article
stringlengths
7.34k
10k
Nuray Hafiftaş 8 Ağustos 1964 tarihinde Çıldır'da doğdu. İlkokulu Taksim'de okudu. İTÜ Devlet Konservatuarı'nı bitirdikten sonra İstanbul Belediye Konservatuarı İcra Heyetinde 4 yıl kadrolu devlet sanatçısı olarak çalıştı. Aynı yıllarda İstanbul Radyosu'nda da sözleşmeli sanatçı olarak 4 yıl çalıştı. Şimdiye kadar birçok albüm çıkaran sanatçının 100'ü aşkın söz ve bestesi kendisine ait olan eserleri var. Bunlardan "Ayrılık Nikahı", "Yalan Dünya" ve "İsyan Ediyorum"u Kibariye, "Hasret" ve "Gurbet"i ise İzzet Yıldızhan okudu. Sanatçının son albümünde ise kendisine ait "Be Hey Gafil" ve "Yavrular" isimli iki bestesi bulunuyor. Türk Halk Müziği'nin çağdaş, otantizm'e asla ihanet etmeyen ama teknoloji'ye açık bir neferi oldu. Zaman oldu kendi kulvarında birlikte yarıştıkları meslektaşlarının albümlerinde vokal yapacak kadar alçak gönüllü ve özverili oldu. Nuray Hafiftaş'ın Türk Halk Müziği klasik sanatçıları literatürüne girmesine neden olan özellikleri kuşkusuz sadece bunlar değil. "Eyvah Gönül" de ürettikleri eserlerden biri. Star Prodüksiyon etiketiyle piyasaya çıkan "Yazı Bir Dert Kışı Bir Dert" isimli son albümünün prodüktörlüğünü Yusuf Savaş üstlendi. 12 eserden oluşan bu albüm yaklaşık dört yıl aradan sonra çıktı. Uzun bir süre kalın bağırsak kanseri tedavisi gören Nuray Hafiftaş, 14 Şubat 2018'de 53 yaşında İstanbul'da hayatını kaybetti. 15 Şubatta Teşvikiye Camii'nde düzenlenen devlet töreninin ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi. Mikrop (anlam ayrımı) Mikrop şu anlamlara gelebilir: İbrik İbrik; Eskiden kullanılan su kabı, genellikle bakırdan yapılıp kalaylanmış olarak kullanılır. Galvanizli tenekeden de yapılmış olanları vardır. İbrik yakın zamana kadar evlerimize su kaynağından su getirilirken kullanılırdı. Evlere getirilen sular büyük küplere koyulurdu.Dünyanın değişik yerlerinde maden ve topraktan yapılmış ibrikler vardır. Kullanışı kolay taşınabilirliği ve zarafeti ile tercih edilen eşyalardandır. Türkiye'de yüzün üzerinde ibrik çeşidi vardır. Louis Aragon Louis Aragon (3 Ekim 1897, Paris - 24 Aralık 1982, Paris) siyasal eylemci ve komünist şair, romancı ve deneme yazarı. Bugünkü Fransız ozanlarının en önemlilerinden biri olarak bilinir. Özellikle, Türkçeye "Mutlu Aşk Yoktur" adıyla çevrilen şiiriyle tanınır. Önceleri, Dada akımının öncüleri arasında sayılıyordu, sonradan André Breton ve Philippe Soupault ile birlikte bu yüzyılın en önemli şiir akımı olan Sürrealizm'in kurucularından biri oldu. Bugüne değin şiir, roman, eleştiri, deneme, çeviri olarak 61 kitap yayımladı. Aragon'un ünü, öte yandan, II. Dünya Savaşı'nda gizli karşı koyma hareketiyle daha bir büyümüştür. Le Paysan de Paris adlı romanı, gerçeküstücülüğün en güzel örneklerinden biri olarak gösterilmektedir. Charles d'Orléans'dan, Victor Hugo'ya değin uzayan bir şiir çizgisini sürdürür gibidir Aragon. Açık yazan ozanlardandır, birçok şiirleri bu yüzden şarkı haline getirilmiştir. Aragon romancı olarak da ün yapmıştır, çağdaş romanında önemli bir yer tutar. Birkaç çevirisi de vardır. 