article
stringlengths
7.34k
10k
no saksofon olarak sayılabilir. Soprano, Alto, Tenor ile Bariton saksofonlar en çok kullanılan saksofonlardır. Bazı orkestralarda arada sırada Bas saksofonun da kullanıldığı olur. saksofon çalmaya yeni başlayanlar genellikle alto saksofondan başlayıp, deneyim kazandıktan sonra tenor ya da bariton ile çalmayı sürdürürler. Alto saksofon özellikle klasik batı müziği alanında tutulur. Çalması daha zor olan soprano ise 1960’lardan sonra caz müziğinde belli ölçüde yaygınlaşmıstır. Bas, sopranino ya da kontrabas saksofonlar günümüzde üretilse de, büyük saksofon orkestraları dışında ender olarak kullanılırlar ve daha çok özel ilgi duyanlara seslenirler. Ağızlıklar kauçuk, plastik ya da metal gibi değişik gereçlerden yapılırlar. Ender olarak da tahta ve cam olanları da bulunur. Bazıları, metal ağızlıkların yaygın olan plastik ağızlıklara göre daha “canlı” ses çıkardığı, ötekilerse de ses tonundaki değişikliklerin ağızlıkta kullanılan gereçten değil, biçiminden geldiği kanısındadırlar. İçleri içbükey olarak oyulmuş ağızlıklar Adolphe Sax’ın özgün tasarımına daha yakın olup, daha yumuşak tonlarda ses çıkardıkları için klasik batı müziği saksofoncularınca yeğlenirler. Klarnet gibi saksofon da ses çıkarmak için tek kamış kullanır. saksofon kamışları klarnettekilere oranla daha geniş olurlar. Değişik saksofon çeşitleri (alto, tenor, vb) değişik boyutlarda kamışlar kullanırlar. Her çalgıcı kendi biçemine uygun kamışı birçok üreticinin ürünleri arasından seçebilir. Kamışların ses gücü, 1 ile 6 arasındaki sayılarca ölçülendirilmiştir. Yine değişik üreticilerin tıpkı ölçülendirmeyi kullandıklarını söylemek güçtür. Örneğin Rico’nun 3 sayili kamışı Vandoren’in 3 sayılı kamışına oranla çok daha yumuşaktır. Olea Olea, zeytingiller (Oleaceae) familyasından kışın yaprağını dökmeyen, herdem yeşil boylu çalıları içeren bitki cinsi. Deri gibi sert yapraklar sade, tam kenarlı, ender olarak dişlidir. Çiçekler teker teker yaprakların koltuğunda veya terminal durumlu mürekkep salkım vaziyetinde bulunur, beyaz ve güzel kokuludur. Çiçekler erdişi, bir evcikli veya iki evciklidir. Meyve çekirdekli suludur. "Olea"' cinsi Afrika'nın güneyi, güney Asya, doğu Avustralya ve Yeni Kaledonya'da yaygın olarak görülür. Kate Winslet Kate Elizabeth Winslet (d. 5 Ekim 1975), Oscar (Akademi), BAFTA, SAG, Emmy, Grammy ve Altın Küre sahibi İngiliz oyuncu. 22 yaşında, iki Akademi Ödülü (Oscar) adaylığı elde edebilme başarısını gösteren en genç oyuncu rekorunu kıran Winslet, Akademi Ödülleri'ne altı kere aday gösterilen en genç oyuncu olmayı da başarmıştır. Aynı zamanda Altın Küre Ödülleri'nde En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ödülünü aynı yılda kazanan 3 oyuncudan biridir. Kariyeri boyunca çeşitli rollerde izleyici karşısına çıksa da, Titanik filmindeki "Rose DeWitt Bukater" ve Eternal Sunshine of the Spotless Mind filmindeki "Clementine Krucynzski" performansıyla daha geniş kitlelere ulaşmıştır. 17 Mart 2014 tarihinde Hollywood Bulvarı'nda kendi yıldızını kazandı. 2012 yılında Kraliçe II. Elizabeth'in doğum günü şerefine sinema sektörüne yaptığı katkılardan dolayı Britanya İmparatorluk Nişanı (Komutan, "CBE") kazandı. Hayallerin Peşinde filmindeki rolü ile Altın Küre Ödülleri'nde En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazanıp aynı film ile Oscar (Akademi Ödülleri) adaylığı kazanamayan 2. kadın oyuncu olmuştur. Titanik filminde Gloria Stuart ve İris filminde Judi Dench ile aynı karakterin genç ve yaşlı versiyonunu oynamışlardı ve Kate Winslet 2 kez aynı karakterin farklı yaşlardaki oyuncuları ile 2 Oscar Adaylığı kazanan tek oyuncu oldu. 2015 yılında vizyona giren Düşlerin Terzisi adlı filmdeki oyunculuğu için AACTA'da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü kazandı. Michael Fassbender ile birlikte oynadığı Steve Jobs filmi ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Altın Küre adaylığı elde etti ve bu onun 11. Altın Küre adaylığı oldu. 2015 Elle Women in Hollywood Awards (ELLE, Hollywood'daki Kadınlar Ödülü)'da Yılın Kadını seçildi. Kate Elizabeth Winslet 5 Ekim 1975 tarihinde Reading, Berkshire, İngiltere'de doğdu. 11 yaşındayken İngiltere'de bir tiyatro okulunda drama dersi almaya başlayan Winslet'ın babası "Roger Winslet" ve annesi "Sally Winslet" gibi kardeşleri "Anna","Beth" ve "Joss" da oyunculuk yapıyorlar. Sahne Sanatları Mezunu Kate Winslet, ilk evliliğini Hideous Kinky adlı filmin setinde tanıştığı yönetmen asistanı Jim Threapleton ile yapmış ve "Mia" adını koydukları bir kız çocuğu sahibi olmuştur. 2001 yılında eşi "Jim Threapleton" ile ayrılığının ardından American Beauty, Road to Perdition ve Jarhead gibi filmlerin ödüllü yönetmeni Sam Mendes ile evlenerek, "Joe" adında bir erkek çocuğu dünyaya getirmiştir.2010 senesinde çift ayrıldı.5 Aralık 2012 tarihinde gizli bir tören ile Ned Rocknroll ile evlendi ve çocukları Bear Blaze Winslet 7 Aralık 2013 tarihinde İngiltere'de dünyaya geldi. Oyunculuğa ilk adımını 11 yaşında bir TV reklamıyla atan Winslet, daha sonra 90'lı yılların başında çeşitli TV dizilerinde oyunculuk deneyimini arttırmaya devam etmiş ve 1994 yılında beyazperdede Peter Jackson imzalı Heavenly Creatures filmiyle izleyicilerin dikkatini çekmeyi başaran bir oyuncu haline gelmiştir. 1995 senesinde ise Sense and Sensibility filmindeki performansıyla ilk Akademi Ödülü adaylığını almış ve izleyici kitlesini arttırmıştır. 1996 yılında filmografisine Jude ve Hamlet gibi filmleri eklemiş ve kariyerine 1997 yapımı gişe rekortmeni Titanik ile aldığı yeni bir Akademi Ödülü adaylığıyla devam etmiştir ve bu filmle dünya çapında ismini duyurmuştur. "Titanik" filminden sonra daha çok bağımsız ve düşük bütçeli filmlerde oynamayı tercih ettiği için, 1998-99 yıllarında Anna and the King ve Shakespeare in Love gibi filmlerdeki başrol tekliflerini reddederek, aynı dönemde Holy Smoke ve Hideous Kinky gibi bağımsız filmlerde oynamayı tercih etmiştir. Kariyeri boyunca genelde dönem filmlerinde oynamış ve 2000li yılların başında buna Quills, Enigma ve canlandırdığı "Iris Murdoch" karakteriyle üçüncü Akademi Ödülü adaylığını aldığı film Iris ile devam etmiştir. 2004 senesinde Johnny Depp ile başrolleri paylaştığı Finding Neverland sonrası, orijinal senaryosuyla dikkat çeken Eternal Sunshine of the Spotless Mind filminde çizdiği bambaşka bir "Kate Winslet" imajıyla, dördüncü kez Oscar'a aday olmuştur. 2005'te filmografisine müzikal bir yapım olan Romance and Cigarettes'i de ekledikten sonra, farklı türlerde dört yapımla "( The Holiday, Flushed Away, All the King's Men ve Little Children )" 2006 senesinde gündemde kalmayı başarabilmiştir ve Little Children filmiyle Akademi üyeleri tarafından beşinci kez Oscar adaylığına layık görülmüştür. Son olarak 2008 yapımı The Reader filminde canlandırdığı "Hanna Schmitz" rolüyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu ve Revolutionary Road filmindeki "April Wheeler" rolüyle En İyi Kadın Oyuncu Altın Küre ödüllerini almıştır. Oscar Ödül Töreni'nde The Reader filmindeki "Hanna Schmitz" karakteri ile En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ını sonunda almıştır. Altın Küre'de bu rolle yardımcı kadın oyuncuyu almasının sebebi bir kişinin bir ödüle iki farklı filmle aday olamıyor olmasıdır, bu sebeple ödül törenlerinin bazılarında The Reader ile En İyi Kadın Oyuncuyu alırken, bazılarında En İyi Yardımcı Kadın Oyuncuyu almıştır, aynı durum Revolutionary Road filmi için de geçerlidir. Sinema dışında, American Express ve Lancomé gibi markaların reklam filmlerinde de rol almıştır. American Express reklamında daha önce oynamış olduğu karakterlerden söz eden Kate Winslet, bir Lancomé ürünü olan Trésor parfümü için de 2007 yılından itibaren yeni reklam yüzü oldu. 2015 yılında vizyona girecek olan Steve Jobs fiminde Michael Fassbender ile birlikte oynadı. Oscar'a Titanik , Eternal Sunshine of the Spotless Mind(Sil Baştan), Little Children(Tutku Oyunları) ve The Reader filmleriyle "En iyi Kadın Oyuncu"; Iris ve Sense and Sensibility filmleriyle ise "En iyi Yardımcı Kadın Oyuncu" dalında aday gösterildi. Aynı filmlerle Altın Küre Ödüllerinde de beş adaylığıyla beraber "The Reader" ve "Revolutionary Road" filmleriyle bu ödülün sahibi. "The Reader" ile "Altın Küre"nin yanı sıra Oscar ödülünü de kazanmıştır. Ayrıca Christmas Carol adlı animasyon filminde seslendirme yapan Kate Winslet, bu film için yazılan "What If" adlı şarkıyı söylemiş, single albüm çıkarmıştır, Grammy ödülü kazanmıştı rve İngiltere müzik listelerinde ilk 10'a girmiştir. Toplamda 6 adet Oscar Adaylığı bulunmaktadır. 70 ödülü ve 113 adaylığıyla Hollywood için aranan bir isim haline gelmiştir. 2015 yılında vizyona giren Düşlerin Terzisi adlı filmdeki oyunculuğu için AACTA'da En İyi Kadın Oyuncu Ödülü'nü kazandı. Michael Fassbender ile birlikte oynadığı Steve Jobs filmi ile En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu dalında Altın Küre adaylığı elde etti ve bu onun 11. Altın Küre adaylığı oldu. 2015 Harper's Bazaar Women of the Year Awards (Harper's Bazaar Yılın Kadını Ödülleri)'nde British Icon (İngiliz İkon) seçildi. 2015 BIFA Ödülleri'nde ise kariyeri boyunca yaptığı çalışmalar sayesinde diğer meslektaşlarından 'farklılık' ödülü olan Variety Ödülünü kazandı. 2015 Elle Women in Hollywood Awards (ELLE, Hollywood'daki Kadınlar Ödülü)'da Yılın Kadını seçildi. 10 Ocak 2016'da sahiplerini bulan 73. Altın Küre Ödülleri'nde Steve Jobs filmindeki performansından dolayı 'En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu' Altın Küre Ödülü'nü kazandı ve bu onun 4. Altın Küresi oldu. Irvin D. Yalom Irvin David Yalom (d. 13. Haziran 1931 - Washington, D.C.), Amerikalı psikoanalitiker, Psikiyatrist, Psikoterapist ve yazardır. Standford Üniversitesi'nden emekliye ayrılmış profesör, alanında oldukça zengin bir yapıya sahip bilimsel kitapların ve romanların sahibidir. Yalom, varoluşçu Psikoterapinin en önemli yaşayan temsilcilerinden biridir. Aynı zamanda Uluslararası Sigmund Freud – Psikoterapi 2009 ödülünün de sahibidir. Washington’da dünyaya gelen Yalom’un Rus-Yahudi kökenli ailesi 1. Dünya Savaşıʼnın bitmesinden kısa bir süre sonra Polonya sınırlarına yakın bir Rus kasabası olan Celtz’ten Amerika’ya göçetmiştir. Amerika’nın en
etkili Psikoanalistlerinden biri olarak kabul edilen Yalom’un kendine akıl hocası olarak kabul ettiği kişi Jerome D. Frank idi. Yalom, Psikoanalistler içinde sürekli olarak kritize edilen Psikanalizin geliştirilmesinde öncülük yapmış ve aynı zamanda Psikanalizdeki uzun ama etkileyici yeni rehabilitasyon yöntemleriyle insanın psikolojik rahatsızlıklarını yeniden ve daha iyi anlamayı sağlarken uyguladığı yöntemlere has içeriklerle dolu yazdığı romanlar onun edebiyat dünyasında da yer edinmesini yardımcı olmuştur. Irvin David Yalom, toplumbilimci ve yazar Marily Yalom ile evlidir. Bu evlilikten dört çocukları olmuştur. Kaliforniya, Palo Alto da yaşamaktadır. Yazdıklarında kullandığı genel metafor psikoanalitiktir ve felsefeyle de içiçedir. Grup terapilerinde uyguladığı varoluşçu yöntem klasik bir yöntem olsa da Yalom, bunun günümüz psikanalizinde deforme olmasını engelleyen çok daha sonuç alıcı bulgularla devam ettirmiştir. Türkçeye çevirilmiş olanlar: Kuş iğdesi Kuş iğdesi ("Elaeagnus angustifolia"), iğdegiller (Elaeagnaceae) familyasından kışın yaprağını döken çoğunlukla çalı, bazen 7–8 m'ye kadar boylanabilen bir iğde türü. Sürgünleri dikenli olan bitkinin, söğüt yapraklarına benzeyen kısa saplı ve dar şerit biçimindeki yaprakları vardır. 4–8 cm uzunluğundaki yaprakların üst yüzü mat-yeşil alt yüzü gümüşi renktedir. Çiçekler 1-3'lü kısa salkımlar halinde gümüşi renkte ve güzel kokuludur. Meyvesi, portakal sarısı ya da kendine has bir renktedir. Meyvesi yenmemekte ancak kabuğunun altında bulunan unlu tatlı kısmı yenmektedir. Kuş iğdesi; Rusya ve Kazakistan'ın güneyinden Türkiye ve İran'ı da içine alan Batı ve Orta Asya Batı ve Orta Asya'da yerli tür olarak yetişmektedir. 17. yüzyılda yapılan kültür çalışmalarıyla Avrupa'da da görülmeye başlayan bu tür, insan faaliyetleri sonucu 19. yüzyıldan itibaren Kuzey Amerika kıtasında da görülmeye başlamıştır. Türkiye'nin Orta Anadolu Bölgesi ağırlıklı olmak üzere hemen her yerinde yetişmektedir. Türkmenistan arması Türkmenistan arması, Türkmenistan'ın resmî devlet armasıdır. Ortasında görünen at, Türkmenlerin gururu olan Ahal Teke atıdır. Kunstformen der Natur Kunstformen der Natur (Doğanın Sanatsal Biçimleri), Alman biyolog Ernst Haeckel'in taş baskı eserlerinden oluşan bir kitaptır. 1899-1904 yılları arasında 10 levhalık setler halinde ve 1904'de de tam bir cilt olarak yayımlanan bu kitapta, çoğu ilk olarak Haeckel'in kendisi tarafından tanımlanmış olan çeşitli canlılara ait 100 adet baskı levha bulunur. Kitap, Haeckel'in kariyeri boyunca üretmiş olduğu taslaklar ve sulu boya resimlere dayanarak üretilmiş binden fazla baskı içinden en iyilerinin seçilmesiyle oluşturulmuştur. Haeckel'in kitabında özellikle dikkat çeken levhalar arasında, Protista âleminin Radiolaria (ışınlılar) şubesine dahil planktonlara ait olan ve bu canlıların amatör mikroskopçular arasında popülerleşmesine katkıda bulunan çeşitli baskılar vardır. Bu baskılardan, neredeyse her onluk sette en az bir tane bulunur. Hayvanlar âleminin Knidliler (Cnidaria) şubesi de kitapta oldukça öne çıkarılmıştır. Actiniaria, Semaeostomeae ve Siphonophora gibi çeşitli Knidliler takımlarından canlılara yer verilmiş olan kitabın birinci onluk setinde, Haeckel'in ikinci eşi Anna Sethe'nin ölümünden kısa bir süre sonra tanımladığı ve ""Desmonema annasethe"" adını verdiği (günümüzde, "Cyanea annasethe"), özellikle çarpıcı bir denizanası da resmedilmiştir "(sağdaki resim)". Mir'atü'l-Memalik Mir'atü'l-Memalik, (Memleketlerin Aynası) Kaptan-ı derya Seydi Ali Reis'in Çağatayca mensur ve manzum şekilde yazdığı eseridir. İlk seyahatname olma niteliği taşıyan "Mir’atü'l-Memalik", 1554 civarında yazmıştır. Hint seferine gemiyle giden Seydi Ali Reis, donanmasını kaybedince Bağdat'a kara yoluyla döner. Bu dönüş sırasında gezdiği yerleri anlatan kitabını, Mir'atü'l-Memalik, yazar. Jean-Louis Bacque Grammond Mir’atü'l-Memalik’in Fransızca çevirisini yayınlamış ve çok beğendiğini söylemiştir. 16. yüzyılın denizcilerinden Süveyş Kaptanı olan Galatalı Seydi Ali Reis (öl.970/1562) Umman ve Hint denizlerindeki seferleri sonucunda baş tarafı kozmografya (Astronomi) ve bunun temellerinden, diğer kısımları da Kızıldeniz, Aden ve Basra Körfezleri ile Umman denizinin durumlarından bahseden bir eser (Mir’at-ül Memalik) yazmıştır. Bu eser Joseph von Hammer-Purgstall tarafından Almancaya çevrilmiştir. Konstrüktivizm (sanat) Konstrüktvizm, 1914'te Rusya'da ortaya çıkmış bir sanat akımı. Resim, heykel ve mimari alanlarında egemen olmuş, genelde çağdaş malzemeleri kullanan ve geometrik kompozisyon anlayışını benimseyen bir tutumdur. Ekim Devrimi'yle beliren Konstrüktvizm, geçmişle tüm bağlarını koparmış, endüstriyel malzeme ve teknikleri yücelten bir biçimlendirme çabası içinde olmuştur. Sosyalist Gerçekçilik resmi tutum olarak benimsenince ortadan kalkmış, yandaşlarının bir bölümü batıya göçmüştür. Vladimir Tatlin'in önderliğinde ilk olarak mimarlıkta ortaya çıkmışsada bu alanda tasarımdan öteye gidememiştir, hiçbir uygulanmış örneğe sahip olmamıştır. Fakat Pravda gazetesinin yönetim merkezi olarak tasarlanan yapı başta olmak üzere, çoğu konstrüktvist tasarımlar Modern Mimarlık'ın gelişiminde etki yapmışlardır. Resim ve heykel alanında konstrüktivizm çok daha verimlidir. Ünlü konstrüktivistler arasında Antoine Pevsner, Naum Gabo, Kazimir Maleviç, László Moholy-Nagy adları sayılabilir. Kompozisyon Kompozisyon, "farklı parçaları, nesneleri, ögeleri en iyi şekilde bir araya getirme ve bu şekilde oluşturulmuş bütün" anlamında bir kavram. Mimarlıktan güzel sanatlara, müzikten edebiyata kadar çok farklı alanlarda kullanılır. Türkçeye Fransızcadan geçmiştir. Edebiyatta kompozisyon, duygu ve düşünceleri düzgün bir şekilde sıralama ve ifade etmeyi öğrenmek amacıyla yapılan bir düzyazı çalışmasıdır. Kompozisyon en az üç bölümden oluşur: giriş, gelişme ve sonuç. Bu bölümlerden her biri en az bir paragraftan oluşur. Verilen bir konuyu açıklayabilmek için önce açıklanması gereken düşünce bulunur ve bu düşünce giriş bölümünde belirtilir. Bu bölümde sadece açıklanması gereken düşünce belirtilir. Bu bölümde örnek verilmez ve açıklama yapılmaz. Kısa ve öz bilgi verilmelidir. Gelişme bölümünde, giriş bölümünde belirtilen düşünce geniş bir şekilde açıklanır. Bu bölümde örnek verilmesi gerekiyorsa örnek verilir. Ancak örneğin diye başlanılmaz, örneğin sözcüğü kullanılmaz. Verilen örnek birden fazla olmamalıdır. Gelişme bölümü bir paragraftan fazla olabilir. İlk paragrafta anlatılan konunun devamı gibidir ama daha geniş ve açıklayıcı bir şekilde olmalıdır. Giriş ve sonuçtan daha çok yazılmalıdır. Konular daha fazla açılmalıdır. Konu ayrıntılarıyla anlatılır."Ne olacak?" diye merak edilen bölümdür. Sonuç bölümünde, giriş ve gelişmenin ortak düşüncesi yani ana düşünce yazılır. Bu bölüm yazılı anlatımın diğer kısa bölümünden biridir. Bu bölümde de dikkat edilmesi gereken önemli özellik fazla ayrıntıya girmemektir.Yine kısa ve öz olmalıdır. Çıkarılan ana düşünceyi anlatır. Giriş ve gelişmeden daha kısa olmalıdır. Müzikte kompozisyon; biçim, melodi, ritim, armoni gibi farklı ögelerin uyumlu bir şekilde bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş bir müzik parçasıdır. Seydi Ali Reis Seydi Ali Reis (1498 - 1562), Kaptan-ı Deryalık da yapmış olan Osmanlı denizcisi. Osmanlı Devleti'nin Büyük Okyanus rüyasını gerçekleştirmek için görevlendirilen denizci. Türk amirali, coğrafya ve matematik bilgini. İstanbul, Galata'da doğdu. Sinoplu bir aileden gelmedir. Dedesi, II. Mehmet zamanında tersane kethüdalığında, babası Hüseyin Ağa da Darüssınaa kethüdalığında bulunmuşlardı. Kendisi de tersanede reis olarak çalıştı. Barbaros Hayreddin Paşa'nın yanında yetişti. Seydi Ali Reis, tersane kethüdası olduğundan, bir deniz harekatında bağımsız olarak kumandanlık yapmadı. Rodos'un fethine (1522) ve daha sonra Akdeniz'de cereyan eden bütün deniz savaşlarına Barbaros Hayreddin Paşa yanında katıldı ve Batı Akdeniz bölgesini çok iyi öğrendi. Preveze Deniz Muharebesi'nde (1538) Osmanlı donanmasının sol tarafına komuta ederek büyük yararlıklar gösterdi ve bu savaştan sonra adı daha çok duyulmaya başlandı. Trablus'un fethiyle biten harekatta Kaptan-ı Derya Sinan Paşa ve Turgut Reis emrinde çalıştı (1551). I. Süleyman tarafından, Portekiz donanmasıyla girdiği deniz savaşını kaybeden Murat Reis'in yerine Hint Kaptanlığına atandı ve Basra'daki donanmayı Süveyş'e getirmekle görevlendirildi. Bu olay onun yaşamının da dönüm noktası oldu. 15 gemiyi derhal tamir ettirerek uygun deniz mevsimi için beş ay bekledi ve donanması ile Basra'dan ayrıldı (1554). Basra'dan aldığı 15 kadırga ile Süveyş'e doğru yol alırken Horfakan şehri açılarında 25 parçalık Portekiz donanmasıyla karşılaştı. Yapılan çarpışmada Portekizliler bir gemi kaybedip geri çekilince yoluna devam etti. Maskat yakınlarında 34 parçalık bir Portekiz Donanmasının saldırısına uğradı. Güney Arabistan sahillerinde dağların denize dik inmesinden faydalanarak, gemilerini Portekiz donanmasıyla kıyı arasına soktu, savaş başladığı zaman dağların kestiği rüzgar sebebiyle Portekiz donanmasının yelkenli gemileri hareketsiz kaldı, kürekli gemileriyle hızlı hareket ederek düşmanın sayı üstünlüğünü yok etmeye çalıştı. Yapılan savaşta Portekizlilerin altı gemisi batırıldı, Osmanlı donanmasının da beş gemisi battı, biri de yandı (1554). Umman sahilindeki Zufar limanı geçilerek Şihr şehri hizasına gelinince, günbatısı yönünden fil tufanı (Tufan-ı Fil) veya Tsunami denilen bir fırtına çıktı. Çıkan fırtına yüzünden Seydi Ali Reis kalan dokuz kadırgalık donanmasıyla birlikte kıyıdan uzaklaşmak zorunda kaldı. Fırtınaya kapılan, günlerce denizde çalkalanan gemiler doğuya doğru sürüklenerek Hindistan kıyılarına, Gücerat sultanlığının Demen Kalesi önüne gelebildi, burada üç gemi karaya vurdu; geri kalan gemilerdeki top ve levazımı bırakarak Seydi Ali Reis elindeki altı gemiyle Surat limanına girdi; çünkü Portekiz donanması onu yakalamak için dolaşıyordu Seydi Ali Reis buradan Gucerat'ın başkenti Ahmedabad'a gitti. Ha
rap gemilerle Süveyş'e ulaşmak imkânsız olduğundan, kalan gemiler satılıp karadan İstanbul'a dönülmesine karar verildi. Seydi Ali Reis Gucerat sultanı Ahmet Han tarafından iyi karşılandı. Daha sonra adamlarından bir kısmı Gucerat Sultalığı'nın emrine girdi. Seydi Ali Reis, Ahmedabad'tan Sind memleketinin başkenti Multan'a, oradan Lahor'a, bu şehirden de Delhi'ye gelerek Timuroğullarından Hümayun Şah'ın huzuruna çıktı (1555). Hümayun şahın ölmesi üzerine Afganistan - Türkistan-İran yoluyla Anadolu'ya hareket etti (1556). Bundan sonra Kabil, Semerkant, Buhara, Meşhet şehirlerinde hükümdarları gördü. Türkistan'daki gezisi 4 yıl sürmüş ve maceralı yolculuğunu eserine işlemiştir. Başına gelen maceralar ile "Başına Seydi Ali halleri geldi" sözü yayılmaya başlar. Başından geçen vakaları anlattığı eserini Osmanlı kağanı Kanuni Sultan Süleyman'a sunmuştur. İran'da Meşhet valisi tarafından tutuklatıldı, daha sonra serbest bırakılarak Şah I. Tahmasp'a gönderildi. Bir süre göz hapsinde kaldıktan sonra Anadolu'ya geçmesine izin verildi ve Şah'ın Kanuni'ye yazdığı bir mektubu da alarak Kazvin'den ayrıldı (1557). Aynı yıl Bağdat'a ulaştı. Böylece Basra'dan çıkışından 3 yıl 7 ay sonra tekrar Osmanlı ülkesine dönüyordu. Seydi Ali Reis 1557 mayıs ayı başlarında İstanbul'a vardı ve Edirne'de bulunan hükümdarın yanına gitti. Süveyş donanmasının uğradığı kayıptan dolayı padişahtan af diledi. Dolaştığı yerlerde görüştüğü hükümdarların verdiği 18 nameyi sundu; Ali Reis mahvolmuş bir donanmanın sorumlusu olmakla beraber, başına gelen işler, olağanüstü olaylar kabul edilerek suçlu görülmedi, önce müteferrika yapıldı, sonra Diyarbakır tımar defterine tayin edildi. Bir süre şehzade Selim'in hizmetinde çalıştı, Galata Hassa gemi reislerinden biri oldu (1560). Son görevi bilinmemektedir. 1562 yılında İstanbul'da vefat etti. Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması “Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması”, 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilip 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı kanun ile uygulamaya konmuş bir Atatürk Devrimi’dir. Konya milletvekili Refik Bey (Koraltan) ve beş arkadaşının önerisiyle meclise sunulup kabul edilen "Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun"; bütün tarikatlarla birlikte "şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, gaipten haber vermek" ve murada kavuşturmak amacıyla "muskacılık" gibi, eylem, unvan ve sıfatların kullanılmasını, bunlara ait hizmetlerin yapılmasını ve bu unvanlarla ilgili elbise giyilmesini de yasaklamıştır. Ayrıca yasa ile Türkiye Cumhuriyeti içinde padişahlara ait ya da bir tarikata çıkar sağlamaya yönelik tüm türbeler kapatılmış, türbedarlıklar kaldırılmıştır. Yasaya aykırı davrananlara para ve hapis cezası getirilmiştir. Yasa, 1982 anayasasında ""İnkılap kanunları"" (anayasanın 174. maddesine göre anayasaya aykırılığı iddia edilip iptal edilemeyecek kanun) arasında kabul edilerek koruma altına alınmıştır. Yasanın çıkmasında, Doğu Anadolu bölgesinde gerçekleşen Şeyh Sait İsyanı'nın hızlandırıcı rolü oldu. Bu gelişme, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına dair kanunun çıkışı hızlandırdı. Ankara İstiklal mahkemesi de tekke ve zaviyelerin kapatılması için hükûmete başvuru yaptığı gibi Konya milletvekili Refik Bey ve arkadaşları bu konuda bir yasa önergesi hazırlayıp Meclise verdiler. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1925'teki Kastamonu söylevinde ""Ölülerden medet ummak, medeni bir cemiyet için, şindir(lekedir). Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır."" sözleriyle tüm yurtta tekke ve zaviyelerin kapatılacağının işaretini verdi. Cumhurbaşkanı Ankara’ya döner dönmez bu konuda bir hükûmet kararnamesi yayımlandı. 2 Eylül 1925 tarihli kararname ile tekke ve zaviyelerin kapatılması kararı alındı. Ceza yaptırımı içeren yasanın çıkması, Refik Bey ve arkadaşlarının hazırladığı 677 sayılı yasa önerisinin 30 Kasım 1925 günü mecliste tartışılması sonucu yürürlüğe girdi. 677 sayılı yasa, önce 1950 yılında çıkan 5566/1 numaralı yasa daha sonra 1990 yılında çıkan 3612/5 sayılı yasa ile değişikliğe uğradı. Yasa değişikliği konusu, ilk defa 1947'de CHP'nin VII. Kurultayı'nda gündeme geldi. Kurultayda programın milliyetçilik maddesine ilişkin söz alan Hamdullah Suphi Tanrıöver, gençlere milliyet duygusunun verilmesi için türbelerin tamir edilmesini, açılmasını önerdi. Kanun değişikliği içeren yasa tasarısı, 21 Ocak 1950'de başbakan Şemsettin Günaltay tarafından meclise sunuldu; geniş bir mutabakatla 5 Mart 1950'de yasalaştı. Yeni yasa, türbelerin bir bölümünün Millî Eğitim Bakanlığı onayı ile açılmasına olanak sağladı. İlk olarak İstanbul'da Koca Mustafa Reşit Paşa türbesi, ardından Gazi Osman Paşa türbesi açıldı. Bunu Barbaros Hayreddin Paşa türbesi, Osmanlı sultanlarından Kanuni Sultan Süleyman ve Yavuz Sultan Selim'in, Bursa'da Osman Gazi ve Orhan Gazi'nin türbelerinin ve Yeşil Türbe'nin açılışı izledi. Mimar Sinan'ın, Fatih Sultan Mehmet'in türbesi, içinde Sultan Abdülaziz ve II. Abdülhamid'in de yatmakta oldukları II. Mahmut Türbesi, Bolayır’da Şehzade Gazi Süleyman Paşa, Kırşehir’de Âşık Paşa, Konya’da Selçuklu sultanları, Akşehir’de Nasreddin Hoca türbeleri ilk partide açılan türbelerdendir. 1990’da çıkan yasa ise türbelerin açılması için Bakanlar Kurulu onayının alınması şartını ortadan kaldırdı; Kültür Bakanlığı’nın onayı yeterli görüldü. Siyasilerin tarikat mensupları ile ilişki kurması sonucu tarikatların itibar kazanması ile yasa uygulanmaz duruma geldi. Tarikatlar, yasaklı olmalarına rağmen etkinliklerini sürdürebilmektedirler. Hermafroditlik Hermafrodit (erdişi veya hünsâ), hem erkek hem de dişi üreme organı bulunduran canlılara verilen addır. Kelime olarak hermafrodit, Yunan mitolojisindeki Haberleşme Tanrısı Hermes ile Güzellik Tanrıçası olan Afrodit'in adlarından gelmektedir. Efsaneye göre Afrodit ile Hermes'in bir oğulları olur. Adını Hermafrodit koyarlar. Hermafrodit o kadar güzeldir ki bir su perisinin dikkatini çekmiştir. Peri kız, sürekli ona yakınlaşmak için uğraşır ama Hermafrodit'in nazı ile karşılaşır. Bir türlü yüz bulamayan peri kız, Hermafrodit gölde yüzerken birdenbire karşısına çıkar ve sıkı bir şekilde ona sarılır. Tanrılara onları birbirlerinden ayırmamaları için yalvarır. Sonunda dileği kabul olur ve ikisi de aynı vücutta can bulurlar. Böylece ortaya çift cinsiyetli bir insan çıkar. Gram pozitif bakteri Gram-pozitif gram boyama prosedüründen geçtikten sonra, mikroskop altında mavi-siyah, mor renk alan bakterilerdir. Bu rengin sebebi gram-pozitif bakterilerin hücre duvarlarının kristal viyole/iyot karışımını tutmasıdır. Gram-negatif bakterilerin aksine gram-pozitif bakterilerin hücre duvarlarının dışında ¨Dış Zar¨ bulunmaz. Peptidoglikan hücre duvarı daha kalın olan gram-pozitiflerin boyaları tutma kuvvetleri fazladır. Orijinal bakteri sınıflandırmasında gram-pozitifler Firmikütler şubesini oluşturuyorlardı. Firmikütler şubesi çok geniştir ve içerdiği bazı ünlü familyalar şunlardır: "Bacillus", "Listeria", "Staphylococcus", "Streptococcus", "Enterococcus", ve "Clostridium". Bu şube, Mycoplasma grubunun da üyesi olduğu Mollikütleri de içine almak üzere genişletilmiştir. Bu bakteriler hücre duvarına sahip olmadıkları için gram boyasıyla boyanamazlar ancak boyanabilen türlerden geliştikleri varsayılmaktadır. Actinobacteria gram-pozitiflerin başka bir ailesidir. Actinobacteria ve Firmikütler, DNAlarındaki yüksek ve düşük G+C miktarı sebebiyle (sırasıyla) guanin ve sitozin grupları olarak adlandırılırlar. İkinci hücre zarına sahip olmamaları ve sterollere sahip olmaları sebebiyle bu şubelerin ökaryotların ataları oldukları iddia edilmiştir. Deinococcus-Thermus grubu bakteriler de yapıları gram-negatif bakterilerle aynı olmasına rağmen boyanma şekilleri yüzünden gram-pozitif sayılmışlardır. Hem gram-pozitif bakterilerin hem de gram-neagit bakterilerin S-tabakası denen ayrı bir zarları daha vardır. Gram-negatiflerde s-katmanı, dış zara yapışıktır. Gram-pozitiflerde ise s-katmanı, peptidoglikan tabakasına yapışıktır. Gram-pozitiflerin kendilerine has bir özellikleri hücre duvarlarında teyikoik asit bulundurmalarıdır. Lipoteyikoik asit denen, özel teyikoik asit türünün lipid kısmı, peptidoglikan tabakasının hücreye ¨ demirlenmesine¨ yardımcı olur. Gram-pozitif bakteriler Gram boyama işlemi sonunda mor renk veren bakterilerdir. Gram-negatif bakteriler mikroskop altında pembe renk verirken, Gram-pozitif bakteriler mor-mavi renk verirler. Gram sınıflandırma sistemi ampiriktir ve daha çok hücre duvarı arasındaki yapı farklarına dayanır. Şu özellikler genellikle Gram pozitif bakterilerde bulunur: Deinococcus-Thermus türü bakteri de Gram-pozitif gibi renk verse de yapısal olarak gram negatif bakterilerle benzerdirler. Hem Gram-pozitif hem de Gram-negatif bakteriler S-tabakası adı verilen bir membrana sahip olabilir. Gram-negatif bakterilerde, S-tabakası direkt olarak dış membrana bağlıdır. Gram-pozitif bakterilerde, S-tabakası peptidoglikan tabakaya bağlıdır. Gram-pozitif bakterilerin kendine has özelliği ise teyikoik asitin hücre duvarındaki varlığıdır. Endemik Endemik ile aşağıdakilerden biri kastedilmiş olabilir: Endemik (tıp) Endemik terimi, eski Yunanca'da en: içinde + demos: insanlar, sözcüklerinin birleşiminden türetilmiştir. Bir sıfat olan endemik belirli bir nüfus içinde her zaman var olan bir hastalığı tanımlamak için kullanılan terimdir. Endemi ve andemik olarak da anılır. Epidemiyolojik bir terim olarak, şayet bulaşıcı bir hastalık dışarıdan herhangi bir etki olmadan belli bir popülasyonda varlığını sürdürebiliyorsa, bu hastalığın popülasyonda endemik olduğu söylenir. Örneğin İngiltere'de, suçiçeği hastalığı endemik olmasına rağmen (popülasyonda sabit oranda), sıtma endemik değildir. Her yıl, İngiltere'de dışarıdan bulaşan
birkaç sıtma vakası görülmesine karşın, popülasyon içinde kalıcı bir şekilde aktarımı mümkün değildir. Çünkü bu hastalığı insandan insana taşıyabilecek Anopheles cinsi sivrisinekler mevcut değildir. Bulaşıcı bir hastalığın endemik olması için o hastalıktan etkilenen her bir insanın hastalığı ortalama olarak bir kişiye bulaştırması gereklidir. Hastalığa karşı hassas bir popülasyon için, bu hastalığın temel reprodüksiyon sayısının (R0) 1'e eşit olması gereklidir. Hastalığa karşı bağışıklık kazanmış bireyleri de içeren bir popülasyon için, temel reproduksiyon sayısının hastalığa karşı hassas bireylerin oranıyla (S) çarpımı 1'e eşit olmalıdır. Hastalığın endemik sabit halde olması için: Bu şekilde hastalık popülasyondan silinmediği gibi etkilenen insanların oranı da geometrik şekilde artmaz ve bu hastalığın endemik olduğu söylenir. Epidemi(salgın) olarak başlayan bir hastalık, ya belli bir süre sonra etkisini tamamiyle yitirir (İleriki tarihlerde tekrar tekrar ortaya çıkma ihtimali mevcuttur.) ya da endemik hale gelir. Sonucun nasıl olacağı hastalığın ölümcüllüğü ve bulaşma yolları gibi çeşitli etmenlere bağlıdır. AIDS hastalığının Afrika'da endemik olduğu ifadesi daha çok sözün gelişiyle kullanılmaktadır ve AIDS'in bu bölgede bulunduğu ima edilmektedir. Afrika'daki AIDS vakalarının halen daha artması nedeniyle, bu hastalığın endemik değil ancak epidemik olduğunu söylenebilir. Çağatayca Çağatayca veya Çağatay Türkçesi Kuzey-Doğu Türkçesinin ikinci döneminin adıdır. 15. yüzyıl başlarında başlar, 20. yüzyıl başlarına kadar devam eder. İslami dönem Türk yazı dilinin geliştirilmesindeki üçüncü evreyi oluşturur. Birincisi Karahanlı, ikincisi Harezm Türkçesi ve üçüncüsü Çağatay Türkçesidir. Fransa’da É. Marc Quatremère ve Abel Pavet de Courteille gibi bilim adamları, Türkoloji çalışmalarında, Osmanlı mahsulleri yanında, Çağatay Türkçesi ile yazılmış eserlere de ağırlık vermişlerdir. Bilhassa É. M. Quatremère, Çağatay Türkçesi metinlerine örnek vermek maksadıyla seçtiği Alî Şîr Nevâî’nin Muhâkemetü’l-lugateyn ve Târîh-i Mülûk-i Acem adlı eserlerini yayımlayan ve Doğu Türkçesi adını verdiği bu eserlerin dilini çeşitli açılardan inceleyerek Avrupa’daki şarkiyatçıların dikkatini bu dil üzerine çeken ilk Avrupalı Türkologdur. Çağatayca yalnızca Orta Asya Türk devletlerinde yazı ve diploması dili olarak kullanılmakla kalmamış, Avrupa Rusya'sında Oğuzlar-Kayılar dışındaki Müslüman Türkler arasında da 19. yüzyıla değin kullanılmıştır. Harezm Türkçesinin devamı olarak Timurlular devrinde oluşmuştur. Çağatayca yazılmış eserlerin hemen hemen tümü Arap kaynaklı alfabeyle olmuştur. Bununla birlikte Eski Uygur alfabesiyle yazılmış bazı Çağatayca metinlere de rastlanmıştır. Çağataycada, Orta Asya Türk yazı dilinin önceki dönemlerindeki bazı sesbilimsel ve biçimbilimsel birimlerin farklılaştığı dikkati çeker: Örnek: İlk hecede e/i değişmesi (keç-kiç(geç), men/min (ben) gibi) , e/ö değişmesi (erük/örük (erik), teşüt/töşük(Deşik) gibi), ünsüz ikizleşmesi (yiti/yitti(Yedi), katıg/kattık(Katı gibi). Bütün Türk lehçelerinde olduğu gibi Çağatayca'da da yalın, bileşik ve girişik cümle yapıları kullanılmıştır. Çağatayca'da büyük bir oranda İslam kültürünün etkileri de görülür. Arapça, özellikle Farsça birçok sözcük ve tamlama oldukça çoktur. Çağatayca yerini bugün modern Özbekçeye ve modern Uygurcaya bırakmıştır. Eklektisizm Eklektisizm (Yun. , "eklektos", „seçilmiş“) , farklı felsefî veya sanat sistemlerinden alınan unsurların yeni bir sistem içinde yeniden kullanılmasıdır. Sanattaki farklı çağ ve üsluplardan seçilip devşirilen unsurların yeni bir tasarım, ürün ya da düşünce akımı oluşturmak için ele alınması olgusunu ifade eder. Eklektisizm kelimesinin kökü olan "eklektik" kelimesi, genellikle bir sisteme ait olan veya tek başına anlam ifade eden unsurların birden fazlasını toparlayarak meydana getirilen yeni sistem veya sistemler anlamına gelmektedir. Dinde ve sair düşünce akımlarında eklektisizmin negatif bir manası vardır. Türkçede "eklemek-takmak " anlamına gelen bu kelime, Lidya dilinde "" veya tam olarak "yine takmak" anlamına karşılık gelen "" kelimelerinden türemiştir. Eklektisizm, 19. yüzyılda çok yaygın bir biçimde görülür. Bununla birlikte eklektisizm bir üslup değil, bir davranış şekli olarak değerlendirilmelidir. Ancak farklı eklektisist üsluplardan söz edilebilir. Bu üslupların hepsinde davranış biçimi ortak olduğu hâlde şeklî malzemenin de değiştiği çağ ya da üslup ve bunların yeniden sistemleştirilişi farklıdır. Hagiografi Hagiograf, ermiş olduğu kabul edilen kişilerin, kilise büyüklerinin ve kendini dine adayanların hayatlarının anlatıldığı edebi eserlere verilen isimdir. Bu tür eserlerin en büyük özelliği azizlerin hayatlarını birçok mucize ve fantastik özelliklerle anlatmalarıdır. Azizlerin tamamı daha çocukken dünyevi nimetlerden vazgeçerler. Hagiograflarda azizlerin gerçek hayatlarına dair bilgiler de verilir. Kliment Ohridski için yazılan hagiograflar da bu özelliklere sahiptir. Hagiograflar ortaçağda en yaygın ve en çok okunan edebi eserlerdendir. Preslav Edebiyat Okulu Preslav Edebiyat Okulu (Pliska Edebiyat Okulu) ortaçağ Bulgar İmparatorluğunun ilk edebiyat okuludur. I. Boris tarafından 885 veya 886 yılında Bulgaristan'ın başkenti Pliska'da kurulmuştur. 893 yılında I. Simeon okulun adını yeni başkent olan Preslav'a değiştirmiştir. Kiril alfabesinin gelişiminde okulun önemli katkıları olmuştur. Jean de Thévenot (16 Haziran 1633 - 28 Kasım 1667, İsfahan-Tebriz arasında) Fransız Doğu gezgini. Seyahat kitapları yayımcısı Melchisedech Thévenot'nun yeğeni olan Jean Thévenot'nun bilinen tek mesleği gezginliktir. 18 yaşında öğrenimini bitirir bitirmez Avrupa'yı gezmeye başlar ve İngiltere, Hollanda ve Almanya'yı gördükten sonra İtalya'ya gelir. Venedik'ten Roma'ya geçer ve oradan denizyoluyla ve Malta üzerinden 2 Aralık 1655'te İstanbul'a varır. 30 Ağustos 1656'ya kadar burada kalan Thévenot kentin, Köprülü Mehmed Paşa'nın sadrazamlığa getirilmesinden önceki karışık dönemini görür. Ancak gözlemleri daha çok günlük hayata, örf ve adetlere yöneliktir. Thévenot İstanbul'dan ayrıldıktan sonra karayoluyla, Bursa üzerinden İzmir'e ve oradan gemiyle İskenderiye'ye gider. Mısır'da bir yıldan fazla kalır. Mart 1658'de Kudüs'e doğru yola çıkar ve Haziran 1658'de Kahire'ye geri döner. 4 Şubat 1659'da ise İskenderiye'den gemiye binerek Tunus'a uğradıktan sonra 12 Nisan'da Livorno'ya varır. Bu ilk yolculuğun izlenimleri 1665'te "Rouen'de Relation d'un voyage fait au Levant" adıyla basılmıştır. İlk yolculuk izlenimlerinde önce İstanbul'un genel bir tasvirini yapar. 'Sokaklar dar ve düzensizdir ancak önemli binalar da vardır. Bunların başında Ayasofya gelir.' Ondan sonra Ayasofya modelinde yapılmış olduğu yazılan Süleymaniye Camii ve I. Süleyman Türbesi'nden, Sultanahmet Camii ve Türbesi'nden, Fatih, Sultan Selim, Şehzade ve Bayezid camilerinden kısaca söz edilir. Bizans döneminden kalan sütun ve dikilitaşlara ayrılan kısa bir bahisten sonra sıra Topkapı Sarayı'na gelir. Burada dışarıdan görülebilenler ve genel bilgiler aktarılır. Hanlar ve kervansaraylar bölümünde Büyük Valide Hanı'ndan söz edilir. İstanbul evlerinin ahşap ve dayanıksız olduğunu yazan Thévenot İstanbul'a geldiği gün büyük bir yangının 8.000 evi yaktığını ve burada kaldığı sürece iki yangının daha çıktığını ekler. 'Galata taraflarında evler çok daha sağlamdır. Pera'da ise yabancı elçiler ve zengin Rumlar oturur.' Tasvir Üsküdar, Adalar ve Boğaziçi hakkında verilen bazı bilgilerle sona erer. Bundan sonraki bölümler ise Türklerin örf ve adetlerine, giysilerine, yemeklerine, hamamlarına, oyunlarına aittir. İslam'a ait oldukça uzun bir bölüm ayıran Thévenot, bu konuda oldukça doğru ve yansız bilgiler verir. Thévenot ilk Doğu yolculuğunun izlenim kıitabı çıktığında ikinci Doğu yolculuğuna çıkmıştır. Bu yolculukta Ekim 1663'te Marsilya'dan Mısır'a, oradan Suriye ve Mezopotamya üzerinden Basra'ya ve Hindistan'a, dönüşte Bender Abbas'tan Şiraz'a giderken bir kaza sonucu yaralanmıştır. İsfahan'a uğradıktan sonra Tebriz yolunda 1667 sonbaharında ölmüştür. Bırakmış olduğu notlardan yayımlanan ikinci yolculuğun günlüğü iki cilt halinde 1674 ve 1684'te basılmıştır. Gökhan Kalafat Gökhan Kalafat, (d. 28 Mart 1980 - İstanbul), Türk karikatürist ve ilüstrator. Çocukluk yıllarını Gaziantep ve Karabük'te geçirdi. Orta halli bir ailenin en küçük bireyi olan Kalafat, resim çizmeye çok küçük yaşlarda başladı. Yaşıtları top oynarken, evde oturup karikatür ve resim yapmaktan büyük mutluluk duyuyordu. 1996 yılında, ilk kez bir karikatürü Gırgır dergisinde yayınlandı. Daha sonra bu dergiye kadrolu olarak girse de, kendi isteği ile 1998 yılında dergiden ayrıldı. 2000 yılında Marmara Üniversitesi Resim Öğretmenliği Bölümüne girdi. 2003 yılında, HomeTechnology dergisinde, teknolojik ev cihazları ile ilgili ilüstrasyonlar yaptı. 2004 yılında üniversiteden mezun oldu. Medet, Tavas Medet, Denizli'nin Tavas ilçesine bağlı bir mahalle. Medet Höyüğü burada bulunmaktadır. Bay Bay, erkeklerin ad veya soyadlarının önüne gelen saygı sözcüğüdür, bir nevi kadınlarda kullanılan "bayan"ın erkekler için olan kullanımıdır. Ancak daha yaygın olarak, addan sonra kullanılan "bey" sözcüğü nedeniyle bu anlamı arka planda kalmıştır. Çağatay Türkçesi'nde "zengin" anlamına gelir. Cumhuriyetin ilk yıllarında İngilizce'deki Mr hitabının Türkçe'deki karşılığı olarak kullanılmaya çalışıldı ise de sonradan hakaret anlamlı kullanılmaya başlanmıştır. Mesela "Sayın Mehmet Bey" yerine "Bay Mehmet" hitabı kinayeli bir hakaret olarak kullanılabilmektedir. Ayrıca Türk-Müslüman olmayan kişilere veya dönmelere karşı da yine kinayeli kullanılmıştır. "Divânu Lügati't-Türk"te de şöyle geçer: MR İngilizcede Mr., "Mister"in (Bay) kısaltılmışıdır. MR aynı zamanda aşağıdaki şeyleri temsilen de kulanılmaktadır: Transhümanizm Transhümanizm, insanın fiziksel ve bilişsel yeteneklerinin artırılması ve yaşlanma ve hastalanma gibi arzu edilmeyen veya gereksiz görülen yönleri
nin ortadan kaldırılması amacıyla teknoloji ve bilimden faydalanılması gerektiğini öne süren uluslararası bir entelektüel ve kültürel harekettir. Transhümanist düşünürler, bu amaçla insan geliştirme tekniklerinin ve yüksek teknolojinin kullanılması imkânlarını ve muhtemel sonuçlarını tartışırlar. Transhümanizm teriminin ilk kullanılış tarihi 1957’ye kadar uzansa da terimin çağdaş anlamı 1980’lerde California tabanlı bir grup gelecek bilimcisi, bilim adamı ve sanatçının o zamana kadarki gelişmeleri düzenleyip transhümanist hareketi oluşturmasıyla başlar. Transhümanist düşünüler insanın sonuçta çok gelişmiş yeteneklerinden ötürü posthuman (post insan veya insan ötesi) adını almayı hak edecek olan bir varlığa dönüşeceği öngörüsünde bulunurlar. Son derece büyük bir değişime ve dönüşüme uğramış bir insanlık geleceği düşüncesi dünya çapında çok sayıda taraftarla beraber çok değişik bakış açılarından eleştiriyi de beraberinde getirmiştir. Transhümanizm bir yandaşı tarafından “insanoğlunun en cüretkar, cesur, yaratıcı ve idealist amaçlarını temsil eden bir hareket “ olarak tanımlanmıştır. Bu hareketin bariz bir karşıtı ise onu “dünyanın en tehlikeli fikri” olarak tanımlamıştır. “Transhümanist Düşüncenin Tarihi” isimli makalesinde filozof Nick Bostrom, söz konusu akımın yeni yetenekler kazanmayı ifade eden antik temellerinin mitsel düşüncede yerini bulduğunu belirtir. Ne var ki, Bostrom bu akımın daha sonraki evrelerini Rönesans ve Aydınlanma Çağı’na dayandırır. Marquis de Condorcet ise insan ömrünün uzatılmasında Tıp biliminin kullanılması gerektiğini savunan ilk kişidir. Benjamin Franklin de hızlı ilerleyen bilimin bir sonucu olarak bütün hastalıkların ortadan kaldırılmasından ve yaşlılığın engellenmesinden bahsetmiştir. Transhümanist kavramların 20. yüzyılda doğrudan ve etkili bir habercisi ise John Burdon Sanderson Haldane’in 1923 yılında yayınladığı makalesi Daedalus: Science and the Future ‘dır. Haldane bu makalesinde genetik ve diğer gelişmiş bilimlerin insan biyolojisine sağlayacağı büyük faydalardan söz etmiştir. Biyolog Julian Huxley ise bilindiği kadarıyla transhümanizm kelimesini ilk kullanan kişidir. 1957’deki bir yazısında Huxley transhümanizmi, “insan olarak kalan fakat kendisini aşarak insan doğasının yeni imkânlarını, yine kendi doğası için keşfeden insan” olarak tanımlamıştır. Böyle bir tanım 80’lerden günümüze gelen transhümanizm tanımından ise oldukça uzaktadır. İngilizce Wikipedia Transhümanizm maddesi () Havari Havârî (Yunanca: Απόστολος, "Apostolos" - Elçi), İsa'nın öğüt ve inançlarını yayma işiyle görevlendirdiği mürit ve öğrencilerinden her biri. Havari sözcüğü ile çoğunlukla "İsa'nın 12 Havarisi" kastedilmekle birlikte, kavram İsa'nın Hıristiyanlığı yaymaya çalışan bazı diğer öğrencileri için de kullanılır. Yeni Ahit'in ilk dört bölümünü oluşturan Kanonik İncillerden Matta ve Yuhanna İncilleri aynı isimlerdeki havariler tarafından yazılmıştır. Türkçeye Arapçadan geçen "havari" (Arapça: حَوْرٌ ḥawārī) sözcüğü, Arapçaya da Kilise Habeşçesinden geçmiş olup aslen "yolcu, elçi, haberci" anlamlarına gelir. Arapça "hwr" ve öncesinde İbranice ve Aramice kökenli "xwr" (beyaz olma) kavramıyla alakası yoktur. Sözcüğün bazı Batılı dillerdeki karşılıkları da Yunanca "apostolos" (elçi) kavramından gelir. Havarilerden Kur'an'da Âl-i İmrân, Mâide ve Saff Surelerinde bahsedilmektedir. Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi Kemalizm, Laiklik ve Demokrasi, Siyaset Bilimci, akademisyen Ahmet Taner Kışlalı' nın Atatürkçülük, Laiklik ve Demokrasi konuları üzerine yazmış olduğu köşe yazılarını derlediği kitap. Martalosbaşılık Martalosbaşılık 1421 yılında II. Murat tarafından kurulmuş bir Osmanlı ordu birimidir. Ailelerinden küçük yaşta alınarak devşirme yöntemiyle müslümanlaştrılan yeniçerilerden farklı olarak, martalosların çoğunluğu Hıristiyandı. Osmanlı sınırlarını ve kalelerini korumak amacıyla yeniçerilere ek bir kuvvet olarak oluşturulmuştu. 1721 yılında padişah III. Ahmet tarafından kaldırıldı. Humboldt Akıntısı Humboldt Akıntısı, Güney Amerika'nın batı kıyısında bir soğuk su akıntısı. İsmini Alman doğa araştırmacısı Alexander von Humboldt'tan alır. Akıntı Antarktika'dan başlayarak And Dağları'na paralel şekilde kuzeye doğru yol alır. Antarktika'daki suyun düşük ısı derecesi, Güney Amerika'nın batı kıyısındaki su sıcaklığının, aynı paralelde bulunan Pasifik suyuna göre 7-8 °C daha düşük olmasına yol açar. Soğuk deniz suyu sayesinde hava ısısı da düşer. Bu yüzden Humboldt Akıntısı'nın sahil bölgelerini (örneğin Atacama Çölü gibi), yağış bakımından fakir çöl bölgeleri oluşturur. Edirnespor Edirnespor, Edirne şehrinin Bölgesel Amatör Lig'de mücadele takımıdır. 1966 yılında kurulan kulübün renkleri sarı-kırmızıdır. Önceden amatör olarak mücadele etmekte olan Edirnespor, Meriçspor ve Suspor ile birleşerek 1966'da profesyonel olarak kuruldu. İlk başkanı Rahmi Akıncı'ydı. Takım, doğrudan Türkiye 2. Ligi'ne dahil olan 11 takımdan biri oldu. Eski millî futbolculardan Naci Erdem tarafından yönetilen takım ilk hazırlık maçını Altay ile yaptı ve 2-0 mağlup oldu. İlk profesyonel maçını ise Spor Toto Kupası'nda Bursaspor'la yaptı, ancak 1-0 mağlup oldu. İlk sezonunda Trakya'yı temsil eden takım Kırmızı Grup'ta yer aldı. İlk lig maçında Antalyaspor ile 1-1 berabere kaldılar. Ligde beşinci olarak sezonu kapatıp iyi bir başlangıç yaptı. 11 Şubat 1968'de Edirnespor, Beşiktaş'ı hazırlık maçında kendi evinde ağırladı. Recep Adanır yönetimindeki Beşiktaş, maçı Sanlı Sarıalioğlu'nun attığı golle 1-0 kazandı. 23 Nisan 1968'de ise Galatasaray ile hazırlık maçı yapan Edirnespor, rakibini 2-0 yendi. Takım 1968-69 sezonunda sorunlar yaşadı. Teknik direktörleri Erdem, sezon ortasında istifa etti. Yerine eski MKE Ankaragücü oyuncularından Ali Etüd getirildi. Erdem, sezon sonuna doğru takıma dönse de Edirnespor, çekişmeli geçen alt sıra mücadelesinde 3. Lig'e düşen ekip oldu. 1969'da Edirnespor'un uzun sürecek 3. lig dönemi başladı. Atilla Bilgin yönetimindeki takım, sezonu ancak orta sıralarda tamamlayabildi. 1970-71 sezonunda Edirnespor, Türkiye Kupası'nda Beşiktaş ile eşleşti. Beşiktaş ilk maçı 1-0, ikinci maçı 3-1 kazanarak ikinci tura yükseldi. Dönem içinde İstanbul takımlarından transferler ile güçlendirilmeye çalışılan takım 1977-78 sezonunda Kırmızı Grup birincisi olarak yıllardan sonra tekrar 2. lige çıktı. Edirnespor, en yakın rakibi İzmirspor'un sadece 1 puan önünde, Beyaz grup birincisi Sebat Gençlikspor ile şampiyon olan takım oldu. Şampiyonluğun önemli isimlerinden olan forvetleri Arda Denizeri'yi Beşiktaş transfer etti. Sözleşme gereği hazırlık maçı yapan takımlardan Edirnespor, Beşiktaş'ı 1-0 mağlup etti. Edirnespor 1978-79 sezonu ile birlikte 2. Lig'de oynamaya devam etti. 1979'de bu sefer İbrahim Sokullu'yu Galatasaray'a kazandırdılar. 1981'de ise kaleci Nurettin Yıldız, Fenerbahçe'ye transfer oldu. 1988-89 sezonunda takım tarihinde ilk kez sponsor alarak adını "Trakya Birlik Edirnespor" yaptı. Ancak 1989-90 sezonunda takım tekrar 3. lige düştü. 3. ligde "Edirnespor" adına geri döndüler. 1993-94 sezonunda Hakan Keleş ve Selim Özer'li kadrosuyla kendi grubunun birincisi olarak tekrar 2. lige yükseldi. Tarihinin en iyi sezonunu 1994-1995 sezonunda yaşayan Edirnespor, 2.Lig 1.Grupta İstanbulspor'la beraber ligi ilk iki sırada tamamlayarak Yükselme Grubuna çıktı, böylece 1995 yılı Edirnespor'un Süper Lig'e en çok yaklaştığı sezon olmuştur. Ancak play-off'larda grup sonuncusu oldular. 1999'a kadar İstanbul takımlarıyla beraber 2. Ligde başarıyla mücadele ettiler. 1998-99 sezonunda mali ve teknik sorunlardan dolayı Edirnespor, 3. Lig'e düştü. Dört yıl bu ligde oynadı. 1999-2000 sezonunda Doğan Seyfi Atlı 21 golle 3. ligin gol kralı oldu. 2000-01 yılına Edirnespor iyi bir başlangıç yaptı. Ligde ikinciliğe kadar yükselen takımın başkanı Nejat Öztaş, teknik adam Basri Uzunca'yı kovdu. Kovmasının nedeni olarak da Edirnespor'un borçları ve şampiyonluk sonucu 2. ligde oynamanın getireceği ekonomik yükü gösterdi. Edirnespor da 16. hafta ikinciliğe kadar çıktığı grupta sezonu 15. olarak kapattı. 2002-03 sezonunda ise tarihinde ilk kez Amatör Lig'e düştü. Edirnespor 2003-2015 arasında Edirne Süper Amatör Liginde mücadele etmiştir. 2007-2008 sezonunda Edirne Süper amatör şampiyonu olarak katıldığı 3. Lig'e terfi maçlarında Kocaeli Suadiyespor'a ekonomik nedenlerle elendi. İlk maçta paralarını alamayan futbolcuların kulübü terk etmesiyle maça altyapı futbolcularıyla çıkan Edirnespor, kalesinde 5 gol görerek elendi. Mayıs 2009'da Nezihi Tosuncuk, Şubat 2011'de ise Arda Denizeri tarafından çalıştırılan kulüp, son senelerde Edirne içinde Edirnespor Gençlik Kulübü (1979'da kuruldu ve 2011'e kadar Ayşekadın Gençlerbirliği adını taşıdı) ve Keşanspor gibi takımlarının gerisinde kaldı. Edirnespor 2014-15 sezonunda Edirne Süper Amatör Liginde şampiyon olup Bölgesel Amatör Lig'e yükselmiş ve 2010-11 sezonundan beri bu ligde oynayan ve turkuaz-siyah-turuncu renklere sahip Edirnespor Gençlik Kulübü'yle birleşerek renklerini sarı-kırmızıdan kırmızı-beyaza dönüştürmüştür. Edirnespor, U-15 ve A genç kategorilerinde Edirne liglerinde mücadele etmektedir. Edirnespor ayrıca 1994-95 sezonunda Türkiye Bayanlar Futbol Ligi'nde de mücadele etmiştir. Ancak başarısız sonuçlar alan takımın bu şubesi kapatıldı. Concepcion, Şili Concepción, Şili'de 220.000 nüfuslu bir şehir (2004 itibarıyla). Başkent Santiago ve Valparaíso ile beraber ülkenin en önemli üç şehrinden biridir. Santiago'dan sonra ülkenin ikinci önemli ekonomi merkezidir. Concepción, Santiago'nun 500 km güneyinde, bu kısmında 1.8 km genişliğine ulaşan ve şehrin yakınlarında Büyük Okyanus'a dökülen Bío-Bío Nehri'nin kıyısında yer alır. Liman şehri ve donanma üssü olan Talcahuano ile komşudur. Bu iki şehir arasında Carriel Sur Uluslararası Havalimanı bulunur. Concepción ve başkent Santiago arasında günlük tren bağlantısı mevcuttur. Concepción, 1550 yılnda Pedro de Valdivia tarafından, bugün komşusu olan liman şehri "Penco" 'nun yerinde kuruldu. şe
hir birçok defa Mapuche saldırılarına uğrayarak yıkıldı. 1751'deki kuvvetli bir deprem sonucu yıkılınca, şehir 1754'te iç kısımlara taşınır. 20 Şubat 1835 tarihindeki 8.5 şiddetindeki çok güçlü bir deprem sonucu tüm şehir yıkılır. Charles Darwin enkaz altındaki şehri ziyaret eder. Bu depremi, 1839 ve 1960 yıllarında takip eden iki büyük deprem de, şehri bir kez daha yıkar ve çok sayıda kurban alır. (Bkz; Büyük Şili Depremi) Bu zamandan beri de, büyük zararlardan kaçınmak ve depremlerde dayanmasını sağlamak maksadıyla, binalar alçak olarak ve çelik-beton teknolojisiyle inşa edilir. 1818 yılında Concepción'da Şili'nin bağımsızlığı ilan edilir. 1882 şehrin nüfuzu 19.000 dir. !995 yılından itibaren, giderek büyüyen konut ihtiyacını karşılayabilmek için giderek artan sayıda gökdelenler oluşur. Şehrin genişlemesine olanak vermeyen alan darlığı ve yükselen arsa fiyatları, bu yapılaşmayı zorunlu kılmaktadır. Concepción iki tane üniversiteye sahiptir. 1919 yılında, uluslararası çok iyi bir üne de sahip Universidad de Concepción kurulur. 1958 yılında ikinci bir üniversite olan, ismini Bío-Bío Bölgesi'nden, daha doğrusu şehrin kıysına kurulduğu "Bio-Bio" nehrinden alan Universidad del Bío-Bío kurulur. Concepción'da birçok uluslararası okul vardır (örn. Alman Okulu, İngiliz Okulu, Fransız Okulu). Ayrıca sinema olarak ve konserlerde de kullanılan bir tiyatro da mevcuttur. Hualpén'de 1900 lü yılların yaşam kültürünü gösteren bir müze vardır. Universidad de Concepción neredeyse tek başına tüm şehrin külürel yaşamını şekillendirir. Burada düzenli olarak, ülkenin bütün bölgelerinden müzisyenlerin katıldığı Jazz konserleri, küçük film festivalleri, dans programları ve diğer kültürel olaylar bulunur. Bunların dışında üniversite arazisinde sanat galerisi bulunur. Şehirde birinci ligde oynayan bir futbol klubü ve bir basketbol takımı vardır. Concepción, çevredeki verimli topraklarda yetişen tarım ürünleri için bir ticari merkezdir. şehir ekonomisi için önemli unsurlar, temel gıda maddelerinin işlemesi, demir-çelik endüstrisi ile petrol, kimya ve ahşap işleme endüstrileridir. Concepción, Panamerikan karayoluna 82 km mesafededir. AFL AFL şu anlamlara gelebilir: Keme Keme ("Rattus") (halk arasında bilinen adıyla Sıçan veya Lağım faresi), Muridae familyasının "Rattus" cinsini oluşturan fare türleri. Tür adı: "Rattus norvegicus" Kemelerin sivri ağızları ve kesik üst dudakları vardır. Sadece bir adet keskin dişi ve bir kemirme dişi vardır. Çiğneme dişleri olan diğer dişleri ile birlikte toplam 16 dişi vardır. Kesme dişlerinin kökü yoktur ve ömürleri boyunca büyümeye devam eder. Bu yüzden fazla uzamaması için kemirmekten törpülenmesi gerekir. Kesme ve çiğneme dişleri arasında bir boşluk vardır, buna tıpta Diastema denir. Kemelerin midesi iki parçaya bölünüktür. Bu bölünmüş mide sistemi ile istifra etmek imkânsızdır. Ayakları ve kuyrukları ya tamamen kılsızdır ya da çok az kıllıdır. Arka ayaklarında beş ama ön ayaklarında sadece dört parmakları vardır. Çünkü bir baş parmak kemenin kemik yapısında bulunur ama o kadar kısadır ki, çıkıntı oluşturmaz. Kemelerde ter üreten organlar eksiktir, bu yüzden fazla sıcaklıklarını kılsız yerlerinden (ayakları, kulakları vd.) dışarıya verirler. Dişilerin boynundan kıç kısmına kadar varan çok sayıda memesi vardır. Siyah ev kemesi kuyruğu hariç 16 ila 23 santim uzunluğu ile 18 ila 26 santim uzunluğuna varan göçebe kemeden daha küçüktür. Bu iki keme türünü birbirinden ayırt eden en önde gelen farkları, vücut ve kuyruk uzunluklarıdır; ev kemesinin kuyruğu daima vücudundan daha uzundur. Göçebe kemenin kuyruğu asla vücudundan daha uzun olmaz. Diğer önemli fark kulaklarının büyüklükleridir. Ev kemesinin kulakları göçebe kemenin kulaklarından büyüktür. Kemelerin gözleri kafalarının yan taraflarında durdukları için büyük bir alanı aynı anda görebilirler, ama üç boyutlu görme kabiliyetleri yoktur. Koku alma kabiliyetleri çok iyidir. Bu kabiliyeti sadece gıda aramakta değil aynı sürüye ait olan diğer kemeleri tanımak, bir dişinin çiftleşmeye hazır olduğunu anlamak ve hangi hayvanın sakin ve hangi hayvanın stresli olduğunu anlamak için de kullanırlar. Duyma kabiliyetleri çok iyidir. Çoğu diğer küçük kemirgenler gibi, kemeler de yüksek dalga (ultraschall) seviyesine kadar duyabilirler. Kulaklarının içinde bulunan denge organlarının da çok gelişmiş bir yapısı vardır ve bir kemenin aşılması imkânsız görünen engelleri aşabilmesini sağlar. Tat alma kabiliyeti de çok büyüktür, tat alma reseptörleri sadece ağzında değil bıyıklarında da bulunur. Hep insan kültürlerini takip etmiş olan kemelerin bu şekilde tanınmış olduklarından dolayı, çoğu keme türlerinin hala büyük ormanlarda saklı olarak yaşadıkları sıkça unutulur. En çok türleri Güneydoğu Asya'da bulunur. Kemelerin asıl köklerinin Hindistan, Güneydoğu Asya, Yeni Gine ve Avustralya'da aranması gerektiği düşünülür ama insanları takip etmelerinden dolayı bazı türleri bütün dünyaya yayılmıştır. Kemeler sürü halinde, erkekler ve dişiler karışık bir şekilde yaşarlar. Sürü içinde arkadaş olanlar, sosyal bağlantılarını güçlendirmek için birbirlerini idrar ile işaretlendirirler. Kemeler çok sosyal hayvanlardır ve bir hiyerarşi içerisinde işbirliği yaparlar. Bazı kaynaklarda anlatılan çok ilginç bir siyasi sistemleri, birçok kemenin bir araya gelmesi ile meydana gelen ""keme kralı""'dır. Kemeler yeni çevrelere ayak uydurmakta ve hayatta kalma savaşı vermekte çok büyük ustalardır; mesela pirinç kemesi ve bambu kemesi sadece pirinç ya da bambu yedikleri için böyle adlandırılmışlardır. Bazen aç kaldıklarında, sabun, deri, kâğıt, tekstil ve tahta ya da solucan, böcekler ve küçük kuşlar gibi inanılmaz şeyler yeseler de, kemelerin gerçekten her şeyi yedikleri söylenemez. Eğer et ile bitkisel gıda arasında seçenekleri olursa, bitkisel gıdayı tercih ederler. Eğer kemeler aradıkları her şeyi bulabildikleri bir çevrede yaşarlarsa, yedikleri et miktarı bütün yediklerinin %10'unu oluşturur. Şehirlerde yaşayan kemeler insanların çöplerinden ve depolarından beslenirler. Protein ihtiyaçlarını özellikle fındık türleri ve tohumlar ile giderirler. Kemeler bir istifra etme refleksine sahip olmadıklarından dolayı, hazmedemedikleri ve yuttukları tehlikeli maddeleri bir kere yuttuktan sonra bir daha çıkaramazlar. Kemeler çok doğurgandırlar. Daha henüz altı haftalıkken erginleşirler. Hatta alfa dişiler beş haftada bile erginleşebilirler. Böylece bir dişi keme bir yılda altı ya da sekiz defa gebe kalıp yavrulayabilir, ama istatistiklere göre yılda ortalama dört defa yavrularlar. Her gebelikte beş ila on sekiz yavru dünyaya gelir. Gebelik zamanı çoğunlukla Mart, Nisan ve Eylül'dür. Ama bu dünyaya gelen yavruların sadece %5'i hayatta kalmayı başarır. Eğer çiftleşme yeterince gıda olmayan bir zamana rastladıysa, dişi dölü rahminde geri tutarak gebeliğini daha bereketli bir zamana kadar erteleyebilir. Alfa dişiler diğerleri tarafından beslendiği için, gebeliğini hiçbir zaman ertelemeye gerek duymaz ve diğerlerinden daha çok, yani yirmi civarında yavru dünyaya getirir. İlk çiftleşme girişimi dişi tarafından başlatılır. Dişi çiftleşme hormonları üretir, erkek hayvanlar bunun kokusunu alır. Çiftleşme merasimi altı saate kadar sürebilir ve sürünün içerisinde gerçekleşirse dişi keme 200 ila 500 kere çiftleşebilir. Her birisi sadece birkaç saniye sürer, dişi kuyruğunu yana çeker ve böylece erkeğin işini kolaylaştırır. Dişi mümkün olduğu kadar çok erkekle birden çiftleşmeye önem verir, çünkü dölü depolayabilir ve sonunda en güçlü ve sağlıklı erkeğin genleri hedefe ulaşır. Ortalama 20 ila 24 gün arası sürer. Bu zamanda dişinin çok su içmeye ihtiyacı olur ve proteini zengin olan gıda ile beslenmesi gerekir. Çoğunlukla sabahın erkeninde gerçekleşir. Ev hayvanı olarak yetiştirilmiş kemeler ("Rattus domesticus"), bazen iç güdüleri doğadaki akrabalarınkinden daha zayıf olduğu için, bir yuva yapmayı unuturlar. Dünyaca tanılan 56 türlerinden insanları takip edip insanların yakınlarında sömürücü olarak yaşamaya alışmış olanları şunlardır: Ev farelerinin renkli türlerinde olduğu gibi, kemelerin de ev hayvanı olarak yetiştirilmelerinden dolayı ("Rattus rattus domesticus") farklı renkler oluşmuştur. Bu ev hayvanı olarak tutulan keme, göçebe keme'den üretilmiştir. Çok sosyal hayvanlar oldukları için, onları evcilleştirmek hiç de zor değildir. İyimser ve oynamayı seven ev hayvanlarıdırlar. Laboratuvarlarda deneyler için kullanılanlar da "Rattus domesticus" türündendir. Bu altta açıklanacak olan zarar veren Kemeler, sadece üstte sayılmış olan, insanları takip eden Kemeleri kast etmektedir. Büyük ormanlarda ve doğada yaşayan türleri değil. İnsanların yakınında yaşayan Keme türleri, insanların mallarına zarar veren hayvanlar olarak görülür. Tarıma verdikleri zarar büyüktür ve bu yüzden sayılarını az tutmak için çeşitli zehirler kullanılır. Çiçek bahçelerinde özellikle kökleri kemirerek zarar verirler. Ama verdikleri zarar tabii ki sadece bitkilere değildir, binalarda da büyük hasara yol açabilirler. Tahtaları kemirip, duvarlara delikler açabilirler ve su borularının içine yuva yaparak tıkayabilirler. Ayrıca birçok hastalıkların taşıyıcıları olduklarından dolayı, girdikleri yerlerin dezenfekte edilmesi gerekir. Dışarıda yaşayan kemeler, birçok başka hayvanlar gibi farklı hastalıkları insanlara bulaştırabilirler. ""Keme biti"" ("Xenopsylla cheopis"), bir ısırması ile insanlara da Yersinia pestis bakterisini geçirebildiği için, kemeler veba hastalığının taşıyıcısı olabilirler. Ama Orta Çağ'daki büyük veba salgınlarının gerçekten kemeler tarafından yayıldığı tezi artık en modern bilimde destek bulmuyor. Büyük bir ihtimalle durdurması imkânsız olan bir salgındı. Bir de şunu deneyin: Veba Kemeler ve diğer küçük kemirgenler, çeşitli "Borelia" türlerinin, bakterilerin, asalakların ve hastalıkların taşıyıcılarıdır. Evlere giden içme sularının depolandığı yerlerde, kemeleri buradan uzak tutmak için bir sürü yöntem ve kurallar vardır. Diğer yerlerde en tesirli yöntem zehir kullanmaktır
. Ama bu zehir kemeyi hemen yediği gibi değil, çok daha geç öldürmesi gerekir. Bu yüzden Rodentisit adlı zehir kullanılır. Çünkü eğer bir keme bu yemi yediği gibi derhal ölürse, diğer kemeler bu zehirli yeme dokunmayacak kadar zekidir. Kemeler yani "Rattus" cinsi, eskiden bu familyada sayılan birçok türü modern bilimde artık diğer familyalara sayılıyor olsalar bile, yine de memeli hayvanların arasındaki en büyük familyalardan biridirler. Eskiden kemelerden sayılıp da şimdi diğer familyalara ait oldukları ortaya çıkanlar şunlardır: "Lenothrix", "Anonymomys", "Sundamys", "Kadarsanomys", "Diplothrix", "Margaretamys", "Lenomys", "Komodomys", "Palawanomys", "Bunomys", "Nesoromys", "Stenomys", "Taeromys", "Paruromys", "Abditomys", "Tryphomys", "Limnomys", "Tarsomys", "Srilankamys", "Niviventer", "Maxomys", "Leopoldamys", "Berylmys", "Mastomys", "Myomys", "Praomys", "Hylomyscus", "Heimyscus", "Stochomys", "Dephomys" ve "Aethomys". Bunlar çıkarılmasına rağmen yine de geriye kemeler ailesinden 56 "Rattus" türü kalır. Wilson & Reeder 1993 yılında bu türleri beş sistematik gruba ayırmaya çalışmıştır. Bu sisteme göre şu şekilde sınıflandırılırlar: Alman yeniden birleşmesi Alman yeniden birleşmesi ("Deutsche Wiedervereinigung") 3 Ekim 1990 tarihinde eski Alman Demokratik Cumhuriyeti (genellikle "Doğu Almanya" olarak anılır) topraklarının Almanya Federal Cumhuriyeti'nin (genellikle "Batı Almanya" olarak anılır) topraklarına dâhil olmasıdır. Alman Demokratik Cumhuriyeti'nin 18 Mart 1990'da yaptığı ilk serbest seçimlerden sonra, Alman Demokratik Cumhuriyeti ve Almanya Federal Cumhuriyeti arasındaki görüşmeler Birleşme Anlaşması ile sonuçlanmıştır. Alman Demokratik Cumhuriyeti, Almanya Federal Cumhuriyeti ve dört işgalci gücün "İki Artı Dört Antlaşması" olarak anılan anlaşma ile birleşmiş Alman devletine tam özgürlük bağışlamaktadır. Yeniden birleşmiş Almanya Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun (sonra Avrupa Birliği) ve NATO'nun bir üyesi olarak kalmaya devam etmiştir. 1990 yılında yaşanan olayların "yeniden birleşme" olarak mı yoksa "birleşme" olarak mı isimlendirilmesi hakkında tartışma vardır. Birinci halini öneren kişiler Almanya'nın 1871 yılındaki ilk birleşmesini neden göstermektedirler. Diğerleri ise 1990 yılında iki Alman devletinin büyük bir yapıda "birleşmesi" olarak görmektedirler, son şekilde bir birleşmenin Alman tarihinde hiçbir zaman olmadığını savunmaktadırlar. Politik ve diplomatik nedenleri için, Batı Alman politikacıları önemle "yeniden birleşme" terimini Almanların "die Wende" dediği olay öncesindeki çalışma süresince kullanmaktan kaçınmışlardır, genellikle "Deutsche Einheit" veya "Alman Birliği" terimini kullanılmışlardır. Alman Birliği Hans-Dietrich Genscher'in uluslararası gazetecilerin önünde ona 1990'da olan "yeniden birleşme" hakkında sorulan soruya vermiş olduğu cevapta kulladığı terimdir. 1990'dan sonra "die Wende" terimi daha yaygın hale gelmiştir; terim genellikle birleşmeye yol açan olayları tanımlamak için kullanılır. Alışılmış bağlamda, başka bir anlam içermeksizin "(etrafında) dönme" olarak çevrilebilir. Alman yeniden birleşmesi ile ilgili olaylara istinaden, Alman tarihindeki bu "dönüş" ile ilgili olayların kültürel imasını da taşımaktadır. Devlet Denetleme Kurulu 1982 Anayasası'nın Türk siyasal yaşamına kattığı merkezdeki yardımcı kuruluşlardan biri olan Devlet Denetleme Kurulu (DDK) Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı'na bağlı olarak çalışan, yönetim işlerinin hukuka uygun, düzenli ve verimli bir şekilde yürütülüp, geliştirilmesi amacıyla kurulmuş denetim kurumudur.Üyelerini ve başkanını cumhurbaşkanı atar. Görevi cumhurbaşkanının isteği üzerine, Türk Silahlı Kuvvetleri ve yargı organları dışındaki tüm kamu kuruluş ve kurumlarında, kamu niteliğinde olan meslek kuruluşlarında, her düzeydeki işçi ve işveren meslek teşekküllerinde ve kamuya yararlı derneklerde her türlü inceleme, araştırma ve denetlemelerde bulunmaktır. DDK DDK aşağıdaki anlamlara gelebilir: BDDK Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) Türkiye'de tasarruf sahiplerinin hak ve menfaatlerini korumak, bankalar ve özel finans kurumlarının piyasa disiplini içerisinde sağlıklı, etkin ve dünya ölçeğinde rekabet edebilir bir yapıda işleyişi için uygun ortamı yaratmak bu sayede ülkenin uzun vadeli büyümesine ve istikrarına katkıda bulunmak amacıyla 31 Ağustos 2000 tarihinde kurulmuş özerk bir kurumdur. İdari yapılanma, Kurul ve Kurum şeklinde örgütlenmiştir. Kurulun karar organı olarak aldığı karar ve yaptığı düzenlemelerin uygulanması, Kurumun yetki ve görevleri arasındadır. BDDK, 5411 sayılı Bankacılık Kanunun ve mevzuatla kendisine verilen düzenleme ve denetlemeyle ilgili görev ve yetkileri kendi sorumluluğu altında bağımsız olarak yerine getirir ve kullanır. Kurumun kararları yerindelik denetimine tâbi tutulamaz. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi BDDK kararlarını etkilemek amacıyla emir ve talimat veremez. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu, BDDK'nın karar organıdır. Kurul; biri başkan, biri ikinci başkan olmak üzere yedi üyeden oluşur. Kurul Başkanı Kurumun da başkanıdır. Kurumun şu anki başkanı Mehmet Ali Akben'dir. Millî Güvenlik Kurulu (Türkiye) Millî Güvenlik Kurulu (MGK), 1933-1949 yılları arasında Yüksek Müdafaa Meclisi Umumî Kâtipliği, 1949-1962 yılları arasında Millî Savunma Yüksek Kurulu ve Genel Sekreterliği, 1961 Anayasası'na göre Millî Güvenlik Kurulu ve Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği isimleri ile faaliyet göstermiştir. 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 118. maddesiyle bugünkü halini almıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin millî güvenlik siyasetinin tayini, tespiti ve uygulaması ile ilgili kararların alınmasını ve gerekli kurumlar arası eşgüdümün sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kuruluna bildirmekle görevlidir. Olağanüstü haller dışında iki ayda bir cumhurbaşkanı başkanlığında toplanır. Cumhurbaşkanının başkanlığında, Başbakan, Genelkurmay Başkanı, Başbakan yardımcıları, Adalet, Millî Savunma, İçişleri, Dışişleri Bakanları ile Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları toplanır. Gündemin özelliğine göre Kurul toplantılarına ilgili bakan ve kişiler çağrılıp görüşleri alınabilir. Millî Güvenlik Kurulu'nun gündemi; Cumhurbaşkanı tarafından düzenlenmekte ve gündem hazırlanırken Başbakan ve Genelkurmay Başkanı'nın önerileri dikkate alınmakta; Kurul üyesi bakanlar ile diğer bakanların gündeme girmesini istedikleri konular, Başbakan'ın da görüşü alınarak Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri tarafından Cumhurbaşkanı'na sunulmaktadır. Cumhurbaşkanı katılamadığı zamanlarda Başbakan'ın başkanlığında toplanır. Devletin Milli Güvenlik Siyaseti, 2945 sayılı MGK ve MGK Genel Sekreterliği Kanunu'nun 2/b. maddesinde tanımlanmaktadır. MGK tarafından, devletin devamı için milli faaliyetlerin planlı ve belirlenmiş esaslara göre yapılması gerektiği ileri sürülerek hazırlanmış bir belgedir. Aynı zamanda, gizli olan içeriğinde, doğrudan güvenlikle ilgili sorunların bulunduğu ve anayasaya aykırı bir durum bulunmadığı söylenmektedir. Bu belgeye zaman zaman Kırmızı Kitap ya da Kırmızı Anayasa'da denilmektedir. Kırmızı Kitap isminin ilk kez Alparslan Türkeş tarafından ortaya atıldığı iddia edilmektedir. MGK Hâkimler ve Savcılar Kurulu Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK), Türkiye Cumhuriyeti'nde adli ve idari hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama, nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme veya görevden uzaklaştırma işlemlerini yapan yüksek yargı kurumu. HSK, 13 üyeden oluşacak HSK'nın 3 üyesi birinci sınıf adli yargı hakim ve savcıları arasından, 1 üyesi birinci sınıf idari yargı hakimleri arasından Cumhurbaşkanı'nca; 3 üyesi Yargıtay üyeleri, 1 üyesi Danıştay üyeleri, 3 üyesi nitelikleri kanunda belirtilen yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından TBMM tarafından seçilmektedir. Kurulun başkanı Adalet Bakanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarı da doğal üyedir. Genel Kurulun yanı sıra 1. Daire ve 2. Daire olmak üzere 2 ayrı daireden ve Genel Sekreterlik ile Teftiş Kurulu olmak üzere iki hizmet biriminden oluşmaktadır. 2017 yılında yeni oluşan HSK 7 Haziran 2017'de göreve başlamış olup aynı tarihte işbölümü yapmıştır. Temsilî demokrasi Temsilî demokrasi, demokratik ülkelerde milletin egemenlik hakkını doğrudan değil de, seçtiği temsilciler aracılığıyla kullandığı bir demokrasi uygulamasıdır. Doğrudan demokrasinin uygulandığı İsviçre'nin Appenzell Innerrhoden ve Glarus kantonları dışında tüm modern demokrasilerde temsilî demokrasi yürürlüktedir. Temsilî demokraside halkın seçtiği temsilciler, meclis ya da genel anlamıyla parlamento olarak adlandırılan yerde toplanır ve halk adına kararlar alır. Bu temsilcilere milletvekili ya da parlamenter denir. Milletvekilleri belirli sayıda ve belirli bir süre için seçilirler. Bu süre Türkiye'de 4 yıldır. Yarı doğrudan demokrasi Yarı Doğrudan Demokrasi, demokratik toplumlarda uygulanan bir sistem. Bu demokrasi çeşidinde halk bir yasama organı seçer ve yasaların yapılmasına da katkı sağlar. Bunun için halka tanınan yetkilerin başında halkoylaması gelir, Meclis tarafından kanun hazırlanır ve halkoyuna sunulur, halk kabul ya da reddeder. tam demokrasi olmasa da yine de demokrasiyle yönetilmektedir. Yönetimde halkın da sözü bulunur. Mürekkep balığı Mürekkepbalığı, Kafadanbacaklılar ("Cephalopoda") sınıfının, Onkollular (Decapodiformes) grubundan denizlerde yaşayan bir yumuşakça. Hepsi ayrı eşeylidir. Solungaç solunumu yaparlar. Ağız bölgesinden çıkan 10 adet kolları vardır. İki kolu diğerlerinden daha uzundur. Dinlenme halinde içe çekilmiş olan bu kollarını avlarını yakalamak veya korunmak amacıyla ileri doğru fırlatırlar. Kollarının iç yüzeylerinde çok sayıda vantuz (emeç) bulunur. Vantuzların içleri dişli boynuzsu yapılarla bezenmiştir. Ilıman ve sıcak denizlerin kıyı sularında bol rastlanırlar. Boyları 17 cm il
e 17 metre arasında değişen türleri vardır. Çoğu 50–60 cm arasındadır. Türkiye'de Akdeniz kıyılarında avlanırlar. Yırtıcı hayvanlardır. Balık, karides, yengeç ve diğer yumuşakçalarla beslenirler. Bazen balık sürülerine dalar veya ufak mürekkepbalığı kolonilerini takip edip karınlarını doyururlar. Mürekkepbalığı, avına arkasından yaklaşıp omuriliğini ısırarak kopartır ve felç etmek suretiyle öldürür. Bazen her avdan sadece bir ısırık alıp dinlenmeye çekilir. Vantuzlu dokunaçlarıyla avlarını yakalar, kollarıyla da ağza götürürler. Mürekkepbalıkları olağanüstü bir beyin, heyecan hissi, hassas bir koku alma duyusu, oburluğa varan bir tat alma duyusu ve çok hassas gözlere sahiptir. İri gözlerinde 70 milyon görme hücresi vardır. Görüş alanları 360 dereceyi bulur. Arkalarını da rahatça görebilirler. Karanlık sularda koku alma duyusuyla avlarını tespit ederler. Sinir sistemleri tarafından kontrol edilen ve "kromotofor" denen renk değiştirme hücreleriyle her ortama kamufle olurlar. İridosist (?) denen deri hücreler de ışığı yansıtarak renk değiştirmeye yardımcı olurlar.Pusuya yattıklarında kuma gömülerek kendilerini gizlerler. Yanlarından bir av geçtiği zaman, uzun iki dokunacını ileri fırlatarak vantuzlu uçlarıyla avını yakalar, diğer kollarıyla da ağızlarına götürürler. Ağızlarında papağan gagasına benzeyen güçlü öğütücüleriyle bir yengeç kabuğunu veya balık kafasını rahatça öğütürler. Büyük bir mürekkepbalığı, sert ve sağlam gagasıyla kalın çelik telleri bile ısırıp koparabilir. Tükürüğü bazı hayvanlar için öldürücü zehir tesiri yapar. Sırt derilerinin altında küçük boynuzsu bir kabuk bulunur. Gözenekli olan bu kabuğun içi hava ile doludur. Özgül ağırlığı sudan azdır. Bunun sayesinde suda alçalıp yükselirler. Ayrıca vücuda destek ve hafiflik sağlar. Kaslar için de önemli bir bağlanma alanıdır. Kan dolaşım sistemleri kapalıdır. Solungaçları manto boşluğundadır. Bütün gövdeleri tek bir yüzgeçle çevrilidir. Yüzgeçlerinin yardımıyla ağır ağır yüzer ve gövdelerini döndürebilirler. Etki ve tepki sistemiyle de hareket edebilirler. Bunun için, manto boşluğuna alınan suyu, ağzı öne doğru olan karın kısmındaki huniden dışarı doğru fışkırtırlar. Suyun huniden dışarı itilmesiyle meydana gelen tepkiyle, hızla ileri-geri kaçarlar. Su püskürttüklerinde 37 km hıza ulaşırlar. Mürekkepbalığı saldırıya uğradığı zaman, mürekkep kesesinden suda dağılmayan ve ana hatlarıyla mürekkepbalığının vücut şeklini andıran koyu renkli bir sıvı püskürtür. Aynı zamanda mürekkepbalığının rengi açık bir hal alır. Böylece hayvanın püskürttüğü ve kendi şeklini alan mürekkep bulutu kendisinden daha fazla görünerek hasmını aldatır. O sırada da kendisi jet sistemiyle hızla oradan kaçar. Mürekkepbalıkları bazen de suda hızla yayılan ve hiçbir şey görünemeyecek şekilde bir duman bulutu oluşturan bir çeşit mürekkep fışkırtırlar. Askeri tabirle, kendileriyle hasımları arasında bir sis perdesi oluştururlar. Saldırgan bu durumda hiçbir şey göremez. Aynı zamanda koku duyusunda da kısmi bir felç olur. Mürekkepbalığı bu kargaşada hızla oradan uzaklaşır. Mürekkep kesesi bazı türlerde, içleri ışık verici bakterilerle dolu keseciklerle beraber çalışır. Böyle olanlarında dışarı püskürtülen mürekkep bir ışık patlaması gibi olacağından hasmının gözü kamaşır. En büyük düşmanları kedibalığı, köpekbalığı, foklar ve balinalardır. Mürekkepbalıkları yumurta ile çoğalırlar. Üreme dönemlerinde vücutları zebra gibi koyu çizgilerle süslenir. Eşler birbirlerine sarılarak saatlerce suda sürüklenir. Yumurtaların döllenmesi dişinin manto boşluğunda olur. Döllenmiş kapsüllü yumurtalar, tek tek veya mukusla örtülü kümeler halinde dişi tarafından bir yere yapıştırılır. Yaz aylarında kıyılara kadar yaklaşıp, yumurtalarını taşların, yosunların arasına bırakırlar. Bunları, çıkardığı mürekkeple siyaha boyar ve kara üzüm salkımını andırır şekilde çoğunlukla bir araya getirirler. Bu yumurta topluluklarına "deniz üzümü" de denir. Gelişme metamorfozsuzdur. Yumurtadan çıkan 12 mm boyundaki yavrular ergine benzerler. Doğar doğmaz mürekkep salabilirler, kuma gömülüp avlanabilirler. Derin deniz diplerinin daimi karanlıklarında ışıldayan mürekkepbalıkları da mevcuttur. Işık üreten organları fener görevi yaparlar. En küçük yetişkin mürekkepbalığının boyu 1 cm kadardır. Şimdiye kadar ölçülmüş olan en büyük mürekkepbalığı ise 1888'de Yeni Zelanda'da karaya vurmuş olan 19 metre uzunlukta bulunan ve ağırlığı bir tonu aşan bir mürekkepbalığıdır. Boyunun % 90'ını kolları meydana getirmektedir. Dev mürekkepbalıkları tam bilinmeyen yaratıklardır. Çünkü zamanlarının çoğunu derin ve karanlık sularda geçirirler. Derinlerde, Yeni Zelanda'da yakalanandan daha büyüklerinin bulunduğuna dair bazı ipuçları mevcuttur. İspermeçet balinaları mürekkepbalıklarına çok düşkündür. Balina gemileriyle avlanan bazı İspermeçet balinalarının vücutlarında vantuz yaraları görülmüştür. 15 metrelik bir mürekkepbalığı mücadele anında 10 cm çapında vantuz yarası bırakır. Halbuki balinalarda 26 cm çapında vantuz yaralarına rastlanmıştır. Mürekkepbalıklarının mürekkepleri yüzyıllarca sanatkarlar tarafından yazı ve çizimde kullanılmıştır. Sepia Sepia, Mürekkep balığının bir çeşididir. Etine gömülü olan kalkerli kabuğu, kafes kuşlarına kireç kaynağı olarak verilir. Kafes kuşları bu kabuğu zevkle gagalarlar. Mürekkep kesesindeki zengin kahverenkli pigmentli mürekkebi, sanatkarlar tarafından tercihen kullanılır. Uluslararası örgütler listesi Uluslararası örgüt, uluslararası düzeyde faaliyet gösteren, devletler tarafından kurulmuş olan veya sivil toplum örgütleri tarafından oluşturulmuş örgütlere verilen addır. İki tip uluslararası örgüt vardır: Ahtapot Ahtapot (Çağdaş Yunanca χταπόδι [htapódi]'den: <Katharevousa οκταπόδι <οκταπόδιον <Eski Yunanca ὀκτάπους "Sekiz-ayak") ("Octopoda") kabuksuz bir kafadan bacaklıdır. Kayalar üstünde kollarıyla sürünerek ve suyu hunisinden püskürterek hareket eder. Küçük türleri kayalık ve yarıklar arasında gizlenerek avlanır. İnsan ve büyük hayvanlardan saklanırlar. Çekmenli kollarıyla yengeçleri yakalar, kabuklarını boynuzsu ikiz çeneleriyle ve dişli dilleriyle parçalarlar. Parlak ve ses çıkaran nesnelere karşı çok meraklıdırlar. Bazı türleri savunma mekanizması olarak mürekkep fışkırtabilir. Bu durum birçok kez Mürekkep balıklarıyla karıştırılmasına yol açar. Mürekkep balığı en yakın akrabasıdır. Vücutları kısa ve yuvarlak yapıdadır ve manto üzerinde yüzgeçler yoktur. Ahtapotlar, bir çift gelişmiş gözleri bulunan ve beyinleri iyi gelişmiş, kabuksuz omurgasız hayvanlardır. 3 kalbi vardır. Manto boşluklarında bulunan solungaçlarıyla solunum yaparlar. Boyları 100 cm' ye kadar çıkabilir. Bir çift küçük çubuk halinde kabuk kalıntısı bulunur. Ağız çevresinde, üzerinde 2 sıra vantuz (yapışıcı safiha) bulunan ve başın çevresinden çıkan 8 adet, benzer yapıda, aynı uzunlukta ve dipte kısa bir zarla birbirlerine bağlı olan, güçlü bacak ve kolları bulunur. Yalnız “Eledone” cinsi ahtapotlarının kollarında tek sıra mevcuttur. Ters çevrilip bakılırsa tam ortada kuş gagasına benzeyen sert, koyu renkli ve kesici ağzı görülür. Erkeklerde bu kollardan birisi cinsel organ vazifesi görecek şekilde değişikliğe uğramış olup hektokotil olarak adlandırılırlar. Ahtapotun yumurtasının her biri bir kapsülle muhafaza edilir. Yumurtalar salkım şeklinde bir küme meydana getirir. Her kapsülün bir ucu taşa veya başka bir zemine bağlanır. Dişi ahtapot yumurtaların üzerine kuluçkaya yatar. Açlıktan ölme pahasına yumurtalarını terk etmez. Hatta zorda kaldığında bacaklarından bir kaçını yiyebilir. Yumurtadan doğrudan doğruya ergine benzer yavrular çıkar. Bu yavrular sinir sisteminin kontrolü altında kasılarak veya gevşeyerek seri bir şekilde renklerini değiştirerek bulundukları ortama adapte olurlar. Tekne üzerinden avlanması 'ahtapot salası' adı verilen kendine özgü bir oltayla yapılır. Kalın misina, iple yapılan oltaya plastik yapma balıklar, fosforlu etiketler, ses çıkartabilecek zil, metal levha takılır. Sürekli sallanan ve teknenin çok yavaş hareket ettiği avlanmada maksat meraklı yaradılışa sahip hayvanın salaya sarılmasını sağlamaktır. Dalarak zıpkınla avcılığı da yapılır. Ahtapot Ege-Akdeniz mutfağının aranan mezelerinden biridir. Özellikle zeytinyağlı salatası çok bilinir ve bölgede tüketilir. Avlanan ahtapot etinin yumuşaması için tahta bir sopayla düz bir taşın üzerinde dövülür. Haşlandıktan sonra salatası, yahnisi, kızartması yapılarak yenilir. Kafadan bacaklılar Kafadan bacaklılar ("Cephalopoda"), çok hücreli omurgasız hayvanların yumuşakçalar ("Mollusca") şubesinin en gelişmiş sınıfı. Başları büyük olup gözleri ve sinir sistemleri iyi gelişmiştir. Başlarının ön kısmından çekmenli veya çengelli kollar uzanır. Bunlarla avlarını yakalar ve sürünebilirler. Açık denizlerde sürüler halinde veya diplerde yaşayan deniz yumuşakçalarıdır. Mürekkep balığı, kalamar, ahtapot, notilus (sedefli deniz helezonu) en çok bilinen kafadan bacaklılardır. Notilus'ta, helezon şekilli kalkerli bir dış kabuk bulunur. Mürekkep balıklarında derinin salgısı olan boynuzumsu ince ve küçük kabuk, gövdenin içine gömülmüştür. Ahtapotlarda ise hiç kabuk bulunmaz. Çok çeşitli renkte olanları olduğu gibi, renk değiştirebilme özelliğine sahib olanları da vardır. Ahtapotlara bu özelliklerinden dolayı "deniz bukalemunları" denir. Manto boşluğuna alınan suyun huni şeklindeki sifondan dışarı atılmasıyla bir su akımı meydana gelir. Hayvan su akışının tersine olarak geri geri gider. Sifonu çevirerek öne veya arkaya doğru giderek avlarını rahatça takip eder ve düşmanlarından kaçabilirler. Kol ve dokunaçlarını kürek şeklinde kullanarak hızlarını arttırırlar. Yüzgeçlerinin yardımıyla yön değiştirir, öne ve arkaya doğru ağır ağır yüzebilirler. Notilus hariç hepsinde mürekkep kesesi vardır. Deniz hayvanlarına yem olmamak için tehlike anında mürekkep salarak etrafı bulandırır ve oradan uzaklaşırlar. Mürekkep kesesi hareketi sağlayan sifona açılır. Avlarını kollarıyla yakalar, papağan gagası biçimindeki çeneleriyle ve törpülü dilleriyle parça
lar. Ağızlarındaki bir çift zehirli tükürük bezleriyle felce uğratırlar. Ahtapot ısırığı tehlikelidir. Yengeç, ıstakoz, balık, midye ve diğer yumuşakçalarla beslenirler. Ahtapot, "Octopoda" (sekiz kollular) grubunun tipik bir çeşididir. Mağara ve kayalar arasında gizlenerek avlanır. Bir çift solungacı, 2–3 cm'den 9 metreye kadar değişik boyda 50'den fazla türü vardır. Mürekkep balığı ("Sepia officinalis"), "Dekapoda" (on kollular) grubunun tanınan en gelişmiş türüdür. Sekiz kolu ve iki adet dokunacı bulunur. Bir çift solungaca sahiptir. Boyları 20 cm ile 18 metre arasında değişen türleri vardır. Mürekkep balığı genellikle balıkçılar tarafından balık avlamak için yem olarak kullanılır. Kafadan bacaklılar (Cephalopoda) sınıfının alt sınıf ve takımlarına ilişkin ayrıntılı sınıflandırma aşağıda sunulmuştur (  soyu tükenmiş): Abdus Salam Muhammed Abdüs Salam (Punjabi, Urdu: محمد عبد السلام‎; okunuşu [əbd̪ʊs səlɑm]; d. 29 Ocak 1926 - ö. 21 Kasım 1996), elektrozayıf etkileşim ile ilgili çalışmalara katkılarından dolayı 1979 yılında Nobel Fizik Ödülünü paylaşan kuramsal fizikçidir. Kendisi Nobel Ödülü kazanan ilk Pakistan'lı ve Mısır'lı Enver Sedat'tan sonra Nobel Ödülü kazanan ilk müslüman olmakla birlikte fen alanında bu ödülü kazanan ilk müslüman olmuştur. Salam 1960’ten 1974’e kadar Pakistan hükümetine bilim danışmanlığı yaptı ve bu önemli rol Pakistan'ın altyapısına büyük katkı sağladı. Salam kuramsal ve parçacık fiziğindeki önemli gelişmelerden ve katkılarından sorumlu olmanın yanında ülkesindeki bilimsel araştırmaları en yüksek seviyeye çıkarmakla da yükümlüydü. Salam SUPARCO’nun kurucu müdürüydü ve Pakistan Atomik Enerji Komisyonu’nda (PAEC) Kuramsal Fizik Grubu’nun yönetiminden sorumluydu. Bilim danışmanı olarak Salam, nükleer enerjinin barışçıl kullanılmasında ve 1972’de Pakistan’ın atom bombasını geliştirmesinde tamamlayıcı bir rol oynadı ve onun gözetiminde çalışan bilim adamları tarafınca  bu programın “bilimsel babası” olarak görüldü. 1974 yılında Pakistan Parlamentosu Ahmediyye Müslüman Topluluğu’nun kafir olduğunu beyan eden belgeyi yayınladıktan sonra Selam, ülkesinden protestolarla ayrıldı. Ölümünden sonra bile, ülkesinin en nüfuzlu bilim adamlarından sayıldı. 1998 yılında, Pakistan’ın nükleer testleri sonrası, Pakistan Hükümeti Salam’ın hizmetlerini onurlandırmak için onun anısına bir hatıra pulu bastırdı. Salam’ın en büyük ve dikkate değer başarıları arasında Pati–Salam modeli, manyetik foton, vektör meson, Büyük Birleşme kuramı, süpersimetri çalışmaları ve de en önemlisi elektrozayıf kuvvet teorisini içerir ki bu fizik alanındaki en prestijli ödülü- Nobel Ödülünü kazanmasına vesile olmuştur , Salam kuantum alan kuramına ve Londra Imperial Koleji’nde matematiğin gelişmesine büyük katkılarda bulundu. Öğrencisi Riazuddin ile Selam modern nötron teorisi, nötron yıldızları ve kara deliklere, ayrıca kuantum mekaniğini modernize etmeye ve kuantum alan kuramına büyük katkılar yaptı.Bir öğretmen ve bilim destekçisi olarak, Salam Pakistan’da matematiksel ve kuramsal fiziğin kurucusu ve babası, kendi döneminde de başbakanın bilim başdanışmanı olarak tanınır. Pakistanlı fizikçileri Fizik Topluluğuna kazandırarak dünyaya çok büyük katkı sağlamıştır. Öldüğü ana kadar bile bıkmadan usanmadan fiziğe katkılarını ve Üçüncü Dünya Ülkelerinde bilimin ilerlemesine olan desteğini geri çekmedi. Abdus Salam, Chaudhry Muhammad Hussain ve Hajira Hussain’in oğlu olarak bir Ahmedi Punjabi Rajput ailede dünyaya geldi. Ailesi islama 12. yüzyılda geçti ve köklü dini geleneklere ve öğrenme aşkına sahiptiler. (büyükbabası, Gül Muhammed, dindar bir alim olmanın yanı sıra bir fizikçiydi de.) Salam'ın babası Punjab State’te  Eğitim Bölümünde geçimlerini tarımla sağlayan fakir bir mahallede eğitim memurluğunu yapıyordu. Salam 14 yaşında Punjab Üniversitesi yeterlilik sınavında o güne kadarki en yüksek notu aldı. Lahore, Punjab State’teki Government College Universitesi’ne tam burs kazanarak Urdu ve İngiliz edebiyatı alanına geçti fakat çok geçmeden yoğunlaşacağı alan olarak matematiği seçti. Salam’ın akıl hocaları Salam’ın İngilizce öğretmeni olmasını istiyordu ama Salam matematik alanında karar kıldı. Dördüncü sınıf öğrencisi olarak tezini matematikten, Srinivasa Ramanujan'ın problemi üzerine yayınladı ve ilk derecesini 1944’te Matematik bölümünden aldı. Babası Hint Sivil Servisi’ne katılmasını istiyordu. O günlerde Hint Sivil Servisi, yeni mezunların ve sivil toplumda önemli yere sahip olan kamu hizmetlilerinin en çok istek duydukları yerdi.  Babasının isteğine saygı duyarak Salam şansını Hint Demiryolları’ndan yana denedi fakat küçük yaştan beri göz kusuru olduğu ve gözlük kullandığından dolayı bu görev için yeterli değildi. Göreve alınmamasında sadece bu da değil demiryol mühendislerinin girdiği mekanik testini geçemeyişi ve çok genç oluşu da etkiliydi. Bu nedenle iş başvurusu geri çevrildi. Lahore’dayken Government College Üniversitesi’nden mezun olmak için devam etti. Matematikteki derecesini 1946 yılında Government College Üniversitesinden aldı. Aynı yıl Cambridge, Aziz John Koleji’nden burs kazandı. 1949’da B.A derecesini matematik ve fizik dalında Double First-Class Honours ile tamamladı. 1950 yılında en çok beğenilen doktora öncesi fiziğe katkısından dolayı Cambridge Üniversitesi tarafından Smith Ödülü’ne layık görüldü. Lisanslarını tamamladıktan sonra Fred Hoyle, Selam’ı deneysel fizik alanında çalışma yapmak için Cavendish Laboratuvarı’na davet etti fakat Salam’ın uzun süre deney sonucu bekleyerek uzun deneyler yürütmeye sabrı yoktu. Salam Jhang, Punjab’a geri döndü ve burs kazanmasının ardından Birleşik Krallık'a doktora yapmaya gitti. PhD derecesini kuramsal fizik alanında Cambridge Cavedish Laboratuvarın’da edindi. Doktora tezi kuantum elektrodinamiği ile ilgili  kapsamlı ve temel çalışmalar içeriyordu. Onun 1951’de yayınladığı bu tezi dünya geneldinde oldukça dikkat çekmişti ve bunun sonucunda Adam’s Ödülü’nü kazandı. Doktora çalışmaları sırasında akıl hocaları Dirac ve Feynman gibi alimlere kafa tutan zorlu bir problemi bir yıl içerisinde çözmesi için ona meydan okudular. Salam altı ay içinde meson kuramı renormalizasyonuna bir çözüm buldu. Cavendish Laboratuvarında getirdiği bu çözümle Bethe, Oppenheimer ve Dirac’ın dikkatlerini çekmeyi başardı. 1951 yılında doktora sonrası, Salam aynı dönem boyunca 1954 yılına kadar Matematik Profesörü olarak Hükümet Koleji Üniversitesi'nde kaldı , ardından Punjab Üniversitesi Matematik Bölümü Başkanı ve profesörü de oldu . Salam lisans dersinin bir parçası olarak Kuantum mekaniğinde ders verme ve üniversite müfredatı güncellemek için çalıştı. Bu durum Rektör Yardımcısı tarafından döndürüldü ve Salam bir akşam düzenli müfredat dışında Kuantum Mekaniği dersini öğretmek için kararlaştırıldı. Salam üniversitede karışık popülerlik durumuyla karşı karşıyayken, bu durum özellikle kendisi tarafından etkilenmiş ve öğrencilerinin eğitimini denetlemeye başlamıştı. Sonuç olarak, Riazuddin Cambridge Üniversitesi'nde sadece Lahore altında lisans ve lisansüstü düzeyde Salam çalışma ayrıcalığına sahip olmuş, öğrenci ve Doktora Sonrası düzeyde kalmıştır. 1953 yılında Salam'ın meslektaşları güçlü muhalefetle karşı karşıya geldi , Salam, Lahor bir araştırma enstitüsü kuramadı. 1954 yılında, Salam bursunu aldı ve Pakistan Bilimler Akademisine eski arkadaşlarından biri üye oldu. 1953 Lahore ayaklanmalar sonucunda, Salam Cambridge' e döndü ve Aziz John'un College'e katıldı ve 1957 yılında matematik profesörü olarak görev aldı, o Londra da Imperial College e davet edildi ve ve Paul Matthews Imperial College'da Teorik Fizik Bölümünü kurmak için gitti. Zaman geçtikçe, bu bölüm gibi Steven Weinberg, Tom Kibble, Gerald Guralnik, CR Hagen, Riazuddin, ve John Ward gibi tanınmış fizikçilerin dahil olduğu prestijli araştırma bölümlerinden biri oldu. 1957 yılında, Pencap Üniversitesi Parçacık fiziğine yaptığı katkılarından dolayı Fahri doktora ve Salam ile görüştü. Akıl hocası yardımıyla aynı yıl, Salam Pakistan talebeleri için bir burs programı başlattı. Salam Pakistan ile güçlü bağlarını muhafaza etti ve zaman zaman ülkesini ziyaret etti. Cambridge ve Imperial College'da teorik fizikçiler ile bir grup kurdu, çoğunluğunu Pakistanlı öğrencilerin oluşturduğu gözlendi. 1959 yılında, genç J. Robert Oppenheimer ile bir araya geldi, Princeton Üniversitesi'nde bir burs aldı 33  yaşında  Royal Society Fellow ismini aldı ve Salam nötrinoların üzerine yaptığı araştırma çalışmalarını sundu. Oppenheimer ve Salam elektrodinamik hakkındaki sorunları ve bunların çözüm temelini görüştü. Onun özel ve kişisel asistanı Jean Bouckley oldu. 1980 yılında, Salam Bangladeş Bilimler Akademisi üyesi haline geldi. Kariyerinin başlarında, Salam parçacık ve nükleer fizik içine uzantısı dahil kuantum elektrodinamik ve kuantum alan teorisi konularına önemli ve anlamlı bir katkı yaptı. Pakistan'da Kariyerinin başlarında, Salam'ın matematiksel serisi ve fizik ile ilişkisi büyük ilgi gördü. Salam'ın nükleer fizik ilerlemesi etkili bir rol oynamıştı, ama Salam matematik ve teorik fizik konularında karar kıldı ve daha çok teorik fizik alanında araştırma yapmak için Pakistan'da kaldı. Ancak, Salam "oldu" olduğu gibi fizik olmayan bir öncü parçasını nükleer fizik (nükleer fisyon ve nükleer enerji) ile ele aldı . Hatta Pakistan, Salam'ı etkilemek ve teorik fizik işlerini tutmaya teşvik etmek için birçok bilim adamı ile Pakistan da teorik fizik konusunda önde gelen itici güç oldu. Salam'ın teorik ve yüksek enerji fiziğinde üretken bir araştırma kariyeri vardı. Salam nötrinoyu ilk olarak 1930'larda Wolfgang Pauli tarafından araştırılan zor bir parçacık teorisi üzerine çalıştı. Salam nötrino teorisini kiral simetri olarak tanıttı. Kiral simetri tanıtımı elektrozayıf etkileşimlerin teorisinin daha sonraki gelişiminde önemli rol oynamıştır. Salam, daha sonra nötrino konusundaki öncü katkıları olan Riazuddin'in çalışmalarını geçti. Salam daha sonra proton çürüme varlığını tahmin Standart Model teorisini büyük Higgs ayar bozonlarını tanıt
tı. 1963 yılında, Salam vektör meson üzerine yaptığı teorik çalışmasını yayınladı. Kağıt vektör mezon, foton (vektör elektrodinamik), ve etkileşimden sonra vektör mezonların 'bilinen kütlesinin Renormalizasyon etkileşimini tanıttı. 1961 yılında, Salam simetrileri ve Elektrozayıf birleşmeyi John Clive Ward ile çalışmaya başladı. 1964 yılında, Salam ve Ward sonradan SU (2) U × (1) modeli elde edilmesi, zayıf ve elektromanyetik etkileşim için bir Ölçer teorisi üzerine çalıştı. Salam, tüm temel parçacık etkileşimleri ,ölçer etkileşimleri konusunda ikna oldu. 1968 yılında, Weinberg ve Sheldon Glashow ile birlikte Salam işlerini matematiksel kavram olarak formülize etti. Glashow ve Jeffrey Goldstone ile birlikte Imperial College de, matematiksel kütlesiz spin-sıfır bir nesne sürekli küresel simetri ile kendiliğinden parçalanması sonucu teoride görünmesi gerektiğini, Goldstone teoremi ile kanıtladı. 1960 yılında, Salam ve Weinberg bir o elektrozayıf teoride modern bir form vererek, Glashow keşfi içine Higgs mekanizması dahil etti , ve dolayısıyla Standart Model teorize etti. 1968 yılında, Weinberg ve Sheldon Glashow ile birlikte , Salam nihayet işin matematiksel kavramını formülize etmeyi başardı. 1966 yılında, Salam varsayımsal parçacığa öncü çalışmalar yürütmekteydi. Salam böylece o manyetik fotonu formülle, Manyetik monopol ve C-ihlali arasındaki olası elektromanyetik etkileşimi gösterdi. 1964 yılında PRL Simetri Breaking kâğıtları yayınlanmasının ardından, Steven Weinberg ve Salam kırma elektrozayıf simetri Higgs mekanizması uygulamak için ilk adımı attı. Salam Higgs bozonu ve elektrozayıf simetri teorisi arasındaki etkileşim için bir matematikselvarsayım sağladı. 1972 yılında, Salam Hint-Amerikan teorik fizikçi Jogesh Pati ile çalışmaya başladı. Pati Salam'ın yönetiminde çalışmak için birçok kez ona yazdı ve sonunda Salam Pakistan ICTP seminerine davet ederek yanıtladı. Salam proton ve elektronların bazı derinliklerde farklı ve henüz eşit ama neden zıt elektrik yükü taşıyanların olması gerektiğini Pati'ye önerdi. Protonlar kuark taşıyor, ancak elektrozayıf teori kuarklar hakkında öne hiçbir şey atılamıyor, sadece elektron ve nötrino ile ilgili oldu. Doğanın tüm malzemeleri yeni bir simetri araya getirmiş olsaydı, bu parçacıkların çeşitli özellikleri ve güçleri için bir sebep ortaya çıkarabilir. Bu parçacık fiziğinde Pati-Salam modeli geliştirilmesine yol açmıştır. 1973 yılında, Salam ve Jogesh Pati Kuarklar ve Leptonlar çok benzer SU beri (2) U (1) temsil içeriği ×, hepsi benzer varlıklara sahip olabileceğini fark eden bir ilk idi. Onlar lepton numarası "mor" olarak adlandırılan dördüncü bir renk, olduğunu varsayarak kuark-lepton simetrisi basit bir gerçekleşme sağladılar. Yerçekimi kuvveti, güçlü ve zayıf nükleer kuvvetler ve elektromanyetik kuvvet: Fizikçiler doğanın dört temel kuvvet olduğuna inanmıştı. Salam Glashow ve Weinberg 1959da bu güçlerin birleşmesi üzerine çalışmıştır. Imperial College London'da iken, Salam başarıyla zayıf nükleer kuvvetlerin, elektromanyetik kuvvetlerden gerçekten farklı olmadığını gösterdi. Salam, iki doğanın temel güçleri, zayıf nükleer kuvvet ve elektromanyetik kuvvetlerin, içine başka bir birleşmeyi gösteren bir teori sağladı. Glasgow aynı işi formüle etmişti, ve teori yılında 1966 -1967 yılında kombine edildi, Salam matematiksel elektrozayıf birleşme teorisini kanıtladı, ve nihayet bildiri yayınladı. Bu başarı için, Salam, Glashow ve Weinberg 1979 yılında Nobel Fizik Ödülü verildi Nobel Vakfı bilim adamlarına haraç ödenen ve belirten bir bildiri yayınladı: "birleşik zayıf ve elektromanyetik etkileşim teorisine katkıları için dahil olmak üzere temel parçacıklar arasındaki diğerlerinin yanı sıra, zayıf nötr akım ". [1970'lerde Salam tahmini bir büyük birleşik teori güçlü etkileşimi dahil ederek güçlerini birleştirmeye çalıştığına devam etti. Abdus Salam Cumhurbaşkanı Field Marshal Ayub Khan tarafından ona verilen hükümetin sorumluluğunu üstlenmek için  1960 da  acilen Pakistana döndü. Bağımsızlığından dolayı, Pakistan hiçbir zaman tutarlı bir bilim politikasına sahip olmamıştır, ve toplam araştırma harcamaları ve gelişimi Pakistanın gayri safi millî hasılasının yaklaşık %1,0 ini gösterir. Pakistan Atom Enerjisi Komisyonu genelmerkezi bile küçük bir odada yer alıyordu ve on bilimadamından daha az kişi fiziğin temel kavramları üzerine çalışıyordu. Abdus Salam Salimuzzaman Siddiquj’u bilim danışmanı yaptı ve Pakistan Atom Enerjisi Komisyonunun ilk üyesi oldu. Abdus Salam 500 den fazla bilim adamını yurtdışına göndererek  fizik araştırma ve geliştirme ağını genişletti. 1961 Eylül ayında, Abdus Salam ülkenin ilk ulusal uzay ajansını kurmak için başbakan Ayub Khanla yakınlaştı. 16 Eylül 1961’de yürütme emri sayesinde Abdus Salamın da baş yönetici olarak çalıştığı Uzay ve Üst Atmosfer Araştırma Komisyonu kuruldu. 1960’dan önce, bilimsel gelişme üzerine çok az iş yapıldı, ve Pakistandakı bilimsel faaliyetler neredeyse çok azaltıldı.  Ishfaq Ahmad denen Abdus Salam,ülkeyi İsviçredeki Avrupa Nükleer Araştırma Merkezine katılmak için terk eden bir nükleer fizikçidir. Abdus Salam’ın desteğiyle  Pakistan Atom Enerjisi Komisyonu baş yönetici Ishfaq Ahmad ile birlikte , Pakistan Atom Enerjisi Komisyonu Lahore merkez-6’ yı kurdu. 1967’de Abdus Salam Teorik ve Parçacık fiziği  araştırmasına yol açarak merkezi ve idari bir figür oldu. Quaid-e-Azam Üniversitesinde Fizik Enstitünün kuruluşuyla, teorik ve parçacık fiziği araştırmasına başlandı. Abdul Salam’ın yönetimiyle fizikçiler fizikte ve matematikteki en olağanüstü problemleri ele aldılar. Diğer fizikçi Raziuddin Siddiqui çok sayıda fizik araştırma grubu kurdu ve Pakistan akademi enstitüsündeki araştırma faaliyetlerinde gözetmenlik yaptı. Abdus Salam yönetimi altındaki fizik araştırması Pakistanlı fizikçileri dünya çapında tanınma noktasına getirdi. 1950lerden beri Abdus Salam yorulmadan Pakistanda yüksek enerjili araştırma enstitüleri kurmaya çalıştı, yine de başarısız oldu. Abdus Salam Pakistan Atom Enerjisi Komisyonu Genelmerkezini daha büyük bir binaya taşıdı ve ülke çapında araştırma laborauvarları kurdu. Abdus Salam yönetiminde, Ishrat Hussain Usmani ülke çapında  plütonyum ve uranyum araştırma komisyonu kurdu. 1961 Ekim’de Abdus Salam Birleşik Devletler’e gitti ve Amerika Birleşik Devletleri ile Pakistan arasında   uzay işbirliği anlaşması imzaladı. 1961 Kasım’da Nasa Abdus Salam’ın baş teknik direktörü olarak  çalıştığı Balochistan’da  Flight Test Range isimli bir uzay tesisi inşa etti. Abdus Salam Pakistan’ın barışçıl amaçlar için nükleer enerji gelişiminde  etkili ve önemli bir rol oynadı. 1964’de Abdus Salam Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının temsilciler kurumu  başkanı  yapıldı ve 10 yıl boyunca Pakistanı temsil etti. Aynı yıl, Abdus Salam ömür boyu arkadaşı ve Government College üniversitesinde aynı yıl okuduğu yaşıtı olan Munir Ahmad Khan’la birleşti. Khan  Abdus Salamın Uluslararası Atom Enerjisi Ajansında, İtalya Trieste’deki  bir fizik araştırma merkezi olan Uluslararası Teorik Fizik Merkezinin kuruluşuyla ilgili  danıştığı ilk insandı. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansıyla imzalanan bir anlaşmayla, Abdus Salamın baş yönetici olduğu  Uluslararası Teorik Fizik Merkezi  kuruldu. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansında,  Abdus Salam ülkesindeki  nükleer santrallerin önemini  yorulmadan savundu. Onun çabaları sayesinde 1965’de Kanada ve Pakistan Nükleer enerji işbirliği anlaşması imzaladı. Salam Karaçi yakınlarına nükleer santral kurmak için Eyüp Han’dan izin aldı ki bu Ayub Khan’ın kendi hükümet görevlilerinin isteklerine karşıydı. 1965’de Abdus Salam önderliğinde yapılan çabalarla, Birleşmiş Milletler ve Pakistan   arasında içinde Birleşmiş Milletlerin Pakistana küçük bir  araştırma reaktörü sağladığı belirtilen bir anlaşma imzaladı. Abdus Salam Pakistanda birçok fırsatı destekleyebileceği  bir araştırma enstitüsü kurmayı uzun zaman hayal etmişti. 1965’de  Abdus Salam ve Edwatd Durrel Stone Nilore, Islamabad Pakistanda Nükleer Bilimler ve Teknoloji Enstitüsünün kuruluşu için bir sözleşme imzaladılar. Salam Pakistan'daki uzay araştırma aktivitelerinin kuruluşundan sorumlu olduğu gibi Pakistan’ın uzay programının da kurucusuydu. 1961’in başlarında Salam ülkenin ilk uzay araştırmalarını düzenleyen yürütme ajansının kuruluşunun temelini atmak için Cumhurbaşkanı Ayub Khan’a yaklaştı. 16 Eylül 1961’de, bir yönetici emriyle Salam’ın baş ve kurucu yöneticisi yapıldığı Uzay ve Üst Atmosfer Araştırma Komisyonu kuruldu.  Salam derhal Birleşmiş Milletler Hükümetiyle  başarılı bir şekilde bir uzay işbirliği anlaşması imzaladığı Birleşmiş Milletlere gitti. Kasım 1961’De NASA Belucistan Eyaletinde Uçuş Test Merkezini inşa etti. Bu süre boyunca Salam bir Polonyalı askeri bilim adamı ve uzay mühendisi olan hava amirali Wladyslaw Turowiczle tanıştığı Hava Kuvvetleri Akademisini ziyaret etti. Turowicz  uzay merkezinin ilk teknik yöneticisi yapıldı ve bir roket deneme programı temin edildi. 1964’de Birleşik Milletlerdeyken, Salam Oak Ridge Ulusal Laboratuvarını ziyaret etti ve nükleer mühendisleri Salim Mehmud ve Tariq Mustafa ile tanıştı. Salam Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi ile NASA’nın Pakistan'ın bilim adamları ve mühendislerine eğitim vermek için bir program başlatacağı  başka bir anlaşma imzaladı. İki nükleer mühendisi de birkaç ay içinde Pakistana geri döndü ve Suparco’da göreve başladılar. Salam sivil ve barışçıl amaçlarla, Pakistan nükleer teknolojinin önemini biliyordu. Ama, onun biyografisine göre, Salam Pakistan'ın kendi entegre atom bombası projesinde muğlak bir rol oynadı. 1960'ların sonlarında olduğu gibi, Salam nükleer yakıt yeniden işleme tesisi kurulması için bir öneri için başarısız bir girişimde bulundu , ama Ayub Khan tarafından ekonomik gerekçelerle konu ertelenmiş oldu. Rehman a göre, nükleer gelişme İslam'ın etkisi azaltılabilirdi ve  geç olarak azaldı ve bilim üzerindeki Butto'nun kontrolü kritik oldu (1974). Ama Salam ın şahsen istediği PAEC Teorik fizik bölümünde çalışan bilim adamları ile yaptığı bağlantıyı sonlandırm
ak değildi.  1972-1973 başlarında ,  atom bombası projesi için büyük bir savunucusu olmuştu, ama o olmayan İslam gibi Ahmediye mezhep meselesi yüzünden Butto ile düştü daha sonra buna karşı tavır aldı. 1965 yılında, Salam Nükleer Bilimler ve Teknoloji  araştırma enstitüsü-Pakistan Enstitüsü nü açtı. 1965 yılında, plütonyum reaktörü Pakistan Atom Araştırma Reaktörü Salam önderliğinde  gitti. 1973 yılında, Salam kalbiyle kabul ve tam bu fikri desteklenen PAEC Başkanı, Münir Ahmed Khan, ülkede bilimsel faaliyetlerini teşvik etmek amacıyla yıllık üniversite kurulması fikrini önerdi. Bu dünyanın her yerinden gelen bilim adamları 1976 yılından bu yana her yıl Pakistanlı bilim adamları ile etkileşimdeydi. Pakistan gelince Uluslararası Nathiagali Yaz Fiziği Koleji ve Çağdaş İhtiyaçları (INSC), kurulmasına yol açtı. Ilk yıllık ASC konferansı gelişmiş parçacık ve nükleer fizik gerçekleştirildi. Kasım 1971 yılında, Salam, Zülfikar Ali Butto ile bir araya geldi ve Butto'nun tavsiyesine göre, Salam 1971 Hint-Pak kış savaşından kaçınmak için Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti. 1971 yılında, Salam ABD'ye seyahat ve bilimsel Manhattan Projesi hakkında literatür, ve atom bombaları ilgili hesaplamalar ile Pakistan'a geri döndü. 1972 yılında, Pakistan Hükümeti Hint nükleer programı kapsamında tamamlanan ilk atom bombasının geliştirilmesi durumunu öğrendi. 20 Ocak 1972 yılında , Multan toplantısında, Butto caydırıcılık programını geliştirmek için toplantıyı düzenledi. Eski Başbakan Zülfikar Ali Butto, Salam başkanlığında  bilim adamları ve mühendislerden oluşan bir grup kurdu. 1972 yılında, Salam, Başkan Bilim Danışmanı oldu ,bu toplantı  "Multan Toplantısı" olarak bilinir hale getirmeyi başardı. Multan Butto ile nükleer bilim adamları, bir gizli toplantıya katıldı. Bu toplantıda, sadece İ.H. Salam İşte sessiz kaldı  Usmani, kimin inanılan oldu ne ülke de imkanları vardı, ne de yetenek o zaman böyle iddialı ve teknolojik dev projeyi yürütmek için protesto, Butto PAEC Başkanı olarak Salam ve atanan Münir Ahmed Han emanet ve atomik başkanı bomba programı, Salam gibi Han'ı desteklemişti. Bilim adamları, nükleer silah programıyla ilgili bilgi verdi Butto'yu nerede birkaç ay toplantıdan sonra, Salam, Han ve Riazuddin ile birlikte, onun ikamet Butto ile bir araya geldi. Toplantıdan sonra, Salam PAEC içinde "Teorik Fizik Grubu (TPG)" kuruldu. Abdus TPG işe çığır açmıştı ve ilk 1974 yılına kadar Salam başkanlığında yapılmıştı. Bir büro Butto emriyle Başbakan bakanlarının Sekreterliği Salam için kurulmuştur. Salam hemen motive ve fisyon silah geliştirme ve PAEC ile çalışmaya başlamak için bilim adamları yerçekimi başlattı. Aralık 1972 yılında, Uluslararası Teorik Fizik Merkezinde çalışan iki teorik fizikçiler Münir Ahmed Han, programın bilimsel direktör raporu Salam tarafından istendi. Bu Salam doğrudan raporlama, "Teorik Fizik Group'a (TPG)" başlangıcı oldu. TPG, PAEC içinde, hızlı nötron hesaplamalarında araştırma yapmak için atandı, hidrodinamik (bir zincir reaksiyonu ile üretilen patlama davranması ), nötron difüzyon ve Pakistan'ın nükleer silah cihazların teorik tasarımların geliştirilmesi problemleri oldu. Daha sonra, aynı zamanda Salam öğrencisi olan Riazuddin, önderliğinde çalışan Teorik Fizik Grubu, doğrudan Salam rapora başladı ve nükleer silah cihazın teorik tasarımı çalışmaları açmıştı. Dolayısıyla 1977 yılında çığır açan  patlama sırasında eşzamanlılık kuramına araştırma yürütmek için, Khan.In 1972 ile, Salam Teorik Fizik Grubu, suçlandı Raziuddin Siddiqui'nin altında Matematiksel Fizik Grubu, kurmuştu, silah programının geliştirilmesi çalışmaya 1974 yılında Hindistan'ın sürpriz nükleer testi Pokhran'ın İzlediği nükleer fisyon teorisi yer süreç, ve matematik, Münir Ahmed Han Salam ve Muhammed Hafeez Kureyşi atandı katıldığı atom bombası çalışmalarını başlatmak için bir toplantı için PAEC Teknik Geliştirme Müdürlüğünü aramıştı. DTD atom bombasının farklı yönleri üzerinde çalışan bilim adamları ve mühendislerin çeşitli özel grupların çalışmalarını koordine etmek üzere kuruldu. Kelime "bomba" Bu toplantıda hiç kullanılmadı, ama katılımcılar tam tartışılanı anladı. Mart 1974 tarihinde, Salam ve Han da imalat malzemeleri, patlayıcı lensler ve silah tetikleme mekanizması geliştirme ile suçlandı Wah Grubu kuruldu. Riazuddin ve Münir Ahmed Han ile birlikte DTD,  kurulmasını takiben, onlar POF Başkanı Korgeneral Qamar Ali Mirza liderliğindeki üst düzey askeri mühendisleri ile temaslarda ve görüşmelerde bulundu Pakistan Ordnance Fabrikalar (POF) ziyaret etti. Bu Mühendisleri Kolordu 1976 yılında Wah Cantt Metalurji Laboratuvarı inşa, DTD altında çalışan Wah Grubu silah ve malzeme tetikleme mekanizması geliştirme ile suçlandı . Salam Ahmedi Pakistan Parlamentosu tarafından gayrimüslimlerin ilan edildikten sonra o ülkeyi terk orta-1974 kadar nükleer silah programı ile ilişkili kaldı. Başbakan Butto ile Kendi ilişkileri düştü ve Ahmediye Müslüman Cemaati İslam değil olarak ilan edildikten sonra açık düşmanlığa dönüştü; O, bu konuda Başbakan Butto karşı kamu ve güçlü protesto ve bilim üzerine onun kontrolünde Butto büyük eleştiri verdi. Buna rağmen, Salam Norman Dombey göre, atom bombasının performansını hesaplamak için gerekli hesaplamalar her durumu hakkında ona bilgi tuttu PAEC teorik fizik bölümü ile yakın ilişkiler sürdürdü. Güney Pakistan askerlerinin büyük dönmesi ardından Kuzey Pakistan Hint saldırganlığını gördükten sonra, Salam yine ona bilimsel gelişimi hakkında bilgilendirmek için tutmuş Ishfaq Ahmed ve diğerleri de dahil olmak üzere atom bombası projelerinde çalışan üst düzey bilim adamları ile yaptığı bağları yeniledi. 1980'lerde, Salam şahsen birçok randevu ve ICTP ve CERN'de Pakistanlı bilim adamları associateship programının büyük akını onaylanmış ve ICTP onun öğrencileri teorik fizik öğrencisi ile araştırma yapmaya başlamıştı. 2008 yılında, Hint akademisyen Ravi Singh ayrıca "1978 yılında, Abdus Salam PAEC yetkilileri ile, Çin'e gizli ziyarette bulunmuş, iki ülke arasındaki sanayi işbirliğinin başlatılması nükleer bir aracı oldu." diye kitabında belirtildiği O ülkeyi terk etmesine rağmen, Salam önemli bilimsel konularda PAEC ve Teorik ve Matematiksel Fizik Grubuna tavsiyelerde tereddüt ve TPG ve PAEC ile yaptığı ilişkiyi yakın tuttu. 1964 yılında, Salam İtalya Kuzey-Doğu, Uluslararası Teorik Fizik Merkezi (ICTP), Trieste'yi kurdu ve 1974 yılından 1993 yılına kadar yönetmen olarak görev aldı ve ülkesinde bilimi teşvik etmek için Uluslararası Nathiagali Yaz Koleji (INSC)ni kurdu . INSC Pakistan'a gelip fizik ve bilimin farklı yönleri üzerinde konuşmalar yapmak için dünyanın her yerinden bilim adamlarının bir yıllık toplantısı olmasını istedi. Salam öğrencisi Riazuddin ile bugün bile, kuruluşundan bu yana INSC yıllık toplantılar yapar . 1997 yılında, ICTP bilim adamları Salam ile anıldı ve "Teorik Fizik Abdus Salam Uluslararası Merkezi" olarak ICTP değiştirildi. Salam, üçüncü dünya ülkelerinde ve bilim gelişimi için savunulan ülkelerde çeşitli seminerlere katılmıştır. Yıllar boyunca, Salam, gelişmekte olan ülkelerde bilim ve teknoloji ile ilgili Birleşmiş Milletler komiteleri ile bir dizi görev yaptı. Salam Üçüncü Dünya Bilimler Akademisi (TWAS)ni kurdu ve bilim ve teknolojinin ilerlemesine adanmış uluslararası merkezlerin bir dizi yaratılmasında lider bir figür oldu. 1979 yılında Quaid-i Azam Üniversitesi Fizik Enstitüsü'nde yaptığı ziyaret sırasında, Salam ödülünü aldıktan sonra açıkladı: Fizikçiler doğanın dört temel kuvvet olduğuna inanıyordu; yerçekimi kuvveti, zayıf ve güçlü nükleer kuvveti ve elektromanyetik kuvvet. Salam "bilimsel düşüncenin, insanlığın ortak mirası olduğunu" bu inancın gelişmekte olan ülkelerin kendilerine yardım ve kalkınmayı artırmak için de gerekli olduğunu belirtmiş, bu durumu kendi bilim adamlarına yapılan yatırım dolayısıyla Küresel Güney ve Kuzey bölgeleri arasındaki uçurumu azaltmak için gerekli görmüştü ve bu onun için daha huzurlu bir dünya demekti. Salam bütün zorluklara rağmen, Pakistan'a gitti ve yaptığı bağlantıyı sonlandırmadı. Salam ICTP için Pakistan'ın bilim adamlarını davet etti ve Pakistanlı bilim adamları için bir araştırma programı sürdürdü. Ghulam Murtaza, Riazuddin, Kamaluddin Ahmed, Faheem Hussain, Raziuddin Siddiqui'nin, Münir Ahmed Han, Ishfaq Ahmed ve IH Usmani dahil olmak üzere birçok önde gelen bilim adamları, onu akıl hocası ve öğretmen olarak kabul ettiler. Salam yaşadığı süreç içerisinde kamu ve özel yaşamı ayrı tutulan oldukça özel bir birey oldu . Salam iki kez evlendi ; ilk eşinden üç kızı ve bir oğlu, ikinci eşinden de bir oğlu ve bir kızı dünyaya geldi.İkinci eşi Johnson ile Londra'da 1968 yılında evlendi. Profesör Dame Louise Johnson, Oxford Üniversitesi Moleküler Biyofizik eski profesörüydü. Muhammed Abdus Salam dindar bir Müslüman olarak bilinirdi ve bilimsel çalışmalar yapmaya yönelmesinin esas sebebinin de din olduğunu söylemişti. Pakistan'da taraftarları olan Kadıyanilik (diğer bir adıyla Ahmediye) akımına bağlıydı. Bir yazısında ""Kur'an-ı Kerim bize Allah'ın koyduğu kuralları ve doğa kanununun doğruluğunu derinlemesine düşünmemizi emreder; ancak neslimizin Yaradan'ın tasarımını bir an olsun görebildiği için ayrıcalıklı olduğunu düşündüğümde, lütuf ve ihsanı için naçizane biçimde O'na şükrediyorum."" demiştir. Nobel Fizik Ödülü için yaptığı kabul konuşmasında, Salam Kur'an-ı Kerim'in Mülk Suresi'nden üçüncü ve dördüncü ayetlerini okumuştur: Ardından konuşmasını şöyle sürdürmüştür:""Bu aslında tüm fizikçilerin inancıdır; araştırmamızda ne kadar derinine inersek o kadar merak duyarız, gözümüzü diktiğimiz parıltı da o derece artar."" 1974 yılında Pakistan Şûra Meclisi, Kadıyanilik akımını İslam dışı kabul eden bir teklifi kabul etti. Bu kararı protesto eden Abdus Salam, tepkisini göstermek için Pakistan'ı terk edip Londra'ya yerleşti. Ayrılmasından sonra dahi Pakistan ile iletişimini kesmeyerek Teorik Fizik Grubu ile yakın ilişkisini sürdürdü ve Pakistan Atom Enerjisi Komisyonu'ndaki (PAEC) bilim adamlarına destek verdi. Pakistanlı akademisyenl
er için araştırma-sonrası programlarını başlattı. 1983 yılında, Riazuddin ve Asgar Kadir de Abdus Salam'ın ekibine katıldı ve 1990 yılına kadar onunla birlikte araştırmalarını sürdürdüler. Duyum Duyularla araçsız olarak gerçekleştirilmiş bilinç olgusu... İzlenim'le algı arasında bulunan bir bilinç olgusudur, her ikisiyle de karıştırırmamalıdır. İzlenim duyumdan önce algı duyumdan sonra gerçekleşir. Duygu teriminden de titizlikle ayrırmalıdır; duygu bir tasarım, duyum bir etkinin sonucudur. Örneğin sevinç bir duygu, açlıksa bir duyumdur. Bu bakımdan, şiirsel tasarımlar dışında, duygunun insan bedeninde bir yeri yoktur ama duyumun belli bir yeri vardır; insanın karnı acıkır ama sevinen belli bir yeri değildir. Duyu konusuyla ilgili terimler; Duyu Organı Alıcılar Duyusal Sistem Duyum Duyumsama Delüzyon Delüzyon, sanrı veya hezeyan, belli bir toplum ve çağ içinde gerçeğe uymayan düşünceyi tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Psikiyatride ise daha net bir biçimde bir inancın patolojik olduğunu vurgulayan bir terimdir. Delüzyonlar genel olarak nörolojik veya zihinsel hastalık durumunda ortaya çıksalar da belirli bir hastalıkla ilişkilendirilememiştirler. Gerek fiziksel gerek zihinsel birçok patolojik durumda ortaya çıkabildikleri bilinmektedir. Bununla birlikte, psikotik bozukluklarda, özellikle de şizofrenide, teşhis açısından çok önemlidirler. Tecâhül-i ârif Tecahül-i arif, edebiyatta sanat türlerinden biri, bir edebi terimdir. Bildiğini veya bilineni bilmezlikten gelerek nükte yapmak. Bu terimi açıklamak için sık sık verilen bir örnek Fuzûlî'nin şu dizeleridir: Günümüz Türkçesiyle; "Bilmiyorum devreden kubbe mi su rengindedir, yoksa gözyaşlarım mı kubbeyi kaplamıştır." Bu örnekte Fuzûlî gök kubbenin mavi renkte olduğunu bilmezden gelerek bir tecahül-i arif yapmaktadır. örn:şakaklarıma kar mı yağdı ne var? ÖRNEK: Son dizede şair ölülerin üşümediklerini bildikleri halde,sorudan yaralanarak bu durumu bilmezlikten geliyor. Paranoid Paranoid, şu anlamlara gelebilir: Jung Kuramı Önce Freudçuluktan yola çıkan ve sonra ona karşı olan Prof. Carl Gustav Jung (1875-1961), ruh bilimin çeşitli alanlarında kendine özgü yeni kuramlar ileri sürmüştür. Öğretisi, "analitik ruh bilim" ya da "kompleks ruh bilim okulu" adıyla anılır. Örneğin bilinç dışı izlenimlerden meydana geldiğini ileri sürdüğü ortaklaşa bilinçsizlik deyimini ortaya atmış ve düşler, dinsel coşkular, masallar ve hastalık hezeyanlarında bu izlenimlerin meydana çıktığını savunmuştur. Jung insanın ruhsal kişiliğini, bütün geçmişten soya çekimle gelen bu ortaklaşa bilinç dışı izlenimlerin onardığını ileri sürer. Freud'un "cinsellik içgüdüsü" ve Adler'in "aşağılık kompleksi"ne karşı çıkarak insanın ruhsal karakterini "yaşama içgüdüsü"nün belirlediğini savunur. Jung'a göre cinsellik duyguları da yükseltme isteği de yaşlara ve koşullara göre değişen, bütün insan yaşamını belirleyecek güçte olmayan etkenlerdir. Buna karşı "yaşama enerjisi" her yaşta ve her koşulda gücünü sürdürür. Jung "tip kuramı"nı da bu tip üzerine kurar, yaşama enerjisinin içe ya da dışa dönük oluşuyla insan tiplerini "entrovert" ve "ekstrovert" olmak üzere ikiye ayırır. Ayrıca Jung, Freud psikanalizinde de ilk kez "sözcük çağrışımı yöntemi"'ni uygulamıştır. Jung'un sözcük listesi, özel olarak hazırladığı yüz sözcüğü kapsar. Jung, bu sözcüklere uyarım sözcükleri adını verir. Bu sözcükler hastaya okunur ve onların hatırlattığı ilk sözcüğü bildirmesi istenir. Hastanın verdiği karşılıklarla karşılık verme süresi ve uyarım sözcüklerine karşı tutumu ya da davranışı bir kağıda yazılarak incelenir ve bunlardan bilinç dışı bölgeye itilmiş ve hastalığın nedeni olan olaylar çıkarılmaya çalışılır. Jung, bunu, yardımcı bir yöntem saymakta ve bununla ancak hastanın bilinç dışı kompleksleri üstündeki ipuçlarının ele geçirilebileceğini ileri sürmektedir. Verilen karşılıklarda duygulandırıcı bir yük taşıdığı saptanan her sözcük de temel nedenle ilgili olmayabilir. Gabapentin Gabapentin ["1-(aminometil), siklohekzanasetik asit"; patent adı: Neurontin], epilepsi tedavisinde GABA molekülünün taklidi olarak kullanılan bileşiktir. Sekonder jeneralize konvülsiyonların eşlik ettiği ya da etmediği, basit ya da kompleks parsiyel konvülsiyonlu yetişkin ve 12 yaş üstü çocuk hastaların tedavisinde monoterapi (yeni tanı konulan konvülsiyonlu hastaların tedavisi dahil) ya da ek tedavi olarak kullanılır. 12 yaşından küçük çocuklarda monoterapi ile ilgili olarak yeterli deneyim yoktur. Sekonder jeneralize konvülsiyonların eşlik ettiği ya da etmediği, parsiyel konvülsiyonlu 3 yaş ve daha büyük çocukların ek tedavisinde kullanılır. Yetişkinlerde diyabetik polinöropati ve postherpetik nevraljide görülen nöropatik ağrının tedavisinde kullanılır. Bileşimindeki herhangi bir maddeye karşı aşırı duyarlılığı olduğu bilinen hastalarda, akut pankreatitli hastalarda, kontrendikedir. Absans gibi primer jeneralize nöbetlerde etkili değildir. Laktoz içerdiğinden, galaktozemili (galaktoz intoleransı olan) hastalarda kullanılmamalıdır. Kontrollü klinik çalışmalarda, hastaların %16'sında muhtemelen klinik açıdan önemli sayılabilecek derecede kan şekeri düzeyi dalgalanmaları gözlenmiştir. Bu nedenle, Diabetes Mellituslu hastalarda kan şekeri daha sık kontrol edilmeli ve gerekiyorsa antidiyabetik ilacın dozu ayarlanmalıdır. Böbrek fonksiyonları bozuk hastalarda gabapentin dozu azaltılmalıdır. Gabapentin tedavisi sırasında hemorajik pankreatit bildirilmiştir. Bu nedenle, pankreatitin klinik semptomlarının ilk belirtileri (persistan karın ağrısı, bulantı ve tekrarlayan kusmalar) ortaya çıkar çıkmaz gabapentin tedavisine derhal son verilmelidir. Ek olarak, pankreatitin erken tanısı için klinik araştırmalar ve uygun laboratuvar çalışmaları yapılmalıdır. Antiepileptik ilaçlar, konvülsiyon sıklığının artması ihtimaline karşı birden bırakılmamalıdır. 3-12 yaş arası pediyatrik hastalarda gabapentin kullanımıyla beraber merkezi sinir sistemiyle ilişkili bazı advers olaylar görülmüştür. Bunlardan başlıcaları, duygusal değişiklik (özellikle davranış problemleri), agresif davranışlar, konsantrasyon problemleri ve okul performansında değişiklikler dahil olmak üzere düşünce bozuklukları ve hiperkinezidir (özellikle yorulmama ve hiperaktivite). Gabapentin kullanan hastalarda bu olayların çoğunluğu hafif ve orta derecede görülmüştür. Gebelik kategorisi C'dir. Gabapentinin gebelerde güvenli kullanımı ile ilgili deneyim olmadığından, gebelik döneminde ancak yararları ve riskleri çok iyi değerlendirildikten sonra kullanılmalıdır. Gabapentin insanlarda anne sütüne geçer. Gabapentinin anne sütü alan bebekte ciddi bir yan etkiye yol açmayacağını söylemek mümkün olmadığından, anne açısından antiepileptik tedavinin önemi de göz önünde bulundurularak emzirmeye ya da gabapentin tedavisine son verilmelidir. Gabapentin, merkezi sinir sistemi üzerinde etkili olduğundan, kişisel olarak sedasyon, baş dönmesi ya da merkezi sinir sistemi depresyonunun diğer belirti ve semptomlarına yol açabilir. Bu sebeple, reçetelendiği şekilde kullanıldığı durumlarda bile, gabapentin, reaksiyonları, araç ve kompleks makineleri kullanma veya bu tarz yerlerde çalışma yeteneğini bozacak kadar azaltabilir. Bu durum, özellikle tedavinin başlangıcında, doz artırılırsa veya tedavi değiştirilirse ve alkol gibi merkezi sinir sistemi depresyonuna sebep olan maddelerle birlikte kullanılması durumunda belirgindir. En sık bildirilen advers etkiler somnolans (uykuya eğilim), halsizlik, baş dönmesi, baş ağrısı, bulantı, kusma, kilo alma, sinirlilik, uykusuzluk, ataksi, nistagmus, parestezi ve iştahsızlıktır. Asteni, görme bozuklukları (ambliyopi ve diplopi), tremor, disartri, düşünce bozuklukları, amnezi, ağız kuruluğu, depresyon ve emesyonel labilite seyrek olarak görülür. Klinik çalışmalar sırasında serek olarak ortaya çıkan yan etkiler; Dispepsi, konstipasyon, karın ağrısı, iştah artışı, rinit, farenjit, öksürük, miyalji, sırt ağrısı, yüz, ekstremite ya da tüm vücutta ödem, impotans, dişlerde anormallik, gingivit, kaşıntı, lökopeni, kırık, vazodilatasyon, hipertansiyon ve travmayı takiben purpuradır. Ayrıca, 12 yaşından küçük çocuklarda yapılan klinik çalışmalarda agresiv davranışlar ve aşırı, kısmen kontrolsüz hareketler (hiperkinezi) gözlenmiştir. Gabapentinin mide asidini nötralize eden magnezyum ya da alüminyum içeren antasitlerle birlikte kullanılması, gabapentinin biyoyararlanımını %24 oranında azaltabilir. Antasitlerden en az iki saat sonra alınmalıdır. Simetidin ile birlikte kullanıldığında, gabapentinin renal eliminasyonu hafifçe azalır. Basit test stikleriyle yapılan idrarda protein incelemesi, gabapentin kullanan hastalarda yalancı pozitif reaksiyon verebilir. Alkol ya da merkezi etkili ilaçlar, gabapentinin merkezi sinir sistemiyle ilgili bazı yan etkilerini (somnolans ve ataksi gibi) şiddetlendirebilir. Command &amp; Conquer Command & Conquer(kısaca C&C) ya da Tiberian Dawn Westwood Studios tarafından geliştirilerek, Electronic Arts tarafından 1995 senesinde dağıtılan, bir gerçek zamanlı bir strateji oyunu. "Command & Conquer" bilgisayar oyunları arasında büyük bir başarı sağlamış ve gerçek zamanlı strateji oyunlarının bilgisayar oyuncuları arasında ünlenmesinde büyük katkıda bulunmuştur. Command & Conquer, oyunun içeriği tek bir CD'ye kolayca sığabileceği halde birkaç CD üzerine yüklenen; böylece tek bir kopyayla birden çok oyuncunun birlikte oyun oynamasına imkân tanıyan ilk oyunlardan biridir. Oyun, (oyuncuya verilen) görevler arasında ekrana gelen gerçek insanlar tarafından canlandırılmış, TV kalitesindeki video görüntüleriyle tanınmaktadır. Bu video görüntüleri, hem oyunun öyküsünü geliştirmeye hem de oyuncuya gelecek görevi hakkında bir brifing vermeye yöneliktir. Asıl oyundan bir yıl sonra çıkarılmış ek pakettir. Oyuna daha zor görevler ve birkaç yeni birim eklenmiştir. 1997'de çıkarılan ikinci ek pakettir. İlk oyunun çok oyunculu olarak internet üzerinden oynanmasını sağlamıştır. İlk oyundan sonra bir yenilik yapılmamıştır, tek kişili
k ve kampanya bölümleri bulunmamaktadır. Oyun büyük bir ticari başarı elde etmiş, Command & Conquer serisi (serinin son oyunu 'un çıkışından önce) 25 milyon kopya satmıştır¹. 1. ^ Stephen Coleman (11-02-2003). Command & Conquer Generals Ships. IGN. (26-11-2006'da yapılan düzeltmeler itibarıyla) Cindy Sherman Cindy Sherman, (d. 19 Ocak 1954, New Jersey) ABD'li sanat fotoğrafçısı ve film yönetmeni. Cindy Sherman’ın yüzlerce kendisini kullandığı kadın, hatta bazen de erkek canlandırması vardır, ancak bunların hiçbirisi Cindy Sherman’ın gerçek anlamda bir otoportresi değildir. Kendi deyişine göre Sherman fotoğrafları kadın stereotipleri ile ilgilenir, ancak bu sterotipler onun kadınları nasıl gördüğünü değil, erkeklerin kadınları nasıl gördüğünü yansıtır. Glen Ridge, Essex County, New Jersey doğumlu Cindy Sherman, New York Eyalet Üniversitesi'nde sanat okudu. Üniversite yılarında kılık değiştirme ve makyaj ile görünüşünü değiştirerek otoportrelerini çekmeye başladı. 1977'de ulusal sanat bursu kazandıktan sonra New York'a yerleşen Sherman, 1977-1980 döneminde, filmlerde kadınlara verilen klişe rolleri sorgulayan, model olarak kendisini kullanarak fotoğrafladığı “Untitled Film Stills” (İsimsiz Film Kareleri) serisi ile sanat çevrelerinde tanındı. 1995 senesinde, bu çalışma MOMA (New York Modern Sanatlar Müzesi) tarafından bir milyon doların üzerinde bir fiyattan satın alındı, böylece Sherman’ın sanat dünyasındaki yeri de tartışmasız hale geldi. Kendisini de model olarak kullandığı daha sonraki çalışmalarında Sherman, erkek dergilerini, çocuk masallarını, moda dünyasını, sanat tarihindeki önemli imgeleri işledi. Son dönem işlerinde büyük boy renkli baskılarla vitrin mankenleri, tıbbi protezler, cinsel yardım araçları, plastik vücut parçaları, maskelerle hazırlanmış cinsel ilişki mizansenleri ya da kusmuk çöp resimleri gibi grotesk konulara yöneldi. Sherman, fotoğrafı saf haliyle değil, bir kavramsal sanat malzemesi olarak kullanır. O bir fotoğrafçı değil, bir kavramsal sanatçı, bir gösteri sanatçısıdır. Malzemesiyse bulunduğu dönemin güncel fikir akımlarıdır. Sherman için 1970'lerin ve 1980'lerin kültürel ortamıyla biçimlenen bir uygulayıcıdır denilir. Gerçekten de yapıtlarında her zaman feminist bir söylemin varlığından bahsedebiliriz. Ancak herhangi bir dogmatik ideolojik tavra dayanan bir üretim sistemi yoktur, zira Sherman sanatının içeriğini sürekli olarak dönemin geçeli söylemlerine uydurarak güncel sanatın parçası olmayı bilmiştir. Dönemin moda kavramlarını ve akımlarını kullanmayı bilen Sherman, sürekli başvurduğu feminist izleğini feminizm anlayışındaki değişiklikler doğrultusunda yapıtlarına yansıttı. Cindy Sherman'a göre: "Cinsel organları kullanarak, sevimli ya da şok edici resimler etmek kolay... Zor olan acı keskin yine de açık seçik görüntü elde etmek. MERNİS Merkezî Nüfus İdare Sistemi ya da kısaca MERNİS, İçişleri Bakanlığı'na bağlı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'nce yürütülen ve 2002 yılında uygulamaya alınabilen merkezî nüfus bilgileri düzenlemesidir. Bilişim teknolojileri ve ortak veritabanı işlemciliği açısından Türkiye Cumhuriyeti'nin en önemli ve temel projesidir. Sistem merkezi olarak Ankara, Yenimahalle ilçesi, Lalegül semtinde yer alan ilgili genel müdürlüğün yerleşkesi kullanılmaktadır. MERNİS projesi kapsamında bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına bilgisayar ortamında 11 haneli sayıdan oluşan bir sayısal kişi kimlik atamasına dayanan ve adına "Vatandaşlık Numarası" denilen uygulama bu projenin vatandaşa yansıyan ve bilinen yanıdır. Projeye başlandığı 1960'lı yıllardan bu yana sistem veritabanına girilen ölü ve sağ kişi sayısı 120 milyonu geçmiş bulunmaktadır. Konunun devlet erki açısından önemi dikey bir yapı olan nüfus verilerinin sağlam ve güvenilir olarak sağlamak ve bunun üzerinden diğer sosyal yatay toplumsal organizasyonlarına geçişi oluşturarak vatandaşlık bağı ile bağlı bulunan bütün ülke vatandaşlarının iş ve işlemlerinin ülkenin her yerinden hızlı ve zaman kaybettirilmeksizin erişimini ve talep eden vatandaşlarca işlemleri için yasalar ve yönetmelikler çerçevesinde kullanımına sunmaktır. Türkiye Cumhuriyeti Kimlik Numarası Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Analizler Merkezi Uluslararası İlişkiler ve Stratejik Araştırmalar Merkezi, kısa adıyla TÜRKSAM, merkezi Ankara'da olan bir düşünce kuruluşudur. 2004 yılında kurulan TÜRKSAM, Türkiye’yi ve bölge ülkelerini etkileyen politika konularında bağımsız, tarafsız ve güvenilir bilginin kaynağı olarak en saygıdeğer araştırma kurumlarından birisi haline gelmiştir.TÜRKSAM, bürokratlar, hükümet görevlileri, akademisyenler, araştırmacılar, öğrenciler ve halk için düzenli olarak konferanslar ve seminerler düzenlemektedir. Bu konferansların amacı Türkiye’yi ve Türkiye’nin içerisinde bulunduğu bölgeyi yakından ilgilendiren politika konularında bilinç uyandırmak ve fikir alışverişini sağlayacak bir platform yaratmaktır. Bunun yanı sıra, TÜRKSAM bünyesinde bulunan bölgesel uzmanlar araştırmalarını sürdürdükleri konular hakkında düzenli aralıklarla makaleler ve incelemeler yayınlamaktadır. Başkanlığını Sinan Oğan'ın yaptığı kuruluş, çalışmalarını Türkçe, İngilizce ve Rusça yayınlamakta ve resmi internet sitesiyle çalışmalarını ilgililerin hizmetine sunmaktadır. Özellikle Avrasya bölgesine yönelik ve orijinal kaynaklara dayanan çalışmalarıyla dikkat çekmektedir. Beyin lobları İnsan beyninde beş ana lob bulunur. Bunlar: Yukarıda listelenen her bir lob, beynin her iki yarımküresinde de bulunur. Serebellum dışında bu lobların hepsi telensefalonun parçasıdır. Palacio de La Moneda Palacio de La Moneda (İspanyolca: "Darphane sarayı"), Şili Cumhuriyeti'nin başkanlık konutudur. İspanya'nın Amerikan kolonilerinde inşa ettirdiği en görkemli binalardan biri olan saray Şili'nin başkenti Santiago'nun merkezinde yer alır. Palacio de La Moneda, İtalyan mimar Joaquín Toesca tarafından tasarlanmıştır. 1784 Yılında yapımına başlanmış ve 1805'te halen inşası sürmekte iken kullanıma açılmıştır. 1845 Haziranında, başkan Manuel Bulnes'in yönetiminde hükümetin başkanlık konutu olmuştur. 1930 sarayın önüne "Plaza de la Constitución" (Anayasa meydanı). yapıldı. Gabriel González Videla'nın başkanlığından sonra saray bu konumunu kaybetti. La Moneda 1973'te General Augusto Pinochet yönetimindeki bir askeri grup tarafından yapılan hava saldırılarında kısmen yıkıldı ve Pinochet'in askerleri tarafından girilen sarayda başkan Salvador Allende intihar etti. 11 Mart 1981'de yeniden inşa ve restorasyon çalışmaları tamamlandı. Ancak saldırıdan kalan bazı mermi izleri korunmuş olup günümüzde görülebilmektedir. Sonradan sarayın önündeki meydanın altına bir sığınak inşa edilmiştir. Başkan Ricardo Lagos yönetime geldiğinde sarayı halka açmaya karar vermiştir. Günün belirli saatlerinde herkes saraya girebilir ve bahçesinde gezinebilir. Lagos ayrıca "Morandé 80" isimli, Şili başkanlarının 1973 darbesinden önce saraya girdiği kapıyı tekrar açtı. Günümüzde La Moneta'da başkanlık evi ve üç kabine bakanlığı bulunur: İçişleri, başkanlık genel sekreterliği ve hükumet genel sekreterliği. Kasım 2004'te La Moneda 12. APEC liderleri toplantılarından birine ev sahipliği yapmıştır. 2004'ün sonları ve 2006'nın başları arasında La Moneda'nın güney cephesinin önüne Plaza de la Ciudadanía (Millet Meydanı) adında yeni bir meydan inşa edildi. Projenin iki bölümü tamamlanmış olmakla beraber kalan bir bölümü için onay beklenmektedir. Tekkeköy, Tavas Tekkeköy, Denizli'nin Tavas ilçesine bağlı bir mahalle. Yunus Emre Yunus Emre (d. 1238 - ö. 1320), Anadolu'da Türkçe şiirin öncüsü olan tasavvuf ve halk şairi. Yunus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmaya ve Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde büyük-küçük Türk Beylikleri'nin kurulmaya başlandığı 13. yüzyıl ortalarından Osmanlı Beyliği'nin kurulmaya başlandığı 14. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Orta Anadolu havzasında Eskişehir’in Sivrihisar ilçesinde yer alan Sarıköy’de yetişmiş Ankara’nın Nallıhan ilçesindeki Taptuk Emre Dergâhı’nda yaşamıştır. Türk tasavvuf edebiyatı sahasında kendine has bir tarzın kurucusu olan Yunus Emre, Ahmed Yesevî ile başlayan tekke şiiri geleneğini özgün bir söyleyişle Anadolu’da yeniden ortaya koymuştur. Yalnız halk ve tekke şiirini değil, divan şiirini de etkileyen Yunus Emre, tasavvufla beslenen dizelerinde insanın kendisiyle, nesnelerle, Allah'la olan ilişkilerini işledi, ölüm, doğum, yaşama bağlılık, İlahi adalet, insan sevgisi gibi konuları ele aldı. Çağının düşünüş biçimini ve kültürünü konuşulan dille, yalın, akıcı bir söyleyişle dile getirdi. Yunus Emre'nin şiirleri daha söylenip yazıldığı tarihten itibaren ezberlenip okunmaya başlayarak, 14. yüzyıldan itibaren abdallar ve dervişler vasıtasıyla Osmanlı fetihlerine paralel şekilde bütün Anadolu ve Rumeli coğrafyasına yayıldı. Şiirleri aynı zamanda asırlardan beri Anadolu’da ve Rumeli’de faaliyet gösteren tarikatların ortak düşüncesi ve sesi hâline gelerek, Alevî-Bektâşî edebiyatı ile Melamî-Hamzavî edebiyatını meydana getiren halk edebiyatının kaynağı oldu. Kendisinin tarikatüstü olduğu kabul edilir. Yunus Emre 20. yüzyılda yeniden dikkat çekti ve yansıttığı insan sevgisi bakımından yeni bir gözle değerlendirildi. 1991 yılı, UNESCO tarafından Yunus Emre'nin doğumunun 750. yılı olarak anılmıştır.. Yunus Emre, Bâbâîler isyanının patlak verdiği ve Anadolu Selçuklu Devleti'nin Kösedağ Savaşı’nda Moğollara mağlup olarak çöküş dönemine girdiği Anadolu tarihinin en karışık dönemlerinden birinde dünyaya gelmiştir. Adnan Erzi tarafından Beyazıt Devlet Kütüphanesi′nde bulunan ve Yunus Emre'nin vefat tarihini 1320 olarak veren ve vefat tarihinde 82 yaşında olduğunu gösteren 7912 numaralı yazmaya göre doğum tarihi 1238 olarak kabul edilmektedir. Yunus Emre’nin doğum yeri hakkındaki rivayetlere dayanan görüşler tutarsızdır. Ancak onun Batı Anadolu’da Sakarya nehri çevresinde bir yerde doğmuş olabileceği ihtimali yüksektir. Yûnus Emre şiirlerinde adının “Yunus” olduğunu söyler. Şiirlerinde isminin önüne “Âşık,
