, Azeri Türkü kökenliydi. Safeviler Türkçe konuşuyordu ve şahlar kendi anadilleri Türkçeyi kullanarak şiirler yazıyordu. Safeviler tüm İran ve çevresini yaklaşık iki yüzyıl boyunca egemenliği altında tuttu ve hüküm süresi boyunca Onikici Şii İslam'ı yaşattı. Safevilerin, Onikici Şii İslam'ı resmi din olarak kullanan ilk devlet olması, İslam tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri oldu. Babür İmparatorluğu, Hindistan'ı yöneten Türk devletlerinden biriydi. En güçlü dönemlerini yaşadığı 16. yüzyılın ilk yarısından 18. yüzyılın ilk yarısına kadar olan dönem arasında sınırları Özbekistan, Hindistan, Afganistan, Pakistan, Bangladeş ve dolay bölgeleri kapsıyordu. Babür Hanedanlığı, Çağatay Türklerinin önderi Babür tarafından kurulmuştu. Babür Şah'ın soyu Timur'a dayanıyordu, Babür Şah'ın annesinin soyu ise Cengiz Han'a dayanıyordu. Babür İmparatorluğu, sınırları içerisinde Müslümanları ve Hinduları birleştirmiş ama şeriat yönetiminden vazgeçmemişti. Afşar İmparatorluğu, adını Oğuz Türklerinin Afşar boyundan alıyordu. Safevi komutanı olan Nadir Şah, 1736'da son Safevi hükümdarını devirerek imparatorluğunu kurdu ve hükümdarlığını ilan etti. Nadir Şah, Afşar boyunun Kırklu oymağına mensuptu. Türk halkları günümüzde Doğu Sibirya'dan Orta Asya'ya, Anadolu'dan, Balkanlar'a kadar geniş yayılım göstermektedir. Türk halklarının yoğun olarak yaşadığı başlıca ülkeler Doğu Türkistan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Türkiye, Azerbaycan ve İran'dır. Irak, Rusya, Balkanlar ve diğer çeşitli Avrupa ülkelerinde de ayrıca azınlık konumunda bulunan Türk kökenli halklar yaşamaktadır. Bugün nüfusları yaklaşık 150-200 milyonu bulan Türk halkları, etnik olarak yayılım sahaları içerisinde Doğu'ya gittikçe "mongoloid" (sarı), Batıya gittikçe de "europid" (beyaz) ırk özellikleri göstermektedir. Türk halkları tarihte sıklıkla "beyaz" (europid) ırkın bir alt kolu olan ve "sarı" (mongoloid) ırkla karışmış ırkı tanımlamak için kullanılan "Turanid" terimi ile anılmışlardır. Türk halklarının da içerisinde yer aldığı bilinen Orta Asya kültür çevrelerine (Afanasiyevo-(MÖ 2500-1700), Andronova-(MÖ 1700-1200), Okunevo-(MÖ 1000-), Karasuk-(MÖ 1300-800) v.b.) ait insan kalıntıları, bu bölgede en eski çağlardan beri bu iki farklı ırkın iç içe yaşadığını göstermektedir. Türk halklarının dilleri, kültürleri ve tarihi ile meşgul olan bilim dalının adı Türkoloji'dir. Bu anlamda görüş bildiren Fransız tarihçi ve Türkolog Jean-Paul Roux Türklerle ilgili olarak: Türk halklarının büyük çoğunluğu 10. yüzyıldan itibaren İslam dinini kabul etmiştir. Ancak Gagavuzlar, Çuvaşlar ve Yakutlar gibi Hıristiyanlığın Ortodoks koluna mensup olan, Kırımçaklar ve Karaylar gibi Yahudilik dinine mensup olan, Tuvalar gibi Budizm dinine mensup olan ve Altaylar gibi geleneksel Gök-Tanrı veya Şamanizm inancını sürdüren Türk toplulukları da vardır. Türklerin dinî hayatını kısac
a İslamiyet öncesi ve sonrası olmak üzere iki ana kısma ayırabiliriz. İslamiyet’i kabul etmeden önce monoteizm temeline dayanan Tengricilik dinine tabi olan bu Asya topluluğu, önce yönetici kesiminin, daha sonra da halk tabakasının Müslümanlığı kabul etmesiyle İslam'ı inanç dünyalarının merkezine yerleştirmişlerdir. Örneğin: Muhammed Peygamberin, Türkler hakkında "أتركوا الترك ما تركوكم" (Uturkû al-Turka ma tarakûkum) yani ""Türkler size dokunmadıkça siz de onlara dokunmayın,"" dediği rivayet edilir. Böylece Türklerin İslamiyetin koruyucusu olan bir millet haline geleceği yönündeki inanç bu Hadis-i Şerif'e dayanarak öne sürülür. Bu hadis bazı kaynaklarda ""Habeşliler sizinle uğraşmadıkça siz de onlara uğraşmayınız. Ve Türkler size dokunmadıkça siz de Türkler’e dokunmayınız!"" (دَعُوا الْحَبَشَةَ مَا وَدَعُوكُمْ ، وَاتْرُكُوا التُّرْكَ مَا تَرَكُوكُمْ) şeklinde yer alır. Ancak buna karşın değişik kaynaklarda gerçek (sahih) olmadığı veya gerçekliği (sahihliği) kanıtlanamadığı halde Muhammed Peygamberin söylediği iddia edilen, Hadis olduğu öne sürülen pek çok söz bulunur. Örneğin Kaşgarlı Mahmud "Divânu Lügati't-Türk"te Türkleri öven pek çok hadise yer vermiştir. Ancak bunların neredeyse hiçbirisi hadis kaynaklarında yer almaz. Bunlardan bir tanesi şöyledir: ""Türk dilini öğreniniz, çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır."" Bu cümleden önce şöyle bir açıklama bulunur: ""And içerek söylüyorum, ben Buhara'nın, sözüne güvenilir imamlarından birinden ve başkaca Nişabur'lu bir imamdan işittim."" Ancak bu hadis güvenilir (hatta yeterince güvenilir bile olmayanlar dahil) hiçbir hadis kaynağında yer almaz, dolayısıyla sahih kabul edilemez. Bunun dışında Orta Asya’da Şamanist geleneğin bazı yönlerini İslam ve Hıristiyanlıkla bir biçimde bağdaştırarak sürdüren toplumlar olduğu gibi, bir inanç sistemi olarak Kamlık (Türk-Moğol Şamanizm’i) dışında başka bir din kabul etmeyen topluluklar da -sayıları çok az da olsa- günümüzde dahi mevcuttur. Bu toplumların bugünkü uygulamaları bile geçmiş çağlardaki inançları hakkında pek çok kıymetli bilgiler içerir. Bunun dışında geçmiş dönem inançlarına ait pek çok uygulama ve anlayışın örtülü bir biçimde günümüzde varlığını sürdürdüğü de görülmektedir. Ancak istisnalar (mesela Gagavuzlarda Hıristiyanlık, Karaylarda Musevilik, Moğollarda Budizm, kimi Sibirya ve Altay boylarında Kamlık) dışında İslam Dini tüm Türk Dünyasının en önemli ortak paydalarından ve ortak değerlerinden birisidir. Türklerin devlet kurarak yayılmış oldukları alanların tamamında nüfusun en az yüzde 90’ı İslamiyet’i benimsemiş durumdadır. Dolayısıyla İslamiyet artık Türk Dünyası için halk kültürünün asli unsurlarını da içeren ve etkileyen bir öneme sahiptir. Ercüment Şahin Ercüment Şahin, (d. 1 Ekim 1968 Bülach), forvet mevkiinde oynamış Türk eski millî futbolcudur. 2007 yılından itibaren Antrenörlük yapmaktadır. Futbol hayatına İsviçre'de başlayan Şahin, sırası ile FC Bülach, FC Zürich ve FC Chiasso formaları giymiştir. 1 Kez FC Zürich'de 31 golle, 1 kez FC Chiasso'da 27 golle gol kralı oldu. Türkiye'ye dönemin Bursaspor Teknik Direktörü Nejat Biyediç aracılığı ile 27 yaşında gelen Şahin, Bursaspor'da oynamaya başlamıştır. Bursaspor ile UEFA Intertoto Kupası'nda büyük başarılar imza atan Ercüment Şahin(6 gol), daha sonra Altay, Vanspor, Konyaspor ve Sarıyer takımlarında forma giymiştir. Futbol hayatını yetiştiği takımı olan FC Bülach'da noktalamıştır. Ercüment Şahin, hâlen Bursaspor taraftarı tarafından, UEFA Intertoto Kupası'nda takıma yaşattığı başarılar, özellikle de Karlsruhe maçında attığı, fileleri yırtan gol nedeniyle bir kahraman olarak görülmektedir. 1 kez A Milli takımda forma giymiştir. 2005 yılında Anadolu Üniversitesi Amatör Futbol takımını çalıştırdıktan sonra, sırasıyla Dardanelspor, İzmirspor, İnegölspor ve Eskişehirspor'da Antrenörlük yapmıştır. Ocak 2010-Mart 2011 Kayseri Erciyesspor'da Antrenör olarak görev aldı Millî Birlik Komitesi Millî Birlik Komitesi, 27 Mayıs 1960 tarihinde Demokrat Parti hükümetini askeri darbe ile devirerek siyasî iktidarı ele alan ve sonradan başına Orgeneral Cemal Gürsel'in getirildiği Türk Silâhlı Kuvvetleri'ne mensup 38 kişilik bir cuntadır. 38 kişilik komitenin üye sayısı 12 Eylül 1960 tarihinde, üyelerinden İrfan Baştuğ'un Ankara-İstanbul karayolunda trafik kazasında ölmesi sonrasında, 37 kişiye düştü. Orgeneral Cemal Gürsel'in onayıyla Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun yürüttüğü bir tasfiye sonucu, demokratik yaşama geçişe karşı çıkarak ordunun yönetimde kalmasını savunan 14 üyenin; yurt dışına "görevli" olarak gönderilmesi ile üye sayısı 23'e düştü. Bu işlem için komite 13 Kasım 1960 tarihinde kendini feshetti ve 14 üyesini görevden alarak yeni bir komite halinde tekrar kuruldu. Görevden alınan üyeler dünyanın değişik yerlerinde iki yıllık mecburi hizmetle görevlendirilerek sürgüne gönderildiler. 6 Haziran 1961 tarihinde Cemal Madanoğlu'nun Silahlı Kuvvetler Birliği'nin yönetime ağırlığını koyması üzerine istifa ederek emekliye ayrılmasıyla üye sayısı 22'ye düştü. Komite; çıkardığı ilk kanunla birlikte 1924 Anayasası'nın birçok hükmünü değiştiren geçici bir anayasal süreç başlattı. Bu süreçle beraber yeni bir anayasa düzenlenmesine dair çalışmalar da başlamış oldu.. Hazırlanan yeni anayasanın 9 Temmuz 1961 tarihinde kabulü ile, 15 Ekim 1961 tarihinde yapılan genel seçimlerden sonra seçilen milletvekilleri ile kurulan TBMM 12. Dönemi, 25 Ekim 1961 tarihinde toplanarak askerî rejime ve dolayısıyla Millî Birlik Komitesi'ne son verdi. Komite üyeleri, yeni anayasa gereği kurulan Cumhuriyet Senatosu'nun kayd-ı hayat şartıyla(yaşam boyu) tabii üyeleri oldular. Sümerce Sümerce, Sümerlerin anadili. Güney Mezopotamya'da M.Ö. 4000 yılında konuşuluyordu. M.Ö. 2000'li yılların başlarında yerini konuşma dili olarak Akadçaya bıraktı; ancak Mezopotamyada M.S. 1. yüzyıla kadar kutsal, şölensel, edebi ve bilimsel bir dil olarak kullanılmaya devam etti. Daha sonra ise bu dil 19. yüzyıla kadar unutuldu. Mezopotamyada konuşulan diğer dillerin aksine Sümercenin izole dillerden olduğu kabul edilir. Döneminin ve çevresinin diğer tarihi dillerinden olan ve her ikisi de Semitik dillerden olan Babilce ile Asurcadan oluşan Akadçadan bile farklıydı. Yazılı Sümercenin kronolojisi birçok farklı dönemden oluşur denebilir: "Post-Sümerce" terimi, dilin ölmesinden sonra Babilliler ve Asurlular tartafından, bir çeşit ayin dini olarak dini törenlerde ve sanatsal ve bilim amaçlarla kullanılmaya devam ettiği dönemi kapsar. Her ne kadar bazı bilim adamları Sümercenin Güney Mezopotamya'nın küçük bir bölgesi olan Nippur ve çevresinde M.Ö. 1700'e kadar konuşulmaya devam etiğini söyleseler de, dilin neslinin tükenmesi kabaca, M.Ö. 2000 yılında Mezopotamyada yeralan son Sümer devleti olan Üçüncü Ur Hanedanının yıkılışına denk gelir. Nippur'daki geç dönem Sümercesi tapınak hattatlık (yazı) okulundan günümüze kalan birçok edebi eser ve Sümerce-Akadça çift dilli sözcük listeleri bulunur. Bunlar Sümercenin anlaşılmasında büyük rol oynamıştır. Sümerce edebi eserlerin %80'i Nippur'da bulunmuştur. Dilin özellikle Akadça konuşan devletler tarafından yoğun bir şekilde resmi ve edebi dil olarak kullanılması durumu, geç dönem Sümercesi ile daha sonrasındaki dönem arasındaki ayrımının da anlaşılmasını sağlamıştır. Sümerce tarihte bilinen ilk yazılı dildir. Sümerce çiviyazıları daha sonra Akkad ve Elamlılar tarafından kullanılmıştır. Ayrıca, Hitit dili gibi hiyeroglifsel el yazılarına sahip Hint-Avrupa dillerine de uyarlanmıştır. Ugaritçe ve Eski Farsça gibi dillerin farklı ve kolay yazılış şekillerinin kökeni de, logografik işaretler içermeyen Sümerce çivi yazılarına dayanır. Sümerce bilim dünyasındaki genel geçer görüşe göre bilinen herhangi bir dille bağlantısı olmayan izole bir dildir. Farklı dil aileleriyle ilişki kurmaya yönelik amatör ve profesyonel çalışmalar yürütülmüş olsa da bu çalışmalar genel olarak kabul görmemiştir. Muazzez İlmiye Çığ ve bazı Türk tarihçiler Sümercenin bir Türk dili olduğunu öne sürmektedir. Eklemeli bir dil olması açısından Sümerce Türkçe, Macarca gibi dillerle benzerlik gösterse de, aynı benzerliği kelime dağarcığı, söz dizimi ve dilbilgisinin diğer kuralları açısından gösterdiği söylenemez. Bazı batılı bilim insanları ise Sümer dilini Ural-Altay dil ailesinde sınıflandırırlar. Konuyla ilgili olarak 20. yüzyılın sonlarından itibaren yeniden bir sınıflandırma girişimi yapılmış, nostratik diller adı verilen geniş dil ailesine aidiyeti önerilmiş; ancak savı öne süren Alan Bomhard daha sonra savının zayıflığını kabul etmiştir. Ural dilleriyle bağlantısı öne sürülse de bu da kabul görmemiştir. Sümercenin telaffuzunun tahmini olarak bilinmesi, sınıflandırma girişimlerinde gramerin yeterince ele alınmaması, Sümercenin bölge dilleriyle olan geniş alışverişi göz önünde bulundurulduğunda izole dil olduğu halen kabul görmektedir. Sümercede /a/, /e/, /i/, /u/ seslerinin kısa ve uzun halleri olmak üzere sekiz sesli olduğu düşünülmektedir. Çevriyazılardaki /u/ sesinin sıklığı nedeniyle /o/ sesinin varlığı önerilmiştir; ancak Akadçada bu sesin yer almaması nedeniyle bu konuda kesinlik sağlanmamıştır. Tuğba Özay Nihal Tuğba Özay (d. 10 Şubat 1978, İstanbul), eski manken, oyuncu ve şarkıcı. 1995 Miss Model of the World dünya güzellik yarışmasında ikinci seçilmiştir. Aslen Trabzonludur. Ödüller kazanmış bir ders kitapları yazarı ve aynı zamanda şair olan babası Trabzon, öğretmen olan annesi Antalya kökenlidir. Ortaöğrenimini Fenerbahçe Lisesi'nde yapmış,daha sonra Haliç Üniversitesi Konservatuvar ve Tiyatro Bölümüne kaydolmuştur. Başlangıçta yelkencilik ve yüzme spor dallarına ağırlık vermiş, sonradan Fenerbahçe voleybol as takımında 5 yıl voleybol oynamıştır. Ayrıca motosiklet tutkusu ile tanınır. Mankenliğe 1994'de bir Vakko defilesi ile başlamıştır. Aynı "Sonradan Görmeler" televizyon dizisinde bir yüzme hocası rolü oynamıştır. 1995'de Miss Model of Turkey seçilmiş, ardından Miss Model of the World yarışmasında ikinci seçilmiştir. Aynı yarışmada en i
yi vücutlu model ödülünü de almıştır. 1996'da Paris'te kısa bir modellik kariyerine başlamış ise de, Türkiye'ye dönmüş, ancak yine de aynı yıl Avrupa Yılın Manken-Modeli seçilmiştir. 1996 sonrası kariyerinin temel taşları şu şekilde sıralanabilir: Özay, "Dekolte" ve "Melekler Evi" adlı müzik eğlence programları sunuculuklarının yanı sıra, Fısıltı Dergisi, Zeyn Ayakkabı, Jandarma Güçlendirme Vakfı, Sabah Gazetesi, Star Live Dergisi, Schlafgut, Burda Dergisi reklam filmlerinde rol aldı. Ayrıca 1994'te Nuray Hafiftaş ve Ufuk Bigay'ın, 1995'te Alihan ve Gökhan Güney'in, 1997'de Mahsun Kırmızıgül'ün, 1998'de Ferhat Güzel'in kliplerinde rol alan Özay, Yaşar Günaçgün, Selami Şahin, Arto ve Demet Akalın'ın kliplerinde de oynadı. Kariyeriyle olduğu kadar özel hayatıyla da magazin basınının ilgisini çeken Özay, 2003 yılında Türkiye'de bir ilki gerçekleştirerek Tuğba Özay'la Fitness adlı ilk Türk yapımı Aerobik VCD ve DVD'sini yaptı. Kısa bir süre sonra yine bir ilke imza atarak kariyerindeki 10 yıl anısına Best of Tuğba Özay kataloğunu hayata geçirdi. 1. sınıf kalitedeki bu çalışması alanında ilk ve tektir. Katalogdan elde edilen gelirle Tuğba Özay, Ankara Çubuk'da hortum felaketinde yıkılan köy okulunu yeniden yaptırdı ve dönemin Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'ten ödül alarak onurlandırıldı. Tuğba Özay, 12 Mayıs 2009 tarihinde İtalya'nın Milano kentinde görkemli bir düğünle İtalyan iş adamı Ludovic Fattizzo ile evlendi. 4 yıl sonra boşanma kararı alan Özay, 6 yıl sonra 2015 yılında boşanabildi. Ağustos 2007 - Ocak 2008 tarihleri arasındaki hapishane günlerinin anılarını, Doğan Kitap'la anlaşarak Haziran 2008'de "Bedel" adı altında kitaplaştırdı. 2010 yılında ilk albümü Armoni, 2011 yılında ikinci albümü Üç Nokta yayınlanmıştır. 2016 yılında üçüncü albümü Pes Etme yayınlanmıştır. Ardından albümün çıkış şarkısı Pes Etme'nin klibi YouTube'da, 1 Ağustos tarihinde yayınlanmıştır. Kontrol Kontrol şu anlamlara gelebilir: Çimento Çimento (İtalyanca ""cemento"" kelimesinden alınmıştır), esas olarak, doğal kalker taşları ve kil karışımının yüksek sıcaklıkta ısıtıldıktan sonra öğütülmesi ile elde edilen hidrolik bir bağlayıcı malzeme olarak tanımlanır. Çimento tanelerinin göz açıklığı 5 ila 90 mikron arasındadır. Diğer bağlayıcı maddeler gibi çimentolar da, CaO, MgO gibi alkalin öğeler ve SiO, AlO ve FeO gibi hidrolik öğelerden oluşur. Çimento bağlayıcılık görevini su ile tepkimeye girdikten sonra kazandığı için hidrolik bağlayıcı olarak adlandırılır. Alkalin ve hidrolik öğelerin oranları bağlayıcı maddenin niteliğini belirler. Çimento, su ile karıştırılıp plastik hamur durumuna geldikten bir süre sonra havada ya da su içinde yavaş yavaş katılaşır. Bu katılaşma olayına piriz adı verilir. Normal şartlar altında ( 28 derece sıcaklık ve yağmursuz havada ) bu katılaşma olayı ilk on dakikada başlar ve adına Yalancı Piriz denir, bir saat civarında ise donma ve mukavemet artar. Ancak bu olay içinde bulunulan koşullara bağlı olarak değişiklik gösterebilir, herhangi bir kimyasal priz geciktirici kullanılmadıysa ve hava sıcaklığı çok düşük değilse yaklaşık 10 saat gibi bir süreçte donma gerçekleşir. Düşük hidratasyon ısılı çimento: 28% (CS), 49% (CS), 4% (CA), 12% (CAF), 1.8% MgO, 1.9% (SO) birleşiminden oluşur. (CS) ve(CAF) oranları yüksek and (CS) ve (CA) oranları oldukça düşüktür. CA için üst sınır %7 ve CS için üst sınır 35% dir. Düşük hidratasyon ısısının sağladığı avantajlar sayesinde baraj inşaatlarında kullanılır. Yazın yüksek sıcaklıklı günlerde karışım sıcaklığını düşürmekte önemli bir katkısı yoktur. Günümüzde yerini puzolan (granüle yakın fırın cürufu) katkısı ile sunulan normal çimentoya bırakmaktadır. Son dayanım değeri açısından normal çimentodan güçlüdür. Oldukça geniş bir kullanım alanı bulunan kalker (kireç taşı) tortul kayaç bir kayaç olup, çimento üretiminde çok büyük bir önem teşkil etmektedir. Kimyasal bileşiminde en az %90 CaCO vardır. Kalkerin sertlik derecesi, Mohs sertlik skalası'na göre 3, özgül ağırlığı ise 2,5-2,7 gr/cm³'tür. Kil ve kalker karışımı bir maddedir. Özgül ağırlığı 2,0-2,9 gr/cm³'tür. Çimento sanayi için, kalker ve kilin beraber bulunduğu tek doğal hammaddedir. %50-70 kalker ve %30-50 kilden oluşmuş kayaca marn denir. Klinker, kil ve kalker içeren hammaddenin öğütüldükten sonra pişirilmesiyle elde edilir. Marn ise bu ikisini doğal olarak içerdiğinden ve kalkere kıyasla daha kolay öğütülmesinden dolayı, uygun bir hammaddedir. Killerin ana maddesi alüminyum silikat hidratlardır. Çimentodaki alkalilerin ana kaynağı da kil bileşenleridir. Kil minerallerinin temel özelliği kimyasal bileşiminde AlO bulunması ve sulu alüminyum silikattan oluşmasıdır. formula_1 HM < 1.7 ise; çimentonun dayanımı genelde yetersizdir. HM > 2.4 ise; çimentonun hacim dayanıklığı yoktur. formula_2 SM > 4 ise; pişme zorlaşır. formula_3 AlM < 1.3 ise; öğütmede sorunlara sebep olur. formula_4 formula_5 KDF = 1 (%100) olduğunda silisin en fazla mikatrı CS şeklindedir. KDF < 1 olduğu durumlarda ise silisin CS olarak bulunma oranı azalır. Türkiye'de çimento üretimine ilişkin ilk geliştirilen standart 1959 yılının 6/640 numaralı standardıdır. Bu standart'ta değişik portland çimento, yüksek fırın cüruf çimentosu gibi çimento türlerine ilişkin üretim standartları belirlenmiştir. 1975 ve 1985 yılları arasında eski standartları iptal eden ve çimento çeşitlerini 6'dan 11'e çıkaran 6 farklı standart geliştiren Türkiye, 2000 yılında Avrupa standartlarını norm haline getirmiş ve EN 197 standardını benimsemiştir. Bu standart çerçevesinde CEM I, CEM II, CEM III, CEM IV ve CEM V tipleri tanımlanmıştır. Ayrıca yeni katkı maddelerinin standartları ile yeni kimyasal, fiziksel, mekanik test metot ve uygulamaları da EN 197 kapsamındadır. Poliüri Poliüri belli bir zaman aralığında yüksek miktarda idrarın üretilip atılmasıdır. Sil Baştan (film, 2004) Sil Baştan (İngilizce özgün adıyla "Eternal Sunshine of the Spotless Mind"), Oscar kazanmış 2004 yapımı film. Yönetmenliğini Michel Gondry'nin üstlenmiştir. Senaryosunu Michel Gondry, Charlie Kaufman ve Pierre Bismuth birlikte yazmıştır. Kaufman ve Bismuth En İyi Özgün Senaryo Akademi Ödülü'nü kazanmıştır. Filmin başrolünde Jim Carrey ve Kate Winslet yer almaktadır. Kirsten Dunst, Mark Ruffalo, Tom Wilkinson, Elijah Wood, Jane Adams ve David Cross da filmde rol almıştır. Clementine Kruczynski (Kate Winslet) ile Joel Barish (Jim Carrey) bir kumsalda tanışırlar. Birbirlerinden çok farklıdırlar. Joel, içine kapalı ve mantıklı; Clementine, dışa dönük ve içgüdüleriyle hareket eden biridir. Birbirlerini severler. Sonra zamanla sorunlar başlar. Filmin adı, didaktik şiirleriyle ünlü şair Alexander Pope'un yazdığı "Eloisa to Abelard" isimli aslı çok daha uzun olan şiirinin bir bölümünden alınmıştır. Bu şiir Charlie Kaufman'ın Being John Malkovich'de de kullanılmıştır: Filmin bütçesi 20.000.000 $'dır. Sevgilisini neden silmek istediğine dair yapılan kaset kayıtları sırasında Jim Carrey ve Kate Winslet’in gerçek hayatlarından aşk acılarını paylaştıkları konuşmalar filmdeki bazı diyaloglara kaynaklık etmiş. Elijah Wood ve Mark Ruffalo arasında geçen diyaloglarda oyuncuların kendisi değişikliklere gitmiş. Film ABD'de 19 Mart 2004'te gösterime girdi. İngiltere'de 30 Nisan, Almanya'da ise 20 Mayıs'ta gösterime giren film, Türkiye'de yaklaşık 2 sene sonra, BirFilm dağıtımcılığında, 26 Mayıs 2006'da gösterime girdi. Film kendi ülkesinde (ABD) 34,400,301 $, kendi ükesi dışında 37,857,825 $ ile toplamda 72,258,126 $ hasılata ulaşmıştır. Daha birçok ödül alan film, İnternet Film Eleştirmenleri tarafından da En iyi Film dahil birçok dalda ödüle layık görüldü. Kate Winslet'in Clementine rolünde gösterdiği performans Premiere Magazine'in tüm zamanların en iyi 100 performansı listesinde (100 Greatest Performances of All Time) 81. sırasındadır. Film eleştirmenlerinin yorumlarının yer aldığı Rotten Tomatoes sitesinde film hakkında yer alan 208 film eleştirisinden %94'ü film hakkında olumlu yorum içermektedir. (Fresh: 195 Rotten: 13) Film, IMDB'nin üyelerinin puanlarıyla belirlenen En İyi 250 Film sıralamasında ilk 75 içindedir. 2016 yılında açıklanan ve dünya çapında 117 sinema eleştirmenin düşünceleri ile yapılan "21. Yüzyılın En İyi Filmleri" listesinde 6. sırayı almıştır. Jerry Yang Jerry Yang (Yáng Zhìyuǎn, 楊致遠), Yahoo'nun kurucularındandır. 1968 Tayvan doğumlu olan Yang, Stanford Üniversitesi'ndeki arkadaşı David Filo ile birlikte Yahoo'yu kurmuştur. David Filo David Filo, Yahoo'nun kurucularındandır. 1966 Louisiana doğumlu olan Filo, Tulane Üniversitesi'nde bilgisayar mühendisliği eğitimi görmüş; daha sonra Stanford Üniversitesi'nde tanıştığı Jerry Yang ile birlikte Yahoo'yu kurmuştur. T.C. Ulaştırma Bakanlığı İnternet Kurulu İnternet Kurulu, Ulaştırma Bakanlığı bünyesinde bulunan bir kurumdur. İnternet Haftası etkinlikleri, bu kurum tarafından yapılmaktadır. http://kurul.ubak.gov.tr Safra taşı Tıpta safra taşları (kolelit) normal veya anormal safra bileşenlerinin büyüme veya birleşme yoluyla vücutta oluşan kristal yapılardır. Kolesterol taşları genelde yeşil, ama bazen beyaz veya sarı da olabilirler. Başlıca kolesteroldan oluşurlar. Pigment taşları safrada bulunan bilirubin ve kalsiyum tuzlarından oluşan küçük koyu renk taşlardır. Safra taşlarının %20'sini oluştururlar. Pigment taşı için risk faktörleri siroz, safra yolu iltihabı ve Orak hücre anemisi gibi kalıtsal kan hücresi bozukluklarıdir. Karışık kökenli taşlarda da olabilir. Safra taşları safra kesesi ve safra kanalı dahil olmak üzere safra yolarının herhangi bir yerinde oluşabilirler. Ana safra yolunun tıkanmasına koledokolitiasis, safra yollarının bir kısmının tıkanması sarılığa neden olur. Pankreasın ağzının tıkanması pankreatite neden olur. Kolelitiasis safra kesesinde taş olmasıdır (Yunanca "kole-", safra kesesi, "lithia" taş, "-sis" süreç demektir). Safra taşları çok çeşitli boyda, bir kum taşı kadar küçük, bir pingpong topu kadar büyük olabilirler. Safra kesesinde geneld
e büyük tek bir taş olabileceği gibi pek çok, hatta binlerce daha küçük taş da olabilir. Safra taşları et üretiminin yan ürünlerinden biridir, bazı toplumlarda sözde afrodizyak özelliklerinden bir gramı 30 USD fiyatla müşteri bulur. Bu bağlamda en kaliteli safra taşları yaşlı süt ineklerinden elde edilir. Bu yüzden altın madenlerinde görülen bir uygulamada olduğu gibi, bazı mezbahalar sakatattan sorumlu işçilerinin üzerlerini çalıntı safra taşı için dikkatle ararlar. Safra taşı oluşum sürecinin anlaşılması son yıllarda epey ilerlemiştir. Kalıtsal faktörler, vücut ağırlığı, safra kesesi hareketi ve bir olasılıkla beslenmenin safra taşlarına neden olduğu gösterilmiştir. Safrada çok fazla kolesterol ve yeterince safra tuzu olmayınca kolesterol taşları oluşur. Yüksek kolesterole ek olarak iki diğer faktör de önemli bulunmuştur. Bunlardan birincisi safra kesesinin ne sıklıkla ve ne kadar kasıldığıdır; seyrek ve yetersiz safra kesesi boşalması safranın fazla yoğunlaşmasına neden olup taş oluşumuna katkıda bulunabilir. İkinci faktör ise karaciğer ve safrada bulunan ve kolesterol kristalleşmesini kolaylaştıran veya engelleyebilen bazı proteinlerin varlığıdır. Ayrıca hamilelik sonucu yüksek estrojen seviyesi, hormon tedavisi veya doğum kontrol hapı kullanımı safrada kolesterol düzeylerinin arttırabilir, safra kesesi kasılmasının azaltabilir ve bunların sonucunda safra taşı oluşabilir. Beslenme ile safra taşı oluşumu arasında kesin bir bağlantı gösterilememiştir. Ancak az posalı, yüksek kolesterollu diyetlerin ve çok nişastalı diyetlerin safra taşı oluşumuna katkıda bulunabileceği öne sürülmüştür. Safra taşının ana belirtisi olan safra atağıdır, bu atakta yarım saatle birkaç saat arası bir süre boyunca hasta kişi üst abdominal (karın) bölgede gittikçe artan bir acı hisseder. Sırtta, genelde kürek kemikleri arasında, veya sağ omuzun altında acı olabilir. Mide bulantısı veya kusma olabilir. Daha ender bazı durumlarda acı midenin altında, pelvise(leğen kemiği) yakın bir yerde başlar. Bu krizler böbrek taşı acısı gibi şiddetli bir ızdırap verirler. Bazı safra krizlerinin doğum sancısından daha acılı olabileceğine inananlar vardır. Acıyı azaltmanın bir yolu, safra kesesindeki safra seviyesini düzenlemek için ağrı başlangıcında bir bardak su içmektir ama bu yöntem her zaman çalışmaz. Bu ağrılar genelde özellikle yağlı bir yemeğin ardından ve çoğu zaman gece vakti olur. Diğer semptomlar abdominal şişme, yağlı yemekleri kaldıramamak, geğirmek, gaz ve hazımsızlıktır. Eğer bu semptomlarla beraber üşüme, düşük ateş, deri veya gözlerin sararması veya kil renginde dışkı görülürse derhal bir doktora başvurmak gerekir. Safra taşı olan bazı kişiler bir acı veya rahatsızlık duymazlar. Bu kişilerin safra taşlarına "sessiz taş" denir ve bu taşlar safra kesesi ve diğer iç organları etkilemezler. Tedavilerine gerek yoktur. Kolesterol taşlarını eritmek için ağızdan alınan ursodeoksikolik asit kullanılır. Ancak bu ilaç çok pahalıdır ve kullanımı kesilince yeniden taş oluşabilir. Safra yolunda tıkanmayı bazen endoskopik retrograd sfinkteromi, ardından da endoskopik retrograd kolanjiopankreatografi ile açılabilir. Kolesistektomi (safra kesesinin alınması) %99 olasılıkla safra taşının tekrar oluşumunu ortadan kaldırır. Semptomlu hastaların ameliyat edilmesi uygundur. Safra kesesi yokluğunun çoğu kişide olumsuz bir sonucu yoktur. Ancak bu ameliyatı geçirenleri %5 ila 40'ında kolesistektomi sonrası sendromu denen bir durum oluşur. Bunda sindirim yolu rahatsızlığı ve yukarı abdomende sürekli acı görülür. İki cerrahî seçenek vardır: açık ameliyat ve laparoskopik ameliyat. Daha fazla ayrıntı kolesistektomi maddesinde bulunabilir. Tie Chiao tarafından geliştirilen yeni teknikle safra kesesi alınmadan safra taşları alınabilmektedir. Bu teknik pek çok hasta üzerinde denenmiştir. Geliştirilen yeni endoskopun patenti alınmıştır. Bu teknik mevcut durumda sadece Çin'de uygulanabilmektedir. Her Safra kesesi taşı ameliyat gerektirmez Safra taşları bazen yıllarca şikayet yapmayabilir bu duruma “sessiz taş” veya “asemptomatik safra taşı” denir ve tedavi gerektirmez. Mehmet Tarhan Mehmet Tarhan, Türk vicdani retçi ve SPoD Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği gönüllüsü eşcinsel aktivist. Barış yanlısı bildirgesini ve zorunlu askerlik hizmetini reddettiğini ilk kez 27 Ekim 2001, tarihinde Ankara'da bir basın açıklaması yaparak kamuoyuna ilan etmiştir. Türk ceza kanununa göre suç sayılan bu açıklamasından sonra da savaş karşıtı etkinliklerine devam eden Tarhan, 5 Eylül 2004 tarihinde yine Ankara'da düzenlenen bir etkinlikte okuduğu basın açıklamasından dolayı, soruşturmaya tabi tutulmuş, ancak vicdani reddin temel bir insan hakkı olduğunu savunarak ifade vermeyi ve savcılığa gitmeyi reddetmiştir. İzmir'de, 8 Nisan 2005'te gözaltına alınmış, gözaltında bulunduğu süre boyunca kendisine sunulan belgeleri imzalamayı kabul etmemiştir. 10 nisan günü Tokat'taki askeri birliğe gönderilmiş, ancak burada da savaş karşıtı düşünceleri doğrultusunda askeri giysi giymeyi ve kendisine verilen emirlere uymayı reddetmiş, bunun sonucunda da "Hizmetten tamamen sıyrılmak veya toplu erat önünde Emre İtaatsizlikte Israr" (TACK 88. madde) suçlamasıyla Sivas Askeri Cezaevine gönderilmiştir. 9 Haziran 2005 tarihinde tahliye edilen Tarhan, tutuklu olarak Tokat'taki birliğe götürülmüştür. Burada reddini tekrarlayan Tarhan tekrar tutuklanmış ve Sivas Askeri Cezaevi'ne gönderilmiştir. Hakkında aynı maddeden açılan iki dava dosyaları birleştirilmiş ve 10 Ağustos 2005'te iki kez 2 yıl (toplam 4 yıl) hapis cezasına çarptırılmıştır. Kasım ayında kararı bozan Askeri olan Tarhan'a zorla fiziksel muayene yapılmamış olmasını gerekçe göstermiştir. 15 Aralık 2005 tarihinde yerel mahkeme kararında direnmiş, gerekçeli kararında zorla muayenenin insan hakları ihlali olacağı, kişinin salt eşcinsel olmasının da ordudan atılması için yeterli olmayacağı yönünde görüş bildirmiştir. Cezaevinde kaldığı süre içerisinde fiziksel ve psikolojik şiddete maruz kalan Tarhan, gerek Türkiye içinden, gerekse uluslararası savaş karşıtları ve insan hakları örgütlerinden gelen kamuoyu desteğinin de etkisiyle 9 Mart 2006 tarihinde Askeri Yargıtay Daireler Genel Kurulu kararı uyarınca tahliye edilmiştir. Mehmet Tarhan halen askerlik hizmetini reddetmeye, yetkililer ise bu hakkı tanımamaya devam etmektedir. Bu hak tanınıcaya dek Tarhan "kaçak", "firari" olarak nitelenecektir. Tarhan Antimilitarist hareket ve LGBTT (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti, Transseksüel) Hareketi'nde aktif olarak çalışmaya devam etmektedir.Radikal gazetesinde köşe yazıları yazmaya başlamıştır. Feriha Tevfik Feriha Tevfik Negüz (d. 1910 - ö. 22 Nisan 1991) Türkiye'nin ilk güzellik kraliçesi. 1929 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nin düzenlediği yarışmayla Türkiye'nin ilk güzellik kraliçesi olmuştur. 4 Şubat 1929 günü Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlanan ilanda şöyle deniliyordu: "Bütün dünyada güzel kadınlar seçilir ve memleketlerinin güzellik kraliçesi intihap edilirken, bizim böyle bir kraliçemiz niçin olmasın? Türkiye'nin en güzel kadını acaba kimdir?". Bu ilanla güzelini arayan gazete aynı zamanda mayoyla podyuma çıkacak olan kızların ahlaka uygun olmayacağı eleştirilerine de yanıt vermiş oluyordu. Yarışmanın ilk elemesi halk tarafından yapıldı. Birkaç ay süren tanıtımlar sonucunda gazetede yayınlanan resimler üzerinden oy kullanan halk, jüri için 48 yarışmacıyı seçti. 2 Eylül günü yapılan yarışmada jüri, daha önceki halk oylamasında 11. olan "Orta boylu, kıvırcık lepiska saçlı, altın gözlü, beyaz tenli, zarif endamlı, beyaz krep satenden bir elbise giymiş olan" Feriha Tevfik'i birinci seçti. Kraliçe seçildikten sonra çeşitli filmlerde oynayan Feriha Tevfik'in ilk filmi "Kaçakçılar"'dı. Sonraları tiyatroda da yer aldı ancak 1939'dan sonra sahnelerden tamamen ayrıldı ve bir daha hiç dönmedi. Üç kez evlendi, 1955 yılında ölen üçüncü kocası olan ceza avukatı Sadi Rıza Dağ'dan tek çocuğu olan Atilla Germiyanoğlu dünyaya geldi. 1991'de geçirdiği bir beyin kanaması sonucunda yaşamını yitirdi. mezarı Kadıköy içerenköy mezarlığındadır. Pembe Panter (film, 1963) Pembe Panter (), Blake Edwards'ın 1963 yapımı filmi. Bu filmi, bir sıra diğer Pembe Panter filmleri takip etmiştir. Filmden doğan Pembe Panter çizgi film kahramanı da kendi özel çizgi film serisine sahip olmuştur. Filmde usta hırsız "Phantom" tarafından çalınan "Pembe Panter" isminde değerli bir elmas söz konusudur. Baş rollerde David Niven ve Claudia Cardinale oynarken sakar "Müfettiş Clouseau" yan rolünde oynayan Peter Sellers halkın sevgilisi haline gelmiştir. Bu filmi, 1978 yılına kadar sadece baş rolünü "Müfettiş Clouseau" olarak Peter Sellers'in oynadığı beş yeni film takip etmiştir. Daha sonra Steve Martin 2005'teki en son filmde Jean Reno ile oynamıştır. 1980 yılında serinin yeni bölüm ("The Romance of the Pink Panther") çalışmaları esnasında, çekimlere başlamadan önce Peter Sellers sürpriz bir şekilde kalp krizinden ölür. İki yıl sonra Blake Edwards, eski ve kullanılmamış olan sahneleri kullanarak bir Pembe Panter filmini kurgular. Bu film "Trail of the Pink Panther" (1982) dır. Film ayrıca Henry Mancini'nin bestelediği "The Pink Panther" melodisiyle de meşhurdur. 2005 yılında "The Pink Panther" ismiyle yeni bir film çevrilmiştir. Müfettiş Clouseau rolü Steve Martin tarafından canlandırılırken diğer roller Kevin Kline, Jean Reno ve Beyoncé tarafından oynanır. İncirli, Keçiören (mahalle) İncirli, Ankara'nın Keçiören ilçesine bağlı bir mahalledir. Adrese dayalı nüfus kayıt sistemine göre nüfusu, 33.484 kişidir.En büyük ve işlek caddeleri Yunus Emre Caddesi, Barışyolu Caddesi ve Refik Saydam Caddesi'dir. Mahalledeki eğitim kurumları, Ahmet Cevdet Paşa, İbni Haldun, Faik Erbağ, Barışyolu ve Barış Manço ilköğretim okulları olmak üzere 5 ilköğretim okulu ve İncirli Anadolu Lisesi, İncirli Endüstri Meslek Lisesidir. Ornitorenk Ornitorenk, platipus veya gagalı memeli ("Ornithorhynchus anatinus"), 39–60 cm boyların
