article
stringlengths 7.34k
10k
|
---|
eni yazılı kaynaklar mevcuttur yine ermeni kayıtlarında Tiyaks'ın Tigranakert (Silvan)-Artaşat ticaret yolu üzerinde olduğunu ve geç Orta Çağ döneminde bölgede genel olarak, “Nahia” ismi kullanıldığından bahsetmekte ve de XV.-XVI. yüzyıllarda Kürt göçebe aşiretleri bölgeye akın ederek Ermeni Köylerine yerleştiğinden bahsetmektedir. Tiya'nın da bu tarikler de köye yerleşmesi olasıdır. Doğu roma döneminde (V. -VI. yüzyıl) de bölgede yaşayan Ermeniler tarafından Ciqse'de (Ağaçlı) bir kale yapıldığı bir de Ciqsê'nin güney ve batısında birer adet kilisenin mevcut olduğu şu anda sadece kalıntıları kalmıştır. Büyük Seyyah Evliya Çelebi 1549-1550 yıllarında Kürdistan'a yaptığı 2. gezi kapsamında bölgeyi gezer ve ünlü seyahatname’sinde, seyahatname’sinin dördüncü ve beşinci ciltlerinde yer vererek Kürt beyleriyle bölgede görüşmeler yaptığını, Ağaçlı’daki Ermenilerin demircilikte ileri olduklarını belirterek imal ettikleri kılıçları beldenin kuzey batısındaki Kevire Dıkan (Dükkân Kayalığı) mevkiinde kurulan panayırda geçen kervanlara sattıklarını belirtmiş bu ifadeyle bölgenin çok eski zamanlarda da ticaret yolu üzerinde olduğu (II. Abdülhamit de bu ticaret yolunda geçişleri sağlamak için Goderne bölgesindeki taş köprüyü yapmıştır) ve demircilikte ileri olduğu anlaşılmaktadır. Bu kılıçlar yapılırken ham maddeyi bugün Aygün'de (Mehmedkan) bulunan demir yataklarından ve İslamköy'de (Quyê) bulunan Krom yataklarından temin edildiği tahmin edilmektedir.
Sözlü tarihte mahallenin 19. yüzyılda Kürt ve Ermeni yerleşkesi kesin olarak bilinmektedir. Ermenilerin ve Kürtlerin ne zaman bölgeye yerleştiği, ilk yerleşimin ne zaman yapıldığı muğlaktır. Sözlü tarihte 13. yüzyılda Güney Kürdistan göç edildiği, köye ilk yerleşenin "Tiya" olduğu ve Kürtçenin Kurmanci lehçesinde Kullanılan adının buradan geldiği rivayet edilmektedir. Sözlü tarihte mahallenin zaman içerisinde birkaç kez göç aldığı da rivayet edilmektedir. 16. yüzyıl başında Tiyaqs ve Pasur bölgesinin Şah İsmail dönemi de olan Safevi bölgesi olduğu bilinmesine rağmen, bölgenin "yarı özerk" yönetim şeklinden dolayı bölgenin aşiretler birliği (başta Sılémani aşireti olmak üzere, Banuki, Hevedi,Dılhıran, Bociyan, Zilan, Besyan, Zıkzıyan ve Berazan aşiretleri) olarak da bilinen ve oy birliğiyle seçilen "Emir Diyadin" tarafından yönetildiği bilinmektedir. Şah ismail bölgeye Ustaçalu Muhammed'i yerleştirdi. Muhammed Han da Emir Diyadin ile iyi ilişkiler kurmayı uygun bulmuştur. O kadar ki kızı Bikes Hanımı Emir Diyadin ile evlendirerek bu dostluğu akrabalık bağlarıyla daha da kuvvetlendirmiştir.23 Ağustos 1514 yılında Çaldıran savaşı olarak bilinen savaşta, Şah İsmail Osmanlıya karşı yenilmiş bunu fırsat bilen Besyan aşireti reislerinden Ali Firi Farqin kalesine saldırarak Safevilerden Kaleyi almış daha önce Emir Diyadin ile liderlik kavgasına giren yiyeni Şah Veled Bey’e bölgenin yönetimini vermiştir.Kulp kalesine giderek bu kale ile buraya bağlı köylerin yönetimiyle yetindi. Yönetimi 13 yıl sürdü. Ölünce yerine oğlu Ali Bey geçti. Ali Bey’in yönetimi 1572 yılına kadar sürmüştür.( Yakuboğlu, K. , Erpolat, M. S. ve Sarıbıyık, M. 2011 “Osmanlı Belgelerinde Diyarbakır)
Bölgenin Osmanlı denetimine geçtiği dönem 1515 yılına I.selim olarak bilinen Yavuz Sultan Selim dönemine denk gelmektedir. Yürüttüğü İslam birliği Politikalarından ötürü bölgede "yarı özerk" olarak yaşanılan bölgede gayrimüslim yoğunluğu denkleştirmek için özellikle Ermenilerin yaşadığı bölgelere Kürt nüfusunu yerleştirmeye başladı. Kürtler Kulp, sason, Hevedan, Hazro, Mutki bölgelerinde beylikler kurdular. Xut bölgesi gibi bazı bölgelerde Ermeni ve Kürt feodallar beraber beylikleri yönetti. Tanzimat reformlarından sonra Osmanlı Devleti vergileri toplamak için yeni sistem oluşturmaya karar verdi, fakat bu reformlar sadece kayıt üstünde kaldı. Eskisi gibi Kürt ağalar vergileri topluyordu ve genellikle bu düzensiz yapılırdı. Hıristiyanlar büyük vergiler ödemek zorundaydı, bazıları bu ağır vergilerden dolayı memleketi terk etmek zorunda kaldı.
1572 yılında Emir bey ölünce,Sultan Selimin bir emirnamesi uyarınca bölgenin yönetimi Emir beyin oğlu Hüseyin Beye verildi. 1585 yılında çok sayıda Kürt beyinin ve Pasur'lunun da katıldığı Tebriz civarında yapılan bir savaşta Hüseyin bey'in vefatı üzerine Pasur Beyliğinin idaresi Sultan Murad III. Divanınca oğlu Zeynel Beye verildi. Hüseyin Beyin oğlu Kılıç Bey buna karşı çıktı.Hazro hükümdarı Mehmed Beyin yardımlarıyla babasının yerine geçmeyi başardı. Halka ve aşiret mensuplarına karşı kötü davranışları yüzünden bir süre sonra öldürüldü. 17 ve 18. yüzyılda Pasur bölgesi Diyarbakır eyaletinin idarî taksimatına bakıldığında, Diyarbekir eyaleti sancaklarından biri olduğu görülmektedir.1864 yılına kadar yarı özerk durumunu korumuştur.
1597 tarihinde ünlü Şeref Han tarafından kaleme alınan Şerefname adlı eserde bölgedeki Kürt topluluklarının durumundan bahsedilmekte, bölgede bulunan Kürt sülalerinin durumundan ayrıntılı olarak bahsetmektedir. Giriş ve dört bölümde kaleme alınan Şerefname'de üçüncü bölüm de Farqin Sülaleri bölümün de Qulp, Batman ve Farqin bölgelerindeki aşiretleri birlikte incelemekte; Burada bulunan ve topu birden “Sılemani” (Silivani) aşiretleri diye bilinen kimi Şafi (“Ehl-i Sünnet”), kimi de “Yezidi” sekiz aşiretin adı verilir.Bunlar; Banuki,Hevêdi (Hevidi),Dılxêran (Dılhiran),Bociyan,Zilan,Besyan,Zıkzıyan,Berezan aşiretleridir.Bu aşiretlerin Mervanilerden geldiğini, Mervanilerin Abbasiler tarafından yenildikten sonra büyük bir topluluğun Mervani lideri "Eşek Mervan’ın" üç oğlunun önderliğinde Filistin’den çıkıp Kulpa bağlı Gazali nahiyesine sığınıp buraya yerleştiklerini ve bu bölgede bulunan kimi Şafi, kimi de Yezidi sekiz kadar aşiret “Mervanoğulları”nın, eşek Mervan’ın çocuklarının) çevresinde birleştiğini dile getirir.Daha sonra bu aşiretlerin Ciqse kalesi başta olmak üzere Kulp,Taş, Hasoli, Silvan kalelerini ve Diyarbakır ırmağının kıyısına kadar uzanan buralara bağlı yerleri, ayrıca Bediyan (Bidiyan), Karukan, Dılke (Okiya), Rıbat, Cıris, İdnik, Selik ve Genç kalelerini fethederken bu yerlerin hepsini “Gürcü ve Ermeni kafirlerin” ellerinden fetih yoluyla ele geçirdiklerini, tüm bu yerleri kapsayan bağımsız bir beylik kurduklarını dile getirir. Bölge de Mervanilerin güçlenmesi üzerine Mısır ve Şam’da yenik düşüp darmadağın olmuş Mervaniler (Emeviler)’in çoğunluğu da buraya gelip yeleştiğini kaleme almıştır. Mervan, bu sekiz aşiretin lideridir. Bu aşiretler, Şerefname’ye göre, Safevi-Osmanlı çatışmasının başlangıcında Osmanlılar’a karşı Şah İsmail’i, O’nun Diyarbakır’a vali olarak atadığı Muhammed Ustaçalu’yu desteklemiş, ama Çaldıran sonrasında, yani bölgede “Kızılbaşlar’ın Devleti” çökünce, taraf değiştirmiş, yaklaşık 200 yıl süren Safevi-Osmanlı savaşları peryodunun tümünde Osmanlılarla ittifak halinde Kızılbaşlara karşı savaşmış ve bu süreçte yeni topraklar ele geçirmişlerdir.
1876 yılında II. Abdülhamid'in Osmanlı tahtına oturmasıyla Berlin Kongresinde Anadolu ve Kürdistan Ermenileri için reformları kabul eden II. Abdülhamid, "Ah Sason, ateş yuvası Sason . O ateşi söndürmek lazım" demesiyle politika değişikliğine gitmiş, Narlıca, Kulp ve Sason bölgesinde 1890 yıllarında yaşananların adeta habercisi olmuştur. 19. yüzyıl başlarında devlet eliyle Kürt aşiretlerinin bölgeye nüfuzu devam etmiştir. Köy 1912-1913 Ermeni patrikhane kayıtlarına göre tıpkı komşu köyleri (Quye,Cıxse,Xuruç) gibi 1916'lara kadar "kısmi Ermeni yerleşim birimi" olduğundan bahsedilir.
Tarih içerisinde önemli olaylara sahne olan köy, yer aldığı havza içerisinde sürekli yer değiştirir ve eşgüdümlü ve farklı zamanlar olmak üzere dört ayrı yerleşim biriminden sonra günümüzde "deva corin" (yukarı köy) adı verilen yerleşim biçimine kavuşur.
"1912-1913 Ermeni Patrikhanesi kayıtları" "Tiyakis (T'iakhs veya Tias)"de 495 Ermeni vatandaşın yaşadığından bahsedilir." 1914 Ermeni olayları sırasına kadar mahallede Mahle Ermaniya adı verilen, ermeni mahallesi mevcuttu. Köy bölgedeki olaylardan etkilenmiş ve daha sonra adı geçen mahalledeki evler yıkılmış, mahallede yaşayan Ermeniler göç etmişlerdir.
I. Dünya Savaşı sırasında Rus ordularının güneye doğru ilerleyişi sırasında, 16’ncı Kolordunun 8’nci Tümenine bağlı birlikler Mayıs ayı sonunda bölgeye intikalini tamamlamış ve "8. Tümene bağlı bir tabur, Rus Ordularına karşı savaşmak için Narlıca'yı stratejik konumundan dolayı askeri bir bölge olarak belirler ve Narlıca'ya yerleşir" .Bu süreçte mahallenin yarısı (Bekran, Peleng, Elyasan, Zéran, Heciyan, ve Ramin mahalleleri) boşaltılır, askeri birliğe tahsis edilir. Düşmanın 12-16 Temmuz 1916 tarihinde, Kulp istikametinde yaptığı taarruzlar Kulp Muharebeleri olarak adlandırılır ve 8. Tümenin karşısındaki Rus birliklerinde 13 piyade taburu, altı süvari bölüğü, dördü ağır olmak üzere 24 top yer almaktadır. Kulp muharebeleri karşısında, 16’ncı Kolordunun 8’nci Tümeni 25 km. genişliğindeki mevziini bırakarak, 15 km. kadar güneye çekilmek zorunda kalır.12 Temmuzda başlayan ve 15 Temmuzda son bulan Kulp Muharebelerinde, 8’nci Tümeni bugün "Dorşin dağının eteğinde, 9 virajlar olarak adlandırılan bölgede" Kulp Boğazı’na atan Ruslar, Boğaz ağzında beş, altı tabur piyade ve bir tabur topçu bırakarak diğer kuvvetlerini Karlıova, Oğnut civarında toplamaya başlarlar.Bu durumdan yararlanan 16’ncı Kolordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa, 3 Ağustos 1916 sabahı, 5’nci Tümenle Bitlis, 8’nci Tümenle Kulp-Muş istikametinden taarruza geçer. "Atatürk bu sırada Ruslarla çarpışmalarda bulunurken İlçenin Şenyayla Bölgesine kadar gitmiş, günümüzde dokuz virajlar diye anılan yere kadar da 5. tümene bağlı kulplu milislerce yol yaptırmıştır." Bölgede ayrıca, Diyarbakır’dan, Lice’den ve Harput’tan (Elazığ) getirilen, sayıları bini geçen milis ve jandarmalardan kurulu müfrezeler bulunmaktaydı ve bu müfrezeler Çapakçur(Bingöl) Müfreze Komutanlığına bağlanmışlardı.Bu düzenlemelerden sonra 2. Ordu bölgesindeki milisler, 12-15 Temmuz 1916 tarihinde meydana gelen Kulp muharebelerine, 2-9 Ağustos 1916 tarihleri arasında meydana gelen Muş-B |
itlis muharebelerine, 5 Ağustos 1916’da cereyan eden Çapakçur muharebelerine ve 27 Ağustos 1916 tarihinde meydana gelen Oğnut muharebelerine katılmışlardır. "Bu sırada Tiyakslı milislerden kayıplar olmuş, Ruslara esir düşenler olmuş ve kendilerinden bir daha haber alınamamıştır." Darakuluk’ta yapılan bu savaşta Alay kumandanı Recai Bey hayatını kaybetti. Mersinli Binbaşı Turgut Bey bacağından yaralanmış daha sonra Kulp'a getirilip tedavisi yapılırken vefat etmiştir.Babası Sabri'nin milis kuvvetlerin de binbaşı olduğu Kulp’lu hakkı Tel’in anlattıklarına göre; "Rus ilerlemesini durdurmak için Kulp ve çevresindeki köylülerle kadın, erkek ve çocuk demeden çalıştılar, çarpıştılar. Orduya yardımcı oldular. Babalarımız ezeli düşmanımıza yurdumuzu çiğnetmemek için canlarını verdiler" şeklinde beyanatta bulunmuştur.
6 Ağustos’ta Narlıca önemli bir konuğu ağırlar. Mustafa Kemal Atatürk, Kulp cephesini denetlemek üzere 6 Ağustos 1916 yılında süvari bir birlikle Tiyaks'a gelirken, Atatürk süvari birlikleriyle beraber, Ramin Mahallesi’ndeki çeşmede dinlenir. O günden bu yanı bu çeşmenin adı halk arasında “Atatürk Çeşmesi” olarak bilinir. Mevcut çeşme, Atatürk’ün bölgede çadır kurduğu üç yerden biridir. Çeşme'de Atatürk’ü karşılamak üzere Zéran Mahallesi’nde bir tören düzenlenir. Günün anısına, Pé Bani /Elman alanında köylülerce "“Cirit Yarışları”" düzenlenir. Atatürk, katılımcılara hitaben bir konuşma yapar, “mahallenin coğrafik zenginliğini ve insanların sıcak kanlılığını över”, aynı gün akşam saatlerinde Şin (Şenyaylası) birliklerini denetlemek üzere Kulp’a geçer.
Diyarbakırın Ofis Semtinde Valiliğin Karşısında 30 Agustos 1972 Yılında açılışı yapılan ANIT PARK Milli Mücadele Yıllarında Diyarbakır Şehit ve Gazilerinin isimleri tek tek sıralanmış olup bu anıtta Tiyaks kütüğüne kayıtlı Narlıcalıların adları yazmaktadır.
6 Eylül 1975 tarihli 23 saniye süren ve 6.6 şiddetindeki Lice depremi sırasında köy hasar görür.Dönemin başbakanı Süleyman Demirel ve Cumhuriyet Halk Partisi başkanı Bülent Ecevit afet bölgesini ziyaret ederler ama ulaşım sıkıntısından dolayı Tiyaks'a uğramazlar. Yaklaşık iki ay sonra sonra 21-23 Kasım 1975 tarihleri arasında yardımların yetersiz olduğu gerekçesiyle Lice'den Diyarbakır merkezine 3 gün süren 90 kilometrelik bir yürüyüş gösterisi düzenlenir.
"Daha sonra mahallede 120 konuttan oluşan prefabrik yapılar yapılır." Deprem sonrası yapılması gereken barakalar yarım bırakılmış ve yerlerine halen kalıcı konut yapılmamıştır. 17. Dönem "Halkçı Parti" Milletvekillerinden Kulp Narlıca Doğumlu olan "Kadir Narin" 12/04/1984 Tarihinde ""Kulp, Narlıca Mahallesinin barakalarının bir kısmının bitltiği ancak yapılması gereken 125 adet barakanın ise bir kısmının temeli atılıp bırakıldığı, bir kısmının ise henüz hiç başlatılmadığı altyapı ve özellikle içme suyunun yetersiz olduğu görülmüşfür.İhale edilen bu tesisler bugüne kadar neden yapılmamıştır?; Bu yörelerde yaşayan halkımızın 1977 yılından beri çektikleri sıkıntıların giderilmesi için Hükümet ne gibi tedbirler almıştır?"" diye Bayındırlık ve iskân Bakanı Safa Giray'a yazılı soru önergesi vermiş; ilgili bakan ""Diyarbakır - Kulp - Narlıca mahallenindeki deprem konutlarının içme suyu 1976 - 1977 yıllarında yapıldığı ve adı geçen mahallede ikmal edilen evlerin içme suyu bağlandığı ancak inşaatı bitmeyen konutlara ise su verilmediği, ayrıca köye içme suyu veren menbaa debisinin ise ihtiyacı ancak karşılayabildiği ve köye isale edilen debi miktarının artırılması için yapılan çalışmalardan sonuç alınamadığı YSE (DİYARBAKIR) XII. Bölge Müdürlüğünden öğrenilmiştir"." diye yazılı açıklamada bulunmuştur.
Prefabrik yapıların bulunduğu alan günümüzde etrafı yeşil alanlarla çevrilmiş, mahallenin merkezi konumuna gelmiştir ve "deva cerin" (Aşağı köy) diye adlandırılmaktadır.
İçişleri Bakanlığı’nın 1940 yılı sonlarında hazırladığı 8589 sayılı genelge ile Köy Adlarının değiştirilmesi resmileşmiş,1949 yılında 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu ile yer adlarının değiştirilmesi işlemleri yasal bir dayanağa kavuşmuş, ardından 1957 yılında da bir “Ad Değiştirme İhtisas Kurulu” kurulmuştur.18.6.1949 tarihli İl idaresi kanununda 12/5/1964 tarihinde değiklik yapılarak ""Türkçe olmayan ve iltibasa meydan veren köy adları, alakadar Vilayet Daimi Encümeninin mütalaası alındıktan sonra, en kısa zamanda Dahiliye Vekaletince değiştirilir"" maddesi konulmuş ve "1964 yılında Tiyaks adı Türkçeleştirilerek Narlıca olarak değiştirilmiştir."
Geçmiş dönemlerde Tiyaks doğumlu olan Halil Turgut, Enver Turgut ve Kadir Narin T.B.M.M.’de milletvekilliği yapmışlardır.
"Tiyaks,Cumhuriyet Tarihi boyunca Kulp bürokrasisine ve çağdaşlaşmasına büyük katkı sağlamıştır." Henüz cumhuriyetin ilk yıllarında (1937) okula kavuşmuştur. İlk mezunlarından Ergani Muallim Mektebine 20 (yirmi), Mekteb-i Rüştiye’ye 7 (yedi) öğrenci göndermiştir. 1970-1980 yılları arasında 817 öğrenci ile 17 öğretmen ilköğretim okulunda ve 160 öğrenci ile 5 öğretmen ortaokulda çalışır iken ; "günümüzde öğrenci yetersizliğinden ilköğretim okulları kapanmıştır." Köyümüzde ve çevre köylerimizde okuyan ilköğretim öğrencileri maalesef toplu taşımacılık ile başka okullarda eğitimlerini zor koşullarda devam ettirmektedirler.Eğitim seviyesinin yüksek olmasında 1909' (1325) da Diyarbakır'ın Kulp İlçesi Narlıca (Tiyaks)doğumlu 10. ve 11. dönem Diyarbakır milletvekillerinden Halil Turgut'un katkısı büyüktür.
Babası İsmail efendi, annesi Ayşe hanım olan Halil bey,1938'de Osman-Tayyibe kızı Edibe (1921) hanımla evlenir ve Osman Selçuk (1939), Ayşe Süzan (Tunalıgil-1946) ve Semra (Özgüç-1952)adlı çocukları olur.1931'de Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'ne girerek 1934-1935 öğrenim yılında Matematik bölümünden mezun olur. Sicilinde İngilizce bildiği yazılıdır. Ekim 1931'de Gazi Eğitim Enstitüsü'nü kazanır. Çeşitli görevlerden sonra Ocak 1945'te Diyarbakır Millî Eğitim Müdürlüğü'ne atanır."Aralık 1946'da Diyarbakır Millî Eğitim Müdürü olur."1950 de 74047 oyla Diyarbakır'dan X. Dönem milletvekili seçilir.Millî Eğitim (Maarif) ve Bütçe komisyonlarında çalıştı. Korunmaya muhtaç çocuklar ve eski eser alanlannın boşaltılması konularında oluşturulan geçici komisyonlarda görev aldı. İlkokul öğretmenlerinin aylıkları hakkında kanun teklifi ve bu teklifinin geri verilmesine dair önergesi, Diyarbakır'da okul yapımı, Diyarbakır'da inşaat işleri, Dicle Nehrinin yükselmesi, Diyarbakır'ın kazalarını birleştiren yolların yapımı konularında 6 sözlü; ecnebi memleketlere gönderilen memurlar hakkında yazılı sorusu; Genel Kurul'da değişik 15 konuda konuşması vardır.XI. Dönem'de de Diyarbakır'dan ikinci kez milletvekili seçilen Halil TURGUT 'a, Yassıada Yüksek Adalet Divanı'nca, 8 yıl hapis cezası verilir.30 Ağustos 1992'de Ankara'da vefat eder. Karşıyaka Mezarlığı'nda toprağa verilir.Diyarbakırın ilk Milli Eğitim Müdürlerinden olan Halil Turgut mahallede birçok kişiye örnek olmuş, yetişmelerinde eğitimlerinde önayak olmuştur.
1965 yılında Tiyaks doğumlu olan Enver Turgut Adalet Partisinden 13. Dönem İzmir milletvekili ve 14. Dönem Kayseri milletvekili seçilmiştir.
26.10.1993 tarihli T.B.M.M. tutanak dergisi 42. Cilte göre 30.11.1992 tarihinde T.B.M.M 20.Birleşiminde Diyarbakır Milletvekili M.Hatip Dicle içişleri bakanının sözlü cevaplaması için verdiği soru önergesin de "28 Kasım 1992 tarihinde Diyarbakır ili Kulp ilçesi Narlıca mahallesinde Yaşanan olayları" sormuş ilgili bakanlık soruyu cevaplamamıştır.
"Tiyaks 1984-2000 yılları arasında toplam 59 yurttaşını bölgede yaşanan şiddet olayları dolayısıyla kaybetmiştir." Örneğin 16/05/1994 zorla koruculaştırma süreci başlamış köylülerin koruculuğu kabul etmeleri halinde mahallede kalabilecekleri beyan edilmiştir. 17/08/1994 te bir korucunun evi yakılmış; 25/10/1994 te Quye(İslamköy) ve Tiyaks arasında 7 asker hayatını kaybetmiş; 12/01/1995'te Tiyaks Nüfusuna kayıtlı 2 si çocuk ve ikisi kadın olmak üzere 8 vatandaşını(İbrahim Kanik, Aliye Kanik, Niyazi Tanrıkulu, Aziz Tanrıkulu, Şengül Ezer, Heybet Ezer, Melek Ezer, Çiğdem Çoban) kaybetmiş 6 kişide ağır yaralanmıştır Tahsin Tanrıkulu yönetimindeki araçta çatışma bölgesine giderken yolda kaza geçirmiş, 3 kişi yaralanmıştır ve yine 28/10/1998 de Tiyaks nüfusuna kayıtlı İzzettin Zengin köy korucusu özel timi tarafından düzenlenen bir operasyon sırasında, vurularak öldürülmüş; 25/07/1999 da Kawa Özgür kod adlı 1980 Dicle Bahro mahallesi doğumlu Selahattin Yaşar Tiyaksta yaşanan çatışmada hayatını kaybetmiştir 01/10/1999 tarihinde 70 yaşında olan Tiyaks doğumlu Yusuf Nergiz, kulpta gözaltında kaldıktan sonra 21 AR 474 plakalı kırmızı minübüse binmiş kendisini en son o dönem korucu olan Alaaddin Şahin görmüş ve Yusuf Nergiz kayıplara kavuşmuştur. 2000 yılında Lice kırsalında Tiyaks Nüfusuna ait Şoreş kod adlı Selahattin Memiş hayatını kaybetmiştir. "Özetle 1984-2000 yılları arasında yaşanan şiddet olayları Tiyaks'ı büyük ölçüde etkilemiş köy ekonomisi gerilemiş, mahallede çok sayıda ev yakılmış; Can ve mal kaybına yol açmıştır. Mahallede son zamanlarda gelişen çatışmasızlık ve normalleşme döneminde köy tersine göçü yaşamaya başlamış ekonomik canlılık yaşamıştır ve hızla büyümeye başlamıştır."
Seçildikleri yıllara göre köy muhtarları ise:
- 2009 - Tahsin Çelik
- 2004 - Aziz aktaş
- 1999 - Aziz aktaş
- 1994 - Esat Ayyıldız
- 1989 - Esat Ayyıldız
- 1984 - Vahdettin Tanrıkulu
Tiyaks Kürtçenin Zazaki lehçesiyle konuşmaktadır. Mahallede zazaki bilen birçok kişi aynı zamanda Kurmanci de bilmektedir.
Yoğun göçlerle beraber metropoller'de büyüyen yeni köy gençliğinin önemli bir kısmı, asimile olmuş asıllarını unutmaya başlamışlardır ve ata dillerini konuşmakta zorlanmaktadırlar. Bölgede okuma seviyesinin en yüksek olduğu köylerden biridir.
Yaz aylarında mahalle nüfusu üç bin'i aşmaktadır. Mahallenin yeşilliğiyle birlikte dışardaki köylüler tatilini burada geçirmektedirler. buda mahallenin aynı zamanda bir tatil beldesi özelliğini taşımaktadır.
Narlıca’da dini hizmetlerin verilmesi için 4 cami bulunmaktadır. Bunlardan biri çok eski olup taş yapı şeklindedir ve günümüzde kull |
anılmamaktadır. Biri deva jorin biri de deva jerin olmak üzere ikisi açık olup diğeri kadrolu imam bulunmadığı için kapalı bulunmaktadır. Verilen Yazlık Kur’an kursuna 25 öğrenci devam etmektedir. Mahallenin doğusunda yer alan Hacı Ömer Türbesi önemli dini merkezlerden biridir. Türbenin geçmişi ve hakkında herhangi bir şey bilinmemektedir. Perşembe ve Cuma günleri ziyaret edilen türbede Yasin-i Şerif okutulmakta ve dua edilmektedir.
Misyonu; özelde Narlıca köylüleri genelde ulaşabildiği toplum kesimleri arasında sosyal dayanışmaya , kalkınmaya yönelik kalkınma amaçlı girişimleri yaratmak ve uygulamalar gerçekleştirmek olan;Narlıca Köyü Eğitim, Kültür, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (NARDER) 400’e yakın köy kökenli gençlik girişimi ile 2000'li yılların sonunda kurulmuş ve tüzel kimliğine kavuşmuştur. NARDER tarafından son yıllarda sosyal etkinlikler artmıştır. Her yıl geleneksel olarak mahallede piknik yapılmakta, uçurtma şenliği düzenlenmekte, Ömer Dağına (Kasor) tırmanış yapılmaktadır. (Geleneksel Ware Mıhe Etkinliği)
"Narlıca havzasında ilk Kooperatif 1972 yılında kurulmuş ve 12 eylül’e kadar varlığını sürdürmüştür." Kooperatif özellikle el sanatları (halıcılık-kilim),ipekböcekçiliği,tüketim ve tarımsal mekanizasyon üzerine başarılı çalışmalar yürüttüğü bilinmektedir. Ancak 12 Eylül darbesi sonrasında kooperatif kapatılır. Artan talep doğrultusunda "Akdoruk ve Narlıca çiftçilerinin girişimi" ile 2008 yılı başlarında 48 üyeli yeni bir tarımsal kalkınma kooperatifi (AKNAR) kurulmuş ve faaliyetlerine başlamıştır. Halen Orman bölge müdürlüğü bünyesinde Narlıca Havzasındaki orman alanlarında traşlama ve ağaçlandırma proje uygulamaları sürmektedir.
Son yıllarda sosyal ve ekonomik ilişkilere ve toplum davranışlarına bakıldığında modernite de adeta model köy olma yönünde nitelikleri taşımaktadır. Mahallenin, Eğitim düzeyi Türkiye ortalamalarının (kadın %90, Erkek %93) çok üzerindedir.Feodal yapı 1970 yılların başından itibaren çözülmüştür. Kentlilik kimliği öne çıkmaktadır. Yörede adeta kültürel bir simgedir. Belde olma yolunda aday bir nitelik taşımaktadır.
Diyarbakır il merkezine 132 km, Kulp ilçesine 11 km uzaklıktadır. Kulp ile Lice ilçeleri arasındadır. Kaynak(xuruç) ve İslamköy (Quye)ile komşudur. Ömer (Kasor) Dağı’nın (2018 m.) doğu eteğine kurulmuş olan Narlıca’nın coğrafi yapısı düz bir ova görünümündedir. Köy, Çemigeldan Çayı’nın kuzey tarafındaki düz ve yeşil araziler üzerinde kurulmuştur.Mahalleye Diyarbakır-Kulp karayolundan 3 km'lik asfalt yolla ulaşılmaktadır.
Çemi Geldan Kaynağını tamamıyla Kulp ilçesi sınırları içerisindeki İslamköy ile Ağıllı mahallenine bağlı Geli (vadi) mezrasından alır. Kulp’un 6 km kadar güneyinde Kulp Çayına karışır. Kaynak noktasına doğru Çemi Geldan ismini alan çay, aşağı kısımlarda Narlıca mahallesinden itibaren Şekran Çayı olarak adlandırılır. Özellikle Narlıca mahallesi yakınlarında vadi tabanı genişler ve buralarda tarım arazileri sıklaşır. Aşağı kısımlarda tekrar eğimin artmasıyla vadi daralarak kertik vadi şeklini alır. Şekran ve Geldan arasında kalan bölgeye Çeme Kevşan denilmektedir.
Yaklaşık 300 hanenin bulunduğu Narlıca’da toplu bir yerleşim vardır. Mahalleye bağlı bulunan Geldan ve Terkan mezralarında nüfus çok azdır.
Tiyaks, Diyarbakır, Muş ve Bingöl arasında doğal bir geçiş yolundadır. Yayla hayatının ekonomik durağıdır. Bu nedenle de çeşitli uygarlıkların kültürel mirasını günümüze kadar taşımıştır. Kuzey Mezopotamya’nın kırsal bölgesi içinde kültürel gelişimin ve sosyalleşmenin hızlı olduğu bir bölgedir.
Mahallenin kuzeydoğusunda bulunan Newala Sose (Sos Vadisi) adlı şifalı su kaynağı önemli ziyaret yerlerinden biridir. Böbrek hastalığı, idrar yolları enfeksiyonları ve iç hastalıklara iyi gelen su kaynağına birçok hasta gelip suyu içmekte ve bu şekilde iyileşeceğini umut etmektedir.
Mahallenin iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir."Yazları sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlıdır." Bunu açacak olursak; yazın Tropikal cephenin etkisini kuzeye doğru genişletmesiyle Basra alçak basıncı etkisi altına girer. Bu nedenle yazlar çok sıcak ve kuraktır. Kışın ise polar cephenin etkisi altına girer. Özellikle Sibirya yüksek basıncının etkisini Doğu Anadolu üzerinden genişletmesiyle mahallede kışın kar yağışları oldukça fazladır. "Kar kalınlığı zaman zaman 2 metreyi aşar." İlçe merkezinde karın yerde kalma süresi 60 gün olup Güneydoğu Anadolu Toroslar üzerinde oluşan cepheler yağışların fazla olmasını sağlamıştır. Yükseltinin fazla olduğu yerlerde yaz başlarında da yağışlar görülür. Kulp ilçesinde yıllık ortalama yağış 1230 mm olup Güneydoğu Anadolu bölgesine göre oldukça fazla yağış alır.
Kar yaşının fazla olması ve karın yerde kalma süresi ile donlu gün sayısının fazla olması ayrıca yağışların fazla olmasıyla Güneydoğu Anadolu karasal ikliminden ayrı özellikler gösterirken, yağışların büyük çoğunluğunun kış aylarında düşmesi ve yaz kuraklığının fazla olmasıyla Doğu Anadolu karasal ikliminden farklı özellikler gösterir. "Bu nedenle Güneydoğu Anadolu Bölgesi step iklimi ile Doğu Anadolu Bölgesi şiddetli karasal iklimi arasında bir geçiş özelliği gösterir."
"Sıcaklık bakımından köy tam bir karasallık örneği görülür." Gece ile gündüz, yaz ile kış arasındaki sıcaklık farkları fazladır. Bu durum mahallenin denizden yüksekliğinin fazla olması, nem açığının fazla olması gibi faktörlerden kaynaklanmaktadır. Kulp’ta yıllık ortalama sıcaklık 12,5 derecedir. "Ortalama yüksek sıcaklık 18,8 ortalama düşük sıcaklığı ise 6,4 derecedir."
Köy bitki örtüsü bakımından oldukça zengindir. Özellikle meşe türleri çok yaygındır. (Mazı Meşesi ve Palamut Meşesi ve ayrıca Lübnan Meşesi ile Saplı Meşe türleri) Meşe ormanları yıllarca insanlar ve özellikle keçiler olmak üzere hayvanlar tarafından tahrip edilmelerine rağmen geniş bir yayılım sahasına sahiptir. Ayrıca akarsu vadileri boyunca Kavak ve Söğüt türlerine sıkça rastlanır. Köy merkezi ve Şexbuban arasında kalan bölgede sıkça Ardıç, Meşe ve yer yerde Akçaağaç türlerine rastlanır. Son 40 yılda bölgede yapılan ipekböcekçiliğinden dolayı Dut ağacı saysıda çokca artmıştır. Badem, Alıç, Elma ve ceviz ağaçlarınada köy havzasında rastlanamktadır. Bozkır formasyonu olarak, Geven, Sağırkuyruğu, Çobanyastığı, Kekik, Karaçalı ve Sütleğen gibi türlere rastlanır.
Köy ekonomisi tarım,hayvancılık ve ipekböcekçiliğine dayanmaktadır. Dut ağaçlarının yoğun olarak yetiştirildiği mahallede koza üretimi oldukça yüksektir. Nitekim 2005 yılında Diyarbakır Ticaret Odası ve Diyarbakır Borsalar Birliği ortaklığında geliştirilen “İpekböcekçiliğini Geliştirme Projesi”nin merkezi Narlıca seçilmiştir. Mahallede bir inficar tesisi ve Koza Birlik deposu Maalesef depo yapımı sırasında Mahallenin kullanılmayan ilk ilkokulu ve sağlık ocağı yıkılmıştır) kurulmuş ve 5 Temmuz 2006 tarihinde Narlıca mahalleninde "Koza Şenliği" düzenlenmiştir.(
2002 yılından itibaren ilçede yapılan çalışmalarla başta Narlıca olmak üzere,ipek böcekçiliği yeniden canlanmış 895 üreticiye ulaşmış ve Türkiye’de üretilen yaş kozanın yüzde 40’ını Kulp ilçemizde üretmek suretiyle Türkiye birinciliğe almış bulunmaktayız.
Ayrıca koza üretimi dışında sebze ve meyve yetiştiriciliği, buğday, arpa ve mısır üretimi de yapılmaktadır. 2005 yılı Doğrudan Gelir Desteği kapsamında Narlıca mahalleninde bulunan çiftçiler 4500 dönümlük arazi desteklemesinden faydalanmıştır. Sulu arazilerin çok olması nedeniyle özellikle meyve bahçeleri çok yaygındır. NARDER( Narlıca mahallesi eğitim, kültür ve yardımlaşma Derneği) öncülüğünde Kevşan adı verilen bölgede Bodur elma yetiştiriciliğine başlanmıştır.
Mahallede savaş koşullarının azalıp çatışmasızlık dönemine girilmesiyle beraber hayvancılık yeniden canlanma göstermiştir. Arıcılık bölgede yavaş yavaş gelişmektedir. Köy coğrafik olarak alabalık üretimine uygun olmasına rağmen herhangi bir üretim tesisi bulunmaktadır.
Mahallede ticari üniteler olarak 2 market, 1 kahvehane, 1 internet Cafe ve 1 adet de Koza Birlik Deposu bulunmaktadır. Mahallede bulunan Sağlık Ocağı ve Ziraat Binası son yıllarda yaşanan güvenlik sorunları nedeniyle kapanmış ve hala hizmete açılmamıştır.
Mahallede ilköğretim okulu vardır.( Bunlar 2 blok halinde olup daha sonra biri yıkılarak yerine İpekböcekçiliği projesi kapsamında Koza Deposu yapılmıştır) Mahallenin orta okul vardır ve her ikisi de faal değiltir. İçme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı vardır ( Sağlık Ocağı faal olmayıp, Binası İpekböcekçiliği projesi kapsamında yıkılmıştır) ancak sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfaltldır. mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Cep Telefonu ve uydu telefonları çekmektedir. Mahallede internet bağlantısı mevcuttur. Ayrıca halı kursu binası vardır fakat 1993 yılından beri faaliyetlerine ara vermiştir.
1-Sevan Nişanyan - "Adını Unutan Ülke: Türkiye'de Adı Değiştirilen Yerler Sözlüğü" 2010
2-İndex Anatolicus- Türkiye yerleşim Birimleri Envanteri
3-http://books.google.com.tr/books?id=ME5oLvCd088C&pg=PA239&lpg=PA239&dq=kulp+narl%C4%B1ca+armenia&source=bl&ots=srSu3sxAfO&sig=xCFd_GctSxgrsGeQGjvlfmtn2K0&hl=tr&sa=X&ei=H-AjUo2eJoKPtAa2ioDAAw&ved=0CDAQ6AEwATgU#v=onepage&q=kulp%20narl%C4%B1ca%20armenia&f=false
4-E. Gen. Fahri Çeliker - Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi 8. sayı
5-http://www.iphpbb.com/foren-archiv/8/507200/505720/birinci-dünya-savanda-oluşturulan-milis-birlikleri-33096965-69579-166.html
6-http://www.iphpbb.com/foren-archiv/8/507200/505720/birinci-duenya-savanda-oluturulan-milis-birlikleri-33096965-69579-166.html
7-E. Gen. Fahri Çeliker - Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi 8. sayı
8-Pirinççioğlu, Ertuğrul; Ergin Konuksever, Muzaffer Bal. "Ölü Sayısı 1800'e çıktı". Milliyet Gazetesi. ss. 1.
9-"Lice Yürüyüşü". Milliyet Gazetesi. 23 Kasım 1975
10- 07/06/1984 TBMM tutanakları sayfa:269
11-http://mevzuat.meb.gov.tr/html/7236_5442.html
12-Harun Tunçel-Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi-TÜRKİYE’DE İSMİ DEĞİŞTİRİLEN KÖYLER
13-http://www.bilinmeyendiyarbekir.com/mill |
etvekilleri.html
14-https://tr.wikipedia.org/wiki/TBMM_13._d%C3%B6nem_milletvekilleri_listesi
15-https://tr.wikipedia.org/wiki/TBMM_14._d%C3%B6nem_milletvekilleri_listesi
16-Medya Güneşi Haber Yorum Gazetesi 1-15 Haziran 1994 yıl :7 Sayı:51 sayfa 5
17-http://arsivakurdi.com/PDF/kovar/MedyaGunesi/51.pdf
18-http://www.yargitay.gov.tr/aihm/upload/46928_99.pdf
19-http://www.serxwebun.org 152-154-157-213 nolu sayılar
20-http://www.zorlakaybetmeler.org/download.php?id=HAH/doc/39
21-http://issuu.com/gurkanskose/docs/ihd_rapor__1_
22-http://amedpasur.com/index.php?option=com_content&view=article&id=6&Itemid=7&ulke=Danimarka&fontstyle=f-larger&limitstart=11
23-A.Menap ŞEKER - Kulp’ta Belirsizlikler kıskacına sıkışan havza, Narlıca
24-http://www.bilinmeyendiyarbekir.com/kulp.html
25-http://www.yerelnet.org.tr/koyler/koy.php?koyid=243610
26-Türkiye İpekböcekçiliği Ve İpekçilik Milli Komitesi 3. Yürütme Kurulu Toplantı Raporu
Katılımcı sözlük
Katılımcı sözlük, sözlükten esinlenilerek oluşturulmuş ve etkileşime dayanan bir internet projesi. Katılımcı sözlüklerde, üyeler çeşitli kavramlar hakkında "tanım" adı verilen yorumlar yazmaktadır. İlk katılımcı sözlük 1 Şubat 1999 tarihinde yayına başlayan Ekşi Sözlük'tür. Günümüzde yaklaşık 700.000 sözlük yazarı, 7.000.000 okuyucu kitlesi bulunmaktadır.
Katılımcı sözlüklerin geçmişi Ekşi Sözlük'e dayanır. 15 Şubat 1999'daki ilk "entry" ile açılan Ekşi Sözlük'ün yazılımı ve tasarımı internet dünyasında bir ilk olmuştur. Belirli bir konu hakkında basit bir şekilde "başlık" açıp, entry girebilmeyi sağlayan oluşum bilginin düzenli ve kolay ulaşılabilir olmasını sağlamıştır.
Zamanla popülerleşen Ekşi Sözlük'e yazar alımları bir zamandan sonra belirli bir sıra dahilinde yapılmaya başlanmış ve kısıtlanmıştır. Bunun üzerine "klon" olarak tabir edilen Ekşi Sözlük benzeri sözlükler açılmaya başlanmıştır. Bu ilk klonları takiben her yıl katılımcı sözlükler açılmaya devam etmiştir. 2008 yılına dek 88 klon sözlük açılmıştır. Zamanla sosyal medyanın en önemli Türkçe kaynakları olan sözlükler hala popülerliğini korumaktadır.
Bu tür oluşumlarda her bir üye oluşuma yazarak katkıda bulunduğundan "yazar" olarak adlandırılırlar. Sözlüklerin forumlardan farkları forumların belirli bir konuya has, kısıtlandırılmış konular içermesi ve kişilerin subjektif görüşlerine daha çok yer vermesidir. Katılımcı sözlükte ise bir konu kısıtlaması söz konusu olmadığı gibi, subjektif ve spekülatif bilgi içermemeye olan yatkınlık forumlardan daha fazladır. Ancak bu Vikipedi'de olduğu gibi salt ansiklopedik bilgi demek değildir. Yazarlar kendi görüşlerini bir takım gerçeklerle birlikte açıklayarak tanım girebilirler. Bu, aynı zamanda bir konu hakkında değişik görüşlerin ortaya konularak bir görüş çeşitliliği oluşturmasına yol açar.
Sözlükler zamanla kavramlara kendi anlamlarını yüklemiş ve bu kavramlar katılımcı sözlüklerde bir kalıp haline gelmiştir. Bu kavramlar şu şekildedir:
Katılımcı sözlüklerin içerik bakımından üç farklı çeşidi vardır. Bunlar genel ve tematik sözlükler ile üniversite sözlükleridir.
Genel sözlükler başını Ekşi Sözlük'ün çektiği ve Ekşi Sözlükvari bir işleyişe sahip olan sözlüklerdir. Her konuda görüş bildirilen ve konu sınırı olmayan bu sözlüklerin en önemli örnekleri kuruluş sırasına göre Ekşi Sözlük, İTÜ Sözlük, Uludağ Sözlük ve İnci Sözlük'tür.
Tematik sözlükler yalnızca belli bir alan odaklanmış ve konu sınırlaması bulunan sözlüklerdir. Sportif Sözlük, Siyasi Sözlük ve Sinema Sözlük gibi örnekleri bulunan bu interaktif sözlüklerin olumlu yönü belli konuların tek bir yerde yoğunlaşmış olmasıdır.
Okul sözlükleri, yapı bakımından genel sözlükler kategorisine girmesine karşın çoğu üyesinin o okula bağlı olması nedeniyle ayrı bir kategoride listelenmektedirler. Bu sözlüklerin en büyük avantajı o okulla ilgili bilginin yoğunluğudur. İlgili okulun rektör, dekan, ders, yerleşke, ders geçme sistemi, hocalar, fakülteler gibi bilgilerine erişim kolaylığı bu sözlükleri popüler kılmaktadır.
İlk okul sözlüğü olan İTÜ Sözlük (günümüzdeki adı instela), İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilerince 1 Mart 2004 tarihinde açılmıştır. Ardından 30 Aralık 2005'te Uludağ Üniversitesi öğrencileri tarafından Uludağ Sözlük açılmıştır.
Sözlükler temel olarak Türkiye anayasasına uymak zorundadır. Bunların yanında her sözlüğün kendi iç yapılarına uygun olarak koydukları "format" adı verilen kurallar vardır. Başlığa girilen ilk enrty'nin tanım olması, entry'lerin genel anlam ifade etmesi ve bir entry'nin diğer bir entry'e cevap verecek biçimde yazılmaması çoğu sözlüğün uyguladığı kurallardır. Ancak bu kurallar her sözlükte uygulanmayabilir. Örneğin İnci Sözlük benzeri formatsız sözlüklerde bu kurallara yer verilmez. Bunların yerine yalnızca siyasî, dinî konulardan uzak durmak ve Türkiye anayasasına uygunluk kıstas alınır.
Sözlükler zaman zaman içeriklerinden dolayı Türkiye anayasasına tezat düşebilmekte ve bu durumlarda da sözlüklere dava açılmaktadır. En çok dava açılan sözlük ise Ekşi Sözlük'tür. Ekşi Sözlük şimdiye dek birçok kez içeriği nedeniyle mahkemeye verilmiştir. Sözlüğe açılan ilk dava 2006'da esrar başlığında yer alan içerikten dolayı olmuştur. İstanbul Emniyet Müdürlüğü bu içeriğin gençlere uyuşturucuyu özendirdiği gerekçesiyle şikayette bulunmuş ve sözlüğe erişim engellenmiştir. Bu ilk erişim engelinin ardından iki kez daha sözlüğe engel uygulanmış ancak tüm bu erişim engelleri daha sonradan kaldırılmıştır.
Katılımcı sözlüklerle ilgili yaşanan son yasal sıkıntı ise 21 Haziran 2011 tarihinde gerçekleşmiştir. Yine Ekşi Sözlük'ün içeriğiyle ilgili olan bu süreçte sözlüğe erişim engellenmemiş fakat otuzbeş yazar manevi değerlere hakaret ile suçlanmış ve ifadeye çağrılmıştır.
Hacımahmutuşağı, Ortaköy
Hacımahmutuşağı, Aksaray ilinin Ortaköy ilçesine bağlı bir köydür.
Aksaray iline 44 km, Ortaköy ilçesine 11, Çokyatan yaylasına 37, Tuz Gölü'ne 7 km uzaklıktadır.
Komşu köyleri; doğuda Asma, batıda Karapınar ve Yağmurhuyuğu, güneyde Hacı İbrahim Uşağı, kuzeyde ise Oymaağaç'tır.
Köyün iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir.
Yaylada 15-20 hane bulunmaktadır. Köyün nüfusunun büyük çoğunluğu Aksaray ve İzmir'de ikamet ederler. Aksaray, İzmir, johannesburg ve Avrupa'da yaşayan köylülerin toplam nüfusu ortalama 1000 ila 1200 civarındadır.
Köyün ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Tarımda buğday ve arpa ön plandadır.
taş ocağı yani granit vardır.
Açısal momentum
Açısal momentum fizikte herhangi bir cismin sahip olduğu dönüş miktarıdır ve bu miktar cismin kütlesine, şekline ve hızına bağlıdır. Açısal momentum bir vektör birimidir ve cismin belirli eksenler üzerinde sahip olduğu dönüş eylemsizliği ile dönüş hızını ifade eder.
Bir sistemin sahip olduğu açısal momentum içerisindeki bireysel ufak parçacıkların sahip olduğu momentumların toplamına eşittir. Simetri ekseni üzerinde dönüş yapan bir cismin açısal momentumu eylemsizliğinin (cismin yerinin değiştirilmesine ile açısal hızına ω müdahale edilmesine karşı yaratmış olduğu direnç) ürünü olarak hesaplanabilir. Formülü
formula_1'dir.
Bu nedenle açısal momentum bazen "dönüş lineer momentumu" olarak ifade edilir.
Kendi dönüş eksenine kıyasla çok daha ufak olan cisimlerde (örneğin çok uzun bir ip ucunda sallanan küçük lastik top veya Güneşin etrafında dönüş yapmakta olan gezegenler) açısal momentum lineer dönüş momentumu olarak tanımlanabilir. Bu tanımda cismin kütlesi ve hızı dönüş ekseninin yarıçapı ile çarpılarak sonuç bulunur.
formula_2
Sisteme dışarıdan herhangi bir tork uygulanmadığı sürece açısal momentum her zaman korunur. Örneğin buz pateni yapan biri kollarını içeriye doğru kapar ise kendisi hızlanır bunun sebebi açısal momentumun korunumudur. Nötron yıldızlarının çok fazla miktardaki dönüşleride açısal momentumun korunuşu ile açıklanabilir. Açısal momentum korunumu çoğu fizik ve mühendislik bölümlerinde araç gereç üretiminde yararlanılmaktadır.
Bir merkeze göre alınan açısal momentum (L)un tanımı;
formula_3
bu formülde r parçacığın merkeze göre yer vektörüdür, p parçacığın lineer momentumudur ve x vektör çarpımını ifade eder.
Tanımdada görüldüğü gibi açısal momentumun SI birimindeki değeri Newton metre saniyedir (N•m•s veya kg•m/s) veya joule saniye (J•s). Vektör çarpımından dolayı açısal momentum, yarıçap vektörü r ve momentum vektörü p ye diktir ve bu sağ el kuralı ile bulunabilir. Sabit kütleli ve değişmeyen bir simetri ekseni etrafında dönüş yapan cismin açısal momentumu, eylemsizliğin ürünü olarak kabul edilir ve açısal hız vektörü;
formula_4
"I" cismin eylemsizliği (genellikle bir gergi birimi) ve ω açısal hızdır.
Düz bir çizgi ekseninde dönüş yapan parçacık veya katı cismin açısal momentumu bir vektördür ve büyüklüğü ile yönü sabittir. Eğer dönüş ekseni cismin veya parçacığın merkezinden geçerse o noktada açısal momentum sıfırdır.
Eğer bir sistem çok sayıda parçacık barındırıyorsa bu sistemin toplam açısal momentumu bu parçacıkların her birinin momentum toplamlarına eşittir.
formula_5
Sabit bir kütle dağılımının olduğunu ve cismin kütlesinin "ρ" = "ρ"(r), türevsel bir hız elemanı "dV", yön vektörü r bize kütle elementi; "dm" = "ρ"(r)"dV" verir. Bu cismin bu sebeple sonsuz küçük açısal momentumu;
formula_6 dir.
Bu formül üzerinde yapılan türev ve integral işlemleri sonucunda toplam açısal hız bulunur;
formula_7
Bir bütün halindeki parçacık gruplarının açısal momentumları bulunurken matematiksel işlemlerin kolaylığı açısından, kütle merkezi alınması genellikle uygun kabul edilir. Bir parçacık grubunun açısal momentumu her bir parçanın açısal momentumunun toplamına eşittir;
formula_8
r i parçacığının yer vektörüdür, "m" kütlesi, v lineer hızıdır. Kütle merkezi şu formül ile ifade edilmiştir;
formula_9
tüm parçacıkların toplam kütleleri;
formula_10
Kütle merkezinin lineer hızı;
formula_11
R i için kütle merkezine olan uzaklık, V i parçacığını lineer hızı ve sonuç olarak;
formula_12 ve formula_13
görüldüğü gibi;
formula_14 ve formula_15
Bu sebeple bir noktaya göre alınan açısal momentum;
f |
ormula_16
Yazılan ilk terim kütle merkezinin açısal momentumudur. Bu sonuç tek bir M kütleli cisim için kütle merkezinde v hızı ile hareket etmiş olsa idi aynı açısal momentum olurdu. Yazılan ikinci terim ise her bir parçacığın kendi içerisindeki açısal momentumlarıdır. İkinci terim daha da basitleştirilebilir. Kütle merkezindeki parçacıkların eylemsizlikleri ve açısal hızları dönüş hareketinden dolayı toplanır ve açısal momentumu verir.
Eğer bir sistemde sadece dönüş ile ilgileniyorsak, cismin açısal momentumunu skaler bir birimmiş gibi inceleyebiliriz ve bunun için saat yönünün tersinde hareket ettiği zamanları incelemeliyiz. Bunu yapabilmek için formülümüzde vektör çarpımının yerine birim vektörü ekleriz ve açısal momentum böylelikle son halini alır;
formula_17
"θ" r ve p noktaları arasındaki hesaplanmış açıdır.
formula_18
formula_19 p’ye göre kaldıraç kol uzaklığıdır.
İşlem kolaylığı açısından düşünmemiz gereken kaldıraç kol uzaklığını merkeze ve p noktasından geçen bir çizgi üzerinde almamızdır. Bu tanımla beraber p noktasının yönünü (saat yönünü yoksa tersi mi) belirlenirse "L" nin işareti bulunabilir;
formula_20
formula_21 p nin r üzerindeki dik bileşenidir. Görüldüğü gibi açısal momentumun işareti dönüş yönüne göre belirlenir.
Sabit kütleli ve sabit bir eksen üzerinde dönüş yapan cisimlerin açısal momentumu eylemsizliğin bir ürünü olarak kabul edilebilir ve açısal hız vektörü;
formula_4
"I" cismin anlık eylemsizliğidir ve ω açısal hızdır. Büyük kütleli bir cismin kinetik enerjisi "T";
formula_23
formülü ile bulunabilir ve görüldüğü gibi açısal hızı karesi, kinetik enerji ile orantılıdır. Tıpkı ötelenimsel enerji ve ötelenimsel hız gibi. Genellikle açısal hız vektörü dönüş ekseni yönünde iken, açısal momentum bu yönde değildir. Bunun sebebi cisim üzerindeki kütle dağılımının nasıl olduğunu bilmememizdendir. Genellikle yönler ve büyüklükler arasındaki bağlantılar ω ve L yönleri eylemsizliğin ikinci dereceden gergisinden bulunur;
formula_24
gergi tanımlaması uygulanır ve toplam işlemleri yapılırsa ("i", "j" = 1, 2, 3)
Kinetik enerjinin genel tanımı;
formula_25
Açısal momentumun korunum yasası: kapalı bir sistemdeki cisme dışarıdan herhangi bir tork etki etmediği sürece açısal momentumda bir değişiklik olmayacağını tanımlar. Herhangi bir olay öncesinde cisim üzerinde sadece iç torklar etki ettiği için açısal momentumda bir dış tork olmadığı sürece değişme görülmez. Bu korunum yasası matematiksel olarak yönbağımsızlıktan bulunur ve sonsuz yön kabul edildiği için hiçbir yön bir diğerinden farklı değildir. Noether teoreminde de görüldüğü gibi açısal momentumun zamana göre türevi torktur;
formula_26
Hız ve momentumun vektör çarpımı sıfırdır çünkü vektörler paraleldir. Sistemin kapalı olduğu kabul edilirse ve matematiksel olarak sıfır kabul edilirse dışarıdan etki edebilecek sıfır tork;
formula_27
formula_28 sistemdeki parçacıklara etki eden torktur. Sistem içindeki kuvvetlerin Newton’unun üçüncü yasasına uyduğu kabul edilir. Bu demektirki parçacıkların birbirlerine uyguladığı kuvvetler birbirlerine eşittir. Yörüngelerde ise açısal momentum gezegenin hem kendi etrafında hem de yörüngesi etrafındaki dönüşüne dağılmıştır.
formula_29;
Eğer bir gezegenin beklenildiğinden daha yavaş hareket ettiği gözlemlenirse bunun sebebi gezegenin etrafında bir uydusu olmasıdır ve toplam açısal momentum gezegen ve uydusu arasında bölüşülür.
Açısal momentum genellikle kütle çekim kuvvetinin incelenmesinde kullanılmıştır. Eğer net kuvvet bir cismin sürekli olarak merkezine uygulanıyorsa bu cismin merkezine göre torku yoktur ve bu sebeple cismin açısal momentumu sabittir. Açısal momentumun sabit olması gezegenlerin yörüngelerini incelerken ve Bohr atom modelleri incelirken çok kullanışlıdır.
Açısal momentumun korunumunun en kolay açıklanabildiği olaylardan biri bir buz patencisinin hareketleridir. Kollarını dikey dönüş eksenine göre kapattığı zaman hızlanmaktadır. Kollarını kendine doğru çektiği zaman gövdesinin anlık eylemsizliğini düşürmektedir ve açısal momentum sabit olduğu için dışarıdan bir tork etki etmediği sürece açısal hız artacaktır.
Aynı olay çok hızlı dönmekte olan yıldızlar içinde geçerlidir (beyaz cüce, nötron yıldızları, kara delikler). Bu cisimler oluşurken kendilerinde daha büyük ve daha yavaş dönüş yapan yıldızlardan meydana gelmişlerdir (bir cismin boyutunun 10 azaltılması, açısal hızının 10 kat artmasına neden olur.
Dünya ve Ay arasındaki açısal momentumun korunumu aralarındaki açısal momentum transferleriyle gerçekleşir. Dünya ve Ay arasındaki bu geçişler dalga torklarında kaynaklanır. Bu olaylar dünyanın dönüş hızını yaklaşık 42 ns/day azaltır ve Ay’ın yörüngesinin ~4.5 cm/year rate artmasına neden olur.
Modern (20.yüzyılda teoremsel fizik ve açısal momentum bir iç açısal momentum olarak kabul edilmemiştir) fizikte açısal momentum daha farklı bir yolla formülüze edilmiştir.
Bu formülde açısal momentum Noether birimlerini ikinci formu olarak kabul edilir. Sonuç olarak açısal momentum uzay zamanda genellikle korunmaz ta ki asimptotik olarak dönüşü değiştirilmez ise.
Klasik mekanikte bir parçacığın açısal momentumu bir düzlem elemanı olarak tanımlanabilir;
formula_30
bu formülde dış çarpım& ve vektör çarpımı x in yerini alır. Bu daha basit bir geometrik düzlem oluşturulmasını saglar ve x ile p vektörleri kullanılır. İşlemler iki veya daha fazla boyutlar için geçerlidir. Kartezyen koordinatlarda;
formula_31
veya daha detaylı iç gösterim ile;
formula_32
Bu açısal hız tanımı anti simetrik ikinci dereceden gergi olarak da tanımlanabilir birimleri; "ω". Bu iki anti simetrik gerginin arasındaki bağıntı eylemsizlikle açıklanabilir ve gergi dördüncü dereceden olmalıdır;
Bu denklemdeki L ve ω herhangi bir boyutta doğruluğunu korur. Bu denklem geometrik matematiksel işlemlerde de görülür L ve ω bu sefer ortak vektörlerdir ve eylemsizlik arasında bir bağlantı oluşturur.
Göreceli mekanik ve göreceli açısal momentumda parçacıklar antisimetrik ikinci dereceden gergi ile ifade edilirler;
formula_34
Dört vektör dilinde dört yer "X" ve dört momentum "P" yukarıda ifade edilen L yi parçacıkların kütle merkezi hareketiyle yok ederler. Yukarıda anlatılmış olan her durum için çoklu parçacıkların olduğu bir sistemdeki açısal momentum oradaki her parçacığın ayrı açısal momnetumunun toplamına eşittir.
Kuantum mekaniğindeki açısal momentum klasik fizikte anlatılmış olan açısal momentumdan biraz daha farklıdır. Göreceli kuantum mekaniğinde ise neredeyse bağlantıları kalmaz hale gelir çünkü açısal momentum artık tensörel çarpım haline gelmistir.
klasik açısal momentum tanımı;
formula_3
kuantum mekaniği ile daha ileriye taşınabilir. r nin yerine kuantum yer işlemcisi, p nin yerine momentum işlemcisi konulur. L ise bir işlemci haline dönüşür ve orbital açısal momentum işlemcisi adını alır.
Ancak, kuantum fiziğinde bir başka açısal momentum türü vardır ve ismi dönüş açısal momentumudur ve S ile gösterilir. Neredeyse her element parçacığın dönüşü vardır. Dönüş genel olarak bir eksen üzerinde dönüş yapma olarak tanımlanır ancak bu eksik ve yanlış anlaşılma yaratan bir resimdir. Dönüş parçacıkların doğası olan bir olaydır ve orbital açısal momentumdan farklıdır. Her element parçacığın kendine ait dönüş özelliği vardır örneğin elektronların dönüşü her zaman 1/2 dir. Fotonların ise 1 dir.
Sonuç olarak toplam açısal momentum J, dönüş ve orbital açısal momentumun her parçacık için toplamını ifade eder. (bir parçacık için J= L + S). Açısal momentumun korunumu J için geçerlidir ancak L veya S e işlemez. Toplam korunduğu sürece açısal momentum S ve L arasında artıp azalabilir.
Kuantum (nicem) mekaniğinde açısal momentum nicem bir yapıya sahiptir, yani sürekli olarak değişime uğrayamaz yalnız istenilen miktarlarda kuantum sıçramaları yapabilir. Herhangi bir sistem için aşağıda verilmiş uygulamalar her zaman geçerlidir. formula_36 düşürülmüş Planck sabiti, formula_37 herhangi bir yön vektörüdür x, y, z gibi.
Düşürülmüş Planck sabiti formula_36 normal standartlarda 10 J s dir. Bu sebepten ötürü açısal momentumu nicem oranı makroskopik cisimleri etkileyemeyecek kadar küçüktür. Ancak mikroskopik sistemlerde oldukça önemlidir.Örneğin kimyada işlenen elektron katman ve tabakalarında açısal momentumun nicemlenimlenmesi çok önemlidir. Açısal momentumun nicemlenimlenmesi ilk olarak Niels Bohr tarafından Bohr atom modelinde ortaya sunulmuştur.
formula_3 formülünde altı adet işlem elemanı bulunmaktadır. Bunlar; yer işlemcileri formula_40, formula_41, formula_42 ve momentum işlemcileri formula_43, formula_44, formula_45. Heisenberg belirsizlik kuramlarına göre formülümüzde bulunan altı işlem elemanının kesin değerlerinin hepsi için aynı anda bulunması mümkün değildir. Bu sebeple bir parçacığın açısal momentumunu bulurken bazı kısıtlamalarla karşılaşırız. Yapılabilecek en tutarlı hesaplamalar tek bir eksen ve düzlem üzerindeki açısal momentum vektörünün yön ve değerini bulmaktır. Belirsizlik yasasının ifade ettiği gibi açısal momentum işlemcisinin değişik bileşenleri bir arada bulunamaz örneğin formula_46.
Yukarıda anlatıldığı gibi klasik mekanikteki açısal momentum L formula_3 ile ifade edilir ancak toplam açısal momentum J daha farklı ve basit bir yolla dönüş yaratan olarak ifade edilir ve işlemcisi;
formula_48
dönüş işlemcisidir ve her sistemde dönüşü ifade eder formula_49 açısı ile formula_50 ekseninde.
Açısal momentum işlemcisi ve dönüş işlemcisi arasındaki bağıntı lie matematiği ve lie grupları ile ifade edilebilir. Açısal momentum ve dönüş arasındaki bağıntı Noether teoreminde gösterilmiştir ve açısal momentumun fizik kuralları gereğince korunduğunu ispatlamıştır.
Yüklü bir parçacığın elektromagnetik alandaki hareketleri standart kabul edilen momentuma uymaktadır P. Standart açısal momentum L = r × P momentumu değişmez ölçülü değildir. Hatta fiziksel momentum olarak kabul edilen kinetik momentumUN SI birimi;
formula_51
"e" parçacığın elektrik yükü, A ise elektromagnetik alanın magnetik vektör potansiyelidir. Değişmez ölçülü açısal momentum, kin |
etik açısal momentum olarak da bilinir, şu formülle bulunur;
formula_52
Kuantum mekaniği ile ilgili bağlantılar kanonik yerdeğişim bağlantıları (canonical commutation relations) bulunmaktadır.
Tom Boonen
Tom Boonen "(d. 15 Ekim 1980, Mol, Belçika)" Belçikalı bisikletçi ve çok iyi bir sprinter. Pek çok uzman tarafından Johan Museeuw ve hâtta Rik Van Looy’un veliahtı olarak görülmetedir. 2005 yılında Dünya Yol Bisikleti Şampiyonası'nı kazanmıştır. Omega Pharma-Quick Step takımının bir üyesidir, güçlü sprint finishleri olan tek günlük yol yarışı uzmanıdır. Kişiliği ve görüşlerinin, başarılarıyla birleşmesinin ardından ülkesi Belçika'da 2000'li yılların ortasında, erkek sporcular arasında idol haline gelmiştir. Ancak, kokain kullanmaktan dolayı iki kez ceza almıştır.
En büyük başarısını 2005’te, Ronde van Vlaanderen'ı, bir hafta sonra Paris-Roubaix’yi ve Eylül’de Madrid’teki Dünya Kupası’nı kazanarak elde etti. Böylelikle dünya bisiklet tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. "Ronde van Vlaanderen", "Paris-Roubaix" ve "Dünya Şampiyonası"'nı aynı yıl kazanan tek bisikletçidir.
DNF = Bitiremedi.— = Yarışmadı.
Kiğılı
Kiğılı markası, 1938 yılında erkekler için kumaş satışı amacıyla kurulan marka 1965 yılında Abdullah Kiğılı tarafından pantolon ve gömlek üretimine geçmiştir. İlk mağazasını 1969 yılında Beyoğlu’nda açtı. Bugün Türkiye’de 67 ilde, 225 mağaza, yurtdışında Avusturya, Fransa, İran, Irak, Azerbaycan, Gürcistan, Türkmenistan, Makedonya, Viyana ve Çin’de 31 Mağaza, 9 corner olmak üzere toplam 40 mağazasıyla hizmet vermektedir. Dünya üzerine yayılmış 300’e yakın satış noktasına haftada 200.000 adet üzerinde ürün gönderen marka, 50.000 m2 faaliyet alanı ve 2.200 çalışanı ile hizmet vermektedir.
Cem Yıldız
Cem Yıldız (d. 1970, Erzincan), Türk müzisyen.
İlk ve orta öğretimini Erzincan'da, üniversiteyi ise İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarında tamamladı. Mezuniyeti ertesinde kendi kurduğu dershanesinde müzik ve çeşitli yerlerde solfej, nota ve bağlama dersleri verdi. Bu dönemde birçok sanatçıya hem sahne hem albüm çalışmalarında eşlik etti.
1997 – 1999 yılları arasında Zülfü Livaneli, 1999–2004 yılları arasında Şükriye Tutkun, 2004 – 2006 yıllari arasında ise Yıldız Tilbe'ye sahne performanslarında bağlama sanatçısı olarak eşlik etti. Bununla beraber Stüdyo Müzisyenliği'ni 1999'dan itibaren sürdürmektedir. 1999 – 2000 yılları arasında “Halimiz Ahvalimiz” isimli 8 albümden oluşan Türk Halk Müziği koro albüm projesinde hem korist hem de bağlama sanatçısı olarak yeraldı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarında sahnelenen “Sultan Gelin” adlı müzikalde misafir sanatçı olarak bağlama ile eşlik etti. 2004 yılında ilk albümü “Orient Expressions” çıktı. Türkiye ve Avrupa’da birçok festival ve organizasyonlarda grup olarak konserler verdi. Orient Expressions Kanal D’nin sevilen dizisi “Hırsız Polis”in müziklerini de yapmıştır. Sabahat Akkiraz & Orient Expressions "Külliyat" adlı albümleri ile ortak sahne performanslarına devam ettiler. Aynı zamanda Cem Yıldız "İmkansiz Aşk" adlı şarkının bestecisi ve yorumcusudur.
Hırsız Polis, Kapalıçarşı, Küçük Kadınlar, Karayılan, Sevdaluk, Fatih Harbiye, Benim Adım Gültepe ve Urfalıyam Ezelden dizileri ile Başka Semtin Çocukları, Ay Lav Yu, Hükümet Kadın 1/2, ve Kara Bela filmlerinin müziklerini yaptı.
2004 yılında Orient Expressions adlı etnik-elektronik müzik yapan grubunun albümü çıktı. 2008 yılının son aylarında grubun diğer albümü "Kırık Kalpler" yayınlandı. Cem Yıldız, solo olarak 2007'de "Aşk imkansız" ve Fransız müzisyen Jean Pierre Smadj ile Özbek müzisyen Rustam Mahmudzade’nin katkıları ile 2010'da "Hü" albümünü yayınladı. 2013 yılında, Barış K ile kurdukları "insanlar" grubunun, bestesi Cem Yıldız'a ait olan ilk plağı "kime ne" Aboov Plak'tan yayınlandı.
Kim Clijsters
Kim Antonie Roda Clijsters (d. Bilzen 8 Haziran 1983), Belçikalı bir tenisçidir.
Kim Clijsters'in babası da kendisi gibi bir sporcu olan Leo (Lei) Clijsters (Opitter, 9 Kasım 1956 - 4 Ocak 2009) Belçikalı futbolcu ve antrenördür.
Kim Clijsters daha önce oynadığı 4 Grand Slam-turnuvasından yenilgiyle ayrıldı. 5. denemesinde 2005 ABD Açık’ta Mary Pierce'i eleyerek, ilk kez bir Grand Slam turnuvası kazandı. İkinci Grand Slamini ise 2011 Avustralya Açık Tenis Turnuvasında başarılı olmuştur.
Uzun bir süre kendisi gibi tenisçi olan Lleyton Hewitt ile beraber olan sporcunun bu ilişkisi 2004’ün Ekim ayında son bulmuştur.
Amerikalı basketbolcu Brian Lynch ile evlenen Clijsters,bir kız çocuğu dünyaya getirmiştir.Kızının adı Jada'dır. Ayrıca Kim Clijsters 2012 Amerika Açık Tenis Turnuvasından sonra kariyerini sonlandırcağını açıklamıştır.
Stefan Everts
Stefan Everts (Neeroeteren, 25 Aralık 1972) Belçikalı motokrosçu.
İlk GP yarışmasına 17 yaşındayken katıldı. İki yıl sonra, 1991de, ilk kez 125 cc Dünya Şampiyonu oldu. 14 yıl sonra Stefan bütun rekorları altüst etti. 19 yıl sonra son 2006 dünya kupasındaki son Gp yarışmasını da kazanarak kariyerini tamamladı
Resmi sayfası
Xavier Malisse
Xavier Malisse (d. 19 Temmuz 1980, Kortrijk) Belçikalı tenisçidir.
2004'te Malisse çiftlerdeki partneri Oliver Rochus'le beraber ilk kez erkeklerde Belçika'ya Grand Slam Kupasını getirdiler.
Olivier Rochus
Olivier Rochus (d. 18 Ocak 1981, Namur) Belçikalı tenisçi.
2005'te Auckland'ta final oynadı, Avustralya Açık'ta 1/8 finale kadar yükseldi. Roland Gaross'ta ikinci turda elendi. 2005'in sonunda Bergende turnuvasını kazandı. 2000'de Palermodahenuz bir ATP-turnuvası kazandı. Kopenhag'ta iki kere ATP-turnuvalarında finale yükselme başarısı gösterdi. En büyük başarısı, 2004'deki çiftlerde Roland Garros zaferidir.
Jean-Michel Saive
Jean-Michel Saive (d. 17 Kasım 1969, Liège), Belçikalı masa tenisçisi.
1985 yılında Belçika'nın en iyi masa tenisçisi seçildi. 2006 yılına kadar kesintisiz olarak bu dereceyi taşımıştır. 51'i altın, 38'i gümüş ve 41'i bronz olmak üzere toplam 130 madalya kazandı.
Daniel Van Buyten
Daniel Van Buyten (d. 7 Şubat 1978, Chimay), Belçikalı eski futbolcudur. Defans ve orta saha mevkilerinde oynamaktaydı.
Kariyerine RSC Charleroi'da başladı, 1998-89'da ilk maçını oynadı. Sezon sonunda R. Standard de Liège'e transfer oldu. Orada iki sene futbol oynadı ve Olympique de Marseille'a transfer oldu. 2002-03 sezonundan sonra performansı düştü, ve Manchester City'ye kiralandı. 2004'ün yazında Hamburger SV'ye geçti. Van Buyten, Hamburg'da gösterdiği performans sonucu takımın kaptanı oldu. 14 Ağustos 2014 tarihinde futbola veda ettiğini resmi olarak duyurdu.
Mustafa Çelebi
Şu anlamlara gelebilir:
Enzo Scifo
Vincenzo Enzo Scifo (d. 19 Şubat 1966, La Louvière), Belçikalı futbolcu ve teknik direktör. Belçika A millide 4 kez FIFA Dünya Kupası'nde oynamıştır.
Scifo La Louvière'de İtalyan bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Küçüklüğünde futbolda çok yetenekli olduğundan dolayı "Küçük Pele" olarak anılmıştır. Scifo futbol kariyerine La Louvière kulübünde başlamıştır ve küçük bir yaşta Anderlecht'e transfer olmuştur, 1983'te ise profesyonel olmuştur.
1987'de Inter'e transfer oldu ama orada kendisini gösteremedi. Bu yüzden 1988'de Girondins Bordeaux'ya transfer oldu, orada da kendini kanıtlayamadı. 1989'da Auxerre'a transfer oldu ve bu sefer kendisini gösterdi. 1991'de İtalya ekibi Torino'ya transfer oldu. Oradan da Monaco'ya geçen Scifo 1997'de eski kulübü Anderlecht'e transfer oldu. 2000 yılında artrit hastalığı teşhisi konuldu ve emekli oldu.
RSC Anderlecht ile
Belçika Ligi: 1985, 1986, 1987, 2000
AS Monaco ile
Ligue 1: 1997
Torino ile
Scifo ilk millî maçına 1984'te çıktı.
Belçika ile 4 Dünya Kupası'nda oynadı, 1986, 1990, 1994 ve 1998. Millî takımda toplam 84 maça çıktı ve 18 gol attı.
Scifo emekli olduktan sonra R. Charleroi SC'ye teknik direktörlük yaparak teknik direktörlük kariyerine başlamıştır. Ama alınan başarısız sonuçlardan dolayı Haziran 2002'de istifa etti. 2004-2006 yılları arasında da Tubize'yi çalıştıran Scifo son kez de Belçika Birinci Ligi takımlarından Mouscron'u çalıştırmıştır. 6 Haziran 2009'da kulüpteki finansal sorunlardan dolayı istifa etmiştir.
Turuncu Eleni
Turuncu Eleni, Mustafa Balel'in öykü kitabı.
"Gülname", "Turuncu Eleni", "Bir Avuç İstanbul", "Anacık", "Matruşka Bebekler", "Köşküm Var Deryaya Karşı", "Şu Gönül Şarkıları", "Camgüzeli ya da Sürmeli'nin İki Dünyası" adlı öykülerden oluşuyor.
Edebiyatın en zor türlerinden biri olan kısa öykünün en iyi örneklerinden oluşuyor "Turuncu Eleni".
Değişik çevrelerden getirdiği son derece değişik kadın ve erkek tiplerini çoğu kez bir çocuğun, iki yüzlülükten uzak, sıcak, içten ve doğrucu tanıklığında işlerken mekân olarak İstanbul'u seçmiş Mustafa Balel.
Duyarlık ve gerçeklik dozunun çok iyi ayarlandığı öykülerin arasına, Paris'te Fransızca olarak yayımlanan "Le Transanatolien" adlı yapıttaki "Anacık"' ı da katmış yazar.
İlginç biçim denemeleri ve teknik yeniliklerin yanı sıra, bireyin iç dünyasının derinliklerine inen, insancıl gözlemlerle yüklü öyküler..."
""Anlatım ve diyalog ustalığının hemen göze çarptığı bu öykülerin, her sözcüğü titizlikle seçilip yerli yerine oturtulmuş ve adeta damıtılmış...""
Tarık Dursun K.
Çorum 15 Temmuz Şehitleri Fen Lisesi
15 Temmuz Şehitleri Fen Lisesi, eğitim öğretim hayatına 1996 yılında Çorum Anadolu Öğretmen Lisesi bünyesinde başlamıştır. Çorum çıkışında, yirmi dokuz dönümlük bir arazi üzerine kurulmuş, pansiyon ve ana binadan oluşmaktadır.
Okul, yeni yapılan otobüs terminali yanındadır. Okulda proje çalışmaları çerçevesinde öğrencilerin bireysel kullanımına açık olmayan, devlet tarafından ciddi miktarda para harcanmamış , iki kimya iki biyoloji iki fizik, öğleden sonraları öğrenci kullanımına ara sıra açık 1.5 mbps hızında internet bağlantılı 22 bilgisayarlık bir bilgisayar laboratuvarı vardır. 2013 yılında okula Çorum Belediyesi tarafından Z tipi bir kütüphane kazandırılmıştır. Her yıl sayısal alandaki birçok önemli üniversitelere öğrenci gönderen okul 2008 yılında ÖSS Türkiye 2.si |
, 2014 yılında ise LYS Türkiye 9.si çıkararak başarılara imza atmıştır. 23000 metrekarelik dev bir alana kurulan okul, 1996'da yapılan binasındadır.
Okulun adı 1 Ağustos 2016 tarihinde Çorum Valiliği tarafından "15 Temmuz Şehitleri Fen Lisesi" olarak değiştirilmiştir.
Semerkant (roman)
Semerkant (özgün adı, "La Samarcande"), "Afrikalı Leo" (1986) kitabı ile ünlenen Lübnan asıllı Fransız yazar Amin Maalouf'un yazdığı roman.
Yapıt, Ömer Hayyam'ın Rubaiyat adlı elyazması eserinin 1072 yılında Semerkant'ta başlayan ve 1912'de Titanik'te biten hikâyesini ele alıyor.
"Semerkant" (1988) Ali Berktay tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
'Titanic'te Rubaiyat! Doğu'nun çiçeği Batı'nın Çiçekliğinde! Ey Hayyam! Yaşadığımız şu güzel anı görebilseydin!' Amin Maalouf, 'Afrikalı Leo'dan (YKY, 1993) sonra bu kez Doğu'ya, İran'a bakıyor. Ömer Hayyam'ın Rubaiyat'ının çevresinde dönen iç içe iki öykü... 1072 yılında, Hayyam'ın Semerkant'ında başlayan ve 1912'de Atlantik'te bit(mey)en bir serüven... Bir elyazmasının yazılışının ve yüzlerce yıl sonra okunurken onun ve İran'ın tarihinin de okunuşunun öyküsü/tarihi...
Amin Maalouf, Doğu'ya, İran'a bakıyor. Ömer Hayyam'ın Rubaiyat'ının çevresinde dönen iç içe iki öykü...
Yazar kitabında özetle, tüm olanları Benjamin’in anlatısıyla aktarmış ve tarihe damgasını vuran üç önemli şahıs ile 20. yüzyıl başlarında İran’da gerçekleşen modernleşme çabalarını bu romanın esas teması olarak oluşturmuştur. Ömer Hayyam’ın Cihan adlı kadın şairle yaşadığı aşk ve Benjamin ile Şirin arasında geçenler yine yazarın usta kalemiyle tüm olaylar arasında eritilerek sunulmuştur.
1072 yılında, Selçuklu Sultanı Melikşah’ın saltanatı İran’ı da kapsamıştır. Ömer Hayyam kısa bir süre önce Semerkant’a yerleşmiştir. Selçuklu Veziri Nizamülmülk Semerkant’a geldiği sırada onunla tanışmıştır. Nizam, Hayyam’ı bir sene sonrası için Isfahan’a davet etmiştir. Ömer Hayyam bu tanışmanın ardından bir yıl geçince Isfahan’a doğru yola koyulmuştur. Hayyam yolculuğu sebebiyle Kum kentinden geçerken Sabbah ile tanışmıştır. Hayyam’ın o güne kadar tanıdığı en bilge kişi Hasan’dır. Hasan da Isfahan’a giderek Nizam’dan bir iş istemeyi planlamıştır. Hayyam, Isfahan’da Nizam’ın huzuruna çıktığında, kendisinden “Sahib-i Haber” (casusların başı) olması istenmiştir. Hayyam bir bilim adamı olduğunu ve hafiye olamayacağını belirtmiştir. Ancak Nizam’a, Hasan Sabbah’ı önermiştir.
Nizam, bu işe Hayyam’ı layık görmesine rağmen Hasan’ı kabul etmek zorunda kalmıştır. Hayyam, Selçuklu’nun malî desteği ile çalışmalarını sürdürmüştür. Hasan, Nizamülmülk’ün vazgeçemediği yardımcılarından biri olmuş ve Nizam’a hizmet etmek yerine onun mevkiine geçmeye niyetlenmiştir. Kısa bir sürede Nizam’dan soğutmak için Melikşah’a yakınlaşmıştır. Nizam ile Melikşah arasına nifak sokmaya çalışmış, ancak planı ters tepince de Melikşah tarafından çöle sürgüne gönderilmiştir.
Hasan, emelleri uğruna bir şekilde çölden kurtulmuş, mezhep ve kültürlerinin tehlike altında olduğunu düşünen bir kısım Acem halkını cennet vaadi ile kandırmıştır. Ünlü Haşşaşiyûn tarikatını kurarak Alamut kalesine yerleşmiştir. Hasan Sabbah’ın vaazlarıyla ve cennet vaatleriyle sarhoş olan insanlar intihar saldırıları düzenlemişlerdir. Bu kişilere fedai denmiştir ve Hasan Sabbah fedailerine; "Ölmek, öldürmekten yücedir." deyip bu anlayış üzerinde eğitmiştir. Her fedai halk tarafından sevilmeyen, haram yiyen, sahte kişileri öldürüp kaçmamış ve olay yerinde ölmeyi beklemiştir. Böylece her fedai öldüğünde halktan onlarca kişi fedailer arasına katılmıştır.
Hasan’ın amacı bu tarikat yardımıyla Nizam ve Melikşah’tan intikam almaktır. Nitekim müridleri sayesinde Nizam ve Melikşah’ı öldürmeyi başarmıştır. Ancak daha sonra da huzuru bulamamış ve ebediyete de huzursuz bir şekilde göç etmiştir.
Hayyam Semerkant’a geldiğinde Semerkant Elyazması ile Rubaiyat adlı kitabı yazmıştır. Bu kitap kişilerin hayatında çok önemli noktalarda rol oynamıştır.
Ömer Hayyam’ın 1873 yılında dünyada yeniden popüleritesi artmaya başlamıştır. Hasan Sabbah’la birlikte ortadan kaybolan Rubaiyat’ın kopyaları da tüm dünyaya yayılmaya başlamıştır. Hayyam’a olan hayranlıkları nedeniyle Lesage çifti yeni doğan oğulları Benjamin’e ikinci bir isim olarak Omar ( Ömer’in İngilizce yazımı) adını koymuşlardır.
Benjamin 15 yaşına gelince, kendi ismini taşıdığı Hayyam’ı merak ederek onu araştırmaya ve Farsça öğrenmeye başlamıştır. Daha sonra Hayyam’ın zamanında ve kendi çağında insanları o denli çok etkileyen “Rubaiyat”ın peşine düşmüştür. Önce İstanbul’a gitmiş ve oradan da İran’a geçmiştir.
Bu sırada İran Şahı’nın torunu Şirin’le tanışmış ve ona aşık olmuştur. Benjamin, İran’da birçok macera yaşayarak 1910’larda İran’daki modernleşme hareketlerine katılmıştır. Sonunda Benjamin Şirin’le birlikte Semerkant elyazmasına ulaşarak Amerika’ya gitmek üzere İran’dan ayrılmıştır.
Bunun için önce İngiltere’ye gitmişler ve oradan da Titanic gemisine binerek Amerika’ya doğru denize açılmışlardır. Ne yazık ki yaklaşık bin yıl önce kaybolup, o anda yeniden ortaya çıkan “Rubaiyat” Titanic’in batmasıyla sonsuzluğa karışmıştır.
Benjamin ve Şirin kurtularak başka bir gemiyle Newyork’a ulaşmışlardır. Limandaki karışıklıkta tıpkı “Rubaiyat” gibi Şirin de sonsuza dek kaybolmuştur.
Maalouf yapıtında, ciddi şekilde ölümcülleştirilen mezhep aidiyetini vurgulamak amacıyla bu üç önemli şahsı kullanmıştır. Haşşaşiyûn tarikatındaki insanların diğer tüm aidiyetlerini (dil, vatan, ırk, hatta din) bir kenara iterek kimliklerini sadece mezhepleri şiaya göre belirlemiş ve mezhepleri farklı olduğu için kendi kardeşlerini bile öldürebilecek birer katile dönüşmüşlerdir.
Sonuç olarak Maalouf; 1900’lerde Tebriz’deki durumu incelerken de doğunun bir uyanış ve modernleşme sürecine girmiş olduğu, İran’daki direnişe ve yenilikçilerin vermiş oldukları uğraşlara dikkat çekmiştir. 20. yüzyıl başlarında İran’da gerçekleşen modernleşme çabalarını iyi anlamak ve farklı bir bakış açısıyla değerlendirebilmek için, bu kitaptan öğrenilecek ve dersler çıkarılacak önemli tarihi ve siyasi olaylar bulunmaktadır.
Tabur
Tabur, bir yarbay ya da binbaşının komuta ettiği, bölükten büyük, alaydan küçük askeri taktik birliktir. Günümüz ordularında ana silahlarına göre tank taburu, piyade taburu, topçu taburu gibi tabur sınıfları bulunmaktadır. Hava kuvvetlerinde tabur, genellikle "filo" olarak adlandırılır.
Taburlar ana silah türüne göre tank taburu, topçu taburu, tanksavar taburu, uçaksavar taburu, piyade taburu gibi muharip taburlardır.
Topçu taburları üç ya da dört topçu bataryası -topçu bölüğü- olarak tertiplenir. Diğer muharip taburlar da çoğunlukla üç muharip bölük ve bir ikmal bölüğünden oluşur.
Piyade taburları, 19. yüzyılda bir karargâh bölüğü, bir tüfek bölüğü ve bir ağır silah -tank, top- bölüğü olarak organize edilmiştir. Günümüzde de 400-900 askerden oluşan taktik açıdan kendine yeterli birlikler olarak benzer düzende organize edilmektedir.
Bu şekildeki muharip taburların yanı sıra ordu bünyelerinde belirli görevleri yerine getirmek için oluşturulan taburlar da teşkil edilmektedir. Sıhhiye taburu, İstihkâm taburu, keşif taburu gibi.
Süvari taburları, 10. yüzyılda bir süvari bölüğü, bir atlı okçu bölüğü ve bir zırhı atlı bölüğü olarak organize edilir. Günümüzde 100-300 askerden oluşan taktık açıdan kendine yeterli birlikler olarak benzer düzende organize edilmektedir. Teknolojinin ilerlemesiyle önemlerini yitirmiştir.
Taburun diğer birliklerle, esas olarak da bağlı bulunduğu Tümen Karargâhı ile iletişimini sağlayan unsurdur. Muharebe taburları genelde aşağıdaki gibi teşkilatlanmıştır.
Bakım onarım taburu, Tümen bünyesindeki her türlü çalışan makine, teçhizat ve araçları bakım ve onarımını üstlenen teknik kadroları barındıran birimdir. Bakım onarım taburu, genelde aşağıdaki gibi teşkilatlandırılır.
Tümen'in ulaşımı için gerekli altyapıdan ve arazi güvenliğinden sorumlu birimdir. İstihkam taburları genelde aşağıdaki gibi teşkillenmiştir.
Kimyasal silahlar ve bunların etkilerine karşı gereken önlemleri almakla görevli, özel eğitimli elemanlardan oluşturulur. Kimyasal savunma taburlarında genel olarak şu alt birimler bulunur.
Tügay'ın her türlü ikmal malzemesinin temini, nakliyesi ve bakımından sorumlu birimdir.
Anatolia
1 (anlam ayrımı)
1 (bir), aşağıdaki anlamlara gelebilir.
Bölük (askerî birim)
Bölük, idari bakımdan tam bir birim oluşturan en küçük askeri birimdir. Bölükler, bir bölük karargâhı ve en az iki (genelde üç, dört) takımdan oluşur. Koşullara ve ihtiyaçlara göre değişmekle beraber çoğu kez en az 100 askerden oluşan bir askeri birliktir. Komutanı Yüzbaşı ya da Kıdemli Üsteğmen'dir.
II. Dünya Savaşı sırasında bölüklerin kadroları genişlemiştir, üç tüfekli muharebe taburunun yanı sıra yakın destek ateşi sağlayan ekip silahlarını -havan, makineli tüfek, tanksavar- kullanan bir takım olarak organize edilmeye başlanmıştır. Bu tür bölükler 6 subay, 187 erden oluşmaktadır.
Günümüzde bölükler belirli işlevleri yerine getirmek üzere muharebe, istihkâm, keşif gibi ya da belirli bir sınıf silahın -tank, havan, uçaksavar, tanksavar- temelinde ve muharip piyade bölükleri olarak organize edilir.
Çavuş
Çavuş, Türk Silahlı kuvvetlerde erler sınıfında ikinci yüksek rütbedir.
Gazneli, Karahanlı ve Selçuklu devletinde çavuşluk yüksek görevlerden biriydi. Siyasal ilişkileri, elçilik görevlerini ve protokol işlerini yönetirlerdi. Osmanlı'da denetim görevlerini üstlendiler. Sarayda müezzinlik, müzikçilik, mehterlik yapanlar çavuş şanını taşırlardı. II.Mahmud'un 1826'dan sonra gerçekleştirdiği askeri yenilikler sırasında geleneksel çavuşluklar kaldırılarak kara ve deniz ordularında erle subay arasındaki küçük rütbelere çavuş sanı verildi. Erleri temsilen kullanılan çavuş rütbesi, onbaşı rütbesininin bir kademe üstüdür. Çavuş, erlerle subay arasındaki ilişkileri düzenler. Ayrıca çavuşlar, bir manganın komutanı da olabilirler. Askeriyede çavuşlar nöbet tutmazlar ancak komutanların emriyle nöbet tutabilirler.
Sözleşmeli Çavuş, 6191 sayıl |
ı Sözleşmeli Erbaş ve Er kanunu kapsamında, Sözleşmeli Onbaşı olarak en az 2 yıl görev yaptıktan sonra kadro görev yeri uygun olduğu takdirde, yeterlilik durumu da göz önüne alınarak Sözleşmeli Onbaşının Türk Silahlı Kuvvetlerinde aldığı Çavuş rütbesidir.
Sözleşmeli Çavuşlar, Sözleşmeli Onbaşı, Sözleşmeli Er, Erbaş ve Erlerin üstü olup, Erbaş sayılırlar. Özlük hak ve işlemleri aynı Erbaşlar gibi yürütülür.
Sözleşmeli Çavuşlar sınıf değişikliği yapabilirler. Ayrıca askerlerde olduğu gibi sözleşme görev süresince kışlada iskan edilirler. Sözleşmeli Çavuşların sözleşmeleri, 1 yıldan az 3 yıldan fazla olmamak şartıyla en fazla 29 yaşın bitirildiği yılın aralık ayı sonuna kadar uzatılabilir.
Sözleşmeli Çavuşlardan, kendi kusurları olmaksızın sözleşmesi feshedilenler ile kendi isteği ile sözleşmesini yenilemeyenler veya ayrılanlar, ilgili mevzuattaki şartları sağlamak şartıyla Uzman Erbaşlığa veya Astsubaylığa başvurabilirler. Başvuruda bulunan sözleşmeli Sözleşmeli Çavuşlara yönetmelikte belirtilen esaslar dahilinde öncelik verilir.
Onbaşı
Onbaşı, silahlı kuvvetlerde erlikten sonra gelen ilk rütbenin sahibi.
Onbaşı, emrine verilen birliğin amiri ve çavuşun yardımcısıdır. Birliğin içinde disiplini korumak, emrinde bulunan personeli savaş için hazırlamak, sevk ve idare etmek, en küçük birlik olan manganın bütün iç hizmetlerini iyi bilmek, bunları astlarına öğretmek, araç ve gereçlerin bakımını yapmak zorundadır. Onbaşı, kendi erleriyle bir masada yemek yer. Sofranın temizlik ve düzenine, yemeğin eşit olarak dağıtılmasına, nöbette olan erlerin yemeğinin ayrılmasına dikkat eder. Erlerine, birlikte bulunan subayları tanıtır. Erlerin uygunsuz kimselerle görüşmelerine engel olur, onların sağlık durumlarıyla ilgilenir, hasta olanları doktora gönderir. Onbaşı, yönetmelikte yazılı olan özel nöbetleri tutar, kışla ve ordugâh hizmetinde çalışan erlerin başında âmir olarak bulunur. Aldığı emirlere göre yapacağı işler ve birlik içinde disiplinle ilgili olayları zamanında, âmiri olan çavuşa bildirir. Silâhlı kuvvetlerde onbaşılığa yükselme, özel talimatına uygun olarak, acemi eğitimini başarıyla bitirenler arasından ayrı bir sınavla olur. Onbaşı, kolunun pazu kısmına kırmızı çuhadan "V" işareti takar.
Sözleşmeli Onbaşı, 6191 sayılı Sözleşmeli Erbaş ve Er kanunu kapsamında, Sözleşmeli Er olarak en az 2 yıl görev yaptıktan sonra kadro görev yeri uygun olduğu takdirde, yeterlilik durumu da göz önüne alınarak Sözleşmeli Er'in Türk Silahlı Kuvvetlerinde aldığı Onbaşı rütbesidir.
Sözleşmeli Onbaşılar, Sözleşmeli Er, Erbaş ve Erlerin üstü olup, Erbaş sayılırlar.
Sözleşmeli Onbaşılar sınıf değişikliği yapabilirler. Ayrıca askerlerde olduğu gibi sözleşme görev süresince kışlada iskan edilirler. Sözleşmeli Onbaşıların sözleşmeleri, 1 yıldan az 3 yıldan fazla olmamak şartıyla en fazla 29 yaşın bitirildiği yılın aralık ayı sonuna kadar uzatılabilir.
Sözleşmeli Onbaşılardan, kendi kusurları olmaksızın sözleşmesi feshedilenler ile kendi isteği ile sözleşmesini yenilemeyenler veya ayrılanlar, ilgili mevzuattaki şartları sağlamak şartıyla Uzman Erbaşlığa veya Astsubaylığa başvurabilirler. Başvuruda bulunan sözleşmeli Onbaşılara yönetmelikte belirtilen esaslar dâhilinde öncelik verilir.
Erbaş
Erbaş, askerlik hizmetini gerçekleştirmekte olan, ihtiyaçları devlet tarafından karşılanan, onbaşı veya çavuş rütbesine haiz asker kişi.
Tuğamiral
Tuğamiral, birçok ülkenin deniz kuvvetlerinde Albayla Tümamiral arasındaki askerî rütbe. NATO kodu OF-6'dır. Kara Kuvvetlerindeki karşılığı Tuğgeneral.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde en düşük seviyedeki amiral rütbesidir. Bu rütbede defne yaprağından oluşan çelenge çapraz kılıçlar eklenir.Ve Bu apolete bir yıldız eklenir . Bu rütbedeki görev süresi genellikle 4 yıldır. 4 yılın sonunda Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) tarafından görev süresi uzatılabilir, emekliye ayrılabilir veya tümamiral rütbesine terfi ettirilebilir.
Tümamiral
Tümamiral deniz kuvvetlerinde Tuğamiralle Koramiral arasındaki rütbedir.NATO kodu OF-7'dir. Kara ve Hava Kuvvetlerindeki karşılığı Tümgeneraldir.
Bir Tümamiralin Türk Silahlı Kuvvetleri'nde normal şartlar altında görev süresi 4 yıldır.(TSK) Tümamiral Deniz tümenini yönetir. Deniz tümeninde en yüksek rütbedir.
Koramiral
Koramiral birçok ülkenin deniz kuvvetlerinde tümamiral ve oramiral arasındaki rütbe.NATO kodu OF-8'dir.Hava ve kara kuvvetlerindeki karşılığı korgeneral
Türk Silahlı Kuvvetleri'nde normal şartlar altında görev süreleri 4 yıldır. Askeri dokunulmazlık hakkına sahip ilk rütbe korgeneral/koramiral rütbesidir. TSK Personel Kanunu uyarınca, yalnızca muharip sınıf mensubu generaller (kurmay subay olmaları şartıyla birlikte) koramiral rütbesine yükselebilirler.
Oramiral
Oramiral koramiral ve büyükamiral arasında bulunan rütbedir. NATO kodu OF-9'dur. Kara kuvvetlerindeki karşılığı Orgeneraldir.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin büyükamiral'den önceki en yüksek rütbesidir. Normal şartlar altında görev süreleri 4 yıldır. TSK Personel Kanunu uyarınca yalnızca muharip sınıf mensubu generaller (kurmay subay olmaları şartıyla birlikte) orgeneral rütbesine yükselebilirler.
Gizli anahtarlı şifreleme
Gizli anahtarlı şifreleme ya da simetrik şifreleme, kriptografik yöntemlerden, hem şifreleme hem de deşifreleme işlemi için aynı anahtarı kullanan kripto sistemlere verilen isimdir. Haberleşen tarafların aynı anahtarı kullanmaları gerektiği için burada asıl sorun anahtarın karşıya güvenli bir şekilde iletilmesidir. Simetrik şifreleme, anahtar karşıya güvenli bir şekilde iletildiği sürece açık anahtarlı şifrelemeden daha güvenlidir. Anahtar elinde olmayan birisi şifrelenmiş metni ele geçirse de şifrelenmiş metinden asıl metni bulması mümkün değildir. Simetrik şifrelemede haberleşen tarafların her biri için bir anahtar çifti üretilmelidir. Bu yüzden de çok fazla anahtar çifti üretilmesi gereklidir.
Sezar, Vigenere, DES, 3DES, RC5, Blowfish, IDEA ve SAFER gibi algoritmalar gizli anahtarlı şifreleme algoritmalarına örnek olarak verilebilir.
Simetrik şifrelemede, açık anahtarlı şifreleme ile, aynı seviyede güvenliği sağlamak için gereken anahtarın boyutu çok daha küçüktür. Anahtar boyutunun küçük olmasından dolayı açık anahtarlı şifrelemeye göre daha hızlı şifreleme yapabilir. Yine anahtar boyutunun küçük olmasından dolayı anahtar üretim hızı daha yüksektir.
Gizli anahtarlı şifreleme algoritmaları ikiye ayrılır: Dizi şifreleri ve blok şifreleri. Dizi şifreleme türündeki sistemlerde bitler veya byte'lar teker teker şifrelenir. Blok şifrelemeye göre daha hızlı ve küçüktür fakat önemli bir güvenlik açığı vardır. Aynı dizi anahtarı kullanılması, bazı saldırıların bilgi çıkarmasına sebep olabilir. WEP ve de SSL'de kullanılan RC4 bu türün en bilinen örneğidir. Blok şifreleme türündeki sistemlerde dönüşümler harften ziyade uzunluğu sabit bloklar üzerinde yapılır. Yaygın olarak 64 bit blok uzunluğu kullanılır. Geçmişte kullanılan DES ve günümüzde oldukça yaygın bir şekilde kullanılan AES bu türdendir.
DES
Açılımı "Data Encryption Standart" olan simetrik şifreleme algoritmasıdır. 1997'de resmi bilgi şifreleme standardı olarak kabul edilirken, 2000'de yerini AES'e bırakmıştır.
DES, gizli anahtarlı bir şifreleme türüdür, büyük boyutlu verilerin şifrelenmesinde kullanılır. Şifreleme işlemi Blok Şifreleme olarak adlandırılan bir yöntem ile gerçekleştirilir. Bu yöntem, şifreli metin ile düz metin arasındaki ilişkiyi gizlemeyi amaçlar. Her şifreleme adımına döngü denilir ve her döngüde kullanılan anahtar farklıdır. Açık mesaj, belirli uzunluktaki bloklara bölünür ve ayrı ayrı şifrelenen bloklar ile şifreli metin elde edilir. Her bir blok, 8 bit parity biti olmak suretiyle, 64 bit uzunluğundadır. Blok uzunluğu, kullanılan işlemci hızına göre değişebilir. Yeni dönem bilgisayarlarda, 128 bit kullanılmaya başlanmıştır.
Bu yöntemde bilinmezlik fazladır; her bir bloğun her biti, diğer bitler ve anahtar ile bağımlıdır.
DES, bağımlılık fazla olmasına rağmen, modern bilgisayarlara dayanamaz. Brute Force ataklarına karşı güvensizdir. Bu noktada DES’in güvenilirliğini artırmak için 3DES yöntemi geliştirilmiştir. Bu yöntemde, şifrelenen veri tekrar geri çözülür ve DES şifrelemesi 3 sefer art arda yapılır. Şifreleme için kullanılan ve uzunluğu 24 byte olan anahtar, 3 bloğa ayrılır. İlk 8 byte ile şifreleme yapılır, buraya kadar olan kısım DES işlemidir. Daha sonra şifrelenen metin ortadaki 8 byte ile çözülür ve son 8 byte ile tekrar şifrelenerek 8 byte’lık blok elde edilir. DES’e göre güvenilirliği fazladır fakat hız 3 kat daha azalmıştır. Her byte bir eşlik biti bulundurur. Dolayısı ile kullanılan anahtar 168 bittir. (24*7=168)
DES’i kırmak için yüksek maliyetle son teknoloji makineler geliştirilmiş olmasına rağmen 3DES, bankalar ve devlet daireleri olmak üzere birçok ortamda kullanılmaya devam etmektedir.
Ulusal Standartlar Dairesi (NBS - National Bureau of Standards); 1973'te “ulusal bir standart olabilecek kriptografik bir algoritma” talebinde bulunmuştu. Bu talebe yönelik IBM'nin 1974'te sunduğu LUCIFER algoritması, Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA – National Security Agency) uyguladığı değişikliklerin ardından 1977'de DES (Data Encryption Standard) adıyla resmi bilgi şifreleme standardı olarak kabul edildi.
NSA'nın LUCIFER üzerinde nasıl değişiklikler yaptığı ve değişikliklerin sadece NSA'nın sistemi kırabilmesini sağlayacak gizli bir füturu olup olmadığı sorusu, DES'in ilanından beri gündemdeydi. 1990'da Eli Bilham ve Adi Shamir de kendi diferansiyel kriptanaliz methodlarının DES'e bir saldırı olarak kullanılabileceğini iddia ettiler. Eğer algoritmada en çok 15 tur kullanılıyorsa, Eli Bilham ve Adi Shamir'in öne sürdüğü gibi, diferansiyel kriptanaliz, tüm olası anahtarların kapsamlı aramasından çok daha verimli bir yoldu. Ancak; DES algoritması 16 tur içeriyordu, ve sonrasında IBM'de kendi sistemlerinin diferansiyel kriptanalize karşı dayanıklı olduğunu belirten bir takım detaylar açıkladı.
Ancak bugün, kaba kuvvetle sistemi kırmak mümkün. Bu tehdidi gören Ulusal Standa |
rtlar Enstitüsü (NIST – National Institute of Standards and Technology); 2000 yılında DES'i yeni bir sistemle değiştirdi.
Anahtarsız şifreleme
Anahtarsız şifreleme, anahtar kullanmayan kriptografik algoritmalar, veya diğer adlarıyla Veri Bütünlüğü ve Özet Fonksiyonları, veri bütünlüğünü garanti etmek için kullanılan MD5, SHA-1, RIPEMD-160 gibi kriptografi algoritmalarının kullandığı yöntemlere verilen isimdir.
Bu özet fonksiyonu algoritmaları veriyi tek yönlü olarak işler ve algoritmanın özelliğine göre belirli bir genişlikte (örn: 128 bit, 512 bit) kriptografik özet çıkartır. Bir anlam bütünlüğü içermeyen ve rastgele seçilmiş sayılar görüntüsü yaratan bu çıktı o dosya veya bilgiye özeldir. Her işlem yapıldığında, hep aynı sonucu verir. Ancak dosya veya bilgide 1 bit değişiklik dahi gerçekleşmesi durumunda bu çıktı (özet çıktısı) tamamen değişir. Böylece iki kontrol arasında veri bütünlüğünde bir değişiklik olup olmadığı anlaşılır. Özet fonksiyonları tek yönlüdür. Terabaytlar boyutunda bir bilgi dahi olsa özeti algoritmanın ön tanımlı anahtar genişliğini geçemez. (örn: 128 bit) ve bu özet fonksiyonundan asıl veriye ulaşılması veya özet fonksiyondan asıl veri ile ilgili bilgi edinilmesi teorik olarak mümkün değildir.
Özet fonksiyonlarının anahtar genişlikleri ne kadar fazla ise güvenilirlikleri de o kadar artar. Anahtarın genişliği gerek, iki ayrı verinin özetinin istatistiksel çakışma olasılığını gerekse özet sonucunun değiştirilmiş bir veri ile taklit edilme olasılığını düşürür. Ayrıca algoritmanın yapısal durumu da güvenilirlik ile ilgili karara varılırken mutlaka dikkate alınmalıdır.
Bu algoritmaların hepsinin ortak özelliği girdilerdeki değişiklik karşısında kelebek etkisi davranışı sergilemeleridir.
Kriptografik bilgilerin çözülmesinde kullanılan anahtarlama sistemleri de tıpkı kripto yapan anahtarlama sistemi gibi çalışmaktadır.
Bu sistemler çok gizli bir güvenlik ve emniyet unsurları ile korunmaktadır.
Kryptos
Kryptos, CIA'nin ABD'deki merkezinin bahçesinde yapılmış, üzerinde şifreli yüzlerce harf bulunduran kitabedir. 1989 yılında o zamanki CIA başkanı olan William Webster’ın talimatıyla CIA şifrecisi Ed Scheidt ve heykeltıraş Jim Sanborn tarafından yapılmıştır. 17 yıldır şifrenin ancak bir kısmı çözülebilmiştir, özellikle Da Vinci Şifresi kitabından sonra şifre çözücülerin bir numaralı uğraşısı haline gelmiştir.
İzzet Melih Devrim
İzzet Melih Devrim (d. 6 Haziran 1887, Kudüs - 15 Haziran 1966, İstanbul), Türk şair, romancı ve oyun yazarı.
Babası Girit-Kandiye'den mutasarrıf Mustafa Esat Bey'dir.
Galatasaray Lisesi'nden 1906 yılında mezun oldu. Paris'te hukuk eğitimini tamamladı. Yurda dönüşünde 1906-1925 yılları arasında Reji İdaresi'nde çalıştı. 1925-1940 yılları arasında, şirket ve banka yönetim kurullarında yer aldı. 1941'de Anadolu Ajansı Müdürlüğü'ne atandı ve 1948 yılında emekliye ayrıldı.
Çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazarak, birçok çeviriye imzasını attı. Yazı hayatına küçük yaşta girdi. 1902 yılında "Çocuklara Mahsus Gazete" ve "Mecmua-i Edebiye'de şiirleri yayımlandı.
1909'da Edebiyat alanında Fecr-i Ati topluluğu içinde yer aldı. 1918 yılında Sermet adlı romanını Fransızcaya çevirdi. Romanın önsözünü Pierre Loti kaleme aldı.
Modern Türk resminin en önemli isimlerinden Fahrelnissa Zeid ile 1919'da evlendi. Bu evlilikten Ressam Nejat Devrim ve tiyatro sanatçısı Şirin Devrim dünyaya geldi.
"Tasvir-i Efkar", "Vakit", "Tan", "Vatan" gazetelerinde fıkralar yazan Devrim, Fransız diline yaptığı hizmetler ve Henri Bataille üzerine yaptığı incelemesi nedeniyle 1938'de Paris Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarafından, Edebiyat doktorluğu unvanı verildi. 1957 yılında Paris Yazarlar Birliği daimî üyeliğine seçildi.
Yazarın Türk edebiyatının Batılılaşmasında büyük gayretleri olması edebiyatımızda Batılı türlerin önemsenmesi ve benimsenmesine önayak oldu.
İzzet Melih Devrim, 15 Haziran 1966 yılında İstanbul’da Alzheimer hastalığından öldü.
Hamid Karzai
Hamid Karzai (d. 24 Aralık 1957, Kandehar) Paştun asıllı Afgan siyasetçi. Afganistan eski devlet başkanıdır. Taliban sonrası ilk devlet başkanıdır. 2001-2004 yılları arasında halk tarafından desteklenen Karzai, 2004 seçimleri sonrası dönemde yönetimde yolsuzluğun artması, ülke çapında Taliban ve el-Kaide militanların tekrar güç kazanmasıyla birlikte hem Karzai'nin hükümetine karşı hem de ülkenin geleceğine karşı bir şüphe ve güvensizlik ortamı oluştu. 2009 yılı Kasım ayında bir kez daha devlet başkanı seçilmiştir.
Babası Abdul Ahad Karzai, 1960'larda Meclis Başkan Yardımcısı olarak görev yapmıştır. Büyükbabası Hayr Muhammed Han, 1919'daki Afganistan'daki bağımsızlık savaşı sırasında ve aynı zamanda Senatoda Başkan Yardımcısı olarak görev yapmıştı. Amcası Habibullah Karzai, BM'de Afganistan temsilcisi olarak görev yaptı ve ABD Başkanı John F. Kennedy ile özel bir toplantı yapmak için ABD'ye 1960'ların başında giden Kral Zahir Şah'a eşlik ettiği söylenmektedir.
Kandahar'da Mahmud Hotaki İlköğretim Okuluna gitti. Kabil'de Seyit Cemaleddin Afgan Okulunda öğrenim gördü. 1976 yılında Habibia Lisesi'nden mezun oldu. 1979 dan 1983'e kadar, Hindistan'da, Shimla'daki Himachal Pradesh Üniversitesi'nde siyaset bilimi yüksek lisans dersi aldı. Birçok dili iyi bir şekilde konuşabilmektedir. Bunların arasında Peştuca anadili dahil olmak üzere Dari (Farsça), Urduca, Hintçe, Arapça, İngilizce ve Fransızca'dır.
Hindistan'da yüksek lisans derecesi aldıktan sonra, 1980'lerde Afganistan'da Sovyet savaşı sırasında anti-komünist mücahitler için çalışmaya gönüllü olarak komşu Pakistan'a taşındı. Mücahitler, ABD, Pakistan, Suudi Arabistan ve İran tarafından desteklendi ve Karzai ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) için çalışan bir müteahhit oldu. Sovyet müdahalesi sırasında Pakistan içinde kalırken, kardeşleri Amerika Birleşik Devletleri'ne göç etti.
Sovyet kuvvetlerinin geri çekilmesi ardından, Tarinkot'da Mücahidlerin zaferine yardımcı olmak için 1988 yılının Ekim ayı başlarında Afganistan'a döndü.
Necibullah'ın Sovyet destekli hükümeti 1992 yılında çöktüğünde, Peşaver Anlaşması kapsamında Afgan siyasi partilerinin mutabık kalmasıyla Afganistan İslam Devleti kuruldu ve genel seçimleri takiben geçici bir hükümet atandı. Başkan Necibullah 1992 yılında istifa ettikten sonra Kabil'de ilk mücahit liderlerine eşlik etti. Burhaneddin Rabbani hükümetinde Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak görev yaptı. Ancak Karzai, Hikmetyar güçleri ve Rabbani hükümeti arasında arabuluculuk yaptığını iddia eden Gulbuddin Hikmetyar için casusluk suçlamasıyla Muhammed Fehim tarafından tutuklandı. Hikmetyar tarafından sağlanan bir araçla Kabil'den kaçtı.
Taliban'ın 1990'ların ortalarında ortaya çıkıp iktidarı ele geçirdiklerinde, başlangıçta meşru bir devlet olarak tanıdı. Çünkü ülkesinde şiddet ve yolsuzluğun durdurulacağını düşündü. Afgan mülteciler arasında Ketta kentinde yaşadı. 1999 yılının Temmuz ayında, Quetta kentinde, bir camiden evine giden Karzai'nin babası Abdül Ahad Karzai, sabah erken saatlerde vurularak öldürüldü. Raporlar, Taliban'ın suikastı yaptığını gösterdi. Bu olayın ardından Ahmed Şah Mesud'ın önderliğinde Kuzey İttifakı ile yakın çalışmaya karar verdi.
2000 ve 2001 yılında Taliban Karşıtı Koalisyon'a hareketine destek toplamaya yardımcı olmak amacıyla Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti. ABD Silahlı Kuvvetleri Eylül 2001'de Taliban ile bir çatışmaya hazırlık yaptığı sırada, Karzai, el-Kaide'nin ülkesinden temizlenmesi için NATO ülkelerine çağrı yapmaya başladı.
Ekim 2001'de kendisine bağlı bir grup savaşçı, Afganistan'ın güneyinde, ABD Hava Kuvvetleri pilotları tarafından bir yangın füze saldırısından kurtarıldılar. Grup yaralandı ve ABD'de tedavi edildi. Karzai'nin bazen konuşmaları sırasında yüz sinirlerinde yaralanma izleri olduğu fark edilebilmektedir. 4 Kasım 2001 tarihinde, Amerikan Özel Operasyon Güçleri Karzai'nin korunması için Afganistan'a uçtular.
Aralık 2001'de, siyasi liderler yeni liderlik yapıları üzerinde anlaşmak için Almanya'da toplandı. 5 Aralık'ta, Bonn Anlaşması uyarınca, Geçici bir Yönetim ve 29 kişilik yönetim kurulu seçildi. Karzai Başkan seçildi ve 22 Aralık günü lider olarak yemin etti. 13 Haziran 2002'de, Loya Jirga, Afgan Geçici İdaresi Başkanı olarak yeni bir pozisyonda Karzai'yi geçici Devlet Başkanı olarak atadı. Kuzey İttifakı eski üyeleri en önemlisi, aynı zamanda Savunma Bakanı olarak görev Başkan Yardımcısı Muhammed Fahim son derece etkili kaldı.
Ekim 2004 başkanlık seçimlerinde aday oldu ve 22 rakibini yenerek, Afganistan'ın ilk demokratik olarak seçilmiş lideri oldu. Seçimler olaysız geçti. İddia edilen oy usulsüzlüğü, Birleşmiş Milletler tarafından soruşturulmasının ardından, Kasım ayı başlarında ulusal seçim komisyonu oyların %55.4 ile Karzai'yi galip ilan etti. Toplam 8,1 milyon oyun 4,3 milyonunu almıştır. Seçim, isyancı aktivitelerin artmasına rağmen güvenli bir şekilde gerçekleşti.
1999 yılında, Hamid Karzai, Pakistan'da yaşayan Afgan mültecilere doktor olarak bir kadın doğum uzmanı Zeenat Kureyş ile evli olup 25 Ocak 2007 tarihinde doğmuş Mirwais isminde oğlu bulunmaktadır. Varlık beyanı göre, Karzai, 525 $ aylık maaş almakta ve banka hesaplarında az 20.000 $ bulunmaktadır. Karzai herhangi bir arazi ya da mülk sahibi de değildir.
Rabat
Rabat, Fas'ın başkenti.
Fas'ın kuzeybatı kıyısında Bou Regreg Irmağının denize döküldüğü yerde bulunan Rabat'ın nüfusu çevre belediyelerle 1.700.000'dir (2007 yılı tahmini). Önemli bir yönetim ve öğretim merkezi olan şehirde, sanayi de gelişmektedir: Dokuma sanayisi, besin sanayisi asbest fabrikaları, vb. Ayrıca, dar sokakları, eski yapıları tarihsel anıtları ve yanıbaşındaki 17. yüzyıl'dan kalma hisarla, çok sayıda turist de çekmektedir.
12. yüzyıl'da Endülüs'e yapılan seferler için bir askerî üs olarak kurulan Rabat, daha sonra bir süre gerilemiş, Fransız işgalinden sonra koruma bölgesinin merkezi yapılınca, hızla gelişmiştir.
Rabat'da Atlantik kıyısı olması nedeniyle okyanus etkisinde Akdeniz iklimi (Köppen iklim sınıflandırması)hükü |
m sürmektedir. Kıtasal ve okyanussal etkilerle ılıman bir iklimi olan Rabat'ın yağış beklentisi 500 ve 600 mm/yıl arasında değişmektedir. Yağışlı sezon Ekim — Mart arası, kurak sezon Nisan — Eylül arası hüküm sürer. Yağış yılda ortalama 70 ila 90 gün arası sürer. Geceleri serin (kışları daha serin), gündüzleri genellikle +9/10 C° (+15/18 F°) sıcaklıklara yükselir.
Balkan
Balkan, şu anlamlara gelebilir:
Artur Rasizade
Artur Rasizade () (d. 1935 Kirovabad (Gəncə) Azerbaycan) Azerbaycanlı siyasetçi. 1996-2018 yılları arasında Azerbaycan başbakanlığı görevinde bulunmuştur.
1957 yılında Azerbaycan Sanayi Enstitüsü'nden Makine Mühendisi olarak mezun olduktan sonra Azerbaycan Petrol Sektörü Makinecilik Enstitüsü "Azərbaycan Neft Maşınqayırması ETİ" (AzİNMAŞ) nezdinde önce mühendis olarak başlamış, sonrasında sırayla yüksek mühendis, proje müdürü, Azerbaycan Bilimsel Araştırmalar Müdür Yardımcılığı görevlerinde bulunmuştur. 1973-1975 yılları arasında "Azneftsənayemaş" birliğinde baş mühendis, 1975-1977 yıllarında ise İttifaqneftmaş Enstitüsünde başkan yardımcısı, 1977-1978 yıllarında "AzİNMAŞ Petrol Sektörü Makinecilik Enstitüsü müdürü, 1978-1981 yıllarında Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Devlet Planlama Komitesi Başkan Yardımcısı, 1981-1986 yıllarında Azerbaycan Komünist Partisinin Merkez Komitesinde Makinecilik Şubesi Müdürü, 1986-1992 Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu Başkan Yardımcısı (daha sonra Azerbaycan Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı) görevlerinde bulunmuştur.
1992-1996 yıllarında İktisadi Düzenleme Fonu danışmanlığı vazifesinde bulunmuş, 1994 yılında DEKA-B şirketinde danışman olarak çalışmıştır. 1996 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti Başkan Yardımcısı vazifesine getirilmiştir.
1996 yılının Mayıs ayında Azerbaycan Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı olmuş, 1996-1998 yıllarında Başbakan, 1998 yılında vekaleten Başbakanlık görevlerini yerine getirmiş, 1998-2003 yıllarında yine Başbakan, 2003 yılında ise Başbakan Yardımcısı görevlerini yerine getirmiştir.
2003 yılının Kasım ayından 2018 yılının Nisan ayına kadar Azerbaycan Cumhuriyeti Başbakanı olmuştur. Rasizade, Azerbaycan'ın 'Şeref Nişanı' ile taltif edilmiş, Petrol Sektörü Makine Bilimleri alanında Azerbaycan SSC Devlet Ödülü sahibidir.
Küçük Prens (şiir)
Jose Marti'nin şiirlerindendir ve 1882 yılında yazılmıştır. İspanyolca adı Principe Enano'dur. Türkçeye Ataol Behramoğlu tarafından kazandırılmıştır.
Kurmanbek Bakiyev
Kurmanbek Bakiyev (d. 1 Ağustos 1949) Kırgızistan Cumhuriyeti'nin eski başbakanı, 2. cumhurbaşkanıdır.
Kurmanbek Bakiyev 1 Ağustos 1949 tarihinde Celalabad ilinin Masadan kentinde doğdu. 1995 yılında memleketi Celalabad eyaletinin valisi olarak atandı. 1997-2000 yılları arasında Chui eyaletinin valisi olarak görev yaptı. 21 Aralık 2000 tarihinde bu defa ülkesinin başbakanı olarak yemin etti. Ancak 2002 yılındaki olaylar sonucu istifa etti. 2005 yılında yapılan Lale Devrimi ile beraber devrim lideri sıfatıyla Devlet Başkanı oldu ve aynı yıl Temmuz ayı seçimleri sonucu görevi resmiyet kazandı.
Cumhurbaşkanı olarak bulunduğu 5 yıl süresince 7 başbakan değiştiren Bakıyev yolsuzluk ve akraba kayırmacılığı ile suçlandı bütün bunlara rağmen 2009 yılında yeniden seçildi ve 2010 yılında yapılan darbeye kadar görevini sürdürdü. 7 Nisan'da Bayan Rosa Otunbayeva tarafından devrilerek fiilen cumhurbaşkanlığından uzaklaştırıldı.
Şubat 2012'de Bakiyev'in 2010 yılında Beyaz Rusya vatandaşlığı aldığı bildirilmiştir.
Feliks Kulov
Feliks Kulov (d. 29 Ekim 1948) Kırgızistan Cumhuriyeti'nin eski başbakanı.
Karanfilli Ahmet Güzellemesi
Karanfilli Ahmet Güzellemesi, Mustafa Balel'in öykü kitabı.
Yakın Plan İlişkiler ("Ağlayan Köşkün Martıları", "Çini Soba ya da Buruk Bir Kayıp İlanı", "Hüznün Öteki Yüzü", "Albüm", "Kanadı Kırık Gönlüm") ve Eski Defterlerde Solmamış Öyküler ("Karanfilli Ahmet Güzellemesi", "Mermi Türkülü Gelincik", "Tefçi İsmihan") olmak üzere iki bölümden oluşuyor.
Bireyin iç dünyasının derinliklerine inen, insancıl gözlemlerle yüklü öykülerin yazarı Mustafa
Balel, Karanfilli Ahmet Güzellemesi’nde aile konusuna, ikili ilişkilerdeki samimiyetsizliğe, sahteliğe neşter vuruyor. Aile içi ilişkileri kopma noktasına gelmiş, aynı çatı altında yaşayan ama kendilerine yabancılaşmış değişik kesimlerden ailelerin dramını, çoğu kez kalabalığın ortasında yalnızlık duygusu yaşayan çocuklarının gözüyle irdeliyor. Bunun yanı sıra 12 Eylül’e adım adım yaklaşan Türkiye’nin çalkantılı yaşamına tanıklıkları da edebiyata taşıyor.
Balel’in lirik anlatımıyla temalarını bir oya gibi işlediği ve karakterlerin yoğun bir kara mizah kattığı öykülerin buluşma noktasını hüzün oluşturuyor. (Arka kapaktan)
"Mustafa Balel yaşamımızda artık kanıksar duruma geldiğimiz ve bu yüzden de çoğu kez gözden kaçırdığımız ayrıntıları ustalıkla yakalıyor. Okur, aslında bu kabullenmenin dingin görünüşünün arkasında nasıl çalkantılı bir körleşme süreci yaşandığını kendine sormak zorunda kalıyor... ‘Karanfilli Ahmet Güzellemesi’, yaşamın her renkten bir iz barındıran karmaşık ama yine de görmekten vazgeçemediğimiz resmine dair derin bir çözümleme girişimidir."
Kanun
Kanun (bilim)
Bir bilimsel kanun, gözlem ve deneylerle iyi desteklenip kanıtlanmış matematiksel prensiptir. Tipik olarak bilimsel kanunlar, matematiksel formüllerle ifade edilirler.
Bilimsel kanun konsepti, bilimsel teori konseptiyle yakından ilişkilidir. Tipik olarak, kanunlar teorilere nazaran dünya hakkında daha kısıtlı öngörülerde bulunurlar.
Fizik bilimi, fizik kanunları diye bilinen bilimsel kanunlar başta olmak üzere birtakım bilimsel kanunlar tanımlar. Ayrıca, biyoloji bilimi de Mendel genetiği ve genetikteki Hardy-Weinberg Kuralı prensibi gibi birtakım bilimsel kanunlar tanımlar.
Ve genel kanının aksine, kanıtlanan teori (kuram) kanun olmaz. Kanunla teori arasında doğrudan, tamamlayıcı bir ilişki yoktur.
İlke
İlke, bilimsel yöntemde nesnel gerçeğin belirgin özelliklerinin ve yasaların genelleştirilmesi ile elde edilen ve insana hem teorik çalışmalarında, hem de uygulama faaliyetlerinde yol gösteren genel dayanak noktasıdır.
Sav
Sav veya tez, bilimsel yöntemde belli ön bilgilere dayanılarak, henüz kanıtlanmamış fakat mevcut bilgilerle mantıksal olarak çelişmeyen, bilimsel araştırma sürecinde doğrulanmaya çalışılan düşüncelerdir.
Bu kökten türeyen "savcı" kelimesi ise ön bilgiye dayanarak, kanıtlanabilir bir düşünceyi ortaya koyan kişiyi ifade eder.
André Malraux
André Malraux (d. 3 Kasım 1901 - ö. 23 Kasım 1976) Fransız romancı, sanat tarihçi ve devlet adamı.
1922'de bir Khmer tapınağını görmek amacıyla
Kamboçya'ya gitti.Tapınağın kabartmalarını sökmek suçundan bir süre hapis yattı. Burası, Malraux'nun sömürge karşıtı düşüncelerinin geliştiği yer oldu. Güneydoğu Asya'da
L'lndochine Enchainee adlı gazeteyi kurdu. Daha sonra Çin'e geçerek Devrimci eylemlerde bulundu.
1929'da Afganistan ve İran'da, 1934'te Arabistan Yarımadası'nda incelemelerde bulundu. İspanya iç savaşına pilot olarak katılıp, cumhuriyetçi cephede savaştı. 1945'te Roman yazmayı bırakarak Sanat Tarihine yöneldi. Çağın felsefi ve ideolojik yapısını sorgulayan Malraux'nun yapıtlarında, burjuva toplumuyla ve bu toplumda yaşayan bireylerin varoluşsal sorunlarıyla bir hesaplaşmasını görürüz.
En önemli eseri Dünya klasikleri arasında bulunan (La Condition Humaine) İnsanlık Yazgısı (1933), (L'Espoir) Umut (1937), (Les Noyers de l'Altenburg) Altenburg'un Ceviz Ağaçları (1947).
1945-1946 yıllarında Enformasyon Bakanı, 1958 yılında kısa bir süre Basından sorumlu Bakan, 1959-1969 arasında Fransa'da Kültür Bakanı olarak görev yaptı. 1974 Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerinde eski başbakan Jacques Chaban-Delmas'ı destekledi.
Önerme (bilim)
Önerme, bilimsel yönteme göre, olgular arasındaki ilişkileri araştırmak ve ortaya çıkarmak için geçerliliği ve doğruluğu kabul edilen varsayımlardır. Önermeler, yanlışlık ve doğruluk değerı taşımalıdır.
Bir ülkenin kalkınmasında kişi başına düşen sermaye miktarının ne boyutta önem arzettiğini bulmak için nüfus artışını sabit olarak kabul etmek ve analizi bu kabule göre yapmak nüfusun sabit hızda arttığını varsaymak anlamına gelir.
Şakrak kuşu
Şakrak kuşu, Passeriformes (ötücü kuşlar) takımından bir grup kuşa verilen ad.
Serçe iriliğinde, güçlü gagalı, siyah başlıklı, dişisi al ya da kırmızı gerdanlı, tohumcul meyve bahçelerine büyük hasar veren bir kuş.
Gezici ve yerleşik bir kuş olan şakrak kuşu, Büyük Britanya'dan Japonya'ya kadar Avrasya'nın bütün ılıman kuşağına yayılır. Çiftler oluşturarak yaşar. Tohumlarla beslenir, kış için yuvasına tohum depolar, ilkbaharlarda depoladığı yiyecekler bitince, meyve ağaçlarının tomurcuklarını yer. Yılda üç kez yavrular ve yavrularını küçük omurgasızlarla besler.
Fringillidae (ispinozgiller) familyasının "Pyrrhula" cinsi:
Emberizidae (kirazkuşugiller) familyasının "Loxigilla" cinsi:
Hipotez
Hİpotez veya varsayım, bilimsel yöntemde olaylar arasında ilişkiler kurmak ve olayları bir nedene bağlamak üzere tasarlanan ve geçerli sayılan bir önermedir. Bilimsel bir ifadenin hipotez kabul edilebilmesi için sınanabilmesi gerekir. Deney ve testler sonucunda "sürekli olarak" varsayılan sonucu veren hipotezler "teori (kuram)" statüsünü alırlar.
Hipotez terim eski Latince ""önermek"" anlamına gelen ""hipotithenai"" kelimesinden köken almaktadır. Bilimsel bir hipotez farklı kişilerce ve bilimsel yöntemlerle sınanabilmelidir. Hipotezler genellikle geçmiş gözlemlere veya bilimsel teorilerden yapılan çıkarsamalara dayanır.
"İstatistiki hipotez; tarafsızlık hipotezi, farksızlık hipotezi, sıfır hipotezi": Bu kavrama göre varsayılan değişkenler arasında farklılık yoktur. Bu tür hipotez bilimsel araştırmalarda yan tutmamanın gereğidir.
"Araştırma hipotezi; farklılık hipotezi, alternatif hipotez:" Araştırmada daha önceki bilgilerin veya gözlemlerin doğruluğunu saptamak üzere oluşturulan, değişkenler arasında önemli ilişki olduğunu varsayan ifadelerdir. Hipotezler bilimsel yöntemlerle sınanıp g |
eçerliliği değerlendirilir. Hipotez birçok alanda kullanılır. Örneğin; Bir problem çözülmemişse, problemin sonlarında o problem doğruluğa ulaşmamışsa ya da gerçeklere dayalı gözlemlerin kurulmasında hipotez kullanılır.
Tümevarım
P(n) bir açık önerme, a önermeyi doğrulayan en küçük sayma sayısı olmak üzere, P(n) nin doğruluğunu göstermek için;
P(n) önermesinin doğruluğunu ispatlamak için kullanılan bu yönteme, tümevarım yöntemi adı verilir.
Örnek;
Yeniülke
Yeniülke, Sivas' ta yayımlanan günlük bağımsız siyasi gazete.
16 Mart 1985' te Dr.Hidayet Çolakoğlu tarafından kuruldu. Sivas ve yöresiyle ilgili haberlere olduğu kadar ulusal haberlere de yer veren gazetenin Genel Yayın Yönetmenliği'ni Kemal Çağlayan yürütmektedir. "Yeniülke" daha geniş kitlelere ulaşmak amacıyla 16 Mart 2004' ten itibaren kâğıt baskının yanında sanal ortama da taşınarak, kentin ilk elektronik günlük gazetesi olma niteliğini de kazandı.
Laboratuvar araştırması
Laboratuvar araştırması, yapay olarak oluşturulan bir çevre veya ortamda ve denetimli koşullar altında neden – sonuç ilişkilerinin bulunmasına yönelik bilimsel bir çalışma türüdür.
Koşulları, değişkenler veya ortam, farklı düzeylerde ayarlanıp değiştirilerek sonucu etkileyen dolaysız faktörler ortaya çıkartılmaya çalışılır. Denetimli koşullar altında gerçekleştirildiği için laboratuvar araştırmalarında "iç geçerlilik" yüksektir. Koşulların ve etkenlerin değiştirilebilmesi laboratuvar araştırmalarının esneklik özelliğini gösterir. Fakat bu tür araştırmalar daha çok doğal bilimler için uygundur. Laboratuvar yöntemini, insan davranışları üzerine uygulama ya da insanı laboratuvar ortamında inceleme olanağı sınırlıdır.
Doğal ortam araştırmaları, laboratuvar araştırmalarının tersine, olayların gerçek oluşum içerisinde ya da doğal hayatta incelenmesine dayanır. Gözlem, anket (sormaca) ve belgesel kaynaklara dayalı araştırmalar bu türdendir.
Mol
Mol ile aşağıdakilerden herhangi biri kastedilmiş olabilir:
Anvers
Anvers (, Hollandaca: , Fransızca: "Anvers"), Belçika'da bir liman kentidir. Anvers Anvers ilinin başşehridir.
Avrupa'nın en eski kentlerinden biridir. Dünya'nın dördüncü, Avrupa'nın ikinci büyük limanına sahiptir. Kentin içinden geçen Schelde nehri 350 km boyunca içeri girerek büyük gemilerin bile seyir yapmasına olanak sağlamıştır. Gemi geçiş seferlerine engel olmasın diye nehir üzerinde hiçbir köprü yapılmamıştır.
Belçika'da başkent Brüksel'den sonraki ikinci büyük şehridir. Anvers´in toplam nüfusu 582.800'dür.
Anvers şu kentlerle kardeş şehir bağlantısı kurmuştur:
Karatay Medresesi
Karatay Medresesi, Konya'da bulunan Selçuklu dönemine ait yapı. Medrese Karatay ilçesi, Ferhuniye Mahallesi, Adliye Bulvarı'nda bulunmaktadır.
Karatay Medresesi, II. İzzeddin Keykavus devrinde, Emir Celaleddin Karatay tarafından, 1251 yılında yaptırılmıştır. Mimarı bilinmemektedir. Osmanlı devrinde de kullanılan medrese 19. yüzyılın sonlarında terk edilmiştir.
Medrese, Selçuklular devrinde hadis ve tefsir ilimleri okutulmak üzere "Kapalı Medrese" tipinde Sille taşından inşa edilmiştir. Tek katlıdır. Giriş doğudan gök ve beyaz mermerden yapılmış kapı ile sağlanmaktadır. Kapı Selçuklu devri taş işçiliğinin şaheser bir örneğidir. Yazı ve desenlerle süslenmiştir. Kapının üzerinde medresenin yapımı ile ilgili kitabeler yer almaktadır. Kapının diğer yüzeylerine seçme ayet ve hadisler kabartma olarak işlenmiştir. Kapıdan, evvelce kubbe ile örtülü (şimdi üzeri açık) bir avluya, buradan da bir kapı ile medreseye girilir. Medrese salonunun üzeri, merkezinde fener bulunan ve mozaik çinilerle kaplı kubbe ile örtülüdür. Kubbe kasnağında, duvarların üst kısımlarındaki bordürlerde ve hücre kapıları üzerindeki panoda ayetler yazılıdır. Binanın batı yönünde bulunan beşik tonozlu eyvanın kemerinde besmele ve Ayet-el Kürsi yer almaktadır. Kubbeye geçiş elemanı olan üçgenlerde ise Muhammed, İsa, Musa ve Davud peygamberlerin isimleri ile dört halifenin (Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali) isimlerine yer verilmiştir. Eyvanın solundaki kubbeli hücre Celaleddin Karatay'ın türbesidir.
Medrese duvarlarındaki mozaik çinilerin büyük bir kısmı dökülmüştür. Çinilerde kullanılan renkler, turkuvaz (firuze), lacivert ve siyahtır. Anadolu Selçuklu devri çini işçiliğinde önemli yeri bulunan Karatay Medresesi 1955 yılında "Çini Eserler Müzesi" olarak ziyarete açılmıştır.
Sergilenen eserler Selçuklu ve Osmanlı dönemine aittir. Celaleddin Karatay Türbesi'nin bulunduğu hücrede ve güneydeki öğrenci hücrelerinde Kubadabad Sarayı çinileri alçı süsleri, çini tabaklar, kandiller ve sırsız seramikler sergilenmektedir. Kubadabad Sarayı çinileri haç, yarım haç, sekiz köşeli yıldız ve kare şeklinde olup, lüster ve sıraltı tekniği ile yapılmıştır. I.Alaeddin Keykubat'ın emri ile yaptırılan Kubadabad Sarayı İbrahim Hakkı Konyalı ve Osman Turan'ın Beyşehir civarında olması gerektiğini işaret etmelerinden sonra 1949 yılında dönemin Konya Müze Müdürü Zeki Oral tarafından bulunmuştur. 1952'de Zeki Oral'ın, 1965-1966'da Katharina Ottodorn'un ve 1967'de Mehmet Önder'in sondaj ve kazı çalışmaları ardından uzun süre kendi kaderine terk edilen Kubad-Abad 1980 yılından itibaren Rüçhan Arık tarafından yeniden ele alınarak sistemli kazılara başlanmıştır.
Eyvanda Selçuklu dönemine ait çini kalıntıları, Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait seramikler sergilenmektedir. Kubbeli salonda Selçuklu dönemine ait cam tabak, çini parçaları, Beyşehir Eşrefoğlu Camii'ne ait tavan göbekleri ve Osmanlı dönemine ait seramikler bulunmaktadır.
Pazartesi dışında her gün 08.30-12.30/13.30-17.30 saatlerinde ziyarete açıktır.
Trablusgarp
Trablusgarp (Arapça: طرابلس, transliterasyon: Tarābulus), Libya'yı oluşturan üç bölgeden birine eskiden verilen ad. Diğer ikisi Fizan ve Sirenayka (veya Kirenayka) dır. Trablusgarp bugünkü Trablus şehrinin çevresine tekabül eder.
Bölge ilk olarak Berberilere ev sahipliği yapmıştır. 7. yüzyılda bölgeye Fenikeliler yerleşmiş ve kıyı boyunca Numidya da dahil buraya hakim olmuşlardır. Yine Vandallara da ev sahipliği yapmış olup Bizans İmparatorluğu da buraya hakim olmuştur. Malta Şövalyeleri tarafından yönetilmeye başlanan bölge Turgut Reis tarafından feth edilerek Osmanlı Devleti'ne katılmıştır. Osmanlı Devleti içinde başta beyler tarafından daha sonra dayılar tarafından yönetilmiştir. Dayılık yönetiminden sonra Trablusgarp'ı Karamanlı Hanedanı Osmanlı'ya bağlı olarak yönetmiştir.
20. yüzyılın başlarında İtalya bölgeyi sömürgesi haline getirmek için planlar kurmuş ve Trablusgarp'a asker çıkarmıştır. Osmanlı ile İtalya arasındaki Trablusgarp Savaşı'nda Mustafa Kemal ve arkadaşları bölgeyi İtalyanlar'a karşı örgütlemek istemiştir. Uşi Antlaşması ile İtalyanlara geçen Trablusgarp'da 1911 yılından 1918 yılına kadar Trablusgarp Devleti isimli bir ülke kurulmuştur. 1918 yılında ülkenin adı ve bayrağı değiştirilmiştir. Ülkenin adı Trablusgarp Cumhuriyeti olmuş bayrağı da mavi bir zemin üzerine konulan palmiye ağacı ve yıldız olmuştur. Trablusgarp 1923 yılından sonra İtalya tarafından tamamen işgal edilmiştir. II. Dünya Savaşı sıralarında bölgeye Sirenayka da dahil olmuş, Birleşik Krallık bölgeyi yönetmeye başlamıştır. 1951 yılında Fizan ve Sirenayka ile Libya Birleşik Krallığı'na dahil olmuştur. Libya Birleşik Krallığı, 1969 yılında Libya adını almıştır.
Guy Verhofstadt
Guy Verhofstadt (d. 11 Nisan 1953, Dendermonde), Belçika'da Açık Flaman Liberaller ve Demokratlar'ın (VLD) genel başkanı. Verhofstadt 12 Temmuz 1999'dan beri Belçika'da başbakanlık görevini yürütüyordu. 10 Haziran 2007'de genel seçimlerde yenilgiye uğradı ve ertesi gün istifasını sundu. 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Avrupa Komisyonu Başkanlığına Avrupa için Liberaller ve Demokratlar İttifakı'nden aday olarak gösterilmiştir. 2009 yılı itibarıyla Avrupa için Liberaller ve Demokratlar İttifakı'nın Avrupa Parlamentosu'nda grup başkanlığını yapmaktadır.
Ppm
Ppm, (İng.: Parts per million) milyonda bir birime verilen isimdir. Herhangi bir karışımda toplam madde miktarının milyonda 1 birimlik maddesine 1 ppm denir. Derişim birimi olarak bilinir. Her üç harfi de küçük olarak "ppm" şeklinde yazılır. Herhangi bir şeyin milyonda birini de ifade edebilir. Çok düşük değerleri ifade etmek için kullanılır.
ppm ve diğer parts-per notasyonları (örn. ppb = parts per billion, milyarda bir gibi) orantı ifade ettikleri için boyutsuz niceliklerdir.
5000 g etanol içinde 5 mg metanol varsa metanol 1 ppm değerinde etanolün içinde bulunuyordur denir..
Ayrıca şu yol ile kolayca hesap yapılabilir;
Lakşmi Yıldızı
Lakşmi Yıldızı, bir kompleks "{8/2}" yıldız figürüdür. Hinduizm'deki sembollerden olan bu yıldız sembolü, tanrıça Lakşmi'nin "Aşthalakşmi", sekiz formu veya "servet çeşitleri"ni temsil etmektedir.
Kaan Arslanoğlu
Kaan Arslanoğlu (d. 1959, Bartın), Türk yazar, romancı.
Uzun yıllar süren hekimlik kariyerinden sonra yazarlık kimliğiyle daha çok tanınmıştır. Mesleği olan psikiyatrinin yanı sıra, psikoloji ve felsefeye de ilgi duymaktadır. Eserlerinde bu konulara olan ilgisi fark edilir. Haftalık olarak Sol Haber Portalı'nda yazmaktadır.
II. Kılıç Arslan
II. Kılıç Arslan ya da İzzeddin Kılıç Arslan (Arap alfabesiyle: عز الدين قلج أرسلان بن مسعود ("İzz el-Din Kılıç Arslan bin Mesud") (d. 1113 - ö. 1192) Türkiye Selçuklu Devleti'nin sultanıdır. Babası I. Rükneddin Mesud'un yerine tahta çıkmıştır.
I. Rükneddin Mesud, geleneğe uyarak ülkesini üç oğlu arasında paylaştırmıştı. Büyük oğlu II. Kılıç Arslan hem veliaht olarak ilan edilmiş hem de kendine Elbistan melikliği verilmişti. Üçüncü oğlu Şahinşah'a Ankara ve Çankırı yöreleri verildi. Devlet (veya Dolat) adlı ikinci oğlu hakkında elde belge bulunmamaktadır. Damatları olan Danışmendli Zünnûn'a Kayseri melikliği ve Danişmendli Yağıbasan'a Sivas melikliği verilmişti.
I. Rükneddin Mesud’un 1155’te ölmesinin ardından oğulları ve damatları arasında taht kavgaları başladı. II. Kılıç Arslan melik olarak bulunduğu Elbistan'dan Konya'ya gelerek tahta çıktı. Önce Elbistan ve Kayseri'yi eline ge |
çirmek için harekete geçen Sivas meliki Yağıbasan üzerine yürüdü; ama Musul Atabeyi Nureddin Zengi siyasi baskısından korkması dolayısıyla onunla anlaştı. II. Kılıç Arslan'ın bu zayıflığını fark eden Bizans İmparatoru I. Manuil ona karşı geniş bir birlik kurdu. 1159 da Musul Atabegi Nureddin Zengi ile yöredeki Haçlı Devletleri ve kardeşi Şahinşah, kayın-biraderleri Yağıbasan ve Zunun ve Malatya Meliki Zülkarneyn bu birliğe katılmışlardı. Kılıç Arslan uzlaşma çareleri aradı. Önce Yağıbaşan'a bir elçi gönderdi ve barış istedi; sonra bunu karşılığında Elbistan'ı ona vermeyi teklif ettiyse de her iki girişimden de sonuç alamadı. Kızını Konya'dan Erzurum melikine gelin olarak göndermekte iken gelin alayı Yağıbaşan tarafından baskına uğratılıp kızı Zunun ile nikahlandı. Buna bir karşılık vermek için Kılıç Arslan Yağıbasan'a hücum ettiyse de mağlup düştü.
II. Kılıç Arslan devletini ayakta tutabilmek için önce Bizans İmparatorluğu'yla barış yapmanın yollarını aradı. 1162'de İstanbul'a gidip orada 80 gün kalarak Bizans ile bir antlaşma yaptı. Buna göre karşılıklı yardımlaşma yapılacağı gibi, Türkmenler de Bizans'a akınlarda bulunmayacaktı.
1153'te II. Kılıç Arslan Artuklular ile anlaşıp birlikte Yağıbasan üzerine yürüdü. Bağdaşıkları Fırat’ı geçerek Malatya meliki Zülkarneyn'e hücuma geçerken Kılıç Arslan da Yağıbasan'dan Sivas’ı aldı. Yağıbasan, Şahinşah ile birleşmek üzere Çankırı’ya kaçtı ise de 1164 te orada öldü. Kılıç Arslan Ankara ve Çankırı üzerine giderek bu yöreleri kardeşi Şahinsah’tan aldı. En son olarak Kayseri alındı. Fakat Şahinşah ve Zunnun Nureddin Zengi’ye sığındılar ve Malatya'nın alınmasına Nureddin Zengi karşı olduğu için bu kale alınamadı. Kılıç Arslan'ın amcası Göksun meliki Gökarslan da Nureddin Zengi'ye katıldı ve Nureddin Zengi 1173’te Maraş ve Göksun’u Türkiye Selçukluları'ndan aldı.
Tam o yıl Sivas'da büyük bir açlık ortaya çıktı. Sivas meliki olan Kılıç Arslanın kızkardeşi ve ölen Yağıbaşan'ın karısı yeni kocası ile halka zahire yardımı yapmaktan çekindi ve ortaya çıkan bir halk isyanı sonucunda halk tarafından öldürüldüler. Halk Nureddin Zengi'ye sığınmış olan Zunnun'u melik olarak istedi ve Zunnun'da Musul'dan gelerek Sivas melikliği görevini yüklendi. Fakat açlık ve şiddetli hava şartları dolayısıyla iki taraf bir antlaşmaya vardılar. Nüreddin Zengi eline geçirdiği şehirleri iade etti ve Kılıç Arslan da Zunnun'un Kayseri meliki olarak atanmasına razı oldu.
Ermeni Derebeyi Toros da Türkiye Selçuklu Devleti'ne karşı harekete geçmişti.
1174'te Zengi Hanedanının Suriye ve Musul hükümdarı Atabeg Nureddin Zengi Şam'da öldü. Nureddin Zengi'nin genç yaşta oğlu Salih İsmail Mısır'da iktidarı eline geçirmiş olan Selahaddin Eyyubi'ye karşı gelemedi. 1174'te Şam'ı eline geçiren Selahaddin, Nureddin Zengi'nin dul karısıyla evlenip Salih İsmail'in taht naibi tayin edildi ve 1181'de Salih İsmail ölümü ile Zengiler idaresi sona erdi. Selahaddin Eyyubi ilgisini Kudüs, Filistin ve Mısır üzerine teksif etti. Böylece II. Kılıç Arslan'ın Doğu Anadolu'da rakiplerine destek sağlayan büyük bir siyasi güç ortadan kalkmış oldu.
Batı sınırını güvence altına alan ve doğuda rakiplerine desteğinin azaldığını gören II. Kılıç Arslan Anadolu'ya geri yöneldi. Kayseri meliki olan kayınbiraderi Danışmendli Zunnun ve şehzadesi Şahinşah'ın birleşik ordusunu yendi ve onlar Bizans'a sığındılar. Ankara, Darende ve Kayseri'yi onlardan aldı. 1175'te kayınbiraderi Danışmendli Yağıbasan'ın oğullarını Selçuklu uc beyleri tayin ederek Danişmendlilerin egemenliğine son verdi. Zengiler'den de bazı topraklar ele geçirdi ve Ermenileri de yendi.
Fakat çok geçmeden II. Kılıç Arslan ile Bizans arasındaki barış bozuldu. Bizans İmparatoru I. Manuil Zengilerin ortadan kalkmasını ve Selahaddin'in güney-doğu Akdeniz problemlerine teksif olmasını stratejik olarak II. Kılıç Arslan'ın bir dayanağının ortadan kaldığı şekilde değerlendirdi. Ayrıca Eskişehir yörelerinde yoğun bir şekilde çoğalan Türkmenler, Denizli, Kırkağaç, Bergama ve Edremit'e kadar Bizans topraklarına yıllık hücumlar yapmaktaydılar ve Manuil bu akınları önlemek istemekteydi. Danişmendli Zunnun ile şehzadesi Şahinşah da Bizans'a sığınmışlardı. I. Manuil büyük bir askeri sefer için hazırlıklara başladı. Ayrıca Anadolu'ya arka arkaya Danişmendli Zunnun ve sonra şehzadesi Şahinşah komutasında ve Bizans birlikleriyle güçlendirilmiş orduları Anadolu'ya gönderdi. II. Kılıç Arslan orduları her iki orduyu da yenik düşürüp Bizans'a geri püskürttü. Kılıç Arslan Bizans'a ikinci bir barış heyeti gönderip müzakerelerde bulunduysa da bunlar da İmparator tarafından reddedildi.
1176 yazında Bizanslılar, içinde çok sayıda Frank, Peçenek, Macar ve Sırp paralı askeri bulunan iki ordu ile II. Kılıç Arslan üzerine yürüyüşe geçtiler. Kuzeyden yürüyen ve İmparator'un amca oğlu General Andronikos Vatatzes komutasındaki ordu Kastamonu ve Amasya üzerinden Eylül 1176da Niksar'a gelip bu kaleyi kuşattı. Fakat bu yörede bulunan Selçuklu ordusu ile sur önlerinde yapılan "Niksar Muharebesi"'nde Bizans'lılar çok büyük bir yenilgiye uğradılar ve savaşta ölen komutanları Vatatzes'in başı Konya'ya II. Kılıç Arslan huzuruna gönderildi.
Bizanslıların güneyden giden büyük ordusu imparator I. Manuil komutasındaydı ve Konya'yı ele geçirmeyi hedeflenmişti. II. Kılıç Arslan 17 Eylül 1176'da Sandıklı ile Dinar'ın doğusunda, Isparta'nın Gelendost ilçesi sınırlarında Miryokefalon Savaşı'nda Bizans ordusunu pusuya düşürdü ve ağır bir yenilgiye uğrattı. Bu, Türklerin Anadolu’da Bizans karşısında Malazgirt'ten sonraki en büyük zaferdi. Bu yenilginin ardından Bizans İmparatorluğu, Türkleri Anadolu'dan çıkarma umudunu tümüyle yitirdi.
Özellikle 1176'daki Miryakefalon Savaşı ve 1190'daki Üçüncü Haçlı Seferi arasında Türkiye Selçukları ülkesi tek bir idare altında bir barış ve refah ülkesi oldu ve hızlı bir ekonomik ve sosyal gelişme sağlandı. Anadolu'da ticaret ve dış ülkelerle ticaret önem kazandı. Anadolu'da ticaret yollarında bulunan birçok hanın yapımı ve kervansaray yapımı başlangıcı Kılıç Arslan'ın döneminde başlamıştır. II. Kılıç Arslan döneminden kalan Alay Bey kervansarayı bunların en başındadır. İlk Selçuklu tersaneleri II. Kılıç Arslan döneminde kurulduğu bildirilir. Konya'da açılan medereselerin gelişmesi Anadolu'da ilim ve sanatın gelişmesine de büyük katkıda bulunmuştur. Dış ülkelerle yapılan ticaretin de gelişmesi ve Anadolu'nun isminin Avrupa kaynaklarında ilk defa "Türkiye" olarak geçmesi bu dönemde olmuştur.
Bu nispi barışa rağmen bazı çatışmalar olmaya devam etti. Önce II. Kılıç Arslan 1175'te Malatya'yı eline geçirdi. Suriye'ye de devleti eline geçirmiş olan Eyyubiler ile II. Kılıç Arslan Eyyubiler eline geçmiş olan Raban kalesi üzerinde anlaşmadılar. Sonunda Selçuklu veziri İhtiyarüddin Hasan'ın iyi diplomasisi ile iki taraf uzlaşabildiler. Bu barış sırasında Eyyubiler ile Selçuklular Ermeni Prensi III. Rüpen üzerine sefer yaptılar. Fakat 1182de II. Kılıç Arslan'ın Artuklular ile Diyarbakır ve Silvan'ı ellerine geçirmeleri tekrar aralarının bozulmasına yol açtı.
Bizans İmparatoru II. Aleksios döneminde ise Selçuklular adım adım Ege bölgesi ve Bitinya'daki şehirleri ellerin geçirmeye başladılar. Uluborlu, Kütahya ve Eskişehir tekrar Selçukluların ellerine geçti. 1183'de II. Aleksios'un ölümü üzerine Bizans'da çıkan kargaşalıktan faydalanan bir Selçuk ordusu tekrar Ege Denizi kıyılarına kadar arazileri ellerine geçirdiler. Fakat Alaşehir yine bir Bizans şehri olarak kaldı.
II. Kılıç Arslan 1186'da ülkesini 11 oğlu arasında şöyle paylaştırdı:
Bu bölünmeye göre Kılıç Arslan devlet merkezinde Sultan olarak ve oğulları içişlerinden yari bağımsız olarak bölgelerinin melikleri oldular. Fakat hemen oğulları arasında veliahtlık mücadelesi başladı. Kılıç Arslan 1189'da Konya'yı eline geçiren ve kendini veliaht ilan ettiren buyuk oğlu Kutbeddin'in bir kuklası haline geldi. 1190'da III. Haçlı Seferi orduları Konya'ya geldiğinde orada otorite Kılıç Arslan değil oğlu Kutbeddin idi.
1190'da Üçüncü Haçlı Seferi'ne katılan ve karadan gelen Kutsal Roma-Cermen İmparatoru Friedrich Barbarossa komutası altındaki Alman asıllı Haçlı ordusunun Anadolu'dan geçişi için II. Kılıç Aslan elçilerini İmparator Edirne'ye gelmişken Almanlara göndermiş ve onlarla bir antlaşma yaparak bu ordunun Anadolu'dan Selçuklu ordusunun hücumlarına maruz kalmadan geçişini garantilemişti.
Fakat bu karar yaşlı olan II. Kılıç Arslan tarafından ülkenin paylaştırılması sonucu yerel iktidar kazanmış olan oğulları, özellikle Konya'yı eline geçiren Kutabeddin Melikşah tarafından beğenilmedi. Bu oğullarına bağlı Türkmenler yürüyüşte bulunan Alman Haçlı ordusuna zaman zaman hücumlarda bulundular. Akşehir üzerinden gelen Alman Haçlı ordusu, 17 Mayıs 1190'da Anadolu Selçuklu Devleti başkenti olan Konya önlerine geldi. Yapılan anlaşma gereğince bu ordunun barış içinde, şehre girmeden, şehrin kenarından geçmesi gerekmekteydi. Fakat 18 Mayıs'ta Alman ordusu Konya'ya hücum edip şehri ele geçirdi.
Değişik tarihçiler bu beklenmedik sonuç için değişik açıklamalar yapmaktadırlar. Bazı Alman tarihçileri imparator Friedrich'in ordusuna yapılan Türkmen hücumlarina karşı Selçuklulara bir gözdağı verip yaptırım uygulamaya karar verdiğini bildirirler. Diğer tarihçiler II. Kılıç Arslan'ın büyük oğlu Kutbeddin'in babasıyla ihtilaf halinde olduğunu; bu nedenle devletin başkenti olan Konya'yı savunmak için ordusuyla şehre geldiğini; babasını tutuklattığını; hemen şehir dışında surlar önünde Alman Haçlı ordusu ile muharebeye giriştiğini ve bu muharebeden yenik çıktıktan sonra geri çekilip Konya şehrinin Alman Haçlı ordusu tarafından ele geçmesine neden olduğunu bildirirler.
Her ne sebeble olursa olsun Konya'yı eline geçiren Alman Haçlı ordusu bu şehirde fazla kalmadı ve 5 gün sonra şehirden ayrılıp yine Kudüs'e hedefle Göksu Irmağı vadisinden Akdeniz'e gitmek için yürüyüşe geçti. Bu Alman Haçlı ordusu tam Akdeniz'e varmakta iken komutanları olan imparator Friedrich 10 Haziran 1190da Göksu Nehri'nde boğulup öldü. Bundan sonra dağılan Alman Haçlı ordusu Türkiye Selçuklul |
arına ve II. Kılıç Aslan ve varisi oğullarına problem olmaktan çıktı.
Alman Haçlı ordusunun dağılmasından sonra kardeş kavgası daha da ciddileşti. Kutbeddin babasını zorla birlikte alarak, Kayseri'yi eline geçirmek niyetiyle kardeşi Nureddin Sultanşah'a hucuma geçip şehir kalesini kuşattı. Kılıç Arslan kaçmayı başarıp Kayseri’ye sığındı. Kutbeddin Konya’ya döndü ve orada bağımsız Selçuklu Devleti Sultanı olduğunu ilan etti. Yaşlı olan Kılıç Arslan önce diğer birkaç oğlu arasında dolaştı. 1192'de Kılıç Arslan Uluborlu'da bulunan oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev'le birlikte Konya'ya yürüyerek şehri eline geçirdi ve Aksaray'a kaçan Kutbeddin'i kovalayıp şehri kuşattılar. 1192'de 77 yaşındayken Aksaray Kuşatması sırasında öldü. Konya'yı elinde bulunduran yedinci büyük oğlu I. Gıyaseddin Keyhüsrev Sultan olarak tahta geçirildi.
Türbesi Konya'da Alaeddin Camii yanındadır.
II. Kılıç Arslan ölmeden çok önce ülkesini 11 oğlu arasında bölüştürmuştü. Ama bu oğulları arasındaki çatışmalar daha kendisi yaşamaktayken ortaya çıkmıştı. Bunlar ölümünden sonra devam edip Türkiye Selçuklu devletini çok zayıflattı. Uzun süren bir saltanattan sonra II. Kılıç Arslan'ın ülkesine tek bir güçlü barış sağlamaması ve ülkeyi oğulları arasında bölüştürmesi; hem kendi saltanatının son yıllarında ve hem de ölümünden sonra Türkiye Selçuklu Devleti'nin barış ve refahına çok aksi tesirlerde bulunmuştur.
Şiiri Özlüyorum
Şiiri Özlüyorum, öğretmen Fuat Çiftçi editörlüğünde Avanos'ta yayımlanan iki ayda bir çıkan şiir dergisi.
Yayın hayatına Ağustos 2003'te başlayan ve ara vermeden yayınını sürdüren dergi, Nevşehir'in ilk şiir dergisidir. Türkçe şiirlerin yanı sıra, hem yabancı dillerden Türkçeye çeviri şiirlere hem de Türkçe şiirlerin İngilizce çevirilerine yer verilmektedir. Dergide şiir türünün dışında makale, deneme, eleştiri, söyleşi, günlük, mektup, öykü, kitap tanıtımı, nekroloji, bildiri, haber, sinema, tiyatro türünde yazılar da yayımlanır. Derginin editörlüğünü ve yayın işlerini Fuat Çitçi tek başına yönetir. Kendi şair ve yazar kadrosunu oluşturmuş bulunan dergide Mustafa Durak, Celal Soycan, Koray Feyiz, Murat Dalgın, Fuat Çiftçi, Hüseyin Peker, Hüseyin Çiftçi gibi isimler yazı ve şiirleriyle yer almaktadır. Dergide ""Şiir ve Erotizm"", ""İmgenin Pornografisi"" ve ""Şiir Yıllıkları"" gibi başlıklar taşıyan konulu dosyalar hazırlamaktdır.
İyi şiir yayımlama politikasını vurgulamak üzere Derginin adının hemen altında yer alan “"Şiir Gözü"" ifadesine yer verilmektedir.
Derginin aynı adı taşıyan bir kitaplığı ("Şiiri Özlüyorum Kitaplığı") bulunur. 10. yılını kutladığı 2011'de ""Kırıklar Atlası"" adlı kitap yayımlanmıştır.
Kaprekar sayıları
Kaprekar sayıları , 1949 yılında Hint matematikçi Kaprekar tarafından tariflenen sayılardır.
"n" basamaklı bir "t" Kaprekar sayısının karesi alınıp sağdaki "n" basamağı solda kalan "n-1" basamağa eklendiğinde sonuç yine "t" sayısını verir.
Örnek:
55 , iki basamaklı bir sayıdır.
55 = 3025 , sağdan iki basamak 25 , soldan iki basamak 30.
Bu iki sayının toplamı 30+25=55 yani sayının kendisidir.
1, 9, 45, 55, 99, 297, 703, 999, 2223, 2728, 4879 sayıları da diğer bazı Kaprekar sayılarıdır.
Petrus Haçı
Petrus Haçı veya Aziz Petrus Haçı ters çevrilmiş bir Latin haçıdır. Bu sembolün kökeni Petrus'un ters biçimde çarmıha gerilmesidir; İsa ile aynı şekilde çarmıha gerilmek için fazla değersiz olduğunu düşünmüştü ve bu nedenle ters biçimde çarmıha gerilmişti.
Petrus'un isteği üzerine baş aşağı çarmıha gerildiğini ilk bildiren kişi İskenderiyeli bilgin Origenes'dir. Bazı katolikler bu tür haçı, İsa ile karşılaştırıldığında değersizliğin bir sembolü olarak kullanmaktadırlar.