24 Aralık 1982'de Paris'te ölmüştür. Yasunari Kavabata Yasunari Kavabata (Japonca: 川端 康成; 11 Haziran 1899 - 16 Nisan 1972) önemli Japon romancılarından. Onun duygu yüklü düz yazı tarzı Japonya'ya ilk Nobel Edebiyat Ödülü'nü getirmişti. Önemli eserlerinden bazıları "İzu Dansözü" (1926) ve "Kardan Ülke" (1934)'dir. Kavabata, Osaka'da doğdu ve iki yaşında yetim kaldığından büyükbaba ve büyükannesi yanında yaşadı. Teyzesi tarafından büyütülen bir kız kardeşi vardı. Kavabata'nın büyükannesi, o yedi yaşındayken öldü ve büyükbabası da, o on beş yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Ebeveynlerinin ölümünden beri sadece bir kez kız kardeşini gördü. Tüm akrabalarını yitirdikten sonra annesinin ailesi yanına taşındı. On sekiz yaşından önce Tokyo'ya gitti ve Tokyo İmparatorluk Üniversitesi yönetimi altındaki liseye kaydını yaptırdı. 1920'de liseyi bitirip Tokyo İmparatorluk Üniversitesinde okumaya başladı. Gazeteci olarak çalışmaya başladığında yazmaya da devam ediyordu. II. Dünya Savaşı'nın ateşli askeri ortamına katılmayı reddetti. Savaş ortamının etkileri yazılarında görülmektedir. Kavabata 1972'de gazla intihar etti. İntiharıyla ilgili pek çok gerekçe öne sürülmüştür. Bunlar arasında zayıf sağlığı, gayri meşru bir aşk hikâyesi veya arkadaşı Yukio Mişima'nın intiharının üzerindeki etkisi gibi pek çok teori bulunmaktadır. Mişima'dan farklı olarak Kavabata ardında not bırakmadığı için intiharının tam nedeni gizli kalmaya devam etti. Karlar Ülkesi adlı kitabını 12 senede tamamladı. Robert Louis Stevenson Robert Louis Stevenson, (d. 13 Kasım 1850, Edinburgh - ö. 3 Aralık 1894, Samoa), İskoç romancı ve şair. En ünlü eseri "Define Adası"dır. Robert Louis Stevenson, 13 Kasım 1850 günü Edinburgh'da Thomas ve Margaret Stevenson'ın tek çocuğu olarak dünyaya geldi. Çocukluğunda onu hayatı boyunca bırakmayacak olan bir hastalık geçirmiştir (tüberküloz olduğu düşünülmektedir.) Sağlık durumundan dolayı okula devam edememiş, evde özel öğretmenler tarafından eğitilmişti. Babası Thomas'ın 17 yaşındaki oğlunu Edinburgh Üniversitesi'ne kaydettirdikten sonra ailesiyle arasında anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Üniversite hayatına başlamasıyla Stevenson; 1870'lerden çok 1970'lere yaraşan bohem bir hayat tarzı benimsedi. Ailesinin dini inançlarını reddetti, evli kadınlarla ve hayat kadınlarıyla ilişkiler kurdu. Stevenson üniversite de hastalıklı ve romantik bir genç olarak hocalarının dikkatini çekse de derslerine pek önem vermiyordu. Zamanını Edinburgh sosyetesinin içinde geçirdi ve Montaigne, William Hazlitt ve Daniel Defoe'yu taklit etmeye çalıştı. Babası oğlunun nesillerden beri Stevenson ailesinin mesleği olan mühendisliği sürdürmesini istiyordu, ancak Louis Stevenson hukuk okumayı tercih etti. 1875'te sınavını geçerek diplomasını alsa da mesleğini yapmadı. Diplomasını aldıktan sonra Avrupa'yı gezmeye karar verdi. Amacı, sağlığı için elverişli bir yer bulmaktı. Bu arada yazmaya da devam etti. Fransa'dayken Oise nehrinde yaptığı bir gezi ona ""Bir İç Gezi" (An Inland Voyage)" (1870) adlı eserini