da, Doğu Avustralya ve Tazmanya'ya özgü bir yarı-deniz memelisidir. Ornitorenkler, doğum yapmak yerine yumurtlayan memeliler olan tek deliklilerin hâlâ var olan beş tanesinden biridir. (Diğer dördü ekidneler). Ornithorhynchidae familyasının ve "Ornithorhynchus" cinsinin yaşayan tek temsilcisidir. Buna rağmen bazıları Ornithorhynchus cinsine de ait olan fosil akrabaları bulunmuştur. Yumurtlayan, ördek gagalı, kunduz kuyruklu, erkeklerinin arka ayağında zehirli bir mahmuzu olan bu memeli keşfedildiği zaman doğabilimcileri çok şaşırmıştır. Ornitorenklerin eşşizliği onu Avustralya'nın kanguru ve koala ile beraber en belirgin sembollerinden biri yapar. Avustralya 20 sentinin arkasında resmi yer alır. Ornitorenk Avrupalılar tarafından keşfedildiği zaman Kaptan John Hunter tarafından İngiltere'ye bir post gönderildi. İngiliz bilim insanları bu garip fiziksel özellikleri görünce bunun bir aldatmaca olduğunu sandılar. 1799 yılında "Naturalist Miscellany" dergisinde hayvanın ilk tanıtımını yapan George Shaw, gerçekliği hakkında şüphe duyulmamasının imkânsız olduğunu belirtti. Robert Knox ise Asyalı bir hayvan doldurucusunun işi olduğuna inanıyordu. Bir ördek gagasının, kunduz benzeri bir hayvanın vücuduna dikildiği sanılıyordu. Hatta Shaw, kurumuş deriyi dikiş var mı diye makasla kontrol etmişti. "Platypus" genel adı Latincedir, Yunanca πλατύς ("platys", düz) ve πους ("pous", ayak) kelimelerinden türetilmiştir. Bu isim, Shaw ilk tanımlamayı yaptığında [Linnaean taksonomisi ismi olarak verilmişti. Fakat aynı ismin daha önce, ağaçlarda yaşayan bir böcek cinsine verildiği ortaya çıktı. Bağımsız olarak Johann Blumenbach tarafından (örnek kendisine Sir Joseph Banks tarafından verilmişti) 1800 yılında "Ornithorhynchus paradoxus" olarak tanımlandı. ikili adlandırma ile ilgili öncelik kuralları izlenerek daha sonra resmi olarak "Ornithorhynchus anatinus" olarak tanındı. "Ornithorhynchus anatinus" bilimsel adı, Yunanca "kuş burnu" ("ορνιθόρυγχος") ve Latince "ördek gibi" (anatinus) anlamlarına gelen kelimelerden türetilmiştir. Türkçedeki Ornitorenk'in Fransızca "L'Ornithorynque"'ten geldiği sanılmaktadır. İngilizcede "platypus" olarak geçmektedir. İlk İngiliz yerleşimciler ona "su köstebeği", "ördek gaga" ve "ördek köstebeği" gibi çeşitli isimler taktılar. İngilizcede sadece tek bir platypus türü olmasına rağmen "ördek gagalı" tanımı sık sık platypus'un önüne getirilir. Ornitorenk Aborjin'ler tarafından "Mallangong", "Tambreet" veya "Boonaburra" olarak bilinmektedir. Ornitorenk'in vücut sıcaklığı, Eutheria ("plasentalılar - placentalia") sınıfındaki diğer memelilerde olduğu gibi 38 °C yerine 31 °C-32 °C arasındadır. Bunun ne kadarının monotremlerin bir özelliği olduğu, ne kadarının ise sert koşullar altında yaşayan türün uyum sağlaması sonucu olduğu belirgin değildir. Ornitorenk'in vücudu ile geniş ve düz kuyruğu, yalıtılmış havayı hapsederek hayvanı sıcak tutan bir kürk ile kaplıdır. Tazmanya şeytanı gibi ornitorenk de kuyruğunu yağ depolomakta kullanır. Alışılmış bir memelidense ördeğe benzeyen geniş gagası ve perdeli ayakları vardır. Burnu, kuşların gagasında olduğu gibi yukarı ve aşağı parçaları ayrılarak ağzını ortaya çıkaracak bir şekilde açılmaz. Ornitorenk'in gagası alt tarafında açıklık olan bir duyu organıdır. Ağırlığı 700 g ile 2,4 kg arasında değişir. Dişisi erkeğe göre daha ufaktır. Erkekler ortalama 50 cm, dişiler ise 46 cm boyundadır. Kuyruk uzunluğu erkeklerde 10–15 cm, dişilerde ise 8–13 cm arasındadır. Ortalamalar bölgelere göre değişir ama iklimin etkisi saptanamamıştır. Modern ornitorenk yavruları memelilerin en büyük özelliklerinden biri olan üç uçlu azıdişlerine sahiptir. Bunları üreme yuvasını terketmeden ya da terkettikten hemen sonra kaybederler; erişkinlerde bunların yerinde ağır keratinize pedler vardır. Ornitorenk'in çenesi diğer memelilerden farklıdır ve çene kasları diğer memelilerde olduğundan farklı çalışır. Orta kulakta sesi ileten küçük kemikler ve memeli-öncesi diğer sinapsidlerdeki gibi çenenin yanında değil, tüm gerçek memelilerde olduğu gibi kafatasının içindedir. Ornitorenk, omuz çevresinde, bir ara köprücükkemiği dahil olmak üzere diğer memelilerde olmayan kemiklere sahiptir. Vücudunun altında değil yanında olan bacakları ile sürüngenlere benzeyen bir yürüyüş biçimi vardır. Ornitorenk hızla dalmasını ve dengesini sağlayan kuyruğu ile kendini yönlendirir. Erkek ornitorenk'in arka ayak bileklerinde defensin benzeri proteinlerden oluşan bir zehir karışımına sahip mahmuzlar vardır. Zehir, insan için öldürücü olmamasına rağmen kurbanı etkisiz kılacak kadar büyük acılar verir. Kısa zamanda yaranın etrafında ödem oluşur ve zamanla tüm uzuva yayılır. Tarihsel vakalara ve anekdotlara göre acı kısa zamanda günlerce hatta haftalarca sürebilecek bir hiperalgesia()'ya dönüşür. Zehir küçük hayvanlar için öldürücü olabilir. Zehir sadece erkek ornitorenklerin bacaklarında, böbrek benzeri salgı bezleri tarafından üretilir, kısa bir boru ile mahmuzlarına bağlıdır ve topuk kemiğindeki mahmuz tarafından ava aktarılır. Dayanılmaz acı vermesi dışında zehrin tam olarak nasıl işlediği hâlâ bilinmemektedir, buna rağmen sinir uçlarını etkilediği yönünde deliller vardır. Bilinen ağrı kesicilerden hiçbiri bu zehrin oluşturduğu acıyı azaltmakta etkili değildir. Zehrin diğer memeli olmayan hayvanlardakinden farklı bir işlevi vardır, sonuçları ölümcül olmasa da kurbanı önemli ölçüde etkisiz hale getirir. Üretimi en çok üreme mevsiminde olduğu için, silah olarak kullanıldığı yönünde teoriler vardır. Monotremler memeliler arasında elektrik algılama duyusuna sahip tek canlıdır. Avlarını kısmen, vücutlarının yarattığı elektriği algılayarak bulurlar. Ornitorenk tüm monotremler arasında en hassas elektrik algılamasına sahip olandır. Ornitorenkin elektro alıcıları gagasının ucunda yer alır, mekanoalıcıları ise gaganın her yerine düzenli bir şekilde yayılmıştır. Serebral korteks'in elektro alıcı bölümü dokunsal somataalıcılar içinde bulunur ve bazı kortikal hücreler hem elektoalıcılardan hem mekanoalıcılardan girdi alırlar. Bu, dokunsal ve elektriksel algılar arasında yakın bir bağlantı olduğuna işaret eder. Ornitorenk bir elektrik kaynağının yerini elektroalıcılardaki sinyallerin gücüne göre ayırt edebilir, bu da avlanırken başının yan yan hareketini açıklayabilir. Elektro duyu ve dokunsal girdilerin kortikal birleşimi avın uzaklığını tespit etmek için bir yöntem gibi gözükmektedir. Av hareket ettiği zaman hem elektrik sinyalleri yayar hem de mekanik baskı titreşimleri verir, böylece iki sinyalin geliş zamanı arasındaki fark ile uzaklık hesaplanabilir. Ornitorenk akıntıların dibini gagasıyla kazarak beslenir. Bu durumda elektro alıcılar canlı ve cansız nesneleri ayırt etmekte de kullanılır. Ornitorenk yarı-suda yaşayan bir hayvandır. Tazmanya ve Avustralya Alpleri'nin soğuk tepelerinden kıyısal Queensland'in tropik yağmur ormanlarına kadar geniş bir alanda, akıntı ve nehirlerde yaşar. İçlerdeki dağılımı pek iyi bilinmemektedir. Kanguru Adası'nda doğaya salınmış bir nüfus hariç Güney Avustralya'da soyu tükenmiştir. Muhtemelen yoğun alan açılması ve sulama yüzünden düşen su kalitesine bağlı olarak artık Murray-Darling Havzası'nın ana bölümlerinde de bulunmamaktadır. Kıyısal nehir sistemleri boyunca dağılımı tahmin edilebilir değildir, bazı görece sağlıklı nehirlerde bulunmazken iyice bozulmuş aşağı Maribyrnong Nehri gibi bazılarında varlık göstermektedir. Ornitorenk genelde gececi bir hayvan olmasına rağmen şafakta ve günbatımında oldukça etkindir. Birçok birey, özellikle bulutlu günler olmak üzere gündüz de etkindir. Bu tür endotermiktir. 5 °C sıcaklığın altındaki sularda saatlerce yiyecek ararken bile vücut sıcaklığını koruyabilir. Dip avlarının bulunduğu, dinlenme ve üreme oyuklarını yapabileceği kıyıların olduğu, nehirsel ve kıyısal özellikler taşıyan akıntılara ihtiyaç duyar. Ornitorenk çok iyi bir yüzücüdür ve zamanının büyük kısmını su altında yiyecek arayarak geçirir. Yüzerken diğer Avustalya memelilerinden kulaklarının görünmemesi ile ayrılır. Yüzerken diğer duyularına güvenerek gözlerini sıkıca kapar. Dört ayağı da perdelidir. Ön ayaklarını itici güç olarak kullanır. Arka ayaklar ve kuyruk sadece yönlendirme içindir. Ornitorenk daldıktan bir süre sonra bir hava kabarcığı bırakır, bir süre sonra bir tane daha ve bir süre sonra bir tane daha. Ardından su yüzeyine çıkıp yayılarak yiyeceğini çiğner. Daha sonra tekrar dalar. Normal bir dalış 30 saniye ile bir dakika arasında sürer. Ama koşullar uygun olduğunda daha uzun süre su altında kalabilir. Çiğneme bölümü ise 10-20 saniye sürer. Ornitorenk bir Karnivordur. Burnuyla dereyatağından, veya yüzerken yakaladığı halkalı solucanlar, böcek larvaları, taze su karidesleri ve bir tatlı su kereviti olan yabbi ile beslenir. Gagası, görmeden avlanmasını sağlayacak kadar hassastır. Ornitorenk her gün vücut ağırlığının en az %20 si kadar yemek yemek zorundadır. Bu da on saatini yemek arayarak geçirmesi demektir. Suda değilken genelde, köklerle kamufle edilmiş, su seviyesinden pek yukarıda olmayan, kısa ve düz bir oyukta kalır. Ornitorenk keşfedildiği zaman bilim insanları, dişinin yumurta yumurtlayıp yumurtlamadığı konusunda ikiye ayrılmıştı. 1884'te W.H. Caldwell Avustralya'ya gönderilip 150 Aborjin'in yardımı ile birkaç yumurta buluncaya dek bu onaylanmamıştı. Türün tek bir üreme mevsimi vardır. Çiftleşme kış sonunda ya da ilkbaharda olur. Yavrular suya ilk kez oyuklarda anneleri tarafından 3-4 ay emzirildikten sonra girer. Tarihsel gözlemler, işaretleme, tekrar yakalama çalışmaları ve ilk genetik çalışmalar ornitorenk nüfusunun yerleşmiş ve geçici bireylere sahip olduğuna ve çokeşli ("poligyny") bir çiftleşme dizgesine işaret eder. Üreme mevsimi dışında ornitorenk sudan yüksekliği 30 cm. kadar olan basit bir oyukta yaşar. Çiftleşmeden sonra dişi daha ayrıntılı ve uzunluğu 20 m'yi bulabilen, su yükseldiğinde korunmak için aralıklara tıkalı yeni bir oyuk kazar. Erkek, yavrulara bakma işiyle ilgilenmez ve yıllık oyuğuna geri döner. Dişi, oyuğun zeminini ıslak ve
katlanmış ölü yapraklarla yumuşatır. Bu gereci kıvırdığı kuyruğu ile yuvaya taşır. Ornitorenk kuş yumurtasından daha yuvarlak ve sürüngen yumurtasına benzeyen küçük kösele gibi yumurtalar bırakır. Dişi genelde 11 mm. çapında iki yumurta bırarır, ama kimi zaman bu sayı 1 ya da 3 olabilir. Yumurtladıktan sonra dişi bunların çevresine kıvrılır. Kuluçka süresi üç bölüme ayrılır. İlkinde embriyonun fonksiyonel organları yoktur ve yumurta kesesine ("yolk sac") bağımlıdır. İkinci bölümde el ve ayak parmakları, üçüncüde ise yumurta dişi oluşur. Yaklaşık on günlük bir kuluçka süresinden sonra yumurtadan çıkan tüysüz yavrular annelerine tutunurlar. Yumurtadan çıkan yavrular korumasız, çıplak ve kördür. Anne sütü ile beslenirler. Ornitorenkin memeleri olmasına karşın meme uçları yoktur. Dolayısıyla süt göğüste deri altındaki bezlerden salgılanır. Göğüsünde sütün biriktiği oluklar bulunur ve yavrular buradan süt içerler. Yumurtalar açıldıktan sonra anne yuvayı yalnızca yiyecek bulmak ve kürkünü ıslatmak için terkeder. Yuvadan ayrılırken oyuğun girişini toprak ile tıkar. Yavrular 3-4 ay süt emerler ve 17 aylık olduklarında yuvayı terk ederler. Ornitorenk ve diğer memeliler yıllarca çok yanlış anlaşılmıştır ve haklarındaki 19. yüzyıldan kalma söylenceler bugün bile devam etmektedir. Örneğin, momotremlerin aşağı ya da yarı-sürüngen oldukları ve daha üstün plasenta memelilerin uzak kuzenleri oldukları gibi. Günümüzde, modern monotremlerin, memeli ağacının erken bir dallanması olduğu bilinmekte, daha sonraki bir dallanmanın ise keseli (Marsupialia) ve plansentalı memelilere yöneldiği sanılmaktadır. En eski monotrem fosilleri ("Teinolophos" ve "Steropodon") ornitorenk'e çok benzemektedir. Steropodon fosili opalleşmiş bir çene kemiği ve üç azı dişinden oluşur. Günümüz ornitorenki ise dişsizdir ve South New Wales-Avustralya'da bulunmuştur. Fosilin 110 milyon yıl yaşında olduğu sanılmaktadır. Bu da, ornitorenk benzeri bir hayvanın Kireçlitaş döneminde (Kretase), dinozorların zamanında hayatta olması anlamına gelir. Şimdiye kadar Avustralya kıtasında bulunan en eski fosildir. Ornitorenkin akrabası olan başka bir fosil de Arjantin'de bulunmuştur. Bu, monotremlerin, iki kıta Antarktika yoluyla birleştiği zamanlarda Avustralya'dan Güney Amerika'ya ulaştıklarını gösterir. Bugünkü ornitorenk'e ait bilinen en eski fosil yıllık olup Kuvaterner çağdan (Quaternary period) kalmıştır. Bilinenler çok farklı daldır. Fosil kanıtları ayrıca ornitorenkin mesozoik çağda da varolduğunu gösterir. (kireçlitaş dönemi ve triasik ve jürasik çağları da içermektedir) Ornitorenkin günümüzdeki hayvana nasıl evrimleştiğini açıklayan iki varsayım vardır. İlk varsayıma (B varsayımı) göre, monotremlerin akrabaları keseliler ve plesantalılardan tamamen farklı kendi evrimsel dallarını oluşturdular. Bu değişikliğin 135 milyon yıl önce, Kireçlitaş döneminin başında olduğu sanılmakta. Keseliler ve plasentalılar ise 135-65 milyon yıl önce bir noktada ayrıldılar. İkinci varsayım 1947'de Gregory tarafında öne sürüldü ve 1970'lere kadar popüler hale gelmedi. Varsayıma göre 135-65 milyon yıl arasında plasentalılar ve keseliler kendi yollarına ayrıldılar, daha sonra da monotremler kendi yollarına gittiler. Bu varsayımı destekleyen gözlemlerden biri keselilerin ve monotremlerin üreme organlarının birbirine çok benzemesidir. Her ikisinin de gebelikte, embriyoların bir kabukla kaplı olduğu bölümleri vardır. Tek fark, monotremler gebelik süresince bu örtülü kabuğa sahipken keselilerin sadece gebeliğin üçte ikisinde bu kabuğa sahip olmasıdır. 2004 yılında Ulusal Avustralya Üniversitesi'nden bilim insanları memelilerin çoğunda olduğu gibi iki yerine (XY) ornitorenkin 10 cinsiyet kromozomu olduğunu keşfettiler. (Örneğin: erkek ornitorenk her zaman XYXYXYXYXY dir) Dahası, ornitorenkin Y kromozomları kuşlarda bulunan ZZ/ZW cinsiyet kromozomları ile gen paylaşmaktadır. Bu yeni bulgular ornitorenkin hayvanlar âlemi içindeki eşsiz yerini daha da sağlamlaştırdı ve onu memeliler, sürüngenler ve kuşlar arasındaki evrimsel bağlantı araştırmalarının merkezi yaptı. 8 Mayıs 2008 tarihinde Nature bilimsel dergisinde yayınlanan "Genom Analizi Ornitorenk’e Özgü Evrim İzlerini Açığa Çıkarıyor" başlıklı bir makale, Ornitorenk'in memeli evrimindeki yerini kalıtımsal veriler ile ortaya koymuştur. Ornitorenk, Güney Avustralya'dan yok oluşu haricinde, Avrupalıların Avustralya kıtasına yerleşmelerinden önceki genel ortamının hemen hepsinde bulunur. Buna rağmen insan kaynaklı değişikliklere bağlı olarak doğal ortamının parçalanması ve ortamında yerel değişiklikler belgelenmiştir. Şu anki ve tarihsel bolluğu bilinmemekle beraber şu anki menzilinde yaygın olduğu düşünülmektedir ama sayıları muhtemelen azalmıştır. Tür 20. yüzyılın ilk yıllarına kadar kürkü için yoğun bir şekilde avlandı ve 1950'lere kadar içlerdeki dalyanların ağlarında boğulma tehlikesi ile karşı karşıyaydı. Ornitorenk korunma uygulamaları sayesinde yakın bir soy tükenmesi ile karşı karşıya bulunmamaktadır. Fakat bu durum barajlar, sulama kanalları, kirlilik, ağlar ve tuzaklardan kaynaklanabilecek doğal ortamının yok olması nedeni ile değişebilir. En başta su kirliliğine olan yüksek duyarlılığı nedeni ile genelde "güvende ama gelecekte tehdit altında olabilir" biçiminde sınıflandırılmaktadır. Avustralya'da koruma altındaki bir türdür. IUCN Kırmızı Listesi şu an için ornitorenki "Asgari Endişe" ("LC, Least Concern") olarak listelemektedir. Dünyanın büyük kısmı ornitorenki 1939 yılında National Geographic dergisinde yayımlanan ornitorenk ve onun esarette yetiştirilip incelenmesi ile ilgili bir makale ile tanıdı. Bu zor bir iştir ve o günden bu yana sadece birkaç yavru özellikle Avustralya, Victoria'daki Healesville Sanctuary'de başarı ile yetiştirilebilmiştir. Coremedia CoreMedia AG, 1996 yılında kurulan, Dijital Haklar Yönetimi (Digital Rights Management) ve Kurumsal İçerik Yönetimi (Enterprise Content Management) sistemleri için dünyada lider olan bir standart yazılım sunucusudur. Merkezi Almanya'nın Hamburg kentinde olan şirkette yaklaşık 130 kişi çalışmaktadır ve şirketin Londra, New York, Oslo ve Singapur'da temsilcilikleri vardır. Şirket 1996 yılında "Higher Order" adıyla Sören Stamer (bugün AG'nin yönetim kurulu başkanı), Prof. Joachim W. Schmidt (bugün şirketin denetim kurulu başkanı), Prof. Florian Matthes ve Andreas Gawecki tarafından Hamburg Üniversitesi'nin bir Spin-Off şirketi olarak kuruldu. AG borsada değildir. Şirketin 2004/2005 yılı cirosu, kendi verilerine göre yaklaşık 15 milyon AVRO idi. En büyük yatırımcıları Equitrust, Setubal (M. M. Warburg & CO), tbg ve T-Venture şirketleridir. CoreMedia AG önce bir İçerik Yönetim Sistemi satarak işe başladı. Son yıllarda da yazılım ürünleri yelpazesine Dijital Haklar Yönetimi konusunda ürünler de katıldı. CoreMedia CMS Avrupa pazarında lider şirketlerden biridir, mobil DRM alanında ise, CoreMedia DRM kendi beyanlarına göre dünya birincisidir. CoreMedia CMS ürünü bir Kurumsal İçerik Yönetim Sistemi'di (Enterprise Content Management System) ve çok sık ziyaret edilen İnternet sayfalarında kullanılır. Bu yazılım Java dilinde programlandı ve üretici verilerine göre teknik (çeşitli sunucular) ve içerik (çok dilli veya içeriği farklı olan alan adları) olarak istendiği gibi ölçeklendirilebilir ve "Multi-Channel-Delivery" için uygundur. Şirket reklamlarında yazılımın özellikle kullanılabilir ve ekonomik olmasını vurgulamaktadır. En büyük müşteriler Bertelsmann, bild.de, Continental, www.t-online.de (T-Online) platformu da dahil olmak üzere Alman Telekom'u, dpa ve o2 (Almanya). Ayrıca, CoreMedia CMS yazılımı Federal Alman Hükümeti tarafından tüm federal makamlar için standart CMS olarak kabul edildi ve federal ve eyalet düzeyindeki resmi kuruluşlarda geniş bir şekilde kullanılan Government Site Builder'lerin ana komponentini oluşturmaktadır. CoreMedia DRM yazılımında güvenli bir komple dijital içerik satış işlemi için gerekli bir seri komponent içermektedir. CoreMedia DRM yazılımında endüstri standartları OMA DRM 1.0, 2.0 ve Windows DRM baz olarak alınmıştır. Komple DRM-Plattform'unun yanı sıra CoreMedia DRM Packaging Server (haklardan bağımsız dosyalar oluşturmak ve bu dosyaları kodlamak için), CoreMedia DRM ROAP Server (superdistribution gibi özellikler de dahil olmak üzere, hak oluşturma) ve CoreMedia DRM Client (dosyaların son kullanıcı cihazlarına kadar mobil telefonlara ve PC'lere dağıtımı) gibi tek tek komponentleri de sipariş edilebilir. Üreticisinin kendi beyanına göre, DRM alanındaki en büyük müşterileri Musicload, Nokia, Turkcell, VIVO ve Vodafone şirketleridir. Gugukgiller Gugukgiller (Cuculidae), guguksular (Cuculiformes) takımına dahil uzun ve sivri kanatlı, uzun kuyruklu, iyi uçucu kuşları oluşturan kuş familyası. Eski ve Yeni dünya kıtalarında orman veya diğer yerlerde yaşarlar. Göçmen olanları vardır. Hoş ötüşlerinden dolayı "guguk" adını almıştır. Renkleri yaşadığı ortama uygun olduğundan kendilerini iyi gizlerlerse de, bıktırıcı seslerinden yerlerini belli ederler. Çoğu kahverenkli olup, beyazımtrak göğüsleri çizgilidir. Atmacaya benzer olanları da vardır. Tırmanıcı ve döner parmaklı ayaklarının iki parmağı önde, ikisi geridedir. Çoğu böcek ve tırtılla beslendiğinden, faydalı sayılırlar. Yerde yaşayan iri türleri ise kertenkele, yılan, kuş ve küçük kemiricilerle beslenirler. Guguklu saatlerde, sesleri taklit edilmektedir. Türler kuluçka asalağı olup, yumurtalarını yabancı kuşların yuvalarına bırakır, böylece yavru gugukların bakımını üvey ana baba üstlenir. Asalak gugukların dişisi konak yuvanın sahibi olan dişi kuşun yumurtlamaya başlamasını bekleyip, kuluçkaya yatmasından önceki zamanı kollayarak, değişik yuvalara genellikle birer yumurta bırakır. Yuvalarında yabancı yumurta bulan kuşlar çoğu kez yeni bir yuva yaptıkları ya da yabancı yumurtaları yuvadan attıkları için bazı guguklarda yumurta taklitçiliği gelişmiştir. Örneğin, belirli bir türü konak olarak kullanan asalak gugukların konağınkilere benzeyen yumurtalar yumurtlaması
, asalak yumurtaların yuvada kalma şansını artırır. Guguk yavrusu 12 gün sonra genellikle üvey kardeşlerinden önce doğar. İlk dört gün içinde henüz kör ve tüysüzken, üvey ana babanın getirdiği yiyecekleri yuvanın gerçek sahibi olan yavrularla bölüşmemek için, konağın yuvasındaki yumurtaları ve yavruları akrobatik hareketlerle tek tek yuvadan atar. Üç hafta sonra üvey annesinden daha iri olur. Altı hafta beslendikten sonra, genellikle yuvayı da dağıtarak eş aramaya çıkar. Göçmen olanları içgüdü ile yüzlerce kilometrelik yolu katederek erginlerin yanına ulaşır. Her kuş türü guguğun yumurtasını kabul etmez. Yumurtayı yuvadan atan, örten veya yuvayı terk edenleri vardır. Tavus guguğu yumurtasını saksağan, alakarga ve sis kargasının yuvasına, Hindistan'da yaşayan koel, yumurtasını kendi gibi siyah bir karganın yuvasına bırakır. Altın guguk, çoğunlukla ispinoz yuvalarını tercih eder. Bütün guguk kuşları kuluçka asalağı değildir. Asalak olanlar çoğunlukla Eski dünya'da yaşarlar. Guguk kuşu, iri vücutlu olmasına rağmen, yumurtası küçüktür. Gerektiğinde guguk onu boğazında da taşıyabilir. Yumurtasının rengi ve büyüklüğü, yuva sahibi kuşunki gibidir. Ev sahibi kuş, çoğu zaman bunu kendi yumurtası zanneder. Guguk, zaman zaman yuvayı kontrol eder. Eğer yuva sahibi kuş, bir yırtıcı kuş tarafından avlanırsa veya şiddetli bir fırtına ile yuvası bozulursa, yumurtasını hemen oradan alarak başka bir yuvaya bırakır. Yeni dünya'da yaşayanların çoğu yuva yapar ve yavrularına bakarlar. Bobbi Eden Bobbi Eden, (d. 4 Ocak 1980, Lahey, Güney Hollanda), Hollanda asıllı Amerikalı pornografik film oyuncusu ve uluslararası dergi modeli. Yetişkin film sektörüne 2002'de 22 yaşındayken girmiştir. Bobbi Eden gösteriş modelliğine 1998'de girdi. Hollanda "Penthouse Pet Yılın Kadını" yarışmasını ikinci sırada bitirdi. Sonra lingerie katalogları dahil Avrupa'da çeşitli yerlerde modellik yaptı, çorap tanıtımları ve haftalık dergilerde çalıştı. Bir gösteriş modeli olduğu için 2 yıl boyunca 24 saat evinin gözlendiğini söyledi. İngiltere'ye gitti ve "Club, Men Only" ve "Soho Dergisi" gibi dergilerde 250 konu, 100 kez de dergiye kapak oldu. 3 yıl boyunca dergilerde çalıştı, Jenna Jameson yetişkin yapımlarında yer almak için görüşmelere başladı; ancak henüz hazır değildi. Yarım yıl boyunca Avrupa'da özel erotik gösterici olarak çalıştı. İlk erkek-kız çekimini kocasıyla evliliğinin yaklaşık 12. yılında onunla gerçekleştirdi. O günden bugüne 60 kadar dergiye çıplaksal kapak oldu ve 94 kadar filmde oynadı. Flemenk sunucu Ferry Corsten'in "Watch Out" adlı tekli çalışmasının müzik videosunda oynadı. Sunucu "Chew Fat" ve "Sun Club"in müzik kliplerinde de oynadı. Hollanda'nın en bilindik aylık erotik film dergisi "PASSIE"deki köşesinde her ay yazmaktadır. Ayrıca "Chick Dergisi" ve "Panorama" gibi haftalık ve 1.5 milyon okuyucusu olan dergilerde de yer aldı. Eşiyle birlikte yapım şirketi kurdu ve yeni işi olan "Fetiş İnternet Sitesi"nde çalışmaktadır. Ferry Corsten - "Watch Out" IUCN Kırmızı Listesi IUCN Nesli Tükenme Tehlikesi Altında Olan Türlerin Kırmızı Listesi ("IUCN Kırmızı Listesi") ve bitki ve hayvan türlerinin dünyadaki en kapsamlı Küresel Koruma durumu envanteridir. IUCN Kırmızı Listesi Uluslararası Doğal Hayatı ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği tarafından sürdürülmektedir. IUCN Kırmızı Listesi, kesin ölçüt kullanılarak, binlerce tür ve alttürlerin nesillerinin tükenme riskini değerlendirerek oluşturulmaktadır. Bu ölçüt tüm türlerle ve dünyanın her bölgesi ile ilgilidir. Kırmızı Liste ile amaçlanan; koruma meselelerine kamunun ve politikacıların dikkatini çekmek ve bununla birlikte türlerin yokoluşunu azaltmak için uluslararası camiaya yardım etmektir. Güçlü bir bilimsel altyapı ile oluşturulan IUCN Kırmızı Listesi, biolojik çeşitliliğin durumu ile iligli en geçerli rehber olarak kabul edilmektedir. En son güncelleme 2006 Kırmızı Listesi, 4 Mayıs 2006 tarihlidir. 40.168 türü ve buna ek olarak 2.160 alttürü, sualtı nesillerini, alt nüfusu bir bütün olarak değerlendirir. Bir bütün olarak incelenen türlerden, 16.118 tanesi tehlike altında olarak belirlenmiştir. Bunlardan, 7.725 tanesi hayvanlar, 8.390 tanesi bitkiler, ve üç tanesi küf ve mantarlardır. Bu yayımda, 2004 yılındaki yayım üzerinde bir değişiklik yapılmadan, 784 türün İsadan sonra 1500 yılından itibaren neslinin tükenmesini listelemektedir. Bu 2000 yılındaki listenin (766) 18 fazlasıdır. Her yıl az sayıda nesli tükenmiş türler ya yeni bulunmakta, ya fosil türüne dönüşmekte ya da üzerinde yeterli bilgi bulunmayan kategorisine alınmaktadırlar. 2002 yılında nesli tükenmiş olanlar listesi 759 türe kadar düşmüş ancak o zamandan bugüne artış sergilemektedir. Kategoriler 10 grupta tasnif edilmiştir; bu tasnifte, tükenme hızı, nüfus büyüklüğü, coğrafi dağılım alanları ile nüfus ve dağılım derecesi kriterleri dikkate alınmıştır. 