Kaprekar
Kaprekar, tam adıyla Dattathreya Ramachandra Kaprekar (d. 1905 - ö. 1986) sayılar teorisine katkılarda bulunmuş Hint matematikçi.
1905 yılında Hindistan'da Dahanu'da doğdu. Küçük yaşlardan itibaren sayılara duyduğu ilgi onu matematikçi olmaya yönlendirdi. 1929 yılında Bombay Üniversitesi'nden mezun oldu.
1930 yılından emekli olduğu 1960 yılına kadar Hindistan'da Devlali şehrinde matematik öğretmenliği yaptı.
Kendi adı ile anılan Kaprekar sayıları, Kaprekar sabiti, Kolumbiya sayıları, Harşad sayıları gibi kavramları matematik literatürüne katmıştır.
Kelt haçı
Kelt haçı, Hristiyan haçı'nın kesişim yerine bir halka eklenmesi ile oluşur. Keltik Hristiyanlık'ın karakteristik sembolüdür, ancak kökeni Hıristiyanlık öncesine dayanır.
Halka ile birleştirilmiş haçların Hristiyanlık öncesinden gelen birçok türü bulunur. Sıklıkla güneş haçı olarak adlandırılan bu tür haçlara pagan Kuzeybatı Avrupa'da (İskandinav mitolojisi'nde tanrı Odin'in sembolüdür.) veya Pireneler ve İber Yarımadası'nda rastlanabilir. Ancak Hristiyan haçı ile ortak bir köken ya da bağlantıya dair bir kanıt yoktur.Günümüzdeki keltlerce güçlü tanrıça Bridgit ile bağdaştırılır.Ayrıca Kelt'lerin doğaüstücülüğe büyük bir katkısı olan tarot kartlarında, Kelt Hacı Açılımı bulunur.
Kaprekar sabiti
Hint matematikçi Kaprekar (1905-1986) tarafından tanımlanan, dört basamaklı sayılara en fazla yedi kez aşağıdaki işlemler uygulandığında ortaya çıkan sabit 6174 sayısı.
İşlemler, tüm basamakları aynı sayıdan oluşmayan (2222 gibi - ilk adımda sıfır sonucunu verecektir) ve herhangi üç basamağındaki sayılar aynı olup kalan bir basamaktaki sayı bu sayıdan bir büyük ya da bir küçük olmayan (1112, 5565 veya 8788 gibi - ilk adımda 999 sayısını verecektir) dört basamaklı sayılara uygulandığında en fazla yedi adımda sıfır veya 6174 sabit sayısını verir.
En fazla yedi adımda sıfır ya da 6174 sabit sayısı elde edilecek ve kısır döngüye girilecektir.
Örnek:
Ayn Calut Muharebesi
Ayn Calut Muharebesi (Arapça: عين جالوت, "Calut'un gözü"), 3 Eylül 1260'da Memlük ordusu ile İlhanlılar arasında, Celile bölgesinin Ayn Calut mevkisinde yapılan muharebe.
10 Şubat 1258'de Bağdat şehrini istila edip Halife Mustasım Billah'ı idam eden Hülagû'nun komutasındaki Moğol orduları, Suriye'ye ilerlemişlerdir. Hülagû'den aldığı tehdit dolu mesajdan sonra Eyyûbi Sultanı Nasır Yusuf, Memlûklerden acil yardım talep etmiştir. 12 Kasım 1259 günü Memlûkler arasında yapılan toplantıda, yaşının küçük olması sebebiyle Sultan Mansur Ali tahttan indirilerek yerine Seyfeddin Kutuz çıkartılmıştır.
Savaştan hemen önce Mısır'da Sultan ilan edilen Seyfeddin Kutuz kumandasındaki 20.000 kişilik bir orduyla, Hulagu'nun en seçkin kumandanlarından Ketboğa Noyan kumandasındaki Ermeni ve Gürcülerle takviye edilmiş Moğol ordusunu Filistin'de karşıladı. İki ordu 3 Ekim 1260 tarihinde, Ayn Calut denilen mevkide karşılaştı. Memlûkler bölgeyi iyi tanıdıkları için bu savaşta Türklerin ve Moğolların sıkça uyguladıkları Hilal taktiğini kullanmışlardır. İlk başta Baybars komutasında küçük bir birlik Moğollar üzerine ani bir saldırı düzenlemiş ve ardından yine aynı hızla geri çekilmeye başlamıştır. Ketboğa'nın emri üzerine Memlûkleri takip ederek dağlık vadiye giren Moğol süvarilerini, kurduğu pusu sayesinde gizlice arkadan çeviren Kutuz komutasındaki Atlı Okçular ve patlayıcı bomba atan piyadeler, Moğollara ağır kayıplar verdirmiştir. Daha sonra sahte kaçışı bırakan Baybars, komuta ettiği askerlerini toplayarak Moğollara saldırmış ve Moğol ordusunun hemen hemen tamamını imha etmiştir. Bu savaşta öldürülen Moğol askerleri arasında Ketboğa Noyan da bulunmaktadır.
Moğollar bu savaştan sonra Mısır'a asla giremedikleri gibi, bu yenilgi tarihin dönüm noktalarından biri ve Moğollar'ın sonunun başlangıcı olmuştur. Moğolların batıya doğru ilerleyişi durdu. Anadolu'daki Moğol boyları hızla İslamiyet'e tabi oldu.
Omar Bravo
Omar Bravo Tordecillas (d. 4 Mart 1980; Loc Mochis Sinaloa, Meksika), Meksikalı orta saha ve forvet oyuncusu. Meksika Birinci Lig Takımlarından Cruz Azul'da oynamaktadır.
Profesyonel futbolcu olmadan önce bir boksördü. Vravo Chivas'ın altyapısında yetişti ve 17 Şubat 2001'deki Tigres Maçında birinci takıma çıktı. İlk 3 sezonda yedek olarak çıksa da 2002 sezonunda 15 maçta 6 gol atarak as kadronun bir elemanı oldu. Takıma başladığından bugüne 134 maçta 97 kere ilk 11'de sahaya çıktı ve 41 gol attı.
Bravo Meksika genç takımında ara sıra oynadı ve daha sonra da A millî takıma yükseldi. 2004'te as forvet olarak A millî takım ile Yunanistan'da Olimpiyat Oyunları'na katıldı ve 2 gol kaydetti. A millî takıma alınması Jesus Arellano'nun bir dostluk maçında sakatlığından dolayı oynayamaması sayesinde olmuştur.
"Güncelleme: 20, 2011"
305||108||12||5||14||9||331||122
9||1||3||2||8||0||20||3
28||9||2||0||0||0||30||9
342||118||17||7||22||9||381||143
"Güncelleme 27 Haziran 2010"
Edirne-Segedin Antlaşması
Edirne-Segedin Antlaşması, 1444 yılında Osmanlı Devleti ve Macaristan arasında imzalanmış bir barış antlaşmasıdır. Ayrıca bu antlaşma Osmanlı Devleti'nin imzaladığı ilk barış antlaşmasıdır.
Papa IV. Eugenius János Hunyadi'nin kumandanlığı altında Macar, Sırp, Bosna ve Eflak kuvvetlerinden oluşan bir Haçlı ordusunu Sultan II. Murat'ın kumandanlığı altındaki Osmanlı ordusunun üzerine gönderdi. Karamanoğulları beyliğinin de desteğini alan bu orduyu Osmanlılar ardı ardına Niş Muharebesinde olduğu gibi alınan yenilgilere karşın, sonunda bir görüşe göre bu orduyu büyük kayıplarla, zorlukla İzladi Derbendinde yenilgiye uğrattı; diğer bir görüşe göre ise İzladi derbendindeki muharebeyi Osmanlılar kaybetmesine karşın Filibe Ovasına kadar inen Haçlılar ağır kış koşulları,Kral III.Wladislav'ın sabırsızlığı,erzak yokluğu ve direniş nedeniyle geri çekilmek zorunda kaldılar. Bir başka görüşe göre ise Osmanlılanın ağır kaybına karşı kendileride ağır kayıplar verip İzladi'de bozguna uğrayan Macarlar kış şartları altında geri çekilmeye zorlandılar ancak beklenmedik bir olay savaşın gidişini değiştirdi,Dragoman'da bu orduyu takip eden Osmanlı kuvvetleri,pusuya düşürülüp yenilgiye uğratıldı ve sultan II.Murad'ın damadı ve veziriazam Çandarlı 2.Halil Paşa'nın kardeşi Mahmud Bey esir alındı. Buda Osmanlılar üstünde moral bozukluğuna neden oldu; haçlılarınsa bu seferi başarılı bir sefermiş gibi göstermelerini sağla |
dı. Bunun üzerine tekrar bir haçlı seferinden de çekinen Sırbistan, Bosna, Hersek, Arnavutluk gibi Rumeli'de de pek çok bölgede egemenliği zayıflayan II. Murat Macarlar ile anlaşmaya girişti ve sonrasında 12 Haziran 1444'de Edirne'de bu barış antlaşmasını imzalayarak antlaşmanın metnini bir Osmanlı heyetiyle Macaristan'a yolladı.
Macaristan kralı I. Ulászló bu antlaşmayı onaylama taraftarıydı. Ama Papa ve Bizans İmparatoru bu antlaşmaya karşı çıktılar. Sırp despotunun ve János Hunyadi'nin de ısrarıyla kral I. Ulászló antlaşmayı 12 Temmuz 1444'de Segedin'de imzaladı. Antlaşmanın maddeleri şunlardı:
Bu antlaşmadan sonra II. Murat yerini 12 yaşındaki oğlu II. Mehmed'e (Fatih Sultan Mehmet) bıraktı. Ama barış dönemi değil 10 yıl, 6 ay bile sürmedi. Haçlı tehditi altında II. Murat tekrar Osmanlı ordusunun başına geçmek zorunda kaldı. 10 Kasım 1444 tarihinde Osmanlı ordusu tekrar János Hunyadi kumandanlığı altındaki Haçlı Ordusuyla Varna Savaşını yaptı.
Ve işareti
Ve işareti (ve imi veya ampersant) "ve" bağlacını temsil eden bir logogramdır. Sembol Latince "ve" anlamına gelen et sözcüğünün harflerinin ligatüründen oluşur. Farklı biçimlerde görülür (resme bakınız), ancak zaman içerisinde bu biçimlerden biri olan (şekilde solda 8 rakamına benzeyen) "E" ve "t" harflerinin elyazısıyla birleştirilmesiyle oluşan biçim yaygınlaşmış ve standartlaştırılmıştır.
Türkçede & iminin kullanımı yoktur. Bu nedenle "ve" bağlacı günümüz Türkçesinde bir noktalama imiyle gösterilmez. Ancak bir kaligrafi ürünü olan ampersant iminin Türkçe uyarlamasının da denendiği görülmüştür. "V" ve "E" harflerinin birleştirilmesinden ("Æ" ile benzer biçimde) oluşturulan bu im hâlâ kimi eski levhalarda görülebilir.
Pîrî Reis Haritası (1528)
Osmanlı Amirali Piri Reis'in 1528'de çizdiği ikinci dünya haritasından günümüze kalan parça, büyük bir haritanın kuzeybatı köşesi olup, Orta Amerika'nın yeni keşfedilmiş kıyılarını, Florida'yı, Kanada'nın kuzeydoğu köşesini, ve Grönland'ı gösterir. Piri Reis in Kanuni Sultan Süleyman'a armağan ettiği haritanın bu parçası, Piri Reis'in 1513'te çizdiği ilk dünya haritasıyla beraber halen Topkapı Sarayı'nda bulunur.
Ceylan derisine 8 renkli olarak çizilmis haritanın parçası 69 x 70 cm ebatlarındadır. Bu harita da birinci harita gibi portolan tarzında, dört büyük, iki de küçük pusula gülü çizilerek yapılmıştır. Kenar notlarından biri bu haritanın Piri Reis tarafından yapıldığını belirtir. Diğer kenar notları çeşitli açıklayıcı bilgiler içerir.
Grönland'ın güneyinde görünen, Kanada'daki Newfoundland, "Terra Nova", Labrador da "Baccalao" isimleri ile gösterilir ve buraların Portekizliler tarafından keşfedildiği yazılıdır. Terra Nova 1500'de Portekizli Carl Real, Labrador da 1501'de kardeşi Miguel Real tarafından keşfedilmişlerdir. Orta Amerika hizasında bir notta karadan giderek okyanusa ulasmayı amaçlayan bir kaşiften söz edilir. Bu muhtemelen 1513'de karadan Büyük Okyanusa ulaşan Portekizli Vasco Núñez de Balboa'dır.
Piri Reis'in ikinci dünya haritasında adalar ve kıyılar son keşiflere dayalı olarak çizilidir. Birinci haritasında Porto Riko'da gösterilen San Juan Batisto, bu haritada Florida'da gösterilmiştir. Kristof Kolomb'un hatalı haritasından etkilenmiş olan birinci haritasının aksine, bunda Bahama, Antiller, Haiti ve Küba oldukça doğru çizilmişlerdir. 1517 ve 1519'da keşfedilmiş olan Yukatan ve Honduras yarım adaları da mevcutturlar. Küba "Isla di vana" diye adlandırılmıştır. İlk haritada olmayan Yengeç Dönencesi bu haritada (enlemi biraz hatalı olarak) çizilmiştir. Piri Reis bunu "Günuzadısı" olarak adlandırıp yanına ""Bu hat gün gayet uzadığı yere işarettir"" yazmıştır.
Piri Reis bu haritasında keşfedilmeyen yerleri beyaz bırakarak, kenar notlarında bunları bilinmediği için çizmediğini belirtir. İlk haritasından daha büyük ölçekli ve gelişkin olan ikincisi, teknik olarak döneminin en ileri örneğidir.
Piri Reis'in Haritası
Piri Reis'in haritası şu anlamlara gelebilir:
János Hunyadi
Hünyadi Yanoş ya da Hunyadi Yanoş (, 1407 civarı – 11 Ağustos 1456), Orta Çağ Macar ordu komutanıdır. "Hunyadi" soyadı, "János" adıdır, Macar geleneğine göre önce soyadı, sonra adı yazılır, Türkçeye de bu şekilde geçmiştir.
Erdel (Transilvanya) bölgesinden, büyük olasılıkla Macar-Sekel kökenli bir aile olan Hunyadi'ler (Macar-Sekel kökenli olduklarına dair pek çok kanıt olduğu gibi, Hünyadi Yanoş'un I. Kosova Savaşı'nda ölen aynı isimli yeğeni Sekel Yanoş-János Székely olarak anılır.) 1409 yılında Kutsal Roma Germen İmparatoru ve Macaristan Kralı Sigismund'dan Hunyad kalesinin derebeylik haklarını aldılar.
Hünyadi Yanoş gençliğinde Kral Sigismund'un askeri hizmetine girdi. Bulgarlara, sonra Osmanlılara karşı savaşlarda yararlılıklar gösterdi. 1440'da II. Murad'in yaptığı Belgrad kuşatmasında şehrin komutanı olarak direniş gösterdi ve şehir Osmanlılar eline düşmedi. Macaristan Kralı olarak seçilen I. Ladislas (Lehistan kralı III. Wladyslaw) tarafından 1441'de Erdel (Transilvanya) voyvodalığına atandı. Macar Kralı I. Ladislas iki komutanını, Hünyadi Yanoş ve Nicholas Ujlaki'yi Osmanlı tehdidi altındaki sınırları korumakla görevlendirdi. Bunlardan Hünyadi Yanoş Belgrad'daki karargahından Osmanlı topraklarına karşı taarruzlar yapmaya başladı.
1441'de Erdel'i işgal eden ve Sibiu'yu kuşatan akıncı ordusunu bozguna uğratıp komutanı Mezid Beyi öldürdü. Kaçış yolları kapatılan Mezid Bey'in Osmanlı akıncı birlikleri tamamen imha edildi.
1442 yılının Eylül ayında Mezid Bey'in intikamını almak isteyen Şahabeddin Paşa da Vazag Muharebesi'nde aynı akıbete uğrayıp yenildi ve büyük kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı.
Hünyadi Yanoş 1444'de ordusu ile Balkanlardan inip gönderilen Osmanlı eyalet askeri ordularına karşı galip gelip Balkan Dağları üzerindeki İzladi Geçidi'ne kadar geldi. Bu geçitte savunmaya geçen II. Murad komutasındaki Osmanlı ordusuna karşı yaptığı İzaldi Muharebesi'nde mağlup oldu, ama Erdel'e geri kaçmayı başardı. Bu muharebede mağlup Macar ordusu da galip Osmanlı ordusu da büyük zayiat verdiler.
II. Murad, Macarlarla 1444 yılında yeminli Segedin Barışı'nı imzaladı. İki hükümdar kutsal kitaplarına el basarak yemin ettiler. II. Murad Osmanlı tahtından çekilip yerine genç oğlu II. Mehmed padişahlığa geçti. Haçlı Seferi organize etmek isteyen Papa IV. Eugene'nin ve Macar kralına temsilcisi Kardinal Giuliano Cesarini'nin teşviki ile barış bozuldu. Macar Kralı I. Ladislas ve Hünyadi Yanoş'un komutasında bir büyük Haçlı ordusu Balkanlardan ilerledi Niş'te bir savaş kazandı. Doğu'ya ilerleyerek Sofya'yı işgal etti; Karadeniz kıyısında bulunan, Varna'yı kuşattı. Varna Muharebesinde Haçlılar müthiş bir bozguna uğradılar. Yemin bozan Macar Kralı I. Ladislas ve papalık temsilcisi Kardinal Cesarini bu muharebede öldürüldüler. Hünyadi Yanoş zor olarak küçük bir birlikte kaçtı. Savaşta ölen Kral I. Ladislas'nıın yerine Macar Kralı seçilen V. László'nun çocuk yaşta olmasından dolayı, Hünyadi Yanoş "taht naibi" sıfatı ile Macaristan'a hakim oldu. Bu görevini 1446 ve 1453 yılları arasında sürdürdü.
1447'de II. Murad'da bağlılık sunmak isteyen Eflak Voyvodası Vlad Drakul Erdel Voyvodası olan Hünyadi Yanoş tarafından öldürtüldü. Ayni yıl Hünyadi Yanoş kendi seçtirdiği yeni Eflak Voyvodası'nın ordusu ile Bohemyalı ve Almanyalı birliklerle takviyeli yeni bir Macar ordusu ile birlikte yeni bir Balkan seferine girişti. Once Sırbistan'a hücum edip Sırp Despotu Brankoviç'in desteğini sağlamaya çalıştı. Sırbistan başkenti olan Semendire kalesi önünde Kovin'de bir ay kaldı ama Sırp despotunun desteğini almakta başarısız kaldı. Sonra ordusu ile Sırbistan'ı yağma ederek Kosova'ya yöneldi. II. Murad komutasındaki Osmanlı ordusu ile yaptığı II. Kosova Muharabesi'ni tekrar büyük bir zayiatla kaybetti.
Hünyadi Yanoş'un II. Mehmed'in 1456 Belgrad Kuşatması sırasında Osmanlı kuvvetlerinin yenilmesinde oynadığı rol, daha sonraki yüzyıllarda Macar ulusal kahramanı olarak benimsenmesini sağladı. Hünyadi, 1456 kuşatması sırasında ordusunda yayılan veba salgını yüzünden öldü. Oğullarından Mátyás, I. Mátyás adıyla Macaristan kralı olarak hüküm sürdü. (Matthias Corvinus, Hunların bakiyesi olan Sekellerden geldiğini belirtmek için kendisini 2. Attila olarak adlandırmıştır.) (1458–1490).
Hakan Aysev
Hakan Aysev (d. 1968, Ankara), Türk opera sanatçısı, tenor.
Eğitimine 1981 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı'nda başladı. 1987'de 6. Belvedere Şan Yarışması'nda En İyi Genç Şarkıcı ödülünü alarak final konserine katıldı. 1988'de mezun olduktan sonra Viyana'ya gitti ve Mozart'ın "Cosi fan tutte" operasındaki Ferrando rolü ile Avusturya, Hollanda ve Almanya'da turneye çıktı.
1989 yılının temmuz ayında Salzburg Festivali kapsamında Haydn'ın Acis ve Galatea, Offenbach'ın Les Bavardes operalarında başrolü seslendirdi. Eylül ayında Viyana Devlet Operası'na giren sanatçı , aynı yıl aralık ayında R. Strauss'un Rosenkavalier operasındaki tenor rolü ile sahneye ilk kez çıktı. 1990 yılında Viyana Devlet Operasının kadrolu sanatçısı oldu. Bu arada Luciano Pavarotti'nin öğrencisi oldu. Zaten Luciano Pavarotti'ye benzediği için Türk Pavarotti olarak anılmaktadır. 1991 yılında Koblenz Devlet Operasına katıldı ve birçok eserde rol aldı.
1992'de Katia Ricciarelli ile opera-gala konseri verdi. 1995-1997 yılları arasında Darmstadt Devlet Operasında majör rolleri üstlendi. 1997'nin mart ayında Norveç'te Rigoletto, ağustosta Fransa'da Carmen operalarında sahneye çıktı. Sanatçı bugüne kadar Düsseldorf, Texas, Basel, Bern, Heilderberg operalarında da misafir sanatçı olarak yer aldı. Ayrıca 1997'de Verdi/Requiem'in CD kaydını yaptı.
1998'de Frankfurt'ta ikinci CD kaydını yaptı. Fransa'da Wozzec operasında yer aldı. Basel'de Othello operasında yer aldı.Bulutsuzluk Özlemi ile rock-opera konserini gercekleştirdi. 1999'da Nilüfer ile sahneye çıkan Aysev, ayrıca Tiflis Senfoni Orkestrası eşliğinde Ağrı Dağı Efsanesi'nde rol aldı. 5. ve 6. Bilkent Anadolu Müzik Festivali'ne solist olarak katıldı. 2000-2002 yıllarında İzmir Devlet Opera ve Balesi'nde Mü |
dür ve Genel Sanat Yönetmenliği yaptı.
2005 yılında Buenos Aires Teatro Colon'da König Kandaules operasında başrol oynadı. Barcelona Senfoni Orkestrası eşliğinde Beethoven'ın 9. Senfoni'sini seslendirdi.
Hakan Aysev halen İstanbul Opera ve Balesi sanatçısı olarak gorevini sürdürmektedir. 2007 yılında Show TV'de yayınlanan Şarkı Söylemek Lazım adlı yarışmada Serap Ezgü'nün koçluğunu üstlenmiştir. Ayrıca 2008 yılından beri Haliç Üniversitesi'nde öğretim görevlisidir.
Bomonti
Bomonti, İstanbul'un Şişli ilçesine bağlı, adını 1890 yılında İsviçreli Bomonti Kardeşler tarafından kurulan Bomonti Bira Fabrikası'ndan alan bir semttir.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin kampüsünün kurulduğu yer. Kent nüfusunun küçük bir bölümünü Ermeniler ve Gürcüler oluşturmaktadır. Burada Katolik Gürcülere ait günümüzde hala Gürcüler tarafından kullanılan tarihi bir kilise mevcuttur.
Son yıllarda yapılan düzenleme ve inşaatlar sonucu Bomonti'nin çehresi değişmiş, İstanbul'da dikkat çeken bir bölge haline gelmiştir. Bölge, gayrimenkul yatırımcıları tarafından rağbet görmektedir. Şişli'deki merkezi noktalardan biridir.
Kirk Hammett
Kirk Lee Hammett, (d. 18 Kasım 1962, San Francisco, ABD), Metallica'nın solo gitaristi ve şarkı yazarıdır. 1983'te gruba katılmıştır. Metallica'dan önce Exodus grubunun kurucuları arasında yer almıştır. 2003'te Rolling Stone dergisinin hazırladığı "Tüm Zamanların En İyi 100 Gitaristi" sıralamasında 11. sırada yer almıştır.
Hammett, 18 Kasım 1962'de San Francisco'da Filipinli bir anne ve İrlandalı bir babanın çocuğu olarak doğdu. Babası ticaret filosunda görevli bir denizciydi. Ayrıca Hammett'in Tawny adlı bir kız kardeşi vardı. Hammett, Richmond yakınlarındaki El Sobrante'de yetişti. Daha sonra liseyi okumak için Richmond'a gitti ve buradaki De Anza High School'da eğitim gördü. Hammett, 15 yaşında gitar çalmaya başladı. İlk gitarı özel yapım bir Montgomery Ward'dı ve ilk amfisi içinde 4 İnç'lik bir hoparlör bulunan bir ayakkabı kutusuydu. Daha sonra 1978'de bir Fender Stratocaster kopyası aldı ve ardından 1974 Gibson Flying V aldı. Sürekli yeni gitar ve amfi kombinasyonlarını deneyen Hammett, ortaya çıkan para sorununu çözmek için Burger King'de çalışmaya başladı.
Hammett; 1980'de vokalist Paul Baloff, gitarist Gary Holt, basçı Geoff Andrews ve davulcu Tom Hunting ile beraber Exodus grubunun kuruluşunda yer aldı. Exodus'la birlikte "1982 Demo"'yu hazırlayan Hammett, grubuyla "Bay Area Thrash" akımının gelişmesinde önemli rol oynadı. Grubuyla iki kez Metallica'nın ön grubu olarak da sahne aldılar: 29 Kasım 1982 ve 5 Mart 1983
Metallica'nın menajeri Mark Whittaker, grubun solo gitaristi Dave Mustaine'in gruptan çıkartılmasından sonra Kirk Hammett'i gruba tavsiye etti. Grup, Whittaker'in tavsiyesiyle Hammett'a gruba katılması için teklif yaptı. Hammett, bu teklifi kabul ederek kurucusu olduğu Exodus'tan ayrılarak Metallica'ya katıldı. Grupla beraber ilk olarak Kill 'Em All albümünü çıkartan Hammett, ayrıca Joe Satriani'den özel gitar dersleri aldı.
Ayrıca Jimi Hendrix'in tekniklerini de öğrenerek kendini geliştirdi. Grupla 1986'da Master of Puppets, 1987'de Garage Days Re-Revisited, 1988'de ...And Justice For All, 1991'de Metallica, 1996'da Load, 1997'de Reload,1998'de Garage Inc., 2000'de S&M, 2003'te St. Anger ve 2008'de Death Magnetic albümlerini çıkardı. Hammett,4 Nisan 2009'daki Hall of Fame'de yer aldı.
Hammett, 1986'daki Master of Puppets albümündeki riffleri ve soloları hazırlamıştır. Bu, onun ciddi anlamda yaptığı ilk katkıdır. Daha önce de Ride the Lightning albümündeki Creeping Death parçasının köprü riffini, Exodus'ta çalarken kullandığı bir riftten oluşturmuştur. Hammett,Metallica albümündeki Enter Sandman parçasının rifflerini bir otel odasında sabaha karşı 03:15'te oluşturmuştur ve bu parça, Rolling Stone dergisinin "Tüm Zamanların En İyi 500 Parçası" sıralamasında
399. sırada yer almıştır. Hammett'in rifflerini ve sololarını hazırladığı albümler şunlardır: Ride The Lightning, Master of Puppets, ...And Justice For All, Metallica, Load, Reload, S&M, St. Anger, Death Magnetic.
Hammett, çalarken hızlı vuruşu ve palm mute tekniğini benimsemiştir. Sololarını ise wah-wah pedalı kullanarak hazırlamıştır. Wah-wah pedalı kullanarak hazırladığı soloları, özellikle Death Magnetic albümünde belirgin ve etkilidir. St. Anger albümünde ise hiç solo çalmamıştır. Bununla ilgili şunları söylemiştir:""Solo koymayı denedik ama onlar sonradan aklımıza gelen bir şeymiş gibi kulağımıza geldi, bu yüzden soloları çıkarttık.""
Hammett, iki kez evlenmiştir. İlk eşi Rebecca'yla 1987'de başlayan evliliği 1990'da son bulmuştur. 1998'de de ikinci eşi Lani ile evlenen Hammett'in, Lani'den Angel Ray Keala ve Vincenzo Kainalu adlı iki erkek çocuğu olmuştur. Hammett; boş zamanlarında bisiklete binmeyi, sörf yapmayı, korku filmi koleksiyonu oluşturmayı ve vücudunun çeşitli yerlerine piercing yaptırmayı sever. Ayrıca yemek yapmaktan, atlardan, arkeolojiden, otomobillerden, doldurulmuş hayvan koleksiyonu yapmaktan hoşlanır. Ayrıca çok sıkı bir çizgi roman hayranıdır. Bir Land Cruiser'i, dağ bisikleti ve 105 Dodge Coronet'i vardır. Eşi ve çocuklarıyla birlikte San Francisco'da yaşamaktadır.
Hammett, 1980'lerin ikinci yarısından itibaren ESP marka gitarlar kullanmaktadır. ESP,Hammett için Signature Series gitarları üretmektedir. Ayrıca ESP, Hammett için içinde 1 litre özel mavi bir sıvı yer alan "Wavecaster" modelini üretmiştir. ESP, Hammett ile çalışmasının 20. yılında KH-20 adında 41 adet üretilen özel bir seri oluşturmuştur. Bu gitarların tanesi $10.000'dir. Ayrıca 2008 yılından itibaren "Ouija" adlı gitarı da $10.000'dan satışa sunulmuştur. Hammett, şu gitarları kullanmaktadır:
Hammett, kariyeri boyunca Marshall ve Mesa amfilerini kullanmıştır. 2007 yılının Ekim ayında ise Randall, Hammett ile anlaşarak Hammett için özel amfiler üretmeye başlamıştır. Kullandığı amfiler şunlardır:
Hızlı Gazeteci Keloğlan
Hızlı Gazeteci Keloğlan, Anonim halk öykülerindeki saflığı, doğruluğu kadar zekası ve bulduğu pratik çözümlerle de bilinen öykü kahramanıdır. Keza, Necdet Şen'in Hızlı Gazeteci adlı çizgi romanının 1989 yılında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmiş, 1991 yılında da Remzi Kitabevi tarafından albüm formatında kitap olarak da yayınlanan bir öyküsünün adıdır.
Öyküde sosyal demokrat milletvekili genç Doğan Önder, milletvekilliğinin daha ilk döneminde meclis kürsüsünde yaptığı dikkat çekici çıkışı ve ardından parti içi hesaplaşmalarda "kolay yönetilebilir bir aday" olarak değerlendirilir ve genel başkanlığa aday gösterilir. Seçimi kazanıp genel başkan olduktan sonra mevcut parti içi çekişmelere ve kaypak siyasi ortama uyum sağlayamayıp, kurulu düzenle ilkeleri arasında bir tercih yapmak zorunda kalır. Doğan Önder'in siyaset hayatı kısa sürür ve gerek parti içi, gerekse de siyaset içi entrikalara uyum sağlayamayacağını anlayarak hem genel başkanlıktan, hem partisinden, hem de siyasetten elinin eteğini çekmek zorunda kalır.
Öykü, Oliver Stone'un Talk Radio filminin final sahnesiyle İran'lı yazar Samed Behrengi'nin Küçük Kara Balık adlı politik masalına göndermeler yapan yarı karamsar bir panaromayla son bulur. Birkaç gün boyunca neredeyse bütün evlerde Doğan Önder'in sansasyonel istifası üzerine konuşulur; ama yapılan yorumların neredeyse tamamı konunun özüyle ilintisiz, magazin ağırlıklı konuşmalardır.
Genç politikacının kendisini kurban edercesine topluma ulaştırmayı denediği mesajı kalabalıklara değil, sadece bir köşede hayatı anlamaya çalışan minik bir çocuğun kulaklarına ulaşabilmiştir.
Öykü, aynı zamanda Türkiye'deki rant bölüşümü üzerine kurulu siyaset içi mekanların da çizgi roman yoluyla yapılmış dikkate değer bir eleştirisidir.
Bacı
Necdet Şen'in Hızlı Gazeteci çizgi romanının 1987-1988 yılında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilen, hemen ardından Cep kitabevi tarafından kitap olarak basılmış macerasının da adıdır.
Bacı kelimesi halk dilinde "kız kardeş" anlamına gelir. 1970'li yıllarda örgütsel faaliyetler içinde olan sol eylemcilerin erkek olanları tarafından aralarındaki kadınlara uygun görülen sıfat. Öykü, "Bacı" kelimesinin bu görüş üzerinden yorumlar. Bu sıfat daha sonraları "devrimcilerin kadın yoldaşları böyle feodal bir sıfatla adlandırmaması" gerektiği biçiminde eleştirilere konu olmuştur.
Öyküde, 7 yıllık bir mahpusluk döneminin ardından tahliye edilen Fazilet'in onca yıl aradan sonra karşılaştığı Özal Türkiye'si ile yaşadığı uyumsuzluk ve kendini yeniden tanımlama, hayata tutunma süreci anlatılır. 12 Eylül darbesiyle dört bir yana savrulmuş eski sosyalistlerin kimi reklamcı olmuş, kimi yeraltı faaliyetlerine yeniden başlamıştır.
Fazilet, aile ve polis baskısı, işsizlik, aşk ve "dava" arasında bunalmaktadır. Bacı, yayınlandığı 8 ay boyunca hem sol çevrelerde hem de aydın çevrelerde çok tartışılmıştır. Her kesim "Bacı"'ya kendi tezlerini doğrulamak için bir fırsat olarak bakmış, onu kendi açısından yorumıştır. Türkiye'deki "siyasi çizgi roman"ın ilk ve en çarpıcı örneğidir.
Kayıp Zamanın İzinde
Kayıp Zamanın İzinde, Marcel Proust'un hayatının son 17 yılında yazdığı yaklaşık "Bir milyon iki yüz elli bin" sözcükten oluşan "3000" sayfalık dev romandır. 20. yüzyıl edebiyatının en büyük eserlerinden biri sayılır.
Proust bu romanı annesinin 1905'deki ölümünden sonra yazmaya başladı. Kitabın ilk cildi 1913'te yayımlandı. Roman, tamamlandığında yedi kitaplık Kayıp Zamanın İzinde ortaya çıkacaktı. Proust bu romanın son düzeltmelerini yaparken 1922'de öldü.
Bu roman Türkçeye Roza Hakmen tarafından çevrilmiştir. Daha önce Yakup Kadri Karaosmanoğlu romanın birinci cildini çevirmiş ancak devamını getirmemiştir.
Kayıp zamanın izinde şu yedi ciltten oluşur:
Sevinç Tevs
Sevinç Tevs (d. 1930 - ö. 24 Ekim 1976), Türkiye'nin ilk caz müziği yorumcusu unvanına sahip dünyaca ünlü ses sanatçısı. Aynı zamanda Tevs anne tarafından, kabri Trakya'da bulunan Abdüsselam'ın ileri kuşak torunlarındandır.
1930 yılında Ankara'da doğdu. Babası Arnavutluk Cumhuriyeti'nin Türk Büyükelç |
isi'ydi.
Söz yazarı, bestekâr ve müzik yorumcusu Şehrazat'ın annesidir. Eşi ise "Maden Kralı" lakablı Türkiye'nin ilk madencisi iş adamı Siham Kemali Söylemezoğlu'dur. Eşi, Konya Valisi Ali Kemali Paşa'nın torunu ve Süleyman Şefik Paşa'nın oğludur. Ağabeyi ünlü kemanî bestecisi Cevdet Çağla'dır. Prenses Perizat Osmanoğlu (Osmanlı Sultanı ve İslam Halifesi V. Mehmet Reşat'ın gelini) ise görümcesidir.
Ankara Devlet Konservatuarı Şan ve Tiyatro bölümünde okuduğu yıllarda kardeşi Sevim Tevs ile birlikte Ankara Radyosu'nda günün popüler parçalarını seslendirmeye başlamıştı. Sevim ve Sevinç Tevs kardeşlerin ünü İstanbul'a ulaşmakta gecikmedi ve bu ikili 1945'te İstanbul Saray Sineması ve Taksim Belediye Gazinosu'nda verdikleri konserler ile büyük ilgi topladı. Konservatuvardan mezun olduktan sonra Sevinç Tevs, İbrahim Özgür Orkestrası'nda şarkı söylemeye başladı. İlk yurtdışı konserini Yunanistan'da verdi. 1948 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ne gitti ve New York Jazz Festivali'nde "For You" adlı besteyi yorumlaması ile birinci oldu. Beste, on iki kez Grammy Ödülü kazanmış Sevinç Tevs'in aile dostu Arif Mardin'e aittir. Aynı yarışmanın ikincisi ise dünyanın en ünlü jazz sanatçılarından biri olan Sarah Vaughan olmuştur. 1949'da İlham Gencer ile birlikte İstanbul Radyosu'nda yaptığı programları halk tarafından büyük ilgi gördü. Defalarca yurtdışında konserler veren Sevinç Tevs, İngiliz medya devi BBC'ye ve Almanya-Berlin Televizyonu'na çıkan ilk Türk şarkıcıdır. İtalya, İsviçre, Yunanistan, İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri, Mısır ve Fransa olmak üzere pek çok ülkede konserler veren Sevinç Tevs ününü 1950'lerde daha da perçinledi ve uzun bir süre boyunca ABD ve Birleşik Krallık'ta çalıştı.
1968 yılında Apollonia Şarkı Yarışması'na besteci Selmi Andak'ın "Ve Ben Yalnız" adlı eseri ile katıldı. Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi'nin öz torunu olan Sevinç Tevs, Türk Sanat Müziği'nin bütün klasik eserlerini ezbere bilirdi. Kontralto ve karakteristik nitelikteki sesi konusunda profesyonel müzik eleştirmenleri gibi otoritelerce "Jazz Söylemek İçin İdeal", "20. Yüzyılın En Güçlü Seslerinden Biri" yorumları dünya çapında oldukça yaygındır.
24 Ekim 1976'da kırk altı yaşında kanser hastalığından dolayı vefat eden Sevinç Tevs'in bütün müzik yorumları olmasa da bir kısmı plak ve CD'lerde toplanmıştır. Bunlardan bir tanesi, kendisinin vefatı sonrasında Türk Kalp Vakfı yararına hazırlanan iki şarkıdan oluşan özel edisyon bir plaktır. Sevinç Tevs, TRT ve BBC arşivlerinde geniş yer kaplamaktadır ancak bu arşivlerin tamamı halka sunulmamıştır. 2009 yılında İKSV Caz Festivali, kendisine ve kız kardeşi Sevim Tevs'e "Yaşam Boyu Başarı/Onur ödülü" vermiştir.
Kopenhag Kriterleri
22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhag Zirvesi'nde, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği'nin genişlemesinin Merkezi Doğu Avrupa Ülkelerini kapsayacağını kabul etmiş ve aynı zamanda adaylık için başvuruda bulunan ülkelerin tam üyeliğe kabul edilmeden önce karşılaması gereken kriterleri de belirtmiştir. Bu kriterler siyasi, ekonomik ve topluluk mevzuatının benimsenmesi olmak üzere üç grupta toplanmıştır.
Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlıklara saygı gösterilmesini ve korunmasını garanti eden kurumların varlığı.
AB'ye girmeye aday ülkeler;
gibi dört ana kriter açısından değerlendirmeye alınacaktır. Genel olarak; ülkenin çok partili bir demokratik sistemle yönetiliyor olması, hukukun üstünlüğüne saygı, idam cezasının olmaması, azınlıklara ilişkin herhangi bir ayrımcılığın bulunmaması, ırk ayrımcılığının olmaması, kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın yasaklanmış olması, Avrupa Konseyi İnsan Hakları Sözleşmesinin tüm maddeleri ile çekincesiz kabul edilmiş olması, Avrupa Konseyi Çocuk Hakları Sözleşmesinin kabul edilmiş olması gibi özellikler dikkate alınmaktadır. Ancak, bu ilkelerin varlığı tek başına yeterli olmamakta, aynı zamanda kesintisiz uygulanıyor olması gerekmektedir.
İşleyen bir pazar ekonomisinin varlığının yanı sıra Birlik içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısına karşı koyma kapasitesine sahip olunması.
Kopenhag Zirve sonuçlarına göre, ekonomi alanında işlevsel bir piyasa ekonomisinin varlığı kadar, AB içindeki piyasa güçleri ve rekabet baskısı ile başedebilme kapasitesi de aranmaktadır.
Bu çerçevede rekabet edebilme derecesinin göstergeleri olarak, birliğe girişten önce birlik ile o ülke arasında belirli bir ticaret ortaklığının olması ve ülke ekonomisinde küçük firmaların oranı sayılmaktadır.
Siyasi, ekonomik ve parasal birliğin amaçlarına uyma dahil olmak üzere üyelik yükümlülüklerini üstlenme kabiliyetine sahip olunması.
Birliğin ortak dış politika ve güvenlik politikasına etkin bir katılım için aday ülkelerin buna hazır olması gerekmektedir. Ekonomik ve Parasal Birlik konusunda ise, merkez bankasının bağımsızlığı, ekonomik politikaların koordinasyonu, İstikrar ve Büyüme Paktına katılım, merkez bankasının kamu sektörü açıklarını finanse etmesinin yasaklanması gibi konularda üye ülkelerin aldıkları kararlara katılmak gerekmektedir.
===AB'nin aldığı kararlara ve uyguladığı yasalara uyum sağlamak,
1995'te düzenlenen Madrid Zirvesinde yukarıdaki kriterlere ilaveten ;
Zhuangzi
Zhuāngzǐ (pinyin), Chuang Tzu (Wade-Giles), Chuang Tsu ya da Chuang Tse (Çince: 莊子; okunuşu Cuanğzı) MÖ 4. yüzyılda Çin'in Savaşan Beylikler Döneminde yaşamış bir filozoftur.
Yazarı olduğu Taoizm felsefesindeki kitabı da kendi adıyla "Zhuangzi" olarak anılır. Zhuangzi Kral Hui Liang ve Kral Xuan Qi dönemlerinde yaşadığına göre; milattan önce 370 ila 301 yılları arasında yaşadığı öngörülür. Meng şehrinden olan Zhuangzi; doğduğunda sahip olduğu ismi Zhou idi. Zhuangzi'nin felsefesine göre; hayatımız sınırlı ama öğrenebileceklerimiz sınırsızdır.
Yorumlanan programlama dili
Yorumlanan programlama dili bilgisayar programlamada yazılan programların çalışabilmeleri için kaynak kodlarının bir yorumlayıcı tarafından yorumlanması gerektiğini ifade etmektedir. ""Interpreted programming language"" olarak da geçmektedir.
Teorik olarak herhangi bir proglamlama dili ile yazılan bir program, kendi derleyicisi tarafından makine diline dönüştürülür ve derlendikleri platform üzerinde doğrudan çalıştırılır (C, Ada, Pascal, Delphi, Algol dillerinde olduğu gibi) ya da o dilin yorumlayıcısı tarafından işletilerek çalıştırılır (Python, Ruby, Java, Lisp, BASIC, AWK gibi). Bununla beraber kimi dillerde bu iki özelliğe de rastlamak mümkündür (Lisp, C, Ocaml ve Python'da olduğu gibi).
Ek olarak yorumlanan diller, doğrudan makine diline çevrilmedikleri ve bir yorumlayıcı tarafından yorumlandıkları için performans gerektiren yerlerde bekleneni veremeyebilirler. Fakat özellikle akademik çalışmalarda programlama dili öğretmek için ya da yazılım projelerinde prototoip üretimi için sıkça tercih edilmektedirler.
Listedeki dillerin tamamı sadece yorumlanan programlama dili değildir, fakat sıklıkla yorumlanan bir dil olarak da kullanılmaktadırlar.
Almanya'nın eyaletleri
Almanya, Almancada "Länder" (Türkçede "topraklar" ya da "bölgeler") olarak bilinen 16 eyaletten oluşan bir federasyondur. Almanya'nın şehirlerinden ikisi olan Berlin ve Hamburg'un "şehir eyaleti" denen kendi toprakları vardır. Geri kalan 14 bölge Almancada "Flächenländer" diye adlandırılır. Almanya Federal Cumhuriyeti'ni oluşturan 16 eyalet, yanlarında başkentleri ile beraber listelenmiştir.
Takrir-i Sükûn Kanunu
Takrir-i Sükûn Kanunu (Osmanlıcası: تقرير سكون قانوني; Günümüz Türkçesi: "Huzurun Sağlanması Yasası"), 4 Mart 1925'te Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilen bir kanundur.
Hükûmete olağanüstü yetkiler veren Takrir-i Sükûn Kanunu ile Kasım 1924 ortalarında "dinsel gericilik" tehlikesine karşı Başbakan İsmet İnönü sıkıyönetim ilân edilmesini istedi. Ancak Meclis'te bu isteğini kabul ettiremeyince istifa etti ve yerine ılımlı kişiliğiyle tanınan Fethi Okyar başbakanlığa getirildi. 1925 Şubat ortalarında Şeyh Said İsyanı patlak verince, Doğu Anadolu'da hemen sıkıyönetim ilân edildi. Fethi Bey düşürüldü ve yeni hükümeti 3 Mart'ta İsmet Paşa kurdu. Yeni hükümet ilk iş olarak Takrir-i Sükûn Kanunu'nu Meclis'ten geçirdi ve biri isyan bölgesinde, öteki "Ankara" adını taşımakla birlikte yurdun geri kalan bölgelerinde çalışmak üzere iki de İstiklal Mahkemesi kurulmasını kararlaştırdı. Diğer taraftan ordu birlikleri harekete geçirildi. Yapılan plânlı askerî harekât ile, isyancılar dağıtılıp, elebaşıları yakalandı. Suçlu oldukları hükümet tarafından iddia edilenler İstiklâl Mahkemeleri'nde yargılandılar. Suçlu görülenler çeşitli cezalara (idam) çarptırıldılar. Yapılan soruşturmada isyancıların bir kısmının Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'na mensup oldukları anlaşıldı. Bunun üzerine memleketteki tek muhalefet partisi de 3 Haziran 1925'te hükûmet kararı ile kapatıldı.
3 maddeden oluşan 4 Mart 1341 (1925) tarihli Takrir-i Sükûn Kanunu'nun 1. maddesi şöyleydi:
Bu kanun, yaklaşık iki sene sonra, 2 Mart 1927 tarihinde tekrar uzatılmıştır. 979 sayılı Takrir-i Sükûn kanununun ikinci maddesini muaddil kanunun birinci maddesi aşağıdaki gibidir:
Kanun lâyihasının Meclis'teki müzakereleri sırasında sadece Başvekil İsmet Paşa söz almıştır. Bu konuşmasında İsmet Paşa, en önemli tehlikenin aslında Şeyh Sait İsyanı ile ortaya çıkan fiili hareket olmadığını, asıl tehlikenin "memleketin umumî hayatında hâsıl olan teşevvüş (karışıklık) ve tezebzüb (kararsızlık)" olduğunu söylemiştir. İsmet Paşa'ya göre takrir-i sükûn kanunu "bu müşevveş (karışık) hakayık-ı eşyayı (şeylerin hakikatleri) görmek için memleketin üzerine gerdiği kalın dumanı izale (ortadan kaldırmak) eylemiştir." Böylece iyi ve kötü birbirinden ayrıt edilebilmiştir. İsmet Paşa bu noktada İstiklal Mahkemelerinin mücadelesinden takdirle söz etmektedir. Bununla birlikte İstiklal Mahkemelerinin 7 Mart'ta tekrar teşkil olunmasını teklif etmeyeceklerinin de altını çizer. Şiddetli ve sürekli alkışlar eşliğinde konuşmasını bitirdikten sonra oylamaya sunulan kanun lâyihası kabul edilmiş ve Takrir-i Sükûn kanunu iki yıl daha uzatılmıştır.
|
Odin
Odin (eski İskandinav dilinde "Óðinn"), İskandinav mitolojisinde ve paganizminde en büyük tanrıdır. Cermen mitolojisi'nde Wotan ve Wodanaz, Anglo Sakson Mitolojisi'ndeyse Woden olarak isimlendirilir. Kutsal günü çarşamba'ya onun adı verilmiştir. (Woden'ın günü, Eski İngilizce Wodensday bugün Wednesday)
Adı "tahrik", "hiddet" ve "şiir" anlamına gelen óðr'dan gelmektedir. İskandinav panteonundaki diğer birçok ilahi varlık gibi karmaşık bir rol üstlenir; savaş ve bilgelik tanrısıdır. Ayrıca büyü, zafer ve av tanrısı olarak bilinir. Güneş ve Kelt haçı ile sembolize edilir.
Odin: ("Alfadir", "Allfather" ("Herkesin Babası")) Tanrıların babası; Asgard'daki salonu Valaskjalf'da ("Katledilmişlerin Korunağı") tahtı Hlidskjalf bulunur. Bu tahttan dokuz diyarda olan tüm olayları gözler. Ayrıca yeryüzüne ve gökyüzüne hakimdir, gerektiğinde kartala dönüşebilir. Odin'in sadece güneş gibi parlayan tek bir gözü vardır. Diğer gözünü Bilgelik Kuyusundan içebilmek için feda etmiş ve sonsuz bilgi elde etmiştir. Habercileri Valkyrie’ler ölü savaşçıların ruhlarını Valhalla’ya taşırlar. İngilizcedeki "Wednesday" ("Çarşamba") günü "Woden's Day" ("Odin'in Günü") den gelmektedir.
Simgeleri, hiç hedefini ıskalamayan mızrağı Gungnir, her dokuzuncu gecede yeni sekiz yüzüğü ortaya çıkran yüzüğü Draupnir ve sekiz ayaklı atı Sleipnir'dir. Sleipnir suda ve karada gidebilir ayrıca iki kuzgunu vardır. Bu kuzgunlar ona dünyadan haberler getirir. Kuzgunlardan birinin adı Huginn (düşünce) ve diğerinin adı Muninn'dir (hafıza). Ayrıca yanında Freki ve Geri adında iki tane kurt eşlik eder.
Kuzey mitolojisinin Zeusu denilebilcek tanrı. Eşi Frigg'den olan çocukları, Balder, Hod Bragi ve Hermod, tanrıça Jord'dan olan çocuğu Thor ve dev Grid 'den olan çocuğu da Vidar 'dır.
Bu da ona yeni bir unvan kazandırır, bu Tanrıların Tanrısı'dır. Elindeki mızrak ise yine 9 ya da 7 gün asılı kaldığı kuzey mitolojisin gerçekleştiği yerin yaşam ağacında runeleri öğrenmesi sonucu kurtulduğunda kopardığı bir daldan yapılmıştır.
Ragnarok günü geldiğinde, Fenrir Odin'i öldürecektir.
Odin, diğer cermen Tanrı ve Tanrıçalarıyla birlikte cermen neopaganlar tarafından kabul edilmektedir. Özellikle onun İskandinav formunun kabul edildiği Ásatrú; İzlanda, Danimarka, Norveç, İsveç ve İspanya'da resmen tanınan bir dindir.
Odin birçok çizgi film,çizgi roman ve film'de görünmüştür.
Marvel Comics'in Thor çizgi romanlarında ana karakterlerden biri olarak yer almış, bu çizgi roman'la bağlantılı animasyon ve oyunlarda görünmüştür. Çizgi romandan uyarlanan Thor ve filmlerinde Anthony Hopkins tarafından canlandırılmıştır.
Ortaçağ ve mitoloji deki tarihsel olaylardan esinlenerek yaptığı şarkılar ile Heavy Metal'in köklü gruplarından biri olan Manowar 2006 yılında The Sons Of Odin adında bir EP albüm yayınlamıştır.
Ayrıca Manowar 2007 yılında Gods Of War isimli albümünü yayınlamış, bu albümdeki tüm şarkılar iskandinav mitolojisine ait olmak üzere çoğu Odin'le ilgili şarkılardır. (The sons of odin, odin, the blood of odin, overture to odin..) Fakat tam bir Viking grubu olan Amon Amarth neredeyse tüm şarkılarında iskandinav tanrılarından ve Odin'den bahseder. Twilight of The Thunder God şarkısında Odin'in ölümünden ve onu öldüren kurtun (fenris) Thor tarafınan öldürülmesinden bahseder.
Ayrıca Black Metalin kurucu gruplarından olan Bathory de bir viking metal grubudur ve şarkılarında sıkça Odinden Thordan Vallhalladan bahseder.
Güneş haçı
Güneş haçı, çember içine alınmış bir haç sembolüdür. Bilinen en eski dini sembollerden biridir ve neopaganizm'de güneşi simgeler. Güneş çemberi, Güneş diski, Odin'in haçı ve Taranis'in çemberi olarak da bilinir.
Güneş haçları birçok dine özgü tanrıyı sembolize eder; Ixıon, Odin, Quetzalcoat, Shamash ve Taranis'in sembolleri güneş haçıdır.
Tarih boyunca, svastika'lar gibi, birçok ırkçı örgütün simgesi olmuştur.
Novalis
"Novalis", (2 Mayıs, 1772 - 25 Mart, 1801) erken Alman romantizmi'nden yazar ve filozof. Gerçek ismi "Georg Philipp Friedrich Freiherr von Hardenberg".
Novalis ilk eğitimini özel öğretmenlerden aldı. Bu öğretmenlerin arasında Christian Daniel Enhard Schmid de vardır ki Novalis Schmid ile daha sonra üniversite eğitiminin başında tekrar karşılaşacaktır. Novalis daha sonra Eisleben'deki Luther gramer okuluna gitmiş, burada retorik ve antik edebiyata dair bilgi ve yeteneklerini geliştirmiştir. Novalis 1790'dan 1794'e kadar Jena'da hukuk okumuştur. Eğitimi sırasında Schiller ile tanışmış ve Schiller'in derslerine katılmıştır. Schiller'in hastalık döneminde ona dostluk göstermiştir. Ayrıca Goethe, Herder ve Jean Paul ile de tanışmış, Ludwig Tieck, Friedrich Wilhelm Joseph von Schelling ve Friedrich ve August Wilhelm Schlegel kardeşler ile arkadaş olmuştur.
Ekim 1794'te kamu hizmetinde çalışmaya başlayan Novalis bu sıralarda tanıştığı Sophie von Kühn ile 15 Mart 1795'te nişanlandı. Nişanlısı 1797'de öldü ve bu Novalis'i çok etkiledi.
1795-1796 arasındaki dönemde Novalis Johann Gottlieb Fichte'nin bilimsel doktriniyle ilgilenmiştir ki bu dünyaya bakış açısını büyük oranda etkilemiştir. Ayrıca, Fichte'nin felsefesindeki çeşitli kavramları geliştirmiş, bu konuda çalışmalar da bulunmuştur.
Birkaç ay sonra Saksonya'daki Freiberg Madencilik Akademisi'ne jeoloji çalışmak için girmiştir. 1798'de ilk fragmanları "Athenäum" isimli dergide yayımlanmıştır. Novalis'in ilk yayınının ismi "Blüthenstaub"`dur ki bu aynı zamanda "Novalis" mahlasını da ilk kullandığı yerdir.
Aralık 1798'te Novalis Julie von Charpentier ile nişanlanır. Ağustos 1800'de tüberküloz hastalığına yakalanır. 25 Mart 1801'de Weißenfels'de vefat eder.
MD5
MD5 (Message-Digest algorithm 5), yaygın olarak kullanılan bir kriptografik özet fonksiyonudur. Girilen verinin boyutundan bağımsız olarak, 128-bit özet değeri üretir. MD5 ilk olarak kriptografik özet fonksiyonu olarak tasarlanmış olmasına rağmen geniş çaplı güvenlik açıkları tespit edilmiştir. Veri bütünlüğünün sağlandığını kontrol etmek için sağlama değeri (ing: checksum) üretmek amacıyla kullanılır. Ancak sadece kasıtsız yapılan değişiklere karşı kullanışlıdır.
Bir çok özet (hash) fonksiyonu gibi MD5 da şifreleme algoritmaları içermez. Kaba kuvvet saldırısı ile kırılabilir. Aşağıdaki Güvenlik bölümünde ayrıntılı olarak açıklandığı gibi geniş çaplı güvenlik açıklarından muzdariptir.
MD5 , Ron Rivest tarafından 1991 yılında, daha önceki versiyon olan MD4 yerine kullanılması amacıyla tasarlanmıştır. RFC 1321'deki kaynak kodu RSA lisansı içerir. "MD" kısaltması "Mesaj Özeti (Message Digest)" anlamına gelmektedir.
MD5'ın güvenilirliği ciddi olarak sarsılmıştır. İçerdiği güvenlik zafiyetleri sahada da kullanılmıştır, bunlardan en önemlisi 2012'deki Flame kötücül yazılımıdır(Flame malware). CMU Yazılım Mühendisliği Enstitüsü MD5'ı için "kriptografik açıdan kırılabilir daha fazla kullanım için uygun değildir" açıklamasında bulunmuştur.
MD5, MIT Profesörü Ronald Rivest tarafından tasarlanan, bir kriptografik özet algoritmasıdır (Rivest, 1992). Analatik çalışmalar MD5'ın önceki versiyonu olan MD4'un yeterince güvenli olmadığını kanıtlayınca, Rivest güvenli bir yedek olarak MD5'ı tasarladı. (Hans Dobbertin MD4'te güvenlik açıkları bulmuştur.)
1993 yılında Den Boer ve Bosselaers iki farklı başlanlıç vektörünü (initialization vector) kullanarak aynı özet değerini üretip sınırlı bir sözde-çakışma (pseudo-collision) sonucu elde etmiş oldular.
1996 yılında Dobbertin MD5 sıkıştırma fonksiyonunda çakışmalar olduğunu belirtti (Dobbertin, 1996).Bu MD5'ın tamamında etkili bir atak olmadığı için kriptografiyle ilgilenen insanlar MD5'ın, SHA-1 veya RIPEMD-160 yerine geçebileceği taraftarıydılar.
Özet değerinin boyutu (128 bit) yeterince küçük olduğu için doğum günü saldırıları için uygundu. Mart 2004'te doğum günü saldırısı ile çakışma bularak MD5'ın pratikte güvenilir olmadığını göstermeyi amaçlayan MD5CRK isimli bir proje başladı.
Kısa süre sonra, Xiaoyun Wang, Dengguo Feng, Xuejia Lai ve Hongbo Yu tarafından MD5'ın tamamı için çakışmalar duyurulunca MD5CRK Ağustos 2004'te sona erdi. Yaptıkları analitik saldırının IBM p690 clusterda yalnızca 1 saat sürdüğü raporlandı.
1 Mart 2005'te, Arjen Lenstra, Xiaoyun Wang ve Benne de Weger tarafından farklı açık anahtarlardan aynı MD5 özet değerine sahip iki X.509 sertifikasının üretildiği pratik ve çarpıcı bir çakışma gösterildi. Özet üretimi iki açık anahtarın da gizli anahtarlarını içeriyordu. Birkaç gün içinde Vlastimil Klima tarafından bu algoritmanın gelişmiş versiyonu yayınlandı.Yeni algoritmayla bir saat içinde tek bir notebook bilgisayar ile MD5 çakışmaları üretebiliyordu. 18 Mart 2016'da Vlastimil Klima, tunneling adını verdiği bir algoritma yayınladı. BU algoritmayla yalnızca bir dakikada içinde tek bir notebook bilgisayar ile MD5 çakışmaları üretebiliyordu.
MD5'la ilgili çeşitli RFC yazım hataları yayınlandı. 2009 yılında United States Cyber Command, misyonunu belirten cümlenin MD5 özet değerini, resmi ambleminin bir parçası olarak kullandı.
24 Aralık 2010'da, Tao Xie ve Dengguo Feng,ilk kez tek blok (512-bit) MD5 çakışmasını yayınladılar.(Önceki çakışma bulguları çok bloklu saldırılar üzerindeydi) Güvenlik nedenleriyle, Xie ve Feng yani saldırının algoritmasını açıklamadılar.1 Ocak 2013'ten önce farklı 64 baytlık bir çarpışmayı ilk bulana 10.000 ABD doları ödül vereceklerini açıklayarak şifreleme topluluğuna meydan okudular. Marc Stevens, meydan okumaya yanıt verdi ve çakışan tek blokluk mesajların yanı sıra kendi algoritmasını ve kaynak kodunu yayınladı.
2011 yılında, MD5 ve HMAC-MD5'daki güvenlik hususlarını güncellemek için RFC 6151 kabul edildi.
MD5 özet fonksiyonunun güvenilirliği ciddi şekilde sarsılmıştır.2,6 GHz Pentium 4 işlemcili bir bilgisayarda birkaç saniye içinde çarpışmalara neden olabilecek bir çarpışma saldırısı mevcuttur. Ayrıca chosen-prefix collision attack ile belirli ön eklere sahip iki girdiden saatler içersinde çakışma bulunabilir. Çakışmaları bulmak, hazır GPU'ların kullanımı ile büyük ölçüde kolaylaşmıştır. NVIDIA GeForce 8400GS gr |
afik işlemcisinde saniyede 16-18 milyon özet değeri hesaplanabilir. NVIDIA GeForce 8800 Ultra, saniyede 200 milyondan fazla özet değeri hesaplayabilir.
Bu hash değeri çakışması saldırıları, dosyaların çakışması , sayısal sertifikalar (digital certificates)'ın çakışması da dahil olmak üzere kamuoyuna duyuruldu. 2015'ten itibaren, MD5'in oldukça yaygın olarak kullanıldığı, güvenlik araştırmaları ve antivirüs şirketleri tarafından gösterildi.
1996'da MD5'ın tasarımında bir hata bulundu. Bu hata dönemde çok önemli bir güvenlik açığı sayılmasa da, kriptografçılar, o zamanlar güvenlik açıkları olduğu tespit edilen tespit edilen SHA-1 için olduğu gibi MD5 için de başka algoritmaların kullanılmasını önermeye başladılar. 2004 yılında MD5'in çakışmaya karşı güvenli olmadığı gösterildi. Bu nedenle, MD5, SSL sertifikaları veya dijital imza gibi dijital güvenliğe dayalı uygulamalar için uygun değildir. Ayrıca 2004 yılında, algoritmayı güvenlik nedeniyle şaibeli hale getiren daha ciddi kusurlar keşfedildi; Özellikle bir grup araştırmacı, aynı MD5 sağlama değerini üreten bir çift dosya oluşturduklarını açıkladı. 2005, 2006 ve 2007 yıllarında MD5'ı kırmak için daha fazla ilerleme kaydedildi. Aralık 2008'de bir grup araştırmacı bu tekniği sahte SSL sertifikası üretmek için kullandı.
2010 itibarıyla, CMU Yazılım Mühendisliği Enstitüsü MD5'ı için "kriptografik açıdan kırılabilir daha fazla kullanım için uygun değildir" açıklamasında bulunmuştur ve ABD hükümet uygulamalarının çoğunda SHA-2 ailesi özet fonksiyonlarının kullanılması gerekmektedir. 2012'de, Flame kötücül yazılımı(Flame malware) ile MD5'daki güvenlik açıkları, sahte Microsoft dijital imzası üretmek için kullanıldı.
1996 yılında, MD5 sıkıştırma fonksiyonunda çakışmalar bulundu. Hans Dobbertin RSA Laboratuvarları teknik haber bülteninde "Sunulan saldırı MD5'in pratik uygulamalarını henüz tehdit etmiyor ancak tehdit etmeye çok yakın ... gelecekte çakışmaya karşı dayanıklı özet fonksiyonun gerekli olduğu durumlarda ... daha fazla MD5 kullanılmamalı . "
2005 yılında araştırmacılar, PostScript belgelerinin ve X.509 sertifikalarının çiftlerini aynı özet değerinden oluşturabildiler.O yıl, MD5'in tasarımcısı Ron Rivest, "md5 ve sha1'in her ikisinin de (çakışma direnci bakımından) açıkça kırıldığını" yazdı.
30 Aralık 2008'de bir grup araştırmacı, 25. Chaos Communication Kongresi'nde, MD5 özet değeri ile kontrol edildiğinde geçerli görünen, sahte bir ara sertifika yetkilisi sertifikası oluşturmak için MD5 çakışmlarının nasıl kullanılaacağını açıkladı. Araştırmacılar, İsviçre'deki EPFL'de ,Sony PlayStation 3 cluster kullanarak, RapidSSL tarafından yayınlanan normal bir SSL sertifikasını, RapidSSL tarafında geçerliliği imzalanmış sahte sertifikalar üretebilecekleri CA sertifikasına dönüştürdüler. RapidSSL sertifikalarının onaylayıcsı olan VeriSign, güvenlik açığı ilan edildiğinde,sağlama değeri hesaplamak için MD5 kullanarak oluşturulan yeni RapidSSL sertifikaları için onay vermeyi bıraktığını duyurdu.VeriSign, MD5 kullanılarak imzalanmış mevcut sertifikaları iptal etmedi, bu karar atağı yaratıcısı olan araştırmacılar tarafından uygun görüldü. (Alexander Sotirov, Marc Stevens, Jacob Appelbaum, Arjen Lenstra, David Molnar, Dag Arne Osvik, and Benne de Weger). Bruce Schneier, "MD5'in kırılmış bir özet fonksiyonu olduğunu zaten biliyorduk" ,"artık hiç kimse MD5 kullanmamalı" açıklamalarında bulundu. SSL araştırmacıları "Sertifika Yetkilileri, yeni sertifikalar verirken MD5'i kullanmayı bırakmalıdır. Ayrıca MD5'in diğer uygulamalarda kullanımının tekrar gözden geçirilmesini umuyoruz" ifadelerini içeren bir yazı yayınladılar.
Microsoft'a göre, 2012 yılında, Flame zararlı yazılımının yaratıcıları, MD5 çakışmasını kullanarak bir Windows kod imzalama sertifikası hazırladılar.
MD5, Merkle-Damgård yapısını kullanır; bu nedenle, iki ön-ekle aynı özet değeri oluşturulabiliyorsa, çakışmayı kullanan uygulama, geçerli olarak kabul edilme olasılığının arttırmak için ortak bir sonek ekleyebilir. Ayrıca, mevcut çakışmaları bulma teknikleri rastgele bir ön-ek belirlemeye olanak tanır: bir saldırgan, aynı içerikle başlayan aynı özet değerine sahip iki dosya oluşturabilir. Aralarında 6 bitlik fark olan iki mesajın MD5 çakışma örneği:
İki mesaj da aynı MD5 özet değerine sahip:79054025255fb1a26e4bc422aef54eb4.
İki örnek arasındaki fark, her bayt için en öndeki bitin flip edilmiş olmasıdır.Örneğin, ilk örneğin 20. baytı (offset 0x13) , 0x87, ikilik tabanda 10000111'dir. Bu baytın ilk biti flip edildiğinde ikilik tabanda 00000111 elde edilmiş olur. Bu sayı da ikincinci örnekteki 0x07'dir.
Daha sonra ayrı ayrı seçilen iki dosya arasında çakışma oluşturmanın mümkün olduğu bulundu. Bu teknik 2008 yılında , sahte CA sertifikası oluşturmak için kullanıldı.2014'te Anton Kuznetsov tarafından MPI kullanarak paralelleştirilmiş çakışma araştırmasının yeni bir varyasyonun, cluster kullanarak 11 saatte çakışma bulduğu açıklandı.
Nisan 2009'da, MD5'ın preimage (ters görüntü kümesi) korumasını geçebilen bir preimage saldırısı yayınlandı. Bu teorik saldırının ful preimage için hesaplama karmaşıklığı 2 'dür.
MD5 özetleri, yazılım dünyasında, aktarılan bir dosyanın bozulmadan geldiğine dair güvence sağlamak için yaygın şekilde kullanılır.Örneğin, dosya sunucuları dosyalar için önceden-hesaplanmış MD5 ( md5sumolarak bilinir) sağlama değeri (checksum ) yayınlarlar, böylece bir kullanıcı indirdiği dosyanın sağlama değerini hesaplayıp onu dosya sunucusunun sağlama değeri ile karşılaştırabilir;Windows kullanıcıları PowerShell üzerinden "Get-FileHash" komutunu kullanabilir, Microsoft programları yükleyebilir veya üçüncü parti yazılım uygulamalarını kullanabilir. Android ROM'lar da bu şekilde sağlama değeri kullanırlar.
MD5 çakışmalarını üretmek kolay olduğu için, dosyayı oluşturan kişinin aynı sağlama değerine sahip ikinci bir dosya oluşturması mümkündür, bu nedenle yukarıda anlatılmış olan yöntem bazı kötü niyetli müdahalelere karşı koruma sağlayamaz. Bazı durumlarda, sağlama değeri güvenilir değildir (örneğin, indirilen dosya ile aynı kanal üzerinden elde edilmişse ve dosyaya bir müdahale varsa sağlama değerine de müdahale olmuş olabilir), bu durumda MD5 ile yalnızca ,bozuk veya tamamlanmamış indirme;gibi hatalar denetlenebilir.Dosya boyutu büyüdükçe bu tarz hataların oluşma ihtimali artar.
Tarihsel olarak incelendiğinde MD5, genellikle anahtar uzatılması(key stretching) yöntemiyle, bir şifrenin, tek yönlü bir fonksiyonla özet değerini oluşturup o şekilde saklamak için kullanılmıştır. Güvenlik bölümünde açıklanan zayıflıkları nedeniyle, NIST şifre saklamak için önerilen özet fonksiyonları listesinde MD5'ı içermemektedir.
MD5, hukuksal araştırmslsr sırasında değiştirilen her belge için benzersiz bir tanımlayıcı sağlamak amacıyla elektronik keşif alanında da kullanılır. Bu yöntem, kağıt belgeleri değişip değişmediğini anlamak için onlarca yıl boyunca kullanılan Bates damga numaralandırma sisteminin yerine kullanılabileceği düşünülmüştür. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi, çakışma saldırılarının kolaylığı nedeniyle vazgeçilmiştir.
MD5 değişken uzunluktaki bir mesajı 128 bitlik bir sabit uzunlukta çıktı olarak işler.Giriş mesajı 512-bitlik blok parçalarına ayrılır (on altı tane 32-bitlik kelimeler halinde). İleti, uzunluğu 512 ile bölünebilecek şekilde doldurulur. Bu doldurma işlemi şu şekilde işler: İlk olarak mesajın sonuna bir bit 1 eklenir. Sonrasında mesajın uzunluğu 521'nin katından 64 bit eksik olacak şekilde 0'larla doldurulur.Geriye kalan 64 bite de orjinal mesajın uzunluğu mod 2 'de yazılır.
Ana MD5 algoritması, A, B, C ve D olarak adlandırılan dört adet 32 bitlik kelimeye ayrılmış 128 bitlik parçalar üzerinde çalışır.Bunlar belirli sabit değerlerle başlatılır.Daha sonra ana algoritma, her 512-bit ileti bloğunu durumunu(128 bit) değiştirmek için kullanır.Bir mesaj bloğunun işlenmesi, tur denilen dört benzer aşamadan oluşur; Her tur, doğrusal olmayan bir fonksiyon , modüler toplama işlemi ve bit bazında sola kaydırma işlemlerinden oluşur. Toplamda 16 tur vardır. Figür 1'de her tur içinde yapılan işlemler gösterilmiştir.4 olası F fonksiyonu vardır; her turda farklı bir fonksiyon kullanılır:
formula_2 sırasıyla XOR, AND, OR veNOToperasyonlarının yerine kullanılmıştır.
MD5 özet değeri aşağıdaki algoritma ile hesaplanır.Algoritmadaki tüm değerler little-endian'dır.
"Not: Gösterilen orjinal RFC 1321'den gelen formülasyon yerine, aşağıdaki kodlar verimliliği arttırmak için kullanılabilir (assembly dili kullanılıyorsa yararlıdır aksi halde derleyici yukarıdaki kodu optimize eder.Bu formülasyonlarda her hesaplama başka bir hesaplamaya bağımlı olduğu için nand ve and'lerin paralelleştirilebildiği yukarıdaki yöntemden genellikle daha yavaştır):"
128 bit (16 baytlık) MD5 hashleri (ileti özetleri olarak da adlandırılır) genellikle 32 hexadecimal sayı ile gösterilir. Aşağıda 43 baytlık bir ASCII girişi ve bu girişin MD5 özetleri gösterilmektedir:
Mesajdaki ufak bir değişiklik bile (çok büyük olasılıkla), avalanche effect(çığ etkisi) nedeniyle çok farklı bir özet oluşmasına sebep olacaktır. Örneğin, cümlenin sonuna bir nokta eklendiğinde:
0 uzunluğundaki stringin özeti:
MD5 algoritmasında, mesaj herhangi bir sayıdaki bitten oluşabilir; Sekiz bit (octet, byte)) katları ile sınırlı değildir. md5sum gibi bazı MD5 uygulamaları oktetlerle sınırlı olabilir veya başlangıçta belirlenemeyen uzunlukta iletiler için desteklenmeyebilir.
Çemberimde Gül Oya (dizi)
Çemberimde Gül Oya, Çağan Irmak tarafından yönetilmiş tarihsel televizyon dizisi. 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye'sindeki yaşamdan kesitleri sunan dizi, ilk gösterimini 3 Eylül 2004'te Kanal D'de yaptı. Yönetmen Çağan Irmak bir söyleminde, dizi için "Bu dizinin tutması mucize" demiştir.
Yurdanur Eroğlu'un gençlik hikâyesi 1970'lerdeki üniversite öğrenci olaylarıyla başlar. Sağ ve sol fraksiyonlara uzak bir arkadaş çevresinden gelen Yurdanur, olaylar sırasında bir kaza kurşunuyla en yakın arkadaşını kaybeder. Çıkan büyük kargaşada uzanan tek yardım |
eli Mehmet Eroğlu'nundur. Mehmet örgüt üyesi solcu bir gençtir ve bu genç adam hikâyenin ilerleyen bölümlerinde Yurdanur'un eşi ve Feriha'nın babası olacaktır. Bu iki genç dönemin siyasi olayları fonunda karşı konulmaz bir aşkla birbirlerine aşık olurlar. Ancak, Yurdanur'un siyasal yelpazenin sağında olan babası Dinçer Bey ve annesi Sema karşılarına çıkan bir engel olacaktır.
Mehmet, kendi hallerinde geçimlerini küçük bir kumaşçı dükkânıyla sağlayan ailesiyle kavga etmiş, bir oda arkadaşıyla, konağının tüm odalarını kiraya veren Madam Niki'nin konağında yaşamaktadır. Bu konak, her bir odasında barındırdığı rengarenk tipleriyle izleyenlere apayrı hikâyeler sunacak olan dizinin ana mekanıdır. İlerleyen bölümlerde Mehmet ve Yurdanur'ın da yuvası olacak olan bu mekanda üç aile daha yaşamaktadır. Birinci aile, kızı ve damadı Almanya'da işçi olan, hafif tatlı kaçık Suna Hanım, küçük torunu Ercan ve İstiklal Savaşı Gazisi Gazi Dede'den oluşan "Egeli" ailedir. Gazi Dede, eve gelen yabancıların Rum ajanı olduğunu düşünen, Atatürk'ün öldüğüne inanmayan konağın doğal komiğidir.
İkinci aile Urfa'dan göçmüş Sultan, 17 yaşlarındaki güzel kızı Zarife ve fabrikada ustabaşı olarak çalışan maço ve sevimsiz baba İbrahim'dir. Üçüncü aileyse, pavyonda ses sanatçısı olan Canan Cansev ve dostu Selo'dur. Bu takma adlı genç kadın, aslında temiz ve saf bir kasaba kızıdır. Konağın sahibi Madam Niki arada kira almaya uğrayıp, evdeki cümbüşe dedikodularıyla renk katan renkli bir azınlıktır.
Dizi müzikleri, düzenllemeleri T&J Project yapımcılığa ait olup yapımcı şirket Esen Müzik aracılığıyla albüm haline getirilmiştir.
Türkiye'de 3 Eylül 2004'te Kanal D'de yayınlanmaya başlayan dizi, 1 Temmuz 2005'te son bölümünü yayınladı. Türkiye'de yayınlandıktan sonra diğer ülkelerde de yayınlandı. Fas'ta 2M TV'de, Suudi Arabistan'da, ardından da Tunus'ta Tunisia 7 TV'de yayınlandı.
Türkiye'de 23 Şubat 2012'ten itibaren tekrar bölümleri Star TV'de yayınlandı. 12 Mayıs 2013'te tekrar bölümleri bu kez Kanaltürk'te yayınlandı. 21 mart 2016'da ise Tv2 de tekrar bölümleri bir kez daha yayınlanmaya başladı.
Freyja
Freyja, İskandinav mitolojisinde deniz tanrısı Njord'un kızı ve Freyr'in kız kardeşidir. Önemli bir bereket tanrıçası ve Germen tanrılarının ayrıldığı iki koldan biri olan Vanir'in bir üyesidir. Vanir, aralarındaki bir savaştan sonra yerini daha genç tanrıçalardan oluşan ve başlarını Odin'in çektiği Aesir'e bırakmak zorunda kalır. Freyja'nın en büyük hazinesi Brising'lerin kolyesidir. Onu elde etmek için kolyeyi yapan dört cüceyle birlikte olmuştur. Güzelliği yüzünden pek çok hayranı vardır ve bunlardan biri de domuza çevirdiği Ottar'dır. Şahin kılığında uçabilen bir büyücü olduğu da söylenir. Frigg'in Freyja ile pek çok ortak noktası bulunur. İki tanrıçanın kökeninde, aynı toprak tanrıçası olması olasılığı da yüksektir. Odin de Frejya da kahraman ölülerle ilgilidir. Her savaşın sonunda ölüleri paylaşırlar. Ölenlerin yarısını Odin Valhalla'ya alırken, Freyja diğer yarısını da kendisinin yönettiği Fólkvangr çayırlarına alır.
Eski Nors dilinde "Freyja" hanımefendi, kadın yönetici veya efendi anlamına gelir. Bereket getirmesi için çağrıldığına dair delil bulunmasa da aşk, cinsellik, savaş, güzellik ve çekicilik tanrıçasıdır.
Snorri'nin Edda'sına göre Freya'nın Odr isminde bir kocası vardı. Çoğunlukla uzun yolculuklara çıkardı ve bu yüzden Freya kırmızı altın gözyaşları dökerdi.
Paris (anlam ayrımı)
Paris, Fransa'nın başkentidir. Şu anlamlara da gelebilir:
Freyr
Freyr, İskandinav mitolojisi ve İskandinav paganizmindeki en önemli tanrılardan birisidir.Güney Cermenlerindeki adı Froh'tur. Fallik bereket tanrısı olarak tapılan Freyr'in "fanilere barış ve zevk bahşettiği"ne inanılmaktaydı. Yağmuru, güneşin parlayışı ve tarım ürünlerini yönetirdi.
Vanir'den birisi olan Freyr, deniz tanrısı Njord 'ün oğlu ve Freyja'nın erkek kardeşiydi.Dokuz diyardan Işık Elfleri'nin ülkesi Alfheim'in yöneticisidir.Ragnarok'ta Surtur tarafından öldürülecek. ama daha sonra tekrar dirilecek ve yeni dünyada önemli bir rol oynayacak.
Salsa (anlam ayrımı)
Salsa birden fazla anlamda kullanılır:
Özel marka
Özel marka, perakendecinin ürün geliştirmeden, ürünün depolanmasına ve pazarlanmasına kadar tüm sorumluluğu üstlendiği özel markalar. Perakendeciler tarafından üretilen ya da ürettirilen, perakendecinin satış noktalarında kendi adı ya da kendi markasıyla satılan tüketim malları olarak tanımlanmaktadır.
Dünyanın pek çok gelişmiş ülkesinde özel markalar geleneksel olarak ulusal markalar tarafından ele geçirilmiş olan pazar bölümlerinde yaygın şekilde kullanılmaya başlanmıştır
Önceleri ulusal markaların ucuz bir taklidi olarak görülen ve daha çok satınalma gücü düşük tüketici kitlelerinin ihtiyacını karşılamak amacıyla ortaya çıkan özel markalar, dağıtım kanallarında rekabet dengesinin perakendecilere geçmesi ve bunların büyük cirolara ulaşmasıyla güçlenmiş ve günümüzde yüksek kaliteli ulusal markalara ciddi birer rakip haline gelmiştir.
Perakendeci ya da dağıtıcının ürün geliştirmeden, ürünün depolanmasına ve pazarlanmasına kadar tüm sorumluluğu üstlendiği ürünlerdir.
Uşi Antlaşması
Uşi Antlaşması, (İtalyanca: "Trattato di Losanna (1912)") (18 Ekim 1912) İtalya Krallığı ile Osmanlı İmparatorluğu arasında Trablusgarp Savaşı sonunda imzalanan antlaşmadır. Bu anlaşma İtalyan tarihinde "Trattato di Losanna - Lozan Anlaşması" olarak geçmektedir. "Ouchy" Lozan'ın bir semtidir. Türkiye tarihinde 23 Temmuz 1923 Lozan Anlaşması ile anlam karışmasını önlemek için "Uşi (Ouchy) Anlaşması" olarak anılmaktadır.
Trablusgarp Savaşı devam ederken Balkan Savaşı'nın çıkması üzerine, Osmanlı İmparatorluğu İtalya Krallığı'dan barış istemek zorunda kaldı. Barış antlaşması, İsviçre'nin Lozan şehrinin Leman gölü kıyısında yer alan Uşi semtinde imzalandı. Yapılan antlaşma gereğince, Trablusgarp ve Bingazi'ye tam bir özerklik tanındı. Osmanlı İmparatorluğu, buradaki askerlerini geri çekecekti. Bu İtalya'ya, Trablusgarp ve Bingazi'yi serbestçe işgal edebilme fırsatını veriyordu.
Buna karşılık İtalya, elinde tuttuğu Rodos ve çevresindeki Oniki Ada'yı bir süre sonra Osmanlı İmparatorluğu'na geri verecekti. Ancak adaların Osmanlı İmparatorluğu'na teslimi hiçbir zaman gerçekleşmedi. II. Dünya Savaşı'ndan sonra da adalar Yunanistan'a verildi.
Uşi Antlaşmasının başlıca maddeleri şunlardı :
Özellikle Yunanistan'ın adaları işgal edebileceğinden korkulmuştur. Fakat İtalya II. Dünya Savaşını kaybedip adaları 1947'de Yunanistan'a devredene kadar elinde tutmuştur.
K3b
K3b, Linux sistemler için tasarlanmış, KDE projesi kapsamında gelişitirilen özgür ve ücretsiz bir CD/DVD yazma uygulaması. K3b kullanılarak; Veri CD'leri oluşturma, Ses CD'si hazırlama, kalıp dosyası yazdırma gibi temel CD/DVD yazdırma işlemlerinin yanı sıra Video CD/DVD'lerini ya da Ses CD'lerini bilgisayara kopyalama gibi daha pek çok işlem gerçekleştirilebilir.
Uzman kullanıcılar yazma işleminin bütün basamaklarına etki edebilirken, yeni kullanıcılar otomatik ayarlar ve makul K3b ön tanımlıları ile hızlı bir başlangıç yapabilir.
K3b, temel düzey ve uzman düzey kullanıcılar için geniş seçenekeler sunmaktadır. K3b'nin başlıca özellikle şöyle sıralanabilir.
Veri CD/DVD'si oluşturma:
Ses CD'si oluşturma:
K3b CD/DVD yazımında; ""cdrecord, cdrdao ve growisofs"" gibi komut satırı yazılımlarını kullanır. MPEG dosyalarından VCD/DVD oluştururken ""GNU VCDImager"" kullanılır.
Aynalıkavak Antlaşması
Aynalıkavak Antlaşması (Tenkihnamesi), 21 Mart 1779 Osmanlı İmparatorluğu ile Rus İmparatorluğu arasında imzalanan bir düzenleme ve ticaret antlaşmasıdır.
Küçük Kaynarca Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu, Kırım'ın bağımsızlığını kabul etmek zorunda kalmıştı. Bir süre sonra Rusya yanlısı Şahin Giray Kırım hanı olunca Kırım'da Tatarlar arasında bir ayaklanma çıktı. Osmanlı Devleti Rusya'nın desteklediği Şahin Giray'a karşı Osmanlı yanlısı Selim Giray'ı destekledi. Ayaklanmanın bastırılması üzerine İngiltere ve Fransa'nın arabuluculuğu ile Osmanlı ve Rusya delegeleri bir araya gelerek İstanbul'daki Aynalıkavak Kasrı'nda yeni bir antlaşma imzaladılar.
Bu antlaşmaya göre:
Antlaşma ile Kırım Hanlığı'nın bağımsızlığı yeniden onaylanmış olmasına rağmen II. Katerina Kırım'ı topraklarına katmak istemekteydi. İsveç ile görüşülüp İsveç'in Osmanlı Devleti'yle ittifak içine girmeyeceği garantisi alındıktan sonra II. Katerina'nın emriyle Kırım Hanlığı, Rus İmparatorluğu tarafından ilhak edildi.
Baltalimanı Antlaşması
Baltalimanı Ticaret Konvansiyonu, Osmanlı İmparatorluğu'nun Birleşik Krallık ile İstanbul'un Baltalimanı semtinde, 16 Ağustos 1838 tarihinde imzaladığı ticaret antlaşması.
Osmanlı İmparatorluğu 1826'dan beri kendi ihtiyaç duyduğu yerli hammaddelerin yabancı tüccarlar tarafından yurtdışına çıkarılmasını önleyen yed-i vahid (tekel) sistemini uygulamaya koymuştu. Bu sistem Büyük Britanya'nın çıkarlarına uygun düşmüyordu ve İngilizler kendilerine Osmanlı topraklarında ayrıcalıklar verilmesi için Osmanlı İmparatorluğu'na baskı yapıyorlardı.
Osmanlı Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa, Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın isyanını bastırmak için İngilizlerden yardım istedi. Bu yardıma karşılık olarak, Büyük Britanya'ya ticari bakımdan büyük ayrıcalıklar veren bir ticaret konvansiyonunu Baltalimanı'nda devlete ait olan yalıda imzaladı. Konvansiyon 8 Ekim 1838'de Kraliçe Viktorya, bir ay sonra da Sultan II. Mahmut tarafından onaylandı.
Bu antlaşmanın bazı maddeleri şunlardır:
Yukarıda sıralanan maddelerin sonuncusu, Britanya vatandaşları Osmanlı Devleti sınırları içinde ticaret yaparken Osmanlı vatandaşlarından bile daha az vergi ödeyecekleri anlamına geliyordu. Örneğin Selanik'ten İstanbul'a mal gönderen Müslüman yerli tüccar devlete transit gümrük vergisi ödediği halde Britanyalı tüccar bu vergiden muaf olmuş ve Müslüman tüccarların bir başka Osmanlı şehrine mal göndermesine, ticaret yapmasına yüksek vergilerden dolayı fiilen imkân kalmamıştı.
1838-1841 yıllarında buna benzer antlaşmal |
ar Fransa, İsveç, Norveç, İspanya, Hollanda, Belçika, Danimarka ve Portekiz'le de imzalandı. Bu antlaşmalar kapitülasyon sistemini sağlamlaştırdı, Osmanlı sanayine büyük bir darbe vurdu. Osmanlı İmparatorluğu'nun diğer devletlere borçlanmasına yol açtı ve mali çöküntüsünü hızlandırdı.
Türksolu
Türksolu, Fehmi Özgür Erdem'in sahibi, Ali Özsoy'un Genel Yayın Yönetmeni, Ulusal Parti genel başkanı Gökçe Fırat Çulhaoğlu'nun ise başyazarı olduğu haftalık yayınlanan siyasi bir gazetedir. Gazete, kendi çizgisini "Milliyetçi, Atatürkçü ve solcu" olarak belirlemektedir ve 2002 yılından beri çıkmaktadır. Yayın hayatına 15 günlük yayınlanma ile başlanan Türksolu, 2007 yılından itibaren haftalık yayınlanmaya başlamıştır. Kendilerini 1967-71 yılları arasında çıkan "Türk Solu" dergisinin devamı olarak görmektedirler.
Gazetenin yazarları arasında sanatçı İlyas Salman, Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Bayram Bayrakdar, İstanbul Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan, İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, Dr. Oğuz Doğan, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku bölüm başkanı Prof. Dr. Anıl Çeçen ve eski milli kaleci Eser Özaltındere gibi isimler bulunmaktadır.
Gazete, 12 Ocak 2014 tarihinde bayilerde satılacağını duyuran geniş bir reklam kampanyası düzenledi. Ancak gazetenin iddiasına göre, iki dağıtım şirketi de (Hürriyet ve Sabah grupları) yapılan sözleşmelere rağmen iktidarın baskısı nedeniyle dağıtım yapmaktan vazgeçti. Sabah grubunun matbaasında basılmış gazetelere el konuldu. Gazetenin abonelerine posta kanalıyla ulaşması da PTT Genel Müdürlüğü tarafından engellendi. 1 Eylül 2014'te yürürlüğe giren yeni Posta Hizmetleri Kanunu uyarınca gazetenin abonelerine kurye şirketleri tarafından ulaştırılması da engellendi.
Türksolu, Sultan Galiyev ve Mustafa Kemal Atatürk'ün başlattığını iddia ettikleri "ulusal sol" geleneğin takipçisi olduğunu belirtmekte, Türk milliyetçiliğinin sosyalizm ile bir bütün olması gerektiğini savunmaktadır. 1960'lı ve 1970'li yıllardaki sol hareketi, özellikle Doğan Avcıoğlu'nun "Yön" dergisinde öne sürdüklerini sahiplenmekle beraber Kürt bölücülüğü hareketinin karşısında konumlanmışlardır. PKK'nın sol değil dış güdümlü ve Kürt ırkçısı bir oluşum olduğu, Kürtlerin homojen bir etnisite değil, emperyalizmin ortaya çıkardığı toplama bir etnisite olduğu gibi iddiaları vardır.
Batı ülkelerindeki sol oluşumları samimi bulmamakta, Attilâ İlhan benzeri bir üçüncü dünyacı anlayış içinde bulunmaktadırlar. Klasik soldan ve hatta günümüzdeki diğer ulusalcı akımlardan ayrılan bir başka özelliği ise Türk tarihini bir bütün olarak gören Türkçü bir çizgiye sahip olup, Osmanlı mirasına sahip çıkmalarıdır.
Grubun Atatürkçü bir parti kurma çalışmaları, Ulusal Parti'nin kuruluşuyla sonuçlandı.
2002 yılında Türk Solu adlı dergiyi çıkarmaya başlayan grup Türkiye gündemine ilk olarak 25 Ekim 2003'teki rektörler yürüyüşü sırasında açtığı 'Ordu Göreve' pankartıyla geldi. 2007-2008 yıllarında başlatılan 'Ergenekon Terör Örgütü' operasyonlarında 'darbecilik' suçlamasına karşı en önemli deliller arasında gösterilen bu pankarttan dolayı birçok kişi suçlandı ancak pankartı açan ve dergisinde yayımlayan Türk Solu üyelerinin bu dava çerçevesinde ifadesine bile başvurulmadı. Türksolu Dergisi yazarı Ali Özsoy ve 10 arkadaşının 'Askeri, kanunlara karşı itaatsizliğe teşvik'ten yargılandıkları dava ise beraatla sonuçlandı.
Dergi yaptığı yayınlar nedeniyle bazı kesimler tarafından ırkçılık yapmakla suçlanmıştır.
Ulusal Parti Genel Başkanı ve Türksolu gazetesinin başyazarı Gökçe Fırat, "Türkiye'de bir Kürt meselesi değil bir Kürt istilası olduğunu" ve Türklerin "yavaş yavaş bu komşuların hiç de iyi niyetli olmadığını görmekte ve gördüğü yerlerde de tepkisini ortaya koymakta" olduğunu dile getirdi. Dersim isyanını bastıran Dersim Harekâtı'nın Dersim katliamı olarak tanımlanmasına karşı çıkan Fırat, "Devletin tüm bu ayaklanmalardan edindiği ders, ayaklanan vatan hainlerinin, tüm soyu sopuyla yokedilmesi gerektiği, geriye "dedem dedem" diyecek tek bir hain dölünün bile sağ bırakılmaması gerektiğini" savunmaktadır. Fırat, Kürtleri "atası belli olmayan", Zagroslar'ın "kültürel çukurunda" biçimlenen, "ezik", "sinsi", "pusucu" ve "yağmacı" bir halk olarak tanımlamaktadır.
Gazete, 2007'de "Alışverişimi Türk'ten yapıyorum, param PKK'ya gitmiyor" kampanyası başlattı. "Kürde aktarılan para PKK'ya maddi destek demektir. Türk, bu maddi desteği kesmezse, hem Türklerin mali gücü olmayacaktır, hem de Kürdün altında ezilecektir" diyen Fırat, büyük işadamlarına Kürtlerle yaptıkları tüm iş anlaşmalarını iptal etmeleri, sanatçıların Kürt dizilerinde oynamamaları ve Kürtçe şarkı, türkü söylememeleri çağrısında bulundu.
Gazetenin yazarlarından Dr. Oğuz Doğan bir yazısında "hain" olarak tanımladığı Kürtlerin, Türklerle "ortak herhangi bir geleceği" olmadığını ifade etti ve 5 Nisan 2000'de Taksim'de Beyoğlu esnafı tarafından öldürülen iki Leeds United taraftarını anımsayarak, "kendini bilmez iki İngiliz holigana bunu yapan Türk, kürdün çok uzun süredir ve daha mide bulandırıcı şekilde şanlı bayrağımıza hakaret etmesine, onu yerlerde sürüklemesine karşın; Türk halkının haysiyetini defalarca ayaklar altına almasına, düzeyini sınırsız düzeyde arttırarak almaya devam etmesine rağmen niçin sessiz kalır, neden aynı şeyi kürde yapmaz?" diye sorguladı. Doğan, bir diğer yazısında "yüzsüzlüğün kitabını yazan unsur" olarak tanımladığı Kürtlerin, önce Osmanlı Devleti'ne ihanet ettiğini, daha sonra da "İngilizlerle kol kola girip bu sefer Alevi kılığında Tunceli'de belasını aradığını" ve "çok geçmeden Sabiha Gökçen anamızın bombalarını yiyip belasını bulduğunu", "30 yıldır büyük bir kısmının açıktan açığa, geri kalanının ise içten içe teröre destek olduğunu" savundu.
Gazetenin yazarlarından Hazar Arısoy, Kürt kimliğinin varoluşunu "yıkarak" sağladığını çünkü "herhangi bir şey üretecek kültürel birikimi olmadığını", Kürtlerin "Atatürk, bayrak ve bunun gibi diğer milli, manevi değerlere" saldırdıklarını çünkü onların böyle değerleri olmadığını ve Atatürk'ün heykellerinin Kürtlere "atasız olduklarını" hatırlattığını ileri sürdü.
Gazetenin yazarlarından D. Ahsen Batur, Kürtlerin Osmanlı padişahlarının "İran'dan taşıdıkları kiracılar" olduğunu, "sürekli Türk'ün aleyhine gelişen bu zoraki ve sevimsiz kardeşliğe" Türklerin son vermesi gerektiğini, "Kürtleri Irak ve İran'a, geldikleri asıl vatanlarına göndermeyi ciddi olarak gündeme taşımak zorunda" olduğunu ileri sürdü. Gökçe Fırat bu bağlamda "Türkiye'de olası bir iç savaş ihtimaline karşı Batı illerindeki Kürt mahallelerinin" dağıtılmasını ve Kürtlerin "Güneydoğu'ya memleketlerine geri gönderilmesini" önermektedir.
Gökçe Fırat ise, Türksolu'na yönelik "ırkçılık" suçlamalarını kabul etmemekte, "Irkçı değil, milliyetçiyiz. Asıl ırkçı olan Kürt ırkçısı PKK'dır." diye kendini savunmakta ve ırkçılığı şu şekilde eleştirmektedir: "Irkçılık bir sosyal sorun değildir, ırkçılık sosyal alandaki hastalıklı ve sapkın bireylerin psikolojik bir sorunudur ama bu sorun döner dolaşır bir sosyal hareket olarak karşımıza çıkar. O nedenle ırkçılık toplumda çok marjinal sosyal hareketler olarak kalmaya mahkumdur. Ama kalmaz çünkü ırkçılık, bir şekilde faşizmle birleşir ve işte o zaman gerçek bir tehlike haline gelir. Irkçı, kendi ruh aleminde bir şizofren olarak yaşar. Sıradan bir şizofrenin algısı ve dünyası ikiye bölünmüştür ama zaman tektir. Irkçıda ise hem dünya hem zaman bölünmüştür. Irkçı milattan önce 10 bin yılı ile şimdi ve hatta geleceği tek bir zamanda yaşayan bir ruh hastasıdır."
Gökçe Fırat, 2015'te sosyal medyada paylaşılan bir videoda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ı tehdit ettiği ve Cumhurbaşkanına hakaret ettiği suçlamalarıyla 31 Mayıs 2015'te tutuklandı. Hakkında 6 yıl 8 aya kadar hapis cezası istemiyle iddianame hazırlanan Fırat, 18 Haziran 2015'te serbest bırakılmıştır ve tutuksuz yargılanmaktadır. Gökçe Fırat'ın paylaştığı iddia edilen videoda şu ifadeler geçmektedir: "Ne kadar çırpınsanız da kendinizi aklamaya da çalışsanız Tayyip Efendi eninde sonunda asılacaktır. Bakın elimizde Tayyip Bey'in sevdiği renkten yeşil renkte bir halatımız var. Ama Tayyip Bey için bu ip bile fazladır. Halkı referanduma çağıracağız. Tayyip Bey'i iple mi asalım yoksa kazığa mı oturtalım? Yüzde 50 ne derse onu yapacağız. Onun hakkettiği şey kazıktır. Türk Solu bundan geri adım atmayacak. Basın Özgürlüğünün bu ülkedeki ön şartı Tayyip Erdoğan'dan kurtulmak. Ama iple ama kazıkla."
Gökçe Fırat'ın avukatı Hilal Gültepe ise şikayet konusu videonun Gökçe Fırat tarafından paylaşılmadığını, "http://www.fetihtv.com" isimli Gökçe Fırat ile hiç ilgisi bulunmayan bir internet sitesi tarafından yüklendiğini söylemekte ve şu savunmayı yapmaktadır: "Henüz Cumhurbaşkanı sıfatının kazanılmadığı tarihte, üçüncü şahıslarca yapılan ve yarım yamalak çekilmiş 59 saniyelik bir paylaşımdan dolayı yaklaşık 1,5 yıl sonra Cumhurbaşkanına hakaret etti diye soruşturma kapsamında gözaltına alınmak, sanıyorum Türk Hukuk Sistemimizde bir ilktir."
Didier Six
Didier Six (d. 21 Ağustos 1954, Lille), Fransız eski millî futbolcudur. Fransa millî futbol takımı için 52 kere oynamış ve 13 gol atmıştır. 1978 ve 1982 FIFA Dünya Kupaları'nda ve Euro 84'de kazanan takımda oynamıştır.
Galatasaray'da oynadığı 22 maçta biri Beşiktaş'a diğeri Altay'a olmak üzere 2 gol atmıştır. Galatasaray'da oynamak için Türk vatandaşlığını almış ve adını Dündar Siz olarak değiştirmiştir.
2011-2014 yılları arası Togo millî futbol takımının Teknik Direktörlüğünü yaptı.
Ocak 2015 yılında Mauritius millî futbol takımının teknik direktörü oldu ve 2015 COSAFA Kupası sırasında alınan kötü sonuçlardan dolayı Mayıs 2015'te kovuldu.
Çocuklara eziyet
Çocuklara eziyet, çocuklara yönelik bedensel saldırı ya da zihinsel ve duygusal incitmeye verilen addır. Ç |
ocuklara bilerek bu tür acı çektirme, bütün dünyada yaygındır ve suç olarak kabul edilmektedir.
Bazı ailelerde, ailenin üyelerine bağlı psikolojik, ekonomik, sosyal vb. nedenlerden dolayı çocuklara şiddet uygulanmaktadır. Ailedeki yetişkinlerin bu davranışları çocukların ruh sağlığını olumsuz yönde etkiler. Bunun sonucunda çocuklar çevreye uyum sağlamakta zorlanır. Bu türden eziyet, çocuklarda fiziksel ve kişilik gelişmenin gecikmesi, öğrenme ve davranış bozuklukları gibi sorunlara yol açar. Yaşam boyu iz bırakacak zararlara neden olur. Çocuk büyüklerin uyguladığı şiddeti "normal" sanabilir ve çevrenin haberi oluncaya kadar çok geç olabilir.
Çocuklara eziyetin pek çok biçimi vardır. Dövmek, sigara ile yakmak, günlerce kilit altında tutmak, yedirmeden içirmeden soğukta bırakmak, korku içinde yaşatmak veya aşağılamak ya da aşağılayıcı birtakım cezalar vermek bunların başlıcalarıdır. Çocuklara eziyetin çeşitlilik göstermesi olayın yaygınlık boyutunun algılanmasını zorlaştırır. Üstelik, neyin eziyet olup, neyin olmadığı konusunda insanlar farklı anlayışlara sahiptir. Bazılarının eziyet saydığını başkaları yalnızca ağır bir ceza olarak görebilir. Bu tür toplumsal ve kişisel değerlendirmelere tutulan bir şey olduğu için de kimi zaman çözümü zor olan bir toplumsal sorun halini alır.
Dövülen çocuklar çoğu zaman, "fena" çocuk oldukları için cezayı hak ettiklerini sanır, suçun kendilerinde olduğuna inanırlar.
Çocuklarına eziyet eden yetişkinlerin durumları incelendiğinde, çoğunlukla kendilerinin de çocukluklarında eziyet gördükleri ortaya çıkar. Alkol ya da uyuşturucu bağımlılığı, geçimsizlik, hastalık, yoksulluk, işsizlik gibi çeşitli sorunlar yüzünden gerilim içinde yaşayan bazı ana babalar bunların acısını çocuklarından çıkarma yoluna giderler.
Çocuklara eziyeti önlemek için birçok ülkede özel yasalar çıkarılmıştır. İngiliz Parlamentosu’nda 1884'te bu konuda bir yasa kabul edilmiş ve aynı yıl ulusal bir vakıf kurulmuştur. ABD'de çocukları korumak amacıyla ilk yasa 1875'te New York eyaletinde çıkarılmıştır. Sonraki yıllarda öbür eyaletlerde de benzeri yasalar kabul edilmiştir. Çocuklara eziyet bugün birçok Avrupa ülkesinde suçtur. Bu suçun cezalandırılmasının yanı sıra, ana babayı eğiterek aile içinde daha sağlıklı bir ortam yaratma yönünde de çaba harcanmaktadır. Bu ülkelerde eziyet gören çocuklar gerektiği zaman ailelerinden alınarak başka bir ailenin yanına ya da çocuk evlerine yerleştirilmektedir.
Türkiye'de eziyet gören çocukları korumak amacıyla çıkarılmış özel bir yasa yoktur. Türk Ceza Kanunu çocuklara eziyet olarak kabul edilebilecek eylemleri suç sayar. Yasalara göre, çocuk üzerindeki eğitim ve söz geçirme yetkisini kötüye kullanarak onun sağlığının bozulmasına ya da bir tehlikeyle karşılaşmasına yol açan kişi 18 aya kadar hapis cezasına çarptırılabilir. Koruması altındaki 12 yaşından küçük çocukları terk eden ya da onlara kötü davranan kişiler de 30 aya kadar hapsedilir.
Fil
Fil, hortumlular takımının filgiller (Elephantidae) familyasını oluşturan memeli bir hayvandır. Geleneksel olarak Asya fili ("Elephas maximus") ve Afrika fili ("Loxodonta africana") olmak üzere iki türü tanınır; ancak bazı kanıtlara dayanarak Afrika savan fili ("L. africana") ile Afrika orman filinin ("L. cyclotis") de iki ayrı tür olduğu öne sürülür. Filler, Sahra altı Afrika ile Güney ve Güneydoğu Asya'da bulunur. İçinde mamutlar ve mastodonlar gibi soyu tükenmiş türleri de barındıran hortumlular takımından günümüzde soyunu sürdüren bir tek filler kalmıştır. Karada yaşayan en büyük hayvan olan Afrika filinin erkeği 4 m boya ve 7.000 kg ağırlığa ulaşabilir. Fillerin dikkat çekici ve ayırt edici özellikleri arasında, nesneleri yakalamak gibi çeşitli amaçlar için kullanılan uzun hortumları başta gelir. Çok uzun ve sivri olan kesici dişlerini nesneleri taşımak, yeri kazmak için kullanırlar. Fildişinin kaynağı olan bu kesici dişler aynı zamanda dövüşürken silah olarak da kullanılır. Filin büyük ve geniş kulakları vücut ısısını kontrol etmeye yarar. Afrika fillerinin kulakları daha büyük olur ve sırtları içbükeydir. Asya fillerinin ise kulakları daha küçük olur ve sırtları dışbükey ya da düzdür.
Otçul olan filler; savan, orman, çöl ve bataklık gibi doğal yaşam alanlarında bulunur. Genellikle su kenarlarında kalmayı tercih eder. Çevrelerinde bıraktıkları etki yüzünden kilittaşı türlerden biri sayılır. Diğer hayvanlar fillerden uzak durur ve aslan, kaplan, sırtlan ile yabani köpekler gibi yırtıcılar yalnızca yavru fillere saldırır. Dişi filler, genellikle bir dişi ve yavruları ya da akraba dişiler ve yavrularından oluşan aile grupları hâlinde yaşar. Birkaç dişi ve yavrularından oluşan grubun lideri en yaşlı dişidir. Fillerin oluşturduğu aile grupları zaman zaman bir araya gelerek daha büyük topluluklar oluşturabilir. Ergenliğe ulaşan erkek filler aile gruplarını terk eder veya yalnız ya da diğer erkek fillerle birlikte bir grup oluşturabilir. Erişkin erkekler çiftleşmek için eş aradıklarında aile grupları ile bir araya gelir. Testosteron salgılanmasının arttığı ve aşırı saldırgan davranışların görüldüğü mest adı verilen durum erkek fillerin baskın olmalarına olanak verir ve üreme başarısını artırır. Aile gruplarında ilgi odağı yavru fillerdir ve anneleri tarafından üç yıl kadar bakılırlar. Filler doğal ortamlarında 70 yıl kadar yaşar; dokunma, görme ve işitme yolu ile iletişim kurar. Uzun mesafelerde, filler insanın duyamayacağı kadar düşük frekanslı sesler ve sismik iletişim yolu ile haberleşir. Fillerin zekâsı primatlar ve balinalar ile kıyaslanacak düzeydedir. Kendilerinin farkında oldukları ve kendi cinslerinden ölmekte olan ya da ölmüş hayvanlara karşı empati gösterdikleri gözlemlenmektedir.
Afrika filleri Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) tarafından soyunun tükenme riski yüksek olan hassas türler arasında listelenirken, Asya filleri soyunun tükenme riski çok yüksek olan tehlikedeki türler arasında listelenmiştir. Fil popülasyonları için en büyük tehditlerden birisi kaçak olarak avlanan hayvanların dişleri ile yapılan fildişi ticaretidir. Diğer tehditler arasında doğal yaşam alanı kaybı ve yerel halk ile olan çıkar çatışmaları sayılabilir. Filler, Asya'da yük hayvanı olarak kullanılmaktadır. Geçmişte savaşlarda da kullanılan filler günümüzde hayvanat bahçeleri ve sirklerin üyelerindendir. Çok kolay tanınabilen filler sanat, folklor, din, edebiyat ve popüler kültür alanlarında sıklıkla kullanılmıştır.
Fil adı Türkçeye, Arapçada aynı anlama gelen "فيل" (fil) kelimesinden geçmiştir. Arapçaya Aramice "פיל" (pīl), Aramiceye de Sanskritçe "fildişi" anlamına gelen" पीलु" (pīlu) kelimelerinden geçiş olmuştur. Asya filinin cins adı "Elephas" Latincede "fil" anlamındadır ve Latinceye, Antik Yunancada "fil" anlamına gelen "ἐλέφας" (elephas) kelimesinden geçmiştir. Afrika filinin cins adı "Loxodonta" Antik Yunancada "verev yanlı diş" anlamına gelmektedir.
Filler, hortumlular (Proboscidea) takımı içinde yer alan tek familya olan filgiller (Elephantidae) içinde sınıflandırılır. Yaşayan en yakın akrabaları dugonggiller ve manatigillerden oluşan deniz inekleri ve kırsıçanımsıgillerdir. Bu dört familya, Afrotheria üst takımı içinde Paenungulata klâdını oluşturur. Filler ve deniz inekleri ayrıca Tethytheria klâdında gruplandırılırlar. Geleneksel olarak iki fil türü tanınmaktadır: Sahra altı Afrika'da yaşayan Afrika fili ("Loxodonta africana") ile Güney ve Güneydoğu Asya'da yaşayan Asya fili ("Elephas maximus"). Afrika filleri daha büyük kulaklı olur ve sırtları içbükeydir. Ayrıca derileri daha kırışık, karınları eğimli olur ve hortumlarının ucunda iki adet parmak gibi uzantı vardır. Asya fillerinin ise kulakları daha küçük olur. Sırtları dışbükey ya da düzdür. Derileri daha pürüzsüzdür. Karınları yataydır ve ortada bel verir. Hortumlarının ucunda ise tek bir uzantı bulunur. Asya fillerinin azı dişlerindeki çıkıntılar daha dardır ve Afrika fillerinden bu çıkıntılar baklava şeklindedir. Asya fillerinin tepesinde kamburumsu bir çıkıntı bulunur ve derilerinde bölgesel olarak pigment eksikliği görülür.
İsveçli doğabilimci Carl Linnaeus ilk olarak 1758 yılında "Elephas" cinsini ve o zamanlar Seylan olarak bilinen Sri Lanka'dan bir fili "Elephas maximus" adıyla, Georges Cuvier 1798 yılında Hint filini "Elephas indicus" adıyla, Felemenk zoolog Coenraad Jacob Temminck ise 1847 yılında Sumatra filini "Elephas sumatranus" adıyla tanımladı. İngiliz zoolog Frederick Nutter Chasen ise 1940 yılında bu üç fil türünü de Asya filinin alt türleri olarak sınıflandırdı. Asya fillerinin renkleri ve derilerindeki pigment kaybı coğrafi olarak değişiklik gösterir. Seylan fili ("Elephas maximus maximus") Sri Lanka'da yaşar; Hint fili ("E. m. indicus") Asya kıtasında Hint altkıtası ve Hindiçin'e özgüdür; Sumatra fili ("E. m. sumatranus") ise Sumatra'da bulunur. Tartışmalı olan alt türlerden birisi olan Borneo fili Borneo'nun kuzeyinde yaşar ve diğer alt türlerden daha küçüktür. Kulakları daha büyük ve kuyruğu daha uzundur. Uzun dişleri tipik bir filden daha düzdür. Sri Lankalı zoolog Paules Edward Pieris Deraniyagala bu alt türü 1950 yılında "National Geographic" dergisindeki bir fil fotoğrafını tip tür alarak "Elephas maximus borneensis" adıyla tanımlamıştır. Daha sonraları bu alt tür hem "E. m. indicus" hem de "E. m. sumatranus" içinde sınıflandırılmıştır. 2003 yılında yapılan genetik analizler sonucunda bu fillerin atalarının anakara popülasyonundan yaklaşık 300.000 yıl önce ayrıldığı gösterilmiştir. 2008 yılında yapılan bir araştırmada ise Borneo fillerinin adaya özgü olmadığı ve günümüzde fillerin soyunun tükendiği Cava Adası'ndan 1521 yılından önce Sulu sultanları tarafından Borneo'ya getirildiği ortaya çıkarılmıştır.
Afrika fili, ilk olarak Alman doğa bilimci Johann Friedrich Blumenbach tarafından 1797 yılında "Elephas africana" olarak tanımlanmıştır. "Loxodonta" cinsinin adının Georges Cuvier tarafından 1825 yılında verildiği düşünülmektedir. Cuvier, cinsin adını "Loxodonte" olarak yazmış ve adı bilinmeyen bir yazar tarafından bu isim "Lox |
odonta" olarak düzeltilmiştir. Uluslararası Zoolojik Adlandırma Kodu'nda bu adlandırmanın kaynağı olarak adı bilinmeyen yazar tanınmaktadır. 1942 yılında Henry Fairfield Osborn tarafından Afrika filinin 18 alt türü tanımlanmıştır ancak daha fazla morfolojik veriye ulaşıldıktan sonra alt tür sınıflandırılması azalmıştır ve 1990'larda yalnızca iki alt tür tanınmaya başlanmıştır: savan fili ("L. a. africana") ve orman fili ("L. a. cyclotis"). Orman filinin kulakları daha küçük ve yuvarlaktır, ayrıca uzun dişleri de daha ince ve düzgündür. Yalnızca Batı ve Orta Afrika'nın ormanlık alanlarında bulunur. 2000 yılında yapılan bir inceleme yazısında, kafatası morfolojisine dayanarak bu iki alt türün ayrı birer tür olarak ("L. africana" ve "L. cyclotis") sınıflandırılması önerilmiştir. 2001 ve 2007 yıllarında yayımlanmış olan DNA araştırmaları da iki ayrı tür olarak sınıflandırılması sonucuna varmış ancak 2002 ve 2005 yıllarında yapılan DNA araştırmaları bunların aynı tür olduğu sonucuna varmıştır. Daha sonra 2010 yılında yapılan bir başka çalışma da Afrika savan ve orman fillerinin ayrı türler olarak sınıflandırılması önerisini desteklemiştir. 2011 yılında Afrika fillerinin taksonomik konumlaması hâlâ tartışmalı bir konudur. "Mammal Species of the World" (Dünya Memeli Türleri) adlı referans eserin üçüncü baskısında bu iki fil ayrı bir tür olarak sınıflandırılır ve "Loxodonta africana" türü için alt tür listelemez. Bu yaklaşım Birleşmiş Milletler Çevre Programı'nın Dünya Koruma İzleme Merkezi (UNEP-WCMC) ve Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) tarafından kabul edilmemiş ve her iki örgüt de "L. cyclotis" adını "L. africana" adının sinonimi olarak listelemiştir. Bulunan bazı kanıtlara göre Batı Afrika'da bulunan fillerin ayrı bir tür olduğu önerilmekte olsa da bu hâlâ çözülmemiş bir konudur. Kongo Havzası'nın "Loxodonta pumilio" adı ile ayrı bir tür olması için önerilen pigme filler ise muhtemelen çevresel koşular nedeniyle küçük cüsseli olan ve erken ergenliğe erişen orman filleridir.
Hortumlular takımının üç ana evrimsel yayılımı ve 161'in üzerinde soyu tükenmiş üyesi kaydedilmiştir. İlk hortumlular, Paleosen'in sonlarında ilk evrimsel yayılımı oluşturan Afrikalı "Eritherium" ve "Phosphatherium" cinsleridir. Kalıntıları 1996 yılında Fas'ta bulunan ve yaklaşık tilki büyüklüğünde olan "Phosphaterium" 56 milyon yıl önce yaşamıştır. Eosen döneminde Hint altkıtasında Anthracobunidae familyası ve Afrika'da "Numidotherium", "Moeritherium" ile "Barytherium" cinsleri yaşamıştır. Görece küçük olan bu hayvanlar suda yaşıyordu. "Moeritherium" cinsi hortumlular yaklaşık bir tapir (110 cm) büyüklüğündeydi; uzun burun-dudakları ile kafası domuza benzemekteydi ve ön dişleri uzundu. Fillere benzeyen özellikleri yanında deniz inekleri ile de ortak özelliklere sahipti. Sonraları "Phiomia" ve "Palaeomastodon" cinsleri ortaya çıktı. "Palaeomastodon" muhtemelen ormanlık ve yarı açık ağaçlık alanlarda yaşıyordu. Hortumluların çeşitliliği Oligosen döneminde azalma göstermiştir. Bu dönemin dikkate değer türlerinden biri, daha sonra ortaya çıkacak çeşitli türlerin atası sayılabilecek olan ve Afrika Boynuzu'nda yaşamış olan "Eritreum melakeghebrekristosi" türüdür. Miyosen'in başlarında Deinotheriidae ve Mammutidae türleri ile birlikte ikinci evrimsel yayılma görüldü. Bunların ilki Afrika ve Avrasya'da yaşayan "Barytherium" cinsi ile ikincisi de "Eritreum" cinsi ile akrabadır ve Kuzey Amerika'ya yayılmıştır.
İkinci evrimsel yayılım muhtemelen "Eritreum" cinsinden türemiş olan Gomphotheriidae familyasının Miyosen döneminde ortaya çıkmasıyla Afrika'da başlamış ve Avustralya ile Antarktika haricinde diğer tüm kıtalara yayılmıştır. Bu grubun üyeleri arasında "Gomphotherium" ve "Platybelodon" cinsleri bulunur. Üçüncü evrimsel yayılım ise Miyosen'in sonlarına doğru başlamış ve Gomphotheriidae familyasından türeyen ve uzun bir sürede bunların yerine geçen filimsilerin ortaya çıkışına yol açmıştır. Afrikalı "Primelephas gomphotheroides" türünden "Loxodonta", "Mammuthus" ve "Elephas" cinsleri evrimleşmiştir. Bu grubun içinde ilk olarak "Loxodonta" Miyosen ile Pliyosen arasında diğerlerinden ayrışmış; "Mammuthus" ile "Elephas" ise Pliyosen'in başlarında ayrışmıştır. "Loxodonta" Afrika'da kalırken "Elephas" Avrasya'ya, "Mammuthus" ise hem Avrasya'ya hem de Kuzey Amerika'ya yayılmıştır. Aynı zamanda Gomphotheriidae familyasından gelen bir başka hortumlu familyası olan Stegodontidae familyası da Hint alt kıtası, Çin, Güneydoğu Asya ve Japonya olmak üzere Asya'ya yayılmıştır. Mammutidae familyası mastodon gibi yeni türlere evrimleşmiştir.
Buzul Çağı'nın başında filimsiler yüksek oranda türleşme sürecine girmiştir. "Loxodonta atlantica" Afrika'nın kuzeyi ve güneyinde en yaygın filimsi türü olmuş ancak Buzul Çağının sonlarına doğru yerine "Elephas iolensis" türü geçmiştir. "Elephas" cinsi Afrika'dan tamamen yok olduktan sonra "Loxodonta" cinsi çağdaş türlerle baskın hâle gelmiştir. "Elephas" cinsi Asya'da "E. hysudricus" ve çağdaş Asya filinin atası sayılabilen "E. platycephus" gibi yeni türlere evrimleşmiştir. "Mammuthus" cinsi aralarında çok tanınmış olan tüylü mamut da dahil olmak üzere çeşitli türlere ayrılmıştır. Buzul Çağının son döneminde hortumlu türlerinin çoğu Dünya üzerinde 5 kg'ın üzerinde olan cinslerin %50'sinin yok olduğu buzulların ilerlemesi sırasında ortadan kaybolmuştur.
Hortumlular çeşitli evrimsel eğilimlere maruz kalmıştır. Cüsselerinin büyümesi bunlardan biridir ve bu nedenle boyları 4 m'yi aşan dev türler ortaya çıkmıştır. Aralarında soyu tükenmiş olan Sauropoda alt takımından dinozorların da bulunduğu diğer megaotçullar gibi fillerin büyük cüsseye sahip olmaları, düşük besin değeri olan bitkisel besinlerle yaşayabilmeleri içindir. Uzuvları uzadı ve ayakları daha kısaldı ve kalınlaştı. İlk hortumluların alt çeneleri daha uzun ve kafatasları daha küçük iken daha gelişmiş olan hortumluların alt çeneleri daha kısadır ve böylece kafalarının kütle merkezi değişmiştir. Kafatası büyümüş ve boyun kafatasına daha iyi destek sağlamak için kısalmıştır. Cüssenin artması sonucunda hareketli olan hortum da daha uzağa erişebilmek için uzamıştır. Ön azı, kesici ve köpek dişlerinin sayısı azalmıştır. Azı dişleri daha büyümüş ve daha özelleşmiştir. Üst ikinci kesici dişler uzamış ve düz, yukarı ya da aşağı eğimli ya da spiral şeklinde olmak üzere türlere göre farklılık göstermiştir. Bazı hortumluların üst yerine alt kesici dişleri uzamıştır. Filler, orta kulak anatomileri ve testislerinin içeride olması gibi suda yaşayan atalarından gelen bazı özellikleri korumuşlardır.
"Mammuthus" cinsinin "Loxodonta" ya da "Elephas" cinsleri ile olan yakınlığı konusunda bazı tartışmalar olmuştur. Bazı DNA araştırmaları "Mammuthus" cinsinin "Loxodonta" cinsine daha yakın olduğunu diğerleri ise "Elephas" cinsine yakın olduğunu gösterir. Ancak tüylü mamutun mitokondriyal DNA profilinin tamamının 2005 yılında yapılan analizi "Mammuthus" cinsinin "Elephas" cinsi ile daha yakın akraba olduğunu kanıtlar. Morfolojik kanıtlar "Mammuthus" ve "Elephas" cinslerini yakın akraba olarak gösterirken albümin proteinleri ve kollajen karşılaştırması her üç cinsin de birbirine aynı oranda yakın olduğuna işaret eder. Bazı bilim insanları bir gün klonlama yolu ile yaratılacak mamut embriyosunun Asya filinin rahmine yerleştirilebileceğine inanmaktadırlar.
Adalarda yaşayan çeşitli hortumlu türler zamanla ada cüceleşmesine maruz kalmıştır. Her ne kadar Pliyosen'den önce cüce fil türleri var olmuşsa da bu süreç Buzul Çağı sırasında değişen deniz seviyeleri nedeniyle bazı fil popülasyonlarının adalarda izole olmasıyla gerçekleşmiştir. Bu fillerin cüsseleri, adalarda büyük yırtıcıların olmaması ve sınırlı kaynaklar bulunması nedeniyle küçülmüştür. Benzer koşullar altında kemiriciler gibi küçük memeliler ise ada devleşmesi sürecine maruz kalır. Cüce hortumlu türlerin Endonezya'da, Kaliforniya Channel Adaları'nda ve Akdeniz'in çeşitli adalarında yaşadıkları bilinmektedir.
Sulawesi'de yaşamış olan "Elephas celebensis" türünün "Elephas planifrons" türünden geldiği düşünülmektedir. Malta ve Sicilya'da 'yaşamış olan "Elephas falconeri" türünün boyu yalnızca 1 m civarındaydı ve muhtemelen "Elephas antiquus" türünden evrimleşmişti. "Elephas antiquus" türünden gelen diğer cüce fillere Kıbrıs'ta rastlanır. Girit, Kiklad Adaları ve On İki Ada'da yaşamış olan cüce fillerin hangi türden evrimleştiği bilinmemektedir. Sardinya'da cüce mamutların yaşadığı bilinmektedir. "Mammuthus columbi" Kaliforniya Channel Adaları'na yerleşmiş ve cüce mamut türü olan "Mammuthus exilis" türüne evrimleşmiştir. Bu türün boyu 1,2 ilâ 1,8 m civarında ve ağırlığa da 200 ilâ 2.000 kg arasındaydı. Vrangel Adası'nda 4.000 yıl kadar önceye kadar, küçük cüsseli tüylü mamut popülasyonunun yaşamakta olduğu ortaya çıkarılmıştır. 1993'te kalıntıları bulunduktan sonra cüce mamut olarak sınıflandırıldılar. Bu sınıflandırma daha sonra tekrar gözden geçirilmiş ve 1999'dan beri gerçek "cüce mamut" olarak kabul edilmemişlerdir.
Fil karada yaşayan en büyük hayvandır. Afrika fillerinin boyları 3 ilâ 4 m arasında, ağırlıkları da 4.000 ilâ 7.000 kg arasında; Asya fillerinin boyu ise 2 ilâ 3,5 m ve ağırlıkları da 3.000 ilâ 5.000 kg arasında değişir. Her iki cinsin erkekleri dişilerinden daha büyüktür. Afrika filleri arasında orman ırkı, savan ırkından daha küçüktür. Filin iskeleti 326 ilâ 351 kemikten oluşur. Omurların birbirine sıkı eklemlerle bağlı olması nedeniyle sırtın esnekliği sınırlıdır. Afrika fillerinin 21 çift kaburgasına karşın Asya filleri 19 ilâ 20 çift kaburgaya sahiptir.
Fil kafatası, fildişlerinden kaldıraç etkisiyle gelen kuvvetlerle kafa kafaya çarpışmalarda oluşan kuvvetlere dayanabilecek kadar esnektir. Kafatasının arkası düzleşmiş ve yayılmış ve beyni her yönden koruyabilecek şekilde kemerli bir yapıya kavuşmuştur. Kafatasında bulunan sinüsler (hava boşlukları) sayesinde kafatasının ağırlığı azalırken toplam mukavemeti korunmaktadır. Bu boşluklar, kafatasının içinin petekler gibi görünmesine yol açar. Oldukç |
a geniş olan kafatası, tüm kafanın taşınabilmesi için kasların tutunabileceği bir yüzey sağlar. Alt çene ağır ve sağlamdır. Kafanın boyutları yüzünden boyun görece kısadır ve iyi bir destek sağlar. Filin gözünde gözyaşı sistemi olmadığı için gözün nemli kalması Harder bezi sayesinde olur. Dayanıklı üçüncü göz kapağı, göz küresini korur. Gözlerin kafa üzerindeki konumu ve hareket sınırlılığı hayvanın görüş alanını kısıtlar. Filler dikromattır ve loş ışık altında iyi görmelerine rağmen parlak ışık altında çok iyi görmezler. Vücut sıcaklığı, insana benzer ve ortalama 35,9 °C 'dir. Fil de deve gibi aşırı çevresel koşullara uyum sağlayabilmek için vücut ısısını birkaç derece artırıp azaltabilir.
Fil kulaklarının tabanı kalın uçları incedir. Kulak kepçesi bolca kılcal damar içerir. Kulak kepçesindeki kılcal damarlardan akan ılık kan, çevreye ısısını vererek vücut sıcaklığının düşmesini sağlar. Bu durum kulak kepçesi hareketsiz dururken oluşur ve fil kulaklarını hareket ettirerek sıcaklığın düşmesinin daha hızlı olmasını sağlayabilir. Daha büyük kulak yüzeyi daha çok ısının çıkabilmesine olanak verir. Tüm fil türleri içinde Afrika savan filleri en sıcak iklimde yaşar ve en büyük kulak kepçelerine sahiptir. Filler düşük frekanslarda duyabilirler ve en hassas oldukları aralık 1 kHz civarındadır.
Filin hortumu burun ile üst dudağın kaynaşmasından oluşur. Fil fetusunun hortumu ve üst dudağı ayrıktır. Uzun ve uzmanlaşmış olan hortum filin en önemli ve çok yönlü uzvudur. İçinde çok az yağ bulunan ve hiç kemik bulunmayan hortumda 150.000 kadar ayrı kas demeti bulunur. Bu eşleşmiş kaslar, yüzeysel ve iç kaslar olarak iki çeşittir. Yüzeysel kaslar dorsal, ventral ve lateral olarak üçe ayrılır. İç kaslar da çapraz ve ışınsal olarak ikiye ayrılır. Hortum kasları, kafatasında bulunan kemiksi bir açıklığa bağlıdır. Burun bölmesi burun delikleri arasında yatay olarak uzanan küçük kaslardan oluşur. Burun bölmesi tabanı kıkırdak ile ikiye ayrılır. Kassal hidrostat olan hortum hassas olarak koordine olan kas kasılmalarıyla hareket eder. Kasların hareketleri hem birlikte hem de karşılıklı olarak gerçekleşebilmektedir. Maksiler ve fasiyal sinirin oluşturduğu tek bir hortum siniri hortumun iki yanı boyunca uzanır.
Fil hortumu soluma, koku alma, dokunma, tutma ve ses çıkarma gibi çeşitli işlevlere sahiptir. Filin koku alma duyusu tazınınkinden dört kat daha güçlüdür. Hortumun güçlü sarma ve bükme yapabilme yeteneği besin toplamasına, diğer fillerle güreşebilmesine ve 350 kg'a kadar ağırlık kaldırabilmesine olanak tanır. Aynı zamanda göz silme ya da bir deliği kontrol etme gibi hassas görevlerde de kullanılabilir. Bir fil hortumuyla yer fıstığına zarar vermeden kabuğunu kırabilir, 7 m'ye ulaşan yüksekliklerdeki nesnelere erişebilir ve çamur ile kum altında su arayabilir. Hortumla nesneleri kavramada bireyler arasında farklı yön tercihleri görülür, bazıları sağa bazıları da sola doğru hortumlarını kıvırmayı tercih eder. Fil, hortumuyla içmek ya da vücuduna püskürtmek için su çekebilir. Yetişkin bir Asya fili hortumu ile 8,5 litreye kadar su tutabilir. Suyun dışında vücutlarına toz ve ot da püskürtürler. Suyun altındayken hortumunu şnorkele benzer şekilde kullanıp, nefes alıp verebilirler.
Afrika filinin hortumunun ucunda, besinleri tutup ağzına götürmesini sağlayan ve parmağa benzeyen iki adet uzantı bulunur. Asya filinde bu uzantı bir tanedir ve besinleri daha çok hortumun ucu ile sarıp sıkıştırarak ağzına götürür. Asya fillerinin kas koordinasyonu Afrika fillerine oranla daha iyidir ve karmaşık görevleri yerine getirebilirler. Filin hortumunun kesilmesi hayatta kalmasını zorlaştırırsa da nadir durumlarda kısalmış hortum ile yaşamlarını sürdürebilmiş örnekler bulunmaktadır. Böyle bir filin ön ayakları üzerinde diz çökerek ve arka ayaklarını kaldırarak dudakları yardımıyla otladığı gözlemlenmiştir. Gevşek hortum sendromu Afrika savan fillerinde görülen ve uçlardan başlayarak çevresel sinirler ile kasların bozulmasıyla oluşan bir hortum felci durumudur.
Uzun olan ve fildişi olarak bilinen kesici dişler, 12 önazı sütdişi ve 12 azı dişi olmak üzere fillerin genellikle 26 dişi vardır. Bebek dişleri çıktıktan sonra yerine kalıcı dişler gelen memelilerin aksine fillerin yaşamı boyunca dişleri belirli bir döngü ile değişir. Filin tipik yaşam süresi boyunca çiğneme dişleri altı kere değişir. Dişler, memelilerin çoğunda olduğu gibi çeneden dikey olarak çıkıp eski dişlerin yerine geçmez. Bunun yerine yeni dişler ağzın arkasında çıkar ve eski dişleri ağzın önüne doğru iter. Çenenin her iki yanındaki ilk çiğneme dişleri fil iki ya da üç yaşına geldiğinde, ikinci dişler fil dört ilâ altı yaşındayken düşer. Üçüncü dişler 9-15 yaşında, dördüncü dişler ise 18-28 yaşında değiştirilir. Beşinci dişler fil 40'lı yaşlarının başındayken düşer. Altıncı ve genellikle de sonuncu dişler ile fil yaşamının sonuna kadar yaşar. Fil dişlerinin tepeleri halka şeklinde olup Afrika fillerinde bu tepeler baklava şeklindedir.
Fildişleri üst çenede bulunan kesici dişlerin değişiklik geçirmiş hâlidir. Hayvan 6 ilâ 12 aylıkken sütdişlerinin yerine geçer ve yılda yaklaşık 17 cm olmak üzere uzamaya devam eder. Yeni çıkan fildişlerinin üzerinde bulunan pürüzsüz mine tabakası zamanla aşınır. Dentin fildişi olarak bilinir ve kesiti çapraz çizgilerden baklava şeklinde alanlar oluşturan bir desendir. Yaşayan bir doku olarak fildişi görece yumuşaktır ancak kalsit kadar sertliğe sahiptir. Kesici dişlerin büyük kısmı dışarıdan görünür, kalan kısmı kafatasındaki oyuklara bağlıdır. Kesici dişlerin en azından üçte birinde pulpa bulunur ve bazılarında uçlara kadar giden sinirler de görülür. Bu nedenle hayvana zarar vermeden dişleri sökmek zordur. Dişler söküldükten sonra eğer serin ve nemli yerde tutulmazsa kurumaya ve çatlamaya başlar. Fil, fildişlerini çeşitli amaçlar için kullanır. Su, tuz ve köklere ulaşmak için toprağı kazmaya; ağaçların kabuğunu soyup iz bırakmaya ve yol açmak için ağaçlar ile dalları kaldırmaya yarar. Dövüşürken saldırmak, savunmak ve hortumu korumak için kullanılır.
İnsanların el kullanımında sağ ya da solu tercih etmesi gibi filler de fildişlerini kullanırken bireysel olarak sol ya da sağı tercih ederler. Baskın olan kesici diş genellikle daha çok yıpranmıştır, diğerine göre daha kısadır ve ucu daha yuvarlaktır. Afrika fillerinde hem erkeklerde hem de dişilerde uzun kesici dişler bulunur ve 3 m uzunluğa erişir. Erkeklerin fildişleri dişilere göre daha kalındır. Asya türlerinde yalnızca erkeklerin uzun kesici dişleri vardır. Dişilerin kesici dişleri ya küçüktür ya da hiç yoktur. Uzun kesici dişleri olmayan erkekler de görülür, özellikle Seylan filleri arasında yaygındır. Asya fili erkeklerinin dişleri Afrika fili kadar uzun olabilir ancak daha ince ve hafiftir. Asya filleri arasında ölçülmüş en uzun kesici diş 3,02 m boyunda ve 39 kg ağırlığındadır. Afrika'da ve Asya'da fillerin dişleri nedeniyle avlanması sonucu oluşan doğal seçilim ile fillerde daha kısa dişler baskınlaşmıştır.
Filin derisi çok dayanıklıdır ve sırt ile başın bazı bölgelerinde 2,5 cm kalınlığa erişir. Ağzın, anüsün ve kulakların içindeki deri kısmen daha incedir. Fillerin derileri genel olarak gri olsa da, Afrika filleri renkli çamurda yuvarlandıktan sonra kahverengi ya da kızılımsı görünebilirler. Asya fillerinin derilerinde kısmen pigment olmayan bölgeler bulunur. Özellikle alın ve kulak çevresinde bu bölgeler görülür. Yavru fillerin kılları, özellikle kafa ve sırt bölgesinde kahverengimsi ya da kızılımsı olur. Filler olgunlaştıkça kılları koyulaşır ve azalır; ancak kuyruğun ucunda, çenede, cinsel organlar ile göz ve kulak çevresinde yoğun kıl öbekleri bulunur. Normal olarak Asya filleri Afrika fillerinden daha kıllıdır.
Filler morötesi ışıktan kendilerini korumak için çamurdan yararlanırlar. Kalın olmasına rağmen derileri çok hassastır. Güneş yanığından, böcek ısırığından ve nem kaybından kendilerini korumak için düzenli çamur banyosu yapmazlarsa derileri ciddi zarar görebilir. Fil, suda yıkandıktan sonra hortumuyla gövdesini toz ile kaplar ve bu toz tabakası kuruyarak koruyucu bir tabaka oluşturur. Fillerin hacimlerine göre derilerinin yüzey alanı çok düşük olduğundan derilerinden ısı kaybında çok zorlanırlar. Tabanlarının hava ile temas etmesi için bacaklarını kaldırdıkları gözlemlenmiştir.
Filin ağırlığını taşıyabilmek için bacakları diğer memelilere göre gövdesinin altında daha dik olarak konumlanmıştır. Uzun bacak kemiklerinde ilik boşluğu yerine süngerimsi kemik yapısı bulunur. Bu yapı kan oluşumuna olanak verirken kemiklerin daha dayanıklı olmasını sağlar. Ön ya da arka ayaklar hayvanın ağırlığını taşıyabilir ama genellikle ağırlığın %60'ı ön ayaklar tarafından taşınır. Bacak kemikleri birbirlerinin üzerinde ve doğrudan gövdenin altında olduğu için fil çok enerji harcamadan uzunca süre hareketsiz durabilir. Ulna ve radius pronasyon konumunda bağlı oldukları için filler ön ayaklarını döndüremezler; manusun ayası geriye doğru bakar. Pronator quadratus ve pronator teres kasları ya çok küçülmüştür ya da yok olmuştur. Fillerin yuvarlak ayaklarında manus ve pes altında hayvanın ağırlığının dağıtılmasına yarayan yumuşak doku bulunur. Dev pandanın fazladan olan "başparmağı"na benzer susamsı kemikten ibaret ve ağırlık dağılımına yardımcı olan fazladan bir parmakları vardır. Hem arka hem de ön ayaklarda beş adet tırnak vardır.
Filler hem ileriye hem de geriye doğru hareket edebilirler ancak zıplayamaz, tırıs ya da dörtnala gidemezler. Hareket ederken biri yürüme diğeri de koşma sayılabilecek iki hız kullanabilirler. Yürürken bacaklar sarkaç gibi hareket eder, ayak yere konulurken omuzlar ve kalçalar yükselip alçalır. Hızlı yürümede filler bacaklarını diğer koşan hayvanlar gibi kullansa da ayakların yerden kesildiği bir anı olmadığı için hızlı yürüme tam olarak koşma kıstaslarını sağlamaz. Hızlı hareket eden filler ön ayaklarıyla koşuyor, arka ayaklarıyla yürüyor gibi görünürler ve yaklaşık saatte 18 km'lik bir hıza ulaşabilirler. Bu hızlarda diğer dört ayaklıların çoğu dörtnala hareket e |
der. Yay kinetiği fillerin hareketinin diğer hayvanlardan farkını açıklayabilir. Hareket ederken filin ayağı altındaki yumuşak doku genişleyip daralır ve bu kadar ağır bir hayvanın hareket etmesinden kaynaklanacak olan sesi ve ağrıyı azaltır. Filler iyi yüzücüdür. Dibe değmeden altı saat kadar yüzebildikleri, bir kerede 48 km mesafe katedebildikleri ve 2,1 km/s hız yapabildikleri kaydedilmiştir.
Filin beyni 4,5 ilâ 5,5 kg ağırlığındadır. Ağırlığı 1,6 kg olan insan beyni ile karşılaştırıldığında filin beyni daha büyük olsa da oransal olarak daha küçüktür. Doğduktan hemen sonra fil beyni erişkinlikte ulaşılan ağırlığın %30 ilâ 40'ı arasındadır. Serebrum ve beyincik iyi gelişmiştir ve temporal loblar o kadar büyüktür ki yanlara doğru kabarıklık yapar. Filin boğazında daha sonra kullanmak üzere su saklayabileceği bir kese bulunur.
Filin kalbi 12 ilâ 21 kg arasındadır. Memeliler arasında sıradışı bir şekilde kalp apeksi çift uçludur. Ayakta iken filin kalbi dakikada 30 kere atar. Diğer hayvanların tersine fil yattığında kalp atışı dakikada 8 ilâ 10 kere olmak üzere artış gösterir. Akciğerler diyaframa bağlıdır ve akciğer zarı yerine bağ doku bulunur. Bu nedenle soluma göğüs kafesinin genişlemesinden çok diyaframa bağlıdır. Bu hayvanın su altındayken hortumuyla yüzeyden nefes alması sırasında oluşan basınç farklılıklarıyla başedebilmesine olanak sağlar ancak bu açıklamanın geçerliliği tartışmalıdır. Bu adaptasyonun bir başka açıklaması da hayvanın hortumu ile su çekebilmesine yardımcı olmasıdır. Filler genellikle hortumlarıyla soluk alır ancak çok az bir hava ağızlarından da geçer. Geviş getirmeyen ve tek bölmeli mideye sahip olan fillerde arka bağırsak mayalanması ile selüloz çekum ve kalın bağırsakta sindirilir. İnce, kör ve kalın bağırsaklarının toplam uzunluğu 35 m'ye yaklaşır. Sindirim bir gün kadar sürse de fillerin ağızdan aldıkları besinlerin çoğu sindirilmeden dışkılanır.
Erkek filin testisleri gövdenin içinde böbreklerin yanındadır. Fil penisinin boyu 100 cm'ye, kalınlığı da tabanında 16 cm'ye ulaşır. Ereksiyonda iken S şeklindedir ve ucunda Y şeklinde yarık vardır. Dişi filin gelişmiş klitorisi 40 cm uzunluğundadır. Vulva çoğu memelide olduğu gibi kuyruğa yakın olmak yerine arka ayakların arasındadır.Hayvanın büyük karın boşluğu nedeniyle gebeliği tespit etmek kolay değildir. Dişinin meme bezleri ön ayaklarının arasındadır, dolayısıyla süt emen yavru dişinin hortumunun ulaşabileceği mesafededir. Fillerde başın iki yanında yer alan kendine has temporin salgılayan bir bez vardır. Bu organ cinsel davranış ile bağlantılıdır ve erkekler kızgınlığa girdiklerinde buradan bir sıvı salgılar. Dişilerin de aynı yerden salgı yaptıkları gözlemlenmiştir.
Afrika savan fili savanlar, çöller, bataklıklar ve göl kıyıları gibi çeşitli doğal alanlarda ve deniz seviyesinden kar hattının üzerinde dağlara kadar her türlü rakımda yaşar. Orman filleri ise ekvator ormanlarında yaşar ama galeri ormanları ile ormanlar ve savanlar arasındaki ekotonlara da girebilirler. Asya filleri otlak, fundalık ve ağaçlardan oluşan alanları tercih eder, Hindistan'ın güneyi ve Sri Lanka'da dikenli fundalık ormanlarda, Malay Yarımadası'nda da herdem yeşil yapraklı ormanlarda yaşarlar. Filler otçuldur ve yapraklar, sürgünler, meyveler, ağaç kabukları ve kökleri ile beslenirler. Afrika filleri daha çok yaprak, sürgün ve meyvelerle beslenmeyi tercih ederken Asya filleri yere yakın otlar ve köklerle beslenmeyi tercih eder. Günde yaklaşık 150 kg kadar besin tüketir ve 40 litre kadar su içerler. Filler genellikle su kaynaklarına yakın kalmayı tercih eder. Asıl olarak sabah, öğleden sonra ve gece beslenirler. Öğle vakti filler ağaçlar altında dinlenir ve ayakta kestirebilirler. Asıl geceleri yere yatarak uyurlar. Günde ortalama 3 ilâ 4 saat arası uyurlar. Hem erkekler hem de aile grupları tipik olarak günde 10 ilâ 120 km arasında yol kat edebilir ancak Namibya'da Etosha Ulusal Parkı'nda 90 ilâ 180 km kadar uzun mesafe katettikleri de kaydedilmiştir. Besin, su ve eş aramak için mevsimsel olarak göç edebilirler. Botsvana'da Chobe Ulusal Parkı'nda fil sürülerinin yerel su kaynakları kuruduğunda 325 km yol alarak nehre indikleri gözlemlenmiştir.
Büyük cüsselerinden ötürü filler çevreleri üzerinde çok önemli etkide bulunur ve bu nedenle kilittaşı türlerden sayılır. Ağaçları ve çalılıkları köklerinden sökme âdetleri savanları otlaklara çevirebilir. Kuraklık sırasında su bulmak için kazdıkları çukurlardan diğer hayvanlar da yararlanır. Açtıkları su çukurlarını genişleterek çamur içinde yuvarlanırlar. Elgon Dağı'nda fillerin kazdığı mağaralar toynaklılar, kırsıçanımsılar, yarasalar ve böcekler tarafından kullanılır. Filler önemli tohum dağıtıcısıdırlar. Afrika orman filleri tohumları yutar ve dışkı ile dışarı çıkarır. Bu sürecin çimlenmeye etkisi ya yoktur ya da olumlu etkisi vardır. Tohumlar büyük mesafelerde dağıtılır. Asya ormanlarında büyük tohumlar dağılmak için filler ve gergedanlar gibi dev otçullara gereksinim duyar. Bu ekolojik niş bir sonraki en büyük otçul olan Hint tapiri tarafından doldurulamaz. Fillerin yedikleri besinlerin çoğu sindirilmeden atıldığı için fil dışkısı bok böceği ve maymunlar gibi diğer hayvanlar için besin kaynağı oluşturur. Ekosistemler üzerinde fillerin olumsuz etkileri de bulunur. Uganda'da Murchison Falls Ulusal Parkı'nda fil popülasyonunun fazlalığı ormanlık araziye bağımlı olan küçük kuş popülasyonlarını tehdit altına sokmuştur. Ağırlıkları nedeniyle toprak sıkışarak yağmurun toprak içine süzülmeden üzerinden akmasına neden olarak erozyonun oluşmasında önemli bir etken olur.
Filler genellikle diğer otçullarla birlikte sakin bir şekilde yaşar ve diğer hayvanlar fillerden uzak durur. Filler ile gergedanlar arasında bazı saldırgan etkileşimler kaydedilmiştir. Kenya'da Aberdare Ulusal Parkı'nda yavru bir file saldıran gergedan aile grubundaki diğer filler tarafından öldürülmüştür. 1990'larda Güney Afrika'da Hluhluwe-iMfolozi Parkı'na getirilen genç öksüz filler rastgele gergedanları öldürmeye başlamış ve daha yaşlı erkek fillerin getirilmesine kadar 36 gergedanı öldürmüştür. Erişkin filler cüsseleri sayesinde diğer yırtıcılara karşı hemen hemen tamamen yenilmez sayılabilirler. Yavru filler Afrika'da aslanlara, benekli sırtlanlara ve yaban köpeklerine Asya'da ise kaplanlara yem olabilmektedir. Botsvana'da Chobe Ulusal Parkı'nda kuraklık döneminde aslanlar filleri avlamayı âdet hâline getirmiştir ve 30 aslandan oluşan bir sürünün dört ilâ on bir yaşlarındaki filleri öldürdüğü kaydedilmiştir. Fillerde, özellikle yuvarlak solucanlar olmak üzere diğer otçullara nazaran çok sayıda parazit görülür.
Erkek ve dişi fillerin sosyal yaşamları birbirinden çok farklıdır. Dişiler yaşamlarını sıkı bağlarla bağlı oldukları anaerkil aile gruplarında geçirir. Bu aile grupları anneler ve yavrularından oluşur ve bazen on bireyden fazla filden oluşur. En yaşlı dişi gruba liderlik eder. Grubun lideri olan dişi ölene kadar ya da bu rolü üstlenmek için enerjisi kalmayana kadar grubun başında kalır. Hayvanat bahçesinde yaşayan filler arasında yapılan bir araştırmada grubun lideri olan dişi öldüğünde diğer fillerin dışkılarında kortikosteron (stres hormonu) düzeyinin dikkat çekici şekilde arttığı gözlemlenmiştir. En yaşlı dişi öldüğünde ya da liderliği bırakmak zorunda kaldığında, kardeşi grupta olsa bile yerine en yaşlı kızı geçer. Yaşlı dişi liderlerin daha etkili karar verici olduğu görülmüştür.
Dişi filin sosyal çevresi yalnızca küçük aile grubu ile sınırlı değildir. Kenya'da Amboseli Ulusal Parkı'nda yaşayan fillere bakıldığında bir dişi filin yaşamı boyunca diğer aile grupları, klanlar ve alt popülasyonlar ile etkileşime girdiği gözlemlenmiştir. Aileler birbirleriyle bağlantıya girip genellikle iki aile grubundan oluşan bağlı gruplar oluşturur. Kurak mevsimde fil aileleri bir araya gelerek klan adı verilen başka bir sosyal yapı oluşturur. Bu klanlar içindeki gruplar sıkı ilişkiler kurmazlar ancak bölgelerini kurak mevsimde diğer klanlara karşı korurlar. Tipik olarak bir klan içinde dokuz grup bulunur. Amboseli fil popülasyonu ayrıca "merkezî" ve "çevresel" olarak iki alt popülasyona da ayrılır.
Hindistan ve Sri Lanka'da yaşayan bazı fil popülasyonlarının da benzer sosyal yapıları vardır. Sıkı aile birimleri ve çok bağlı olunmayan daha büyük topluluklar olduğu görülür. Bebek fillere bakıcılık ve genç fillere koruyuculuk yapılan birimler olduğu gözlemlenmiştir. Hindistan'ın güneyinde fil popülasyonları içinde aile grupları, bağlı aile grupları ve muhtemelen klan yapıları olabilir. Aile grupları bir ya da iki dişi ve yavrularından oluşan küçük gruplardır. İki dişi ve yavrularından daha fazla sayıda bireyi içeren gruplar ortak aile grubu olarak bilinir. Malay fil popülasyonlarının aile birimleri daha küçüktür ve aile ile bağlı aile gruplarından daha büyük sosyal yapı içermezler. Afrika orman fillerinin aile grupları ise genellikle bir dişi ve iki ilâ üç yavrusundan oluşur. Özellikle orman içinde yol açma gibi konularda bu aile gruplarının yardımlaştıkları görülür.
Erişkin erkeğin yaşamı ise dişilerden çok farklıdır. Olgunlaştıkça erkek fil grubundan uzaklaşarak başka erkeklerle ve hatta başka aile gruplarıyla etkileşime geçebilir. Kenya'da Amboseli'de genç erkekler 14 ilâ 15 yaşlarına doğru zamanlarının %80'ini ailelerinden uzakta geçirir. Aile grubunun erişkin dişileri erkek file karşı saldırganca davranışlar sergiler ve bu da erkekleri tamamen gruptan ayrılmaya sevk eder. Erkekler gruptan ayrılınca ya yalnız ya da diğer erkeklerle birlikte yaşar. Genellikle yoğun ormanlarda bulunan erkekler yalnız yaşamayı tercih eder. Asya fillerinin erkekleri genellikle yalnız yaşar ama iki ilâ daha çok erkek filden oluşan gruplar hâlinde de yaşayabilirler. Böyle gruplar arasında en çok yedi erkek filin olduğu bir grup gözlemlenmiştir. İçinde 10 erkek filden fazla üye bulunduran gruplar Afrika savan fillerinde görülür. Bunların en büyüğü içinde 144 Afrika savan fili barındırmaktaydı. Tek ya da grup hâlinde yaşasalar bile erkekler arasında bir baskınlık hiyerarş |
isi bulunur. Baskınlık yaşa, cüsseye ve cinsel duruma bağlıdır. Yaşlı erkek filler genç erkek fillerin saldırgan davranışlarını kontrol altında tutar ve genç erkeklerin "çete"ler kurmasını engeller. Erişkin erkek ve dişi fil üremek için bir araya gelir. Erkekler içinde östrus hâlinde olan bir dişi bulunan gruplar ile etkileşime girebilir.
Erişkin erkek filler testosteron hormonunun arttığı mest olarak bilinen bir duruma girer. Güney Hindistan'da bulunan fil popülasyonunda erkek fillerin ilk olarak 15 yaşında mest durumuna girdiğini ancak 25 yaşından önce bu durumun görece daha az etkili olduğu gözlemlenmiştir. Kenya'da Amboseli parkında 24 yaşın altındaki erkek fillerin mest hâline girmediği ve 25 ilâ 35 yaş arasındakilerin yarısı ile 35 yaş üstündekilerin tamamının mest olduğu gözlemlenmiştir. Genç erkeklerin kurak mevsimde (Ocak ile Mayıs arası) yaşlı erkeklerin de yağmur mevsiminde (Haziran ile Aralık arası) mest durumuna girdikleri görülür. Erkek filin mest olduğunun ana göstergesi temporin bezinden salgılanan sıvının yüzlerinin iki yanına doğru akmasıdır. Penisi prepüsün içindekeyken idrarını yapabilir ve bu durumda idrarı arka bacaklarının üzerine sıçrar. Mest durumu ile bağlı davranışlar kafayı yukarda ve sağa sola sallayarak yürüme, fildişleriyle yeri kazma, işaretleme, hortum ile gürleme ve yalnızca tek kulağı sallama gibi davranışlardır. Mest durumu bir gün ile dört ay arasında sürebilir.
Mest durumunda erkek filler aşırı derecede saldırganlaşır. Mest durumunda olan ya da olmayan erkekler arasında agonistik karşılaşmalarda cüsse belirleyici etkendir. İki gruptan bireyler arasındaki karşılaşmaları, mest olmayan erkek daha iri de olsa, çoğunlukla mest durumunda olan birey kazanır. Erkek fil kendinden daha büyük mest durumunda bir fil ile karşılaştığında kendi mest davranışlarını durdurabilir. Benzer büyüklükte olanlar birbirleriyle karşılaşmaktan kaçınır. Agonistik davranışlar genellikle tehdit gösterisinde bulunma, kovalama ve fildişleri ile hafif çarpışmalardır. Ciddi dövüşler nadir görülür.
Filler polijinik olarak ürer ve çiftleşmeler yağmur mevsiminin ortasında sıklaşır. Östrusta olan dişi fil idrarı ve vajinal salgılarıyla feromon adı verilen kimyasal sinyaller göndererek çiftleşmeye hazır olduğunu bildirir. Erkek fil potansiyel bir eşi izler ve durumunu flehmen tepkisi ile değerlendirir. Fillerde flehmen tepkisi erkeğin hortumu ile idrar ya da vajinal salgı örneğini alıp Jacobson organına götürerek koklamadan oluşur. Dişi filin östrus siklüsü 14 ilâ 16 hafta arası sürer. Bunun 4 ilâ 6 haftası proliferatif dönem, 8 ilâ 10 haftası da sekretuvar dönemdir. Memelilerin çoğunda proliferatif dönemde luteinleştirici hormon bir kere artış gösterirken fillerde iki kere artış gösterir. İlk artışta dişiler erkeklere östrusta olduklarını koku yolu ile bildirir ancak ovülasyon ikinci artıştan sonra meydana gelir. Dişi fillerde doğurganlık oranı 45 ilâ 50 yaşından sonra azalır.
Erkek filler östrusta olan dişileri izleme ve diğer erkeklere karşı savunma davranışı gösterir. Bu davranış çoğunlukla mest hâlindeki erkek filler tarafından gösterilir ve özellikle daha yaşlı dişiler olmak üzere dişi filler bu davranışın erkek filler tarafından gösterilmesini isteyen hareketlerde bulunurlar. Bu erkek fillerin üreme şansı daha yüksektir. Zayıf ya da yaralı erkekler normal olarak mest olmadıkları için, mest hâli dişi fillere erkek fillerin durumunu gösterir. Genç dişilere daha yaşlı erkeğin yaklaşması korkutucu gelebileceğinden aile grubundaki daha yaşlı dişiler genç dişinin yanında kalarak ona destek olur. Çiftleşme sırasında erkek fil hortumunu dişinin sırtına koyar. Erkek filin penisi pelvisten bağımsız olarak hareket edebilir ve erkek dişinin üzerine çıkmadan önce ileri ve yukarı doğru kıvrılır. Çiftleşme 45 saniye sürer ve ne kalça hareketi ne de boşalmada duraklama görülmez. Hem erkek hem de dişi filler arasında eşcinsel davranışlar oldukça sık görülür. Heteroseksüel ilişkide olduğu gibi bu davranışlarda da bir hayvan diğerinin üzerine çıkar. Erkek filler bazen oyun olarak birbirleriyle dövüşerek birbirlerini uyarırlar ve genç ile yaşlı filler arasında bağlar kurulabilir. Dişilerde eşcinsel davranışlar esaret altındaki fillerde görülür ve dişilerin birbirlerini hortumları ile tatmin ettikleri gözlemlenebilir.
Fillerde gebelik yaklaşık iki yıl sürer ve doğumlar arasında genelde dört ilâ beş yıllık ara bulunur. Doğumlar genelde yağmur mevsiminde yapılır. Yavru filler doğduklarında yaklaşık 85 cm boyunda ve 120 kg ağırlığındadır. Tipik olarak tek yavru doğar ancak ikiz doğumlara da rastlanır. Görece uzun süren gebelik dönemi beş adet sarı cisim ile (çoğu memelide tektir) desteklenir ve fetüsün özellikle beyin ve hortumunun daha çok gelişmesine olanak verir. Bu nedenle yaşına göre erken gelişmiş olarak doğan yavrular kısa sürede ayağa kalkıp annelerini ve aile gruplarını yürüyerek izleyebilirler. Yeni doğan yavru fil aile grubundaki tüm fillerin ilgi odağıdır. Erişkinler tamamı ve genç fillerin çoğu yeni doğan yavrunun çevresine toplanıp hortumları ile ona dokunur ve okşarlar. Başlarda bir iki gün anne yavrusunun çevresinde diğer aile üyelerinin bulunmasını istemez. Bazı aile gruplarında yavrulara anneden başka dişiler bakabilir. Bu dişiler genellikle iki ilâ on iki yaş arasındadır. Yakınlarda yırtıcı hayvanlar bulunduğunda aile grubu yavruları ortaya alarak toplanırlar.
İlk birkaç gün yeni doğan yavru ayakları üstünde çok dengeli duramaz ve annesinin desteğine gereksinim duyar. İyi göremediği için dokunma, koklama ve işitme duyularından yardım alır. Kıvrılıp duran hortumu üzerinde çok büyük bir kontrolü yoktur ve hortumuna takılıp tökezleyebilir. İki haftalık olduğunda daha dengeli yürür ve hortumunu kontrol edebilir. Bir aylık olduğunda hortumuyla neseneleri yerden alabilir, tutabilir ve ağzına götürebilir ancak hortumuyla su çekemez. Su içmek için ağzını kullanır. Annesine hâlâ çok bağımlıdır ve yanından ayrılmaz.
İlk üç ay beslenmek için tamamen annesinin sütüne bağlı olan yavru fil üç aydan sonra besin olarak bitkileri yemeye ve hortumuyla su toplamaya başlar. Aynı zamanda dudak ve bacak koordinasyonunda gelişmeler görülür. Yavru filler altı yaşına kadar süt emer ve altı aydan sonra beslenme yönünden bağımsızlık kazanırlar. Dokuz aylık olduklarında ağız, hortum ve ayak koordinasyonları mükemmelleşmiştir. Bir yaşından sonra yavru filin kendini temizleme, su içme ve beslenme yetenekleri tamamen gelişir. Yine de bir yıl kadar daha beslenme ve yırtıcılardan korunma için annesinin korunmasına ihtiyacı olur. Bir yaşından küçük yavrular saatte 2 ilâ 4 dakika kadar süt emer. Fil yavruları üç yaşına kadar süt emmeye devam eder. İki yaşından sonra süt emmeleri büyüme hızlarına, vücut kondisyonuna ve üreme yeteneklerinin gelişmesine yardımcı olur. Fil yavruları arasında oyun davranışları cinsiyetlerine göre değişiklik gösterir. Dişi yavru filler birbirlerini kovalarken erkek yavru filler oyun olarak dövüş taklidi yaparlar. Dişi filler dokuz yaşında cinsel olgunluğa erişirken bu süre erkek filler için 14 ilâ 15 yıl kadardır. Fillerin yaşam süresi uzundur ve 60 ilâ 70 yaşına kadar yaşarlar. Lin Wang adlı esaret altında yaşayan fil 86 yaşına kadar yaşamıştır.
Dokunma filler arasında önemli bir iletişim biçimidir. Bireyler birbirlerini selamlamak için hortumlarını diğerinin hortumuna dolar ve okşar. Yaşlı filler, genç filleri terbiye etmek için hortumlarıyla şaplak atar, genç filleri tekmeler ya da iter. Her yaştan ve cinsiyetten bireyler bir araya geldiklerinde ve uyarıldıklarında diğerinin ağzına, temporin bezlerine ve cinsel organlarına hortumlarıyla dokunurlar. Bu şekilde bireyler kimyasal mesajları algılayabilirler. Dokunma ayrıca anne ile yavru arasında da önemli bir iletişim yöntemidir. Hareket esnasında ana filler yavrularına hortumlarıyla, yan yana iseler ayakları ile, yavru arkadaysa kuyrukları ile dokunur. Yavru eğer dinlenmek istiyorsa annesinin ön bacaklarına dayanır. Eğer süt emmek istiyorsa annesinin göğsüne ya da bacağına dokunur.
Görsel nümayiş daha çok agonistik davranışlarda ortaya çıkar. Filler kafalarını kaldırarak ve kulaklarını yanlara açarak daha tehditkâr görünmeye çalışırlar. Ayrıca nümayiş esnasında kafalarını sallayıp kulaklarını çırpar ve toz ile bitkileri hortumları ile fırlatırlar. Yapmacık kuvvet gösterisinde bulunurlar. Uyarılmış filler hortumlarını kaldırabilir. Başeğen filler kafalarını ve hortumlarını aşağı indirirken kulaklarını boyunlarına doğru yapıştırır. Meydan okumayı kabul eden filler ise kulaklarını V şeklinde açar.
Filler genellikle gırtlaktan olmak üzere, bir kısmı da hortum tarafından değişikliğe uğrayan çeşitli sesler çıkarırlar. Belki de bu seslerin en bilineni, uyarıldıklarında, tehlike altında olduklarında ya da saldırı esnasında çıkardıkları boru benzeri sestir. Dövüşen filler kükrer ve haykırır. Yaralı olan filler ise böğürür. Hafif uyarıldıklarında uğultu gibi düşük frekanslı titreşimlerden oluşan ve kısmen infrasonik sesler çıkarırlar. İnfrasonik çağrılar hem Asya hem de Afrika filleri için özellikle uzun mesafe iletişimde önem taşır. Asya fillerinde bu çağrılar 14-24 Hz frekansında, 85-90 dB düzeyindedir ve 10 ilâ 15 saniye sürer. Afrika fillerinin çağrıları ise 15 ilâ 35 Hz aralığında ve 117 dB düzeylerindedir. Bu şekilde en çok 10 km civarında bir mesafede haberleşebilirler.
Kenya'da Amboseli parkında çeşitli infrasonik çağrılar kaydedilmiştir. Birkaç saat ayrı kaldıktan sonra bir araya gelen aile üyelerinin çıkardığı selamlama uğultusu bunlardan biridir. Gruplarından ayrılmış bireylerin temas çağrıları yumuşak ve modüle olmamış seslerdir. Bunlara cevap olarak yüksek sesle başlayan sonra yumuşayan çağrıyla karşılık verilir. Aile üyelerine bulundukları yerden ayrılmak için grup lideri dişi tarafından yumuşak uğultu şeklinde "hadi gidelim" çağrısı yapılır. Mest dönemindeki erkekler, çok belirgin alçak frekanslı "motosiklet" sesine benzeyen uğultular çıkarır. Bu çağrılara dişi filler koro hâlinde yine alçak frekanslı modüle seslerle karşılık verir. Çiftleştikten son |
ra östrusta olan dişi fil yüksek sesli bir çağrı yapar. Bir dişi çiftleştiğinde ailesi de heyecan çağrılarında bulunur.