yazması için ilham vermişti. Aynı zamanda burada kendisinden on yaş büyük "Fanny Van de Grift Osbourne" adlı evli ve iki çocuk annesi Amerikalı bir kadınla aşk yaşar. Fanny Kaliforniya'ya döndüğünde, arkasında depresyonda ve yıkılmış bir Stevenson bırakmıştı. Stevenson, Fransa'nın dağlık ve kırsal kesiminde bir seyahate çıktı ve burada yaşadıklarını hikâyeleyerek "Bir Eşekle Seyahat" (Travels with a Donkey in the Cévennes) adlı kitabında anlattı (1878). Ailesi, onun bu yaptıklarını bir zaman kaybı olarak değerlendirse de aslında yazı stilini geliştirmek ve yaşam bilgisini arttırmak için uğraş vermekteydi. 1879 Ağustos'unda Kaliforniya'ya Fanny Osbourne'u görmeye gitti. New York'tan Kaliforniya'ya trenle seyahat etmesi onu çok yıpratmıştı, akciğerindeki bir enfeksiyon onu ölümün eşiğine getirdi, kendisine yardımcı olan çiftlik sahipleri tarafından iyileştirildi ve Fanny'nin yaşadığı San Fransisco şehrine devam etti. San Fransisco'da çok zor şartlar altında parasız günler geçirdikten sonra tekrar sağlığı bozulduğunda eşinden boşanmış olan Fanny onunla ilgilendi ve iyileştirdi. Çift 1880'de evlendi ve birlikte Edinburgh'a döndüler. Bundan sonraki dört yılda Stevenson'un sağlığı el verdiğince Güney Fransa ve İsviçre'de gezdi. Bu dönemde en bilinen eserlerini yazdı. Stevenson üvey oğlu Llyod Osbourne ile yaptığı bir haritadan aldığı ilhamla, ünlü eseri "Define Adası (Treasure Island)'nı" yazdı. Oğlunun "bir harita, bir define ve terk edilmiş bir gemiyle ilgili olsun, içinde kadın olmasın" şeklinde kitabı, kendisine ısmarladığı için kitapta kadınlara yer verilmediği söylenir. Eser 1881-1882 yıllarında bir çocuk dergisinde dizi olarak yayımlanmış, 1883 yılında kitap olarak basılmıştır. Tropikal adalarda "x" işaretli hazine haritalarıyla hazine arayan eli kancalı-omzu papağanlı olarak canlandırılan korsan kavramının yaygınlaşmasında bu kitabın çok rolü olmuştur. Güney Fransa'da gezerlerken Stevenson'ın tekrar hastalanması üzerine eşi ve üvey oğlu ile birlikte tekrar İngiltere'ye döndüler ve İngiltere'nin güneyinde Bournemouth'a yerleştiler (1884). Yaşadıkları yere, Skerryvore adını vermişlerdi. Skerryvıre, Stevonson'un amcası Alan Stevenson'un büyük güçlerle inşa ettiği İskoçya'nın en uzun deniz feneri olan yapının adıydı. Stevenson döneminin birçok ünlü edebiyatçısıyla yakın arkadaştı. Leslie Stephen, W. E. Henley, Edmund Gosse ve Henry James gibi isimlerle Bournemouth'da oldukça fazla vakit geçirdiği bilinmektedir. Stevenson bu dönemde ünlü tarihi romanı ""Kaçırılan Çocuk" (Kidnapped)" ve ""Dr Jekyll ve Mr Hyde" (The Strange Case of Dr Jekyll and Mr Hyde)" adlı eserlerini (1886) yayınladı. 