1994 yıllı eski tasnif sekiz kategori içermekteydi. Az Risk "Lower Risk" kategorisi 3 alt kategori içermekteydi: "Near Threatened" şu anda tehlikede olmayan fakat yakın gelecekte VU, EN veya CR kategorisine girmeye aday olan türler, "Least Concern" yaygın bulunan türler, ve "Conservation Dependent" şu anda tehlikede olmayan fakat yakın gelecekte VU, EN veya CR kategorisine girmeye aday olan türler. IUCN Kırmızı Liste tartışılırken, "threatened" (tehlike altında olan) resmi terimi üç kategoriyi içine alır : James S. Cutsinger James S. Cutsinger. Güney Karolina Üniversitesinde teoloji ve dini düşünce profesörü. Hıristiyan Doğu teolojisi ve maneviyatı alanında uzman ve karşılaştırmalı dini düşünce ve Sophia Perennis üzerine yazıları olan tanınmış bir yazardır. Halen, Frithjof Schuon'un eserlerini düzenlenmesinde bulunan Cutsinger, çeşitli üniversite ve kolejlerde master ve sonrası düzeyde dersler vermektedir. Ramones Ramones, 1974 yılında New York'ta kurulmuş, 2263 konser vermiş, 14 stüdyo albümü olan Amerikalı bir punk rock grubudur. Müzikleri basit olarak görülse de birçok kişiye ulaşmışlardır. Vokalde Joey Ramone (Jeffrey Hyman, grup ilk kurulduğunda davul çalıyordu), gitarda Johnny Ramone (John Cummings), bas gitarda Dee Dee Ramone (Douglas Colvin, 1974-1989) ve davulda Tommy Ramone (Thomas Erdelyi, 1974-1978) olarak kurulan (zaman geçtikçe gruptan ayrılanlarla değişen elemanlar: Marky Ramone-Marc Steven Bell; 1978-1983,1987-1996; Richie Ramone-Richard Reinhardt, 1983-1987; Elvis Ramone-Clem Burke; Billy Rogers; C.J. Ramone-Christopher Ward, 1989-1996) New York underground rock çevresinde, bilhassa CBGB (Country, Blue Grass, and Blues) adlı barda çalmaya başlamalarıyla kısa zamanda tanınmışlardır. Öldükten sonra bile hayranları tarafından anılmaya devam edilmektedirler. Ramones, ayrıca bir plak anlaşması imzalayan ilk New Yorklu punk rock grubudur. Marky Ramone 2005 yılında Misfits'de de bulunmuş ve birkaç grupla çalmıştır. Dee Dee Ramone gruptan ayrıldıktan sonra Dee Dee King olarak rap albüm(leri) yapmıştır. C.J. Ramone ise birkaç projede yer almıştır. Joey Ramone'un solo albümü Don't Worry About Me ölümünden (15 Nisan 2001) bir yıl sonra çıkmıştır. Dee Dee Ramone 5 Haziran 2002'de yüksek dozda uyuşturucudan, Johnny Ramone ise 15 Haziran 2004'te kanserden , Tommy Ramone ise 11 Temmuz 2014'te safra kanalı kanserinden dolayı ölmüştür. Karat (ağırlık birimi) Karat, 0,2 g'a (200 mg) eşit olan bir kütle birimidir. Elmas ve diğer değerli taşların kütlelerinin ölçümünde kullanılır. Birim, oldukça sabit ağırlıklara sahip olması dolayısı ile eski tarihlerde ağırlık ölçmede kullanılan keçiboynuzu tohumundan kökenlenir. Karat adı, keçiboynuzunun Arapça karşılığı olan "karrat" sözcüğünden gelir. Keçiboynuzu, Yunanca'da "keration", İngilizce'de "carob" olarak anılır. Karat, değişik ülkelerde kullanılmakta ve her bir ülkede farklı kütlelere tekabül etmektedir. 1907 yılında 0,200 gram olarak kabul edilmiş ve metrik kırat olarak adlandırılmıştır. Kıta sahanlığı Kıta sahanlığı, jeolojik olarak ülkeyi oluşturan kara parçasının deniz altındaki uzantısıdır ve kıtanın bitip okyanusun başladığı kıtasal çizgiye kadardır. Kıta sahanlığı, kara platformu olarak da bilinir, bir kıtayı ya da kara parçasını çevreleyen görece sığ ve eğimli deniz tabanına verilen addır. Sahanlıklar, pasif kıta kenarlarında geniş ve nispeten düz, aktif kıta kenarlarında ise dar ve düzensizdir. Kıta sahanlıklarının sığ derinliklerde yer almaları nedeni ile, deniz suyu seviyesinin değişiminden yakından etkilenirler. Pleyistosen (1.8 milyon – 10 000 yıl arası) zamanındaki buzul devrinde, bugün 100 metreye kadar olan sahanlık kesimlerinin su üstünde yer alması ve şekillenmesi buna örnektir. Bazı kıyılarda kıta sahanlığının 200m hatta 400m ve daha fazla derinliğe kadar açılmış olduğu görülmektedir. Bu gibi durumların tektonik depresyonlarla alakalı olabileceği düşünülmektedir. Kuzey enlemlerinde sahanlıklar buzul aşınmasına maruz kalırken, daha sıcak güney enlemleri, akarsu vadilerinin etkisi altında kalmışlardır. Kıta sahanlıklarının eni bölgelere göre oldukça değişmekle birlikte jeolojik açıdan ortalama 75 km olarak kabul edilir. Çoğu yerde kıta sahanlığı, kara kütlesinin deniz sınırından sonraki uzantısı biçimindedir. Derinlikleri bölgelere göre değişmekle birlikte, 150 metreden fazla olmayan derinliklere sahiptirler.  Kıta sahanlıkları Özellikle Şili kıyıları ya da Sumatra’nın batı kesimlerinde olduğu gibi kıyıların ilerleyen bölümlerinde görülür. En geniş kıta sahanlığı, Sibirya kıta sahanlığı olup, 1500 km genişliğindedir. Diğer benzer bölgeler ise Kuzey Denizi’nde ve Basra Körfezi’nde görülür. Bu bölgelerde ortalama kıta sahanlığı genişliği yaklaşık 80 km'dir. Kıta sahanlığındaki tortulların büyük kısmı (%60-70i) son buzul çağında, deniz seviyesi 100-120 metre düşükken, akarsular tarafından depolanmış kalıntı çökellerden oluşmaktadır. Biyolojik çeşitliliğin fazla olması, yani genel bir tabirle ekonomik değeri yüksek türlerin bu bölgelerde yaşam sürdürmeleri, kıta sahanlığında münhasır ekonomik bölgesini ilan etmiş olan ülkelerin ekonomisine avlanma ve
yetiştirme faaliyetleri sonucunda gelecek katkının büyüklüğü  su götürmez bir gerçektir. Kıta sahanlığının bir diğer ticari boyutu ise bizim alanımıza uzak olmakla birlikte deniz ve okyanus dibinin (bentik bölge) altında yatan fosil yakıtların varlığı veyahut olabilme ihtimalidir. Coulomb (anlam ayrımı) Weber Mustafa Karahasan Mustafa Karahasan (1920, Üsküp - 2002, Belgrad), Türk yazar ve gazetecidir. İlk ve orta öğrenimini Krallık Yugoslayva'da tamamladı. II. Dünya Savaşı arifesinde Yugoslavya devrim hareketine katıldı. 1939'da ilk öyküsü Fikri Abla'yı yazdı. 1941 yılında Makedonya'da ayaklanmayı örgütleyenler arasında yer aldı. Faşist Bulgar idaresı tarafından üç defa idama mahkûm edildi. Bu nedenle 1945 yılına kadar Kosova'da kaldı. Üsküp'e döner dönmez, 3 Ocak 1946'da Üsküp Radyosu'nda gazeteciliğe başladı. Aynı yıl, Birlik'te "Hapisanede Bir Gece" öyküsü yayımlandı. Makedonya'da Türkçe yazılan ilk tiyatro oyunu olan "İnandırmak" eseri 1948'de sahnelendi. Bir yıl sonra Çağdaş Makedonya Türk edebiyatının ilk kitabı Makedonya Genç Türk Yazarlarının Eserleri'nin yayımlanmasını sağladı. 1950'de Makedonya Halk Gençliği Merkez Komitesini Sekreterliği'ne üye seçildi, Makedonya Türk Yazarlar Cemiyetini kurdu. Onun imzasını taşıyan, Makedonya'da Türkçe yayımlanan ilk öykü kitabı Küçük Erler (1950) yayımlandı. Kısa bir süre Birlik Gazetesi Başmuharirri görevinde bulundu. Tefeyyüz İlköğretim Okulu, Türk öğretmen okulu ve Azınlıklar Tiyatrosu'nda müdürlük yaptı. 1956 yılında Suzan romanı basından çıktı. Üsküp Üniversitesi Felsefe Fakültesi Pedagoji-Psikoloji Bölümü'nden mezun olduğu aynı yılın sonlarında, Makedonya Türkleri'nin Türkiye'ye göçü konusunda takındığı tavır ve Birlik'te yayımlanan Atatürk ile ilgili bir yazısının "Yosip Broz Tito'ya hakaret niteliği taşıdığının" iddia edilmesi nedeniyle üzerindeki siyasal baskıların artması yüzünden Belgrad'a taşındı. Yugoslavya Federal Tanıtma Sekreterliği (Bakanlığı) Basın Bölümü'nde danışmanlık yaptı. 1964 yılında emekli edildi. 1970'de Makedonya Eğitim ve Okulları ilerletme Kurumu üyeliğine getirildi. Çalışmalarını tarih üzerine yoğunlaştırdı. 1990'da Türk Tarih Kurumu Haberleşme Üyesi oldu. 11 Mart 2002 tarihinde, Belgrad'ta aniden öldü. Robert Rauschenberg Robert Rauschenberg, (d. 22 Eylül 1925 Port Arthur, Teksas - ö. 12 Mayıs 2008 Florida) Amerikan ressam, heykeltıraş, fotoğrafçı, baskıcı ve performans sanatçısıdır. Herhangi bir akımın parçası sayılamayacak derecede bireyselci olsa da soyut dışavurumculuk ile pop sanatı arasında köprü vazifesi görmüş olduğu söylenebilir. ABD'de sanata temsil olgusunu geri döndürmüştür. Geliştirdiği birçok yeni teknik ve yöntem, ondan sonraki kuşakların genç sanatçıları tarafından da kullanılmıştır. Rauschenberg'in tarzı bazen, arkadaşı Jasper Johns ile beraber Neo-dada olarak tanımlanır. Etkilendiği sanatçılar arasında Dada sanatçısı Kurt Schwitters, ressam ve renk kuramcısı Josef Albers ve kavramsal sanatın öncülerinden Joseph Beuys sayılabilir. Rauschenberg zaman zaman sanat ve hayat arasındaki aralıkta çalışmak istediğini ifade etmiş ve gündelik nesnelerle sanatsal nesnelerin ayrımını sorgulayacak eserler vermiştir. Bu açıdan Dada hareketinin öncülerinden Marcel Duchamp ile bağlantılı olduğu söylenebilir. Rauschenberg, araba lastiği, tenis topu, bisiklet lastiği, doldurulmuş keçi gibi nesneleri bir değişikliğe uğratmadan, çoğunlukla dışavurumculuğa yakın bir tarz kullanmak suretiyle boya ile kombine etmiş, resim ile kolaj ve asamblaj arasında yer alan eserler vermiştir. Yahudi-Roman dilleri Yahudi-Roman dilleri Roman dillerinden türemiş Musevi dilleridir. Roman dillerinin çoğunluk tarafından konuşulduğu bölgelerde yaşayan çeşitli Yahudi toplulukları (ve nesilleri) tarafından konuşulmakta olan Roman dilleridir ve zamanla öyle bir boyuta kadar değiştirilmişlerdirki dil olarak kabul edilmeye başlanmışlardır. Katalanik, veya Yahudi Katalancası Katalonya ve Balear adalarında Yahudilerin 1492 yılındaki kovulma olayından önce konuşulan bir Katalan lehçesiydi. Kovulan Yahudilerin bu tarihten ne kadar sonra bu dili konuşmayı bıraktıkları bilinmemektedir. Yahudi İtalyancası dilleri (bazen Solomon Birnbaum tarafından 1942'de türetilmiş bir kelime İtalkiyan ile de tanımlanır) bugün 200'den daha az kişi tarafından akıcı bir şekilde konuşulmaktadır. Bu kişiler İtalya, Korfu, ve Adriatik ve İyonya Deniz'lerinin doğu kıyılarında çok çeşitleri konuşulan Yahudi İtalyancası dillerinin son kalıntılarıdır. Yahudi Aragoncası orta kuzey İspanya'da 700'lerin ortasından İspanya'dan kovulmalarına kadar konuşulmuştur. Daha sonra ya çeşitli Yahudi İspanyolcası lehçeleri ile karışmıştır ya da İspanya'nın güneyinde, özellikle Valensiya, Murcia ve Endülüs bölgelerinde, şekillenmiş olan daha etkili Yahudi İspanyolcası lehçelerinin kullanımına başlanması ile unutulmuştur. Teknik olarak Vulgar Yahudi Latincesi, Yahudi Roman'dan farklı olarak Yahudi Latincesi coğrafi bir alanı kaplar ve Roma İmparatorluğu'nda yaşayan Yahudi toplulukları tarafından kabul edilmiş çeşitli Latin lehçelerini kapsar. Yahudi Portekizcesi Portekiz'deki gizli-Yahudi topluluğu içinde yayılmış olan dildir. Birçok Yahudi dillerinde olduğu gibi, şu an Portekizcede bulunmayan artık kullanılmayan birçok söz veya terimi korumaktadır. Günümüze gelen durumunda Portekiz'de bulunan gizli-Yahudi topluluklarının konuşmalarında ancak işlevini kaybetmiş biçimlerde kalmıştır, özellikle kuzeyde Belmonte ve Algarve'de. Farklı isimlerle bilinen, ve çeşitli bölgesel lehçeleri olan Ladino İspanyol Musevileri tarafından konuşulan İspanyolcanın soyundan gelen modern bir akrabasıdır. Sefaradların İspanya'dan kovulmadan önce İspanya'da büyük ve etkili bir nüfusa sahip Yahudi topluluğunun neslinden gelenlerdir. Şuadit veya Yahudi Provençal dili, Yahudice'den etkilenmiş Oksitan Yahudi dilidir. Yalnız Provence'de değil, tüm Orta Çağ güney Fransa'sında konuşulmuştur. İbranice'den alınan bazı kelimelerde kendine has ses değişiklikleri sergilemektedir. Zarphatik veya Yahudi Fransızcası, kuzey Fransa'da, Nederlanden'de (Aşağı Ülkeler) ve batı Almanya'da konuşulmuş olan ölü Yahudi dilidir. Yahudi-Roman dillerinin tam gelişimi açık değildir. İki hakim kuram vardır, ilkine göre Yahudi Latincesi'nden türemiştir ve gelişimleri Latin dilleri ile paralel olarak olmuştur, diğer kurama göre ise kendi dil topluluklarından bağımsız olarak gelişmiş dillerdir. Diğer bir kuram ise her ikisinin bazı parçalarını alır, bazı Yahudi-Roman dilleri (çeşitli biçimlerde, Zarphatik, Şuadit, İtalkiyan and Katalanik) Yahudi Latincesi'nden türemiştir, fakat diğerleri (çeşitli biçimlerde, Zarphatik, Katalanik, Ladino, Yahudi Portekizcesi) bağımsız gelişmenin ürünleridir. Yahudi Latincesi, Zarphatik, Şuadit, Katalanik ve Yahudi Aragoncası dillerinin tümü şu anda ölü dillerdir. Yahudi Latincesi antik çağlardan, Zarphatik ve Yahudi Aragoncası Orta Çağlar'da ve Şuadit 1977'de son konuşanın ölümünden sonra ölü dil durumuna gelmiştir. Yahudi Portekizcesi İber Yarımadası'nda bulunan gizli-Yahudi topluluklarının konuşmalarında sadece kalıntı olarak kalmıştır. İtalkiyan, sadece iki nesil önce 5.000 İtalyan Yahudi tarafından konuşulmaktaydı, bugün ise birçoğu yaşlı olan 200'den daha az kişi tarafından konuşulmaktadır. Ladino ise Mağrip'in kalan Sefarad toplulukları tarafından kuzey Afrika, Orta Doğu ve özellikle Türkiye'de yaklaşık 150.000 kişi tarafından konuşulmaktadır. Dili konuşanların büyük çoğunluğu iki dillidir. Birçok Yahudi dilinde olduğu gibi, Yahudi-Roman dillerinin geleceği açık değildir. İbranice'nin Orta Doğu'daki Yahudi topluluklarının iletişiminde yükselen üstünlüğü, İngilizcenin artan itibarı ve yerli konuşma dillerinin (özellikle Türkçenin) ekonomik önemleri nedeniyle durum umutsuz görünmektedir. Amerika Köprüsü Amerika Köprüsü (İspanyolca: Puente de las Américas; asıl olarak Thatcher Feribotu Köprüsü) Panama'da Büyük Okyanus girişi ile ve Panama Kanalı'nı birbirine bağlayan bir yol köprüsüdür.1962 yılında 20 milyon $ maliyetle yapılmıştır. 2004 yılında Centennial Köprüsü'nün açılışına kadar Kuzey ve Güney Amerika kıtalarını birbirine bağlayan tek kalıcı köprüydü. Amerika Köprüsü Pasifik geçitinden Panama Şehri yakınındaki Panama Kanalı'na Panama Balboa'dan geçer. 1959 ile 1962 yılları arasından Amerika Birleşik Devletleri tarafından 20 milyon dolara yapılmıştır. Köprü makas kemer tasarımındadır, 14 ayağı vardır ve toplam uzunluğu 1.654 metredir (5.425 ft), ana ayak uzunluğu ise 344 metredir (1.128 ft). Köprünün en yüksek noktası deniz seviyesinden 117 metre (384 ft) yüksekliktedir; ana ayaklar altındaki açıklık denizin kabarması durumunda 61.3 metre (201 ft) olmaktadır. Her iki girişte de geniş girişli rampalar ve her iki tarafta yaya yolları vardır. 1962 yılında tamamlanmasından 2004 yılında Centennial Köprüsü'nün yapımına kadar Amerika Köprüsü Panamerikan karayolu'nun önemli bir parçası olmuştur. 1914 yılında Panama Kanalı'nın açılışından 2004 yılına kadar, Kuzey ve Güney Amerika arasındaki tek geçit ve Panama Kanalı üzerinden geçen tek kalıcı geçiş olmuştur. (Gatún'daki yükseltme havuzuna küçük asma yol köprüsü yapılmıştır, ve yine kanalı geçmek için 1942 yılında Miraflores'de asma yol/demiryolu köprüsü yapılmıştır; fakat bunlar sadece yükseltme havuzları kapalı olduğunda çalışabiliyordu ve sınırlı kapasiteleri vardı.) Köprünün etkileyici bir görünüşü vardır, ve birçok küçük botun kanalı geçmeden veya geçtikten sonra bağlandığı Balboa Yat Kulübü'nden güzel bir görünüm elde edilebilir. Gündüz ve gece boyunca sayısız gemi Panama Kanalı'na girmek veya ayrılmak için köprünün altından geçmektedir. Kanal yapımı için Fransız projesinin başlamasından başlayarak, Colón ve Panamá şehirlerinin cumhuriyetin geri kalanından kanal ile ayrılacağı fikri kabul görmüştü. Bu konu kanal boyunca inşaat işçilerinin mavnalar ile taşınması durumunda bile sorun olmuştu. Kanal açıldıktan sonra artan araba sayısı ve Chiriquí'a giden yeni bir yolun yapımı Panama'nın batısında az çok geçiş gereksiniminin
artmasına neden olmuştu. Panama Kanalı Mekanik Bölüm'ü bu konuyu 1931 Ağustos'unda belirtmişler ve "Presidente Amador" ve "President Washington" feribotlarını görevlendirmişlerdir. Bu hizmet 1940 Ağustos'unda esasen askeri amaçla kullanılan ek mavnalarla genişletilmiştir. 3 Haziran 1942'de, yol/demiryolu asma köprüsü Miraflores yükseltme havuzunda törenle açılmıştır. Ancak sadece gemilerin geçmediği zamanlarda kullanılabiliyordu, bu kanaldan trafik geçiş isteğinin dinmesini sağlamıştı. Hâlâ daha sağlam bir çözümün gerekli olduğu açıktır. Büyüyen araç trafiği ihtiyacını karşılama için Kasım 1942 tarihinde "Presidente Porras" isimli başka bir feribot eklenmiştir. Kalıcı bir köprü yapılması fikri önemli bir öncelik olarak daha 1923 tarihinde önerilmişti. Panama'nın sonraki yöneticileri bu konuda kanal bölgesini kontrol eden Amerika Birleşik Devletleri'ne ısrarcı davranmışlardır, ve 1955'de Amerika Birleşik Devletleri Remón-Eisenhower anlaşması ile köprüyü yapacağına söz vermiştir. 20.000.000 $'lık bir sözleşme John F. Beasly & Company'e verilmiştir ve proje 23 Aralık 1958'de Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçisi Julian Harrington ve Panama Başkanı Ernesto de la Guardia Navarro'nun huzurunda yapılan bir merasim ile başlatılmıştır. Yapımı 12 Ekim 1959'de başlamıştır ve bitmesi yaklaşık 2.5 yıl sürmüştür. Köprünün açılış töreni 12 Ekim 1962'de büyük bir merasim ile yapılmıştır. Gün ABD Ordusu ve Hava Kuvvetleri'nin ve Panama Ulusal Muhafızları'nın orkestralarının konserleri ile başlamıştır. Bunu konuşmalar, dualar, müzik ve her iki ulusun millî marşları takip etmiştir. Kurdeler Maurice H. Thatcher tarafından kesilmiştir ve sonra orada bulunanların köprü üzerinde yürümelerine izin verilmiştir. Merasimin tamamı ülke çapında radyo ve televizyonlar tarafından verilmiştir, alanda bulunan büyük kalabalığın kontrolü için ciddi tedbirler alınmıştır. Köprü açıldığında Panamerikan karayolu'nun önemli bir parçasıydı. Günlük yaklaşık 9.500 araç taşıyordu, ancak bu zamanla arttı ve 2004'te köprü günlük 35.000 araç taşımaya başladı. Bu nedenle köprü karayolunda ciddi bir engel durumuna gelmeye başladı ve şu anda Panamerikan karayolunu taşımakta olan Centennial Köprüsü'nün yapımına neden oldu. Köprü başlangıçta (özellikle Amerikalılar tarafından) kanalın yaklaşık aynı noktasından geçmiş olan feribotun ardından "Thatcher Feribot Köprüsü" olarak isimlendirilmekteydi. Feribot da kanal kurululunun eski üyesi Maurice H. Thatcher anısına isimlendirilmişti. Thatcher kanalda taşımacılığın kanunlaştırmasını sunmuştur ve köprünün yapımından sonra kurdeleyi kesmiştir. İsim Panama hükümeti tarafından rağbet görmemiştir ve Amerika Köprüsü ismi tercih edilmiştir. Amerika Köprüsü ismi Ulusal Meclis tarafından alınan kesin karar ile 2 Ekim 1962 tarihinde, açılış töreninden 10 gün önce resmileştirilmiştir. Kesin karar aşağıda gösterildiği gibidir: Açılış töreni sırasında, Alt Dışişleri Bakanı George W. Bell konuşmasında şu sözleri söylemiştir: "Bugün bu köprüye bugün artık neredeyse gerçek olan Panamerikan karayolunun gerçekleştirilmesi için yeni ve parlak bir adım olarak bakabiliriz. Açılışını yaptığımız büyük köprü, gerçekten de Amerika'nın köprüsü, Amerika Birleşik Devletleri'nden Panama'ya olan karayolunun son adımı olacaktır." Miken Uygarlığı Miken kültürü ("Mykēnai" kültürü), tunç silahlı Hint - Avrupa göçebe topluluklarından Akaların, MÖ 1800'lü yıllarda Yunanistan'ı istila ederek, yerli neolitik çiftçiler üzerinde feodal-askeri bir egemenlik kurmasıyla başlayan bir kültürdür. İzleyen yüzyıllarda Yunanistan yarımadasının tüm hâkimiyetini ele geçiren Miken uygarlığının en parlak dönemi MÖ 1400'lü yıllarla MÖ 1100'lü yıllar arasındadır. Bu dönemin başlarında Girit adasındaki Minos uygarlığını yıkan Miken kralları, tüm Doğu Akdenizdeki Minos ticaretini de kontrol altına almışlardır. Daha doğrusu, Doğu Akdeniz'deki Minos ticaret gemilerinin yerini, Yunanistan, Batı Anadolu kıyıları ve Girit'in oluşturduğu üçgenin pek dışına çıkamamakla birlikte Miken korsan gemileri almıştır. MÖ 1400'lü yıllardan itiibaren geliştirilen Doğrusal B hece yazısı, Miken Yazısı ya da Miken Yunancası olarak bilinir. Doğu Akdeniz'de Minos deniz ticareti egemenliğinin bu şekilde yok olması, Fenike kentlerinin ticari anlamda tüm Akdeniz'e yayılmalarına olanak sağlamış, Akdeniz'deki pek çok Fenike kolonisinin yanında Kartaca'nın da kurulmasına ve giderek gelişmesine yol açmıştır. Miken yayılması kara yönünde Teselya, Trakya ve Çanakkale Boğazı yoluyla Batı Anadolu yönünde olmuştur. Bu ilerlemede ilk engel olan Troya, MÖ 1150 yılları dolaylarında Miken birleşik ordusunca yıkılmıştır. Homeros'un İlyada destanında konu edilen Troya Savaşı sırasında Miken savaşçıları Batı Anadolu yerleşimlerine akınlar düzenlemişlerdir. Bunun sonucunda tüm Batı Anadolu yerleşimleri Troya'ya birlik göndererek destek olmuşlardır. Miken siyasi varlığı, MÖ 1100 yılları dolaylarında Makedonya'dan gelen demir silahlı Dor akınlarıyla son bulmuştur. Psikoz Psikoz, düşünce ve duyunun ağır oranda bozulduğu zihin durumunu tanımlamakta kullanılan genel bir psikiyatri terimidir. Psikotik epizod geçiren hastalar halüsinasyonlar görüp, delüzyonel inançlar taşıyabilir (grandiyöz veya paranoid delüzyonlar gibi), kişilik değişiklikleri ve düşünce bozukluğu gösterebilir. Bir psikotik epizod "gerçek ile bağlatının kopması" veya zarar görmesi ile karakterizedir denilebilir. Gençlerde daha sık görülen psikoz ağır bir zihinsel hastalığın belirtisi olabilir. "Psikoz" sözcüğü ilk kez Ernst von Feuchtersleben tarafından 1845'te delilik ve maniye alternatif olarak kullanılmıştır. Sözcük Yunanca "psyche" ("zihin, ruh") ve "-osis" ("hastalıklı" veya "anormal durum") dan türemiştir. Sözcük zihin bozuklukları olduğu düşünülen bozuklukları, sinir sistemindeki bir bozukluktan türediği düşünülen nevrozdan ayırmak için kullanılmıştı. Genel psikiyatride psikoz ağır akıl hastalığının semptomu olarak kabul edilir, fakat kendisi bir diyagnoz sayılmaz. Her ne kadar sadece belirli bir psikolojik veya fiziksel durumla arasında bağlantı olmasa da, özellikle şizofreni, bipolar bozukluk ve ağır klinik depresyon ile ilişkilendirilmiştir. Ayrıca psikotik duruma yol açabilecek, saptanabilir fiziksel patolojiler de vardır, beyin zedelenmesi veya diğer nörolojik bozukluklar, lupus ve alışkanlık oluşmuş uyuşturucu maddelerin kullanımının geri çekilmesi gibi. "Psikoz" terimi, bir kişinin davranışları sebebiyle suçlanamayacağını ortaya koyan ve hukuki bir terim olan delilik kavramından ayrıştırılmalıdır. Benzer bir şekilde, bir kişilik bozukluğu olan psikopatiden de farklıdır. Her ne kadar yaygın görüş ikisini aynı şekilde ele almakta ve "psiko" olarak kısaltmakta ise de, psikoz psikopatinin temel özellikleriyle benzerlik taşımaz; özellikle şiddet yönü psikoz da nadiren görülürken, gerçeklik duyusunun bozulması ve kaybolması da psikopatide nadiren görülür. Psikoz ayrıca deliryum durumundan da ayrıştırılmalıdır, zira bir psikotik birey yüksek düzeyde entelektüel emek isteyen işleri bilinci açıkken yapabilir. Son olarak, zihinsel hastalıktan da ayrıştırılmalıdır. Psikoz diğer zihinsel hastalıkların bir semptomu olarak görülebilir. Fakat tanımsal bir kavram olarak kendi başına bir hastalık sayılır. Örneğin, şizofrenili kişiler psikoz içermeyen uzun dönemler geçirebilir ve bipolar bozukluğu ve depresyonu olan kişilerde de psikozsuz duygudurum semptomları olabilir. Tersi şekilde, kronik zihinsel hastalığı olmayan birisinde, yoğun stres veya bir advers ilaç tepkisi nedeniyle psikoz oluşabilir. Psikoaktif maddelerin kullanımı sonrası gerçekleşen psikotik durumlar özellikle dozaşımı, kronik kullanım ve kullanmayı bırakma (geri çekilme) ile ilişkilendirilebilir. Belirli bileşikler diğerlerine oranla daha yüksek bir psikoza yol açma olasılığına sahiptirler ve bazı bireyler diğerlerine oranla daha hassas olabilirler. Belirli 'sokak' maddeleri, örneğin kokain, amfetamin, PCP ve halüsinojenler psikoz gelişimiyle ilişkilidir. Antikolinerjik ilaçlar (atropin, skopolamin, "Datura stramonium") ve birçok antihistamin de bazı kişilerde psikoza yol açabilir. Merkezi sinir sisteminde genel depresan etkileri olan maddeler kullanımları sırasında genellikle psikoza neden olmazlar ve aslında bazı insanlarda semptomların etkilerini azaltabilirler. Fakat bu tip maddelerin kullanımına son verilmesi (geri çekinilmesi) özellikle tehlikeli olabilir, psikoz veya deliryuma neden olabilir. Psikolojik stresin de psikotik durumlarda payı olduğu ve bunları tetiklediği bilinmektedir. Hem yaşam boyunca olmuş çeşitli travmatik olayları barındıran bir geçmişin hem de yeni karşılaşılmış olan stresli bir olayın psikozun gelişiminde payı olduğu bilinmektedir. Bu durum stresin tetiklediği kısa dönemli psikoz kısa süreli tepkisel psikoz (veya "kısa reaktif psikoz") olarak anılır. Uykusuzluk psikozla ilişkilendirilmiş olmakla birlikte, çoğunluk için büyük bir risk faktörü olduğuna dair fazla kanıt yoktur. Bazı kişiler hipnogojik veya hipnopompik halüsinasyonlar geçirse de bunlar normal uyku fenomenleri olup psikozun belirtilerinden sayılmaz. 1960'lar ve 1970'lerde psikoz karşı kültür eleştirmenlerinin ilgi odağı olmuştur. Bunlar psikozun illa ki bir hastalık olması gerekmediğini, belki gerçeklik inşa etmenin sadece farklı bir yolu olabileceğini öne sürmüşlerdir. Örneğin, R. D. Laing psikozun, benzeri görüşlerin hoş karşılanmayacağı bir durumda yaşayan kişilerin kaygılarını sembolik bir şekilde ifadesi olarak görmüştür. Ayrıca psikozun iyileştirici (şifa) ve ruhani yönleri olan transandantal bir deneyim olduğunu iddia etmiştir. Bununla birlikte, genel olarak, psikozun teşhis ve bilimsel incelenmesindeki gelişmeler biyoloji, bilişsel psikoloji ve nöropsikoloji temelli teorilerin kabul edilmesine yol açmıştır. 1990'lardan beri, ABD ve Avrupa'da sadece bir iki saygın pratisyen psikoza bu bilimsel çerçevedeki kaynaklar dışında yaklaşmıştır. Antipsikotik ilaçlar psikozun tedavisinde kullanılmaktadır ve potansiyel olarak semptomları nispeten hızlı bir şekild
e azaltabilir veya yok edebilirler. Bugün birçok klinik standart organizasyonları tarafından bilişsel davranışsal terapi psikoz için etkili bir psikolojik tedavi olarak önerilmektedir. Psikoz belirtileri şöyle sıralanabilir: Belirtiler bireyden bireye büyük oranda farklılık gösterir. Ayrıca bazı bireyler psikoza diğerlerinen daha yatkındırlar. Ayrıca psikozun tipine ve arka planda yatan zihinsel hastalığa göre belirtiler ve yoğunlukları değişebilir. Örneğin duygudurum değişkenliği bipolar bozukluğun belirtisi olarak psikoz geçiren bir kişide daha yoğunken, halüsinasyonlar şizofreninin belirtisi olarak psikoz geçiren bir kişide daha yoğun olabilir. Bir psikotik epizod kişinin duygudurumuna ve zihinsel hastalığına göre değişir; örneğin bir depresyon arka planındaki kişinin yaşadığı psikotik epizod ile mani arka planındaki bir kişinin yaşadığı psikotik epizod arasında fark olabilir. Her ne kadar sıkıntılı ve güç bir durum da olsa, psikoz deneyimlerinde faydalı yönler bulan ve bu deneyimleri kişisel gelişimleri için kullanan kişiler de olmuştur. Varsanı ""hakiki bir etki olmadan duyu organlarının tenbih almış gibi çalışması"" olarak tanımlanabilir. Varsanılar beş duyunun her birinde oluşabileceği gibi herhangi bir şekli de alabilir; yani basit duyumsamalardan (örneğin ışık, renkler, tatlar veya kokular) gerçekte var olmayan hayvan ve insanlarla iletişim, belirli sesler duymak gibi daha anlamlı ve karmaşık deneyimlere kadar uzanabilir. Ses varsanıları, özellikle de seslerin duyulması deneyimi psikozun önde gelen ve yaygın özelliklerindendir. Varsanılan sesler kişi hakkında veya kişiyle konuşabilir ve birden çok konuşma birden çok ses duyulabilir. Ses varsanıları özellikle de kişiye emredici, küçültücü veya meşgul edici olduklarında sıkıntılı olurlar. Psikoz delüzyonel veya paranoid inançlar içerebilir. Karl Jaspers psikotik delüzyonları "birincil" ve "ikincil" tiplere sınıflandırır. Birincil delüzyonlar belirli, anlaşılabilir nedenleri olmaksızın tanımlanırken ikincil delüzyonlar kişinin arka planı ve güncel durumuyla bağlantılı olarak anlaşılabilir. Formal düşünce bozukluğu bilinçli düşüncede oluşan bir bozukluk olarak tanımlanabilir ve büyük ölçüde konuşma ve yazıdaki etkilerine göre sınıflandırılır. Etkilenmiş kişilerde baskılı konuşma (hızlı ve duraksız konuşma) görülebilir. Psikozun önemli özelliklerinden biri de kişinin davranış veya deneyimlerinin garip, yabancı veya doğaüstü halinin kişi tarafından anlaşılamamasıdır. Akut psikoz durumunda dahi, kişiler halüsinasyonlarının ve imkânsız delüzyonlarının herhangi bir şekilde gerçekdışı olabileceğini düşünemezler, anlayamazlar. Yine de bu mutlak değildir; iç görü/anlayış bireyler arasında ve psikotik epizodun süreci boyunca değişiklik gösterebilir. Psikozun birkaç olası sebebi vardır. Psikoz derinde yatan bir zihinsel hastalığın, örneğin bipolar bozukluk veya şizofreninin, sonucu oluşabilir. Ayrıca psikoz ağır zihinsel stres ve amfetamin, LSD, PCP, kokain veya skopolamin gibi maddelerin yüksek dozlarda veya kronik kullanımında tetiklenebilir veya yoğunlaşabilir. Merkezi sinir sistemi depresan ilaçlarından ani geri çekilme (kullanımını bırakma) psikotik epizodları tetikleyebilir. Psikozun geniş yelpazade birçok farklı hastalık veya durumda görülmesinden (örneğin AIDS, lepra ve sıtma dahil) anlaşılabileceği gibi bir psikotik epizodun tek bir nedeni yoktur. Ana psikozların manik depresif delilik (şu an bipolar bozukluk diye anılır) ve dementia praecox'a (şu an şizofreni diye anılır) ayrılması Emil Kraepelin tarafından yapılmıştır. Kraepelin 19. yüzyıl psikiyatristlerince belirlenmiş çeşitli zihinsel bozuklukların bir sentezini oluşturmaya çalışmıştır. Bunu ortak semptomların sınıflandırılması temelinde hastalıkları gruplandırarak yapmaya çalışmıştır. Kraepelin 'manik depresif delilik' terimini duygudurum bozukluklarının tüm spektrumunu tanımlamak için, genelde bugünkü kullanımından çok daha geniş bir çerçevede kullanmıştır. Kraepelin'in sınıflandırmasına göre terim bipolar bozukluğun yanı sıra 'ünipolar' klinik depresyonu ve siklotimi gibi diğer duygudurum bozukluklarını da kapsayacaktı. Bunlar duygudurum kontrolüyle ilgili problemlerle karakterizedirler ve psikotik epizodlar duygudurumdaki rahatsızlıklarla ilgili olarak oluşur ve tedavi bile görmeyen hastalar sık sık psikotik epizodlar arasında normal işleyen dönemler geçirmektedirler. Şizofreni ise duygudurumdaki rahatsızlıklarla ilgisiz bir şekilde oluşan psikotik epizodlarla karakterizedir. Çoğu tedavi görmeyen hastalar psikotik epizodlar arasında rahatsızlık belirtileri göstereceklerdir. Psikotik epizodların süresi bireyden bireye farklılık gösterebilir. Kısa süreli tepkisel