Bîçâre, Koca, Tapduklu, Miskin, Derviş” gibi sıfatlar da getirmektedir. Aşık manasına gelen “Emre” lakabıysa on bir şiirinde geçer. Yunus Emre’nin hayatı hakkında değişik rivayetler, söylentiler mevcuttur. En çok yazılan ve dile getirilen, Yunus’un Tapduk Emre’nin dergahına girip olgunluğa erişmesidir. Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhında bulunduysa da, manevi yükselişini Hacı Bektaş-ı Velî′nin kendisini yolladığı Taptuk Emre Dergâhı'nda yaşamıştır ve dergâha çok hizmetler etmiştir. Yunus Emre, Bektaşî geleneğinde ümmî kabul edilmekteyeken Halvetî geleneğine göre alim bir müftüdür. Eski kaynaklarda da Yûnus Emre’nin ümmîliğinden söz edilmektedir. Âşık Çelebi, Yûnus’un medresede başarılı olamayıp Tanrı mektebi'nde ders okuduğunu ifade eder. Ancak Medrese öğrenimi görüp görmediği, icâzet alıp almadığı hususu açık değilse de Yûnus iyi bir tahsil görmüştür. O devrin ilmî ve felsefî sistemlerine Yûnus’un divanında yer yer beliğ işaretler vardır. Bu nedenle Yûnus’un ümmîliği hakkındaki gelenek tarihî bir hakikatı yansıtmaz. Onun şiirlerinde kafiye zoruyla giren Farsça ve Arapça kelimelere, tasavvufi kelimelere ve bilginin getirdiği söz ve terkiblere pek sık rastlanır. Mevlana’nın tesiriyle Divan-ı Kebir’den ve İran’ın en büyük şairi Sadi’den tercüme yapacak kadar Farsça bilmekteydi. Yunus, Kur'an'ı anlayacak kadar Arapçaya da vakıftı. Kur'an ve hadis kültürünü iyi bildiği anlaşılan Yunus, peygamberler tarihini de çok iyi bilmektedir. Yunus, Hind-İran, Yunan-Roma mitolojisinden Kuran-ı Kerim’deki peygamberlerin kıssalarından, hususiyetlerinden, Leyla ile Mecnun, Ferhad ile Şirin gibi klasik edebiyata geçmiş aşıklardan bahsetmesi onun tüm bunlara vakıf olduğunu göstermektedir. Yunus'un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğü'nün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır. 13. yüzyılın ikinci yarısı, sadece siyasi çekişmelerin değil, çeşitli mezhep ve inançların, batınî ve mutezilî görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır. Böyle bir ortamda, Hacı Bektaş-ı Velî, Ahî Evrân gibi ilim ve irfan önderleriyle birlikte Yûnus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlâkla ilgili düşüncelerini, İslam tasavvufunu işleyerek yüceltmiştir. Yûnus, bazı şiirlerinde, ilden ile yürüyüp dost sorduğunu, Urum’da, Şam’da kendisi gibi bir garip bulamadığını, âşık olup gurbet ilinde mecnûn gibi gezdiğini; Kayseri, Tebriz, Sivas, Maraş, Bağdat, Nahcivan, Şiraz şehirlerini ve bütün Yukarı illeri (Azerbaycan’ı) dolaştıktan sonra Rum’da, yani Anadolu’da bir müddet kışlayıp baharda sılaya döndüğünü söylemektedir. Yûnus’un seyahatlerinin sebepleri, bunların ne şekilde gerçekleştiği tam olarak bilinmese de tarikatlar döneminde seyahat sûfîlerin hayatında nefis terbiyesinin önemli bir unsuruydu. Bir halk rivayetine göre Yunus 3000 şiir söylemiş, daha sonra Molla Kasım adlı bir zâhid bunları şeriata aykırı bularak 1000 tanesini yakmış, 1000 tanesini suya atmış, kalan 1000 şiiri okurken, “Derviş Yûnus bu sözü eğri büğrü söyleme/Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir” beytine rastlayınca pişman olup tövbe etmiş ve Yûnus’un velîliğine inanmıştır. Bu inanışa göre yakılan şiirler gökte melekler, suya atılanlar balıklar, kalan şiirler de insanlar tarafından okunmaktadır. Yûnus Emre'nin 417 şiirinden 138’i aruz, diğerleri hece vezniyle yazılmıştır. Yunus Emre ile ilgili önemli bir mesele de hangi şiirlerin Yûnus Emre’ye, hangilerinin Bursalı Âşık Yûnus’a veya başka bir Yûnus’a ait olduğunun tespit edilememesidir. Bundan dolayı bugüne kadar tam bir Yûnus Emre divanı ortaya konulamamıştır. Sağlığında düzenlediği divanı bulunamadığı için günümüzdeki divanları derlemedir. Yûnus’un şiirleri semâi ve gazel tarzında kaleme alınmıştır. İlâhi, nefes veya nutuk başlıkları altında kaydedilen şiirleri farklı birer edebî tür değildir. İlâhi, nefes ve nutuk, mutasavvıf şairlerin hak ve hakikatten söyledikleri kelâmlardır. Varlıkların her zerresinde Tanrı'yı arayışını coşkun bir şekilde dile getirmiştir. Yunus bu duygu ve bilgiyle olgunlaşıp derinleşen, bazen coşkun bazense rind ve her haliyle cana yakın görünümde bir derviştir. Yunus, düşünüş ve inanışlarını büyük bir sadelik ve kolaylıkla şiirleştirmeye muvaffak olmuştur. İslami taassubun, üzerinde durmaktan çekindiği birçok mesele ile "cennet, cehennem, sırat" ve benzeri gibi kavramlar, onun en zeki ve en hür düşüncelerine mevzu olmuştur. Derviş geçinenleri ve devlet adamlarını en acımasız şekilde yermiştir. Şiirlerini, önceleri sehl-i mümteni denilen her dilin söyleyemeyeceği bir açıklık ve kolaylıkla terennüm edilmiştir. Yûnus Emre, "Risalet-ün Nushiyye" adlı mesnevîsinin sonunda verdiği; Beytinden anlaşıldığı kadarıyla H. 707 (M. 1307-8) tarihlerinde hayattadır. Yûnus Emre şiirlerinde kendisini “şairler kocası”, “bir âşık koca” diye niteleyerek uzun bir ömür sürdüğünü îmâ eder. Yûnus’un vefat tarihi ve kabriyle ilgili bilgiler de uzun yıllar tartışma konusu olmuştur. Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndeki belgeye göre vefat tarihi 1320 kabul edilmektedir. Yûnus Emre'nin vefat tarihi ve kabriyle ilgili bilgiler de uzun yıllar tartışma konusu olmuştur. Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndeki belgeye göre vefat tarihi 1320 kabul edilmektedir. Yunus Emre dışında Osmanlı tarihi boyunca Yunus adında başka şairler de yaşamıştır. Bunlardan en önemlisi 1439 yılında vefat ettiği belirtilen Bursalı Aşık Yunus’tur. Yunus Emre Tabduk Emre müntesibidir. Âşık Yunus ise Emir Sultan yolunda bir şairdir. Bursa’da Yunus Emre’ye ait olduğu iddia edilen mezar da ona aittir. Sultan II. Murad devrinde Osmanlılara esir düşen György adlı bir Macar tarafından yazılan “Tractatus” adlı eserde Yunus’a ait iki ilâhi kaydedilmiştir. Bu akıncı ocaklarında ve zâviyelerde besteli Yunus ilâhilerinin okunduğunu göstermektedir. Yunus Emre üzerine yayın ve incelemeler ulusal uyanışın da başlangıç dönemi olan 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarına rastlamaktadır. Divan-ı Aşık Yunus Emre adı altında Yunus şiirlerinin topluca, basılı olarak sunuluşu 1885, 1902, 1909 yıllarındadır. Osmanlı İmparatorluğunun son döneminde Yunus Emre üzerine ilk yayınlar II. Meşrutiyet dönemindedir. 1918'de Fuad Köprülü'nün ünlü eseri Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 1911 yılında Fuad Köprülü Türk Yurdu dergisinde, 1913 yılında Rıza Tevfik Büyük Duygu dergisinde Yunus Emre ile ilgili kaleme aldıkları yazıların bir sonucu olacaktı. Tanınmış Rus şarkiyatçısı Vladimir Gordlevskiy tarafından yazılan makalelerde, 1920’li yıllarda Türkiye’de çok sayıda insanın, Yunus Emre’nin sadece adını değil, aynı zamanda onun şiirlerini de bildiğini, özellikle, tarikatlara bağlı olan dervişlerin, Yunus Emre şiirlerini ezberden okuduğunu belirtmiştir. Cumhuriyet devrinde Burhan Toprak ve Abdülbaki Gölpınarlı'nın derleyip yayınladığı Yunus Emre divanları yayınlandı. Onun şiirleri, hem içeriği hem biçimi hem de dili itibarıyla musiki ile bütünleşecek özellikteydi. Yunus Emre'nin şiileri güfte olarak hemen besteleriyle buluştu. Bir ermiş olarak kabul edilip sevilen Yunus Emre’nin ilahilerinin yer aldığı risaleler, kutsal kabul edildi. Yunus kitapları da tıpkı kutsal kitap gibi deri, kumaş gibi mahfazalar içinde korundu. Söz olarak ses olarak nesilden nesile aktarıldı. Kandiller, bayramlar, Cuma geceleri, ramazanlar, teravihler, ölümler, doğumlarda bu ilahiler söylendi. Yahya Kemal’in bir yazısında da belirttiği gibi çocuklar okula başlarken yapılan âmin alaylarında ilk onun ilahilerini duydular. Tarikat ayinlerinde onun ilahileri okundu. Hiçbir tarikat onu kabullenmekte ve benimsemekte bir sıkıntı çekmedi. Halvetî, Nakflî, Kadirî, Rufaî tarikatlarının yanı sıra Alevî erkanlarında, Bektaşî meydanlarında yine o vardı. Onun ilahileriyle Türk musîkisi önemli eserler kazandı. Yunus Emre şiirlerinin bestelenmesi sadece dinî musiki ile sınırlı kalmadı. Bu şiirlerin Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziğii, pop ve rock tarzında bile besteleri yapıldı. Hatta Yunus Emre ilk Türk Oratoryasının da konusu oldu. Ahmet Adnan Saygun tarafından 1942’de, "Yunus Emre Oratoryosu" bestelendi ve geniş bir ilgiye mazhar oldu. Ayla Algan 1969 yılında Yunus’un şiirlerinden oluşan "Bana Seni gerek seni" plağını çıkardı. Zekai Dede’den Sadettin Kaynak’a; Muzaffer Ozak’tan Ahmet Hatipoğlu’na Abdullah Dede’den Fehmi Tokay’a, Cüneyt Kosal’dan Selahattin İçli’ye Hacı Faik Bey’den Bekir Sıtkı Sezgin’e, Rıfat Bey’den Etem Üngör’e kadar onlarca bestekar onun şiirlerini besteledi. En eski kaynaklar Yûnus Emre'nin mezarının Sivrihisar yakınlarındaki Sarıköy’de olduğu belirtmektir. Sarıköy’deki mezar Ankara-Eskişehir demiryolu hattının yapılması esnasında 6 Mayıs 1946 tarihinde açılmış, kabirdeki bakiyeler geçici mezara nakledilmiştir. Kafatası üzerinde yapılan incelemeler sonucu iskeletin 6 asırdan önceye ve 80 yaşında ölmüş bir adama ait bulunduğunu söylenmiştir. Mezar geniş bir bahçe içine alınmış, medhal kapısına Yunus Emre'nin bir mısrasındaki "sevelim sevilelim sözü" merkadın altındaki çeşmeye ise "Hakdan inen şerbeti içtik elhamdülillah" mısrası işlenmiş 1970’te yeni yapılan bir anıtmezara taşınırken kemiklerinin konduğu tabutta 20 binden fazla bir halk kitlesi tarafından kucaklanarak yeni merkadine götürülmüştür. Fuad Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı ve Faruk K. Timurtaş da Yûnus’un mezarının burada yer aldığını kabul ederler. Ancak Yunus Emre'nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Gezgin Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde Karaman ile ilgili olarak "Kirişçi Baba Camii avlusunda Yunus Emre Hazretlerinin merkadi bulunmaktadır" yazmaktadır. Yunus Emre'nin şiirlerinde bahsi geçen 23 yerleşim birimi isminden 20 tanesinin şu anda Karaman ili sınırları içerisinde bulunan köy, kasaba, ören yeri isimleri ile birebir aynı olması Yunus Emre'nin bugün Karaman olarak adlandırılan ilin sınırları içersindeki bölgede yaşadığı ve belki de orada vefat ettiği şeklinde yorumlara neden olmuştur.. Ayrıca, mutasavvıf Niyazi Mısri de Yunus Emre'nin mezarının (veya makamının) Limni Adası'nda bulunduğunu ifade etmi
ştir. Eskikeşhir'deki Sarıköy ve Karaman dışında, Bursa; Aksaray ili Ortaköy ilçesi'nde; Ünye; Manisa'nın Kula ilçesi Emre mahallesi; Erzurum, Tuzcu(Dutçu) mahallesi; Isparta'nın Gönen ilçesi; Afyonkarahisar ilinin Sandıklı ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Ayrıca Tokat'ın Niksar ilçesinde ve Azerbaycan’da Şeki şehrinde de Yunus Emre'ye ait makamlar bulunmaktadır. Yunus Emre'nin şiirleri bu Divanda toplanmıştır. Şiirler aruz ölçüsüyle ve hece ölçüsüyle yazılmıştır. Fatih nüshası, Nuruosmaniye nüshası, Yahya Efendi nüshası, Karaman nüshası, Balıkesir nüshası, Niyazi Mısrî nüshası, Bursa nüshaları (kopya) bulunmaktadır. 1307'de yazıldığı sanılmaktadır. Eser, mesnevi tarzında yazılmıştır ve 573 beyitten oluşmaktadır. Eser; dinî, tasavvufî, ahlakî bir kitaptır "Öğütler kitabı" anlamına gelmektedir. Aşk'ın Kandili", Galip Argun Kutupluluk (uluslararası ilişkiler) Kutupluluk uluslararası sistemdeki gücün paylaşılma yöntemine ilişkin bir terimdir. Soğuk Savaş'tan önce gözlenen çift kutupluluk Sovyetler Birliği'nin süper güç olmaktan çıkmasıyla tek kutupluluğa (Amerika Birleşik Devletleri'nin dünya üzerindeki tek süper güç olarak kalması) dönüşmüştür. Ferdinand Macellan Ferdinand Macellan (Portekizce: Fernão de Magalhães, İspanyolca: Fernando ya da Hernando de Magallanes); (d. 1480 İlkbaharı, Sabrosa, Portekiz – ö. 27 Nisan 1521, Maktan Adası, Cebu, Filipinler), Portekizli denizci, gezgin ve kâşif. İspanyol İmparatorluğu'nun desteğiyle denize açıldı. Hikâyesi, bu seyahate eşlik eden Antonio Pigafetta'nın anılarını yazması sayesinde günümüze ulaşmıştır. Macellan son yolculuğunu tamamlayamadan Filipinler'deki Mactan Savaşı'nda öldürüldü. Ancak daha önce ziyaret ettiği Baharat Adaları'nın ötesine giderek tüm meridyenlerden geçen ilk insanlardan olmayı başardı. Büyük Okyanus'a seferi esnasında okyanusu çok sakin gördüğü için "pasifik" (sakin) ismini veren, ayrıca Güney Amerika’da keşfettiği boğaza kendi ismi verilen Portekizli denizci Macellan, Büyük Okyanus'u aşan bir araştırma gezisi yapmış ilk insandır. Dünyayı dolaşmak üzere denize açılan 237 (diğer bir kaynağa göre 270) denizcinin sadece 18'i İspanya'ya dönerek seyahatini tamamlamayı başardı. Bu denizcilere Macellan'ın ölümünden sonra yönetimi devralan Juan Sebastián Elcano adlı İspanyol liderlik etmiştir. Macellan ilk deniz yolculuğuna 1505 yılında, henüz 25 yaşındayken çıktı. Görevi Francisco de Almeida'yı Portekiz genel valisi olarak Hindistan'a götürmekti. Yerel bir kral üç yıl önce Vasco da Gama'ya vergi verdiği halde Almedia'ya vermeyi reddedince Macellan bu yolculuğunda ilk kez bir savaş görmüş oldu. Almedia bugünkü Tanzanya'da bulunan dönemin başkenti Kilwa'ya saldırıp bu bölgeyi ele geçirdi. 1506 yılında Macellan doğu Hindistan'a giderek Baharat Adaları'na keşif gezilerinde bulundu. Şubat 1509'da, Osmanlı Devleti'nin bölgedeki gücünün gerilemesinin başlangıcı olarak da görülen Diu Muharebesi'ne katıldı. 1510 yılında kaptanlığa getirildi, fakat bir yıl içinde doğuya izinsiz gemi götürmek yüzünden bu yetkisini kaybetti ve Portekiz'e geri dönmeye zorlandı. 1511'de Fas'a gönderildi ve burada Azamor Savaşı'na katıldı. Bu savaşta dizinden ciddi biçimde yaralandı. İzin almadan savaşı terk edince Almedia'nın gözünden düştü, ayrıca Emevilerle yasadışı ticaret yapmakla suçlandı. Suçlamaların birçoğu zamanla etkisini kaybetse de, Macellan Portekiz kralı I. Manuel'in gözünden düştü. Kral, Macellan'ın ücretini artırmayı reddetti ve 15 Mayıs 1514'ten sonra yeni iş teklifinde bulunmayacağını bildirdi. Bunun üzerine Macellan hizmetini İspanya Krallığına sunmaya karar verdi. 10 Ağustos 1519'da Macellan'ın emrindeki beş gemi Sevilla'dan ayrıldı ve Guadalquivir Nehri'ni geçerek nehrin ağzında yer alan "Sanlúcar de Barrameda"ya ulaştı. Gemiler burada beş haftadan daha uzun süre bekledi. İspanyol yöneticiler Portekizli amiral konusunda şüpheci ve ihtiyatlıydı, neredeyse Macellan'ın denize açılmasına karşı çıktılar ve Portekizli gemi tayfasının hemen hemen tamamını İspanyol denizcilerle değiştirdiler. Ama sonunda Macellan, 20 Eylül'de emrindeki yaklaşık 270 denizciyle birlikte Sanlúcar de Barrameda'dan yola çıktı. Kral Manuel Ferdinand, yakalamak üzere bir deniz müfrezesi yolladıysa da Macellan Portekiz güçlerinden kaçmayı başardı. Kanarya Adaları'nda bir mola verdikten sonra Yeşil Burun Adalarına ulaştı, buradan Brezilya'daki Cape St. Augustine'ye doğru yola çıktı. 20 Kasım'da ekvatoru geçtiler ve 6 Aralık'ta Brezilya göründü. Brezilya Portekizlilere ait olduğundan Macellan burada durmaktan kaçındı ve 20 Aralık'ta bugünkü Rio de Janeiro yakınlarına demir attı. Burada çeşitli takviyeler yapıldı ama kötü koşullar yüzünden gecikmeler oldu. Daha sonra, Güney Amerika'nın doğu kıyılarına doğru yelken açarak, Macellan'ın Baharat Adaları'na ulaştığını düşündüğü boğazı aradılar. Filo 10 Ocak 1520'de Río de la Plata'ya ulaştı. 31 Mart'ta mürettebatın bir kısmı "Puerto San Julian" adını verdiği bir grup oluşturdu. Beş gemiden ikisinin kaptanlarının da katıldığı bir isyan çıktı. Mürettebat genel olarak sadık çıktığı için isyan başarısız oldu. Quesada idam edildi, Cartagena ve bir keşiş de ıssız bir kıyıda bırakılarak terk edildi. Yolculuk devam etti. "Santiago" gemisi gözlem yapmak için kıyılara yaptığı bir gezide fırtınaya yakalanarak battı. Tüm mürettebatı karaya çıkmayı başaran gemiden iki kişi Macellan'a haber ulaştırdı, kıyıdakilere yardım geldi. Ancak Macellan bu maceradan sonra yeniden yola koyulmadan önce birkaç hafta beklemeyi tercih etti. Filo, 24 Ağustos 1520'de 52° güney enleminde Cape Virgenes'e ulaştı. Deniz tuzlu ve derin olduğu için geçişi buldukları kanısına vardılar. Dört gemi çetin bir yolculuk sonunda, Macellan'ın 1 Kasım Tüm Azizler Günü'nde aştıkları için "Estreito de Todos los Santos" ("Bütün Azizler Kanalı") adını verdiği 373 mil uzunluğundaki kanalı geçtiler. Bu boğazın günümüzde adı Macellan Boğazı'dır. Macellan öncelikle "Concepcion" ve "San Antonio"yu boğazı keşfetmekle görevlendirdi, ancak Gomez tarafından yönetilen "San Antonio" kaçarak İspanya'ya döndü. 28 Kasım'da kalan üç gemi Büyük Okyanus'a ulaştı. Macellan buranın adını suyun durağanlığından ötürü "Mar Pacifico" (Pasifik Okyanusu → pasif, durağan deniz) koymuştur. Kuzeybatıya giden ekip 13 Şubat 1521'de ekvatora ulaştı. 6 Mart'ta Marianas'ta, 16 Mart'ta ise kalan 150 kişi ile Filipinler'deki Homonhon adasındaydılar. Macellan Malay tercümanı sayesinde yerli halkla anlaşabiliyordu. Limasawa Adası'ndan "Rajah Kolambu" ile karşılıklı hediyeler alıp verdiler ve onun önderliğinde 7 Nisan'da Cebu Adası'na gittiler. Cebu Adası'ndan Rajah Humabon onlara dostça davrandı, hatta Hıristiyanlığa geçmeyi bile kabul etti. Filipinli yerlilerle geçen ilk dostluk günlerinin aldatıcı olduğu kısa zamanda anlaşıldı. Macellan 27 Nisan 1521'de Lapu-Lapu önderliğindeki yerlilerle girdiği Mactan Savaşı'nda öldü. Yolculuğa para vererek katılan Antonio Pigafetta adlı zengin turist Macellan'ın ölümü ile sonuçlanan olaylara tanıklık etmiştir ve bunu anılarında yazar: Macellan vasiyetnamesinde, köle olan Malay tercümanının özgür bırakılmasını istemişti. Enrique adını kullanan, Henry the Black olarak vaftiz edilmiş tercüman, Sumatralı köle tüccarları tarafından yurdunda ele geçirilip satılmıştı. Macellan ile yaptığı birçok yolculukla dünyayı tam anlamıyla dolaşmış ilk kişi Enrique'dir. Macellan'ın Malacca'ya yaptığı ilk seferlerde hizmetine giren Enrique, Afrika'daki savaşlarda, sahibinin Portekiz'de kralın huzurunda gözden düşüşünde ve yeniden başarılı bir şekilde filosuyla denizlere açılışında hep yanındaydı. Ama geminin yeni kaptanı Mactan'da Enrique'yi serbest bırakmayı reddetti. Enrique 1 Mayıs'ta Rajah Humabon'un yardımı ile 30 kadar ölü denizcinin arasına karışarak kaçmayı başardı. Antonio Pigafetta dille ilgili notlar tutmaktaydı ve görünüşe göre yolculuğun geri kalanında iletişimi sürdürebildi. Filipinler'de uğradıkları kayıplar keşif ekibinin sayısını ciddi biçimde azalttı, kalan üç gemiyi idare edemez hale geldiler. Bu sebeple 2 Mayıs 1521'de "Concepción"u terk ettiler ve kendilerine karşı kullanılmasını önlemek amacıyla yaktılar. Artık sadece "Trinidad" ve "Victoria"dan ibaret kalan filo batıya, Palawan'a doğru ilerledi. 21 Haziran 1521'de bu adadan ayrıldılar ve sığ sularda yol bulabilen Moro rehberler yardımı ile Brunei - Borneo'ya ulaştılar. Brunei'nin dalgakıranlarında 35 gün demir attılar. Venedikli Pigafetta burada gördüğü Rajah Siripada'nın altınlarından ve yumurta büyüklüğündeki incilerden bahseder. Brunei ayrıca övündüğü evcil fillere ve 62 toptan oluşan bir kuvvete sahipti, ki bu Macellan'ın gemilerinin gücünü beşe katlıyordu. Pigafetta ayrıca Avrupa'da henüz çok nadir bulunan porselen ve gözlük gibi örnekler aracılığıyla krallığın sahip olduğu teknolojiden de sözeder. Maluku Adaları'na (Baharat Adaları) 6 Kasım 1521'de ulaştıklarında 115 kişi kalmışlardı. Portekizlilere yakın olan Ternate sultanının rakibi Tidore sultanı ile biraz ticaret yapmayı başardılar. Kalan iki gemi değerli baharatlarla dolu olarak batıya, İspanya'ya doğru yola çıkmaya çalıştı. Ancak Molucca'yı terk ettiklerinde "Trinidad"ın su aldığını keşfettiler. Mürettebat deliği bularak onarmaya çalıştı fakat başaramadı. "Trinidad" için çok zaman harcamak zorunda kalacaklarını anladılar, daha küçük olan "Victoria" ise kalan denizcilerin hepsini alacak durumda değildi. Sonuç olarak bir grup denizciyle birlikte "Victoria" İspanya'ya doğru yola çıktı. Birkaç hafta sonra da "Trinidad" Büyük Okyanus rotasını izleyerek İspanya'ya varmak amacıyla Molucca'yı terketti, fakat gemi Portekizliler tarafından yakalandı ve onların gözetimi altındayken fırtına sonucu battı. "Victoria" Hint Okyanusu'ndan eve doğru 21 Aralık 1521'de yola çıktı. 6 Mayıs 1522'de Juan Sebastián Elcano yönetimindeki gemi Ümit Burnu'nu geçerken tayın olarak sadece pirinç kalmıştı. Yeşil Burun Adalarına ulaşamadan 20 denizci açlıktan ve C vitamini eksikliğinde ortaya çıkan skorbüt hastalığından öldü. Oysaki gemide bugün c vitamini içerdiği bilinen ton
larca karanfil bulunuyordu. 9 Haziran'da, 26 tonluk baharat, karanfil ve tarçından oluşan kargoyu kaybetme korkusuyla 13 denizciyi daha Portekiz yönetimindeki bu adada bıraktı. 6 Eylül 1522'de yola çıkışlarından neredeyse tam üç sene sonra Juan Sebastián Elcano ve kalan denizcileri taşıyan "Victoria" İspanya'ya ulaştı. Keşif gezisi aslında az da olsa kâr getirmişti, ancak denizciler tam ücretlerini alamadılar. 1522 sonbaharında mürettebat Valladolid'de krallığın huzuruna çıktığında Maximilianus Transylvanus ile görüştü ve yolculuğa dair ilk rapor 1523 yılında yayımlandı. Pigafetta'nın yazdıkları 1525'e kadar ortaya çıkmadı, hatta tam olarak yayımlanması 18. yüzyıl sonlarını bulmuştur. "Trinidad" gemisindeki 55 mürettebatın dördü 1525'te İspanya'ya ulaşmayı başardı. Kalan 51 kişi çeşitli savaşlar ya da hastalıklar yüzünden ölmüştü. Macellan'ın keşif gezisi dünya çevresinde yapılan ilk seyahattir ve Güney Amerika'daki boğazdan geçerek Atlas ile Büyük Okyanus'u birleştiren ilk deniz yolculuğudur. Macellan'ın ekibi Avrupa için tamamen yeni olan pek çok hayvan türü ile karşılaştı. Bunlardan bazıları ""hörgüçsüz develer"" olarak tanımlanan lamalar ve ""tüyleri yolunmayan fakat derisi yüzülen siyah kazlar"" olarak tanımlanan penguenlerdir. En yakın iki galaksi olan "Macellan Bulutsuları" Güney Yarıküre'de keşfedildi. 69.800 km olan yolculukları sayesinde dünyanın çevresini de hesaplanmış oldu. Bu yolculuk sayesinde, uluslararası bir saat sisteminin gerekliliği ortaya çıktı. Döndüklerinde, dikkatle tutulan seyir defterine rağmen geride kalanlarla günlerinin uyuşmadığını fark ettiler. Fakat günlerin uzunluğu arasındaki farkı hesaplayacak kadar kesin ölçüm yapabilen saatleri yoktu. Zamanla ilgili bu olgu büyük heyecan yarattı, özel bir heyet bu garipliği bildirmek üzere Papa'ya yollandı. Cordon bleu Cordon bleu ("kordon blö") ya da Schnitzel ("şinitsel") peynir ve salam ile doldurulmuş dana etinden yapılan bir Fransız yemeğidir. Bu yemeğin köklerinin İsviçre'de bulunduğu düşünülür. Fransa, İsviçre, Avusturya ve Almanya'da farklı varyasyonları vardır. Adnan Menderes Anadolu Lisesi Adnan Menderes Anadolu Lisesi, İstanbul Bahçelievler'de yer alan öğretim kurumu. Yabancı dil eğitimi olarak İngilizce, seçmeli dil olarak da Almanca eğitimi verilmektedir. İlk kez "Bakırköy Anadolu Lisesi" adı altında, 1989-90 öğretim yılında, Ataköy 9. ve 10. kısımdaki Medeni Berk Ortaokulu binasında hizmete açıldı. 1992'de Bahçelievler ilçesi Yayla semtindeki kendi binasına taşındı. Aynı yıl, idam edilen eski başbakan Adnan Menderes'e ithafen "Adnan Menderes Anadolu Lisesi" adını aldı. 2015-2016 eğitim ve öğretim yılında Yenibosna'da Halil Bekmezci Anadolu Lisesi binasına taşındı. Bu süre zarfında okulun binası yıkılıp, yeni bina inşa edildi. Yeni bina 2016-2017 eğitim öğretim yılında kullanıma girmiştir. Okul öğrencileri her sene haziran ayında "FestAMAL" adında bir festival düzenlemektedir. Festivale şu ana kadar Athena, Pinhani, Duman, Yüksek Sadakat, Sahte Rakı, Yok Öyle Kararlı Şeyler gibi şarkıcı ve müzik grupları sahne almıştır.Ayrıca okulda her sene geleneksel olarak kermes düzenlenir.Bu kermesle festamal'a bütçesel olarak katkı sağlanılır. [1] http://www.zaman.com.tr/sehir_adnan-menderesli-93-ogrenciden-30u-tip-fakultesini-kazandi_883988.html Zayid bin Sultan el-Nehyan Zayid bin Sultan el-Nehyan (; Mayıs 1918 - 2 Kasım 2004), Birleşik Arap Emirlikleri’nin kurucusu ve 1971-2004 yılları arasında devlet başkanı, Abu Dabi hükümdarı. Zayid, 1922-1926 yılları arasında Abu Dabi hükümdarı olan Şeyh Sultan bin Zayid bin Halife el-Nehyan'ın en genç oğludur. İsmini emirliği 1855-1909 yılları arasında yöneten büyük babasından alır. 6 Ağustos 1966 tarihinde kardeşi Abu Dabi Emiri Şehbut bin Sultan el-Nehyan'ı kansız bir saray darbesiyle devirerek başa geçti. Zayid daha sonra diğer altı şeyhin onayıyla 1971 yılında Birleşik Arap Emirliği devlet başkanlığına seçildi. Bundan sonra ise 1976, 1981, 1986 ve 1991 yıllarında yeniden seçildi. Kardeşi hükümdarken de dönemin Abu Dabi Emirliğinde etkili bir kişiydi. Arap Yarımadası'nda petrolün bulunup çıkartılmasından sonra bölgede Suudi Arabistan'da Amerikan şirketleri yoğunlaşırken Emirliklerde İngiliz egemenliği bulunmaktadır. Ancak baştaki Emir Şeyh Şahbut İngiliz şirketleriyle geçinememekte ve petrol sanayisinin gerektirdiği altyapı çalışmalarını başlatmamakta ısrar etmektedir. Şirket yetkilileri istedikleri izinleri çok zorlukla alabilmekte, farklı bölge ülkelerinden getirilen petrol sanayisi iş gücünün ihtiyaç duyduğu hiçbir hizmet bölgede sağlanamamaktadır. Petrol gelirleri sadece emir ve ailesine aktarılmakta, yerel Abu Dabi halkına yeni mali kaynak yansıtılmamaktadır. Bu durum İngilizler için artık dayanılmaz hale gelince gerçekleştirilen saray darbesi sonucu daha liberal olan Şeyh Zeyd başa getirildi. Zeyd petrolün yarattığı kalkınma döneminde başa geçerek gelişen sanayinin önünü açar. 1800'lü yıllardan beri İngiliz egemenliği altındaki bölge sürekli olarak geri kalmış, düşük nüfus yoğunluklu, sanayisi ve doğal kaynakları bulunmayan bir bölge olagelmiştir. Denizde gerçekleştirilen inci avcılığı ise 1900'lü yılların başından itibaren kârlı olmaktan çıktığı için yapılmamaktadır. Ancak 1960'lı yıllarla beraber bölgede petrol çıkartılması emirliğin çehresini değiştirir. Zeyd uluslararası petrol şirketlerinin ve bu sanayiye hizmet eden uluslararası şirketlerin önünü açacak ve bölgeye yatırım yapmalarını sağlayacaktır. Bölge halkı ilk başta vasıfsız iş gücü olarak ancak değerlendirilirken Zeyd yönetiminin çabalarıyla eğitim alanına verilen önemle birlikte kıpırdanma başlar. Emirin ve zengin ailelerin çocukları İngiltere'ye eğitime gönderilecek, okullar ve hastaneler açılacak, yabancı şirket yöneticileri için uluslararası otel zincirleriyle anlaşmalı oteller inşa edilecektir. Olağanüstü petrol geliri çok sayıda olmayan yerel nüfusa dağıtılacak, toprak reformuna gidilerek Bedevilerin yerleşmeleri sağlanacak, yabancı şirketlerin yerel ortaklık olmaksızın ticaret yapmasına izin verilmeyecektir. Özellikle bu son uygulama sayesinde hem Batılı şirketlerin teknik uzmanlığı alınmış olacak hem de yerel bir burjuvazi yaratılmış olacaktır. Devlet bankalarının tam desteğine sahip yerel girişimciler görülmemiş derecede devlet tarafından desteklenecektir. Bu durum bazı dolandırıcılıklara ve ünlü BCCI skandalına yol açacaktır. Bir anda patlak veren petrol üretimi Abu Dabi’yi hazırlıksız yakalar. Yurt dışından ve bölge ülkelerden gelen binlerce petrol işçisinin kalacak yerleri, iaşeleri ve sosyal ortamlarının her birisi sıkıntı yarattı. Özellikle vasıfsız Abu Dhabi işçileri en kötü koşullarda en düşük ücretlere çalışmaktaydı. Kalacak yerleri bulunmayan bu insanlar iş koşullarına veya sosyal haklarına dair herhangi bir itiraz halinde ağır şekilde cezalandırılıyor ve hapse atılıyordu. Bu duruma karşı ilk direniş 1963 yılındaki büyük grevde yaşandı. Abu Dhabi Emirliğinin petrol tekeli olan "ADNOC" grubuna bağlı işçilerin direnişi bastırıldı ve talepleri ancak yıllar sonra karşılandı. 1968 yılında İngiltere içine girdiği ekonomik kriz ve bölgedeki askeri varlığının yarattığı ağır mali yükün altında ezilerek Süveyş Kanalı'nın doğusundaki bölgeden çekileceğini açıkladı. Bu kararın ardında Mısır’da yükselen Cemal Abdülnasır hükümetinin uyguladığı Arap milliyetçiliği, Bağlantısızlar Hareketi, 1956 Süveyş Krizi ve İngiliz işçilerinin yoğun şekilde içine girdiği eylemliliklerin payı büyüktür. Bu açıklamadan sonra Abu Dabi'de o zamana kadar tekel olan çeşitli alanlardaki İngiliz şirketlerine karşı artık ABD, Batı Almanya, Japonya şirketlerinin önü açılmış oldu. Bu zamana kadar İngiliz Ordusunun güvenlik şemsiyesi altında olan bölgede savunma ile ilgili olarak öne çıkan kaygılar, Zeyd tarafından bölgedeki diğer Emirliklere önerilen bağımsızlık fikrinin öne çıkmasını sağlar. İlk başta Katar ve Bahreyn'i de içine alacak şekilde düşünülen bağımsız bir Emirlik yapısı bu ülkelerin bağımsızlıklarını ilan etmesiyle değişecek ve yedi emirliği alacak şekilde 2 Aralık 1971 tarihinde ilan edildi. O zamana kadar Abu Dabi Emiri olan Zayed bundan sonra Birleşik Arap Emirliklerinin de ilk devlet başkanı oldu. Devlet başkanlığı sırasında özellikle dini hoşgörü ve Batıya yakınlaşmayla anıldı. Ayrıca diğer Arap uluslarına Mısır, Ürdün, Somali, Filistin, İran, Irak gibi bölge ülkelerine karşılıksız yardım eti. Bağımsız olmanın ardından uluslararası kamuoyunda saygın bir yer alabilmek ve diplomatik ilişkilerde tanınabilmek için petrol gelirleri kullanıldı ve karşılıksız yardım kampanyaları düzenlendi. Suudi Arabistan ile olan sınır anlaşmazlıkları ise 1977'de çözüldü ve Emirlikler Suudiler tarafından tanındı. Zayed ve başa gelen hükümet bölgesel savaşlarda çoğunlukla tarafsız kalacak veya genel eğilimden yana oldu. 1973 Yom Kippur Savaşı sırasında petrol ambargosuna dahil olundu. İran-Irak Savaşı sırasında iki ülke için de tarafsız bir ülke olarak kaldı ve petrol talebinin bu dönemde artmasıyla beraber canlanma yaşandı. Ayrıca 1990 yılındaki I. Körfez Savaşı sonrası Iraklılara yardım kampanyaları düzenlendi. Petrol sanayisinin getirdiği kaynaklarla halk için okullar, hastaneler inşa edilip iş güvencesi yaratılmış olsa da emirlik ve özellikle Zeyd siyasi alandaki yasaklardan ve ifade özgrülüğünün bulunmayışından dolayı eleştirildi. Bu durumu savunan Zeyd verdiği röportajda parlamenter demokrasiye karşı olduğunu belirtmiştir. Ayrıca özellikle basın alanında sansür uygulanmış ve Zeyd ve ailesi hakkında basın organlarına otosansür zorunluluğu getirilmiştir. Emirlikte sendikalar, siyasi partiler yasaklı bulunmaktadır. Ağa Hasan Abedi isimli Pakistanlı bir banker kurmuş olduğu Uluslararası Kredi ve Ticaret Bankası (Bank of Credit and Commerce International, BCCI) için yatırım yapması için Zeyd ile 1972 yılında görüştü. Abedi'nin daha önce 1959 yılında kurmuş olduğu Pakistan Birleşik Bankası 1971 yılında kamulaştırıldı. Zeyd teklifi kabul ederek BCCI çoğunluk hisselerini aldı. Bankaya Bank of America ve CIA de ortak oldu
. yapılan yorumlara göre CIA o dönemde Afganistan'daki mücahitlere para aktarmak için bankayı kullandı. 1977 yılına gelindiğinde banka borçlarını ödeyemez hale geldi. Çözüm olarak ise operasyon giderlerini yatırımlarının kârlarından ödemektense, Ponzi yolsuzluğu olarak adlandırılan şekilde ödenmiş sermayeden karşılamaya başladı. 1990 yılında Price Waterhouse tarafından yapılan bağımsız denetimde BCCI kapsamında kayıt dışı yüzmilyonlarca dolar saptanmıştır. Banka Zeyd'den yardım isteyince, şeyh kayıpları tazmini karşılığında bankadaki hissesini %78’e çıkarttı. Aralık 1991’de yapılan soruşturmalarda bankada suç işlendiğine karar verildi. ABD tarafından BCCI örgütlü suç için paravan şirket olarak tanımlandı. Zeyd şahsen suçlanmasa da emirlik ailesinden birçok kişi bankayla ilişkili olarak suçlandı. Soruşturma kapsamında rüşvet, kara para aklama, silah kaçakçılığı, kadın ticareti ve terörizmin desteklenmesi suçları isnat oldu. Abu Dabi'de 1999 yılında kurulan Zeyd Center amacını Şeyh Zeyd'in vizyonunu yerine getirmek olarak tanımlamıştı. Merkez yayınladığı raporda II. Dünya Savaşı sırasındaki Yahudi katliamının Siyonistler yüzünden olduğunu belirtince büyük bir altüst oluş yaşandı. Sonrasında ise Merkez Yahudileri insanlığın düşmanları ilan etti. Bu iddialı çıkıştan sonra Harvard yönetimi okula Zeyd tarafından yapılan 2.5 milyon dolarlık yardımın iade edilmesini gündeme getirdi. Bunun üzerine Zeyd Center kapatıldı. Zeyd dünyanın en zengin insanlarından birisi olmasına rağmen görece basit bir şekilde yaşamıştı. Geleneksel Arap adetlerine bağlıydı ve halkı tarafından çok sevilirdi. 2 Kasım 2004 günü Abu Dabi Televizyonu tarafından hayatını kaybettiği ilan edildi. Ölüm sebebi belirtilmese de yakın zamanda Londra’da tedavi görmüştü. Cenazesi Abu Dabi’deki Şeyh Zeyd Büyük Camisi'ne gömüldü. Arap Emirlikleri'nin yönetimi en büyük oğlu olan 1948 doğumlu Halife bin Zeyd el-Nehyan'a geçti. Gündelik bilgi Gündelik bilgi, yaşantılardan elde edilen pratik bilgilerdir. Bu bilgi belli bir yönteme dayanarak, neden-sonuç ilişkisi sonunda elde edilen genel geçer bilgi değildir. İnsan yaşamını kolaylaştıran ve sürdüren bu bilgi türü, sahip olduğumuz en eski bilgi çeşididir. Yaşamı kolaylaştırmanın ötesinde; onu olanaklı da kılan gündelik bilginin kaynağı yaşantının kendisidir. Deneyimlerden, yaşantılardan doğar ve genellikle de duyum sürecine dayanır. Yaşadığımız fiziksel çevreden olduğu kadar toplumsal çevreden de etkilenen gündelik bilgi, bu açıdan kültürel farklılıklar taşır. Hatta giderek herkese göre farklılıklar taşır; çünkü herkesin deyimleri, yaşantıları ve bunun ötesinde de hayattan beklentileri, faydası, çıkarı birbirinden ayrıdır. Herkesin üzerinde anlaşabileceği tek bir doğru bulmak olanaksızdır. Bu nedenle de gündelik bilgiler felsefenin ana konusunu oluşturmazlar. Gündelik bilginin elde edilmesinde izlenen yol, yani yöntem, de daha çok andırım (analoji) türü olmasına karşın; kültüre, hatta bireylere göre ayrılıklar gösterir. Gündelik bilgiye ulaşmamıza yarayan genel-geçer tek bir yöntem yoktur. Çok ve farklı yöntemlerle elde edilen gündelik bilgi için; bu yöntem çokluğu nedeni ile bazı düşünürler; yöntemsiz bilgidir diye söz ederler. Oysa gündelik bilgiye ulaşmak için çok farklı yöntemler vardır, ve bu yöntemlerden her biri kendine göre doğrudur. Gündelik bilgi, az ya da çok, nesnellik taşır. Çünkü insan, yaşamını sürdürebilmek için, doğaya uygun bilgiler edinmek durumundadır. Ancak bu bilgiler, bireysel yaşantılara dayandıklarından zorunlu değildir. Ancak yine de bu bilgilerde az çok neden-sonuç ilişkileri bulunur. Ama zorunluluk ve ölçü yoktur. Gündelik bilgilerin konuları, yaşamın her alanına ait ve genellikle de rastlantısal olmanın yanı sıra, birbiriyle uyumlu olmak zorunda da değildirler. Hatta derin çelişkiler dahi taşıyabilirler. Bu nedenle de düzensiz bilgiler olarak da adlandırılırlar. Tüm bu olanaksızlıklarına karşın gündelik bilgiler, binlerce yıl, teknik bilgiye kaynaklık etmişlerdir. Hatta hem geçmişte hem de günümüzde gündelik bilgilerin diğer bilgi türlerini etkilediklerini veya onlara kaynaklık ettiklerini de gözlemleyebiliriz. felsefe.info - Gündelik Bilgi Adidas Teamgeist Adidas Teamgeist (Türkçe: "Takım ruhu") 2006 FIFA Dünya Kupası'nda kullanılan resmî top. Yaban (film, 1973) Yaban, 1973, Türkiye yapımı sinema filmi. Muğla'nın Marmaris ilçesinde çekilmiştir. Gülşen Bubikoğlu ve Kadir İnanır'ın başrollerini paylaştıkları filmde sosyetik kadın Alev ile önce şaka ve alayla rahatsız ettiği, sonraları ise aşık olduğu Ali isimli yaban hayatı süren erkeğin hikâyesi konu alınır. Dinsel bilgi Dinsel bilgi, bilenle bilinen arasındaki bağın, bu iki unsurun dışında aşkın bir varlığa olan itikatla, inançla kurulan bilgi türüdür. Bu bilgi, tanrı ile inanan arasında bir inanç bağı olması bakımından özneldir. Fizik yasalarının ötesinde bir yaklaşım olduğu için metafizik (Fizikötesi) bilgiler olarak da değerlendirilirler. Din bilgisinin temel mantığı; evreni ve beni yaratan aşkın varlık (genellikle tanrı) en doğru bilgiye sahiptir, "O halde doğru bilgi için onu dinlemeliyim, ona yönelmeliyim." düşüncesinden kaynaklanır. İnanç esasına dayanan din bilgisi dogmatiktir. Yani dogmalar, tartışılmaz, kendilerinden kuşku duyulamaz. Bu açıdan din bilgileri mutlaktır. Ancak mutlaklık o inanç sistemine inananlar arasındadır. Bir başka inanç nüansı için yine ve ancak kendi inançları mutlaktır. Değişmez, tartışılmazdır. Bu açıdan bakıldığında, tüm mutlaklık iddialarına karşın, din bilgisi de görelidir. Din bilgisinin doğruluk değeri; doğaya uygunlukta aranmaz. Doğa din bilgisine uymuyorsa, yanlış, bilgide değil doğadadır. Din bilgisi; sistematiktir. Dünyaya özgün bir bakıştır. Kendi içinde mantıksal bir tutarlılık taşımaktadır. Ayrıca düzenleyici, yaptırımcı bir güce de sahiptir. Genellikle örgütlüdür. Aşkın varlık ve evrene ait temel dogmalar vardır. Bunlar tartışmasız ve kuşkusuz kabul edilmek zorundadır. İnançlar sistemi dinin, en durağan, en sabit, en mutlak bilgilerini oluşturur. Aynı dine ait mezhep arasında bile genel bir uzlaşı söz konusudur. Aşkın varlığa karşı kulluk görevinin yerine getirilmesi için yapılması gerekenlerdir. Aynı mezhep ve tarikatlar bazında mutlak olan ibadet bilgileri, farklı tarikat ve mezheplerde çelişen davranışlar bile içerebilmektedir. Bunun da ötesinde, zaman içinde de ibadetlere ilişkin değişiklikler söz konusu olabilmektedir. Yani din bilgisinin az çok mutlaklık içeren ama aynı ölçüde değişebilen kesimidirler. Aşkın varlığa inanmanın, ona ibadetin yanı sıra dinler; insanlara kendi kurallarına göre bir toplumsal düzen (hukuk) ve vicdani tavır (ahlak) önerirler. Hatta önermekle de kalmaz bunu yaşama geçirmek için zorlayıcı da olurlar. Hukuk ve ahlaka ait bilgiler din bilgileri içinde en az mutlak olanlardır. Çünkü din yaygınlaştığı ölçüde farklı toplumsal kültürlerin etkisiyle, farklı yaşam biçimlerine dönüşür. Hem yer, hem de zamana göre değişerek mutlak olmaktan uzaklaşırlar. Özellikle de günümüz laik toplumlarında din, bir yaşam biçimi olmaktan çok, vicdan olayı biçimine dönüşerek tanrı ile insan arasında bir ilişki ve bilgi biçimine dönüşmüştür. Uluslararası Güvenlik Uluslararası Güvenlik, devletlerin ve uluslararası kuruluşların karşılıklı koruma ve güvenliği sağlamak amacıyla oluşturduğu önlemlerden oluşur. Bu önlemler diplomatik anlaşmaları ve askeri müdahaleyi içerir. Uluslararası güvenlik ve ulusal güvenlik kaçınılmaz olarak birbiriyle bağlantılıdır. Güvenlik Güvenlik; toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi durumudur. X-ray, kamera, lens, ayak, muhafaza, kablo, monitör, kayıt ve izleme cihazı ve diğer aksesuar / malzemelerden oluşan, kameralardan alınan görüntülerin ekranda izlenmesini, görüntülerin kaydedilmesi, kayıtlı görüntülerin oynatılması, uzaktan izlenmesi ve benzer diğer işlemlerin gerçekleştirilmesini sağlayan ürün - hizmet birleşimine kamera güvenlik sistemi denmektedir. Teknik bilgi Teknik bilgi, alet yapmak ve kullanmak için gerekli bilgidir. Adını "beceri" anlamına gelen Yunanca "techne-tekne" sözcüğünden almaktadır. Teknik bilgi, gündelik ve bilimsel bilginin pratiğe dönüştürülmesidir. Teknik bilgi, sadece somut varlık alanına ait bir bilgidir. Başlangıçta teknik bilgi, sadece gündelik bilgiye dayanıyordu. Günümüzde ise teknik bilgi çoğunlukla bilimsel bilginin uygulama şeklidir. Bilim ve teknik birbirinden ayrılamaz bir bütünlük içerisindedir. Teknik bilgi, yaşantılar ve deneyimlerden çok, akla ve düşünceye dayanır. Amacı insanın temel gereksinimlerini karşılamak ve yaşamını kolaylaştırmak için araç-gereç üretmek olan teknik bilgi, insanlığa ve çevreye zarar verecek bir nitelik de kazanabilir. Silah teknolojisinin yol açtığı savaşlar ve içten yanmalı motorların çevreye verdiği zarar teknik bilginin zararlı durumlarına örnektirler. Gündelik bilgilerimizi kullanarak el becerisi ile yapılan çeşitli araç veya gereçlerdir. Taş balta, toprak kap, tahta kaşık yapımı gündelik teknik örneklerdir. Ta eski çağlarımızdan beridir kullanılıyor. Eski çağlardan örnek verecek olursak eski insanlar gördükleri (taş,hayvan...vb.) şeyleri gözlemliyorlar ve onu resim olarak sunuyorlardı. Örneğin;haziran ayı nisan ayından daha sıcaktır. Bilimsel bilgiye dayalı tekniktir. Otomobil üretimi, bilgisayar, uzay araçlarının üretimi vb. bilimsel bilgiye dayalı tekniktir. Bilim ve teknoloji, sürekli birbirlerini olumlu yönde etkilemişlerdir. Sanat bilgisi Sanat;insanin, güzeli arama, bulma veya yaratma sürecini anlatan bir etkinliktir. Sanat bilgisinde özneyi nesneye yönelten "güzellik" kaygısıdır. Sanatçı nesnesine yönelerek onu algılar ve kendine özgü bir biçimde ifade eder. Sanat bilgisi düşe, hayale geniş yer verdiğinden sanat bilgisinin doğa uygunluğu zorunlu değildir. Sanatın nesnelere ilişkin mutlaka doğru bilgiler vermek gibi bir amacı yoktur. Sanat bilgisi öznel bir bilgidir, duygulara ve yaratıcı akla dayalıdır. Akıl ilkelerine bağlı kalınarak, akıl yürütme yolu ile
ulaşılan bir bilgi değildir. Sanatçıya yol gösteren sanatçının sezgisidir. Sanatsal bilgi belirli bir yönteme bağlı değildir. Subjektiftir. Satılay Satılay Hanım - Türk ve Altay mitolojisinde Fesat Tanrıçası. Ruh hastalıklarına ve intiharlara sebebiyet verir. Çaresiz, umutsuz insanları intihar etmeleri için kandırır. Kötülüklere neden olur. Uzun ve dağınık saçları vardır. Görüntüsü ürperticidir. Çıplak ayakları ile sessizce gezer. Gönderdiği kötü ruhların musallat olduğu kişiler aymazlığa ve kendini bilmezliğe düşerler. Uslarını doğru kullanamazlar. Satılay Sibirya Türklerinin, özellikle Yakutların Tengricilik inancında, bir kötülük ruhu ya da tanrıçasıdır. Diğer Çor ruhları gibi, o da insanlara ruh hastalıkları ve kendini bilmemezlik getirir. (Sat) kökünden türemiştir. Satmak fiili ile aynı kökene sahiptir. Olumsuz anlamlar içerir. Kambar Ata Kambar Ata (Tatarca: "Гамбәр") - Sibirya Türklerinin, özellikle Yakutların ve Altayların Tengricilik inancında, atları koruyan ruhtur. Türk mitolojisinde At Tanrısı olarak görünür. Atları korur, eğlenceyi sever. Yılkıcı/Yılkışı (At Sürüsü Sahibi) Kambar Ata olarak söylenir. İslam'dan sonra Kamber motifi ile özdeşleşmiştir. İskitlerden bu yana Türklerle iç içe bir etkileşim halinde bulunan Taciklerde Yağmur ve Yıldırım Tanrısı olarak görünür. At, Türklerde daima yıldırım ile ilişkilendirilmiştir. Bu açıdan akla yatkın görünmektedir. Yunancada damat demektir. “Kambersiz düğün olmaz,” sözcüğü bu anlamda kullanılır. Çalgıcıların koruyucusu olarak tanımlandığı da görülür. Aslında var olan ve atların koruyucu ruhu olarak görülen bir Tanrıya çeşitli sözcük benzerlikleri nedeniyle farklı anlamlar yüklenerek özelliklerinin genişletildiği anlaşılmaktadır. Ali’nin atlarından sorumlu kölesinin (veya gönüllü hizmetkarının) adının Kamber olduğu ve birlikte yolculuklar yaptıkları anlatılır. Toprak yarılarak içine girip kaybolduğuna inanılır. (Kam) kökünden türemiştir. Kam (şaman) sözcüğü ile bağlantılıdır. Kamçı sözcüğü atları hareket ettirmek için kullanılan kırbaç demektir ve aynı kelime kökünden türemişlerdir. Beyazıt’ta Zaman Beyazıt’ta Zaman, Tuluyhan Uğurlu'nun, 2002'de çıkardığı, "ışığın ve bilginin doğduğu yer" diye tanımladığı Beyazıt Meydanı'nı anlattığı bir albümdür. Uğurlu'nun Osmanlı'nın ilk kütüphanesi olan 500 yıllık Beyazıt Kütüphanesi ve İstanbul Üniversitesi'ni anlattığı albümünün bölümleri şöyle: Altay Han Altay Han - Türk, Altay ve Moğol mitolojisinde Dağ Tanrısıdır. Bazen Altın Tanrısı olarak da görünür. Altın Han, Altun Han, İlten Han olarak da söylenir. Moğol mitolojisinde Altan Han veya Alt Han olarak bilinir. Altın Dağ’ın sahibi ve koruyucusudur. Altından bir giysi giyer. Altın, Türk kültüründe altın hakanlık (imparatorluk) simgesidir. Altın çukalı (zırhı) ve tolgası (miğferi) vardır. Kargısı ve yayı atındandır. Altın Dağ erişilmez bir uzaklıktadır ve zirvesi görünemeyecek kadar yüksektir. Altan Han yerle göğü birbirine bağlayan bu dağdan sorumludur ve zirvesinde oturur. Zenginliği, ihtişamı, değerli madenleri temsil eder. Macarlarda Arany Atyacska (Altın Ata) adlı bir karakter vardır. Ural-Altay kültürlerinin ortak bir motifidir. Kazakya Isık kurganında bulunan altın zırhlı, altın giysili tekin (prens) bu anlayışın somut bir dışavurumudur. Atı için altından koşum takımı bulunan Altın Tekin, Türklerin eski çağdaki yaşayışları hakkında vermektedir. 18 yaşında olduğu tahmin edilen genç bir prense ait cesedin üzerindeki altın zırh bile başlı başına bir sanat eseridir (Altın Elbiseli Adam). Kurganda bulunan bir yazıyı kimi araştırmacılar “Khan uya üç otuzı yok boltı. Utugsi tozıltı.” yani “Tigin, 23′ünde öldü. Halkının başı sağ olsun.” şeklinde okudular. Bu müthiş giysiden ve altın eşyalardan da anlaşılmaktadır ki, altın nesneler yalnızca ihtişam ve gösteriş amaçlı değil Altan Han’a duyulan bir saygının olarak bu kurgana koyulmuştur. Belki de böylece Altay Han’ın gönlü alınarak genç prensin cennete gitmesi sağlanacağı düşünülmüştür. Mogurcada Haltan olarak geçer. Altay Han Altaylar'ın Tengricilik inancında, güçlü bir Yer Su dağ ruhudur. Altaylar onun Altay dağlarının en yüksek zirvesinde oturduğuna inanırlar. (Al) kökünden türemiştir. Işıldamak, Parıldamak anlamlarına gelir. Altın sözcüğü ile aynı kökene sahiptir. Alım, alımlılık gibi göz alıcılık ve alav (alev), alaz gibi yakıcılık bildiren fiillerle aynı kökten gelmektedir. Altın bütün insanlık tarihinde zenginliğin en çok bilinen simgesidir ve pek çok büyük uygarlık altın para uygulamasını tarih içinde kullanmıştır. Moğolca Alt sözcüğü altın demektir. Düşünce bozukluğu Düşünce bozukluğu veya formal düşünce bozukluğu, psikiyatride, hatalı düşünmenin bir yansıması olduğu düşünülen dil kullanımındaki dizisel bir bozukluğu, düzensizliği tanımlayan terimdir. Her ne kadar zaman zaman diğer durumlarda ortaya çıksa da genelde psikotik zihinsel hastalıkların bir semptomu olarak ele alınır. Düşünce bozuklukları Psikiyatrinin temel problemlerinden biridir. Düşünce oluşumu beyinin en karmaşık ve az çözülmüş alanıdır. Ayrıca düşünce bozuklukluklarının en tipik olanı formel düşünce bozuklukları ve mantık kusurlarıdır. İkinci bölümde düşüncenin kognitif bozuklukları gelir ki bunlar,olgulara anlam verememek-anlamlandıramamak,yanlış anlamlandırmak gibi düşünce bozuklularını kapsar. "Aşırı kapsamlı düşünce", akut şizofrenideki düşünce bozukluğunun bir öğesidir. Kişi, kavram sınırları içinde kalamaz, böylece belli bir kavramla yalnızca uzaktan ilgili birtakım fikirler, bu kavramın kapsamına girer. Şizofrenik düşüncedeki "dolaşıklık" bu tip düşünce bozukluğunun bir sonucudur. Fenomenoloji Fenomenoloji görüngübilim ya da Osmanlıca Zahiriye, kurucusu Edmund Husserl olan bir felsefe akımı. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde görülen bilimlerdeki ve düşüncedeki genel bunalım içinde doğup gelişen bir felsefe akımıdır. Husserlci fenomenoloji, bu bağlamda, "Metafiziği" sona erdirerek "somut yaşantıya" dönmek ve böylece tıkanmış olan felsefeye yeni bir başlangıç yapmak iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Bir felsefe akımı olmaktan çok bir yöntem olarak tarif edilmesi yaygındır. Çünkü fenomenoloji, her şeyden önce, "fenomen"i, yani dolaysız olarak verilmiş olanı betimlemeye dayanan bir "yöntemdir". Bunu nasıl yaptığı ya da yapıp yapamadığı, yani yöntemin iddiasını geçerli kılmak bakımından teorik düzlemdeki statüsü tartışılırdır. Öte yandan, fenomenoloji, bu yöntem üzerinden kavramlar ve kategoriler geliştirerek özgün bir felsefe akımı da meydana getirir. Fenomenolojik yöntemin ilk önemli ismi Alfred Schütz 'dur Fenomenoloji, 20. yüzyıl felsefesinde ve kuramsal tartışmalarında etkili ve belirleyici bir yere sahiptir. Heidegger'den Sartre'a, Frankfurt Okulu'ndan Foucault'a ve postmodern düşünürlere kadar pek çok düşünür ve felsefe eğilimde etkisi görülür. Fenomenoloji, genel felsefe akımlarında olduğu gibi özne-nesne ilişkisini konu edinir. Nesneyi, en genel anlamda öznenin dış dünya ile kurduğu ilişkilerinde algıladığı, deneyimlediği "şey"ler olarak görmesiyle pozitivizm ve ampirizm ile aynı noktada dursa da, temelde fenomonoloji bu iki felsefe akımına karşı çıkar. Bu karşı çıkış en başta, tek tek nesnelerin ele alınması konusunda ortaya çıkar. Tek tek nesneler, fenomenolojiye göre, belirli genel yasalara bağlı şeyler değil, varlıkları yalnız rastlantı kavramıyla açıklanabilir olan şeylerdir. Ayrıca, dolaysız olarak verilmiş olanı betimlemeye dayalı bir yöntem olmasıyla ilkin doğabilimini dışta bırakır ve böylece her iki teorik eğilimi yadsır. Fenomenoloji, yaygın olarak kullanılan deyişle, "öz"lerin araştırılması konusudur. Çünkü, bütün sorunlar sonunda özlerin betimlenmesi sorununa geri götürülebilir. Ancak, bu noktada ayrımı belirginleştirmek gerekir; fenomonoloji, "öz"lerin bilimi değil, ""öz"ü görüleyen "bilinç"in bilimidir" aslında. Algının ya da bilincin "öz"ünün betimlenmesi sorunu, fenomenolojinin konusudur. Fenomenolojik bakışa göre, gerçekliğin kendiliği diye bir şey olamaz. Çünkü gerçeklik, her zaman kendine yönelmiş bir bilinç tarafından bilinen bir "gerçekliktir". Yani kendisine yönelen bilinç tarafından görülen, algılanan ve bilincine varılan bir şeydir. Öyle ise, "dünya deneyimlerimizin" tamamı, bilinç tarafından kurulmuştur, en somut algılardan en soyut matematik formüllerine kadar. Bu nedenle fenomenoloji, bilincin sistematik incelemesini hedefler. Hareket noktası olarak belli bir epistemolojiye dayanma düşüncesinden uzak durur. Böylece "fenomenolojik yöntem" denilen nokta öne çıkar. Buna göre, hem bildiklerimiz hem de gerçeklik dışta bırakılarak, bilginin nasıl ve hangi süreçlerde oluştuğu/oluşturulduğu anlaşılmaya çalışılır. Fenomonoloji bu noktada özgün yöntemsel kategoriler geliştirir. Bu yöntemin iki temel kategorisi vardır: "Askıya alma" ve "fenomenolojik indirgeme". Bunlar, kısaca belirtilecek olursa, bir yandan verilmiş öğelerin, yani dış görünümlerin raslantılsallığının paranteze alınarak dışta bırakılmasını ve öte yandan da, bilimsel ya da mantıksal olsun, çıkarsama yoluyla türetilmiş olan her tür yargıların ve çıkarsamaların dışta bırakılmasını ifade ederler. Böylece, ikili bir işlemle hem özne hem de nesne askıya alınmış ve hem raslantısal olgular dünyasından hem de bilinci yönlendiren öznel yargılardan kurtulunmuş olunur ki sonuçta "rastlantısal dış görünümleri" bir yana bırakılarak dünyanın özü ortaya konulabilsin. Salt öze ancak bu şekilde varılabilecektir. Agnostik olduğu bilinen kişiler listesi IBSU Uluslararası Karadeniz Üniversitesi 1995 yılında Gürcistan, Tiflis'te bulunan bir üniversitedir. Dünyanın birçok yerinden öğrenci kabul edilen üniversitenin eğitim dili İngilizcedir. Bunun yanı sıra Türkçe, Gürcüce, Rusça, İspanyolca gibi diller yabancı öğrenciler için seçmeli derslerdir. Havaalanı yakınında bulunan yeni kampüs alanında 20 000 öğrencinin üstünde hizmet vermeye devam edecektir. Barındırdığı bölümler; Amerikan Dili ve Edebiyatı, Uluslararası Ekonomik İlişkiler, Banka ve Finans, İşletme, Bilgisayar Mühendisliği ve Endüstri Mühendisliği'dir Üniv
ersitenin Rektörü Prof.Dr. Ahmet Çetin Can'dır. Yedinci Mühür Yedinci Mühür (İsveççe: Det sjunde inseglet), Ingmar Bergman'ın yönettiği 1957 yapımı İsveç filmi. 1957 Cannes Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü kazanmıştır. Orta Çağ'da savaştan bıkmış bir Şövalye, yanında bayraktarı ile Haçlı Seferleri'nden evine döner. Vebanın yol açtığı tahribatı görünce, böylesi bir ızdıraba neden olan Tanrı'dan kuşkulanmaya başlar. Çok geçmeden ölüm onu da ziyaret eder; ancak Şövalye kaderine boyun eğeceğine Ölüm'e meydan okuyarak onu bir satranç oyununa davet eder. Kaybederse canından olmaya razıdır. Buna koşut bir öyküde ise, genç, masum ve iyimser bir çift bebekleri ile birlikte küçük bir akrobat grubu ile köy köy dolaşırlar. Yolculukları sırasında, bağnaz dinciler kırbaçlama törenleri düzenler ve Tanrı'nın emirlerini yerine getirmeye kendini memur etmiş umarsız kişiler "şeytanın esiri" köylüleri yakarken, hastalığa uğramış köylerdeki insanların korku içinde yaşadıklarını görürler. Acı çeken Şövalye bu çiftle karşılaştığı zaman, onların birbiri ile olan aşkıyla rahatlarken, meşum rakibi Ölüm, hepsinin kaderini tayin edecek olan son hamleyi yapmayı bekleyerek, uysal uysal bir kenarda oturmaktadır. Bergman'ın, Tanrı'nın gövdesiyle bulutlanan bir dünyada insanın yaşamı üzerine varoluşçu eserlerinin ilki olan "Yedinci Mühür", yönetmenin çocukluğunun etkisi altında geçirdiği ideallerin baskısını hissettiği bir dönemde yapılmıştı. Bir rahip oğlu olan Bergman, tıpkı Şövalye gibi, modern dünya topyekün savaşları ve nükleer psikozu ile dini bir bakışı yalanlıyor görünse de, inancın sorunlarından kendini kurtaramıyordu. Seyrek, stilize tematik diyaloğu, ağırbaşlı ses efektleri ve vakur, melankolik müziğiyle "Yedinci Mühür", dinsel deneyimin hem daha hafif hem de daha karanlık yanlarının nüfuz ettiği, belki biraz saplantılı, ama yine de çarpıcı bir film olarak varlığını günümüzde de sürdürüyor. Firavun Firavun (Arapça فرعون ; İbranice פַּרְעֹה ) Antik Mısır'da hükümdarlara verilen isim. Aynı zamanda tanrı Horus'un yeryüzündeki simgesi ve güneş tanrısı Ra'nın oğlu olarak da kabul ediliyordu. "Büyük Ev" anlamını taşıyan kelime daha sonra hükümdardan bahsetmek şeklini almıştır. Buna örnek Osmanlı idaresinden de Bâb-ı Âli (yüce kapı) olarak bahsedilmesidir. Firavun olmak için anne tarafından soylu kan taşımanın daha önemli olduğuna inanılırdı. Böylece halktan kimi erkekler "tam kan soylu" bir kadınla evlenerek tahta çıkabilmişlerdi. Firavunların kutsal ve gizemli kabul edilen birçok adları vardır. Bunların sonuncusunu tahta çıktıkları zaman alıyorlardı ve genellikle bu ad, o firavunun izleyeceği politikanın bir habercisi olarak görülüyordu. Mesela savaş tanrısı Mantu'nun adını kullanarak Mantuhotep (Mantu hoştur) ismini alan bir firavun askeri seferler yapacağını ilan etmiş oluyordu. Firavunlar ölene dek idarede kalıyorlardı. Bilinen en uzun iktidar 92 yılla eski krallıktaki son hükümdar Pepi II Neferkare ye aittir. Uzun süre tahtta kalabilmek için her 30 yılda bir sihirli bir tören olan gençleşme festivali (heb-set) yapılıyordu. Firavun öldüğü zaman cesedi mumyalanıyor, 70 günlük yastan sonra dirilince kullanmak üzere, özel eşyalarıyla birlikte bir lahite konuluyor ve mezar kapatılıyordu. Roket Roket, yüksek enerjili etki oluşturabilen bir motora verilen addır. Sıcak gazların yüksek hızlarda püskürtülmesi sonucunda, roketler ileri yönde devinim kazanırlar. Ayrıca, uzay mekiklerinde de kullanılan motor tipidir. Oksijensiz ortamda çalışabilirler. Bu sayede uzayda kullanılabilirler. Roketler yakıtı püskürtme hızı ve yakıtın yanma hızına göre sınıflandırılır. Momentum ilkesine gore çalışırlar. Roketin asıl üretim amacı, atmosfer dışında da çalışabilmesinin istenmesi ve kısa süreli yüksek hız ve güç elde edilmesidir. Bu askerî ya da sivil amaçlı olabilir. Yakıtı bittikten sonra kazandığı hız ile balistik kanunlarına göre roket, taşıdığı yükten ayrılarak veya ayrılmadan, amacına göre taşınan yükün yoluna devam etmesini sağlar. (Bu bölümde silahtan çıkan bir mermiyi buna örnek verebiliriz.) Roketler, içindeki yakıtı yakabilecek yakıcıyı (oksijen vb. türleri), türüne göre sıvı veya katı durumda bulundurur. Roketler sıvı ve katı yakıtlı olarak ikiye ayrılır. IV. Murat zamanında yaşayan ünlü Türk mühendisi Lagari Hasan Çelebi tarafından yapılmıştır. Lagari Hasan Çelebi, 1633 yılında; IV. Murat'ın kızı Kaya Sultan'ın doğduğu gece, Sarayburnu'nda düzenlenen şenliklerde ilk uçuş denemesini neticelendirdi. Bu netice ilk insanlı roketin icadı ve ilk roketli uçuş denemesi olarak kabul görmektedir. Senklinal Senklinal jeolojide tabakaların havza veya oluk şekilli kıvrımlanmasına verilen ad. Böylesi yapılarda üst bileşen alttakilerden gençtir. Genelde eksen düzlemine ters yapı elemanlarıdır. Yeryüzünün büyük çukurlarında (jeosenklinal) biriken tortul malzemeler tektonik hareketler ile yan basınça maruz kalır. Yumuşak yapılı tabakalar kıvrılır. Antiklinal ve senklinal oluşur. Sert yapılı tortul tabakalar kırılır; horst ve graben oluşur. Antiklinal kıvrımın kubbemsi kısmı, senklinal ise çukur kısmı oluşturur. Ekinlik Adası Ekinlik adası, Marmara Denizi'nde Avşa adasının kuzey batısında ve Marmara adasının güneybatısında kalan küçük bir adadır. Yüzölçümü olarak fazla büyük olmasa da yaz aylarında sakin olduğu için kimi turistlerin ilgisini çekmektedir. Adaya yaz ve kış aylarında haftada iki kere sefer düzenlenmektedir. Günümüzde adada otel ve motel yoktur, sadece sınırlı sayıda pansiyon bulunmaktadır. Ada Balıkesir ilinin Marmara İlçesi'ne bağlıdır. Adanın yerel halkı balıkçılıkla geçinir. 2014 nüfus sayımına göre adada 102 kişi yaşamaktadır. İshak Alaton İshak Alaton (2 Eylül 1927, İstanbul - 11 Eylül 2016, İstanbul), Türk iş insanı, Alarko Holding'in kurucusu ve onursal başkanı. Alaton Yahudi asıllı bir ailenin çocuğu olarak 2 Eylül 1927 tarihinde İstanbul'da doğdu. 1942 yılına kadar Şişli Terakki Lisesi'ne devam etti. 1946'da Saint Michel Fransız Lisesi'ni bitirdi. Askerliğini 1947-48 yılları arasında yedek subay olarak Polatlı Topçu Okulu'nda yaptı. 1951 yılında İsveç'e gitti ve Motola Lokomotif Fabrikası'nda kaynak işçisi olarak çalışmaya başladı. Bir yıl boyunca kaynak işçiliğinden arta kalan zamanlarında gece kurslarına katılarak teknik resim öğrendi ve aynı fabrikada iki yıl boyunca teknik ressam olarak çalıştı. 1954'de Türkiye'ye döndü ve Üzeyir Garih ile birlikte İstanbul'un Karaköy semtinde Bankalar Caddesi üzerinde yer alan Vefai Han'ın bir yazıhanesinde Alarko Holding'in altyapısını oluşturan Alarko Kolektif Şirketi’ni kurdu. Şirket, apartman kaloriferi tesisatçılığı ile 1954'de hizmet vermeye başladı. 1973 yılında Alarko Kolektif Şirketi’nin halka açık bir holding olması ile Alarko Holding A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini üstlendi. 1998-2012 yılları arasında Güney Afrika'nın İstanbul Fahri Başkonsolosluğu görevini yürüttü. 15 Mayıs 2015 tarihinde yönetim kurulu başkanlığı görevini Üzeyir Garih’in oğlu İzzet Garih'e devretti ve "Alarko Holding Onursal Başkanı" unvanını aldı. İshak Alaton 1951 yılında geldiği İsveç'te 1958'de Margarete von Proschek ile evlendi. Bu evliliğinden Leyla Alaton ve Vedat Alaton dünyaya geldi. İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve İsveççe bilen Alaton ayrıca Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV) ve Açık Toplum Vakfı kurucuları arasında yer aldı. İshak Alaton İsveç Kuzey Yıldızı Nişanı ve İspanya Kraliyet Sivil Liyakat Nişanı sahibidir. 11 Eylül 2016'da, tedavi gördüğü İstanbul'un Beylikdüzü ilçesinde özel bir hastanede kalp yetmezliği nedeniyle 89 yaşında hayatını kaybetti. 13 Eylül 2016'da Neve Şalom Sinagogu'nda düzenlenen cenaze töreni sonrası Kilyos Musevi Mezarlığı'na defnedildi. Bülent Arabacıoğlu Bülent Arabacıoğlu (d. 11 Ağustos, 1950, Eskişehir) karikatürist, harita mühendisi. En Kahraman Rıdvan ve Tipitip karakterlerinin babasıdır. İlk karikatürü 1971’de Papağan dergisinde yayınlanmıştır. Çarşaf, Laklak, Gırgır, Hıbır, Hbr Maymun, Dinozor, Hürriyet, Milliyet, gibi dergi ve gazetelerde karikatürleri yayınlanmıştır. 'Kalabalık sayfa' olarak da bilinen panoramik ve tematik tam sayfa karikatürlerinin ilk örnekleri Bülent Arabacıoğlu tarafından Gırgır dergisinde yayınlanmıştır. İlerleyen yıllarda bu türün örneklerini diğer dergilerde ve özel çalışmalarla yayınlamıştır. Hatta bu panoramik çalışmaları reklam sektöründen de ilgi görmüş ve bazı özel firmalarca takvim, afiş vb. materyellerde kullanılmıştır. Hayvanlar alemini anlatan bir çalışması zamanın Tatilya Eğlence Merkezi'nde 40 metre çevresi bir yüzeye de uygulanmıştır. Çizgi roman ve karikatür eserlerinin yanı sıra çizgi film çalışmaları da olmuştur. Kent Gıda'ya yarattığı Tipitip karakteri için, Türkiye'de animasyon sektörünün henüz bulunmadığı ve teknik imkânların çok kısıtlı olduğu 70'li yıllarda, ortağı Ateş Benice ve eşi Türkan Arabacıoğlu'nun yardımıyla hazırladıkları birer dakikalık bölümlerden oluşan çizgi dizi TRT'de yayınlanmıştır. Teknik eksikliklerin bu tür çalışmaları neredeyse imkânsız kıldığı bu dönemde birer dakikalık çizgi filmleri haftalık periyotlarla yayınlamak bu sektör için büyük bir başarı olarak kabul edilmekteydi. Tipitip'in çizgi animasyonlarında seslendirmesinde Şener Şen gerçekleştirmişti. Yıllarca Gırgır dergisinde istikrarlı bir şekilde özgün senaryolarıyla ve özenli çizgileriyle var olmuştur. Kendini 'evli, bir çocuklu, altı kedili ve by-pass ameliyatlı' diye tanıtan Arabacıoğlu , Artpoint reklam ajansında çalışmaktadır. Leyla Alaton Leyla Alaton Günyeli (1961, İstanbul) Musevî Türk iş kadınıdır. İş adamı ve Alarko Holding'in kurucusu İshak Alaton'un ilk çocuğu, Vedat Alaton'un ablasıdır. İlkokul eğitimini Şişli Terakki İlkokulu'nda, ortaokul eğitimini Sainte-Pulchérie Fransız Kız Ortaokulu'nda ve lise eğitimini Notre Dame de Sion Fransız Lisesi'nde aldı. ABD'de Fairleigh Dickinson Üniversitesi işletme bölümünde lisans eğitimini ardından New York Üniversitesi'nde endüstri psikolojisi dalında yüksek lisans eğitimi aldı. 1989'da Alarko Holding tanıtı
m koordinatörü oldu. Rudolph Valentino Rudolph Valentino, (asıl adı, Podolpo d'Antogualla, d. 6 Mayıs 1895 - ö. 23 Ağustos 1926), İtalyan asıllı Amerikalı sessiz sinema döneminin ünlü bir sinema oyuncusu. Rudolph Valentino, İtalya'nın Castellanete şehrinde doğdu. Fakir bir ailenin çocuğuydu, genç yaşta iş bulmak için Amerika'ya gitti (1913). O sıralarda sinema sektörü henüz gelişme devrindeydi. Valentino'nun sinema alemine girmesi pek zor olmadı, oynadığı filmlerde kısa zamanda tanındı. Adı, birkaç yıl içinde Amerika sınırları dışında da duyuldu. Romantik rollerde sağladığı başarıları, kadınlar arasında fazla tutulmasına sebep oluyordu. Üst üste oynadığı filmlerden epey para kazandı. Amerikan sinemasının en gözde aktörü oldu. Genç yaşta, bir gazeteciyle yaptığı kavgada apandisitinin patlaması sonunda öldü (1926). Stüdyo tarafından hazırlanan şahane bir cenaze töreniyle gömüldü. Ölümü dünya çapında bir isteriye yol açtı; intihar edenler olduğu gibi, cenazesinde tabutunu açmak gibi olaylar da çıktı. Mezarı her yıl kadınlar tarafından ziyaret edilir. Valentino'nun kariyerinin başında aşadağaki filmlerde oynadığı varsayılır: Vedat Alaton Vedat Alaton, 1961 doğumlu iş adamı. Babası iş adamı ve Alarko'nun kurucusu İshak Alatondur ve ikinci çocuğudur. Leyla Alaton kardeşidir. Cefi Kamhi Cefi Jozef Kamhi; (d. 1952, İstanbul, Türkiye), Yahudi asıllı Türk iş adamı ve siyasetçi. Boğaziçi Üniversitesi İşletme bölümünü bitirdi. İngiltere Henley Administrative Staff Collage'dan Master derecesi aldı. TÜGİAD Onursal Başkanlığı, TTGV Yönetim Kurulu Üyeliği, DEİK Türk Amerikan İş Konseyi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı, Türk Çin İş Konseyi Yönetim Kurulu Başkanlığı, MESS Yönetim Kurulu Üyeliği, Türkiye İktisadi Vakfı, Ekonomik ve Sosyal Etütler Konferans Heyeti, AET Derneği Yönetim Kurulu Üyeliği ile ve Doğru Yol Partisinden 20. Dönem (1995-1999) İstanbul Milletvekilliği yapmıştır, fakat tekrar aday olmayıp siyaseti bıraktı. Profilo Holding İcra Kurulu Üyesidir. Profilo Holding yönetim kurulu başkanı ve kurucusu iş adamı Jak Kamhi'nin oğludur. Evli ve 2 Çocuk babasıdır. Ressam, iç mimar ve iş kadını Melda Kamhi'nin ve çağdaş sanatçı Lara Kamhi'nin babasıdır. Cafer'in Nargilesi Cafer'in Nargilesi, Nejat Uygur'un başrolünde oynadığı 1974 yapımı bir T. Fikret Uçak filmi. Başlık parası için İstanbul'a çalışmaya gelen bir köylünün öyküsü. T. Fikret Uçak Recep Filiz Nejat Uygur Seyyal Taner Elif Pektaş Senar Seven Özcan Bilge Mürüvvet Sim Muharrem Gürses Yaşar Tunalı Rafet Şiriner Topkapı Film Cafer Bey İyi, Fakir ve Kibar Cafer Bey İyi, Fakir Ve Kibar, Nejat Uygur'un başrolünde oynadığı 1971 yapımı bir Feyzi Tuna filmi. Birbirlerini terkeden iki sevgiliyi barıştırmak için duygusal bir savaş veren işsiz güçsüz bir garibanın öyküsü. Feyzi Tuna Ahmet Üstel Nejat Uygur Semra Sar Önder Somer Bilal İnci Ergun Köknar Turgut Boralı Mürüvvet Sim Feridun Çölgeçen Hürrem Erman Mike Rafaelyan Erman Film Cafer Bey Cafer Bey, Nejat Uygur'un başrolünde oynadığı 1970 yapımı siyah beyaz bir Tunç Başaran filmidir. Charlie Chaplin'in "City Lights" (1931) adlı filminden uyarlanmıştır. Behzat Uygur Behzat Uygur (d. 21 Nisan 1963, Adana), Türk tiyatro, dizi ve sinema oyuncusudur. Nejat Uygur'un oğludur. Evli ve iki çocuk babasıdır. Beykent Üniversitesi'nde tiyatro sanatı dersi vermiştir. Süheyl Uygur Süheyl Uygur (d. 30 Kasım 1958, Samsun), Türk tiyatro, dizi ve sinema oyuncusudur. Nejat Uygur'un oğludur.Kardeşi Behzat Uygur ile 15 yılı aşkın bir süre Şahane Pazar programını sundular ve Türk televizyonculuk tarihinde efsane reytingler elde ettiler. Ayrıca "Abdülkadir" ve "Kötü şarkı" isimli 2 tane besteleri vardır. Bilimsel bilgi Bilimsel bilgi, bilimsel yöntemler ile elde edilen bilgidir. Bilimsel yöntem akıl, deney ve gözleme dayalıdır. Bir bilginin bilimsel olmasının ölçütü yöntemsel olmasıdır. Bilimsel bilgi objektif, sistemli, tutarlı ve eleştriye açık bilgidir. Bilimsel bilgi, teknik bilgiden farklı olarak uygulama bilgisi değil, teorik bilgidir. Bilim insanı nesneye "bilmek için bilmek" amacı ile yönelir. Bilimler konu ve yöntemleri bakımından üç gruba ayrılır. İnsanın kültürel yönünü konu edinen bilimdir. İnsanın kültürel yönü tüm yaşantısından ve etkinliklerinden doğar. Tarih, dil bilim, sosyoloji insan bilimlerine örnektirler. İnsan bilimlerinin amacı açıklama değil, anlamadır. Tarihsel varlıklar anlamlı varlıklardır. Anlama, olay ve varlıkları tarihsel tekliği içinde kavramaktır. İnsan bilimlerini, anlamlı varlığı konu alan bilimler olarak tanımlayabiliriz. Bu bilimlerin ulaştığı sonuçlar; olaylara, belgelere ve anlama yöntemine dayanır. Sintilatör Sintilatör, bir yüklü parçacık uyartılmasında göze görünür ışık yayan kristal veya maddelere sintilatör denir. Jean Jaurès Jean Jaures ("tam adı:" Auguste Marie Joseph Jean Léon Jaurès, d. 3 Eylül 1859 - ö. 31 Temmuz 1914), Fransız sosyalist politikacı. Ailesi orta halli burjuvalardandı. Amiral olan kardeşi Louis Jaures gibi o da, Castres Koleji'nde burslu okudu. Çok parlak bir öğrenciydi. Genel müfettişlerden M. Deltour'un dikkatini çekti. Deltour onu Paris'te Saint-Barbe Kolleji'ne aldırdı. Jaures orada Louis-le-grand Lisesi'nin derslerine devam etti ve Ecole Normale Superieur'e (yüksek öğretim okuluna) hazırlandı. 1878'de birincilik kazandı. 1871'de felsefe öğretmenliği sınavında üçüncü oldu; ikinci Henri Bergson, birinci Lesbazeilles olmuştu. 1881'den 1883'e kadar Albi Lisesi'nde felsefe öğretmenliği yaptı. 1883'ten 1885'e değin Toulouse Üniversitesi'nde konferanslar verdi. Ayrıca ateşli bir biçimde siyasetle de ilgileniyordu. 1885'te Tarn milletvekili seçildi. Daha ilk günlerde Meclis'te ilgiyi üstüne çekti. Her ne kadar cumhuriyetçi etiketini taşıyor ve merkez solda oturduysa da, çoğunlukla oyunu ileri solcularla birlikte kullanıyordu. Böylece sosyalizm Jaures'i kazanmaya başlamış oluyordu. 1889'da seçimleri kaybetti. Yeniden Edebiyat Fakültesi'ndeki yerine döndü. Önce konferans öğretmenliği yaptı, sonra profesör oldu. Bu sırada iki doktora tezi hazırladı: Biri Fransızca "De la réalité du monde sensible" (Duyulan Dünyanın Gerçekliği), öbürü Latince "Les Orgines du socialisme chez Luther, Kant, Fichte, Hegel" ( Luther, Kant, Fiche ve Hegel'de Sosyalizm'in Kökenleri). Fakat siyaseti bırakmadı. Depeche gazetesi'ne yazı yazdı. Toulouse Belediye Meclisi'ne üye seçildi ve Halk Eğitim Dairesi Müdür Yardımcılığı'na getirildi. 1892'de, Charmaux maden işçilerinin grevinden sonra, Tarn'ın geçici milletvekili seçildi. Bunun üzerine, işçiler adaylığa Jaures'i seçtiler. 20 ocak 1893'te milletvekili oldu. Bu kez doğrudan doğruya Sosyalist Parti'ye bağlandı. Altı ay sonra yapılan seçimlerde yeniden seçildi. Mecliste 50 kişilik sosyalist grup toplamış bulunuyordu. Fransız Parlamontosu'nda ilk kez her sorunda sosyalist öğretinin de sesi duyulucaktı. 1893-1898 yılları arasında yasama kurullarında Jules Guesde parlak söylevler verecek, Jaures adı gittikçe yerleşecekti. Jaures 1898 seçimlerinde yenilgiye uğradı. Drefyus olayı da bu dönemde patlak vermişti. Jaures yiğitçe kavgaya katıldı. Pelite Republique'te yazılar yayımladı ( bu yazılar sonra ünlü kitapta toplandı: "les Preuves"/ Kanıtlar). Cumhuriyet'i milliyetçi gericeler tehdit ediyorlardı. Radikal Rene Waldeck-Rousseau kabineyi kurmuş, sosyalist Alexandre Millerand'ı oraya sokmuştu. Jaures cumhuriyeti tutan bir hükümette bir sosyalistin görev almasını savunuyordu. Bu yüzden, Geuste'cilerle ve Eduart Vailant'ın dostlarıyla büyük tartışmalar girmek zorunda kaldı. Taktik sorunları ile ilgili aşırı görüş ayrılıkları sosyalistlerin birleşmesine yol açtı. Jaures bu birliğin yorulmaz sanatçısı oldu. 1905'te sosyalist parti birleşti. 1902 genel seçimlerinde Jaures yeniden seçildi. Meclisteki solcu topluluğu birleştirip canlandırdı. Topluluk, Combes kabinesinin laiklik yasalarına oy vermesini sağladı. Gelgelelim 1904 Uluslararası Amsterdam Kurultayı'nda, hükümete katılmamak kararlaştırıldı. Bunun üzerine Jaures, topluluktan ayrıldı. Bundan sonraki yaşamı, kılavuz olduğu partinin yaşamıyla karışacaktır. Sosyalizm uğrunda kavgalarını yürütecek ve barış için yapılan kavga ona 'kavgaların en büyüğü' gibi görüncektir. Bu yüzden de azgın milliyetçi(şoven) ve gericilerin öfkesini üstüne çekecektir. Hepsi hınçla ona karşı birleşeceklerdir. Sonunda bazı yergicilerin (bunların en çaba harcayanı Charles Maurras idi) kışkıtmalarına kapılan Raove Villain adlı delinin tabancalı eli, 31 Temmuz 1914'te Jaures'i yere serecektir. Bu sırada Jaures, Humanite'ye makalesini yazmaya gitmeden önce, birkaç arkadaşıyla birlikte küçük Croissant kahvesinde çabuk çabuk akşam yemeğini yiyordu. Komşu masada oturan kızın fotoğraflarına bakarak gülümsemekteydi. Bu ara iki el ateş sesi duyuldu... Birkaç saat sonra seferberlik ilan edildi. Böylece halkın bilincinde iki dram birbirine bağlandı. Sanki savan dünyada dilediği gibi tepinebilmesi için, bu barış havarisinin uzaklaştırılması gerekmişti. Onun için Anna de Noailles, orduları önünde yere düşen devden söz açarken, 1914'te işçi sınıfının kafasına takılan düşünceye şairane bir biçim vermiş oluyordu. Dora Bakoyannis Theodora "Dora" Bakoyannis (; d. 6 Mayıs 1954, "Theodora Mitsotakis") Yunanistan’ın ilk kadın Dışişleri Bakanı, eski milletvekili ve Atina Belediye Başkanı. Forbes dergisi tarafından 2006 yılında en güçlü 100 kadın arasında 66. olarak seçildi. 1990 - 1993 yılları arasında başbakanlık yapan muhafazakar Yeni Demokrasi'nin lideri Konstantin Miçotakis'in 4 çocuğundan en büyüğü olan "Dora Bakoyannis" ilkokula Atina Alman Okulu ve Paris'de devam etti. Atina Üniversitesi'nde siyasal bilgiler ve kamu hukuku, Münih'te politika ve iletişim okudu. İyi derecede İngilizce, Almanca ve Fransızca biliyor. Yunanistan'da Albaylar Cuntası'ndan sonra 1968'de Paris'e kaçan "Mitsotakis" ve ailesi Atina'ya ancak askerlerin yönetimden çekildiği 1974'de gelebilmişti. Aynı yıl "Dora", darbe yönetimine karşı bir Alman radyosundan yayın yapan gazetec
i ve politikacı Pavlos Bakoyannis ile evlendi, "Aleksi" ve "Kostas" adlı iki çocukları oldu. "Dora Bakoyannis" bir süre Maliye Bakanlığında çalıştıktan sonra Dışişleri Bakanlığında görev aldı. 1984'de babası Yeni Demokrasi Partisi'nin başkanlığına seçilince o da parti yönetimine girdi. 1989 yılında kocası milletvekiliyken Marksist 17 Kasım Örgütü tarafından düzenlenen bir suikast ile öldürüldü. Ertesi yıl babası başbakan seçildi ve "Dora Bakoyannis" ilk önce devlet bakanı ardından kültür bakanlığı görevlerine getirildi. Daha sonra yaplan seçimlerde dört kere daha milletvekili seçildi. 1993 seçimlerinde Yeni Demokrasi seçimleri kaybetmesi üzerine babası istifa ettiyse de, o parti merkez komitesindeki yerini korumayı başardı. 2000 yılında YDP'nin yeni lideri Kostas Karamanlis, Bakoyannis'i "Gölge Bakan" olarak Dışişleri ve Savunma Bakanlarını izlemekle görevlendirdi. Bu arada "Bakoyannis" ikinci evliliğini iş adamı Isidoros Kouvelos ile yaptı. Yunan medeni kanununa göre üç soyadından birini seçmesi gerektiğinde o ilk eşinin soyadını tercih etti. 2002'nin yaz aylarında Kostas Karamanlis, PASOK’a karşı yerel seçimlerde aday gösterecek güçlü birini ararken Atina Belediye Başkanlığı için "Bakoyannis"'i seçti ve Bakoyannis ilk turda seçimleri kazandı. 14 Şubat 2006'da ise Başbakan Karamanlis tarafından Yunanistan Dışişleri Bakanlığına atandı, 2009 yılında bu görevi Yorgo Papandreu'ya devretmiştir. 2012 yılında tekrar YDP'den milletvekili seçilmiştir. AKPM'de Avrupa Halk Partisi Grubu üyesi olarak bulunmaktadır ve 2013 yılı itibarıyla de Avrupa Halk Partisi Grup Başkanvekili olup; ayrıca Demokrasi ve Siyasi İşler Komisyonu Başkanı ve AKPM Başkanvekili olarak da görev yapmıştır. Halen AKPM OECD ve Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ile İlişkiler Alt Komisyonu Başkanıdır. Jules Guesde Jules Guesde, (1845-1922) Fransız Sosyalist Partisi Marksçı yönetici ve önderlerinden. Aynı zamanda gazeteci ve yazardır. 1853-1898, 1906-1922 dönemlerinde milletvekili seçildi. Ernst von Feuchtersleben Baron Ernst Freiherr von Feuchtersleben (29 Nisan 1806 - 3 Eylül 1849) Avusturyalı hekim, şair ve filozof. Köklü, soylu bir Sakson ailesindendir. 1825'te tıp öğrencisi olarak üniversiteye başlamıştır. 1833'te tıp doktoru olup Viyana'ya taşınır, bir yıl sonra 1834'te ise evlenir. Üniversite ile bağını koparmayan Feuchtersleben 1844 yılında tıp fakültesine dekan olarak atandı. Özellikle eğitimsel konulara ilgi gösterdi, 1848'de teklif edilen eğitim bakanlığını reddetse de eğitim bakanlığında daha küçük bir makamda çalışmaya başladı. Eğitim sistemine reformlar getirmek istemiş fakat karşılaştığı engeller onu sonunda görevinden istifa etmeye zorlamıştır. 3 Eylül 1849'da Viyana'da vefat etmiştir. Antalya Lisesi Antalya Lisesi Antalya'nın bilinen ilk eğitim ve öğretim kurumudur. 1889 yılında bakkal iki kardeş tarafından iki katlı iki bina halinde ev olarak yaptırılmıştır. 1889-1891 yıllarında eğitim kurumuna çevrilen bu binalar Antalya Lisesi’nin ilk halidir. Binalarda ve eğitim durumunda çeşitli değişmeler geçiren Antalya Lisesi 1932 yılında bugünkü adına kavuşmuştur. Antalya Lisesi'den mezun olan yaklaşık 35.000 kişi vardır. 2005 yılında Anadolu Lisesi programı uygulanan bir lise haline gelmiş, Nisan 2008'de Kalite Belgesi'ni almaya hak kazanmıştır. Lise'nin asırlık olması sebebiyle yaptırılmış Cumhuriyet Müzesi bulunmaktadır. Ayriyeten okul öğrencileri tarafından uyarlanmış bir adet Lise Marşı bulunmaktadır Kişi başına GSMH'ye göre ülkelerin listesi Kişi başına GSMH göre ülkelerin listesi (2007): Kandak, Milas Kandak, Muğla ilinin Milas ilçesine bağlı bir mahalledir. Mahallenin adının nereden geldiği ve geçmişi hakkında bilgi yoktur. Mahallenin gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi yoktur. Muğla iline 89 km, Milas ilçesine 20 km uzaklıktadır. Mahallenin iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede, ilköğretim okulu vardır fakat taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Asma biti Bağda (asmada) zarar yapan homojen kanatlılar (Homoptera) takımına bağlı küçük bir böcek. Asma biti de denir. Amerika menşeli bir zararlıdır. İlk defa yabani Amerikan asmalarında ("Vitis riparia" ve "V. rupestris") üzerinde rastlanmıştır. Göçlerle Amerika'dan Avrupa'ya geçmiştir. Türkiye'de 1881 yılından itibaren ilk defa Trakya taraflarında görülmüştür. Asmanın kök ve yapraklarında yaşayan iki formu vardır. Gelişimini asmada tamamlar. Uzun emici hortumlarıyla yaprak ve kökleri emerler. Emme sonucu kök ve yapraklarda urlar (şişkinlikler) meydana getirirler. Bitkinin zayıflamasına, veriminin düşmesine ve zamanla kurumasına sebep olurlar. Filokseraya karşı yapılan zirai mücadele çalışmaları kesin netice vermemektedir. Hayat dönemlerinin çoğunu kanatsız olarak geçirirler. Asma köklerinde yaşayan ergin filoksera, yaklaşık 1 mm boyunda, kirli sarı renkte ve sırtı esmer lekelidir. Uzun bir emici hortumu vardır. Kuvvetli bacaklara sahiptir. Filoksera emdiği asma köklerinin ucuna bir madde salgılayarak köklerde şişkinlikler yapar. Genç köklerde ortaya çıkan sarımsı yuvarlakça şişkinliklere "tüberozite" adı verilir. Kök filokserası; kanatlılar, rüzgar, yağmur suları, insan, heyelan, köklü, köksüz asma fidan ve çubuklar gibi aracılarla yayılır. Yaprakta yaşayan formu ise daha büyük olup, 1,5-1,7 mm kadardır. Yapılan araştırmalarda Amerikan asmalarının kök filokserasına karşı dayanıklı ve bağışıklı olduğu gözlenmiştir. Bunun sonucu olarak ABD'nin doğusunda yetişen ve filokseraya karşı bağışıklık kazanmış olan yabani Amerikan asma anaçları üzerine yerli asmalar aşılanarak, bağlar bu zararlıdan korunmuştur. Böylece dünyada aşılı bağcılık doğmuştur ki, buna yeni bağcılık da denir. Kök formu % 60'tan fazla kumlu topraklarda yaşayamaz. En iyi mücadele yolu, toprağın durumuna uygun Amerikan asma anaçları dikmeli ve bunların üzerine istenilen yerli asma çeşitleri aşılanmalıdır. Bu en garantili ve ekonomik yoldur. Bu usul birçok yerlerde başarıyla sürdürülmektedir. Başka bir tedbir olarak filoksera ile bulaşık bağ, sonbaharda yaprakların sararıp dökülmeye başladığı dönemde 50-60 gün su altında bırakılırsa, kök formları boğulur. Ayrıca m²ye 24 gr (CS) karbon sülfürün toprağa tatbiki tavsiye edilmekte ise de, bu iş güç ve tehlikelidir. Asma bitlerinin hayat devri oldukça karışıktır. Yılda 6-8 döl verirler. Eşeyli ve eşeysiz (partenogenetik) üreyen formları vardır. Partenogenetik (döllemsiz) çoğalan kanatsız dişilerin kısa antenleri 3'er, kanatlılar 5'er halkalıdır. Cinsel çoğalan kanatsız dişi formlarda ise, 4'er halka mevcuttur. Kökte yaşayan kanatsız formlar ("radisikol") yaz sonlarında veya sonbaharda toprak yüzeyine çıkarak partenogenetik üreyen ve göç edebilen kanatlı formlara dönüşürler. Bu kanatlı dişiler ("sexuparae"), asmanın dal, yaprak veya toprak yüzeyine değişik büyüklükte yumurtalar bırakırlar. Büyük yumurtalardan, barsaksız ve emici hortumdan mahrum kanatsız dişiler çıkar. Küçük yumurtalardan da, barsak ve emici hortumu bulunan kanatsız erkek filokseralar çıkar. Bunlar aralarında eşleşirler. Eşleşen dişiler, birer tek yumurta yumurtlayarak asma kabuk pullarının altına yapıştırırlar. Bu yumurtalar pulların altında kışlarlar. Bunlardan baharda kanatsız formlar çıkar. Yapraklarda yaşayıp gal yaptıklarından, gallikol (gallicol) adını alırlar. Bitkilerin dal ve yapraklarında meydana gelen yumru ve şişkinliklere, gal veya bitki uyuzu denir. Partenogenetik (döllemsiz) çoğalarak kendileri gibi kanatsız formlar üretirler. Bunlardan bazıları köklere geçerek döllemsiz çoğalmalarına devam ederler. Kökte yaşayanlara radisikal (radicicol) denir. Bazı radisikoller (yukarıda bahsedildiği gibi) sonbaharda toprak yüzüne çıkarak kanatlı seksuparlara (farklı cinsiyetli yavru veren) dönüşürler. Filokseranın çeşitli formları ihtiva eden hayat devri, Amerika asmalarında görülür. Avrupa asmalarında ise, çoğunlukla yalnız kök formlarına rastlanır. Scream vokal Scream vokal, daha çok Black Metal'de görülen, vokalin gırtlağını dar biçimde şekillendirerek ince ve sert bir biçimde, bağırarak parçaya vokallik yaptığı tarza denir. İngilizce "çığlık" anlamına gelen "scream" de bu tarz vokalin çığlığa benzemesinden kaynaklanmaktadır. Son zamanlarda Black Metal'den sonra Death Metal ve Grindcore tarzlarında da belirli aralıklarla kullanılmaya başlanmıştır ve parçaların çeşitli yerlerinde Brutal Vocal, yerini Scream Vocal'e bırakır. Immortal (müzik grubu) Apollyon(Olve Eikemo) Immortal; Bergen, Norveçli bir black metal grubu. Grup, müziğe 1989'da "Amputation" adıyla ve bir death metal grubu olarak başlamıştır. Immortal'ın ilk ürünleri geleneksel black metal tarzındadır, ancak At the Heart of Winter adlı albümleri ile grup, black metal ve Alman trash metal karmaşık bir birleşmesini denemeye başlamıştır. Ortaya çıkan tarz Immortal'ın sonraki çalışmalarının tipik bir özelliğidir ve bu yönüyle grup, birçok modern metal sanatçısı üzerinde etkili olmuştur. Kurucuları, Abbath ve Demonaz, İskandinav heavy metal sahnesinde efsanevi bir statü kazanmışlardır. "Amputation" 1989'da ilk iki demosunu Demonaz Doom Occulta, gitarda Jorn Tunsberg, basgitar ve vokallerde Abbath Doom Occulta ve Ulti'de (moog) Samwise Gamgee ile kaydetti. Grup, 1990-1991 yıllarında ismini "Immortal" olarak değiştirdi. Üçüncü demoları, Unholy Forces of Evil black metale dönük bir değişimdi ve gruba albüm kontratı kazandırdı. Tunsberg, resmi olarak gösterilmese de, Immortal'ın ilk albümü Diabolical Fullmoon Mysticism'den birçok gitar bölümünü çaldı. Aşamalı olarak, Fransa Osmose etiketi ile birçok takdir edilen albümle, Immortal underground müzik dünyasında geniş popülarite kazandı. Diğer black metal gruplarının aksine, Immortal'ın lirik teması Satanism üzerine değil, daha çok Blashyrkh i
simli Kırağı Tanrısı (Mighty Ravendark) tarafından yönetilen düş ürünü bir krallık ile ilintilidir. Bu dönemden, tarzlarını en belirgin kılan eseri Pure Holocaust'tur. 1995'te, grup Osmose Prodüksiyon'dan İngiliz sanatçı David Palser'in yönettiği Masters of Nebulah Frost isimli iki video klip çıkardı. Videolarda birçok değişik donmuş doğa manzarası ve engin orman gösterilmekteydi. Bu videolar, benzer çalışmalar üreten diğer gruplar için bir örnek oluşturdu. Daimi iki üyesi, Abath ve Demonez, haricinde ve davulcu Horgh gruba dahil olana kadar, Immortal 1996'ya kadar sabit bir duruma gelemedi. 1997'de asıl söz yazarı ve gitarist Demonez ortopedik bir rahatsızlık (akut tendinitis) geçirdi ve gitar çalmaya devam edemedi. Basist Abbath gitar çalma görevini alınca, Demonez hala grup için yeni eserler yazmaya ve grubu idare etmeye devam etti. 2000'de Immortal, Alman Nuclear Blast etiketi ile bir albüm anlaşması imzaladı ve bu etiketle Sons of Northern Darkness isimli albümlerini yayınladı. Immortal, grup üyelerinin kişisel nedenlerinden ötürü 2003 yazında ayrılmak için karar aldı. Ancak, 2005 Kasım ayının ortalarında, Abbath, Demonez ve orijinal Immortal davulcusu Armagedda bir araya geldi ve eski Gorgoroth basçısı King of Hell ve Enslaved gitaristi Arve Isdal ile, "I" başlıklı yeni bir projeye başladılar. Nisan 2006'nın sonunda bu yeni grup debut albümleri için stüdyoya girdi. Makedonca Makedonca (kendi dilinde: Македонски / Makedonski), Güney Slav dillerinin doğu grubundan bir dildir. Makedonların ve Makedonya Cumhuriyeti'nin resmî dilidir. Makedon alfabesindeki harflerin okunuşları UFA ile gösterilmiştir. * Ѕѕ harfi (J hariç) tıpkı diğer harflerde de olduğu gibi Latin alfabesinden gelme değildir. Yunan Stigma ς harfinden gelmektedir. Latin S harfine benzemesi rastlantısal. Makedonca yazıya dökülen ilk Slav dilidir. Yazıya dökülmesiyle (9. Yüzyıl) gelişmeye başlar. Makedon dili yüzyıllarca komşuları tarafından inkar edildi. Bulgarlar Makedonca'yı Bulgarca'nın bir diyalekti kabul ettiler. Makedonca ilk gelişmesine rağmen ilk sözlük 1875'de Gjorgji Pulevski tarafından kaleme alınmış, 1903'de standartlaşmış, 1945'de Tito ve Anti-faşist Makedon Meclisi tarafından 1945'de resmiyet kazanmıştır. Fonetiğe uygun harflerle Krste Misirkov adlı Makedon dilbilimci tarafından ilk Makedon alfabesi 1903'de oluşturulmuştur. Daha sonradan 1945 yazıda da uyum sağlamak amacıyla aynı seslerle Anti-Faşist Makedon Meclisi tarafından yeniden düzenlenmiştir. Makedoncanın varlığını uzun yıllar kabul etmeyen Bulgaristan, 1999 yılında imzalanan protokol ile Makedonya Cumhuriyeti'nin resmi dili olarak Makedoncayı kabul etmiştir. Eski Makedonca (9. yüzyıl - 18. yüzyıl), Yeni Makedonca (1802-1944) ve Çağdaş Makedonca (1945 - günümüz) şeklinde 3 temel döneme ayrılır. Kist Kist tıpta, vücudun herhangi bir yerinde çıkabilen içi su dolu keseciklerdir. Dışı kabuk bağlayabilir. Bâzı kistlerin içinde cerahat veya kan da olabilir. Genellikle bir bağ ile iç organlara bağlanan ve vücutla pek ilgisi olmayan kistlerin kanserleşmesi mümkün olduğundan bilhassa yumurtalıklardaki kistlerin bir-iki senede bir muayenesi ihmal edilmemeli, memelerde mamografi ve ultrason muayeneleri muntazama yapılmalıdır. Akışkanlar dinamiği Fizikte, akışkanlar dinamiği aslında akışkanlar mekaniğinin bir alt dalı gibidir. Akışkanlar mekaniği hareket halindeki akışkanların  (sıvı ya da gaz) doğada nasıl aktığıyla ilgilenir. Bu aerodinamik (hava çalışma ve diğer gazların hareket) ve hidrodinamik (hareket sıvıların çalışmasında) dahil olmak üzere akışkanlar mekaniğinin birçok alt disiplinleri vardır. Akışkan dinamiği, uçaklarda kuvvet ve momentleri hesaplanması boru hatlarıyla petrol kütle akış oranının belirlenmesinde, hava desen tahmin, yıldızlararası uzayda bulutsularını anlamak ve fisyon silah patlama modelleme de dahil olmak üzere geniş bir uygulama yelpazesine sahiptir. Onun bazı  ilkeleri trafik mühendisliğinde kullanılır. Akışkan dinamiği sistematik bir  yapı sunar. Bu yapı kullanışlı disiplinleri sunmakla birlikte bu disliplinleri deneysel ve yarı-deneysel yasalarla kucaklayarak  ve bu deneylerle pratik sorunları çözen bir yapı sunuyor.. Bir akışkan dinamiği sorunun çözümü için, akışkanın  hızı  basınç yoğunluk ve sıcaklık gibi  alan ve zaman fonksiyonlar gibi çeşitli özelliklerini hesaplama içerir. Yirminci yüzyıldan önce, hidrodinamik akışkan dinamiği ile eş-anlamlı oldu. Bu yüzden günümüzde  bazı akışkanlar dinamiğinin konuları hidrodinamik isimleriyle aynı kaldı. Örneğin   MHD ve hidrodinamik denge gibi gibi konular gazlar içinde uygulanabilir AKIŞKANLAR MEKANİĞİN FORMÜLLERİ Akışkanlar dinamiği kurucu aksiyomları, özellikle, kütlenin korunumu, (aynı zamanda Newton'un Hareket İkinci Kanunu olarak da bilinir) momentumun korunumu, ve enerjinin korunumu (ayrıca Termodinamiğin Birinci Yasası olarak da bilinir) koruma yasaları vardır. Bunlar klasik mekaniğin dayanmaktadır ve kuantum mekaniği ve genel görelilik değiştirilir. Onlar Reynolds Transport Teoremi kullanılarak ifade edilir. Yukarıdakilere ek olarak, sıvıların sürekli varsayımı itaat varsayılır. Sıvılar birbirleriyle ve katı nesneler ile çarpışır moleküllerden oluşur. Ancak, süreklilik varsayımı yerine ayrık daha sürekli olarak sıvıları görmektedir. Bu nedenle, bu yoğunluk, sıcaklık, basınç ve akış hızı gibi özellikleri sonsuz küçüklükteki noktalarda iyi tanımlanmış varsayılır ve bir noktadan diğerine sürekli bir şekilde farklılaşabilen varsayılmaktadır. Sıvı ayrık moleküllerden yapılmış olması göz ardı edilir. , Bir süreklilik olması yeterince yoğun olan iyonize türler içermeyen ve ışık hızına bağlı olarak küçük akış hızına sahip akışkanlar için, Newton sıvılar için momentum denklemleri Navier-Stokes denklemleri-doğrusal olmayan bir dizi vardır Stres akış hızı geçişlerini ve basınca bağlı doğrusal bir sıvı akışını açıklar diferansiyel denklemlerin. Sadeleştirilmemiş denklemler genel kapalı form çözümü yoktur, bu yüzden öncelikle Computational Fluid Dynamics kullanılırlar. Denklemler daha kolay çözmek hale her biri yolları, bir dizi basitleştirilebilir. Bazıları uygun akışkan dinamiği problemleri kapalı formda çözülebilir izin verir. Kütle, momentum ve enerji korunum denklemleri ek olarak, sıvının diğer termodinamik değişkenlerin bir fonksiyonu olarak basınç veren bir hal termodinamik denklem sorunu tamamen belirtmek için gereklidir. Bunun bir örneği, halin mükemmel gaz denklemi olacaktır:  p basınçtır, ρ yoğunluğu, Ru gaz sabiti, E mol kütlesidir ve T, sıcaklıktır. Üç korunum yasaları akışkanlar dinamiği sorunları çözmek için kullanılır, ve integral veya diferansiyel formda yazılmış olabilir. Bu koruma yasalarının matematiksel formülasyonları kontrol hacmi kavramını dikkate alarak yorumlanabilir. Bir kontrol hacmi, hava ve dışarı akabilir hangi aracılığıyla uzayda belirli bir birimdir. Koruma yasalarının İntegral formülasyonları kontrol hacmi içindeki kütle, momentum, ya da enerji değişimi düşünün. Koruma yasalarının Diferansiyel formülasyonları hukukunun ayrılmaz formu akışı içinde bir noktada bir sonsuz hacme uygulanan olarak yorumlanabilir bir ifade vermek üzere Stokes teoremi uygulanır. Kütle sürekliliği (kütlenin korunumu): Bir kontrol hacmi içindeki akışkan kütle değişim oranı hacmine sıvı akışının net oranına eşit olmalıdır. Fiziksel olarak, bu deyimi kütlesi ne oluşturulan ne kontrol hacmi tahrip olmasını gerektirir,  ve süreklilik denkleminin ayrılmaz bir forma tercüme edilebilir: Momentumun korunumu: Bu denklem, bir kontrol hacmi içindeki havanın ivme herhangi bir değişiklik hacmine hava net akışı ve hava dış kuvvetlerin etkisine bağlı olmasını gerektiren, kontrol hacmine Newton'un hareket kanunu uygular ikinci hacmi içinde. Bu denklemin integral formülasyonu olarak, burada vücut kuvvetleri, f vücut tarafından birim kütle başına vücut kuvvetini temsil edilmektedir. Böyle viskoz kuvvetler gibi yüzey kuvvetleri, nedeniyle kontrol hacmi yüzeyinde gerilimlere Fnet kuvvet ile temsil edilir. Aşağıdaki gibi momentumun korunumu denklemi diferansiyel şeklidir. Tek toplam kuvvet, F. Örneğin, F bir iç akış üzerinde etkili sürtünme ve yerçekimi kuvvetleri için bir ifade haline genişletilebilir burada, hem yüzey ve cisim kuvvetleri muhasebeleştirilmektedir. aerodinamik hava (nedeniyle iç sürtünme kuvvetlerine) kesme stresi arasındaki doğrusal bir ilişki öne süren bir Newton tipi sıvı ve sıvı gerinme oranı olarak kabul edilir. Yukarıdaki denkleme göre bir vektör denklemi: üç boyutlu akışta, üç skaler denklem şu şekilde ifade edilebilir. Sıkıştırılabilir, viskoz akış durumu için momentum denklemlerinin korunumu Navier-Stokes denklemleri denir. Enerji korunumu: enerjinin bir formdan dönüştürülebilir, ancak, belirli bir kapalı bir sistem içinde, toplam enerji sabit kalır. Yukarıda h entalpi, k sıvının ısı iletkenliği, T sıcaklığı, ve \ Phi viskoz yayılma fonksiyonudur. Viskoz yayılma fonksiyonu akışının mekanik enerji ısıya dönüşür hızını yönetir. Termodinamiğin ikinci yasası dağılımı terim her zaman pozitif olmasını gerektirir: viskozite kontrol hacmi içinde enerji oluşturmak olamaz  sol tarafta ifadesi maddi türevidir.. Bütün sıvılar, bir dereceye kadar sıkıştırılabilir yani, yoğunluk basınç ya da sıcaklık sebebi değişiklikleri de kapsamaktadır. Bununla birlikte, birçok durumda basınç ve sıcaklık değişiklikleri yoğunluğunda değişimler ihmal edilebilir şekilde yeterince küçüktür. Bu durumda akım bir sıkıştırılamaz akış olarak modellenebilir. Aksi takdirde daha genel sıkıştırılabilir akış denklemleri kullanılmalıdır.  Matematiksel olarak, sıkıştırılamazlık akış alanında hareket ederken bir sıvı parselin yoğunluğu ρ, yani değişmez söyleyerek ifade edilir,   Burada D / Dt, yerel ve konvektif türevlerinin toplamıdır büyük türevidir. Bu ek kısıtlama, özellikle sıvı, homojen bir yoğunluğa sahip olması durumunda, denklemleri kolaylaştırır. Sıkıştırılabilir veya sıkıştırılamaz akışkan dinamiği kullanımı olup olmadığını belirlemek için gaz akışının için, akış Mach sayısı değerlendirilir.
Kaba bir kılavuz olarak sıkıştırılabilir etkileri yaklaşık 0.3 altında Mach sayılarında göz ardı edilebilir. Sıvılar için, sıkıştırılamaz varsayım geçerli olup olmadığını akışkan özelliklerinin (özellikle kritik basınç ve sıvı sıcaklığı) ve akış koşulları (nasıl gerçek akış basınç olur kritik basınca kapat) bağlıdır. Ses dalgalarının basıncı ve yaymak geçtiği ortamın yoğunluğu değişiklikleri içeren kompresyon dalgaları beri Akustik sorunlar her zaman, sıkıştırılabilirliğini izin gerektirir. Tüm sıvılar bunlar deformasyona karşı direnç gösterirler, yani viskoz şunlardır: Farklı hızlarda hareket eden akışkan komşu parsellerin birbirlerine viskoz kuvvet sarfederler. Hız gradyanı bir gerilme oranı olarak ifade edilir; o boyutlara T ^ vardır {- 1}. Newton'un su ve hava gibi birçok bilinen sıvılar için, bu viskoz kuvvetlere bağlı stres doğrusal streyn oranı ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu sıvılar, Newton sıvılarının olarak adlandırılır. Orantılılık katsayısı sıvının viskozitesinin denir; Newton tipi akışkanlar için, bu şekil değiştirme hızının bir sıvı özelliği bağımsızdır. Non-Newtonian akışkanlar daha karmaşık, doğrusal olmayan gerilme-deformasyon davranışı. Reolojinin alt disiplin emülsiyonlar ve çamurlar, kan gibi bazı viskoelastik malzemeler ve bazı polimerler ve bu lateks, bal gibi yapışkan sıvılar ve yağlayıcılar içeren bu akışkanların, gerilme-deformasyon davranışları inceler. [Kaynak belirtilmeli] Sıvı parsellerin dinamik Newton'un ikinci yasası yardımıyla tarif edilmektedir. Sıvının bir hızlandırma parsel atalet etkileri bağlıdır. Reynolds sayısı viskoz etkilerin büyüklüğü ile karşılaştırıldığında atalet etkileri büyüklüğünü karakterize bir boyutsuz bir büyüklüktür. Düşük bir Reynolds sayısı (Re « 1), viskoz kuvvetleri atalet kuvvetlerine kıyasla çok güçlü olduğunu gösterir. Bu gibi durumlarda, atalet kuvvetleri bazen ihmal edilir; Bu akış rejimi Stokes veya sürünen akış denir. Aksine, yüksek Reynolds sayıları (Re » 1) atalet etkileri viskoz (sürtünme) etkilerinden daha hız alanında daha fazla etkiye sahip olduğunu göstermektedir. Yüksek Reynolds sayısı akışları, akış genellikle bir sürtünmesiz akış olarak viskozite tamamen ihmal edildiği bir yaklaşım modellenmiştir. Navier-Stokes denklemleri daha sonra Euler denklemleri içine basitleştirmek. Bir sürtünmesiz akışında bir akım çizgisi boyunca bu entegre Bernoulli denklemini verir. Sürtünmesiz olmanın yanı sıra, akım, her yerde irrotasyonel olduğunda, Bernoulli denklemi akış alanı boyunca kullanılabilir. Hız alanı potansiyeli gradyanı olarak ifade edilebilir, çünkü bu tür akımlar, potansiyel akışı olarak adlandırılır. Reynolds sayısı yüksek olduğunda bu fikri oldukça iyi çalışabilir. Bununla birlikte, bu gibi katı sınırları içeren bu gibi sorunlar viskozite dahil edilmesi gerekebilir. Kaymama koşulu viskozite etkileri hakim olduğu ve dolayısıyla girdap üretir büyük gerilme oranı, sınır tabaka, ince bir bölgeyi oluşturur çünkü Viskozite katı sınırları yakınında ihmal edilemez. Bu nedenle, organları (örneğin kanatlar gibi) net kuvvetleri hesaplamak için, viskoz akış denklemleri kullanılmalıdır: viskoz olmayan akış teorisi sürükleme kuvvetleri, d'Alembert paradoksu olarak bilinen bir sınırlama tahmin başarısız olur. Yaygın olarak kullanılan [kaynak belirtilmeli] modeli, özellikle hesaplamalı akışkanlar dinamiği içinde, iki akış modelleri kullanmak için: Euler vücudunuza yakın bir bölgede bedenin ve sınır tabaka denklemlerinin uzak denklemler. İki çözüm sonra eşleşti asimtotik açılımlar yöntemi kullanılarak, birbirleri ile uyumlu olabilir. Bir akış alanının her zaman türevleri kaybolur zaman akış sürekli akış olarak kabul edilir. Kararlı hal akış sisteminde bir noktada akışkan özellikleri zamanla değişmez duruma gelir. Aksi takdirde, akım denir durağan olmayan (diğer bir deyişle, geçici [5]). Belirli bir akış kararlı ya da kararsız olsun, referans seçilen çerçevesine bağlı olabilir. Örneğin, bir küre üzerinde laminer akış küre ile ilgili olarak sabit bir referans çerçevesi içine sabit. Arka plan akışına göre sabit olan bir referans çerçevesi, akış kararsız. Türbülanslı akışlar tanımı gereği kararsız bulunmaktadır. Bir türbülanslı akış, ancak istatistiksel olarak sabit olabilir. Papa'ya göre: Tüm istatistikler zaman bir kayma altında değişmeyen ise rastgele alan U (x, t) istatistiksel sabittir. Bu kabaca tüm istatistiksel özellikleri zaman içinde sabit olduğu anlamına gelir. Çoğu zaman, ortalama alan ilgi amacı, bu istatistiksel olarak sabit bir akış çok sabittir. Sabit akımları genellikle aksi benzer kararsız akışları daha uysal bulunmaktadır. Istikrarlı bir sorun denklemleri akış alanının metanet yararlanarak olmadan aynı sorunun denklemlerin dışında (zaman) bir boyut daha az var.             Türbülans sirkülasyonu, girdapların ve belirgin rastgelelik ile karakterize akışı. Türbülans sergilenmeyen olan akış laminer olarak adlandırılır. Bu girdaplar veya tek başına sirkülasyonu varlığı zorunlu türbülanslı akış-bu olayların yanı sıra laminer akış mevcut olabilir anlamına gelmez ki, unutulmamalıdır. Matematiksel olarak, türbülanslı akış genellikle akış ortalama bileşenin toplamı ve bir pertürbasyon bileşeni içine bozuldu olduğu bir Reynolds ayrışma yoluyla temsil edilir. Bu türbülanslı akışlar Navier-Stokes denklemlerinin kullanımı ile de tarif edilebilir olduğuna inanılmaktadır. Navier-Stokes denklemlerine dayanan Doğrudan sayısal simülasyon (DNS), mümkün ılımlı Reynolds sayılarında türbülanslı akışları simüle yapar. Kısıtlamalar kullanılan bilgisayarın gücü ve çözüm algoritmasının verimliliğine bağlıdır. DNS sonuçları bazı akımları için deneysel verilerle uyum bulunmuştur. Ilgi Çoğu akışları, uygulanabilir bir seçenek olarak DNS çok yüksek Reynolds numaraları önümüzdeki birkaç on yıl için hesaplama gücü durumunu verilen. Bir insan (L> 3 m) taşımak için yeterince büyük herhangi bir uçuş aracı, daha hızlı 72 km / s'den (20 m / s) de DNS simülasyon (Re = 4000000) sınırının ötesinde. (Böyle bir Airbus A300 veya Boeing 747 üzerinde gibi) nakliye uçağı kanatları (kanat akor göre) 40 milyon Reynolds numaraları var. Bu gerçek hayat akışı sorunlarını çözme öngörülebilir gelecekte türbülans modellerini gerektirir. Türbülans modelleme ile birlikte Reynolds ortalamalı Navier-Stokes denklemleri (RANS) türbülanslı akış etkileri bir model sunmaktadır. Türbülans da ısı ve kütle transferini artırır rağmen böyle bir modelleme ağırlıklı Reynolds tarafından ek momentum transferi vurguluyor sağlar. Başka bir gelecek vadeden metodoloji özellikle RANS türbülans modelleme ve büyük girdap simülasyon bir kombinasyonudur -ki müstakil girdap simülasyon (DES) kılığında, büyük girdap simülasyon (LES) 'dir. Birçok karasal akışlar (bir boru aracılığıyla suyun örneğin akışı) düşük mach sayılarında meydana iken, pratik ilgi (örneğin aerodinamik olarak) birçok akımları Mach sayısı M = 1, yüksek fraksiyonları veya bunun (süpersonik akımlar) aşan meydana gelir. Yeni fenomen (nedeniyle hipersonik akışlarında iyonizasyon denge dışı kimyasal davranışı, 1 neredeyse eşit M akışlarının bir rejimde süpersonik akış, transonik istikrarsızlık örneğin şok dalgaları) bu Mach sayısı rejimlerin meydana ve her tedavi için gerekli olan bu ayrı rejimleri akış. Magnetohidrodinamik elektromanyetik alanlarda elektrik iletken sıvıların akışını multidisipliner bir çalışmadır. Bu tür akışkanların örnekleri plazmalar, sıvı metalleri, ve tuzlu su içerir. Sıvı akış denklemleri Maxwell'in elektromanyetizma denklemleri ile eş zamanlı olarak çözülmüştür. Sıvı dinamik sorunlara diğer olası yaklaşımları çok sayıda vardır. Daha yaygın olarak kullanılan bazıları aşağıda listelenmiştir. -Yüzdürme kuvvetleri hesaplamak dışında Boussinesq yaklaşımı yoğunluğu varyasyonları ihmal. Genellikle yoğunluk değişiklikleri küçük serbest konveksiyon problemlerinde kullanılır. -Yağlama teorisi ve Hele-Shaw akış denklemlerinin bazı terimler küçük ve böylece ihmal edilebilir olduğunu göstermek için etki alanının geniş en boy oranını patlatır. -İnce vücut teorisi üzerine kuvvet tahmin veya viskoz sıvı içinde, etrafında uzun ince bir nesne alanını akış Stokes akış problemlerinde kullanılan bir yöntemdir. -Sığ su denklemleri yüzey gradyanlar, küçük olan bir serbest yüzeye sahip nispeten viskoz olmayan sıvının bir tabaka tarif etmek için kullanılabilir. -Boussinesq denklemleri sıvı kalın katmanlarda ve dik yüzey eğimli dalgalar yüzey için geçerlidir. -Darcy kanunu gözenekli ortamda akış için kullanılan ve değişkenler çeşitli gözenek genişlikleri üzerinde ortalaması ile çalışır. -Dönen sistemlerde, Yarı-jeostrofik denklemler basınç eğimleri ve Coriolis kuvveti arasında neredeyse mükemmel bir denge varsayıyorum. Atmosferik dinamikleri çalışma yararlıdır. Basınç kavramı sıvı statiği ve akışkan dinamiği hem de çalışmaya merkezidir. Bir basınç ne olursa olsun, sıvı hareket olup olmadığı, sıvının bir gövde her noktası için tespit edilebilir. Basınç aneroid, Bourdon tüp, cıva sütunu veya çeşitli başka yöntemler kullanılarak ölçülebilir. Akışkanlar dinamiği çalışmalarında gerekli olan terminoloji bazı çalışma benzeri yerlerde bulunmaz. Özellikle, akışkan dinamiği kullanılan terminoloji bazı sıvı statiği kullanılmaz. Toplam basınçta ve dinamik basınç kavramları Bernoulli denklemi ortaya çıkar ve sıvı akışlarının çalışmada anlamlıdır. Akışkan dinamiği basınç bahsederken olası karışıklığı önlemek için, (Bu iki baskılar-onlar anlamda bir aneroid, Bourdon tüp veya cıva sütunu kullanılarak ölçülen olamaz. Her zamanki basınçlar değil), birçok yazar ayırt etmek vadeli statik basınç kullanmayın toplam basınç ve dinamik basınç. Statik basınç basıncı ile aynıdır ve bir sıvı akış alanı içinde her nokta için tespit edilebilir. Aerodinamik olarak, LJ Clancy yazıyor:  total ve dinamik baskılardan ayırt etmek değil, onun hareketi ile ancak devlet ile ilişkili sıvı gerçek basınç, genellikle statik basınca olarak anılacaktır, ama nerede olduğunu Yalnız süreli basınç, bu statik basınç atıfta kullanılır. Akış (yani hız sıvı akışı dalmış bazı
katı vücuduna bitişik sıfıra eşit) dinlenmek için gelmiş bir sıvı akışı içinde bir nokta özel bir önem taşımaktadır. Bu özel bir isim bir durgunluk noktasına verilir gibi önem taşımaktadır. Durgunluk noktasındaki statik basınç özel önem taşımaktadır ve kendi ad durgunluk basıncı verilir. Sıkıştırılamaz akışlar ise, bir durgunluk noktada durgunluk basınç akış alanı boyunca toplam basınca eşittir. Sıvı durumunu belirlerken sıkıştırılabilir bir sıvı olarak, örneğin hava gibi, ısı ve basınç gereklidir. Toplam basıncın kavramı (aynı zamanda durgunluk basıncı olarak da bilinir) ek olarak, toplam (veya durgunluk), sıcaklık ve toplam (veya durgunluk) yoğunluk kavramları da sıkıştırılabilir akışkanlar arasında herhangi bir çalışma gereklidir. Sıcaklık ve yoğunluk söz ederken olası karışıklığı önlemek için, pek çok yazar terimleri statik sıcaklık ve statik yoğunluk kullanın. Statik sıcaklığı sıcaklığına aynıdır; ve statik yoğunluğunun yoğunluğu aynıdır; ve her ikisi de sıvı bir akış alanı içinde her nokta için tespit edilebilir. Bir durgunluk noktasındaki sıcaklık ve yoğunluk durgunluk sıcaklık ve durgunluk yoğunluğu denir. Benzer bir yaklaşım da sıkıştırılabilir akışkanların termodinamik özellikleri ile alınır. Birçok yazar terimleri toplam (ya da durgunluk) entalpi ve toplam (veya durgunluk) entropi kullanın. Terimleri statik entalpi ve entropi statik az yaygın görünen, ancak kullanıldığı yerlerde onların 'toplam' veya 'durgunluk' meslektaşları ile karışıklığı önlemek için "statik" öneki kullanarak, sırasıyla entalpisi ve entropi anlamına gelir. 'Toplam' akış koşullarının izentropik dinlenme sıvının getirerek tanımlanan Çünkü, toplam (ya da durgunluk) entropi "statik" entropi her zaman eşit tanımı gereği olduğunu. Reklam sarmalı Reklam sarmalı bir reklamcılık kavramıdır. Reklam spirali olarak da bilinir. Özellikle marka planlaması yapılırken, reklam aşamalarının belirlenmesinde kullanılır. Robert Bresson Robert Bresson (d. 25 Eylül 1901, Auvergne, Fransa - ö. 18 Aralık 1999), Fransız yönetmen. Aslında ressam ve fotoğrafçı olan yönetmen, 30'lu yıllarda film alanında bazı deneyimler kazandı. İlk konulu film denemesini 1943 yılında gerçekleştirdi. Kendi özgün üslubunu, o gün bu yana çevirdiği çoğu edebiyat uyarlaması filmlerle oluşturdu. Erdem, masumiyet ve suç, ölüm - özellikle intihar -, tinsel açıdan yeniden yaradılış ve çürüyüş temalarında tutkulu ısrarı, pek çok ödüle sahip bu sinema ustasını, saygı duyulan, ancak popüler olmayan bir yönetmen konumuna getirdi. Futsal Futsal, salon futbolu olarak bilinen ve genel olarak futbola benzese dahi kendine özgü kuralları olan spordur. Futsalın (salon futbolu) geçmişi 1930 yılına, Uruguay'ın başkenti Montevideo'ya kadar uzanıyor. O tarihte Juan Carlos Cariani, YMCA derneklerindeki gençler için futbolun beşer kişilik bir versiyonunu uyarlıyor. Maçlar hentbol sahası boyutlarındaki açık ve kapalı alanlarda oynanıyor. Futsal ismi ise bu oyun için kullanılan uluslararası bir terim. Kökeni İspanyolca ya da Portekizce'deki FUTbol veya FUTebol ve Fransızca veya İspanyolcadaki SALle veya SALa kelimelerinden geliyor. Futsal, günümüzde FIFA'nın şemsiyesi altında tüm dünyada gelişim kaydediyor. İlk uluslararası karşılaşmalar 1965 yılında düzenleniyor ve Paraguay Güney Amerika Kupası'nı kazanıyor. 1979 yılına kadar altı Güney Amerika Kupası daha düzenleniyor. Tümünü Brezilya kazanıyor. Brezilya futsaldaki üstünlüğünü 1980 yılında düzenlenen ilk Pan Amerikan Kupası'nı, ardından 1984 kupasını kazanarak da gösteriyor. 1983 yılında ABD Futsal Federasyonu Osvaldo Garcia'nın başkanlığında kuruluyor. O zamanlar Minisoccer (Mini Futbol) adıyla anılan oyun sonraları futsal adını alıyor. Futsal 1989 yılında FIFA şemsiyesi altına girmeden önce, FIFUSA tarafından ilk Futsal Dünya Kupası düzenleniyor. Yıl 1982, yer Sao Paulo – Brezilya. Turnuvayı Brezilya şampiyon olarak tamamlıyor. 1985 yılında İspanya'da düzenlenen ikinci Futsal Dünya Kupası'nın galibi de Brezilya oluyor. Brezilya'nın bu ezici üstünlüğüne 1988 yılında Avustralya'daki Dünya Kupası'nda Paraguay son veriyor. Bu tarihten sonra oyunlar FIFA'ya bağlanıyor. 1989 yılında Hollanda'da, 1992 yılında Hong Kong'da düzenlenen şampiyonaların galibi alışılageldiği üzere Brezilya oluyor. Maçların oynanacağı alanın boyutları; Uluslararası karşılaşmalarda; Futsalda saha çizgileri sahaya dahildir. Tüm çizgiler 8 cm kalınlığında olmalıdır. Orta saha yuvarlağının çapı 3m'dir. Kale önlerindeki (futboldaki ceza sahasına denk gelen) alan, kale direklerinden uzaklığı altı metre çaplı çeyrek daireler ve bunları birleştiren 3,16m'lik bir çizgiden oluşur. Bahis konusu 3,16m'lik çizgi doğal olarak kale çizgisine paralel ve 6m uzaklıktadır. Penaltı noktası kaleden 6m uzaklıktadır. İkinci penaltı noktası ise 10m uzaktadır. Korner çizgileri 25 cm çaplı çeyrek daireler olarak çizilir. Yedek oyuncu alanları doğrudan takım 'bench'lerinin önünde ve beşer metre uzunluğundadır. Bu beş metrelik alan, taç çizgisini dikine kesen, 8 cm kalınlığında, 40'ı saha içinde, 40'ı saha dışında kalan 80 cm'lik çizgilerle belirtilir. Her iki takımın beşer metrelik 'oyuncu değişikliği alanı', orta saha çizgisinden beşer metre uzaklıkta olmalıdır. Böylece "süre hakeminin" görüş alanı açık kalır. Kale ölçüleri (içten ölçülmek kaydıyla): olmalıdır. olmalıdır. Topun maç esnasında zarar görmesi, patlaması vb durumlarda oyun durur ve top değiştirilir. Hakemin izni olmadan top değiştirmek yasaktır. Futsal karşılaşmaları, birisi kaleci olmak kaydıyla beşer oyuncudan oluşan takımlarca oynanır. Maç boyunca FIFA kurallarına göre oyuncu değişikliği yapılabilir. Maksimum yedek oyuncu sayısı yedidir. Maç süresince oyuncu değişikliğinde sınır yoktur. Oyuncu değişikliği için maçın durmuş olması gerekmemekte ve şu şartlar gereklidir; Eğer ki girecek oyuncu, çıkan oyuncu alanı tümüyle terketmeden oyuna girerse; Eğer oyuna giren veya çıkan oyuncu sahaya kendi "oyuncu değişiklik alanı' dışında bir noktadan girerse; Maç esnasında oyundan atılmalar sonucunda bir takım, kaleci dahil üç oyuncudan az sayıya ulaşırsa maç tatil edilir. Maç esnasında teknik direktörler saha kenarından taktik verebilirler. Ancak hareketleri ile oyuncu ve hakemleri engellememeleri gerekmektedir. Oyuncular kendileri veya rakipleri için tehlikeli olabilecek hiçbir şey kullanamazlar. Her türlü takı yasaktır. Temel ekipman: Maçlarda hakemin karşı tarafında görev yapan ikinci bir hakem bulunur. İkinci hakemin de karar yetkisi vardır (düdük çalabilir). İkinci hakemin asıl görevi hakeme yardımcı olmaktır. Uluslararası karşılaşmalarda ikinci hakemin görev alması mecburidir. Maçlarda bir süre hakemi ve üçüncü hakem bulunur. Bu ikili orta saha çizgisi hizasında ve yedek kulübelerinini tarafında otururlar. Süre hakemi kronometre bulundurur. Karşılaşma esnasında; Üçüncü hakem, süre hakemine yardımcı olur. Süre hakeminin görev yapamayacak durumda olması halinde onun görevini 3.hakem üstlenir. Hakem veya ikinci hakemin sakatlık nedeniyle göreve devam edememeleri durumunda onların yerinide alabilir. Maç birbirine eşit 20'şer dakikalık iki devreden oluşur. Her iki devrenin sonunda maç penaltı atışı için veya beş faul hakkını doldurmuş takım aleyhine serbest atış için uzatılır. Takımların her birinin, her devre için birer dakika mola kullanma hakları vardır. Mola için; Devre arası süresi 15 dakikadan uzun olamaz. Eğer karşılaşmada süre hakemi yoksa, takım koçu veya kaptanı mola talebini hakemden isteyebilir. Ekstra uzatma gerektiren durumlarda, uzatmada mola kullanılamaz. Maçın başında kura atışı yapılır. Atışı kazanan kaleyi seçer, kaybeden başlangıç vuruşunu yapar. İkinci devre başında kaleler değiştirilir, maç başında atışı kazanmış olan takım ikinci devre başında topu kullanır. Başlama vuruşu; Başlama vuruşundan doğrudan gol yapılamaz. Başlama vuruşunda; Eğer oynarsa; Taç, aut, gol vb topun saha çizgilerini terketmediği durumlarda oyunun durması gerektiğinde karşılaşma oyunun durduğu yerden hava (hakem) atışı ile başlatılır. Özel durumlar: Top oyun dışına çıkar. Bunun dışında, Topun tavana değerek oyun dışı kalması durumunda oyun rakip takım tarafından, topun son oynandığı yerden başlatılır. Kurallarda aksi belirtilen durumlar haricinde, topun tamamının kale direkleri arasından gol çizgisini geçmesi halinde gol olur. Ancak topun, hücum eden takım oyuncuları tarafından el veya kol ile oynanmamış olması gerekir. Maçta en çok gol kaydeden takım galip gelir. Eğer iki takım da gol kaydına muvaffak olamaz veya eşit sayıda gol kaydederlerse maç berabere biter. Beraberlik halinde, düzenlenen turnuva kurallarına göre uzatma süresi oynanabilir ve / veya penaltı atışlarına gidilebilir. Serbest Vuruşlar: Eğer bir oyuncu şu hareketlerden birisini yaparsa; serbest vuruş verilir. Oyun hareketin olduğu yerden başlatılır. Penaltı Atışı: Yukarıdaki hareketlerden birisi, bir oyuncu tarafından kendi ceza alanı içinde yapılırsa penaltı atışı ile cezalandırılır. Endirekt Vuruşlar: endirekt vuruş kararı verilir. Sarı ve kırmızı kartlar sadece oyuncu veya yedek oyunculara gösterilebilir. Sarı kartlar oyuncunun şu hareketlerinde gösterilir: Kırmızı kartlar oyuncunun şu hareketlerinde gösterilir: Kırmızı kart görmüş bir oyuncu oyun alanını ve yedek bankını terk etmelidir. Bir oyuncu kırmızı kartla oyundan atıldıktan iki dakika sonra, eğer o ana kadar gol olmadıysa, bir başka oyuncu yerine girer. Bir oyuncu topu, önceden yarı saha çizgisini geçmiş veya rakip tarafından oynanmış olmak kaydıyla, kafa, göğüs veya diziyle kalecisine pas olarak verebilir. Ancak hakem bu hareketin kurala karşı hile olduğuna kanaat getirirse sportmenlik dışı davranış olarak değerlendirilir. Bu durumda hareketi yapan oyuncu uyarılır, sarı kart görür ve aleyhine endirekt serbest vuruşa karar verilir. Rakibin güvenliğini tehlikeye atacak müdahaleler ciddi faullü oyun olarak değerlendirilir. Aldatmaya yönelik her hareket hakem tarafından sportmenlik dışı davranış olarak değerlendirilir. Bir oyucunun gol se
vincini formasını çıkartarak kutlaması sportmenlik dışı davranış olarak değerlendirilir. Serbest atışlar direk veya endirek olabilir. Her iki atışta da top atış esnasında sabit durmalı, atışı kullanan oyuncu bir başkası dokunmadan topa ikinci kez dokunmamalıdır. Direk serbest atışta doğrudan gol yapılabilir. Endirek serbest atışta ise top ikinci bir oyuncuya değmedikçe gol olmaz. Her iki durumda da atış esnasında tüm rakip oyuncular toptan en az beş metre uzakta olmalıdırlar. Eğer atış, atışı kullanacak takımın ceza alanı içindeyse tüm rakip oyuncular ceza alanı dışında durmalıdırlar. Top ceza alanını terkettiğinde oyunda olur. Eğer atış esnasında rakip oyuncu gerekli mesafaye açılmamışsa atış tekrarlanır. Eğer atışı kullanan oyuncu, top ikinci bir oyuncuya değmeden topla bir kez daha oynarsa rakip takım lehine endirek serbest vuruş olur. Eğer atışı kullancak takım atışı dört saniye içinde kullanmazsa rakip takım lehine endirek serbest vuruş olur. Direk atışta, hakem kararı verildiğinde bir koluyla atış yönünü işaret eder. Endirek atışta, hakem kararı verdiğinde bir kolunu havaya kaldırır ve top atış sonrasında ikinci bir oyuncuya değene kadar havada tutar. Serbest atışlar direk veya endirek olabilir. Her iki atışta da top atış esnasında sabit durmalı, atışı kullanan oyuncu bir başkası dokunmadan topa ikinci kez dokunmamalıdır. Direk serbest atışta doğrudan gol yapılabilir. Endirek serbest atışta ise top ikinci bir oyuncuya değmedikçe gol olmaz. Her iki durumda da atış esnasında tüm rakip oyuncular toptan en az beş metre uzakta olmalıdırlar. Eğer atış, atışı kullanacak takımın ceza alanı içindeyse tüm rakip oyuncular ceza alanı dışında durmalıdırlar. Top ceza alanını terkettiğinde oyunda olur. Eğer atış esnasında rakip oyuncu gerekli mesafaye açılmamışsa atış tekrarlanır. Eğer atışı kullanan oyuncu, top ikinci bir oyuncuya değmeden topla bir kez daha oynarsa rakip takım lehine endirek serbest vuruş olur. Eğer atışı kullancak takım atışı dört saniye içinde kullanmazsa rakip takım lehine endirek serbest vuruş olur. Direk atışta, hakem kararı verildiğinde bir koluyla atış yönünü işaret eder. Endirek atışta, hakem kararı verdiğinde bir kolunu havaya kaldırır ve top atış sonrasında ikinci bir oyuncuya değene kadar havada tutar. Her takımın her iki devrede yaptıkları ilk beş faul kaydedilir. Eğer bir takım beş faul hakkını doldurmadıysa ve bariz gol şansı yoksa hakem faullerde avantaj kuralını uygulayabilir. Hakem avantaj uygularsa, oyun durduğu anda, takım faulunu belirtmek için süre hakemi ve üçüncü hakeme faul işaretini vermelidir. Her iki yarıda da ilk beş takım faulünde; Her iki yarıda da altıncı takım faulünden itibaren; Atış prosedürü: Atış esnasında aleyhinde atış kullanılan takım oyuncuları kurallara uyumazsa; Atış esnasında atış kullanan takım oyuncuları kurallara uyumazsa; Her iki takım oyuncuları da kurallara uymazsa; Serbest atışı gerektiren durumlardan birisi ceza alanı içinde yapılırsa penaltı olur. Penaltıdan direk gol yapılabilir. Her iki yarının sonunda veya uzatma dakikalarında penaltının kullanılmasına izin verilir, maç bitirilmez. Top penaltı noktasına konur. Penaltıyı kullanacak oyuncu açıkça belirtilir. Kaleci topa vurulana kadar kale çizgisi üzerinde kalmalıdır. Diğer oyuncular ceza alanı dışında, toptan en az beş metre uzakta ve penaltı noktası hizasında olmalıdırlar. Atışı kullanan oyuncu, top bir başkası tarafından oynanana kadar topla ikinci kez oynayamaz. Top, vurulduğu anda oyundadır. Savunmacı takımdan bir oyuncu kuralları ihlal ederse; Atışı kullanan takım oyuncularından birisi kuralları ihlal ederse; Her iki takım oyuncuları da kuralları ihlal ederse; Taç atışı ayakla kullanılır. Taçtan doğrudan gol olmaz. Taç, top yerden veya havadan taç çizgisini tümüyle geçerse veya tavana çarparsa olur Taç atışı topun çıktığı yerden veya (tavana çarptıysa) rakibin son oynadığı yerden kullanılır. Atış her yöne doğru kullanılabilir. Rakip oyuncular toptan en az beş metre uzakta olmalıdırlar. Atış en çok dört saniye içinde kullanılmalıdır. Atışı kullanan oyuncu ikinci biri oyuncu topa dokunmadıkça topla oynayamaz. Aksi takdirde rakip takım lehine endirek serbest vuruş verilir. Top atış kullanıldığı andan itibaren oyundadır. tekrarlanır. Aut atışından doğrudan gol olmaz. Atış kaleci tarafından ceza alanı içinde herhangi bir noktadan kullanılır. Top oyuna girene kadar rakip oyuncular ceza alanı dışında kalmalıdırlar. İkinci bir oyuncu topla oynamadan, kaleci topla ikinci kez oynayamaz. Top ceza alanını terkettiği anda oyundadır. Top ceza alanını terketmezse atış tekrarlanır. Bir başka oyuncu topla temas etmeden, kaleci bir kez daha topla oynarsa aleyhine endirek atış kararı verilir. Kaleci topun kontrolünü aldıktan sonra dört saniye içinde atış kullanılmazsa aleyhine endirek vuruş kararı verilir. Kornerden rakip takıma doğrudan gol yapılabilir. Atışta; 19 Eylül 2011 ELO sıralamasına göre en iyi 25 Takım: 27 Eylül 2011 itibarıyla, ELO sıralamasına göre en iyi 25 Takım: 27 Eylül 2011 ELO sistemine göre en iyi 10 takım: Bipolar bozukluk Bipolar bozukluk (iki uçlu duygulanım bozukluğu), belirtileri bir dönem yüksek ruh halli maniye ve bir dönem düşük ruh halli majör depresif bozukluğa benzer olmak üzere, kişinin duygudurumunda aşırı ve zıt yönlü değişiklikler tecrübe etmesi ile karakterize edilen bir zihinsel hastalıktır. Yükselen duygudurumu, duygudurumunun şiddet seviyesine ya da psikoz belirtilerinin mevcudiyetine bağlı olarak, mani veyahut hipomani olarak isimlendirilir.Mani esnasında, hasta kimse, anormal düzeyde enerjik, mutlu veya fevri hissetmekte ya da davranışlar göstermektedir. Hastalığın kullanılan diğer tanımlayıcı terimleri arasında "iki uçlu duygudurum bozukluğu, bipolar afektif bozukluk, manik depresif bozukluk, manik" "depresyon" ve "manik atak" sayılabilir. Bipolar bozukluğun sebebi henüz tümüyle anlaşılamamıştır; fakat, çevresel ve genetik etmenlerin rol aldığı düşünülmektedir. Birçok genin hastalık riskine etki ettiği bildirilmektedir. Bipolar bozukluk, kişinin depresyon ve/veya mani, hipomani, ve/veya karışık durumlar geçirdiği duygudurum bozuklukları sınıfını kapsayan tanısal kategoridir. Kişinin, depresif eğilimlerin yoğun yaşandığı dönemlerle, taşkınlık, coşkunluk olarak tanımlanabilecek mani dönemleri yaşadığı, bu bağlamda Bipolar Bozukluk ya da Manik Atak olarak tanımlanan bir rahatsızlıktır. DSM-IV adlı tanı ve istatistik kriteri ile teşhis konur. Bu hastalığın genelde yirmili yaşlarda ortaya çıktığı çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. Tip 1 , Tip 2 ve Tip 3 olarak 3'e ayrılır. Mani, bipolar bozukluğun tanımlayıcı özelliklerinden biridir ve farklı şiddet düzeylerinde gerçekleşebilir. Hipomani olarak adlandırılan orta düzey şiddetteki mani içinde bulunan bireyler zinde ve kolaylıkla heyecanlanabilmekte (uyarılgan) olup; genellikle yüksek seviyeli bir üretkenlik içerisindedirler. Hipomani ilerlemesi halinde, hasta bireyler birden degisiveren (Ing. "erratic") ve fevri davranışlar gosterebilir. Bu hasta bireyler, gelecege dair siklikla kotu kararlar alabilmektedir gercekci olmayan gelecege dair düşünceler geliştirmekten oturu ve daha az uyumaktadırlar. Mani bireyler, ekstrem durumlarda, psikoza uzanacak boyutta halusinasyonlar gorebilir, var olmayan sesler duymaya baslayabilir veya evrene-cevresine dair kuruntulu ya da carpik inanislar geliştirebilir. Bir mani dönemi (Ing. "episode") ardindan genellikle bir depresif dönem tecrube edilir. Mani ya da hipomani döneminden depresif döneme, ve tam tersi, gecisten sorumlu biyolojik mekanizmalar, gunumuzde butunuyle kesfedilememistir. Mani, hayatin akisina aykiri bir anormalik gosterecek sekilde en az bir hafta suresince 'yukselen' duygudurumu tecrube edilmesi olarak tanimlanabilir. Bu duygudurumu, öföriden (yerinde duramama, zindelik hissiyati, mutluluktan uçma vb.) deliryuma (bilincin ve algının kaybolması hali, hezeyan vb.) uzanan bir yelpaze icindedir. Hipomani veyahut mani tecrube eden bir bireyin, siralanan su davranışların en az ucunu gostermesi beklenir: konuşma baskısı (kesintisiz ve hizli konusmak), kisa dikkat süresi, 'racing thoughts', hedefler belirleme eyleminde artis, ajitasyon; hiperseksüalite veya asiri maddi harcama yapmak gibi tepisel (impulsif), yuksek riskli davranışlar geliştirme. Bir bireyin "mani dönemi" tecrube ediyor olup olmadigina dair kesin kanaat, bu davranışların ancak, hasta bireyin sosyal veya is hayatini sekteye ugratmasi halinde getirilmektedir. Bu dönem rahatsizligina mudahil olunmadigi takdirde, bir "mani dönemi" genellikle uc ila alti ay suresince devam eder. Hipomani veya mani bireylerde uyku ihtiyacinin azalmasi, muhakemenin zayiflamasi, çok hizli ve abartili konusulmaya baslanmasi gozlenebilir. Mani bireylerde, bir "kendi kendini tedavi etme yontemi" maksatli, yillarca surdurulmus bir madde bağımlılığı gecmisine rastlanabilir. Bu dönemde, birey kendisinin durdurulamaz oldugunu hissedebilir; "secilmis bir kisi" ve bir "ozel gorev"le yukumlu oldugunu dusunmeye baslayabilir ya da büyüklenmeci-delüzyonal fikirlere sahip hale gelebilir. Bu duygudurumu hali, saldirgan davranışlara donusebilir ve kimi zaman bireyin bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde yatili tedavi gormeye mecbur birakilmasina yol acabilir. Mani belirtilerinin siddet duzeyi, Young Mani Derecelendirme Ölçeği gibi olceklerle niceliklendirilmeye calisilabilir; fakat, bu tip olceklerin gecerlik ve guvenirlik duzeyi gunumuzde arastirma konusudur. Bir mani ya da depresif dönem baslangici habercisi cogunlukla uyku bozukluklarıdir. Mani döneminden uc hafta oncesine kadar duygudurum degisimleri, psikomotor ajitasyon ve beslenme duzeninde degisme ve anksiyetede artis gerceklesebilir. Hipomani, bir seviye dusuk siddette mani olarak tarif edilebilir. Hipomani, maniye karşıdusen tum kıstasların en az dört gun tecrube edilmesi olarak kavramsallastirilmistir. Lakin, bu tecrubeler, sosyal veya is hayatinda bireyin kabiliyetlerini onemli olcude olumsuzlamaz; delüzyon ya da varsanı
(halüsinasyon) psikozlarını barindirmaz ve bireyin, ruh-sinir hastalıkları hastanesinde musahede altında bulundurulmasini gerektirmez. Aksine, hipomani dönemlerinde bireyin genel faal halleri guclenebilir; bu durum, kimi arastirmacilar tarafından bir savunma mekanizmasi olarak degerlendirilmistir. Hipomani dönemleri nadiren maniye evilir. Hipomani tecrube eden kimi bireylerde yaraticilik artisi rapor edilmis iken; kimilerinde asabiyet artisi veya muhakame zayiflamasi gozlemlenmistir. Hipomani, kimi bireylerde olumlu hisler yaratabilmektedir; fakat, bu dönemi tecrube etmis bircok bireyin rapor edilmis beyanatina gore, tecrube beklentisinin olusturdugu stres cokca sancılı bulunmustur. Hipomani dönemindeki bipolar bozukluk hastaları, kendilerine ait eylemlerin, kendi etrafinda olan bireyler uzerindeki etkilerini fark edememek veya bu etkileri unutmak egiliminde istemdisi bulunabilir. Hasta bireyin aile uyeleri ya da arkadaşları, bireyin duygudurumu calkantılarını gozlemleyebilmesine karşın, genellikle, birey bu calkantılı surecin ayriminda olmaz. 'Hipomanik bir eylem', depresif bir dönem ile takip edilmediginde veya duygudurum calkantılarının kontrol-disi, aniden degisebilen olmadigi hallerde, genellikle birey ve cevresi icin sorun yaratici olarak gorulmez. dönem semptomları, genellikle birkac hafta ila ay arası kadar surer. Bipolar bozuklugun depresif dönem semptomları sunlardir: uzuntu, ofke ve alinganlik duygularının diresken olmasi, kam alinan aktivitelere ilgisizlesme/kayitsizlasma, asiri ya da yersiz sucluluk hissi, umutsuzluk, cokca ya da çok az uyumak, istah ve/veya kiloda degisimler, bitkinlik, zihinsel odaklanmada zorlanma, kendinden nefret etme veyahut degersizlik hissiyati, olumu sikca dusunmek ve intihar fikrine kapılmak/planini yapmak. Agir vakalarda, birey psikoz semptomları gosterebilir. Bu agir vaka, 'psikoz ozellikleri gosteren agir bipolar bozukluk' olarak da adlandırılmaktadır. Bu semptomlar, delüzyon ve halisünasyondur. Bir depresif dönem, en az iki hafta surmektedir; mudahil olunmadigi takdirde intihar ile neticelenebilir. Rahatsizligin ortaya cikis yasi azaldikca, rahatsizlik dönemlerinin ilk birkacinin depresif dönem olma ihtimali artmaktadır. Bipolar bozukluk teshisinde en az bir dönem mani ya da hipomani tecrubesi rapor edilmesine gerek duyuldugu icin, bircok bireye istemeyerek majör depresif bozukluk tanisi konmakta ve birey, recete edilen antidepresanlar ile hatalica tedavi edilmeye çalışılmaktadır. Bipolar bozuklukta, 'katisik afektif dönem', mani ve depresif dönem semptomlarının aynı anda gerceklesmesi halidir. Katisik dönem, depresif duygudurumuna, duygu çalkantılarının ve içtepisel kontrolün azalmasinin eslik etmesinden oturu intihar riskinin nispeten yuksek oldugu bir dönemdir. Bu dönemde, katisik olmayan mani veya depresif dönemlere gore anksiyete bozukluğu eszamanli hastalık olarak daha sik belirir. Madde ve/veya alkol bagimliligi da bu dönemdeki egilimlere eslik edebilir. Bipolar bozukluğa, teşhis kıstasları olarak değerlendirilmeyen klinik haller eşlik edebilir. Örneğin yetişkin hastalarda, genellikle, kognitif (bilişsel, algısal) süreç ve kaabiliyetlerde değişimler gözlemlenebilir. Bunlar arasında dikkat ila zihinsel yürütücü işlevlerde ve hafızada zayıflama sayılabilir. Kimi bilimsel araştırmalar, bipolar bozukluk ile yaratıcılık arasında dikkate değer bir doğru orantı olduğunu rapor etmiştir. Bipolar bozukluk hastaları, iliskilerini surdurmekte zorluk yasayabilirler. Bipolar bozukluk teşhisi konulmuş bireylerin çocukluk döneminde rapor edilmiş öncül ve alakalı rahatsızlıklar olabilir: bunlar arasında duygudurum anomalileri, majör depresif bozukluk dönemleri ve dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu sayılabilir. Bipolar bozukluk teşhisi, hastalık ile eș zamanlı gerçekleşebilir kimi diğer psikiyatrik haller sebebiyle kolay olmayabilir; bu haller arasında: obsesif kompulsif bozukluk, madde bağımlılığı, yeme bozuklukları, dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu, sosyal anksiyete bozukluğu, premenstrüel sendrom ve panik bozukluk belirtilebilir. Semptom ve dönemlerin uzun soluklu ve dikkatli analizi, mümkün ise bireyin aile fertleri ve arkadaş çevresi ile de iletişim halinde olunarak, eşlik eden diğer rahatsızlıkların var olduğu bipolar bozukluk vakalarında, uygun bir tedavi planı oluşturulması için çok önemlidir. Bipolar bozukluga yol acan mekanizmalar kesin olarak bilinmemektedir ve bireyden bireye farklilik gosterebilir. Hastaligin olusma riskini %60-80 bandinda "genetik etmenlerin" olusturdugu dusunulmektedir. Bipolar spektrumunda kalıtsallık orani 0.71 olarak tahmin edilmektedir. I. tip bipolar bozukluga ait konkordans oranları, modern arastirmalarda, tek yumurta ikizleri icin mutemadiyen %40 oraninda tespit ediliyorken, bu oran cift yumurta ikizleri icin %5 civarinda bulunagelmektedir. I. ila II. tip bipolar bozukluk ve siklotimik bozukluk kombinasyonu tecrube eden cift ve tek yumurta ikizlerinde de, bir onceki çalışma sonucuna benzer olarak, ilgili oran sirasiyla %42 ve %11 olarak not edilmistir. Unipolar bozukluga ait kondordans oranlarını arastiran bir diğer bilimsel çalışmada, bu oran tek yumurta ikizleri icin %67 rapor edilmis iken; cift yumurta ikizleri icin %19 olarak one surulmustur. Yukarıdaki araştırmaların tümünde, çift yumurta ikizlerine ait konkordans oranlarının nispeten düşük olması, hastalık oluşumu üzerinde aile ve çevre etkisinin kısıtlı olduğu çıkarımını önermektedir; fakat, bu tip araştırmaların doğası itibariyle dar kapsamlı örneklemlemelere dayanıyor olması, bu önermenin kesin ispatını zorlaştırmaktadır. Kimi davranışsal genetik araştırması, pek çok kromozom bölgesinin ve aday genin, her biri hafif veya orta etkili olmak üzere, bipolar bozukluk yatkınlığı ile etkileşimde bulunduğunu önermiştir. Bir araştırmada, bipolar bozukluk riskinin, bipolar bozukluk tecrübe etmiş bireylerin birinci dereceden yakınlarında, toplum ortalamasına nispeten yaklaşık on kat yüksek olduğu bildirilmiştir. Ayrıca, aynı çalışmada, majör depresif bozukluk riskinin de aynı gruplar için üç kat yüksek olduğu belirtilmiştir. Maniye dair ilk genetik bağlantı sonucunun 1969 senesinde keşfedilmesine karșın, günümüze kadarki araştırma sonuçları birbirini değillemektedir. Bu yazının yazıldığı ana değinki en kapsamlı ve en son genom çapında ilişkilendirme çalışması herhangi tek bir lokusun bipolar bozukluktan sorumlu olduğuna dair bir sonuca ulașamamıştır. BDNF, dopamin reseptörü D4, d-aminoasit oksidaz ve TPH1'nin polimorfizmleri, sıkça bipolar bozukluk ile ilintilendirilmiş ve ilk zamanlarda geçmiş-verilerin analizi ile ispat edildiğine kanaat getirilmiş; fakat, ilgili testlerdeki birtakım doğrulamaların üzerine, bu grup gen ve bipolar bozukluğun ilintili oluşuna dair kesin yargı geri çekilmiştir. Buna karşın, yeni bir çalışmada, TPH1'deki iki farklı polimorfizmin, bipolar bozukluk ile ilintili olduğu gözlemi rapor edilmiştir. Çevresel etmenler bipolar bozukluk oluşumu ve sürecinde önemlidir ve bireyin psikososyal özelikleri bireyin genetik nizamı ile etkileşebilir. Yakın zamanda vuku bulan hadiseler ve bireyler arası ilişkiler de, bipolar bozukluk dönemlerinin oluşumu ve tekrar edişinde, unipolar bozuklukta olduğu gibi bir ihtimalle etkili olabilir. Nispeten daha az etkili olsa da, bipolar bozukluk ya da benzeri rahatsızlıklar, devamda aktarılan nörolojik durum veya yaralanmalar sonucu ortaya çıkabilir: inme, travmatik beyin yaralanması, HIV enfeksiyonu, multipl skleroz, porfiria ve ender olarak temporal lob epilepsisi. Tedavi edilmediği durumda ağır bir seyir izleyebilen bir psikiyatrik rahatsızlıktır. Bipolar Bozukluk bazı kişilerde mevsimsel bir dalgalanma gösterir. Sonbahar ve kış, depresif durumun, ilkbahar aylarıysa manik atakların gözlendiği aylardır. Daha nadir olarak tam tersi de gözlenebilir. Duygudurumların yoğunluğu ve süresi kişiden kişiye büyük ölçüde değişir. Bipolar bozukluk tedavisinde duygu durum dengeleyicisi (lityum karbonat, valproat vb.) ilaçlar kullanılır. Yineleyen hastalık dönemleri (mani, depresyon, hipomani gibi) nedeniyle duygudurum dengeleyici ilaçların doktor kontrolünde uzun yıllar alınması gerekebilir. Bazı antiepileptik ilaçlar ve antipsikotikler de bipolar bozukluk tedavisi için kullanılmaktadır. Bipolar bozukluk genellikle ilaç ile tedavi edilmektedir. Psikiyatristler ve pratisyen hekimler genel olarak bipolar bozukluk semptomlarını azalmak için etkin ilaç tedavisini tercih ederler. Doktorunuz ile sürekli iletişimde kalmak, doktorunuzun söylediklerini harfiyen uygulamanız hastalığın tedavisinde önemli bir yere sahiptir. Bipolar bozukluk rahatsızlığı boyunca toplum hayatına uyum sağlamak, insanlardan uzak durmamak oldukça önemlidir. Hastalığın tedavisi ilaç kullanımı ile yapılıyor olsa da psikolojik rahatsızlıklarda moralin yeri unutulmamalı, bipolar bozukluğu bulunan kişinin morali yüksek tutulmalıdır. İlaçla tedavi, hastalığın kontrol altına alınması içindir. Kişi, bir psikiyatrist doktor ve psikolog yardımıyla, depresyon eğilimlerine karşı bir savunma geliştirmelidir. Yine de manik ataklar önlense bile, kişide genel bir durgunluk gözlenebilir. Kişi, bu eğilime karşı da hazırlıklı olmalı, yoğun depresif süreçlerde gerektiğinde müdahale edilmelidir. Piriz Piriz, çimento ve alçı gibi bağlayıcı maddelerin su ile karıştırılıp bir hamur haline geldikten bir süre sonra yapısındaki suyu kaybederek (kimyasal birleşim, buharlaşma vb.) katılaşması. Piriz süresi ortam koşullarına bağlı olarak değişiklik gösterir. Normal koşullar altında piriz işlemi 1-10 saat arasında tamamlanır. Aşırı olmamak koşulu ile artan sıcaklık altında katılaşma hızlanır. Katılaşma ile birlikte sertleşme olarak tanımlanan hamurun dayanım kazanma olayı başlar. Örneğin betonun dayanımı zamanla artar ve çimento hamurunun tam dayanıma ulaşması uzun bir süre alır. Çimentonun ani bir biçimde sertleşmesidir. Hidratasyon ısısı açığa çıkmaz. Beton, mukavemeti kaybolmadan, karıştırılmak sureti ile eski hamurumsu kıvamına geri döner. Betonun beklenmedik bir biçimd
e, öngörülen süreden önce pirize girmesidir. Ani priz sırasında yüksek derecede hidratasyon ısısı oluşur. Ani prizin geri dönüşümü yoktur. Delilik Delilik veya çılgınlık yarı kalıcı, ağır bir zihinsel bozukluktur. Genelde bir zihinsel hastalık tipinden türer. Delilik terimi tıbbi bir terim olmaktan çok hukuki ve kültürel bir terimdir. Delilik modernizmle birlikte gelişen bir kavramdır. Önceleri ruhsal sıkıntılar Amerika Birleşik Devletleri'nde entelektüel bir tavır gibi algılanıp çılgınlık meşrulaştırılmaya çalışılmıştır. Dickens'ın Lord Arthur'un Suçu adlı kitabında buna benzer betimlemeler de vardır. Postmodern kültürse yarattıgı bütün değişkenleri yadsıdıgı gibi deliligi de dışlar.Bu tür hastalıklar kişilik bozukluğundan meydana gelebilir. Kişilik bozukluğu Kişilik bozuklukları uzun dönemli, şiddetli ve dirençli düşünce ve davranış kalıplarıyla karakterize olmuş zihinsel bozukluklar sınıfıdır. Kişilik bozukluklarının tanımlanması ve kategorize edilmesi zordur. Kökeni kalıtsal veya çevresel olabileceği gibi, hem kalıtsal hem de çevresel olabilir. Kişisel bozuklukların tanımında kişinin içinde bulunduğu kültürel ve sosyal ortam çok önemlidir. Bir durumun kişilik bozukluğu olarak teşhis edilmesi için kişisel ve/veya sosyal yaşamında önemli oranda sıkıntı ve bozukluğa yol açacak bir davranış düzeni bulunmalıdır. Psikopati Psikopati eskiden her türlü akıl hastalığı formunu kapsayan bir terim olarak kullanılırdı. Bugün ise, psikopati psikiyatride empati ve vicdan eksikliği ile karakterize olan bir kişilik bozukluğu olarak tanımlanmakta, bu kişilik bozukluğunu ifade etmek için kullanılmaktadır. Her ne kadar bir psikiyatri terimi olarak yaygınca kullanılsa da, DSM-IV-TR veya ICD-10'da gerçek bir dengi yoktur. Planlanan DSM V'in bu anomaliyi de göstermeye başlayacağı umulmaktadır. "Psikopati" sözcüğü, Yunanca "psych" yani "zihin, ruh" ve "pathos" yani "dert, acı çekmek, hastalık"tan türemiştir. Asıköy Asıköy (Dobri Voynikov-Добри Войниково) Bulgaristan [DELİORMAN] Şumnu ili Şeytancık ilçesine bağlı çoğunluğunu Türk nüfusun oluşturduğu Asıköy, Şeytancığa bağlı 5 km. uzaklığı olan bir köydür. En büyük Türk aileleri İslam ,Berberler ve Manavlar Embiyalar olarak nam salmıştır. Bu ailelerin büyük çoğunluğu Türkiye'ye göçetmiş olmasına rağmen halen Asıköyde yaşayan hatırı sayılır miktarda Türk nüfus bulunmakta olup muhtarlığını Türkler yapmaktadır. Asıköyde 1989 daki göçmenlikten sonra Türkiye'ye yerleşen Türk aileleri İstanbul ili içerisinde Gaziosmanpaşa, Küçükköy, Sultangazi ve Güneşli civarında ikamet etmektedirler. Çığlık Çığlık şu anlamlara gelebilir: Anemi (anlam ayrımı) Jasper Johns Jasper Johns, Jr. (d. 15 Mayıs 1930 Augusta, Georgia) Amerikalı, ismi Pop sanatı ve Neo-dada ile anılan çağdaş ressamdır. Robert Rauschenberg ile birlikte modern soyut resimden pop sanatı ve kavramsal sanat arasındaki geçişte etkili olmuştur. Johns, 1947-48 yılları arasında University of South Carolina'da okumuş, daha sonra buradan ayrılıp New York'a taşınarak 1949'da eğitimini kısa bir süreliğine Parsons School of Design'da sürdürmüştür. Bu arada Robert Rauschenberg, Merce Cunningham ve John Cage ile tanışmış ve birlikte zamanın sanat çevresini inceleyerek yeni fikirler geliştirmeye başlamışlardır. Kore Savaşı sırasında, 1952-1953 yılları arasında Sendai, Japonya'ya görev almıştır. 1958'de koleksiyoner Leo Castelli, Robert Rauschenberg'ün stüdyosunu ziyaret ettiği sırada kendisini keşfedip sergi açmak için anlaşmıştır. En tanınmış eseri "Bayrak"'tır. ("Flag, 1954-55") Çalışmaları genel olarak Neo-dada olarak tanımlansa da popüler kültürden alıntı nesne ve imgeleri kullanması açısından pop sanatı ile de bağlantılıdır. Erken dönem işleri bayraklar, haritalar, hedef tahtaları, rakamlar, vb. öğeler kullanır. Johns'ın yüzeyi kullanımı akıcı ve resimseldir. Balmumu bazlı boya ve alçıyla kabartma tekniklerini sıkça kullanır. Zıtlıklar, çelişkiler, paradokslar ve ironiler, Dada sanatçılarında olduğu gibi Johns'ın çalışmalarında da sıkça rastlanan özelliklerdir. Johns ayrıca oyma baskı, heykel ve litografi tekniklerini de kullanmıştır. Johns özellikle Peirce semiyotiği açısından bakıldığında değişik özelliklere sahiptir. Kendisinden önce gelen, soyut dışavurumcu Jackson Pollock ve Willem de Kooning'in örnek gösterilebileceği maço "kahraman sanatçı" figürlerine karşın, tuvalin tamamını kapsayan birer imza niteliğinde resimler yapmak yerine anlamı halihazırda kullanılan, yaygın sembollerin kullanımıyla elde etmiş, üzerlerine uyguladığı soyut dışavurumcu teknikte boya ile ifade ettiği içi boşaltılmış bir bireysellik ile soyut dışavurumcuları alaya almıştır. Tüm bunların yanında Johns'ın göndermeler bağlamı dışında kalan sembolleri de vardır. Örneğin Johns'ın "bayrağı", temel olarak görsel bir nesnedir ve sembolik çağrışımlarından bağımsız olarak da algılanabilir. 1998 yılında, New York'taki Metropolitan Sanat Müzesi "(Metropolitan Museum of Art)", Johns'ın "Beyaz Bayrak" eseri için yirmi milyon dolardan fazla ödemiştir. Yalıtım Yalıtım, herhangi bir yalıtım malzemesi kullanılarak, ortamdan dışarı veya dışarıdan ortama olan enerji akışının indirgenmesidir. Yalıtım malzemelerinin "(yalıtkan)" çeşitli tipleri vardır: Bir malzeme her anlamda yalıtkan olmayabilir. Örneğin, elmas mükemmel bir elektrik yalıtkanı iken, çok kötü bir ısı yalıtkanıdır. Sentetik haldeki saf elmas, ısıyı bakırdan daha iyi iletir ve oda sıcaklığında bilinen en iyi ısıl iletkenlik katsayısına sahip katı malzemelerden biridir. Yani oda sıcaklığında bilinen en kötü yalıtkanlardan biridir. Isı, doğal olarak yüksek sıcaklıktan, düşük sıcaklığa doğru akar ve direncin en az olduğu yol boyunca en fazla ısı akışı oluşur. Yüksek sıcaklık bölgesinin yanından, düşük sıcaklık bölgesine bir sıcaklık gradyeni oluşur. Isıl yalıtım, sıcaklık gradyeni içinden olan ısı akışını düşürerek, sıcaklık gradyenini korur. Büyük alet/araçların birçoğunda yalıtım yer alır. Örneğin, fırınlarda, soğutucularda, dondurucularda ve su ısıtıcılarında. Çoğu halde, yalıtım çevreye olan ısı kaybını engellemeye yarar. Diğer hallerde ise, çevreden gelen ısıya karşı koruma sağlar. Isı transferi üç yolla olur. Yalıtkanlar, bu ısı transfer yöntemlerindeki ısı akışlarının düşürülmesi ile yalıtım sağlar. Örneğin; ince bir köpük (strafor) tabakası konveksiyon ve kondüksiyon ile olan ısı geçişini düşürür. Yansıtıcı bir metalik film veya beyaz boya ısıl yayınımı düşürür. Bazı malzemeler bir ısı transfer yöntemi için iyi bir yalıtkandır, fakat diğeri için kötü olabilir. Örneğin, metal bir tabaka ışınım için iyi bir yalıtkandır, fakat iletim için çok kötü bir yalıtkandır. Çoğu ülkede, ısıtma ve soğutma işi için oldukça büyük miktarda enerji yani para harcanmaktadır. Evler ve binalar verimli ve doğru bir şekilde yalıtıldığında: Eğer bina kötü yalıtılmış ve kötü havalandırılıyorsa şu işaretler görülür: Yalıtımın mutlaka tüm bina ihtiyacı gözönünde bulundurularak yapılması gereklidir. Sadece yaşam mekanlarının yalıtımı, tavan ve taban yalıtımı olmadan doğru yalıtım şekli değildir. Bina ısısının sürekliliğini koruyabilmek için mutlaka ısı kaybı olan tüm alanların saptanması ve yalıtımda göz önünde bulundurulması gereklidir. Bina ve tesisatlarda kullanılan ısı yalıtım malzemeleri ve standartları şu şekildedir: Yapılarda su yalıtımı, suyun veya nemin yapı içine girmesine veya yapı elemanlarını sürekli bir biçimde etkileyerek teknik ve görsel olarak bozmasına engel olmak amacıyla uygulanır. Bu bozulmalardan en sık karşılaşılanı özellikle bodrum katlarda zemin içerisinde mevcut olan suyun temel duvarlarından veya zemin plağından sızarak bina içerisinden rutubete yol açmasıdır. Su yalıtımını kabaca şu gruplara ayırmak mümkündür: İdeal bir su yalıtımında; yapının bulunduğu yerdeki iklim, yer altı su seviyesi ve içeriği, yağış miktarı ve cinsi göz önüne alınarak yeterli kalınlıkta su yalıtım katmanı oluşturulur. Su yalıtımını Türkiye'de yaygın olduğu üzere sadece bitümlü boyalarla veya malzemelerle su yalıtımı yapmak artık uluslararası standartlara göre yeterli bulunmamaktadır. Bunun sonucu olarak EPDM (Etilen Propilen Dien Monomer kauçuk) membran , HDPE (Yüksek Yoğunluklu Polietilen) membran, TPO (TermoPlastik Polietilen) membran uygulamaları gibi çağdaş ve uzun süreli çözümler yaygınlaşmaktadır. Drenaj levhası ayrıca Grobeton yerine alternatif olarak kullanılarak hem zemin plağının yükselen neme karşı korunmasını, hem de Grobetondan ucuz olması ve hızlı döşenmesi sebebiyle maliyetlerin düşürülmesini sağlar. Ahırkapı Feneri Ahırkapı Feneri, İstanbul Ahırkapı semtinde Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı'na hizmet veren fenerdir. Deniz seviyesinden 36metre yükseklikteki fener, 26metre yüksekliğinde örme taş bir kuledir. Gemilerin Marmara Denizi'nden gerek İstanbul Limanına girişi, gerekse İstanbul Boğazı'ndan geçişlerinde rota feneri durumundadır. III. Osman devrinde yapılan ve çeşitli yangınlar gören ahşap fenerin yerine 1855’te Sultan Abdülmecid devrinde inşa edilmiştir. 1958’de sahil yolunun yapımı ile denizden bir yol şeridi ile ayrılan fenerin önünden yoğun bir trafik geçer. Günümüzde Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel Müdürlüğünce koruma altındadır. III. Osman devrinde inşa edilen ahşap Ahırkapı Feneri, İstanbul’da Osmanlı döneminde inşa edilen ilk fenerdi. Marmara surlarının Otluk Kapısı Mevkiindeki burcun üzerinde inşa edilmiş olan fener, bir deniz kazasından sonra yapılmıştı. 1755 yılında Mısır'a gitmekte olan Hacı Kaptan emrindeki bir kalyonun Kumkapı'da karaya oturması üzerine Sultan III. Osman Sadrazamı Said Paşa’yı olayı araştırması, gemi ve gemicilerin kurtarılması için görevlendirmiştir. Bu sırada kurtarılan gemicilerden birinin “"Eğer buradaki surda bir fener yapılıp, her gece kandiller yanarsa böylece uzağa giden gemiler ışığı görüp yollarını bulur, kazaya da uğramazlar"” demesi üzerine Sultan III. Osman bu durumu değerlendirmiş ve kendisinin verdiği talimat üzerine Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa’ya bir fener yapılması emrini vermişti.