1887 Mayıs'ında babasının ölümünden sonra doktorunun tamamen değişik bir iklime gitmesi tavsiyesi üzerine annesi, eşi ve üvey oğlunu alarak Amerika'ya gitti. New York'da ünlü bir yazar olarak karşılandı ancak yönünü Batı'ya çevirerek yolculuğuna devam etti. "Anılar ve Portreler" (Memories and Portraits) adlı eserini bu dönemde kaleme aldı. 1888'de Stevenson bir yat satın aldı ve San Fransisco'dan Güney Kıyılara doğru yola çıktı. Samoa'ya gelmeden önce Markiz Adaları, Tahiti, Honolulu ve Gilbert Adaları duraklarından birkaçıdır. Aynı yıl Kara Ok isimli tarihi macera romanında Güller Savaşı'nı anlattı. Bu arada "The Master of Ballantrae" 1889'da yayımlandı. Aynı yıl Ekvador'da ikinci bir yolculuk yaptı ve üvey oğlu Lloyd da kendisine eşlik etti. Stevenson cüzzamlı hastaların karantina altında yaşadığı Molokai'de (Hawai Adaları'ndan birisi), Peder Damien'in misyonerlik ettiği bir koloniyi incelemek için ziyaret etti. Bir akciğer kanaması onu Samoa'da durmaya zorlayana kadar Doğu Pasifik'te dolandı. "Güney Kıyılarında" (In the South Seas) ve "Peder Damien" (Father Damien) adlı eserleri 1890'da yayımlandı. Seyahat edemez olunca Samoa'da bir arazi aldı ve yerleşti. Yerli dilde "Masalcı" anlamına gelen "Tusitala" ismini benimsedi ve yerel siyasete bulaştı. 1892'de
güçlü Batı devletlerine karşı Samoa haklarını korumak için bir kampanya başlattı ve ""A Footnote to History: Eight Years of Trouble in Samoa"" adlı eserini yayımladı. 1893'te Samoalı bir kabile şefini destekleyince isyancı ilan edilmiş ve Samoa'dan atılmanın eşiğine gelmiştir. Sağlığının bir daha İskoçya'ya dönmesine olanak vermeyeceğini bildiği için bu dönemde ülkesini oldukça özler. Aynı yıl, ""Kaçırılmış Çocuk" (Kidnapped)" adlı eserine bir devam kitabı olan ""Catriona""yı yazar. 1894'te Samoa'ya barış gelir, Stevenson bir kahraman ilan edilir, ""The Ebb-Tide"" yayımlanır ve ""Weir of Hermiston"" adlı eseri üzerinde çalışırken 3 Aralık 1894 günü 44 yaşında beyin kanamasından hayatını kaybeder. Samoa'daki Vaea Tepesine gömülmüştür. İngiliz Oda Orkestrası İngiliz Oda Orkestrası ("English Chamber Orchestra" - ECO) dünyanın önde gelen oda orkestralarından biridir. 44 yıllık tarihinde başka hiçbir orkestraya nasip olmayan sayıda farklı ülkede konser vermiş, 1.200'ün üzerinde kayıt gerçekleştirmiş ve Daniel Barenboim, Vladimir Ashkenazy, Isaac Stern, Luciano Pavarotti, Placido Domingo ve Mstislav Rostropovich gibi sanatçılar dahil olmak üzere dünyanın en büyük solo sanatçılarıyla çalmıştır. Orkestra, Londra’daki Queen Elizabeth Hall’un açılışında, destekçisi Galler Prensinin St. Paul's Katedralindeki düğününde ve yine Galler Prensinin Doğum Günü Galası Konserinde de çalmıştır. ECO, yeni yetenekler yetiştirerek, "en iyi İngiliz" müziği ve müzisyenleri üzerinde odaklanarak ve dünyanın en önemli solo sanatçılarının birçoğunun tercih ettiği oda orkestrası olmayı sürdürerek en yüksek uluslararası müzik standartlarını koruma geleneğini korumayı ve geliştirmeyi amaçlamaktadır. Orkestranın ilk destekçisi Benjamin Britten 1976 yılında ölümüne kadar ECO üzerinde müthiş bir müzikal etki yaratmıştır. ECO ayrıca, Daniel Barenboim’la uzun süre çalışmıştır. Bu ilişkiden doğan en önemli çalışmalar arasında Mozart Piyano Konçertolarının tamamının çalınması ve kaydedilmesi bulunmaktadır (EMI). 1980’li yıllarda Jeffrey Tate, ECO’nun ilk Baş Orkestra Şefi olarak atanmış (onu 2000 yılında Ralf Gothoni izlemiştir) ve bu dönemde Mozart Senfonilerinin tamamının ve geç dönem Haydn Senfonilerinin ve bütün Mozart Piyano Konçertolarının ikişer ayrı kaydı gerçekleştirilmiştir (kayıtlar Murray Perahia ile CBS için ve Mitsuko Uchida ile Phillips için gerçekleştirilmiştir). 