psikozda psikotik epizod doğrudan hayattaki belirli bir stresli olayla ilgilidir ve bu nedenle hastalar ani bir şekilde iyileşip, iki hafta içinde normale dönebilirler. Bazı nadir vakalarda ise, bireyler uzun yıllar boyunca psikoz durumunda kalabilir veya çoğu zaman zayıflamış psikotik semptomlar gösterebilirler. Kısa süreli psikotik epizod geçiren bir hasta, (örneğin) şizofreni sonucu psikotik olan bir başka hastayla aynı semptomlara sahip olabilir ve bu olgu psikozun temelde beyindeki belirli bir biyolojik sistemde oluşan bir bozukluk olduğu fikrini desteklemekte kullanılmıştır. Bu sanıdan temel alan dopamin hipotezi erken bir teori olmasına rağmen hâlâ popülerliğini korumaktatır. Bununla beraber, psikoz deneyiminde çok geniş bir faktörler topluluğunun (çevresel, sosyal ve çocukluktaki gelişim faktörleri dahil) etkin olduğu belirginleştiği için biyolojik teorilere ne kadar ağırlık verilebileceği tartışmalıdır. Herkesin bazı garip ve potansiyel olarak gerçekliğin bozulduğu deneyimler geçirebileceğinden yola çıkarak psikozun sürekli olarak var olduğu da iddia edilmiştir. Bu fikir (örneğin) halüsinasyon gibi deneyimlerin, deneyimleri nedeniyle sıkıntıya düşmeseler veya zarar görmeseler de, nüfusun büyük bir bölümünde görüldüğünü ortaya koyan araştırmalarca desteklenmiştir. Bu görüşe göre psikotik bir hastalık teşhisi konan kişiler spekturumun sonunda, deneyimlerin özellikle yoğun veya sıkıntılı olduğu durumda olabilirler (bakınız şizotipi). Psikozlu bir kişinin beyninin görüntüsü ilk kez 1935'te pnömoensefalografi diye adlandırılan bir teknik yardımıyla yapılmıştır. Psikotik epizod geçiren insanların hem beyin yapısındaki değişiklikleri hem de beyin fonksiyonundaki değişiklikleri araştıran modern beyin görüntüleme çalışmaları, karışık sonuçlar vermiştir. Psikozlu kişilerin beyinlerindeki yapısal değişiklikleri araştıran 2003 tarihli bir çalışma, kişilerin psikotik olmalarının öncesi ve sonrasında, korteksdeki gri maddede önemli bir azalma olduğunu gösterdi. Bu gibi bulgular psikozun kendisinin nörotoksik olup olmadığı ve psikotik epizodun uzunluğunun beyindeki potansiyel olarak zararlı değişikliklerle ilgili olup olamadığı gibi tartışmaların doğmasına yol açmıştır. Her ne kadar araştırmalar devam etse de, güncel araştırmalar durumun bu olmadığını göstermiştir. Fonksiyonel beyin taramaları beynin duyuları algılayan bölümlerinin psikoz sırasında aktif olduğunu göstermiştir. Örneğin, sesler duyduğunu iddia eden bir kişiye yapılan PET veya fMRI'nin sonuçları, kişinin işitsel korteksinde veya beynin konuşmayı anlama ve algılamayla ilgili kısımlarında etkinlik olduğunu gösterebilir. Öte yandan, inanç kavramının farklı insanlar arasında "doğru" bir karşılaştırma yapmak için kullanılabilecek açık bir psikolojik tanımı yoktur. Net bir bulgu ise, psikotik deneyimlere eğilimli olan kişilerin beyinlerinin sağ yarım küresinde daha yüksek bir etkinliğin gözlendiğidir. Sağ yarım küredeki bu yüksek etkinlik düzeyi, yoğun paranormal inançları olan sağlıklı kişilerde ve mistik deneyimler beyan eden sağlıklı kişilerde de görülmüştür. Aynı zamanda daha yaratıcı olan kişilerin de benzer beyin etkinliği modelleri göstermeye daha yatkın olduğu ortaya konmuştur. Bazı araştırmacılar bunun hiçbir şekilde paranormal, mistik veya yaratıcı deneyimlerin kendi kendilerine zihinsel hastalığın bir semptomu olabileceği anlamına gelmediğini belirtmiştirler; zira bu gibi deneyimlerin bazılarında faydalıyken bazılarında teşhis edilebilir zihinsel patolojik sıkıntı ve rahatsızlığa yol açabilmesine neyin neden olduğu belirsizdir. Psikoz geleneksel olarak dopamin nörotransmitterine bağlanmıştır. Özellikle, etkili bir iddia olan dopamin hipotezi psikozun beyindeki dopamin fonksiyonunun aşırı etkinliği nedeniyle oluştuğunu ifade etmektedir. Bu teoriyi destekleyen iki ana kanıtsal kaynak dopamin-engelleyici ilaçların (antipsikotikler) psikotik semptomların yoğunluğunu azaltmaya eğilimli oluşu ve dopamin etkinliğini arttıran ilaçların (amfetamin ve kokain gibi) bazı insanlarda psikozu tetiklediğidir (bakınız amfetamin psikozu). Genelde psikoz ile dopamin arasındaki bağlantının kompleks olduğuna inanılmaktadır. Her şeyden önce, antipsikotik ilaçlar dopamin reseptörlerini anında bloke ederken (engellerken), psikoz semptomlarını azaltmaları genellikle bir veya iki hafta alır. Ek olarak, yeni ve eşit oranda etkili antipsikotik ilaçlar, eski ilaçlara nispeten beyinde daha az dopamin bloke ederken, serotonin fonksiyonunu da etkilerler; bu da dopamin hipotezinin durumu fazlasıyla basitleştirdiği fikrini doğurmaktadır. Psikiyatrist David Healy farmasötik firmaları bu zihinsel hastalık için basitleştirilmiş biyolojik teorileri destekleyip, psikoz etyolojisinde önemli etkenler olduğu bilinen sosyal ve gelişimsel faktörlerin göz ardı ettikleri ve farmasötik tedavilerin birincil olduğunu vurguladıkları yönünde eleştirmiştir. Bazı teoriler psikotik semptomları, kişinin içinde geçirdiği deneyim ve oluşturduğu fikirlerin aidiyetinin algılanmasıyla ilgili bir sorun olduğu şeklinde görürler. Örneğin, sesler işitme deneyimini geçiren bir psikotik kişinin aslında bu sesleri içinden kendisinin konuşması fakat dışarıdaki bir kaynaktan geldiği şeklinde yanlış biçimde algılaması. Bugün kenevir kullanımı ile psikoza karşı hassasiyet arasındaki muhtemel küçük ama önemli bir bağlantı ü
zerine kanıtlar artmaktadır. Bazı çalışmalar kenevir kullanımının psikotik deneyimindeki ufak bir artışla ilişkili olduğunu ve bunun da bazı insanlarda psikozu tetikleyebileceğini ortaya koymuştur. Erken dönemli çalışmalar, katılımcıların daha önce veya test sürecinde kullanmış olabileceği diğer maddeleri (örneğin LSD) ve diğer faktörleri dikkate almadıkları için eleştirilmişlerdir. Bununla birlikte, daha iyi kontrole sahip daha güncel çalışmalar da kenevir kullananlarda psikoz riskinde küçük bir artış olduğu sonucuna varmıştır. Bunun nedensel bir bağ olup olmadığı hâlâ belirsizdir ki ayrıca bu sadece kenevir kullanımının zaten psikoza yatkın olan insanlarda psikoz riskini yükselttiği anlamına da gelebilir. Kenevir kullanımının son yıllardaki artışı ile birlikte psikoz oranının artmayışı, tüm kenevir kullananlarlar için doğrudan bir bağlantının olmadığı fikrini doğurmuştur. Psikoz birçok hastalığın öğesi olabilir; sıklıkla da beyin veya sinir sistemi doğrudan etkilendiği durumlarda. Psikozun zaman zaman bazı hastalıklara (örneğin grip ve kabakulak dahil) paralel olarak ortaya çıktığı gerçeği de, çeşitli sinir sistemi stresörlerinin psikotik bir tepkiye yol açabileceği fikrini oluşturmuştur. Psikiyatrik olmayan durumlarda ortaya çıkan psikoz zaman zaman 'ikincil psikoz' olarak anılır. Bunun gerçekleşmesine yol açan mekanizmalar hâlâ bilinmezken, psikozun belirli olmayışı Tsuang ve meslektaşlarının "psikoz zihinsel hastalığın 'ateş'idir - ciddi fakat belirsiz bir gösterge" şeklinde düşünmesine yol açmıştır. Psikozla özellikle ilişkilendirilen ve psikiyatrik olmayan bazı durumlar vardır, bunlardan birkaçı şunlardır: Büyük değişkenlik sebebiyle, tedavi öncesinde psikotik kişiyle bir dizi görüşme yapılır. Bu görüşmelerde çevresel ve sosyal etkenler hakkında da bilgi edinilir zira bunların psikoz etyolojisinde önemli rol oynadıkları bilinmektedir. Tedavi genellikle ilaç tedavisinin yanı sıra psikolojik terapi de içerir. İlaç tedavisi antipsikotikleri içerir. Psikolojik terapi psikozun yoğunlaştığı noktalara, arka plana ve bireye göre büyük değişkenlik gösterebilir. Doğrudan birebir terapinin yanı sıra grup terapisi olarak da yürütülebilir. Chris Martin Christopher Anthony John "Chris" Martin (d. 2 Mart 1977; Exeter), İngiliz müzisyen, Coldplay grubunun solisti, aynı zamanda da gitaristi ve piyanisti. Chris Martin 2 Mart 1977'de Exeter, Devon İngiltere doğmuştur. Beş kardeşten en büyüğüdür. Babası, Anthony Martin emekli muhasebeci, annesi, Alisson Martin, müzik öğretmenidir. Martin okul yıllarına Hylton Okulunda başladı ve sonra Exeter Katedral Okulunda devam etti ve bu okuldayken Nick Repton & Iwan Gronow ile ilk grubu olan The Rocking Honkies'de bulundu. İlk sahne performanslarında kalabalığın yuhalamalarıyla karşı karşıya kaldılar. Exeter Katedralden sonra Martin Sherborne Okuluna gitti ve orda ilerde Coldplay'in menajeri olacak Phil Harvey ile tanıştı. Martin öğrenimine University College London'da devam edip Ancient World Studies'i okuduğu Ramsey Hall'de kalarak Yunanca ve Latince'den en yüksek derecede mezun oldu. Burada Coldplay'de grup arkadaşları olacak olan Jonny Buckland, Will Champion ve Guy Berryman ile tanıştı. Dorset Sherborne Okulu'nda ve sınıf arkadaşıyla Coldplay'i kurdukları Londra Üniversitesi'nde eğitim görmüştür. 1980'lerin kült rock müzisyenleri Echo and the Bunnymen'in büyük hayranıdır. Bir röportajında, 40 yaşına geldiğinde ve kendini bir rock starı olmak için çok yaşlı bulduğunda üniversiteye geri dönüp klasik müzik eğitimi almak istediğini söylemiştir. İngiliz Müzik Ödülleri Töreni'nde "Aslında tüm ödüller çok saçma, George W. Bush istediğini yapınca hepimiz öleceğiz" diyen Chris Martin kariyeri boyunca pek çok prestijli ödül almıştır. Bunlardan bazıları, 2001 yılında "Parachutes" albümleri için "En iyi Alternatif Müzik Albümü" kategorisinde Grammy Ödülü, 2002 yılında"A Rush Of Blood To The Head" albümleri için "En İyi Alternatif Müzik Albümü" kategorisinde Grammy ödülü, 2002 yılında "In My Place" adlı şarkıları için "En İyi Rock Performansı" kategorisinde Grammy Ödülü, 2003 yılında "Clocks" adlı parçaları için "Yılın En İyi Şarkısı" kategorisinde Grammy Ödülü ve 2006 yılında Halifax'da düzenlenen Juno Ödülleri'nde "En İyi Uluslararası Grup" ödülünü kazanmıştır. Chris Martin, "Billboard"a verdiği bir röportajda vejetaryen olduğunu açıklamıştır. Yine aynı röportajda sigara ve içki kullanmadığını ve boş zamanlarında yoga yaptığını söylemiştir. "Tanrı'ya inanıyor musunuz?" sorusuna ise "Tabii ki inanıyorum." cevabını vermiştir. Chris Martin, oyuncu Gwyneth Paltrow ile evliydi. Çift 2002 yılında Coldplay'in bir konseri sırasında tanışmış ve 5 Aralık 2003 tarihinde evlenmiştir. Daha sonra ikinci çocuğuna isim olarak vereceği "Moses" ve "Fix You" isimli şarkıları eşi için yazmıştır. Apple Blythe Alison ismini verdikleri ilk çocukları 14 Mayıs 2004 tarihinde Londra'da, ikinci çocukları Moses ise New York'ta 8 Nisan 2006'da dünyaya gelmiştir. Chris Martin ile Gwyneth Paltrow çifti, 26 Mart 2014'te ayrılık kararı aldı. HMG-KoA redüktaz HMG-KoA redüktaz (veya 3-hidroksi-3-metil-glutaril-KoA reduktaz) kolesterol ve benzeri moleküllerin sentezlendiği reaksiyon zincirinin ilk adımının enzimidir (EC 1.1.1.88). Statin diye adlandırılan HMG-KoA redüktaz ketleyicileri (inhibitörleri) kan kolesterol seviyelerini düşürerek kalp hastalığı riskini azaltmak için kullanılırlar. Bu ilaç sınıfında bulunlar arasında atorvastatin (ATOR, ateroz, LİPİTOR, TARDEN) HMG-KoA redüktaz, mevalonat yolunun anahtar bir adımını katalizleyen bir transmembran enzimdir. Mevalonat yolu sterol, isoprenoid ve diğer lipitlerin sentezinin başında yer alır. HMG-KoA redüktazın katalizlediği reaksiyon mevalonat yolunda hız belirleyici olduğu için son yıllarda geliştirilmiş kolesterol düşürücü ilaçların hepsi bu enzimi hedeflerler. Statinlerin kolesterol düzeylerini düşürmeden bağımsız olan olumlu etkileri, HMG-KoA Redüktazın kolesterol dışında başka moleküllerin sentezinde de rol almasıyla açıklanabilir. Statinlerin yangıönler (antienflamatuar) özellikleri muhtemelen yangı tepkisinde gerekli olan isoprenoidlerin üretimini sınırlayabilme özelliklerinden kaynaklanmaktadır. HMG-KoA redüktaz ayrıca gelişimde de önemli bir enzimdir. Etkinliğinin ketlenmesi inhibe olması ve buna bağlı olarak isoprenoidlerin yokluğu sonucunda morfolojik bozukluklar oluşur. HMG-KoA Redüktaz, transkripsiyon, translasyon, yıkım ve fosforlanma düzeylerinde düzenlenir. "Sterol Regulatory Element Binding Protein" (SREBP) HMG-KoA redüktaz geninin transkripsiyonunu arttırır. Bu protein, genin 5' tarafında bulunan SRE ("sterol regulatory element") adlı DNA dizisine bağlanır. SREBP etkin değilken endoplasmik retikulum veya çekirdek zarına bağlıdır. Kolesterol seviyesi azalınca SREPB proteolize uğrayıp bağlı olduğu zardan kopar, çekirdeğin içine girer, SRE'ye bağlanır ve transkripsiyon hızlanır. Eğer kolesterol seviyesi yükselirse zara bağlı SREBP'nin proteolizi durur, çekirdekte bulunan SREBP de hızla yıkıma uğrar. HMG-KoA redüktaz mRNA'sının translasyonu mevalonat türevleri ve kolesterol tarafından ketlenir. Yüksek sterol düzeyleri HMG-KoA redüktazın proteolizini kolaylaştırır. SREBP'yi kesen proteaz da sterollara duyarlıdır. Biosentetik yollardaki başka enzimlerde de görüldüğü gibi HMG-KoA redüktaz fosforlanınca (insanda serin 872'de) ketlenir. Bundan sorumlu protein kinaz siklik AMP tarafından aktive olur. Bu yüzden hücredeki ATP düzeyleri düşük olunca redüktaz enzimi etkin olmaz. Ülkücülük Ülkücülük, Dokuz Işık doktrininin bir ilkesi olup Alparslan Türkeş ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin siyasi çizgisini oluşturan Türk-İslam sentezi çerçevesinde politika üreten bir Türkçülük hareketine adını vermiştir. Adının kökenleri Ziya Gökalp'ın kullandığı "Millî mefkure (ülkü)"' ve Nihal Atsız ve Türkçülerin kullandıkları "Millî ülkü" terimlerine kadar uzanır. 1950-1953 yılları arasında Türk Milliyetçileri Derneği tarafından kullanılmıştır. Ülkü, kelime anlamı bakımından "ideal" demektir. Ülkücülük ise, "idealizm"in karşılığıdır. Türk Ocağı bünyesinde yer alan ve Türkçülük akımını milli politika olarak yerleştirmek isteyen Hüseyin Nihal Atsız devrin başbakanı Şükrü Saracoğlu'na "Orhun" dergisinde 1 Mart 1944'te ve gene bir ay sonra 1 Nisan 1944'te olmak üzere iki açık mektup kaleme alır. Mektupta devletin Atatürk zamanındaki Türkçülük ekseninden uzaklaştığını, yabancı etkilerin arttığını yazmaktadır. Sabahattin Ali, Nihal Atsız'ın fikirlerini tehlikeli görerek mahkemeye verir. 3 Mayıs 1944 günü Nihal Atsız ve arkadaşlarının tutuklanmasını protesto eden binlerce gençten oluşan büyük bir grup, Ankara adliyesinden Ulus meydanına kadar yürür. Türkçülük hareketinin Atatürk zamanında devlet kademelerinde milli politika olmasına rağmen, kitlesel bir fikir haline gelmesi bu olayla başlar. O devirde Nihal Atsız'ın yanına gelip gitmekte olan genç bir üsteğmen olan Alparslan Türkeş de tutuklananlar arasındadır. 1965'te Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin (CKMP) yöneticisi Alparslan Türkeş'in Atatürk'ün ilkelerini temel alan ve kapsayan görüşlerinin toplanarak yayımlandığı "Dokuz Işık"ta komünizm, kapitalizm ve emperyalizm dışında Türk milletine uygun olan ulusal kalkınma modeli için "üçüncü yol" ve "ülkücü yol" terimleri kullanılmıştır. 1966 ve 1968'deki Senato seçimlerinde "Tek idealist parti" (idealist, "ülkücü"nün İngilizcesidir) sloganı kullanıldı. CKMP'nin gençlik hareketi için kullanılan "milliyetçi toplumcu" sıfatının "nasyonal sosyalist"i çağrıştırmasından dolayı "ülkücü" sıfatı ön plana çıkmıştır. Çünkü, savunulan görüş faşizme ve sosyalizme karşı idi ve bu isimle ilişkilendirilmek istenmiyordu. CKMP partinin kitleselleşmesi için Türkeş de "Tanrı Dağı kadar Türk, Hira Dağı kadar Müslümanız" sloganını kullandığı gibi hareketin ideolojisini genişletmeye çalışmıştır. Seyyid Ahmet Arvasi ve Dündar Taşer gibi ideologların girişimleriyle "Türk-İslam Ülküsü" denilen şeklini almıştır. Türkeş, asker kökenli bir lider olarak Atatürkçülük konusu
nda tavizsiz idi. "Türk-İslam Ülküsü" fikrini şekillendirirken laiklik konusunda hassasiyetleri koruyarak Atatürk'ün Türk milliyetçiliği konusundaki fikirlerini ön plana çıkarmayı hedeflemişti. CKMP'nin adının Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) olarak değiştirildiği ve üç hilalli ambleminin kabul edildiği 1969 Adana Kongresi'nde Türkeş "ülkücü Türk gençleri, bozkurtlarım" diye hitap etmiş ve "ülkücü" söylemi yaygınlaşmaya başlamıştır. Ancak daha önce "Ötüken" dergisinde Türkeş ve CKMP'yi desteklemiş olan Hüseyin Nihal Atsız, bu kongrede MHP'nin Türkçülük fikriyatı ile bağdaşmadığını ve dinci bir görünüme kavuştuğunu ""Sen git güvendiğin Araplara biat et!, Oy toplamak için Arap develere bin!"" söylemleriyle eleştirmiş ve ardından parti kimliklerini bırakarak kongreden ayrılmışlardır. 1970'li yılların ikinci yarısında Ülkü Ocakları Derneği'nin faaliyetleriyle birlikte Seyyîd Ahmed Arvâsî'nin "Türk-İslam Ülküsü" fikri, özellikle taşralı dindar ve muhafazakâr gençleri örgütlenmek ve milli değerleri aşılamak için yararlı olmuştur. Bilhassa anti-komünist söylemler ve Sünnî-Hanefî kimlik, Anadolu'dan harekete katılımları hızlandırmıştır. Bu süre zarfında Necip Fazıl Kısakürek'in ülkücü gençlik mahfilleri üzerindeki etkisi büyüktür. Ülkücü derneklerde İslamî eğitim ve terbiye ağırlık kazanmaya başlamıştır. Muhsin Yazıcıoğlu, Kadir Mahir Damatlar ve Lütfü Şehsuvaroğlu gibi isimler Ülkü Ocakları bünyesinde öne çıkan genç isimler olarak, parti içerisinde dinamizmi sağlayan kişiler olmuştur. 12 Eylül 1980 Darbesinden sonra "Türk-İslam Ülküsü" ideolojisi zirveye çıkmış ve kapatılmış MHP'nin yerine 1987'de kurulan Milliyetçi Çalışma Partisi'nin (MÇP) gençlik örgütlenmesinde yine "Türk-İslam Ülküsü" söylemleri kullanılmıştır. 1991 genel seçimlerinde MÇP Refah Partisi ve Islahatçı Demokrasi Partisi ile seçim ittifakını kurduğunda "İnananlar Birleşti" sloganıyla ifade edilmiştir. Bu süreç de fazla uzun sürmemiş ve Milliyetçi Hareket Partisi tekrar meclisteki yerini almıştı. 1991'de MHP'nin Doğru Yol Partisi (DYP)-Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) koalisyon hükûmetini desteklemesiyle Ülkücü Hareket içinde İslamcı düşüncelere sahip olan bir kısım ülkücü, yollarını ayırmıştır. Sovyetler Birliği'nin dağılması ve komünizm tehlikesinin ortadan kalkmasıyla Ülkücü Hareket'in tabanına hitap etmek için Türkçü ve milliyetçi söylemlerine ağırlık vermesine müsait bir durum oluşmuştur. Hatta Alparslan Türkeş, MHP kongresinde yaptığı bir konuşmaya Nazım Hikmet'in bir şiirini eklemiş, bu durumu soran gazetecilere "milliyetçi sol gruplara uzatılan bir zeytin dalı" olarak ifade etmiştir. 1992 yılı Ülkücü Hareket için bir dönüm noktası olmuştur. Laiklikten hiçbir zaman sapmadığını ifade eden Ülkücü Hareket, kendi yayın organlarında "Müslümanlık bizim ideolojimiz değil, dinimizdir" tarzı yazıları görünmeye başladığı gibi İslamcılığa mesafeli davranmıştır. Özellikle 70'li yıllarda İslamî ve Cihat muhtevâlı söylemler terk edilmeye başlanmış. Kemalist rejime yakınlık duyulmaya başlanmıştır. Özellikle Devlet Bahçeli'den başlayarak parti içerisinde, ulusalcı-milliyetçi karakter mevzîlenmiştir. Atsız'ın ölüm yıldönümünün (10 Aralık) tekrar anılmaya başlandığı gibi ideolojik açıdan da Türkçüleşme eğilimini göstermiştir. Fakat bunlara rağmen "Türklük bedenimiz İslamiyet ruhumuzdur. Ruhsuz benden ceset olur." sözleri Ülkücü camiayı birleştirici bir nitelik taşımaktaydı. Ülke çıkarlarını düşünen bir Milliyetçi Hareket Partisi yeniden bir doğuş hareketi içerisinde Türkeş'in belirlediği 9 Işık yolunda bir tüzük hazırlamış ve koşulsuz şartsız tüm parti mensuplarından tevazu beklemiştir. "Türk-İslam Ülküsü"ne daha İslamcı açıdan bakan, parti içerisinde "Hilâlciler" olarak tanınan, laikliğe sıcak bakmayanlar ayrılmış ve bunlardan eski Ülkü Ocakları genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları, 1992 Temmuz'unda arkadaşlarıyla beraber, Ankara Dedeman Oteli'nde basına açık toplantılarında, parti'den ayrıldıklarını bildirmiş ve 1993 yılının Ocak ayında Büyük Birlik Partisi'ni kurmuştur. Yazıcıoğlu, Büyük Birlik Partisi ile gençleri örgütlemek için daha İslamî ve radikal görüşleri savunan Alperen Ocakları ve Nizam-ı Alem Ocakları gibi dernekler kurmuştur. Bu ocaklar da kendilerini ülkücü olarak tanımlamakla birlikte, Ülkü Ocakları ile fikir ayrılıkları mevcuttur. Fikir ayrılıklarının ana ekseni, İslamî temelli bir Türkçülük üzerinedir. 1997 yılında Alparslan Türkeş'in vefatı ile Milliyetçi Hareket Partisi'nin genel başkanlığına Devlet Bahçeli seçilmiştir. Ülkücülük halen devam eden bir siyasi harekettir. Otuz Yıl Savaşı Otuz Yıl Savaşı, 1618 ile 1648 yılları arasında Orta Avrupa'da yapılan ve Avrupa devletlerinin çoğunun katıldığı savaşlar dizisidir. Avrupa tarihinin en uzun ve yıkıcı savaşlarından birisidir. Başlarda, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nu oluşturan protestan ve katolik şehir devletleri arasındayken, zamanla Avrupa'nın büyük güçlerinin çoğunun dahil olduğu daha geniş bir çatışmaya dönüştü, din ile ilgili olmaktan ziyade Avrupa üstünlüğü için Fransa-Habsburg çatışmasının devamı niteliğinde oldu. Savaş, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu kendi etki alanındaki dini istikrarı empoze etmeye çalışmasıyla başladı. Kuzey Protestan Devletleri, haklarına riayet edilmemesine öfkelenerek, bir araya gelerek Protestan Birliği'ni oluşturdular. Yeni imparator Ferdinand II, sadık bir Katolikti ve öncekilerine göre karşılaştırılırsa nispeten daha hoşgörüsüzdü. Aşırı derecede Katolik yanlısı bir siyaset izledi. Bu endişeleri Protestan Bohemlerine, Habsburg Monarşisi üzerinde hakimiyet sağlamalarına ve hükümdarlarına karşı ayaklanmalarına neden olmuştur. Habsburgluları yerlerinden ettiler ve yerine hükümdar olarak Frederick V'i getirmişlerdir. Frederick birliğin desteği olmadan teklifi kabul etmiştir. Geneli katolik Güneyli Devletler, bu ihanetle öfkelendiler. Bavyera tarafından yönetilen bu devletler imparator desteğindeki Frederick'i devirmek için Katolik Birliğini oluşturdular. İmparatorluk bu, öngörülen isyanı ezmiş fakat Protestan Dünyası İmparatorun davranışlarını kınamıştır. Bohemya'da yapılan vahşetten sonra huzursuzluk olmuştur, Saksonya en sonunda birliğe desteğini vermiş ve geri savaşmaya karar vermiştir. İsviçre 1630'da hemen müdahil oldu ve anakarada büyük ölçekli bir savaş başlattı. İspanya müttefikleri Avusturya'ya yardım etme bahanesiyle Hollandalı İsyancıları ezmek istedi. Avusturya Habsburg'un iki önemli gücünü sınırlarındaki kuşatmaya karşı daha fazla tutamıyordu. Katolik Fransa Birlik tarafında yer alıp Habsburglulara karşı savaştı. Otuz Yıl Savaşında bütün ülkelerin tahribatını,kıtlığını ve Almanya ve İtalya Devletleri,Bohemya Krallığı ve alçak ülkelerin (deniz seviyesi olarak) nüfusunu önemli derecede düşüren hastalıklar yaşandı. Hem askerler hem de paralı olanlar zorla haraç kesip kendilerine pay çıkarmayı umunca, işgal edilen yerlerlerdeki yerlilere birçok sıkıntı yaşattı. Ayrıca savaş birçok savaşan gücü maddi olarak iflas ettirdi. Bu durumun dikkat çeken bir istisnası yeni bağımsız olmuş, sonradan büyük bir ekonomik refah ve gelişim yaşayarak dünyanın önde gelen gelişmiş ekonomik ve deniz gücü olan Felemenk Cumhuriyeti'dir, dünyanın önde gelen ekonomik ve donanma güçlerinden biri oldu. 1555 yılında imzalanan Augsburg Barışı ile Martin Luther taraftarları ile Katolikler arasındaki savaş sona ermişti. Bu antlaşmaya göre sayıları 100’ün üstünde olan Alman prensleri, Katoliklik ve Lütercilik arasında istediği tercihi yapabilecekti. Fakat anlaşmanın bu hükmü yetersiz kaldı ve uygulanamadı. İspanya’da hızla yayılan Kalvenizm gibi diğer Protestan mezhepleri bu antlaşmaya göre haklara sahip değillerdi. Ayrıca İspanya’daki Katolik Habsburg Kralları, Doğu ve Orta Avrupa’da Katolikliği tekrar güçlendirmek istiyorlardı. Baltık’ta egemen olan Protestan İsveç ve Danimarka kralları ise “Protestanlığın savunucuları” olarak Roma-Cermen İmparatorluğu’ndaki nüfuzlarını arttırmak istiyorlardı. Augsburg Barışı’nın yetersiz kalması üzerine Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu’ndaki Protestan prensler 1608 yılında bir birlik kurdular. 1609’da ise Katolik devletler İmparator'un desteği ve Bavyera’nın önderliğinde birleştiler. Böylece Almanya parçalanıyor ve din ekseninde iki kampa bölünüyordu. Bu arada, her iki birlik de diğer devletlerden destek bulmaya çalıştı. Katolik Birliği, aynı Roma-Cermen İmparatorluğu gibi Habsburg Hanedanı tarafından yönetilen sert Katolik İspanya’nın desteğine güveniyordu. Protestanlar ise Hollanda, İngiltere ve Fransa gibi Avrupa’da Habsburg egemenliğini istemeyen devletlerle görüşmeye başladı. 1618 yılında, İmparator’un gücünün artmasını istemeyenlerin ve Protestanlar’ın Bohemya’da başlattığı ayaklanma, uzun sürecek savaşlar dizisini başlatan kıvılcım oldu. İspanya Kralı 4. Philip’in yardımını alan İmparator ve Katolik Birliği, Bohemia ve onu destekleyen Protestan Birliği yenilgiye uğrattı. (1618-1625) Kendisi de bir Protestan olan Danimarka kralı 4. Christian, Roma-Cermen İmparatorluğu’ndaki Protestanların yenilgiye uğramasından rahatsız olmuştu. İngiltere, Fransa ve Hollanda’dan aldığı destekle birlikte kendisini Protestanlığın savunucusu ilan etti ve İmparator’a ve Katoliklere karşı savaşa katıldı. Ama kendisini destekleyen devletlerin iç sorunlar yüzünden zayıf olması sebebiyle yenildi ve İmparatorla barış yapmak zorunda kalarak savaştan çekildi. (1625-1629) 1562-1598 yılları arasındaki Fransız Din Savaşları'nda,Fransa'nın Protestan Huguenotlar'ı,Katolik olmadan önce Huguenot olan ve Nantes fermanıyla Protestanlar'ı koruyan VI.Henry sayesinde yirmi yıllık barışın tadını çıkarmışlardı.İtalyan Katolik Marie de' Medici'nin korumasında olan Henry IV'nin varisi XIII.Louis babasından çok daha az hoşgörülüydü.Artan zulüme karşı Huguenotlar.kendilerini savunarak ve hatta politik ve askeri olarak bağımsız davranıp merkez güce karşı isyan ettiler.İsyan Anglo-Fransız Savaşı'ndaki İngiltere'nin de katılımyla uluslararası bir boyuta taşındı.İngiltere'deki Stuart Hanedanı girişime destek verdi ancak İngiltere'nin yenilgisi (Buck