Fenerin bakımı ve işletmesini Bostancı Ocağı karşılıyordu. Kandillerinde yakılacak yağ ise Topkapı Sarayı’ndan gönderiliyordu Fener, bölgede çıkan yangınlarda birkaç defa yandı. Kırım Savaşı sonrasında, müttefik İngiliz ve Fransız gemilerinin Karadeniz ve İstanbul boğazlarında emniyetle seyredebilmeleri amacıyla var olan fenerlerin yenilenmesi ve bunlara yenilerinin eklenmesine karar verildi ve 1855 yılında Fenerler İdaresi kuruldu. Ahırkapı’da bulunan bugünkü fener kulesi, 1857’de Sultan Abdülmecit tarafından taştan yaptırıldı. Paris’ten getirilen fener 16 mil görüş mesafesinde, beyaz ışıklı, hareketli (bir süre ışık verdikten sonra sönen), türde idi. Geçirdiği çeşitli onarımlarla günümüze kadar gelen bu fener kulesi kare tabanlı bir kaide üzerinde yükselen silindirik bir gövde şeklindedir. Bunun üzerinde küçük konsollarla desteklenmiş, adeta bir minare şerefesini andıran balkonlu kısımdan sonda çepeçevre camlı ışık veren bir bölüm bulunmaktadır. Kare kaidenin üzerini çepeçevre bir balkon dolaşmaktadır. Fenerde ışık kaynağı olarak önce fitilli gaz yağı lambası kullanılmış daha sonra LPG ile çalışan parlak ışıklı manşonlu (gömlekli ) lambalar kullanılmış ve şu anda 1000 W'lık elektrik lambası kullanılmaktadır. Ahırkapı Feneri ve çevresi, I. Dünya Savaşı sırasında kışla arazisi olarak kullanılmıştır. 1958’de sahil yolunun yapımı ile denizden bir yol şeridi ile ayrılan fenerin önünden yoğun bir trafik geçer. Fenere 1907’de atanan ilk gardiyan "Sait Lik"’in emekliliğinden sonra eşi Zülfiye Lik’in atanmış ve feneri 1995 yılına kadar Lik ailesinin kadınları idare etmiştir. Günümüzde fener ve gardiyan binası ulusal miras olarak Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma İşletmeleri Genel Müdürlüğünce koruma altındadır. Cenevre Gölü Cenevre Gölü, Orta Avrupa'nın ikinci büyük tatlısu gölüdür. "Leman Gölü" olarak da bilinir. İsviçre ile Fransa arasında %40-%60 oranında bölünmüştür. 73 km uzunluğunda 14 km eninde ve en derin yeri 310 m'dir. 582 km² alnı kapsar. Kıyısındaki başlıca şehirler Cenevre (Genève), Lozan (Lausanne) ve Montrö (Montreux)'dür. Anadolu Feneri Anadolu Feneri, İstanbul'un Asya yakasında İstanbul Boğazı'nın Karadeniz'le birleştiği kuzey ucunda Yon (Hrom) Burnu üzerinde bulunan deniz feneridir. Karşısındaki Rumeli Feneri'nden 2 deniz mili uzaktadır. Fenerin bulunduğu köy de aynı isimle (Anadolufeneri) adlandırılır. Anadolu Feneri, sabit silindir kristalinin içindeki 1000 watlık ampul, kristalin çevresinde elektrik motoruyla dönen bir paravan sayesinde yanıp sönüyor, elektrik kesintilerinde bütangaz ile desteklenir. İlk günkü gibi korunan ve açık havalarda 16 deniz mili açıklığı görebilen fener, İstanbul'un Karadeniz'e açılan kapılarından birinde Karadeniz'den gelip Boğaz'a girecek gemilere rehberlik eder. Bulunduğu köye de adını veren fener 1834 yılında kurulmuştur. Kırım savaşı sırasında Fransız ve İngiliz gemilerinin Boğaz'ın ve Karadeniz'in girişlerini görebilmeleri için yapılmasına karar verilen fener 15 Mayıs 1856'de Fransızlar tarafından karşı sahildeki fenerle beraber kule kısmı yapılarak işletilmeye başlandı. 1933'de Fransızlara verilen 100 senelik işletme imtiyazı iptal edildi ve tamamen Türklere geçti. Beyaz taştan yapılmış fenerin boyu 20 metredir. Yalnızca Beykoz'a dönük yüzünün dar kısmı karanlıkta kalır. Anadolu feneri orijinal halini koruyan nadir fenerlerden biri. Bir tek fenerin kristalini döndüren motor ve ampul sonradan eklenmiş. Denizden 75 m yükseklikteki fener, saniyede bir beyaz ışık veriyor, 18 saniye bekliyor. Şile Feneri Şile Feneri, İstanbul'un Şile ilçesinde bulunan ve İstanbul Boğazı ile Karadeniz'e hizmet veren deniz feneridir. Karadeniz'deki kıyı emniyetini sağlayan iki fenerden biri olan Şile Feneri, diğer fenerler gibi, Osmanlı İmparatorluğu zamanında 1859 yılında yaptırılmış. Fener deniz seviyesinden 60 metre yükseklikteki kayalıklar üzerinde 110 cm. kalınlığında kule şeklinde inşa edilmiş. 20 deniz mili görüş mesafesine sahip olan, kurmal sistemli fener, ilk dönemlerde 3 fitilli gaz lambası ile çalışırken, 1968 yılında elektrikle çalışmaya başlamıştır. Bugün müzeye çevrilen Şile Feneri'nin 150 yıllık bir geçmişi vardır. Fenerbahçe Feneri Fenerbahçe Feneri, İstanbul'un Asya yakasında Fenerbahçe burnunda bulunan deniz feneridir. İstanbul Kadıköy ilçesinde, semte adını veren Fenerbahçe Burnu'ndaki bu fenerin tarihi Bizans dönemine kadar inmektedir. Burada tanrıça Hera'ya adanmış bir tapınak olup, Hera ve İreas diye adlandırılan kayalıklara yakın bir yerde imiş. Bu kayalıkların üzerine ise bir ateş kulesi yapılmış. Osmanlı dönemi kaynaklarında bu "Bağçe-i fener" adı ile 1570 senelerinde kullanıldığı yazılıdır. Kanuni Sultan Süleyman Recep 969 (Mart 1562) tarihli bir fermanında bu fenerden şöyle bahsedilmektedir: ""Kalemiç burnu nâm mahalde Müslümanların ve gayrin gemileri gece ile gelüp geçerken fânûs olmamağın, ekser zamanda taşa çalup zarar ve ziyan olmağın mahâll-i mezkûrda bir fânûs yeri bina etmek murad edinmeğin, buyurdum ki."" Bu fermandan anlaşıldığına göre, bugün Fenerbahçe Burnu dediğimiz o zamanki (Kalemiç) Burnunda çalışan bir fener olmadığı ve ilk kez Kanuni Sultan Süleyman zamanında inşa edildiği anlaşılmaktadır. Kömürciyan 1661’de yazdığı "İstanbul Tarihi" isimli kitabında buradan, "" …denizin içine atılmış metin bir temel üzerinde yekpare bir heykel gibi yükselen kulenin tepesinde yanan ve gemileri kayalara çarpmaktan korumak için her gece sabaha kadar bir yıldız gibi parlayan"" diye bahsetmektedir. 17. yüzyıl Vakanüvistlerinden Râşid 1720-1721'deki tarihinde bu feneri yeni yapılacak fenerlere örnek olarak gösterir. Hüseyin Ayvansarayî de Hadîkatü’l-Cevâmi isimli eserinde: ""Fenerbahçesinde bir mahsus kule vardır ki sefinelerin gecelerde mürûr ve ubûrları içün bâlâsından kebîr kandil yanar"" diye buradan bahsetmektedir. 18. yüzyıla ait tarihlerde ise burasının sadrazam ve devlet ricalinden sürgüne gönderildiklerinde kısa bir süre burada tutulduklarını yazar. 1707’de III. Ahmed'in kubbe veziri olan Seyyid Firarî Hasan Paşa Fenerbahçe Feneri'nin fenerci odasında, fenere çıkan kapının dibinde boğdurulmuş ve başı kesilerek vücudu buradan denize atılmıştır. Kesik baş, önce saraya götürülmüş sonra da Sarayburnu'ndan denize atılmıştır. Bugünkü Fener binası 1837'de II. Mahmut zamanında yenilenmiş ve daha sonra da zaman zaman tamir edilmiştir. Zeminden 21 m. yükseklikteki yuvarlak kulesinin üzerinde iki ayrı kat halinde etrafı parmaklıklı gezinti yeri bulunmaktadır. Kulenin dibinde ise tek katlı bir bina fenere ait depo ve lojman olarak kullanılmaktadır. Ayrıca mercek yapısı sabit kristal olan fener, ışığın 15 deniz mili uzaktan görülmesini sağlıyor. Fenerbahçe Feneri, idamlar dahil pek çok olaya sahne olmuş, İngiliz işgali sırasında İngiliz askerleri kuleye çıkmak istemişler Fenerci Mediha Hanım ve annesi, içkili askerleri elinde sopayla kovalamış. Cumhuriyet'in 10. yıl kutlamalarında ışıklandırılıp süslenmiş. II. Dünya Savaşı yıllarında fenerin kristali siyah perde ile kapatılarak karartılmıştır. Yeşilköy Feneri Yeşilköy Feneri, İstanbul'un Bakırköy ilçesinin Yeşilköy semtinde bulunan deniz feneridir. Marmara Denizi'nden seyirle İstanbul Boğazı'na giriş yapan gemiler ilk önce tarihi Yeşilköy Feneri'yle karşılaşır. Böylece gemiler Boğaz giriş rotalarını tespit etmiş olurlar. 1856 yılında Fransızlar tarafından taş kule olarak inşa edilen bu fener, ilk önce Ayastafonos olarak adlandırılmış. Yeşilköy Burnu'nda bulunan fenerin ismi daha sonra bulunduğu semte uygun olarak değiştirilip, Yeşilköy Feneri adını almıştır. 23 metre yüksekliğindeki taşkulenin yanı sıra, bir de lojmanı bulunan Yeşilköy Feneri, 1945-1988 yılları arasında 3 kez restore edilmiştir. Esentepe, Ula Esentepe, Muğla'nın Ula ilçesine bağlı bir . Esentepe 1998 yılında Kızılyaka'dan ayrılıp yeni bir köy olmuştur. Mahallenin toplam nüfusu 1.500 kişiyi aşmıştır. Mahallede genellikle tarım ve hayvancılık gelişmiştir.Ayrıca yaz aylarında mahallenin dörtte üçü Marmaris'e giderek kendilerine iş imkânı sağlamaktadırlar. Esentepe adı mahallede devamlı esen bir rüzgar olduğu için seçilmiştir. Merkez Kocairiler Mahallesi'nde olup merkezde bir bakkalı ve köy kahvesi vardır. Esentepe'de bulunan okul 2000 yılında kapanmış fakat 2002 yılında tekrar açılıp Esentepeli öğrenciler alınmıştır. Daha sonra 7 öğrenciye düşünce devletin sorumluları öğrencilerin daha iyi yetişmesi için bu öğrencilerin Kızılyaka İlköğretim Okuluna devam etmelerini sağlamışlardır. Kızılyaka mahallesinden ayrılmasından sonra köy olmasının gereklerini yerine getirebilen bir yönetim hala gelmemiştir. Mahallenin ulaşım sorunu, çöp sorunları hala çözümsüz durumdadır. Mahalledeki orman arazilerinin ve köye ait mezarlık, köy tüzel kişiliğine ait araziler mahallenin yönetimi dahil herkes işgali altındadır. Ova Ova veya düzlük; coğrafyada, deniz yüzeyine göre değişik yüksekliklerde olan az eğimli yerlere verilen isimdir. Düzlükler çiftçiliğe yaylalardan veya dağlardan daha elverişlidir. Birikinti ovaları (alüvyonlu düzlük) uzun süreler boyunca dağlardan gelen nehirlerin biriktirdiği alüvyonlu topraklarla oluşmuş yeryüzü şekilleridir. Eğim çok az olduğu için buralarda bulunan akarsular, menderesler oluşturarak akar. Fiziki haritada ovalar yükseltilerine göre, Akarsuların taşıdığı alüvyonların deniz kıyısında birikmesi sonucu delta ovaları oluşur. Akarsu havzasındaki arazinin jeolojik yapısının kolay aşınabilen tabakalardan oluşması, gelgit olayının ve kuvvetli akıntıların olmaması ve akarsuyun bolca alüvyon taşıması delta ovalarının oluşması için gereken şartlardır. Kireçtaşı, alçıtaşı, dolomit ve kayatuzu gibi karstik kayaçların bolca olduğu arazilerde çözünmeye bağlı oluşan ovalardır. Türkiye'de en çok Akdeniz Bölgesi'nde rastlanır. Tefenni ovası, Acıpayam ovası, Korkuteli ovası, Muğla ovası, Kestel ovası ve Elmalı ovası... Yerkabuğu hareketleri sonucu yükseltiler arasında çukurda kalan ya da çöken sahaların zamanla alüvyonlarla dolmasıyla oluşmuşlardır. Bâb-ı Âli Baskını Bâb-ı Âl
i Baskını, Osmanlı İmparatorluğu'nda 23 Ocak 1913 günü Enver Bey ve Talat Bey'in başını çektiği bir grup İttihat ve Terakki üyesi tarafından hükûmet binası Bâb-ı Âli'nin basılmasıyla gerçekleştirilen askerî darbe. Bu baskın sırasında Harbiye Nazırı Nâzım Paşa öldürülmüş, Sadrazam Kâmil Paşa'ya zorla istifası imzalattırılmıştır. Darbe sonrasında iktidar İttihat ve Terakki'nin eline geçmiştir. 1911 yılının son aylarında İttihat ve Terakki muhalifi Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurulmuş, İstanbul'da gerçekleşen ara seçimleri ise kazanmıştır. İttihat ve Terakki bunun üzerine bir sonraki seçimleri hileyle daha erken bir tarihe aldırmış ve yine hileli bir şekilde seçimleri kazanmıştır. Bunun üzerine Hürriyet ve İtilaf Fırkası yanlısı Halâskâr Zâbitân dağa çıkmış ve eylemleriyle Mehmed Said Paşa Hükûmeti'nin düşmesine sebep olmuştur. Ardından Ahmed Muhtar Paşa'nın sadrazamlığında yeni bir hükûmet kurulmuş fakat dört ay sonra Halâskâr Zâbitân'ın baskıları sonucu Ahmed Muhtar Paşa istifa etmiş ve bu hükûmet de dağılmıştır. 29 Ekim 1912'de V. Mehmed tarafından hükûmet kurma görevi verilen Kâmil Paşa, Balkan Savaşları'nda yaşanan başarısızlıklar sonucu Bulgaristan ile masaya oturmuş ve sorunu siyasî yollarla çözmeye çalışmıştır. Bulgarların Edirne'nin teslim edilmesinin istemesini bir fırsat olarak kullanan İttihat ve Terakki, Kâmil Paşa'nın eski başkent Edirne'yi vereceği propagandasıyla halkı kışkırtmış ve Bâb-ı Âli Baskını'nı gerçekleştirmiştir. Baskına Enver Bey, Talat Bey, Yakub Cemil, Mustafa Necip, Filibeli Hilmi, Sapancalı Hakkı ve Mithat Şükrü Bey aktif olarak katılmış, çok sayıda İttihatçı da Bâb-ı Âli'nin çevresine yerleştirilmiştir. Baskının Birinci Balkan Savaşı'nın yaşandığı dönemde Osmanlı Hükûmeti'nin başında bulunan Kâmil Paşa'nın savaştaki başarısızlık ve uluslararası baskılar sonucunda tarihî başkent Edirne'yi Bulgarlara bırakacağı endişesiyle yapıldığı konusunda bir görüş birliği vardır. Kâmil Paşa ve kabinesi baskının yapıldığı günlerde Balkan devletleri ile ateşkes yapmış ve sorunu siyasî yollarla çözmeye çalışmaktaydı. Bulgarlar, Osmanlı Ordusu'nun Edirne'yi boşaltmasını ve kentin teslim edilmesini istemiş, İttihat ve Terakki bunu fırsat bilerek Kâmil Paşa Hükûmeti'nin Edirne'yi teslim edeceği propagandası ile halkı galeyana getirmiş ve darbe yapmıştır. 21 Kasım 1911 tarihinde İttihat ve Terakki muhalifleri tarafından Hürriyet ve İtilaf Fırkası kurulmuş, kısa sürede yetmiş mebusu bünyesine almış ve kuruluşundan yirmi gün sonra İstanbul'da yapılan ara seçimi tek oy farkla kazanmıştır. İktidarda yer alan İttihat ve Terakki, Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın ara seçimlerden bir yıl sonra yapılacak olan Meclis-i Mebusan seçimlerinde başarılı olma ihtimalini görmüş ve bir takım tedbirler almıştır. Yeni kurulan Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın yeterince örgütlenebilmesine fırsat vermeden bir erken seçime gitmek isteyen İttihat ve Terakki, hileli yollarla V. Mehmed'in Meclis-i Mebusan'ı feshetmesini sağlamış, Nisan 1912'de yapılan erken seçimleri de açık ara farkla kazanmıştır. "Sopalı seçimler" adıyla anılan ve muhalif milletvekili adaylarının dövülmesi gibi olayların da yaşandığı seçimlerde İttihat ve Terakki dışından yalnızca altı kişi meclise girmişti. Seçimi kaybeden Hürriyet ve İtilaf Fırkası, seçim öncesi ve sırasında yapılan hileleri bahane göstererek kanun dışı yollar aramaya başlamıştır. Bu sırada ordu içindeki haksızlıklardan ve askerlerin siyasete karışmasından rahatsızlık duyan bir grup subay Halâskâr Zâbitân adlı silahlı bir örgüt kurmuş ve Rumeli'de dağa çıkmıştır. Hürriyet ve İtilaf Fırkası yanlısı olan grup İstanbul'da bir dizi karışıklık çıkarmış, İttihat ve Terakki muhalifi olması nedeniyle de bir başka muhalif Prens Sabahattin'in desteğini almıştır. Gazetelerde sert bildiriler yayınlayan ve Askerî Şura'ya muhtıra veren Halâskâr Zâbitân, Sadrazam Mehmed Said Paşa'nın istifa etmesine neden olmuştur. 21 Temmuz 1912'de Ahmed Muhtar Paşa'nın sadrazamlığında partiler üstü bir hükûmet kurulmuştur. İçerisinde üç eski sadrazam bulunduğundan dolayı "Büyük Kabine" adı verilen kabine içerisinde hiç İttihat ve Terakki üyesi olmaması sebebiyle yeni hükûmetin Meclis-i Mebusan'ı dağıtacağı dedikoduları baş göstermiştir. Temmuz 1912'de Halâskâr Zâbitân, Meclis-i Mebusan Başkanı Halil Bey'e bir tehdit mektubu göndererek meclisin 48 saat içerisinde dağılmasını istemiştir. İttihat ve Terakki çoğunluklu Meclis-i Mebusan bu tehdidi kınamıştır. Fakat Sadrazam Ahmed Muhtar Paşa, Meclis-i Âyan'dan geçirdiği yasanın sağladığı kolaylık ile 5 Ağustos 1912'de padişahın iradesiyle Meclis-i Mebusan'ın dağıtılmasını sağlamıştır. Meclisin dağıtılmasıyla birlikte sıkıyönetim ilan edilmiş, I. Balkan Savaşı'nın başlaması ve alınan kötü sonuçlar nedeniyle Ahmed Muhtar Paşa istifa etmiştir. Birinci Balkan Savaşı'nın patlak verdiği dönemde Britanya ile iyi ilişkileri olan Kâmil Paşa'ya 29 Ekim 1912'de hükûmet kurma görevi verilmiştir. Osmanlı Ordusu'nun Balkan devletleri karşısında yenilgiler almasıyla hükûmet bir çıkmaza girmiş, üç aydır işgal altında bulunan Edirne'nin daha fazla direnemeyeceğinin anlaşıldığı günlerde başkentin İstanbul'dan Anadolu'ya taşınması da konuşulur olmuştur. Keza Bulgar Ordusu İstanbul'a çok yakınlarda, Çatalca'daydı. Savaş bu aşamada iken hükûmet Balkan devletleriyle ateşkes yaparak Londra'da masaya oturmuştur. Büyük devletler, 1878'de imzalanan Berlin Antlaşması'nın 23. maddesini öne sürerek bir Rumeli Eyaleti'ne bağlı bir birim olan Bulgaristan'ın içişlerine karışmaya başlamışlardır. Britanya, Fransa, İtalya ve Rusya Bâb-ı Âli'ye bir nota vererek Edirne'nin Bulgaristan Krallığı'na ve Ege adalarının kendilerine bırakılmasını istediler. Balkan Savaşları'nın ilk evresinde ordunun yaşadığı bozgunlar nedeniyle Kamil Paşa Hükûmeti Londra Konferansı'nda önerilen Midye-Enez sınırını kabule yanaşmakla birlikte Edirne'yi Bulgarlar yerine uluslararası bir komisyonun yönetimine bırakma taraftarıydı. Yunanistan'ın Selanik'i ele geçirdiği kasım ayından itibaren birçok İttihat ve Terakki üyesi tutuklanıp Anadolu'ya sürülmüş, Hürriyet ve İtilaf Fırkası ise kendi içerisindeki iktidar kavgaları nedeniyle dağılmanın eşiğine gelmiştir. Bu durumdan kurtulmak isteyen Hürriyet ve İtilaf Fırkası, hükûmetten üyelerine önemli görevler talep etmiş fakat bu talepleri hiçbir zaman kabul edilmemiştir. İttihat ve Terakki kendilerine uygulanan baskıcı tutumdan dolayı, Hürriyet ve İtilaf Fırkası ise kendilerini yok saymalarından dolayı Kâmil Paşa Hükûmeti'ne karşı darbe hazırlıklarına başlamıştır. Ayrıca İttihat ve Terakki ile Kâmil Paşa arasında 24 Temmuz 1908'de İkinci Meşrutiyet'in ilânı sonrasındaki süreçten kalma bir husumet de bulunmaktaydı. Bu süreçte Kâmil Paşa, İttihat ve Terakki üyelerini devlet işlerinden uzak tutmak, içerisinde çokça İttihat ve Terakki üyesi bulunan ordunun da siyasete karışmasını engellemek için bir takım girişimlerde bulunmuştu. Bu nedenle İttihat ve Terakki, Kâmil Paşa'dan haz etmemekteydi. Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nın darbe hazırlıklarına hangi tarihte başladığı bilinmemekle birlikte, İttihat ve Terakki'nin darbe kararını 14 Ocak 1913 tarihinden önce aldığı bilinmektedir. Her iki siyasî hareket de darbe sonrasında Kâmil Paşa döneminin Harbiye Nazırı Nâzım Paşa'ya yeni oluşturulacak hükûmette görev vermeyi planlıyordu. Talat Bey, baskından daha sonraları Nâzım Paşa'ya sadrazamlık teklif ettiklerini açıklamıştır. 23 Ocak 1913 günü saat 14:30'da Sapancalı Hakkı, Menzil Müfettişliği'nde bekleyen İttihat ve Terakki'nin üst yöneticilerinden Binbaşı Enver Bey'e gelerek baskın için her şeyin hazır olduğunu bildirdi. Enver Bey bu haberi aldıktan sonra kendisi için bekleyen beyaz ata binerek Nuruosmaniye'den Bâb-ı Âli'ye doğru yanlarında İzmitli Mümtaz ve Filibeli Hilmi ile yol almaya başladı. Bu arada Talat Bey de bir grup İttihatçıyla beraber Bâb-ı Âli'ye gidiyordu. Enver Bey, Nafıa Nezareti binasının önüne geldiğinde Ömer Naci ve Ömer Seyfettin tarafından Edirne'nin Bulgarlara terkedileceği bahanesiyle halk Kâmil Paşa Hükûmeti'ne karşı kışkırtılmaya başlanmıştır. Ömer Naci ve Ömer Seyfettin'in konuşmaları etkisini göstermiş, Bâb-ı Âli'nin önü kısa sürede hükûmet aleyhine sloganlar atan kalabalıkla dolmuştu. Ayrıca Bâb-ı Âli binası civarındaki önemli noktalara altmış kadar İttihatçı yerleştirilmişti. Enver Bey yanındaki Yakub Cemil, İzmitli Mümtaz, Mithat Şükrü Bey, Talat Bey, Mustafa Necip, Filibeli Hilmi ve Sapancalı Hakkı ile beraber Bâb-ı Âli'ye girmiş, gürültüleri duyan Sadaret Yaveri Ohrili Nâfiz Bey darbecilere ateş açmış fakat hiçbirinde isabet bulamamıştır. Yaralanan Nâfiz Bey yaver odasına sığınmış, kendisinin ardından odaya giren Mustafa Necip'i ise tek kurşunla öldürmüş fakat kendisi de Mustafa Necip'in silahından çıkan kurşunlarla ölmüştür. Celâl Bayar'ın anılarına göre duyduğu silah sesleri üzerine odasından çıkan Nâzım Paşa, Enver Bey ve yanındakileri "Ne oluyor! Aklınızca Sadaret'i mi basmaya geldiniz? Haddinizi biliniz..." sözleriyle uyarmış, Enver Bey ise Nâzım Paşa'yı askerî usulde selamlayarak niyetini anlatmaya başlamıştı. Bu sırada Yakub Cemil, paşanın arkasından yaklaşarak sağ şakağına doğru ateş etmiş ve Nâzım Paşa'yı öldürmüştü. Enver Bey, Yakub Cemil'e hiddetle çıkışmış fakat "Bu adamlara başka türlü laf anlatılmaz..." cevabını almıştı. Ali Fuat Türkgeldi'ye göre ise Nâzım Paşa odasından çıktığında Enver Bey ve beraberindekilere "Pezevenkler! Siz beni aldattınız. Bana verdiğiniz söz böyle miydi?" diye çıkışmış ve bu sırada vurulmuştur. Daha sonraları Talat Bey de Nâzım Paşa'yı kastederek "Biz ona sadaret teklif ettik." demiştir. Olayın ardından Enver Bey ve Talay Bey, Kâmil Paşa'nın odasına girerek silah zoru ile istifasını yazdırmış; Enver Bey yola çıkarak istifa mektubunu saraya bizzat götürmüştü. Kâmil Paşa'nın imzaladığı istifa mektubunda şunlar yazılıydı: Kâmil Paşa'nın istifası V. Mehmed tarafından aynı gün onaylanmış ve İttihat ve Terakki'nin baskısıyla sadrazamlığa Mahmud Şevket Paşa getirilmiştir. Mahmud Şevket Paşa'nın tayin emrinde şunlar yazılıydı: Mahmu
d Şevket Paşa sadrazamlığındaki yeni hükûmet beklenenin aksine İttihat ve Terakki muhaliflerine karşı ılımlı bir tutum sergilemiştir. Bu ılımlı süreç 11 Haziran 1913 günü Mahmud Şevket Paşa'nın suikasta uğramasına dek sürmüş, bu tarihten sonra ise İttihat ve Terakki muhaliflere karşı sert bir tutum sergilemeye başlamıştır. Enver Bey, Cemal Bey ve Talat Bey'in oluşturduğu triumvirlik benzeri bir yapıyla yönetilmeye başlanan Osmanlı İmparatorluğu'ndan eski Sadrazam Kâmil Paşa ve kabinesindeki Maliye Nazırı Abdurrahman Bey, Dahiliye Nazırı Ahmet Reşit Bey ile birlikte Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ve aralarında Ali Kemal'in de bulunduğu bir kısım muhalif sınır dışı edildiler. Savaşa girmek ve savaşı beceriksizce yönetmek gerekçesiyle Ahmed Muhtar Paşa ve Kâmil Paşa kabineleri aleyhine de soruşturma açılmıştır. Darbe, cephede ise bir değişikliğe neden olmamıştır. Kâmil Paşa döneminde olduğu Edirne'yi Bulgaristan'a bırakma ya da savaşa devam etme seçeneklerinden birini seçmek zorunda olan İttihat ve Terakki savaşa devam etmiş fakat 30 Mayıs 1913 günü imzalanan Londra Antlaşması'yla Edirne'yi Bulgaristan'a bırakmak ve ağır barış koşullarını kabul etmek zorunda kalmıştır. İttihat ve Terakki, I. Dünya Savaşı'nın Osmanlı İmparatorluğu adına yenilgiyle sonuçlanmasına dek 5 yıl 268 gün iktidarda kalmıştır. İttihat ve Terakki hareketi 1-5 Kasım 1918 Kasım tarihlerinde gerçekleşen son kongresi sonrası dağılmış, Teceddüt Fırkası adı altında siyasî varlığını sürdürmüştür. Cemiyetin en önemli üç yöneticisi olan Talat Bey, Enver Bey ve Cemal Bey ise Avrupa'ya kaçmıştır. İktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki, Mahmud Şevket Paşa'nın ölümünden sonra agresif bir tutum sergilemiş, İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra gözlemlenen çeşitli ve demokratik siyasî atmosferin yok olmasına sebep olmuştur. Modern Türk siyasî tarihinin ilk kanlı darbesi, darbelerin miladı gibi isimlerle anılan Bâb-ı Âli Baskını, Türkiye Cumhuriyeti'nde de süren bir darbe geleneğinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Türk siyasî hayatına "hükûmet darbesi" tabirini sokan baskın kimi yazarlar ve akademisyenlerce 2010 yılında ortaya çıkarılan Balyoz isimli darbe plânıyla içerik olarak ilişkilendirilmektedir. Ayrıca "İttihat ve Terakki zihniyeti" Türk siyasî lügatında baskıcı, vesayetçi ve antidemokratik bir yaklaşım tarzını temsil etmektedir. Akademisyen ve köşe yazarı Berat Özipek, sivil iktidarın bu zihniyete karşı duruşunun dönüm noktası olarak ise 60. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti'nin 2007 e-muhtırasını reddetmesi olarak kabul etmektedir. Baskın, 2010 yapımı "Demokrasiyle Büyümek" adlı belgeselde de incelenmiştir. Kırık Kanatlar (dizi) Kırık Kanatlar, Ege'nin bir kasabasındaki Kurtuluş Savaşı yıllarını ve Cumhuriyet'in kuruluşunu konu olan Türk televizyon dizisi. Birikinti ovası Birikinti ovası, genel olarak alüvyon materyalin birikmesiyle oluşur. Temel oluşturucu süreç akarsu aşındırması erozyon ve akarsu biriktirme süreçleridir. Ancak dalgalar ve buzulların aşındırma, biriktirme süreçleriylede oluşabilir. Örneğin: Kuzey Almanya ovası buzulların yığdırdığı lösler ile kaplı polderler ve geest adı verilen alçak platoda hafifçe engebelendirilmiş tekdüze büyük bir ovadır. Ülkenin hemen hemen en verimli toprakları bu bölgededir. Delta ovası , Çöküntü ovası , Taşkın ovası , Dağ içi ovası Akarsular tarafından taşınan alüvyonların ;kil kum çakılları deniz veya göl kenarında biriktirmesiyle oluşmuş ovalara delta ovası denir. Bu ovalar bir delta harfine yani hemen hemen bir üçgene benzer. Ancak şüphesiz bir kural değildir, girintili- çıkıntılı olabilirler. Delta ovaları deltası sürekli denize doğru büyüyen ovalar durumunda olurlar. Örneğin ; Po ovası her yıl yaklaşık 70-80 ha Adriyatik Denizi'ne doğru, Mezopotamya ovaları 50-60 ha Basra Körfezi'ne doğru ve Nil deltası ovası ise Akdeniz'e doğru 40-50 ha kadar büyümekte olan ovalardır. Delta ovaları akarsuyun taşıma gücünün iyice azaldığı akarsu ağız kesimlerine doğru düşük eğim gösteren alanlarda oluşur. Akarsu akış doğrultusunun tersi yönde giderek eğim artar ve akarsuyun taşıma gücü de artar. Bu kesimlerde daha çok malzemeden oluşmuş birikinti konileri oluşmuştur. Bunların birbirine eklendiği ova düzlüğüne yakın alanlarda ise birikinti yelpazeleri oluşmuştur. Delta oluşumunu hazırlayan başlıca jeomorfolojik faktörler, şunlardır: 1. Akarsular tarafından, yeterince lığ (kil, kum, toprak, çamur vs) taşınması gerekir. 2. Kıyı açıklarının sığ (-200m. Ve daha az)olması gerekir. 3. Delta oluşum kıyılarında, güçlü gel-git hareketleri cereyan etmemelidir. 4. Kıyılar boyunca, güçlü akıntılar olmamalıdır. Bunlara, tektonik ovaları veya çöküntü hendeği (graben) ovaları da denir. Depresyonların tabanlarında, ya da havzaların tabanlarında oluşmuş ovalardır. Örneğin, Erzurum ovası (825 km-kare), Erzincan ovası (560 km-kare), Muş ovası (1500 km-kare)... Gibi). Dağ eteği ovaları: dağların eteklerinde yer alan, kısmen de bu dağlar arasına doğru sokulmuş olan ovalardır. Bunlara, piedmont ovaları( dağ eteği düzlüğü) de denir. Dağ eteği ovalarının, piedmont adıyla en tipikleri, ABD'nin Appalaş Dağları güneybatı bölümleri ile Kıyı ovaları(Güney Carolina ve Georgia eyaletleri) arasında yer alan, Piedmont bölgesinde görülür. Bu tip ovalar, oluşan birikinti konilerinin giderek birbirine eklenip büyüyerek, genişlemeleri sonucu oluşurlar. Dağ ıçi ovalarının eğimleri, kıyı ovaları ya da alçak ovalara göre daha belirgin ve fazladır. Dağlık kütleye doğru çıkıldıkça da artar ve arazi, ova niteliğini yitirerek, bir plato görünümü kazanır. Türkiye'de en tipik piedmont ovası, Bursa ovasının Uludağ volkanik kütlesine doğru en fazla sokulduğu( ovanın güney kesimi) bölümüdür. Oluşum süreci bakımından, bunlar da dağ eteği (piedmont) ovalarına benzerler. Dağlık ya da yüksek plato bölgelerini aşan akarsular, yer yer dik yamaçlı boğazlar açarak akışlarına devam ederler. Bu boğaz çıkış kesimlerinde (akarsuyun boğazları geçtiği yerler); eğim değerleri daha az akarsuların (vadilerin), ana akarsuya(ana vadiye) eklendiği yan kollar vardır. Eğimin azalmasına bağlı olarak, akarsuyun taşıma gücü de giderek azalır ve yan kolların ana akarsuya karıştığı kesimlerin yüksek bölümlerinde birikinti konileri, bunların birbirlerine eklenmeleriyle oluşan birikinti yelpazeleri ve ana akarsuya(vadiye) daha yakın olan eğimi iyice azalmış kesimlerde ise, ovalar oluşur. Bu ovalara dağ içi ovaları denir. Daha önce de ifade edildiği üzere, akarsuların normal akış düzeylerinden fazla su geçirmeleri durumu, kabarık devre diye tanımlanır. Özellikle yağışlı bölgelerde ilkbahar ve sonbahar, yarı kurak bölgelerde ise kışları, akarsuların kabarık devreleridir. Akarsuların normal akış yataklarından çıkarak, sularının çevreye doğru yayması, taşkın veya su basması diye tanımlanır. Geçmişte sıkça taşkınlara maruz kalmış, ya da bugün taşkın sularının yayıldığı ovalara, taşkın ovası denir. Taşkınlar daha çok menderesli ovalar ile diğer kıyı ovalarında etkili olurlar. Çünkü buralarda, hem ırmakların taşıdığı akarsu hacmi çoğalır, hem de eğimin azalmasına paralel olarak, akarsuyun taşıma gücü ve akış hızı büsbütün zayıflar. Bu taşma-çekilmeler süreci boyunca akarsular, ova yüzeylerinde bol lığ, yani alüvyal maddeler bırakır. Bu maddeler, tarımsal faaliyetler için çok uygun bir toprak örtüsü meydana getirir. Drenaj kanalları açılmak suretiyle topraklarda tuzlanma-çoraklaşma ile ve akarsu yatağı düzenlenerek taşkınlar önlenirse, bu tip taşkın ovalarında, verimli bir tarım faaliyeti sürdürülebilir. 1. Prof. Dr. Doğanay Hayati-Coğrafyaya giriş 1 genel ve fiziki coğrafya- 8. Basım Erzurum 2013 Aktif yayınevi 2. Prof. Dr. Erinç Sırrı-Jeomorfoloji 1 2.baskı istanbul 2005 Kırık Kanatlar Kırık Kanatlar (dizi) : Türk televizyon dizisi Kırık Kanatlar (deneme) : Halil Cibran denemesi Kırık Kanatlar (roman) : Enver Gürsel romanı Kırık Kanatlar (Andrews) V. C. Andrews romanı. Kırık Kanatlar (film) : 2002 İsrail yapımı film Maiori Maiori, güney İtalya'nın Campania bölgesinde Salerno ili'ne bağlı (1.1.2010 itibarıyla) 5.649 kişi nüfuslu bir sahil yerleşim yeri ve bir komündür. Kasaba, kaplıcası ile turistler için Antik Roma devrinden beri popüler bir yerdir. Maiori ekonomisi başlıca turizmden oluşmaktadır. Amalfi sahili boyunca en uzun plaj şeridi burada bulunmaktadır. 20. yüzyılın ortalarında, Roberto Rossellini bazı filmlerini burada çekmiştir: "Il Miracolo" ("Mucize"), "L'Amore" ("Aşkın Yolları", 1948) filminin ikinci bölümü, "La macchina ammazzacattivi" ("Kötü İnsanları Öldürmek için Makine", 1952) ve "Il viaggio in Italia" ("İtalya'ya Seyahat", 1953). Kasabanın kökenleri hakkında bilgiler açık değildir, fakat kasabanın asıl ismi komşusu Reghinna Minor'a karşılık Reghinna Maior'dur. Sahil boyunca tüm yerler Etrüsklü ve Romalı gibi farklı fatihler tarafından yapılmıştır. 830 ile 840 yılları arasında, sahil şeridinde bulunan yerler birleşerek Amalfi Devletleri Konfederasyonu'nu oluşturmuşlardır. Bu Amalfi Deniz Cumhuriyeti'nde; Lettere ile Tramonti arası ve Cetara ile Positani arası, ve Capri adası birleşmiş durumdaydı ve halkalarının hepsi Amalfitaner olarak adlandırılıyordu. O tarihlerde, her şehir kendi adını ve yönetimsel özerkliğini korumuştu, ve her birinin federasyon içinde özel bir rolü vardı. Maiori kasabasının komün sınırları içindeki nüfusu (1.12.2009 tahminleri itibarıyla) 5.649 kişidir ve nüfus yoğunluğu 353,06 kişi/km² olur. Maiori komününün içinde nüfusunun 19. ve 20. yüzyıllarda gelişmesi resmi nüfus sayımı sonuçlarına göre şu gösterimde özetlenmiştir: Maiori beldesinin şu belediyelerle ortak sınırları bulunmaktadır: Cava de' Tirreni, Cetara, Minori, Ravello, Tramonti, Vietri sul Mare Tcheky Karyo Tcheky Karyo (Çeki Karyo) (d. 4 Ekim 1953, İstanbul), Rum-Yahudi asıllı Fransız oyuncu ve müzisyen. Tcheky Karyo, 1953'te Sefarad bir baba ile Rum bir annenin oğlu olarak İstanbul'da doğdu. Ailesi daha sonra Fransa'ya göç etti. Tcheky Karyo, çocukken gittiği Paris'te oyunculuğa merak sardı. İlk gözdesi tiyatroydu, Cyrano Tiyatrosu'nda başl
adığı kariyerini, Companie Daniel Sorano'da devam ettirdi. Daha sonra da sayılı tiyatrolardan biri olan Strazburg'daki Strazburg Ulusal Tiyatrosu'na girdi. ‘‘Othello’’, ‘‘Macbeth’’, ‘‘Tartuffe’’ gibi klasiklerin yanı sıra çağdaş tiyatroyla da ilgilendi. Bu arada sinemaya da merak saldı. Fransız sinemasında bir anda yıldızı parlayan Karyo, 1982 yılında Fransa'nın Oscar'ı olarak bilinen César ödülüne aday gösterildiyse de ödülü kazanamadı. Karyo'ya beklediği ödül 1986'da geldi. Fransa'nın en prestijli ödüllerinden Jean Gabin Ödülü'nü kazanan sanatçı, bu yıllarda dünya sinemasına açıldı. 1995'te Pierce Brosnan'la birlikte ‘‘Goldeneye’’da oynadı. Sonra Meg Ryan ve Matthew Broderick ile oynadığı ‘‘Addicted To Love’’ ve Milla Jovovich ile Fransız ulusal kahramanı azize Jean d'Arc'ı konu alan ‘‘Jeanne d'Arc The Messenger’’da kamera karşısına geçti. Tcheky Karyo, Vatansever filmi ile adından söz ettirdi. Mel Gibson'ın ‘‘Cesur Yürek’’ten sonraki ikinci dev filmi olan ‘‘Patriot’’ta Fransız bir subayı canlandıran Tcheky Karyo, uluslararası bir üne ve başarıya kavuştu. Oyuncu Isabelle Pasco'yla evlidir. Jak Kamhi Jak Kamhi (d. 13 Haziran 1925, İstanbul) Türk iş adamı. Profilo Holding yönetim kurulu başkanı ve kurucusudur. İşadamı Profilo Holding İcra Kurulu Üyesi ve eski milletvekili Cefi Kamhi'nin babasıdır. Ressam, iç mimar ve iş kadını Melda Kamhi'yle çağdaş sanatçı ve yönetmen Lara Kamhi'nin büyükbabasıdır. Yahudi bir ailenin çocuğu olarak 1925'te İstanbul'da doğdu. Saint Michel Lisesi ve Yıldız Teknik Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra Fransa"da “çelik konstrüksiyon” konusunda ihtisas yaptı. Çelik inşaat, metal eşya ve elektronikte birçok ilklerin Türkiye'de üretilmesine öncü oldu. Profilo Holding Yönetim Kurulu Başkanı olan Kamhi, İstanbul Sanayi Odası, İktisadi Kalkınma Vakfı, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, Türk-Fransız İş Konseyi ve Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası'nın (MESS) kurucusudur. TÜSİAD'da uzun yıllar yönetim kurulu üyeliği yapan Kamhi, Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası'nın (ERT) ilk ve tek Türk üyesi olarak 12 yıl hizmet verdi. 1991 ve 2007 yıllarında iki kez Türkiye Cumhuriyeti Devlet Üstün Hizmet Madalyası'na, 1992"de İstanbul Üniversitesi tarafından “Fahri Mühendislik Doktorluğu” unvanına layık görüldü. Uluslararası alanda yaptığı çalışmalar nedeniyle Fransa hükümeti tarafından 1991 yılında Legion d'Honneur nişanı, 1997'de de Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac tarafından Commandeur dans l'Ordre National du Merite, 2003 yılında İspanya Kralı I. Juan Carlos tarafından Commander of the Order of the Spanish Civil Merit nişanlarına layık görüldü. Ankara Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlar Odası Yayınları tarafından basılan "Vergi Kanunlarındaki Son Değişiklikler - 4369 sayılı Kanun" (ASMMMO Yayınları No:13, Ankara 1998) isimli eseri mevcuttur. Ödülleri arasında; 1992 yılında Türk-Amerikan Dostluk Konseyi tarafından verilen liderlik ödülü, 2003 yılında Türkiye Hahambaşılığı-Türk Yahudi Cemaati"nin “Takdir ve Teşekkür” plaketi bulunmaktadır. Jak Kamhi son olarak "Gördüklerim Yaşadıklarım" adlı yaşam öyküsünü kaleme almıştır. Fransızca, İngilizce ve İspanyolca bilen Jak Kamhi, 3 çocuk ve 7 torun sahibidir. Ayrıca Yeditepe Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyesidir. Kremasyon Kremasyon, ölen kişinin cesedinin yaklaşık olarak 900-1200 derece sıcaklıkta en az 70 dakika yakılması olayı. İlk kremasyon uygulaması prehistorik döneme kadar uzanmaktadır. Eski insanlar alev ve ısının tüm nimetlerinden faydalanmaya çalışmışlardı. Bronz çağı ile birlikte Grek yarımadası ve Anadolu’da cesedin yakılarak ruhun göğe yükselmesi amaçlanıyordu. Bundaki amaç ruhun özgür olması idi. Roma İmparatorluğu döneminde kremasyon uygulaması yapılmakta ve küller de urne denen kaplarda saklanmaktaydı. Orta Avrupa’da MS.400’lerde Hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla kremasyon yerine toprağa gömülme uygulamalarına geri dönüldü. Batı kültüründe tekrar kremasyon uygulamasına 1800’lerde dönüldü. 1896 yılında Floransa şehrinde yapılan Uluslararası Tıp Konferansı’nda kremasyon uygulaması, halk sağlığı ve toprakların yaşam için korunması önerisi kabul gördü ve bu karar Avrupa, Amerika ve Avustralya’da hızla yayıldı. 1873 yılında Prof. Bruno Brunetti tarafından geliştirilen kremasyon fırını Viyana’daki sergide görücüye çıktı. Kraliçe Viktorya’nın Operatör Hekimi Sir Henry Thompson tarafından ilk kremasyon cemiyeti halk sağlığı amaçlanarak kuruldu. 1878’de Avrupa’nın ilk teknolojik krematoryumları Woking, Birleşik Krallık ve Gotha, Almanya’da faaliyete geçti. Bir ölüm söz konusu olduğunda, ceset yakılmadan önce 48 saatlik bir bekleme süresi vardır. Bu süre yerel otoriteden gerekli kanuni izinlerin alınması için elzemdir. Bu süre zarfında cesedin kimlik ve DNA örneklerinin hepsi kayda geçirilir ve vasiyetine göre kadavradan alınabilecek organlar da transplantasyon için alınır. Cesedin kremasyon için vücudunda bulunan bütün suni protez ve metal cihazlardan arındırılması gerekir. Ceset metal bir kutu ya da krematoryum fırınına uygun bir tabutta, ailesinin izni ve şahitlerin huzurunda yerleştirilir. Kremasyon fırını çalıştırılarak sıcaklığın önce 900 °C sonra 1200 °C yükselmesi sağlanır. Bu süreç sonunda sanıldığı gibi ceset kül haline gelmez geride toplam 2.5–3 kg ağırlığında kemik kırıkları kalır. Krematoryum modeline bağlı olarak yetişkin bir cesedin yakılması işlemi 80-120 dk. sürer. Kremasyon işlemi tamamlandığında parçaların soğuması beklenir ve mekanik bir öğütücüden geçirilerek tamamı toz halinde özel bir kaba (urne) alınır. Organize suç Organize suç, maddi çıkar veya güç elde etmek üzere çeteleşmeyi ifade eder. Ulusal ve uluslararası bağlantılı, belli bir teşkilatlanmaya giderek gerçekleştirilen özellikle uyuşturucu ve psikotrop maddeler, mali suçlar ile silah kaçakçılığı başta olmak üzere, yüksek kazanç sağlayan türden suçların genel adıdır. Aslında çete ile karıştırılsa da asıl olarak farklı fonksiyonlara göre örgütlenen, yatay ve dikey hiyerarşiye sahip olan suç gruplarıdır. Ancak en önemlisi o ya da bu düzeyde kamu görevlileriyle iş birliği yaparak, adalet ve hukuktan bağışıklık elde etmeye çalışmalarıdır. Organize suç grupları en çok devletin şiddet tekelini kullalanan ve denetleyen, polis, yargıç, savcı, asker gibi kamu görevlileri ile iş birliği yapar. Organize suç grupları tekil alanlarda faaliyet gösterse, örneğin sadece eroin kaçakçılığı yapsa bile, finansman, güvenlik, güç kullanımı, denetim, taşıma, para aklama gibi işlevler açısından farklılaşır. Son dönemde uluslararası ve ulusal güvenliği tehdit eden en önemli sorunlardandır. Terör örgütleri ile de bağlantıları olabilmektedir. Avrupa Organize suçlulukla mücadele çalışma grubunun 28-31 Mart 1996 tarihinde Almanya’nın Leipzig şehrinde yapmış olduğu toplantıda organize suçun oluşması için belirlediği kriterler şunlardır: 1. Haksız kazanç temin etmek üzere bir araya gelmiş ve aralarında işbölümü ilişkisi bulunan hiyerarşik bir yapının, 2. Suç ile elde edilen bir kazancın, 3. Suç işleme konusunda bir sürekliliğin, 4. Mevcut organize yapı içerisinde uygulanan bir yaptırım sisteminin olması, 5. Şiddet, tehdit gibi yöntemlerin kullanılması, 6. Kamuya ve özel sektöre nüfuz edilmesi, 7. Elde edilen kara paranın aklanması gereklidir. Krematoryum Krematoryum, cesetlerin yüksek sıcaklıklarda yakıldığı yer. Pek çok din ve kültürde ölü yakma işlemine rastlanır. Bazı kültürlerde ölünün külleri hatıra olarak saklanır. Bunun haricinde bazen salgın hastalık riski taşıyan cesetler de krematoryumlarda yakılır. Türkçeye İngilizceden geçen sözcüğün kökeni Latince "cremare" (yakmak) fiiline dayanır. Türkiye'de tam olarak ne kadar sayıda olduğu tam olarak bilinmemekle birlikte Osmanlı'nın son dönemlerinde Anadolu Kavağı sınırları içinde bir adet krematoryum denebilecek yer vardı. Zincirlikuyu Mezarlığı'nda da bir krematoryum yapılmış, sonradan yıkılarak otoparka çevrilmiştir. Seda Sayan Seda Sayan (Aysel Gürsaçer; d. 30 Aralık 1962 ya da 4 Ocak 1959, Eyüp, İstanbul), Türk şarkıcı, dizi oyuncusu ve televizyon sunucusudur. Türkiye'nin ilk haftalık kadın dergisi olan "Seda Magazin"'in editörüdür. Şarkıcılığa düğün salonlarında başladı. Sonra uvertür olarak küçük gazinolara geçti. Sevgilisi organizatör Turgut Akyüz'ün Stardust kulübünde assolist oldu. Uzun süre "b" sınıfı gazinolardan Gülizar'da assolistlik yaptı. Dönemin büyük assolistlerin çok yüksek ücret taleplerine kızan Fahrettin Aslan tarafından, Harika Avcı'yla birlikte bir süre ders aldırılıp dönemin en büyük gazinosu Maksim Gazinosu'na assolist olarak çıktı. Böylece ilk kez ciddi müzik eğitiminden gelmeyen assolistler dönemi başladı. Fahrettin Aslan'a Seda Sayan'ı tavsiye eden film yapımcısı Türker İnanoğlu'ydu. Ağustos 1978 yılında sahne alabilmek için mahkeme kararıyla yaşını büyüterek doğum tarihini 4 Ocak 1959 olarak değiştirdi. Mayıs 1987'de ilk eşi Rıdvan Kılıç'la evlenen Seda Sayan, Aralık 1987'de boşandı. 1990 yılında evlendiği ikinci eşi Sinan Engin'den 1995 yılında boşandı. Bu evlilikten Oğulcan adında bir oğlu dünyaya geldi. Mahsun Kırmızıgül ile üç yıl süren bir birliktelik geçirdi. Üçüncü eşi Soner Yapcacık'la 25 Ağustos 1998'de evlendi ve Ocak 1999'da boşandı. Dördüncü eşi Tuncak Kıratlı ile Nisan 2000'de evlendi ve Ocak 2001'de boşandı. Futbolcu Hakan Şükür'ün kardeşi Gökhan Şükür ile 2004 yılında evlendi ve bir yıl sonra boşandı. Türkücü Nihat Doğan ile nişanlanıp evliliğin eşiğinden dönen Seda Sayan, Türk halk müziği sanatçısı Onur Şan'la 1 Şubat 2008 tarihinde Çırağan Sarayı'nda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş tarafından kıyılan nikâhla evlendi. Seda Sayan ve Onur Şan Şubat 2010 tarihinde boşanmışlardır. Aralık 2017'de mahkeme kararıyla doğum tarihi 30 Aralık 1962 olarak değiştirildi. Azazil Azazil veya Azazel (Aramice: רמשנאל, Arapça: عزازل, Azazil, İbranice: עזאזל, Aze'ezel), İbranicede tanrı El tarafından Azeez (desteklenmiş) anlamına gelir. Yom Kipur gününde mabeddeki hizmette yer alan iki keçiden, halkın günahını yüklenen birinin gönderildiği ye
r veya meleğin adıdır. Kabala'ya göre, Enoch kitabında belirtildiği gibi olan ve insan kızlarıyla evlenerek dünyada Nefilim'ler çağını başlatan düşen meleklerin başı. Dahası, Azazil insanlara silah sanatı ve kozmetik işçiliği öğretti. bu sebeple yeryüzünün yolsuzluğundan sorumludur. Azazil kelimesi, Arapça kökenli bir sözcüktür. İbni Kuteybe'ye göre, İblis'in isimlerinden biridir. Hallac-ı Mansur'a göre de Adem'e secde etmediği için azledilmiştir. Abdullah bin Abbas göre, Azazil, meleklerin en bilgili olanıydı ve bir zamanlar yeryüzünde kötü cinlerle savaştı, sonra gururlandı ve Adem'e secde etmediği. Üstelik kendini daha üstün hissetti, çünkü ateşten yapılmıştı. Bir insan çamurdan yarattı, meleklerin nasıl yaptıklarını Allah'a sunamadı. (Onun ateşi onu meleklerin arasında özel biri haline getirmiş ve daha önce savaştığı cinlerden farklı olduğu söyleniyor) Daha sonra, Tanrı onu cennetten attı ve onu bir şeytana dönüştürülmüş ve ismi İblis'e değiştirildi.Kur'an ve sahih hadis kitaplarında bu isme rastlanılmamaktadır. Türkçe Şeytan anlamına gelmektedir. Yezidilik'te Yedigün Melek (Haft Raz Haftan'ın) birincisi Melek Tavus'u (Tawûsê Melek, Melikê Tawis) simgeliyor. Amfetamin Amfetamin (alfa-metil-fenetilamin) narkolepsi ve Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu dahil çeşitli bozuklukların tedavisinde, kilo kontrolünde, iştah azaltıcı olarak kullanılan sentetik bir uyarıcıdır (stimülan). Özellikle DEHB tedavisinde ilaç olarak yaygın kullanımları sebebiyle rahatlıkla elde edilebilir. Bu sebeple yasa dışı olarak en sık kullanılan uyarıcı maddelerden biridir. Yan etki olarak şizofreni benzeri psikozlara neden olur. Yaklaşık 20 günlük kullanım sonunda tolerans gelişir. Zayıf olarak MAO enzimini de inhibe ettiğinden MAO inhibitörleri ve SSRI lar ile beraber kullanılırsa serotonin sendromuna sebep olabilir. Bu durum siproheptadin ile tedavi edilebilir. DEHB tedavisinde kullanılan ticari ilaçlardan Dexedrine,Elvanse ve Adderall amfetamin içeren ilaçlar arasında sayılabilir. Skopolamin Skopolamin (veya scopine tropate veya hyoscine), Solanaceae familyası bitkilerinden elde edilen bir tropan alkaloid. bitkilerdeki ikincil metabolitlerin bir bölümüdür. Yapısal olarak nörotransmitter asetilkoline benzeyen skopolamin, muskarinik asetilkolin reseptörlerini baskılayarak çalışır. Bu nedenle de bir antikolinerjik olarak sınıflandırılır. CBS (anlam ayrımı) CBS aşağıdaki anlamlara gelebilir: Antihistaminik Antihistaminik, histaminin etkisini önleyen maddelerdir. Histamin, kişinin alerjik olduğu madde ile karşılaştığında veya iltihap durumlarında ortaya çıkan önemli bir kimyasal ajandır. En iyi sonuç için bu ilaçlar alerji şikayetleri ortaya çıkmadan alınmalıdırlar. Antihistaminiklerin ortaya çıkardığı en sıkıcı yan etki "uyku hâli" vermeleridir. Bu durum gece yatmadan önce alındığında iyi olabilse de gündüz sıkıntı yaratabilir. Hatta bazen zararlı olabilir. Araba veya tehlikeli olabilecek makina kullananlara bu ilaçlar önerilmez. İlk dozlar en fazla uyku verirler, sonraki dozlarda biraz bağışıklık gelişir. Günümüzde yeni çıkan antihistaminik türleri ile kısmen de olsa bu şikayetlerin önüne geçilebilmektedir. Vücuttaki dokuların çoğunda, mastosit adı verilen hücrelerin içinde bulunan ve salgılandığında bazı etkileri olan kimyasal bir maddedir. KBB'de en önemli yeri alerjik durumlarda aşırı miktarda salgılanarak belirtilere yol açmasıdır. Histaminin en önemli etkileri damarlarda genişleme, damar geçirgenliğinin artması ve damar dışına sıvı çıkması, kaşıntı, ciltte kızarıklık olarak sayılabilir. Bu etkiler KBB açısından önemli olan etkileridir. Bunun dışında alt solunum yollarında, kalpte, mide bağırsak sisteminde ve merkezi sinir sisteminde de etkileri vardır. Histamin etkisini göstermek için dokularda bazı reseptörlere tutunur. Bu reseptörler 3 tiptir ve H1, H2 ve H3 olarak isimlendirilir. KBB bölgesindeki reseptörler H1 reseptörleridir. H2 ise daha çok mide-barsak sisteminde bulunur. SALINIMI AZALTAN VE ARTIRAN FAKTÖRLER Histaminin vücuttaki etkilerini ortadan kaldırmak için dışarıdan verilen ilaçlara antihistaminik denir. Bu ilaçlar histaminin dokularda tutunduğu reseptörlere, daha önce tutunarak histaminin etki etmesini önler. Histamin reseptörlere tutunduktan sonra verilen antihistaminikler ortaya çıkmış etkileri yok etmezler ancak yeni oluşacak etkilere izin vermezler. çok uyku yapar. Mide bağırsak sistemini etkileyen H2 histamin reseptörleri için kullanılan antihistaminikler bir tarafa bırakıldığında, KBB için kullanılan antihistaminikler kabaca klasik antihistaminikler ve yeni kuşak antihistaminikler olmak üzere 2 türdür. Klasik antihistaminikler genel olarak gün içinde daha sık kullanılmak zorunda oldukları gibi yan etkileri de daha fazladır. Klasik antihistaminik olarak en sık difenhidramin, yeni kuşak antihistaminik olarak da en sık Loratadin, Astemizol ve Cetryzin sayılabilir. Antihistaminiklerin en sık kullanıldıkları hastalık alerjik rinittir. Bunun dışında alerjinin de rol oynadığı düşünülen sinüzit ve üst solunum yolu infeksiyonlarında da kullanılırlar. Başka ilaçlara veya bazı yiyeceklere bağlı olarak gelişen alerjik solunum ve cilt problemlerinde de antihistaminikler kullanılırlar. Her hasta değişik antihistaminiğe duyarlıdır. Bu nedenle hangisinin seçileceği hastaya göre değişir. Birinden fayda görmeyen hastaya diğeri verilir. Antihistaminikler genellikle ağızdan kullanılmalarına rağmen parenteral (kas veya damar içi) ya da burun spreyi şeklinde kullanılabilirler. Klasik antihistaminiklerin en önemli yan etkisi olarak sedasyon (uyku hali) sayılabilir. Bu nedenle özellikle araba kullanan ve iş makineleri gibi tehlikeli olabilecek aletleri kullanan kişiler uyarılmalıdır. Yeni kuşak antihistaminiklerde bu etki çok daha azdır. Bunun dışında özellikle prostatı olan hastalarda şikayetinin artması, göz içi basıncının artması (glokom), ağız kuruluğu, tansiyon yükselmesi ve bazı kalp ve sinir sistemi yan etkileri görülebilir. Bazen antihistaminikler sedasyon yerine uyarıcı etki yaparak sinirlilik ve uykusuzluk hali oluşabilir. Bu durum hastaya göre değişmektedir. Hikmet Karagöz Hikmet Karagöz, (d. 1946 Vezirköprü, Samsun) Ressam, tiyatro, sinema ve dizi oyuncusu. 1962-1963 yıllarında Eminönü Halkevi'nde amatör olarak tiyatroya başlayan sanatçı, 1964'te "Küçük Sahne" Ulvi Uraz Tiyatrosu'nda profesyonel oldu. 1974 yılında Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz'la TV yapımlarında rol almaya başladı. Sinemaya geçişi "Faize Hücum" filmiyle 1982'de oldu. Bizimkiler dizisindeki abbas rolüyle geniş kitlelerce tanındı. 1986'dan bu yana ağırlıklı suluboya olmak üzere resim yapıyor. Profesyonel olarak resim yapıyor ve sergiler açıyor. Merkezî sinir sistemi Merkezî sinir sistemi (MSS, zaman zaman İngilizce kısaltmasıyla: CNS yani "Central nervous system") sinir sisteminin en büyük bölümünü teşkil eder. Beyin ve omurilikten oluşur. Bazı sınıflandırmalarda retina ve kraniyal sinirler de MSS'ye dahil edilir. Çevresel sinir sistemi ile birlikte davranış kontrolünde temel bir göreve sahip olan merkezî sinir sistemini çevresel sinir sisteminden ayıran belirgin bir sınır olmayıp, ayrım keyfidir. MSS, vücut boşluğunda, kraniyal boşluktaki beyni ve spinal boşluktaki omuriliği kapsar. Omurgalılarda beyin kafatası ile korunurken, omurilikte omurga ile korunur. Bunların her ikisi de, meninskler (beyin ve omurilik zarı) ile çevrilmiştir. Şekilde kırmızı ile gösterilenler MSS'ye ait ana sinirlerdir. Omurgalıların embriyosunun ilk gelişimi esnasında nöral tabakadaki dikey oyuk gittikçe derinleşir ve büyüme her yöne doğru olur. İnsan embriyosunda altı hafta içinde ön beyin, serebrum ve ara beyin olarak bölünürken, art beyin, metensefalon ve myelensefalon olarak bölünür. Merkezi sinir sisteminin birçok hastalığı vardır. Bunlara, ensefalit gibi merkezi sinir sistemi enfeksiyonu; çocuk felci, nöron dejenerasyonu gibi Alzheimer hastalığı ve amyotrofik lateral skleroz, otoimmün hastalığı ve iltihap hastalıkları gibi multipl skleroz örnek verilebilir. Sonuçta merkezi sinir sistemi kanserleri, şiddetli rahatsızlıklara neden olur, bazı durumlarda beyin tümörünün meydana gelir ve bu da büyük oranda ölümle sonuçlanır. İlaç üretimi yapan bazı kuruluşlar, beynin nörolojik yapısının, rutin taramaya değil de yalnızca özel bir klinik soruya yanıt verebileceğini düşünüyor. Beyin: Duyu organları, hafıza ve düşünce merkezidir. Kan basıncını ve hormonları düzenleme, açlık, susuzluk, uykusuzluk, uyku denetleme ve istemli çalışan organları kontrol etmekle görevlidir. Bu görevler üç kategoride toplanır: Rafael Nadal Rafael Nadal Parera (d. 3 Haziran 1986, Manacor, Mallorca), İspanyol tenisçi. Bir sezonda toprak, çim ve sert zeminde grand slam kazanan tek erkek tenisçidir. Tenis tarihinde bir grand slami 9 kez kazanan ilk tenisçi oldu. Fransa Açık, Wimbledon ve Avustralya Açık'ta en büyük rakibi Federer'i yenerek şampiyon olmuştur. Fransa Açık'ta 2005 yılında kazandığı ilk "grand slam" şampiyonluğundan bu yana, 2018 Roland Garros şampiyonluğuyla, seriyi 17 yıla çıkardı. Sıkı bir Real Madrid taraftarıdır. Shakira'nın Gypsy adlı klibinde oynamıştır. Dört yaşında halen koçluğunu yapan amcası Toni'nin çabalarıyla tenise başlamıştır. Diğer amcası Miguel Angel Nadal, FC Barcelona ve İspanya millî futbol takımında yıllarca forma giymiş olan ünlü bir savunma oyuncusudur. Rafael Nadal, profesyonel tenis dünyasında ilk kez 17 yaşında oynadığı 2003 Monte Carlo Master Series turnuvasıyla dikkat çekti. Karol Kucera ve Albert Costa'yı yendi. Bu da gelecekteki büyük başarıların ilki olarak dikkat çekti . ATP seviyesinde oynadığı üçüncü turnuvada Carlos Moya'yı mağlup edip herkesi şaşırttı. Oynadığı ilk grand slam olan Wimbledon 2003'te 3. tura yükseldi. 2004'ten itibaren klasmanda hızla yükseldi. 2004 yılında Sopot turnuvasını kazanan Nadal, bir yıl sonra aralarında Fransa Açık ve dört Master Serisi (Roma, Monte Carlo, Madrid, Montreal) turnuvasının da olduğu toplam 11 şampiyonluk elde etti. Nadal 2005 yılını Roger Federer'in ard
ından ikinci sırada bitirdi. Nadal, 2006'da Dubai finalinde Federer'i yenerek onun sert zemindeki 56 maçlık galibiyet serisini sona erdirdi. İkinci grand slam turnuvasını yine Fransa Açık'ta kazandı. Dünya'nın bir numarası Roger Federer'e karşı üst üste beşinci galibiyetini alırken, toprak korttaki yenilmezlik serisini 60 maça çıkardı. Bu alanda eski rekor, 53 galibiyetle 1977'de Arjantinli Guillermo Vilas tarafından elde edilmişti. Nadal'ın toprak korttaki 81 maçlık yenilmezlik serisi, 2007 yılında Hamburg finalinde Roger Federer tarafından sonlandırıldı. ""Toprağın kralı"" olarak bilinen Rafael Nadal 2008 yılında Monte Carlo, Barcelona ve Hamburg turnuvalarını kazandıktan sonra Fransa Açık'ta Federer'i tarihi bir maçta 6-1,6-3 ve 6-0'lık stlerle yenerek üst üste dördüncü şampiyonluğunu kazandı ve Bjorn Borg'un bu turnuvada üst üste şampiyon olma rekorunu egale etti. Nadal aynı zamanda, bu şampiyonlukla birlikte Fransa Açık'ta yenilmezlik serisini 28 maça çıkardı. Nadal'ın bu turnuvadaki başarısı onu diğer üyeleri Roger Federer, Bjorn Borg ve Pete Sampras olan "herhangi bir Grand Slam turnuvasında üst üste en az dört şampiyonluk yaşayan tenisçiler" listesine soktu. Nadal, 2008 yılında aynı zamanda Wimbledon tenis turnuvasını da kazanarak Fransa Açık Tenis Turnuvası haricindeki ilk Grand Slam turnuvası şampiyonluğunu elde etti. Bu turnuvanın finalinde, Roger Federer ile, yağmurun 2 kez durdurduğu ve toplam oyun süresi 4 saat 48 dakika olarak kaydedilen unutulmaz bir maça imza atan Nadal, rakibini 5 set sonunda 6-4, 6-4, 6-7, 6-7 ve 9-7'lik setlerle mağlup etmeyi başardı. Nadal 2008 yılında art arda katıldığı toprak zeminde oynanan Hamburg, toprak zeminde oynanan Fransa Açık, çim zeminde oynanan Queen's, çim zeminde oynanan Wimbledon ve sert zeminde oynanan Toronto Master turnuvalarını kazanarak üç faklı zeminde galibiyet serisi yaptı. Nadal, 2009'da yılın ilk grand slami Avustralya Açık yarı finalinde 5 saat 14 dakika ile turnuvanın en uzun maçı rekorunu kırdıkları maçta İspanyol Fernando Verdasco'yu 6-7(4), 6-4, 7-6(2), 6-7(1), 6-4 ile yenerek kariyerinde ilk kez bu turnuvanın finaline çıkmayı başardı. Finalde Roger Federer'i 7-5, 3-6, 7-6(3), 3-6, 6-2 yenerek ilk Avustralya Açık şampiyonluğunu kazandı. Nadal, 2010 yılında toprak zemin sezonunda üç ATP Masters serisini ve Fransa Açık'ı kazanarak bunu başaran ilk tenisçi olmuştur. Nadal daha sonra 2010 Wimbledon finalinde Tomas Berdych'i 6-3, 7-5, 6-4 ile 3-0 geçip şampiyonluğa ulaşmıştır. En son katıldığı ABD Açık 2010 turnuvasında finalde Sırp rakibi Novak Djokovic'i 6-4, 5-7, 6-4, 6-2'lik setler sonucu 3-1 yenerek Career Grand Slam'ini de gerçekleştirmiştir. Ayrıca Nadal bu turnuvada oynadığı 6 maçın tamamını set vermeden kazanmış, sadece final karşılaşmasında Djokovic'e karşı tek set kaybetmiştir. Henüz 24 yaşında 9. Grand Slam şampiyonluğunu yaşayan Nadal bu sonuçla, 4 Grand Slam turnuvasında da mutlu sona ulaşan 7. tenisçi olarak da tarihe geçti. Ayrıca Open Era tarihinde kariyer grand slam'ini tamamlayan en genç tenisçi olmuştur. Aynı zamanda, 1969'da tüm grand slam'leri kazanan Rod Laver'dan sonra bir sezon içinde art arda 3 grand slam kazanan en genç ve ilk tenisçi olarak spor tarihine geçmiştir. Rafael Nadal, ABD Açık'ı kazanan üçüncü ispanyol oldu. Nadal ayrıca Mats Wilander'in ardından üç farklı zeminde en az 2 kez Grand Slam kazanan ikinci oyuncu oldu. Nadal, 2013 yılında Fransa Açık'ta erkekler finalinde vatandaşı David Ferrer'i 6-3/6-2/6-3 ile geçerek sekizinci kez Roland Garros şampiyonu oldu. Bu sonuçla tarihte ilk kez bir Grand Slam'i sekiz kez kazanmayı başaran tenisçi oldu. Grand Slam'in ikinci serisi olan Wimbledon'da ise Nadal ilk turdaki rakibi Belçikalı Steve Darcis'e 7-6, 7-6 ve 6-4'lük setlerle 3-0 yenilerek kariyerinde ilk kez bir Grand Slam turnuvasına ilk turda veda etmiş oldu. İspanyol tenisçi Rafael Nadal, Amerika Açık finalinde karşılaştığı Novak Djokovic'i 6-2/3-6/6-4/6-1'lik setlerle yenerek şampiyon oldu. Rafael Nadal, Amerika Açık'ta 2. Grand Slam zaferini kazandı. Toplamda Nadal 63 tekler şampiyonluğunun yanı sıra 28 final maçından da yenilgi ile ayrıldı. Çiftlerde de 4 finalde kaybetti. "Bu tablodaki bilgiler sporcunun katıldığı turnuvanın sonuçlanmasından sonra güncellenmektedir. Son güncelleme: 2014 Amerika Açık" Final: 21 (14 Şampiyonluk, 7 Finalist) "Bu tablodaki bilgiler sporcunun katıldığı turnuvanın sonuçlanmasından sonra güncellenmektedir. Son güncelleme:" 2014 Roma Masters. 9 Işık Doktrini 9 Işık Doktrini, Alparslan Türkeş tarafından Millî Doktrin Dokuz Işık adıyla ortaya konulan ülkücülüğün ana ilkeleridir. 9 Işık doktrini, 1965'te Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)'nin, 1969 yılından itibaren de Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)'nin programının temelini oluşturur. Alparslan Türkeş bu tezini, başta kapitalizm, liberalizm ve komünizm olmak üzere yabancı doktrinler ve yönetim sistemlerine karşı bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, millî bir görüş etrafında birleşmek için ortaya koymuştur. Bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, milli bir görüş etrafında birleşmek zorundayız. Bu görüş Dokuz Işık görüşüdür. Dokuz Işıkçılar, Türk milletine, tarih ve kültürüne dayanan, ona inanan bir doktrindir. Bunun nasyonal sosyalizm ile hiçbir ilgisi yoktur. Türkiyemizin hızla kalkındırılması, çağlar üzerinden sıçrayarak Türk milletinin atom ve uzay çağına sokulması ile mümkündür. Bu da her şeyden önce dünya çapında çok üstün kaliteli ilim adamları ve yüksek teknisyenler kadrosu meydana getirmeye bağlı bulunmaktadır. Bizim inancımıza göre, yabancı memleketlerin şartları altında meydana getirilmiş bulunan yabancı doktrinler ve yönetim sistemleri taklit edilerek Türkiye´nin kalkındırılması sağlanamaz. Ne kapitalizm ve liberalizm, ne de komünizm Türkiye için yararlı olamaz. Türkiye´yi kalkındıracak sistem ve görüş ancak Türk milletinin özelliklerine uygun, müslüman Türk milleti realitesini göz önünde bulunduran ve modern ilim ve tekniği yol gösterici kabul eden milli bir görüş olmalıdır. Bunun kısaca formülü Türk emek potansiyelinin, milli üretim faktörlerine rasyonel bir şekilde bağlanması, devletin vatandaşlara üretim yollarını açarak bütün tedbirleri alması ve kolaylıkları temin etmesi ve milli gelirin artmasında kendisine düşen esas rolü oynamasıdır. İşte biz böyle milli bir doktrin sahibi bulunduğumuz iddia eden bir kadroyuz. Milli görüşümüzün adı “Dokuz Işık Doktrini” dir. Bu görüş dokuz ana ilkeye dayanmaktadır. Bu ilkeler sırasıyla şunlardır: Her şey Türk milleti için, Türk milleti ile beraber ve Türk milletine göre sözleriyle özetlenebilecek, Türk milletine bağlılık, sevgi ve Türkiye devletine sadakat ve hizmettir... Türklük, gurur ve şuurunu İslam Ahlak ve Faziletleri doğrultusunda benimsemek ve benimsetmek. Türk milletinin ruhuna, örf ve adetlerine uygun yüksek varlığını korumayı ve geliştirmeyi ön gören esaslarına ahlakçılık esasları denir. Olayları ve varlığı ön yargılardan ve art düşüncelerden sıyırarak ilim düşüncesi ile incelemek ve girişilecek her tür faaliyette ilmi önder yapmak prensibidir. Her çeşit faaliyetin, toplumun yararına olacak şekilde yürütülmesi görüşüdür. İçtimai ve iktisadi olmak üzere iki ayrı bölümü kapsamaktadır. İktisadi görüş olarak mülkiyeti esas kabul eder, fakat mülkiyetin millet zararına kötüye kullanılmasına karşı olan bir görüşü belirtir. Karma ekonomiyi ve ana stratejik iktisadi faaliyetlerin devlet kontrolünde bulunmasını öngörür. Sosyal görüş olarak sosyal adalet düzeni, fırsat eşitliği, sosyal güvenlik ve sosyal yardımlaşma teşkilatı kurulmasını kabul eder. Köyleri tarım kentleri halinde birleştirerek kalkındırmayı öngörür. Köylünün tefecilerin elinden kurtarılması ve ihtiyacı olan kredi ve diğer yardımların sağlanması için kooperatifleşmeyi hedef alır. Bilhassa orman bölgesinde yaşayan köylüleri öncelikle ve hızla refaha kavuşturmak amacını güder. Birleşmiş Milletler Anayasasında yazılı bütün hürriyetlerin sağlanmasını gaye edinmiştir. İnsanların şahsiyet olarak geliştirilmesini toplumun kalkınması için yararlı bir yol olarak kabul eder. İnsanlar ve medeniyetler daima daha iyi, daha güzeli, daha mükemmeli istemek ve aramakla gelişir. Elde edinenle yetinmemek ve daima daha ilerisini istemek ve bunu elde etmek için gayret göstermek şuurudur. Ancak bu gayret ve çabalarda Türk milletinin tarihinden, milli benliğinden ve kökünden kopmadan yükselmek ve ilerlemek gayedir. Yapılacak her işte halka doğru, halkla beraber olmayı ilerlemenin, yükselmenin vazgeçilmez bir prensibi olarak kabul ederiz. Türk milletinin kalkınması için acele sanayileşmesi lazımdır. Dokuz Işık görüşünün esasları gayet özet olarak bunlardır. Dokuz Işık, nasıl kapitalizmi, marksist sosyalizmi reddediyorsa, nasyonal sosyalizmi ve faşizmi de reddeder. Nasyonal sosyalizm ve faşizm, kapitalizmin dejenere bir sapması olup, insan hak ve hürriyetlerine inanmayan gerici diktatörlüklerdir. Dokuz Işık ise, insan sevgi ve saygısına dayanır, ferdi ve iktisadi hürriyetleri bir bütün olarak gerçekleştirmek isteyen demokratik bir görüştür. İlahlaştırılmış faşist devletçiliğe, putlaştırılmış nazist ırkçılığa inanılmaz. Fosilleşmiş şöhretlerin yaptığı gibi siyasi kariyerinin belirli bir dönemde faşist, belirli bir döneminde kapitalist, diğer bir döneminde sosyalist olmak, düşüncenin politika ahlakında yoktur. Ülkücüler, Türk´e aşık, Türk vatanına aşık Dokuz Işıkçıdırlar. Amaçları bu kutsal vatan üzerinde Büyük Türk milletinin ebediyen bağımsız yaşamasını sağlayacak milli görüşü çizmek, bunu savunmaktır. Alparslan Türkeş'e göre Türkler ile Kürtler kardeştir ve Turancılıkla bütün kardeş Türk halklarının birliğini hedefler. Kısa süreli tepkisel psikoz Kısa süreli tepkisel psikoz veya daha yaygın ismiyle kısa reaktif psikoz, aşırı stresin tetiklediği, kısa dönemli psikoz için kullanılan bir psikiyatri terimidir. Durum genellikle iki hafta içinde çoğu kez aniden düzelir. Çoğunlukla tedavinin ana amacı hastanın bu kısa dönem içinde kendisine veya çevresine zarar vermesini önlemektir.
Nöropsikoloji Nöropsikoloji, beyninin yapı ve fonksiyonlarının belirli psikolojik olaylarla olan ilişkisini anlamayı hedefleyen psikoloji dalıdır. Daha eklektik psikoloji disiplinlerinden olan nöropsikoloji zaman zaman sinirbilim, felsefe, nöroloji, psikiyatri ve bilgisayar bilimi ile kesişir. Bío-Bío Nehri Bío-Bío Nehri, Şili 'de 380 km uzunluğunda bir nehir. Başkent Santiago'nun 500 km güneyindedir. Kaynakları Andlar'daki Icalma ve Galletue gölleridir.San Pedro de la Paz şehrinden geçerek Arauco körfezine akar. Kaynağından, denize döküldüğü yere kadar kıyısında olan büyük şehirler şunlardır: Bío Bío 1544 yılında Juan Bautista Pastene tarafından keşfedilir. Nehir uzun süre, İspanyol egemenlik alanı ile Mapuche ve Pehuencheler'e ait bölgeler arasında sınır oluşturmuştur. 1647'de İspanyollar ve Mapucheler Bio Bio'nun sınır olarak kabul edildiği bir barış antlaşması imzalarlar. Ancak bu ispanyollar tarafından sürekli olarak ihlal edilmiş, böylelikle 1655'den itibaren yeniden Mapuche isyanları süre gelmiştir. Bio Bio, burada düşünülen devasa bir baraj sistemine Pehuencheler'in gösterdiği direniş sonucu uluslararası bir üne ulaşmıştır. Yetmişli yıllarının sonundan itibaren Şili enerji şirketi ENDESA 6 büyük baraj inşasını planlamıştır. İlk barajın inşası 1997'de Pangue'de tamamlanmıştır. Barajlar Pehuenche bölgelerini sular altında bırakmış ve balık kaynaklarına zarar vermiştir. Bio Bio alanında kalan tüm çevre barajların inşası ile radikal biçimde değişmiştir. 16 Eylül 2003'de Pehuencheler Şili hükümeti ile toprak kayıplarını tazmin eden bir antlaşma imzalamışlardır. İkinci baraj 2004'te Ralco'da tamamlanır. Denize döküldüğü yerin 22 km'lik kesiminde "San Pedro de la Paz" şehri bulunur. Lagünler "Laguna Grande San Pedro" ve "Laguna Chica San Pedro" yürüyüşçülere görkemli bir doğa sunar. Ayrıca nehir kano ve rafting sporcuları tarafından çok sevilir. "Valle del Bio-Bio" ve "Valle Itata" vadileri Şili'nin en güneydeki şarapçılık alanlarını oluşturur. Litvanya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Litvanya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (; , "Litovskaya Sovetskaya Sotsialisticheskaya Respublika") kısaca Litvanya SSC, Sovyetler Birliği'ne bağlı cumhuriyetlerden biriydi. 1940-1990 yılları arasında Sovyet hakimiyeti altında kaldı. 23 Ağustos 1939 tarihinde, Molotov-Ribbentrop Paktı'na uygun olarak 16 Haziran 1940 tarihinde Kızıl Ordu tarafından işgal edildikten sonra, bağımsız cumhuriyet olarak bırakıldı. Ancak II. Dünya Savaşı sırasında, bir kukla devlet olarak 21 Temmuz 1940 tarihinde Sovyetler Birliği'ne bağlandı. 1941-1944 yılları arasında, Sovyetler Birliği'ndeki Alman işgali, ülkenin fiilen dağılmasına neden oldu. Ancak 1944-1945 yılında Almanların geri çekilmesi ile, Sovyet hakimiyeti yeniden kuruldu. Bu hakimiyet, Litvanya'nın bağımsızlığını ilan ettiği 1990 yılına kadar devam etti. Bayağı yayın balığı Bayağı yayın balığı ("Silurus glanis"), Siluridae familyasından Avrupa'nın ikinci büyük tatlı su balığıdır. Yassı ve geniş kafası, geniş ağzı, dudaklarından sarkan iki uzun anteni ve çenesinden sarkan daha kısa dört anteni, kuyruğuna kadar uzanan alt-yüzgeci ve kafasının yakınında bulunan daha küçük bir sırt-yüzgeci vardır. Bayağı yayın balığı çok iyi duyma kabiliyetine sahiptir. Seksen yaşına kadar yaşayabilir. Bayağı yayın balığının dişisi kilo başına 30.000 yumurta üretir. Erkek balık, yavrular yumurtalardan çıkana kadar yuvayı korur, bu süre, suyun sıcaklığına göre üç ila on gün arasında değişir. Bayağı yayın balığı büyük, ılık gölleri ve derin, yavaş akan ırmakları tercih eder. Su akıntılarının oluşturduğu mağaralarda ve suya batmış ağaçların yanında barınmayı sever. Alt dudağın üsttekinden daha öne çıkık durmasından da anlaşılacağı gibi, suyun ortasında ve suyun dibinde beslenir. Suni göllerde de üretilen yayın balığı yenilen bir balıktır. Ama yaşlı balıkların eti tatlı olmadığı için belli bir yaşa kadar yenilmesi gerekir; o zaman tadı dana etini andırır. Bayağı yayın balıkları kuzey hariç Avrupa'nın her yerinde bulunur. Türkiye'de de büyük ırmaklarda ve baraj göllerinde bulunur. Fırat ve Dicle Irmaklarının dışında kalan akarsu ve göllerde yayılmıştır. 3 metreye varan uzunluğu ve 150 kiloya varan ağırlığı ile, mersin balığından sonra Avrupa'nın ikinci büyük balığıdır. Ama bu büyüklüğe ulaşan yayın balıkları çok nadirdir, son yüz yıl içinde, bu büyüklükte balık yakaladığını söyleyenlerin inandırıcı kanıtları yoktur. En son inandırıcı kanıtlar 19. yüzyıldan kalmadır. Yayın balığı ortalama 1,30 - 1,60 metre boyundadır. Bazen iki metreden daha büyüğünü yakalamak da mümkündür. Yakın zamanda yakalanan en büyük yayın balıkları Po Nehrinde yakalanan 2,78 metre boyunda ve 144 kilo ağırlığında, Almanya'da yakalanan 2,49 metre boyunda ve 89 kilo ağırlığındaki yayınlardır. Fransa, İspanya ve Yunanistan'da da yaklaşık bu büyüklüklerde yayınlar yakalanmıştır. Bayağı yayın balığı genellikle balıkla beslenir, ama solucan, sülük, böcek ve yengeç de yer. Belli bir büyüklüğe ulaştıktan sonra, kurbağa, fare, sıçan, ördek ve su kıyısında yaşayan kuş türleriyle de beslenir. Balıkçılar, tuttukları balığın büyüklüğünü abartmaları ile meşhurdur, ama eğer anlatılan balık yayın balığı ise onları biraz daha ciddiye almak gerekebilir: Kanıtlanmış olaylar Duygudurum Duygudurum isminden de anlaşılabileceği gibi kişinin "duygusal durumuna" yönelik bir ifadedir. Psikolojik bir terim olarak duygudurum gerek kişinin çevresinin gözlemleyebileceği gerekse kişininin belirtebileceği sabit duygusal durumudur. Birden çok duygu barındırabilen duygudurum aynı zamanda yoğunluk da ifade edebilir. Duygudurum kişinin bulunduğu çevre,algıda seçiciliğine göre değişiklik gösterir. Bazı zamanlarda anormal davranışlarla bozukluk gösterebilir. Örneğin kalabalık bir otobüste birden bağırarak şarkı söylemeye başlayan bir insan anormal bir davranış ile duygudurum bozukluğu gösterir. Karl Jaspers Karl Theodor Jaspers, (d. 23 Şubat 1883 - ö. 26 Şubat 1969), felsefede varoluşçu akımın teorisyenlerinden Alman filozof ve psikiyatrist. Modern psikiyatri, din felsefesi, tarih felsefesi ve siyaset felsefesinde önemli etkileri olmuştur. Karl Jaspers, her ne kadar felsefeye erken yaşlardan ilgi göstermeye başlasa da hukukçu babasının etkisiyle üniversitede hukuk okumaya karar vermiştir. Fakat kısa sürede hukuktan sıkılarak, 1902'te tıp okumaya başlamıştır. 1909'da tıp okulundan mezun olmuş Heidelberg'deki bir psikiyatri hastanesinde çalışmaya başlamıştır. Döneminin tıbbi çevrelerinin zihinsel hastalıklara yaklaşımından tatmin olmayan Jaspers psikiyatrik yaklaşımı geliştirmeyi kendine görev edinmiş, 1913'te Heidelberg Üniversitesi'nde geçici olarak psikoloji öğretmeye başlamıştır. Daha sonra pozisyonu kalıcıya dönüşmüş, Jaspers hiçbir zaman klinik uygulamaya geri dönmemiştir. "Genel Psikopatoloji" (1913) adlı yapıtında psikopatoloji yöntemleri ile görüngübilimsel ve yorumbilgisel yaklaşımlar arasındaki bağları incelemiş, bu yaklaşımları bazı psikopatoloji sorunlarına başarılı bir şekilde uygulamıştır. 40 yaşında ruhbilim çalışmalarından felsefe çalışmalarına dönen Jaspers'in "Psychologie der Weltanschauungen" (1919) adlı yapıtı hem ruhbilimi algıladığımız dünyaya dair bir vizyon oluşturma gereksinimi içinde değerlendirmesi, hem de Kant, Kierkegaard, Nietzsche ve Weber'den ne ölçüde etkilendiğini göstermesi bakımından çok önemlidir. Jaspers'i etkileyen diğer önemli filozoflardan bazıları Platon, Plotinos, Hegel, Schelling, Dilthey ve Husserl'dir. Karl Jaspers, başyapıtı olarak nitelenen "Felsefe" (1932) adlı kapsamlı kitabında kendi varoluşçuluk anlayışını dile getirmiş, kitap Nazi Almanyası'nda yasaklanmıştır. Bu nedenle İsviçre'ye giden ve Basel Üniversitesi'nde dersler vermeye başlayan Jaspers, bu dönemde felsefeyle bağlarını bir hayli koparmış, daha çok siyaset felsefesiyle ilgilenmiştir. Bunun en önemli göstergesi "Atom Bombası ile İnsanlığın Geleceği" (1958) adlı yapıtıdır. Ölümüne kadar ise çalışmalarının çoğunu "din felsefesi" oluşturmuştur. Karl Jaspers felsefenin pek çok alanında ilginç anlayışlar geliştirmiştir. Bunların en önemlileri din felsefesinde "aşkın", "şifre" (gizli yazı düzeni), "felsefece inanç" tasarımları; tarih felsefesinde "Eksenler Dönemi" tezi; siyaset felsefesinde ise "yeni siyaset düşüncesi"dir. Karl Jaspers insanın dünya karşısındaki mümkün tutumlarını, bireyin ölüm, savaş, değişme ve suç gibi durumlar karşısında vermek durumunda olduğu kararları analiz eden, varoluş problemini akıl aracılığıyla çözümleyecek bir varoluş felsefesi geliştirmiştir. Varoluşla, insanın yaşadığı ve dolayısıyla nesnelleştirilemeyen acı çekme, suçluluk ve ölüm gibi durumlarla sınırlanan ve açığa vurulan insanlık halini anlayan Jaspers'e göre, bu nihai durumlar bilimsel düşüncede gözden kaçırılır ya da bir takım açmaz ve antinomilerle ifade edilir. Oysa bu tecrübeler deneysel bene ilişkin bilgimizin eğretiliğini ve dünyasal varoluşumuzun güvenilmezliğini gösterir. Gerek kilisenin, gerekse siyasetin insanları özgür değil eşit yapmaya çalıştığını söyleyen Jaspers, gerçek varoluşunu yaşayamayan insanın başkaları tarafından kurulmuş olan bu çadırdan çıkabilmesi, kabuğunu yırtabilmesi için üç zorunlu koşul bulunduğunu söyler: Yalnızlık, cesaret ve savaş. Kitlesel duygudaşlık içinde sevgiyi kaybeden insan yalnız olabilmelidir. Bununla birlikte, önce yalnızlık ve başkalarını özleme açmazını cesaretle yaşama zorunluluğu bulunmaktadır. Bu iki koşulu gerçekleştiren insanın savaşacağı üç şey vardır: Ölüm, acı çekme ve suç. Gerçek bir varoluş düzeyine yükselmek, varolabilmek sorumlu olmaktan geçer. Bir inanç ahlakı geliştiren Jaspers, insanın varoluşunu gerçekleştirebilmesi için, bilimi aşarak "mutlağa" ya da "Tanrı"ya gitmesi gerektiğini söylemiştir. Varoluşunu bu yolla kuran insan, ona göre, ahlaksal bakımdan doğru olanı da bulmuş olur. Şizotipi Şizotipi psikoz ve daha belirli anlamda şizofreni ile ilgili karakteristik ve deneyimler barındıran kişilik tipini tanımlayan psikolojik terimdir. Yukio Ota Yukio Ota (Japo
nca: 太田幸夫; d. 10 Eylül 1939 - ), Japon grafik tasarımcısı ve eğitmendir. Piktogram tasarımları ve karmaşık görsel iletişim ortamları konularında isim yapmıştır. LoCoS'un tasarımcısıdır. LoCoS LoCoS, (Lovers Communication System) Yukio Ota tarafından 1960'larda tasarlanmış olan, cümlelerin piktogram ve ikonlardan oluştuğu bir görsel işaret dilidir. Biçim, okunuş ve anlamı bir araya getirmeyi mümkün kılar. Bir cümleye bakıldığında anlam ve okunuşu çıkarmak mümkündür. Bunun yanında, okunuş duyulduğu zaman buna rastgelen cümle ve anlama da varmak mümkündür. LoCos, 18 temel işaretten oluşur. Mert Nobre Mert Nobre (Portekizce: "Márcio Ferreira Perreira Nobre") (d. 6 Kasım 1980, Jateí) Forvet mevkiinde oynayan Brezilya asıllı Türk futbolcudur. 1. Lig ekiplerinden Büyükşehir Belediye Erzurumspor'da forma giymektedir. Nobre profesyonel futbola Paraná Clube takımında başladı. 1999'da Brezilya birinci liginde forma giymeye başladı. 9 Ekim 1999'da 19 yaşındayken ilk maçına Corinthians karşısında Fernando Diniz'in yerine oyuna girerek çıktı. Nobre sezonda toplam 7 maça çıktı. İkinci resmi maçında 16 Ekim'de Gama karşısında yine yedeklerden oyuna giren Nobre kariyerinin ilk golünü kaydetti ve Parana maçı bu golle 1-0 kazandı. 2000 sezonunda Brezilya Lig formatı değişti. Nobre'li Parana eleme gruplarında kendi grubunda 3. olarak, kupa usulü oynanan lige kaldı. Parana son 16'yı geçerek, çeyrek finale çıktı ancak o sezon şampiyon olan Vasco de Gama'ya elendi. Nobre de final turlarında oynanan 4 maçın 2'sinde oyuna girdi. Bu sezon ilk kez Brezilya Kupası'nda 2 maçta forma giydi. Nobre özellikle 2001 sezonunda takımının önemli isimlerinden biri oldu. Özellike ligin sonlarına doğru ilk 11'de forma giymeye başalyan Nobre 25 maçta 11 gol kaydetti. Goiás takımına karşı kariyerinin ilk hat-trick'ini kaydetti. Maçı da takımı 3-1 kazandı. Ancak ligde başarı sağlayamadılar ve 14.cü oldular. Bir önceki sezon olduğu gibi kupada da 2 maça çıktı. 2002 sezonunda da takımın önemli isimlerinden olan Nobre oynadığı ilk 4 maç gol atamasa da 5. maçında Brezilya'nın önemli takımlarından Palmeiras'ı 5-1 yendikleri maçta 4 gol kaydetti. Toplamda ise 24 maçta 12 gol attı. Takımının en golcü ikinci ismi Nobre'nin bu performansına rağmen Parana, düşmekten sadece 2 puanla kurtuldu. Kupada ise Parana ile çeyrek finale kadar yükseldi ve 5 maçta forma giydi. 2002 yılı sonunda Brezilya Ligi bittikten sonra, Marcio Nobre Japon ligi takımlarından Kashiwa Reysol'a transfer oldu. Bu transferde takımın Brezilyalı menajeri Marco Aurelio'nun etkisi büyüktü. 15 maçın 13'ünde forma giyen Nobre ligde gol atamadı. Ligin ilk bölümünde takımı ligde 9. olabildi. Lig kupasında da forma giyen nobre takımının grup sonuncusu olmasına engel olamadı. 4 maçta 1 gol kaydetti. Golü Vegalta Sendai'ya 4-1 yenildikleri maçta kaydetti. Japonya'da başarısız bir sezon geçirmekte olan Nobre, Parana ile Brezilya ligindeki gösterdiği performansı ile daha büyük takımların dikkatini çekmişti. 2003 sezonunun ortasında Cruzeiro takımına transfer oldu. Bu takımda daha sonra da beraber oynayacağı Alex de Souza ve Edu Dracena ile beraber oynadı. Diğer ünlü takım arkadaşları ise Felipe Melo ve Claudio Maldonado'ydı. İlk golünü ligin sonlarına doğru Vasco de Gama'ya attı. Takımı bu golle maçı 1-0 kazandı. İkinci golünü ise eski takımı Parana'ya kaydetti. Nobre 14 maçta 3 gol kaydetti. Sezon sonunda Brezilya şampiyonu oldular. Bu şampiyonluk Cruzeiro'nun ilk şampiyonluğu oldu. Aynı sezon kupayı da kazandılar. Nobre ise kupada sadece bir maç forma giydi. Nobre ayrıca kariyerinde ilk kez Güney Amerika turnuvalarından Copa Sudamericana'da forma giydi. İki maçta oynayan Nobre, bir gol attı ancak takımı gruplardan çıkamadı. 2003'te Brezilya sezonunun bitmesinden sonra Türkiye'de devam eden 2003-04 sezonu devre arasında Fenerbahçe'ya kiralandı. Nobre, Fenerbahçe'den ayrılana kadar her sezon kiralandı. 13 Ocak 2004'te Vitesse ile oynanan hazırlık maçıyla ilk kez Fenerbahçe forması giydi. 18 Ocak 2004'te ise Çaykur Rizespor karşısında ilk kez resmi bir maçta forma giydi. İlk maçında Fenerbahçe rakibi 4-1 yenerken, Nobre de iki gol kaydetti. Nobre 18 Süper Lig maçında oynayıp 12 gol attı. İlk Galatasaray derbisinde de gol attı. Sezon sonunda Türkiye'deki ilk şampiyonluğunu yaşadı. 2004-05 sezonunda Nobre, 34 lig maçının 33'ünde forma giyme başarısı gösterdi. Eski takım arkadaşı Alex de Souza'nın da takıma katılmasıyla gol sayısını arttırdı. Alex 23 gol, Nobre ise 18 gol kaydetti. Önceki sezon olduğu gibi Kadıköy'de oynanan Galatasaray derbisinde gol atıp, Fenerbahçe'nin maçı 1-0 kazanmasını sağladı. Fenerbahçe sezon sonunda bir kez daha Türkiye şampiyonu oldu. Türkiye Kupası'nda da 5 maç oynayan Nobre 3 gol kaydetti ancak kupayı finalde Galatasaray'a 5-1 yenilerek kaybettiler. Kariyerinde ilk kez Avrupa sahnesine çıkan Nobre UEFA Şampiyonlar Ligi'nde forma giydi. 6 grup maçının 5'inde forma giyen Nobre, Manchester United ve Olympique Lyonnais'a iki gol attı. 2005-06 sezonunda bu sefer 29 maçta forma giyen Nobre, yine yüksek bir performans gösterek 17 gol attı. Fenerbahçe'nin en golcü ismi oldu. Ancak şampiyonluğu son hafta Denizlispor beraberliği ile kaybettiler. Bu sezon da Galatasaray'a gol atan Nobre, bu sefer Ali Sami Yen'de alınan 1-0'lık galibiyette galip getiren golü attı. Ayrıca Kadıköy'de oynanan maçta attığı kafa golüyle Beşiktaş karşısında 2-1 yenik durumda olan takımının berabere kalmsını sağladı. 6 Türkiye Kupası maçında 1 gol atarak takımının finalist olmasına yardım etti ancak oynamadığı final maçında Fenerbahçe, Beşiktaş'a uzatmalarda yenilerek kupayı alamadı. Yine Şampiyonlar Ligi gruplarında oynayan Nobre 6 grup maçında da forma giydi ve Schalke 04'e bir gol attı. Ancak grup dördüncüsü olarak başarısız oldu. Fenerbahçe'nin 100. yıl kadrosunda düşünülmeyen Nobre, 2006-07 sezonunda kiralanmadı. Nobre 18 Mayıs 2006 tarihinde İstanbul'un bir diğer büyük takımı Beşiktaş'ye transfer oldu. 30 Temmuz 2006'da Galatasaray ile oynanan Süper Kupa finaliyle ilk resmi maçına çıktı. Beşiktaş, Nobre'nin golüyle kupayı tarihinde ilk kez müzesine götürdü. Nobre, Ağustos 2006 da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edildi ve ismini "Mert Nobre" olarak değiştirdi. Sezonun üçüncü haftasında itibaren ligde Türk vatandaşı statüsünde oynadı. İlk sezonunda ligde 30 maçta forma giydi ve 8 gol kaydedebildi. 28 Ocak 2007'de Manisaspor karşısında Türkiye'deki ilk hat-trick'ini yaptı. Beşiktaş maçı Nobre'nin golleriyle 3-1 kazandı. Beşiktaş'ın lig ikincisi olduğu sezonda takımının Bobô'dan sonra en golcü ismiydi. Öte yandan Türkiye Kupası'nı ise müzeye götürdüler. Nobre, yarı finalde Fenerbahçe ile eşleşen Beşiktaş'ta iki maçta da oynadı. Uzatmalara giden ikinci maçta attığı kafa golüyle Beşiktaş'ın finale çıkmasını sağladı. Kupa finalinde de 92 dakika forma giydi. Bu kupa, Nobre'nin de ilk Türkiye Kupası oldu. Beşiktaş'ta oynadığı ilk sezonda kariyerinde ilk kez UEFA Kupası'nda forma giydi ve CSKA Sofya'ya bir gol attı. 2007-08 sezonunda önceki sezon gibi 30 maçta forma giyen Nobre, bu sefer 10 gol kaydetti. Bu sezonda da derbileri boş geçmeyen Nobre, Galatasaray karşısında alınan 1-0'lık galibiyette golü kaydetti. Ancak Beşiktaş ligde üçüncü olabildi. Kupada ise çeyrek finalde elendi. Nobre altı kupa maçında iki gol attı. Kariyerinde 3. kez UEFA Şampiyonlar Ligi'nde forma giydi ancak elemeler dahil olmak üzere sadece üç kez oyuna yedekten girdi. 2008-09 sezonunda 27 lig maçına çıkan Nobre, önceki sezon olduğu gibi 10 gol attı. Sezon içinde yine bir derbi golü kaydeden Nobre, bu sefer Fenerbahçe'ye bir gol atsa da takımının galip gelmesini sağlayamadı. Sezon sonunda Beşiktaş şampiyon oldu. Nobre de böylece kariyerinin üçüncü Türkiye şampiyonluğunu yaşadı. Nobre, dört Türkiye Kupası maçında iki gol attı. Sezon sonunda Beşiktaş, Türkiye Kupası'nın da sahibi oldu. UEFA Kupası'nda ise NK Široki Brijeg ve FK Metalist Harkiv'e gol attı. 2009-10 sezonu Nobre için çok parlak geçmedi. Ligde 19 maçta forma giydi ve sadece dokuzunda ilk 11'de başladı ve sadece Bursaspor'a bir gol atabildi. Lig dördüncüsü oldular. Türkiye Kupası ve Süper Kupa'da da başarısız olan Beşiktaş'ta Nobre beş maçta iki gol kaydetti. Şampiyonlar Ligi'nde de beş maçta forma giyen Nobre gol atamadı. 2010-11 sezonunda Bernd Schuster ile eskisine göre daha fazla forma şansı buldu ve 21 maçta altı gol kaydetti. Türkiye Kupası'nda da iki gol attı ve sezon sonunda üçüncü kez Türkiye Kupası'nı kaldırdı. 2011 yaz transfer sezonunda Mersin İdman Yurdu'na transfer oldu. İlk maçında MKE Ankaragücü'ne karşı 2 gol atarak takımını galibiyete taşıdı. Mersin İdman Yurdu formasını Süper Lig'de 40 kez giyen Nobre rakip fileleri toplamda 19 kez havalandırmıştır. 15 Aralık 2012'de Akhisar Belediyespor'u 2-1 yendikleri maçta attığı golle 100'ler kulübüne girdi. Bu kulübe Alex de Souza'dan sonra dahil olan ikinci Brezilyalı isim oldu. Ancak 2012-13 sezonunda attığı 13 gole rağmen takımı lig sonuncusu olarak küme düştü. 2013-14 sezonu öncesinde ise adı Fenerbahçe ve Eskişehirspor ile anılan Nobre, Kayserispor'a transfer oldu. Burada Beşiktaş'taki takım arkadaşı Bobo ile tekrar forvet hattını oluşturdu. Ligde beş gol attı. Sezon sonunda ise lig sonuncusu olarak küme düştüler. Bir sonraki sezon kariyerinde ilk kez oynadığı 1. Lig'de 16 gol atarak takımının en golcü ismi oldu. Kayserispor, 1. Lig'i birinci bitirerek tekrar Süper Lig'e yükseldi. 2015-16 sezonunda Türk yatırımcıların yönetmeye başladığı İsviçre 2. ligi ekibi FC Wil 1900'a transfer edilen Türk futbolculardan biri oldu. Sezonu 7 golle tamamlayan futbolcu sezon sonunda takımdan ayrıldı. Mert Nobre, 19 Temmuz 2016 tarihinde 3. Lig'de şampiyon olarak TFF 2. Lig'e yükselen Büyükşehir Belediye Erzurumspor ile anlaşma vardı. Attığı 13 golle takımının en golcü ismi oldu. Grubunu üçüncü bitiren takım, play-off'larda da başarılı bir performans gösterdi ve TFF 1. Lig'e yükseldi. 2017-2018 sezonuna suskun başlayan Nobre, Şubat ayına kadar golle buluşamadı. Ancak sezonun sonlarına doğru attığı 10 g
olle Erzurum ekibini yükselme play-off'larına taşıyan isimlerden oldu. Play-off ilk maçında da iki gol kaydetti. Türk millî takımında da oynamak istediğini dile getiren Nobre'nin Türk vatandaşlığı da 2006 yılında onaylandı. Ancak henüz Türkiye millî futbol takımında forma şansı bulamadı. Kayserispor (1) Büyükşehir Belediye Erzurumspor (1) Keklik Keklik, sülüngiller (Phasianidae) familyasından bıldırcından büyük bazı kuş türlerine verilen ad. Keklik terimi belirli bir taksonomik gruba denk gelmez. Avlanan bir hayvandır. Eti lezzetlidir. Genelde 2-3 yumurta bırakır. Çiftliklerde üretimi gittikçe yaygınlaşmaktadır. Hobi hayvanı olarak oldukça geniş bir kitleye hitap etmektedir. En yaygın bulunabilen türü "Kınalı Keklik" olarak bilinir. Çiftlik yetiştiriciliğinde yıllık 70 yumurta alınabilir. Et için beslenenlerde ise 18. hafta sonunda erkekleri 380, dişileri 320 grama ulaşabilir. Veysel Batmaz Prof. Dr. Veysel Batmaz (d. 1953, Bursa), Türk iletişim bilimcisidir. Kadıköy Maarif Koleji'ni bitirdi. ODTÜ Uluslararası İlişkiler ve Kamu Yönetimi bölümünden mezun oldu, Ankara Üniversitesi-Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde iletişim doktorası yaptı. Altı yıl SBF-BYYO'da asisitanlık görevinde bulundu. Lisans üstü çalışmalarını University of Pennsylvania-Annenberg School for Communication'da sürdürdü; efsanevi iletişim akademisyenleri George Gerbner'in asistanlığını yaptı ve Jürgen Habermas'ın kısa dönemli öğrencisi oldu. Liverpool John Moores Üniversitesi-Beykent İleri Eğitim Kurumu Akademik Direktörü ve Mütevelli Heyeti Üyeliği, Beykent Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyeliği, Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığı görevlerinde bulunmuştur. Reklam ve araştırma sektörlerinde çeşitli görevler aldı. Manajans/Thomson Reklam Ajansı'nda Eli Acıman'ın yanında üç yıl araştırma müdürlüğü yaptı. Birçok üniversitede reklam, araştırma yöntemleri, iletişim, sosyal psikoloji ve siyasal düşünceler alanlarında dersler verdi. 2000 yılından beri İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü ve Araştırma Yöntemleri Anabilim Dalı başkanıdır. TÜRSAK, Tarih Vakfı ve Bilişim Vakfı kurucu üyesidir. Gordon Milne Gordon Milne (d. 29 Mart 1937), İngiliz eski futbolcu, teknik direktör. Uzun yıllar Beşiktaş'nin teknik direktörlüğünü yapan Milne, Türkiye'de ayrıca Bursaspor ve Trabzonspor'un da teknik adamlığını yaptı. Preston, Lancashire`da Preston kulübünün eski bir futbolcusu Jimmy Milne`nin oğlu olarak dünyaya geldi. Morecambe, Preston North End, Liverpool takımlarında başarılı bir performans ortaya koydu. Bill Shankly'nin ilk transferlerinden olan Milne, Ağustos 1960'da Liverpool'a geldi. Teknik direktör Bill Shankly, Milne'in eski takımı Preston North End'de, Gordon Milne'in babası Jimmy Milne ile oynamıştı. 1937'de FA Cup finaline çıkmışlardı. Finalde ikisi de forma giymiş ancak kupayı 3-1 yenilerek Sunderland'e kaptırmışlardı. 1938'de bu sefer kupayı kazanmışlardı. Shankly ilk 11'deyken, Jimmy Milne ise sakatlığından dolayı yedekti. Bu bağdan dolayı Milne, kendisini isteyen birinci lig ekibi Arsenal FC'nin teklifini redderek, Liverpool'a geldi. Milne, o dönem ikinci ligde oynayan Liverpool'da ilk maçına 31 Ağustos 1960'da Anfield'de Southampton karşısında çıktı. İlk golünü ise 20 Eylül 1961'de Newcastle United'a karşı kaydetti. Liverpool`un eski ikinci ligden yükselmesinde önemli bir rol oynadı ve 42 lig maçının hepsinde forma giydi. O sezon FA Cup'ta oynanan 5 maçta da forma giydi. 5. turda eski takımı Preston North End'e karşı oynanan 3 maçta da forma giydi. Liverpool ve Preston ikl iki maçta berabere kalınca, 3 gün sonra tekrar maçına çıktılar ve yine berabere kaldılar. 6 gün sonra oynanan üçüncü maçı Liverpool 1-0 kaybetti. Gary Byrne ile saha içinde iyi bir ikili oluşan Milne, sağ kanatta oldukça etkiliydi. Birinci ligdeki ilk iki sezonunda sadece 1 maç oynayamayan Milne, 1963-64 sezonunda lig şampiyonluğu gördü. Bu şampiyonluk Liverpool'un 1947'den beri aldığı ilk şampiyonluk oldu. Sonraki sezon, Milne lig ve iki İngiltere Kupası yanında Avrupa sahnesine de çıktı. Ancak FA Kupası yarı finalinde Chelsea maçında sakatlanması nedeniyle sezonu erken kapattı. Milne'in finalde forma giyemediği FA Kupası'nı Liverpool kazandı. Bu Liverpool tarihindeki ilk FA Kupası oldu. Kupa finalinden birkaç gün sonra Liverpool, Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finalinde Anfield'de FC Internazionale Milano'yu konuk ediyordu. Teknik direktör Shankly, sakatlıkları nedeniyle oynayamayan Milne ve Byrne'ı, ellerinde FA Kupası'yla zafer turu atmaya gönderdi. Bunu gören Liverpool taraftarı seslerini daha da yükselterek takımlarına destek oldu ve maçı Liverpool 3-1 kazandı. Ancak rövanş maçını kaybedip, yarı finalde elendiler. FA Kupası ve Avrupa'da yarı finale rağmen 1964-65 sezonu lig için kötü geçmişti. 1965-66 sezonunda Milne'li Liverpool bir kez daha lig şampiyonu oldu. 1966'da UEFA Kupa Galipleri Kupası finalinde de forma giydi ancak uzatmalarda kupayı kaybettiler. Sakatlıktan toparlanmaya çalışan Milne, önceki maç rakamlarının altında kaldı. 1967'de Liverpool'dan ayrılan Milne, ikinci lig takımlarından Blackpool'a transfer oldu. 1969-70 sezonunda ikinci ligde ikinci olarak, Premier Lig'e çıkma şansını kazandılar. Milne, 14 defa İngiltere millî futbol takımı formasını giydi (1963-64). Millî takımın başına yeni geçen Alf Ramsey, ilk iki yılında Milne'e millî takımda şans verdi. İlk defa İngiliz millî takım formasını 8 Mart 1963'te Brazilya'ya karşı giydi. Maç 1-1 sonuçlandı. 21 Ekim 1964'te Belçika karşısında oynadığı maç ile son millî maçı oldu. 1965'te geçirdiği bir sakatlık nedeniyle millî takımdan ayrı kalan Milne, 1966 FIFA Dünya Kupası kadrosuna giremedi. İngiltere Futbol Federasyonu'nun 100. yılı kutlamaları dahilinde İngiltere millî takımının Dünya Karması'yla oynadığı maçta ilk 11'de sahaya çıktı. 1970'de Milne, futbolculuğunun yanında teknik direktörlüğe de başladı. İlk takımı Wigan Athletic oldu. İngiltere'nin 7. seviye ligi olan Northern Premier League Premier Division'da ilk sezon şampiyon oldular. 42 maçta sadece 2 kez yenilen takım play-off'larda başarılı olmayıp bir üst lige çıkamadılar. Milne, 1971-72 sezonunda sadece teknik adamlığa devam etti. Lig üçüncüsü olunca görevi bıraktı. Wigan'da teknik direktörlükte de başarılı olacağının sinyalini veren Milne, İngiltere Futbol Federasyonu tarafından İngiltere genç millî takımının başına getirildi. 1972'de Barcelona'da oynanan maçta Batı Almanya'yı 2-1 yenerek Avrupa Gençler Şampiyonu oldular. 1974'te Coventry City'nin başına geçti. Burada 7 sezon kaldı, ancak büyük bir başarı sağlayamadı. Orta sıralarda dolaşan takımın en iyi derecesi 7.'lik oldu. Genel olarak genç oyuncular yetiştirip daha büyük takımlara sattılar. 1982'de Leicester City'ye transfer oldu. Takım 1981'de ikinci lige düşmüş, 1981-82'de ligde orta sıralarda yer almıştı. Milne, 1983'te takımı lig üçüncüsü yaparak Premier Lig'e geri çıkardı. Forvette Gary Lineker ile çalışan Milne, onu birinci lig vitrinine çıkarmış oldu. Takım ile birinci ligde başarı kazanmadılar ve düşme potasının biraz üstünde yer aldılar. 1987'de Milne, ilk kez yurt dışına çıktı ve Beşiktaş'nin teklifini kabul etti. İlk sezon Galatasaray'ın ardında ikinci oldular. Kupada da başarısız olan Beşiktaş'ın tek tesellisi Başbakanlık Kupası oldu. 1988-89 sezonunda yine lig ikincisi oldular ancak bu sefer hem Türkiye Kupası'nı hem de Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı kazandılar. Ligde şampiyonluğun gelmemesi nedeniyle Milne üstünde baskı oluşsa da başkan Süleyman Seba devam kararı aldı. 1989'dan itibaren ise Beşiktaş fırtına gibi esmeye başladı. Üç sezon üst üste lig şampiyonluğu kazanıldı. 1990-91 sezonundaki şampiyonluk hiç yenilgi alınmadan kazanılmıştı. Böylece Beşiktaş, Türkiye tarihinde namağlup tek şampiyon unvanını kazandı. Bu üç yılda bir Türkiye Kupası bir de Cumhurbaşkanlığı Kupası geldi. Buna rağmen Beşiktaş, Avrupa'da başarı gösteremedi ve ilk turlarda elendi. 1992-93 sezonunda Beşiktaş, şampiyonluğu averaj farkıyla kaybetti ve 4 sezon üst üste şampiyon olma rekorunu kıramadı. 1993-94 sezonuna kötü başlayan Beşiktaş, Milne'in getirdiği yabancılar Osvaldo Nartallo ve Francesco Manassero transferlerinde yaşanan mali problemlerden dolayı Milne'i suçladı ve sezonun ilk yarısı sonunda Milne ve Beşiktaş yollarını ayırdı. Türkiye'de uyguladığı antrenman programları ve taktikler ile Türk futbolunun gelişmesinde önemli bir role sahip Milne, Beşiktaş'taki yabancı haklarını Britanya'dan kullanmış ve Alan Walsh, Ian Wilson gibi tecrübeli isimlerinden yanında, daha sonra İngiliz futbolunda bir efsaneye dönüşecek Les Ferdinand'ı da Türkiye'ye getirmiştir. 1993-94 sezonunu tamamlayamadan ayrılan Milne'in yerine Alman teknik adam Christoph Daum geçti. Milne 1994'te Japon ekibi Nagoya Grampus'un başına geçti. 1993'te kurulan Japon Ligi'nin ikinci sezonunda ligde başarılı olamadı. Takımında eski futbolcusu Gary Lineker ile ünlü Yugoslav futbolcu Dragan Stojković de yer almaktaydı. Bir süre futbola ara veren Milne, İngiltere'de Teknik Direktörler Derneği'nde görev aldı. 1996'da Türkiye'ye geri dönen Milne, Bursaspor'un başına geçti. Bursaspor ligi dört büyüklerden sonra beşinci olarak bitirdi. Bu derece Bursaspor tarihinin o döneme kadar kazandığı en büyük başarı oldu. Milne'in başarısı 2009-10 sezonunda eski Beşiktaş'lı futbolcu Ertuğrul Sağlam tarafından Bursaspor'un lig şampiyonu yapılmasıyla bozuldu. Bu başarılara rağmen, Milne, Ercüment Şahin ve Majid Musisi gibi taraftarın sevdiği futbolcular ile sezon içinde problem yaşadı ve sezon sonunda takımdan ayrıldı. 1998'de bir kez daha Türkiye'ye gelen Milne, bu sefer Trabzonspor'un başına geçti. Ligde üç büyüklerin ardından dördüncü oldu ve UEFA Intertoto Kupası'na gitme vizesini aldı. Ancak yaptığı transferlerden verim alınamaması ve ilk üç sırayla puan farkının çok olması nedeniyle, bir yıl daha sözleşmesi olmasına rağmen sözleşmesi feshedildi. Milne 1999'dan sonra 2004'e kadar menajer Bobby Robson'ın yanında Newcastle United'ın sportif direktörlüğünü yaptı.