1990’lı yıllarda Londra’daki Barbican Centre’da 21 konserlik muazzam bir konser dizisi (Mozart 200 Kutlaması) gerçekleştirilmiş ve 1770 ile 1791 yılları arasındaki Mozart'ın belli başlı yapıtlarını (kronolojik sırayla) çalmıştır. Orkestra, az sayıda oda orkestrasıyla birlikte önemli müzisyenleri kendisine çekmektedir. 2000 yılında gerçekleştirilen 40. Yıldönümü kutlamalarından bu yana Radu Lupu, Itzhak Perlman, Sarah Chang ve Maxim Vengerov gibi sanatçılarla dünya turuna çıkmıştır ECO, müziği İngiltere'deki ve Avrupa ülkelerindeki insanlara ve okullara taşıyan Close Encounters isimli bir hayır programı da sürdürmektedir. Soymuk borusu Floem, soymuk borular olarak da bilinir, fotosentez sonucu üretilen organik maddeleri yeni sürgün oluşumunda kullanmak üzere veya depo organlarında biriktirmek üzere ileten borucuklar. Tek sıra halinde üst üste dizilmiş canlı hücrelerden oluşur. Floem oluşurken hücrelerin ara çeperleri tamamen erimediğinden, yer yer delikler oluşur. Floemde fotosentez ürünleri bitkinin diğer organlarına taşınır. Bazı bitkilerin köklerinde sentezlenen amino asitler de yaprak ve diğer organlara taşınır. Floemde madde taşınması çift yönlüdür. Hücreler arası çeperler ksileme göre daha az eridiğinden ksilemdeki taşınmadan daha yavaştır. Kalburlu borular: Çapları çok az çeperleri genellikle selülozlardan yapılmış enine çeperleri ince deliklerle kalbur şeklini almış ve hatta yan çeperlerindeki kalburlu levhalar meydana gelmiş olan uzun, canlı hücrelerdir.Protoplazmalarında bazen lökoplast ve nişasta bulunur.İletim kalburlu borularca yapılır. Arkadaş hücreleri: Her bir kalburlu borunun yanında aynı ana hücrelerden ayrılmış olan, enine kesitte borunun yanında yuvarlak ve köşeli olarak görünen ve kalburlu boruya oranla daha dar, plazması daha zengin ve nukleusu daha büyük olan hücrelerdir. Sonbaharda, kalburlu boruların delikleri üzerine "Kalloz" maddesi birikir, ve faaliyetleri sona erer. Ertesi yıl, genellikle bu borular faaliyete geçmeyerek civardaki dokular tarafından ezilirler ve yerlerine yenileri meydana gelir. Yeniden faaliyete geçmesi ise "Kalloz" maddesinin erimesiyle olur.iletim borularının düzgün olmasını sağlayan kambiyum tabakasıdır iletim demetleri düzgünse açık demet değilse kapalı demet olarak adlandırılır Floem parankiması: Uzun ince selüloz çeperleri canlı hücrelerdir. Besin maddesi depo ederler. Nişastaca zengindirler. Floem sklerankiması: Tipik sklerankima lifleri olup floeme destek işini görürler. Odunlaşmış uzun hücrelerdir. Kitab-ı İkan Kitab-ı İkan, yani İkan kitabı (Farsça:کتاب ایقان) Bahai inancının kutsal kitaplarındandır. Kitap 1862'de Bahailik'in kurucusu olan Bahaullah tarafından kaleme alınmıştır. Bir kısmı Farsça bir kısmı ise Arapça yazılmıştır. Bahaullah o sıralarda Osmanlı Devleti'ne bağlı olan Bağdat'ta sürgündedir. Bahai inancına göre Bahaullah vahyi ilk kez Siyah Çal'da, Kitab-ı İkan'ın