inghham Dükü'nün suikasti sonucu oluşan), mali kaynakların tükenmesi ve 1.Charles'ın Avrupa'nin içişlerine katılma konusunda parlamento ile ters düşmesi;anakaradaki Protestan kuvvetleri umutsuzluğa düşürmüştür.İngiltere'nin bu pozisyonu Hollandalılar'la yapacağı ortaklığa dek devam edecekti.Fransa,Habsbourglar'la beraber Avrupa'daki en büyük Katolik krallıklarından birisi olarak durumunu korumuştur.Huguenot Ayaklanması Otuz Yıl Savaşları içerisinde dini bir konumu temsil etmekten uzaktır.Bu ayaklanma daha çok mutlak monarşiye karşı bir isyan olarak nitelendirilmiştir. Danimarka’nın çekilmesi, savaşı bitirmedi. Bu sefer, İsveç Kralı II. Gustaf Adolf (Gustavus Adolphus), Protestanları destekledi ve İmparatorluğa saldırdı. Danimarka kralı 4. Christian gibi kendisi de Fransa ve Hollanda tarafından destekleniyordu. Savaşın başında zaferler kazanmasına rağmen, 1632’de Lützen Savaşı sırasında öldü. 1634’te ise Protestan güçler yenilgiye uğradı. İsveç (Protestanlar) ile Roma Cermen İmparatorluğu (Katolikler) arasında yapılan barışa göre (1635, Prag Düzenlemesi) Alman prensliklerinin dış devletlerle ittifak yapması engelleniyor ve Alman prensiliklerinin ayrı ayrı olan orduları, İmparator’un liderliği altında birleştiriliyordu. Yani, siyasi gücü çok zayıflamış olan Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu tekrar güçleniyordu. Prag Düzenlemesi’nden en çok Fransa rahatsız olmuştu. Fransa’da iktidarı elinde tutan XIII. Louis’nin bakanı Kardinal Richelieu’ya göre bu düzenleme, Kıta Avrupasındaki Habsburg etkisini çok arttırıyordu. Bu nedenle 1636 yılında Fransa, Katolik bir devlet olması ve Katolik bir başpiskopos tarafından yönetilmesine rağmen Protestanların yanında savaşa girdi. Fransa, İsveç ve Hollanda ile ittifak kurdu. İspanya ise, Roma Cermen İmparatoru'nu desteklemek amacıyla İspanya Hollandasından (günümüz Belçikası) güneye doğru Fransa’yı işgale başladı ve geri püskürtülmeden önce Paris yakınlarına kadar gelmeyi başardı. Savaş, Protestanlardan yana döndü. Hollanda’nın büyük zenginliği ve denizaşırı yerlerde Habsburglara karşı başarıyla savaşması, durumu İspanya için zorlaştırdı. Karada güçlü olmayan, ancak denizlerde güçlü olan Hollanda, İspanya donanmasını iki kere yenilgiye uğrattı. Otuz Yıl Savaşı'nı bitiren bir dizi antlaşma Vestfalya Barışı olarak bilinir. Vestfalya Barışı ile Augsburg Barışı hükümleri yenilendi ve Kalvenizm Roma Cermen İmparatorluğu’nda kabul edilen mezheplerden biri oldu. Vestfalya ile Kutsal Roma Cermen Imparatorluğu içindeki prenslikler, hemen hemen bağımsız siyasal birimler oldular. Üye devletlerin rızası olmadan İmparator vergi ve asker toplayamayacak, kanun koyamayacak ve savaş ilan edemeyecek olması, İmparator’un siyasal otoritesinin kalmadığını ortaya koyuyordu. Daha sonra Fransız yazar Voltaire’in de söyleyeceği gibi Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu artık “ne kutsal, ne Romalı, ne de imparatorluktu”. Hollanda’nın bağımsızlığı resmen tanınarak Hollanda ile İspanya arasındaki Seksen Yıl Savaşları sona erdi. İsviçre'nin bağımsızlığı tüm taraflarca tanındı. Fransa Metz, Toul ve Verdun'u alarak Almanya'ya doğru genişledi. İsveç de Pomeranya'yı alarak Almanya'ya doğru genişlemiş oldu. Savaşlarda ve savaşla beraber gelen kıtlık ve salgın hastalıklarda yüzbinlerce insan öldü. Burada, savaşan devletlerin kiraladığı paralı askerlerin yaptığı yağmanın yol açtığı yıkımın büyük rolü vardır. Savaşta en çok zararı Almanya gördü, 16. yüzyılda Avrupa’nın gelişmiş bir bölgesi olan Almanya’da 17. yüzyıldan 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar sürecek olan bir gerileme ve yerellik başladı. Otuz Yıl Savaşı’nın en önemli siyasal sonucu, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun feodal bir karmaşaya sürüklenmesiyle Fransa’nın Kıta Avrupasında en güçlü devlet olarak ortaya çıkmasıdır. 19. yüzyılda Almanya İmparatorluğu kuruluncaya kadar Avrupa siyaseti Almanya’nın bölünmüşlüğü ve Fransa’nın üstünlüğü çevresinde dönecektir. Roma Cermen İmparatorluğu’ndan başka İspanya Habsburgları da gerileme sürecine girmişti. Altmış yıldır İspanya egemenliği altında olan Portekiz 1640’ta bağımsız oldu. Benzer bir başarısızlık kolonilerde Hollanda’ya karşı görüldü. 30 Yıl Savaşı, Avrupa’nın gördüğü son büyük din savaşıdır. Habsburglara karşı Protestanları destekleyen Katolik Fransa örneğinde olduğu gibi artık devletlerin çıkarları, dinsel bağlılıklarının önüne geçmiştir. Bu açıdan Vestfalya ile modern diplomasi ve uluslararası ilişkiler esaslarının temelleri atılmıştır. Artık Avrupa, kendi yasalarına göre davranan, kendi ekonomik ve siyasal çıkarlarını izleyen, istediği tarafta yer alan, ittifaklar kuran ve bozan modern bağımsız devletlerden oluşacaktır. Günümüz devletlerarası sistem Vestfalya ile kurulmuştur. Nil Karaibrahimgil Ferhan Nil Karaibrahimgil Erener (d. 17 Ekim 1976, Ankara), Türk şarkıcı, söz yazarı, yazar, oyuncu ve manken. Müzisyen Suavi Karaibrahimgil'in kızı olan Nil, 12 yaşında "I see clouds rain is coming..." () adlı ilk bestesini yaptı. Ortaokulda piyano; biraz daha büyüyünce caz gitarı çalmaya başladı. 12 yaşından itibaren okuldan arta kalan zamanlarında Serdar Erener'in de çalıştığı Reklamevi A.Ş adlı reklam ajansında metin yazarı olarak çalışmaya başladı. 2000 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun olduktan sonra reklam sektöründe çalışmaya devam etti. Reklam sektörünün oscar ödülleri olarak kabul edilen Kristal Elma Ödüllerine layık görüldü. Başta Bellona, Trendy&Friendly Algida ürünleri olmak üzere birçok ürünün reklam müziklerini yaptı. Nil Karaibrahimgil için asıl dönüm noktası Hazırkart reklamlarından sonra başladı. Reklamda bir anda tüm Türkiye'nin diline dolanan "Ben Özgürüm" adlı parçayı seslendiren Nil, insanlar tarafından "Özgür Kız"' olarak tanındı. Reklamın daha sonraki bölümlerinde Nil'e pop müziğin başarılı isimlerinden biri olan Tarkan eşlik etmiştir. 2002'de Ozan Çolakoğlu ile bir araya gelen Nil Karaibrahimgil, Sony Müzik firmasından Nil Dünyası adlı ilk albümünü çıkardı. Albümün ilk klip parçası "XL" ve daha sonra "Rüzgar" ve "Kek" adlı farklı tarzdaki parçalarla pop müzikte dikkat çekmeyi başardı. 2004 yılında çıkardığı 2. albümü Nil FM'deki tüm şarkı söz ve müzikleri kendisine aittir. Albümün çıkış ve klip parçası "Gitme Yoksa" hit olmuştur. Nil, 2006 yılında çıkardığı Tek Taşımı Kendim Aldım'ın çıkış şarkısı "Pırlanta" ile dikkatleri üzerine çekerek; günlerce medyada kadınların tektaşlarını nasıl elde etmeleri gerektiğinin tartışılmasına neden oldu. MTV Avrupa Müzik Ödülleri 2007 de en iyi Türk sanatçı dalında aday oldu. Ayrıca sanatçı Hürriyet gazetesinin "Kelebek" ekinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Penti çorap reklamında da oynamıştır. Ayrıca, Yalan Dünya dizisinin jenerik müziğini yapmış ve 1. sezon finaline konuk olmuştur. 26 Ocak 2009 tarihinde dördüncü albümü "Nil Kıyısında" piyasaya sürüldü. Albümün çıkış parçası olan "Seviyorum Sevmiyorum" Türkiye müzik listelerinde altı hafta bir numarada kaldı. Şarkı yalnızca Türkiye'de değil, aynı zamanda Balkan ülkelerinde de popüler oldu ve Balkanika TV'de gösterime girmeyi başardı. 2009 yılında büyük ozan Neşet Ertaş'ı tanımadığı yönünde haberler çıkmış, konunun medyada yer almasıyla Neşet Ertaş'ın kendi sayesinde tanındığını söylediği haberleri yer almıştır. Karaibrahimgil, olayın bir yanlış anlaşılmadan ibaret olduğunu belirtip, Neşet Ertaş sevenlerden özür dilemiştir. Şubat 2011'de köşe yazılarından oluşan İçimi Açsan Nar, Ama Yerim Dar adlı kitabı yayınlanmıştır. 2014 yılında Bi Küçük Eylül Meselesi filmi için Kanatlarım Var Ruhumda şarkısını yazdı ve seslendirdi. 2014 Kasım ayında Hadi İnşallah filmi için Hadi İnşallah şarkısını yazdı ve seslendirdi. Şarkı Netd Müzik de 28 Kasım 2014 de yayımlandı. 2015 yılının Temmuz ayında yeni çıkış yapan Originel dergisinin ilk sayısına kapak oldu. Fotoğrafları Nihat Odabaşı çekmiştir. "En orijinal Nil Karaibrahimgil" demişlerdir. 21 Ocak 2010 tarihinde Sertab Erener'in kardeşi Serdar Erener ile Nil Nehri kıyısında yapılan düğünle evlendi. Mayıs 2014'te çiftin Aziz Arif adında oğulları dünyaya geldi. Berthold Viertel Berthold Viertel (d. 28 Haziran 1885, Viyana - ö. 24 Eylül 1953, Viyana) Avusturyalı senarist ve yönetmendir. Ses getiren filmlerinin arasında 1934 yapımı "Little Friend" ve 1923 yapımı "Nora" vardır. Senarist ve aktris Salka Stenermann ile evlenmiş; Hans, Peter ve Thomas adında 3 oğlu olmuştur. Peter Virtell de senarist ve yönetmendir. Berthold Viertel önce Grete Viertel ile evlenmiş, 1928'de ayrılmıştır. Salka'dan boşandıktan sonra da 1947'de üçüncü kez Elizabeth Newmann ile evlenmiş ve 1953'teki ölümüne kadar onunla yaşamıştır. Arap atı Arap atı, zekâsı, sadakati ve dayanıklılığı ile bilinen bir at cinsidir. Kökeni İlk Çağ'a kadar dayanır. Efsaneye göre Arap cinsinin dişisini Muhammed bin Abdullah seçmiştir. Çölde uzun bir seyahatten sonra susayan kervandaki hayvanların sadakatini ve dayanıklılığını ölçmek için bir su kaynağının yakınına kadar sürdüğü hayvanları geri çağırmış, bu çağrıya yalnızca beş tane dişi at karşılık vermiş. Suyu bırakarak sahiplerine geri dönecek kadar sadık olmaları sebebiyle bu beş at, Küheyle, Seklaviye, Übeyye, Hamdaniye, Manekiye "el-Hamse", yani "beş" olarak adlandırılmış. Bu atların, beş Arap atı türünün ataları olduğu söylenir. Bir diğer efsane de Süleyman'a Arap atı Dehman ismi dayanmaktadır. Günümüzde hemen hemen bütün yarış atlarında Arap atı kanı bulunur. Arap atı, genetik potansiyeli nedeniyle Endülüs atı, Kırma, American Quarter, Morgan, Amerikan bineği, Appoloosa, Oldenburg ve Trakehner gibi birçok sıcakkanlı at cinsine de genlerini vermiştir. Binek atlar dışında Parcheron ve Midilli'de de Arap atı geni görülür. Biçimli başları ve yüksek kuyrukları sayesinde diğer türlerden kolayca ayırt edilirler. Günumüzde yetiştiriciler birçok at çeşidi için "Arap kırması" yerine yeni isimler türetmişlerdir. Quarab (Arap-Quarter), Welara (Arap-Welsh Midillisi) veya Morab (Arap-Morgan) bu yeni türlerden bazılarıdır. Arap atının, profilden bakıldığında wV şeklinde bir kaf
ası, geniş alnı, küçük burnu, geniş burun delikleri vardır. Birçok Arap atının gözlerinin arasında, bedevilerin "jibbah" dedikleri, sıcak havada nefes almayı kolaylaştıran bir çıkıntı vardır. Boynu da oldukça geniştir. Altı yerine beş bel omuru bulunduğu için sırtı diğer cinslere göre daha küçüktür. Buna rağmen ağır binicileri kolaylıkla taşıyabilir. Bir diğer önemli özellikleri de doğal olarak kalkık duran kuyruklarıdır. Arap atları ince yapılıdır, zarif bir görüntüsü vardır. Uluslararası otoritelere göre Arap atı için ideal boy 14,1 ila 15,1 el uzunluğu arasındadır. Biniciler genelde büyük atlara ilgi duydukları için hep daha geniş atlar kullanılarak genelde 16 ele yakın uzunlukta Arap atları elde edilmiştir. Arap atları yüzyıllardır çöllerde insanlarla yakın ilişki içinde olmuşlardır. Savaşlarda başarılı olan atlar bazen evlerde misafir edilmiştir. Çocuklarla olan iyi ilişkileri nedeniyle 18 yaş altındaki çocukların binmesine izin verilen tek çeşittir. Arap atlarının çoğu zeki, çevresiyle iyi ilişkili ve hassastır. Kolay öğrenirler, sahiplerinden sevgi gördükleri zaman buna çok iyi karşılık verirler. Bu özellikleri onları hem evcil hem vahşi yapar. Çünkü düzensiz veya gereğinden fazla tekrarlanan eğitim Arap atlarını çok hırçınlaştırabilir. Arap atı, hızlarıyla bilinen cinslerin bulunduğu sıcakkanlı atlar sınıfına girer. Eğitiminin zor olduğunu düşünenlerin, bunun kendi davranışlarından kaynaklandığını bilmesi gerekir, çünkü Arap atı, sahibinin davranışına çok hızlı cevap veren, hassas bir cinstir. Yanlış yetiştirilen Arap atları, kamuoyunda olumsuz bir imaj bırakmıştır. Safkan Arap atları gri, fındık rengi veya kırmızıdır. Birçok Arap atının beyaz gibi görünmesine rağmen, bu aslında gri tüy renginin doğal bir özelliğidir. Birçok Arap atı doğduğunda fındık rengi veya kırmızıdır. Mevsim, yaş gibi koşullara bağlı olarak tüy renkleri değişse de derileri hep siyahtır. "Beyaz Arap atları" aslında gridir. "Siyah Arap atı" çok nadir bulunur. Bu renk genini taşıyanlar yanlış üretim sonucu sadece bazı kahverengi atlarda siyah beneklere dönüşmüştür. Bazı gelişmiş çiftlikler sipariş üzerine farklı renklerde çiftleştirme veya DNA üzerinde değişiklik yapmaktadır. Safkan Arap atlarında beyaz veya krem rengi tüye rastlanmaz. Yaşamış hiçbir safkan Arap atında Appaloosa (gövdenin yalnız bir bölgesinde benekler olması, gerisinin düz renk olması) benzeri bir renk görülmemiştir. Bu da DNA üzerinde çalışılarak elde edilebilir. At sahiplerinin, iyi atın aynı zamanda güzel renkte olmasını da istemeleri, Arap atının renklerine yüklenen anlamların sadece küçük bir parçasını oluşturur. Bedevi kültüründe her rengin, her tonun bir anlamı, sosyal statü üzerine etkisi vardır. Örneğin si"yah Arap atları" zor bulunduklarından, sahipleri zengin veya şanslı insanlar olarak bilinir. Üzerindeki en küçük bir beyaz benek Arap atının değerini düşürür, safkan olmadığı anlamına gelir. Gövdesinde fındık renginin farklı tonlarını bulunduran kayıtlı çok az Arap atı vardır ve hâlâ tartışma konusudurlar. Bu atlardan birçoğunun renk değiştirerek aslında gerçek Arap atı renklerinden biri olduğu görülmüştür. Bu durum en çok gri tüy renginde görülür. Arap atlarının tüy renkleri (don) değişse de derileri hep siyahtır. Siyah deri güneş ışınlarına karşı koruma sağlar. Göğüs ve ayakları çok kaslıdır. Çok dayanıklı olan Arap atı, yüksek süzülebilme kabiliyeti ile iyi yol tutuşu sağlar. Dengesi iyidir ve hızlı kalkış yeteneği vardır. Savaş atlarında olması gereken özelliklerin tümüne sahiptir. Arap atı dünyanın en eski ırkı veya en eski ırklarından biridir. Günümüzdeki oryantal kökenli Arap atları, Arabistan Yarımadası'nda bulunan MÖ 2500'lü yıllardan kalma mağara resimlerindeki at figürleriyle aynıdır. Benzer yapıdaki at figürlerine bütün Anadolu, Kafkaslar ve Mezopotamya'daki mağara resimlerinde de rastlanır. Arap atının atalarının nerede yaşadığı hâlâ tartışma konusudur. Çoğu uzman Güneybatı Arabistan veya Kuzey Mezopotamya üzerinde yoğunlaşır. Mezopotamya'da görülen at figürlerinin bölge dışında da görülmesi bu at cinsinin Orta Doğu'ya göç etmiş Ön Türkler tarafından getirilen at ırklarından biri olması ihtimalini de gündeme getirmektedir. Arap atının ilk evcilleştirilmesi devenin kullanılmaya başlanmasıyla aynı dönemlere rastlar. Çölde yaşamaya uygun yapıdaki bu atlar kısa sürede çok tutulmuş, sağlıklı damızlıklar kullanılarak geleceğe yatırım yapılmıştır. Arap atı ırkı geliştikçe Bedeviler atlarının ırk kayıtlarını dilden dile aktararak kaydetmeye başladılar. Her aile ve kabilenin atlarının geçmişi, geldikleri dişi at gibi özellikleri hep kayıt altındaydı. "Arap atı" isminin geçtiği en eski yazılı kaynak MS 1330 yılına aittir. Irkının en kaliteli atları "Asil" olarak bilinirdi ve asil olmayan atların asillerle çiftleştirilmesi yasaktı. Bu atların dişileri daha değerliydi. Bedeviler zamanla farklı özelliklerde alt ırklar ürettiler. İlk yedi çeşit Arap atı "Küheylan", "Seklavi", "Übeyyan", "Hamdani", "Maneki", "Dehman" ve "Hedban" idi. Başlarında zırhlarıyla savaşan güçlü Arap atları Eski Mısır, Mezopotamya, Roma İmparatorluğu ve Eski Yunan sanat eserlerinde sıkça görülür. En ünlü Arap atlarından biri Büyük İskender'in Bucephalus isimli atıdır. 622 yılındaki hicretle beraber İslam dünyası Arap atlarıyla tanışmıştır. 630'lu yıllarda Müslüman toplumlar Kuzey Afrika ve Orta Doğu'ya doğru genişleme çabasına girdi. Bu genişleme 711 yılında İspanya'ya kadar vararak 720'de bütün İspanya Yarımadası'nı kapladı. Arap ve Orta Doğu kökenli akıncıların atları en güçlü Avrupa kökenli atları ezip geçtiler. "Endülüs atı" bu sırada ortaya çıkmıştır. Amerika`yı keşfedenler de beraberlerinde Osmanlı İmparatorluğu sayesinde tanıştıkları Arap atlarını götürmüşlerdir. Osmanlı İmparatorluğu 1299 yılında yükselerek Orta Doğu'nun çoğunu kontrol altına aldı. Arap atlarını savaştan ticarete birçok alanda kullandılar ve Avrupa'ya da tanıttılar. İstanbul'un ilk Arap atı harası 1864’te Aziziye’de kuruldu. Müslümanların yaptığı fetihler ve Osmanlı, Arap atının Avrupa'ya gelişinin tek sebebi değildir. 1095'te başlayan Haçlı Seferleriyle Filistin'i işgal eden Avrupalılar geriye ganimet olarak Arap atlarıyla döndüler. 15. yüzyılın başlarında ateşli silahların keşfiyle şövalyeler ve onları taşıyan zırhlı Arap atları birleşimi ortaya çıktı. Arap atlarının Avrupa'ya girişinin en kalabalık örneklerinden biri de Osmanlı İmparatorluğu'nun 1522 yılında Macaristan'a 300.000 atlı asker göndermesidir. 1529'da Viyana'ya ulaşan Türkler Polonyalı ve Macar güçler tarafından önlendiğinde ele geçirilen atlar Avrupa'daki en kaliteli Arap atlarının temelini oluşturmuştur. Daha sonra İngiliz, Rus, Polonya gibi ülkelerin kralları sömürge döneminde çölden Arap atları getirterek özellikle kendi ahırlarına katmışlardır. HMG-KoA redüktaz yolağı Mevalonat yolu veya HMG-KoA redüktaz yolu hemen tüm canlı hücrelerinde görülen bir metabolik yolaktır. Bu reaksiyonlar zinciri sonunda oluşan hidrofobik moleküllerin hücre zarı bakımı, hormon üretimi, proteinlerin zarlara tutturulması, ve N-glikasyon gibi çeşitli görevleri vardır. Bu yol üzerinde yer alan birkaç anahtar enzimin DNA transkripsiyon seviyesinde üretimleri, SREBP'nin ("Sterol Regulatory Element-Binding Protein-1 ve -2") etkinleştirilmesi aracılığıyla arttırılır. Hücre içi bir sterol algılayıcı olan bu protein düşük kolesterol seviyelerine duyarlıdır ve hem HMG-KoA redüktaz yolundan kolesterol üretimini canlandırır, hem de LDL reseptörü üretimini yükselterek hücre içine lipoprotein alımını arttırır. Bu yolun denetimi ayrıca HMG-KoA redüktaz mRNA translasyonu, yıkımı ve onun fosforlanması aracılığıyla da gerçekleşir. HMG-KoA redüktaz yoluna etki eden çeşitli ilaçlar mevcuttur. Bitkiler isoprenoitleri üretmek için hem bu yolu, hem de plastitlerde metileritritol fosfat yolağını kullanırlar. Bisfosfonatlar prenil transferazı (ve "farnesiltransferaz"ı) ketlerler. Bunları izleyen 19 reaksiyon lanosterolu kolesterole dönüştürür. Palindrom Palindrom, tersten okunuşu da aynı olan cümle, sözcük ve sayılara denilmektedir. Yavuz Sultan Selim Yukarıdaki şiir, sözcük öbeği palindromu yapısına uymaktadır. Bu şiirde ayrılmış her bir bölüme bir sayı verelim. Bu durumda şiir düzenine girer. Milliyetçi Çalışma Partisi Milliyetçi Çalışma Partisi (MÇP), Türkiye'de 12 Eylül 1980 Askeri Darbesinden sonra kapatılan Milliyetçi Hareket Partisi'nin oylarını bünyesinde toparlamak maksadıyla kurulmuş olan siyasi partidir. Muhafazakar Parti'nin 30 Kasım 1985 tarihinde adının değiştirmesiyle kurulmuştur. Partinin amblemi kırmızı bir zemin üzerinde beyaz bir hilal ve etrafında 9 yıldız olarak benimsenmiştir. Milliyetçi Çalışma Partisi, ismini 24 Ocak 1993'te MHP olarak değiştirmiş böylece partinin hukuki varlığı sona ermiştir. 12 Eylül müdahalesi sonrası ülkedeki tüm siyasi faaliyetler yasaklandı. Büyük gözaltılar, siyasi davalar yaşandı. Bu arada yeni anayasanın hazırlıkları da sürüyordu. Nihayet 7 Kasım 1982'de anayasa halkoyuna sunuldu ve %91.3 oyla anayasa kabul edildi. Aynı oylamayla MGK ve Devlet Başkanı Kenan Evren de cumhurbaşkanlığına seçildi. Seçimlerin 6 Kasım 1983'te yapılacağı açıklandı ve 1983 ortalarında siyasi faaliyetler serbest bırakıldı. Ancak Millî Güvenlik Konseyi'ne, siyasi partiler kurulurken kurucularını veto etme yetkisi verildi. Bu yüzden kapatılan MHP'nin tabanına hitap eden Ali Koç'nün kurduğu MP seçimlere katılamadı. Öte yandan Adalet Partisi'nin ardılı olarak kurulan Büyük Türkiye Partisi ve Doğru Yol Partisi de vetolardan nasibini aldı. Seçimlere Turgut Özal'ın başında bulunduğu ANAP, Necdet Calp'in başında bulunduğu Halkçı Parti ve Turgut Sunalp'in Milliyetçi Demokrasi Partisi katıldı. 6 Kasım 1983 seçimleri sonucunda ANAP yüzde 45 oy alarak tek başına iktidara geldi ve Turgut Özal yeni hükümeti kurdu. 6 Eylül 1987'de siyasi yasakların kalkması yönünde yapılan halkoylaması sonucunda eski siyasetçilerin önündeki siyaset yasağı kalktı. Bunun üzerine MÇP'nin başına Alparslan Türkeş geçti. Alparslan Türkeş 'in
liderliğinde girilen 29 Kasım 1987 seçimlerinde parti 701,538 kişinin oyuyla 2.93%'lük bir sonuç aldı ve TBMM dışında kaldı. Bu dönemin ardından 26 Mart 1989 yerel seçimlerinde % 4.14 oy aldı. Elâzığ, Erzincan ve Yozgat belediye başkanlıklarını kazandı. 20 Ekim 1991 genel seçimlerinde RP ve IDP ile ittifak yapılmış ve bu ittifak % 16.9 oy almıştır. Seçimden kısa bir süre sonra ittifak dağılmış ve Alparslan Türkeş ile birlikte 18 milletvekili 29 Aralık 1991'de MÇP 3. Olağan Kongresinde MÇP'ye katılmış ve Alparslan Türkeş Genel Başkan olmuştur. MÇP'den MHP'ye geçiş ise, ancak 1992 yılı sonunda başlayan gelişmelerle birlikte mümkün hale gelmiştir. 27 Aralık 1992 günü toplanan MHP'nin son (1980 öncesi) kurultay delegeleri, partinin feshine, isminin ve ambleminin de MÇP tarafından kullanılabileceğine karar vermiştir. Bu gelişme üzerine, 24 Ocak 1993 MÇP-MHP ortak kurultayında partinin feshine ve MHP'ye değiştirmesiyle karar verildi. Sterol Steroller, veya steroid alkoller steroidlerin bir alt grubu olup, A halkasının 3-pozisyonunda bir hidroksil grubuna sahiptirler. Asetil koenzim A'dan sentezlenen amfipatik lipitlerdir. Molekül olarak yassı bir şekilleri vardır. A halkasındaki hidroksil polardır, molekülün geri kalanı apolardır. Sterollar ökaryotik organizmaların fizyolojisinde önemlidirler. Hücre zarında yer alarak onun akışkanlığını ve işlevini düzenlerler. Ayrıca ikincil haberci olarak gelişim sürecine katkıda bulunurlar. Farklı organizmalar farklı sterollar kullanırlar. En önemlileri hayvanlarda kolesterol, fitosterol ve steroid hormonlar, mantarlarda (fungus) ergosterol, bitkilerde kampesterol, sitosterol ve stigmasteroldur. Konsolit Hanı Konsolit Hanı Osmanlı döneminde gayri müslim Galata bankerlerinin çoğunluğunu oluşturduğu borsanın adı. Hükümetin çıkardığı hisse senetleri ve tahviller burada satıldığı için bu isimle anılmıştır. Fransızca consolide'den gelir. Mecma-ı Âsâr-ı Atika Müzesi Mecma-ı Âsâr-ı Atika (Eski Eserler Koleksiyonu), Türkiye'deki ilk müze oluşumudur; günümüzdeki İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin temelini oluşturur. Padişah Abdülmecit'in Yalova gezisi sırasında gördüğü Bizans yazıtlarını İstanbul'a getirtmesi üzerine eserler, 1846 yılında Osmanlı Devlet adamı "Ahmet Fethi Paşa" tarafından o güne kadar saray deposu olarak kullanılan Aya İrini'de toplatılmıştı. Koleksiyon, Sadrazam Ali Paşa döneminde düzenlendi ve 1869 yılında dönemin maarif Nazırı Saffet Paşa tarafından "Müze-i Hûmayun" (İmparatorluk Müzesi) olarak adlandırıldı. Aynı yıl, ilk müze müdürü olarak Galatasaray Lisesi öğretmenlerinden "Dr. Good" görevlendirildi. Ayrıca vilayetlere bir genelge gönderilerek çevrelerindeki bütün tarihi eserlerin tahrip edilmeden müzeye iletmeleri istendi. Dr. Good, 1871'de müze müdürlüğünden ayrılmasından sonra, Sadrazam Ali Paşa'nın yerini alan yeni Sadrazam Nedim Paşa müze müdürlüğünü kaldırdı; "Trentzio" isimli bir kişiyi Aya İrini'deki eserleri korumakla görevlendirdi. Ancak 1872'de, Ahmet Vefik Paşa'nın sadrazamlığı sırasında müze müdürlüğü yeniden kuruldu; bu göreve atanan "Anton Dethier" ölene kadar görevini sürdürdü. 1873 yılında maarif nazırı Ahmet Cevdet Paşa'nın çalışmaları ile genişletilen müze, Aya İrini'deki nem oranının eserler zarar vermeye başlaması üzerine 1875 yılında ve Fatih Sultan Mehmet tarafından 1472'de yaptırılan "Çinili Köşk"’e nakledildi. Koleksiyon artık tam olarak halka açık hale gelmişti; giriş ücreti 100 para olarak belirlendi; Çarşamba günleri kadınların ziyaret günü olarak ilan edildi. Dethier'in 1881'de ölümü üzerine "Osman Hamdi Bey" ilk Türk müze müdürü olarak göreve başladı. Osman Hamdi Bey'in, ülkedeki arkeolojik kazıların bir bölümünün Müze-i Hümayun tarafından gerçekleştirilmesi girişimleri sayesinde müzedeki eser sayısı çok arttı. Bir müze binasına ihtiyaç duyulması üzerine Mimar Vallaury tarafından ülkenin ilk müze olarak kullanılmak amacıyla inşa edilen binası tasarlandı ve 1891'de hizmete açıldı. 1903 ve 1907'de ek binalar yapıldı. 1910 yılında Osman Hamdi Bey'in ölümü üzerine müze müdürlüğünü kısa bir süre kardeşi "Halil Ethem Bey" yürüttü. 1912-1914 yılları arasında yayınlattığı "taş eserler kataloğu" ile müze dünyada tanınmış oldu. Başka bir binaya taşınan Sanayi Nefise(Güzel Sanatlar Okulu)'nin binası müzeye verilince burası Eski Şark Eserleri Müzesi olarak düzenlendi. Günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzeleri adıyla dünyanın en büyük müzelerinden birisi olarak varlığını sürdürür. Türkiye'de Müzecilik Sodyum karbonat Sodyum karbonat ya da trona. Sodyum türevlerinden birisidir. Formülü NaCO'tür. Deterjanların, kireç önleyicilerin, çamaşır ve tül beyazlatıcıların ürün bileşiminde kullanılır. Sodyum Karbonat oranı fazla olursa çamaşırları ve tülleri yıpratır. Çamaşır makinesinde kireç önleyici özelliği olmadığı gibi makinede teknik arızalara sebep olur. Doğada beyazımsı, renksiz, şeffaf ve taş şeklindedir. Bazik bir tuzdur. Suda NaCO + HO → NaOH + NaHCO biçiminde çözünür. Soda olarak bilinen sodyum karbonat değildir. Soda eskiden kazanlarda çamaşırları kaynatma yaparken veya merdaneli çamaşır makinelerinde kullanılan kristal yapıdaki (limon tuzu gibi) bir üründür. Soda, sodyum karbonattan imal edilir ancak su ile seyreltilmiş halidir. Deniz zambağı Deniz laleleri veya zambakları (Crinoidea), Saç yıldızları veya Deniz leylakları olarak da bilinir, derisi dikenliler (Echinodermata) şubesinden deniz hayvanlarının oluşturduğu sınıf. Vücutları bir sap ile buna bağlı kollardan yapılmış bir çiçeği andırır. Kadehe benzeyen taç kısmındaki kollar beşli bir yapı gösterir. Hayvanın vücut yapısı laleye benzediğinden bu ad ile anılır. Deniz lalelerinin sapsız olanları bir yere tutunmadan kas bağlantılı kollarıyla serbest olarak yüzerler. Saplılar, saplarıyla bir yere bağlı olarak yaşarlar. Sapın kaide kısmı genişlemiş veya kök şeklindedir. Sap uzunluğu 65 cm kadar olanları vardır. Su kanalları sistemindeki tüp ayaklar harekette değil, solunumda kullanılır. Sperm ve yumurta hücresi suda birleşir. Döllenmiş yumurtadan, serbest yüzen kirpikli larva teşekkül eder. Bundan da kendini bir yere tespit eden saplı larva meydana gelir. Bu da gelişerek serbest yaşayan veya kendini zemine tespit eden saplı deniz lalesi meydana gelir. Besinleri, plankton veya organik artıklardır. Bunlar hareketli kollarıyla yakalanarak taç bölgesinde bulunan ağza aktarılır. İskeletleri iğnesiz kalkerli plaklardan meydana gelir. Sarı, kırmızı, yeşil, beyaz gibi renkleri olup, toplu yaşarlar. Deniz dibi çiçeklerini andırırlar. Sığ yerlerden 250 metre derinliklere kadar bulunabilirler. Kopan parçalarını yenileme kabiliyetleri yüksektir. En çok paleozoik devrinde gelişen deniz lalelerinin bugün 800 kadar yaşayan türü bilinmektedir. Deniz hıyarı Deniz hıyarları, derisidikenlilerin "Holothuroidea" sınıfından omurgasız hayvanlar. Vücutları, ağızla anüsten geçen eksen istikametinde uzamış olup, sosis veya hıyara benzer. Ağız ve anüs karşılıklı iki uca yerleşmiştir. Diğer derisidikenlilerden, kutuplar yönünden geçen eksenin uzamasıyla farklılaşmıştır. Bu uzama hayvanın yan yatmasına sebep olur. Ağız çevresinde çelenk şeklinde 10-30 kadar duyu, dokunma ve av yakalamaya yarayan tentaküller (dokunaçlar) vardır. Genellikle 3–27 cm boyundadırlar. 60 cm uzunlukta olanları da vardır. 900 kadar türü bilinmektedir. Denizlerin kıyılara yakın sığ yerlerinde rastlanır. Ambulakral tüp ayaklarla yavaş hareket ederler. Tüp ayaklarını duyu organı olarak da kullanırlar. Tüp ayakları olmayan deniz hıyarları diplerde U şeklindeki oyuklarda yaşarlar. Solunumları vücut boşluğunda uzanan bir çift "suakciğeri" veya "solunumağacı" denen organlarla sağlanır. Kendilerini yenileme özelliğine sahiptirler. Yumurtlayarak ürerler, erkek ve dişilerinin şekli birbirine çok benzer. Bazıları hermafrodit (çift cinsiyetli)dir. Tentakülleriyle yakaladıkları plankton ve çamurlardaki organik maddelerle beslenirler. Çeşitli renklerde veya cam gibi saydam olanları da vardır. Güneydoğu Asya ve Avustralya sahil insanları deniz hıyarlarını deniz suyunda pişirip, kurutur. Yeneceği zaman tatlı suda kaynatıp, özellikle çorbasını yaparlar. Tehlikeyle karşı karşıya kaldıklarında etkileyici stratejiler uygularlar. Bazı türler beyaz bir tubül salgılayarak avını hareketsiz bırakabilir. Yerliler bu tubülü sağarak resif ayakkabılar ve sargı bezi yapar. Diğer etkileyici özelliği ise midelerini anüslerinden çıkarıp, bulunduğu çevreyi toksik bir çorbaya bular. Ortalama bir akvaryum dolusu balığı öldürebilir fakat kendi de ölür. Bazı türler kendilerini futbol topu kadar şişirebilir, bazıları ise su püskürterek çakıl taşı gibi görünebilir. En önemli özellikleri ise, vücutlarının her yanındaki yakalama kollajeni adlı yapı sayesinde kendini sıvıya dönüştürme becerileridir. Sıvı haldeyken küçük çatlaklardan geçebilir ve tekrar eski haline dönebilirler. AVR AVR, Atmel firmasının üretmiş olduğu 8 bitlik RISC mimarisine sahip mikrodenetleyicidir. Ucuz ve hızlı çalışan bir mikrodenetleyici olup, gelişmiş özellikleri bulunmaktadır. 2 KB ile 128 KB arasında değişen kapasitelerde yazılıp-silinebilen belleğe sahiptir.  Atmel, şirket ismidir, herhangi bir mikrodenetleyici ailesine verilen (PIC, AVR, Picollo gibi) isim değildir. Atmel mikrodenetleyicileri bir kac guruba ayrilabilir: ATtiny2313 modelinin özellikleri: Nesli tehlike altında olan türlerin listesi (A-Ac) Bu madde, nesli tükenme tehlikesinde olan türler listesidir ve IUCN Kırmızı Listeye göre düzenlenmiştir. {| cell-padding=0 cellspacing=0 ! "Bilimsel İsim" || Genel İsim Faruk Nafiz Çamlıbel Faruk Nafiz Çamlıbel (18 Mayıs 1898, İstanbul – 8 Kasım 1973, İstanbul), Türk şair, siyasetçi, öğretmen. Hecenin Beş Şairi'nden biridir. TBMM’de VIII., IX., X.ve XI. Dönem İstanbul Milletvekili olarak görev yapmış bir siyasetçidir. En ünlü eseri, "Han Duvarları" adlı şiiridir. Behçet Kemal Çağlar ile birlikte Onuncu Yıl Marşı’nın sözlerini yazmıştır. 18 Mayıs 1898 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Babası, Orman ve Maadin Nezareti memurlarından Süleyman Nazi