Fillerin yer yüzeyinde darbelerle oluşturulan titreşimler ve yer yüzünde akustik dalgalar hâlinde yayılan sismik yöntemle iletişim kurdukları bilinmektedir. Sismik sinyalleri algılamaya çalışan filin öne eğilerek ön ayaklarına yüklendikleri görülür ve bu davranışa "donma davranışı" denir. Filler sismik iletişime uyun olarak çeşitli adaptasyonlar geçirmiştir. Tabanlarında bulunan kıkırdaksı yumrular dişli balinalar ve sirenler gibi deniz memelilerinde bulunan akustik yağ tabakalarına benzerlik gösterir. Kulak kanalı çevresinde bulunan benzersiz bir büzgen kas kanalı sıkıştırarak akustik sinyallerin titreşimini azaltarak hayvanın daha fazla sismik sinyali duymasına olanak verir. Fillerin sismik dalgaları çeşitli nedenlerle kullandığı gözlemlenir. Kaçan ya da saldırı taklidi yapan bir fil çok uzak mesafelerden duyulabiliecek sismik dalgalar yaratabilir. Yırtıcılar nedeniyle kaynaklanan ikaz çağrısını sismik yolla alan filler savunma pozisyonuna girer ve aile grupları bir araya toplanır. Hareket ile üretilen simik dalgaların 32 km uzağa ulaşabildiği ancak ses yolu ile üretilen sismik dalgaların 16 km kadar yol alabildiği görülür.
Filler öz farkındalığın ve bilişselliğin bir göstergesi sayılan ve bazı insansılar ile yunusların da başarılı olduğu ayna testinde kendilerini tanırlar. Esaret altındaki bir dişi Asya fili ile yapılan araştırma sonucunda fillerin çeşitli görsel ve akustik ayırt edilebilen çiftleri öğrenebildiğini göstermiştir. Araştırma konusu olan fil bir yıl sonra aynı şekilde test edildiğinde benzer çiftlerle daha yüksek doğruluk yüzdesi elde etmiştir. Filler alet kullandığı bilinen birkaç hayvan türünden biridir. Bir Asya filinin dalları uyarlayıp sineklik olarak kullandığı kaydedilmiştir. Filler tarafından değişikliğe uğratılarak alet olarak kullanılan nesneler şempanzelerin kullandığı kadar karmaşık değildir. Genel olarak fillerin çok mükemmel bir hafızaları olduğuna inanılır. Bu inanışın altında bazı gerçeklerin olması muhtemeldir. Fillerin uzun sürelerde geniş boyutlarda alanları hatırlamalarını sağlayacak bilişsel haritaları olması mümkündür. Bireyler, aile üyelerinin bulunduğu yerleri akıllarında tutabilmektedirler. Bilim insanları fillerin ne derecede duyguları olduğunu tartışmaktadır. Ölüm ile ilgili bazı ritüelleri olduğu görülmekte ve akraba olsalar da olmasalar da kendi türlerinin kemiklerine büyük bir ilgi göstermektedirler. Ölmekte olan ya da ölü bir fil kendi grubu ve hatta kendi grubu dışındaki fillerin bile ilgi odağı olmaktadır.
Afrika filleri, iki ırkı arasında bağımsız bir değerlendirme yapılmadan 2008 yılında Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği (IUCN) tarafından soyunun tükenme riski yüksek olan hassas türler arasında listelenmiştir. 1979 yılında Afrika'da fil popülasyonunun minimum 1,3 milyon ve maksimum 3 milyon olduğu tahmin edilmekteydi. 1989 yılında ise Afrika popülasyonu 609.000 fil olarak tahmin edilmiştir. Bunun dağılımı şöyleydi: 277.000 Orta Afrika'da, Afrika'nın doğusunda 110.000, güneyinde 204.000 ve batısında da 19.000. Daha önce tahmin edilenden çok daha az sayıda 214.000 kadar filin yağmur ormanlarında yaşadığı tahmin edilmiştir. 1987 yılından sonra fil popülasyonunun azalması hız kazanmış ve Kamerun ile Somali'de yaşayan savan ırkının sayısının %80 oranında azaldığı görülmüştür. Afrika orman ırkının sayısında ise %43 oranında azalma tespit edilmiştir. Afrika'nın güneyinde ise Zambiya, Mozambik ve Angola'da popülasyon azalırken Botsvana ve Zimbabve'de artmış, Güney Afrika'da ise sabit kalmıştır. 2005 ve 2007 yılında yapılan araştırmalarda ise Afrika'nın güneyinde fil popülasyonunun yıllık %4 oranında arttığı gözlemlenmiştir.
Afrika filleri en azından bulundukları her ülkede kısmen de olsa yasal koruma altındadır ancak yaşam alanlarının %70'i koruma altındaki bölgelerin dışındadır. Bazı bölgelerde başarılı koruma çabaları sonucunda yüksek popülasyon yoğunluğuna erişilmiştir. 2008 yılı itibarıyla yerel popülasyonlar doğum kontrolü ve nakil yöntemleriyle kontrol altına alınmıştır. Zimbabve'nin uygulamayı bırakmasından sonra 1988'den itibaren geniş çaplı hayvan itlafı yapılmamaktadır. Afrika fili 1989 yılında "Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşme"nin (CITES) EK-I'inde listelenerek ticareti yasa dışı hâle getirilmiştir. 1997 yılında Botsvana, Namibya ve Zimbabve ile 2000 yılında Güney Afrika'da bulunan filler için EK-II statüsü verilmiş ve bunların ticareti sınırlı olarak belli esaslara bağlanmıştır. Bazı ülkelerde fillerin hatıra amaçlı avlanması yasaldır. Botsvana, Kamerun, Gabon, Mozambik, Namibya, Güney Afrika, Tanzanya, Zambiya ve Zimbabve gibi bu ülkeler için CITES kapsamında ihraç kotları bulunmaktadır.
2008 yılında IUCN son 60-75 yıl içinde popülasyonunda %50'lik bir azalma olduğu için Asya filini soyunun tükenme riski çok yüksek olan tehlikedeki türler arasında listelemiştir. CITES listesinde de EK-I altında listelenerek ticareti yasaklanmıştır. Asya filleri bir zamanlar Suriye ve Irak'tan ("Elephas maximus asurus" alt türü) Çin'de Sarı Irmak'a ve Cava Adası'na kadar olan bölgeye dağılmışlardı. Günümüzde bu bölgelerde soyu tükenmiştir ve Asya filinin güncel dağılımı sınırlı bölgelerde kalmıştır. Tam doğru olmasa da Asya filinin toplam popülasyonunun 40 ilâ 50 bin arasında olduğu tahmin edilmektedir. Popülasyonun yarısının Hindistan'da olması muhtemeldir. Asya fillerinin özel olarak Güneydoğu Asya'da ve genel olarak popülasyonları azalmaktaysa da Batı Gat Dağları'nda kısmen de olsa artış göstermektedir.
Fillerin soyunun tükenmesinde en büyük tehditlerden biri dişleri, eti ve derisi için kaçak olarak avlanmasıdır. Tarihsel olarak sayısız kültür, fildişinden ziynet eşyası ve diğer sanat eserleri yapmış ve hatta fildişinin kullanımı altın kullanımıyla başabaş gitmiştir. Fildişi ticareti Afrika fili popülasyonunun 20. yüzyıl sonlarında azalmasında önemli bir etken olmuştur. Bu nedenle, 1989 yılı Haziran ayında ABD'den başlayarak Kuzey Amerika, Avrupa ülkeleri ve Japonya gibi birçok ülkede fildişi ithalatına uluslararası yasaklamalar getirilmiştir. Aynı dönemde Kenya elindeki tüm fildişi stoğunu yok etmiştir. CITES, 1990 yılı Ocak ayında yürürlüğe girecek şekilde fildişi ticaretinde uluslararası yasağı onayladı. Uluslararası yasakların devreye girmesinden sonra özellikle ekonomik olarak fildişi endüstrisinin büyük önem taşıdığı Hindistan ve Çin gibi ülkelerde işsizlik baş gösterdi. Aynı endüstrinin bir parçası olan Japonya ve Hong Kong ise bu duruma adapte olmayı başarabildi. Zimbabve, Botsvana, Namibya, Zambiya ve Malavi fildişi ticaretine devam etmeyi istemiş ve yerel olarak fil popülasyonları sağlıklı olduğu için ve ancak doğal yollardan ölmüş ya da itlaf edilmiş hayvanların dişlerini kullanmak kaydıyla izin alabilmişlerdir.
Uluslararası ticaret yasağı sayesinde Afrika'nın bazı bölgelerinde fil popülasyonu toparlanmıştır. 2012 Ocak ayında Kamerun'da Bouba Njida Ulusal Parkı'nda Çad'lı baskıncılar tarafından yüzlerce fil öldürülmüştür. Bu olaylar yasakların başlamasından beri meydana gelen "en yoğun fil katli" olarak tanımlanmıştır. Özellikle dişi Asya fillerinin fildişi olmadığı için, Asya filleri potansiyel olarak fildişi ticaretinden daha az etkilenir. Yine de Hindistan'da Periyar Ulusal Parkı gibi bazı bölgelerde bu tür de fildişleri için öldürülmektedir.
Filler için diğer tehditler arasında yaşam alanı yok olması ve yaşam alanı parçalanması sayılabilir. Asya fili, insan nüfusunun en yüksek olduğu bazı bölgelerde yaşamaktadır. Diğer simpatrik kara memelilerinden daha fazla miktarda yere gereksinim duydukları için filler insanların doğayı istila etmesinden en çok etkilenen türlerden biridir. Ekstrem durumlarda filler, insanların baskın olarak yaşadıkları bölgelerde arada kalmış küçük orman adacıklarında kısılıp kalabilmektedir. Cüsseleri ve besin gereksinimleri nedeniyle filler insanlarla birlikte tarım alanlarında bir arada yaşayamaz. Ekinleri ezen ve tüketen filler insanlarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu nedenle yüzlerce fil ve insan geçmişte ölmüştür. Bu çatışmaların önüne geçebilmek koruma çabaları için önem arz etmektedir.
Filler, yaklaşık İndus Vadisi Uygarlığı zamanından yani yaklaşık olarak MÖ üç binli yıllardan günümüze kadar yük hayvanı olarak kullanılmış ve kullanılmaya devam etmektedir. 2000 yılı itibarıyla Asya'da 13.000 ilâ 16.500 kadar fil yük hayvanı olarak kullanılmaktaydı. Bu hayvanlar genellikle çabuk ve kolay eğitilebilecekleri bir yaş olan 10 ilâ 20 yaşlarında doğadan yakalanan hayvanlardır. Eskiden geleneksel olarak tuzak ve kement ile yakalanmakta olan filler 1950'lerden beri uyuşturulmak yoluyla da yakalanmaktadır. Genellikle Asya filleri yük hayvanı olarak eğitilir. Afrika'da da benzer denemelerde bulunulmuştur. Belçika Kongosu'nda Afrika fillerinin evcilleştirilmesi II. Léopold'un bir buyruğuyla 19. yüzyılda başlamıştır ve günümüzde de Api Fil Evcilleştirme Merkezi'nde devam etmektedir.
Asya filleri uzak mesafelere yük taşımak, kütükleri kamyonlara doldurmak, ulusal parklarda turistleri gezdirmek, römork çekmek üzere kullanılırlar ve ayrıca dinsel geçitlerin de ayrılmaz parçasıdırlar. Tayland'ın kuzeyinde Black Ivory kahvesi yapmak için kahve tanelerini sindirmeleri için kullanılırlar. Görece derin sularda çalışabildikleri, çok az bakım gerektirdikleri, yakıt yerine ot ve su ile yetinebildikleri ve belirli işleri yapmak için eğitilebildikleri için mekanik aletler yerine tercih edilirler. Filler 30'dan fazla emri öğrenebilir. Mest durumundaki erkek filler çalışmak için tehlikeli olabileceğinden bu durumları geçene kadar zincirlenirler. Hindistan'da yük hayvanı olarak kullanılan fillerin çoğunun istismar edildiği iddia edilmiştir. Hindistan'da filler ve diğer esaret altındaki hayvanlar 1960 yılında çıkarılan Hayvanlara Zulmün Önlenmesi Yasası ile koruma altına alınmıştır.
Tarihsel olarak filler dehşet veren savaş araçları olarak görülmü |
şlerdir. Yanlarını korumak için zırh giydirilmiş, dişlerinin ucuna sivri demir ya da pirinç takılmıştır. Savaş filleri karşılarındaki düşman askerini yakalayıp sırtlarındaki kişiye kaldırmak ya da yere bastırıp fildişleri ile parçalamak üzere eğitilirdi.
Savaş fillerine dair en eski yazılı kaynaklardan birisi MÖ 4. yüzyılda yazılmış olan ve MÖ 11. ile 8. yüzyıllar arasındaki olayları anlattığı söylenen Hint "Mahabharata" destanıdır. Savaş filleri Pandava ve Kaurava tarafından atlı savaş arabaları kadar sıklıkla kullanılmamıştır. MÖ 6. yüzyılda ortaya çıkan Magadha Krallığı'nda filler atlardan daha büyük kültürel önem taşımaya başlamış ve bundan sonra Hint krallıkları savaş fillerini daha yaygın olarak kullanmıştır. MÖ 5. ve 4. yüzyıllar arasında Nanda İmparatorluğu ordusunda 3.000 savaş fili varken MÖ 4. ve 2. yüzyıllar arasında Maurya İmparatorluğu ordusunda 9.000 savaş fili kullanılmış olabilir. Yaklaşık MÖ 300 yıllarında yazılmış olan Hint siyaset eseri "Arthashastra"da Maurya hükümetine orduda kullanılmak üzere fillerin doğal yaşam alanı olan bazı ormanlık alanların korunması ve bu filleri öldürenlerin de idam edilmesi önerilir. Fillerin savaş alanlarında kullanımı Güney Asya'dan batıya doğru Persler'e ve doğuya doğru Güneydoğu Asya'ya yayılmıştır. Persler savaş fillerini MÖ 6. ile 4. yüzyıllar arasında Ahameniş İmparatorluğu'nda kullanmıştır. Güneydoğu Asya ülkelerinde ise ilk savaş fili kullanımı MÖ 5. yüzyılda başlar ve 20. yüzyıla kadar devam eder.
Büyük İskender piyadelerini filleri yaralamaları için eğitmiş ve hem Perslerle hem de Hintlerle olan savaşlarda karşı ordularda büyük paniğe neden olmuştur. İskender'in generallerinden biri olan Ptolemaios MÖ 323 yılında Mısır'ın hükümdarı olduktan sonra ordusunda Asya fillerinden oluşan birlikler barındırmıştır. Hükümdarlığa MÖ 285 yılında başlayan oğlu ve halefi II. Ptolemaios ise savaş fillerini daha güneyden, Nubiya'dan getirtmiştir. Bundan sonra savaş filleri klasik dönem boyunca Akdeniz ve Kuzey Afrika'da kullanılmıştır. Yunan kralı Pirus MÖ 280 yılında Roma'yı işgal girişiminde savaş fillerini kullanmıştır. Romalı süvarilerin atlarını korkutmuş olsa da savaş filleri savaşın kazanılmasında belirleyici olamamış ve Pirus sonunda savaşı kaybetmiştir. Kartacalı general Hannibal Romalılar ile savaşırken MÖ 217 yılında filleri Alplerden geçirmeyi başarmış ve tamamı hayatta kalmış şekilde Po Ovası'na indirebilmiştir. Ancak filler daha sonra hastalıktan kırılmışlardır.
Antik dönemde filler Mısır, Çin, Yunanistan ve Roma'da menajerilerde gösteriş için tutulurdu. Romalılar filleri diğer hayvanlarla ve insanlarla gladyatör gösterilerinde karşı karşıya getirirdi. Modern Çağda filler geleneksel olarak dünya üzerindeki hemen hemen bütün hayvanat bahçelerinin ve sirklerin ayrılmaz bir parçasıdır. Sirklerde filler bazı oyunlar yapmak üzere eğitilirler. En tanınmış sirk fili muhtemelen Barnum & Bailey Sirkinin en önemli yıldız gösterilerinden biri olan Jumbo'dur (1861 - 15 Eylül 1885). Filler, mest durumunda olan erkeklerin idaresinin zorluğu ve dişilerin östrus sikluslarının anlaşılamaması gibi nedenlerle esaret altında zor ürerler. Modern hayvanat bahçesi ve sirklerde bulunan fillerin çoğu Asya filidir. Asya fili 1975 yılında CITES'ın EK-I'inde listelendikten sonra 1980'lerde hayvanat bahçelerindeki Afrika fili sayısı artış göstermiştir. ABD'de esaret altında yaşayan fillerin çoğu, fil popülasyonu oldukça fazla olan Zimbabve'den gelmiştir. 2000 yılında dünya üzerinde hayvanat bahçeleri ve sirklerde yaklaşık 1.200 Asya fili ve 700 Afrika fili bulunmaktadır. Esaret altındaki en büyük popülasyon 370 Asya ve 350 Afrika fili ile Kuzey Amerika'dadır. Avrupa'da yaklaşı 380 Asya ve 190 Afrika fili bulunurken Japonya'da da yaklaşık 70 Asya ve 67 Afrika fili bulunur.
Fillerin hayvanat bahçelerinde tutulması bazı tartışmalara yol açmıştır. Bunu destekleyenler araştırmacıların hayvanlara ulaşımını kolaylaştırdığını ve doğal alanlarını korumak dolayısıyla da türün geleceğini sağlamak için para uzmanlık sağladığı görüşlerini savunmaktadır. Bunu eleştirenler ise hayvanların hayvanat bahçelerinde fiziksel ve zihinsel strese maruz kaldıklarını söyler. Fillerin kendilerini ya da hortumlarını ileri geri sallama ve yol izleme gibi stereotipik davranışlar gösterdiği kaydedilmiştir. Bu davranış Birleşik Krallık hayvanat bahçelerinde bulunan bireylerin %54'ünde görülmüştür. Avrupa hayvanat bahçelerinde bulunan fillerin doğadaki fillere göre daha kısa yaşam süresine sahip olduğu anlaşılmaktadır ancak başka araştırmalar hayvanat bahçelerindeki fillerin doğal hayatlarını sürdüren filler kadar uzun yaşadığını gösterir.
Fillerin sirklerde yer alması da tartışmalara yol açmıştır. ABD'nin en önemli hayvan hakları savunucusu olan Humane Society sirkleri hayvanlara kötü davranmak ve zarar vermekle suçlamıştır. 2009 yılında ABD federal mahkemesinde yaptığı tanıklık esnasında Barnum & Bailey Sirki'nin CEO'su Kenneth Feld sirk fillerinin kulaklarının arkasına, çenelerinin altına ve bacaklarına ucu metal ve ankusa adı verilen üvendirelerle vurulduğunu kabul etmiştir. Feld bu uygulamaların sirk çalışanlarını korumak için gerekli olduğunu ve elektik şoku veren bir cihaz kullanan bir fil eğiticisinin cezalandırıldığını belirtmiş ancak bu uygulamaların fillere zarar verdiğini kabul etmemiştir. Bazı eğiticiler filleri fiziksel cezalandırma kullanmadan eğitmeyi denemiştir. Ralph Helfer'in aralarında filler ve aslanlar da bulunan hayvanlarını eğitirken rikkat ve ödüllendirmeye dayandığı bilinmektedir.
Memelilerin çoğu gibi fillerde insanlara hastalık geçirebilir. Bunlardan biri de tüberkülozdur. 2012 yılında Fransa'da Lyon şehrinin Tete d'Or hayvanat bahçesinde iki filde bu hastalık teşhis edilmiştir. Diğer hayvanlara ve hayvanat bahçesi ziyaretçilerine tüberkülozu geçirme riski karşısında şehir yetkililerince iki hayvan için derhal ötenazi uygulanması istenmiş ancak mahkeme kararıyla bu istek geri çevrilmiştir. ABD'de Tennessee'de bir fil barınağında 54 yaşındaki bir Afrika filinin sekiz işçiye tüberküloz bulaştırdığı düşünülmektedir.
Filler saldırgan davranış nöbetleri sergileyebilir ve insanlara karşı yıkıcı davranışlara girebilir. Afrika'da, 1970'ler ve 1980'lerde uygulanan itlaf çalışmaları sonrasında bir grup genç filin köylerde evlere zarar verdiği görülmüştür. Zamanlamasından ötürü bu saldırıların öç alma amaçlı olduğu düşünülmüştür. Hindistan'da erkek filler düzenli olarak geceleri köylere girerek evleri yıkmakta ve insanları öldürmektedir. Jharkhand'da 2000 ile 2004 yılları arasında filler yaklaşık 300 kişi öldürmüş, Assam'da ise 2001 ile 2006 arasında fillerin 239 kişi öldürdüğü bildirilmiştir.
Yerel halk saldırılar sırasında fillerin sarhoş olduğunu bildirmiş ancak resmî yetkililer bu açıklamanın doğru olmadığını bildirmiştir. Yine sarhoş olduğu düşünülen filler bir kez daha 2002 Aralık ayında bir Hint köyüne saldırarak altı kişiyi öldürmüş bunun sonucunda da yerel halk yaklaşık 200 kadar fili öldürmüştür.
Filler Yontma Taş Devri'nden beri sanatsal olarak tasvir edilirler. Afrika'da özellikle Sahra Çölü'nde ve güneyde çok sayıda kaya resimleri ve taş üzeri kazıma desenler bulunur. Uzak Doğu'da Hindu ve Budist tapınaklarında ve ibadet yerlerinde fil motifleri görülür. Filleri doğrudan görmemiş kişilerin tasvir etmesi oldukça zordur. Esaret altında filler tutan Antik Romalılar Tunus ve Sicilya anatomik açıdan oldukça doğru fil tasvirlerini mozaiklere işlemişlerdir. Orta Çağın başında filleri görmemiş olan Avrupalılar genellikle bunları fantastik yaratıklar olarak resmetmiştir. Genellikle gövdeleri at ya da sığır gibi, hortumları boru gibi, dişleri domuz dişi gibi tasvir edilmiş ve hatta bazıları toynaklı resmedilmiştir. Filler, Gotik kiliseleri yapan taş ustaları tarafından sıklıkla kullanılan bir motiftir. 15. yüzyıldan itibaren, Avrupa'da hüküm süren krallara hediye olarak gittikçe artan sayıda filin gelmesi üzerine, tasvirler daha doğru olmaya başlamıştır ki bunların arasında Leonardo da Vinci'nin bir deseni de bulunur. Yine de Avrupalı sanatçılar filleri daha stilize olarak resmetmeye devam etmiştir. Max Ernst 1921 yılına ait "Celebes" adlı sürrealist resminde fili ucundan su hortumuna benzeyen bir hortum çıkan bir silo gibi tasvir etmiştir.
Fil, hem Batı hem de Doğu kültürlerinde hafızayı, bilgeliği, uzun yaşamı, başarıyı simgeler ve baba figürü olarak görülür. Birçok Afrika kabilesi için fil hayvanların kralıdır. Filler bazı dinî inanışların da öznesi olmuştur. Mbutiler ölmüş atalarının ruhlarının fillerde ikâmet ettiğine inanırlar. Diğer Afrika kabilelerinde de benzer inanışlar görülür ve bazıları şeflerinin öldükten sonra fil olarak yeniden dünyaya geldiğine inanırlar. MS 10. yüzyılda Igbo-Ukwu halkı liderlerini fildişleri ile birlikte gömerlerdi. Fillerin dinî önemi Afrika'da yalnızca totemiktir ancak Asya'da bu önem daha dikkat çekicidir. Sumatra'da filler yıldırım ile ilişkilendirilir. Benzer şekilde Hinduizmde tüm fillerin atası olan Airavata şimşek ve gökkuşağı ile tasvir edilir ve oraj ile bağdaştırılır. En önemli Hindu tanrılarından biri olan fil başlı Ganeşa, en büyük üç tanrılar Şiva, Vişnu ve Brahma ile aynı mertebededir. Ganeşa yazarlar ve tüccarlar ile bağlantılıdır ve insanlara başarı getirdiğine ve insanların arzularına ulaşmalarını sağladığına inanılır. Budizmde Buda'nın insan olarak yeniden doğan bir beyaz fil olduğu söylenir. İslami gelenekte Muhammed'in doğduğu yıl Fil Yılı olarak bilinir. Romalılar fillerin kendilerinin dindar olduğuna inanır ve güneş ile yıldızlara taptıklarını düşünürlerdi.
Fil; zürafa, su aygırı ve gergedan ile birlikte, coğrafyasında bunlara benzer hayvanlar olmadığı için Batı'nın popüler kültüründe her yerde görülebilen egzotik amblemlerden biridir. ABD'nin Cumhuriyetçi Parti'sinin sembolü olarak filin kullanımı ilk olarak Thomas Nast'ın 1874 yılında "Harper's Weekly" dergisinde çizdiği karikatürle başlamıştır. Çocuk öykülerinde karakter olarak fillere çok sık yer verilir. Genellikle örnek davranışları olan karakterler olarak betimlenirler. D |
eğerleri ideal insan değerleridir. Rudyard Kipling'in "İşte Öyle Hikayeler" kitabındaki "Çocuk Fil" öyküsü, Walt Disney'nin "Dumbo"su gibi birçok öyküde tek başına kalmış olan genç fillerin yakın bağları olan topluluklarına dönüşü konu alınır. İnsani özellikler verilen diğer kurgusal fil kahramanlar arasında Jean de Brunhoff'un "Babar", David McKee'nin "Elmer" ve Dr. Seuss'un "Horton" karakterleri sayılabilir.
Ca'fer es-Sâdık
Ca'fer es-Sâdık, Yediciler/Karmat’îyye ve İsnâaşeriyye'nin Altıncı, İsmâ‘îlî-Mustâ‘lîyye/Nizâr’îyye'nin Beşinci imamı, Câferiyye Şiîliği'nin adını aldığı şahsiyet.
""Sâdık/Sıddık"" lâkâbıyla meşhûr olup tam adı Ebû Abdullah Câ'fer bin Muhammed el-Bakır bin Ali Zeyn el-Âb’ı-Dîn'dir.
Babası, Mustâ‘lîyye/Nizâr’îyye mezheplerinde "Dördüncü," Karmat’îyye/İsnâ‘aşer’îyye mezheplerinde ise "Beşinci" imâm olarak kabul edilen Muhammed el-Bakır; annesi ise Ebu Bekrü's-Sıddık'ın torunu Kasım bin Muhammed'in kızı Ümmü Ferveh es-Sıddıka'dır. Babası Muhammed Bâkır tarafından Câ'fer-i Sâdık’ın diğer dedesi olan Ali Zeyne'l-Âbidîn ise Ali'nin torunudur. Bu nedenle, "İmâm Câ'fer es-Sâdık"; tarihte "" Ali’nin torununun torunu"" olan yegâne şahsiyettir.
Şiîlik’te On İki İmâmların altıncısı olan ""Câʿfer es-Sâdık,"" İsmâil bin Câ'fer el-Mûbarek ile Musa el-Kâzım’ın da babasıdır. Şiî öğretisine göre Câʿfer-i Sâdık’ın en büyük özelliği ise tam bir rehber öğretmen olmasıdır.
Şiîlik öğretisine göre, Hicrî 148 aynı zamanda Milâdî 8 Aralık 765 tarihinde Abbâsî Hâlifesi Ebû Câʿfer "el-Mansûr"'un emriyle zehirletilerek öldürülmüştür. Medine'de meşhur Bâki Mezarlığı'nda yatmaktadır.
Antiller
Antiller (Fransızca "Antilles", İngilizce "Antilles", İspanyolca "Antillas", Felemenkçe "Antillen") Karayipler'deki Batı Hint Adaları'nın esas bölümünü oluşturur. Antiller, kuzeyde Büyük Antiller, guneydoğuda Küçük Antiller olarak iki ana gruba bölünürler.
Antiller sözcüğü 'Antilia' olarak Yeni Dünya'nın keşfinden önceki dönemlere ait, yeri Kanarya Adaları ile Hindistan arasında bir yerde olduğu hayal edilen efsanevî bir kara parçasının adıydı. Kristof Kolomb'un Batı Hint Adalarını keşfi ve bunların Karayip Denizi'ni çevrelediklerinin anlaşılmasından sonra İspanyolca 'Antillas' adı bu bölgeye verildi. Çoğu Batı dilinde Karayip Denizi için "Antil Denizi" ismi kullanılır.
Şiilik
Şiilik ( "eş-Şiâ", "Şiâ"), bir İslam mezhebi. Sünnilik'ten sonra gelen ikinci geniş nüfusa sahip mezheptir ve İslam dünyası içerisinde %25'lik bir kısmı oluşturur. Şiilik sözcüğü, Câferîlik ile eş anlamlı olarak kullanılabilmekteyse de Şiîlik veya Şiâ, hilâfet veya imamet sorununda tarihsel olarak "Ali'ye yandaş olan kişiler" anlamına gelmektedir. Başlangıç dönemindeki bu ayrılık, daha sonraki devirlerde kendi kavramsal ve teolojik alt yapısını oluşturarak mezhepleşmiştir.
"Şia" terimi "takipçiler" veya "izdeşler" anlamına gelen Arapça شيعة kelimesinden gelmektedir. Tarihteki kullanım "Şiât-u Ali", yani "Ali'nin takipçileri" anlamına gelen شيعة علي ifadesinin kısaltılmış formudur. Sünnî kaynaklar, bu terimin Muhammed'in ölümünü takip eden yıllarda kullanılmaya başlandığına, Şiiler ise daha önce de kullanıldığına inanırlar.
Şiî İslam inancında Ali'nin çok özel bir yeri vardır. Şii amentüsünde bulunan imamet anlayışına göre İslam peygamberi Muhammed öldükten sonra onun yerine imam/halife olması gereken kişi Ali'dir ve imamet Ali'nin soyundan devam eder.
Şiilik akımı değişik fikirler barındırmaktadır. Ortak noktaları, Muhammed'in ölümünün sonrasında imamet veya halifelik makamının Ali ile başlamak üzere O’nun soyundan gelen insanlara ait olduğunu kabul etmektir.
Şiiler arasında İmamet hakkında farklı görüşler var oluuğundan Şiilik genel olarak üç kategoriye ayrılmaktadır:
Zeydîler, Muhammed'den sonra İmamların sıralamasının şu şekilde olduğuna inanırlar: Ali el-Mûrtezâ, Hasan bin Ali, Hüseyin bin Ali, Ali bin Hüseyin "(Ali Zeyn el-Âb’ı-Dîn)", Zeyd bin Ali.
Daylam ve Taberistan bölgesinde 864 yılından 928 yılına kadar hüküm süren Alavîler adındaki devlet, tarihte kurulmuş olan ilk Zeydî devletidir. Tarihte değişik Zeydî inançları ortaya çıkmıştır. Günümüzde Zeydîler en yoğun olarak Yemen'de yaşamaktadırlar.
İsmâ‘ilîler'e göre, İmâmet sıralaması şöyledir: Ali el-Mûrtezâ, Hasan bin Ali "(Nizârîler'e göre İmâm değildir)," Hüseyin bin Ali, Ali bin Hüseyin "(Ali Zeyn el-Âb’ı-Dîn)", Muhammed el-Bakır, Cafer es-Sadık, İsmâil bin Câ'fer el-Mûbarek, Muhammed bin İsmâ‘îl eş-Şâkir.
İsmâ‘ilîler'in ""İmâmet"" konusunda değişik inanca sahip farklı kolları ve inanç grupları vardır. Yediciler ve Karmatiler'e göre İsmâil bin Câ'fer el-Mûbarek'in son imâm olduğuna inanılırken Mustali fıkhında "Yirmibirinci İmâm" olan ""Et-Tâyyîb Ebû’l-Kâsım"" gayba hâlinde saklanan son imâmdır. Nizârîler olarak bilinen İsmâilî grupları ise imâmetin İsmâil bin Câ'fer el-Mûbarek'in soyundan gelen kişiler ile günümüze kadar devam ettiğine inanırlar. Tarihte Fâtımîler ilk İsmâilî devletidir. İsmâ‘ilîler, Safevîler dönemine kadar dünya Şiiliğinin çoğunluğunu oluşturmaktaydı. Günümüzde İsmailîler sayıları çok fazla olmamakla birlikte özellikle Hindistan, Pakistan, İran, Afganistan, Tacikistan coğrafyalarında ve Suriye'de yaşamaktadırlar.
Onikiciler'e göre İmâmet sıralaması şöyledir: Ali el-Mûrtezâ, Hasan bin Ali, Hüseyin bin Ali, Ali bin Hüseyin "(Ali Zeyn el-Âb’ı-Dîn)", Muhammed el-Bakır, Cafer es-Sadık, Musa el-Kâzım, Ali er-Rıza, Muhammed el-Cevâd, Ali Naki, Hasan el-Askerî, Muhammed Mehdi.
Onikiciler, Safevîler döneminden beri Şiiler arasında çoğunluktadırlar. Onikici olan birçok inanç bulunmaktadır. Bunların en yaygını Câferîlik mezhebidir. Bunun dışında Nusayrîlik, Anadolu Aleviliği, Bektaşîlik, Ehl-i Hak, Malang, Nurbakşî tarikatı gibi inanışlar da Onikicidir. Ama Câferîler, Câferîlik mezhebinden başka hiçbir mezhebin Şiî olduğunu kabul etmez. Diğer on ikici inanışların ve yedici inanışların İslâmdışı olduğuna inanır. Şiî mezhebi olan Zeydî Mezhebi'ni Müslüman saymakla beraber ""hak"" bir mezhep olmadığına inanırlar.
Şiiler, İslam dinine mensup 1,5 milyar insanın, yaklaşık olarak 200 milyonunu temsil ederek, İslam âleminin %16'sını oluşturmaktadırlar. İran, Azerbaycan, Bahreyn, Irak ve bir olasılıkla Yemen'de nüfusun çoğunluğunu, ayrıca Lübnan'ın da önemli bir kısmını oluşturmaktadırlar .
Şiilik, İran'ın %89'u, Azerbaycan'ın %85'i, Irak'ın %60-%65, Bahreyn, Katar, Türkmenistan, Türkiye ve Yemen'nin %10'u ve Lübnan'ın %65'i Şii nüfusludur. Ayrıca Suudi Arabistan'ın %15'i, Pakistan'ın %20'si ve Afganistan'ın %19'u Şiîdir. Ayrıca AB ülkelerinde 10 milyona yakın, Amerika kıtasına dağılmış olarak 20 milyonun üzerinde, Afrika'da sadece Nijerya'da 4-6 milyon Şii olduğu tahmin edilmektedir.
Türkiye'de çoğunluk sırasına göre Alevîler, Câferîler ve Nusayrîler yaşamaktadır.
Câferîler, Sünnîlerden farklı olarak sadece imamlar yoluyla nakledilen ve kendilerince peygamberin "gerçek" sünneti olarak tanımlanan sünneti takip ettiklerini ifade ederler.
Câferîlik ve Sünnîliğin kayıtlı şifahi gelenek olan hadislere farklı yaklaşımları ile her iki gurubun farklı hadis külliyatları oluşmuştur. Câferî inancına göre Şiîlik ve Sünnîlik arasındaki ayrılma, peygamberin ölümüyle bir kısım Müslümanların Ali'nin önderliğini (hilâfet) benimserken diğerlerinin güçlü bir şekilde Ebû Bekir'i desteklemesiyle başlamıştır. Şiîler, Ali'ye hilâfetin Gâdir-i Hum'da verildiğine ve bu olayın güvenilir kaynaklarda bulunduğuna inanmaktadırlar.
Şeriat veya İslam hukuku kısmen hadise dayalı olduğundan Câferiyye Şiiliği Sünnî hâdis kaynaklarından bazılarını reddederken Sünnîliğin de Şiî hadis kaynaklarından bazılarını reddetmesi, her iki grubun şeriat anlayışlarında farklılıklar doğmasına neden olmuştur.
Yine Caferîlerde Sünnîlikte reddedilen ve İslam'ın ilk zamanlarında uygulandığı hâlde daha sonra İslam peygamberi Muhammed tarafından tümüyle uygulamadan kaldırıldığına ve yasaklandığına inanılan mut'a nikâhını uygulanmaya devam etmektedir. Câferîler, bunun Ömer bin Hattâb tarafından kaldırıldığını ve peygamber zamanında kabul görülen bir şeyin kaldırılmasının uygun olmadığına inanırlar. Bu inanışa göre peygamberin doğru gördüğü Kıyamet’e kadar doğru, yanlış gördüğü ise Kıyamet’e kadar yanlıştır.
Câferîlikte sünnet, Muhammed'den aktarılan sözlü gelenek olduğu kadar imamlardan aktarılanları da kapsamaktadır. Tabatâî'ye göre "Şia dünyasında en güvenilen ve benimsenen hadis" külliyatı içeriğinde dört bin hadis bulunduran Kuleynî'nin "Al-Kâfî"’sidir. Şiîlerin güvenilir kabul ettiği diğer hadis kaynakları ise
Şiîler, diğer dinî konularda ve hadis konusunda zengin kaynaklara sahiptirler. Fakat bunların çoğu diğer mezheplerce çok fazla dikkate alınmazlar.
Sünnî ve Şiî ayrımı İslam peygamberi Ebû’l-Kâsım Muhammed ibn ʿAbd Allâh ibn ʿAbd’ûl-Muttâlib'in 632 tarihinde ölümüyle birlikte başlamıştır. Yaşadığı sürece dinî rehberliğin yanı sıra siyâsî önder vasfını da kendisinde bulunduran Muhammed’in artık hayatta olmayışı, Müslüman toplumu yeni önderin kim olacağı sorusuyla karşı karşıya bırakmıştı. Sakife denilen yerde toplanan bir grup Müslüman, hilâfete Ebu Bekir'i seçmiş, daha sonra “Şiat‘ü Ali” olarak adlandırılacak olan Ali taraftarı bir grup Müslüman da Muhammed'in damadı olan Ali'nin bu göreve daha layık olduğunu ve Ebu Bekir'i seçen grubun hak yoldan saptığını düşünmüştür. Dahası Ebu Bekir'in halifeliği Ali'nin elinden Fatıma'nın evinin basılması ve yakılması ile zorla aldığını iddia ederler.
Peygamberin ölümü üzerinden yaklaşık otuz yıl geçtikten sonra İslam toplumu ilk iç savaşı yaşamıştır. Bu savaş, Müslümanların Emevî taraftarları, Ali taraftarları ve Hâricîler olarak bölünmesine yol açmıştır.
Sünnî yaklaşım:
Muhammed'in dul eşlerinin yanı sıra Ali ve Fatıma'nın da, Ebu Bekir'in hilafetinden hoşnutsuz olmalarının bir başka nedeni daha vardı. Muhammed vefat ettiğinde geride önemli mal varlığı bırakmadı. Nitekim ondan geriye ne altın, ne gümüş cinsinden bir para, ne bir köle veya câriye, ne de koyun veya deve gibi hayvanlar kalmıştı. Her ne kadar kendisinden geriye bir takım arazilerin veya mall |
arın kaldığı nakledilmişse de güvenilir kaynaklarda zikredilen hadisler ve diğer nakiller, Peygamber'in miras bırakmadığını ve kendisinden sonra kalan malların sadaka olarak dağıtılacağını ya da devlet hazinesine nakledileceğini haber vermektedir. Yine de bazı hususlarda anlaşmazlıkların yaşandığı rivâyet edilmiştir. Bunların en meşhuru tartışmaların da odağında olan Fedek Arazisi'dir.
Ebu Bekir'e göre bu mal ve arazilerin gelirinden Peygamber halka yardımlarda bulunuyordu ve dolayısıyla devlete aitti. Ayrıca onun görüşüne göre peygamberler miras bırakmazdı. Ali ise "Muhammed'e gelen veraset ile ilgili vahiylerin Peygamber'in mirasını da kapsadığını iddia ederek bu duruma karşı çıkıyordu. Zîrâ Kur'an'da vefat eden bir kişinin mirasının nasıl pay edileceği izah edilmektedir. Şiîlere göre Ebu Bekir Muhammed'in dul eşlerine devletten maaş bağlamış, ancak Muhammed'in kanından olan Ali, Fatıma ve İbn Abbas'a o kadarını bile vermemiş ve Ali'nin etki ve nüfuzunu kırmak için bu Fedek Hurmalığı'nın gasp etmişti.
Eşi Fatıma'nın ölümünden sonra Ali, Fatıma'nın Muhammed’in mirasından payını almak için tekrar başvurduysa da başvurusu aynı nedenlerle bir kez daha reddedildi. Bununla birlikte Ebu Bekir'den halifeliği devralan Ömer, Medine'deki arazileri Muhammed'in kabilesi Haşimoğulları adına Ali ve Abbas'a verdi; Hayber ve Fedek Arazisi'ni ise devlet malı saydı.. Şiî kaynaklara göre bu durum Muhammed'in soyundan olanlara (Ehl-i Beyt), baskıcı halifeler tarafından yapılan haksızlıkların bir başka örneğidir.
İman'ın Şartları ("Usûl el-Dîn")
İslam'ın Şartları ("Furû el-Dîn")
Alevîlerin büyük çoğunluğu kendini Şiî olarak tanımlamamaktadır, aynı zamanda bâzı Alevîler arasında Alevîliğin İslâmiyetdışı bir inanış olduğunu savunan Alevîler de bulunmaktadır. Alevîlerin çoğunluğu ise Alevîliği İslâmiyet içerisindeki bir mezhep ya da tasavvufî yorum olarak kabul etmektedir. Bununla birlikte Batılı kaynaklarda Alevîlik, genellikle bir Şiî inancı olarak ya da "Türk veya Osmanlı Şiiliği" olarak tanımlanır.
Türkiye'de Şiîlik teriminin Câferîlik mezhebi ile eş anlamlı kullanılmasından dolayı Alevîlerin bir kısmı doğal olarak kendilerini Şiî saymazlar. Fakat Alevîlerin en kutsal eserlerinden olan Buyruk'ta Şiî sözcüğünün "Ali yandaşı" veya "Ali yolcusu" şeklinde bir tanımlaması mevcuttur. Alevîlere benzerlik gösteren inanış grupları ise Şiîlik terimini Türkiye dışında var olan Şiî tâifesine uygun olarak "Ali yandaşlığı" olarak tanımlar ve dolayısıyla kendilerini de Şiî olarak görürler (İran Ehl-i Hakları, Suriye Nusayrîleri, Arnavut Bektâşîliği ve Nizârî İsmâilîlik bunun örnekleridir).
Türkiye ve Suriye'de yaşayan Alevîler, bu ülkelerdeki Şiî nüfusun çoğunu oluştururlar. Türkiye'de heterodoks Şiî olarak tanımlanan Alevîlerin yanı sıra bâzı yerleşim birimlerinde ortodoks Şiîler de yaşamaktadır.
Han Ulusu
Han Ulusu ya da Han Çinlisi (Basitleştirilmiş Çince: 汉族, Klasik Çince: 漢族, pinyin: hàn zú) Çin'de yaşayan en büyük etnik gruptur. Çin nüfusunun % 92'sini ve dünya nüfusunun yaklaşık % 19'unu oluştururlar. Türkçede Çinli kelimesi Han Ulusuna eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.
Han Ulusu adını M.Ö. 206 – M.S. 220 yılları arasında hüküm sürmüş Han Hanedanlığı'ndan alır. Han Hanedanlığı, Çin'i tek bir hükümdar altında birleştiren kısa süreli Qin Hanedanlığı'nın ardından (M.Ö.221 - M.Ö.206) egemenliği ele geçirmiş, Çin kültürü üzerinde derin etkiler bırakmıştır. Bugün Çin'de yaşayan pek çok insan da Han döneminde kurulan kültürel ve siyasal birliğin mirasçısı olarak kendini Han insanı "(Hànrén)" olarak adlandırmaktadır.
Han Ulusu Çin dillerinden birini konuşur. Dilsel olarak bir bütünlük göstermezler, ancak tüm Çin'de kullanılan Çin yazısı tarih boyunca kültürel ve siyasal birliğin temelini oluşturmuştur. Yani bir Hongkonglu ile bir Pekinli birbirlerinin konuştukları dili anlamıyor olsa da, Çin yazısı aracılığıyla anlaşabilir. Günümüzde ise Çin'de resmi dil olarak yaygınlaşan Pekin lehçesi Mandarin ya da Standart Çince ikinci dil olarak Han Ulusu'nun çoğunluğu tarafından konuşulmaktadır.
Han ulusunun adetleri ve gelenekleri de dilleri gibi büyük yöresel farklılıklar gösterir. Ancak genel olarak bakıldığında Han Ulusu ortak bir kültürü paylaşmaktadır.
Öykü (dergi)
Öykü, iki aylık sanat ve edebiyat dergisi (Nisan 1975 - Nisan 1976).
Mustafa Balel'in Sivas'ta yayımladığı yedi formalık bir kitap boyutundaki dergi 7 sayı çıkabildi. Sunu yazısında ..."sayfalarının tümünü öyküye, öykücülere, öykü incelemeleri ve eleştirilerine; bu konuda tartışma ve soruşturmalara, kısaca öykü sanatına katkısı olabilecek her uğraşıya açan Öykü bu niteliğiyle öykü yolunda ilerlemek isteyenlerin dergisi olmayı" amaçladığı belirtildi.
Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Kerim Korcan, Fahri Erdinç, Adnan Özyalçıner, Zaven Biberyan ve Zühtü Bayar gibi ünlü imzaların yanı sıra Ali Yüce, Burhan Günel, Mustafa Balel, Necati Güngör, Abdülkadir Bulut, Ahmet Telli, Mehmet Ergün, Hikmet Altınkaynak, Mehmet Güler gibi daha çok 12 Mart sonrası yazarlarını ve Hasan Özkılıç, Sevgi Türker, Fahrettin Demir, İbram Erdem, Ali Atmaca, Kenan Ercan, Ali Aslan gibi ilk yazılarını yayımlayan yazarları bir araya getirmeye özen gösterdiği görüldü.
Dergide Fakir Baykurt, Muzaffer Buyrukçu, Osman Şahin ve Kemal Özer üzerine özel sayılar düzenlendi.
Hispanyola
Hispanyola adası (İspanyolca, "La Española") Karayiplerin ikinci büyük adası olup Küba'nın doğusunda bulunur. Kristof Kolomb 5 Aralık 1492'de burayı keşfetmiş ve 1493'deki ikinci seferinde burada İspanya'nın Yeni Dünyadaki ilk sömürgesini kurmuştur.
Adanın batıdaki üçte birinde Haiti, doğudaki üçte ikisinde ise Dominik Cumhuriyeti bulunur.
Ryswick Antlaşması ile Fransızlar Hispanyola'nın Batı tarafının kontrolünü ele geçirince bu bölge hem nüfus hem zenginlik olarak hızla adanın geri kalanının önüne geçer. Dominik Cumhurıyeti'nin nüfusu Haiti'ninkini ancak 1970'li yıllarda geçer. Haıti'liler adanın doğusunu birkaç kere istila etmişlerdir: 1790'larda Toussaint L'Ouverture ve 1821-1822'de Jean-Pierre Boyer yönetimleri zamanında.
Hispanyola 76,480 km² ile Küba'dan sonra Karayiplerin ikinci büyük adasıdır. Kuzeydoğusunda Küba, güneybatısında Jamaika, doğusunda Porto Riko, kuzeyinde Bahama ve Turks ve Caicos Adaları bulunur.
Küba, Hispanyola, Jamaika, ve Porto Riko Büyük Antilleri oluştururlar. Büyük Antiller anakaranın denizdeki kayasal yükseltileridir, Küçük Antiller ise genel olarak genç, volkanik adalar, veya mercan adalarından oluşur.
Dalak otu
Dalak otu ("Teucrium chamaedrys"), ballıbabagiller (Lamiaceae) familyasından Haziran-Eylül ayları arasında pembe veya beyazımsı renkli çiçekler açan, 10–30 cm boyunda, çok senelik, otsu bir bitki. Orman altları ile kurak çayırlarda rastlanır.
Gövdeleri yatık, gövdeden çıkan dallar ise dik, alt kısımları yuvarlak üst kısımları ise dört köşeli ve tüylüdür. Çiçekler yaprakların tabanında gruplar teşkil ederler. Pembemsi renkteki çiçekler tüp şeklindedir.
Bitkinin kullanılan kısmı, toprak üstü kısımları, yani çiçekli bitkidir. Çiçek açma mevsiminde çiçekli dallar toplanır, demet yapılıp havadar bir yerde kurutulur. İştah açıcı, uyarıcı, yaraları iyi edici ve ateş düşürücü olarak kullanılır. Bitki uçucu yağ, acı maddeler, tanen, glikozit ve saponinler taşır.
Daktilo
Daktilo, bir klavye aracılığıyla harekete getirilen harfleri mürekkepli bir sistem yardımıyla kağıda basarak yazı yazan makine.
1829'da ABD'de William Austin Burt() tarafından ilk kez patenti almıştır. Tipograf adı verilen bu makine elden daha yavaş yazıyordu. 1801 yılında ise İtalya'da tarafından bir daktilo yapılmıştır. Başka bir kaynakta ise 1801 yılı 1808 olarak belirtilmektedir. Pellegrino, gözleri görmeyen sevgilisi Kontes Caroline Fantoni da Fivizzano için bunu yapmıştır. 1868'de ise Sholes ilk pratik daktiloyu yaptı. Remington'un 1878'de yaptığı daktilo ise bir dikiş makinesinın üzerine yerleştirilmişti. Şaryo dikiş makinesinin pedalına benzeyen bir pedalla döndürülüyordu. Makine ise silik ve büyük harf yazabiliyordu. Bu mahsurlarının yanında büyük ve pahalı olması piyasaya sürülmesine engel oldu. Remington, Royal Smith gibi Amerikan firmaları yanında İtalyan Underwood-Olivetti, Alman Olympia, Adler ve Triumph ve İsveç Facit firmaları da daktiloların yapımında görülen çeşitli kusurları yavaş yavaş düzelterek bugün kullanılan daktiloya benzeyen makineler yaptılar.
Sholes'in yaptığı makineyi inceleyen Thomas Edison, elektrikle çalışabileceğini söyleyerek üzerinde çalışmaya başladı. Edison, çubuğun elektromıknatısla hareket ettiği elektrikli daktilo makinesi yaparak 1872'de patentini aldı.
Çeşitli deneme ve üzerinde yapılan çalışmalardan sonra 1930 yılında seri halde elektrikli makinelerin satışına başlandı. Piyasada tutunması, seri iş yapması bunun üzerinde firmaların çalışmasını sağladı.
Kullanırken elektriğe ihtiyaç duyulmadığı için günümüzde Latin Amerika, Hindistan ve Afrika'da yaygın olarak mekanik daktilolar halen kullanılmaktadır. Nisan 2011'de Hindistan Mumbai'de kurulu son daktilo üreticisi olan "Godrej and Boyce" un kapandığı, böylelikle dünyada son daktiloların da üretildiği yolundaki haberler derhal yalanlanmıştır. Dünyada halen daktilo üreten fabrikalar faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Jean de La Bruyère
Jean de La Bruyère, (d.16 Ağustos 1645 Paris, ö. 10 Mayıs 1696 Versay) Fransız yazarı ve ahlakçısı.
Paris şehri gelirlerinin kontrol memurunun oğlu olan La Bruyère, hukuk öğrenimi yaptı. Sonra maliye işlerinde çalıştı. 1693'te Akademiye üye oldu. Toplum hayatını esaslı şekilde işleyerek, hayatı ve insanların karakterini tasvir etmesi ile tanındı. 1696'da Versay'da öldü.
Fransız klasik şairlerinden olan La Bruyère, en ünlü eseri Caractères'i (Karakterler) 1687'de yazdı. "Karakterler"'inin ilgi çekici yanı, tam bir değişme halinde bulunan toplumun başarılı bir tasvirini yapmasıdır. Bu eserde, o zamana kadar hakim olan ahlaki ve dini geleneklerin gitmesi; yerine yüksek memurların, yeni örf ve adetlerinin gelmesi ve iş adamlarının itibar ve kudretinin artması gibi konular |
işlenmiştir.
Tüylü kısamahmut
Tüylü kısamahmut ("Teucrium polium"), ballıbabagiller (Lamiaceae) familyasından üzerini tamamen kaplamış olan tüylerden dolayı beyaz-gri renkli otsu bitki türü. Yaprakların kenarları bilhassa uca doğru dişli ve içe doğru kıvrıktır. Çiçekleri beyaz renkli olup oval durumlarda toplanmıştır. Anadolu'da çoğu yerde yaygındır.
Pertek
Pertek, (Kürtçe: "Pêrtag", "Pêrtage" veya "Pertaq," Doğu Anadolu Bölgesi'nde Tunceli iline bağlı bir ilçedir.
Tunceli ilinin güneyinde yer alır. Elâzığ il sınırları ile arasındaki Keban Baraj Gölü ile ayrılmaktadır. Elâzığ il merkezine en yakın ilçedir ve baraj gölü üzerinde feribot işletmeciliğine sahiptir. Elâzığ il merkezine önce feribot, ardından araçla 25 dakikalık (27 km) mesafede, Tunceli il merkezine ise dağlık bir yoldan 50 dakikalık (55 km) bir mesafededir. 1916'da Tunceli vilayeti teşekkül edilince Tunceli'nin ilçesi durumuna gelen Pertek, 1937 yılında diğer ilçelerle birlikte Elâzığ'dan yönetilmeye başlanmıştır. 1947'de Tunceli'nin tekrar il olarak teşekkülü ile birlikte Pertek de diğer ilçelerle birlikte Tunceli ilinin bir ilçesi durumuna gelmiştir.
Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde ""Pertek kalesi üzerinde tunçtan bir karakuş heykeli vardır. Her yıl Nevruz gününde, kanat çırpıp bütün Kürt kavimlerini bu şehrin pazarına toplamak için işaret verirmiş. Bunun içinde bu şehre Pertek denirmiş, Halid Bin Velid bu şehri ele geçirince bu heykeli yıkmış ancak kalenin üzerinde heykelin yeri hala belli olmakta"" diye geçer. Ayrıca Perteq kelimesi Kürtçe "kuş kanadı" anlamına gelir. Bununla birlikte, Pertek ilçesinde mahalle ve bazı köy adlarının halk tarafından halen Ermenice olarak zikredilmesi ("Şebşebik, Sağmınik, Sıptınik, Şorğu, Titenik, Xirnik, Margek, Axzunik, Horik..."), Pertek adının aslında Ermenice olduğu ve "Kalecik" anlamına geldiği iddiasına da kanıt olarak sunulmuştur.
2007 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) sonuçlarına göre toplam 11.869 kişinin yaşadığı Pertek'te nüfusun %50,82'si ilçe merkezinde, %49,18'i ise köylerde yaşamaktadır. Nüfusun cinsiyete göre dağılımına bakıldığında toplam erkek nüfusun 6.165, toplam kadın nüfusun ise 5.704 olduğu görülmektedir.
İlçe nüfusunda özellikle 1990 yılından sonra büyük oranda düşme olduğu görülmektedir. Genellikle göçler, yakınlığı sebebiyle Elâzığ'a yapılmaktadır. Bu düşüşün en büyük sebebi işsizliğin yol açtığı geçim sıkıntısıdır.
Hayvancılık, tarım ve Keban Baraj Gölü üzerindeki feribot işletmeciliği ilçeye önemli bir ekonomik getiri sağlamaktadır. Arpa, buğday, şeker pancarı ve nohut gibi tarım faaliyetlerinin yanı sıra, süt, peynir, kırmızı et, bal ve yumurta üretimiyle hayvancılık, ilçe ekonomisinin başlıca gelir kaynağıdır.
19. yüzyılın sonuna Şavak]]lılar") yaşamaktadır. Gerek mezhep gerekse etnisite olarak mozaik bir yapıya sahip olan Pertek'in etnik dağılımına dair kesin bir oran verilmesi mümkün olmamakla birlikte, 2007 yılında, Ankara Üniversitesi-Etnoloji Anabilim Dalı tarafından yapılan bilimsel bir araştırmaya göre Türk-Sünnilerinin yoğun olarak ilçe merkezinde, Kürt-Alevilerinin ise yoğun olarak Pertek'e bağlı köylerde ikamet ettiği söylenebilir. Bazı köylerde Sünni Kürtler de vardır. Fakat son yıllardaki göçlerle birlikte ilçe merkezindeki Türk-Sünni ve Kürt-Alevi oranında Aleviler daha baskındır.
Bazı Osmanlı belgelerinde, Pertek ilçe merkezi yerli halkının ve merkeze bağlı Sağman ile Dereli köylerinin Karakeçili Türkmen aşiretine mensup olduğu geçer. Karakeçili aşiretinin, Ertuğrul Gazi ve Süleyman Şah idaresinde Fırat nehrini takip ederek Anadolu'ya geldikleri ve bu göçle birlikte Karakeçililerin bir bölümünün Elâzığ ve çevresine yerleştikleri bilgisi, aynı kaynaklarda mevcuttur. Bununla birlikte bu aşiretin, Elâzığ'da toplam 44 köyü kurduğu ve Pertek merkez ilçe yerlileri ile Sağman ve Dereli köy halkının da Elâzığ'daki Karakeçili'lerin uzantısı olduğu söylenir. Bu tezi destekleyecek belgeler Osmanlı kayıtlarında bulunmaktadır.. Benzer kaynaklar, Çemişgezek ilçesinin yerli halkı ve Çemişgezek'e bağlı toplam 10 köyde de aynı aşirete mensup insanların yaşadığı bilgisini verir. Özellikle Pertek ve Çemişgezek ilçelerinde yaşayan bazı insanların, köken olarak aynı aşiret ismini vermesi, merkez ilçe yerli halklarının kendilerini "Harput'luluk" kavramı dahilinde tanımlamaları ve Harput yöresinin kültürel özelliklerini taşımaları, bu kaynakları doğrular niteliktedir.
Portolan haritası
Portolan haritası, 14. ve 15. yüzyıl'da Avrupa'da kullanılan, kıyılar ve limanlara dair bilgiler içeren el yazması denizcilik haritalarıydı. İtalyanca "liman" anlamına gelen "porto"'dan türetilmiş olan "portolano", "kılavuz kıtabı" anlamına gelir.
Portolan haritaları, kıyı boyunca giden bir denizcinin rastlayacağı limanları aralarındaki mesafeleriyle sıralayan portolanların genelde kıyıları gerçekçi bir şekilde ama kıyı içlerini boş gösteren, gündelik kullanıma yönelik haritalardı. Estetik amaçlı hazırlanmış olan bazılarında süslemeler de bulunurdu. Denizcilerin bir limandan diğerine emniyetle ulaşması amacıyla hazırlanan portolanlarda aşağıdaki unsurlar bulunurdu:
Pusula ve portolan haritasıyla denizciler, kıyıları izlemek zorunda kalmadan rota çizgileri üzerinden seyrederek gideceklere yere varabilirlerdi. Dünyanın yuvarlaklığını gözönüne almayan bu haritalar özellikle Akdeniz veya Kızıldeniz gibi küçük denizlerde kullanışlıydılar. Enlem ve boylam ölçüm tekniklerinin bulunmasıyla portolan haritaları yerlerini 17. yüzyılda daha gelişkin haritalara bıraktılar.
Kütahya Antlaşması
Kütahya Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu ile Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa arasında 14 Mayıs 1833 tarihinde imzalanan, Birinci Mısır-Osmanlı Savaşını sona erdirip Şam, Girit ve Adana vilayetlerinin yeni statüsünü belirleyen bir barış ve düzenleme antlaşmasıdır.
Osmanlı İmparatorluğu Mora isyanını bastırmak için Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa'dan yardım istemişti. Mehmet Ali Paşa Bu yardımına karşılık Mora’yı istedi. Fakat Yunanistan bağımsız olunca Mora da Yunanistan'a katıldı ve Mehmet Ali Paşa bu sefer Suriye valiliğini istedi. Osmanlılar Suriye’yi Mehmet Ali Paşa’ya vermek istemeyince Mehmet Ali Paşa saldırıya geçti ve önce Konya, sonra da Kütahya’ya kadar ilerledi. Meselenin iyice püsküllü bir hal alması Sultan II. Mahmud'u şaşırttığından, o sırada Rusya Devleti tarafından sunulan yardım teklifi kabul edildi ve Hünkar İskelesi Antlaşması imzalandı. İstanbul'a bir grup Rus askeri geldi. Osmanlı Hükümeti'nin bu suretle Rusya'nın kucağına atılması İngiltere ve Avusturya'yı telaşa düşürdüğünden Mısır meselesi bir Avrupa meselesi halini aldı ve nihayet bazı vaziyetlerden sonra Mehmet Ali Paşa'nın barış sonucuna varması mecbur edildi.
Mustafa Reşit Paşa ve Fransa sefiri Mösyö Varen Kütahya'ya giderek Mehmet Ali Paşa'nın istediği veraset ve tazminat maddeleri geri kalmak şartıyla Beriyyetüşşam ile Adana ve Mısır valilikleri sorumluluğunda kalmak üzere anlaşma sağlandı ve Anadolu'da Mısırlılar'a yardım dolayısıyla itham edilen şahıslar hakkında af ilan edildi ve 1833 Mayısı'nda bir ferman ile Mehmet Ali Paşa hakkında padişah affı ilan edildi.
Mehmet Ali Paşa hakkındaki padişah affını kendisine bildirmek üzere Tophane müşiri Halil Rıfat Paşa ile Âmetci Mustafa Reşit Bey evvela Mısır'a daha sonra Kütahya'ya giderek Mehmet Ali ve İbrahim Paşalara anlaşmayı tebliğ ettikleri gibi Adana Eyaleti'nin İbrahim Paşa yönetimine verilmesine dair olan ferman da mühimmatı harbiye nazırı Mehmet Emin Seyda Efendi ile Kütahya'ya gönderilmiştir.
Kavalalı İbrahim Paşa, Kütahya'dan ileri geçmeyerek iki buçuk ay burada kaldıktan sonra 24 Mayıs 1833 günü Kütahya'dan Adana taraflarına çekilmiştir.
II. Mahmut kendisini valisi karşısında küçük düşüren ve önemli toprak kaybına neden olan Kütahya Antlaşmasını kabullenememişti. İlk fırsatta Mehmet Ali Paşa’dan Suriye, Filistin ve hatta mümkünse Mısır’ı geri almayı istiyordu. Yani Kütahya Antlaşması aslında Sultan ile Mısır Valisi arasında sorunları çözen bir barış değil, her an sonlanabilecek bir mütarekeydi. Bu durumun farkında olan İngilizler muhtemel bir savaşı engellemek için çaba harcadılar.
Mısırlıların Kütahya'ya gelmelerini Kütahyalılar "Arapların geldikleri zaman" diye zikrederler.
Antlaşmanın önemli maddeleri şunlardır:
Rueda
Rueda birden fazla anlamda kullanılır:
Bağlarbaşı, Çine
Bağlarbaşı, Aydın'ın Çine ilçesine bağlı bir mahalle.
Rueda de Casino
"Bu madde Rueda dansı ile ilgilidir. Kelimenin diğer anlamları için Rueda sayfasına bakınız."
Rueda de Casino, (Rueda, Casino Rueda, Salsa Rueda olarak da bilinir) Salsa türevi bir halka tipi dans çeşididir. 1950'li ve 1960'lı yıllarda Küba'da ortaya çıkmıştır. Özellikle 1960'lı yıllarda Guaracheros de Regla isimli grup ve grubun koreografı tarafından Havana, Küba'da ortaya çıkarılmıştır. Bir sokak dansı olan rueda sonradan gazinolarda da icra edilmeye başlanmıştır.
Rueda sözcüğü “tekerlek” anlamına gelir. Rueda'da çiftler bir halka şeklinde dizilir ve "cantante" adı verilen bir yönetici tarafından verilen komutlara uyarlar. Yönetici “cantantes” adı verilen komutları yüksek sesle ve gerekirse mimiklerle de ifade eder. Birçok komut el hareketleri ile iletilir, bu gürültülü müzikte anlaşmayı kolaylaştırır. Hareketlerin isimleri İspanyolca'dır, bazen İngilizce de kullanılır.
Rueda'da çiftler sık sık partner değiştirir.
Özellikle Küba'da ve ABD'de meşhur olan rueda dansı diğer birçok ülkede de yapılır. Dans halkasına katılımcı çiftlerin sayısı bakımından bir sınır yoktur, 10, 20 ya da daha fazla çiftten oluşabilir. Dans sırasında çiftler iç içe birkaç halka oluşturabilecek şekilde de dans edebilirler. Bugüne dek en fazla kişinin katıldığı rueda dansı 17 Ağustos 2007 'de Santiago'da (Cali/Kolombiya) gerçekleştirilmiş olup, bu olay Guinness Rekorlar Kitabı'na geçmiştir.
Esra Kahraman
Esra Kahraman, (7 Nisan 1979, Adana doğumlu) Türk rock müzisyenidir.
Akatlar, Beşiktaş
Akatlar, İstanbul Beşiktaş ilçesi sınırlarında Levent ve Etiler semtlerine komşu bir semttir |
. Daha çok site tipi yerleşimlerin yoğun olduğu semt, Beşiktaş'ın, yapılanması en yeni olan semtlerinden biridir.
Johnny Knoxville
Philip John "PJ" Clapp (d. 11 Mart 1971, Knoxville) veya tanınan adıyla Johnny Knoxville, MTV dizisi "Jackass"in yaratıcısı olarak ünlenen Amerikan komedyen, oyuncu ve yapımcı.
Kitâb-ı Bahriye
Kitâb-ı Bahriye (), Osmanlı Kaptan-ı Deryası (amirali) Piri Reis'in hazırladığı Akdeniz kıyılarına ait ayrıntılı bir harita-kılavuzdur. Kitap, denizcilere Akdeniz kıyıları, adaları, geçitleri, boğazları, körfezleri, fırtına halinde nereye sığınılacağı, limanlara nasıl yaklaşılacağı hakkında bilgiler, ayrıca limanlar arasında gitmek için kesin rotalar verir.
Kitab-ı Bahriye'nin iki versiyonu vardır. Birincisi 1521 tarihlidir ve denizcilerin kullanımı için yapılmıştır. İkincisi 1526'da Kanuni Sultan Süleyman'a sunulmak üzere hazırlanmış daha ayrıntılı ve süslü bir eserdir.
Büyük bir denizci olduğu kadar büyük bir haritacı da olan Piri Reis, gezip gördüğü yerler hakkında bilgileri kaydetmiş ve onların haritalarını çizmiştir. 1511-13 yılları arasında birinci dünya haritasını çizerken seyir notlarını da bir kitap olarak düzenlemeye başlamıştır. Sonunda, yabancı kaynaklardan da yararlanarak bu yerlerin tarihî ve coğrafi özelliklerini 1521 tarihinde tamamladığı Kitab-ı Bahriye'de toplamıştır.
1524 yılında Kanuni Sultan Süleyman'ın damadı ve sadrazamı Pargalı İbrahim Paşa, Mısır'a sefer yaparken, Piri Reis'i de yanına kılavuz kaptan olarak alır. Piri Reis'in sefer sırasında kendi hazırladığı kılavuzdan yararlandığını fark eden Sadrazam, Piri Reis'ten eserin temize çekilerek Kanuni Sultan Süleyman'a sunulmasını ister. Piri Reis, usta hattatlar ve çizimcilere yaptırılan yeni Kitab-ı Bahriye'sini 1526'da Kanuni'ye armağan eder.
Ancak 15 Kasım 2005 tarihinde hattat Fuat Başar tarafından haritanın orijinali üzerinde yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda, Piri Reis Haritası üzerinde oynama yapıldığı sonucuna varılmıştır. Gerek haritadaki yazılar gerekse Kitab-ı Bahriye adlı eserin tüm ciltlerinde inceleme yapılmış, kitabın tüm ciltlerindeki yazıların aynı kalemden çıktığı ve yazıların talik kırması tarzında yazıldığı ortaya konmuştur. Yine Piri Reis'in 1513 tarihli Dünya Haritası üzerindeki Osmanlıca yazılar da aynı tarzda, yani talik kırması ve aynı kalemden çıkmadır. Ancak ilginç olan nokta ise sol tarafta, Güney Amerika hattı üzerindeki yazılar nesih kırmasıdır ve farklı bir kişi tarafından yazılmıştır. Usta bir hattat bu farkı görebilir. Ayrıca bu yazılar alelade kâtip yazılarıdır. Ayrıca Kanuni Sultan Süleyman'a hediye edilmesi gereken Kitab-ı Bahriye'nin hattat yazısı ile özel işlenmeli olması gerekliyken, bu özelliğe rastlanmaması da dikkat çekicidir.
Kitab-ı Bahriye'nin 1526 sürümünde Akdeniz ve Ege'nin 290 haritası vardır. Bunu izleyen yüzyıl boyunca Kitab-ı Bahriye'nin ilk nüshasından daha da gösterişli çeşitli kopyaları yapılır. İşlevselliği artsın diye sonraki yıllarda yapılan kopyalarına Marmara Denizi kıyı ve adaları ile İstanbul da ilave edilir.
Güzelliği bir yana, bu ikinci sürüm denizcilikle ilgili pek çok bilgi içerir: Birinci bölümün konuları fırtınalar, pusula, portolan (bir limanın ya da kıyının bir bölümünün, büyük ölçekte yapılmış haritası) haritaları, yıldızlarla yön bulma, okyanuslar, ve onları çevreleyen kara parçalarıdır. Ayrıca Avrupalı kâşiflerin seyahatleri hakkında da bilgiler vardır, bunların arasında Kristof Kolomb'un Yeni Dünya'yı keşfine ve Portekizlilerin Hint Okyanusu'na seferlerine değinilir.
İkinci kısım, portolan tarzı harita ve seyir kılavuzlarından oluşur. Her bölüm söz konusu ada veya kıyının bir haritasını içerir. Bu bölümlerden birinci kitapta 132, ikincisinde 210 tane vardır. Kitab-ı Bahriye'nin ikinci bölümü, Çanakkale Boğazı ile Sultaniye ve Kilitbahir kalelerinin anlatımı ile başlar. Ege Denizi adaları ve kıyıları, Yunanistan kıyıları, Mora Yarımadası, Adriyatik kıyıları, İtalya kıyıları, Sicilya, Sardunya, Korsika adaları, Fransa kıyıları, İspanya kıyı ve limanları, Kanarya Adaları, Kuzey Afrika kıyıları, Mısır ve Nil nehri, Doğu Akdeniz kıyıları, Girit ve Kıbrıs, Anadolu'nun güney ve Ege kıyıları ve adaları, Gelibolu ile Saros Körfezi anlatılır. Kentlerdeki önemli anıt ve binaların çizimlerinin de yer aldığı kitapta ayrıca Piri Reis'e ait biyografik bilgiler de bulunur.
Kitapta, Piri Reis, Akdeniz'le ilgili bunca bilginin büyük bir parşömen üzerine çizmek yerine bir kitapta toplamasının nedenini açıklamış, elindeki bilgilerin tek bir haritaya sığdırılmasının kullanışsız olacağını belirtmiştir.
Kitabı Bahriye, Anadolu sahillerinin özelliklerini karış karış veren değerli bir coğrafya kitabı olarak bugün dahi geçerlidir.
Kitab-ı Bahriye'nin kopyaları Avrupa'nın çeşitli kütüphanelerinde bulunur. Birinci kitabın suretleri İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda, Nurosmaniye Kütüphanesi'nde ve Süleymaniye Kütüphanesi'nde, Bolonya'da Bibliotheque de l'Universite'de, Viyana'da Nationalbibliothek'te, Dresden'de Staatbibliotek'te, Paris'te Bibliotheque Nationale'de, Londra'da British Museum'da, Oxford'da Bodlein Library'de, Baltimore'da Walters Art Gallery'de bulunur. İkinci kitabın suretleri İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda, Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşa Kütüphanesi'nde, Süleymaniye Kütüphanesi'nde ve Paris Kütüphanesi'nde bulunur.
KIO
KIO (KDE Input/output), KDE mimarisinin bir parçasıdır.
Dosyalara, sitelere tek ve güçlü bir API üzerinden erişimi sağlar. KIO kullanacak şekilde yazılan uygulamalar yerel makinedeki dosya üzerinde işlem yapar gibi uzak sunucu üzerindeki makineye erişebilir. KIO slaves ise yalnız bir protokole özel hizmet veren programlardır. Kinfocenter içindeki protokoller sekmesi makine üzerinde mevcut tüm protokollerin listesini sunar.
YaKuake
Yakuake, KDE için uçbirim öykünücüsüdür. Tasarımı bilgisayar oyunlarının konsollarından esinlenerek yapılmıştır. Quake konsolu gibi ilgili tuşa basıldığında üstten aşağı kayarak gelir, tuşa tekrar basıldığında kayarak kapanır.
Yakuake çalıştırmak, yeni sekmeler açmak, yeni uçbirim açmaktan daha hızlıdır; çünkü yazılım hafızaya bir kez yüklenir, böylece hafıza kullanımından tasarruf edilir. Her işlem için bir uçbirim kullanan kullanıcıların işine çok yarayan bu özellik sayesinde tek pencere altında işlerinizi kontrol edebilirsiniz.
Akatlar Kültür Merkezi
Akatlar Kültür Merkezi, İstanbul'un Etiler/Akatlar semtinde bulunan ve Beşiktaş Belediyesi'ne ait tiyatro ve sergi salonlarına sahip kültür merkezidir.
Merkezde 346 koltuklu bir gösteri salonu (Melih Cevdet Anday Sahnesi), 550 m²'lik bir sergi salonu, kokteyl salonu, dans salonu ve eğitim odaları bulunmaktadır. 1997 yılı sonunda Beltaş A.Ş. tarafından 10 yıllığına işletmesi alınan merkezin yönetimi 2007 yılı başında tekrar Beşiktaş Belediyesi'ne geçti.
Semaver Kumpanya, Tiyatro Alkış, Tiyatrokare ve Talimhane Tiyatrosu Akatlar Kültür'de oyunlarını sergilemiş tiyatro topluluklarından bazılarıdır. Merkezde, Beşiktaş Belediyesi "Ustalara Saygı" etkinlikleri kapsamında Haldun Taner, Suna Pekuysal ve Ergun Köknar, Münir Özkul, Orhan Kemal gibi sanatçılar için anma geceleri düzenlendi.
Banat
Banat, günümüzde Macaristan, Romanya ve Sırbistan sınırları içinde kalan bir bölgedir.
Banat'ı 1552'de Osmanlı Devleti ele geçirmiştir. 1718'de Pasarofça Antlaşması ile Avusturya'ya teslim etmişlerdir.
Daha sonra Avusturya İmparatoriçesi Maria Theresa bu bölgeye çok sayıda göçmen yerleştirmiştir. Ancak 1779'da Avusturyalılar bu bölgeyi Macarlar’a bırakmışlardır.
I. Dünya Savaşı’nda sonra 1920’de imzalanan Trianon Antlaşmasıyla Macaristan, Romanya ve Yugoslavya arasında paylaştırılmıştır.
Alacahöyük
Alacahöyük, Çorum iline bağlı Alaca ilçesinin 15 km kuzeybatısındaki Hüyük köyündeki bir höyüktür. Bu höyükte dört ayrı kültür evresinden kalma 15 yerleşim ya da yapı katı saptanmıştır.
Alacahöyük'ün esas adı İmat Höyük'tür. Çevreye en yakın bilinen yerleşim birimi Alaca ilçesi olduğu için "Alaca" adıyla anılır. Atatürk buraya kendi cebinden verdiği 500 Lirayla ilk kazıları başlatmış ve girişiminin sonucu dünyada yankı bulmuştur.
Alacahöyük’teki ilk kazılar, Osmanlı arkeolog Theodor Makridi tarafından 1907'de yapıldı. Buradaki kazılar 1935'ten sonra Dr. Hamit Zübeyir Koşay ve Remzi Oğuz Arık'ın başkanlığında yürütüldü. Bu kazılarda Bakır-Taş Çağından Osmanlı dönemine kadar gelen uzanan dönemlere ait buluntular ele geçti.
Alacahöyük’ün birinci kültür evresi olarak adlandırılan üst katlarında, Friglerden başlayarak Roma, Bizans, Anadolu çanak çömlek, özellikle içi boyalı toprak kaplar ve ayaklı meyvelikler göstermektedir. Bu katlarda ortaya çıkarılan silah ve kullanım eşyalarının çoğu taştandır.
Alacahöyük’te ele geçen buluntular, Ankara'daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi ile 1941'de ziyarete açılan Alacahöyük Müzesi'nde sergilenmektedir. Alacahöyük ve Boğazköy'ü kapsayan alan 1988'de millî park ilan edilmiştir.
Çorum ilinin 45 kilometre güneyindeki Alaca höyük antik kentinde Tanrıça Hepat'a ithaf edilen baraj MÖ 1240'lara tarihlendiriliyor. Tarım arazilerini sulamak ve içme suyu sağlamak amacıyla kullanılan eser, yaklaşık 150 metre uzunluğunda bir bente sahiptir. Barajın Hitit Kralı Tuthalia tarafından, Anadolu'da yaşanan büyük kuraklığın ardından yaptırıldığı biliniyor. Derinliği farklı noktalarda beş metreye kadar ulaşan baraj, aynı döneme tarihlenen diğer örneklerinden farklı olarak yeraltı suyuyla besleniyor ve su kaynağı kendi havzasının içinde bulunuyor. Barajın açığa çıkarılan kısmında iki kanal, bir havuz ve üç heykel kaidesi bulunmuştur. Yaklaşık üçte ikisi dolan barajda bugün 2 milyon 500 bin metreküp su tutulmuş durumdadır.
Göçmen kuşlar
Göçmen kuşlar farklı mevsimleri farklı coğrafyalarda geçiren kuş türlerinden oluşan bir gruptur. Her sene dünyaca 50 milyar kuşun göç ettiği tahmin edilir. Bunlardan yaklaşık 5 milyarı Avrupa ile Afrika arasında göç eder.
Küçücük kolibri kuşundan koskoca kartallara kadar binlerce kuş türü her sene vakti geldiği zaman üreme ve kışlama bölgeleri arasında uzun yolculuklar yaparlar. |
Göçmen kuşlar yılda iki defa Kuzey ve Güney yarımküre'leri arasında göç ederler. Kış aylarında havaların soğumasıyla, kuşların besin bulması zorlaşır ve bu konuda aralarında rekabet artar. Bu sebeple Kuzey Yarımküre'de üreyen göçmen kuşlar, her sonbaharda Güney Yarımküre'ye doğru göç hareketine girişir. Güney daha sıcak ve besin bakımından daha zengin olduğundan iyi bir kışlama alanı teşkil eder. İlkbaharın başlamasıyla da güneyden kuzeye dönüş göçüne başlarlar. İlkbaharda kuzey bölgeleri kuş akınlarına uğrar.
İlkbaharda kuzeye gelen kuşlar, ilkbahar, yaz ve sonbahar mevsimleri olmak üzere yılın dörtte üçünü bu geniş alanlarda geçirirler. Yalnız kış mevsiminde tropik bölgelerde barınırlar.
Barn kırlangıçları, her ilkbaharda Brezilya ve Arjantin'den yola çıkarak 4350 kilometrelik tehlikeli bir yolu aştıktan sonra Labrador ve Alaska'ya gelerek yumurtlarlar. Baltimor sarıasması, her Mayıs ayında Güney Amerika'dan kalkarak 1250 kilometrelik bir yolculuktan sonra New York'un Scardale bölümüne gelir.
Kuzey Amerika ormanlarında yumurtlayan siyah çalı bülbülleri, her sonbahar gökyüzünde büyük sürüler halinde bir araya gelerek kışlamak için Atlantik sahillerine ve Güney Amerika'ya göç ederler. Ağırlıkları 9-10 gram gelen bu küçücük kuşlar hiç mola vermeden asgari 86 saat boyunca uçarak 1500 kilometrelik bir mesafe katederler. İlkbaharda göç eden diğer birçok tür gibi geldiği rotayı takip ederek tekrar eski yerlerine geri dönerler. İspinozun dişisi göç ettiği halde erkeği göç etmez. Türkiye'de de leylekler, kırlangıçlar ve daha birçokları sonbahar geldiğinde binlerce kilometreyi aşarak Afrika'ya göç ederler. Bir yıl önce kışladıkları yerlerine giderler. İlkbaharda ise, kuzeye göç ederek kuluçka yuvalarına dönerler. Türkiye, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında göç eden kuşlar için bir köprü oluşturması ve 400'ü aşkın göçmen türü barındırması bakımından özel bir konuma ve milletlerarası önemi haizdir.
Kuşların ayaklarını halkalama metoduyla, radar veya uçaklarla takip ederek, birçok türün göç yollarının haritaları çıkarıldı. Kuş göçleri herkes tarafından görülmeye değer büyük bir şovdur.
Göçmen kuşların çoğu (özellikle küçük ötücü kuşlar) göç için gerekli enerjiyi uzun yolculuğa çıkmadan önce ne bulurlarsa yiyerek vücutlarında depoladıkları yağdan sağlarlar. Yağ onların adeta yakıt tankıdır. Bazıları göçten hemen önce ağırlıklarını iki katına çıkartırlar. Nijerya'da kışlayan ötleğenlerin ağırlığı, Ekim-Şubat ayları arasında 10-13 gr gelir. Avrupa'ya dönüşten önce Mart-Nisan aylarında ve bilhassa Mayıs başında 20 gr'a ulaşır.
Yapılan hesaplamalarda, 8 gr yağa sahip olan bir bülbülün, 3000 km uçabilecek kadar yakıta sahip olduğu anlaşılmıştır. Bu yakıtla Büyük Sahra'yı kolayca aşabilmektedir. Kırlangıçlar ise önceden yağ depolamazlar. Yol boyunca rastladıkları Böcekleri avlayarak gerekli enerji ikmalini yaparlar.
Yırtıcı kuşlar, leylekler, turnalar ve pelikanlar gibi iri yapılı kuşlar, bedenlerinin büyüklüğü sebebiyle yağ depolayamazlar. Onlar, göç yolculuklarında, güneşin, toprak ve üstündeki hava katmanlarını ısıtması sonucu yükselen ve termal olarak adlandırılan hava kitlelerini kullanırlar. Geniş kanatlarını kullanarak bir termal yardımıyla yükselir ve termalden termale süzülerek yollarına devam ederler. Bu metotla az enerji harcamış olurlar. Denizler üzerinde termallerin oluşmaması, karalar üzerinden dolaşarak daha uzun göç yollarını takip etmelerine sebep olur. Yolculuk ve mola esnasında da avlanmalarına devam ederler.
Göç sırasında göçmen kuşların bir kısmı gündüz, bir kısmı ise gece uçarlar. Bunun yanı sıra yüzerek göç edenler de vardır. Böceklerle beslenen küçük kuşlar ve ördeklerin çoğu gece yol alır. Arı kuşları, kırlangıç ve kırlangıç benzeri kuşlar da gündüzleri uçarlar. Sığırcıklar 4000-5000 bireylik gruplar halinde göç ederler. Kartal ve atmaca gibi [[yırtıcı kuşlar|yırtıcılar, yalnız ve topluluklar halinde göçe katılırlar.
[[Dosya:Sterna paradisaea distribution and migration map.png|thumb|280px|deniz kıyı kırlangıçlarının göçmen yolları]]
Gündüzleri birbirini gören hayvanlar, geceleyin de seslerle birbirinden ayrılmazlar. Kırlangıçlar hayatlarını sıcak bölgelerde geçirirler. Kuzey yarımkürede üredikten sonra kışlamak için Temmuz-Eylül arasında güney yarımküreye göç ederler. Yurdumuzda yaşayan kırlangıçlar Nisan ayında iklimimize geri dönerler. [[Leylek]]ler, ülkemize Mart ayından itibaren gelmeye başlarlar. Ağustos sonunda büyük topluluklar halinde, Güney Afrika'ya göç ederler. [[Deniz kırlangıçları]], senede iki defa kuzey kutbunda yumurtladıktan sonra kışı geçirmek için güney kutbuna uçarlar. Uzun kanatlı [[yelkovan kuşları]], güney yarımküreye mahsus göçmen kuşlardır. Üreme bölgeleri olan [[Avustralya]]'nın güneyinden göç ederek, Kuzey Pasifiğin kutup bölgesine gelirler. Gidiş-dönüşü 30.000 km'yi bulan bu göçe 10 milyon civarında kuş katılır. En uzun göç yolunu, [[deniz kıyı kırlangıçı]] ("Sterna paradisaea") kateder. Kuluçka bölgesi olan Kuzey [[Kanada]] kıyılarından sonbaharda göçe başlar. Atlantik'i geçerek Batı Afrika kıyıları boyunca uçarak kışı geçireceği bölgelerine inerler.
Kuşların bir kısmı, niçin ölüm pahasına uzun göçlere girişirler? Niçin diğer kuşlar gibi, göçmen kuşlar da yurtlarında kalıcı değildir? Bunları göçe zorlayan nedir? Soğuktan kaçmak ve besin bulmak için mi? Bu, ancak birçok sebebin bir kısmı sayılabilir. Çünkü birçoğu, gerekli besin ve elverişli [[iklim]] şartlarından çok daha fazla yolculuk yaparlar. Bazı türler de havaların soğuması ve besin azlığının baş göstermesinden önce güneye inerler.
Sonbaharda güneye göçeden bir kuş yakalanarak bir kafese konursa, ilginç bir olay gözlenir. Kafes ne tarafa çevrilirse çevrilsin, kuş daima göç istikameti olan güneye döner.
Alman kuş bilgini [[Gustav Kramer]] yapmış olduğu gözlem ve deneyleriyle kuşların yönlerini güneşe göre kestirdiklerini ilk bulanlardandır. Ekim aylarında yakaladığı Avrupa [[sığırcık]]larını altı şeffaf olan yuvarlak boş kafeslere koydu. Kafesin şeffaf kısmında davranışlarını gözledi. Bunların kafeslerinde rahat durmadıklarını, durunca bile kafesin bir köşesinde güney istikametine devamlı döndüklerini gördü. Güney bu kuşların normal göç istikametiydi. Kafes döndürülünce kuşlar da buna uyarak tekrar dönüyorlardı. İlkbahar aylarında kuşlarda yine göç huzursuzluğu başlıyordu. Bu sefer de tam aksi istikamete, yani kuzeye dönüyorlardı. Güneş ışığından başka bir şey görmeyen sığırcıklar, hep doğru istikamete dönüyorlardı. Kramer kafese gelen güneş ışığının istikametini değiştirmeye karar verdi. Döner aynalar kullanarak ışığın kafese giriş istikametini 90 derece değiştirdi. Kuşlar da buna bağlı olarak yönlerini 90 derece değiştirdiler. Demek ki, güneşe göre, yönlerini ayarlıyorlardı.
Kuşların çoğu gündüz güneşe göre hareket ederler. Ancak birçok kuş da gece göç eder. Yapılan araştırmalar kuşların gündüz güneşe, geceleyin ise ay ve yıldızlara göre uçuş istikametlerini bulabildiklerini ispat etti.
[[Ardıç kuşu|Ardıç kuşları]] gökyüzünü göremeyecekleri yuvarlak bir kafese konulduklarında göç huzursuzluğuyla mevsimlik göç istikametlerine döndükleri tespit edildi. İyi ama bunlar güneşi, ayı ve yıldızları göremedikleri halde yönlerini nasıl buluyorlardı?
Araştırmalar birçok hayvanın vücutlarında biyolojik [[pusula]]lara sahip olduklarını ortaya çıkarmaktadır.
Amerikalı araştırıcılardan [[Charles Walcott|Walcott]] ilk olarak bazı deneyler yaptılar ve [[güvercinler]]e küçük [[mıknatıs]]lar takınca kuşların yönlerini tamamen şaşırdığını gördüler. Araştırmalar neticesinde göçmen kuşların boyun kısımlarında ferromanyetik taneciklerin bulunduğu ve arzın [[manyetik]] alanına göre hassasiyet gösterdikleri keşfedildi. Şimdiye kadar tetkik edilebilen göçmen kuşların kafa yapısında bulunan taneciklerin demir açısından zengin bir mineral olan [[manyetit]] (FeO) olduğu anlaşıldı.
Bu tabii pusulalarından göç esnasında azami derecede istifade ederler. Dünyanın manyetik alanının kuvvet çizgilerine göre kendi durumlarını tespit ederek doğru yönü bulurlar. Kafalarının içindeki bu pusulaları sayesinde kapalı havalarda da yollarını bulurlar. Bulutlu bir günde bile yönlerini şaşırmazlar. Fakat başlarına kuvvetli bir mıknatıs bağlanınca bulutlu günde güvercinler yollarını tamamen kaybederler. Çünkü takılan mıknatısın oluşturduğu suni alan, tabii manyetik alanı değiştirir. Onlara evlerini bulduracak hiçbir ipucu bırakmaz.
Güvercinlerin boyun kısmında pusula vazifesi gören manyetit adlı maden zerreciklerinin keşfinden sonra, kuşların yönlerini koku alarak da bulabildikleri ortaya çıkarılmıştır.
Posta güvercinleri doğru rota bulmaya yarayan bir koku alma organına sahiptirler; koku alma organlarını yuvalarına dönüşte kullanmakta ve atmosferde her tarafa dağılmış zerreler halindeki maddecikler, güvercinlerin "koku alma koordinat şebekesinin" muhtemelen temelini teşkil etmektedir. [[Max Planck Enstitüsü]]nün Seewiesen'deki [[davranış psikolojisi]] bilginleri bunu böyle tahmin etmektedir.
[[Koku alma duyusu]] asgari 700 km'ye kadar olan mesafelerde yön bulma için vazgeçilmez bir vasıtadır. Kuşlar herhalde havadaki zerrecikleri algılamakta, bunlar yardımıyla yabancı bölgelerde "mevki tayini" yapmaktadırlar. Bunun için hangi maddelerin söz konusu olduğu şu ana kadar tespit edilememiştir.
Daha 30 sene önce, posta güvercinlerinin de diğer göçmen kuşlar gibi güneşi [[pusula]] olarak kullanabildikleri ispatlanmıştı. Daha sonra yerin [[manyetik]] alanının da aynı şekilde kendilerine yön belirleyici olarak hizmet ettiği tespit edilmişti. Bununla beraber koku alma koordinat şebekesinin varlığı anlaşılmadan önce, [[güvercin|posta güvercinlerinin]] yüzlerce kilometre uzaklıktaki yuvalarını nasıl bulabildikleri ikna edici bir şekilde izah edilememekteydi.
Pusula kullanmak isteyenin [[harita]]ya da ihtiyaç duyacağı ilim adamlarının tebliğinde yer almaktadır. Bu haritanın güvercinlerin koku alma organı ile bağlantılı olması gerektiğine [[Piza]]lı araştırıcılar dikkat çekmişlerdi. Çünkü, koku alma duyuları ortadan kaldırılmış güvercinler yuvalarını artı |
k bulamamaktaydı. Kuşlar çok iyi hava tahmincileridir. Havadaki çok hafif barometrik basınç değişimini fark edebilirler. [[Fırtına]] çıkacağını önceden keşfederler. Keskin bir görme gücüne sahiptirler. Deneyler güvercinlerin polarize ve [[ultraviole ışınları]] da gördüklerini ortaya çıkardı. Bu ışıklardan denizlerden uçarken faydalanırlar. Ayrıca, frekansı çok düşük uzun dalga alt sesleri de duyarlar. İnsan kulağı saniyede 10-20 titreşimin altındaki sesleri duyamaz. Kuşlar ise çok daha düşük sesleri işitebilirler. Bunun sayesinde göç eden bir kuş kendisinden çok uzakta patlayan bir fırtınayı veya 1000 km uzaktaki gök gürültüsünü işitebilmektedir. Binlerce kilometre ötedeki atmosfer basıncı değişikliklerinin meydana getirdiği çok düşük frekanslı elektromanyetik dalgaları fark edebilmektedir. Kuşlar insanlardan çok daha geniş bir dünyayı görür, duyar ve hissederler.
Milyonlarca göçmen kuşun uzun mesafeler katederek yaptığı yolculuk insanlar için hayati değer taşır. Kuşlar zararlı böceklerin baş düşmanıdır. Karaların çoğunun bulunduğu kuzey bölgelerine göç etmeselerdi ve yılın dörtte üçünü burada geçirmeselerdi, haşereler buralarda muazzam bir bitki katliamı yapardı. Baharda milyonlarca böcek, bitkiler üzerine yumurta bırakır. Bunlardan çıkan tırtıllar, kuşlar tarafından yenilerek kontrol altında tutulur. Çeşitli kurt, [[böcek]] ve [[Çekirge (hayvan)|çekirge]] yumurtalarını yiyerek mutlak bir kıtlığın önüne geçerler.
[[Kategori:Göçmen kuşlar| ]]
Sefaköy, Küçükçekmece
Sefaköy, 1879-1890 yılında Bulgaristan Deliorman'dan göç eden Karaömeroğlu İbrahim Safra tarafından Safraköy adıyla İstanbul'da kurulmuş olan, bugün Balkan göçmenlerinin yoğun olarak yerleşik oldukları bir semttir.
Küçükçekmece ilçesinin kaymakamlık, emniyet, nüfus, tapu müdürlüğü gibi kamu bina ve hizmet alanları bu semt merkezindedir.
Tevfikbey, Söğütlüçeşme, İnönü, Fevzi Çakmak, Sultanmurat, Kemalpaşa, Kartaltepe, Beşyol, Mehmet Âkif Gültepe ve kanarya mahalleleri.
Sefaköy semtinde 1900'lerin başında sadece 2-3 ev var iken, 1920'lerde hiç ev olmaksızın, hiçbir insan olmamıştır.
1940'larda Sefaköy'de tarım arazileri ve çiftlikler kurulmaya başlamıştır.
1960'larda nüfus artışı, başta Bulgaristan olmak üzere Balkanlar'daki soydaşlarımızın göç etmeleri ve gecekondu yapımı başlayınca nüfus 20.000'e kadar çıktı.
Küçükçekmece ilçesinin en eski üç kulübünden biri olan Sefaköyspor, 1959'da Tevfikbey Mah.de kurulmuştur. Sefaköyspor dışında, Sefaköy Kartalspor, İstanbul Balkanspor, Söğütlüçeşmespor, Gültepe Özgençlikspor, İstanbul Sinopspor, Filizspor, Öz Muratspor, İstanbul Trabzonspor, Yeni Ufukspor ve Alkanspor kulüpleri vardır.
Yapımcı
Yapımcı veya prodüktör:
Pont d'Oxford
Pont d'Oxford, Fransa'nın Grenoble eyaletinde yer alan Isère Nehri'nin üzerinden geçen bir asma köprüdür. Yapımı 1991 yılında tamamlanmıştır.
Film yapımcısı
Film yapımcısı, bir filmin yapımını üstlenen kimsedir. Bir film yapımcısı, filmi başlatır, koordine eder, filmin gidişatını izler, bütçesine göre personel dağılımı ve benzeri işleri ayarlar. Ayrıca, başlangıcından tamamlanana kadar olan film yapım sürecinin tüm safhalarıyla ilgilenir.
Kumru
Kumru, güvercingiller (Columbidae) familyasından park, bahçe ve ufak koruluklarda çiftler halinde yaşayan güvercine benzer bazı kuş türlerinin ortak adı.
Kumru teriminin teknik bir önemi yoktur. Güvercin adı genellikle daha iri, tombul, kuyrukları küt ya da yuvarlak cinslere, kumru adı ise daha küçük ve zarif, sivri kuyruklu türlere verilir.
Genellikle kahverengi tüylüdür. Şeklen güvercine benzemekle beraber, ondan daha küçük ve zarif yapılıdırlar.
Eşlerine bağlı kuşlardır. Eşlerden biri ölecek olursa, kalan eş ömür boyu başkasıyla eşleşmez. Dal parçalarından basit bir yuva yaparlar. Senede iki yumurta yumurtlarlar. Yavrular, yumurtadan çıktıktan 18 gün sonra uçarlar.
Ayrıca çıkardıkları seslerden dolayı halk arasında "gugukçuk" ve bazı yörelerde " yusufçuk" olarak da isimlendirilirler.
Leuven
Leuven, (Fransızca: Louvain [luˈvɛ̃], Almanca: Löwen)Belçika'da Flaman bölgesi'nin Vlaams Brabant ili'nin başşehiri.
Belçika'nın en büyük ve önemli üniversitesi olan Katholieke Universiteit Leuven ("Leuven Katolik Üniversitesi") 15. yüzyılda bu kentte kuruldu.
18. yüzyılda kentte hızla gelişen bira sanayii iktisadı canlandırdı. Dünyanın en önemli bira imalatçılarından Interbrew (yakın zamanda InBev adını aldı)'un fabrikaları ve genel müdürlüğü bu kentte kuruludur.
20. yüzyıldaki dünya savaşlarında üniversite kütüphanesi iki kez yıkıldı. I. Dünya Savaşından sonra kütüphane Alman savaş tazminatları ve ABD yardımıyla yeniden yapıldı. II. Dünya Savaşı'nda yine yıkıldı ve tekrar inşa edilmesi gerekti. Kütüphane, bugün dünya savaşlarının ve müttefiklerin kararlılığının bir simgesi olarak ayaktadır.
Leuven şu kentlerle kardeş şehir bağlantısı kurmuştur:
Leuven Katolik Üniversitesi
Katholieke Universiteit Leuven (Leuven Katolik Üniversitesi), Belçika'nın Leuven şehrinde bulunan üniversitedir. Günümüzde katoliklik ile bir bağı olmadığı için uluslararası KU Leuven ya da Leuven University olarak tanınmak ister. Eğitim dili genellikle Flamanca olup, bazı programlarında İngilizce eğitim verilmektedir.
2015-2016 akademik yılında Times Higher Education dergisinin Dünya Üniversiteleri sıralamasında 35. sıraya yerleşmiştir. Yine Times Higher Education dergisinin 10 mart 2016 tarihinde yayınladığı sıralamaya göre avrupanın en iyi 12. üniversitesi olarak sıralamada yerini almıştır. Bu sıralamaya göre 'Felemenk' diye bilinen Hollanda, Lüksemburg ve Belçika'nın en iyi üniversitesi unvanını taşır.
Bu üniversitenin öğrencilerinin kurmuş oldukları çeşitli öğrenci dernekleri mevcuttur. Bu dernekler Leuvense Overkoepelende KringOrganisatie ("LOKO") adlı dernek çatısı altında birleşmektedir.
Jenny von Westphalen
Johanna "Jenny" von Westphalen (12 Şubat 1814 - 2 Aralık 1881) Karl Marx'ın eşi ve Berlin'deki Friedrich-Wilhelms-Universität isimli üniversitede profesör olan Johann Ludwig'in (Baron von Westphalen) kızıdır.
Varlıklı bir aileden gelmesine rağmen, hayatı boyunca Marx ve çocuklarıyla birlikte yokluk çekmiştir. Marx`ın bazı çalışmalarının düzenlemesini yapmıştır. Jenny von Westphalen kocasından dört yaş büyüktü. Yedi çocukları olmuş, dördü henüz çocukken ölmüştür.
Mehmet Fuat Doğu
Mehmet Fuat Doğu, (1914, İstanbul - 31 Mayıs 2004), Türk asker ve istihbaratçı.
Kara Harp Okulu mezunudur. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra, 14 Eylül 1954 tarihinde Kurmay Yarbay olarak MAH Başkanlığı emrine tayin edildi. II. Dünya Savaşı sırasında Nazi istihbarat şefi olan ve savaştan sonra Müttefiklerin safına geçerek Soğuk Savaş'ta komünizme karşı istihbarat faaliyetlerinin merkezinde olmuş olan Reinhard Gehlen'in öğrencilerindendir. Burada çeşitli görevlerde bulunduktan sonra, birinci defa 27 Ağustos 1962 tarihinde Kurmay Albay rütbesi ile MAH Reisi olarak atandı. Bu görevde 25 Ağustos 1964 tarihine kadar kaldı. Aynı tarihte Sivas 59. Tümen Komutanlığı'na verildi.
1 Mart 1966 tarihinde ikinci defa Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı görevine tayin edildi ve bu görevi de 23 Temmuz 1971'e kadar sürdürdü. Daha sonra atandığı Genelkurmay Teftiş Heyeti Üyeliği'ne devam etti, aynı yıl Korgeneral rütbesi ile emekli oldu. 1973-1978 yılları arası Lizbon Büyükelçiliği görevinde bulundu.
Retrospektif
Retrospektif (İngilizce 'retrospective' ve Latince "retrospectare", "geriye bakmak") genel olarak meydana gelmiş olayların gerisine, geçmişine bakmak anlamına gelir.
Görsel sanatlarda retrospektif, bir sanatçının kariyeri boyunca yaratmış olduğu eserlerden derlenmiş sergilere denir.
Sinemada ise, bir yönetmen veya oyuncuyu iyi bir şekilde temsil ettiği düşünülen seçmece filmlerdir. Genel olarak film festivallerinde görmek mümkündür.
Bu makalenin büyük bir kısmı İngilizce Wikipedia'daki karşılığından (5 Nisan 2006) alınmıştır.
Epilepsi
Epilepsi (Sara olarak da bilinir), beyin içinde bulunan sinir hücrelerinin olağan dışı bir elektro-kimyasal boşalma yapması sonucu ortaya çıkan nörolojik bozukluk, hastalıktır. Beynin normalde çalışması ile ilgili elektriğin aşırı ve kontrolsüz yayılımı sonucu oluşur. Sıklıkla geçici bilinç kaybına neden olur.
Epilepsi nöbetleri farklı şekillerde ortaya çıkar. Bazı nöbetlerden önce korku hissi gibi olağan dışı algılamalar ortaya çıkarken, bazı nöbetlerde kişi yere düşebilir, bazen ağzı köpürebilir.
Semptomik epilepsi:
İdiyopatik epilepsi:
Basitleştirilmiş şekliyle epilepsi nöbeti kısa süreli beyin fonksiyon bozukluğuna bağlıdır ve beyin hücrelerinde geçici anormal elektrik yayılması sonucu ortaya çıkar.
Epilepsi nöbetlerinin çok değişik çeşitleri mevcuttur. Kırkın üzerinde nöbet tipi tanımlanmıştır. Herkes tarafından epilepsi veya sara dendiği zaman anlaşılan ve iyi bilinen tonik-klonik nöbetin yanı sıra başkalarının hiç farketmeyeceği kadar hafif nöbet çeşitleri de vardır. Tanımlanmış bu mevcut nöbet tiplerine rağmen herkesin geçirdiği nöbet kendine özgü bazı farklılıklar gösterebilir. Bu durumlar bazı hastalarda epilepsi tanısının konulmasını güçleştirir ve çok çeşitli karışıklıklara neden olur. Ne yazık ki pek çok hastaya tanı konulamaz ve kendilerindeki problemin ne olduğunun açıklığa kavuşması yıllar alabilir. Bazı kişilerde ise başka bir bozukluğun yol açtığı belirtiler yanlış olarak epilepsi tanısı alabilir. Gelişen tanı yöntemleri sayesinde yanlış tanılar giderek azalmaktadır. Yeni yapılan sınıflandırmalar ile farklı nöbet isimlerinin ortaya konması konunun daha karmaşık hale gelmesine neden olmuştur. Bu nedenle aynı nöbet farklı isimlerle adlandırılabilir. Bu bölümde çok teknik ayrıntılara girmeden elden geldiğince geniş bilgi verilmeye çalışılmıştır.
Temelde akılda tutulması gereken nöbetlerin iki çeşit olduğudur; parsiyel (yani beyinde bir bölgeye sınırlı başlayan nöbetler) ve jeneralize (beyinde yaygın olarak başlayanlar). Yaygın başlangıç daha kötü ve şiddetli bir nöbet anlamına gelmez. Buradaki gruplama sadece nöbeti oluşturan nedenin far |
klılığı ile bağlantılıdır ve tibbi nedenlerle bu isimler verilmiştir.
Nöbet anında yaşananlar (nöbet belirtileri) beyin aktivitesindeki değişikliğin nereden başladığına ve ne kadar hızla yayıldığına bağlıdır. Parsiyel nöbetler isminden de anlaşıldığı gibi beynin bir kısmından başlarlar. Elektriksel deşarj ya o bölgede kalır ya da beynin diğer bölgelerine yayılma gösterir. Jeneralize nöbetler (tonik-klonik, absans, ve myoklonik gibi çeşitleri vardır) tüm beyne yayılırlar.
Ne tür nöbet olduğunun bilinmesi büyük önem taşımaktadır. Çünkü muhtemelen bu hangi epilepsi ilacının daha etkili olacağı konusunda yol göstericidir.
En önemlisi bu hastalığı kendine kabullenmektir.Bu nöbetlerde hasta nöbet geçirirken tek bir bulgusu vardır, vücudun belirli bir bölgesini tutar. Örneğin bir ayakta ya da kolda kasılmalar nitelikli epilepsi türüne basit parsiyel motor nöbetler denir. Bu türde nöbet başladığı yerde kalabildiği gibi belirli bir düzene göre ilerleyerek vücudun yarısını tutabilir. Örneğin elde başlayan konvülziyonlar sırasıyla ön kola, üst kola, yüze ve dile, sonra da alt ekstremitelere(bacaklara) yayılabilir. Eğer vücudun diğer yarısına geçerse bilinç bozulabilir. Nöbet durduktan sonra kasılmaların geliştiği tarafta kuvvetsizlik olabilir. Bunun dışında basit duyusal nöbetler gelişebilir bu türde bir ekstremitede, genellikle elde ve parmaklarda uyuşma-karıncalanma, yanma ve nadiren ağrı gibi kısa süren belirtiler oluşabilir. Bu belirtiler lokal olabileceği gibi vücudun bir yarısını sarabilir. Deri yüzeyinde renk değişiklikleri (kızarma-solma), sesler duyulması, kan basıncı değişiklikleri, sadece bilinç bulanıklığının eşlik ettiği birçok çeşit parsiyel epileptik nöbetler oluşabilir.
Basit parsiyel nöbetlere bilinç bozukluğu eşlik ettiğinde kompleks parsiyel nöbetler teriminin kullanılması önerilir. Duyusal nöbetlerde parsiyel epileptik nöbetlerden farklı olarak hissedilenler basit ışık çakması veya şekilsiz bir görüntü yerine hastanın geçmiş yaşamından bir sahne, görüntüleri, sesleri, kokuları, lezzetleri, duygularıyla tekrar yaşanır. Fakat hastalar hissettikleri şeylerin gerçekle bağdaşmadığının bilincindedirler.
Jeneralize epileptik nöbetleri birkaç başlık altında toplamak mümkündür. Petit mal dediğimiz ve ani bilinç kaybı ile birlikte konuşma yürüme, yeme gibi motor aktivitelerin kesilmesiyle niteli şekli en sık görülenidir. Nöbet sırasında vücut pozisyonu korunur ve hasta yere düşmez, gözler bakakalmış gibidir, iletişim kuramaz ve hasta etrafının farkında değildir. Ani iletişim bozukluğu, tek bir kasta veya kas grubunda ani, kısa süreli kasılmalar v.b. şekillerde ortaya çıkabilir. Hastada bilinç kaybı oluşur.
hasta o sırada yaptığı şeylerin farkında değildir.
Epilepsinin acil müdahale gerektiren epileptik nöbetlerin aralarında normal dönem olmadan, art arda birbirlerini izlemesi şeklinde ortaya çıkabilir. Normal koşullarda epilepsi tanımına uygun olarak, ilk epileptik nöbeti izleyen bir yıl içinde en az bir nöbet daha geçiren hastalara antiepileptik tedavi başlanır. Kullanılacak ilaç nöbet tipine göre seçilir. Tedavide bazen tek ilaç kullanımı yeterli gelmediğinde çoklu ilaç kullanımı uygulanabilir. Tedavide ilacın kullanımından çok bu ilacın kan seviyesi tedavide önemlidir. Bazı ilaçların yeterli kan seviyesine ulaşması 14-30 gün alabilir. Tedavide asıl amaç nöbetlerin durdurulmasıdır ve verilen ilaç tedavisi ile yüksek oranda nöbetler durdurulmaktadır. Nöbetleri tam olarak durdurulmuş hastalarda tedaviye aynı ilaç ile ortalama 3-5 yıl devam edilebilir. Bu nedenle doktor tavsiyesi olmadan kullanılan ilaç kesilmemelidir. Bu sürenin sonunda ilaç kesildikten sonra tekrar nöbet geçirme riski %25 kadardır. İlaç kullanmaya başladıktan sonra ilk haftalarda ilaca bağlı vücutta bazı tepkiler görülebilir. Tedavinin başlangıcında deri döküntüleri olabileceği akılda tutulmalıdır. Tedavinin ilk bir ayı içinde birkaç kez tam kan sayımı ve karaciğer fonksiyon testlerinin kontrolü için doktora başvurulmalıdır. Tedavinin en uygun ilaç ile uygun dozda, sürede yapılması hastalığın tedavisinde çok önemlidir. Bu nedenle tedavinin her aşaması uzman hekim tarafından takip edilmelidir.
Epilepsi belirtileri her kişide farklı seyreder. Belirtilerin hepsi görülmeyebilir.
Bazıları:
Ayrıca, durumu kritik olanların araca binmesi beyindeki zedelenme veya hasar gören noktanın beyin fonksiyonlarının yer değiştirmesine ve zedelenen noktanın çalışmamasına sebep olur.
Epilepsi, mutlaka doktora başvurulması ve doktorun gerekli gördüğü sürece kontrol altında kalınması gereken bir hastalıktır. Bu durum, epilepsinin ömür boyu devam edeceği şeklinde algılanmamalıdır. Epilepsinin bazı türleri hasta belli yaşlara geldiğinde kendiliğinden tamamen düzelebilir ve ilaç tedavisine gerek duyulmayabilir. Ancak bu hassaslık derecesine de bağlı olabilir ve ne yapılacağına ilişkin kararı doktor vermelidir.
Nöbetlerin tekrarlaması ve status epileptikus hali, beyinde oksijensiz kalmaya bağlı bazı etkilere yol açabilir. Her nöbet bir sonrakinin ortaya çıkmasını kolaylaştırabilir. Tedavisiz kalan küçük nöbet türlerinin bir süre sonra büyük nöbetlere dönüşme olasılığı vardır. Bu nöbetlerde hastanın maruz kalabileceği merdivenden düşme, kişi sokakta ise trafik kazası, suda boğulma gibi tehlikeler vardır.
Bu nedenlerle epilepsiye mutlaka müdahale edilmelidir. Epilepsinin en önemli tedavi şekli ilaç tedavisidir. Epilepside kullanılan ilaçlar beyin hücrelerinin aşırı uyarılma durumununa baskı uygulayarak nöbetlerin oluşunu engeller. Bu ilaçlar her gün, önerilen dozda ve saatlerde çok düzgün bir şekilde kullanılmalıdır. Doktor çocuğun yaşını, kilosunu, nöbet tipini göz önüne alarak ilaçları seçer. Tedavide kullanılan başlıca ilaçlar fenobarbital, fenitoin, epixx, depakin, epitam, karbamazepin, valproik asit ve ethosüksimiddir. İlaçları düzenli ve doktorun tarif ettiği gibi kullanmak çok mühimdir. Kullanılan bu ilaçlar hastalığı tamamıyla geçirmez ama nöbetleri engeller veya sayısını azaltır.
Epilepsi tedavisinin düzgün bir biçimde sürdürülmesi halinde de nöbetler devam edebilir. Tıbbın dev adımlarla ilerlediği dünyamızda hiçbir hekim epilepsili bir çocuğun anne-babasına tedavi ile nöbetlerin %100 kaybolacağını garanti edemez. Nitekim dünya istatistiklerine bakılacak olursa uygun tedavi şartlarında hastaların %60’ında nöbetlerin tümüyle ortadan kalktığı, %20’sinde tüm tedavi seçeneklerine rağmen nöbetlerin devam ettiği görülmektedir. Ebeveynlerin hiç aklından çıkarmamaları gereken bir nokta, epilepsi çağdaş tıbbi tedavi yöntemleriyle yeterince kontrol altına alınamıyorsa orta çağın büyücülük yöntemleriyle hiç durdurulamaz.
Halen ilaçla tedaviye cevap vermeyen belli epilepsi türlerinde Türkiye'de cerrahi tedavi olanakları geliştirilmektedir.
Cerrahi müdahale, ilaçlara yanıt vermeyen hastalarda uygulanmalıdır ve epilepsi cerrahisi konusunda uzmanlaşmış özel tıp merkezlerinde yapılmalıdır. Ameliyat sırasında nöbetlere neden olan beyin bölgesi çok incelikli bir şekilde alınır. Tedaviden sonra hastaların %90'ı göze batacak şekilde gelişme göstermektedir.
Epilepsi hastalarına uygulanan bir diğer cerrahi tedavi yöntemi de ayrık beyin ameliyatı da denilen corpus callosumun kesilmesi işlemidir. Fakat bu işlem birçok disfonksiyona neden olduğundan pek fazla tercih edilmemektedir.
1990'lı yıllarda nöbetleri kontrol etmenin güç olduğu durumlarda, diğer bir seçenek olarak yeni bir tedavi yöntemi bulunmuştur. Bu yeni yöntemde, boynun yan tarafında uzanan vagus siniri aracılığı ile beyne uyartılar gönderilir.
Sara (anlam ayrımı)
Sara - (İbranice: שָׂרָה, Standard: Sara, Arapça: سارة, Türkçe: Sârâ);
Alamecek
Alamecek ("Rhodopechys sanguinea"), ispinozgiller (Fringillidae) familyasından Türkiye'de bulunan soluk renkli bir kuş türü.
Ortalama kanat açıklığı 32 cm'dir. Sırtı açık kahverengi, karnı soluk sarı ve her iki kanadı pembe çizgilidir. "Rhodopechys" cinsinin diğer türlerinden başının siyah renkli oluşu ile ayrılır. Dağlık, kayalık yerlerde yaşar. Tohum yer ve kışın tarım alanlarında sıkça görülür. Dişi yuvaya 4-5 mavi hafif çizgili yumurta bırakır.
Victoria (Büyük Britanya kraliçesi)
Victoria (24 Mayıs 1819 – 22 Ocak 1901), Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı Kraliçesi (1837-1901) ve Hindistan İmparatoriçesi (1876-1901). 19. yüzyılda 63 yıl yedi aylık bir süreyle Birleşik Krallık tarihinde II. Elizabeth'den sonra en uzun süre saltanat sürmüş hükümdardır.
Tahta amcası IV. William'ın ölümü üzerine 20 Haziran 1837 tarihinde 18 yaşındayken çıktı. 1840 yılında kuzeni Prens Albert'la evlendi ve 9 çocuk sahibi oldu. Siyasi yaşamda aktif rol aldı. 1861 yılında Prens Albert öldükten sonra yaşamının geri kalan kısmını siyahlar giyerek yas içinde geçirdi. "Tutuculuk" ve "ahlak gösterişi" Kraliçe Victoria dönemine damgasını vurmuştur.
Kraliçe Victoria'nın saltanatı boyunca en önemli olay Birleşik Krallık'ın Fransa ve Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte Rusya'ya karşı savaştığı Kırım Savaşı'dır (1854-1856).
Kraliçe Victoria'nın 9 çocuğundan 8'i diğer Avrupa hanedanlarından kişilerle evlendiler. Günümüzde bile birçok Avrupa monarşileri Kraliçe Victoria'nın soyundan gelen kişilerle yönetilmektedir.
Babası, Kral George III dördüncü oğlu Stratheam ve Kent Dükü Prince Edward. Annesi Victoria, Saxe-Coburg-Saalfeld Prensesi (Belçika Kralı I. Leopold'un kız kardeşi). III. George'un en yaşlı oğlu Gal Prensi (gelecekte Kral IV. George) sadece 1 çocuğu vardı. Victoria çiftin tek çocuğuydu, 24 Mayıs 1819'da Londra, Kensington sarayında doğdu. 24 Haziran 1819'da Canterbury başpiskoposu "Charles Manners-Sutan" tarafından Kensington sarayında vaftiz edildi. Onun vaftiz evebeynleri Prens Regent, Prusya İmparatoru Alexander I (ön adını buradan aldı), Württenberg kraliçesi Charlettove Saxe-Coburg-Saafeld düşesi Dowage idi. Alexandrina olarak vaftiz edilmesine rağmen aile içinde "Drina" olarak çağrılıyordu. Prenses Victoria'nın babası, onun doğumundan sekiz ay sonra zatüreden öldü. Büyük babası III. George altı gün sonra öldü. Prenses Victoria'nın amcası (Gal prensi) Kra |
l George IV olarak tacı miras alıyordu. Victoria ardıllığı yüksek pozisyonda dolduruyordu. Victoria'ya Almanca, İngilizce, İtalyanca, Yunanca, Fransızca, aritmetik, müzik ve kendisinin favori konusu tarih öğretildi. Öğretmenleri ise Saygıdeğer George Davys ve Baroner Luise Lehzen, onun mürebbiyesiydi. Barones Lehzen'den bir gün Kraliçe olabilceğini öğrendiğinde "Faydalı olacağım" dedi.
Kent Prensesi Victoria on bir yaşında iken, Kral George IV çocuksuz olarak öldü; tacı kardeşi St. Andrews ve Clarence düküne (Kral IV. Willam) bırakıyordu. Metresi aktris Dorathy Jordan'dan on çocuğun gayri meşru babası olmasına rağmen yeni kral çocukları onaylamaya sahip değildi. Netice olarak genç prenses Victoria taca varis oluyordu. Kanun o zaman çocuk kraliçe için gerekli tedbiri almamıştı. Bu nedenle Victoria Hükümdarın yokluğunda ona vekalet gerek duyuyordu. On sekiz yaşın öncesinde tahtı yönetmede başarılı olabilecekmiydi. Parlamento 1830'da vekalet yasasını geçirdi, vekaletin gücünü kısıtlayacak bir heyet yaratmadan. Kral William düşesi sevmiyordu. Çünkü düseş kendisiyle ilgili ileri sürülen aşklarıyla sallanmasıyla meşhurdu. kralın nefret etmesine rağmen. Prenses Victoria 1836'da on altı yaşında iken gelecekteki kocasına rastladı, Gotha ve Saxe-Coburg prensi Albert. 1839'daki ikinci karşılaşmasından önce ona aşık olmuştu. Onun için Aziz Albert. "O çok duygulu..çok kibar..ve çok iyi...ve çok da dostca. O, en sevimli ve hoş taraflara ve görünüşe sahip" diyordu.
Prens Albert Victoria'nın birincil kuzeni idi, babası Victoria'nın annesinin erkek kardeşi Ernst (I. Ernst, Gotha ve saxe-Cobur dükü). Kraliçe olarak, Victoria ona uygun idi. Onların evliliği çok mutlu olmayı kanıtlıyordu.
24 Mayıs 1837'de Victoria 18 yaşına erişti, bunun anlamı saltanat süresi artık gereksizdi. Dört hafta sonra Victoria annesi tarafından uyandırıldı. Victoria anlamalıydı ki, kral IV. William 71 yaşında iken geçen sabah 20 Haziran 1837 de saat 2 yi 12 geçe kalp yetmezliğinden ölmüştü. Victoria günlüğüne "saat 6 da annem tarafından uyandırıldım, bana Canterbury başpiskoposu ve lord Conyngham'ın burada olduklarını ve görüşmek istediklerini söyledi. Yataktan kalktım ve oturma odasına gittim (sadece geceliğimleydim), ve onları gördüm. Conyngham o zaman bana amcamın artık olmadığını, bu sabah saat 2 yi 12 geçe öldüğünü bildirdi. Ve sonuç olarak ben Kraliçe idim" diye yazdı.
Victoria şimdi Birleşik Krallık Kraliçesi idi.
Hanover'deki "Salic Kanunu" altında, hiçbir kadın tahta varis olamazdı. Bu nedenle Hanover tacı Victoria'nın amcası "Cumberland ve Teviotdale" düküne geçiyordu, ve kendisi Hanover kralı Ernest Augustus oluyordu. Viktoria hayatı boyunca Hanover prensesi, Burnswick ve Lunenburg düşesi olarak kalıyordu. Çünkü genç kraliçe henüz evlenmemiş ve çocuksuzdu. Ernest Augustus'da onun ilk çocuğu 1840'ta doğana kadar Birleşik Krallık tahtına varis varsayılıyordu. Kraliçe taca yükseldiğinde hükümet wing partisi tarafından kontrol ediliyordu. 1830'daki küçük bir fasıla hariç. Wing başbakanı "Lord Melbourne" politik tecrübesi olmayan kraliçenin hayatında güçlü bir etki haline geldi. Fakat Melbourne bakanlığı uzun süre güçlü kalamayacaktı. Popüler olmayan bir şekilde büyüyordu, bundan başka İngiltere kolonilerde hatırı sayılır derecede zorluklarla yüz yüze geldi. Kanada'da Birleşik Krallık ayaklanma ile yüzleşiyordu (1837 ayaklanması 1839'a kadar sürüyordu). Jamaika'da koloni yasama kurulu meclisten hiçbir kanun geçirmeyerek Birleşik Krallık politikasını protesto ediyordu. 1839'da Lord Melbourne istifa etti.
Kraliçe ilk kuzeni, Prens Albert'le 10 Şubat 1840 yılında Londra St. James Sarayı Kraliyet Şapeli'nde evlendi. Prens Albert normal olarak "Eş Prens" unvanını 1857'ye kadar elde edemedi. Asaleti asla garantilenmedi. Albert Kraliçenin sadece eşi
değil ayni zamanda önemli politik danışmanı idi. Lord Melbourne'nun yerine Kraliçenin yarı hayatı boyunca hakim olacak şekilde. Kraliçenin ilk hamilelik süresinde, on sekiz yaşındaki "Edward Oxford" Kraliçeye suikast girişiminde bulundu. Kraliçe Londra'da eşi Albert'le birlikte araba ile gezinti yapıyordu.
Oxford iki defa ateş etti. Fakat iki mermi de isabet etmedi. Oxford vatana ihanetten yargılandı, fakat akıl hastalığı sebebiyle beraat ettirildi.
Ateş edilmesi Kraliçenin sağlığında veya hamileliği üzerinde bir etki yaratmadı. Kraliyet çiftinin dokuz çocuğunun ilki 21 Kasım 1840'ta doğdu ve Viktorya olarak isimlendirildi.
Komposé
Komposé, KDE için tam ekran görev yöneticidir. Sanal masaüstleri ve pencereleri tam ekran göstererek yönetimini kolaylaştırır.
Hızlı grafik üretebilmek için imlib2 kullanıyor, ayrıca daha hızlı grafikler için x.org'un XComposite eklentisini destekliyor.
KSnapshot
KSnapshot, KDE projesi kapsamında bir ekran görüntüsü yakalama uygulaması. 14 yıl boyunca KDE'de ekran yakalama aracı olarak kullanılmış olup Aralık 2015'te yerini Spectacle yazılımına devretmiştir. PNG, JPG gibi yaygın dosya biçimlerinde ekran görüntüsü almaya imkan verir.
Ozzy Osbourne
John Michael "Ozzy" Osbourne (3 Aralık 1948, Birmingham), İngiliz şarkıcı ve söz yazarı. 1970’lerde heavy metal grubu Black Sabbath’ın vokalisti olarak ünlendi. 1979’da Black Sabbath’tan kovulduktan sonra solo kariyerine başladı ve 11 stüdyo albümü yayımladı. İlk 7 albümünün hepsi 2 milyondan fazla satarak ABD’de Multi-Platinum ödülleri kazandı. Osbourne, kovulduğu Black Sabbath grubuyla ilerleyen dönemde çeşitli etkinliklerde bir araya geldi ve 2013’te grupla birlikte "13" albümünü kaydetti. Metal müziğin ortaya çıkışındaki katkıları ve uzun süreli başarısı nedeniyle kendisine “metal babası” denmektedir.
Babası Jack Osbourne, General Motors firmasında, annesi Lillian Osbourne ise Lucas adlı araba sarf malzemeleri üreten bir firmada işçi olarak çalışıyordu. Altı kardeşi ile beraber büyüyen Osbourne, okul hayatında pek başarılı olamadı; öğretmenleri öğrenim güçlüğü çektiğini düşünüyorlardı. 14 yaşındayken Beatles’ın müziği sayesinde rock müzikle tanışan Osbourne, 15 yaşındayken okulu bıraktı ve de yerel işletmelerde, inşaattan araba fabrikasına kadar değişen pek çok sektörde çalışarak iş hayatına atıldı. İlk müzik grubunu bu yıllarda, Birchfield Road School’da beraber okuduğu arkadaşı Tony Iommi ile beraber kurdu. Grup, psychedelic rock müziğinin baskın akım olduğu yıllarda, blues etkileşimli sert bir rock müzik eksenini korumaya çalışıyordu. Bas gitarist Geezer Butler, gruba yönetmen Mario Bava’nın korku filmi Black Sabbath’ın adını vermeyi düşündüğünü söyleyince gruplarının adı da konmuş oldu.
Grubun ilk albümü Black Sabbath, 13 Şubat 1970 yılında piyasaya çıktı ve de Amerikan müzik listelerinde 8. sıraya kadar yükseldi. İlk albümden sadece dört ay sonra stüdyoya dönen grup, War Pigs adlı ikinci albümleri üzerinde çalışmaya başladı; fakat Vietnam Savaşı’nı yeren albümün adı, müzik şirketinin baskısı üzerine Paranoid Park’e çevrildi. Paranoid, 4 milyondan fazla kopya sattı ve gruba ilk Amerika turnesinin kapısını açtı. Ozzy Osburne, bu albümle beraber şarkıcılık ve söz yazarlığı konusunda heavy metalin en etkili isimlerinden birisi haline gelmeye başladı.
İlk albümlerinin liste başarıları, 1971 yılında Master of Reality, 1973 yılında Volume 4, 1973 yılında Sabbath Bloodly Sabbath ve 1976 yılında Sabotage ile devam etti. Fakat grubun başarılı gidişi, 1976 yılında piyasaya sürülen Technical Ecstasy ile beraber durulmaya başladı. Technical Esctasy, Black Sabbath’ın Amerika listelerinde ilk 50’ye giremeyen ilk albümü olmuştu ve albüm sonrasında grupta çözülmeler görülmeye başlandı ve Ozzy Osbourne, 1977 kasımında, grup yeni albümleri için stüdyoya girmeden kısa bir süre önce Black Sabbath’dan ayrıldığını açıkladı. Grubun gidiş hattından memnun olmadığını söyleyen Osbourne, yine de grubun son albümü olan Never Say Die! kadrosunda yer aldı ve de 1979 yılının sonunda, çok fazla uyuşturucu madde kullandığı ve gruba yeni eserler katacak durumda olmadığı gerekçesiyle gruptan kovuldu .
2009 yılında otobiyografisini yayınladı.
Soru işareti
Soru işareti, bir noktalama işaretidir.
1. Soru bildiren cümle ve sözcüklerin sonunda kullanılır.
2. Herhangi bir bilginin şüphe ile karşılandığını veya kesin olmadığını anlatmak için yay ayraç içinde kullanılır.
3. Bilinmeyen yer, tarih ve benzeri durumları belirtmek için kullanılır.
4. Alay, küçümseme, şaşkınlık, yerme… gibi anlamlar taşıyan sözcüklerin yanında parantez içinde kullanılır.
Bazı dillerde, örneğin İspanyolcada, 18. yüzyıldan beri tipografide açılış ve kapanış soru işaretlerine ihtiyaç duyulmuştur. Soru cümlesi veya ifadesi bir ters soru işareti (¿) ile başlar ve bir soru işareti (?) ile son bulur. Yunanca ve Kilise Slavcasında noktalı virgül soru işareti yerine kullanılır. Arapçada, soru işaretinin yansıma şekli "؟" kullanılmaktadır.
Natalia Hanikoğlu
Natalia Hanikoğlu, Natalia Goncharova (Rusça Наталья Гончарова)(d. 1975, Moskova) Rus asıllı Türk vatandaşı voleybolcu. 1,89 m. boyundaki oyuncu daha önce Türk Millî Voleybol Takımı'nda da görev yapmıştır. Lakabı baby olan Natalia'nın Ela isminde bir kızı var.
Voleybola Moskova’da 8 yaşında başladı. Rusya'da Beden eğitimi ve spor bölümününden mezun oldu. CSKA Moskova takımı ile profesyonel oldu. Daha sonra Zareçye Odintsovo'ya transfer oldu. İtalyan takımı Ancona'da oyandıktan sonra 1997'de Kocaelispor'a transfer olarak ilk kez bir Türk takımına transfer oldu. Bu sırada Rus millî takımında da görev yapıyordu. Ancak Türkiye'ye geldikten sonra yine bir voleybolcu olan Hakan Hanikoğlu ile evlenerek 1998 yılında Türk vatandaşı oldu. 2000 yılında Eczacıbaşı'na transfer oldu. Eczacıbaşı formasıyla oldukça başarılı maçlar çıkaran Natalia Hanikoğlu, özellikle son yıllarda büyük atılım gösteren Türk kadın millî voleybol takımı'nın en önemli oyuncularından birisi oldu.
4 sezon Eczacıbaşı'nda başarıyla mücadele ettikten sonra, 2004-05 sezonunda tekrar Rus Ligi'nde Zareçye Odintsovo'da oynadı. 2005 yılında Dinamo Moskova'ya transfer oldu. 2007 yılına kadar Dinamo Moskova'da mücadele ettikten sonra bir süre vole |
ybola ara veren Hanikoğlu, 2008-09 sezonunda Beşiktaş'a transfer oldu. 2009-10 sezonu için Eczacıbaşı ile anlaşan Natalia Hanikoğlu, 2010-11 sezonu için Azerbaycan'ın Azerrail Bakü takımı ile anlaştı. 2011-12 sezonunda Galatasaray'la anlaşmaya varan Hanikoğlu, burada 1 sezon forma giydikten sonra 2012-13 sezonunda Beşiktaş ile sözleşme imzaladı. Beşiktaş formasıyla 2013-14 sezonunda Avrupa Bayanlar CEV Challenge Kupası'nda ikinci oldular.
Kaynak:
Absent
Absent, çeşitli bitkilerin damıtılarak fermante edilmesiyle elde edilen, alkol oranı yüksek (hacmen %45 ila %75) bir içkidir. Rakıya benzer şekilde bir miktar absente iki ila beş miktar su ilave edilip içilir. Ana bileşenleri alkol, pelin ve yeşil anasondur. Bunun yanı sıra üretildigi bölgenin geleneklerine göre çeşitli bitkiler karışıma eklenir.
Absentin ortaya çıkışı için çeşitli teoriler vardır. Bunlardan birine göre, ilk kez 1792 yılında Fransız doktor Pierre Ordinaire tarafından ticari amaçlı üretildi. Bazılarına göre ise ilk olarak İsviçre’de ortaya çıktı. Neuchatel'de Mère Henriod tarafından 1740'da yapıldığı söylenir. Rivayete göre İsviçre'nin bazı kantonlarında yerel olarak bu içki tüketilirken yukarıda bahsi geçen doktor Pierre Ordinaire'in dikkatini çekti ve tıbbi etkisi için kullanılmaya başlandı. Gerçekten de doktor Pierre Ordinaire, İsviçre'ye böyle bir yolculuk yapmıştır. Bir rivayete göre Ordinaire’in reçetesi Couvet'li Henriod kızkardeşlere geçti ve onlar da üretip sağlığa yararlı bir iksir olarak satmaya başladılar, bazılarına göre ise Henriodlar iksiri Ordinaire'in gelmesinden önce üretmeye başlamışlardı. Her durumda, Major Dubied adlı bir girişimci formülü 1797 yılında kızkardeşlerden satın aldı ve oğlu Marcellin ile damadı Henry-Louis Pernod ilk absent damıtımevini Dubied Père et Fils adıyla Couve'de açtılar. 1805'de Fransa'da Pontarlier'de yeni şirketleri Maison Pernod Fils adı altında ikinci işletmelerini açtılar. Pernod Fils, Fransa'da absentin yasaklandığı 1914'e kadar en popüler marka olarak kaldı.
Absent 1840'larda Cezayir savaşları sırasında Fransız ordusunda özellikle dizanteri ve bağırsak kurtlarına karşı tıbbi amaçlı olarak yaygın şekilde kullanıldı. Savaş sonrası eve dönen askerler alışıp sevdikleri bu tadı da beraberlerinde taşıdılar ve absent bistrolarda (küçük Fransız barları) hızla yaygınlaştı. 1850'lerden itibaren, absentin altın çağı olarak bilinen III. Napolyon döneminde, Fransa'da absent modası neredeyse bir çılgınlığa dönüştü, binlerce farklı çeşidi ortaya çıktı, zengin kentsoylulardan yoksul sanatçı ya da işçilere kadar tüm sınıfları fethetti ve içki tüketiminde lider hale geldi. 1880lerde büyük ölçekli fabrika üretimi absent fiyatlarının çok düşmesini sağladı. 1910'da Fransızlar yılda 5 milyon litre şaraba karşılık 36 milyon litre absent tüketmekteydi. Bu dönemde Fransa'nın dışında özellikle Orta Avrupa ve bir ölçüde yeni kıta Amerika'da da absent modası yayılmıştır.
Absentin yaygınlaşmasına koşut olarak, hem bazı dindar örgütler hem de şarap üreticileri birlikleri tarafından, çeşitli absent karşıtı kampanyalar geliştirildi. 20.yüzyıl başlarında absent ile vahşi suçları ve sosyal yozlaşmaları ilişkilendiren popüler inanışlar artık iyice yerleşmişti. Bu döneme ait bir yazıya göre, absent "insanı delirtir ve katil yapar, epilepsi ve verem getirir, ve binlerce Fransızın ölümünden sorumludur. Erkekleri bir hayvana dönüştürür, kadınları telef eder, çocukları yozlaştırır ve aileyi yıkıp ülkenin geleceğini tehlikeye sokar."
1906'da Belçika ve Brezilya, 1909'da Hollanda, 1910'da İsviçre, 1912'de ABD ve nihayet 1914'de Fransa absent üretimi ve satışını yasakladı. Pernod markası absentin yasaklanmadığı İspanya'da bir fabrika açarak yaşamaya devam ettiyse de çoğu marka gibi bir daha geri dönmemek üzere kayboldu. Öte yandan, küçük üreticilerin pek çoğu özellikle İsviçre'de yeraltına geçerek üretimi sürdürdü.
1990'larda bir ithalatçı, absentin tarihsel olarak popülerleşmediği ve hiç yasaklanmadığı Britanya'da absent satışını engelleyen bir düzenleme olmadığını farkettikten sonra Çek Cumhuriyeti'nden absent getirmeye başladı. 1990'larda absent modası bir canlanma yaşadı. Fransa'da 1914 yasağından sonra ilk üretilen absent La Fée Absinthe oldu (2000).
19.yy. sonlarında alkolizm üzerine çalışmalarıyla tanınan psikiyatrist Valentin Magnan, pelinotu yağını hayvanlar üzerinde deneyledi ve bu hayvanların, alkolün etkisinden bağımsız olarak, nöbet geçirdiğini keşfetti. Buna bağlı olarak, az miktarda pelinotu yağı içermesine rağmen, absentin genel alkollü içkilerden daha zararlı olduğu kanısı ortaya çıktı. Daha sonra ise absentin zararının kaynağı, içeriğinde bulunan "thujone" maddesine indirgendi. Magnan, bununla da kalmayıp 250 alkolik üzerinde çalıştı ve absent içenlerin nöbet geçirdiği ve halüsinasyon gördüğünü bildirdi. Modern dayanakların ışığında, deneydeki diğer etkenler ve bağlı olabilecek hastalıkların yeterince göz önünde bulundurulmaması ve Magnan'ın, alkolün ve absentin Fransız ırkını "dejenere" ettiği yönündeki taraflı düşüncesi nedenleriyle, Magnan'ın çıkardığı bu sonuçlar şüphelidir.
Pelin bitkisinde yüksek oranda bulunan tujon maddesi aslen tıbbi amaçlı kullanılır ve ada çayı, ardıç, meyan, nane gibi bitkilerde de bulunur. İyileştirici özellikteki bu maddenin aşırı yüksek dozlarının tehlikeli yan etkileri bildirilmiştir.
Absent yasaklandıktan sonra, İngiliz bilim dergisi "Nature", thujone maddesinin moleküler yapısını cannabis'in (marijuana/esrar) ana saykoaktif maddesi tetrahydrocannabinol (THC) maddesiyle karşılaştırana dek absentle ilgili çalışmalara ara verilmişti. Nature dergisindeki bu makalede, thujone maddesinin aslında bir "cannabinoid" olduğu miti tekrar gündeme getirilerek, beyinde THC ile aynı etkiye sahip olduğu belirtilmekteydi.
Daha yakın bir tarihte, Avrupa Konseyi'nin 88/388/EEC (1988) sayılı kararının Avrupa Birliği'nde thujone maddesinin belli miktarlarda yiyeceklerde kullanılmasına izin vermesiyle birlikte önceki çalışmalar gözden geçirildi ve absentteki thujone miktarının önemsiz değerlerde olduğu saptandı.
Avrupa Birliği düzenlemeleri absentteki thujone miktarını, alkol oranı %25 ve üstüyse en fazla 10 mg/litre, alkol oranı %25'in altındaysa en fazla 35 mg/litre olarak sınırlamaktadır.
Viski, konyak, şampanya gibi türlerin tersine absent için norm bir tarif ve yasal düzenleme yoktur. Bu nedenle, farklı içerik ve üretim yöntemine sahip absent çeşitleri mevcuttur. Başlıca iki üretim biçimi damıtım ve soğuk karışımdır.
Absent üretimi üç temel aşamada gerçekleşmektedir. Pelin, yeşil anason ve diğer bitkiler daha önceden damıtılmış alkolle karıştırıldıktan sonra üreticinin tercihine göre bir ya da daha fazla damıtılır. Bu ilk aşamada %72 oranında alkol içeren renksiz bir sıvı elde edilir. Bu haliyle, "Blanche" ya da "la Bleue" üretmek üzere şişelenebileceği gibi, ikinci aşamaya yani yapay ya da doğal yöntemle renklendirmeye de girebilir. Doğal renklendirme, çördükotu (zufaotu ya da Hyssopus olarak da bilinir), melissa, çeşitli pelin türleri gibi bitkilerin ilk aşamada elde edilen içkide ısıtılarak "demlenmesi" ile yapılır. Bu sayede bitkilerdeki klorofil içkiye geleneksel yeşil rengini kazandırır ve aynı zamanda absentin geleneksel otsu koku ve tatları da oluşur. Bu durumdaki absent "verte" olarak bilinir. Son aşamada ise istenilen miktarda su eklenmesiyle içkideki alkol oranı düşürülür.
Günümüzde büyük miktarda absent, çeşitli aroma ve esanslar katılmış yüksek dereceli alkolün yapay olarak renklendirilmesi olan soğuk karışım yöntemiyle üretilmektedir.
Bohemya tarzı absent (diğer isimleriyle Çek tarzı absent, anasonsuz absent ya da "e"siz yazılarak sadece "absinth"), esas olarak Çek Cumhuriyeti'nde üretilir ama Çek Cumhuriyeti'nde üretilen absentin tümü Bohemya-tarzı değildir. Geleneksel absentte bulunan rezene, anason ve diğer bitkiler bu tarzda çok azdır ya da yoktur ve geleneksel olanla tek benzerliği yüksek alkol oranıyla pelindir.
Absent günümüzde özellikle Fransa (Fougerolles en Haute-Saône, Pontarlier en Franche-Comté, Saumur en Pays de la Loire), İsviçre (Val de Travers), Çek Cumhuriyeti ve Polonya'da üretilir.
Fransa:
İsviçre:
Çek Cumhuriyeti:
10. Uluslararası İstanbul Bienali
10. Uluslararası İstanbul Bienali (15 Eylül - 4 Kasım 2007), İstanbul Kültür Sanat Vakfı tarafından 2007 sonbaharında düzenlenen çağdaş sanat bienalidir. Küratörlüğünü daha önce Gwangju ve Venedik Bienalleri'nde küratör olarak görev yapan, 1990 yılından beri Paris'te yaşayan Çinli küratör Hou Hanru üstlenecek.
Recep Çetin
Recep Çetin (d. 1 Ekim 1965, Karasu), Beşiktaş ve Türk millî takımının sağ bek defans futbolcusudur.
Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi sağ-bek lerinden biri olarak kabul edilen takoz Recep Çetin, Sakaryaspor altyapısında futbola başladı. Bu takımda 1. Lig'de forma giyemeyen futbolcu, 1984'te 19 yaşındayken bir başka 1. Lig ekibi olan Boluspor'a transfer oldu. Kariyerinin ilk profesyonel maçında uzun yılları formasını giyeceği Beşiktaş karşısında oynadı. Sezonun ilk maçı olan bu maçta 90 dakika forma giyen futbolcu, 32 maçta forma giyerek takımın değişmez isimlerinden oldu ancak sezon sonu küme düştüler.
1985-86 sezonunda ilk kez 2. Lig forması giydi. B Grubu birincisi olarak tekrar 1. Lig'e yükselme başarısı gösterdiler. Sonraki sezon oynadığı tüm maçlarda ilk 11'de sahaya çıkan futbolcu, 1. Lig'deki ilk golünü de Antalyaspor'u 6-2 yendikleri maçta kaydetti. 1987-88 sezonu Boluspor'daki son sezonu olurken Türkiye Kupası'nda çeyrek final gördü.
1988-89 sezonu başında Beşiktaş'a transfer oldu ve uzun süreli Beşiktaş kariyeri başladı. Olimpik millî takım ile Seul'dan dönen futbolcu ile iki yıllık sözleşme Atatürk Havaalanı'nda imzalandı. O sezon transfer edilen Les Ferdinand ve Mehmet Özdilek ile beraber Gordon Milne'ın değişmez oyuncularından biri oldu. İlk sezonunda lig ikinciliği ve ilk kez Avrupa maçına çıkması yanında, Türkiye Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupası'nın da sahibi oluyorlardı.
1989-90 sezonu ile birlikte, üç sene üst üste şampiyonluk kazanan kadroda akti |
f olarak yer aldı. Bu üç sezonda ayrıca bir kez Türkiye Kupası, bir kez de Cumhurbaşkanlığı Kupası kazandı. Türkiye 1. Ligi'nin en farklı mücadelesi olan Adana Demirspor karşısında alınan 10-0'lık maçta 90 dakika forma giymişti. Ayrıca ilk kez Şampiyon Kulüpler Kupası'nda forma giydi. 1990-1991 sezonunda İsveç şampiyonu Malmö FF ile eşleşen Beşiktaş'ın deplasmandaki ilk maçında, maç 2-2 devam ederken kendi kalesine attığı vole golü ile Beşiktaş'ın yenilmesine sebep olmuştu.
1993-94 sezonu ve son sezonu olan 1997-98 sezonu dışında 20 lig maçının altında oynamadı. Beşiktaş kariyeri boyunca 261 lig maçında oynayarak 4 gol kaydetti. 4 Lig, 3 Türkiye Kupası, 4 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 2 Başbakanlık Kupası ve 5 TSYD Kupası şampiyonluğu yaşadı. Ayrıca Şampiyon Kulüpler Kupası, Kupa Galipleri Kupası, UEFA Kupası dışında, Beşiktaş'ın ilk Şampiyonlar Ligi grubunda da bütün maçlarda forma şansı buldu.
John Toshack döneminde yerini kaybeden futbolcu, 1998-99 sezonunda Beşiktaş'tan Trabzonspor'a transfer oldu. Burada eski hocası Gordon Milne ile yeniden bir araya gelmiş oldu. Bir sezon formasını giydiği takımın 29 maçında hepsi ilk 11'de olmak üzere forma giydi ve kariyerinde son kez UEFA Kupası maçına çıktı. Sezon sonunda lig dördüncüsü oldular. Sezon sonunda takım Milne ile yollarını ayırdı. Recep Çetin de sezon sonunda takımdan ayrıldı.
1999-2000 sezonuna takımsız giren futbolcu, devre arasında İstanbulspor’a transfer oldu. Sezon sonunda küme düşmekten averaj ile kurtuldular. Sonraki sezon da 26 maçta takımının formasını giydi.
73 kez millî takımlara çağrılan Recep Çetin, 1 kez Türkiye U-18, 7 kez Türkiye Olympik , 5 kez Türkiye U-21, 56 kez de Türkiye A millî takım forması olmak üzere toplam 69 kez millî formayı giymiştir.
U-21 takımı ile 1988 UEFA Avrupa 21 Yaş Altı Futbol Şampiyonası elemelerinin 4 maçında da oynayıp 1 gol attı ancak turnuvaya katılamadılar. 1988 Yaz Olimpiyatları eleme maçlarında 4 kez forma giyse de Türkiye turnuvaya katılamadı. Ancak yine de Güney kore Cumhurbaşkanlığı Kupası için Seul'a gittiler. Buradaki 3 maçta da forma giydi.
Türkiye A millî takıma ilk kez Coşkun Özarı tarafından 11 Kasım 1986'da Kuzey İrlanda ile oynanan EURO 1988 eleme maçında çağırılsa da bu maçta forma giymedi. 16 Mart 1988'de Macaristan ile oynanan hazırlık maçında ilk kez millî oldu.
Recep Çetin, kariyeri boyunca millî takımın sağ bek mevkiinin vazgeçilmezi olmuştur. 1990 ve 1994 FIFA Dünya Kupası elemeleri, 1992 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde forma giydi. 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası elemelerinde son eleme maçı dışında hepsinde forma giymiş ve İsviçre'ye bir gol atmıştır. A millî takımdaki tek golü olan bu golü, 14 Aralık 1994 İstanbul'da İsviçre'ye karşı oynanan ve 1-2 kaybedilen maçta 45 metre uzaklıktan atmıştır. Bu gol eleme maçlarında haftanın golü seçilmiştir. Bu elemeler sonunda Türkiye, tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonası'nda mücadele etme şansı kazandı.
1 Mayıs 1996'da Ukrayna karşısında oynanan özel maçta ilk kez takım kaptanı olarak sahaya çıktı. 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası kadrosuna dahil edilen isimlerden oldu. Turnuvadaki son iki maçta görev yapan ve Danimarka maçına kaptan olarak çıkan futbolcu, Türkiye'nin gol atmadan elenmesine karşı koyamadı.
Recep Çetin, son olarak 1998 FIFA Dünya Kupası eleme maçlarının dördünde forma giydi. Son millî maçı, kaptan olarak çıktığı 30 Nisan 1997 tarihli Belçika maçıydı.
Beşiktaş
Karasu (anlam ayrımı)
Karasu, aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Gazi Hüsrev Bey
Gazi Hüsrev Bey (1480 - 1541), Osmanlı İmparatorluğu Padişahı I. Süleyman devrinde Bosna'da uzun süre görev yapan sancak beyi. Babası Boşnak annesi Türk olup, annesi tarafından Sultan II. Bayezid'in torunudur.
Sarayda iyi bir eğitim gördü. Dayısı Şehzade Mehmed, Kefe sancakbeyi olunca, Hüsrev’i de beraberinde götürdü. Şehzade Mehmed'in elçisi sıfatıyla Moskova'ya gitti. 1521’de Bosna Sancak Beyi oldu. I. Süleyman'ın Belgrad seferine katıldı ve Zemun Kalesini fethetti. Belgrad'ın fethinden sonra Macaristan, Hırvatistan, Erdel ve Dalmaçya'ya Türk akınları devam etti.
Mohaç Muharebesi'ne kadar süren bu akınlara, Sinan ve Bali beylerle birlikte Gazi Hüsrev Bey de katıldı. Mohaç Savaşında emrindeki deli kuvvetleri ile ihtiyat birliği olarak geride durdu. Savaştan sonra Obrovaç Kalesiyle birlikte stratejik önemi olan pek çok kaleyi zapt etti. 1534'te Semendire sancakbeyi olan Gazi Hüsrev Bey, iki yıl sonra tekrar Saraybosna'ya tâyin oldu.
1537’de Venediklilere ait ve bugün Hırvatistan Cumhuriyetine ait Split hinterlandına bağlı Solin, Kilis ve daha birçok kaleyi fethetti. 1539'da Adriyatik sahilindeki Split hinterlandındaki Kastelnovi Kalesi denizden Barbaros Hayreddin Paşa, karadan da Gazi Hüsrev Bey'in sıkıştırmaları sonucu ele geçirildi. Gazi Hüsrev Bey'in hayatı İslam'ı yaymak yolunda geçti. Emri altında bulunan 10 bin kadar deli kuvveti (serdengeçti) ile devamlı olarak hudutlarda cihat hareketine katıldı. Ancak Hüsrev Bey bu sırada idaresi altında bulunan Saraybosna'yı da imar etmekten geri durmadı. Şehirde pek çok cami, mescit, medrese, çarşı ve köprü yaptırdı. Kurşunlu Medrese diye de anılan Gazi Hüsrev Bey Medresesi yıllarca bir ilim ve kültür merkezi olarak hizmet verdi.
Gazi Hüsrev Bey, Bosna'da sancak beyi olarak görev yaparken, I. Süleyman'ın bazı seferlerine katıldı. Mohaç Muharebesi'nde büyük başarı gösterdi. Bosna bölgesinde yaptığı fetihlerle sancağının sınırlarını genişletti.
Toplam 17 yıl Bosna'da sancak beyliği yapmış olan Gazi Hüsrev Bey, 18 Haziran 1541 tarihinde Karadağ'ın Drobnjaci şehrinde çıkan bir Sırp isyanını bastırırken Mokro köyünde vefat etti. İç organları Karadağ'da bugün halen "Hoca Tepesi" ("Hodžina glavica") olarak anılan mevkiye, naaşı Saraybosna'ya nakledilerek kendi yaptırdığı Gazi Hüsrev Bey Camii'nin avlusundaki türbeye gömülmüştür.
İsa Bey'den sonra Saraybosna'nın ikinci kurucusu sayılan Gazi Hüsrev Bey, Saraybosna ve çevresinde İslam'ın yayılmasında önemli rol oynayan eserler yaptırdı. Onun inşa ettirdiği külliye asırlarca topluma hizmet verdi. Bu külliyenin kütüphanesinde günümüzde çok sayıda eser bulunmaktadır.
Adenium
Çöl gülü veya Adenium bir bitki cinsi. Afrika'da doğal olarak rastlanan bir tür bitki.
Çölün derinliklerinden kazılarak çıkartılıyor. Ağırlığı ve görüntüsündeki oyuntular bakımında denizdeki süngerlere benziyor.
Samet Aybaba
Samet Aybaba (d. 5 Eylül 1956, Osmaniye), Türk eski futbolcu, teknik direktör.
Futbola İskenderunspor'da başladı.
İskenderunspor’dan 1977-78 sezonunda Beşiktaş'a transfer olan Samet Aybaba, siyah-beyazlı ekipte orta saha ve defansta yer aldı. 11 yıl Beşiktaş'ın formasını giydi, kaptanlık yaptı. 334 lig maçında 7 gol atan Samet Aybaba, 1988 Temmuz ayında jübile ile futbolu bıraktı. Beşiktaş'ta 2 Lig, 1 Cumhurbaşkanlığı, 1 Başbakanlık, 2 TSYD Kupası şampiyonluğu yaşadı.
A millî takımda oynama şansını bir türlü yakalayamayan Aybaba, 8 kez Ümit, 17 kez de genç olmak üzere toplam 25 defa millî formayı giymiştir.
Futbolu bıraktıktan sonra teknik direktörlük mesleğini seçti. İlk önce Beşiktaş'ta Gordon Milne'in yardımcılığı için düşünülse de bu gerçekleşmedi. 1990-91 sezonu için MKE Ankaragücü'nün başına geçerek ilk teknik direktörlük deneyimini yaşadı. İlk sezonunda lig yedincisi oldular. Asıl başarı ise yan kupalarda geldi. Federasyon Kupası yarı finalinde Fenerbahçe'yi 3-1'lik skorla elediler. Ancak uzatmalara giden finalde Galatasaray'a aynı skorla mağlup olarak kupayı kazanamadılar. 22 Mayıs 1991'de ise lig üçüncüsü Trabzonspor ile oynadıkları Başbakanlık Kupası'nı 3-1 kazandılar. Böylece Aybaba, teknik adam olarak ilk kupasına sahip oldu. Bir sonraki sezon lig sekizincisi olup, kupada ilk turda elendiler. Sezon sonunda takımdan ayrıldı.
1997-98 sezonu Aybaba'nın ikinci Ankaragücü dönemi oldu. Ancak başarılı bir sezon geçirmeyerek, ligi on üçüncü sırada tamamladılar. Sonraki sezona da Ankaragücü ile başlasa da devre arasından önce yolları ayrıldı. İstifasından önce takımı Türkiye Kupası çeyrek finaline taşımıştı. Aybaba sonrası Ankaragücü, yarı finale çıkıp Beşiktaş'a elendi. Yarı finalist olmasına rağmen takım, sonraki sezon UEFA Kupası'na katılmaya hak kazandı.
13 Aralık 1992'de Kayserispor'un başına getirildi. Takım, o sezon 1. Lig'e çıkmış, 14 haftada sadece 2 galibiyet almıştı. İlk maçında Fenerbahçe'ye yenilince, takımı ilk yarıyı 16 takımlı ligde 12. olarak tamamladı. Takım sezonu da 12. olarak bitirip ligde kalmayı başardı.
1993-94 sezonuna da bu takımda başlayan teknik adam, Eylül 1993'te yaşadığı problemler nedeniyle istifasını verse de daha sonra anlaşma sağlakndı ve sezon sonuna kadar görevine devam etti. Lig yine 12. olarak bitirilirken, Türkiye Kupası'nda çeyrek finalde Galatasaray'a elendiler.
Ocak 1996'da ikinci Kayserispor dönemini yaşadı ve devre arası Raşit Çetiner'in yerine takımın başına geçti. Ligin son sırasında teslim aldığı takım ile küme düşmeme mücadelesi verdi ancak sezonun bitimine bir hafta kala küme düşmesi kesinleşti. Sonraki sezon takımını bırakmayarak kariyerinde ilk kez 2. Lig'de mücadele etmiş oldu. Klasman gruplarını 1. olarak bitirerek, play-off'lara kaldılar. Karabükspor'un ardından ikinci olarak, Kayserispor'u 1. Lig'e yükseltme başarısını gösterdi.
1994-95 sezonunda 1. Lig'e yeni çıkan Adana Demirspor'un teknik direktörü oldu. Sezona galibiyet ile başlasalar da ADS dönemi Aybaba için parlak geçmedi. Eylül ayında hak mahrumiyeti cezası alarak bir süre maçları tribünden izledi. Ligin ilk 5 haftasından üç galibiyet çıkardıktan sonra hiç galibiyet alamayarak düşüş yaşadı. 29 Ocak 1995'te eski takımı Kayserispor'a yenildikten sonra istifa etti. Adana Demirspor o sezon, başka galibiyet alamayarak lig sonuncusu olarak küme düştü.
1999-2000 sezonunda Vanspor'u çalıştırdı. Ancak Vanspor dönemi ekonomik sorunlar nedeniyle sancılı geçti. Sezon başlarında istifa edip sonra geri dönse de, 14. haftada aldıkları Galatasaray yenilgisi sonrası istifa etti. Vanspor sezon sonu lig sonuncusu olarak küme düştü.
4 Ocak 2000'de bir başka Ankara takımı olan Gençle |
rbirliği'nin başına geçti. Orta sıralardan aldığı takımı sezon sonunda lig beşincisi yaptı. Bu derece, Aybaba'nın kariyerinin o döneme kadarki en büyük lig başarısıydı. Bu sayede takımdaki sözleşmesi iki sene daha uzatıldı.
2000-01 sezonu lig performansı olarak önceki sezonun oldukça altındaydı ancak asıl başarı Türkiye Kupası'nda geldi. Gençlerbirliği, Samet Aybaba döneminde, Türkiye Kupası'nı tarihinde 2. kez müzesine götürdü. Yarı finalde Beşiktaş'ı, finalde ise Fenerbahçe'yi penaltılarla elemişlerdi. Başkan İlhan Cavcav ile görüş farklılıkları bulunması nedeniyle sezon devam ederken sezon sonu takımdan ayrılacağını açıkladı.
2008-09 sezonunda Gençlerbirliği'ndeki ikinci dönemine başladı. 10. haftada göreve başladığı takımdaki ilk dönemlerinde Abdel Zaher El Saka ile ırkçılık tartışması yaşadı. Sezon sonunda Gençlerbirliği averaj ile ligde kalmayı başardı. Sezon sonu göreve devam etmedi.
Sezon başında adı Trabzonspor ile anılsa da bir süre hiçbir takım ile anlaşmayan teknik adam, 7. haftadan itibaren Gaziantepspor'u çalıştırmaya başladı. Gaziantepspor, sezonu altıncı olarak bitirirken, Avrupa kupalarına katılma şansını averaj ile Denizlispor'a kaptırdı.
2005-06 sezonunun ikinci yarısı, ikinci Gaziantepspor dönemine başladı. Sezon sonunda takımı kümede tutmayı başardı. Türkiye Kupası çeyrek finalinden aldığı ekibi yarı finale çıkarsa da Beşiktaş'a elendiler.
2002-2004 yılları arasında Trabzonspor'da görev aldı. Sezon başında kadroda revizyona giderek ilerleyen yaşı nedeniyle Hami Mandıralı'yı takımda istemedi.
Trabzonspor'u ilk yılında Türkiye Kupası şampiyonu yaptı. Finalde eski takımı Gençlerbirliği'ni 3-1 mağlup etmişlerdi. Ligi ise yedinci sırada tamamladı.
2003-04 sezonunda ligde iyi bir görüntü çiziyordu. O sezon kariyerinde ilk defa bir Avrupa maçında takım çalıştırdı. UEFA Kupası birinci turunda Villarreal CF ile karşılaşan Trabzonspor, İspanya'da beraberliği sağlasa da kendi sahasında 3-2 yenilerek elendi. Ancak Trabzon başkanı Özkan Sümer'in istifası ile kulüp içinde sorunlar baş gösterdi. Aybaba, kendisine yönetim tarafından verilen para cezasını protesto ederek görevinden ayrıldı. Sezon sonunda Trabzonspor, ligi ikinci sırada bitirdi.
2004'te Aybaba'nın yeni durağı o sene Süper Lig'e yükselen Ankaraspor oldu. Ligi yedinci olarak bitirip, UEFA Intertoto Kupası'na katılmaya hak kazandılar. Ancak Slovak FC Dubnica takımına 0-4 ve 1-0'lık skorlar ile elendiler. Ligde 12. hafta sonunda takım düşme potasından kurtulamayınca istifa etti.
2006-07 sezonunda takım çalıştırmayan Aybaba, 2007-08 sezonu için Çaykur Rizespor ile anlaştı. Sezona çeşitli özel turnuvalara katılarak hazırlandılar. Ancak sezona 4-0'lık Galatasaray mağlubiyeti ile başladılar. İkinci maçta da alınan mağlubiyet sonrası Aybaba'nın yaptığı açıklamalar nedeniyle yönetimle arasında problem oluştu. Aybaba, bu sorunlar nedeniyle istifa etti.
Aybaba, 2007-08 sezonunun 10. haftasında Bursaspor'la anlaştı. Küme düşmeye yakın olan Bursaspor'u ligde tutmayı başardı. Ertesi sezon, 6 maçta 5 galibiyet ile lige çok iyi başlamıştı. Ancak devamı gelmeyince, sezonun yine 10. haftası öncesinde 4 Kasım 2008 tarihinde Bursaspor'daki görevini bıraktı.
2009-10 sezonu öncesi Trabzonspor ile prensipte anlaşmaya varsa da yönetimdeki anlaşmazlıklar nedeniyle bu transfer gerçekleşmedi. Aybaba, o sezon görev yapmadı. 7 Ekim 2010 tarihinde İzmir ekibi Bucaspor ile 1+1 yıllık antlaşma imzaladı. Bu görevi Mart 2011'e kadar sürdürdükten sonra kötü gidişatın sonucunda istifa ettiğini açıkladı. Yerine Bucaspor'un eski futbolcularından Sait Karafırtınalar getirildi. Bu dönemdeki en büyük başarısı Bucaspor'u, Türkiye Kupası gruplarından çıkarıp çeyrek finale yükseltmek oldu.
2012-2013 sezonunda Mustafa Denizli, Rıza Çalımbay, Ertuğrul Sağlam, Louis Van Gaal, Eric Gerets ve Arthur Zico gibi isimlerle anılan Beşiktaş'ın başına getirilmiştir. Samet Aybaba 2 yılı opsiyonlu olmak üzere 4 yıllık sözleşme imzalamıştır.Şubat ayında 2 yıllık opsiyon kaldırılıp 4 yıllık sözleşme imzalandı. Sezon sonunda Beşiktaş ligi 3. olarak bitirdi ve bu Samet Aybaba'nın lig kariyerinde o zamana kadarki en büyük başarısı oldu. 20.05.2013 Tarihinde istifasını Beşiktaş yönetimine sundu.27.05.2013 Tarihinde sözleşmenin feshedildiği kesin olarak belirtilmiştir.
2013-2014 sezonu öncesinde Antalyaspor ile anlaşarak bu kulübün teknik direktörlük görevini üstlenmiştir. 10 Mart 2014 tarihinde, Çaykur Rizespor ile 2-1 yenilginin ardından Antalyaspor yönetimi yollarını ayırma kararı aldı.