2005'te Beşiktaş'a sportif direktörlük ve altyapı koordinatörlüğü göreviyle geri döndü. Ancak kısa sürede görevinden alındı. 1987 - 1993 yılları arasında Beşiktaş’ta görev yapan Milne’i, son olarak Yıldırım Demirören başkanlığındaki geçtiğimiz dönem işbaşında olan yönetim 17 Ekim 2005 tarihinde İstanbul’a getirmişti. İngiliz hoca altyapının başında 6 ay gibi kısa süre içinde görev yapıp, tekrar ülkesine dönmüştü. Bu döneme ilişkin alacağı olan Milne, 308 bin Sterling’i 4 ayrı bono olarak kulüpten tahsil etmeye çalışmış, ancak sonuç alamayınca 12. İcra Müdürlüğü aracılığı ile icra takibi başlatmıştı. Bu gelişmenin ardından Beşiktaş, Gordon Milne’nin Türkiye’de adresinin bulunmadığı ve teminat göstermediği gerekçesiyle İstanbul İcra Tetkik Mercii’ne açtığı davayla itiraz etmişti. Yapılan itirazda, "Gordon Milne, yurtdışında oturmaktadır. Türkiye’de adresi yoktur ve ikamet adresi de göstermemiştir. Ayrıca alacağı için teminat da göstermemiştir. Bu nedenle alacaklı Gordon Milne tarafından teminat ve adres gösterilmediğinden icra takibinin reddine karar verilmesini talep ediyoruz" ifadeleri yer almıştı. Bu itiraz sonrası tekrar harekete geçen Milne, Beşiktaş A.Ş.’nin iflasını talep ederek Ticaret mahkemesine başvurdu. Gordon Milne açtığı bu son dava ile kulüpten alacağı 308 bin Sterling’in, Beşiktaş’ın toplam mal varlığından daha fazla olduğunu savunmuş oldu. Beşiktaş ise Gordon Milne ile ilgili bu davanın uzun sürmemesi için bu meblayı ödedi. Postnişin Postnişin, tarikatlarda, dergâhta posta oturan, yani o dergâhın başında bulunan şeyhe verilen isim. Postnişin olan kişi o tarikatta merkezi otorite hükmündedir. Onun destur verdiği, vekâlet verdiği halifeleri vardır. O vekiller dergahta olabileceği gibi postnişinin işaret ettiği coğrafi bölgelere de gönderilmiş olabilir. Pablo Neruda Pablo Neruda (asıl ismi: Ricardo Eliezer Neftalí Reyes Basoalto) (12 Temmuz 1904; Parral, Şili - 23 Eylül 1973, Santiago), Şilili yazar ve şair. Şili'de demiryolu işçisi bir baba ve öğretmen bir annenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Annesini çok küçükken kaybetti. 13 yaşındayken yerel "La Mañana" gazetesindeki bazı makalelerle katkıda bulunmaya başladı. 1920'de "Selva Austral" isimli edebiyat dergisinde "Pablo Neruda" adıyla yazmaya başladı. Şair, bu takma ismi Çek şair Jan Neruda'da anısına seçmişti. Daha sonra bu isim yasal adı olarak kalmıştır. İlk kitabı "Crepusculario" 1923 yılında yayınladı. Sonraki sene şairin en tanınmış ve pek çok dile çevrilmiş olan eserlerinden Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı ("Veinte poemas de amor y una canción desesperada") basıldı. Edebi çalışmalarına devam ederken, bir yandan da Santiago'daki Şili Üniversitesi'nde Fransızca ve pedagoji okudu. 1927-1935 arası hükümetin elçisi oldu ve Burma, Seylan, Java, Singapur, Buenos Aires, Barselona ve Madrid'te görev yaptı. Bu dönemde yazdığı şiirler ezoterik sürrealist şiir kitabı "Residencia en la tierra"da (1933) toplanmıştır. İspanya İç Savaşı ve García Lorca'nın ölümü onu çok etkiledi ve önce İspanya sonra da Fransa'da Cumhuriyetçi harekete katılmasına neden oldu. Bu sırada şiirlerini topladığı Kalbimdeki İspanya (España en el corazón (1937)) üzerine çalışmaya başladı. Kalbimdeki İspanya iç savaş sırasında cephede basılması açısından önemlidir. Aynı yıl ülkesine dönen Neruda'nın daha sonraki eserlerini siyasi ve sosyal konular üzerine oluşturmuştur. 1939'da Paris'te İspanyol göçmenler için konsolosluk görevine getirildi. Meksika'daki konsolosluk görevi sırasında "Canto General de Chile"'yi yazdı. Bu eserde bütün Güney Amerika kıtasının doğası, insanları ve tarihi yazgısı epik şiir şeklinde anlatılmaktadır. Eser, 1950'de Meksika'da basılırken, Şili'de de el altından yayınlandı. Yaklaşık 250 şiirin yer aldığı eser, on kadar dile çevrildi ve bu çeviriler yüzünden Neruda elçilik yaptığı ülkelerde zorluklar yaşadı. 1943'te Şili'ye dönen Neruda, 1945'te senatör seçildi ve Şili Komünist Partisi'ne katıldı. 1947'de Başkan González Videla'nın grevdeki madencilere yönelik baskıcı protestolarını protesto ettiği için, 2 yıl boyunca kendi ülkesinde kaçak yaşadı. 1949'da yurt dışına çıktı ve 1952'ye kadar çeşitli ülkelerde bulundu. Bu dönemde yazdığı eserler politik aktivitelerinin damgasını taşır. Örneğin "Las uvas y el viento" (1954) Neruda'nın sürgündeki günlüğü gibidir. Yaşamı boyunca güçlü siyasi duruşuyla tanınan Neruda, ülkesindeki ve İspanya'daki faşizme karşı durmuştur. 1970 yılında Şili başkanlığına aday gösterilmiş, ancak daha sonra başkan seçilen Salvador Allende'yi desteklemiştir. Allende seçilince Neruda'yı Şili'nin Fransa elçisi olarak görevlendirdi. 1971 yılında edebiyat dalında Nobel Ödülü aldı. 1972 yılında sağlık sorunları nedeniyle elçilik görevini bırakarak Şili'ye döndü. Kendisi Nâzım Hikmet adına Barış Ödülü almıştır. Bir kongrede Nazım Hikmet ile ilgili 'Onun (Nazım Hikmet'in) yanında biz şair bile olamayız' diyerek Nazım Hikmet'i övmüştür. 24 Eylül 1973'de prostat kanserinden hayatını kaybettiği açıklanmış olsa da ölümünün kendi dünya görüşüne karşıt olan 1973 Şili Darbesi'nin hemen ardından olması sürekli olarak sorgulanmıştır. Şili Hükümeti, 2015 yılı Kasım ayında yapılan bilgilendirme neticesinde Neruda'nın ölümünün doğal yollardan olmayabileceğini kabul etmiştir. Cenazesinin kitlesel bir şekilde kaldırılması darbeyle başa gelmiş olan cunta yönetimi tarafından yasaklanmış olsa da, sokağa çıkma yasağını tanımayan binlerce kişi cenazeye katılmıştır. Vedran Runje Vedran Runje, (d. 10 Şubat 1976, Split), Hırvat eski millî kaleci. Futboldaki ilk profesyonel lisansını Hırvatistan’ın Hajduk Split takımında forma giydiği dönemde aldı. Runje, 2 yıl kaldığı takımında başarılı grafiği ile dikkat çekmeye başladı ve 1998'de Belçika’nın R. Standard de Liège takımına transfer oldu. 2001 yılına kadar Belçika’da oynayan Runje, 3 yıllık sonra Fransız takımı Olympique de Marseille ile 3 sezonluk anlaşma imzaladı. Runje, kariyerindeki en büyük başarıları da Fransa'da kazandı. 2 sezon üst üste yılın kalecisi seçilen oyuncu, Marsilya kalesini koruduğu dönemde takım halinde bir başarıya imza atamadı ve 2004 yılının sonunda tekrar Standart Liège'e transfer oldu. Belçika'da bir kez daha yılın kalecisi seçilen ve 2006 yılına kadar bu takımda forma giyen Runje, 2006-2007 sezonunun başında Beşiktaş'a transfer oldu. 2006-2007 sezonunu ligde en az gol yiyen kaleci olarak tamamladı. Bire birdeki başarısı, refleksleri, iyi açı kapatabilme özelliği ve tecrübesi onun her zaman iyi bir kaleci olmasındaki etkendir. 17 Haziran 2007'de Fransa'nın RC Lens takımına transfer oldu. Temmuz 2011 yılında futbolu bırakmıştır. Marilyn Manson Brian Hugh Warner ya da sahne adıyla Marilyn Manson (d. 5 Ocak 1969, Canton), Amerikalı şarkıcı. Kendi adını taşıyan Marilyn Manson grubunun lideridir. Adını dünyaca ünlü oyuncu Marilyn Monroe ve seri katil Charles Manson'dan almıştır. Warner ve gitarist Scott "Daisy Berkowitz" Putesky, 1989'da Fort Lauderdale, Florida'daki The Reunion Room'da Marilyn Manson & the Spooky Kids grubunu kurdu. Bu isim daha sonra Marilyn Manson olarak kısaltıldı. The Spooky Kids zamanında Manson, grubun bazı kulüplerde çalmasının yasaklanması nedeniyle Jeordie White (Twiggy Ramirez) ve Stephen Gregory Bier Jr. (Madonna Wayne Gacy) ile iki yan projede yer aldı: basgitar çaldığı bir sözde Hristiyan müzik grubu olan Satan on Fire, davul çaldığı ve White ile o dönemki kız arkadaşı Jack Off Jill grubu vokalisti Jessicka'nın kurduğu Mrs. Scabtree. 1993'te grup Trent Reznor'un dikkatini çekti. Reznor, grubun 1994 tarihli ilk albümü "Portrait of an American Family"'nin prodüksiyonunu yaptı ve müzik şirketi Nothing Records'dan yayınladı. Grup, kült bir hayran kitlesi yarattı ve 1995 tarihli "Smells Like Children" EP'sinin yayınlanmasıyla Nine Inch Nails ve Jim Rose Circus'un da çaldığı The Downward Spiral turnesiyle hayran kitlelerini genişlettiler. Bu EP'deki, orijinali 1983 tarihli Eurythmics şarkısı olan, "Sweet Dreams (Are Made of This)" cover'ı ile ilk büyük MTV hitine sahip oldular. Trent Reznor'ın prodüktörlerinden biri olduğu "Antichrist Superstar" ise daha büyük bir başarıya imza attı. Sadece ABD'de grubun üç albümü iki platinum ve üç altın plak kazandı ve grup iki "bir numara" albüm dahil olmak üzere yedi kez listelere ilk 10'dan giriş yaptı. Manson, Jack Off Jill grubunun önce prodüktörlüğünü yaptı. Gruba adını bulmasına yardım ettim ve grubun ilk şarkılarının çoğunun prodüktörlüğünü yaptı ve ayrıca grubun "My Cat" şarkısında gitar çaldı ve Güney Florida'daki konserlerinde grubun on grubu olmasını sağladı. Manson daha sonra grubun eski şarkılarından oluşan bir toplama olan "Humid Teenage Mediocrity 1992–1996", albümünün içindeki notlara katkıda bulundu. Manson, DMX albümü "Flesh of My Flesh, Blood of My Blood"'ta ve Posthuman adlı müzik şirketinden yayınadığı tek albüm olan Godhead albümü "2000 Years of Human Error"'da konuk sanatçı olarak yer aldı. Manson, ilk olarak David Lynch'in "Kayıp Otoban" filminde rol aldı. Daha sonra birçok filmde ve dizide küçük rollerde oynadı. Bu eserler arasında "Party Monster", o zamanki kız arkadaşı Rose McGowan'ın 1999 tarihli filmi "Jawbreaker", Asia Argento'nun 2004 tarihli filmi "Aldatan Yürek", Lucy Liu'nun başrolünde oynadığı , BMW'nin film serisi "The Hire" ve kendini oynadığı 2013 tarihli Showtime'ın komedi-drama dizisi "Californication" vardır. Ayrıca, Manson'ın uzun zamandır hayranı olduğu ve yer almak için çabaladığı HBO dizisi "Eastbound & Down"'da da gözüktü. Amerikan yapımı "Sons of Anarchy" dizisinin final sezonunda Ron Tully karakteriyle dizide yer almıştır. Manson, Michael Moore'un silahlanma karşıtı belgeseli "Benim Cici Silahım"'da da görüşlerini açıklamıştır çünkü Columbine Lisesi Katliamı'nın sorumlularından biri olarak Marilyn Manson gösterilmişti. "Clone High"'da bir çizgi karakter olarak yer aldı ve MTV'nin "Celebrity Deathmatch" serisinde yer aldı. Şovun resmi olmayan maskotu ve şampiyonu olan Manson, sıkça kilden yapılmış kuklasını seslendirdi ve "Astonishing Pano
rama of the Endtimes" şarkısını bu şovun soundtrack'ine verdi. Manson, "" adlı bir film çekip, "Alice Harikalar Diyarında" yazarı Lewis Carroll'ı canlandırma planlarını 2004'te açıkladı. Önce sadece internette yayınlanması planlansa da, daha sonra filmin 2007 ortasında sinema salonlarında yayınlanmasına ve 4.2 milyon dolar bütçe ayrılmasına karar verildi. Filmin daha önce yayınlanmamış şarkılardan oluşan bir soundtrack albümü olması planlandı. Filmin prodüksiyonu "Eat Me, Drink Me" albümü turnesinin sonuna kadar ertelendi. 2010'da filmin internette yayınlanan parçalarındaki şiddet içeren görüntülere seyircinin verdiği tepki nedeniyle filmin prodüksiyonunun durdurulduğu açıklandı. Ancak 2010'da yazarlardan Anthony Silva film ile ilgili planların devam ettiğini açıkladı. 2013 tarihli bir röportajda Manson, projeye geri döndüğünü ve Roger Avary'nin yönetmenlik koltuğunu oturduğunu açıkladı. 2015'te ise Manson, projeyi yazma aşamasının kendi ruh sağlığına zarar verdiğini söyleyerek projeden çekildiğini açıkladı. Üzerinde uzun süre çalıştığı otobiyografisi ve yaşadıkları sorunları anlatan kitap "The Long Hard Road Out of Hell" -ki hayat hikâyesinin yanında kendi dizaynları da kitabın içerisinde yer almakta- basında yayılan dedikoduların aksine dinleyenleri kadar nefret edenlerden de çok ilgi gördü. Neille Strausses'un yardımlarıyla yazılan kitap 1998'de yayınlanmıştı. Marilyn Manson'un 1996 çıkışlı "Antichrist Superstar", 1999 çıkışlı "Mechanical Animals" ve 2001 çıkışlı "Holy Wood" albümlerinin oluşturduğu bütüne verilen isim "Manson Triology"dir. Manson'un Trylogy'deki albümleri bir hikâye, bir tema etrafında oluşmuştur. Marilyn Manson bu üçleme hakkında Holy Wood adında bir de kitap yazmıştır. Marilyn Manson 1999'da resim çizmeye de başlamıştı. Şarkı söylemekten çok resim yapmayı sevmiştir. The Golden Age of Grotesque adındaki (grubun aynı isimde albümü de vardır) resim sergisini 2002'de açmıştır. Lest We Forget albümünün kapağındaki resim de Marilyn Manson tarafından çizilmiştir. Manson, Canton, Ohio'da doğdu. Barbara Warner Wyer ve Hugh Angus Warner'ın tek çocuğudur. Alman kökenlidir. Otobiyografisi "The Long Hard Road Out of Hell"'de büyükbabasının zoofili ve sadomazoşizm gibi cinsel fantazileri ile ilgili iddialarda bulundu. Çocukluğunda babası Roma Katolik kilisesinden olmasına rağmen annesinin Episkopal kilisesine katıldı. Birinci ve onuncu sınıf arasında Heritage Hristiyan Okulu'nda okudu. Bu okulda öğretmenleri öğrencilere hangi tarz müzikleri dinlememeleri gerektiğini anlatırken Warner bu şarkılardan çok etkilendi. Daha sonra GlenOak Lisesi'ne geçti ve 1987'de buradan mezun oldu. Alesi ile taşındıktan sonra, Fort Lauderdale'deki Broward Community College'a yazıldı. Gazetecilik okuyan Warner, 25th Parallel adlı bir müzik dergisinde makale yazarak deneyim kazandı. Bu sayede My Life with the Thrill Kill Kult, The Perfect, ve Nine Inch Nails'ten Trent Reznor gibi kendisini etkileyen müzisyenlerle tanıştı. Manson'ın annesi 13 Mayıs 2014'te Alzheimer hastalığı tanısı konulduktan sekiz sene sonra hayatını kaybetti. Babası ise 7 Temmuz 2017'de hayatını kaybetti. Marilyn Manson'ın ilk önemli ilişkisi Rose McGowan ile oldu. Manson aktris için "Mechanical Animals"'taki birçok şarkıyı yazmış ve "Posthuman" şarkısında onun sesini de kullanmıştı. 1999 Şubat'ta başlayan ilişki Ocak 2001'de sonlandı. McGowan, nişanlılıklarını hayat tarzlarındaki farklılık nedeniyle bitirdiğini açıkladı. Aynı sene Manson, model Dita Von Teese ile sevgili oldu. İkili, Manson'ın Von Teese'i bir videosunda oynatmak istemesiyle tanıştı. Von Teese bu klipte oynayamasa da ikili görüşmeye devam etti. Manson'ın 32. doğum gününde Von Teese, bir şişe absinth ile Manson'ı ziyaret etti ve ilişkileri başladı. 22 Mart 2004'te Manson, dansçıya evlilik teklifinde bulundu ve ona 1930'lardan kalma 7 karatlık Avrupa tarzı kesilmiş elmas bir nişan yüzüğü hediye etti. 28 Kasım 2005'te Manson ve von Teese evlerinde düzenledikleri bir tören ile evlendi. Daha sonra arkadaşları Gottfried Helnwein'ın Kilsheelan, County Tipperary, İrlanda'daki Gurteen şatosunda 3 Aralık'ta düğün yaptılar. Düğün, Şilili sürrealist film yönetmeni ve çizgi roman yazarı Alejandro Jodorowsky tarafından düzenlenmişti. 30 Aralık 2006'da von Teese "düzeltilemez görüş ayrılıkları" nedeniyle boşanma davası açtı. ET.com ve "People"'ın iddiasına göre Manson, 2007 tarihli single'ı "Heart-Shaped Glasses"ın klibinde oynayan 19 yaşındaki aktris Evan Rachel Wood ile evlilik dışı bir ilişki yaşamaktaydı. "Sunday Telegraph" ile yaptığı bir röportajda von Teese bu iddiayı dillendirdi. Manson'ın alkol kullanımı ve uzak tavırları da bu ilişkinin bitmesine neden olarak gösterildi. 27 Aralık 2007'de Los Angeles mahkemesi boşanma kararı verdi. 2007'de Manson'ın Evan Rachel Wood ile ilişkisi açıklandı ve ikilinin yıllar boyunca ayrılıp barıştıkları bir sevgililik dönemi geçirdiği iddia edildi. Manson, Ocak 2010'da Paris'te verdiği bir konserde Wood'a evlilik teklifinde bulundu ama daha sonra aynı sene ikili nişanı bozdu. "Revolver" dergisinin Mart 2012 sayısında Amerikalı fotoğraf sanatçısı Lindsay Usich, Manson'ın sevgilisi olarak tanıtıldı. Manson'ın 2012 tarihli albümü "Born Villain"'ın kapak fotoğrafını çektiği iddia edildi. Daha sonra ikiliinin aşk yaşadığı resmiyet kazandı. Şubat 2015'te Manson, "Beat" dergisine yeniden bekar olduğunu açıkladı. Lost (dizi) Lost, Amerikan drama televizyon dizisidir. Program, Sidney, Avustralya'dan Los Angeles, Amerika Birleşik Devletleri'ne uçan bir yolcu uçağının kaza yapması sonucu Güney Pasifik'te gizemli bir adaya düşen kazazedelerin hikâyelerini konu edinmektedir. Her bölüm tipik olarak adada geçen ana hikâyenin yanı sıra, bir karakterin hayatındaki bir başka noktaya ilişkin ikinci bir hikâyeye sahiptir, yine de diğer zaman ile ilgili olaylar düzeni bu formülü sonraki bölümlerde değiştirmektedir. İlk bölüm, ilk kez 22 Eylül 2004'te yayınlandı ve altı sezon yayınlandıktan sonra 121. bölümü ile şov, 23 Mayıs 2010 tarihinde sona erdi. Dizi, Amerika Birleşik Devletleri'nde American Broadcasting Company (ABC) kanalında yayınlanmakla birlikte, birçok ülkede bölgesel kanallarda yayınlandı. Geniş ansambl oyuncu kadrosu ve Ohau, Hawaii'deki çekimlerin maliyeti nedeniyle "Lost", televizyon tarihinin en pahalı dizilerinden biridir. Damon Lindelof, J. J. Abrams ve Jeffrey Lieber tarafından yaratıldı ve ABC Studios, Bad Robot Productions ile Grass Skirt Productions tarafından yapımı gerçekleştirildi. Dizinin tema müziği ise Michael Giacchino tarafından bestelendi. Olumlu eleştiriler alan ve popüler bir başarı elde eden "Lost", ilk yılından itibaren ABC'de yayınlanan her bölümü ortalama 15.69 milyon kişi tarafından seyredildi. 2005 Emmy Ödülleri'nde "en iyi drama dizisi" dalında, 2005 Britanya Akademi Televizyon Ödülleri'nde "en iyi Amerikan ithalatı" dalında, 2006 Altın Küre Ödülleri'nde "en iyi drama" dalında, 2006 Screen Actors Guild Ödülleri'nde "en iyi drama dizisi" dalında ödüller alan dizi, birçok önemli endüstri ödülü kazandı. Sıkı hayran kitlesi elde etmesiyle diğer televizyon dizilerinde, reklamlarda, çizgi romanlarda, web çizgi romanlarında, komedi dergilerinde, bir video oyununda ve şarkı sözlerinde dizinin hikâyesine ya da bir unsuruna göndermeler yapılarak dizi Amerikan popüler kültürünün bir parçası haline geldi. Programın kurgusal evreni, bağlantılı romanlarda, forumlarda, video oyunlarında, alternatif reality oyunlarında, "The Lost Experience" ve "Find 815"'da araştırıldı. Dizi, Ocak 2004'te dönemin ABC başkanı Lloyd Braun'un, "Sineklerin Tanrısı" romanı, "Yeni Hayat" filmi, "Gilligan's Island" televizyon dizisi ve popüler reality show "Survivor"'a dayandırdığı konseptine bağlı olarak bir ön metin yazılmasını Spelling Television'a sipariş vermesiyle gelişmeye başladı. Gadi Pollack diziye ilham veren bazı unsurların "Myst" adlı bilgisayar oyunundan alındığını belirtti. ABC, Jeffrey Lieber ile anlaştı ve Lieber, pilot bölümü olan "Nowhere"i kendi yöntemlerine dayanarak yazdı. Fakat sonuçtan memnun kalınmadı. Bir sonraki yazma denemesinde Braun, Touchstone Television ile (şimdiki ABC Studios) antlaşma yapan ve "Alias" adlı TV dizisinin yaratıcısı olan J. J. Abrams ile iletişime geçti ve Abrams, pilot bölüm için yeni bir metin yazdı. İlkin kararsız kalınmasına rağmen, Abrams dizide bir doğaüstü bakış açısının olması ve Damon Lindelof ile birlikte dizinin stilini ve karakterlerini yaratmasıyla fikre ısındı. Abrams ve Lindelof, birlikte, bir dizi kutsal öğe yarattılar, onları tasavvur ettiler ve şov için beş ile altı sezon yayınlanabilecek hikâyenin uç noktaların ve temel mitolojik fikirlerin ayrıntılarına indiler. Şovun, 2004 sezonunun sonlarına doğru teslim edilmesi gerektiğinden ve kısıtlı bir zamanın olmasından dolayı programın gelişimi engellendi. Kısa programa rağmen, yaratıcı ekip, kadroya eklemek istedikleri oyunculara uygun karakterler yaratmada ya da düzenlemede yeterli derecede esnek olabildiler. "Lost"'un iki parçalık pilot bölümü, açıklanan raporlarla 10 ile 14 milyon dolar arasında olan maliyetiyle kanal tarihinin en pahalı bölümü oldu ve 2005'teki 4 milyon dolarlık olan bir saat uzunluğundaki bölüme göre yüksek bir rakama sahip oldu. Dizi, 22 Eylül 2004'te başladı. 2004 televizyon sezonunun en büyük eleştirel ve ticari başarı elde eden programlardan biri oldu. Birbirini izleyen "Desperate Housewives", "Grey's Anatomy" ve "Lost", birlikte ABC'nin kötü giden talihini ters yöne çevirdiler. Dizi, henüz yayınlanmadan önce kanalın aldığı düşük ratingler ve pahalı ve riskli bir projeye müsaade etmesi gibi nedenlerle Lloyd Braun, ABC'nin aile şirketi Disney'de yöneticiler tarafından işinden atıldı. Pilot bölümün, dünya prömiyeri 24 Temmuz 2004'te San Diego'daki Comic-Con International'da yapıldı. "Lost"'un çoğu bölümü belli bir formata sahiptir. Yeni bölümlerin gösterildiği sahnelerden önce, yayınlanacak olan bölümle ilgili geçmiş bölümlerden kısa bir özet gösterilir, ardından merak unsuru taşıyan bir giriş ile devam eder. Bölümler
, sıklıkla bir karakterin gözünün açılma sahnesiyle başlar. Giriş kısmındaki olaylar, uç noktaya geldiğinde ekran siyaha kesilir ve flu bir halde dizinin başlığı ekrandan kaygı verici bir müzik eşliğinde izleyiciye doğru süzülerek gelir. Açılış sahnesinde oyuncuların ismi gösterilir ve genellikle oyuncuların soyadlarına göre alfabetik olarak isimler sıralanır (bazı bölümlerde dizinin giriş kısmı uzun sürerse oyuncuların ismi açılış sahnesinden önce ekranda görünür.). Dizide belli bir hikâye örgüsü olduğundan, her bölümün merkezinde bir (ya da birkaç) karakter yer alır. Adadaki olaylar, bölümün merkezindeki karakterin flashbacklerinde veya flashforwardlarında gösterilen olaylarla ilişkilendirilir. Bölümler çoğunlukla süspans dolu sahnelerle ya da hikâyenin konusu açığa kavuştuktan sonra sona erer. Ardından ekran siyaha bürünür ve kısa bir süre sonra dizinin logosu ekranda görünür. Belli trajik sahnelerde ise bir ses patlaması oluşur ve hemen ardından siyah zemin üzerindeki dizinin logosu görünür ve ses kesilerek sessizlik oluşur. "Lost", Michael Giacchino tarafından bestelenen ve Hollywood Senfoni Orkestrası tarafından çalınan, televizyon müziklerinde pek yaygın olmayan olaylar, mekânlar ve karakterler gibi konulardan oluşan ve dizinin tekrarlayan temalarını içinde barındıran bir orkestra müziği ile ön plana çıktı. Giacchino, müzik için sık kullanılmayan enstrümanlardan yararlanarak uçağın gövdesinin parçalarının çarpışı gibi bazı sesleri çıkardı. 24 Mart 2006'da plak şirketi Varèse Sarabande, "Lost"'un ilk sezonunun orijinal televizyon müziklerini yayınladı. Albüm, sezonun en popüler parçalarının tam uzunluktaki versiyonlarından ve dizinin yaratıcısı J. J. Abrams tarafından bestelenen ana başlıktan oluştu. Varèse Sarabande, 3 Ekim 2006'da Lost'un ikinci sezonundan seçilmiş müziklerden oluşan bir soundtrack albümü yayınladı. Üçüncü sezonun soundtrack albümü, 6 Mayıs 2008'de, dördüncü sezonunki ise 11 Mayıs 2009'da piyasaya sunuldu. Popüler kültür şarkıları dizide daha az kullanıldı, yerine daha çok orkestral müzik kullanıldı. Benzer şarkılar ön plana çıkarıldığında ise şarkılar, genellikle kaynak gösterilerek dizide kullanıldı. Örneğin ilk sezonda Hurley'in portatif CD çalarında çeşitli şarkılar çaldı (ta ki "...In Translation" bölümünde pilleri bitene kadar). Joe Purdy'nin "Wash Away" şarkısıyla ikinci sezonda pikap çalarda çalan Cass Elliot'un "Make Your Own Kind of Music" ve Petula Clark'ın "Downtown" şarkıları ikinci ve üçüncü sezonun galalarında kullanıldı. İki bölümde, Charlie caddenin kenarında gitar çalarken Oasis şarkısı olan "Wonderwall"u söyledi. Üçüncü sezon finalinde Jack arabasını sürerken Nirvana'nın "Scentless Apprentice" şarkısını ve aynı sahnelerle paralel olan dördüncü sezon finalinde arabasıyla gittiği yere yetişmek üzere olduğunda Pixies tarafından seslendirilen "Gouge Away" şarkısını dinliyordu. Üçüncü sezonda ayrıca Three Dog Night'ın "Shambala" şarkısı kullanıldı. Kaynak gösterilmeden kullanılan iki pop şarkısından biri Ann-Margret'in "Slowly" şarkısı "I Do" bölümünde kullanılırken, diğer şarkı ise Ben Harper tarafından sözleri yazılan ve The Blind Boys of Alabama tarafından cover yapılan "I Shall Not Walk Alone" şarkısı "Confidence Man" bölümünde kullanıldı. Uluslararası yayınlarda ise alternatif müzik kullanıldı. Örneğin "Lost"un Japonya'daki yayınında, sezonlar boyunca farklı şarkılar dizide kullanıldı: birinci sezonda Chemistry şarkısı "Here I Am", ikinci sezonda Yuna Ito şarkısı "Losin" ve üçüncü sezonda Fantômas şarkısı "Fire Walk With Me" üç defa kullanıldı. "Lost", Hawaii'nin Oahu adasında, Panavision 35 milimetrelik kameralarla çekilmektedir. Dizinin pilot bölümündeki orijinal ada sahneleri, adanın kuzeybatı ucunun yanındaki Mokulē'ia adasında filme alındı. Sonraki sahil sahneleri, ünlü North Shore'daki yerlerde çekildi. İlk sezondaki mağara sahneleri, 1999 yılından beri boş olan Xerox depolarında inşa edilen bir ses sahnesinde filme alındı. Ses sahnesi ve prodüksiyon ofisleri, Hawaii Film Ofisi'ne taşındığından beri ikinci sezondaki Kuğu ve üçüncü sezondaki Hydra istasyonların içinde yer aldığı Hawaii Film Stüdyoları'nda yönetildi. Honolulu ve çevresindeki kurgusal alanlar, Kaliforniya, New York, Iowa, Miami, Güney Kore, Irak, Nijerya, Birleşik Krallık, Paris, Tayland, Almanya ve Avustralya dahil dünya genelindeki mekânların çekiminde kullanıldı. Örneğin Sidney Havaalanı sahneleri, Hawaii Convention Center'da, Irak Cumhuriyet Muhafızları'nın anlatıldığı sahneler II. Dünya Savaşı'ndan kalma bir yerde filme alındı. Ayrıca kış mevsimindeki Almanya sahneleri, kar görüntüsü verebilmek için her yere ezilmiş buzlar ve caddelerde ise Almanya plakalı otomobiller konularak düzenli bir şekilde Hawaii yöresinde çekildi. Dördüncü sezondaki iki sahne ise Charles Widmore'u canlandıran Alan Dale'in "Spamolat" müzikalinde yer alması ve Hawaii'ye seyahat edememesi nedenleriyle Londra'da çekildi. "Lost"un çekildiği mekânların geniş bir arşivi "Lost" Virtual Tour'dan takip edilebilir. Geleneksel karasal ve uydu yayınlarının yanı sıra "Lost", yeni televizyon dağıtımlarını ön plana çıkardı. iTunes yazılımıyla ya da iPod ile dizinin seyredilmesi için, Apple'ın iTune Store servisi aracılığıyla yayınlanan ilk dizilerden biri oldu. Ekim 2005'ten itibaren, ABC'de yayınlanan yeni bölümler, ertesi gün Amerikalı izleyiciler tarafından indirilebilmektedir. 29 Ağustos 2007'de, "Lost", Birleşik Krallık'taki mağazalarda indirilebilen ilk televizyon programlarından biri oldu. Birleşik Krallık'ta dördüncü sezonun yayınlanmasından itibaren "Lost"un bölümleri, SkyOne kanalında yayınlandığı pazar gününün ertesi yani pazartesi günü online olarak indirilebilmektedir. "Lost", ayrıca Almanya'daki iTunes mağazalarından indirilebilen ilk televizyon programı oldu. Nisan 2006'da, Disney, "Lost"'un gelecekteki dağıtım stratejilerinin iki aylık deneyiminin bir parçası olarak dizinin yayınlanmış bölümlerinin ABC'nin web sitesinde reklamlı olarak ücretsiz bir şekilde online izlenilebileceğini duyurdu. Mayıs ayından Haziran 2006'ya kadar süren denemeyle, reklam gelirlerinin kesilmesinden korkuldu ve "Lost" bölümleri, sadece uluslararası lisans şartlarına bağlı kalan Amerikalı izleyiciler tarafından ABC'nin web sitesinden izlenilebilmekteydi. Mayıs 2008 itibarıyla dizinin ilk dört sezonunda yayınlanan tüm bölümlerin videoları, tamamı yüksek çözünürlük kalitesiyle sadece Apple ya da Microsoft işletim sistemi kullanan Amerikalı izleyiciler tarafından ABC'nin web sitesinde izlenilebilmektedir. Yeni bölümler ise orijinal yayın tarihinin ertesi günü web sitesi üzerinden izleyicilere ulaştırılmaktadır. İzleyiciler, yüksek çözünürlükteki online bölümleri izleyebilmek için bölümlerin içine eşit noktalara eklenmiş 30 saniyelik 5 ile 6 tane reklamı seyretmeleri gerekmektedir. 2009'da ABC'nin web sitesi üzerinden "Lost"'u online izleyenlerin sayısıyla "Lost", internette en çok izlenilen program oldu. Nielsen, 1.425 milyon farklı kişinin "Lost"u ABC üzerinden en az bir bölümüyle izlediğini açıkladı. Birinci ve ikinci sezondan bölümler, Birleşik Krallık'ta Channel 4'un web sitesi üzerinden izlenilebilmekteydi fakat süre doldu ve "Pilot" bölümünün iki parçası site üzerinden ücretsiz seyredilebilir iken diğer bölümler £0.99 ücret karşılığında seyredilebilmektedir. Lisans koşullarına bağlı olarak servis sadece Birleşik Krallık'taki izleyicilere uygulanmaktadır. Virgin Media, TV Choise on Demand özelliğiyle "Lost"un ilk üç sezon bölümlerine erişilebilirliği sağladı. Kullanıcılarına, yüksek ya da standart çözünürlükteki bölümleri herhangi bir zamanda online izleyebilme olanağı verdi. Şu anda dizinin ikinci ve üçüncü sezonlarina erişilebilmektedir. Bütün bölümler, Virgin Media kullanıcılarınca ücretsiz bir şekilde seyredilmektedir. 25 Kasım 2006'dan itibaren dizinin bölümlerine, Sky'ın VOD servisinde ulaşılabilmeke, Sky Anytime aboneleri Sky üyelikleriyle bölümleri indirebilmektedir. ABD'nin Netflix web sitesinde, Fransa'nin TF1 web sitesi, AOL video, Microsoft'un Xbox Live servisi ve İsrail'deki HOT V.O.D. servisi gibi web siteleri, dizinin online dağıtımını sağlamaktadırlar. "Lost"un ilk sezonunun DVD'leri, Amerika Birleşik Devletleri'nde 6 Eylül 2005'te ikinci sezonun prömiyerine iki hafta kala "Lost: The Complete First Season" adıyla geniş ekran yedi disklik bir DVD kutu seti olarak satışa çıktı. Dağıtımı ise Buena Vista Home Entertainment tarafından yapıldı. Yayınlanan tüm bölümlerin yanı sıra bölüm yorumları, arka plan sahneleri, silinmiş ya da flashback sahneleri gibi DVD ekstraları, ilk sezonun DVD seti içinde yer aldı. Aynı set, 30 Kasım 2005'te 4. Bölge'de ve 16 Ocak 2006'da 2. Bölge'de piyasaya çıktı. 2. Bölge'deki DVD seti iki parçaya ayrılarak standart hale getirildi: ilk parça, sezonun ilk on iki bölümü geniş ekran dört disk olarak 31 Ekim 2005'te, kalan diğer bölümler 16 Ocak 2006'da setin ikinci parçası olarak satışa çıktı. DVD, 1. Bölge için de aynı şekilde iki parçaya ayrıldı. İlk iki sezon 16 Haziran 2009'da Blu-ray Disk olarak piyasaya çıktı. İkinci sezon DVD'leri, "Lost: The Complete Second Season - The Extended Experience" adıyla 1. Bölge'de DVD kutu seti olarak 5 Eylül 2006'da, ABD'de ve 2. Bölge'de 2 Ekim 2006'da satışa çıktı. Bölgelerde satışa çıkan tüm DVD'lerde, arka plan sahneleri, silinmiş sahneler, Lost karakterlerinin birbirleriyle olan ilişkisini gösteren "Lost Connection" listesi gibi DVD ekstraları yer aldı. Ayrıca 2. Bölge'de satışa çıkan DVD'ler, iki sete ayrıldı: ilk set sezonun ilk on iki bölümünden oluşan geniş ekran dört disklik DVD kutu seti olarak 17 Temmuz 2006'da, ikinci set ise geri kalan bölümleri içeren dört disklik DVD kutu seti olarak 2 Ekim 2006'da piyasaya çıktı. Üçüncü sezon, "Lost: The Complete Third Season - Unexplored Experience" adıyla DVD ve Blu-ray olarak 1. Bölge'de 11 Aralık 2007'de piyasaya çıktı. Birinci ve ikinci sezonda olduğu gibi üçüncü sezonda da bölümlerin sesli yorumları, silinmiş ada ya da flashback sahneleri gibi ekstralar DVD seti içinde yer aldı. Üçüncü sezon, 2. Böl
ge'de tek set olarak 22 Ekim 2007'de piyasaya çıktı. Dördüncü sezon, "Lost: The Complete Fourth Season - The Expanded Experience" adıyla DVD ve Blu-ray olarak 9 Aralık 2008'de 1. Bölge'de, 20 Ekim 2008'de 2. Bölge'de satışa çıktı. Set, önceki DVD setleri gibi çeşitli ekstraları içinde barındırdı. "Lost"un ilk üç sezonu, DVD olarak başarılı bir satış elde etti. Birinci sezon kutu seti, Eylül 2005'te DVD satış listelerine 2 numaradan giriş yaparken; ikinci sezon kutu seti, Eylül 2006'da DVD satış listelerine ilk haftasında 1 numaradan giriş yaptı ve TV DVD'leri arasında en yüksek girişi yapan ikinci DVD olduğu söylendi. İkinci sezonun DVD'leri ilk haftasında 500.000 kopya sattı. Üçüncü sezon kutu seti, ilk üç haftada 1.000.000 kopya sattı. 6. sezon kutu seti ile dizinin tüm bölümlerinden oluşan koleksiyon, "The New Man in Charge" adlı 12 dakikalık bir epilogu ekstradan içerdi. 6. sezon DVD satışları, yayınlandığı Eylül 2010'daki ilk haftasında bir numaraya yükseldi. Oceanic Havayolları'nın 815 sefer sayılı uçuşunu gerçekleştiren yolcu uçağının yaptığı kaza sonucu 324 yolcusundan 71'i (biri köpek) üç parçaya ayrılan uçaktan kurtuldu. Açılış sezonu, dizide düzenli olarak yer alan 14 rol ile ön plana çıktı ve "Desperate Housewives" dizisinden sonra en geniş oyuncu kadrosuna sahip olan ikinci "televizyon dizisi" oldu. Dizinin maliyetini de artıran geniş oyuncu kadrosu sayesinde dizinin senaristleri öykü kararlarında daha esnek olabildiler. Dizinin yönetici yapımcısı Bryan Burk'e göre "Karakter arasında daha fazla etkileşime sahip olabilirsiniz ve daha farklı karakterler, daha fazla arka plan öyküleri, daha fazla aşk üçgenleri yaratabilirsiniz.". İlk sezonda 14 ana rol vardı. Naveen Andrews, eski bir Irak Cumhuriyet Muhafızı olan Sayid Jarrah'ı canlandırdı. Emilie de Ravin, Avustralyalı hamile Claire Littleton karakterini oynadı. Matthew Fox, sorunlu cerrah ve dizinin protagonisti Jack Shephard'ı canlandırdı. Jorge Garcia, talihsiz bir loto milyoneri olan Hugo "Hurley" Reyes karakterini oynadı. Maggie Grace, eski dans öğretmeni Shannon Rutherford'u oynadı. Josh Holloway, düzenbaz biri olan James "Sawyer" Ford'u canlandırdı. Yunjin Kim, Koreli zengin bir iş adamının kızı olan Sun-Hwa Kwon karakterini, Daniel Dae Kim ise Sun'ın kocası Jin-Soo Kwon'u oynadı. Evangeline Lilly, kaçak Kate Austen'ı canlandırdı. Dominic Monaghan, eski bir rock yıldızı olan Charlie Pace karakterini canlandırdı. Terry O'Quinn, gizemli John Locke'ı oynadı. Harold Perrineau, işçi Michael Dawson'u; çocuk oyuncu Malcolm David Kelley ise Michael'ın küçük oğlu Walt Lloyd karakterinin canlandırdı. Ian Somerhalder, annesinin evlilik organizasyonlarını yaptığı şirketinde müdür olan ve Shannon'ın üvey kardeşi Boone Carlyle karakterini canlandırdı. İlk iki sezona kadar, yeni öyküleriyle yeni karakterlere yer açmak için bazı karakterlerin yazımı durduruldu. Boone Carlyle, ilk sezonun sonlarına yakın ölerek yazımı durdurulan ilk karakter oldu. Walt, birinci sezonun finalinden sonra dizide ara sıra görünen konuk karakter oldu. Shannon, ilk sezondan sonra ikinci sezonun ilk sekiz bölümünde de yer aldıktan sonra diziden ayrıldı. Daha sonraki bazı bölümlerde tekrar göründü. Dizinin ikinci sezonuna katılan ve ana kadroda yer alan oyuncular oldu. Adewale Akinnuoye-Agbaje tarafından canlandırılan Nijeryalı katolik papaz ve eski suçlu Mr. Eko, Michelle Rodriguez tarafından canlandırılan havaalanı güvenlik görevlisi ve eski bir polis memuru olan Ana Lucia Cortez ve Cynthia Watros tarafından canlandırılan klinik psikoloğu Libby yeni karakterler oldu. Ana Lucia ve Libby karakterlerinin yazımı ikinci sezonun sonlarında bırakıldı. Üçüncü sezonda, Henry Ian Cusick, eski bir İskoç askeri olan Desmond Hume karakteriyle; Michael Emerson, Diğerleri'nin lideri Ben Linus (ilk olarak "Henry Gale" olarak kendini, kazazedelere tanıttı) karakteriyle, dizinin ana kadrosunda yer aldılar. Ayrıca, bu sezonda üç yeni oyuncu daha dizinin oyuncu ekibine girdi: kadın doğum uzmanı Diğerleri'nden biri olan Juliet Burke karakterini Elizabeth Mitchell; geri planda kalan kazazedelerden Nikki Fernandez ile Paulo karakterlerini Kiele Sanchez ve Rodrigo Santoro canlandırdı. Eko karakterinin yazımı, sezonun ilk bölümlerinde durdurulurken Nikki ile Paulo'nun yazımı merkezde oldukları ilk bölümle birlikte bırakıldı. Charlie karakterinin yazımı ise üçüncü sezonun finalinde bırakıldı. Dördüncü sezonda, Harold Perrineau, eski rolü Michael Dawson ile oyuncu kadrosuna tekrar dahil oldu. Perrineau ile birlikte diziye yeni oyuncular da katıldı. Adadaki ilginç deneylerle ilgilenen fizikçi Daniel Faraday karakteriyle Jeremy Davies; hayalet avcısı ve mistik güçleri olan Miles Straume karakteriyle Ken Leung; antropolog olan Charlotte Staples Lewis karakteriyle Rebecca Mader kadroya dahil olan oyuncular oldular. Sezonun sonlarına doğru Claire, ölen biyolojik babasıyla birlikte gizemli bir şekilde ortadan kayboldu ve karakter beşinci sezonda görünmedi fakat son sezon olan altıncı sezonda Claire karakteri, diziye geri dönecek. Dördüncü sezonun finalinde patlayan Kahana gemisiyle Michael karakterinin yazımı bırakıldı. Beşinci sezonda ana kadroya dahil olan yeni oyuncular olmadı. Saïd Taghmaovi ve Zuleikha Robinson, Sezar ve Ilana karakterleriyle ana kadroda yer almalarına rağmen, sezon başlamadan evvel tekrarlanan karakter arasında yer aldılar. ABC, beşinci sezonda Rebecca Mader ve Daniel Dae Kim oyuncularını ana kadrodaki oyuncuların arasında göstermedi fakat Mader, sezon prömiyerinde yer aldı ve yönetici yapımcı Lindelof "[Kim], hâlâ dizide devamlı oyuncu." dedi. Kim, beşinci sezonun "The Little Prince" adlı dördüncü bölümünde gözüktü ve Mader'in canlandırdığı karakterin yazımı beşinci bölümle bırakıldı. Beşinci sezondan sonra Daniel ve Juliet karakterlerinin yazımı da durduruldu. Altıncı sezonda, birkaç kast değişikliği yaşandı: üç eski yinelenen karakter, ana kadroya dahil oldu. Yeni değişikliklere, yaşlanmayan gizemli Diğerleri üyesi Richard Alpert rolüyle Nestor Carbonell, pilot Frank Lapidus rolüyle Jeff Fahey ve gizemli Ajira Havayolları 316 sefer sayılı uçuşundaki kazazede Ilana rolüyle Zuleikha Robinson dahildir. Eski kast üyelerinden Ian Somerhalder, Dominic Monaghan, Rebecca Mader, Jeremy Davies, Elizabeth Mitchell, Maggie Grace, Harold Perrineau ve Cynthia Watros'un altıncı sezonda tekrar görüneceği bildirildi. Birçok yardımcı karakter, dizide düzenli bir şekilde yer aldılar. "Pilot" bölümünde imdat çağrısı duyulan ve adaya 16 yıl önce gemilerinin kaza yapmasıyla gelen bir bilim ekibinde yer alan Fransız Danielle Rousseau (Mira Furlan), adada doğum yaptıktan sonra Diğerleri tarafından kaçırılan kızı Alex Rousseau (Tania Raymonde) ile üçüncü sezonda karşılaşır. İkinci sezonda, uçağın farklı kısımlarının adanın farklı yerlerine düşmesiyle birbirlerinden ayrı kalan Rose Henderson (L. Scott Caldwell) ve Bernard Nadler (Sam Anderson), tekrar bir araya geldiler. Önemli bir iş adamı Charles Widmore (Alan Dale), Ben ve Desmond karakterleriyle bağlantılıdır. Desmond, Widmore'un kızı Penelope "Penny" Widmore'un (Sonya Walger) sevdiği adamdır. Adada yaşayan karakterlerden ise Diğerleri'nin üyeleri olarak Tom (M. C. Gainey) ve Ethan Rom (William Mapother) dizinin pek çok bölümünde göründüler. Jack'in babası Christian Shephard (John Terry), dördüncü sezonda birçok oyuncunun flashbacklerin göründü. Dördüncü sezonda Kevin Durand, Martin Keamy'i ve Jeff Fahey, pilot Frank Lapidus'u canlandırdı. Widmore tarafından adaya gönderilen ekibin lideri Naomi Dorrit (Marsha Thomason), 815 sefer sayılı uçağın adaya düşmesinden sonra adaya gelen ilk kişi oldu. İlk sezondaki rollerin çoğu, yönetici yapımcıların, çoğu aktörü beğenmesi sonucu oluştu. Ana karakter Jack, esasen pilot bölümde ölecekti ve Michael Keaton tarafından canlandırılacaktı fakat ABC yöneticileri, Jack'in yaşamasında ısrar ettiler. Jack'in yaşamasına karar verilmeden önce, Kate kazazedelerin lideri olacaktı ve daha çok Rose karakterine benzeyecekti. Dominic Monaghan, Sawyer rolü için düşünüldü. Yapımcılar, Monaghan'in performansını beğendiler ve orta yaşlarda eski bir rock yıldızı olan Charlie karakterini ona uygun buldular. Jorge Garcia da Sawyer karakteri için düşünüldü fakat Garcia için Hurley karakteri yazıldı. Josh Holloway, Sawyer karakteri için düşünüldü ve yapımcılar, Holloway'in karaktere getirdiği ruhu ve güneyli şivesini beğendiler, bu nedenle Sawyer karakterini Holloway'in performansına uygun olarak değiştirdiler. Yunjin Kim, Kate karakteri için düşünüldü fakat yapımcılar, onun için Sun karakterini ve Daniel Dae Kim tarafından canlandırılan Sun'ın kocası Jin karakterini yazdılar. Naveen Andrews tarafından oynanan Sayid, orijinal senaryoda yoktu. Locke ve Michael karakteri sonradan yazıldı. Claire, orijinal metinde ara sıra gözüken bir karakter olarak yazıldı. İkinci sezonda Michael Emerson, sadece üç bölümde Ben'i (Henry Gale) canlandıracaktı. Emerson'ın gösterdiği performans sonucu oynayacağı bölüm sayısı sekize çıkarıldı ve ardından üçüncü sezonun tüm bölümlerinde ve sonraki sezonlarda oynadı. 24 bölümden oluşan ilk sezon, 22 Eylül 2004'te Amerika Birleşik Devletleri'nde yayınlanmaya başlandı ve çarşamba akşamları saat 20.00'da gösterildi. Oceanic Havayolları'nın 815 sefer sayılı uçağının gizemli bir adaya düşmesiyle adada mahsur kalan kazazedeler, hayatta kalma mücadelesi verir ve Jack'in önderliğinde birleşirler. Yaşamları, kutup ayıları, ormanın içinde dolaşan görünmeyen bir yaratık ile Diğerleri diye bilinen adanın kötü niyetli sakinleri gibi gizemli varlıklar tarafından tehdit altındadır. Bu Diğerleri ilk başta Ethan'ın Claire ve Charlie'yi kaçırmasıyla ortaya çıkar. Ethan, diğerlerinden biridir. Ancak Charlie tarafından öldürülür. Adaya 16 yıl önce gemi kazası sonucu gelen Daniele Rousseau adında Fransız bir kadına rastlarlar ve yerin altına gömülü gizemli bir metal kapak bulurlar. Bazı kazazedeler ise yaptıkları sal ile adadan ayrılmaya çalışır. Sezon Finalinde Jack ve John Locke, Black Rock adındaki eski bir korsan gemisind
en dinamitler alıp kapağı patlatırlar ve diğerleri saldaki kazazedelere saldırıp Michael'in oğlu Walter'ı kaçırırlar. 24 bölümden oluşan 2. sezon, Birleşik Devletler'de ve Kanada'da 21 Eylül 2005'te yayınlanmaya başlandı ve çarşamba akşamları saat 21.00'da gösterildi. Kazadan sonraki 45 günden itibaren meydana gelen olaylar, sezonun konusu oldu. Hikâyenin çoğu kazazedeler ile Diğerleri arasındaki uyuşmazlıklardan oluştu ve çoğu bölümün teması, bilim ile inanç arasındaki çatışma oldu. Dizide, bazı gizemler aydınlanırken yeni sorular oluştu. Uçak kuyruğundaki kazazedeler ile adada önceden bulunan bazı karakterler diziye dahil oldu. Mr. Eko, Ana Lucia ve Bernard ana karakterler arasına katılmıştır. 1.sezon finalinde kapak patlatıldığında Desmond diye biriyle tanışmışlardı. Ayrıca uçağın kuyruk kısmındaki kazazedelerle uçağın gövde kısmındaki kazazedeler birleşip diğerleri ile savaşırlar. Sezon boyunca, ada mitolojisi ile kazazedelerin geçmişleri önceki sezona oranla daha çok açığa çıktı. Yerin altına gömülü olan ambar bulundu ve Dharma Girişimi ile onun parasal kaynağını sağlayan Hanso Foundation ortaya çıktı. Diğerleri'nin gizemi çözülmeye başladı, kazazedelerden Michael arkadaşlarına ihanet etti ve uçağın adaya düşme nedeni ise Desmond'tır. Sezon finalinde Ben Linus, Jack, Kate ve Sawyer'ı kaçırmıştır. 23 bölümden oluşan 3. sezon, Birleşik Devletler ve Kanada'da 4 Ekim 2006'da yayınlanmaya başlandı ve çarşamba akşamları saat 21.00'da gösterildi. Dizi, verilen aradan sonra 7 Şubat 2007'den itibaren geri kalan bölümlerle saat 22.00'da gösterildi. Hikâyeye, kazadan sonraki 67. gün ile devam edildi. Yeni kazazedeler ile Diğerleri grubu, bu sezonda göründü. Kapak patladığından beri Mr. Eko daha sonra görülmüştür ve görünmeyen bir yaratık (Smoke Monster) tarafından öldürülmüştür. Kazazedeler, Diğerleri ve onların gizemli geçmişleri hakkında bilgi edindiler. Diğerleri'nden biri ile bir ada sakini, kazazedelerin arasına katılırken, kazazedelerden biri ise Diğerleri'ne katıldı. Kazazedeler ile Diğerleri arasında çatışma en uç noktaya çıktı ve kazazedeler, adanın yakınındaki gemi ile iletişime geçmeyi başardı. Dördüncü sezon Writers Guild of America grevinden önce 31 Ocak 2008'de yayınlanmak üzere 16 bölüm olarak planlandı. Grevin çıkmasıyla grevden önce 8, grevden sonra 6 bölüm olmak üzere toplam 14 bölüm yayınlandı. 3.sezon finalinde Charlie'nin ölümünün ardından Kahana gemisine çağrı yollanır. Kazazedeler, adanın yakınlarındaki Kahana gemisinden gelenlerle antlaşmaya çalışır ve kazazedelerden altısı (Oceanic Six), adadan kurtulmayı başarır. Sezon boyunca adadan kurtulan altı kişinin adadan kurtulduktan sonraki yaşamları flashforwardlarla gösterildi. Kahana gemisinden dört kişi gelir. Bu kişiler, Daniel, Charlotte, Miles ve Frank. Bu dörtlü, kazazedelere yardım etmek isterler ancak John Locke'un önderliğindeki kazazede grubu Miles'ı esir alırlar. Sonra onların kazazedeleri kurtarmak için değil Ben Linus'ı almak için gelmişlerdir. Kahana gemisi Penelope Widmore (Desmond'ın sevgilisi)'nin babası Charles Widmore tarafından adayı ele geçirmek için gönderilmiştir. O gemide Michael'da Ben Linus'ın casusu olarak bulunmaktadır. Sezon Finalinde Kahana gemisi patlar ve Michael ölür. Flashforwardlarda ise Jack, John Locke'un cesedini bulur. 17 bölümden oluşan beşinci sezon, Birleşik Devletler'de ile Kanada'da 21 Ocak 2009'da yayınlanmaya başlandı ve çarşamba akşamları saat 21.00'de gösterildi. Beşinci sezonda kazazedelerin hikâyelerine, iki zaman çizgisi üzerinden devam edildi. Adanın zamanda geçmişe ve geleceğe gitmesiyle başlayan ve sonunda 1974 yılında duran ilk zaman çizgisinde adada kalan kazazedeler, birer Dharma üyesi olarak çalıştılar. İkinci zaman çizgisi de adadan ayrılanların Ajira Havayolları'nın 316 sefer sayılı uçuşuyla adaya dönmeye çalıştıkları 2007 yılı idi. Kazazedeler, Dharma Girişiminde çalışmaya başlarlar. Jack bir hidrojen bombası patlatır ve bu sırada Juliet ölür. Daha sonra ikinci bir zaman çizgisi meydana gelir. "Lost"'un altıncı sezonu, 2 Şubat 2010 tarihinden itibaren ABD ve Kanada'da saat 21.00'de yayınlandı. Final bölümü ise 23 Mayıs 2010 tarihinde gösterildi. Smoke Monster, John Locke'un kılığına girmiştir. Altıncı sezon, iki zaman çizgisinden oluşmaktadır, her iki çizgi de beşinci sezon finalinde hidrojen bombasının patlamasıyla oluştu. İlk zaman çizgisi, 815 sefer sayılı uçağın kaza yapmadan inişini gösteren bir alternatif zamanı göstermekte olan "flash sideway"lerden oluşmaktadır. Kate, Claire'ı bulmuştur. Ancak artık eskisi gibi değildir. İkinci zaman çizgisinde ise, kazazedeler, günümüz yılına (2007) gitmekte ve kazazedelerin, Man in Black yani Smoke Monster (Canavar) tarafından öldürülen Jacob'ın ölümüyle başa çıkmaya çalıştılar. Bu sırada kazazedeler bir tapınağa yerleştiler. Çünkü Smoke Monster'ın gelemediği tek yer orasıdır. Bu sırada Sayid ölür ve geri gelir. Ancak eskisi gibi olmaz hatta Smoke Monster'a hizmet etmeye başlar. Charles Widmore adaya geri döner ve Jin'i esir alır. Daha sonra ise Desmond adaya geri döner ve o da esir alınır. Flashsidewaylerde ise Jack, John Locke'u iyileştirmeye çalışır. Ancak Smoke Monster Charles'ın bütün askerlerini öldürür ve kazazedeleri adadan yollamaya çalışır. Bu sırada bir denizaltı patlatır hatta Jin, Sun ve Sayid ölür. Daha sonra Jacob ve Smoke Monster'ın geçmişini gösteren bir bölüm yayınlanır. Dizi Finalinde ise Jack adadaki ışığı yok ettikten sonra Smoke Monster'ı öldürür. Ancak ölmeden önce Smoke Monster, Jack'i öyle bir yaralamıştır ki Jack de ölmüştür. Kate, Claire, Richard, Miles, Sawyer, Ben ve Frank uçağı tamir edip adayı terk etmişlerdir. Flashsidewaylerde ise kazazedelerin hepsi bir kiliseye giderler ve orada zaman çizgileri birleşir ve herkesin ölü olduğu ortaya çıkar. "Lost"'un bölümleri, karakterlerinin gelişimine paralel olarak, bilim kurgu ya da doğaüstü fenomenlere atıfta bulunan bir dizi gizem unsurunu içinde barındırmaktadır. Dizinin yaratıcıları, bu unsurların, dizinin mitolojisini ve fan spekülasyonlarının temelini oluşturduğunu belirtmektedirler. Adada dolaşan bir "canavar"; kazazedeler tarafından "Diğerleri" olarak adlandırılan adada yaşayan gizemli bir grup; adada birçok izleme istasyonu kuran "Dharma Girişimi" adında bir organizasyon; karakterlerin geçmişlerinde, şu anki ve gelecekteki yaşamlarında farkında olmadan birbirleriyle olan iletişimleri ya da karşılaşmaları, şovun mitolojik unsurlarını oluşturmaktadır. Dizinin merkezinde, çeşitli çözülmemiş soruların doğmasına neden olan karmaşık ve gizemli bir öykü mevcuttur. Genellikle dizinin hayranlarıyla çevrimiçi iletişim içinde olan "Lost"'un yazarlarının ve oyuncularının özendirmesiyle, izleyiciler ve televizyon eleştirmenleri, gizemleri çözmeye çalışmak için birbirine benzer yaygın teoriler ortaya atmaktadırlar. Teoriler genellikle adanın doğası, "canavarın" kökeni, "Diğerleri", sayıların anlamları ve bazı kazazedelerin kurtulması ve kazanın nedenleri ile ilgilidir. Genel fan teorilerinin çoğu, dizinin yaratıcıları tarafından tartışıldı ve reddedildi. En yaygın teori ise kazazedelerin öldüğü veya arafta oldukları ile ilgili olandı. Bu, J. J. Abrams tarafından yalanlandı. Ayrıca, Lindelof, uzay gemileri ya da yaratıkların adadaki olaylara tesir ettiklerini veya görünen her şeyin, birilerinin zihninde kurgulanmış gerçekçi bir mekân olduğunu iddia eden teorileri kabul etmedi. Carlton Cuse, adanın bir reality televizyon showu ve oyuncuların, ev arkadaşlığı yaptığının farkında olmayan ev arkadaşları olduğunu öne süren teorileri reddetti ve Lindelof, çoğu kez, canavarın, Michael Crichton tarafından yazılan "Av" romanındakine benzer bir nanobot bulutu olduğunu belirten teorileri yalanladı. Hikâyenin kendisi ile direkt bir bağlantısı olmayan fakat dizinin edebî ve felsefî alt metnini açıklayan birçok tekrarlanan unsur ve motif, "Lost"'ta yer almaktadır. Bu unsurlar: karakter ve durumlarda var olan düalizmi yansıtan siyah ve beyaz renklerinin sık sık yer alması; karakterlerin çoğunda-özellikle Kate'de-var olan isyankârlık; disfonksiyonel aile yapıları (özellikle, çoğu karakterin babasının etrafında dönenler), neredeyse tüm ana karakterin yaşamlarında rol oynaması gibi; Desmond'ın, dünyanın sonunun önlemek için bir butona sürekli basması, 'nin parametrelerini girerek, DHARMA Girişimi'nin amacına gitmesini sağlaması ve insanlığını sonunun engellemesi dahil kıyamet referansları; Locke ile Mr. Eko karakterlerinde ortaya çıkan rastlantıya karşı kadere inanış; Jack ile Locke arasındaki liderlik rekabetiyle ortaya çıkan kader ile bilim arasındaki çekişme; diziye özgü romanlarda tartışılan ve bahsedilen, birçok edebi çalışmalara yapılan göndermeler. Birçok ünlü tarihî düşünürlere ve yazarlara, karakterlerin isimleriyle gönderme yapılmaktadır; örneğin, John Locke (filozofa atfen) ve takma adı Jeremy Bentham (filozofa atfen), Danielle Rousseau (Jean-Jacques Rousseau'ya atfen), Desmond Hume (filozof David Hume'a atfen), Juliet Burke (filozof Edmund Burke'e atfen), Mikhail Bakunin (anarşist filozofa atfen), Daniel Faraday (fizikçi Michael Faraday'e atfen), Eloise Hawking (fizikçi Stephen Hawking'e atfen), George Minkowski (matematikçi Hermann Minkowski'ye atfen), Richard Alpert (spiritüel öğretmen Ram Dass'in doğum adına atfen) ve Charlotte Staples Lewis (yazar C. S. Lewis'a atfen). ABC'de yayınlanan "Lost" dizisinin ABD'de aldığı izlenme oranları (tekrarları da kapsayan bu tablo, ortalama izleyici sayısını göstermektedir). Pilot bölüm, 18.6 milyon kişi tarafından seyredilerek 9/8 merkezî zaman aralığında birinci oldu ve ABC'nin 2000 yılında yayınlanan "Who Wants to Be a Millionaire?" yarışmasından itibaren aldığı en yüksek rating oldu fakat sonraki ay yayınlanan "Desperate Housewives" dizisi tarafından bu izlenme oranı geçildi. "Variety"'e göre, "ABC elbette bir dramanın yaptığı patlamayı kullanabilir; zira The Practice'den bu yana gerçekten sükse yapan bir draması olmadı. Lost, kanalın on sekiz ila kırk dokuz yaş grubunda 1999'daki Once and Again'den ve toplam seyircide 1995'teki M
urder One'dan bu yana, bir dramadaki en iyi başlangıcını temsil ediyor." Birinci sezonunda "Lost", ortalama 16 milyon izleyici sayısıyla prime timeda yayınlanan programlar arasında 14. oldu ve 18–49 yaş aralığındaki izleyicilerde 15. oldu. İkinci sezonunda aynı başarıyı göstererek Lost, ortalama 15.5 milyon izleyici ile tüm kişilerde 14. oldu fakat 18–49 yaş aralığındaki sıralaması yükseldi ve 8. oldu. İkinci sezonun prömiyeri, 23 milyon kişi tarafından seyredilerek ilk sezonun prömiyerindeki izlenme oranını geçti ve bir dizi rekoru kırdı. Üçüncü sezonun prömiyeri, 18.8 milyon kişi tarafından izlendi. Üç aylık bir aradan sonra yayınlanan sezonun yedinci bölümünün izlenme oranı, 14.5 milyon kişiyle düştü. Bahar sezonunun sonlarına doğru izlenme oranı 11 milyona düştü fakat sezon finali 14 milyon izleyiciyle oran tekrar yükseldi. Ratinglerin düşmesi, Nielsen'in DVR ratinglerini açıklamasıyla kısmen açıklandı: Lost, televizyonda en çok kaydedilen dizi oldu. Fakat ratinglerin düşmesine rağmen "Lost", kendi saatinde 18–49 yaş aralığındaki izleyicilerde birinci oldu ve bu sezon, tüm kanallarda 22.00 zaman aralığındaki tüm programlarda 18–49 yaş aralığındaki izleyicilerde en yüksek izlenme oranını elde etti. Dördüncü sezon prömiyeri, 16.1 milyon izleyici ile bir önceki bölüme göre ratingini artırdı, sekizinci bölüm 11.461 milyon kişi tarafından seyredilerek bir diziye göre düşük bir izlenme oranı elde etti. 2006'da, "Informa Telecoms and Media" tarafından yirmi ülkede yapılan bir araştırmada, "Lost", bu ülkelerde ""'den sonra en popüler ikinci şov oldu. Altıncı sezon prömiyeri, 12.1 milyon kişi tarafından seyredilerek ikinci sezondan sonra izlenme oranlarında ilk kez yükseliş yaşandı. Başarılı ilk sezonuyla "Lost", "En İyi Drama Dizisi" dalında Emmy Ödülü kazandı ve J. J. Abrams, pilot bölümündeki yönetmenliğiyle Eylül 2005'te bir Emmy Ödülü'ne aday gösterildi. Terry O'Quinn ve Naveen Andrews, "Drama Televizyon Dizisinde En İyi Yardımcı Aktör" kategorisinde aday oldular. "Lost", "Dramatik Televizyon Dizisinde En İyi Senaryo" dalında 2005 Writers Guild of America Ödülü, "En İyi Prodüksiyon" dalında 2005 Producers Guild Ödülü, "Dramatik Televizyon Programında En İyi Yönetmen" dalında 2005 Director's Guild Ödülü ve "En İyi Kadro" dalında 2005 Screen Actors Guild Ödülü kazanarak 2005 yılındaki dernek ödüllerini topladı. Üç defa "En İyi Televizyon Drama Dizisi" dalında Altın Küre Ödülleri'ne aday oldu (2005–2007) ve 2006'da ödülü kazandı. 2005'te Matthew Fox ve Naveen Andrews, sırasıyla "Drama Dizisinde En İyi Aktör" ve "En İyi Yardımcı Aktör" dallarında Altın Küre adaylığı elde ettiler ve 2007'de Evangeline Lilly, "Televizyon Drama Dizisinde En İyi Aktris" dalında adaylık aldı. "Lost", "En İyi Amerikan İthalatı" dalında 2005 Britanya Film ve Televizyon Akademi Ödülü kazandı. 2006'da Jorge Garcia ve Michelle Rodriguez, sırasıyla "Televizyon Dizisinde En İyi Yardımcı Aktör" ve "Aktris" dallarında ALMA Ödülleri'ne sahip oldular. "Lost", 2005 ve 2006'da "En İyi Televizyon Dizisi" dalında Satürn Ödülü kazandı. 2005'te Terry O'Quinn, "Drama Dizisinde En İyi Yardımcı Aktör" ve 2006'da Matthew Fox, "En İyi Aktör" dalında Satürn Ödülü aldılar. Lost, art arda "En Başarılı Drama" dalında ilk ve ikinci sezonuyla iki Television Critics Association Ödülü kazandı. Ayrıca 2005 ve 2006'da "Yayınlanan Programlarda En İyi Yardımcı Görsel Efekt" dalında iki Visual Effects Society Ödülü aldı. Malcolm David Kelley, 2006'da Walt rolüyle Genç Artist Ödülü kazandı. 2005'te "Lost", "Entertainment Weekly"'nin "Yılın Eğlencesi" olarak seçildi. Show. "Pilot", "House of Rising Sun" ve "The Moth" bölümlerindeki Charlie'nin uyuşturucu hikâyesiyle 2005 Prism Ödülü kazandı. Lost, 2007'de Writers Guild Ödülü ile Producers' Guild Ödülü'ne aday oldu fakat ödülleri kazanamadı. Haziran 2007'de Monte Carlo Televizyon Festivali'nde "En İyi Drama" ödülü dahil olmak üzere dünya genelinde birçok ülkede, televizyon showu dalında yirmi adaylık elde etti. Eylül 2007'de Michael Emerson ve Terry O'Quinn ikilisi, "Drama Dizisinde En İyi Yardımcı Aktör" dalında Emmy'e aday gösterildiler ve ödülü, O'Quinn kazandı. "Lost", 60. Primetime Emmy Ödülleri'nde "En İyi Drama Dizisi" dalında tekrar aday olarak gösterildi. Show, ayrıca Michael Emerson'un "Drama Dizisinde En İyi Yardımcı Aktör" adaylığı dahil olmak üzere yedi Emmy adaylığı daha aldı. 2009'da, "Lost" 61. Primetime Emmy Ödülleri'nde En İyi Drama Dizisi dalında aday olurken Drama Dizilerinde En İyi Yardımcı Aktör dalında Michael Emerson aday gösterildi ve Emerson, ödülü kazandı. "Lost", "Best of 2005 TV Coverage: Critic Top Ten Lists"te ("2005'in En İyileri TV Kapsamı: Eleştirmenlerin En İyi On Listeleri") "The Boston Globe"'dan Matthew Gilbert'ın, "People Weekly"'den Tom Gliatto'nun, "San Jose Mercury News"'ten Charlie McCollum'un ve "USA Today"'den Robert Bianco'nun listelerinde bir numarada yer aldı. "Time" dergisinden James Poniewozik, 2007'nin Geri Dönen En İyi Dizileri listesinde yer verdiği diziyi ikinci sıraya koydu. Dizi ayrıca o yıl, "Time"'ın Tüm Zamanların En Büyük 100 Şovu listesinde yer buldu. "Lost", "Empire Dergisi"'nin Tüm Zamanların En Büyük 50 TV Şovu listesinde 5. oldu. "The New York Times"'dan televizyon muhabiri Bill Carter, "Lost"'u "televizyon tarihinin belki de en çok ilgi uyandıran devamlı ana hikâyeye sahip dizisi" olarak tanımladı. Güçlü açılışına dayanarak Reuters diziyi "hit drama" olarak adlandırdı ve "şovun radyo reklamları, özel gösterimler ve ABC'nin beş yıldır yaptığı ilk billboard reklamı kampanyası da dahil bir pazarlama bombardımanından yararlanmış göründüğünü" belirtti. Üçüncü sezonun ilk blok bölümleri çok fazla gizem ortaya çıkardığı ve bunlara yeterince yanıt içermediği için eleştirildi. Yine aynı bölümlerde ana karakterlerin pek çoğuna sınırlı ekran süresi tanınması da şikâyetlere yol açtı. İkinci sezonda en çok bölümde yer alanlardan Terry O'Quinn'in oynadığı Locke, üçüncü sezonda yirmi iki bölümün yalnızca on üçünde göründü. Bu, Tom'u oynayan konuk oyuncu M.C. Gainey'den iki bölüm fazladır. İki yeni karakter olan Nikki ve Paulo genellikle olumsuz karşılandı; hatta Lindelof bile, çiftin hayranlar tarafından "evrensel olarak küçümsendiğini" kabul etti. Sezonu bölme kararı ve verilen aradan sonra ABD'deki yayın saati değişimi de epeyce eleştirildi. Cuse "hiçkimsenin altı bölümlük devam süresinden memnun olmadığını" kabul etti. İkinci blok bölümler, ekip ilk bloktan sorunlarla uğraşmaya devam ettiyse de, eleştirel başarı yakaladı. Şovda daha fazla yanıt verilmeye başlandı ve Nikki ile Paulo öldürülerek diziden çıkartıldı. Bunun dışında dizinin üçüncü sezondan üç sezon sonra biteceği açıklandı. Cuse seyircilerin bu sayede yazarların hikâyenin nereye gideceğini bildiğini anlayacağını umuyordu. BuddyTV'den Don Williams, dördüncü sezonun ilk bölümü "The Beginning of the End" için "yılın en çok beklenen sezon prömiyeri" yorumunu yaptı. "TV Guide"'dan Michael Ausiello sonradan "Lost"'un dördüncü sezonunun son saati için "yılın en çok beklenen 60 dakikası" ifadesini kullandı. Amerikalı eleştirmenlere, "The Beginning of the End" ile "Confirmed Dead"in onlara ait özel DVD'leri 28 Ocak 2008'de gönderildi. "Metacritic" bu sezona, on iki seçilmiş eleştirmenin eleştiri yazılarına dayanarak 87 Metascore verdi. Bu, 2007–2008 sezonunda HBO dizisi "The Wire"'ın beşinci ve son sezonuna verilenden sonra en yüksek Metascore'dur. "TVWeek"'in profesyonel eleştirmenler arasında düzenlediği ankette "Lost", "açık arayla", açıkça "neredeyse her eleştirmenin ilk beş listesine girerek" ve "hiç yerilmeksizin, tamamen övgüler alarak" 2008'in ilk yarısının en iyi televizyon şovu seçildi. 7 Mayıs 2007'de dizinin 2010'da sona ereceğinin açıklanması ve "flashforward"ların tanıtılması da, yeni sezonun yeni karakterleri gibi, eleştirmenlerin övgüleriyle karşılandı. Bir kült şov olarak "Lost", kendisine bağlı ve başarılı uluslararası bir hayran topluluğu oluşturdu. "Lost" hayranları, bazen "Lostaways" ya da "Losties" olarak anıldılar, Comic-Con International'da toplandılar ve ABC tarafından organize edilen kongrelerde yer aldılar ve ayrıca, dizinin ya da bağlantılı öğelerinin yer aldığı forumlar ile Lostpedia gibi geliştirilmiş birçok hayran sitesinde de aktif oldular. Şovun ayrıntılı mitolojisi nedeniyle, hayran sitelerinde hayran kurguları, bölüm metinlerinin derlenmesi, hatırlanmaya değer şeylerin koleksiyonları gibi tipik hayran sitesi aktivitelerinin yanı sıra adanın gizemi hakkındaki teorilere ve spekülasyonlara odaklanıldı. Dizinin izleyicisini meşgul tutmaya çalışmak ve hayranların ilgisini tatmin etmek için ABC, çeşitli karşı medya arayışlarına girişti ve sık sık yeni yöntemler kullandı. "Lost"'un hayranları, ABC'yi bağlantılı internet siteleri, bağlantılı romanlar, bir resmî forum, "Lost"'un arkasındaki yaratıcı ekip tarafından kurulan bir resmî forum ("The Fuselage"), "mobisodeler", yapımcılar tarafından oluşturulan podcastler, bir resmî dergi ve bir alternatif oyun (ARG) "The Lost Experience" ile keşfedebildi. Creation Entertainment tarafından 2005'in yazında bir resmî hayran kulübu kuruldu. Şovun popüler olmasıyla, popüler kültür ve parodilerde diziye ve dizinin hikâyesindeki unsurlara göndermeler yapıldı. "Veronica Mars", "Will & Grace", "Bo Selecta", "The Sarah Silverman Program", "My Wife and Kids", "Chuck", "Curb Your Enthusiasm", "Notes from the Underbelly" ve "The Office" gibi dizilerde; "Family Guy", "American Dad!", "South Park", "The Simpsons" ve "The Venture Bros." gibi çizgi dizilerde ve KFC Hawaii reklamlarında, dizinin öğeleri kullanıldı. Ayrıca, bir "Machinima" çizgi bilim kurgusu olan "Red vs. Blue", 100. bölümünde dizinin sonunu (sonlarından birini) ti'ye aldı. Red vs. Blue'nun yaratıcıları da The Strangerhood'un bir bölümünde Lost'un başlangıcının bir parodisini yaptı. "Lost" ayrıca Valve Corporation'ın video oyunu ""'da bir "easter egg" (gizli özellik) olarak öne çıktı. Video oyunu "Skate"'in ""yükleniyor"" ekranında "Lost"'un 4, 8, 15 ve 16 numaraları yer aldı. "World of War
craft"'ta, Sholazar Basin'deki bir adada, 5, 9, 16, 17, 24 ve 43 numaralarının yazıldığı (her numara "Lost"'takinden bir fazladır) bir ambar yer almaktadır. "Catwoman" ile "The Thing" gibi çizgi romanlarda, günlük karikatürler olan "Monty" ile "Over the Hedge"'de, sanal çizgi romanlar "Piled Higher and Deeper" ile "Penny Arcade"'de ve mizah dergisi "Mad"'de, "Lost" referansları kullanıldı. Benzer şekilde, Moneen ("Don't Ever Tell Locke What He Can't Do"), Senses Fail ("Lost And Found" ile "All The Best Cowboys Have Daddy Issues") ve Gatsbys American Dream ("You All Everybody" ve "Station 5: The Pearl") gibi birçok rock grubu, diziden aldıkları tema ve başlıklarla şarkılar çıkardılar. 2 Mart 2005'te "Numbers" bölümünün yayınlanmasından sonra birçok kişi dizinin yinelenen motiflerinden olan sayıları (4, 8, 15, 16, 23 ve 42) kullanarak piyango oynadı. "Pittsburgh Tribune-Review"'e göre, sayılar, piyango oynanan yerli halk tarafından üç günde 500 kere denendi. Keza, aynı dönemde, yalnız Michigan'deki 200'e yakın kişi, Mega Millions piyangosu için sayıları kullandı. Ekim ayı ile birlikte binlerce kişi Powerball piyangosu için sayıları kullandı. 23 Mayıs 2010'da yayınlanan "Simpsonlar"'ın 21. sezon final bölümünde, Bart Simpson, "Lost"'u alaya alarak kara tahtaya "Lost" final spoiler'ı yazdı ve insanların, kendilerini izlemelerini istedi (Tahtaya yazılan: "Lost'un sonu: Her şey köpeğin düşüydü. Bizi izleyin.") "Lost"'un karakterleri ve ortamı, televizyon yayını dışında kitap, internet, cep telefonları için oluşturulmuş kısa videolar gibi diziyle bağlantılı ürünlerde yer aldı. ABC'nin aile şirketi Disney'in olan yayımcı Hyperion Books tarafından piyasaya üç kitap sunuldu. Bunlar, Cathy Hapka tarafından yazılan "Endangered Species" (ISBN 0-7868-9090-8) ve "Secret Identity" (ISBN 0-7868-9091-6) kitapları ile Frank Thompson tarafından yazılan "Signs of Life" (ISBN 0-7868-9092-4) kitabıdır. Hyperion, Laurence Shames tarafından yazılan "Bad Twin" (ISBN 1-4013-0276-9) adındaki üstkurgu kitabı yayımladı ve ABC'nin Pazarlama Departmanınca, Oceanic Havayolları 815 sefer sayılı uçuşu gerçekleştiren uçaktaki bir yolcu olduğunu iddia eden kurgusal yazar "Gary Troup", kitabın tanıtım yazısını yazdı. Diziyle ilgili çok sayıda resmî olmayan kitap da yayımlandı. "Finding Lost: The Unofficial Guide" (ISBN 1-55022-743-2) adlı kitap, Nikki Stafford tarafından yazıldı ve ECW Press tarafından yayımlandı. Hıristiyan bakış açısı ile dizinin spiritüel temalarını işleyen ilk kitap olan"What Can Be Found in LOST?" (ISBN 0-7369-2121-4), John Ankerberg ile Dillon Burrough tarafından yazıldı ve Harvest House tarafından yayımlandı. Dizinin ilk kültürel eleştirisini içeren "Living Lost: Why We're All Stuck on the Island" (ISBN 1-891053-02-7) adlı kitap, J. Wood tarafından yazıldı ve Garett County Press tarafından yayımlandı. Kitap, savaşın çağdaş deneyimleri, (yanlış) bilgi, terörizm ve seyircinin karakter olarak işlenişi ile showun farklı angajmanını ele aldı. Yazar ayrıca, Powell's Books için üçüncü sezonun ikinci kısmı boyunca blog yazıları yazdı. Her yazıda, yayınlanan bir önceki bölümün edebî, tarihî, felsefî ve hikâye bağlantıları tartışıldı. Dizinin kanalı ve yapımcıları, öykünün arka planını açıklamak için interneti kullandılar. Örneğin, ilk sezon boyunca, dizi için "Janelle Granger" adında daha önce hiç gözükmeyen bir kazazede tarafından yazılan kurgusal bir günlük, ABC'nin web sitesinde yayınlandı. Keza, show hakkında ipuçları ve şaka yumurtaları içeren, kurgusal Oceanic Havayolları hakkında bir web site, ilk sezon boyunca aktifti. Diziyle ilgili bağlantılı olan bir başka web site, Hanzo Vakfı hakkında olan "Oryantasyon" videosunun yayınlanmasından sonra kuruldu. Birleşik Krallık'ta, Channel 4'un bir parçası olan "Lost" web sitesinde, çoğu karakterin interaktif arka plan öyküleri, "Lost Untold" içinde yer aldı. Benzer şekilde, Kasım 2005'ten itibaren dizinin yazarları ve yönetici yapımcıları Damon Lindelof ile Carlton Cuse tarafından sunulan bir resmî podcast, ABC tarafından oluşturuldu. Podcast, izleyici soruları, oyuncu röportajları ve haftalık bölümlerin yorumları gibi tipik içeriklerden oluşmaktaydı. Sky One, bölümlerin Birleşik Krallık'ta yayınlanmasından sonra, her bölümü analiz eden ve Iain Lee tarafından sunulan bir podcasti web sitesinde yayınladı. Online hayal evreni akımı, Channel 7 (Avustralya), ABC (Amerika Birleşik Devletleri) ve Channel Four (Birleşik Krallık) tarafından yapımı gerçekleştirilen ve Mayıs 2006'nın ilk günlerinde oynanmaya başlanan, internet alternatif reality oyununa dayanan "Lost Experience" ile sonuçlandı. Oyun, hikâyeye paralel olarak beş evreden oluşurken, hikâye esasen Hanzo Vakfı'nı içermekteydi.. "Lost Video Günlükleri" olarak da anılan kısa mini bölümler ("mobisodeler"), V Cast sisteminden Verizon Wireless aboneleri tarafından izlenilmesi için programlanmışti fakat kontrat sorunun oluşmasıyla ertelendi. Mobisodeler, daha sonra "" olarak yeniden adlandırıldı ve 7 Kasım 2007'den 28 Ocak 2008'e kadar yayınlandı. Diziyle bağlantılı romanların yanı sıra oyuncak ve oyunlar gibi başka ürünler de satış için lisans aldı. Bir video oyunu, "", Gameloft'un cep telefonları ve iPodlar için bir "Lost" oyunu geliştirdiği sırada , oyun konsolları ve ev bilgisayarları için Unisof tarafından geliştirildi ve satışa sunuldu. Cardinal Games, 7 Ağustos 2006'da bir "Lost" tahta oyununu piyasaya sundu. TDC Games, parçaları yerine yerleştirildiğinde "Lost"'un mitolojisinin ipuçlarını ortaya çıkaran 1000 parçalık dört adet yap-boz ("The Hatch", "The Numbers", "The Others" ve "Before The Crash") yayınlandı. Inkworks, iki set olarak "Lost" ticari kartları piyasaya sundu ve "Lost: Revelations" setinin yayınlanması planlanmaktadır. Mayıs 2006'da McFarlane Toys, karakter aksiyon figürlerini set olarak yayınlayacağını duyurdu ve ilk seti Kasım 2006'da, ikinci seti Temmuz 2007'de yayınladı. Ayrıca, ABC, giyim, takı ve başka koleksiyon ürünleri gibi sayısız "Lost" ticari ürünü satmaktadır. Titan Magazines, "Lost: The Official Magazine" adında resmî bir dergi yayımladı. Richard Ramírez Richard Muñoz Ramirez (29 Şubat 1960 - 7 Haziran 2013; El Paso, Teksas) Kaliforniya`da ölüm sırasının gelmesini beklerken doğal nedenlerle ölen idam mahkûmu seri katil. 1985`te Kaliforniya`yı soygun, tecavüz ve cinayetle teröre boğarken medya tarafından "Gece Avcısı" (Night Stalker) lakabı takılmıştır. Ramirez`i cinayetlere, Vietnam'da savaştığı sanılan kuzeninin anlattığı hikâyelerin yönlendirdiği düşünülür. Kuzeni 12 yaşındaki Ramirez'e, Vietnamlı kadınlara yaptığı işkenceyi anlatır ve kurbanlarının ürkütücü fotoğraflarını gösterirdi. Kuzeni karısını öldürürken Ramirez'in de orada olduğu ve yüzüne kanların sıçradığı söylenir. Annesi ve babası, eğitmek maksadıyla dövmekten çekinmediğinden Richard geceleri sık sık evden kaçar ve mezarlıkta yatardı... Ramirez bilinen ilk suçunu 28 Haziran 1984 tarihinde işlemiş, soyduğu evde bulunan 79 yaşındaki bir kadına cinsel saldırıda bulunup öldürmüştür. 17 Mart 1985`te bilinen ikinci cinayetini işledi. Kurbanın oda arkadaşı kaçmayı başardı ve polise Ramirez`in eşkalini verdi. Aynı gün 30 yaşındaki bir kadını daha silahla vurarak öldürdü. Bir günde iki vahşi cinayet işlenmesi halkı paniğe ve korkuya sürükledi. 3 gün sonra 20 Mart`ta, bir kızı evinden kaçırdı ve tecavüz etti. 27 Mart`ta 64 yaşında bir olan adam Vincent Zazarra ve 44 yaşındaki eşi Maxine`yi öldürdü. İddiaya göre kadının gözlerini oymaya çalışmıştı. Cesetler oğul Peter tarafından bulundu. Kısa sürede işlenen seri cinayetler üzerine polis araştırmalarını hızlandırdı. Nisan ayında Ramirez'den ses çıkmadı. Daha sonra 65 yaşındaki bir adam ve karısının yaşadığı Monterey Park`taki bir eve girdi. Adamı başından vurdu, kadını öldürmek üzereyken adam son gücüyle polisi arayarak Ramirez`i kaçırmayı başardı. Polis geldiğinde adam ölmüştü. Yaklaşık bir hafta sonra evlerine girdiği 80 yaşlarındaki iki kadını ölümcül biçimde yaraladı. Evden çıkmadan mürekkeple duvarlara ve kadınlardan birine rujla Satanik pentagramlar (ters pentagram işareti) çizdi. Haziran ve Temmuz aylarında üç kadın daha evlerinde öldürüldü, ikisinin boğazı kesilmişti. Ramirez 20 Temmuz`da iki cinayet daha işledi. Sun Valley`de (Kaliforniya) 32 yaşında bir adamı öldürdü, karısını yaraladı ve tecavüz etti. Annesi hırıltılar çıkararak ölmek üzereyken 8 yaşındaki oğullarına da tecavüz etti. Aynı gün içerisinde Glendale`de yaşayan 60 yaşlarındaki bir çifti daha öldürdü. 8 Ağustos`ta Northridge`li bir çifti ciddi biçimde yaraladı. Çifte saldıranın eşkali önceki tanımlara uyuyordu. Ramirez sonunda Los Angeles bölgesini terk ederek San Francisco`ya geçti ve burada 66 yaşında bir adamı öldürdü, karısını yaraladı. Hayatta kalmayı başaran kadın Ramirez`i polis taslaklarından teşhis etti. Medya, katilin herhangi bir bağlantıya ya da eylem metoduna tabi olmadığını düşündüğünden "The Walk-in Killer" lakabını "Night Stalker" olarak değiştirdi. 24 Ağustos`ta Ramirez 29 yaşındaki bir adamı başından vurdu ve nişanlısına tecavüz etti. Adam hayatta kaldı, polise Ramirez`i ve onun portakal rengi Toyota arabasını tarif etti. Daha sonra bir genç, haberlerde gördüğü tarife uyan bir arabanın plakasının yarısını not alarak polise haber verdi. Çalıntı araba 28 Ağustos`ta bulundu ve polis arabanın aynasından parmak izi elde etmeyi başardı. Parmak izleri 25 yaşında, Teksaslı, trafik ve uyuşturucu ticareti suçundan uzun bir sabıka kaydı bulunan Richard Muñoz Ramirez`i işaret ediyordu. İki gün sonra sabıka fotoğrafı televizyonlarda ve Kaliforniya`daki bütün gazetelerde yayımlandı. Ertesi gün Doğu Los Angeles bölgesinde Ramirez araba çalmaya çalışırken tanındı. Kalabalık linç etmek için saldırdı, polis kalabalığı dağıtarak Ramirez`i öldürülmekten kurtardı. 22 Temmuz 1988 tarihinde dava başladı. Ramirez, 22 Eylül 1989`de 13 cinayet, 5 cinayet girişimi, 11 cinsel suç ve 14 ev soygunundan suçlu bulundu. 7 Kasım 1989 tarihinde Kaliforniya`da gaz odasında ölüme mahkûm edildi. Richard Ramirez davası ABD tarih
inin en uzun ve zor adi suç davalarından biridir. Dinlenen yüzden fazla şahidin bazısı geçen dört yıllık süre nedeniyle Ramirez`i hatırlayamamış, bazıları ise emin olmayı sürdürmüştür. 3 Ağustos 1988`te Los Angeles Times Ramirez`in savcıyı silahla vurmayı planladığını yazdı. Bunun üzerine mahkeme salonunun kapısına metal bir dedektör kondu. 14 Ağustos`ta, Phyllis Singletary adlı jüri üyesi mahkeme salonuna gelmedi ve ertesi gün evinde ölü bulundu. Ramirez`in dışarıdan birilerini yönlendirmiş olması ve bunu diğer jüri üyelerine de yapma ihtimali jürinin telaşa kapılmasına neden oldu. Fakat Singletary`i öldürenin, daha sonra intihar eden erkek arkadaşı olduğu anlaşıldı. Dava süresince Ramirez birçok kadın ve erkek hayranıyla mektuplaştı. Bir magazin dergisi editörü olan Doreen Lioy ile 3 Ekim 1996`da Kaliforniya`da San Quentin Devlet Hapishanesi`nde evlendi. ABD'nin California eyaletinde 1984'ten 1985'e kadar 13 kişiyi öldüren seri katil Richard Ramirez'in hapishanede öldüğü bildirildi. San Quentin Cezaevi Sözcüsü Teğmen Sam Robinson, 53 yaşındaki Ramirez'in doğal sebeplerden öldüğünü açıkladı. Medyanın "Gece Avcısı" adını taktığı Ramirez, 1989 yılından bu yana idam cezasının infaz edilmesini bekliyordu. 10,000 Days (Tool albümü) 10,000 Days, Tool grubunun Mayıs 2006'da piyasaya çıkan stüdyo albümüdür. Bu albüm vokalist Maynard James Keenan`in bir trafik kazası sonucu uzun süre bitkisel hayatta yaşam mücadelesi veren ve bu mücadeleyi kaybeden annesine ithaf edilmiştir . Karakurum Karayolu Karakurum karayolu dünyada asfaltla kaplı en yüksek yoldur. Karakurum sıradağları üzerinden Khunjerab Geçidi (okunuşu "Huncerap") içinden geçerek Çin ile Pakistan'ı birbirine bağlar. Yakın geçmişte onaylanmış yüksekliği 4.693 metredir (15.397 fit). Karayolu, Pakistan'ın kuzey bölgesi Baltistan'ı antik İpek Yolu'na bağlar, 1.200 kilometre yol katederek Çin'in Sincan bölgesinde bulunan Kaşgar'dan Pakistan'ın Abbottabad Bölgesi'ndeki Havelian'a varır. Karayolunun bir uzantısı, İslamabad'ın batısında, Hasan Abdal'daki Grand Trunk Yolu ile birleşir. Karayolunun büyük bölümü Baltistan boyunca devam eder. 1 Mayıs 1986'da yabancı ziyaretçilere açılan Karakurum zamanla macera seyahati için uygun bir rota haline gelmiştir. Dağcılar da, bölgede bulunan birçok yüksek dağ, buzul ve göle kolay ulaşabildikleri için bu yolu tercih ederler. Bölgede, iki büyük dağcı merkezi bulunmaktadır. Karakurum karayolu İslamabad'dan Gilgit ve Skardu'ya olan ulaşımı da sağlar. ABD'deki 11 Eylül olaylarının ardından Pakistan'ın yasak bölge ilan edilmesi, yola olan ilgiyi kısmen azaltmıştır. Birçok Avrupalı dahil olmak üzere, İngilizce konuşmayan ülkelerden gelen turistler gezilerine devam ediyorlar, ancak İngiliz ve Amerikalı turistler bölgeye pek uğramıyorlar. Karakurum karayolu Pakistan'ın kuzeyindeki birçok zirveye ve Çin'in Sincan bölgesindeki bazı zirvelere seferlerin ulaşımını sağlar. Bölgede, aralarında dünyanın en büyüklerinden olan Baltoro Buzulu'nun da bulunduğu pek çok buzul vardır. 8.000 metreden yüksek dağlar olan sekizbinliklerden Pakistan'da bulunan beş tanesine Karakurum karayolu aracılığıyla ulaşılabilinir. Zirveler: Karakurum karayolu ile çeşitli göllere de ulaşım sağlanır. Skardu'nun güneyinde ve Astor Vadisi'nin doğusunda yer alan Deosai Düzlükleri dünyanın 4.115 m. (13.500 fit) ile en yüksek ikinci düzlüğüdür. 3.000 km² alan kaplayan bölge, 1993 yılında "Ulusal Park" ilan edilmiştir. Pakistan'ın kuzeyinde Karakurum karayolu boyunca Hunza ve Shatial arasındaki on büyük kazı alanında 20.000 parçadan fazla kaya ve petroglif bulunmaktadır. Oymalar yerli halkın yanı sıra, bu ticaret yolundan geçen çeşitli istilacılar, tüccarlar ve hacılar tarafından da yapılmıştır. MÖ 5000 ile 1000 yılları arasındaki erken dönem motiflerinde, tek hayvanlar, üçlü adamlar ve hayvanların avcılardan büyük olduğu av sahneleri görülür. Bu oyma eserler, taş aletlerle kayaya vurulup üzeri cilalanarak yapılmıştır, bu sayede kaç yaşında olduklarını anlamak mümkündür. Arkeolog Karl Jettmar çeşitli yazıtlardan bölgenin tarihi hakkında derlediği bilgileri "Kuzey Pakistan'ın Kaya Oymaları ve Yazıtlar" ("Rockcarvings and Inscriptions in the Northern Areas of Pakistan") ve "Between Gandhara and the Silk Roads - Rock carvings Along the Karakoram Highway" ("Gandhara ve İpek Yolu Arasında - Karakurum Karayolu Boyunca Kaya Oymaları") kitaplarında bir araya getirmiştir. Mart 2006'da, her iki ülkenin hükümetleri, 1 Haziran 2006'dan başlayarak Pakistan-Gilgit ile Çin-Kaşgar arasında günlük otobüs seferlerinin başlayacağını ve karayolunun 600 kilometrelik bölümünde yol genişletme çalışmalarının yapılacağını duyurdular. . Karakurum karayolunun seyahat etmeye en uygun zamanları, ilkbahar ve sonbaharın başıdır. Sert kışlarda yoğun kar yağışı karayolunu uzun süre kapatmaktadır. Temmuz ve Ağustos aylarındaki ağır muson yağmurları ise, çamur kaymalarına yol açarak karayolunun kısa sürelerle kapanmasına yol açar. Huncerap Geçidi'nde bulunan Çin ve Pakistan sınırı sadece 1 Mayıs ve 15 Ekim tarihleri arasında açıktır. Yirmi yıllık çalışmanın ardından 1978 yılında tamamlanan Karakurum karayolu Pakistan ve Çin hükümetleri tarafından yapılmıştır. Karayolunun yapımı sırasında çoğunlukla toprak kayması ve düşmelerle birkaç yüz Pakistanlı ve Çinli işçi yaşamını kaybetmiştir. Karakurum karayolu, antik İpek Yolu'nun birçok güzergâhından birinin üzerinde bulunur. Pakistan tarafındaki yol FWO (Frontier Works Organization) tarafından yapılmış, Pakistan Ordusu İstihkâm Sınıfı işçi olarak çalışmıştır. Şu anda Pakistan ordusunda Karakurum karayolunun tarihi üzerine bir çalışma yürütülmektedir. Yolun yapımında çalışmış emekli Tuğgeneral Muhammad Mumtaz Khalid, Karakurum karayolunun tarihini yazmaktadır. Hindistan ve Pakistan arasındaki Keşmir sorunu, Karakurum karayoluna stratejik ve askerî önem katmaktadır. Mehmet Barlas Mehmet Barlas (d. 1942, Gaziantep) Türk gazeteci, köşe yazarı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden 1971 yılında mezun olmuştur. Türkiye Milli Talebe Federasyonu'nda basın komisyonu başkanlığı yaptı. Gazetecilik ile öğrencilik döneminde babasının kurucusu olduğu Son Havadis gazetesinde tanıştı. Cumhuriyet gazetesinde profesyonel gazeteciliğe başladı. 12 Mart Muhtırası sonrası gazeteden kovuldu. Daha sonra İsmail Cem'in genel müdürlüğü döneminde TRT'de iç ve dış haberler danışmanlığı yaptı. 1968 yılında Gazeteciler Cemiyeti'nin düzenlediği yarışmada, inceleme dalında birincilik ödülü aldı. Türkiye'de yayımlanan ulusal gazetelerin birçoğunda çalıştı. Son Havadis, Cumhuriyet, Resmî Gazete, Günaydın, Milliyet, Güneş, Tercüman, Hürriyet, Türkiye, Sabah, Yeni Şafak, Zaman, Star, Akşam ve Posta gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Mehmet Barlas, hâlen Sabah gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Çeşitli dönemlerde Star1, ATV, Show TV ve TGRT’de günlük haber yorumculuğu yaptı. 2003 yılında kızı Ela Barlas ile haber programı hazırladı ve sundu. İlerleyen dönemlerde aldığı bakanlık teklifini reddetti. 2008 yılı içinde kısa bir süre ATV'de ana haber bülteninin sunuculuğunu yaptı. NTV televizyon kanalında Emre Kongar'la birlikte "Yorum Farkı" adında bir program yapmış olup, şu anda NTV Radyo'da Oğuz Haksever ile beraber "Makam Farkı" adlı programı düzenlemektedir. Okan Üniversitesi mütevelli heyeti üyesidir. Cemil Sait Barlas'ın oğlu olan Mehmet Barlas, 1968'den beri Canan Barlas'la evlidir. Barlas çiftinin bu evlilikten Cemil Barlas ve Ela Barlas Anter adında iki çocuğu bulunmaktadır. Canan Barlas, Can Paker'in kızkardeşidir. Prezervatif Prezervatif veya kondom, 1. amacı aile planlaması için dişide gebelik olmasını önlemek, 2. amacı bel soğukluğu, frengi ya da AIDS gibi cinsel yolla bulaşan hastalıkları önlemek amacıyla en çok cinsel ilişki sırasında kullanılan bir tür bariyer doğum kontrolüdür. Bir erkeğin sertleşmiş penisine takılır ve boşalmış meninin fiziksel bir şekilde cinsel partnerin vücuduna girmesini engeller. Prezervatiflerin su geçirmezliği, esnekliği ve dayanıklılığından dolayı bir sürü diğer ikincil işlemde de kullanılır. Bunların arasında kısırlık tedavisinde kullanmak amacıyla meni toplamak ya da su geçirmez mikrofon oluşturmak veya tüfek namluların tıkanmalarını önlemek gibi cinsel olmayan işlemleri de vardır. AiDS virüsünü sadece kutusunda LATEKS maddesinden yapıldığı yazan prezervatifler önler. AiDS virüsü çok küçük olduğu için Lateks dışındaki maddelerin arasından geçebilmektedir. Prezervatifin doğru kullanımı için, penis sertleştiği zaman prezervatifin ucu iki parmakla sıkıştırılıp penis ucunda bölme bırakılarak penise takılır. Bu bölme penisten çıkacak sperm içindir. Buna dikkat edilmediği zaman, penis ucunda boşluk olmayan prezervatif sperm çıkışı sonrası basınçla yırtılabilir. Cinsel ilişki sırasında prezervatifin yırtılmasına sebep olacak zorlanma hareketleri yapılmamalıdır, penisin giriş çıkışında kayganlık yetersiz ise penise ve cinsel organa kayganlaştırıcı türü kremler sürülmelidir. Modern çağda prezervatifler çoğunlukla lastikten yapılır, fakat bazıları poliüretan, kauçuk ya da kuzu bağırsağı gibi diğer maddelerden yapılır. En çok poliüretandan üretilen kadın prezervatifleri de mevcuttur. Bir doğum kontrolü metodu olarak erkek prezervatifin avantajları ucuzluğu, basit kullanımı, az sayıda yan etkisi ve cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı koruma sağlamasıdır. Uygun bilgiler ve doğru uygulama teknikleri ile ve her cinsel ilişkide kullanılır ise, partnerleri erkek prezervatifi kullanan kadınlar senede %2 gebelik oranı tecrübe etmektedir. Prezervatifler 400 seneden beri kullanılmaktadır. 19. yüzyıldan beri dünyanın en yaygın kontrasepsiyon metodlarından biri olmuştur. Çağdaş zamanlarda yaygın kabul görmesine rağmen prezervatifler, esasen cinsel eğitim sınıflarında oynamayı gerektikleri rol ile ilgili ihtilaf oluşturmuşlardır ve dünyada yaklaşık 46 milyon çiftin düzenli olarak kondom kullandığı tahmin edilmektedir ve bu çiftlerin büyük bir kısmı gelişmiş ülkelerde yaşamaktadır. Penise takılan mekanik bariyerlerle i
lgili ilk bilgiler M.Ö. 1350 yıllarına dayanmaktadır. Bu dönemde Mısır'da erkeklerin süs amaçlı penis bariyerler taktıkları bilinmektedir. M.S. 1654 yılında ünlü İtalyan bilgini Fallopius ketenden yapılmış bir kılıf tanımladı. Daha sonraları hayvan bağırsağından yapılan bu kılıflara 18. yüzyılda ""kondom"" adı verildi. 1800'lü yılların ikinci yarısından sonra ise sentetik maddelerden ya da kauçuktan yapılmaya başlandı ve giderek yaygınlaştı. 1930 yılından bu yana yapımında Latex kullanılmaktadır. Her ne kadar prezervatifin yapımı ve kullanımı kolaylaşsa da 20. yüzyıl ortalarına kadar kullanımı yasak olan ve yalnızca sağlık sektöründe kullanılan bir ürün idi. Mesela İrlanda'da 1990'lı yılların başına kadar kontrol altında tutulmaya devam edilmiştir. Birinci dünya savaşında askerlere standart giyecekleriyle birlikte verilmekteydi. Alman, Fransız ve İngiliz orduları askerlerine prezervatifleri bizzat kendisi dağıtıyordu. Hatta Amerikan ordusunda prezervatif dağıtılmadığı için çeşitli hastalıkların görüldüğü bilinmektedir. Erkek prezervatifleri genellikle bir folyo ambalajın içinde, dürülü şekilde paketlenir. Penisin ucuna koymak, sonra penisin üzerine açarak yerleştirmek için tasarlanmıştır. Prezervatifin ucunda meninin toplaması için yer bırakmak önemli; yoksa meni prezervatifin içinden dışarıya itilebilir. Kullanımdan sonra prezervatifin düğümlenmesi ya da bir mendil ile sarılması, sonra çöpe atılması tavsiye edilir. Femidom Femidom, 1990'lı yıllarla birlikte kadınlar için üretilmeye başlanan prezervatif çeşididir. Ortalama 18 cm uzunluğunda ince, yırtılmaz bir poliüretan bir maddeden yapılmaktadır. En büyük özelliği vajinaya yerleştirildikten kısa bir süre sonra vücut ısısına uyum sağlaması ve iç duvarlara yapışmasıdır. İki adet halkadan oluşur. Kısa bir uğraştan sonra kolaylıkla öğrenilebilir ve kullanılabilir. İntihar İntihar, bir canlının, neticesinin ölüm olacağının bilincinde olarak, kendisinin ölümüne yol açacak bir eylem yapmasıdır. Risk faktörleri arasında, majör depresif bozukluk, bipolar bozukluk, şizofreni, kişilik bozuklukları gibi zihinsel hastalıklar, alkolizm ve madde bağımlılığı bulunmaktadır. Bireyin kendisine yönelik bir saldırganlık hali olan intihar davranışı, birçok şiddet davranışının aksine her yaştan kişiyi etkilemekte olup, bireyin bilerek ve isteyerek hayatına son vermesi olarak da tanımlanabilir. Görünüşteki sebebe ve kültürel yapıya bağlı olarak intihar aşağılanabilir ya da yüceltilebilir. İntihar hayali kuran veya kendini ölümcül derecede yaralamayı düşünen kişi, duyulmak ve anlaşılmak istiyor olabileceği gibi gerçekten diğerlerini önemsemiyor da olabilir. İntihar etmeyi düşünen kişi intihar tehditleriyle diğer insanları manipüle etmemek için bu düşüncesini kimseye açmayabilir. Nasıl hissettiğini ya da planladığı eylemi kimseye söylemeden intihar eden kişilerin bu düşünceye sahip oldukları sanılmaktadır. İntihar düşüncesi genellikle insanın başa çıkamayacağından daha ağır bir duygusal acıdan kaynaklanır. Bazılarına göre bu acı bireyin kendi kendini disipline etmesindeki isteksizliğe ve kendini diğerlerinden daha çok önemsemesine bağlı olarak artmaktadır, fakat bu düşünce acı çeken ve yoğun umutsuzluğa sürüklenmiş bir kişiye karşı intihara suç veya utanç yüklenerek aile veya etrafındaki bireyler tarafından intihardan kaçması için dile getirildiğinde intihar düşüncesine sahip kişi diğerlerini düşünerek acı çekerek de olsa yaşamaya karar verebilir, fakat bu da gerçek bir çözüm değildir. İntihar algılaması kültüre, dine, sosyal sistemlere bağlı olarak değişkendir. Birçok dinde günah veya etik dışı olarak kabul edilir. Öte yandan bazı kültürlerde utanç verici ve umutsuz bir durumdan çıkışın tek onurlu yoludur (örnek: Seppuku). Genellikle intihar etme girişiminde bulunan kişi arkasında bir not bırakır. İntihar tam manasıyla şöyle tanımlanır, intihar eden kişi politika veya dinin etkilediği ikincil sonuçlardan çok "eylemin ana bileşeni ve tek amacı olmalıdır". Buna göre intihar saldırısında bulunan kişi intihar bilincine kavuşmuş hatta intihar etmiş sayılmaz. Fakat bazıları da intihar saldırısında bulunan kişinin de sonunda öleceğini bildiğinden bu tanıma karşı çıkar. İnsanların dışında, tutsak balinaların kafalarını duvara vurarak kendilerini öldürmeye çalıştığı gözlenmiştir. Bunun dışında hasta olan ve acısını dindirmek için kendini öldüren organizmaların varlığı bilinmektedir. Çeşitli intihar yöntemleriyle gerçekleştirilen intiharın evrensel tek bir sebebi yoktur. Yapılan çalışmalar sonucunda, intiharın oldukça karmaşık bir davranış olduğu ve tek bir risk faktörü ile açıklanamayacağı anlaşılmıştır. Çalışmaların ortaya koyduğu risk faktörleri arasında yaş, medeni durum, travma ya da taciz yaşantısı, daha önce intihar girişiminde bulunulması, kişilik bozuklukları, umutsuzluk ve depresyon gösterilmektedir. Diğer faktörler aşağıdaki gibi sıralanabilir: İntiharın katı tanımına uymayan diğer sebeplerde şunlardır: Modern tıp, intiharı ruh sağlığıyla ilgili bir konu olarak görür. Sürekli intihar etmeyi düşünen ve hatta bunun planını da detaylı olarak yapan kişinin tıbbi yardıma ihtiyacı olduğu uzmanlar tarafından dile getirilir. Eğer hasta intihar planında kullanacağı, çekici gelebilecek çeşitli aletlere (tüfek, uyuşturucu) kolayca ulaşabiliyorsa bu durum daha da ciddiyet kazanır. Depresyonda olan insanların intihara daha yatkın olduğu düşünülmektedir. İntihar konusu felsefe tarihi boyunca düşünürlerin ilgisini çekmiş, katı bir şekilde intihara karşı olan ve lanetlenmesini isteyen düşünürlerin yanı sıra, onu savunan ve olumlayan düşünürler de olmuştur. Platon, Aristoteles, Epikür, Kant intihara karşıdır, buna karşılık Zenon, Stoacılar, Seneka, Montaigne, Hume, intiharı savunur.Yaşamın değeri, kişinin kendi yaşamı hakkında söz sahibi olup olmadığı ve bu girişimin erdemli bir tutum olup olmadığı gibi konu başlıkları altında intiharı değerlendirmişlerdir. Bunlarla birlikte, intihar sorununu felsefenin merkezi bir konusu olarak ele alan düşünür varoluşçu Albert Camus olmuştur. Ona göre ""tek felsefi sorun intihardır"". Camus'nün sorunu, "yaşamın yaşamaya değip değmediği" sorunsalı üzerine kuruludur. Ancak Camus bir intihar savunusu yapmaz, bunu felsefi bir sorun olarak irdeler; onun görüşü, insanın kendini öldürmesi mümkün olmasına rağmen yaşamak durumunda oluşuyla ilintilidir. Sisypos Söylencesi adlı kitabında Camus, intihar ve saçma kavramları bağlamında yaşamı değerlendirir. Hayat aslında yaşamaya değmeyecek kadar saçmadır, ancak bununla birlikte yaşamak gerekir, der Albert Camus. Kızılorda Eyaleti Kızılorda Eyaleti (Kazakça: Қызылорда облысы / Kızılorda oblısı), Kazakistan'da bir eyalettir. İdari merkezi Ak Meçet olarak inşa edilmiş Kızılorda şehridir. Doğuda Güney Kazakistan Eyaleti, güneyde Özbekistan, kuzeyde Karaganda Eyaleti ve batıda Aktöbe Eyaleti ile komşudur. Diğer şehirleri arasında Kazalı ve Rus yönetimindeki Baykonur bulunmaktadır. Doğu Kazakistan Eyaleti Doğu Kazakistan Eyaleti (Kazakça: Шығыс Қазақстан облысы / Şığıs Qazaqstan oblısı), Kazakistan'ın bir eyaletidir. Başkenti Öskemen (Kazakça: Өскемен, eski adı: Ust Kamengorsk; Rusça: Усть-Каменогорск)'dir. Doğuda Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi, kuzeyde Rusya'nın Altay Cumhuriyeti, güneyde Almatı Eyaleti, batıda Pavlodar ve Karaganda eyaletleri ile komşudur. Condom Condom, prezervatif anlamına gelmektedir. Ayrıca şu anlamlara gelebilir: Fergana ili Fergana Eyaleti (Özbekçe: Farg'ona viloyati) Özbekistan'ın 12 ilinden birisidir. Ülkenin doğusundaki yer alan vilayet, Fergana Vadisi'nin güneyinde bulunmaktadır. Özbekistan'ın Namangan Eyaleti ve Andican Eyaleti ile Kırgızistan ve Tacikistan'a komşudur. 2005 yılı resmi nüfusu 2.597.000, yüzölçümü 6.800 km²'dir. Yönetim merkezi vilayete adını veren Fergana şehridir. %71'i kırsal bölgede oturmaktadır. Önemli şehirleri Beşarık, Khamza, Kokand, Kuva, Kuvasay, Margilan ve Rishdan'dır. İklimi tipik kara iklimi özellikleri gösterir; yaz-kış arasında aşırı sıcaklık farkları görülür. Tarım, özellikle pamuk, sebzecilik ve hayvancılık, et ve süt üretimi en önemli gelir kaynağıdır. Doğal kaynaklar arasında petrol kaynakları, seramik çamuru ve inşaat malzemeleri bulunmaktadır. Endüstri ağırlıklı olarak petrol işleme, gübre ve kimyasal üretimi, tekstil, ipek dokumacılık konularında yoğunlaşmıştır. Bölge ayrıca geleneksel Özbek elsanatları, özellikle de çömlekçilik alanında önemli bir merkezdir. Kozçukur, Suşehri Kozçukur, Sivas ilinin Suşehri ilçesine bağlı bir köydür. Sivas iline 245 km, Suşehri ilçesine 11 km uzaklıktadır. Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.Ayrıca arıcılık faaliyetleride gelişmektedir. Köyde, ilkokul vardır. Köyün içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi vardır PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Köye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup köyde elektrik ve sabit telefon vardır. William Bonin William Bonin veya bilinen adıyla The Freeway Killer (8 Ocak 1947 - 23 Şubat 1996), bir kamyon sürücüsü ve seri katil. Sırf zevk için erkek kurbanlarına tecavüz etmiş ve öldürmüştür. Son beş ayında, tutuklandıktan kısa süre sonra kendini asmış olan, kolay etkilenebilen Vernon Butts'dan yardım görmüştür. William Bonin, 5 Ocak 1982'de 10 genç erkeği tecavüz ve öldürmek suçundan ölüme mahkûm edilmiştir. Hiçbir pişmanlık belirtisi göstermeyen Bonin'in en azından 21 kişiyi öldürdüğü tahmin edilir. Bonin, ceza olarak 23 Şubat 1996'da Kaliforniya'da zehirli iğne ile infaz edildi. BitTorrent BitTorrent internet üzerinden dosya paylaşım yazılımına ve aynı tekniği kullanan dosya takas sistemine verilen isimdir. Diğer peer to peer (eşten eşe) (P2P) paylaşım programlarından farkı sabit olmayan bağımsız sunucu tanımlama dosyaları sayesinde sabit bir sunucuya ihtiyaç olmaksızın paylaşıma devam etmesidir. Doğrudan indirmekten farklı olarak, dosyayı indiren kişiler indirme esnasında indirdiği kadarını diğer kullanıcılara paylaşmaktadır. Torrent protokolü, çoğunlukla büyük boyutla
rdaki dosyaların paylaşımında kullanılır. Torrent indirebilmek için μTorrent, Bitcomet, BitTorrent, Azureus, Flashget, LimeWire vb. istemci yazılımlara ihtiyaç vardır. Ayrıca dosyaları indirebilmek/paylaşabilmek için torrent dosyası denilen, uzantısı ".torrent" olan 2-500 Kb büyüklüğünde dosyaları indirmeniz gerekmektedir. Güncel yöntemlerde magnet link adı verilen linkler aracılığıyla .torrent dosyasına ihtiyaç kalmamıştır. Torrent'i diğer indirme yöntemlerinden ayıran en büyük fark dosyayı çekme hızınızı dosyaları çeken kişilerin ve dosyanın popülaritesinin yönlendiriyor olmasıdır. Yani bir dosya ne kadar popülerse o kadar çok kişi o dosyayı çeker ne kadar çok kişi o dosyayı çekiyorsa o dosyanın Peers sayısı o kadar artar ve ne kadar çok Peers varsa dosyayı çekme hızınız o derece artar. Seeder'lar (paylaşımcılar) anahtar rol üstlenmelerine rağmen Leecher'lar (indiriciler) da büyük öneme sahiptir. Torrent dosya paylaşım tekniğidir, sadece download'a dayalı diğer dosya yöntemlerinden ("RapidShare benzeri dosya dağıtım şebekeleri gibi") oldukça farklıdır. Bu nedenle bazı dosyaları zor bulabilir, bazı dosyaları da çok yavaş çekebilirsiniz. Seeder'ı (paylaşanı) olmayan dosyaları indiremezsiniz. Torrent her zaman tam hızda download'ı garanti etmez, o dosyayı hızlı çekmenizin formülü pek karışık olmayan bir şekilde anlayabilirsiniz. Bu formülü ise temel olan tek bir neden sağlar: Dosyanın popülaritesi Dosya ne kadar popüler ise o kadar çok kişi çeker ve o kadar çok kişi seed eder. Bu da yoğun talebi karşılamak için yeterli kaynak oluşturur. Yani Torrent kelimesinin anlamı olan sel gibi büyümeye devam eder ve bir süre sonra kendi kendine yeten yaşayan ve ölen bir yapıya bürünür. Torrent sistemi kendini telif hakkı savunucularına ve telif haklarının sahibi şirketlere karşı otomatik denilebilecek ve zahmetsiz sayılabilecek şekilde de koruyabilmektedir. Örneğin klasik indirme metotlarında içeriği barındıran sunucular kapatıldığında veya engellendiğinde içeriğin paylaşılması imkansızdır. Muhakkak ki o içeriğe sahip birinin içeriği başka bir sunucuya (rapidshare, hotfile vb.) yüklemesi gerekir. Torrent'te ise durum biraz daha farklıdır ve kolaydır. Ana içerik belki de milyonlarca kullanıcıda bulunduğundan dolayı paylaşılmak istenildiğinde bir tracker ve içeriğin torrent dosyasının bulunması yeterlidir. İçeriği paylaşıma açmak isteyen kişi sadece torrent uzantılı dosyayı gerekli programa ekler. Bu ilk bakışta çok önemsiz ve basit bir ayrıntı gibi görünse de torrent ağlarında paylaşılan dosyaların büyüklüğü dikkate alındığında bunun ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır. Bu şekilde telif hakları ihlalinden dolayı kapanan dünyanın en büyük tracker'larından birinin kullanıcıları site kapanmadan önce sitede barındırılan milyonlarca torrent dosyasını indirmişler ve daha sonra anlatılan yöntemi kullanarak paylaşımdaki dosyaların aktif kalmasını sağlamaya çalışmışlardır. Torrent hakkında öngörülen yol haritasına göre, örneğin bir dizinin toplu sezon dosyalarının indirilmesi sırasında farklı ülkelerden kullanıcıların kendi dillerinde altyazı çevirilerini torrent paylaşımına upload etmesi için, ana dosya listesine eklemelerine olanak verecek şekilde dosya paylaşım protokol geliştirme çalışmaları sürmektedir. Ama torrent içeriğiyle alakası olmayan spam gibi dosyaların karışma ihtimali nedeniyle geliştirilme aşaması uzun süre tartışmalı olmuştur. Bu yüzden proje geçici olarak askıya alınmış olsa da, geliştirme çalışmaları halen sürmektedir. İsak Haleva İsak Haleva (d. 1940, İstanbul), Türkiye Musevileri'nin hahambaşı. 1940 yılında İstanbul’da doğan İsak Haleva, lise eğitimini Beyoğlu Musevi Lisesi’nde tamamlamasının ardından 1961 yılında Kudüs’teki Porat Yosef İlahiyat Akademisi’nden dini hukuk ve eğitim alanlarında Rav (Haham) derecesiyle mezun oldu. Manisa ve Kayseri’de 1961 ve 1963 yılları arasında vatani görevini Yedek Subay Öğretmen olarak gerçekleştiren Haleva, Teğmen rütbesiyle terhis oldu. Türkiye Hahambaşılığı’nın dini kadrolarında çeşitli görevler almakla birlikte uzun yıllardan beri Hahambaşı Vekilliği görevini sürdürüyordu. Türkiye’de yaşayan Yahudilerin 41 yıl dini liderliğini yapan haham David Asseo’nun 14 Temmuz 2002'deki ölümünün ardından gerçekleştirilen seçimlerde, yeni hahambaşı olarak seçildi. Böylece, yedi yıl süreyle, hahambaşı Rafael Saban ve hahambaşı David Asseo’nun ardından Türkiye Cumhuriyeti’nin 3. Hahambaşısı oldu ve Neve Şalom Sinagogu’nda icra edilen İs'ad Töreni ile görevine başladı. Avrupa Hahamlar Konferansı’nın daimi üyesi olan Haleva, 27 yıl boyunca Musevi okullarında Din ve Ahlak Bilgisi ile İbrani dili dersleri verdi. Marmara ve Sakarya Üniversiteleri'nde Lisansüstü öğrencilerine öğretim görevlisi olarak İbranice dersleri de veren Haleva, Türkçe dışında İbranice, Fransızca, İngilizce, İspanyolca, Ladino (Judeo İspanyolca) ve Aramice dillerini bilmektedir. Tevrat, Talmud, Yahudi İlahiyatı ve Genel İlahiyat konularında çeşitli araştırma ve makaleleri de bulunmaktadır. Evli ve 4 çocuk babasıdır. Saylan, Ünye Saylan, Ordu ilinin Ünye ilçesine bağlı bir mahalledir. Ordu iline 70 km, Ünye ilçesine 4–8 km uzaklıktadır. Mahallenin iklimi, Karadeniz iklimi etki alanı içerisindedir. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalı olup fındık tarımı açısından Ünye'nin en verimli topraklarına sahip ve en çok fındık üretilen köylerindendir. Ünye'ye çok yakın olması sebebi ile mahallede, ilköğretimokulu ve sağlık ocağı gayri faaldir, taşımalı eğitimden yararlanılmaktadır.Mahallede bir adet öğrenci yurdu(Daha önce Kur'an kursu olarak kullanılmıştır.) vardır ve şu an faaldir. Mahallenin içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur, Sağlık ocağı gayri faaldir. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Soyut sanat Soyut sanat, genel anlamıyla doğada varolan gerçek nesneleri betimlemek yerine, biçimler ve renklerin, temsili olmayan veya öznel kullanımı ile yapılan sanata denir. Nonfigüratif sanat terimi ile değişmeli olarak kullanılır. 20. yüzyıl başında bu terim, gerçek biçimleri sadeleştirilmiş veya değiştirilmiş halleriyle imgelere indirgeyen Kübist ve Fütürist sanatı tanımlamak için de kullanılmıştır. Temsili olmayan sanat aslında bir 20. yüzyıl icadı değildir. İslam ve Musevi geleneklerinde insanların resmedilmesinin yasak olması nedeniyle bu kültürlerde süsleme sanatları önemli derecede gelişmiştir. Bunlara örnek olarak gösterilebilecek kaligrafi ve hat sanatı da nonfigüratif sanatlardır. Batı kültüründe de soyut tasarımların kökü eskilere dayanır. Bunlara rağmen, soyut sanat süsleme sanatlarından farklı olarak, dekoratif değil güzel sanatlar adı altında incelenir. Bunun nedeni soyut sanat eserinin kendi başına, sanatçının sadece eserin kendisine yoğunlaşmasıyla ortaya çıkmasıdır. Wassily Kandinsky, doğadaki dinamik kuvvetlerle uğraşarak madde hakkında bilgimizi artıran bilimin yanında, sanatın görsel dünyanın ardındaki ruhsal güçleri göstermesi gerektiğine inanıyordu. Kandinsky ile Kazimir Malevich ilk defa tamamen soyut olarak nitelendirilebilecek resimler yapmışlardır. Konstrüktivizm (1915) ve De Stijl (1917) soyutlamayı heykel ve mimarinin üçüncü boyutuna taşımış paralel akımlardır. 1940'lardan 60'lara süregelen Soyut dışavurumculuk ve 1960'larda yaygın olan Op-art, Minimalizm akımları da soyut sanat akımlarıdır. Günümüzde ise sanat eserlerinin genel olarak akımlardan bağımsız olarak incelenmesi yaygındır. Buna örnek olarak Gerhard Richter'in aynı dönemlerde yapıp bir arada sergilediği tamamen nonfigüratif resimler ile fotogerçekçi resimler gösterilebilir. Bu makalenin çoğu Wikipedia'nın aynı başlıklı İngilizce maddesinden (16 Haziran 2006) alınmadır. İngilizce maddenin gösterdiği kaynaklar aşağıdadır. Boz madde Boz madde, merkezî sinir sisteminin başlıca bileşenlerinden biridir. Büyük çoğunluğu sinir hücresi gövdelerinden, dendritlerden (kısa gövde uzantıları) ve glia hücrelerinden meydana gelmektedir. Boz madde; merkezî sinir sistemindeki nöronların ve diğer hücrelerin, miyelin (ak maddeye adını veren yapı) bulundurmayan kısımlarını ifade eder. Uç beynin dış kısmını (serebral korteks) oluşturduğu gibi, ara beynin ve beyin sapının iç bölümlerinde bulunur. Ayrıca omuriliğin iç kısmındaki H biçimindeki hattı da boz madde oluşturur. Ara nöronlar (internöronlar) da yine bu hat içerisinde yer almaktadır. İstemli kas hareketleri, hafıza, görme, koklama, işitme, konuşma, karar verme ve çevresel değişimleri idrak etme gibi çeşitli olayları yöneten beyin bölümleri boz maddeden oluşmuştur. Kımıl Kımıl ("Aelia rostrata"), insanlığın hububat tarımına başladığı ilk bilenemez çağlardan beri en büyük zararı buğday ve diğer hububat ekili tarlalarda var olan ürünler bağlamında insanlığın emeğine ve geleceğine zarar vererek varlığını sürdürebilen bir tür küçük zararlı böcektir. Türkçeye Arapçada bit anlamına gelen kelimeden (قمل) geçmiştir. İnsan uygarlığı çağlar boyunca kımıl ile bir zararlı olarak mücadele ederken elinde bulunduğu hububat türlerini genetik olarak ele alıp daha dayanıklı hububat türleri üretmeye zorlayarak dolaylı bir katkı da vermiştir. Bu çalışmlar başlangıçta her ne kadar zararlı mücadelesi olarak başlamışsa da genetik kodlara müdahale edilebilme olarak birim alana denk ürün artışı sağlayabilecek kodlarda çözülmüştür. Bu açıdan özünde zararlı olan kımıl, diğer yandan insanı daha iyi olanı ve dayanıklı olanı teşvik etmesiyle de önem kazanmaktadır. Türkiye'de kımıl zararlısı gündeme 1950'li yıllarda gelmiştir. Ondan önce tam olarak bilinememesi başka soruları da beraberinde getirmektedir. Bazı kaynaklarda bu zararlının birden ortaya çıkması değişik teorilerinde üretilmesine neden olmakla birlikte üç farklı değerlendirme yapılmaktadır: yurt dışından alınan tohumluklarla gelmiş olabileceği, zaten var olma ama farkına varılamam durumu ve atmosferden başka coğrafyalardan hava akımlarıyla gelmiş olabileceği şeklinde de görüşler vardır. Ancak asıl olan halen bu konu t
arımsal ziraat içinde önemli bir konu olduğudur. 1950'li yıllarda birçok hububat ekim alanında ürünün kımıllar tarafından halkı kıtlığa mahkûm etmesi de ilgili yörelerin kültüründe derin izler bırakmış ve halk oyunlarına, türkülere de konu olmuştur. Türkiye'de hububat tarımı ile uğraşan ve geçimini bundan sağlayan kırsal alanlarda en çok bilinen ve her yıl ilkbaharla birlikte zararlı mücadelesi için çalışmalar yapılır. Kımıl ile mücadele için il ve ilçelerde yer alan tarım müdürlükleri bünyesinde özel ekipler bu amaçla halkı bilinçlendirme çalışmaları yürütürler ve gerektiğinde de aktif olarak saha mücadelesine katılırlar. Tanımı ve Yaşayışı: • Baş üçgen şeklinde, ön kısmı sivridir. Orta kısımları koyu, kenarları açık kirli sarıdır. • Üzerinde yan yana önden arkaya uzanan siyah ve kirli sarı çizgiler bulunur. • Bacaklar kirli sarıdır. Bu böcek etrafa pis koku salgılar. • Yılda bir nesil verir. • Kışı dağlarda Meşe, Geven, Kirpi Otu, çam, ayı kulağı vb. bitkilerin altlarında geçirir. • İlkbaharda havalar sıcaklığı 20 °C olduğunda tarlaya göç ederler, • Buğdayla beslenir, çiftleşir ve yumurta bırakır. • Yumurtadan çıkan yavru yeni nesil ergin böcek olur ve buğday hasadından sonra tekrar dağlara çıkar. Zararı: • Başta buğday olmak üzere, tüm buğdaygiller konukçularıdır. İlkbaharda hububat tarlalarına göç eden kışlamış kımıllar, henüz kardeşlenme döneminde olan buğdayı kök boğazı üstünden emerek Kurtboğazı”(Göbek kuruması) zararı yapar. • Bu şekilde zarar görmüş buğday başak bağlamaz. Kışlamış kımıl erginleri hububatın başaklanma döneminde başak sapını emerek buğdayın dane bağlamasına engel olurlar. Bu zarar şekline “Akbaşak” adı verilmektedir. KIMIL (Aelia spp., ) Mücadele Yöntemleri: Kültürel Önlemler: • Erkenci çeşitlerin ekimi yaygınlaştırılmalı, • Tarla iyi hazırlanmalı, • Nadas iyi yapılmalı, • Yabancı otlarla mücadele yapılmalı, • Hasadın mümkün olduğunca erken yapılmalı, • Bölgede hububat başka ürünlerin yetiştirilmesine önem verilmeli, • Anız yakılmamalı, • Tarla kenarlarına ağaç dikilmeli mevcut ağaç ve çalılar korunmalıdır. Kimyasal Mücadele: m²’ de 2 adet kışlamış ergin kımıl var ise buğday tarlalarında ilaçlama yapılmalıdır. Soyutlama Soyutlama, bir kavramın bilgi içeriğini azaltma veya indirgeme sürecine denir. Bu indirgeme, çoğunlukla belirli bir amaç için gerekli olan bilginin daha rahat elde edilebilmesi için yapılır. Felsefi anlamda soyutlama, fikirlerin nesnelerden uzaklaştırılması sürecine denir. Soyutlama, bir basitleştirme stratejisi olarak kullanılabilir. Örneğin birçok nesne "kırmızı" olabilir. Bu açıdan, bir nesneye ait kırmızılık özelliği bir soyutlamadır. Soyutlamayı hiyerarşik bir düzende ve değişik seviyelerde yapmak olasıdır. Soyutlama seviyeleri için aşağıdaki gibi bir örnek verilebilir: (1) bir yayın Bir nesnenin herhangi bir özelliğini diğerlerinden ayırarak tek başına ele alan ansal işlem felsefede soyutlama olarak adlandırılır.Bir bilgi yöntemi olarak, soyutlamayı insan zihni yapar. Ancak diyalektik soyutlama anlayışı ile idealist soyutlama anlayışı birbirine tamamen zıtlık gösterir. İdealist soyutlama, soyutlama sonucu olan kavram ve düşünceleri saltıklaştırır ve bunları nesnel gerçekliğin yerine koyar. Soyutlama, gerçekte, yeniden somuta varmak ve somut bütünü parçalarında da birbiri ile olan ilişkileri içinde tümüyle kavramak için kullanılan bir yöntem, bir araçtır. Soyutçuluk, bu amacı araçlaştırır ve somuta varmak amacını unutarak soyutta kalır. Felsefenin bütün yanlış sonuçları, bu aracı amaçlaştırmaktan doğmuştur. İnsanın karnını doğuran, ekmek düşüncesi, değil, ekmeğin kendisidir. Ekmek düşüncesini nasıl ekmek yerine koyamazsak, özdekten soyutlanan öz düşüncesini de özdeğin yerine koyamayız. Gerçekte soyutlama, bilme sürecinde zorunlu bir yöntemdir. İdealizme düşmeksizin gerçekleştirilen soyutlama, bilimsel soyutlamadır. Kavramlar, soyutlamalarla elde edilirler. Ama nesnel gerçeklerle denenir ve doğrulanırlar. Soyut kavram ve düşüncelerin hakikiliklerinin ölçütü insansal pratiktir. Soyutlamada aşırılığa varmaya ya da soyutlamaları kötüye kullanmaya soyutçuluk denir. SOYUT RESMİN MANTIĞI VE SORUNLARI Figüratif resimde resimsel biçimleme soyut resimdeki biçimleme mantığıyla zıttır. Soyut resmin yapısında doğa izlenimi yoktur. Soyut sanat yeni bir resim düzeni, yeni bir boya gerçeği ve değerlendirmesini ortaya koymuştur. Soyut resmin düzeni ve yeni boya etkisi, doğaya bakma ve onu değerlendirme görüşünü de değiştirmiştir. Soyut resim biçimlemelerindeki yeni resimsel anlatım olanakları batıda figüratif resmi sürdürenleri etkilediği gibi bizim ressamlarımızı da etkilemiştir. Öyle ki soyut resme karşı olanlar bile soyut resmin yapıt düzeni ve boyasal yenilikleri kendi figürlü resimlerinde kullanmaya başlamışlardır. Nedir bu yenilikler? Biçimlendirme mantığı doğal biçimlerin optik doğruluğuna ya da akli biçim ve ölçülere yaklaşım açısından gelişim göstermiştir. Bu sürece uygun olarak da çizgiye indirgenmiş mekan kavramından optik görüntülü mekan kavramına doğru resimsel bir biçimleme gelişimi olmuştur. Figür resmi çizgisel anlatımda büyük oranda doğanın sunduğu ölçü, yapı ve renk mantığına bağımlı kalmıştı. Doğa biçimini bir inceleme aracı olan desen, soyut resimde gerekliliğini yitirmiştir. Bu durum karşısında soyut resimdeki desen içeriğinin anlaşılması ve saptanması gerekiyordu. Tüm bunlar batıda olduğu gibi bizde de soyuta atılan ilk adımlarda sorunlar yaratıyordu. Soyut sanatın Güzel Sanatlar öğretimi yapan kurumlara girmesinin gecikmesi bu sorunlara dayanır. Diğer bir sorun da ( modle ) işleminin soyut resimde değerini yitirmiş olmasıdır. Figür resminde “modle” işlemi doğa biçiminin üç boyutlu görüntüsünü kesinlikle saptamak için bulunmuştur. Ancak soyut sanatın nesnenin görüntüsü ve inşaası ile ilgilenmemesi modle işleminin anlamsızlığını ortaya çıkarmıştır.Batıda modlenin önemsiz olduğunu hatta anatomi bilgisinin sanatçı için gereksiz olduğunu yazanlar oldu. Bir diğer ayrılık da soyut resmin yüzeyindeki düzenleme mantığıdır. Soyut resim doğa görünütülerinin mekan içinde sıralanmasına dayanan derinlik yaratma işlevine gereksinim duymaz. Böyle olunca da sadece resimsel öğeler ve ilişkileri, resim düzeninin ilişkileri içinde daha engelsiz oluşturulabilmektedir. Figür resmin mekansal kuruluş mantığı soyut resimde önemini yitirmektedir. Nesnelerin sıralanmasına ilişkin perspektifin ortadan kalkması ile bir sonzuzluk oluşmuştur. Böylece yeni bir hacim anlayışı biçimlenmiştir. Soyut resimdeki bir diğer özellik açık kompozisyondan uzaklaşan, tamamen resimsel gereklerden oluşan bağlantılarla inşa edilen bir kompozisyon kurulmasıdır. Görünüm gerçeği yansıtmaz. Gerçekliğin bilgisi eşyanın görünmeyen yüzünde (töz) gizlidir. Politik olgunun doğası ve oluşumu hakkında fikir sahibi olmak için de gizli yüzü yani tözünü bilmek gerekir. Bu da, ancak soyutlamayla yapılır. Faşizmin bilgisine de böyle ulaşılır; çeşitli deneyimlerin verilerini toplayan, birleştiren, yeniden derleyen, sınıflandıran ve tanımlayan soyutlama süreçleriyle. Dolayısıyla faşizm, birer zihinsel inşa ürünü olan kavram setleri, kuramsal kategoriler, kavram haritası ve daha genel sistemler referansları olmadan anlaşılamaz. Bu yönüyle politikada soyutlama ve bilgi üretim süreçleri hayati derecede önemli aktiviteler olarak ele alınmak zorundadır. Mimari açıdan soyutlama dizayn edilecek objenin, bölümün, kesitin ve/veya alanın en küçük anlamlı parçaya kadar indirgenerek okunabilirliğini artırmaktır. Bunu öncelikle araçların meydana getiriliş süreçleriyle ilintili incelemek kolay anlaşılması açısından uygun olabilir. Herhangi bir maddenin, obje ya da alete dönüştürülme süreci, onun en küçük anlamlı yapıtaşına inmek ve o cismi soyutlamakla başlar. Objenin tasarımı için maddenin şekillendirilmesi sürecinde anlam, şekillendirilecek objenin ya da daha doğru ismiyle aletin, kullanılış amacıyla ilgili düşüncelerin toplamıdır. Kullanım amacı önceden düşünülmüş yani kurgulanmış bir madde,materyal ya da obje, şekillendirildiğinde alet adını alır. Kesmek için kullanılıyorsa kesici alet denir. Somutlama yeteneği ve gözlemler sayesinde işe yaramayan madde, soyut düşünce, maden, obje, belki de başka amaçla tasarlanmış aletler, aletlerin bileşenleri ya da bileşimleri, başka şeyleri soyutlamak için olduğu kadar somutlaştırmak için de kullanılır. Somutlaştırmak işi biçimlendirmenin bir üst düzeye taşınmasıdır. Soyutlama derinleştikçe, soyutlanan alet, düşünce ve yapılar farklı amaçlara da hizmet etmeye başlayabilir. Örnek vermek gerekirse, pazarda portakal kasaları üzerine oturan pazarcı aslında portakal taşımak için kullanılan bir aleti, başka bir alete dönüştürerek onu soyutlamış olur. Bu durumda portakal kasası aslında soyut olarak bir sandalyedir. Birbirine bitişik sandalyeler ise koltuk tasarlamak için bir soyutlamaya gitme ihtiyacı doğurmuş olabilir. Ya da kütük üzerinde oturan Neandertaller bir gün gelip de koltuk üzerinde oturmaya başlamışsa, bu soyutlama sayesinde olmuştur. Soyutlama sayesinde cisim, araç, alet, düşünce ya da sistemler farklı amaçlarla da kullanılabilir. Kendi isteği ve inisiyatifiyle soyutlamak eylemi olan fikir geliştirme ile yanlış anlamak arasındaki fark ise düşünülmeye değerdir. Portakal kasasına oturan pazarcı portakal kasasının yapılış amacını yanlış anlamamıştır. Portakal kasasın kullanış amacı dışında farklı bir amaçla kullanmış ve ortaya çıkan ihtiyacı gidermiştir, yani kasa dinlenme ihtiyacı için bir araç olmuştur. Amaç ile araç kavramları, soyutlamanın anlamsal incelenişi sonucu ortaya çıkmış terimlerdir ve soyutlanarak yazıya dökülmüş, böylece yazılı temsilleri sağlanmıştır. Oturma eyleminin kendisi de bir soyutlamadır. Oturma pozisyonu insanın doğasına sonradan eklenmiş öğrenilmiş bir davranıştır. İnsanoğlunun oturma eylemini sonradan öğrendiği yani soyutladığı konusunda ciddi araştırmalar vardır. Mimaride aslında insanların duruşları, davranışları, hareket edişler, yer değiştirmeleri de soyut kavramlar olarak incelenir ve tasarlanır. Bu süreçler de belli soyutlamaları
gerektirir. Mimaride soyutlama irdelenirken öncelikle en eski mimari soyutlamaya geri dönmek gerekir. Bu irdelemeyi ormanda yağmur altında bekleyen Neandertali hayal etmekle başlayabiliriz. Ağaçların altında daha az ıslandığını ve daha az hasta olduğunu fark eden Neandertal başının üstünde yağmuru geçirmeyen araçlar olduğunda hastalanmadığını ve acı çekmediğini görmüştür. Bunu belki de diğer hayvanların yuvalar yapıp, çukurlar açarak saklanmasından ve dış etkenlerden kendilerini korumasından öğrenmiştir. Mağaraları kendini dış etmenlerden, diğer hayvanlardan vb. korumakta kullanacağını anlayan ilk insanlar, kendi "mağara" larını kendileri üretmeleri gerektiğinde,(çok çeşitli sebepleri olabilir) aslında mağara tavanını çatıya soyutlamış ve mağarayı dönüştürme süreci de başlamış olur. Yani kendini koruma ihtiyacı sonucu bir çeşit kültürel evrimle korunma gereksinimi mimarlığın ortaya çıkışını tetiklemiştir. Yani soyutlamak işi doğal ihtiyaçlar sonucu kendiliğinden ortaya çıkan bir stratejik kararlar bütünüdür. Benzer şekilde pencerenin soyutlanmasını ise mağara ağzından gelen ışığa olan gereksinim belirlemiştir. Açıklık diye adlandırdığımız şey kapı ve pencere olarak iki kategoriye ayrılmanın evvelinde mağara ağzıdır. Soyutlanan kavramlar yine sesleri soyutlamakta kullanılan yazı ve isimler...Yani mimaride soyutlanan her şey başlangıçta aslında ihtiyaçlardır. Yapı bileşenlerinin soyut kavramsallaşması sürecinin başlangıcı da mimaride soyutlamanın DNA sı gibidir. Mağaranın galerileri arasındaki tünellerin geçişe uygun olmayan kısımlarının genişletilmesi ile iki oda arasında koridor tasarlanması sürecinde bire bir benzer ihtiyaçlar ve benzer kurgulama vardır. Yani koridor kavramı bilinir olduğunda soyut bir kavram olmaktan çıkıp stratejik bir araç haline gelmiş olur. Mağaranın galerileri de aslında büyük odalardır (belki de herkesin bir arada uyuduğu koğuşlardır demek daha doğru olur. Bugün ise herkesin tek başına uyumasını gerektiren yatak odaları var) Demek ki mağara galerilerine duyulan ihtiyaç evrimleşerek odaya duyulan ihtiyaca dönüşmüştür. Mimaride soyutlamanın genleri buradadır. Mimarinin konusu olan soyutlamayı anlamak için de yine mağara galerilerinde birlikte yaşayan, yemek yiyen, işbölümü yapan insan ile kendi odasında oturan ve sadece kendi ihtiyaçları için üreten tüketen karar veren insanı karşılaştırabiliriz. İkinci örnekte tek başına bir evde yaşayan insan mimari olarak soyutlanmış bir yaşam alanında yaşamakta olan ve toplumdan kısmen de olsa soyutlanabildiği bir ortamı yaşam alanı seçmiş olan mekanın kullanıcısıdır. Ya da şehrin en merkezi noktasındaki bir eve göre, dağdaki kulübe soyutlanmıştır. Demek ki mimaride soyutlama dendiğinde tasarım süreçlerinde elde ettiğimiz ilginç fikirler haricinde birebir yalnızlaştırma, ayırma, kuşatma gibi kavramları da düşünebilmemiz gerekir. Mekan kullancılarının soyutlanması, mekanları oluştıran bileşenlerin soyutlanması, komşuluk sistemi içindeki bir yapının soyutlanması, yerleşim biriminde bir yapının soyutlanması, kent içinde bir semtin soyutlanması gibi. Soyutlama kendiliğinden oluşabileceği gibi çeşitli süreçler sonucunda belli amaçlarla da yapılabilir. Bazen toplumsal konjonktürde insan topluluklarının davranışları sonucu toplumun bileşenleri de soyutlanabilir. Bu konu da yine mimaride soyutlama konusunun belli bir başka kategorisidir. Örnek olarak 2. Dünya Savaşı'nda Almanya' da oluşturulan getto lar verilebilir. Getto larda yaşayan insanlar ve gettoyu oluşturan yapılar, şehrin ve o şehrin kullanıcılarının diğer kesimlerden soyutlanmış kesimleridir. Mimari Tasarımda Soyutlama Mimari eserin ortaya çıkarılmasında mimarın araçları olan soyutlamalardır. Felsefik olarak belli akımlar ve bu akımları geliştiren mimarlar benzer soyutlamalara gidebilirken, bu bireylerin tek başlarına karar verdikleri stratejiler de olabilir. Mimari soyutlamanın incelenmesi söz konusu olduğunda mimari üslup düşünülüp , üslup ile de yapı teknolojileri ya da mimari temsil teknolojileri arasında birebir ilişkilendirme yapılabilir. Mimari soyutlama ile mimaride soyutlama ayrı incelenmesi gereken konular olarak düşünülmelidir. Keten yağı Keten yağı ("Oleum linii"), ketenden yapılmış bir bitkisel yağdır. Bu bitkisel yağda yüksek oranda tekli ve çoklu doymamış yağ asitleri, çok düşük oranda doymuş yağ asiti, yüksek oranda lifle birlikte bol miktarda potasyum, az miktarlarda ise magnezyum, demir, bakır, çinko ve çeşitli vitaminler içerir. Bu yağ, yanıklardan ileri gelen yaralarda ağrı dindirici olarak kullanılır. Bitki tohumları su veya süt ile kaynatılarak lapa yapılır ve haricen ilaç şeklinde kullanılır. Bitki tohumlarından iki şekilde yağ elde edilir. Birinci yöntem ısı verilmek suretiyle yağ çıkartılmasıdır. Diğer yöntem ise soğuk pres yöntemi ile yağ elde edilir. Bu yağ içinde % 90 doymamış asitler bulunur. Anadolu yağ ketenlerinin tohumlarında, yağ miktarı ortalama % 40'tır. Isı ile çıkartılan yağlar sanayi'de ve özellikle boyacılık ve kozmetik sektöründe kullanılır. Ahşap vernik boyaların ve ressamların kullandığı tüm yağlı boyaların ana hammaddesi keten tohumu yağıdır. Soğuk pres yöntemi ile üretilen yağlar ise günümüzde bitkisel besin takviyesi olarak sıklıkla kullanılır. Isı ile çıkartılan keten yağının kimyasal yapısı bozulduğu için gıda takviyesi olarak tüketilmez. Soğuk pres yöntemi ile üretilen yağları tüketmek sağlık yönünden oldukça faydalıdır. Kalp ve damar sağlığı için omega3 yağ asitleri içeren besinleri tüketmek gerekmektedir. Aynı miktardaki ıspanak, ceviz ve brokoliden 10 kat daha fazla Omega 3 (Alfa-linolenik asit cinsinden) yağ asitini bünyesinde barındırır. Bu yüzden bu ürünün yağı, balık yağının (en fazla omega3 yağ asiti soğuk deniz balıklarında bulunmaktadır) en yakın bitkisel muadili olarak gösterilebilir. Düzenli Balık tüketemeyen bireyler omega3 kaynağı olarak soğuk pres keten yağını güvenle tüketebilir. Keten yağının içindeki yüksek miktardaki omega3 yağ asitleri (Alfa-linolenik asit cinsinden]] havadaki oksijen ile çok hızlı tepkimeye girip kimyasal yapısı bozulur. Bu sebeple keten yağı taze olarak tüketilmelidir. Bu yağın Tespit edilen bazı fayda ve yararları: Kaká Ricardo Izecson dos Santos Leite, kısaca "Kaká" (d. 22 Nisan 1982, Sao Paulo, Brezilya) Brezilyalı millî futbolcudur. Halen Major League Soccer takımlarından Orlando City forması giymektedir. "Simone Cristina dos Santos Leite" ve "Bosco Izecson Pereira Leite" çiftinden dünyaya gelmiştir. Rodrigo Digão adında bir erkek kardeşi de vardır. Ailesi onu São Paulo'ya 7-8 yaşlarında vermiştir ve 18 yaşına kadar São Paulo'nin alt yapısında yetişmiştir. Birçok kişide merak uyandıran Kaká ismi ise küçük kardeşinin küçüklüğünde gerçek ismi olan Ricardo'yu söyleyememesinden dolayı Portekizcede Ricardo anlamına gelen Caca kelimesini kullanmasından gelmektedir. Brezilya'nın Sao Paulo takımında yıldızı parlayan Kaká, 2003 yılında 8.5 milyon € karşılığında Milan'a transfer olmuştur. Forvetin arkasında merkez orta sahada, ofansif orta saha oyuncusudur. Kaká, birçok futbol eleştirmeni tarafından dünyanın en ünlü futbolcularından biri olarak kabul edilmektedir. Kaká, 2007 sezonunda UEFA Şampiyonlar Ligi'nde gol kralı olma başarısını göstermiştir. 30 Ağustos 2007 tarihinde yapılan Şampiyonlar Ligi kura çekimlerinde her yıl geleneksel olarak düzenlenen en iyi oyuncular listesinde "en iyi forvet oyuncusu" adayı olmuştur ve seçilmiştir. 2007'de Ballon d'Or ödülünü almıştır. Ayrıca ve Time dergisi tarafından da aynı yıl, yılın en iyi futbolcusu olarak da ödül almıştır. 5 Ekim 2007 tarihinde FIFA tarafından Dünya'da 2007 yılının en iyi futbolcusu seçilmiş ve yılın takımına girmiştir. Manchester City'nin 120 Milyon € gibi rekor teklifini kabul etmeyerek Milan'da futbol hayatına devam etmiştir. 9 Haziran 2009 tarihinde 70 milyon € karşılığında 6 yıllığına Real Madrid kulübüne transfer olmuştur.Futbolcu bu transferden yılda net 9 milyon avro kazanacaktır. Bu da 6 yıl sonunda 54 milyon avro'ya denk gelmektedir. Avro bazında Real Madrid tarihinin en pahalı 3. transferidir.Real Madrid kariyerinde sakatlıklar kilit nokta olmuştur.İlk senesinin ilk yarısını oldukça başarılı geçiren Brezilya'lı oyuncu çok önemli bir diz sakatlığı yaşamış ve uzun süre sahalardan uzak kalmıştır.Sakatlığına rağmen 2010 FIFA Dünya Kupasına gitmek istemiş ve turnuvayı 4 maçta 3 asist ile tamamlamıştır.Sakatlığını bu kupada arttıran oyuncu formasını Mesut Özil'e kaptırmıştır.Kalan yıllarında iyi bir istatistik yakalamasına rağmen Jose Morinho tarafından tercih edilmemiş ve takımdan ayrılmıştır.İspanyol taraftarların sevgisini herşeye rağmen kazanmıştır. 1 Eylül 2013'te eski takımı Milan'a geri dönmüştür. 30 Haziran 2014 tarihinde, Milan'ın internet sitesinden yapılan açıklamada Kaka ile sözleşmenin karşılıklı olarak feshedildiğini duyuruldu. 31 Haziran 2014 tarihinde Kaka, Orlando City takımına transfer olmuştur. Yeni takımında hiçbir maça çıkmadan Amerika'da ligler başlayana kadar São Paulotakımına kiralanmıştır. millî takımda ilk formayı Ocak 2002'de Bolivya millî futbol takımı karşısında giymiştir ve bu maçın sadece son 25 dakikasında oyunda kalmıştır. Brezilya millî takımının 2002 FIFA Dünya Kupası kadrosunda da yer bulan Kaká, sadece Kosta Rika maçında 19 dakika oyunda kalabilmiştir. 2003 CONCACAF Gold Cup'ta sahaya Luiz Felipe Scolari tarafından kaptan olarak çıkarılmıştır. 29 Haziran 2005'te FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda takımının Arjantin'i finalde 4-1'le yendiği maçta, kaleye uzaktan çektiği sert şutun kalecinin ellerinin üstünden geçerek kaleye girmesiyle kariyerinin en önemli gollerinden birini atmıştır. Kaká 2006 FIFA Dünya Kupası'nda da Brezilya millî futbol takımının en iyi oyuncularından biri olmuştur. Kaká şu ana kadar Brezilya millî takımıyla çıktığı 79 maçta 27 gol kaydetmiştir. 5 Röle Röle, elektromanyetik çalışan bir devre elemanıdır. Yani üzerinden akım geçtiği zaman çalışan devre elemanıdır. Röle; Bobin, Palet ve Kontak olmak üzere üç bölümden meydana gelir. Bobin kısmı rölenin giriş k
ısmıdır. Palet ve kontak kısmının bobin ile herhangi bir elektriksel bağlantısı yoktur. "Röle", başka bir elektrik devresinin açılıp kapanmasını sağlayan bir elektriksel anahtardır. Bu anahtar bir elektromıknatıs tarafından kontrol edilir. 1835'te Joseph Henry tarafından icat edilmiştir. Rölenin kontakları normalde açık ("Normally Open - NO"), normalde kapalı ("Normally Closed - NC") veya kontakta değişen cinsten olabilir. Röleler transistör görevi gibi görürler örneğin basit bir 3 bacaklı rölede akım verdiğiniz zaman şasedeki kol diğer taraftaki akımı açar yani kontrol için kullanılabilir. Yalnızca transistörlerden bir farkları vardır:direnç ile kulanmak gerekmez. Bobin iki kontağı mıknatısladığı zaman rölenin bir kontağı açılır bir kontağı kapanır. Röleler düşük akımlar ile çalışan elektromanyetik bir anahtardır. Üzerinde bulunan elektromanyetik bobine rölenin türüne uygun olarak bir gerilim uygulandığında bobin mıknatıs özelliği kazanır ve karşısında duran metal bir paleti kendine doğru çekerek bir veya daha fazla kontağı birbirine irtibatlayarak bir anahtar görevi yapar. Tristör ve Triyak'ların imal edilmesinden sonra popülerliğini kaybeden röleler yine de birçok alanda hala kullanılmaktadır. Tristör ve triyak'lara göre tek avantajı tek bir bünye içinde birden fazla anahtar kontağına sahip olabildiği için birden fazla yükü aynı anda açabilir veya kapatabilir hatta aynı anda bazı yükleri açıp bazıların kapatabilir. Bu işlem tamamen rölenin kontaklarının dizaynı ile ilişkilidir. Röleler hem A.C. hem D.C.’de çalıştırmak üzere kullanılabilirler. Genel olarak; röleler anahtar(switch) ve ölçen röleler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Ayrıca; röleler çalışma, kullanılış maksadı ve devreye bağlanış şekline göre de gruplandırılırlar. Trajan Marcus Ulpius Nerva Traianus (18 Eylül 53 - 8 Ağustos 117), daha ziyade Trajan adıyla bilinen Roma İmparatoru'dur. Roma İmparatorluğu'nun Beş İyi İmparatorundan ikincisidir. İmparatorluk onun döneminde en geniş sınırlarına ulaşmıştır. Ünlü bir senatör ve general olan Marcus Ulpius Traianus'un oğlu olarak 53 yılında Hispanya'da İtalica adlı şehirde doğdu. Gençliğinde Roma Ordusu'nda hızla yükseldi ve imparatorluğun en karışık sınırlarında görev yaptı. 91 yılında konsül olarak seçildi. İmparator Domitian ve onun ardından gelen Nerva'nın yanında savaşlara katıldı. Ordu içinde fazla popülaritesi olmayan Nerva askerlerin desteğini artırmak için 97 yılının yaz ayında Trajan'ı evlatlık oğlu ve varisi ilan etti. Nerva 27 Ocak 98'de ölünce Trajan sorunsuz bir şekilde başa geçti. Yeni imparator Roma halkı tarafından sevgiyle karşılandı. İmparator da bu sevgiye iyi yönetimiyle karşılık verdi. Domitian döneminde haksız yere hapse atılanları serbest bıraktı. Nerva'nın ölümünden önce başlatığı Damitian döneminde el konan özel mülklerin iade sürecini devam ettirdi. Roma Senatosu'nda popülaritesi o kadar yüksekti ki kendisine "en iyi" anlamına gelen "optimus" unvanı verildi. 101 yılında Tuna Nehri'nin kuzeyindeki Daçya Krallığı'na yönelik acımasız bir sefer başlattı ve Daçya ordusunu yendi. Ertesi kış Daçya kralı karşı saldırı da bulundu ancak geri püskürtüldü. Trajan'ın ordusu Daçya topraklarının içlerine doğru ilerlemeye devam etti ve başkenti ele geçirdi. Böylece Trajan Roma'ya zaferle döndü ve "Daçya Fatihi" unvanını aldı. 105 yılında kral Decebalus yeniden Roma topraklarına saldırdı. 106 yılında Trajan bu sefer tüm Daçya topraklarını fethetti. Kral Decebalus intihar etti. Bu zaferden sonra Daçya tamamen bir Roma eyaleti haline geldi ve Trajan buraya Romalıları yerleştirdi. Daçya'daki altın madenlerinin Romalıların eline geçmesiyle imparatorluğun ekonomisi ihya olmuştur. Aynı yıl Roma'ya bağımlı olan Nabati kralı Rabbel varis bırakmadan ölünce Nabati krallığının ülkesi de Roma'ya bağlanır. Bu ülkenin iki kenti Petra ve Bostra birer Roma kalesi haline gelir. Sonraki yedi yıl boyunca imparatorluğa barış hâkim oldu. Trajan İtalya ve memleketi İspanya'da yeni yapılar, anıtlar ve yollar yaptırdı. Daçya'daki zaferlerinin anısına bir forum, Trajan Sütunu ve bir alışveriş merkezinden oluşan ve bugün hâlâ Roma'da ayakta olan büyüleyici bir kompleks yaptırdı. Ayrıca bu dönemde Roma'da üç ay süren bir gladyatör festivali düzenledi. Festivalde 11.000 gladyatör can vermişti. Bunlar ağırlıklı olarak Yahudiler ve suçlulardı. Etkinlikleri toplam 5 milyon kişi izlemişti. 113 yılında Roma'ya bağımlı olan Ermeni kralı ölünce Perslerin desteğiyle Roma'nın istemediği bir kral başa geçti. Bu olay Trajan'ı Ermenistan'la karşı karşıya getirdi. Trajan önce Ermenistan'ın üstüne yürüdü ve ülkeyi Roma'ya kattı. Bunun üstüne Mezopotamya'ya inerek 116 yılında Perslerin başkenti olan Ktesiphon'u aldı ve Basra Körfezi'ne kadar ilerledi. Mezopotamya'yı bir Roma eyaleti olarak ilan etti. Bu dönemde çok yaşlı olduğu için Büyük İskender'in izini takip edemedi ve Asya'nın içlerine ilerlemedi. Bugünkü İran topraklarına girdi ve Susa kentini işgal etti. Burada Pers kralı Osroes'i tahtından indirdi ve yerine Roma'ya sadık oğlu Parthamaspates'i tahta çıkardı. Roma ordusu Trajan döneminden sonra bir daha asla Doğu'ya doğru bu kadar fazla sokulamamıştır. Trajan döneminde İmparatorluk, tarihindeki en geniş sınırlara kavuşmuştur. Savaşçı kişiliği çok ağır basar bunun yanında Senatoyla olan ilişkisi sırasında bilgeliği, saygısı ve alçak gönüllülüğüyle anılır. Trajan döneminde yollar ve limanlar inşa edilmiştir ayrıca İmparatorluk hazinesinden fakirlere ve çocuklara destek olunması için ödenek hazırlanmıştır. Juanfran (1976 doğumlu futbolcu) Juan Francisco García ya da bilinen adıyla Juanfran (d. 15 Temmuz 1976, Rafelbuñol, Valensiya, İspanya), İspanyol millî eski futbolcudur. 2004-2005 sezonu başında zamanın teknik direktörü Vicente Del Bosque isteği üzerine Beşiktaş Jimnastik Kulübü'ne transfer edilmiş, beklenilen performansı gösteremeyince Ajax'a kiralık verilmiştir. 4 Mayıs 2016 tarihinde, 39 yaşında, futboldan emekli olduğunu duyurdu. Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşü MS 5. yüzyılda Akdeniz'de meydana gelen büyük değişiklik genelde Roma'nın çöküşü olarak adlandırılır. Yüzyılın başında Roma İmparatorluğu hâlâ Britanya'dan Büyük Sahra'ya, İspanya'dan Orta Doğu'ya kadar uzanmaktaydı. Ancak yüzyılın sonunda Roma'nın batı eyaletleri barbar kralların eline geçmişti. Bu değişimin kesin nedenleri bilim adamlarını yüzyıllarca uğraştırmış olmasına rağmen bazı ipuçları seçilmektedir. Roma imparatorluğu'nun 4. yüzyıl başlarında özellikle batı eyaletlerine olmak üzere, Kavimler göçü sonucunda Roma İmparatorluğu'nun topraklarını istila eden barbarların büyük göçleriyle karşılaşması, politik olarak parçalanmasına yol açmıştır. Roma'da çok yaygınlaşan ahlaksızlık, iç mücadele, Hıristiyanlık'ın doğuşu, mezhep kavgaları ve Kavimler göçü sonucu imparatorluk topraklarını istila eden barbar kavimlerin saldırıları sebebiyle zayıflayıp 395 yılında ikiye ayrılan Roma İmparatorluğu'nun batı kısmı da bu gibi sebeplere bağlı olarak devamlı gerilemiştir. Bunun sonucunda Batı Roma'da idare imparatorların elinden çıkıp, özel muhafızlara kumanda eden generallerin eline geçti. Alarik komutasında Vizigotlar, Adriyatik kıyılarını 397 yılında ele geçirdiler, bilahare 410 yılında Roma'yı yağmaladılar. Franklar, Kuzey Galya'yı (406); Burguntlar, Savoia'yı (443) işgal ettiler. Vandallar, Galya ve İspanya'yı kırıp geçirdikten sonra Afrika'ya geçtiler. Afrika'dan Roma'ya geçip şehri yağmaladılar. İtalya'ya giren Hunları, Papa I. Leo ancak haraç vererek durdurabildi (452). İtalya'da idare yerel aşiretlerin eline geçip, imparatorların hiçbir gücü kalmadı. Vizigotlardan Odoakr adlı bir aşiret reisi, İmparator Romulus Augustus'u 476'da tahtından indirdi. Odoakr, imparatorluk alâmetlerini Bizans'a göndererek, kendisini "İtalya kralı" ilan etti. Böylece Batı Roma İmparatorluğu da resmen tarihe karışmış oldu. Babylon (yazılım) Babylon, "tek tıkla çeviri" sloganı ile hizmet veren bir sözlük yazılımdır. Bilgisayara yüklenen ana yazılıma ek olarak seçilen dil ve sözlük eklentileri ile kullanılır. Farenin herhangi bir tuşuna atanan komut, anlamı bilinmek istenen kelimenin üzerine getirilerek tıklanır ve yazılım kelimeyi algılayarak karşılığını gösterir. Sözlük dışında Wikipedia'nın İngilizce, Almanca, Türkçe, İspanyolca ansiklopedi kısmı, Britannica gibi ansiklopedileri de eklenti olarak indirilebiliyor. Beş Çember Kitabı Beş Çember Kitabı (五輪書, Go Rin No Şo), 1584'te doğan Miyamoto Musaşi, Japonya'nın en tanınmş savaşçılarından biri oldu. Bir Samuray idi ve 30 yaşına geldiğinde 60'tan fazla dövüşü kazanmış, karşıtlarının tümünü öldürmüştü. Yenilmezliğine güven getirdikten sonra, "Kılıç Yolu" felsefesini biçimlendirmek için çalışmaya koyuldu. "Beş Çember Kitabı"'nı, 1645 yılında ölmeden birkaç hafta önce çekildiği Kyushu dağlarındaki bir mağarada kaleme aldı "Beş Çember Kitabı", tüm savaş sanatları kaynakçalarının temel yapıtıdır; ama ardındaki -Zen, Şinto ve Konfüçyüs düşüncelerinden etkilenen -felsefe, savaş sanatları dışında pek çok alana da uygulanabilir. Örneğin pek çok Japon iş adamı, kitaptan bugün iş alanlarında bir rehber olarak yararlanmakta, satış kampanyalarını, Musashi'yi harekete geçiren aynı enerjiyle askeri harekatlar gibi örgütlemektedirler. Musashi, Japonlarca Kensai ya da "kılıç piri" kabul edilir. Yaşamının gerçekleri Batılı okura acımasızlık gibi görünse de, Musashi aslında dürüst bir idealin peşinde olmuştur, ve gerçekliği "Beş Çember Kitabı"'nda ortaya çıkar. Kitap muharebe stratejisi üzerine bir tez değildir; Musashi'nin deyişiyle, "stratejiyi öğrenmek isteyenler için bir rehber" dir ve her rehberde olduğu gibi, içeriği daima öğrencinin anlık kavrayışını bir miktar aşmaktadır. Red Hot Chili Peppers Red Hot Chili Peppers (RHCP), 1983 yılında kurulmuş; funk, punk ve metali harmanlayarak müzik yapan Amerikalı bir gruptur. Grubun kurucuları Anthony Kiedis, Micheal Balzary, Hillel Slovak ve Jack Irons'dır. İlk isimleri ‘Tony Flow And the Miraculously Majestic Masters of Mayhem’ olan grup, aynı yılın sonunda EMI