f Bey, annesi Fatma Ruhiye Hanım’dır. İlk ve orta öğretimini Bakırköy Rüştiyesi ile Hadika-i Meşveret İdadisi’de tamamladı. Şiire çocuk yaşlarda başladı. Yazarın ifadesine göre ilk şiiri “"Saat"”, "Çocuk Dünyası" adlı bir dergide yayınlandı (1914). Bir süre tıp öğrenimi gördükten sonra okuldan mezun olmadan ayrıldı ve gazeteciliğe başladı. 1917-1918’de Ati Gazetesi’nin yazı işlerinde çalıştı. 1922’de gazetenin temsilcisi olarak Ankara’ya gitti. 1922’de Kayseri Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. Kayseri’ye yolculuğunu, ""Han Duvarları"” adlı uzun şiirinde anlattı. Şiiri, Osmanzade Hamdi Bey’e ithaf etti. Kayseri’de kaldığı iki yıllık dönemde Milli Mücadele’nin havasını çok yakından yaşadı. Geleceğin ünlü şairi Behçet Kemal (Çağlar) onun Kayseri Lisesi’nde öğrencisi oldu. Şair, Kayseri Lisesi’nin marşını da kaleme aldı. 1924’te Ankara Erkek Muallim Mektebi edebiyat öğretmenliğine geçti; ardından Ankara Kız Lisesi'nde öğretmenlik yaptı. Ankara Kız Lisesi Marşı'nın güftesini yazdı. 1932’ye kadar yaşadığı Ankara’da cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık etti. 1924’te “"Çoban Çeşmesi"”, 1928’de “"Suda Halkalar"” isimli kitapları yayınladı. 1928’de Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati'nin başkanlığındaki “"Şark Vilâyetlerini Tedkik Heyeti"”'nde bulunarak Sivas, Erzincan, Gümüşhane, Trabzon, Erzurum illerini ve dönüşte Kastamonu'yu gördü. Bu yolculuk, onun edebi yaşamında bir dönüm noktası oldu. Memleket şiirleri yazmaya yöneldi. 1931’de Ankara Kız Lisesi’nde coğrafya öğretmenliği yapan Azize Hanım ile evlendi. Bu evlilikten İsmet ve Yeliz adında iki çocuğu dünyaya geldi. 1932-1946 arasında İstanbul’da edebiyat öğretmenliği yaptı. Vefa, Kabataş Lisesi ve Amerikan Kız Koleji edebiyat öğretmenliklerinde bulundu. 1933’de Onuncu Yıl Marşı’nın sözlerini Behçet Kemal Çağlar ile birlikte yazım yaptı. Ankara ve İstanbul’daki öğretmenlik yıllarında çeşitli dergi ve gazetelerde şiirler fıkralar yayınladı. Mizah dergilerinde “"Deli Ozan"” ve “"Çamdeviren"” takma adlarıyla mizahi manzumeler yazdı 1946’da siyasete atıldı ve 1946'dan 27 Mayıs 1960'a kadar Demokrat Parti İstanbul milletvekili olarak TBMM’de görev yaptı. 27 Mayıs 1960 ihtilalinin ardından tüm milletvekilleri ile birlikte kısa bir süre Yassıada'da, daha sonra da Celâl Bayar ve diğer DP milletvekilleri ile birlikte Kayseri Kapalı Cezaevi'nde tutuklu kaldı. 16 ay sonra aklanarak serbest kaldı. Serbest kaldıktan sonra siyasete dönmek istemedi. Son yıllarını Arnavutköy’deki evinde geçirdi. Yassıada’da arkadaşlarıyla birlikte yaşadığı baskıyı “"Zindan Duvarları"” adlı bir şiir ile anlattı ve şiiri kitap olarak yayınladı. Eşinin ani ölümünün ardından çıktığı Akdeniz gezisi sırasında Samsun vapurunda Kaş - Fethiye arasında seyrederken 8 Kasım 1973 günü bir gezi sırasında hayatını kaybetti. Cenazesi, 11 kasım 1973’te Zincirlikuyu Mezarlığı’na defnedilmiştir. Öğretmenlik yaptığı Kabataş Lisesi’nde 2005 yılında Faruk Nafiz Çamlıbel adına bir müze açılmıştır. İlk şiirlerini aruz ölçüsüyle yazdı. Cenap Şahabettin ve özellikle Yahya Kemal'in etkisinde kaldı. “"Edebiyat-ı Umumiye"” dergisi’nde yayımlanan “"Şarkın Sultanları"” şiiri, edebiyat çevresinde kendisine yer açmasını sağlayan ilk ürünü oldu. Aruzla yazdığı şiirlerini 1918’de “"Şarkın Sultanları"”, 1919’da “"Dinle Neyden"” ve “"Gönülden Gönüle"” adlı kitaplarında topladı. Sonralarıysa aruz ölçüsünden uzaklaşarak hece ölçüsünü ve Türkçenin yalınlaşması, yabancı kelimelerden ve kalıplardan uzaklaşılması düşüncesini benimsedi. Şiirlerinde hecenin Özellikle 7+7 kalıbına bir ses zenginliği kazandırdı. Milli edebiyatın oluşabilmesi, geliştirilebilmesini misyon edindi ve Enis Behiç Koryürek, Halit Fahri Ozansoy, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon ile birlikte Türk edebiyat tarihinde “Beş Hececiler”’den biri olarak anılır oldu: Sanatçı, halkın yaşantılarından çıkardığı konuları yine halkın söyleyiş ve nazım biçimleriyle dile getirir. Yepyeni görüşler getiren ünlü "Sanat" şiiri, memleketçi şiirin ilk bilinçli bildirisi kabul edilir. Batı etkilerine kapalı, Türk halk şiirine açık bir tutum içindedir. Şiirlerinde ele aldığı başlıca temalar aşk, hasret, tabiat, ölüm, kahramanlık ve ihtirastır. 1918-1930 arasında edebiyatın tek kuvvetli aşk şairi olarak tanınmıştır. Duygu ve düşünceyi bir arada yürüten, romantik ve realist konuları ve hayatları işleyen şiirleriyle ün yapmıştır. "Yolcu ile Arabacı" şiirindeki yolcuyu ruha, arabacıyı bedene benzettiği örneklerdeki gibi başarılı teşbihleriyle tanınır. Şiirin yanı sıra, yurt ve ulus sevgisini işlediği veya toplumsal gerçeklere yöneldiği oyunlar da yazdı. 1933 yılında Kayseri Lisesi’nden öğrencisi Behçet Kemal ile birlikte yazdığı sözler, Cemal Reşit Bey tarafından bestelendi ve eser, cumhuriyetin 10. yıl kutlamaları için düzenlenen marş yarışmasını kazandı. Yazarın tek romanı, 1936’da yayımlanan “"Yıldız Yağmuru"”dur. Bu romanında şair Şuküfe Nihal Hanım’a aşkını anlattığı düşünülür. Fagositoz Fagositoz sözlük manasıyla hücre yemesi demektir (Antik Yunanca φαγεῖν "phagein" Phago- yemek (fiil) + κύτος "cýtos", sito hücre demektir). Hayvansal hücrelerin, katı besin maddelerini, vezikül oluşturacak biçimde, sitoplazmalarına almaları. Fagositoz hayvansal hücrelerin kendilerine gerekli maddeleri almalarında en önemli yollardan birisidir. Örneğin, alkol kullanan birisi alkolü almadan önce biraz zeytin yağı içerse daha geç sarhoş olur çünkü zeytinyağı büyük moleküllü olduğu için ve zeytinyağını önce aldığımız için hücreye ilk ulaşan zeytinyağıdır bunun sonucunda da onun hücreden geçmesi zor olduğundan alkolde geçemez ve kişi daha geç sarhoş olur. Makrofajlar'ın vücuttaki infeksiyöz etkenleri veya yabancı maddeleri içine alması da fagositoz yoluyla olur. Fagositozda ATP (enerji) harcanır ve enzimler kullanılır. Fagositoz yalancı ayak oluşturularak yapılır. Fagositoz yapabilen canlılara amip, akyuvar örnek verilebilir. Fagositozun oluşumu; Örneğin bir amip besinin olduğu yere yaklaşır ve yalancı ayak oluşturularak besinin etrafı sarılır. Besin, koful oluşturularak hücre içine alınır. Daha sonra oluşan kofulla hücre içinde bulunan lizozom organeli birleşir ve sindirim kofulu oluşur. Sindirilen besinlerin gerekli olanları hücre içine alınır. Atılacak olanlar büyük yapıda ise ekzositozla, hücre zarından geçebilenler ise difüzyonla dışarı atılır. Fagositoz bir hücrelilerde, akyuvarlarda ve karaciğerdeki bazı hücrelerde görülür. Pinositoz Pinositoz (Eski Yunanca "pino" içmek, "sito" hücre anlamında), hayvansal hücrelerin sıvı haldeki maddeleri, vezikül oluşturarak, sitoplazmalarına almalarına verilen ad. Hücre zarının içeri doğru çökmesi ile oluşan küçük cepler, daha sonra zarın kapanmasıyla birlikte içi sıvı dolu pinositotik vakuollere dönüşür. Hücre, bu yolla iyonları ve diğer küçük molekülleri bir miktar sıvı ile birlikte bünyesine alır. Bu beslenme amaçlı işlem sırasında ATP harcanır. Besin kofulunda toplanan besinler, daha sonra lizozomlardan salgılanan enzimler yardımıyla sindirilir. Meydana gelen yapıtaşları sitoplazmaya geçer. Vezikül:Hücre biyolojisi'nde vezikül, maddeleri (ing:substance) depolayan veya taşıyan kapalı zardan oluşan, görece küçük hücre içi bir kesedir. Vezikülü sitozolden ayıran en az bir çift katlı lipit katmanı ile ayrılır. Hücre membranından madde geçişinin bazı diğer yolları: Ahmet Haşim Ahmed Haşim, (d. 1884, Bağdat - ö. 4 Haziran 1933, Kadıköy, İstanbul), sembolizmin öncülerinden Türk şairi. Bağdat'ta doğmuştur. Babası mülkiye kaymakamlarından ve Bağdat'ın eski ve bilinen ailelerinden biri olan Alusizadelere mensup Arif Hikmet Bey; annesi ise yine Bağdat'ın ileri gelenlerinden Kahyazadeler'in kızı Sara Hanım'dır. Meşhur tefsir alimi Mahmud el Alusi Ahmet Haşim'in babasının dedesidir. Babasının Arabistan vilâyetlerindeki memuriyetleri sebebiyle düzensiz bir ilkokul tahsili gördü. Aynı sebepten dil olarak da sadece Arapçayı öğrendi. Annesinin ölümü üzerine 12 yaşında babasıyla birlikte İstanbul'a geldi. 1897'de Galatasaray Sultanîsi'ne yatılı olarak verildi. Hâşim'in sanat ve edebiyata ilgisi Galatasaray Sultanîsi'nde başlar. Bilinen ilk manzumesi "Leyâl-i Aşkım" 1901'de "Mecmua-i Edebiyye"de yayınlandı. Bu dönemde Muallim Naci, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Cenab Şahabeddin'in tesiri altında kaldı. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı. Bundan sonra kendi şahsiyetini gösterdi ve ilk şiirlerini kitaplarına almadı. 1905 - 1908 yılları arasında yazdığı ve Piyâle kitabına aldığı "Şi'r-i Kamer" serisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkat çekti ve beğenildi. 1909'da kurulan Fecr-i Âtî'ye girdi. 1907'de mezun olunca Reji İdaresine memur olarak girdi. Bir taraftan da Mekteb-i Hukuk'a devam etti. I. Dünya Savaşı'ndaki askerliği (1914 - 1918) sırasında Çanakkale Cephesinde bulundu. Ayrıca Anadolu'nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu. 1924'te Paris'e, 1932'de de hastalığı sebebiyle Frankfurt'a gitti. Çeşitli yerlerde memur olarak çalışan Ahmet Hâşim, daha çok öğretmenlik yaptı. Sanâyi-i Nefise Mektebi'nde (Güzel Sanatlar Akademisi) mitoloji dersleri hocalığı ve Mülkiye Mektebi'ndeki Fransızca öğretmenliği görevlerine ölünceye kadar devam etti. "Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek." Prensibinden hareket eden Fecr-i Âtî grubunun yayın organı Servet-i Fünûn dergisinde şiirler yayınladı ve Servet-i Fünûn - Edebiyat-ı Cedide - topluluğuna yapılan hücumlara makaleleriyle katıldı. 1911'de yayınlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazandı. Fecr-i Atî dağıldıktan sonra siyasî ve edebî akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kaldı. Dış dünya gözlemlerini kendi prizmasından geçirerek anlatır; sonbahar, akşam kızıllığı ve karamsarlık önemli temalardır. Ahmet Haşim fıkraları, denemeleri ve gezi yazılarıyla da önemli bir yazardır. Düz yazılarında dili sade ve oldukça başarılıdır. Mezarı Eyüp cami yakınındadır. Şiirleri Diğer eserleri Ahmet Muhip Dıranas Ahmet Muhip Dıranas (d. 1909, Sinop;
ö. 21 Haziran 1980, Ankara) Türk şair, yazar. 1909-1980 İstanbul'da doğan şair,Ankara Erkek Lisesi'nde F. Nafiz Çamlıbel ile Ahmet Hamdi Tanpınar'ın öğrencisi oldu. Ankara Üniversitesi hukuk fakültesi ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'nde okudu. Resim ve Heykel Müzesi 'nde, Halkevleri'nde,Çocuk Esirgeme Kurumu'nda çeşitli görevlerde bulundu. Anadolu Ajansı, Devlet Tiyatrosu ve İş Bankası'nda üst düzey görevlere getirildi. Hece ölçüsünü büyük bir başarıyla uyguladığı şiirlerinde Fransız edebiyatından özellikle Baudelaire'nin yanı sıra Verlaine ve Rimbaud'un etkisi görülür. Lirik şiiriyle tanınır. Az sayıdaki şiirlerini Şiirler adıyla kitaplaştırmıştır.(1.bilgi) Bu bilgi yetersiz kaldığı durumlarda aşağıdaki ek bilgilere de bakabilirsiniz... 1909 yılında Sinop'un Salı köyünde dünyaya geldi. Ankara Erkek Lisesi'ni bitirdi. Lisedeki edebiyat öğretmenleri Faruk Nafiz Çamlıbel ve Ahmet Hamdi Tanpınar, şiir sevgisinin gelişmesinde etkili oldular. Ankara Erkek Lisesi'ni bitirdikten sonra Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde çalıştı(1930-1935). Ankara Hukuk Fakültesi'ne iki yıl devam ettikten sonra İstanbul'a gitti, Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü'ne girdi ve burayı bitirdi. Güzel Sanatlar Akademisi Kütüphane müdürlüğü yaptı. Dolmabahçe Resim ve Heykel Müzesi resim yardımcılığında bulundu. 1939'da Ankara'ya döndü ve CHP Genel Merkezi'nde Halkevleri Kültür ve Sanat Yayınları'nı yönetti. Ağrı dolaylarında askerlik görevini yaptıktan sonra, Ankara'da Çocuk Esirgeme Kurumu Yayın Müdürü, Kurum Başkanı (1957-1960), daha sonra İş Bankası Yönetim Kurulu üyesi oldu. Devlet Tiyatrosu Edebî Kurul Başkanlığı, Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu üyeliği yaptı. Politikaya atılarak Zafer gazetesinde yazılar yazdı. Birkaç kez DP'den milletvekili adayı olduysa da seçilemedi. Yayımlanan ilk şiiri, Ankara Lisesi'nden Muhip Atalay imzasıyla Millî Mecmua'da çıkan "Bir Kadına" adlı şiirdir 15 Eylül 1926. Sonra kendi imzası ile çeşitli dergilerde şiirler yayımladı. Çeşitli dergilerde yayımlanan şiirleri, 1974 yılında İş Bankası Kültür Yayınları arasında, "Şiirler" adı ile çıktı. Ayrıca Tevfik Fikret'in 'Rübab-ı Şikeste' adlı eserini Türkçeleştirerek 'Kırık Saz' adı ile yine İş Bankası yayınları arasında çıktı. 21 Haziran 1980'de Ankara'da vefat etti. Vasiyeti üzerine Sinop'un Salı köyünde toprağa verildi. Ahmet Muhip, Cahit Sıtkı Tarancı ile şiirde ahenge ve sese önem vermişlerdir. Mesela "Kar" şiirinde Ahmet Muhip sesi ön plana çıkarırken "Olvido" adlı şiirinde ne sesi anlama ne de anlamı sese baskın kılmıştır. Hece şiirinin son kuşağı denilebilecek şairler arasında Ahmet Muhip Dıranas, çağcıl Batı şiirine (Baudelaire, Verlaine) en yakın, kendinden bir iki kuşak sonrası şairler üzerinde, az sayıda şiirle bile olsa, uzun süre etkili olan bir şairdir. O da hocası Tanpınar gibi az yazmış, seyrek yayımlamış, şiirlerini şiire başladıktan neredeyse elli yıl sonra (1974) kitaplaştırmıştır. Gerek Fransız şiiri, gerekse kendinden önceki nesilden ustaları Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar'dan aldığı etkileri sanatına yedirerek özgün bir şiire ulaşmıştır. Hece ölçüsü sınırlarında kalarak ama durak ve vurgu yerlerini değiştirerek gelenekte çağdaşlığı yakalayan, tedaî (çağrışım) gücü yüksek, yurdu, insanı ve doğası ile barışık, alışılmadık deyiş örgüsüyle unutulmaz şiirler yazmıştır. Şiirlerinde aşk, tabiat, ölüm, hatıralar, sığ olmayan bir anlatımla ve düşündürücü biçimde verilmiştir. "Fahriye Abla" şiiri, Türk edebiyatının en ünlü şiirlerinden biridir. Oyun Ç. Çalar Saat Ekümeniklik Ekümeniklik, günümüzde genellikle, daha büyük bir dinî birliği ya da dinlerarası iş birliğini sağlama amacını güden girişimleri ifade eder. En geniş anlamıyla, dinî birlik veya dinî iş birliğinden maksat, üç İbrahimî din olarak İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik dinlerinin ortak manevî değerlerine vurguda bulunan dünya kapsamında bir dini birliktir. Daha çok bilinen dar anlamıyla ekümeniklik, bu üç dinin herhangi birinin mezhepleri arasında iş birliği anlamına gelir. Kavram, Grekçe "οἰκουμένη" (oikoumene) kelimesinden gelir, anlamı "yerleşilmiş dünya" yahut "meskun dünya"dır ve bununla Roma İmparatorluğu kastedilirdi. Günümüzde bu kavramla, birbirinden tarihsel, doktrinel ve uygulama açısından ayrılan Hristiyan mezhepleri ve Hristiyan kiliseleri kastedilir. Bu anlamıyla ele alındığında "ekümeniklik" Hristiyan birliğini sağlama gayesini ifade eder ve bu anlam şu idealle ifade edilir: Sadece tek çeşit Hristiyan Kilisesi kurumu olmalıdır. Hristiyan ekümenikliği, en dar anlamıyla, Hristiyanlığın farklı mezhepleri ve/veya grupları arasında birleşmeyi sağlama veya iş birliği kurma çabasıdır. Hristiyan ekümenikliği, dinlerarası çoğulculuktan farklıdır. Ekümeniklik, dinî çoğulculuk olarak da bilinen bu geniş anlamıyla, herhangi bir dinin içinde gerçekleşen ekümeniklikten farklıdır. Dinlerarası hareket olan ekümeniklik, dünya dinleri arasında karşılıklı saygı, hoşgörü ve iş birliğini sağlamak için uğraşır. Çeşitli dinî akımların temsilcileri arasındaki karşılıklı ilişki olarak ekümeniklik, herhangi bir örgütsel birlik oluşturmaktan ziyade, farklı inançların temsilcileri arasında daha iyi ilişkilerin oluşturulması gayesidir. Bu ekümenizm, Hristiyanlığın mezhepleri arasında ve/veya Hristiyan gruplarla diğer dinlerin mensupları arasında daha iyi ilişkilerin kurulması, hoşgörü ve dayanışmanın sağlanması için çaba gösterme amacını taşır. Bazı Katoliklere göre, ekümenizmin amacı, kendisini Hristiyan olarak tanımlayan bütün toplulukları Katolik Kilisesi çatısı altında, tek somut bir birlik haline getirmektir. Bazı Protestanlara göre, manevî birlik, yani kilisenin temel konulara dair öğretileri üzerine bir birliğin sağlanması yeterlidir. Luteryan din adamı Edmund Şlink’e göre, Hristiyan ekümenizminde en önemli husus, insanların farklı kilise örgütlerine değil, öncelikle İsa üzerine yoğunlaşması. Şlik’in kitabı Ökumenische Dogmatik’te (1983) kendisi bu konudaki görüşünü şöyle ifade eder, Modern ekümenik harekete kesin bir şekilde karşı çıkan ise, sadece tek bir gerçek Kilise olduğunu ve bunun da kendileri olduğunu belirten geleneksel Ortodoks kilisesidir. Buna ilaveten, "kardeş kilise" veya "iki akciğer" gibi teorileri ise Ortodoksluk reddetmektedir, zira bu dinî akıma göre Kilise bölünmezdir ve o kilise Ortodoksluktur. Amerikan Ortodoks Kilisesi’nden Peder John Boylan, 1980’lerde, bir anti-ekümenik harekete önderlik etmiştir. Hristiyan aleminin önemli bir kısmı için en önemli gayelerden birisi, Hristiyanlığın çeşitli mezheplerinin tarihsel ayrılıklarının üstesinden gelinerek yeni bir birliğin sağlanmasıdır. Bununla birlikte, ekümeniklik kavramı için farklı yorumlamalar yapılmıştır, Protestanlar ekümenikliği, temel itikadî konulardaki öğretilere dair bir uzlaşma, çeşitli gruplar arasında karşılıklı güvene dayalı bir örgütsel birlik olarak görürken, Katolikler ve Ortodokslar , Hristiyan aleminin birliği hususunda, İsa’nın Bedeni mecazında olduğu gibi çok daha somut bir yaklaşım içerisindedirler. Bu kilise meselesi, bazı ilahiyat konularıyla alâkalıdır (Örn; Evharistya) tek cemaatten önce tam dogmatik uyuşma aranmaktadır. Ekümenikliğin nihaî hedefi tek Kilise kurumunda birleşmektir ancak "Kilise nedir? " sorusuna dahi Hristiyanlar farklı cevaplar vermektedir. Sorunlara rağmen, Hristiyan toplumunu oluşturan mezheplerce birlik arzusu dile getirilmektedir. Katolik ve Hristiyan kiliseleri için yakınlaşma girişimi iki resmi dönemi kapsar; "sevgi diyaloğu" ve "hakikat diyaloğu". Birinci dönem, 1054 yılındaki karşılıklı aforoz’un 1965 yılındaki karşılıklı ilgasını, aynı yıl -ortak bir aziz olan- Kutsanmış Sabbas’ın kutsal emanetlerinin Mar Saba’ya geri getirilişini ve ikinci binyılda ilk kez bir papanın bir Ortodoks ülkesini ziyaret edişini kapsar (Papa II. Jean Paul’ün 1999’da Romanya Ortodoks Kilisesi patriği Teoctist’i ziyareti). İkinci dönem ise dogma konusunda fiilî ilahiyat toplantılarını kapsıyor ve halen devam etmektedir. Hristiyan ekümenikliği, Hristiyan alemini oluşturan üç büyük topluma göre tanımlanabilir: Katoliklik, Ortodoksluk ve Protestanlık. Bu üç ana akımın karmaşık yanlarını anlaşılır kıldığı ölçüde bu ayrım işe yarar bir model olarak görülebilir. Katolik Kilisesi, iki husus saklı kalmak kaydıyla birbirinden uzaklaşmış çeşitli Hristiyanların birliği için çabalamayı daima üstün bir amaç olarak görmüştür: Kutsal metinleri ve kutsal geleneklerin öğretimini yanlış yorumlamamak ve onlara olan imanı zedeleyecek yanlış bir birleşmeye yol açmamak. İkinci Vatikan Konseyi’nden önce, ana gerginlik yukarıda belirtilen ikinci görüş üzerineydi, Katolik Kilisesi’nin bu konudaki görüşü 1917 Kilise Hukuku Kanunu’nun 1258 no.lu kuralında geçmektedir. 1983 Kilise Hukuku Kanunu, hiçbir uyum kuralı içermez. Bu kanun, Katolik rahiplerinin Katolik Kilisesi’ne tam bağlı olmayan herhangi bir Hristiyanla Ekmek ve Şarap Ayini’ni kutlamasını yasaklamıştır (kural 908), mecburi şartlarda ve zorunlu durumlarda, diğer ayinlere iştiraki ise caiz görmüştür. Ekümeniklikle İlgili Normların ve Kuralların Uygulanmasına Dair Dini Hükümler’in 102 no.lu kuralına göre: "Hristiyanlar, şu anki ayrılıklarından kaynaklanan farklılıkları belli bir noktaya kadar hoşgörülmek üzere, ortak manevî mirasın bir sonucu olarak sahip oldukları ortak değerleri paylaşmak ve ortak etkinlikler düzenlemek ve ortak kaynak paylaşımında bulunmak hususunda teşvik edilebilir." 1983’teki bu değişikliğin sebebi olarak gördüğü Konsey’i toplantıya çağıran Papa XXIII. Jean, Konsey’in gayesinin, Papalıktan ayrılan gruplara, "İsa’nın yüce Baba’sına yaptığı coşkulu duasında dilediği birliği" arayıp gerçekleştirme amacına matuf nezaketli bir davet olarak Kilise kurumunun bizatihi kendisini yenilemesi için uğraşmak olduğunu belirtmiştir. Ekümenikliğe dair Katolikliğin bakış açısı, Konsey’in 21 Kasım 1964 tarihli kararnamesi, "Unitatis Redintegratio"’dan ve Papa II. Jean Paul’ün 25 Mayıs 1995 tarihli genelgesi "Ut Unum Sint"’ten alıntılanmış aşağıdaki metinlerde belirtilmektedir. Bazı Ortodoks kiliseleri
Katolik Kilisesi’nden kendilerine dönenleri genellikle vaftiz ederken, zaten daha önce vaftiz edilmiş olanların tekrar vaftiz edilmesini gerekli görmemektedir, Katolik Kilisesi daima Ortodoks Kiliseleri ve Oriental Ortodoks Kiliseleri tarafından yönetilen ayinlerin meşruiyetini kabul etmiştir. Aynı şekilde, Katolik Kilisesi hiçbir zaman Ortodoks Kilisesi veya bu kiliseye mensup olanlar için "heterodoks" veya "kafir" terimlerini kullanmamıştır. Hatta, "hizip" terimi bile Katolik Kilisesi’nin görüşüne göre–Kilise Hukuku Kanunu’nun 751 no.lu kuralında tanımlandığı ("Yüce Papalık kurumuna itaatten veya Papa’ya bağlı Kilise’nin mensuplarından oluşan cemaatten çıkma") anlamıyla, bugünkü Ortodoks Kilisesi’ne bağlı bireylerin durumunu tanımlamak için kullanılmaz. Oriental Ortodoksluk ve Ortodoksluk aynı tek cemaatin yerel kiliselerden oluşan iki ayrı grubudur. Her ikisi de kendisini –sırasıyla 5. yüzyılda ve 11. yüzyılda (3. ve 7. ekümenik konseylerden sonra) Batı’dan ayrılan- özgün Ortodoksluk olarak kabul eder. Bu yerel kiliselerden bazıları son zamanlarda birbirleriyle ve bazı Batı kiliseleriyle –tek cemaat olmamakla birlikte - ilahiyat görüşmeleri yapmaktadır. Ortodoks Kilisesi, 19. yüzyılın sonlarında Dünya Hristiyan Öğrenciler Federasyonu’nda Ortodoks öğrencilerin yer almasından bugüne dinlerarası diyalogda yer almaktadır ve bazı Ortodoks patrikler, cemaatlerini Dünya Kiliseler Konseyi’nin kurucu üyesi olarak tescil ettirmiştir. Yine de Ortodokslar, Hristiyanlık inancını dogmatiklik karşıtı, geleneksellik karşıtı, kırpılmış, indirgenmiş bir Hristiyanlığa dönüştürecek herhangi bir Hristiyanlık reformu içinde yer almaya istekli değillerdir. Ortodoks Kilisesi’ne göre Hristiyanlık demek Kilise kurumu demektir ve Kilise kurumu da Ortodoksluktur, ne eksik ne fazla. Bu yüzden, Ortodoks ekümenikliği kendisini "Şeytan’la bile diyaloğa açık" kabul etmişse de, Ortodokslar ekümenik faaliyetlerdeki konumlarını "hakikate şahitlik etmek" olarak, ideallerini ise heterodoksları (Ortodoks olmayanları) tekrar Ortodoksluğa döndürmek olarak belirlemişlerdir. Ortodoks Kilisesi’nin Ortodoks olmayanlara karşı tutumunu gözlemlemenin bir yolu, diğer inançlara mensup kişileri kendi dinlerine kabul ederken hangi usulle aldıklarını izlemektir. -Budistler veya ateistler gibi- Hristiyan olmayanlardan Ortodoks Hristiyan olmak isteyenleri kabul ederken vaftiz ve krismasyon törenlerinden geçirirler. Protestanlar ve Katolikler kimi zaman sadece krismasyon töreni ile kabul edilirler, bu durumda daha önceden teslisli vaftiz olmuş olmaları aranır. Protestanlar ve Katolikler -"diğer inanan" anlamında- "heterodoks" olarak adlandırılırlar, bu kavram "kafir"den farklıdır, Kilise kurumunu kasten reddetmedikleri anlamını ima eder. Bununla birlikte, bu tür politikalar her bir kilise tarafından ayrı ayrı belirlenebiliyor ve daha gelenekçi Ortodoks cemaatler Ortodoksluğa dönen her kişiyi vaftiz ve krismasyon töreninden geçiriyor. Ekümenikliğe ve dinlerarası diyalog konusuna nasıl yaklaşılması gerektiğine dair varolan onca anlaşmazlığa karşın, Ortodoks Hristiyanların içinde her türlü dinlerarası diyaloğa –ister Hristiyan mezhepleri arasında olsun ister Hristiyanlık dışındaki dinlerle olsun- öfkeli bir şekilde karşı çıkan çok geniş bir kitle vardır. Onlara göre ekümeniklik ve dinlerarası diyalog Ortodoks Kilisesi geleneği için zararlıdır, Ortodoksluğun bir çeşit zayıflaması demektir. Anglikan Cemaati’nin mensupları çoğunlukla ekümenik faaliyetleri benimsemiştir ve Dünya Kiliseler Konseyi ve NCCC gibi kuruluşlarda etkin görev almaktadır. Anglikanlardan oluşan birçok yerleşim yerinde ekümeniklik ilişkileri için tahsis edilmiş resmi daireler vardır, bununla birlikte Liberal Hristiyanlığın son zamanlardaki yayılışı cemaat içinde gerilimin artmasına yol açmıştır ve cemaatin kimi üyelerinde ekümenikliğin onları nereye götürmekte olduğu kuşkusuna yol açmıştır. Anglikan Cemaati’nin üyesi olan her bir kilise, cemaatler arası ilişkilerde kendi kararını vermektedir. 1958 Lambet Konferansı’nda, aynı mezhepten olmayan iki Kilise arasında –karşılıklı tanıma ve hizmet kabulünü de içeren- "communio in sacris"in serbest olması önerilmiştir. Tek cemaat teriminin kapsamı dışında kalan bazı ilişki şekillerinin iki kilise arasında anlaşma yoluyla kurulabildiği bu ilişki türü için cemaatler arası ilişki terimi daha uygun görülür. Anglikan Cemaati’nin provinsleri ile aşağıda belirtilen kiliseler arasında tek cemaat ilişkisi kurulmuştur: ABD Piskoposlar Kilisesi, son zamanlarda şu dini topluluklarla diyalog kurmaktadır: 18. yüzyılda Unitas Fratrum’u (" Moravya Kilisesi"’ni) yeniden düzenleyen Zinzendorf kontu Nikolaus Ludvig (1700-1760), "ekümenik" kelimesini bugünkü anlamıyla kullanan ilk kişidir. –Mezhepsel yaftaları bir kenara iterek- tüm Hristiyanları -Pensilvanya’da yaşayan Alman asıllı göçmenler arasında yaygın olarak bilinen- "Kutsal Ruhtaki Tanrı Kilisesi" çatısı altında birleştirme çabaları –zamanımızdan 200 sene önce yaşamış olan- çağdaşları tarafından yanlış anlaşılmıştır. Protestanların yakın zamanlardaki ekümeniklik faaliyetlerine girişlerinin miladı olarak 1910 Edinburg Misyonerlik Konferansı kabul edilir. Bununla birlikte, öncül Hristiyan gençlik hareketleri olmadan bu konferansın gerçekleşmesinin zor olduğu kabul ediliyor. Bu öncü hareketler şunlardır: 1844’te kurulan Genç Hristiyan Erkekler Derneği, 1855’de kurulan Genç Hristiyan Kadınlar Derneği, 1895’de kurulan Dünya Hristiyan Öğrenciler Federasyonu ve 1908’de kurulan –ileride kurulacak olan ABD Ulusal Kiliseler Konseyi’ne de öncülük edecek olan- Federal Kiliseler Konseyi. Eski GHED üyesi ve DHÖF’nin 1910’da genel sekreterliğini yapmış olan Metodist John R. Mott öncülüğünde toplanan İnsanlık Misyonu konferansı, İnsanlık misyonu uğruna mezhepsel sınırların bir kenara bırakılması için çaba sarfedilen, o güne kadarki en geniş katılımlı Protestan toplantısıdır. Charles Henry Brent’in öncülük ettiği "İnanç ve Görev" hareketi ve Nathan Soderblom’un öncülüğündeki "Hayat ve Görev" hareketi Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan gelişmelerdir. Neticede, 1948’de Dünya Kiliseler Konseyi, 1950’de ABD’de Ulusal Kiliseler Konseyi ve 2002’de İsa’da Birleşen Kiliseler kuruldu. Bu topluluklar –ilahiyat açısından Anglikanlara, Ortodokslara ve Katoliklere göre Protestanlar genellikle daha liberal ve daha az gelenekçi olduğu için- ilahiyat açısından liberale yakın olarak kabul edilir. Protestanlar bugün çeşitli ekümenik topluluklarda yer alıyorlar, kimi zaman organik anlamda mezhepsel birlik için faaliyet yürütülürken kimi zaman sadece iş birliği ile sınırlı faaliyet yürütüyorlar. Protestan mezheplerin ve bakış açılarının çeşitliliğinden ötürü Protestanların kendi içlerinde tam bir iş birliği yapmaları zorlaşıyor. Edmund Şlink’in "Ökumenische Dogmatik"i bu sorunların çözülmesi, karşılıklı tanıma ve yenilenmiş bir kilise birliğini sağlamak için bir yol haritası öneriyor. 1999’da Luteryan Dünya Federasyonu ve Katolik Kilisesi tarafından Protestan Reformu’nun temelini teşkil eden Günahtan Arınma’nın özüne dair ortaya çıkmış olan çatışmayı bitiren Günahtan Arınma Öğretisinde Birleşme Bildirisi –her ne kadar bazı muhafazakar Luteryanlar ikna olmasa da- imzalandı. 18 Temmuz 2006’da Dünya Metodist Konferansı’nın delegeleri Birleşme Bildirisi’ni oybirliğiyle kabul etti. 1054’te gerçekleşen –ve Hristiyanlığın Batı (Katolik) ile Doğu (Ortodoks) kolları arasında Büyük Bölünme’ye yol açan– karşılıklı aforozlar, 1965’te Papa ve İstanbul Ekümenik Patriği tarafından iptal edildi. Katolik Kilisesi’nin Kilise Hukuku’nda şöyle bir hüküm yer almaktadır: "Mürted, kafir veya bölücü kişi, latae sententiae (kendiliğinden) aforoza uğrar. Kural 194 ß1 no.2’deki "Bir rahip, bundan ayrıca, Kural 1336 ß1 no. 1-3’te belirtilen cezalara uğratılabilir". Bu ceza, Ortodoksları ve diğer Katolikdışı mezhepleri de kapsar. Ayrıca, Ortodoksların Kilise Hukuku’nda da benzer hükümler mevcuttur. Roma Katolikleri ve Ortodokslar arasındaki -Doğu Katolik Kiliseleri sorunu üzerinde bir anlaşmaya varılamaması üzerine askıya alınan- ilahiyat görüşmeleri 2006’da yapılan bir dizi ilahiyat toplantısıyla tekrar canlandı. Komünist iktidarlar tarafından zamanında Ortodoks Kilisesi’ne verilmiş olan ve günümüz iktidarları tarafından tekrar Doğu Katolik Kiliselerine verilmiş olan kiliseler ve diğer mülklerle ilgili sorun, tartışmalarla gitgide alevlenmiş ve görüşmeler askıya alınmıştı. Kuzey Amerikalı Katolik ve Ortodoks piskoposlar süresiz bir diyalog faaliyetin başlattılar. Piskoposlar, "Kuzey Amerika Ortodoks-Katolik İlahiyat İstişaresi" adıyla periyodik olarak toplanıyor. Birleşik Devletler Katolik Piskoposlar Konferansı Dinlerarası İlişkiler ve Ekümeniklik Piskopos Komitesi ile Amerika Meşru Ortodoks Piskoposları Daimi Konferansı arasında 1965’te istişarenin kuruluşundan beri her yıl iki kez toplanılıyor. Kanada Katolik Piskoposlar Konferansı ise istişareye 1997’de destek amacıyla katılmıştı. İstişare kurumu, 1981’den beri her yıl toplanan Ortodoks ve Katolik Piskoposlar Ortak Komitesi ile eş zamanlı çalışmaktadır. İstişare’de 1999’dan beri, Filioque cümlesi üzerinde nihaî bir mutabakata varmak ümidiyle yapılan müzakereler sürüyor. Benzer görüşmeler ulusal ve uluslararası çapta, Katolikler ve Anglikanlar arasında da yapılıyor. Dünya Kiliseler Konseyi, ABD Ulusal Kiliseler Konseyi, İsa’da Birleşen Kiliseler ve Hristiyan Kiliseler Birliği gibi topluluklar Protestanlar, Ortodokslar ve Katolikler arasında ekümenik iş birliğini teşvik etmeyi sürdürüyor. Almanya’daki Bonn Üniversitesi gibi kimi üniversiteler de "ekümenik çalışmalar" konusunda diplomalı kurslar düzenliyor. Bu kurslarda çeşitli mezheplerden çeşitli ilahiyatçılar kendi dini geleneklerini anlatıyor ve aynı zamanda mezhepler arasında ortak bir zemin oluşturmaya çalışıyor. Ekümenik faaliyetlerin, "ayrılık skandalı"nın ve yerel gelişmelerin etkisiyle bazı "birleşik" ve birleşen kiliseler ortaya çıktı, resmi birliğin mümkün olmadığı durumlarda çeşitli karşılıklı tanıma stratejileri uygulamaya konuluyor. Aynı kiliseyi