"Sadece lig maçları dahildir"
Anadolu beylikleri
Anadolu Beylikleri, Anadolu Türkmenlerinden Türklerin 1071’deki Malazgirt Savaşı'ndan sonra Anadolu’da kurdukları devletlerdir. Savaşın hemen ardından, özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'da kurulan devletlere Birinci Dönem Anadolu Beylikleri, aynı dönemde; önce Anadolu'nun batı ucunda İznik'i başkent edinen, sonradan da Haçlı Seferleri nedeniyle başkentini Konya'ya taşıyarak Orta Anadolu merkezli olarak devam eden Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıflaması ve yıkılmasından sonra kurulan devletler ise İkinci Dönem Anadolu Beylikleri olarak ifade edebilir.
Anadolu Selçukluları, Anadolu'daki Türkmen beylerini aşiretleriyle birlikte Bizans ve Kilikya sınırlarına yerleştirmişlerdi. Böylece Anadolu Selçukluları hem devletin sınırlarını güvence altına alıyor, hem de Türkmen beylerini denetim altında tutuyorlardı. Ama 1243'teki Kösedağ Savaşı'nda Moğollara yenilen Anadolu Selçuklu Devleti’nin Türkmenler üzerindeki denetimi zayıfladı. Bu savaşın ardından, Moğolların bir kolu olan İlhanlılar Anadolu’da denetimi ele geçirdiler. Bu süreçte uç beylikleri, önce İlhanlılara bağlı, sonra bağımsız devletlere dönüştüler. Bu beyliklerden biri olan Osmanlı Beyliği, zamanla bütün öbür beyliklerin topraklarını ele geçirdi ve bir imparatorluğa dönüştü.
Anadolu beyliklerinin kurucuları aşiretlerdi. Anadolu Selçukluları bu aşiretleri özellikle Bizans sınırına yerleştirmişler ve bu toprakları aşiret beylerine ikta (tımar) olarak vermişlerdi. İkta sisteminde, Türkmen beyleri kendilerine verilen toprağın karşılığında Anadolu Selçuklu sultanına savaş zamanlarında asker gönderiyordu. Toprağın mülkiyeti sultana aitti, beylerin ise bu toprağı işleme hakkına sahipti. Bu beyler sonradan bağımsızlıklarını ilan ettiklerinde Anadolu Selçuklu devlet yapısını kendilerine örnek aldılar.
Anadolu beyliklerinde devlet yönetimi hanedanın elindeydi. Bu hanedanın en yaşlı ya da etkili kişisine ulu bey denirdi. Ulu bey devlet merkezinde oturur, vilayetlerin yönetimini ise çocuklarına ya da kardeşlerine bırakırdı. Devlet işleri, bir kurul ya da kurum olan divanda görüşülür ve karara bağlanırdı. Vilayetlerin yönetiminden ise valiler sorumluydu; ayrıca hukuk işlerini kadılar ve askerlik ile güvenlik işlerini subaşılar yürütürdü. Devletin parası (sikke) ulu bey adına basılırdı.
Anadolu beyliklerinde ordu, Ulu beyin atlı ve yaya hassa birlikleri, ikta verilmiş beylerin yetiştirdiği askerler ve çeri denen aşiret atlılarından oluşurdu. Savaş sırasında ordu üç kola ayrılırdı. Merkez kuvvetlere ulu bey, sağ ve sol kollara da oğulları ya da kardeşleri komuta ederdi. Ok, yay, kılıç, kargı, hançer, balta, gürz ve mancınık orduda kullanılan başlıca silahlardı.
Üç çesit toprak vardır.Bunlara ikta, vakıf ve mülk denirdi. Devlet bazı toprakların gelirini hizmetlerine karşılık belirli bir kişiye ya da bir vakfa bırakırdı. Köylüler bu toprakları işler, vergisini de toprağı işletme hakkına sahip olan kişiye ya da vakfa verirlerdi. Köylüler ekip biçmekle yükümlü olduğu toprakları bırakıp başka yere gidemezlerdi. Kent ve kasabalarda mülk sahibi olanlar köylülere oranla daha özgürdüler. Her zanaat dalı ayrı bir Ahi birliğine bağlanarak kendi içinde örgütlenmişti.
Ekonominin temeli tarıma dayalıydı. Toprak ve iklim koşullarına bağlı olarak tahıl, meyve ve pamuk gibi ürenler yetiştiriliyordu. Hayvancılık da hayli yaygındı. Anadolu'da dokunan kilim ve halılar dış pazarda alıcı buluyordu. Kütahya, Amasya ve Bayburt çevresinden çıkarılan gümüşün büyük bölümü de dışarıya satılıyordu. Anadolu beyliklerinde ticarete de gelişmişti. Karadeniz kıyısındaki Sinop, Trabzon ve Samsun, Ege'deki Foça, İzmir, Selçuk ve Balat ile Akdeniz'deki Antalya ve Yumurtalık, iç ve dış ticaretin en önemli liman kentleriydi. Kayseri ve Konya, kervan yollarının kavşak noktasında bulunan Sivas önemli ticaret merkezleriydi.
Anadolu beylikleri döneminde özellikle Konya, Kayseri ve Kastamonu birer bilim ve sanat merkeziydi. Bilimler arasında en çok tıp gelişmişti. Hacı Paşa bu dönemin en ünlü tıp bilginlerinden biriydi. Başta Yunus Emre olmak üzere Gülşehirli Şeyh Ahmed, Âşık Paşa, oğlu Ulu Arif Çelebi, Bahaeddin Sultan Veled, Ahmed Eflaki, bu dönmede yetişmiş başlıca şair ve yazarlardı. Bunlar arasında Yunus Emre Anadolu’da Türkçe şiirin öncüsüdür.
Osmanlılar zamanında doruğuna ulaşan büyük mekânlı yapıların ilk örnekleri de bu dönemde ortaya çıktı. Karamanoğullarının yaptırdığı Karaman'daki Hatuniye Medresesi ile Niğde'deki Ak Medrese önemli yapılardır. Germiyanoğulları da Afyonkarahisar'da Kubbeli Cami ve Kütahya'daki Vacidiye (Demirkapı) Medresesi’ni yaptırdılar. Beyşehir'deki Eşrefoğlu Süleyman Bey Camisi ve Medresesi Eşrefoğullarından kalmıştır. Eğirdir'deki Dündar Bey Medresesi, Hamidoğullarından kalan en önemli yapılardan biridir. Safranbolu'daki Gazi Süleyman Paşa Camisi Candaroğulları mimarisinin önemli örneğini oluşturur. Birgi'deki Aydınoğlu Mehmed Bey Camisi ve Medresesi ile Selçuk'ta salt mermerden yapılmış İsa Bey Camisi ve İmareti Aydınoğulları beylerince yaptırılmıştır. Manisa'daki Ulucami Saruhanoğullarından ve Kayseri'deki Hatuniye Medresesi Dulkadıroğullarından günümüze ulaşmış en önemli mimarlık örneklerindendir.
At yarışı
At yarışı, en eski ve en yaygın sporlardan biridir. İlk at yarışları, eski Türk devletlerinde yapılmıştır.
Hititler, Asurlular, Romalılar ve Mısırlıların at yarışları düzenlediği bilinmektedir. Homeros MÖ 9. ya da 8. yüzyılda yazdığı İlyada adlı yapıtında atlı araba yarışlarından söz eder. |
Kuzey Afrikalı, Çinli, Pers ve Arap binicilerin de yarışlar yaptığı bilinmektedir.
İlk düzenli yarışlar, 17. yüzyılda İngiltere Kralı II. Charles döneminde yapıldı. 1665'te Kuzey Amerika'da ilk resmi at yarışı düzenlendi. At yarışları, bugünkü uluslararası biçimini 19. yüzyıl ortalarına doğru kazanmaya başladı. Günümüzde en ünlü İngiliz engelli yarışı, Liverpool'daki Aintree koşu pistinde yapılan Büyük Ulusal Yarış'tır.
Günümüzde at yarışları safkan ya da yarımkan atlarla yapılır. Yarışlar düz ve engelli koşu olmak üzere ikiye ayrılır. Düz koşulara en değerli yarış atları katılır ve bu yarışlar büyük ödüllü yarışlardır. Engelli koşularda yaşça daha büyük olan atlar, daha yüksek ve kalın engelleri aşmaya çalışırlar.
Klasik at yarışlarının yanı sıra "yaşa göre ağırlık" ya da handikap koşularında farklı yaşlarda atlar yarışır. Ama bu atlar arasındaki yaş farkının doğurduğu eşitsizlik, yaşça daha büyük olan atların, öbürlerinden daha fazla ağırlık taşımasıyla giderilir. Ayıca atların taşıyacağı ağırlık geçmişte aldıkları dereceler de göz önünde bulundurularak belirlenir. Bir atın taşıdığı ağırlık asıl olarak binici (jokey) ve eyerdir. Ama gerektiğinde eyerin altına, içinde kurşun bulunan ağırlık torbası koyulur.
Yarış başlamadan birkaç dakika önce jokeyler atlara binip başlama noktasına giderler. Bir koşu iki türlü başlatılabilir. Birincisinde, pisti enlemesine kesen şeritlerin oluşturduğu bir başlama kapısı kullanılır. Atlar, çıkış kapısının arkasında sıralanır, hakem kaldıraçla engeli yukarıya kaldırınca yarış başlar. İkinci tür çıkışta, her at için ayrı bölme kullanılır(starting box).
Binicilerin değişik durumlara göre karar verebilme yetenekleri, becerileri ve soğukkanlı olmaları yarışı büyük ölçüde etkiler. Biniciler her atın farklı bir koşma biçimi olduğunu bilirler. Bazı atlar önde dörtnala gitmekten hoşlanır ve sonuna kadar böyle koşarlar. Bazıları ise öne geçer geçmez yavaşladığından, jokeyler bu tür atları bitiş çizgisine yakın bir mesafede atağa geçirirler. Bir jokey tempoyu iyi denetleyebilmeli, atın önünü açık tutmalı ve öbür atların arasından sıyrılıp öne çıkabilmek için hızlı davranmalıdır. Bir jokey, başka bir atı sıkıştırmak, önüne geçerek onu engellemek gibi kuraldışı davranışta bulunursa, o jokeyin bindiği at kuraldışı bulunduğu atın gerisine atılır. İlk dört dereceye giren atların eyer ve ağırlık torbaları, yarış sonunda önceden saptanan ağırlıkta olup olmadığı denetlenir.
İngiltere'de at yarışları, 1750'de Newmarket’ta kurulan Jokey Kulübü'nce düzenlenir. Beş klasik koşudan en önemlisi, Derby (Epsom) yarışıdır. Bu yarışta 3 yaş atları 2400 m koşarlar. Atların iki tekerlekli, hafif bir aracı çektikleri yarış türü ABD, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda'da çok yaygındır. ABD'de en önemli klasik koşular, Kentucky Derby, Belmont Stakes ve Preakness Stakes yarışlarıdır.
Fransa'da klasik koşular Jokey Kulübü Büyük Ödülü, Paris Büyük Ödülü ve Zafer Takı Büyük Ödülü yarışlarıdır. Avustralya'da en ünlü yarış Melbourne Kupa Koşusu’dur. Dünya binicilik şampiyonası ilk kez 1970'te yapılmıştır.
At yarışlarının daha heyecanlı bir spor olmasını sağlayan etkenlerden biri de bahistir.
Türkiye'de ilk at yarışının, Osmanlı Padişahı Orhan Bey'in Bursa'yı alışından sonra yapıldığı bilinmektedir. 17. yüzyılda Edirne'de ve İstanbul'daki Yıldız Köşkü bahçesinde at yarışları düzenlenmiştir. 19. yüzyılda Makriköy'de (bugün Bakırköy) Veli Efendi'nin topraklarında (bugün Veliefendi Hipodromu) ve Kâğıthane'de at yarışları yapılırdı.
Cumhuriyet dönemindeki düzenli yarışların ilki 1924'te yapıldı. Bugün en ünlü koşu olan Gazi Koşusu 1927'de başlatıldı. Günümüzde Türkiye Jokey Kulübü bünyesinde İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Bursa,Kocaeli, Elazığ,Diyarbakır ve Şanlıurfa gibi kentlerde yapılan yarışların yanı sıra, yine aynı kurumun bünyesinde Cumhurbaşkanlığı Kupası, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık Kupası ve Türkiye Büyük Millet Meclisi düzenlenmektedir. Gazi Koşusu 1927'den beri yapılmakta olup, Türkiye'de aralıksız en uzun süre yapılan spordur.
Bulgaristan'daki şehirler listesi
Bu listede Bulgaristan'daki 20.000'den fazla nüfusa sahip şehirler sıralanmıştır.
Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi
Cumhuriyet döneminin ilk kurulan fakültesi Ankara Üniversitesi'nin mühendislik ve temel bilim alanlarındaki öncü kuruluşlarındandır. Kuruluşundan bu yana fakülte Türkiye'de bilim ve teknolojinin gelişmesinde, ülkenin kalkınmasında, çağdaş düzeyde temel ve uygulamalı araştırmalar yapılmasında önemli katkılarda bulunmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin özel olarak çıkardığı 17.9.1943 tarih ve 4492 sayılı Kanunla 8 Kasım 1943 tarihinde kurulmuştur. Fakültenin kuruluş yeri olarak Tandoğan Kampüsü belirlenmiş ve ana binalar Kültür Bakanlığı'nca tarihi eser olarak korunan modern ve yeni bir mimari ile inşa edilmiştir. Övgü ile söz edilen bahçesi günümüzde de aynı güzelliği ile korunmaktadır.
Fakülte'de dört yıllık lisans öğrenimi yanında Ankara üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü organizasyonu ile yukarıda belirtilen bölümlerde yüksek lisans ve doktora programları yürütülmektedir.
Dekanlık görevini Hüseyin Bereketoğlu yürütmektedir.
Akademik kadrolarında 58 profesör, 22 doçent ve 31 yardımcı doçent bulunmaktadır.
195000 m² toplam alan ve 46300 m² kapalı alana sahiptir.
1 Gözlemevi, 1 harbaryum, 1 merkez kütüphane, 1 konferans salonu, 21 laboratuvar, 7 amfi, 39 dershane, 1600 kişilik yemekhane, 1 kafeterya, 4 tenis kortu, 1 basket sahası, 1 futbol sahası, 1 masa tenisi sahası, 1 halı saha, 1 adet kapalı olimpik yüzme havuzu, 1 adet fitness salonu bulunmaktadır.
Bölüm, Astrofizik ve Genel Astronomi olmak üzere iki anabilim dalından oluşmaktadır.
Gökbilim, astrofizik ve uzay bilimlerinde temel bilgileri içeren 4 yıllık bir lisans öğretimi verilmektedir. Lisans programına her yıl 1. öğretime ortalama 85 öğrenci, 2. öğretime ise ortalama 50 öğrenci üniversitelerarası seçme ve yerleştirme sınavındaki matematik puanlarına göre seçilerek alınır. Ayrıca 3 adet lise birincisi kontenjanı mevcuttur. Lisans programını başarıyla tamamlayan ögrencilere Astronom unvanıyla lisans diploması verilir.
Program derslerinin ilk yıla ait kısmı temel matematik ve fizik derslerinden oluşmaktadır. Takip eden yıllarda daha çok branş ağırlıklı dersler verilmektedir. Astronomi öğrencileri teorik olarak gördükleri derslerin uygulamalarını Ankara Üniversitesi Ahlatlıbel Gözlemevinde bulunan üç teleskop ile yapmaktadır. Bölümde araştırma faaliyetlerinde kullanılan UNIX tabanlı sunucular ve kişisel bilgisayarlar bulunmaktadır. Başarıyla mezun olan öğrencilerin bir kısmı üniversitelerin Fen Bilimleri Enstitülerinde Astronomi, Matematik ve Fizik dallarinda yüksek lisans ve doktora öğrenimi yapabilirler ve ögrenimleri sırasında ilgili bilimlerde araştırma görevlisi, uzman gibi kadrolarda çalışabilirler.
Genelde bölümden lisans diploması alanlar astronomi, meteoroloji, bilgisayar programlama, matematik ve fizik konularıyla ilgili iş sahalarında çalışmaktadırlar.
Biyoloji Bölümü Lisans Programı I. ve II. Eğitim olarak sürdürülmekte, her bir programda 100’er öğrenci bulunmaktadır. İlk üç yılın sonunda Botanik, Ekoloji ve Çevre Biyolojisi, Moleküler Biyoloji ve Biyoteknoloji, Zooloji olmak üzere 4 farklı dalda branşlaşma sağlanmaktadır.
Bölümde, Botanik, Ekoloji ve Çevre Biyolojisi, Genel Biyoloji, Hidrobiyoloji, Moleküler Biyoloji, Mikrobiyoloji ve Zooloji Anabilim Dallarında temel ve uygulamalı araştırmalar yapılmaktadır.
Bölüm bünyesinde Bitki ve Hayvan Fizyolojisi Araştırma Laboratuvarı, Bitki Doku Kültürü Laboratuvarı, Elektron Mikroskobu Preparasyon Laboratuvarı, Mikroteknik Araştırma Laboratuvarı, Ultramikrotom Laboratuvarı, Elektroforez Laboratuvarı, Hayvan Yetiştirme Laboratuvarları, Bakteriyoloji Araştırma Laboratuvarı, Biyokimya Araştırma Laboratuvarı, Kromatografi Araştırma Laboratuvarı, Histoloji Araştırma Laboratuvarı, Mikroskoptan Resim Çekme ve Çizme Laboratuvarları , Bitki ve Hayvan Ekolojisi Laboratuvarları, Algoloji Laboratuvarı, Hayvan Müzesi, Herbaryum, Elektron Mikroskop Laboratuvarı, Fotoğraf baskı odası bulunmaktadır.
Fen Fakültesinin kuruluş yılı olan 1943 de fakültede Fizik öğrenimi yapmak ve fakültenin diğer bilim dallarının fizik dersleri gereksinimini karşılamak üzere Fizik Enstitüsü adı ile kurulmuş ve sonradan Tecrübi Fizik, Umumi Fizik, Atom Fiziği ve Teorik Fizik kürsüleri olarak ayrılmıştır. 1968 yılında bu kürsülerin birleştirilmesi ile tek bir Fizik Kürsüsü haline gelerek, ancak bölüm düzeyinde çalışmalara ilk defa 1974 yılında Fizik Bölümü adı ile başlamıştır.
1954 yılına kadar lisans öğretimi yapılan bölümde, aynı yıl beş yıllık Fizik Yüksek Mühendisliği öğretimi de başlatılmıştır. 1976 yılında Fizik Yüksek Mühendisliği yerine dört yıllık Fizik Mühendisliği programı getirilerek yüksek lisansüstü programa kaydırılmıştır. 1982 yılında Yüksek Öğretim Kanunu ile bölüm Fizik ve Fizik Mühendisliği Bölümleri olarak ayrılmıştır. Bölüm, kurulduğu 1943 yılından günümüze değin altmış yıllık zaman dilimi içerisinde, üniversitelerimizin hemen hemen tümünün Fizik Bölümlerinin kurulmasına ve geliştirilmesine, başta Üniversitemizin Fizik Mühendisliği Bölümü olmak üzere tüm bu bölümlere öğretim üyesi yetiştirilmesinde pek çok katkıda bulunmuştur.
Her yıl Lisans düzeyinde ortalama elli, Lisansüstü düzeyde de ortalama onbeş öğrenciye öğretim olnağı tanıyan bölümün mevcut akademik kadrosunda yedi Profesör, sekiz Doçent, dört Yardımcı Doçent, bir öğretim görevlisi ve yirmi Araştırma görevlisi bulunmaktadır.
İstatistik Bilimi, belirsizlik içeren olay, olgu ve süreçler hakkında modeller kurmada, bu modellerin geçerliliğini sınamada ve sonuç çıkarmada gerekli bilgi ve yöntemleri sağlar. Modelleme, başka bir deyişle gerçek süreçlerin anlatımı sırasında olasılık ve istatistik biliminin önemi, bilgi çağı olarak nitelenen bu çağda, teknolojideki gelişmeler sonucu, diğer bilim dalları ve uygulamalarda vazgeçilmez teknik ve yöntemleri ile daha da artmıştır. İstatistik bilimine duyulan ihtiyaç, onun temel ve uygulamalı bilimler arası |
nda yer almasını sağlamış; geliştirilmesini ve öğretimini zorunlu kılmıştır.
2547 sayılı Yasanın hazırlanışı sırasında İstatistik, Uygulamalı Matematiğin alt dalını oluşturan disiplinlerden biri olarak tasarlanmışsa da, daha sonra düzeltilerek Fen Fakültelerinin ayrı bir Bölümü olarak örgütlenmesi ön görülmüştür. Yasanın çıktığı sırada, biri Hacettepe Üniversitesinde, diğeri de Orta Doğu Teknik Üniversitesinde (ODTÜ) olmak üzere iki İstatistik Bölümü bulunmaktaydı.
Daha önce, Rektörlüğü sırasında ODTÜ İstatistik Bölümünün kurulmasına önderlik eden Prof. Dr. Tarık SOMER, sonraki yıllarda Ankara Üniversitesi Rektörü olunca, Ankara Üniversitesinde bir İstatistik Bölümü kurulmasına çaba göstermiştir. Bu amaçla, ODTÜ'den Prof. Dr. Yalçın Tuncer, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesine atanmış ve 1 Ağustos 1985 tarihinde de Bölüm Başkanı olarak görevlendirilmesi ile İstatistik Bölümünün kurulması tamamlanmıştır .
Bölümün ilk elemanları, Araştırma Görevlileri Suat TANAYDIN (1985), Yılmaz AKDİ (1986) ve Halil AYDOĞDU (1987) olup, bunlardan ilk ikisi öğretim üyesi yetiştirme programı çerçevesinde, A.B.D.'inde İstatistik alanında doktora programlarına kabul edilmişlerdir (1988). Daha sonra da Gazi Üniversitesinden Y. Doç. Dr. Fikri Öztürk (1987), Hacettepe Üniversitesinden Y. Doç. Dr. Ayşen Apaydın (1987) ve Ar. Gör. Cemal (GEYİK) Atakan' nın (1988) katılımları ile çekirdek kadro oluşmuştur.
Bölümün lisans üstü öğretim programları, kuruluşunu izleyen ilk akademik yılda başlatılmış (1985-1986) ve kuruluşundan beş yıl sonra da (1990-1991) lisans programı devreye girmiştir. İlk Yüksek Lisans derecesi, 1987-1988 akademik yılında ve ilk Lisans diploması da 1993-1994 akademik yılında verilmiştir.
1943 yılında "Genel Kimya Enstitüsü" olarak kurulmuştur. Bölümde Analitik Kimya, Anorganik Kimya, Organik Kimya, Fizikokimya ve Biyokimya, Ana Bilim Dalları bulunmaktadır.
Bölüm her yıl yaklaşık 90 lisans öğrencisi almaktadır. Kimya Lisans Programında zorunlu teorik, uygulamalı ve laboratuvar derslerinin yanı sıra teknolojik ve bilimsel araştırma metodları hakkında seçmeli dersler de sunulmaktadır. Lisans Programını tamamlamak için öğrenciler, kimya şirketlerinde iki aylık bir yaz staj programına katılmak zorundadırlar. Bölümü başarıyla tamamlayan öğrenciler Kimyager unvanıyla mezun olmaktadırlar.
Kimyagerler, gıda, ilaç, cam, sabun, yağ, deterjan, içecek, demir ve çelik üreten özel veya devlet kurumlarının, araştırma , geliştirme ve/veya kalite kontrol bölümlerinde çalışabilmektedirler. Bilimsel araştırma merkezleri ve hastane laboratuvarlannda da çalışabilirler. Pedagoji Sertifikası olan kimyagerler, liselerde kimya öğretmeni olarak çalışabilmektedirler.
Bölümde, yeni anorganik, organik, organometalik ve polimer bileşiklerin sentezi, belirlenmesi ve teknolojik kullanım alanları konusundaki araştırma etkinlikleri, mali yönden Ankara Üniversitesi Araştırma Fonu, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK), NATO vs. tarafından desteklenmektedir. Başlıca araştırma konuları; Organometalik kimya, Organik sentez, Asimetrik sentez, Organik elektrokimya, Elektroanalitik kimya, Koordinasyon kimyası, Schiff bazları ve kompleksleri, Enzim immobilizasyonu, Biyosensörler, reaksiyon kinetiği ve susuz ortam termodinamiği, çevre kimyası, elektrokimya, korozyon, sentetik lif kimyası, elektropolimerleşme, enzim kinetiği, yüzey kimyası ve adsorpsiyon, yüksek teknoloji seramikleri ve yakıt kimyasıdır.
1943 yılında Matematik Enstitüsü adıyla Gazi Eğitim Enstitüsü içinde kurulan Bölüm, 1952 yılında Ankara Üniversitesi Tandoğan Yerleşkesinde bulunan Fen Fakültesindeki bugünkü yerini almıştır. Bölümde 1982 Yılına dek birli ve ikili bilim lisansları ile birli ve ikili öğretmenlik lisansları eğitimi yapılmış; 1982'den sonra ise Cebir ve Sayılar Teorisi, Fonksiyonel Analiz, Reel ve Kompleks Fonksiyonlar Teorisi, Geometri, Matematiğin Temelleri ve Matematik Lojik, Topoloji ve Uygulamalı Matematik olmak üzere altı Ana bilim Dalından oluşan Bölümde "Matematik Eğitimi Lisansı" altında birli lisans eğitimi sürdürülmüştür. 2002 yılından itibaren, Ankara Üniversitesinin de dahil olduğu Avrupa Birliği Socrates/Erasmus Programına uyum çerçevesinde program değişikliğine gitmiştir.
Bölüme her yıl yaklaşık 100 öğrenci alınmaktadır. Zorunlu ve seçmeli derslerden oluşan lisans programını başarı ile tamamlayan öğrenciler "Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Lisans Diploması" ve "Matematikçi" unvanı alarak mezun olurlar. İsteyen başarılı öğrenciler ayrıca diğer disiplinlerden ikinci bir Anadal veya Yandal eğitimi de alabilirler. Mezunlar özel veya kamu kuruluşlarında bilgisayar ağırlıklı işlerde çalışabilmektedirler. Uygulamalı Matematik alanında yetişenler DİE, MTA, TEK, DSİ gibi resmi kuruluşlarda görev alabilmektedir. Bilgi-işlem, iş-ticaret, sosyal ve temel bilimlerdeki araştırma alanlarında matematikçilere gereksinim duyulmaktadır. Mezunlar, ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığının öngördüğü koşullarda ortaöğretimde, özel okul ve dershanelerde öğretmen olarak çalışabilmektedirler.
Palantis
Palantis, birçok oyuncu ile aynı anda oynayabildiğiniz, ücretsiz, rpg ve strateji karışımı bir online savaş ve liderlik oyunudur.
Palantis, üzerinde var olabilme çabası gösterdiğiniz dünyanın bilinen kısmının ismidir. Palantis'i benzerlerinden ayıran birçok özelliği vardır. Palantis çok detaylı bir oyundur ve şanstan çok taktiksel bir anlayış ile başarılı olunabilir. Palantis'te kazanan olmak gerçekten zordur. Palantis'te zaman hiçbir zaman durmaz ve siz oyunda olmasanız bile akmaya devam eder.
Her ne kadar uzun bir süredir oyun beta aşamasında kalsada, oyundaki dengesizlik ve eksiklikler, yönetim tarafından hem kendi görüşleri hem de oyuncuların, oyun forumunda belirttikleri hususlar doğrultusunda sürekli güncellenmektedir. Oyunun ünlü sözü: ""Varolabilmek için gereken tek şey, cesaret!"
Palantis oyunu, Türk bir programcı olan İlkan Çelik tarafından Eylül 2005 tarihinde geliştirilmiştir. Haziran 2009 tarihinde yine bir Türk şirketi olan Ravza Turizm tarafından satın alınıp lisanslı hale getirilmiştir ve Ravza Turizm şirketi bünyesinde Çalışan Ömer Yılmaz tarafından her şeyiyle yeniden yazılmaya başlanmıştır, Palantis, buglardan arındırılmış eski sürüm ile yeni çağı "Ejderhaların Uyanışı" ile birlikte aktifliğine devam ettikten sonra Ekim 2010 tarihinde yeni sürümüne geçmiştir.
18.05.2007 tarihinde 3.3.0 güncellemesine geçildi.
31.05.2007 tarihinde 3.3.2 güncellemesine geçildi.
21.06.2007 tarihinde ,yaşanan sunucu problemleri ve birtakım sorunlar nedeniyle Karanlık Çağ 3 sona erdi. 2-3 aylık bir hazırlıktan sonra oyunun yeni sürümü Ejderha Çağı 1 uygulamaya açıldı.
29.12.2008 tarihinde, Ejderha Çağı 2 uygulamaya sokuldu.
21.10.2009 tarihinde, Ejderhaların Uyanışı çağı başladı.
20.10.2010 tarihinde, Yeni sürüm aktif edildi ve server2 ye geçiş yapıldı
Esu
esu (kısaltma: "electrostatic unit"), C.G.S. birim sisteminde yük birimi. Elektrostatik birim'in kısaltması.
Statvolt
Statvolt, cgs birim sisteminde 299.792458 volt a eşit olan gerilim birimi.
C.G.S.
C.G.S. (centimeter, gram, second- santimetre, gram, saniye), bir birim sistemi. Uzunluk birimini santimetre(cm), kütle birimini gram(g), zaman birimini ise saniye(s) olarak esas alır. Metrik sistem içinde yer alır. 1874 yılında British Association (İngiliz Birliği) tarafından Advancement of Science (Bilimde İlerleme) için ortaya atılmış ve birçok bilim adamı tarafından hemen benimsenmiştir.
Aşağıda MKS ve CGS birim sistemlerinin birimleri gösterilmiştir.
Newton (birim)
Newton, SI birim sisteminde kuvvet birimi olup simgesi N'dir. Terim, fizik bilimine yaptığı katkılar nedeni ile İngiliz bilim adamı Isaac Newton'un adı ile anılır.
Kütlesi 1 kg olan bir cismin hızını, 1 saniye içerisinde 1 m/s arttırmak için o cisme uygulanması gereken kuvvet, newton cinsinden
olarak tanımlanır.
Newton
Ron McGovney
Ron McGovney, (d. 2 Kasım 1962) 1981 yılında kurulan Metallica grubunun Cliff Lee Burton'dan önceki ilk basçısıdır. Metallica'dan ayrıldıktan/uzaklaştırıldıktan sonra müziğe olan ilgisini yitiren sanatçı uzun bir süre sonra eski Hirax vokalisti Katon W. De Pena ile birlikte Phantasm adlı gruba katıldı, fakat "Metallica'nın ilk basçısı" unvanını taşımakta zorlanan müzisyen birkaç gösteriden sonra gruptan ayrılmayı tercih etti.
Zaha Hadid
Zaha Hadid (Arapça: زها حديد, d. 31 Ekim 1950, Bağdat, Irak - 31 Mart 2016, Miami, ABD), Irak asıllı İngiliz vatandaşı, dekonstrüktivist mimar.
Zaha Hadid 1950’de Bağdat'ta doğmuştur. Londra Architectural Association okulunda mimarlık okumadan önce Beyrut Amerikan Üniversitesinde Matematik Bölümünü bitirmiştir. Mezuniyetinden sonra okulundaki hocaları ile 1977’de ortağı olduğu Office For Metropolitan Architecture'da çalışmaya başlamıştır.
1980’de kendi Londra merkezli bürosunu kurmuştur. 1980'lerde Architectural Association’da ve Dünyanın başka yerlerinde prestijli kurumlarında ders vermiştir. Graduate School of Design’da, Harvard üniversitesinde, illinois üniversitesinde, Hamburg’daki Hochschule für Bildende Künste’de, Knowlton mimarlık okulunda egitmenlik yapmıştır. American Academy of Arts and Letters’ın onur üyesi olmuştur. Vefatından önce Viyanada uygulamalı sanatlar üniversitesinde profesörlük yapmıştır.
Pek çok uluslararası yarışmanın kazananı olan Hadid’in, teorik, etkili, kalıpları yıkıcı olan projelerinin pek çoğu başlarda inşa edilmemiştir. Özellikle Hong Kong’daki Tepe kulübü (1983), Galler’deki Cardiff Körfezi opera binası (1994). 2005’te İsviçre’deki Basel Kumarhanesi projesiyle ödül almıştır.
2004’te Pritzker Mimarlık Ödülü'nü alan ilk kadın mimar olmuştur. Daha öncesinde mimariye olan katkılarından dolayı CBE'ye layık görülmüştür. Ayrıca Beyrut Amerikan Üniversitesi’nden onur diploması almıştır. Zaha Hadid’in Mimarlık bürosu 350’den fazla çalışanı ile Londra da bulunmaktadır. 2008’de Forbes dergisinin “Dünyanın En Güçlü 100 Kadını” listesinde 69uncu olmuştur.
Hadid, son zamanlarda Irak Hükümeti tarafından Irak’ın Mer |
kez Bankasına yeni bir bina tasarlaması için görevlendirilmiştir. Bu proje kendi ülkesi için yaptığı ilk proje olacaktır. Diğer bir görevi de şubeye ait kayıt binasını, Pierres Vives ve Montpellier’deki Hérault’u da içermektedir.
Zaha Hadid tarafından tasarlanan yeni uzay gemisi biçimindeki Tokyo Olimpiyat Stadyumu, maliyetinin 1.3 milyar dolardan fazla olması nedeniyle Japon mimarlar arasında tartışmalara neden oldu. Aynı yıl hizmete giren Bakü'deki Haydar Aliyev Kültür Merkezi ise yapım sürecinde yaşanan zorla istimlak ve göçmen işçileri insanlık dışı koşullarda zorla çalıştırılması iddiaları ile gündeme geldi.
Zaha Hadid, 30 Mart'ta bronşit tanısı konularak hastaneye kaldırılmış, 31 Mart'ta kalp krizi sonucu Miami'de hayatını kaybetti.
Hans-Georg Gadamer
Hans Georg Gadamer (11 Şubat 1900 - 13 Mart 2002), yorumbilgisine (hermenötik) yaptığı katkılarla bilinen ünlü Alman felsefeci.
"Hakikat ve Metot" (Truth and Method) adlı kitabını altmışlı yaşlarında yazmıştır. Onun yorumsama anlayışı, anlamı, yorumcunun noktasında arayan bir duruşa dayanır. Maksatçıların tersine o anlamın aktörün (agent) bağlamında sabit olmadığını tam tersine yorumcunun durduğu noktadan çıkarılacağını belirtir. Örneğin Fatih'in kardeş katlini uygun gören yaklaşımının anlamı Fatih'in zihninde değil yorumcunun verdiği anlamda aranmalıdır. Dolayısı ile aslında eylem ile yorumcu arasında dinamik bir süreç söz konusu. Anlam sabit değildir, nitekim her yorumcunun belli bir eyleme farklı anlamlar vermesi bundandır. Kutsal metinlerin yorumunda bunu görmek kolaydır. Bilindiği gibi Katolik görüş daha sonra protestan anlayışını doğurmuştur. Bu anlayışta bile Kalvinizm ve Luther'in farklı yorumları söz konusu. Gadamer'in yorum bilgisi için Brian Fay'in "Çağdaş Sosyal Bilimler Felsefesi" kitabına bakılabilir.
Set Maat
Set Maat, Firavunlar döneminde Yukarı Mısırda, bugünkü Luxor yakınlarındaki Krallar vadisinde bir köyün adıdır. Türkçesi "Hakikat Meydan" olan bu köy ismini dönemin Tanrıçası Maat'tan almaktadır. Bugün Hala Teb şehrinin batı kıyısında yeralan "Deyrü'l Medine" ziyaret edildiğinde, Hakikat Meydanının (Set Maat'in) kalıntılarını görmek mümkündür.
Verdier
Verdier laboratuvarı, Fransız tasarımcı Jean-Constant Verdier tarafından kurulmuş bir pikap üreticisidir. Firma neredeyse, yirmi beş yılı aşkın bir süreden beri pikaplar ve lamba kulanan amplifikatörlerin üretimi konusunda uzmanlaşmıştır. Özellikle neredeyse firmanın kuruluşundan beri üretimde olan "Platine Verdier" pikabı, kendine özgü bir hayran kitlesine sahiptir ve üretimi çeyrek asırdır devam etmektedir. Bu da tasarımcısı Jean-Constant Verdier'e dünya çapında büyük bir saygınlık kazandırmıştır. Bu pikabın günümüzde bile yenilikçi olan çalışma prensipleri, zaman içerisinde birçok tasarımcıya esin kaynağı olmuş ve çeşitli değişiklikler ile kullanılmıştır. Prensip olarak manyetik plakaların birbirlerini itme prensibi ile çalışan bu yenilikçi tasarım geleneksel pikap üretiminde farklı bir bakış açısı getirmiştir. Bu yeni tasarım, geleneksel olarak kullanılan özel bilye ve tabla sistemlerinden çok daha yüksek bir ağırlığa sahip olsa da, şasinin optimal dengesinin bulunması ve titreşim sorunlarını çözmesi nedeni ile mühendislik bir başarı olarak kabul edilmektedir. Bunun yanı sıra motor bloğunun pikap kasasından çıkartılması da önemli tasarım yeniliklerinden bir tanesidir. Tasarımcının ayrıca 1920'lerden itibaren üretilmiş özellikle Fransız yapımı radyoların sergilediği bir müzesi de bulunmaktadır.
Radyo müzesi
Üreticinin web sitesi
Arcam
Arcam, 1976 yılından beri hi-fi ve ev sineması ürünleri tasarlayıp, üreten bir İngiliz firmasıdır.
Firmanın ilk adımları, 1970'li yıllarda, Cambridge Üniversitesi'nde o dönem mühendislik okuyan tasarımcılarının, o yıllarda satılan ürünleri yetersiz bulması ile başlar. Bunu üzerine kendi tasarladıkları ürünleri, yerel mağazalarda satışa sunmaya başlarlar ve ürünler ciddi bir başarı kazanır. Bu başarıların üzerine 1976 yılında firmanın, Arcam adı altında ürettiği ilk ürünü olan A60 entegre amplifikatörü ortaya çıkar. İlk önce 50 adet satılan ürün, daha sonraları büyük bir talep patlaması yaşar ve 30.000 adetten fazla satılan bir klasik haline gelir. Bu yıllarda oluşan tasarım ve üretim mantığı, bugün de aynı şekilde devam etmekte olup, firma üretime devam etmektedir.
Kar serçesi
Kar serçesi, serçegiller (Passeridae) famiyasından "Montifringilla" cinsini oluşturan kuş türlerine verilen ad.
Quad
İngiliz tasarımcı Peter James Walker tarafından kurulmuş ünlü bir İngiliz firmasıdır. Müzik dinlemeye başladığı yıllarda kullanılan cihazların yetersizliğini fark ederek çok genç yaşlarda amplifikatör üretimine başlar. 18 yaşında ürettiği amplifikatörleri satarken ilk firmasını kurar ve bu dönemde özellikle anons sistemlerinin üretimine başlar. II. Dünya Savaşı döneminin sonunda 1949 yılında 'QUAD'(Quality Unit Amplifier Domestic) firmasını kurar. Peter James Walker'ın neredeyse ilk günden beri tasarımıyla uğraştığı Quad II modeli amplifikatörü 1953 yılında Kraliyet Teknoloji ödülünü alır. Tasarımcının, ses dünyasına asıl hediyesi 1956 yılında ürettiği ve dünyanın ilk tam elektrostatik hoparlörü olan ESL-57'dir. Bu önemli ürün tasarımı ve teknolojisi hiç değişmeden neredeyse 30 yıl boyunca üretimde kalır. Bu uzun süre boyunca çok sayıda teknoloji ödülü alarak, ses dünyasının belki de en önemli ürünü olarak tarihe geçmiştir. Firma şu an üretime devam etmektedir.
Quad
Crambe
Crambe, endüstride ticari olarak kullanılan bir bitki cinsi. Tohumunda bulunan yüksek orandaki erusik asit içeren endüstriyel yağ, ticari olarak önemlidir. Bitkinin üretimi ABD, Kanada, İtalya ve İspanya'da yapılıyor.
Konsole
Konsole, KDE projesi kapsamında geliştirilen klasik bir uçbirim öykünücüsüdür. Konsole uçbirimini diğer uçbirimlerden ayıran özelliği neredeyse sıfırdan yazılmasıdır (xterm veya rxvt bazlı değildir).
Tinea barbae
Tinea barbae, sakallarda oluşan bir mantar enfeksiyonudur. Özellikle tarım işçilerinde yaygındır. Bunun nedeni hayvandan insana bulaşmasının insandan hayvana bulaşması ile kıyaslandığında daha kolay olmasıdır.
Erişkin erkeklerde mantar, sakal bölgesini tutar. Hastalık pürülen, eksüdatif, yumuşak granülomlarla karakterize olup tinea barbae veya sycosis barbae trichophytica adını alır.
Petronia
Petronia, serçegiller (Passeridae) familyasından kaya serçelerini içeren kuş cinsi.
Macar (anlam ayrımı)
Kosova Muharebesi
Zenon'un paradoksları
Zenon'un paradoksları, Parmenides'in felsefi doktrinini, çoğulluk ve değişimin, algılarımızın tersine, var olmadığını ve özellikle de hareketin sadece bir yanılsamadan ibaret olduğu desteklemek amacıyla Elealı Zenon tarafından ortaya atılmış paradokslar.
Zenon'un bugüne ulaşmış sekiz paradoksundan bir kısmı birbirlerinin dengidir ve çoğu, antik zamanlarda bile, kolayca çürütülebilir kabul edilmişlerdir. Bunların en ünlüleri Akhilleus ve kaplumbağa, dikotomi ve ok paradokslarıdır.
Yunan kahramanı Akhilleus’un, bir kaplumbağa ile yarış yaptığını hayal edelim. Çok iyi bir koşucu olduğu için Akhilleus, kaplumbağanın belirli bir mesafe, örneğin yüz metre, ileriden başlamasına izin verir. Eğer her ikisinin de sabit hızlarda koştuğunu düşünürsek (biri sabit yüksek bir hızda, diğer sabit düşük bir hızda), belirli bir süre sonra Akhilleus yüz metre koştuğunda, kaplumbağanın başladığı yere gelmiş olacaktır; bu süre boyunca kaplumbağa da küçük de olsa belirli bir mesafe koşmuştur, örneğin 1 metre. Akhilleus bir süre sonra bu mesafeyi de tamamladığında, o süre zarfında kaplumbağa yine küçük de olsa bir mesafe ilerlemiş olacaktır ve bu böyle devam edecektir. Böylece, Akhilleus ne zaman kaplumbağanın varmış olduğu bir noktaya varsa, daha hâlâ gitmesi gereken bir mesafe kalmış olacaktır.
Bu nedenle Zenon, Akhilleus’un kaplumbağayı hiçbir zaman geçemeyeceğini söylemiştir.
Amacı mantıksal düşünme bakımından hareketin imkansızlığını göstermektir.
A kişisinin "d" noktasına gitmesi gerektiğini hayal edelim. Fakat d'ye gitmeden, önce d'ye olan mesafenin yarısını gitmek zorundadır. Fakat d'ye olan mesafenin yarısını gitmeden önce bu mesafenin çeyreğini gitmesi gerektir. Daha sonra çeyreği gidebilmek için sekizde birini gitmesi gerekmektedir; bu böyle devam eder.
formula_1
Sonuç olarak A kişisinin sonsuz sayıda mesafe gitmesi gerekir. Bu seride bir sorun daha vardır; her ilk mesafe aralığı ikiye bölünebileceği için gidilmesi gereken belirli bir "ilk" mesafe yoktur. Böylece bu yolculuğun bir başlangıç noktası yoktur, yani yolculuğa başlayamaz. Bu paradoks sonuç olarak belirli bir mesafenin yolculuğunun tamamlanamaycağını veya başlanamayacağını, böylece de her hareketin sadece bir illüzyondan ibaret olacağını ifade eder.
Yaydan çıkmış ve ilerleyen bir ok, zaman içindeki her anda belirli bir konumdadır. Eğer an belirli, tek bir nokta ise o anda okun hareket etmeye zamanı yoktur ve durağandır. Bu nedenle gelecek anların hepsinde de durağan yani hareket etmeyen şekilde olması gerektir. Böylece ok her zaman durağandır ve hareket etmez; hareket imkânsızdır.
I. Kosova Muharebesi
I. Kosova Savaşı veya Birinci Kosova Meydan Muharebesi, Sultan I. Murad önderliğindeki Osmanlı ordusu ile Sırp kumandanı Lazar Hrebelyanoviç önderliğindeki çok uluslu Balkan ordusu arasında 28 Haziran 1389 tarihinde yapılan muharebe.
1387 yılında Osmanlı kuvvetleri Topliça Nehri vadisi Ploşnik mevkisinde Sırp despotu ve Bosna kralının 30 bin askerlik ordusu karşısında bozguna uğradı. Bu Balkanlarda Osmanlılar'a karşı kazanılmış ilk zaferdi ve altyapısı hazırlanan büyük bir ittifakı beraberinde getirdi. Hırvat, Leh, Macar, Çek ve bütün Balkan prenslikleri Osmanlılar'a karşı birleşti. Bu arada Osmanlılar, 1388'de Bulgarların arkadan saldırmalarını engellemek üzere Çandarlızade Ali Paşa kumandasında bir ordu Bulgar kralının başkenti Tırnova'yı alarak Bulgarları saf dışı etti.
15 Haziran 1389 salı günü Kosova ovasında I.Murad liderliğinde Kütahya ve Hamid sancakbeyleri ve diğer anadolu beyleri ile mü |
ttefik Balkan ordusu karşı karşıya geldi.
Osmanlıların Balkanlar'daki ilerlemeleri ve Sofya, Niş, Manastır gibi önemli yerleri ele geçirmeleri Haçlı Seferi'nin düzenlenmesine sebep olmuştu. Vezir Çandarlı Ali Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, önce Bulgarları etkisiz hale getirdi. Osmanlı ordusu ilerlerken, Kosova'da Haçlılar ile karşılaştı. Haçlı ordusu Sultan Murat Hüdavendigar'ın okçu piyadeleri ile Sırp süvarileri arasındaki muharebede, Sırp öncü süvarilerinin önce oklanarak kendilerinin ya da atlarının vurulması ile başlamış, daha sonra Osmanlı piyadelerinin kılıçlarını çekerek bozulan Sırpları gün batımına kadar süren bir meydan muharebesinden sonra bölgede tarih sayfalarından silerek yüzyıllar sürecek olan Osmanlı hakimiyetini yerleştirmiştir. Savaşta Arnavut Katolik soylu ailesi Kastriotlar'dan Pal Kastrioti de ölmüştür. Savaş bazı kaynaklarca iddia edildiği gibi top kullanılarak kazanılmamıştır. Çünkü o tarihlerde Osmanlı Devleti'nde kurulmuş bir topçu ocağı bulunmuyordu.
Savaş sonunda bir Sırp soylusu olan Miloš Obilić, sultanın elini öpüp Müslüman olmak istediğini belirterek I. Murat'a yaklaşmış ve onu ani bir hamleyle hançerleyerek şehit etmiştir. Ölümünden sonra "Hüdavendigar" lakabının verildiği sultanın iç organları orada gömülmüş, geriye kalan naaşı Bursa'ya götürülerek orada defnedilmiştir. Bunun da etkisiyle I. Kosova Savaşı tarihte Sırp milliyetçiliğinin ilk yeşerdiği ve bugün Sırpların çok önem verdiği bir muharebedir.
Sırplar yeniden Osmanlı'nın üstünlüğünü kabul ettiler. Kuzey Sırbistan yolu Osmanlılara açıldı. Bu Osmanlı galibiyetinden sonra Tuna güneyindeki Balkan topraklarında Osmanlılara karşı koyacak önemli bir güç kalmadı. Böylece Balkanların Türk egemenliğine geçtiği kabul ettirilmiş oldu.
II. Kosova Muharebesi
II. Kosova Muharebesi veya İkinci Kosova Meydan Muharebesi (Macarca: "Második Rigómezei csata", (17 Ekim-20 Ekim 1448) Sultan II. Murat önderliğindeki Osmanlı ordusu ile Macar kumandanı János Hunyadi önderliğindeki bir müttefik ordusu arasında yapılmış bir muharebedir. Osmanlı Devleti'nin zaferiyle sonuçlanmıştır.
Varna'da alınan mağlubiyet ile Macaristan ve Lehistan ordularının önemli bir kısmının Türkler tarafından yok edilmesine rağmen, Eflak, Arnavutluk ve Mora'da başgösteren isyanlar, Hristiyan Avrupa'da yeni bir Haçlı ordusu kurarak, Osmanlıları Balkanlar'dan atabilme umudu verdi.
Bunun üzerine Sultan II. Murat, yanına Şehzade Mehmed'i de alarak önce Mora, sonra Arnavutluk üzerine yürüdü ve isyanlar bastırıldı. Bu esnada kendisine karşı toparlanan Haçlı ordusundan haberdar olan Padişah, derhal Sofya'ya dönerek mevcut kuvvetlerini birleştirdi. Hazırlanan yaklaşık 60.000 kişilik birlik, Kosova'ya doğru ilerlemeye başladı.
Öte yandan, Hunyadi János'da beraberinde yeni Eflak prensi Vladislav ile beraber komuta ettiği yaklaşık 70.000 kişilik ordusu ile Peşte'den harekete geçti. Öncelikli amacı Sırbistan'ı işgal etmek ve ardından Belgrad-Kosova yönünde ilerleyerek Arnavutluk'ta olduğunu düşündüğü Osmanlı ordusunu arkadan vurmak, en kötü ihtimalle de Kosova Ovası'nda hazır bekleyerek kendisi için en avantajlı noktada Türkler'i meydan savaşına mecbur bırakmaktı.
17 Ekim sabahı hafif çarpışmalarla başlayan savaş, öğleden sonra Hunyadi János'un 3 koldan genel taarruza geçmesi ile devam etti, fakat Haçlı ordusu bu saldırılardan bir sonuç alamadı. Türk askerleri de Haçlı ordusunun zırhlı birlikleri karşısında ilk günün sonunda oldukça zorlanmıştı. Aynı günün akşamında Hunyadi János'un birlikleri Türk saflarına gece baskını yapmış, fakat bu saldırı da püskürtülmüştü.
Savaşın ikinci gününde Haçlı ordusu kanatlardan saldırıya geçti. Bunu gören II. Murad, merkezde yer alan Azap ve Yeniçeri kuvvetlerinden oluşan birliklerini sabit tutup kanatlardaki askerlerini geri çekilme emri verdi. Bunu gören Hunyadi János'un birlikleri Osmanlılar'ın savaşı terkettiğini düşünüp tüm güçleri ile merkeze saldırdılar. Bunun üzerine II. Murad merkez birliklerine de geri çekilme emri verdi, fakat bu bir savaş hilesiydi. Çünkü sağ ve sol kanatlarda yer alan Anadolu ve Rumeli beylerbeyliğine bağlı kuvvetler ani ve hızlı bir manevrayla yeniden hücuma geçip Haçlı ordusunu çembere almayı başardılar. Mağlup olacağını anlayan Hunyadi János kaçtı.
19 Ekim sabahı Haçlı ordugahında kalan kuvvetlerin kurduğu son barikatlar da Türkler tarafından aşıldı ve çok sayıda esir alındı. Bununla birlikle iki buçuk gün süren savaş Osmanlı ordusunun kesin zaferi ile sonuçlandı.
II. Kosova Savaşı, Osmanlı'nın ilk zamanlarındaki en uzun süren ve en çok kan dökülen savaşlarından biridir. Bunun sebebi elbette her iki ordunun da dişe diş savaşmış olmasıdır.
Osmanlı Devleti'ne karşı Hristiyan devletlerce organize edilen altıncı Haçlı Ordusu'nun da başarısız olması nedeniyle, Avrupalı devletler Osmanlıların Balkanlar'daki varlığını kabullendiler. Böylece 1683'e kadar(II. Viyana Kuşatması) Avrupalılar savunmaya geçti.
Osmanlı Devleti bu sayede Tuna nehri kıyısına kadar olan bölgenin güvenliğini sağlamış oldu. Kosova'da alınan zaferin ardından Arnavutluk'ta bağımsızlığını ilan eden İskender Bey'in üzerine yeni bir sefer düzenlendi.
Dinyeper
Dinyeper veya Özi (Rusça: "Днепр", "Dnyeper"; Beyaz Rusça: "Дняпро", "Dniapro", ; Ukraynaca: "Днiпро", "Dnipro", ); Türkçe: "Özi"; Kırım Türkçesi: "Özü") Rusya ile Ukrayna topraklarının bir kısmını sulayan bir nehir. İdil ve Tuna'dan sonra Avrupa'nın üçüncü uzun nehridir. 2290 km uzunluğundaki bu nehir, Valday Dağları yaylasının güneyinden doğar, Smolensk'e ulaşır, Beyaz Rusya'ya girer, bu cumhuriyetin doğu kısmından geçerek Ukrayna'ya ulaşır. Soldan Desna Irmağı ile birleşen nehir, Kiev'e geçer. Daha sonra Dinyeper Yaylası’nı bir eğri çizerek dolaşır ve kıyı dilinin kısmen kapattığı bir haliç meydana getirerek Odessa'nın doğusundan Karadeniz'e dökülür. Dinyeper, Volhıya kütlesinin sert kayalıklardan meydana gelmiş bir bölgesini aşar.
Nehrin rejimi Doğu Avrupa akarsularının rejimindendir. Kışın don sebebiyle suları azalır, ilkbaharda büyük bir artış gösterir. Yazın ise yoğun buharlaşma sebebiyle suları azalır. Önemli bir hidroelektrik kaynağıdır. En önemli kolları Brezine (585 km), Pripyat (Pripet 790 km), Teterev (365 km), Ingulets (550 km), Desna (1180 km), Psel (800 km)'dir.
Kale-i Sultaniye Antlaşması
Kale-i Sultaniye Antlaşması veya Çanakkale Antlaşması, Osmanlı-İngiliz Savaşı'nın sonucu olarak 5 Ocak 1809 tarihinde, Osmanlı İmparatorluğu ile Birleşik Krallık arasında imzalanmış bir barış antlaşmasıdır. Antlaşmaya Osmanlı tarafını temsilen nişancı Mehmet Emin Vahat Efendi, Birleşik Krallık tarafını temsilen Robert Adair imza koymuştur.
On iki maddeden oluşan bu antlaşmaya göre Birleşik Krallık'ın işgal etmiş olduğu Osmanlı toprakları Osmanlı İmparatorluğu'na geri verilecekti. Osmanlı topraklarında bulunan Britanyalı tüccarların savaş sırasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından el konulmuş olan malları sahiplerine iade edilecekti.
Antlaşmanın 4. maddesi, Eylül 1675'te Birleşik Krallık ile Osmanlı arasında imzalanmış olan ve daha önceki Britanya imtiyaz ve kapitülasyonlarının bir özeti niteliğinde olan antlaşmanın geçerli olduğunu bildiriyordu. Buna ek olarak, 5. maddede, Birleşik Krallık'ın da kendi sınırları içinde ticaret yapacak olan Osmanlı gemilerine ve tüccarlarına elverişli koşullar sağlayacağı belirtiliyordu. Altıncı maddede, Osmanlı İmparatorluğu'nun belirlemiş olduğu gümrük haddinin, Britanyalı tüccarlarca kabul edileceği bildiriliyordu.
Yedinci, sekizinci ve dokuzuncu maddeler, diplomatik temsil konusunda düzenlemeler getiriyordu. Elçilere karşılıklı olarak saygı gösterilecek, Osmanlı Devleti kendi tebasının haklarını korumak için Malta dahil olmak üzere Birleşik Krallık yönetimindeki topraklarda şehbender (konsolos) görevlendirebilecekti. Büyük Britanya'nın Osmanlı topraklarındaki diplomatik temsilciliklerinde tercüman görevlendirilmesi, Osmanlı İmparatorluğu tarafından verilecek berâtlarla mümkün olacaktı. Tüccar ve zanaatkârlara tercüman beratı verilmeyecekti. Osmanlı İmparatorluğu tebâsından kişiler Birleşik Krallık konsolosu olarak görevlendirilemeyecekti. Onuncu maddede, Osmanlı tebâsından kişilerin Birleşik Krallık himayesine alınamayacağı belirtiliyordu.
Antlaşmanın en önemli maddesi olan on birinci maddeyle, savaş gemilerinin Çanakkale ve İstanbul boğazlarından geçmelerinin önceki dönemlerde her zaman yasak olmuş olduğu hatırlatılıyor, bu eski kurala tüm devletlerin barış döneminde de uyması isteniyordu. Birleşik Krallık tarafı, bu kurala uyacağını belirtiyordu.
Son maddede antlaşmanın yürürlüğe giriş süreci düzenlendi.
Ayrıca bu antlaşmanın bazı gizli maddelerinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun Fransa'ya karşı savaşması halinde, Birleşik Krallık'ın Osmanlı'ya destek vereceği hükümleri bulunmaktaydı.
Asenovgrad
Asenovgrad ya da Stanimaka (Bulgarca: Асеновград), Bulgaristan'ın güneyinde, Filibe ilinde bulunan bir şehirdir. Filibe şehrine yakındır.
Asenovgrad, MÖ 300-400 yıllarında Traklar tarafından "Stenimahos" adıyla kurulmuştur. MÖ 72 civrında şehir Roma İmparatorluğu'nun Karadeniz'e akınları sonucunda Roma toprağı olmuştur. Uzun süren barış ortamı, 251'de Gothların saldırıp şehri harab etmeleri ile bozulmuş, ancak şehir tekrar inşa edilmiştir. 395'te Roma ikiye bölününce, Asenovgrad Bizans tarafında kalmıştır. 700'lerde, Slavların göçleriyle nüfus artmış, ve şehir bir slav şehrine dönüşmüştür.
Bulgaristan ile Bizans arasındaki savaşta şehir, Bulgarların güçlü bir askeri dayanağı olmuştur.
Latin İmparatorluğu ile gerilen ilişkiler üzerine, Bulgar Çarı II. İvan Asen şehrin yakınlarındaki Stanimaha Kalesi'ni güçlendirmiştir. Bu sebeple şehrin adı, 1934'te "Asen'in şehri" demek olan Asenovgrad yapılmıştır.Bundan önce ismi Stanimaka idi.Osmanlı egemenliği zamanında bu şehir Kanuni Sultan Süleyman tarafından Balkanların pek çok vilayetine yaptırılan vakıflarla gelişmiş ve tipik bir Anadolu kasabası görünümünü almıştır.
Şehirde biri faal birisi de inşaat halinde olan iki adet Cami de bulunmaktadır.
Şehrin yakınındaki kale, Asenovgrad'ın se |
mbolüdür.
Ek bilgi: Dünya halter sporunun en başarılı sporcularının çıktığı bölgeler; Türkiye, Kırcaali ve Asenovgrad yöreleridir. Buradaki insanlarda Türk asıllı " soydaş" olmakla beraber "Jivkov" döneminde büyük baskı altında tutulmuş ve gelir kapısı olarak görülmüşlerdir. Dünya rekortmeni Türk halterci Naim Süleymanoğlu' nun babası'nın köyü buradadır.
Şehrin güney kısmında içki imalathaneleri bulunmaktadır. Asenovgrad şarapları ülkenin her yerinde beğenilmektedir.
Dinar, Afyonkarahisar
Dinar, Afyonkarahisar ilinin bir ilçesidir. İlçe ismini, Orta Asya'dan gelen Türk Göçleri sırasında bölgeye yerleşen Kitiş Bey'in oğlu Dinar Bey'den alır. Eski ismi Geyikler'dir. Dinar Türkiye'nin karayollari için çok önemli bir yoldur. İç Anadolu'yu Ege'ye bağlayan, Akdeniz'i Marmara'ya bağlayan yoldur. Isparta ve Burdur'a 60 km Denizli Afyonkarahisar ve Uşak'a 110 km dir. İlçe nüfus cüzdanı ibaresinde il merkezinden sonraki en büyük nüfusa sahip ilçedir. İlçe de 1 Ekim 1995 pazar günü 17:57 de meydana gelen 6,1 büyüklüğünde deprem sonucu 99 kişi ölmüş büyük maddi hasar meydana gelmiştir. Bu tarihe kadar il olmaya çalışan ilçe depremden sonra belini doğrultamamış Isparta, Denizli ve Antalya iline çok yoğun göç vermiş ve nüfusu sürekli olarak azalmıştır. Afyonkarahisar ilinin en fazla göç veren ilçesidir. Göç halen devam etmektedir. Yurtdışında Emirdağ'dan sonra en fazla hemşehrisi olan ilçedir. (Donbayovası, Çölovası, Sazovası ve Dinarovası). Afyonkarahisar'ın en fazla şehit veren ilçesidir. Denizli'nin Çardak ve Çivril ilçesi Afyonkarahisar'ın ise Dazkırı, Başmakçı ve Evciler ilçesi Dinar'dan ayrılarak ilçe olmuşlardır.
Afyon-Antalya karayolu üzerinde olup, il merkezine 106 km. Uzaklıkta bulunan ilçe, 1874 yılında belediye teşkilatı kurulmuştur. 1908'de ilçe olmuştur. 1932 yılında Belediye Başkanı Osman Sarıkabak tarafından bölgenin ilk bandosu kurdurtulur (Ali Çavuşun Bandosu). Yüzölçümü 1.361 km²'dir. Tarihin çok eski çağlarında sayısız imparatorların, Tanrı Apollo ve Kral Midas'ın müzik yarışması yaptığı İncirli, Üçlerce, Beloluk ve bilhassa Suçıkan mevkileri, ilçenin dinlenme ve mesire yerleridir. İlçemizin adeta sembolü durumunda bulunan Suçıkan, Menderes nehrine kaynaklık eden Pınarbaşı, Bülüçalan kaynağı, Yapağılı ve Beşpınar kaynakları, Pınarlı, Yeşilçat göletleri ile Eldere Kuş Cenneti ve Çamlıköy koruluğu diğer mesire yerleridir. Bu güzellikler, Dinar'ı hem iç, hem de dış turizm açısından önemli bir turizm merkezi haline getirmektedir. Dinar gerek mesire yerleri, aile parkları ve gerekse Afyon-Denizli, Denizli-Antalya karayolu üzerinde şehrin girişinde yer alan dinlenme tesisi ve lokantalarıyla "geçit turizmi"ne hizmet vermekte ve gelecekte turizm açısından daha büyük canlılık kazanacak konumda bulunmaktadır.
Dinar'ın bilinen geçmişi MÖ 1200 yıllarına kadar uzanmaktadır. Dinar Anadolu'nun en eski yerleşim yerlerindendir. Klasik dönem boyunca Efes’ten sonra en önemli şehri daha önceki adı Kelainai olan elbette ki Apameia idi. Pers döneminde Yunanistan akınından giderken, dinlenen Pers kralı Xerxes'in (sonraları Cyrus ve Büyük İskender'in de yaptığı gibi) kullandığı "Paradeisos" isimli av bahçesi bu topraklarda yer alıyordu. Dr. Hasan T. Uçankuş tarafından Tatarlı yakınlarında Pers dönemine ait bir mezar kazılmıştır. Kral III. Antiochos tarafından bir Helenistik şehri olarak kurulan ve Pers annesi Apama'nın adıyla anılan Apameia'da geç Helenistik dönemde üzerinde Maeander Nehri ya da flüt çalan Marsyas'ı gösteren resimler olan çok sayıda sikke basılmışltır. Basıldıktan hemen sonra gömülen ve hiç kullanılmayan bu madeni paraların binlercesinden oluşan bir hazine, Seyyid Ahmet Çeliktaş tarafından bulundu ve müze müdürü Ahmet Topbaş tarafından Afyon Müzesi'ne getirildi. Strabo'ya göre erken Roma İmparatorluğu döneminde Apameia, Efes'ten sonra Asya eyaletlerinin en büyük ve önemli alışveriş merkezidir. Roma valisi tarafından yönetilen bir idari bölge (conventus) merkezidir. Şehir, önemini, Ankara’dan Attaleia’ya ve Doğu’dan Efes'e giden anayolların kesiflmesinden alarak, bir ticari merkez konumuna gelmişti. Bugün Dinar Suçıkan’da, Apameia’dan geçen Marsyas Nehri’nin kaynağı ve efsaneye göre Tanrı Apollo’yu müzik yarışlmasına davet ederek meydan okuması yüzünden, Satyr Marsyas'ın önce derisinin yüzülüp sonra asıldığı yer bulunmaktadır. Bunların yanı sıra Apameia sikkeleri üstünde Orgas, Obrimos ve Therma nehirleri de görülebilmektedir. Eski çağlarda şehirde birçok deprem oldu. Bugün hala görülebilen ama ancak kımen kazılarak çıkartılmış kalıntıların içinde Mercimek Tepesi yamaçlarındaki Helenistik tiyatro, stadyum, şehrin yanındaki bir tepenin zirvesindeki bir kilise ve Dinar’dan geçen karayolunun hemen kenarında yarım daire şeklinde olan bir yapı yer almaktadır. MS 3. yüzyılda şehirde basılmış bazı sikkeler üzerinde Nuh'un Gemisi'nin resimleri olduğundan bölgede nüfuzlu bir Yahudi topluluğunun bulunduğu sanılmaktadır. Belki de bu yüzden şehre, “sandık” anlamında Kibotos da denilmektedir. Hititlerden Aka-İyon, Frig, Kimmerler, Persler, Roma, Bizans ve Türkler'e kadar birçok Anadolu medeniyetinden izler taşıyan Dinar, eski çağlardan bu yana, sürekli olarak bölgenin başkentliğini yapmıştır. Dinar tarihin ilk müzik yarışmasının yapıldığı yerdir. İçine tanrıların, kralların karıştığı masallar ve efsaneler şehridir.
İlçe 1874 yılında belediyelik, 1908 yılında ilçe olmuştur. Afyon iline bağlı olan ilçe Dinar, Akdeniz ve Ege Bölgesi arasında kalır. İlçe merkezi ve güneyindeki köyler Akdeniz Bölgesi'nde, kuzeyindeki köyler Ege Bölgesi'ndedir. Göller Bölgesi içerisinde incelenen Dinar ilçesi, kuzeyinde Sandıklı, kuzeydoğusunda Şuhut, güneydoğusunda Isparta, güneybatısında ise Başmakçı ve Evciler, kuzeybatıda Denizli, güneyde Keçiborlu'yla çevrilidir. İlçe; Akdeniz ikliminden, İç Anadolu kara iklimine geçiş karakteri gösteren yöresel klima alanıdır. İlçenin 2000 yılı genel nüfus sayımına göre nüfusu 92.608'dir. Bu nüfusun 37.608'i ilçe merkezinde yaşamaktadır. İlçemize bağlı 9 kasaba ve 56 köy bulunmaktadır. İlçede 1 Ekim 1995 Pazar günü saat 18:00'da 6.1 şiddetinde deprem meydana gelmiş, 94 vatandaşımız hayatını kaybederken, 250 yurttaşımız yaralanmıştır.
Dinar, İstanbul ve Ankara'dan gelen, Denizli, İzmir ve Antalya'ya giden yolların kesişim noktasında bulunması itibarıyla ulaşımı oldukça kolaydır. Bölgeye kara, Demir ve Hava yoluyla kolayca ulaşılabilir. Demir yoluyla İstanbul’a, Ankara'ya ve İzmir’e bağlantıları vardır. Kara yoluyla İstanbul’a 9, Ankara'ya 6, İzmir’e 5, Afyon'a ve Denizli'ye 1.5, Antalya'ya 3 saat ve Burdur ve Isparta'ya 45 dakika mesafededir. Dinar ilçesi Afyon iline 110, Isparta ve Burdur iline 60, Denizli ve Uşak illerine ise 110 km mesafededir.
1995 yılında meydana gelen deprem felaketinden sonra ilçe nüfusu azalmış, dışa göç vermiştir.
Merkez hariç olmak üzere ilçe merkezine bağlı; 9 belde, 56 köy ve oluşmaktadır.
Tıbbi atık imhası
Tıbbî atıklar farklı yöntemlerle imha edilir.
Bu sistem eskiden beri kullanılan yöntemdir, atıklar tamamen yok edilirler, bunlar incinerator denen cihazlarda 900 oC sıcaklıkta yakılırlar çıkan gazlar tekrar 1200 derece sıcaklıkta 0.5-2 sn boyunca yakılırlar çıkan gazlar çeşitli filtre sistemlerinden geçirilerek çevreyi kirletmeyecek emisyon değerlerine getirilirler. Fakat ekoljik dengeye zarar verirler.
Türkiye'de birkaç şehirde uygulanan ilkel bir sistemdir. Atıklardan çıkan sıvılar yeraltı sularına karışarak çeşitli hastalıklara neden olduğundan kullanışlı değillerdir. Tuz havzalarında derine gömme yöntemide kullanılan bir yöntemdir.
Enfekte atıkları steril etmek için kullanılan birçok değişik yöntem vardır. Gelişmiş ülkelerde yaygın olarak kullanılan buharla sterilizasyondur. Çünkü bu sistemde emisyon oranları ve yakmanın aşırı yatırım ve işletme maliyetlerinden kurtulmuş olunur. Steril edilen atıklar daha sonra parçalanarak %80'e yakın hacimsel küçülme sağlanır.
Kadir Akbulut (futbolcu)
Kadir Akbulut, (d. 8 Mayıs 1960, Çivril), Denizlispor ve Beşiktaş takımlarında oynamış olan eski futbolcu ve teknik direktör. Futbolu bıraktıktan sonra, menajerlik ve spor yazarlığı yaptı. Futbol oynadığı dönemlerde defansın solunda görev yapmaktaydı. 3. Lig kulübü Çatalcaspor'da teknik direktörlük yapmaktadır.
Futbola 1976 yılında Denizlispor altyapısında başladı. 1978'de aynı takımın A takımına geçti. 1980'de Beşiktaş'a transfer oldu. Siyah-Beyazlı takımda üçüncü sezondan itibaren solbek mevkiinin değişmez adamı haline geldi. 1994 yılında futbolu Trabzonspor'la oynanan jübilesi ile bıraktı. Beşiktaş'ta oynadığı 14 yıl boyunca 5 Lig, 3 Türkiye Kupası, 4 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 1 Başbakanlık Kupası, 6 TSYD Kupası Şampiyonluğu yaşadı.
Kadir Akbulut, 1 kez A, 3 kez de Olimpik olmak üzere 4 kez millî formayı giydi.
2010-11 sezonunda Silivrispor'u çalıştırarak teknik direktörlük kariyerine adım attı. 2011-12 sezonunun başında Çatalcaspor'da göreve başlayan Akbulut, takımıyla beraber ilk sezonunda Bölgesel Amatör Lig'e yükseldi. Yönettiği Çatalcaspor, 2013-2014 sezonunda şampiyon olarak oynadığı play-off maçları soruncunda tarihinde ilk kez 3. Lig'e yükseldi.
Ulvi Güveneroğlu
Ulvi Güveneroğlu (d. 1960, Elâzığ), eski Türk futbolcudur. Beşiktaş'ın defans oyuncusu, antrenör, spor yazarı.
Futbola Elazığspor'da başladı. 1979 yılında Beşiktaş'a transfer oldu. 15 yıl boyunca giydiği Beşiktaş formasıyla 406 lig maçında 11 gol attı. Şampiyonlar Ligi'nde 11 maçta ve UEFA Kupası'nda 6 maçta forma giydi. 5 lig şampiyonluğu, 3 Türkiye Kupası, 4 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 1 Başbakanlık Kupası, 6 TSYD Kupası şampiyonluğu yaşadı. 1993-94 sezonu sonunda futbolu bıraktı ve spor yazarlığı ve teknik direktörlük yapmaya başladı.
Futbolu bıraktıktan sonra sırasıyla Gençlerbirliği, Gaziantepspor, İstanbulspor, Trabzonspor, Elazığspor ve Erzurumspor'da çalıştı. Mart 2010 tarihinde Beşiktaş'ın altyapısında çalışmaya başladı.
Gökhan Keskin
Gökhan Keskin, (d. 1966 -İstanbul) Beşiktaş'ta uzun yıllar forma giymiş Türk millî futbolcudur.
1966 doğumlu Gökhan Keskin, futbola Dikilit |
aşspor'ta başladı. 1984'ten 1996'ya kadar Beşiktaş'ta oynadığı 336 lig maçında 14 gol kaydetti. Gordon Milne döneminde kazanılan şampiyonluklarda büyük pay sahibiydi. 1986 yılında Trabzonspor’a attığı gol, Beşiktaş'ı şampiyonluğa taşıdı. Beşiktaş'ta ilk yıllarında orta sahada oynarken, Samet Aybaba'nın jübilesinden sonra libero mevkiine kaydırıldı ve yıllar boyunca bu görevi başarıyla yaptı. Gökhan Türkiye millî futbol takımında da 41 kez forma giymeyi başardı.
1996-1997 sezonunda o dönem pek çok yıldız oyuncuyu kadrosuna katan İstanbulspor'a transfer oldu. 2001 yılında futbolu bu takımda bıraktı.
94 kez millî takımlara çağrılan Gökhan Keskin, 4 kez Türkiye U-21, 6 kez Türkiye Olimpik ve 41 kez de Türkiye forması olmak üzere toplam 51 kez millî formayı giymiştir.
Sonrasında Aykut Kocaman'ın yardımcısı olarak teknik adamlık kariyerine başladı. Daha sonra Çaykur Rizespor'da Rıza Çalımbay'ın yardımcı antrenörü oldu. Rıza Çalımbay'ın Beşiktaş'a geçmesi ile Gökhan Keskin de Beşiktaş'a yardımcı antrenörlüğe geldi. 2005-2006 sezonun ortasında bu görevinden istifa etti.
2012 yılında, International Challenge Trophy turnuvasında İngiltere'yi yenerek finale yükselen Türkiye A2 millî takımının teknik direktörlüğünü yapan Gökhan Keskin; aynı yıl U-19 millî takımını çalıştırdı. Mersin'de düzenlenen Akdeniz oyunlarında finale kadar yükselen U-19 milliler, Fas'a 3-2 yenilerek gümüş madalya kazandı.
Kânûn-ı Esâsî
Kânûn-ı Esâsî (Osmanlı Türkçesi: قانون اساسى) Fransızca Loi constitutionelle çevirisi olarak kullanılan Osmanlıca terkiptir. "Temel Kanun" ya da Anayasa anlamındadır. Osmanlı Devleti'nin ilk ve son anayasası 23 Aralık 1876'da ilan edilmiş, 1878'de II. Abdülhamit tarafından askıya alınmış, 24 Temmuz 1908 ihtilali sonucunda yeniden yürürlüğe girmiştir. Teşkilât-ı Esasîye Kanunu'nun kabul edildiği 20 Ocak 1921 tarihi ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın yürürlüğe girdiği 24 Mayıs 1924 tarihi arasında ise "kısmen" yürürlükte kalmıştır.
Osmanlı Devleti'nde anayasa ve parlamenter düzen talepleri Fransa'daki 1848 Devrimi'nden itibaren duyulmaya başlandı ve özellikle 1867-1868'de Namık Kemal'in başını çektiği Genç Osmanlılar hareketi tarafından dile getirildi.
Anayasa tartışmaları Âli Paşa'nın 1871'de ölümünden sonra başlayan siyasi ve mali kriz döneminde yoğunlaştı. Bu dönemde Mithat Paşa meşrutiyetçi görüşün başlıca temsilcisi olarak sivrildi. 1876'da Abdülaziz'in tahttan indirilmesiyle Mithat Paşa devlet yönetiminde egemen güç konumuna geldi. Üç ay süren saltanatında anayasayı hazırlatmayı başaramayan V. Murat da tahttan indirilerek, meşrutiyet fikrine daha yakın olduğu sanılan II. Abdülhamit 31 Ağustos 1876'da tahta geçirildi.
10 Eylül'deki cülus merasiminin hemen ardından, anayasa hazırlanması için Mithat Paşa başkanlığında "Cemiyet-i Mahsusa" adında bir encümen kuruldu. Namık Kemal'in telkinleriyle oluşturulan ilk taslak daha sonra Mithat Paşa'nın özel sekreteri olan hukukçu Krikor Odyan'ın görüşleri doğrultusunda Fransa ve Belçika anayasalarında çevrilen bir metinle değiştirildi. 1876 Osmanlı Anayasası Ermeni Krikor Odyan tarafından hazırlanmıştır. Bundan dolayı 1876'daki Osmanlı Anayasası doğrudan 1863'teki Ermeni Ulusal Anayasasına ve oluşturucularının etkisi altında bulunmuş.
Eğinli İngiliz Said Paşa, Süleyman Bey ve Mabeyn Başkatibi Said Küçük Said Paşa Bey'in teklifiyle "Osmanlı memleketinde bulunan milletlerin her biri kendi dilini konuşmakta serbesttir" mealindeki madde devletin resmi dilinin "Türkçedir" şeklinde değiştirilerek 18.ve 57. maddeler olmak üzere iki yerde yerini aldı. Padişaha siyasi gerekçelerle mahkemesiz sürgün yetkisi veren ünlü 113. madde Damat Mahmut Celalettin Paşa'nın manevraları sonucu son dakikada kabul edildi.
19 Aralık'ta Mithat Paşa sadrazam oldu. 23 Aralık'ta yeni anayasa Bab-ı Âli önündeki meydana kurulan kürsüde halka ilan edildi ve 101 pare top atışıyla kutlandı.
Kanun-i Esasi tarihi "Anayasanın Yapıldığı Ortam" ve "Anayasanın Yapılışı" olarak iki safhadadır.
1876 Anayasası, eski deyim ve tarihle "1293 Kanun-i Esasi", 19. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı-Batı diyaloğunun vardığı yeni bir aşamanın ürünüdür.
19. asır ortalarında Batı, sermaye birikimi sonucu tefecilik aşamasındadır. Bankalar ve bankerler devlet yaşamına ve siyasal iktidara egemendirler. Borç vermekte, devlet gücüyle alacaklarını korumaktadır.
Batı iki yönlü bir politika izlemektedir. Kendi içinde sosyal ve uygar, dışa karşı ise emperyalist ve antisosyaldir. Uygarlığı gelişmemiş ülkelere ve kıtalara yayma bahanesiyle, buraları sömürgeleştirmekte, geri kalmışlıklarını sürdürecek önlemler almakta, kalkınmalarını önlemektedir. Bu ülkeleri birbirine kırdırarak kendi çıkarları doğrultusunda savaşa sokmakta, onlara silah satmakta ve içişlerine karışmaktadır.
Batı-Osmanlı diyaloğu bu koşulların baskısı altında gelişmiştir. İmparatorluğun ülke bütünlüğünü koruma politikasını bırakan Batı, artık Osmanlının tüm yaşam güçlerine ve kaynaklarına egemendir.
Batının büyük devletleri, eski deyişle "Düvel-i Muazzama", kendi aralarında anlaşamadıkları ve kurdukları ve dengenin bozulmasını istemedikleri sürece Osmanlı İmparatorluğu yaşamını sürdürebilmektedir.
Çünkü imparatorluk, öz ve iç dinamiği ile kendini kurtarma gücünden yoksundur. Üstelik çok uluslu yapısından da yer yer bağımsızlık ve ayrılma girişimleri vardır. Bu girişimler Yunan ayrılmasından sonra (1829), özellikle Balkanlar'da sarsıntılı ihtilal eylemleri niteliği kazanmıştır. Büyük devletler bu eylemleri çıkarları doğrultusunda desteklemektedirler.
1876 Temmuzunda Sırbistan ve Karadağ'ın Osmanlı'ya savaş ilan etmeleri bu tablo içinde ele alınmalıdır. Osmanlı orduları galibiyetleri karşısında, Çarlık Rusya'sı işe karışmak gereği duymuş ve Babıali'yi mütarekeye zorlamıştır.
Rusya'nın Balkan işlerini Panslavist bir tutumla çözmesinden telaşlanan Batılı devletler durumu karışmışlar ve İstanbul'da bir konferans toplanması kararlaştırılmıştır.
Taşkızak Tersanesindeki Bahriye Nezaretinde toplandığı için Tersane Konferansı diye bilinen Konferansta hem Balkan sorunları, hem de Osmanlıdan istenen ıslahat sorunları ele alınacaktır. Konferans, 23 Aralık 1876 günü açılır.
Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Almanya, Rusya ve delegeleri görüşmelerini sürdürürlerken şiddetli top sesleri duyunca şaşırırlar. Hariciye Nazırı Saffet Paşa durumu açıklayıcı konuşmasında şu bilgileri verir:
Padişah (II. Abdülhamit) yeni bir rejimi, Meşrutiyet rejimini ilan etmektedir. İmparatorluğu oluşturan etnik unsurların özgürlükleri bu yeni idare şekli ile güvence altına alındığında, böylesine bir devrim karşısında bu toplantıya artık gerek kalmamıştır. Bu kısa konuşmadan sonra Osmanlı delegeleri toplantıyı terk ederler.
Aynı gün Babıali'deki törende Padişah'ın Kanun-i Esasi'yi bildiren iradesi okunur ve 1876 tarihli ilk Osmanlı anayasası yürürlüğe girer.
Yabancı delegeler bu tür bir açılış gösterisini yersiz ve "çocukça" bulmuşlardır. Zaten bu gibi eylemler Osmanlının Batışını frenleyememiştir.
1876 Kanun-i Esasi özel bir kurul, o günün deyişi ile "Meclis-i Mahsusa" tarafından, bir pazarlık konusu olarak yapılmıştır.
Osmanlı gelişmelerine kişisel ağırlığı ile çok şeyler katacak bir padişahla (II. Abdülhamit) kendi içinde bölünmüş bir bürokrasinin karşılaşması, meşrutiyet rejimi ve anayasayı doğurmuştur.
Meşrutiyet konusunda Osmanlı aydınları görüş birliğine varamamışlardır. Birince Jön Türk akımının desteği ile Meşrutiyetçiler, daha eylemci ve güçlü göründükleri için, yeni liderler olarak, Sadrazam Midhat Paşa'nın yönetiminde duruma hakimdirler.
Kanun-i Esasi'yi istemeyenlere gelince, bu grup her şeyden önce padişah yetkilerinin sınırlandırılmasına karşıdır; sonra da Müslüman-Müslüman olmayan eşitliğine muhaliftirler. Daha ileri gidenler Anayasanın Şeriat'a aykırılığını savunmuşlardır. Son olarak da "millet" henüz bir anayasayı anlayacak yetenekte olmadığını ileri sürmüşlerdir. Grubun başında Cevdet, Namık ve Rüşdi Paşalar vardır.
Anayasalandırmacı gruba göre ise, bulanımların tek kaynağı istibdattır. Seçimle oluşacak bir meclis, o günün deyişi ile "Şüra-yı Ümmet", sorunları kökünden çözebilecektir. Grubun başında Midhat Paşa, Ziya Bey (sonra dan Paşa) ve Namık Kemal Bey vardır.
Midhat Paşacı grup. aynı zamanda eylemcidir. Abdülaziz'i istibdatı dolayısı ile tahttan indirmiştir. Yerine ideal hükümdar simgesi olan V. Murat getirilmiştir. Fakat kısa bir süre sonra, padişah akıl hastalığı nedeni ile hal' edilince, yerine hiç beklemediği anda II. Abdülhamit, Midhat Paşa ile yaptığı bir anlaşma sonunda, Hanedan-ı Al-i Osman'ın temsilcisi olarak tahta çıkarılmıştır.
Bu pazarlık, bir anayasa yapılması koşuluna dayanmıştır. Tahta geçer geçmez gayet hürriyetçi bir padişah kişiliğinde görülen II. Abdülhamit, anayasanın kamu hürriyetleri ile ilgili konularında, aynı eğilimi göstermemiştir.
Kanun-i Esasi, üye sayısı 30'a varan bir özel kurul (Meclis-i Mahsus) tarafından yapılmıştır. II. Abdülhamit'in 30 Eylül 1876 tarihli iradesi ile kurulmuştur. Başkanı Sadrazam Midhat Paşadır.
Anayasa taslağını hazırlamak üzere, aynı kurul içinden bir alt komisyon kurulmuştur. Alt komisyon, yaptığı çalışmaları günü gününe Midhat paşa aracılığı ile büyük kurula iletmiştir.
Özele kurul 20 Kasım 1876'da Osmanlı tarihinin çok bunalımlı bir döneminde, iki aylık yoğun bir çalışmadan sonra görevini tamamlayarak tasarıyı padişaha sunmuştur.
Kurul içindeki çatışmalar sözünü ettiğimiz bu iki grup arasında geçmiştir. Tasarının tesliminden sonra, diyalog Abdülhamit ve Midhat Paşa grupları arasında kurulmuştur. Muhalif görüşler bu aşamada belirginleşmiş ve sertleşmiştir.
Padişah, tasarının bir kez de Heyet-i Vükelaca'ca incelenmesini emretmiştir. Ayrıca, Yıldız'daki bazı yüksek memurlardan da fikirlerini yazılı olarak bildirmelerini istemiştir.
Bu arada, sonrası için anlamlı bir olay patlak vermiştir. Anayasalandırmaya karşı olan bir muhalif grup, 1876 Ekiminde eyleme geçmiştir. İmzasız bildiriler sokaklara atılmış, duvarlara yapıştırılmıştır. Yeni bir "talebe-i ülum" (m |
edrese öğrencileri) gösterisi hazırlıklarına geçilmiştir. Halk arasında propaganda başlamıştır. Bazı nezaretlere komplo hazırlanmıştır.
Sadrazam Midhat Paşa, sorunu Heyet-i Vükela'ya getirmiştir. Eylemcilerin derhal yargılanmadan derhal sürgün cezasına çarptırılmalarını padişahtan istemiştir.
II. Abdülhamit, görünüşte de olsa yargılama önermiştir. Midhat Paşa yargılamamada ısrar etmiş ve istifasını ileri sürmüştür. Namık Kemal "ittihat" gazetesinde bu ısrarı desteklemiştir. Eylemci muhalifler yargılanmadan çeşitli yerlere sürülmüşlerdir.
Böylece keyfi bir rejime son vermek için anayasalandırma hareketini gerçekleştirmek isteyenler, yargısız cezalandırma isteği ile kendi kendilerine ters düştükleri gibi, zaten bu akıma muhalif bir padişahın ve grubun eline öldürücü bir silah vermişlerdir.
Bu affedilmez hatadan karşı taraf ustaca yararlanmasını bilecektir: II. Abdülhamit'in son anda tasarının sıkıyönetimle (idare-i örffiye) ilgili 113. maddesine ekledikleri fıkra ile bu tür fiili durumu anayasa ilkesi haline getirmişlerdir.
İki aylık yoğun ve sert tartışma savaşı sonunda, tasarı, padişahın benimsemesiyle kanunlaşmış ve 23 Aralık 1876 günü ilan edilerek yürürlüğe girmiştir.
119 maddeden oluşan anayasanın ilk beş maddesi, padişahın haklarını sayan ve tanımlayan maddelerdi. Osmanlı hükümdarlığı, halifeliği de koruyarak Osmanlı hanedanının en yaşlı üyesine ait olacaktı. (2., 3. ve 4. maddeler). Padişahın kişiliği dokunulmazdı ve yaptıklarından kimseye karşı sorumlu değildi (5. madde). Vükelanın (bakanların) atanması ve azledilmesi, para bastırılması, hutbelerde adının söylenilmesi, yabancı devletlerle antlaşma imzalanması, savaş ve barış ilanı, şeriat hükümlerinin uygulanmasının gözetilmesi, yasalar gereğince verilmiş cezaların hafifletilmesi ya da affedilmesi, parlamentoyu toplamak ya da dağıtmak ve temsilci seçimi için gerekli hazırlıkları yapmak padişahın kutsal haklarındandı (7. madde).
İkinci bölüm, Osmanlı vatandaşlarının kamusal haklarını içeriyordu. 8. madde Osmanlı Devleti'nin uyruğunda bulunan kişilerin tümüne din ve mezhep ayrımı olmaksızın "Osmanlı" denileceğini, 9. madde Osmanlılar'ın tümünün, başkalarının özgürlüklerine müdahale etmemek koşuluyla, kişisel özgürlüğe sahip olduklarını belirtiyordu. 11. maddeye göre, devletin resmi dini İslam’dı. Ancak kamu düzenine ya da genel ahlaka aykırı olmadığı sürece, Osmanlı ülkesinde maruf olan diğer dinlerin icrası serbestti.
Yasa önünde tüm Osmanlıların eşit olduğu, kişilerin, din hakkında ön yargıya sahip olunmaksızın vatana karşı aynı hak ve ödevleri bulunduğu 17. maddede, devlet görevlilerinin devletin resmi dili olan Türkçeyi bilmek zorunluluğu 18. maddede yer alıyordu.
Vergiler mükellefin gücüyle oranlı olarak alınacak (20. madde), özel mülkiyete kamu araçları dışında ve yeterli bir tazminat ödenmeden el konulamayacaktır.(21 madde). Yasaların kararlaştırdığı durumlar dışında, yetkililer meskene zorla giremeyeceklerdi (22. madde).
25. maddeye göre de, yasa gereği olmaksızın kimseden vergi, resim ya da başka bir ad altında para alınmayacağı karara bağlanıyordu. 26. madde ise işkence ve eziyetin kesin olarak yasaklandığını belirtiyordu.
Hakimler azlolunamayacak, mahkemelerde yargılama aleni olacaktı. Herkes, mahkeme huzurunda hakkını savunmak için gerekli gördüğü yasal araçları kullanabilecekti. Mahkemelere müdahalede bulunulamayacaktı.
Vekiller ile temyiz reisi ve üyelerini, padişah aleyhinde harekete ve devleti tehlikeye düşürecek girişimlere kalkışanları yargılamakla görevli, 30 üyeden oluşan Divanı Ali (Yüce Divan) kuruldu.
Sadrazam, şeyhülislam ve öteki vekiller padişah tarafından atanacaktı.
Memurlar kanuna aykırı hareket etmedikçe ve devletçe zorunlu bir neden görülmedikçe azlolunamayacak, değiştirilemeyeceklerdi. Her memur görevinden sorumluydu. Kanuna aykırı emirler verilmesi durumunda memur amire itaat ederse sorumluluktan kurtulamayacaktı.
Ülkenin bir tarafında isyan çıkacağını gösteren kanıtlar görülürse, hükümet, o yerde geçici olarak sıkıyönetim ilan etme hakkına sahipti. (113. Madde).
42. madde ile, Meclis-i Mebusan ve Heyet-i Ayan'dan oluşan bir Meclis-i Umumî kuruluyordu. Meclis-i Umumi her yıl 1 Kasım - 1 Mart tarihleri arasında toplanacaktı. Meclis üyeleri meclis tüzüğünü çiğnemedikçe düşüncelerini söylemekte ve oylamaya katılmakta özgürdüler. Bu eylemlerinden dolayı haklarında kovuşturma açılamazdı. Üyeler hıyanet, Kanunuesasi’ye karşı hareket ya da rüşvet ile suçlanırlarsa, hapis ve sürgün gibi bir ceza ile mahkûm olurlarsa üyelikleri düşerdi.
Her iki mecliste de, üyelerin yarıdan bir fazlası bulunmadıkça oturum açılamazdı. Tüm konuşmalar Türkçe yapılır, duruma göre açık ya da gizli oylama yapılabilirdi. Her iki meclisçe kabul edilen yasalar padişaha sunulmadan önce vekiller ve sadrazamca onaylanırdı.
Ayan üyeleri, Mebusan Meclisi üyelerinin üçte birini aşmamak koşuluyla, doğrudan padişah tarafından atanırdı. Ayan Meclisi’ne seçilmek için kamunun güvenini kazanmış olmak, devlet hizmetinde başarı göstermek, tanınmış ve 40 yaşından aşağı olmamak gerekliydi. Üyeler yaşam boyu atanır, ancak kendi istekleriyle başka göreve geçmek için istifa edebilirlerdi. Ayan üyelerine verilen aylık tahsisat 10.000 kuruş idi.
Mebusan Meclisinin üye sayısı, Osmanlı uyruğundaki her 50 bin erkeğe bir üye olmak üzere saptanıyordu. Bunlar özel bir yasa gereğince gizli oyla seçilirlerdi. Seçim 4 yılda bir yapılacaktı. Mebusan Meclisi’ne seçilmek için 30 yaşını tamamlamış olmak ve Türkçe bilmek gerekliydi. Mebusan Meclisi üyelerine yıllık 20.000 kuruş, ayrıca aylık 5.000 kuruş yolluk veriliyordu.
1877 Şubatında ülke çapında genel seçimlerin yapılmasından sonra oluşturulan Meclis-i Umumi 19 Mart 1877’de açıldı. İlk toplantı Dolmabahçe Sarayı'nın Muayede Salonunda yapıldı. (Daha sonra meclis Ayasofya bitişiğindeki eski Darülfünun binasına taşındı.) Mecliste 69 müslim ve 46 gayrımüslim mebus vardı. Meclis başkanlığına Ahmet Vefik Paşa atandı.
24 Nisan 1877'de çıkan Osmanlı-Rus Savaşı ("93 Harbi" olarak bilinir) bir yıl boyunca meclis müzakerelerini gölgeledi. Osmanlı ordusunun yenilgiye uğraması ve Rus ordusunun İstanbul kapılarına dayanması üzerine 31 Ocak 1878'de Edirne Mütarekesi imzalandı. Bu olaydan 13 gün sonra 13 Şubat 1878'de II. Abdülhamit meclisi süresiz olarak tatil etti.
1878-1908 arasında süren "İstibdat" döneminde anayasanın temel hükümleri uygulanmadı. Buna karşılık Kanûn-ı Esâsî resmen yürürlükte kaldı. Her yıl çıkarılan devlet Salnamelerinde Kanûn-ı Esâsî metni düzenli olarak yayımlandı. Ayan Meclisi bir daha toplanmadı ise de, Ayan üyelerine ölünceye kadar düzenli maaşları ödendi.
Selanik'te başgösteren ihtilal üzerine II. Abdülhamit 24 Temmuz 1908'de yayımladığı bir tebliğle 1876 Anayasası'nı yeniden yürürlüğe soktu. Hürriyetin İlanı adıyla anılan bu olayın yıldönümleri, 1930'lu yıllara dek Türkiye'de resmi bayram olarak kutlandı. Büyük bir heyecan ve özgürlük ortamında yapılan genel seçimlerden sonra 17 Aralık 1908'de Meclis-i Mebusan toplandı. Mecliste çoğunluğu oluşturan İttihat ve Terakki Cemiyeti yanlısı mebuslar, 13 Şubat 1909'da Kâmil Paşa hükümetini istifaya zorlayarak, Hüseyin Hilmi Paşa başbakanlığında Osmanlı tarihinin ilk parlamenter tabanlı hükümetinin kurulmasını sağladılar.
Kanûn-ı Esâsî Tadil Komisyonu'nun hazırladığı anayasa değişiklikleri 8 Ağustos 1909'da saat 10:30 da kabul edildi. Yapılan değişikliklerle padişahın tahta geçişinde "vatan ve millete sadakat" yemini etmesi zorunluğu kondu, padişaha yargısız sürgün hakkı veren 113. madde değiştirilerek "Hiç kimse yasanın belirlediği sebep ve suretten başka bir bahane ile tutuklanamaz ve cezalandırılamaz" hükmü kondu, basından sansür kaldırıldı, sadrazamın yetkileri artırıldı, meclisin güvensizlik oyu ile hükümeti düşürme yetkisi tanındı, padişah tarafından veto edilen kanunların mecliste üçte iki çoğunlukla yeniden kabulü ilkesi benimsendi, posta evrakının mahkeme kararı olmadan denetlenemeyeceği kabul edildi.
1913'te İttihat ve Terakki iktidarının kurulmasından sonra Kanûn-ı Esâsî'de 1914 yılında iki, 1916'da üç ve 1918'de bir kez olmak üzere toplam 6 kez değişiklik yapıldı. Değişikliklerin çoğu hükümet kararıyla seçimlerin yenilenmesi ve ertelenmesine ve Meclisin feshi usulüne ilişkin idi.
Ankara'da toplanan Büyük Millet Meclisi'nin 20 Ocak 1921'de kabul ettiği Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, açıkça Kanûn-ı Esâsî'nin ilga edildiğini belirtmemiştir. Bu durumda Kanun-i Esasi'nin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile çelişen hükümleri 20 Ocak 1921'de yürürlükten kalkmış, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile çelişmeyen maddeleri ise 1924 anayasasının yürürlüğe girme tarihi olan 20 Nisan 1924'e kadar yürürlüğünü devam ettirmiştir.
4 Kasım 1922'de padişahlığın lağvı ve 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'in ilanı, 1876 Kanûn-ı Esâsî'nin maddeleri üzerinde yapılan değişikliklerle gerçekleştirildi. Nihayet 20 Nisan 1924'te yürürlüğe giren yeni Anayasa ile 1876 Anayasası tümüyle kaldırılmış oldu.
Yukarıköy, Şumnu
Yukarıköy (şimdiki Bulgarca ismi: Боян Bojan, Şumnu ilinin kuzeyinde, Deliorman bölgesinde bulunan bir Türk köyüdür.
Batısında Yeniköy (Visoka Poliana), kuzeyinde Dolaşma ormanları, güneyinde Baykocalar (Bajkovo), kuzey doğusunda Terbiköy (Kapitan Petko) ve doğusunda Ortamahalle (Denica) köyleri ile komşudur. Eski ismi Piri Fâkih (veya "Perifika") olarak bilinmektedir. Bazı kaynaklarda Dzhivgartsi, Dzhivgazovo, Boyan-Dzhivgartsi, Yukarıköy olarak da geçer. 1989'daki büyük göç öncesi 320 hâne olup şimdiki nüfusu tahminen 1.160 kişidir. Kuruluş târihi 1600'lü yıllara dayanmaktadır. Büyük yangınlar sonucunda köyün beş defa yerleşim yeri değiştirilmiştir. Bugün bile Osmanlı'nın izleri hala devam etmektedir. Köyün teferruatlı tarihçesi araştırılarak 1960'lı yıllarda Ahmet Zabit tarafından yazılmış olup Şumnu Etnografya Müzesinde bulunmaktadır.
Kitaplar:
Bulgar Ulusal İstatistik Enstitüsü
Ertuğrul Sağlam
Ertuğrul Sağlam (d. 19 Kasım 1969, Zonguldak), Türk teknik direktör ve eski millî futbolcudur. Traktörsazi'nin teknik direktörlüğünü yapmaktadır.
İlk, orta, lise eğitimini E |
reğli'de tamamladıktan sonra bu dönem içerisinde Ereğli Erdemirspor'un minik, yıldız, genç ve amatör takımlarında futbol oynayıp, daha sonra Yıldız Teknik Üniversitesi Metalurji ve malzeme mühendisliği bölümünü kazandı. Yıldız Teknik Üniversitesi’ye kayıt yaptırırken, o dönemde Fenerbahçe'nin alt yapısında görevli olan Yılmaz Yücetürk'ün tavsiyesi ile Fenerbahçe Genç Takımı’na gitti. Daha sonra incirlide çalışmaya devam etti.
Burada hem futbol hem de üniversite hayatını devam ettirdi. Samsun Spor Akademisi (Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu)'nde Antrenörlük Eğitimi bölümünü bitirdi daha sonra aynı bölümde master yaptı.
Aynı zamanda genç millî takım formasını giydi. Bir sezon sonra 1986 yılında Fenerbahçe’den ayrılıp, Gaziantepspor’a transfer oldu. İlk profesyonel futbol hayatı böyle başlamıştı. Sonra Gaziantep’te bir sene daha oynayıp Samsunspor’a transfer oldu. Samsunspor’da her yıl yükselen bir grafikle 5 sezon forma giydi ve Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray onu renklerine bağlamak için yarışa girdi. Bu transfer yarışının sonunda, 1994-1995 sezonunda Ertuğrul Sağlam Beşiktaş'la anlaşarak, Siyah Beyazlı formayı 6 yıl giydi. Ertuğrul Sağlam 'ın ilk sezonunda başarılı performansı ve 28 golü, Beşiktaş’ı şampiyonluğa taşıdı. Siyah Beyazlı formayla 6 sezonda toplam 167 lig maçı oynadı ve 103 gol attı. Forvet olarak başarılı olan ve birçok önemli gole imza atan Ertuğrul Sağlam, John Toshack’ın döneminde defansta da görev yaptı. 2000-01 sezonunda Erman Güraçar ile takas edilerek Samsunspor'a dönüş yaptı ve 2003 yılında futbolu bırakana dek burada forma giydi.
Ertuğrul Sağlam 2002-03 sezonunda futbolu bıraktığı Samsunspor'da sonraki sezon için antrenörlük yapmaya başladı. Eski hocası Gigi Multescu'nun istifası ile bir süre teknik adamlık yapıp, Erdoğan Arıca'nın gelmesi ile yardımcı teknik adam olarak görevine devam etti. 2004-05 sezonunda ise teknik direktör olarak görev yapmaya başladı. İlk turnuvası olan Karadeniz TSYD Kupası'nda Akçaabat Sebatspor'u finalde 4-1 yenerek kupayı aldı. Sezona iyi sayılabilecek bir başlangıç yapan Samsunspor'da, Sağlam 5 tane as futbolcusunu takımın huzurunu bozdukları için kadro dışı bıraktı. Sezonun gerisi de gergin geçti. Sağlam, Sebatspor maçında hakeme söylediklerinden dolayı 15 gün ceza aldı. 1-0'lık Diyarbakırspor yenilgisi sonrası ise taraftardan tepki gördü. Sezon sonunda da istifa etti. Sağlam'ın çalıştırdığı Samsunspor, 34 maçta 10 galibiyet 8 beraberlik ve 16 mağlubiyet alarak 38 puanla 12. oldu.
Samsunspor'dan istifasından bir ay sonra Sağlam, bir önceki sezon düşmekten zor kurtulan Kayserispor ile anlaştı. Sağlam'lı Kayserispor sezona çok iyi başladı. Ligin ilk yarısını üçüncü olarak tamamladılar. Bu başarı ile devre arasında sözleşmesi iki yıl daha uzatıldı. Ocak 2006'da yayınlanan UEFA Şampiyonlar Ligi dergisi "The Champions", Sağlam'ı gelecek vadeden 20 teknik direktör listesine koydu. Sağlam, Türkiye'yi temsil eden tek isimdi. Bu dönemde eski takımı Beşiktaş, teknik direktör Rıza Çalımbay'dan ayrılınca, Sağlam'a teklifte bulundu ancak Sağlam bunu reddetti. Sağlam, ikinci yarıda ilk yarıdaki performansını sürdüremedi. Üçüncü Beşiktaş'ın 3, dördüncü Trabzonspor'un ise 1 puan gerisinde, aynı puanı aldığı Gençlerbirliği'ni averaj ile geçip 51 puanla 5. olan Kayserispor, UEFA Intertoto Kupası'na katılma hakkını da elde etti. Bu da Kayserispor'un ilk Avrupa macerası olacaktı. Takım, sezon içinde Fenerbahçe ve Galatasaray'dan sonra en golcü takım olmuştu. Türkiye Kupası gruplarında ise birinci olup, çeyrek finalde Beşiktaş'a elendiler.
Kayserispor sezonu UEFA Intertoto Kupası maçları ile açtı. 2. turdan başladığı kupada önce Macaristan takımı MFC Sopron'u eledi. 3. turda ise Yunan takımı A.E. Larissa'yı eledi. Böylece UEFA Kupası'na katılma hakkı kazandı. 2. turdan girdikleri kupada Arnavutluk takımı KF Tirana'yı elediler. 3. tur Hollanda takımı AZ Alkmaar'a deplasmanda 2 gol atıp 3-2 yenildiler, kendi sahalarında ise 1-1 berabere kalarak elendiler. Ligde ise ikinci yarının başındaki performansı ile ilk 3 sırayı zorladılar. Mayıs ayında, Sağlam Gaziantep maçında hakeme dedikleri yüzünden yine 3 maç ceza aldı. Lig sonunda ise üçüncü Galatasaray'ın 5, dördüncü Trabzonspor'un 1 puan gerisinde kalıp 5. oldu ancak Avrupa Kupaları'na gidemedi.
Jean Tigana'dan ayrılan Beşiktaş, yine Ertuğrul Sağlam'a teklifte bulundu ve Mayıs ayında Beşiktaş ve Sağlam anlaştılar. Sağlam'ın gelmesi ile Beşiktaş'ta Rüştü Reçber, Hakan Arıkan, Mehmet Yozgatlı, Édouard Cissé, Lamine Diatta, Federico Higuain gibi futbolcular takıma dahil edildi. UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Sheriff ile oynadığı maçla resmi olarak Beşiktaş'la maçına çıkan Ertuğrul Sağlam, 2007 Türkiye Süper Kupası'nda Fenerbahçe'ye 2-1 yenilerek kupayı kaptırdı. Ancak önce Sheriff ve Zürih'i eleyerek Beşiktaş tarihinde 4. kez Şampiyonlar Ligi gruplarına kalındı. Beşiktaş lige iyi başlasa da daha sonra hem ligde puan kayıplarına başladı, hem de UEFA Şampiyonlar Ligi'nde ilk iki maçını kaybetti. Porto ile oynanan maçta, yine bir hakem diyaloğu yüzünden tribüne yollandı. İstanbul'da 2-1'lik Liverpool galibiyti alındı. Bunun ertesinde Türkiye Kupası gruplarında Çaykur Rizespor'a karşı alınan mağlubiyet, sonra Fenerbahçe derbisinin 2-1 kaybedilmesi takımda ve yönetimde sıkıntılar yarattı. Bu maçın ardından oynanan Liverpool maçında, maç Şampiyonlar Ligi tarihinin en farklı skoru olan 8-0'luk sonuçla Beşiktaş'ın mağlubiyeti ile bitti. Sağlam, maçtan sonra Türk halkından özür diledi. Maçtan sonra istifa etmeyi düşünse de yönetim tarafından bu engellendi. Marsilya galibiyeti ile Beşiktaş umutlarını son maça taşısa da Porto'ya yenilince grup sonuncusu olarak Avrupa'dan elendi.
Devre arasında Sağlam, Beşiktaş'a Filip Holosko ve Gordon Schildenfeld'i getirdi. Ancak bu transferler de Beşiktaş'a yararlı olmadı. Kupada Çaykur Rizespor'a elenildi. Ligde ise 1 Mart'ta oynanan Galatasaray derbisi kazanılıp Beşiktaş 4 yıl aradan sonra ilk kez bir haftayı lider geçirse de bu uzun sürmedi. 3 hafta süren liderlik İstanbul Büyükşehir Belediye yenilgisi ile sona erdi. Sezon sonunda lider Galatasaray'ın 6 puan gerisinde 3. oldu ve UEFA Kupası'na katılma hakkı kazandı. Sezon içinde de Tigana gibi Batuhan Karadeniz, İbrahim Kaş, Serdar Özkan, Mehmet Sedef gibi altyapı oyuncularına şans verdi.
2008-09 sezonuna Beşiktaş, UEFA 1. tura Siroki Brijeg'i eleyerek başladı. Lige ise iyi bir giriş yaptılar ve 5 maçta 3 galibiyet, 2 beraberlik aldılar. UEFA'da ise Metalist Kharkiv ile eşleşen Beşiktaş ilk maçı 1-0 kazanırken, deplasmanda 4-1 yenilerek taraftarlarını şaşırttı. Maçtan sonra Sağlam yöneticiler tarafından suçlanırken, istenirse istifa edebileceğini söyledi.
Devre arasına kadar takım çalıştırmayan Sağlam, 2009'da Bursaspor'un başına geçti. Devre arası Yusuf Şimşek'i satıp eski takımından Ali Tandoğan ve Tuna Üzümcü'yü aldı. İyi bir ikinci yarı geçiren Sağlam, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın üç puan gerisinde 6. olarak bitirdi.
Sağlam sonraki sezon için takımın iskeletini bozmadı. Sercan Yıldırım ve Volkan Şen'i satmadı. Beşiktaş'tan Tomas Zapotocny ve Arjantin'den Pablo Batalla alındı. Sağlam, sezon başı açıklamasında şampiyonluk hedefinin gerçekçi olmadığını, geçen seneki ivmenin devam etmesini istediğini söylemişti. Sağlam, 2009-10 sezonuna ligin en genç teknik adamı olarak başladı. Sezon içinde Türkiye millî futbol takımı teknik direktörlüğünü bırakan Fatih Terim'in yerine geçeceği söylentileri çıksa da Sağlam bunu kabul etmedi. Lige çok iyi bir başlangıç yapıp ilk mağlubiyetini 7. hafta aldı. İlk yarıyı 3. olarak tamamlandı. İlk yarı Galatasaray'ı 1-0, Beşiktaş'ı da 2-1 geriden gelip 3-2 yendiler. İkinci yarı deplasmanda Fenerbahçe'yi de 2-0 geriden gelip 3-2 yendiler. 24. haftada birinciliği yakaladılar. Diyarbakır ile oynadıkları maçı 17. dakikada Diyarbakır seyircisinin takımı taşlaması yüzünden tatil edildi, daha sonra Bursa'ya hükmen 3 puan verildi. Türkiye Kupası'nda ise grup birincisi oldular. Çeyrek finalde ise deplasmanda Fenerbahçe'ye 3-0 yenilseler de rövanşta 3-0 öndeyken son dakika golü ile skor 3-1 olunca elendiler.
Galatasaray maçı 0-0 bitince 7 haftalık liderlikten olan Bursaspor, son hafta Beşiktaş'ı 2-1 yendi. Rakibi Fenerbahçe, kendi sahasında Trabzonspor ile berabere kaldı ve Bursaspor şampiyonluğunu ilan etti. Bu, Süper Ligde 4 takım dışında ilk kez bir takımın şampiyonluğunu ilan etmesi sebebiyle önemliydi. Ertuğrul Sağlam da teknik direktör olarak ilk lig şampiyonluğunu burada yaşadı. Bursa'da yapılan kutlamalarda "Adam gibi adam, Ertuğrul Sağlam" sloganları ile taraftarlar tarafından sevgi gösterilerinde bulunuldu.
28.01.2013 günü resmen Bursaspor yönetimine istifa dilekçesini vererek istifa etmiştir.
Bursaspor'daki görevinden sonra 26 Haziran 2013 tarihinde Eskişehirspor takımı ile 2013-2014 sezonundan başlamak üzere 1 yılı opsiyonlu 3 yıllık anlaşmaya varmıştır. Bursa'nın Osmangazi ilçesinde yapılan spor tesisine "Ertuğrul Sağlam Spor Tesisleri" ismi verilmiş 18 Kasım 2014 tarihinde düzenlenen törenle hizmete açılmıştır. 5 Ocak 2015 tarihinde Eskişehirspor teknik direktörlüğü görevinden istifa etmiştir.
7 Haziran 2015 tarihinde Bursaspor, Ertuğrul Sağlam ile 3 yıllık anlaşmaya vardı. NTV Spor'a konuşan Ertuğrul Sağlam,
diye konuştu.
Ertuğrul Sağlam, 15.06.2015 tarihinde basın mensupları ve taraflar önünde resmi imza atarak, 3 yıl boyunca Bursaspor da teknik direktörlüğü görevini üstlenecek
27 Kasım 2015 tarihinde oynanan Kayserispor maçı sonrası yönetimle karşılıklı olarak anlaşarak Bursaspor ile yollarını ayırmıştır.
Süper Lig ekiplerinden Yeni Malatyaspor kulübünün teknik direktörlüğünü yapmaktaydı. Ancak 14.09.2017 tarihinde , 150.000 Euro ödeyerek tek taraflı fesih hakkını kullandı.
13 Haziran 2017 tarihinde Yeni Malatyaspor ile 3 yıllık sözleşme imzalamıştır. Ancak Süper Lig ekiplerinden Yeni Malatyaspor teknik direktörü Ertuğrul Sağlam görevinden istifa etti. Sağlam, 150.000 Euro ödeyerek tek taraflı fesih hakkını kullandı. Sağlam istifa ettiğinde Yeni Malatyaspor kulübü 13.sıradaydı.
Sanat eğitim |
i
Sanat eğitimi, kişinin duygu, düşünce ve izlenimlerini anlatabilmek, yetenek ve yaratıcılığını estetik bir seviyeye ulaştırmak amacıyla yapılan eğitim faaliyetlerinin tümüdür.
Sanat eğitimi; kişiye estetik yargı yapabilme konusunda yardımcı olmayı amaçlarken, yeni biçimleri hissedip, eğlenmeyi ve heyecanlarını doğru biçimlerde yönlendirmeyi öğretir. Sanatçı yetiştirmeye değil; yetiştirmek durumunda olduğu her kişiyi, yaratıcılığa yöneltip, onun bilgisel, bilişsel, duyusal ve duygusal eğitim ihtiyaçlarını karşılamaya yöneliktir. Yaratıcı güç ve potansiyelleri eğitmek, estetik düşünce ve bilinci örgütlemek için çalışır.
Sanat, bireyin sosyal ilişkilerini ayarlamasını, işbirliği ve yardımlaşmayı, doğruyu seçme ve ifade edebilmeyi, bir işe başlayıp bitirme sevincini tatmayı, üretken olmayı sağladığı için gereklidir. Sanat eğitimi; gözlem yapma, özgün buluş ve kişisel yaklaşımları destekler, pratik düşünceyi geliştirir. Olayları, olmadan da beyinde gerçekleştirebilme gücünü artırır. Bireyin el becerisini geliştirir ve sentez yapmasına yardımcı olur.
Sanat eğitimi, güzel sanatların tüm alanlarını ve biçimlerini içine alan, okul içi ve okul dışı yaratıcı eğitimdir. Sanat eğitiminin amacı, yapılmış olanları yineleyen değil, yeni şeyler yapabilme yeterlilikleri olan insanları yetiştirmektir. Sanat, eğitim bilimindeki birikimin ürünü olan çağdaş görüşler; kişinin bir bütün olarak sanatı anlaması, öğrenmesi iletişim ve etkileşime girmesi ile yaratıcı etkinlikte bulunmasını içermekte ve böylece sanat eğitimi alanı yeni ve çağdaş bir nitelik kazanmaktadır.
Genel eğitim kapsamında sanat eğitimi, sanatların yasa ve tekniklerini kullanarak, bireye estetik kişilik kazandırmayı hedefleyen bir eğitim alanıdır. Sanat eğitimi sürecinde; algılama, bilgilenme, düşünme, tasarlama, yorumlama, ifade etme ve eleştirme davranışları, estetik ilkeler doğrultusunda sanatların dili kullanılarak edinilir. Bu eğitim alanında birey; resim, müzik, tiyatro, dans, şiir, öykü,roman, heykel, seramik, fotoğraf, yaratıcı drama, film, video gibi sınırsız sanat evreninden, kendine en uygun dili seçme şansına sahip olarak kendini ifade olanağı bulmaktadır.
Sanatsal yaratma eyleminin özyapısı incelendiğinde, üç temel aşamadan oluştuğu görülür. Bu aşamalar sanat eğitiminin de temel aşamalarıdır. Eğitim sistemindeki sanat dersleri de bu düşünce ile ele alınmalıdır. Sanat, hem bilgi birikimi ve hem de deneyim olarak, okullarda öteki konu alanları gibi, kendi amaçlarını gerçekleştirmek için var olmalıdır.
Sanat eğitiminin amaçları saptanırken, sanatın öz değerlerinin, bireyin sanatsal ve kültürel gereksinimlerine olan katkısı dikkate alınmalıdır. Bu açıdan bakıldığında, sanatın yapısındaki aşamalar sanat dersleri için de geçerlidir. Bunlar;
Sanat eğitimi bu üç aşaması ile bireyi zihinsel, duyusal, duygusal, ruhsal, sosyal, bedensel tüm özellikleri ile kavramakta; bu aşamaları yaşayan birey, birçok önemli, olumlu davranışı kazanırken, estetik bir kişilik de geliştirmiş olmaktadır. Sanat eğitimi, her yaş ve düzeyde insan için gereklidir; özel yetenek gerektirmez. İnsan; aklı ve duyguları ile, öznelliği ve nesnelliği ile, gerçekliği ve imgelemi ile bir bütündür. Bu bütünlüğün korunması ve geliştirilmesi için eğitim sisteminde Matematik, Fen, Tarih, Dil gibi bilime dayalı derslerle , Edebiyat, Resim, Müzik, Tiyatro, Dans gibi sanat derslerinin dengelenmesi gerekir.
Özetle sanat eğitimi, yaratıcılığın ön planda tutulduğu, eleştirel düşünmenin geliştirildiği, her öğrencinin kişisel gelişimi ve eğilimleri paralelinde yönlendirilmeye çalışıldığı, güvenilir bir eğitim çeşididir.
Eğitimin her kademesinde yürütülecek çalışmalar, öğrencilerin yaratıcı düşünce güçlerini ortaya çıkaracak, onları kalıplara sokmayacak, özgürce kendilerini ifade edebilecekleri şekilde olmalıdır. Temel amaçları, çocuğu görmeye, aramaya, sormaya, denemeye, sonuçlandırmaya alıştırmak olan sanat eğitimi, eğitimin her kademesinde kesintiye uğramadan devam etmelidir.
Sanat eğitimi içindeki bazı alanlar.
Klasik kemençe
Klasik kemençe, Klasik Türk müziğinde kullanılan, tırnak ile çalınan, yaylı çalgılardan biridir.
Diğer isimleri
Karadeniz kemençesiyle karıştırılmamalıdır. Karadeniz kemençesi ile hem kullanıldığı yer olarak hem de ses tonu olarak çok farklıdır.
Boyu 40–41 cm kadardır. Tekne, sap, göğüs, klavye, burgu, yay gibi parçalardan oluşur.
Kemençede sırası ile tizden peste doğru neva, rast ve yegâh perdelerine akortlu olan üç tel bulunur. Bu tellerden neva ve yegâh tellerinin boyları eşit olup rast teli bunlara göre daha uzuncadır ve daha yüksekte bulunmaktadır. Kemençenin ilk iki teli (rast ve neva) genellikle bağırsak teldir. Üçüncü tel (yegâh teli) ise kemanın sol-G telidir. Bu telde genellikle, içi bağırsak, dışı gümüş kaplama olanı tercih edilir. Kemençede burguya yaklaştıkça klavye ile tel arasındaki mesafe azalır, eşiğe doğru yaklaştıkça artar. Ses sahası yaklaşık olarak iki - iki buçuk oktav kadardır. Genellikle iki oktav aşağısındaki tiz seslere çıkabilmek için çok çalışmak gerekmektedir. Perde yerleri asimetriktir.
Dördüncü tel denemelerinde ise teller, tizden peste doğru muhayyer, neva, rast ve kaba çargâh perdelerine akortludur. Genelde bütün teller için keman teli kullanılmaktadır. Bu tür kemençeyi ilk tasarlayan Saadettin Arel olduğu için "Arel denemesi" de denilir. Tel boyları, klasik kemençe gibi olmayıp boyları eşittir. Ayrıca klavye ile tel arasındaki mesafe sabittir ve değişmez. Ses sahası üç buçuk oktavdır. Perde yerleri simetriktir. Fakat sesi kemençe tınısından uzaktır.
Tamburi Cemil Bey'in de dördüncü tel denemesi olmuştur. Fakat dördüncü teli ahenk teli olarak kullandığı bilinmektedir. Akademik anlamda dördüncü tel denemesini ilk tasarlayan Saadettin Arel'dir.
Perdesiz ve tırnak ile çalınan bir çalgıdır. Tırnaklar, tellere soldan değdirilerek notalara ulaşılabilir. Perdelere sol el ile basılır, yay sağ el ile tutulur. Diz üstünde ya da iki diz arasına alınarak çalınır. Diz üstünde çalındığında yay tellere göre inip kalkmaz, aksine yayın açısı değişmeden kemençe yaya döndürülerek tel ile temas sağlanır. Diz arasında çalındığında ise kemençe sabit kalıp, yay açısı değiştirilerek teller ile teması sağlanır. İcrası çok zordur ve uzun yıllar çalışmayı gerektirir.
Eskiden Türklerin kullandığı ıklığ denilen çalgının bir çeşidi olduğu iddia edilse de esasında bu çalgı ile bir ilgisi yoktur. Klasik kemençe, Bizans İmparatorluğu'nda iki telli olarak çalınmaktaydı. Sonraları üçüncü tel takılsa da bu tel ahenk amaçlı ve süsleme için kullanılıyordu. Bugünkü manada üçüncü telin yegâh perdesine akortlanışı, sazın bugünkü hâline gelişi Osmanlı'da Sultan Mecid dönemine rastlamaktadır. Bu yüzden üç telli olan günümüzdeki çalgıya "Osmanlı kemençesi" de denilmektedir. Önemli icracıları ve yapımcıları ise Osmanlı'da ve özellikle İstanbul'da yaşamış olan Türkler ve Rumlardır. Bundan dolayı Yunanistan'da bu çalgı, "İstanbul kemençesi" olarak da anılmaktadır. Ve son yıllara kadar da Yunanistan'da bu çalgı unutulmuş durumda idi. Son yıllarda İhsan Özgen ve Derya Türkan'ın Yunanistan'da verdiği konserler ile burada da bu çalgı yeniden tanınmaya başlanmıştır.
Kemençenin icrasının zorluğu, tel boylarının ve yüksekliklerinin eşit olmayışı ve oktav aralığının sınırlı olmasının verdiği sıkıntılardan dolayı 1933 yılında Saadettin Arel dördüncü bir tel eklemeyi denemiştir. Bu tel muhayyer perdesine akortlanıyordu ve tel boyları eşit olmakla birlikte tel yükseklikleri de eşitti. Fakat bu tel ekleme denemeleri tını açısından sonuç vermediği için kemençe virtüözleri tarafından kabul görmemiştir.
Tamburi Cemil Bey bir kemençe metodu yazmaya başlamış ancak yarım bırakmıştır. Yılmaz Öztuna’nın verdiği bilgiye göre, Dr. Zühdü Rıza’nın yazdığı basılmamış kemençe metodu (1926) Arel Kütüphanesi'ndedir.
Yayımlanmış klasik kemençe metotları şunlardır:
Ali Gültiken
Ali Kurtuluş Gültiken (d. 27 Haziran 1965, İstanbul), Forvet mevkiinde görev yapmış Türk eski millî futbolcudur. 1999 yılından itibaren teknik direktörlük kariyeri başlamıştır. 2009 yılının ikinci yarısında, Göztepe'de futbol direktörlüğü görevine getirilmiştir. Ayrıca 2010-2011 sezonunda Göztepe'yi, TFF 2. Lig'den Bank Asya 1. Lig'e çıkartan ekibin başında yer almıştır. 2011-2012 sezonu itibarıyla, Göztepe'deki görevi devam etmektedir.
Gültiken, Beşiktaş'ın unutulmaz forvet oyuncularındandır. Metin Tekin ve Feyyaz Uçar'la birlikte oluşturdukları ileri üçlü (Metin-Ali-Feyyaz) pek çok başarı kazanmış ve isimlerine özel tezahüratlar yapılmıştır.
Futbola Bakırköy Yücespor Kulübü’nde başladı. Ardından Beşiktaş Genç Takımı’na geldi. 1984-1985 sezonunda A takıma yükseldi. İlk yıllarında sağ bek mevkiinde oynadı. Ancak daha sonra İngiliz teknik direktör Gordon Milne çalışkanlığına da güvenerek onu forvet mevkiine çekti.
Beşiktaş’ta oynadığı 262 lig maçında 91 gol kaydetti. 1987-1988’de 38 maçta 30 golle en yüksek performansını gösterirken, gol krallığında Tanju Çolak’ın arkasında ikinci sırayı aldı. Avrupa gol krallığında da altıncı sırayı aldı.
Beşiktaş’ın yenilgisiz şampiyonluğu kazandığı 1991-1992 sezonununda oynanan en kritik maç olan 9 Mayıs 1992 günü BJK İnönü Stadı'ndaki Galatasaray maçında takımı adına bir gol attıktan sonra çok ağır bir sakatlık geçirdi ve futboldan uzun süre uzak kaldı. Bu sakatlığın etkisinden tam olarak kurtulamayan futbolcu, bir süre daha futbol oynasa da, eski formunu yakalayamadı ve 1995'te 30 yaşında Beşiktaş’tan ayrılmak zorunda kaldı ve bir sene sonra Kayserispor formasıyla 31 yaşında futbola erken veda etti.
Beşiktaş'ta 5 Türkiye Ligi Şampiyonluğunun yanı sıra, 3 Türkiye Kupası, 4 Cumhurbaşkanlığı, 1 Başbakanlık ve 5 TSYD Kupası şampiyonlukları yaşadı. 38 kez Türkiye millî futbol takımı formasını giydi. 1995 yılında transfer olarak son sezonunda Kayserispor’da oynadı. Beşikaş'ın İstanbulspor ile oynadığı maçta jübile yaparak aktif futbol yaşantısını tamamladı.
15 kez Türkiye U-18, 16 kez Türkiye U-21, 7 kez de Türkiye A Millî olmak üzere 38 kez millî formayı giymiştir.
Futbolu bıraktı |
ktan sonra bir süre futbolculuk yaşamında ilk adımlarını attığı erkek giyim sektöründe kendi ismiyle firma kurdu. Daha sonra bu işi bırakarak spor yazarlığı ve teknik adamlık yaptı. Önce Erzurumspor’da çalıştı ardından Rasim Kara’nın yardımcısı olarak Yozgatspor’da görev aldı. Aralıklarla televizyon programlarında spor yorumculuğu ve gazete yazarlığı yaptı. Daha sonra Mustafa Denizli'nin yardımcısı olarak Vestel Manisa'da görev aldı. Mustafa Denizli'nin İran takımı Pas'a geçmesi ile Ali Gültiken de İran'a gitti.
Ali Gültiken, 2006-2007 sezonunda Beşiktaş menajerliğine getirilmiştir. Sezon sonu bu görevinden istifa etmiştir.
2009-2010 sezonun ortasında Göztepe'de sportif direktörlüğünde getirilmiştir. 2011-2012 Bank Asya Birinci Lig sezonunun ikinci yarısında görevinden ayrılmıştır.
Slavlar
Slavlar, Avrupa'da yaşayan en kalabalık etnik topluluktur. Daha çok Avrupa'nın doğusunda ve güneydoğusunda yaşarlar. Ayrıca Asya'nın kuzey kesimlerinde de yaşamaktadırlar.
Slavlar; Doğu Slavları, Batı Slavları ve Güney Slavları olmak üzere üç gruba ayrılırlar. Ruslar, Ukraynalılar ve Beyaz Ruslar Doğu Slavları grubuna girer. Polonyalılar (Lehler), Çekler ve Slovaklar Batı Slavları grubuna girer. Boşnaklar, Hırvatlar, Sırplar, Karadağlılar, Bulgarlar,Slovenler ve Makedonlar ise Güney Slavları grubuna girer. Slavlar dini bakımdan Ortodokslar ve Katolikler olarak iki ana grupta toplanır. Ayrıca Müslüman (Boşnak) ve Protestan Slavlar da vardır. Ortodoks Slavlar geleneksel olarak Kiril alfabesini, Katolik ve Müslüman Slavlar ise Latin alfabesini kullanırlar.
Slavların Hint – Avrupa kökenli uluslarla aynı ırktan oldukları antropolojik ve dil araştırmalarıyla tespit edilmiştir. İlk Slav vatanının Vistül nehri, Polesiye ve Dnepr sahasına kadar yayıldığı anlaşılmaktadır. Slav kelimesi ilk olarak milattan sonra 6. yüzyılın başlarında bir eser kalem alan kilise babası Pseudo Cesarios'ta ortaya çıkar.
MS 330-800 yılları arasında doğuda Hristiyan hattı Bizans güçlerince tutulmuştur. Ama Müslüman varlığı Slav hinterlandının derinliklerinde hissedilmektedir. Yahudi tacirler ve Vikingler komisyonculuk ve özellikle Kırım üzerinden (Hazarya), daha sonra ise Baltık ve Orta Avrupa'da nakliyecilik yapmaktadırlar. Slavların köle ticaretiyle iç içeliği, yaygın bir şekilde “Slav” ve “slave” (köle) sözcüklerinin eşanlamlı oldukları düşüncesine yol açmıştır. Hadım harem ağası karşılığında kullanılan Arapça sakaliba'nın da “Slav”dan türediği kabul edilir. Slav ülkeleri hakkında günümüze kalan ilk görgü tanığı raporunun, Tortosalı bir tüccar olan bir Kuzey Afrika Yahudi’si tarafından yazılmış olması rastlantı değildir.
Slavlar ilk dönemlerinde uzun süre Avar hakimiyetinde kalmış ve bu durum Slavların tarihi gelişmeleri üzerinde büyük tesir yapmıştır. Slavların aktif olarak tarih sahnesine çıkmaları, Balkanlarda ve Bohemya’da yerleşmeleri, ilk siyasi teşkilatlarını kurmaları ve etnik yapılarının değişmeleri hep Avarların hakimiyeti altındayken olmuştur. Avarların zayıflayarak Slav topraklarından çekilmeleri üzerine, Doğu Slavları bir Türk kavimi olan Hazarlar’ın hakimiyeti altına girmişlerdir.
"Ana Madde Slav mitolojisi"
Mazda
Mazda 1920 yılında kurulan Japon otomobil firması.
Şirketin web sitesi, adının “Batı Asya’daki ilk medeniyetlerin bir tanrısı, bilgelik, zekilik ve uyum tanrısı Ahura Mazda’dan geldiğini belirtmektedir. Ahura Mazda, Perslerin Zerdüştlük Tanrısıdır. Şirketin web sitesi şirket adının aynı zamanda kurucusu olan Jujiro Matsuda’dan geldiğini belirtmektedir. Mazda’nın facebook sayfası 800.000’den fazla beğeniye sahiptir.
Mazda Motor Corporation veya orijinal adıyla マツダ株式会社 Matsuda Kabushiki-kaisha, Hiroşima, Japonya temelli bir Japon otomobil markası.Mazda, hayatına 1920 yılında Japonya’da kurulan Toyo Cork Kogyo Co. Ltd olarak başladı. Toyo Cork Cogyo 1927 yılında Toyo Kogyo Co. Ltd adını aldı. Toyo Kogyo, 1931 yılında Mazda-Go’nun tanıtılması ile makine takımları üretiminden araç üretimine geçti. Toyo Kogyo, İkinci Dünya Savaşı esnasında Japon ordusu için silah üretti. Bu silahların en ünlüsü 30 – 35 serisi Tip 99 tüfekti. Şirket, resmi olarak Mazda adını 1984 yılında aldı; ancak, en başından bu yana satılan tüm araçlar bu adı taşıyordu. Mazda R360 modeli 1960 yılında piyasaya sürüldü; bunu 1962 yılında Mazda motorları takip etti.Mazda, kendisini diğer Japon araç üreticisi şirketlerden farklılaştırmak için 1960’lardan itibaren Wankel döner motorunun geliştirilmesine yönelik büyük bir mühendislik çabası sarf etti. 1967 yılında Cosmo Sport’un sınırlı sayıda üretimi ile başlayan ve günümüzün RX-8 modeli ile devam eden Mazda, Wankel tipi motorlarının tek üreticisi haline geldi.
(NSU ve Citroën bu motorun tasarımını 1970’lerde bıraktı ve General Motors’un prototip Corvette çabaları hiçbir zaman üretim aşamasına ulaşamadı.Görünen o ki, bu dikkati kendine çekme çabası işe yaradı; çünkü Mazda hızlı bir şekilde araçlarını ihraç etmeye başladı. Hem pistonlu hem de döner motorlu modelleri dünyaya yayıldı. Döner motorlu modeller, aynı gücü üretebilmek için daha ağır olan V6 veya V8 motorlarına ihtiyaç duyan pistonlu modeller ile karşılaştırıldığında sağladıkları iyi güç seviyeleri ve hafiflikleri sayesinde hızlı bir şekilde popüler hale geldiler. R100 ve ünlü RX serisi (RX-2, RX-3 ve R-X4) şirketin ihracat çabalarının başını çekti.1959 yılında Kanada’da Mazda araçları görülmüş olmasına rağmen, Mazda Kanada’daki (MazdaCanada) resmi çalışmalarını 1968 yılında başlattı. 1970 yılında, Mazda resmi olarak Amerikan pazarına girdi (Mazda Kuzey Amerika Operasyonları); burada oldukça başarılı oldu ve Kuzey Amerikalı müşterileri için özel olarak Mazda Rotary Pickup’ı yarattı (konvansiyonel pistonlu B-Serisi modelini temel alıyordu). Günümüzde, Mazda, Wankel motorlu pikap kamyonet üretmiş olan tek araç üreticisidir. Ek olarak, döner motorlu otobüs (Mazda Parkway, sadece Japonya’da satılmıştır) veya steyşın vagon (ABD pazarı için RX-3 ve RX-4 serisi içerisinde) sunan tek markadır.
Mazda’nın döner motorda elde ettiği başarı,1973 petrol krizine kadar devam etti. Amerikan alıcılar (ve diğer ülkelerdeki alıcılar da) hızlı bir şekilde daha iyi yakıt verimliliğine sahip araçlara yöneldiler; nispeten daha fazla yakıt tüketen döner motorlu modeller gözden düşmeye başladı. Hâlihazırda büyük bir borcun altında olan Toyo Kogyo iflasın eşiğindeydi ve Sumitomo Bank’ın müdahalesi ile kurtuldu. Akıllı bir şekilde davranan şirket, pistonlu motorlara sırtını tamamen dönmemişti; 1970’li yıllar boyuncu dört silindirli modeller üretmeye devam etti. Özellikle, küçük boyutlu olan Familia serisi Mazda’nın 1973 yılı sonrasında dünya çapındaki satışları açısından çok önemli hale geldi; aynı şekilde daha büyük olan Capella serisi de büyük bir öneme sahipti.
Mazda çabalarını yeniden odaklandırdı ve döner motoru yaygın olarak kullanılan bir motor yerine spor araç sürücüleri için bir seçenek haline getirdi. 1978 yılında hafif RX-7 ile başlayan ve modern RX-8 ile devam eden Mazda, bu eşsiz motora olan bağlılığını sürdürdü. Bu odak değişimi aynı zamanda, “jinbaittai” konseptinden ilham alan diğer hafif spor aracı Mazda Roadster’ın (dünyada daha çok MX-5 veya Miata adları ile tanınmaktadır) geliştirilmesine de önayak oldu. 1989 yılında dünyanın beğenisine sunulan Roadster, 1970’lerin sonundaki düşüşünden sonra küçük spor araç konseptini canlandırması ile büyük takdir kazandı.
1979’dan 2010 yılına kadar, Mazda, 1979’da hisselerin %7’sine sahip olan ve 1996 yılına kadar hisse oranı %33.3’e çıkan Ford Motor Company ile bir ortaklığa sahipti. Alan Mulally’nin idaresi altında, Ford, 2008 yılından 2010 yılına kadar kademeli olarak hisselerini elden çıkardı. Ford, şu anda Mazda hisselerinin %3’üne sahiptir; bu durum, üretim ve geliştirme bağlantılarını oldukça azaltmıştır.
Mazda’nın 1960’lı yıllarda yaşadığı mali sıkıntılar, yeni bir şirketin, yani Ford Motor Company’nin yatırımı ile sonuçlamıştır. 1979 yılında %7’lik finansal hisse ile başlayan Ford, Mazda ile yeni bir ortaklığa girdi ve bu ortaklık çok sayıda ortak projeye yol açtı. 1980’li yıllarda, Ford finansal hisselerin yüzde 20’lik kısmını elde etti. Bunlara, otomotiv dünyasının tüm alanlarındaki büyük ve küçük tüm girişimler dahildi; en fazla olarak da pikap kamyonetler (1972 yılında Kuzey Amerika’da Ford Courier’ın bir çeşidini doğuran Mazda B-Serisi gibi) ve küçük araçlar buna dahildir. Örneğin, Mazda’nın Familia platformu Laser ve Escort gibi Ford modelleri için kullanıldı. Capella platformu ise, Ford’un Telstar sedan ve Probe sport modellerinde kendine yer buldu. 2002 yılında, Ford hisselerin yüzde 5’ini daha elde etti.
Probe modeli, yaygın 626 sedan (Capella’nın Kuzey Amerika versiyonu) ve ona eşlik eden Mazda MX-6 ile birlikte Flat Rock, Michigan’da bulunan yeni bir Mazda fabrikasında üretildi. (Bu fabrika günümüzde Ford – Mazda ortak girişimi olan AutoAlliance International olarak bilinmektedir.) Ayrıca, Ford ihtiyaç olduğunda Mazda’ya kapasitesinin bir kısmını ödünç verdi: Avrupa’da ve Güney Afrika’da satılan ve Ford Fiesta’nın bir versiyonu olan Mazda 121 belli bir süreliğine Avrupa ve Güney Afrika’daki fabrikalarda üretildi. Mazda geçmişte, büyük oranla Autorama bayii grubu üzerinden Ford’un bazı araçlarını Japonya’da satmaya da çalıştı.
Ayrıca, Mazda, 1991 yılından 1994 yılına kadar iki kapılı Mazda Navajo olarak satılan 1991 Explorer’ın geliştirilmesinde Ford’a yardımcı oldu. İşe bakın ki, Ford kısa süre içerisinde Amerika Birleşik Devletleri’nde (başından bu yana 4 kapılı veya 2 kapılı olarak sunulmaktadır) en çok satan spor arazi aracı olurken ve bu unvanını on yıldan uzun bir süre sürdürürken, Mazda’nın versiyonu başarısız oldu. Mazda, 1994’te başlayıp 2010’a kadar devam eden Kuzey Amerika pazarına yönelik olan B-Serisi kamyonetleri için Ford’un Ranger pikaplarını temel olarak kullandı; Mazda, Chicken Tax (Tavuk Vergisi) ile ilişkili masraflardan dolayı B-Serisi kamyonet ithalatını durdurdu.
Alternatif motor teknolojisi ile birlikte uzun süreli cazibesini takip eden Mazda, otomotivde kullanım içi |
n ilk Miller devirli motorunu 1995 yılında Millenia lüks sedan modelinde tanıttı. Millenia’nın (ve Miller tipi V6 motorunun) 2002 yılında üretimine son verilmesine rağmen, şirket, 2008 yılında piyasaya sürülen Demio modeli ile daha küçük bir Millî devirli dört silindirli motoru tanıttı. Wankel teknolojisindeki liderliğinde olduğu gibi, Mazda (şimdiye kadar) otomotiv dünyasında bir Miller devirli motor kullanan tek araç üreticisidir.
1990’lı yıllarda Mazda’da devam eden finansal sıkıntılar (bu sıkıntılar kısmen 1997 Asya mali krizinden kaynaklanıyordu) Ford’un Mayıs 1996’da hissesini yüzde 33.4’e yükseltmesine ve çoğunluk hissesine sahip olmasına neden oldu. Haziran 1996’da, Henry Wallace Başkan seçildi ve Mazda’yı yeniden yapılandırmaya ve yeni bir stratejik yön belirlemeye başladı. Şu anki Mazda markalarının tasarımı da dahil olmak üzere, marka için yeni bir yön belirledi; Ford ile birlikte bir sinerji oluşturmak için yeni bir ürün planı oluşturdu ve yeni ürünlerin gelişimini hızlandırmak için Mazda’nın dijital innovasyon programını başlattı. Aynı zamanda, yurtdışı dağıtımlarının, rasyonalize edilmiş bayilerin ve üretim tesislerinin kontrolünü eline almaya ve Mazda’nın operasyonlarında en çok ihtiyaç duyulan verimlilikleri ve maliyet azaltımlarını yönlendirmeye başladı. İlk başlarda gerçekleştirdiği işlerin çoğu, Mazda’yı tekrar kâra geçirdi ve gelecekte elde edilecek başarılar için temelleri attı. Wallace’ın yerine 1997’nin Kasım ayında Jamer Miller geçti ve onu da 1999 yılının Aralık ayında Mazda’nın yeni ürün gamının genişletmesi ve 2000’li yılların başında şirketin toparlanmasına liderlik etmesi ile anılan Ford yöneticisi Mark Fields takip etti. 1990’lı yıllarda Ford’un artan etkisi, Henry Wallace’nin bir Japon araç şirketinin yurt dışında doğan ilk başkanı olması ile birlikte, Mazda’nın tarihte bir başka ayırt edici özelliğe daha sahip olmasını sağladı.
2008 yılının sonunda dünyada yaşanan finansal krizin ortasında, varlık tabanını düzene sokmanın bir yolu olarak Ford’un Mazda’daki hissesini satmayı düşündüğüne dair haberler çıktı. BusinessWeek, Ford ve Mazda arasındaki işbirliğinin çok başarılı olduğunu ve Mazda’nın geliştirme mâliyetleri bakımından yılda neredeyse 90 milyon Dolar tasarruf ettiğini ve Ford’un tasarrufunun bunun birkaç katı olduğunu ve Mazda’daki hisselerini satmasının çok umutsuz bir önlem olacağını açıkladı. 18 Kasım 2008 tarihinde, Ford Mazda’daki %20 hissesini satacağını, sahip olduğu hissesini %13.4’e indireceğini ve şirketin kontrolünü bırakacağını açıkladı.
Mazda geçmişte Japon pazarında (ve bazen Avustralya pazarında) aşamalı olarak kullanımı terk edilen Autozam, Eunos ve Efini markalarını içeren bir dizi farklı marka kullandı. Bu değişiklikler, Mazda’da sınırlarını aşan ürün geliştirme gruplarını vurgulamaktadır. Herhangi bir platform üzerinde yarım düzine farklı model üretmek yerine, geliştiricilerden düzinelerce farklı model üzerinde çalışmaları istendi ve tüketiciler, birbirine benzer yeni modellerin patlama yapmasından dolayı şaşkınlık yaşadılar. En garip alt markalardan biri, Eunos Roadster’ın (M2-1001, M2-1002 ve M2-1028) üç nadir versiyonu ve Autozam AZ-1’in (M2-1015) bir tanesidir. M2 kendisine ait şirket merkezine bile sahipti; ancak, burası kısa bir süre sonra kapatıldı.
Günümüzde, eski markalar Japonya’da satış kanalı işlevi görüyor (özel bayiler); ancak, artık özel markalı araçlara sahip değiller. Carol, Autozam mağazasında (burası küçük araçlar üzerinde uzmanlaşmıştır) satılmaktadır; ancak, geçmişte olduğu gibi Autozam Carol markası ile değil, Mazda markası ile satılmaktadır.
1992 yılının başında, Mazda, Kuzey Amerika’da Acura, Infiniti ve Lexus markaları ile rekabet etmek için lüks model Amati’yi piyasaya çıkarmayı planladı. Bu araç 1993 yılının sonunda satışa sunulacaktı. İlk Amati serisinde, Mazda Cosmo ve Amati 1000 modellerini baz alan (Mazda 929 modelinin halefi, arkadan çekişli V12) lüks spor coupe olan Amati 500 modeli (bu model Avustralya’da ve Japonya’da Eunos 800 ve Amerika’da Mazda Millenia ve Avrupa’da da Mazda Xedos 9 olarak tanındı) yer alacaktı. Amati markası, hiçbir araç piyasaya çıkamadan tarihten kazındı.
Avrupa’da, Xedos adı, 1992’den 1997’ye kadar üretimde kalan iki model olan Mazda Xedos 6 ile de ilişkiliydi. Xedos serisi Mazda markası altında pazarlandı ve bu yıllarda Mazda amblemini kullandı.
Mazda, onlarca yıldır hidrojen güçlü araçlar üzerinde araştırma yapmaktadır. Mazda, hidrojen veya benzin ile çalışabilen ünlü döner motorunun bir versiyonunu kullanarak Premacy kompakt minivan modelinin hibrid bir versiyonunu geliştirdi. 2008 yılında piyasaya sürme planlarına rağmen, 2010 yılı itibarıyla araç sınırlı deneme aşamasındadır.
2010 yılında, Toyota ve Mazda, Toyota Prius modelinde kullanılan hibrid teknolojisi için bir tedarik anlaşması yaptıklarını duyurdu.
Mazda, daha fazla çevre dostu olmayı planladığı için, plastikten süte kadar birçok madde için araçlarında bir kullanım alanı bulmaktadır. Mazda, biyoplastik iç konsollar ve biyo-fabric koltuklar gibi yeniliklerini Mazda5 modeli bünyesinde Bangkok’ta bulunan Queen Sirikit National Convention’da düzenlenecek EcoInnovasia 2008’de tanıtmayı planlamaktadır. Mazda5’in kabin içinin %30’a kadar olan bir kısmı biyo-materyal maddelerden yapılmıştır.
SKYACTIV teknolojisi belli yeni Mazda araçlarında kullanılan teknolojiler silsilesine verilen gene addır. Bu araçlar arasında Mazda2 , Mazda 3, Mazda 6 ,Mazda CX-3 ve CX-5 yer almaktadır. Bu teknolojiler, bir araya geldiklerinde yakıt ekonomisini hibrid bir aktarma organı seviyesine kadar azaltmaktadır. Motorun güç çıkışı artırılmakta ve emisyon seviyeleri de azaltılmaktadır. Bu teknolojiler, yeni 2 kademeli turboşarj tasarımı, yüksek verimliliğe sahip otomatik şanzımanlar, daha hafif düz şanzımanlar, hafif gövde tasarımları ve elektrikli direksiyon ile birlikte yüksek sıkıştırma oranına sahip benzinli motorlara (14.0’dan 1’e kadar) ve azaltılmış sıkıştırma oranına sahip dizel motorlara (14.0’dan 1’e kadar) sahiptir. Aynı zamanda, daha fazla yakıt ekonomisi elde etmek için bu teknolojileri bir hibrid aktarma organı ile birleştirmek de mümkündür.
Mazda, hem ünlü Wankel motorlu araçları (iki rotorlu, üç rotorlu ve dört rotorlu şekillerde) hem de pistonlu motora sahip modelleri ile yarış dünyasında büyük başarılar kazandı. Mazda araçları ve motorları dünya çapında geniş dallarda ve serilerde yarışmaktadır. Mazda araçları, her hafta olmak üzere diğer araç markalarından çok daha fazla yarış yapmaktadır (bu başarıların büyük bir kısmı Miata’nın başarılarına ve temel motor sporlarında gördüğü takdire dayanmaktadır).
Mazda’nın mücadelesi, 20 Ekim 1968 tarihinde iki tane Mazda Cosmo Sport 110S coupe modeli Nürburgring’de düzenlenen 84 saatlik Marathon de la Route ultra-dayanıklılık yarışına girdiğinde başladı; bu araçlardan biri yarışı dördüncü sırada tamamladı; diğerinin ise 81 saat yarıştıktan sonra aksı kırıldı. Bir sonraki yıl, Mazda Familia R100 M10A coupe modelleri ile yarıştı. 1969’un Nisan ayında Singapur Grand Prix’ini kazandıktan ve 19 Ekim 1969 yılında Spa 24 Saat yarışında beşinci ve altıncı olduktan sonra (sadece Porsche 911 araçlarına geçildi), Mazda, 84 saatlik Nürburgring yarışına tekrar katıldı ve burada dört Familia modeli ile yarıştı. Bu araçların biri yarışı bitirdi ve beşinci sırayı aldı.
Amerika Birleşik Devletleri’nde Wankel motorlu bir aracın kazandığı ilk zafer 1973 yılında Pat Bedard’ın bir Mazda RX-2 içerisinde Lime Rock Park’da IMSA RS yarışını kazanması ile elde edildi.
1976 yılında, Z&W Mazda’nın sahibi Ray Walle Princeton, New Jersey’de bulunan bir bayiden Daytona’ya kadar bir Cosmo (Mazda RX-5) kullandı ve 24 Hours of Daytona yarışında 2.5 Litre Altı Touring Sınıfında zafer elde etti ve New Jersey’e yine aracıyla geri döndü. Cosmo, 72 araçlık bir alanda toplamda 18. Sırayı aldı. Araç üzerinde yapılan tek modifikasyon yarış fren balataları ve güvenlik ekipmanıydı.
Mazda RX-2 ve Mazda RX-3 ile oldukça büyük başarılar kazanıldıktan sonra, Mazda RX-7 sınıfında diğer otomobil modellerinden daha fazla IMSA yarışı kazandı; yüzüncü zaferini 2 Eylül 1990 tarihinde kazandı. Bunu takiben, RX-7, IMSA 2 Litre Altı Grand Touring Yarışını (GTU) 1980’den 1987’ye kadar her yıl art arda kazandı.
1991 yılında, dört rotorlu bir Mazda 787B ,2622 cc asıl, FIA Formula tarafından ölçülen 4708 cc, 24 Hours of Le Mans oto yarışını kazandı. 787B’nin zaferine hala erişilemedi. Çünkü Le Mans’ı kazanan ilk pistonsuz motorlu araçtı ve Mazda günümüzde Batı Avrupa veya Amerika dışından olan ve Le Mans’ı kazanan tek takımdır – ne gariptir ki, bu başarı Nissan Dünya Sportscar Şampiyonası programını sonlandırdıktan ve Toyota 1991 yılının çoğunu 3.5 litrelik TS010’unu geliştirmek için harcarken yarışlara katılmamayı tercih ettiğinde geldi. Bu durum, 1992 yılından itibaren Le Mans yarışında döner motorların yasaklanmasına neden oldu; bu yasak hala geçerlidir. 1991 yarışından sonra, kazanan motor içinin incelenmesi için gözler önünde söküldü; bu işlem, 24 saatlik ağır kullanıma rağmen, motorun çok az bir aşınmaya uğradığını gözler önüne serdi.
1991 yılında elde edilen Le Mans başarısını, 757 ve 767’yi içeren diğer Mazda prototiplerinin başarıları takip etti. Mazda 12A motoruna sahip olan Sigma MC74 modeli, 1974 yılında 24 Hours of Le Mans yarışını bitirebilen Batı Avrupa ve Amerika dışından ilk takım ve motor oldu. Ayrıca, Mazda, Le Mans yarışını bitirmesine en kesin gözle bakılan markadır (sadece bir yılda üç araçla birlikte yarışa giren Honda hariç); yarışa giren modellerinin %67’si yarışı bitirmiştir. Mazda, Road Atlanta’da düzenlenecek Americal Le Mans Series yarışında Courage C65 LMP2 aracının tanıtılmasıyla 2005 yılında prototiplere geri dönecek. Bu prototip yarış aracı RX-8’in RenesisWankel motoruna sahiptir.
Mazda araçları, World Land Speed yarışında, SCCA yarışında, drag yarışında, pro rally yarışında (Familia, 80’lerin sonunda ve 90’ların başında WRC’de birçok kez yer aldı) One Lap of America yarışında (MazdaSpeed5 modeli ile SUV ve kamyonet kategoris |
inde zafer elde edildi) ve diğer yarışlarda da büyük başarı kazandılar. Wankel motorları belli bir süre Uluslararası Formula 1 yarışında ve Gene Angelillo North East Midget Racing Association şampiyonasını 1985 yılında 13B motoruna sahip bir araçla kazandıktan ve daha sonra 1986 yılında 12A motorlu bir araçla kazandıktan sonra Amerika Birleşik Devletleri’nde küçük araç yarışlarında yasaklandı.
Cooper Tires Atlantic Championship powered by Mazda, Kuzey Amerika’da düzenlenen bir açık tekerlekli yarış serisidir. Bu yarış serisi, bir seviyenin sezon içerisindeki kazananlarını bir sonraki seviyede otomatik araç ile ödüllendiren bir sürücü programı olan MAZDASPEED basamağının son adımıdır. 2006’dan bu yana, Atlantik Şampiyonası, 300 bhp (224 kW) güç üreten Mazda-Cosworth MZR 2300 cc (2.3L) DOHC inline-4 motorlarına sahip olan Swift 016.a şasi ile gerçekleştirilmektedir. Araçlar, 282 km/s hıza erişebilmektedir.
Formula Mazda Racing, Mazda motorlu açık tekerlekli araçlarla yapılmaktadır. Bu motor, yarışın belli noktalarında hem oval pistlere hem de yol pistlere uygun hale getirilebilir. 1991 yılından bu yana, profesyonel olarak organize edilen Star Mazda Serileri; sponsorlar, seyirciler ve yükselmeye çalışan sürücüler için en popüler format olmuştur. Daha önce bahsedilen MAZDASPEED sürücü gelişim basamağında en yüksek ikinci basamaktır. Star Mazda serisi için kullanılan motorların hepsi, tanımlanan gücü üretmek sertifikası olan tek bir üretici tarafından üretilir ve motorlar üzerinde oynanmasını engellemek için mühürlenir. Oldukça güvenilir olmaları ve motorun yeniden yapılandırılması arasında uzun yılların geçmesi amacıyla, bu motorlar tam olarak yarış ayarında değildir.
Spec Miata, Kuzey Amerika’daki en popüler ve en makul fiyatlı yok yarışı sınıflarından biri haline gelmiştir. Spec Miata (SM) sınıfının amacı, sınırlı modifikasyona sahip düşük maliyetli, üretim tabanlı, yarışa uygun araçlar ile yarışma fırsatı sağlamaktır. Kurallar, Showroom Stoku sınıfından daha açık olacak ve Geliştirilmiş Touring sınıfından daha fazla sınırlandırılmış olacak şekilde düzenlenmiştir.
Spec RX7, ilk nesil RX7 araçlarının bolluğu ve düşük başlangıç maliyetleri nedeniyle aynı zamanda popüler bir kulüp yarışı sınıfıdır. Bazı bölgelerde, Spec RX7’ler (SRX7), en ucuz maliyetli spor araç sınıflarından biri olarak tanınmaktadır.
Mazda, birden çok profesyonel spor takımının büyük bir sponsorudur; bunlar arasında:
Şirket, Japonya’da düzenlenen Hiroşima Uluslararası Barış Maratonu ve Hiroşima Prefectural Ekiden Yarışı gibi çeşitli maraton ve yarış etkinliklerine; Hiroşima ve Hofu’da düzenlenen sayısız diğer spor ve yardım girişimlerine sponsorluk yapmaktadır. Mazda, aynı zamanda, şu anda feshedilmiş olan Avustralya Rugby Şampiyona’sının sponsoruydu.
Aynı zamanda, Mazda, Kaliforniya’da bulunan ve çok sayıda yarış etkinliğinin yanı sıra (çok sayıda Mazda’ya özel seriler dahil) kendi araçlarını test etmek amacıyla ve Mazda RX-8’in 2003 yılındaki lansmanı için kullanılan Laguna Seca yarış pistinin de sponsorudur.
Ayrıca, Mazda, WPA’da oynayan ve dünyanın en iyi oyunculardan bazılarına sahip olan kadınlar profesyonel futbol takımı olan Western New York Flash’in de sponsorudur.
Mazda’nın geçmişteki reklam sloganları arasında “Ne kadar bakarsanız, o kadar seversiniz” (1970’lerden 1980’lerin başına kadar) “Mazda’yı Tecrübe Edin” (1980’lerin ortaları): “Tam memnun kalmanız için bağlılık. İşte Mazda’nın Yolu” (1980’lerin sonu): “Tam da doğru hissettiriyor” bulunmaktadır. Bunların yanı sıra, Mazda’nın Kansei mühendisliğini kullanmasını tanımlayan (1990-1995): “Yola olan tutku” (1996) ve “Bin. Hareket et.” (1997 – 1999) reklamları bulunmaktadır.
2000 yılından bu yana, Mazda, araçlarının genlerinde olduğunu ifade ettiği “hareket hissi” adı verdiği şeyi açıklamak için “Zoom-Zoom” ifadesini kullandı. Oldukça başarılı ve uzun ömürlü olan (diğer otomotiv pazarlama ifadeleri ile karşılaştırıldığında) Zoom-Zoom kampanyası, artık Kuzey Amerika’dan dünyaya yayıldı.
Zoom-Zoom kampanyasına birçok televizyon ve radyo reklamında “Zoom-Zoom-Zoom” şarkısı eşlik etti. Şarkının JibrilSerapisBey tarafından seslendirilen orijinal hali (Avrupa, Japonya ve Güney Afrika’da reklamlarda kullanılan hali), Mazda’nın resmi şarkısı olmadan önce, 1993 yılında çıkan Only The Strong filminin müziklerinden biri olarak kaydedilmişti. SerapisBey versiyonu, “Capoeira Mata Um” adı verilen geleneksel bir Capoeira şarkısının yeniden yorumlanmış halidir. 2010 yılında, şu anki sloganı “Sonsuza Dek Zoom-Zoom”dur. Televizyonlarda kullanılan uzun hali ise “Zoom-Zoom, Bugün, Yarın, Sonsuza Dek”.
Zoom-Zoom kampanyasının ilk reklamları, “Zoom-Zoom” ifadesini fısıldayan genç bir çocuğu da içeriyordur (Micah Kanters).
2011 yılından bu yana, Mazda, Zoom – Zoom ifadesini “Ne Sürmek İstiyorsunuz?” adı verilen başka bir kampanyada da kullanmıştır. Bu kampanyanın can alıcı sözleri şunlardır: “Mazda olarak, sürülmeye değer değilse, üretilmeye değer olmadığına inanıyoruz. Biz Mazda üretiyoruz. Siz ne sürüyorsunuz?”
Japon iç piyasasında çoğu Mazda aracı dünyanın geri kalanının kullandığından farklı isimler kullanmaktadır. Japonca isimleri (çoğu kez daha tutarlı) sıklıkla birincil olsa da, her iki isim de aşağıda mevcuttur.
Mazda, zaman içinde üretimleri durdurulmuş olsa da, Autozam, Eunos ve Efini gibi Japon piyasasında bir dizi farklı model kullanmıştır. 1990’ların başında Mazda, Kuzey Amerika’daki Acura, İnfiniti ve Lexus’a meydan okuyacak lüks bir modeli, Amati’yi neredeyse çıkarıyordu, ancak bu hiçbir zaman gerçekleşemedi, onun yerine Mazda, lükse yakın Millenia modelini piyasaya sundu.
Birçok Mazda aracı, yeniden markalanıp Ford olarak satıldı. Çoğu, araçların kendi sayfalarında belirtilmiştir.
Mazda’nın normal araçlarının bugünkü spor modelleri Mazdaspeed adıyla anılmaktadır. Mazdaspeed, Mazda’nın yarış silahıdır ve amatör ve profesyonel motor sporlarında sıklıkla yer almaktadır.
Honda
Honda 1948 yılında Soichiro Honda tarafından Japonya'da kurulmuş Japon otomotiv firması. Başlangıçta motosiklet üretimi yapan firma zamanla otomobil, su motoru,(gemi, tekne, yat vb.) robot, güç ekipmanları (jeneratör, çim biçme aleti vs.) motor (herhangi bir işte kullanılacak akaryakıtlı motorlar) ve uçak üreten bir firma haline gelmiştir. Dünyanın bir numaralı motor üreticisi olan Honda Japon otomotiv sektörünün gelişmesinde ciddi katkılar sağlamıştır. Üretimi ile geniş kitlelere hitap eden firmanın dünyada çok sayıda alıcı kitlesi vardır. Özellikle Amerika, Kanada, Hong Kong, Güney Amerika ve Asya ülkelerinin genelinde Japonya'nın ilk temsilcisi olarak dayanıklılık ve teknolojisi ile satış rekorları kırmıştır.
Merkezi Tokyo'da olan Honda, dünya çapında pek çok ülkede üretim ve satış yapmaktadır. Geçmişten günümüze motor sporlarındaki başarılarıylada ön plana çıkan Honda, başlarda Amerika ve Kanada'da üretimine başladığı Acura markası ile de ciddi başarılar yakalamıştır.
Motosiklet sektöründede yine geniş bir ürün yelpazesine sahip olan firma 1959'dan bu yana dünyanın en büyük motosiklet üreticisidir.
Ayrıca dünyada ilk kez Hava yastıklı (Airbag) motosikleti üreten firmadır.
sw t600
Afrodit
Afrodit (), Yunan mitolojisinde aşk ve güzellik tanrıçası. Roma mitolojisindeki ismi Venüs, Etrüsk mitolojisindeki ismi Turan'dır. Gigantlar arasındaki karşıtı Periboia'dır.
Afrodit'in doğumu üzerine iki efsane vardır. Homeros tanrıçanın Zeus ile Okeanos kızı Dione'den doğduğunu söylerken, Hesiodos Theogonia’da bu tanrıçanın denizin köpüklü dalgalarından doğduğunu söyler. Kronos, kral babası Uranos'u devirirken, bir orakla babasının cinsel organını keser. Kesilen organ denize düşer ve oluşan köpüklerden Afrodit doğar.
Aphrodite altın sıfatıyla çoğu yerde karşımıza çıkar. Tanrıça için çoğunlukla kulanılan sıfatlar işveli, cilveli ve gönül alıcıdır. Güzelliği, sevgiyi, sevişmeyi simgeleyen tanrıça, çoğu yerde oğlu Eros ile görünmektedir. Ancak Eros Hesiodos’a göre oğlu değildir ve Afrodit'in alayına daha sonra katılmıştır. Bunun yanı sıra tanrıçanın alayında güzelliği, zarafeti ve bereketi simgeleyen Kharitler, Horalar ve Hymenaios yer almaktadır. Tanrıça çoğu kez çıplak betimlenir. Ayrıca takan her kadını dünyanın en güzel ve çekici kadını gösterebilen büyülü bir memeliği vardır. Hera, bu memeliği Truva savaşı'nı izleyen Zeus'u baştan çıkarıp kandırmak için kullanmıştır.
Afrodit ölümlü ve tanrı birçok kişiyle birlikte olduysa da, sadece tanrı Hephaistos ile evlenmiştir. İstemeyerek yaptığı bu evlilik boyunca tanrıça kocasını Ares ile aldatır. Bu yasak ilişkisinden Phobos(Korku), Deimos(Dehşet) ve Harmonia(Uyum). Diğer önemli tanrı sevgilisi ise Hermes'tir. Bu beraberliğinde Hermaphroditos doğar. Bunun yanı sıra Adonis ve Ankhises ile ilişkileri vardır. Frigya prensesi kılığına girerek ilişki kurduğu Ankhises'ten olan çocuğu Aeneas ve diğer bir başka tanrı çocuğu Eros en ünlü çocuklarıdır.