plak şirketiyle sözleşme imzaladı. Daha sonra isimlerini Red Hot Chili Peppers olarak değiştirmişlerdir. Grubun ilk albümü Red Hot Chili Peppers 1983 yılında gitarist Hillel ve davulcu Jack yerine Jack Sherman ve Cliff Martinez'in katkılarıyla yapılmıştır. Albüm büyük bir ticari başarı yakalayamasa da underground müzik çevresinde ses getirmiştir. 1985'de ise Hillel'in katılımıyla ve "Funk Tanrısı" George Clinton'ın prodüktörlüğüyle Freaky Styley piyasaya sürülmüştür. Daha sonra Jack'in de gruba dönmesiyle 1987 tarihli The Uplift Mofo Party Plan adlı albüm çıkmıştır. Albüm Billboard listelerinde 184. sıraya kadar çıkmıştır. Ancak 24 Haziran 1988'de Hillel'in aşırı dozda uyuşturucudan ölmesiyle grup dağılma noktasına gelmiştir. Bu dönemde Anthony Meksika'ya gitmiş, Jack ise gruptan ayrılmıştır. Anthony'nin dönüşü ve Flea'nın çabalarıyla gitarist John Frusciante ile davulcu Chad Smith gruba dahil olmuşlardır. 1989'da Mother's Milk adlı albümü çıkararak ilk altın plaklarını kazanmışlardır. Albümden çıkan ilk single "Knock Me Down" Hillel'in anısınadır. 1991'de ise Rick Rubin prodüktörlüğünde, RHCP'ın en çok ses getiren albümlerinden biri olan Blood Sugar Sex Magik piyasaya çıkmıştır. Albümde yer alan "Under The Bridge" ABD listelerine iki numaradan giriş yapmıştır, "Give It Away" ise gruba En İyi Hard Rock Parçası dalında Grammy kazandırmıştır. Uyuşturucuya bulaşan John Frusciante 7 Mayıs 1992'de stres ve yorgunluk bahanesiyle grubu terk etmiştir. John 1994'de ilk solo albümü olan "Niandra Lades And Usually Just A T-shirt" 'ü ve 1997'de "Smile From The Streets You Hold" 'u çıkarmıştır. Bu arada RHCP yoluna devam etmiştir. 1994'de gruba John'un yerine Jane's Addiction ve Porno For Pyros gibi grupların gitaristi Dave Navarro katılmıştır. 1995'de ise Navarro ile birlikte One Hot Minute adlı albümü piyasaya sürmüşlerdir.“One Hot Minute” tüm Dünya’da 5 milyon kopya satarak, 4 numaradan girdiği Amerika listelerinde 55 hafta boyunca yerini korudu. Ancak 1998'de Dave Navarro grubu terk etmiş, John Frusciante geri dönmüştür. Frusciante'nin dönüşüyle, 1999 yılında prodüktörlüğünü Rick Rubin'in yaptığı Californication albümü çıkmıştır. Bu albüm "Blood Sugar Sex Magik" 'in soundundan uzak olsa da çıkan ilk single "Scar Tissue" uzun süre ilk onda kalmıştır. Grup 2000 MTV Video Müzik Ödülleri'nde "Videoda Öncü Grup Ödülü"nü kazanmıştır. "Californication" 'ın videosu "En İyi Yönetmen" ve "En İyi Sanat Yönetmenliği" ödüllerini kazanmıştır. Bu arada John üçüncü solo albümü olan "To Record Only Water For Ten Days" 'i çıkarmıştır. 2002'de ise "Californication" 'a benzese de bazı farklılıklar taşıyan By The Way piyasaya çıkmıştır. Albümde yer alan "On Mercury" adlı parça grubun ilk ska denemesidir. 2004 yılında RHCP, “Live in Hyde Park” adlı ilk konser albümünü piyasaya sürdü. Albüm, Londra’daki Hyde Park’ta sahne aldıkları üç gecenin kayıtlarından oluşurken, grup bu üç gecelik konser dizisinden 17 milyon dolar kazanarak bir rekora imza atmayı başardı. Grubun en son çıkan albümü ise yine Rick Rubin'in prodüktörlüğündeki Stadium Arcadium'dur. "Blood Sugar Sex Magik" 'in de kaydedildiği stüdyoda kaydedilen albümün çıkış parçası "Dani California"dır. En son klibini çektikleri parça "Tell me Baby" dir. Albümden çıkan üçüncü single "Snow(hey oh)" 4. parçasıdır. 20 Kasım 2006'da piyasaya çıkacak single'la birlikte parçanın Tony Kaye tarafından yönetilen videosu da yayınlanmıştır. Mtv Awards'a da aday olarak gösterilmiştir. Ayrıca bu single lar dışında klibi yayınlanan diğer "Stadium Arcadium" parçaları "Desecration" Smile ve "Hump de Bump" dur Grup kendilerine daha çok zaman ayırmak için kısa bir süre müziğe ara vermiştir. Anthony ve Flea Çocuklarıyla ve hayatlarıyla ilgilenirken, Chad Bir Caz grubuna girmiştir. John ise solo çalışmalarına devam etmektedir. John Frusciante 16 Aralık 2009 tarihinde gruptan ayrılmıştır. 2 Ocak 2010 tarihinde ise onun yerini Josh Klinghoffer almıştır. Grup 10. stüdyo albümleri olan I'm With You'yu 30.08.2011 tarihinde yayınlamıştır. Codex Cumanicus Codex Cumanicus ("Kodeks Kumanikus"), Karadeniz’in kuzeyindeki Kıpçak Türklerinden (Kumanlar) İtalyanlar ve Almanlar tarafından 14. yüzyılda derlenmiş iki bölümlük bir eserdir. Sözlük-metinler derlemesi olarak sayılabilecek eserin adı Latincedir ve "Kuman Kitabı" olarak Türkçeye çevrilebilir. El yazması özgün örnek İtalya-Venedik San Marko Kütüphanesi'nde, "Biblioteca Divi Marci – Biblioteca Nazionale di S. Marco – Biblioteca ad templum Divi Marci Venetiarum, Venezia, Mss. latini, Fondo antico, Collocazione 1597, Codex DXLIX / № 549" sayı ile saklanmaktadır. Kuman (Kıpçak) Kitabı, birçok kişi tarafından yazılmış parçaların bir araya getirilmesi sureti ile oluşmuş bir çalışmadır. Günümüzdeki hâlini alması 13. yüzyıl ortalarından 14. yüzyıl ortalarına kadar yaklaşık 100 yıl kadar zaman almıştır. İtalyan bölümü 55 yapraktır (110 sayfa) ve iki sözlük listesinden oluşur. Sözlükler Latince-Farsça-Kıpçakçadır. İlk liste alfabetik, ikinci liste tematiktir. İlk sayfasında 11 Temmuz 1303 tarihi yer alır. Eserin İtalyanca Kodeks (İtalyan Kitabı) denen ilk 110 sayfalık bölümü Latin alfabesine göre dizilmiş 1560 sözcük içeren, Latince-Farsça-Kıpçakça sözlükle başlar. Ardından sözcüklerin anlamlarına göre öbeklere ayrıldığı 1220 sözcük içeren ikinci bir sözlük yer alır. Buradaki 2680 sözcükten 200'ünün Farsça ve Kıpçakça karşılıkları verilmemiştir. Alman bölümü 27 yapraktır (54 sayfa). İki karışık sözlük listesi ve bazı metinlerden oluşur. Birinci liste Kıpçakça-Almanca, ikinci liste Kıpçakça-Latince sözlüktür. Bu dizinlerde bazı sözcüklere örnek cümleler de mevcuttur. Ardından Kıpçakçaya çevrilmiş dualar, ilahiler, 47 Kıpçak bilmecesi ve Kıpçakça eklere ilişkin bazı dil bilgisi kuralları yer alır. Bugün aγïrlalïq ol ulu künni, nečik ol yulduz köründi kün toγušï ol üč χanγa. Ol yulduz nečik bir oγlan bigev edi. Baš üstündä altun χač astrï yarïq bar edi. Ol oγlan alay ayttï alarγa: «Keliŋiz terče menim artumča zuhut yerinä! Anda tapγaysiz yaŋï han toγurmïš, kimni siz izdersiz». Andan yulduz ilgäri bardï, alar artunča Yerosolimgä degri bardï. Ol üč χan alay sordular Herodes χannï: "Xayda-tur ol, kim toγdï, zuhutlar hanï? Biz anïŋ yulduzun kördük ol kün toγušï. Anïŋ üčün keldik ol χanγa teyišmägä». Körgüzdilär alarγa, kim Kristus Betlemdä toγγay: burun alay aytïldï päyγambärdän. kačan čïqtïlar Yerusalemdän, ol yulduz ekinči köründi, bardï ilgäri aŋa degri, ol övgä, qayda Kristus yatïr [edi], turdu ol öv üstünde. kačan kördilär ol yulduznï, ulu sövünč sövündilär. Kirdilär ol evgä, taptïlar ol oγlan kensi anasï bile, arï qïz Mariam, yügündilär Yesusγa, baš urdïlar, teyišdilär altun, miron, timean. Bergey idik zanïmuzni daγi tïnïmïznï Teŋrigä, ol bolušsun! Beyimiz Teŋri Yesus Kristus buyurur, üyretir bizgä Evangelim ičindä, alay aytïr: «Söygil Teŋrini, seniŋ Beyiŋni, kerti köŋlüŋden, barča zanïŋdan, barča küčüŋden, daγi tïnïŋdan!». Teŋri bizgä körgüzür Evangelim ičindä nišanïn kerti söymäkiniŋ, ol-tur: «Kim eter menim buyruhum, ol meni söver». Kristusnuŋ tanïqï bar-dïr. Arï Augustin, ol alley aytïr: «Anča söverbiz Teŋrini, neče biz anïŋ buyruχïn tutarbiz, ne artïχ, ne eksik». Arï Gregor alay aytïr: "Tilerseŋ bilmägä, söversen Teŋrini ye sovmessen, sorγïl seniŋ köŋlüŋni, söver mi Teŋrini. Eger seniŋ köŋlüŋ aytsa: «Severmen», – inanmaγïl, kačan tapmassen seniŋ tirlikiŋ, išiŋ, söziŋ, saγïnčïŋ, nečik Teŋri buyurdu. Ol-tur kerti nišan, kim sen Teŋrini söversen, kačan sen qayγïrsaŋ anïŋ üčün, qaysïn Teŋri sövmes, daγï kačan sen sövinsäŋ anïŋ üčün, qaysïn Teŋri söver, kim bu buyuruq tutar. Kim Teŋrini söver barčadan artuχ daγi «qoŋšuŋnï, nečik kensiŋni», ol tutar Teŋriniŋ barča buyruχun. Nečik kiši yolsuz bara bilmes qayda tiler, alay Teŋriniŋ sövmekindän bašqa, ne kim bar köktägi hanlïqta, baralmasbiz Teŋri qatïnda». Kim biz ol yol bile barsaq! Alγïšlï-tur alar, kim yazuqsuz kertilik üčün tözer, egi köŋül bile saburluh eter. Ne üčün alar alγïšlï-dïr, anïŋ üčün köktägi χanlïq alarnïŋ-dïr. Neme yoχ yerde, nečik Teŋri söver kökte daγi barča arïlar, nečik sabïrluq-tur. Neče köp sabur eter Teŋri üčün, anča köp ülüšü bolγay Teŋri qatïnda, anča Teŋri anï artuχ sövgey. Anïŋ üčün sövünüp tözmä kerek: ol tözmelüχ bu zehanda qïsχa-dur. Anïŋ üčün bizgä Teŋri berir hörmät, sövünč, egilik, qaysï tügenmes. Kristus alay ayttï kelepenlergä: «Baruŋïz, körünüŋiz papazlarga». Ol sözni Kristus bugün aytïr barča yazuqlïlarya, kim kerti kelepenler Teŋri alïnda. Igrenmedi kiši kelependen, nečik Teŋri igrenir daγi frišteler yazuqlï kišiden. Neme yoχ dünyä üstinde, nečik yaman sasïr, nečik sasïr yazuqlï zan Teŋri alïnda. Ol nišan taparbiz bitik ičindä. Bir kez bir alγïšlï kiši yolγa bardï. Bir frište anïŋ bile bardï adam bolup. kačan yoldan barïrlar idi, utru bir kiši yoluχtu, yigit daγi astrï körkli kiši. kačan frište anï ïraχtïn kördi, burnun tumaladï, yoldan ïraχ qačtï. kačan ol kiši aštï, ol frište ekinči keldi ol kiši qatïnda. Andan soŋra bir kelepen kiši keldi, astrï niurdar sasïdï. Ol alγïšlï kiši, kačan kördi ol kelepenni, yoldan qačtï. Ol frište sövünüp qaršï bardï, öpti, qučtu > qučtï ol kelepenni, aštï. Ol alγïšlï kiši ekinči keldi yolγa frište qatïn­da. Ol kiši sözlädi frištägä: «Ne kišisen? Burun keldi körkli yegit kiši – sen burnuŋ tumaladïŋ, yoldan qačtïŋ. kačan bir murdar sasï kiši, kelepen keldi, sen qaršï bardïŋ, öptüŋ > öptiŋ, qučtuŋ > qučtïŋ». Andan frište ayttï ol alγïšlï kišigä: «Ol körkli kiši, kim sen kördiŋ, ol kensi yazuqïndan astrï yaman sasïr, anïŋ zanï Teŋri alïnda köpten öldi. Ol et üstündä kelepen, anïŋ dzanï astrï arï-tur daγï yakšï yïyïr Teŋri alïnda. Men azam de döülmen, men frištämen. Anïŋ üčün keldim körgüzmä saγa, nečik sasïr yazuqlï dzan Teŋri alïnda». kačan frištä ol sözni ayttï, ančaq körünmädi. Arï Paulus alay aytïr: «kačan kiši aγïzï bile yazuχïn aytsa, andan zanï arï daγï alγïšlï bolγay». Tetik Solomon alay aytïr: «Kim öz yazuχïn yašïrsa, alay biliŋiz, kim ol Teŋri yoluna ayïnïqlanmas. Kim kensi yazuχïn aytsa, aytχandan soŋra qoy
sa, Teŋri anï yarïlγaγay». Yohannes: «Eger biz aytsaq: «Yazuqsuzbiz», – kensimizni aldarbiz, daγï kertilik bizdä yoq-tur. Eger biz yazuqïmïznï kerti köŋül bile aytsaq, kim Teŋri önündä öltürür, Teŋri küčlü-dür daγï yarlïγančlu-dur bizim yazuqumuz bošatma daγi barča yamandan arïtma». Yeronimus: «Yazuχïn aytmasa daγï yuvuq tutmasa, kimese bolmaγay arï». Arï Ambrosius aytïr: «Nečik yara yaχši bolmas ičindän temeri čïqmayïnča, alay yazuqlï zan sav bolmas, arïnmas, yazuqï čïqmayïnča. Vay sen, ya­zuqlï kiši, kim sen yazuquŋnï bu dünyada bir kišiden yašïrïrsen! Yaqšï bilirsen, kim ol zehanda yašïnmassen. Uyalïrsen bir kišigä kensi yazuqïn aytmaγa. Anda ne uyat bolγay saŋa ol könü > köni yarïčï alïnda, qayda yazuχïŋ ešitkäyler köktägiler, tamuχdaγïlar! Anda bolγay saŋa ulu uyat, daγï kerti uyat, daγï ölüm uyat. Ol uyat neme dä bolušmaγay saŋa: erkli-erksiz tamuqqa barγaysiz». Arï Augustin alay aytïr: «Yazuqlï kiši, kim tiler kensi yazuχïn aytma, nečik Teŋri tiler daγi seniŋ dzanïŋ arïnγay, aŋar kerek tört neme: burun qayγïrmaχ kerek kerti köŋül bile kensi yazuχuŋ üčün; ekinči, tiliŋ bile aytmaγa; üčünči, erkiŋ bile yazuχni qoymaγa; törtünči, ne kim ata aytïr yuvuqun tutmaγa». Ambrosius: «Yaχšïraχ-tur bu dünyada erki bilä yazuχïn aytmaγa, tamuχta daγïn kerti yarγuda küč bile aytqïnča. Kim bu zehanda yazuχïn kečiktirse, tamuχta höküm urmaχ bile ayttïrγay. Ol aŋa neme dä bolušmaγay. Sen, aγïrïχ kiši, kačan yaraŋnï häkimgä aytmasaŋ, nečik sav bolγaysen? Anïŋ üčün aytχïl ataγa, kim seniŋ dzanïŋa hakim, seniŋ aγrïχïŋ, seniŋ yazuχïn». Uyalmaŋïz maŋa yazuχïŋïz aytma tolmač bile, kačan men til bilmen: ol tolmač andï borčlutur ol yazuχnï yašïrma, nečik ata. Kim Teŋriden qorχsa daγï kim köŋül bile burun saγïšlasa, ne­čik uyat bolγay?! Kim anï burun saγïšlasa, ol uyalmas tolmač bile yazuχun aytmaγa. Kelir aynada aytïŋïz kensi yazuχuŋïznï! Kim aytmasa, birsi aynada men tilemen ešitmä. Barča kiši borčlu-tur oručta yazuχïn aytma daγi turn alma. Kim här yïlda anï etmes, ol Teŋriden daγi papdan qarγïšlu-dur. Kim yazuχsuz kerti köŋül bile Teŋirniŋ yetesin alsa, aŋa bolγay kökdägi tügenmes tirilik. Paulus: «Kim yazuχ bile daγi arïqsuz köŋül bile Teŋirniŋ yetesin alsa, ol saγïnïr: «Emdi men arïmen». Ol bilmes, kim tamuχnuŋ otun aldï daγi tügen­mes ölümün aldï. Anïŋ üčün yaqčï keŋešiŋiz köŋlüŋiz bile, eger daγi barïsï yazuχuŋuz. Aytïŋïz, yašïrmaŋïz! Kim, bilip bir yazuχun, Teŋirniŋ ye­tesin alsa, aŋa yaqsiraχ-tur yïlan alsa kensi aγïzïna: ol yïlan boyïna yamanlïχ etse, zanïna ete almas, basa Teŋri yetesi boyïn, zanïn öldürür». «О siz barïŋïz, yoldan barïrsiz-kelirsiz! tanïŋïz da körüŋiz, bar mu andï qïn, nečik menim qïnïm?» – ol sözni Kristus bükün qïčqïrïr daγi aytïr χačdan barča kristianlarγa. Anïŋ üčün kerekirbiz Kristus bile tözme. Kim Kris­tus bile tözmese, ol Teŋirniŋ kütövünden köpden kemišildi. Anïŋ üčün bugün daγi bu ayda bizgä saγïnmaχ kerek Kristusnuŋ qïnlarïn daγïn ölümün. Kim ol qïnnï, ol ölümni yaqšï saγïnma tilese, ol Kristusnuŋ saγïtïn, nedän Kristus tözdi, kerek kim biz köŋül közi bile baqqaybiz, yïγγaybiz, čöplegäybiz birge, kültebegni baγla-γaybiz dayï köŋlümize qoyγaybiz. Ol saγïttan köŋlümiz yanγay Teŋirniŋ sövmäklikinä, daγi ol saγït bolγay anïŋ qalqanï barča yekler alïnda. Ol sayïtlar, kim Kristusnu tuttïlar, qïnadïlar daγï öldürtiler, ol saγït ol-tur: qïlïčlar, bulovlar, süŋgülär, suruqlar. Özge saγït – ne bile tuttular: isi fänärlär bile, čïraqlar bile, ne bile anï izdediler baχčada. Daïï kensi qayγïsï, qorqusu, titremeki, kensi yalbarmaχï bile ol sïrt üstünde ol yuqtï. Daγi kensiniŋ qanlï teri tüšti yergä, frište kelip övütti. Daγi kerek bizgä saγïšlamaγa, nečik ol düšmanlarïna utru bardï daγi bir söz bile barčasïn yergä urdï; ekinči berdi alarγa küč, alar anï tuttïlar; nečik Yudas öpti dayï zuhutlar anï tuttular, daγï baγladïlar, daγï yaŋaγïna, boyuna urdïlar; nečik elttiler anï tört yarγïčï alïnda: Annas, Kaifas, Pilatus daγï Herodes; daγï nečik anï tikmägä baγladïlar daγï čïbuχlar, qamčïlar anï qattï ur­dïlar, nečik päyγambär aytïr. Tabanïndan tebesinä degri heč bütün yoχ edi [iochadi] teni, barča yaraydï. Tükürmäk, qamïšlar, örkenler, χač, χadaqlar, süŋgü, tigenek tadzï, qaysïnï bašïna urdïlar. Covγučlar nečik söktiler, eliklädiler. Nečik χač üstündä kerdiler daγï öldürdiler, et caetera. Sövünčlü bolγïl, Maria, soyurγamaχ bile tolusen! Bey Teŋri seniŋ bile; barča katunlar arasïnda alγïšlïsen, daγi alγïšlï yemiš seniŋ köksüŋde, Yesus Kristus. Amen. [1-2] Teŋrini sövgil barča üstündä! [3] Teŋriniŋ atïn bile ant ičmägil! [4] Ulukünni avurlaγïl! [5] Ataŋnï, anaŋnï hörmätlägil! [6] Kišini öldürmägil! [7] Ersek bolmaγïl! [8] Oγur bolmayïl! [9] Yalγan tanïχlïq bermägil! [10] Özgä kišiniŋ nemäsi suχlanmaγïl! [+] Sevgil seniŋ qarïndašïn, seniŋ kibi! [1] Küčlü bolmaγïl. [2] Künüči [kvnvči] bolmaγïl. [3] Öpkelemekči bolmaγïl. [4] Erinček bolmaγïl. [5] kïzγanči, boγuzγur, ersekči bolmaγïl. [6] Čaquči bolmaγïl. [7] Ušakči, künüči [küvnči = künči?] bolmaγïl. Erseklik. Muratlïq. 1.Ave, učmaqnïŋ qabaγï, tirilikniŋ aγačï! Yemišiŋ bizgä teyirdiŋ, Yesusnï kačan tuvurdïŋ. 2.Ave, Maria, kim bizgä tuvurdïŋ bu dzehanda anï, kim Teŋri tuvurur, psalmos nečik aytïp turur. 3.Ave, qïz, kim küsänč özä qïčqïrïpsen Teŋrigä! Soyurγatïp išittirdiŋ, sözin tengä biriktirdiŋ. 4.Ave, Maria! zanïgnï yarïttï Ata nurï; yüzüniŋ yarïqrïχïndan bizgä teyir oŋlïq nišan. 5.Ave, Teŋriniŋ sen övi, yazuqlïnïŋ sïγïnčï: saga kertlep kim sïγïnïr, yek tušmandan ol qutulur. 6.Ave, Kristusnïŋ anasï, aγrïqïmïznïŋ tïmarï! Aγrïγïmïznï oŋaltγïl, qayγïmïznï sen tarγatγïl! 7.Ave, Maria! Ičriχiŋ Teŋri tintti äsä häm boyïŋ, barčalardan artuq arï seni tabub-tur häm sili. 8.Ave, qïz, kimniŋ oγulï bizni tiley yarlï boldï, kökni-yerni yarattačï, barčalarnï erksindäči. 9.Ave, bizni čïγarïp turγan ölümniŋ qabaqïndan! Sionda biz kim turalïm, ögünč yïrïn saa aytalïm! 10.Ave, Arï Tïnnïŋ övi, qayda Beyimiz Kristus qondï! Yarlïlarγa andan baγmïš, yarïlγamaqγa yöpsinmiš. 11.Ave, kimniŋ sözlemäki erür kümišniŋ avazï, yeti otda čïnïγïp turγan, matellerni barča ačγan. 12.Ave, qïz, kimniŋ tuvγanï, ič közimizniŋ yarïγï erip, azamnï qutqardï, ölüminde uyutmadï. 13.Ave, Maria, kim bizgä uruχ tuvrupsen azïχqa, barčamïzča andan bašqa teyišli edik tas bolmaγa > bolmaqγa. 14.Ave, kimniŋ termäsindä yalγïz qonup-tur Mišiχa, ayïpsïz anda kimni qïldï, meŋi tavγa aγïndïrdï. 15.Ave, qïz, kimniŋ miräti kökdän kelip χačqa mindi: alay bizni ilindirdi sövmäklikniŋ tuzaγï. 16.Ave saa, kimniŋ tili meŋü sözdän bilik aldï anča čaqlï, kim frištälär saa yetmeyin taŋlarlar. 17.Ave, Maria, kim ačtïŋ kökni daγïn endirdiŋ qutqaručïmïz Yesusnï, kim tušmanïmiznï yeŋdi. 18.Ave, qyz, kimniŋ kertegi kündey yarïχ-tïr häm isi: Kristus küyövni qondurdïŋ, barčalarnï sövündürdiŋ. 19.Ave, kimniŋ qurbanïnï yavlï körüp yarïlγadï: tïŋ u kös-könü öpkäsin qoyup berip-tir alγïšïn. 20.Ave, Maria, anamïz! Seni sövüp čïn χanïmiz barčadan üstün kötürdi, χanlïq dačïnï keydirdi. 21.Ave, qïz, kimdän atasïz qurtley tuvup Beyimiz Yesus, burulïp turγan yïlannï basïp yančtï daγïn öltürdi > erksiz qïldï. 22.Ave, Yesseniŋ čïbuγï! Tayaq bizgä sendän bitti: egrimizni ol könderir, küčsizimizni kötürir. 23.Ave sen, qïz, kim zanïŋnï almayïpsen bolmačï; čïn χan büsrep seni sevdi, kim barčadan-tïr haybatlï. 24.Ave, qïz, kim soyurγattïŋ, učmaq yolïn bizgä ačtïŋ! Bizni yürgän yollarïŋa küvürüp yetkirgil Yesusγa! 25.Ave, kimgä altarïnï - Yesus Kristus boyïnï Teŋri tutturïp-tïr, sövüp, qollarïŋnï arov körüp. 26.Ave, kim atïŋa körä bu zähannïŋ teŋizinä batmaz yulduznï tuvurdïŋ, könülük yolïn körgüzdiŋ. 27.Ave, qïz, kimniŋ qovatï erdi arï tïn mihiri; boyïŋ anda čičeklenmiš, Teŋri sendän kačan tuvmïš. 28.Ave, üniŋ orγananï, körkiŋ yeŋip-tir Libannï; kim bizim üčün öltürüldi buzovley, anïŋ anasï. 29. χačda ölgendä oγulïŋ; sövünčgä ačuvïŋ töndi, ölümindän kačan qoptï. pro impiorum scelere, cuius planctus in gaudium con versus est per Filium. когда Сын твой умирал на кресте; твоя скорбь обратилась в радость, когда он воскрес из мертвых. 30. baldan tatlï Teŋri sözi: anï bizgä sen tatïrγïl, yüz yarqïnïnda yašïrγïl! quod gustatum non decrescit, quae ab omni iam tumultu in Divino lates vultu. Слово Божие, что слаще меда: дай нам вкусить его, укрой нас в сиянии лица Его! 31. Teŋri tamam tügel qïldï, kačan sendän anïŋ sözi ten išisiz tenli boldï. tune instruxit ad perfectum Verbum Dei, quando carnem ex te sumpsit non per carnem. Бог сделал абсолютно совершенным, когда от тебя Слово Его воплотилось без телесного действия. 32. seni taŋlap-tïr qonušγa; Teŋri saa nečik tüšti, bizgä baχïp yarïlγadï. 33.Ave saa, kim ačïqtïŋ, azïχ tiley kökgä kirdiŋ; andan bizgä sen yavdïrdïŋ kök ötmäkin häm tatïrdïŋ. 34.Ave, kim yalγïz Teŋrigä bilip-tirsen qovanmaγa; baχtlï dzanïŋ andan tïndï tolu qïlï häm sövündi. 35.Ave, qïz, elbekligiŋdän, kim tilesä, alïr rayγan susun, dzannï kim esirtir, häm aš, tïnni kim toydïrïr. 36.Ave, kim tïn uruχlarïŋ muχtač devül bu dünyäniŋ ötmekinä: Teŋri asrar, tïn ašïnï berür aar. 37.Ave saa, kim köterdiŋ barča tügel küsänčleriŋ Teŋrigä; anda sen sïzdïŋ yavleyin, aar oq sindiŋ. 38.Ave saa, kim tözlikiŋ yöpsinip yaratqanïŋ birikip-tir oγluŋa, birikgänni berdi saa. 39.Ave Kristus anasïna! Oγluŋ qurban boldï äsä, qurban barča andan qaldï, töräniŋ tügeli yetti. 40.Ave! Yazïqsïzlïqïŋnï arzulap Teŋri köčürdi haziz boyïŋ meŋülükgä, olturttï öz öz oŋïnda. 41.Ave, Maria, kim Teŋriŋ körüvsäp sen susadïŋ: muradïŋa emdi teydiŋ - yüzün körä olturup turdïŋ. 42.Ave, yarïχnïŋ anasï, kim tuvurur Ata Teŋri; yollarïŋnï ol bašladï, meŋülük tavγa yetkirdi. 43.Ave, qïz, χannï tuvurγan, šaytannï erksiz etkän! asrovïŋ bizgä teyirgil, meŋülik oŋγa yetkirgil! 44.Ave, χatunlarnïŋ dačï! Oγuluŋ saa keydirdi türlü-türlü keyitlerni, öz oŋïnda olturγuzdï. 45.Ave, qïz, kim erdeŋlikiŋ erür kermen meŋü χannïŋ: tiri bulaχ andan aγar, Teŋri öz kensi alγïšlar. 46.Ave sen, qïz, kim qollarïŋ, avuzïŋ daγïn saγïnčiŋ barča birgä qopsap turur, ögünč tekši berip turur. 47.Ave, alγïšnïŋ yïχövi, yarlïγamaqnïŋ anasï! Saa yïγlap kim yügünür, maγat-tïr, kim yarïlγatïr. 48.Ave, kimniŋ söz
lägäni häm köŋüldägi saγïnčï barča teŋrilik us erür, barča haqïl, bilik turur. 49.Ave saa, qïz, kim övdiŋ Teŋrini daγïn körgüzdiŋ! Bu yoluŋa kim-kim kirer, Yesusïŋa maγat yeter. 50.Ave, kimniŋ totaqlarï bal-šekerdän-tir köp tatlï! Anlardan bizgä tögüldi tïn azïχï, Teŋri sözi. 51.Ave, erdeŋ tuvurdačï! Zeytin aγačγa ovšadï boyïŋ, bizgä kačan tökti mirronïmïznï - Kristusnï. 52.Ave, körümlisen Sion! Sendän čïχtï kerti Aaron, ulu papaz; ol ölgendä bošov teydi tutγunlarγa. 53.Ave, kim enč köŋüliŋdän Teŋrigä kötürdiŋ qurban öz bavursaqïŋ Yesusnï: bizni tirgizmekgä öldi. 54.Ave saa, kim kügürčinley munduz egeč sen učmïšley yürüp barčalarnï ozdïŋ, söygen > sövgen eminčdä sen qondïŋ. 55.Ave, könülük äväli! Könü egeč oγluŋ öldi; sövüngäysen soŋï kündä, oγulïŋ > oγuluŋ öčin kačan alsa. 56.Ave, kimgä, kačan köčti bu dzähandan, utru turdï Kristus, meŋi χannïŋ ovlï, tïn Israhelniŋ Teŋrisi. 57. Ave, baχtlï, kimniŋ oγulï χačda kačan kim asïldï, tözmey yer tïnčï titredi, künniŋ yarïχï qarardï. 58. Ave! Meŋü tïnč qonušïŋ erür yeri arïlarnïŋ; bu qaravnï saa berdi, toγuz ay kim sendä qondi. 59.Ave, kim bolmïšsen aar ana, kim Teŋridän tuvar sözley; alay bizgä teydi, ten keyinip, Teŋri sözi. 60.Ave saa, kim Teŋrigä dzanïŋ häm teniŋ hämäšä susap turup ičip-tirsen, etezgä siŋirip-tirsen. 61.Ave, sïrïn barča bilgen, kim Teŋriniŋ sendä bolγan išlerini ayta bildiŋ, apostellergä bildirdiŋ. 62.Ave sen, qïz, arïlarnïŋ qovančï häm frištälerniŋ! Kökgä seni uzattïlar, yïrlap Teŋrini ögdiler + övdiler. septa choris angelorum te assumptam super caelos dulcis decet hymni melos. святых и ангелов! Они проводили Тебя на небеса, воспевая хвалу Богу. 63. otdan kečirip sïnadï; sïzγan kümüšley balqïdïŋ, Yesusnï kačan törädiŋ. igne Deus et purgavit, ut argentum splenduisti quando Christum genuisti. испытал, пропустив через огонь; ты засверкала, как расплавленное серебро, когда родила Иисуса. 64. Hava sïγïtïn kätirgän. Aŋar kimler kim inanγay, Teŋrini körüp qovanγay. qui deter sit Evae luctum, quod qui pie confitentur, vultu Dei perfruentur. [103] Который унял скорбь Евы. Те, кто уверуют в Него, увидят Бога и возрадуются. 65. sendän kiši kesmeyin sïndï, tavγa taš ~ taš tavγa kim bitip östi, kök-yerni barča toldurdï. sine manu caedentium, primo lapis, mons postea mundi crevit in area. отломилась от тебя, хотя люди не отсекали, камень, который вырос в гору, заполнил все небо и землю. 66. öz öziŋ körüp turγanda ötli sirkä ičirdiler, χačqa kerip öltürdiler. a ludaeis est potatus felle simul et aceto, te vidente datus letho. когда ты сама стояла и смотрела, дали испить уксуса с желчью, распяли на кресте и убили. 67. soyurγamaq bizgä tapγan! Teŋri saa boldï boluš: anda bizgä bar qutuluš. gratiarum vere plena, est adiutor tuus Deus, quo salvatur homo reus. и обрела помилование для нас! Бог был Тебе в помощь: в Нем спасение для нас. 68. us övretmiš Teŋri tuvγan söz, kim anïŋ köp taŋlarïn ayta bilipsen barčasïn. quam Verbum Patris docuit, ut eius mirabilia pronunciares omnia. учил мудрости рожденный Богом Глагол, которая смогла поведать все многочисленные Его таинства (чудеса). 69. soyurγal yavdï Teŋridin anča čaqlï, kim bu zähan toldï barča sarχïtïŋdan. ut solet vellus pluvia, cuius exuberantia mundi complevit spatia. излилась милость от Бога в такой мере, что этот мир весь наполнился ее остатками. 70. tutturγanda yaratqanï köktägiler barča saptï, üstüŋgü orun saa teydi. gessisti, cuius dexteram Christo tenente pervia caeli tibi sunt atria. когда позволил стать одесную Себя, все находящиеся на небесах отступили, самое почетное место досталось Тебе. [104] 71. dünyäniŋ sen tireki, öktemniŋ müüzin sïndïrγan, miskinni baχtγa teyirgän. orbem portant quae terrarum, cornu frangens sublimium et exaltans humilium. ты - подпора (колонна) мира, благодаря которой сломлен рог гордеца, а убогие удостоились блаженства. 72. üzdi bizgä kok-yer χanï, kačan senden, alyïš yeri, yemiš bolup bizgä teydi. solvit Rex ante saecula, salutem operatus est nostram, cum de te Natus est. разорвал для нас Царь неба и земли, когда от тебя, земля благословения, достался нам в виде Плода! 73. er yüzüni heč körinägän, kerti Sion kögisiŋ boldï: Yesus bizgä andan čïqtï. dat quietem, fac, quod facis, ora pro his, quos impugnat caro, menti quae repugnat. [105] хотя ты никогда не видела лица мужа, лоно твое стало настоящим Сионом: из него ради нас вышел Иисус. 74. Bey Teŋrini häm tilegän meŋü yïllarnï, kim ertmes meŋülükgä ne tügenmes. quae sit Dei antiquitas, cuius finis nullus erit, ubi nihil prorsus perit. о Господе Боге и желавшая (нам) вечных лет, которые не проходят вовек и не кончаются. 75. mannasïn kimgä asrattï ötmekley kökdän yavdïra, klisiasïnï toydura. de qua fit melle dulcior panis, quo caeli curia vivit nee non ecclesia. которой Он дал обрести свою манну, изливая ее дождем с неба, как хлеб, наполняя ею Свою Церковь. 76***. ave ananiŋ oγluna! Alγïš bizgä ol kim bersin, övdürgän ana yalbarsïn! Alay bolsun! ave summe Deus Pater, quern sanctorum exercitus omnisque laudat spiritus. поклон Сыну Матери! Пусть достохвальная Мать умоляет, чтобы Он дал нам благословение! Да будет так! 76'. Ave sen, üstüngi Ata, kinini köktägi hazizlär över, barča frištälär ~ učmaqlï tïnlar! Поклон Тебе, Всевышний Отец, Которого святые на небесах восхваляют и все ангелы ~ райские духи! [106] 1.Yesus, bizim yuluγmamïz, söymeklikniŋ > söyüšliχniŋ tutturuqïmïz! Kökni-yerni sen yarattïŋ, soŋ zämanädä kiši boldïŋ. amor et desiderium, Deus, creator omnium, homo in fine temporum. связующая сила (клей) нашей любви! Ты создал небо и землю, наконец стал человеком. 2. yazïχïnïiznï kötirdiŋ; qattï ölinigä kirip, ölimdän bizni čïχardïŋ. ut ferres nostra crimina crudelem mortem patiens, ut nos a morte tolleres? Ты наши понес грехи; приняв жестокую смерть, избавил от смерти нас. 3. tutγunlarnï sen qutqardïŋ; tušmannï yeŋdäči bolup, Ataŋa teŋdeš olturdïŋ. tuos captives redimens, Victor triumpho nobili ad dextram Patris residens. [107] Ты спас узников; став победителем супостата, воссел как равный Своему Отцу. 4. yanianïmïznï kečirgil! Muradïnïzya teyirä yüziŋ körgüzüp toydïrγïl! ut mala nostra superes parcendo et voti compotes nos tuo vultu saties. прости нам наше злое! Позволь нам достичь вожделенного - вдоволь лицезреть лик Твой! 5. bolsun, kini sen qarovïmïz ol zehanda; meŋilükkä qovanalïm dideriŋä! qui es futurum praemium; sit nostra in te gloria per cuncta semper saecula. ибо Ты наша награда на том свете; вовек будем радоваться лику Твоему! 6. övdü teydi. Teŋri Ata, saŋa, aŋa, Arï Tïnγa bir yügünč teysin siz üčövgä! qui scandis super sidera, cum Patre et Sancto Spiritu in sempiterna saecula. достигло славословие. Бог-Отец, до Тебя, до Него, до Святого Духа - до Вас Троих пусть дойдет единый поклон! [108] Лист 73:6-19 Автор гимна – поэт Венанций Фортунат, епископ из Пуатье (Пуатьерский): Venantius Fortunatus (530/540-600). Гимн исполнялся во время вечерней службы на Пасхальной не­деле. Латинский оригинал гимна по Вильяму Бангу. 1. arï qïz Mariamdan. Sövünc bizgä bolup turur, dünyägä tirilik berilip turur. Kristus bizgä bolup > toγup turur arï qïz Mariamdan. ex Virgine Maria. In hoc anni circulo vita datur saeculo nobis nato parvulo de Virgine Maria. через Святую Деву Марию. Радость пришла к нам, миру дана жизнь. Христос явился ~ родился для нас от Святой Девы Марии. 2. el üčün aχa durur > turur, yazuχïn buza durur > turur arï qïz Mariamdan. nascitur pro populo, fracto mortis vinculo a Virgine Maria. ~ сам из своей реки течет для людей, уничтожает их грехи благодаря Святой Деве Марие. 3. quyaš tirilikni keltirdi; erdeŋ eksik bolmadï. sol salutem contulit, nihil tamen abstulit a Virgine Maria. солнце принесло жизнь; девственность не умалилась. 4.Er yazuχïn bilmäyin, börlendi quru čïbuχ, bitti alγïšlï oγul arï qïz Mariamdan. 5.Adam yazuχï üčün ölümlüχ bolduχ edi; Kristus yarïlγap medet etti arï qïz Mariamdan. 6.E, ol alγïšlï χatun, kimdän Beyimiz toγdï: dünyä yazuχïn yuldï. 7.Bu Beyimizni ölelim ~ övelim, sïy tabuχnï qïlalïm: "Bahadursen!" - degälim! 8.Kristusnïŋ alγïšlï χanï > qanï yazuxïmïznï yuldï, barčaγa taŋlančïχ boldï arï qïz Mariamdan. Arïlarnïŋ [ariχlarniŋ] küsänči, barčaγa medet bolγul! Tušman yekni sen sürgül, sen bizni yarïlγaγïl! Amen! 1.Xannïŋ alämläri čïqsïn, χačnïŋ yarïqï balqïsïn! Tenniŋ tenni kim yarattï, χačqa temir mïχ qadadï. 2.Sarp süŋgü kövüsin sančïp, su qan bilä ayïsdïrdi; yuluv dep anlarnï tögüp, yazïqlarïmïznï yuvdï. 3.Teŋri kim dzinslerni bilsin, anlar aŋar kim tabunsïn, tolsun Baud qopsaγanï: aγač bolγay dep sebebi. 4.kutlu tüpdän terek bitti, körki ingän-tür haybatlï: χannïŋ qanï - čičekleri, Teŋri-tur anïŋ yemiši. 5.Xač alγïšlï qollarinda kör qïymätsiz ulu baha: dünyä yetmes barča aŋa, kim layïχ bolγay utrusuna. 6.Täräzüdek, bir bašïnï endirip, birin kötürdi, Yesus alay, bek tamuqnï buzup, oldza köp čïγardï. 7.Ä χač, eynek umunčïmïz, teysin saŋa yügünčimiz! Bu qutlu qïn čaqlarïnda bošov teysin yašlï közgä! 8.Üčlüksen sen, bir Teŋrimiz; övsin seni dzanlarïmïz! Yulunγanlarnï χač özä bašlap yetkir meŋülükkä! Amen! 1. Inanïrmen barčaλa erkli Ata Teŋrigä, kökni-yerni, barča körünür-körünmeznï yaratti dey. 2. Daγï bir Beyimiz Yesus Kristusγa, Teŋriniŋ yalγuz tuvγan ovlu dep, kim barča zämanä-lärdän burun Atadan tuvup turur, Teŋri Teŋridän, Yarïχ Yarïχtan, čïn Teŋri čïn Teŋridän, etilmey Ataγa tözdeš tuvup turur; andan ulam bar barča bolγan turur. 3. Kim biz azamlar üčün daγïn bizim oŋïmïz üčün kökdän enip, Arï Tïndan ulam erdeŋ ana Mariamdan ten alïp, kiši bolup turur. 4. Pont Pilat yarγulap hačqa kerilmiš, qïn körüp, kömülüp turur. Basa üčünči kündä ölümdän qoptï bitüvlär aytqanča. Kökkä aγïnmïš, Atanïŋ oŋïnda olturup tu­rur. 5. Yenä haybat bilä kelmek turur tirilerni, ölülerni yarγulama; χanlïχïnïŋ uču bolmaγay. 6. Basa inanïrmen tirgiziči Bey Arï Tïnγa, kim Ata-Ovuldan önä durur. 7. Aŋar Ata, Ovul bilä bir meŋüdeš Teŋri dep övünčlü ~ övünčli tabunmaqïmïz kerek tu­rur; bügülärden ulam ol sözlep turur. 8. Basa inanïrmen bir arï katolik daγï apostolik kliseaga. 9. Künermen bir baptisma dep yazïqlarnï
ŋ bošatmaγïna. Küyüp turupmen ölülerniŋ qopmaqlïγïn > qopmaqlïqïn daγï meŋü tirilikni. Amin! 1.Saγïnsam men bahasïz qanïnï, kim Xrïstoz töktü, sövüp qulunï, tïyalman yašïmnï. Kim unutγay munča yigilikni? Kim, ičip tatlï čoqraq suvunï, toydïrdï dzanïnï? 2.Yezuz tatlï, äč yamansïz ägäč, nä qïynarsen, äč yazïqsïz ägäč, öz nazik boyuŋnï? Män qaraqčï, sän kök χanï ägäč, män yamanlï, sän ayïpsïz ägäč, ältirsän χačïmnï! 3.Äč bolmačï nämägä näk berdiŋ munča ulu baha, näk tölädiŋ, ä dzömärt χanγïnam? Anča mï köp sövmäkdän äsirdiŋ, kim χačqa minmägä uyalmadïŋ, ä tatlï Beyginäm? 4.Mindiŋ χačqa, kim biz dä minäli; sövdiŋ bizni, kim säni söväli, dünyäni unutup; qanïŋ töktüŋ, kim biz yuvunalï; ämgäk tarttïŋ, kim bizlär arïnalï, yazïqlarnï qoyup. 5.Yürüp-yügrüp armayïn yätmägä uämaqtaγï älbäk mäŋü toyγa, boluš, kim baralï! Amen! 1.Kün tuvušnïŋ bučγaqïndan batïšdaγï kirivgä deyin erkli Kristusnï öväli, qïz-anadan dep törädi. 2.Gabriel frišta ïdïrdï, Mariamγa sövünčlädi: "Teŋri seni soyurγadï: "Ovluma bol, - dep, - anasï". 3.Meŋü Teŋriniŋ öz sözi keydi quluniŋ tenini, ten ten bile qutqaruvsap, itlänmišlärni tabuvsap. 4.Tuvurdačï qïz köksünä kökniŋ čïγï tüšüp kirä, tuvurniaγannï tuvurdï, bilinniägänni bildirdi. 5.Sili oγlannïŋ kövüsi boldï Teŋriniŋ qonušï: erniŋ yüzün heč körmägän aylï boldï yalaŋ sözdän. 6.Anasïnda baqlï Yohan, ulu sövünč alïp andan, eki qarïn öte kördi meŋü yarïχlïq Teŋrini. 7.Utru beyinip tabunmïš; andan Elizabet aytmïš: "Kop egilik niaa teymiš, ovluni Beyini tanïmïš". 8.Yüsüp, qïznïŋ bollašmïšï sezdi äsä, saarγa tüšti, alniazlïqγa saγïš etti. Andan kelip frištä ayttï: 9."Qorqmaγïl, Daud uruyï! Arï Tïndan aylï boldï profet aytγanča: "Kötürdi qïz, qïz ägäč, Enianuelni". 10.Munïŋdey taŋïs kini kördi? Quru čïbuχ yemiš berdi: qïzdan Atasï törädi, törättäči yaŋla tuvdï. 11.Kökniŋ nurï etiz keydi, kir yuqturmay sazγa tüšti, biz čïγardï sasïlarnï, öz yarïqïnï eksitmädi. 12.Kertek ačmay ešikini, küyöv čïqtï; sövünäli, biz barčalarnï ündetti toyγa - yürüp yügüräli! 13.Tuvurur Ataγa ögünč, tuvγan Ovuluna beyenč, Arï Tïnya sövünč bolsun - teŋ tabuχ üč teŋdäšgä teysin! 14.Kristus bizni alγïšlasïn, töräsinä bütün etsin, köp egilikdä yašatsïn, hörmät, düvlät daγïn baχt bersin! Amen! Bir erkli yarlïγančlï Teŋri, yazuqsïz [...sis], biz miskin azam üčün, öz Arï Tïn erkinden ulam arï qïz Mariamdan boy yaratup kensinä, azam boldï, ämgäk ölümgä azam yolunča tilep kirdi. Ölümden yänä erkli čïγup kökkä bardï. Soŋra kelip inanmaγanlar örtli tamuχqa tüšürgergeč, inanγanlar alγač meŋü učmaqnïŋ tïnčïna yänä qaytqay. Yesus Kristus čïn Teŋri, meŋü biziŋ qutqardači. Alley-oχ Teŋrigä inanγanïmïz, kim kensi čïn Teŋri bizni üyretti. Amen! Galip Güner (2016), Kuman Bilmeceleri Üzerine Notlar, KesitYayınları, İstanbul. Spanglish Spanglish, "Spanish" ve "English" (İspanyolca ve İngilizce) kelimelerinden oluşan, özellikle ABD'de yaşamakta olan Hispanik nüfusun konuştuğu İngilizce - İspanyolca karışımı dil fenomenini tanımlamakta kullanılan bir kavramdır. Bu lehçe, esasında hem İngilizce hem de İspanyolca konuşulan bölgelerde kullanılır. Bunlar örneğin Meksika ve ABD sınır bölgesi, Florida, New York ve Los Angeles gibi yerlerdir. İspanyolca da bu karma dile "Espanglish" ender olarak da "Espanglis" denir. Bu şekilde Spanglish ifadelere örnekler: Roma İmparatorluğu Roma İmparatorluğu, Roma Cumhuriyeti'nin Augustus liderliğinde MÖ 1. yüzyılda yeniden örgütlenmesiyle kurulan Antik Roma devletidir. Uzun yıllar Akdeniz çevresinde hüküm süren Roma İmparatorluğu, 375 yılındaki Kavimler Göçü'yle başlayan karışıklıklardan sonra 395 tarihinde doğu ve batı olmak üzere ikiye ayrıldı. İmparatorluğun batıdaki kısmı olan Batı Roma İmparatorluğu Kavimler Göçü'yle Avrupa'ya gelen Cermen kavimlerinin saldırıları sonucu 476 yılında yıkılmış, doğu kısmı da varlığını Doğu Roma İmparatorluğu veya Bizans İmparatorluğu olarak 1453'te Osmanlı İmparatorluğu'nun yedinci Padişahı II. Mehmet'in İstanbul'u fethine kadar sürdürmüştür. "Roma İmparatorluğu" ünlü Latince "Imperium Romanum"'un Türkçesidir. Bu deyişte "imperium" sözcüğü bir "bölge, vilayet" anlamında kullanılmaktadır. "Roma İmparatorluğu" Avrupa'nın Romalıların egemenliği altında kalan kısmı için kullanılan bir isimdi, denilebilir. Aslında Roma kent sınırlarının aşılması ve yayılma politikası imparatorluk döneminden çok önce başlamıştı. Roma İmparatorluğu en geniş olduğu dönemde yaklaşık 5.900.000 km² büyüklüğündeydi. Avrupa tarihinin "klasik antikite" dönemindeki en geniş imparatorluğuydu. Augustus'un otokrasisinden yüzyıllar önce Roma (Roma Krallığı ve Roma Cumhuriyeti) zaten İtalyan Yarımadası'nı aşmış, önemli rakiplerini yenilgiye uğratmıştı. Augustus'un reformları Roma Devleti'ni bir imparatorluğa çevirmiş, 3. yüzyılın sonlarındaki Diokletian reformuna kadar sistem büyük oranda değişmeden devam etmiştir. Diokletian reformu imparatorluğu tetrarşiye dönüştürmüştür. Her ne kadar Diokletian'ın sunduğu politik sistem kısa bir süre boyunca varlığını korusa da, imparatorluğun ikiye bölünmesine yol açmıştır. Bu da Roma'nın egemenliğinin iki yüzyıl boyunca daha Doğu ve Batı Roma İmparatorluğu olarak sürdürmesine olanak sağlamıştır. Batı Roma İmparatorluğu'nun geleneksel çöküş tarihi 4 Eylül 476'dır. Yaklaşık binyıl sonra, 1453'te, daha çok "Bizans İmparatorluğu" olarak anılan Doğu Roma İmparatorluğu Osmanlıların egemenliğine geçmiştir. Augustus'tan Batı Roma imparatorluğu'nun çöküşüne kadar Roma Batı Avrasya'da egemen olmuş, nüfusun yarısını barındırmıştır. Geleneksel olarak tarihçiler, imparatorluğu "Principatus" ve "Dominatus" olarak iki döneme ayırırlar. "Principatus" Augustus'un iktidara gelmesinden Üçüncü Yüzyıl Krizi'ne kadarki dönemi, "Dominatus" ise Diocletianus'tan batı imparatorluğunun yıkılışına kadarki dönemi kapsar. Bu ayrıma göre "Principate" (Latince "birincil vatandaş anlamına gelen princeps kelimesinden gelir) döneminde mutlakıyetin gerçekleri resmî olarak cumhuriyetçi yapının ardında saklanırken "Dominate" (Latince "sahip" ya da "efendi" anlamına gelen dominus kelimesinden gelir) döneminde altın taçlar ve ihtişamlı imparatorluk törenleriyle açıkça gözler önüne serilmiştir. Daha yakın dönemlerde tarihçiler aradaki farkın daha ince olduğuna karar vermişlerdir. Bazı tarihi yapılar bin yıldan uzun süre devam ederek Doğu Roma dönemine kadar sürmüş ve emperyal ihtişamın görüntüsü imparatorluğun ilk günlerinden itibaren yaygın olmuştur. Roma'nın ilk imparatorunun kim olduğuna dair kesin bir yanıt vermek mümkün değildir. Tamamen teknik açıdan bakıldığında net olarak bir "ilk imparator"dan bahsetmek kolay değildir zira bu unvan Roma'nın anayasal sisteminde bulunan resmî bir konum değil farklı rollerin birleşmesinden oluşan bir pozisyondu. Bir "Dictator Perpetuus" Bu Roma Cumhuriyeti'nde resmî bir pozisyon olan diktatörlüğün kural dışı bir biçimiydi. Yasalara göre normalde bir diktatörün yönetimi asla altı aydan fazla olmazdı. Bu yüzden Sezar tarafından oluşturulan diktatörlük biçimi Roma Cumhuriyeti'nin temel ilkeleri ile oldukça çelişiyordu. Ancak ne kadar kural dışı olursa olsun resmî olarak yetkileri bu cumhuriyet unvanına dayanıyordu ve dolayısıyla da kendisi bir cumhuriyet yetkilisi olarak kabul edilir. Hiç değilse kendisi öyleymiş gibi davranıyordu. Aralarında birçoğu kendisi tarafından merhamet göstererek bağışlanmış eski düşmanlarının da bulunduğu bir dizi senatör Sezar'ın kendisini kral ilan edip bir monarşi kurmasından giderek endişe duymaya başlamışlardı. Bu yüzden Sezar'a suikast düzenlemek için bir komplo hazırlamışlar ve MÖ 44 yılının 15 Mart günü diktatör suikastçilerin bıçak darbeleriyle öldürülmüştür. Sezar'ın siyasi vârisi, ablasının torunu olan Octavianus selefinin hatasından ders çıkarmış ve hiçbir zaman herkesin endişe ettiği diktatörlük unvanı için bir talepte bulunmayarak çok daha dikkatli bir biçimde iktidarını cumhuriyetçi yapıların ardında gizlemiştir. Bunun amacı cumhuriyetin onarıldığı hülyasını beslemekti. Octavianus kendisine "Augustus" (soylu, yükseltilmiş kişi) ve "Princeps" ("Roma Cumhuriyeti'nin birinci vatandaşı" ya da "Roma Senatosu'nun baş lideri" anlamında) gibi unvanlar edindi. "Princeps" devlete iyi hizmette bulunanlara verilen bir unvandı. Pompey de bu unvana sahipti. Bunlara ilaveten Augustus'a meşe ve defne yaprağından yapılmış çelengi giyme hakkı da verilmişti. Ancak şunun altı çizilmeli ki bu unvanların ya da çelengin hiçbiri Augustus'a resmî olarak ilave güçler ya da otorite kazandırmıyordu. Resmî olarak kendisi yalnızca fazlasıyla değer verilen Roma vatandaşı bir konsüldü. Augustus, Marcus Aemilius Lepidus'un MÖ 13'te ölmesinin ardından "Pontifex Maximus" da oldu. Augustus bir dizi ilave, sıradışı gücü çok fazla unvan talebinde bulunmadan elinde topladı. Nihayetinde ihtiyacı olan şey unvanlar değil yetkinin kendisiydi. Aktium Savaşı Marcus Antonius ve Kleopatra'nın yenilgisiyle sonuçlanmış ve her ikisi de savaşın ardından intihar etmişti. Octavianus, Kleopatra'nın oğlu ve eş-yönetici Caesarion'u öldürtmüştü. Ceasarion, muhtemelen Jül Sezar'ın tek oğluydu. Dolayısıyla Caesarion'u öldürerek Octavianus, Jül Sezar ile yakın kan bağı bulunan herhangi bir erkek rakip olasılığını da ortadan kaldırmış oldu. Roma'nın tek ve yegane yöneticisi olan Octavianus askerî, malî ve siyasi meselelerin tam kapsamlı bir onarımına girişti. Bu girişimler Roma dünyasını istikrara oturtmayı ve pasivize etmeyi, aynı zamanda da yeni rejimin kabul görmesini sağlamayı amaçlıyordu. Octavianus'un Roma aleminin yöneticisi olmasının ardından Roma senatosu kendisine Augustus ismini verdi. Bu sırada ilk adı olarak "imperator" (Baş komutan) unvanını zaten kullanmaktaydı. Bu cumhuriyet döneminden beri kullanılan bir unvandı. Sezar'ın evlatlık vârisi olan Augustus, Sezar adıyla çağrılmayı tercih etmişti. Sezar aile adının bir parçasıydı. Julio-Claudian yönetimi yaklaşık bir asır sürdü (MÖ 1. yüzyılın ortalarında Jül Sezar'ın iktidara gelmesinden 1. yüzyıl ortalarında imparator Nero'ya kadar). Flavius hanedanı döneminde ve Vespasianus ve oğulları Titus ve Domitianus'un hük
ümdarlığında Sezar kavramı fiiliyatta bir aile isminden resmî bir unvana dönüşmüştü. Çar, kayzer ve şah gibi bu unvanın türevleri bugüne kadar gelmiştir. İç savaşlar yüzünden o güne kadar rastlanmamış sayılara ulaşan (50 civarında) Roma lejyonlarının sayısı 28'e düşürüldü. Özellikle içlerinde sadakatleri şüpheli olan bazı lejyonlar dağıtıldı. Bazıları "Gemina" (ikiz) unvanıyla birleştirildi. Ayrıca Augustus görünüşte İtalya'da barışı muhafaza edebilmek için dokuz özel "cohortes" oluşturdu ve bunların en azından üçünü Roma'da konuşlandırdı. Bu cohortes sonradan Praetorian muhafızları olarak bilinen birimler haline geldi. Octavianus otokrasi ve krallığın Romalıların yüzyıllardır tecrübe etmedikleri ve sakındıkları şeyler olduğunun farkındaydı. Octavianus bir tiran olarak görülmek istemiyordu ve anayasal cumhuriyet yanılgısını korumaya çalıştı. Roma Cumhuriyeti anayasasını hâlâ işlevselmiş gibi göstermeye çalıştı. Gaddar Lucius Cornelius Sulla gibi geçmişteki Roma diktatörleri bile Roma'yı asla bir, iki seneden fazla olmamak üzere kısa süreliğine yönetmişti (Jül Sezar haricinde). MÖ 27'de Octavianus resmen tüm tüm yetkilerini Roma senatosuna bırakmaya çalıştı. Dikkatlice kurgulanmış bir şekilde o sırada büyük bölümü kendi taraftarları olan senatörler bu teklifi teddettiler ve Roma cumhuriyeti ve halkının iyiliği için yetkileri elinde tutmaya devam etmesi için yalvardılar. Anlatılana göre Octavianus'un konsüllükten çekileceği önerisi Roma'daki plebler arasında isyanlara neden olmuştu. Senato ve Octavianus arasında "Birinci Uzlaşma" olarak bilinen bir anlaşma sağlandı. Bu anlaşma Augustus'u halkın otokratı olarak meşrulaştırdı ve bir tiran olarak görülmeyeceğini temin ederek "Pax Romana" olarak bilinen uzun dönemin başlangıcı oldu. Octavianus eyaletlerin idaresini senatoyla paylaştı. Lejyonların büyük bölümünün konuşlandığı sınırlardaki huzursuzluk yaşanan eyaletler imparator tarafından seçilen imparatorluk "legatus"ları tarafından yönetiliyordu. Bu eyaletler imparatorluk eyaletleri olarak sınıflandırılıyordu. Senato eyaletlerinin valileri ise senato tarafından seçiliyordu. Bu eyaletler genellikle huzurluydu. Afrika senato eyaletinde yalnızca bir lejyon vardı. Augustus imparatorluk eyaletlerinden toplanan vergilerin kendisi tarafından seçilen ve yalnızca kendisine hesap veren kişilerin idaresindeki fiscusa gönderilmesini emretmişti. Senato eyaletlerinden toplanan vergilerin senatonun kontrolündeki aerariuma gönderilmesine devam edildi. Bu durum Augustus'u senatodan daha zengin hale getirdi. Lejyonerlerin maaşlarını daha rahat ödeyebilir hale gelen Augustus böylece askerlerin sürekli saadetini de sağlamış oldu. Bu durum son derece zengin olan ve aynı zamanda tüm imparatorluğun en önemli hububat tedarikçisi olan Mısır imparatorluk eyaleti ile garanti altına alınmıştı. Senatörlerin bu eyaleti ziyaret etmeleri bile yasaktı zira büyük ölçüde imparatora ait olduğu kabul ediliyordu. Augustus MÖ 23 yılında konsüllükten feragat etti ancak consular imperium konumunu koruyarak "ikinci uzlaşma" olarak bilinen Augustus ve senato arasında ikinci bir anlaşmaya yolaçtı. Augustus'a "tribunate" (tribunicia potestas) yetkileri verildi (unvanın kendisi değil yalnızca yetkileri). Bu yetkilere göre senato ve halkı kendi isteğiyle toplayabiliyor, meclis ya da senatonun eylemlerini veto edebiliyor, seçimlere başkanlık edebiliyor ve tüm toplantılarda ilk konuşma hakkına sahip oluyordu. Ayrıca Augustus'un tribunate yetkileri içinde "censura"ya ait güçler de vardı. Buna göre genel ahlâkı teftiş edebiliyor, yasaları halkın çıkarına olduğunu garanti altına almak için tetkik edebiliyor, nüfus sayımı yaptırabiliyor ve senatodaki üyelikleri belirleyebiliyordu. Roma tarihinde hiçbir tribunate bu güçlere sahip olmamıştı ve Roma sisteminde tribunate ve censuranın güçlerini tek bir konumda toplandığı görülmemişti. Augustus hiçbir zaman cansura görevine seçilmemişti. Censura yetkilerinin kendisine tribunate yetkilerinin bir parçası olarak mı yoksa kendi kendisine mi bu sorumlulukları üstlendiği hâlâ bir tartışma konusudur. Tüm bunlara ilaveten Augustus Roma şehrinin yegane yetkilisi ilan edildi. Evvelce praefectusların kontrolünde olan şehirdeki tüm askerî güçler artık Augustus'un emrindeydi. Ayrıca tüm prokonsüllerin üzerinde iktidar yetkisi verildi. Bu yetkiyle Augustus herhangi bir eyalete müdahele etme ve herhangi bir valinin kararlarnı geçersiz kılma hakkını elde ediyordu. Yine bu yetkiyle Augustus görünürde tüm Roma ordusunun lideri olduğundan başarılı bir generale zafer bahşedebilecek tek birey olmuştu. Bu reformlar Roma cumhuriyeti geleneğine göre alışılmadık şeylerdi. Ancak senato artık Sezar'ı öldürme cesaretini gösteren cumhuriyetçi patricilerden oluşmuyordu. Bu senatörlerin büyük bölümü iç savaşlarda ölmüştü ve senatodaki muhafazakâr cumhuriyetçilerin Cato ve Cicero gibi liderleri çoktan ölmüşlerdi. Octavianus senatoyu şüpheli unsurlardan temizlemiş ve kendi taraftarlarıyla doldurmuştu. Tüm bu işlemler sırasında senatonun ne kadar özgür olduğu ve perde arkasında ne tür anlaşmaların yapıldığı bilinmemektedir. Tuna ve Elbe nehirleri boyunca imparatorluğun sınırlarını güvenlik altına almak amacıyla Octavianus İllirya, Moesia, Pannonia ve Germania'nın işgal edilmesini emretti. Başta her şey planlandığı gibi gittiyse de sonrası felaketle sonuçlandı. Ayaklanan İlliryalı kabileler bastırılmak zorunda kaldı ve Publius Quinctilius Varus komutasındaki üç lejyon pusuya düşürüldü ve 9 yılında Varus Savaşı'nda Arminius liderliğindeki Germen barbarlar tarafından yok edildiler. Tedbirli davranan Augustus Ren'in batısındaki tüm toprakları güvenlik altına aldı ve karşı baskınlarla kendini tatmin etti. Ren ve Tuna nehirleri Roma İmparatorluğu'nun kuzeydeki kalıcı sınırları haline geldi. Augustus dönemi öncesindeki cumhuriyet dönemine oranla çok daha zayıf bir şekilde kaydedilmiştir. Bu dönemle ilgili önemli başlıca kaynaklar şunlardır: Augustus'un kızı Julia'dan üç torunu vardı. Hiçbiri Augustus'un yerine geçebilecek kadar uzun yaşamadı. Dolayısıyla yerine karısı Livia'nın ilk evliliğinden olan üvey oğlu Tiberius geçti. Augustus Roma'nın en eski patrici ailesi olan Julius ailesinden geliyordu. Diğer tarafta Tiberius ise Julius ailesi kadar eski olmayan Claudius ailesinden geliyordu. Onların haleflerinin hepsi de Tiberius'un kardeşi Nero Claudius Drusus dolayısıyla Claudius ailesinden ve Augustus'un ilk evliliğinden olan kızı Yaşlı Julia (Caligula ve Nero) veya Augustus'un kızkardeşi Küçük Octavia (Claudius) vasıtasıyla Julius ailesindendi. Bu yüzden tarihçiler bu hanedandan "Julio-Claudian" adıyla bahseder. Tiberius'un yönetiminin ilk yılları huzurlu ve nispeten tehlikesizdi. Roma'nın tüm gücünü güvence altına aldı ve hazineyi zenginleştirdi. Ancak çok geçmeden Tiberius'un salatanatına paranoya ve iftira hâkim oldu. 19 yılında birçok kimse tarafından yeğeni Germanicus'un ölümünden sorumlu tutuldu. 23 yılında oğlu Drusus öldü. Tiberius giderek kendi içine çekildi. Bir dizi ihanet davası ve idam başlattı. İktidarını muhafız komutanı Lucius Aelius Sejanus'a bıraktı. Kendisi 26 yılında Capri adasındaki villasında yaşamak üzere emekli oldu. Yönetimi bıraktığı Sejanus iştahla zulmetmeye devam etti. Sejanus 31 yılında Tiberius'un yanında eş konsül olarak ve imparatorun yeğeni Livilla ile evlenerek gücünü pekiştirdi. Bu noktada kendi kazdığı çukura düştü. O güne kadar kendi çıkarına kullandığı imparatorun paranoyası kendi aleyhine döndü. Aynı yıl Sejanus birçok yakınıyla birlikte idam edildi. Zulüm 37 yılında Tiberius'un ölümüne kadar sürdü. Tiberius öldüğü sırada yerine geçebilecek kişilerin büyük bölümü gaddarca öldürülmüştü. Akla yatkın olan vâris (ve Tiberius'un kendi tercihi) küçük yeğeni Germanicus'un oğlu Gaius'du (daha bilinen adıyla "Caligula" ya da "ufak papuçlar"). Caligula zulme son verip amcasının kayıtlarını yakarak iyi bir başlangıç yaptı. Ancak ne yazık ki çok geçmeden hastalığa yakalandı. 37'nin sonlarında Caligula aklî dengesizlikler göstermeye başladı. Modern yorumcular hastalığının aklî dengesizliğe, hipertiroidi ve hatta sinir krizine (belki de Caligula'nın konumundan ötürü) yolaçan ensefalit olduğunu düşünmektedirler. Sebebi ne olursa olsun o noktada hükümdarlığında bariz bir değişim olmuş ve hayatını ele alanların kendisinin deli olduğunu düşünmelerine neden olmuştur. Caligula'nın hayatıyla ilgili bilinenlerin çoğu Suetonius'un "Oniki Sezar'ın hayatları" adlı çalışmasında anlattıklarıdır. Suetonius'a göre Caligula bir keresinde en sevdiği atı Incitatus'u Roma senatosuna atamaya kalkmıştı. Deniz tanrısı Neptün ile savaşmaları için askerlerine Britanya'yı işgal etmelerini emretmiş ama son dakikada fikrini değiştirip Fransa'nın kuzeyinde deniz kabuğu toplatmıştı. Kız kardeşleriyle ensest ilişkilere girdiğine inanılmaktadır. Heykelinin Kudüs'deki tapınağa dikilmesini emretmişti. Eğer arkadaşı kral Herod tarafından bu fikrinden vazgeçirilmemiş olsa şüphesiz bir isyana sebep olacaktı. İnsanları gizlice öldürtüp, sonra da sarayına davet ederdi. Gelmediklerinde ise şaka yollu intihar etmiş olabileceklerini söylerdi. 41 yılında Caligula muhafız komutanı Cassius Charea tarafından öldürüldü. İmparatorluk ailesinden göreve gelebilecek tek kişi amcası Tiberius Claudius Drusus Nero Germanicus'du. Claudius uzun süre ailenin geri kalanı tarafında zayıf ve aptal biri olarak görülmüştü. Oysa ne amcası Tiberius gibi paranoyak, ne de yeğeni Caligula gibi deliydi. Bu yüzden de imparatorluğu makul bir dirayetle yönetebilme becerisine sahipti. Bürokrasiyi iyileştirmiş ve vatandaşlık ve senato tutanaklarını daha etkin hale getirmiştir. Ayrıca Britanya'nın işgaline ve kolonileştirilmesine devam etmiş (43) ve imparatorluğa doğuda yeni eyaletler katmıştır. Ostia'da Roma için kışlık bir liman inşa ettirmiş böylece kötü hava koşullarında imparatorluğun diğer kısımlarından hububatın gelmesi için bir yer sağlamıştır. Kendi aile yaşantısında ise Claudius o kadar başarılı değildi. Karısı Messalina kendisini aldatıyordu. Claudius bunu öğrendiğinde Messalina'yı
idam ettirdi ve yeğeni Genç Agrippina ile evlendi. Agrippina beraberindeki bir dizi azledilmişle birlikte Claudius'un üzerinde aşırı derecede bir nüfuz oluşturdular ve her ne kadar ölümüyle ilgili çelişkili anlatımlar olsa da Claudius'u 54 yılında karısının zehirlemiş olması kuvvetle muhtemeldir. Claudius'un ölümü Agrippina'nın kendi oğlu 17 yaşındaki Luciuc Domitius Nero'nun önünü açmış oldu. Nero 54 yılında 68'e kadar iktidarda kaldı. Hükümdarlığı sırasında dikkatini daha fazla diplomasi, ticaret ve imparatorluğun kültürel sermayesinin arttırılmasına verdi. Tiyatroların inşa edilmesi için emirler verdi ve spor oyunlarını destekledi. Hükümdarlığı sırasında Partlara karşı başarılı bir savaş yürütüldü ve barış antlaşması yapıldı (58-63), Briton isyanı bastırıldı (60-61) ve Yunanistan ile kültürel bağlar geliştirildi. Ancak Nero bir tiran ve 64 yılında "Roma yanarken lir çalan imparator" olarak hatırlanır. Askeri bir darbe sonucunda Nero gizlenmek durumunda kaldı. Anlatılanlara göre Roma senatosu tarafından idam edilmesi söz konusu olunca 68 yılında intihar etti. Son sözleri "İçimde nasıl bir sanatçı ölüyor" idi. Nero'nun 68 yılında intihar etmek zorunda kalmasının ardından "dört imparator yılı" olarak bilinen kısa bir iç savaş (MÖ 31'de Antonius'un ölümünden beri yaşanan ilk iç savaş) yaşandı. 68'in Haziran ayı ile 69'un Aralık ayı arasında Roma Vespasianus'un Flavius Hanedanının ilk hükümdarı olarak başa geçişine kadar Galba, Otho ve Vitellius'un iktidara gelip gitmelerine tanık oldu. İç savaş Roma İmparatorluğu tarihinde döngüsel siyasi huzursuzluğun simgesi olmuştur. İç savaş nedeniyle yaşanan askerî ve siyasi anarşinin Batavia'daki isyan gibi çok ciddi sonuçları olmuştur. Flavius Hanedanı kısa süreli bir hanedan olmakla birlikte düşkün duruma gelmiş bir imparatorluğa tekrar istikrar getirmişti. Özellikle daha merkeziyetçi yönetimlerinden ötürü bu hanedandan gelen üç imparator da eleştirilmişse de 3. yüzyıla kadar varlığını sürdürebilecek kadar istikrarlı bir imparatorluk için gerekli reformları yapmışlardı. Öte yandan askerî kökenleri senato daha da marjinalleşmesine ve birinci "princeps" ya da vatandaştan "imperator" ya da imparatora doğru katî bir yönelime neden olmuştur. Vespasianus Roma İmparatorluğu'nun doğusunun büyük bölümünün yönetiminden sorumlu son derece başarılı bir Roma generaliydi. Kendisi Galba'nın imparator olma talebini desteklemiş, Galba'nın ardından da tahtın en büyük müsabığı haline gelmiştir. Otho'nun intihar etmesinin ardından Vespasianus Roma'nın kışlık hububat tedarikçisi Mısır'ı kontrolü altına almayı başararak rakibi Vitellius'u yenebileceği güçlü bir konuma gelmişti. 20 Aralık 69 günü Vespasianus'un taraftarları Roma'yı işgal ettiler. Vitellius kendi askerleri tarafından öldürüldü ve ertesi gün altmış yaşındaki Vespasianus Senato tarafından imparator olarak onaylandı. Muhalif senatörleri kovdu. Aynı zamanda Nero'nun eylemleri ve takip eden yıllardaki krizler nedeniyle 200'e düşen senatör sayısını 1.000'e çıkardı. Yeni senatörlerin çoğu Romalı değil, daha ziyade İtalya ve batı eyaletlerindeki şehir merkezlerindendi. Roma'yı Nero'nun aşırı harcamaları ve iç savaşlar yüzünden oluşan malî yükten kurtardı. Bunu yapmak için yalnızca vergileri artırmadı aynı zamanda yeni vergiler de koydu. Ayrıca censura yetkileriyle tüm şehirlerin ve eyaletlerin malî yapılarını dikkatlice inceleme fırsatı buldu. Bu eyalet ve şehirlerin çoğu bir asırdan fazla zaman öncesine dayanan bilgi ve yapılandırmalara göre vergi vermekteydi. Bu sağlam malî politikalar vasıtasıyla hazineyi kâra geçirmeyi başardı ve bayındırlık işlerine girişti. "Amphitheatrum Flavium"'un (Kolezyum) yapım emrini ilk Vespasianus vermişti. Ayrıca bir forum ve ortasında da bir Huzur tapınağı inşa ettirmişti. İlave olarak sanata hatırı sayılır miktarda sübvansiyon ayırdı. Vespasianus görev süresince eyaletlerde de etkin bir imparatordu. Hispania'ya ayrıca önem vermiş ve üç yüz kasaba ve şehre Latin hakları vermişti. Bu şekilde batı eyaletlerinde yeni bir şehirleşme dönemini teşvik etti. Senato'ya yaptığı ilavelerle senatoda eyaletlerin daha fazla nüfuz sahibi olmalarını sağladı ve bu sayede imparatorlukta birliği teşvik etti. İmparatorluğun sınırlarını da genişletti. Bu genişlemelerin çoğu Vespasianus'un başlıca hedeflerinden biri olan sınır savunmalarının güçlendirilmesi için yapılmıştı. 69 yılındaki kriz orduda düzensizliğe neden olmuştu. En belirgin sorunlardan biri eyalet leyonlarının eyaletlerinin isteklerini temsil ediyor olması gerekenlere sadakatiydi. Bunun başlıca nedeni destek birliklerinin askere kaydoldukları memleketlerinde konuşlandırılmış olmasıydı. Vespasianus bu uygulamayı değiştirdi. Destek birliklerini imparatorluğun diğer bölgelerinden adamlarla karıştırdı ya da birlikleri başka bölgelere gönderdi. Ayrıca yeni bir askerî darbe ihtimalini iyicene azaltmak için lejyonları sınır boyunca dağıttı. Belki de en önemli askerî reformu İtalya dışında Galya ve Hispania'dan da, bu bölgelerin Romanizayonu ile paralel olarak lejyoner toplamasıydı. Vespasianus'un büyük oğlu Titus hükümdar olmak üzere hazırlanmıştı. Babasının yanında başarılı bir general olarak hizmet vermiş, doğunun güvenlik altına alınmasına yardımcı olmuş ve sonunda Suriye ve Yahudiye'deki Roma ordularının komutanı olarak o sırada devam etmekte olan Yahudi isyanını bastırmıştı. Bir süre babası ile birlikte konsül olarak görev yaparak tecrübe kazandı. Başa geçtiğinde Roma toplumunun saygın bulmadığı bazı ilişkileri yüzünden endişeye sebep olmuşsa da kısa sürede erdemli biri olduğunu ispat etmiş, tevekkülünün göstergesi olarak babası tarafından sürgüne gönderilen birçok kişiyi bile geri çağırmıştır. Ancak kısa süreli saltanatına iki felaket, 79'da Pompeii'deki Vezüv yanardağının patlaması ve 80 yılında Roma'nın büyük bölümünü yerle bir eden yangın damgasını vurmuştur. Bu trajedilerin ardından yapılan yeniden inşa faaliyetlerindeki cömertliğiyle son derece popüler hale gelmiştir. Titus babasının zamanında başlanan büyük amfi tiyatro ile son derece gurur duyuyordu. 80 yılında henüz tamamlanmamış yapıda açılış törenleri düzenledi. 100 gün süren müsrif gösterilerde 100 gladyatör yer aldı. Titus 81 yılında 41 yaşında tahminen bir hastalık yüzünden öldü. Kardeşi Domitianus tarafından yerine geçmek için öldürüldüğü iddia edilmiş de bu iddianın pek bir dayanağı yoktur. Flaviusların otokratik yönetimlerinden ötürü hepsinin senato ile ilişkileri zayıftı ancak içlerinde yalnızca Domitianus ciddi sorunlarla karşılaşmıştı. Konsül ve "censura" olarak sürekli hâkimiyetinin daha evvelden bir örneği yoktu. Ayrıca genellikle bir "imperator" olarak tamamıyla askerî kıyafetler giyiyordu. Bu "Principatus" dönemi imparatorlarının gücünün dayanağının, "princeps"'ten gelen imparatorluk gücü olduğu fikrine tersti. Senatodaki itibarı bir yana Domitianus, Roma halkını Roma'daki tüm ev sahiplerine yardım yapılması, yeni tamamlanan Kolezyum'daki sıra dışı gösteriler ve babası ve ağabeyi döneminde başlanmış olan bayındırlık ilerinin devam ettirilmesi gibi çeşitli yollarla memnun etmişti. Ayrıca babası gibi malî işlere kafasının yattığı anlaşılmaktadır zira müsrifliğine rağmen haleflerine iyi durumda bir hazine bırakmıştı. Ancak hükümdarlığının sonlarına Domitianus son derece paranoyak bir hale gelmiştir. Bu paranoyanın temelleri muhetemelen babasından gördüğü muamele ile bağlantılıydı. Geçmişte kendisine önemli sorumluluklar verilmişse de önemli konularda başkalarının gözetimi olmadan kendisine güvenilmemiştir. Germania valisi ve komutanı Antonius Saturnius'un 89 yılındaki isyanının ardından bu paranoya şiddetli ve hatta marazı seyirmelere dönüştü. Paranoyası yüzünden çok sayıda kişinin tutuklanmasına, idam edilmesine ve birçok mülke el konmasına (ki bu müsrifliğini açıklayabilir) yol açtı. Sonunda iş öyle bir noktaya geldi ki en yakın danışmanları ve aile üyeleri korku içinde yaşar hale geldi. 96 yılında senatodaki düşmanları, Stephanus (Julia Flavia'nın kâhyası), Praetor muhafızları ve imparatoriçe Domitia Longina tarafından düzenlenen bir suikastle öldürüldü. Sonraki yüzyıl "Beş İyi İmparator" dönemi olarak bilinir. Bu dönemde imparatorluk makamı barışçıl bir şekilde el değiştirmiştir. Bu dönemin imparatorları selefleri henüz hayattayken halef olarak evlat edinilmişlerdi. Haleflerin belirlenmesi seçilecek bireylerin meziyetlerine bağlı olsa da evlatlık sisteminin başarıyla devam etmesinin ardındaki esas nedenin sonuncu hariç bu dönemdeki imparatorların hiçbirinin doğal vârisinin olmaması gösterilmiştir. Başa geçtikten sonra Nerva yeni bir tarz ortaya koydu. İhanetten hapsedilmiş olanları serbest bıraktı, ihanetten kovuşturma açılmasını yasakladı, haczedilmiş mülkleri sahiplerine geri verdi ve Roma Senatosu'nu yönetimine dahil etti. Muhtemelen bu şekilde davranmasının sebebi nispeten popüler (dolayısıyla da hayatta) kalmak içindi ancak yine de bu yaklaşımı tam anlamıyla yardımcı olmadı. Ordu içinde Domitianus'a destek hâlâ çok güçlüydü ve 97 yılının Ekim'inde Praetor Muhafızı Palatin tepesindeki imparatorluk sarayını kuşatarak Nerva'yı rehin aldı. Nerva ordunun taleplerini kabul etmeye zorlandı, Domitianus'un ölümünden sorumlu olanları teslim etmeyi kabul etti ve hatta isyancı muhafızlara teşekkür eden bir konuşma yaptı. Bu olaydan kısa süre sonra yönetimini güçlendirmek için Germen sınırındaki orduların komutanı olan Trajan'ı evlat edindi. Nerva'ya yönelik ayaklanmanın sorumlusu muhafız Casperius Aelianus daha sonra Trajan'ın iktidarı sırasında idam edildi. 112 yılında Partların Nero'nun devrinden beri elli yıldır Romalılar ile egemenliğini paylaştıkları Ermenistan tahtına kabul edilemez birini getirme kararları üzerine Trajan Ermenistan'a sefere çıktı. Kralı devirdi ve ülkeyi Roma İmparatorluğu'nun kontrolüne soktu. Ardından güneye Part İmparatorluğu üzerine gitti ve Babil, Selevkeia ve son olarak da başkent Tizpon'u ele geçirdi. Basra körfezine doğru devam ederek burada imparatorluğun yeni eyaleti Mezopotamya'yı ilan etti ve Büyük İskender'in yolundan gitmek için çok yaşlı o
lmasına hayıflandı. Ama durmadı. 116 yılında Susa'yı ele geçirdi. Part kralı I. Osreos'u devirdi ve yerine kendi kuklası Parthamaspates'i getirdi. Roma İmparatorluğu doğuda bir daha onun zamanındaki kadar genişlemedi. Askerî idare bakımından mükemmeliği bir yana Hadrianus'un hükümdarlığına büyük çaplı askerî çatışmalardan ziyade imparatorluğun geniş topraklarının savunulması ağırlık koydu. Savunulmasının mümkün olmadığını düşünerek Tarajan'ın Mezopotamya'da ele geçirdiği topraklardan geri çekildi. 121 yılında Partlarla savaşın eşiğine gelindi ancak Hadrianus barış yapılmasını sağladı. Hadrianus'un ordusu Simon Bar Kokhba önderliğinde Yahudiye'de çıkan büyük Yahudi isyanını (132-135) bastırdı. Hadrianus eyaletleri kapsamlı bir şekilde gezen ilk imparatordu. Gittiği yerlerde yerel inşaat projelerine para yardımlarında bulundu. Britanya'da meşhur Hadrianus Duvarını inşa ettirdi. Ayrıca Kuzey Afrika ve Almanya'da benzer savunma hatları yaptırdı. İç politikaları barış ve refah üzerine kuruluydu. Hadrianus bu ziyaretlerden birini Edirne'ye yapmıştı.Yerel Trak kralların önemli bir şehri olan Edirne'ye bir kale yaptırmıştı.Hadrianus ya da Adrianus'a ithafen şehrin adı Adrianopolis olarak değiştirilmişti. Adrianopolis adı zamanla Adrian'a oradan da Edirne'ye dönmüştür. Antoninus Pius'un dönemine tamamen barış hâkimdi. Mauretania, Yahudiye ve Britanya'da kimi askerî huzursuzluklar olduysa da hiçbiri ciddi değildi. Antoninus Duvarının Britanya'daki huzursuzluk üzerine inşa edildiği sanılmaktadır. Bu dönemde Germen kabileler ve diğer halklar kuzey Avrupa sınırına birçok saldırıda bulundular. Doğudaki savaşçı kabileler yüzünden özellikle Galya ve Tuna'nın öteki yakasına yöneldiler. Marcus Aurelius'un bu kabilelere karşı yaptığı seferler Marcus Aurelius sütununda anılmıştır. Asya'da canlanan Part İmparatorluğu yeni saldırılarda bulunmuştur. Marcus Aurelius bu saldırıları karşılamak için eş imparatoru Verus'u doğudaki lejyonlara komuta etmesi için gönderdi. Commodus'un 180 ile 192 yılları arasındaki hükümdarlığı ile "Beş İyi İmparator" dönemi son erdi. Commodus, Marcus Aurelius'un oğluydu. Bir yüzyıl aradan sonraki ilk doğrudan vâris olarak gayet iyi işlemiş olan evlatlık vâris sistemini sonlandırmıştır. 177'den itibaren babasıyla birlikte eş imparator olmuştur. 180 yılında babasının ölümünün ardından tek başına imparator olduğunda ilkin Roma halkının gözünde ümit vadetmişti. Ancak babası ne kadar cömert ve bağışlayıcıysa Commodus da tam tersiydi. Edward Gibbon, "Roma İmparatorluğu'nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi" adlı eserinde Commodus'un ilk yıllarında iyi bir yönetim gösterdiğini belirtir. Ancak aralarında ailesinden kimselerin de bulunduğu bir suikast girişiminin ardından Commodus paranoyaklaşmış ve akıl sağlığını kaybetmiştir. "Pax Romana" (Roma barışı) Commodus'un hükümdarlığı ile sona ermiştir. Bir anlamda suikast girişiminin Roma İmparatorluğu'nun uzun soluklu çöküşünü başlattığı da söylenebilir. Severuslar dönemi Septimius Severus (193-211), Caracalla (211-217), Macrinus (217-218), Elagabalus (218-222) ve Alexander Severus'un (222-235) giderek sorunlu hale gelen hükümdarlıklarını kapsar. Hanedanın kurucusu Luciuc Septimius Severus Afrika'daki Leptis Magnus şehrinin önde gelen ailelerinden birindendi. Julia Domna ile yaptığı evlilikle Suriyeli seçkin bir aile ile ittifak kurmuştu. Elagabalus ve Alexander Severus gibi Suriye kökenli imparatorlara iktidar yolunu açan taşralı geçmişleri ve kozmopolit ittifakları Roma İmparatorluğu'nun Antoninler döneminde elde ettiği geniş siyasi yapıyı ve ekonomik kalkınmayı ortaya koyar. Genelde başarılı bir yönetici olan Septimius Severus ordunun desteğini tam sadakat için verdiği sağlam ücretlerle sağladı ve equestrian subayları yönetimdeki kilit pozisyonlardaki senatörlere vekil tayin etti. Bu şekilde imparatorluk yönetiminin iktidar merkezini başarılı bir şekilde imparatorluğa yaydı. Septimius Severus'un oğlu "Caracalla" takma adlı Marcus Aurelius Antoninus 212 yılında Roma vatandaşlığını Roma İmparatorluğu'nun tüm özgür sakinlerine sağlayan "Constitutio Antoniniana" yasasını çıkartarak İtalyalılarla taşralılar arasındaki tüm yasal ve siyasi ayrıcalıkları kaldırdı. Ayrıca Caracalla Roma'daki meşhur Caracalla Kaplıcalarını yaptırdı. Kaplıcanın tasarımı sonradan yapılan birçok anıtsal kamu binasına örnek olmuştur. Giderek dengesizleşen ve otokratikleşen Caracalla "praetor prefect" Macrinus'un 217 yılındaki suikastine kurban gitti. Macrinus kısa süreliğine senato sınıfından olmayan ilk imparator olarak görev yaptı. Ancak imparatorluk sarayındaki kadınların komplosuyla 218 yılında Elagabalus 218 yılında başa geçti. Ardından 222 yılında hanedanın son üyesi Alexander Severus imparator oldu. Severuslar döneminin son aşamasında senato az da olsa eski gücüne kavuşmuş ve bir dizi malî reformlar yapılmıştı. Doğuda Sasani İmparatorluğu'na karşı ilk başlarda elde edilen başarılara karşın Alexander Severus'un orduyu kontrol altında tutmaktaki yetersizliği sonunda ayaklanmaya ve 235 yılında suiakaste uğramasına neden oldu. Alexander Severus'un ölümü art arda gelen asker-imparatorların ve neredeyse yarım yüzyıl süren iç savaş ve çekişmelerin önünü açtı. Üçüncü Yüzyıl Krizi 235 ile 284 yılları arasında Roma İmparatorluğu'nun parçalandığı ve yıkılmanın eşiğine geldiği dönem için kullanılan bir isimlendirmedir. Bu döneme "askerî anarşi" dönemi de denir. Augustus'un MÖ 1. yüzyıldaki iç savaşlara son vermesinin ardından imparatorluk sınırlı sayıda dış istilaların yaşandığı, iç barışın ve ekoonomik refahın hâkim olduğu bir dönem ("Pax Romana") yaşamıştı. Ancak üçüncü yüzyılda imparatorluk askerî, siyasi ve ekonomik krizler yaşayarak çökmeye başladı. Sürekli barbar akınları, iç savaş ve hiperenflasyon vardı. Sorunun bir bölümü Augustus'un kurmuş olduğu düzenden kaynaklanıyordu. Augustus konumunu önemsiz göstermek için imparatorların veraseti ile ilgili kurallar koymamıştı. 1. ve 2. yüzyıllarda veraset yüzünden çıkan anlaşmazlıklar kısa süreli iç savaşlara neden olmuştu. Fakat 3. yüzyılda bu iç savaşlar sürekli hale geldi ve imparator adaylarının hiçbiri rakiplerine üstünlük sağlamayı ya da imparator olarak konumunu uzun süre muhafaza etmeyi başaramadı. 235 ve 284 yılları arasında 25 farklı imparator Roma'yı yönetti. İkisi dışında bu imparatorların hepsi de ya cinayete kurban gitti ya da savaş alanında öldürüldü. Roma ordusu sınırlara teksif edilmişti. Bu yüzden istilacılar bir kere sınırı geçtikleri vakit onları durdurmak mümkün değildi. Vatandaşların yerel yönetimlere iştirakının azalması imparatorları müdahale etmeye zorladı ve bu da giderek merkezî hükümetin sorumluluklarını artırdı. Bu dönem Diocletianus'un başa geçmesiyle sona erdi. Diocletianus becerisiyle ya da şansıyla kriz döneminde yaşanan derin sorunların büyük bölümünü çözdü. Ancak temel sorunlar devam edecek ve sonunda batı imparatorluğunun yıkılmasına neden olacaktı. Bu dönemdeki değşim Geç Antikitenin başlangıcı ve Klasik Antikitenin de sonudur. İmparatorluğun batı ve doğu imparatorlukları olarak ikiye ayrılması aşamalı bir süreçti. 285'in Temmuz ayında Diocletianus rakibi Carinus'u yendi ve tek başına imparator oldu. Diocletianus iç baskılara ve iki cephedeki askerî tehditlere karşı imparatorluğun tek bir imparator tarafından yönetilmesinin mümkün olmadığını gördü. Bu nedenle imparatorluğu ikiye böldü ve "Augustus" unvanıyla hüküm sürecek eşit iki imparator mevkii yarattı. Diocletianus imparatorluğun doğusunun, eski arkadaşı Maximianus ise batının imparatoru oldu. Bu şekilde ileride Batı Roma ve Doğu Roma imparatorluklarına dönüşecek yapıları oluşturmuş oldu. 293 yılında her iki "Augustus"un da kendilerine idarî meselelerde yardımcı olmaları ve bir verâset sistemi oluşturmak için Sezar adıyla birer alt imparator atamalarıyla imparatorluk biraz daha bölündü. Galerius Diocletianus'un altında, Constantius Chlorus da Maximianus'un altında Sezar oldular. Bu yapı modern uzmanların tetrarşi (Yunanca: "dörtlü yönetim") adını verdikleri yapıyı meydana getirdi. Roma'da yıllarca en yetkilli kişinin kim olacağı ile ilgili kanlı tartışmalar imparatorlar barışçıl bir yolla başa geçmelerini sağlayan bu yapıyla sona erdi. İmparatorluğun iki yarısında da her Sezar kendisini seçen "Augustus"un yerine geçecek ve kendine yeni bir Sezar seçecekti. 1 Mayıs 305'te Diocletianus ve Maximianus konumlarından feragat ettiler. İki Sezar'ı da Galerius seçti. Kendisi için yeğeni Maximinus'u, Constantius için ise Flavius Valerius Severus'u seçti. Bu düzenleme Diocletianus ve Maximianus döneminde ve onların ardından kısa bir süre işledi. Roma devleti içindeki gerilimler eskisine göre daha az şiddetliydi. "Roma İmparatorluğu'nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi" adlı eserinde Edward Gibbon bu düzenlemenin dört yönetici arasındaki evlilik bağları nedeniyle iyi işlediğini belirtir. Gibbon yeni düzenlemeyi "müziğin koro bölümüne" benzetir. Diocletianus ve Maximianus'un çekilmeleriyle armoni bozulmuştur. Ateşli bir pagan olan Diocletianus başlangıçta bir süre tolerans gösterdiyse de imparatorluk içinde sayıları sürekli artan Hıristiyanlardan rahatsızdı. Bu nedenle onları Nero'dan beri görülmemiş bir şekilde cezalandırdı. Bu tarihte Hıristiyanlarıın maruz kaldığı en büyük zulümlerden biriydi. Tetrarşi 25 Temmuz 306'da Constantius Chlorus'un ölümüyle sona erdi. Constantius'un Eboracum'daki askerleri ve oğlu Konstantin'i hiç vakit kaybetmeden "Augustus" ilan ettiler. 306'nın Ağustos ayında Galerius Severus'u "Augustus" pozisyonuna atadı. Roma'da ise Maximianus'un oğlu Maxentius 28 Ekim 306'da "Augustus" ilan edildi. Maxentius'u prateor muhafızı desteklemişti. Bu durumda imparatorluğun beş yöneticisi olmuştu. Dört "Augustus" (Galerius, Konstantin, Severus ve Maxentius) ve bir Sezar (Maximinus). 307 yılında Maximianus oğlu Maxentius'un yanında Augustus mevkine döndü. Böylece imparatorluğun yönetici sayısı altıya çıkmış oldu. Galerius ve Severus İtalya'ya Maximianus ve Maxentius'un üzerine sefere çıktılar. Severus 16 Eylül 307'de Maxentius tarafından öldürüldü. İtalya'dak
i iki Augustus Konstantin'i Maximianus'un kızı ve Maxentius'un kızkardeşi Fausta ile evlendirerek Konstantin ile ittifak kurdu. 307 yılı sonunda imparatorlukta dört Augustus (Maximianus, Galerius, Konstantin ve Maxentius) ve bir Sezar vardı. 311 yılında Galerius Hıristiyanlara yönelik zulme resmen son verdi ve Konstantin 313 yılında Milano fermanıyla Hıristiyanlığı yasal hale getirdi. Konstantin'in ölümünün ardından imparatorluk üç oğlu arasında bölündü. Batı en büyük oğlu II. Constantinus ve en küçük oğlu Constans arasında paylaşıldı. Doğu ise Konstantinopolis de dahil olmak üzere II. Constantius'un oldu. II. Constantinus 340 yılında en küçük kardeşi ile girdiği çatışmada öldü. Constans ise ordunun Augustus ilan ettiği Magnentius ile girdiği çatışmada 18 Ocak 350 tarihinde öldürüldü. Magnentius'a ilk muhalefet Roma'da kendini Augustus ilan etmiş olan Constans'ın baba tarafından kuzeni Nepotianus'tan geldi. Nepotianus annesi Eutropia ile birlikte öldürüldü. Diğer kuzeni Constantia, Vetriano'yu Magnentius'a karşı kendini Sezar ilan etmeye ikna etti. Vetriano 350 yılının 1 Mart'ından 25 Aralık'a kadar kısa bir süre başta kaldı. Daha sonra meşru Augustus Constantius tarafından çekilmeye zorlandı. Mütegallibe Magnentius Constantius ile çatışma halinde 353 yılına kadar batıda hüküm sürmeye devam etti. En son yenilgisinin ardından intihar etti ve böylece Constantius yegane imparator konumuna geldi. Ancak 360 yılında Constantius'un yönetimine yeniden muhalefet geldi. Constantius baba tarafından kuzeni ve üvey kardeşi Julianus'u 355 yılında batının Sezar'ı ilan etmişti. Sonraki beş yıl boyunca Julianus aralarında Alamanların da bulunduğu istilacı Germen kabilelere karşı bir dizi zafer kazanmıştı. Bu sayede Ren sınırını güvenlik altına almış ve muzaffer Galyalı askerleri boşta kalmıştı. Constantius o sırada Pers hükümdarı II. Şapur'a karşı başarısız giden harekâtında ordusunu güçlendirmek için Julianus'un askerlerinin doğuya gönderilmesini emretti. Bu emir üzerine Galyalı askerler ayaklandı. Julianus'un Augustus ilan ettiler. Gerek Constantius, gerekse Julianus bir iç savaşa hazır değildi. Constantius'un 3 Kasım 361'de ölmesi bu savaşın yaşanmasını engelledi. Julianus iki yıl boyunca tek başına hüküm sürdü. Yıllar önce Hıristiyan olarak vaftiz edilmişti ancak kendisini Hristiyan olarak görmüyordu. Hükümdarlığı döneminde amcası ve üvey babası Konstantin ve kuzenleri ve üvey kardeşleri II. Constantinus, Constans ve II. Constantius tarafından paganlığa getirilen kısıtlamalar ve cezalandırmalar kaldırıldı. Aksine Hristiyanlığa yönelik benzer kısıtlamalar ve gayri resmî cezalandırmalar getirildi. 362 yılında pagan tapınakları yeniden açıldı ve tapınak mülkleri yeniden tesis edildi. Önceden sürgüne gönderilmiş olan Hıristiyan piskoposlar geri çağrıldı. Geri gelen Ortodoks ve Ariusçu piskoposlar sürtüşmelerine kaldıkları yerden devam ettiler ve bu da kiliseyi büsbütün zayıflattı. Julianus'un kendisi geleneksel bir pagan değildi. Kişisel inançları büyük ölçüde neoplatonizm ve antik Yunan ayinlerinden oluşuyordu. Rivayete göre Büyük İskender'in reenkarnasyonu olduğuna inanıyordu. İnançlarını anlatan felsefe çalışmaları yapmıştı. Ancak kısa süreli paganizmi diriltme çabaları ölümüyle sona ermiştir. Julianus II. Şapur ile olan savaşa devam etmiştir. Savaşta ölümcül bir yara almış ve 26 Haziran 363 günü ölmüştür. Gibbon'ın Roma İmparatorluğu'nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi kitabına göre okla ölümcül bir yara aldıktan sonra kampına götürülmüş ve burada bir veda konuşması yapmış ancak bu konuşmada bir vâris göstermeyi reddetmiştir. Ardından generalleriyle ruhun doğası üzerine tartışmış, ardından bir bardak su istemiş, suyu içtikten kısa süre sonra da ölmüştür. Döneminin pagan kaynakları tarafından bir kahraman, Hıristiyan kaynakları tarafındansa hain olarak gösterilmiştir. Gibbon Julianus'tan olumlu bahsetmiştir. Çağdaş tarihçiler kendisini tartışmalı biri olarak görür. Julianus'un hiç çocuğu yoktu ve bir vâris de göstermemişti. Subayları biraz muğlak bir subay olan Jovianus'u imparator seçtiler. Perslere Trajan döneminde kazanılan toprakları bırakan antlaşmayla tanınır. Hristiyanların imtiyazlarını geri vermiştir. Hristiyan kabul edilmesine karşılık inançları ile ilgili çok fazla şey bilinmemektedir. 17 Şubat 364 günü ölmüştür. Yeni Augustus'un seçimi yine subaylara kaldı. 28 Şubat 364 günü Pannonialı subay Valentinianus Bitinya'da Nikaia'da Augustus seçildi. Ancak ordu bir yıl içinde iki kere lidersiz kalmıştı, bu yüzden subaylar Valentinianus'tan bir eş yönetici seçmesini talep ettiler. 28 Mart'ta Valentinianus küçük kardeşi Valens'i eş yönetici olarak seçti ve imparatorluğu Diocletianus'un yaprığı şekilde böldü. Valentinanus Batı Roma'nın, Valens ise Doğu Roma'nın başına geçti. Valens'in seçilmesi çok geçmeden tartışmalara neden oldu. Julianus'un anne tarafından Kilikyalı bir kuzeni olan Procopius'un Julianus'un muhtemel vârisi olacağı düşünülmüş ancak hiçbir zaman böyle bir belirleme yapılmamıştı. Jovianus'un seçilmesinden beri saklanmaktaydı. 365 yılında Valentinianus Paris'te ve ardından da Reims'de Alamanlara karşı seferdeyken Procopius Konstantinopolis'teki iki lejyonu rüşvet yoluyla yanına alıp Doğu Roma başkentinin kontrolünü ele geçirdi. 28 Eylül'de Augustus ilan edildi ve çok geçmeden Trakya ve Bitinya'yı kontrolüne aldı. İki muhalif Doğu Roma imparatorunun savaşı Procopius'un yenilgisine kadar sürdü. Valens Procopius'u 27 Mayıs 366'da idam ettirdi. 4 Ağustos 367 tarihinde Valentinianus ve Valens tarafından üçüncü bir Augustus daha ilan edildi. Valentinianus'un sekiz yaşındaki oğlu Gratianus, vekâleti güvence altına almak için kâğıt üstünde eş yönetici seçildi. 375'in Nisan ayında Valentinianus Pannonia'yı istila etmiş olan Germen kabilelerin üzerine sefere çıktı. Tuna üzerine bugün Slovakya sınırları içinde olan Komarno'da elçilerle yapılan bir görüşmede Valentinianus öfkeli bir şekilde bağırırken kafasındaki damarlardan biri çatladı ve 17 Kasım 375'te bu rahatsızlıktan ötürü öldü. Gratianus o sırada henüz 16 yaşında olduğu ve imparator olmak için hazır değildi. Buna karşılık Pannonia'daki askerler henüz üç yaşında olan kardeşini II. Valentinianus adıyla imparator ilan ettiler. Gratianus bu kararı kabu etti ve Batı Roma'nın Galya bölümünün idaresini üstlendi. İtalya, İllirya ve Afrika resmî olarak kardeşi ve üvey annesi Justina tarafından idare ediliyordu. Ancak esas yetki yine de Gratianus'un ayağındaydı. Bu sırada Doğu Roma İmparatorluğu da Germen kabilelerle sorunlar yaşıyordu. Bir doğu Germen kabilesi olan Teuringi Hun istilasından kaçmak için topraklarını terk etmişti. Liderleri Alavivus ve Fritigern ile Doğu Roma'ya sığınmışlardı. Valens onları müttefik olarak 376 yılında Tuna'nın güneyine yerleşmelerine izin vermişti. Ancak eyalet kumandanlarıyla sorunlar yaşayan kabile Romalılara karşı ayaklandı. Sonraki iki yıl boyunca çatışmalar devam etti. Valens bizzat kendisi 378 yılında bir sefer düzenledi. Gratianus amcasına Batı Roma ordusundan destek gönderdi. Ancak sefer Romalılar açısından felaketle sonuçlandı. İki ordu Edirne yakınlarında karşılaştı. Valens sayısal üstünlüğünden ötürü kendine çok güveniyordu. Bazı subayları Gratianus'u beklemesini önerdiyse de diğerleri Valens'i hemen saldırmaya ikna ettiler. 9 Ağustos 378'de savaş Romalıların bozguna uğraması ve Valens'in ölümüyle sonuçlandı. Tarihçi Ammianus Marcellinus savaşta Roma ordusunun üçte ikisinin yokolduğunu hesaplamıştır. Ordunun kalan üçte biri geri çekilmeyi başarmıştır. Savaşın çok uzun vadeli sonuçları olmuştur. Kayıpların içinde tecrübeli askerler ve değerli yöneticiler vardı. Yerlerine geçebilecek çok fazla kimsenin olmaması imparatorlukta liderlik sorunu doğrmuştu. Ayrıca Roma ordusu asker toplamakta da zorlanmaya başlamıştı. Sonraki yüzyılda ordunun büyük bölümü Germen paralı askerlerinden oluşacaktı. Bir diğer sorun ise Valens'in ölümüyle Gratianus ve II. Valentinianus'un yegane iki Augustus olarak kalmış olmalarıydı. Bu durumda Gratianus fiilen tüm imparatorluktan sorumlu hale gelmişti. Ancak Gratianus Doğu Roma için bir Augustus arayışına girmişti. Eski bir seçkin general olan Kont Theodosius'un oğlu Theodosius'u seçti. Kont Theodosius bilinmeyen bir nedenle 375'te idam edilmişti. Theodosius 19 Ocak 379'da Augustus ilan edildi. Gratianus Batı Roma'yı bir süre başarıyla yönettiyse de giderek kayıtsızlaştı. Zamanla Frank generali Merobaudes ve piskopos Milanolu Ambrose'nin kuklası haline geldiği kabul edilir. Gratianus Roma'da geleneksel paganlığı yasaklayarak ve Pontifex Maximus unvanından feragat ederek Roma Senatosunun bir bölümünün desteğini kaybetti. Romalı askerler arasında da barbar kabul edilen kimselerle yakınlığından ötürü popülaritesini yitirdi. Anlatılanlara göre kişisel hizmetleri için Alanları işe alıyor ve halk önüne İskit savaşçısı kılığında çıkıyordu. Bu arada Gratianus, II. Valentinianus ve Theodosius'a dördüncü bir Augustus daha katıldı. Theodosius büyük oğlu Arcadius'u 383'ün ocak ayında Augustus ilan etti. Arcadius bu sırada beş veya altı yaşındaydı ve gerçek anlamda bir yetkisi yoktu. Yine diğer üç Augustus tarafından da eş yönetici olarak tanındı. Gratianus'un azalan popülaritesi yılın sonraki bölümlerinde dört Augustus içinde sorunlar yaratacaktı. Britanya'da bulunan İspanyol Kelt general Magnus Maximus 383 yılında askerleri tarafından Augustus ilan edildi ve Gratianus'a karşı ayaklanıp Galya'yı işgal etti. Gratianus Lütes'ten Lugdunum'a kaçtı ve burada 25 Ağustos 383'te 25 yaşında öldürüldü. İznik itikatını benimsemiş olan Maximus dine aykırı düşüncelere karşı cezalar getirdi. Bunun sonucunda Augustusun kilise üzerinde bir yetkisinin olmadığını savunan Papa Siricius ile arası açıldı. Gratianus'un ölmünün ardından Maximus, o sırada on iki yaşında olan II. Valentinianus ile mücadele etmek zorunda kaldı. İlk birkaç yıl Alpler iki rakip Batı Roma imparatoru arasında sınırdı. Maximus Britanya, Galya, Hispania ve Afrika'yı kontrol ediyordu. Maximus kendisine başkent olarak Augusta Treverorum'u (Trier) seç
mişti. Maximus çok geçmeden resmen tanınmak için II. Valentinianus ve Theodosius ile müzakerelere başladı. 384 yılına gelindiğinde müzakereler sonuçsuz kalmıştı. Maximus yalnızca meşru bir imparatorun yapabileceği bir şeyi yaptı ve çocuk yaştaki oğlu Flavius Victor'u Augustus ilan etti. O yılın sonunda imparatorluğun başında beş Augustus (II. Valentinianus, Theodosius, Arcadius, Magnus Maximus ve Flavius Victor) vardı. Theodosius 385 yılında karısı Aelia Flaccilla'nın ölümünün ardından II. Valentinianus'un kız kardeşi Galla ile evlendi ve böylece iki Augustus arasındaki ilişkiler güçlendi. 386 yılında Maximus ve Victor sonunda Theodosius taafından resmen tanındı. Ancak Valentinianus ikisini de tanımadı. 387 yılında Maximus rakibinden kurtulmaya karar vererek Alpleri üzerinden Po vadisine geldi ve Milano'yu doğrudan tehdit etmeye başladı. Valentinianus ve annesi Selanik'e kaçtılar ve burada Theodosius'dan yardım istediler. Theodosius 388 yılında batıya sefere çıktı ve Maximus'u yendi. Maximus 28 Temmuz 388 günü Aquileia'da yakalandı ve idam edildi. Magister militum Arbogast Falvius Victor'u öldürmek üzere Trier'e gönderildi. Theodosius Valentinianus'u yeniden başa getirerek kendisini desteklemeye ve diğer taht gaspçılarına karşı korumaya devam etti. II. Valentinianus 392 yılında Viyana'da öldürüldü. Arbogast Eugenius'u imparator yapmayı planlıyordu. Ancak doğu imparatoru Theodosius Eugenius'u imparator olarak tanımayı reddetti ve batıyı işgal ederek Arbogast ve Eugenius'u Frigidus Savaşında yenilgiye uğratıp öldürdü. Böylece imparatorluğu kendi yönetimi altında birleştirmiş oldu. Roma İmparatorluğu'nun bölünmesinin nedenleri: Theodosius imparatorluğun tümünü yöneten son imparatordur. 395 yılında ölümünün ardından imparatorluğu oğulları Arcadius ve Honorius arasında bölüştürüldü. Arcadius başkenti Konstantinopolis olmak üzere doğunun imparatoru, Honorius da başkenti önceleri Milano sonradan ise Ravenna olan batının imparatoru oldu. Roma devleti beşinci yüzyıl boyunca farklı iktidar merkezlerinde iki farklı imparatora sahip olmaya devam etti. Doğuda, Latince resmî yazışmalarda, Yunanca halk arasında konuşuluyordu (Bu durum daha sonra değişecek ve Yunanca Doğu Roma İmparatorluğunun resmi dili olacaktır). İki imparatorluk siyasi olarak değilse de ismen, kültür bakımından ve tarihî bakımdan aynı devletti. 395'ten sonra Batı Roma'nın başındakiler genellikle kukla imparatorlardı. Çoğu zaman imparatorluğun gerçek yöneticileri "magister militum" ve "patrici" unvanlarını almış güçlü askerlerdi. (395-408 yılları arasında Stilicho, 411-421 yılları arasında Constantius, 433-454 yılları arasında Aetius ve 457-472 yılları arasında Ricimer). Roma şehri 410 yılında isyancı Vizigotlar tarafından üç gün boyunca, 455 yılında da daha önce görülmemiş bir şekilde Vandallar tarafından on dört gün boyunca yağmalanmıştı. 474 yılının Haziran ayında Julius Nepos Batı Roma imparatoru oldu. 475 yılında magister militum Flavius Orestes ayaklandı ve oğlu Romulus Augustus'u Roma imparatoru yaptı. Nepos Dalmaçya'ya kaçtı. Öte yandan Doğu Roma imparatoru Zeno kendisini tanımadığı için Romulus teknik olarak bir gaspçıydı ve Nepos hâlen yasal olarak Batı Roma'nın imparatoruydu. Yine de Romulus Augustus son Batı Roma imparatoru olarak bilinir. 476 yılı genel olarak Batı Roma İmparatorluğu'nun sona erdiği tarih olarak kabul edilir. O yıl Orestes hizmetindeki Germen paralı askerlerinin İtalya'dan toprak edinme taleplerini reddetti. Aralarında Herulların de olduğu askerler ayaklandı. Ayaklanmanın başında Germen Kralı Odoacer vardı. Odoacer ve adamları Orestes'i yakalayıp idam ettiler. Birkaç hafta içinde Ravenna ele geçirildi ve Romulus Augustus tahttan indirildi. Odoacer çok geçmeden İtalya'nın geri kalan kısmını da ele geçirdi. Batı Roma İmparatorluğu'nun 5. yüzyılda yıkılmasına karşılık daha zengin olan Doğu Roma İmparatorluğu ayakta kalmayı başardı ve 6. yüzyılda imparator I. Justinianus yönetiminde İtalya ve İllirya'nın bir bölümünü Ostrogotların, kuzey Afrika'yı Vandalların ve Hispania'nın güneyini de Vizigotların elinden almayı başardı. Güney Hispania'nın işgali kısa süreli olduysa da kuzey Afrika bir yüzyıl kadar Doğu Roma'nın elinde kaldı. 1453 yılında Osmanlı İmparatorluğu'nun Konstantinopolis'i (İstanbul) fethetmesiyle Doğu Roma İmparatorluğu yıkıldı. Ben-Hur (Film, 2016) GBU-12 Paveway II GBU-12 Paveway II, çok amaçlı bomba Mk 82 temel alınarak üretilmiş Paveway serisi lazer-güdümlü ABD yapımı bir silahtır. 1976'da servise sunulmuş ABD ordusu ve çeşitli NATO birlikleri tarafından kullanılmıştır. Lazer, uçaktan ya da yerden hedefin üzere tutularak bombanın önündeki optik göz sayesinde yönlendirme sağlar. Lazer-güdümlü bombalar, her ne kadar çalışabilmesi için dışarıdan hedefin lazerle işaretlenmesini gerektirse de, "akıllı bomba" olarak isimlendirilmektedirler. Don Kişot Don Kişot (İspanyolca: "Don Quijote"), İspanyol romancı Miguel de Cervantes Saavedra'nın romanı ve aynı zamanda bu romandaki asıl şahsiyetin adı. 1605 ve 1615’te "El ingenioso hidalgo Don Quijote de La Mancha" ("Marifetli ayan Don Kişot de La Mança") ve "Segunda parte del ingenioso caballero Don Quijote de La Mancha" ("Marifetli şövalye Don Kişot de La Mança'nın ikinci bölümü") olmak üzere iki bölüm halinde yayımlanan roman, İspanyol Altın Çağından bir örnek olarak en akıcı edebi eserlerden biridir ve belki de İspanyol edebiyatına ciddi bir giriştir. Modern Batı edebiyatının en kayda değer kurgu romanlarındandır. La Mancha’da yaşamakta olan 50’li yaşlarındaki eski bir toprak ağası olan "Don Kişot" şövalyeleri anlatan kitaplara takıntılıdır ve yazılan her şeyin doğru olduğunu sanmaktadır. Don Kişot Sancho Panza ve Rosinante ile birlikte umarsızca şövalyelik günleri tasarlarken, etrafındaki insanlar onun yavaş yavaş çıldırdığını düşünür. "Dulcinea del Toboso", Don Kişot'un hayalinde canlandırdığı ve onunla birlikte maceralar kurduğu sevgilisidir. Don Kişot, yani Senyor Kesada; halkını, vatanını çok seven bir insan olduğu için olsa gerek Sancho Panza'yı da yanına alarak Don Kişot oluyor. Kitapta da sözü edildiği üzere Don Kişot, mazlumları korur ve de kötülere göz açtırmaz.Fakat her zaman yere yıkılır. Campo de Hielo Sur Campo de Hielo Patagónico Sur (ya da Campos de Hielo Sur), Patagonya'nın devasa büyüklükteki kıtasal buzul bölgesidir. Andlar'ın bir parçası olup hem Şili hem de Arjantin sınırları içinde yer alır. Yaklaşık 350 km uzunlukta olup coğrafi olarak 48º20' S paralelinden 51º30' S paraleline kadar uzanır. Alanı yaklaşık olarak 16.800 km² tutar. Bunun 14.200 km² Şili bölgesinde 2.600 km² ise Arjantin bölgesinde yer alır. İlk araştırmalar, 1943 yılında Şili hükümetinin askeri uçaklarla bölgenin havadan fotoğraflarını çekmesiyle başlamıştır. Daha sonra bölge Federico Reichert ve Alberto de Agostini'nin bilimsel gezileri ile araştırılır. Buna rağmen kenar kısımların büyük bir bölümüne bugüne kadar ulaşılamamıştır. "Campo de Hielo Patagónico Sur" Güney Amerika'nın en büyük tatlı su rezervi (donmuş formda) olarak kabul edilir. Der Campo de Hielo Patagónico Sur devasa kara buzullarını barındırır: "Campo de Hielo Patagónico Sur" 'da bir sıra milli park da mevcuttur Xfce Xfce, (XForms Common Enviroment Türkçe: "XFormları Ortak Ortamı" telaffuz: "Eks ef si i"); Linux ve Unix benzeri sistemlerle uyumlu bir masaüstü ortamı. Linux, BSD ve Solaris gibi çekirdeklerle çalışabilir ve düşük hızlardaki makineler için idealdir. Hafif yapısı ve GTK uyumu sayesinde birçok program sorunsuz çalışmaktadır. Xfce bir de geliştirme ortamı sunmaktadır. Kendisi dışında Xfce kütüphanelerini kullanmakta olan Mousepad metin düzenleyici, Xfmedia medya oynatıcısı ve Terminal gibi üçüncü parti yazılımlar da bulunmaktadır. Xfce, GNOME gibi GTK+ 2.x araçları kullanılarak geliştirilmektedir ve 4.6 sürümünden itibaren Thunar dosya yöneticisini kullanmaktadır. Xfce, ticari CDE'ye benzemektedir fakat her yeni sürümde biraz daha ileriye gitmektedir. Xfce masaüstü ortamı sürüm 2'den 3'e ve sonrasında 4'e geçişte olmak üzere, toplamda iki defa baştan kodlandı) Xfce, her ne kadar GNOME ya da KDE kadar yaygın bir şekilde varsayılan masaüstü ortamı olarak tercih edilmese de birçok dağıtımda alternatif paket olarak sunulmaktadır. Ayrıca Pandora oyun konsolu Xfce kullanmaktadır. Varsayılan olarak Xfce'i kullanan bazı dağıtımlar: Adobe Dreamweaver Adobe Dreamweaver, Macromedia şirketi tarafından geliştirilen ve Adobe'nin Macromedia'yı satın almasından sonra Adobe Dreamweaver adını alan yazılım, bir ağ sayfası geliştirme aracıdır. Özellikle kodları renklendirmesi ile kullanıcıya, kendini geliştirmesi açısından hayli yardımcı olmaktadır. Farsalus Muharebesi Pharsalus savaşı MÖ 48 yılında Sezar ile Pompey arasında Farsala'da (bugünkü Yunanistan) olmuştur. Pompeius savaşı kaybetmiş ve Mısır'a kaçmıştır. Auguste Rodin François-Auguste Rodin, (d. 12 Kasım 1840, Paris - ö. 17 Kasım 1917, Meudon) Fransız heykeltıraş. Paris'te 12 Kasım 1840 tarihinde doğan François-Auguste-René Rodin, La Petite École (Küçük Okul) isimli Özel Desen ve Matematik Okulu'na girdiğinde heykeli keşfetti ve desen becerisini geliştirmeye başladı. 1864'te ilk atölyesini tuttu ve 20 yaşındaki Rose Beuret'yle tanıştı. 1871'de Belçika'da ilk kez yapıtlarını sergiledi. Gerçek boyutlu bir insan bedeni çalışması olan eseri tamamladıktan birkaç ay sonra Tunç Çağı adını verdiği bronz heykeline 1875'te başladı. 1882'de ise Adem, Havva ve Düşünen Adam adlı figürlerini yaptı. Bir süre sonra sevgili, daha sonra da en büyük rakibi olacak Camille Claudel'le tanıştı. 1883'te Victor Hugo büstünü yaptı, iki yıl sonra Calais Belediyesi, Calais Burjuvaları anıtını ısmarladı. 1888'de devlet, Uluslararası Sergi için Öpüşme'nin mermerini ısmarladı ve Rodin bu eser üzerinde çalışmaya başladı. 1889'da empresyonizmin öncülerinden Fransız ressam Claude Monet'yle birlikte sergi açtı. 1895'te Meudon'daki Villa des Brillants'ı satın alarak resim ve antik heykel koleksiyonunu oluşturmaya başladı. 1900'de, Ulus
lararası Sergi vesilesiyle Paris'teki Alma Meydanı'nda yer alan pavyonda, 1902'de ise Prag'da büyük sergi açtı. 1904'te alçıdan yapılmış büyük boy Düşünen Adam heykeli ilk kez Londra'daki International Society'de, bronz versiyonu ise Salon de Paris'te sergilendi. Düşünen Adam 1906'da Panthéon'un önüne yerleştirildi. Fransa Ulusal Meclisi, arka arkaya yaptığı üç bağışla koleksiyonlarını devlete bırakan sanatçının anısına, Biron Konağı'nı Rodin Müzesi yapma kararı aldı. 29 Ocak 1917'de Rodin ve Rose Beuret evlendi. Rose, 14 Şubat'ta yaşama veda etti. Aynı yıl, 17 Kasım'da ölen Rodin, Meudon'daki Villa des Brillants'ın bahçesine, Rose'un yanına gömüldü. Mezarlarının başında bir Düşünen Adam heykeli yer alıyor. 1882'de yazar ve ressam arkadaşlarından oluşan bir büst-heykel serisine başlayan heykeltıraş bir yıl sonra safiye ile tanıştı ve aralarında bir ilişki başladı. 1891'de kendisine "Balzac Anıtı" sipariş edildi. Fakat Victor Hugo projesi reddedildi. 1893'de Société Nationale des Beaux-Arts Heykel Bölümü’nün başkanı oldu. 1895'de "Calias’in Sakinleri" adlı çalışmasına başladı.Daha sonra Puvis de Chavanne cemiyetinin başkanı oldu. 1898'de "Balzac" ve "[[[[Öpücük (Rodin heykeli)|Öpüşme]] adlı eserler Champ-de-Mars’deki Galérie des Machines’de sergilendi. Fakat Société des Gens de Lettres, Balzac çalışmasını reddetti. 1900'de "Place de l'Alma'da Pavilion Rodin"i açtı. Bu girişim çok başarılı oldu ve sergilenen 150 yapıt ona uluslararası bir ün getirdi. 1901'de Venedik Bienali'nde ve Üçüncü Berlin Secession’unda yer aldı. 1903'de Légion d'honneur'un başına geçti. "Uluslararası Ressam, Heykeltıraş ve Baskı Sanatçıları Derneği"nin başkanı oldu. Berlin, Londra, Venedik ve New York’ta sergileri sunuldu. "Düşünen Adam" adlı eseri 1906'da [[Panteon]]'un önüne yerleştirildi. 1908'de İngiltere Kralı [[VII. Edward]], Rodin’i ziyaret etti. New York'taki [[Metropolitan Müzesi]], Rodin’in birçok eserini koleksiyonuna dahil etti. 1914'te Charles Maurice’in yardımıyla "Fransa’nın Katedralleri" adlı kitabı yayınlandı ve çok takdir topladı. Rodin 1916'da eserlerini Fransız hükümetine bağışladı, böylece etrafında olan ve mirasıyla ilgilenen kadınların ilgisinden de kurtulmuş oldu. [[Dosya:Zürich - Kunsthaus - Rodin's Höllentor IMG 7384 ShiftN.jpg|thumb|200px|Rodin'in üzerinde 10 yıl çalıştığı "Cehennem Kapıları" - Rodin Müzesi]] [[1880]] yılında Fransız devleti yeni açılacak Paris Dekoratif Sanatlar Müzesi için Rodin'e bir kapı ısmarladığında Rodin 40 yaşında idi. Müze açıldığında kapının yetişmemesinden dolayı bir skandal meydana geldi. [[Dante Alighieri|Dante]]'nin "[[İlahi Komedi]]'si"nden esinlendiği "Cehennem Kapısı" üzerinde 10 yıl boyunca çalışmıştı. Kapının üzerindeki 200 figürü tek tek, birbirinden bağımsız da ele almıştı. Bu eserde "Düşünen Adam" kapının en tepede yapılmıştı. Adem ve Havva ise kapının iki yanında idi. Kapı, Rodin'in ölümünden sonra bronza döküldü. En büyük skandal [[Honoré de Balzac|Balzac]] heykeli ve [[Victor Hugo]] anıtıdır. Rodin'in, [[Victor Hugo]]'yu anadan doğma, çıplak, bir kayaya oturtarak şekillendirmesi Fransızlar'ı şoka uğratmıştır. [[Honoré de Balzac|Balzac]] heykelinin öyküsü daha da çetrefillidir. Edebiyatçılar Birliği’nin ısmarladığı heykele, Rodin sonunda bir palto giydirmiştir, ancak koca göbeğiyle ve tepeden bakışlarıyla bu heykel, [[Fransızlar|Fransız]] sanat çevrelerini ikiye ayırmıştı. Rodin’i savunanların başında [[Emile Zola]] gelmektedir. Ancak çok geçmeden bu ayrışma, heykeli beğenenler ve beğenmeyenler olmaktan çıkıp "[[Dreyfus]]çüler" ve "Dreyfüs karşıtları"na dönüşünce, yani olay sanatsal arenadan politik arenaya geçince, Rodin heykelini sergilemekten vazgeçti. Rodin yazışmalarında, "Balzac"ın, en beğendiği eseri olduğunu vurgular. Herkesin bayıldığı "[[Öpücük (Rodin heykeli)|Öpüşme]]" eserini ise "eğlenceli ama sıradan" diye niteler. Bütün bu skandal ya da çatışmalarda, Rodin her seferinde yalnızlığa ve çalışmaya gömülür. "Nasılsa zaman beni haklı çıkaracak" der. [[Dosya:Le Baiser - (The Kiss) Paris.jpg|thumb|120px|[[Le Baiser]], 1888 - 1889]] Rodin düşünce adamıdır ve eline matkap çekiç alıp hiç taş ya da mermer yontmamıştır. O tasarlamış ve araştırmıştır. (Örneğin, Balzac heykeli için 6 yıl araştırma yapmıştır). Antika eser ve belge toplamış, sürekli çizim yapmış, sonra ulaştığı sentezi, üç boyutlu kilden, alçıdan yaratmıştır. Taşı yontmak, mermeri işlemek, bronzu dökmek atölyede çalışanların işidir. Her eserini farklı boyutlarda, farklı ölçeklerde gerçekleştirdiği gibi, bunlar üzerine çeşitlemeler uygulamıştır. "Parçaları ayrıştırmaya, yeniden birleştirmeye çalışıyorum, prova yapan bir terzi gibi..." der. Rodin'in yaptıkları şöyle sıralanabilir: [[Dosya:Camille Claudel.jpg|thumb|150px|Camille Claudel]] Rodin’in yaşamında kadınların hep çok önemli bir yeri olmuştur. Rose Beuret ile tanıştığında Rodin 24 yaşındaydı. 1864'te atölyesini yeni tutmuştu. Rose 20 yaşındaydı ve Rodin’e modellik, hizmetkarlık ve eşlik etti. İki yıl sonra oğulları oldu. Rose onu hep sevdi, Rodin hep dehasının ve dehasına hizmet edenin peşinden koştu. Tam 53 yıl sonra 1917'de evlendiler. 15 gün sonra Rose, 6 ay sonra Rodin öldü. Bugün ikisi de yan yana Meudon’daki atölye evin, müzenin muhteşem bahçesinde birlikte yatmaktadırlar. Üstlerinde yemyeşil çimenler ve "Düşünen Adam" heykeli ile... [[Camille Claudel]], Rodin’i 1883’de tanıdı. 19 yaşındaydı, çok yetenekliydi, aydındı, bilgiliydi, güzeldi ve “Usta”ya hayrandı. Rodin’in sevgilisi ve asistanı oldu. Yıllarca onun için çalıştı. 1888’e dek birlikte yaşadılar. Fırtınalarla dolu yıllar, Rodin’in en verimli , Camile Claudel’in Rodin'den kaynaklanan, sonu akıl hastenesine varan en acılı yılları oldu. Ressam [[Helene Wahl-Porges]], 1890’larda sanatçıya, tüm yolculuklarda eşlik etti. İngiliz generalin kızı Eve Fairfax'la Rodin’in yaşadığı aşktan (1902-1903) geriye bugün Londra’daki Tate Galeri’de enfes bir bronz heykel kaldı. İngiliz ressam Gwen John, Rodin’le aşkını 1906-1907 yıllarında, tam 2000 mektuba döktü. Alman yazar Helene von Nostitz- Hindenburg’la Rodin 1901-1914 yılları arasında tutkulu biçimde mektuplaştılar, birlikte İtalya yolculuklarına çıktılar. 1917 yılında Rodin, Rose Beuret ile evlendi. Meudon’da paraları yetmediğinden dolayı, yetersiz ısıtılan evlerinde yaşadı. 14 Şubat’ta Rose zatüree’den öldü. Rodin ise 24 Kasım’da öldü. İkisi de "[[Düşünen Adam]]" adlı heykelin altına gömüldü. Rodin'in çok fazla kadınla beraber olduğu, gününün neredeyse tamamını kadınlara, uyuşturucuya ve sanata ayırdığı söylenir. [[Kategori:Fransız grafikerler]] [[Kategori:Modern heykeltıraşlar]] [[Kategori:1840 doğumlular]] [[Kategori:1917 yılında ölenler]] [[Kategori:Fransız heykeltıraşlar|Auguste Rodin]] [[Kategori:Edward devri]] [[Kategori:Auguste Rodin| ]] Tevhit Tevhit ya da tevhid (), tektanrıcılık kavramının İslam terminolojisindeki karşılığıdır. Tevhid Allah'ın isim ve sıfatları konusunda şirki reddetmektir. Araf suresi 180. ayetinde "En güzel isimler (esmaül hüsna) Allah'ındır" denir. Antropomorfizm veya onu mahlûkata benzetmek teolojik olarak reddedilen bir davranıştır; yine tevhit ehline göre ""Allah'ın kemal sıfatlara sahip olduğuna ve bütün noksan sıfatlardan ve mahlukata benzemekten uzak olduğuna mutlaka inanmak gerekir."" ve ""Kemal sıfatlarını yitiren tanrı, müdebbir ve rab olamaz. Bilakis eksikliği sebebiyle kendisiyle alay edilir. Hamd, ezelde ve ebedde celal ve kemal sıfatlara sahip olana aittir. Çünkü hamde layık olan sadece odur."" Kelime Arapça vahdet "bir olmak" kökünden türetilir. İslami terminolojide din felsefecileri bu kelimeye Allah için kullanıldığında ayrıca birleştirme, birleşik, bitişik, eklenti, karışım olma anlamları yüklenmesine de karşı çıkarlar ve bunları da şirk olarak tanımlarlar. İbrahimi dinlerin kitaplarında de Tanrı kişileştirilmiş bir yaratıcıdır. Birincil kişi olarak konuşur ve gurur, öfke gibi duygular sergiler, bazen insanların karşısına "insan görüntüsü" ile çıkar. İslam'da Allah Müntakim (intikam alan, intikamcı), Mütekebbir (kibirli), ve hilecidir. Sabur (çok sabırlı), celil (çok öfkeli), rahim (çok merhametli), halim (yumuşak huylu) gibi insani duygular ifade eden isimlerle de anılır. İslâm toplumunda Allah inancının belirli değişimler geçirdiği, Kur'ân ve hadislerde gökyüzünde arş'ta oturan ve belirli insani sıfatlar taşıyan Allah inancının Kelamcılar tarafından sorgulanarak ve farklı mezheplerin ortaya çıktığı görülür: Tektanrıcılığın 4000 yıl kadar önce eş zamanlı olarak mısır, babil ve hint toplumlarında ortaya çıkmaya başladığı ifade edilmektedir. Orhan Gökdemir'e göre tek tanrılı dinlere gidiş bir dinde sadeleşme ve devrim hareketidir. Bu devrim eski dini anlayışları dümdüz ederek yıkar. Ancak başlangıçta görülen hızlı bir yıkım sonrasında devrim yavaşlar ve eski pagan inançlar yeni kimliklere bürünerek yeniden ortaya çıkarlar. Musevilik, İsevilik ve Muhammedilik kurucuları kadar bu karşılaşmanın da ürünü olan dinlerdir. Tek tanrılı dinlerde eski ilahların bir kısmının melek, şeytan, cin gibi varlıklara, Hızır, İlyas gibi peygamberlere ya da azizlere, velilere dönüştüğü görülebilmektedir. Allah'ın isimlerinden bir kısmı da Arap ve ortadoğu mitolojilerinde eski ilahlara verilen isimlerle ortak kök isimlerden oluşur. İslamda Allah'ın çok sayıda ismi ve sıfatı bulunur. Kelamcılar tevhit açısından Allah'ın özü, isim ve sıfatları nedir, bu isim ve sıfatlar Allah'ın zatının aynısı mı yoksa gayrısı mı olduğu konusunda uzun fikir mücadeleleri yapmışlardır. Onlara göre tevhid açısından sorunlar şunlar idi; Tevhid, "Lâ ilâhe illallah" cümlesi ile ifade edilen, Allah'tan başka tanrıları reddedip tanrı olarak yalnızca onu kabul etmek anlamına gelen bir ilkedir. İslam'a girişin anahtarı kabul edilir: ""Kim tağutu inkâr edip de Allah'a iman ederse, şüphesiz kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır."" (Bakara 256) Tevhid Allah'ın varlığına, tekliğine, tüm yetkin niteliklerin kendisinde toplandığına, eşi ve benzeri bulunmadığına inanmaktır. Bu inancı açıklayan "Lâ İlâhe İllallah" cümlesine ke
lime-i tevhid denir ve sık sık tekrarlanır. Tevhide inanan kişi mümin ve muvahhit adını alır. Ulûhiyetin başkaları için reddedilmesi, tanrılığı sadece ortağı olmayan Allah'a ait kılmayı ve onun yanında ikinci bir tanrı edinmemeyi gerektirir: ""Allah'a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın..."" (Nisa: 4/36) ""... Biz her ümmete, yalnız Allah'a kulluk etmeleri ve tağuttan da sakınmaları için Resul gönderdik."" (Nahl: 16/36) ""Kim La İlahe İllallah der ve Allah'tan başka tapınılanları (ibadet edilenleri) reddederse malı ve kanı haram olur..."" Bütün resullerin kavimlerini davet ettikleri söz şudur: ""...Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin ondan başka tanrınız yoktur..."" (A'raf: 7/59) Tağutu reddetmek, Allah’ın emir ve yasağına ters düşen hevayı ve şeytanı reddetmektir. "Lâ ilâhe illallah"ın gereği olarak kişi ibadette Allah'ı birlediğini, Allah'tan başkalarına, putlara, kabirlere, evliyalara ve salihlere ibadet etmenin batıl olduğunu ilan eder. Allah'a yaklaşmak için ölülere kurban kesen, türbelerden yardım isteyen, kabirlerin etrafını tavaf eden ve adak adayanlar, Allah'ın yaratıcı ve her şeyin sahibi olduğuna inansalar bile, Arap paganlar gibi Allah'a ortak koşmuş olurlar. Mekke paganları, kabirlere ve putlara tapmadıklarını söylüyor fakat uygulamada aksini yapıyorlardı. Onlar yaratıcı ve rızık verici olduğuna inanmadıkları halde, sırf kendilerini Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye salih olduğuna inandıkları bazı kişilere ibadet ediyorlardı. Tevhidi şeriat açısından yorumlayanlara göre ibadet, muamelat ve bütün meselelerde Allah'ın hükümlerini kabul edip beşeri kanunları reddetmek, insan ve cin şeytanlarının revaca çıkardığı bütün hurafeleri ve bidatleri ortadan kaldırmak bu kelimenin ameli gereklerindendir. Allah'ın kendi indirdiği şeriatle hükmetmeyenler hakkında kâfir, zalim, fasık diye hüküm verdiğine inanılır. Dinde haram olmayanı haram, farz olmayanı farz ilan etmek de tevhid açısından sakıncalı bulunur ve şirkle eşdeğer tutulur: ""...Onlar Allah'ı bırakıp hahamlarını, rahiplerini ve Meryemoğlu Mesih'i Rabler edindiler."" (Tevbe: 9/31) Nebi bu ayeti okudu. "Bunun üzerine Adiyy b. Hatem dedi ki: "Muhakkak onlar, onlara ibadet etmiyorlar ki."" "Resulullah: "Onlar Allah'ın helal kıldığı bir şeyi haram, haram kıldığı bir şeyi helal kıldıkları zaman onlara itaat etmiyorlar mı?" dedi." Adiyy b. Hatim: "Evet" deyince", "Resulullah: "İşte böylece onlara ibadet ediyorlar." buyurdu". 1998 FIFA Dünya Kupası 1998 FIFA Dünya Kupası 10 Haziran-12 Temmuz 1998 tarihleri arasında Fransa'da düzenlenen futbol organizasyonudur. 12 Temmuz 1998 günü oynanan final maçında Brezilya'yı 3-0 ile yenen ev sahibi millî takım Fransa şampiyon olmuştur. Fransa Dünya Kupası'nın kazanarak Brezilya, Arjantin, Almanya, İtalya, Uruguay ve İngiltere'den sonra bu turnuvayı kazanan 7. takım olma başarısını göstermiştir. 1994 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde düzenlenen 1994 FIFA Dünya Kupası'ndan sonra turnuvanın formatında değişiklik yapılarak katılımcı ülke sayısı 24'den 32'ye çıkarılmıştır. Böylece 6 gruptan oluşan ve lig usulü oynanan birinci tur maçları 8 gruba çıkarılmıştır. Bu şekilde önceki turnuvalarda en iyi averaja sahip 3. takımlarında gruptan çıkması yerine sadece grupları ilk iki sırada tamamlayan takımların eleme turlarına çıkması kabul edilmiştir. Kupayı sürpriz bir şekilde 3. bitiren Hırvatistan'ın golcüsü Davor Šuker 6 golle turnuvanın gol kralı olmuştur. Bu kupa Jamaika, Japonya, Güney Afrika'nın yanı sıra Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nin bölünmesiyle Hırvatistan ve Sırbistan-Karadağ'ın katıldığı ilk turnuva olmuştur. Sırbistan-Karadağ, Yugoslavya ismi ile katılmıştır. Adidas Tricolore turnuvanın resmi maç topu olmuştur. Turnuvada on tane stadyum kullanıldı: İçki İçki ya da alkollü içecek, alkol (etanol) içeren bir içecektir. Bira, şarap ve likörler; dünyada yaygın olarak tüketilen içkilerdendir. Etanol (CHCHOH), alkollü içeceklerin etkin katkı maddesidir. Çoğunlukla fermantasyon (bazı maya çeşitlerinin etkisi ile karbonhidratların oksijensiz ortamda alkole dönüşmesi) yöntemi ile elde edilir. Etanol ilaç ya da sakinleştirici olarak da kullanılmakta olup, kullanımı ve satışı pek çok ülkede kanunlarla kontrol altına alınmıştır. Alkol üretmek amacıyla mayanın kültürlendirilmesi işlemine "mayalama" denir. %55'ten fazla etanol içeren alkollü içecekler yanıcı sıvılar olarak anılır ve kolay alev alırlar. Flaming Dr. Pepper ya da Fiery Blue Mustang gibi bazı egzotik içkiler farklı tadlarını yanma işlemine borçludurlar. Kimya biliminde alkol, içinde bir karbon atomuna bağlı bulunan bir hidroksil grubu (-OH) ve devamında diğer karbon atomları ile hidrojenlere bağlı bulunan herhangi bir organik bileşiği ifade eden genel bir terimdir. Propilen glikol ya da şeker alkolü gibi yiyecek ve içeceklerde bulunabilen diğer alkoller, "alkollü" kapsamına girmezler. Bir içkideki alkol konsantrasyonu genellikle hacimsel veya kütlesel yüzde ile ifade edilir. Alkol konsantrasyonunu ifade etmek için Standart derece de kullanılabilir. Standart derece yaklaşık olarak alkol yüzdesinin iki katına karşılık gelir (örneğin 80 standard derece ≈ %40 hacimsel alkol). Yaygın damıtma yöntemi ile 192 standart dereceden daha fazla alkol elde edilemez. Çünkü bu sınırın ötesinde etanol su ile azotrop oluşturur. Pek çok maya, alkolün hacimsel olarak %18'den fazla olduğu ortamda gelişemez. Dolayısıyla, şarap ve bira gibi fermente içkiler için %18, doğal bir sınır değeridir. Çözelti içerisinde %25 alkol oranına kadar gelişebilen maya türleri de geliştirilmiştir. Ancak bu tür mayalar içki üretiminde değil, etanol üretiminde kullanılırlar. Bazı içkiler (Spiritler) fermente edilmiş çözeltinin damıtılması yoluyla üretilirler. Böylece alkol konsantre edilirken bazı yan ürünlerinden arındırılır. Bazı şaraplar, fermentasyon yolu ile ulaşılabileceğinden daha yüksek alkol yüzdesi elde etmek amacıyla, içerisine ilave alkol karıştırılarak zenginleştirilmiş şaraba dönüştürülürler. İçkiler, şeker ya da nişasta içeren ürünlerin fermente edilmesi sonucu elde edilen az alkollü içkilerle, az alkollü içkilerin damıtılması yöntemiyle üretilen yüksek alkollü içkilerden oluşurlar. Bazı durumlarda, şarap gibi, az alkollü içkilerin alkol miktarları, damıtma yöntemiyle elde edilen ürünlerin karıştırılması şeklinde yükseltilir. Porto şarabı ya da Sherry, bu tür zenginleştirilmiş şaraplardandır. Biralar, kısmen kısa (tamamlanmamış) fermentasyon prosesi ve bir iki hafta ile sınırlı kısa bir yaşlandırma işlemi sonucu, %3-8 oranında alkol ve aynı zamanda doğal karbonasyon içerecek şekilde üretilir. Şaraplar daha uzun (tam) fermentasyon prosesi ve aylar ve hatta yıllarla anılan bir yaşlandırma süreci sonucunda, %7-18 oranında alkol içerecek şekilde üretilir. Köpüklü şarap genellikle, şarabın şişelenmeden önce içerisine az bir miktarda şeker atılması şeklinde yaratılan ikinci fermentasyon işlemi ile elde edilir. Likörler, aroma nüfuz edilmesi sonucu elde edilen, yüksek şeker katkılı içkilerdir. Spiritler, genellike %37,5 veya daha fazla oranda alkol içerirler. Spiritlere aroma, damıtma işlemi sırasında değil, damıtma işleminden sonra nüfuz edilir. İçkilerin isimlerini, çoğunlukla, onların damıtıldığı kaynak maddeler belirler: Konuşma dilinde "elma şarabı" ya da "şeri brendi" şeklinde meyve belirtilmediği sürece tüm şarap ve brendilerin üzümden yapıldığı kabul edilir. Bir başka damıtılarak elde edilen içki ise Cin'dir. Cin de votka gibi patates ya da tahıllardan damıtılarak elde edilir, ancak cin baharatlar, bazı bitkiler ve özellikle ardıç meyvesi ile tatlandırılarak üretilir. Cin içkisinin adı, Flemekçe'de juniper diye anılan ardıç bitkisinden ismini almış olan, Hollanda'nın genever likörü'nden gelir. Rus Devrimi Reklam metni Reklam metni; başlık, alt başlık, gövde ile marka ve slogandan oluşur. Reklam metninde yer alan diğer öğeler ise; fotoğraf, resim, karikatür, işaret, sembol, harf, görüntü, müzik, oyuncu ve konuşmacılardır. Bu öğelerin reklam içinde yer alma biçimi, reklam ortamına, hedefine, ürünün niteliğine göre belirlenir. Başlıklar, metin, slogan ve markayla birlikte söze dayanan reklam metnini oluşturur. Başlığın ana görevi, okuyucunun ilgisini çekmek, okuyucuyu yakalamaktır. Başlıklar ilgi çekici olmalı, merak uyandırmalı ve bir vaad içermelidir.(Reklam metni 3 bölümden oluşmaktadır..) Compagnie Internationale des Wagons-Lits Compagnie Internationale des Wagons-Lits, yataklı ve yemekli vagonları bulunan Fransız demiryolu işletmesi. Şirket 1872'de Belçikalı girişimci Georges Nagelmackers'ın ABD'li George Pullman aldığı fikirle kuruldu. Avrupa'da ilk defa yataklı ve yemekli vagonları uzun yol için kullanan şirket 1883'de ünlü Doğu Ekspres ile Paris-İstanbul seferlerine başladı. 1892'de Doğu Ekpresi yolcularının konaklaması için İstabul'da Pera Palas'ı yaptırdı, I. ve II. Dünya Savaşları arasında Avrupa, Kuzey Afrika ve Türkiye'de hayli genişledi. 1933 yılında İstanbul'da meydana gelen Vagon-Li Olayı'ndan sonra şirketin Türkiye'de görev almasına izin verilmedi. Ama bugün Vagon-Li şirketinin sahibi olan ACCOR Grup'un Türkiye'de geniş bir yatırım alanı vardır. Vagon-Li Şirketi ise Fransa, İngiltere, İspanya, Portekiz ve Avusturya'da hizmet vermektedir. 2003 yılında restore edilen Doğu Ekspresi ise turistik amaçlı olarak hizmet vermeye devam etmektedir. Activision Activision, bilgisayar oyunları dağıtımı yapan firmadır. Dağıtımını üstlendiği oyunlar arasında Call of Duty, Quake, Doom, Total War, Tony Hawk, Soldier of Fortune, Spider-Man, Guitar Hero gibi seriler bulunmaktadır. 2008 Yılında Blizzard Entertainment ile birleşmişlerdir 1979 yılında Kaliforniya'da kurulmuştur. Değer $1.4059 milyar (Amerikan doları) (2005) olarak hesaplanmıştır. Call of Duty (seri) Call of Duty (Türkçe: "Göreve Çağrı", ), birinci şahıs nişancı türü aksiyon oyunları serisidir. "", "", "","", "", ", , " oyunları modern zamanlara göre kurgulanmıştır. ""'ta Soğuk Savaş dönemi oyuna konu edilmiştir. Başta o
lmak üzere serinin diğer oyunları ise II. Dünya Savaşı konuludur. "Call of Duty" önce Microsoft Windows platformu üzerinde başlamış ve ileriki oyunlarla birlikte konsollara da taşınmıştır. Serideki oyunlar Infinity Ward, Treyarch, Gray Matter Interactive, Spark Unlimited, Pi Studios ve Amaze Entertainment gibi birçok yapımcı firma tarafından farklı zamanlarda geliştirilmiş, Activision ve Aspyr Media tarafından da piyasaya sürülmüştür. Oyunlarda ayrıca id Tech 3, IW engine ve Treyarch NGL gibi farklı oyun motorları kullanılmıştır. Infinity Ward tarafından geliştirilen ve Activision tarafından 29 Ekim 2003 tarihinde piyasaya sürülen serinin ilk oyunudur. id Tech 3 oyun motorunu kullanır. Oyundaki Cpt. Price oyuncuların aşırı beğenisini toplamıştır. Oyuncular Activision'a Cpt. Price'ın yeni oyunlarda da yer alması için mektup ve e-postalar yağdırmışlardır. Call of Duty 2'de Captain Price tekrar kendini göstermiştir. Ancak oyunun diğer serilerinde Captain Price'ın yerini torunu olan John Price almıştır. Cpt. Price , ve oyunlarında da mevcuttur. Call of Duty'nin gördüğü büyük ilgi üzerine genişleme paketi olarak piyasaya sürülen birinci şahıs nişancı türü bir aksiyon oyunudur. United Offensive, 14 Eylül 2004 tarihinde Gray Matter Interactive tarafından geliştirilmiş ve Activision tarafından dağıtımı üstlenilmiştir. Serinin ilk oyunununun devamı niteliğindeki United Offensive'in konusu Kardeşler Takımı ("Band of Brothers") filminden büyük ölçüde etkilenmiştir. Ayrıca "Sicilya Görevi" isimli bölümün The Guns of Navarone adlı filmden etkilendiği tartışılmaktadır. Infinity Ward tarafından geliştirilen ve Activision tarafından 25 Ekim 2005 tarihinde piyasaya çıkarılan serinin 2. oyunudur. 13 Haziran 2005'te Mac OS X ve 15 Kasım 2005'te Xbox 360 versiyonları raflardaki yerini almıştır. Bu oyunda da Cpt. Price kendisini göstermiştir. Serinin en beğenilmiş oyunlarından biridir. Serinin bu oyunundaki dinamik oynanış yapısı ve gerçekçilik çok beğenilmiştir. Oyun Rus, İngiliz ve Amerikan saflarında yer alınarak Rusya, Kuzey Afrika, Fransa ve Almanya'da geçmektedir. Xbox 360, PlayStation 2 ve Wii platformlarında piyasaya sürülen serinin üçüncü oyunudur. II. Dünya Savaşı'nda sadece Fransa cephesini konu alan oyundur. Aynı zamanda Treyarch'ın yapımcılığını yaptığı ilk "Call of Duty" oyunudur. Serinin beşinci, Treyarch'ın ikinci oyunudur. Yine II. Dünya Savaşı'na dönülmüştür fakat bu sefer Pasifik Cephesi de oyuna eklenmiştir. Treyarch'ın ilk oyunu Call of Duty 3 gibi bu oyun da beğeni toplamıştır. Oyunda bir komutan mutlaka ölür. Savaşta 2 türlü ordu vardır. Ama 1942-1943-1944 yıllarının Rus cephesinde olmaması eleştiriye neden olmuştur. Bu oyundaki Viktor Reznov Ve Dimitri Petrenko 'ta da oyuncuların karşısına çıkmıştır. Seri 2008'den bu yana 9 yıl aradan sonra tekrar II. Dünya Savaşı geri dönüyor. Oyunun yapımcılığını bu kez ' ın yapımcısı Sledgehammer Games üstleniyor. İlk resmi fragmanı 26 Nisan 2017'de yayınlandı. Serinin bomba etkisi yaratan oyunudur. Seride ilk defa II. Dünya Savaşı konusunun dışına çıkılıp modern savaşlar konu edilmiştir. Bu oyun çok iyi eleştiriler almıştır. Activision tarafından çıkartılmıştır. Yaşanan olaylar hayali bir Üçüncü Dünya Savaşı'nı konu alır. Oyunda Call of Duty 2'deki en beğenilen komutan Captain Price görülemez ama onun yerine torunu ordudaki görevini üstlenmiştir. Oyunda Modern Warfare 2 ve 3'teki John 'Soap' MacTavish Çavuş olarak kontrol edilir. Ana düşman Ultranasyonalist Parti lideri Imran Zakhaev'dir. Aynı zamanda Zakhaev'in yardımıyla terör eylemleri yapan Khalad al Asad, oyundaki 2 numaralı teröristtir. Infinity Ward tarafından geliştirilen ve Activision tarafından 10 Kasım 2009 tarihinde piyasaya çıkarılan serinin 6. oyunudur. Oyun 'ın devamıdır. Oyunda bazı karakterlerin ölümü ve geri dönüşü senaryoya büyük katkı sağlamıştır. Infinity Ward tarafından geliştirilen oyunun çıkış tarihi 8 Kasım 2011'dir. Oyun Birleşik Krallık, Almanya, Çek Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri, Somali, Sierra Leone ve Fransa'da geçmektedir. Treyarch tarafından geliştirilen oyun yine Activision tarafından dağıtıldı. Oyunun konusu Soğuk Savaş'tır ve çıkış tarihi ise 9 Kasım 2010'dur. Oyunun ilk önce Infinity Ward tarafından geliştirileceği sanılıyordu ama serinin 7. oyununda Treyarch başrolde oldu. Treyarch tarafından geliştirilen oyunun çıkış tarihi 13 Kasım 2012'dir. Oyun 2025 yılında geçmekte olup yönetilen karakter ise Alex Mason'ın oğlu David Mason'dır. Black Ops'taki Hudson Black Ops 2'de de vardır ve Frank Woods ile Alex Mason da savaşa katılmaktadır. Oyunda ara sıra farklı karakterler yönetilebilmektedir. Oyunun senaryo bakımından serinin önceki iki oyunuyla alakası yoktur. Sadece oyunun Rise&Fall adlı bölümde Hendricks tarafından bir önceki oyundaki Raul Menendez'in adı geçer. Oyunda bir karakter, oyun boyunca oynanmaktadır. Oyun Black Ops 2'den 40 yıl sonra, 2065 yılında geçer. Oyuna başlamadan önce karakteri cinsiyeti ve tipi (dış görünüşü) ayarlanır ve oyuna başlanır. Oyunun konusu, ilk bölümde bir robotun, karakterimizin bütün uzuvlarını koparması ve karakterimize biyonik uzuv takılması ile tekrar hayata dönmesidir. Infinity Ward tarafından geliştirilen oyunun çıkış tarihi 5 Kasım 2013'tür. Oyunda Amerika Birleşik Devletleri'ne karşı birleşerek bir tehdit ve tehlike oluşturan The Federation adındaki Güney Amerika Devletleri ile ABD arasında geçen savaş konuyu oluşturur. ABD bu tehlikeye karşı Ghosts timiyle oyunda yer alır. Ghosts timi Elias, Keegan, Hesh, Merrick, Logan adındaki askerlerden meydana gelmiştir.Senaryonun 10 yıl öncesinde Elias'la aynı tarafta olan Rorke, oyundaki Geçmişi anlatan bir bölümde Elias'ın onun yerine daha fazla kişiyi kurtarmasını bahane ederek bulunduğu Ghost takımına ihanet eder ve oyunun baş kötü karakteri olur. Sledgehammer Games tarafından geliştirilen, Activision tarafından ise yayımcılığı yapılan birinci şahıs nişancı türü video oyunudur. Call of Duty serisinin 11. oyunudur. Sledgehammer Games oyunun Microsoft Windows, Xbox One ve PlayStation 4 sürümlerini, High Moon Studios ise PlayStation 3 ve Xbox 360 sürümlerini geliştirmiştir. Çıkış tarihi 2 Kasım 2014'tür. Oyunun hikâyesi 2054 yılında geçiyor. Ülkeler askeri ihtiyaçlarını Atlas Corporation adlı özel bir şirketten karşılıyorlar. Şirketin başında ise Jonathan Irons bulunuyor. Serinin yeni oyunu Modern Warfare serisi ve Ghosts ile ünlenen Infinity Ward tarafından geliştirilecek ve Activision tarafından yayımlanacak. Serinin 13. oyunu olma özelliği taşıyor. Oyuncular Call of Duty: Ghosts'un devamı olacağını söyleseler de firmadan tam tersi bir açıklama geldi: ""Bambaşka bir Call of Duty olacak."" Oyunun yayınlanan fragman videosu Dünya'nın en beğenilmeyen oyun videosu ve Dünya'nın en beğenilmeyen 2. videosu olmuştur. Donald Rumsfeld Donald Henry Rumsfeld (d. 9 Temmuz 1932), iki ayrı ABD hükümetinde Savunma Bakanı olarak görev yapmış ABD'li siyasetçi. 4 dönem boyunca Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisinde Illinois temsilcisi olarak görev yaptı. 1973-1974 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri'nin NATO örgütü nezdindeki elçilik görevinde de bulundu. 1975-1977 yılları arasında Gerald Ford Hükümeti'nde 13. Savunma Bakanı oldu. O zamanki görevi sırasında Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en genç Savunma Bakanıydı. Yıllar sonra George W. Bush'un başkanı olduğu ABD hükümetinde 2001-2006 yılları arasında 6 yıla yakın bir süre 21. Savunma Bakanı olarak görev yaptı. Görevinin son yılında 74 yaşında olarak bu sefer ABD tarihinin en yaşlı savunma bakanı olmuştu. ABD'nin 2003 yılında Irak'ı işgal etme planının mimarı olarak bilinmektedir. ABD'deki 2006 yılı ara seçimleri kamuoyunda ABD'nin Irak siyaseti konusunda bir referandum olarak algılandı. İktidardaki Cumhuriyetçi Parti'nin bu seçimlerde ağır bir yenilgiye uğraması üzerine 8 Kasım 2006 tarihinde görevden ayrılmak zorunda kaldı. Sayılar Max Brod Max Brod (d. 27 Mayıs 1884, Prag – ö. 20 Aralık 1968, Tel Aviv), Yahudi kökenli Alman yazar, bestekâr ve gazetecidir. Günümüzde Çek Cumhuriyetinin başkenti olan, fakat o zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'ın Bohemya bölgesine bağlı olan Prag'da doğmuştur. Kendisi çok üretken bir yazar olmasına rağmen daha çok Franz Kafka'nın yakın arkadaşı, biyograficisi ve kitaplarını yayınlayan kişi olarak tanınmaktadır. Max Brod aynı zamanda önemli bir yazar, bir çevirmen ve bestekârdır. Ayrıca önemli bir yazar olan Franz Werfel'i de keşfeden kişidir. Babası bir bankacıydı, annesi ise kendini çocuklarına ve onların eğitimlerine adayan bir kadındı. İlk gittiği okul Almanca konuşulan bir Yahudi okuluydu. Bu okulda ileride yakın arkadaşı olacak olan Felix Weltsch le tanıştı ve ikisi liseyi de Stephans Cimnazyum'da birlikte okudular. Üniversitede tercihini hukuk okumaktan yana kullandı ve Charles-Ferdinand Üniversitesi'ne devam etti. Çocukluğu ağır hastalıklarla ve annesinin ruhsal rahatsızlıklarıyla geçmiştir. Müzik onun yaşamında çok önemli bir rol oynamıştır, ailesi de müzikle çok yakından ilgilidir, tam bir opera dostudurlar. Babası genelde güçlü sesiyle Arien von Meyerbeer, Wagner vb. sanatçılardan söylerken, annesi genelde Verdi’nin “La Traviata’sını tercih etmiştir. Ailesinin müzikle bu kadar yakından ilgilenmesi, Max Brod’un ve kardeşleri Otto ve Sophie’nin müzikle ilgilenmelerinde çok önemli rol oynamıştır. Franz Kafka ile ilk kez 23 Ekim 1902’de Prag’da öğrencilerin istedikleri konuda fikir bildirebildikleri, tartışmalara katılabildiği bir toplantıda karşılaşmıştır. Brod o toplantıda Arthur Schopenhauer üzerine bir konuşma yapmaktaydı, Kafka da oradaydı ve bütün konuşmayı hiçbir oturumu kaçırmadan takip etti,konferanstan sonra Brod'un yanına gitti ve evine kadar ona eşlik etti.Aralarındaki sohbetin bu denli uzun sürmesinin nedeninin; Brod'un Nietzsche'yi sahtekar olarak nitelemesi ve buna karşılık bu düşünüre karşı bir hayranlık besleyen Kafka'nın bunu kabullenememesi olduğu bilinmektedir.Aralarındaki dostluk bu tartışmayla başlamıştır. Daha sonraki günlerde
de sık sık buluştular, zamanla çok iyi iki dost oldular. Kafka, Brod’un ailesinin yanında misafir olarak kalmaya başladı ve orada ilk sevgilisi ve nişanlısı olacak olan Felice Bauer ile tanışmıştır. Max Brod, Kafka’nın aksine o dönem çabucak tanınıp önemli bir yazar olmuştur. Henüz 24 yaşındayken Brod dördüncü kitabı olan Nornepygge Şatosu’nu yayımladı. Bu eser Berlin edebiyat çevresinde Ekspresyonizmin en usta eseri olarak kabul gördü. Bu ve bunun gibi birçok eseriyle Brod kısa zamanda Almancanın konuşulduğu edebiyat çevrelerinde tanınan bir kişi oldu. Brod edebiyatın yanı sıra müzikle de yakından ilgilendi, Leoš Janáček gibi usta bir sanatçıyla birlikte çalıştı ve önemli opera eserleri seslendirdi. Ayrıca Brod sanatçılara destek vermeyi sürdürdü. "Aslan Asker Şvayk"ın Çek yazarı Jaroslav Hašek e verdiği destek ile onun ününün daha da artmasına olanak sağladı. Ayrıca Çek besteciler Bedrich Smetana ve Leoš Janáček'in operalarının librettolarını Almancaya çevirmesi ve Leoš Janáček'in biyografisini yazması iki büyük bestecinin de ülkeleri dışında daha fazla tanınmalarına yardımcı oldu. Kafka ise o dönemde göz önünde olan popüler biri değildi. Brod, Kafka’nın önemli eserleri olduğunu ve daha da iyi eserler yazabileceğini biliyordu, bu yüzden Kafka’ya hep yol gösteren, ona cesaret veren, Kafka’nın yaşamında en önemli yere sahip olan kişi oldu. 1907 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra edebiyatla ilgilenmesine olanak sağlayacak rahatlıkta olan işi sayesinde çalışmalarını sürdürdü ve o dönem çıkarttığı Arkadia Yıllığı adlı dergide Kafka'nın ilk öykülerini yayımladı. Kafka ile birlikte İtalya, Almanya, Fransa ve İsviçre gibi ülkelere geziler yaptılar ve ortak bir eser yazmayı planladılar. Fakat dünya görüşlerindeki farklılık nedeniyle bunun mümkün olmadığı düşünülmektedir. Büyük ihtimalle de Kafka’nın günlük tutmasını sağlayan kişi de Max Brod’dur.1912 yılından itibaren Martin Buber'in etkisiyle aktif bir Siyonist oldu.Yaşamının sonuna kadar Yahudilerin Ortadoğu'da bir devlet kurma ve özgür olarak yaşama ideallerini savundu ve destekledi. Bu amaca hizmete eden "Paganism", "Christianity", "Judaism: A Credo", "Race Theory and Judaism", "The Music of Israel" gibi eserler yazdı. 1913 yılında evlendi ve 1924 yılında posta dairesindeki işinden ayrıldı ve bağımsızlığını ilan eden Çekoslovakya'da basın ve bilgilendirme bürosunda işe başladı. Bu yıl yakın dostu Kafka'yı kaybetti ve bu ölüm ile sıkı bir çalışma programına girdi. Amacı Kafka'nın eserlerini düzenlemekti. Bu düzenlemeleri yayımlamaya uygun şekilde yaparken bir yandan da Prager Tagblatt gazetesinde sanat ve tiyatro eleştirileri yazıyordu. Düzenlemelerin bitenlerini geciktirmeden yayımlatmaya başladı ve bu yayımlamalar 1937 yılına değin sürdü. 1937'de Kafka'nın ilk biyografisini yazdı ve yazım hayatına Nazilerin Çekoslovakya'ya kadar dayanması ve Yahudi kıyımı yapmaları nedeniyle 1939 yılında karısıyla birlikte ülkesinden kaçtı ve Filistin topraklarına gitti, orada Tel Aviv kentine yerleşti. Ölümüne kadar sonradan adı İsrail Ulusal Tiyatrosu olan Habimah'ta drama danışmanlığı yaptı. 1942 yılında karısını kaybetti. 1948 yılında Tel Aviv Belediyesi tarafından verilen Bialik Ödülü'ne layık görüldü. Kafka 1924 yılında ölmüş ve Brod’a vasiyeti olarak, yazdığı edebi eserleri yakıp yok etmesini söylemiştir; fakat Brod, Kafka’nın vasiyetini yerine getirmek yerine onun yaşamının ve eserlerinin bütün dünya tarafından tanınmasının gerektiğini düşünmüştür. Brod Kafka’yı “Zamanımızın en büyük yazarı” olarak gördüğünden Kafka’nın eserlerini yayımlamaya karar vermiştir. 1925 yılından itibaren Brod, Kafka’nın roman parçalarını yayımlamaya başlamış ve ileriki 30 yıl içinde Kafka’nın biyografisiyle birlikte birçok eserini yayımlamıştır. Brod Kafka için söylenen “Kafkaesk” kavramından nefret ediyordu; çünkü Kafka’yı en iyi tanıyan kişi oydu ve Kafka kesinlikle bu tanıma uymuyordu. Brod, hukukun yanı sıra tam bir müzik adamı, bestekâr ve piyanistti. Brod 1950’li yıllara kadar bestelerine devam etmiş ve önemli bestelere imza atmıştır. 1938 yılından 1947 yılına kadar Brod neredeyse hiçbir şey yayımlamamıştır, karısının ölümü onu olumsuz yönde etkilemiştir. Brod 1968 yılında Batı Almanya'ya yaptığı bir seyahatten Tel Aviv'e dönerken hayatını kaybetti, ölümüne kadar Tel Aviv’de serbest yazar, gazeteci ve Habimah ulusal tiyatrosunda dramaturg olarak çalışmıştır. Brod’un ölümünden sonra geriye kalanlar (bunların içinde aynı zamanda Kafka’dan geriye kalanlar da bulunmaktadır) sekreterinde ve Brod’un yaşamına yön veren Esther Hoffe’de kalmıştır.Kaynak Prag'taki Yahudi mezarlığında Kafka'nın mezarının karşısında Max Brod için yapılmış bir anıt vardır. Milena Jesenská Milena Jesenská (10 Ağustos 1896, Prag – 17 Mayıs 1944, Ravensbrück), Çek asıllı gazeteci, yazar ve çevirmen. Sadece Franz Kafka'nın sevgilisi olarak anımsanması, hem yaşadığı döneme hem de içinde bulunduğu özgürlükçü harekete ihanet olur. Milena Jesenska, Praglı aristokrat bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş. İçinde bulunduğu seçkin sınıfın aksine, Milena, kendisine dayatılan yaşamı reddettiği için uzun yıllar, önce babasıyla sonra da tüm elitlerle, yılmadan, bir savaşın içine girmiştir. Çok genç yaşta bir Yahudi-Alman'a aşık olur ve babasının şiddetle karşı çıkmasına rağmen bu tutkulu aşkından vazgeçmez. Bunun üzerine hayatında çok büyük sarsıntılar yaşamasına sebep olan bir sinir kliniğine öz babası tarafından kapatılır. Burada bir yıl kalır ve çıktığında, dibe vurmuş, karanlığa gömülmüş bir ruhla baş başa bulur kendini. Milena bu ağır buhranlardan kurtulmak için zaman zaman uyuşturucu maddelere başvurur ve bu dönemi hayatının en karanlık zaman dilimleri olarak ifade eder. Tam da bu sırada babasıyla olan tüm bağını koparır ve para kazanmak için çeviriler yapmaya başlar. İşte Kafka'yla olan ilişkisi de bu çevirilerle hayat bulur. Kendisi de aslen bir Çek olan Kafka'nın, orijinali Almanca olan hikâyelerinin çevirilerini yaparken ona karşı içsel bir bağlılığa yönelir. Kafka da hikâyelerin çevirilerindeki ustalık ve içtenlikten etkilenerek ona bir mektup yollar. İşte yaklaşık iki yıl sürecek mektuplaşmalar ve kangren haline gelecek bu aşkın ilk adımı bu mektupla atılır. Bu iki insan birbirlerine duydukları arzuyu zihinsel bir yolculuk olarak yaşarlar. Aşk o kadar yoğun bir hal alır ki, Kafka dönem dönem geçirdiği ağır öksürük nöbetlerinden, içini kaplayan bu aşkı sorumlu tutar; ve bir süre sonra da bu ilişkiyi sonlandırır. Kafka, Milena'nın hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Belki de bu büyük bağlılığın odağında her iki karakterin de hayatlarındaki "baba" figürü etkili olmuştur. Bitmek bilmeyen öfkeleri, ama içlerinin bir yerlerinde kalan ve kurtulamadıkları sevgileriyle, en eksik yanlarında birbirlerini buldukları fikri işten bile değildir. Bunun dışında siyasal duruşu ve politik kimliği de yaşadığı dönem açısından tartışmasız en marjinal tanımlamalarından biridir. Yeraltından çıkardıkları bir gazetede yazdığı yazılar ve sosyalistlerle yaptığı iş birliği sebebiyle ismi arananlar listesinden hiç eksik olmaz. Ancak o kalıp savaşmayı tercih etmiş, hiçbir zaman kaçmayı düşünmemiştir. En sonunda Naziler tarafından yakalanıp bir toplama kampına götürüldüğünde, halindeki asalet ve duruşundaki dirayetle, hep farklı bir yerde kalmayı başarmıştır. Kampın ağır koşullarına dayanamayarak böbrek yetmezliğinden öldüğünde bile Milena, adını unutulmayan bir isim olarak tarih sayfalarına emanet bırakmıştır. Karl Signell Karl L. Signell (1933- ) ABD'nin Wisconsin eyaletinde doğdu. 1962'de Juilliard'dan (New York) Bachelor of Science derecesini aldı. 1973'te Washington Üniversitesi'nde (Seattle) etnomüzikoloji doktorasını tamamladı. Dış ülkelerde yürüttüğü etnomüzikoloji araştırmaları Türkiye, Yunanistan, Endonezya ve Japonya'daki büyük projeleri içerir. Makaleleri "Asian Music" ve diğer bilimsel dergilerde ve "Garland Encyclopedia of World Music"te yayımlandı. Baltimore'da Maryland Üniversitesi'nde "Center for Turkish Music"i (Türk Müziği Merkezi) kurdu ve "Turkish Music Quarterly" dergisini yayımladı. Kanlı Topraklar Benden Selam Söyle Anadolu'ya Benden Selam Söyle Anadolu'ya, Yunan yazar Dido Sotiriyu'nun yazdığı, hakiki adı "Kanlı Topraklar" ("Matomena Homata") olan kitabının Türkiye baskısının adı. Kitabın yazarı Aydın doğumlu Dido Sotiriyu, bu kitapla Abdi İpekçi Türk Yunan dostluk ödülünü kazanmıştır. "Benden Selam Söyle Anadolu'ya" da 1.Dünya savaşı öncesi Anadolu'da yaşayan Rum ve Türklerin kardeşliğini, Ege'nin Yunan işgaliyle yaşadığı kanlı savaş ortamını ve savaş sonrasında iki ülke arasında yaşanan mübadeleyi anlatır. 1970'li, 1980'li yıllarda Türkiye'de en çok okunan romanlardandı "Benden Selam Söyle Anadolu'ya"... "Anayurduma selam söyle benden Kör mehmet'in damadı! Benden Selam söyle Anadolu'ya ..Toprağını kanla suladık diye bize garezlenmesin ... Ve kardeşi kardeşe kırdıran cellatların Allah bin belasını versin!" Yazar - Yönetmen Haluk IŞIK kitabı oyunlaştırmıştır ve oyun 31 Ocak 2014'te Türkiye ve Dünya Prömiyerini yapmıştır. Karakaya, Çüngüş Karakaya, Diyarbakır ilinin Çüngüş ilçesine köyüdür. Diyarbakır il merkezine 150 km, Çüngüş ilçesine 19 km uzaklıktadır. Mahallenin iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede ilköğretim okulu vardır. Mahallenin içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. http://www.karakayakoy.com/index-old.htm İSMEK 1996 yılında kurulan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sanat ve Meslek Eğitimi Kursları (İSMEK), insanların genel eğitim ihtiyaçlarına cevap verebilecek, mesleki becerilerini geliştirecek, onları sadece pasif tüketici olmaktan çıkarıp aktif üretici kılacak ve iş gücü piyasasının talep ettiği nitelikli iş gücünü karşılayacak elemanların yetiştirilmesi yönünde yetişkin eğitimi organizasyonları yapmaktadır.
Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN döneminde bir sosyal doku projesi olarak faaliyetlerine başlanmıştır. Bunun yanında İSMEK bünyesinde; sanat ve meslek eğitimlerinin yanı sıra, kursiyerlere ve halka yönelik seminerler, sergiler, defileler, sempozyumlar, yayınlar vb. faaliyetler de yapılmaktadır. İSMEK, İBB Personel ve Eğitim Daire Başkanlığı Eğitim Müdürlüğüne bağlı olarak hizmet vermektedir. İSMEK'İN VERDİĞİ SANAT VE MESLEK EĞİTİMLERİNİN TAMAMI ÜCRETSİZDİR. İlk yıl 3 kurs merkezinde, 3 branşta, 141 kursiyerle başlayan eğitimler, 2016-2017 eğitim dönemi itibarıyla İstanbul’un 38 ilçesinde, 235 kurs merkezinde, 540 branşta, 2 milyonu aşkın kursiyere ulaşmıştır. = İSMEK Genel Amaçları = Sex and the City Karşılaştırmalı mistisizm Karşılaştırmalı mistisizm. Çeşitli coğrafyalardaki dinle ilişkisi dışında mistik öğreti ve uygulamaların karşılaştırmalı analizi. Karşılaştırmalı mistisizm çalışmaları karşılaştırmalı dinler çalışmalarıyla hemen hemen aynı dönemde ortaya çıkmıştır. William James, Evelyn Underhill gibi araştırmacılar mistisizm türleri arasında benzer noktalar bulunduğunu öne sürmüşlerdir. Mistik literatürlerin yabancı dillere çevirilmesi bu tip karşılaştırmalı çalışmaların da rahatlıkla yapılabilmesinin önünü açmıştır. Süryani alfabesi Süryani ebcedi, MÖ 2. yüzyıldan itibaren Mardinde Süryanice için konuşulacak bir Alfabedir. Bu Yazı sistemi, Arami alfabesinden türeyen Sami ebcedlerden biri olup Fenike, İbrani ve Arap alfabesi ile bağlantılıdır. Süryani ebcedi, Arap alfabesi gibi sağdan sola yazılan bir yazı sistemidir. Yine Arap alfabesindeki gibi bazı harfler kelime içinde bir sonraki harfe bağlanır, bazıları bağlanmaz. Alfabe 22 harftan ibaret olup bunların tümü ünsüz harflerdir. Ünlü sesleri okuyan kişi tarafından okurken tamamlanır ya da doğru okunuşu gösteren harekelerle belirtilir. Yine Arap alfabesine benzer şekilde, ünsüz harflerden üç tanesinin ünsüz özelliklerinin dışında ünlü özellikleri de vardır. Bu tür harflere dilbilimde Matres Lectionis denir. Bunlar: alfabenin ilk harfi olan Alef (ܐ), ünsüz olarak bir gırtlak sesi temsil ediyorken, kelimenin başında ya da sonunda yer aldığında aynı zamanda ünlü görevi görebilir. Vav harfi (ܘ), "v" ünsüzüyken, aynı zamanda "o" ve "u" seslerini temsil edebilir. Benzer şekilde, Yud harfi (ܝ) "y" ünsüzüyken, aynı zamanda "i" ve "e" seslerini temsil edebilir. Süryani alfabesinin aynı zamanda ebced hesabı vardır. Süryani alfabesinin üç temel çeşidi bulunur. En eski ve klasik çesidine ' () denir. Bu ismin Yunanca ("strongylē", 'yuvarlatılmış') sözcüğü ya da (', 'İncil yazısı') ile ilgili olduğu varsayılıyor. Estrangelā yazı çeşidi artık Süryanice yazılar için kullanılan genel yazı çeşidi olmadığı halde, 10. yy.dan beri zaman zaman yeniden canlandırldığı dönemler oldu. Bu yazı örneğin bilimsel yayınlarda (örn. Leiden Üniversitesi'nin Peshitta versiyonunda), unvan veya yazıtlarda sık sık kullanılır. Bazı eski metin ve yazıtlarda her harfin sola birleşik yazılması mümkünken, bazı harflerin (özellikle ve Mem harflerinin) farklı çeşitlerine rastlanmak mümkün. Batı Süryani lehçesi genellikle ' (, 'sıra') yazısıyla yazılır. Bu yazı çeşidine ' (, 'basit'), 'Maruni' ya da 'Yakubi' yazısı da denir (ancak "Yakubi" denmesinde aşağılayıcı bir anlam vardır). Bu yazıdaki harflerin çoğu belirgin bir şekilde Estrangelā yazısından farklı olup daha sade ve yumuşatılmış bir görünüme sahiptir. En erken Süryani metinlerde italik bir yazı çeşidine rastlansa da, önemli metinler daima Estrangelā yazısıyla yazılırdı. Sekizinci yüzyıldan itibaren daha sade olan Sertā yazısı yaygınlaştı, muhtemelen parşömen kullanımında daha ekonomik olduğu için. (Arap alfabesinin öncüsü olan) Nebati alfabesi bu Süryani el yazısına dayanır. Batıda kullanılan yazı çeşidi genellikle hareke olarak üstte veya altta küçük Yunan harfleri ile işaretlenir. Bu harfler şunlardır: Doğu Süryani lehçesi genellikle Süryani alfabesinin ' (, 'Doğu') biçimiyle yazılır. Bu yazı biçimine ' (, 'konuşma diline ait', bazen de 'çağdaş' olarak çevrilir) ya da 'Asuri' (İbrani alfabesi ile karıştırılmamalı), 'Keldani' ve hatalı olarak 'Nesturi' de denir (son anılan terim aslında Pers İmparatorluğu'nda yaşayan doğu kilisesi mensupları için kullanılır). Doğu yazısı, Estrangelā ile batı yazısı arasında bir yazı biçimidir. Doğu yazı biçiminde, ünlüleri belirtmek için harflerin üzerinde veya altında daha eski bir yazı sisteminden alınan noktalama işaretleri kullanılır: Doğu lehçesinde ünlüleri belirtmek için kullanılan noktalama sisteminin İbrani yazı sisteminde kullanılan Nikkud işaretlerinin oluşumunda rol oynadığı sanılıyor. Nil havzası, Doğu Akdeniz bölgesi ve Mezopotamya'dan oluşan Bereketli Hilal denen bölgede baskın dil olarak Arapça yaygınlaşınca, Arapça metinlerin Süryani yazısıyla yazılması yaygın olmuştu. Bu yazılara genellikle "Karşuni" ya da "Garşuni" () denir. Garşuni bugün Çağdaş Aramice konuşanlar tarafından mektuplarda kullanılır. Süryani alfabesi bağsız (münferit) halleriyle gösterilen aşağıdaki harflerden oluşur. "Kāp̄", "Mīm" ve "Nūn" harfleri tek başına genellikle başlangıç şekilleri ile sondaki şekillerin birleşimi halinde gösterilir (bkz. aşağı). "’Ālap̄", "Dālaṯ", "Hē", "Waw", "Zayn", "Ṣāḏē", "Rēš" ve "Taw" (ve erken Estrangelā metinlerde "Semkaṯ" harfi) kelimenin içinde müteakip harflere bağlanmaz. Bu harfler yıldız (*) işareti ile gösterilmiştir. In the final position following "Dālaṯ" or "Rēš", "’Ālap̄" takes the normal form rather than the final form. In modern usage, some alterations can be made to represent phonemes not represented in classical orthography. A mark similar in appearance to a tilde, called "Majlīyānā" (), is placed either above or below a letter in the "Madnḥāyā" variant of the alphabet to change its phonetic value (see also: "Geresh"): In addition to foreign sounds, a marking system is used to distinguish ' (, 'hard' letters) from ' (, 'soft' letters). The letters "Bēṯ", "Gāmal", "Dālaṯ", "Kāp̄", "Pē", and "Taw", all plosives ('hard'), are able to be spirantized into fricatives ('soft'). The system involves placing a single dot underneath the letter to give its 'soft' variant and, in some usages, a dot above the letter to give its 'hard' variant (though no mark at all may be used to indicate the 'hard' value): The mnemonic "bḡaḏkᵽāṯ" () is often used to remember the six letters that are able to be spirantized. The degree to which letters can be spirantized varies from dialect to dialect as some dialects have lost the ability for certain letters to be spirantized. For native words, spirantization depends on the letter's position within a word or syllable, location relative to other letters and vowels, and other factors. Foreign words do not follow the rules for spirantization. Süryani karakterlerinin Unicode aralığı U+0700 ... U+074F arasındadır. Süryani yazılarında kullanılan kısaltmalar özel bir kontrol karakteri olan Syriac Abbreviation Mark (Süryani Kısaltım İşareti) (U+070F) ile gösterilebilir. Aura (sanat) Bir kişi veya nesneye dair ayırdedici fakat doğrudan algılanamayan özellik, atmosfer. Sanat bağlamında ilk olarak Walter Benjamin tarafından 1936'da "Mekanik Yeniden Üretim Çağında Sanat Eseri" isimli makalede; özgün, el yapımı sanat eserlerinin eşsizliğini dile getirmek için kullanılmıştır. Aura (semptom) Aura, bazı epilepsi nöbetlerinde ve migren ataklarında görülen ve duyuları etkileyen; çok kısa, kişiden kişiye değişebilen, haberci bir semptomdur (belirtidir). Örneğin bazı migren vakalarında migren atağından önce görme veya dokunma duyusunu etkileyen auraya rastlanır: gözde ışık parlaması, karanlık bir yama oluşması veya parmaklarda uyuşma gibi. Birçok epilepsi vakasında aura ya yoktur ya da sonradan hatırlanmaz. Aura çoğu hastada tutarlılık gösterir (benzer şekilde tekrarlanır). Auranın mevcudiyeti genellikle fokal (vücudun belirli bir bölgesinde oluşan) bir nöbete işaret eder. Bunların çoğunluğu lobus temporalis nöbetleridir (bkz. Temporal lob epilepsisi). Aura başkaları tarafından görülebilir, fakat hasta tarafından unutulabilir. İç organlarda kaba hisler duyulur: meselâ korku hisleri, midede kelebeklerin uçuşması, boğaza doğru yükselen ani hisler. Nadiren, baş ve boğazda «anlatılamaz hisler» duyulur. Hastaların aurayı anlatmakta duydukları güçlükler dolayısıyla doktorlar bazen auraları küçümserler. Eğer açık ve yardımcı nitelikte sorular sorulmazsa, penis, vagina veya rektumda duyulan hisleri hasta saklayabilir. Duyularla ilgili karmaşık hislere de rastlanabilir. En karmaşık olanları «entelektüel» aura'lardır: zaman, gerçeklik, kimlik ve anılarla ilgili yaşantılardaki ve özellikle yaşantının yoğunluğundaki karmaşıklıklar (bunlar objektif açıdan önemsiz görünebilir). Tat ve koku alma aura'larına ender rastlanır (bkz. Uncus Nöbetleri). Diğer aura'lar serebral lezyonun yerine göre değişir. Villarrobledo Villarrobledo, İspanya'da Kastilya-La Mancha Özerk Topluluğu Albacete ili içinde bulunan bir kentsel yerleske ve belediyedir. Villarrobledo belediye sınırları içinde nüfusu (2011 tahmini itibarıyla) 26.485 kişi olup, alanı 30,71 km² ve nüfus yoğunluğu 862,41 kişi/km² olur. Villarrobledo belediye sınırları içinde nüfusun gelişmesi şu gösterimde izlenebilir: Villarrobleto'de en önemli iktisadi geçim kaynağı bağcılık, üzüm ve şarap üretimidir. Belediye sınır 30.000 hektardan büyük bir alanda yaklaşık 48.000.000 asmada üzüm yetiştirilmektedir. Kent İspanya ve dünyada eb önemli şarapçılık merkezidir. Difer önemli bir tarım maddaesi üretimi İspanya'ya özel Manchego peyniri alanındadır. Kenti diğer önemli ekonomik sekktörler metalurji sanayi ve karayolu taşımaciligidi Kentte yıl içinde "Villarrobledo Karnivali", "Viña Rock Muzik Festivali" ve Paskalya Haftasi eğlentileri yapılmaktadır. Sırpsındığı Muharebesi Sırpsındığı Muharebesi veya Birinci Meriç Muharebesi 1364 yılında, Sırp İmparatorluğu, Macar Krallığı, İkinci Bulgar İmparatorluğu, Bosna Prensliği ve Eflak Prensliği'nde
n oluşan ittifakın, Osmanlıları Balkanlar'dan atmak için başlattıkları bir savaştır. "Sırpsındığı" yapısı, birleşik kelimedir. "Sırp" ve "Sındık" kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. İlk kelime ("Sırp") bir halkın adıdır. “"Sındık"” kelimesi ise sı- fiiline eklenen -n- fiilden fiil yapım eki ve -DIk sıfatfiil eklerini içerir. En sonuna da isim tamlaması gereği olarak iyelik eki almıştır. Sı- fiili “"1. Kırmak, bozmak. 2. Yenmek, mağlup etmek."” anlamlarını; genişlemiş şekli sın- fiili de “"1. Kırılmak, parçalanmak, bozulmak. 2. Yenilmek, bozguna uğramak."” anlamlarını belirtir. Sırpsındığı Muharebesi ,"Sırpların kırıldığı muharebe" demektir. Bunun yanında Sırpsındığı deyiminin Edirne'nin kuzey doğusunda bulunan şimdiki adı Sarayakpınar olan bu savaşın geçtiği yerin eski adını ifade ettiği de iddia edilmektedir. Bu savaşın tarihi ve yeri konusunda çeşitli anlaşmazlıklar bulunmaktadır. Çeşitli Türk ve yabancı kaynaklar bu savaşın Çirmen Muharebesi’nden ayrı bir muharebe olduğunu ve Çirmen Muharebesi’nin nedenlerinden birinin de Sırplarca bu savaşın intikamını almak olduğunu belirtilmektedir. Bunun ispatı olarak da Çirmen'in bugünkü Yunanistan topraklarında olmasına karşın, 1364 yılındaki savaşın bugünkü Türkiye sınırlarında kalan ve bu yerin uzağında bir köyde olduğu, diğer taraftan papa 5.Urban'ın Çirmen Muharebesi’nden önce öldüğü gibi fikirler belirtirler. Bunun aksi yönde Çirmen Muharebesi ile bu muharebenin aynı olduğunu iddia eden azınlık da özellikle yabancı kaynaklarda bulunmaktadır. Bir kısım kaynaklarda 1364 yılında bahsi geçen büyük bir savaşın olduğunu ancak bu savaşın Sırpsındığı olarak değil Birinci Meriç Muharebesi olarak adlandırılması gerektiğini esas Sırpsındığı Muharebesi’nin 2. Meriç Muharebesi olarak da adlandırılan Çirmen Muharebesi olduğunu iddia ederler. Osmanlı Türklerinin Edirne'yi 1361'de ele geçirdikleri zaman Konstantinopolis'ten Avrupa'ya giden stratejik ana yol kesilmişti. Türk göçmenler çok sayıda ve çok hızla Trakya'ya yerleşmeye başlamışlardı. Osmanlıların 1363'de Filibe’yi ele geçirmeleri sırasında kaçan ve Sırbistan'a sığınan Bizans kumandanı Osmanlılar üzerine yürünmesini devamlı olarak tavsiye ediyordu. Bulgarlar ve Sırpların yanında Papa V.Urban'ın çabalarıyla Balkanlar’da bulunan Hıristiyan devletler olan Macar Krallığı ile Eflâk ve Bosna prenslikleri birleşik olarak bir Haçlı seferi yapmaya karar verdiler ve Osmanlı Devleti’ne karşı ilk kez Haçlı ittifakı oluşturuldu. 1364 yılında Macar Kıralı I. Lajos, Pirlepe bölgesinin Sırp kökenli beyi Vukašin Mrnjavčević, Jovan Uglješa, Eflak Prensi ve Bosna Prensi idaresindeki birliklerden oluşan 30.000 (bazı kaynaklar 60.000) kişilik bir Haçlı ordusu kurulup Macaristan Kralı Lajos komutasında Edirne üzerine yürümeye başladı. Trakya'daki Osmanlı birlikleri Lala Şahin Paşa idaresinde olup 12.000'i geçmiyordu. Osmanlı hükümdarı olan I. Murad Karabiga Kalesi’ni ellerinde bulunduran, kendilerini Anadolu'ya getirten Bizanslılara isyan etmiş Katalan Paralı Asker Birliği kalıntıları ile uğraşmaktaydı. Murad Bey, kendisinden düşmanın sayıca fazlalığı sebebiyle yardım isteyen Lala Şahin Paşa'ya Haçlı ordusunun ilerleyişini yavaşlatma emri vermişti. Lala Şahin Paşa ise takviye gelene kadar Hacı İlbeyi emrine bir akıncı birliği verip Haçlı ordusunun Meriç'i geçişini durdurmakla görevlendirmişti. Fakat Haçlı ordusu Meriç'ni geçmiş ve Edirne'ye iki günlük rahat yürüyüşle gidilebilecek mesafede olan bir mevkide Meriç Nehri kıyısında kampa girmiş ve Edirne hemen ellerine geçeceğini umarak rahatlarına bakmaya düşmüşlerdi. Hacı İlbey, Lala Şahin Paşa'nın emrini dinlemedi, gece karanlığından yararlanarak askerlerinin kendilerini sayıca fazla göstermek için iki meşale taşımalarını istedi ve bu türden çeşitli taktiklerle kendi birliklerini sayıca fazla göstererek; komutasındaki daha çok hafif süvari, akıncı, şeklinde olan Osmanlı kuvvetleriyle Meriç'i çevreleyen bataklıkları aşarak Haçlı kampına saldırdı. Bu gece saldırısını beklemeyen, uykuda veya akşamki eğlenceleri dolayısıyla içkili olan Haçlı ittifakı askerlerinin çoğu, Osmanlı ordusunun tamamının üzerine geldiklerini zannedip, geldikleri yola doğru kaçıp çekilmeye çalıştılar. Fakat bu geri çekilme bir paniğe dönüştü. Birçoğu sel suları ile yüklü geniş ve derin Meriç'i yüzerek karşı tarafa geçmek isterken boğuldu. Sırpsındığı Muharebesi’nin kazanılmasıyla, Edirne ve Batı Trakya, Osmanlı Devleti için daha güvenli hâle geldi. Meriç Nehri, Osmanlı kontrolüne geçti. Balkanlar’daki Macar üstünlüğü kırıldı. Bulgaristan vergiye bağlandı ve Bulgar İmparatorluğu’nun düşüşü ve Bulgaristan'ın Osmanlı eline geçiş süreci hızlandı. Osmanlı ilk kez Haçlı ordusunu yendi. Balkanlar’a geçiş kolaylaştı. Bununla birlikte bu savaş Sırplarda intikam duygusu da uyandırdığından Çirmen Savaşı’nın yapılmasında Sırplar için başlıca nedenlerden biri olmuştur. Hacı İlbey ise Lala Şahin Paşa tarafından, kimi kaynaklara göre kendi emrini dinlemediği için kimi kaynaklara göre ise kendisi kuvvet fazlalığından korkup padişahtan kuvvet isterken altındaki bir kimsenin düşmana saldırması ve başarı kazanmasını içine sindirememesi, mahcup duruma düşmesinden, zehirlenerek öldürüldü. Hermeneutik Hermeneutik (Hermenötik, yorumsama), ilkin Hristiyan teolojisi alanındaki yorum tartışmalarından ortaya çıkan bir anlam ve metodoloji bilgisi. Daha sonra terim teolojik sahanın dışına çıkmış ve daha genel anlamda yorum araştırmalarıyla ilgili felsefi bir disiplin haline gelmiştir. Antik Yunan tanrısı Hermes, yer (insanlar) ile gök (tanrılar) arasında bağ kurucu ve yer yüzünde yukarının (tanrısal olanın) yorumcusu (hermesneuta) olarak kabul görmekte idi. “Hermenötik” denilen bu kelime kaynağını Hermes’in bu fonksiyonundan alır. Hermenötik (Hermeneutics) sözcüğü bir metnin içrek (ezoterik) anlamının bulunması, bir metnin asıl maksadının anlaşılması anlamlarında kullanılmaktadır ve yorum ilmi olarak kabul edilir. Hermenötik kelimesi yorumcu/müfessir anlamındaki Yunanca "Ερμηνεύς" teriminden türetilmiştir. Bu terim aynı zamanda tanrıların mesajlarının yorumlayıcısı olan Yunan tanrısı Hermes ile de ilişkilidir. Batı dünyasında metnin yorumu bilgisi anlamında hermenötiğin iki kaynağı vardır: İlki İskenderiye'deki antik Yunan retorikçilerinin metin araştırmaları diğeri de Helenistik kültürle çağdaş olan Kitab-ı Mukaddes'in Kilise Babalarına ve Yahudi Midraşik yorum geleneğidir. Nora Romi Nora Romi Özkılıç (d. 1970, İstanbul) Türk gazeteci ve yazar. İlk, orta ve lise eğitimini Şişli Terakki Lisesi'nde tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi İngilizce Öğretmenliğinde okumaya başladı. Ne var ki 1992 yılında "Bir Numara Yayıncılık"'a bağlı "Para" dergisinde çalışmaya başlayarak eğitimini yarım bıraktı. Daha sonra Penthouse dergisi kadrosuna bağlı olarak Bir Numara Yayıncılığa bağlı pek çok dergide yazı ve araştırmaları yayınlandı. 1995 yılında Milliyet Gazetesine geçerek çalışmalarına orada devam etti. "No Name" adlı köşe yazılarının yanı sıra, cumartesileri yayınlanan ""Vitrin"" ilavesinin editörlüğünü yaptı. Arada çeşitli yazı ve yazı dizileri hazırladı. 1999 yılında Milliyet'ten ayrılarak yazılarına bir süre Yeni Yüzyıl Gazetesinde devam etti. Arada pek çok dergi ve yayında yazıları yer almaya devam etti. Bir çocuk annesidir. Doğum yaptıktan bir süre sonra 2002 yılında Hürriyet Gazetesinde ""Yeni Anne"" sayfasını hazırlamaya başladı. Oğlu 10 yaşına gelene kadar da Hürriyet'e devam etti. Arada Parents ve Perfect Wedding dergilerinin yayın yönetmenliğini yaptı. Daha sonra Dinosaurs Medya Ajansı'nda Parents, More ve Better Homes & Gardens dergilerinin Genel Yayın Koordinatörlüğü'nü yaptı. Şimdi ise Fikir Annesi adında bir şirkette influencer media yaparak markalarla anneleri bir araya getiren projeler ve çözümler oluşturmakta. Elektron mikroskobu Tüm mikroorganizmları (virusler dahil) ve onların her türlü yapılarını incelemeye imkan sağlar. Elektronların yaydıkları ışınlarla bir objeyi bir milyon defa büyütebilmektedir. Elektron demeti ışık kaynağıdır. Elektromanyetik çubuklar mercekler yerine kullanılır. Böylece 1 µm ve 10A büyüklüğünde cisimler ayırt edilebilir. Flex-Able Flex-Able, ABD'li gitar ustası ve besteci Steve Vai'ın bireysel sanatçı olarak çıkardığı ilk albümdür. 1984 yılına ait bir özgün stüdyo albümü olan Flex-Able, Steve Vai'ın Frank Zappa'dan büyük oranda etkilenmiş olmasının izlerini taşır ve buna bağlı olarak da kimilerince yalnızca sıkı Steve Vai hayranlarına hitap edebilecek bir albüm olarak değerlendirilir. Vivet Kanetti Vivet Kanetti, (d. 1956 İstanbul) Türk romancı, gazeteci ve çevirmen. İstanbul’da, Yahudi bir ailede doğdu. Pek çok yerde yaşadı. Satıcılık, telefonculuk, çevirmenlik, tiyatroculuk, sinema figüranlığı, öğretmenlik, akıl hastanesinde ergoterapistlik, muhabirlik, televizyonculuk ve köşe yazarlığı yaptı. E. Emine adıyla yazdığı ilk romanı Bizans Sohbetleri 1988’de yayımlandı. Bu kitabı Kurabiye Saatinde (1992), Kırık Zarlar (1997) ve Turuncu Kayık (2000), adlı romanlar izledi. Gazete yazılarından sınırlı bir seçkiyi Hissesiz Kısalar (1998) adlı kitapta topladı. Turuncu Kayık’ın ikinci baskısında, E. Emine’yle yer değiştirdi. Medyanın sunduğu ve medyanın içindeki kadın olgusunu ele aldığı Koş Süreyya Koş Şampiyon Olacağız 2002’de yayımlandı. Koş Süreyya Koş Şampiyon Olacağız'ın ardından, bir Büyükada hikâyesi olan Prenslerin Adası isimli senaryosu yayınlandı. Son romanı Bana Modern Türk'ün Tarifini Yapabilir misin Kaan, Kanat Kitap tarafından 2009'da yayımlandı. Edebiyat ve sanat yazılarını bir araya getirdiği Kız Ayakları isimli kitabı ise 2010'da Everest yayınlarından çıktı. Yirmili yaşlarının başındayken yazıp bir kenarda bıraktığı ilk romanı da 2011'de Huysuzun Teki adıyla ilk kez yayınlandı. İlk romanlarını kitaplarının yabancı yazarlar raflarında yer almaması için E. Emine adıyla yayımladığını söyleyen yazarın dördüncü romanı Turuncu Kayık'ın önsözü Vivet Kanetti imzalı idi, ikinci baskıda Vivet Kanetti ile E. Emine nihayet yer değiştirdiler. Boris Vian'dan, E
mile Ajar'dan, Michel Ragon'dan, Jacques Verges'den, Colette'den ve daha birçok yazardan çeviriler yaptı, René Goscinny'nin "Pıtırcık" ("Le petit Nicolas") serisini tamamen çevirdi. "Aktüel" dergisinde, "Yeni Yüzyıl" ve "Yeni Binyıl" gazetelerinde, Gazeteport haber portalında köşe yazarlığı yaptı. "Öküz"de, "Amann"da, "Virgül"de, "Karizma"da ve daha birçok dergide yazıları yayınlandı. Bir ara televizyon programları da yaptı. 2010 yılında hayatını kaybeden sanatçı Ömer Uluç'la evli olan Vivet Kanetti, İngilizce ve Fransızca biliyor. Bağıl nem Bağıl nem, havada bulunan su buharına ait kısmi basıncın, aynı sıcaklıktaki suyun denge buhar basıncına oranıdır. Başka bir deyişle bağıl nem, havanın belirli bir sıcaklıkta taşıyabileceği nem miktarının yüzde kaçını taşıdığını belirtir. Bağıl nemin %100 olması, havanın artık suyla doyurulmuş olması demektir. Bu durumda hava daha fazla su alamayacak ve havaya katılmaya çalışan buhar yoğuşarak sıvı haline dönüşecektir. Bağıl nem %100'den küçük bir değerdeyse buharlaşma gözlenir. Mesela havanın bağıl nemi %50 ise yağmur yağma ihtimali olmayabilir fakat bağıl nem oranı %95 ise büyük ihtimalle yağmur yağacaktır. Bağıl nem sıcaklık ile ters orantılıdır aynı zamanda bağıl nem çöl gibi kurak yerlerde az, ekvatoral bölge ve deniz kıyıları gibi yerlerde fazladır. Bağıl nem (b), mutlak nem (m) ve azamî nem arasında formula_1 bağıntısı bulunmaktadır. Flex-Able Leftovers Flex-Able Leftovers, ABD'li gitar ustası ve besteci Steve Vai'ın sınırlı sayıda basılmış bir EP çalışmasıdır. 1982-1984 yılları arasında yapılmış kayıtlardan oluşturulmuş ve 1984 yılında yayınlanmış olan Flex-Able Leftovers, 10 Kasım 1998'de, özgün sürümde yer almayan 5 ek parçayla birlikte yeniden yayınlanmıştır. Passion and Warfare Passion and Warfare, Amerikalı gitar ustası ve besteci Steve Vai'ın 1990 yılı albümdür. 2 kere platin plak kazanan "Passion and Warfare", kimi eleştirmenlerce tüm zamanların en iyi hard rock gitar albümü olarak kabul edilir. Tüm şarkılar Steve Vai tarafından yazılmıştır. Sex &amp; Religion Sex and Religion, ABD'li gitar ustası ve besteci Steve Vai'ın "Vai" adı altında sunulmuş olan, 1993 yılı albümüdür. "Sex and Religion", bir EP olan "Flex-Able Leftovers" dışarda bırakıldığında, Steve Vai'ın üçüncü özgün stüdyo albümüdür. Yazarı yazılmamış şarkıları Steve Vai yazmıştır. Fire Garden Fire Garden, ABD'li gitar ustası ve besteci Steve Vai'ın 1996 yılı albümdür. "Fire Garden", birer EP olan "Flex-Able Leftovers" ve "Alien Love Secrets" dışarda bırakıldığında, Steve Vai'ın dördüncü özgün stüdyo albümüdür. Yazarı yazılmamış şarkıları Steve Vai yazmıştır. Endüstri mühendisliği Endüstri mühendisliği ya da sanayi mühendisliği (İngilizce: "Industrial engineering"), insan, malzeme ve makineden oluşan bütünleşik sistemlerin kuruluş ve devamlılığının yönetimi ile ilgilenen mühendislik dalı. Çalışmalarında matematik, fen bilimleri ve sosyal bilimlerdeki özel bilgi ve becerileri mühendislik analiz ve tasarım ilke yöntemleriyle birleştirerek, bu sistemlerden elde edilecek sonuçları belirleyip, kestirerek değerlendiren ve disiplinler arası bir yaklaşım sergileyen endüstri mühendisleri, zaman, para, malzeme, enerji gibi kaynakların verimli kullanımına ve mühendislik hizmetlerinin kalitesini artırmaya yönelik çalışmalarda bulunur. Endüstri mühendisliği diğer mühendislik dallarından farklı bir yapıya ve düşünce sistemine sahiptir. En önemli fark endüstri mühendisliğinin parçayı değil bütünü göz önüne alarak çalışması, sistemin bütünüyle ilgilenmesidir. İkinci önemli fark ise her türlü uygulamada insan faktörünü dikkate almasıdır. Bu sebeplerden dolayı temel doğa bilimleriyle olan ilişkisinin yanında sosyal bilimlerle de iç içedir. Endüstri mühendisliği ile ilgili kavramların ortaya çıkması ve yaygın olarak kullanılmaya başlanması 19.yy'ın başlarına kadar gitmektedir. Kapitalist ekonominin öncüsü olarak bilinen Adam Smith Ulusların Zenginliği adlı eserinde işbölümünün öneminden ve faydalarından bahsetmiştir. Adam Smith'e göre her bir işçinin birçok değil de, sadece özel bir harekat üzerinde yoğunlaşması, üretimdeki verimliliğin artmasında çok büyük öneme sahiptir. 1832'de Charles Babbage da "Makina İktisadı ve İmalatçılar Üzerine" adlı kitabında işbölümü, organizasyon çizelgesi ve işçi ilişkileri gibi konuları incelemiştir. Bu çalışmalar endüstri mühendisliğinin temel almış olduğu birtakım kavramlara değinmiş olmasına rağmen, endüstri mühendisliği asıl Frederick Winslow Taylor'ın(1856-1915) yapmış olduğu çalışmalar sayesinde belli bir yere gelmiş ve asıl şeklini almıştır. Taylor, kronometrik zaman etüdünü ilk kullanan kişi olmakla birlikte, iş ve zaman etüdü gibi kavramların yaratıcısıdır. Frank ve Lilian Gilbreth de iş ve zaman etüdü konularını geliştirmiş ve daha ileri bir seviyeye getirmişlerdir. Endüstri mühendisliğindeki asıl ilerlemeler ise birçok diğer mühendislik alanında olduğu gibi II.Dünya Savaşı ve sonrası devire rastlar. Bu devirde yöneylem araştırması olarak bilinen alanla daha da iç içe geçmiş ve birbirini tamamlar nitelik kazanmıştır. Bu sayede endüstri mühendisliği sadece imalatı konu alan bir yapıdan kurtulmuş, gerçek hayatta karşılaştığımız sistemlerle ilgili her türlü soruna çözüm üretmeye çalışan, araştırma yelpazesini oldukça geniş tutan bir mühendislik dalı haline gelmiştir. Matematik , bilgisayar teknolojileri (veritabanları), İnternet, Yönetim Bilişim Sistemleri ve ağlar) ve programlama (yeni ve daha verimli algoritmaların ortaya çıkması ve kullanılması, nesne-odaklı programlama) tekniklerinin gelişmesi ile birlikte daha karışık sistemlerin çözümü kolaylaşmış ve endüstri mühendisliği yeni bir boyut kazanmıştır. Günümüzde dünyada birçok üniversitede endüstri mühendisliği bölümü kurulmuş durumdadır. Kimi yerlerde sistem mühendisliği, imalat mühendisliği, imalat sistemleri mühendisliği ya da mühendislik yönetimi adıyla da bilinmektedir. Türkiye'de ilk endüstri mühendisliği bölümü kurulması 1969 yılına dayanır. İlk temel İTÜ'de 1949 yılında Takım Tezgahları Kürsüsü’nde Fabrika Organizasyonu dersi verilmeye başlaması ve "Sanayi Mühendisliği" ismi ile bir bölüm kurulması ile ilgili 8 Mayıs 1968 tarihinde karar alınmasına dayanır. 1969 yılında ise İTÜ ve ODTÜ'de endüstri mühendisliği adı ile bölüm kurulmuştur. Temel mühendislik eğitimleri yanında, Yöneylem Araştırması, Üretim sistemleri, Üretim Planlama, Stokastik Modelleme, Tedarik zinciri yönetimi, Modelleme ve Optimizasyon Yöntemleri, Yönetim ve Organizasyon, Kalite yönetimi, Benzetim, İş ve zaman etüdü, İş Güvenliği,İnsan kaynakları Yönetimi, Proje yönetimi, Girişimcilik ve Fizibilite Etüdü, Yönetim Bilişim Sistemleri, üniversitelerdeki endüstri mühendisliği bölümlerinin başlıca derslerindendir. Mühendislik, genelde problem tanımlama, çözüm seçenekleri türetme, karar verme ve çözümden oluşan bir süreçtir. Endüstri mühendisleri bu tanım doğrultusunda tasarımlar yapar. Söz konusu tasarımlar endüstri mühendislerince "üretim sistemleri tasarımı" ve "üretim sistemleri kontrolü" şeklinde gerçekleştirilmektedir. Mal ve/veya hizmet üreten bir örgütün aşağıdaki gibi işlevleri endüstri mühendislerince tasarlanmaktadır. 33.YA/EM kongresinde ele alınan konular endüstri mühendisliğinin ilgi alanları ile ilgili fikir verebilecektir: The Ultra Zone The Ultra Zone, ABD'li gitar ustası ve besteci Steve Vai'ın 1999 yılı albümdür. "The Ultra Zone", birer EP olan "Flex-Able Leftovers" ve "Alien Love Secrets" dışarda bırakıldığında, Steve Vai'ın beşinci özgün stüdyo albümüdür. Tüm şarkılar Steve Vai tarafından yazılmıştır. The 7th Song: Enchanting Guitar Melodies - Archive The 7th Song: Enchanting Guitar Melodies - Archive ya da kısa adıyla The 7th Song, ABD'li gitar ustası ve besteci Steve Vai'ın 2000 yılında çıkardığı, derleme nitelikli olan ilk albümüdür. Steve Vai'nin tüm albümlerinin 7. şarkılarının, bulundukları albümlerin en ustalıkla yazılmış ve en duygusal şarkısı olduğu söylenmektedir. Yazarı yazılmamış şarkıları Steve Vai yazmıştır. MegaUpload MegaUpload, SOPA yasası nedeniyle kurucusu tutuklanan ve 19 Ocak 2012 itibarıyla kapatılan dosya barındırma sitesi. Merkezi Hong Kong'tadır Kullanıcılar paylaşmak istedikleri dosyaları MegaUpload sunucularına yüklemekte ve yükleme sonunda kendilerine yüklenmiş olan dosyaya ait bir bağlantı döndürülmektedir. Diğer kişiler bu bağlantı üzerinden dosyayı indirebilmektedir. MegaUpload ücretsiz olarak da hizmet veren bir firmadır, ancak ücretsiz kullanımda aynı anda sadece bir dosyanın indirilebilmesi, indirme hızlandırıcı programlara izin verilmemesi, belirli bir zaman için sınırlı büyüklükte indirme yapılabilmesi gibi kısıtlar vardır. Ücret karşılığı edinilebilen Ayrıcalıklı Hesap (Premium Account) ile bu kısıtlar olmadan dosya indirmek mümkündür. MegaUpload, kullanıcıların ekledikleri dosyalarda arama yapılmasına izin vermemektedir. Pas Sarah Jessica Parker Sarah Jessica Parker (d. 25 Mart 1965), Amerikalı oyuncu, yapımcı ve tasarımcı. Altın Küre ve Emmy ödülü sahibidir. Televizyon, sinema ve tiyatro oyunculuğu yapmış olan sanatçı oynadığı Sex and the City adlı dizi ile dünya çapında üne kavuşmuştur. 7 kardeşi vardir. Bale ve şan dersleri almıştır. Bu sebeple bir Broadway yapımı olan "The Innocents" da yer almıştır. Yine bir Broadway oyunu olan "Annie" de başrolde oynamıştır. Televizyondaki ilk önemli çıkışını "Square Pegs" isimli dizide başrolü oynayarak yapmıştır. Bunu 1980'li yıllarda birkaç sinema ve televizyon filmi takip etmiştir. 1984-1991 yılları arasında aktör Robert Downey Jr. ile yaşamıştır. Asıl büyük çıkışını 1991'de çektiği ve başrolunu Steve Martin ile paylaştığı "L.A. Story" ile yapmıştır. 1992'de çektiği "Honeymoon In Vegas" Sarah J.Parker'a Nicolas Cage ile 1 yıl süren bir ilişki de beraberinde getirmiştir. Bu ilişkiden bir süre sonra da John F.Kenndy Jr. ile kisa süreli bir ilişki daha yaşadı. 1997 yılında ise şu andaki eşi aktör Matthew Broderick ile evlendi. 1998'de ise hayatının dönüm noktalarından bir
i olacak olan "Sex and The City" dizisinde Carrie Bradshaw rolünü oynamaya başladı. Dizi, 2004 yılında sona erdi ve Sarah`a bir Altin Küre ve bir de Emmy ödülü kazandırdı. 2003 yılında bir erkek çocuğu dünyaya getiren Sarah J.Parker, Sex and the City bittikten sonra film ve tiyatro çalışmalarına devam etmektedir. Alive in an Ultra World Alive in an Ultra World, ABD'li gitar ustası ve besteci Steve Vai'ın 2001 yılı canlı müzik albümüdür. Albümün kayıtları, Steve Vai'ın 2000 yılı "The Ultra Zone" dünya turnesi sırasında yapılmıştır. Tüm şarkılar Steve Vai tarafından yazılmıştır. Terim Terim; Çeşitli bilim, sanat, meslek, spor dallarında kullanılan; bunlarla ilgili varlıkları, durumları, olayları karşılayan sözcük. Terimler genel konuşma ve yazı dili dışında kalan, uzmanlık isteyen özel uğraş alanlarına ait kavramları ifade etmeye yarayan, sınırlı anlamlara sahip sözcüklerdir. Terim, genel dilde kullanılan sözcüklerin anlamlarıyla karışmayan, kendine özgü kuruluşu olan sözcük ya da sözcük öbeğidir. Eğer bu sözcüklerin genel dilde kullanılan eş sesli karşılıkları varsa, terim olarak kullanılan anlamlarına "terim anlam" denir. Terminoloji Terminoloji ya da Türkçe olarak Terimbilim, genel anlamda terimler ve onların kullanımıyla ilgili bir bilim dalıdır ki, bu terimler araştırmaya dayalı özellikli (spesifik) metinlerde geçen (basit) sözcükler veya birleşik sözcükler şeklindedir. Terimbilim, Terminus (çoğul: Termini) öğretisidir. Artık konuşma dilimize yerleşmiş olan Termini’lerin kavramsallığında anlam yüklülüğüyle metinlerdeki hâllerinin incelendiği, çözümlenmesi ve araştırılması, doğru kullanım için kurallar getirilmesi ile uğraşır ve dilin fiktif didaktiğini belirler. Bu anlamda bildiğimiz klasik sözlükler, Glossar (sözlük listesi), Thesaurus (anlam dizinleri) terimbilimin kullanım alanındadır. Dolayısıyla terimbilimin her zaman yoklanabilecek ve kendisine başvurulabilecek kontrollü bir sözcük dağarcığı vardır. Kavramların listelenmesi veya sınıflandırılması terimbilimde genelde alfabetik biçimde ilgi alanı, temas ettiği uzmanlık dalı (örneğin biyoloji, kimya, matematik, fizik vs.) kullanım sıklığı gibi bir takım spesifik özellikler ve yönlendirmeler taşır. Boeing 747 Boeing 747 (Jumbo Jet), havayolu taşımacılığında kullanılan bir jet uçağıdır. İlk ticari uçuşunu 1970 yılında gerçekleştirmiştir. Büyüklük rekorunu Airbus A380'in hizmete girdiği 2006 yılına kadar elinde tutmuştur. 2006 yılı itibarıyla en uzun kanat genişliğine Hughes H-4 Hercules sahiptir ancak en büyük ticari uçak, Ukrayna yapımı kargo uçağı Antonov An-225'tir. Boeing Commercial Aircraft tarafından üretilen dört motorlu 747, çift katlı bir tasarıma sahiptir. İki-sınıf yerleşim planı 524 yolcu için yer sağlarken, tipik üç-sınıf yerleşim planı 416 yolcu için yer sağlamaktadır. Üst katın oluşturduğu kambur, 747'nin kolayca tanınabilmesini sağlar. Şu anda üretimde olan 747 serisi ses hızının altında (genel olarak 0,85 mach) ve kıtalar arası mesafelerde (7.260 Deniz mili) uçmaktadır. Bazı modellerle New York'tan Hong Kong'a — dünyanın çevresinin üçte biri— durmaksızın uçmak mümkün olmaktadır. 1989 yılında Qantas'a ait bir 747-400'ün Londra'dan Sidney'e (18.001 km) 20 saat ve 9 dakika da uçmasına karşılık, teslimat amaçlı olan bu uçuş yolcu veya kargo yükü olmadan gerçekleştirilmiştir. 1960'lardaki hava ulaşımı patlaması sonucunda 747 doğmuştur. Boeing 707'nin önderliğini yaptığı ticari jet ulaşım dönemi uzun mesafeli yolculuk devrimini gerçekleştirmiş ve dünyanın her yerine kısa zamanda ulaşılabilmesini mümkün kılmıştır. Boeing, büyük bir hava taşıma aracı için Amerika Silahlı Kuvvetleri'ne teklif götürürken çalışmalara çoktan başlamıştı. Anlaşma Boeing yerine Lockheed firmasının ürettiği C-5 Galaxy için yapıldı ancak o sırada en sadık müşterileri olan Pan Am, 707'nin iki katı büyüklüğünde bir yolcu uçağının geliştirilmesi talebinde bulundu. 1966 yılında Boeing firması üretmekte olduğu uçağın başlangıç modelinin 747 olarak isimlendirilmesini önerdi. Pan Am firması ilk 100 serinin 25 adedini 550 milyon dolara sipariş ederek ana müşteri oldu. Orijinal tasarım tam-uzun çift-katlı uçak gövdesiydi. Tahliye yolları sorunu nedeniyle geniş-gövde tasarımına geçildi. O zamanlar 747'nin yerini süpersonik bir tasarımın alacağı düşünülüyordu. Boeing zekice bir hareketle 747'yi kargo uçağına dönüştürülebilir şekilde tasarlamıştı. Böylece Boeing, yolcu uçağı modelinin satışları azaldığında kargo uçağı olarak üretimi sürdürebilecekti. Kokpit, 747'yi diğerlerinden ayıran şişkinliği oluşturan kısaltılmış üst kata alındı, böylece burun kısmına yükleme kapısı eklenebilecekti. Concorde ve Boeing'in üretilmemiş Boeing 2707 modeli gibi süpersonik uçakları, petrol fiyatlarının çok yüksek olduğu dönemlerde kârlı işletim için çok maliyetli olmaları ve kara üzerindeki süpersonik uçuşlarla ilgili düzenlemeler nedeniyle hiçbir zaman gereksinimleri karşılayamadı. 400 adet sattıktan sonra 747'nin modasının geçmesi bekleniyordu. Fakat 747 beklentilerin ötesine geçerek 1993 yılında 1.000 adet olan hedefini aştı. Yolcu modelinin satışlarında beklenen azalma ancak 20 yıl sonra, 2000 başlarında gerçekleşti. 747 gibi bir uçağın geliştirilmesi büyük sorumluluktu ve Boeing'in böyle bir montajı yapacak büyüklükte tesisi yoktu. Böylece şirket Everett, Washington civarındaki 780 dönümlük arazi üzerine yeni bir fabrika inşa etti. Bu fabrika şimdiye kadar yapılmış en büyük hacme sahip binadır. Pratt and Whitney güçlü bir motor geliştirdi. JT9D isimli motor ilk kez ve sadece 747 için kullanıldı. Güvenlik ve uçabilirlik kaygılarını gidermek için 747 dört yedek hidrolik sistem, ayrı kontrol yüzeyleri, yedek ana iniş takımı, çift yapısal fazlalıklar ve standart pistleri kullanmaya imkân veren geliştirilmiş hareketli kanatlar ile donatıldı. Kanatlar 37,5 derecelik bir açıyla geriye doğru çekilerek 747'nin mevcut hangarlarını kullanabilecek boyuta gelmesi sağlandı. Uçuş onaylaması döneminde Boeing, 747'nin test pilotu Jack Waddel'e atfen "Wadell'in Vagonu" adı verilen kamyonun üstüne monte edilmiş kokpitten oluşan alışılmışın dışında bir eğitim cihazı imal etti. Bu cihaz yüksek üst kat konumundan uçağı taksi etmeyi öğretmek amacıyla tasarlanmıştı. Boeing firması 747'yi Pan Am'a 1970 yılında teslim etme sözü vermişti. Bu gelişim, imalat ve test için dört yıldan az bir süre demekti. İş o kadar süratli gidiyordu ki, 747'nin geliştirilmesinde çalışanlara "inanılmazlar" adı verilmişti. 747'yi geliştirme ve Everett fabrikasının inşaatı, maliyetinin büyük kısmını borçlanarak sağlamak ve şirketin varlığını 747'nin başarısına bağlamak gibi bir kumara girmek demekti. JT9D'nin geliştirilmesinde yaşanan problemler teslimatların gecikmesine yolaçtı. Sonuç olarak 30 kadar uçak Everett'te öylece beklemek durumunda kaldı ve şirket iflasın eşiğine geldi. Kumar olumlu sonuçlandı ve onlarca yıl boyunca Boeing yolcu uçağı, rakipsiz olmanın tadını çıkarttı. 747'nin rekoru, Boeing'in rakibi Airbus A380 tarafından ancak ilk teslim tarihinden 35 yıl sonra kırılabildi. 15 Ocak 1970 tarihinde, Washington Dulles Uluslararası Havaalanında Başkanın eşi Pat Nixon ve beraberindeki Pan Am yönetim kurulu başkanı Najeeb Halaby tarafından resmi olarak Pan Am Boeing 747 adını aldı. Şampanya kırmak yerine uçağa kırmızı, beyaz ve mavi su püskürtüldü. Boeing 747'nin ilk ticari uçuşu Pan Am tarafından John F. Kennedy Uluslararası Havaalanı ile Londra Heathrow Havaalanı arasında 21 Ocak 1970 tarihinde gerçekleştirildi. Pan Am 1970'in ilkbahar ve yazında 747'yi Londra-Boston, Washington ve diğer şehirler arasındaki uçuşlarda kullanmaya başladı. Artık hava ulaşımı için yeni bir standart oluşmuştu ve diğer havayolu şirketleri kendi 747'lerini kullanabilmek için acele etmeye başlamıştı. TWA, Japan Airlines, Lufthansa, BOAC ve Northwest Orient uzun mesafe uçuşlarda 747'yi kullanan ilk firmalar olacaktı. 1970 yazında American Airlines 747'yi New York ve Los Angeles arasında servise soktu. Başlarda birçok havayolu şirketi 747'ye kuşkuyla yaklaşıyordu. McDonnell Douglas ve Lockheed, geniş gövdeli, üç motorlu ve 747'den önemli ölçüde daha küçük "tri-jetler" üzerinde çalışıyordu. Birçok havayolu şirketi, 747'nin ortalama uzun mesafeli uçuşlar için çok büyük olduğunu düşündüğünden tri-jetlere yatırım yapmayı tercih ediyordu. Ayrıca 747'nin çift katlı yapısına rağmen Airbus A380'in de karşı karşıya olduğu mevcut havaalanlarının altyapısına uyum sağlama konusunda da endişeler mevcuttu. Havayolu şirketlerinin diğer bir endişesi yakıt verimliliği idi. Üç motorlu bir uçağın dört motorlulara göre daha az yakıt tüketmesi ve şirketlerin maliyetleri düşürme çabasından dolayı yakıt verimliliği 1970'li yıllarda Boeing açısından sorun teşkil ediyordu. Havayolu şirketlerinin endişeleri 1970'li yıllarda gerçek oldu. Petrol krizi ve Amerika'daki ekonomik durgunluk havayolunu tercih eden yolcu sayısını azalttı ve 747'leri doldurmak zorlaştı. American Airlines daha fazla yolcu çekebilmek için bazı koltukları çıkartıp yerine piyano barları oluşturdu. Zamanla 747'ler kargo taşımacılığına geri döndü ve satıldı. Continental Airlines yıllar sonra 747'leri servisten kaldırdı. Trijet DC-10, L-1011 ve müteakip twinjet 767 ve A300 gibi daha ufak, daha verimli geniş gövdeli uçaklar 747'nin pazar payını elinden aldı ve havayollarındaki fiyat serbestisi uluslararası noktadan noktaya uçuşları yaygınlaştırdı. Air Canada, Aer Lingus, Avianca, SAS, TAP, America West, Olympic Airways ve Japan Airlines firmaları da 747'yi servisten kaldırdı. Buna rağmen birçok uluslararası havayolu şirketi 747'yi yoğun rotalarda kullanmaya devam etti. Bugün en büyük 747 filoları British Airways'e ve Lufthansa'ya aittir.Boeing 747-400 tipi uçakların menzili yaklaşık on veya yirmi saattir. Boeing 747-400 serisi 747 serisinin en ekonomik jenerasyonudur. İri cüssesine büyük motorlarına yüksek sayıda yolcu taşıması uçağin yolcu başı operasyonel yakıt maliyetini 100 km/ 3,2 lt düşürmüştür. Standart bir otomobil 100 km'de 6 litre benzin harcamaktadır. Uçaktaki bu
potansiyeli gören boeing firması özel 747sr adında daha kısa daha hafif sağlamlaştırılmış iniş takımları azaltılmış yakıt tanklarına sahip yeni versiyon üretmiştir. Eskiyen tasarımı ömrünü dolduran motorları sık sık bakım ihtiyacı gerekmektedir. Boeing 747-400 ile New York - Londra uçuşunun maliyeti 600 avroya kadar düşmektedir. 6000 km'lik uçuşun tek personel yakıt masrafı 192 lt yani 825 TL tutara mal olmaktadır. İlk Boeing 747 modeliydi ve 1970 yılında Pan American World Airways'te hizmete girdi. Ilk Boeing 747-100'lerin üst katında sadece 6 tane pencere vardı. Boeing 747-100 son ticari uçuşunu ocak 2014'te Iran Air'de yaptı.Bu modelin kargo versiyonu üretilmedi ve toplamda bu uçaktan 167 tane üretildi. Ana madde:Boeing 747SPEn küçük Boeing 747 versiyonudur. 1976 yılında Pan American World Airways'te hizmete girdi.Fakat uçak sadece 45 tane sattı ve günümüzde sadece Iran Air'de yolcu hizmeti vermektedir. Boeing 747-200 Pratt & Whitney JT9D-7 motorlarını kullanıyor.Boeing 747-200 yolcu (-200B) kargo (-200F) ve kombi (-200M) versiyonları üretildi. Bazı 747-200'ler halen etkin hizmettedir. Bu modelden toplamda 393 (225 -200B, 73 -200F, 13 -200C, 78 -200M ve 4 tane askeri versiyon) üretilmiştir. Bu modelin üst katı uzatılmıştı.Boeing 747-300 Pratt & Whitney JT9D-7 veya General Electric CF6-80C2B1 motorları kullanıyor. Toplamda 81 tane üretildi. Günümüzde halen Mahan Air'de yarı yolcu yarı kargo olarak hizmet vermektedir. Ana madde:Boeing 747-400En çok satan ve en ekonomik versiyonudur.Toplamda 694 tane üretilmiştir. 2005 itibarila yolcu 2009 itibarila da kargo versiyonunun üretimi durmuştur. Son yolcu versiyonu nisan 2005'te China Airlines'a teslim edilmiştir. Bu modeli Winglet içermiyordu. Günümüzde en büyük 747-400 kullanıcısı British Airways'tir. En yeni ve günümüzde üretimde olan tek Boeing 747 versiyonudur. İlk uçuşunu 8 şubat 2010'da yapmıştır. Kargo versiyonu 12 ekim 2011'te yolcu versiyonu ise 1 haziran 2012'te hizmete girmiştir. Temmuz 2016 itibarıyla, toplamda 125 adet (74 kargo versiyonu ve 51 yolcu versiyonu) onaylanmış sipariş bulunmaktadır. En büyük kullanıcısı British Airways'tir. 1974 yılı itibarıyla toplam 45 adet 747 kazası olmuş ve 3744 kişi ölmüştür. Maksim Mrvica Maksim Mrvica, (3 Mayıs 1975) Hırvat piyanist. Mrvica Šibenik, Hırvatistan'da doğdu. 9 yaşında Marija Sekso'dan piyano dersleri almaya başlamış ve ilk halka açık performansını aynı yıl yapmıştır. Sadece üç yıl sonra ilk konser performansını yapmıştır. 1991'de savaş başlasa da bunun müzik kariyerini engellemesine izin vermemiştir. Arturo Benedetti Michelangeli'nin öğrencisi olan Profesör Vladimir Krpan'ın öğrencisi olarak beş yıl boyunca Zagreb'deki Müzik Akademisinde öğrenim görmüştür. Daha sonra Budapeşte'de Franz Liszt Konservatuvarı'nda bir sene geçirmiş ve bu sene Nicolai Rubinstein Uluslararası Piyano Yarışması'nda birincilik ödülünü kazanmıştır. 2000'de Igor Lazko ile çalışmak için Paris'e gitmiştir ve 2001'de Pontoise Piyano Yarışması'nda birincilik ödülünü kazanmıştır. Hırvatistan'a geri döndüğünde büyük bir ilgiyle karşılanmış; birçok röportaj yapmış, televizyon programlarına katılmıştır. Kısa bir süre sonra "Gestures" isimli ilk CD'sini kaydetmeye başlamıştır. Çağdaş Hırvat piyano parçalarından oluşan bu albüm, özellikle Hırvatistan'da büyük bir başarı kazanmıştır. Kısa süre içinde Mrvica uluslararası müzik piyasasının da ilgisini çekmiş ve birçok önemli isim onunla ilgilenmeye başlamıştır. 2003'te EMI Classics'den "The Piano Player" isimli albümü çıkmış ve başta Asya olmak üzere uluslararası planda başarılı olmuştur. Albüm Singapur, Malezya, Endonezya ve Çin'de altın, Tayvan ve Hırvatistan'da platinyum ve Hong Kong'da çifte-platinyum statüsüne ulaşmıştır. Görünüşü ve karizmasıyla da uluslararası markaların ilgisini çeken Mrvica'nın Singapur'daki sponsoru American Express olmuştur. Ayrıca Mrvica Chevrolet ve BMW'nin tanıtımlarında boy göstermiştir. Süngerler Süngerler (Porifera), (Latince, "porus" (delik) ve "ferre" (taşımak)tan); omurgasız hayvanlar şubesi. Su diplerinde kayalara, hayvan kabuklarına veya zemine yapışarak yaşarlar. Vergi hukuku Vergi hukuku, kamu hukuku içinde yer alan ve devletin mali faaliyetlerinin hukuki yönünü inceleyen mali hukukun bir alt dalıdır. Mali hukuk ; vergi ( gelir ) hukuku , harcama ( gider ) hukuku ve bütçe hukuku olmak üzere üç alt sınıflandırmaya tabidir. Karşılıksız olan ve gerektiğinde zor kullanılarak alınan; harç, resim, fon, prim, aidat vb.. adlar altındaki tüm kamu gelirleri nitelik itibarı ile vergi hukuku kapsamına girer. Vergi hukukunun bağlayıcı nitelikteki kaynakları; Anayasa, Kanun, Kanun Hükmünde Kararnameler, Uluslararası Vergi Anlaşmaları, Bakanlar Kurulu Kararları, Düzenleyici Genel Tebliğler, Tüzükler, Yönetmelikler, Anayasa Mahkemesi Kararları ve İçtihadı Birleştirme Kararlarından oluşmaktadır. Bu kaynaklar aracılığıyla, vergileme alanında uyulması gereken temel ilke, kural, usul ve esaslar belirlenmekte veya vergi uygulamalarının bunlara uygunluğu denetlenmektedir. Vergi hukukunun yardımcı nitelikteki kaynakları ise yalnızca mevcut düzenlemelerin açıklaması niteliğinde olan kaynaklardır. Bu kaynaklar arasında; Açıklayıcı Genel Tebliğler, Örf ve Adetler, Muktezalar (Özelgeler), Genelge ve Genel Yazılar, Yargı Kararları ve Bilimsel Öğreti (Doktrin) sayılabilir. Sirküler de toplulaştırılmış mukteza niteliği ile yardımcı kaynaklar arasına dâhil edilebilir. Yardımcı nitelikteki kaynaklar, vergileme alanında yeni bir hüküm getirmezler, sadece geçerli bir hukuk kuralının tespit ve yorumlanmasında kendilerinden yararlanılabilir. Verginin alacaklısı devlettir ancak, toplama yetkisini yerel yönetimler (belediyeler, il özel idareleri) ve diğer kamu tüzel kişilerine devredebilmektedir.Emekli sandığı,Sosyal Sigortalar Kurumu(SSK),bağkur vbg. Vergi Ödevi Anayasa madde 73'de düzenlenmiştir. Madde hükmü şöyledir; "Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür." Bu hükümde herkes denilerek vergiyi genelleştirilmektedir. Yani vergi geneldir, herkes vergi ödemekle yükümlüdür. Verginin genelliği bağımsız bir ilke olmayıp, verginin yasallığı ilkesi içinde yer almaktadır. Yine bu hükümde mali güç kavramı geçmektedir. Mali güç vergi hukukçuları tarafından gelir, servet ve harcama olarak kabul edilmektedir. Ödeme gücü olan herkes, mali gücünün gelirine göre vergi öder buna göre bu kişilerin vergi dışı bırakılması Anayasa'ya aykırıdır. Vergi Usul Kanunu’nun 3. maddesinin "İspat" başlıklı B fıkrasında yer alan, "Vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır" hükmü gerçekte bir ispat kuralından çok vergi hukukunda ekonomik yaklaşıma ilişkin kural öngörmektedir. Bundan kasıt vergi hukukunda yorum yöntemlerine yer verildiğidir. Devletin tek taraflı olarak getirdiği vergi yükümlülüğünü, ceza yaptırımı uygulayarak yerine getirmesidir(ayni olarak). Dar apaz Dar apaz, yelkenli teknelerin seyirlerinden biridir. Dar apaz giden bir tekne, rüzgârı ön çaprazdan alır. Tekne, orsa giden bir tekne kadar olmasa da rüzgâr üstüne doğru gider, lakin yelkenin rüzgârı alma açısı yüzünden daha hızlıdır. Diğer seyirler: Elektro-imalat Elektro-üretim, sıvılar üzerine elektrik alan kuvveti uygulayarak, onları başka bir noktaya, yapı ve boyutu değiştirerek transfer etmektir. Geleneksel polimer lif üretim sistemleri; eriyikten çekim, çözeltiden çekim ve jel halinden lif üretimi işlemlerini kapsar. Bu metotların ortak özelliği mekanik bir şekilde eriyik polimeri ya da çözeltiyi düselerden geçirip, daha sonra çekme işlemine tabi tutarak lif elde etmektir. Bu sistemlerle 5-500 mikron çap aralığında lifler üretilebilir. Elektrospinning (elektro-üretim:electrospinning) yöntemi ise, yüksek elektrostatik alana maruz bırakılan polimer çözeltisinin benzer yükler ile yüklenerek ayrışma ve incelme gösterip, çok ince fibril yapılar oluşturması şeklinde özetlenebilir. Bu yöntemde, en basit şekliyle bir polimer çözeltisi şırınga içine konur ve bu şırıngadan belirli bir mesafe uzağa da toplayıcı-metal bir plaka yerleştirilir. Yüksek gerilim sağlayacak güç kaynağının artı ucu şırınganın metal olan ucuna bağlanırken, toplayıcı plaka da topraklanır. Böylece şırınga ve toplayıcı plaka arasında yüksek bir elektrik alan elde edilmiş olur. Güç kaynağı tarafından sağlanan gerilim arttırıldıkça, yeterince yüksek bir değere ulaşan elektrik alan kuvvetleri çözelti üzerindeki viskoelastik ve yüzey gerilimi kuvvetlerini yener ve polimer molekülleri bir jet halinde şırıngadan toplayıcıya doğru taşınır. Toplayıcıda biriken lifler incelendiğinde, gözle görülemeyecek derecede hızlı bir şekilde gerçekleşen bu olayla mikron altı çaplara sahip liflerin üretildiği görülecektir. Elektrospinning olayı sırasında ister jet benzer yüklerin etkisiyle ayrışma göstersin, ister toplamda uzun bir yörünge takip ederek incelmiş bir jet olsun, sonuçta toplayıcı plaka üzerinde nanoboyutta çaplara sahip nanoliflerin oluşturduğu ağ vardır. Mavi Durum Mavi Durum, Mihver kuvvetlerin II. Dünya Savaşı, Doğu Cephesi'nde 1942 genel taarruzunun esas kısmıdır. Bu genel taarruz, cephenin güney kesiminde 28 Haziran - 19 Ağustos 1942 tarihleri arasında yer almıştır. Wehrmacht'ın harekâta verdiği kapalı ad olan Mavi Durum, taarruzun bu şekilde adlandırılmasının nedeni Alman askeri planlarının, "durumlar" ya da sorunlara getirilen çözümler olarak görülmesidir. Esasen "Mavi Durum" 48 saat geçmeden yeni bir kapalı ad almıştır, Braunschweig Harekâtı Mihver kuvvetlerin 1942 genel taarruzunun daha dar kapsamlı bölümü kuzeyde Leningrad'ın düşürülmesini hedef almaktadır. Harekât, bir önceki yılın Barbarossa Harekâtı'nın bir devamıydı. Alman Ordusu'nun Güney Ordular Grubu, bu harekât için iki gruba ayrılmıştır, A Ordular Grubu ve B Ordular Grubu. Alman taarruzu üstesinden gelinmesi gereken iki problemle karşı karşıyadır. Bunlardan biri Volga Nehri batısında yerleştiği bir savunma hattında devam eden Kızıl Ordu direncidir. Volga, bir suyolu ol
arak bu bağlamda son derece önemli bir ikmal hattı olarak önem kazanmaktadır. İkincisi ise Hitler'in Kafkasya petrol sahalarının ele geçirilmesini ısrarla istemesiydi. Alman ordu grupları, anavatandan binlerce kilometre uzaktaki, gerek karayolu gerekse demiryolu ağı yönünden yetersiz bir harekât alanında operasyon yürütmek durumundadır. Diğer yandan, her biri Alman ordu grupları denginde beş Sovyet "Cephe"si ile karşılaşmak gerekecektir. Bu Sovyet "Cephe"leri kuzeyden güneye Voronej Cephesi, Güneybatı Cephesi, Don Cephesi, Stalingrad Cephesi ve Kafkasya Cephesidir. Bakü petrol sahasına, Kafkas Dağları aşılarak ulaşılacaktır. İlk aşamalarda Mihver taarruzu son derece parlak başarılar kazanmıştır. Ancak Kızıl Ordu Stalingrad'da Uranüs Harekâtı ve ardından gelen Küçük Satürn Harekâtı'yla Mihver kuvvetlerini yenilgiye uğrattı. Alman 6. Ordu'su Stalingrad'da kuşatılarak imha etti ve Alman ve müttefiklerini Kafkasya'dan kuşatılmamak için çekilmeye zorladı. Sadece Voronej geçici olarak Mihver kuvvetlerinin elinde kaldı. Harekâtın orijinal kapalı adı, efsanevi Töton kahramanına ithafen Siegfried Harekâtı'ydı. Ancak Hitler, bir önceki senenin genel taarruzuna son derece iddialı bir kapalı ad verilmesi ve sonucun başarısız olması nedeniyle bu kez daha iddiasız bir adlandırma istemiştir. Ayrıca yeni kapalı adın Barbarossa Harekâtı'nı çağrıştırmasından kaçınıldı. 1941-1942 kışında, Wehrmacht Doğu Cephesi'nde bir çıkmazın içine düşmüştür. 1941 yılı sonlarında Moskova önlerinde durdurulmuşlar, aynı gün başlayan, Rijev Muharebesi olarak da bilinen ve 1942 yılının ilk aylarında devam eden Kızıl Ordu’nun karşı taarruzuyla bu cephe hatlarından yer yer 250 km. geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Sadece cephenin orta kesimi olan Moskova civarlarında değil, daha güneydeki Harkov’daki Rus karşı saldırısı da Alman cephe hattında 100 km. lik bir girinti oluşturmuştur. Kuzeydeki karşı saldırılar da Alman kuvvetlerine kritik anlar yaşatmıştır. Örneğin Demyansk’da iki Alman kolordusu üç aylık bir süre boyunca kuşatılmış durumda kalmış, ikmalleri hava köprüsüyle sağlanmıştır. Öte yandan Alman kuvvetleri ağır kış şartları, ikmal hatlarının uzamış olması ve cephe gerisindeki ikmal hatlarını vuran partizan etkinlikleri gibi olumsuz koşulların sonucunda ciddi ikmal sorunları yaşamaktadır. 1942 yılının ilk aylarında Doğu Cephesinde inisiyatif tümüyle Kızıl Ordunun eline geçmiş gibidir. Ne var ki mart ayı sonlarında Kızıl Ordunun da soluğu kesilmiş ve cephe istikrara kavuşmuştur. Kızıl Ordu'nun 1941 - 1942 kışındaki bu karşı taarruzları çok büyük kayıplara yol açmıştı. Özellikle 1942 Mayıs ayında girişilen İzyum Köprübaşı Taarruzu'nun (İkinci Harkov Muharebesi) neden olduğu 200 binin üzerindeki kayıplar, Kızıl Ordu'nun ihtiyatlarını neredeyse tümüyle tüketmişti. Mihver taarruzunun ilk evrelerinde bu ihtiyat kuvveti eksikliği savunmayı önemli ölçüde zayıflatmıştı. Diğer tarafta, Alman orduları Moskova Taarruzu durdurulup taarruz çıkış hatlarına çekildiklerinde Kızıl Ordu'nun karşı saldırıları başlamış, pek çok Alman generali savunulabilir hatlara çekilmek gerektiğini düşünmüştü. Fakat Hitler, geri çekilmeyi yasaklamıştı. Aynı generaller bunun bir felakete yol açacağından emindiler. Ama bir felaket olmamış, mevziler stratejik bölgelerde tutulabilmişti. Bütün bu olayların ardından Alman Üst Komutanlığı Doğu Cephesi'nde tutunabileceğinden artık emindi. Öte yandan Kuzey ve Güney Ordular Grubu cephesinde kış boyu ağır bir Sovyet baskısı yaşanmamıştı. Merkez Ordular Grubu cephesinde ise piyadenin sadece % 65'i muharebe görmüş, geri kalanı dinlenmiş, gerekli bakımları yapmıştı. Öte yandan 30 Mart 1941 tarihli bir ordu raporu, Doğu'daki 160 tümenden sadece 8'inin bir taarruza hazır olduğunu bildirmektedir. Ayrıca 16 panzer tümeninin toplam panzer sayısı 140'a düşmüştü. Barbarossa Harekâtı, Kızıl Ordu'nun bir tek askeri seferle imha edilemeyeceğini, Sovyetler Birliği'nin tek bir darbeyle çökertilemeyeceğini açıkça göstermişti. Bu durumda Adolf Hitler, savaşın ikinci yılında Doğu Cephesi'nde zaferin yolunu Kafkasya’da ve Aşağı Don - Donets bölgesinde arayacaktır. Aşağı Don - Donets bölgesi, temel besin maddeleri yönünden önemli bir tarımsal potansiyele sahip olmasının ötesinde, özellikle Alman savaş endüstrisi açısından stratejik nitelikteki maden rezervlerine (özellikle manganeze) sahiptir. Kuzey Kafkasya ise petrol havzasıdır. Bu ürünlerin ele geçirilmesi kadar, Sovyet ekonomisinin bunlardan ve kömür rezervlerinden mahrum edilmesi de amaçlanmaktadır. Dahası bu bölge ve Volga suyolu, Müttefik yardımlarının ülkeye giriş hattıdır. Almanya'nın savaşı sürdürebilmek için Kafkasya'nın petrolüne ve Kuban buğdayına şiddetle ihtiyacı vardır. Hitler, General Paulus'a 1942 stratejisini çok net ifade etmişti, ""Maykop ve Grozni petrollerini alamazsam bu savaşa son vermem gerekir"" Dahası kış muharebelerindeki kayıpların sayısı 1.167.835 düzeyine ulaşmıştır. Asker sayısındaki açığın kısa sürede kapatılması olanaksızdı. Gereken asker ancak müttefiklerden sağlanabilecektir. Bu amaçla Mareşal Keitel Romen ve Macar, Mareşal Goering de İtalyan yetkililerle bu konuyu görüşmek için ziyaretlerde bulundular. Bu girişimler sonunda Almanya'nın müttefiklerinden yeni 52 tümen sağlandı. Bu tümenlerin 27'si Romanya'dan, 13'ü Macaristan'dan, 9'u İtalya'dan, 2'si Slovakya'dan ve biri de İspanya'dan gönderilecekti. Hitler'in 1942 stratejisinin genel hatları, 5 Nisan 1942 tarihli 41 Sayılı "Führer Emri" ile çizilmiştir. Bu emre göre Doğu Cephesi'nin merkez kesimi savunmada kalacak, kuzey kesimi Leningrad'ı düşürecek, güney kesimi ise Kafkasya üzerine ilerleyecektir. Harekât kararını belirleyen etkenler: Taarruz, Güney Rusya'nın Donets - Don havzası ve Kuban stepleri üzerinden yürütülecekti. Alman planı üç koldan yapılacak taarruzları öngörmektedir. Daha önce olduğu gibi bu manevraların büyük Sovyet birliklerini kuşatacağı umuluyordu. Mavi Durum’nun uygulamaya konulması yönünden bazı pürüzler vardır. Kırım yarımadasındaki Sivastopol kentindeki ve hemen karşısındaki Kerç Yarımadası'ndaki Kızıl Ordu birliklerinin varlığı bir tehdit olarak görülmektedir. Bu bölgelerdeki Kızıl Ordu birliklerinin imha edilmesi, Mavi Durum'un kanat ve geri güvenliği açısından olası sorunların ortadan kaldırılması için askeri bir zorunluluktur. Bu nedenlerle Hitler, Mavi Durum'a başla komutu vermeden önce Krım'daki operasyonlara öncelik vermiştir. Bu bölgedeki Kızıl Ordu tehdidi ortadan kaldırıldıktan sonra Mavi Durum'un taarruzuna başlanacaktır. Bölgede görevli Mihver kuvvetleri komutanı General von Manstein, Kerç Yarımadası'ndaki Sovyet ordularına karşı taarruza (Kerç Yarımadası Muharebesi) Mayıs ayı girer girmez başladı. Bölgedeki Sovyet birliklerinin imhasının hemen ardından da Sivastopol'e yöneldi. Kent kuşatıldı ve 7 Haziran 1942 tarihinde Sivastopol'e taarruz başladı. Her ne kadar kentteki Sovyet birlikleri henüz imha edilmemişse de Mavi Durum taarruzuna Haziran ayı sonlarında başlanmasına karar verildi. Bir başka hazırlık taarruzu daha kuzeyde İzyum'un hemen güneyinde 10 Haziran'da başlatıldı. Taarruz, 22 Haziran'a kadar devam etti ve Orel Nehri kıyısındaki Kupyansk'ı ele geçirdi. Harekât, bir yönden yanıltma taarruzuyken bir yandan da hazırlık taarruzuydu. Asıl taarruz için çok önemli bir kanat desteği sağlamıştı. Sovyet Yüksek Komutanlığı Stavka, 1942 yazında Alman genel taarruzunun yönelimi konusunda tümüyle yanlış bir beklenti içindedir. Stalin, Alman stratejik hedefinin bu yıl da geçen seneki gibi Moskova olacağını düşünüyordu. Alman Üst Komutanlığı'nın "Kremlin Durumu" (Fall Kremel) kapalı adını verdikleri yanıltıcı planın kuşkusuz bunda payı olmuştu. Sonuç itibarıyla Kızıl Ordu kuvvetlerinin % 57'si Moskova civarında toplanmıştır. Moskova yönündeki Alman taarruzuna karşı cephe Sovyet Bryansk Cephesi, Güneybatı Cephesi ve Batı Cephesi tarafından savunulmaktaydı. Bu üç Sovyet "Cephe"si emrindeki kuvvetler, tüm Sovyet silahlı kuvvetlerinin % 25'ini, tüm Sovyet topçusunun % 30'nu, tüm Sovyet tanklarının % 38'ini ve tüm Kızıl Hava Kuvvetleri uçaklarının % 42'sini oluşturmaktaydı. Alman genel taarruzu en kuzeyden 28 Haziran 1942 tarihinde başladı. Kursk bölgesinden Voronej yönünde taarruz eden 4. Panzer Ordusu'nun taarruzunu hemen güneyinden, Belgrod bölgesinden 6. Ordu izledi. Bu bölgede çok şiddetli çatışmalar yaşandı ve bazı Sovyet birlikleri iki ordu arasında, Stari Oskol civarında kuşatıldı. Ancak bu Sovyet birliklerinin büyük kısmı, 2 Temmuz'da kapanan bu kuşatmadan sıyrılarak Voronej yönünde çekilmeyi başardılar. Voronej 7 Temmuz'da Alman kuvvetlerinin elinde geçti, yine de haftalar boyu Kızıl Ordu karşı taarruzlarda bulunmuştur. Bu kesimdeki Sovyet direnişi kırıldıktan sonra 4. Panzer Ordusu 150 km.lik düz araziyi çok hızlı ilerleyerek Don Nehri üzerindeki Voronej'e 5 Temmuz'da ulaştı. Tüm harekâtın sol kanadının güvenliğini geriden gelen Macar 2. Ordu'suna bırakan Alman kuvvetleri, taarruzlarını Don'u geçmeden güneydoğu yönünde sürdürdü. 6. Ordu Don'un batı kıyıları boyunca, 4. Panzer Ordusu da Don - Donets düzlüklerinden, geniş yaylar çizerek iki nehir arasında konuşlanmış Kızıl Ordu birliklerini kuşatma manevrasıyla, yine güneydoğu yönünde ilerledi. Tüm cephe boyunca Alman kuvvetleri ilerlerken Sovyet kuvvetleri geri çekildi. Bölgedeki Kızıl Ordu birlikleri, oyalama muharebesi vererek savunmayı pekiştirecek kadar zaman kazanmaya çalışmıştır. Wehrmacht çevik unsurları ikili kıskaç manevrasıyla Kızıl Ordu birliklerini kuşatmaya çalıştığında kuşattığı bölgelerde sadece birliklerinden ayrı düşmüş askerleri ve artçı kuvvetleri bulabilmiştir. Oysa Hitler bu çevirme manevralarında Kızıl Ordu'nun son ihtiyatlarını da kuşatıp imha edeceğini düşünmekteydi. Ne var ki Sovyet birlikleri savaşın başlangıcından beri ilk kez savunulamaz mevzileri tutmak için savaşmamış, tersine geri çekilmiştir. Geri çekilmenin doğası gereği, başta düzenli emirlerle ve düzenli olarak başlayan çekilme, kısa sürede karmaşaya dönüşmüş ve kontrolden çıkmıştır. Sovyet arşiv belgelerinde de bu durum görülme
ktedir. Daha sonra emirler düzeltildi ve Kızıl Ordu birlikleri Volga üzerine çekildiler. Daha güneyde Harkov civarından taarruza geçen 1. Panzer Ordusu kısa sürede Sovyet hatlarını yardı ve Çertkovo yönünde ilerledi. Buradan güneye dönerek taarruzunu Millerovo üzerine sürdürdü. 23 Temmuz 1942'de Rostov savunmasıyla temasa geçen 1. Panzer Ordusu birlikleri, 25 Temmuz 1942 de kenti ele geçirdiler. Kafkasya’dan gelen petrol boru hattı kesilmişti ve geniş buğday üretim bölgeleri ele geçirilmişti. Almanların Kafkasya yönündeki ilerleyişi önünde artık hiçbir engel kalmamıştır. Voronej, 4. Panzer Ordusu'nun güneyde Don'a ulaşması üzerine 5 Temmuz'da Kızıl Ordu tarafından tahliye edilmeye başlandı. Aynı gün Stavka, General Rokossovski komutasında Voronej Cephesi'ni teşkil etme yönünde gerekli emirleri çıkarmıştır. Alman 1942 genel taarruzunun cephenin güney kesiminde iki operatif hedefi vardır. Stalingrad’da Volga nehir yolunun kesilmesi ve Kafkasya'nın istilası. Donets ve Don nehirlerinin geçilmesi ardından harekâtın iki kola ayrılması kaçınılmazdır. Hitler, 9 Temmuz 1942'de Güney Ordular Grubunun iki grup olarak yeniden organize edilmesi emrini vermiştir. Bu konuyla ilgili "Führer Emri" 23 Temmuz 1942 tarihinde 44 Sayılı "Führer Emri" olarak çıkarılmıştır. Bu emre göre, A Ordular Grubu, Mareşal Wilhelm List’in komutasında Kafkasya üzerine yürüyecektir. B Ordular Grubu ise Mareşal Bock komutasında Stalingrad yönünde hücum edecektir. Bu bağlamda Mavi Durum'un izleyen savaşları, daha güneyde Kafkasya Savaşları ve hemen kuzeyinde de Stalingrad Muharebesi olarak sürecektir. Mareşal Bock, kısa süre sonra 13 Temmuz'da görevden ayrıldı ve B Ordular Grubu Komutanlığı'na Mareşal Maximilian von Weichs atandı. Güney Ordular Grubu'nun bu şekilde ikiye bölünmesiyle her bir grubun yürüteceği harekâtlar farklılaştırıldı. B Ordular Grubu'nun harekâtına "Braunschweig Harekâtı" kapalı adı verildi. A Ordular Grubu harekâtına ise "Edelweiss Harekâtı" kapalı adı verilmiştir. 6. Ordu'nun harekâtının başlarda başarılı ilerlemesi nedeniyle Hitler, 4. Panzer Ordusu'na, güneye yönelerek 1. Panzer Ordusu'na Aşağı Don geçişinde destek olmasını emretmiştir. Bu bütün bir ordunun taarruz yönünde yapılan ani değişiklik büyük lojistik sorunlara yol açtı. Zaten Rusya'nın bu bölgesinde ulaşım ağı yetersizdi. Ortaya çıkan ikmal trafiğindeki sıkışıklık her iki ordu grubunun da ilerlemesinde gecikmelere yol açtı. Üstelik 6. Ordu'nun zırhlı desteği de elinden alınmış oldu. Sonuçta 6. Ordu'nun ileri hareketi yavaşladı ve Kızıl Ordu'ya mevzilerini pekiştirmek için daha fazla zaman sağlandı. A Ordular Grubu, General von Kleist'in 1. Panzer Ordusu, General Erich von Manstein'in 11. Ordusu, General Richard Ruoff'un 17. Ordusu ve General Constantin Constantinescu-Claps komutasındaki Romen 4. ordusundan oluşturulmuştur. A Ordular Grubu Rostov'u 23 Temmuz 1942 tarihinde aldı. Kızıl Ordu birlikleri burada da kuşatılmaktan kaçındılar. Alman kuvvetlerinin yıkıcı bir sokak savaşına çekmişler, başarılı bir artçı muharebesi vererek çekilmişlerdi. Don nehri geçişlerinin emniyete alınması ve 6. Ordu'nun ilerlemesinin güçsüz kalması nedeniyle Hitler 4. Panzer Ordusu'nu yeniden Volga hattına çevirmiştir. A Ordular Grubu Don Nehri'ni geçtikten sonra 25 Temmuz'da geniş bir cepheye yayılarak ilerledi. Alman 17. Ordusu, 11. Ordu'ya bağlı unsurlarla birlikte batı yönünde çark ederek Karadeniz'in doğu kıyılarına ilerledi. Bu arada 1. Panzer Ordusu güneydoğu yönünde taarruz etmekteydi.Alman panzerleri Kızıl Ordu tarafından büyük ölçüde boşaltılan Kuban'ı boydan boya geçti. İki haftadan daha kısa bir sürede 480 km.den fazla ilerleyen 1. Panzer Ordusu, 9 Ağustos'ta Kafkas dağ sırasının eteklerine ulaştı. Bu arada Maykop civarındaki petrol sahasının bir komando harekâtıyla ele geçirilmesi girişiminde bulunuldu. Yine de bu komando grubunun başarısı çok sınırlı olmuştur. A Ordular Grubu 20 Ağustos'ta batı yönünde Karadeniz kıyılarına ilerleyerek Kafkasya'nın üçüncü büyük petrol sahası olan Maykop'u ve Kuban'ın başkenti Krasnodar'ı ele geçirme emri almıştır. Bu arada Wehrmacht, diğer önemli petrol merkezleri olan Grozni ve Bakü yönünde ilerliyordu. Birçok tesis ve endüstri merkezi, Kızıl Ordu'nun çekilmesiyle sağlam ya da çok az hasar görmüş olarak Almanların eline geçti. Aynı ay için de Alman kuvvetleri Taman Yarımadası'nı ve Novorossisk deniz üssünü ele geçirdiler. Bu kuvvetler, Sovyetler Birliği'nin Karadeniz kıyısındaki gerçekten önemli bir limanı olan Tuapse yönünde ilerledi. Bir diğer Alman ileri hareketi Grozni ve Tiflis yönünde olmuştur. Maykop 9 Ağustos 1942 günü 1. Panzer Ordusu tarafından ele geçirildi. Burada petrol tesisleri ateşe verilmişti ve Alman kuvvetleri çok az akaryakıt elde edebildiler. Ordu'nun ileri unsurları aynı gün Krasnodar'a ulaştılar. Bu tarihte A Ordular Grubu hedefleri yeniden gözden geçirilmiştir. 1. Panzer Ordusu ilk olarak Rostov - Tiflis yolunu, bir sonraki aşamada ise Hazar Denizi kıyısına ulaşarak Bakü'yü ele geçirecektir. Yine Karadeniz kıyısı boyunca ilerleyecek olan 17. Ordu ilk elde liman kentleri Novorossiysk ve Tuapse'yi ardından da daha güneydeki Batum'u ele geçirecekti. Novorossiysk, Eylül başlarında alındı ama Tuapse'ye ulaşılamadı. Kazak Sosyalist Cumhuriyeti'nin 1942 yılı içinde işgal edilmesi Hitler'i sevindirmiştir, çünkü önemli bir kazanım sayılıyordu. Bu bölgenin istila edilmiş olması askeri açıdan Almanya'ya çok önemli açılımlar kazandırmıştı. Bu kazanım, Suriye ve Irak üzerinden Müttefik Devletler'in stratejik kanat açığını çevirmenin yanı sıra bir olasılık Japonya'ya temas kurmayı dahi sağlayabilecekti. Öte yandan Kızıl Ordu, bir kısım süvari birliğini Hazar Denizi batı kıyılarına getirmişti. Astrahan'dan Grozni'nin doğusuna uzanan yeni inşa edilmiş demiryolu bu süvari birliklerinin çok işine yaramıştır. Kalmuk steplerinde rahatça hareket eden bu birlikler dilediklerince Alman cephesine giriyor ve ikmal hatlarını kesiyordu. Alman Komutanlığı harekâtın doğu kanadında yaratılan bu tehdidi hiçbir zaman önleyemedi. Alman ilerlemesi 2 Kasım 1942 tarihinde Kabardino-Balkiarya Cumhuriyeti'nin başkenti Nalçik'i işgal etti ve Ossetya'nın başkenti Vladikavkaz'a yöneldi. Buradan Grozni sadece 75 km. idi, fakat bu mesafe aşılamadı. Grozni havaalanlarına getirilen Sovyet uçak filoları Alman kuvvetleri için ağır bir darbe olmuştur. Avcı uçakları ve uçaksavar birlikleri Stalingrad için elinden alınan von Kleist'in kuvvetleri, Sovyet hava akınlarından ağır kayıplara uğradılar. Dahası buradaki ormanlık bölgede hava akınlarının yol açtığı yangınlar, zaman zaman Alman birliklerini sarmıştır. Alagir'in ele geçirilmesinden sonra Tiflis yolu boyunca ilerlemeye çalışıldı. O ana kadar çok başarılı bir ilerleme göstermiş fakat aşırı zorlanmış olan Romen dağ tümeni, bir Sovyet saldırısında dağıldı. Çok başarılı bir şekilde planlanmış olan bu Kızıl Ordu karşı taarruzu, Kafkasya'da Mihver ileri hareketinin sonu oldu. Elista'daki Alman birlikleri Astrahan civarına ve bölgeye yakın Sandovska ile Sensell'e hafif zırhlı bir keşif birliği gönderdiler. Bir başka birlik de Azerbaycan'da, Vladikavkaz-Grozni bölgesinde benzer bir faaliyette bulunmuştur. Alman propagandası bir Alman dağcı grubunun Kabardey-Balkarya'daki Avrupa'nın en yüksek dağı olan Elbruz Dağı'na başarılı bir tırmanış yaptığını tüm dünyaya duyurmuştur. Bazı kaynaklar Kazbek Dağı'na da tırmanıldığını belirtmektedir. Von kleist, Kafkasya taarruzunun başarısızlığında akaryakıt sıkıntısından söz etmektedir. Akaryakıtın Rostov üzerinden demiryoluyla, kısmen de hava yoluyla getirildiğini anlatmaktadır. Fakat asıl sıkıntının elindeki hava birliklerinin Stalingrad için alınması olduğunu belirtir. Von Kleist'in tüm uçaksavar unsurları ve keşif uçağı dışındaki tüm hava kuvvetleri Stalingrad için elinden alınmıştı. Cephesine yığılan Sovyet Hava Kuvvetleri karşısında savunmasız kalmıştır. Öte yandan karşılaşılan direnç de von Kleist'e göre önceki yılkinden daha sertti. Liddel Hart'la yaptığı bir görüşmede ""… burada karşılaştıklarımız evlerini savunmak için daha büyük bir inatla savaşan yerel birliklerdi."" demiştir. B Ordular Grubu, General Hermann Hoth'un 4. Panzer Ordusu, General Friedrich Paulus'un 6. Ordusu, General Gusztáv Jány komutasındaki Macar 2. Ordusu ve General Italo Gariboldi komutasındaki İtalyan 8. ordusundan oluşturulmuştur. Hitler 23 Temmuz 1942 tarihinde çıkardığı 45 Sayılı "Führer Emri" ile Temmuz sonlarında 6. Ordu yeniden taarruza geçti ve 10 Ağustos'ta Don Nehri'nin batısını Sovyet kuvvetlerinden büyük ölçüde temizlemişti. Fakat yer yer devam eden Kızıl Ordu direnci B Ordu Grubu'nun doğu yönündeki ileri hareketini geciktirmiştir. 21 Ağustos'ta 6. Ordu Don Nehri'ni geçti. B Ordu Grubu da onu izledi ve nehir kıvrımında bir savunma hattı oluşturdu. Macar, İtalyan ve Romen orduları, Stalingrad'a 60 km. mesafedeki bu savunma düzeninde görev aldılar. Luftwaffe'ye bağlı unsurlar da bölgeye intikal ettirildi. Bu sıralarda Luftwaffe Stalingrad'a hava akınları düzenlemiştir. Bu akınların sonucunda 40 binden fazla insan ölmüş ve kent bir harabeye dönmüştür. Kara kuvvetlerinin kente taarruzları ikili bir kıskaç hareketi şeklinde olmuştur. 6. Ordu kuzeyden, Frolovo üzerinden, 4. Panzer Ordusu ise güneyden, Kotelnikovo üzerinden kente ilerlemiştir. Bu iki ordu ile Don'la Volga arasındaki bölgede alman cephe hattında bir girinti oluşmuştur. Kabaca Alman kolordusu ayarında iki Sovyet ordusu 62. Ordu ve 64. Ordu bu bölgede bulunmaktadırlar. 4. Panzer Ordusu 29 Ağustos'ta güneyden Stalingrad yönünde büyük bir saldırı gerçekleştirdi. 6. Ordu da benzer bir taarruz için emir almıştı. Ancak sert Sovyet karşı taarruzları 6. Ordu'nun ileri hareketini üç gün boyunca durdurmuştur. Bu üç gün içinde Sovyet kuvvetleri Stalingrad yönünde çekilmeyi ve dolayısıyla kuşatılmamayı başarmışlardır. Bu tarihlerde General Georgi Jukov, Stavka adına Stalingrad savunmasının komutasını üstlenmiştir. Bölgedeki üç Sovyet "Cephe"sinin planlama ve faaliyetlerini koordine etme yetkisine sahiptir. Jukov Eylül ayı
başlarında bir dizi taarruz düzenleyerek Alman 6. Ordu'sunun Stalingrad'ı alma girişimlerini bu süre boyunca engelledi. Bu arada Stavka, Volga'nın gerisinde toplanmak üzere güneye yeni kuvvetler gönderilmeye devam etti. Bu kuvvetler kısmen kentin savunmasını desteklemek, fakat esas olarak bir karşı taarruz düzenlemek içindir. Eylül ayı ortalarında 6. Ordu, görece küçük çaplı ve bölgesel Sovyet karşı taarruzlarını etkisiz hale getirip kente yönelik bir taarruz başlattı. Kentin güney banliyölerine 13 Eylül'de ulaşıldı. Bu tarihten itibaren Stalingrad Muharebesi başladı. Ancak bu aşamaya gelindiğinde 6. Ordu ve 4. Panzer Ordusu harekâtının büyük bir zaafı ortaya çıkmaya başlamıştı. Stalingrad üzerine taarruz eden bu orduların Voronej'e kadar uzanan kanatları Romen, İtalyan ve Macar orduları tarafından tutulmaktaydı. Bu üç devletin ordularının da muharebe yeteneklerinin kısıtlı olduğu kabul ediliyordu, tankları, ağır topları yoktu ve hareket yetenekleri çok sınırlıydı. Üstelik her ordu da çok geniş cephe hatlarına yayılmış durumdadır. Stavka, Kasım ayında 6. Ordu'yu Stalingrad'da, bu zaaftan yararlanarak kuşatacaktır. Muharebenin ilk evreleri Alman kuvvetlerinin Sovyet savunmasını sürekli geri atarak ilerlemesi şeklinde sürmüştür. Şiddetli sokak çatışmalarıyla Alman güçleri kentin neredeyse % 90'ını ele geçirmiştir. Luftwaffe'nin yoğun hava akınları, Kızıl Ordu'nun kuşatılmış savunmayı gerek takviye kuvveti olarak, gerekse de ikmal yönünden, Volga üzerinden destek çabalarını büyük ölçüde aksatmıştır. Yine de Wehrmacht kentteki yarım daire şeklinde çevirdiği Sovyet direncini yok edemedi. Bu kuşatma yarım dairesi daraldıkça Mihver kuvvetlerin manevra esnekliği de kısıtlandı. Fakat öte yanda Sovyet Komutanlığı, iç hatlar avantajından yararlanarak kritik bölgeye kuvvet kaydırma konusunda giderek daha rahat oldu. Sovyet kuvvetleri 19 Kasım 1942 tarihinde Uranüs Harekâtı kapalı adıyla bir karşı taarruz başlattı. Bu taarruz kentin kuzey ve güneyinde Macar, İtalyan ve Romen ordularının cephesini kısa sürede yararak Alman 6. Ordu'sunu kuşattı. Böylece birkaç ay süren bir kuşatma başladı. Alman kuvvetleri 6. Ordu'yu kurtarmak için girişimlerde bulunduysa da bu çabalar sonuç getirmedi ve nihayetinde Alman 6. Ordusu imha edildi. Uranüs Harekâtı'nın başarıya ulaşmasının hemen ardından Stavka, Alman A Ordular Grubu'nun Wehrmacht'ın diğer unsurlarından tecrit etmeyi amaçlayan geniş bir planın daha küçük çaptaki harekâtına başladı, Küçük Satürn Harekâtı. Harekât her ne kadar bu amaca ulaşamadıysa da A Ordular Grubu'nu ciddi bir tehdit altına almayı başarmıştır. Bir sonraki ay, A Ordular Grubu Kuban bölgesinden kademe kademe geri çekildi. 1. Panzer Ordusu Mareşal von Manstein komutasında, A Ordular Grubu üzerindeki ağır baskıyı hafifletmek için yeni teşkil edilmiş olan Don Ordu Grubu'na katıldı. Hitler'in stratejik planı aşırı derecede hırslıydı. Öte yandan hem kendi müdahaleleriyle hem de Kızıl Ordu'yu ve onun komutanlarını hafife almasıyla daha da içinden çıkılmaz hale geldi. Harekât, Barbarossa Harekâtı ile belirgin bir benzerlik göstermektedir. Başlarda çok geniş bir araziyi ele geçirmeyi sağladı fakat, nihai zaferi, Bakü ve Stalingrad'ı ele geçirmekte başarısızlığa uğradı. 6. Ordu'nun teslim olması genelde Almanya için çok ağır bir psikolojik darbe olmuştur. Hitler yönünden de kişisel bir şok oldu. Devamında gelen Sovyet karşı taarruzları Mihver kuvvetlerin Kafkasya'dan geri çekilmesine yol açmakla kalmadı, bir bakıma Doğu Cephesi'nin de kaderini belirledi. Mavi Durum muharebe düzeni Kafkasya Cephesi Ahameniş İmparatorluğu Ahameniş Hanedanı (Eski Farsça: "Hakhāmanishiya"; Farsça: هخامنشیان Hah'āmanishiyān; MÖ 550 - MÖ 330), MÖ 6. yüzyılda Büyük Kiros tarafından kurulan Pers devleti. MÖ 550'de Persler Büyük Kiros önderliğinde birleşerek kuzeydeki Medler'i yıkmış ve bir devlet haline gelmişlerdir. Bundan sonra Kyros fetih hareketlerine girişmiştir. Bu fetihlerde ise Babil, Fenike gibi zengin yerleri fethedip ülkeyi zengin bir krallık haline getirmiştir. Urartu, Manna devletini, Lidya'yı ve Krezus'un servetini ele geçirip tüm Anadolu'yu hakimiyeti altında birleştirmiştir. Anadolu'yu ele geçirdikten sonra Babil'e saldırmış ve orayı da fethedip kendini Babil kralı ilan etmiştir. Bundan sonra ise Mısır'a saldırma hazırlıklarına başlamış, kuzeydoğuyu sağlamlaştırmak için İskit-saka imparatorluğu ile savaş yapmış ve bu savaşların birinde Kraliçe Tomris'in ordusuna mağlup olarak hayatını kaybetmiştir. Yerine ise oğlu Kambis geçmiştir. Kambis devrinde Mısır fethedilmiş, Kartaca'ya kadar Pers ordusu ilerlemiş ancak Kartacalıları geçememiştir. Kambis döneminde İranlı kabileler ayaklanmışlardır, bunlar Gomata isimli bir Med rahibinin başını çektiği Mecusilerdir. Kambis Mısır dönüşü ölmüş, yerine ise ünlü Pers İmparatoru I. Darius geçmiştir. İlk olarak kabile isyanlarını bastırmış ve çeşitli alanlarda devrim niteliğindeki hareketlere girişmiştir. I. Darius da fetih hareketlerine girişmiş, İmparatorluk sınırları doğuda Hindistan'a dayanmıştır. Kafkasya'ya doğru İskitlere karşı da sefer yapmış ama başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Daha sonra batıya yönelip, Trakya, Makedonya ve Ege'ye saldırıp buraları ele geçirmiştir. Bunun üzerine Spartalılar, Darius ve oğlu I. Serhas'e karşı Salamis Deniz Savaşı'nı yapmışlardır. Salamis Deniz Savaşı'nda elde edilen ganimetlerin bütünü Büyük İskender'in fethinde ele geçirilmiştir. II. Artakserhas döneminde devlet hızla çözülmeye başlamış, İmparatorluk'ta ayaklanmalar olmuş, Mısır bağımsızlığını ilan etmiştir. İsyanlar güçlükle bastırılmış ama daha sonra III. Darius döneminde Pers İmparatorluğu'na Büyük İskender son vermiştir. Ahameniş imparatorluğu tarihte Ortadoğu'da kurulmuş olan en büyük imparatorluklardan biridir. Ege'ye ve Hindistan'a uzanan, gerçek anlamda bir imparatorluk gerçekleştirilmiştir. Pers mimarisinin en güzel örneği, kalıntıları günümüze kadar ulaşan ve Susa'da yer alan 100 sütunlu Kraliyet Sarayı'dır. I. Darius yazıtında, bu sarayın Mısırlı, İyonyalı, Babilli, Lidyalı vb. tutsaklar tarafından yapıldığını anlatır. Persler hâkimiyeti altındaki halklardan ilham alsalar da, mimari ve sanatları kendilerine özgüdür. Persler çivi yazısı kullanmışlardır. Yazıyı daha çok resmi kraliyet yazışmaları için kullanmışlar ve bu yazışmaların çoğunu da Arami dilinde yazmışlardır. Resmi belgeler dışında günümüze ulaşan yazılı edebi eserleri yoktur. Pers İmparatorluğunda bilim Mezopotamya kadar gelişmemiştir. Takvimleri Babil etkisiyle geliştirilmişti. "Dareikos" denilen bir para birimi darp etmişlerdir. Herodot’un anlattığına göre, Persler vergi geliri olarak diğer halklardan aldıkları paraları eritip tekrar para olarak basıyorlardı. Perslerin dininde gökyüzü, su, ateş ve toprağın önemli bir yeri vardı. Ahura Mazda (ya da Hürmüz) adlı tanrıya tapılan Zerdüştlük (veya Mazdaizm) dininin dışında yerel Hint-Avrupa dinleri de vardı. Bu din özellikle Pers soyluları arasında yaygındı. Düalizm ilkesinin belirgin olduğu dinlerden biridir. Eşit iki güç arasındaki savaşa, Hürmüz yani iyilik ve Ehrimen yani kötülük arasındaki savaşa, dayalı bir prensibi vardır. Ziggurat Ziggurat (Akatça ziqqurrat, zaqā "yükselmiş yere kurmak"), Antik Mezopotamya vadisinde ve İran'da terası bulunan piramitlere benzeyen tapınak kulesidir. Zigguratlar eski Mezopotamya'da Sümerlerde,Babillerde ve Asurlarda bir çeşit tapınaktır. En eski ziggurat örnekleri basit yükselti platformları iken Ubaid döneminde MÖ 4000'li yıllara aitti. En sonuncusu da MÖ 6. yüzyıldadır. Piramitlerin aksine zigguratların üstü düzdür. Basamaklı piramit tarzı ilk krallık dönemleri sonunda olmuştur. Dikdörtgen, oval ya da kare platformlar üzerinde kurulan zigguratların pramitsel tasarımı mevcuttu. Güneşte ısıtılmış tuğlalar zigguratların dışındaki görüntüsünü yaratmıştır. Bu tuğlalar genelde astrolojik anlamlarından dolayı değişik renklere sahipti. Kat sayısı 2 ila 7 arasındaydı ve tepesinde ya bir tapınak ya da türbe bulunurdu. Türbeye ulaşmak için bir tarafında rampalar yapılır ve bu rampa en aşağısından en yükseğine kadar uzanırdı.Tanınmış örnekleri arasında Nasiriye'da bulunan Büyük Ur Zigguradı bulunur. Mezopotamya zigguratları sadece halkın ibadet ettiği ya da seremoni yaptığı yerler değildi. Bu yerlerde tanrıların bulunduğuna inanılırdı. Zigguratlar sayesinde tanrıların insanlara yakın olduğuna inanılırdı. Her şehrin kendi tanrısı mevcuttu. Sadece rahipler zigguratın içerisindeki odalara girebilirdi ve onların sorumluluğu altında tanrıların gereksinimleri karşılanırdı. Bu vesile ile, zigguratların içerisinde tanrılarla yüz yüze karşılaştıklarını ve diyalog kurabildiklerini iddia eden rahipler böylece Sümer halkının en güçlü üyelerinden olmuştur. Bilinen 32 ziggurat vardır. Bunlardan 4'ü İran'da, gerisi Irak'tadır.En son keşfedilen ziggurat İran'ın merkezi Tepe Sialk'da bulunmuştur. Günümüzde eski halini en iyi koruyan zigguratlardan biri de İran'ın batısında Koka Zanbil'dedir; İran-Irak Savaşında birçok arkeolojik yer yokolsa da burası ayakta kalmıştır. Tepe Sialk ise günümüzde mevcut olan en eski ziggurat olduğu tahmin edilmektedir ve MÖ 3000'li yıllardan kalmaktadır. Ziggurat tasarımları basit bir tepe üzerine oturulmuş mimariden, matematiği ve inşaatın mucizesine kadar ulaşabilen birçok çeşittedir. Basit bir ziggurata örnek, Sümerler döneminden kalan Uruk'daki Beyaz Tapınak'dır. Ziggurat kendiliğinden Beyaz Tapınağın bulunduğu yerdir. Amacı da ne kadar gökyüzüne yakın olursa, tanrılara ulaşımın o kadar kolay olduğuna inanılırdı. Bilinen en büyük ziggurat ise, Babil'den kalma Marduk zigguratıdır (ya da Etemenanki). Ne yazık ki, bu tapınağın tabanından bile kalıntısı fazla kalmamıştır, ancak arkeolojik araştırmalar ve tarihsel kayıtlar sayesinde bu zigguratın renkli 7 katlı, ve tepesinde de dev bir tapınaığın bulunduğu gösterir. Tapınağının renginin indigo (mora yakın) olduğu düşünülmekte, ve en üst katlarda da bu renk kullanılmaktadır. Tapınağın üstüne giden 3 merdivenin bulunduğu bilinir, ve bunlardan ikisi zigguratın yar
ısına kadar ulaşır. Bu zigguratın diğer ismi Etemenanki,Sümerce'de "Cennet ve Dünya'nın kuruluşu" manasına gelir. Hammurabi tarafından inşa edildiğine inanılır, ve bu zigguratın içinde bulunanlar bundan daha önce bulunan zigguratlarda da bulunur. En üst katı 15 metre uzunluğunda tuğla gelişimiyle Kral Nabukadnezzar tarafından yapılmıştır. Herodot'a göre, her zigguratın tepesi bir türbe idi,ancak bu türbelerden hiçbiri günümüzde mevcut değildir. Buranın pratik bir kullanımı da, zigguratların yüksek bir yer olması sayesinde rahiplerin yükselen sulardan ve sellerden kaçabilmesini sağlıyordu (Misal olarak 1985 seli). Başka bir pratik kullanımı da güvenlik açısındandı. Türbenin sadece 3 yoldan ulaşılabilir olması rahip olmayanların geçmesini engelleyebiiliyordu. Yapılan ritüeller arasında kurban edilen etin pişirilmesi ve yenmesinin de mevcut olduğu tahmin edilmektedir. Zigguratın yüksekliği,çıkan dumanın şehirdeki binaların üzerine düşmesini engelliyordu. Her zigguratın içinde detaylı bir tapınak bulunurdu ve burada ana bahçe, depolar ve yaşam yerleri bulunurdu ve etrafına da şehir kurulur idi. İncil'de bahsi geçen Babil Kulesi hikâyesi Mezopotamya'daki zigguratlardan bahseder, büyük bir ihtimalle de bu ziggurat Etemenanki (Marduk) dur. Ziggurat tarzı ve mimarisi günümüzde bile Dünya'nın birçok yerinde kullanılır. Örnek olarak : ), vol. 5, 390-391. Hayvan hakları Hayvan hakları, hayvanların insancıl muamele görmelerini sağlayan haklar. Özellikle hayvanların tibbi ve kozmetik deneylerde kullanılması, derisi için öldürülmesi, eğlence için avlanması ve hayvancılık sektöründe uygunsuz alanlarda yetiştirilmesi, hayvan hakkı ihlalleri olarak tanımlanmaktadır. Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi, 15 Ekim 1978 tarihinde Paris'teki Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Merkezi'nde düzenlenen bir tören ile ilan edildi. Bu metin, 1989 yılında Hayvan Hakları Birliği tarafından tekrar düzenlenerek 1990 yılında UNESCO Genel Direktörü'ne sunulmuş ve aynı yıl halka açıklanmıştır. Türkiye'de hayvan hakları 2004 yılında yasa ile koruma altına alınmıştır. Hayvanların, doğanın onlara tanıdığı yaşama haklarını korumak için gerekli hükümler yasal güvenceye alınmış ve bu hükümleri ihlal edenlere çeşitli cezalar verilmesi öngörülmüştür. Kanada Buzulu Kanada Buzulu Antarktika 'nın güneyinde, Viktorialand'da küçük bir buzul. Buzul 77º 37' güney paraleli ve 162º 59' doğu meridyeni aralığında bulunur. Kanada Buzulu Commonwealth ve Loftus buzullarının da başladığı Mount McLennan dağının zirvesinin altında, 1900 m yükseklikte başlar. Kuzey batı istikametinden gelerek Fryxell Gölü 'nün batısından Taylor Vadisi 'ne akarak deniz seviyesine metreler kala sona erer. Küçük Hoare Gölü 'nün doğu sınırını oluşturur. Kanada Buzulu'nun, Sir Robert Falcon Scott yönetimindeki İngiliz "Terra Nova" bilimsel gezisi sırasında (1910- 1913) kartografisi yapılmıştır. Buzulun ismi, bu grubun üyesi olan ve bu bölgeyi inceleyen Kanadalı fizikçi "Charles Wright" 'dan gelir. Alien Love Secrets Alien Love Secrets, ABD'li gitar ustası ve besteci Steve Vai'ın "Flex-Able Leftovers"'dan sonraki ikinci EP çalışmasıdır. Klavyeli çalgıların çok az kullanıldığı bu çalışma, esasen elektrogitar, basgitar ve davullardan oluşan temel rock müzik çalgıları üzerine kuruludur. Tüm şarkılar Steve Vai tarafından yazılmıştır. Orhan Veli Kanık Orhan Veli Kanık (13 Nisan 1914 – 14 Kasım 1950), daha çok Orhan Veli olarak bilinen Türk şair. Melih Cevdet ve Oktay Rifat ile birlikte yenilikçi Garip akımının kurucusu olan Kanık, Türk şiirindeki eski yapıyı temelinden değiştirmeyi amaçlayarak sokaktaki adamın söyleyişini şiir diline taşıdı. Şair otuz altı yıllık yaşamına şiirlerinin yanı sıra hikâye, deneme, makale ve çeviri alanında birçok eser sığdırdı. Yeni bir zevk ortaya çıkarabilmek için eski olan her şeyden uzak duran Orhan Veli, hece ve aruz ölçülerini kullanmayı reddetti. Kafiyeyi ilkel; mecaz, teşbih, mübalağa gibi edebi sanatları gereksiz bulduğunu açıkladı. "Geçmiş edebiyatların öğrettiği her şeyi, bütün geleneği atmak" amacıyla yola çıkan Kanık'ın bu arzusu şiirinde kullanabileceği teknik olanakları azaltsa da şair, ele aldığı konular, bahsettiği kişiler ve kullandığı sözcüklerle kendine yeni alanlar oluşturdu. Yalın bir anlatımı benimseyerek şiir dilini konuşma diline yaklaştırdı. 1941 yılında, arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları "Garip" adlı şiir kitabında bu fikirlerinin örnekleri olan şiirleri yayınlandı ve Garip akımının doğmasına sebep oldu. Bu akım özellikle 1940-1950 yılları arasında Cumhuriyet dönemi şiirinde büyük etki bıraktı. Garip şiiri hem yıkıcı hem de yapıcı özelliği ile Türk şiirinde bir mihenk taşı kabul edilir. Kanık, şiire getirdiği bu yenilikler yüzünden önceleri büyük ölçüde yadırgandı, çok sert eleştiriler aldı ve küçümsendi. Geleneklerin dışına çıkan eserleri, önce şaşkınlık ve yadırgama, daha sonra eğlenme ve aşağılamayla karşılansa da hep ilgi uyandırdı. Bu ilgi ise kısa zamanda şaire duyulan anlayış, sevgi ve hayranlığın artmasına yol açtı. Sait Faik Abasıyanık da Orhan Veli'nin bu yönüne dikkat çekerek onu "üzerinde en çok durulmuş, zaman zaman alaya alınmış, zaman zaman kendini kabul ettirmiş, tekrar inkâr, tekrar kabul edilmiş; zamanında hem iyi hem kötü şöhrete ermiş bir şair" olarak tanımladı. Her ne kadar Garip döneminde yazdığı şiirleriyle öne çıksa da Orhan Veli "tek tür" şiirler yazmaktan kaçınmıştı. Durmadan arayan, kendini yenileyen, kısa yaşamı boyunca uzun bir şiir serüveni yaşayan Kanık'ın edebiyat hayatı farklı aşamalardan oluşmaktadır. Oktay Rifat bu durumu "Orhan Fransız şairlerinin birkaç nesillik şiir macerasını kısacık ömründe yaşadı. Türk şiiri onun kalemi sayesinde Avrupa şiiriyle atbaşı geldi." ve "Birkaç neslin belki arka arkaya başarabileceği bir değişmeyi o birkaç yılın içinde tamamladı." sözleriyle açıkladı. Orhan Veli Kanık, 13 Nisan 1914'te Beykoz'a bağlı Yalıköyü'nde bulunan İshak Ağa Yokuşu'ndaki Çayır Sokağında 9 numaralı konakta dünyaya geldi. Babası İzmirli tüccar Fehmi Bey'in oğlu Mehmet Veli, annesi ise Beykozlu Hacı Ahmet Bey'in kızı Fatma Nigar Hanım'dır. Nüfus tezkeresi suretine göre asıl ismi Ahmet Orhan olan şairin babasının adı Veli olduğu için, sanatçı Soyadı Kanunu'ndan önce Orhan Veli olarak tanındı. Orhan Veli'nin babası evlendiği sırada Mızıka-yı Hümâyun'da klarnist idi. Cumhuriyet'in ilanından sonra ise Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın şefi oldu. Veli Kanık, hem bu yeni görevi hem de Musiki Muallim Mektebinde (Ankara Konservatuvarı) armoni profesörü olması dolayısıyla 1923-1948 yılları arasında Ankara'da yaşadı. Bu dönemde bir süre Ankara Radyosu'nda müdürlük de yapan Veli Bey, daha sonraki yıllarda İstanbul Konservatuvarında ilmî kurul üyesi ve İstanbul Radyosu'nda ses uzmanı olarak çalıştı. Orhan Veli'nin kendisinden küçük iki kardeşi vardı. Bunlar Vatan Gazetesi muhabirlerinden Adnan Veli Kanık ve Füruzan Yolyapandır. Şairin ayrıca, bir yaşında iken Ankara'da ölen Ayşe Zerrin isminde bir kız kardeşi de vardır. Orhan Veli'nin çocukluğu Beykoz, Beşiktaş ve Cihangir'de geçti. Mütareke sırasında Akaretler'de bulunan Anafartalar İlkokulunun ana sınıfına devam etti. Bir sene sonra ise bu okuldan alınarak Galatasaray Lisesi'ne yatılı olarak verildi. Yedi yaşındayken Halife Abdülmecit'in Yıldız Sarayı'nda düzenlediği bir düğünde sünnet edildi. 1925'te dördüncü sınıfı tamamladığında babasının isteği ile Galatasaray Lisesi'nden ayrılarak annesiyle birlikte Ankara'ya taşındı. Orada, Gazi İlkokulu'na yazıldı. Bir yıl sonra Ankara Erkek Lisesi'ne (bugünkü adıyla Ankara Atatürk Lisesi) yatılı girdi. Kanık, çocukluğunda bazı hastalıklar ve tehlikeler de yaşadı. Örneğin, beş yaşında yanma tehlikesi geçirdi ve uzun süre tedavi gördü. Şair dokuz yaşında kızamık, on yedi yaşında ise kızıl hastalığına tutuldu. Kanık'ın edebiyata olan merakı ilkokul sıralarında başladı. Bu dönemde "Çocuk Dünyası" isimli dergide bir hikâyesi basıldı. Ortaokulun yedinci sınıfındayken Oktay Rifat Horozcu ile tanıştı. Birkaç yıl sonra ise bir müsamere sırasında halk evinde Melih Cevdet Anday ile arkadaş oldu. Lisenin ilk yılında edebiyat öğretmeni Ahmet Hamdi Tanpınar'dı. Tanpınar, öğretmeni olduğu sürece Kanık'a öğütler verdi ve onu yönlendirdi. Şair, lise döneminde arkadaşları Oktay Rıfat ve Melih Cevdet'le birlikte "Sesimiz" isimli bir dergi çıkardı. Sanatçının yaşamının bu evresi aruz vezni kurallarını ve ahengini kavradığı ve ilk şiirlerini yazdığı dönem oldu. Kanık, yine lisede tiyatro çalışmalarına katıldı. Örneğin, Raşit Rıza'nın oynadığı "Aktör Kin" oyununda rol aldı. Ankara Halkevi'nde Ercüment Behzat Lav'ın sahnelediği Ahmet Vefik Paşa'nın Molière'den uyarladığı "Zor Nikah"'ta Üstâd-ı Sanî'yi, Maurice Maeterlinck'in "Monna Vanna"'sında ise baba rolünü üstlendi. Kanık, sonraki yıllarda tiyatro alanındaki çalışmalarına çevirmen olarak devam etti ve pek çok oyunu Türkçeye çevirdi. Şair 1932 yılında, liseden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin felsefe bölümüne kaydını yaptırdı. 1933 yılında Edebiyat Fakültesi Talebe Cemiyeti başkanı seçildi. 1935 yılına kadar devam ettiği üniversiteyi bitirmeden okuldan ayrıldı. İstanbul Üniversitesi'ne giderken bir yandan sürdürdüğü Galatasaray Lisesi'ndeki öğretmen yardımcılığı görevine, okuldan ayrıldıktan sonra bir sene daha devam etti. Kanık, daha sonra, Ankara'ya giderek PTT Umum Müdürlüğü, Telgraf İşleri Reisliği, Milletlerarası Nizamlar bürosuna girdi. Şair, Ankara'ya döndükten sonra eski arkadaşları Oktay Rifat ve Melih Cevdet'le tekrar bir araya geldi ve bu üçlü, benzer tarzda şiirler yazmaya başladı. 1936 yılında, Nahid Sırrı Örik'in şiirlerini yayınlatmaları önerisinin ardından, "Varlık" dergisinde Orhan Veli'nin, "Oaristys", "Ebabil", "Eldorado", "Düşüncelerimin Başucunda" isimli şiirleri yayınlandı. Dergide, Orhan Veli ve arkadaşları edebiyat dünyasına şöyle tanıtılmıştı: Bu ilk şiirlerini, bir kısmı Mehmet Ali Sel mahlasını taşıyan diğer şiirleri takip etti. 1936 - 1942 yılları arasında "Varlık"
ın yanı sıra "İnsan", "Ses"," Gençlik", "Küllük", "İnkılâpçı Gençlik" dergilerinde şiirleri ve yazıları basıldı. Orhan Veli, bu dönemin ilk yıllarında yazdığı şiirlerin şekli, yapısı ve içeriği dolayısıyla hece şairi olarak kabul edildi. 1937 yılından sonra ise hem Kanık hem de Anday ve Horozcu yeni tarzda şiirlerini yayınlamaya başladılar. 1939 yılında, arkadaşı Melih Cevdet Anday'la birlikte araba kazası geçirdi. Bu olayın sonucunda yirmi gün komada kaldı. Kazanın sebebi, Anday'ın sürdüğü arabanın Çubuk Barajı tepesinden aşağı yuvarlanmasıydı. 1941 yılının Mayıs ayında "Garip" seçkisi yayınlandı. Bu kitapta şairin yirmi dört şiirinin yanı sıra Melih Cevdet'in on altı, Oktay Rifat'ın ise yirmi bir şiiri yer aldı. Kitabın içindeki şiirler kadar ses getiren önsözünü ise Orhan Veli yazdı. Bu kitap sonradan Birinci Yeni olarak da anılacak Garip akımının başlangıcı oldu. Garip akımının kurucuları olan Kanık, Horozcu ve Anday, radikal bir tutumla kendilerinden önce gelen hececilerin ve Ahmet Haşim'in şiirleriyle, Nâzım Hikmet'in toplumcu-gerçekçi şiirlerini reddettiler. Kitaptaki şiirler ve önsöz edebiyat dünyasında büyük tartışmalara sebep oldu. Özellikle Orhan Veli'nin yazdığı "Yazık Oldu Süleyman Efendi'ye" mısrası üzerinde duruldu. Bu mısrayı kimileri tenkit ederken, kimileri çalıntı olduğunu iddia etti. Bir diğer grup ise Türkçede yazılmış en güzel dizelerden biri olduğunu söyledi. Bu münakaşalar sonucunda mısra çok popüler oldu, hatta Nurullah Ataç'ın deyişi ile "vapurlara, tramvaylara, kahvehanelere kadar" girdi ve bir deyim niteliği kazandı. Orhan Veli'nin "Yazık oldu Süleyman Efendi'ye" kadar meşhur olarak gündelik dile giren bir diğer dizesi ise Ahmet Haşim'in "Göllerde bu dem bir kamış olsam" mısrasını hicvetmek için yazdığı "Rakı şişesinde balık olsam" idi. Şair, PTT'deki görevinden askerlik sebebiyle 1942 senesinde ayrıldı. 1945 yılına kadar Gelibolu'nun Kavak Köyü'nde askerliğini yaptı. Bu dönemde sadece altı şiiri yayımlandı. 1945 yılında teğmen rütbesiyle terhis oldu ve Millî Eğitim Bakanlığı'nın Tercüme Bürosu'nda çalışmaya başladı. Fransızcadan yaptığı çeviriler bakanlığın klasikler serisinden yayınlandı. Şair Şubat 1945'te "Vazgeçemediğim" isimli şiir kitabını, Nisan 1945'te ise "Garip"'in sadece kendi şiirlerini içeren ikinci baskısını çıkardı. Bu kitapları 1946 yılında yayımlanan "Destan Gibi" ve 1947'de basılan "Yenisi" takip etti. 1946 seçimlerinden sonra Hasan Âli Yücel'in Millî Eğitim Bakanlığı görevinden ayrılması sonucunda Yücel'in kurduğu Tercüme Bürosu da önemini yitirdi. Kısa bir süre sonra Kanık istifa etti. İleriki yıllarda ayrılışına neden olarak Reşat Şemsettin Sirer'in bakan olmasından sonra oluşan baskıcı havadan rahatsız olmasını gösterdi. Bu istifanın sebebini Orhan Veli'nin memuriyete uyum sağlayamaması olarak yorumlayanlar da oldu. Ayrılmasının ardından Mehmet Ali Aybar'ın çıkardığı "Hür" ve "Zincirli Hürriyet" gazetelerinde denemeler ve eleştiriler yazdı. 1948'de La Fontaine'nin masallarını Türkçeye çevirdi, "Ulus" gazetesinde "Yolcu Notları"'nı yayınladı. Bakanlıktaki değişimin ardından kendisiyle benzer durumda kalan Bedri Rahmi Eyüboğlu, Abidin Dino, Necati Cumalı, Sabahattin Eyüboğlu, Oktay Rifat ve Melih Cevdet gibi arkadaşlarıyla buluşmaları sonucunda 1948 yılı sonunda bir dergi çıkartmaya karar verdiler. Masraflarını Mahmut Dikerdem'in karşıladığı Yaprak isimli bu dergi on beş günde bir yayınlanıyordu. Dikerdem'in yardımlarına rağmen derginin sahibi ve yazı işleri müdürü Orhan Veli'ydi. Bu yüzden zaman zaman ortaya çıkan para problemleriyle kendisi ilgilendi ve dergiye devam edebilmek için paltosunu satmak zorunda bile kaldı. Son sayıyı yayınlayabilmek için ise Abidin Dino'nun kendine hediye ettiği resimleri elden çıkardı. İlk sayısı 1 Ocak 1949'da çıkan, Cahit Sıtkı Tarancı, Sait Faik Abasıyanık, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi gibi yazar ve şairlerin eserleri yayınlanan Yaprak, 1 Haziran 1950'ye kadar 28 sayı yayınlandı. "Yaprak"'la birlikte Orhan Veli'nin şairliğinin yanı sıra fikir adamlığı yönü de ortaya çıktı. Şairin yaklaşan seçimlerle ilgili fikirleri bu dergide yayınlandı. Ayrıca, Melih Cevdet ve Oktay Rifat'ın toplumsal şiirleri de "Yaprak"'ta yer buldu. Aynı günlerde Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet, Nâzım Hikmet'in hapishaneden çıkartılması için açılan kampanyaya katılarak üç gün açlık grevi de yaptılar. Orhan Veli, Yaprak'ın yayınlandığı 1949 yılı boyunca Nasreddin Hoca hikâyelerini şiirleştirdi, "Karşı" isimli son şiir kitabını yayınladı ve Charles Lamb'ın uyarladığı Shakespeare'in "Hamlet" ve "Venedik Taciri" isimli eserlerini Şehbal Erdeniz'le birlikte Türkçeye çevirdi. Orhan Veli, "Yaprak"'ın kapanmasının ardından İstanbul'a geri döndü. Aynı yıl 10 Kasım'da bir haftalığına geldiği Ankara'da belediyenin kazdığı bir çukura düştü ve başından hafifçe yaralandı. İki gün sonra İstanbul'a döndü. 14 Kasım günü bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken fenalık geçiren şair hastaneye kaldırıldı. Beyinde damar çatlaması yüzünden başlayan rahatsızlığın sebebi doktor tarafından anlaşılamadı ve Kanık'a alkol zehirlenmesi teşhisiyle tedavi uygulandı, ancak beyin kanaması geçirdiği sonradan anlaşıldı. Aynı akşam sekizde komaya giren şair gece 23.20'de komadan çıkamayarak Cerrahpaşa Hastanesi'nde hayata veda etti. Lisedeki edebiyat hocası Ahmet Hamdi Tanpınar, Kanık'ı hastanede ziyaret etme fırsatı buldu ve bu olayı şöyle anlattı: 16 Kasım günü morgda yapılan otopsiden önce Sanat Dostları Cemiyeti tarafından Orhan Veli'nin yüzünün mulajı alındı. 36 yaşında ölen şairin cenazesi 17 Kasım 1950'de, Beyazıt Camii'nden kaldırıldı. Cenaze, akademisyenler, yazar ve sanatçılardan oluşan kalabalık tarafından Sirkeci'ye kadar taşındı, oradan bir otomobil ile Aşiyan Mezarlığı'na götürülerek defnedildi. Rahatsızlandığı sırada üstünde bulunan ceketin cebinden bir diş fırçasının sarılı olduğu kâğıda yazılmış "Aşk Resmi Geçidi" isimli şiiri çıktı. 1 Şubat 1951'de arkadaşları tarafından anısına "Son Yaprak" çıkarıldı. Tek sayı olarak basılan bu dergide Orhan Veli'nin daha önce yayınlanmamış "Aşk Resmi Geçidi" şiiri de yer buldu. Kaynak ve Varlık dergileri tarafından "Orhan Veli'nin mezarı" kampanyası başlatıldı. Suat Taşer, Osman Attilâ gibi birçok ismin kampanyaya destek vermesinin ardından Abidin Dino, Orhan Veli için bir mezar projesi hazırladı. Nevzat Kemâl ise bu mezarı inşa etti. Ölümünün ardından, şair için, dostlarından Halim Şefik Güzelson "Otopsi", Ercüment Behzat Lav "Çilelim", Oktay Rifat ise "Ağıt" isimli şiirler yazdılar. Yüksel Pazarkaya ve Helmut Vader tarafından Almancaya çevrilmiş olan seçilmiş 49 şiiri, 1965 yılında Frankfurt'taki Suhrkamp Verlag yayınevi tarafından "Poesie" ismiyle yayınlandı. Şair hakkında Almanca bir kitap da bulunmaktadır. Orhan Veli'nin şiirleri İngilizce ve Özbekçe'ye de çevrildi. Orhan Veli'nin çevirdiği Jean Anouilh'ten "Antigone" ve Jean-Paul Sartre'dan "Saygılı Yosma" ölümünden önce yayınlanamamıştı. Bu eserlerden "Antigone" şairin vefatından sonra İstanbul Devlet Tiyatrosu'nca sergilendi. "Saygılı Yosma" ise 1950 sonunda "Saat 6 Tiyatrosu" tarafından bir kez temsil edildi. 1988 yılında yapılan Orhan Veli heykeli Rumelihisarı sahilindeki ufak bir parka kondu. Bu heykelde şairin elinde bir kitap, hemen arkasında ise bir martı durmaktadır. Orhan Veli ise Boğaziçi'ni seyretmektedir. Orhan Veli'nin kişiliği ve fiziki özelliklerinin şiirleri ve sanat anlayışı ile bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Cemal Süreya, Kanık'la ilgili olarak "Yeni şiirimizin, işlev olarak kurucusu olan bu adam kuramını yazılarıyla değil, başka iki şeyiyle yaptı: Hayatıyla (yaşam biçimiyle) ve şiirleriyle" açıklamasını yaptı. Orhan Veli, Garip akımını sadece şiirleriyle değil, günlük hayatıyla, gönül ilişkileriyle, çevresinde kendisi ile ilgili çıkan dedikodularla, fiziği ile yeni bir şair tipi yaratarak oluşturdu. Kardeşi Adnan Veli'nin "Vücudu oldukça kemikli, kollarıyla bacakları epey uzundu. Göğsünü öne doğru eğerek hafifçe yaylanarak yürürdü. Elleri gayet ince, beyazdı. Parmakları adam akıllı uzun, tırnakları pembe, uzun ve yuvarlaktı. Geniş bir alnı, sivri bir çenesi vardı. Dudakları eni konu etliydi. Burnu tümsekliydi. Yüzü gençlikte çıkardığı ergenlik sivilceleri sebebiyle pürtüklüydü." olarak anlattığı Orhan Veli'yi, yazar arkadaşı Sait Faik ise bir röportajında şöyle betimledi: Herkesle iyi geçinen, kimsenin kalbini kırmayan, çevresindeki insanlara saygı gösteren Orhan Veli'nin yakın arkadaşları arasında Oktay Rifat, Melih Cevdet, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sait Faik, Suat Taşer, Fikret Adil, Agop Arad gibi isimler yer alıyordu. Son günlerinde en yakın olduğu isim ise Sabahattin Eyüboğlu'ydu. Garip akımını yalnız yazdıklarıyla değil, hayata karşı duruşuyla açıklayan şair, fiziğini bile bu uğurda kullanmaktan çekinmedi. Bu yüzden şiirinin hayatının sonucu olduğuna değil, aksine hayatını şiirine göre yaşadığına inanılır. Orhan Veli Kanık'ın 1936 yılında başladığı şiir hayatı üç dönemde incelenebilir: Garip öncesi (1936-1941), Garip dönemi (1941) ve Garip sonrası. Bu dönemdeki şiirleri eski ve yeni şiirleri olmak üzere iki devrede incelenebilir. Orhan Veli'nin ilk şiirleri 1 Aralık 1936 tarihinde Varlık Dergisi'nde yayınlandı. O günlerde Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Muhip Dıranas, Ahmet Kutsi Tecer, Necip Fazıl Kısakürek gibi şairler Ahmet Haşim'in Fransız sembolistlerinden ilham alarak oluşturduğu simgelerin gücünden yararlanan şiirlerinin takipçisiydi. Ahmet Haşim'in saf şiir anlayışını benimseyen bir diğer şair olan Cahit Sıtkı Tarancı ise diğer dönemdaşlarından aksine gündelik yaşamı da şiirlerinin içine almaya çalışıyordu. Nâzım Hikmet ve Ercüment Behzat Lav ise biçim ve özde yenilik yaparak vezinsiz, serbest ve toplumcu şiirler yazıyorlardı. Kanık'ın ilk şiirleri, Necip Fazıl, Ahmet Muhip, Ahmet Hamdi ve Cahit Sıtkı kuşağına bağlıdır. Bu eserler, içerik, biçim, dil ve tarz olarak klasik ve geleneğe bağlı olarak yazıldılar. Daha sonraki çalışmalarının aksine şiirlerinde uyak da kullanan Orhan Veli ayrıca benzetmelere ve sıfatlara geleneks
el bir şekilde yer verdi. Ölüm, doğa, rüya, zaman, aşk gibi temaların işlendiği bu dönem eserlerinde hiç ironiye rastlanmaz. Şair henüz kendine ait bir dil geliştiremediği için şiir anlayışı ve mısra yapısında Baudelaire'in; konu, işleyiş, dil ve üslupta ise Necip Fazıl'ın etkisi altındaydı. "Gün Doğuyor", "Oaristys", "Ebabil", "Eldorado", "Kurt", "Zeval" gibi eserlerini içeren ilk dönem şiirlerinde şair, yalnız ve mutsuz bir kişinin yaşamını anlattı, acılarını, isteklerini, aşklarını dile getirdi. Orhan Veli eski şiirlerinde akıldan çok duyguya, gerçeklikten çok romantikliğe, toplumsallıktan çok bireyselliğe önem verdi. Bu açıdan da Kanık'ın edebiyat dünyasına girişi okuduğu ve sevdiği yabancı şairlerin etkilenerek ve Türkiye'de onları takip eden şairlerin arasına katılarak oldu. Şair, 1937 yılından sonra eski şiir anlayışından uzaklaşarak Garip akımının habercisi olan yeni bir tarz benimsedi. Kanık'ın bu yeni şiirleri 1937 - 1941 yılları arasında "Varlık", "İnsan", "İnkılâpçı Gençlik" gibi dergilerde ve ölümünün ardından "Vatan" (1952) ve "Papirüs"'te (1967) yayınlandı. Sayıları 51'i bulan "Garip"'in ilk örnekleri olan bu eserler, abartılı bir dille yazılmıştır. Dönemin şiirlerinden farklı yapıtlar ortaya koymaya karar veren Orhan Veli, ilk olarak ölçü ve uyağı daha sonra ise tasviri, şairaneliği, hayali, süsü ve zekâ oyunlarını şiirinden çıkarttı. Sadelik ve basitliği önemseyen sanatçı, duygudan çok akla önem vermeye başladı. Halkın kullandığı kelimeleri tercih etmeye başlayan Kanık hayat karşısında kötümser, ironik, ümitsiz, inançsız görünmektedir. Yeni şiirlerinin temaları ise çoğunlukla tabiat, insan, aşk, çocukluk, savaş, hayat, sarhoşluk ve seyahat oldu. Şair bu dönemde, çoğunlukla kısa şiirler yazmayan başladı. Nurullah Ataç bu çalışmaların Fransız sürrealistlerin yazılarını ve Japon haikularını anımsattığını söyledi. Orhan Veli de o yıllarda arkadaşlarıyla birlikte Fransız gerçeküstücüleri sık sık okuduklarını açıklamıştır. Yine de sanatçı, noktalama işaretleri kullanması, imgeyle simgeden kaçınması, şiiri insanın duyularına değil aklına hitap eden bir sanat haline getirmeye çalışması gibi özellikleriyle sürrealistlerden ayrılır. Kanık'ın bazı şiirlerinde oluşturmaya çalıştığı yeni tarzla ilgili acemiliği ortaya çıkar. Bu şiirlerde mısralar yan yana yazılınca bir nesir oluşur. Şairin bu dönemine ait eserleri arasında "Fena Çocuk", "Ağaç", "Kuş ve Bulut", "Tereyağı", "Gangster", "Pazar Akşamları" gelir. 1941 yılında Orhan Veli, Melih Cevdet ve Oktay Rifat'la birlikte "Garip" adlı şiir kitabını yayınladı. Bu kitapla birlikte şairin tarzının önceki dönemine göre daha tutarlılaşmış ve gelişmiş olduğu düşünülür. Kanık, kitabın önsözünü kendi yazdı ve şiir hakkındaki düşüncelerini açıkladı. Bu önsöz Garip akımının manifestosu kabul edilir. Orhan Veli, o günlerin aydınlarının şiir anlayışı sebebiyle kendisine "garip" gözüyle baktıklarını açıklamıştır. Akımın adının da bu bakış açısından geldiği sanılmaktadır. Garip akımı kendisinden önceki şiir anlayışına bir tepki olarak doğdu. Kanık ve arkadaşları Ahmet Haşim'in eserlerini, Nâzım Hikmet'in toplumcu şiirlerini ve hececileri reddetmişlerdi. Şair bu dönemdeki şiirlerinde klasik uyak düzenini ve vezni kullanmadı. Ona göre hakiki şiir için vezin ve kafiye mutlak gerekli olan şeyler değildi. Kanık, kafiyeyi reddetse de düzensiz ses yinelemelerine sık sık başvurdu ve onlara anlam vurgusunu oluşturan temel bir işlev yükledi. Eserleri incelendiğinde sanatçının ses yinelemeleri, sözcük öbeği yinelemeleri, söz dizimsel yinelemeler, ek yinelemeleri ve dizelerin aynen yinelenmesi gibi tekrarlara başvurduğu görülebilir. Garip dönemi şiirlerinin bir diğer ortak özelliği ise Orhan Veli'nin konuşma dilinin doğallığını, sokak Türkçesini ve hatta halk argosunu eserlerine taşımış olmasıydı. "Kılıksız", "cıgara", "ıspanak", "rakı", "Hitler", "boyacı sandığı" gibi sözcükler kullanan şairin "Kitabe-i Seng-i Mezar" isimli şiirinde kullandığı "nasır" kelimesi büyük tartışmalara sebep oldu. Kanık, böylece hem divan hem de halk şiirinde egemen olan romantizm anlayışını da yıkmış oluyordu. Öte yandan teşbih ve istiareyi terk ettiği için şiirinde yalın bir dil ortaya çıktı. Orhan Veli'nin Garip hareketiyle getirdiği yeniliklerin diğer ikisi ise Türk şiirinde öteden beri soyut olarak dile getirilen evrensel hümanizmin yerine somut ve belirgin bir hümanizm koyması ve belirli kişileri hedef alan taşlama geleneğini ilk kez bir şair olarak kendisine yöneltmesiydi. Orhan Veli, o günlerde kişisel şiirler yazdığı kadar sosyal konulara da eğildi ve dar görüşler ile törelerin gülünçlüğünü alaylı sözcükler kullanarak anlatmaya çalıştı. Ayrıca, şairin hece ve sözcük bakımından boyutunu ve şiirdeki sayısını azaltarak dizenin şiirdeki egemenliğini ortadan kaldırdığı da söylenir. Orhan Veli, "Garip sonrası" olarak adlandırılan 1945-1950 yılları arasında dört kitap yayınladı: "Vazgeçemediğim" (1945), "Destan Gibi" (1946), "Yenisi" (1947) ve "Karşı" (1949). Ayrıca, şairin 1949-1950 yılları arasında yazılmış fakat vefatı sebebiyle yayınlanamamış şiirleri de mevcuttur. Kanık'ın garip sonrası dönemde yazdığı şiirler "garibin devamı" ve "garipten farklı" olarak iki ana grupta toplanabilir. Şair sanatındaki değişimi 1945 yılında ikinci baskısı yapılan "Garip"'in önsözünde "Onları beş sene önce yazmıştım. Beş sene sonra da aynı şeyleri söyleyecek olduktan sonra neden yaşadım" diyerek açıkladı. Bu dönemde düşünceleriyle birlikte eserleri de farklılaşmaya başlayan Orhan Veli'nin yıkıcılıktan ayrılarak yapıcılığa yönlendiği ve şiirinin estetik yönünü zenginleştirmeye çalıştığı gözlemlenebilir. Değişiminin göze çarpan yanlarından biri de şairin "Vazgeçemediğim" ile birlikte uyak kullanmaya başlaması oldu. Bu döneminin en ayırt edici özelliği ise şairin halk şiirine duyduğu ilginin eserlerine yansımasıydı. Bu konuda "Vazgeçemediğim" içinde yer alan "İstanbul Türküsü" isimli şiir bir dönüm noktası kabul edilmektedir. "Destan Gibi" içinde yer alan "Yol Türküsü" isimli uzun şiir de sanatçının bu tarza olan yönelişinin bir örneğidir. Orhan Veli bu dönemdeki şiirlerinde gülmece öğelerini azalttı. Halk şiiri tarzında yazdığı eserlerinin konusu çoğunlukla kişisel duygular olsa da özellikle "Yenisi" ve "Karşı"'da toplumsal konulara da değindi. Asım Bezirci, Orhan Veli'nin bu tarz konulara eğilmeye başlamasının sebebinin İkinci Dünya Savaşı ardından pahalılık ve yoksulluğun alt tabaka kadar orta ve üst sınıfı da etkilemesi olduğunu iddia etti. Kanık'ın kelime kullanımı, dize ve cümle yapısı halk şiiri özellikleri taşıyan eserleri dışında benzer şekilde devam etti. Öte yandan ilk dönem şiirlerinde sık rastlanan yinelemeleri halk şiirine yaklaşması ile daha da fazla kullanmaya başladı. Şairin halk kültürüne olan bu yakınlaşması vefatı sebebiyle yarım kalmıştır. Orhan Veli, Türkçeye şiir, hikâye ve oyun çevirileri yaptı. İlk kez 1947 yılında Varlık Yayınları tarafından basılan "Fransız Şiirleri Antolojisi"'nin önsözü ve kitapta yer alan şairlerin biyografileri de sanatçı tarafından yazıldı. Oktay Rifat ve Melih Cevdet'le birlikte çalıştığı "Batıdan Şiirler" isimli kitaptaki 31 şiirin altı tanesi Kanık tarafından çevrilmişti. 1948 yılında, Doğan Kardeş Yayınları'ndan çıkan "La Fontaine'den Masallar"'da ise La Fontaine'nin 49 masalını çevirdi. Şairin hayat görüşü ile La Fontaine'nin felsefesi arasında yakın ilişki olduğuna inanılır. Orhan Veli'nin şiirlerinin de hikâye karakteri taşıması ve sanatçının yaşama karşı alaycı duruşu bu inancı destekler. Orhan Veli, 1937-1941 yılları arasında Ki-Ka-Ku isimli Japon şairinin 30 haikusunu Türkçeye çevirdi. Bu şiirler aralıklarla Varlık Dergisi'nde basıldı. 19 Mart 1946'da ise Tercüme Dergisi'nin Şiir Özel Sayısı'nda "Hai-Kai'ler" başlığı altında tümü yayımlandı. 1945 yılında yayımlanan "Üç Hikâye" isimli kitapta Gogol'un üç öyküsü bulunuyordu. Bunlardan "Burun" ve "Fayton"'u Orhan Veli çevirmişti. Charles Lamb tarafından çocuklar için hikâyeleştirilmiş William Shakespeare'in "Venedik Taciri"'ni ise 1949 yılında Şehbal Erdeniz'le birlikte çevirdi. Kanık ilk oyun tercümesini Oktay Rifat ile birlikte 1943 yılında Alfred de Musset'nin "Bir Kapı Ya Açık Durmalı Ya Kapalı" isimli eserini çevirerek yaptı. Ertesi yıl aynı yazarın "Barberina"'sını Türkçeye kazandırdı. Bu çeviri Millî Eğitim Bakanlığı Dünya Edebiyatından Tercümeler serisinin 53. kitabı olarak yayımlandı. Sanatçı, 1944'te Moliere'in üç oyununu çevirdi. Orhan Veli'nin çevirisini yaptığı Jean Anouilh'in "Antiogone" isimli oyunu ise şairin ölümünden önce basılamadı. Bu oyun şairin vefatının ardından İstanbul Devlet Tiyatrosu'nca sergilendi. Ölümünün ardından basılan ve sergilenen bir diğer çevirisi ise Jean-Paul Sartre'ın "Saygılı Yosma"'sı oldu. Kanık, son olarak İrène Nemirovsky'nin "Les Chiens et les Loups" adlı oyununu "İtlerle Kurtlar" ismiyle Türkçeye tercüme ediyordu. Sanatçı, 245 sayfalık bu eserin 105. sayfasını çevirmesinin ardından hayata gözlerini yumdu. Orhan Veli'nin tamamlayamadığı diğer iki çalışma ise Moliere'in "Elit Prenses"'i ve Madame de Sévigné'nin seçme mektuplarıydı. Orhan Veli hikâye yazmaya 1947 yılında başladı ve ölümüne kadar altı öykü yazdı. Bu eserler Tanin, Seçilmiş Hikâyeler ve kendi çıkardığı Yaprak dergilerinde yayınlandı. Şair, öykülerinde de tıpkı şiirlerinde olduğu gibi sıradan insanları ve günlük hayatı konu edindi. Zaman zaman ise toplumsal eleştirilerde bulundu. Bu öyküler, "Hoşgör Köftecisi" başlığı ile 2012 yılında yayımlandı. Kanık'ın 21 makale, 6 öykü ve 7 eleştiri yazısı kitap olarak, ilk kez 1953 yılında Varlık Yayınevi'nce "Nesir Yazıları" ismiyle yayınlandı. Daha sonraki yıllarda ise Asım Bezirci, şairin nesirlerini bir araya getirerek farklı kitaplar olarak yayınladı. Bu kitaplardan ikisi 1975 yılında yayınlanan "Edebiyat Dünyamız" ve 1982 yılında yayınlanan "Bütün Yazıları"'dır. Her şeyin şiire konu edinilebileceğine inanan Orhan Veli ve arkadaşlarının Türk şiirine yaptığı en büyük katkılardan biri de bu inançlarını eserlerinde uygulamaları oldu. Bunun için de ilk
olarak sıradan insanı kendilerine konu edindiler. Böylece, eski şiirlerdeki kahramanlaştırılan ideal insan tipinin yıkılmasını sağladılar. Divan şiirinde insan, aşkın arayıcısı olan kusursuz ve soyut bir varlık; Namık Kemal, Tevfik Fikret ve Mehmet Akif gibi şairlerin eserlerinde toplumu için mücadele eden bir kahraman iken Orhan Veli'nin şiirlerinde gündelik sorunların peşinde koşan sıradan bir vatandaştı. Örneğin "Kitabe-i Seng-i Mezar" şiirinin kahramanı olan Süleyman Efendi, hayattaki en önemli sorunu nasır olan, Allah'ın adını sık anmasa da günahkar sayılmayan, varoluş problemi yaşamayan bir adamdı. Süleyman Efendi'yle ilgili olarak Orhan Veli: "Ben hayatı sadelik içinde geçmiş basit bir adamın hayatından bahsetmek istedim. Acayiplik olsun diye yazmadım şiiri, neşretmeden evvel de bu kadar yadırganacağını tahmin etmiyordum." dedi. Nasırı önemseyip edebiyata soktuğu için eleştirenlere ise şu cevabı verdi: "Hayatından daha büyük manevi ızdırapları olmayan bir insan için nasırın mühim olduğunu telakki ediyorum". Toplum eleştirisi teması da Orhan Veli tarafından sık sık kullanıldı. Fakat şair, bu konuyu kendisinden önce bu türün örneklerini veren Namık Kemal, Nâzım Hikmet ya da Tevfik Fikret gibi isimlerin aksine ironi ve parodi tekniklerini kullanarak işliyordu. "Hardalname", "Cımbızlı Şiir", "Vatan İçin", "Bedava" ve "Kuyruklu Şiir"'in örnek olarak verilebileceği şiirlerinde sadece durum tespiti yapıp herhangi bir ideolojiyi savunmaması sebebiyle sanatçı burjuva şairi olmakla da suçlandı. Orhan Veli "Dedikodu", "Söz", "Tahattur", "Şanolu Şiir", "Sereserpe", "Eski Karım", "Aşk Resmigeçidi" gibi pek çok şiirinde ise aşk ve cinsellik konusunu işledi. Öte yandan çocukluk şairin hem Garip öncesi hem de Garip döneminde sık sık kullandığı temalardan biriydi. Bu temanın örnekleri arasında "Ağaç", "Kuş ve Bulut", "Rüya", "Robenson" sayılabilir. Sanatçının çocuk algısıyla yazdığı şiirlerde duygu tonu diğer şiirlerine göre çok daha fazladır. Şairin işlediği diğer temalar arasında yaşama sevinci ("Ne Kadar Güzel", "Sokakta Giderken", "Güzel Havalar", "Birdenbire"), savaş ("Bizim Gibi", "Tereyağı", "Gangster"), yolculuk ("Yolculuk", "Seyahat") gelir. Talât Sait Halman'a göre varolmanın ve yaşamın sevincini Türk edebiyatına sistemli olarak yerleştiren isim Orhan Veli olmuştur. Ayrıca, Kanık, Nedim ve Yahya Kemal ile birlikte Türk şiirinin sayılı İstanbul şairlerinden biri kabul edilmektedir. Orhan Veli, Mehmet Ali Sel ismini takma ad olarak kullandı ve pek çok şiirini bu isimle yayımladı. Örneğin, ilk şiirlerinin yayımladığı Varlık Dergisi'nin Aralık 1936'da çıkan sayısında "Varlık'ın şiiri kadrosu yeni ve kuvvetli genç imzalarla zenginleşmektedir. Aşağıda dört şiirini okuyacağınız Orhan Veli, şimdiye kadar yazılarını neşretmemiş olmasına rağmen olgun bir sanat sahibidir. Gelecek sayımızda onun ve arkadaşları Oktay Rifat, Melih Cevdet ve Mehmet Ali Sel'in şiirimize getirdikleri yeni havayı daha iyi belirtecektir." dendi. Arkadaşı Oktay Rıfat, bu isimle ilgili olarak "galiba yırtmaya kıyamadığı şiirlerini bu adla çıkarırdı" açıklamasını yaptı. Orhan Veli ise Baki Süha Ediboğlu'nun konuyla ilgili sorusunu şu şekilde yanıtlamıştı: O zamanlar çok şiir yayınlıyordum. Adımın her zaman görünmesi hem benim için hem de dergi için doğru değildi. Bir de şu var: Mehmet Ali Sel benim bazı tecrübelerime alet olmuş bir isimdir. Orhan Veli'nin öncüsü olduğu Garip akımı dönemin genç şairlerine örnek olduğu gibi birçok ünlü şairini de etkiledi. Kanık'ın vefatının ardından Oktay Rifat ve Melih Cevdet yeni bir şiir geliştirmeye yönlenseler de 1950'ler boyunca Garip'in Türk edebiyat dünyası üzerindeki etkisi devam etti. Dergilerde bu akımın kopyası olan şiirlere sık sık rastlanıyordu. Mehmet Doğan bu tarz şiirlerle ilgili "İmzalar olmasa hangi şiirin kime ait olduğu anlaşılmamaktadır" yorumunu yaptı. Muzaffer Erdost'un İkinci Yeni adını verdiği şiir hareketi de o günlerde Garip'e tepki olarak doğdu. Akımın öne çıkan isimleri arasında İlhan Berk, Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar, Sezai Karakoç ve Ece Ayhan yer alıyordu. Birinci Yeni olarak adlandırılan Garip akımı gibi İkinci Yeni de Türk şiirinin gelişimine büyük katkıda bulundu. İkinci Yeniciler, Garipçilerin aksine anlaşılırlık yerine anlamca kapalılığı, somuta karşılık soyutlamayı, imgeci ve biçimci bir şiir anlayışını savundular. İkinci Yeni'nin önde gelen bazı isimleri şiire ilk başladıkları günlerde Garip etkisinin altında şiirler de yazmışlardı. Örneğin, Edip Cansever'in ilk denemeleri, yaşama sevincini dile getirdiği bu tarzda eserlerdi. Turgut Uyar'ın 1958 yılında büyük kente yerleşmesinin ardından değişen kültür ve ilişki ortamı şiirine de yansımıştı. Uyar, bu değişimin Orhan Veli etkisinden uzaklaşmasını nasıl sağladığını şu cümlelerle açıkladı: "Beni yazdığım şiiri yazmaya iten neden çevremin değiştiğini görmemdi. Birdenbire kentleşen dünya, birdenbire karşılaştığım neon lambaları, büyük oteller, bir takım yeni gelişmeleri haber veren durumlar beni artık Orhan Veli şiiri yazmakla kurtarmıyordu." Ahmet Oktay, Orhan Veli ve Garip akımının Rıfat Ilgaz'dan Suphi Taşhan'a pek çok farklı şairi değişik derecelerde etkilediğini söyledi. Oktay'a göre Cahit Irgat'ın imgelerinin altında dahi Garip şiirinden çok şey bulunabilir. Ayrıca, Sabahattin Kudret Aksal, Salâh Birsel, Behçet Necatigil, Suat Taşer, Metin Eloğlu, Rüştü Onur, Necati Cumalı gibi isimler de Orhan Veli ve onun önderlik ettiği Garip akımının etki alanından geçmişlerdir. Şairin pek çok şiiri farklı sanatçılarca bestelendi. "Anlatamıyorum" Alpay, Hümeyra ve Banu, "Bedava Yaşıyoruz" Cem Karaca, Özdemir Erdoğan, "Dedikodu" Levent Yüksel, "Pireli Şiir" Timur Selçuk ve "Vesikalı Yarim" Edip Akbayram tarafından seslendirildi. Klasik Türk müziği şarkısı olarak bestelenen "İstanbul Türküsü" ise Ahmet Özhan tarafından okundu. Murathan Mungan, Orhan Veli'nin şiirlerini "Bir Garip Orhan Veli" ismiyle oyunlaştırdı. Oğuz Aral'ın yönettiği ve Müşfik Kenter'in rol aldığı tek kişilik oyun 1980 yılından beri Kent Oyuncuları tarafından sergilenmektedir. Oyunun, Müşfik Kenter'in sesinden bir albümü de yayınlanmıştır. Metin Üstündağ ise 2002 yılında "Orhan Veli'lemeler" isimli bir kitap yayınladı. 1989 yılında Ramazan Üren'in yazı işleri müdürlüğünde Sunay Akın ve Akgün Akova'nın destekleriyle "Yeni Yaprak" dergisi çıkmaya başladı. Bu derginin logosu Orhan Veli'nin "Yaprak"'ı ile aynıydı ve ilk sayısında tıpkı "Yaprak"'ın ilk sayısında olduğu gibi Orhan Veli'nin "Alış-Veriş" şiiri yer alıyordu. Şairin 50. ölüm yıldönümü olan 14 Kasım 2000'de M. Şeref Özsoy tarafından Beyoğlu'nda açılan Orhan Veli Şiir Evi, Orhan Veli'nin arşivinin sergilenmesi düşüncesiyle açılan; şiir ve fotoğraf alanında etkinlikler düzenlenen bir mekandır (2014 yılında kapandı). Ayrıca, şairin ölüm yıldönümü olan 14 Kasım'da 1996 yılından beri Orhan Veli yürüyüşü düzenlenmektedir. Yürümeyi çok sevdiği bilinen Kanık'ın anısına sevenleri o günde Taksim'den sanatçının mezarının bulunduğu Aşiyan'a kadar hep birlikte yürümektedirler. 2014 yılının Ocak ayında, Nahit Fıratlı'ya yazdığı mektuplardan Yalnız Seni Arıyorum adlı bir kitap derlenmiştir. Orhan Veli Kanık 104. doğum günü olan 13 Nisan 2018'de Google tarafından Doodle yapıldı. Şiir kitapları Hikâye Hikâye/Şiir Yazılar Mektuplar Çeviri Yumuşakçalar Yumuşakçalar (""), hayvanlar âleminin geniş bir sınıfıdır. Ahtapot, midye, salyangoz, sümüklü böcek bu sınıftandır. Çizgili kas ilk defa bu sınıfta görülür. Oktay Rifat Oktay Rifat (Ali "Oktay Rifat") (d. 10 Haziran 1914, Trabzon – ö. 18 Nisan 1988, İstanbul), Türk şair, oyun yazarı ve romancı. Türk şiirinin en büyük isimlerinden birisi kabul edilir. Orhan Veli ve Melih Cevdet'le birlikte Garip Akımı'nın kurucularındandır. 1955 yılından itibaren İkinci Yeni adlı şiir akımına yönlenmiştir. Şiir dışında roman ve oyun türlerinde de çok başarılı eserler vermiştir. Şair Nazım Hikmet'in kuzenidir. 10 Haziran 1914'de Trabzon'da doğdu. Babası, o doğduğu sırada Trabzon valisi olan şair ve dilbilimci Samih Rıfat, annesi Hasan Enver Paşa’nın kızı Münevver Hanım’dır. Pek çok sanatçı ve yazar içeren bir ailede yetişti. Büyük dedesi Macar Hurşid Bey, hem Türk hem batı müziği konusunda donanımlı bestekardı; dedesi Albay Hasan Rıfat Bey şiir ile ilgilenirdi amcası Ali Rıfat Bey değerli bir udî ve besteci, annesinin teyzesinin oğlu Ali Fuat Bey cumhuriyet devrinin ünlü asker ve siyaset adamı, teyzesi Celile Hanım bir ressam, teyzesi Celile Hanım’ın oğlu Nâzım Hikmet ünlü bir şairdir. Soyadı bazı kaynaklarda "Horozcu" olarak geçer. Ancak hiçbir resmi evrakında böyle bir kaydın bulunmadığı, böyle bir takma isimle yazı yayımlamadığı belirlenmiştir. Ortaöğrenimini 1925-1932 yıllarında Ankara Erkek Lisesi'nde yaptı. Bu okulda ünlü şair Ahmet Hamdi Tanpınar’ın öğrencisi oldu, ilk şiirlerini kaleme aldı ve ileride birlikte Garip Akımını kuracağı arkadaşları Melih Cevdet ve Orhan Veli ile tanıştı. Üç arkadaş, okul bünyesinde “"Sesimiz"” adlı dergiyi çıkararak şiirlerini yayımladılar. 1932-1936 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne yüksek öğrenim gördü. Edebiyata olan ilgisi ve yazma tutkusu yükseköğrenimi sırasında da devam etti. Mezun olduğu yıl, arkadaşları Melih Cevdet ve Orhan Veli ile birlikte geliştirdikleri yeni bir yazın tekniği ile kaleme aldığı şiirleri Varlık Dergisi’nde yayımlanmaya başladı. 1937 yılında Devlet sınavını kazanarak Maliye Bakanlığı hesabına Siyasal Bilgiler öğrenimi görmek üzere Paris'e gönderildi. Paris’te bulunduğu dönemde yalım bir söylemi ve bağımsız düşünceleri savunan Fransız şiirini kendisine yakın buldu ve ondan ilham aldı. Üç yıl sonra II. Dünya Savaşı nedeniyle, orada yaptığı doktora çalışmasını tamamlayamadan 1940 yılında Türkiye'ye döndü. Paris’ten döndükten sonra bir süre Maliye Bakanlığı'nda , daha sonra Matbuat Umum Müdürlüğü (Basın Yayın Genel Müdürlüğü)'nde çalıştı. Ardından Ankara’da serbest avukatlık yaparak yaptı. Bu arada 1941 yılında Orhan Veli ve Melih Cevdet ile edebiyat dünyasında büyük t
artışmalara sebep veren “Garip” adlı şiir kitabını yayımladı. Şiirlerini ""Yaşayıp Ölmek, Aşk ve Avarelik Üstüne Şiirler""(1945), ""Güzelleme""(1945) ve ""Aşağı Yukarı""(1952) adlı şiir kitaplarının yanı sıra ""Aile"" (1947), Orhan Veli tarafından çıkarılan ""Yaprak (1949-1950) ve ""Yeditepe"" (1951-1957) gibi dergilerde yayımlamayı sürdürdü. 1954 yılında yayımladığı “"Karga ve Tilki"" adlı şiir kitabıyla, Yeditepe Şiir Armağanı'nı kazandı. 1955 yılında İstanbul'a yerleşerek avukatlığını sürdürdü. Aynı yıl yayımladığı “"Perçemli Sokak"” adlı şiir kitabının önsözü tartışmalara neden oldu. Bu kitap ile İkinci Yeni adı verilen şiir anlayışına yöneldi. 1958 yılında “"Aşk Merdiveni"" adlı şiir kitabını yayımladı. 1961 yılından itibaren avukatlık mesleğini Devlet Demir Yolları'nda sürdürdü ve 1973 yılında emekli olana dek bu kurumda çalıştı. 1960’lı yılların başında Latin ve Yunan ozanların mitoloji kitaplarının Türkçe çevirilerini yaptı. 1969 yılında yayımladığı “"Şiirler"” adlı kitabıyla Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü’nü aldı. Bu tarihten sonra tiyatro ve roman çalışmalarına ağırlık verdi. ""Oyun İçinde Oyun"", ""Zabit Fatma'nın Kuzusu"", ""Atlar ve Filler"", ""Yağmur Sıkıntısı"",""Kadınlar Arasında"", ""Birtakım İnsanlar"" ve ""Çil Horoz"” adlı oyunları kaleme aldı ve her biri sahnelendi . Arkadaşı Melih Cevdet ile “"Kıskançlar"” adlı oyunu kaleme aldı. 1976’da ilk romanın “"Bir Kadının Penceresi’nden"” yayımlandı. 1980’de “"Danaburnu"” kitabıyla Madaralı Roman Ödülü’nü kazandı. Aynı yıl “"Bir Cigara İçimi"” adlı şiiri Sedat Simavi Vakfı Ödülü’nü, 1984 yılında ""Dilsiz ve Çıplak"” kitabıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü aldı. Fransızca çevirmeni Sabiha Rıfat ile evli olan Oktay Rıfat, yazar, çevirmen ve şair Samih Rıfat’ın oğludur. Son günlerine dek eser vermeyi sürdüren sanatçı, “"Yağmur Sıkıntısı"” adlı oyununu tamamladıktan sonra 1988 yılında İstanbul’da hayatını kaybetti. Karacaahmet Mezarlığı’na defnedildi. Ankara Erkek Lisesi’ndeki öğrencilik yıllarında şiir yazmaya başlayan Oktay Rıfat, şiirde biçim ve kural anlayışını tam anlamıyla yansıtan ilk şiirlerini 1936- 1944 yılları arasında "Varlık Dergisi"’nde yayımlamıştı. İlk şiirlerinde hece veznini kullanmaktaydı, daha sonra serbest vezne geçti. 1941 yılında Orhan Veli Kanık ve Melih Cevdet Anday ile birlikte Garip adlı şiir kitabını yayımlayarak Garip şiir akımının öncülerinden oldu. Garip dönemi şiirlerinde kentte yaşayan sıradan insanların günlük yaşamlarına şaşırtıcı, alaycı bir söyleyişle yaklaşmıştı. ""Perçemli Sokak"" adlı kitabıyla Türk şiirinde İkinci Yeni denilen anlayışa, anlamca kapalı bir şiire yöneldi. Türkçenin ses zenginliğini, geniş bir sözcük dağarcığıyla ustalıkla kullanan unutulmaz şiirler yazdı. Kitaptan kitaba değişen şiiri ile Türk şiirinin genel akışını en çok etkileyen şairlerden sayılmaktadır. 1960’lı yıllarda genellikle sosyal sorunlar, emekçilerin hakları ve sistemsel karmaşalar ile ilgili düşüncelerini satırlara döktü. Özellikle, 1966'da çıkan ""Elleri Var Özgürlüğün"" adlı şiir kitabında bu düşüncelerinin oldukça fazla etkisi görüldü. 1969 yılında yayımladığı, ""Şiirler"" adlı kitabıyla, edebiyat hayatında üçüncü ve son dönemine girdi. Tarzını, biçimini ve yazın anlayışını iyice belirginleştirdiği, dili ve kelimeleri kullanmada ustalaştığı bu dönemde şiirin kuramsal karakteri üzerine de kitaplar yazdı Tiyatro oyunu ve roman türünde de eserler veren Oktay Rıfat, her biri toplumun değişik kesimlerini sembolize eden oyun ve roman kahramanları yarattı. Etrüsk mitolojisi Etrüsk mitolojisi veya Etrüsk dini, Etrüsklerin mitolojik yazın ve inançları ile birlikte yaptıkları dini adet ve uygulamaların bütünüdür. Etrüskler Kuzey İtalya'dan gelen, zaman içinde Roma'ya kenetlenmiş, kökeni hakkında farklı görüşler olan bir ulustur. Birçok Etrüsk mitolojisi öğesi, tanrı ve tanrıçası Roma mitolojisi'ne girmiştir. Bunların bir kısmı doğrudan girerken, bir kısmı zaten var olan ve benzer özellikler taşıyan öğelere etki ederek, bir tür "sentez" sonucu girmiştir. Etrüsklerden geriye çok fazla yazın kalmamış, Etrüsk dili dahi bugün tam olarak anlaşılamamıştır. Ayrıca Romalı yazarların Etrüsklere, dillerine ve dinlere dair kaleme aldığı yazınlar da bugüne ulaşamamıştır. Tüm bu sebepler nedeniyle haklarında çok az şey bilinen Etrüsklerin dini ve mitolojik inanç, yaşayış ve yapılanmaları hakkında çok daha az şey bilinmektedir. Arkeolojik bulgular da sınırlıdır. Örneğin bugüne ulaşmış mezar kitabelerinde genelde ölen kişinin ismi geçerken, tapınaklara sunulan adak plakalarında sadece adağın yapıldığı tanrı veya tanrıçanın ismi geçer. Bu tip bilgiler de Etrüsk mitolojisine dair ancak yüzeysel bir idrakın gelişebilmesine olanak tanımıştır. Zaten Etrüsk dilinin tamamen anlaşılamamış olması, ele geçecek bulguların da en etkili şekilde kullanılmalarını kısıtlamaktadır. Bununla birlikte bugüne ulaşan büyük oranda ikonografik materyal bulunmaktadır. Vaso süslemeleri, anıtlar, heykeller, taşlar, rölyefler ve kabartmalardaki ikonografi bize Etrüsk mitolojisi hakkında bilgi sunabilir. Her ne kadar bu ikonografi yoğun bir Helenistik etki altında kalsa ve Yunan mitolojisinden tasvirler içerse de, Etrüsk mitolojisi ile Yunan mitolojisi arasında kurulan bağlar Etrüsk mitolojisini, en azın karşılaştırmalı bir şekilde, anlamaya yardımcı olur niteliktedir. Örneğin Etrüsk mitolojisindeki tanrıların Yunan mitolojisindeki denkleri ve bazı daha yerel tanrıların Yunan mitolojisindeki benzerleri bu ikonografilerden anlaşılabilir. Bu da en azından mitolojik yapılanma ve anlayışa dair önemli ipuçları barındırır. Etrüsk mitolojisindeki çoğu tanrının Romalı ve İtalik denkleriyle olan ilişkisi ve hatta isimlerini bu denklerinden almaları Etrüsk dininin İtalyan Yarımadası'ndaki diğer milletlerin dinleriyle birlikte aynı zaman diliminde geliştiğinin düşünülmesine yol açmıştır. Genel görüşe göre dini yapı MÖ 1. binyılın başlarında gelişmeye başlamıştır. Etrüsk panteonu Yunan ve Roma panteonları gibi bir ana tanrı barındırır. Zeus ve Jüpiter'e denk olan bu tanrı "Tinia" veya "Tin" olarak anılır. İsminin anlamı "parlayan gün" olan bu figür tasvir anlamında büyük oranda Zeus'a benzer. Yunan Hera veya Romalı Juno ile denk olan ve Tinia'nın eşi konumunda olan "Uni" isimli bir tanrıça bulunmaktadır. Etrüsk mitolojisindeki, Roma benzeri üçleme Tinia, Uni ve Menerva şeklindedir. Menerva, Romalı Minerva'nın kökünü oluşturan akıl tanrıçasıdır. Bunların dışında birçok Yunan mitolojisi kökenli figür, çoğu zaman tüm mitleriyle birlikte, Etrüsk mitolojisine nüfuz etmişlerdir. Örnek olarak "Apulu" verilebilir. Apulu Yunan tanrısı Apollo'nun dengidir ve gerek isim gerekse tüm mitleriyle Yunanlardan Etrüsklere geçmiştir. Bunun dışında ünlü Yunan kahramanı Herkül de "Hercle" ismiyle Etrüsk mitolojisindeki yerini almıştır. Bunlar ve birçok tanrı ve tanrıçanın özelliklerinin yanı sıra isimlerinin de Yunan mitolojisindeki isimlerden köken almış olması Etrüsk mitolojisindeki Yunan ve Roma etkisini aşikar kılmaktadır. Etrüsk mitolojisinde yer alan Tinia dışında tanrılara bakılırsa su tanrısı Nethuns, güneş tanrı Usil, orman tanrısı Selvans, zaman tanrısı Satre zikredilebilir. Yunan ve Roma mitolojileriyle olan yakın ilişki bu tanrılarda da göze çarpar. Satre Roma mitolojisindeki Satürn ile denkken Usil Yunan mitolojisindeki Helios ile denktir. Akıl tanrıçası Menerva, aşk, doğa ve bereket tanrıçası Turan, yer altı tanrıçası Culsu ve ana tanrıça Cel ati adı belirtilebilecek önemli tanrıçalardandır. Etrüsk mitolojisindeki önemli ve güçlü arz tanrıçası Cel ati'nin ismini oluşturan iki sözcük "dünya" ve "ana"dırlar; yani onun ana tanrıça karakteri ismiyle barizdir. Yunan Demeter ile Romalı Terra Mater'e denktir. Bunların dışında daha önemli tanrıçalarla ilişkilendirilmiş daha küçük tanrıçalar bulunur, bunlara özgün bir isim ile "Lasa" denir. Örneğin Alpanu, Achavisur ve Zipna aşk tanrıçası Turan'ın yardımcısı Lasalardır. Etrüsk mitolojisindeki Yunan etkisi yoğun olsa ve neredeyse her noktaya nüfuz etmiş olsa da, özgün temellerinin yanı sıra Etrüsklerin bu tip etki sonucu dahil olmuş figürleri geliştirdiği de bilinmektedir. Bunun en bariz örneklerinden biri Etrüsk mitolojisindeki yer altı/ahiret inancının yapısı, özellikleri ve tasviridir. Etrüsk yer altı dünyası Yunandakinin temellerine sahiptir. Örneğin kayıkçı Kharon, "Kharun" (veya "Charun") ismiyle Etrüsk mitolojisinde yer alır. Burada ölecek olanların canını alırken kullanacağı büyük bir çekiçle tasvir edilmiştir. Bununla birlikte Etrüsk yer altı inancının barındırdığı demonoloji Yunandakinden çok daha gelişmiştir. Eril ve dişil birçok özgün iblisin yanı sıra Yunan mitolojisindeki iblis ve canavarlar da bulunur. Bunların dışında belki de Etrüsk din ve mitolojisini Roma ve Yunan'dan ayıran en önemli noktalardan biri tanrıların oluşturduğu bir "dinî sistem"in varlığıdır. Romalıların "Etrusca disciplina" diye andıkları bir tür Etrüsk din bilimi mevcuttur ve Etrüskler bunun tanrıların insanlara ilham etmesi yoluyla, tanrıların işi olduğuna inanmıştırlar. İlham edilen şeylerin yazılması "kutsal kitap" fikrini de doğurmuştur. Bu "bilim" veya "sistem" İbrahimi Dinler gibi "peygamber" benzeri bir öğe de barındırır. Ayrıca içinde birçok farklı gelenek bulunur. Bu geleneklerden biri Tarquinia'dandır. Bu geleneğe göre dünyanın doğurduğu Tages isimli bir çocuk bir köylü tarafından ıssız bir arazide bulunur. Çocuk mucizevi bir şekilde konuşabilen çocuk etrafa ona ilham olunmuş dini mesajları verir ve daha sonra da esrarengiz bir biçimde kaybolur. Etrüsklerin en çok etkilendiği Yunan ve Roma din ve mitolojilerinde bu tip bir "peygamber" benzeri kişiye rastlanmadığı gibi bu tip sembolizm ancak çeşitli millet, ülke, uygarlık veya kahramanların kökenine dair anlatılarda kullanır. İlham (veya vahiy) kültürü kutsal kitap edebiyatına yol açmıştır. Örneğin bu kutsal kitaplarından biri "yıldırım kitapları"dır ve yıldırımlara dini bir bakış açısı barındırır. Ayrıca Etrüsk dininde kutsal kitaplarla birlikte özgün bir ruhban sınıfıda mevcuttur. Bu sınıftan