iki ya da daha fazla mezhebe mensup grupların kullanması şeklinde bir gelenek başlatıldı. Bu gruplar aynı kiliseyi, ayrı ayrı ayinler yaparak veya tek çeşit ayinde her bir mezhepten öğeler kullanarak iş birliği gerçekleştiriyorlar. Azınlıkta kalan bir kısım Hristiyan ise ekümenikliğe karşıdır. Ortodoks dünyasında, tartışmalı olarak, Ortodoks ruhaniyatının en önemli merkezi sayılan Aynaroz manastır topluluğu ekümenik gelişmelere ilişkin endişelerini ve Ortodoksların bu faaliyetlerde yer almasına muhalefetlerini açıkça dile getiriyorlar. Onlar modern ekümenikliği, diğer Hristiyanları uzlaştırabilmek için temel öğretilerde taviz vermek olarak kabul ediyorlar ve -ekümenik girişimlerde yer alan katılımcıların din değiştirmesinden ziyade- karşılıklı dinlerarası ilişkiye götüren diyalog üzerine vurguda bulunulmasına karşı çıkıyorlar. Eski Takvimci Grekler, Yedi Ekümenik Konsilin’in öğretilerinin Jülyen Takvimi’ni kaldırmayı ve kilise takvimini değiştirmeyi yasakladığını savunmaktadırlar. Ortodokslararası İlahiyat Konferansı, Eylül 2004’te Selanik Aristo Üniversitesi’nde "Ekümeniklik: Kökenleri, Beklentiler, Hayal Kırıklığı" adıyla düzenlediği organizasyonda ekümeniklik hakkında olumsuz görüş bildirdi. Muhalif Protestanlar ise aşırı muhafazakar veya karizmatik zemindeki kiliselere ve ana Protestan akımların en muhafazakar kesimlerine yöneliyorlar. Gelenekçi Roma Katolikleri Katolik olmayanların Katolik inancına dönmesini zorunlu kılmayan ekümenikliğin yanlış bir Hristiyan birliğine yol açacağını düşünüyorlar. Gelenekçi Roma Katolikleri bu durumu, İncil’in Katolik yorumuna, Papa 11. Pius’un "Mortalium Animos"’una, Papa 12. Pius’un "Humani Generis"’ine ve diğer belgelere tezat olarak görüyorlar. Bazı Evanjelist ve birçok karizmatik Hristiyan, ekümenizmi –gerçekleşeceği İncil’de bahsedilen- İsa’nın geri dönüşünden önce ortaya çıkacak olan ahir zaman dönekliği olarak görüyorlar ve ekümenik hareketlerin belli başlı temsilcilerinin dinî beyanları ile -Kutsal Kitap 2. Petrus 2:1-2’de tasvir edilen- ahir zamanın sahte dinî liderlerinin öğretisel duruşları arasında sağlam benzerlikler görüyorlar. Baptistlerin birçoğunu, bazı Luteryanları, Yedinci Gün Adventistlerini, mezhepdışı Hristiyanları kapsayan geniş bir Evanjelist kesim ve Hristiyan ve Misyoner İttifakı kilisesi gibi bazı Evanjelist Hristiyan kiliseler ekümenik faaliyetlerde aktif olarak yer almıyorlar. Ayrılık öğretisi bazı Evanjelist kiliseler tarafından ekümenik faaliyetlerde yer alan kiliselere ve mezheplere karşı benimseniyor. Tanrı’nın Meclisleri gibi Pentekostalların çoğu ekümenikliğe uzak duruyor. Bununla birlikte, bazı Pentekostal kiliselerin de yer aldığı bazı örgütler ekümenik hareketlere katılıyor. Missouri Sinod Luteryan Kilisesi, Amerika Presbiteryen Kilisesi ve Serbest Metodist Kilisesi gibi diğer Amerikan muhafazakar Protestan kiliseleri de ekümenikliğe Evanjelist emsalleri gibi isteksiz yaklaşıyor. Birçok Evanjelist kilise –özellikle Baptist geleneğinde yer alanlar- "cemaatçi özerklik" uyguluyorlar. Bu sistemde yerel cemaatler kendi işlerini idare ediyorlar ve dinî sorunlarına göre ve ibadet şekillerine göre kendi kararlarını veriyorlar. En yüksek dinî yetkili kurumun yerel cemaatler olduğu bir ortamda bu cemaatler, mezhepler arasında resmî bir birleşmenin gerçekleşmesi için çaba göstermeye gerek duymuyorlar. Birçok Evanjelist kilise, Ulusal Evanjelistler Derneği ya da Dünya Evanjelist Kardeşliği gibi derneklere katılıyorlar ve yine World Vision, Genç Yaşam gibi mezhepdışı Hristiyan örgütlerinde yer alıyorlar. Evanjelist kiliseler kimi zaman kendi mezheplerinde ana akımda yer alan Protestanlarla, Katoliklerle ve Ortodokslarla afet yardımları ve siyasî lobileşme faaliyetlerinde iş birliği yapmaktadırlar. Aşırı muhafazakar olarak adlandırılan daha tutucu bazı Evanjelistler ve Pentekostallar ise Ulusal Evanjelist Derneği ve Sözünü Tutanlar gibi daha az muhafazakar çerçevedeki mezheplerarası etkinlikleri veya örgütlenmeleri ekümenikliğin yumuşatılmış bir şekli olarak görüyorlar ve diğer emsallerinden farklı olarak bu topluluklara dahi uzak duruyorlar. Birleşik Devletler’deki birçok Baptist cemaat ekümenikliğe ve hatta diğer Baptist topluluklarla ortak etkinliklere bile karşı çıkıyorlar. Bununla ilgili son örnek Güneyli Baptist Toplumu’nun Dünya Baptist İttifakı’ndan çekilmesidir. Her ne kadar Dünya Baptist İttifakı, Baptistlerin kendi aralarında iş birliği ile hareket etmeleri gayesini güdüyorsa da, bu örgüt ekümenik bir hareket değildir, durum böyleyken Güneyli Baptist Toplumu, bünyesinde yer alan aşırı muhafazakar unsurlardan ötürü, böylesine sınırlı ekümenik yaklaşımlardan dahi kaçınır. GBT’nin aşırı muhafazakarları, GBT’nin resmen karşı olduğu "kadınların papazlığa atanması" uygulamasını DBİ’nin bütün Baptist topluluklar için yürürlüğe koymasından dem vurmaktadır. GBT’nin eleştirel gözlemcilerinin açıklamasına göre GBT’nin aşırı muhafazakar tutumundan soğumuş olan ılımlı Baptistlerin toplandığı Dayanışmacı Baptist Kardeşliği’nin DBİ’ye kabul edilişi GBT’nin DBİ’den ayrılmasının asıl nedenidir. Birleşik Devletler’deki Baptistlerin önemli bir kısmı, aynı düşünce yapısına sahip Baptistlerin oluşturduğu ve Bağımsız Baptistler olarak bilinen ayrı ayrı örgütlenmiş olan kiliselere mensuptur. Bu kiliselerin birçoğu, diğer aşırı muhafazakar cemaatler gibi, İncil’in modern çevirilerinin inanışa ters düştüğünü düşünüyor ve diğer Baptistleri ve Evanjelistleri de dahil ettikleri hemen hemen bütün mezhepleri dinden çıkmış ilan ediyor. Bu aşırı muhafazakar kiliselerin inanışına göre ekümeniklik dinden dönmüş sahte Hristiyanları –muhtemelen Vatikan’ın hilesinin de yardımıyla- Deccal’e tâbi olmaya sevkedecektir. 2001’de bir grup Pentekostal geleneksel ekümenik akımlara muhalefeti bırakarak Uluslararası İnanç Halkası’nı kurdu. "Ekümenik" kavramının Türkiye'de ilk kez gündeme gelişi 1517 yılında Yavuz Selim'in, Mısır'ı fethettiğinde, İskenderiye ve Antakya Patrikhanelerini, İstanbul'daki Rum Patrikhanesi'ne bağlaması ve patriği de 'Ekümenik' (yani 'Cihan patriği') ilan etmesiyle ortaya çıktı. Bugün itibarıyla, Fener Rum Patriği Bartholomeos'un dış ilişkilerinde "Yeni Roma'nın ve İstanbul'un Başpiskoposu ve Evrensel Patriği" unvanını kullanması -Lozan Antlaşmasıyla hukuki ve siyasi konumu kaldırılan bu unvanı tanımayan- Türkiye Cumhuriyeti'yle sürtüşmelere yol açmaktadır. Türkiye’de ekümenik kavramı Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin (Fener Rum Patrikhanesi) muhtar ve eşit Ortodoks kiliseleri arasında onursal önceliğini anlatmak için kullanılır. Ortodoks Rum Patrikhanesi ekümenik unvanı ile Ortodoks kiliselerinin birliğini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Geçmişte Ortodoks kiliseleri birbirlerinin üzerinde değil, yan yana ve ayrı ayrı örgütlenmişlerdi. Bu yüzden aralarında bir hiyerarşi yoktur. Fener Rum Patriğinin Atina Başpiskoposu veya Moskova Ortodoks Patriği üzerinde bir yetkisi yoktur. Ancak onların kabul ettikleri kapsamda bir birleşmeyi gerçekleştirebilir. Uygulamada güçlükler çıkmaktadır. Örneğin ABD'daki Rum ve Rus Ortodoksların örgütlenmesinde İstanbul ve Moskova Patrikhaneleri aynı görüşte değildirler. Rum Ortodoks Patrikhanesi'nin ekümenikliği hususuna Atina Başpiskoposu, Türkiye Cumhuriyeti'nden daha fazla karşı çıkmaktadır. Geçmişte ekümeniklik, Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarının coğrafî ve siyasi bütünlüğüne dayanmıştır. Bugün böyle bir temel yoktur. Kung Fu Kung Fu şu anlamlara gelebilir: France Prešeren France Prešeren (3 Aralık, 1800 - 8 Şubat, 1849) Sloven şairdir. Slovenya şiirinin en önemli şairi olarak kabul edilir, sadece ulusal veya bölgesel olarak değil Avrupa edebiyatının da önemli şairleri içine girmiştir. Prešeren en önemli Avrupalı romantizm taraftarlarındandır. Onun şevkli, samimi güfteleri, şiddetli duygusal fakat sadece içli olan tarzı onu Slovenya'da Romantik okulunun baş temsilcilerinden yapmıştır. Slovenya'da Vrba köyünde köylü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Annesi onun bir rahip olmasını istiyordu, fakat o hiç rahip sınıfına gitmedi. Felsefe okudu ve daha sonra Viyana üniversitesinde hukuk eğitimi aldı. Hukukta Ph.D unvanını elde ettikten sonra, Avusturya'da Laibach (bugün Ljubljana olarak biliniyor) kentinde bir hukuk firmasında yardımcı olarak işe başlamıştır. Hiçbir zaman bağımsız bir avukat olmayı başaramamıştır. Boş zamanlarında şiirler yazıyordu. En ünlü çalışması, "Sonetni Venec" (Bir çelenk sone) doğrudan Julija Primic'e (Almancalaştırılmış "Julia Primitz") olan mutsuz aşkından ve en yakın arkadaşı şair Matija Čop'un (Matthias Tschop) ölümünden esinlenerek yazılmıştır. Bu çalışmadaki birçok dizeler hem acı hem tatlı tutkularla doludur. "Sonetni Venec" ilginç bir biçimde yazılmıştır: bir sonenin son satırı sonraki sonenin ilk satırı olmaktadır, koleksiyondaki on dört sonenin tümü birbirine dolaşan içli duygusal bir buket oluşturmaktadır; bir sone diğeri olmadan var olamamaktadır. On dört sonenin ilk satırları ise ayrı bir sone oluşturmaktadır ve bu satırlarında ilk harfleri "Primicovi Julji" "Julija Primic'a" kelimesini oluşturmaktadır. 1836 civarında Prešeren sonunda Julija'ya olan aşkının geri dönmeyeceğini kabul etmiştir. Prešeren daha sonra Ana Jelovšek ile evlenmesine rağmen, ölüm döşeğinde Julija'yı hiç unutmadığını itiraf etmiştir. Prešeren'in "Zdravljica" ("Tost") şiirinin yedinci şiir kıtası 1991 yılından beri Slovenya'nın millî marşıdır. Şiirleri çeşitli dillere çevrilmiştir. Ayrıca Almanca olarak da yazmıştır. Şiirlerinden bazıları ilk defa gazetede yayımlandığı zaman Slovenca ve Almanca olarak basılmıştı. 8 Şubat 1849'de Slovenya Kranj'da ölmüştür. Slovenya'da 8 Şubat şu anda Prešeren Günü olarak anılmaktadır ve Slovenya'nın kültürel tatilidir. Prešeren ayrıca Slovenya 1000 tolarlık kâğıt paralarında yer almaktadır. Ljubljana'daki Prešeren Meydanı'nda şairin meydanın karşısındaki bir binanın duvarının üzerinde duran Julija'nın yarı kabartmasına sonsuza kadar seyreden heykeli bulunur. İsmi bazen "Franz Prescheren" olarak Almancalaştırılır, özellikle Slovenya'nın Avusturyalılar taraf
ından yönetildiği eski belgelerde. Kung Fu (dizi) Kung Fu(1972-1975), başrolünde David Carradine'ın oynadığı ödül kazanmış bir Amerikan TV dizisidir. Ed Spielman tarafından tasarlanmış, Jerry Thorpe tarafından yönetilip üretilmiş ve Herman Miller (kendisi ayrıca yardımcı yazar ve yardımcı üreticisidir) tarafından geliştirilmiştir. David Chow ise teknik ve kung fu danışmanlığını yapmıştır. "Kung Fu", Şaolin rahibi Kwai Chang Caine'in vahşi Amerika'da, sadece dövüş sanatları yetenekleri ile donanmış olarak, üvey kardeşi Danny Caine'yi arama maceralarını anlatır. David Carradine yetişkin Caine'yi, Rad Pera ise genç Caine'yi canlandırır. Devamlı rollerde Keye Luke (kör Usta Po) ve Philip Ahn (Usta Kan) bulunur. 19. yüzyılın sonlarında geçen hikâyede, Kwai Chang Caine, Amerikalı bir adamla Çinli bir kadının yetim kalmış oğludur. Şaolin manastırında rahipler tarafından Şaolin ustası olmak için eğitilmiştir. Usta olduktan sonra, bir kaza sonucu imparatorun yeğenini öldürmüş ve Çin'den kaçmıştır. Üvey kardeşi Danny'nin orada olduğunu düşündüğü için, vahşi batıya gelmiştir. Kardeşi Danny'i bulmak istemekte, ama rahiplerden aldığı eğitim nedeniyle toplumsal sorumluluk sahibi olduğu için, çoğunlukla kendisini adalet için savaşırken bulmaktadır. Daha sonra yeni çevresini aradığı gizlilik ve güvenlik için terk etmektedir. Bu gizlilik ve toplumsal sorumluluk çelişkisi sık kullanılan geri dönüşlerle anlatılır. Bu geri dönüşlerde, yetişkin Caine (Carradine) manastırdaki eğitimlerinden özel bir dersi, bir çocuk (Rad Pera), kör Usta Po (Keye Luke) ve Usta Kan (Philip Ahn), karakterleri ile birlikte hatırlamaktadır. Üçüncü (son) sezonun dört sonuç bölümünde, ("Barbary House," "Flight to Orion," "The Brothers Caine," ve "Full Circle,") Caine sadece kardeşi Danny'yi değil ayrıcı yeğeni Zeke'i de bulur. Herbie J. Pilato, "The Kung Fu Book of Caine" kitabının 21. ve 157. sayfalarında, Carradine'ın dans yetenekleri sayesinde Bruce Lee'nin yerine baş rolü aldığını yazar. Carradine, dizinin başladığı 1971/1972 yıllarında daha ünlü bir aktördü. Lee ise, dizi başladıktan kısa süre sonra "Enter the Dragon" ile üne kavuşmuştur. Yıllar sonra, Lee'nin oğlu Brandon Lee devam serisinde önemli bir rol aldı. İlk "" (1986) filminde Caine (Carradine) şimdiye kadar bilinmeyen oğlu Chung Wang (Lee) ile dövüşmek zorunda kalmıştır. İkincisinde, "" (1987) filminde ise hik|âye şimdiki zamana gelir ve Kwai Chang Caine'nin büyük-büyük torunu olan Johnny Caine (Lee) etrafında gelişir. İlk seri bittikten yirmi yıl sonra, ilgili bir seri birçok kanalda birden gösterilmiştir. Bu seride Kwai Chang Caine'nin neslinden olan bir karakterin hik|âyesi anlatılmıştır. İsmi "Kung Fu: Efsane Devam Ediyor" olan seride yine başrolde Carradine ve oğlu rolünde Chris Potter yer almıştır. İkinci seri 1993-1997 yılları arasında dört yıl sürmüştür. Temmuz 2006'da Ed Spielman ve Howard Friedlander, Çin'de geçen "Kung Fu" serilerinin geçmişini anlatacak uzun metrajlı bir filmin yapım aşamasında olduğunu, David Carradine'ın projeye geri dönmeyeceğini ve efekt yüklü bir film olmayacağını açıkladılar.. Cemal Ebu Samhadana Cemal Ebu Samhadana (8 Şubat, 1963 - 8 Haziran, 2006), Filistinli güvenlikçidir. Filistin Halk Direniş Komiteleri'nin lideriydi. Cumhurbaşkanı Mahmud Abbas'ın karşı çıkmasına karşın HAMAS tarafından ulusal Güvenlik Şefi olarak atandı. 8 Haziran 2006 tarihinde bir İsrail hava saldırısında öldürüldü. İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki Han Yunus kasabası yakınına düzenlediği bu füze saldırısında, Samhadana ile birlikte 4 kişi daha yaşamını yitirdi. EC numarası Enzim Komisyonu numarası (EC numarası) enzimleri katalizledikleri kimyasal reaksiyonlarına bağlı bir numaralandırma sistemidir. Enzim adlandırma sistemi sonucunda her EC numarası ona karsılık gelen enzim için bir isimle eşlendirilmiştir. Her enzim kodu "EC" harflerini izleyen, noktalarla ayrılmış dört sayıdan oluşur. Bu numaralar enzimin gittikçe daha ince sınıflandırmasına karşılık gelir. Örneğin, tripeptit aminopeptidaz enziminin kodu "EC 3.4.11.4"dür, bu sayılar şu enzim gruplarını belirtir: EC 3 enzimleri hidrolazlardır (bir molekülü parçalamak için suyu kullanan enzimler), EC 3.4 peptit bağına etki eden hidrolazlardır, EC 3.4.11 enzimleri bir polipeptidin amino ucundaki amino asidi ayırırlar, ve EC 3.4.11.4 enzimleri tripeptitlerin amino ucunu keserler. Aslında EC numaraları enzimleri değil, enzimlerce katalizlenen reaksiyonları belirtirler. Eğer farklı enzimler (örneğin farklı organizmalarda bulunan) aynı reaksiyonu katalizlerlerse aynı EC numarasını alırlar. Uniprot tanımlayıcıları her bir proteini amino asit dizine göre tek olarak belirler. Enzim isimlendirme sisteminin geliştirilmesine 1955'te, Brüksel'deki Uluslararası Biyokimya Kongresinin Enzim Komisyonunu kurmasıyla başlandı. İlk sürüm 1961'de yayımlandı. Uluslararası Biyokimya ve Moleküler Biyoloji Birliğinın 1992'de yayımlamış olduğu şimdiki altıncı sürümde 3196 farklı enzim vardır. Yeni Forum Yeni Forum 1979'da yayına başlayan ve Forum dergisinin devamı olan dergi. 1970'e kadar Forum adıyla yayınlanıyordu. 1970-1979 yılları arasında el ve fikir değişikliği sonucu yayımlanmayan dergi, 15 Eylül 1979 tarihinde Aydın Yalçın'ın öncülüğünde "Yeni Forum" adı ile yayın hayatına devam etti. O tarihlerde imtiyaz sahibi ve yayın müdürlüğünü Nilüfer Yalçın'ın yaptığı derginin yazı işleri müdürlüğünü 1 Temmuz 1987 tarihinden itibaren Ömer Lütfi Kanburoğlu sürdürmüş ve 1994 yılında Prof.Aydın Yalçın'ın vefatından sonra derginin yönetimini de üstlenmiştir. Derginin Yeni Forum adı ile yayımlandığı süreçte yayın kurulunun "Yâsin Aslan, Dr. Zâkir Avşar, Prof. Dr. Emin Çarıkçı, Mehmet Arif Demirer, Prof. Dr. İsmet Ergün, Ömer Lütfi Kanburoğlu, Prof. Dr. Ali Karaosmanoğlu, Altemur Kılıç, Prof. Dr. Orhan Morgil, Dr. Cengiz Özdiker, Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, Prof. Osman Okyar, Dr. Hüseyin Ağca, Adnan Şenel, Seyfi Taşhan, Prof. Dr. Erdal Türkkan, Prof. Aydın Yalçın, Nilüfer Yalçın , Kâzım Yılmaz" gibi isimlerden oluştuğunu görürüz. Bu süreçte derginin sürekli yazarları arasında yayın kurulunu oluşturan isimlerin dışında "Atilla Yayla, Mustafa Erdoğan, Osman Metin Öztürk, Graham Fuller, Paul Henze, Fethi Tevetoğlu, Cihat Akyol, Abdülhaluk Çay, Zbigniew Brzezinsky, Tahir Sünbül, Yaşar Canatan, Sübidey Togan, Suat İlhan, Fuat Doğu"'nun adları dikkat çeker. 1954 yılından günümüze kadar yayın hayatını sürdüren dergi, Türkiye'nin en eski yayın organlarından biridir. Türkiye'de siyasete yön vermiş, bir müddet politikada bulunmuş hemen herkesin bir şekilde forum ile bağının olduğunu görülür. Forum dergisi, Türk siyasetine etkisi itibarı ile birçok doktora tezine de konu olmuştur. Yeni Forum Dergisi bir süre internet üzerinde yayımlanmış ve 2000 yılında Türkiye'nin yaşadığı ekonomik kriz sebebi ile kapanan yüzbinlerce şirket gibi o da yayın hayatına veda etmiştir. Derginin arşivine Kültür Bakanlığına bağlı kütüphaneler ve çeşitli üniversite kütüphanelerinden ulaşılabilir. Stilizm Stilizm , hâlen akademik çevreler ve otoriteleri tarafından kabul görmese de kendi içerisinde gelişen bir sanat akımıdır. Kelime, kök olarak "stil"den türmiş olup, özellikle tekstil moda tasarımı ve stilistlik anlamında mesleki bir terim olarak kullanılmaktadır. Stilizm akımı diğer sanat akımlarına göre çok yenidir. Stilizm bulunduğu zamana göre eski tarzı stili yenileyebilen bir sanat dalıdır. Gram boyama Gram boyama, bakterileri hücre duvarlarının kimyasal ve fiziksel özelliklerine göre iki büyük gruba (Gram-pozitif, Gram-negatif) ayırmak için kullanılan empirik bir yöntemdir. Bu metodu bulan kişi, Danimarkalı bilim adamı Hans Christian Gram'dır. Bu metodu, 1884 yılında, pnömokoklar ("Streptococcus pneumoniae") ile "Klebsiella pneumoniae" bakterilerini ayırt edebilmek için geliştirmiştir. Gram boyama, bakteriyoloji laboratuvarındaki en faydalı boyama tekniklerinden biridir. Bu teknik, bir bakteri örneğinin kimliğinin belirlenmesinde ilk aşama olan Gram-pozitif/Gram-negatif ayrımının yapılmasında kullanılır. Gram boyama, enfeksiyon şüphesi olan vücut sıvılarında ve biyopsi örneklerine de uygulanır. Menenjit şüphesi olan Beyin omurilik sıvısı örneklerinde veya Septik artrit şüphesi olan eklem sıvısı örneklerinde uygulanabilen bu teknik, zamanın kısıtlı ve tedavinin acil olabileceği durumlarda, bazen günlerce beklemeye sebep olan kültür uygulamalarından çok daha çabuk sonuç verir. Gram boyama yapmak için hazırlanmış preparatın üzerine kristal viyole boyası damlatılıp 1 dakika beklenir ve iyot-lugol çözeltisi ile yıkanarak kristal viyole uzaklaştırılır. Preparata tekrar iyot-lugol çözeltisi damlatılarak 1 - 2 dakika bekletilip, distile su ile yıkanarak iyot-lugol çözeltisi uzaklaştırılır. Preparatın üzerine %96 'lık etil alkol veya eter – aseton çözeltisi damlatılarak 15 - 30 saniye beklenir, distile su ile yıkanır ve karşıt boya olarak safranin damlatılır ve 40 - 50 saniye bekletilir. Preparat distile su ile yıkanarak havada kendi halinde kurumaya bırakılır, preparata immersiyon yağı damlatılır ve 100'lük objektifle incelenir. Mor renkli bakteriler Gram pozitif, pembe-kırmızı renkli bakteriler ise Gram negatif olarak değerlendirilir. Gram boyama için gerekli olan tüm çözeltiler hazır ticari kitler halinde de pazarlanmaktadır. Gram-pozitif bakterilerin kristal viyole/iyot kompleksini tutma özelliğine sahip peptidoglikan yapıda hücre duvarları vardır. Hücre duvarlarının ağsı ve kat kat peptidoglikandan oluşan yapısı boya parçacıklarını tutar. Gram-negatif bakterilerin hücre duvarı ise sadece ince bir peptidoglikan katmanında oluşur ve boyaları tutamaz. Gram-negatif bakterilerde aynı zamanda lipid yapıda bir dış zar duvardır. Alkol, Gram-pozitif hücre duvarının su kaybedip büzüşmesine neden olur bu yüzden boya tanecikleri moleküllerin arasına sıkışır. Gram-negatif bakterilerdeki ince olan peptidoglikan katman boya parçalarını tutamaz; alkol dış zardaki lipitleri çözünce boya dağılır, hücrenin rengi açılır. Renk açılması adımı önemlidir ve belli b
ir yetenek gerektirir çünkü Gram-pozitif olma kesin bir sonuç vermeyebilir. Renk açılmasının ardından birinciden farklı ikinci bir boya (safranin or fuchsin) uygulanır, bu boya rengi açılmış hücreleri boyayarak onların görünmelerini sağlar. Gram pozitifler birinci boyayla mora boyandıkları için ikinci boya onların rengini etkilemez, ama Gram negatif olanlar pembe-kırmızı olurlar. Genellikle (istisnalar mevcuttur), Gram-negatif bakteriler hastalık yapıcı kuvvetleri açısından daha tehlikelidirler. Gram-negatiflerin dış zarlarının üstünde, antikorların bağlanmasını engelleyen bir sümük tabakaları vardır. Bakterinin dışında kapsül bulunması da hastalık yapıcı etkinliğini arttıran (virülans) faktörlerdendir. Gram-negatif bakteriler bütün bunlara ek olarak, dış zarlarında lipopolisakkarit bulunur, bu yangının (enflamasyonun) artmasına neden olan bir endotoksindir. Yangı o derece şiddetli olabilir ki septik şok meydana gelebilir. Gram-pozitiflerin ise hücre duvarlarını koruyan dış zarları yoktur ve vücudun ürettiği lizozim enzimi çıplak peptidoglikan katmanlarına zarar vererek bakteriyi imha eder. Gram-pozitifler bu özellikleri yüzünden penisilin gibi beta-laktam antibiyotiklere daha duyarlıdırlar. Kel Aliço Kel Aliço, (d. 1845, Plevne - ö. 1922, Edirne), Pomak asıllı Türk güreşçi. Kel Aliço, Bulgaristan'ın Plevne ili Červen Brjag beldesi, İskar Nehri kıyısındaki Kojnare köyünde doğmuş meşhur bir yağlı güreşçidir. Saçsız başından dolayı "kel" lakabıyla anılan Aliço, çok sert ve acımasız güreş tekniğinden dolayı ""Gaddar Ali"" olarak anılırdı. Güreşe küçük yaşta başladı. Yalnız döneminin değil, Türk güreşinin en büyük pehlivanlarından biri olarak tanındı. Abdülaziz'in ilgisini çekerek huzur güreşlerine katıldı. Yıldız Sarayı'nda şamdancı başılığa kadar yükseldi. Kırkpınar'da aralıksız 27 yıl baş pehlivanlığı kazandı. 56 yaşındayken kendisine meydan okuyan çırağı Adalı Halil'i yendiğinde; Adalı, Aliço'dan 25 yaş daha küçüktü. Mezarı İpsala'nın Aliçopehlivan köyündedir. Coldplay Coldplay, Britanyalı bir rock grubu. 1996 yılında ana vokalist Chris Martin ve ana gitarist Jonny Buckland tarafından University College London'da (UCL) kuruldu. Pectoralz adıyla hayatına başlayan grup, basçı Guy Berryman'in katılımıyla adını Starfish olarak değiştirdi. Will Champion ise davulcu, arka vokalist ve çoklu enstrümentalist olarak katıldıktan sonra grubun kadrosu tamamlandı. Menajer Phil Harvey, genellikle grubun resmî olmayan beşinci üye kabul edilir. 1998'te grup adını "Coldplay" olarak değiştirdi, sonrasında kayıtlara başladı ve üç EP yayımladı: 1998'de "Safety", 1999'da single olarak da yayımlanan "Brothers & Sisters" ve yine 1999'da "The Blue Room". İkincisi, grubun büyük bir plak şirketi Parlophone ile anlaşma imzaladıktan sonra yayımladığı ilk çalışma oldu. Grubun dünya çapında ünlenmesi 2000 yılında "Yellow" single'ının ve ardından aynı yıl Merkür Ödülü adayı da gösterilen çıkış albümleri "Parachutes"ın yayımlanmasıyla gerçekleşti. İkinci albümleri "A Rush of Blood to the Head" (2002), eleştirel beğeni aldı ve "NME"'nin Yılın Albümü ödülü dahil olmak üzere birçok ödül kazandı. Ayrıca BBC Radio 2'nun tüm zamanların favori albümü anketinde birinci oldu. Bir sonraki kayıt "X&Y", 2005'te dünyada en çok satan albüm olma unvanını ele geçirdi, piyasada çoğunlukla olumlu eleştirilerle karşılandı ancak bazı eleştirmenler tarafından önceki albümün daha aşağısında bulundu. Prodüktörlüğü Brian Eno tarafından yapılan grubun dördüncü stüdyo albümü "Viva la Vida or Death and All His Friends" (2008), büyük ölçüde beğeni topladı, aday gösterildiği çeşitli Grammy Ödülleri'ni 51. Grammy Ödülleri töreninde elde etti. Grubun 24 Ekim 2011 çıkışlı beşinci stüdyo albümleri "Mylo Xyloto" da olumlu görüşler topladı, 34 ülkede listelerin bir numarasına çıktı ve Birleşik Krallık'ta 2011'in en çok satan rock albümü oldu. Mart 2014'te yeni Coldplay albümünün adının "Ghost Stories" konulduğu ve 19 Mayıs'ta çıkacağı duyuruldu. Grup, kariyeri boyunca üç tanesi En İyi Britanyalı Grup ödülü olmak üzere toplam dokuz Brit Ödülü, beş MTV Video Müzik Ödülü ve yirmi beş adaylık arasından kazandığı yedi Grammy Ödülü dahil olmak üzere birçok müzik ödülü kazandı. Dünya çapında 70 milyonun üzerinde kayıt sattı. Aralık 2009'da "Rolling Stone" okuyucuları tarafından 2000'lerin en iyi dördüncü sanatçısı seçildi. Bunların yanı sıra Coldplay, Oxfam'in Make Trade Fair kampanyası ile Uluslararası Genel Af gibi çeşitli sosyal ve siyasi durumların aktif bir destekçisi olmuştur. Ayrıca Band Aid 20, Live 8, Sound Relief, , The Secret Policeman's Ball, Sport Relief ve Teenage Cancer Trust gibi çeşitli yardım projelerinde yer almıştır. 1996 senesinde University Collage London'da tanışan Chris Martin (vokal, piyano, mandolin, gitar, klarnet) ve Jonny Buckland (gitar, klavye) tarafından ilk başta "Pectoralz" ismi altında Londra'da kurulan Coldplay, ertesi yıl Guy Berryman (bas gitar)'ın kadroya dahil olmasıyla ismini "Starfish" olarak değiştirdi. Will Champion (davul)'ın da kadroya katılmasıyla adını bir kez daha değiştirerek "Coldplay" ismini benimseyen grup, 1998 senesinde hazırladığı "Ode to Deodorant"/"Brothers & Sisters" adlı demoyu çevrede dağıtarak ismini duyurmaya çalıştı.( University Collage London da grup üyeleri Chris Martin Tarih, Guy Berryman Mühendislik , Jonny Buckland Astronomi , Will Champion Antropoloji alanlarını okumaktadırlar.) 1998 senesinin sonunda "Safety" adlı EP'yi yine arkadaşlarına ve plak şirketlerine göndererek şansını deneyen Coldplay, kısa zaman içerisinde bağımsız plak şirketi Fierce Panda Records ile anlaşma sağladı. Ertesi sene bu şirkete bağlı olarak "Brothers & Sisters" adlı EP'yi yayınlayan grup, senenin sonunda Parlophone Records ile albüm anlaşmasına vardı. Anlaşma sonrasında "The Blue Room" adlı EP'yi piyasaya süren dörtlü, EP'nin prodüksiyonunda Chris Allison ve Nicki Rosetti ile çalıştı. 2000 senesinde "Parachutes" adlı ilk stüdyo albümünü Ken Nelson'un yapımcılığında piyasaya sunan Coldplay, albümle alternatif rock tarzının en başarılı albümlerinden birisine imza attı. Birçok müziksever, albümü Radiohead'in "The Bends" ile "OK Computer" albümlerine benzetirken albüm, grubu "Billboard" 200 listelerinde 51 numaraya, İngiltere listelerinde ise zirveye taşıdı. Albümden "Shiver", "Yellow", "Trouble" ve "Don't Panic" adlı çalışmalarını single olarak yayınlayan dörtlü, bu single'lardan "Shiver" ile İngiltere listelerinde 35, "Billboard" Modern Rock listelerinde ise 26 numara oldu. "Yellow" single'ı ile de İngiltere'de 4, "Billboard" Hot 100 listelerinde 48, "Billboard" Modern Rock listelerinde ise 6. sıraya yerleşen grup, "Trouble" single'ı ile de İngiltere listelerinde 10, "Billboard" Modern Rock listelerinde ise 28. sıradaydı. 2000 yılını "Sparks" adlı EP'yi yayınlayarak kapatan Coldplay, ertesi sene ise Norveç'te gerçekleştirdiği bir performansı "Trouble Live EP" adındaki bir EP ile müzikseverlere iletti. EP içerisinde ilk albümde yer alan beş parçasının konser versiyonlarına yer veren grup, senenin sonunda ise "Mince Spies" adlı EP'yi piyasaya sürdü. "Parachutes"ın başarısının ardından Coldplay, ikinci stüdyo albümü "A Rush of Blood to the Head"in çalışmalarına başlamak için bir kez daha Ken Nelson prodüktörlüğü eşliğinde Eylül 2001'de stüdyoya döndü. Grup daha önce hiç Londra'da kalmamıştı, odaklandıkları sorunları vardı. "Parachutes"ın bazı şarkılarının kaydı için Liverpool'a taşınmaya karar vermişlerdi. Bir keresinde, vokalist Chris Martin kaydın saplantı haline geldiğini söyledi. "In My Place" albüm için kaydedilen ilk şarkı oldu. Grup şarkıyı albümün çıkış single'ı olarak yayımladı çünkü "Parachutes"ın başarısından üç ay sonra ikinci bir albüm kaydetmek istediklerinde girdikleri "ne yaptıklarını bilmedikleri garip dönem" içindeki ilk üretimleri oldu. Martin albüm kaydıyla ilgili olarak şunu söyledi: "Bir şey bizi devam ettirdi: 'In My Place' kaydı. Sonra, diğer şarkılar gelmeye başladı." Grup yeni albüm için yirmiden fazla şarkı yazıp besteledi. "In My Place" ve "Animals"ın dahil olduğu bazı yeni materyaller "Parachutes" turnesi sırasında canlı olarak çalındı. Albümün adı grubun resmi web sitesinde bir yazı aracılığıyla duyuruldu. Ağustos 2002'de albüm satışa sunuldu ve "In My Place", "Clocks" ve balad "The Scientist" dahil olmak üzere popüler single'lar ortaya koydu. İkincisinin oluşumunda George Harrison'ın 1970 çıkışlı "All Things Must Pass" albümüyle aynı adı taşıyan şarkıdan ilham alındı. Albümün tanıtımı için Coldplay, Haziran 2002'den Eylül 2003'e kadar süren "A Rush of Blood to the Head Tour"a çıktı. Turne sayesinde beş kıtayı dolandılar, Glastonbury Festivali, V2003 ve Rock Werchter gibi festivallerde de sahneye çıktılar. Birçok konserde ayrıntılı ışıklandırmalar sergilendi ve U2'nun "Elevation Tour" ile Nine Inch Nails'ın "Fragility Tour" gösterilerinin bireyselleştirilmiş ekranlarını hatırlattı. Genişletilmiş turne sırasında Coldplay, Sidney Hordern Pavilion'daki performanslarını CD ve DVD olarak kaydettirip "Live 2003" adıyla yayımlattı. 2003'te, Londra'daki Earls Court'ta düzenlenen Brit Ödülleri'nde Coldplay, En İyi Britanyalı Grup ve En İyi Britanyalı Albüm kategorisinde ödül aldı. 28 Ağustos 2003'te New York'ta düzenlenen 2003 MTV Video Müzik Ödülleri'nde ise grup "The Scientist" şarkısıyla sahne aldı ve üç ödül kazandı. Aralık 2003'te "Rolling Stone" okuyucuları Coldplay'i yılın en iyi sanatçısı ve en iyi grubu olarak seçti. Bu sırada grup The Pretenders'ın 1983 çıkışlı şarkısı "2000 Miles"ı yeniden seslendirdi (şarkı, kendi resmi web sitelerinden indirilebildi). Birleşik Krallık'ta "2000 Miles", Gelecekteki Ormanlar ve Tabanca Şiddetine Dur kampanyalarının gelirleriyle birlikte yılın en çok dijital satış yapan şarkısı oldu. "A Rush of Blood to the Head", 2003 Grammy Ödülleri'nde En İyi Alternatif Müzik Albümü ödülünü kazandı. 2004 Grammy Ödülleri'nde ise "Clocks" şarkısı Yılın Kaydı ödülünü elde etti. Coldplay 2004'ü gündem dışında geçirdi, turneye mola verdi ve üçüncü albümlerini kaydederken or