Tanrıçanın en eski tapınma merkezleri Çuha Adası (Kythira veya Kythera) ve Kıbrıs adasında bulunmaktadır. Hesiodos'un şu dizeleri buna kaynaktır;
Tanrıçanın en eski kült merkezlerinin yunan ana karasında bulunmayışı ve tanrıçanın, ilk Zeus kuşağından sonra ortaya çıkan bir tanrıça olması, bu inancın aslen yunan olup olmadığı ile ilgili kuşkular ortaya çıkarmaktadır. Kimi görüşler Afrodit kültünün, Yakındoğu tanrıçaları İştar ve İnanna kültlerinin Fenikeliler aracılıyla Yunan uygarlığına taşınmasıyla doğdunu savunur.
Troya Savaşında da Troyalıların yanında yer alan Afrodit, Anadolu'da sevilen bir tanrıçadır. En önemli ibadet merkezi adı verdiği kent Afrodisias'tadır. Diğer bazı önemli yerler;
Pontiac
Pontiac, bir Amerikan otomobil markası. İsmini Kızılderili Şefi Pontiac Obwandiyag'dan almıştır (1720 – 20 Nisan, 1769). General Motors tarafından , ABD'de 1906'dan 2009 yılına kadar üretilmiştir. 2009 krizinde alınan bir kararla üretimi durdurulmuştur. 80'li yıllarda Kara Şimşek adlı dizide kullanılan 1982 model Pontiac Firebird Trans Am, KİTT olarak bu firma tarafından yapılmıştır. Ayrıca Transformers filmin |
deki Jazz adlı karakter Pontiac Solstice'dir.
Kanser
Kanser, hücrelerde DNA'nın hasarı sonucu hücrelerin kontrolsüz veya anormal bir şekilde büyümesi ve çoğalmasıdır. Günde vücudumuzda (DNA'da) yaklaşık 10.000 mutasyon olmasına rağmen immün sistemimiz her milisaniye vücudumuzu tarar ve kanserli hücreleri yok eder.
Vücutta mutasyona uğrayan hücrelerin ancak çok küçük bir kısmı kansere yol açar. Bunun birçok nedeni vardır:
Bu olay şöyle açıklanmaktadır:
Mutant hücrelerin çoğu, değişikliğe uğramış genleri nedeniyle kendi içlerinde anormal protein oluştururlar. Bu anormal proteinler vücudun bağışıklık sistemini uyararak antikor yapımına veya kanserli hücreye karşı duyarlılık kazanmış lenfositlerin oluşmasına neden olarak kanserli hücrenin yok edilmesini sağlarlar. (
Bu olayı destekleyen bir gerçek de organ trasnplantasyonu nedeniyle immünsupresif tedavi gören hastalarda kanser riskinin beş kat artmasıdır.
Bağışıklık sisteminin etkinliğini bozan durumlar kanseri hazırlayıcı etmenler "(predispozan)" olarak bilinir. Bağışıklık sistemi tarafından yok edilmemiş olan bu hücreler kontrolsüz biçimde üreyerek bulundukları dokuyu işgal ederler. Sadece o dokuyla sınırlı kalmayıp komşu dokulara da yayılırlar ("invazyon"). Kan ve lenf dolaşımı yoluyla vücudun ilgisiz bölgelerine de taşınabilirler ("metastaz").
Kanser başlangıcı olan alanda en önemli özellik, kitlenin çevre dokulara girift, yapışık olmasıdır. İyi huylu "(benign)" tümörler genellikle sınırları belirgin kitlelerdir. Ancak kötü huylu "(malign)" tümörler, sınırları belirsiz ve çevre dokuya sıkıca yapışık halde bulunurlar. İlk evrelerde genellikle ağrısızdırlar.
Kanser, oluştuğu yani köken aldığı dokuya göre adlandırılır.
Kanser hücreleri; civarlarındaki dokulara ulaşarak, kan dolaşımı, lenf sistemi ya da vücut boşlukları ve yüzeyleri yollarıyla vücudun diğer taraflarına yayılırlar. Buna metastaz denir.
Vücudumuzda kontrolsüz olarak büyüyen kötü huylu tümörlere kanser denir. Kanserler iyi huylu ve kötü huylu olmak üzere iki kısma ayrılır. Kötü huylu tümörler başka dokulara ve organlara yayılma (Metastaz) özelliği gösterirler.
Kanserin esas nedeni hücre bölünmesi esnasında DNA replikasyonunun (eşlenmesi) hatalı olması sonucu hücrenin farklılaşmasıdır. "DNA replikasyon anormalisine" sebep olduğu sanılan birçok faktör mevcuttur ve bunlara "predispozan" (hazırlayıcı) faktörler denir.
Hücre bölünmesi, doku tamiri ve yenilenmesi amacıyla yapılır. Doku tamiri ve yenilenmesini hızlandıran tüm etmenler aslında bir kanser hazırlayıcısı olabilir.
Kadınlarda en çok meme, rahim ve kalın bağırsak kanseri; erkeklerde ise en çok akciğer, prostat, mide ve kalın bağırsak kanserleri görülmektedir. Tüm kanserlerin %16'sı, tüm kanser ölümlerinin %28'i erkeklerde %35, kadınlarda %19 akciğer kanseri nedeniyledir. Akciğer kanseri büyük ölçüde sigara kullanımı ile ilişkilidir.
İyi huylu "(benign)" tümörler kanser değildir. Komşu bölgelere yayılmazlar. Sınırları belirgindir. Komşu dokuları eritmezler. Bu hücreler, "onkogen" yani farklılaşmışlardır (mutasyon)ancak yine de "orijinlerini" tahmin etmek mümkündür. Tamamen çıkartıldığı zaman genellikle tekrarlamazlar.
Kötü huylu "(malign)" tümörler ise kanser olarak adlandırılır. Komşu organ ve dokulara yayılırlar, kemik doku ile karşılaştıklarında onu dahi eritirler "(rezorbsiyon)." Sınırları belirsizdir. Malign tümörü oluşturan hücreler o kadar farklılaşmışlardır ki "orijinlerinin" ne olduğunu söylemek imkânsızdır. Lenf ve kan yoluyla uzak organlara da yayılırlar.
Her şeyden önce, tüm hastalıkların tedavilerinde esas rolü vücudun bağışıklık sistemi üstlenmektedir. Bağışıklık sistemini zayıflatan etmenlerin ortadan kaldırılması tedavinin ilk basamağıdır.
Kanserli hücrelerin ne kadar ve nerelere metastaz yaptığını tahmin etmek olanaksız olduğundan kanser tedavisi gören hastaların bağışıklık sistemlerinin güçlendirilerek bu yayılmış hücreleri yok etmesi arzu edilen bir durumdur.
Kanser tedavisi onkoloji uzmanı doktorlar tarafından yapılır. Birçok merkezde Onkoloji Hastahaneleri mevcuttur.Genel bilindik kanser tedavileri 5 çeşit yolla yapılır:
Önder Focan
Önder Focan (d. 1955) Türk caz müzisyeni.
1955 İstanbul doğumlu Focan, 1973 yılında Kadıköy Maarif Koleji ve Anadolu Lisesi ve ardından Ortadoğu Teknik Üniversitesi Makina Fakültesinden mezun olmuştır. Eşi Zuhal Focan ile beraber 2002 - Galata Kuledibi Sokak’ta Nardis adında bir caz kulübü kurmuştur. Sanatçı, Kadıköy Maarif Koleji ve Anadolu Lisesi Mezunlar Derneği (Kalid) tarafından verilen Kristal Martı ödülünü 2003 yılında almaya hak kazanmıştır.
1999, 2000 ve 2004 yılında IAJE (Uluslararası Caz Eğitmenleri Birliği) seminerlerine katılmıştır.
1996-1999 yıllarında Akademi İstanbul'da Jazz Ensemble dersleri vermiştir.
Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde Armoni dersleri vermiştir.
2003-2004 yıllarında Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Caz Stilleri Analizi dersi vermiştir.
2006-2007 yıllarında Yıldız Teknik Üniversitesi'nde Caz Gitar dersi vermiştir.
2002 yılından beri Nardis Jazz Club'un sanat yönetmenliğini yapmaktadır. Her yıl 315 yerli ve yabancı sanatçının konserini organize eder. Bu müzisyenlerin arasında Benny Golson, Dianne Reeves, Terence Blanchard, Ernie Watts, Dee Dee Bridgewater, Christian McBride, Roy Hargrove, Al Foster, Kurt Elling, Thierney Sutton, Jeff Hamilton ve daha nice önemli müzisyen yer almaktadır.
Sanat yönetmeni ve koordinatörü olduğu İstanbul – Pori Müzik Ağı (IPMN) kapsamında profesyonel müzisyenlerin, genç müzisyen adaylarının ve grupların iki şehir arasında karşılıklı değişimini sağlamıştır. Bu proje ayrıca çocukların caz eğitimi almalarına ve sahne alma fırsatı bulmalarına destek olmuştur.
Gordion Düğümü
Gordion düğümü, Büyük İskender'e atfedilen bir söylencedir. Genellikle, çözümü zor bir sorunun kaba kuvvetle halledilmesi anlamında metafor olarak kullanılır.
Yeni bir lider arayışında olan Friglere bir kahin tarafından, şehre öküz arabası ile giren ilk adamı kral ilan etmeleri söylenir. Bu kişi kağnısıyla kente giren yoksul bir köylü, Midas'ın babası, Gordios olur. Gordios, kral ilan edildikten sonra öküz arabasını Frig tanrısı Sabazios tapınağına adar. Araba kızılcık dallarından bir düğümle tapınağa bağlanmıştır ve bu düğümü çözecek kişinin Asya'nın hakimi olacağı söylentisi ile ünlenir.
Büyük İskender, Gordion'a geldiğinde (MÖ 334) düğümü çözmeye çalışır ama başaramaz. Sabrı tükenince öfkeyle kılıcını çekip düğümü keser. İskender, gerçekten de Pers İmparatorluğu'nun fatihi ve Asya'nın hakimi olma yolundadır. Ancak 33 yaşında ateşli bir hastalıktan zamansızca ölümü bilgelerce İskender'in Gordion düğümünü çözmek yerine sabırsızca davranmasının cezası olarak yorumlanır.
OSPF
İngilizce "Open Shortest Path First", yani "En kısa yola "Öncelik"" anlamına gelen OSPF, bir TCP/IP ağındaki router'ların birbirini otomatik olarak tanımasında kullanılan bir protokoldür. OSPF yönlendirme internette intra-AS yönlendirme için RIP gibi yaygınca kullanılan bir yöntemdir. OSPF temelde internet servis sağlayıcılarının (ISP) üst-tabakalarında kullanılır. OSPF kelimesindeki ilk O harfi yönlendirme protokolü şartlarının açık olduğunu gösterir(örnek olarak, Cisco’nun EIGRP protokolünün karşıtı gibi). OSPF’nin en güncel versiyonu ikincisidir[RFC 2328].
İnternet denen ağ, birçok ağın birbirine bağlantısı ile oluşur. Örneğin:
Bu bağlantılarda routerlar kullanılır, ve o routerlar bir şekilde hangi adrese ulaşırken hangi yolu kullanacağını bilmelidir. Bu durumda iki çözüm vardır:
İlk çözümün ikinci çözüme göre birçok dezavantajı vardır:
Dolayısıyla, OSPF ve başka protokoller (RIP de) router'ların birbirlerini otomatik olarak görmesi için gerekli hizmetleri sunarlar.
OSPF, RIP’den sonra düşünülmüştür ve birçok gelişmiş özelliğe sahiptir. Temelde bağlantı-durum (İngilizce:link-state) bilgisinin taşmasını ve Dijkstra’nın en kısa yol algoritmasını kullanan bir bağlantı-durum protokolüdür.
OSPF ile birlikte, bir yönlendirici ağın tüm topolojik haritasını oluşturur. Yönlendirici daha sonra yerel olarak tüm ağlara en kısa yol ağacını elde etmek için Dijkstra’nın en kısa yol algoritmasını kullanır, kendisini bu ağaçta kök olarak belirler. Yönlendiriciler arasında özel bağlantı maliyetleri ağ yöneticisi tarafından ayarlanır. Yönetici tüm bağlantı maliyetlerini 1 olarak belirleyebilir, böylece miminum-hop yönlendirmeyi başarabilir, veya bağlantı yüklerini trafik veya bant-genişliğine göre seçebilir. OSPF bağlantı maliyetleriyle ilgilenmez, bunun yerine sadece verilen bağlantı maliyetleri kümesiyle elde edilebilecek en düşük maliyetli yolları belirlemek için bir protokol sunar.
OSPF ile bir yönlendirici yönlendirme bilgisini diğer tüm yönlendiricilere yayınlar, sadece kendi komşularına değil.
OSPF, RIP ile benzer bir şekilde çalışır, yani router'lar ulaşabildikleri ağlar ile ilgili bilgileri birbirleri ile değişirler.
Öte yandan, OSPF bir ağa kaç adımda ulaşabildiğini değil bir ağa ne kadar zamanda (veya hangi hızda) ulaşabildiğini yollar. Dolayısıyla, RIP'te görülebilen sonsuza kadar sayma sorunu ortadan kalkmış olur.
Buna ek olarak, OSPF dört değişik ağ rütbesine (İngilizce "Backbone area", "Stub area", "Totally stubby area" ve "Not-so-stubby area") sahiptir.
Benzer şekilde, router'lar da rütbelendirilebilir:
OSPF mesajları, router'ların kendi içlerinde ağın bir haritasını çizmesini sağlarlar. Öte yandan, bir haritayı hatırlayabilme ve o haritada yolunu bulabilme hafıza ve işlem gücü açısından çok pahalıya mal olabilir!
Unutulmamalıdır ki bir haritadaki en kısa yolu bulma işlemi, yani seyyar satıcı problemi, NP-Zor bir problemdir.
Genel Kabul Görmüş Muhasebe İlkeleri
Genel Kabul Görmüş Muhasebe İlkeleri, Gelir tablosu ilkeleri ve bilanço ilkelerinden oluşan ilkelerdir.
Bps
Bits per second (kısaltması; Bps), iletişim jargonunda, saniyede bir bit anlamına gelen birimdir. Bir saniyede, belirtilen kanalından geçen verinin miktarının bit olarak gösteriminde kullanılır.
Milyon
Milyon, bin adet binden oluşa |
n sayı / miktardır. 1.000.000 veya 10 olarak da yazılabilir.
Milyar
Milyar, bin adet milyondan oluşan sayıdır. 1,000,000,000 veya 10 şeklinde rakam ile gösterilir.
999,999,999 ile 1,000,000,001 doğal sayılarının arasında olan bir doğal sayıdır. 1,000,000,000 dan başlayan 999,999,999,999'a kadar devam eden sayıları sonunda "milyar" olarak okunur.
ATV
ATV aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Üstel zaman
Üstel zamanda çalışan bir algoritma, bir Turing makinesinin girişin uzunluğunun en fazla formula_1 katı tane adımda çözebildiği bir problemdir (p, herhangi bir polinom olabilir). Doğal olarak, üstel zaman polinomsal zamanı içine alabilir.
Örneğin, seyyar satıcı problemini mümkün olan tüm turları teker teker hesaplayıp çözmek üstel zaman alacaktır, zira formula_2 şehir için formula_3 tur vardır...
Everton FC
Everton FC, İngiltere'de Premier League'de oynayan bir futbol takımıdır. 1878'de kurulmuş olan kulüp maçlarını Liverpool şehrinde Goodison Park Stadı'nda oynamaktadır. 1878 yılında Liverpool şehrinde "St.Domingo Football Club" adıyla kurulan ve 1 yıl sonra Kasım 1879'da "Everton Football Club" adını alan Everton'ın armasında ortada bulunan kule, Everton Tepesi (Everton Brow) olarak bilinen mevkiide, Netherfield Road isimli caddede bulunan, 1787 yılında inşa edilmiş ve "Prince Rupert's Tower" ya da "The Roundhouse" olarak bilinen, 1800 lü yılların İngiltere'sinde ertesi sabah yargıç önüne çıkacak ağır suçlu olmayan kişileri yargıdan önceki gece hapsetmeye yarayan tarihi bir kule. Kulenin sağ ve sol üst bölümünde yer alan şekiller defne yaprağı çelenkleri. Bu çelenkler armaya daha sonra zaferleri simgelemesi adına eklenmiştir. Sol ve sağda bulunan 18 ve 78 rakamları kulübün kuruluş tarihini yansıtırken, altta latince olarak yazan "Nil Satis Nisi Optimum" yazısı "Nothing but the best is good enough" anlamını taşıyor. Türkçe karşılığında cümle biraz düşük gibi dursa da "Sadece en iyi olan yeterince iyidir" anlamına gelmektedir. Premier League'de en fazla kalan kulüptür.
Everton'da en az bir kupa kazanmış menajerler:
Ali İpek
Ali İpek (d. 1955), Kasım 2005 - Haziran 2010 süreci ile Denizlispor Kulübü'nün başkanı, eski futbolcu, iş adamı.
01.08.1955 Denizli doğumlu olan Ali İpek ilk-orta-lise tahsilini Denizli'de tamamladıktan sonra, Atatürk Üniversitesi İ.İ.B.F İşletme bölümünden mezun olmuştur.
1980 yılında Oluklu Mukavva ve Kutu sektörüne adım atan Ali İpek, genç yaşlarından itibaren Futbol dalında Oyuncu, İdareci ve Başkanlık kademelerinde çeşitli görevler almıştır.Birçok kez Yönetim Kurulu üyeliği de yaptığı Denizlispor'da 1990-92 yılları arasında başkanlık görevinde de bulunmuştur. A Milli Futbol Takımının Dünya 3.sü olduğu dönemi de kapsayan 1997-2004 yılları arasında Haluk Ulusoy Başkanlığındaki Türkiye Futbol Federasyonu'nda (TFF) Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev almış, bu dönemde Türkiye ve Denizli'de Futbol'un gelişmesine büyük katkılar sağlamıştır. Haluk Ulusoy'un 25 yıllık arkadaşıdır.
İş hayatına Denizli Organize Sanayi Bölgesinde kurulu Oluklu Mukavva ve Kutu fabrikasında devam etmektedir.
Eski Denizlispor Başkanı olan Ali İpek evli ve iki çocuk (Tuna ile Mine) babasıdır.
Denizlispor Kulübü
Sayı sistemi
Sayı sistemi, matematikte herhangi bir sayılar kümesidir.
Papalık Devleti
Papalık Devleti ya da sadece Papalık tarih boyunca İtalya yarımadasında yer alan ve Papa'nın askeri ve siyasi bakımlardan yönettiği devlet birimine verilen isimdi. Papalık sadece Katolik Kilisesini dinsel bakımdan yönetmekle kalmıyor, ordu oluşturuyor, savaş yapıyor ve barış antlaşmaları imzalıyordu. Papalık bir devlet olarak 1870 yılına kadar varlığını sürdürdü. O tarihte Savoya Hanedanının İtalya'yı tek bir bayrak altında toplaması sonucu işlevini kaybetti. 1929 yılında Papalık İtalya'yla Lateran Antlaşmasını imzalayarak Vatikan'ı kurdu. Bu tarihten sonra Vatikan şekil değiştirmekle birlikte Papalık'ın bir devamı olarak bağımsız bir devlet halinde varlığını devam ettirmektedir.
Ahmet Ümit
Ahmet Ümit (d. 12 Temmuz 1960, Gaziantep), Türk şair ve yazar.
Daha çok polisiye roman türünde eser veren bir yazardır.
Gaziantep'te yedi çocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası kilim tüccarı, annesi terzi idi. İlk öğreniminin ardından Gaziantep Atatürk Lisesi’ne devam etti. 14 yaşından itibaren sol görüşlü bir aktivist oldu. Ülkücülerle aralarında çıkan bir kavgadan dolayı 24 arkadaşıyla birlikte Gaziantep dışına sürgün edildiği için liseyi Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde bitirdi.
1979’da Marmara Üniversitesi’nin Kamu Yönetimi bölümünde yükseköğrenimine başladı. Öğrencilik yıllarında tanışıp evlendiği Vildan Hanım ile evliliğinden Gül adında bir kızı oldu (1981). 1980 darbesinin ardından derneklerde sol görüşlü olarak çalıştı. 1982’de düzenlenen “"Anayasaya Hayır"” kampanyasına katıldı. Duvarlara afiş yapıştırırken yakalanan arkadaşları için öykü şeklinde yazdığı rapor, takma adı olan ""K. Yalçın"" imzası ile önce Atılım Dergisi’nde sonra Prag’da 40 dilde yayın yapan Barış ve Sosyalizm Sorunları Dergisi’nde yer aldı. Yazarlığa adımını bu rapor/öykü ile attı. 1983 yılında üniversite öğrenimini tamamladı.
Üyesi olduğu Türkiye Komünist Partisi (TKP) tarafından 1985’te Moskova’ya gönderildi. 1985-1986 yılları arasında Moskova Sosyal Bilimler Akademisi'nde eğitim gördü. TKP tarafından komünistlik eğitimi almak için Rusya’ya gönderilen altı gencin başından geçenleri anlattığı ""Kar Kokusu"" (1998) adlı romanı, bu dönemde yaşandıklarından izler taşır. Moskova’da iken şiir yazmaya başladı. 1989’da aktif politikadan ayrıldı ve Sokağın Zulası adlı şiir kitabını yayımladı. Arkadaşı Ali Taygun ile bir reklam ajansı çalıştırmaya başladı.
1990 yılında bir grup edebiyat tutkunuyla birlikte Yine Hişt adlı kültür-sanat dergisini çıkardı. Şiir, öykü ve yazılarını Adam Sanat, Yine Hişt, Öküz ve Cumhuriyet Kitap dergileri ile Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımladı.
1992 yılında yayınlanan ilk öykü kitabı Çıplak Ayaklıydı Gece, aynı yıl Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü'nü aldı. Bu kitap Ahmet Ümit'i yazın dünyamıza tanıtan ilk kitap olma özelliğini de taşır.
Arkadaşı tiyatro yönetmeni Ali Taygun’un teşvikiyle polisiye yazmaya ağırlık veren Ahmet Ümit, 1993 yılında ATV için çekilen ""Çakalların İzinde"" adlı polisiye dizinin öykülerinin ve senaryosunun yazılmasına katkıda bulundu. Ardından da 1995'te Ahmet Ümit, çeşitli gazete ve dergilerde Franz Kafka, Dostoyevski, Patricia Highsmith, Edgar Allan Poe ve polisiye roman yazarları üzerine inceleme ve tanıtım yazıları kaleme aldı.
""Bir Ses Böler Geceyi""(1994) adlı uzun hikâyesinin ardından ""Masal Masal İçinde"" (1995) yayımlandı. Annesinden dinlediği masalları düzenleyip yazdığı bu kitap çeşitli özel ilköğretim okulunda ve özel kolejlerde ders kitabı olarak okutuldu, Korece’ye çevrildi Kitaplarının tümünde var olan gerilim duygusu ""Sis ve Gece""(1996) adlı polisiye romanında kendisini tümüyle dışa vurdu. ""Sis ve Gece"" Türkiye'de yankı uyandırdı, tartışmalara yol açtı. Yunanistan'da yayımlanarak yabancı dile çevrilen ilk Türk polisiye yapıtı unvanını kazandı.
""Sis ve Gece""'yi ""Kar Kokusu"" (1998) adlı romanı, ""Agatha’nın Anahtarı"" (1999) adlı polisiye öykü kitabı takip etti. 2000'den itibaren ""Patasana""(2000), ""Kukla"" (2002), ""Şeytan Ayrıntıda Gizlidir"" (2002), ""Beyoğlu Rapsodisi"" (2003), ""Aşk Köpekliktir"" (2004), ""Ninatta’nın Bileziği"" (2006), ""Kavim"" (2006) adlı kitaplarını ardı ardına yayımladı. 2007’de ""İnsan Ruhunun Haritası"" adlı denemesi yayımlandı. 2008'da yayınlanan ""Bab-ı Esrar""'da Şems-i Tebrizi cinayetini konu edindi. İstanbul hakkında çok detaylı bilgiler de içeren ""İstanbul Hatırası"" adlı polisiye romanı Haziran 2010'da okuyucularla buluştu. Yazarın ""Başkomiser Nevzat, Çiçekçinin Ölümü"" (2005) adlı bir de çizgi romanı vardır.
Öykülerinden yola çıkılarak Uğur Yücel tarafından "Karanlıkta Koşanlar" ve Cevdet Mercan tarafından "Şeytan Ayrıntıda Gizlidir" dizileri yapılmış, ""Sis ve Gece"" adlı romanı 2007 yılında Turgut Yasalar tarafından sinemaya uyarlanmıştır. "Şeytan Ayrıntıda Gizlidir", "Agatha’nın Anahtarı" ve "İstanbul Hatırası" kitapları radyo tiyatrosu formatına uyarlanarak NTV Radyo'da yayımlanmıştır.
Ayrıca Okan Üniversitesi Danışma Kurulu üyesidir.
Ahmet Ümit, 25 Eylül 2010 tarihinden beri Habertürk Televizyonu için "Yaşadığın Şehir" adlı bir program serisi yapmaktadır. Pazar günleri gündüz kuşağında yayına verilen programın sunuculuğunu da yapan Ümit, başta İstanbul olmak üzere Türkiye'deki kentlerin gizli tarihlerine ve gizemlerine ışık tutmaktadır. Programın kapsamı içinde "Efes Antik Kenti", "Kapadokya" gibi tarihi önemi olan bölgeler de bulunmaktadır.
Belşazzar
Belşazzar (Akatça "Bel-sarra-usur") Babil prensi, Babil'in son kralı Nabonidus'un oğludur.
Beijing Automobile Works
Beijing Automobile Works (BAW) (北京汽车制造厂有限公司), Daimler Chrysler otomotiv grubuna bağlı Chrysler'in Çin'deki markası olan otomobil firmasıdır. 1953 yılında kurulmuştur.
Akadça
Akatça (Akatça "") Doğu Sami dillerine ait eski Mezopotamya'da, özellikle Asur ve Babil imparatorluklarında kullanılan dil. Mezopotamya'da M.Ö. 3000 - 1000 yılları arasında konuşulan ölü bir Sami dilidir M.Ö. 2350'li yıllarda Akadların Sümer kentlerini ele geçirmelerinden sonra bölgede Sümer dilinin yerini aldı. Akad dili, Babil lehçesi ve Asur lehçesi olarak ikiye ayrılır. M.Ö. 7. yüzyıldan itibaren Aramice, Akadçanın yerini almaya başlamıştır.
Pierre Leroux
Pierre Leroux (7 Nisan 1798 - 12 Nisan 1871), Fransız filozof ve politik iktisatçı, Paris yakınlarındaki Bercy'de bir zanaatçı çocuğu olarak doğmuştur.
Nabonidus
Vavilon'un son hükümdarı Nabonidus (Akatça "Nabû-nāid") Babil'in son kralı, MÖ 556 ve MÖ 539 yılları arası hüküm sürdü. Hükümdarlığı sürecinde politika ve din konularına önem vermeyip, onun yerine bölgesinde bulunan eski tapınak ve yapıtları incelemeyi tercih etmiştir.
Lina Medina
Lina Medina, (d. 27 Eylül 1933 - Paurange, Peru) Dünyanın en genç annesi.
Henüz 5 yaşındayken karın bölgesin |
in şişmesinden dolayı tümör şüphesiyle hastaneye kaldırıldığında aslında hamile olduğu öğrenildi. 14 Mayıs 1939 tarihinde sezaryen doğum yaparak Gerardo isimli erkek bebeği dünyaya getirdi. 2,7 kilogram olarak doğan Gerardo, ismini kendisini doğurtan doktordan almaktadır. Gerardo, 10 yaşına kadar Lina'yı ablası olarak bilmiştir.
Lina 1972 yılında (39 yaşında iken) evlenmiştir ve ilk doğumundan 33 yıl sonra ikinci çocuğunu (erkek) dünyaya getirmiştir.
Lina' da görülen bu durumun sebebi Puberte Prekoks isimli bir hastalıktır. Bu hastalık, kız çocuklarında yaşanan 8 yaşından önce adet görme ve diğer seks karakterlerinin gelişmesi olarak tanımlanır. Kız çocuklarının yaklaşık % 10' unda görülmekte olup Lina Medina ' da çok daha erken yaşanmıştır. Doğan çocuğun babası olma şüphesiyle bir kişi çocuğa cinsel istismar suçundan tutuklandı , daha sonra delil yetersizliğinden serbest bırakıldı. Medina'nin oğlu sağlıklı büyüdü ve 40 yaşındayken 1979 yılında öldü.
Kırınım
Kırınım (Fr. ""), fizikte ışık, ses ve radyoelektrik dalgaların karşılaştığı bâzı engelleri dolanarak geçmesi anlamında kullanılmaktadır.
Dalgaların küçük aralıklardan (yarıklardan), engellerden veya keskin kenarlı yerlerden geçişi ile oluşur. Dalgalar böyle yerlerden geçerken doğrusal olan yollarından saparlar. Işığın dalga karakterini ortaya çıkarır. Su, ses, ışık veya radyo dalgaları gibi her tür dalgada bu olabilir. Kırınımın basit bir örneği, bir borunun içine konuşulduğu zaman, borunun öbür ucundan çıkan sesin her yöne doğru yayılmasıdır. Buna karşın bahçe hortumundan çıkan su düz bir çizgi olarak yayılır.
Kırınım, kırılmayla karıştırılmamalıdır; dalgalar farklı yoğunluğa sahip ortamlarda farklı hızlarla hareket ederler, yayılma hızının farklı olduğu bir ortama açılı olarak girerse kırılma olur. Kırınım olması için dalganın geçeceği aralığın boyutunun dalganın dalgaboyuna yakın veya ondan küçük olması gerekir. Birden fazla kırınım noktası olması halinde bu noktalardan yayılan dalgaların birbirini yok etmesi veya pekiştirmesinden bir kırınım dokusu oluşur. İki dalga tepesinin üst üste geldiği yerde dalga salınımı iki katı olur, bir dalga tepesi ile bir dalga çukurunun üst üste geldiği yerde ise iki dalga yok olur. Işığın dalga özelliği Thomas Young'un bir çift yarıktan ışık geçirerek bir kırınım dokusu oluştuğunu göstermesi ile ispatlanmıştır.
Maddenin dalga özelliğinden dolayı ışığın yanı sıra çeşitli atom altı parçacıklar da kırınıma uğrayabilir.
Kırınım kristalleştirilmiş moleküllerin atom düzeyindeki ayrıntılarını çözümlemek için kullanılanabilir. elektron kırınımı, nötron kırınımı veya X-ışını kırınımı teknikleriyle protein, DNA gibi karmaşık moleküllerin üç boyutlu şekilleri anlaşılabilir.
Bir ışık demeti, daracık bir yarıktan, keskin bir kenardan geçip ya da ufak bir bir cismi dolanıp bir yüzeye düştüğünde gerçekleşen olay. Bu durumda ışık demetinin kenarında keskin gölgeler değil, birbiri ardına sıralanmış aydınlık - karanlık çizgiler görülür. Kırınma özellikle (teleskop, kamera ve fotoğraf makinelerinde) diyaframın kısık olduğu durumlarda belirginleşerek önem kazanır.
Tony Iommi
Anthony Frank "Tony" Iommi (d. 19 Şubat 1948), İngiliz müzisyen, Black Sabbath grubunun kurucusu ve grubun genel soundunun yaratıcısı efsane virtüoz heavy metal gitaristidir.
Mart 2008'de dünyanın en iyi gitaristi seçilmiştir. 17 yaşındayken bir iş kazası sırasında sağ elinin yüzük ve orta parmak uçları koptu. Ama o parmak uçlarına plastik takarak gitara devam etti. Döneminin en sert gitar kalıplarını yazmış ve kendine özgü riffleriyle efsaneleşmiştir. Bir süreliğine, bir metal grubu olmasa da, Jethro Tull grubuyla da çalışan büyük usta War Pigs, Paranoid, Electric Funeral, Symptom Of The Universe, Sabbath Bloody Sabbath, Children of the Grave, Die Young, When Death Calls gibi Heavy Metal'in ölümsüz baş yapıtlarına imza atmıştır. Halen solo albümleriyle dinleyicilerini memnun eden gitarist Black Sabbath konserlerinde de yer almaktadır. Black Sabbath üyelerinden Ronnie James Dio, Geezer Butler ve Vinny Appice'dan oluşan Heaven and Hell grubu ile çalışıp grubun ilk ve son stüdyo albümü olan The Devil You Know 24 Nisan 2009'da piyasaya sürülmüştür.
Ozzy Osbourne ve Geezer Butler ile Black Sabbath tekrar kurulmuş, 10 Haziran 2013 tarihinde '13' adlı albümü çıkarmışlardır.
İstanbul Antlaşması (1724)
İstanbul Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında imzalanan bir dostluk antlaşmasıdır. Aynı zamanda ilk Osmanlı-Rus dostluk anlaşmasıdır. Osmanlı Devleti ve Rusya, İran'a saldırıp Kuzey Kafkasya'da karşı karşıya gelince İngiltere ve Hollanda'nın araya girmesi ile imzalanmıştır. Bu antlaşmayla olası bir Osmanlı-Rus savaşı önlenerek Safevilerin Kafkaslardaki toprakları Osmanlı Devleti ve Rusya tarafından paylaşılmıştır. Antlaşmanın bazı önemli maddeleri şunlardı:
Ama İran'da Safevi Şahı I. Hüseyin'in İran'ı istila eden Afganlara esir düşmesiyle yönetimi ele geçiren Avşar Türklerinden Nadir Şah bu antlaşmayı tanımamış ve Osmanlılara savaş açmıştır.
Aşiyan
Aşiyan, İstanbul'un Avrupa yakasında, Beşiktaş ilçesine bağlı, İstanbul Boğazı'na bakan bir semt. Ayrıca "Aşiyan" Farsça bir kelime olup "ev, yuva" anlamına gelmektedir.
Bu bölgede boğaz manzaralı Aşiyan Mezarlığı ve Tevfik Fikret'in evi olan Aşiyan Müzesi vardır.
Keti Garbi
Katerina "Keti" Garbi (Yunanca: Κατερίνα "Καίτη" Γαρμπή, d. 8 Haziran 1961; Aigaleo, Atina, Yunanistan) Yunan şarkıcı.
Sanatçı, müzik kariyerine Liana adlı kardeşiyle birlikte, Garbi Kardeşler ikilisi içerisinde başladı. İkilide Keti 15, Liana ise henüz 13 yaşındaydı. Daha sonra solo çalışmaya karar veren Keti Garbi, başarılı bir müzik kariyerine sahip oldu. 1993 Eurovision Şarkı Yarışması'na ""Ellada, Hora Tou Fotos"" adlı şarkıyla katıldı. Birçok altın ve platin ödüllü albüme sahip şarkıcı, ""Tou Feggariou Anapnoes"" albümü ile üne kavuştu. Sanatçının özellikle Türkiye'de olmak üzere pek çok ülkede tanınması ise ""Esena mono"" adlı şarkıyla olmuştur.
Karatay Hanı
Karatay Hanı, Celaleddin Karatay tarafından Kayseri-Malatya yolu üzerinde inşa ettirilen kervansaray.
Karatay Hanı iki bölümden oluşur. Birinci bölümde dikdörtgen bir avlunun etrafında çeşitli mekanlar yer alır. ikinci bölüm ise arkada daha küçük ve kapalı bir mekandır. Giriş kısmının yanındaki kubbeli bölüm hanın mescididir. Mescidin doğusunda hamam yer alır.
İşlek bir ticaret yolu üzerinde olması sebebiyle uzun yıllar kullanılan Karatay Hanı Coğrafi Keşiflerden sonra ticaret yollarının değişmesiyle önemini kaybetti ve 16. asırda zaviyeye dönüştürüldü.
Reumannhof
Viyana'da yapılmış sosyal konutların öncüsü.
Margareten'de Margaretengürtel 100-110 adresinde bulunan Reumanhof 1924-1926 yılları arasında mimar Hubert Gessner tarafından planlanmış ve yapılmıştır.
Reumannhof binalar topluluğu toplam 478 daire, 11 atölye ve 19 dükkândan oluşmaktadır, ayrıca bünyesinde bulundurduğu çamaşırhane ve kreş, bu binalarda oturan kişilere hizmet vermektedir.
İsmini 1919-1923 yıllarında Viyana’nın ilk Sosyal Demokrat (SPÖ) Belediye Başkanı olan Jakob Reumann’dan (1853–1925) almıştır.
Havan (anlam ayrımı)
Havan birden fazla anlamda kullanılır:
Hunad Hatun Külliyesi
Hunat Hatun Külliyesi, I. Alaeddin Keykubad'ın eşi, II. Gıyaseddin Keyhüsrev'in annesi Mahperi Hunad Hatun tarafından 1238'de Kayseri şehir merkezinde yaptırılmış olan külliye.
Hunad Hatun, Bir hadis-i şerif'ten ("İnsanoğlu öldüğü zaman amel defteri kapanır. Üç şey onun amel defterinin açık kalmasını sağlar: sadaka-i cârîye, (hayrı devam eden iyilikler) faydalanılan ilim, kendisine dua eden hayırlı evlât.") ve kayınpederi I. Gıyaseddin Keyhüsrev'in genç yaşta ölen kız kardeşi Gevher Nesibe Hatun'un vasiyetiyle 1206 yılında Kayseri'de inşa olunan ilk tıp okulu ve hastanesi, Şifâiyye olan Gevher Nesibe ve Gıyasiyye Şifaiyyesi'nden etkilenerek kendini hayır işlerine verdi.
Kesme taştan inşa edilmiş olan Hunad Hatun Külliyesi cami, medrese,hamam ve türbe bölümlerinden oluşur. Külliye camiinin minaresi II. Abdülhamit tarafından yaptırılmıştır. Külliyenin dikdörtgen planlı medresesi bugün Kayseri Etnoğrafya Müzesi olarak kullanılmaktadır. Külliyenin piramit külahlı sekizgen türbesinin içinde üç sanduka bulunmaktadır. Külliyenin hamamı çifte hamamdır. Hamamın hem erkerler bölümünün kubbesi hem de kadınlar bölümünün kubbesi tuğla ile inşa edilmiştir. Külliyenin hamam bölümünde yapılan son restorasyon sırasında bazı çiniler ortaya çıkarılmıştır.
Külliyenin merkez yapısı camidir. Giriş kapısının hemen üstündeki süslemelerin altında, Tevbe Sûresi'nin 18. âyeti yazılıdır ("Allah'ın mescitlerini ancak Allah'ı ve Âhiret'i tasdik eden, namazı gereği gibi kılan, zekâtı veren ve Allah'tan başka kimseden çekinmeyen müminler bina edip şenlendirir. İşte onlar Cennet'e ve bütün muratlarına kavuşmayı umabilirler.").
Batı ve doğu kapılarının üst kısmında bulunan mermer kitâbede, "Bu mübarek caminin inşasını Keykubad oğlu yüce sultân, din ve dünyanın koruyucusu, fetihler sahibi Keyhüsrev devrinde, Şevval 635 (Haziran 1238) yılında, büyük, âlim, kanaatkâr, dünya ve dinin yüz akı hayırlar fâtihi Melike (Mahperi Hatun) oğluna emretti -Allah onun yüce varlığını devamlı kılsın, gücünü artırsın." yazmaktadır.
Cami, mihraba paralel 8 sahından oluşmaktadır. Mihrap önü kubbesi bulunan cami Malatya Ulu cami planını yansıtmaktadır. Erzurum Ulu cami mihrapönü gibi bir genişleme söz konusudur. Yapının taç kapı ve mihrap kısmı süslemeli olup geometrik bezeme kullanılmıştır.
Medrese ise dıştan kale görünümünde iken zamanla burçları yıkılmıştır. Tek katlı iki eyvanlı açık avlulu medrese plan tipindedir. Ana eyvanı süsleme kuşağı çevrelemektedir. Medresede de geometrik süslemeler hakimdir. Aslan başı şeklinde çörtenlere sahiptir. Bütün külliyede kesme taş malzeme kullanılmıştır. 1929 yılından itibaren, Vali Fuad Beyin direktifiyle müze olarak kullanılmaya başlanmıştır. Uzun yıllar Arkeoloji müzesi olarak kullanılan Medrese, 1969 yılında Gültepe'de inşa edilen yeni Kayseri Arkeoloji Müzesi'nin hizmete girmesind |
en sonra, 1998 yılına kadar Etnografya Müzesi olarak kullanılmıştır. 1998 yılında müze Güpgüpoğlu Konağı’na taşınmış ve Medrese Kayseri Valiliği tarafından bakım ve onarımı yapıldıktan sonra Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne devredilmiş ve hediyelik eşya çarşısı olarak hizmete girmiştir. Halen hediyelik eşya çarşısı olarak kullanılmaya devam etmektedir.
Türbede ise farklı bir özellik olan mukarnaslı kaidesi ilgi çelici özellik yansıtmaktadır.
Edhem Bey Camii
Hacı Edhem Bey Camii, Osmanlı Devleti zamanında, bugünkü Arnavutluk Cumhuriyetinin başkenti Tiran'da inşa edilen cami.
Edhem Bey Camii, Tiran'ın merkezindeki meydanda ve saat kulesinin yanında bulunmaktadır. Cami tek kubbeli ve kare planlıdır. Caminin giriş kısmında revaklar bulunmaktadır. Caminin ve revakların iç yüzeyi kalem işi nakışlarla süslüdür.
Edhem Bey Camii, Arnavutlukta Enver Hoca'nın başlattığı Çin benzeri komünist uygulama sonucu 1966'da ibadete kapatıldı ve müze haline getirildi. Cami 1990'larda Arnavutluktaki komünist rejim ortadan kalktıktan ve demokrasiye geçildikten sonra yeniden ibadete açıldı.
Gemici fuku
Gemici kıyafeti veya gemici fuku ortaokul ve liselerdeki kız öğrenciler tarafından giyilen yaygın Japon okul üniformasıdır (セーラー服 "sērā-fuku"). Okul üniforması olarak 1921 yılında Fukuoka Jo Gakuin Üniversitesi (福岡女学院) müdürü Elizabeth Lee tarafından tanıtılmıştır. O zamanki Britanya Kraliyet Donanması tarafından kullanılan üniformalardan esinlenen Lee de bu üniforma ile Birleşik Krallık'ta bir öğrenci değişim programında tanışmıştır.
Erkek üniformaları gakuranlar gibi, gemici fuku da askeri donanma üniformalarına benzer. Genellikle gemici yakalı bir bluz (襟 "eri" ) ve pilili bir etekten oluşur. Kol uzunlukları ve kumaş yapısı yaz ve kış sezonlarında farklılık gösterebilir. Bluzun ön tarafında, kravat ve kelebek kravat gibi çeşitli şekillerde bağlanmış bir kurdele bulunur: Genellikle gemici mavisi, beyaz, gri ve siyah renklerde olur.
Ayakkabı, çorap ve diğer aksesuarlar da bazen üniformaya dahil olur. Çoraplar da genellikle gemici mavisi veya beyaz, ayakkabılar ise genellikle kahverengi veya siyah olur. Belirleyici olmasa da, bol çoraplar modaya uyan gemici fuku giyen kızlarla eşleştirilir.
Gemici fukunun eski öğrenciler için nostaljik bir önemi vardır ve genellikle kaygısız gençlikle bağdaştırılır. Taklit gemici fuku Cadılar Bayramı ve diğer parti akşamları kullanılan bir kostümdür ve Japonya'da mağazalarda satılır.
Okul eşyalarının fetiş eşyalar olmalarından dolayı, Japon kanunları bunu zorlaştırsa da yeraltında burusera ismindeki yerlerde ikinci el gemici fuku giysisi satışı yapılır.
Üniforma genel olarak gençler tarafından uyum sembolü olarak görüldüğü için isyankâr öğrenciler bazı değişiklikler yaparak birey olduklarını göstermeye çalışır. Bunlar, etek boyutunu kısaltmak veya uzatmak, çorapları kıvırmak, kurdeleyi çıkartmak, yamaları veya rozetleri yakanın altına saklamak gibi değişikliklerdir. Son yıllarda, gemici fuku üniformasının daha açık renkli olanları Japon yankiler ve Bousouzoku bisikletli çeteleri tarafından kullanılmaya başlanmıştır.
Gemici fuku, diğer üniforma tarzları ile birlikte, otaku kültüründe inkâr edilemeyecek öneme sahiptir. Aynı şekilde anime, manga ve doujinshide karakterlerin önemli bölümü bu üniforma ile görünür:
Servet
Servet, günlük konuşmalarda servet ifadesi, daha ziyade, subjektif büyük bulunan para değeri olarak nitelendirilir. İktisatta ise, bu çok farklıdır. İktisatta, servet kavramı ile 1 TL’lik bir değer de servet olarak nitelendirilir.
Arthur Rimbaud
Jean Nicholas Arthur Rimbaud (Türkçe: Arthur Rembo) (20 Ekim 1854 – 10 Kasım 1891) Sembolizm'in en büyük temsilcilerinden, aykırı şair.
20 Ekim 1854'te Fransa'nın kuzeyinde Ardenler bölgesinde Charleville kasabasında, Bourbon Sokağı 73 numaralı evde doğar. Subay olan babası Frédéric, annesi Vitalie'yi genç yaşta terk eder. Vitalie Cuif (Rimbaud)'un Roche kenti yakınlarında çiftlik sahibi olan varlıklı bir aileden geliyordu. İlk doğan çocuklarına babanın adı olan Frédéric ismi konulur. Ailenin ikinci çocuğu Arthur, üçüncü çocuğu annesiyle aynı adı paylaşan Vitalie, dördüncü çocuğu Rimbaud'un hayatında önemli rolleri olan Isabelle'dir.
Annenin genç yaşta eşinden ayrılmasının baskısıyla yaşayan Rimbaud 8 yaşında laik bir eğitim sistemi olan Rossat Okulu'na verilir. Daha sonra Sous Les Alleés sokağına taşınırlar ve Sofu olan annesi tarafından dini eğitim de verilen Charleville Koleji'ne verilir. Din dersleri ve Latincesi oldukça iyi olan Rimbaud'a okulda "küçük pis yobaz" adı takılır. Öğretmeni Ariste Lheriter'in destekleri üzerine yazdığı şiire daha çok özenir. O sıralarda Çağdaş Parnasse dergisini okur, Théophile Gauiter, Théodore de Banville, Léon Dierx ve Paul Verlaine gibi şairlerin şiirleriyle tanışır. Charleville'de düzenlenen geleneksel edebiyat yarışmasında birinci olur.
Öksüzlerin Yılbaşı Armağanları (Les Etrennes des Orphelins) adlı şiirini Revue Pour Tous dergisine gönderir ve bilinen ilk yazılı şiiri budur. George Izambard ile tanışıp, fikirlerinden etkilenir. Ofelya, Demirci, İzlenim, Güneş ve Ten gibi şiirleri bu döneme rastlar. Bu sırada çıkan Paris Komünü ayaklanması ve Prusya-Fransa savaşı siyasi çizgisini de belirlemiş olur. Paris'te çıkan La Charge gazetesinde Üç öpücük şiiri yayınlanır. Henüz 16 yaşındayken evden kaçıp Paris'e gider. Bundan sonra evden savaş ortamında 2 kere daha kaçmasına rağmen, perişan hallerde geri döner. Bu sırada Paris'in meşhur kafelerinde şiirler yazıp, çağın sanatı, siyaseti hakkında tartışmalara katılır ve absint içip, afyon yutmaya başlar. En son evden kaçışında, mektup ve şiirle dostluğunu pekiştirdiği dostu Verlaine'nin evine sığınır. Bundan sonraki dönemde yazdığı şiirler olgunluk dönemine ulaşır. 1873'te ilk şiir kitabı Cehennemde Bir Mevsim (Une Saison En Enfer) yayımlanır. Verlaine'nin eşiyle arasının açılması ve Rimbaud ile eşcinsel ilişkilerinin başlamasıyla; Fransa'da dışlanan ikili Almanya ve Belçika seyahatlerine başlarlar. Verlaine, Rimbaud'u Brüksel'de bir tabanca kurşunu ile yaralamasının ardından, eşcinsel ilişkileri yüzünden başları belaya girer. Verlaine kürek mahkûmu olarak hapse atılır, Rimbaud ise serbesttir. 1875'te son kez görüşmelerinden sonra bir daha asla görüşmezler. Bu tarihten sonra da şiir yazmayı bırakır.
Yaşanılan bu aşk serüveni 1995 yapımlı Tutkunun Şairleri filminde ele alınmıştır.
1878'de Marsilya'dan İskenderiye'ye geçer ve bir süre Kıbrıs Larnaka'da Rum, Türk ve Araplara çevirmenlik yapar. Buradaki şirketin kapanmasıyla Afrika'ya yol alır, Habeşistan Harrar bölgesinde, Mısır'ın işgal altında olmasından faydalanıp; kahve, fildişi, deri, ıtır ve zamk üretimi yapan Vianney Bardey firmasında işe başvurur. Asistanlığın yanı sıra silah tüccarlığına başlar, bu işlerden çok para kazanır. Afrika'da geçirdiği günlerde dinini İslam olarak değiştirdiği söylentisi olsa da, somut bir delil yoktur. Daha sonra kalçasında oluşan bir şişlik ve yarayla hastaneye yatar, teşhis Kalça Neoplazmasıdır (bir çeşit kalça kanseri), bu yüzden bir bacağı kesilir. 21 Mayıs'ta annesine yazdığı mektupta hastalığından sinovit, hidrartroz, eklem ve kemik hastalığı olarak bahseder. Bu sırada asker kaçağı olarak arandığı için hasta haliyle zor günler yaşar. Sadece "Jean Rimbaud" ismini kullanır ve kayıtlarda ismi bu şekilde geçer. Aşırı morfin tüketimi ve kanserin yayılması ölümünü hızlandırır. 10 Kasım 1891'de henüz 37 yaşındayken Marsilya'da ölür. Rimbaud'un 10 yılı aşkın çetin çalışmasının toplam ürünü 36.000 altın franktır, 8 yıl yanında hizmetkarlığını yapan Camii'ye 10.000 frankının verilmesini, Isabelle'e vasiyet eder. Marsilya Conception Hastanesinin avlusunda şöyle bir levha vardır:
Arthur Rimbaud; Yaşamı,sanatı ve eserleri, Erdoğan Alkan
Flamanca
Flamanca (Felemenkçe: Vlaams), Belçika'nın Flandra bölgesinde konuşulan Felemenkçe'nin "lehçe"sidir. Belgisch Nederlands (Belçika Felemenkçesi) olarak da bilinir.
Felemenkçe'nin Hollanda'da konuşlan "lehçe"si olan Hollandaca ile tamamen ayrı bir dil olmayarak toplumsal dilbilim açısından bir kategori olduğu düşünülebilir.
Belçika'da Flamancanın konuşulduğu bölge Flamanca topluluğunu (Vlaamse Gemeenschap) oluşturmaktadır.
Afrikaner
Afrikaner (Boer, Felemenkçe: Afrikaander), Güney Afrika'da Hollanda kökenli, bir Hollandaca lehçesi olan Afrikaans konuşan halk.
"Afrikaner", Felemenkçe "Afrikalı" demektir. Bu isim, Afrika'daki çoğu diğer Avrupalı yerleşimcilerin aksine, Güney Afrika'ya yerleşen Hollandalıların bu kıtayı anavatanları olarak kabul ettiklerinin ve Avrupalı köklerinden koptuklarının bir simgesidir. "Boer" (okunuşu: buğr) ise çiftçi demektir ve bu etnik grubun başlıca iktisadi faaliyetine işaret eder.
Güney Afrika'daki Hollanda yerleşimi, Endonezya'daki sömürgeye giden bir ikmâl üssü sağlamak üzere 1652'de başladı. Güney Hint Adaları Şirketi tarafından gönderilen koyu Kalvinci Protestan yerleşimciler, yörede Hotantolar ve Boşimanlara karşı savaşarak onları kovdular. Zamanla Hollanda'dan yeni yerleşimciler geldi ve Boerların nüfusu arttı.
1707'de Afrikanerler Hollanda hükümetinden bağımsızlık istediler. Resmen bir devlet kurulmasa da, Güney Afrika fiilen bağımsız bir idareye kavuştu. Güney Afrika, zencileri köle olarak kullanan zengin muhafazakar protestan beyaz çiftçilerin güç sahibi olduğu bir ülke haline geldi.
18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Hint Okyanusu'nda artan Britanyalı etkisi sonucu, Güney Afrika Birleşik Krallık etkisine girmeye başladı. 1815'te Viyana Kongresiyle İngiltere, yöredeki hakimiyetini kabul ettirdi. 19. yüzyıl boyunca süren bir dizi savaş sonucu, Britanyalılar, Boerları Güney Afrika'nın içlerine doğru kovdular. Bu göç sonucu Boer nüfusu, ülkenin Orange ve Transvaal yörelerinde yoğunlaştı.
Afrikanerler, Avrupa ve Amerika’dan farklı olarak baskın şekilde Hristiyan Kalvinistler’den oluşmaktadır. Bu durum, Afrikanerleri, siyasal ve coğrafik bir izolasona maruz bırakmış ve Aydınlanma Çağı’ndaki etkilerden uzaklaştırmıştır.
Avrupa’daki Protestan kültürünün 18. yüzyıld |
aki gelişmeleri, Afrikanerlerin dinsel yaşantılarına minimal seviyede etki etmiştir.
Afrikaner Kalvinizmi, Aydınlanma çağından önceki orijinal Kalvanizmin özelliklerini taşımaktadır. Burada durum, yerli halkın dininin, Kalvinizmin kültürel özellikleriyle birleşmesi halidir.
Afrikanerlerin kiliseye olan katılımları 1985’te %80 civarındayken, günümüzde %49’a düştüğü tahmin edilmektedir.
İlk beyaz yerleşimciler olarak Hollandalılar geldiği için, kullanılan ilk dil de kendi dilleri olmuştur. Ancak 17. yüzyıl sonlarında Hollandalılar'ın lisanlarında değişimler olmaya başladı. Daha sonra koloniye gelen Almanlar ve Fransızlar'ın Hollandalılar'ın dillerine hakim olmamaları ve koloni de bulunan yerli halk sebebiyle yerleşik olarak kullanılan Felemenkçe bir takım deformasyonlar başlamış oldu.
Daha sonra meydana gelen bu oluşuma Malezya, Zuluca, İngilizce, Portekizce ve ek olarak Khoi Khoiler'in de dillerinden eklenmeler oldu. Böylelikle temel olarak ilk başta kullanılan Felemenkçe teknik olarak oldukça değişmiş oldu. 1925 yılında Parlamento, Güney Afrika’nın iki resmi dilinden biri olan Felemenkçe'yi değiştirdi. Ancak, yeni bir lisan olarak Afrika dilinin oluşturulması ve denemesine çok fazla itiraz vardı. Marthinus Steyn, önde gelen bir hukukçu ve politikacıydı ve bu konuda muhalefetti. Karşıt fikirli kişiler, resmi bir dilin, Afrikanerler'in izole olmasına sebep olacağını; Afrika dilinin konuşabilecek yerli halkın zarar göreceğini düşünüyorlardı.
Günümüzde oluşturulan bu Afrika dili, Güney Afrika’nın 11 resmi dili içerisinde sayılmaktadır.
Afrikanerlerin geçmişe dayalı bir edebi gelenekleri vardır. Dikkate değer romancı ve şairleri; Eugene Marais, Uys Krige, Elisabeth Eybers, Breyten Breytenbach, André Brink, ve Athol Fugard olarak gösterilebilir.
Casanova (anlam ayrımı)
Casanova aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Rafael Benítez
Rafael Benítez Maudes, (d. 16 Nisan 1960, Madrid), İspanyol eski futbolcu ve teknik direktör.
Rafael Benitez futbola küçük yaşlarda Real Madrid altyapısında başladı. Ancak faal sporculuk hayatı sakatlıklar yüzünden pek uzun sürmedi. 1979 yılında Meksika'da düzenlenen Dünya Üniversiteler şampiyonasında dizinden ciddi biçimde sakatlandı. Bu nedenle faal futbol hayatında üçüncü ligden ötesine geçemedi. 26 yaşında futbol oynamayı bırakan Benitez, teknik direktör olmaya karar verdi ve Real Madrid'in altyapısında göreve başladı.
Altyapıda gösterdiği performans ile hızla yükselen Benitez kısa sürede İspanyol ekibinin yardımcı antrenörü konumuna geldi. 1995 yılında Valladolid'i çalıştırmaya başladı. Fakat başarılı olamadı 23 maç sonunda görevden alındı. Ertesi sezon Osasuna'yı çalıştırmaya başlayan Benitez'in 9 maç sonunda görevine son verildi. İspanya'da Benitez'in teknik direktörlüğü sorgulanmaya başlanırken kariyerinin dönüm noktası CF Extremadura oldu. Segunda División'nda mücadele eden takımı ilk sezonda La Liga'ya taşıdı. 2 sezon sonra Tenerife ile aynı başarıyı tekrarladı. Bu başarıları Valencia CF dikkatini çekti ve bu kulüpte çalışmaya başladı. 3 sezonda iki kez La Liga şampiyonluğu ve bir kezde UEFA Kupası kazandı. Bu başarılardan sonra Benítez, Valencia CF'de sadece üç sezon geçirmesine rağmen kulübün tarihinden bugüne varolan en iyi menajeri konumuna geldi. 2004 senesinde Liverpool FC'ye geçti, 2005 senesinde takımın UEFA Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırmasını sağladı. 3 Haziran 2010 tarihinde; Benitez, 3 milyon sterlin karşılığında Liverpool'dan ayrılmış ve Inter'in başına geçmiştir. Fakat bu takımdaki başarısız yönetimi sonrası devre arasında kulüp başkanı Massimo Moratti tarafından görevden alınmıştır. 22 Kasım 2012 de Chelsea klubünün başına getirilmiştir. Chelsea ile 2012-13 UEFA Avrupa Ligi kupasını kazandı.
Mayıs 2013'te Chelsea ile UEFA Avrupa Ligi şampiyonu oldu.
Benítez 27 Mayıs 2013'te İtalyan ekibi Napoli ile anlaştı. 2014-2015 sezonu sonunda SSC Napoli'deki görevinden istifa eden Benitez 3 Haziran 2015 tarihinde Real Madrid ile 3 yıllık sözleşme imzaladı. Ancak takımın aldığı kötü sonuçlar nedeniyle 3 Ocak 2016' da görevine son verildi.
Tata Motors
Tata Motors Limited, 1945 yılında Mr. Ratan Naval Tata tarafından Hindistan´da kurulmuştur. 1954 yılında ticari araç üretimi için Alman Daimler Benz ile ortaklık kurmuş ve bu ortaklık 1969 yılında son bulmuştur. Firma Hindistan'ın Jamshedbur, Pune ve Lucknow şehirlerinde kurduğu fabrikalarıyla üretim yapmaktadır. 2004 yılında Güney Kore'de bulunan Daewoo şirketinin ağır vasıta bölümünü bünyesine katmıştır. Malezya, Mısır, Kenya, Güney Afrika Cumhuriyeti ve Bangladeş'te üretim yapmaktadır. Tata dünyanın en ucuz arabası Tata Nano'yu yapmıştır.Tata'nın Türkiye distribütörlüğünü İsotlar Grup yapmaktadır. Tata Nano Türkiye'ye 2009 yılında geleceği planlansa da gerçekleşmemiştir. Ayrıca Tata İngiltere'nin yüksek itibarlı markaları olan Land Rover ve Jaguar'ı 2,3 milyar dolara ABD'lı otomotiv şirketi Ford'dan satın almıştır. Toplamda 16 bin çalışanı olan Jaguar ve Land Rover, 1989 ve 2000 yıllarında Ford Motor Co. bünyesine katılmıştı.
Sultanahmet Meydanı
Sultanahmet Meydanı İstanbul'un en önemli meydanlarından biridir. Bizans devrinde "Hipodrom", Osmanlı döneminde "At Meydanı" olarak bilinen Roma sirki de Meydanın içerisindedir.
Günümüze çok az kalıntıları kalan Bizans devri önemli yapıları ve abideleri Hipodrom çevresinde inşa edilmişti. “Büyük Saray” diye bilinen İmparatorluk Sarayı Hipodromun yanından başlar, aşağılara, deniz kenarına kadar uzanırdı. Bu Saraydan günümüze bir büyük salonun yer mozaik panosu gelebilmiştir. Şehrin en önemli meydanı Agusteion ve burası ile cadde arasında Milerium zafer takı bulunurdu. Cadde, Roma’ya kadar uzanan yolun başlangıcı idi ve ilk kilometre taşı da buradaydı. Hamamlar, mabetler, dini, kültürel, idare ve sosyal merkezler bu civara yerleşmişlerdi. Semt Bizans ve Türk devirlerinde de merkezi önemini devam ettirmiştir. İstanbul’un en önemli abideleri Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Yerebatan Sarnıcı burada, Hipodromun çevresindedir. Şehrin ana caddeleri (aşağı limana inen ve batıya şehir surlarına doğru gidenler) Hipodromdan başlar ve yamaçları takip ederdi. Yol kenarları ticari kuruluşlar ve ikâmetgâhlarla çevrili idi. Yan yollar dar ve bazıları basamaklarla yokuş aşağı uzanırlardı. Anayol kaldırımları bazen iki katlı, galerili inşa edilmişlerdi.
Roma İmparatorluğu ve sonradan Bizans İmparatorluğu devrinde hipodrom şehrin toplantı, eğlence, heyecan ve spor merkezi olarak 10. yüzyıla kadar önemini sürdürmüştü. Araba yarışları yanında, müzisyen toplulukları, dansözler, akrobatlar, vahşi hayvanlarla kavga gösterileri, toplantılar yapılırdı. Bütün bu faaliyetler için ise Roma devrinde bol tatil günleri mevcuttu.
Hipodrom Bizans döneminde devlete karşı ayaklanmaların da merkezi olmuştur. İustianus'un saltanatında gerçekleşen Nika Ayaklanması bunlardan biridir ve komutan Belisarios'un yine burada kıstırdığı ayaklanmacılardan 30.000 kadarını öldürmesiyle bastırılmıştır. Daha sonra 1185'te İmparator I. Andronikos'un linç edilmesi de burada olmuştur.
Dev ölçüde bir U harfi şeklinde olan hipodromun doğu uzun tarafında, damında 4 bronz at bulunan, balkon şeklinde, imparator locası yer alırdı. Ortada, hipodromun kum kaplı sahasını ikiye bölen, arabaların etrafında yarıştığı alçak bir duvar, bu duvarın üstünde de İmparatorluğun çeşitli yerlerinden getirilen abideler ve meşhur at yarışçıları ile atlarının heykelleri bulunurdu. Şöhretli bir araba yarışçısı akla gelebilecek her türlü maddi olanak içinde yüzerdi. Yarışçılar yeşil-mavi-beyaz-kırmızı gibi politik güçleri de olan takımlara ayrılmışlardı. Zaman, zaman yarışlara politika karışır, karşılıklı güçlerin mücadeleleri korkunç katliamlara dönüşebilirdi. Hipodrom günümüze zemini 4-5 metre yükselmiş ve kalabilmiş 3 abide ile gelmiştir.
Bunlar Örme Dikilitaş, Mısır’dan getirilen Obelisk ve Delfi'deki Apollon tapınağından getirtilen Yılanlı Sütun'dur. Osmanlı devrinde, bu meydanda bazen, eski günlerindeki zengin gösteriler gibi, çeşitli festival ve gösteriler tertiplenmişti. Hipodrom’un batısında, Sultan Ahmet Camii’nin karşısında yer alan Kanuni'nin sadrazamı İbrahim Paşa Sarayı 16. yy. zengin ve tipik özel sarayların günümüze gelen tek örneğidir. Bu güzel yapı Türk ve İslam Eserleri Müzesi olarak ziyarete açıktır. Hipodromdan günümüze yuvarlak güney ucu kalmıştır. Bu büyük kemerlerle donatılmış tuğla bir yapıdır. Sonraki devirlerde Hipodromun taş blokları ve sütunlarının tamamı başka yapılarda kullanılmıştır. Hipodrom girişi sağındaki parkta 4-5 yy. ait özel saray kalıntıları, az ilerisinde de Aya Öfemiya Bizans Kilisesinin kalıntıları bulunmaktadır.
Osmanlı zamanında da Yeniçeri isyanları bu bölgede gerçekleşir, kırk gün kırk gece süren şehzade sünnet düğünleri, şenlikler burada yapılırdı. İstanbul'da Halide Edip'in işgale karşı konuşma yaptığı 1920 Sultanahmet mitingi de burada yapılmıştır.
Sultanahmet meydanının yanında Yerebatan Sarnıcı ve Binbirdirek Sarnıcı bulunmaktadır. Binbirdirek Sarnıcında 224 sütun direk bulunur ve 4. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. Yerebatan Sarnıcı ise 336 sütundan oluşur ve MS (527-565) de yapılmıştır. Osmanlı döneminde ikişer kez restore edilen bu sarnıçlar, şu an kültürel faaliyetler için halkın kullanımına açılmıştır.
Meydanın orta yerinde Kayzer Wilhelm'in ziyaret hatırası olarak yapılmış olan Alman Çeşmesi bulunmaktadır. Meydanın batısında ise İstanbul Adliyesi yer almaktadır. Meydan günümüzde İstanbul'un en önemli turistik merkezidir.
Russell Mahkemesi
Genellikle Russell Mahkemesi olarak anılan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi İngiliz filozof Bertrand Russell'ın önderliğinde Vietnam'da Amerika Birleşik Devletleri tarafından işlenen savaş suçlarını araştırmak ve dünyaya duyurmak amacı ile kurulmuştur. Mahkeme, 1966'da kurulmuş, oturumları ise 1967 yılında Stokholm ve Kopenhag'da yapılmıştır. 18 ülkeden temsilcilerden oluşan Russel Mahkemesi uluslararası alanda büyük ilgi görmüş ve yankı uyandırmış olmasına karşın Amerika Birleşik Devletleri'nd |
e önyargılı ve gösteri amaçlı bir oluşum olarak algılanmış ve görmezden gelinmeye çalışılmıştır. Mahkeme üyeleri genellikle sol görüşlü barışseverlerden oluşmaktadır, üyeler arasında bazı Amerikalılar olsa da ne Amerika'nın ne de Vietnam'ın temsilcileri bu oluşumda yer almıştır. Mahkeme'de Vietnamlıların yanı sıra Amerikalı askerlerin de ifadelerinden yararlanılmıştır.
Russel Mahkemesi, son oturumu İstanbul'da yapılan Irak Dünya Mahkemesi'ne de esin kaynağı olmuştur.
Web ofset
Web Ofset, veya Rotatif Ofset Baskı Sistemi, yüksek tirajlı gazete, kitap, dergi, katalog, telefon rehberi, broşür gibi işlerin basımı için uygundur. İlk rotatif ofset makineleri 1912 yılında Caspar Hermann tarafından üretilmeye başlanmıştır. Türkiye'de ilk rotatif ofset baskı makinesi 1963 yılında gazete basımı için çalışmaya baslamış ve zamanla belli başlı gazeteler de bu sistemi benimsemişlerdir.
Sistemde bobin kâğıtlar kullanılır, çift taraflı baskı yapılır ve kâğıt yine bobin olarak makineyi terkeder veya makinenin çıkış kısmında katlama unitesi mevcutsa katlanarak sayılır ve istif edilir.
Bu makinelerin silindir sistemlerinin genellikle 3 yaygın tipi vardır:
AROS
AROS, bilgisayarlar için yapılmış Amiga işletim sistemi mimarisini temel alan bir işletim sistemidir. GNU/GPL Lisansına sahiptir. Boyut açısından çok küçüktür. Disket sürücünüzden bile çalışan sürümü bulunmaktadır.
AROS kelimesinin açılımı Amiga Research Operating System'dir.
Türk ve İslam Eserleri Müzesi
Türk ve İslam Eserleri Müzesi, İstanbul'un Fatih ilçesinde bulunan, Türk ve İslâm sanatı eserlerini topluca kapsayan ilk Türk müzesidir.
19. yüzyılın sonunda başlayan kuruluş çalışmaları 1913 yılında tamamlanmış ve müze, Mimar Sinan'ın en önemli yapılarından bir olan Süleymaniye Camii külliyesi içinde yer alan imaret binasında, 1914'te, "Evkaf-ı İslâmiye Müzesi" (İslâm Vakıfları Müzesi) adı ile ziyarete açılmıştır. Cumhuriyetin ilanından sonra ise bugünkü adını almıştır. Uzun süre Süleymaniye Külliyesi'ndeki imaret binasında yer alan müze, 1983'te Sultanahmet Meydanı'nın batısında yer alan İbrahim Paşa Sarayı'na (16. yüzyıl) taşınmıştır.
İbrahim Paşa Sarayı, sultan sarayları dışında günümüze kadar gelebilen tek özel saraydır. Kemerler üzerine yükseltilmiş yapı üç taraftan ortadaki terası çevreler. Terastan müzenin ilk bölümüne merdivenlerle ulaşılır. Odalar ve salonlarda İslam dünyasının değişik ülkelerinde meydana getirilmiş nadir sanat eserleri sergilenmektedir. Taş ve pişmiş toprak, metal ve seramik objeler, ahşap işlemeler, cam eşyalar, el yazma kitaplar devirlerinin en kıymetli örnekleridir. Büyük salonların bulunduğu geniş camekanlı kısımda, 13-20 yüzyılların el işi Türk halılarının şaheser örnekleri sergilenir. 13. yüzyıl Selçuklu halıları ve sonraki asırlara ait diğer parçalar itina ile sergilenmiştir. Halı bölümünün alt katı son birkaç asrın Türk günlük yaşamı ve eserlerinin sergilendiği etnografik bölümdür.
Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu
Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Çalışma Grubu ya da FATF ("Financial Action Task Force on Money Laundering"), 1989 yılında G-7 ülkeleri (ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve Kanada) tarafından OECD bünyesinde kurulmuştur. FATF'nin kurulmasıyla bir anlamda karaparanın aklanmasıyla mücadeleye ilişkin tavsiyeler bütünü oluşturulmuştur.
FATF’nin 31 ülke ve 2 bölgesel kuruluş olmak üzere toplam 33 üyesi bulunmaktadır. Türkiye, 24 Eylül 1991 tarihinde FATF’ye üye olmuştur.
FATF faaliyetlerini, her yıl düzenli olarak gerçekleştirilen toplantılar yoluyla yürütmektedir.
Aydos
Aydos (Bulgarca: Айтос), Bulgaristan'ın doğusunda, Burgaz ilinde bulunan bir ilçedir. Bulgaristan'ın Karadeniz Kıyısı'na 15 kilometre uzaklıkta bulunmaktadır. Dağlık bir alanda bulunur. Nüfusu 25.030 kişidir. Nüfusun önemli kısmını Türkler oluşturmaktadır.
Aytos'un antik çağlara kadar uzanıyor olan zengin ve uzun bir tarihi vardır. Aytos şehrinin şimdiki bulunduğu civardaki eski yerleşim yeri Trak kabileleri tarafından kurulmuştur. Şehrin yakınlarındaki arkeolojik buluşlar şehrin varlığının MÖ 5. yüzyıla kadar uzandığını doğrulamaktadır. Eski bir Trak efsanesine göre Aytos, Orfe'nin öğrencileri ve yandaşlarından biri tarafından kurulmuştur. Yüzyıllar boyunca şehir, Aetos, Astos, Idos, Akvilia gibi çeşitli isimlerle anılmıştır.
Kağan Tervel'in hükümdarlığı sırasında, Bulgar İmparatorluğu'nun ilk zamanlarında bölge birleştirilmiştir. Aytos, Bulgar topraklarını Avar, Tatar ve Haçlı saldırılarından korumak için önemli bir savaş üssü olmuştur.
1367 tarihinde şehir, I. Murad önderliğindeki Osmanlı Devleti orduları tarafından fethedilmiştir. 1829 tarihinde, Edirne Antlaşması'ndan sonra şehrin vatandaşlarının birçoğu, Besarabya bölgesine Besarabya Bulgarlarına katılmak için gitmiştir. Bulgar Milli Uyanış esnasında halk Bulgaristan kurtuluşu için savaşmıştır. Vasil Levski, şehirde devrimci bir komite düzenlemiştir.
Kurtuluş mücadelesinin ardından Aytos, bir ticari merkezi olmuştur. Bulgaristan'da ilk kızların tarımsal okulu, dönem esnasında Aitos'ta kurulmuştur.
Şehirde cami ve kilise var.
Coğrafi koordinat sistemi
Coğrafi koordinat sistemi, dünya üzerindeki herhangi bir yeri topografik bir nokta olarak tanımlamayı sağlayabilen bir koordinat sistemidir. Küresel koordinat sistemindeki üç bileşenden ikisi kullanılarak belirtilir. Burada aşılması gereken zorluk, dünyanın bir küre değil de jeodezi bağlamında yaklaşık olarak bir elipsoit ya da basık sferoit şeklinde olmasıdır.
İlk defa Babilliler ortaya atmış, sonrasında Batlamyus tarafından bir tam çemberin 360 derece (360°) olduğunun belirtilmesi ile teori daha da geliştirilmiştir.
Sanayi devrimi ve emperyalizm çağında askeri ve ticari denizciliğin gereksinimleri sonucu büyük önem kazanmış ve hızla standartlaşmıştır. Günümüzdeki sistemlerin kaynakları da ulusal ya da NATO benzeri ittifaklara ait askeri standartlardır. Özellikle 1980 sonrası dünya ekonomisinde hakim duruma gelen küreselleşme politikaları daha evrensel standartlar yaratmış, GPS teknolojilerini ve yeni uygulama alanlarını teşvik etmiştir.
Enlem (kısaltması: φ, phi ya da Lat.) yeryüzündeki bir noktanın yerküre merkezinden ölçülmek üzere ekvatora olan açısıdır. Aynı enlem açılarını birleştiren paralel çizgilere Enlem çizgileri ya da paralel denir. Kuzey Kutbu 90°N; Güney Kutbu 90°S olup 0° paraleli ya da enlemi de ekvator olarak adlandırılır. Böylece ekvator yerküreyi kuzey ve güney yarıkürelerine böler.
Boylam (kısaltması: λ, lambda ya da Lon.) yeryüzündeki bir noktadan geçerek iki kutbu birleştiren boylam çizgisi ya da meridyenin, Greenwich'den geçen referans ya da başlangıç meridyeni ile açısıdır. Tüm meridyenler yarım çember şeklinde, 0 referans meridyeninin batısında 180 (W) ve doğusunda 180 (E) olmak üzere 360 adet yarım çemberdirler, yani referans meridyenin tam karşısındaki simetriği, aynı zamanda 180°W ve 180°E meridyenidir. Paralel değildirler, kuzey ve güney kutup noktalarında birleşirler.
Belli bir noktanın gösteriminde önce enlem sonra boylam olmak üzere bir değer çifti kullanılır. Enlem ve boylamlar için geleneksel ölçü birimleri derece, dakika (1/60 derece) ve saniye (1/60 dakika) olmakla birlikte ondalık sisteme uyarlanmış yazım biçimleri de vardır:
Bunlardan günümüzde en yaygını, Google maps ve GPS aygıtlarının da benimsediği, ondalık sistemde dakika yazımıdır.
PD ya da RD (Potsdam Datum); NTF ('Nouvelle triangulation de la France'); CH1903 (Schweizer Datum 1903); ED50, ED77, ED79 gibi 1950 sonrası ED ('European Datum') sistemleri; NAD27, NAD83 gibi NAD (The North American Datum) sistemleri ve GRS80, WGS60, WGS64, WGS72, WGS84 (NAD83 ile aynıdır) gibi daha evrensel datumlar arasında, NATO askeri standardı olan ED50 1950'lerden itibaren Türkiye tarafından da benimsenmiş, ancak 2000'li yıllarda yerini daha evrensel durumdaki WGS84 ('World Geodetic System 1984') standardına bırakmaktadır.
Botevgrad
Botevgrad (, 1934'ten önce Орхание / Orhanie, 1866'dan önce Самунджиево / Samunđievo), Bulgaristan'ın batısında, Sofya ilinde bulunan bir şehirdir. Nüfusu 24.000 civarındadır. Sofya'nın 47 kilometre uzağındadır. Aynı adı taşıyan belediyenin merkezidir. Şehrin sembolü, armasında da yer alan Botevgrad Saat Kulesi'dir.
Botevgrad Belediyesi, doğal kaynaklar açısından zengin bir beldedir.
Treznea Katliamı
Treznea Katliamı, Erdel'in Treznea şehrinde 9 Eylül 1940'ta Macarların Romanya'nın kuzey kesimlerini II. Dünya Savaşı sırasındaki ilhakı sırasında yaptığı bir katliamdır.
Bir Ortodoks papazını Macar ordusu kışkırtmıştır. Papaz da Romen halkını Yahudileri öldürmeleri için kışkırtmıştır. Halk 6 Yahudi'yi öldürmüştür. Bundan yararlanan Macar ordusu, 87 Romen'i öldürmüştür. Ayrıca bir lokal bir de Ortodoks kilisesi yıkmışlardır. Kaçan 200 kişiyi uçuruma kadar kovalamışlardır. Çoğu kişi aşağı düşüp ölürken kimisine de ateş açılmıştır.
Laissez faire
Laissez faire, sadece mülkiyet haklarını korumayı amaçlayan yeterli düzenlemelerin bulunduğu bir ekonomik ortamda özel taraflar arasındaki alım satım işlemlerinin müdahaleci hükümet kısıtlamaları, tarifeler ve sübvansiyonlardan arındırılmasını ifade eder.
Laissez faire, "bırakınız yapsınlar" anlamına gelir. İlk kez Fizyokratlar tarafından "laissez-faire, laissez-passer" (bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler) sloganıyla savunulmuştur.
Doğru akım
Doğru akım (DA, DC ya da sürekli akım) elektrik yüklerinin yüksek potansiyelden alçak olana doğru sabit olarak akmasıdır. Tipik olarak kablo gibi bir iletkende ya da yarı iletkenler ve yalıtkanlardan akabilir. Doğru akımda, elektrik yüklerinin aynı yönde akışı, doğru akımı alternatif akımdan ayırır.
Doğru akım zamanla kutbu değişmeyen akım türüdür.
Kartlis Deda
Kartlis Deda (Gürcüce: ქართლის დედა; “Kartli'nin Annesi”), Gürcistan’ın başkenti Tiflis’te, kentin sembolü olan anıtsal heykelin adıdır.
Tiflis’in kuruluşunun 1500. yıldönümünde, 1958 yılında Sololaki tepesine dikildi. Gürcü heykeltıraş Elguca Amaşukeli’nin yaptığı al |
üminyum heykel, yirmi metre yüksekliğinde, Gürcü ulusal giysileri içinde bir kadın figürüdür. Gürcü ulusal karakterinin en iyi sembolize ettiği kabul edilen heykelin bir elinde, dost olarak gelenlere şarap sunmak için büyük bir kâse, diğer elinde, düşman olarak gelenlere karşı kullanmak üzere bir kılıç bulunmaktadır.
Eric Cartman
Eric Theodore Cartman, South Park'ın ailesi Alman soylu, antipatik, sinirli, küfürbaz ve ırkçı kahramanı. Dizinin yaratıcılarından Trey Parker tarafından seslendirimektedir. Fiziksel olarak şişman, tombul görünümlü, açık kahverengi saç rengine sahip, 65 cm boyundadır.
Annesi, Liane Cartman bir Hermafrodit'dir ve Cartman'a önce onu kendi doğurduğu daha sonra da biyolojik annesinden alıp kendi yetiştirdiği yalanını söylemiştir. Ancak South Park'ın 201.bölümünde ,Eric'in babasının, bir zamanlar ailesini öldürüp ona yedirttiği Scott Tenorman'in babası olduğu ve Liane Cartmanın ise onun biyolojik annesi olduğu ortaya çıkmıştır.
Cartman şişmandır fakat arkadaşları onun şişmanlığıyla her dalga geçmek istediğinde şişman olmadığını iri kemikli olduğunu iddia eder. Hatta bir bölümde ona şişman diyen bir kişiyi bayrak direğine kelepçelediği ve eline testere verdiği görülmüştür.Bir bölümde istemeden de olsa Petty Nelson'a olan aşkını ağzından kaçırmıştır. Cartman sıkı bir Hitler hayranıdır. Hatta bir bölümde dünyayı Yahudilere karşı örgütlemeye çalışmıştır. Yahudi arkadaşı Kyle'ın annesi Sheila Broflovski'ye hakaret dolu bir şarkı yazmıştır; fakat bunun Sheila'nın Yahudiliğiyle ilgisi yoktur. Bir bölümde ona kötülük yapan 9. sınıf öğrencisi Scott Tenorman'in ailesini öldürtüp ona ebeveynlerini yedirmiştir. Bir insanda bulunabilecek tüm negatif özelliklerine rağmen Cartman kendisinin mükemmel olduğunu düşünecek kadar saf bir karakterdir. Olaylar her zaman lehine sonuçlanır veya öyle zanneder. South Park'ın birçok bölümü, onun saflığını ve cehaletini konu alır. Kyle'dan nefret eder ve onun haksız olduğunu düşünecek en ufak bir düşünce için bile amerika başkanını bile olaya dahil etmekten çekinmez. O, South Park'ta Amerika'nın ırkçı, Cumhuriyetçi, Cahil kısmını temsil etmektedir. Eric Yahudipacabra bölümünde bir rüya gördü ve o rüyayı gördüğü için Yahudi oldu.
Müziğe karşı özel bir yeteneği vardır. Çeşitli bölümlerde elektro gitar,bateri,elektronik bateri,piyano, akustik gitar, keman, trompet ve armonika çalarken görülür. Akıcı bir şekilde İspanyolca konuşabilir. Bazı bölümlerde Almanca, Fransızca ve Japonca da konuşur.
Rabindranath Tagore
Rabindranath Tagore ("Bengalce": রবীন্দ্রনাথ ঠাকুর, d. 7 Mayıs 1861, Bengal, Kalküta - ö. 7 Ağustos 1941 Bengal, Kalküta), Hint yazar.
Atalarının kökü 11. yüzyıla dayanır. Bu soyun kurucusu Kanaj'lı bir Brahman'dı. Babası Maharshi Devendranath Tagore, varlıklı bir din adamıydı. Rabindranath, özel öğretmenlerden ders alarak orta öğrenimini yaptıktan sonra 17 yaşında Londra'ya gönderildi. Londra'da hukuk okudu. Burada edebiyat kültürünü geliştirdi. En çok etkisinde kaldığı edebiyatçı, doğaya yapıtlarında geniş yer veren İngiliz şair William Wordsworth'tür.
Rabindranath Tagore'un yaşam ve sanat görüşlerinin gelişmesinde en büyük rolü, 19. yüzyılın başlarında Bengalli Raca Rammahun Roy oynamıştır. Onun ve babasının etkileri altında şairin dünya görüşü Hindistan'ın geleneksel kast sınırlarını aşarak panteist bir dünya inanışının yanı sıra, Hindu dininin tekelci ve çok gelenekçi çemberini kıran bir olgunluğa kavuşmuştur. Öğretmeni Roy; Hindistan'da dinin oynadığı büyük rolü bildiği için, her şeyden önce bu alanda reform yapmak zorunluluğu duymuştu. Kendisi Hindu olduğu için Hint dininin bozulmasına üzülüyordu, fakat sosyal gerçekleri görecek kadar ileri görüşlü bir insan olduğundan reform yoluna gitmedi. 1930'da Hindistan'da yeni bir mezhep olan Brahmoizmin temelini attı. Brahmo Samaj adı altında tanınan bu hareket Hinduluk, Müslümanlık ve Hristiyanlığın ortaklaşa değerlerini bir çatı altında toplamaktaydı. Bu yeni din, mucize ve kerameti bir yana iter, her şeye egemen mutlak ve yanılmaz bir kuvvet yerine, bilgelik ve aşkın esin kaynağı olan insan ve dünyayı kavrayan, yücelten bir varlığa inanır. Tanrı, Upanishad'lardan alınan bir cümleyle tamamlanır: "Tektir ve biçimi yoktur, ama binbir amaçla, binbir şekle girer.."
Brahmo Samaj'ın belli başlı sosyal ülküleri kardeşlik, ahlaklılık, insanseverlik, kadınlığın yükseltilmesi, kastların kaldırılmasıdır. Bu noktalarda klasik Hinduizmin karşısındadır. Rammahun Roy tarafından kurulan Brahmo Samaj; Rabindranath Tagore'un babası ile Keshup Shandrasen tarafından geliştirildi. Tagore'un bu yeni oluşturulan mezhepten etkilenmesi; 22 yaşında yazmaya başladığı yıllara denk gelir. Bu yıllarda daha sonradan ilinti kuracağı Avrupa kültürüne pek rastlanmaz.
O yıllarda Bengal Hindistan'ın her bakımdan canlı ve ileri bölgesiydi. Din, edebiyat, politika alanlarında yeni görüşler beliriyordu. Kendisinden önce edebiyatta yenilik yapmış olanlar olmasına rağmen, kendisini tutuculuktan kurtaran ilk şair ve yazar olarak bilinir. İlk yazdığı "Sabah Şarkısı" adlı şiiri yüzünden şiddetli eleştirilere maruz kalmıştır. Doğa ve insan sevgisinin yoğun olduğu Kitan Jali'nin ünü dünyaya yayılmıştır. Eserlerinde ince bir lirizmle, mistisizm harmanlanır.
Hindistan'ın İngiliz emperyalizminin boyunduruğundan kurtulması için büyük çabalar sarf etmiş ve bunu ılımlı bir üslupla yapmıştır. Edebiyat alanındaki başkaldırısını yeterli bulmayıp gençliğin milliyetçi bir eğitimle yetiştirilmesi amacıyla 1901'de Kalküta yakınlarındaki Balpur'da Sükun Barınağı anlamına gelen "Santiniketan" adını verdiği bir okul kurdu. Bundan başka Bangadorshan adıyla edebiyat dergisinin başyazarı oldu. 1924'de Batı ve Hint geleneklerini kaynaştıran Vishna-Bharati Üniversitesi'nin oluşumuna yol açtı.
Bengalî dilinde yazdığı yapıtlarınının, hemen hemen hepsini kendisi ingilizceye çevirdiği için, dünyanın onu hızlı tanıması kaçınılmaz oldu. 1913'te Romain Rolland'ın çok övdüğü Gora adlı romanıyla Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı. Kitapta Gora adlı bir gencin hayatından kesit sunulur. 1915 yılında İngiltere "Sir" unvanını verdi. 1919, Hindistan tarihinde bir dönüm noktasıdır. Amritsar Kıyımı, Gandi'nin ulusal önder olarak belirmesi bu yıl içinde olmuştur. Gandi ve Tagore iki yakın dosttur. 21 Mart 1919'da çıkarılan bir yasayla, yönetimin savaş döneminde kullanabildiği özel yetkileri barış döneminde de elinde tutması sağlanıyordu. Irkçılık temellerine dayanılarak çıkarılmış bir yasaydı. Gandi pasif direnişi gündeme getirdi. Kısa süre sonra, 13 Nisan'da Amritsar'da halktan 400 kişi öldürüldü, 2 bin kişi de yaralandı. Altın Tapınak'a girilip Sihler'in üzerine ateş açıldı. Pencap'ta sıkıyönetim ilan edildi. Tagore bir şeyler yapmak gerektiğine inanıyordu. Genel Vali Lord Chelmsford'a bir mektup yazarak Sir unvanını geri verip, Gandi'ye destek oldu.
67 yaşında resim yapmaya başlamasıyla, kast ve emperyalist sistemlere karşıtlığı ve üstün yeteneğiyle dünyanın sayılı şairleri arasına girmiştir. 7 Ağustos 1941'de doğduğu şehir Kalküta'da ölür.
Animizm
Animizm ya da Canlandırmacılık (Latince: "Anima", ruh, hayvan hayatının ilkesinden, Fransızca: "Animisme"), doğada insan ruhuna az çok benzer ruhlar bulunduğunu kabul eden, Felsefede her nesnenin bir ruhi varlık veya ruh tarafından yönetildiğini kabul eden sistemdir.
Psikolojik olaylarda olduğu gibi hayatla ilgili olayları da düşünen bir ruhun yönettiğine inanan sistem (Stahl doktrini). Stahl'ın animizmi hem mekanizme hem de vitalizme karşıdır. Mekanizm, hayat olaylarını yalnız fizik-kimya olgularından ibaret sayar. Vitalizm ise hayat olaylarını yarı maddi yarı manevi olan, hem fizik-kimya olaylarından hem de düşünen ruhtan ayrı bir hayat ilkesiyle açıklar. Şuur ve bitkisel hayat gibi iki ayrı ilkeyi varsayan vitalistlerin çifte dinamizminin (düodinamizm) aksine animistler hem hayatla ilgili olayları hem de psikolojik olayları tek bir sebebe, düşünen veya “akıllı” bir ruha bağlarlar.
Animizm özellikle Afrika ülkelerinde (Kenya, Kongo, Benin, Botsvana, Madagaskar, Gine Bissau, vs.) yaygın olarak benimsenmektedir. Ayrıca O Du halkı animisttir.
Baskınlık (etoloji)
Baskınlık, psikolojide, başkalarıyla yüz yüze ilişkilerde baskın olma veya liderlik rolünü alma eğilimidir.
Kavramların baskınlık sırası, tecrübi psikolojide kullanılan bazı kavramların, diğer bazı kavramlara oranla, deneklerin ortalaması tarafından daha çabuk tanınabilmesi.
Genel psikolojide baskınlık kişinin teslim olması veya başkalarının hakimiyetine boyun eğmesi şeklinde tanımlanan altkınlık (submission) ile birlikte, toplum hayatına uymanın iki esas tarzı olarak kabul edilir. Diğer kişilik nitelikleri gibi baskınlık ve altkınlık da her fert için her durumda her zaman sabit ve yerleşik değildir. Fakat baskın ve altkın davranış keyfi olarak değişmez veya kesin bir uyarım ortamına bağlı kalmaz. Bu niteliklerin ölçümlerine tam güvenilebilir ve genel davranışın önceden tahmini başarılıdır. Kurala aykırı durumlar bulunsa da her ferdin kendine baskın-altkın yönde bir rahatlama düzeyi bulması ve bu düzeyi değişik ortamlarda devam ettirmesi bir kuraldır. Amarikalı psikolog G. Allport, baskınlık ve altkınlık tek bir bölünmezlik içinde sınıflandırılmaya müsait ise de aynı nitelik olduğunu ve baskınlığın sadece altkınlığın yokluğu olmayıp, kendi başına bir yaşama tarzı olduğunu söyler. Mc. Dougall da altkınlığının pozitif karakteri üzerinde durarak bunu asli bir içgüdü olarak tanımlanır.
Kavramların baskınlık sırası, psikolog E. Heidbreder tarafından 1946 ve 1947’de ortaya kondu. Heidbreder bu gerçeği “kavram oluşması” denen deneylere ve çok yönlü sınıflama denemelerine dayanarak gözönüne serdi. Bu deneylerde kavram, bir şekiller grubunun ortak unsurudur. Denek, bu unsuru başka unsurlarla karışmış olduğu vakit bulup çıkarmakla görevlidir. Bu sınıflama deneylerinde, deneğin ilk önce aklına gelen konu sınıflama ilkesidir; şekli, rengi ve sayıyı daha sonra düşünür. İster yazı ile ilgili tasarımlar, isterse bunlara tekabül eden kelimeler kullanılsın, baskınlık sırası değiş |
mez. Bu durum şunu gösterir: Kelimeler algı ile ilgili değerleriyle değil de, ancak anlamları yoluyla etkili olurlar. Oysa anlamlar, en eski oldukları ve en kullanışlı olan düzenlere yöneldikleri için nesnelerle ilgilidirler (nesne, insanın ilkin, dokunduğu, ele alıp kullandığı şeydir). İşte, nesne kavramının baskınlığını açıklanması bu gerçeğe dayanmaktadır.
Dimitrovgrad, Bulgaristan
Dimitrovgrad (Bulgarca: Димитровград / Dimitrovgrad), Bulgaristan'ın güneyinde, Hasköy ilinde bir şehir ve aynı adı taşıyan belediyenin merkezidir. Mustafapaşa'nın kuzey batısında, Yunanistan ve Türkiye sınırında yer alır.
Tamamen sosyalist şehir planlama sistemiyle kurulan şehrin adı, Bulgar komünist lider Georgi Dimitrov'a ithafen, "Dimitrov'un şehri" konulmuştur.
Dupnitsa
Dupnitsa, Bulgaristan'ın batısında, Köstendil ilinde bir şehirdir. Sofya'nın 65 kilometre güneyinde, Rila Nehri'nin doğduğu yerdedir.
Antik zamanlarda oluşturulmuş bir şehirdir. Tarihte "Tobinitsa", "Doupla", "Stanke Dimitrov", "Marek" isimlerini almıştır.
Filibe
Filibe (, trl: "Plovdiv"), 2014 nüfus sayımına göre 341.567 nüfusuyla Bulgaristan'ın ikinci büyük şehridir. Filibe ilinin idari merkezidir. Ülkenin önemli ekonomi, ulaşım, kültür ve eğitim merkezleirnden biridir.
Filibe, adını Makedonya Kralı II. Filip'ten alır. Şehir, 5 Eylül 2014 tarihinde yapılan seçimle 2019 yılında Avrupa Kültür Başkenti olmaya hak kazanmıştır.
Bölge hakkında çok uzak tarihler bilinmemektedir. Bölge, I. Murad tarafından fethedildikten sonra, İzmir, Aydın, Manisa, Konya ve Karaman yöresinden Yörük Türkmenler bölgeye iskan ettirilmiştir. Bölgede Türk ve Pomak nüfus hâlâ varlığını korumaktadır.
Filibe şehri Osmanlı Devleti'nin Balkanlarda önem verdiği yerleşim yerlerinden biridir. Mimari olarak Türk-Osmanlı sivil mimarisi dikkat çeker. Ayrıca Cuma Camisi (1363-1364) ve Şahabettin İmaret Camisi (1444-1445) cami mimarisi olarak günümüze ulaşan yapılardır. Osmanlı evleri "old town" denilen eski kent bölgesindeki yapılardır. Bugün birçok Osmanlı Köşkü sergi veya müze olarak kullanılmakta, bazıları kafe ve butik otel olarak işletilmektedir. Şehrin çarşısı, Kapana ve eski kent dışındaki yapılar komünizm döneminden kalan yüksek katlı binalardır. Yeni yapılar genel olarak Karşıyaka semtinde yapılmaktadır.
Filibe'de zengin demir yatakları bulunmaktadır.
Gabrovo, Bulgaristan
Gabrovo ya da Gabrova(Bulgarca: Габрово), Bulgaristan'ın orta kuzey bölgesinde, 73.000 nüfuslu bir şehirdir. Orta Balkan Dağları'nın eteklerinde, Yantra Nehri'nin ovasında kuruludur. Gabrovo ilinin idari merkezidir.
Gabrovo, (Türkçe: Palanka) fıkraları ile ünlüdür ve mizahın uluslararası bir merkezidir. Ayrıca, Bulgaristan'ın en uzun şehri olarak bilinir, çünkü nehir kenarında 25 kilometre uzunluğuna rağmen, genişliği bazı yerlerde 1 kilometreyi bile bulmaz.
İnanışa göre Gabrovo, 15. yüzyıl ortalarında gezgin bir demirci tarafından kuruldu. Daha sonra başka zanaatçılar da ona katıldı. 1835' te Bulgaristan' ın kiliseden bağımsız ilk ilkokulu burada açıldı. Gabrovo Osmanlı egemenliğinden 1877' de çıktı.
Ünlü akıncı beyi Malkoçoğlu'nun türbesi bu şehirdedir.
Harmanlı, Hasköy
Harmanlı, Bulgaristan'ın Hasköy iline bağlı bir şehirdir. Osmanlı zamanında yerleşen Türklerin torunları yaşar.Bu bölgeden değişik şartlar altında ayrılanlar çoğunlukla Marmara Bölgesinin Trakya ve çevresinde yaşarlar.
Çokyatan, Aksaray
Çokyatan, Aksaray Merkez'e bağlı olan bir köydür. Bu köy aynı zamanda Hacımahmutuşağı'nın bir yaylasıdır.
E5 kara yolu yeni isimi ile E90 karayoluna 3 km uzaklikta; Tuz Gölü'ne 7 km uzaklikta, Aksaray merkeze ise 50 km uzaklikta bulunmaktadir. Su anda yaylada 15-20 hane yasamaktadir. Komsu koyleri doguda Asma batida Karapinar ve Yagmurhuyugu kuzeyde ise Oymaagac bulunuyor. Köyün baslica gecim kaynaklari çiftçilik (bugday, arpa), ve hayvancilik.
Karlovo, Bulgaristan
Karlovo(Bulgarca: Карлово), Orta Bulgaristan'da bulunan, 28.000 nüfuslu bir şehirdir. Filibe iline bağlı olan Karlovo, Balkan Dağlarının eteklerinde kurulmuştur ve gülleri ile meşhurdur.
Şehir 14. yüzyılda Osmanlı paşalarından Karlı Ali Bey tarafından kurulmuş ve Karlı Ova adı verilmiştir. Şehir Osmanlıların imar ve iskan çalışmaları ekonomik ve kültürel alanda gelişmiştir. Şehrin adı 1953-1962 yılları arasında Levskigrad adını taşımış, daha sonra ise tekrar Karlovo adını almıştır.
Karlovo, Plovdiv ( Türk. Filibe ) ve Assenovgrad'tan sonra Plovdiv Oblastı'nın üçüncü en büyük kentidir. Karlowo, kuzeyde Balkan Dağları ve Sredna Gora'nın kuzeydoğusunda yer alan Karlowo'nun ( Bulg. Карловско поле ) kuzey kısmında 386 m yükseklikte yer almaktadır. Klissura kentinin yakınında bulunan Kosnitsa'nın dağlık bölgesi, Stremska Vadisi olarak da bilinen Karlowo Ovasını Balkan Dağlarının batıdaki komşu vadilerinden ayırır. Doğudaki Karlowo düzlemi, Kalofffer kasabasına kadar uzanır ve burada Krastez veya Straschate adlı küçük bir yükselti ile sınırlandırılır ( Bulg Кръстец veya Стражата ).
Karlowo, Sofya'nın 120 km doğusunda, Plovdiv'in 56 km kuzeyinde ve Sopot'un 7 km doğusunda yer almaktadır.
Karnobat
Karnobat (Kiril: Карнобат, Osmanlı devrinde "Karinabad"), Bulgaristan'ın doğusunda, Burgaz iline bağlı bir şehir ve belde merkezidir. Osmanlı devrinde şehir, Silistre'ye bağlı önemli bir ticâret merkeziydi.
Son yıllarda nüfusu göçler ve yaşlılık yüzünden giderek azalmaktadır.
Kazanlık
Kazanlık ya da Kızanlık () Eski Zağra ilinde Bulgaristan’ın orta kesiminde Büyük Balkan Dağlarının Gül Vadisinde bulunuyor. Nüfus ve toprak büyüklüğü bakımında ikinci, ekonomik gelişmişlik bakımından ise ülkede onuncu durumundadır. Gül diyarı olarak tanınan Kazanlık şehri, aynı zamanda ressamlar, güller ve Trak hükümdarların diyarı olarak da bilinen turistik bir merkezdir. Şehirde Bulgaristan’ın bir Trak mezarlığı bulunmaktadır. Buradaki Trak mezarlığı aynı zamanda UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır. Bununla beraber tarih müzesi ve gül müzesi de şehirde bulunan müzeler arasındadır.
Şehir coğrafik olarak ülkenin merkezinde bulunuyor. Yakınında antik kent Sevtopolis bulunmaktadır. Şehir 634.8 km kare alan içerisinde yer alır ve kuzeyden Gabrovo ve Tryavna, doğudan Maglij, güneyden Eski Zağra ve Bratya Daskalovi ve güneyden de kaplıcalarıyla ünlü Pavel Banya ile komşu durumunda. Şehir merkezi başkent Sofya’dan 194 km ve Burgaz’dan da 185 km, Eski Zağra’dan 36 km, Filibe’ten 114 km ve Varna’dan da 320 km uzaklıktadır. Kazanlık, Sofya - Burgaz ve Eski Zağra - Veliko Tırnovo karayollarının önemli bir kesişim noktası olarak göze çapar. Ayrıca Avrupa transit otoyolu da bu şehirden geçmektedir.
Ilıman bir iklimi vardır. Güneşli günlerin sıklığı ve kışların oldukça yumuşak geçmesi bölgenin avantajlarındandır. Yazları sıcak geçer ve nadiren yağış alır. Kazanlık’ın Ocak ayındaki ortalama sıcaklığı 0 derece, Temmuz ayındaki ortalama sıcaklığı ise 25 derecedir.
2006 sayımına göre nüfusu 78.939 dir. Bu sayı Eski Zağra nüfusunun %22,4’üne tekabül etmektedir.. Nüfusun %70’i şehir merkezinde, geri kalanı ise Kazanlık’a bağlı kasaba ve köylerde yaşamaktadır. Kazanlık’ta ortalama olarak 100 erkeğe 107 kadın düşmektedir. İşsiz nüfus oranı %7,14’tür.
Ortodoks Hıristiyanların çoğunlukta bulunduğu şehirde aynı zamanda Hıristiyanlığın diğer inanışlarına mensup insanlar da vardır. Şehir merkezinde bölgedeki tek camii bulunmaktadır. Camii 1447 yılında inşa edilmiş ve Sultan Abdülmecit tarafından restorasyona uğramıştır.
Kazanlık şehrinde her yıl Haziran ayının ilk haftasında Gül Festivali düzenleniyor. Festival yurt içinden ve yurt dışından birçok kişiyi bir arada topluyor. Gül kraliçesinin seçilmesi ile başlayan festivalde ayrıca konserler ve folklor gösterileri de yer alıyor. Gül kupası turnuvası (Rose cup tournament) düzenlenmesinin yanı sıra, resim gösterileri ve barış için bayrak toplantıları festivale renk katıyor. Gül çiçeğinin toplanması ve kaynatılması ile devam eden festival gül kraliçesinin seçilmesi ve final konseriyle sona eriyor
Kazanlık’ta ayrıca her yıl Eylül ayının başında eski Traklara adanan bayrama da ev sahipliği yapıyor. Trak hükümdarlarının vadisi olarak da bilinen bu bölgede Trak hükümdarlarının mezarlıkları bulunmuştur. Her yıl 100 binden fazla turist bu vadiyi ziyarete gelmiş ve 20’den fazla höyük araştırılmış ve 11’i izleyicilere açılmıştır. Bayram, Trakların inanış ile yaşayış tarzını yansıtan gösteriler içeriyor. Kızların vücutlarına sprey ile motifler çiziliyor ve dövmeler yapılıyor.
Kazanlık’ta ulaşım otobüslerle sağlanıyor. Dört otobüs hattı bölgede şehir içi hizmeti sağlıyor. Ayrıca birkaç otobüs firması da bölge halkını yakın kasaba ve köylere taşımaktadır. Havaalanı, Kazanlık’a çok yakın olan Ovoshtnik köyünde bulunmaktadır. Ayrıca bir tren istasyonu bulunan şehirde dileyen vatandaşlar demiryolunu kullanarak şehirlerarası yolculuk yapma imkânına sahiptirler. Taksiler bütün ülkede olduğu gibi burada da sarıya boyanmıştır ve yan cam altlarında damalı siyah beyaz bir çizgi bulunmaktadır.
Belediye meclis üyesi seçimleri - 28.10.2007
Belediye başkanlığı seçimleri - 28.10.2007
Kazanlık halkına MBAL Kazanlık tarafından sağlık hizmeti verilmektedir. Ayrıca şehirde özel hastaneler de var.
Kazanlık bölgesinde toplam 27 okul faaliyet göstermektedir. Bunlardan 4’ü anaokulu, 19’u ilköğretim ve 4’ü ortaöğretim. Kazanlık’ta, matematik ve fizik alanında ülkedeki en kaliteli okul bulunmaktadır. Bu okuldan mezun öğrenciler gerek ulusal gerekse uluslararası olimpiyatlarda birçok madalya kazanmışlardır. Şehirdeki bütün okullarda bilgisayar odası vardır ve toplamı 310 civarındadır.
Kazanlık aşağıda belirtilen şehirlerle kardeştir:
Köstendil
Köstendil (Bulgarca: Kjustendil "kiril alfabesi ile Кюстендил, okunuşu Kyustendil"), Bulgaristan'ın en batısında bulunan Köstendil ilinin merkezi olan şehirdir.
Özellikle 1990'larda ortaya çıkan ekonomik kriz sonucu, pek çok genç yurt dışına çalışmaya gittiği için nüfusu hızla azalmıştır. Şehirde kalanların çoğu çingene kökenlidir.
Merkezi Tırnova olan Bulgaristan Kra |
llığı'na bağlı Köstendil, I. Murat döneminde hızla Rumeli'ye yayılan Türk ordusunun başlıca hedeflerinden biriydi. Zira bu kent aynı zamanda Sırbistan'ın da anahtarı konumundaydı. 1371 yılında kazanılan Çirmen Savaşı'ndan sonra önünde bir süreliğine ciddi bir engel kalmayan Türk ordusu Sırp Prensi Konstantin Dragaş'ın hüküm sürdüğü Köstendil'i 1372 yılında fethetti. Daha önceleri "Velebusdus" olan şehri adı "Konstantin'in İl'i" tabirinin bozulmuşu olan “Köstendil”e çevrildi. Köstendil'in fethi Türk akıncılarına Sırbistan yolunu açtı ve bu sayede 1374 yılında bu ülke, Osmanlı İmparatorluğu’na bağlılığını arz etti.
Rumeli Beylerbeyliği'ne bağlı sancak merkezi olan Köstendil zamanla gelişti. 1469 yılında inşa edilen Koca İshak Paşa Köprüsü, Osmanlı mimarisinin bölgedeki önemli eserlerinden biri oldu. 17. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Manastır ve Niş eyaletlerine bağlı kalan kent, 1864 yılından sonra Tuna Vilayeti'nin bir kazası oldu.
1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Bulgar ayaklanmacıların da yardımıyla 29 Ocak 1878 tarihinde Rus işgaline girerek Türk yönetiminden çıkan kent, Berlin Antlaşması ile şekilsel olarak Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı olan Bulgar Prensliği'ne bırakıldı. 1908 yılında bu ülkenin bağımsızlığını ilan etmesiyle bölgedeki Türk hâkimiyeti hukuken de ortadan kalktı.
Lom
Lom, Kuzey Bulgaristan'da, Montana iline bağlı bir şehirdir. Tuna Nehri'nin güneyinde, Lom Nehri'nin Tuna'ya aktığı noktada bulunur. Rusçuk'tan sonra, Tuna üzerinde Bulgaristan'ın en önemli limanıdır.
Osmanlı zamanında Lom, Sofya ve Viyana arasındaki elverişli konumu sayesinde önemli bir ticaret güzergahıydı.
Kutlu Viçe
Montana veya Kutlu Viçe, Bulgaristan'ın kuzeybatısında bir şehirdir. Montana ilinin idari merkezidir. Balkan Dağları'nın kuzey yamacına, Ogotsa Nehri'nin kenarına kurulmuştur. Tuna Nehri'ne 50, Sırbistan sınırına 30 kilometre mesafededir.
Panagürişte
Panagürişte, (Bulgarca: Панагюрище, transliterasyon: Panagjurište; Osmanlı dönemindeki adı: Otlukköy), Bulgaristan'ın batısında, Pazarcık ilinde bulunan bir şehirdir.
İsminin Yunancadan geldiği sanılmaktadır. Anlamı da Bulgar ayaklanmalarının merkezlerinden olduğu için "adil yer" demektir.
Smolyan, Bulgaristan
Smolyan (, ), Bulgaristan'ın en güneyinde bir şehirdir. Smolyan ilinin idari merkezidir. Çerna ("Siyah") ve Byala ("Beyaz") ovalarının arasında kuruludur. Rodopların merkezindeki iki ünlü kayak merkezi de buradadır: Pamporovo ve Çepelare.
Arkeolojik bulgulara göre, Smolyan çevresinde ilk yerleşim M.Ö. 2000 - M.Ö. 1000 arasında olmuştur.
Bulgarlar tarafından kullanılan şimdiki adını, 7. yüzyılda bölgeye yerleşen "Smolyani" isimli bir Slav kabilesinden alır. 14. yüzyıla kadar Bizans ve Bulgar Krallığı'nın bir parçası iken, Osmanlılar tarafından ele geçirilmiş ve 5 yüzyıl boyunca Osmanlı egemenliğinde kalmıştır. 19. yüzyılın sonlarında Edirne'ye bağlı Gümülcine sancağın bir kazasıydı.
1912'de Birinci Balkan Savaşı sonunda Osmanlı egemenliğinden çıkmıştır. Günümüz Smolyan, Ustovo, Raykovo ve Ezerovo isimli üç köyün birleştirilmesiyle 1960'ta kurulmuştur.
Pernik
Pernik, eskiden (1949-62) Dimitrovo, Bulgaristan'da ortabatı kesiminde kent.
Sofya'nın 30 km güneybatısında, Struma Nehri kıyısında yer alır. Bizans ordularının saldırılarına karşı koymak için yapılmış birkaç Bulgar kalesinden biri olan Pernik 1396-1878 arasında Osmanlı yönetiminde kaldı. Başlangıçta küçük bir köy iken, 1891'den sonra, bölgede kömür bulunmasının ardından bir sanayi merkezi durumuna geldi. Günümüzde toplam sanayi üretimi ve sanayide istihdam edilen nüfus bakımından Bulgaristan'daki başlıca sanayi kentlerinden biridir.
2011 sayımına göre nüfusu 81.052 kişidir.
Petriç
Petriç, () Bulgaristan'ın güney batı ucunda bulunan bir şehirdir.
2005 sayımlarına göre nüfusu 35.134 kişidir. Belasica dağının eteklerine kurulu olan şehir, doğal manzarasıyla ünlüdür.
Plevne
Plevne (, trl: "Pleven"), Bulgaristan'ın en kalabalık yedinci şehridir. Ülkenin kuzeyindeki Plevne ilinin idari merkezidir. 93 Harbi sırasında Gazi Osman Paşa tarafından Plevne Savunması'nın yapıldığı kenttir.
Bugünkü Nikolaevo bölgesinde Traklara ait olduğu belirtilen çok sayıda hazine bulunmuştur. Daha sonraki dönemlerde Plevne, Roma İmparatorluğu’nun idaresi altında Moesia Eyaleti içinde olmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu idaresinde Plevne, Balkanlar’da önemli yerlerden biri olmuştur. Şehir, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki sınır bölgesi içinde yer almıştır. 19. yüzyılda şehirde kilise, okul, köprü yapımları da artmıştır.
Plevne, birçok kültürel ve tarihî yapıya ev sahipliği yapar. Şehirde 93 Harbi’nin alanında yer alır. Bu sebeple şehirde, bu büyük savaşa ilişkin 200’den fazla anıt bulunmaktadır.
Şehir, Osmanlı-Rus savaşına dair birçok anıt ve tarihî yapının dışında birçok kültür yapısına da sahiptir. Bunların başında Plevne Bölgesel Tarih Müzesi, Ivan Radoev Drama Tiyatrosu gelir. Şehirde ayrıca çok sayıda toplum merkezi vardır.
Rusçuk
Rusçuk (, trl: "Ruse"), Bulgaristan'da Tuna Nehri kıyısında bulunan bir şehirdir. Tuna nehrinden yaklaşık 20 metre yükseklikteki düzlükte kuruludur. 178.000 nüfusuyla Bulgaristan'ın 5. büyük şehridir.
Güneyinde, Şumnu yolu üzerinde bir tepe mevcuttur. Tuna'nın karşı kıyısında (Romanya'da) Osmanlıların Yergöğü dedikleri Giurgiu şehri vardır.
Samokov
Samokov (Bulgarca: Самоков), Bulgaristan'ın güney batısında, Sofya ili içinde bir şehirdir. Rila ve Vitoşa dağları arasında kuruludur. Elverişli doğa koşulları sayesinde, yakınlardaki Borovets gibi ünlü bir kayak merkezidir.
Sandanski
Sandanski (Bulgarca: Сандански), eski adıyla Sveti Vraç, güney batı Bulgaristan'da, Blagoevgrad iline bağlı bir şehirdir. Pirin vadisinin tabanında yer alır.
İsmini Makedon devrimci Yane Sandanski'den almıştır. Diğer bir ünlü sakini de, M.Ö. 73-71 yıllarında isyan çıkaran Romalı bir köle olan Spartaküs'tür.
Sevlievo
Sevlievo(Bulgarca: Севлиево), Bulgaristan'ın orta kesimlerinde yer alan bir şehirdir. Gabrovo iline bağlı 27.000 nüfuslu bir yerleşimdir. Bulgaristan'ın en zengin şehirlerindendir.
Osmanlı döneminde Türkler tarafından "Selvi", "Servi" olarak bilinen Sevlievo, Tırnova Sancağı'na bağlı bir kaza merkezi olup 1848 nüfusu 2020 kişidir. Aynı tarihte kendisine bağlı 35 köy bulunmaktaydı ve köyleriyle beraber toplam nüfusu 82.120 kişidir.
93 Harbi olarak bilinen 1877-1878 yıllarındaki Osmanlı-Rus savaşında Anadolu'ya ve Trakya'ya göçen bazı Sevlievo'da yaşayan vatandaşlarımız; Türkiye'de Yolageldi (Havsa - Edirne), Banarlı, Bukrova (Şu anda adı Sağlamtaş Kasabası), Bunak (Şu anda adı Çınarlıdere Köyü) Karacakılavuz,Kaşıkçı, Ferhadanlı,Kazandere, Büyük Yoncalı ve Bıyıkali köylerini kurmuşlardır. Şu anda Banarlı, Sağlamtaş, Karacakılavuz ve Büyük Yoncalı Belediye statüsünde olup Tekirdağ ili sınırları içindedir.
Sliven
Sliven
(Bulgarca: Сливен, Türkçe: İslimiye), Bulgaristan'ın iç kesiminde bulunan bir şehirdir. Sliven ilinin merkezidir.
Ziştovi
Ziştovi (, trk: "Sviştov", trl: "Svištov"), Bulgaristan'ın kuzeyinde bir şehirdir. Tuna Nehrinin güneyinde Veliko Tırnovo ilinde bulunur. Bulgarlar tarafından Sviştov olarak adlandırılmıştır.
1393 yılında fethedilerek Osmanlı İmparatorluğu'na katılmıştır. 1787-91 Osmanlı-Avusturya Savaşı'nı sonlandıran Ziştovi Antlaşması'nın imzalanmasına sahne olmuştur (4 Ağustos 1791). Şehir üzerindeki Türk denetimi 1878 yılında özerk Bulgaristan Prensliği'nin kurulmasıyla fiilen, anılan ülkenin 1908 yılında bağımsızlığını ilan etmesiyle hukuken sona ermiştir.
Troyan
Troyan ( trl: "Trojan"), Bulgaristan'ın orta kesimlerinde bulunan bir şehirdir. Lofça iline bağlı şehrin nüfusu 26.000 civarındadır.
Tırnovo
Tırnova (, trl: "Veliko Tǎrnovo"), Bulgaristan'ın bir şehridir. 1965 yılında şehre büyük, yüce manasına gelen veliko unvanı verildi. Çünkü burası Bulgar tarihi açısından önemli bir yerdi ve 1187-1393 yılları arasında İkinci Bulgar Devletine başkentlik yapmıştı.
Şehir ve kale 17 Temmuz 1393 yılında Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Şehirdeki farklı dinlerden insanların bir arada barış içinde yaşaması Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyeti döneminde gerçekleşmiştir.
Edirne Vilayet Matbaası Müdürü Şevket Dağdeviren'in yazdığı 1892 tarihli salnameye göre;
Tırnovo, Kırkkilise sancağına bağlı birinci sınıftan bir kazadır. 5 mahallesi, 4 nahiyesi, 29 köyündeki 3022 evde 10010 karışık nüfusu vardır.
Taşlık ve dağlık bir yerde olup, yolları zorlukla geçilir, hava ve suyu temizliği ile bilinir.
Kasaba ile köylerinde 43 çeşme, hükümet konağı, 1 cami, kışla, hastane ve telgrafhane vardır.
Kaza içinde 6 İslam, 11 Hristiyan okulu, 6 cami, Göktepe Köyü’nde gümrük idaresi vardır. Kazada kaliteli şayak ve fanila yapılır.
Velingrad
Velingrad (Bulgarca: Велинград), Bulgaristan'ın bir şehridir.
İvraca, Bulgaristan
İvraca (, trl: "Vratsa"), Bulgaristan'da bir şehirdir.
Yeni Zağra
Yeni Zağra veya bazı evraklardaki kullanımıyla Nova Zagora (Bulgarca: Нова Загора / Nova Zagora; Türkçe: Yeni Zağra), Bulgaristan'da bir şehirdir.
Blagoevgrad (anlam ayrımı)
Yukarı Rahova
Gorna Oryahovitsa (Bulgarca: Gorna Oryahovitsa / Горна Оряховица, Bulgaristan'da Veliko Tırnovo iline bağlı bir şehirdir.
Birey
Birey, günlük konuşma dilinde genellikle bir tek kişiyi tanımlamak için kullanılan kelimedir.
Farklı alanlarda "birey" sözcüğü, bir kişi anlamından ziyade herhangi "bir tek" değer, obje veya tanım tanımlamakta kullanılır.
TDK tanımına göre ise "birey":
Birey terimi sadece yüklendiği birçok tanımdan değil, ideolojik planda yapılan farklı yorumlarıyla da önemli bir terim olmuştur. Özellikle 19. yüzyıldan bu yana gelişen felsefi, ekonomik ve ideolojik doktrinlerde çok önemli bir yer kaplamış, zaman zaman bazı ideolojilerin merkezi olmuştur.
Dogonlar
Dogon kabilesi, Afrika'nın Mali Cumhuriyeti′nde yaşar. Kabilenin nüfusu 250.000 civarındadır. Dogonlar hakkında en fazla araştırma yapmış ve Dogon kültürünü Batı'ya tanıtmış etnolog Marcel Griaule'dür. Totemleri bulunan ve inisiyatik bi |
r örgütlenmesi olan bu kabile, geleneklerini sözlü aktarım yoluyla sürdürmüştür. Tradisyonlarındaki astronomi bilgileri, özellikle Sirius sistemi hakkındaki bilgileri tüm astronomları şaşırtmıştır. Çadırlar içinde yaşayan ve avcılıkla beslenen bu ilkel insanlar, Dünya gezegeninin hareketlerini, Güneşin hareketini, Jüpiterin uydularını olduğunu vs. bilmekteydiler.
Aritmomani
Aritmomani, hastayı rakamları saymaya, hesaplamaya, hareketlerini sayılara göre ayarlamaya iten sabit fikirdir.
Hasta her hareketini birkaç kez tekrarlar. Tekrar sayısı genellikle aynıdır. Bu davranışın ne kadar saçma olduğunu bilir fakat gene de kendini tutamaz. Aritmomani sabit fikirli sinir hastalıklarında görülür.
Neo-spiritüalizm
Deneysel neo-spiritüalizm ya da kısaca neo-spiritüalizm, deneysel spiritüalizmin son şekli olup Dr. Bedri Ruhselman tarafından kurulmuştur. Ruhselman'a göre bu ne bir dindir ne de bir felsefe. Kimseye "gelin bizim yolumuza girin" diye bir çağrıda da bulunmaz; çünkü neo-spiritüalizme göre herkesin ruhsal gelişme gereksinimleri farklı farklı ve dolayısıyla yürüyeceği yollar farklı farklıdır. Neo-spiritüalizm hakkında bilgi veren kaynaklardan biri "Dharma Ansiklopedi"dir (2010'daki baskısında adı Meta Ansiklopedi olmuştur).
Neo-spiritüalizm klasik spiritüalizmde kullanılan terimleri kullanmakla birlikte, getirmiş olduğu yeni kavramlarla ya da geliştirdiği eski kavramlarla ilgili olarak daha geniş bir terminolojiye sahip bulunmaktadır.
Klasik spiritüalizmde bulunmayan ya da farklı anlamda kullanılan veya neo-spiritüalizm’de daha çok önem kazanmış başlıca kavramlar:
Bales yöntemi
Bales yöntemi, bir insan grubunu inceleyen gözlemcilerin, gözlenen bir davranışı aynı sınıfa bağlamak konusunda ne ölçüde birleştirdiklerini ortaya koyan istatistik metodudur.
Bu çizelge işbirliği gerektiren bir görevi birlikte çözecek gruplar için geçerlidir. Çok sık rastlanan bu durum şöyle belirir: İki kişinin yaydığı haberler karşılaştırıldığında, toplam olarak çok haber yayanın, kendisine haber ulaştıran kimseye, onun kendisine ulaştırdığından daha az haber ulaştırdığı görülür.
Ulaştırma çizelgesinde haber alanlar, yatay olarak soldan sağa doğru en az haber alandan en çok haber alana kadar sıralanırsa bu sıranın, ayrı kişilerin yaydıkları haber sayısına göre yukarıdan aşağıya dikme sıralanması halinde ortaya çıkan diziye tıpa tıp uygun olduğu görülür: Bu demektir ki çok haber alan daha çok haber yayar.
Bales çizelgesi, hem psikolojik açıdan, hem de matematik açıdan tahlil edilmiştir.
Bu bağlantıdan zorunlu olarak Bales’in ortaya koyduğu düzgünlük sonucu çıkar. Ayrıca, matematik modeli sosyometrik yoruma yaklaştırınca Bales çizelgesine göre şu şonuçlar elde edilir: Bir kişinin a ve b ile gösterilen haber yaymak ve haber almak eğilimleri doğrudan doğruya onun sosyometrik statüsüyle orantılıdır.
Bales sınıflandırması, Bales, davranışları, ikişerli gruplarda toplanabilecek 12 sınıfa ayırmıştır:
Zenginliğiyle dikkati çeken bu sınıflandırma (sınıfları tekrar iki tipte ve altı meselede birleştirmek mümkündür) grupların dinamiği üstüne yapılacak klinik gözlemlerin sistemleştirilmesi için oldukça elverişlidir. (Shaw ve Gilchrist [1956] sınıflandırmaları gibi sınıflandırmalar da vardır: sorunun seçimi, bir lider seçimi, teşkilatlanma teklifi, bilgi verme, bilgi isteme)
Sirius
Sirius ya da Akyıldız, Büyük Köpek Takımyıldızı’nda yer alan bir çift yıldız. Bu çift yıldızdan Türkçe’de Akyıldız ismiyle bilinen Sirius-A bileşeni (α CMa / α Canis Majoris/ Büyük Köpek Takımyıldızı’nın alpha yıldızı), görünür kadiri bakımından gökyüzündeki en parlak yıldız olup -1.47 görünür kadir derecesiyle, kendisine görünür kadiri bakımından en yakın olan Canopus’a oranla onun iki katı kadar parlaktır ve geceleyin görülen gökyüzünde bu görsel görünüş önemiyle baş rolde bulunmaktadır. Çıplak gözle tek yıldızmış gibi görünen Sirius, aslında, tayf türlerine göre yapılan yıldız sınıflandırma sisteminde A1V sınıfında bulunan Sirius-A ile DA2 sınıfına giren, Sirius-B olarak adlandırılan bir beyaz cüce’den oluşan bir çift yıldızdır.
Sirius-A bu parlak görünümünü aslında aydınlatma gücünün yanı sıra Güneş Sistemi'ne yakınlığına borçludur. Güneş'e 2.6 parsek (8.47 ışık yılı) uzaklıkta oluşundan dolayı, Sirius Sistemi uzaydaki yakın komşularımızdan biridir. Sirius-A kütlesi bakımından Güneş'in iki katı olup 1.42’lik bir mutlak kadir’e sahiptir. Aydınlatma gücü Güneş'in 25 katı olmakla birlikte, Canopus veya Rigel gibi diğer parlak yıldızlarınkine oranla aşağıda kalır. Sirius Sistemi’nin yaşı 200 milyon – 300 milyon yıldır. Sistemin oluşma başlangıcında baş rolü oynayan iki mavimsi yıldızdı. Bu iki yıldızdan da kütlesi bakımından baş roldeki, vaktiyle, kaynaklarını tüketerek, dış katmanlarını kaybetmeden önce kızıl dev haline gelmiş ve yaklaşık 120 milyon yıl önce, bugünkü halini almak üzere, yani bir beyaz cüce haline gelmek üzere içine çökmüş Sirius-B yıldızıdır.
Sirius, aynı zamanda, yer aldığı takımyıldızdaki önemli rolünden dolayı, geleneklerde köpek-yıldız olarak da adlandırılır. Bu yıldız pek çok mitolojik ve folklorik öykülere Güneş’ten bağımsız bir biçimde konu olabilmiştir. Sirius-A’nın helyak doğuşu antik Mısır’da Nil Nehri’nin taşmalarını, antik Yunan’da “köpek günleri”nin (kavurucu sıcak günler) başlangıcını, Polinezya’da kışı haber veriyor, Pasifik Okyanusu’nda ise gemicilere önemli bir işaret oluyordu.
Çeşitli uygarlıklara ait en eski astronomik kayıtlarda adı geçen Sirius, eski Mısır’da Sopdet (Grekçe’ye uyarlanmış haliyle Sothis, yıldızın Grekçe’deki adı ise Seirios’dur) olarak bilinirdi. Eski Mısır’da “Orta Krallık” döneminde, Mısırlılar takvimlerini Sirius’un helyak doğuşuna göre düzenlemişlerdi. Bu takvimde esas alınan gün ise, Sirius’un doğuşunun Güneş’in ışığından yeterince uzaklaşmış olmasından sonra, Güneş’in doğuşundan hemen önce açıkça görülür hale geldiği gündü. Bir başka deyişle bu, Sirius’un Mısır göklerinde 70 günlük yokluğundan sonra belirdiği gündü ve Nil Nehri’nin her yılki taşmasından hemen öncesine ve yaz gündönümüne denk gelirdi. Sirius’u (Sothis) ifade eden hiyeroglifin glifleri üçgen, beş uçlu yıldız ve yarım dairedir. Sirius-A eski Mısır panteonunda İsis ilahesi ile özdeşleştirilirdi ki, İsis, eşi Osiris ve oğlu Horus ile bir üçlem oluştururdu. Sirius’un gökyüzünde görülmediği sözkonu 70 gün, İsis ve Osiris’in duat denilen öte-alemde seyrettikleri dönemi simgelerdi.
Pek çok eski Mısır tapınağı, iç odaları Sirius'u görecek biçimde inşa edilmişti. Örneğin, Keops Piramidi'nin Kraliçe Odası'nın duvarında açılan bir kanal yalnızca Sirius'u görmek üzere yapılmıştı.
Eski Yunanlar, Sirius’un bu kaybolduğu dönemden sonra tekrar gökyüzünde belirmesinin sıcak ve kurak yazı haber verdiğine inanırlar ve ayrıca bunun canlılar üzerinde bitkileri solduran, erkekleri güçsüzleştiren, kadınları tahrik eden birtakım etkileri olduğunu sanarak kaygılanırlardı.
Eski kayıtlarda, yaz başlangıcındaki hava koşullarının bozulduğu hallerde Sirius’un daha fazla parladığının gözlemlendiği kaydedilmiştir ki, eski Yunan gözlemcilere göre bu, söz konusu yıldızdan olumsuz etkiler yaratan birtakım tesirler yayıldığı anlamını taşıyordu. İnsanların bu tesirlere maruz kalması olayına Grekçe’de “yıldızca çarpılmış olmak” anlamında “astroboletos /αστροβολητος olmak” deniyordu. Böylece Sirius Batı edebiyatında “yakan” ya da “alevler saçan” olarak betimlendi. Bu yıldızın belirmesinin ardından gelen mevsim dönemi de “yaz köpeğinin günleri” olarak bilinir. Vaktiyle Ege Denizi’ndeki Ceos (Kea) Adası’nda yaşayanlar, soğukların azalması için Sirius ve Zeus’a kurban keserler ve yaz mevsimindeki temel rolünü oynamak üzere tekrar belirmesini beklerlerdi. Yıldızın parlaklık haline bakarak kendilerini iyi bir talihin bekleyip beklemediğine karar verirlerdi; örneğin yıldızın sisli, puslu halde veya ışığı zayıf biçimde görünmesi vebayı haber veriyor anlamında yorumlanıyordu. Bu adada bulunan MÖ 3. yüzyıla ait paralarda ışınlar yayan köpek ve yıldız tasvirlerinin bulunması Sirius’un bu adadaki önemini vurgulamaktadır.
Güneş ve Ay'ın çekim kuvvetlerinin etkisiyle, Dünya'nın ekvator bölgesindeki şişkinlik, gezegenin eksensel hareketinde bir tereddüte (titreme) yol açmaktadır. Buna bağlı olarak 26.000 yılda bir oluşan yörüngesel salınım (precession), yıldızların gökyüzündeki konumlarını da yavaş yavaş değiştirmektedir. Bu nedenle Sirius, geçmişe göre daha geç doğmakta ve artık yıldızın şafak vakti yükselişi, eskiden olduğu gibi yaz mevsiminin en sıcak günlerine denk gelmemektedir.
Romalılar Sirius’un helyak doğuşunu 25 Nisan civarındaki bir günde kutlardı. Bu kutlamada bir köpek kurban ederler, buhur ve şarap kullanırlar ve o yılki buğday ürününün yıldızdan yayılan tesirlerin buğdaypası hastalığına yol açmadan alınabilmesi için bir de Robigo ilahesine koyun kurban ederlerdi.
İskenderiye’li Batlamyus yıldızların haritasını çıkardığı, Almagest (al-kitabu-l-mijisti) çalışmasının 6. ve 7. Kitabında Sirius’u gökkürenin merkezi boylamınının yerini belirlemek üzere kullanmıştır. Çalışmasında Sirius’u kırmızı renkte boyayarak, onu 6 kızıl yıldızdan biri olarak göstermiştir. (Bkz.Kırmızılığı hakkındaki tartışma) Bu kızıl yıldızlardan diğer beşi gerçekten de M ve K sınıfındadır (Arcturus, Betelgeuse vs.)
Eski Polinezyalılar’da parlak yıldızlar, özellikle Pasifik Okyanusu’ndaki adalar ve atoller arasındaki gemicilik bakımından önem taşıyordu. Denizcilere yardım amacıyla özel seferler için, yıldız pusulası yardımıyla bir yön haritası geliştirdiler. Bu çalışmada yıldızlardan enlem işaretleri olarak da yararlandılar; örneğin Sirius’un Dik açıklıki 17°S olarak Fiji Adası’nın enlemine denk düşüyor, böylece her gece tam olarak adanın üzerinden geçiyordu. Onlara göre, Sirius, Canopus ve Procyon ile birlikte, bir “Büyük Kuş” bedenine benzetilen "Manu" adındaki Takımyıldız’ı oluşturuyordu. Kuşun kanadının güney ucunu Canopus, kuzey ucunu Procyon oluşturuyordu ki bu doğrultu aynı zamanda Polinezya’nın gece gökkubbesini iki yarıküreye ayırıyordu. Sirius’un eski Yunan’da saba |
h göğünde belirmesi (doğuşu) nasıl tam olarak yaz mevsiminin habercisi oluyorsa, Maoriler için de, tam olarak kış mevsiminin serin başlangıcının habercisi oluyordu. Bu doğuşa hem "mevsim", hem de "yıldız" anlamına gelen "Takurua" adını vermişlerdi.
Sirius’un, “Cennet’in Kraliçesi” ("Ka'ulua") olarak betimlendiği Hawaii’de kış gündönümündeki en yüksek noktasına gelmesi törenle kutlanırdı. Polinezya’da Sirius’le ilgili daha birçok ad saptanmıştır; bunlardan bazıları "Tau-ua" (Markiz Adaları’nda) "Rehua" ( Yeni Zelanda’da) ve" Aa" ve "Hoku-Kauopae"’dir (Hawaii’de).
1676’da Edmond Halley güney yarıküre yıldızlarını gözlemleyebilmek için, Güney Atlantik’teki Saint Helena Adası’nda bir yıl kalmıştı. Halley, 40 yıldan fazla bir zaman sonra sonra, 1718’de astronomik ölçümlerini Batlamyus’un Almagest’indeki verilerle karşılaştırdıktan sonra o zamana dek sabit varsayılan yıldızların özdevimini keşfetti. Arcturus ve Sirius’un her ikisi de anlamlı bir şekilde hareket etmekteydiler. Sirius 1800’lü yıllarda güney yönünde 60 dakika (açı dakikası) ilerlemişti.
1844 yılında Alman astronom Friedrich Bessel Sirius-A’nın özdevim hareketindeki değişikliklerden (sapmalardan) Sirius-A’nın görünmeyen bir yoldaşı (bileşeni) olması gerektiği sonucuna vardı. Bu, bir başka deyişle, Sirius-A’nın yoldaşı Sirius-B’nin teleskopla gözlemlenemediği halde, Sirius-A’nın hareketlerindeki değişiklikler gözlemlenerek, matematiksel olarak varılan bir sonuçtu. 31 Aralık 1862’de Amerikalı Alvan Graham Clark o dönemin en güçlü teleskoplarından biri olan 47 cm'lik mercekli teleskobuyla ilk kez, Sirius-A’nın günümüzde Sirius-B ya da “köpek yavrusu” adı verilmiş olan zayıf ışıklı yoldaşını gözlemledi ve böylece, Sirius'un gerçekte çift yıldız olduğunu ortaya çıkardı. Bu çift yıldızdan çıplak gözle görülebileni günümüzde Sirius-A olarak adlandırılır. 1894’ten beri Sirius Sistemi’nde gözlemlenen yörünge düzensizlikleri, sistemde üçüncü bir bileşenin olduğunu ortaya koymaktadır; ancak üçüncü bileşenin varlığı bugüne dek kesin olarak (gözlemle) doğrulanamamıştır. Üçüncü bileşinin varlığı konusundaki görüş 1995’te ortaya konmuştur. Verilere en uygun tahmine göre, bu üçüncü bileşen 0.06 güneş kütlesine sahip olup Sirius-A’nın çevresindeki yörüngesini 6 yılda tamamlıyor olmalıdır. Bu üçüncü bileşenin (Sirius-C) kadirinin beyaz cüce Sirius-B’nin kadirinin beşte biriyle onda biri arasında oluşu, gözlemlenememesinin nedenini ortaya koymaktadır. Yakın zamanda yapılan son gözlemler, Sirius-C’nin varlığını doğrulayamamakla birlikte, Sirius-A’ya çok yakın bir yıldızın var olma olasılığını tümüyle ortadan kaldırmış da değildir. Her ne kadar 1920’li yıllarda sistemde üçüncü bir yıldız gözlemlenmişse de, bu muhtemelen bir “ışık oyunu”ndan (background) ibaret olmalıydı.
1915’te Walter Sydney Adams, Mount Wilson Gözlemevi’nde 60 inç’lik (1.5 m) bir yansıtıcı (yansıtmalı teleskopun çukur aynası) yardımıyla Sirius-B’nin tayfını gözlemledi ve onun zayıf ışıklı bir beyazımsı yıldız olduğunu saptadı. Bu saptama astronomların bu yıldızın bir beyaz cüce olduğu sonucuna varmalarını sağladı. Sirius-A’nın yarıçapı ilk kez 1959’da kendi geliştirdikleri yıldızsal yoğunluk girişim aracını (interferometre) kullanan Robert Hanbury ve Richard Q. Twiss tarafından ölçüldü. 2005’te ise Hubble Uzay Teleskobu yardımıyla astronomlar Sirius-B’nin hemen hemen Dünya’nınkine eş (12.000 km) bir çapı olduğunu ve hemen hemen Güneş’inkine eş bir kütlesi olduğunu (Güneş’inkinin %98’i) belirlediler.
MS 150 yılında astronom Batlamyus, gerçekten kızıl ya da turuncu renklere sahip Betelgeuse, Antares, Aldebaran, Arcturus and Pollux yıldızlarının yanı sıra, kırmızımsı olmadığı bilinen Sirius’u da kırmızımsı olarak betimliyordu. Bu farka ilk dikkat çeken kişi amatör astronom Thomas Barker oldu. Rutland’da Lyndon Hall derebeyi olan Thomas Barker 1760’ta Londra’daki Kraliyet Topluluğu’nun bir toplantısı sırasında bu konuda hazırladığı tezini okudu. Sonradan şu düşünce doğdu: Yıldızların parlaklıkları zamanla değişebildiğine göre, bazı yıldızlar zamanla renk de değiştirebilirlerdi. Bu görüş Eta Carinae çift yıldızındaki değişime tanık olan ve muhtemelen bu olaydan esinlenen John Herschel tarafından 1839’da belirtilmiştir. Thomas Jefferson Jackson See 1892’de konuyla ilgili birçok tezini yayımlayarak "kızıl Sirius" hakkındaki tartışmayı yeniden canlandırdı, tezlerinin özetini de 1926’da yayımladı. See yıldızın kızıllığı hakkında yalnızca Batlamyus’tan değil, Yunan şair Aratus’tan, hatip Marcus Tullius Cicero’dan ve general Germanicus’tan da alıntılar yaparak söz ediyordu. Fakat bilindiği gibi bu üçünden hiçbiri astronom değildi. Romalı stoacı filozof Seneca da, Sirius’u Mars’tan daha koyu kırmızılıktaki bir varlık olarak betimlemişti. Bununla birlikte eski gözlemcilerin hepsi de Sirius’u kızıl olarak biliyorlardı denilemez. MS 1. yüzyıl şairlerinden Marcus Manilius Sirius’u, 4. yüzyıldaki Avienus gibi “deniz mavisi” olarak betimlemişti. Sirius eski Çin’de beyaz renk için standart yıldızdır denilebilir. MÖ 2. yüzyıldan MS 7. yüzyıla kadarki kayıtlarda Sirius beyaz renkte betimlenir.
1985’te Alman astronomlardan Wolfhard Schlosser ve Werner Bergmann St. Gregory of Tours tarafından yazılmış “De cursu stellarum ratio” adlı metni içeren, 8. yüzyıldan kalma bir Lombardik el yazmasıyla ilgili bir yazı yayımladılar. Yıldızların konumlarından yola çıkılarak geceleyin dua zamanlarının nasıl belirleneceği konusunda okuyuculara bilgi veren Latince metinde Sirius “kızamık kırmızısı” renginde betimlenmişti. Bazı astronom yazarlara göre, Sirius’un kırmızı olduğuna ilişkin olarak yazılan bu bilgi, muhtemelen Sirius-B’nin vaktiyle bir kızıl dev olduğunun -geçmişten gelen- tanıklığıydı. Diğer astronomlar ise, bu düşünceye karşı olarak, bir karışıklık olabileceği ve St. Gregory of Tours’un bu açıklamasını Sirius yerine Arcturus için yapmış olabileceği şeklinde yanıt verdiler. Öte yandan, astronomlarca bu farklılığa ya da değişime Sirius-A ve Sirius-B’nin yıldızsal evriminin yol açabilme olasılığı olduğu fikri de ortaya atıldı. Binlerce yıllık takvim, yıldız ömürleriyle (evrim süreleriyle) kıyaslandığında çok kısaydı ve Sirius Sistemi’nde böyle bir değişimin olmasına yol açabilecek hiçbir nebula olma işareti yoktu. Eski metinlerde sözü edilen kızıllığının nedeni olarak öne sürülen olasılıklardan biri de Sistem’deki henüz tam anlamıyla keşfedilmemiş olan üçüncü yıldızın Sirius-A ile olası etkileşimidir.
Gökyüzündeki en parlak yıldız olan Sirius-A -1.47 görünür kadir derecesiyle, en parlak ikinci yıldız olan Canopus’a oranla onun iki katı parlaklıktadır. Bununla birlikte, Ay, Jüpiter veya Venüs kadar parlak görülmez. Merkür ve Mars ta bazen Sirius’tan daha parlak görünürler. Sirius yerkürenin hemen hemen, meskun her bölgesinden gözlemlenebilmektedir; tek fark, yerkürenin İzlanda ve Grönland’ın bazı bölgeleri gibi,kuzey kutbuna yakın en kuzeyindeki yerleşim bölgelerinde (en kuzeydeki yerleşim birimleri) 73°'den sonra görülmesinin olanaksız hale gelmesidir. Buna karşılık bazı kuzey kentlerinde görülmeye başlandıktan sonra daha yukarı çıkmaz, örneğin St. Petersburg’da ufkun üzerinde yalnızca 13°’ye ulaşır. Kuzey yarımküreden en iyi görüldüğü dönem kış aylarıdır.
Sirius, Küçük Köpek Takımyıldızı'nda yer alan Procyon ve Avcı Takımyıldızı'nda yer alan kızıl dev Betelgeuse yıldızlarıyla birlikte göğün kuzey yarıküresini gören gözlemciler için, Kış Üçgeni olarak adlandırılan, üç yıldızdan oluşan üçgenin üç köşesinden birini oluşturur. Yıldızı bulmak için Avcı Takımyıldızı yol gösterici olarak alınabilir. Sirius, Avcı'nın kuşağında yer alan üç yıldızın yaklaşık 20 derece güneydoğusundaki en parlak yıldızdır. Avcı Takımyıldızı kış aylarında pek çok yıldız ve takımyıldızı bulmakta yol göstericidir.
Sirius koşullar uygun olduğunda gündüz bile çıplak gözle görülebilir. Koşulların en uygun olduğu durum, gökyüzünün açık olduğu, gözlemcinin yüksek bir irtifa seviyesinde bulunduğu, yıldızın konum olarak tam tepeden geçtiği, yıldızın ufukta aşağıda ve güneşin altında bulunduğu zamanki durumdur. Sirius çift yıldız Sistemi’ndeki yörünge hareketi iki yıldızın açısal uzaklıkta minimum olarak 3″’de, maksimum olarak 11″’de bulunmalarını sağlar. Birbirlerine en fazla yaklaştıklarında, beyaz cüce’yi parlak eşinden ayırt edebilmek son derece zorlaşır; bu en yakın konumda Sirius-B’yi Sirius-A’dan ayırt edebilmek için en az 300 mm. açıklıkta bir teleskobun ve en elverişli görüş koşullarının olması gerekir. Son enberi konumuna 1994 yılında gelmişler ve şimdilerde birbirlerinden yeniden uzaklaşma eğiliminde olduklarından teleskopla gözlemlenmeleri kolaylaşmıştır.
2.6 parsek (8.6 ışık yılı) uzaklıkta bulunan Sirius Sistemi Güneş Sistemi’mize en yakın 8 yıldızdan ikisini içerir ve en yakın beşinci sistemdir. Diğer yakın yıldızlardan Alpha Centauri, Canopus, Rigel ya da Betelgeuse gibi, parlak görünmesinin temel nedeni bize yakınlığıdır. .Fakat aydınlatma gücünün Güneş’imizin 25 katı olduğunu da unutmamak gerekir. Sirius’un en yakın büyük komşusu 1.61 parsek ya da 5.24 ışık yılı uzaklıkta bulunan Procyon yıldızıdır.. Jüpiter’in dört uydusunu incelemek üzere 1977’de fırlatılan Voyager 2 uzay aracının yaklaşık 296.000 yıl sonra Sirius’un 4.3 ışık yılı uzağından geçeceği tahmin edilmektedir..
Sirius birbirlerinden 20 astronomik birim uzaklığında (yaklaşık Güneş ile Uranus arasındaki uzaklıkta), birbirleri çevresinde tam olarak 49.9 yılda dönen iki beyaz yıldızdan oluşan bir çift yıldızdır. Sirius-A adı verilen, parlak olan bileşen, tayf türlerine göre yapılan yıldız sınıflandırma sisteminde A1V sınıfında bulunan yüzey ısısı tahminen 9.940 Kelvin olan bir anakol yıldızıdır. Yoldaşı Sirius-B ise yıldızsal evrimini tamamlayarak beyaz cüce haline gelmiş bir anakol yıldızıdır. Kütlesi bir zamanlar Sirius-A’dan daha büyük olan Sirius-B görsel tayfta 10.000 kez daha az parlaktır. Sistemin yaşının 230 milyon yıl olduğu tahmin edilmektedir. Yaşam süreçlerinin erken dönemlerinde eliptik yörüngeleri 9.1 yıl olan iki mavimsi beyaz yıldız oldukları sanılmaktadır. 1983’te |
uzaya fırlatılan IRAS (Infrared Astronomical Satellite) gözlemevi uydusunca ölçüldüğünde, kızılötesi ışın yayma düzeyinin sanılandan çok daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Bu, Sistem’de toz bulunduğunun belirtisi olabilir ve çift yıldızlarda görülmeyen, tuhaf bir olgu olarak kabul edilmiştir.
Sirius çift yıldız Sistemi’nde iki yıldızdan büyük olanı Sirius-A’dır. Sirius, Güneş'ten 23 kat daha parlak beyaz bir yıldızdır. Tayf türü A olan beyaz yıldızlar, evrendeki yıldızların yaklaşık %1'ini oluştururlar. Sirius,Dünya'ya en yakın yıldızlardan biridir ve yakınlık bakımından 7. sırada yer alır. Kimi kaynaklar Alfa Centauri yıldız sisteminde yer alan üç yıldızı tek bir yıldız saydıklarından, Sirius'un Dünya'ya 5. en yakın yıldız olduğunu yazarlar.
Sirius-A Güneş’imizin 2.02 misli bir kütleye sahiptir. Astronomik “girişim aracı” (interferometer) ile yapılan ölçümlere göre bu yıldızın açısal çapının 5.936±0.016 olduğu tahmin edilmektedir. Her şey göz önünde tutulursa öngörülen rotasyon hızı 16 km/saniyeden aşağı olup ekseni etrafındaki bu dönme hızı dairesel biçiminde ekvatora doğru bir yassılaşmaya yol açacak kadar büyük bir hız değildir. Oysa ona eş boyutta olmakla birlikte, saniyede 274 km. gibi büyük bir hızla kendi etrafında dönen Vega yıldızı ekvatoru kısmında tümsek şeklinde bir şişme gösterir.
Yıldız örneklerinin incelenmesi yıldızların uzaydaki molekül bulutlarının kendi kütleçekimsel kuvveti altında çökmeye başlamasıyla oluşmaya başladıklarını ortaya koymaktadır. Bu oluşma hareketinden 10 milyon yıl sonra iç enerji üretimi tümüyle nükleer tepkilerden doğdu. Yıldızın çekirdek kısmı yayılma niteliği kazanmış hale geldi ve enerji üretimi için KAO döngüsü nü kullandı. Sirius-A’nın oluşumundan milyar yıl sonra hidrojen rezervlerini tümüyle tüketmiş olacağı öngörülmektedir. İşte o zaman yıldız, evrim sürecindeki kızıl dev aşamasına geçecek, daha sonra da beyaz cüceye dönüşerek istikrarlı halini alacaktır. Sirius-A’nın tayfı (tayf analizi) derin metal çizgiler göstermektedir ki bu, demir gibi, helyumdan daha ağır elementlerin fazlalığına işaret etmektedir. Sirius-A’nın atmosferindeki demir oranı ile Güneş’imizin atmosferindeki demir oranı karşılaştırılırsa Sirius’un atmosferinde demir Güneş’imizinkine oranla üç kat fazladır (% 316). Fakat, dış tabakanın içeriği, yıldızın tümünün içeriği hakkında bir gösterge sayılamaz. Bununla birlikte kimi astronomlara göre, Sirius-A Sirius-B’den ağır elementler almış olup Güneş'e oranla 7 kat fazla demir içermektedir.
2.366.400 km'lik çapa sahip Sirius-A yaklaşık 10 bin Kelvin (9.727 santigrat) derecesindeki yüzey ısısıyla Güneş’ten 4.000 Kelvin derece daha sıcaktır, Güneş’in 23 katı bir aydınlatma gücüne sahiptir, Güneş’ten 23 kat daha büyük enerji açığa çıkarmaktadır.
Sirius A, hidrojen yakıtını tüketerek ömrünü tamamlamış ve artık "sönmüş" bir güneş olan yoldaşından 10.000 kez daha parlaktır.
Sirius-A ve Sirius-B’nin yarıçap, yoğunluk ve kütle bakımından Güneş ile karşılaştırmalı ölçümleri 2000'li yılların başlarında NASA tarafından şöyle açıklanmıştır (Güneş'in yarıçapı, yoğunluğu ve kütlesi "1" olarak kabul edildiğinde):
Keşfedilen ilk beyaz cücedir. Kütlesi Güneş’imizinkine hemen hemen eş olan Sirius-B, bilinen beyaz cüceler içinde kütlesi en büyük olanlardan biridir. Kütlesi 0.5-06 güneş kütlesi olan sıradan bir beyaz cüceye oranla iki kat büyük bir kütleye sahiptir. Küçük olmasına karşın çok ağırdır, bir santimetreküp maddesi 33 ton gelir. Yeryüzünde bu kadar ağır bir element yoktur. Sirius-B’nin oluştuğu madde ya da elementin ağırlığı, yeryüzündeki en ağır element olan osmiyum’un 1.500.000 katıdır. Fakat bu büyük kütle, Dünya gezegeninin hacmine eş bir hacimde, deyim yerindeyse, “sıkışıp kalmış”tır. Yüzey ısısı 25.200 Kelvin’dir. Fakat artık enerji üreten iç kaynaklarının olmamasından dolayı gitgide soğuklaşmaktadır. Bir beyaz cüce, evrim sürecinde, ancak, bir anakol yıldızı oluştan çıktıktan sonra ve kızıl dev aşamasını tamamladıktan sonra oluşur. Bu olayı Sirius-B, yaklaşık 120 milyon yıl önce, yani şimdiki yaşının yarısı yaşındayken geçirdi. Sirius- B bu olayı geçirmeden önce, henüz bir anakol yıldızı olduğu sıralarda, kütlesi 5 güneş kütlesi olan B tipi (tahminen B4-5 tipi) bir yıldızdı. Sirius-B kızıl dev aşamasını geçirdiği sıralarda yoldaşı Sirius-A’nın metalliğini zenginleştirebilmiştir.
Sirius-B’nin, esas olarak, yıldızın erken dönemlerindeki helyum füzyonuyla üretilmiş karbon-oksijen karışımından oluştuğu sanılmaktadır. Yıldız, daha hafif elementlerden oluşan ve kütleleri farklı olduğundan yüksek yüzey çekimi nedeniyle ayrılmış halde yer tutan maddelerden oluşmuş bir katmanla kaplı durumdadır. Sonuç olarak, Sirius-B’nin dış atmosferinin şimdilerde, saf hidrojenden –ki bu en az kütleli elementtir- oluştuğu söylenebilir ve yıldızın tayfında şu ana kadar başka elementlerin izine raslanamamıştır. Fakat kimi astronomlara göre de Sirius–B tümüyle, evrim geçirmiş bir elementten veya bir tür “yoğun demir”den oluşmaktadır.
Sirius-B’nin yüzeyi Dünya’daki en sert nesne kabul edilen elmastan 300 kere daha serttir. Sirius-A’dan 10.000 kez daha az parlak bir "sönmüş yıldız" olduğundan ve diğer yıldızlara oranla son derece küçük olduğundan Sirius–A’nın aksine, parlak görülmez, Dünya’dan en modern teleskoplarla bile görülmesi çok zordur. Çapı 12.000 km. olmakla birlikte çekim alanı Dünya’nınkinden 350.000 kez daha güçlüdür. Sirius-B, çevresindeki nesnelere müthiş bir çekim gücü uyguladığından, kendisinden 160.000 kez büyük olmasına karşın Sirius–A’yı çekimiyle etkileyebilmekte ve birbirleri çevresinde dönmektedirler. Sirius-B o kadar yoğundur ki, yıldızdan alınacak formula_1'lük maddenin Dünya'daki ağırlığı 2,25 tondur.
1909’da Ejnar Hertzsprung Sirius’un “Ursa Major (Büyük Ayı) Hareketli Kümesi”nin bir üyesi olduğu fikrini ortaya atan ilk kişi oldu. Bu fikre Sistem’in gökyüzünde yaptığı hareketleri gözlemleyerek varmıştı. Ursa Major kümesi uzaydaki hareketlerinde ortaklık gösteren, çekimsel gevşeme göstermelerinden itibaren bir açık kümenin üyeleri haline gelen, 220 yıldızdan oluşan bir yıldız sistemidir. Ancak 2003 ve 2005’te yapılan analizler Sirius’un bu kümenin bir üyesi olması konusunda kuşku duyulmasına neden olmuştur. Kümenin tahmini yaşının 500±100 milyon yıl olmasına karşın, Güneş’e benzer bir metalliğe sahip Sirius, kümenin ancak yarısı kadar bir yaştadır. Yani söz konusu kümeye ait olmasıyla çelişen, genç bir yaştadır. Bir başka görüş de Sirius Üstkümesi olarak ortaya atılmıştır. Sirius, Ursa Major kümesi yerine bu kümenin üyesi olabilir: Sirius, Beta Aurigae, Alpha Coronae Borealis, Beta Crateris, Beta Eridani ve Beta Serpentis dağınık yıldızları gibi yol almaktadır ki, bu dağınık yıldızlar Güneş’imizden 500 ışık yılı uzaklıkta yer alan üç kümeden birini oluştururlar. Diğer iki küme her biri yüzlerce yıldızdan oluşan Hyades ve Ülker (yıldız kümesi) dir.
Soldaki hareketli resimde çiftyıldızlarda iki yıldızın birbirleri çevresinde dönüşü gösterilmektedir. Fakat her iki yıldız aynı zamanda belli bir yöne doğru hareket halinde de olduklarından Sirius yörüngesi, kâğıt üzerinde çizildiğinde, hemen hemen tüm adlarındaki iki ortak harf olan “s” ve “i”yi andırırcasına, bir eksen üzerinde dolanan “S”lere benzer.(Bkz.Sirius-A ve B'nin çizdiği yörünge) Sirius–A ve Sirius–B böylece, biri küçük, biri büyük basık halkaların sırayla birbirini izlemesinden oluşan bir zinciri andırırcasına çift yaylar çizerler. Dolanma süresi kimi astronomlarca 49,9 yıl olarak hesaplanmıştır.
Sirius (Arapça adıyla الشعــــــــــرى اليمانيـــــــــــــــة Şi'ra-yı Yemani ya da kısaca الشعرى Şi’ra) Güneş hariç tutulursa, Kur'an’da adı geçen tek yıldız olup kendisinden Necm (-Arapça’daki anlamı yıldızdır-) suresinde söz edilir. ""Şüphesiz (câhiliyede tapınılan) Şi’râ (yıldızı)nın Rabbi de O’dur. "" (53/49)
İlginç bir rastlantı, söz konusu yıldızdan surenin 49’uncu ayetinde söz edilmesi ve aynı surenin 9’uncu ayetinde iki yıldızın yörüngelerini ima edercesine “iki yay” ifadesinin geçmesidir. Her iki ayetin sayıları yani 49 ve 9 yan yana getirildiğinde ise söz konusu yıldızların kimi astronomlarca ileri sürülmüş dolanım süreleri olan 49,9 (yıl) sayısının oluştuğu görülmektedir. Fakat dolanım sürelerinin 49.9 yıl olmadığını, daha az ya da daha çok olduğunu ileri süren astronomlar da vardır.
Sirius yıldızından Zend Avesta'da da söz edilir. Birçok kutsal metinde sözü edilen tek yıldız olan Sirius, yeryüzündeki birçok uygarlık için de en kutsal yıldız olmuştur.
Yıldızın adının günümüzde en yaygın kullanımı, Latince’ye Yunanca’dan geçerek Latince’de “Sirius” haline gelmiş biçimidir. Bu ad antik Yunan’da "Σείριος" ("Seirios", "parlaklık, ateş" ya da "aşırı sıcak gün") idi. Fakat sözcüğün kökeni muhtemelen, Yunanca da değildi. Yunanca’daki adının kayıtlı en eski kullanımı Hesiodos’un MÖ 7. yüzyılda yazılmış “İşler ve Günler” yapıtında görülmektedir. Sirius’u belirten ifadelerin ve ona verilen adların sayısı 50’nin üzerindedir. Arapça’daki adı Şi’ra’dır الشعرى (“işaret, rehber, kılavuz”). Sanskritçede yıldız Mrgavyadha ("geyik avcısı") ya da Lubdhaka (“avcı”) olarak bilinir. Mrgavyadha olarak yıldız, Shiva’nın (Şiva) Rudra (rüzgar, fırtına ve av ilahı) biçimini temsil eder. Yıldız İskandinavya’da Lokabrenna (“Loki tarafından yakılmış” ya da “Loki’nin meşalesi”) olarak bilinir. Japonca’da ise günlük dilde Aoboshi (“mavi yıldız”) olarak ifade edilir.
Sirius’un çeşitli adlarından bazıları şunlardır:
Yıldız, Orta Çağ’ın Avrupa astrolojisinde "Behenian sabit yıldızları"ndan biri olup beril taşlarıyla ve ardıçla ilişkilendiriliyordu. Sirius’un kabalistik sembolü Heinrich Cornelius Agrippa tarafından oluşturulan listede çizilmiştir. Sirius’un kabalistik sembolü
Birçok kültürde Sirius’a kurt ya da köpekle ilgili bir özel anlam yüklenmiştir:
Büyük Köpek Takımyıldızı’nın en parlak yıldızı olan Sirius, teklifsiz konuşmada çoğu zaman “köpek yıldız” olarak belirtilir. Zaten Klasik Mitoloji’de de "avcı Orion"un köpeği olarak betimlenir, bu betimleme sanat eserlerine de yansımıştır. Antik Yunan’da aynı |
zamanda, Sirius’tan yayılan tesirlerin yaz sıcağında (köpek günleri) köpekler üzerinde, onları anormal davranışlara sevk edecek etkiler yaratabileceği düşünülmekteydi. "Köpek günleri" kavramı Romalılar’a da geçmiş ve bunun sonucunda Latince’de “dies caniculares” ve canicula ("küçük köpek") terimleri doğmuş, daha doğrusu bu terimlere özel anlam yüklenmiştir. Çin astronomisinde yıldız "göksel kurt" (Tiānláng) olarak bilinir ( Japonca'sı Tenrō, Korece'si Cheonlang). Sirius bu kültürlerin bölgelerinden uzakta sayılabilecek başka bölgelerde de, örneğin Kuzey Amerika kızılderililerinde de köpek ya da kurtla ilişkili görülür. Örneğin Meksika’daki Seri'ler ve Sonoran Çölü’ndeki Tohono O'odham yerlileri Sirius’u “dağın koyunlarını takip eden köpek” olarak belirtiler, Karaayak dilinde ise yıldıza “köpek-yüz” denir. Cherokee (kabile) kızılderilileri Sirius’u Antares yıldızıyla eşleştirir ve her ikisini “ruhların yolu”nun sonunun bekçisi olan köpek yıldız olarak kabul ederler. Benzer inanışlara Asya şamanizminde ve eski Mısır mitolojisinde de rastlanır. Nebraska Pawnee’lerinde de Sirius’la ilgili bu tür ilişkilendirmeler görülür. Wolf (Skidi) kabilesine göre Sirius “kurt yıldız”dır. Alaska’lı Inuit’ler ise Sirius’u “Ay Köpeği” olarak adlandırırlar.
Yine, birçok kültürde Sirius yay ve ok ile ilişkilendirilir:
Antik Çin’de güney yarıküre bir ok ile bölünen yay şeklinde canlandırılırdı. Oku oluşturan Büyük Köpek Takımyıldızı ve Puppis Takımyıldızı’ydı. Okun ucu kurt-Sirius ile noktalanırdı. Benzer bir ilişkilendirme Dandera’daki Hathor Tapınağı’nda görülür; burada ilahe Satet okuyla Hathor’u (Sirius) resmetmektedir. Pers kültüründe Tir adıyla bilinen Sirius, geç Pers kültüründe ok olarak tasvir edilmiştir.
Sirius'un antik Yunan'da batıdan doğuşu inisiyasyonlarda küçük misterlerin sonu anlamına gelirdi. Geleneklerde Sirius Sistemi ile ilişkilendirilen biçimsel semboller üç uçlu yaba, yay ve ok, hayvansal semboller kurt ya da köpek ve yunus, sayısal semboller ise 3, 22, 23, 44, 49 ve 50'dir.
Dogonlar Afrika'nın Mali cumhuriyetinde yaşayan bir kabile halkıdır. Kabilenin nüfusu 250.000 civarındadır. Dogonlar hakkında en fazla araştırma yapmış ve Dogon kültürünü 1930’lu yıllarda Batı'ya tanıtmış olan etnolog Marcel Griaule'dür. Totemleri bulunan ve inisiyasyona dayalı bir örgütlenmesi olan bu kabile, tradisyonlarını sözlü aktarım yoluyla sürdürmüştür. Tradisyonlarındaki astronomi bilgileri, özellikle Sirius sistemi hakkındaki bilgileri tüm astronomları şaşırtmıştır. Dogonlar’ın 1930’lu yıllarda bildirdikleri bazı bilgiler, sonradan modern astronomik keşiflerle doğrulanabilmiştir. Kimilerince ilkel olarak nitelendirilebilecek bu halkın geleneksel olarak bildiği, teleskopa sahip olunmaksızın bilinmesi imkânsız denilen astronomik bilgilerden bazıları şunlardır:
Dogonlar, bu kadarla kalmayıp, Sirius Sistemi’nde henüz varlığı halen doğrulanamamış üçüncü bir bileşen yıldızın olduğunu, dolanım süresini ve gezegenin bulunduğunu bildirmektedir.