kişiler çok saygındılar ve "Etrusca disciplina" uzmanlarıydılar. Bu sebepten örneğin Yunandaki dini görevlilerden çok daha farklı özelliklere sahiptirler. Daha sonra bu ruhban sınıfı Roma İmparatorluğuna yayılmış ve Roma dinine nüfuz etmiştir. Roma İmparatorluğu'ndaki paganist yapıya adapte olan ve Roma diniyle çok yakın bağlara sahip olan Etrüsk dini, kendisi Roma mitolojisinden etkilenirken Roma mitolojisinin ve özellikle dini yapısını etkilemiştir. Bunun en bariz göstergesi Roma sistemine Etrüsklerden geçmiş olan "haruspex"ler yani özel ruhban sınıfıdır. Özellikle ibadet, ritüel anlamında Etrüsk dininin Romadaki dini anlayışa önemli katkıları olmuştur. Hristiyanlığın yükselişiyle Roma paganizmiyle birlikte Etrüsk dini de büyük zarar görmüş ve sonunda "paganist inançların yasaklanmasıyla", Roma diniyle birlikte Etrüsk dini de yok olmuştur. Terliksi hayvan Terliksi hayvan, Paramesyumlar olarak da bilinir, silli protozoaların en çok bilinen örneklerinden birisidir; genellikle silli protozoaların temsilcileri olarak çalışılır. Terliksi hayvan; tek hücreli ve terlik şeklindedirler ("terliksi hayvan" ismini alma sebepleri budur). Boyları, türlerine göre 30 veya 500 mikrometre arasında değişir. Basit silleri, vücutlarını kaplar; ve diğer peniculidlerde olduğu gibi göze çarpmayacak şekilde birleşik ağızsal siller de içeren derin bir ağızsal boşlukları bulunur. Ozmoregülasyon işlemi, etraftan ozmos basınçla emilmiş olan suyu aktif olarak dışarı çıkaran bir çift kontraktif koful tarafından gerçekleştirilir. Terliksi hayvanlara genellikle temiz su ortamlarında ve kir tabakalarında rastlamak mümkündür. Terliksi hayvanlar, asidik ortamlara ilgi gösterirler. Genellikle aseksüel olarak ürerler; ama yeterli besin maddelerinin bulunmadığı ortamlarda da konjugasyona başvurabilirler. Terliksi hayvanların türlere ayrımında şimdilik hala bazı değişikler yapılmaktadır; örneğin "P. aurelia" kısa bir süre önce 14 türe ayrılmıştır; geriye kalanlar sırasıyla: Commonwealth Buzulu Commonwealth Buzulu, Antarktika'nın güneyinde Viktorialand'da bir buzul. Buzul 77º 35' güney paraleli ve 163º 19' doğu meridyeni aralığında bulunur. Commonwealth Buzulu, Kanada ve Loftus buzullarının da başladığı Mount McLennan dağının zirvesinin altında, 1900 m yükseklikte başlar. Buradan güney doğu istikametine doğru akarak Taylor Vadisi'nde Mount Coleman dağının batı kısmında son bulur. Burada Fryxell Gölü'nün doğu sınırını oluşturur. Buzulun kartografisi, 1910'dan 1813'e kadar süren ve Antarktika kıtasının güneyinde Sir Robert Falcon Scott öncülüğünde yürütülen İngiliz Terra-Nova bilimsel gezisi sırasında yapılmıştır. Commonwealth Buzulu'na, geziye büyük miktarda finansal kaynak sağlayan "Australya tarih birliği" (ing. Commonwealth of Australia) ismi verilmiştir. Ayrıca bu küçük grubun üyelerinin iki tanesi Avustralyalı olup, çevrenin bu kısmını incelemişlerdir. Kafiye Kafiye ya da uyak, şiirde mısra sonlarında bulunan sözcüklerin son heceleri arasındaki ses benzerliğidir. Şiirde uyak, dize sonlarında bulunan farklı görevlerdeki ekler veya anlamları ayrı sözcükler arasında görülür. Dize sonlarında yinelenen aynı görevdeki ekler ya da sözcükler uyak değildir. Bunlara redif denir. Yarım uyak, dize sonundaki tek ses benzerliğine dayanan uyak türüdür. -diz -yaz Burada "z"ler yarım uyaktır. Tam Kafiye Mısra sonlarındaki iki ses benzerliğine ‘tam kafiye’ denir. Örnek: Yukarıdaki örnek dizede “aş” sesleri tam kafiye oluşturmuştur. Örnek: Örnek : Uyarı: Uzun okunan ünlüler tek başına tam kafiye oluşturur. Çünkü bu ünlüler iki ses yerine geçer. Örnek: Yukarıdaki dizelerdeki “â” ünlüsü tam uyaktır. Dize sonlarındaki ikiden çok ses benzerliğine dayanan uyak türüdür. Burada ""yaprak"" ve ""ağlayarak"" ("-rak") sözcükleri zengin uyak oluşturur. Bir dörtlüğün bütün dizelerinin biribiriyle uyaklı ya da ilk üç mısra biribiriyle uyaklı dördüncü dize serbest şekilde olmasıdır. "Gül büyütenlere mahsus hevesle"           a "Renk renk dertlerimi gözümde besle"     a "Yalnız, annem gibi o ılık sesle"                a "İçimde dövünüp ağlama gurbet"            b Necip Fazıl Kısakürek Bir dörtlüğün birinci ve dördüncü dizelerinin kendi arasında, ikinci ve üçüncü dizelerinin kendi arasında uyaklı olmasına dayanan uyak türüdür. Bir dörtlüğün birinci ve üçüncü dizelerinin kendi arasında, ikinci ve dördüncü dizelerinin kendi arasında uyaklı olmasına dayanan uyak türüdür. Batı şiirinden şiirimize geçmiş kafiye şemasıdır. Özellikle TERZARİMA nazım şeklinde kullanılan bir kafiye şemasıdır. Üç dizeli bentliklerden oluşur. Son bent tek dizeden oluşur. Son kelimelere bakılır Şeması: (a,b,a), (b,c,b), (c,d,c)... Halk Edebiyatı'ndaki manilerden yayılmış kafiye şemasıdır. Manilerden oluşur A Uzaklar seçilmiyor A Gönüldür geçilmiyor B Gönül bir top ibrişim A Dolaşmış açılmıyor Şeması:(a,a,b,a), (c,c,d,c), ... Dizelerin ortasında bulunan uyaktır. Burada ""cânım"" ve ""efganım"" ("-an") sözcüklerinde iç uyak görülmektedir. Dizelerin başında bulunan uyaktır. İkinci dizedeki ""alınmaz"" ile dördüncü dizedeki ""bulunmaz"" (-l) sözcükleri baş uyak oluştururlar. Tunç kafiye için farklı isimler de kullanılmaktadır. Bir dizenin son sözcüğünün, bir diğer dizenin son sözcüğünü tamamen içermesine dayanan uyak türüdür. Zengin uyağın özel bir durumudur. Tunç uyağın olabilmesi için ses benzerliğinin en az üç sesten oluşması gerekir. Burada ""duvar"" ve ""var"" sözcükleri tunç uyak oluşturur. Aynı zamanda "var" sesleri zengin uyaktır. Mısra sonlarında anlam olarak farklı ancak yazılış olarak aynı olan yani eş sesli kelimelerin kullanılması sonucu oluşan kafiyedir. Mısra sonlarında bulunan asmaya kelimeleri cinaslı kafiye örneğidir. "Asmak" iki farklı anlamda kullanılmış ve bu sayede ses ahengi oluşturularak "cinaslı kafiye" örneği verilmiştir. Söyleniş bakımından aynı ancak anlam olarak farklı sözcüklerden ya da söz yüklemlerinden oluşan uyak türüdür. "Burada "geç" ve "geç" sözcükleri cinaslı uyak oluşturur" REDİFLER Uyaktan sonra gelen aynı anlam ve görevdeki ek ya da sözcüklere redif denir. ÖRNEK: Koyun verdi kuzu verdi süt verdi Yemek verdi ekmek verdi et verdi Kazma ile dövmeyince kıt verdi Benim sadık yarim kara topraktır. Kalın olanlar SÖZCÜK halindeki rediftir. Doğa Bekleriz Doğa Bekleriz (d. 28 Kasım 1977, İstanbul) Türk manken, oyuncu ve sunucu. Bir dönem Gizem Özdilli ve Nigar Talibova ile birlikte kurdukları Adrenalin isimli müzik grubu ile şarkıcılık yapmış ve bu iki meslektaşıyla Ortaköy, İstanbul'da "Models" isimli bir kafe işletmiştir. Manken-modellik kariyerine ilk adımlarını 1996'da İnterstar ve 1998'de ATV tarafından düzenlenmiş iki modellik yarışmasıyla atmıştır. Çelik Erişçi'nin bir video klibinde aldığı rolden sonra hızla üne kavuşmuştur. Ünlü markalar için manken-modellik yapmaya, çeşitli dizilerde roller almaya devam etmektedir. Manken kulaklarını japon yapıştırıcısı kullanarak yapıştırdığı için uzun süre magazin gündeminden düşmedi ve bu olay ününün artmasını sağlamıştır. Mehmet Âkif Ersoy Mehmed Râgıf, daha sonra Mehmet Âkif Ersoy (20 Aralık 1873 - 27 Aralık 1936), Türk şair, veteriner hekim, öğretmen, vaiz, hafız, Kur'an mütercimi ve siyasetçi. Mehmet Âkif Ersoy, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) ulusal marşı olan İstiklâl Marşı'nın yazarıdır. "Vatan Şairi" ve "Milli Şair" unvanları ile anılır. İstiklal Marşı'nın yanı sıra "Çanakkale Destanı", "Bülbül" ve 1911-1933 yılları arasında yayımladığı yedi şiir kitabındaki şiirleri bir araya getiren "Safahat" en önemli eserlerindendir. II. Meşrutiyet döneminden itibaren "Sırat-ı Müstakim" (daha sonraki adıyla "Sebil'ür-Reşad") dergisinin başyazarlığını yapmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili olarak 1. TBMM'de yer almıştır. Mehmet Âkif Ersoy, 1873 yılının Aralık ayında İstanbul'da, Fatih ilçesinin Karagümrük semtinde Sarıgüzel mahallesinde dünyaya geldi. Miladi 6 Mart 1913'te yazdığı, "Üç beyinsiz kafanın derdine, üç milyon halk" mısrasıyla başlayan ve kavmiyetçiliği eleştirdiği şiirinin sonunda "Bunu benden duyunuz, ben ki, evet, Arnavudum... Başka bir şey diyemem... işte perişan yurdum!..." mısralarıyla bizzat şiirinde kendisini Arnavut olarak tanıtmıştır. Nüfusa kaydı, babasının, onun doğumundan sonra imamlık yaptığı ve Âkif'in ilk çocukluk yıllarını geçirdiği Çanakkale'nin Bayramiç ilçesinde yapıldığı için nüfus kağıdında doğum yeri Bayramiç olarak görünür. Annesi Buhara'dan Anadolu'ya göç etmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanım; babası ise Kosova'nın İpek kenti doğumlu, Fatih Camii medrese hocalarından İpekli Mehmet Tahir Efendi'dir. Mehmet Tahir Efendi, ona doğum tarihini belirten "Ragif" adını verdi. Babasının vefatına kadar Ragif adını kullansa da bu isim yaygın olmadığı için arkadaşları ve annesi ona "Âkif" ismiyle seslendi, zamanla bu ismi benimsedi. Çocukluğunun büyük bölümü annesinin Fatih, Sarıgüzel'deki evinde geçti. Kendisinden küçük, Nuriye adında bir de kız kardeşi vardır. İlköğrenimine Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde o zamanların adeti gereği 4 yıl, 4 ay, 4 günlük iken başladı. 3 yıl sonra iptidai (ilkokul) bölümüne geçti ve babasından Arapça öğrenmeye başladı.Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi’nde başladı (1892). Bir yandan da Fatih Camii'nde Farsça derslerini takip etti. Dil derslerine büyük ilgi duyan Mehmet Âkif, rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızcada hep birinci oldu. Bu okulda onu en çok etkileyen kişi, dönemin "hürriyetperver" aydınlarından birisi olan Türkçe öğretmeni Hersekli Hoca Kadri Efendi idi. Rüştiyeyi bitirdikten sonra annesi medrese öğrenimi görmesini istiyordu ancak babasının desteği sonucu 1885'te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi’ne kaydoldu. 1888’de okulun yüksek kısmına devam etmekte iken babasını kaybetmesi ve ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması aileyi yoksulluğa düşürdü. Babasının öğrencisi Mustafa Sıtkı aynı arsa üzerine küçük bir ev yaptı, aile bu eve yerleşti. Artık bir an önce meslek sahi
bi olmak ve yatılı okulda okumak isteyen Mehmet Âkif, Mülkiye İdadisi’ni bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebi'ne "(Tarım ve Veterinerlik Okulu)" kaydoldu. Dört yıllık bir okul olan Baytar Mektebi'nde bakteriyoloji öğretmeni Rıfat Hüsamettin Paşa pozitif bilim sevgisi kazanmasında etkili oldu. Okul yıllarında spora büyük ilgi gösterdi; mahalle arkadaşı Kıyıcı Osman Pehlivan'dan güreş öğrendi; başta güreş ve yüzücülük olmak üzere uzun yürüyüş, koşma ve gülle atma yarışlarına katıldı; şiire olan ilgisi okulun son iki yılında yoğunlaştı. Mektebin baytarlık bölümünü 1893 yılında birincilikle bitirdi. Mezuniyetinden sonra Mehmet Âkif, Fransızcasını geliştirdi. 6 ay içinde Kur'an'ı ezberleyerek hâfız oldu. Hazine-i Fünun Dergisinde 1893 ve 1894’te birer gazeli, 1895’te ise Mektep Mecmuası’nda "Kur'an'a Hitab", adlı şiiri yayınlandı, memuriyet hayatına başladı. Okulu bitirdikten hemen sonra Ziraat Bakanlığı’nda (Orman ve Vaadin ve Ziraat Nezareti) memur olan Mehmet Âkif, memuriyet hayatını 1893–1913 yılları arasında sürdürdü. Bakanlıktaki ilk görevi veteriner müfettiş yardımcılığı idi. Görev merkezi İstanbul idi ancak memuriyetinin ilk dört yılında teftiş için Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan'da bulundu. Bu sayede halkla yakın temas halinde olma imkânı buldu. Bir seyahati sırasında babasının doğum yeri olan İpek Kasabası'na gidip amcalarıyla tanıştı. 1898 yılında Tophane-i Âmire veznedârı Mehmet Emin Beyin kızı "İsmet Hanım"’la evlendi; bu evlilikten "Cemile", "Feride", "Suadi", "Emin", "Tahir" adlı çocukları dünyaya geldi. Mehmet Âkif, edebiyata olan ilgisini şiir yazarak ve edebiyat öğretmenliği yaparak sürdürdü. Resimli Gazete’de Servet-i Fünun Dergisi'nde şiirleri ve yazıları yayımlandı. İstanbul’da bulunduğu sırada bakanlıktaki görevinin yanı sıra önce Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi (1906)'nde kompozisyon (kitabet-i resmiye), sonra Çiftçilik Makinist Mektebi'nde (1907) Türkçe dersleri vermek üzere öğretmen olarak atandı. II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Mehmet Akif, Umur-ı Baytar-iye Dairesi Müdür Muavini idi. II. Abdülhamid'in istibdat rejiminin şiddetli bir muhalifiydi, hatta II. Abdülhamid'in yüzünü gördüğünde bile midesinin bulandığını hatıralarında anlatır. Bunun etkisiyle, meşrutiyet'in ilanından 10 gün sonra arkadaşı rasathane müdürü Fatin Hoca'nın yönlendirmesiyle, on bir arkadaşı ile birlikte İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne üye oldu. Ancak Mehmet Akif, üyeliğe girerken edilen yeminde yer alan ""Cemiyetin bütün emirlerine, bilâkayd ü şart (kayıtsız şartsız) itaat edeceğim"" cümlesinde geçen "kayıtsız şartsız" ifadesine karşı çıkmış, ""sadece iyi ve doğru olanlarına"'" şeklinde yemini değiştirtmişti. Cemiyetin Şehzadebaşı İlmiye Mahfelinde Arap Edebiyatı dersleri veren Âkif, Kasım 1907’de, Umur-i Baytariye Müdür Muavinliği görevini sürdürürken Darülfünun’da Edebiyat-i Osmaniye dersleri vermeye başladı. II. Meşrutiyet’in Âkif'in hayatında en büyük etkisi, meşrutiyetle birlikte yayın dünyasına adım atması olmuştu. Daha önce bazı şiirleri ve yazıları birkaç gazetede yayımladıysa da eser yayımlamaya uzun süredir ara vermişti. Meşrutiyetin ilanından sonra, arkadaşı Eşref Edip ve Ebül’ula Mardin ‘in çıkardığı ve ilk sayısı 27 Ağustos 1908'de yayımlanan Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. İlk sayıda Fatih Camii şiiri yayımlandı. Ebül'ula Mardin ayrıldıktan sonra dergi, 8 Mart 1912'den itibaren Sebil'ür-Reşad adıyla çıkmaya devam etti. Âkif'in hemen hemen bütün şiir ve yazıları bu iki dergide yayımlandı. Gerek dergilerdeki yazılarında, gerekse İstanbul camilerinde verdiği vaazlarda Mısırlı bilgin Muhammed Abduh'un etkisiyle benimsediği İslam Birliği görüşünü yaymaya çalıştı. 1910 yılında gerçekleşen Arnavutluk İsyanı onu çok üzmüş ve arkasından gelecek kötü olayları sezmişti. Balkanlar'da artan düşmanlık duygularını ve doğabilecek isyanları önlemek için bir şeyler yapma arzusu duydu ancak Balkan Savaşı ile hüsrana uğradı. 1914’ün başında iki aylık bir seyahate çıkarak Mısır ve Medine'de bulundu. Mısır seyahati hatıralarını ""El Uksur'da"" adlı şiirinde anlattı. 1913’te kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti'nin halkı edebiyat yoluyla aydınlatma amacı güden neşriyat şubesinde Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamid, Süleyman Nazif, Cenap Şahabettin ile beraber çalıştı. 2 Şubat 1913 günü Bayezid Camisi kürsüsünde, 7 Şubat 1913 günü Fatih Camisi kürsüsünde konuşarak halkı vatanı savunmaya çağırdı. Balkan Savaşı'ndan sonra, ilk olarak Umur-i Baytariye görevinden (1913), sonra yayınlarının hükümetle uygun düşmemesi nedeniyle aldığı ikaz üzerine Darülfünun müderrisliği görevinden (1914) ayrıldı. Yalnızca Halkalı Ziraat ve Baytar Mektebi'ndeki görevine devam etti. Harbiye Nezareti’ne bağlı Teşkilat-ı Mahsusa'dan gelen teklif üzerine İslam birliği kurma gayesi güden Almanya’ya (Berlin’e) Tunuslu Şeyh Salih Şerif ile birlikte gitti (1914). İngilizlerle birlikte Osmanlı'ya karşı savaşırken Almanlar'a esir düşmüş Müslümanların kamplarında incelemelerde bulundu ve farkında olmadan Osmanlı’ya karşı savaşan bu Müslüman esirleri aydınlatmaya çalıştı. Fransız ordusundaki Müslümanlara yönelik yazdığı Arapça beyannameler cephelere uçaklardan atıldı. Almanya’da iken yazdığı "Berlin Hatıraları" adlı şiirini dönünce Sebilürreşad’da yayınladı. İstanbul'a döndükten sonra 1916 başlarında Teşkilat-ı Mahsusa tarafından Arabistan'a gönderildi. Görevi, bu topraklardaki Arapları Osmanlı'ya karşı kışkırtan İngiliz propogandası ile mücadele etmek için "karşı propaganda" yapmaktı. Mehmet Âkif, Berlin'deyken heyecanla Çanakkale Savaşı ile ilgili haberleri takip etmişti. On dört ay süren savaşın zaferle sonuçlandığı haberini Arabistan'da iken aldı. Bu haber karşısında büyük coşku duydu ve Çanakkale Destanı'nı kaleme aldı. Arabistan dönüşünde iki ay Lübnan'da kalan Mehmet Âkif, ""Necid Çölleri'nden Medine'ye"" şiirinde bu seyahatini anlattı. Lübnan’da yaşayan Mekke Emiri Şerif Ali Haydar Paşa’nın daveti ile 1918’de bu ülkeye giden Âkif, Lübnan’da iken Şeyhülislamlığa bağlı Dâr-ül Hikmet-il İslâmiye Cemiyeti başkatipliğine atandı. Ahmet Cevdet, Mustafa Sabri, Said Nursi gibi isimlerin kurduğu ve Osmanlı Devleti ile diğer İslam ülkelerinde çıkacak dini meseleleri halletmek, İslam aleyhindeki gelişmelere yanıt vermek amacıyla kurulan bu örgütte çalışırken bir yandan da Said Halim Paşa'nın “"İslamlaşmak"” adlı eserini Fransızcadan Türkçeye çevirdi. Bu dönemde Anadolu toprakları işgale uğramış; Türk halkı Kurtuluş Savaşı 'nı başlatarak direnişe geçmişti. Bu harekete katılmak isteyen Âkif, Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağnos Paşa Camii'nde çok heyecanlı bir hutbe verdi. Halkın beklenmedik ilgisi karşısında daha birçok yerde hutbe verdi, konuşmalar yaptı ve İstanbul'a döndü. Bu arada Sebilürreşad idarehanesi, Millî Mücadele’ye katılmak için Anadolu’ya geçmiş olanlarla İstanbul’daki yakınlarının gizli haberleşme merkezi hâline gelmişti. Âkif, Kurtuluş Savaşı’nı desteklemesi nedeniyle 1920'de Dâr ül-Hikmet il-İslâmiye Cemiyeti'ndeki görevlerinden azledildi. İstanbul'da rahat hareket etme olanağı kalmayan Mehmet Âkif, görevinden azledilmeden az önce oğlu Emin'i yanına alarak Anadolu’ya geçti. Sebil'ür-Reşad’ı Ankara’da çıkarması için Mustafa Kemal Paşa'dan davet gelmişti. TBMM'nin açılışının ertesi günü olan 24 Nisan 1920 günü Ankara'ya vardı. Millî mücadeleye şair, hatip, seyyah, gazeteci, siyasetçi olarak katıldı. Ankara'ya varışından bir süre sonra ailesini de yanına aldırdı. Ankara’ya geldiği günlerde, Mustafa Kemâl Paşa Konya vali vekiline telgraf göndererek Âkif’in Burdur milletvekili seçilmesini sağlamasını istemişti. Haziran ayında Burdur’dan, Temmuz ayında ise Biga’dan mebus seçildiği haberi meclise ulaştı. Âkif, Burdur mebusluğunu tercih etti. Böylece 1920-1923 yılları arasında vekil olarak I. TBMM’de yer aldı. Meclis kayıtlarında adı ""Burdur milletvekili ve İslam şairi"" olarak geçmektedir. Ankara'ya varır varmaz ona verilen ilk görev, Konya Ayaklanması’nı önlemek için halka öğütler vermek üzere Konya’ya gitmekti, büyük gayretine rağmen Konya’da kesin bir sonuca ulaşamadı ve Kastamonu’ya geçti. Halkı düşmana direnişe teşvik için 1920 yılının Kasım ayında Kastamonu’daki Nasrullah Camisi'nde verdiği ateşli vaaz, Diyarbakır’da basıldı ve tüm vilayetlere ve cephelere dağıtıldı. Âkif, Anadolu'ya geçerken Eşref Edip'e de arkasından gelmesini söylemişti. Eşref Edip, Sebil'ür-Reşad Dergisi'nin klişesini de alıp İstanbul'dan ayrıldı. Son olarak 6 Mayıs 1921 günü derginin 463. sayısını yayımlamışlardı. Âkif derginin 464-466. sayılarını Eşref Edip ile beraber Kastamonu'da yayımladı, 464. sayı o kadar ilgi gördü ki birkaç kere basılıp Anadolu'ya ve askere dağıtıldı. 467. sayıdan itibaren yayıma Ankara'da devam ettiler. Derginin etkisi o kadar büyüktü ki, yaydığı yoğun duyguların hâkimiyetindeki Türk halkları etkilenmesinden korkan Rusya, gazetenin ülkeye girişini yasakladı. 1921'de Ankara'da Taceddin Dergahı'na yerleşen Mehmet Âkif, Burdur milletvekili olarak meclisteki görevine devam etmekteydi. O dönemde Yunanların Ankara'ya ilerleyişi karşısında meclisi Kayseri'ye taşımak için hazırlık vardı. Bunun bir dağılmaya yol açacağını düşünen Mehmet Âkif, Ankara'da kalınmasını, Sakarya'da yeni bir savunma hattı kurulmasını önerdi; teklifi tartışılıp kabul edildi. Taceddin Dergahı'nda kaldığı ev Mehmet Akif Ersoy Müzesi olarak ziyarete açıktır. Aynı dönemde Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey kendisini ulusal marş yarışmasına katılmaya ikna etti. Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı reddettiği bu yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiçbiri yeterli bulunmamıştı ve en güzel şiiri Mehmet Âkif'in yazacağı kanısı mecliste hâkimdi. Mehmet Âkif'in yarışmaya katılmayı kabul etmesi üzerine kimi şairler şiirlerini yarışmadan çektiler. Şairin orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından mecliste okunup ayakta dinlendikten
sonra 12 Mart 1921 Cumartesi günü saat 17.45'te ulusal marş olarak kabul edildi. Âkif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışladı. İstiklâl Madalyası ile ödüllendirilen Mehmet Âkif, 1922 yılında sağlık gerekçesi ile milletvekilliğinden istifa etti. 1923 yılının Mart ayının son günlerinde ortadan kaybolan yakın arkadaşı Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’in Mustafa Kemal’in Muhafız Alayı Kumandanı Topal Osman tarafından öldürüldüğünün anlaşılması üzerine kendine yeni bir yurt bulması gerektiğini hissetti. Bir süredir kendisini Mısır’a davet eden Mısır Hıdivi Abbas Halim Paşa'nın davetine uydu ve böylece kışlarını Mısır’da geçirmeye başladı. Onun ülkeden ayrılışını 1924’te Halifeliğin kaldırılması veya 1925 yılında çıkarılan Şapka Kanunu ile açıklayanlar vardır. Akif, gitmeden önce Kur'an'ın mealini hazırlamak için Diyanet İşleri Başkanlığı ile anlaşma imzaladı. Kuran çevirisini yapabilecek tek adam olarak görüldüğünden Kuran-ı Kerim'i Türkçeye tercüme işine girişmesi için 1908'den itibaren yoğun bir ısrar vardı. Tercüme işine kesinlikle yanaşmayacağı anlaşılınca, bir Kuran-ı Kerim meali yazmak hususunda güçlükle razı edilmiştir. En ünlü eseri Safahat 1924 yılında Türkiye'de basıldı. Birkaç sene yazları İstanbul'da, kışları Mısır'da geçiren Mehmet Âkif, 1926 kışından sonra Mısır’dan dönmedi. Kahire yakınlarındaki Hilvan'a yerleşti. Burada adeta inzivaya çekilerek Kur'an meali üzerinde çalışmayı sürdürdü ancak ülkede ulusal din projesinin (Türkçe ezan-ibadet) hayata geçirilme projesini öğrenince kendi çalışmasının bu projede kullanılmasından çekinerek 1932’de mukaveleyi fesh etti. Diyanet İşleri Başkanlığı hem tercüme hem yorumlama işini Elmalılı Hamdi Efendi'ye verdi. Âkif, kendi yazdıklarını dostu Yozgatlı İhsan Efendi'ye teslim etti ve ölür de gelmezse yakmasını nasihat etti. (Ekmeleddin İhsanoğlu'nun babası.) Mehmet Âkif, Mısır yıllarında Kuran çevirisinin yanı sıra Türkçe dersleri vermekle meşgul olmuştu. Kahire'deki “"Câmiat-ül Mısriyye"" adlı üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi (1925-1936). Siroz hastalığına tutulunca hava değişikliği iyi gelir düşüncesiyle önce Lübnan'a, sonra Antakya’ya gitti fakat Mısır'a hasta olarak döndü. 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a döndü. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da, Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nda hayatını kaybetti. Edirnekapı Mezarlığı'na gömüldü. Mezarı iki yıl sonra, üniversiteli gençler tarafından yaptırıldı; 1960’ta yol inşaatı nedeniyle kabri Edirnekapı Şehitliği'ne nakledildi. Mezarı, Süleyman Nazif ve arkadaşı Ahmet Naim Bey'in mezarları arasındadır. Mehmet Âkif'e 1 Haziran 1936 tarihi itibarı ile 478 lira 20 kuruş emekli maaşı bağlanmıştır. Bu maaş 1936 yılı Ekim ayından itibaren ödenmeye başlanmış, toplu olarak 2976 lira almıştır. Emekli cüzdanının son sayfasında ise “600 lira borç” ibaresi yazılıdır. Bu borç düştükten sonra ise kalan kısım ailesine verilmiş ve Mehmet Âkif bundan iki ay sonra vefat etmiştir. Mehmet Âkif, şiir yazmaya Baytar Mektebi'nde öğrenci olduğu yıllarda başladı. Yayımlanan ilk şiiri Kur'an'a Hitap başlığını taşır. 1908'den itibaren aruz ölçüsü kullanarak manzum hikâyeler yazdı. Hikâyelerinde halkın dert ve sıkıntılarını anlattı. Balkan Savaşı yıllarından itibaren destansı şiirler yazmaya başladı. İlk büyük destanı, “Çanakkale Şehitleri'ne“ başlıklı şiiridir. İkinci büyük destanı ise Bursa'nın işgali üzerine yazdığı “Bülbül“ adlı şiiridir. Üçüncü olarak da İstiklâl Marşı'nı yazarak İstiklâl Savaşı'nı anlatmıştır. "Sanat sanat içindir" görüşüne karşı çıkan Mehmet Âkif, dinî yönü ağırlıkta bir edebiyat tarzı benimsemişti. Edebiyat dili olarak Millî Edebiyat akımına karşı çıktı ve edebiyatta batılılaşma konusunda Tevfik Fikret ile çatışmıştır. Şairin Safahat adı altında toplanan şiirleri 8 kitaptan oluşmuştur. Şair, İstiklâl Marşı'nı Safahat'a koymamıştır. Nedenini ise şöyle açıklar: ""Çünkü ben onu milletimin kalbine gömdüm"". Mehmet Akif Ersoy’un ölümünün 75. ve İstiklal Marşı’nın Kabulünün 90. Yılı olması nedeniyle 2011 yılı T.C. Başbakanlığı tarafından ""Mehmet Akif Ersoy Yılı"" olarak ilan edilmiştir. Yıl boyunca yapılacak çalışmaların sorumluluğu Kültür ve Turizm Bakanlığı'na verilmiştir. Fryxell Gölü Fryxell Gölü, (ing. "Lake Fryxell") 4,5 kilometre uzunluğunda Kanada ile Commonwealth buzulları arasında, Antarktika Kıtasının güneyindeki Victoria Toprakları'nda bir göl. Taylor Vadisi'nin doğu ucunda, 77°37' güney paraleli ve 163° 11' doğu merisyeni aralığında bulunur. Fryxell Gölü, Sir Robert Falcon Scott yönetimindeki 1910'den 1913'e kadar süren "Terra Nova" bilimsel gezisi sırasında keşfedilir ve kartografisi yapılır. Göle, 1957 yılında bir buzul jeoloğu olan Illinois'deki (ABD) Augustana College'den Dr. Fritiof Fryxell'in adı verilir. Göl, diğer birçok Antarktika gölü gibi birçok prokayontik canlıya ev sahipliği yapar. Su-7B Su-7B. İlk prototipi 1956'da uçmuştur. Üçgen kanat artı kuyruk kanadı yaklaşımıyla MiG-21’e çok benzer, ancak çok daha ağır ve büyük bir gövdeye sahip olması nedeniyle kara saldırı uçağı olarak kullanılmıştır. The Piano Player The Piano Player Maksim Mrvica'nın 2003 tarihli müzik albümüdür. Satre Satre (veya "Satres"), Etrüsk mitolojisinde zaman tanrısı. Roma mitolojisindeki Satürn'ün dengidir. Çoğunlukla kum saati taşıyan yaşlı bir adam olarak tasvir edilmiştir. Kadın Kokusu (film, 1992) Kadın Kokusu (Scent of a Woman), Al Pacino'nun en iyi erkek oyuncu Oscar'ını kazandığı 1992 yapımı filmdir. Al Pacino bu filmde emekli olmuş kör bir subayı kendi dünyasından izleyicilere sunmaktadır. Film, Oscar Ödülleri'nde en iyi görüntü, düzenleme, en iyi aktör dallarında aday gösterilmiş, en iyi aktör ödülünü Al Pacino ile kazanmıştır. Bir kolej öğrencisi olan Charlie, paraya ihtiyacı olduğundan kör bir adama, bir nevi "bebek bakıcılığı" yapmaya razı olur ama iş, umduğu kadar basit olmayacaktır. Çünkü Emekli Yarbay Frank Slade'in hafta sonu için çok özel bir planı vardır. Bu plana yolculuk, kadınlar, iyi bir yemek, birinci sınıf şarap, tango, limuzin ve ne yazık ki, bir de 45'lik dahildir. İşin kötüsü, bunları yaparken Charlie'yi yanından ayırmaya da hiç niyeti yoktur. Al Pacino, canlandırdığı karaktere hazırlanmak amacıyla 6 ay körler okulunda yaşamış, film çekimlerinde devamlı sabit bir noktaya baktığı için gözleri zarar görmüş ve gözlük takmaya başlamıştır. Bu film, aslında, Dino Risi'nin yönettiği 1974 yapımı İtalyan "Profumo di Donna"nın yeniden çekimidir. Nethuns Nethuns, Etrüsk mitolojisinde su tanrısı. Başlarda sadece kuyuların tanrısıyken daha sonrasında her türlü su ve nemin tanrısı olarak tapınılmaya başlamıştır. Yunan Poseidon ve Romalı Neptün ile denkti. Minerva Minerva (Athena) (Etrüskçe: Menrva), Etrüsk mitolojisindeki hikmet, akıl, savaş, sanat, okul ve ticaret tanrıçası. Tinia (Jüpiter), Mars(Ares) ve Uni (Juno) ile birlikte diğer tanrılara hükmettiği düşünülebilecek bir üçleme oluşturmaktaydı. Orijini Etrüsk olan ve Roma mitolojisine de geçen Minerva Roma Krallığı, Roma Cumhuriyeti ve Roma İmparatorluğu dönemlerinde saygı görmüş ve Roma tanrıçası olarak tanınmıştır. Yunan tanrıçası Athena ile denktir ve aynı doğum mitini paylaşmaktadır. Selvans Selvans, Selvan veya Selva, Etrüsk mitolojisindeki orman tanrısı. Daha çok ormanların koruyucusu bir tanrı sayılırdı. Yunan Silenus ve Romalı Silvanus'a denktir. Dünya Kupası Dünya Kupası ile şu maddeler kastedilmiş olabilir: Tinia Tinia veya Tin, Etrüsk mitolojisinde Uni'nin kocası, cennetin ve göğün tanrısı, tanrıları tanrısı (baş tanrı). Ayrıca Uni ve Menerva ile güçlü bir üçlemede de bulunurdu. Uni'den Hercle'nin (Yunan mitolojisindeki Herkül) babasıdır. Yunan Zeus ile Romalı Jüpiter'in dengidir. İsminin geçtiği bazı yazıtlar. Tin Malkaya, Çüngüş Malkaya, Diyarbakır ilinin Çüngüş ilçesine bağlı bir mahalledir. Diyarbakır il merkezine 125 km, Çüngüş ilçesine 5 km uzaklıktadır. Mahallenin iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede ilköğretim okulu var fakat öğrenci yetersizliği nedeniyle eğitim öğretim yapılmamaktadır. Mahallenin hem içme suyu şebekesi hem kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Kappa mekanizması Kappa mekanizması, Yıldızın dış katmanlarındaki soğurma karakteristiği, yıldızlardaki zonklamanın temel nedeni olarak görülür.Bu sürece KAPPA MEKANİZMASI denir."K" sembolüyle yıldızın iç kısımlarından gelen enerjinin soğurulma kat sayısı gösterilir. Temel olarak yüzeyin birkaç bin kilometre altında 2 kez iyonize olmuş HE (helyum) 'dan oluşan bir katmanın zonklamaya neden olabileceği kabul edilmektedir. BU sınırın içindeki HE, iç kısımlara inildikçe artan bir şekilde iyonize olacak,sonuç olarak tamamen iyonize hale geldiği bir bölge oluşacak ve bu bölgede küçük bir sıkışma ile sıcaklık ve basınç artacak dolayısıyla yeni bir enerji meydana gelcektir. Bu ilave enerji kararlı yıldızlarınkinden farklı olarak bu katmanın genişlemesini sağlayacaktır ve bu genişleme sayesinde az önceki etkinin tam tersi olarak basınç ve sıcaklık azalacak yıldız tekrar eski haline dönme sürecine başlayacktır. Klasik cehheidler, delta scutiler, RV tauriler ve RR Lyraelar için bu mekanizma çalışırken, He iyonizasyon bölgesi bulundurmayan Beta Cepheidlerde geçerli bir mekanizma değildir. Razgrad Olayları Razgrad Olayları, 20 Nisan 1933'te Bulgaristan'ın Razgrad şehrindeki Türk mezarlığının bir grup Bulgar tarafından yerle bir edilmesiyle başlayan ve devam eden süreçtir. İstanbul'da başta Millî Türk Talebe Birliği'nin tertip ettiği büyük bir protesto gösterisi düzenledi. Öğrencilerin İstanbul'daki Bulgar mezarlığına çelenk koyarak başlattığı gösteri daha sonra büyüdü. Olaylar 2 gün sürdü, birçok öğrenci gözaltına alındı. Basın öğrencilerin arkasında
yer alan yazılar yazdıysa da MTTB kapatıldı. Adil kullanım Adil kullanım (), ABD Telif Hakları Yasası'nda bulunan, telifli malzemelerin, telif sahibinden izin istenmeden, kısıtlı olarak kullanılmasına imkân veren bir doktrindir. Adil kullanım, akademik amaçlar ve önizleme amacıyla kullanım için ortaya atılmıştır. Bu terim sadece ABD yasalarına özgüdür. Uluslararası genel geçer yasalarda, "adil anlaşma" adı verilen yakın anlamlı bir doktrin bulunur. Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre, telif sahibinin izni alınmaksızın, hiçbir fikir ve sanat eseri kamuya teşhir edilemez. Adil kullanım doktrininin Türkiye Cumhuriyeti yasalarındaki karşılığı iktibas serbestisidir. Kanun çerçevesinde telif hakkı olan eserlerden eser sahibinden izin almaksızın alıntı yapmaya olanak verilir. Fikir ve sanat eserleri kanunun 35. maddesinde düzenlenmiştir: Mazandaran Düzlüğü Mazandaran Düzlüğü veya Mazandaran Ovası İran'da bulunan Hazar Denizi genişliğinde bir düzlüktür. Ova İran'da bir kasaba olan Sakhtsar'da darlaşır ve Barfuruş bölgesinde genişler. Huzistan Düzlüğü Huzistan Ovası İran'ın Huzistan eyaletinin ve Ahvaz, Susa ve Abadan şehirlerinin bulunduğu alanda olan nispeten düz bir bölgedir. İran'ın en büyük düzlüğüdür ve dünyanın tarım için en uygun bölgelerinden bir tanesidir. Karın ve Karkheh gibi nehirler tarafından beslenir. Huzistan Düzlüğü Mezopotamya ile sınırdır ve ondan Arvandrud nehri ile ayrılır. Huzistan antik Elam kültürünün merkezidir. Hocavend Rayonu 2 Ekim 1992'den itibaren Ermenistan Silahlı Kuvvetlerinin işgali altındadır ve de facto Dağlık Karabağ Cumhuriyetini kukran Ermeniler, bu rayonun güney kesimini Hadrut İlinin bir parçası, kuzey kesimini Martuni İlinin bir parçası olarak yönetmektedir (Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti)]] Terter Rayonu Rayonun arazisi Karabağ Savaşı sonucunda kısmen Ermenistan Silahlı Kuvvetlerinin işgali altındadır ve Terter Rayonu'nun batı kesimi de facto Dağlık Karabağ Cumhuriyetinin Mardakert İlinin bir parçası olarak yönetilmektedir. Bağlantısızlar Hareketi Bağlantısızlar Hareketi, kendilerini hiçbir güç bloğuna dahil veya hariç olarak addetmeyen 100 üzerinde ülkenin bir araya gelerek oluşturdukları bir uluslararası oluşumdur. Soğuk Savaş döneminde Batı İttifakı ve Doğu Bloğu'nun yanı sıra üçüncü bir blok olmuştur. Bu hareket çoğunlukla Güney Amerika, Afrika, Ortadoğu ve Asya ülkelerinden oluşur. Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri ise aralarında Batı ittifakı ve Doğu Bloğu olarak ikiye bölünmüşlerdir. Bunun sebebi ise 1. Dünya Savaşı'ndan itibaren gelen ve 2. Dünya Savaşı ve Soğuk Savaş ile devam eden Avrupalı devletlerin güç yarışı ve dünyadaki egemenlik yarışıdır. Bağlantısızlar Hareketi bir diğer tabirle doğu dünyasının batı dünyasındaki bölünmelere taraf olmamak istemesidir. 1979 I. Havana Bildirisi'ne göre birliğin amacı, "üye ülkelerin millî bağımsızlığını, egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini, sömürgecilikten, yayılmacılıktan, ırkçılıktan ve her türlü dış baskı, istila, işgal ve dış müdahaleden" korumaktır. Üye ülkeler dünya nüfusunun %55'ini, BM üyelerinin 2/3'ünü oluşturur. 2015 yılı itibarıyla harekete 120 üye ve 20 gözlemci ülke vardır. Bağlantısızlar Hareketinde Devlet Başkanları ve Başbakanlar tarafından Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi olarak konferanslar yapılır. Tecavüzcü Coşkun Tecavüzcü Coşkun, Türk sinemasında Coşkun Göğen tarafından ilk defa 1972 yılında "Asi Gençler" adlı filmde canlandırılan ve artık sinema için kült olmuş bir karakterin adıdır. Filmlerde mafyanın pis işlerini zevkle yürütüp, bulduğu her fırsatta korumasız kadınlara tecavüz edip, kirli şakalar yapması ve pis sırıtması ile ünlüdür. Halkın bazen nefretinin bazen de eğlencesinin kaynağı olmuş bu karakter günümüze kadar hala Coşkun Göğen'in lakabı olarak kalmıştır. Ayrıca kendisi Antalyalı olup Antalyaspor takımının amigoluğunu da yapmaktadır. Iveco Iveco, Torino, İtalya merkezli kamyon, otobüs ve dizel motor üreticisidir. Fiat Grubu'nun bir alt koludur ve yılda 200.000 civarında ticari araç ve 460.000 civarında dizel motor üretir. Şirket, 9.440 milyon € cirosu (2004) ile en büyük hafif ticari araç üreticisidir. Iveco ismi, Industrial Vehicle Corporation ("Endüstriyel Araç Şirketi") sloganının kısaltmasından gelir. Türkiye'de faaliyetlerini 1966 yılında Maltepe, İstanbul'da kurulan Otoyol Sanayi A.Ş. isimli şirket ile yürütmektedir. Sabancı ve Koç gruplarının ortaklığı ile kurulan Otoyol Sanayi A.Ş. 1989 yılına kadar Iveco lisansı ile üretim yapmıştır. 1989 yılında Sabancı Grubunun çekilmesi ile Iveco S.P.A. doğrudan şirkete % 27 ortak olmuş ve fabrika Arifiye, Adapazarı'na taşınmıştır. Koç Holding, Otoyol Sanayi A.Ş. tasfiye etmiştir. Bu çerçevede Iveco SPA ile 11 Mayıs 1989 tarihinde imzalanan ortaklık anlaşmasını sona erdirmiştir. Arifiye, Adapazarı'nda bulunan tesisler Otokar tarafından satın alınmıştır. 8 Eylül 2008 tarihinden itibaren Türkiye'de Iveco ürünlerinin satış, pazarlama ve satış sonrası hizmetlerini % 100 hissesi Iveco S.P.A.'ya ait Iveco Iveco Araç Sanayi ve Ticaret AŞ devam ettirmektedir. Canterbury Düzlükleri Canterbury Düzlükleri Güney Alpler'in uzantısındaki tepeler ve Yeni Zelanda'nın Güney Adası'nın doğu sahilleri arasında kalan bir bölgedir. Merkezleri Canterbury bölgesinin Christchurch şehrinin güneyindedir. Kuzey sınırı Hurunui Bölgesi'ndeki Hundalee Tepeleri'nin eteklerinde bulunur, güneyinde ise Waitaki Nehri'nin ötesindeki Kuzey Otaga düzlükleri ile birleşir. Canterbury Düzlükleri çeşitli büyük nehirlerin getirdiği alüvyonlardan oluşmuştur, özellikle Waimakariri, Rakaia, Selwyn, ve Rangitata Nehirleri. Toprak bir dereceye kadar yoğun çiftlik hayvanı çitçiliğine uygundur fakat özellikle kuzeyden esen hâkim rüzgârlar olduğu zamanlarda kuraklığa yatkındır. Bu zamanlarda, "Nor'west arch" olarak bilinen hava olayı düzlüğün birçok kesiminden izlenebilir. Canterbury Düzlükleri'nin nehirleri farklı örgülü bir görüntüsü vardır, bu görüntü bölgeyi güneydeki Kuzey Otago düzlüklerinden ayırır. Waitaki'nin ilerisinde nehirler genel olarak darlaşır, Canterbury'da olanın aksine düzgün şekillilerdir. Canterbury'nun nüfusunun önemli bir kısmı düzlüklerin kuzeydoğusu ve güneybatısındaki küçüklü büyüklü kasabalarda yaşamaktadır. Bu kasabalardan büyükleri; Christchurch, Ashburton, ve Timaru, küçükleri ise; Kaiapoi, Dunsandel, Rakaia, Temuka, ve Glenavy'dir. Düzlükteki diğer kasabalar, Rangiora, Leeston, Lincoln, Darfield, Geraldine, Methven, ve Waimate'dir. Hindustan Motors Hindustan Motors, Hindistan'da bir otomobil üreticisidir. Çelik devi Birla Grubunun bir parçasıdır. Ünlü konsolos arabalarının üreticisidir. Ayrıca modelleri taksi ve limuzin olarak da kullanılır. 1942'de kurulan şirket, Hindistan'daki 3 yerli üreticiden (Hindustan, Tata, Premier) birisidir. Sektörün üzerindeki devlet korumasının kalktığı 1980'lere kadar ülkenin lider araba üreticisiydi. Hindustan'ın Mitsubishi ile ortak ürettiği Lancer ve Pajero modelleri vardır, ancak yine de en çok kendi modelleri ile tanınır. Coşkun Göğen Silliler Ciliophora ya da Ciliata; Protistaların en önemli gruplarından birisidir. Birçok sil bulundururlar. Çoğunlukla iki farklı büyüklükte makro ve mikronukleus taşırlar. Eşeyli üremeleri konjugasyonla olur. Bazı yararlı parazitler gibi pek çok iç ve dış simbiyotik üyelerle beraber denizler ve tatlı sularda ve toprakta yaşamlarını sürdürürler. Silliler, iri protozoalar olmaya meyilli canlılardır; bazılarının boyu 2 milimetreye kadar çıkıp son derece kompleks bir yapıya da sahip olabilirler. Siller; yapı olarak kamçıya benzer; ama tipik olarak, kamçılardan daha kısa olup, bir canlının üzerinde çok daha fazla sayıda bulunurlar.Büyük ve küçük çekirdek olmak üzere iki çekirdek bulunur. Büyük çekirdek metabolizma, beslenme faaliyetlerini yürütürken, küçük çekirdek üreme faaliyetlerini yürütür. Boşaltım ürünleri CO, NH, HO dur. En gelişmiş protista grubudur. Çok sayıda mikronükleus (küçük) ve tek bir makronükleus (büyük) taşırlar. Mikronükleus üremeden sorumludur ve mitotik bölünür, makronükleus ise metabolizmadan sorumludur ve amitotik bölünür. Sililerde bulunan protein yapıdaki zara "pelikula" adı verilir ve pelikulanın kalınlığı, türlere göre değişkenlik gösterir.Boşaltımdan, kontraktil vakuol sorumludur. Yomra Yomra, 19 Haziran 1957 yılında 7033 sayılı kanunla ilçe haline dönüştürülmüş, 4 Nisan 1959 tarihinde Trabzon ilinin ilçesi olmuş ve fiilen ilçe teşkilatı kurulmuştur. Yomra ilçesinin ilk adı "Durana"’dır. İlçeye ilk yerleşenler tarafından bu isim verilmiştir. İlçe yeni adını içinde yetişmekte olan Yomra adlı meşhur bir elmadan almıştır. Yomra ilçesinin Büyükşehir yasasıyla birlikte köy tüzel kişilikleri sona ermiş olup 25 mahallesi bulunmaktadır. Oymalıtepe, Kaşüstü gibi belde belediyelikleri nüfusu 2 binin üzerinde olmasına rağmen kanunla kapatılmıştır. İlçe, Trabzon merkezine 10 km uzakta, havalimanı ve Karadeniz Teknik Üniversitesi'ne 7 km uzaklıktadır. İlçenin kuzeyinden geçen sahil yolu ile trafiğin ilçe merkezinde yoğunlaşmasının önüne geçilmiştir. Böylece ilçe trafik yönünden rahata kavuşmuştur. İlçe sınırları içerisinde; Novotel (5 Yıldız), Saylamlar Otel (4 Yıldız), Sandal Otel (3 Yıldız), Trabzon Adalet Sarayı, Dünya Ticaret Merkezi, dünyaca ünlü birçok otomobil firmasının satış ve servisleri, mobilyacılar sitesi, balık çiftlikleri, Cevahir Outlet AVM, Deepomar AVM, Trabzon AVM, Petrol Ofisi, Shell, Bp, Opet istasyonları ve Petrol Ofisi Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu akaryakıt depolama merkezi bulunmaktadır. Ayrıca Trabzon'un ilk vakıf üniversitesi olan Avrasya Üniversitesi'nin kampüsü, Kredi Yurtlar Kurumu'nun 4 bin kişilik öğrenci yurdu ve Türkiye'nin en büyük jimnastik salonu da bulunmaktadır. Maygıl Maygıl Ana - Türk, Yakut ve Altay mitolojisinde Su Tanrıçası. Altayların ve Yakutların Tengricilik inançlarında koruyucu tanrıçalarındandır. Yeryüzündeki sulardan sorumludur. (May/Bay) kökünden türemiştir. Varlık, zenginlik, ululuk, bilgelik, yönetmek anlamlarını içeri
r. Baymak fiili, büyümek ve gelişmek anlamına da gelir. Puura Puura Altay Türklerinin Tengricilik inancında iyilik tanrısı büyük Ülgen'in oğullarından biridir. Ayrıca, Şamanların Köktengri'ye yükselmek için bindikleri kanatlı atın ismi de Puura'dır. Üygül Üygül, Yakutların Tengricilik inancında Ulu Toyun'un büyük oğuludur. İyilik Tanrısı olarak görünür. Yüceliği, üstünlüğü ve büyüklüğü sembolize eder. Gölbaşı, Savur Gölbaşı, Mardin ilinin Savur ilçesine bağlı bir mahalledir. Köy halkı, Araplardan oluşmaktadır. Arap kültür gelenek ve görenekleri yaşanmaktadır. Düğünlerde Mardin'e özgü halaylar çekilir. Mardin'e özgü yemekler yapılır, bunlar; kaburga dolması (kaburğaye), şemburek (şam böreği), içli köfte (kıteli), kuzu çevirmedir. Halk oldukça misafirperverdir. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede, ilköğretim okulu (sadece ilk 5 yıl) vardır. Ayrıca ana sınıfı da 2006 yılından itibaren ilk olarak açılmıştır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır. Kanalizasyon şebekesi vardır . PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık evi vardır. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalttır fakat bozulmuştur. elektrik ve sabit telefon vardır. Ayrıca, köye köy konağı, taziye evi ve hayvancılık koperatifi yaptırılmıştır. Romanya mitolojisi Romanya mitolojisi gerek Rumenlerin gerekse tarih boyunca Romanya bölgesinde yaşamış olan insanların mitolojik inançlarının bütününe verilen isimdir. Doğrudan Rumen mitolojisi olarak da anılabilir zira kapsadığı toplulukların büyük bir kısmı Rumenler tarafından bir şekilde "ata" olarak kabul edilmiştir. Aynı sebepten dolayı Romanya mitolojisi Roma ve İskandinav mitolojilerinden öğeler barındırır. Ayrıca antik Dacia ve Trakya tanrı ve tanrıçalarını da kapsar. Romanya mitolojisi zaman içinde daha folklorik bir hâl almış ve çok detaylı, gelişmiş bir folklor yaratmıştır. Zaman içinde bu folklorun çeşitli öğeleri diğer kültürlerin ilgisini çekmiş ve uluslararası kültüre dahil olmuştur. Bunun en tanınmış örneklerinden bazıları vampir ve kurtadam olgularıdır. Aslında vampir ve kurtadam benzeri karakterler daha eski mitolojilerde ve farklı kavimlerin folklorlorunde de mevcuttur, fakat modern vampir ve kurtadam kültürü büyük oranda Romanya folklor/mitolojisi temellidir. Bu tanrı ve tanrıçalara genel olarak Dacia-Trakya'da tapınılırdı. Ayrıca kutsal bir mekân olan Kogaion da bu mitolojide önemli bir yere sahiptir. Agrega Agrega, kum ve çakıl (veya kırmataş) karışımı olarak tanımlanmaktadır. Genellikle büyüklüğü 1–4 mm arasında olan agrega, kum, 8-31,5 mm arasında olan agrega çakıl 31,5–64 mm arasında olan agrega ise balast olarak adlandırılır ve belirtilen ölçülerin aralığındaki malzemenin tümünün bir arada harmanlanması ile oluşur. Agrega dolgu malzemesi veya yapay taş beton oluşturmak amacıyla diğer malzemeler ile birlikte belirli ölçülerde kullanılan bir elemandır. Doğal agrega, kum ocaklarından, dere yataklarından ya da deniz kıyısından elde edilir. Yapay agrega ise taşların, bu iş için üretilmiş araçlar (konkasör) ile kırılmasıyla mekanik olarak üretilir. İnşaat mühendisliğinde beton harcından yol kaplamasına (tüenan agrega) kadar çok geniş bir kullanım alanı vardır. Tabii etkenlerin etkisiyle ufalanma ürünü olup tabiatta hazır rastlanan tanelere iriliklerine göre kum veya çakıl adı verilir. Ufalanma, insan eliyle veya makineler yardımıyla yapılacak olursa kırmızı taş veya sadece kırma denilen agrega elde edilir. Doğal taş yerine yeteri kadar sert ve sağlam bazı sanayi ürünleri veya atıkları da kırma olarak kullanılabilir. Yani; agregalar kırma taş, dışık, çakıl, kum ve benzerleri gibi taneler olup bir bağlayıcı yardımı ile bağlandıkları vakit beton, harç, asfalt veya benzerleri gibi sağlam kütleler meydana getiren cisimlerdir. Baf Baf (), Kıbrıs'ta bir liman kentidir. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin batı kesiminde yer alan Baf kazasının idari merkezidir. Yerlileri tarafından 'Kasaba' diye de anılır. Bir liman kenti olan Baf, farklı ve yeşil bitki örtüsüyle bilinir. Ayrıca canlı bir turizm merkezidir. Nüfusu 161.200'dür. Baf Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı olan Rauf Denktaş'ın doğum yeridir. Sse4 SSE4 , 4. Nesil SSE komut seti.Intel tarafından 2006 yılında Core mimarisi ile birlikte açıklanmıştır ve Intel Core 2 işlemciler ile birlikte gelmektedir. SSE3 'e ek olarak 16 tane daha yeni komut seti içerir. PSIGNW, PSIGND, PSIGNB PSHUFB PMULHRSW, PMADDUBSW PHSUBW, PHSUBSW, PHSUBD PHADDW, PHADDSW, PHADDD PALIGNR PABSW, PABSD, PABSB URL URL, (Uniform Resource Locator, Birörnek Kaynak Konumlayıcı, Tekdüzen Kaynak Bulucu), İnternet'te bir kaynağa (belge veya resim gibi) rastgelen, standart bir formata uygun bir karakter tertibidir. Örneğin bu sayfanın Vikipedi'deki URL'si aşağıdaki gibidir: codice_1. HTTP URL'leri, daha yaygın tabirle Web adresleri, genellikle İnternet tarayıcılarının adres kutusunda gösterilir. URL 1994 yılında Tim Berners-Lee tarafından oluşturulmuştur. URL formatı, UNIX dosya yol referansları esasına dayanır. Slash (/) işareti klasör veya indeksleri, dosya veya kaynakları ayırmakta kullanılır. Dosya formatları nokta son ekleri kullanılarak sınıflandırılabilirler. file.html veya file.txt istekleri doğrudan yerine getirilirken, file.php, işlenen sonuç son kullanıcıya servis edilmeden önce bir PHP ön işlemcisine yollanmasına ihtiyaç duyar. Arjantin millî futbol takımı Arjantin millî futbol takımı, Dünya'nın önde gelen millî futbol takımlarından biridir. 2 kere FIFA Dünya Kupası'nı kazanmış olan Arjantin millî takımı, Dünya Gençler Şampiyonluğunu ve Olimpiyat Şampiyonluğu'nu kazanan en son takımdır. 1930 yılında düzenlenen ilk FIFA Dünya Kupası'nı finalde kaybetmesinin ardından, 1978 ve 1986'da oynadığı iki final karşılaşmasında da sahadan galibiyetle ayrılan taraf oldu ve 2 kez şampiyonluk sevinci yaşadı. 1990 FIFA Dünya Kupası'nda tekrar finale yükselen ancak Batı Almanya'ya kaybedip ikincilikle yetinmek zorunda kalan Arjantin, daha sonraki kupalarda çeyrek finalden öteye gidemedi. 2006 FIFA Dünya Kupası'ndki çeyrek final eşleşmesinde ev sahibi Almanya'ya penaltı atışları sonucunda elenen Arjantin, 2010 FIFA Dünya Kupası elemelerinde istenen başarılı sonuçları alamayan, hatta Bolivya'ya bile 6-1'lik bir sonuçla boyun eğse de, son karşılaşmasında Uruguay'ı deplasmanda 1-0 mağlup ederek grubu 4. sırada tamamladı ve baraj maçı oynamadan kupaya katılma hakkı elde etti. Ekim 2008'de Şili deplasmanında alınan 1-0'lık yenilginin ardından Arjantin millî takımı teknik direktörlüğüne Alfio Basile'nin yerine Diego Maradona getirildi. Basile yönetimindeki Arjantin, elemelerdeki ilk 10 maçında 16 puan toplarken, Maradona ile de daha istikrarlı bir grafik çizemeyerek kalan 8 maçta 12 puan toplayabildi. Arjantin, 2010 FIFA Dünya Kupası'nda Diego Maradona yönetiminde, çeyrek finalde Almanya'ya 4-0 yenilerek elendi. Arjantin,2014 FIFA Dünya Kupası'nda Alejandro Sabella yönetiminde, finale çıkmış finalde ise 28 yıllık hayali gerçekleştirememiş Almanya'ya 1-0 yenilerek turnuvadan 2. olarak ayrıldı. Kaptan Lionel Messi ise turnuvanın en iyi oyuncu ödülünü aldı. Şampiyon   İkincilik   Üçüncülük   Dördüncülük   Aşağıdaki 27 oyuncu 1 Eylül 2016 tarihinde Uruguay'a karşı 2018 FIFA Dünya Kupası elemeleri maçları için çağrıldı "Caps and goals updated as of 26 June 2016 after the match against Şili." Ev Sahibi Deplasman İspanya millî futbol takımı İspanya millî futbol takımı, Avrupa'nın önde gelen millî takımlarından biridir. İspanya kulüp düzeyinde birçok başarıya imza atmasına rağmen 1964 yılında kazandığı Avrupa Futbol Şampiyonası'ndan sonra uzunca bir duraklama dönemine girmiş ve ulusal düzeyde başarıya 2008 yılına değin ulaşamamıştır. 2008 yılında Avrupa Futbol Şampiyonası'nda kazandığı şampiyonlukla yeniden sesini duyurmaya başlayan İspanya, 2010 FIFA Dünya Kupası Şampiyonu olarak bu başarısını perçinlemiştir. 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda da kupaya uzanan İspanya, 2014 FIFA Dünya Kupası'nda grup maçları sonunda elenerek FIFA Dünya Kupası tarihinde, kupaya son şampiyon olarak gelip gruplarda turnuvaya veda eden 4. takım oldu. 1992 yılında Barselona'daki Olimpiyat Oyunları'nda altın madalya kazanmış, 1999 Dünya Gençler Şampiyonası'nda da şampiyon olmuştur. 2009 yılında Güney Afrika'da düzenlenen FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda yarı finalde B grubundan sürpriz bir şekilde çıkan ABD'ye 2-0 yenilerek taraftarlarını büyük bir hayal kırıklığına uğratmışlardı. Eğer İspanya, bu maçta galip gelse Brezilya'nın 35 maçlık yenilmezlik serisi rekorunu kırmış olacakken; alınan skor sonrası rekora ortak olarak kaldı. Bu yenilgiyle beraber 15 maçlık üst üste kazanma serisi de sonlandı. İspanya millî takım tarihinin en golcü ismi David Villa'dır. İspanya'nın ulusal bir stadyumu yoktur. Büyük eleme maçları genellikle Madrid'deki Santiago Bernabéu Stadyumu'nda oynanmaktadır. Madrid'de bulunan Vicente Calderon Stadyumu'nda büyük olduğundan bazı maçlar burada oynanılmaktadır. İspanya, Calderon'da oynanan hiçbir maçta yenilmedi. Bazı hazırlık maçlarında Sevilla'nın stadı Ramón Sánchez Pizjuán Stadyumu'nda oynanmaktadır. İspanya'nın eleme ve hazırlık maçları Televisión Española ve Telecinco'dan izlenmektedir. Şampiyon   İkincilik   Üçüncülük   Dördüncülük   İspanya'nın 2018 FIFA Dünya Kupası için 21 Mayıs 2018 tarihinde açıklanan kadrosu. Aya Napa Aya Napa (Yunanca: "Αγία Νάπα"), Kıbrıs Cumhuriyeti'nin doğusunda yer alan bir kasabadır. Küçük olmasına rağmen turizm açısından Kıbrıs Cumhuriyeti'nin en önemli merkezlerindendir. Eğlence mekânları, pubları, restaurantları, hotelleri ve plajı çok ünlüdür. Adını tarihî bir kiliseden alır. 20 Temmuz 1974 tarihindeki Kıbrıs Harekâtı'ndan önce, Aya Napa çok küçük bir balıkçı köyüydü. Bu tarihten sonra adeta yeniden keşfedilmiş, ve önemli bir turizm merkezi olmuştur. Donatı Donatı, betonarme elemanı oluşturan iki asli unsurdan biridir. Beton basınca karşı çok iyi çalışan bir malzeme olmasına rağmen çekme dayanımı çok düşüktür. Çek
me bölgesindeki gerilmeleri karşılamak üzere, bu bölgeye çelik çubuklar yerleştirilir. Betonarmede donatı olarak genellikle yuvarlak çubuklar kullanılır. Donatı çapı Φ(fi) simgesi ile tanımlanır. Örneğin Φ16, çapı 16 mm olan betonarme çeliğidir. Betonarme donatısı olarak kullanılan çelikler, imalat biçimlerine göre iki tiptir; a. Sıcakta haddelenmiş çelik (doğal sertlikte çelik): Bu tip çeliklerin kimyasal birleşimlerindeki karbon, nikel, silisyum, magnezyum, krom ve vanadyum oranları ayarlanarak istenilen kalite elde edilir. Bu çelik türünün imalatı için büyük tesis ve yatırımlara ihtiyaç vardır. b. Soğukta işlem görmüş çelik: Göreli olarak düşük sıcaklıklarda çekilerek veya burularak imal edilirler. Bu işlem sırasında çeliğin moleküler yapısı, dolayısıyla özellikleri değişir. Genellikle soğukta işlem görmüş çeliğin dayanımı artarken, deformasyon kapasitesi azalır. David Asseo David Asseo (1914, İstanbul - 14 Temmuz 2002, İstanbul), Türkiye Musevilerinin hahambaşı (dini lider) idi. Asseo, Türkiye’de yaşayan Yahudilerin 1960 yılından itibaren 42 yıl dini liderliğini yapıp 2002'de vefat etmiştir. Asseo, Türkçe dışında İbranice, Fransızca, İngilizce, İspanyolca, İtalyanca, Ladino (Judeo İspanyolca) ve Aramice dillerini biliyordu. Tevrat, Talmud, Yahudi ilahiyatı ve genel ilahiyat konularında çeşitli araştırma ve makaleleri de var. Zalmoxis Zalmoxis (Yunanca Ζάλμοξις, ayrıca şu şekillerde de anılmıştır: Salmoxis, Σάλμοξις, Zamolxis, Ζάμοξλις, veya Samolxis Σάμοξλις) yarı-mitik sosyal ve dini reformcu, peygamber-tanrı. Trakyalı Dacialılar onu tek gerçek Tanrı olarak görürdü. Şahsın yaşamıyla hakkındaki mitolojik betimleme ve özellikler fazlasıyla iç içedir. Zalmoxis Rumen mitolojisi içinde önemli bir yere sahiptir. Kantemiroğlu Edvarı Kantemiroğlu Edvarı 17. yüzyıl sonlarında İstanbul'da yaşamış bir Rumen soylusu olan Dimitri Kantemiroğlu tarafından yazılmış mûsikî bilimi hakkında Türkçe kitaptır. Tam adı "Kitab-ı İlmi'l-Mûsikî âlâ Vechi'l-Hurûfât" yahut "İşârât-i Perdehây-ı Mûsikî" olup, kısaca "Kantemiroğlu Edvarı" diye bilinir. Ebced notası ile yazılmış 17. yüzyıl ve öncesine ait yüzlerce eser notası ihtiva ettiği için çok değerli bir kaynaktır. Eserin tek yazma nüshası vardır. Müzikolog ve bestekâr Yalçın Tura tarafından hazırlanan yorumlu metni 2001 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Bu yayında, eskiyazı asıl metin (tıpkıbasım), metnin transkripsiyonu, ve metnin günümüz Türkçesine aktarılmış şekli mevcuttur. Ayrıca eserin aslında ebced notası ile kaydedilmiş olan mûsikî eserlerinin tümünün batı notasına çevrilmiş şekilleri de kitapta yer almaktadır. Kitaba, örnek eserlerin icra edildiği müzik diski de eklenmiştir. Yalçın Tura'nın kitabı içerdiği geniş bilgiler dolayısıyla müzikoloji açısında çok değerli bir kaynak teşkil etmektedir. Ancak bazı yönleri uzmanlar tarafından eleştirilere hedef olmuştur. Eserin adının "Mûsikiyi Harflerle Tespit ve İcrâ İlminin Kitabı" şeklinde günümüz Türkçesine aktarılması hatalı bulunmuştur. Eskiyazı metnin bütün olarak değil, sayfalara serpiştirilerek verilmesi bazı uzmanlarca uygun görülmemiştir. Kitapla birlikte verilen müzik diskinde, eserlerin olması gerekene göre çok ağır tempoda icra edildiği ileri sürülmüştür. Bu sebeple, eserlerin müzik estetiği açısından taşıdığı değer ortaya çıkamadığı söylenmiştir. Kantemiroğlu Edvarı'nın asıl değeri ihtiva ettiği notalar sebebiyledir. Yalçın Tura neşrinde batı notasına çevrilen eserler günümüzde geçerli olan nota yazım usûlüne uymamaktadır. Tura bunu Kantemiroğlu'nun eserinde rastladığı bir açıklama sebebiyle yaptığını ifade etmiştir. Ancak böylesi zayıf bir karîneye dayanarak yapılan işlemin, neşredilen kitabın değerine gölge düşürdüğü düşünülmektedir. Profesyonel sanatçılar dahil, bu notalara bakıp eserleri icra etmenin çok zor olduğu iddia edilmiştir. Bu haliyle kitap Sümer veya Asur müziğini günümüze aktaran, uygulama imkânı olmayan akademik eserlere eşdeğer bulunmuştur. Oysa Kantemiroğlu Edvarındaki eserler ölü bir mûsikiye ait değildir. Bazı müzikologlar Kültür Bakanlığının Kantemiroğlu Edvarı'nın tıpkıbasımını yeniden yapmasını talep etmektedirler. Ayrıca eserin notaları dügâh=la olacak şekilde, günümüzde geçerli olan notasyona göre yeniden yayınlanması istenmektedir. Hollanda millî futbol takımı Hollanda millî futbol takımı, Avrupa'nın en güçlü millî takımları arasında yer alır. 1988'de Avrupa Futbol Şampiyonası'nı kazanan Hollanda millî takımının lakabı Portakallardır. 3 kere FIFA Dünya Kupası finali oynamışlar üçünüde kaybetmişlerdir. Marco van Basten'in istifası ve Ajax'a gitmesiyle boşalan teknik direktörlük görevine Bert van Marwijk getirilmiştir. Hollanda, Batı Almanya'ya kaybedilen '74 Finali ve Arjantin'e kaybedilen '78 Finali'nden sonra 3. kez çıktığı FIFA Dünya Kupası finalinde de kupayı kazanamayarak bu alanda ayrı bir rekor elde etti. Hollanda millî takımı, ilk maçını 1905 yılında oynamasına rağmen, final oynadığı 1974 FIFA Dünya Kupası'na kadar sadece 1934 ve 1938'deki Dünya Kupalarına katılabilmiş, bunlarda da daha ilk maçlarda sırasıyla İsviçre ve Çekoslovakya'ya yenilerek elenmişti. 1960'ta ilk kez düzenlenmeye başlayan Avrupa Futbol Şampiyonası'nda da ilk olarak 1976 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda boy gösterdi. Ancak bu katılımdan önce Lüksemburg'a 1964 Avrupa Uluslar Kupası elemelerinde 1-1 ve 1-2'lik sonuçlarla elenmesi yankı uyandırdı. Hollanda millî takımı, birçok kupa kazandıran Rinus Michels önderliğinde Batı Almanya'da düzenlenen 1974 FIFA Dünya Kupası'na kupanın favorilerinden biri olarak katıldı. Finale kadar başarılı bir performans gösterip hatta final maçını bir süre 1-0 önde götürse de, Batı Almanya'ya 2-1 kaybetti. 1974'teki bu kaybı 1978'de telafi etmek isteyen Hollanda, Ernst Happel yönetiminde katıldığı 1978 FIFA Dünya Kupası'nda dört yıl önceki kadar göz kamaştırıcı bir oyun ortaya koyamasa bile adını finale yazdırdı. Yine ev sahibin olan Arjantin'e karşı çıktıkları finali kaybetti. 1982 ve 1982 Dünya Kupaları ile 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılamayan takımın başına 1986'da yeniden Rinus Michels geçti. Hollanda, 1988 Avrupa Futbol Şampiyonası'na katıldı. Finalde SSCB'yi 2-0'la geçerek kupayı kazandı. Ne var ki, bu başarıdan sonra millî takım düşüşe geçti. Hollanda, büyük turnuvalara katılmaya devam etse de final yüzü göremedi. Hollanda, Belçika ile birlikte ev sahipliğini yaptığı 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda da finali penaltılarla kaçırmasının ardından 2002 FIFA Dünya Kupası'na katılamadı. 2010'a kadar kdüzenli olarak katıldığı diğer üç büyük turnuvada da istediği başarıyı elde edemedi. 2010 FIFA Dünya Kupası Avrupa elemelerinde 9. grupta mücadele eden Hollanda, Norveç, İskoçya, Makedonya ve İzlanda'nın yer aldığı grupta tüm maçlarını kazanarak 1. olarak doğrudan finallere katılma hakkı elde etti. Çok fazla beklentilere sahip olmayan takım, otoriteleri şaşırtarak oynadığı maçları peş peşe kazanarak finalde İspanya'nın rakibi oldu. Uzatmalarda 1-0 kaybeden Hollanda, tarihinde 3. kez FIFA Dünya Kupası'nı finalde kaybetti. 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası'na 10 maçta 9 galibiyet ve 1 mağlubiyetle katılan Hollanda, gruptaki 3 maçını da kaybederek turnuvaya erken veda etti. 2014 FIFA Dünya Kupası'nda yarı finalde Arjantin'e penaltı atışları ile elenen Hollanda, 3. lük maçında ev sahibi Brezilya'yı 3-0 yendi ve dünya 3. sü oldu. Hollanda millî futbol takımı maçları meşhur turuncu renkli formalar ile oynamaktadır. Takımın forma sponsoru Nike ile 1997 yılında başlayan ve 2018 yılına kadar sürecek olan anlaşması bulunmaktadır. İçeride Dışarıda Şampiyon   İkincilik   Üçüncülük   Dördüncülük   Şampiyon   İkincilik   Üçüncülük   Dördüncülük   27 Mayıs 2016 tarihinde İrlanda Cumhuriyeti'ne karşı dostluk maçı için seçilen kadro: FIFA Dünya Kupası Avrupa Futbol Şampiyonası Yaz Olimpiyatları'nda Futbol Çek Cumhuriyeti millî futbol takımı Çek Cumhuriyeti millî futbol takımı, Çekoslovakya'dan ayrılarak yeni bir devlet kuran Çek Cumhuriyeti'nin millî takımıdır. Çekoslovakya millî futbol takımı 1934 ve 1962'de FIFA Dünya Kupası'nda final oynamış, 1976'da Avrupa Futbol Şampiyonası'nı kazanmıştır. Takım Çekoslovakya'dan ayrıldıktan sonra ilk maçını 1994 yılında Türkiye millî futbol takımı ile yapmıştır. Çek Cumhuriyeti millî takımı olarak 1996 yılındaki Avrupa Şampiyonası'nda final oynamış, 2004'teki şampiyonada ise yarı finalde elenmiştir. 1993 yılında Doğu Bloğu'nun dağılmasının ardından Çekoslovakya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ikiye ayrılınca Çek Cumhuriyeti millî futbol takımı oluşturuldu. Dušan Uhrin yönetimindeki bu takım İngiltere'de düzenlenen 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda Almanya, İtalya ve Rusya ile aynı grupta yer aldı. Pavel Nedvěd'li, Karel Poborský'li, Pavel Kuka'lı, Jiří Němec'li ve Miroslav Kadlec'li Çek Cumhuriyeti, grup maçlarına 2-0'lık Almanya yenilgisiyle başlamasına rağmen; İtalya'yı 2-1 yenip, 88. dakikada Šmicer'in golüyle Rusya maçında 3-3'lük beraberliği yakalayan Çek Cumhuriyeti, grubu İtalya ile aynı puanda bitirdi. İtalya'nın +1 averajla önde olmasına rağmen bu turnuvada sıralamayı iki takımın kendi arasında oynadığı maç belirlediğinden ötürü Çek Cumhuriyeti, grup ikincisi olup çeyrek finale yükseldi. Çeyrek finalde Portekiz'i Poborský'nin tek golüyle geçen Çek Cumhuriyeti, yarı finalde Fransa'yı normal süresi ve uzatmaları golsüz tamamlanan maçta, penaltılarla saf dışı bıraktı. Finalde, Almanya karşısında 59. dakikada Patrik Berger'in golüyle öne geçmesine rağmen 73. ve 95. dakikalarda Oliver Bierhoff'un attığı gollerle maçı altın gol uygulaması uyarınca kaybetti. Çek Cumhuriyeti'nin Avrupa ikincisi olan kadrosu, 1997 FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda ise üçüncülüğü elde etti. 1998 FIFA Dünya Kupası elemelerinde başarısız olan takımın teknik direktörü Dušan Uhrin gönderildikten sonra başa geçen Jozef Chovanec döneminde, elemelerde sadece 5 gol yiyerek katıldığı 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda Hollandave Fransa karşısında aldığı iki mağlubiyete karşılık sadece Danimarka karşısında kaz
anınca, grubu 3. sırada tamamlayarak kupadan elendi. Kasım 2001'deki 2002 FIFA Dünya Kupası elemeleri play-off maçında Belçika'ya kaybedilmesi üzerine görevden alınan Chovanec'in yerine göreve başlayan Karel Brückner yönetiminde yeniden yapılanmaya giden Çek Cumhuriyeti, Pavel Nedvěd, Jan Koller, Tomáš Rosický, Milan Baroš, Marek Jankulovski ve Tomáš Galásek gibi isimlerle 2002 ile 2003 yıllarında 19 maç devam eden bir yenilmezlik serisi yakaladı ve bu maçlarda 53 gol kaydetti. Bu seri, 31 Mart 2004'te İrlanda Cumhuriyeti ile oynanan özel maçta bozuldu. 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda Hollanda, Almanya ve Letonya'yı yenerek grup lideri olarak çeyrek finale çıktıktan sonra Danimarka'yı 3-0'la geçti. Yarı finalde ise turnuvayı şampiyon olarak bitirecek olan Yunanistan karşısına çıkan Çek Cumhuriyeti, uzatmalara kalan maçın 105+1. dakikasında yediği golle, gümüş gol kuralı uyarınca maçı 1-0 kaybetti. 2006 FIFA Dünya Kupası elemelerinde grubunu ikinci sırada bitiren Çek Cumhuriyeti, play-off maçında Norveç'i eleyerek Dünya Kupası'na katılma hakkı elde etti. İtalya, Gana ve ABD ile aynı grupta yer alan Çek Cumhuriyeti, ABD'yi 3-0 yenmesine rağmen; aldığı 2-0'lık Gana ve İtalya yenilgilerinden ötürü kupadan elendi. Bu kupanın bitmesiyle Pavel Nedvěd, Karel Poborský ve Vratislav Lokvenc millî takım kariyerine nokta koydu. İsviçre ve Avusturya ortak ortak olarak düzenlediği 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası finallerinde İsviçre, Türkiye ve Portekiz'le paylaştığı grupta ev sahibini 1-0 yenip Portekiz'e 3-1 yenildikten sonra Türkiye ile oynayacağı maçta kazanan gruptan çıkıp çeyrek finali görecek olmasına rağmen beraberlik durumunda averaja bakılmayıp UEFA'nın koyduğu kurallara göre penaltılara gidilecekti. Çek Cumhuriyeti, Türkiye karşısında Koller ve Plašil'in golleriyle 62. dakikada skoru 2-0'a getirse de, Arda'nın 75. dakikada farkı bire indirmesi ve Nihat Kahveci'nin son üç dakikada iki gol kaydetmesiyle maçı 3-2 kaybetti. Bu sonuç üzerine, 7 yıldan uzun bir süredir takımı çalıştıran Brückner görevinden istifa etti ve sonradan yerine Petr Rada getirildi. 2010 Dünya Kupası elemelerinde Slovakya, Slovenya, Kuzey İrlanda, Polonya ve San Marino ile aynı gruba düşen Çek Cumhuriyeti, Slovakya'nın birinci bitirdiği grupta, ikinci sırayı alan Slovenya'nın gerisinde kalarak üçüncü oldu ve elemeleri geçemedi. İlk maçlardaki istikrarsız performanstan dolayı, iç sahadaki 2-1'lik Slovakya mağlubiyetinin ardından, federasyon tarafından teknik direktör Petr Rada'nın görevine son verilirken 6 futbolcu da cezalandırıldı. Bunun üzerine takımın başına geçici bir süreyle Ivan Hašek getirildi. Ekim 2009'da elemeleri geçme ihtimalinin ortadan kalkmasıyla görevinden istifa eden Ivan Hašek'in yerine Michal Bílek getirildi. 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde İspanya'nın 8'de 8 yaparak 24 puanla ilk sırayı aldığı grupta 14 puan toplayarak İskoçya'nın 1 adım önünde yer alarak finallere katılma hakkı elde etti. Yunanistan, Rusya ve ev sahibi Polonya ile paylaştığı grupta 4-1'lik Rusya mağlubiyeti alan Çek Cumhuriyeti, Yunanistan'ı 2-1 mağlup edip ev sahibi Polonya karşısında Jiráček'in golüyle 1-0'lık galibiyet elde etti. Böylelikle, A Grubu'nda lider olarak çeyrek finale yükselen Çek Cumhuriyeti, Avrupa Şampiyonaları tarihinde ilk kez eksi gol averajıyla grup birincisi olan takım oldu. Ancak, çeyrek finalde Portekiz, Cristiano Ronaldo'nun golüyle Çek Cumhuriyeti'ni turnuva dışına itti. 2014 Dünya Kupası elemelerinde İtalya, Bulgaristan, Ermenistan, Danimarka ve Malta ile yer aldığı grubu 10 maçta 4 galibiyet, 3 beraberlik ve 3 yenilgiyle 15 puan toplayıp üçüncü sırada bitiren Çek Cumhuriyeti, 22 puanlı İtalya'nın birinci, 16 puanlı Danimarka'nın da ikinci olduğu grubu 3. sırada tamamlayarak elemeleri geçemedi. Çeklerin 10 Eylül 2013 günü İtalya'ya 2-1 kaybettikleri maçın ardından teknik direktör Michal Bilek görevinden ayrıldı ve takımı son iki maçta Josef Pešice yönetti. Kasım 2013'te takımın başına daha önce 2010 ile 2013 yılları arasında dört kez üst üste "Çek Cumhuriyeti'nde Yılın Teknik Direktörü" seçilen Pavel Vrba getirildi. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Hollanda, Türkiye, İzlanda, Letonya ve Kazakistan ile aynı grupta mücadele eden Çek Cumhuriyeti, grubu birinci sırada tamamlayarak 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılma hakkı elde etti. Şampiyon   İkincilik   Üçüncülük   Dördüncülük   Dušan Uhrin (1994-1997) 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası 28 kişilik ön kadrosu: Portekiz millî futbol takımı Portekiz millî futbol takımı, Portekiz'i uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. Portekiz 1966 yılında FIFA Dünya Kupası'nda 3. olmuş, 2004 yılında kendi düzenlediği Avrupa Futbol Şampiyonası'nda ise ikinci olmuştur. Son olarak da Fransa'da düzenlenen 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda şampiyon olmuştur. 1930 yılındaki ilk kupaya katılmayan, sonrasında da 1966′ya kadar elemeleri bir türlü geçmeyi başaramayan Portekiz, 1966 FIFA Dünya Kupası'nda, Eusebio'nun kaydettiği 9 golle gol kralı olduğu turnuvada, önce grupta sırasıyla Macaristan, Bulgaristan ve Brezilya'yı 3-1, 3-0 ve yine 3-1'lik skorlarla geçtikten sonra, çeyrek finalde turnuvanın sürpriz ekibi Kuzey Kore ile eşleşti. 25. dakika geride bırakıldığında 3-0 geride olan Portekiz, ikisi penaltıdan olmak üzere Eusebio'nun ayağından dört gol bularak maçı çevirmeyi başardı ve karşılaşmayı 5-3 kazanıp yarı finale yükselse de, ev sahibi İngiltere ile oynadığı maçı kaybedip SSCB karşısında aldığı 2-1'lik galibiyetle tarihindeki en başarılı dereceyi elde etti. Bu başarının ardından Meksika '86'ya kadar Dünya Kupası'ndan uzak kalan Portekiz, Fas, İngiltere ve Polonya'yla aynı gruba düştü. İlk maçta İngiltere'yi mağlup etmesine rağmen, Polonya ve Fas'a yenilerek grubu sonuncu tamamladı. Sonrasında yine 2002 FIFA Dünya Kupası'na kadar kupaya katılmayı başaramayan Portekiz, bu turnuvadaki ilk maçında ABD'ye 3-2 mağlup olarak kötü bir başlangıç yapsa da, Polonya'yı 4-0′la geçti. Grubun son maçında ev sahibi Güney Kore'ye 1-0 mağlup oldu ve grubu 3. tamamlayarak kupaya veda etti. Luiz Felipe Scolari yönetiminde 2004 Avrupa Futbol Şampiyonasında elde ettiği ikincilikle birlikte çıkışa geçen Portekiz, 2006 FIFA Dünya Kupası'na, eleme grubundan namağlup olarak gelmeyi başardı. Grupta sırasıyla Angola'yı 1-0, İran'ı 2-0 ve Meksika'yı 2-1′le geçen Portekiz, Hollanda ve İngiltere'yi de eleyerek yarı finale kadar çıktı. Fransa ve Almanya'na yenilerek dördüncü olan Portekiz, 2010 FIFA Dünya Kupası'nda Brezilya, Fildişi Sahili ve Kuzey Kore'nin bulunduğu gruba düştü. İlk maçta Fildişi Sahili ile 0-0 berabere kalıp ikinci maçta Kuzey Kore'yi 7-0′la geçen Portekiz, son maçta da gruptan çıkmayı garantilemiş olan Brezilya ile 0-0 berabere kaldı. Ancak, İspanya’ya 1-0 mağlup olarak kupaya veda etti.2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda finalde Fransa'yı uzatmalarda 1-0 yenerek şampiyon oldu Portekiz'in eleme maçlarını ve hazırlık maçlarını 2017 yılına kadar RTP vermektedir. Şampiyon   İkincilik   Üçüncülük   Dördüncülük   Portekiz'in 2018 FIFA Dünya Kupası için 17 Mayıs 2018 tarihinde açıklanan kadrosu. Ukrayna millî futbol takımı Ukrayna millî futbol takımı, Ukrayna'yı uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. SSCB'nin bölünmesinden sonra 1992'de ilk resmi maçına çıkmıştır. 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası'na ve 2002 FIFA Dünya Kupası şansını play-off maçlarında kaybeden Ukrayna 2006 FIFA Dünya Kupası'na katılmıştır. İlk kez katıldığı FIFA Dünya Kupası'nda çeyrek finale kadar yükselen Ukrayna, çeyrek finalde İtalya millî futbol takımına elendi. Tarihinde ilk kez ev sahipliğinde 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılan Ukrayna turnuvaya gruplarda veda etmiştir. Ukrayna millî futbol takımı, resmî olarak 1990'larda maçlara çıkmaya başlasa da, 1925 ile 1935 yılları arasında Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti gibi Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adı altında resmî maçlar yapmayan bir millî takıma sahipti. 1991'de Ukrayna'nın bağımsız olmasından önce, Ukraynalı futbolcular Sovyetler Birliği millî futbol takımında forma giymekteydiler. Bağımsızlıktan sonra kurulan Ukrayna Futbol Federasyonu'nun FIFA tarafından tanınması 1992 yılına kalıp gecikince Ukrayna, 1994 FIFA Dünya Kupası elemelerinde mücadele etme hakkı kazanamadı. Bu sırada, Andrey Kançelskis, Viktor Onopko, Sergey Yuran, Yuriy Nikiforov, İlya Tsımbalar ve Oleg Salenko gibi Sovyetler Birliği'nde forma giyen Ukraynalı futbolcular, Sovyetler Birliği millî futbol takımı yerine kurulan Rusya millî futbol takımında oynamaya devam ettiler. Ancak sonrasında Andriy Şevçenko, Anatoliy Timoşçuk ve Sergiy Rebrov gibi genç oyuncular Ukrayna millî futbol takımının çekirdeğini oluşturmaya başladı. 22 Nisan 1992'de ilk millî maçına Macaristan karşısında çıkan Ukrayna, sahadan 1-3 yenik ayrıldı. 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerine katılan Ukrayna, Hırvatistan, İtalya, Litvanya'nın gerisinde kalarak grupta sadece Slovenya ve Estonya'yı geride bırakarak 4. sırada yer aldı. Ancak, galibiyetlerinden birini grup birincisi Hırvatistan'a tek yenilgisini tattırarak elde etti. 1998 FIFA Dünya Kupası elemelerinde 22 puanlı Almanya 2 puan gerisinde kalıp grubu 2. sırada tamamlayıp baraj maçı oynamaya hak kazanan Ukrayna, aynı zamanda Portekiz'i geride bıraktı. Ancak baraj maçında Hırvatistan'a elenince Dünya Kupası'na katılamadı. 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde bu kez 21 puanlı Fransa'nın 1 puan gerisinde kalıp grubu 2. sırada tamamlayıp tekrar baraj maçı oynamaya hak kazanan Ukrayna, bu kez Rusya'yı geride bıraktı. Ancak bu sefer de baraj maçında Slovenya'ya elendi. Valeriy Lobanovski yönetiminde başladığı 2002 FIFA Dünya Kupası elemelerinde 21 puanlı Polonya'nın ardından 17 puanla ikinci olurken, Belarus, Norveç, Galler ve Ermenistan'ı arkasında bıraktı. Baraj maçında ise karşısına çıkan Almanya'ya elenen Ukrayna, bir kez daha kupaya katılamadı. Leonid Buryak yönetiminde başladığı 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Yunanistan'ın 18, İspanya'nın 17 puan topladığı grubu 10 p
uanla üçüncü sırada tamamlayan Ukrayna elendi. Oleg Blohin yönetiminde başladığı 2006 FIFA Dünya Kupası elemelerinde 25 puanla grup birincisi olarak 23 puanlı Türkiye'yi, 22 puanlı Danimarka'yı ve 21 puanlı Yunanistan'ı geride bırakarak tarihinde ilk kez bir FIFA Dünya Kupası'na katılma hakkı elde etti. 2006 FIFA Dünya Kupası'nda İspanya, Tunus ve Suudi Arabistan'la aynı gruba düşen Ukrayna, İspanya'ya 4-0 yenilerek kupaya başlangıç yapmasına rağmen, Suudi Arabistan'ı 4-0, Tunus'u da 1-0 yenerek ikinci sırada yer aldı ve gruptan çıkmayı başardı. 2. Turda İsviçre ile karşılaşan Ukrayna, golsüz biten eleme maçının seri penaltılarında rakibine 3-0 üstünlük kurup çeyrek finale yükseldi. Çeyrek finalde ise kupayı kazanacak olan İtalya'ya 3-0 yenilerek elendi. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde İtalya, Fransa ve İskoçya'nın ardından 4. sırayı alıp elenen Ukrayna'da teknik direktör Blohin istifa edince yerine Oleksiy Mihailiçenko getirildi. Mihailiçenko yönetiminde başladığı 2010 FIFA Dünya Kupası elemelerinde 27 puanlı İngiltere'nin ardından 21 puan toplayarak ikinci olan Ukrayna, Hırvatistan'ı 1 puanla geride bıraktı. Ancak, baraj maçında Yunanistan'a 0-0 ve 1-0'lık skorlarla elenince göreve Miron Markeviç getirildi. 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası'na iki ev sahibi ülkeden biri olarak direkt katılma hakkı elde eden Ukrayna'nın başına turnuva öncesinde tekrar Blohin getirildi. Turnuvaya İsveç'i 2-1 yenerek başlangıç yapan Ukrayna, Fransa'ya 2-0, İngiltere'ye de 1-0 yenilip grup sonuncusu olarak turnuvaya veda etti. 2014 FIFA Dünya Kupası elemelerinde 22 puanlı İngiltere'nin ardından 21 puanla 2. sırada yer alan Ukrayna, Karadağ, Polonya, Moldova ve San Marino'yu geride bıraktı. Baraj maçında karşısına çıkan Fransa önünde ilk maçta 2-0 galip gelen Ukrayna, rövanşı 3-0 kaybedince kupaya katılma hakkı elde edemedi. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde İspanya ve Slovakya'nın ardından 3. sırada yer alarak baraj maçında Slovenya'yı eleyip turnuvaya katılmaya hak kazandı. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'ndaki ilk maçında Almanya'ya 2-0 yenilen Ukrayna, sonrasında tarihinde ilk kez turnuvaya katılan ve 2015 UEFA millî takımlar sıralamasına göre de turnuvanın en zayıf ekibi olan Kuzey İrlanda'ya da aynı skorla mağlup oldu. Son maçında ise Polonya'ya tek golle kaybedip turnuvayı sıfır puan ve sıfır golle tamamladı. Turnuvaya katılan 24 takım arasındaki en kötü performansı gösteren Ukrayna'nın başına millî takım tarihinin en golcü futbolcusu olan Andriy Şevçenko geçti. Aşağıdaki 23 oyuncu 2018 FIFA Dünya Kupası eleme grubu maçları için çağrıldı: 5 Eylül 2016. Gürcistan millî futbol takımı Gürcistan millî futbol takımı, Gürcistan'ı uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. SSCB'nin dağılmasından sonra 1990 yılında ilk resmi maçına çıkmıştır. Takımı şu anda Gürcü teknik adam Temuri Ketsbaia çalıştırmaktadır. 2018 FIFA Dünya Kupası için çağrıldı:5 Eylül 2016 Bosna-Hersek millî futbol takımı Bosna-Hersek millî futbol takımı, Bosna-Hersek'i uluslararası arenada temsil eden futbol takımıdır. 1930-1990 yılları arası toplamda düzenlenen 15 Dünya Kupası'ndan sekizinde yer alma başarısı gösteren Yugoslavya millî takımının bir parçası olan Bosna-Hersek, 1995 yılında ülkenin Yugoslavya'dan ayrılmasından sonra ilk karşılaşmasına çıkmıştır. İlk olarak 1998 FIFA Dünya Kupası elemelerine katılan Bosna-Hersek, 2004 Avrupa Şampiyonası'na katılma şansını sadece 1 gol farkıyla kaçırmıştır. 2006 FIFA Dünya Kupası'na katılma şansını da son maçta Sırbistan-Karadağ'a kaybederek kaçırmıştır. 2010 FIFA Dünya Kupası'na katılma şansını elde etmiş fakat Play Off'larda Portekiz'e kaybetmiş ve amacına ulaşamamıştır. 2014 FIFA Dünya Kupası elemelerinde yer aldığı G grubunu 25 puanla zirvede tamamlayarak tarihinde ilk kez Dünya Kupası'na katılmaya hak kazanmıştır. 2014 FIFA Dünya Kupası'nda F grubunda İranı yenip tarihinde Dünya Kupasındaki ilk galibiyetini almış oldu Kirin Kupası'nda 3 Haziran 2016'da onbire çağrılan kadro. Hırvatistan millî futbol takımı Hırvatistan millî futbol takımı, Hırvatistan'ı uluslararası müsabakalarda temsil eden futbol takımıdır. Yugoslavya'nın dağılmasından sonra Hırvatistan Futbol takımı müsabakalara başlamıştır. 1996'da Avrupa Şampiyonası'na katılan Hırvatistan gruptan çıkmış çeyrek finalde kupanın şampiyonu Almanya'ya elenmiştir. 1998 FIFA Dünya Kupası'nda büyük bir başarıya imza atan millî takım yarı finale kadar yükselmeyi başarmış, kupanın şampiyonu olan Fransa'ya elenmiştir. Hollanda ile yaptığı üçüncülük maçını kazanmış Dünya Üçüncüsü olmuştur. 2002 FIFA Dünya Kupası ve 2004 Avrupa Futbol Şampiyonasına katılmayı başaran millî takım 2006 FIFA Dünya Kupası'na gitmeye de hak kazanmıştır. Euro 2008 elemelerinde en büyük sürprizde onlarında parmağı vardır. Turnuvaya gitmesi durumunda mutlak favorilerden biri olacak olan İngiltere'yi Wembley 'de yenmeyi başararak Rusya'nın Avrupa Şampiyonası'na gitmesine İngilizlerin ise evlerinde kalmasına sebep oldular. Euro 2008 ilk maçında Avusturya'yı 1-0 yenmeyi başardılar. 2. maçlarında Almanya'yı 2-1 yendiler. Gruplarda son maçlarında da Polonya'yı yenerek Çeyrek Finale yenilgisiz olarak yükseldiler. 20 Haziran akşamı Türkiye ile yaptıkları maç sonucu normal sürede 1-1 berabere biten maçta penaltılarla 4-2 yenilerek kupaya veda etmişlerdir. Şampiyon   İkincilik   Üçüncülük   Dördüncülük   Aşağıdaki 23 oyuncu 2018 FIFA Dünya Kupası eleme grubu maçları için çağrıldı. Dessau Dessau Almanya'nın Sachsen-Anhalt eyaletinde belediye. Yüzölçümü 182,81 km²'yi bulan Dessau'un 30 Haziran 2006 itibarıyla nüfusu 77.973 olarak tespit edilmiştir. Km² başına 427 kişi düşmektedir. İsveç millî futbol takımı İsveç millî futbol takımı, İsveç'i uluslararası karşılaşmalarda temsil eden futbol takımıdır. İsveç millî futbol takımı 1958'de FIFA Dünya Kupası'nda Dünya İkincisi, 1950 ve 1994'de Dünya Üçüncüsü, 1938'de de Dünya Dördüncüsü olmayı başarmıştır. İsveç, ilk resmi maçını komşusu Norveç'le oynadı ve sahadan 11-3 gibi farklı skorlu galibiyetle ayrıldı. Millî takımın tarihi boyunca aldığı en farklı sonuçlardan birisi olan 8 farklı bu galibiyet, 1927 yılında Letonya ve 1948 yılında ise Güney Kore maçlarından elde edilen 12-0'lık galibiyetlerle aşıldı. İsveç millî takımının en farklı mağlubiyeti ise Birleşik Krallık'a karşı 1908 Yaz Olimpiyatları'nda uğranılan 12-1'lik yenilgi olarak kayıtlara geçti. Uruguay'da düzenlenen 1930 FIFA Dünya Kupası'na pek çok Avrupa ülkesi gibi İsveç de katılmadı. 1934'te ise ilk turda Arjantin önünde 3-2'lik galibiyet alıp çeyrek finalde Almanya'ya 2-1 yenilerek elendi. İsveç, Fransa'da düzenlenen 1934 FIFA Dünya Kupası'nda ise Nazi Almanyası'nın Avusturya'yı ilhak etmesi sonucu Avusturya millî futbol takımı turnuvaya katılmadığı için ilk turu maç yapmadan geçti ve çeyrek finalde Küba karşısında 8-0'lık bir galibiyet aldı. Yarı finalde ise Macaristan'a 5-1 yenilerek final şansını yitirdikten sonra üçüncülük maçında da Brezilya'ya 4-2 kaybeden İsveç, dünya dördüncülüğü unvanını kazandı. II. Dünya Savaşı'nın ardından yapılan ilk turnuva olan 1948 Yaz Olimpiyatları'na katılan İsveç, ilk turda Avusturya'yı 3-0'la geçti. Çeyrek finalde Güney Kore karşısında şimdiye kadar elde ettiği en farklı skorlardan biri olan 12-0'la galip geldi. Yarı finalde ise Danimarka'yı 4-2 mağlup ederek finale yükseldi. İsveç, Wembley Stadyumu'nda oynanan finalde Yugoslavya karşısında 3-1'lik skorla galip gelerek altın madalya kazandı. Bu başarı, İsveç'in herhangi bir uluslararası futbol turnuvasında elde ettiği ilk önemli başarı olarak kayıtlara geçti. Brezilya'daki 1950 FIFA Dünya Kupası'na 1948 Olimpiyatları'nın altın madalyalı amatör futbolcuların oluşturduğu takımla katılan İsveç, federasyonunun aldığı karar doğrultusunda herhangi bir profesyonel İsveçli futbolcunun turnuvaya katılmasına izin vermedi. İtalya, Paraguay ve Hindistan'la aynı grupta yer almasına rağmen Hindistan'ın turnuvadan çekilmesi üzerine sadece iki grup maçı oynayan İsveç, ilk maçta İtalya'yı 2-1 yendi. 2-0 öne geçtikleri diğer grup maçında Paraguay'la 2-2 berabere kalarak grubu ilk sırada tamamladı. Dört grup birincisinin yer aldığı final grubunda ise Brezilya'ya 7-1 ve Uruguay'a da 3-2 yenildikten sonra İspanya'yı 3-1 mağlup ederek bu kez de, dünya üçüncülüğünü elde etti. 1954 FIFA Dünya Kupası elemeleri grup maçlarında Belçika'ya her iki maçta da kaybettiği için katılamayan İsveç, 1958'deki kupada ise ev sahibi olarak direkt katılım hakkı elde etti. Bu turnuvada profesyonel futbolcularla mücadele eden İsveç, grupta Meksika'yı 3-0 ve 1954'ün finalisti Macaristan'ı da 2-1'lık skorlarla yenip Galler'le de golsüz berabere kalınca birinci sırada yer aldı. Çeyrek finalde Sovyetler Birliği'ni 2-1'le, yarı finalde ise Batı Almanya'yı 3-1'le geçerek finale çıktı. Finalde Brezilya'nın gol yükünü çeken Vavá ve Pelé'li kadro karşısında fazla tutunamayıp 5-2'lik skorla sahadan mağlup ayrılan İsveç, kendi evindeki kupada ikinciliğe ulaştı ve futbol tarihindeki en büyük başarıya imza attı. 1962 FIFA Dünya Kupası elemelerinde İsviçre ile birlikte grubu eşit puanda tamamlayınca kupaya kimin katılacağının belirlenmesi için tarafsız bir sahada oynanması kararlaştırılan maçı 2-1 kaybederek turnuvaya katılamadı. 1966 FIFA Dünya Kupası elemelerinde ise Batı Almanya'nın gerisinde kalıp grup ikincisi olarak finallerine katılamayan İsveç, 1970 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Fransa ve Norveç'i geride bırakarak finallere katılma hakkı elde etti. Meksika'daki 1970 FIFA Dünya Kupası'nda İtalya, Uruguay ve İsrail'le birlikte yer aldığı grupta İtalya'ya 1-0 kaybedip İsrail'le 1-1 berabere kaldıktan sonra Uruguay karşısında 1-0 galip gelen İsveç, gol averajı sonucu Latin Amerikalıların arkasında kalarak elendi. 1964 Avrupa Uluslar Kupası elemelerinde çeyrek finaldeki ikinci maçta Sovyetler Birliği'ne kaybederek turnuvaya katılamayan İsveç, 1968 ve 1972 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde ise gruptan çıkamadı. 1974 FIFA Dünya Kupası elemelerinde İsviçre ile birlikte grubu eşit puanda tamaml
ayınca kupaya kimin katılacağının belirlenmesi için tarafsız bir sahada oynanması kararlaştırılan maçı 2-1 kazanarak finallere katılma hakkı kazandı. İsveç'in 1974 FIFA Dünya Kupası grubundaki rakipleri Hollanda, Bulgaristan ve bir kez daha Uruguay oldu. Bulgaristan ve Hollanda maçlarını golsüz eşitlikle tamamlayan İsveç, Uruguay'ı 3-0 yenince grubu ikinci sırada tamamlayıp bir üst tura adını yazdırdı. Bu turda gruptaki rakipleri Batı Almanya, Polonya ve Yugoslavya'ydı. Polonya'ya 1-0 ve Batı Almanya'ya da 4-2 yenilip yarı final şansını kaybettikten sonra Yugoslavya'yı 2-1 yenerek turnuvayı beşinci sırada tamamladı. 1978 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Norveç ve İsviçre'yi geride bırakarak finallere katılma hakkı elde eden İsveç, Arjantin'deki 1978 FIFA Dünya Kupası'nda Avusturya, Brezilya ve İspanya ile aynı gruba düştü. Turnuvaya Brezilya'yla 1-1 berabere kalarak başlangıç yapan İsveç, Avusturya ve İspanya'ya aynı skorla 1-0 yenilip gruptan çıkamadı. 1982 ve 1986 FIFA Dünya Kupası elemelerini geçemeyen İsveç, namağlup lider olarak tamamladığı 1990 FIFA Dünya Kupası elemeleri sonrası İtalya'da düzenlenen 1990 FIFA Dünya Kupası'na katıldı. Ancak, grupta Brezilya, İskoçya ve Kosta Rika'ya 2-1'lik aynı skorlarla yenilip sıfır çekti. İsveç, 1976, 1980, 1984 ve 1988 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde de gruptan çıkamamaya devam etti. FIFA Dünya Kupası'na sık sık katılan İsveç'in Avrupa Futbol Şampiyonası finallerine ilk katılımı ancak ev sahipliği yapması sayesinde olabildi. 1992 Avrupa Futbol Şampiyonası'nı ülkesinde düzenleyen İsveç, Danimarka, Fransa ve İngiltere ile birlikte yer aldığı gruptan 1-1'lik Fransa beraberliği, 1-0'lık Danimarka ve 2-1'lik İngiltere galibiyetleri ile ilk sırada çıktı. Yarı finalde ise Almanya'ya 3-2 yenilen İsveç, kupaya erken veda etti. 1994 FIFA Dünya Kupası elemelerini grup lideri olarak geçen İsveç, ABD'de düzenlenen 1994 FIFA Dünya Kupası'ndaki ilk maçlarında Kamerun'la 2-2 berabere kaldıktan sonra Rusya'yı 3-1 yenip, 1-1 berabere kaldığı Brezilya ile birlikte gruptan çıkmayı başardı. Kadrosunda Tomas Brolin, Patrik Andersson, Stefan Schwarz, Henrik Larsson ve Jesper Blomqvist gibi önemli oyuncular bulunduran İsveç, ikinci turda Suudi Arabistan'ı 3-1'le geçtikten sonra çeyrek finalde 2-2 sona eren maçın ardından Romanya'yı da penaltılarda aldığı 5-4'lük skorla saf dışı bıraktı. Yarı finalde Brezilya'ya 1-0 kaybedip finali kaçıran İsveç, oynadığı üçüncülük maçında Bulgaristan'ı 4-0'geçerek dünya üçüncüsü unvanını bir kez daha aldı. 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası ve 1998 FIFA Dünya Kupası finallerine katılamayan İsveç, 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası'ndan itibaren 2010 FIFA Dünya Kupası finallerine kadar hiçbir büyük organizasyonu kaçırmadı. 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde grubunu namağlup lider olarak bitiren İsveç, ev sahibi Belçika karşısındaki açılış maçını kaybetti. Daha sonra Türkiye ile 0-0 berabere kalıp İtalya'ya 2-1 kaybedince gruptan çıkamadı. 2002 FIFA Dünya Kupası elemelerini grup lideri olarak geçen İsveç, Arjantin, İngiltere ve Nijerya'yla birlikte "ölüm grubu" olarak tabir edilen gruba düştü. İlk maçta İngiltere ile 1-1 berabere kalan İsveç, Nijerya karşısında 2-1 galip gelerek adını bir üst tura yazdırdı. Son 16 turunda Senegal ile karşılaşan İsveç, normal süresi 1-1 berabere tamamlanan maçın uzatma dakikalarında o zamanki statüye göre yediği altın golle turnuvaya veda etti. 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde grubu lider tamamlayarak finallere katılan İsveç, Portekiz'de düzenlenen turnuvaya 5-0'lık Bulgaristan galibiyetiyle başladı. İtalya ile 1-1 berabere kaldıktan sonra gruptaki son maçlar oynanırken maçların bitimine yaklaşırken İtalya'nın iddiası kalmayan Bulgaristan karşısında 90. dakikada 2-1 öne geçmesinden hemen önce İsveç ile Danimarka'nın beraber gruptan çıkmaları için 2-2 berabere kalmalarının yeteceği anlaşılmıştı. Kaybederse gruptan çıkamayacak olan ve maçın yarım saatini 2-1 geride geçiren İsveç, 89. dakikada Mattias Jonson'un kaydettiği golle skoru 2-2'ye getirip averajı sayesinde gruptan lider olarak çıkmayı garantiledi. Çeyrek finalde Hollanda ile karşılaşan İsveç, golsüz biten 120 dakikanın ardından başlayan seri penaltılar sonucu 5-4 kaybederek evine döndü. 2006 FIFA Dünya Kupası elemelerini grubu lider olarak tamamlayan Hırvatistan'ın averaj gerisinde 2. sırada tamamlayarak Almanya'daki 2006 FIFA Dünya Kupası'na gitmeye hak kazanan İsveç, kupadaki ilk maçta Trinidad ve Tobago ile golsüz berabere kalarak kötü bir sürprize imza attı. Ancak sonrasında Paraguay'ı tek golle geçip İngiltere ile 2-2 berabere kalınca B Grubunda 2. sırayı alarak bir üst tura yükseldi. Ancak ev sahibi Almanya'ya 2-0 kaybeden İsveç, yine son 16 turundan ötesini göremedi. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde İspanya'nın ardından eleme grubunu 2. sırada bitiren İsveç, 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'na katılma hakkı elde etti. İlk maçında Yunanistan'ı 2-0 yenen İsveç, İspanya'ya 2-1 ve Rusya'ya da 2-0 kaybederek grup maçları sonucunda elendi. 2010 FIFA Dünya Kupası elemelerinde grubu Danimarka ve Portekiz'in ardından 3. sırada tamamlayarak elenen İsveç, 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Hollanda'nın ardından eleme grubunu 2. sırada bitirerek finallere katılmaya hak kazandı. 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda D Grubu'nda İngiltere, Ukrayna ve Fransa ile eşleşen İsveç, ilk maçta ev sahibi Ukrayna'ya 2-1 yenildi. Sonrasında İngiltere'ye 3-2 kaybederek gruptan çıkma şansını kaybeden İsveç, Fransa'yı 2-0 yendikten sonra turnuvaya veda etti. 2014 FIFA Dünya Kupası elemelerinde grubu Almanya'nın ardında kalarak 2. sırada tamamlayarak FIFA Dünya Kupasına katılmak için play-off maçları oynamaya hak kazanan İsveç, Portekiz'e her iki maçta da kaybederek elendi. 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde Avusturya ve Rusya'nın ardından grubunu üçüncü sırada bitiren İsveç, play-off maçında Danimarka'ya üstünlük sağlayarak finallere katıldı. Ancak İtalya, Belçika ve İrlanda ile paylaştığı grupta sadece İrlanda ile berabere kalıp 1 puan çıkartan İsveç, grubu son sırada tamamlayıp turnuvadan elendi. 2018 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Fransa, Hollanda, Bulgaristan, Lüksemburg ve Beya Rusya'yla birlikte yer aldığı grubu Hollanda'nın önünde ikinci sırada bitirip play-off oynama hakkı elde eden İsveç, İtalya'yı 1-0 ve 0-0'lık skorlarla eleyerek finallerin yolunu tuttu. Şampiyon   İkincilik   Üçüncülük   Dördüncülük   UEFA Euro 2016 için 23 kişilik kadro 31 Mayıs 2016 tarihinde ilan edildi. "İrlanda maçından sonra 13 Haziran 2016 olarak güncellenen kadro" Alessandro Nesta Alessandro Nesta (d. 19 Mart 1976, Roma), İtalyan eski futbolcudur. Şu an Miami FC takımını çalıştırmaktadır. Milan'ın formasını giyen Alessandro Nesta futbola Lazio'da başladı. 2002 Yılında Silvio Berlusconi tarafından 35.5 Milyon Euro bedelle AC Milan'a transfer edildi. Lazio'da ve İtalya millî takımında olduğu gibi AC Milan takımında da 13 numaralı formayı giydi. 2012 yılında Milan'ın kadroda büyük bir revizyona gitmesi sonucunda takımdan ayrılarak Montreal Impact'e transfer oldu. Ayrıca 4 kez UEFA Avrupa'da yılın 11'ine girmiş (2002, 2003, 2004, 2007) ve 4 kez de Serie A yılın defansı ödülüne layık görülmüştür (2000, 2001, 2002, 2003). Pelé'nin yaptığı FIFA 100. Listesine girmiş oyunculardan birisidir FC Porto Futebol Clube do Porto, (), bilinen diğer ismiyle FC Porto ya da kısaca Porto, Portekiz'in Porto şehrinde kurulmuş spor kulübü. Daha çok Portekiz futbolu lig sisteminin en üst kademesi olan Primeira Liga'da mücadele eden profesyonel futbol takımı ile tanınmaktadır. 28 Eylül 1893 yılında kurulan kulüp, Lizbon merkezli rakipleri Benfica ve Sporting CP ile birlikte Portekiz'de "Büyük üçlü" (Portekizce: "Três Grandes") olarak bilinen 3 takımdan bir tanesidir. 1934 yılında organize edilmeye başlanan Primeira Liga'ya ilk sezonundan itibaren aralıksız olarak katılmıştır. Kulübün takma ismi "Dragões" (Ejderhalar)'dır. 2003 yılına kadar maçlarını 52 yıl boyunca Estádio das Antas'da oynayan kulüp, daha sonra Estádio do Dragão'ya taşınmıştır. Porto FC, tanınmamış genç futbolcuları, yetenek avcılarının raporları ile ucuz fiyata kadrolarına katıp büyük takımlara çok büyük meblağlara satmasıyla ünlüdür. Bu nedenle kulübe "Futbol Fabrikası" lakabı takılmıştır. Yüksek bonservis bedeliyle sattığı futbolcular arasında Anderson, Carvalho, Danilo, Lisandro Lopez, Bruno Alves, Hulk, Falcao, Pepe gibi birçok isim vardır. Enya Eithne Ní Bhraonáin (d. 17 Mayıs 1961), bilinen adıyla Enya, İrlandalı şarkıcı, söz yazarı, müzisyen ve prodüktör. İrlanda'nın Donegal Kontluğu'nun Gweedore bölgesinde doğdu. Müzikal kariyerine 1980 yılında kardeşleri ve amcalarının bulunduğu Clannad adlı gruba katılarak başladı. Clannad grubunun Crann Úll ve Fuaim albümlerinde yer aldı. 1982 yılında menajer ve prodüktör Nicky Ryan grubu terk edince Enya da kendi solo kariyerine başlamak için ona katıldı ve gruptan ayrıldı. 1986 yılında BBC Two kanalında yayımlanan The Celts adlı belgesel filmler sayesinde müziğini daha geniş kitlelere ulaştırdı. Aynı yıl The Celts belgesellerinin soundtrack albümü olarak ilk solo albümü Enya'yı piyasaya sürdü. 1988'de Watermark albümünü yayımladı. Bu albüm onun uluslararası bir ün kazanmasını sağladı. Daha sonra 1991 yılında Shepherd Moons, 1992'de Enya albümünün remastered versiyonu The Celts, 1995'te The Memory of Trees albümlerini yayımladı. 2000 yılında A Day Without Rain albümünü yayımladı. Bu albüm 15 milyon kopya satarak 2000'li yılların en çok satan new age albümü oldu. 2005'te Amarantine ve 2008'de And Winter Came... albümlerini yayımladı. Enya, İrlanda'nın en çok satan solo müzisyenidir. Dünya genelinde 75 milyondan fazla albüm satarak en çok satan sanatçılardan biri oldu. Sanatçının ödülleri arasında dört Grammy Ödülü ve altı Dünya Müzik Ödülü bulunmaktadır. Enya, 17 Mayıs 1961'de İrlandaca konuşan, müzikle uğraşan bir çiftin dokuz çocuğundan altıncısı olarak İrlanda'nın kuzeybatısındaki Donegal Kontluğu'nun Gweedore bölgesinde düny
aya geldi. Babası Leo's Tavern adlı tavernayı açmadan önce Slieve Boy grubunun lideriydi. Annesi bir dans grubunda yer aldı ve daha sonra Pobalscoil Ghaoth Dobhair ortaokulunda müzik dersleri verdi. Genç yaşlarında annesinin St. Mary's Katolik Kilisesi'ndeki korosunda kardeşleriyle birlikte şarkı söyledi. On bir yaşındayken Milford'da bir yatılı okula başladı ve burada piyano ve klasik müzik üzerinde çalıştı. Enya'nın 1968'de birçoğunun An Clann As Dobhar grubunu oluşturan dört erkek ve dört kız kardeşi vardır. 1970'li yıllarda grubun adını Clannad olarak değiştirdiler. 1980 yılında kardeşleri Máire (Moya), Pól, Ciarán ve ikiz amcaları Noel ve Pádraig'den oluşan Clannad grubuyla çalıştı. Crann Úll adlı albümlerinde klavye çaldı ve geri vokal yaptı. Buna rağmen 1981 yılında yayımlanan Fuaim albümünün kapağında yer alana dek grubun resmi olarak üyesi değildi. Aynı yıl içinde Altan grubu üyesi Mairéad Ní Mhaonaigh tarafından kurulan Ragairne grubunun da bir üyesiydi. 1982 yılında yapımcı ve menajer Nicky Ryan gruptan ayrıldı ve Enya da solo kariyerini oluşturmak için ona katıldı. Daha sonra Aigle adındaki kendi kayıt stüdyosunu kurdu. Enya, 1984 yılında çeşitli sanatçıların yer aldığı Touch Travel albümü için "An Ghaoth Ón Ghrian" ve "Miss Clare Remembers" adlı iki parça kaydetti. 1984 yapımı The Frog Prince filminin soundtrack albümü için şarkılar yazdı. Sanatçı 1986 yılında BBC belgeseli The Celts'in soundtrack albümünü yapmak için sözleşme imzaladı. Yaptığı şarkılar ilk solo albümü Enya'da yer aldı ama yeterince ilgi görmedi. Enya, Eylül 1988'de ikinci stüdyo albümü Watermark'ı yayımladı. Sanatçının hit şarkılarından Orinoco Flow'un da yer aldığı albümde tüm sözler Enya tarafından yazılmış, besteler Roma Ryan tarafından yapılmıştır. Albümde İngilizce, Latince ve İrlandaca şarkılar bulunmaktadır. Albümden Orinoco Flow, Storms in Africa ve Exile teklileri yayımlanmıştır. Sanatçı albümle ilgili olarak ""Watermark'ın başarısı beni çok şaşırttı. Müziği asla ticari bir şey olarak düşünmedim. Bu benim için çok kişisel bir şeydi."" yorumunu yapmıştır. River, Watermark, ve "Storms in Africa şarkıları 1990 yapımı Green Card filminin soundtrack albümünde yer aldı. Albümden Exile, On Your Shore ve Enya albümünde bulunan Epona şarkıları Los Angeles Öyküsü filminin soundtrack albümünde yer aldı. Sanatçı üç yıl sonra, Kasım 1991'de üçüncü stüdyo albümü Shepherd Moons'u piyasaya sürdü. Albüm Enya'nın listelerde en uzun süre kalan albümü olma özelliğini de taşır. Albüm Billboard 200 listesinde art arda 199 hafta ve toplamda 238 hafta kalmıştır. Enya bu albüm ile 1993 Grammy Ödülleri'nde En İyi New Age albüm kategorisinde ilk Grammy Ödülü'nü kazanmıştır. Ebudæ şarkısı Toys filminin soundtrack albümünde yer aldı. Book of Days şarkısının İngilizce sözler içeren bir versiyonu Uzak Ufuklar filminde kullanıldı. Enya, Kasım 1992'de ilk solo albümü ve The Celts belgesel filmlerinin soundtrack albümü olan Enya'nın remastered versiyonu olan The Celts albümünü yayımladı. Albüm, Portrait şarkısının düzenlenmiş, daha uzun ve albümde "Portrait (Out of the Blue)" adıyla bulunan bir versiyonunu içermektedir. Bu versiyon daha önce Ornoco Flow teklisinde B-side olarak Out of the Blue adıyla yayımlanmıştır. Sanatçı, Aralık 1995'te dördüncü stüdyo albümü The Memory of Trees'i yayımladı. Albümdeki tüm sözler Roma Ryan tarafından yazılmış, tüm besteler Enya tarafından yapılmıştır. Kayıtları Aigle Stüdyosu'nda yapıldı. Albümde farklı dillerde şarkılar yer almaktadır. Pax Deorum şarkısı Latince, Athair Ar Neamh şarkısı İrlandaca, La Soñadora şarkısı İspanyolca, diğer şarkılar ise İngilizcedir. Albümden Anywhere Is ve On My Way Home teklileri yayımlandı. Enya bu albüm ile En İyi New Age Albüm kategorisinde ikinci Grammy Ödülü'nü kazandı. Enya, Kasım 1997'de derleme albümü Paint the Sky with Stars'ı yayımladı. Albümde önceki albümlerinde bulunan şarkılarla birlikte Only If... ve Paint the Sky with Stars adlarında iki yeni şarkı yer almaktadır. Only If... tekli olarak da yayımlanmıştır. Enya, Kasım 2000'de beşinci stüdyo albümü A Day Without Rain'i yayımladı. Albümdeki tüm sözler Roma Ryan tarafından yazıldı, besteler Enya tarafından yapıldı. Albümden Only Time ve Wild Child teklileri yayımlandı. Albüm 15 milyon kopya satarak Enya'nın en çok satan albümü olma özelliğini taşır. 2001 yılının dünya çapında en çok satan beşinci albümüdür. Nielsen SoundScan'a göre albüm, ABD'de 2000'li yılların en çok satan new age albümüdür. Sanatçı, bu albüm ile En İyi New Age Albüm kategorisinde üçüncü Grammy Ödülü'nü kazandı. Only Time şarkısı 11 Eylül saldırılarından sonra birçok radyo ve televizyonda saldırıları anlatan haberlerde kullanıldı. Sanatçı, Kasım 2001'de Only Time şarkısının remix versiyonunu tekli olarak yayımladı. Teklinin gelirleri Üniformalı İtfaiyeciler Derneği ve Çocuklara Yardım Fonu'na bağışlandı. Şarkı, Kasımda Aşk Başkadır filminin soundtrack albümünde yer aldı. Enya 2001 yılında May It Be adlı yeni bir şarkı kaydetti. Şarkı, filminde kullanıldı ve soundtrack albümünde yer aldı. May It Be 74. Akademi Ödülleri'nde En İyi Özgün Şarkı kategorisinde aday gösterildi. Enya Kasım 2005'te altıncı stüdyo albümü Amarantine'ı yayımladı. Tüm şarkıları Enya ve Roma Ryan'ın yazıp bestelediği albümde Roma Ryan tarafından oluşturulan Loxian adlı kurgusal dil, albümdeki üç şarkının sözlerinde kullanıldı. Albümden Amarantine ve It's in the Rain teklileri yayımlandı. Someone Said GoodBye şarkısı Amerika'da promosyon teklisi olarak yayımlandı. Amarantine albümü Nielsen SoundScan'a göre 2000'li yılların en çok satan üçüncü new age albümüdür. Albüm En İyi New Age Albüm dalında sanatçıya dördüncü Grammy Ödülü'nü kazandırdı. Sanatçı Ekim 2006'da adlı EP albümünü yayımladı. Bu albümde yeni kayıtların yanında geleneksel şarkılar da bulunur. Albüm, Kanada'da Christmas Secrets adıyla yayımlandı. Kasım 2006'da Amarantine albümünün iki yeni sürümü yayımlandı. İlk sürüm Avrupa, Kanada, Japonya ve Tayvan'da "Amarantine: Special Christmas Edition" adıyla yayımlandı. Bu sürümde Amarantine albümündeki tüm şarkıların yanında ikinci bir diskte daha önce Sounds of the Season EP'sinde yayımlanan Amid the Falling Snow ve Oíche Chiúin hariç diğer dört şarkı yer aldı. "Amarantine: Special Limited Edition" adıyla yayımlanan diğer sürüm ise standart albümü, Enya'nın üç fotoğrafını ve Roma Ryan'ın Water Shows the Hidden Heart kitabını içeriyordu. Sanatçı Haziran 2007'de Millî İrlanda Üniversitesi'nden fahri doktora aldı. Kısa bir süre sonra Temmuz 2007'de Ulster Üniversitesi'nden de fahri doktora aldı. Enya Kasım 2008'de yedinci stüdyo albümü And Winter Came...'i yayımladı. Kış temalı bu albümde on yeni şarkı ve "O Come, O Come, Emmanuel" ve "Oíche Chiúin (Sessiz Gece)" adlarında iki geleneksel Noel şarkısı yer almaktadır. Tüm şarkıların sözleri Roma Ryan'a, besteleri Enya'ya aittir. Albümden Trains and Winter Rains, White is in the Winter Night, My! My! Time Flies! ve Dreams Are More Precious teklileri yayımlandı. Enya Kasım 2009'da ikinci best of albümü The Very Best of Enya'yı yayımladı. Albüm, Enya'nın 1987'den 2008'e kadar yayımladığı hit şarkılarını ve "The Lord of the Rings: The Fellowship Of The Ring" filmi için yapılan "Aníron" şarkısını içerir. 2010 yılında şarkıcı Rihanna, Fading şarkısında Enya'nın A Day Without Rain albümünde bulunan One by One şarkısından alınan sampleı kullandı. Enya'nın menajeri Mayıs 2011'de bir röportajda Enya'nın yeni bir albüm üzerinde çalıştığını açıkladı. Enya, Kasım 2015'te sekizinci stüdyo albümü Dark Sky Island'ı yayımladı. Ligny Muharebesi Ligny Muharebesi (Almanca: Die Shlacht bei Ligny, Fransızca: La bataille de Ligny), 16 Haziran 1815 tarihinde, Waterloo Savaşı'ndan iki gün önce gerçekleşti. Napolyon ve ünlü Fransız Grande Armée ordusu ile feldmareşal Blücher komutasındaki Prusya Krallığı ordusu savaş meydanında karşılaştılar. Ligny meydan muharebesi Napolyon'un son zaferi oldu. Napolyon ve ordusu bu savaşta galip çıktı. Ama Napolyon, Blücher ve Prusya ordusunun tümünü etkisiz hale getiremedi ve bu neden ile iki gün sonra olacak olan Waterloo savaşında Napolyon vahim sonuçlar ile karşılaştı. Waterloo'da Grande Armée'nin kayda değer bir kısmı yok oldu ve Birinci Fransa İmparatorluğu fiilen sona erdi. Ömer Hayyam Gıyaseddin Eb'ul Feth Ömer İbni İbrahim el-Hayyam veya Ömer Hayyam (Farsça: عمر خیام; d. 18 Mayıs 1048 - ö. 4 Aralık 1131) İranlı şâir, filozof, matematikçi ve astronom. Hayyam, Nişabur doğumludur. Yaşadığı dönemin ünlü veziri Nizamül-Mülk ve Hasan Sabbah ile aynı medresede zamanın ünlü alimi Muvaffakeddin Abdüllatif ibn el Lübad'dan eğitim görmüş ve hayatı boyunca her ikisi ile de ilişkisini kesmemiştir. Bazı kaynaklar; Hasan Sabbah'ın Rey kentinden olduğu Nizamül-Mülk'ün de yaşça Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah'tan büyük olduğunu ve böylece aynı medresede eğitim görmediklerini belirtmektedir. Yine de Ömer Hayyam, Hasan Sabbah ve Nizamül-Mülk'ün ilişki içinde olduklarını inkar etmemektedir. (Kaynak: Semerkant-Amin Maalouf Amin Maalouf'un bu kitabında Hasan Sabbah ve Nizamül-Mülk ile Ömer Hayyam'ın ilişkisini ve hikâyelerini kurgulamış olabileceği de düşünülmelidir. Hayyam'ın kendi dilinden yazılı böyle bir açıklaması yoktur.) Ömer Hayyam, birçok bilim insanınca Bâtınî ve Mu'tezile anlayışlarına dâhil görülür. Evreni anlamak için, içinde yetiştiği İslam kültüründeki hâkim anlayıştan ayrılmış, kendi içinde yaptığı akıl yürütmeleri eşine az rastlanır bir edebi başarı ile dörtlükler halinde dışa aktarmıştır. Çadırcı anlamına gelen "Hayyam" takma adını babasının çadırcılık yapmasından almıştır. Ayrıca İstanbul'un Beyoğlu ilçesinde bir semte adını da vermiştir. Tarlabaşı bulvarında Sakızağacı ışıklardan başlayıp, Tepebaşı'na kadar inen caddenin adıdır. Hayyam aynı zamanda çok iyi bir matematikçiydi. Üçüncü dereceden bilinmeyen denklemlerle ilgili yazdığı bir eserinde bilinmeyen rakamın yerine Arapça'da "şey" anlamına gelen kelimeyi kullanmıştır. Daha sonra bu eseri diğer dillere çevrilirken İspanyolcaya "Xay" olar
ak geçmiştir. Daha sonra bu kelime ilk harfine indirgenerek bilinmeyen rakamın simgesi "x" olarak kullanılmaya başlamıştır. Binom Açılımını ilk kullanan bilim insanıdır. Hayyam, genelde şiirlerindeki eğlence düşkünlüğünün belirgin olmasından dolayı Rubaileri ile ünlenmiştir. Geçmişte yaşamış birçok ünlünün aksine Ömer Hayyam'ın doğum tarihi günü gününe bilinmektedir. Bunun sebebi, Ömer Hayyam'ın birçok konuda olduğu gibi takvim konusunda da uzman olması ve kendi doğum tarihini araştırıp tam olarak bulmasıdır. Rubaîlerinde; dünya, var oluş, Allah, devlet ve toplumsal örgütlenme biçimleri gibi hayata ve insana ilişkin konularda özgürce ve sınır tanımaz bir şekilde akıl yürüttüğü görülmektedir. Akıl yürütürken ne içinde yaşadığı toplumun ne de daha öncesi zamanlarda yaşamış toplumların kabul ettiği hiçbir kurala bağlı kalmamış, kendinden önce yaşayanların insan aklına koymuş olduğu sınırları kabullenmemiş, bir anlamda dünyayı, insanı, var oluşu kendi aklıyla baştan tanımlamış; bu nedenle de çağını aşarak "evrenselliğe" ulaşmıştır. Ancak unutmamak gerekir ki Hayyam'ın yaşadığı dönem, kendisi gibi çağları aşan ve tarihin gördüğü en büyük düşünürlerden birini yaratacak sosyo-kültürel altyapıya sahipti. Kendi tarihinin belki de en aydınlık dönemlerini yaşayan İslam dünyasında felsefenin hak ettiği ilgiyi gördüğü, Selçuklu saraylarında ise sentez bir Orta Doğu kültürü (Türk-Hint-Arap-Çin-Bizans) oluşmaya başladığı bir dönemde yaşayan düşünür, böylece nispeten yansız ve bilimsel bir öğrenim görmüş, Felsefeyi günah saymayan bir toplum içinde özgürce felsefe ile ilgilenebilmiştir. Hayyam, aynı zamanda dünya bilim tarihi için de önemli bir yerdedir.Günümüzde kullanılan Miladi ve Hicri Takvimlerden çok daha hassas olan Celali Takvimi'ni hazırlamıştır. Okullarda Pascal Üçgeni Fransız matematikçi Blaise Pascal'ın soyadıyla olarak öğretilen matematik kavramı aslında Ömer Hayyam tarafından oluşturulmuştur. Matematik, astronomi konularında dünyanın önde gelen bilim insanlarındandır. Birçok bilimsel çalışması olduğu bilinmektedir. Pek çok Rubai ünü sebebiyle Hayyam'ınkilerine karıştırılmıştır, bilinen kadarıyla Rûbailerinin sayısı 158'dir. Fakat kendisine mâl edilenler binin üzerindedir. Ayrıca Ömer Hayyam için tarihteki ilk bilinen savaş karşıtı eylemci yakıştırması da yapılmaktadır. Rubailerinin Türkçeye çevirisi birçok farklı çevirmen tarafından yapılmışsa da rubaileri Türk halkına sevdiren çeviri Sabahattin Eyüboğlu tarafından yapılmıştır. Gıyaseddin " İnancın Omzu" anlamına gelir. Eb'ul Feth Ömer İbni İbrahim- Eb'ul baba anlamındadır , Feth fetheden anlamında, Ömer hayat anlamına gelmektedir, ibni kimin oğlu olduğunu belirtir, İbrahim ise babasının ismidir. Hayyam- Çadır Yapan demektir bu isim babasının zanaatinden gelmektedir. Ömer Hayyam şu an İran sınırları içinde bulunan Nişabur kentinde, çadır yapma işiyle uğraşan(hayyam-"çadır yapan") bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukluğunun bir bölümünü günümüzde Afganistan'ın kuzey bölgesinde bulunan Belh'de tanınmış bir araştırmacı olan Şeyh Muhammed Mansuri'nin yanında eğitim gördü. Bu eğitiminin ardından Nişabur bölgesinin en büyük hocalarından olan İmam Nişaburlu Mowaffaq'ın yanında eğitim gördü. Hayyam hayatı boyunca yorulmak bilmeksizin, gündüz vakitlerinde Cebir ve Geometri çalışmalarında bulundu. Selçuk hükümdarı Melikşah'a danışmanlık yaptı ve geceleri Astronomi çalışmaları yapardı, Celali takviminin büyük bir kısmını tamamlamıştır. Hayyam İsfahan'daki yıllarında da çok üretkendi. Hayyam'ın eserlerinden 18 tanesinin adı bilinmektedir, çeşitli bilim dallarında birçok eser yazmıştır. Postminimalizm Postminimalizm, minimalizmden etkilenmiş veya minimalizmden yola çıkmış çeşitli sanat alanları için kullanılan bir terimdir. Bu ifade genelde görsel sanatlar ve müzikte kullanılsa da minimalizmi kritik bir referans noktası olarak alan her alan için kullanılabilir. Görsel sanatlarda "postminimalizm", minimalizmi estetik veya kavramsal bir çıkış noktası olarak referans alan sanatçıların tarzı için kullanılır. Bu terim belirli bir akımı değil, sanatsal bir eğilimi tanımlar. Postminimalist sanat eserleri birçok zaman kavramsal sanat ile ilişkilendirilebilir veya karıştırılabilir. Minimalist eserlerin aksine, postminimalist eserler aynı zamanda kavramsal olarak da tanımlanabilirler. Postminimalist sanatçıların birçoğu gündelik nesnelerin veya işlevlerin yaptıkları göndermeleri, kendilerinden önce gelen minimalistlerinkine benzer ciddi bir biçimcilikle değiştirirler. Ancak çok çeşitli sanatçı bu tanımlamaya girdiği için hepsi arasında bağlantı kurmak olası değildir. Müzikteki kullanımına göre "postminimalizm", "minimal müzik etkisinde" anlamında kullanılır. Yazar Kyle Gann, bu terimi daha kısıtlı bir anlamda, 1980'ler ve 1990'larda yaygın olan belli özelliklere sahip bir müzik türü için kullanmıştır. Bu özellikler: Karabarut Karabarut, kükürt, odun kömürü ve potasyum nitratın bir karışımıdır. Kükürt kullanılmadan sadece potasyum nitrat ve odun kömüründen karabarut yapılabilirse de, bu şekilde yapılan karabarut kükürt kullanılarak yapılan karabarut kadar güçlü olmaz. Çok hızlı yanarak, karbondioksit, su ve azottan ibaret sıcak bir gaz hacmi ve potasyum sülfürden oluşan katı bir artık bırakır. Yanma özelliklerinden dolayı ortaya çıkan sıcaklık ve gaz hacmi, barutun ateşli silahlarda itici yakıt ve havai fişeklerde piroteknik bileşim olarak kullanımına yol açmıştır. Modern ateşli silahlarda karabarut yerine dumansız barut kullanılır. Antika ateşli silahlarda çoğunlukla karabarut kullanılır. Bozunma hızının nispeten düşük oluşu ve dolayısıyla düşük tahrip gücü nedeniyle karabarut, düşük patlayıcı olarak sınıflandırılır. Düşük patlayıcılar sesten yavaş hızlarda yanarlar. Yüksek patlayıcılar sesten hızlı bir dalga üreterek şiddetle patlarlar. Bir merminin arkasındaki sıkıştırılmış karabarutun ateşlenmesi, mermiyi namlu ağzından yüksek hızda itecek yeterli basıncı oluştursa da bu basınç namlunun yarılmasına yeterli değildir. Bu yüzden karabarut kaya parçalamak ya da tahkimatlar da daha az tercih edilir. Bu gibi yerlerde Anfo ya da dinamit gibi yüksek patlayıcılar kullanılır. "Karabarut" terimi önceki barut formülasyonlarını yeni keşfedilmiş dumansız barutlar ve yarı-dumansız barutlardan ayırt etmek için 19. yüzyılın sonlarında türetildi(Yarı- dumansız barutlar ateşli silahlarda kullanıldığında karabarutla aynı gaz hacmi ve basınç meydana getirdiği gibi önemli ölçüde duman ve yanma ürünlerinde azalma oluyordu. Yarı- dumansız barutların üretimi 1920’lerde durduruldu.). Karabarut: kimyasallarının taneli bir karışımıdır. Potasyum nitrat gerek kütle ve gerekse oksitleyici işlevi bakımından en önemli içeriktir. Çünkü yanma işlemi için gerekli olan oksijen potasyum nitrat tarafından açığa çıkarılmakta ve diğer içeriklerin hızlı yanmasını sağlamaktadır. Statik elektrik yüzünden kazara oluşabilecek ateşlenme ihtimalini azaltmak için modern karabarut tanecikleri genellikle grafitle kaplanmaktadır. Grafit elektrostatik yükün birikmesini önlemektedir. Odun kömürü saf karbondan ibaret değildir. Odun kömürü piroliz işlemine tutulmuş odunun tamamıyla parçalanmaması nedeniyle kısmen selülozdan oluşmuştur. Piroteknisyenler tarafından üretilen karabarutlar için mevcut standart bileşim 1780 yılında dahi kullanılıyordu. Oranlar ağırlıkça %75 potasyum nitrat (güherçile olarak da adlandırılır), %15 yumuşak odun kömürü ve %10 kükürttür. Bu oranlar yüzyıllar boyunca ülkelere göre değişiklik göstererek karabarutun amacına bağlı olarak az çok değişiklik göstermiştir. Örnek vermek gerekirse, kuvvet derecesi ateşli silahlarda kullanmak için uygun olmasa da taşocakçılığında kaya parçalamak için uygun olan karabaruta patlatma barutu adı verilir; patlatma barutu potasyum nitratın yerine daha ucuz olan sodyum nitratla yapılabilir ve oranlar %40 nitrat, %30 odun kömürü ve %30 kükürde kadar düşebilir. Karabarutun yanma hızı tanelendirmeyle değiştirilebilir. Tanelemenin başlangıcı toz karabarutun belirlenmiş bir yoğunluğa (1.7 g/cm³) kadar bloklar biçiminde sıkıştırılmasıdır. Bu işleme somunlama adı verilir. Bloklar kırılarak tane haline getirilir. Bu taneler daha sonra değişik karabarut ölçülerinde ebatlandırılarak boylamaya tutulur. Basit olarak, karabarutun yanma denklemi şöyle gösterilebilir: Denklem daha açık ve net bir şekilde de yazılabilir: Karabarutun yanışı tek bir reaksiyon olarak gerçekleşmez. Gerçekten de reaksiyon sonunda oluşan yan ürünlerin tahmin edilmesi kolay değildir. Bu reaksiyon belirlenmesine yönelik bir çalışmada yan ürünler şu şekilde gösterildi (miktarlar azalan sırayladır): %55.91 katı ürünler: potasyum karbonat, potasyum sülfat, potasyum sülfür, kükürt, potasyum nitrat, potasyum tiyosiyanür, karbon, , amonyum karbonat. %42.98 gaz ürünler: karbondioksit, azot, karbon monoksit, hidrojen sülfür, hidrojen, metan, %1.11 su. Sodyum nitratla yapılan karabarut güherçileden yapılan karabarutların aksine higroskopik, olmaya daha yatkındır. Çünkü güherçileden yapılan karabarut havadaki nemden daha az etkilendiğinden kuru yerde korunmuşsa yıllarca çok iyi kapanmayan kaplarda dahi saklanabilir. Dolma tüfekler yıllardır bir duvarın üzerinde dolu bir halde ateşlenmeye hazır bir halde bekletilebileceğinden, bu yüzden bu tür tüfekleri kuru ortamlarda bulundurmak gerekir. Buna karşılık, sodyum nitratla yapılan karabarutlar havadaki nemden etkilenmeyip uzun süre dayanıklı kalması için çok iyi kapatılan kaplarda muhafaza edilmelidir. Karabarut ateşli silahlara hacimsel ölçü şeklinde doldurululabilir. Dumansız barutta olduğu gibi ağırlıkça hassas barut hakkının ölçüm gerektiren yerlerde fazla doldurma hasarını önlemek için, dumansız barutun karabarutla birlikte kullanılması fazla doldurma hasarını önleyebilir. Taş ocakçılığında, genellikle kaya parçalamak için yüksek patlayıcılar tercih edilmektedir. Taş ocakçılığında kullanılan diğer patlayıcılara nazaran daha kullanışlı olmasından dolayı, granit ve mermer gibi çok büyük taşların patlatılması için karabarut kulla
nılmaktadır. Düşük tahrip gücü nedeniyle, karabarut daha az çatlaklara neden olmaktadır. Kuru sıkı mermiler, işaret meşalesi ve kurtarma halatlarının fırlatılması için karabarutun kullanılması uygundur. Karabarut ayrıca, havai fişeklerde gök bombalarını fırlatmak için, roketlerde yakıt olarak ve birtakım özel efektlerde kullanılır. Modern dumansız barutlara nazaran düşük enerji yoğunluğuna sahip karabarut, atıcının yerini belli eden ve görüş alanını azaltan kesif bir duman üretir. Karabarut kütlesinin yarısından daha azı yanma işlemiyle gaz haline dönüşür. Geri kalanı namlu içinde ince bir kurum tabakası olarak kalır. Buna ek olarak, karabarutun yanmasından oluşan artık higroskopik ve susuz bir kostik maddedir. Potasyum oksit ya da sodyum oksit havadan nem çektiğinde dövme demir ya da çelik namluları aşındıracak özellikte hidroksit haline dönüşür. Bu yüzden, karabarut silahlarının namlusunun içi artıkları uzaklaştırmak için iyice temizlenmelidir. Karabarut kilogram başına 3 megajul enerji içerir. Kıyaslamak gerekirse, TNT’nin enerji yoğunluğu kilogram başına 4.6 megajul olup benzinin enerji yoğunluğu 47.2 megajul’dur. 19. yüzyılın sonlarında Cora gibi dumansız barutların gelişmesi karabarut gibi kıvılcıma duyarlı bir yemleme hakkına ihtiyaç gösterdi. Bununla birlikte, geleneksel karabarutların kükürt içeriği Cordite Mk I ile beraber korozyon problemlerine sebep oluyordu. Bu durum bir dizi kükürtsüz barutların uygulanmasına ve tane boyutlarının değişikliğine yol açtı. Kükürtsüz barutlar genellikle 70.5 kısım güherçile ve 29.5 kısım odun kömürü içerir. Karabarut gibi, kükürtsüz barutlar da değişik tane boyutlarında üretildiler. Karabarutta kükürt kullanılmasının asıl amacı tutuşma sıcaklığını azaltmaktır. Kükürtsüz barut için örnek bir reaksiyon şu şekilde yazılabilir. 1922 İzmir Yangını 1922 İzmir Yangını veya, yabancı kaynaklarda kullanılan terimle, Büyük İzmir Yangını ("Great Fire of Smyrna") -İzmir geçmişte başka büyük yangınlar da geçirmiş olduğu için bu terimin ne derece yerinde olduğu tartışmaya açıktır-, 13 Eylül 1922 günü Basmane'de başlayan ve dört gün sürerek İzmir şehir merkezini (özellikle o dönemdeki merkezi ve bugünkü İzmir Enternasyonal Fuarı alanını) geniş ölçüde tahrip eden yangın hadisesidir. Türk ordusunun 9 Eylül 1922'de İzmir'i yeniden ele geçirmesinin hemen ardından, kritik bir dönemde vuku bulması, tarihi önemi bulunan bazı yapıların ve semtlerin yok olması ile neticelenmiş olması, günümüze dek süregelen karşılıklı suçlamalar ve farklı kaynaklarda yer alan değişik tezler nedeniyle güncelliğini koruyan bir hadisedir. Özellikle Yunan ve Ermeni kaynaklarında yer alan, şehri Türklerin yaktığına ilişkin savlar, özellikle iki kaynağa dayanmaktadır. Bunlar; Bilgi olarak, gazetecilikten diplomatlığa geçmiş bulunan ve bütün diplomasi kariyeri Yunanistan ayaklı bir zemine dayanmış (Atina, Selanik ve son olarak da Yunan işgalinde İzmir, ayrıca 1924'te birkaç haftalığına ABD Budapeşte yardımcı konsolosluğu yapmıştır) bulunan George Horton'un eşi (Catherine Sacopoulo) Yunan asıllı Amerikalıdır. Horton'un kitabının sansasyonel yankılı tam adı, "An Account of the Systematic Extermination of Christian Populations by Mohammedans and of the Culpability of Certain Great Powers; with the True Story of the Burning of Smyrna" şeklindedir. Buna karşılık, yangından Türklerin suçlu ve sorumlu olmadığını vurgulayan iki önemli kaynak vardır. Bunlar; Ermeni kaynakları, aynı Mark Pretiss'in "New York Times" gazetesinin serbest muhabiri sıfatıyla, yangının sıcaklığı sürerken gazetesine gönderdiği bir telgrafa dayandırılarak 18 Eylül 1922 günü bu gazetede manşetten yayınlanmış olan ve Türkleri suçlayan bir makaleye atıfta bulunmaktadır. Hovsepyan'a göre, Prentiss sonradan Amiral Bristol'ün baskısı altında suçlamalarını Ermenilere yöneltmiştir. Yangını izleyen günlerde, genel olarak, İngiliz, Fransız ve İtalyan basını yangın hakkında temkinli habercilik anlayışı izlemiş ve peşin hükümler yürütmemiştir. Bir kısım ABD basını ise, yangının sorumlularını belirlemenin henüz pratik açıdan imkânsız olduğu en erken aşamalarda dahi, doğrudan Türkleri suçlu konumuna yerleştiren haberler yayınlamışlardır. Türklerin, kendi ülkelerinin en kıymetli şehirlerinden birini (İzmir açısından) nispeten pürüzsüz bir şekilde geri aldıktan dört gün sonra neden yakmak isteyecekleri önemli bir soru işareti oluşturmaktadır. Sonra bilinmektedir ki Yunanlar Balkan Savaşı sonunda 1912 de ellerine geçirdikleri Selanik şehrindeki nüfusun büyük çoğunluğu ve şehrin içindeki binaların çoğu Türklerin elinde bulunmakta idi; fakat 1917'de çıkan (veya çıkartılan) bir büyük yangın şehrin Türk bölgesini neredeyse tamamen yok etmiştir. Demek ki Yunanlar Türkleri Türk şehirlerinin ortasından söküp atmakta deneyimlilerdir. Bu deneyimlerini Yunan ordusu Batı Anadolu'dan çekilmesinde de daha ufak Türk şehirlerinde de uygulamışlardır. Yunan ordusunun Batı Anadolu'da geri çekilirken sebebiyet verdiği yıkıma, ve İzmir'de de, Rum ve Ermeni nüfus açısından, limanda onlarca yabancı (İngiliz, Fransız, İtalyan, ABD) savaş gemisinin varlığına dayalı bir uluslararası müdahale beklentisine dikkat çekilebilir. İzmir Özel Amerikan Koleji'ni günümüzde sürdürdüğü köklü eğitim kurumu kimliğine kavuşturan kişi olarak bilinen ve, Cumhuriyet dönemi de dahil, çok uzun yıllar Türkiye'de kalmış, eğitimci ve siyaset dışı bir kişilik olan Alexander MacLachlan, görgü tanığı sıfatıyla, 25 Eylül 1922 günü İngiliz "The Times" gazetesinde yayınlanan şu açıklamaları yapmıştır: ""Yunanların" "Mayıs 1919'da Türkleri katlettiği gibi, Türkler Yunanları katletmediler. Yaptıkları en kötü şey, Yunanların zamanında Türk askerlerini "Zito Venizelos" diye bağırmaya zorlamış olmalarına mukabelen, esir aldıkları Yunan askerlerini "Yaşasın Mustafa Kemal" diye bağırtmak oldu. Türk askerleri şehirde asayişin tam olarak temin edilemediği ilk saatlerde Kolej'i korudular, bir Türk süvarisi başıbozukların eline düşen MacLachlan'ı dayaktan kurtardı. Türklerin kontrol altına almak için bütün çabayı gösterdikleri 3 günlük yangın boyunca Yunan ve Ermeni mahallerinde geniş bir alan tahrip oldu ve iki yüz bin kişi evlerini terk etmek zorunda kaldı. Yangında Amerikan Kız Koleji de yandı. MacLachlan'ın yangının kökenleri hakkında yaptığı araştırma, Türk üniformaları giymiş Ermeni teröristlerin şehri ateşe verdiği sonucunu ortaya koydu. Teröristler batı ülkelerinin bir müdahalesini sağlamayı denemişlerdi."" Aynı çizgide açıklamalar getiren (İzmir İtfaiye Müdürü Paul Grescovich’in raporu, İzmir’de bulunan Amerikan Yardım Heyetinden Mark O. Prentiss’in Amiral Bristol’e yazdığı rapor ve Yunan tarihçi Lord Kinross'un yangını Ermenilerin çıkardığını kabulü gibi) pek çok başka kaynak mevcuttur. Türk Tarih Kurumu'nun "1922 İzmir Yangını" hakkında hazırlamakta olduğu bir kitapta Askeri Vali Kâzım Paşa'nın yürüttüğü soruşturma sonucunda yangını çıkardıkları gerekçesiyle tutuklanan 22 Ermeni'nin yangını çıkardıklarını itiraf ettiklerine ilişkin belgelerin yer alacağı açıklanmıştır. Türk ordusunun M. Kemal Paşa idaresinde 9 Eylül 1922'de İzmir'e girmesi, 11 Eylül'de İzmir'i tamamen kontrol altına alması mukabilinde, İzmir Yangını isimli esef verici olayın 13 Eylül 1922 tarihinde patlak vermesi düşündürücü ve çelişkilidir. Askeri açıdan kontrol altına alınmış bir şehirde düşman kuvveti kalmamış olmasına rağmen bu çaptaki bir yangının çıkarılmış olmasının sorumluları hala gizliliğini korumakta ve sır olarak bırakılmaktadır. Türkiye, Kurtuluş Savaşı sonrasında, çekilmiş acıların sorumlularını araştırarak zaman ve enerji kaybetmek yerine ülkeyi yeniden imar ve inşa etmek üzerinde yoğunlaştı. Bu yaklaşım yakın geçmişe kadar sürmüştür. Örnek olarak, Turgutlu gibi, bu acıları en şiddetli bir şekilde tecrübe etmiş bir merkezin tarihi, resmi bir kurum tarafından özetlenirken, "o günlerin geride kaldığı" özellikle vurgulanmış, "globalleşen dünyada en üst sıralarda yer edinebilmek için tüm halkımız olarak el birliği ile çalışma" gerekliliğine işaret edilmiştir . Ancak Türklere ve Türkiye'ye geleneksel olarak hasmane bir tutum içinde yer almış bazı çevreler ("veya milletler") açısından "geride kalmış" bir konu bulunmadığı görülmektedir. Prof. Dr. Türkkaya Ataöv'e göre, suçlamalar zamanla dayatmalara dönüşebilir, Türkiye'yi dünya önünde olabildiğince zayıf bir konuma oturtmak için yeni sözde nedenler aranabilir. Dışta oluşan kimi kotarmalar ve onlara dayalı siyasi hedefli yabancı merkezli kararlar, durup dururken Türkiye'nin önüne konulabilir. Bu "globalleşen dünyada en üst sıralarda yer edinebilmek için gayret gösteren" Türk kamuoyunda şiddetli ve derin bir hiddete de yol açabilir. Türkkaya Ataöv, önceden hazırlıklı olunması, gerçeklerin bildirilmesi ve yayılması gerektiğine dikkat çekmektedir. Pınar Çekirge Pınar Çekirge (d. 1960, İstanbul), Türk yazar ve araştırmacı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Beşeri ve İktisadi Coğrafya Bölümü'nü (1982) bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü'nde yüksek lisans programına katıldı. 1986 yılında "The M.M.P.I. Pprofiles of the Male Homosexuals Between the Ages of 14-63" adlı yüksek lisans teziyle aynı üniversiteden eğitim mezunu olarak mezun oldu. 1985-1993 yılları arasında çeşitli gazete ve dergilerde söyleşi, araştırma türünde yazıları yayınlandı. Yazın dünyasına eşcinsel erkeklerin kişilik yapılarını anlatan "Yalnızlık Adasının Erkekleri" (1991) adlı kitabıyla girdi. Friedrich Wilhelm Zachau Friedrich Wilhelm Zachau veya Friedrich Wilhelm Zachow (d. 14 Kasım 1663, Leipzig, Almanya - ö. 7 Ağustos 1712, Halle, Almanya), Alman müzisyen ve besteci. Besteleri 17. yy. Alman barok müziği stilindedir. 1663'de Leipzing'de doğan Zachow büyük olasılıkla küçük yaştan itibaren müzik eğitimini Leipzing şehirinin profesyonel müzikçilerinden olan babası kemancı Heindrich Zachow'dan almıştır. Babasi Eilenburg şehrinin orgcusu olduktan sonra bu şehirde orgcu Johann Hildebrand ve koro şefleri olan Johann Schelle ve Basılıus Petritz'den dersler almış