taya çıkan "The Nappines" adlı kurgusal grubun bir şarkısının satire video klibini yayımladılar. "X&Y" Haziran 2005'te Birleşik Krallık ve Avrupa'da piyasaya sürüldü. Aslında, EMI'nın hisse senetlerinin düşmesi nedeniyle albümün sonraki mali yılda gecikmeli olarak yayımlanması düşünülmüştü. Albüm dünya genelinde 8.3 milyondan fazla satarak 2005'in en çok satan albümü oldu. Çıkış single'ı "Speed of Sound", radyolarda ve çevrimiçi müzik mağazalarında ilk kez 18 Nisan'da duyuldu, CD satışları 23 Mayıs 2005'te başladı. "X&Y" 20 ülkede albüm listelerine bir numaradan giriş yaptı ve Birleşik Krallık liste tarihinde en hızlı satan üçüncü albüm oldu. Aynı yıl iki single daha yayımlandı: Eylül'de "Fix You" ve Aralık'ta "Talk". "X&Y" için önceki kayda göre daha az coşkulu olduğu söylense de genellikle olumlu eleştiriler yapıldı. "The New York Times" için yazan Jon Pareles, Coldplay'i "on yılın en katlanılmaz grubu" olarak tarif etti, NME ise albüme 9/10 notunu vererek "Kendine güvenen, cesur, iddialı, single'larla tıkanan ve imkansızlık içeren 'X&Y', tekerleği yeniden icat etmek değil ancak Coldplay'i zamanının grubu olarak pekiştirecek." yorumunu yaptı. Coldplay ve U2 arasındaki karşılaştırmalar giderek yaygınlaştı. Daha sonra Chris Martin bu ortaya karışık olumsuz eleştirileri değiştirdi, U2'ya göre kendilerinin sözlerinin dikkat çekici olduğunu belirtti, böylece "kurtarılmış" hissetti. Haziran 2005'ten Temmuz 2006'ya Coldplay, "Twisted Logic Tour" adlı turneye çıktı, bu turne sırasında Coachella, Wight Adası Festivali, Glastonbury ve Austin City Limits Music Festival etkinliklerinde de sahne aldı. Temmuz'da Hyde Park'taki Live 8'te performans sergiledi ve Richard Ashcroft vokali eşliğinde The Verve'ün "Bitter Sweet Symphony" çalışmasını da seslendirdiler. 28 Ağustos'ta Coldplay, "Speed of Sound" şarkısıyla Miami'deki 2005 MTV Video Müzik Ödülleri'ne katıldı. Eylül'de "How You See the World" şarkısının yeni sözlerle oluşturulan yeni sürümünü War Child'ın "" adlı yardım albümü için kaydettiler. Şubat 2006'da Brit Ödülleri'nden En İyi Albüm ve En İyi Single kategorilerinde ödül kazandılar. 2006 içinde "The Hardest Part" ve "What If" single'larını piyasaya sürdüler. "X&Y" albümünün altıncı ve son single'ı "White Shadows" Haziran 2007'de Meksika'da yayımlandı. 11 Haziran 2008 tarihinde "Viva la Vida or Death and All His Friends" adlı dördüncü stüdyo albümünü Markus Dravs, Brian Eno, Rik Simpson ve Jon Hopkins'ten oluşan bir prodüksiyon ekibiyle çalışarak hayranlarına sunan Coldplay, albümün tarzına Latin Amerika ve İspanyol müziğinin etkilerini yansıttı. Ayrıca albümde kilise çanı ve bunun gibi deneysel sesler de ekleyen grup, albümüyle "Billboard" 200 ve İngiltere listeleri dahil birçok ülkenin listelerinde zirveye bir kez daha yerleşti. Albümden şu ana kadar "Violet Hill", "Viva la Vida" ve "Lost!" adlı parçalarını single olarak piyasaya süren dörtlü, bu single'lardan "Violet Hill" ile de İngiltere listelerinde 8, "Billboard" Hot 100 listelerinde 40, "Billboard" Modern Rock listelerinde ise 9 numara oldu. "Viva la Vida" single'ı, grubu İngiltere, Billboard Hot 100 ve "Billboard" Modern Rock Single listelerinde zirveye taşırken, "Lost!" single'ı da İngiltere listelerinde 55, "Billboard" Modern Rock Single listelerinde ise 22. sıradaydı. Ayrıca 19 Kasım'da "Prospekt's March" adlı EP'yi yayınlayan topluluk, EP içerisinde yer alan "Lost+" adlı parçada Jay-Z ile bir araya geldi. Coldplay, 2009 Grammy Ödülleri'nde yedi dalda ödüle aday gösterildi: Yılın Albümü ve En İyi Rock Albümü ("Viva la Vida or Death and All his Friends"); Yılın Kaydı, Yılın Şarkısı ve En İyi Grup Pop Vokal Performansı ("Viva la Vida"); En İyi Rock Şarkısı ve En İyi Grup Rock Performansı ("Violet Hill"). Bu adaylıkların üçünden ödüle layık görüldü: En İyi Rock Albümü (Viva la Vida or Death and All His Friends);Yılın Şarkısı (Viva la Vida);En İyi Grup Pop Vokal Performansı (Viva la Vida). "Viva La Vida or Death and All His Friends", 6,9 milyonluk satış rakamıyla 2008 yılının en çok satan albümü oldu. Coldplay 24 Ekim 2011 tarihinde "Mylo Xyloto" isimli 5.stüdyo albümlerini piyasaya sürdü. Albümün prodüktörlüğünü önceki albümünde prodüktörü olan Brain Eno üstlendi. Bu albümle birlikte Coldplay post-britpop - rock tarzını bir kenara bırakıp elektronik pop - rock tarzına yönelmiş rock müziğin materyallerini ise çok az kullanmıştır. Albümde Rihanna ile yapılan "Princess of China" adlı bir düet bulunmaktadır. "Mylo Xyloto", herhangi bir anlamı olmayan sözcüktür. Böyle bir isim tercih edilmesinin sebebi albümünün temasının; özgürce kendin olmak, kendini dilediğince ifade edebilmek olmasıdır. Solist Chris Martin 2014 yılının Aralık ayında "A Head Full of Dreams" adını verdikleri 7. stüdyo albümü için çalışmaya devam ettiklerini fakat henüz bir çıkış tarihi olmadığını açıklamıştır. Chris albümle ilgili olarak "Bu albüme şöyle bakıyoruz. Harry Potter serisinin son kitabı gibi ya da ona benzer bir şey. İleride bir gün başka şeyler yapmayacağımız anlamına gelmiyor ama bir devrin kapanışı olacak. Bu albümü yaptığımız son iş gibi düşünmek zorundayız. Yoksa elimizden geleni yapmayız. Albümü bitirip turneye çıkacağız" şeklinde açıklamada bulunmuştur. Ayrıca albümün ilk Single'nın Nisan ayı içerisinde gelmesi bekleniyor... Zaphod Beeblebrox Douglas Adams'ın Otostopçunun Galaksi Rehberi adlı kitap dizisindeki Galaktik Başkan olarak bilinen karakterdir. Narsisistik tavırları ve kötü seçilmiş giysileriyle ünlüdür. Referer spam Referer spam, (İngilizce - "referer": bir siteye gelen ziyaretçinin geldiği sayfadır + spam) sitede referer log'u tutan scripti tanıdıktan sonra, sahte adreslerden referans gösteren, ayrıca bandı yemekten, yavaşlatmaya kitleme derecesine kadar getirir. Apache server kullanırken, bundan kurtarmak için .htaccess dosyanın içine eklemek gereken kodlar var. Örnek: Her kelime için bir satır daha eklemek gerekecek. Böylece her eklediği kelime ile ilgili site, araması yapanlar sitesi görüntüleyemeyecek. Nietzsche Ağladığında Nietzsche Ağladığında (özgün adı: "When Nietzsche Wept") Irvin D. Yalom tarafından yazılmış, ümitsizliği konu alan bir düşünsel romandır. Roman, Nietzsche'nin hayatını ve düşüncesini, psikanaliz ile harmanlayarak anlatır. Romanın ortamı psikanalizin doğumu öncesinde olan 19.yüzyıl Viyana’sıdır. Dönemin ünlü şahısları Josef Breuer, Sigmund Freud, Lou Andreas-Salomé kitabın yan karakterlerini oluşturur. Roman bu gerçek kişilerin bilimsel, felsefi, sosyal görüşlerini Nietzsche ile kurgulanmış olay örgüsü içinde kimi zaman gerçek kimi zaman sadece kurgusal bir şekilde iletir. Büyük bir başarı yakalayan eser birçok dile çevrilmiştir. Eser Ayrıntı Yayınları tarafından basılmış ve Türkçe çevirisi Aysun Babacan tarafından yapılmıştır. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları Uluslararası Türkçe Olimpiyatları veya eski adıyla Yabancılar İçin Türkçe Yarışması, ilki 2003 yılında yapılan ve tüm dünyadan öğrenci ve öğretmen alanlarında katılımcıları bulunan yarışma. Ana dili Türkçe olan ve olmayanlar için farklı yarışma kategorileri bulunmaktadır. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları bir final niteliğindedir. Finale kadar birçok aşamadan geçilmektedir. Öğrenciler, sınıf ve okul seçmelerinden sonra ülkelerindeki veya bölgelerindeki "Türkçe Olimpiyatları" seçmelerinden geçerek bu olimpiyatlara katılmaya hak kazanmaktadırlar. Bir eğitim yılı boyunca olimpiyatlara yaklaşık 10.000 öğrencinin hazırlandığı düşünülmektedir. Finallere katılmaya hak kazanan öğrenciler, ülkelerini Türkçe olarak tanıtan stantlar hazırlayıp ülkesini tanıtmakta ve kültürlerin kaynaşmasına katkıda bulunmaktadırlar. Geleneksel bir keyfiyet kazanan olimpiyatların ödül töreninde her yıl, Türk diline ve kültürüne hizmet eden devlet büyüklerine, siyaset adamlarına, basın yayın, eğitim ve sanat camiası mensuplarına özel hizmet ödülleri verilmektedir. Katılımcı öğrenci ve ülke sayısı her geçen yıl artmaktadır. Yıllara göre katılımcı ülke sayısı; Daha önce yarışmaların ön elemeleri Ankara Kızılcahamam'da finalleri ise Ankara ve İstanbul'da düzenlenmekteydi. İlk defa eski TBMM Başkanı ve Devlet Bakanı Bülent Arınç'ın himayesinde düzenlenen olimpiyatlar TBMM adına TBMM Başkanı Köksal Toptan'ın manevi desteği ile devam etmiştir. Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı tarafından Uluslararası Dil Öğretimi Derneği'ne, Uluslararası Türkçe Olimpiyatları projesinden dolayı 2007 Avrupa Dil Ödülü verilmiştir. Olimpiyatların Fethullah Gülen ve hareketi tarafından desteklenmesi ve devlet erkanı tarafından sahiplenilmesi eleştirilere yol açmıştır.. Tartışmalar nedeniyle yarışmaların yapıldığı Mydonose Showland ismini Türkçeleştirme gereği duymuştur. Fethullah Gülen ile yapılan çatışma sırasında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 21 Mart 2014 tarihinde yaptığı Erzurum mitinginde "Onların malum olimpiyatları vardı, artık bitti bizim için tabii bunlar. Artık bundan sonra bunların olimpiyatları molimpiyatları diye bir şey bizim dünyamızda yok. Bitti onlar, o defterler kapandı, geçti" dedi. Böylece sonraki Türkçe Olimpiyatları, Almanya'da düzenlendi. Astronot Astronot, kozmonot ya da uzay insanı, uzay çalışmalarına katılmak üzere eğitilen kişidir. İnsanlı uzay uçuşlarının seyrekliği nedeniyle eğitim gören uzay insanlarının bir kısmı yedek kadroda kalarak uzay görevi alamamıştır. Buna karşılık, uzay turistleri, gerekli eğitimi aldıkları için uzay insanı olarak adlandırılabilir. Uzay insanına İngilizce "astronaut", Rusça "kozmonot" (космона́вт) denir. Bu iki kelime, Yunanca "ástron" (yıldız) ve "kosmos" (evren) kelimelerinin "nautes" (denizci) kelimesiyle birleşmesinden oluşur. Türkçede de ABD'li ve Rus uzay insanları için yaygın olarak kullanılır. Çince (pinyin) uzay insanına "hángtiān yuán" denir. Çince terimin "taykonot" olduğu yönünde Çin dışında yanlış bir kanı vardır. Taykonot terimi, Malezyalı etnik bir Çinli tarafından 1998'de ortaya atılmış ve batı medyasında hızla yayılmıştır. Çince "tàikōng" ("uzay") teriminden türeyen bu kelime
Çin'de kullanılmadı. Buna en yakın Çince terim, "tàikōng rén", uzaya çıkmış kişi anlamında kullanılmaktadır. Türkçe uzay insanı teriminin karşılığı olarak uzun süre "yǔháng yuán" (evren gezgini) kullanıldı. "Hángtiān yuán", Çin hükumetinin resmi yazışmalarda kullandığı terimdir. Hava Kuvvetleri Komutanlığı 2023 yılında uzay ziyareti yapacak "Türk Uzay Adamlarını" yetiştirmek için eğitimlerine başlamış bulunmaktadır. Ve isim olarak "Gökmen" adı tartışılmaktadır. Uzaya kendi imkânlarıyla insan gönderen ülkeler şu ana kadar ABD, Rusya (Sovyetler Birliği) ve Çin olmakla birlikte, diğer ülkelerin dillerinde de bu kavrama karşılık gelen kelimeler vardır. Örneğin, Fransızca "spationaute" (okunuşu: "spasyonot") kelimesi Latince "spatium" kelimesinden türetilmiştir. Layka, uzaya giden ilk canlı bir köpek olmuştur. Uzaya giden ilk insan 'Yuri Gagarin', uzaya giden ilk kadın 'Valentina Tereşkova' ve Ay'a ayak basan ilk insan 'Neil Armstrong' olmuştur. Aspir Aspir ("Carthamus tinctorius"), papatyagiller (Asteraceae) familyasından 50–100 cm boyunda, yaz sonuna doğru (Haziran sonuna doğru-Temmuz Başı) sarı, krem, beyaz, kırmızı veya turuncu çiçekler açan bir bitki türü. Ayrıca "kır safranı", "papağan yemi", "boyacı aspiri", "haspir" gibi isimlerle de anılır. Anavatanı Arabistan Yarımadası olup, İran, Hindistan, Pakistan gibi ülkelere yayılmıştır. Türkiye'de Anadolu'da yabani olarak rastlanmakta ve ekimi de yapılmaktadır. Benzerliği sebebiyle ticarette safran bitkisiyle sık sık karıştırıldığından "yalancı safran" denilmektedir. Aspir, kuraklığa dayanıklı, yazlık karakterde ve ortalama 110-140 gün arasında yetişebilen tek yıllık bir uzun gün yağ bitkisidir. Aspir, genellikle 80–100 cm arasında boylanabilir, dikenli ve dikensiz formları vardır. Dikenli formları dikensizlere göre daha fazla yağ içerir. Aspirin 4 çeşidi bilinmektedir; Dikensizlerde yağ oranı % 25-28, Dikenlilerde ise %30-40 arasındadır. Yağ tipi Oleik ve linoleik tir. Sarı, beyaz, krem, kırmızı ve turuncu gibi değişik renklerde çiçeklere sahiptir. Yaklaşık 2.5–3.0 m derinlere gidebilen bir kazık kök sistemine sahiptir. Tohumları, beyaz, kahverengi ve üzerinde koyu çizgiler bulunan beyaz taneler şeklindedir. Dallanan ve her dalın ucunda içerisinde tohumları bulunan küçük tablalar oluşturur. Renkli çiçekleri (petaller) gıda ve kumaş boyasında kullanılır. Tohumlarında % 30-45 arasında yağ bulunur ve yemeklik yağ olarak kullanılır. Yağı, sabun, boya, vernik, cila olarak kullanıldığı gibi, Linoleik asit içerdiğinden yemeklik yağ kalitesi yüksektir. Ayrıca yağı biyoyakıt olarak kullanılabilir, küspesi ise hayvan yemi olarak kullanılır (küspesinde ortalama % 25 protein vardır). Güneydoğu anadolu bölgesinde ise pilavlara tat vermek için kullanılır. Aspir güvercin yemi olarak da çok değerlidir. Aspir, Türkiye'de Eskişehir, Burdur, Isparta, Konya gibi belli yörelerde üretilmektedir. 2008 yılı yazından itibaren Trakya bölgesinde bölgenin yağ ihtiyacını karşılamakta ayçiçeğine olan bağımlılığı azaltmak için aspir ekimi özendirilmektedir ve ciddi yol katedilmiştir. Türk Sinematek Derneği Türk Sinematek Derneği, 25 Ağustos 1965'te Onat Kutlar tarafından İstanbul'da kurulan sinema derneğidir. Dernek 12 Eylül 1980 tarihine kadar faaliyetini sürdürmüş 12 Eylül Darbesi sırasında da kapatılmıştır. Aslında bütün dünyada "sinematek"ler, sinema sanatı açısından önem taşıyan, sinema tarihine geçmiş ancak çoğunluğu ticarî sinemalarda görülmesine imkân olmayan filmleri toplayan, restore eden, arşivleyen, koruyan; istenildiğinde bunları profesyonel sinemacılar, araştırmacılar, veya meraklı izleyicilerin yararlanması için sunan kuruluşlardır. "Türk Sinematek Derneği" ise Avrupa'daki benzerleri gibi bir 'film koruma' işlevi yapamamış olsa da Avrupa sinematekleri ile kurulan yakın işbirliği sayesinde mükemmel bir "sinema kulübü" gibi çalışmıştır. Ticarî sinemalarda gösterilmesi olanak dışı olan sayısız film burada sinemaseverlere tanıtılmıştır. Filmler mümkün olduğunca alt yazılı veya simültane çeviriyle gösterime sunuluyordu. Film gösterilerinin yanı sıra sinemayla ilgili paneller, açık oturumlar, konferanslar, tartışma toplantıları ve sergiler düzenlendi, birçok yabancı sinemacı konuk olarak davet edildi.. Örneğin dünyanın ilk sinematekçilerinden ve Fransız Sinematek'inin (Cinémathèque Française) yönetmeni Henri Langlois 1972 yılında "Türk Sinematek Derneği"nin davetlisi olarak geldi ve «Fransız Sinemasının 75 Yılı» toplu gösterisinin filmlerini bizzat sundu. Bünyesinde bir de sinema kitapları kütüphanesi bulunan dernek, üyelerine kütüphaneden yararlanma olanağını da sunuyordu. Ayrıca dernek bazı sinema kulüplerinin kurulmasını da teşvik etmişti. 1967 yılına gelindiğinde İstanbul ve Ankara'da yedi sinema kulübünün kurulmasına yardımcı olmuştu. Zamanında Türkiye'deki önemli bir açığı kapatarak adeta bir sinema okulu gibi görev yapmış olan Sinematek'in bu eğitim ve arşivleme işlevlerini artık günümüzde Üniversitelerin bünyelerinde sayıları gittikçe artan "Sinema Bölümleri" üstlenmiş durumdadır. Sinematek, yirmi yıl aradan sonra, 2000 yılında önce Ankara merkezli olarak yeniden açılmış, ardından faaliyetlerini İstanbul'a da taşımıştır. Amaçlarının eski Sinematek'in adını yaşatmak ve onun bıraktığı yerden çalışmaları devam ettirmek olduğunu söyleyen dernek yetkilileri bir yandan da genç kuşak için sinema eğitimleri düzenlemek, onlara sinema yapabilme cesaretini aşılamak amacını güttüklerini belirtmişlerdir. Bu nedenle de öncelikle kısa film çekmek isteyenleri desteklediklerini söylemişlerdir. 25 Ağustos 1965'te kurulduğunda adı sadece "Sinematek Derneği"yken, 19 Mart 1967'de adı "Türk Sinematek Derneği" olarak değiştirilen kuruluş tamamen özel olup Devletten ya da özel kuruluşlardan herhangi bir yardım görmemiştir. Gelirleri sadece üyelerinin yıllık aidatlarından ibaret olan derneğin 1967 yılında sadece İstanbul ve Ankara'da 4.000 üyesi vardı. Onat Kutlar'ın öncülüğünde üniversite, basın, sinema çevrelerinden ve öbür kurumlardan 15 kişinin bir araya gelmesiyle kurulmuştur. O yıl İstanbul ye Ankara'da birer lokali ve İstanbul'da bir deposu bulunmaktaydı. Sinematek'in film gösterileri ilk önce "Mis Sokağı"ndaki binada, sonra Şişli Sıracevizler'deki "Kervan" sinemasında yapıldı. Daha sonra ise gösteriler çok uzun bir zaman için Sıraselviler'deki Sinematek salonunda yapıldı. Derneğin yönetim Kurulunda Şakir Eczacıbaşı, Cevat Çapan, Onat Kutlar ve Tuncan Okan bulunuyordu. Dernekte görev alan diğer isimler arasında Mengü Ertel, Jak Şalom, Sabahattin Eyüboğlu gibi isimler de vardı. Derneğin amacı "Türkiye'de ve bütün dünyada, sinema sanatının başlangıcından bu yana çevrilen her türden filmi , sinemayla ilgili fotoğraf, kitap, senaryo, ses bandı, afiş gibi belgeleri araştırmak, tespit etmek, toplamak, saklamak, korumak ve yaymak" olarak tespit edilmiştir. Sinematek faaliyete geçtikten bir yıl sonra, 1 Mart 1966'da kendi yayın organı olan "Yeni Sinema" dergisini yayın hayatına soktu. Bu aylık dergi yayınına son verdiği 1 Haziran 1970 tarihine kadar 30 sayı çıkmıştır. Daha "Yeni Sinema" dergisi kapanmadan 4 ay önce, 5 Şubat 1970 tarihinde Türk Sinematek Derneği, "Filim 70" adında daha küçük boyutta ikinci bir yayın organını da devreye sokmuştu. 18 sayfalık küçük boyutlu bu aylık dergi de 1972 yılına kadar çıktı, yalnız adı her yıl değişerek önce "Filim 71" sonra da "Filim 72" oldu. Türk sinematek'i kendi bünyesinde bazı kitaplar da yayımlamıştı. Bunlardan biri de Nijat Özön'ün 1970'te hazırladığı ""İlk Türk Sinemacısı Fuat Özkınay"" adlı inceleme kitabıdır. Sinemaseverler için bir okul görevi de yapan dernek bu amacına uygun olarak toplu gösterilere önem veriyordu. Gösterilerini "kış gösterileri" ve "yaz gösterileri" olarak çeşitlendiren "Türk Sinematek Derneği"nin düzenlediği toplu film gösterilerinden bazıları şunlardır: Bazı konu başlıkları şunlardır: Dalay Lama Dalay Lama veya Dalai Lama (Tibetçe: taa-la’i bla-ma; Çince: 达赖喇嘛 / 達賴喇嘛, Pinyin: Dálài Lǎmā), Tibet'in ruhani dini lideri. Bugüne kadar tanınmış 14 Dalay Lama reenkarnasyonu vardır : Sinematograf Sinematograf ( "kínēma", hareket ve "gráphein", yazmak "hareket yazıcı" anlamında), Auguste ve Louis Lumière'in tasarladığı, 13 Şubat 1895'te Fransa için patentini aldıkları, görüntüleri kaydetmeye ve bir ekran üzerinde yansıtmaya yarayan aygıt. Titanik Letonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Letonya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (; , "Latviyskaya Sovetskaya Sotsialisticheskaya Respublika") kısaca Letonya SSC , Sovyetler Birliği içerisindeki cumhuriyetlerden biridir. 23 Ağustos 1939 tarihinde Kızıl Ordu tarafından Molotof Şartı'na uygun olarak işgal edilen ülke önce bağımsız bırakıldı. Ancak 17 Haziran 1940 tarihinde Molotof-Ribbentrop Paktı'nın imzalanmasından hemen sonra 21 Temmuz 1940 tarihinde Sovyetler Birliği'ne bağlı bir cumhuriyet haline getirildi. 5 Ağustos 1940 tarihinde imzalanan antlaşma ile 15 kurucu cumhuriyetten biri olarak Sovyetler Birliği'ne bağlandı. 1941 yılında Wehrmacht tarafından işgal edilen ülke, 3 yıl Nazi Almanyası yönetiminde kaldıktan sonra 1944-1945 yılları arasında Sovyetler Birliği tarafından geri alındı. 1990 yılında ilk seçilmiş Letonya SSC Meclisi, Egemenlik Deklarasyonu'nu yayınladı. Ardından 4 Mayıs 1990 tarihinde ülkenin ismi Letonya Cumhuriyeti olarak değiştirildi. 21 Ağustos 1991 tarihinde ise tam bağımsızlığını ilan etti. Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (Moldovca/Rumence: Република Советикэ Сочиалистэ Молдовеняскэ veya Republica Sovietică Socialistă Moldovenească; , "Moldavskaya Sovetskaya Sotsialisticheskaya Respublika"), kısaca Moldova SSC veya MSSC, 1917 Bolşevik Devrimi ile kurulan Sovyetler Birliği'ni oluşturan 15 cumhuriyetten biriydi. Romanya'dan ayrılan Moldova devleti 1940 yılında Sovyetler Birliği'ne katılan son cumhuriyetlerden biri olarak Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adını aldı. Ancak Haziran 1941'de Sovyet topraklarına saldıran Nazi Almanyası ile ittifak halinde hareket eden Romanya'
daki hükumetin işgaline maruz kaldı. 1944 yılında Kızıl Ordu tarafından yeniden Sovyetler Birliği'ne katıldı. Moldova Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Sovyetler Birliği'nin güneybatısında kısmen Balkanlarda yer alan tarihi Besarabya toprakları üzerine kurulmuştu. Bu topraklar oldukça verimli olduğu için ülke Sovyetler Birliği'nin tarımsal üretiminde önemli bir yere sahipti. Gorbaçov'un perestroyka ve glasnost adı verilen reform politikalarıyla birlikte Sovyet rejiminin yıkılma tehlikesi üzerine 17 Mart 1991'de birliği kurtarmak için yapılan referanduma (bkz. 1991 Sovyetler Birliği referandumu) bağımsızlık yanlısı Moldova hükümeti katılmak istemedi. Ancak Moldova Sovyet meclisi seçim sandıkları oluşturarak halkı oy kullanmaya çağırdı. Moldova referandumu meşru kabul etmeyen 6 Sovyet cumhuriyeti içinde en yüksek katılımın olduğu devlet oldu. Referandumdan çıkan % 98.72 oranında Sovyetler Birliği'nde kalma yönündeki oy oranına rağmen hükümet sonuçları meşru kabul etmedi. 19 Ağustos'ta Moskova'da gerçekleşen darbe girişimi de referandum sonucuna göre yapılması planlanan yenilenmiş birlik anlaşmasının iptal edilmesine sebep oldu ve Moldova 27 Ağustos 1991 tarihinde Bağımsızlık Bildirgesi'ni ilan ederek Sovyetler Birliği'nden ayrıldı. Resmi bağımsızlığını kazandıktan sonra ismi Moldova Cumhuriyeti oldu. Moldova halkı Rumenler ile tarihi ve kültürel bağlara sahip olmasına karşın Sovyetlerden ayrıldıktan sonra Romanya ile birleşmeyi kabul etmedi. Bağımsızlığın ilanından sonra 2014 yılına kadar yapılan tüm seçimlerde Moldova Komünist Partisi galip geldi ve ülke bu parti tarafından yönetildi. 2014 yılında yapılan seçimlerde de Komünist Parti'den ayrılanların kurduğu Sosyalist Parti birinci geldi. Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti (RSFSC) (Rusça: Росси́йская Сове́тская Федерати́вная Социалисти́ческая Респу́блика; "Rossiyskaya sovetskaya federativnaya sotsialistiçeskaya respublika"), Sovyetler Birliği'nin nüfus ve yüzölçümü bakımından en büyük ve kurucu cumhuriyetidir. Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 7 Kasım 1917'de Ekim Devrimi ile kuruldu. 30 Aralık 1922'de Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin, Belarus SSC, Ukrayna SSC, Orta Asya ve Kafkas cumhuriyetleriyle birleşmesiyle de Sovyetler Birliği resmen kuruldu. 12 Aralık 1991 tarihinde yerine kurulan Rusya yasal varisidir. 1917 tarihli Şubat Devrimi ile Rus İmparatorluğu sona erdi. Sovyet rejiminin kurulmasından sonra, İşçi, Köylü ve Asker Sovyetleri Ocak 1918'de III. Tüm-Rusya Sovyetler Kongresi’nde, Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (RFSSC)'nin (1917-1991) kurulduğunu ilan etti. 1917 Ekim Devrimi'nden sonra Temmuz 1918'de, Sovyet V. Kongresi, RSFSC’nin ilk anayasasını onayladı. İç Savaş yıllarında (1918-1922) ve sonrasında, RSFSC sınırlarında birtakım özerk cumhuriyetler kuruldu: Türkistan (1918), Başkır (1919), Tatar (1920), Karelya (1923), Dağıstan (1921) ve Yakut (1923). Aynı zamanda özerk bölgeler de kuruldu. 30 Aralık 1922'de, SSCB Sovyetleri I. Kongresi'nde Sovyetler Birliği’nin kurulması karara bağlandı. Bu karara göre SSCB, ulusların kendi yazgılarını özgürce belirleme ilkesine dayanarak oluşturulmuş, "çok uluslu federal ve birleşmiş bir devlet"'ti. Yeni federasyon, İç Savaş’ın ardından yeniden kazanılan toprakları da içermekteydi: Türkistan, Batı Sibirya gibi. Ancak 1924’te Türkmenistan ve Özbekistan, RSFSC’den ayrılarak Sovyetler Birliği'ni oluşturan eşit cumhuriyetlerden olurken birçok yeni ulusal topluluk RSFSC içinde özerklik kazandı. Nüfusun eşit olmayan biçimde dağıldığı Rusya Federasyonu’nda dört bölgesel bütün yer almaktadır: Rus ovası, Ural ve Batı Sibirya, Orta Sibirya, Doğu Sibirya. Çarlık Rusyası'nın iki tarihsel ve siyasal başkenti (Leningrad ve Moskova), bu cumhuriyetin toprakları içindedir. 1925'te RSFSC, 10 özerk sovyet sosyalist cumhuriyet ve 13 özerk bölgeden oluşmaktaydı. Bu arada 1924-1926 yılları boyunca RSFSC, üstünde daha çok Beyaz Ruslar’ın oturduğu önemli büyüklükteki toprakları Beyaz Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne verdi. Tüm Rusya Sovyetleri’nin XII. Kongresi’nde (Mayıs 1925) ise, SSCB Anayasası’na uygun duruma getirilen ikinci bir RSFSC Anayasası kabul edildi. 1928-1929 arasında yeni bir idari düzenleme gerçekleştirildi: idari büyüklüklerine göre Oblastlar, Kraylar ve Okruglar oluşturuldu. Şubat 1926’da Özerk Kırgız Bölgesi, Kırgız SSC’ye dönüştü. Ocak 1937’de, XVII. Kongre sırasında RSFSC’nin yeni anayasası onaylandı. Böylece RFSSC'nin anayasası SSCB’nin yeni anayasasıyla (1936) uyum sağlamış oluyordu. O sırada RSFSC birtakım değişiklikler sonucunda 17 özerk cumhuriyet ve 6 özerk bölgeyi içine alıyordu. Sovyet-Fin Savaşı, bu arada belirli bir değişme daha getirdi. Savaş içinde (Ağustos 1941), özerk Volga Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kaldırıldı. Savaşın bitiminde, Batı’dan ve Uzak Doğu’dan kimi topraklar katıldı (Köninsberg bölgesi, Kuril Adaları, Güney Sahalin Adası vb). Ayrıca, 1954’de RSFSC içinde bulunan Kırım Bölgesi Ukrayna SSC’ye bağlandı: 1956’da da, Karelya-Finlandiya SSC, Karelya Özerk Cumhuriyeti'ne dönüştü. SSCB’nin dağılmasından önce RFSSC'ye bağlı 31 özerk SSC, il ve eyalet mevcuttu. Cumhuriyete bağlı on sekiz özerk sosyalist sovyet cumhuriyeti ise şunlardı: Başkurdistan, Buryatistan, Karelya, Dağıstan, Yakutistan, Kabardino-Balkar, Kalmuk, Komi, Mari, Mordovya, Kuzey Osetya, Udmurtsiya, Tataristan, Çeçen-İnguş, Çuvaş ve Tuva Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri. Her federe cumhuriyet kendi anayasasına ve "isterse RSFSC’den ayrılma" hakkına sahipti. Hepsinin federal devletin siyasal organlarına benzer organları vardı. Ayrıca, cumhuriyetler kendine özgü başka yönetim birimlerine de sahipti. RSFSC'nin ana çekirdeğini oluşturan Moskova havzasında, Sovyet sanayi üretiminin üçte biri üretilmekteydi. Ancak, ham madde ve enerji kaynakları bu bölgede bulunmazdı. Büyük ırmaklar, hidroelektrik enerji üretiminin yoğunlaştığı havzalar olmuşlardı. Buna karşılık demir-çelik, makine (otomotiv) kimya ve dokuma sanayileri de, Moskova havzasında yer almıştı. Leningrad, SSCB'nin en büyük liman kentiydi. Urallar, Sovyet sanayisinde önemli yer tutardı. Bu da, Batı Sibirya'nın kalkınmasını olanaklı kılmıştı. Doğu Sibirya ve Güney Sibirya ise 1970'lerde petrol ve doğalgaz yataklarının bulunmasıyla kalkındı. Sovyetler Birliği'nde 1991'de yapılan son nüfus sayımında Rusya Federatif Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin nüfusu yaklaşık olarak 147 milyon tespit edilmiştir. Bu da Sovyetler Birliği'ndeki toplam nüfusun yaklaşık olarak %51'ine denk gelmektedir. Rusya SFSC'de bu dönemdeki en kalabalık etnik gruplar şunlardır: ¹ Nüfus ve yüzdeler ² Nüfus Manas Destanı Manas Destanı, Kırgızların millî destanıdır. Mani dinini yaşayan Karahitaylar ile Müslüman Karahanlılar arasındaki mücadelede Kırgızların durumunu ve Manas adlı kişinin başından geçenleri anlatan destandır. Ünlü Türkolog Wilhelm Radloff (1837-1918), Manas Destanı'yla ilgili ilk derlemeyi, Kırgızistan'ın Tokmok kenti güneyindeki Sarı Bağış boyuna mensup bir Manasçıdan (destanı günümüze kadar nesilden nesile aktaragelen sözlü anlatıcılar) 1869'da yapmıştır. Halk arasında bu sözlü halk edebiyatı anlatıcılarına "ırçı" veya "comokçu" da denmiştir. Manas Destanı'na hala eklemeler yapılmaktadır ve destanın 130'dan fazla değişik biçimi vardır. Manas Han'ın babası Yakup Han'dır. Annesinin adı Çığrıcı'dır. Yakup Han ile Çığrıcı hanım evlendikten on dört sene sonra Manas doğmuştur. Doğumu üzerine civardan gelen elçiler, onun bir kahraman olacağını hemen anlamışlardır. On yaşına gelince tam bir kahraman olur. Düşmanlarının üzerine saldırarak perişan eder. Atlarına at erişemez,zırhına ok işlemez. Yakup Han, oğlunun atılganlıklarını, kahramanlıklarını görünce, onu korumak, onunla arkadaşlık etmek üzere, Bakay adında bir kişiyi onun yanına koymuştur. Manas, Nogay boyundan gelmektedir. Kalmuk baskınlarına karşı Kırgız halkının birliğini, bütünlüğünü korur ve bir kahramanlık ve özgürlük sembolü haline gelir. Saksofon Saksofon veya saksafon, çoğunlukla koni ve “S” biçiminde pirinçten üretilen, ağzındaki kamış vasıtasıyla ses çıkaran bir çalgıdır. 1840’li Yillarda, Adolphe Sax tarafından tasarlanmıştır. Saksofon genellikle pop ve caz müziği ile ilişkilendirilse de, önceleri klasik batı müziği ve ordu müziği çalgısı olarak tasarlanmıştı. Saksofon, 1840’ların başında Paris’de yaşayan Belçika’lı müzik aygıtları yapımcısı ve klarnetçi Antoine-Joseph 'Adolphe' Sax tarafından tasarlandı. ‘’Saksofon’’ adı da “sax’ın sesi” anlamını taşır. Sax’ın 1846’da patentini aldığı konusunda değişik görüşler öne sürülse de, en olası olanı, ophicleide çalgısına klarnet ağızlığı eklenmesiyle ortaya çıktığıdır. Gerçekten de sax, babasının klarnet ve ophicleide üretilen fabrikasında yıllarca çalışmıştır. Sax’ın 1846’da aldığı patentten sonraki yirmi yıl boyunca, saksofon yalnızca Sax’ın fabrikasınca üretildi. 1866’de, patent süresinin bitiminden sonra saksofonda öteki üreticilerce birçok değişiklik yapıldı. Saksofon klarnete benzer. Klarnetteki gibi,içi yuvarlak ya da dört köşe oyulmuş, tek kamışlı ağızlık kullanır. Tuş sistemi ise aynı olmasa da flütle benzerlik gösterir. Saksofon, metalden yapılan bir enstruman olmasına rağmen, yapısı ve kökeni gereği, bakır üflemeli değil, tahta üflemeli çalgılar arasında sayılır. Saksofonlar çoğunlukla pirinçten yapılıp, üzerlerine saydam vernik, altın ya da gümüş ile kaplama yapılır. Vernik ya da öteki kaplamalar pirincin paslanmasını önlediği gibi, ses niteliğinin artmasını ve çalgının görüntüsünün ilgi çekici olmasını sağlarlar. Değişik dönemlerde, saksofon yapımında plastik ve tahta gibi değişik gereçler de denenmiştir. 1930 öncesinde saksofonların verniklenmeden ya da kaplama yapılmadan satışa sunulmaları yaygındı. 1960’lara dek ise, bazi saksofonlar ucuz olmaları bakımından gümüşle değil, nikelle kaplanırdı. Saksofon topluluğunun, en büyüğünden en küçüğüne on üyesi; kontrabas, bas, bariton, tenor, C-ezgi, alto, F mezzo-soprano, soprano, C soprano, soprani