Dogonların bu bilgileri nasıl bilebildikleri hakkında şimdiye dek çeşitli spekülasyonlar yapılmışsa da, spekülasyonların ötesinde, doğrulanabilir bir veri elde edilebilmiş değildir.
Sirius yıldızına en fazla önem vermiş topluluklardan biri olan, Dogonlar'ın Sirius ile ilgili olarak, sembolizm içerdiği sanılan diğer inanışları şöyledir:
Po tohumunun en yüksek gök katındaki ifade edicisi, temsil edicisi ve kopyası Sirius-B yıldızıdır (Po-tolo). Po tohumu alemi döndürmeyi bitirmiş olduğundan dış zar Sirius-B’ye dönüştü. Sirius-B’de Po’nun döndürmüş olduğu alemin kanından arta kalan kısım vardır. Bu, onun yarattığı her şeyin kanından arta kalan kısımdır. Sirius-B küçük olmasına karşın en ağır yıldızdır. Tüm yıldızların ilki Sirius-B’dir. Alemdeki her şey onda vardır. O, âlemin desteği, dayanağı, yıldızların direğidir. Âlem Sirius-B yıldızının sayesinde dönmektedir. Sirius Sistemi Güneş Sistemi’mizle evlenmiş bulunmaktadır. Dünya’ya Sirius-B yıldızından Nommo'nun gemisi ile aktarılan tohumlar yalnızca Dünya üzerinde değil, yaratılan tüm “"üst üste konulmuş alemler"” de çimlenip çoğaldılar. Dünya’ya kelâmın hepsi açıklanmadı, daha gelecektir. ""Emirler Sirius-B'den Sirius-A'ya Sirius-C vasıtasıyla aktarılmaktadır"."
Antik çağ ezoterizminde, Çin’de, eski Mısır’da, bazı Afrika kabilelerinde, Mezopotamya’da, Anadolu’da yaşamış Hititler ve Urartular’da, Hopi kızılderililerinde, şamanist Türkler’de ve kimi araştırmacılara göre yitik uygarlıklardan Mu ve Atlantis’te her zaman önemini korumuştur. Kimilerine göre bu yıldıza bu kadar önem verilmesinin nedeni, Dünya’nın görünmez idarecilerinin Dünya üzerindeki sevk ve idarelerini bu yıldız varlıkları aracılığıyla gerçekleştiriyor olmalarıdır. Sirius yıldızının bu rolü hakkında bilgi veren kişilerden biri Lori Tostado’dur. Bir iddiaya göre, yitik Mu kıtasına tektanrılı dinin indirilmesinden beri gezegenimizde Sirius kültürü hakimdir. Sirius konusunda internette çoğu tutarsız görünmekle birlikte sayısız yorum yapılmıştır.
Sirius sık sık bilim kurguya ve popüler kültüre konu oluşturmuştur. Macquarie Üniversitesi’nin öğrencilerinin çıkardığı günlüğün adı Sirius’tur. 18. yüzyıldan beri Birleşik Krallık'ın Kraliyet Filosu’ndaki 7 gemi HMS Sirius adını almıştır. Aynı şekilde Avustralya ve Amerikalı gemilerinden de Sirius adını alanlar olmuştur. Birçok motora yine Sirius adı verilmiştir (Lockheed Sirius, Mitsubishi Sirius). CD Radio adlı Kuzey Amerika uydu radyo şirketi 1999’da adını Sirius Satellite Radio olarak değiştirmiştir. J. K. Rowling Harry Potter serisinde, Harry’nin vaftiz babası da Sirius adını kullanmıştır. Grönland’daki Danimarka Özel Güçler Ünitesi, Sirius Patrol adını almıştır.
Dört boyutlu âlem
Dört boyutlu âlem, terimi Neo-spiritüalizmde kullanılan bir terim olup, üç boyutlu alemin dünyalarında ruhsal tekamüllerini tamamlamış varlıkların bulunduğu farklı bir boyutu tanımlamak üzere kullanılmıştır.
Terimdeki "dört" sözcüğü en, boy ve yükseklik boyutlarına dördüncü bir geometrik boyutu eklemek amacıyla değil, beşerî zaman ve mekan kavramlarıyla kavranması mümkün olmayan bir boyutu adlandırmak zorunluluğundan dolayı kullanılmıştır. Neo-spiritüalist görüşe göre, dört boyutlu âlemde fiziksel dünyalara ve spatyum'lara özgü olan şekiller ve renkler mevcut değildir.
Totoloji
Totoloji üç ana kullanımı vardır:
KFTPGrabber
KFTPGrabber, KDE için FTP istemcisidir. Jernej Kos tarafından 2003'te geliştirilmeye başlanmıştır.
Konversation
Konversation, KDE için IRC istemcisidir. KDE'nin Extragear paketi altında geliştiriliyor, dolayısıyla KDE'den bağımsız sürüm çıkarabiliyor.
Çoklu sunucu, IPv6, SSL ve UTF-8 gibi özellikler barındırıyor.
İhram
İhram, Hac ya da umre ziyaretini yapan Müslüman erkeklerin giymesi gereken ve iki parçadan oluşan, dikişsiz, beyaz örtü.
Kadınlar için özel bir giysiden söz edilmemiş olmakla beraber onlar da uzun beyaz giysiler giyerler. Genellikle hac hali için kullanılan ihram sözcüğü namaz hali için de kullanılabilir. İhramda Müslümanlar sakallarını tıraş eder ve tırnaklarını keser. İhram harici sakal kesmek ve tırnak kesmek yasaktır.
İhrama girmiş kimseler arasında kavga çıkarsa ve küfür edilirse ceza verilir. İhram hac için bir zorunluluktur ve farzdır.
Bursa Anadolu Lisesi
Bursa Anadolu Lisesi, 1970 yılında Maarif Koleji adı ile kurulmuştur ve Bursa'da bulunan Anadolu Liselerinin ilkidir.
Kuruluşunda öğretim binası olmadığından 1971-1974 yılları arasında kız ögrencileri Bursa Kız Lisesi'inde, erkek ögrencileri de Bursa Erkek Lisesi'nde öğretimini sürdürmüştür. 1974-1975 eğitim ve öğretim yılında bütün öğrencileri ile beraber Mithat Paşa İlkokulu'nda öğretimine devam etmiştir.
1976-1977 eğitim ve öğretim yılından itibaren de Zübeyde Hanım caddesinde şu andaki kendi binasına taşınmıştır. Okulun kız ve erkek öğrenci pansiyonu vardır. Okula öğrenciler sınavla alınmaktadır. 1974 yılına kadar bu sınavlar İl Millî Eğitim Müdürlüğü tarafından okul bünyesinde kurulan sınav komisyonları tarafından, bu tarihten itibaren de Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı tarafından merkezi sınav sistemiyle yapılmaktadır.
Okulun öğretim süresi 1998-1999 eğitim ve öğretim yılına kadar bir yıl hazırlık, üç yıl ortaokul, üç yılı da lise olarak toplam yedi yıl idi. 1998-1999 eğitim ve öğretim yılından 2005-2006 eğitim öğretim yılına kadar bir yılı lise öncesi hazırlık, üç yılı da lise olmak üzere dört yıldı. 2005-2006 eğitim öğretim yılından itibaren de Millî Eğitim Bakanlığının yaptığı düzenlemeyle birlikte lise öncesi hazırlık kaldırılmış ve lise dört yıla çıkarılmıştı. Okulun genel mevcudu yıllara göre 900 ile 950 arasında degişmektedir.
Okulda ağırlıklı yabancı dil İngilizcedir. Öğrenciler okulun ilk senesinde , hazırlık sınıfının kalkmasını telafi etmek amaçlı, haftada 10 saat İngilizce dersi görür. Bunun yanında öğrenciler ek yabancı dil olarak Almanca veya Fransızca derslerinden birini seçerler.
Okulun 32 derslikli, birer fizik, kimya, biyoloji, fen bilgisi, bilgisayar, yabancı dil video laboratuvarı ile müzik ve resim-iş salonları bulunan öğretim binası, kız öğrenci pansiyon binaları ve çok amaçlı spor salonu mevcuttur.
İlk mezunlarını 1977 yılında veren okulun bazı başarıları aşağıda sıralanmıştır:
2009 Öss'de
2010 Üniversiteye yerleştirme oranı %90
2011 YGS-LYS sonucu
http://bursaanadolulisesi.meb.k12.tr/
Eskrim
Eskrim, kılıçla yapılan bir spordur ve temelini kılıçla dövüş sanatı oluşturur. Eskrimin bir spor dalı olarak gelişmesi, ortaçağda kılıçla yapılan düellolarla yakından ilişkilidir.
Eskrim üç tür silahla yapılır: Flöre, epe ve kılıç (sabr). Bu üç eskrim biçiminin sayı sistemleri aynıdır, ama karşılaşmalarda farklı yönleri vardır. Eskrim dayanıklı özel giysiler içinde yapılır. Çelik teller ile örülmüş bir maske, koruyucu bir yelek, sağlam keten ya da branda bezinden bir ceket ve yumuşak eldivenler giyilir. Bu giysiler eskrimciyi yaralanmalardan korur. Eskrim karşılaşmaları, genişliği 1.5 metre ve uzunluğu 14 metre olan bir pistte yapılır.
Flöre olarak adlandırılan silah, 1,1 |
metre uzunluğunda, ucunda küçük bir düğme ve kabza adı verilen koruyucusu bulunan ince bir silahtır. En çok 500 gram ağırlığında olabilir. Eskrimi öğrenmede de flöre kullanılabilir. Flöre silahının ucundaki yaylı noktanın rakibin gövdesine bastırılmasıyla sayı kazanılır. Her iki oyuncu da aynı anda bu vuruşu yaparsa, sayıyı atak üstünlüğü olan kazanır. Vuruşlar yalnızca gövdeye yapılır,özel yelek olduğundan dolayı, kol ve bacaklara ya da başa değen vuruşlar kural dışı sayılır. Karşılaşmalarda eskrimci kısa, hızlı adımlarla ileri-geri hareket eder. Hücum durumundaysa kol, gövde ve bacaklarının hamle denen açılımıyla rakibini dürter. Savunmada ise rakibin hücumunu savuşturarak vuruş hakkı kazanmaya çalışır. Doğrudan yapılan hamleler rakibi tarafından kolayca savuşturulacağı için, eskrimcinin aldatıcı hareketlerle rakibini şaşırtacak hareketler yapması gerekir.
Epe, flöreden daha keskin ve ağır bir silahtır. Epede dürtüşler yalnızca silahın ucuyla yapılır ve giyside iz bırakmaz. Karşılaşma genel düello kurallarıyla yapılır ve özel sınırlamalar yoktur. Rakibin herhangi bir yerine yapılan dürtüş puan olarak değer kazanır. Aynı anda yapılan vuruşlar iki tarafa da sayı kazandırır.
Kılıç, hem dürtme, hem de vurma silahı olarak kullanılır. Düz ve yassı olan kılıcın yarı yuvarlak bir koruyucusu vardır. Rakibin belden yukarısına kılıcın ucuyla ya da kenarlarıyla yapılan vuruşlar sayı kazandırır.
Eskrim karşılaşmaları, Uluslararası Eskrim Federasyonu'nun (FIE) yönetiminde yapılır. Eskrim, 1896'dan bu yana Olimpiyat Oyunları'nda da yer alan spor dallarından biridir.
Düello
Düello, iki kişi arasında bir onur sorununu çözmek için belirli kurallara göre ölümcül silahlarla yapılan dövüştür.
İlk Çağ'da savaştan önce ya da savaş sırasında teke tek çarpışmalar yapılırdı. Kabileler arasındaki anlaşmazlıkların çözüm yolu da bu tür dövüşlerdi. Bu uygulama Orta Çağ'da Avrupa'ya giderek biçim değiştirdi. 10.-12. yüzyıllarda yalnızca özgür insanlar düello yapabiliyordu.
Düello, açık bir biçimde hakemler önünde gerçekleşirdi. Bu dönemde Tanrı önünde haklının yenilmeyeceğine inanılıyor ve bundan dolayı düelloya bir yargı aracı olarak bakılıyordu. Örneğin suçlayan ile suçlanan arasındaki sorunu yargıçlar kanıt bulunmadığı için çözemezse, tarafların düello yapmalarını isterdi.
Düello halk önünde yapılırdı. Düelloyu kaybeden ölmemişse, bu yolla suçu kanıtlanmış sayıldığı için cezalandırılırdı. Düellonun bu biçimi Fransa'da 1547'de yasaklanırken, İngiltere'de 1819'a kadar sürdü. Düello bundan sonra soylular arasında onur sorunlarını çözmek için başvurulan bir yöntem oldu. Onurunun zedelendiğine inanan kişi, kendisine hakaret eden kişiyle düello teklif ederek onurunu kurtaracağına inanırdı.
Onurunun zedelendiğini düşünen kişi, yanına iki tanık alarak rakibini düelloya çağırırdı. Rakibi de iki tanık bulur, bu tanıklar düelloda uyulacak kurallar saptarlardı. Silah seçimini düelloyu isteyen kişi yapardı. Genelde kılıç ya da tabanca kullanılırdı. Tanıklar düellonun yapılacağı alanın enini boyunu ölçer ve silahları denetlerdi. Düellocular kılıçla dövüşüyorlarsa, bunun belirlenmiş alan içinde gerçekleşmesi gerekirdi. Düello için silah saptanmışsa, düelloya tutuşan kişiler tanıkların saptamış olduğu uzaklıktaki işaretli yerlerden ateş ederlerdi. Eğer çok ağır bir suçlama söz konusu değilse, karşılıklı birer el ateşle ya da hafif bir yaralanmayla düello sona ererdi. Ağır bir suçlamada ise, düello ölümle ya da ağır yaralanmayla sonuçlanacak biçimde gerçekleşirdi. Tanıkların da birbirleriyle dövüştüğü dönemler de olmuştur.
İkdam
İkdam, 5 Temmuz 1894-31 Aralık 1928 tarihleri arasında İstanbul'da yayınlanan günlük siyasal gazete.
Sahibi ve başyazarı Ahmet Cevdet'ti (Oran). Türkiye'de rotatif baskı tekniği ile basılan ilk gazete olan "İkdam", II. Abdülhamid döneminde birkaç kez kapatıldı.
"Sabah" gazetesi sahibi Mihran Efendi ile anlaşan Ahmet Cevdet, II. Meşrutiyet'in ilan edildiği 24 Temmuz 1908 gecesi, gazete provalarını görmeye gelen sansür memurlarını kovmuştu. Bu olay, günümüzde de kutlanan 24 Temmuz Gazeteciler Bayramı’nın doğmasına vesile oldu. Gazete, İkinci Meşrutiyet sonrasında İttihat ve Terakki yönetimine karşı eleştirel bir tutum aldı. Tirajı 40 bine kadar yükseldi. 14 Mart 1910'da "Yeni İkdam" adını aldı. 26 Şubat 1912'den sonra da "İktiham" adıyla yayımlandı. 10 Ağustos 1912'den itibaren yeniden "İkdam" adını alan gazetenin başyazarlığını 5 Eylül 1912'de Ali Kemal Bey üstlendi.
Gazete mütareke döneminde Yakup Kadri'nin yönetiminde yayımlandı. Bu yıllarda Milli Mücadele'yi destekleyen yazılar yayımladı. Ahmet Rasim, Cenab Şahabeddin, Halit Ziya Uşaklıgil, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Hüseyin Cahit Yalçın ve Ahmet Emin Yalman gibi tanınmış yazarlar İkdam'ın yazı kadrosu içinde yer aldılar.
1923'te gazetenin yönetimi Ahmet Cevdet'in sağlık sorunları yüzünden Mecdi Sadrettin'e geçti.
1 Aralık 1928'den itibaren Latin harfleriyle basılan "İkdam", yayın hayatının ilk yıllarından başlayarak dilde sadeleşme akımının öncülerinden ve Türkçülük akımının etkin savunucularından biri olmuştur.
Bayan
Bayan, kadınların ad veya soyadlarının önüne gelen bir saygı sözcüğüdür, bir nevi erkeklerde kullanılan "bay"ın kadınlar için olan kullanımıdır. Türkçede kullanımının erkekler için kullanılan bu sözcükle beraber Cumhuriyet'ten sonra İngilizce'deki Ms. hitabının Türkçe karşılığı olarak kullanılmaya başlandığı sanılmaktadır. Ancak daha yaygın olarak, addan sonra kullanılan "hanım" sözcüğü nedeniyle bu anlamı arka planda kalmıştır.
Son yıllarda kadın ve kız ayrımının yetişkinlik veya gençliğe değil, cinselliğe yönelik çağrışım yaptığını düşünenler tarafından "kadın" anlamında kullanılmaya başlamıştır. Sözcük bu şekliyle genellikle kadın demenin ayıp olacağının düşünüldüğü ortamlarda kullanılır. Prof. Dr. Sevda Alankuş'a göre bu kullanım "kadın sözcüğünün, kız sözcüğü karşısında taşıdığı ‘aktifleşmiş’ cinsellik çağrışımından korkulması" şeklinde açıklanıyor. Bu kullanım kadın haklarını savunan kişi ve örgütlerin tepkisini çekmektedir. Asıl kullanımın sadece "Bay"ın karşılığı olması gerektiği düşünülmektedir.
.bu
.bu, Burma için internet ülke kodu üst seviye alan adıydı (ccTLD). Ancak ülkenin adının 1989'da Myanmar olarak değişmesinden sonra yerini .mm'ye bıraktı.
.dd
.dd Doğu Almanya için ayrılmış olan internet ülke kodu üst seviye alan adıydı (ccTLD). Ancak ülkenin 1991'de Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla birleşmesi sonucu, daha aktif hale geçmeden yerini .de'ye bıraktı.
Etiler, Beşiktaş
Etiler, İstanbul'un Beşiktaş ilçesi'nde yer alan bir mahalle. Levent'in doğusunda, Nisbetiye Caddesi'nin Bebek sırtlarına rastlayan kesiminin iki yanında kuruludur.
1947'de inşaatına başlanıp 1950'de yerleşime açılan 1. Levent'ten sonra o zamanlar bomboş olan bu bölgedeki ikinci toplu konut girişimidir. Etibank'ın ortaklığı Etiler Yapı Kooperatifi'nin 192 villalık inşaatı 1954'te başlamıştır. Etiler Mahallesi, adını burada ilk villaları yaptıran yapı kooperatifinden almıştır. İstanbul'un 1950'li yıllardan itibaren gerçekleşen kentsel yayılma ve değişmesini en iyi özetleyebilecek yerleşmelerden biridir. Etiler'de ilk konutlar yapılmaya başlandığında o zamanlar kent dışında son derece sakin bir toplu konut yerleşimi olan Levent'in güney sınırını çizen Nisbetiye Yolu'nun çevresi, bütünüyle tarlalar, kırlar, yeşil tepelerle kaplıydı. Levent'in güneydoğu sınırındaki son ev ile bugünkü Ata İlkokulu noktasından başlayan Etiler villaları arasında bir Jandarma noktası ve bir sütçü kulübesi hariç hiçbir yerleşme yoktu. İlk Etiler evlerini yapan Etiler Yapı Kooperatifi'nin üyelerinin önemli bir bölümü Demokrat Parti ileri gelenleriydi.
1960'lardan itibaren Bebek sırtlarında, yeşillikler ve korular arasındaki bu ilk evlerin çevresinde, Nisbetiye Caddesi'nin iki yanında ve Etiler evlerinin arkasında, bir de Küçükbebek sırtlarındaki eski Nisbetiye Kasrı'nın bulunduğu Çamlık'ta özel kişiler ve kooperatiflerce çok katlı ve çok daireli apartmanlar kurulmaya başlandı. 1960 sonlarına gelindiğinde, Nisbetiye Caddesi'nin, 1. Levent'in bittiği kesiminden başlayarak iki yanı, güneyde Arnavutköy dere vadisine doğru Petrol Sitesi, SSK evleri vb sitelerle, kuzey kesimi ise Etiler'e doğru o dönemin gökdelenleri sayılabilecek 10-12 katlı lüks apartmanlarla dolmaktaydı. Aynı dönemde Etiler semti, kuzeye ve doğuya doğru yeni evler, apartmanlar ve sitelerle gelişiyordu. Etiler'in kendisine eklenen yeni konut bölgeleriyle, Levent'ten Hisarüstü'ne kadar dört yönde aralıksız uzanan yoğun bir yerleşme bölgesi halini alması, 1970'lerin ortalarından sonra oldu ve semt 1980-1990 arasında bugünkü haline geldi. Boğaziçi sırtlarının merkeze en yakınlarından birinin üstündeki Etiler ve çevre yerleşmeleri 1980'lerde önce orta-üst ve üst gelir katmanlarının rağbet ettiği, seçkin sayılan bir konut bölgesi halinde gelişirken 1980 sonlarında, İstanbul'un gece hayatının önemli merkezlerini, lüks restoranları, şık dükkânları ve mağazaları barındıran bir semt haline geldi.
Semtin, kendisine eklenen yeni mahallelerle ve sitelerle büyüdüğü günümüzde, eğitim kurumları da semtte hızlı bir artış gösterdi. Öteden beri Küçükbebek Rumelihisarı sırtlarındaki korulukta bulunan Boğaziçi Üniversitesi'ne (eski Robert Kolej) 1980'lerde İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi, Boğaziçi Üniversitesi 'nin kütüphane, arşiv vb birimlerinin binaları, Özel Yıldız Koleji, Anadolu Meslek Lisesi, Özel İdeal okulları ve başka özel okullar gibi eğitim kurumları da eklendi.
Günümüzde, idari birim olarak Etiler Mahallesi daha küçük bir alanı içeriyorsa da, semt olarak Etiler, Levent'in doğu sınırından başlayarak Yıldız Blokları'nı, Basın Sitesi'ni, Uçaksavar Sitesi'ni, lüks Alkent konutlarını, Akatlar Mahallesi'ni, irili ufaklı daha pek çok site ve toplukonut bölgesini kapsamaktadır.
1993 sonunda açılan, İstanbul'un büyük ve görkemli iş ve alışveriş merkezi, içinde binlerce metrekareye yayılmış ünlü mağazaların yer aldığı Akmerkez, Levent'ten Etiler'e doğru giderken, Nisbetiye Caddesi üzerinde, semtin girişin |
e yakındır.
Özellikle Nisbetiye Caddesi üzerinde çok sayıda eğlence merkezi yoğunlaşmıştır.
.zr
.zr Zaire için ayrılmış olan internet ülke kodu üst seviye alan adıydı (ccTLD). Ancak ülkenin 1997'de adını Demokratik Kongo Cumhuriyeti olarak değiştirmesinin ardından yerini .cd'ye bıraktı. .zr 2001'de yürürlükten kaldırıldı.
Stan Marsh
Stanley "Stan" Marsh animasyon dizi South Park'taki başrollerden biridir. Dizinin yaratıcılarından Trey Parker tarafından seslendirilmektedir. Stan ve Kyle sık sık dörtlünün başları olarak görülür. Stan, dörtlüdeki en "normal" çocuktur, çoğunlukla dürüsttür, yaşına göre olgundur ve mantıklıdır. En iyi arkadaşı Kyle'dan daha çok Stan kendine güvenir. Stan'in astımı vardır. Ayrıca iki elini de aynı biçimde kullanabilir fakat, Stan sağ elini kullanmayı tercih eder. Doğum günü 19 Ekim'dir. Fiziksel görünüşte siyah ve düz saçlara sahiptir. Gruptaki dörtlüye göre daha zayıftır. Ayrıca gruptakilerden bir yaş büyüktür. 65 cm boyundadır
En sevdiği arkadaşı ise Kyle Broflovski'dir. Eric Cartman başına buyruk bir karakter olduğundan ayrı tutulursa, çoğu durumda grubun lideri konumundadır.
Stan sık sık öğütler verir ve popüler akımı eleştirir. 407. bölüm olan Cherokee Hair Tampons adlı bölümde Stan, Miss Information ve onun tıbbi ilaçlar dükkanına meydan okur. Ayrıca bu bölümde Stan, bir kahramanlık yapıp Kyle'a Eric Cartman'ın böbreğini bağışlatır. Ayrıca 504. bölüm olan Super Best Friends adlı bölümde Kyle'ın hayatını kurtarmıştır. Kyle ile Stan'in davranışları biraz birbirlerine benzer.
Stan istekli bir hayvansever olarak, amcası Jimbo'nun avlanmasına karşıdır. PETA üyesidir, bir dönem vejetaryen olmuştur ancak hastalanınca vazgeçmek zorunda kalmıştır. Bir bölümde bebek buzağıların hayatını kurtarmıştır ve bir keçiyi sahiplerine geri vermiştir. İyi niyetli olması, grup içinde onu öne çıkarır ve hem kendi başını, hem de arkadaşlarının başını belaya sokar. Stan ve Kyle Meksika'ya gitmiş, orada Meksika Uzay Programı'nın Orca'ya gitmesini kontrol altına almışlardır.Bir bölümde Cartman ve Stan, yanlışlıkla gemiyi köstebeklerin olduğu baraja çarpmıştır ve Stan "Umarım köstebekleri rahatsız etmemişizdir" demiştir.
Stan çok iyi empati kurabilir. Bir bölümde kendisini Al Gore'un yerine koymuştur. Ayrıca Stan çok dürüsttür. Yine bir bölümde Mel Gibson'ın filmini beğenmediği için Kenny ile Mel Gibson'un evine, paralarını geri alabilmek için gitmişlerdir (18 dolar). Fakat Mel Gibson çocuklara silahla saldırır. O sırada Mel Gibson'ın cüzdanını bulurlar ve içinde 20 dolar bulurlar. Ama Stan dürüstlüğü gereği Kenny'den 2 dolar alır, cüzdana koyar ve 20'liği kendine alır.
Her bölümde Kenny öldüğünde "Oh my God, they killed Kenny!" ("Aman Tanrım! Kenny'i öldürdüler!") der ve Kyle da ona eş olarak "You bastards!" ("Sizi piçler!") der. Ama Kenny artık ölmediği için bu sözler duyulmaz.
Ayrıca Stan, kız arkadaşı Wendy ile konuşurken sürekli kusmasıyla da ünlüdür.
15. sezon 7. bölümden sonra hiçbir şeyden zevk almaz ve taşınmaya karar verir. Ancak verilen aradan sonra 8. bölümde tekrar South Park'a döner.
Kyle Broflovski
Kyle Broflovski, South Park'ın Yahudi karakteri. Matt Stone tarafından seslendirilmektedir. Saçları Matt Stone'un saçlarına benzetilmek istenmiştir, zaten Kyle karakteri Stone'un çocukluğu baz alınarak oluşturulmuş bir karakterdir. Çizgi filmdeki dört ana karakterden biridir. Eric Cartman ile birbirlerinden ölesiye nefret etmelerine rağmen, birbirlerinin hayatlarını defalarca kurtarmışlardır. Kan grubu AB olup Cartman'ın kan grubuyla aynıdır. Ailesi çok tutucudur. Babası Gerald Broflovski bir avukat, annesi Sheila Broflovski ise bir ev hanımıdır. Kyle'ın İke isimli 5 yaşında, dahi, Kanadalı evlatlık bir kardeşi vardır. Fiziksel görünümü oldukça büyük, kızıl renkli kabarcık saçlara sahip olmasıyla dikkat çeker.Ancak saçlar şapkası nedeniyle görünmemektedir. Orta kiloda, 65 cm boyundadır.Ayrıca 5.sezonda dedelerinin Polonya'dan göçtüğünü öğreniyoruz.
En sevdiği arkadaşı ise Stan Marsh'tır. Eric Cartman başına buyruk bir karakter olduğundan ayrı tutulursa, çoğu durumda grubun lideri konumundadır.
Kenny'nin öldüğü her bölüm Stan "Oh my God, they killed Kenny!" (Aman Tanrım! Kenny'i öldürdüler!) der ve Kyle da ona eş olarak "You bastards!" (Sizi piçler!) der. Ama Kenny artık ölmediği için bu sözler duyulmaz. Ayrıca Kyle, turuncu bir mont, yeşil değişik bir şapka ve de koyu yeşil bir pantolon giyer.
Kyle kasabadaki sayılı Yahudilerden biridir ve bu yüzden kendini grup arkadaşlarından ve diğerlerinden dışlanmış hissetmektedir. Ülkedeki Yahudi kesimi temsil etmekte ve onun üzerinden bu gruba göndermeler yapılmaktadır.
Kyle'ın müzik, video oyunları ve basketbola karşı özel bir ilgisi ve yeteneği bulunmaktadır.
14. Sezon 9. Bölümde (O Bir Jersey Şeyi) Kyle kendisinin bir New Jersey'li olduğunu öğrenmiştir.
Uzunlar, Sultanhisar
Uzunlar, Aydın'ın Sultanhisar ilçesine bağlı bir mahalle.
Ey Rekip
Ey Reqîb (Kürtçe: ئهٔ رهقیب / Ey Reqîb; anlam: Hey Gardiyan), yaygın olarak anlamı "Ey Düşman" olarak bilinmesine rağmen "Reqib", Arapçadaki "reqebe" yani "kontrol"den gelmektedir. Şair, Bağdat zindanlarında gardiyana seslenmiştir.
Şiir, 1938'de Koysancaklı Kürt şair Dildar (Yunus Rauf) tarafından yazılmış ve 1946'da Mahabad Cumhuriyeti döneminde bestelenmiştir. Günümüzde Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin ulusal marşı olarak okunmaktadır.
ئەی رەقیب!
Ey Reqîb!
Ey Reqîb!
Ey Reqîb!
Ey Rekip
Dinle düşman, Kürt halkı hala yaşıyor,
Top ateşinde ve felaketlerden hiç yılmayacak.
Kimse demesin Kürt ölüdür, Kürt diridir
Diridir hiç inmez Kürt bayrağı
Devrim çocuklarıyız, kızıl renkle kuşandık.
Korkmuyor musun ey düşman, kanlı geçmişimizden!
Kimse demesin Kürt ölüdür, Kürt diridir
Diridir hiç inmez Kürt bayrağı
Biz ki Medler'in, Keyhüsrevler'in torunlarıyız.
Kürdistan'dır daima inancımız ve yaşamımız,
Kimse demesin Kürt ölüdür, Kürt diridir
Diridir hiç inmez Kürt bayrağı
Kürt gençi aslan gibi Sarsılmaz cesaretiyle,
Hayat tacını kanıyla işliyor
Kimse demesin Kürt ölüdür, Kürt diridir
Diridir hiç inmez Kürt bayrağı
Kürt gençliği hazır ve amadedir
Cenfedadır canfedadır canfeda
Kimse demesin Kürt ölüdür, Kürt diridir
Diridir hiç inmez Kürt bayrağı
Abbas Mirza
Abbas Mirza (d. 20 Ağustos 1789, Nava - ö. 25 Ekim 1833, Meşhed), İran'da hüküm süren Kaçar Hanedanı'nın veliahtı.
Feth Ali Şah'ın oğlu olan Abbas Mirza Kaçar, babası tarafından küçük yaşta Tebriz genel valiliğine, daha sonra da Veliah Şehzade oldu. Fransızlara dayanarak ordusunu yenilemeyi ve Ruslara karşı çıkmayı tasarladı. Ama Fransızlar doğu politikalarını değiştirince Ruslarla Gülistan Antlaşması'nı imzalayarak (1813), Gürcistan'ı bırakmak zorunda kaldı. Osmanlı topraklarına saldırıp (1821), Cabbarzade Celalettin Paşa'yı yenerek sınırlarını Basra körfezine kadar genişletti. Gürcistan'ı geri almak umuduyla Rusya'ya savaş açtıysa da, Gence (1826) ve Abbasabad'da (1827) yenilip, Türkmençay Antlaşması'yla (1828) Revan Hanlığı ve Nahçıvan Hanlığı arazilerini de Rusya'ya bırakmak zorunda kaldı.
Şerafettin Elçi
Şerafettin Elçi (14 Mart 1938; Cizre, Şırnak - 25 Aralık 2012, Ankara), Kürt hukukçu ve siyasetçi. Katılımcı Demokrasi Partisi kurucu genel başkanı.
Hukuk fakültesi mezunu olan ve 49'lar Davasından yargılanmış olan Elçi, sekiz ay boyunca Diyarbakır Cezaevi'nde yattı. 1977'de Mardin milletvekili seçilerek meclise girdi ve 1978-79 yılları arasında Ecevit hükümetinde Bayındırlık Bakanı olarak görev yaptı. 12 Eylül Darbesi sonrası otuz ay hapis yattı. 12 Haziran 2011 seçimlerinde BDP'nin desteklediği bağımsız adaylardan biri olarak meclise girdi. Eski futbolcu ve teknik direktör Mustafa Denizli'nin kayınpederidir. Kanser tedavisi gören Elçi, 25 Aralık 2012 tarihinde Ankara'da vefat etti.
İlk ve ortaokulu Cizre'de, liseyi Mardin'de okudu. Yüksek öğrenimini, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde tamamladıktan sonra, Diyarbakır'da avukatlık stajı yaptı. Talebeliği döneminde, 49'lar Davası diye bilinen "Kürtçülük Davası"ndan yargılandı. Cizre'de bir süre avukatlık mesleğini icra etti. 12 Mart 1971 Muhtırası döneminde, Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi sanıkları arasında Diyarbakır Askeri Mahkemesi'nde yargılandı. Sekiz ay kadar Askeri Cezaevi'nde tutuklu kaldı.
1977 Türkiye genel seçimlerinde Mardin milletvekili olarak, parlamentoya girdi. 22 Aralık 1977'de Bülent Ecevit, İstanbul Florya semtinde bulunan Güneş Moteli'nde daha sonra 11'ler olarak anılacak Adalet Partisi'nden ayrılan bağımsız milletvekillerden Enver Akova, Ali Rıza Septioğlu, Mustafa Kılıç, Mete Tan, Tuncay Mataracı, Güneş Öngüt, Orhan Alp, Ahmet Karaaslan, Hilmi İşgüzar, Oğuz Atalay ve Şerafettin Elçi ile görüşmüş ve yeni kurulacak hükûmetteki bakanlık koltuğu karşılığıyla Demirel hükûmeti aleyhindeki gensorunu desteklemesi konusunda anlaşmıştı. Şerafettin Elçi kurulan hükümette 1978–1979 yılları arasında, Bayındırlık Bakanı olarak görev yaptı.
12 Eylül Darbesi'nden sonra tutuklandı. Bakan bulunduğu dönemde "Türkiye'de Kürtler var, ben de Kürdüm" şeklindeki açıklamalarından dolayı, Ankara Sıkıyönetim Mahkemesince 2 yıl 3 ay cezaya çarptırıldı. Yine Bakanlığı döneminde, "bazı Kürtleri işe aldı" diye Yüce Divan'da yargılandı ve 2 yıl 4 aya mahkûm oldu. Bu cezalardan dolayı, otuz ayı aşkın bir süre cezaevinde kaldı. Bu cezaların bir sonucu olarak, 10 yıl kadar siyasi haklardan mahrum bırakıldı ve avukatlık mesleğini yapmaktan alıkonuldu.
1992'de, doksan sekiz Kürt aydını ile birlikte Kürt Hak ve Özgürlükler Vakfı'nı kurdu. Vakfın Kurucu Başkanlığı'nı yürüttü. Uzun bir hukuki mücadelenin sonucunda, söz konusu vakıf, 1995'te Kürt Kültür ve Araştırma Vakfı olarak tescil edildi. Bu sayede, Cumhuriyet tarihinde ilk olarak, "Kürt" adı ile bir kurum resmiyet kazanmış oldu. 1994'te bir grup arkadaşıyla birlikte, Kürt Demokratik Platformu'nun kuruluşuna öncülük etti. Bu platformun sözcülüğünü yürüttü. Kürt Demokratik Platformu, 3 Ocak 1997'de kurulan Demokratik Kitle Partisi'nin oluşum faaliyetlerini yürüttü. Demokratik Kitle Partisi'nin kuruluşu ile |
birlikte, Parti'nin Genel Başkanlığı'na getirildi. Demokratik Kitle Partisi, 26 Şubat 1999 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Daha sonra 19 Aralık 2006 tarihinde kurulan Katılımcı Demokrasi Partisi'nin Genel Başkanlığına getirildi.
12 Haziran 2011 seçimlerinde Diyarbakır ilinden bağımsız milletvekili seçilmiştir. Şerafettin Elçi, milletvekili yemini için, "Parlamentoda edilecek yemini kabul etmemiz mümkün değil. Bu yemin faşizan bir anlayışla, sadece Türk şoven anlayışıyla hazırlanmış bir yemindir. Hiçbir zaman bu yemin bizim kabulleneceğimiz, benimseyeceğimiz, siyasi mücadele olarak bağlı kalacağımız bir yemin değil." diye açıklamada bulunmuştur.
Elçi, 25 Aralık 2012'de kanser tedavisi gördüğü Ankara Medicana International Hastanesi'nde yaşamını yitirdi. Cenazesi önce Diyarbakır'a götürüldü, ardından yaklaşık 100 bin kişinin katıldığı bir törenle Cizre'de defnedildi.
Adı, Şırnak'ta 26 Temmuz 2013 tarihinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından açılışı yapılan Havalimanına verildi.
Soran, Erbil
Soran, Irak'ın Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne bağlı Erbil ilinin Soran ilçesine bağlı şehir. Eski adı Diyana olarak da anılmaktadır. Tahminen 140.000 civarında bir nüfusa sahiptir.
Soran, İran ve Türkiye sınırına ikişer saat uzaklıkta olup son yıllarda İran ve Türkiye'den Kuzey Irak'a yerleşen kişiler tarafından tercih edilmektedir. Ayrıca ilçe bölgesel başkent (IKBY başkenti) Erbil (Hewler)'e 1.30 saat mesafededir.
Revandiz
Revandiz veya Revanduz (Kürtçe: Rwandiz, رواندوز), Irak'da Erbil iline bağlı 20.000 civarında bir nüfusa sahip ilçe.
Irak Kürdistan Özerk Bölgesi'nin bir parçasıdır.
Özgür irade
Özgür irade veya erkin irade, kişinin eylemlerini, arzu, niyet ve amaçlarına göre kontrol altında tutabilme ve belirleme gücüdür. Kişinin belli eylem ya da eylemleri gerçekleştirmede sergilediği kararlılık; belli bir durum karşısında, gerçekleştirilecek olan eylemi, herhangi bir dış zorlama ya da zorunluluk olmaksızın, kararlaştırma ve uygulama gücü; eyleme neden olan eylemi başlatabilen yetidir. İnsanın liberteryen manada bir erkin iradeye sahip olup olmadığı halen bir tartışma konusudur.
Gerçeklik
Gerçeklik, günlük kullanımdaki anlamıyla, "var olan her şey" demektir. Bilimde, dinde ve felsefede farklı anlamları vardır. Düşünceden bağımsız olarak zamanda ve mekanda yer kaplayan her şey gerçektir. Herhangi bir şeyin gerçekliği insan zihnine bağlı olmaksızın varolmasıdır.
Gerçeklik, günlük kullanımıyla, haddi zatında var olan şeylerin durumudur. Gerçeklik terimi, en geniş anlamıyla, görülebilir yahut idrak edilebilir olsun ya da olmasın her şeyi içerir. Gerçeklik, bu bağlamda; varlık, varoluş ile sınırlı tutulmuş olsa da, varlık ve yokluğu kapsar. Diğer bir deyişle, gerçeklik, felsefi alanda hiçliğin ve onun fiziksel obje ya da süreçlere sahip diğer konseptlerle uyuşmasının biçimsel bir mefhumu, bir kavrayışıdır. Batı felsefesinde kullanılan anlamıyla, gerçeklik tasavvuru ve doğasının seviye ya da düzeyleri vardır. Bu seviyeler; en özelinden en disiplinli, ihtiyatlısına doğru: Fenomenolojik gerçeklik, hakikat, doğruluk ve aksiyomdur.
En esaslı ve en öznel seviyede, bir tek birey tarafından görülen gerçekliği kişisel tecrübeler, merak, sorgulama ve vakanın öznel yorumu gerektiren seçicilik şekillendirir. Ve bu sebeple fenomenolojik olarak isimlendirilir. Gerçekliğin bu formu diğerleri tarafından da içeriliyor olabilir, ama zaman zaman başka bir kimse tarafından kabul edilmemiş ya da tecrübe edilmemiş olması hasebiyle emsalsiz olabilir. Deneyim çeşitlerinin birçoğunun tinsel farz edildiği form, gerçekliğin bu düzeyinde bulunur. Fenomenolojik bakış açısıyla; gerçeklik hayret verici nitelikte gerçektir ve gerçek-dışılık ise varolmayandır.
Bu gerçeklik bireyin kavrayışı, bireyin şahsiyetine, mihrak ve salahiyetine isnat edilebilir, kişinin sadece doğru olduğuna inanmak istediği şeyi görmesine yol açar. Bu fenomenolojik tanım kesinlikle Husserlci değildir. Bakıldığında Husserl’in fenomenolojisi; bilincin dışındaki birçok şey ve bilinç doğasının temelinde yatanı görmeyi içeren bilincin içyapısının bir analizidir.
Post-modernizm ve Post-yapısalcılık gibi, felsefedeki daha az realist eğilimlere göre hakikat öznel bir niteliğe sahiptir. Bir ya da iki birey tarafından belirli bir olayın açıklaması ve deneyiminde fikir birliğine varıldığı zaman, olay ya da deneyim ile ilgili görüş birliği şekillenmeye başlar. Bu birkaç birey ya da daha büyük gruplar tarafından da paylaşılır, sonra insanların kesin bir tespiti yoluyla kabul edilip anlaşılan bir hakikat olur.-umumun fikri olan gerçeklik. Bu suretle, belirli bir grup kabul görmüş hakikatlerin kesin bir bilgisine sahip olurken, bir diğeri farklı hakikat bilgilerine sahiptir. Bu da farklı topluluk ve milletlerin, dış dünyanın çeşitli ve son derece farklı hakikatine ve gerçekliğin bilgisine sahip olmalarına yol açar. İnsanlar ya da toplumların din ve inançları, sosyal yapılarına uygun gerçeklik düzeyinin güzel bir örneğidir. Eğer biri konuşup diğeri dinliyorsa, hakikat yalnızca hakikat olarak düşünülemez, çünkü bireysel eğilim ve hata yapabilirlilik, kesinlik ya da nesnelliğin kolay elde edilebilir olduğu fikrine meydan okur. Anti-realistler için herhangi bir son, nesnel hakikate erişme olanaksızlığı, sosyal olarak kabul görmüş umumun fikri olanın ötesinde bir hakikatin olmadığı anlamına gelir.(Buna rağmen, bu hakikatler olduğuna, tek bir hakikat olmadığına delalet eder.) Realistler için, dünyanın belirli doğruların bilgisi olması, insanların bağımsızlığını ele geçirir ve bu doğrular hakikatin son hakemidirler. Michael Dummet bunu “bivalens prensibi” terimiyle açıklar. ‘Bayan Macbeth üç çocuğa sahipti ya da değildi, bir ağaç yıkılır ya da yıkılmaz.’ Bir açıklama, şayet bu doğrulara tekabül ederse, doğru olacaktır, uygunluk onaylanamasa dahi… Bu yolla hakikatin realist ve anti-realist tasavvuru arasındaki çatışma; doğruların bilinebilirlik, elde edilebilirlik anlamında epistemik erişebilirliğine yönelttikleri karşı koyuşlarda kendini gösterir.
Doğru esaslı bir prensip olarak anlaşılan bir fenomendir. Nadiren kişisel bir yoruma konu olabilir. Çoğu zaman doğal dünyanın gözlemlenen bir fenomenidir. ‘dünyanın birçok yerinde güneşin doğudan yükseldiği’ savı, bir doğrudur. Hangi yarım küreden olursa olsunlar, hangi dili konuşursa konuşsunlar, bu sav, herhangi bir gruba ya da ulusa ait olan tüm insanlar için doğrudur. Kopernik teorisiyle desteklenen, Galileo’nun ‘güneş, güneş sistemin merkezidir’ savı doğal dünyanın bir doğrusunu dile getirmektedir. Buna karşın, yaşamı süresince Galileo, bu doğru sav için gülünç bulunmuştur, çünkü çok az insan, bu savı bir hakikat olarak kabul etmeye ilişkin fikir birliğine varmıştır. Daha az sayıda sav, çeşitli toplumlar tarafından paylaşılan birçok hakikat ile karşılaştırıldığında, dünyada muhteva açısından gerçekçidir. Bunlar ise, sayısız bireysel dünya görüşünden çok daha azdırlar.
Bilimsel keşif, deneyim, yorum ve analizin birçoğu bu düzeyde yapılır. Gerçekliğin bu bakış açısı Philip K. Dick’in açıklaması olan “Gerçeklik, ona inanmayı bıraktığın vakit, kaybolup gitmeyendir.” cümlesi ile çok güzel bir şekilde dile getirilmiştir.
Realite, Neo-spiritüalizm'de kişinin duyuları ve yetenekleri ile kavrayabildiği, ilgi kurabildiği varlık (mevcudiyet,var olanlar) hakkındaki kanısı veya bu kanısının verite (hakikat) karşısındaki durumu olarak tanımlanır. Her birey için algıladığı ortam onun realitesidir, algıladıklarından çıkarttığı sonuçlardan oluşan genel kanısı, görüşü onun için bir realitedir. Fakat her realite görece (izafi) ve görelidir, veriteye kıyasla eksiktir. Birey geliştikçe, yükseldikçe, aydınlandıkça eskiden algılayamadıkları şeyler de yavaş yavaş onun için bir realite olmaya başlar. Fakat bütün realiteler Mutlak Realite’ye kıyasla görecedir.
Neo-spiritüalist görüşe göre, dogmatik bir şekilde bir realiteye saplanıp kalmamanın yolu, her realitenin daha kapsamlı bir başka realiteyi hazırlayıcı bir basamak olduğunu unutmamak, her realitenin hatalar içerme olasılığının daima mevcut olduğunu göz önünde bulundurmak, hiçbir realiteyi put haline getirmemek ve hareketleri bu anlayışa göre düzenlemektir.
Realite terimi günümüzdeki Türk Ruhçuluğunda ruhsal gelişim düzeylerini kategorilere ayırmak üzere de kullanılmaktadır. Örneğin Sadıklar Planı adlı ruhsal tebliğlerde ruhsal gelişim düzeyleri dört realite olarak kategorilere ayrılmıştır. Bunlardan en geri düzey “otomatizma realitesi” olarak adlandırılır. Bu, hayvanlık ara aşamasını bitirip insanlık aşamasına yeni adım atmış varlıkların realitesidir. Belirgin özellikleri, vicdanın henüz kapalı olması, davranışlarda otomatizmanın ağır basmasıdır. Bu realitedeki insan tam anlamıyla bencildir, hisleriyle hareket eder ve hangi ortamda doğarsa doğsun, geçmişinden getirdiği vahşiliğini davranışlarıyla belli eder.
Bu tebliğlerdeki dördüncü ve en ileri düzey ise, ilk kez Bedri Ruhselman tarafından kullanılmış olan “vazife sezgisi” terimiyle ifade edilir. Bu, üçüncü realite olan “vicdan realitesi”ni de aşmış nadir kimselerin ulaşabildikleri bir realitedir. Yeryüzünde bu realiteyi yaşamış kimselerin niteliklerini Bedri Ruhselman şöyle açıklamaktadır:
"“Dünya’ya bazı varlıklar gelip gitmiştir ki, bunlar, insanlığın tekamül yolunda kalkınarak hızlı hamleler alabilmesi için bütün yaşamlarını tümüyle bu işe adamışlar, bu gaye ve maksat uğrunda yaşamışlar ve yapmış oldukları işlerin hiçbirinden ne maddi ne manevi hiçbir karşılık beklemeyi hatırlarına bile getirmemişler ve yaptıkları veya yapmak istedikleri işleri yaparken hızlarını ne beşeri herhangi bir teşvik edici duygudan almışlar, ne de beşeri herhangi bir endişeye kapılarak yavaşlatmışlardır. Bunlar, belki büyük bir idrak berraklığına beşeri kimlikleri dolayısıyla (bedenli olmaları dolayısıyla) varmış olmamakla birlikte, bu işlerini, bu fiil ve hareketlerini yalnız bir ‘vazife’ diye kabul etmişler ve bu vazife uğrunda bütün his ve kişisel endişelerini tereddüt etmeden çiğneyip geçmişlerdir."
"“İşte bunlar Dünya’da mümkü |
n olabilen bir ‘vazife bilgisi’ ve ‘vazife kapsamı bilgisi’ planının seziş idrakine varabilecek kadar yükselmiş vazifedar varlıklardır."
"“Bunlar arasında görünen görünmeyen (tanınmış ve tanınmadan geçip gitmiş) büyük kültür devrimcileri, ruhların yükselişinde rol oynayan büyük önderler, insanların tekamüllerini hızlandırmak için ömürlerini tüketmiş olan ender varlıklar, hakiki peygamberler ve hakiki, candan yol göstericiler vardır.”"
Charles de Gaulle
Charles André Joseph Marie de Gaulle (22 Kasım 1890 - 9 Kasım 1970), Fransız asker ve siyasetçi.
De Gaulle, II. Dünya Savaşı öncesinde zırhlı savaş teorisyeni olarak tanındı. II. Dünya Savaşı'nın başında tuğgeneralliğe terfi etti. Fransa'nın Almanya'ya yenilmesi ve çok ağır şartları kabul ederek savaştan çekilmesinin ardından Londra'ya giderek Alman işgaline karşı direnen Özgür Fransa kuvvetleri hareketini başlattı. 1940-1944 yıllarında Özgür Fransa Kuvvetleri'nin önderliğini, 1944 yılında Fransa'nın Alman işgalinden kurtulmasının ardından ise Fransız hükümetinin başkanlığını yaptı. 1946 yılında kurulan Dördüncü Cumhuriyet anayasası parlamenter sistemi benimsediği için yürütmenin güçsüz olduğunu, çok partili yasama organının ülkeyi yönetemeyeceğini öne sürerek görevinden istifa etti ve 1958 yılına kadar yönetimden uzak kaldı.
Cezayir Bağımsızlık Savaşı ve Birinci Çinhindi Savaşı'ndaki başarısızlıkların Fransa'da yarattığı bunalımların ardından 1958 yılında siyasete döndü. Kurulmasını sağladığı Beşinci Fransa Cumhuriyeti'nin ilk başkanlığını yaptı. 1969 yılında görevinden istifa etti ve 1970'te hayatını kaybetti.
Charles de Gaulle, 1890 yılında, Lille'de yaşayan Katolik bir ailenin ikinci cocuğu olarak dünyaya geldi. De Gaulle'ün dedesi tarihçi, anneannesi yazar, babası Katolik okullarında öğretim görevlisiydi.
De Gaulle Paris'te ve Belçika'da eğitim gördü. 1908'de Saint-Cyr Askeri Akademisi'ne girdi, eğitimi dört yıl sürdü. Oradayken, boyunun uzunluğu nedeniyle (1.96 cm) ve yüksek alnı ve burnu nedeni ile "büyük kuşkonmaz" takma adını aldı. 1912'de mezun olarak orduya katıldı.
1914'te I. Dünya Savaşı başladığında, Fransız ordusunda piyade yüzbaşıydı. 1916 yılındaki Verdun Savaşı sırasında yaralandı ve Almanlara esir düştü. Beş başarısız kaçma girişiminden sonra Ingolstadt Kalesi'ne yollandı. Burada, geleceğin mareşali, Rus teğmeni Mikhail Tukhachevsky ile tanıştı.
I. Dünya Savaşı sonrasında orduda kalan de Gaulle, Maxime Weygand ve Philippe Petain gibi döneminin ünlü generallerinin kurmay heyetlerinde çalıştı. Polonya-Sovyet Savaşı sırasında Fransa'dan Polonya'ya yardım olarak yollanan birliğe katılmak için gönüllü oldu ve savaş sırasında Polonya ordusunda piyade birliklerini eğitti. Savaşta gösterdiği başarılar nedeniyle Polonya tarafından "Virtuti Militiari" madalyasına layık görüldü.
I. Dünya Savaşı'ndakinden çok farklı olan Polonya-Sovyet Savaşı tecrübelerinin ardından birçok kitap yazdı. Fransa'da rağbet gören statik savunma doktrini yerine, mekanize ve zırhlı birliklerden olaşacak modern bir ordunun kurulması gerektiğini savundu. De Gaulle'ün bu görüşlerine benzer görüşler, Almanya'da Heinz Guderian, Birleşik Krallık'ta J.F.C Fuller, Sovyetler'de Mihail Tuhaçevski ve Polonya'da Władysław Sikorski tarafından benimsenmişti. Fakat bu görüşler başta Petain olmak üzere dönemin askerî otoritelerince hoş karşılanmadı. Bu nedenle de Gaulle, savaş arası dönemde kariyerinde çok yavaş ilerledi. II. Dünya Savaşı başladığında henüz albay rütbesindeydi.
15 Mayıs 1940'ta, Almanya'nın Sedan Cephesi'ni yarmasının ardından, 4. Zırhlı Tümen'in komutanlığına getirildi. 17 Mayıs'ta emrindeki 200 tankla hava desteği olmadan Alman ordusuna karşı taarruza geçerek kısmen başarılı oldu. 28 Mayıs'ta ise Caumont'da Alman piyadesini geri çekilmeye zorladı. Fakat bu başarılar savaşın gidişatını değiştirmeye yetmedi.
6 Haziran'da Fransa başbakanı Paul Reynaud, De Gaulle'ü savunma bakanlığı müsteşarlığı görevine getirdi, burada Birleşik Krallık ile koordinasyondan sorumlu görevli oldu. Almanya'ya teslim olma görüşüne şiddetle karşı çıktı ve savaşa devam edilmesi gerektiğini savundu. Mareşal Petain'in iktidara gelmesi ve Almanya ile ateşkes görüşmelerine başlamasının ardından hayatının en önemli kararını aldı: Yasallığını kabul etmediği Petain hükümetine ve bu hükümetin Almanya ile yaptığı ateşkese karşı çıkarak savaşa devam etme çağrısında bulundu. 17 Haziran'da, Paul Reynaud'un verdiği parayı da alarak Londra'ya gitti ve ateşkesi kabul etmeyen diğer Fransızlarla birlikte Özgür Fransa Kuvvetleri'ni kurdu.
18 Haziran'da De Gaulle, BBC'den Fransa'ya seslendi. Bu konuşmasında Fransa'nın henüz yenilmediğini ve savaşa devam etmesi gerektiğini vurguladı. Konuşma çok az Fransız tarafından dinlendi çünkü milyonlarca Fransız, yollarda mülteci durumundaydı. Ancak ertesi gün Fransa'nın henüz Almanlarca işgal edilmemiş bölgelerinde çıkan gazetelerde konuşma yayımlandı. Daha önce adı duyulmamış bir generalin yenilgiyi kabullenmeyerek Londra'ya gittiği ve savaşa devam ettiği haberi Fransa'da hızla yayıldı.
De Gaulle, Londra'da Özgür Fransa Kuvvetlerini kurdu. Amerika Birleşik Devletleri Alman kuklası olan Vichy hükümetini uzun süre tanısa da, Churchill'in başbakan olduğu Birleşik Krallık de Gaulle'ü desteklemiştir.
4 Temmuz 1940'ta Toulon'daki askeri mahkemede Vichy hükümeti de Gaulle'ü yargılayarak suçlu bulmuş ve dört yıl hapse mahkûm etmiştir. 2 Ağustos'ta yapılan diğer bir mahkemede ise gıyabında vatana ihanet suçundan idama mahkûm edilmiştir.
De Gaulle, Amerikan ve İngiliz ordularının Vichy kontrolündeki Kuzey Afrikayı işgal etmesinden sonra 1943'te karargâhını Londra'dan Cezayir'e taşıdı. Fransa'nın bağımsızlığı için çalışan Ulusal Kurtuluş Komitesi'nin, önce General Henri Giraud ile birlikte eşbaşkanı, sonra da tek başkanı oldu.
Müttefik kuvvetlerin 1944'te Normandiya Çıkarması'nı gerçekleştirip Fransa topraklarına girmesinin ardından Özgür Fransa Kuvvetleri hızla Fransa'ya hâkim oldu ve Vichy rejimini inkâr ederek geçici bir Fransız hükümeti kurdu. 20 Ocak 1946'ya kadar bu hükümetin başkanlığını yapan de Gaulle, kurulacak olan Dördüncü Cumhuriyet'in anayasasını uygun bulmadığından istifa etti.
Charles de Gaulle, önerilen Dördüncü Cumhuriyet anayasasının devlet başkanına çok az, parlamentoya ise çok fazla yetki verdiğinden şikâyetçiydi. Ancak Fransa'daki sol partiler Vichy hükümetindekine benzer bir diktatörlük yaratmamak için devlet başkanının gücünün sınırlandırılmasını istiyordu. Meclisin, "sorumlu ve saygın bir hükümetin ihtiyaç duyduğu yetkileri" kendisine vermemesi üzerine Ocak 1946'da başbakanlıktan istifa etti. Ekim 1946'da yeni anayasa kabul edildi. De Gaulle'ün istifasının ardından Fransa 1951'e kadar sağ kanat koalisyonları, 1958'e kadar da sol kanat koalisyonları tarafından yönetildi.
1947'de siyasete dönüp istediği değişiklikleri yapmak amacıyla partisini kurdu, ancak başlattığı hareket başarılı olmadı. 1953'te siyasetten ayrıldı. Colombey-les-deux-Églises'deki evine çekildi ve savaş anılarını yazdı.
Fransa'da Dördüncü Cumhuriyet (1946 - 1958), Hindiçini Savaşı'ndaki başarısızlıklar ve Cezayir sorununu çözmemesi nedeniyle siyasi bunalımlarla dolu bir dönemdi.
Fransız hükümetinin Cezayir'deki Arap çoğunluğun bağımsızlık istekleri karşısında zayıflık gösterdiğine inanan Cezayir'deki Fransız vatandaşları ("kolonlar") 13 Mayıs 1958'de isyan ederek Cezayir şehrindeki hükümet binalarını işgal ettiler. Bu isyana Cezayir'deki Fransız askerleri de katıldı. Aynı gün General Jacques Massu başkanlığında kurulan ""Güvenlik Komitesi"" Cezayir'e hâkim oldu ve Fransa'nın Cezayir'deki birliklerinin komutanı General Raoul Salan "Ordu'nun geçici olarak Cezayir'in geleceğine karar verme sorumluluğunu üzerine aldığını" ilan etti.
Massu'nun baskısıyla Salan, Cezayir'den de Gaulle'e, siyasete dönmesi için çağrıda bulundu. Çağrıya cevap veren de Gaulle, "ülkesine hizmet etmeye hazır olduğunu" söyledi.
Kriz, Cezayir'deki Fransız paraşütçülerinin Korsika Adasına çıkarma yapıp de Gaulle'ün başbakan yapılmaması halinde Paris'e inme tehdidiyle daha da büyüdü. Bunun üzerine Fransa Komünist Partisi haricindeki partilerin desteği ile Fransa başkanı René Coty, De Gaulle'ü başbakan olması için çağırdı.
De Gaulle, Fransa'nın politik zayıflığının Dördüncü Cumhuriyet'in anayasasından kaynaklandığını düşünüyordu. Siyasete geri dönmenin şartı olarak altı ay ile sınırlanmış geniş yetkiler istedi ve yeni bir anayasa hazırlanarak halkoyuna sunulmasını önerdi. 28 Eylül 1958'de halkoyuna sunulan anayasa % 79,2 oyla kabul edildi. Fransız kolonilerine yeni anayasayı kabul etmek ile hemen bağımsız olmak arasında bir seçim sunuldu. Gine dışındaki tüm koloniler yeni anayasayı seçti ve böylece Gine, bağımsız olan ilk Fransız kolonisi oldu.
Kasım 1958'de yapılan parlamento seçimlerinde de Gaulle'ün partisi UDR oyların çoğunluğunu aldı. De Gaulle Ocak 1959'da başkanlığa aday oldu ve parlamentonun % 78'inin kabul oyuyla başkan seçildi.
İktidara geldikten sonra De Gaulle'ün ilk ilgilendiği konulardan biri Cezayir Sorunu oldu. De Gaulle, Cezayir'deki savaşın askerî olarak kazanılabileceğini düşünse de, uluslararası ortamda bu durumun savunulamaz olduğunu düşünüyordu. Bu sebeple, bu koloninin bağımsız olmasına izin vererek kendisini iktidara getiren Fransız milliyetçilerini büyük düş kırıklığına uğrattı. Bu karar, Cezayir'deki Fransız vatandaşlarından ve Avrupa'daki destekçilerinden çok tepki gördü, hatta aşırı sağcı kolonların kurduğu Organisation armée secrète örgütü De Gaulle'ü öldürmeye çalıştı. Cezayir'deki Fransız asker, polis ve kolonların katıldığı ayaklanmalar, birçok kez zor kullanılarak bastırıldı. Fransa hükümetinin, Cezayir'in bağımsızlığı için savaşan Ulusal Kurtuluş Cephesi ile görüşmelere başlamasının ardından Fransız ordusundaki bazı generaller askerî darbe yaparak bu durumu engellemeye çalışsalar da başarısız oldular.
Mart 1962'de Fransa ile Ulusal Kurtuluş Cephesi arasında ateşkes sağlandı. Aynı sene yapılan referandumda Cezayirlilerin neredeyse tamamının kabul oyu vermesiyle Cezayir Fr |
ansa'dan ayrıldı ve bağımsız oldu.
II. Dünya Savaşı sonrasında, geçmişte dünyanın mutlak hâkimi olan Avrupalı devletler, üstünlüklerini ABD ve Sovyetler Birliği'ne kaptırdılar. Geçmişte büyük bir imparatorluk olan Fransa, ABD ve İngiltere'nin çabalarıyla Alman işgalinden kurtulmuştu. Savaştan sonra ise toprak bütünlüğünü Sovyetler Birliği'ne karşı güvence altına alması için ABD'nin yardımına muhtaçtı. Bu durumu ortadan kaldırmak De Gaulle'ün ana amaçlarından biri olmuştur.
De Gaulle, bütünleşmiş bir Avrupa'nın Sovyetler ve ABD karşısında üçüncü bir kutup oluşturabileceğini düşünüyordu. 23 Kasım 1959'da Strazburg'da yaptığı konuşmada Avrupa'nın geleceği hakkındaki fikirlerini açıkladı: "Oui, c'est l'Europe, depuis l'Atlantique jusqu'à l'Oural, c'est tout l'Europe, qui décidera du destin du monde." (Evet Avrupa, Atlantik'ten Urallar'a kadar uzanan Avrupa, birleşmiş bir Avrupa, dünyanın kaderini tayin edecektir.) Bu, ilerleyen yıllarda Avrupa'nın birleşmesini savunanların çok sık başvuracağı bir slogan olmuştur. Bu sözleriyle İngiltere'yi Avrupa'nın dışına itiyor, Avrupa vizyonuna dahil ettiği Sovyetler'e ise "detant" öneriyordu.
Bu amaca ulaşmak üzere Almanya ile diplomatik ve ticari ilişkilerin gelişmesi için çok çalıştı. Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun (şu anda Avrupa Birliği) gelişmesi için çok çaba harcadı. Almanya'yı ziyaret ederek Napolyon'dan beri Almanya'yı ziyaret eden ilk Fransa devlet başkanı oldu. De Gaulle'e göre İngiltere, ABD ve eski sömürgeleri ile çok sıkı ekonomik ilişkiler içindeydi ve AET'ye girmesi birliğin geleceği açısından sakıncalıydı. Ayrıca İngiltere'nin Avrupa'da etkin olmak isteyen ABD'nin "truva atı" olduğunu düşünüyordu. 1963 ve 1967'de olmak üzere iki kez İngiltere'nin Avrupa Birliği'ne giriş başvurusunu veto etti. İngiltere AET'ye ancak De Gaulle öldükten sonra girmiştir.
De Gaulle başa geçer geçmez ekonomiyi canlandıracak atılımlarda bulundu. 100 frank değerinde yeni bir frank basılması, bunlardan biridir. De Gaulle yönetiminin benimsediği "dirigisme" modeli, kapitalist ekonomik model ile devlet güdümlü ekonomik modelin benzerine az rastlanır bir karışımıydı. Çoğu başarılı olan dev devlet yatırımları gerçekleştirildi: Marsilya limanının büyütülerek Akdeniz'in en büyüğü haline getirilmesi, İngiltere ile birlikte "Concorde" uçaklarının üretilmesi, Fransız otomotiv sanayiinin büyütülmesi, Paris ile diğer bölgeler arasında otoyolların inşa edilmesi gibi.
Bu atılımlar sonucunda Fransız ekonomisi benzeri görülmemiş miktarda büyüme sağladı. Hatta 1964'te, 200 yıldan beri ilk kez Fransa'nın GSMH'sı İngiltere'ninkini geçti. (1990'larda İngiltere tekrar öne geçecektir.)
De Gaulle ile birlikte Fransa'nın Orta Doğu politikası da değişti. Daha önce Fransa, İsrail'e çok yakın bir müttefikti; hatta Süveyş Kanalı'nı ele geçirmek için 1956'da Mısır'a karşı beraber savaşmışlardı. Ancak İsrail'i şaşırtacak bir davranış sergileyen De Gaulle, Altı Gün Savaşı'nı başlatan İsrail'i kınamıştır. Bunu Fransa'nın ihaneti olarak gören İsrail, bu tarihten sonra ihtiyacı olan desteği Amerika Birleşik Devletleri'ne yaklaşarak sağlamıştır.
Fransa'nın, De Gaulle'ün istediği gibi, ABD'den bağımsız bir dış politika izleyebilmesi için nükleer silahlara sahip olması gerekiyordu. Nükleer silahlara sahip olmayan İngiltere, İsrail ve Fransa'nın Süveyş kanalını Mısır'ın elinden almak için düzenlediği saldırı, Sovyetler Birliği'nin Paris ve Londra'ya nükleer saldırı yapma tehdidinden sonra başarısız olmuştu. Bu olayda, ABD'nin Fransa dış politikasının başarılı olması için nükleer silah kullanmayacağını gören de Gaulle, Fransa'nın Sovyetler'e karşı elini kuvvetlendirmek için nükleer silah geliştirilmesine önayak oldu.
De Gaulle'in nükleer silah geliştirilmesini istemesinin diğer bir nedeni ise, Cezayir'in kaybından sonra isyanın eşiğine gelen Fransız ordusunun meşgul tutulmasıydı.
Fransa ilk nükleer denemesini 1960'ta Cezayir çöllerinde gerçekleştirdi. 1965'te yörüngeye ilk uydusunu fırlatan Fransa, ABD ve Sovyetler'den sonra bunu yapmayı başaran üçüncü devlet oldu. 1968'de ise Amerika'nın yardımı olmadan ilk hidrojen bombasını üretti ve patlattı.
Bütün başarılarına rağmen De Gaulle, Fransa içinde ağır eleştirilere maruz kalıyordu. Bu eleştiriler, yönetimin fazla sert ve tutucu olduğu yönündeydi. Serbest seçimler ve basın özgürlüğü olsa da devlet televizyon ve radyo yayınlarındaki tekelini sürdürüyordu. Hükümet bu yayınların düzenlenmesine karışıyor ve hükümet yanlı yayınlar yapılmasını sağlıyordu. Toplum, özellikle kadının toplumdaki yeri konusunda tutucu davranmaya teşvik ediliyordu. Bu gibi durumlar özellikle üniversiteli gençler arasında hoşnutsuzluğa ve Mayıs 1968 olaylarına yol açtı.
Mayıs 1968'de gerçekleşen büyük gösteri ve grevler de Gaulle iktidarına meydan okuma niteliğindeydi. Üniversite ve lise öğrencileri ile işçiler polisle çatıştı, birçok kişi yaralandı. De Gaulle Almanya'ya giderek Almanya'daki Fransız birliklerinin komutanı General Massu ile olaylara askerin müdahele etmesi olasılığını görüştü. Daha sonra parlamentoyu feshetti ve yeni seçimler yapıldı. Bütün muhalefete rağmen De Gaulle'ün partisi UDR ve müttefikleri parlamentodaki 487 koltuktan 358'ini elde etti.
28 Nisan 1969'da de Gaulle, Fransız senatosunun yetkilerini sınırlandırıp yerel meclislere daha çok yetki vermek isteyen değişikliğin referandumda reddedilmesinden sonra devlet başkanlığından istifa etti. Birçok kişi, bu referandumun 1968 olaylarından sonra istifa etmek isteyen de Gaulle'ün bilinçli politik intiharı olduğunu düşünmektedir.
Bir kez daha Colombey-les-Deux-Églises'deki evine çekilen de Gaulle, 1970'te, 80. yaş gününden kısa bir süre önce evinde iskambil falı açarken öldü. Evinde otururken boyun ağrısından şikayet etti. Ağrının nedeni boyun damarındaki anevrizmaydı, dakikalar içinde öldü. Birçok politikacının aksine öldüğünde yoksul sayılabilecek durumdaydı ve ölümünden sonra ailesi evini satmak zorunda kaldı. Ev, bir vakıf tarafından müzeye çevrildi.
Kwame Nkrumah
Kwame Nkrumah (asıl adı "Francis Nwia Kofi Kwame Nkrumah") (d. 21 Eylül 1909 – ö. 27 Nisan 1972), Ganalı siyasetçi. Nkrumah, Afrika ülkesi Gana'nın kurucusu ve ilk devlet başkanı olarak bu makama gelmiştir. Nkrumah, Afrika'nın sömürgecilik karşıtı ve 20. yüzyılın en etkili Pan-Afrikacı liderlerinden biri olmuş,
1957'de Gana'nın bağımsızlığını ilan ederek Afrika'da yeni bir sayfa açan devrimci lider ve filozof Kwame Nkrumah şöyle diyordu: “Biz bağımsızlığımızı bütün Afrika'nın bağımsızlığına adadık, zira bütün Afrika bağımsızlığına kavuşmadıkça bizim bağımsızlığımızın hiçbir değeri olmayacaktır.”
Afrika ülkelerinin 1960'lı yıllarda peşpeşe bağımsızlıklarını ilan etmeleri üzerine ise, şöyle diyordu Nkrumah: 'Kolonyalizmin yerini alan neo-kolonyalizm tehdidiyle baş edebilmek ve sömürgecilerin siyasi/iktisadi/içtimai manipülasyonlarından tamamen kurtularak bağımsızlığımızı teminat altına alabilmek için safları sıklaştırmaları gerekiyor. Kıta çapında bir hükümete ihtiyacımız var. Birleşik Afrika Devleti'ni kurmalıyız!'
Ne yazık ki diğer Afrikalı liderlerin ezici çoğunluğu Nkrumah'ın fikrine sıcak bakmadı. 1963'te Afrika Birliği Teşkilatı kurulduysa da, bu teşkilat bir 'iyilik-güzellik temennisi' olmaktan öteye geçmedi. Zaten Nkrumah da Batı işi bir askeri darbeyle (?) alaşağı edildi ve zamanla unutulup gitti. Uzun bir gaflet ve dalalet uykusuna daldı Afrika. Bu uyku, 1999'a kadar sürdü.
Afrika Birliğinin gerçekleşmesinde liderliği yapan ve büyük çaba harcayan Ghana'nın devlet başkanı Kwame Nkrumah olmuştur.
Bu çabalar ve zaruretler sonucu, 31 Afrika ülkesinin temsilcileri (çoğu devlet başkanları) 22-24 Mayıs 1963'te, Afrika'nın en eski bağımsız ülkesi Habeşistan'ın başkenti Addis-Ababa'da toplanarak, Afrika Birliği Teşkilatı'nı (Organization of African Unity) kurdular. Ve Birliğin 33 maddelik bir Anayasası'nı (Charter) da kabul ettiler.
Yurt dışında resmi seyahatteyken darbeyle devrilen siyasetçiler arasında hiç unutulmaması gereken isim, Kwame Nkrumah'tır (1909-1972). Gana'nın bağımsızlığının (1957) önderi, Pan-Afrikanizm'in savunucusu, Lenin Barış Madalyası sahibi ve 3. Dünya'nın parlak ismi Nkrumah, ülkesinde "Zafer "in (Osaygefo) simgesi olarak görülürdü.
Nkrumah, 1966'nın şubatında Çin'i ziyaret ederken, Gana'daki CİA güdümlü bir askeri darbeyle devrildi. Ülkesine dönemediği için, Gine'ye yerleşti. 1972'de de, tedavi olmak için gittiği Romanya'da kanserden öldü. Şimdi Gana başkenti Akra'da Nkrumah'ın bir anıtmezarı var.
Gana’nın ulusal kurtuluşçu lideri Nkrumah’a göre yeni-sömürgecilik, “Afrika’ya bir elle bağımsızlığını verip öteki elle geri alma metodudur. ... yeni-sömürgeci devletin eski sömürgesine, onu bir müşteri-devlet haline getirip politika dışı yollarla kontrol altına alabilmek için bir çeşit egemenlik tanıdığı yalancı bir bağımsızlıktır”. [25] Nkrumah, “yeni-sömürgecik” diye bir şeyi tanımlamak isterken tam da emperyalizm çağının temel özelliğini anlatmış oluyordu.
Jugendstil
Jugendstil, Art Nouveau sanat akımının Almanca konuşulan ülkelerde hakim olan türü olup, ismini 1896 yılında Georg Hirth'in (1865-1902) kurduğu dergi Jugend'den (Gençlik) almıştır.
Asıl temeli Yeni Sanat olan, 1896 yıllarında Almanca konuşulan bölgelerde mimari bir akım olan Jugenstil, 1906-1914 yıllarında doruk noktasına ulaşmıştır. 1920’lerde önemini yitiren akım başka isim ve değişikliğe uğrayarak devam etmiştir.
Otto Wagner, Gustav Klimt ve Josef Hoffman gibi ünlü mimarlar Jugendstil çalışmalar yapmışlardır.
Almanya:
Avusturya:
Banyabaşı Camii
Banyabaşı Camii, Osmanlı Devleti zamanında, bugünkü Bulgaristan'ın başkenti Sofya'da inşa edilen cami.
Avrupa'nın en eski camilerinden biridir.Kuruluş tarihi hakkında çeşitli tarihler varsada 1566 yılını kabul etmek daha uygundur. Mimar Sinan tarafından tasarlanmıştır. En dikkat çekici özelliği geniş kubbesi ve minare yüksekliğidir.
Sofya’nın göbeğinde, şehrin en büyük caddesi olan Mariya Luiza Caddesi’nde, Sofya Merkez Hamamı ile hali arasında, Tsum diye bilinen en büyük ticaret mağzasının alt tarafı |
nda bulunan Banyabaşı Cami’ni Molla Efendi Kadı Seyfullah adında bir hayırsever kurduğu için bazı kaynaklarda onun adıyla da anılmaktadır. Seyfullah Efendi Camii de denir. Çeşitli kaynaklar kuruluş tarihini de farklı göstermektedir. Evliya Çelebi'nin “Sofya’da en güzel minaresi olan cami” olarak vasıflandırdığı cami dört adet köşe kubbesinin ortasında yükselen büyük kubbesi ve tek minaresiyle bugün adeta Bulgar başkentinin simgesi durumunda bulunmaktadır. Önünda üç kubbeli bir tetimmesi (ekleyip, tamamlama) vardır. Bu, Kadı Seyfullah’ın ölen karısı ruhuna yapılmıştır.
Cami mimari bakımından ilginçtir. Tuğla taş sıraları ile yapılmış, Razgrad’taki İbrahim Paşa Camii’nde olduğu gibi, dört köşeden geçirilmiş kulecikler 16 dilimli kasnağın köşelerine çift göğüslemeler konmuştur. Son Cemaat yeri ve kemer aynaları kesme taştan olup, sütünlar yekpare ve koyu renktedir. Başlıklar çift ıstalaktitlidir. Tek kapı ufak bir taçla biten kesme taştan yapılmıştır. Kemer aynasında taş üstüne boya ile yazılmış, okunmayan kara bir yazı ve altında 974 (1566-1567) tarihi vardır.
Doğaldır ki, 500 yıla yakın tarihi olan cami bugünkü durumuna aslı ile değil, yapılan birçok onarımlar ile getirilmiştir. Son temel onarımı Türkiye Büyükelçisi Fethi Bey tarafından finansa edilerek 1920’li yıllarda yapılmıştır. Depremlerden çatlamış olan mermer minber o zaman değiştirilmiştir. Gerek totalitarizm zamanında, gerekse de demokrasi geldikten sonra yapılan sıva, boya, tabandan ısıtma sistemi tesisleri ise, daha fazla çeşitli Arap, Türk vakıflarının, ayrı ayrı hayırseverlerin himmetiyle gerçekleştirilmiştir. Bugünkü haliyle Cami cuma günleri 700, bayramlarda ise 1200’ün üzerinde cemaat toplamaktadır.
2006 mayısında Bulgaristan'da ırkçı görüşleriyle tanınan ATAKA partisinin üyeleri, başkent Sofya'daki Banyabaşı camisinin yanına bir çadır kurarak, camilerde ezan okunmasının yasaklanması için imza kampanyası başlatmıştı.
Kınık, İnegöl
Kınık, Bursa ilinin İnegöl ilçesine bağlı bir mahalledir.
Mahallenin adı Selçuklulara bağlı olan Kınık boyundan gelmektedir. Bu nedenle, halkın çoğunluğu kendini "Manav" milleti olarak tanımlamaktadır. Osmanlı'nın ilk kurulan yerleşim birimlerindendir.
Bursa il merkezine 61 km, İnegöl ilçesine 16 km uzaklıktadır.
Mahallede ilköğretim okulu vardır ancak kullanılamamaktadır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır, ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır.
Hirohito
Hirohito (Japonca: 裕仁, Shōwa Tennō 昭和天皇) (d. 29 Nisan 1901 - ö. 7 Ocak 1989), 1926'dan 1989'a kadar 63 yıl boyunca Japonya'yı yöneten 124. Japon imparatorudur. En uzun süre tahtta kalan imparatordur.
1901'de Tokyo’da doğdu. Babası İmparator Taişo, annesi Teimei’dir. Çocukluk adı Michinomiya idi. 1904'te Gakushūin 学習院 (soylular okulu ve müdürü Orgeneral Nogi Maresuke) ve 1921'de 'Veliaht okuma yeri'ni (東宮学問所 Tōgū Gakumonjo) bitirdi. Aynı yılda 6 aylık bir Avrupa gezisine çıktı. Böylece yurtdışına çıkan ilk Japon prensi oldu. Bu geziden dönünce, babası İmparator Toişo'nun hastalığı ağırlaşınca görevlerini yerine getiremez hale geldi. Bunun üzerine Hirohito, naip prens oldu.
1924’te Prenses Nagako ile evlendi. Babası 25 Aralık 1926’da ölünce Japon İmparatoru ilan edildi. Büyük Japon İmparatorluğu Anayasası (Dai Nihon Teikoku Kenpō) imparatora çok büyük yetkiler tanıyordu. II. Dünya Savaşı'nda Japonların yenilmesi üzerine, 15 Ağustos 1945’te radyoda Japonya’nın Potsdam Bildirisi’ni kabul ettiğini açıkladı. Bu konuşması ile Japon imparatorlarının geleneksel konuşmama âdetini bozdu.
ABD işgal yetkilileri Japonya’da demokratik bir anayasa hazırladılar. İmparatorun birçok yetkilerini sınırladılar. Hirohito, Japon inancına göre tanrısal güce sahip olduğu sanılan imparatorların bu iddiasından da vazgeçtiğini açıkladı. Hâkimiyet haklarının Japon halkına ait olduğunu ilan etti.
İmparatorluk ailesi ile Japon halkını birbirine yakınlaştırmak için Hirohito halkın içine de çıkmaya başladı. Geleneklerine uymamasına rağmen, kendisinin ve aile hayatı ile ilgili fotoğraf ve haberlerin yayınlanmasına izin verdi.
1971’de Avrupa gezisine çıktı. Aynı sene Anchoraga’da ABD başkanı Nixon ile görüştü. 1975’te ABD’ye resmî bir ziyaret yaptı.
Japon inanışına göre çok kutsal sayılan Japon İmparatoruna ait birçok geleneği yıkan Hirohito, yerine imparator olacak oğlu Akihito’nun halktan biri olan Şoda Miçikio’yla evlenmesini onayladı.
1989 senesinde Tokyo’da öldü. Hirohito hayatı boyunca deniz biyolojisi ile ilgilenmiş ve sarayında bu hususta çeşitli çalışmalar yapmıştır. İkisi erkek olmak üzere yedi çocuk babasıydı.
Ordinal Fayda
Ordinal fayda, ölçülemeyen faydadır. Malların, insan ihtiyaçlarını tatmin etme özelliğini ifade eden faydanın ölçülüp ölçülemeyeceği uzun zamandan beri tartışma konusudur. Faydanın ölçülemeyeceğini savunan iktisatçılar (ordinal faydacılar), mal ya da mal gruplarının sağlamış olduğu faydanın teorik bir fayda birimiyle ölçülemeyeceğini savunurlar.
Varsayımları:
- Faydanın sayısal olarak ölçülemeyeceği ancak tüketicinin mallardan elde edeceği faydaların sıralamaya tabi tutulabileceği ifade edilmektedir.
- Malların faydası objektif değil, subjektiftir. Yani kişiden kişiye ve aynı kişi için tüketim zamanına göre malların faydası değişiklik gösterebilir.
- Bir malın tüketimi diğer malın faydasını etkiler.
Önemli ordinalist iktisatçılar arasında Edgeworth, Antonelli ve Fisher gösterilebilir.
VII. Kleopatra
VII. Kleopatra (d. Ocak MÖ 69 - ö. 12 Ağustos MÖ 30), Antik Mısır'ın son Hellenistik kraliçesidir.
Asıl unvanı VII. Kleopatra olmasına rağmen kendisinden önce gelenler unutulduğu için, kısaca "Kleopatra" olarak bilinir. 9 dil bilen Kleopatra zeki bir kadındı.
İskenderiye'de doğdu. Aslen Yunan olan Kleopatra, babası XI. Ptolemaios'un vasiyeti üzerine kardeşi ile evlendi. O zamanlar Mısır'da egemen olan Yunanlar Mısır toplumuna karışmamak için kendi soylarından olan kişilerle evleniyorlardı, bu akraba evlilikleri de özürlü insanların doğumuna yol açıyordu. Babası öldüğünde 18 yaşında olan Kleopatra tahta çıktı. Halkın içine girebilmek ve halkın kendisini benimsemesi için kendini Mısır dinine verdi. Kardeşi tarafından iktidardan uzaklaştırılıp sürgüne yollandı. Kleopatra'nın dedesinin adı Dadadidis'dir. Mısır için büyük bir kahramandır.
Kleopatra iktidara, yanında büyük Roma diktatörü Sezar ile geri döndü. Kleopatra'nın bir halı içinde Sezar'ın sarayına girdiği ve bu büyük kralı kendine aşık ettiği rivayet edilir. Bu olaydan sonra kardeşi, kimsenin bilmediği bir sebeple Nil sularında boğuldu.
Kardeşinin aradan çekilmesi ile Kleopatra tek başına iktidar koltuğuna oturdu. O sırada Sezar'dan bir çocuğu oldu ve minik Sezarion'u alıp Roma'ya gitti. En büyük hayali, iki imparatorluğu birleştirip Büyük İskender'in de hayali olarak bilinen tüm dünyaya sahip olmaktı. MÖ 44'te Sezar ölünce bu hayallerini ertelemek zorunda kaldı.
Sezar ölünce Roma İmparatorluğu, tahta çıkan Octavian (Sezar'ın yeğeni ve resmi evlatlığı) ve Marcus Antonius arasında ikiye ayrıldı. Doğu, artık Marcus tarafından yönetilmekteydi ve ilk işi de Mısır'ı ziyaret oldu.
Antonius Kleopatra'ya delice aşık oldu. Kleopatra'nin Antonius'dan da iki kız çocuğu oldu. Bir süre Tarsus'da yaşadılar ve bu yıllarda Octavius'a savaş açtılar. Aktium'da yapılan savaşta Kleopatra ve Marcus kaçmak zorunda kaldı. İskenderiye'deki sarayına dönen Kleopatra'nın kendisini bir kobraya sokturarak intihar ettiği rivayet edilir. Ama son zamanlarda zehir içerek öldüğü anlaşılmıştır. Kolay yapılan bu zehir, acı çektirmeden birkaç saat içinde öldürüyordu. Öldüğünde 39 yaşındaydı.
Shakespeare, Antonius ve Kleopatra adlı eserinde Kleopatra'dan bahsetmiştir.
Titrek kavak
Titrek kavak ("Populus tremula"), söğütgiller (Salicaceae) familyasından 25 m'ye kadar boylanabilen, silindirik gövde, sık dallı, geniş konik tepeye sahip bir kavak türü.
Kabuklar yeşilimtırak-gri renkli olup parlak ve düzdür. Sürgün ve tomurcukları kızıl kestane rengindedir. Aynı zamanda cilalanmış gibi parlaktır. Tomurcukları terminal durumda olup, sürgünlere sarmal dizilmiştir. Çiçek taşıyan tomurcuklar büyük, dolgun ve küt uçlu iken, yaprak tomurcukları sivri uçlu, daha küçük, hafif ve yapışkandır.
Uzun sürgünler üzerindeki (özellikle kütük sürgünlerindeki) yapraklar sivri uçlu yumurta biçiminde, dip tarafları yürek şeklindedir. Yaprak kenarları düzensiz çift sıralı dişli olup, alt yüzleri yumuşak tüylüdür. Kısa sürgünler üzerindeki yapraklar ise uzunluğu genişliğine eşit denecek şekilde 3-7 x 3–7 cm büyüklüğünde, dairemsi, küt uçlu, dip tarafı hafif yürek biçimindedir. Yaprakların üst yüzü koyu yeşil, alt yüzü grimsi yeşilve çıplaktır; yaprak ayasının kenarları dilimli dişlidir. Yaprak sapı uzundur (6–8 cm), yanlardan basılmış olduğundan hafif bir rüzgarda bile yaprak ayasının sallanmasına neden olmaktadır. Yaprak sapı izi daire dilimi şeklinde olup, üzerinde üç iletim demeti izi bulunmaktadır.
Erkek çiçek başakçıkları (çiçek kurulları) hafif kıvrık olup ortalama 4–10 cm boyunda; 1 cm çapında olup uzun tüylerle kaplıdır. Erkek çiçeklerin her birinde 4-12 etamin bulunur. Etamin sayısının çoğunlukla 8 olduğu, sonradan renklerini kaybeden anterlerin ise koyukırmızı veya kırmızımtırak, erguvan renkte olduğu belirtilmektedir. Yumurtalık (Ovaryum) canlı yeşil renkte konik sivri uçlu, kısa saplıdır. Tabanında az tüylü (kirpikli) brahte bulunur. Tepecik (stigma) kırmızı renktedir ve ikiye ayrılmıştır.
Ağaçlar yapraklanmadan ortalama bir ay önce Mart ayında, önce erkek çiçekler, 8-10 gün sonra da dişi çiçeklerin görüldüğü, Mayıs- Haziran aylarında ise dişi çiçeklerin olgunlaştığı gözlenmektedir. Yuvarlak kapsüllerin ikiye ayrılmasıyla tohumlar saçılmakta ve rüzgarla uzaklara taşınmasına yarayan ipek tüylü kanatları bulunmaktadır. Dişi çiçek kediciklerinin (kurulu) ortalama boyu 4–12 cm; her kedicikteki dişi çiçek sayısı ise 160-200 olabilmektedir.
Titrek Kavağın Öyküsü
Esnek |
imalat sistemleri
Esnek üretim sistemi, bir imalat mekanizmasıdır. Sistem temel olarak bilgisayar desteği ile çalışan robotlar ve iletim mekanizmaları sayesinde hızlı, güvenilir, kaliteli ve ekonomik bir üretim sağlar.
21. yüzyılın başından itibaren kullanılan sistem birçok büyük firma tarafından özellikle otomotiv sanayi ve mekanik/mekatronik ile ilgili sektörlerde yaygın olarak kullanılmaktadır.
Esnek imalat sistemi, daha kaliteli ürünlerin daha düşük fiyatlarda üretilmesini sağlar. Esnek üretim, değişen ürün tasarımna klasik sistemlere göre daha hızlı yanıt vermektedir. Ayrıca kontrol mekanizması da otomatikleştiği için hatalı parçalar daha rahatlıkla ayrılır. Toplam kalite yönetimi nin genel anlamda bütün çalışanların katılımı ile iç ve dış müşterilerin beklentilerini karşılamayı, değişkenliği azaltmayı ve sürekli geliştirmeyi hedefleyen yönetimsel bir yaklaşım olduğunun biliyoruz. Demek ki esnek imalat sistemleri ile müşterilerin değişken ürün talebi hızlı ve kaliteli bir şekilde karşılabilir. Müşteri beklentilerinin karşılanması ve değişkenliğin azalması toplam kalite yönetimine katkıda bulunur.
Nikolay Rimski-Korsakov
Nikolay Rimski-Korsakov, Rusça: "Николай Андреевич Римский-Корсаков (Nikolay Andreyeviç Rimskii-Korsakov)" (18 Mart 1844 - 21 Haziran 1908) Rus müzisyen, besteci ve müzik eğitimcisi.
Sankt-Peterburg'un 200 kilometre uzağındaki küçük Tihvin kasabasında dünyaya geldi. Doğduğunda babası 60, annesi 42, ağabeyi ise 22 yaşındaydı.
Küçük Nikolay, piyano çalmayı Tihvin'de öğrendi. Yeteneğini ve müzik kulağının iyi olduğunu fark eden ailesi, bunun üzerinde pek durmadı. Çünkü Nikolay'ı, ülke donanmasının ağabeyi gibi başarılı bir denizcisi olarak görmek istiyorlardı. Böylece genç adam, 12 yaşında Sankt Peterburg'daki donanma okuluna girdi. Korsakov, o günden sonra müzikal çalışmalarına hız verdiyse de, geçinebilmek için donanmadaki işini de sürdürdü ve ancak 8 yıl sonra aktif işinden ayrılabildi.
Bestecinin müzikal alandaki çalışmaları, yalnız yaratıcı işleriyle sınırlı değildir. 1871'den yaşamının sonuna kadar Sankt-Peterburg Konservatuarı'nda profesörlük yaptı. 27 yaşında bu onurlu mesleği icra etmeye başlayan Korsakov, donanmanın brass grubunda on yıl çalışmasının yanı sıra; Müzik Okulu'nda 7 yıl müdürlük, Imperial Capella'da ise 10 yıl müdür yardımcılığı yaptı. 1874-1907 tarihleri arasında Sankt-Peterburg, Moskova, Kiev, Brüksel ve Paris'te çok sayıda senfonik konser yöneten besteci, 64 yaşında Lubensk'te yaşamını yitirdi. Naaşı Sankt-Peterburg'taki meşhur Tihvin Mezarlığı'nda gömülü bulunmaktadır.
11 senfoni, 15 opera, 3 enstrümantal ve orkestral çalışma, 79 romans eseri, 2 koleksiyon ve çok sayıda piyano çalışması üreten büyük bir bestecidir. Çok bilinen bir eseri de, Binbir Gece Masalları'ndan esinlenilmiş olan Şehrazad'dır.
"Armoni Üzerine Yazılar", "Orkestrasyonun İlkeleri" ve "Müzikal Yaşamımın Efsanesi" adlı üç de kitap yazmıştır.
Tesla (birim)
Tesla birimi (sembolü T) manyetik akı yoğunluğunun (veya manyetik indüksiyon) SI birimidir. Manyetik alanın yoğunluğunu belirler.
up> = 1 kg·s·C
Sırp kökenli ABD'li mucit ve elektrik mühendisi Nikola Tesla' nın adına ithafen 1960 yılında verilmiştir.
1 tesla:
Paradokslar listesi
Burada Vikipedi'de bulunan paradoksların bir listesini bulacaksınız. Listedeki paradokslar temalarına göre sınıflandırılmıştır.
Sadi Carnot
Sâdi Carnot (Nicolas Léonard Sadi Carnot) - (1 Haziran 1796 - 24 Ağustos 1832), Fransız fizikçi.
Isı makinesinin çalışma ilkeleri üzerinde çalışmıştır. Buhar makinesinin kuramsal verimini hesaplarken ısı enerjisinin mekanik enerjiye dönüşme koşullarını incelemiş, termodinamiğin ikinci kanununu bulmuştur.
Adını babasının hayranı olduğu İranlı şair Sadi’den alan Carnot temel bilimler, yabancı diller ve müzik konularında iyi bir eğitim gördü. Poisson, Gay-Lussac, Ampere ve Arago gibi ünlü öğretmenlerden 1812-14 arasında analiz, mekanik, tasarı geometri, kimya dersleri aldı. 1814’ün Mart'ında Paris kuşatmasında Vincennes çatışmasına katıldı.
I. Napoleon’un 100 günlük 2. iktidarında İçişleri Bakanlığı görevine getirilen babası, 1815 Ekim'inde Restorasyon Dönemi başlayınca bir daha geri dönememek üzere Almanya'ya sürgüne gönderildi.
Carnot'nun çalışmalarının 1834 yılına değin ilgi çekmemesinin nedeni, çalışmalarının o dönemlerde doğruluğu tartışmalı olan Kalori kuramına dayanmasından olduğu düşünülmektedir. Fresnel'in "ışığın titreşim kuramı", radyasyon yolu ile yayılan ısının ışığa olan benzerliği dikkatini çekti. Bazı eş ısılı olayların "Kalori kavramı" ile açıklanamaması Carnot’yu, Rumford ve Davy’nin çalışmalarını incelemeye, sürtünmenin yarattığı ısının katı ve sıvılardaki etkileri ile ilgilenmeye itti. Isının bir çeşit hareket enerjisi olduğunu baz alan yeni bir "kinetik teori" üzerinde çalışmaya başladı.
Çalışmalarından kalanlar fazla değildir: 1823’te yazilmış buhar gücü-mekanik iş ilişkisini irdeleyen 21 sayfadan oluşan bir makale, 1824’te yayımlanan bir kitabı, araştırma notları, James Watt’a ait 2 makalenin çevirisi ve çeşitli matematik ve fizik derslerine ait notları vardır.1832 yılında ölmüştür.
Epimenides paradoksu
Epimenides paradoksu mantıktaki bir sorundur. Bu sorun Giritli filozof Knossoslu Epimenides'in ardından adlandırılmıştır. Filozof şöyle demiştir: "Κρῆτες ἀεί ψεύσται", "Giritliler, her zaman yalancıdır". Problemin bir başka sürümü de Douglas R. Hofstadter'in Gödel, Escher, Bach isimli eserinde bulunur:
Epimenides'in bu ifadesi "Epimenides paradoksu" olarak adlandırılır. Zaman zaman "Yalancı paradoksu" veya "Giritli paradoksu" olarak da anılmıştır.
Paradoks şuradan kaynaklanmaktadır:
Kurşun tetra-etil
Kurşun tetra-etil (Pb(CH)), benzinin oktan sayısını ayarlamak ve benzinli motorların vuruntu yapmasını engellemek için kullanılan bir kimyasal maddedir.
Bir benzinin yanma kalitesi oktan sayısı ölçütü ile belirlenir. Oktan sayısı sınıflandırması, saf izooktanın oktan sayısı 100 olarak kabul edilerek yapılır.
Oktan sayısının belirlenmesi için, benzin örneği özel bir test motorunda farklı sıkıştırma oranlarında kontrollü şartlarda yakılır. Elde edilen sonuçlar aynı motorda kullanılan izooktan ve normal heptan karışımıyla karşılaştırılır. İzooktan vuruntusuna yakın kalitede yanar, normal heptan ise vuruntuya yol açar. Benzin örneği ile aynı sonuçları veren izooktan ve normal heptan karışımındaki izooktanın hacimce yüzdesi oktan sayısı olarak tanımlanır.
Türkiye'de ve başka ülkelerde kurşunsuz olarak adlandırılan benzinler de dahil olmak üzere tüm benzinler kurşun bileşikleri içermektedirler. Bu benzinlerin yanması ile bir miktar kurşun atmosfere karışır, bu durum doğa üzerinde olumsuz etkilere yol açar.
Kurşunsuz benzine göre süper benzinde 12 kat daha fazla kurşun bulunmaktadır.
Türkiye genelinde 2003 yılı verilerine göre benzinli araçlardan atmosfere atılan kurşun miktarı yaklaşık olarak 230.000 kg/yıldır. Şehir içi bölgelerde kurşun parçacıklarının ana kaynağı, süper benzin kullanan otomobillerdir.
Benzin oktan sayısını ayarlamak için kullanılan daha az zehirli katkı maddeleri de mevcuttur.
Zararları anlaşılması üzerine dünyada kurşunlu benzine yasaklar getirilmiştir.
Ülkelerin yasağa geçiş tarihleri aşağıda belirtilmiştir:
Kurşunlu benzin 2002 Dünya Zirvesi'nde başlatılan bir yasaktan sonra, tamamen 1 Ocak 2006 tarihinde kıta çapında aşamalı olarak kaldırıldı.
Halit Kıvanç
Halit Kıvanç (d. 18 Şubat 1925, Fatih,İstanbul), Türk radyo ve televizyon eski maç sunucusu ve gazeteci. Türkiye'nin en ünlü ve en uzun süre çalışmış sunucularındandır. Yazar ve müzisyen Ümit Kıvanç'ın babasıdır. Aynı zamanda Pelé ile ilk röportajı yapan gazetecidir.
Orta öğretimini Pertevniyal Lisesi'nde, yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde tamamladı. 3 ay kadar hakimlik yaptı. Milliyet, Tercüman, Hürriyet, Güneş başta olmak üzere çeşitli gazete ve dergilerde yazar ve yönetici olarak üst düzey görevler aldı.1953'te Alp Zirek ve Halit Talayer ile birlikte Türkiye'nin ilk günlük spor gazetesi Türkiye Spor'u çıkardı. Bir yıla yakın İngiliz yayın kuruluşu BBC'de çalıştı. Türkiye'de radyo ve televizyon yayıncılığının gelişmesinde önemli katkıları olan Kıvanç, Türk televizyonculuğunda birçok "ilk"in adamı oldu. Olimpiyatlar ve büyük uluslararası karşılaşmalarda sunucu olarak görev aldı. FIFA Dünya Kupası'nı televizyondan sunan ilk Türk spikerdir. 10 FIFA Dünya Kupası finalini radyo ve televizyonda nakletti.
Sunuculukta 50. yılını 2005'te bir jübileyle kutlayan Kıvanç, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti,TSYD ve diğer kuruluşların düzenlediği yarışmalarda 200'ün üzerinde ödül aldı. 1983 yılında Cumhurbaşkanlığı Kupası maçıyla maç spikerliğine veda etti. Yazar, spiker, sanat adamı olarak kabul edilen Halit Kıvanç, Türk halkına temiz bir Türkçe ile saygın ve eğitici çalışmaları ile hizmet vermesinden dolayı Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi tarafından Kariyer Dalında büyük ödüle layik görüldü.
Kıvanç, NTV televizyonunda pazar günleri "Halit Kıvanç'la Ustalar", NTV Radyo'da pazar sabahları "Mikrofonda Halit Kıvanç", ise NTV Spor'da "Futbol Bir Aşk" adlı programları sundu. Koyu bir Fenerbahçe taraftarı olan Halit Kıvanç, Fenerbahçe TV'de "Efsanenin 100 Yılı" ve "Efsanenin Yeni Yüzyılı" adlı söyleşi programlarını da sundu.
Aydın Engin'le yaptığı söyleşi "" adlı kitapta toplanarak İş Bankası Kültür Yayınları tarafından piyasaya sunulmuştur. Halit Kıvanç, ayrıca 2006 yılında Türkiye İş Bankası tarafından yayımlanan "Ağlama Palyaço Makyajın Bozulur" adlı kitabın da yazarıdır. Kıvanç, sanatçı Müjdat Gezen ile yaptığı söyleşiyi kaleme aldığı kitapta, sanatçının yaşamını acı ve tatlı yanlarıyla anlatmaktadır.
Kop (albüm)
Bu albüm için "Kop, benim ilk albümüm." diyen Mustafa Sandal albümle birlikte birçok yenilik ve değişikliğe gitmiştir. Saç sitilinden giyim kuşamına kadar her yönüyle değişen sanatçı magazin programlarında daha sık görünmeye başlamıştır. Bu değişiklik klipiere de yansımış ve daha önce hiç denemediği tarzlarda klipler çekmiştir.
İlk klibi albümün |
çıkış şarkısı Pazara Kadar'a geldi. Sanatçının ilk kez söz ve müziği kendine ait olmayan bir parça ile çıkış yapması dikkat çekti. 2002 FIFA Dünya Kupası'nda üçüncü olan millî takımıyla özdeşleşen şarkı millî takımının galibiyet görüntüleri ile birlikte medya da yer aldı. İkinci klip Pazara Kadar'ın albüme girmesiyle çıkış parçası olmaktan vazgeçilen Geçmiş Olsun'a geldi ve klip . Bodrum'da çekilen klip bilgisayar teknolojisi kullanılarak renklendirildi. 3. klip albümün isim parçası olan Kop şarkısının remix versiyonona geldi. Klipte Musti'ye Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden seçilen 4 manken eşlik etti. Mankenlerle sıcak poz veren Musti'nin klibi ilk kez medya da 'erotik klip' olarak lanse edildi. Klipte plazmalar lazer ışıkları ve moodlight ışık sistemi kullanıldı.
Bu albümde daha öncekilere göre promosyona daha çok önem verilmesiyle albüm o yıl en çok satan 2. albümü oldu. Ayrıca da Tuşuma Bas adlı şarkı radyolarda ve TV kanallarında çok dinlenildi.
Şarkıların düzenlemeleri Volga Tamöz'e aittir.
Burjuvazi
Burjuva; köylü, işçi ya da soylu sınıfına dahil olmayıp, sosyal statüsünü ve gücünü, eğitiminden, işveren konumundan ve zenginliğinden alan kentli kişi. Bu kimselerin oluşturduğu sosyal sınıfa burjuvazi denir. Bu kavram Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından yazılan Komünist Manifesto'da ""kapitalist orta sınıf"" anlamında kullanılmıştır. Zaman zaman eleştirel olarak "materyalist veya basmakalıp uygulamalara sadık" anlamında kullanılır.
Burjuva sözcüğü Türkçeye 19. yüzyılda Fransızcadan geçmiştir. Türk Dil Kurumu burjuvaya karşılık olarak kentsoylu sözcüğünü önermiştir.
Burjuva kelimesinin kökeni Latince "burgus" (kale burcu) sözcüğüne dayanır. Orta Çağ Avrupa'sında kentler surlarla çevrilirdi. Köylüler çoğunlukla surların dışındaki çiftliklerde yaşarlardı. Burjuvalar ise surların içindeki kentte yaşarlardı. Eski Fransızca "burgeois" sözcüğü "şehirde yaşayan" anlamına gelir. Sözcük Fransızcada 1560'larda orta sınıf anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Komünizmde "kapitalist" anlamında kullanılması ise 1883'te ortaya çıkmıştır.
Marksist terminolojide burjuvazi, kapitalist sistemde üretim araçlarına sahip olup, emekçilerin artı-değerine el koyan sınıf olarak kullanılır.
İngiltere'de başlayan Sanayi Devrimi'nin ardından, burjuvalarla, işçi ve köylü sınıfı çatışmaya başlamıştır. Bunda makinaların ve fabrikaların artması, önemli rol oynamıştır. Burjuva ile işçi ve köylü sınıfı arasındaki mücadelenin nedenleri, hak ve inisiyatifler ile yönetimde söz sahibi olma iddialarıdır.
Martin Eden
Martin Eden, Jack London'ın 1909 yılında yazdığı romanıdır. Bir gemi işçisinin yazar olma çabasının anlatıldığı romanda tutkulu, aşık, kalıplaşmış düşüncelere karşı duran, sorgulayan, inanan ve idealleri uğruna, çıkarına olmasa da düşündüklerini cesurca ifade eden gemi işçisi Martin Eden anlatılır.
Jack London 33 yaşında "Martin Eden"i yazdığında Vahşetin Çağrısı, Beyaz Diş ve Deniz Kurdu ile uluslararası başarısını kanıtlamıştı. Fakat London ünlü olunca birden düş kırıklığına uğradı ve Güney Pasifik'te bir deniz yolculuğuna çıktı. İki yıllık zorlu yolculuğunda, yorgunluk ve bağırsak hastalıklarıyla mücadele ederken, içinde düş kırıklıklarını, ergenlik çağında yaptığı çete kavgalarını ve yazar olarak tanınmak için verdiği mücadeleyi anlattığı "Martin Eden"'i yazdı. Kitaptaki Ruth Morse adlı karakter Jack London'un ilk aşkı Mabel Applegarth'tır.
Martin Eden ilk görüşte aşık olduğu kız için kendini geliştirmeye başlar her konuda kitaplar okur, dil öğrenir ve kendini kıza (Ruth) beğendirmeye çalışır. Bir süre sonra Martin Eden yazar olmak düşüncesine kavuşur ve küçük küçük öyküler yazmaya ve bunları yayınevlerine gönderir ama hiçbiri yayımlanmaz ve sevdiği kız da yazdıklarını pek beğenmez.
Romanın ilerleyen bölümlerinde, ana kahraman Martin Eden bir çamaşırhanede çalıştığı dönemde, kısa bir süre kapitalist sistemin dayattığı çalışma koşulları yüzünden hem kendi ürettiğine hem dünyaya hem de en önemlisi kendine yabancılaşmıştır; hatta bu yoğun çalışma temposu hayatta en çok sevip değer verdiği Ruth'a sevgisini bile unutturmuştur.
Göçmen balıklar
Göçmen balıklar, düzenli periyotlarla göç eden bazı balık türlerine denir. Balıkların büyük bir kısmı, örneğin alabalıklar oldukça küçük ve sınırlı bir bölge içinde yer değiştirdikleri halde yılan balıkları gibi bazıları uzun yolculuklar yaparlar. Bir göçte tipik olarak göçün başladığı yere dönüş vardır ve çoğunlukla göç yumurtlamak veya besin bulmak amacıyla yapılır.
Göçler, günlük olabilirken bazılarında yıllık olarak yapılır. Katedilen mesafeler birkaç metreden birkaç bin kilometerye kadar olabilir.
Göçteki amaç genellikle beslenme veya üremeyle ilişkilendirilir, ancak bazı göçlerin nedenleri hala bilinmemektedir.
Bazı türlerde görülen günlük dikey göç doğal bir davranıştır, bazı denizel türler beslenmek için geceleri yukarı çıkar ve gün içinde eski derinliklerine inerler.
Tuna gibi deniz balıklarının bir kısmı kuzeye ve güneye okyanuslardaki sıcaklıkları takip ederek yıllık olarak göç eder. Bu balıkçılık için önemli bir değişimdir.
Tatlı su balıklarının yumurta dökme amaçlı yapılan göçleri genellikle daha kısadır.
Göç eden balıklar şu şekilde sınıflandırılabilir:
Tuzlu sular ve tatlı sular arasında göç eden balıklardır. Üç alt grubu bulunur:
Çoğunlukla denizlerde büyüyüp beslenen, yumurtlamak için iç sulara gelen ve orada yumurtlayan, yavruları hayatlarının bir kısmını iç sularda geçiren ve daha sonra denizlere göç eden balıklardır.
Anadrom balıklardan en iyi bilineni Pasifik som balığıdır. Bu balık küçük tatlı su akıntılarında yumurtadan çıkar, denizlere doğru gider ve burada yıllarca yaşar. Daha sonra yumurtadan çıktığı tatlı sulara doğru geri döner, yumurtalarını bırakır ve kısa süre sonra ölür. Balık bu şekilde yukarıya doğru yüzlerce kilometre gider.
Başka örnekler ise deniz alabalığı, üç dikenli balık ve tirsi balıklarıdır.
İç sularda büyüyüp beslenen yumurtlamak için denizlere göç eden ve orada yumurtlayan, yavruları hayatlarının bir kısmını denizlerde geçiren balıklardır.
Katadrom balıklardan tatlı sularda yaşayan yılan balığının "Anguilla" larvaları açık denizlerde aylar bazen yıllarca dolaşır, erginleşir ve daha sonra akarsulara geri dönerler. Üreme zamanı yumurtlamak için denizlere tekrar göç ederler.
Hayatlarının bir kısmında tatlı sular ve tuzlu sular arasında göç yaparlar. Ancak bu üreme için değildir.
Yaşamlarını genellikle iç sularda geçirirler. Fakat üreme döneminde akarsularda yaşayanlar akarsuyun kaynak kısımlarında, göllerde yaşayanlar ise göle bağlı akarsulara girerler. (Örn. tatlısu kefali)
Hayatlarının tamamını denizlerde geçiren fakat yumurtlama zamanı denizlerde bir yerden diğer bir yere göçeden balıklardır. (Örn. hamsi)
Belleğin Azmi
Belleğin Azmi ya da Eriyen Saatler (Katalanca: "La persistència de la memòria"), İspanyol sanatçı Salvador Dalí tarafından 1931 yılında yapılan ve en bilinen eserlerinden biri olan tablo.
1932 yılında 250 Amerikan doları karşılığında satılan tablo, 1934 yılından bu yana New York'taki National Museum of Art'ta sergilenmeketdir.
Gerçeküstücü tablo eriyen cep saatlerini konu almaktadır. Bu, Dalí'nin o yıllardaki 'yumuşaklık' ve 'sertlik' anlayışına ışık tutmaktadır.
Yapıt her ne kadar Dalí'nin sanat yaşamındaki Freudçu evrenin bir örneği olsa da, sanatçının bilimsel evreye geçişinden 14 yıl önce yapılmıştır. Dalí'nin bilimsel temelli yapıtlar vermeye başlaması 1945 yılındaki atom bombası kullanımına dayanmaktadır.
Tablonun ortasında "canavar" biçiminde bir insan figürü gözlenebilmektedir. Dalí'nin birçok yapıtında kullandığı bu nesne, sanatçının kendini betimlemesi olarak da algılanmaktadır. Resmin sol alt köşesindeki turuncu saat karıncalarla kaplanmıştır. Dalí; karınca görüngesini, ölümü ve kadın üreme organlarını simgelemek amacıyla da kullanmıştır. Bir başka kaynağa göre, karınca çalışkanlığı,sinek ölümü ve yumurta ise kadın üreme organlarını temsil etmektedir.
Yapıtın (Mona Lisa'ya benzer biçimde), tamamlandıktan kısa süre sonra kırmızı şarapla ıslatıldığı söylenmektedir.
Dalí, 1954'te tamamladığı "Belleğin Azminin Dağılışı" adlı tablosuyla bu resme içerik bakımından yeniden yaklaşmıştır. Bundan önceki ünlü çalışmalarında kullandığı dikdörtgen dizileri ve bu nesneler arasındaki boşluklar, yapıtın perde arkasında gizli bir bakış açısının bulunması olarak yorumlanmıştır. Yapıt, St. Petersburg'taki Dalí Müzesi'nde sergilenmektedir.
Guanako
Guanako ("Lama guanicoe"), devegiller (Camelidae) familyasının vahşi bir türü olup, lamalar ile akrabadır. Güney Amerika'nın güney ve batı kesimlerinde yaşarlar.
Yetişkinlerdeki yerden baş yüksekliği 2 m ,sırt yüksekliği 120 cm, Ağırlık 100 Kg. Postu sık ve yünlüdür. Renk olarak üst kısmı açık kahverengi,alt kısmı beyazdır. Boynu deve tarzında uzun ve incedir.
And Dağları'nda Peru, Ekvador, Bolivya, Şili ve Arjantin'de bulunurlar. Genelde açık otluk alanlarda yaşayıp sadece bazı sert kışlarda ormanlara giderler. 4000 m yükseklikte dahi guanakolarla karşılaşmak mümkündür.
Yaklaşık 15 kişilik aile grupları oluşturular. Bu aileler bir "reis erkek" birkaç "yetişkin dişi" ve "yavrulardan" oluşur. On iki ile on beş aya ulaşmış genç erkekler, aile reisi erkek tarafından aileden kovulurlar. Bununla birlikte aileden kovulan genç erkekler, kendi aralarında "bekar erkekler klubü" oluştururlarki bu grup içinde 3-4 yaşına kadar kalırlar. Bu erkek grubunda, daha sonra oluşacak hakiki aile liderliği için sık sık güç kavgaları meydana gelir. Grubu, yaşı gelip terk eden erkek guanako, ya etrafında genç dişileri toplayarak kendi ailesini oluşturur ya da ailesini yöneten başka bir erkek reis guanakoyu uzaklaştırır ve bu aileyi devralır. Başka bir guanako tarafından kovulmuş ve yönettiği aileyi kaybetmiş yaşlı erkek guanako ölümüne kadar tek başına yaşar.
Hamilelik 1 yıl sürer ve bir batında tek bir yavru doğururlar. Doğan yavru hemen yürümeyi becerir ve yaklaşık 10 hafta süt emer. Bir gunako 20 -30 yaşına kadar yaşar, genelde Pumalar tarafından avlanırlar. |
Yavru ve hasta guanakolar And Dağları'nda yaşayan kondorlar ve çakallar tarafından da öldürülebilirler.
İspanyollar Güney Amerika'ya geldiklerinde 50 milyon guanako nüfusu varken bugün hesapsız avlanmalar sonucu sayıları yaklaşık 500.000'e kadar düşmüştürki bu sayı o zamanki sayılarının %1 ine tekabül eder. Ve sayıları gitgide azalmaktadır.
Yüzgeç
Yüzgeç, balığın su içeresindeki hareketine yardımcı olan organlardır. Balıklarda yüzgeçler kara hayvanlarındaki kol ve bacaklara eşdeğerdir. Balığın su içerisindeki yüzme işlemi büyük ölçüde kaslarla sağlanır. Bu harekete farklı yüzgeçli değişik görevler için yardımcı olurlar.
Yüzgeçler, iki katlı bir deri kıvrımıyla onu destekleyen elemanlardan oluşmuştur. Destek elemanları segmentsiz, tek parçalı, sert ve sivri uçlu dikey ışınlar ile segmentli ve çoğunlukla uçları çatallanmış yumuşak ışınlardır. Bazı balık türlerinde, özellikle alabalıklarda, sırt yüzgeci ile kuyruk yüzgeci arasında bir yağ yüzgeci (adipöz yüzgeç) bulunmaktadır. Bu yüzgeç diğer yüzgeçlerde bulunan yüzgeç ışınlarını ihtiva etmez.
Kuyruk sapının ucuna bağlanan ve kuyruk kısmını çevreleyen yüzgece kuyruk yüzgeci (kaudal) denir. Bu yüzgeç balık türleri arasında değişik şekillerde gösterilir.
Omurganın ucu düz olarak, hiçbir kıvrım yapmadan kuyruk ucuna kadar uzanır, kuyruğu iki eşit parçaya ayırır. Dolayısıyla kuyruk yüzgeci tek parça ve sonu sivri olan bir görünümü arz eder. (örnek : "Agnatha", "Dipnoi")
Çatallı kuyruklu balıklarda kuyruktaki iki lob birbirine eşit olmasına homoserk tip kuyruk yüzgeci denir. (örnek : Hamsi, İstavrit, Levrek)
Kuyruk yüzgecinin iki lobu birbirinden farklı büyüklükte olmakta ve son kuyruk omurları üst loba doğru yönelmiş bulunmaktadır. (örnek : Squaliformes (köpekbalıkları), Mersinbalıkları)
Bazı balıkların erkeklerinin anal yüzgeci değişikliğe uğrayarak uzanmış bir cinsiyet (kopulasyon) organı oluşmuştur. Bazı balıklarda gerek sırt yüzgeci ile kuyruk yüzgeci arasında gerekse anal yüzgeçle kuyruk yüzgeci arasında çok sayıda küçük kolayca sağa sola dönebilen yüzgeçler bulunur. Bunlara yalancı yüzgeç adı verilir.
Odessa
Odessa (Ukraynaca: Одеса; Rusça: Одесса; Rumence: Odesa;Osmanlıca: آق کيرمان; Kırım Tatarcası: Ades), Ukrayna'nın güneybatısında şehir ve aynı isimdeki Odessa ilinin (oblast) yönetim merkezi. Karadeniz kıyısındaki en büyük limanlardan birine sahiptir. 2004 yılı itibarı ile nüfusu 1.012.500'dür.
1794 yılında işgalci Ruslar, Hacıbey ismine son vererek Odessa ismini vermişlerdir. Şehirde halen az miktarda da olsa Yerli Türkler ve Tatar Türkleri yaşarlar. Şehrin önemli banliyösünün ismi Tahirova da Türkler tarafından kurulmuştur. Eski gümrük binası gibi Türklerden kalan çok az da olsa bazı binalar bulunmaktadır. Osmanlı Devleti'nin kuzey Müslümanlarını, Hac için Mekke'ye götürdüğü en önemli uğrak merkezidir. Osmanlı döneminden sonra 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında da Rusya topraklarında yaşayan Müslümanların Hac'ca gitmek için toplanma noktası olmuştur. Ukrayna'nın en önemli liman şehridir.
2. Dünya Savaşında Almanlar tarafından Rumenlere hediye edilen şehir Rumenler tarafından "Antonucescu" olarak yeniden adlandırılmıştır.
Karadeniz havzasının, Samsun'dan sonra en büyük şehridir. Odessa'nın nüfusu; 1.012.500 'dur. 2010'daki nüfus sayımında bu rakam 1.052.101 olarak tespit edilmiştir
1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk açtığı baş konsolosluklardan biri Odessa olmuştur, ve bu şehirde 1936 tarihine kadar hizmet vermiştir. Yaklaşan 2. Dünya Savaşı nedeniyle konsolosluk boşaltılmıştır. Mülkü, Türkiye Cumhuriyeti'ne ait olan bina halen Fransuzki Bulvarı'ndadır.
Sagan (anlam ayrımı)
Sagan
Sagan, resmi olmayan bir ölçü birimidir. Bir "Sagan" en az 4.000.000.000'a eşittir. Bunun sebebi, bu birime ilham veren Carl Sagan tarafından söylenmiş olan ""Milyonlarca ve milyonlarca (yıldız)"" cümlesindeki milyonlarca terimi en az 2 milyon anlamına geldiği içindir.
Bilinen galakside 100 Sagan yıldız vardır.
Konstantin Stanislavski
Konstantin Sergeyevic Alekseyev Stanislavski (Rusça: Константин Сергеевич Станиславский; d. 17 Ocak 1863 – ö. 7 Ağustos 1938) Rus tiyatro oyuncusu, yönetmen. "Sistem" olarak da bilinen oyunculuk yöntemi, modern oyunculuk anlayışına yön vermiştir.
1877'de amatör olarak oyunculuğa başladı. F. P. Komisarjevski’nin yönetimi altında vodvillerde, operetlerde, dramlarda ve komedilerde oynadı. 1898 yılında Vladimir İvanoviç Nemiroviç-Dançenko ile birlikte “Moskova Sanat Topluluğu”nu kurdu. Çehov’un yapıtlarını sahneleyerek büyük ün kazandı. 1938 yılında hayata gözlerini kapadı.
Büyük Rus devrimi ve öncesi önemli bir tiyatro yönetmenidir. Devrimden önce gerçekçilik akımını benimseyip, daha sonra Toplumcu gerçekçi akıma yönelmiştir. Sanat Yaşamım adlı kitabında anılarını anlatır.
Nemirovic Dancenko ile birlikte kurdukları "Moskova Sanat Tiyatrosu"; Rus tiyatrosunun bir adım öne çıkmasını sağlar. Psiko-realist oyunculuk kavramını ortaya atan ilk kişidir. Çehov'un oyunlarını klasik tarzların dışına çıkarak yönetti.
El Calafate
El Calafate, Arjantin'in güneybatısında bir şehirdir. Santa Cruz eyâletinde, Patagonya'da bulunan Lago Argentino gölünün güney kıyısında yer alır.
Şehir, gelirinin büyük kısmını, yakınlarında bulunan Perito Moreno Buzulu'nu ziyarete gelen turistlerden elde eder. El Calafate 2005 rakamlarıyla 18.000 kişilik nüfusa sahiptir ki bu rakam bir önceki (2001) sayımdaki rakamın 3 mislidir.
Samanyolu
Samanyolu ya da Kehkeşan, içinde Güneş Sistemi'nin de bulunduğu gök ada. Yerel Küme'nin bir parçası olan çubuklu sarmal türde bir gök adadır. Gözlemlenebilir Evren'deki milyarlarca gök adadan sadece bir tanesidir.
23 Ekim 2015 Cuma günü Ruhr-Universität Bochum üyesi Alman astronomlar tarafından 46 milyon piksellik "855.000X54.000" çözünürlükte Samanyolu galaksisi haritası yayınlanmıştır.
Galaksi adının kökeni, eski Yunancada bizim galaksimizi belirtmek üzere kullanılan “sütlü, süt gibi, sütsü” anlamlarına gelen "galaxias" () sözcüğü ya da "süt dairesi" anlamındaki "kyklos galaktikos" () terimidir. Bu terim ve dolayısıyla Batı kültüründe Samanyolu için kullanılan "Süt Yolu" terimi eski Yunan mitolojisi'ndeki bir mitosdan kaynaklanır: Bir gece, Zeus ölümlü bir kadından yaptığı oğlu Herakles'i fark ettirmeden uykuya dalmış olan Hera'nın göğsüne koyar. Bebek Herakles, Hera'nın memelerinden akan sütü içecek ve böylece ölümsüz olacaktır. Fakat Hera, gece uyanıp tanımadığı bir bebeği emzirdiğini fark edince onu fırlatıp atar ve boşalan memesinden çıkan süt de gece gökyüzüne fışkırıp akar. Hikâyeye göre geceleyin gökte sönük bir ışıkla pırıldar halde gördüğümüz “Süt Yolu” (Türkçe’de Samanyolu) denilen kuşak, böyle oluşmuştur.
Antik çağda Grek filozofu Democritus (450–370 MÖ), geceleyin gökyüzünde görünen Süt Yolu denilen ışıklı bölgenin uzak yıldızlardan oluşuyor olabileceğine dikkat çekmişti. Aristo'nun (384-322 MÖ) düşüncesine göreyse Süt Yolu büyük, birbirine bağlı çok sayıdaki yıldızın alevlenmesinden kaynaklanmaktaydı ve bu alevler Dünya atmosferinin üst kısmında yer almaktaydı.
Arap astronom İbn-i Heysem (965-1037), Samanyolu’nun ıraklık açısını gözlemleme ve ölçme girişiminde bulundu; Süt Yolu’nun ıraklık açısı yoktu. Bunun üzerine “bu, Dünya’dan uzaktadır, atmosfere ait değildir” diyerek Aristo’nun görüşüne karşı çıktı. İranlı astronom Birûni (973-1048) Samanyolu Gök Adası’nın sayısız bulutsu yıldızlar yığını olabileceği görüşünü ortaya attı. İbn Bacce ise Samanyolu’nun pek çok yıldızdan oluştuğunu ve gözümüze sürekli bu şekilde görünmesinin Dünya atmosferindeki kırılımdan kaynaklanıyor olabileceğini ileri sürdü. İbn Kayyim El-Cevziyye (1292-1350), Samanyolu Gök Adası’nın sabit yıldızlar feleğinde bir araya gelmiş çok sayıdaki küçük yıldızlardan oluştuğunu ve bu yıldızların gezegenlerden daha büyük olduklarını ileri sürdü.
Samanyolu Gök Adası’nın birçok yıldızdan oluşmasının ilk kanıtı Galileo Galilei’den geldi. 1610 yılında Samanyolu Gök Adası’nı bir teleskopla inceleyen Galilei, bunun çok sayıdaki yıldızın bir araya gelmesinden oluştuğunu farketti. 1750’de İngiliz astronom ve matematikçi Thomas Wright, “Evren'in orijinal bir teorisi ya da yeni hipotezi” adlı eserinde gök adanın Güneş Sistemi’ne benzer tarzda, fakat daha büyük ölçekte, kütleçekim gücüyle birbirlerine bağlı çok sayıdaki dönen yıldızlardan oluşmuş bir kitle olduğu görüşünü ortaya attı. Bunun sonucunda bu düşünceye göre söz konusu yıldızların oluşturduğu ve bizim de içinde bulunduğumuz bu disk, bizim gökyüzüne bakışımız açısından bize gökyüzünde Süt Yolu olarak görünüyor olabilirdi.
Immanuel Kant, 1755'teki bilimsel incelemesinde Thomas Wright'ın düşünce ve çalışmalarını biraz daha ayrıntılandırdı, gök adamızın da Güneş Sistemi’mize benzer biçimde kütleçekim ile bir arada tutulan ve dönen bir yıldız kümesi olduğunu (haklı olarak) ifade etti. Kant, ayrıca o dönemde gözlemlenebilen birkaç bulutsunun da ayrı gök adalar olabilecekleri varsayımında bulundu. (Bu adın verilme nedeni dürbünle bakıldığında ışık veren gaz bulutu gibi gözükmeleridir.) Samanyolu Gök Adası’nın biçimi ve Güneş’in gök ada içindeki konumu hakkındaki ilk girişim, 1785’te gökyüzünün farklı bölgelerindeki yıldızları özenle sayan William Herschel’den geldi. Herschel, Güneş Sistemi’ni merkeze yakın bir yere koyarak gök adanın biçimini gösteren bir diyagram hazırladı.
Jacobus Kapteyn, hassas bir yaklaşım sergileyerek 1920’deki çiziminde Güneş’in merkeze yakın bulunduğu elips biçimli küçük bir gök ada tasarladı. Farklı bir yöntem uygulayan Harlow Shapley ise küresel kümeler kataloğu çalışmasında kendinden öncekilerden tümüyle farklı olarak gök adamızı Güneş’in merkezden uzak olduğu yaklaşık 70 kiloparsek yarıçapındaki yassı bir disk biçiminde tasarladı. Her iki hatalı çalışma da galaktik düzlemde ışığın yıldızlararası toz vasıtasıyla soğurulmasını hesaba katmamıştı. Soğrulma, ancak Robert Julius Trumpler’in 1930’da açık yıldız kümeleri üzerinde çalışırken bu etkiyi ölçmesinden sonra hesaba katılmaya başlandı ve günümüzdeki gök ada görünümü kur |
amlarına ulaşıldı.
Samanyolu'nun şekli hakkındaki yaygın görüş, onun bir çubuklu sarmal galaksi olduğu yönündedir. Merkezdeki çubuk şeklindeki yıldız yoğunlaşmasının iki ucundan logaritmik spiral şeklinde uzayan iki ana kol ve yardımcı kollar, galaksinin şeklini oluşturur. Bu görüş ilk olarak 1990'larda gündeme gelmiş, 2005 yılında Spitzer Uzay Teleskobu'ndan alınan bilgilerle kuvvetlendirilmiştir.
Tıklanabilir harita, en az 200 milyar yıldız içeren ve sarmal bir gök ada olan Samanyolu'nun tümünü göstermektedir. Güneş'imiz, merkezden 26.000 ışık yılı uzaklıkta Avcı kolu'nun derinliklerinde gizlenmiştir. Gök adamızın merkezine doğru olan yıldızlar, bizim bulunduğumuz yerdekilere göre birbirlerine çok daha yakındır. Ayrıca gök ada düzleminin oldukça dışında yer alan küçük küresel yıldız kümelerinin varlığına da dikkat edilmelidir. Yine dikkat edilmesi gereken bir başka konu da gök adamız tarafından yavaşça yutulan bir cüce gök adanın (Cüce Yay) varlığıdır.
Raphael'e Özgü Kafa Patlaması
Raphael'e Özgü Kafa Patlaması veya Exploding Raphaelesque Head, ressam Salvador Dali'nin 1951 tarihli tablosu. Dali'nin tanınmış tablolarından olan tabloda Madonna yüzü fragmentasyondan geçmiş bir şekilde betimlenmiştir. Tablodaki detaylar hem Dali'nin ilgi ve görüşlerine dair birçok ipucu sunar hem de eserin bütünlüğüne çok şey katar.
Adem'in Yaratılışı
Âdem'in Yaratılışı, Sistine Şapeli'nin tavanındaki ünlü bir fresktir. Michelangelo tarafından 1511 dolaylarında yapılmıştır.
Fresk, Hıristiyanlık'ta Kitab-ı Mukaddes'in Yaratılış bölümünde, Tanrı Baba'nın ilk insan Âdem'e hayat üflemesi konusunu betimler. Bu betim bugün dünyanın en ünlü betimlemelerinden birisidir ve modern kültüre farklı biçimlerde yansımıştır. Freskte yer alan Tanrı ve Âdem'in ellerini içeren detay da freskin en ünlü kısımlarındandır.
Tanrının yüzü olarak, Mikalanjelo'nun kendi yüzünü çizdiği düşünülmektedir.
Bir diğer görüşe göre reform ve rönesanstan sonra insanın tanrıya yabancılaşması resmedilmiştir.
Çığlık (tablo)
Çığlık veya orijinal ismiyle Skrik, Norveçli ressam Edvard Munch tarafından yapılan 1893 tarihli tablo. Sanat Tarihi'nde orijinal adı "Boğuntu" dur. Birçok eleştirmene göre Munch'un en önemli çalışmasıdır. Resim orijinali 84 cm x 66 cm boyutlarındadır. Resimde ön planda ızdırap çeker gibi görünen bir figür, arka planda ise Ekeberg tepesinden Oslofjord'un görünümü yer alır; Oslofjord göğü kan kırmızısı rengindedir.
Munch daha sonraları resimden bir litograf da yapmıştır. Resim özellikle modern kültür ve sanatta büyük bir etkiye sahiptir.
"Çığlık", birkaç yüksek profilli sanat hırsızlığının hedefi olmuştur. 1994 yılında Ulusal Galeri'deki versiyonu çalındı, birkaç ay sonra bulundu. 2004'te, "Çığlık" ve "Madonna"nın her ikisi de Munch Müzesi'nden çalındı ve iki yıl sonra bulundu.
Ressamın günlüğü ele alınırsa bu resim Nice'den etkilenerek yapılmıştır. Ressam günlüğünde anlattığına göre iki arkadaşıyla yürümektedir, bu sırada ise güneş batmaktadır ve kan kırmızısı rengindedir. Ressam kendini yorgun hissetmiş ve trabzanlara yaslanmıştır. İki arkadaşı ise yürümeye devam etmiştir. Ressam bu sırada doğanın çığlığını hissettiğini günlüğünde dile getirir. Ressam bu resmi yaparken hastadır ve bu yorgunluğunun oradan geldiği düşünülür.
Amerikalı sanat tarihçisi Robert Rosenblum'a göre bu resimdeki insan figürünün yüzü Paris'teki Musée de l'Homme'da bulunan Peru'dan gelmiş olan mumyanın yüzünden etkilenerek yapılmıştır.
Boris Vian
Boris Vian ( d. 10 Mart 1920 - ö.23 Haziran 1959) Fransız yazar, şair, müzisyen, şarkıcı, gazeteci, senarist, oyuncu, eleştirmen, çevirmen ve maden mühendisi. "Vernon Sullivan" takma adıyla da yazdı. Daha çok yazdığı roman ve tiyatro oyunları ile tanınır.
10 Mart 1920'de Paris yakınlarındaki Ville d’Avray'da doğdu. Beş yaşında okuma yazma öğrendi. Hayatı boyunca yaşadığı kalp rahatsızlıkları ilk olarak on iki yaşında başlamıştır. Yine bu yaşlarda tifoya yakalandı. "Boris" adı Rus kökenli olduğu için değil; bir klasik müzik tutkunu olan annesi Yvonne'nın, Mussorgsky'nin "Boris Godunov" adlı operasını izledikten sonra seçtiği bir isimdir.
İlk romanında Fransız bürokrasisini eleştirdi. 17 yaşında trompetle tanıştı. Versailles Lisesi'nde felsefe ve matematik dallarında çok başarılıdır. 1940’ta tanıştığı Michélle Leglise ile bir yıl sonra evlendi. 1942 yılında Maden Mühendisliği dalında üniversite diploması aldı; "Office Professionel des Industries et des Commerces du Papier et du Carton" adlı firmada çalışmaya başladı. 1947'de görevine son verilinceye kadar iki kitap yazmış, daha sonra da çevirilerle geçinmiştir. 1946 yılında en tanınmış üç romanını olan Günlerin Köpüğü (L'Écume des jours), Mezarlarınıza Tüküreceğim (J'irai cracher sur vos tombes) ve Pekin'de Sonbahar'ı (L'Automne à Pékin) yazdığında, henüz 26 yaşındaydı. Alfred Jarry'nin geliştirdiği patafizik felsefeye bağlı bir tarzda yazdı.
Mezarlarınıza Tüküreceğim adlı kitabını "Vernon Sullivan" takma adıyla yazdı. Roman, Afrika kökenli ABD vatandaşı Anderson'ın erkek kardeşinin linç edilerek öldürülmesiyle başlar. Roman kahramanı Anderson, intikamını beyaz kızlara tecavüz ederek alır ve yakalanıp asılır. Kitap yasaklanmadan önce 100.000 adet satmış, Vian ise 100.000 frank para cezasına çarptırılmıştır. Yürek Söken (L'Arrache-cœur) adlı roman en son romanıdır. Bu kitabından sonra Vian müzikle daha çok ilgilenmeye başladı. Kardeşleri Alain Vian ve Léilo Vian ile birlikte Fransız caz topluluğu Claude Abadie'ye girdi. Claude Luter ile birlikte çalıştı. Jazz Hot, Jazz News gibi dergilerde modern cazın Fransa'da kabul görmesi konusunda yazılar yazmıştır. Sadece cazla değil, Bertolt Brecht'in şiirlerinden uyarlamalar ve "rock" ile de ilgilenmiştir. Evliliği 1952'de sona erdi; 2 yıl sonra İsviçreli dansçı Ursula Kübler'le evlenmiştir.
1954'te Cezayir Savaşı'nı ve bir barışseveri konu edinen Asker Kaçağı (Le Déserteur) adlı şarkısı büyük yankı uyandırdı. Binlerce satışa rağmen Fransız vatanseverlerinin öfkesi üzerine şarkı yasaklanmıştır. Tiyatro oyunlarında avangart tarzla absürt tarzı harmandı. Herkes Av (L'Équarissage pour tous) olarak bilinen oyununda Normandiya Çıkarması sırasında bir ailenin yaşadığı gülünç evlilik sorunlarını anlatır. İmparatorluk Kuranlar ya da Schmurz (Les Bâtisseurs d'Empire ou le Schmurz) adlı oyununda ise kapitalist bir ailenin, yeni bir apartman dairesine taşınması ve burayı istila etmesi konu edilir. Bu oyun, 1962'de İngiltere'de, 1968'de New York'ta, Vian'ın ölümünden yedi yıl sonra da Fransa'da sahnelenmiştir. Gerçekçiliğe şiddetle karşı çıkan Vian, varoluşçuluğu (egzistansiyalizm) benimsedi.
Filmlerde küçük rollerde oynayan ve senaryo yazan Vian, 23 Haziran 1959 günü Mezarlarınıza Tüküreceğim adlı romanından uyarlanan filmin galasında, Cinéma Marbeuf’te kalp krizi geçirdi ve kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Ölümü uzun süredir mağruz kaldığı kalp atışı düzensizliğine bağlanmıştır.
Kestirimci bakım
Titreşim analizi, yağ analizi, sıcaklık analizi gibi yöntemleri kullanarak makine elemanlarındaki arızaları tespit ederek arızaları önlemeyi hedefleyen bakım yöntemidir.
Tutuklunun Günlüğü
Attilâ İlhan'ın 1973 yılında basılmış "Tutuklunun Günlüğü" adlı şiir kitabı, Teleks, rubailer ve tutuklunun günlüğü başlığı altında toplayabileceğimiz eserlerden oluşmaktadır. Şiirlerin bir kısmında kafiye yapısı bulumaktadır. Kitaptaki Mahur isimli şiir de Ahmet Kaya tarafından bestelenmiştir.
Çizen Eller
Çizen Eller veya ünlü İngilizce ismiyle "Drawing Hands", 1948 tarihli bir M. C. Escher litografıdır. Litografta birbirini bir kâğıt üstünde çiziyor görünen iki el betimlenmiştir (sağdaki resme bakınız). Paradoksal bir görüntü arz eden litograf, Escher'in ünlü eserlerindendir. Tonlama ve ayrıntı bakımından zengin bir eserdir.
Grup Gündoğarken
Grup Gündoğarken, İlhan, Burhan ve Gökhan Şeşen tarafından 1982 yılında kuruldu. 1983 yılında Levent Kırca Tiyatrosu tarafından sahnelenen "Kadıncıklar" adlı müzikli oyunun müziklerini yaparak ve sahnede icra ederek profesyonel müzik hayatına başladı.
Tiyatro çalışmalarına Ferhan Şensoy'un İçinden Tramvay Geçen Şarkı, Levent Kırca ve Oya Başar Tiyatro'sunun sahnelediği Aşağı Yukarı, Gereği Düşünüldü ve Hangi Yüzle isimli oyunların müziklerini yaparak ve sahnede icra ederek devam ettiren Gündoğarken, İstanbul'un çeşitli gece kulüplerinde müzik çalışmalarını sürdürdü. 1989 yılında Olacak O Kadar komedi programının jeneriğini yaptı ve grup üyeleri programda birkaç kez konuk oyuncu olarak bulundu.
Türkiye'nin çeşitli illerinde konserler veren "Grup Gündoğarken" Türkiye'yi Malezya ve Mısır'da temsil etmiştir.
1986 yılında ilk albümleri Bir Yaz Daha Bitiyor çıktı. Bu albüm özellikle Bir Yaz Daha Bitiyor, Sen Benim Şarkılarımsın ve Sarmaş Dolaş şarkılarıyla beğeni topladı.
1988 Eurovision Türkiye Elemelerine, daha sonra Yaz Bulutları albümüne koyacakları Resimler şarkısıyla katıldı ve finale kalmasına rağmen Türkiye'yi temsil etmeye hak kazanamadı.
1989 yılında Bir Günlük Aşk adlı üçüncü albümleri çıktı. Bu albümde Bahar Oldum, Hayallerimi Bırak, Güneş Buluta Girdi ve Yol Aldım Sevdalardan şarkıları çok beğenildi. Ama grup asıl çıkışını 1992'de çıkan Ankara'dan Abim Geldi albümüyle yaptı. Albümden Gibi Gibiyim, Beni Aldatma ve albüme ismini veren Ankara'dan Abim Geldi şarkıları beğenildi.
1994 yılında topluluk üyeleri birlikte müzik yapmaya ara verdi. Bu arada grubun üyesi Burhan Şeşen, 13 Mayıs 1996'da ilk solo albümü Bir Düş Gördüm'ü çıkardı. Bu albümü 30 Nisan 2005'te 1, 2, 3... Tıp izledi.
1998 yılında en iyi şarkılarının tekrar düzenlenmiş versiyonlarından oluşan "Mest Of Gündoğarken" çıktı. "Sen Benim Şarkılarımsın" ve daha önce Leman Sam tarafından seslendirilen "Rüzgar (Bana Esmeyi Anlat)" albümün öne çıkan şarkıları oldu.
2000 yılının Aralık ayında İstanbul-Atina-İstanbul çıktı. Albümde bulunan Ellerimde Çiçekler şarkısı beğenildi fakat bu albüm yeterli ilgiyi görmedi. Bunun üzerine sekiz sene albüm çalışmalarına ara veren grup konserler vermekle yetindi.
2 |
008 yılına gelindiğinde Burhan Şeşen ve Gökhan Şeşen topluluğu iki kişi olarak sürdürmeye karar verdi. "Hayat Bu" adlı sekizinci albümleri çıktı. Fakat bu albüm de yeterli ilgiyi görmedi. Grubun ilk 2 albümü aynı yıl 2 CD olarak yeniden basıldı.
2017 yılında (9 yıl aradan sonra) Gündoğarken yeni albümleri 'özlemisim'i çıkardı. Muzik yazarlarından olumlu yorumlar aldi. Album diğer albumlere nazaranla çok farklı ses cesitligine sahiptir. Trumpet ve Elektro gitar sololar on plandadır.
Bir Yaz Daha Bitiyor (18 Mayıs 1986)
Yaz Bulutları (15 Aralık 1988)
Bir Günlük Aşk (4 Nisan 1990)
Ankara’dan Abim Geldi (27 Mart 1993)
Mest Of Gündoğarken (1998)
Gündoğarken 1999 (1999)
İstanbul Atina İstanbul (2000)
Hayat Bu (2008)
Özlemişim (2017)
Yeni albüm çalışmaları devam eden grubun 2015 yılı içerisinde yeni albümlerinin müzik raflarda yerini alması bekleniyor
Grubun birçok şarkısı başka şarkıcılarca da söylenmiştir. Bu şarkılar ve bulundukları albümler (Parantez içinde) şunlardır:
Sen Benim Şarkılarımsın = Ajda Pekkan (Süperstar 4)
Dert Olur = Banu Kırbağ (Anlatamıyorum), Haluk Levent (Anneme Türküler)
Tek Başına = Ferdi Özbeğen (Senden Sonra, Cansuyum), (Bengü de seslendirmiştir)
Sevgini Bırak = Neco (Hayallerimi Bırak)
Sensizlikti Yaşadığım ("Bir Büyük Suç" olarak) = Burhan Şeşen (1, 2, 3... Tıp)
Sevinçle Uyan ("Bu Sabah Sevinçle Uyan" olarak) = İlhan Şeşen (İlhan Şeşen 2006)
Hayallerimi Bırak = Neco (Hayallerimi Bırak)
Her Şeye Rağmen ("Fark Etmez" adıyla) = Ayşegül Aldinç (...Ve Ayşegül Aldinç)
Nereye? = Burhan Şeşen (1, 2, 3... Tıp)
Aşık Oluyorum ("Aşık Oluyorum Eyvah" adıyla) = Nükhet Duru (Benim Yolum)
Olacak O Kadar (TV versiyonu) = Levent Kırca, Oya Başar
Kim Korkar Hain Aşktan = Ecem (Sevgilerimle Sararım)
Penceremde Yağmurlar = Abidin (Aşktan Yana)
Değiştim Oysa ("Dönmem Mecnuna" olarak) = Burhan Şeşen (1, 2, 3... Tıp)
Ellerimde Çiçekler = Kenan Doğulu (Ex Aşkım), Bülent Ersoy (Canımsın), İlhan Şeşen (Şimdi Ben Bu Şarkıları Kime Söyleyeyim?)
Gördüğüme Sevindim = Ecem (Sevgilerimle Sararım), Metin Metiner (Metiner)
Rüzgar (Bana Esmeyi Anlat) = Leman Sam (Ayak Sesleri)
Ölü Canlar
Ölü Canlar, () Ukrayna asıllı Rus romancı ve oyun yazarı Nikolay Vasilyeviç Gogol'un ilk cildini 1842'de tamamladığı ve bitirilememiş romanıdır. Romanın konusunu Puşkin önermiştir. Üç cilt olarak tasarlanan roman aslında Dante'nin İlahi Komedya'sı örnek alınarak yazılmıştır. İlk cilde romanın baş kahramanı Çiçikov'un kendi çıkarları uğruna yaptığı kötülükler damgasını vurur. Gogol, cehennemi anlattığı bu bölümden sonra cenneti anlatacağı, Çiçikov'un ahlak ve vicdan sahibi olduğunu göstereceği ikinci cildin el yazmalarını geçirdiği bir buhran sonucu yakmıştır. Daha sonra birkaç kez daha yazmaya çalıştığı bu bölümler sonradan yayımlanmıştır.
Çiçikov, Rusya'da şehir şehir dolaşıp, feodal kanunlara göre toprak sahiplerinin malı olan köle köylüleri satın almaktadır. Ancak istediği köylüler çalışmasını iyi bilen ya da sağlıklı olanlar değil, tam aksine ölü olanlardır. Dönemin eleştiri oklarını üzerine çeken feodal yapısının temeli olan fikirlerle karşı koyan roman, bu bakımdan belli kesimlerin sözcüsü olmuştur.
Ölü Canlar'ın Türkçeye çevrilmiş tüm kitapları, Alexander Eliasberg'in 1946'da Kiepenheuer tarafından yayımlanan 10. baskısı (1952) esas alınarak indirgenmiş; bazı istisnalar dışındaki özel isimler Türkçeleştirilmiştir.
Metamorfoz I
Metamorfoz I, M. C. Escher'in 1937 tarihli çalışması. Tahta kalıp baskısı olan bu eserin boyutu 7 5/8 x 35 3/4 inçtir ve iki sayfa üzerine basılmıştır.
Eserin konseptinde bir resim (karesel) mozaik bir modele dökülür ki bu farklı bir resmin hatlarını oluşturur. Soldan sağa doğru eser İtalyan Atrani kasabasının betimlemesi ile başlar.
Lenin Nişanı
Lenin Nişanı (Rusça: Орден Ленина, Orden Lenina), SSCB'nin ülke gelişiminde katkıda bulunan; sanat, bilim, spor, askeri alanlarda başarılı olan kişilere, organizasyonlara, şehirlere verdiği nişandır. Ortasında bronz Lenin kabartması bulunur, diğer kısımları altındır. 6 Nisan 1930'da çıkarılan kanunla tedavüle girmiştir. İlk olarak Komsomol-Pravda gazetesine verilmiştir. Sovyetler Birliği'ndeki en üst madalya olan Sovyet Kahramanlık Madalyası'nı alan herkese ayrıca Lenin Nişanı da verilmiştir. Mareşal Dmitri Ustinov nişanı en çok (11 kez) alan kişi olmuştur. Tedavülde olduğu sürece 431.418 adet verilmiştir.
İlk Lenin Nişanı gümüş bazı yerlerinde parlak altın kaplama olarak yapıldı. Bu ilk nişan, Lenin'in profili etrafını sarmış tarktör, bacalar ve santral olması muhtemel bir bina olan yuvarlak rozet şeklindeydi. Yuvarlağın etrafı ince kırmızı sır ve başak ile çevrilidir. Üstünde altın orak çekiç amblemi ve altında kırmızı sırla CCCP (SSCB) harfleri yazılıydı. Bu tasarımdan sadece 800 adet basılmıştır.
İkinci ve son tasarım 1934 yılında hazırlanmıştır. Bu tasarımda som altın rozette sırla çevrilmiş Lenin portresi yer almaktadır. Rozetin çevresi iki altın başak ile çevrelenmiiş ve sol tarafına kırmızı bir bayrak üzerine kiril harfleriyle ЛЕНИН (Lenin) yazılmıştır. Kırmızı sırla kaplanmış küçük bir yıldız sol tarafa ve en alta da aynı şekilde bir orak çekiç yerleştirilmiştir.
Nişan ilk önceleri şerit olmadan klipsle sol göğüs üzerinde taşınırdı. Daha sonra kenarında sarı çizgiler olan bir şerit eklendi. Lenin portresi başlangıçta perçinlenmiş gümüş olarak tasarlanmıştı. Bir süreliğine tamamı altın oldu ve 1991'de SSCB dağılana kadar platin şeklini aldı.
Lenin Nişanı ilk kez 23 Mayıs 1930'da Komsomolskaya Pravda gazetesine verildi. Ayrıca beş sanayi şirketi, üç pilot ve Merkezi Yürütme Komitesi sekreteri Avel Enukidze bu ödülü alanlar arasındadır. Ödülü iki kere alan ilk kişi 1936'da pilot Valery Chkalov oldu. İkinci bir pilot Vladimir Kokkinaki 1939'da ilk kez üç ödül aldı.
Biri Alman diğer dördü ABD'li (bunlardan biri 17 Mayıs 1932'de Frank Bruno Honey olmak üzere) beş SSCB vatandaşı olmayan kişiler 1931-1934 yılları arasında Sovyet tarım ve sanayisinin yeniden yapılanmasına olan yardımlarından dolayı bu ödülü aldılar.
Lenin Nişanı kişilerin yanında bazı yayın organlarına da verildi. Sovyetler Birliği'nde en yüksek tirajlı günlük gazete olan Komsomolskaya Pravda, gençlerin politik eğitimi ve bilimsel çalışmalardaki rolünden dolayı bu nişanı almaya hak kazanmıştır.
Uzun bir zaman boyunca SSCB'nin dış ticaret bakanlığını yapan Nikolay Patolichev 12 kere alarak en fazla Lenin Nişanı almış tek kişi unvanına sahiptir. Diğer birden fazla kez almış kişiler:
3DO Interactive Multiplayer
3DO Interactive Multiplayer, kısaca 3DO, üretildiği zamana göre güçlü grafik ve ses işlemcileri bulunan, RISC tabanlı işlemciye sahip, dahili CD-ROM okuyucusu olan bir oyun konsoludur. Tasarım ve üretimine katılmış elektronik, medya ve eğlence alanlarındaki kuruluşların oluşturduğu video oyun konsorsiyumunun adı da 3DO'dur.
3DO Interactive Multiplayer oyun konsolu 1993-1994 yıllarında Panasonic, Sanyo ve Goldstar firmaları tarafından üretilerek piyasaya sunulmuştur.
Mihail Şolohov
Mihail Aleksandroviç Şolohov (Rusça: Михаи́л Алекса́ндрович Шолохов) (24 Mayıs, 1905 – 21 Şubat, 1984) Sovyet yazar.
1905'te Don Bölgesi'nde, Viyesenskaya'nın Krujilino köyünde Rusya’da doğar. Annesi bu köyden bir Kazaktır. Babası Orta Rusya'nın Riyazan Bölgesi'nden Don kıyılarına yerleşmiş biridir. Sholohov lisedeyken; I. Dünya Savaşı başlar, bunu 1917 Ekim Devrimi ve iç savaş takip eder. 16 yaşındayken, devrimcilerin yanında savaşa katılır. İç savaş sona erdiğinde, bir süre; hamallık, taşçılık, ilkokul öğretmenliği ve gazetecilik yapar. Yazmaya 17 yaşında başlar. İlk hikâyesi "Doğum Lekesi"’ni 19 yaşında yazar. 1922 yılında Moskova’ya gider ve gazetecilik yapar. "Test" adlı makalesi yayımlanır. Fakat geçimi için gazetecilik yeterli değildir. Bu dönemde taş işçisi, rıhtım işçisi ve muhasebeci olarak da çalışır. 1924’de Veşenskaya’ya geri döner ve kendini tamamen yazmaya verir. Aynı yıl Mariya Petrovna Gromoslavskaya ile evlenir. Bu evlilikten iki kız, iki de erkek çocukları olur.
İlk kitabı, 1. Dünya Savaşı ve İç Savaş yıllarındaki Kazakları anlatan "Don Hikayeleri", 1926 yılında basılır. Aynı yıl "Ve Durgun Akardı Don" -Durgun Don diye de bilinir.- adlı romanını yazmaya başlar. Bu romanı yazması 14 yılını alır ve Stalin nişanı ile ödüllendirilir. Bu roman Sovyetler’de zamanın en çok okunan yapıtlarından biri olur ve 1965’de Nobel Edebiyat Ödülü alır. Bitirmesi 28 yılını aldığı "Uyandırılmış Toprak" adlı romanı ile de 1954 yılında Lenin Nişanı’na layık görülür. Bu roman "Yarınların Tohumu" (1932) ve "Don’da Hasat" (1960) olmak üzere 2 kısımdan oluşmaktadır. Bu romanda da kollektivizmin uygulandığı yıllardaki günlük hayatı yansıtır. 1957’de yazdığı kısa hikâyesi "İnsanın Kaderi" (Sudba çeloveka) film olarak da çekilir."Vatan için dövüştüler" isimli eseri bitirilememiştir.
II. Dünya Savaşı boyunca Gerçekler (Pravda) Gazetesinde savaş hakkında yazılar yazmıştır. 1956-1960 yılları arasında toplu eserleri sekiz kitap olarak yayımlanır.
Şolokhov, Aleksandr Solzhenitsin tarafından Ve Durgun Akardı Don adlı romanında çalıntı yapmakla suçlanmıştır. Delil olarak da eserle yazarın diğer yapıtları arasındaki kalite farkını göstermiştir. Şolokhov kendini romanın taslaklarını göstererek ispatlayabilirdi. Ancak tüm taslakların II. Dünya Savaşı sırasında Almanlar tarafından yok edildiğini belirtti.
1984 yılında monograf Geir Kjetsa bilgisayar yardımı romanda yaptığı incelemelerin sonucu Don’un Şolokhov’un eseri gibi göründüğü idi. Daha sonra da 1987’de de romanla ilgili yazara ait binlerce not, taslak bulundu.
Şolohov 21 Şubat 1984’de, Rostov ilinde hayata gözlerini yumar. Mezarı Don nehri kıyısındaki Veşki köyündedir..
Şolokhov 1932’de SSCB Komünist Partisi'ne, 1939’da SSCB Bilimler Akademisi’ne üye oldu ve yine 1939 yılında da Seçkin Sovyet unvanı aldı. 1959’da Sovyet Başkanı Nikita Kuruşkev’e Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri gezisi sırasında eşlik etti. 1961’de SSCB Komünist Partisi Merkez Komitesi'ne seçildi. İki kere Sosyalist Kahramanlık Madalyası ile ödüll |
endirildi. Sovyet Yazarlar Birliği'nin yardımcı başkanlığını yaptı.
Medeni hukuk
Medeni hukuk, kişilerin birbiriyle ya da belirli ölçülerde kişilerle devletin doğrudan veya dolaylı özel ilişkilerinin kamu hukuku gibi başka bir hukuk dalının konusuna girmeyen hukuk dalına verilen addır.
Özel hukuk denilince medeni hukuk (yurttaşlar hukuku) akla gelir. Türkiye'de temeli 2002 tarihli 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ve 1926 tarihli 818 sayılı Borçlar Kanunu'dur. Medeni hukuk; kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku, eşya hukuku, borçlar hukuku dallarına ayrılır. Türk hukukunda medeni kanun ve borçlar kanunu ile ayrılmasının temelinde medeni kanun iktibas edilirken İsviçre'de henüz borçlar kanununun hazırlanmamış olmasıdır.
Türk Medeni Kanunu'nun başlangıç bölümünde genel ilkeler yazılıdır: Kanun, sözüyle ve özüyle uygulanır. Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir. Yasalar güven ve dürüstlük ilkesine göre işler. Hakkın kötüye kullanılmasını hukuk korumaz. Bir hak ilişkisini bilmemek ve bilmek gerekmemek, iyiniyetliliktir. Ancak bir hakka engel bir eksikliği bilmek kötü niyetliliktir. İyiniyeti kanıtlamaya gerek yoktur (iyiniyet karinesi). Yargıcın takdir yetkisi vardır ve bunu adil kullanır. Herkes kendi iddiasını kanıtlamayla mükelleftir.
Ortak ve sürekli bir amacı gerçekleştirmek için, kendisini oluşturanların kişiliğinden bağımsız ve ayrı bir kişilikle örgütlenen kişi (dernek) ya da mal toplulukları (vakıf), tüzel kişi olarak adlandırılır (MK m. 47).
Hukukta mevcut olan çeşitleri şunlardır:
And kondoru
And kondoru ("Vultur gryphus"), Yeni Dünya akbabaları (Cathartidae) familyasından olan ve Vultur cinsindeki tek kuş türüdür. Güney Amerika'ya özgü olan bu yırtıcı kuş türü And Dağları'nda ve Büyük Okyanus kıyılarında bulunur. Batı Yarımküre'nin en büyük uçan kara kuşudur.
And kondoru, boynunun altında beyaz yaka tüyleri ve özellikle erkek kuşların kanatlarında beyaz lekeler bulunan büyük ve siyah bir akbabadır. Baş ve boyun hemen hemen tamamıyla tüysüz ve donuk kırmızı renktedir. Kuşun heyecan durumuna göre baş ve boyun parlak kırmızı renge dönüşebilir. Erkeklerin boynunda sarkık bir gerdan ve başın üst ön kısmında koyu kırmızı bir ibik bulunur. Yırtıcı kuşların çoğunun tersine erkek dişiden daha büyüktür.
Kondor, asıl olarak hayvan leşi ile beslenir, geyik ve sığır gibi büyük hayvan leşlerini tercih eder. Cinsel olgunluğa beş ile altı yaşında erişir ve genel olarak ulaşılmaz yamaçlarda 3.000 ile 5.000 m yükseltide yuva yapar. Normal olarak bir ya da iki yumurta yumurtlar. 50 yıla kadar varan ömrü ile dünyanın en uzun yaşayan kuşlarından biridir.
And kondoru Arjantin, Bolivya, Ekvador, Kolombiya, Peru ve Şili'nin ulusal sembolüdür. Güney Amerika And Dağları bölgesinin folklor ve mitolojisinde önemli rol oynar. And kondoru IUCN tarafından neredeyse tehdit altında türlerden sayılmaktadır. Doğal yaşama alanlarının azalması ve avcılar tarafından öldürülen hayvan leşlerinden kaynaklanan ikincil zehirlenmeler karşılaştığı tehditlerdir. Çeşitli ülkelerde doğal ortamı dışında üreme programları başlatılmıştır.
And kondoru Carl Linnaeus tarafından 1758 yılında "Systema Naturae" adlı eserinin onuncu basımında tanımlanmıştır ve hâlâ orijinal ikili adı olan "Vultur gryphus" 'u korumaktadır. And kondoru bulunduğu ülkeye göre Arjantin kondoru, Bolivya kondoru, Ekvador kondoru, Kolombiya kondoru, Peru kondoru ya da Şili kondoru olarak da adlandırılabilir. Cins ismi olarak kullanılan "Vultur" Latince "akbaba" anlamına gelen "vultur" ya da "voltur" sözcüklerinden alınmıştır. İkili ismi ise Yunanca γρυπός ("grupós", "çengel burunlu") sözcüğünden gelir. Kondor adı ise Quechua "cuntur" sözcüğünden gelmiştir.
And kondorunun ve Yeni Dünya akbabalarının diğer altı türünün doğru taksonomik yeri henüz tam olarak belirlenememiştir. Görünüş olarak birbirlerine benzemelerine ve ekolojik olarak aynı görevlere sahip olmalarına rağmen Yeni Dünya ve Eski Dünya akbabaları dünyanın farklı bölgelerinde farklı atalardan evrime uğrayarak gelmişlerdir ve aralarında yakın bir bağ yoktur. Bu iki ailenin ne kadar farklı olduğu hâlâ tartışılmaktadır. Bazı otoritelerin ilk yorumları Yeni Dünya akbabalarının leyleklerle yakın akraba olduğu yönündeydi. Yakın zamanda ise otoriteler Eski Dünya akbabaları ile birlikte Gündüz yırtıcı kuşları takımında oldukları görüşünü paylaşmakta, ya da kendilerine ait olan Cathartiformes takımına sokmaktadırlar. Güney Amerika Sınıflandırma Komitesi Yeni Dünya akbabalarını Leyleksiler takımından çıkararak "Incertae sedis" yani belirsiz olarak sınıflandırdı ama Gündüz yırtıcı kuşlarına ya da Cathartiformes takımına alınabilmelerinin mümkün olduğunu belirtti.
And kondoru, "Vultur" cinsinde kabul edilen tek yaşayan türdür. Yoğun fosil kalıntılarından bilinen Kaliforniya kondorunun aksine And kondorunun günümüze kadar çok az fosili bulunmuştur. Plio-/Pleistosen döneminin Güney Amerika kondorlarının günümüzdeki türden çok farklı olmadığı belirlenmiştir. Ancak Bolivya'da Tarija ilinde Pliosen dönemi kalıntılarında bulunan görece küçük kemiklerin daha küçük bir alt türe ait olduğu sanılmaktadır, "V. gryphus patruus".
Gagadan kuyruğa ortalama boyu Kaliforniya kondorundan yaklaşık beş cm kısa olsa da And kondorunun 274 ile 310 cm arasındaki kanat genişliği daha büyüktür. Aynı zamanda daha ağırdır; erkekler 11 ile 15 kg'a, dişiler de 7,5 ile 11 kg'a ulaşırlar. Boyları 117 ile 135 cm arasında değişir. Ölçümler genellikle doğal hayatın dışında yetiştirilen kondorlardan alınmıştır.
Erişkin kuşların tüyleri siyahtır ancak boyunlarının alt kısmında çepeçevre beyaz tüylere ve özellikle de erkeklerin kanatlarında, ilk tüy dökmeye kadar tamamlanmayan geniş beyaz kuşaklar bulunur. Baş ve boyun kırmızı ve siyaha çalan kırmızı renktedir, çok az tüy bulunur. Baş ve boyun, kuş tarafından sürekli olarak temiz tutulur, kellikleri hijyen için uyum sağlamıştır, yüksek rakımlarda çıplak deri ultraviyole ışınlara ve dehidratasyona maruz kalarak sterilize olur. Başın üst kısmı düzdür. Erkeklerde başın ön kısmında kırmızı bir ibik bulunur, boyun derileri katlanarak sarkık bir gerdan oluşturur. Kuşun heyecan durumuna göre baş ve boyun derisi kızarır ve bu bireyler arasında iletişim için kullanılır. Genç kuşlar genel olarak grimsi kahverengidir, baş ve boyun derileri siyahımsı ve boyun tüyleri kahverengidir.
Orta parmakları oldukça uzundur ve arkaya dönük parmakları çok az gelişmiştir. Tüm parmakların pençeleri oldukça düz ve küttür. Ayaklar daha çok yürümek için uygundur ve Eski Dünya akbabalarının tersine silah olarak kullanmak ya da tutmak için uygun değildir. Gaga çengel şeklindedir ve çürüyen eti koparmak için uyum sağlamıştır. Erkeklerin gözbebekleri kahverengi, dişilerin ise koyu kırmızıdır. Gözkapaklarında kirpik yoktur. Yırtıcı kuşlar arasında genel olarak rastlananın tersine dişiler erkeklerden daha küçüktür.