tır. Ama Friedrich daha 10 yaşında iken viol, obua, org ve klavsen çalgılarını çok ustaca çaldığı bildirilmektedir. Babasının Eilenburg şehirindeki müzisyen loncasında usta olarak müzisyen çırak ve kalfaları yetiştirdiği belgelidir. Friedrich'in de bu loncaya bağlı olarak 5 yıl kadar süren müzisyen lonca eğitiminden sonra usta müzisyen olduğu belirtilmektedir. Friedrich Wilhelm Zachau 21 yaşında iken 1684'de Samuel Ebart adlı org ustasının yerine Halle'de ki Liebfrauenkırche Katedrali'ne orgcu olarak atanmıştır. Friedrich 1684-1712 döneminde bu görevde kalmıştır. Bu dönemde besteler hazırlamış ve hazırladıgi kantatalar dolayısıyla bütün Almanya';da isim yapmıştır. Aynı zamanda müzik öğrencisi de yetiştirmiştir. Öğerencilerinden en tanınmışı Georg Friedrich Händel'dir. Handel, henüz 7 ve 9 yaşları arasında iken Zachau'nun öğrencisi olup ondan keman, org, obua ve klavsen çalmayı, beşte yapmayı öğrendi. Ustasına büyük saygı duyan Handel, 1710 yılında kendisini ziyaret etmişti ve Zachau'nun 1712'de ölümünden sonra eşine yardımda bulunmuştu. Zachau'un müzik besteleri yaşadığı 17. yy döneminin diğer Alman bestecileri gibi Alkan Baroku stilindeydi. Zachau'un besteleri arasına yüz küsur klavsen parça, elli kusur org parçaları (prelüdler, fügler, koro parçaları vb.); 34 dinsel kantata ve 1 mass ayini bulunmaktadır. Meksika millî futbol takımı Meksika millî futbol takımı, Meksika'yı uluslararası düzeyde temsil eden futbol takımıdır. Yeşil-Beyaz-Kırmızı renklere sahiptir. FIFA Dünya Kupası'na 13 kere katılmış olmasına rağmen çeyrek finalden ileriye gidememiştir. En golcü oyuncusu Jared Borgetti'dir. 2009 yılında Kuzey Amerika takımları arasında düzenlenen CONCACAF Gold Cup'ı finalde ezeli rakibi ev sahibi ABD'yi 5-0'lık skorla hezimete uğratarak müzesine götüren Meksika, 2014 FIFA Dünya Kupası elemelerine play-off oynayarak katılan Meksika, turnuvaya art arda 6. kez katılma hakkını elde etti. 1999′da FIFA Konfederasyonlar Kupası'nı kazanan Meksika, 2012 Yaz Olimpiyatları'nda da U-23 seviyesinde altın madalyanın sahibi oldu. Dünya Kupası tarihinde ilk maçı, 13 Temmuz 1930′da Uruguay'ın başkenti Montevideo'da, Fransa ile oynayan Meksika, oynanan ilk Dünya Kupası mücadelesinde Fransa'nın karşısına çıkan Meksika, 4-1 kaybetti. 1930 FIFA Dünya Kupası'nda oynadığı diğer maçlarda da Şili'ye 3-0, Arjantin'e 6-3 kaybeden Meksika, ilk turda elendi. 1934 FIFA Dünya Kupası'na ise Roma'da oynanan play-off maçında ABD'ye 4-2 kaybederek gidemeyen Meksika, 1938 FIFA Dünya Kupası'na da kendi isteğiyle katılmadı. II. Dünya Savaşı sonrası ilk turnuva 1950′de Brezilya'da düzenlendi. Elemelerde ABD ve Küba ile eşleşen Meksika, 4 maçta 17 gol atarak kupa bileti aldı. Ancak ev sahibinden ve Yugoslavya'dan 4 yiyen Meksika, son maçta da İsviçre'ye 2-1 kaybederek turnuvadan elendi. 1954 FIFA Dünya Kupası'nda da aynı senaryo tekrarlandı. Yine ABD ve Haiti ile eşleşen Meksika, 4 maçı da farklı kazanarak finallere kaldı. Ancak, kupada Brezilya'dan 5 gol yiyen Meksikalılar, diğer maçta da Fransa'ya 3-2 kaybederek yine elendiler. 1958 FIFA Dünya Kupası için Kanada ve ABD ile mücadele veren Meksika, oynadığı tüm maçları açık farkla kazanarak finalleri garantiledi. Ancak kupa finallerindeki ilk maçta ev sahibi İsveç'e 3-0 kaybettikten sonra Galler karşısında beraberliği 89. dakikada Jaime Belmonte ile kurtardı. Ülkede "Solna Kahramanı" ilan edilen Belmonte'nin attığı bu gol, Meksika'nın katıldığı 4. Dünya Kupası'nda ilk kez bir maçtan yenilmeden ayrılması anlamına gelmekteydi. Ancak son maçta da Macaristan'dan 4 gol yiyen Meksika, grubu yine sonuncu bitirdi. 1962 FIFA Dünya Kupası ise, Meksika'nın ilk kez bir Dünya Kupası maçı kazandığı turnuva oldu. Şili'de oynadığı ilk maçta Brezilya'ya 2-0, ikinci maçta da İspanya'ya 1-0 yenilen Meksika, son maçta Çekoslovakya'yı 3-1 yenerek finallerdeki ilk galibiyetini aldı ancak yine de grup maçları sonucu elendi. 1962 Dünya Kupası, Meksika'nın ilk kez grup sonuncusu olmadığı turnuva olma özelliğini de taşıdı. 1966 FIFA Dünya Kupası′nda, İngiltere'de, İngiltere'ye 2-0 kaybeden Meksika, Fransa ile Uruguay karşısında beraberlik alarak yine elendi. 1970 FIFA Dünya Kupası'na ise turnuvanın ev sahibi olarak otomatik katılım hakkı elde eden Meksika, ilk maçta SSCB ile 0-0 berabere kalmasına rağmen, Honduras'ı 4-0, Belçika'yı da 1-0 yenerek tarihinde ilk kez gruptan çıkmayı başardı. Ancak çeyrek finalde turnuvanın finaline dek yükselecek olan İtalya'ya 4-1 kaybederek elendi. 1974 FIFA Dünya Kupası vizesini ise 1973 CONCACAF Şampiyonası'nda 3. olduğu için alamayan Meksika, 1978 FIFA Dünya Kupası için 1977 CONCACAF Şampiyonası'na katıldı ve şampiyon olarak kupa biletini cebine koydu. Kupa finallerinde Tunus ve Polonya'ya 3-1, Batı Almanya'ya ise 6-0 yenilerek kupadan elendi. 1981 CONCACAF Şampiyonası'nda Honduras ve El Salvador'un gerisinde kalarak 1982 FIFA Dünya Kupası'na katılamayan Meksika'nın, 1986 FIFA Dünya Kupası'nı Kolombiya'daki sosyo-ekonomik krizin giderek büyümesi ve güvenlik endişeleri sebebiyle düzenlemesi kararlaştırılınca ikinci kez ev sahibi oldu. Kupadaki ilk maçta Belçika'yı 2-1 mağlup ederek kupaya iyi bir başlangıç yapan Meksika, ikinci maçta Paraguay ile 1-1 berabere kalarak ve son maçta da Irak'ı 1-0 yenerek gruptan birinci çıktı. 2. Turda Bulgaristan'ı 2-0 yenen Meksika, çeyrek finalde Batı Almanya karşısında normal süresi ve uzatmaları 0-0 biten maçı penaltılarda 4-1 kaybederek elendi. FIFA, 20 Yaş Altı Dünya Kupası elemelerinde yaşı büyük oyuncular oynattığı için Meksika Futbol Federasyonu'na büyük bir ceza vererek Meksika'yı 1990 FIFA Dünya Kupası'ndan men etti. 1994 FIFA Dünya Kupası′nda ise İtalya, İrlanda ve Norveç'in bulunduğu E Grubu'nda mücadele eden Meksika, ilk maçta Norveç'e 1-0 kaybetse de, ikinci maçta İrlanda'yı 2-1 mağlup edip son maçta İtalya ile 1-1 berabere kalıp lider olarak gruptan çıktı. Bu gruptaki 4 takım da maçların sonunda 4 puan ve sıfır averajdaydı, ancak 1 golle en az gol atan Norveç sonuncu ve 3 golle en çok gol atan Meksika ise lider oldu. Ancak, 2. Turda Bulgaristan'a normal süresi ve uzatmaları berabere tamamlanan maçta penaltılarda kaybederek elendi. 1998 FIFA Dünya Kupası'nda Jamaika ve ABD'nin önünde bitirdiği elemeler sonrasında kupaya katılma hakkı elde eden Meksika, grupta Hollanda, Belçika ve Güney Kore ile eşleşti. İlk maçta Güney Kore'yi 3-1 ile geçtikten sonra grubun en kritik maçında Belçika ile 2-2'lik beraberliği son anda kurtardı. Son maçta ise gruptan çıkmak için Hollanda'dan puan alması gereken Meksika, 90+4'te Luis Hernández'in golüyle skoru 2-2'ye getirerek gruptan çıktı. İkinci turda Almanya'ya 2-1 kaybederek kupadan elendi. 2002 FIFA Dünya Kupası'ndaki ilk maçta Hırvatistan'ı 1-0'la geçen Meksika, ikinci maçta da Ekvador'u 2-1 mağlup edip İtalya ile de 1-1 berabere kalınca gruptan lider olarak çıktı. 2. Turda ABD ile eşleşen Meksika, maçı 2-0 kaybederek kupadan elendi. 2006 FIFA Dünya Kupası'nın ilk maçında İran'ı 3-1 mağlup eden Meksika, ikinci maçta Angola ile golsüz berabere kaldı. Son maçta ise Portekiz'e mağlup olsa da, 4 puanla gruptan çıkmayı başardı. İkinci turda Arjantin'e 2-1 kaybederek elendi. 2010 FIFA Dünya Kupası elemelerinden de başarıyla çıkan Meksika, Güney Afrika'daki turnuvadaki ilk maçta Güney Afrika ile karşılaşan Meksika, geri düşmesine rağmen Rafael Márquez ile beraberliği kurtardı. İkinci maçta Fransa'yı 2-0 yenen Meksika, son maçta Uruguay'a 1-0 kaybetmesine rağmen gruptan çıktı. Ancak, Arjantin'le oynadığı maçı bu kez de 3-1 kaybederek kupadan elendi. Meksika millî futbol takımı teknik direktörü Javier Aguirre, bu mağlubiyetten sonra görevinden istifa etti. Bakınız: Meksika 23 yaş altı millî futbol takımı Paraguay millî futbol takımı Paraguay millî futbol takımı, Paraguay'ı uluslararası düzeyde temsil eden futbol takımıdır. Paraguay millî futbol takımı 1986, 1998, 2002 ve 2006'da olmak üzere FIFA Dünya Kupası'na 4 kez katılma başarısını gösterdi. 2 kere de Copa America'yı kazanan Paraguay, 2004 Olimpiyat Oyunları'nda finale kadar çıkma başarısını gösterdi, fakat finalde Arjantin millî futbol takımına yenilerek gümüş madalyada kaldı. Paraguay'ın aldığı bu madalya ülke tarihinde alınan ilk ve tek Olimpiyat Oyunları madalyasıdır. 2010 FIFA Dünya Kupası'na katılan takımlar arasında yer alan Paraguay millî futbol takımı, kupada çeyrek final oynamıştır. Çeyrek final karşılaşmasında İspanya millî futbol takımına 1-0 yenilerek kupadan elenmiştir. Avrupa Futbol Şampiyonası Avrupa Futbol Şampiyonası, 1960'tan beri UEFA tarafından 4 yılda bir düzenlenen bir futbol organizasyonudur. Orijinal adı Avrupa Uluslar Kupası adıyla kurulmuş olup, 1968 yılında şu anki ismini almıştır. Turnuva ülkelerin üst düzey millî futbol takımları arasında düzenlenir. Turnuvaya katılım göstermek için ev sahibi ülke dışında kalan takımlar ön eleme oynamak mecburiyetindedir. Avrupa Futbol şampiyonasını kazanan takım ayrıca FIFA Konfederasyonlar Kupasına katılma hakkı elde eder ancak bu turnuvaya katılım göstermek zorunlu değildir. Günümüze kadar oynanan 15 turnuvayı 10 farklı millî takım kazanmıştır:Almanya ve İspanya 3'er kez, Fransa 2 kez, SSCB, İtalya, Çekoslovakya, Hollanda, Danimarka, Yunanistan ve Portekiz birer kez turnuvayı birinci olarak tamamlayan ülkelerdir. 2008 ve 2012 yıllarında düzenlenen turnuvayı kazanma başarısı gösteren İspanya bu turnuvayı üst üste kazanabilen tek takım olma unvanını taşımaktadır. 2016 yılında Fransa'da düzenlenen turnuvanın Paris'te oynanan final karşılaşmasını Ev sahibi Fransa'yı uzatmalarda 1-0 yenen Portekiz kazanmıştır. Karşılaşmanın tek golünü 109. dakikada Éder kaydetmiştir. Avrupa'da bir futbol turnuvası düzenleme fikri ilk olarak 1927 yılında Fransa Futbol Federasyonu genel sekreteri Henri Delaunay tarafından ortaya atılmış ancak bu fikrin hayata geçirilmesi Henri Delaunay'ın ölümünden çok sonra 1958 yılında gerçekleşmiştir. 1960 Avrupa Uluslar Kupası, Avrupa kıtasında millî takımlar bazında düzenlenen ilk uluslararası şampiyonadır. Avrupa Futbol Şampiyonası'nın öncülü ve ilki
olarak kabul edilen bu organizasyon dönem konjonktürü nedeniyle bazı ülkelerin turnuvaya katılmaması üzerine Avrupa Uluslar Kupası adıyla düzenlenmiştir. Turnuvaya toplam 17 ülke katılmış, yarı final ve final maçları Fransa'da oynanmıştır.Final maçında Yugoslavya'yı, uzatmalarda attığı golle deviren SSCB ilk Avrupa şampiyonu olmuştur. Turnuvanın en dikkat çeken olayı ise, çeyrek finalde Sovyetler Birliği ile eşleşen İspanya'nın siyasi nedenlerle turnuvadan çekilmesi ve SSCB'nin doğrudan yarı finale çıkmasıydı. 1964 Avrupa Uluslar Kupası İspanya'da 17-21 Haziran tarihlerinde yapılmıştır. Bu turnuvayı finalde SSCB'yi 2-1 yenen İspanya kazanmıştır. 1968 Avrupa Futbol Şampiyonası İtalya'da 5-10 Haziran tarihlerinde yapılmıştır.Bu şampiyona Avrupa Futbol Şampiyonası'sının 3.'dür. Bu yılda beraber biten maçların sonunda seri penaltı atışları uygulaması henüz başlamadığından, İtalya ve SSCB arasındaki 0-0 biten yarı final maçı ardından para atışı yapılmış ve İtalya finale çıkmıştır. Final maçında bu kez İtalya ile Yugoslavya 1-1 berabere kalmış, uzatmalar sonunda da sonuç değişmeyince iki gün sonra bir tekrar maçı oynanmıştır. İkinci kez oynanan final maçını 2-0 kazanan İtalya şampiyon olmuştur. 1972 Avrupa Futbol Şampiyonası, 14 Haziran 1972 ile 18 Haziran 1972 tarihleri arasında Belçika'da düzenlendi. Elemelerine toplam 32 takım katılmış, çeyrek finali geçen 4 takım final turnuvasına katılmaya hak kazanmıştır. Şampiyonluk, final maçında SSCB'yi 3-0'la geçen Batı Almanya'nın olmuş, bu aynı zamanda Almanya'nın ilk Avrupa şampiyonluğudur. 1976 Avrupa Futbol Şampiyonası, 16 Haziran 1976 ile 20 Haziran 1976 tarihleri arasında Yugoslavya'da düzenlenen futbol turnuvasıdır.Turnuvayı finalde penaltı vuruşları sonunda Batı Almanya'yı 5-3 mağlup eden Çekoslovakya kazanmıştır. 1980 yılından itibaren turnuvaya katılma hakkı 8 takıma çıkarılmış iki gruba bölünen takımlar arasındaki mücadele sonunda gruplarını lider tamamlayan takımlar final oynamaya hak kazanmışlardır. 1980 Avrupa Futbol Şampiyonası 11 Haziran 1980 ile 22 Haziran 1980 tarihleri arasında İtalya'da düzenlenmiştır. Final karşılaşmasında Belçika'yı 2-1 mağlup eden Batı Almanya kazanmıştır. 1984 Avrupa Futbol Şampiyonası 12 Haziran 1984 ile 27 Haziran 1984 tarihleri arasında Fransa'da düzenlenmiştir. Turnuvayı finalde İspanya'yı 2-0 mağlup eden Fransa kazanmıştır. 1988 Avrupa Futbol Şampiyonası , 10-25 Haziran 1988 tarihleri arasında Batı Almanya'da düzenlenmiş olan futbol turnuvasıdır. Son şampiyon Fransa elemeleri geçemezken, Belçika, 1986 FIFA Dünya Kupası'nın ardından Euro 1988 için de vize almayı başarmıştı.Finalde SSCB'yi 2-0 mağlıp eden Hollanda kazanmıştır. 1992 Avrupa Futbol Şampiyonası, 10-26 Haziran 1992 tarihleri arasında İsveç'te düzenlenmiştir. 4 farklı şehirde oynanan 15 maçta, maç başına ortalama 2,13 gol atılmıştı. Ev sahibi İsveç dışında 33 takım elemelerine katıldı ve finaller son kez 8 takımla oynandı. SSCB ülke dağılmadan kısa süre önce turnuvaya katılmaya hak kazanmıştı. Takım turnuvaya BDT adı altında turnuvaya katıldı. BDT, Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Ermenistan, Moldova ve Tacikistan ülkelerini temsil ediyordu. Bağımsız Devletler Topluluğu'nun içinde yer almayan 5 cumhuriyet ise futbolcularını göndermedi. Bu ülkeler Azerbaycan, Estonya, Gürcistan, Litvanya ve Letonya'ydı. Yugoslavya turnuvaya katılmaya hak kazandı ama Yugoslavya’nın Dağılması nedeniyle diskalifiye edildi. Onun yerine çağrılan grup ikincisi Danimarka sürpriz biçimde şampiyon olmuştur. Ya da diğer bir tabirle tatilden gelerek şampiyon olmuştur. Turnuvanın resmi marşı Towe Jaarnek ve Peter Jöback tarafından yazılan "More Than a Game"'di. Turnuva, ülkenin bayrağı ile UEFA yazısının son kez logo olarak kullanıldığı ve kısaca "Euro" adı verilmeden, "Avrupa Futbol Şampiyonası" adıyla oynanan son turnuvadır. Ayrıca futbolcu isimlerinin formanın arkasına yazıldığı ilk büyük futbol yarışmasıdır. 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası, 8-30 Haziran 1996 tarihleri arasında İngiltere'de düzenlenmiştir. Turnuva toplam 8 şehirde oynanmış, oynanan 31 maçta toplam 64 gol atılmıştır. Turnuvanın final karşılaşmasında Çek Cumhuriyeti'ni 2-1 mağlup eden Almanya kazanmıştır. 2000 Avrupa Futbol Şampiyonası , 10 Haziran-2 Temmuz 2000 tarihlerinde Hollanda ve Belçika'nın ortaklığı ile düzenlenmiş olan futbol turnuvasıdır. Finalde Fransa ve İtalya karşılaşmış uzatma dakikalarında bulduğu golle karşılaşmayı 2-1 kazanan Fransa şampiyon olmuştur. 2004 Avrupa Futbol Şampiyonası, 12 Haziran ile 4 Temmuz 2004 tarihleri arasında Portekiz'de düzenlenen futbol turnuvasıdır. Organizasyon tarihinde ilk kez açılış ve final maçları aynı takımlar arasında oynandı. Turnuvanın hatırda kalan özelliği neredeyse hiç şans verilmeyen Yunanistan'ın favorilerin formsuzluğundan da yararlanarak oynadığı savunma futboluna rağmen şampiyon olmasıdır. Aynı savunma taktiğiyle oynayıp finalde ev sahibi Portekiz'i 1-0'la geçen Yunanistan ilk şampiyonluğunu yaşadı. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası, Avusturya ve İsviçre'nin ev sahipliğinde, 7-29 Haziran 2008 tarihleri arasında düzenlendi. Finalde Almanya'yı 1-0 yenen İspanya şampiyon olarak tamamladı. Şampiyona kapsamında oynadığı tüm maçlardan galip ayrılan ispanya, 1984'te Fransa, 1996'da ise Almanya'nın ardından tüm maçları kazanan üçüncü takım oldu. İspanya, bu başarısı ile ilk kez 1964'te kazanmış olduğu kupayı, 44 yıl aradan sonra tekrar elde etti. Turnuvaya katılan 16 takım, dörder takımdan oluşan 4 grupta mücadele etti. Ev sahipleri Avusturya ve İsviçre turnuvaya eleme maçları oynamadan katıldı. Diğer 14 takım ise, 16 Ağustos 2006'da 21 Kasım 2007'ye kadar süren elemelerde yer aldı. Son turnuvanın şampiyonu Yunanistan ise oynadığı üç maçtan da mağlubiyetle ayrılarak takımlar arasındaki en kötü performansı sergiledi. Avusturya ve Polonya, tarihlerinde ilk kez bir Avrupa Futbol Şampiyonası'na katıldı. Şampiyonayı kazanan takım olan İspanya, 2009 yılında Güney Afrika Cumhuriyeti'nde düzenlenen FIFA Konfederasyonlar Kupası'nda Avrupa'yı temsil etti. 2012 Avrupa Futbol Şampiyonası, UEFA tarafından organize edilen ve millî futbol takımlarının katıldığı 14. Avrupa Futbol Şampiyonası. Ukrayna ve Polonya'nın ortak ev sahibi olduğu turnuva 8 Haziran ve 1 Temmuz 2012 tarihleri arasında düzenlenmiştir. Turnuvayı düzenleyecek ülkeler oylama sistemi ile 2007 yılında UEFA İcra Komitesi tarafından seçilmiştir. Bu şampiyona 1996'dan beri düzenlenen on altı takım formatlı şampiyonalar arasında maç başına (46.481) ve toplamda (1.440.896) en fazla biletli seyircinin izlediği şampiyona olmuştur. Turnuvaya katılacak olan takımlar Ağustos 2010 ile Ekim 2011 arasında yapılan eleme maçları sonucunda belli olmuştur. Ayrıca bu turnuva on altı ülkenin katıldığı son Avrupa Futbol Şampiyonası'dır. Bir sonraki şampiyona olan 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'na yirmidört ülke katılım sağlayacaktır. Şampiyona her iki ülkeden dörder tane olmak üzere sekiz stadyumda düzenlenmiş ve bu stadyumların beş tanesi bu turnuva için inşa edilmiştir. Ayrıca UEFA'nın talebi üzerine bu stadyumların etrafındaki otoyollar ve demiryollarında altyapı çalışmaları yapılmış, konaklayacak mekanlarda iyileştirmeler yapılmıştır. Şampiyonanın ev sahipleri Ukrayna ve Polonya millî futbol takımları gruptan çıkamayarak 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'nın ev sahipleri Avusturya ve İsviçre'den sonra çeyrek final aşamasını göremeyen ikinci Avrupa Futbol Şampiyonası ev sahipleri olmuşlardır. Turnuvanın final maçı Ukrayna'nın başkenti Kiev'de bulunan Olimpiyat Stadyumu'nda oynanmıştır. Son şampiyon İspanya ile İtalya'nın karşılaştığı finalde İspanyollar İtalyanları 4-0 mağlup ederek unvanlarını korumuştur. 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası ve 2010 FIFA Dünya Kupası'nın da şampiyonu olan İspanya bu turnuvayı da kazanarak üst üste üç büyük turnuvayı kazanan tek takım unvanını da elde etmiştir. Turnuva şampiyonuna verilen 2013 FIFA Konfederasyonlar Kupası'na direkt katılım hakkı ise İspanya'nın FIFA Dünya Kupası şampiyonluğu nedeniyle zaten katılım hakkı olması dolayısıyla finalist İtalya'ya verilmiştir. Fransa'da düzenlenen 2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'yla birlikte turnuvada mücadele eden takım sayısı 24'e çıkarılmıştır. Candace Bushnell Candace Bushnell, (d. 1 Aralık 1959), ABD'li yazar. Sex and the City adlı televizyon dizisinin esin kaynağı olan aynı adlı kitabın yazarıdır. 1 Aralık 1959 Glastonbury, Connecticut`da dünyaya geldi. 1970`lerin sonunda Rice Üniversitesindeki eğitimini yarım bıraktı. New York Observer`da köşe yazmaya başladı. 1994 yılında yine New York Observer`da daha sonra yazacağı kitaba esin kaynaklığı yapacak olan ``Sex and the City`` köşesini yazmaya başladı. Köşesinde, kendisinin ve üç arkadaşının ilişkilerinden bahsetti. Sex and the City dizindeki Carrie Bradshaw karakterinin yazarın kendisi olduğu düşünülmektedir. Johann Mattheson Johann Mattheson (28 Eylül 1681 - 17 Nisan 1764), Alman besteci, teorisyen ve sözlükbilimcidir. İlk profesyonel müzik eleştirmeni olarak tanınmıştır. Zengin bir vergi tahsildarının oğlu olan Mattheson, 6 yaşından itibaren klavyeli çalgılar, keman ve kompozisyon dersleri aldı; 9 yaşında beste yapmaya başladı. 15 yaşında kadın rollerinde oynamak üzere soprano olarak Hamburg Operası'na girdi. Sesi kalınlaştıktan sonra tenor olarak operada kaldı. 1703'te Hamburg'da besteci Handel ile tanıştı. Aynı yıl ikisi de Lübeck kentine giderek emekli olan Dietrich Buxtehude'in yerine orgcu olmak için talip oldu. Ancak her ikisi de, görevi alabilmek için Buxtehude'nin kızı ile evlenme şartını öğrenince bu işten vazgeçti, derhal Hamburg'a geri döndü. Mattheson ve Handel, 1704'teki bir tartışma yüzünden ilişkilerine ara verene kadar çok yakın arkadaştı. Mattheson'un bestelediği Kleopetra Operası'nın provası sırasında eserin nasıl icra edilmesi gerektiğine dair tartışmaları sonucunda Mattheson neredeyse Handel'i kılıcıyla öldürüyordu. Sonradan barıştılar. 1704'te Hamburg'daki İngiliz büyükelçisinin oğlu Cyrill Wich'in özel öğretmeni o
ldu ve daha sonra babası büyükelçi John Wich'in özel sekreteri oldu. Bach ile olan tartışmalarının temelinde bu kıymetli özel öğrenciyi Mattheson'un Handel'den çaldığı iddiası olduğu söylenir. Mattheson, diplomatik görevini 1715'te Cyrill Wich, babasının yerine büyükelçi oluncaya kadar sürdürdü. 1709'da bir İngiliz rahibin kızı olan Catherine Jennings ile evlendi. 1715 yılında Hamburg Katedrali'nin müzik direktörü oldu. 1719'da işitme duyusunu yitirdi ve 1728'de sağırlığı nedeniyle görevini bıraktı. Mattheson, artık müzik icra edemediği için kitap yazmaya yöneldi ve çok sayıda kitap yazdı. Bunlardan bir tanesi, Bach'tan bahseden ilk yazılı eserdir. En önemli kitabı Der vollkommene Capellmeister'dir. Grundlage einer Ehren-Pforte adlı eserinde 149 bestecinin hayatını incelemiştir. Yazdıkları, döneminin müzik dünyasını anlamak için en önemli kaynak olmuştur. Mattheson, 1730'lara kadar verimli bir besteci idi. Özellikle dinsel müzikler ve operalar besteledi ancak eserlerinin çoğu II. Dünya Savaşı sırasında ortadan kayboldu. Yıllar sonra el yazmalarının Hamburg bombalanmadan önce Devlet Kütüphanesi'nden Dresden'deki güvenli bir yere taşındığı, Rus askerler tarafından oradan alınıp St. Petersburg'a götürüldüğü ve savaş sonrasında Mattheson ve J.S. Bach'ın eserlerine meraklı bir Ermeni akademisyen tarafından Erivan'a getirildiği ortaya çıktı. 1998'de 4 operası ve orotoryolarının çoğu Almanya'ya iade edildi. El yazmaları günümüzde Hamburg'da korunmaktadır. 3. Lig 3. Lig Türkiye'deki profesyonel ligler içerisinde 4. kademede ve en altta bulunan ligdir. 1967'de başlayan 3. Lig, 1980-1984 yılları arasında uygulamadan kaldırıldı. 2001'e kadar 3. kademe olarak kalan lig, aynı yıl 2. Lig'in kurulmasıyla 4. kademeye dönüşmüştür. Organizasyonun oluşumu 2. Lig'den düşen 6 takım ile BAL'dan gelen toplam 9 takım ve 3. Ligi'nde oynayan 54 takım ile gerçekleşir. Ve her sene 3. Lig'den kendi gruplarını 16,17,18. sırada bitiren 9 takım da BAL'e düşer. Gayaneh Gayane Aram Haçaturyan'ın 1942'de bestelediği ünlü Kılıç Dansı içeren 4 perde ve 7 sahnelik balesi. Librettosu Derzhavin'e Anisimova'na aittir. Jean Renoir Jean Renoir (15 Eylül 1894 - 12 Şubat 1979), Fransız film yönetmeni, sinema oyuncusu ve yazar. Empresyonist ressam Pierre-Auguste Renoir'in oğludur. Renoir, 15 Eylül 1894'te, Paris, Fransa'da, Empresyonist ressam Pierre-Auguste Renoir'in ikinci oğlu olarak doğdu. 1913 yılında d'Aixen-Provence Üniversitesi'nde felsefe ve matematik eğitimini tamamlayıp, önce süvari, sonra da Fransız hava kuvvetleri mensubu olarak orduya katıldı. II. Dünya Savaşı' ndan sonra terhis olunca, çömlekçi ve seramikçi olarak çalıştı. 1920 yılında babasının kızıl saçlı güzel modeli Andrée Madeleine Heuschling ile evlendi ve 1924'te sinema için çömlekçiliği terk etti. Jean babasından miras kalan parayla, finans ettiği ilk film olan Catherine'de oynadıktan sonra Catherine Hessling adını alan karısının beyaz perde kariyerini başlatabilmek için kendi bağımsız yapım şirketini kurdu. Catherine'in setinde edindiği bölük pölçük bilgiler, babasından miras kalan sanat sezgisi ve filmlerin hele 'de Von Stroheim'in defalarca izlediği gibi Foolish Wives'ın (1922) etkisiyle donanmış olan Renoir, ertesi yıl baş rolünde karısı Catherine'in oynadığı ilk la fille d'eau'yu çevirmeye girişti. Filmin lirik nehir kıyısı görüntüleri, meslek hayatı boyunca sürekli ortaya çıkacak olan neredeyse panteist doğa duygusunun habercisi oldu. Aslında Renoir'in sessiz filmlerinin çeşitliliği daha sonraki yapıtlarının bazı özelliklerinin habercisiydi:'Nana' daki Zolavari kasvetli gerçekçilik, 'Sur un air de Charleston'un tuhaf fantezisi, 'La petite marchande d'alumattes'in dramatik dokunaklığı, 'Le tournoi dans la cite"deki tarihi törensi hava ve büyük bir kadronun ustaca kullanımı. Ancak Renoir'in, bütün bu çeşitli elemanları tutarlı ve özgün bir bütün halinde bir senteze kovuşturarak gerçek olgunluğa erişmesi, sesin sinemaya gelişiyle oldu. Bir Feydeu farsı olan 'On purge bébé'yi beyaz perdeye uyarladıktan sonra, özellikle otantik mekan çekimleri ve müthiş stüdyo atmosferi ile dikkat çeken iki nefis gerilim filmi yaptı:'La chienne' ve 'La nutti du carrefour'. Sonra da 1930'lu yıllarda gerçekleştirdiği birkaç başyapıttan ilki olan 'Boudu sauv" des eaux'yu yönetti. Yeni gerçekçiliğin habercisi olan, gerçek mekanda çekilmiş gerilim filmi 'Toni' ile; açgözlü şehvet düşkünü bir yayımcının yanında çalışanlar tarafından katledilmesi üzeriner genelde kolektif eyleme, özelde de solcu Halk Cephesi'ne selamlar gönderen sıradışı komik bir fantezi olan 'Le crime de Monsieur Lange'ı yaptı. Aslında Renoir'in 1930'lu yıllarda çektiği filmlerden çoğu siyasal konular üzerinedir: 'La vie nast a nous' ve 'la Marshillaise' Komünist Partisi ve sendikal örgüt için yapılmıştır. Lirik bir güzelliğe sahip asla tamamlanamamış 'Une partie de camğagne'de isei sınıf farklılıkları bir aşkı ortadan kaldırır. 'le bété humaine'de öldürücü romantik her psikolojik köşesini, zaaf ve tutkunun da aynı derecede bilincinde olarak işler. Ancak filminde en iyisi, kırda bir şatoda hafta sonu geçiren, yozlaşmış yüksek bir burjuvazinin romantik entirikalarının haritasını çıkaran, son derece dokunaklı ve karmaşık bir fars olan 'le régre du jeu'dür. Esnek, yarı doğaçlamacı çekim yöntemleri başka hiçbir filmde olmadığı girift olay örgüsüne ve karakterlere belgesel bir tat vererek, dolaysız bir zaman ve makan duygusuna ulaştığı bu film, aynı zamanda yönetmenin, yaşamın nasıl olup da bir tiyatro biçimine dönüşebileceğine ilişkin büyük meditasyonlarından ilkidir. Renoir, 1939 yazında sinema okulu Centro Sperimentale'de ders vermek ve Pucini'nin operası 'la Yosca'yı Luchino Visconti asistanlığında yönetmek için bir davet aldı. Film renoir'in ekibiyle başladı ama, 10 Haziran 1940'ta İtalya, Fransa'ya karşı Hitler saflarınca savaşa katılınca, solcu siyasi görüşleri yüzünden Nazilerin imha listesinde yer alan Renoir, Robert Flaherty'nin yardımıyla Amerika Birleşik Devletleri'ne irtica etmek zorunda kaldığı için, başkaları tarafından tamamlandı. Orada çeşitli stüdyolara çalışarak, birbiri ardınca süratle filmler çekti. 'Swamp Water' ve 'The Southerner' (Teksaslı bir çiftçi ailesinin yoksulluk, kıskanç komşular ve düşman bir doğaya karşı kendi topraklarını işletme çabalarının yalın öyküsü) temelde mekanda çekilmiş gerçekçi yapıtlarken, Renoir diğer Amerikan filmlerinin stüdyo olanaklarından, gerçeklikten süzülmüş yapay, fantastik bir dünya yaratmak için yararlandı:'The Diary of a Chambermaid' (yer, yer 'La régle du jeu'yü hatırlatan garip bir komedi), ve 'Woman on the Beach' (karanlık bir atmosferi olan bir melodram), yönetmenin insan ilişkileri üzerine gitgide daha soyutlaşan formalize bir düşünceye ilerlediğini gösterir. Hindistan'da yaptığı 'The River', gerçek mekanda çekildi, ve dramatik doruk noktalarından yoksun öyküsüyle -bir İngiliz ailesinin ölüm, doğum, ve ergenlikten yetişkinleğe geçişin yol açtığı hayal kırıklıkları üzerine deneyimler- kurgusaldan çok belgeseli hatırlatan sekansları olduğu halde, bu yönde bir daha atar. Filmin alabildiğine şiirsel sükuneti, yaşamın sonu olmayan bir dere, bireysel trajedileri aşan bir doğurganlık çevrimi olduğunu yansıtır. Renoir'in ilk renkli filmi olan 'The River'ı diğerlerinden ayıran ışıklı doğal renkler, 'La carosse d'or', 'French Cancan' ve 'Eléna et les hommes' da yerlerinin, yaşamı tiyatrodan ayıran hatları bulanıklaştırmak üzere tasarlanmış ressam işi palete bıraktılar. Birinci Peru'daki bir commedia dell'arte kumpanyası üzerine, ikinci babasını yaşadığı 1890'lı yılların Paris'inde, ve üçüncüsü ise on yıl önce aynı kentte geçen bu üç filmde de, kadın kahraman finalde yalnızca birkaç aşığının birini seçmek değil, aynı zamanda umutlar ve gerçeklik arasında da bir tercih yapmak zorunda kalır. Ekvador millî futbol takımı Ekvador millî futbol takımı, Ekvador'u ulusal karşılaşmalarda temsil eden futbol takımıdır. Geçmişte çok zayıf bir takım olan Ekvador millî takımı son zamanlarda atağa geçti. 2002 FIFA Dünya Kupası'na katılma şansını yakalayarak tarihinde bir ilki gerçekleştiren Ekvador, 2006 FIFA Dünya Kupası'na da katılmayı ve gruptan çıkmayı başaran Ekvador, 2. Tur'da İngiltere millî futbol takımına 1-0 mağlup olarak kupaya veda etti. 1950 yılından itibaren Güney Amerika Dünya Kupası elemelerine katılmaya başlayan Ekvador millî futbol takımı, elemelerde sadece 2 kez başarılı olabildi. 2002 ve 2006 yıllarında Dünya Kupası'na katılma başarısı gösterdi. Bu arenaya ilk katılımları olan 2002 FIFA Dünya Kupası'nda, Meksika, İtalya ve Hırvatistan'la birlikte G Grubu'nda mücadele eden Güney Amerika temsilcisi, İtalya'ya 2-0, Meksika'ya 2-1 mağlup olurken, Hırvatistan'ı 1-0 mağlup ederek Dünya Kupası tarihindeki ilk galibiyetlerini almayı başardı, ancak bu galibiyet grubu sonuncu bitirmesine engel olamadı. 2006 yılında ise Almanya'ya gitmeye hak kazanan Ekvador, ev sahibi Almanya, Polonya ve Kosta Rika ile A Grubu'nda yer aldı. Grubun ilk maçında Polonya'yı Tenorio ve Delgado'nun golleriyle mağlup eden sarı lacivertliler, ikinci maçında Kosta Rika karşısında 3-0 kazanarak, turnuvaya iyi bir başlangıç yaptı. Grubun son maçında, Almanya karşısında pek de varlık gösteremeyip 3-0 mağlup olsa da, ev sahibinin arkasında grubu ikinci sırada tamamlayarak bir üst tura çıkma başarısını gösterdi. Son 16'da İngiltere ile eşleşen ve iyi de bir maç çıkaran Ekvador, 60. dakikada Beckham'ın golüne engel olamadı ve mücadeleden 1-0 mağlup ayrılarak, turnuvaya veda etti. Aşağıdaki 23 oyuncu 2018 FIFA Dünya Kupası eleme grubu maçları için çağrıldı: Tony Curran Tony Curran; (d. 13 Aralık 1969; Glasgow, İskoçya), İskoç aktör. Glasgow'un bilinen R.S.A.M.D. okulu'ndan mezun olmustur. Tony, kızıl saçlı ve mavi gözlüdür. Aktör küçüklüğünden beri aktör olmak istedigini dile getiriyormuş: "Bana çok kücükken sormuslar, Ne olmak istiyorsun? Ben de Actor deyince soran kişi hayretler icinde kalmıs." Şimdiye kadar bazı büyük yapımlarda yer alan Tony, şaşırtıcı bir sekilde çoğunlukla BBC
'nin eski This life serisindeki küçük rolünün hatırlandığını söylüyor. Belki de bu rolünde bir eşcinsel tesisatçıyı oynadığından kaynaklandığını söylüyor. Alan Moore'un LXG, filminde görünmez adamı oynamak için kendisinden mavi ve sıkı bir elbise giymesini istemişler. Tek üzüntüsünün (elbise hakkında) ise elbisenin mavi yerine yeşil olmamasi idi. Koyu bir Celtic FC taraftarı olan Tony, bunu dile getirmişti. Uruguay millî futbol takımı Uruguay millî futbol takımı, Uruguay'ı uluslararası karşılaşmalarda temsil eder. Uruguay millî takımı 1930'da düzenlenen ilk FIFA Dünya Kupası'nı kazanma başarısı göstermiştir. 1950'de bu mutluluğu ikinci kez yaşayan Uruguay şu anda eski günlerinden uzaktadır. 2010 FIFA Dünya Kupası'nda dördüncülük elde etmiştir. Son olarak Uruguay millî takımı, 43.'sü Arjantin'de düzenlenen 2011 Copa America Şampiyonluğu'yla birlikte kupa sayısını 15'e yükseltmiştir. Uruguay dünyadaki en önemli ve başarılı 5. ulusal futbol takımıdır. 2 FIFA Dünya Kupası şampiyonluğu, 3 yarı finali ve 1924 ve 1928 senelerinde de iki Olimpiyat Altın Madalyası bunun en önemli sebepleridir. Uruguay 1930 senesinde ilk kez Dünya Kupası organize eden ve bu tarihte kupayı havaya kaldıran ülke olması itibarıyla futbol tarihinde önemli bir yere sahiptir. Ancak, 20. yüzyılın son yarısında futbolda büyük bir düşüşe geçmiş ve dünya futbolunun önemli güçlerinden biri olma özelliğini yitirmiştir. 2006 yılından itibaren kaptanlığını West Bromwich Albion'da forma giyen Diego Lugano yapmaktadır. Takım Gök Mavililer anlamına gelen Celeste lakabıyla anılır. 2002 ve 2006 FIFA Dünya Kupası'na katılabilmek için baraj maçları oynamak durumunda kalan Uruguay, ilk defasında Avustralya'yı elemeyi başardıysa da, ikincisinde aynı ülkeye penaltılar neticesinde boyun eğmişti. 2010 FIFA Dünya Kupası Güney Amerika eleme grubunda 5. sırada yer alarak üst üste üçüncü kez baraj maçlarına kalan Uruguay, bu defa Kuzey Amerika 4.sü Kosta Rika ile eşleşti. Uruguay, ilk maçta deplasmanda elde ettiği 1-0'lık galibiyetin sağladığı avantajla, evinde oynadığı 2. maçta da 1-1 berabere kalarak Güney Afrika yolculuğuna hak kazandı. Şampiyon İkincilik Üçüncülük Dördüncülük Uruguay'ın 2018 FIFA Dünya Kupası için 2 Haziran 2018 tarihinde açıkladığı kadro. Gianluigi Buffon Gianluigi "Gigi" Buffon (d. 28 Ocak 1978, Carrara, İtalya), İtalya millî takımında görev yapan İtalyan kaleci. Buffon, Pelé'nin yaşayan en iyi 125 futbolcu listesine girmiştir. Buffon 1991 yılında Parma altyapısında kalecilik kariyerine başladı. 19 Kasım 1995'de daha 17 yaşındayken Serie A'daki ilk maçına Milan karşısında çıktı ve maç 0-0 berabere bitti. Aynı sezon a takımda 8 maçta daha oynadı. 1996'da ikinci sezonunda tüm maçlarda oynadı. Kulüpteki dördüncü sezonunda UEFA Kupası'nı aldılar. 2001 yaz transfer sezonunda Juventus 32.6 milyon £ gözden çıkararak Buffon'u transfer etti. Ayrıca bu fiyatla en pahalı kaleci unvanını aldı. Buffon 2001 yazında Parma'dan Juventus'a geçti. Juventus'taki ilk sezonunda, Buffon 45 resmî maçta ilk 11'de oynadı ve şampiyonlukta katkısı oldu. 2003'te, UEFA tarafından "En değerli oyuncu" ve "En iyi kaleci" ödüllerini aldı. Ayrıca Mart 2004'te Pelé tarafından yaşayan en iyi 125 futbolcu listesinde yer buldu. Kulüpteki üçüncü sezonunda, Buffon 38 maçta ilk 11'de görev aldı ve dördüncü sezonunda 48 maçta oynadı. Ağustos 2005'te, Milan maçında, Buffon topu kaybeden Kaká ile çarpıştı ve omzu çıktı. Başarılı bir operasyondan sonra Kasım'da sahalara döndü ama bir maçta oynadıktan sonra başka bir sakatlık geçirerek Ocak ayına kadar oynayamadı. Buffon'un sakatlığında kaleci Christian Abbiati transfer edildi. 2006'da "Calciopoli" skandalı yüzünden Juventus zor günler geçirdi ve Buffon ile beraber diğer yıldız oyuncularını da satışa çıkarmak zorunda kaldı. Ancak, Buffon hiçbir teklifi kabul etmedi ve Juventus'un küme düşürülmesine rağmen takımda kalmak istedi. Serie B'de oynamayı kabul etti. Juventus Serie B'yi birincilikle bitirdi ve Serie A'ya geri döndü. Buffon kulüple olan sözleşmesini 2012'ye kadar uzattı. Buffon 2007-08 sezonunda en iyi sezonunu geçirdi. Juventus lige geri döndüğü sezon üçüncü oldu ve UEFA Şampiyonlar Ligi ön elemelerine katıldı. 2008-09 sezonunda birkaç kez sırtından ve kasıklarından sakatlık geçirdi. Eylül'den Ocak ayına kadar Juventus'un yedek kalecisi Alexander Manninger görev yaptı. Ligde 2010-11 sezonunun ilk yarısında sakatlığı yüzünden oynayamadı. İyileştikten sonra eski formuna tekrar kavuştu. Buffon millî takımdaki ilk maçına 29 Ekim 1997'de çıktı. As kaleci Gianluca Pagliuca'nın sakatlanmasıyla 1998 FIFA Dünya Kupası elemelerinde Moskova'daki Rusya maçında forma şansı buldu. 1998 Dünya Kupası'nda çeyrek finale kadar geldiler ama finallerde kaleye Pagliuca geçti. Buffon Dünya Kupası sonrasında birinci kaleciliğe yükseldi ve Euro 2000'de birinci kaleci olarak kadroya dahil oldu ama turnuvadan sadece birkaç gün önce Norveç ile yapılan maçta eli kırıldı. Onun yerine Francesco Toldo kadroya alındı. Buffon 2002 Dünya Kupası ve Euro 2004'de oynayabildi. 2006 Dünya Kupası finalleri boyunca Buffon sadece iki gol yedi ve 453 dakika gol yemedi. O golleri ise takım arkadaşı Cristian Zaccardo kendi kalesine attı ve finalde Zinedine Zidane penaltıdan attı. Fransa ile yapılan final maçı uzaltmalarla beraber 1-1 bitince penaltılara kaldı. David Trezeguet'nin şutu direkten döndü ve İtalya'ya kupayı getiren golü Fabio Grosso attı. Buffon turnuvanın sonunda Yaşin Ödülü'nü aldı. Buffon 2006 FIFA Dünya Kupası'nda beş penaltı kurtararak rekor kırdı. Buffon, Fabio Cannavaro'nun sakatlanmasıyla Euro 2008'de kaptanlık görevini üstlendi. 13 Haziran'daki Romanya maçında Adrian Mutu'nun penaltısını kurtardı ve maç 1-1 bitti. İtalya'nın gruptan çıkma umutları devam etti. Fransa maçında hiç gol yemedi ve çeyrek finale yükseldiler. İspanya ile yapılan çeyrek final maçı penaltılara kaldı. Ama Buffon bir penaltı kurtarmasına rağmen 4-2 İspanya kazandı. 2010 FIFA Dünya Kupası'nda, Paraguay maçında Buffon'un siyatik sinir ile ilgili sorunları vardı ve devre arasında oyundan çıkmak zorunda kaldı. Maç 1-1 berabere bitti. Cannavaro'nun millî takımı bırakmasıyla Buffon, millî takımın kaptanı oldu. Gianluigi Buffon atletik bir ailenin çocuğu olarak doğdu: annesi, Maria Stella, bir disk atıcı; babası Adriano halterci; iki kız kardeşi Veronica ile Guendalina voleybol oyuncusu ve amcası Dante Masocco bir basketbol oyuncusuydu. Kaleci Lorenzo Buffon ise Gianluigi'nin dedesinin kuzeniydi. Buffon, Çek manken Alena Šeredová ile evlidir ve iki oğulları var; Louis Thomas (d. 28 Aralık 2007) ve David Lee (d. 31 Ekim 2009). İlk çocuklarının adını Thomas N'Kono'dan almıştır. "11 Eylül 2011'e kadar" "9 Eylül 2011'e kadar" !Total||157||0 Hoare Gölü Hoare Gölü,() Antarktika 'nın güneyinde, Viktorialand'da, yaklaşık üçbuçuk kilometre uzunluğunda bir göl.Taylor vadisi'nde, Tschad Gölü ve Kanada Buzulu arasında, 77°38' güney paraleli ile 162°51' doğu meridyeni aralığında bulunur. Göl tüm yıl boyunca buz ile örtülü olup, buzun kalınlığı ortalama dört metreyi bulur. Göl, 1963 ile 1964 yılları arasında bölgeyi ziyaret eden, Yeni Zelanda Victoria University of Wellington tarafından, sekizinci Antarktika bilimsel gezisinde fizikçi R. A. Hoare ismi adlandırılmıştır. Hoare, Victoria University'nin bazu gezilerinin üyesi olup, "Taylor", "Wright" ve "Viktoria" vadilerindeki gölleri araştırmıştır. Bulgaristan bayrağı Bulgaristan bayrağı ( - Zname na Blgariya), sırayla beyaz, yeşil ve kırmızı renkli üç eşit kalınlıkta çizgiden oluşur. Bulgaristan Cumhuriyeti'nin resmi bayrağıdır. Beyaz barışı, yeşil doğayı temsil etmektedir. Kırmızı Bağımsızlık sırasında dökülen asker kanlarını temsil etmektedir. İlk halinde, 19. yüzyıldaki Panislavizm etkisiyle panislavik renkler kullanılmıştı. Ortadaki şerit mavi renkte idi ve bayrak Rusya bayrağına benzemekteydi. 1878'de Osmanlı Devleti'nde özerkliğini kazandıktan sonra, ülkenin bir tarım ülkesi olarak öne çıkmasını temsilen orta şerit yeşil olarak değiştirildi. 1989'da, eskiden bayrağın üst köşesinde bulunan devlet nişanı kaldırıldı. Nişanda, şahlanmış bir arslan, iki tarafında başaklar, beş köşeli bir yıldız, ve ilk Bulgar Prensliğinin ilan edildiği yıl olan 681 yazısı ile Komünist Parti'nin iktidara geldiği yıl olan 1944 yazısı bulunuyordu. Denklem Denklem, iki niceliğin eşitliğini gösteren bağıntıdır. Araya (=) işareti konularak ifade edilir. Denklemlerde eşitlik değişkenin belirli değerleri için sağlanır. Değişkenlerin her değeri için geçerli olan eşitliklere "özdeşlik" denir. (x+y)²= x²+2xy+y² özdeşlik, x²-3x+2=0 ise bir denklemdir. Denklemlerde değişkenlerin en büyük kuvveti denklemin derecesini gösterir. Her terimin derecesi aynı olan denklemlere "homojen denklem" denir. Kamçı (biyoloji) Kamçı, Flagella ya da Flagellum , ince, uzun ve iplik benzeri organeller olup hücrelerin yüzeyinden çıkar, hareket ve beslenmede kullanılır. Aynı zamanda akıcı madde ve tanecik nakline yararlar. "(Bilimsel adı "flagellum)" Kamçı, pek çok tekhücreli organizmanın ve bazı çokhücreli organizmanın, etrafta hareket edebilmesini sağlayan bir organeldir. Kamçıların üç farklı üst alem için üç farklı yapısı bulunabilir. Bakteriyel kamçılar; vida gibi hareket edebilen helezon telciklerdir. Archeae (eski bakteri) kamçıları, bakteriyel kamçılara benzer gibi gözükseler de pek çok detayları göz önünde tutulduğunda bu iki kamçı türü birbirinden faklıdır; ve birbirleriyle homolog organel olmadıkları kabul edilir (yani görevleri birbirine benzese bile, kökenleri ve ortaya çıkış biçimleri farklıdır). Ökaryot kamçılar da (hayvan, bitki ve protist hücrelerin sahip olduğu), kompleks yapıya sahip, koruma amaçlı olarak ileri-geri kamçılama yeteneğine sahip organellerdir. Bazen bunların diğer kamçılardan farkını vurgulamak için sil adı da verilir. İçinde örümcekgillerin de bulunduğu Chelicerata altşubesinde kamçılar, segmentlerine ayrılmamış olan çok eklemli yapılardır. Arachnida sınıfının uropygid, palpigrade ve schizomida adlı t
akımlarında bulunurlar. Schizomida takımındaki erkek bireylerin kamçıları oldukça karmaşık bir morfolojik yapıya sahiptirler ve genellikle taksonomi hareketinde kullanılırlar. Bakteriyel kamçının yapısını, proteinden oluşmuş olan flagellin oluşturur ve yaklaşık olarak 20 nanometre kalınlığındaki içi boş bir tüp halindedir. Sarmaldır ve hücre zarının dışında, "kanca" adı verilen eğik bir kısmı bulunur; bu kanca sayesinde sarmalını hücreden dışarı herhangi bir noktaya yönlendirebilir. Denklem (kimya) Kimyasal denklem, kimyasal bir reaksiyonun kantitatif (nicel) görünüşünü, sembollerle gösterme şeklidir. Enerji ve kütlenin korunumunu gösteren bir kütle balansı veya bir eşitlik olarak tesis edilir. Denklemin sol tarafına, reaksiyona giren maddelerin formülleri, aralarında artı (+) işareti konularak yerleştirilir. Reaksiyona girenlerin meydana getirdiği ürünler bir okla (→) belirtilmiş olup, bunlar da keza formüllerle ve yine aralarında artı (+) işareti olarak gösterilirler: Eğer reaksiyon geri dönüşümlü (reversibl) ise çift ok kullanılır: Bazen formüllerden sonra aşağı veya yukarı yönde oklar konur. Birinci durum bir çökeltiyi, ikinci durum ise bir gazı gösterir: Enerji veya ısı alınıp veya veriliyorsa, denklemin sol veya sağ tarafına yazılır. Denklemde, matematiksel bir eşitlik sağlanması için, reaksiyona girenlerin ve çıkanların başında uygun katsayılar bulunur: Eğer denklem, ayrı halde iyonlar ihtiva ediyorsa yükler bakımından bir denklik bulunması da lazımdır: Güneş paneli Güneş paneli, üzerinde güneş enerjisini soğurmaya yarayan birçok güneş hücresi bulunduran bir enerji kaynağıdır. 6-30 panellik (1000 Watt) bir sistem, ihtiyaç olan yerlerde bir evin, 3000 watt'lık bir sistem ortalama bir binanın tüm elektrik ihtiyacını karşılayabilir. Endüstri uygulamaları veya elektrik santralleri için binlerce güneş panelinin kullanıldığı büyük sistemler kurulmaktadır. Bir güneş hücresinin performansı verimi ile ölçülür. Aldığı enerjinin yüzde kaçını kullanılabilir elektriğe dönüştürdüğü verimi belirler. Sadece belli dalga boylarındaki ışık elektriğe dönüştürülebilir, geri kalan büyük miktar hücreyi oluşturan madde tarafından ya emilmekte ya da yansıtılmaktadır. Paneller, mevsimlere bağlı olarak farklı açılarla güneşe doğru yönlendirilerek her mevsimde azami verim alınması mümkün olmaktadır. Güneş Enerji Santralleri temelde "fotovoltaik sistem" ve "termal sistem" olmak üzere iki türdedir. Fotovoltaik sistemde, güneşten gelen radrasyon, paneller vasıtası ile elektrik enerjisine çevrilir ve elde edilen DC elektrik inverter cihazı ile şebeke frekansına uygun AC elektriğe çevrilerek kullanıma uygun hale getirilir. Termal sistemlerde, özel aynalar vasıtası ile güneş ışınları belli bir noktaya iletilmekte, bu noktada bulunan yağ ya da su ısıtılmakta, ısıtılan sıvı ile termik sistemlerde olduğu gibi buhar basıncı vasıtası ile mekanik enerji kinetik enerjiye çevrilmektedir. Türkiye'de bulunan Güneş Enerji Santrallerinin toplam kurulu gücü 248,80 MW'dır (megawatt). Türkiye'de 271 adet güneş santrali bulunmaktadır (2014), toplam kurulu güç 241 MW'dir (megawatt elektrik gücü) ve yıllık elektrik üretimi 354 GWh'dir (gigawatt.saat). Lev Tolstoy Lev Nikolayeviç Tolstoy (Rusça Лев Никола́евич Толсто́й; 9 Eylül 1828 - 20 Kasım 1910), Rus yazar. Zengin bir ailenin çocuğu olarak Rusya'nın Tula şehrindeki Yasnaya Polyana adlı konakta doğdu. Çok küçük yaşlarında önce annesini, sonra babasını kaybetti, yakınlarının elinde büyüdü. Çocukluğundan beri gerçekleri incelemeye karşı büyük bir ilgisi vardı. . Fransızcasını ilerletmiş, Voltaire'i ve J. J. Rousseau'yu okumuş, bu iki yazarın kuvvetli etkisinde kalmıştı. Yasnaya-Polyana'ya döndü, yoksul köylüler arasına katıldı. İlk eseri olan "Çocukluğum"u bu sıralarda yazdı. Bir süre sonra orduya girdi; Kafkasya'ya gitti. Kafkas halkının yoksulluk dolu yaşayışlarını ele aldığı izlenimlerle ilk gerçekçi hikâyelerini yazdı. 1854'te Kırım savaşı'na subay olarak katıldı. Sonra askerlikten ayrılıp Petersburg'a gitti. Bir kısım eserlerini oldukça sakin geçirdiği o yıllarda yazdı. Yine de içinde, aradığını bulamayan bir ruh çalkalanıyordu. Batı Avrupa ülkelerinde uzun bir gezintiye çıktı. Almanya, Fransa ve İsviçre'de dolaştı. Yurduna dönüşünde yine Yasnaya-Polyana'ya yerleşti. Asalet ünvanlarından, lüksten sıkılıyordu. Köyünde bir okul kurdu. Bu okul, öğrenim ve eğitim bakımından yepyeni bir kurumdu. Huzura kavuştuğuna kanaat getirdikten sonra, 1862'de evlendi. Tolstoy evlendiğinde karısı Sophie Behrs 16 yaşında idi. Bu evlilik onun düzenli bir hayat özlemini giderecekti. Bu evlilikten 12 çocukları oldu; bu çocuklardan 5'i öldü. Eserlerinden en kuvvetli olan iki romanı "Savaş ve Barış" ile "Anna Karenina'yı" bu dönemde yazdı. Karısı, eserlerini yazmasında en büyük yardımcısıydı. Hatta "Savaş ve Barış"ın düzeltmelerini 12 kez yapıp yazmıştır. Aradan bir süre geçince yeniden, bu sefer eskilerden daha şiddetli bir moral çöküntüsüne uğradı. Geniş halk yığınlarının, özellikle Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu onu çok üzüyordu. Bütün servetini köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı. Kaba saba giyiniyor, giydiği her elbiseyi kendisi dikiyordu. Değişmeyen tek tarafı bıkıp usanmadan yazmasıydı. "Kroyçer Sonat", "Efendi ile Uşak", "Karanlıkların Gücü", "İman nedir", "İnciler", "Kilise ve Devlet", "İtiraflarım" hep bu yılların ürünleridir. Eserlerinde insanlığın çeşitli meselelerine değinen Tolstoy'un dünya ölçüsünde bir sanat ve fikir değeri vardır. Kendi ülkesinin toplumsal siyasal çalkantılarını, halkının yaradılışını, yaşayışını büyük bir ustalıkla yansıtmıştır. Gerçekçi edebiyatın en büyük temsilcilerinden olduğu kadar, bir filozof ve bir eğitimci olarak da ün kazanmıştı. Yukarıda sayılanların dışında "Diriliş", "Gençliğim", "Çocukluk", "Hacı Murat", "Ayaklanış", "Sergi Baba", "Tanrı Bizim İçimizdedir", "Kazaklar", "Tesadüf", "İki Süvari" gibi eserleri vardır. Tolstoy 82 yaşındayken, 1910 yılında öldü. Kış ortasında evini terk ettiğinde hasta düştükten sonra, Astapovo'da tren istasyonunda zatürre'den öldü. Polis, cenazesine katılmak isteyenlere ulaşımı sınırlandırmak için çalıştı, ama binlerce köylü cenazesinde sokakları doldurdular. 82 yaşında vefat eden Tolstoy birçok kez büyük sıkıntılar yaşamıştır. Marksizm'den etkilenerek oluşturduğu mülkiyet konusundaki radikal fikirleri nedeniyle bütün servetini köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı. Bu sebeple ailesiyle arası açıldı. Hıristiyan anarşizmini geliştirmeye çalıştığı "Tanrının Egemenliği İçinizdedir" kitabıyla yeni bir Hristiyanlık akımı tanımlaması, Ortodoks Kilisesi tarafından aforoz edilmesine sebep oldu. Tolstoy, ömrünün son yıllarını büsbütün derbeder bir şekilde geçirdikten sonra, bir küskünlük sonucunda, evini bırakıp yollara düştü. Astapovo tren istasyonunda ölü olarak bulundu. Ölümüne zatürrenin sebep olduğu bilinmektedir. Hayatı boyunca yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalıştı. Eserlerinde bunu eksiksiz olarak yansıtmayı hedef edinmiş en büyük Rus yazarlarından birisi olarak edebiyat ve dünya tarihindeki yerini aldı. Üveyik Üveyik ("Streptopelia turtur"), güvercingiller (Columbidae) familyasından eti için avlanan bir av kuşu türü. Bıldırcın gibi göçmen bir kuştur. Trakya'ya Nisandan itibaren gelirler, Eylülden itibaren de güneye göç ederler. Ayçiçeği tanesi ile beslenirler. Horn Burnu Horn Burnu ya da Boynuz Burnu (İng.: "Cape Horn", İspanyolca: "Cabo de Hornos"), 55° 58' 48" güney paraleli ve 67° 17' 21" batı meridyeninde bulunan ve Güney Amerika'nın en güney ucu kabul edilen burundur. Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus'u birbirinden ayırır. Burun ilk kez, 29 Ocak 1616'da, Hollandalı denizciler Willem Cornelisz Schouten ve Jakob Le Maire'in bir gezisi sırasında geçilmiştir. Macellan Boğazı'nın, sadece "Hollanda Doğu Hindistan Şirketi" gemilerince kullanılmasına izin verildiğinden (Schouten ve Le Maire'nin gemileri rakip "Hollanda-Avustralya Şirketi"'ne aitti), bu denizciler Büyük Okyanus'a yeni bir geçiş aramaktaydılar. Buruna Schouten'ın doğum yeri olan ve kuzey Hollanda'da bulunan Hoorn şehrinin adı verilmiştir. Horn Burnu, Ateş Toprakları Takımadası'nda Şili'ye ait kayalık ada Isla Hornos üzerinde olup, dolayısıyla kıta Amerika'sının en güney noktası değildir. Bu nokta 260 km daha kuzeydeki Brunswick yarımadasıdır. En güneydeki adalar ise aynı şekilde yine Şili'ye bağlı 100 km daha güneydeki Diego Ramirez Adalarıdır. Horn Burnu, Panama Kanalı'nın 1914 yılındaki inşasına kadar, yelkenli ticari gemiler için Atlantik'ten Büyük Okyanus'a geçerken tek alternatifti. Zira Magellan Boğazı, zorlu hava koşulları ve güçlü akıntıları nedeniyle sadece buharlı gemi geçişlerine imkân tanıyordu. Atlas Okyanusu Atlas Okyanusu veya Atlantik, Büyük Okyanus'tan sonraki en büyük ikinci okyanustur. Bir zamanlar tek parça olan ana kıtanın bölünmesiyle oluşmuştur. Avrupa ve Afrika'yı Amerika`dan ayırır. Yan denizleri ile birlikte (Akdeniz, Kuzey Denizi ve Baltık Denizi) alana sahiptir ve yeryüzünün beşte bir alanını kaplar. 3314 metre ortalama derinliği bulunan okyanusun en derin noktası Porto Riko Çukuru'dur. Ayrıca dünyanın en uzun okyanus sıradağı olan Orta Atlas Sırtı bu okyanusta bulunur. 106,400,000 kilometre kare alana sahiptir ve yeryüzünün beşte bir alanını kaplar. Atlas Okyanusuna Avrupa'dan Ren, Elbe; Afrika'dan Kongo ve Nijer; Amerika'dan ST. Lawrence, Mississippi, Orinaco, Amazon, Parana ve Uruguay nehirleri dökülür. Theodor W. Adorno Theodor W. Adorno (Theodor Ludwig Wiesengrund-Adorno), (d. 11 Eylül 1903, Frankfurt am Main - ö. 6 Ağustos 1969, Visp, Valais, İsviçre), Alman felsefeci, toplumbilimci, bestekâr ve müzikbilimci. Adorno, sosyoloji ve felsefe profesörüydü. Aynı zamanda kompozitörlük de yapan bir müzikolog ve eleştirmendi. Düşüncelerinin ağırlık noktası toplumsal kritiğin bütününü oluşturduğundan bir toplum bilimci olarak da anılır. Nesnel olanın özdeşleşmesindeki "düşüncenin ilk ortaya çıkış formu" onun ideoloji kritiğinin diya
lektini temsil ederken aracı olmaya çalışarak paylaştığı görünen dolaysızlığın ki bütün aşamalarında yine kendine dağılan değişkenliği, doğru düzleminde aracısız olarak varlığını kabullenmeliydi. Sanki kendi içinde, mantık sınırlarını aşmadan gelinen felsefi bir kritik noktada istençle yoğrulmuş, geriye bakmadan objektif verilerle beslenerek sakinleştirici özellik taşıyan bir denemeyi, düşüncenin asıl çıktığı yerin dışına taşırmak gibi. Bir filozof ve toplum bilimci olarak Adorno'nun, Institut für Sozialforschung (Sosyal Araştırmalar Enstitüsü Frankfurt Okulu) 1950'lerdeki totaliter antisemitizm ve üniversite öğrenci hareketinin kültürel kimliği ve kritiği bağlamında bütün nesnelliğinde objektifleştrmeye çalıştığı "Vatandaşlığın körleşen birlikteliği"ndeki değerlendirmesi günümüzde önemini hâlâ yitirmemiş olması açısından önemlidir. Diyalektik der Aufklärung: Philosophische Fragmente (Aydınlanmanın Diyalektiği: Felsefi Fragmanlar), 1947, Max Horkheimer ile beraber yapılmış, kültür endüstrisi üzerine başlık taşır, Minima Moralia Reflexionen aus dem beschädigten Leben 1951 (Asgari Etik, hasar görmüş yaşamdan yansımalar), Ästhetische Theorie (Estetik Teorisi) 1970 posthum, Modern Müziğin Felsefesi 1949, Otoriter Kişilik, (Adorno yönetiminde bir çalışma grubu tarafından 1950'de hazırlanmıştır), Negative Dialektik (Negatif Diyalektik) 1966'da yayınlanmış başlıca eserleridir. Ailenin tek çocuğu olarak Adorno, şarap ticaretiyle uğraşan babası (Oscar Alexander Wiesengrund, 1870-1946) ve bir subay kızı olan annesi (Maria Barbara Calvelli-Adorno, 1865-1952) tarafından "Teddie" diye anılıyordu. Annesi Korsikalı bir İtalyan ailenin soyundan geliyordu ve Viyana Krallığı çatısı altında müzik uğraşısı vermiş bir şarkıcıdıydı. Babası daha sonra Protestan olan bir Yahudi soyundandı ve nihayetinde de Katolik olan Maria Barbara ile evlenmişti. Theodor Wiesengrund Adorno, Arthur Schopenhauer'in uzun yıllar yaşadığı aynı güzel manzaraya sahip olan caddede büyüdü, 9 numaralı evde dünyaya gelmişti, babası da 7 numaralı yerde şarap ticaretiyle uğraşıyordu. Adorno, Katolik olarak vaftiz edilmişti. Ama din dersi eğitmeninin entelektüel etkileşimiyle Protestan oldu. Babasının Yahudi soyundan gelmesinden kaynaklı daha sonra Gershom Scholem ile olan dostluğu sonraki yıllarda düşünsel rahatsızlıklarını ortaya çıkaracaktı. Annesi ve babasından aldığı çifte soyadını 1933'de "Wiesengrund-Adorno" şeklinde benimseyen Theodor Wiesengrund Adorno; aynı evde yaşayan piyanist, şarkıcı teyzesi Agathe Calvelli-Adorno'dan aldığı müzik dersleriyle piyano çalmayı öğrendi. Müzik, onların kültürel vatandaşlık kozmopolitiğinin senfonisine eşlik etti. Böylece annesi onu Richard Wagner'in Avrupa'da ses getiren Siegfried Operası'na dahil etmeyi başardı. Ve senfonik oda müziği literatüründe güvenilir bir şahsiyet olmasına olanak sağladı. Bu başarının arkasında yatan asıl neden elbette ki Theodor Wiesengrund Adorno'nun erken tespit edilen müzikal yeteneği idi. Günümüzde Freiherr-vom-Stein Gymnasium olarak anılan Kaiser-Wilhelm-Gymnasium (Kaiser-Wilhelm Lisesi - Frankfurt) okulunu 17 yaşında iki sınıf atlayıp en başarılı öğrenci sıfatını alarak bitirmiştir. Okulla birlikte Bernhard Sekles'ten kompozisyon üzerine dersler alan Adorno, 1923 yılında 14 yıllık arkadaşı Siegfried Kracauer ile beraber nihayet Kant'ın "Salt Anlayışın Kritiği"ni geride bırakarak artık kendi olmakla şunu söylüyordu: ""En sessiz olanında bile değil, abartmıyorum, her şeyi okutmanlarıma borçlu olduğumu söylesem Kant'ın yazdıklarında eksik kalacaktır."" Adorno'nun, bir toplum bilimci olarak geçmişindekilerinden farklı, yüksek bir yeteneğe sahip olduğu gerçekti. Kant'ın deneyimselliği ki müthiş bir hafızaya sahipti, Adorno'nun bütün bu mevcudiyette kitapları okumasına servet teşkil ediyordu. Çok hızlı bir şekilde Yunanca, Fransızca, göçmen İngilizcesi gibi yabancı dilleri öğreniyor, çatışkıları bu yeteneği sayesinde yeniyor, gerçekten yetenekleri olanlara da cesaret veriyor, biraz yeteneği olanlarınsa sabırsız olmalarına neden oluyor, başkalarının kıskançlığına maruz kalıyor ve yaptığı işin zorluğunu da kendisini anlamak isteyenlerin kapasitelerinin yetersiz kalmasında görebiliyordu. Bu yüksek yetenekleriyle okulda göz dolduran Adorno, okul öğrencilerinin kıskançlığı yüzünden antisemizm meselesine varır. Lisede olduğu zamanda bir grup öğrenci tarafından yapılan kışkırtıcı: ""...baban Abraham'a benden selam söyle Theodor!.."" şeklindeki söylemler giderek bir ölüm tehdidine değin uzar. Yaş itibarıyla belki de ne söylediklerini bile tam olarak kavrayamayan bu öğrenciler, Adorno'nun okula artık yalnız başına gidip gelmesine engel teşkil ediyordu ve ondan sonra da annesi veya teyzesi Adorno'ya okul yolunda eşlik etmeye başladılar. Adorno, bu yaşadıkları olumsuz hatıraları Minima Moralia adlı eserinde işlemiştir. 1921'de Frankfurt Üniversitesi'nde felsefe, müzikoloji, psikoloji ve sosyoloji öğrenimine başladı ve kendisinden beklenildiği gibi 1924 yılında Edmund Husserl üzerine çalıştığı tezini en üstün derecede verdi. İçeriğinde eğitmeni Hans Cornelius'un eğitmenlik ruhunu da işleyen bu tez, aynı zamanda öğrenim kurumlarının felsefesini de kapsıyordu. Ve bu daha sonraki yıllarda Adorno'nun asli düşüncelerinden uzaklaşacaktı. İtinasıyla hayatındaki en önemli düşünsel yoldaşları Max Horkheimer ve Walter Benjamin olacaktı. Adorno, henüz Frankfurt'da üniversite öğrencisi olduğu zamanda bir müzik eleştirmeni olarak birçok konuda yazıyı kaleme almıştır. 1924'de Alban Berg'in Wozzeck adlı operasını tanırken 1925'de Viyana'da bunun bir kompozisyon hâliyle tesirini irdeleyen tartışma atölyesini kuruyordu. Bir yandan da Eduard Steuermann ile piyanodaki kendi eksikliğini gidermeye uğraşıyordu. Steuermann üzerinden Arnold Schönberg ve Anton von Webern isimli ustalarla ile de diyaloğa girmeyi başarmıştı. Schönberg'in yenilikçi ahengi ve "on iki ton dizgesi" Adorno'nun müzik felsefesindeki belirleyici, asli unsurlar olmuştu. Aslında Schönberg, sosyal-felsefik anlamda müziğiyle kendine fazla yer edinememişti. Alman komponist Otto Klemperer'in Krolloper kültür kompleksindeki (Berlin) Opern-Pläne'siyle (Opera Planları) Adorno kendi tasarımsalını realize ediyordu. Nihayetinde önceleri dönemin önemli sanatçıları ve orkestralarınca icra edilen ve beğenilen ancak daha sonrasında giderek azalan şekilde yankı bulan müzik eserleri Adorno'da kısmen de olsa hâyâl kırıklığı yaratmıştır. Bu, onun akademik dünyaya, felsefe ve sosyoloji alanlarında yazmaya geri dönmesini bir anlamda tetiklemiştir. Fransız milli marşı için de çalışmalar yapan Adorno'nun eserleri sonraki yıllarda piyanist Maria Luisa Lopez-Vito tarafından 1981'den itibaren Palermo, Bozen, Berlin, Hamburg ve diğer bazı başka şehirlerde icra ediliyordu. 1945'ten önceki müzikle uğraşılarına rağmen Viyana'daki yaşantısı sırasında kayda aldığı kompozisyonlar, onun en derinlemesine çalıştığı zamana denk gelir. 1933'lerde ender olarak ama 1950'li yıllarda ise sıkça dinlenen bir komponist olarak tarihe geçer. Viyana yıllarında okumalarını Alban Berg ile ortaklaşa ziyaret ettiği Karl Kraus'dan etkilenmişti. Ayrıca "Theorie des Romans" (Romanın Teorisi) eseri üzerinden zaten öğrencilerinin gözüyle hayran bakılan Georg Lukács ve yazar-müzisyen Hermann Grab ile bu kısa zamanda iyi bir dostluk edinmişti. Viyana'dan döndüğünde yeni bir başarısızlığın moral bozukluğunu yaşayacaktı. Şöyle ki Adorno, doktorasına katkı sunmakta olan Hans Cornelius ve onun asistanı Max Horkheimer'in de üzerinde takılıp tatmin olamadıkları "İdealist Felsefedeki Bilinçsiz Ruh Öğretisinin Anlamı Üzerine" adlı bilimsel çalışmasını (Immanuel Kant'ın "Saf aklın Eleştirisi"ne göndermeler yapar), gelen bu tepki ve eleştiriler üzerine 1928'in ilk aylarında geri çekmiştir. Walter Benjamin'den etkilenerek devrimci nihilizm ve materyalizmin kuramları üzerinde yoğunlaşarak vitalizmin ve gerçeküstü öğretinin kendince kritiğini oluşturmaya başlar. Üç yıl sonra da ağırlıkla varoluşçuluk teoremindeki somutlaştırma arzusunun eleştirisini içeren Søren Kierkegaard - Konstruktion des Ästhetischen (Estetiğin Kuramı) adlı çalışmasıyla protestan teolog Paul Tillich yanında doktorasını yaparken bu çalışmasını kitap hâlinde arkadaşı sosyolog Siegfried Kracauer'e atfediyordu. Daha sonraki yıllarda giderek önem kazanacak olan bir başka şehir Berlin idi. Burada 1923 yılında Frankfurt'da tanışacağı eş adayı olacak kimyacı Margarete Karplus (Gretel), yaşıyordu ve 1937'de Londra'da onunla evlenecekti. Berlin'de Adorno için önem ve anlam arzeden diğer şahıslar tanıştığı Walter Benjamin, Ernst Bloch, Kurt Weill, Hanns Eisler ve Bertolt Brecht gibi felsefeci, yazar, müzik teorisyeni, şair, tiyatrocu ve edebiyatçılardı. Adorno, 1928'den 1931'e kadar Avantgarde-Zeitschrift "Anbruch" (Avantgarde dergisi "Kırılma") adlı müziğe dair eleştiri ve kritiklerin ele alındığı dergide redaksiyon işini üstlendi. 1933'e kadar konser ve operalara değindiği eleştirileri başlangıçtan beridir aslında felsefik bir içerik taşıyordu. Doktor unvanıyla ilk okumasını nihayetinde dersini Mayıs 1931'de "Aktualität der Philosophie" (Felsefenin Aktuelliği) adlı başlıkla yapıyordu. Bu konuşmaya daha sonraki yıllarda kendini ilişkilendiremeyen Adorno, ileriki yıllarda bu metni asli eserlerinde zenginleştirerek kullandı, işledi. Diyalektik bütünlüğü Hegel ile taşırarak söylemini "Das Ganze ist das Unwahre" (Bütün olan biten gerçek olmayandır) iddiasıyla harmanladı ki bu ilerleyen zamanla Adorno'nun felsefesinin çözümleyici şifresi olmalıydı; böylece Adorno, Heidegger ve pozitivizm ile olan sınırlarını da açıkça çiziyordu. İlk dersine ait Walter Benjamin öğretisinden kasıtlanarak işlediği bir başka konu da "Ursprung des deutschen Trauerspiels" (Alman Yas Geleneğinin Çıkış Noktası) olmuştur. 1932'de Horkheimer'in okuyucularına ulaştırdığı "Zeitschrift für Sozialforschung" baskısında "Zur gesellschaftlichen Lage der Musik" (Topluluk Olarak Algıladığımız Birliktelikte Müzik) konusunu işlemiştir. Adorno'nun eğitmenlik uğraşısı 1933 kış sömestirinde b
itiyordu. Nasyonal sosyalist düzen, baba tarafından kalma Yahudi'liği, onu sonbaharda akademik bulgusuna geri dönderecekti. Buna rağmen 1933'lerde Adorno, durduğu yeri, hedefine ulaşması anlamında oldukça kısa süren macerasıyla ve bütün açıklığıyla geriye bakıldığında tehlikesini bütün diğer entelektüeller bazında tamamıyla küçümseyecekti ve politik olarak kesinlikle yanlış değerlendirecekti..“ Berlin'de yayımlanan bir gazetedeki (Vossischen Zeitung) bir müzik kritikerinin yorumlarına dayanarak başlangıçta yine müziğe dair umutlanmış ve bu ilişki onu dengi olan diğer müzik teorisyenleriyle kısmen tekrar yakınlaşmaya götürmüştür. Hitler'in gençlik kolları öncüsü olan Baldur von Schirach'a ait 1934'de erkekler korosunca seslendirilen şiirinden övgüyle söz etmiştir. Daha önce nasyonal sosyalistlerce yasaklanan kaba anlamda zenci cazı diye nitelendirilen ve müzikten kopan bu tarza Adorno'nun yaptığı övgüsel yorum tepki toplamıştır. Adorno daha sonra Frankfurt'da yayımlanan üniversite öğrencilerinin "Diskus" adlı dergisine 1962/63 sömestirinde bir makale yazarak kendiyle yüzleşmiş ve aptalca, çocukça taktiklerle yazdığı cümlelerinden dolayı, kendi mülteci dünyasında ne kadar zorlandığından dolayı özür dilemiştir. Kısa bir süre sonra Adorno İngiltere'ye gitti ve Oxford Üniversitesi'nde Edmund Husserls'in filozofisi üzerine yeni akademik bir çalışma yapmayı planlıyordu. "Zur Metakritik der Erkenntnistheorie" (Tanıma ve Bilme Teorisinin Meta Kritiği Üzerine) adlı bu çalışmasını 1956 yılında bitirmiştir. Gündelik ve süregelen hayatını maddi anlamda finanse etmek için düzenli olarak Almanya'ya gidip gelmek zorundaydı. Ama döviz kurlarının yüksek oluşu onu zorlamaktaydı. Almanya'da dostları, ailesi ve nişanlısıyla görüşüyordu. Sosyal araştırmalar projesiyle Hektor Rottweiler bünyesinde çıkan "Über Jazz" (caz üzerine) adlı dergide Adorno'nun 1936 yılında yayımlanan yazısı, prensip olarak müzik kaygısından daha çok yakınlaşan kültür endüstrisi üzerine ele aldığı bir polemik yazısı olmuştur. Bu zaman süresince hali nazırda yazılarından dolayı bir anlamda Amerika'da sürgünde yaşayan Max Horkheimer'den kendi enstitüsünde sosyal anlamda bilimsel araştırmalar yapması beklentisiyle bir davet alacaktı. O güne kadar yazdıkları ve ABD'ye gidişiyle toplumsal ve sosyal araştırmacı yakıştırmasını alan Adorno, Brüksel'de ailesiyle vedalaşıyordu (ki 1939'da onlar da gelecekti). San Remo'da bulunan Walter Benjamin ile de sıkı bir mektuplaşmanın başlangıcıydı bu göçmen yıllar. New York 'da Horkheimer'in Institute for Social Research kurumunda çalışmaya başlayan Adorno, isviçreli Paul Lazarsfeld tarafından projelendirilen "Princeton Radio Research Projects" kitlesel bazdaki iletişim projesinin yöneticiliğini yapıyordu. Amerika'daki araştırmacı tecrübelerine dayanarak tuhaf metotlarla parçaların hoşa gidip gitmemesini içeren oylama taktiğiyle değerlendirmesini yapıyor ve sonuçları topluyordu. Ancak yaptıklarının, reklam kaygısıyla radyo telefonunda meşgul ettiklerinin müzik teorisiyle ve müzik öğretisiyle pek ilişkisi olmadığını görecekti. Bu durum, Adorno'nun bireysel felsefik kaygılarını anlamak ve onları gidermekten çok projenin bir parçası olmasını engelleyen durum olmaya meyilli idi. Böylece Adorno pozitivizm kavgasında dinleyicilerin ve Horkheimer'in huzurunda ele aldığı "Nachgelassenen Schriften" (Bırakılmış Yazılar) -esinli hâli sonradan İngilizce dilinde Robert Hullot Kentor tarafından "Current of Music" adı altında yeniden dile getirilmiştir- içeriğindeki araştırmasının peşinde koşturacaktı. Adorno bu şekilde 1941'e kadar en son Los Angeles'de Horkheimer ile beraber çalışacaktı. Kalifornia'da birçok göçmen müzisyen Alman tekrar buluşuyordu. Los Angeles'den başlayıp eşi Gretel Adorno'nun da desteğiyle Adorno ve Horkheimer'in ortak ürünü olan, alt adıyla "Philosophische Fragmente" (Felsefenin Fragmanları) veya "Dialektik der Aufklärung" (Aydınlanmanın Diyalektiği) adlı teori kritiğinin asli eseri 1947'de Amsterdam'da yayımlanıyordu. Marksist öğretinin, tarihsel materyalizmin genelliği üzerinde yoğunlaşarak daha ileriye gitmeye çaba gösteren bu çalışma, Yahudi ve diğer soykırımların Auschwitz'e kadar uzanan genel kritiğini kapsıyordu. Endüstriyel kitle katliamı, Adorno ve Horkheimer'i şimdiye kadar bildikleri kültür alaşımının kırılma noktasına taşırıyordu. Felsefe de bundan etkilenmekten kendini alıkoyamıyordu. Kitabın ilk cümleleri yazarların ortak kanıya vardıkları düşünceleri kapsıyordu: "Geniş anlamda insan, mantığın ve gerçeğe alma duyusunun ilk anlama kavuşturulduğu günden bu yana gelişmiş düşünce yapısıyla hedefini takip etmekte ve kaygıyı kendisinden uzaklaştırıp daha etkin olarak hayata hakim olmak istemektedir. Fakat sonluluğu açıklanmış dünya bu mükemmel başarının çaresizliğinde ışımaktadır." Adorno'nun yanıt aradığı sorulardan biri de kanıt arayan belirsiz geçmişinden beridir "Filozofinin, anlamlaştırılan ruhun bir uğraşısı olması mı, yoksa tamamıyla her şeyin üstünde olan zamanın anında içerik taşıması, orada saklı olması mı," idi. Kendi içine dönen bir sağaltım için oldukça geç olduğu anlaşılabilirdi. Güncelinde bunu anlamamayı daha absurd bir şekilde anlamak istiyordu. Bu şekilde daha yüksek bir noktada ulaştığı anlamak istemi Negative Dialektik (Negatif Diyalektik) olmuştu ki, Almanya'ya döndüğü ilk dönemde bitirdiği eseridir. Yeni bir emredici kategoride negatif bir diyalektle Hitler'in özgürlüğü zaten kısıtlanmış olan insanları zorlamasında olduğu gibi söyleminden acı verici bir şekilde faydalanmıştır: "Düşüncelerinizi ve davranışlarınızı öyle bir ayarlayın ki, Auschwitz tekrarlanmasın, asla benzeri olmasın!" Hâlâ spekülatif olarak değerlendirilen bu okültist yaklaşımcı yazdıklarından sonra şu meşhur açıklamasını yapmıştır: "Auschwitz'ten sonra şiir yazmak da barbarlıktır ve Çünkü kültürün kimliği ve kritiği, kültür diyalektiğinin en son basamağında barbarlığın karşısında durmaktadır." Öte yandan tüm bildiklerine rağmen katliamdan sonra hayatta kalmanın sıkıntısıyla daha sonra başka bir tanımlamayla kendini doğrulamaya çalışıyordu. Sürekli yeşeren acının yeni kurallarla haykırışının yaşam üzerinde yine de hakkı vardı. Bu yüzden yanlışlıklar olağandı, Auschwitz'ten sonra şiir yazmanın sorgusunda. Yanlış olmayan şey ise Auschwitz'in hâlâ yaşanmış olma gerçekliği idi. Adorno'nun mektupları da endüstriyel katliamların onu ne kadar bastırdığını, üzdüğünü göstermekte idi. 1940'lı yıllarda Adorno 1925'den beridir tanıdığı Hans Eisler ile birlikte 1960'da tanınacak olan bir ortak çalışmada yeni müziğin felsefesini filmin kompozisyonunda yazarken yardımcı olarak tanımlanması pek hoşuna gitmemişti. Bunun yanı sıra Adorno, University of Berkeley (Berkeley Üniversitesi)'nin sosyal araştırmalar enstitüsünde The Authoritarian Personality (Personalizmin otoritesi, Önceliği), adı altında ağırlık olarak antisemist ön yargıların nedenleri üzerinde yoğunlaşan araştırma grubunun projesine çalışıyordu. 1950'de yayımlanan bu kitabın fonksiyonu, merkezi olurunda empirik tarzda diyalektik teorinin açıklığa kavuşturulmasının sınanmasıdır. Bu zaman içerisinde şahsi varlığında dikkate değer yan isim değişikliğidir. Almanca duyumsanan Wiesengrund soyadı, pratik hayatında ABD'de kaldığı süre boyunca savaş sonrası pek sevilen, hoş kabullenen bir soyadı değildi. Daha gençlik zamanlarında İtalyanca fantazileştirilen ismi onda nahoşluk yaratıyordu. Edebiyat dünyasında Theodore W. Adorno olarak sunulurken, tüm dünyada nefretle kınanan Almanların Yahudi katliamından sonra tüm ilişkesilliğiyle ve kültürel bağıntısıyla vatandaşlık gerçeğinde dışarıya olan duruşunu açıkça ortaya koyuyordu. Ve artık ismi Theodor W. Adorno idi. 1949 sonbahar sonlarına doğru Adorno Almanya'ya döner ve Horkheimer ile beraber zamanla emek verdikleri yıllardır kafasında pekişen sosyal araştırmalar enstitüsünü yeniden inşa etmeye ve Frankfurt Üniversitesi'nde de eğitmenlik yapmaya karar verir. Üniversitedeki sosyoloji ve felsefe eğitmenliği görevinin yanında Frankfurt Okulu'nun yöneticisi olarak Husserl ve Hegel üzerine, Negatif Diyalektik ve fragman olarak kalan Estetik Teorisi üzerine çok önemli felsefik yazılar yazdı ve kitaplaştırdı. Daha Amerika'daki yıllarında müziğin yeni felsefesi oluşmuş, tıpkı Richard Wagner, Gustav Mahler ve Alban Berg üzerine monografiler yaptığı gibi dizin hâlinde kompozisyonlar yazmış ve nihayetinde artık felsefesini tanımlayabilmişti. Şair olarak deşifresine ise Edebiyata Notalar (Noten zur Literatur) adı altında topladığı eserinde yer vermiştir. 1951'de Aphorismen Minima Moralia (Aforizmalar ve Asgari Etik, ek adıyla "Hasar Görmüş Yaşamdan Yansımalar") adlı Max Horkheimer'e ithaf ettiği, birlikte çalıştıkları felsefenin subjektif tecrübesinden yola çıkarak Amerika göçmenliğinde yazıp bir araya getirdiği kitabı yayımlandı. 1952'de, daha önce Almanya'daki empirik sosyal araştırmalar konusunda bazı teorisyenleri karşısına alan kritik teorilerinin arkasında hâlâ durduğunu anlatan bir konuşma yaptı. 1957'de buna dair kritiğini de içeren görüşlerini Essay Soziologie und empirische Forschung (Sosyoloji ve Deneyimsel Görgücü Araştırma -deneme-) adlı eserinde topladı. Adorno, felsefesindeki didaktlarda, bir düşüncenin yerini alan başka bir kesinliğin ardı sıra gelen ve daha sonra bir bütünlük arz eden sistematiği de benimsemiyordu. Tam tersine ona göre itirazlarla dolu olan bir dünyada düşünmenin de itirazları olmak zorundadır ki, bununla bir sistemin kabulüne itiraz edilebilinilsin. (Das Ganze ist das Unwahre - Bütün her şey gerçek olmayandır). Adorno, kendini bireysel bir araştırmacı olarak daha çok spesifik ve psikolojik konular üzerine vermeye başlamıştır. Ancak Adorno'nun çalışmaları çok kolay anlaşılır ve konularına göre bilimsel alanda hemen sınıflandırılabilinir değildi. Çalışmalarında daha çok içselleştirilmiş yoğunlukta kritiğin uç noktalarındaki derinliğini ele alırken, daima onların tarihteki artan bilimsel disiplininin felsefeden dilimlenerek ayrıldığını ve karşı karşıya duran, belli bir noktaya kadar sınırlandırılmı
ş bazı branşların da neredeyse kendi başlarına birer ilim yerlerine dönüştüğünü söylemekteydi. Adorno tarzı felsefenin kutbu olan toplumsal koşulların bilimsel boyutta çalışma sarplığındaki yansımaları, onu pozitivizmin kritikeri olmaya aday gösterirken kendisi bunu sadece genel bir olağanlık içerisinde değerlendiriyor ve önemsemiyordu. Karl Popper ve Hans Albert'in bilinen pozitivizm kavgasında Adorno, bir yandan Frankfurt Okulu'nun yöneticisi, öte yandan 1960'lı yılların toplum bilimi alanındaki araştırma metotlarını ve değerlendirmelerini yapan biri olarak bu tartışmanın öncüsü idi. Pozitivizm kavgası kavram olarak onun ürünüdür ama kendisine rakip olan toplum bilimciler sonrasında bir şekilde itiraz gören bu kavram tarihsel kaçınılmazında yerini korumuştur. Genel olarak kavgadaki sorun; istatikler, değerlendirilmeye gerek görülmeyenler, basit olmaktan öteye gidemeyen bulgular ki, örneğin; "fakirlerin yaşadığı yerlerde görülen hastalıkların zenginlerin yaşadığı yerlerde daha az görüldüğü"nden daha öteye gidemeyen tarzdaydı. Nereye götürebilirdi ki bu yanıtı bilinen sorular insanı? Ve nereye varabilirdi ki, eğer sorulanlar henüz temasını bile anlamadığı suskun soruya zaten soru olarak dururken? Adorno'nun felsefesinde yoğunlaştığı diğer bir nokta, "Sonsuzluğun mutlak oluşuna dair gerçeklik, bir elbisenin ilk tasarımından öte üzerine gelecek olan süsün ne olacağını bilmektir," şeklinde Walter Benjamin ve Horkheimer'in yanında başka filozoflarca da formüle edilen düşüncesidir. "Olandan olmak" veya benzeri fundametalist soyutlamalar ve onların değişim göstererek ortaya çıkan düşünceleri 20. yüzyıl felsefesinde epey yer kaplamıştır. Adorno, buna ters düşerek Heidegger'i karşısına almış ve "olandan olmamayı" ele almıştır. Bu anlamda görünmeyeni, şeffaflığı; Freud'dan bahsederek "Dünyanın görüntüsünü aradan kaldırarak bakma" yöntemini tercih eder. Dar anlamda Adorno'nun felsefik yazıları, ortaya koyduğu ve ileri sürdüğü düşünceleri bağlamımda genelde felsefik sorumluluğunu tam olarak yerine getirmeden sonlanır. Çoğu zaman somut analizler yapmakla yükümlü olduğunu bilmesine rağmen izlenimlerini aktarmış ve kavramlar üzerine yoğunlaşmıştır. Ancak anlaşılma noktasında yöntem ve formülize etme çabasını ihmal etmiştir. Nihayetinde birey olarak toplumsal birlikteliğin bu kritiğinin ortasında durur. Ve içerik olarak boş kalan geleneksel soyut felsefenin önünde söz sahibi olduğunu görmüştür. Özellikle klasik tanıma teorisini eleştirmiştir. Çünkü sistemler içerisinde bireysel olan ve özdeşleştirilemeyen, anlamak yerine zarar verebilmekte, üstelik toplumsal diğer yaralar da açabilmektedir. Eğer Kant ve Hegel'in düşüncelerinin arkasına düşülmek istenmiyorsa felsefe eleştirisini sürdürmek zorundadır. Bunu doğrulayan Negatif Diyalektik negatif olduğundan bir antisistemdir çünkü itirazlar bulmuştur ve diyalektik diliyle arabulucu biçimde tarihsel, toplumsal birlikteliğin tartışmasını yapmıştır. Ancak Adorno, felsefede hatta metafizikteki spekülatif aklın sadece "olandan" ile uğraşmadığını, onunla meşgul olmadığını görmüştür. Yalnızca Negatif Diyalektik'in eğiliminde bu ihtiyacın olandan öteye düşünme noktasında uzadığını savunmuştur. Bu, kişinin en iç düşüncesinin hücresinde ortaya çıkan, kendisiyle karşılaştırılamayacak olandır. İç dünyadaki en küçük ayrıntılar ve geçiş, değerlendirme noktaları kesin ve kayıtsız olandan daha fazla bir önceliğe ve öneme sahiptir. Adorno'nun felsefesi yalnızca Platon'un düşüncelerine götürmez. Temel olarak ayrıca metafiziksel ideolojinin düşünce esasında kabul edilebilirliğine karşıdır. Son yıllarında öğrencileri tarafından öğrenci aydınlanma hareketleri doğrultusunda içine çekildiği kadın erkek eşitliği ve bireysel hürriyet çatışması noktasındaki düşüncelerine eleştiriler yapılıyordu. 1966'da büyük CDU, CSU ve SPD koalisyonunu karşısına alan ve hükümeti yeni çıkardığı kanunlardan dolayı eleştiren protestocuların ve organizasyonların (Außerparlamentarischen Opposition - APO) içinde yer aldı. 2 Haziran 1967'deki Şah ziyareti Berlin'de protesto edilirken Benno Ohnesorg ismindeki öğrencinin polis kurşunuyla hayatını kaybetmesi sonrasında APO organizasyonu radikal eylemler yapmıştı. Nihayetinde bütün bu öğrenciler Adorno'nun devrimci felsefik ruhunu pratik çıkarımlarla kritik teoremlere çekmeyi denemiyorlardı. Kapitalist düzene olan bir itiraz vardı ve onların çürük yapılanmasına engel olmak istiyorlardı. Adorno'nun okumaları öğrenci aktivitelerinde aktüel bir yer kaplıyordu. "Reaksiyonel yanıyla hislerimize saldırı, her zaman için sürprizler içermeye mecburdur!" diye ironik hâliyle Samuel Beckett'e yazmıştır. Adorno ve Horkheimer, üniversite gençliğinin aydınlanma hareketindeki şiddete temel sayılabilecek ruhsal bütünleştirici düşüncenin sahibidirler. Adorno, 1969'da okumalarını kendini zorunlu hissederek kesmeye karar verir. Ocak ayında birkaç öğrencinin Frankfurt Okulu'na yaptığı ziyarette ortaya çıkan tatsızlıklar sonrası hakkında dava açılan Adorno, yaz mevsimi mahkeme günü eşiyle birlikte İsviçre'nin dağlık bir kenti olan Zermatt'a gider. Teleferik ile çıktığı yükseklikte çektiği kalp sancısı sonrasında bir kliniğe getirilir ve 6 Agustos 1969'da kalp enfarktüsü geçirerek orada hayata gözlerini yumar. Pedagog ve din filozofu Georg Picht, bir gazeteye verdiği ölüm ilânında şunu dile getiriyordu: "Auschwitz'den sonra ruhu olan kanunun bir hikâyesi daha vardı Almanya'da; öyle tesir etmeliydi Adorno'nun ölümü, birden bütün saatler dururcasına." Adorno, aklın nesnel olmadığını, insanın da bu anlamda kendi özneli olamadığını savunur ve bugüne kadarki felsefenin foyasını ortaya çıkarmaya çalışır. Aklın nesnel olamamasının sebebi de insanın kendi hayatının öznesi olamamasıdır. Toplum üzerine teorileri genel bir karamsarlığı yansıtır. Ona göre bürokrasi, idare ve teknokrasinin kuşattığı toplumda bireyin kendisi bizzat geçmişte kalmıştır. Yoğunlaşmış sermaye, planlama ve kitle kültürü bireysel özgürlükleri büyük oranda tahrip etmiş ve eleştirel düşünme yeteneği yerini tümüyle şeyleşmiş bir toplum bilincine bırakmıştır. "Düşünen insan saldırgan olamaz" şeklinde kışkırtıcı tarzıyla ideolojilerin etkisini kırmayı, aforizmalar biçiminde yazılmış metinleriyle kapalı düşünce sistemlerinin temellerini yıkmayı düşünür. Bu geleneksel olmayan tavrı toplumun eleştirel olmayan bir olumlamasını engellemeye çalışır. Böylece okurun sadece düşünmesini değil, düşüncelerini eleştirel bir biçimde yeniden kurmasını hedefler. Adorno'nun kişisel çalışması, Okul'un genel yönelimlerinin çok ötesine gider bir bakıma, çünkü Adorno bir anlamda eleştirel teorinin kendi sınırlarına ulaştığı noktada çalışmasını sürdürür ve kendine özgü yöntemini bu çalışmarla geliştirir. Horkheimer ile birlikte yaptığı çalışmaların yani sıra, kendi kişisel çalışmlarının derinliği ve içeriğinden söylem yapısına kadar taşıdığı özgüllüğü dikkat çekicidir. Onun kişisel başyapıtı olan Minima Moralia bu bakımdan özel bir yere sahiptir. Kendi yöntemini ve anlayışını derinlikli ve ilginç bir şekilde ortaya koyar bu kitap. Adorno, her zaman, düşüncenin kendi içine kapanma eğilimine karşı ısrarla direnir. O, bir anlamda her tür despotizmin ve tahakküm ilişkisinin kaynağını ve kökenini düşünme imkânının sınırlandırıldığı ve ketlendiği yerlerde görür. Plastik, rekonstrüktif ve estetik cerrahi Plastik, rekonstrüktif ve estetik cerrahi, genel adı ile “plastik cerrahi” vücut üzerindeki çeşitli yapıların yeniden yapılması, şekillendirilmesi ve her türlü estetik girişimi kapsayan cerrahi bir disiplindir. Kozmetik, estetik cerrahi plastik cerrahinin en bilinen kısımlarıdır. Bilinenin aksine plastik cerrahi alanının büyük kısmını  estetik cerrahi dışında rekonstüktif cerrahi, kraniyofasiyal cerrahi, el cerrahisi, mikrocerrahi ve yanık tedavisi oluşturmaktadır. Rekonstrüktif ve estetik cerrahi olmak üzere iki ana kategoriye ayrılmıştır Rekonstrüktif cerrahi tüm vücut yüzeyinde deri, deri altı ve kemikleri etkileyen doğumsal veya edinsel her türlü doku ve organ kaybının onarılmasıdır. Bunu yaparken temel kural hangi dokular kaybolduysa ona benzer dokularla onarım yapmaktır. Örneğin doğumsal olarak oluşan yarık damak-dudak, yapışık parmak (sindaktili), vasküler kitleler (hemanjiomlar gibi); travmatik olarak oluşan yanıklar, trafik kazalarına bağlı yüz yaralanmaları, çeşitli kesiler ve uzuv kopmaları; edinsel olarak oluşan çeşitli deri ve yumuşak doku tümörleri, kronik yaralar bu cerrahi disiplin alanı içindedir. Kemik (özellikle yüz, kafa ve el kemikleri) ve kıkırdak çatıdaki (kulak ve burun kıkırdakları gibi) kayıplar, şekil bozuklukları, patolojik olaylar (tümör, kist, enfeksiyon vb) yine plastik cerrahi uğraşı alanı içindedir. Bunun için klasik cerrahi yöntemler yanında mikrocerrahi, lazer sistemleri, endoskopi ile çeşitli kimyasal ajan ve ilaçlardan yararlanabilir. Estetik (veya kozmetik) cerrahi ise vücut imajının daha güzel ve mükemmele ulaştırılmasını sağlamak için yapılan operasyon ve girişimlerle uğraşır. Burada tıbbi bir problemden çok estetik problemler vardır. Plastik cerrahi uzmanlık eğitimi sırasında estetik cerrahi eğitimi de verilmektedir. Estetik cerrahide her zaman estetik değil, bazen tıbbi problemler de çözülür. Örneğin aşırı şişman bir gövdenin veya dev boyutlarda büyümüş memelerin (gigantomasti) cerrahi olarak düzeltilmesi hem tıbbi hem de estetik problemleri birlikte çözmektedir. Bir organın estetik düzeltilmesi yanında fonksiyonu da son derece önemlidir. Örneğin: estetik burun cerrahisinde (Rinoplasti) şekil ve nefes alma problemleri birlikte düzeltilmelidir. Plastik terimi Yunanca "plastikos" kelimesinden türetilmiştir. Yeniden şekillendirme, şekil verme anlamına gelmektedir. Tıpta kullanılan plastik terimi, petrolden imal edilen (1909 yılında Leo Baekeland tarafından icat edilen) mühendislik ürünü "“plastik”" teriminden daha önce literatüre girmiştir. Plastik cerrahi ile ilgili en eski kayıtlı bilgi antik mısıra ait medikal bir doküman olan Edwin Smith Papirüsüna dayanmaktadır. burada kırık olan burun kemiğinin düzelti
lmesinden bahsedilmektedir. Rekonstrüktif cerrahi teknikleri ilk defa MÖ 800 yılında Hindistanda ortaya atılmıştır. Sushruta MÖ 6. yüzyılda Plastik cerrahi ve katarakt cerrahisi alanında önemli katkılarda bulunan bir doktor oldu. Sushruta ve Charak'ın Sanskrit dilinde yapmış oldukları çalışmalar MS 750 yılında Abbasi halifeliği döneminde Arapça diline tercüme edilmiştir. Bu arapça tercümalnar aracılığı ile bilgiler akdeniz aracılığıyla Avrupa'ya ulaşmıştır.İtalya Sicilya'daki Branca ailesi ile Bolonya'daki  Gaspare Tagliacozzi bu teknikleri kullanarak ün kazanmışlardır. Hindistana seyahat eden Britanyalı doktorlar yerli metodlarla yapılan rinoplasti ameliyatlarını görmüşlerdir. Hindistandaki rinoplasti ameliyatları 1794 yılında İngilterede "Gentleman's Magazine" adlı dergide yayınlanmıştır.  Joseph Constantine Carpue Hindistan'da 20 yıl geçirerek yerel plastik cerrahi metotları üzerine çalışmıştır. Carpue Batı dünyasındaki ilk major cerrahi operasyonunu 1815 yılında yapmıştır. "Sushruta Samhita" tarafından tanımlanan cerrahi aletler batı dünyasında modifiye edilmiştir. Romamılar da plastik kozmetik cerrahiyi uygulamışlardır. Romalılar kulaktaki hasarların onarımı gibi basit teknikleri milattan önce birinci yüzyılda yapabilmekteydiler. Dini sebeplerden ötürü insan veya hayvan kadavra disseksiyonları yapmamışlardır, bu nedenle bilgilerini antik yunan dönemine ait kitaplardan edinmişleridir. Tüm bunlara rağmen Aulus Cornelius Celsus genital organlar ve iskelet sistemi üzerine bazı anatomik tanımlamalarda bulunmuştur. şaşırtıcı olarak bu çalışmalar plastik cerrahi üzerinde yoğunlaşmıştır. Sabuncuoğlu Şerefeddin’in 1465 yılında yazmış olduğu kitapta hipospadias sınıflandırmasını yapmış ve bu sınıflandırma günümüzde de kullanılmaktadır. Üretral açıklığın lokalizasyonunu detaylıca açıklamıştır. Sabuncuoğlu ayrıca ambigus genitalyayı tanımlamış ve sınıflandırmıştır. 15. yüzyılın ortalarında Avrupa’da  Heinrich von Pfolspeundt köpek saldırısı sonucu burnunun tamamına yakınını kaybeden bir hastada kolun arkasından deriyi kaldırarak kullanılmasını tarifleyen yeniden burun yapımı tekniğini tanımlamıştır. Ancak bu teknik cerrahide özellikle baş ve yüzü içeren bölgelerde ortaya çıkan tehlikelerden dolayı 19. yüzyıla kadar yaygınlaşmamıştır. Anestezideki tekniklerin gelişene kadar geçen sürede sağlam dokuları içeren cerrahilerde aşırı ağrı duyulmaktaydı. Cerrahiye bağlı enfeksiyonlarda steril tekniklerin, dezenfektanların kullanıma girmesiyle azalma gözlenmiştir. Penisilin ve sulfonamid ile başlayan antibiyotiklerin icat edilmesi ve kullanılması ile elektif cerrahi yapılabilir hale gelmiştir. 1793 yılında François Chopart boyun bölgesinden kullanılan flep ile yapılan dudak ameliyatını tanımlamıştır. 1814 yılında Joseph Carpue cıva tedavisi sonrasında toksik etkiye bağlı burnunu kaybeden Britanyalı askeri bir subaya başarı ile operasyon uygulamıştır. 1818 yılında Alman cerrah Carl Ferdinand von Graefe kendi ana çalışmalarını "Rhinoplastik" isimli kitabında basmıştır. Von Graefe gecikmeli pediküllü flep yerine  koldan serbest deri grefti kullanarak İtalyanların tekniğini tekniği modifiye etmiştir. İlk Amerikan plastik cerrah John Peter Mettauer 1827 yılında ilk yarık damak operasyonunu kendi tasarladığı aletler ile başarıyla gerçekleştirmiştir. 1845 yılında Johann Friedrich Dieffenbach rinoplasti ile ilgili rekonstrükte edilmiş burunun kozmetik olarak geliştirilmesi için yeniden opere edilmesini anlatan "Operative Chirurgie" başlıklı kapsamlı bir yazı yazmıştır. 1891 yılında Amerikalı otolaringolojist John Roe genç bir kadının kozmetik amaçla burun sırtındaki eğriliğini düzelttiği çalışmasını sunmuştur. 1892 yılında Robert Weir çökük burunun rekonstrüksiyonunda deneysel olarak kullandığı xenogreft (ördek sternum kemiği) uygulaması başarısız olmuştur. 1896 yılında Almanyalı ürolog James Israel ve  1889 yılında Birleşik Devletlerden George Monks semer burun deformitesinin rekonstrüksiyonunda heterojen serbest kemik greftinin kullanılmasını tanımlamışlardır. 1898 yılında Alman ortopedist Jacques Joseph küçültme rinoplasti hakkında ilk yazısını yayınlamıştır. 1928 yılında ise "Nasenplastik und Sonstige Gesichtsplastik" isimli kitabını yayınlamıştır. Modern plastik cerrahinin babası olarak genellikle isminden söz edilen Sir Harold Gillies’dir. Yeni Zelandalı otolaringolojizst Londra’da çalışıyordu. Yüz yaralanmalarından muzdarip olan askerlerden dolayı Birinci Dünya Savaşı esnasında birçok modern yüz cerrahisi tekniği geliştirmiştir. Birinci dünya savaşı esnasında Britanya Kraliyet Ordu Sağlık Kuvvetlerinde tıbbi görevli olarak çalışmıştır. Ünlü Fransız maksillofasiyal cerrah Hippolyte Morestin ile deri greftleri üzerine birlikte çalıştıktan sonra ordunun baş cerrahı unvanı ile onurlandırılmıştır. 1917 yılında Arbuthnot-Lane yüz yaralanmaları merkezi olarak kurulan Cambridge Askeri Hastanesini yüz yaralanmaların onarıldığı yeni bir hastaneye dönüştürmüştür. Bu hastanede Gilies ve öğrencileri plastik cerrahi alanında birçok teknik geliştirmişlerdir. 5.000’den fazla hasta üzerinde (çoğu ateşli silahlarla yüzlerinden yaralanan askerlerden oluşan) 11.000 üzerinde operasyon yapmışlardır. Savaştan sonra Gillies birçok ünlü ismi de kapsayan kişiler üzerinde özel ameliyatlar yapmıştır ve gelişmiş tekniklerini daha da geliştirebilmek için tüm dünyayı dolaşmıştır. 1930 yılında Gillies’in kuzeni Archibald MCIndoe bu uygulamalara iştirak ederek kendini plastik cerrahiye adamıştır. İkinci dünya savaşı patlak verdiğinde plastik cerrahi ekibi silahlı kuvvetlerin farklı birimlerinde bölündü. Gillies ordunun ana plastik cerrahi ünitesi haline dönüşen Basingstoke yakınlarındaki Rooksdown Evine gönderildi. Tommy Kilner (Birinci Dünya Savaşı esnasında Gillies için çalışan ve günümüzde Kilner çene retraktörü adında cerrahi alete adını veren cerrah.) Kraliçe Mary hastanesine gitti. McIndoe, Kraliyet Hava Kuvvetlerine konsültan olmak üzere yeni inşa edilmiş olan Kraliçe Victorya Hastanesi’ne giderek Plastik ve Çene cerrahisi merkezini kurdu. Burada derin yanıkları ve göz kapağı kaybı gibi ciddi yüz deformitelerini tedavi etmiştir. McIndoe, sadece ağır yanıkların tedavisinde geliştirdiği yeni tekniklerle değil ayrıca bu hastaların normal sosyal hayata yeniden kazandırılmasının önemini ortaya koymasıyla bilinmektedir. İki arkadaşının yardımı ile (Neville ve Elaine Blond) yerel halkın hastaları desteklemesini ve onları evlerine davet etmelerini sağlamıştır. Hastalarından bahsederken “çocuklarım” olarak tarif etmekte ve çalışanlar ona “patron” veya “Maestro” şeklinde hitap etmekteydi. Diğer önemli çalışmaları arasında yüz rekonstrüksiyonunda tanımlanmış deri grefti tekniği ve saline solüsyonu ile yıkamanın ağır yanık hastalarında iyileşmeyi sağladığını ve hayatta kalma oranlarını arttırdığını ortaya koyması bulunmaktadır. Plastik cerrahide deri transferi (deri yaması) çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Deri yamaları dönör çeşidine göre sınıflandırılmaktadır Genellikle plastik cerrahiden beklenenler; cerrahi kesilerin iyi planlanarak vücuttaki doğal çizgilerle uyum içinde olmasının sağlanması, yaraların uygun teknik seçimi ile kapatılabilmesi, en uygun dikiş materyallerinin kullanılması ve tam zamanında dikiş izlerinin oluşmasından önce dikişlerin alınabilmesidir. Rekonstrüktif plastik cerrahi yanık; yüz kemiklerindeki kırıklar el ve yumuşak doku yaralanmaları gibi travmatik yaralanmalar; yarık dudak-damak ve el, yüz deformiteleri gibi doğumsal anomaliler; enfeksiyon, kanser gibi gelişimsel anomaliler, sonucunda vücut kısımlarında ortaya çıkan yapısal veya işlevsel bozuklukların düzeltilmesini içermektedir. Rekonstrüktif plastik cerrahi genellikle fonksiyonel iyileşme sağlamakla beraber normal fiziksel görünümü oluşturmayı da amaçlamaktadır. En yaygın rekonstrüksiyon prosedürleri tümör cerrahisi, yaralanmaların onarılması, yara izi tedavileri, el cerrahisidir. Son yıllarda mastektomi sonrası yeniden meme yapımı (meme rekonstrüksiyonu) da azımsanmayacak oranda artış göstermiştir. Amerikan Plastik Cerrahi Derneği’nin verilerine göre kadınlarda meme rekonstürksiyonu 2007 yılında bir önceki yıla göre %2 artış göstermiştir. Erkeklerde ise bu rakam %7 olmuştur. 2012 yılında Amerika’da 68,416 operasyon yapılmıştır. Diğer rekonstrüktif girişimler olarak yarık dudak-damak onarımı, yanık hastalarındaki kontraktür cerrahisi, kulak rekonstrüksiyonu sıralanabilir. Plastik cerrahlar mikrocerrahi teknikleri kullanarak yakın dokular ile kapatılamayacak yaraların kapatılmasında serbest flepler kullanılmaktadır. Bu dokular değişik oranlarda cilt, kas-kemik dokusu içerebilen kendine ait kan damarları bulunan dokulardır. Bu kan damarları üzerinden kaldırılan serbest dokular alıcı alandaki ortalama 1-2mm çapındaki damarlara dikilerek açık yaralar kapatılabilmektedir. Kozmetik cerrahi isteğe bağlı yapılan normal vücut yapılarının sadece kişinin görünümünü düzeltme veya yaşlanmaya bağlı oluşan belirtilerin ortadan kaldırılmasını amaçlayan girişimleridir. 2014 yılında Amerika Birleşik Devletlerinde 16 milyon kozmetik cerrahi uygulanmıştır. Yirmi birinci yüzyıl başlangıcından bugüne yapılan kozmetik cerrahi işlemler ikiye katlanmıştır. 2014 yılında yapılan kozmetik cerrahi işlemlerin %92’si kadınlara yapılmıştır. Bu oran 2001 yılında %88 de kalmıştır. En çok yapılan beş kozmetik cerrahi sırasıyla meme büyütme, liposakşın, burun estetiği, göz kapağı estetiği ve karın germe operasyonlarıdır. Yapılan kozmetik işlemlerin %90’ı cerrahi işlemler olmakla birlikte kalan %10luk kısımda botoks, dolgu uygulamaları ve lazer epilasyon uygulamaları yer almaktadır. Amerika’dan sonra en büyük kozmetik cerrahi pazarını yıllık 2.2 milyar$ ile Avrupa oluşturmaktadır. Asya ülkelerinde de kozmetik cerrahiye ilgi her geçen gün artmaktadır. Özellikle Çin ve Hindistan Asya'nın en büyük pazarları haline gelmiştir. Plastik cerrahi uzmanlığı daha alt yan dallara bölünmüştür. Türkiye'de el cerrahisi yan dalı olup diğer alanlarda fiilen yan dal uzmanlığı bulunmamaktadır. Estetik cerrahini
n temel içeriği yüz ve vücuttaki tüm estetik/kozmetik girişimleridir. Esas hedef görünümün iyileştirilmesidir. Diğer rekonstrüktif işlemleri kapsamaz. Plastik cerrahlar tüm rekonstrüktif işlemlerde en iyi görünümü kazandırmak amacı ile estetik cerrahi prensiplerini kullanmaktadırlar. Yanık cerrahisi iki ana başlıkta incelenir. Birincisi akut yanık sonrası bakım ve iyileştirme, ikincisi ise iyileşmiş yanık yaralarının daha işlevsel ve daha iyi kozmetik hale getirilmesidir. Pediatrik ve yetişkin kraniyofasiyal cerrahi olarak ikiye ayrılmaktadır. Pediatrik kraniyofasiyal cerrahi daha çok doğumsal baş-yüz kemik ve yumuşak doku anomalilerinin (yarık dudak-damak, kafa tası bozuklukları gibi) ve pediatrik yüz yaralanmalarının düzeltilmesini içermektedir. Yetişkin kraniyofasiyal cerrahi ise daha çok yetişkinlerde ortaya çıkan travmatik yaralanmaların onarımı ve rekonstürksiyonu ile ilgilenmektedir. Akut el yaralanmaları ile kronik sakatlıklar, doğumsal anomalilerin düzeltilmesi ile ilgilenmektedir. El cerrahisi mikrocerrahi ile beraber plastik cerrahi eğitiminin vazgeçilmez iki önemli branşından birisidir. Özellikle uzuv kopmalarının onarılmasında (replantasyon) mikrocerrahi ile birlikte kullanılmaktadır. "Ana madde mikrocerrahi" Vücuttaki doku kayıplarının yakın komşuluktaki dokular ile onarılamadığı durumlarda 1-2mm çaplı kan damarları üzerinden kaldırılan dokuların alıcı alandaki damarlara dikilmesi ile doku bütünlüğünün yeniden sağlanmasını amaçlar. El cerrahisinde de kan damarı ve sinirlerin onarılması, kopan uzuvların yerine dikilmesi (replantasyon) mikrocerrahi prensipler dahilinde gerçekleşmektedir. Çocuk hastaların yetişkin hastalardan farklılık göstermesi nedeni ile tamamen plastik cerrahi girişimlerin çocuk hastalar üzerindeki uygulamalarını kapsar. Dünya vatandaşlığı Dünya vatandaşlığı, yeryüzünde yaşayan insanların ırk, renk, dil ve inanç ayrımı olmaksızın dünyanın vatandaşları olduğu fikri veya bundan doğan kimliktir. Tarihte bilinen ilk dünya vatandaşları arasında Sinoplu Diyojen yer almaktadır. Bir Atinalı Diyojen'e "“Sen nerelisin ?”" diye sormuş ve o da cevap vermiş: ""ben bir dünya vatandaşıyım"" (kozmopolitan) Siyasi filozof Thomas Paine ""Dünya vatanım, tüm insanlar kardeşim ve iyilik yapmak dinimdir."" diyerek kendini dünya vatandaşı ilan etmiştir. Albert Einstein ve Albert Camus gibi ünlü kişiler de hayatları boyunca dünya vatandaşlığı fikrini desteklemiştir. Bahailik dünya vatandaşlığı idealini desteklediği bilinen dinlerden biridir. Zeitgeist'ın üçüncü serisi kozmopolit yaklaşım sergiler. Ayrıca Jacque Fresco'nun bazı konuşmaları da dünya vatandaşlığı idealini yansıtmaktadır. Garry Davis 1948'de Paris'te, "dünya vatandaşı" olmak için ABD vatandaşlığından çıktığını ilan etmiştir. Davis, dünya pasaportunun yaratıcı ismi ve Dünya Servis Kurumu kurucusudur. Dünya Servis Kurumu 1954 yılında kurulmuştur. Vatikan, Dünya Pasaportunu desteklemektedir. Şimdiye dek 6 devletin bu pasaportu tanıdığını bilinmektedir. (Ekvador , Moritanya , Tanzanya , Togo , Burkina Faso ve Zambiya ) Dünya pasaportuna sahip ünlü isimler arasında Julian Assange ve Edward Snowden da bulunmaktadır. RR Lyrae RR Lyrae, Lyra takımyıldızı içinde değişken bir yıldızdır. Düzenli radyal zonklama yaparlar. A-F tayf türü yıldızlardır. Periyotları 0,3-2,4 gün arasındadır. Işık değişiminin genliği 0,2-2 kadirdir. Düzenli dönem değişimi gösteriyor (Blazhko etkisi,11,6-512 gün). GCVS kataloğunda 6000'e yakın RR Lyrae vardır; bunların %50'si RRab türü, %6'sı RRc türüdür.Ve 2018 yılında dünyanın yakınından geçip bazı bölgelere ağır hasarlar vereceği kanıtlanmıştır. Şing Mun Nehri Şing Mun Nehri (Çince: 城門河; Kantonca , Jyutping: sing4 mun4 ho4; Mandarin Pinyin: Chéng Mén Hé) Çin Hong Kong Şa Tin'de bir nehirdir. Asıl Şing Mun Nehri İğne Tepesi'nden başlar, ve sığ bir koy olan eski Şa Tin Hoi'ye doğru akar. Şa Tin Hoi geri istendiğinde ve yeni bir kasabaya dönüştürüldüğünde, Şing Mun Nehri 7 km uzunluğunda ve 200 m genişliğinde yapay bir kanal ile Tolo Limanı'na akması için uzatılmıştır. Şa Tin Hoi'ye akan diğer nehirler artık Şing Mun Nehri'nin ayaklarıdır veya nullahlarından birine akmaktadır. Şing Mun Nehri Tai Wai bölgesinden başlar ve Şa Tin kasabasın merkezinden geçerek Tolo Limanı'na akar. Üç ana ayağı vardır, isimleri: Tai Wai Nullah, Fo Tan Nullah ve Siu Lek Yuen Nullah. Şing Mun Nehri boyunca yüksek katlı özel konutlar, ticari ve endüstriyel binalar bulunur ve bunların çevresine dağılmış farklı yapılarda kasabalar bulunur. Şing Mun Nehri'nin iki yakasını birleştirmek için üzerine çeşitli köprüler yapılmıştır. Şing Mun Nehri geçmişte bir defa çiftlik hayvanlarının, endüstriyel, ticari ve ev ile ilgili atıkların gelişigüzel boşaltılması nedeniyle yüksek oranda kirlenmiştir. Bu atıklardan gelen toplam organik kirlenme, 1980'lerde yaklaşık 160.000 kadar bir nüfusun yapacağı bir kirliliği eşittir. Bu tarihte nehirde canlı bir yaratık görmek neredeyse imkânsızdı. Şing Mun Nehri'nin su kalitesi 1993'den beri Su Kalite İndeksi açısından kötüden iyiye gelişme göstermiştir. Balık ve omurgasızlar dahil çeşitli canlılar nehirde tekrar görünmeye başlamıştır. Şing Mun Nehri asıl amaç olarak Şa Tin'den gelecek yağmur sularını 37 km²'lik bir havzaya boşaltmak için tasarlanmıştır, fakat kürekçilik, olta balıkçılığı, nehir kenarı yürüyüşleri ve bisiklet sürmek gibi çeşitli etkinlikler açısından da popüler bir yerdir. Şing Mun Nehri kürek çekme, kanoculuk, eskimo kayıkçılığı, ejder botu yarışı gibi su sporları için popüler bir yerdir. Şing Mun Nehri'nde iki tane kayıkhane vardır. Yuen Wo Rd ve Şek Mun'da bulunurlar. Şing Mun Nehri tekne yarışları için 2.000 metrelik bir standart alana sahiptir. Yap-işlet-devret Yap-İşlet-Devret (YİD) modeli, geniş anlamda "(İngilizce: Build-Operate-Transfer (BOT))" bir kamu altyapı yatırım veya hizmetinin finansmanı özel bir şirket tarafından karşılanarak gerçekleştirilmesi ve kamu tarafından belirlenen bir süre için işletilmesi ve yine bu süre içinde ürettiği mal veya hizmeti, tarafların karşılıklı saptadıkları bir tarife uyarınca kamu kuruluşlarına satması ve sürenin sonunda işletmekte olduğu tesisleri bakımı yapılmış, eksiksiz ve işler durumda ilgili kamu kuruluşuna devretmesidir. Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde yabancı şirketlerle yapılmış olan çeşitli imtiyaz sözleşmeleri bu model ile büyük benzerlik göstermektedir. İstanbul’da Tramvay, Tünel İşletmeleri, Elektrik, Gaz İdaresi, Haydarpaşa Liman İşletmesi ve İzmir’de Liman İşletmesi, Göztepe Tramvay İşletmesi yabancı şirketlere verilen imtiyazlardır. Nitekim günümüzde uygulama alanı bulan bu yeni model arayışlarına da, 19. Yüzyıl ile 20. Yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğunda ve Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde başvurulmuş olan kamu imtiyazlarının devredilmesi yöntemi ışık tutmuştur. StarForce StarForce, Rus geliştirici Protection Technology tarafından CD-Cops firmasından satın alınıp geliştirildikten sonra yayınlanan, kopyalamayı engelleyici bir yazılımdır. Starforce'un çeşitli sürümleri, değişik Microsoft Windows sürümleri ile uyumlu olarak çalışabilmektedir. StarForce'un en güçlü yanı, uygulama (.exe) ve .dll dosyalarındaki verileri otomatik olarak yeni bir komut satırı ile taşıması ve bu satırların StarForce Sanal Sürücüsü tarafından kolayca algılanabilmesidir. StarForce'un, CD üzerindeki veri yazılı ilk ve son satır arasındaki açıyı ölçerek çalıştığı tahmin ediliyor. Bu donanımsal imza, piyasaya sürülen bütün orijinal versiyonlar için tanımlayıcı olurken, orijinal CD'den başka bir CD'ye kopyalandığında ise bu özellik korunamıyor. StarForce ayrıca o anda herhangi bir optik sürücü emülatörü çalışıp çalışmadığına da tespit ediyor ve eğer çalışıyorsa korumakta olduğu yazılımın çalışmasına izin vermiyor. Ancak StarForce tüm emülatörleri tespit edemiyor. Birçok optik sürücü emülatörü şu anda SCSI sürücüleri gibi davranarak çalıştığından, StarForce, eğer sistemde bir IDE sürücü tanımlıysa, SCSI sürücülerinin kullanımını engelliyor. Eğer sistemde herhangi bir IDE sürücü tanımlı değilse, SCSI sürücüleri StarForce müdahalesine maruz kalmadan, normal işleyişlerini sürdürüyor. StarForce'un buradaki zayıf noktası ise, IDE sürücü kabloları fiziksel olarak çıkarılmış bir sistemde, korumalı yazılım, CD veya DVD imaj dosyasından sanal sürücü yaratılarak çalıştırılabiliyor. Bilinen mevcut ve resmi StarForce tasarımları şunlardır: Hemen hemen tüm sürümlerinde, kopya koruma sistemini aşmak için yamalar ve CloneCD-sürümleri yayınlanmış olsa da, StarForce koruma sistemi aşılması gerçekten çok zor bir yapıya sahip olduğundan kısa sürede üne kavuştu. CDV, Ubisoft, Digital Jesters, JoWood ve Codemasters firmaları birçok ürününde StarForce sistemini kullandı. Ancak Ubisoft ve JoWood, kullanıcılarının şikayetlerini neden göstererek, bundan sonra çıkaracakları oyunların Kuzey Amerika sürümlerinde, StarForce'u kullanmayacaklarını açıkladılar . CDV firması da yine kullanıcı şikayetlerini neden göstererek, Mayıs 2006'dan sonra yayınlayacağı tüm oyunlarda StarForce sisteminin yerine, TAGES Kopya Koruma Sistemini kullanacağını açıklamıştı . StarForce, kendi "aygıt sürücüsü"nü bilgisayara yüklediği için eleştirilmekte, sistemlerin kararsızlaşmasına ve göçmesinde neden gösterilmekteydi. Birçok kullanıcı StarForce sürücülerinin, bilgisayarlardaki mevcut optik okuyucuların çalışmamasına, bozulmasına yol açtığını iddia ediyor. StarForce yetkilileri ise kararlılık sorunlarının abartıldığını ve yeni sürümlerde bu sorunların ortadan kalktığını belirtiyor. Daha fazlası için aşağıdaki "Dış bağlantılar" ve "İlgili Haberler" bölümlerine bakınız. Bir grup oyuncu ise, herkesi, StarForce kullanan oyunları ve bu oyunların yayıncılarını boykot etmeye çağırıyor. Ubisoft, bu boykotun boyutlarını araştırmaya karar verdi ve sitesinde konuyla ilgili bir anketi oylamaya açtı. Anket StarForce'a karşı olanların zaferiyle sonuçlandı . Örnek olarak, "Heroes of Might and Magic V" oyununda, StarForce yerine SecuROM koruma sistemi kullanıldı
. StarForce, Mayıs 2006'da FrontLine 4.0 sürücüsünün, "Microsoft Windows XP için tasarlanmıştır" testini geçtiğini iddia etti. Testler, VeriTest adındaki bir firma tarafından yapıldı. Ancak akıllarda kalan bir soru Microsoft'un tüm bu olup bitenlerle ilgisi olup olmadığı. VeriTest'in açıklamasına göre; "VeriTest tamamen bağımsız bir kuruluş olarak, test işlemlerinde kilit rol oynamaktadır. Microsoft'un, VeriTest'e ödeden ücretlerle hiçbir ilgisi veya çıkarı yoktur." Ancak birçok açıdan, satıcı firmalar Microsoft'un bilgisi olmadığı bir ortamda test yapılmasını ve test sonuçlarının güvenilir bir ortamda açıklanmasını istiyor. Eğer Microsoft gerçekten StarForce konusuyla ilgisiz ise, kendisini bekleyen tehlikeli durumlar ortaya çıkabilir. Nedeni ise Christopher Spence gibi şikayetçilerin, kendisi ve diğer oyuncular adına Ubisoft'a karşı açtığı davada, kopya koruma sistemleri arkasında ikili oyunlar olduğunu iddia etmesi. Davalar üzerine Ubisoft, StarForce sistemini kullanmaktan vazgeçti . StarForce, VeriTest sonuçları ile "Windows XP için tasarlanmıştır" ibaresini kullanarak, ürünün Microsoft tarafından desteklendiği izlenimini veriyor. 30 Ocak 2006'da internetteki popüler bloglardan Boing Boing, StarForce kopyalama engelleyici sisteminin, disk okuma ve yazma performansını düşürdüğünü, işletim sisteminin güvenliğini ve kararlılığını zayıflattığını iddia ederek, StarForce'un, virüs, trojan atı gibi zararlı yazılımlarla aynı grupta bulunduğunu lanse etti . Bir gün sonra 31 Ocak 2006'da, Boing Boing, StarForce tarafından bir e-posta aldı. StarForce, Boing Boing'i hukiki yollara başvurmakla tehdit etti ve yazılanların saldırı, yalan, haksız suçlama ve söylentilerden ibaret olduğunu belirtti. CNET'de benzer bir yazı nedeniyle, benzer bir e-posta aldı. Buna rağmen Protection Technology, bu iddiaların yalan olduğunu halen kanıtlayamadı. 5 Mart 2006'da, bir StarForce çalışanı, StarForce'un resmi forumlarında, StarDock firması tarafından geliştirilen ve herhangi bir kopya koruması bulunmayan "" oyununun yasadışı paylaşım linklerini yayınladı. Internet'teki büyük tepkilerin ardından, StarForce bu olay nedeniyle bir özür metni yayınlamak zorunda kaldı. Darüşşafaka EK Darüşşafaka Eskrim Kulübü, 1873 yılında eğitime açılan Özel Darüşşafaka Lisesinin kökünü oluşturan Darüşşafakanın kapsamı dahilinde, 1914 yılında kurulan eskrim kulübü. 1997-1998 yıllarında Nejat Sipahi eğitimindeki yıldız geçler eskrim takımı İstanbul bölge müsabakalarında Mustafa Öner'le İstanbul birinciliğine ulaşmış, 1998-1999 yıllarında ise yine Mustafa Öner ile Türkiye şampiyonu olmuştur. Bunları takiben Balkan Şampiyonası'nda ikinciliğe sahiptir. Kulüp, 2001'de kapanmış 2003'te tekrar açılıp altyapıya sporcu yetiştirmeye devam etmektedir. Socrates (anlam ayrımı) Socrates şu anlamlara gelebilir: Alprazolam Alprazolam. Kaygı-endişe giderici (anksiyolitik) olarak ve panik bozukluklarında kullanılan benzodiazepin türevidir. Myasthenia gravis, akut dar açılı glokomda kontrendikedir. Gebe ve emziren annelerde kullanılmamalıdır. Yan etki olarak koordinasyon bozukluğu ve halüsinasyonlar görülebilir. "Xanax"® ismi Pfizer firmasının ticari markasıdır. Türkiye Cumhuriyeti'nde Yeşil reçete ile satılması zorunludur. Alprazolam etken maddesini içeren ilaçlar değişik ülkelerde farklı ticari adlarla veya etken maddenin adı ile pazarlanmaktadır. Her hasta için optimum Xanax® dozu saptanmalıdır. Aşağıdaki günlük dozaj tablosu birçok hastanın gereksinimine uyabilir. Yüksek dozaj gerektiğinde, günlük dozlarından önce akşam dozları arttırılmalıdır. Günlük doz anksiyetede başlangıç için günde 3 kez verilmek üzere 0.25-0.5 mg ve daha sonra birkaç doza bölünmüş halde 0.5–4 mg; depresyonda başlangıç için günde 3 kez verilmek üzere 0.5 mg ve daha sonra birkaç doza bölünmüş halde 1.5-4.5 mg; geriyatrik hastalarda günde 2-3 kez verilmek üzere 0.25 mg, daha sonra birkaç doza bölünmüş halde 0.5-0.75 mg; panikle birlikte görülen hastalıklarda başlangıç için yatarken 0.5-1.0 mg ve daha sonra doz, yanıta göre ayarlanmalıdır, doz artırımları 3-4 günde 1 mg dan daha hızlı yapılmamalıdır. Anksiyolitik etkilidir. Anksiyete durumları: Bu tür hastalarda görülebilen belirtiler; anksiyete, gerginlik, ajitasyon, uykusuzluk, korku, çabuk sinirlenme ve/veya çeşitli bedensel yakınmalarla beliren otonom sinir sistemi hiperaktivitesi. Karma anksiyete-depresyon durumları: Bu tür hastalarda anksiyete ve depresyon belirtileri birlikte bulunur. Nörotik ya da reaktif depresyon durumları: Bu tür hastalar, öncelikle depresif bir ruhsal durum ya da ilgi kaybı ve zevk alma duygusu kaybı göstermektedir. Bunlarda, genellikle anksiyete, psikomotor ajitasyon ve uykusuzluk vardır. Diğer karakteristik belirtiler arasında uyku bozuklukları, vücut ağırlığında değişmeler, bedensel şikayetler, kognitif bozukluklar, enerji azalması, değersizlik ya da suçluluk duyguları veya ölüm ve intihar düşünceleri vardır. Primer depresyon belirtisi psikomotor yavaşlama olan hastalarda; bipolar depresyon teşhisi konmuş hastalarda ve psikotik belirtiler gösterenlerde alprazolam kullanılmamaldır. Başka hastalıklara eşlik eden anksiyete durumları, karma anksiyete-depresyon ya da nörotik depresyonlar: Bu tür hastalara örnek olarak, alkol abstinansının kronik aşaması, fonksiyonel ya da organik nitelikteki mide-barsak, kalp-damar ve deri hastalıkları gösterebilirler. Altı ayı aşan uzun süreli tedavilerde alprazolamın etkinliği, sistematik klinik denemeler yoluyla kanıtlanmamıştır. İlacın yararlılığı her hastada belli aralıklarla değerlendirilmelidir. Alprazolam, benzodiazepinlere aşırı duyarlılık gösterdikleri bilinen kişilerde kontrendikedir. Bağımlılık yapabilir. Alprazolamın primer teşhisin şizofreni olduğu hastalarda kullanılması öğütlenmemektedir. Alkolikler ve uyuşturucu alışkanlıkları gibi hastalar drog alışkanlığına ve bağımlılığına eğilim gösterdikleri için, bu tür hastaların benzodiazepinlerle tedavi altındayken, dikkatli bir denetim altında tutulması gerekir. SSS üzerine etki gösteren diğer ilaçlarda olduğu gibi, alprazolam kullanırken uyku hali veya baş dönmesi gelişmediği saptanıncaya kadar hastalara motorlu araç ya da tehlikeli makina kullanmamaları öğütlenmelidir. Diğer benzodiazepinlerde olduğu gibi, alprazolam tedavisini birdenbire durdurmaktan kaçınılmalıdır. Ani kesmenin sonuçlarını önlemek için dozaj tedricen azaltılmalıdır. İlacın ani bırakılması sonucu disfori, uykusuzluk, karın ve kas krampları, kusma, terleme, tremor ve bazan konvülziyonları kapsayabilen majör bir sendrom görülebilir. Bu belirti ve bulgulara, özellikle daha ciddi olanlarına genellikle uzun sürelerle aşırı dozlar alan hastalarda daha sık rastlanmaktadır. Yine de, terapötik düzeylerde benzodiazepinlerle tedavinin birdenbire kesilmesinden sonra da abstinans belirtilerinin geliştiği bildirilmiştir. Sonuç olarak, tedavinin birdenbire durdurulmasından kaçınılmalı ve dozaj tedricen azaltılmalıdır. Böbrek ya da karaciğer fonksiyonu bozukluğu olan hastaların tedavisinde geçerli önlemlere uyulmalıdır. 18 yaşından küçük çocuklarda alprazolamın etkinliği ve güvenliği kanıtlanmamıştır. Birçok incelemede, gebeliğin ilk 3 ayında minör trankilizanlara (klordiazepoksid, diazepam ve meprobamat) bağlı konjenital oluşum bozukluğu rizikosunda artışa değinilmiştir. Bu tür ilaçların kullanımında acil durumların söz konusu olması çok seyrek olduğundan. gebeliğin bu döneminde alprazolam kullanımından kaçınılmalıdır. Birçok ilaç anne sütüne geçebildiğinden, kural olarak, ilaç kullanan annelerin emzirmemeleri ögütlenmektedir. Gelişebilecek yan etkiler genellikle tedavinin başlangıcında gözlenir ve çoğunlukla tedavinin devamı sırasında veya dozaj azaltıldığında kaybolur. Alprazolam tedavisi sırasında en yaygın olumsuz reaksiyonun uyku hali olduğu saptanmıştır. Daha az yaygın reaksiyonlar ise baş dönmesi, görme bulanıklığı, koordinasyon bozuklukları, çeşitli mide-bağırsak ve otonom sinir sistemi belirtileridir. Stimülasyon, ajitasyon, konsantrasyon güçlükleri, konfüzyon, halüsinasyonlar veya davranış üzerindeki başka olumsuz etkiler seyrek olgularda ve gelişigüzel bir biçimde görülmüştür. Alprazolam'ın da dahil olduğu tüm benzodiazepin tipi ilaçlar narkotik analjeziklerle, barbitüratlarla ya da alkolle birlikte kullanıldıklarında birbirilerinin etkilerini karşılıklı potansiyelize ettiklerinden, MSS üzerindeki mevcut etkileri arttırabilir ve ciddi solunum depresyonu yaratma riski yüksektir. Hiung-nu "Bu madde Orta Asya'da yaşamış kırsal göçebe kabileler federasyonu Hun Medeniyeti(Hiung-nu)'lar hakkındadır. Hun imparatorluğu orta Asya'dan dağılarak bölünmüşlerdir, bunlardan biri olan Avrupa Hunları için Avrupa Hun Devleti maddesine ve "Hunlar" kavramı için Hunlar maddesine bakabilirsiniz. Sayfalar birleştirilmeye ve Avrupa ve Doğu Hun devletleri için daha detaylı sayfalar yapılmaya çalışılmaktadır." Hiung-nu (Çince: 匈奴; pinyin, Xiōngnú; Wade-Giles: Hsiung-nu) veya bazı kaynaklara göre Hunlar, MÖ 3. yüzyıl sonlarından itibaren Çin'in Kuzey sınırlarını tehdit eden bir güç unsuru olarak 500 sene Orta Asya'da egemenlik kurmuş olan kırsal göçebe kabileler konfederasyonuna Çince'de verilen isim. Hiung-nu'lar hakkındaki bütün bilgiler dağınık Çin kaynaklarına ve arkeolojik bulgulara dayanmaktadır. Dilleri hakkındaki değişik varsayımlar, Çin kaynaklarında bulunabilen, çoğunluğu kişi ve unvan adları olan sözcüklere dayanmaktadır. Dillerindeki sözcüklerin Çin lehçelerindeki transkripsiyonlarına göre dillerinin Moğol, Türk, Yenisey, İran, ve Ural olduğuna dair görüşler bulunmaktadır. Kullandıkları unvanlar ve önemli sözcükler içinde çok sayıda Türkçe sözcüğün bulunması Türk Halklarının ağırlıkta olduğu veya kurucu egemen güç olduğu düşüncesini güçlendirmektedir. Bilim adamlarının büyük çoğunluğu Hiung-nu halklarının Türk kökenli olduğunu söylemektedir . Hiung-nuların ana dini ise eski zamanlardan beri muhtemelen Tengricilik idi. Çin'in kuzeyinde MÖ 2. bin yıldan itibaren, bugün Çin sınırlarındaki bölgelerde ve Moğolistan'ın güneyinde yaşayan kırsal
göçebe kabileler birbirleriyle savaştılar. Bu kabilelerden bazıları birleşerek Hiung-nu konfederasyonunu kurdu ve bölgedeki önemli bir güç olan Yueshi'leri yendikten sonra MÖ 200'lerden itibaren Teoman ve Mete döneminde Çin'e karşı ciddi bir tehdit oluşturan bir imparatorluk oldular. 5. yüzyıldan itibaren Çin kayıtlarında Hiung-nu ile ilgili bilgiler görülmemeye başlamıştır. Moğolistan'daki güney Sibirya'da Selenge Irmağı vadisinde yapılan kazılarda bazı Hiung-nu Chanyu'lerinin (Hiung-nu Hükümdarlarının) mezarları bulunmuştur. Ölü ile birlikte gömülmüş eşyaların arasında İran, Çin ve Yunan menşeli dokumaların bulunması Hiung-nu ile uzak ülkeler arasında ticaretin olduğunu gösterir. Hiung-nu halkının, Avrupa'ya kadar gelmiş olan Hunların asıl çekirdeği olduğu görüşü üzerine tarihçiler arasında farklı görüşler vardır. M.S. 370 yılında İdil Nehri civarında görülen Hunların atalarının, batıya göç eden Hiung-nu'lar olduğu hipotezi bulunmaktadır. Hiung-nu halkı farklı kaynaklarda farklı isimlerle adlandırılmaktadırlar. En yaygın isimler şunlardır: Hiung-nu halkının, kendileri ile bağlantılı olan Hunlar gibi Altay ve Sayan boylarının birleşmesinden oluşmuş olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca bu topluluğa yüzyıllar boyunca Sakalar, Sarmatlar, tunguz kavimleri ve Çin'den sürülmüş olan bazı çoban halkları gibi birçok halkın karışmış olması gerektiği düşünülür. Örneğin MÖ 349 yılından kalma bazı Çin yazılarında Hiung-nu halk birikiminin 19 boyundan biri olduğu belirtilen, Çiğ kavmi uzun burunları ve uzun sakalları ile Çinlilerin dikkatini çekmişlerdir. Tarihçi Sima Qian MÖ 2. yüzyılda yazdığı Shiji'de, Xiongnuların (Hiung-nu) atasının Chunwei adında Çin'in Xia Hanedanı mesubu bir soylu olduğunu iddia eder. Ancak bu iddia modern tarihçiler tarafından kabul edilmemektedir; Çin tarih yazıcılığının "tipik olarak düşmanları ile akrabalık bağları kurma eğilimi" olarak yorumlanır. Ayrıca Sima Qian ve daha sonraki hanedanlık tarihçileri, efsanevi krallar Yao ve Shun zamanından beri kuzey babar topraklarında yaşayan "Dağlı Rong", "Di", "Xianyun", ve "Xunyu" gibi halklardan bahsederek, Xiongnuların bunların ardılı olduklarını iddia etmişlerdir. Ancak bu iddiayı da destekleyen kanıtlar bulunmamaktadır. Çinliler mesela "Ti"-halkı hakkında m.ö. 714 ve m.ö. 541 yıllarından kalma yazılarda, onları mağlup ettiklerini ve bu halkın yaya olarak savaştığını kayıt etmişlerdir. Bu üstte sayılan halklarında Hiung-nu'larla mutlaka bağlantıları olmuş olması gerektiği düşünülür. MÖ 350 ile MÖ 290 yılları arasında Çin topraklarının kuzeyinde, Çin Seddi'nin ilk başlangıcı olarak Çin'in kuzey sınırını sağlamlaştırmak ve korumak amacıyla ilk savunma yapıları inşa edilmiştir. Hiung-nu halkının saldırılarına karşı daha etkili olabilmek için, Çin'in Zhou Hanedanı'nin MÖ 325 - MÖ 298 yılları arasında hükümdarı olan Wu-ling ordularına ata binmeyi ve ok atmayı öğretmiştir. Ve hatta onları Hiung-nu'lar gibi giyindirmiştir. Bu tedbirler sayesinde hükümdarlığının 26. yılında Orman-hiung-nu'larını yenilgiye uğratmıştır. MÖ 318 yılında Hiung-nu'ların ve Çinlilerin arasında sınırların kabul edilmesi ile ilgili antlaşması imzalanmıştır. Hiung-nu'lar, Qin Hanedanı'nın Çin Şi Huang (taht: MÖ 247 - MÖ 210) döneminde Çin seddi güçlendirilmişti ve MÖ 215'te General Meng Tian komutasındaki 300.000 kişilik ordu tarafından yenilerek kuzeye püskürtülmüştü. MÖ 3. yüzyılda Teoman, (Touman; taht ? - MÖ 209) ve oğlu Mete (Motun; taht MÖ 209 - MÖ 174), Çinlilerin Han döneminde bulunan ülkelerini çok kez korku içinde bırakan bir ülke kurmuştur. Bu "Büyük Hun İmparatorluğu" ve diğer isimlerle tanımlanan ülkenin yüz ölçümü 18 milyon km²'yi bulmuştur. Ülkenin yönetimi bugünkü Moğolistan'ın batısında, yani Altay bölgesinin Moğolistan'da kalan Gool Mod adlı bölümünde ve Moğolistan'ın merkezinde Noyol-Uul (bugün "Noin Ula") adlı kısımında bulunmuştur. Bu zamanlarda Hiung-nu'ların baş rakibi, kendileri gibi göçebe bir yaşam sürdüren ve bugünkü Gansu bölgesinde yaşamış olan Yueshi halkıdır. Bu halk çok kez Çinliler için para karşılığında savaşmışlardır. MÖ 176 yılında Hiung-nu'lar Motun (Mete) emiri altındaki Yueshi'leri ve onların etrafında yaşayan diğer halkları mağlub etmiştir ve Motun bunu Çinlilerin Han-Hükümdarına saygılı bir şekilde bildirmiştir: Erken zamanlarında iyi gelişmiş devlet yapıları ile dikkat çeken Hiung-nu'ların çoğu konuda genel yasaları ve cezaları vardır. Mete'nin devamlı olarak kısa süre içinde harekete geçmeye hazır büyük bir ordusu, devletin ve ordunun sorumluluğunu farklı rütbelere sahip farklı kişiler arasında paylaştırılmış bir düzeni olmuştur. Bu düzen özellikle Mete'nin oğlu Ki-ok döneminde (Laoşang Tanhu, MÖ 174 - MÖ 161) geliştirilmiştir. Ayrıca Ki-ok halkından vergi toplamaya başlamıştır. Han dönemindeki Çinliler, Hiung-nu halkını "güçlü, savaşçı ama zayıf bir kültüre sahip olan bir halk" olarak tarif etmişlerdir. Fakat çok yüksek ve gelişmiş olan savaşma sanatlarını özellikle ok atıp ata binme yeteneklerini övmüşlerdir. Motun (Mete; taht MÖ 209 - MÖ 174), MÖ 174 yılında vefat etmiş ve böylece devletin yönetimi oğlu Ki-ok (MÖ 174 - MÖ 161)'a kalmıştır. Ki-ok Chanyu döneminde Hiung-nu, MÖ 166 yılında Çinlilerin o zamanlardaki başkentlerini Chang'an'a saldırmışlardır. Ayrıca MÖ 160 yılında en büyük rakibi olan Yueshi'ye saldırıp onları mağlub etmişlerdir. Ancak bu savaşta Ki-ok hayatını kaybetmiştir. Çin Han imparatoru Wu Di (taht MÖ 141 - MÖ 87), Hiung-nu'ları tekrar eski topraklarının sınırlarına itmeyi başarmıştır. Hiung-nu, Mete'nin torunu Yizhixie (taht dönemi: MÖ 126 - MÖ 114) döneminde 120'li yıllarda Han Generali Wei Qing komutasındaki Han ordularıyla defalarca çatışmış ve MÖ 119 yılında Örgöö'de (bugün Moğolistan'in başkenti Ulanbatur) General Wei Qing'in yeğeni Huo Qubing komutasındaki Han ordusu tarafından büyük bir yenilgiye uğramıştır. Fakat bu büyük çatışmada Çinlilerin tüm at yetiştiriciliği de hasara uğrayıp tükenmiş olduğu için, bozkırlardaki hakimiyet yine de Hiung-nu'lara kalmış ve MÖ 105 yılında tekrar büyük bir başarı elde etmişlerdir. Bu çatışmalarda Hiung-nu'lar için İpek yolu'nun kontrolü önem kazanmıştır. Bu yüzden Çinliler İpek yolunu MÖ 102 - MÖ 101 ve 73 - 94 yılları arasında ele geçirip İpek yoluna hakim olmuşlardır. "Ana maddeler: Batı Hiung-nu, Kuzey Hiung-nu, Güney Hiung-nu." MÖ 46 yılında Hiung-nu'ların hükümdarlar kardeşleri arasında Çinlilerin desteklediği iç karmaşalar yasanmış ve sonunda Hiung-nu hükümdarlığı 5'e bölünmüştür. Kardeşlerden birisi Ho-han-ye (taht dönemi: MÖ 58 - MÖ 35) Çinlilerin kralına gidip Çinlilerin egemenliğini kabul etmiş ve kendi kardeşlerine karşı destek bulmuştur. Çiçi adında diğer bir kardeşleri (Çiçi hunları) Çu nehrinin kıyısında Alanlara komşu olarak bir bölgeye yerleşmişlerdir. Ancak MÖ 36 yılında Çiçi, Çinliler tarafından öldürülmüştür. Ho-han-yeh'nin oğlu Hudur-şi-dagao (taht dönemi: M.S. 18 - 45/46) hükümdarlığı altında Hiung-nu devleti yeniden doğmuştur. Hudur-şi-dagao Çinlilerin Han-hanedanlığını desteklemiş ve onlara düşmanları olan diğer Çin hanedanlığı Vang'a karşı yardımcı olmuştur. M.S. 48 yılında Pi'nin öncülük altında Yu'nun oğlu Panu'ya karşı ayaklanmışlardır. Panu hükümdarlık zamanında Çin hakimiyetini kabul etmiştir. Bu amcaoğullarını arasındaki çatışmanın sonucu olarak Doğu Hiung-nu Pi önderliğindeki Güney Hiung-nu ile Panu önderliğindeki Kuzey Hiung-nu olmak üzere ikiye bölünmüştür. Han Çinlileri derhal Güney Hiung-nu'yu, Siyenpi (Sien-pi), Vu-huan, Vu-sun ve Ting-ling kavimlerini Kuzey Hiung-nu'ya karşı kışkırtıp onlarla birlikte Kuzey Hiung-nu'yu mağlub etmişlerdir. 87 yılında bir proto-Moğol halk olan Siyenpiler, Yu-liu halkının tanhusunu öldürmüşlerdir. 89 ve 91 yıllarında da 2 çin generali Çila dağlarında ve Altay bölgesinde büyük başarılar elde etmiş ve bu yenilgiye uğramış tanhuyu I-li ovasına kadar sürmüşlerdir. Bu hükümdarı kovduktan sonra onun yerine kardeşi Yu-çu-kien'i koymuşlardır, ama kardeşi de 93 yılında Siyenpiler tarafından öldürülmüş ve böylece bozkırlar üzerindeki hakimiyet Siyenpilere kalmıştır. Tan-şi-huai 156 – 181 yıllarında Siyenpileri en güçlü dönemlerine varmalarını sağlarken, Kuzey Hiung-nu "Doğu Türkistan" üzerine hakimiyet özleminden vazgeçmis bir şekilde 158 yılında Aral gölü'nün kuzeyine yerleşmişlerdir. Güney Hiung-nu uzun süre Çin settinin bitişiğinde tutsak gibi yaşamış, Hu-çu-ç'üan döneminde (195-216) hala Han Hanedanı ile birlik olarak gittikçe daha çok güneye doğru hareket etmişlerdir. 300 yıllarında Beş Barbar Onaltı Krallık döneminde Çin'in kuzey kesminde Han Zhao başta olmak üzere birkaç hanedanı kurmuş ve Jin Hanedanı'na ait başkentleri tekrar ele geçirmeyi başarmışlardır. Ama 352 yılında peşlerinden gelen Siyenpiler tarafından tekrar yenilgiye uğratılmışlardır. Hiung-nu'lar tarihlerinde çok kez Hint-Avrupa halklarla karışmış ve zamanla onların kültürlerinden etkilenmişlerdir. Böylece kentler inşa edip, yabancı ülkelerle ticaret yapmaya başlamışlardır. Hiung-nu'lar tarafından kurulmuş olduğu bilinen bazı kentler; Ordu Balık, Kara Balagasum, Kuz Ordu'dur. Ipek yolunun üzerinde bulunan bazıları Kara Hoço, Kaşgar ve Yarkand'dır. Demir Han Demir Han, Yakutların Tengricilik inancında, Yer Su'ların arasında ileri gelen ve tanrı ayarında bulunan ruhlardan biridir. Dağ başlarında oturur. İbn Kurtubî İbn-i Kurtubi veya Abdullah bin Hasen (d. 1116, Mâlaka - ö. 1214, Mâlaka), Arap hadis, kırâat ve lügat alimi, şair, hatip. Küçük yaşta babası Ebu Ali Hasen bin Ahmed Kurtubi'den ilim öğrenmeye başlayan İbn-i Kurtubi, babasından başka, Ebu Bekr İbn-i Ced, Ebu'l Kasım bin Habiş, Ebu Abdullah bin Zerkun, Kasım bin Dahman Süheyli ve daha birçok alimden hadis öğrenip ilim tahsil etti. Kayadan Kayadan, Yakutların Tengricilik inancında güclü bir ruh ya da tanrıdır. Kuvvet Tanrısı olarak görünür. Gücü sembolize eder. Malahay Malahay, Türk ve Altay mitolojisinde Ceza Tanrısıdır. Mankalay veya Mangalay olarak da tanınır.Yakutların Tengricilik inancında, yeraltı aleminde suçlu insanların cezalarını tertip
eden tanrı seviyesinde hakimlerden biridir. İsmi süvari, atlı anlamları taşır. Moğolcada başlık, kalpak, örtmek gibi anlamları da vardır. Mucara Mucara Altayların Tengricilik inancında, yoksulları koruyan iyi ruhdur. Málaga Málaga (Mâlaka) İspanya'da Endülüs Özerk Topluluğu içinde bulunan Málaga ili merkezi olan ve bir belediye idaresi bulunan kenttir. İberik Yarımadasının doğusunda, Endülüs Özerk Topluluğu arazileri güneyinde, Akdeniz sahillerinde "Costa del Sol (Güneş Sahili)" üzerinde kurulmuş bir liman ve sahil şehridir. Cebelitarık Boğazı'ndan 100 km doğuda ve en yakın Kuzey Afrika sahilinden 130 km uzaklıktadır. Malaga belediye sınırları içinde nüfus (2010 tahmini itibarıyla) 568.507 kişidir. Endülüs Özerk Topluğu içinde nüfus itibarıyla, Sevilla'dan sonra ikinci ve tüm İspanya'da altıncıdır. Avrupa kıtasının en güneyinde bulunan büyük şehirdir. Malaga belediye sınırları içinde nüfusun gelişmesi şu gösterimde izlenebilir: 1.000 Kişi Malaga'yı da içine alan ve "Costa Del Sol" adı verilen Akdeniz sahilleri sahilin kenarında bir nispeten dar şerit içinde şehirleşmiştir. Rincon de la Victoria, Torremolinos, Benalmadena, Fuengirola, Alhaurin de la Torre, Mijas, Marbella ve San Pedro Alcántara adlı yazlık deniz tatil yore, şehir ve belediyeleri birbirine bitişiktir ve Malaga ile birlikte Metropoliten Malaga şehrileşmiş bölgesini oluştururlar. 2009 itibarıyla bu şehirleşmiş bölge nüfusu 827.33 km²lik bir alanda 1,046,279 kişi olup nüfus yoğunluğu 1264 kişi/km² dir. Malaga belediye idaresi şu şehirlerle kardeş şehir bağlantısı kurmuştur: Mol, Belçika Mol Belçika'da Flaman Bölgesi'nin Anvers ilinde bir kasaba'dır. Bu kasabanın nüfusu 32.500'ün üzerindedir. Mol 12 ayri bölgeden oluşmaktadır: Merkez, Achterbos, Donk, Ezaart, Ginderbuiten, Gompel, Heidehuizen, Millegem, Rauw, Sluis, Wezel ve Postel Mol 'a sınırı olan yerler: Lommel, Balen, Meerhout, Geel, Retie, Dessel, Hollanda Sevilla Sevilla (okunuşu, Sevi:ya) (Arapça: İşbiliye) İspanya'nın günaybatı kesiminde Endülüs ("Andalucía") özerk bölgesinin merkezi ve en büyük şehridir. Toplam nüfusu şehir merkezi ve kasabalar ile beraber 1.758.720'dir. Atlas Okyanusundan 87 km kadar içeride, Guadalquivir Nehrinin doğu yakasında yer alır. Başkent Madrid'in yaklaşık 550 km güneybatısına düşer. Bir iç liman olarak Endülüs'ün en önemli ve İspanya'nın dördüncü büyük kentidir. Geçmişte de bir kültür merkezi, Müslüman İspanya'nın başkenti ve Yeni Dünya'ya düzenlenen keşif seferlerinin başlangıç noktası olarak önem taşır. Endülüs özerk bölgesinin sanat, kültür ve ekonomi merkezidir. Sevilla'da Avrupa'nın üçüncü büyük katedrali mevcuttur. Ayrıca Sevilla, İspanya'nın flamenko merkezi olarak kabul edilen Cadiz şehrine, özellikle de bu şehrin Jerez de la Frontera kesimine ek olarak, önemli bir flamenko merkezi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca bölgeye özel Sevillanas adı verilen bir dansı vardır. Bir İber kasabası olarak kurulan Sevilla, Roma yönetimi altında Milattan Önce 2. yüzyılda gelişmeye başladı. "Hispalis" adıyla anıldığı bu dönemde Baetica eyaletinin bir yönetim merkeziydi. Milattan Sonra 5. yüzyıl başlarında Singil Vandallarının kurduğu krallığın başkenti oldu. Daha sonra 461'de Vizigot yönetimine girdi. Müslüman ordularının eline geçtiği 711'den sonra "İşbiliye" adını aldı. Abbadi Hanedanının ve onu izleyen Murabıt ve Muvahhid konfederasyonlarının yönetimi altında büyük bir gelişme göstererek önde gelen bir kültür ve ticaret merkezi durumuna yükseldi. Muvahhidlerin başkenti olduğu 12. yüzyılda yüksek bir refah düzeyine ulaştı ve geniş çaplı bayındırlık çalışmalarıyla daha da büyüdü. 711'den beri Müslümanlarca yönetilen İşbiliye, 23 Kasım 1248'de Kastilya ve León Kralı III. Fernando tarafından ele geçirildi. İspanya'da Müslüman yönetiminde yalnızca Ben-i Ahmer (Gırnata) Emirliği kaldı. III. Fernando'nun komutasındaki Hıristiyan kuvvetlerinin 1248'de Müslüman yönetimine son vermesinden sonra, çok sayıda Magripli ve Yahudi kentten sürüldü. Bu durum yörenin ekonomisine geçici de olsa zarar verdi. Yeni Dünya'nın keşfi kentin yeniden zenginleşmesini sağladı. İspanya ile Yeni Dünya arasındaki ticareti düzenlemek üzere 1503'te Ticaret Odası'nın kurulduğu kente bu alanda tekel ayrıcalığı tanındı. Yeni Dünya kaynaklarının aktığı bir merkez durumuna gelen Sevilla, iki yüzyıl boyunca İspanya'nın denizaşırı ticaretinde egemen bir konumda oldu. Yeni Dünya'dan gelen altın ve gümüşü kullanarak para basan başlıca darphane kentte yer alıyordu. Yeni Dünya'ya giden birçok İspanyol göçmen kentin rıhtımlarındaki gemilerle denize açılıyordu. Sevilla, 1588'de 150 bine varan nüfusuyla İspanya'nın en kalabalık ve en varlıklı kentine dönüştü. Ama bu parlak dönem fazla uzun sürmedi. Kentin zenginliği yerel sanayi ve ticaretten çok, sömürgelerden sağlanan kazançlara dayanıyordu. Bu nedenle İspanya'nın sömürge imparatorluğunun sarsılmaya başladığı 17. yüzyılda denizaşırı ticaret gerileme sürecine girdi. Buna karşılık kültürel yaşam büyük bir canlanma gösterdi. İspanyol halkının övünç kaynağı olan ressam Diego Velázquez, Francisco de Zurbaran ve Bartolome Esteban Murillo, heykelci Juan Martínez Montañés ile şair Fernando Herrera gibi büyük sanatçılar Sevilla kentinde yetişti. Miguel de Cervantes'in ünlü Don Kişot romanını Sevilla'nın hapishanesinde kaldığı sırada tasarladı. İspanya'nın başındaki Bourbon hükümdarları 18. yüzyılda kentte sınırlı bir ekonomik toparlanma yaratmayı başardılar. Ama 19. yüzyıldaki Fransız istilası, devrimler ve iç savaş bu gelişmeyi durdurdu. Her yıl Paskalya'dan sonra düzenlenen geleneksel Nisan Panayırı 1847'de başladı. Daha sonra 1929'daki İber-Amerikan Sergisi kentte yeni bir canlanma yarattı. Liman genişletildi, sanayi ve ticaretin gelişmesini sağlayan yatırımlar yapıldı. Kentte düzenlenen 1992 Dünya Fuarı'yla ilgili çalışmalar altyapının yenilenmesine ve birçok tarihsel yapının restore edilmesine yol açtı. Sevilla belediye sınırları içinde nüfus (2010 INA tahmini itibarıyla) 704.198 kişi olup nüfus yoğunluğu 5002,93 kişi/km² olur. Böylelikle Sevilla, nüfus itibarıyla İspanya'da şehir sıralamasında 4. sırayı alır. Fakat şehrin etrafında belediye sınırları dışında şehir varoşları bulunur ve bunlarla bir büyük metropolitan Sevilla oluşur. Metropoliten Sevilla'nın nüfusu (2010 INA tahmini ile) 1.508.605 kişidir. Sevilla'nın İspanya İç Savaşı (1936-39) boyunca Milliyetçilerin elinde kalması ve hiçbir çarpışmaya sahne olmaması nedeniyle kentteki birçok mimarlık anıtı ayakta kalmıştır. Düzensiz bir planı bulunan eski kent alanı Guadalquivir'in doğu yakasında yer alır. Bu kesimde dar ve dolambaçlı sokaklar, kapalı küçük meydanlar ve Magrip üslubunda inşa edilmiş süslü evler bulunur. Ama Santa Maria Katedrali ve Alcázar Sarayı'nın yakınındaki eski kent merkezinin daha açık ve geniş bir yerleşim düzeni vardır. Santa Maria Katedrali kapladığı alan bakımından bütün gotik kiliseler arasında ilk sıralarda yer alır. Büyük bölümü, Muvahhidlerin 1172-90 arasında yaptırmış olduğu caminin bulunduğu yerde, 1401-1506 arasında inşa edilmiştir. Caminin Giralda adıyla bilinen minaresi de katedralin çan kulesine dönüştürülmüştür. Dikdörtgen planlı minare Magrip motifleriyle süslü sarı tuğlalar ve taş plaklarla kaplıdır. Santa Maria Katedrali'nin ana bölümü Fransız geç gotik üslubunda inşa edilmiştir. Magrip, gotik, plateresk ve barok gibi farklı dönemlerin mimarlık üsluplarını yansıtan bölümleri de vardır. İç mekanını Murillo, Zurbarán ve daha başka ressamların tabloları süsler. Magrip döneminden kalma en güzel yapı, katedralin yakınındaki Alcázar Sarayı'dır. Yapımına Muvahhidler döneminde, 1181'de başlanmış, ama Hıristiyan yönetimi altında 1364'te tamamlanmıştır. Bu nedenle o da katedral gibi hem Magrip üslubunun, hem de gotik üslubun özelliklerini taşır. Bu zamanlar Alcázar'ın dış surlarının bir parçası olan, tuğladan 12 köşeli Altın Kule (Torre del Oro) günümüzde de nehir kıyısında çarpıcı bir görüntü oluşturur. Magrip mimarlığının öteki örnekleri San Marcos Kilisesi'nin çan kulesine dönüştürülmüş olan eski bir cami minaresi ile bu kilisenin önünde yer alan Portakal Ağaçları Avlusu'nun (Patio de Naranjos) iki duvardır. Sevilla'da gotik, Rönesans, barok ve rokoko üslupalrında inşa edilmiş başka birçok kilise daha vardır. Katedralin bitişiğindeki, yapımı 1599'da tamamlanan Lonca Evi'nde (Casa Lonja) günümüzde Batı Hint Adaları Genel Arşivi yer almaktadır. Bu arşiv Yeni Dünya'daki İspanyol sömürge imparatorluğunun tarihi ve yönetimiyle ilgili çok sayıda kitap, plan ve yazma ile milyonlarca belge içeren zengin bir koleksiyondur. Kuruluşu 1502'ye değin inen Sevilla Üniversitesi günümüzde, yapımı 1757'de tamamlanan eski Tütün Fabrikası'nın barok ve rokoko üsluplarındaki görkemli binalarını kullanmaktadır. Kentin müzesinde Sevilla okulu ressamlarının tablolarından oluşan güzel bir koleksiyon bulunmaktadır. Bu koleksiyonda Velázquez, Zurbarán, Murillo ve Juan de Valdés Leal'in yapıtları da yer almaktadır. Sevilla uzun yıllardan beri bir Katolik piskoposluk merkezidir. Eski kent merkezini çevreleyen duvarların dışında daha düzenli bir planlamaya dayanan konut ve sanayi alanları uzanır. Kentin güney kesimindeki Maria Luisa Parkı son derece güzel bir yeşil alandır. Roma imparatoru Traianus'la Hadrianus'un doğum yeri olan Italica adlı büyük Roma kentinin yıkıntıları Sevilla'nın 8 km kadar kuzeybatısına düşer. Kentin amfitiyatrosunun kalıntıları çok etkileyicidir. Expo 92 ile hayat bulan Cartuja Adası'nda, içinde omnimax sinema, eğlence parkı, roller coaster olan “Isla Magica”, alışveriş alanı, müzeler gibi seçenekler bulunur. Sevilla günümüzde İspanya'nın en önemli iç limanıdır. Limandan ihraç edilen başlıca ürünler şarap, zeytin, mantar, meyve ve minerallerdir. Kentin sanayisindeki tütün, askeri gereçler, porselen ve tarım makineleri üretimi en önemli yeri tutar. II. Dünya Savaşı'ndan sonra gemi yapımcılığı ve yöredeki tarım alanlarının sağladığı pamuğa dayanan dokumacılık yeni sanayi dalları olarak öne çıkmıştır. Turizm de kent halkının önemli bir geçi