And Kondoru Güney Amerika'da And Dağları'nda bulunur. Doğal yaşam alanı kuzeyde çok nadir olarak görüldüğü Venezuela ve Kolombiya'dan başlar, ve güneye doğru Ekvador, Peru, ile Şili'ye, Bolivya ve Batı Arjantin'den Tierra del Fuego'ya kadar iner. 19. yüzyılın başlarında And kondoru batı Venezuela'dan And Dağları boyunca Tierra del Fuego'ya kadar üremekteydi ancak insan varlığının etkisiyle bu alan oldukça daralmıştır. Doğal yaşam alanı 5.000 m. yükseltiye kadar açık düzlükler ve dağlık alanlardan oluşur. Genel olarak havadan aşağıdaki leşleri kolayca bulmasına olanak sağlayan görece açık, ağaçsız alanları tercih eder. Ara sıra Bolivya'nın doğusu ve Brezilya'nın güneybatısındaki alçak rakımlı alanlara, Şili ve Peru'daki alçak çöllüklere de iner, ve Patagonya'nın güney kayın ormanlarında da bulunur.
Büyük daireler çizerek uçan kondorun hareketleri dikkat çekecek kadar zariftir. Kanatları yatay olarak uzatılmış ve birincil tüyleri uçlarda yukarıya doğru kıvrılmış olarak süzülür. Geniş uçuş kaslarını tutacak geniş bir sternumunun olmaması And kondorunu fizyolojik olarak asıl süzülerek uçan bir kuş olarak tanımlar. Yerden kalkarken kanatlarını çırpar ama orta derece bir yüksekliğe geldiğinde nadiren kanat çırpar ve havada kalabilmek için termal akımlardan yararlanır. Charles Darwin, gözlemlediği kondorların yarım saat boyunca bir kere bile kanat çırpmadıklarını belirtir. Genel olarak, birkaç kanat çırpmayla uçuşa başlayabileceği yüksek yerlerde tünemeyi tercih eder. And kondorları genel olarak termal akımların bulunduğu kayalık yamaçların yakınlarında havada süzülürken görülür.
Diğer Yeni Dünya akbabalarında olduğu gibi And kondorları da sıradışı ürohidroz özelliğine sahiptir, yani dışkılarını ayaklarına boşaltarak buharlaşma yoluyla serinlerler. Bu alışkanlıklarından ötürü bacaklarında genellikle ürik asitin birikmesinden kaynaklanan beyazlıklar bulunur.
And kondoru leşçi bir kuştur, asıl olarak hayvan leşleri lie beslenir. Doğal ortamlarında büyük bölgelere sahiptirler, gün içinde leş bulabilmek için sıklıkla 200 km'den fazla bir mesafe katederler. İç bölgelerde ölü çiftlik hayvanları ile vahşi geyikler gibi büyük hayvan leşlerini tercih ederken, kıyılarda genel olarak karaya vuran ölü deniz memelileri ile beslenirler.
And kondorları cinsel olgunluğa beş ya da altı yaşından önce ulaşmaz. 50 yıldan fazla yaşayabilir ve ömür boyu aynı eşle çiftleşirler. Kur zamanı erkek kondorun boynu renk değiştirerek donuk kırmızıdan parlak sarıya dönüşür ve şişer. Erkek dişiye yaklaşırken boynunu dışarı uzatarak şişmiş boynunu ve göğüs lekesini ortaya çıkarır ve ıslık sesi çıkarır, daha sonra kanatlarını açarak dik durur ve dilini şaklatır. Diğer kur ritüelleri ıslık sesi çıkarma, kanatlar kısmen açık iken gıdaklayıp sıçramak ve dans etmek gibi eylemleri içerir. And kondoru tünemek ve kuluçkaya yatmak için 3.000 ile 5.000 m yükseklikleri tercih eder. Yumurtalar etrafına konmuş birkaç çalı çırpıdan oluşan yuvasını ulaşılması mümkün olmayan kaya yamaçlarının üzerine yapar. Ancak çok az yamaç bulunan Peru'nun kı |
yı bölgelerinde bazı yuvalar yalnızca tepelerin sırtlarında gölgeli kuytu yerlerde bulunur. Her iki yılda bir, Şubat ile Mart aylarında ağırlığı 280 g civarında ve boyutları 75 ile 100 mm arasında bir veya iki mavimsi beyaz yumurta yumurtlar. Anne ve baba tarafından kuluçkuya yatılır ve 54 ile 58 gün sonra yumurtalar çatlar ve yavrular çıkar. Eğer yumurta ya da yavru kaybolur ya da ölürse yerine başka bir yumurta yumurtlanır. Araştırmacılar ve yetiştiriciler bu özellikten yararlanarak genellikle ilk yumurtayı ayrı bakmak üzere uzaklaştırarak annenin ikinci bir yumurta yumurtlamasını sağlar ve üremeyi iki katına çıkarır.
Yavrular en az ebeveynleri kadar büyüyünceye kadar grimsi bir tüyle kaplıdır. Ancak altı aydan sonra uçabilecek konuma gelirler, ama iki yaşına kadar, yerlerine yeni yumurta yumurtlanana kadar, ebeveynleri ile aynı yuvada kalır ve avlanırlar. Geniş kondor grupları içinde çok iyi gelişmiş bir sosyal yapı vardır. Vücut lisanı, oyunlar ve kuş çığlıkları ile belirlenen bir hiyerarşiye sahiptirler.
And kondoru IUCN tarafından yakın tehdit altında türler arasında sayılmaktadır. İlk olarak 1970 yılında ABD'nin tehlike altındaki türler listesine girmiştir, bu listeye doğal yaşama alanının tamamında ya da bir kısmında soyunun tükenmesi tehlikesi altındaki türler alınmaktaydı. Kondor popülasyonunun azalmasının sebepleri leş arama için kullandıkları bölgenin küçülmesi ve avcılar tarafından öldürülen hayvanlar nedeniyle oluşan ikincil zehirlenmedir. Asıl olarak doğal yaşama alanının kuzey bölgesinde tehdit altındadır ve son yıllarda popülasyonunun oldukça azaldığı Venezuela ve Kolombiya'da nadir olarak rastlanır. Çok az ölüm oranına ve dolayısıyla da düşük üreme oranına uyum sağladığından insanlar tarafından verilen zarara karşı oldukça duyarlıdır, bu zararın asıl kaynaklarından biri, kondorların sürü hayvanlarına saldırdığını iddia eden çiftçilerin verdiği zarardır. Doğa savunucuları tarafından uygulanan eğitim programlarıyla bu yanlış anlaşılmaların önüne geçilmeye çalışılmıştır. Kuzey Amerika'da hayvanat bahçelerinde büyütülen And kondorlarının popülasyonları artırmak için doğal hayata salınmaları programları, Arjantin, Venezuela ve Kolombiya'da uygulanmaktadır. Esaret altında yetiştirilen ilk And kondorları 1989'da doğal yaşam alanlarına salınmıştır. Kondorları büyütürken insan teması en az seviyede tutulmalıdır. Salındıkları zaman insanlardan korkmamalarına dolayısıyla da zarar görmelerine neden olacağından, insanlardan etkilenmemeleri için bebek kondorlar And kondorlarına benzeyen el kuklalarıyla beslenir. Kondorlar salınmadan önce kuş barınaklarında üç ay boyunca tutularak salınacakları çevreye uyum sağlamalarına dikkat edilir. Salınan kondorlar hareketlerini takip edebilmek ve hayatta kalıp kalmadıklarını anlamak amacıyla uyduyla izlenir.
Yakın akraba olan Kaliforniya kondorlarının doğal ortamda hiç kalmamasından sonra ABD Balık ve Vahşi Hayat Servisi'nin başlattığı bir deney sonucu Kaliforniya'da öncelikle And kondorları salındı. Bir Güney Amerika kuş türünü ABD'ye kazara sokmayı engellemek için yalnızca dişilerin salındığı bu deneyde başarılı olunduktan sonra tüm kuşlar geri toplandı ve Güney Amerika'da tekrar salındı. Bu deneyden sonra Kaliforniya kondoru da ABD'de doğal ortamlarına tekrar salınmaya başladı.
And kondoru Arjantin, Bolivya, Ekvador, Kolombiya, Peru ve Şili'nin ulusal sembolüdür. Bolivya, Ekvador, Kolombiya ve Şili'nin ulusal kuşudur. Güney Amerika And Dağları bölgesinin folklor ve mitolojisinde oldukça önemli yer tutar. Kondorlar And sanatında yaklaşık MÖ 2500 yılından beri tasvir edilir, ve And bölgesine özgü dinlerin bir parçasıdır. And mitolojisinde, And kondoru güneş tanrısı ile bağdaştırılır ve yukarıdaki dünyanın hâkimi olduğuna inanılır. Birçok And kültüründe And kondoru bir kudret ve sağlık timsalidir. Kemikleriyle organlarının hastalıklara çare olduğuna inanılır ve bu nedenle bazen avcılar tarafından kemik ve organları için avlanırlar. Peru'da yapılan bir çeşit boğa güreşinde boğanın sırtına bir kondor bağlanır ve boğa güreşi esnasında kondor boğanın sırtını gagalar. Kondor genel olarak hayatta kalır ve salıverilir. Peru'da "arranque del condor" diye bilinen bir törende canlı bir kondor başaşağı asıldığı yerde önünden geçenler tarafından ölene kadar yumruklanır.
And kondoru birçok ülkenin posta pulunda da kullanılmıştır. Arjantin'de 1960'da, Bolivya'da 1985'de, Ekvador'da 1958'de, Kolombiya'da 1992'de, Peru'da 1973'de, Şili'de 2001'de ve Venezuela'da 2004'te pullarda yer almıştır. Ayrıca Kolombiya ve Şili'de madenî ve kâğıt paralarda da yer almıştır. Kondor, And Dağları'nın bir sembolü olarak, değişik And ülkelerinin ulusal armalarında da kondor bulunur.
Kondor
Megrelya
Megrelya (Megrelce: სამარგალო- (Samargalo), Gürcüce: სამეგრელო- (Samegrelo), Lazca: მარგალონა- (Margalona)), Gürcistan’ın batısında, tarihsel bölgelerden biridir. Eskiden Odişi olarak adlandırılıyordu. Samegrelo’nun kuzeybatısında Abhazya, kuzeyinde Svaneti, doğusunda İmereti, güneyinde Guria ve batısında Karadeniz yer alır. Bölgenin yerli halkı Megreller, Güney Kafkasya halklarından biridir ve Megrelce konuşurlar; ama yazı dili Gürcüce’dir.
Yönetim bölgesi olarak Megrelya, kuzeyindeki Svaneti bölgesiyle birlikte Samegrelo-Zemo Svaneti bölgesini oluşturur ve bu bölgenin yönetsel merkezi Zugdidi kentidir. Eski çağlarda Samegrelo, Kolha veya Kolhis’in (MÖ 9 - 6. yüzyıllarda) ve Egrisi’nin (MÖ 4. – MS 6. yüzyıl) bir parçasıydı. 11 – 16. yüzyıllar arasında birleşik Gürcistan Krallığı’nın içinde yer aldı. 16. yüzyıl ile 1857 arasında Megrelya Prensliği olarak varlığını sürdürdü ve bu prensliğin yöneticileri Dadiani ailesiydi. Prenslik, Osmanlı İmparatorluğu koruması altında bulunuyordu. 1803 yılında, Çar ve Megrel prensi Grigol Dadiani arasında yapılan bir anlaşmayla prenslik Çarlık Rusya’sının koruması altına girdi. 1857’de Çarlık yönetimi prensliğin varlığına son verdi. 1918-1921 arasında Samegrelo, Demokratik Gürcistan Cumhuriyeti’nin bir parçasıydı. 1921’de Gürcistan Sovyet yönetimine katıldı.
9 Nisan 1991’de bağımsızlığını ilan eden Gürcistan’ın ilk devlet başkanı Zviad Gamsahurdia bir Megrel idi. Gamsahurdia’nın bir darbeyle devrildiği Kasım 1991’den Ocak 1992 tarihine kadar Samegrelo iç savaşa sahne oldu. Savaş, Gamsahurdia’nın yenilgisiyle sonuçlandı ve Eduard Şevardnadze (1992–2003) devlet başkanı oldu. Abhazya’daki savaşta etnik temizlik uygulanarak yerlerinden edilen Gürcülerin (çoğunluğu Megreller) göçü sırasında Samegrelo istikrarsız bir bölge haline geldi. 2004’te devlet başkanı seçilen Miheil Saakaşvili, Abhaz yönetimine karşı mücadele eden Megrel grupları silahsızlandırdı ve bölgedeki sorunun çözümü için barışçıl girişimler başlattı.
Secession (Viyana)
Secession Vidın'da Jugendstil bir sanat evi.
Naschmarkt ve Karl Kilisesi yakınında bulunan Secession 3 Nisan 1897 yılında klasik sanata daha çok önem veren yeniliğe kapalı Viyana Sanat Okulu’n dan ayrılan Gustav Klimt, Koloman Moser, Josef Hoffmann, Joseph Maria Olbrich ve Max Kurzweil gibi sanatçıların Berlin ve Münih’deki Sezession adlı birlikleri örnek alarak öncülüğünde kurulmuş yeni akımlara da açık Sanatçılar Birliği binasıdır.
Açılışını ve ilk sergisini 1898 yılında yapmıştır.
Secession 1902 yılında ünlü besteci Ludwig van Beethoven’a adanmış 14. sergisi ile ünü doruk noktasına ulaşmıştır.
1903 yılında Josef Hoffmann ve Koloman Moser beraber görme engelli sanatçılar için bir atölye kurulmasına öncülük etmişlerdir.
14 Haziran 1905’de Gustav Klimt bazı grup arkadaşları ile diğerlerinden yolunu ayırmıştır.
Günümüzde de çeşitli modern sergilerin yapıldığı bir sergi salonu olarak da kullanılmaktadır.
Performans sanatı
Performans sanatı, 1960'lı yıllarda ortaya çıkan, izleyicinin önünde canlı olarak icra edilen bir sanat biçimidir. Performans sanatı etkinlikleri bazen happening olarak da adlandırılır. Performans
sanatı metinden bağımsızdır ve o an olur. Tekrarı yoktur. Bunun yanı sıra Fluxus, beden sanatı, süreç sanatı ile yakından ilgilidir. Sahne ve gösteri sanatları ile ortak yönler taşısa da, dans, müzik, tiyatro, sirk, jimnastik gibi etkinliklerden farklı olarak görsel sanatların içinden çıkmış öncü bir akım olarak kabul edilir; tiyatro performanslarından farklı olarak olayların illüzyonu değil olduğu şekliyle olayın kendisi sergilenir. Marina
Abramoviç aralarındaki farkı şu cümleleriyle açıklar:
"“ Tiyatroda bir rolü
prova eder ve oynarsın. Tiyatro da kan ketçaptır ve bıçak gerçek bir bıçak
değildir. Performansta her şey gerçektir. Bıçak, gerçek bıçak ve kan kandır.” "
Performans
sanatı, toplumun normlarını reddeder ve izleyiciyi aktif bir konuma getirmeyi
hedefler. Sahne dışında halka açık başka yerlerde de sergilenebilir. Sergileme öncesi prova yapmak ya da doğaçlama yapmak sanatçıya bağlıdır. Performans
sanatçılarının ortak hedefi izleyicinin hafızasında kalıcı olmaktır.
Kökleri 20.yy başındaki Dada akımının anarşist performanslarına, 1920 ve 30'lu yılların sürrealist ve fütürist performanslarına ve hatta Jackson Pollock'un aksiyon resmine kadar gider. Bildiğimiz anlamıyla performans sanatı 1960'larda doğduktan sonra yaygınlaşıp 70'lerde fikirleri ön plana çıkaran kavramsal sanatla bağlantılı olarak devam etmiştir.
John William Waterhouse
John William Waterhouse, (d. 6 Nisan 1849 Roma, İtalya - ö. 10 Şubat 1917 Londra). Bir İngiliz ressamı. Neo-klasik ve Ön-Raffaelocu akımlara uyan mitoloji ve edebiyattan uyarlanan kadın resimleri ile ünlüdür.
Hem babası hem, annesi ressam olan John William Waterhouse İngiliz asıllı ailesinin sanat eğitimlerini geliştirmek için gitmiş oldukları Roma, İtalya'da doğdu. Çocukluk yıllarını ailesinin sanat çevresi içinde İtalya'da geçirdi. Aile arasında Nino adıyla bilinmekteydi. Waterhouse ve ailesi 1850'li yılların sonlarına doğru İngiltere'ye geri döndüler. Waterhouse babasının stüdyosunda asistan olarak heykel ve resim üzerine yeteneklerini geliştirdi. Kraliyet Akademisi Okuluna birkaç kez başvuruda bulunduktan sonra ancak 1870 yılında kabul edildi.
Fakat Wate |
rhouse çok kere kulladığı stil ve eserlerinde işlediği temalar nedeniyle "On-Rafaelocu" bir ressam olarak sınıflandırılmaktaysa da gerçekten Waterhouse bir "Neo-Klasik" ressamdır. Waterhouse'un önceleri hazırladığı tablolardan bazıları doğum ülkesine duyduğu sevgisi yansıtarak İtalyan temalara ve İtalya görüntüleri üzerine yoğunlaşmıştı. Fakat sonradan kalsık temalar ve konuları işleyen, Lawrence Alam-Tedema ve Frederick Leighton gibi "On-Refaelocu" ressamlardan etkilenmiş ve onların stilini ve temalarını benimsemiştir. Özellikle Roma mitolijisi ve Keats, Tennyson gibi klasik İngiliz şairleri olmak üzere klasik mitoloji, tarih ve edebiyat konuları üzerine yaptığı 200'den fazla tablosu bulunmaktadır. Öldüren cazibeleriyle erkekleri kurban durumuna düşüren güzel kadınlar ve onların ölümcül cazibelerine kurban giden erkekler Waterhouse'in eserlerinde yer alan önemli öğelerdir.
Yaşadığı süre içinde tanınmış olan ve sanatından nisbetten iyi geçinip servet yapmış ender ressamlardan biridir. Waterhouse'in popülerliği İngiltere sanat sosyetesince de kabul edilmiş ve Waterhouse 1885de Kraliyet Akademisine Assosiye Üye ve 1895de de Tam Üye olarak seçilmiştir.
Başta Frank Dicksee ve Herber James Draper olmak üzere daha sonraki On-Rafaelocuların çoğu Waterhouse'un stilinden önemli ölçüde etkilenmişlerdir.
Tablolara hazırlamaya hayatı sonuna kadar devam etmeyi de başarmıştır. Uzun bir hastalık döneminden sonra 10 Şubat 1917'de ölünceye kadar popüler resim eserleri hazırlamıştır.
Günümüzde hazırladığı 200 kadar eserin çoğu özel koleksiyonlarda veya nerede olduğu bilinmeyen yerlerdedir. Çok iyi bilinen önemli eserleri ise Birleşik Krallık'daki müze ve güzel sanat galerilerine yayılmış durumdadır. Bazı önemli eserleri ise Birleşik Krallık dışında (örneğion "La Belle Dame Şans Merci" Almanya'da, "Circe Invidiosa", "› Ulysses and the Sirens" vb. Avustralya'da, "Lady of Shalott" Kanada'da bulunmaktadır...
Kadir Has
Kadir Has (20 Eylül 1921, Kayseri - 22 Mart 2007, İstanbul), Türk iş adamı.
1921 yılında Nuri-Zekiye Hasoğlu'nun çocukları olarak Kayseri'de doğdu. 1942 yılında Boğaziçi Lisesi'nden mezun oldu. Mehmet-Şehime Germirli'nin kızı Rezan Hasoğlu ile 1942 yılında evlendi.
Babası Nuri Hasoğlu, Adana'da yoktan başlayıp kurduğu birçok fabrika ve ticari kuruluşlarla ülkenin sayılı zenginleri ve Akbank'ın kurucuları arasında yer aldı. Mercedes otobüs ve kamyon fabrikasını kurdu ve uzun yıllar yönetim kurulu başkanlığı ve üyeliği görevlerini yürüttü. Türkiye'deki ilk Coca-Cola fabrikasını kurdu. Koç ailesiyle birlikte Bursa'da "Karsan" adıyla Peugeot minibüs fabrikasının ortakları arasında yer aldı. Fransızların Michelin Lastikleri'nin Türkiye distribütörlüğünü üstlendi.
Kadir Hasoğlu, Sabancı Ailesi'nden sonra Akbank'ın en büyük kurucu hissesine sahipti. Eğitime ve öğretime verdiği katkılarla, gelecek nesillerin en iyi şart ve ortamlarda yetişmesi için gösterdiği çaba ve gayretlerden dolayı, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Senatosunun 16 Nisan 1998 tarihli toplantısında alınan kararla 1 Haziran 1998 tarihinde Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Eğitim Yönetimi-Planlaması ve Ekonomisi alanında Onursal Doktora payesi; ayrıca Marmara Üniversitesi Senatosunun 8 Temmuz 1997 tarihli toplantısında alınan kararla 30 Haziran 1998 tarihinde Atatürk Eğitim Fakültesi'nin Türk eğitimine yaptığı maddi ve manevi katkılardan dolayı Fahri Doktorluk payesi verildi. Kayseri de bulunan Erciyes Üniversitesi'nde kütüphane kongre merkezini açmıştır.
Kadir Hasoğlu ve Rezan Hasoğlu, 1991 yılında kurdukları "Türk Eğitimine Özgü Kadir Has Vakfı-HASVAK" ile başta eğitim ve sağlık olmak üzere, ülke kalkınmasına yönelik önemli hayır işlerine yöneldikleri gibi, vasiyetleri gereği tüm servetlerini adı geçen vakfa bağışladılar.
Kadir Has, 22 Mart 2007 tarihinde kalp rahatsızlığı nedeniyle kaldırıldığı Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi'nde hayata gözlerini yumdu. 24 Mart 2007 tarihinde, kurucusu olduğu Kadir Has Üniversitesi'nde düzenlenen ilk törenin ardından Küçükyalı'daki aile mezarlığında devlet töreniyle toprağa verildi.
Kadir Has'ın vefatı üzerine Has'ın anısına Kayseri'de yapılmış olan 33.000 kişilik yeni stadyuma onun adı verildi. Stadın ismi Kayseri Kadir Has Şehir Stadyumu oldu.
İş müfettişi
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na bağlı olarak çalışan ve İş Kanunu'nun ve çalışma hayatı ile ilgili diğer kanunların uygulanmasını denetlemekle görevli ve yetkili olan müfettişlerdir. Statü ve yetkileri İş Kanunun'nun yanı sıra, Türkiye tarafından 5690 sayılı Kanun'la onanan 81 sayılı ILO Sözleşmesi ile de güvence altına alınmıştır. Görevlerinde bağımsız olup,üçlü kararname (bakan, başbakan ve cumhurbaşkanı onayıyla) ile atanırlar.
Spa
Spa’nın tanımı, şifalı sular ile yapılan bakım demektir. Spa pazarı epey gelişmesine rağmen Türkiye'de yeni gelişmekte olan bir sektördür. Spa, hızla gelişmekte olan bir kavram ve dünyanın birçok yerindeki resort ve otel komplekslerinde yer almaya devam ediyor. Spa merkezlerini diğer merkezlerden ayıran özellikler, mekanın girişinden başlıyor. Müzik sistemi ve dekoruna kadar, hoş kokulu mumlardan ışık sistemine kadar kullanılan kozmetik malzemeleri de dahil merkeze gelen kişiye ruhsal ve bedensel hizmet sunuyor. Spa müşterileri genelde vücut bakım programlarını tercih ediyor. Rahatlatıcı aroma yağları ile salt body peeling’in kombine edilerek masaj teknikleriyle kişiye uygulanan bu bakım, hem vücudu, hem de ruhsal rahatlatmayı sağlıyor. Masaj yağı içeriğindeki citrus aromaları sayesinde kan dolaşımını hızlandırıp, vücuda zindelik kazandırırken, salt body peelingle de cildi ölü deriden arındırıyor. Bunun ardından toz halindeki deniz yosununu su ile kıvamlaştırarak kişinin komple vücuduna sürülmesi sağlanıyor. Stretch filmlerle bandajlayarak dermolife cihazına kişi yatırıldıktan sonra titreşim usulüyle kan dolaşımının hızlandırılması ve cihazın püskürttüğü aroma buharı ile de vücudun toksinlerden arındırılması sağlanıyor. Cihazda bulunan farklı renk yansımaları, renk terapisi de yaparak kişinin ruhsal yönden dinlenmesine ve rahatlamasına olanak veriyor. Bunun yanında kullanılan bir diğer yöntem de deniz tuzları ve yosunlarıdır. Bunlar, mineralleri bakımından zengin ve aynı zamanda içeriklerinde cilt proteini olan elastini artıran ön maddeleri içerirler. Bu sebepten dolayı, üyesi bulunduğunuz merkezlerde bu tarz uygulamalara çok dikkat etmelisiniz. Tüm bu uygulamaların amacı, vücudun su ve tuz dengesini ayarlaması, bedene enerji kazandırmaları, yorgunluğu ve ağrıyı almaları ve az önce de değindiğim gibi cilt proteini olan elastinin yeniden yapılanmasını sağlamaktır.
Orijinal adı ile “Sanitas Per Aquam” (SPA) yani “Sudan Gelen Sağlık”, Romalılardan bugüne kadar uygulanan su terapilerine verilen isimdir. Su ile iyileşme, suyun kullanımından gelen sağlık, suyun sıcak, soğuk ve farklı biçimlerde (akıtma, damlama, duşlama, püskürtme) uygulanması ile kazanılan dinlenme ve ferahlama duygularının edinildiği bütünleyici terapi anlamında kullanılmaktadır.
Kalabriya lehçesi (Yunanca)
Yunanca-Calabriaca lehçesi veya "Yunanca-Bovesiaca", Grecìa Salentina bölgesinde kullanılan diğer İtalyan Yunanca'sı ağızlarının aksine, Calabira'da kullanılan İtalyan Yunanca'sının bir çeşididir. Sıklıkla her iki dil "Italiot yunanca" (Katoitaliótika) veya Grecanic veya Griko dili olarak anılırlar, fakat her ikisi de farklı gelişim aşamaları geçirmiş farklı dillerdir.
UNESCO'nun "Kırmızı Kitabı'nda" Yunanca-Calabrianca'dan tehlikede olan diller bölümünde Grecanic ile beraber bahsedilmiştir. "Euromosaic" analizi sonucunda Avrupa Birliği'nde azınlıklar tarafından konuşulan tehlikede olan diller kapsamına alınmıştır.
Ethnologue'da Modern Yunanca'nın bir lehçesi olarak bahsedilmektedir. Ethnologue tarafından yapılan sonuç biraz şüphelidir, çünkü bu dilin Ortaçağ Yunancasından (hatta belki Antik Yunancadan) Modern Yunanca'ya olan gelişimi paralel ve ayrı bir gelişimdir bu nedenden Modern Yunanca'nın çocuğundan çok kardeşi durumundadır.
Bir önceki fikri göz önünde bulundurarak, Ortaçağ Bizans Yunanca'sının bir lehçesi olarak görmek, Modern Yunanca'nın bir lehçesi olarak görmekten daha uygundur.
Ancak, Yunanca'nın bu şekli tarihinde hiçbir zaman çok hızlı bir gelişme çağı yaşamamıştır ve sadece günlük konuşma dili olarak kullanılabilmiştir. Yönetim, edebiyat ve dini konularda hiçbir zaman kullanılmamıştır. O yüzden, farklı özellikleri olmasına rağmen, bir dilden çok bir lehçe olarak görmek tam olarak yanlış değildir.
Musa
Musa (Arapça: موسى, İbranice: מֹשֶׁה "Móše"), MÖ 13. yüzyılda halkını Mısır'daki esaretten kurtardığına inanılan Yahudi peygamber, öğretmen ve lider. Yahudilik, Hristiyanlık,
İslam ve Bahailikte peygamber kabul edilir.
Musa'nın hayatı ile ilgili kaynak alınan belgeler dinî metinlerdir. Bunlar Tevrat'ın Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye bölümleridir.
Tekvin ve Çıkış'a göre; İsrailoğulları Mısırlı yerliler ile birlikte Nil Deltası'nın doğu tarafında en ağır işlerde çalışmakta ve Firavun'a kölelik etmekteydiler.
Musa, İmran'ın oğludur, Onun babası Yahser, onun da babası Kahes'dir. Levi kabilesindendir, Yakup'un soyundan gelir ve Annesi Yocheved'dir. Kız kardeşi Meryem, erkek kardeşinin adı ise Harun'dur.
Musa doğduğu sırada Mısır'da İsrailoğulları köle olarak en ağır işlerde çalıştırılmaktaydı. İsrailoğulları atalarının toprakları olan Kenan illerine gitmek istedi iseler de Firavun onları bırakmadı. Kur'an'a ve Tevrat'a göre Firavun gördüğü bir rüya üzerine İsrailoğullarından doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emretti. Bu hadise Kur'an ve Tevrat'ta yer almaktadır. Bunun üzerine çocuklar öldürülüp Nil Nehrine atıldı.
Ancak erkeklerin azalması bazı işlerin aksamasına sebep oldu ve bunun üzerine Firavun çocukların bir sene öldürülüp bir sene öldürülmemesini emretti.
Musa, çocukların öldürüldüğü sene dünyaya geldi. İmran ve Yocheved ona yalnızca üç ay bakabildi. Kur'an'a göre Musa'nın annesine: "Çocuğu emzir, başına geleceklerden korktuğun zaman onu suya (Nil'e) bırak. Korkma, üzülme. B |
iz şüphesiz onu sana döndüreceğiz ve peygamber yapacağız" denmiştir.
Annesi Musa'yı zift ile birbirine yapıştırılmış otlardan oluşan bir muhafaza içerisinde Nil Nehrine bırakır. Musevi kaynaklara göre firavun'un kızı Thermuthis Kurana göre ise karısı Asiye (daha sonra Musa'nın peygamberliğine inanacaktır) Musa'yı bulur ve saraya alır.
Ancak çocuğun İbranî olduğu kısa sürede anlaşılır. Musa'nın ablası onu emzirecek bir İbranî aile bildiğini söyler ve onu gerçek annesine geri götürür.
Firavun bir İbranî olduğu gerekçesiyle çocuğu istemez, ancak daha sonra kabullenir. Kuran'da şöyle denir: "Firavun'un karısı dedi ki: "Benim için de, senin için de bir göz bebek; onu öldürmeyin; umulur ki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz. "Oysa onlar (başlarına geleceklerin) şuurunda değillerdi."
Allah Musa'ya İsrailoğulları'nı firavunun köleliğinden kurtarma görevi verir. Ona bir asa verir ve Musa bu asa ile lüzumunda içinden yılan/ejderha çıkarma, Kızıl Deniz'i ikiye yarma, hastaları iyileştirme ve nehrin suyunu kan rengine çevirme gibi çeşitli mucizevî işler yapar Kuran’a göre Musa Firavun’u İsrailoğullarını bırakması ve Allah'a iman etmesi yönünde davet eder. Ancak o bu daveti kabul etmez.
Musa'nın gerçek bir kişilik olup olmadığı spekülatiftir.
Doğumu ve büyütülmesi ile ilgili anlatılan öykülerin bir kısmı Akad kralı Büyük Sargon, ve Oedipus öyküleri ile örtüşür.
Sigmund Freud'a göre o bir Aton dini mensubudur ve Musevilik bu dinin izlerini taşır. Akhenaton'un Aton için yazdığı düşünülen övgü şiiri ile Mezmurlar bölüm 105 arasında paralel ifadeler bulunur. Erkek çocuklarının sünnet edilmesine de ilk Mısırlılarda rastlanır. Mısırlı araştırmacı Ahmet Osman'a göre ise o, Aton'un kendisidir.
Musa Thutmose ile de ilişkilendirilir; Musa kendi annesi tarafından emzirildikten sonra saraya geri gelir ve ona hem sudan "çekip çıkarılma" (İbranice Maşa), hem de Antik Mısır dilinde (Moşe, örn. Thutmose=Thut isimli tanrının oğlu) "oğlu" anlamına gelen, Türkçede de Musa diye bilinen ismi verilir.
Musa eski Mısır ve Yunan yazarlarına göre II. Ramses'in kızkardeşinin oğludur ve adı Rozarsif'tir.
Museviliğin kutsal kitabı Tanah'ın bir bölümünü meydana getiren Tevrat (Tora), Hristiyanlığın kutsal kitabı Kitab-ı Mukaddes'in Eski Ahit kısmında da bulunmaktadır. Bu sebeple Musevilikteki ve Hristiyanlıktaki Musa bahsi aynıdır.
Musa İslamiyet'e göre kendisine kitap verilen peygamberlerdendir. Kekeme olduğu için kardeşi Harun ile görevlendirilmiş, Firavun'a on bela göstermiş, Kızıldeniz'i mucizevi bir şekilde asasıyla yararak İsrailoğulları'nı Mısır'dan çıkarmış, Firavun ve ordusu İsrailoğullarının peşinden gelirken Kızıldeniz'de boğulmuşlardır. Ayrıca asasıyla çölde İsrailoğulları için kayadan on iki pınar fışkırtmıştır. İnanca göre Tevrat, Allah tarafından Musa'ya indirilmiş, Sina yarımadasında, Eymen vadisinde, Tur dağında kavmine "on emir" adı altında Allah'ın şeriatını bildirmiştir. Kıssası özellikle Bakara suresi, Kassas suresi, Araf suresi, Şuara suresi ve Kehf suresi anlatılır.
Metamorfoz II
Metamorfoz II, Kasım 1939 - Mart 1940 arasında M. C. Escher tarafından yapılmış bir litograftır. Baskısı 8 x 52 3/8" boyutundadır. "Metamorfoz I" gibi, bu çalışmanın da konsepti bir resmin (karesel) mozaik bir modele dönüşmesi daha sonra bundan da yeni bir resme dönüşmesidir.
Çalışma soldan sağa, "metamorphose" kelimesi ile başlar bu daha sonra bir motifsel düzen oluşturur, farklı motiflerden oluşan düzenler birbiri ardınca gelir, her yeni düzen arasında bir kaynaşma bir tür "dönüşüm" (metamorfoz) mevcuttur. En sonunda yine "metamorphose" yazılı resme dönülür.
Köprü
Köprü, nehir ve vadi gibi geçilmesi güç bir engelin iki kıyısını bağlayan veya herhangi bir engelle ayrılmış iki yakayı birbirine bağlayan veya trafik akımının, başka bir trafik akımını kesmeden üstten geçmesini sağlayan yapı.
Genellikle ormanlı bölgelerde ilk köprüler bir veya daha fazla ahşap kütüğün uzatılmasıyla meydana getirilmiştir. Tropikal bölgelerde ise lifli bitkiler bir araya getirilerek asma köprüler inşa edilmiştir. Genellikle lifli asma ağaçları bu maksatla dünyanın çeşitli yerlerinde kullanılmıştır. Taşlı bölgelerde ise, ara ara taşlar yığılarak köprü ayakları yapılmıştır. Daha sonra bu ayaklar birleştirilmiştir.
İlk köprülerin Çin'de yapıldığı, oradan Hindistan'a yayıldığı tahmin edilmektedir. Arada ayaklar yaparak birden fazla açıklıklı köprüler inşa edilmiştir. MÖ 4000'de Mezopotamya'da ve MÖ 3000 yıllarında Mısır'da ilk kemere benzer köprülere rastlanmaktadır. Kemer köprü sisteminde yükler kemerler tarafından alınır ve yönü değiştirilerek basınç kuvveti olarak kemer boyunca nakledilir ve köprü ayaklarında zemine verilir. O zamandan beri kemer köprü şekli klasik köprü tipi olarak kalmıştır. Kemer tipi eski Mısırlılar tarafından bilinmekteyse de yapı sistemi olarak kullanılmamıştır. Kemer sistemi, anahtar taşı olmaksızın kendi kendini taşıyan bir yapı türü değildir. Eski Yunanlar kemer şeklini bilmelerine rağmen bunu yapılarda kullanmamışlar mimaride ilerlemelerine rağmen ancak birkaç köprü inşa etmişlerdir. Sebebi ise ticarette daha çok deniz yolunu kullanmalarıdır. Gerçek taş örme köprü, ekonomik ve dayanıklıdır. Küçük nehirleri orta ayaklar kullanarak geçmek mümkündür. Bu tür şekil, yaygın olarak Çinliler ve Romalılar tarafından kullanılmıştır. Romalıların yaptıkları köprülerin ilki ahşap olup, tarihi MÖ 621'e kadar uzanır. MÖ 200 civarında taş köprülerin inşası başladıysa da, ahşap olanlara da devam edilmiştir. Taş olanlardan günümüze kadar gelenler de mevcuttur. Genellikle yarı dairevi kemerler kullanmışlardır. Sayıları yedi-sekize varan taş blokların kullanıldığı olmuştur. Taşlar birbirlerine harçsız oturtulmuş olup, ayaklar çok rijit olarak yapılmıştır. Bu sebepten herhangi bir açıklığın çökmesinin komşu açıklıklara zararı olmaz. Özellikle nehir ortasında yapılan köprü ayaklarına itina göstermişlerdir. Orta ayakların inşası sırasında bitişik kazıklar çakarak, su ve zemini, sağlam zemin buluncaya kadar boşaltmışlar, ayağı daha sonra inşa etmişlerdir. Romalılar ayrıca vadileri aşmak için inşa ettikleri köprüleriyle de meşhurlardır.
Roma İmparatorluğunun çöküşü ile köprü inşaatında bir duraklama görülür. Ancak 13. asırda taş kemer köprü inşası Avrupa yanında Orta Doğu'da ve Çin'de yaygınlaşmıştır. Kemerler, Romalılara nisbetle daha basık inşa edilmiştir. Ancak inşa tarzı daha az itinalı yapılmıştı. Rönesans ile köprü mühendisliğinde sınırlı bir gelişme kaydedilmiş fakat daha çok süsleme tarafı ağır basmıştır. Ancak teorik bir gelişme Andrea Palladio tarafından Leonardo da Vinci'nin gerilme prensibini pratik hale getirmesiyle elde edilmiştir. Bu teknik, kısa ahşap elemanların kafes sistem meydana getirecek şekilde kullanılarak büyük açıklıkların geçilmesini mümkün kılmıştır.
1747'de Fransa'da "Ecole des Ponts et Chaussées" ilk mühendis mektebi olarak kurulmuştur. Bu okulda teorik bilgiler, tecrübe ile elde edilenlerle beraber verilmiştir. 1750'de ilk ahşap kafes sistem köprü İsviçre'de ve ilk demir köprü de 1779'da İngiltere'de inşa edilmiştir. 19. yüzyılda ise köprü inşasında önemli ilerleme kaydedilmiştir.
1800'lerde yapılan ahşap köprüler daha çok sanatkarlar tarafından inşa edilmiştir. Kafes sistem türünden taşıyıcı sisteme önem verilmiştir. Ayrıca kemer türünden ahşap taşıyıcı sisteme de ahşap köprülerde rastlanır. Kafes sistem köprülerde alt başlık çekme geçirilmelerine maruzken, üst boşluk basınç gerilmeleri taşırlar. Köşegen türünden olanlar ise kesme kuvvetine karşı koyarlar. Daha sonra ahşap köprülerde demir çubuklar kullanılmıştır. Ancak 1870'den sonra bakımının masraflı olması dolayısıyla ve modern trafik yüklerine karşı yeterince mukavim olmamasından yavaş yavaş terk edilmiştir.
On dokuzuncu yüzyılda bu tür köprülerde önemli ilerlemeler yapıldı. Önceleri taş ve ahşap köprü yapım tekniğine uygun demir ve çelik köprüler yapılmışsa da, daha sonra bu tür malzemenin kendine has imkânlarının olduğu anlaşılmıştır. Bu köprülerin bir türü olan asma köprülerde, köprü tabliyesi, iki ayağa bağlı çelik halatlara asılı olarak taşınır. Diğer bir tür de kafes taşıyıcı sistemi olan çelik köprülerdir. Bunların özelliği yüksek titreşimlere mukavim olmalarıdır.
Çeliğin ucuzlaması bunun daha yaygın kullanılmasını sağlamıştır. Ayrıca kaynak tekniğinin ilerlemesi daha sağlam birleşme yerlerinin yapımını sağlamıştır. Çeliğin mukavemetinin yüksekliğinden dolayı, taşıdığı yükün ağırlığına oranı yüksektir. Değişik çelik alaşımlarının kullanılması çelik köprülerin mukavemetinin daha yüksek ve dış tesirlere daha dayanıklı olmasını sağlamıştır. Her ne kadar alüminyum kullanılmasıyla, daha hafif köprüler elde edilebilirse de pahalı olması bunların yaygınlaşmasını önlemiştir. Ancak daha sonra betonarme yapı türünün gelişmesi ve 1950'lerden sonra öngerilmeli betonun uygulanmağa başlanması, köprü inşaatında önemli adımların atılmasına yol açmıştır. Köprü inşaatında önemli gelişmeleri ayrıca matematiksel ve deneysel araştırmalar, bilgisayar kullanımı hızlandırmıştır. Bu tür metotları kullanarak, mühendisler statik ve dinamik yükler altında köprüde ortaya çıkacak gerilmeleri daha kesin elde edebilecek duruma gelmişlerdir. Bu suretle daha büyük açıklıkların daha narin köprülerle geçilmesi mümkün olmuştur.
İlk betonarme köprüler taş köprülere benzer şekilde inşa edilmiştir. Ancak 20. yüzyılda bu tür malzemenin kendisine has özelliği fark edilmiş ve farklı yapım türü geliştirilmiştir. Özellikle kemer köprülerin daha narin yapılabilmesine imkân vermiştir. Yol, bu kemerin üstünde, kemerle düşey kolonlarla bağlı olabileceği gibi, altta kemere asılı da düzenlenebilir. Genellikle büyük açıklıklı betonarme kemer köprüler, üç açıklıdır.
1940'larda öngerilmeli betonun gelişmesiyle, betonun düşük çekme gerilmesi mahzuru önlenmiştir. Öngerilme, köprülere beton dökümünden önce gerilen ve betonun dökülmesi ve sertleşmesinden sonra serbest bırakılan çelik çubuklarla verilebilir. Diğer bir tür öngerilme verme şekli de betonun dökülüp sertleştikten sonra, yerleştirilen ö |
ngerilme kablolarına kuvvet tatbik edip bunun uçlarından ankre edilmesidir. Öngerilmede, betonun yüksek basınç mukavemeti, çeliğin yüksek çekme mukavemetiyle birleştirilmektedir. İlk öngerilmeli beton köprüler 1936'da Almanya'da ve daha sonra Fransa'da yapılmıştır.
En yaygın köprü şekli olup, kısa ile orta açıklıklarda uygulanır. Basit ve ekonomik oluşu, tercih sebebidir. Karayolu köprülerinde I şeklindeki çelik kirişler mesnetler arasına yerleştirilir. Daha sonra üstüne 20 santimetre betonarme plak dökülür. Demiryolu köprülerinde ise demiryolu boyunca kirişlere konulan enlemlere mesnetlendirilir. Kiriş köprüler tek açıklıklı olabileceği gibi, sürekli kiriş şeklinde çok açıklıklı da olabilir. Kaynaklı olabildiği gibi perçinli de yapılabilir. Büyük açıklıklar için, mesnetlerden gelen kablolar açıklık boyunca tabliyenin taşıyıcılığını arttırırlar. Kiriş, bir yüzü yola gelmek üzere kutu kesitli olarak da tertiplenebilir. Düşey çelik plaklar kutu kesitine kaynaklanarak, köprünün taşıyıcılığı arttırılır.
Tek açıklıklı kafes kiriş köprülerde açıklık ortalarında yükseklik arttırılarak daha uygun taşıyıcılık elde edilir. Bu suretle malzeme ekonomik şekilde kullanılmış olur. Kafes kiriş köprüler sürekli de yapılabilir. Bunların yükseklikleri mesnet bölgesinde de büyüktür. Bu tür köprüler diğer tür köprü şekilleriyle beraber de kullanılabilir. Kafes kiriş, kemer şeklinde olabildiği gibi konsol olarak da düzenlenebilir. Asma köprülerde tabliye, kafes kiriş türünden de tertip edilebilir.
Bu, çeşitli şekillerde olabilir. Mesela, uç mesneti yakın mesnete birleştiren kiriş konsol olarak diğer açıklığa doğru uzayabilir. Bu şekilde köprü kirişi ilaveten ara mesnetteki kuleye de asılabilir. Konsol kirişin tam uç noktası serbest olduğundan küçük çökmelere ve dönmelere müsaade edebilir. Genellikle kirişin yüksekliği değişkendir. Mesned üstünde büyük yüksekliğe sahib olur. Dünyanın en uzun çelik konsol kirişi Kanada'da Quebec demiryolu üzerinde olup 549 metrekarelik bir açıklık geçilmektedir. 1900'de inşaatına başlanan köprünün yapımı sırasında iki defa kaza olmuş ve köprü 1917'de tamamlanabilmiştir.
Kemer köprülerin en masif olanı mesnetlere bağlı olanıdır. Mesnetler dönebilecek şekilde, mafsallı olarak düzenlenebildiği gibi bazı köprülerde tam tepe noktasında dönmelere müsaade edilebilir. Bunlar daha az masiftirler. Bu tür köprülerde yol köprü üzerinde olabilir ve yük basınç elemanlarıyla kemere verilir. Yol köprünün altından da geçebilir. Bu halde yolun yükü çekme taşıyan elemanlarla köprüye iletilir. Bazı durumlarda yolun seviyesi kemerin üzerinden de geçebilir. Eğer mesnet zemini, sağlam değilse, mesnetler birbirine bağlanabilir. Kemerler genellikle basınç taşıdıklarından burkulmaya karşı da korunmaları gerekir. Dünyanın en uzun kemer köprüsü New York'ta 1931'de inşa edilen 504 m açıklıklı Bayonne Köprüsü'dür.
Yirminci yüzyılda uzun açıklıklar için asma köprüler yaygınlaşmıştır. Bunlar kablo, kule ve ankraj olmak üzere üç elemanla belirlenir. Kablolar, köprünün tabliyesini taşıyan yüksek mukavemetli çelik tellerden ibarettir. Genellikle kablolar helisel şekildedir, bu suretle daha kolay imal edilirler. Köprünün kulelerine kablolar bağlanır ve bunlar köprünün tabliyesine mesnetlik teşkil ederler. Bunlar genel olarak çelik taşıyıcılardır, ancak betonarme de olabilirler. Kabloların bir uçları büyük bloklara bağlanır. İstanbul Boğazı üstünde uzunlukları bakımından dünyadaki emsalleri arasında başlarda yer alan Boğaziçi (1074 m) ve Fatih Sultan Mehmed (1090 m), Asma köprülerimiz meşhurdur. (Bkz. Boğaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprüsü)
Hareketli köprüler, gemi ve büyük deniz vasıtalarına geçit verirler. Özellikle gerekli yükseklikte sabit köprü yapımı pahalı veya mümkün değilse bu tür köprü tercih edilir. Hareketi için ilave düzenlerin projelendirilmesi gerektiğinden, genellikle görünüşleri zarif değildir.
Terazi tipinden hareketli köprüler, tür olarak çekilen orta çağ köprülerine benzerler. Hareket sırasında bir uç sabit kalırken, diğer uç kaldırılır. Bunun tanınmış örneği 1894'ten kalan Londra'daki Tower Köprüsü'dür. Bazı köprülerde ise hareket, düşey eksen etrafında dönme ile sağlanır. Bunların açılıp kapanmaları zaman alırsa da her türlü geçişe uygundur.
Değişik bir hareket köprünün bir parçasının tamamen düşey hareket edebilmesini sağlamakla elde edilebilir. Diğer türlere nazaran daha ucuz olarak inşa edilebilirler ve hareket için daha az güce ihtiyaç gösterirler.
Köprünün hareketi, yatay hareketle de gerçekleştirilebilir. Ancak köprünün içeri çekilmesi için büyük yere ihtiyaç olması mahzurludur. Bunun bir örneği geçmiş dönemde İstanbul'daki Mecidiye (Galata) Köprüsüdür.
Bunların özellikleri hareketli, kolay ve hızla kurulabilen türden olmalarıdır. Askeri köprüler genellikle yüzen orta ayakların üzerine mesnetlendirilirler. Her açıklık parçası hareket edebilir. Ancak amaçları itibarıyla geçici olarak inşa edilirler. Bu tür ilk köprüyü MÖ 537'de Mezopotamya'da Persler yapmışlardır. Bu tür köprülerin diğer bir mahzuru her açıklığın kendi başına çalışmasıdır. Bunun sonucu bir açıklığın fazla yüklenmesi, diğer açıklıklar ona yardım edemeyeceği için, çökme ile sonuçlanır. Diğer bir çeşit askeri köprü, yol tabliyesinin ahşap bloklar üzerine mesnetlendirilmesiyle inşa edilir. Askeri kiriş köprüler, prefabrike çelik ve alüminyum elemanların yan yana getirilip monte edilmesiyle inşa edilir.
İtilaf Devletleri
İtilaf Devletleri, Anlaşma Devletleri ya da Müttefik Devletler, başlangıçta Britanya İmparatorluğu, Fransa ve Rusya'dan oluşan savaş bloku. İtilaf Devletleri I. Dünya Savaşı'nda Almanya'nın önderliğindeki İttifak Devletleri grubuna karşı savaştı.
İtalya önceleri İttifak Devletleri grubunun içerisindeydi fakat 1915'te İtilaf Devletleri'nin yanında savaşa girdi (1915 yılı İtalya'nın savaşa dahil olduğu yıldır ve İttifak Devletleri'nin saflarında asla savaşmamıştır). Savaşın ilerleyen safhalarında ABD İtilaf Devletleri'ne katıldı. Rusya 1917 İhtilali'nden sonra İtilaf Devletleri grubundan ayrılarak savaştan çekildi. Savaş sırasında yeni katılımlarla İtilaf Devletleri grubu genişledi. İtilaf Devletleri I. Dünya Savaşı'ndan galip olarak çıktı ve yenilen İttifak Devletleri'nin topraklarını kısmen işgal etti.
Ayrıca:
Toplam: 42,569,516 asker
Les Ferdinand
Les Ferdinand, (d. 18 Aralık 1966, Londra) Saint Lucia asıllı İngiliz millî forvet oyuncusu. 1988/1989 sezonunda Beşiktaş'ta oynamıştır.
1988 yılında Gordon Milne tarafından 22 yaşında Queens Park Rangers takımından Beşiktaş’a kiralık olarak 1 sezonluğuna getirildi. Futbolu ile oldukça genç yaşta geldiği Beşiktaş'ta kısa sürede başarılı oldu. 1988/1989 sezonunda ligin ilk yarısında ve Türkiye Kupası finali ilk maçında Toni Schumacher’e attığı goller halen unutulmayan goller arasına girdi. İngiliz golcü, Beşiktaş formasıyla oynadığı bir sezonda Türkiye Ligi, UEFA Kupası, Türkiye Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupası’nda toplam 34 maçta 16 gol attı. Türkiye Kupası ve Cumhurbaşkanlığı Kupası şampiyonlukları yaşadı.
Sezon sonunda İngiltere’ye döndü ve iyice yıldızlaştı. Millî takımın değişmez elemanlarından biri olurken, Queen’s Park Rangers’ta çok başarılı bir performans gösterdi ve oynadığı 183 maçta 90 gol attı. Bu başarısı üzerine Sir Les unvanı aldı.
1995 yılında Newcastle United’a 6 Milyon Sterlin karşılığında transfer oldu. Onun ayrılması sonucu Rangers bir sonraki sezon küme düştü. Hem millî takımda hem de kulüpteki partneri Alan Shearer ile çok başarılı bir ikili oldu ve 84 maçta 50 gol attı. Newcastle'dan Tottenham’a yine aynı bedelle transferi de büyük yankı uyandırdı. Bundan sonra her sezon kulüp değiştirdi. İlerlemiş yaşına rağmen istikrarlı futbolu ile son derece başarılı performans gösterdi.
17 kez İngiliz millî formasını giydi ve 5 gol attı. 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası ve 1998 FIFA Dünya Kupası finallerinde İngiltere millî takımı kadrosunda yer aldı.
Ayrıca futbolcu Rio Ferdinand'ın kuzenidir.
2005 yılında Birleşik Krallık kraliçesi II. Elizabeth'in doğumgünü etkinliklerine davet edilir ve İngiliz Şövalyelik Nişanı MBE ilan edilir. Kasım 2008'de eski takım arkadaşı Tim Sherwood gibi teknik direktör Harry Redknapp'un yardımcısı olarak forvetlere özel antrenörlük yapmak için Tottenham Hotspur futbol takımıyla anlaşır.
Les Ferdinand 40. yaş doğum gününden birkaç ay sonra futboldan emekli oldu.
Ferdinand, 4 Şubat 2015 tarihinde, Queens Park Rangers FC takımının Futbol Direktörü oldu.
Potemkin Zırhlısı (film)
Potemkin Zırhlısı 1925 Sovyetler Birliği yapımı sessiz filmdir. Özgün adı Bronyenosyets Potyomkin (Броненосец «Потёмкин») olan film Türkiye'de ilk kez 1927'de gösterilmiştir.
Rusya'nın ve Avrupa'nın en eski ve büyük film stüdyosu olan Mosfilm tarafından yapılan filmin yönetmeni Sergei Eisenstein'dır. Yönetmenin ikinci filmi olan Potemkin Zırhlısı konusunu Potemkin Zırhlısı Ayaklanması olarak bilinen gerçek bir olaydan almıştı. Filmde, 1905 yılında Rusya'nın Karadeniz filosuna bağlı Savaş Gemisi Potemkin'de dayanılmaz yaşama şartlarından bezmiş mürettebatın Çar rejimine bağlı subaylara karşı başlattıkları bir ayaklanmanın sonunda gemiyi ele geçirmeleri ve sonrasında gelişen olaylar dramatize edilerek
anlatılmıştır.
"Potemkin Zırhlısı Ayaklanması" 1917'de gerçekleşecek olan Ekim Devrimi'nin bir provası niteliğinde olduğu için film, 1925 yılında Sovyet hükümeti tarafından bir devrim propagandası filmi olması için özellikle ısmarlandı. Ama Sergei Eisenstein bunun çok ötesine geçerek filmde kurgu (montaj) ile ilgili kuramlarının tamamını deneme fırsatı buldu. Ortaya sinemasal açıdan da devrimci bir film çıktı, artık sinemada kurgunun hayati bir önemi olduğu anlaşılmıştı.
Potemkin Zırhlısı tüm zamanların en etkileyici filmlerinden biridir ve 1958 yılında Belçika'nın Brüksel şehrinde açılan Dünya Fuarında "tüm zamanların en büyük filmi" olarak ilan edilmişti.
Kasıtlı bir şekilde devrim propaganda filmi olarak çekilmiştir. Eisentein bu filmde montaj yeteneklerini de test etmiştir. Rus Devrimci film yapımcılarının okulu Kuleşov film yapımı |
okulu daha seyirciler üzerinde montaj tekniğini hazmetmeye çalışırken, Eisenstein filmdeki montajlarıyla seyirci üzerinde muhteşem bir duygusal düşünceler oluşturmayı başarıp böylece çarlık rejimi altında ezilen insanlar için sempati oluşmasını (özellikle devrimci zırhlı gemi “Potemkin”) ve cani çarlık rejimi için de nefret beslenmesini sağlamıştır ve bu etkileme düzeni o kadar kusursuz kurulmuştur ki seyirci ister istemez bir sempati oluşturur.
Eisensteinin deneyi mükemmel bir başarı elde etmişti. “Potemkin bütün Rusya'da sinemalarda oynamasına rağmen, mahkeme kararıyla diğer ülkelerin sinemalarında fazla gözükmedi. Fakat Rusya'daki ve uzakdenizlerdeki seyircileri şok eden sadece politik olaylar değildi. O zamanın teknikleriyle gerçekleştirilen üstün şiddet ve vahşet sahneleriydi. Nazi propaganda elçisi ( Joseph Goebbels ) bile film için “Eşi benzeri olmayan şaheser. Bu filmi izleyen insan bir Bolşevik olabilir.” demiştir.
Film beş bölümden oluşmuştur:
Filmin en meşhur sahnesi Odessa merdivenlerindeki kıyımdır (Primorsky (Potemkin) Merdivenleri). Çarlık askerleri beyaz yazlık tunikleriyle sanki havada süzülürcesine ve çok ritmik bir şekilde -makine gibi- merdivenlerden inerken, merdivenlerde askerlerden kaçan sivil insanların katledildiği sahnedir.
Bu sahne Eisensteinin montaj tekniğine en iyi örnek olabilir. Ayrıca Leni Riefenstahl "İradenin Zaferi" (Almanca, Triumph des Willens) adlı filminde aynı montaj tekniğini uygulamaya çalışmıştır.
Bu teknik bundan sonra gelecek olan birçok filimde yer almıştır. Örnek olarak Francis Ford Coppola'nın "Baba"sında , Brian De Palma versiyonu olan "The Untouchables"ında, Terry Gilliam’ın "Brazil" filminde, "Çıplak Silah 33⅓" ve en yeni örneği olarak da ""nı gösterebiliriz (askerlerin “yukarı” çıkma sahnesi hariç).
Ayrıca yönetmenliğini komedyen Woody Allen’ın yaptığı "Bananas" filminde bu sahne ufak bir şaka olarak kullanılmıştır.
Fakat Eisenstein’nın merdivenlerde görüntülediği kıyımda bir mantık hatası vardır. Askerler insanları kıyıma uğrattığı halde merdivenler sapasağlam durmaktadır.
Film Rusya'da yayınlandıktan sonra Alman yayıncılar tarafından bazı sahneler (kıyım ve şiddet sahneleri) makaslanıp sinemalara çıktı. Ruslar, Leon Troçki’nin yazdığı Rusça film tanıtımında Josef Stalin hakkında kafasında takıldığı ve yazdığı yazılarıda kesmişlerdir. Daha sonra film Naziler tarafından yasaklanıp yayından kaldırılmıştır. Ardından da filmin devrim’e kışkırtıcı propaganda olduğunu düşünen İngiltere ve Fransa yasaklamıştır.
2004 yılında filmin üç yıl süren yeniden yapılandırılma aşaması tamamlandı. Vahşet sahneleri teker teker düzeltildi. İsyancı denizcilerin dudak hareketlerinden ne konuşmaya çalıştığı çıkartılıp düzgün ve başlıklara uyacak bir şekilde İngilizceye tercüme edilmeye çalışılmıştır.
Orijinal müzikler Edmund Meisel tarafından bestelenmiştir. Premieri 1926 yılında Berlin'de bir salon orkestrasıyla yapılmıştır. Orkestra; flüt/pikolo, trompet, trombon, harmonyum, çeşitli perküsyon aletleri ve yaylı çalgılardan (viyolalar hariç) oluşmaktaydı. Meisel bütün besteyi 20 gün ve gece süresinde yazdı. Fakat diğer ülkelerde sansür sorunları çıkınca bütün besteleri tekrar gözden geçirip değişiklikler yaptı. Besteci ve orkestra şefi olan Mark-Andreas Schlingensiepen bütün şarkıları tekrar besteledi ve geliştirilmiş haline orijinal piyano notalarını da ekledi.
21yi yüzyılda film tekrar yapılmaya karar verilince Pet Shop Boys 2004 yılında yeni bir soundtrack yaparlar ve bu şarkıyı Dresdner Sinfoniker orkestrası çalar. Soundtrack 2005 yılında "Battleship Potemkin" adında çıkar.
Gakuran
Gakuran (学ラン) Japonya'da ortaokul ve liseye giden erkek öğrencilerin giydiği üniformadır. Normalde rengi siyahtır fakat bazı okullarda denizci mavisi veya koyu mavi renklerde olabilir.
Üst tarafında yaka olur ve bu yakadan başlayarak aşağıya kadar düğmeler vardır. Düğmeler genellikle okul amblemi ile süslenir. Pantalonlar düz tek renklidir ve siyah veya koyu bir kemer takılır. Erkekler genelde üniforma ile beraber deri veya bez ayakkabı giyerler. Bazı okullarda öğrencilerin yakaların ufak bir broş okul veya sınıf derecesini gösterir. Manga ve animelerde başkahramanların veya sert çocuk karakterlerinin gakuranları dikkat çekecek seviyede farklı olabilirler; normalden çok uzun veya kısa ceketler veya farklı renkler gibi.
Erkek üniformalarının üstten ikinci düğmesi genellikle kendilerini seven kızlara veririlir ve bir çeşit itiraf sayılır. Diğer düğmelerde birden daha fazla kız tarafından istenmesi durumunda verilebilir.
Gakuran Prusya ordu üniformalarından esinlenerek yapılmıştır.
Hayr-âbâd
Hayr-âbâd, Baltacı Mehmed Paşa adına, 1705-1706 civarında Nâbî tarafından kaleme alınmış ünlü bir mesnevidir.
Yazıldığı zaman büyük övgüler alan mesnevinin konusu Attâr'ın "İlâhî-Nâme" eserindeki bir hikâyeden köken almıştır.
Hayrabad'ın konusu kısaca şöyledir:
"Cavid adlı bir gence Hurrem Şah isimli bir şah aşık olur. Fakat Cürcan padişahı Fahr de bu genci sevmektedir. Sarhoş olduğu bir gece Hurrem Şah Vacid'i Cürcan padişahına bahşeder. Cürcan padişahı Hurrem Şah'ın sarhoş olduğu için böyle davrandığını, ertesi gün ayıldığında Cavid'i geri isteyebileceğini düşünür; bu nedenle Cavid'i bir kuyuya saklar, iki tane de kâfûr mumu yakar. Şah ayılınca cidden de Cavid'i arar, fakat kuyuya girildiğinde Cavid orada olmadığını mumların da bittiğini görürler. Bir hırsız Cavid'i oradan çıkartmıştır, ama başka, daha derin bir kuyuya düşmüştür. Padişah bu hırsızla bu kuyuya girip Cavid'i kurtarır. Yolları güzel bir bahçeye düşer, bahçede bir dev ve güzel bir kız vardır. Dev kıza aşıktır, fakat Cavid kızı görünce kıza aşık olur. Hırsız devi öldürür, Cavid kıza kavuşur.".
Bu eseri ünlü divan şairi Şeyh Galip özellikle de özgün olmadığı için eleştirmiştir.
Bol çoraplar
Bol çoraplar (Japonca: ルーズソックス, "rūzu sokkusu") Japon genç kızları arasında popüler olan bir çeşit çoraptır.
Neredeyse her zaman beyaz ve çok uzundurlar, bazen boyları 2 metreye varabilir. Genelde dizden aşağıya giyilir ve özel bir yapıştırıcı olan "çorap yapıştırıcısı" veya "çorap temascısı" ile havada dururlar. Görünüş olarak bacak ısıtıcıları ile aynıdırlar.
Bazı ortaokul ve lisedeki kız öğrenciler bol çoraplarını okul üniformaları ile beraber giymeyi severler. Bazı okullar öğrencilerinin okulda bol çoraplar giymelerine izin vermemektedir, bu nedenden bu okullarda okuyan öğrenciler okuldan çıkmadan önce çoraplarını bol çoraplarla değiştirirler. Bu akım bazı ilkokul öğrencilerinde de yayılmaktadır.
Japonya'da bol çoraplar 1990'ların ortalarından beri modadır.
Şrivatsa
Şrivatsa, Hindistan'daki antik uğurlu bir sembol.
Jainizm'de, Tirthankara putunun sandığını işaretler. O aşta-mangalalardandır.
Bir tür "fleur-de-lis" olarak gözükür; sonsuz bir düğüm, bir çiçek veya elmas şekilli bir sembol.
Merkezi iş alanı
Merkezi iş alanı veya kısa MİA büyük kentlerin kent merkezlerinde, ticaret ve hizmet fonksiyonlarının en yoğun olduğu bölge için, şehir planlama, coğrafya vb. disiplinlerde kullanılan bir terimdir. Merkezi iş alanındaki yapılaşma yoğunluğu fazla olup, kentteki en yüksek yapılar genelde bu bölgede bulunur.
Sol (tanrıça)
Sol, İskandinav mitolojisinde güneş tanrıçasıdır. Mundilfari ve Glaur'un kızı, Glen`in karısıdır. Eski İngilizce'de ismi "Sigel"`dir.
Sanal Sınıflar
Sanal sınıf, zamandan ve mekandan bağımsız olarak internet üzerinden (online) olarak belli bir amaç dogrultusunda toplanmış, öğrenciler ve liderden oluşan eş zamanlı eğitimin yapıldığı ortamdır.
Özellikleri ise;
ile iletişim kurabilirler .
bilgisayarı üzerinden öğrencilere öğretebilir.
eklemeler de yapabilirler. (metin girme , çizim yapma vb.)
için açıklamalar bırakabilirler.
Şeklinde sıralanabilir.
Anarko-kapitalist sembolizm
Anarko-kapitalist sembolizm, anarko-kapitalist hareket tarafından benimsenen ve kullanılan sembol ve işaretlerin bütününe verilebilecek isimdir.
Ama-gi, bir antik Sümer çivi yazısı sözcüğüdür. "Özgürlük/Bağımsızlık" anlamına gelen sözcüğün, bu kavramı dile getiren ilk insan yazısı olduğuna inanılmaktadır. Bu nedenle de zaman zaman anarko-kapitalistler tarafından sembol olarak kullanılır.
Altın-Kara Bayrak, 2002'de "AnarkoKapitalistisk Front" veya "İsveç Anarko-Kapitalist Cephe" bayrağı olarak gözükmüştür. Andrewrogers.net ve diğerleri bu bayrağı kullanırlar. Bu bayrak Yeşil Anarşist hareketin ve anarko-sendikalizm hareketinin bayraklarına benzemektedir.
Libertatis Æquilibritas, Latince "Özgürlüğün (Bağımsızlığın) Dengesi" anlamına gelir ve bazı anarko-kapitalizm yanlılarınca kullanılmaktadır. Dolar işareti ile yin/yang sembolünün birleşimidir.
Memlûk Sultanlığı
Memlûk Sultanlığı ya da Memlûk Devleti, (Arapça: سلطنة المماليك Saltanat al-Mamālīk ya da دولة المماليك Dawlat al-Mamālīk) kölelikten gelen Memlûklerin bugünkü Mısır ve Suriye'de kurduğu bir Türk askeri soylu erki devletidir. "Memlûk" sözcüğü Arapçada "köle" demektir. Bu nedenle devlet Kölemenler Devleti olarak da bilinir. Bazı kaynaklarda adı ed-Devletü't-Türkiyye (Türklerin Devleti) olarak da geçer.
Halkının çoğu Arap olan bu devlette iktidar Arap olmayan ve kölelikten yükselen askerlerin elindeydi. Memlûk Sultanlığı'nın kökeni, Eyyubi Devleti'nin 1174 yılında Selahaddin Eyyubi tarafından kurulmasına kadar uzanmaktadır. Diğer sultan ve amirlerin olduğu gibi Selahaddin Eyyubi'nin de "Bahriler" adında kendine özel bir askeri birliği vardı. Bahriler, Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlardan ele geçirilen köle Kıpçak Türklerinin arasından seçiliyordu.. Bahri birlikleri 800-1000 atlıdan oluşmaktaydı. Bahri kelimesi, deniz veya büyük ırmak anlamına gelen Arapçadaki bahr (بحر) kelimesinden gelir zira Bahrilerin kışlaları Nil'deki Rawda adasında bulunmaktaydı. Kahire'deki garnizonlarda ise Çerkes ve Gürcü kökenli köle askerler bulunur ve bunlara da Memalık-ı Cerakişe denirdi.
1159 yılında Mısır'da yönetimi ele geçiren Selahaddin Eyyubi, ordusunda kölelerden oluşturulan birliklere, Abbasi halifelerinin bu geleneğine giderek ağırlık vermiştir. Memlû |
k Sultanlığına adını veren ve Mısır ordusunun süvari birliklerini oluşturan Memlûk Atlı birlikleridir. Bu birliklerin komutanlığını elinde bulunduran kimseler zaman içinde devletin başına geçmişlerdir. Moğol İmparatorluğu'nun istilası sonucunda esir düşen ve Mısır Devletine satılan köleler Memlûk askerleri olarak yetiştirilirdi. Çoğunlukla Türkler, (Kıpçaklar), Çerkesler, Gürcüler gibi Arap olmayan Müslümanlardan oluşturulmaktaydı.
Daha sonraları, orduda köle unsurların kullanılması uygulamasına devam edilmiş, giderek bu unsurlara ağırlık verilmiştir. İçlerinden yetenekli olanlar, üst düzey kamu görevlerinde de çalışmışlardır.
Kendilerini, bir bakıma kölelikten kurtaran devlete ve orduya karşı ölümüne bir bağlılık içinde olan bu askeri birlikler, hafif süvari tarzında örgütlenmişlerdir ve savaş tarzları da, sıkı disiplinli kitlesel hareketlere dayanmakla birlikte, bireysel atılganlığı öne çıkaran bir tarzdır.
Bu köle askerler iki kışlada eğitim görürlerdi. Bazı (özellikle Batı) kaynaklara göre bu garnizonlardaki askerler iki etnik kökenden geliyordu. Kahire yakınlarındaki, Nil nehri üzerideki Ravda adasındaki garnizonda çoğunlukla Kıpçak Türkü askerler bulunur ve bunlara Memalık-ı Bahriye (deniz köleleri) denirdi. Yine Kahire'deki başka bir garnizonda ise Çerkes ve Gürcü kökenli askerler bulunur ve bunlara da Memalık-ı Cerakişe denirdi.
Tarihçiler Memlûk egemenliğini, biri 1250-1382 öteki 1382-1517 arasını kapsayan iki döneme ayırırlar. Batılı tarihçiler askeri birliklerin siyasal önem kazanma durumlarına bakarak birincisine "Bahri", ikincisine "Burci" derler; çağdaş İslam tarihçileri ise, etnik kökenlerde farklılığa ve bu farklılığın devletin gelişimine yansımasına dikkat çekmek için aynı dönemlere "Türk" ve "Çerkes" adını verirler.
1248'de Fransa Kralı IX. Louis sevk ve idaresi altında Yedinci Haçlı Seferi Haçlı ordusu beklenmedik şekilde Mısır'a çıkartma yaptı ve Dimyat kalesini bir önceki Haçlı Seferi aksine hiç Mısırlı direnişi görmeden kolayca ellerine geçirdi. Eyyubiler Mısır Sultanı Salih Eyyub Suriye'de ve amcası olan Suriye Sultanı İsmail Salih ile savaş içinde idi. Fakat Haçlı ordusunun Mısır'a çıkartma yaptığı haberi gelir gelmez Salih Eyyub büyük bir acele ile Mısır'a geçti. Sultan İsmail Salih'in büyük itina ile kurup geliştirdiği memluklu askerlerden oluşan Mısır ordusu memluk emirleri altında Kahire'den ayrılmış Haçlı hücumunu önlemek için Mansüre kalesinde karargâh kurmuştu. Sultan Salih Eyyub veremden hasta olduğu için buraya sedye ile getirilip ordunun komutasını eline aldı. Fakat tam bu sırada bacağında büyük bir apse çıktı ve yapılan ameliyattan iyileşemeyip 22 Kasım 1249'de Mansüre'deki ordugahta öldü. Varisi olan oğlu Muazzam Turansah Güney Anadolu' da Hasankeyf'te El Cezire valisi idi. Kendisine bir memluklu emir gönderilip alelacele Mısır'a çağrıldı. Savaş sırasında Sultan ve orduların komutanının ölmesi moralman orduya büyük bir aksi tesir yapacağı nedeni ile Sultan Salih Eyyub'un ölümü gizlendi. Mısır ordusunu idare eden küçük sayıda kōlemen memluklu emirlerin yardım ve desteği ile Sultan Salih Eyyub'un dul eşi olan Seçer-ud-Durr kocasının ölümünü gizli tuttu. Devletin ve ordunun idaresi Seçer-ud-Durr ve etrafında bulunan küçük sayılı memluklular grubu elinde kaldı. Seçer-ud-Durr effektif olarak Mısır Sultanlığı yapmaya başladı.
Sultan Muazzam Turansah Mısır'a varıncaya kadar Sultan Salih Eyyub'un ölümü gizlendi. Muazzam Turansah 23 Şubat 1250'de Mısır ordusunun ordugahı bulunan Mansüre'ye ulaştı; eski sultan Salih Eyyub'un öldüğü resmen herkese ilan edildi. Muazzam Turansah Eyyubiler Mısır Sultanı ve Haçlılara karşı Mansüre'de bulunan orduların komutanı olarak kabul edildi. Eyyubiler Mısır ordusu Mansüre önünde Farispur Muharebesi'nde Haçlı ordusuna karşı bûyûk bir galibiyet kazandı; Haçlı ordusu teslim oldu ve komutanı IX. Louis esir düştü. Bu büyük galibiyet Sultan Muazzam Turansah'ın fazla böbürlenmesine; kendi kölemenlerini savaşı kazanan memlükler yerlerine atamasına ve babasının ölümünden sonra devleti idare etmiş olan üvey annesi Seçer-ül-Durr'e hakaretkar tutumlar göstermesine neden oldu. Onun babasının bir kölesi olduğu için varisi olan kendinin de bir kölesi olduğunu bildirdi. Sultana Seçer-ud-Durr bundan çok incindi. Ordunun başındaki Memlüklere bir mektup yazarak onlardan kendini korumalarını istedi. Bahri Memluklular içindek isim yapmış Emir Baybars kliği ile 2 Mayıs 1250'de Muazzam Turansah'a bir suikast yapıp onu öldürdüler. Bu unsurlar, Eyyubiler sultanı olan Sultan Salih Eyyub'un dul karısı Seçer-ud-Durr'u sultan ilan ettiler. Atabek olarak önemli bir memluk komutanı olan Muizzuddin Aybeg getirildi. Kısa bir süre sonra Seçer-ud-Durr, Aybeg'le evlenerek sultanlığı ona devretti. Böylece 250 yıldan fazla sürecek bir memluk (köle asker, köle kamu görevlisi) hanedanı başlamış oldu.
Memluk hanedanlığının, tarihte üç önemli etkisi olmuştur. Askeri planda, Haçlı ordularının bölgeden atılması ve Mogol akınlarının durdurulmasıdır. Her iki olay da Arap - İslam devletini kaçınılmaz bir yıkımdan kurtarmıştır. Memluk hanedanlığının üçüncü etkisi ise toplumsal ve ekonomik alanda olmuştur, bir dizi düzenleme getirmeleri, askeri ve politik anlamda bölgede bir istikrar oluşturmaları sonucu, Mısır yeniden önemli bir ticaret yolu haline gelmiştir.
1260 yılında, Bağdat'i alarak Halifeyi öldüren Mogol orduları Ortadoğuda hızla ilerlemişler ve Mısır sınırlarına dayanmışken, Memluk sultanı Sultan Kutuz, emrindeki memluk ordusuyla Moğol akınını karşılamak üzere harekete geçmiştir. Ayn Çalut Muharebesi'nde karşı karşıya gelen iki ordunun çatışması, Moğolların bozguna uğramasıyla sonuçlanmıştır.
Galip Memluklu ordusu Mısır'a dönmekte iken Ayn Çalut Muharebesi'nda öncü birliklerin komutanı olan Baybars, Sultan Kutuz'u öldürtüp kendi hükümdarlığını 1260 yılında ilan etti. Sonra 1261 yılında Abbasiler hanedanının bir mensubu olan El-Muntaşır'ı Mısır'da yerleşik ama hiçbir devlet yönetim yetkisi olmayan halife ilan etti. Böylece halifelik, Bağdat'dan Kahire'ye geçmiş olmakta, Memluk devletinin himayesine girmektedir.
1265 yılında Suriye'deki halen Haçlılarin elinde olan kaleleri ele geçiren Sultan Baybars, 1268 yılında ise bugünkü Antakya'ya saldırarak, Haçlı prensliğine son vermiştir.
Anadolu'da Moğol hakimiyetini sürdüren İlhanlı Devletinin etkisinden kurtulmak isteyen bazı Selçuklu beylerinin yardım talebi üzerine 1277 senesinde Anadolu'ya bir sefer düzenleyen Baybars, İlhanlı ordusunu Elbistan ovasında yenerek Kayseri'ye kadar ilerlemiş, bu kentte bir hafta kadar kalmıştır. Ama Anadolu Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'nin İlhanlı yanlısı siyaseti yüzünden Anadolu'dan ayrılmak zorunda kaldı.
1280'li yıların ortalarına kadar İlhanlıların karşı saldırılarıyla baş etmek zorunda kalan Memluklar, bu akınlar durulduktan sonra yeniden Haçlılarla savaşmaya başladılar. 1291 yılında Memluklu Sultanı El-Eşref Halil komutasında Memluklu ordusu Akka'yi kuşatıp Haçlıların Kudüs Krallığı'na başkent olan bu şehri geri aldır. Akka'nın düşmesinden sonra Haçlılar Suriye kıyılarında fazla direnemediler ve tümüyle Orta Doğu'yu terk etmek zorunda kaldılar. 1099'dan itibaren Orta Doğu'da bir Hristiyan teokratik idaresi böylece sona ermiş oldu.
İzleyen 90 yıllık barış dönemi, çok genç yaşta hükümdar olan ve sık sık değişen sultanların devridir. Deneyimsiz bu sultanların döneminde devlet ileri gelenlerinin nüfuzu giderek artmıştır.
1382 yılında Çerkes kökenli Berkük'un, devrin sultanını öldürerek iktidarı ele geçirmesiyle Türk asıllı Bahri Memlukların devri de kapanmış oldu. Bu tarihten itibaren Çerkes asıllı sultanlar Burci Hanedanı adı ile ülkeyi yönetmiştir.
1461 yılına kadar Memlûklarla Osmanlı Devleti arasında yakın ilişkiler hüküm sürmüştür. 1461 yılından itibaren etki alanları yönünden gerginleşen ilişkiler, 1468 yılında Sultan Kayıtbay zamanında açık rekabete dönüşmüş, 1485-1490 yılları boyunca Çukurova'da yapılan savaşlarda iki taraf da önemli kayıplar vermekle birlikte kesin sonuç alamamıştır (bkz. Osmanlı-Memluk Savaşı)
Giderek gerginleşen ilişkiler 1516 yılında tarafların Mercidabık'da savaşa tutuşmalarına yol açmıştır. Memluk ordusunun yenildiği bu savaşın ardından Osmanlı son darbe olarak Ridaniye'de Memluk ordusunu ikinci kez yenilgiye uğratmıştır. Her iki savaş da savaş tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. Bir açıdan, bunlar. kitle halinde yönetilen disiplinli süvari birliklerinin, Falanks düzeninde muharebe eden piyade birliklerince önlenebilirliğinin kanıtlandığı savaşlardır. Diğer açıdan ise dönemin ateşli silahları olan sahra toplarının etkinliğini vurgulamaktadır. Askeri tarihçiler Memluk ordusunun yenilgisini genellikle Osmanlı ordusunca etkili bir biçimde kullanılan sahra toplarına bağlamaktadırlar.
Mızrak ya da kılıç darbeleriyle yapılan saldırılardan hiçbirimiz kaçmayacaktık, çünkü biz bu insanları [Osmanlılar] tanıyorduk. Onlardan korkmamız için bizden daha iyi binici, daha cesur olmaları gerekirdi. Bize zarar veren tek şey, ateş etseniz devirecek olan bu ateşli silahlar, bu mermiler, bu toplardır.
Bu iki zaferin ardından Osmanlı ordusu Kahire'ye girerek 267 yıllık Memluk devletini ortadan kaldırmıştır. Osmanlı açısından bu zaferlerin parlaklığı, İslam dünyasının hem askeri-ekonomik, hem de Halifeliğin Osmanlı Devleti'ne aktarılmasıyla politik hakimiyetinin Osmanlı Devletine geçmesinde yatar.
Devletin kurucusu olan Aybeg, eski bir memlûklü köledir. Daha sonraları satın alındığı Mısır'da eğitilerek Memlûk askeri olarak yetiştirilmiş ve serbestliği ile Emir unvanı yükselmiştir. Katolik Avrupa tarafından Mısır'a karşı yapılan Yedinci Haçlı Seferi'nde yaşanan sorunlar dolayısıyla Memluklu askerler gayet önem taşımışlardır. Eyyubiler Sultanı Salih Eyyub Haçlılara karşı Mansure'de yapılan savaşlar sırasında ölünce taht varışının ta Hasankeyf'te bulunması ile Mısır ve ordusu hükümdarsız kalmış ve eski Sultan'ın dul karısı Şecer-üd-Dürr effektif olarak Memluklu emirler danışmanları ile birlikte hükümet başkanı Sultan görevini yapmıştır. Ölmüş sultanın varisi Muazzam Turanşah Man |
sure'ye gelince idareyi eline almıştır. Ama daha önce gayet başarılı olarak Mısır'ı ve ordusunu idare etmiş olan Seçer-ud-Durr ve Memluk danışmanlarına hakeratkar davranışlar gösterinde ve bunların daha da şiddetleneci anlaşılınca Meluk emirler bir suikast planlayıp Eyyubiler Sultanı Muazzam Turansahi öldürmüşlerdir. Bunu üzerine Şecer-üd-Dürr "İslamların Sultanı" adı ile hükümdarlığa ve ona baş danışmalık yapan Aybeg'de atabey yapılmıştır. Böylece Mısır'da Eyyubiler Devleti sona ermiştir. Bunun Suriye Eyyubileri ve Bağdad'da Abbasiler halifesi tarafından kabul edilmeyeceği görülünce Şecer-üd-Dürr hükümdarlıktan feragat edip Aybeg Sultan oldu ama Şecer-üd-Dürr Aybeg ile evlendi. Sultan Aybeg Mısır'a hücum eden Suriye Eyyubileri "Salihiye Muharebesi" ve "Kora Muharebesi"'nde yenerek onları Mısır'dan uzaklaştırmıştır.
Bu dönemde Mısır'da yaşanan Arap isyanları bastırılmıştır. Fakat Sultan Aybeg 1257'de karısı Seçer-ud-Durr tarafından öldürülmüştür.
Sultan Aybeg öldürülünce yetişkin olmayan oğlu Ali Mansur Memluk Sultanlığı tahtına getirilmiştir ama ona naip atabey olarak Bahri Memluklu emiri olan Emir Seyfeddin Kutuz gelmiştir. Ali Mansur döneminde Moğol Hülagu Han 1258'de Bağdat'ı zaptedip talan edip halifeyi öldürüp Bağdat Abbası halifeliğine son vermişler. Sonra Suriye Eyyubiler Devleti'ni ortadan kaldırmışlar ve güney Fİlistin'de Mısır kapılarına gelmişlerdir. Sultan Ali Mensur yetişkin olmadığı nedeni ile Memluklu Sultanı onun atabeyi olan Kutuz eline geçmiştir. Kutuz döneminde Memluklular Moğol tehlikesine karşı Türk ve İslam dünyasını savunmuşlardır. 1260'da Ayn Calut Muharebesi’nde Kutuz komutasindaki Mmeluk Sultanligi ordusu Moğol ordusunu buyuk bir yenilgiye uğratarak Moğolların ilerlemelerini durdurmuşlardır. Böylece Suriye'nin bir kısmı, Hicaz ve Mısır Moğol istilasından kurtulmuştur. Sultan Seyfeddin Kutuz, savaşın akabindeki günlerde Emir Baybars tarafından bir suikast sonucu öldürülmüştür.
Baybars dönemi Memluk Sultanlığı'nın en güçlü dönemdir. Halifeliğin merkezi Mısır’a taşınmıştır. Baybars Bey, din ve devlet işlerini birbirinden ayırmıştır. 1276’da Anadolu beyliklerine yardım etmeye gitmiştir. 1277 yılında Anadolu Türkleri safında savaşarak Elbistan’da Moğolları 2. kez yenmişlerdir. Fakat Anadolu beyliklerinin yardımı kesmesi sebebiyle savaş sonuçsuz kalmış; Moğol hakimiyeti devam etmiştir.
1277'de ölümünden sonra Baybars yerine sırasıyla oğulları geçmiştir. Büyük oğlu Berke Han, uygunsuz kararlar aldığı için kumandanlardan bir emirler kliği kararıyla 18 Ağustos 1279 sultanlıktan feragat etmeye zorlamışlardır. Berke Han'dan sonra devletin başına daha yedi yaşında olan Adil Sülemiş'i geçirmişlerdir. Sülemiş'in yetişkin olmayıp iktidar gücünün bir emirle kliği eline geçmesi diğer memluklu kumandanları harekete geçirmiştir.
Bundan sonra devleti El-Mansur Seyfeddin Kalavun yönetmeye başlamıştır (1279-1290). Kalavun, Haçlılarla mücadeleye devam etmiş ve Suriye'deki son Haçlı kalıntısına son vermiş, Antakya'daki Haçlıları da uzaklaştırmıştır.
Kalavun'un oğlu babasının Haçlılar kalıntılarını Doğu Akdeniz'den kaldırma stratejini uygulamaya devam etmiştir. En önemli başarısı Birinci Haçlı Seferi ile kurulan ama Kudüs Haçlılar tarafından kaybolunca Kudüs Krallığı başkenti, ana limanı olan ve Haçlılar savaşçı tarikatlarının merkezliğini yapan Akka kalesinin kuşatılıp Haçlılar elinden alınması olmuştur. Bundan sonra Sur, Sayda ve Beyrut'unda Memluklular eline geçmesi ile önemli bir tarih aşaması ortaya çıkıp Haçlıların Doğu Akdeniz kıyılarından kaybolmuştur.
Hicaz su yolları sürtüşmesi ve Dulkadiroğulları Beyliği'nin kimin olacağına yönelik sürtüşmeler sonucu, 24 Ağustos 1516 yapılan Mercidabık Savaşıni Kansu Gavrı yönetimindeki Memlûk ordusu kaybetti ve Kansu Gavrı öldü. Yerine sultan olan Tomanbay 22 Ocak 1517 tarihli ikinci bir Osmanlı-Memlûk savaşı olan Ridaniye Muharebesini kaybetti. Yavuz Sultan Selim komutanlığı altındaki Osmanlı ordusunun Kahire'yi ve Mısır'ı fethi ile Memlûk devleti son buldu.
Memlûk kara ordusu birkaç kaynaktan oluşturuluyordu. Sultanın memlûklerden oluşan, Kahire'ye yerleştirilmiş bir daimi ordusu vardı. Her komutanın kendi memlûkleri de olabilirdi. Ayrıca, göçmenlerle memlûklerin oğullarından toplanan özgür doğmuş (memlûk olmayan) süvari sınıfı vardı. Zaman zaman Türkmen, Kürt, Bedevi aşiretler destek verirdi; eyaletlerin de kendi garnizonları bulunurdu.
Tüm memlûkler at sırtında savaşmak üzere eğitilir ve donatılırlardı, yeğlenen silahlar mızrak ile yaydı; memlûkler iyi silahlanmış, özellikle hafif süvari ile savaşmaya hazırlanmış orta ağırlıkta süvariydi.
Özgür doğmuş süvariler ayrı bir birlik oluşturuyordu. Bunların içerisinde Moğol göçmenler, memlûk olarak hizmet edemeyen ancak özgür doğmuşlar içerisinde seçkin bir yeri olan memlûk oğulları vardı.
Memlûk ordusunda piyadenin yeri süvariye göre çok daha önemsizdi. Var olan piyade daha çok yerel nüfustan toplanıyordu.
Mısır'ın denizlerde güçlü olmaması Memlûklerin genişlemesini engelledi. Mısır, uzun mesafeli ticaret için iyi bir merkezdi ama sürekli kereste eksikliği olması deniz ticaret gemiciliğinin gelişmesini önlemiş gibi görünmektedir. Kereste Türkiye'den, Hindistan'dan, Doğu Afrika'dan getirtiliyordu. Hatta hindistan'dan bitmiş gemi bile alınıyordu. Birkaç istisna dışında Mısır gemileri Akdeniz savaşlarına karışmadı; daha çok Hint Okyanusu'nda faaliyet gösteriyorlardı, ancak Portekizliler'in ayarında olmadıkları 1500'lerde kanıtlandı.
1509'da Gucerat Sultanlığı ile birlikte Portekizliler'e karşı savaştılar. Memlûk-Gucerat donanması Diu'de yenildi ve yok edildi.
Resmi yazışmalar Arapça olsa da askeri dil çoğunlukla Türkçeydi (Memlûk Kıpçakçası). Memlûk sultanı Kansu Gavri, Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler yazdı; Firdevsi'nin Şehnamesi'ni de Türkçeye çevirtti.
Memlûkler büyük bir medeniyet kurmuşlar, pek çok konuda Osmanlıların önüne geçmişler ve onlara öncü olmuşlardır.
Memlûkler Moğol istilası sebebiyle Orta Asya’dan kaçan bilim adamlarını kabul etmişlerdir. Kahire, Halep ve Şamda büyük medreseler kurmuşlardır. Memlûkler ile birlikte Arabistan'a ve Mısıra her alanda damgasını vurmuşlardır. Mısır ve Suriye’de Memluk usulü eser olarak, Sultan Kalavun Camisi, Sultan Hasan Cami ve Medresesi, Sultan Berkuk Türbesi, Kahire Kalesi, Halep Kalesi örnek verilebilir. Memlûk mimarisinde çok renkli görünüm ve mineli cam örneği ön plandadır.
Memlûkler
Memlûkler (Arapça: مملوك mamlūk, çoğ: مماليك mamālīk), İslam dünyasındaki hükümdara bağlı köle sınıf kökenli askerler. Memlûkler bir nevi profesyonel asker olarak İslam toplumuna girmişler ve zamanla güçlenerek iktidarı ele geçirebilecek bir konuma dahi gelen oligarşik bir topluluk olmuşlardır.
Memlûk sözcüğü Arapça "me-le-ke" fiil kökünden türetilmiş, çoğulu "memlûkun" veya "memâlik" olup, "efendisinin buyruğu altındaki köle" anlamına gelmektedir. Genelde memlûk sözcüğü 9. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar İslam dünyasında faaliyet göstermiş beyaz köle kökenli askerleri tanımlamak için kullanılmıştır. Bu bağlamda memlûk sözcüğü: "çeşitli hükümdar veya devlet idarecilerinin muhafız birliklerinde görev yapan, hususî, içtimaî ve hukukî konumu olan asker" anlamına gelir.
Memlûkler'in çoğu başta Kuman-Kıpçaklar olmak üzere Türk halklarından oluşuyordu. Ayrıca Çerkes ve Gürcü kökenli memlûkler de bulunmaktaydı. Bunların dışında Balkan kökenli (Sırp, Yunan ve Güney Slavları) memlûkler olduğu da bilinmektedir. Beyaz tenli olmayanların Memlûk olma şansı yoktu. Habeş, Batı Afrikalı, Hint ve diğer benzerleri, Memlûk hiyerarşisine ancak hadımlık (haremağalık) yoluyla girmişlerdir. Bunlar da Memlûk toplumunun bir kısmını oluşturmuşlardır. Eyyubi zamanında Mısır'daki memlûklerin çoğunu oluşturanlar Kıpçaklar idi.
Memlûk adayları köle olarak satın alınırlardı. Ama, hem satın alanlar, hem de satanlar ile bu satışa konu olan kişiler bilirlerdi ki, askeri okul eğitiminden sonra, mevcut kölelik statüsü değişecektir. Böylece Memlûkler, ileride kaderlerini çizebiliyorlardı. Oysa, diğer kölelerin özgürlüklerini elde etme konusunda kesin bir şansları yoktu. Onların özgürlüklerini kazanmaları için efendilerinin ya onları azat etmesi ya da yakınlarının onları bularak fidye ödemesi gerekiyordu.
İkinci olarak, askeri okula katılan Memlûk adayı köleler, diğer köleler gibi olumsuz barınma ve beslenme koşullarıyla karşılaşmazlardı. Memlûk adaylarından ileride usta bir asker olmaları beklenildiği için, ihtiyaçları ideal koşullarda karşılanmaktaydı. Üçüncü olarak, toplumsal statü bakımından köleler, özgürlükten yoksun olarak, her türlü ağır işlerde çalıştırılırlardı. Toplumda hor ve hakir görülen, pazarlarda ikinci sınıf insanlar olarak alınıp satılabilen insanlar olarak algılanırlardı. Memlûk adayı köleler de başlangıçta böyle pazarlarda alınıp satılsa da, Memlûk adayı olarak yetiştirildikten sonra azat ediliyordu. Memlûk sistemine giren bir Memlûk, sosyal statü bakımından en üst sınıfta yer alıyordu. Oysa normal köleler, toplumun en alt sınıfında bulunuyorlardı.
Dördüncü olarak, Memlûkler hukuk bakımından da kölelerden üstünlerdi. Özgür bir fert olarak hareket eden Memlûk, kendi iradesiyle evlenebilirdi. Fakat, köle statüsünde olanlar için bu durum, efendisinin izniyle mümkündü. Bir Memlûkün çocuğu hür doğarken, kölenin çocuğu da köle olarak doğmaktaydı. Beşinci olarak Memlûklerin mülk edinebilme hakkı varken, kölelerin böyle bir hakkı yoktu. Son olarak, kanun önünde de Memlûklerin üstünlüğü bulunmaktaydı.
Tarihte Memlûkler tarafından kurulmuş devlet olarak şunlar sayılabilmektedir:
File:Mamluk.jpg|Bir Memlük askerinin portresi, 1779
File:Mamluke.jpg|Carle Vernet tarafından çizilen bir Memluk süvarisi, 1810
File:Le Mameluke Roustam by Jacques Nicolas Paillot de Montabert 1806.jpg|Ermeni memuru Roustam Raza Napolyon'un kişisel korumasıydı;Jacques-Nicolas Paillot de Montabert tarafından çizilmiştir.
Kaliforniya kondoru
Kaliforniya kondoru ("Gymnogyps californianus"), Yeni Dünya akbabaları (Cathartidae) familyasından yırtıcı bir kuş türü.
Nüfusu bir zamanlar tüm Kuzey Amerika'ya dağılmışke |
n bugün sadece 60 kuş Kaliforniya'nın küçük bir koruma alanında yaşamlarını sürdürmektedir. Kondor, görkemli uçuşu yüzünden avcıların hedefi olmuş, geçtiğimiz yüzyıllarda acımasızca avlanmıştır.
Kaliforniya kondorunun kanat aralığı 3 metreyi, yerden yüksekliği 125 cantimetreyi bulabilir. En yüksek ağırlığı 14 kg dır. Siyah tüyleri ve alt kısmı beyaz olan kanatları vardır. Sivri uçlu tüyleri olan boyun halkasına sahiptir.
Türün kuluçka zamanı yılın ilk 5 ayında gerçekleşir. Yuvaları genelde sahile yakın bölgelerde, yüksek konumdaki kayaların üzerine kurulur. Dişi kondor sıklıkla tek bir beyaz yumurta bırakır. Daha sonra yuvaya dişi ve erkek ortaklaşa bakarlar. Yaklaşık 40-50 gün içinde civciv kabuğunu kırar. Yavru yaklaşık altı ay yuvada kalır ve bu sürenin sonunda ebeveynlerinin kontrolünde ilk uçuş denemelrine başlar. 12. aydan sonra artık bağımsız olur ve 3 yaşından sonra erişkin bir kondor olarak kabul edilir. Yavruların bakımı zor olduğundan kondorlar 2 yılda bir ürerler.
Kondor günün ilk saatlerinde yiyecek arar. İstisnasız leş ile beslenir. Doyduktan sonra neredeyse yarım günden uzun süren istirahatına çekilir.
Birçok üretme programı ile bu kuşun varlığı güvence altına alınmıştır.
Memlûk
Memluk şu anlamlara gelebilir;
Ortaköy, Çal
Ortaköy Denizli'nin Çal ilçesine bağlı bir mahalledir.
İlk çağlarda (M.Ö 189) Çal ilçesinin 15 km. Kuzey batısında, Suriye krallığı Seleukoslar döneminde kurulmuş olup daha sonra Bergama krallığı egemenliğine girmiştir. Helenistik Roma Bizanslar dönemine ait tarihi kalıntılardan Dionysos Ophelis şarap tanrısı Bakkhos'un üzüm Allah'ın şehri olarak bilinmektedir. Oğuz boylarının Anadolu'ya yayılmasıyla Kütahya Sancağı'na bağlanmıştır. 1953 yılında belde statüsüne kavuşmuştur.
Kasabanın arazisi Doğu'dan Batı'ya, doğru ve derin vadilerle, "Adıgüzel barajı"na kadar uzanmaktadır. Arazi engebelidir. Bu derin vadiler arasında "Bahçe altı", "Ağandüzü", "Hançalardüzü", "Köyardı" adı altında bağ alanlarıyla kaplı düzlükler yer almaktadir.
Büyük Menderes kasaba arazilerinin üç yanındaki derin vadilerle yükselir, alçalır, biçim değiştirerek koyulaşır, açıklaşır ve "Adıgüzel barajı" gölünde birikerek koca bir atlas gölet oluşturur.
Kasabanin nüfusu yaklasik olarak 1.500 ila 2000 arasinda degismekte olup, oldukca yogun bir sekilde göç vermeye devam etmektedir. Nüfusun çogunlugu tarim ile gecimini saglar, baslica urun uzum olmak uzere, misir, bamya, kavun ve benzeri urunler yetistirilir.
Hrisostomos Kalafatis
Hrisostomos Kalafatis (Yunanca: Χρυσόστομος Καλαφάτης, Chrysostomos Kalafatis olarak da bilinir; d. 1867, Tirilye - ö. 1922, İzmir), Rum din ve siyaset adamı.
I. Dünya Savaşı'ndan sonra İzmir'in Yunan işgali altında bulunduğu dönemde İzmir metropoliti idi. Türk ordusunun Yunan işgaline son vermek üzere şehre girmesinden sonra halk tarafından linç edilerek öldürüldü. 4 Kasım 1922'de Rum Ortodoks Kilisesi tarafından Azîz mertebesine yükseltildi.
1867’de Tirilye'de dünyaya geldi. Asıl adı "Kalafatis"’tir. Yunanistan'da dini eğitim aldı ve metropolitliğe kadar yükseldi. "Hrisostomos (Chrysostomos)" adını kiliseye girdikten sonra aldı.
1902-1907’de Drama Metropoliti olarak görev yaptı. 1910-1914 ve 1919-1922 arasında İzmir Rum Ortodoks Kilisesi Metropoliti idi.
Yunan ordusunca İzmir'in işgali esnasında Yunan İşgal Komutanı Zafiriu’nun bildirisi halka dağıtılırken komutanı ve onunla birlikte bulunanları takdis etmesi, Türk halkında büyük tepki uyandırdı. Yunan ordusunun işgal ettiği bölgelerdeki eylemlerine dair şikayetler üzerine Ekim 1919'da Paris Barış Konferansı'na sunulan Milletlerarası Tahkik Komisyonu Raporu’nun 9. maddesinde ""Metropolit’in askeri birlikleri takdis için yaptığı tören ateşe benzin dökmekten başka bir işe yaramamıştır."" denilmiştir.
Takdisten sonra askerlere verdiği vaazda “"Ne kadar Türk kanı döküp içerseniz o kadar sevaba girmiş olacaksınız"” gibi sözler sarf ettiği çeşitli Türk kaynaklarında iddia edilir. Böyle bir nutuk attığı kanıtlanmış değildir ancak işgalden bir gün önce bir bildiri yayımlamış olduğu; “"Kurtarıcılarımız yarın şehre gelecektir. Yaşasın milletimiz!"” şeklinde ifadeler kullandığı bilinmektedir
Metropolit, 9 Eylül 1922 günü Sakallı Nurettin Paşa komutasındaki Türk ordusunun İzmir'de yönetimi eline almasının ertesi günü tebrik ziyaretine giden heyette yer aldı. Hakkındaki iddialar sebebiyle tutuklandı. Gözaltında iken linç edilerek öldürüldü. Ölümü hakkında çeşitli rivayetler vardır. İzmir Vilayet Konağı balkonuna çıkan Nurettin Paşa tarafından ölüm emrinin verildiği Yunan kaynaklarında anlatılır. Ancak olayın, Vilayet'ten gevşek bir koruma ile çıkarılıp Türk mahallelerinde gezdirilmesi sırasında halk tarafından linç edilmesi şeklinde gerçekleştiği düşünülmektedir.
Prater
Leopoldstadt'da dinlenme ve eğlence alanıdır.
Prater ismi Latince „pratum“ veya İspanyolca „Prado“ (Çayırlık) kelimelerinden geldiği sanılmaktadır.
Leopoldstadt’ın büyük bir bölümünü oluşturan Prater geniş bir alanı dinlenme için olsa da, büyük bir bölümü hala koruma altında ormandır.
1162 yılında ilk defa Pratter ismi ile anılmaya başlanan bu alan İmparator I. Friedrich tarafından Konrad adında birine satılmıştır. Aslında Pratter ismi 1403 yılına kadar adanın kuzey tarafı için kullanıllmıştır ama zamanla bu adanın her tarafı için Prater ismi kullanılır olmuştur. Bu bölge çeşitli sebeblerden dolayı çok el değiştirmiştir fakat 1560 yılında İmparator II. Maximilian emri ile Prater av alanı olarak Kraliyet’in hizmetine sunulmuştur.
İmparator II. Josef’in emri ile 1766 yılında alana av yasağı getirilmiş ve halkında kullanabileceği Dinlenme Parkı olmuştur.
Daha sonra buraya açılan cafe ve eğlence yerleri bugünkü Wurstelprater (Lunapark) için başlangıç oluşturmuştur.
1873 yılında hemen yanına yapılmış fuar binasının 1937 yılında bir yangın sonucu yanmasi ile yerine bugünkü modern Fuar Merkezi yapılmıştır.
Diğer önemli bir yapı ise 1929 ile 1931 yılları arasında Alman mimar Otto Ernst Schweizer tarafından Prater bugünkü Ernst Happel Stadyumu yapılmıştır.
Prater içinde bulunan Lunapark’ta ki Viyana’nın sembollerinden Riesenrad (Dönme Dolap) 1896 yılında İmparator I.Franz Joseph’in tahta çıkışının 50. yılı dolayısıyla İngiliz mimar Walter B. Basset’e 30 adet vagonlu olarak yaptırılmıştır. II. Dünya Savaşı’nda hemen hemen tamamı yanmış 1947 yılında 15 vagonlu olarak tekrar hizmete açılmıştır.
Porselen
Porselen, sadece doğal kaynaklı hammaddelerden üretilen bir maddedir. Beyazlığını kullanılan boyalardan değil, kullanılan hammaddelerden alır; 1400 °C civarında pişirilerek pekişir; ışık geçirgenliğine sahiptir, ve sağlıklı bir üründür.
Porseleni Avrupa’ya tanıtanlar, başta Marco Polo olmak üzere, çeşitli deniz yollarını keşfeden Portekizli tüccarlar olmuştur. Porselen sözcüğü, etimolojik açıdan Ortaçağ İtalyancasındaki porcellana’dan gelir. Kabuğundan sedef elde edilen, parlak beyaz deniz kabuklusuna İtalyanlar, bu midyenin şeklini dişi domuz yavrusunun cinsel organına benzettikleri için "Porcella" demişlerdir . Porselen'e de aynı ismin verilmesinin nedeni, onun olsa olsa sedeften imal edilmiş olabileceğini sanmalarındandır. Kelime bize Fransızca "porcelaine" sözcüğünden geçmiştir.
Porselen; tümü killi topraktan yapılmış veya daha açık bir deyimle kil ihtiva eden ham maddelerden üretilmiş ürünlerin oluşturduğu büyük seramik grubunun bir elemanıdır. Seramik grubunun ilk ve en ilkel ürünleri balçık tuğla veya kerpiç tuğladır. Bu aşamada söz konusu olan basit, kaba seramiktir. Daha sonra ise üretim aşamaları sıralamasına göre sırasıyla toprak çanak çömlekler, majorka çinisi (elvan çini), fayans, taş eşya ,taştan oyma kap, seramik gelmekte ve porselenle bu grup en üstün ve en mükemmel formuna ulaşmış olmaktadır. Çömlek, killi topraktan elde edilen hamurun birkaç yüz derece ısıda fırınlanarak eldesidir. Kronolojik olarak bir sonraki aşama Çin’de VII.yy’dan sonra geliştirilmeye başlanan porselendir. Geleneksel manada porselen, iki tür kilin, Çin kili (kaolin) ve Çin taşının 1300 °C üzerindeki ısıda fırınlanması ile yapılır. Çömleklerin aksine vitrifiye (camsı) ve şeffaftır. En bilinen porselen çeşitlerine örnek olarak dekoratif Çin işleri, diş kuronları ve elektrik izolatörleri verilebilir.
Bugün ev ve otel grubu olarak üretilen iki tip porselenden bahsedilebilir. Ev porselenleri, gün ışığına tutulduğunda ışığı geçiren porselenlerdir. Otel grubu ise, dünya standartlarına uygun olarak, daha kalın üretilmektedir. Bir lambaya tutulduklarında, ışığı geçirdikleri görülebilir. Günümüzde restaurantlar, içine konulan yemeğin sıcaklığını muhafaza etmesi için tabağı önceden ısıtarak servise almaktadırlar. Eğer tabak kalın olursa, sıcaklığın daha uzun süre muhafaza edecek ve yemeğin lezzetine keyif katacaktır.
Porselen, içerdiği hammaddelere oranlarına ve sıcaklık derecelerine göre de, sert ve yumuşak porselen olmak üzere ikiye ayrılır. Sert porselenin en önemli özelliği, bünyesinde yer alan yüksek kaolen oranı ve 1400 °C gibi yüksek bir sıcaklıkta oluşan feldispat sırrıdır. Bu da, sırda yüzey sertliği ve dayanıklılığı yaratmaktadır. Yumuşak porselenin kaolen oranı ise az olup, sır oluşum sıcaklığı da daha düşüktür. Bu nedenle, sert porselene oranla daha az mekanik sertliği ve darbe dayanıklılığına sahiptir.
Birleşik bir bütün gibi görünmesine rağmen, iç yapısında bileşik bir gövde oluşturması nedeniyle "porselen" deyiminin kesin bilimsel bir tanımını yapmak zordur. Porselenler fiziksel olarak floresans, tranlusent ve opelasans gösteren seramiklerdir. Diğer bir deyişle seramikler grubu içersinde ultraviole altında görülebilen ışık yayan; şeffaf; yansıyan ışık altında mavi renk veren, iletilen ışık altında ise turuncu-sarı renk veren malzemelere porselen adı verilmektedir.
Porselenler kaolin, kuvars ve feldispat maddelerinden üretilir.
Kaolin, porselen hamurunun kolay yoğurulmasını, şekil almasını ve rengini sağlayan hammaddedir. Kuvars ise, iskelet yapıcı hammadde olup, camsı faz oluşumunu sağlayan feldispat içinde önemli bir oranda çözünerek, porselen hamurun |
un sert, camsı, ısıya ve kimyasal etkilere dayanıklı olmasını sağlar.
Porselen, diş hekimliğinde protez yapımı amaçlı kullanılır. Porselenin ağız dokularına mükemmel biyolojik uyumu, ağızda çözünmemesi, renk değiştirmemesi, aşınmaması en önemli avantajlarıdır.
İki ürün grubunun da, gerek hammaddeleri ve gerekse üretim şekilleri tamamen farklıdır. Bu farklılıklar, ürün özelliklerine yansımaktadır. Seramik ürünlerin pişirim sıcaklıkları porselen ürünlerden daha düşük olduğu için, poroz (su geçirgen) ürünlerdir. Bunun sonucunda, seramik ürünlerde uzun süreli kullanımlarda, su emmesinden kaynaklanan sır çatlakları ortaya çıkar. Ayrıca, pişirim sıcaklığının düşük olmasından dolayı, sır sert bir darbeyle çatlayabilir.
Bir diğer fark ise, seramik ürünler ışığı geçirmezken, porselen ürünler ışık geçirgenliği özelliğine sahiptirler.
Hava soğutmalı motor
Hava soğutmalı motor, motorun sıcak parçalarının soğutulması için direkt olarak hava sirkülasyonunu kullanır.
Çoğu modern içten yanmalı motor, kapalı devre sıvı soğutucuların motor bloğu içindeki kanallar boyunca dolaşması ile soğutulur. Soğutucu ısıyı absorbe eder, daha sonra bir ısı eşanjörü veya radyatör ile üzerindeki ısıyı havaya iletir ve döngü bu şekilde devam eder.
Bu şekilde de nihai soğutucu hava iken, sistemde dolaşan sıvı soğutucu dolayısı ile bu tipler su soğutmalı motor olarak bilinir.
Buna göre, bir hava soğutmalı motorda ısı motordan direkt olarak havaya atılır, sıvı soğutucu kullanılmaz.
Havacılık endüstrisinde kullanılan pistonlu motorların birçoğu da hava soğutmalıdır. Günümüzde de birçok firma hafif uçaklarda genelde bu tip motor kullanmaktadır.
Birçok motosiklette de, ağırlıktan kazanmak ve motor yapısını basitleştirmek için hava soğutmalı motor kullanılır. Günümüzde imal edilen otomobillerde hava soğutmalı motorlar kullanılmamaktadır, fakat geçmişte üretilen birçok modelde hava soğutmalı motorlar kullanılmıştır. Subaru 360, Fiat 500, Fiat 600, Fiat 126, Porsche 911 ve Volkswagen Beetle hava soğutmalı sıralı veya yatık motorlu otomobillerdir. Ve hepsi arka tekerlekten itişlidir.
Deutz ve Tatra en ünlü hava soğutmalı dizel motor üreticileri olup Tatra, hava soğutmalı dizel motorları içinde Euro 5 emisyon değerlerini karşılayan tek markadır. Deutz ise 1931 yılından beri 410-16000 cc arasında değişen çok amaçlı hava soğutmalı makineler üretmiştir.
Su soğutmalı motor
Su soğutmalı motor, motorun çalışması esnasında ortaya çıkan aşırı sıcaklıktan dolayı motor yağı ve parçalarının zarar görmemesi için motor bloğunun soğutulmasında soğutucu sıvı (su) sirkülasyonunu kullanan motor tipidir.
Çoğu modern içten yanmalı motor, kapalı devre sıvı soğutucuların motor bloğu içindeki kanallar boyunca dolaşması ile soğutulur. Soğutucu ısıyı absorbe eder, daha sonra bir ısı eşanjörü veya radyatör ile üzerindeki ısıyı havaya iletir ve döngü bu şekilde devam eder.
Bu şekilde, sistemde dolaşan sıvı soğutucu kullanan bu tipler su soğutmalı motor olarak bilinir.
Buna göre, bir su soğutmalı motorda ısı motordan direkt olarak havaya atılmaz, soğutma işleminin etkinliğini arttırmak için sıvı soğutucu kullanılır.
Su soğutmalı motorların, hava soğutmalı motorlara göre çeşitli üstünlükleri vardır. Su soğutmalı motorda motor bloğunu saran su gömlekleri (kanalları) motor sesini izole eder ve hava soğutmalı motora göre daha sessiz çalışır. Ayrıca büyük hacimli motorlarda hava soğutmalı tip kullanmak mümkün olmaz, motoru soğutmak için yerleştirilecek vantilatörün çok büyük olması gerekeceğinden hem kaplayacağı yer, hem de gürültü bakımından uygulaması çok zordur. Bu yüzden günümüz otomobil teknolojisinde artık tamamen su soğutmalı motorlar kullanılmaktadır. Suyun, donma noktasının altındaki hava şartlarında donmaması için antifriz kullanılır.
Hava soğutmalı tip, daha çok küçük motorların daha basit ve ekonomik olması için kullanılabilmektedir.
Karbüratör
Karbüratör, içten yanmalı motorlarda, motorun silindirlerinde yanacak benzin-hava karışımını sağlayan aygıt.
Pistonların silindirdeki emiş gücüyle emilen hava, karbüratörün içinden geçerken bir miktar benzini de beraberinde sürükleyerek onu buharlaştırır ve oluşan gaz karışımı silindirlere girerek bujilerden saçılan kıvılcımla ateşlenir. Karbüratör, emilecek havayı ve karışacak benzinin oranını ek düzeneklerle otomatik olarak ayarlar.
Çalışma şekli ve yapısı:
Karbüratör basitçe, orta bölümde daralan bir hava borusu ile bu boruya ince birkaç kanalla bağlı bulunan benzin haznesinden oluşur. Hava borusuna boğaz, boğazın daralan bölümüne ise venturi denir. Motora emilen hava fizik kurallarına göre venturiden geçerken hız kazanır ve bu bölümde düşük basınç yaratır. Oluşan düşük basınç (vakum) benzin haznesindeki yakıtın emilip hava ile karışarak silindir veya silindirlere doğru yol almasını sağlar. Bu yüzden ana yakıt kanalı venturiye açılır. Boğazın, havanın gidiş yönüne göre venturiden sonraki bölümünde motora alınacak olan havanın, dolayısıyla da hava - yakıt karışımının miktarını ayarlamaya yarayan gaz kelebeği bulunur. Gaz kelebeği otomobillerdeki gaz pedalının hareketiyle çalışır. Sürücü gaz pedalına basmakla aslında gaz kelebeğinin açıklığını artırmaktadır. Benzin, karbüratördeki hazneye ya benzin pombası ile gönderilir ya da bazı motosikletlerde olduğu gibi kendi ağırlığı ile dolar. Haznedeki benzin miktarını sabit bir düzeyde tutmak için burada şamandıralı bir supap bulunur. Motorlu taşıtlarda ve diğer alanlarda kullanılmakta olan benzinli motorların, değişen şartlara göre istenen güç ve devirde çalışabilmesini temin edebilmek amacıyla modern karbüratörler birçok karmaşık sistemle donatılmıştır. Benzin ile havanın öz kütleleri ve diğer fiziksel özellikleri farklı olduğu için hava - yakıt karışımının miktar ve oranı sadece gaz kelebeği ile kontrol edilememektedir. Geliştirilen pek çok sisteme rağmen karbüratörlerden, mükemmel düzeyde verim alınamayacağı anlaşılmış ve bugünkü çoğu modern taşıtta yerini yakıt enjeksiyonu sistemi almıştır.
Çeşitleri:
1. Havanın akış yönüne göre karbüratörler iki çeşittir:
a) Dikey akışlı karbüratörler. Standart otomobillerde kullanılır. Hava boğazı dikey pozisyondadır. Yakıt haznesi boğazın yan tarafında bulunur. Çoğunlukla üst bölümünde hava filtresi, altında da emme manifoldu bulunur. Hava akış yönü aşağıdan yukarıya doğru olan bazı modelleri de uçak motorlarında kullanılmıştır.
b) Yatay akışlı karbüratörler. Motosikletlerde kullanılır. Ayrıca küçük jeneratör, çim biçme makinası, motorlu testere ve ilaçlama motoru gibi makinalarda da bu tip karbüratörler tercih edilir. Boğaz yatay pozisyonda ve benzin haznesi boğazın alt bölümündedir. Gaz kelebeği yerine aynı işi gören gaz pistonu bulunabilir. Emme manifoldu olmaksızın doğrudan silindir kapağına bağlanabildikleri için, her silindire bir adet olacak şekilde bazı spor otomobillerde de kullanılmıştır.
2. Boğaz sayısına göre de iki tip karbüratör bulunur:
a) Tek boğazlı karbüratör. Otomobillerde, belli bir hızın üstüne çıkmak istendiğinde; yokuş yukarı gitmek gerektiğinde veya buna benzer ekstra kuvvet gerektiren durumlarda, motora giren hava - yakıt miktarıyla birlikte karışımdaki benzin oranının da artırılması gerekir. Bunun için tek boğazlı karbüratörlerde, gaz kelebeğinin 3/4 oranında açılmasıyla birlikte, boğaza ikinci bir kanaldan daha benzin akmaya başlar. Çok boğazlı karbüratörlerde ise burada devreye giren ikinci bir boğaz bulunur.
b) Çok boğazlı karbüratörler. Boğaz sayısı 2, 4, 6 veya daha fazla olabilir. Motosikletlerde ve çok silindirli yarış araçlarında, genellikle her silindir başına bir boğaz düşecek şekilde imal edilmiş olan karbüratörler kullanılır. Bunlarda tüm gaz kelebekleri aynı anda çalışır. Ancak standart otomobillerde kullanılan karbüratörlerde ise boğazların yarısı, sadece yüksek miktarda güç gerektiğinde, yani gaz pedalının son çeyreklik bölümünde devreye girer.
Mil
Mil aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Yaş Antlaşması
Yaş Antlaşması; 1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı sonunda, 10 Ocak 1792 tarihinde imzalanan Osmanlı-Rus barış antlaşmasıdır.
Osmanlı Devleti'nin, Kırım’ı geri almak gayesiyle, 19 Ağustos 1787’de, Rusya’ya açtığı savaş, Avusturya’nın da savaşa dahil olmasıyla aleyhte gelişti. Özi, Kili, İsmail, Anapa ve Soğucak gibi kaleler, Rusların eline geçti. Neticede, İngiltere, Prusya ve İspanya’nın arabuluculuğuyla, 18 Ağustos 1791 tarihinde, Osmanlı Devleti ile Rusya arasında, sekiz aylık bir süre için Kalas Mütarekesi imzalandı. Arkasından, Kasım 1791’de, Yaş kentinde barış görüşmelerine başlandı. Yaklaşık iki buçuk ay süren uzun ve çetin müzakerelerden sonra, 10 Ocak 1792 tarihinde, Sadrazam Yusuf Paşa tarafından temsil edilen Osmanlı Devleti'yle Prens Bezborodko'nun temsil ettiği Rusya arasında Yaş Barış Antlaşması imzalandı. Tamamı on üç madde olan bu antlaşmaya göre:
Yaş Antlaşmasının imzalanmasıyla, 1787 yılında Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında başlayan, sonra da Avusturya’nın katılmasıyla genişleyen savaş fiilen ve resmen sona ermiş oldu. Bazı tarihçilere göre bu antlaşmayla beraber Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma dönemi başlamıştır.
Uluslararası hukuk
Uluslararası hukuk veya devletlerarası hukuk, uluslararası ilişkiler altında bir disiplin olmasının yanı sıra kamu hukukunun bir dalıdır. Bir uluslararası ilişkiler disiplini olarak uluslararası ilişkilerin hukuksal boyutunu bilimsel bir disiplin içinde inceler ve düzenler. Bir hukuk dalı olarak ise uluslararası hukuk, devletler, uluslararası örgütler arasındaki ilişkileri düzenler. Uluslararası antlaşmaların nasıl yapılacağı, uluslararası antlaşmalarda kullanılan terimlerden anlaşılması gerekenler, devletlerin diplomatik temsilcilerinin sahip olduğu dokunulmazlık, kıta sahanlığı, bitişik bölge, münhasır ekonomik bölge gibi konular uluslararası hukukun inceleme alanı içindedir.
Uluslararası hukuka yazında "devletlerarası hukuk" da denir. Ancak uluslararası ilişkilere yeni aktörlerin girişi bu dalı salt devletlerarası olmaktan çıkarmıştır. Uluslararası hukuk, hukuk fakültelerinde kamu hukuku bölümünde bir anabi |
lim dalıdır. Ayrıca uluslararası ilişkiler bölümlerinde de uluslararası hukuk anabilim dalı vardır. Uluslararası hukuk, üç farklı alt dala ayrılır:
Kumpir
Kumpir, Anadolu'nun bazı kesimlerinde "patates" kelimesinin karşılığı olarak kullanılmakla beraber, aslında fırınlanmış patatesin ezilmesi ile yapılan bir yemektir.
Temel olarak patates özel fırınlarda pişirildikten sonra kabuğu yarılır. Çoğu zaman iç miktarını artırmak için bir başka patates daha kesilerek içinin yarısı veya tamamı buna eklenir. İçine tuz ve tereyağı veya margarin eklenip karıştırarak ezilir. Klasik olarak kabuğunun içerisinde servis edilir. Genellikle sade halinin üzerine çeşitli mezeler ve soslar konur.
En yaygın servis biçiminde patatese rendelenmiş kaşar peyniri de karıştırılır, haşlanmış sosis patatesin içine doğranır ve üzerine rus salatası koyulur. Bunların dışında mısır, zeytin, bezelye, mantar veya çeşitli mezelerle veya ağız tadına göre çeşitli malzemelerle de yapılabilir. Çoğunlukla ketçap ve mayonez gibi soslarla lezzetlendirilerek sunulur.
Kumpirin hikâyesi ise çok yenidir. Yugoslavya'da alüminyum folyoda pişirilen, içine salata konulan patatese "krumpir" denilmektedir. İngilizlerin içine sos koyarak yediği patates, 1991 yılında ülkemize getirildiğinde bize has zengin mezelerle doldurularak yepyeni bir ürün olmuştur. Öncelikle ülkemizde hızla yayılmış, sonra diğer ülkeleri fethetmiştir.
Türkiye'de yapılan kumpir, tereyağı, kaşar ve çeşitli leziz salatalar, mezeler ve soslar katılarak hazırlanan bir üründür. Şekli benzediği için adını Yugoslav krumpir'den almıştır. Ancak fırında pişirilmesi ve kendine has içeriği ile kumpir Türk mutfağının bir ürünüdür.
El-Ariş Sözleşmesi
El-Ariş Sözleşmesi, Fransa ve Osmanlı Devleti arasında 24 Ocak 1800 tarihinde imzalanmış ateşkes antlaşması. Fransa'nın Mısır Seferi çerçevesinde imzalanmış, Büyük Britanya'nın karşı çıkması nedeniyle uygulamaya konamamıştır.
Fransa'nın Mısır Seferi, 1798 yılı Ağustos ayında başlamıştı. Fransa, Büyük Britanya karşısında deniz muharebesinde yenik düşmesine rağmen karada ilerlemesine devam edebilmiş, Filistin'de ilerledikten sonra Akkâ Kalesi kuşatmasının Osmanlı savunmasınca kırılmasından sonra Mısır'a geri dönmüş ve 1 Ağustos 1799'da Mısır'da Osmanlı ordusuna karşı bir muharebe kazanmıştı.
Fransız kuvvetlerine komuta eden General Napolyon Bonapart, Fransa'da meydana gelen siyasi bunalımı haber alarak Ağustos 1799'da Fransa'ya döndü. Bonapart'ın yerine geçen General Jean-Baptiste Kléber başkanlığındaki Fransız heyeti 1799 sonunda Osmanlı yetkilileriyle görüşmelere başladı. Taraflar arasında 24 Ocak 1799 tarihinde El-Ariş adlı liman kentinde bir sözleşme imzalandı. Fransa bu sözleşmenin hükümlerine göre, 1798 yılında işgal etmiş olduğu Mısır'ı boşaltacaktı. Sözleşme uyarınca Fransa ordusu mensuplarının ülkelerine dönmeleri için Büyük Britanya tarafından pasaport ve geçiş belgeleri verilmesi gerekiyordu. Bu durumda, bu dönemde Osmanlı Devleti'nin müttefiki konumunda olan İngiltere sözleşmeye taraf oluyordu. Başlangıçta Büyük Britanya'nın da desteklediği bu sözleşme, Şubat 1800'de Britanya donanması amirali George Elphinstone Keith'in sözleşmeyi imzalamayı reddetmesi nedeniyle yürürlüğe girmedi.
Fransa birliklerinin Mısır'dan geri çekilmesini düzenleyen yeni bir sözleşme 27 Haziran 1801 tarihinde imzalanacaktır. 9 Ekim 1801'de imzalanan Paris Barış Senedi ile Fransa ve Osmanlı Devleti arasındaki barışın şartları ortaya konacak, nihai barış ise 25 Haziran 1802'de Paris Antlaşması ile gerçekleşecektir.
Osmanlı Devleti, bu antlaşmadan sonra diğer ülkelerin Osmanlı Devleti üzerindeki amaç ve emellerine göre izledikleri yolu değerlendirerek "denge politikası" izlemeye başlamıştır.
Kuiper Kuşağı
Kuiper Kuşağı, Neptün gezegeninin yörüngesi ile Plüton cüce gezegeninden daha uzakta kalan gezegenimsilerin var olduğu bilinen alandır. Edgeworth-Kuiper Kuşağı adıyla da anılmaktadır. Hawaii'deki astronomlar 1992 yılında bu bölgede sayıları 1.000'i bulan buzlu cisimlerin ilkini keşfetmişlerdir. Bu cisimlerin bir bölümü çok yığışık olup çapları da yüzlerce kilometreyi bulabilmektedir. Kuiper Kuşağı ile Oort bulutu'nun da üst üste bindiği bugünkü varsayımlar arasında yer almaktadır. Kuiper Kuşağı'nda bulunan gök cisimlerinin birer gezegen olup olmadığı yönünde de büyük tartışmalar bulunmaktadır. Kuiper Kuşağı'nda şimdiye kadar 400 gezegenimsi gök taşı bulunmuştur. Bu kuşakta çapı 100 km'den büyük en az 70.000 gök cismi olduğu varsayılmaktadır.
Bu bölgeye Kuiper Uçurumu da denmektedir. Bu ismin verilmesindeki sebep ise kaya yoğunluğunun bu bölgede birdenbire azalmasıdır. NASA'nın Kuiper Kuşağı ve Plüton'a doğru yol alacak olan Yeni Ufuklar uzay aracı da 2006 yılının Ocak ayında fırlatılmış, bir sene sonra 2007'de Jüpiter gezegeninin yanından geçmiştir. 14 Temmuz 2015'te Plüton'a ulaşan uzay aracından gelecek bilgiler doğrultusunda bu bölge hakkında daha detaylı bilgilere ulaşılabileceği tahmin edilmektedir.
İbn Kesir
İbn Kesîr (1301 - 1373), Suriyeli muhaddis, müfessir ve tarihçi. İslam dünyasında kaynak bir eser olan El Bidaye ve'n Nihaye'yi yazmıştır.
İbn Kesir, Şam yakınlarındaki Busra'ya bağlı Micdel veya Mecdel köyünde 1301 (Hicri 701) yılında doğdu. Doğum adı Ebu'l-Fida İsmail İmadu'd-Din îbn Ömer îbn Kesîr İbn Davud îbn Kesîr el-Dımaşkî el-Kureyşî'dir. Babası 1303'de vefat ettiği zaman kendisi üç veya dört yaşlarındaydı. Ailesi ile birlikte yedi yaşlarında Şam'a yerleşmiş, yetişmesinde ağabeyinin etkisi büyük olmuştur. İlk dini bilgileri aile yuvasında almış olan İbn Kesir, daha sonra Burhaneddin el-Fezari, Kemaleddin İbn Kadı Şihne, Kasım İbn Asakir, İshak İbn Amidî, Muhammed İbn Zinad, İbn er-Rabi ve İbn Teymiyye gibi devrinin ünlü bilginlerinden İslam dininin temel bilimleri olan tefsir ve hadis öğrenmiştir.
Genç yaşta eserler yazmaya başlayan îbn Kesir, Tehzîbü'l Kemal adlı eserin müellifi el-Mizzi'nin derslerine devam etmiş ve onun kızıyla evlenerek damadı olmuştur. Daha sonra Karafi, Debbusi, Urani ve Huteni gibi bilginlerden icazet almıştır. Uzun yıllar Şam'ın ünlü medreselerinde dersler vermiş daha sonra Hecibiye Medresesi müderrisliğine tayin edilmiştir. Subki'nin ölümünden sonra da meşhur Eşrefiyye Dâr'ul Hadis'i hocalığına geçmiştir. Yetiştirdiği sayısız öğrenciler arasında; İbn Hacer gibi büyük hadis bilginleri, Şihâbüddin îbn Hiccî, Hafız Ebu'l-Mehâsin el-Hüseynî gibi o devrin meşhur âlimleri de bulunmaktadır. El Bidaye ve'n Nihaye adlı eseri Büyük İslam Tarihi adıyla çevrilmiş olup, İslam tarihindeki önemli şahsiyetlerin biyografilerini barındırması ve Muhammed Peygamber’in Sîreti ve Dört Halife devrine ait kısımlar ile devrindeki olaylardan bahsetmesi açısından önemli eseri olarak kabul edilir.
Ömrünün sonlarına doğru gözlerini kaybetmiş olan İbn Kesir, 1373 (h. 26 Şaban 774) yılında 72 yaşında iken Şam'da vefat etmiştir.
İbn Kesir, yalnızca bir tarihçi değil, aynı zamanda büyük bir fıkıh ve hadis bilginidir. Bu bakımdan İslam düşüncesinin tarih, fıkıh, hadis ve tabakat konularında çok değerli ve orijinal eserler yazmıştır. Başlıca eserleri şunlardır:
Demirel
Demirel bir soyadıdır ve şu anlamlara gelebilir:
Hava Veri Sistemi
ADS (Air Data System; "Hava Veri Sistemi"), helikopter, uçak gibi atmosferin değişik yüksekliklerine ulaşabilen araçlarda konum bulmaya yarayan navigasyon sistemidir.
Konum bulma yöntemi DR (Dead-Reckoning) prensibine dayanır. Bu yöntemde hava aracının ilk konumu kesin olarak bilinmektedir. Uçuş halindeki konumlar anlık hava basınçlarının ölçülmesi ile elde edilir. Hava basınçları ölçülerek, hava aracının yere göre hızı ve rüzgâr hızı hesaplanmaktadır. Basınç ölçümü pitot-tube denen, kabuk yüzeyine yerleştirilmiş bir sensörle yapılmaktadır.
Pitot-tubedan elde edilen analog veriler ADC (Air Data Computer)'da dijitale dönüştürülür ve formüllerle hava hızı, ve yer hızı hesaplanıp hava aracının CDU (Control Display Unit)'ine iletilerek pilotun kullanımına sunulur.
ADS, DR prensibine göre çalıştığı için, başlangıçta küçük olan hatalar gittikçe büyümektedir. ADS ölçümlerinin kalibre edilmesi için diğer konum bulma yöntemleri olan Doppler veya INS (Inertial Navigation System) kullanılması uygun görülmüştür.
Hatta birkaç konum bulma sisteminin KF (Kalman Filtresi) temelinde tümleştirilmesi çok kullanılmıştır.
Flaman Bölgesi
Flaman Bölgesi (Felemenkçe: Vlaams Gewest), Belçika'nın üç federal bölgesinden biridir. Belçika'nın kuzey kısmındadır.
Flandre'nin resmî dili Flamanca'dır. Bölgenin batısında Batı Flamanca adı verilen bir Felemenkçe lehçesi de konuşulmaktadır.
Brüksel Flandre'de yer almaktadır, bu yüzden Brüksel Flandre'nin başkenti olarak da sayılmaktadır. Önemli kentleri Anvers, Gent, Brugge, Hasselt ve Leuven'dir.
Amblemi sarı zemin üzerine siyah bir aslandır.
Flandre'nin 2002 nüfusu 6.000.000'dur (10 milyon nüfuslu Belçika'nın %60'ını barındırmaktadır). Flandre'nin yüzölçümü 13.521 km²'dir (30.510 km² Belçika'nın %44'ünü kapsar).
16. yüzyılın sonuna kadar Hollanda ve Flandre birleşik olarak İspanyol İmparatorluğu'nun bir eyaleti durumundaydı. 1579'da Kuzey eyaletleri Utrecht Birliği’ne katılmıştır. 1609'da ise Kuzey ve Güney Hollanda ayrılmıştır. Flandre, Brabant, Valon bölgelerini içeren Güney Hollanda İspanya'ya bağlı kalmıştır.
Koyu Katolik olan Madrid hükümeti bu bölgeyi Protestanlığa karşı bir kale durumuna sokmak ister. 17. yüzyıl sonlarında bağımsızlık savaşını kazanan Hollanda'da bir cumhuriyet kurulduktan sonra Hollanda, Protestanlığın bir merkezi olur. Flandre ise Katolik dinini koruyarak İspanya'nın koruyuculuğunda kalmıştır.
1993 yılında kuruluştan sonra bölgenin bütün anayasal yetkinliği Flaman Komitesi'ne verilmiştir. Flaman otorileri ki bunlar Flaman parlamentosu ve Flaman hükümeti, bütün Flaman halkını, Brüksel de yaşayanlar dahil olmak üzere, temsil etmektedir. Bu yüzden, Flaman Bölgesi Flaman Komitesi'nin başkanlığındaki kurumlar tarafından yönetilirler. Bununla birlikte, Flaman Komitesi Parlamento üyeleri Brüksel-Başkent bölgesinde seçilenler, Fl |
aman bölgesinde hiçbir konuya karışabilme hakları yoktur.
Limburg
Matthew Bellamy
Matthew James Bellamy (d. 9 Haziran 1978, Cambridge), İngiliz rock grubu Muse'un solisti, virtüöz gitaristi, klavyecisi ve söz yazarı.
Matthew James Bellamy, 9 Haziran 1978’de İngiltere’nin Cambridge kentinde dünyaya geldi. Babası George Bellamy, 1960’lı yıllarda, Telstar adlı şarkılarıyla Amerika’da liste başı olmuş ilk İngiliz grubu olan The Tornados’ta ritim gitar çalmış bir müzisyendi. Annesi Marilyn ise Belfast doğumluydu ve 1970’lerde İngiltere’ye göç etmişti. Annesi Londra’ya gelirken bindiği vapurdan iner inmez, o sıralar taksi şoförlüğü yapan babası George’la tanıştı. Daha sonra evlenen çift, Matthew’nun ağabeyi Paul’ün de doğum yeri olan Cambridge’e yerleştiler. Matthew 8 yaşındayken Devon’a yerleşmeye karar veren anne ve babası,o 13 yaşındayken boşandılar ve babası evi terk etti.
Matthew Bellamy büyüdüğü yer olan Devon için şunları söylemişti: “Devon bize hiçbir şey vermeyen sıkıcı bir kasabaydı… Orada tamamıyla kapana kısılmış hissederdik kendimizi. Bütün arkadaşlarımız uyuşturucu ve müziğe sarıldılar , biz ikincisine yoğunlaştık ve kendimize, müziği kaçıp kurtulmuş gibi hissedecek biçimde yapmayı öğrettik.”
Exeter College’da öğrenim gören ve 10 yaşında piyano çalmaya başlayan Matthew Bellamy’nin müziği dinleyerek kendi başına çıkardığı ilk şarkılar Ray Charles’ındı. Yazdığı şarkılara hakim olan karanlık atmosferin ve şarkılarda bahsi geçen doğaüstü mevzuların çıkış noktası sadece ailesinin boşanması değil,Quija tahtasıyla (ruh çağırmada kullanılan tahta) ruh çağıran ve gerçek bir medyum olan annesinin, henüz küçük yaşta Matthew’yu yanına çağırıp deneyimlerini onunla paylaşmasıydı. Piyanoda Sergei Rachmaninoff ve Tchaikovsky’yi; gitarda Jimi Hendrix ve Rage Against The Machine’den Tom Morello’yu; vokalde ise Freddie Mercury, Thom Yorke ve Jeff Buckley’i andırdığı düşünülür.
Matthew Bellamy’nin ağzından grup arkadaşlarıyla tanışma öyküsü, onla yapılan bir röportajda şöyle yer aldı:
“12-13 yaşlarındaydık. Ben önce Chris’le tanıştım. Okulda çok sayıda grup vardı… Ben de bu gruplardan birinde piyano çalıyordum, Chris başka bir gruptaydı ama tanışıyorduk. Dominic popüler bir gruptaydı, herkes o grupta olmak isterdi. İşte bu yüzden gitar çalmaya başladım… Daha sonra gruplarına yeni bir gitarist gerektiğinde şansımı denemek istedim ve Dominic’le arkadaşlık kurduk. Sonraki iki yıl bir sürü sorun yaşadık, gruba yeni üyeler geliyor ve kısa süre sonra gidiyorlardı. Sadece Dominic ve ben sabittik… O sıralarda beste yapmaya başladım. Fakat bir basçıya ihtiyacımız vardı. Dediğim gibi Chris’i tanıyordum ama o zamanlar Chris davul çalıyordu. Onun yetenekli ve ciddi bir adam olduğunu düşünüyordum, bu yüzden ona bas çalmasını teklif ettim, o da kabul etti. Hiç şüphesiz biz eğlence olsun diye müzik yapıyorduk. 18-19 yaşlarına geldiğimizde iş ciddileşti. O zaman üniversiteye gidecek miydik gitmeyecek miydik, karar vermek zorundaydık. Biz artık okulla ilgilenmediğimizi anladık; istediğimiz şey gruba devam etmekti; para kazanmak için ufak tefek işlerde çalışmayı göze almıştık. Bu kararı almak çok kolay olmadı ama şimdi düşünüyorum da, her halükarda okuldan zaten nefret ediyordum.”
1990’ların başında Gothic Plague adıyla ilk kayıtlarını yapan Matthew Bellamy, Chris Wolstenholme ve Dominic Howard, 90′ların hit şarkılarının kendi soundlarıyla coverlarını yaptılar; ancak bu onlara önemli bir başarı getirmedi. Grubun ismi Gothic Plague’dan sonra Fixed Penalty, ardından Rocket Baby Dolls ve en sonunda Muse oldu. Bu başarısızlıktan yılmadan daha özenli çalışarak kendi şarkı sözlerini yazmaya ve kendi bestelerini yapmaya başlayan Muse üyeleri, britpop (90′ların başından günümüze dek, İngiltere’nin popüler grupları -özellikle alternatif rock grupları- için kullanılan genel bir tanımlama) yapmak istemediler ve en çok zevk aldıkları gruplar olan Nirvana ve Radiohead’in müziğinden ilham alarak canlı performanslara yoğunlaştılar.
Çıkardıkları ilk iki single; Muse (1997) ve Muscle Museum (1998) ile önemli bir başarı yakaladıktan sonra New York’taki CMJ festivaline davet edildiler ve Mercury Lounge’daki olağanüstü şovlarının ardından, Amerika’da da ilgi uyandıran bir grup haline geldiler.
Single’lar yayınlandıktan bir yıl sonra Maverick Records’la anlaşan Muse, 28 Ekim 1999’da ilk stüdyo albümleri Showbiz’i çıkardı.
2001 yılında Plug in Baby, New Born ve Bliss singlelarının ardından, aynı yılın temmuz ayında Origin of Symmetry adındaki ikinci stüdyo albümünü çıkaran Muse, bu albümle İngiltere listelerinde ilk üçe yükseldi. 29 Ekim 2003’te çıkardığı üçüncü albümü Absolution’la İngiltere’de liste başı olan grup, 2004 yılında Apocalypse ve Butterflies and Hurricanes, 2005’te Hysteria ve Stockholm Syndrome, 2006’da A Crying Shame ve Supermassive Black Hole singlelarıyla müzik kariyerine devam etti. 3 Temmuz 2006’da dördüncü stüdyo albümleri olan Black Holes and Revelations’ı yayınladı. Nisan 2005’te Kerrang dergisinin en seksi 50 insan listesinde 28. seçilen Bellamy, Cosmopolitan Dergisi tarafından da 2003 ve 2004 yılının en seksi rockçısı ilan edildi. 14 Eylül 2009 da Resistance adlı albümüyle müzik listelerinde uzun bir süre adından bahsettiren grup son olarak 1 Ekim 2012'de çıkardığı 2nd Law albümüyle müzik altyapısını kısmen elektronik bir altyapıya taşıdı. Oluşturdukları bu yeni anlayış hayranları arasında ikilik yaratsa da 2015'in ilk çeyreğinde yayınladıkları "Psycho" ve "Dead Inside" singlelarıyla her iki zevke de hitap edebilecek yeni albümlerinin müjdelerini vermiş oldular.
NME Dergisi tarafından John Lennon ve Bob Dylan gibi efsane olmuş isimlerin önünde Tüm Zamanların En İyi Rock’n Roll Kahramanı sıralamasında 14. olan Matthew Bellamy, grubu Muse’un “insanın canını acıtan” şarkı sözleri için şu yorumu getiriyor: Bellamy’nin gitar çalarken esinlendiği önemli gitaristler, Jimi Hendrix ve Tom Morello. Yazdığı sözler ise genelde dünyadaki gelişmeler, dünyanın sonunun gelişi, kara delikler, uzay, teknoloji ve din gibi diğer konular.
Gitarlar: Chrome Manson, Bomber Manson, Laser Manson, 7-string Manson, Black Manson, Silver Manson, Ibanez Destroyer , Fender Stratocaster Aloha, Gibson Les Paul DC Lite, Parker The Fly , Gibson SG, Gibson SG-X , Peavey EVH Wolfgang , Yamaha Pacifica ,Fender Telecaster , JT-Res , Ibanez ICX120BK “Iceman”.
Efektörler: Zvex Fuzz Factory, MXR Phase 90, Zvex Wah Probe, Line6 Echo Pro, Digitech Whammy WH1-Reissue, Line 6 DL4 Delay Modeler, Roland VG-88, Boss overdrive distorsion, Electro harmonix micro synthesizer, DOD FX40B Equalizer, Boss Digital Delay DD-3, Boss CS-3 Compression Sustainer, Boss SYB3 Bass Synthesizer Compact Bass Effect Pedal, Boss Line selector, Boss Turbo distorsion, Boss Octaver, Lovetone Meatball, Electro Harmonix Big Muff Pi.
Amfiler: Diezel VH4 , Marshall JCM 2000 DSL 100 & 4×12 cabs, Fender Hot Rod DeVille 410, Soldano Decatone, Matchless DC-30.
Klavyeler: Kawai MP 9500, Korg SG Stage Piano, Yamaha P80.
Türkiye Elektrik İletim A.Ş.
Belçika'nın yerleşim birimleri
Belçika'nın yerleşim yerleri listesi:
3 Bölgeler, 10 Eyaletler (+ Brüksel başkenti büyükşehri)
5 Eyalet, 308 belediye
70 belediye
Slash (müzisyen)
Saul Hudson veya daha iyi bilinen adıyla Slash (d. 23 Temmuz 1965, Hampshire), Guns N' Roses grubu ile ünlenen solo gitaristtir.
Çocukluğundan beri ışıltılı müzik dünyasıyla iç içe olan Saul Hudson'ın annesi 70'lerin glam rock yıldızı David Bowie'nin kostümlerini tasarlamaktaydı. Slash okulundaki derslerden çok gitarla ilgileniyordu. Genç yaşta gitara başlayan Slash, lise yıllarının sonlarında günde 12 saat gitar çalışıyordu. Bunu ödevlerden daha mantıklı buluyordu.
Slash, Axl Rose'un kurduğu Guns'n Roses grubuna katıldı ve bu grup ilk albümünün ikinci single (Sweet Child'O Mine) çıkmasından 1993 Use Your Illusion World Tour'a kadar bu grupta büyük işler başarmış ancak 1996'da Axl kendisinden Geffen Records'tan gelen teklifi kabul etmesini istemesi onun Guns N' Roses grubundan ayrılmasına neden olmuştur. Slash'a göre bu teklif grubun bütün telif haklarını Axl'a vericekti. Slash'in bu kararından sonra Guns N' Roses dağılmış ancak 2000'lerin başında başka üyelerle Axl'ın çabasıyla tekrar kurulmuştur.
80'lerin sonu ve 90'ların başlarında son derece popüler olan hard rock grubu Guns N' Roses'ın solo gitaristi, Gibson Les Paul marka gitarı, kıvırcık saçları, ve fötr şapkasıyla özdeşleşmiş, bunlardan ayrı düşünülemez olmuştur. Başta Slash olmak üzere aralarında sürekli bir iktidar mücadelesi olduğu söylenmiş ve Guns N' Roses grubunun da bu nedenle Izzy, Slash, Duff gibi bu grubunu temellerini oluşturan isimlerden şu anda yoksun olduğu fikri birçok insan tarafından benimsenmiştir.
Slash, başta Eric Clapton ve Jimi Hendrix olmak üzere pek çok blues gitaristinden etkilenmiş ve yazdığı sololarda da bunu yansıtmıştır. Sololarında daha çok hammer on ve pull off ve Les Paul'un ağladığını düşündüren bendler kullanan Slash'in sololarında herkese hissettirdiği duygu, onun bir rockstardan çok sanatçı ruhlu olduğunu düşündürür. "Guitar World" gibi dünyaca ünlü gitar dergilerinin yanı sıra her türlü müzik yayın organlarında Slash gelmiş geçmiş en iyi gitaristlerden biri olarak kabul edilmektedir.
Slash şu anda eşi Perla Ferrar ve iki oğlu; London ve Cash ile Beverly Hills'te yaşıyor.
Aynı zamanda "Guitar Hero III: Legends of Rock" adlı oyunda Slash'e yer verilmiştir.
Michael Jackson'a birçok parçasında, albümünde ve konserinde eşlik etmiş, tabir-i caiz ise onun gitaristi olarak görülmüştür.
Ayrıca Japonya konserinde attığı o muhteşem solo (The Godfather Theme) unutulmazlar listesine girmiştir. 2010 yılında kendi solo albümünü çıkarmıştır.
22 Mayıs'ta Apocalyptic Love adında albüm kaydetmiştir.
2014 yılında ise World On Fire albümü çıkmıştır.
2016 yılında tekrar Guns N' Roses'a katılmıştır.
Nigger
Nigger, özellikle İngilizce konuşulan bazı ülkelerde Afrika kökenli siyahî insanlar için kullanılan aşağılayıcı bir terim. Negro (siyah [renk]) sözcüğünden gelir.
İlk |
olarak Sömürgecilik döneminde Sömürgeci ülkeler aracalığıyla Afrika kıtasından alınıp köle olarak getirilmiş insanlar için, siyahi anlamında kullanılmıştır. Zamanla, kölelikle özdeşleştiği için, hakaret kabul edilmiştir. Özellikle Amerika'da 1965'e kadar yaygın olarak kullanılmıştır. Günümüzde Amerika Birleşik Devletlerinde siyahi olmayan biri tarafından kullanıldığında hakaret kabul edilir. Irkçı söylemler yüzünden bazı siyahi insanlar kötü hissetmektedir fakat zaman zaman siyahi gençler arasında dostça bir lakap olarak kullanılır.
Nigga ve nizzle gibi türevleri mevcuttur. Kelimenin kendisinden bahsederken bazen N-word (N sözcüğü) şeklinde kodlanır.
Sıyrılıp Gelen
Sıyrılıp Gelen Grup Yorum'un 1986 tarihinde çıkardığı ilk albümüdür.
01. Büyü (Söz: Gülten Akın, Müzik: Grup Yorum)
02. Gülebilmez (Azeri Halk Türküsü)
03. Kuşatma (Filistin) (Söz: Mecit Ünal, Müzik: Grup Yorum)
04. Güleycan (Söz-Müzik: Grup Yorum)
05. Hüznün İsyan Olur (Söz: Ahmet Telli, Müzik: Grup Yorum)
06. Entel Karşılaması (Müzik: Grup Yorum)
07. Sıyrılıp Gelen (Söz: Ahmet Telli, Müzik: Grup Yorum)
08. Hayat (Beyaz Gelinlik) (Söz-Müzik: Anonim)
09. Munzur Dağı (Söz: Hasan Hüseyin Korkmazgil, Müzik: Grup Yorum)
10. Sen Özgürlüksün (Söz-Müzik: Grup Yorum)
11. Mapushane Çeşmesi (Söz: Erol Toy, Müzik: Grup Yorum)
12. Hüzün İsyan Olur (Müzik: Grup Yorum)
Bu albümdeki Büyü şarkısı, 1988'de çıkardığı Özgürlük albümünde Edip Akbayram tarafından da yorumlandı.
Heinz Guderian
Heinz Guderian (17 Haziran 1888; Kulm - Chelmno, Batı Prusya - 14 Mayıs 1954; Schwangau, Allgäu, Bavyera), II. Dünya Savaşı'nda görev almış bir Alman generaldir. Zamanının en iyi komutanlarından ve stratejistlerinden kabul edilir. Tank savaşı üzerine geliştirdiği Yıldırım Savaşı taktiği ile düşman hatlarında sağladığı derin gedikler ve çevirme harekatlarıyla büyük başarılar kazanmıştır. II. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru Adolf Hitler ile anlaşmazlığa düşünce görevden alınmıştır. Anılarını kitaplaştırmıştır.
Prusyalı bir muvazzaf subay olan babası gibi genç yaşta orduya katıldı. 1914'de katıldığı I. Dünya Savaşında gözlemlediği, statik siper savaşının yıkımından ve sonuçsuzluğundan sakınmak için gelecek savaşlarda kullanılabilecek taktikler üzerinde çalışmak gereği duydu. I. Dünya Savaşı sırasında herhangi bir savaşçı birliğe komuta etmemekle birlikte, Batı Cephesinde, özellikle Marne ve Verdun savaş alanlarında geniş incelemeler yapma olanağı buldu. Savaştan sonra motorize ikmal birimleri üzerinde çalışmaya başladı ve ilerleyen yıllarda panzer tümenlerini organize etti. Geliştirdiği yıldırım savaşı taktikleriye ve kurduğu panzer tümenleri ile büyük başarılara imza attı. Zamanı için çok yeni olan bu fikirler çok az sayıdaki meslektaşı tarafından algılanabilmiştir, bunlardan birisi de Sovyet Mareşali Mihail Tuhaçevski'dir.
Tanklarla motorlu araçlara bindirilmiş zırhlı piyadenin birlikte taarruzunu ilk defa düşünmüş ve organize etmiş olan taktisyendir. O zamana kadar tankların ayrı bir grup olarak savaşmaları öngörülüyordu. Düz piyade zaten tankların hızına yetişemediği için geride kalıyor, tek başına düşman hattını geçebilen tanklar yanlarında destek piyadeleri olmayınca ele geçirdikleri yeri savunamıyor, geri çekilmek zorunda kalabiliyor ya da imha tehlikesi ile karşılaşıyorlardı. Guderian, "bindirilmiş piyade" konseptini ve bu motorize piyadenin zırhlı savaş araçları ile organize edilerek, tüm cephe boyunca değil, cephenin belli yerlerinde konsantre edilerek kama gibi düşman hattının yarılmasını öngören meşhur taktiği ile "blitzkrieg"in kurucu babasıdır.
14 Mayıs 1954'te Güney Almanya'da ölmüştür.
1937'de Zırhlı Birlikler Komutanlığı'na getirildi. 1939'un Eylül ayındaki Polonya Seferi sırasında geliştirdiği taktikler başarı kazandı. 1940'ın Mayıs ayında Fransa Seferi sırasında ise komutası altındaki 19. Panzer Kolordusu'nu Sedan'dan Manş'a ilerletmesi savaşın kaderini belirleyen unsur oldu. Alman ordularının Fransa cephesinde uyguladıkları savaş planının Hitler'ce kabul edilmesinde önemli etkisi oldu.
1941'de komuta ettiği 2. Panzer Ordusu'nun ileri unsurları, Tula'nın dış mahallelerine kadar ilerledi. Hitler'in 1941 yazında Tayfun Operasyonu ile ağırlık merkezini Kiev'e kaydırılması kararına karşı çıkarak bir an önce Moskova'nın alınması gerektiğini savunarak Hitler'e aykırı düştü. Hitler'le olan görüş ayrılıkları giderek derinleşince 26 Aralık 1941'de görevden azledildi.
1943 yılı başlarında Doğu Cephesindeki gelişmeler pek çok tarihçi tarafından II. Dünya Savaşı'nın dönüm noktalarından biri, belki de en önemlisi sayılmaktadır. Özellikle Stalingrad'da 6. Ordu'nun kuşatılması ve teslim olması Alman askeri mekanizması için ağır bir darbe oldu. Bu olumsuz gelişmelerin sonucunda çözüm yolları arayan Hitler, 20 Şubat 1943 günü Guderian'la görüştü, ondan Zırhlı Birlikler Genel Müfettişliği görevini üstlenmesini istedi. 28 Şubat 1943 de ise, bizzat Guderian'ın hazırlamış olduğu, oldukça geniş yetkiler içeren görev talimatını onayladı.
20 Temmuz 1944'teki Hitler'e yönelik suikast girişiminden sonra Hitler onu Zeitzler'in yerine Genelkurmay Başkanı yaptı. Guderian'ın çabaları savaşın kötü gidişini değiştirmeye yetmedi. Adolf Hitler tarafından başarısız olduğu gerekçesi ile 28 Mart 1945'de görevden alındı.
Guderian ve ekibi 10 Mayıs 1945'te ABD kuvvetlerine teslim oldu. 17 Haziran 1948 tarihinde salıverilmesine kadar, ABD'nin gözaltında savaş esiri olarak kaldı. Davranışı soruşturuldu ve kendisine suçlama yapılmadı. Savaştan sonra sık sık İngiliz gaziler gruplarının toplantılarına katılmak üzere davet edilerek, eski düşmanları ile geçmiş savaşları analiz etti. 1950'lerin başında Batı Almanya'daki askeri güçlerin yeniden kurulmasını tavsiye etti. Bundeswehr'in askeri reformlar yapılmasını önerdi. Guderian, 65 yaşındayken 14 Mayıs 1954 tarihinde Schwangau'da, Füssen yakınlarında (Güney Bavyera) öldü ve Goslar'da, "Friedhof Hildesheimer Strasse" ye gömüldü.
Heinz Guderian'ın hayatı hakkında bir belgesel 2000 yılında Fransız televizyonunda yayınlandı. "Guderian" isimli programı Anton Vassil'in yönetmiş ve Guderian'ın oğlu Heinz Günther Guderian, Mareşal Rab Carver ve tarihçiler Kenneth Macksey ve Heinz Wilhelm özellikle yeralmıştır.
Guderian tarafından kullanılan Enigma makinesi İngiltere'de, Bedfordshire, Chicksands'da İstihbarat Kolordu müzesinde sergilenmektedir.
10 Mayıs 1945 günü Amerikan birliklerine teslim olan Guderian, kendine herhangi bir savaş suçu yüklenmemesi nedeniyle savaş suçlarını soruşturmakla görevli Nürnberg Mahkemesi'nde yargılanmamıştır. Bu durum özellikle Sovyetler Birliği tarafından protesto edilmiştir. Nazi Partisi üyesi olmamış, Hitler'e karşı yapılan suikaste katılmamıştır. Siyasete katılmadığından ve özellikle İngiliz ve ABD'li düşmanları tarafından adil bir düşman olarak değerlendirildiğinden dolayı savaştan sonra Batı'da kendisine hep değer verilmiştir.
Cevdet Kudret
Cevdet Kudret Solok (d. 7 Şubat 1907, İstanbul - ö. 10 Temmuz 1992, İstanbul), Yedi Meşale edebiyat topluluğunun kurucuları arasında yer alan Türk edebiyatçı ve edebiyat tarihçisi. Yazar, Cevdet Kudret adı ile tanınır.
Cevdet Kudret, 7 Şubat 1907’de İstanbul'da doğdu. Dokuz yaşındayken babasını Musul Savaşı’nda kaybetti. Annesinin gayretiyle okudu. İstanbul Darülfünunu Hukuk Fakültesi'ni bitirdi (1933).
Kayseri Lisesi'nde (17.04.1934-25.09.1938), Ankara Devlet Konservatuarı'nda (27.09.1938-20.07.1939) diksiyon ve edebiyat öğretmenliği, Ankara Erkek Lisesi'nde (03.07.1939-31.08.1943) ve Atatürk Lisesi'nde (31.08.1943-24.12.1945) edebiyat öğretmenliği, Yayın Müdürlüğü emrinde İnönü Ansiklopedisi'nde edebiyat sekreteri olarak çalıştı (24.12.1945-6.10.1950). DP iktidarı döneminde Bitlis Ortaokulu'na Türkçe öğretmeni olarak atanınca (3.10.1950) istifa etti (23.10.1950). Kısa bir süre İstanbul ve Ankara'da avukatlık yaptı (1951-1954). Türk Dil Kurumu'nda redaktör, Bilgi Yayınevi'nde danışman olarak çalıştı (1967-1970). Siyasal Bilgiler Fakültesi, Basın Yayın Yüksek Okulu'nda öğretim görevlisi olarak ders verdi (1970-1973).
Yazın yaşamına Servet-i Fünun dergisinde şiirle başladı (1927). Aynı dergide çalışan yedi genç yazar bir araya gelerek o güne dek yazdıklarını Yedi Meşale adında bir kitapta topladılar (1928). Grup, bundan sonra Yedi Meşaleciler olarak anıldı. Daha sonra çıkardıkları Meşale dergisini sekiz sayı sürdürebildiler. Dergi, yeni alfabeye geçiş dönemindeki zorluklar nedeniyle kapandı. Cevdet Kudret, bu dergide yayınlanan şiirlerini Birinci Perde adlı kitabında topladı (1929). Daha sonraki şiirlerini İkinci Perde (1936-1937), Üçüncü Perde (1937- ) adları altında derlediyse de hiçbir zaman kitap halinde bastırmadı.
Bu arada oyun yazmaya da yöneldi. Tersine Akan Nehir (1929), Rüya İçinde Rüya (1930), Kurtlar (1933) adlı oyunları Darülbedayi'de sahnelendi. Danyal ve Sara adlı oyunu Varlık dergisinde (1938), Yaşayan Ölüler adlı oyunu Ağaç dergisinde (1936) tefrika edildi. "Cumartesi Çocuğu" adlı güldürü biçimindeki bir oyununu ise tamamlamadı.
Süleyman'ın Dünyası adı altında toplanan üç romanında, Sınıf Arkadaşları (1943), Havada Bulut Yok (1958), Karınca'yı Tanırsınız (1976) Türk toplumunun iki Dünya Savaşı arasındaki 30 yıllık toplumsal kesitini yansıttı.
1940'lı yıllarda yazdığı öykülerini Sokak (1974) adlı kitapta bir araya getirdi.
1950 sonrası, edebiyat tarihimizin ünlü isimleri ve eserleri üzerine tanıtım kitapları ve lise edebiyat kitapları yazdı. Bu kitapların çoğunu takma adlar altında yayınlamak zorunda kaldı. Giderek inceleme, araştırma, edebiyat tarihi türlerinde çalışmalara yönelen Cevdet Kudret'in iki ciltlik Türk ve Batı Edebiyatı'ndan Seçme Parçalar (1980-1981), iki ciltlik Örneklerle Edebiyat Bilgileri (1980), üç ciltlik Türk Edebiyatı'nda Hikâye ve Roman (1965, 1967, 1990) incelemesi; üç ciltlik Karagöz (1968-1969), iki ciltlik Ortaoyunu (1973, 1975) derleme ve incelemeleri önemli çalışmalar olarak nitelendirildi.
15. yüzyıl ortalarına kadar getirdiği Örnekli Türk Edebiyatı Tarihi (1995) kitabı, ölümü nedeniyle yarım kaldı. İ |
nceleme-araştırma kitaplarının önyazıları ile edebiyat üzerine yazılarından bazılarını yeniden gözden geçirerek bir araya getirdiği Edebiyat Kapısı (1997) ise yazarın ölümünden sonra basılabildi.
Dilleri Var Bizim Dile Benzemez (1966), Bir Bakıma (1977), Benim Oğlum Bina Okur (1983), Kalemin Ucu (1991) adlı deneme kitaplarında edebiyat ve Türk diliyle ilgili çeşitli konular üzerine düşüncelerini dile getirdiği yazılarını topladı.
Cevdet Kudret'e Ortaoyunu kitabı için Türk Dil Kurumu Bilim Ödülü (1974), Türk Edebiyatı'nda Hikâye ve Roman kitabı için Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü (1991) verildi. Ayrıca, Dil Derneği Türk Dili Onur Ödülü (1989) ile Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü'ne (1992) lâyık görüldü.
1974-1986 yılları arasında Bodrum'da yaşayan yazar daha sonra yaşamını İstanbul’da sürdürdü. 10 Temmuz 1992’de bu kentte öldü.
Soyadı Kanunu
Soyadı Kanunu, her Türk vatandaşına bir soyadı taşıma yükümlülüğü getiren 2525 sayılı kanundur. İsviçre'den alınarak düzenlenen kanun, 21 Haziran 1934 tarihinde kabul edilmiş, 2 Temmuz 1934 günü Resmi Gazete'de yayımlanmış ve 2 Ocak 1935′te yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun kabulünden sonra soyadı, Türkiye’de kişilerin kimliğinin ayrılmaz bir parçası olmuştur. Soyadı Kanunu'nun kabulü, toplumsal alanda yapılan Atatürk Devrimleri'nden birisidir.
Kanuna göre söylerken ve yazarken ön ad önde, soyad sonda kullanılmalıdır. Edebe aykırı ve gülünç soyadlarının, aşiret, yabancı ırk ve millet isimlerinin, rütbe ve memuriyet bildiren isimlerin soyadı olarak alınmasına izin verilmez. Soyadı seçme görevi, 2003'te medeni kanun değişinceye kadar ailenin başı sayılan kocaya verilmiştir.
Yasanın amacı, o güne kadar kişilerin ön adlarının yanında bir soyadı yerine dini , sosyal ve ailevi unvanlar taşımalarının yol açtığı olumlu ya da olumsuz ayrımcılığı ortadan kaldırmak ve nüfus işlemleri, askere alma, okul kaydı, tapu işlemleri gibi alanlarda yaşanan karışıklıkları gidermekti. Bu yasayı takiben 26 Kasım’da çıkarılan 2590 sayılı kanunla ""ağa"", ""hacı"", ""hafız"", ""hoca"", ""efendi"", ""bey"", ""beyefendi"", ""hanım"", ""hanımefendi"", ""paşa"", ""hazret"" gibi unvan ve lakapların kullanılması yasaklandı.
Soyadı Kanunu'nun çıkmasından 5 ay sonra 24 Kasım 1934 tarihinde TBMM tarafından oy birliği ile kabul edilen 2587 sayılı kanunla cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'e "Atatürk" soyadı verildi. 17 Aralık 1934’te çıkarılan yasa ile bu soyadının diğer kişiler tarafından kullanılması yasaklandı. O nedenledir ki Mustafa Kemal'in Kız kardeşi Makbule "Atadan" soyadını almıştır.
Kanunun “yabancı ırk ve millet isimleri”nin kullanımını yasaklayan 3. maddesi; anayasanın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı bulunduğu iddiası ile tartışma ve dava konusu olmaktadır. Bu maddeye göre soyadı ‑"oğlu" ile bitebilirken, Ermenice ‑"ian," ‑"yan", Slavca ‑"of," ‑"ov", ‑"vich", ‑"ic", Rumca ‑"is", ‑"dis", ‑"pulos", ‑"aki", Farsça ‑"zade", Arapça ‑"mahdumu", ‑"veled", ‑"bin" soneklerine izin verilmez.
Yeşilköy, Bakırköy
Yeşilköy ya da 1926 yılından önceki adıyla Ayastefanos (Rumca: Άγιος Στέφανος), İstanbul'da Yeşilyurt ve Florya mahalleleri arasında yer alan Marmara Denizi kıyısındaki Bakırköy şehir merkezinin yaklaşık 7 km batısında bir mahalledir. 1970'lerde İstanbul nüfusunun hızla artmasından önce Yeşilköy, bir köy ve sahil dinlenme yeriydi. İstanbul'un uluslararası havaalanı olan Atatürk Hava Limanı, Yeşilköy mahallesinde yer alır. Ayrıca Bakırköy'ün sınırı en geniş olan mahallesidir. Yeşilköy semti, Osmanlı döneminde daha çok Rumların yaşadığı bir balıkçı mahallesiydi ve o zamanlar Ayastefanos yani Aziz Stefan adıyla anılmaktaydı. Cumhuriyet döneminde yer isimleri Türkçeleştirilirken bu semte de Yeşilköy adı uygun görüldü. Bu adı o dönemde semtte yaşayan ünlü edebiyatçı Halit Ziya Uşaklıgil'in yeşiline, doğasına hayran olduğu için verdiği rivayet edilir.
Yeşilköy 1926'ya kadar kullandığı San Stefano (Türkçe kaynaklarda Ayastefanos olarak geçer) adını 4. yüzyılda I. Konstantin devrinde Aziz Stefan anısına kurulan Aziz Stefanos Kilisesi'nden almış oluğu ileri sürülse de köyün adı en erken 11. yüzyıldaki Bizanslı tarihçi Mihail Psellos'un vekâyinamesinde geçmektedir.
1203 yılında Haçlılar'ın Latin ordusu Yeşilköy sahiline çıktı. Bir yıl sonra 4. Haçlı Seferi'nde İstanbul işgal edilmiş olacaktı. 19. yüzyılda tüm köy güçlü Ermeni "Dadyan" ailesine aitti, Sultan'ın bir hediyesi olarak sahip olmuşlardı.
Kırım Savaşı sırasında Fransızlar buraya yerleşti ve İstanbul'un üç fenerinden birisini yaptılar. Yeşilköy semti tarihteki önemli birkaç dönüm noktasına sahne olmuş bir semttir. 1878 Savaşında Ruslar Yeşilköy'de karargâh kurdular ve 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nın sonuçlarını kayda geçiren Ayastefanos Antlaşması burada imzalandı. Ayrıca Sultan II. Abdülhamit'in Selanik'e sürgün kararı burada alındı. 1912'de Balkan Savaşları sırasında koleradan dolayı hasta olan binlerce asker buraya getirildi. Ve yaklaşık 3000 ini öldü. Ölüler tren istasyonu yakınına gömüldüler. Hareket Ordusu Selanik'ten başlayan yolculuğunda son molayı burada vermişti. Bu tarihi konaklamanın izdüşümü Yeşilköy'ün sokak ve cadde isimlerine yansımıştır: "Hareket Ordusu Sokak", "Mahmut Şevket Paşa Caddesi", "14 Nisan Sokak" gibi. Yeşilköy, 1924 yılına kadar "Ayastefanos" adını taşımıştır. Yıllarca burada yaşayan Halit Ziya Uşaklıgil'in teklif ettiği belirtilen "Yeşilköy" adı mahalleye 1930 yılında İstanbul'un idari yapısının düzenlenmesi sürecinde verildi.
19. ve erken 20. yüzyılda Yeşilköy, İstanbul'un üst sınıfının favori dinlenme sahili ve avlanma yeri idi ve karışık nüfusa sahipti. Nüfusunu Türkler, Rumlar (hemen hemen tamamı göç etti), Ermeniler (şimdilerde artık çok küçük bir parçası yaşamakta) ve Levant (İstanbul'un İtalyan ve Fransız halkı) (hemen hemen tamamı göç etti). Bu halihazırdaki mevcut kalıntının işareti olarak İtalyan elçilik, İtalyan Katolik Mezarlığı, Ermeni ve Rum kiliseleridir. Bütün kiliseler "St. Stephen"e adanır.
Yeşilköy Marmaray inşaatının başlamasına dek Sirkeci-Halkalı banliyö tren hattında bir istasyona sahipti. İlk istasyon 1871 yılında inşa edilmişti. Doğu sınırında Yeşilyurt mahallesi, batı sınırında ise Şenlikköy (Florya) mahallesi bulunur. Güneyinde Marmara Denizi. Kuzeyinde ise E5 Karayolu geçmektedir. Türkiye'nin dünyaya açılan kapılarından birisi olan Atatürk Havaalanı mahalle sınırları içerisindedir. 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başlarında inşa edilmiş olan dikkate değer bazı ağaç Art nouveau evlere sahiptir. Bir marinası ve kumlu plajları vardır.
Atatürk Hava Limanı Yeşilköy semtinin sınırları içinde yer almaktadır.
Yeşilköy'de Yeşilköy 50. Yıl Anadolu Lisesi, Yeşilköy Anadolu Lisesi ve Nüket Ercan Adalet Meslek Lisesi olmak üzere 3 lise bulunmaktadır. Ayrıca, Özel Yeşilköy Ermeni İlk ve Ortaokulu ve Özel Yeşilköy Rum İlköğretim Okulu adında iki tane de azınlık okulu mevcuttur.
Mahallenin iklimi, Marmara iklimi etki alanı içerisindedir.
Devre analizi
Devre analizi bir elektrik devresinde bulunan bütün düğüm voltajlarını ve kollardaki akımları bulmak için tercih edilen bir yöntemdir.
Bu devre analizi terimi lineer devre analizi anlamındaydı. Bununla birlikte lineer olmayan devreler de analiz edilirdi. Dirençli devreler normalde tek bir kaynağa bağlıdır de direçler basit teknikler kullanılarak analiz edilebilir, bununla beraber dirençli devre analizi terimi bunun yerine kullanılır. Maalesef dirençli devre analizi terimini açıklamak için bazıları yanıltıcı olan devre analizi terimini kullandı.
Lineer DC devreleri bağımsız voltaj ve akım kaynakları, bağımlı akım ve voltaj kaynakları ve lineer dirençler içerir. Lineer AC devleleri de en az bir lineer diferansiyel eleman (kondansatör ve bobin), ayrıca en az bir AC kaynak içerir. Eğer bir devrede kondansatör ve bobin yoksa DC devre analiz teknikleri uygulanabilir. Eğer devrede bir vaya daha fazla lineer diferansiyel eleman ve bir AC kaynak varsa AC devre analiz teknikleri uygulanmalıdır.
Elektrik ve/veya elektronik devrelerini oluşturan bileşenler üzerindeki akımları, gerilimleri ve devreye uygulanan belirli bir giriş işaretine veya fonksiyonuna (örn: dirak delta fonksiyonu, rampa fonksiyonu, zorlama fonksiyonu vs.) karşılık verdiği çıkış cevabını matematiksel yöntemler kullanarak tespit etmeye yarayan yöntemler bütünü.
Lineer DC devre analiz için birkaç metod vardır.
(2) Göz analizi ("göz") - Kompleks 3D durumlarında çalışmaz
(3) Süperpozisyon - normalde eğer devrede bağımsız kaynak varsa düğüm veya göz metodu yapılır.
(4) Kaynak dönüştürme - sınırlı bir tekniktir.
(5) Eşdeğer devreler - normalde düğüm veya göz metodunda birleştirilir.
AC devre analiz metodu genellikle DC devre analizi ile aynıdır. Bununla beraber kondansatör ve bobin gibi lineer diferansiyel elemanlar için kompleks matematik veya fazör yöntemi kullanılmalıdır.
efektif direnç veya empedans gibi bileşenler için
Burada formula_3, formula_4, formula_5 = AC kaynağın frekansı, "C" = the kapasitans ve "L" = indüktansdir. Kısaca baştaki formula_6 nin matematikteki anlamı çok karmaşıktır.
Lineer olmayan devre analiz yöntemi genelikle şöyle yapılır:
Şida Kartli
Şida Kartli (Gürcüce: შიდა ქართლი; "İç Kartli"), Gürcistan’ın yönetsel bölgelerinden biridir. Gori, Kaspi, Kareli, Cava ve Haşuri ilçelerinden oluşur. 6.200 km²’lik bir alanı kapsar ve nüfusu yaklaşık 314.000 (2002) dolayındadır. Bölgenin kuzeyi, Gürcistan bağımsızlığını ilan ettikten sonra özerk bölge statüsü kaldırılan Güney Osetya’nın büyük bölümünü kapsar. Güney Osetya, Rusya'nın desteğiyle bugün Gürcistan yönetiminin kontrolü dışındadır. Şida Kartli'nin yönetsel merkezi Gori kentidir.
Nusayriler
Nusayrîler ya da Arap Alevîleri (Arapça: النصيرية "Al-Nusayrīyah" ya da العلوية "Al-Alawīya"), Suriye'nin Lazkiye, Baniyas ve Tartus illeriyle; Lübnan'da ve Türkiye'nin Hatay, Adana ve Mersin illerinde yaşayan; Bâtınî İslam topluluğudur. İbn Nusayr'in takipçileri mânâsında "Nusayrîler" olarak adlandırılmışlardır.
700'lü yıllardan başlayarak Türkiye sınırları içerisindeki topraklara yerleştiri |
lmiş Oğuz Horasan Türkleri olduğu belirtilmektedir , ancak bu ve Eti Türkleri oldukları yönündeki diğer ifadeler halen Arapça konuşan ve kendilerini Arap Alevi olarak tanımlayan halk tarafından tepki görmektedir.
Adana ve Mersin'deki Arapların kökeni üzerine iki ayrı görüş vardır:
Kavalalı Mehmet Ali Paşa döneminde 19. yüzyılın başında Mısır'ın Anadolu'ya saldırısından sonra Mısır ordusundaki Arap askerlerinin bir bölümünün dönmeyip Anadolu'da kaldığı ilk önermedir. Ancak daha kuvvetli olan erken Hıristiyanlık döneminde zâten burada olmaları ve daha sonra yaklaşık 7. - 8. yüzyılda bölgenin İslâm-Arap ordusunun istilasına uğramasıyla Arapların yerleşmesi şeklindedir.
Berberî kökenli oldukları kesinlikle iddia edilemez; çünkü Berberîler sadece Kuzey Afrika'da yaşarlar, Mısır'da yaşamazlar.
Andrews, Aringberg Laonatza ve Olsson gibi araştırmacılar, Nusayrîlerin Arap etnik kökene sahip olduklarını savunmaktadırlar. Eski Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad ile oğlu Beşar Esad da Nusayridir.
Arap Alevi halkı kendini adlandırma konusunda çeşitlilik gösterir. Mezhebin kurucusu olan Ebû Şu'ayb Muhammad ibn Nusayr'in isminden türeyen "Nusayrî" tanımlaması tarihsel ve teolojik metinlerde ve yakın dönem akademik literatürde kullanılmakla birlikte topluluk üyelerinin önemli bir kısmınca kullanılmamaktadır. On Birinci İmâm Hasan el-Askerî'nin öğrencisi Muhammed bin Nusayr'ı (ö. 883) otorite kabul ettikleri için bu adı alırlar
Nusayrî ismi ile ilgili olarak Doğu bilimcisi Fransız etnolog Massignon, temelde beş kaynak öne sürer:
Bu arada kimi ılımlı ve dost kılığına girmek isteyen yazarlar, Ebû Şu'ayb Muhammad ibn Nusayr kötü bir isim kazanmış diye Arap Alevîler'e "(Nusayrîler)" acıyarak ona intisap etmesini uygunsuz sayar ve ismin başka kaynaktan geldiğini iddia eder. 5-6 ve 7. yüzyıl'da Sünnî iktidarın zulüm ve baskısından kaçarak "Nusre" denilen dağa tırmanıp yerleşerek sonraları dağın adından türetilen Nusayrî adıyla tanınmaya başlandıklarını öne sürer. Zîrâ Nusre ile bağlantılı olsaydı, yine Arapça'nın kurallarına göre "Nusrevî" olması gerekirdi.
Dünya genelinde yaklaşık 5-7 milyon Nusayrî vardır. Dünya genelinde yaşayan Nusayrîlerin büyük bir kısmı Suriye'dedir. Bu sayıları ile Nusayrîler Suriye nüfusunun % 18-20'ini oluşturmaktadır.
Dünya genelinde yaşayan Nusayrîler; Suriye (4.500.000), Lübnan (500.000) ve Türkiye'dedir (1.500.000). Ancak Dünya'nın farklı bölgelerinde, özellikle Almanya, Fransa, Yunanistan, ABD, Kanada, Meksika, Arjantin, Panama, Brezilya, Irak, Kuveyt , Ürdün, Sudan,Mısır,İran,Azerbaycan ,Rusya Yeni Zelanda ve Avustralya'da da Nusayrîler yaşamaktadır.
Nusayrîlerin Hatay ilinin genel nüfusu içindeki oranı, il merkezindeki oranın altındadır (%40-50'a yakın). Osmanlı döneminin vilayet müfettişlerinden Emin Gâlib Et-Tavil'in "Nusayrîler" adlı kitabına göre Adana ve Mersin'deki Arap Alevîleri de Nusayrî kökenlidir.
Ana dilleri Arapça'dır. Suriye'deki Gebel ve Ensari'ye bağlı Süryânî/Lübnan lehçelerini konuşurlar. Yaşlı nesil, hâlâ Arapça konuşmaktadır.
Türkiye'de ise 1939'da Hatay'ın katılmasından sonra doğmuş olan nesil tarafından Türkçe konuşulmaktadır. Bugün Arapça ile Türkçe’nin bir karışımı konuşulur. Yaşlı nüfusun bir bölümü yaşadıkları bölgenin bir zamanlar Fransız hakimiyetinde olmasından dolayı Fransızca da bilmektedir.
İmamiye-i Gâl’îyye'den olan Nusayr’îyye tarikâtının asıl kurucusu, Irak'ta Kûfe ile Vâsit arasında bir yerde bulunan "Canbelâ Köyü" doğumlu, Hasan el-Askerî ile yakın ilişkileri bulunan okumuş bir ailenin mensubu, ""Şeyh Bayrak"" nâmıyla ün salan ve Nusayr’îyye Tarikâtı'nın ulûsu olarak addedilen, yaklaşık olarak 957/968 yılları arasında Halep'te vefât eden ""Ebû Abd-Allâh el-Huseyin ibn Hemdân’ûl-Canbûlânî El-Hasîbî"" () adındaki zâttır. Bu Tarikâtın bâtıni i'tikadı, Şeyh Bayrak'ın Antakya köylüklerindeki hâlife ve mürîdlerinden olan ""Muhammed bin Âliyy’ûl Cillî"" ile ""Meymûn bin Kâasım’ıt Tabarânî"" tarafından çevreye yayılmıştır. "(Nusayr’îyye Tarikâtı şeceresi .)" Ayrıca,
""Muhammed ibn-i Cündeb"" ve ""Muhammed’ûl Cennân’îl Cünbûlânî"" adındaki kişiler de Nusayr’îyye Tarikâtı bâtıni-i'tikadının neşriyâtına büyük ölçüde katkıda bulunmuşlardır.
Adını On birinci İmâm Hasan El Askeri'nin öğrencisi Ebû Şu'ayb Muhammad ibn Nusayr'dan alan, Câferiyye Şiîliği ile Anadolu Alevîliği'nden inanç yönüden ayrılarak, İsmâilîyye, Dürzîlik, Hıristiyanlık ve Suriye'deki diğer inançları da içeren ve "Kitâb el-Mecmû" adındaki duâ kitabını dînî eğilimlerinin ana kaynağı olarak kabul eden Ehl-i Beyt inancı.
Günümüzde, Nusayr’îyye Tarikâtı'nın müntesiplerinin büyük çoğunluğunu Nusayrîler'in oluşturmasına rağmen, Nusayrîler'in tamamının kesin olarak bu tarikât mensûplarından olduklarını söylemek mümkün değildir. Nusayrî nüfus içerisinde değişik mezheplerden olan kişilere de sıklıkla rastlamak mümkündür.
İnancın kurucusu Ebû Şu'ayb Muhammad ibn Nusayr ("Muhammed bin Nusayrul Abdiyy'in Numayrî")'dir. Ancak Nusayrîliği sistemleştirip yayan kişi olarak "Hamdam" büyük saygı görür. Nusayrîlerin kutsal kitabı Kur'an-ı Kerîm'dir. Nusayrîler kendilerini Alavî olarak kabullenirler. Alevîler de Nusayrîleri kendilerinden tanırlar. Ancak Anadolu Alevîliği ile Nusayrîlik farklıdır. Haydarî ve Klâzî olarak iki gruba ayrılırlar. Klâzîler Türkiye'deki topluluğun % 30'unu oluştururlar ve daha tutucudurlar. Suriye'de ise Klâzîler çoğunluktadır. Suriye yönetimindeki Esedlerin de mensubu olduğu Nusayrîler, Suriye'de toplam nüfusun % 14'ünü oluştururlar. Hafız Esed ve ailesi de Nusayrîdir.
= Kitabu'l-Mecmu =
Kitabu'l-Mecmu, bilinenin aksine "Hamdan El-Hasibi" tarafından değil "Adanalı Süleyman Efendi" tarafından 19. Yüzyılda yazılan kitaptır. Her ne kadar Nusayriler'in kutsal kitabı olarak gösterilse de bilinenin aksine böyle bir şey yoktur. Adanalı Süleyman Efendi İmam olmak istemiş, o dönemdeki kıdemli Nusayriler buna karşı çıkmıştır. Çünkü Nusayrilik'te imam olmak için "imam Soyundan" olunması gerekmektedir. Buna karşı çıkan Adanalı Süleyman Efendi, Nusayriliği terk ederek bu kitabı yazmıştır. Daha sonra Hristiyan olan Adanalı Süleyman Efendi, bir tandır kazası sonucunda yanarak ölmüştür. Kitab-ul Mecmu ise Nusayriler'in kutsal kitabı olarak gösterilmiştir. Aksine Nusayrilik'te tek kutsal kitap Kur'an’dır.
Fransız mandası altında 1920'de Alavi Özerk Bölgesi (Fransızca: Le territoire autonome des Alaouites) kurulmuş ve 5 Aralık 1936'da Suriye'ye ilhak edilmiştir.
Gazi Mahallesi olayları
Gazi Mahallesi olayları, 12 Mart 1995 tarihinde Gazi Mahallesi'nde bulunan Alevilerin çoğunlukta olduğu bir kahvehaneye durdukları bir taksi şoförünü öldürerek aynı taksiyle kahvehanedeki sivillere yönelik kimliği belirsiz kişilerce gerçekleştirilen silahlı provokatif saldırı sonucu başlayan ve şehrin diğer bölgelerine yayılan olaylar. 15 Mart 1995'e dek kent geneline yayılan olaylar sonucunda 22 kişi hayatını kaybetmiş, yüzlerce kişi yaralanmış ve tutuklanmıştır.
12 Mart 1995 günü akşam saatlerinde İstanbul’da Alevi vatandaşların çoğunlukta yaşadığı Gazi Mahallesi'ndeki dört kahvehane ve bir pastane aynı anda kimliği belirsiz kişilerce bir taksiden otomatik silahlarla açılan ateşle tarandı. Saldırılar sonucu Halil Kaya adlı bir vatandaş hayatını kaybederken, beşi ağır yirmi beş kişi yaralandı. Saldırganların olay yerinden uzaklaştıktan sonra gasp ettikleri taksinin şoförünü öldürdükleri ve taksiyi ateşe vererek kaçtıkları anlaşıldı. Olayların ardından çok sayıda Alevi vatandaş, Gazi Mahallesi'nde toplandı, emniyet kuvvetlerinin olaya geç müdahale ettiklerini öne sürerek polis karakoluna yürüdü. Polis halkın üzerine ateş açtı. Açılan ateş sonucu Mehmet Gündüz adlı bir vatandaş yaşamını yitirdi, çok sayıda kişi de yaralandı.
13 Mart günü olayı protesto etmek için İstanbul'un dört bir yanından gelen yaklaşık 15 bin kişi polis karakoluna tekrar yürüyüşe geçti, çevik kuvvet ve özel timlerle desteklenen polis tekrar gruba ateş edince çatışma başladı. Çatışmalar sonunda on beş kişi hayatını kaybederken, aralarında gazetecilerin de bulunduğu birçok kişi yaralandı. Aynı gün İstanbul valiliği Gazi Mahallesi ile iki mahallede (Zübeyde Hanım ile Esentepe) daha sokağa çıkma yasağı ilan etti. Gazi Mahallesi'ne giriş ve çıkışlar polis kontrolüne alındı.14 Mart günü Cemevi önünde toplanan kitlenin kendi arasından çıkardığı komite 4 maddelik bir istek listesi hazırladı ve istekleri yerine getirilmezse protestoların devam edeceğini belirtti. Yapılması istenen 4 madde: 1)Cenazelerin verilmesi. 2)Sokağa çıkma yasağının iptal edilmesi. 3)Gözaltındakilerin geri verilmesi. 4)Asker ve polisin bölgeden çekilmesi. şeklindeydi. Ancak bu istekler reddedildi ve aynı gün içinde 15 kişi yaşamını yitirdi. 14 Mart günü, Gazi Mahallesi'nde konan sokağa çıkma yasağına rağmen olayların bir türlü yatıştırılamaması üzerine bölgeye askeri birlikler sevk edildi. Yine aynı gün Gazi Mahallesi'nde çıkan olaylar nedeniyle Ankara Kızılay Meydanı'nda çıkan olaylarda otuz altı kişi yaralandı. 15 Mart'ta olaylar Ümraniye'ye sıçradı. Ümraniye'de 4 kişi yaşamını yitirdi. Mustafa Kemal Mahallesi'nde çıkan olaylarda beş kişinin ölmesi ve yirmiden fazla kişinin yaralanması üzerine bu bölgede de sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 16 Mart'ta dönemin İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu olayların yatıştırıldığını söyleyerek bölgedeki sokağa çıkma yasağının kaldırıldığını açıkladı. Ancak 40'a yakın ölü ve yüzlerce yaralı vardı.
Dönemin İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu'nun, Emniyet Amiri Necdet Menzir'in, Mehmet Ağar'ın ve İçişleri Bakanı Nahit Menteşe'nin istifaları istendi. Ancak istifa yerine Kozakçıoğlu ve Menzir, bir sonraki dönemde DYP'den milletvekili oldu.
Olaylardan sonra yapılan otopsi sonucu ölen 17 kişiden yedisinin polis mermisiyle hayatını kaybettiği belirlendi. Gaziosmanpaşa Savcılığının olayla ilgili fezlekesiyle Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı, 20 polis hakkında "müdafaa ve zaruret sınırını aşarak faili belli olmayacak şekilde adam öldürmek" iddiasıyla dava açtı. İstanbul Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Eyüp Ağır Ceza Mahkemesi’ne açılan dava kam |
u güvenliğinin sağlanamayacağı gerekçesiyle Trabzon'a gönderildi. 11 Eylül 1995'te Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlayan yargılama süreci, beş yıl içinde otuz bir duruşma yapılarak 3 Mart 2000'de karara bağlandı.
Yargılanan yirmi polis memurundan Adem Albayrak dört kişiyi öldürmekten altı yıl sekiz ay, Mehmet Gündoğan iki kişiyi öldürmekten üç yıl dokuz ay hapse mahkûm edilirken, (cezalar ertelendi), diğer on sekiz sanık polisin ise beraatine karar verildi. Ancak Yargıtay, Albayrak ve Gündoğan hakkında verilen kararı “Haklarında adam öldürme ile ilgili net bir açıklığın olmadığı” gerekçesiyle bozdu. Yargıtay, sanıkların Türk Ceza Kanunu 49. maddesine göre yargılanmasını istedi. Bunun üzerine dava Trabzon Ağır Ceza Mahkemesi'nde tekrar görülmeye başladı. Ancak aileler ve avukatlar Yargıtay kararı ile " "devletin bir kere daha kendini aklayacağı gerekçesiyle" " davadan çekildiklerini bildirdiler. Tekrar görülmeye başlanan dava üçüncü celsede karara bağlandı. Mahkeme heyeti Albayrak ve Gündoğan'a toplam dört yıl otuz iki ay hapis cezası verdi.
Bunun yanında olaydan yıllar sonra çıkan Ergenekon iddianamelerinde olayın içinde emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün parmağı olduğu ileri sürüldü.
Kararın 11 Temmuz 2002'de Yargıtay tarafından onanması üzerine yakınlarını kaybeden 22 kişi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurdu. Yargılama sonucunda mahkeme 27 Temmuz 2005'te açıklanan kararda Türkiye'nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 2. maddesinde düzenlenen, "yaşama hakkı" ve 13. maddesinde düzenlenen "millî makamlara başvuru yollarının kapatılması" hükümlerine aykırı davrandığı sonucuna vardı. Mahkeme Gazi Mahallesi'nde hayatını kaybeden on iki kişi ile Ümraniye'de ölen beş vatandaşın ailelerine tazminat ödenmesine karar verdi. Olaylarda yaşamını yitiren on yedi kişi için ayrı ayrı otuz bin avro tazminat verilmesine hükmeden mahkeme, böylece Türkiye'yi toplam 510 bin Euro tazminat ödemeye mahkûm etti.
Diyarbakır BDP Milletvekili Gültan Kışanak ve 19 BDP milletvekili, 1995’te meydana gelen İstanbul Gazi Mahallesi olaylarının araştırılması amacıyla 12 Mart 2008 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na önerge vermişlerdir.
Schwarzenberg Sarayı
Schwarzenberg Sarayı. Landstrasse'de bulunan Viyana’daki sayılı barok stilde bir saray.
1697 yılında Prens Heinrich Franz Belvedere Sarayı’nı da inşa etmiş mimar Johann Lukas von Hildebrandt’ı,Schwarzenberg Sarayı için görevlendirmiştir. Sarayın inşaası sırasında Prens Heinrich Franz’ın beklenmedik ölümü sarayın yarım kalmasına sebep olmuştur. Yapımı bitmemiş sarayı 1716 yılında Prens Fürst Adam Franz Karl von Schwarzenberg satın almış ve yapımı için mimarlar Johann Bernhard Fischer von Erlach ve Joseph Emanuel Fischer von Erlach adlı kardeşleri görevlendirmiştir.Saray ancak 1728 yılında bitirilebilinmiştir.
II. Dünya Savaşı’ın da saray düşen bombalar nedeni ile büyük hasara uğramış ama savaşın bitmesi ile tekrar eski haline kavuşmuştur.
Bugün sarayın bir bölümü 5 yıldızlı otel,bir başka bölümü de İsviçre Büyükelçiliği olarak kullanılmaktadır ve saray hala Schwarzenberg Ailesi’nin malıdır.
Stadtpark
Viyana Şehir Parkı (Almanca: "Wiener Stadtpark"), Avusturya'nın başkenti Viyana'da bulunan bir parktır. 65.000 m²’lik Stadtpark, Viyana'nın Landstrasse ile Innere Stadt ilçeleri arasında bulunmaktadır. Park, yerli ziyaretçiler dışında turistler tarafından da çokça ziyaret edilen bir mekandır.
Eski zamanlarda insanların buluşup şehrin ortasında yeşillikler içinde sohbet edebildikleri ve sevilen bir yer olan alan Viyana, eski Belediye Başkanı Andreas Zelinka tarafından desteklenmiş ve Londra’daki büyük park örnek alınarak Rudolph Siebeck tarafından planlanarak 21 Ağustos 1862’de bitirilmiş ve Viyana'nın halk için yapılan ilk parkı olmuştur.
Ortasından geçen Viyana Nehri nedeni ile iki parçadan oluşan Stadtpark, 1857’de eski ismi Karolin Köprüsü, 1918 yılından beri de yeni ismi Stadtpark Köprüsü ile birleştirilmiştir. 1903 ile 1907 yılları arasında ortasından geçen nehrin etrafı asimile edilerek görünüşü daha hoş bir hale sokulmuştur.
Parkın diğer bir özelliği de altından çıkan içmeler dolayısıyla 1865 ile 1867 yılları arasında Johann Garben tarafından suyun daha iyi kullanabilmesi için Rönesans tarzında bir Kür binası yapılmıştır. Aslında kür amaçlı yapılan bina 1868 yılında Johann Strauss II tarafından verilen konserle daha çok dans baloları ve konserler düzenlenir olmuştur.
Bugün eski şaşaalı dönemleri gibi olmasa da hala bu gibi eğlenceler düzenlenmektedir. Ayrıca büyük bir de kafeteryası vardır.
Stadtpark’ta Anton Bruckner, Johann Strauss II, Franz Schubert, Franz Lehár, Robert Stolz, Hans Makart gibi sanatçıların heykelleri de bulunmaktadır.
1863 yılında çocuklar için yapılan alanlar bugün modern ve güvenli oyun aletleri ile desteklenerek çocukların hizmetine sunulmuştur.
Libretto
Libretto, opera, operet, oratoryo, bale, müzikal, mask gibi müziksel sahne eserlerinin metinlerine verilen ad. Hıristiyan dinî ayinlerinde sesle şarkı şeklinde söylenen dua, ilahi, kantata vb. için yazılan metinlere de "libretto" denilmektedir.
Dilimize İtalyancadan giren sözcük Latince kitap anlamına gelen "libro" (kitap) sözcüğünden türetilmiştir. Ancak libretto ile konu özeti veya senaryo arasında fark vardır. "Libretto" sahnede kullanılan tüm sözcükleri ve sahne düzeni direktiflerini de kapsar; halbuki konu özeti sadece konu ile ilişkili metindir.
Operanın yaklaşık 1600'den itibaren gelişmesi içinde libretto edebi bir janr olarak şiirsel olarak yazılmıştır. Bu 19. yüzyıl ortalarına kadar değişmemiştir. 19. yüzyıl sonlarından itibaren bazı opera bestecileri müziği bestelemek için serbest vezinde şiir veya nesir librettolar kullanmışlardır. Örneğin, George Gershwin'in bestelemiş olduğu Porgy ve Bess adlı operada liberetto düz yazıdır. Opera' "Porgy" adlı nesirsel oyun yazarları "DuBose Hayward" ile "Dorothy Hatyward"'un nesir düz yazısına müzik eklemesiyle oluşturulmuştur. Bu opera içinde bazı şiirsel parçalar da bulunmakla beraber, liberetto, yani sahnede şarkı olarak söylenenler, genellikle nesirseldir.
Bir müziksel opera eserini sahnede yaratabilmek için libretto yazarı ile besteci arasında ilişkilerin değişik şekiller alması mümkün olup ilişkiler yüzyıllar içinde değişiklikler göstermiştir.
Genel olarak 17. ve 18. yüzyıllarda operalar, orotoryolar ve kantatalar için liberettolar çok kere besteciden ayrı olarak ünlü şair kişiler tarafından yazılmıştır. Pietro Trepoassi (1698-1782) "Metastasio" adı altında Avrupa'da çok ünlü bir libretto yazarıydı ve birçok değişik opera bestecisi için opera librettosu yazmıştır. Mozart'ın en ünlü üç operası için libretto yazmış olan Lorenzo di Ponte 18. yüzyılda birçok bestecinin opera eserinin librettosunu hazırlamıştır. 19. yüzyılda Eugène Scribe ise
Meyerbeer, Auber, Bellini, Donizetti, Rossini ve Verdi için librettolar yazmıştır. Fransız Henri Meilhac ve Ludovic Halévy ikilisi birçok libretto hazırlamışlar ve hazırladıkları opera ve operet librettolari Jacques Offenbach, Jules Massenet ve Georges Bizet tarafından bestelenmiştir. "Arrigo Boito", aralarinda Giuseppe Verdi ve Amilcare Ponchielli bulunan, besteciler için birçok libretto hazırlamakla yetinmemiş, kendisi 2 tane opera bestelemiştir.
Libretto her zaman bestelenen müzikten önce hazırlanmamıştır. Mikhail Glinka, Alexander Serov, Rimsky-Korsakov, Puccini ve Mascagni gibi besteciler ellerinde hiç yazılı metin olmadan müziksel pasajlar bestelemişler ve sonra bunların melodilerine uygun librettolar yazılmıştır.
Bazi besteciler kendi müzikleri için kendi librettolarını yazmışlardır. Bunlar arasında en ünlüsü kendine has bazı müziksel ve sosyal tezlerine uygun olmak üzere eser hazırlayan Richard Wagner'dir. Alman milliyetçiliği tezlerini savunan mitolojik konularda kendi opera ve müzik dramlarına kendi librettolarını yazmıştır.
Bazen liberetto yazarı ile besteci librettoyu ortaya çıkartmak için çok yakın işbirliği ile sanki ortak olarak hazırlanmıştır. Örneğin, besteci Rimsky-Korsakov ve libretto yazarı "Bel'sky" arasındaki yakin işbirliği sonucu tamamıyla orijinal bir eser ortaya çıkartılmıştır.
Liberetto ve opera bestesi hazırlaması devamlı birbirine uygun bir sekilde olarak gelişmemiştir. Bir konu seçildikten ve bu konu ile ilgili aksiyonlar bir senaryo şekle sokulduktan sonra ortaya çıkartılan librettolar ve besteler provalar ve ilk sahneleme tiyatrolarında uzaktaki tiyatrolarda denemeler sırasında devamlı değişmelere uğrama olasılığı göstermiştir. Bazan bu değişme prömiyer yapıldıktan sonra, bazen yıllar sonra, yapılmıştır. Örneğin Verdi'nin Don Carlos operası için çeşitli verziyonlar bulunmakta ve yapımcılara bunlar arasında seçim yapmak imkânları olmaktadir.
Opera sanatı İtalya'da doğmuş ve gelişmiş olduğu için genellikle 18. yüzyılın sonlarına kadar opera librettoları İtalyanca olarak yazılmaktaydı. 18. yüzyılda bu geleneğe karşı olarak ilk defa milli dille opera yazma uğraşları önem kazandı. Özellikle İngiltere'de Henry Purcell'in İngilizce operaları, Fransa'da daha önceden beri gelişen Fransızca librettolu operalar, Alman devletlerinde Singspiel ve ballad opera girişimleri ve Hamburg opera temsilleri, İspanya'da Zarzuela janrının geliştirilmesi milli dille liberetto yazımına başlangıç olmuştur. Özellikle Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Almanca opera libretto yazılmasına önem vermiş ve Mozart'ın Almanca operaları ve bunların popülerliği bu yönde büyük değişikliklere öncü olmuştur. 19. yüzyıl sonunda Rusca librettolu operalar bestelenmesi de bir libretto ve operada milli dil kullanılmasında büyük gelişmelere işaret etmiştir.
Diğer taraftan elde bulunan opera eserleri için librettonun asıl metninin yazılma dili ile sahnelenen opera eserinde kullanılan dil arasındaki fark sorunu için çeşitli değişik çözümler bulunmuştur.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, 1840'ta, Gaetano Donizettinin Belisario operası İstanbul'da sahnelenmek için Türkçeye çevrilmiş ve İstanbul'da İtalyan mimarı Bosco tarafından yeni yapılan tiyatro binasında oynanmıştır. Bu tiyatro |
1844'te Tütüncüoğlu Mikail Naum Efendi'ye devir edilmiş ve bu tiyatroda 1870'e kadar opera temsilleri verilmiştir. Cumhuriyet döneminde Ankara'da kurulan ilk devlet operası için prensip olarak çeviri opera librettosu kullanılması kararı uygulanmıştır. 1940'ta Ankara'daki konservatuvar öğrencilerinin ilk sahnelediği opera eseri olan Mozart'in Bastien ve Bastienne operası Türkçe libretto ile oynanmış ve bunu yine Türkçe çevirili libretto ile oynanan Pucinni'nin Madam Butterfly ve Tosca yapımları izlemiştir. 20. yüzyıl ünlü Türk opera şarkıcısı ve öğretmeni Saadet İkesus'un İtalyanca, Almanca ve İngilizce'den çevirdiği yaklaşık 50 opera arasında La Traviata, "Maça Kızı", Don Carlos, "Hansel ve Gretel", "Salome", Maskeli Balo, "Yevgeni Onegin", "Alayın kızı" operaları da bulunmaktadır.
Opera librettoları değişik şekillerde basılarak yayınlamaktadır. Bazılarının kapsamı diğerlerine göre daha geniştir. Metin - yani konuşma dialogları, şarkı sözleri ve (gerekirse) sahne direktifleri- genel olarak müzik notalarından ayrı ve değişik olarak basılmaktadır. Bazan, çok olasılıkla telif hakları dışında olan operalar için, bunların yanında önemli müziksel parçaların notaları da verilmektedir. Bir opera için verilen notalar ('score') libretto'nun tümünü kapsar. Ancak librettoda daha az sözcük bulunur, çünkü sahnede bazı sözcükler ve tümceler tekrarlanmakta ve böylece notalar daha geniş olmaktadır. Örneğin, Puccini'nin Turandot operasında ünlü aryası 'Nessun Dorme' nin librettoda "Tramontate, stelle! All'alba, vincerò!" (Siz yıldızlar solup yok olun; şafakta ben galip geleceğim) olarak basılan ilk mısrası, notalarda sahnede şarkıda söylendiği gibi "Tramontate, stelle! Tramontate, stelle! All'alba, vincerò! Vincerò! Vincerò!" olarak basılır.
Pan Arabizm
Pan Arabizm veya Pan Arapçılık, Arap halkları arasında birlik ve beraberlik hedefine sahip büyük oranda seküler ve sıklıkla sosyalist bir hareket. Genelde farklı, zengin ve çarpıcı bir Arap dili, tarihi ve kültürünün varlığından köken alır ve bu nedenle bir kültürel milliyetçilik biçimidir.
Pan Arabizm bugün Arap milliyetçiliği ve Batı karşıtlığı ile ilişkilendirilse de geçmişte kökeni Osmanlı Devleti'nin egemenliğindeki Arap halklarına kadar uzanır. Şerif Hüseyin ibn Ali, Mekke Şerifi Osmanlı Devleti idaresinden bağımsızlık istemekteydi, bu kişi Pan Arabizm söyleminin kurucusu sayılabilir. Yine de Pan Arabizm asıl gelişimini I. Dünya Savaşı sonrasında yaşamış, özellikle Batı mandacılığı gelişimini hızlandırmıştır. Bağımsız Arap devletlerinin kurulmasıyla beraber Arap birliği elde edilemeyince hareket "Arapların birlikte bir duruşu benimsemeleri ve ortak hareket etmeleri" amacına yakınlaşmıştır. Özellikle İsrail'e karşıtlık ile 1950-1960'larda yükselişe geçmiştir.
Pan Arabizm ile Pan İslamizm her ne kadar özellikle Batı'da halk tarafından yakın terimler olarak algılansa da, anlam, süreç ve amaç açısından tamamen farklı, hatta birçok noktada zıt iki ideolojidir. Pan Arabizm, Pan İslamizm'in tersine, dini temel ve amaçlara sahip değildir. Seküler bir hareket olarak kabul edilen Pan Arabizm'in ünlü düşünürlerin bir kısmı da Müslüman değildir. Ayrıca Pan Arabizm dini değil, kültürel ve milli değer ve unsurlara önem verir, bunlardan köken alır ki bu Pan İslamizm'in zıddıdır.
Bugün Suriye'de Baas Partisi hükumettedir ki bu parti Pan Arabizmi desteklemektedir. Yine eski Irak hükumeti de Baas Partisi'nin elindeydi. Pan Arabizm 1960' larda doruk noktasına ulaşmıştır. Fakat Altı Gün Savaşı ve Pan Arabist hükumetlerin ekonomik gelişmeyi sağlayamamaları harekete büyük bir darbe indirmiş daha sonra, 1980'lerin sonunda yükselen İslami ideolojilerle birlikte "Pan Arabizm" önemi yitirmiştir. Yine de, Arap entelektüel çevrelerin yanı sıra Arap halklarında ve Arap medyasında önemi hâlâ görülmektedir.
Ebu Leheb
Abduluzza bin Abdülmuttalib (Arapça: عبد العزى بن عبد المطلب d.563 - ö.624 ) veya Kur'an'da takılmış lakabıyla Ebû Leheb (Arapça: أبو لهب "Ateşin babası") İslam dininin peygamberi Muhammed'in on iki amcasından biridir. Yaşamında İslam'a ve Muhammed'e çok şiddetli muhalif bir tavır almıştır.
Müslümanlar tarafından verilen bir lakap olan Ebu Leheb, alevlerin ya da alevli ateşin babası anlamına gelir. Kıvılcım gibi parlak olduğu rivayet edilir. Muhammed'e hem gizli, hem de açık davet döneminde engel olmuştur. Yaptığı zulümlerden sonra kendisi ve eşi Ümmü Cemil hakkında Kur'an-ı Kerîm'in 111. sûresi olan Tebbet Sûresi'nde Ebu Leheb'e ve karısına beddua edilmiş ve sûrenin bu yüzden indirildiğine inanılmaktadır. Kur'an'da ismen beddua edilen kişilerden. Bedir Savaşı'ndan sonra ağır bir hastalıktan sonra ölmüş ve cesedi Kalib Kuyusu'na bırakılmıştır.
Kristal Elma
Kristal Elma, Türkiye'de yapılan önemli "Reklam Ödülleri" yarışmalarından biridir.
Her yıl "Reklamcılar Derneği" tarafından düzenlenen bu büyük organizasyonda birçok dalda reklam sektöründeki kişi ve kurumların başarılı çalışmaları ödüllendirilmektedir.
Feeding Frenzy 2
Sprout Games tarafından yapılan PopCap Games tarafından dağıtılan, balık yeme oyunudur. Küçük boyuta sahip olup, grafik ve sesleri yeterli düzeydedir.
Oyunun resmi sitesinde tanıtımı şöyle yapılmaktadır:
Sualtının eşsiz güzelliği, yeni ve canlı renkteki balıklar, toplam 60 bölüm ve geliştirilmiş grafikler. Balık yemek orijinal Feeding Frenzy oyunundan sonra hiç bu kadar zevkli olmamıştı.
Kendinizi Feeding Frenzy'de bol hareketli denizaltı maceralarına hazırlayın:
PopCap Games
Zar
Zar; çoğunlukla küp şeklinde, her bir yüzünde 1-6 arası rakamlardan birini temsil eden sayıda nokta bulunan, rastgele sayı üretmeye yarayan araç. Kemik, fildişi, plastik vb. maddelerden üretilir. Genellikle şans oyunlarında veya kura çekmek için kullanılır.
Standart bir zar 6 yüzlü olmakla birlikte daha fazla yüze sahip zarlar da vardır. Standart bir zarda iki karşı yüzdeki sayıların toplamı her zaman 7'ye eşittir. Örneğin; zarın 1'e denk gelen yüzünün karşı tarafı 6, 2'ye denk gelen yüzünün karşısı ise 5'tir.
Zar, bilinen en eski oyun aracıdır. Bilinen en eski zar, MÖ 3. binyıla ait, dört kenarlı piramit şeklinde bir Sümer zarıdır. Bu zar, tam bir set halinde bulunmuş en eski masaüstü oyunlarından biri olan "Ur" isimli kraliyet oyun setine aittir. Çin'de bulunan MÖ 600 yıllarına ait zarlar ile MÖ 2000 yıllarına ait antik Mısır zarları ise modern standart zar ile hemen hemen aynıdır. Zarlardan bahseden en eski yazılı kayıt ise günümüzden yaklaşık 2 bin yıl öncesine ait Sanskrit destanı Mahabharata'dır.
6 yüzlü standart bir zarda her bir yüzün gelme olasılığı 1/6'dır (%16,67).
Ancak pek çok oyunda iki zar birlikte kullanılır. İki zarın kombinasyonları tek zara göre çok daha karmaşıktır:
Yukarıdaki tabloda da görüleceği üzere iki zarın toplamının 7 olma olasılığı diğer tüm toplamlardan fazladır. En düşük ihtimale sahip zar toplamları ise 2 ve 12'dir. Burada dikkat edilmesi gereken 7 değerini veren belirli bir kombinasyonun gelmesi olasılığın değil, toplamda 7 gelmesi olasılığının yüksek olduğudur. Aksi takdirde örneğin 6+1 gelmesi olasılığı ile 3+1 gelmesi olasılığı aynıdır (2/36). Aşağıdaki tabloda toplam zar değerlerinin gelme olasılıkları gösterilmiştir:
Çeşitli yöntemlerle hileli zar (arzu edilen bir sonucu veren zar) elde edilebilir. Bir zarın yüzünü aşındırmak, köşelerini kırmak veya dolgu maddesinin
ağırlığını değiştirmek zar olasılıkları değiştirilebilir. Manyetik bir özelliğe sahip zarlar da bu kategoriye girer.
Elitizm
Elitizm (veya seçkincilik), bir elitin veya bir azınlığın yönetmesi gerektiğine inanma veya yönetim işinin bir elit veya azınlık tarafından yapılması anlamına gelir. Siyaset teorisinde üç tür elitizmden söz edilebilir: Normatif elitizme göre, elit yönetimi arzuya şayandır; zira, yönetim en akıllıların veya en iyilerin elinde olmalıdır.
Bu görüşün en tipik temsilcisi filozof kralların iktidarda olmasını isteyen Platon'dur (MÖ 427-347). Klasik elitizm, bir reçete sunmaktan ziyade bir olguyu tespit iddiasıyla elit yönetiminin toplumsal hayatın kaçınılmaz ve değiştirilemez bir gerçeği olduğunu ileri sürer. Vilfredo Pareto (1848-1923), Gaetano Mosca (1857-1941) ve Robert Michels (1876-1936) klasik elitizmin belli başlı teorisyenleridir.
Modern elitizm, klasik elitizm gibi empirik temelli olmakla birlikte, elit oluşumunu/yönetimini toplumun kaçınılmaz yapısından ziyade belirli ekonomik ve siyasal yapılara bağlamaktadır. "Plüralist", "rekabetçi" veya "demokratik" sıfatlarıyla da anılan modern elitizm modern elitlerin insicamlı ve birleşik bir bütün olmaktan ziyade çeşitli hatlar boyunca parçalanmış olduğunu ve parçalar arasındaki rekabetin elitlere dahil olmayan kişi ve grupların da demokratik politikada etkili olmalarına fırsat sağlayabileceğini savunur.
İTunes
"iTunes Store ile karıştırılmamalı."
iTunes Apple şirketinin ürettiği, Mac OS X, Windows 2000, Windows XP, Windows Vista ve Windows 8 altında çalışabilen ücretsiz bir film ve müzik oynatıcı, Ortam oynatıcısı, İnternet radyosudur. 9 Ocak 2001 yılında sunulmuştur. C++ dilinde yaratılmıştır. Müzik oynatmaktan, arşiv organize etmeye, hatta film ve müzik satın almaya kadar pek çok özelliği vardır. MacOS ve Microsoft Windows işletim sistemlerini çalıştıran kişisel bilgisayarlarda dijital müzik ve video indirme işlemlerini (ayrıca iTunes Store'de bulunan diğer medya türlerini) yürütmek, müzik indirmek ve düzenlemek için kullanılır.sayar Mac OS 9 için 2.0.4 sürümünden itibaren geliştirilmesi durdurulmuştur. iTunes Store, iPhone, iPad ve iPod Touch'da da mevcuttur.
iTunes ayrıca iPhoto, iDVD, iWeb, iMovie ve GarageBand' dan oluşan iLife konseptinin bir parçası olmuştur. iLife '06 iTunes'i içeren son sürüm oldu ve bundan sonra iLife'den ayrılarak özgür yazılım oldu. Diğer iLife yazılımlarının aksine iTunes ücretsizdir ve Windows platformunda da kullanılabilmektedir. iTunes ve iTunes Storede hesap açma için sadece Apple ID gereklidir.
iTunes Store aracılığıyla kullanıcılar bazı ülkelerde müzik, müzik videoları, televizyon şovları, sesli kitaplar, podcast'ler, filmler ve film |
kiralama satın alabilir ve indirebilir, zil seslerini iPhone ve iPod Touch'da (dördüncü nesil) bulabilirler. IPhone, iPad ve iPod Touch için uygulama yazılımı App Store'dan indirilebilir. iTunes 12.5, iTunes'in en yeni ana sürümüdür ve Mac OS X v10.9.5 veya daha yenisi ve Windows 7 veya daha yenisi için kullanılabilir; 13 Eylül 2016'da serbest bırakıldı. ITunes 12.2, Beats1 radyo istasyonuyla birlikte uygulamaya Apple Music'i ekledi ve iTunes 12.5, Apple Müzik arayüzünü geliştirdi.
iTunes ile yapılabilecekler, her şeyden önce müzik dinlemek ve dinlenen müzikleri düzenlemek, sıralamak, gruplamak, VIA ağından Bonjour ile paylaşmak, ve müzik CD'leri veya DVD leri yakmak ve bunlar için kapaklar basmak olarak özetlenebilir. 4.9 sürümünden beri Podcast'lara ücretsiz abone olmak ve bunları yönetmek de mümkündür.
Bunun dışında, kişisel arşivinizdeki müzik dosyalarının çeşitli bilgileri (örneğin, MP3 dosyalarında ID3-Tagları) düzenleyebilmenizi saglar. Böylece arşivinizi dilediğiniz gibi sıralayabilir veya filtreleyebilirsiniz. Buna bağlı olan bir özelliği de "akıllı oynatma listeleri" adı verilen (ingl. "smart playlists")'dir. Bir akıllı oynatma listesi, benzer kriterlere sahip olan müzikleri gruplayabilir. Bunun yanında iTunes bir gerçek zamanlı arama özelliği sunar. Böylece arama sonuçları siz daha verileri girerken görünmeye başlar.
iTunes Müzik Mağazası ile olan dahili bağlantıları, internet üzerinden tek tıklama ile müzik ve videolara önizleme yapılabilmesini ve satın alınabilmesini saglar.
Ayrıca, korumalı AAC-Formatında satın alınmış olanlar dışındaki müziklerin formatını değistirebilir.
iTunes, Apple iPod için standard müzik yöneticisi olarak tasarlandı. Her ne kadar Apple iPod ile birlikte iTunes'in kullanılmasını tavsiye etse de, başka pek çok yazılım da aynı iş için sorunsuz biçimde kullanılabilir.
2005 yılı eylül ayının sonlarına doğru Motorola Rokr (iTunes phone) piyasaya sürüldü. Bu telefon iTunes tarafından oynatıcı olarak tanınan ilk cep telefonuydu. Ortalama 100 adet parçayı, iPod'a benzer bir yazılım aracılığı ile kullanabilir.
Apple, Bill Kincaid tarafından geliştirilen ve Casady & Greene tarafından 1999'da yayımlanan bir program olan SoundJam MP'de iTunes'un ilk sürümünü temel aldı. Apple, bu programı Casady & Greene'den 2000'de satın aldı. Satın alma sırasında, Kincaid, Jeff Robbin ve Dave Heller, Casady & Greene'den ayrılıp Apple'nin çalışanları olarak programın geliştirilmesine devam ettiler. Apple'da geliştiriciler, SoundJam'in kullanıcı arayüzünü basitleştirdi, CD'leri yazma yeteneğini ekledi, programın kayıt özelliğini ve cilt desteğini kaldırdı.
Apple, programının 1.0 sürümünü 9 Ocak 2001'de Macworld San Francisco'da "iTunes" adında yeni bir sürümle yayınladı. Macintosh kullanıcıları iTunes'un kaynak çatalıyla uğraşmaya başladılar ve burada birçok dizeyi keşfediyorlardı. Bu, iTunes'in yeniden tasarlanmış Ses Jam MP'si olduğunu belirtti. Casady & Greene, SoundJam MP'nin geliştiricilerin talebi üzerine 1 Haziran 2001'de dağıtımını durdurdu. Esasen Mac OS 9'a yönelik bir uygulama olan iTunes, 23 Ekim 2001'de 2.0 sürümü ile Mac OS X'i desteklemeye başladı. Sürüm 2.0 aynı zamanda yeni bir ürüne olan iPod'u destekledi. 3. Sürüm 17 Temmuz 2002 yılında sunuldu, Mac OS 9 desteğini düşürdü, ancak akıllı çalma listeleri ve derecelendirme sistemi eklendi. 28 Nisan 2003'te sürüm 4.0 çıktı ve iTunes Store'ni tanıttı; Ekim ayında, Microsoft Windows 2000 ve Windows XP için 4.1 sürümü desteği eklendi. Yeni iPod Shuffle ile Macworld 2005'te tanıtılan Version 4.7.1, yüksek bit hızındaki şarkıları 128kbit / s AAC'ye otomatik olarak dönüştürme yeteneğini tanıttı. Bu cihazlar, AIFF veya Apple Lossless formatlarında kodlanmış sesleri doğal olarak desteklemediğinden, ayrıca Shuffle'ın sınırlı flaşlı saklama alanının değer teklifini de geliştiriyor.
7 Eylül 2005 yılında Sürüm 5, kısa süre sonra 12 Ekimde Sürüm 6 sunuldu. Sürüm 7.0, 12 Eylül 2006'da aralıksız oynatma ve Cover Flow'ı tanıttı. Mart 2007'de, iTunes 7.1, Windows Vista için destek ekledi ve 7.3.2, son kez Windows 2000 sürümünde oldu. ITunes, 16 Ocak 2008'de 7.6 güncellemesine kadar Windows 64-bit sürümleri için destek bulmuyordu. ITunes, halen Windows çalıştıran herhangi bir 64-bit sürümü altında desteklenmekte idi, ancak iTunesin çalıştırılabilir dosyası hala 12.1 sürümüne kadar 32-bit idi. Windows XP ve Windows Server 2003'ün 64 bit sürümleri Apple tarafından desteklenmemektedir, ancak her iki işletim sistemi için bir geçici çözüm geliştirilmiştir. Sürüm 8.0 9 Eylül 2008 yılında geldi, Genius çalma listelerini, tablo görünümünü ve yeni bir varsayılan görselleştirici ekledi. ITunes 9 versiyonu 9 Eylül 2009 yılında kullanıma verildi, satın alınan öğelerin aynı alt ağ üzerindeki diğer bilgisayarlarda otomatik olarak güncellenmesini sağlayan "Ev Paylaşımı" nı ekledi ve yeni bir iTunes Store kullanıcı arayüzü sunmaktadır. Genius Mix'ler yanı sıra geliştirilmiş Uygulama senkronizasyon yetenekleri eklendi ve iPod Shuffle 128 kbit / s aşağı dönüştürme özelliği Apple'nin AAC özellikli tüm cihazlarına genişletildi. Ayrıca mağazaya iTunes LP'ler ekliyor ve bu da bir albümle ek medya imkânı sağlıyor. Apple ayrıca, DVD ve Blu-ray disklerdeki filmler için ayrılan içeriği ekleyen mağazaya "iTunes Ekstraları" ekledi.
Hem iTunes LP'leri, hem de Ekstralar HTML, JavaScript ve CSS web standartlarını kullanıyor. 1 Eylül 2010'da Apple, yıllık bir müzik basın etkinliğini düzenleyerek güncellenmiş bir sürümünü açtı: iTunes 10. Yeni sürüm daha sonra indirilebilir. Bir önemli özellik iTunes deneyimine toplumsal bir faktör getiren "iTunes Ping" in entegrasyonunu içerir. Apple CEO'su Steve Jobs, iTunes dijital indirmelerinin giderek artan popülaritesi nedeniyle arka planda CD olmayan yeni bir logo da duyurdu. Ekim 2012'de Apple, iPhone 5 ve iPad Mini'nin tanıtımını, iPod ve Mac satırlarının yenilenmesini ve iTunes'un gelecek sürüm 11'i duyurdu. Ekim ayı sonuna kadar piyasaya sürülmesi planlanan başlatma, 29 Kasım 2012-ye kadar geriye itildi. Bu sürüm, iCloud ile daha sıkı entegrasyon ve yeni bir kullanıcı arabirimi içeriyordu. Kullanıcıların kütüphaneleri, artık iCloud hesabında depoladıkları tüm medyaları ve kullandıkları aygıta özgü herhangi bir medyayı içeriyor. Bulutta depolanan medya dosyaları oynatılmadan önce indirilmesi gerekmemekte ve artan disk kullanımı olmadan daha geniş bir koleksiyona erişilebilmektedir. Yeni kullanıcı arabirimi, Cover Flow'ı varsayılan yerleşim yöntemi olarak değiştiren yenilenmiş bir ızgara görünümünü içerir. Bu değişiklikle Cover Flow artık uygulama içinde mevcut değildir. Bu yazılımın piyasaya sürülmesiyle, iTunes Store, yeni arayüz ve iOS cihazlarında mevcut mağazalarla uyumlu kalacak şekilde yeniden tasarlandı. Ping sosyal öğesi de kaldırıldı ve Twitter ve Facebook entegrasyonunda artış oldu. Diğer küçük değişiklikler arasında, kenar çubuğunun varsayılan olarak devre dışı bırakılması ve simgenin Mac App Store ile daha uyumlu hale getirilmesi de vardı. 16 Kasım 2014'te Apple, OS X Yosemite'den ilham alarak yeniden tasarlanmış bir simge ve arayüzle iTunes 12'yi piyasaya sundu. ITunes 12.1 ve üstü ile, kullanıcının ne oynadığını, ilerlemeyi atladığını ve hatta iTunes Radyo'dan, doğrudan bildirim merkezinden şarkıları satın almasını sağlayan yeni bir pencere aracı, OS X Yosemite'deki bildirim merkezi var. Ayrıca, bir iOS cihazına senkronizasyon yaparken performansı artırır. ITunes, müzik endüstrisinde hızlanan kaymalarla alakalıdır.
Mac bilgisayarlarında bunlar gereklidir:
Donanım
Yazılım
Windows için Sistem gereksinimleri bunlardır:
Donanım
Yazılım
iTunes, Windows 10 ile çalışsa da, Windows 7 sürümü Windows 8.1 veya Windows 10'a güncellendiğinde bir sorun var. Güncellemenin ardından iPhone / iPad / iPod USB sürücüsü devre dışı bırakıldı. Genellikle tek çözüm, Windows'u temiz bir şekilde yüklemektir.
Farklı OS X ve Microsoft Windows sürümleri İtunesin bu versiyonlarını destekler:
ITunes, Apple'nin QuickTime medya çerçevesi için bir ön uç görevi görür. Resmi olarak, bir iPod, iPhone veya iPad'in ses verilerini yönetmek için alternatif yazılımlar olmasına rağmen gereklidir. Kullanıcılar, müziklerini bir veya daha fazla kütüphane içerisinde çalma listelerine dahil edebilir, dosya bilgilerini düzenleyebilir, Kompakt Diskleri kaydedebilir, dosyaları dijital ses çalara kopyalayabilir, dahili müzik mağazasından (iTunes Store) müzik ve video satın alabilir veya Podcast'lari ücretsiz indire, şarkıları bir CD veya DVD'ye yedekleye, müzik zamanında grafik efektleri görüntülemek için bir görselleştirici çalıştıra ve müziği bir dizi farklı ses biçiminde kodlayabilirler. Ek olarak, kullanıcılar kitaplıklarına PDF dosyaları ekleyebiliyorlar. PDF'ler, normal iPod haricinde birkaç cihazla senkronize edilebilir ve bunlarla ilgili okunabilir. ITunes 8.0 Tercihler penceresinde çeşitli seçeneklerin kaldırıldığını gördü. Örneğin, iTunes bir keresinde seçilen şarkının başlığı, sanatçısı, albümü ve türün yanındaki okları görüntülemek için kullanıcılara seçenekler verdi
iTunes, kullanıcılara bir şarkının özniteliklerine erişmesine ve bunları düzenlemesine olanak tanıyan sanal bir kütüphane oluşturarak şarkıyı takip eder. Meta veri olarak bilinen bu nitelikler, tescilli bir dosya biçimini ("ITL") kullanan iTunes Kitaplığı isimli bir ikili kitaplık dosyasında saklanır. Ses biçimi etiket özelliklerinden (örneğin ID3 etiketi) sanatçı ve tür gibi bilgileri önbelleğe alır, oyun ve beğenilme gibi iTunes'a özgü bilgileri depolar. ITunes genellikle kütüphane verilerini yalnızca bu dosyadan okur. Kullanıcılar bir tercihi etkinleştirirse, ikinci bir dosya da oluşturulabilir; iTunes'daki bilgiler değiştirildiğinde, iTunes Music Library.xml dosyası yenilenir. Üçüncü taraf uygulamalarının kütüphane bilgilerine erişmesine izin veren bir XML biçimi kullanır (oynatma sayısı, son oynatılan tarih ve derecelendirme, bunlar ID3v2.3 biçiminde standart alanlar değildir). Apple'nin kendi iDVD, iMovie ve iPhoto uygulamaları kitaplığa erişir. İlk dosya var, ancak sıfır uzunluğa |
getirilmesi gibi bozuksa, iTunes dosyayı XML dosyasından yeniden oluşturmaya çalışacaktır. Buna ilişkin ayrıntılı üçüncü taraf talimatları başka yerde belgelenmiştir. ITunes 10.5.3 ile başlayarak, bu davranış, veritabanı bozulduğunda veritabanını yeniden oluşturmak için XML dosyasının otomatik olarak okunmadığı şekilde değiştirildi. Bunun yerine, kullanıcı Dosya> Kitaplık> İçe Aktar Çalma Listesinden iTunes Library.xml dosyasını yüklemelidir. iTunes'in kütüphanedeki gerçek dosyalardaki değişiklikleri otomatik olarak izlemediği de kaydedildi. Bir dosya taşınır veya silinirse, iTunes kitaplık girişinin yanında bir ünlem işareti görüntüler ve kullanıcı kitaplık kaydını manuel olarak değiştirmelidir. Birkaç üçüncü parti araç Video oyunu geliştiricisi bu soruna hitap ediyor. ITunes, CD'lerden riplemeyi (kopyalama) destekliyor, ancak DVD'lerden değil. Bununla birlikte, Apple ve seçilen film stüdyoları, 2008 yılında, bazı DVD'lerde seçkin filmler için kopya koruyan ve iTunes uyumlu bir dosya sağlayan bir bonus özelliği olan "iTunes Dijital Kopyasını" tanıttı
iTunes, MP3, AIFF, WAV, MPEG-4, AAC ve Apple Lossless (.m4a) arasında okuma, yazma ve dönüştürme yapabilir. iTunes, iTunes Store ve Audible sesli kitaplarındaki Korumalı AAC (FairPlay) dosyaları da dahil olmak üzere, QuickTime'nin oynatabileceği tüm ses dosyalarını (ayrıca bazı video formatlarını) da oynatabilir. Etiket düzenleme ve albüm kaplaması QuickTime değil iTunes'da yapıldığı için bu özellikler bu QuickTime bileşenleri ile çalışmaz. Snow Leopard'dan itibaren, iTunes 9 (Mac) HE-AAC / AAC + internet akışlarını oynatacaktır. iTunes'un en son sürümü (Win / Mac), iTunes'un desteklediği standart ses dosyası formatlarından (AIFF, WAV, Apple Lossless, AAC, MP3) herhangi birini kullanarak ses CD'lerini içe aktarmayı destekler; AAC ve MP3 sabit bit hızı (CBR) veya değişken ikil oranı (VBR) kodlama ile kullanılabilir. ITunes'in Windows sürümü, DRM içermeyen Windows Media Audio'yı (sürüm 9 dahil) otomatik olarak diğer ses formatlarına aktarabilir, ancak WMA dosyalarının oynatılmasını desteklemez ve DRM korumalı WMA dosyalarını kodlar transaksiyonuna sokmaz. Telestream, korumasız Windows Media dosyalarının oynatılmasını sağlamak için QuickTime'in Mac kullanıcıları için ücretsiz codec sağlar. Bu codec bileşenleri Microsoft tarafından önerilir. CD'leri iTunes kütüphanesine aktarmaya ek olarak, kullanıcılar dijital ses dosyalarını iTunes'un desteklediği herhangi bir formattan başka kaynaklardan da içe aktarabilir. Bu dosyayı sağa tıklatıp açmayı seçtikten sonra iTunes'u seçerek veya dosyayı açık iTunes penceresine sürükleyerek gerçekleştirilebilir. Alternatif olarak Amazon.com MP3 dosyaları için Amazon MP3 Downloader uygulaması dosyaları otomatik olarak iTunes arşivine alacaktır.
MP3 dosyaları için iTunes, varsayılan olarak UCS-2 kodlamasını kullanarak ID3v2.2'deki etiketleri yazar, ancak bunları ID3v2.3 (UCS-2 kodlaması) ve ID3v2.4'e (UTF-8 kodlamayı kullanır) dönüştürür. "Gelişmiş"> "ID3 Etiketlerini Dönüştür" araç çubuğu menüsüyle mümkündür. Hem ID3v2.x hem de ID3v1.x etiketleri bir dosyadaysa iTunes, ID3v1.x etiketlerini yoksayar. Gelişmiş Ses Kodlaması ve Apple Kayıpsız dosyaları, "atomlar" olarak adlandırılan MPEG-4 Part 14 konteynerinde depolanan Unicode meta verilerini destekler. iTunes, ses CD'leri için parça ad listeleri sağlamak için Gracenote interaktif ses CD'si veritabanını kullanır. Hizmet bilgisayara bir CD yerleştirildiğinde ve bir İnternet bağlantısı mevcut olduğunda etkinleştirilecek şekilde ayarlanabilir. İnternet'e bağlı değilken iTunes'e ithal edilen albümlerin parça adları daha sonraki bir bağlantı sırasında manuel olarak alınabilir. Dosya meta verileri bit sayısı, besteci, tarih eklendisi, değiştirilen tarih, disk numarası, tür, son oynanan, son atlanan, oynat, satın alma tarihi, boyutu, skip, saat, parça numarası, yıl ve birkaç alanlar dahil sütunlar halinde görüntülenir. Açıklama, tür ve derecelendirme gibi kullanıcılar tarafından sağlanabilir. Şarkıyla yüklenmeyen veya bir kullanıcı tarafından eklenmeyen meta veri alanları boş kalır. ITunes, iTunes mağazasından satın alınan şarkılarda Açık veya Temiz etiketi görüntülemek için özel bir ID3 etiketini kullanıyor. Çoğu diğer etiketten farklı olarak, etiketi iTunes'da değiştirilemez. Üçüncü taraf yazılımdaki AAC dosyalarına değiştirilebilir veya eklenebilir.
ITunes 8'de tanıtılan Genius (Dâhi) özelliği, otomatik olarak kullanıcının arşivinden seçilen şarkıyla benzer bir şarkı çalma listesi oluşturan önerici sistemdir. Genius çalma listeleri, derecelendirme sistemi ve ortak işbirlikçi filtreleme yoluyla oluşturulur. Kullanıcı kütüphanesi hakkındaki bilgiler ilk olarak Apple'nin veri tabanına anonim olarak gönderilmesi gerektiği için iTunes Store hesabı gereklidir. Algoritmalar, diğer kullanıcıların kütüphanelerine dayanarak hangi şarkıların çalınacağını belirler ve Genius, daha büyük bir veri kümesi göz önüne alındığında daha akıllı hale gelir. Ortaya çıkan Genius çalma listesi 25, 50, 75 veya 100 şarkı içerebilir ve yeni sonuçlar almak için yenilenebilir veya kaydedilebilir. Genius iTunes'da aktif hale geldikten sonra, iPod Classic, iPod Nano, iPod Touch veya iPhone'un şu anki nesillerinde kullanılabilir. ITunes 9, Genius yazılımına benzer müzik bulması ve bunları otomatik olarak karışımlara koyduğu Genius Karışımları ekledi. ITunes Genius, seçilen tek bir şarkıyı temel alarak kullanıcının mevcut iTunes arşivinden çalma listeleri oluşturur. Genius Mixs, müzik türüne dayalı çalma listeleri oluşturur.
Arşiv paylaşmanın bir yolu şebeke paylaşımı olarak bilinen şebeke üzerindedir. Bir kullanıcının iTunes Kitaplığı, bu amaçla Apple tarafından hazırlanmış kapalı, tescilli Dijital Ses Erişim Protokolü'nü (DAAP) kullanarak yerel bir ağ üzerinden paylaşılabilir. DAAP, Apple'nin Zeroconf açık ağ standardının uygulanması olan Bonjour ağ hizmeti bulma çerçevesine güveniyor. Apple DAAP spesifikasyonunu halka açık hale getirmemiş, yalnızca Roku gibi üçüncü parti lisans sahiplerine yaptırmıştır. Bununla birlikte, protokol ters mühendislik işlemine tabi tutuldu ve artık Apple dışı yazılımlardan (çoğunlukla Linux platformunda) ses akışı için kullanılmaktadır.
DAAP, aynı alt ağ içindeki paylaşılan şarkı listelerinin otomatik olarak algılanmasını sağlar. Bir şarkı paylaşıldığında, iTunes, şarkı akışı gerçekleştirebilir, ancak yetkisiz kopyalamayı önlemek için onu yerel sabit sürücüye kaydetmez. Korumalı AAC biçimindeki şarkılara da erişilebilir, ancak kimlik doğrulama gereklidir. Tek bir kullanıcıya her 24 saatte bir maksimum beş kullanıcı bağlanabilir. Bir paylaşılan kütüphaneyi bir ağ üzerinden izlerken iTunes kullanıcılarının normalde "Kapak Akışı" dahil olmak üzere birden çok alternatif "Görünüm" seçeneği devre dışı bırakılmıştır. Ucuz aktarım hizmetlerinin gelmesinden önceki dönemde yerel ağ akışı, kendi bilgisayarlarını yerel bir ağa bağlayan üniversite öğrencileri gibi kullanıcı grupları arasında popüler bir özellikti. Kullanıcıların uzak paylaşılan şarkı kitaplıklarının IP adreslerini belirleyerek kendi alt ağına ek olarak, internet üzerinden herhangi bir yere paylaşılan müziğe serbestçe erişebildiği Kütüphane paylaşımı iTunes 4.0 ile tanıtıldı. Apple, kullanıcıların Son kullanıcı lisans anlaşmasını ihlal ettiğini iddia ederek, bu özelliği sürümü 4.0.1 ile hızla kaldırdı.
iTunes 7.0 sürümü ile Apple DAAP uygulamasını değiştirdi. Bu değişiklik, Linux çalıştıran bir bilgisayar, değiştirilmiş bir Xbox veya iTunes yüklü olmayan herhangi bir bilgisayar gibi herhangi bir üçüncü taraf müşteriyi, uzak bir iTunes deposuna bağlanmağı engeller. iTunes yine de diğer iTunes sunucularına ve üçüncü taraf sunuculara bir istemci olarak bağlanacaktır. ITunes arşivleri "Ev Paylaşımı" seçeneğini kullanarak da paylaşılabilir. Bu seçenek, kullanıcılara video ve ses dosyalarını uygulama aracılığıyla paylaşmalarını sağlar. Bu, kullanıcılara daha önce sahip olmayan öğeleri de aramasına olanak tanır. Ağ paylaşımı gibi, kullanıcılara aynı ağı kullanarak beş bilgisayara kadar paylaşmalarına olanak tanır. Medya daha sonra herhangi bir iPod veya iPad'e aktarılabilir. Ev paylaşımını ayarlamak için, kullanılan iki bilgisayar aynı ağda olmalı ve aynı Apple kimliğini kullanarak kurulmalıdır. Müzik dosyalarını paylaşmanın bir başka seçeneği ise CD yazmaktır. Bunu yapmak için kullanıcıya, paylaşmak istediği şarkılarla bir çalma listesi oluşturması gerekir. Çalma listesi yaklaşık yirmi şarkıyı aşarsa, muhtemelen birden fazla CD yapmak zorunda kalacaklardır. Disk sürücüsüne bir disk taktığınızda, pencerenin altındaki bir düğme, disk yazma seçeneğini vermelidir. Dosyalar otomatik olarak diske indirilir, başka bir bilgisayara yüklenebilir veya kullanıcının bilgisayarına yedek olarak kaydedilebilir.
iTunes, kullanıcılara koleksiyonlarını kategorize etmenin farklı yollarını seçmesine ve seçime göre içeriği görüntülemesine olanak tanır. Varsayılan ayarlar, müzik koleksiyonunu albüm sırasına göre sıralar ve iPad Müzik uygulamasına benzer bir ızgarada (iOS 3.1-6.1.3, 8.4) düzenleyerek gösterir. Seçildiğinde, albümler aşağı doğru uzanır, içerikleri gösterilir ve kullanıcılara mağazaya eksik veya ilgili içerik taramasına izin verilir. İçerik listeleri albüm kapağının baskın rengine bağlı olarak temeldir. Film ve televizyon şovları, afişleri veya resimleri bir ızgarada düzenlenerek aynı şekilde düzenlenir. Kullanıcılar dönüşümlü olarak müzik koleksiyonunu her şarkının türüne göre veya sanatçı listesine göre düzenleyebilir. Bunlar ayrıntıları bir liste yapısında gösterir, ancak son ikisi, gezinmeye yardım etmek için küçük resim olarak albüm kapak resmi içerir. Öğeler albüm adına otomatik olarak alfabetik olarak düzenlenir, ancak kullanıcılar şarkı listesi seçeneğini kullanırlarsa bunu yeniden düzenleyebilir. İTunes 11, önceden kullanıcıya müzik koleksiyonu için varsayılan görüntüleme yöntemini olan Kapak Akışı seçeneğini kaldırır. Ayrıca, içeriği pencerenin genişliğine yaymaya odaklanan kenar çubuğunu varsayılan olarak devre dışı bırakır. Durum çubuğ |
u varsayılan olarak devre dışıdır. Bunların her ikisi de kullanıcı tarafından yeniden etkinleştirilebilir. Kenar çubuğu tasarımı biraz değiştirildi, iTunes 10'da çıkarılan renkli simgeleri geri kazandı. Kenar çubuğu etkinleştirilmediğinde, kullanıcılar kontrol düğmelerinin altındaki bir açılır menü kullanarak ortam kütüphaneleri arasında gezinebilirler.
Statik çalma listesi (playlist) desteğine ek olarak, iTunes sürüm 3 akıllı çalma listelerine destek sağladı. Akıllı çalma listeleri özelleştirilmiş bir seçim kriteri listesine dayalı olarak kitaplığı otomatik olarak filtrelemek üzere ayarlanabilen çalma listeleridir. Akıllı çalma listesini yönetmek için birden fazla kriter girilebilir. Kullanıcının kütüphanesine eklenen bazı otomatik akıllı çalma listeleri arasında En Çok Beğenilenler, En Son Oynatılanlar, Son Eklenenler, En Çok Oylananlar, Müzik Videoları, Klasik Müzik, Satın Alınan Müzik ve 90'ların Müzikleri bulunmaktadır. Akıllı Oynatma Listeleri oluştururken, kullanıcılar şarkının hangi türe dayalı olmasını, belirli türler ve sanatçılar içermesini veya içermemesini istiyorlarsa, şarkıların albüm resmi, eklenmiş tarih bilgisi vb olup olmadığını seçmesi gerekir. Örneğin, ülke müziği, belirli bir ay veya yıl eklenen şarkılar veya bir sanatçı gibi bir tür. Kullanıcı ayrıca çalma listesinde istedikleri şarkı miktarını sınırlayabilir veya sınırsız olarak bırakabilir. Canlı Güncelleme seçeneği, kitaplıklarındaki değişiklikler doğrultusunda yeni oynatma listesini otomatik olarak güncelleştirecek.
ITunes 4.5'te tanıtılan "Party Shuffle" çalma listesi basit bir DJ yardımcısı olarak tasarlandı. Varsayılan olarak parçaları diğer çalma listelerinden veya kütüphaneden rastgele seçer, ancak kullanıcılar parçaları otomatik olarak silip parça seçerek geçersiz kılabilir (iTunes bunları değiştirmek için yenilerini seçecektir) veya kendisi sürükleyip bırakma veya içerik menüsüyle kendi parçalarını ekleyerek geçersiz kılabilir. Bu, aynı meta-oynatma listesinde önceden seçilmiş ve rastgele parçaların bir karışımını sağlar. "Party Shuffle"'nin çizdiği çalma listesi, bilgisayar kullanıcısı tarafından anında değiştirilebilir, ancak bunu yapmak rastgele seçilen tüm parçaların kaybolmasına ve değiştirilmesine neden olur. Party Shuffle, iTunes 8'de iTunes DJ olarak değiştirildi. ITunes 8.1'e güncellendiğinde, iTunes DJ'e pek çok özellik eklendi. IPhone ve iPod Touch için ücretsiz olan Apple Uzaktan uygulama da, kullanıcı bir Wi-Fi ağına bağlandığında ayarlar ekranında yeni bir iTunes DJ seçeneği ekleyen anda güncellendi ve ana bilgisayarda iTunes DJ'de yeni bir şarkı istek özelliği etkinleştirildi. Şarkı isteği özelliğiyle birlikte sıradaki şarkılara oylama eklendiğinde, bir şarkının ne kadar yüksek oylayacağını oylayacak ve o kadar çabuk oynanacak. Şarkı oynamak yalnızca şarkıyı talep ettiğinde ve iki şekilde kullanılabilir: Birincisi iTunes'deki ana bilgisayarın iTunes DJ kuyruğundaki bir şarkıyı sağ tıklatarak, ikincisi, bir konuk tarafından veya tam oynatma listesi bölümündeki ana bilgisayar tarafından iTunes'in DJ seçeneğine bağlı Uzak uygulama eterinde bulunarak. Şarkı isteme etkinleştirildiğinde, iTunes DJ'ye bağlanmak için kullanılan düğmede ana bilgisayarın paylaşılan kitaplık adının altında özelleştirilebilir bir karşılama mesajı görüntülenir. Çalma listeleri rastgele veya sırayla (Dizi) çalınabilir. Karıştırma algoritmasının rastgeleliği, aynı albüme veya sanatçıya sırayla dizilmiş birden çok parçanın çalınması için (iTunes 5.0'da tanıtılan ve daha sonra iTunes 8.0'da durdurulan bir özellik) önyargılanabilir. ITunes DJ ayrıca, daha yüksek bir yıldız derecesine sahip parçaları seçmek için önyargılar oluşturabilir. ITunes 11'in piyasaya sürülmesiyle, iTunes DJ özelliği "Up Next" özelliği lehine kaldırıldı. Bu, kullanıcıların koleksiyonundan bir şarkıyı daha sonra çalması, şarkıların çalınacak bir kuyruğa eklenmesi veya daha önce çalınan parçaların bir listesini görüntülemesine izin veriyor. Bununla birlikte, "Up Next" özelliği, konukların şarkı talep edebilmesi, çalma listesi görünümü kadar fazla bilgi sağlamaması gibi iTunes DJ'te bulunan özellikleri içermez. Ve benzer görevleri gerçekleştirmek için birden çok pencereyi ve kayan diyaloğu yer değiştirmesi gerektirir.
Fiziksel bir CD olmamasını telafi etmek için iTunes, özel yapılmış mücevher kutusu ekleri yanı sıra, şarkı listeleri ve albüm listeleri yazdırabilir. Bir çalma listesinden bir CD yazdıktan sonra, o çalma listesini seçebilir ve birkaç yazdırma seçeneğiyle bir iletişim kutusu ortaya çıkarabilir. Kullanıcı, tek bir albüm kapağı (satın alınan iTunes albümleri için) veya bir derleme kapağı (kullanıcı tarafından oluşturulan çalma listeleri için) arasından seçim yapabilir. iTunes daha sonra otomatik olarak bir tarafta sanatlı bir şablon oluşturur ve diğer tarafta başlıkları izler.
iTunes, eşitleme, "ses geliştirme" ve crossfade gibi ses işleme özelliklerini de içerir. Kitaplıktakı tüm şarkıların çalma ses seviyesini aynı seviyeye otomatik olarak ayarlayan Ses Kontrolü özelliği de vardır; Buna genellikle ses seviyelendirmesi veya ses normalleştirme de denir. "Ses geliştirme" ve crossfade gibi, bu da iTunes'in tercihlerinin Oynatma bölümünde açılabilir.
9 Mayıs 2005 tarihinde, iTunes 4.8'in yayınlanmasıyla birlikte iTunes'a video desteği sunuldu. Kullanıcılar, video klipleri kataloglama ve organizasyonu için bilgisayardan iTunes Arşivine sürükleyip bırakabilir. Bu, iTunes ana ekranında küçük bir çerçevede, ayrı bir pencerede veya tam ekrandan izlenebilirler. Sürüm 7'den ve medya türleri için ayrı kütüphaneler sağlanmadan önce, videolar yalnızca Arşiv'deki sesten aynı müzik kategorileri ("albüm" ve "besteci" gibi) tarafından organize edilen, bir TV ekranını andıran ve kütüphanede müzikle gruplandırılmış küçük bir simge ile ayırt edildi. 12 Ekim 2005 tarihinde Apple, iTunes Müzik Mağazasından video içeriği satın alma ve görüntüleme desteği ekleyen iTunes 6.0'ı tanıttı. ITunes Music Store başlangıçta binlerce Müzik Videosu ve beş TV şovu seçeneği sundu. O zamandan beri, koleksiyon sayısız televizyon ağından gelen içeriklerle genişletildi. ITunes Müzik Mağazası, Apple'nin büyük film fragmanları koleksiyonunu görüntüleme olanağı da veriyor. 5 Eylül 2006 tarihinden itibaren iTunes Store, indirilecek 550'nin üzerinde televizyon şovu sunuyor. Buna ek olarak, Disney'e ait stüdyolardan 75 uzun metrajlı filmin bir kataloğu tanıtıldı. 11 Nisan 2007 tarihinden itibaren, iTunes'de 500'den fazla uzun metrajlı film vardır. Başlangıçta, filmler ve TV şovları yalnızca ABD'li müşterilere sunuldu; ABD dışındaki müşteriler tarafından müzik videoları ve Pixar'ın kısa filmleri olan tek video içeriği kullanılabilir. Lisanslama sorunları giderildiğinde bu özellik diğer ülkelere de yaygınlaştırılıyor. Mağazada Korumalı MPEG-4 video (H.264) video içeriği yaklaşık 128 kbit / s AAC ses parçası ile 540 kbit / s olarak kodlandı. Birçok video ve video podcast'ı, Mac OS'un eski sürümleriyle uyumlu olmayan QuickTime 7'nin en yeni sürümünü gerektirir (yalnızca v10.3.9 ve üstü desteklenir). 12 Eylül 2006'da, iTunes Store'da satılan video içeriğinin çözünürlüğü 320 × 240 (QVGA) 'dan 640 × 480 (VGA)' ya yükseltildi. Yüksek çözünürlüklü video içeriği minimum 128 kbit / s AAC sesli iz ile 1.5 Mbit / sn (minimum) Korumalı MPEG-4 video (H.264) olarak kodlanır. ITunes, MP4, M4V ve MOV dosyalarını destekler.
Eylül 2006'da, iTunes tam uzunlukta film satmaya başladı. Bu, iTunes mağazasından film indirilmesini gerektirir. Bu fiyat aralıkları: Yeni bir sürümde 9.99 USD, 14.99 USD ve High Definition'da ise 19.99 USD-dir. ITunes, Ocak 2008'de başlayan film kiralama seçeneğine de sahiptir. Film kiralama fiyatı, film satışa sunulmuşsa 0,99 dolar, HD kiralanması ise 3,99 dolar ve 4,99 dolar arasında değişebilir. Bununla birlikte, iTunes bazen sınırlı bir süre için, OnDemand'ta mevcut olan, hem SD hem de HD olarak 6.99 USD fiyatla kiralanacak filmleri taşıyor. Kiralama indirildikten sonra izleyicinin, filmi bitmeden önce izlemesi otuz günü geçirir. İzleyici filmi izlemeye başladıktan sonra, ABD'de filmi süresi dolmadan bitirmek için yirmi dört ya da kırk sekiz saati vardır. Filmler, iTunes kütüphanesinde başlığa, türe göre veya bakılmamış olarak düzenlenebilir.
Ekim 2005'te iTunes Store, televizyon programı indirme seçeneği sunmaya başladı. ITunes, standart tanımda 1.99 $ veya yüksek tanımlı 2.99 $ fiyatla TV şovlarının tek tek bölümlerini satın alma seçeneği sunmaktadır. TV şovlarında yüksek özünürlük özelliği Temmuz 2008'de eklendi. ITunes, televizyon şovları için bir sezon geçişi yapma olanağı da sunar. Bu, izleyicilere bir sezonun tamamını satın almalarına olanak tanır, yirmi dört saat içinde yeni bölümleri otomatik olarak indirir. iTunes kütüphanesinde, bu şovlar daha sonra belirli şov dönemine göre kategorize edilir. iTunes ayrıca, şovları, serileri, türleri temel alarak sipariş etme seçeneği sunar. 2010 sonbaharında iTunes, TV şovu kiralama seçeneklerini önerdi, ancak Ağustos 2011 itibarıyla bu seçenek artık sunulmadı.
28 Haziran 2005 tarihinde piyasaya sürülen iTunes sürüm 4.9, dahili podcast desteği ekledi. Kullanıcılar RSS yayın URL'sini girerek herhangi bir podcast'a abone olabilir, ancak iTunes Store'deki podcast dizinine göz atarak da erişebilirler. Bunun ön sayfasında, ticari yayıncılar ve bağımsız podcast oyuncularının yüksek profilli podcast'leri gösteriliyor ve kategori veya popülerliğe göre arama yapılmasına izin veriliyor. Abone olunca, podcast elle veya otomatik olarak indirilecek şekilde ayarlanabilir ve diğer seslerde olduğu gibi içeriği doğrudan dinleyebilir veya bir MP3 çalar gibi taşınabilir bir donanım aygıtıyla senkronize edilebilir. ITunes gibi yaygın bir ses uygulamasına podcasting işlevselliği eklenmesi, podcasting'in ana akışa girmesine büyük ölçüde yardımcı oldu. iTunes 4.9 yayınlandıktan birkaç gün sonra, podcasterler ses dosyalarının indirilme sayısının üç kat, bazen de dört kat arttığını ve iTunes'in baskın podcast istemcisi olarak kabul edildiğini bildiriyorlardı. ITunes'un 6. sü |
rümü, video podcasting için resmi destek sundu, ancak video ve RSS desteği zaten resmi olmayan olarak 4.9 sürümünde mevcuttu. Kullanıcılar, RSS akışlarına iTunes Store üzerinden veya doğrudan feed URL'sini girerek abone olabilir. Video podcast'leri indirilebilir video dosyalarını (MOV, MP4, M4V, veya MPG formatında), aynı zamanda akışlı kaynaklar ve hatta IPTV içerebilir. İndirilebilir dosyalar video özellikli iPod ile senkronize edilebilir veya indirilebilir dosyalar ve akışlar Front Row'da gösterilebilir.
ITunes, hangi podcast'lerin çalma listesinde olduğunu kontrol etmek için kullanılabilecek "Akıllı Şarkı Listeleri" oluşturabilir, tarih, kaç kez dinlendiğini, yazıldığı gibi birden çok kriteri kullanabilir. ITunes'i yalnızca belirli çalma listelerinin iPod ile senkronize edileceği şekilde ayarlamak da mümkündür. İki tekniğin bir kombinasyonunu kullanarak, tam olarak hangi müzik ve / veya podcast'lerin iPod'a aktarılacağını kontrol etmek mümkündür. Bir kullanıcı yalnızca iki haftalık eski podcast'leri görüntülemek veya iPod'un önceden dinlediği herhangi bir podcast'i kaldırmak için akıllı bir çalma listesi yapılandırabilir. Bu akıllı çalma listesi, iPod'un bilgisayara takılı olduğu her seferinde iPod ile senkronize edilir ve kullanıcının aynı şovu birden fazla kez dinlemesi gerekmez. Bir podcast dinlendikten sonra, iPod PC ile senkronize edilir edilmez bu listeden çıkarılır. Akıllı bir çalma listesinde neler olacağını kontrol edebilen "Isim", "sanatçı", "kategori", "gruplama", "tür", "son oynanan", "Oyun sayısı", "puanlama", "son atlandı" ve "oynatma listesi" gibi birçok kriter vardır ve bunlar "Eşittir", "daha büyük", "küçüktür", "içermektedir", "içermez", "doğru", "yanlış", "ile başlar", "ile biter", "aralıktadır", "önce" ve "sonra" gibi fonksiyonlarla kombine edilebilir. Sonuç olarak, hangi podcast'lerin iPod'a transfer edildiğini tam olarak kontrol etmek mümkündür.
Şubat 2010'da Apple, iPad'in piyasaya sürülmesini ve bunun yanında onun için iBooks adında yeni bir uygulama duyurdu. Uygulama iki işlevi yerine getirir. İlk işlevi, iOS cihazları ve bilgisayarları (Mac veya PC) üzerinden erişilebilen iBooks Mağazası olarak adlandırılan iTunes kitap mağazasına doğrudan bağlantı oluşturur. İkincisi, iBooks Store'den indirilen kitapların (ücretsiz ya da satın alınmış) bir saklama yeri olmasıydı. Apple mağazasından gelen (ve yalnızca bir kullanıcının iBooks'la PDF işlevi ekleninceye kadar kullanabileceği) EPUB biçimidir. Ek notlar ve yer tutucuları / imleri herhangi bir kitapta eklemek için daha sonra 2010'un ortalarında ek işlevler eklendi. Aynı zamanda, PDF dokümanları eklenebildi ve aynı işlevsellik ile bir kullanıcının iBooks kütüphanesinde kendi sekmesinde saklandı. Diğer iki iOS cihazı (iPhone ve iPod Touch) için iBooks uygulaması, iOS 4'ün ve iPhone 4'ün piyasaya sürülmesinden kısa bir süre önce dağıtıldığı zaman piyasaya çıktı. Ekim 2013'te OS X 10.9 Mavericks yayınlanıncaya kadar kitaplar (PDF belgeleri olmasa da) herhangi bir iOS cihazında, kullanıcının Mac'inda veya PC'sinde sadece bir uygulama ile okunabiliyordu. Mavericks piyasaya çıktığında Apple, OS X için bağımsız bir iBooks uygulaması yayınladı; bu kitap, iTunes arşivinden kitaplar taşıyor ve Mac kullanıcılarının bu kitapları Mac'larinda okumasına izin veriyor. PDF belgeleri Önizleme veya kullanıcının kendi makinesinde bulunan herhangi bir PDF okuyucu / düzenleyici uygulamasını kullanarak okunabilir. 19 Ocak 2012 tarihinde Apple, ders kitaplarıyla Kitap mağazasının yeni bir bölümünü ilan etti. Ayrıca, iBooks Author adlı yeni bir yazarlık yöntemi yayımladı.
ITunes'deki Uygulama bölümü, kullanıcının indirdiği veya satın aldığı tüm uygulamaları izler. Aynı zamanda, uygulamalarınızı türe göre düzenler ve kullanıcının tüm uygulamalarını görmesini sağlayan başka bir sekme bulunur. App Store, iTunes'a yapılan bir güncelleme yoluyla 10 Temmuz 2008'de açıldı. Apple'nın üçüncü taraf uygulamalarını ilk kez tamamen denetlemesine ve her uygulamanın temel maliyetinin üstünde bir ücretlendirme imkânı sağladı. Standart program aracılığıyla dağıtılan uygulamalar yalnızca Mac ve Windows'daki iTunes Store'den veya iPhone, iPod Touch ve iPad'deki App Store'den satılabilir. Ayrıca, kullanıcılara uygulamalarıyla ilgili güncellemelerin ne zaman olduğunu bildirir.
ITunes'in 4. Sürümü, daha sonra iTunes Müzik Mağazası adını verdikleri iTunes Store'ni tanıttı; iTunes Müzik Mağazası, iTunes kullanıcılarının şarkıları sınırlı sayıda bilgisayarlarda ve sınırsız sayıda iPod'da satın alıp indirebilmelerini sağladı. Geçmiş yıllarda, iTunes Store'dan satın alınan müzik, korunan şarkıları aynı anda beş bilgisayara kadar oynatılmasına izin veren Apple'ın FairPlay dijital haklar yönetimi (DRM) sistemiyle kopyalı olarak korunuyordu. Sınırsız cihazlarda (iPod, AppleTV, vb.) alıcının iTunes hesabına yetki verilmemiş DRM korumalı şarkılar bilgisayarlarda çalınamaz. 2009 Macworld Conference & Expo'da, iTunes Music Store'nin ve tüm şarkıların DRM-free olacağı 2009 yılının Nisan ayına kadar ilan edildi. Apple da fiyat katmanlarında değişiklikler yaptığını açıkladı. Şarkıların şimdi 0,69 $, 0,99 $ veya 1,29 $ 'a mal olacağını duyurdular, ancak fiyatlandırılma konusunda ayrıntılı bilgi vermedi. Gözlemciler, yeni şarkıları 1.29 $, eski şarkıları ise 0.99 $ veya 0.69 $ olarak daha düşük bir seviyede bekliyorlardı. Bununla birlikte, Warner Music Group, EMI, Sony Music Entertainment (Columbia Records, RCA Records, Epic Records, RED Distribution), Sony BMG Bertelsmann Music Group, Universal Music Group, PolyGram gibi pek çok plak ve müzik şirketi, fiyat seçeneklerinden yararlanarak katalogların tamamını sanatçıların 1.29 $ 'lık şarkılarıyla listelemiştir. Bu nedenle, iTunes mağazasında 0.69 $ fiyat etiketi ile çok az şarkı vardır. O tarihten bu yana, iTunes'in kapsamlı mağaza kataloğuna filmler, televizyon programları, müzik videoları, podcast'ler ve App Store (iPhone, iPod Touch ve iPad için) eklendi.
6 Ocak 2009'da Phil Schiller, 28 Nisan 2003'te başlatılan hizmetten bu yana 6 milyardan fazla şarkının indirildiğini dünyadaki en büyük çevrimiçi müzik mağazası haline geldiğini Macworld 2009'un açılış konuşmasında dile getirdi. Apple CEO'su Steve Jobs, önceki Macworld/iWorld 2008'de hizmetin 25 Aralık 2007'de 20 milyon şarkı ile yeni günlük bir rekor kırdığını açıkladı. Ayrıca, iTunes Store'nin Şuubat sonuna kadar 1000'den fazla film kiraladığını açıkladı. ITunes film kataloğu, 20th Century Fox, Warner Bros., Walt Disney Pictures, Paramount Pictures, Universal Studios ve Sony Pictures'in içeriğini içeriyor. Bu filmler ayrıca tüm 6. nesil iPod'lara aktarılabilir. 25 Şubat 2010 tarihinde Apple, iTunes Store'dan 10 milyarın üzerinde kaydın indirildiğini açıkladı. 16 Kasım 2010 Salı günü itibarıyla, Beatles taraftarları tüm kataloglarını iTunes vasıtasıyla dijital olarak indirebilirler. Müziği büyük ölçüde bulunmayan sanatçılar arasında Garth Brooks, Tool ve Aaliyah bulunmaktadır. Esrarengiz bir şekilde kendi kataloğu silinen The KLF, kataloglarının gayriresmi olarak iTunes mağazasına bırakılmasını sağladı.
30 Mayıs 2007'de Apple, iTunesU adı verilen formatta üniversite dersleri veren dijital içerik mağazası olan iTunes ile "iTunes U" ürününü piyasaya sürdüğünü açıkladı. Hizmet, bir kolejdeki veya üniversitedeki öğrencilerin eğitimsel ses ve video içeriğine erişimi yönetmek, dağıtmak ve bunlara erişimi denetlemek için oluşturuldu. Üye kurumlar, kendi materyallerini aramayı kolaylaştıran kendi iTunes U sitelerine sahip olma şansına sahipler. Çevrimiçi hizmetler, bu belgeleri yüklemek veya indirmek için ücretsizdir.
ITunes U, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Avustralya, Kanada, İrlanda ve Yeni Zelanda'daki pek çok kolej ve üniversitenin sunduğu dersler, dil dersleri, laboratuvar gösterileri, spor ve kampüs turları içerir. 2009'un sonuna ve 2011'in başında, yeni üyelerin kurumları artık Apple'ın sunucularına içerik yükleme olanağına sahip değil. Bundan önce bulunan herhangi bir üye kurumda vardır. iTunes U, kolejler, üniversiteler, müzeler, kütüphaneler ve eğitim değerinin diğer kültür kurumları da dahil olmak üzere dünyadaki çeşitli yerlerden materyal topluyor. İndirilebilecek 75.000'den fazla dosya bulunmaktadır. İngiltere'deki Open University, 3 Ekim 2011 tarihi itibarıyla en çok indirilenlerin sayısında 40 milyon indirmeyi başararak rekoru kırdı. Şubat 2013'ün sonlarında iTunes U, 800'den fazla kurumdan bir milyar indirmeyi aştı.
ITunes 10 Cloud'u desteklerken çevrimdışı ve bulut kütüphanelerini entegre etmedi. Daha önce satın alınan içeriğin bir listesine, iTunes mağazası üzerinden erişilebilirdi; burada kullanıcılar, içeriğini kullandıkları aygıta indirebilirdi. Yeni satın alınan içeriğin otomatik olarak indirilmesi de etkinleştirilebilir ve iTunes Match (Eşleme), iTunes mağazasından satın alınan içeriğin Bulut'a yüklenmesine izin verir. ITunes 11'in piyasaya sürülmesi ile Cloud iTunes'a tamamen entegre oldu. Bir kullanıcının Bulutunda depolanan içerik, cihazlarında saklananla aynı şekilde görüntülenir ve çevrimiçi içeriğin çalınması için indirilmesi gerekmez. Filmler ve TV şovları da son cihazda bırakıldıkları yerden devam etmelerine devam ediyor.
ITunes piyasaya çıktığında, kullanıcılara mevcut daha popüler çevrimiçi radyo akışlarından bazılarını seçmelerini sağlayan Kerbango İnternet radyosu ayarlayıcı hizmeti desteği geldi. Kerbango 2001'de işini bitirdiğinde, Apple kendi internet radyo hizmetini iTunes 2.0 ve sonrası ile kullanmak için hazırladı. Şubat 2008 itibarıyla, iTunes radyo hizmetinde çoğunlukla MP3 akış biçiminde 1795 "radyo istasyonu" bulunuyor. Programlama, hem internet hem de sadece geleneksel radyo istasyonlarından gelen akışlar da dahil olmak üzere birçok müzik türü ve konuşmayı kapsar. ITunes ayrıca Winamp ve diğer medya oynatıcıları tarafından kullanılan .pls ve .m3u akış dosyası biçimlerini destekler. ITunes 7'nin piyasaya sürülmesinden bu yana, Apple artık İnternet radyo özelliğini tanıtıyor; ancak uygulama devam ediyor. Bazı üçüncü taraflar ek radyo istasyo |
nları ekleyen iTunes eklentileri sunuyor. Buna ek olarak, kullanıcılar kendi müzik kütüphanelerinde dinlemek için ek akış akışlarına girebilirler. Bu, "Gelişmiş"> "Ses Akışını Aç ..." menü öğesini seçerek veya Ctrl-U (PC) veya Command-U (Mac) kısayol tuşlarıyla seçerek yapılır.
Apple, Apple Worldwide Developers Conference (WWDC) 2013'te, Pandora Radyo, Spotify, Slacker Radyo ve diğerleri gibi önceden yayınlanan / radyo hizmetlerine açık bir rakip olacak şekilde tasarlanmış olan iTunes Radyo'yu duyurdu. ITunes Radyo, iOS 7, iOS 8 ve iTunes 11.1 ve 12 ile entegredir. Yeni iTunes ücretsiz kullanıcılar, reklam destekli sürümünü dinlemek zorunda kalırken, iTunes Match müşterileri tam hizmete (reklamsız) göre seçilir. WWDC 2015'te Apple, 30 Haziran'da piyasaya çıkan, iOS 8.4 ve iTunes 12.2'de iTunes Radio ile bir arada bulunan Spotify Premium'a benzer bir akış hizmeti olan Apple Müzik'i duyurdu. iTunes Radyo, 28 Ocak 2016'da, Apple Müzik'e üye olmayan kullanıcılar için kullanımdan kaldırıldı
Orijinal iPhone'nin başlangıcıyla başlayan iTunes, bir iPhone'ni kendi mobil operatörü aracılığı ile etkinleştirebiliyor. iPhone 3G'nin orijinal planı, taşıyıcıyı iTunes üzerinden ya da operatörün kendi etkinleştirme arayüzü aracılığıyla satış noktasında doğrulamasını sağlamaktı. Bununla birlikte, iTunes'in kimlik doğrulama sunucularının dünya çapında bir çökmesi, 11 Temmuz 2008'de, iPhone 3G'nin piyasaya sürüldüğü gün önemli sorunlara neden oldu. Bazı durumlarda, AT&T ve Apple Store çalışanları iPhone alıcılarına evde etkinleştirmeyi denemelerini söylediler. Ayrıca etkilenen orijinal iPhone kullanıcıları 2.0 ürün yazılımına geçmeye çalışıyorlardı. İngiltere'de Apple, O2 ve Carphone mağazaları daha da etkilenmiştir. Taşıyıcı O2'nin sözleşme işleme sunucuları (Gateway olarak da bilinir), başlatma gününde gerçekleşen yeni sözleşme ve yükseltme sayısını idare edemedi. Bazı mağazalar elle yazılmış sözleşmelere, diğerleri ise stok tutmaya başladı. IPhone 3GS'nin 19 Haziran 2009'da piyasaya sürülmesiyle birlikte, iTunes'in evde etkinleştirilmesi, iPhone'larını AT & T Mobility ve Apple'dan satın alan kullanıcılar için sağlandı. Bu, eve geldiğinde yeni iPhone 3G / iPhone 3GS ürününü etkinleştirmelerine izin verdi.
Apple, 1 Eylül 2010'da iTunes kullanıcılarına bir sosyal ağ müzik bileşeni getirmek için tasarlanan Ping adlı iTunes 10'da yeni bir özellik ortaya çıkardı. Bu, tüm ülkeler tarafından kullanılabilir hale getirilmedi. Ping, kullanıcının Twitter hesaplarına bağlanabilir. ITunes'in kullanıcı hesaplarını birbirine bağlayan iTunes Ping, iTunes kullanıcılara müzik paylaşmasına ve birbirlerine müzik önermesine izin verir. Ping, ayrıca, yayınladığı fotoğraf ve videoları, tur tarihlerini, oluşturduğu çalma listelerini ve diğer sanatçıların albümleri hakkındaki yorumlarını görmek için kullanıcılara sanatçıları takip etmelerine izin verdi. Kullanıcılar, arkadaşlarının takip ettikleri kişiyi, dinlediklerini ve hangi konserlere gittiklerini görebilecekleri bir profil oluşturabilir. Ping ayrıca, kullanıcıların izledikleri kişiler arasından şarkıların ve albümlerin en iyi 10 listesini gösterdi. Ayrıca, birinin kütüphanesine ve tercih seçeneklerine dayalı olarak takip edilmesi gereken sanatçı önerileri de sağladı. Apple resmi olarak 30 Eylül 2012'de hizmetini durdurdu ve iTunes'de Facebook ve Twitter entegrasyonu ile değiştirdi.
iTunes 2, bir iPod ile senkronize edebilmek için yazılımın ilk sürümüdür. iTunes, müzik ve video kitaplığını her bağlandığında otomatik olarak bir iPod veya iPhone ile senkronize edebiliyor. Yeni şarkılar ve çalma listeleri otomatik olarak iPod'a kopyalanır ve ana bilgisayardaki kitaplıktan silinen şarkı ve çalma listeleri de iPod'dan silinir. iPod'daki şarkılara verilen dereceler iTunes kütüphanesine geri senkronize olacak ve sesli kitaplar geçerli oynatma konumunu da hatırlayacaktır. Otomatik senkronizasyon, tek tek şarkılar veya tam çalma listeleri elle kopyalama lehine kapatılabilir. iTunes bir iPod'a müzik kopyalamayı destekliyor; Ancak, yalnızca iTunes Store'den satın alınan müzik ve videolar iPod'dan iTunes'e geri aktarılabilir. Bu işlevsellik, kullanıcıların tüm içeriği tekrar bilgisayarlarına kopyalamasına izin veren üçüncü taraf yazılımı yazdıktan sonra eklendi. Sıradan Unix komut satırı araçlarını kullanarak iPod'dan kopyalama yapmak veya Windows Explorer'de gizli dosya görüntüleme özelliğini etkinleştirmek, ardından iPod sürücüsünden yedekleme yapmak için yerel bir diske müzik kopyalamak da mümkündür. Bununla birlikte, dosyaların (gömülü başlıkları ve sanatçı bilgileri ile birlikte) değiştirilmemesine dikkat çekmek gerekir. Bu nedenle, iTunes'i yedeklendikten sonra tüm dosyaları yeniden içe aktarma, yeniden düzenleme ve yeniden adlandırmalarına izin vermek daha az kafa karıştırıcıdır. iTunes Store üzerinden satın alınan müzik veya videolar bir iPod'dan kopyalanırken, yalnızca satın almak için kullanılan hesapla yetkili olan bilgisayarlarda oynatılır. Birkaç üçüncü parti hizmet programı, iTunes Dijital haklar yönetimi'ni korumalı dosyalardan sıyırarak bu sınırlamayı kaldırabilir.
Bir iPod bağlandığında, iTunes müzik kitaplığının tamamı eşitlenecek kadar boş alan içermez, bir çalma listesi oluşturulur ve bağlı iPod'unkiyle eşleşen bir ad verilir. Bu çalma listesi, daha sonra mevcut alanı doldurmak için şarkı seçiminde kullanıcının tercihine göre değiştirilebilir. ITunes'un macOS sürümü, az sayıdaki üretilmeyen dijital müzik çalarlarla da senkronize edilebilirken, Windows sürümü yalnızca iPod'u destekliyor. Bununla birlikte, senkronizasyon sınırlıdır, çünkü iPod, Apple'nin tescilli FairPlay dijital haklar yönetimi teknolojisi ile uyumlu dijital müzik çalardır. Ve bu nedenle iTunes Store'den satın alınan çoğu müzik (iTunes Plus'ın kullanıma sunulmadan önce) yalnızca bir iPod'da çalınabilir. Sınırlı sayıda eski dijital müzik çalar ile senkronize olma kabiliyeti muhtemelen Apple'nin müzik endüstrisindeki geçmişinin bir parçasıdır: iTunes Ocak 2001'de, iPod'un açılışından dokuz ay önce ve iTunes Müzik Mağazasının piyasaya sürülmesinden yaklaşık iki yıl önce serbest bırakılmıştır. iPod şimdi baskın bir dijital müzik çalara dönüştüğünden, Apple bu uyumluluğu bir zorunluluk olarak görüyor. Haziran 2009'da Palm kendisini iTunes'a bir iPod olarak tanımlayarak hem Windows hem de Mac OS X sürümüyle senkronizasyon yapabilen Palm Pre'yi piyasaya sürdü. Pre, yalnızca DRM içermeyen müzikleri senkronize edebiliyor. Bununla birlikte, 14 Temmuz 2009'da Apple, Palm Pre'nin iTunes'la doğrudan senkronize edilmesini önleyen iTunes sürüm 8.2.1'i yayınladı. Daha sonra 23 Temmuz 2009'da Palm open webOS 1.1'i piyasaya sürdü ve iTunes 8.2.1 ile Palm Pre arasında senkronizasyonu yeniden sağladı. Ancak Apple, iTunes 9 sürümüyle Palm Pre'nin senkronizasyonunu bir daha engelledi.
Harici bir sürücü olarak monte edilebilen herhangi bir müzik çalar ile şarkıların senkronize edilmesine yardımcı olmak için bir dizi desteklenmeyen üçüncü taraf uygulaması oluşturulmuştur. iTunes, iPod ile senkronize olmanın tek resmi yöntemi olmasına rağmen, iPod'un diğer yazılım oyuncularıyla senkronize olmasına izin veren başka uygulamalar da vardır. iTunes 7'den itibaren satın alınan müzik iPod'dan bilgisayara kopyalanabilir. Bilgisayara iTunes hesabının yetkisi verilmelidir. ITunes, bir hesapta 5 bilgisayara kadar yetkili olmasını sağlar. Daha sonra yeni bilgisayarları yetkisiz kılmak ve kaydetmek için, tüm hesapların silinmesi ve ardından birinin kaydedilmesi gerekir. Bu, yılda sadece bir kez yapılabilir. iTunesde, bilgisayarlar arasında müzik dosyalarını doğrudan içe aktarmak için herhangi bir aktarma olanağı bulunmamaktadır. Bu, Eylül 2011'de iCloud tarafından ele alınmıştır, ancak Apple'nin iTunes Mağazasında sattığı yalnızca iCloud'a yüklemeden (256 kbit / s AAC formatında) parçalar da mevcuttur. Mağazada mevcut olmayan veya kullanıcının farklı kodlamada kullanmak istediği diğer parçalar, 5 GB boş alana sahip ve henüz gizlenmemiş olarak daha fazla depolama alanı satın alma potansiyeline sahip iCloud'a yüklenebilir. Yükleme için hangi ses formatlarının kabul edileceği doğrulanmamıştır. iTunes tarafından yönetilen içeriğe Apple TV set üstü kutusu üzerinden erişilebilir. iTunes arşivindeki dosyalar Apple TV ünitesiyle senkronize edilebilir ve bu da Apple TV'nin sabit sürücüsüne kopyalanır (birinci nesil Apple TV için) veya Apple TV'ye doğrudan bir Macintosh veya PC'den aktarılır. Apple TV, iTunes kullanmayı gerektirmez ('Take Two' yazılım güncellemesinden itibaren) ve artık dosyaları iTunes Store'den doğrudan internet üzerinden içe aktarabilir. Bundan başka iTunes ile iPhone, iPad veya iPod touch cihazını fabrika ayarlarına geri yükleme ve yedeklemeden geri yükleme mümkündür.
MacOS'ta, uygulamalar kendi çalma listelerine ve şarkılarına erişime izin veren iTunes Kitaplığına doğrudan erişebilir. iTunes'deki müzik dosyaları doğrudan Apple Pages belgelerine gömülebilir ve iDVD, iMovie ve Apple Keynote yapımları için ses kayağı olarak kullanılabilir. Buna ek olarak, Apple'nin temel müzik oluşturma uygulaması olan GarageBand'dan dışa aktarılmış herhangi bir şarkı otomatik olarak kullanıcının iTunes müzik kitaplığına eklenir. iTunes Artwork.saver, ekran koruyucu olarak albüm kapak resmi görüntüleyen macOS'ta bulunan bir ekran koruyucudur. Windows'ta Adobe Photoshop Elementleri, Apple TV'de fotoğraf kitaplığının akışını sağlamak için iTunes'a bağlanabilir.
iTunes, macOS'lar için AppleScript kullanarak veya Windows'da iTunes için Apple tarafından sağlanan SDK'yı kullanarak birçok uygulamanın kendisini iTunes'a entegre etmesine izin veren komut dosyası oluşturulabilir. Sık kullanılan bir yöntem, metni bulup değiştirerek, metnin başına veya sonuna metin ekleyerek, büyük harf kullanımını düzelterek ve daha fazlasını yaparak etiketleri manipüle edir. iTunes ayrıca, geliştiricilere müzik odaklı görsel görüntüler oluşturmalarına olanak tanıyan görselleştirici eklentilerini ve aygıt eklentilerini destekler. Mac ve Windows için ücretsiz yazılım geliştirme kitleri App |
le'dan indirilebilir. Aygıt eklentileri ek müzik çalar aygıtları için destek sağlar, ancak API'ler yalnızca bir gizlilik sözleşmesi imzalayan OEM'lere lisanslıdır. Apple ayrıca, kullanıcıya iTunes arşivini veya Apple TV'yi DACP üzerinden uzaktan kontrol etmesini sağlayan ücretsiz bir iOS uygulaması olan iTunes Remote'yi sunuyor. Bu, iTunes'in kendisinden veya doğrudan kendi iOS cihazından indirilebilir. Yalnızca iOS 7.0 ve üstü sürümlerle uyumludur. iTunes'un kendisi kullanıcı tarafından istediği yerde Windows'a yüklenebilmesine rağmen, iTunes kurulumunun bir parçası olan Bonjour gibi yardımcı uygulamalar kullanıcı tarafından istenen bir dizinde yer alamaz.
Apple, G-Force'ni 2001'de iTunes'da ve 2003'te tekrar kullanım için lisansladı. Bu, birçok farklı WaveShapes, ColorMaps ve FlowFields'ı içeriyordu; Bununla birlikte, bu yapılandırmalar, çeşitli zip dosyalarını indirerek bulunabilmelerine rağmen G-Force'nin bazı sürümlerinde kullanılamayabilir. Yeni bir görselleştiriciyi tanıtan iTunes 8.0 ve üstü sürümlerde, iTunes Klasik Görüntüleyici'yi seçme seçeneği Görüntüleyici menüsünde bulunur ve iTunes'in sonraki sürümlerinde kullanılabilir kalır.
Vestfalya Wilhelm Üniversitesi
Vestfalya Wilhelm Üniversitesi (, kısaca "WWU") ya da Münster Üniversitesi, Vestfalya Eyaletinin Münster şehrinde ortalama kırk bin öğrencisi ve 130 bölümüyle Almanya'nın en büyük üniversitelerinden biridir. Adını Alman İmparatoru II. Wilhelm'den almıştır. İdaresi Münster Sarayı'nda bulunmaktadır.
Vestfalya Wilhelm Üniversitesi, bir kampüs üniversitesi değildir. Sahip olduğu 285 bina, Münster şehrinin genelinde dağınık haldedir. Münster'de Vestfalya Wilhelm Üniversitesi dışında yedi ayrı yükseköğrenim kurumu daha bulunduğundan şehir "öğrenci şehri" olarak anılmaktadır.
Üniversite, yedi fakülte ve 15 bölümden oluşur. Bölümlerin beş tanesi kendi başına birer fakültedir:
Üniversitenin Merkez Kütüphanesi ("," kısaca "ULB)" hem üniversite hem de eyalet tarafından desteklenmektedir. Bundan dolayı ULB öğrenciler dışında Münster halkı tarafından da kullanılabilmektedir.
Ortalama 2,3 milyon bilimsel literatür ile 10.000 gazete ve dergi arşivine sahiptir. ULB dışında Tıp, Sosyal Bilimler, Kimya ve Fizik alanlarında, fakülte ve bölümlerde kütüphaneler vardir. Ayrıca Haus der Niederlande adlı halk kütüphanesi de mevcuttur. Digibib sitesi sayesinde ULB ve diğer kütüphanelerde arama yapmak mümkündür.
Üniversiteye bağlı altı yemekhane vardır. İlaveten sekiz adet de küçük lokanta bulunur. Günde ortalama 15.000 porsiyon yemek verilmektedir.
En büyük iki yemekhane, Aasee'nin yanındaki 1.600 kişilik Aasee Yemekhanesi () ya da eski adıyla Yemekhane I () ile Ring Yemekhanesi () ya da eski adıyla Yemekhane II'dir (). Yemekhanelerde düzenli olarak kızarmış et çıkar. Üç menüden biri seçilebilir. Domuz eti içermeyen bir menü her zaman bulunur.
Vestfalya Wilhelm Üniversitesi öğrencilerine eğitim dışında boş vakitleri için de fırsatlar sunmaktadır. Spor Yüksekokulu 60'ı ücretsiz toplamda neredeyse 100 değişik spor dalında hizmet vermektedir.
Bilgi İşlem Merkezi (, kısaca "ZIV") öğrencilere 7 gün 24 saat ücretsiz internet ve bilgisayar kullanım imkanı tanımaktadır.
Dil Merkezi pek çok dil öğrenim imkânı tanır ve teknik bölümler için ilave kursları da mevcuttur. Kursların sonunda uluslararası geçerliliği bulunan sertifikalar da verilmektedir.
Müzik ile ilgilenen öğrencilerin Münster Öğrenci Orkestrasına () veya diğer orkestralara katılma imkanı vardır.
Öğrenci nüfusunun fazla olması, ortalama kiraların diğer şehirlere göre yüksek olmasına sebep olmuştur. Ayrıca iş sahası dardır. Gastronomi alanı dışında iş bulmak zordur.
İktisat politikası
İktisat politikası, bir ekonominin büyüme, istikrar, adil gelir dağılımı gibi hedefler doğrultusunda optimal düzeye erişmesi için merkezi devlet organları tarafından yönetilmesidir. Devlet yönetimli ekonomilerde, bu doğrultuda karar alma ve uygulama süreçlerinde hedef sapmalarını minimize etmek için emredici ve otoriterdir.
İktisadi politikaların amacları;
şeklindedir. Bu amaçlara ulaşmak için ekonomi devlet kararları öncülüğünde yönlendirilmektedir. Para ile ilgili politikalar ‘Para Politikası’ başlığı altında, yerel paranın uluslararası piyasalardaki istikrarı amacıyla bağımsız olarak işlev göre Merkez Bankalarınca yerine getirilir. Yatırımlar, harcamalar, istihdam ve idari kararlarla ilgili olan politikalar da Hükümetlerin öncülüğünde Maliye Bakanlığı ve diğer ilgili kuruluşlarca yerine getirilir. Maliye Politikasında en önemli araç Bütçe ve hükümetin idari kararlarıdır.
Şevki Bey
Şevki Bey (d. 1860, Fatih, İstanbul - ö. 18 Temmuz 1891, İstanbul), 19. yüzyıl Klasik Türk müziği bestekârlarından şarkı türünde eser veren bir sanatçı.
Şevki Bey 1860 yılında Fatih'te, Kumrulumescit semtinin Pirinççi Mahallesi'nde doğdu. Babası Tarakçı Ahmed Efendi'dir. Şevki Bey, ilk öğrenimini tamamlayıp Rüştiye'ye kaydoldu ve buradan mezun oldu. Rüştiye'deyken mûsikî yeteneği ve sesinin güzelliğini fark eden hocalarının ısrarı ile Mızıka-yı Hümayun'a başladı. Şevki Bey'in mûsikîde ilk hocası, Ticaret ve Nafıa Nezareti kâtiplerinden Necmeddin Bey'dir. Ancak onun asıl üstadı, özellikle o yıllarda aynı yerde öğretmenlik yapan ünlü bestekâr ve hanende Hacı Ârif Bey olmuştur. Şevki Bey, Mızıka-yı Hümayun'da bulunan hocalardan, özellikle Hacı Ârif Bey'den yararlanarak mûsikîmizin pratik yönüne ait esaslı bilgi elde etti. Bu nedenle hocasının bestekâr kişiliğinin bütün inceliklerini kavramıştır ve onun devamı olduğu kabul edilir.
Ustalaştıktan sonra sarayın fasıl topluluğunda hanendelik yapmaya başladı. Daha sonra sarayın disiplinli hayatından sıkılarak istifa etti ve saraydan ayrıldı. Bundan sonra ölümüne kadar Gümrük Nezareti'nde kâtiplik yaptı.
Yakın bir geçmişte yaşamış olmasına rağmen hayatı hakkındaki bilgilerimiz çok sınırlıdır. Yakın arkadaşı olan Ahmed Rasim Bey bile, birkaç paragrafın dışında geniş bilgi vermemiştir.
Anlatıldığına göre ölümünden üç gün önce yeni yaptırdığı bir takım elbise giymiş, resim çektirmiştir. Buradan sonra da yakın dostu olan Beylerbeyli Gümrükçü Rahmi Bey'in evine gitmiş ve aynı gece 18 Temmuz 1891 tarihinde, daha otuzbir yaşında kalp durmasından ölmüştür. Ertesi gün cenazesi kalabalık bir toplulukla kaldırılarak, Beylerbeyi ile Kuzguncuk arasında bulunan Nakkaşbaba Mezarlığı'na defnedilmiştir. Ölümünden sonra o zamanki İstanbul gazetelerinde şu haber yayınlanmıştır: ""Hanende-i Şehir Şevki Bey cumartesi gecesi, Beylerbeyi'nde Gümrükçü Rahmi Bey'in hânesinde kalp sektesinden öldü. Mûsikîde üstad, fakat mest-ü müdâm idi.""
Şevki Bey'e karşı olan bağlılığını onun ölümünden sonra da devam ettiren Mehmed Hafid Bey olmuştur. Şevki Bey sağlığında şarkılarının güftelerini formalar halinde ve muhtelif isimler altında neşretmişti. Bu formaların gördüğü rağbet üzeine bütün eserlerinin güftelerini, ("Yadigâr-ı Şevki" yahut "Mahsul-i Tabiat") namı altında bastırmak emelinde idi; fakat ölümü buna engel olmuştu. Hafid Bey, Şevki Bey'in bu arzusunu yerine getirdi; onun bestelediği bütün güfteleri o isim altında neşretti. Elde edilen kazançla zavallı Şevki Bey'in kötü bahtlı, ihtiyar ana ve babasını maddî sıkıntıdan kurtarmaya çalıştı. Kabrine taş diktirtti. Bu taşın üzerindeki kitâbe, Hafid Bey'in Şevki'nin ölümüne ağlayan mersiyesinden bir parçadır.
O devir şairlerinden Reşad Paşa,
""Hemdem idi gülşeninde bülbülün"
"Gitdi Şevki neş'esi kaçtı dilin""
nakaratlı bir şarkı ile samimi ızdırabını göstermeye çalışmış ve meşhur Santurî Edhem Efendi de,
""Gitdi elden Şevki'm artık neyleyim"
"Nerde bir yâr-ı vefâdar peyleyim"
"Ömrüm oldukça bütün gün ağlayım""
diye ömrünün sonuna kadar yanmıştı.
Recaizâde Mahmud Ekrem Bey'in yazdığı ve Rahmi Bey'in bayati makamında bestelediği "Şevki yok" redifli şarkının da Şevki Bey için söylendiği ileri sürülür.
Otuzbir yıllık bir hayat süren Şevki Bey hep rindane yaşadı. İçki alışkanlığı belki de bu kısa süren ömrün başlıca etkeni olmuştur. Ahmed Rasim Bey çok soğuk ve karlı bir kış günü tenha bir sokaktan geçerken, "bir don bir gömlek" soyulmuş ve sokağa atılmış bir kişiyi gördüğünü, yanına yaklaşınca hanende Şevki Bey olduğunu anlayarak sırtlayıp evine götürdüğünü anlatır.
Şevki Bey son yüz senenin yetiştirdiği en büyük şarkı bestekârlarından biridir. Hocası Hacı Ârif Bey'in şarkı bestekârlığında açtığı çığırı genişleten, tamamlayan ve bunu erişilmez yüksekliğe ulaştıran Şevki Bey olmuştur. Suphi Ezgi'nin Türk Mûsikîsi'nin nazariyelerinden bahseden kıymetli eserinin üçüncü cildinde, çeşidi yirmi beşi bulan şarkı şekillerine dair verdiği örneklerin bir kısmını Şevki Bey'inkiler teşkil eder ki, bunlarda ve diğerlerinde görülen ses, usûl, geçki gibi ses mimarimize ait husûsiyetler onun yaratıcı kudretinin eşsizliğine birer delildir.
Bilhassa bir ""Lied"" halindeki bir güftenin baş tarafına koyduğu "Türkmen Yolunda" sözü, onun halk zevk ve sanatına ne kadar değer ve önem verdiğini ve mübarek Anadolu'muzun güzelliklerini yudum yudum tattırmaya ne kadar teşne olduğunu gösterir.
Şevki Bey şarkılarında, sözle sesin uyuşup kaynaşmasını, meselâ şu çok meşhur hüseynî şarkıda olduğu gibi, titiz ve hassas bir itina ile başarmıştır:
""Nedir bu hâletin ey meh cemâlim?"
"Aman söyle perişan oldu hâlim."
"Tükendi akl-ü endişem, hayalim,"
"Nasıl kıydı sana o kanlı zalim.""
Bu manzumedeki ebedi bir ayrılığın verdiği heyecan ve teessür, sözden ziyade sesler arasında çırpınır durur. Şevki Bey'i şarkılarında gösterdiği şu harikulâde hususiyetleriyle, kendisinden altmış sene evvel ölmüş modern Lied'in yaratıcısı Franz Schubert'e benzetebiliriz. O da Schubert gibi hislerinin bütün sıcaklığını, inceliğini, şarkılarıyla terennüm etmiş, altı yüze yakın şarkı bestelemiş ve nihayet o da Schubert gibi gene genç yaşında hayatının otuzuncu yılında ölmüştür.
Böylece mûsikîmizde kendine özgü bir dekor yaratarak asil ve ince zevkini kazandığı hocası Hacı Ârif Bey'in şarkiyat vadisinde açtığı zengin dekorlu mektepten esaslı feyz alan Şevki Bey, eserlerinde yalnız kendi zevkine, rakîk uslûbuna |
ve hüsn-i tabiatına bağlı kalmıştır. Onun içindir ki, zat-ı tabiatından doğan eserlerinde bir kibarlık ve asalet vardır.
Hepsi şarkı olan eserlerindeki kompozisyon tekniğini, yâni ritm uyumu, usûl değişikliği ve özellikle geçkiler yönünden her bestekâra nasib olmayacak bir biçimde geliştirmiştir. Şevki Bey muhtelif makamlarda yüzlerce şarkı bestelemiştir. Yalnız uşşak makamından iki yüzden çok eseri vardır ki, bir makam çerçevesi içinde birbirine benzemeyen bu kadar eser besteleyebilmek ancak müstesna bir kabiliyetin işidir. Bu özellik bir başka bestekârda yoktur.
Şevki Bey eserlerine söz olarak Recaizâde Ekrem Bey, Muallim Naci, Hafid Bey, Mehmed Sadi Bey, Reşad Paşa gibi şairlerden başka, birçokları da edebiyat tarihimizde hiçbir iz bırakmamış şairlerin eserleri arasından seçilmiştir. Çoğu bir acının, bazen bir sevincin, hattâ bir düşüncenin donuk ve tutuk birer ifadesi olan bu manzumelerdeki heyecan ve mânâlar, onun melodileri ile canlanmış, daha tesirli bir mahiyet almıştır. Bu güfteler arasında çeşitli şiir şekli ve vezinle yazılmış olanlara da rastlanır.
Bestekârlık yeteneğinin çok güçlü olduğu, yarım saatte bir beste, hatta günde sekiz-on eser bestelediğinin olduğu söylenir. Böylece bin kadar eser bestelediği halde, bunların çoğu kendisi tarafından bile unutulmuştur. Nitekim Şevki Bey ölümüne yakın bir tarihte,
""Arza lâyık değil amma hünerim"
"Nâçizane bini buldu eserim""
demiştir. Yaşadığı sürece belirli çevrelerin dışında pek tanınmamıştır. Bu kadar verimli bir bestekâr olması bazı eleştirilere de neden olmuştur. Çok iyi hanende olduğunu, temiz ve güzel uslûbunu çeşitli kaynaklar belirtmektedir. Bir süre lavta çalmaya çalıştığını, fakat başarılı olamadığını, ""Kira ile aldığım lavta'yı parçaladım. Ne yapayım; akordu elimle, mızrabım kirişi ile, nağmeleri sesimle bastıramadım."" dediğini Lemi Atlı naklediyor. Otuzbir yıllık bu genç ömrün, on yıllık süresi içinde ortaya koymuş olduğu bin eserden günümüze bir beste, bir yürük semai olmak üzere iki yüz ona yakın şarkısı gelebilmiştir.
Birkaç eser bestelemiş olan Tarakçızâde Mustafa Servet Efendi, Şevki Bey'in ağabeyi; Vecihe Daryal'ın ilk kânun hocası Nazire Hanım ise Servet Efendi'nin kızı ve Şevki Bey'in yeğenidir.
Elektrik akımı
Elektrik akımı, elektriksel akım veya cereyan, en kısa tanımıyla elektriksel yük taşıyan parçacıkların hareketidir. Bu yük genellikle elektrik devrelerindeki kabloların içerisinde hareket eden elektronlar tarafından taşınmaktadır. Ayrıca, elektrolit içerisindeki iyonlar tarafından ya da plazma içindeki hem iyonlar hem de elektronlar tarafından taşınabilmektedir. .
Bir kesit üzerinden birim zamanda geçen yük miktarı elektrik akımının büyüklüğünü verir. SI birimi Amper'dir (kısaltması A). Herhangi bir kesit üzerinden bir saniye içerisinde bir Coulomb'luk yük geçmesi bir Amper'lik akıma tekabül eder. Ampermetre adı verilen bir aletle ölçülmektedir.Ohm Kanunu'na uyan maddeler üzerinden geçen akım bu maddenin direnci ile ters orantılı, akımı oluşturan gerilim ile doğru orantılıdır. Doğadaki çoğu madde Ohm Kanunu'na büyük oranda uyar, ancak akım ve gerilim arasındaki bağıntı çok daha karışık olabilir. Yarı iletkenler bu duruma güzel bir örnektir.
Elektrik akımları, ampüllerde yaratılan ışığı açıklayabilen Joule yasasının ortaya çıkmasını sağlar. Elektrik akımı ayrıca motorlarda, indüktörlerde ve jeneratörlerde kullanılan manyetik alanın yaratılmasını sağlar.
Elektrik akımı içinde yük taşıyan parçacıklar yük taşıyanlar olarak adlandırılır. Metal atomları içerisinde bulunan bir ya da birden fazla elektron ait olduğu atoma sıkı bir şekilde bağlı olmadığı için metal içerisinde serbestçe hareket edebilir. Metal iletkenlerdeki yük taşıyıcıları bu iletim elektronlarıdır.
Elektrik akımıyla meydana gelen; elektrik iletimi, yıldırım oluşması, şimşek oluşması gibi olaylar maddelerin atomlarının etrafındaki serbest elektronların hareketlerinden ibarettir. Elektronlar eksi yüklüdür. Günümüzdeki teoriler elektrik akım yönünün eksiden(-), artıya(+) doğru olduğunu göstermektedir. Elektrik şemalarında akım yönü eskiden kalmış alışkanlık olduğu için pratiklik açısından (+)dan (-)ye şeklinde gösterilir, gerçekte bu yanlış bir bilgidir, modern bilimde hesaplamalarda kitaplarda düzeltilmesi gerekir. Yıldırım oluşmasında, yağmurlu havada bulutlar + yükte ise yıldırım topraktan havaya doğru oluşur, bulutlar - yüklü
ise yıldırım bulutlardan toprağa doğru akar.
Akımın geleneksel sembolü I’dır. Bu sembolün kaynağı Fransız bir deyişi olan“intensité de courant” dır ve anlamı akım şiddetidir. Akım şiddeti genellikle akım olarak adlandırılır. I sembolü Andre Marie Ampere tarafından kullanıldı. Kendi adını taşıyan Ampere Yasası 1820 yılında keşfetti ve daha sonra elektrik akımının birimi Amper olarak isimlendirildi. Bir ya da birkaç dergi 1896 yılına kadar C yerine I kullanmamasına ragmen bu simge Fransa’dan Büyük Britanya’ya kadar ulaştı ve standart bir kullanıma dönüştü
İletken maddelerdeki elektrik akımını oluşturan hareketli yüklü parçacıklara yük taşıyıcıları denir. Elektrik devrelerindeki telleri ve diğer iletkenleri oluşturan metallerde, pozitif yüklü atom çekirdeği sabit bir konumda tutulur ama negatif yüklü elektronlar hareket edebilecek kadar özgürdür. Böylelikle metaller kendi yüklerinin bir konumdan diğer bir konuma taşınmasına izin verirler. Diğer maddelerde, özellikle yarı iletkenlerde, taşınan yükler pozitif ya da negatif yükler olabilir. Hangi maddenin elektrik akımında taşınacağını belirleyen şey kullanılan diğer katkı maddelerdir. Pozitif ve negatif yük taşıyıcıları bazen eş zamanlı olarak da bulunabilir. Bu olay elektrokimyasal pilde gerçekleşebilmektedir.
Pozitif yüklerin akışı aynı elektrik akımını verir. Elektrik akımına zıt yönde hareket eden elektronların akışı gibi aynı etkiye sahiptir. Akım, pozitif ya da negatif yüklerin akışı ile oluşturulabilir. Bundan dolayı akım yönünün neresi olacağına dair kural, yük taşıyıcıların pozitif ve negatif olmasından bağımsızdır. Akımın yönü keyfi olarak tanımlanmıştır ve bu yön pozitif yüklerin hareket yönüyle aynıdır.
Bu kuralın geleneksel bir sonucu vardır. Metal tellerde ve elektrik devrelerindeki diğer kısımlarda yük taşıyıcıları elektronlar olduğu için, bir elektrik devresindeki yük akışı daha önce geleneksel olarak belirlenmiş elektrik akımının yönünün tersidir.
Teldeki ya da bir bileşendeki akım her iki yönde olabileceği için, pozitif yüklerin akış yönü bir notasyonla simgelenmelidir. I değişkeni akımı temsil etmek için kullanılır ve şematik olarak çizilmiş elektrik devresinde her zaman bir ok ile gösterilir. Buna I akımının referans yönü denir. Eğer akım ters yönde hareket ediyorsa I değişkeni negatif bir değere sahip olur.
Elektrik devreleri analiz edildiğinde, herhangi bir devre elemanının üzerinden geçen akımın yönü ilk olarak bilinemez. Bundan dolayı akımın referans yönü önce keyfi olarak belirlenir. Devredeki akımlar çözüldüğünde, bir devre elemanının üstünden geçen akımın negatif değere olması seçilen referans yönüne ters yönde hareket ettiğini gösterir. Elektronik devrelerde, akımın referans yönü genellikle bütün akımlar zemine doğru hareket ediyormuş gibi seçilir. Bu genellikle akımın gerçek yönüne karşılık gelir çünkü güç kaynağı potansiyeli çoğu devrede yere göre pozitiftir.
Metalik katılarda elektrik yükü elektron ile düşük elektriksel potansiyelden yüksek elektriksel potansiyele doğru akar. Diğer alanlarda herhangi bir yüklü objenin akışı ( örneğin iyonlar) bir elektrik akımına sebep olabilir. Yük taşıyıcıların türünden bağımsız bir akım tanımı yapmak gerekirse, geleneksel olarak akım pozitif yüklerin akış yönüyle aynı yöndedir. Metallerde yük taşıyıcıları elektronlar negatif olduğu için akım elektronların akış yönünün tersi yönündedir. Yük taşıyıcıların pozitif olduğu iletkenlerde ise akımın yönü yük taşıyıcıların hareket yönüyle aynıdır
Boşlukta iyon ya da elektron demeti oluşabilir. Diğer iletken maddelerde ise elektrik akımı hem pozitif yüklü parçacıkların hem de negatif yüklü parçacıkların aynı zamanda hareket etmesiyle oluşabilir. Diğerleri içinse elektrik akımı tamamıyla pozitif yük akışı ile sağlanabilir. Örneğin elektrolitlerdeki elektrik akımı pozitif ve negatif yüklü iyonların akışıyla gerçekleşir. Kurşun asit elektrokimyasal pillerdeki elektrik akımı pozitif hidrojen iyonlarının bir yönde, negatif sülfat iyonlarının ise diğer yönde hareket etmesiyle oluşur. Kıvılcımlardaki ve plazmalardaki elektrik akımı elektronlardan kaynaklı olduğu gibi pozitif ve negatif iyonlardan da kaynaklıdır. Buz ve belli katı elektrolitlerdeki elektrik akımı tamamıyla iyonların akışından oluşmaktadır.
Katı iletken metal, hareketli veya serbest elektronlara sahiptir. Bu elektronlar metalin kristal yapısına bağlıdırlar, fakat herhangi bir atoma bağlı değillerdir. Herhangi bir dış elektriksel alan uygulamadan bile bu elektronlar ısı enerjisinden dolayı rastgele hareket ederler. Fakat normalde bir metaldeki net akım sıfırdır. Herhangi bir zamanda metal objenin herhangi bir kesitinde bir yönden diğerine geçen elektronların sayısı aksi yönde geçiş yapanlarınkine ortalamada eşittir. Bir metal telin iki ucu arasına batarya gibi bir DC kaynağı bağlandığında iletkende bir elektrik alanı oluşur. Bu elektrik alanı metaldeki serbest elektronların alanın tersi yönünde sürüklenmesine sebep olur. Ortalamada bir yöne daha fazla hareket eden elektronlar elektrik akımını yaratmış olurlar.
Bir metalde, her atomun dış kabuğundaki elektronlar ait olduğu atoma yalıtkan maddelerdeki kadar bağlı değildir. Bu elektronlar metal kafesi içinde hareket etmek konusunda özgürdür. Bu iletim elektronları akımı oluşturan yük taşıyıcılar olarak görev edinebilir. Metaller özellikle iletkendir çünkü metaller atomuna çok sıkı bağlı olmayan çok sayıda elektronlara sahiptir. Karakteristik olarak bir kafeste bir elektron ile. Herhangi bir dış elektrik alan uygulanmadığı takdirde bu elektronlar termal enerjiden dolayı rastgele hareket ederler fakat ortalama olarak metal içerisinde herhangi bir akım yoktur. Oda |
sıcaklığında bu elektronların rastgele hareketinin ortalama hızı saniyede 106 metredir. Metal telin geçtiği bir yüzey boyunca elektronlar yüzey üzerinde her iki yönde ve eşit oranda hareket ederler. George Gamow’un, popüler bilim kitabı “1-2-3 Sonsuz…Sonsuz Bilimin Gerçekleri ve Çözümlenmesi” (1947) kitabında belirttiği gibi “Metalik maddeler, dış kabuklarının atoma gevşek bağlanması nedeniyle ve genellikle elektronlardan birini hareket etmekte özgür kıldığı için diğer maddelerden farklıdır. Böylelikle, metalin içinin çok sayıda atomuna tam bağlanmamış elektronlardan oluştuğu görülebilir. Bu elektronlar kalabalık içerisinde hareket eden insanlar gibi amaçsızca dolanabilir. Bir metal telin zıt uçlarına elektriksel kuvvet uygulandığında ise bu serbest elektronlar iletken katının yük taşıyıcıları olurlar ve biz bu duruma elektrik akımı deriz.
Bir metal telin iki ucu boyunca herhangi bir DC gerilim kaynağı, örneğin bir batarya uygulandığı takdirde, iletken tel boyunca elektrik alanı oluşturulmuş olur. Elektrik alan ile serbest elektronlar arasında anlık temas kurulduğu an, elektronlar pozitif uca sürüklenmeye zorlanırlar. Bundan dolayı tipik bir katı iletkende yük taşıyıcıları elektronlardır.
Yüklerin herhangi bir yüzey boyunca kararlı akışı olan akım ( amper cinsinden ) aşağıdaki denklemle hesaplanabilir.
Burada Q, t zamanı içerisinde yüzey boyunca iletilmiş elektriksel yüktür. Eğer Q ve t , coloumb ve saniye cinsinden ölçülürse, I amper cinsinden olur. .
Daha genel olarak, elektrik akımı verilmiş yüzey boyunca yüklerin akış hızı olarak betimlenebilir.
Havadaki ve kırılımın aşağısındaki sıradan gazlarda elektriksel iletimin etkin bileşeni radyoaktif gazlar, ultraviyole ışık ya da kozmik ışınlar tarafından oluşturulan görece az hareketli iyonlardır. Gazlar yalıtkandır. Çünkü elektriksel iletkenlikleri düşüktür. Ama uygulanan elektrik alan kırılım değerine yaklaştığında serbest elektronlar elektrik alan tarafından yeterince ivmelenecek konuma gelirler. Elektriksel kırılım plazma oluşturabilecek bir süreçtir. Bir plazma yeterince hareketli elektron ve pozitif iyon taşıdığı için elektriksel iletkene dönüşür. Bu işlem boyunca plazma kıvılcım, elektrik ark, yıldırım gibi ışık emici iletken yol formunu alır.
Plazma, atomlardan ya da moleküllerden uzaklaştırılmış elektronların bulunduğu maddenin hallerden biridir. Bir plazma ancak ya yüksek sıcaklık ya da yüksek elektrik uygulaması ile ya da yukarıda bahsedildiği gibi değişen manyetik alan ile oluşturulabilir. Elektronlar protonlardan daha az kütleye sahip oldukları için plazma içerisinde onlardan hızlı bir şekilde ivmelenebilirler. Bundan dolayı akım yığınını elektronlar taşırlar. Serbest iyonlar yeni kimyasal bileşikler yapmak için yeniden birleşime katılabilirler. ( Örneğin atmosferdeki oksijenin tek oksijene parçalanması [O → 20], daha sonra bir araya toplanarak ozon oluşturması [O]).
İdeal bir boşlukta yüklü parçacıklar olmadığı için boşluk elektriksel olarak mükemmel bir yalıtkan gibi davranır. Ama metal elektrot yüzeyi boşluktaki alanın iletken olmasını sağlayabilir. Bunu, serbest elektronları ya da iyonları elektron alan emisyonu ya da termiyonik yayılım ile enjekte ederek yapar. Termiyonik yayılım, termal enerjinin metalin çalışma fonksiyonunu aştığında gerçekleşir. Elektron alan yayılımı ise metalin yüzeyindeki elektrik alanın kuantum tünellemeye neden olacak şekilde yüksek olduğu zamanlar gerçekleşir. Bunun sonucu olarak metaldeki serbest elektronlar boşluğa enjekte edilir. Dışarıdan ısı verilen elektrotlar bir elektron bulutu oluşturmak için kullanılır.Lamba teli ya da dolaylı olarak elektron tübünün ısı verilen katodu gibi. Ayrıca soğuk katotlar termiyonik yayılım ile kendiliğinden elektron bulutu yaratabilirler. Aynı zamanda küçük akkor alanlar ( katot ya da anot noktası da denilir ) oluşturulabilir. Bunlar, yeri belirlenmiş yüksek akımlar tarafından yaratılan elektrot yüzeyinin akkor bölgeleridir. Bu bölgeler elektron alan yayılımı tarafından başlatılmış olabilir fakat daha sonra konumlandırılmış termiyonik yayılım tarafından devam ettirilir boşluk arkı oluştuğunda. Bu küçük elektron yayan alanlar yüksek elektrik alana maruz bırakılan metal yüzeyler üzerinde oldukça hızlı bir şekilde oluşur. Elektron tübü ve Kriton elektronik anahtarlarından bazılarıdır
Süper iletkenlik elektriksel olarak tamamıyla sıfır dirence sahip olma olgusudur. Ayrıca belirli kritik bir sıcaklığa soğutulmuş maddelerde gerçekleşen manyetik alan uzaklaştırmasıdır. Süper iletkenlik 8 Nisan 1911 yılında Heike Kamerlingh Onnes tarafından Leiden’de keşfedilmiştir. Ferromıknatıslık ve atomik spekstroskobi gibi, süper iletkenlik kuantum mekaniğinin bir olgusudur. Süper iletkenlik Meissner etkisi ile karakterize edilmiştir. Süper iletken konumuna geçildiğinde manyetik alan çizgileri süper iletkenin iç kısmından tamamıyla çıkarılır. Meissner etkisi olayı, süper iletkenliğin klasik fizikteki idealleştirilmiş mükemmel iletkenlik algısıyla anlaşılamayacağını vurgular.
Yarı iletkenlerdeki akımın nedenini pozitif deliklerin akışı olarak düşünmek bazen yararlıdır. ( hareketli pozitif yükler taşır, bu delikler yarı iletken kristallerin değerlik elektronlarını kaybettiği yerdir). Bu p tipi yarı iletkenlerde gerçekleşen bir durumdur. Bir yarı iletken büyüklük olarak iletken ve yalıtkanın ortasında bir elektriksel iletkenlik değerine sahiptir. Yani yarı iletkenlerde iletkenlik kabaca santimetre başına 10 10 siemens arasında değişir (S*cm).
Klasik kristal yarı iletkenlerde elektronlar belirli bir bant (enerji seviyesi menzili) sınırı içinde enerjiye sahip olabilirler. Enerjik olarak bu bantlar atomun uyarılmamış halinin enerjisi ile serbest elektronun enerjisi arasında bir yerdedir. Uyarılmamış hal, elektronların atom çekirdeğine sıkıca bağlı olduğu bir haldir. Serbest elektron enerjisi ise bir elektronu maddeden tamamıyla koparmak için gerekli olan enerjidir. Her bir enerji bandı elektronların çok sayıda farklı kuantum durumlarına karşılık gelir. Düşük enerjili çoğu hal (çekirdeğe yakın olma) belirli bir banda, yani değerlik bir banda kadar doldurulmuş haldedir. Yarı iletken ve yalıtkanlar metallerden farklıdır çünkü herhangi bir metalin değerlik bandı sıradan çalışma koşulları altındaki elektronlar tarafından doldurulmuştur. Çok az sayıda yarı iletken iletim bandındadır
Yarı iletkenlerin değerlik bandından iletim bandına elektronları uyarabilme kolaylığı bantlar arasındaki farka bağlıdır. Bantlar arasındaki enerji boyutundaki bu fark yarı iletken ve yalıtkanlar arasındaki keyfi ayırıcı çizgi (yaklaşık olarak 4eV) olarak görev edinmektedir.
Kovalent bağlarda, bir elektron komşusundaki bir kimyasal bağa katılabilir. Pauli dışlama ilkesi, elektronların yüksek anti bağ durumuna yükseltilmesi gerektiğini belirtir. Bir boyutun söz konusu olduğu lokalleşmemiş durumlarda, yani nanotellerde, her bir enerji için elektronların tek bir yönde aktığı bir hal görülür. Diğer hallerde ise elektronların diğer yönde akması söz konusudur. Net akım akışı için herhangi bir yöndeki daha fazla hal diğer yöndekinden daha çok işgal edilmelidir. Bunun olabilmesi enerji gereklidir. Genellikle şu belirtilir : Dolu band elektriksel iletkenliğe katkıda bulunmaz. Ama bir yarı iletkenin sıcaklığı mutlak sıfırın üstüne çıktığında, yarı iletkenin içinde kafes titreşimi tüketimi yapmak ve iletim bandına elektronları uyarmak için çok enerji gereklidir. İletim bandındaki akım taşıyan bu elektronlara serbest elektronlar denir.
Elektrolitler içlerinde elektrik akımını mümkün kılacak serbest iyonlar bulunduran maddelerdir. Örneğin eğer elektrik alan Na+ ve CI- dan oluşan bir çözeltiye uygulanırsa (ve koşullar uygunsa ) Sodyum iyonları negatif elektroda (katod) doğru hareket edecektir. Klor iyonları ise pozitif elektroda (anod) doğru hareket edecektir. Reaksiyon iyonları absorbe eden her iki elektrot yüzeyinde de gerçekleşecektir. Elektrokimyasal hücreler bir elektrolit ve bu elektrolide yerleştirilmiş elektrotlardan oluşur. Bu hücreler kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine çevirmek (pil) ya da elektrik enerjisi kullanarak bir kimyasal tepkimeyi gerçekleştirmek için (elektroliz) kullanılırlar. Her iki durumda da elektrotların çevresinde iyonlar oluşur ya da yok olur. Bu tepkimeler sırasında elektrolit içerisinde birbirini nötrleyen ya da birbirinden ayrılan anyon ve katyonlar (negatif ve pozitif yüklü iyonlar) elektrotlara doğru ya da aksi yönde hareketleri sırasında elektrik akımını oluştururlar. Örnek olarak, sıkça rastlanan kurşunlu pillerde elektrik akımı pozitif yüklü hidrojen iyonlarının bir yöne negatif yüklü sülfat iyonlarının diğer yöne hareket etmesinden meydana gelir.
Proton iletkenleri olarak adlandırılan su-buz ve belli katı elektrolitler hareket edebilen hidrojen iyonlarına (proton) sahiptir. Bu gibi maddelerde elektrik akımı hareket halindeki protonlardan oluşur. Bu durum metallerdeki elektron hareketinin tersidir
Belirli elektrolit karışımlarda hareketli elektrik yükler açık renge sahiptir. Renkteki bu yavaş ilerleme akımı görülebilir hale getirir.
Vakumda elektronlardan ya da iyonlardan meydana gelmiş bir ışın elektrik akımına neden olabilir. Benzer şekilde kıvılcım ve plazmalarda elektrik akımı hareket eden elektronlar ve pozitif ya da negatif yüklü iyonlardan meydana gelir. Yarı iletkenler üzerinde elektrik akımı, elektronların yanı sıra, pozitif yüklü elektron boşlukları (Yarı iletken kristali üzerinde eksik olan değerlik elektronlar) tarafından da taşınır. P tipi yarı iletkenlerde elektrik akımı büyük oranda bu şekilde oluşur.
Elektrik akımı bir manyetik alan meydana getirir. Bu manyetik alan, akım geçiren teli çevreleyen dairesel alan çizgileri olarak gözde canlandırılabilir.
Elektrik akımı bir galvanometre yardımıyla doğrudan ölçülebilir, ama bu yöntem devrenin koparılmasını gerektirmektedir, bu da bazi durumlarda zorluk yaratır. Akım, devreyi koparmadan, meydana getirdiği manyetik alan sayesinde de ölçülebilir. Bu amaçla kullanılan cihazlar arasında Hall etkisi sensörleri, akım transformatörleri ve Ro |
gowski bobinleri de vardır.
Özel görelilik kuramı kullanılarak manyetik alan, akımı taşıyan parçacıklarla aynı hızda giden bir gözlemci için durağan bir elektrik alan dönüştürüllebilir. Zaten akımın kendisi de ölçüldüğü referans sistemine bağlıdır, çünkü akım, parçacıkların hızına ve bu da referans sistemine bağlıdır.
Bir elektromıknatıs bobininde silindirik bir çekirdek üzerinde sarılan yalıtılmış çok sayıda dairesel sarımlar vardır. Bu sarımlar üzerinde elektrik akımı olduğunda silindirik çekirdek bir mıknatıs gibi davranır. Sarımlar üzerindeki akım yok edildiği takdirde bobin aynı anda manyetizma özelliğini kaybeder. Bu tarz aletlere elektromıknatıs diyoruz.
Elektrik akımı manyetik alan üretir. Manyetik alan, telin etrafındaki çembersel alan çizgileri modeliyle göz önünde canlandırabilir. Telin üzerindeki akımın uzunluğu telin uzunluğu boyunca devam eder.
Manyetizma da ayrıca elektrik akımı üretir. Bir iletken, büyüklüğü değiştirilen bir manyetik alana maruz bırakıldığında elektromotor kuvvet (EMF) üretilir. Eğer uygun bir yol varsa iletken üzerinde akım üretilmiş olur.
Elektrik akımı direkt olarak galvanometre ile ölçülebilir fakat bu metot elektriksel devrenin bozulmasına neden olur. Bu durum ölçümü bazen uygunsuz hale getirir. Akım ayrıca kendisiyle ilişkili olan manyetik alanın belirlenmesiyle herhangi bir bozulma olmadan ölçülebilir. Bu ölçümün yapılmasını sağlayan aletler Hall etkisi sensörü, akım kelepçesi, akım transformatörü ve Rogowski bobinidir.
Bir elektrik akımı uygun şekilli bir iletken üzerinde radyo frekansıyla aktığında radyo dalgaları üretilir. Bu dalgalar ışık hızında seyahat eder ve uzak iletkenlerde bir elektrik akımına neden olabilirler.
Sabit bir akım "I" amper olarak şu şekilde hesaplanabilir:
burada
Devamında:
Ohm Kanunu, elektrik devresinde iki nokta arasında kalan bir iletkenin üzerinden geçen akımın, bu iki nokta arasındaki potansiyel farkıyla doğru orantılı olduğunu belirtir. Bir diğer deyişle; ideal bir direnç veya diğer omik aygıtlarda uygulanan gerilimin akıma oranıdır. Bu orantılılık direncin tanımını verir. Bu ilişkiyi tanımlayan matematiksel denklem oldukça popülerdir.
Burada I, iletkenin üzerinden geçen akımdır ve bu akımın birimi Amperdir. Formüldeki V bu iletkenin uçları arasında ölçülen potansiyel farktır ve birimi Volttur. R ise iletkenin direncidir ve birimi ohm’dur. Özel olarak belirtilmeli ki, Ohm kanunu R’nin akımdan bağımsız bir sabit olduğunu göstermektedir.
Ohm ısınması ya da direnç ısınması olarak bilinen Joule Yasası iletkenin üzerindeki elektrik akımının kanal boyunca ısı yayma işlemiyle ilgilidir. Bu yasayı ilk olarak 1841 yılında James Prescott Joule çalıştı. Joule uzun bir teli sabit kütleye sahip bir suya batırdı ve telin üzerindeki belli bir akımın sudaki sıcaklığı nasıl arttırdığını 30 dakikalık periyotlarla ölçtü. Akımın büyüklüğünü ve telin uzunluğunu değiştirerek yaptığı deneyler neticesinde üretilen ısının teldeki akımın karesiyle ve telin elektriksel direnciyle doğru orantılı olduğunu tespit etti.
Bu ilişki Joule’ün ilk yasası olarak bilinir. Daha sonra, enerjinin Uluslararası Birimler Sistemindeki birimi Joule olarak isimlendirildi ve J sembolüyle gösterilmeye başlandı. Yaygın bir şekilde bilinen gücün birimi watt saniye başına 1 joule’a eşittir.
Elektrik akımı yoğunluğunun bir ölçümüdür. Bu elektrik akımının seçili alana oranını veren bir vektörel büyüklüktür SI birimlerinde, akım yoğunluğu amper bölü metrekare ile ölçülür.
Akım yoğunluğu, elektrik akımının yoğunluğu olarak tanımlanır. Akım yoğunluğu birim alan başına düşen elektrik akımı vektörüdür. Uluslararası Birimler Sisteminde metre kare başına amper cinsinden birimlendirilir.
Burada "formula_12 iletkendeki akım" , formula_13 akım yoğunluğu, ve formula_14 ise kesit alanı vektörünün diferansiyelidir.
Belirli bir dirence sahip maddelerdeki akım yoğunluğu "formula_13" (birim alan başına elektrik akımı) bulunduğu ortamdaki elektrik alanı formula_16 ile doğru orantılıdır. Bu orantılılık maddenin iletkenliği "formula_17" olarak adlandırılır. Maddenin iletkenliği maddenin kendine has özelliği ile ilgilidir. Daha genel olarak, maddenin iletkenliği maddenin sıcaklığına bağlıdır
Maddenin iletkenliğinin "formula_17" ) karşıtı olan terim ise maddenin direncidir "formula_20."
Yarı iletkenlerdeki iletim sürüklenme ve difüzyonun ortak etkisiyle ile gerçekleşebilir. Bu iletkenlik difüzyon sabiti formula_23 ve yük yoğunluğu formula_24 ile doğru orantılıdır. Dolayısıyla akım yoğunluğu :
Burada formula_26 temel yük, formula_27 ise elektron yoğunluğudur. Yük taşıyıcıları yoğunluğun az olduğu yöne doğru ilerler. Bu yüzden, pozitif akım elektronlar için pozitif yoğunluk gradyanı ile sonuçlanır
Doğrusal anizotrop maddelerde, SİMGELER tensörlerdir.
Düşük frekans altında, metal gibi doğrusal maddelerin yüzeyindeki yük yoğunluğu her yerde aynıdır. Bu gibi durumlarda Ohm yasası, metalin baş ve son kısımları arasındaki potansiyel farkının üzerinden geçen akım ile doğru orantılı olduğunu belirtir
burada formula_12 akımdır ve amper cinsinden ölçülür. formula_30metalin uç noktaları arasındaki potansiyel farktır ve volt cinsinden ölçülür. formula_31 ise metalin direncidir ve ohm cinsinden ölçülür. Yüksek frekansın söz konusu olduğu alternatif akımlardaki deri etkisi, iletkenin kesit alanı boyunca ilerleyen akımın düzensiz dağılmasına neden olur. Böylelikle yüzeyin yakınında akım yoğunluğu daha fazla olur ve bu durum direncin artmasına neden olur.
İletken içerisindeki hareketli yüklü parçacıklar tıp ki gazlar gibi rastgele yönlerde hareket ederler. Net bir yük akışının olması için yüklü parçacıklar ortalama bir sürüklenme hızıyla hareket etmelidir.Metallerdeki yük taşıyıcıları elektronlardır ve bunlar bir atomdan başka bir atoma çarpa çarpa düzensiz bir yol izlerler. Başka bir deyişle kararsız yolla akarlar (atomdan atoma sıçrarlar), fakat genellikle elektriksel alan yönünde akarlar. Fakat genel olarak, elektrik alan vektörüne ters yönde sürüklenirler. Elektronların sürüklenme hızı aşağıdaki denklemden hesaplanabilir :
burada
Karakteristik olarak elektrik yükleri bir katı içerisinde yavaş hareket eder. Örneğin 0.5 mm^2 kesit alanına ve 5 amperlik akıma sahip bir bakır tel içerisindeki elektronların sürüklenme hızı saniyede bir milimetre kadardır. Fakat başka bir örnek verilecek olursa, elektronlar katot ışın tüpünün içindeki boşlukta hem düz bir çizgiye yakın bir yol izlerler hem de ışık hızının onda biri kadar bir hız ile ilerlerler.
Katı maddedeki elektrik akışı tipik olarak çok yavaştır. Örneğin, 0.5 mm² kesitli bir bakır tel 5 A lik bir akım taşırken elektronların akım yönündeki ortalama hızı saniyede milimetreler mertebesindedir. Buna karşılık katot ışınlı tüplerin içerisindeki neredeyse vakum ortamda elektronlar neredeyse doğrusal rotalarda ışık hızının onda birine yakın hızlarda hareket ederler.
Elektriksel yük taşıyan parçacıklar hızlı ya da yavaş da hareket etse, iletkenin yüzeyinde oluşan elektriksel sinyaller genelde ışık hızına yakın hızlarda ilerlerler. Bu sonuca Maxwell denklemlerinin çözümüyle varılabilir. İlk bakışta sezgiye aykırı görünen bu durum bilardo toplarının çok hızlı hareket etmediklerinde bile çarpışmanın etkisini neredeyse anında iletmelerine benzetilerek açıklanabilir.
Elektrik yüklerinin kazanacağı herhangi bir ivme, yani elektrik akımındaki herhangi bir değişiklik elektromanyetik dalgaların oluşmasına neden olur. Bu dalgalar, iletkenin yüzeyinden dışarıya çok yüksek hızlarda yayılır. Maxwell denklemlerinden de hesaplanabileceği üzere bu hız ışık hızına göre hesaplandığında oldukça önemli bir kesir ile ifade edilir. Bundan dolayı elektromanyetik dalga hızı çoğu zaman elektronların sürüklenme hızından büyüktür. Örneğin elektrik iletim hatlarındaki elektromanyetik dalgalar teller arasındaki boşlukta, kaynaktan başlayarak uzak bir yüke kadar yayılabilir. Fakat tel içerisindeki elektronlar yalnızca geriye doğru ve biraz da ileriye doğru küçük mesafeler katedebilir.
Elektromanyetik dalga hızının ışığın boşluktaki hızına oranı hız faktörü olarak tanımlanır. Bu oran iletkenin şekil ve boyutuna, elektromanyetik özelliğine ve çevresini saran yalıtkan maddelere bağlı olarak değişir
Bahsedilen bu üç hız benzerlik açısından gazların hızları ile karşılaştırılabilir.
Doğru akım batarya, termokupl, güneş pili, komütatör tipi elektrik makinesi gibi kaynaklar tarafından oluşturulabilir. Doğru akım tel gibi iletkenlerde akabildiği gibi; yarı iletken , yalıtkan hatta katot ışını tüpünde olduğu gibi boşlukta dahi akışa sahip olabilir. Doğru akımı alternatif akımdan (AC) ayıran şey elektrik yüklerinin sabit bir yönde hareket etmesidir. Geçmişte doğru akım için kullanılan terim “galvanik” akımdı. Doğru akım elektrik yükünün hep aynı yönde akmasıyla oluşur. Buna karşılık alternatif akımda eşit zaman aralıklarıyla akım yönü tersine döner. Bunların üretilmesi, iletilmesi ve kullanılması çok farklı özellikler gösterirler. Çeşitli elektronik devre elemanları kullanılarak bu iki akımı birbirine dönüştürmek mümkündür.
Elektrik enerjisi, çeşitli yöntemlerle diğer enerji çeşitlerinin dönüştürülmesiyle üretilir. Ortaya çıkan akım doğru ya da alternatif akım olabilir. Doğru akım en yaygın olarak kimyasal pillerde, güneş pillerinde ve dinamolarda(doğru akım motoru) üretilir. Alternatif akım ise genellikle alternatif akım motorlarında üretilir.
Altenatif akım (AC) devrelerinde elektrik yüklerinin hareketi periyodik olarak yönünü tersine çevirecek şekildedir. Doğru akımda (DC) ise elektrik yüklerinin akışı yalnızca tek yönlüdür.
Evlere ve işyerlerine verilen elektrik alternatif akımdır. AC güç devresinin klasik dalga formu sinüs dalgasıdır. Belirli uygulamalar üçgen dalga ya da kare dalga gibi farklı dalga formlarını kullanabilirler. Elektriksel tellerde taşınan ses ve radyo sinyalleri alternatif akıma örnek olarak verilebilir. Bilgileri AC sinyalleri olarak şifreleme ve dönüştürme bu uygulamaların önemli bir amacıdır.
Kullanılan elektriğin büyük çoğunluğu herhangi bir enerji çeşidinin önce ha |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.