yazılmasından yaklaşık on yıl önce almış fakat vahiy aldığını ve misyonunu açıkca ilan etmemiştir. Kitap 2 gün ve gece içinde yazılmıştır. Bahaullah'ın, böylece de Bahailiğin, başlıca teolojik eseridir. Farsça Beyan'ın tamamlanışı olarak da tanımlanmıştır. Kitab-ı Akdes El-Kitabu'l el-Akdes () veya Kitab-ı Akdes () Bahailik'in en önemli kutsal kitabı. Genellikle Farsça ismi olan "Kitab-ı Akdes" ile anılır. Bazen sadece "Akdes" veya "Akdes Kitabı" olarak da anılmaktadır. Akdes kelimesinin anlamı "en kutsal, en mübarek" anlamına gelmektedir. 1873 yılında Akkâ'da Abbud evinde, Mirza Hüseyin Ali'nin iç ve dış düşmanları tarafından sarıldığı bir sırada insanları 1000 yıla kadar temin edecek manevî bir hazine kaynağı ve fazilet özü olarak Tanrı tarafından indirildiğine inanılır. Bu kitapta yazılı olanların şu şekilde özetleyebiliriz: Şer'î hükümler, Krallara ve Cumhurbaşkanlarına uyarı bildirileri, İnsanlık âleminin birliği, Ekonomi, Savaş sebebi olan anlaşmazlıkların nasıl çözülebileceği, Prensipler ve öğütler, Şimdiye kadar hiçbir semavî dinde görülmemiş olan ve İlâhî dinin birliğini koruyan Ahd ve Mîsâk'ın belirtilmesi, Dünyada gerçek Adalet ve Medeniyetin devam ettirilebilmesi için Adalet Evi ve Bahai Dünya düzeninin kurulması gibi konuları barındırmaktadır. Maslow teorisi Maslow teorisi veya Maslow'un gereksinimler hiyerarşisi, ABD'li psikolog Abraham Maslow tarafından 1943 yılında yayınlanmış bir çalışmada ortaya atılmış ve sonrasında geliştirilmiş bir insan psikolojisi teorisidir. Maslow teorisi, insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha 'üst ihtiyaçlar'ı tatmin etme arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini söz konusu etmektedir. Maslow'un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez. Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmektedir. Maslow'a göre birey için o an baskın olan gereksinimler hangi kategoriye ait gereksinimler ise, diğer deyişle günlük etkinlikleri ağırlıklı olarak hangi gereksinimleri doyurmaya yöneliyorsa, kişilik gelişmişlik düzeyi de onun istencinden ya da seçiminden bağımsız olarak bu gereksinim kategorisine karşılık gelen düzeyde bulunacaktır. Belirli bir kategorideki gereksinimler tam olarak karşılanmadan kişi bir üst düzeydeki kategorinin gereksinimlerini algılamaz, böyle gereksinimleri yoktur. Örnek olarak günlük olarak karnını doyurabilen fakat güvenlik içinde bulunmayan, kendini sürekli olarak olası bir tehdit altında algılayan bir insanın, dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir gereksinimi yoktur. Belirli bir gereksinim kategorisindeki gereksinimlerin karşılanması durumunda kişi, bir üst kategorideki gereksinimleri karşılamaya yönelecektir. Bu durum kişilik gelişme düzeyini de bir üst düzeye sürükleyecektir. Maslow'a göre psikologların yapması gereken,bireyin kendini gerçekleştirme(self-actualization 'kendini gerçekleştirme') aşamasına gelmesinin önündeki engelleri ortadan kaldırmasına yardım etmektir. Yuvalı, Kocasinan Yuvalı, Kayseri ilinin Kocasinan ilçesine bağlı bir mahallesidir Kayseri il merkezine 45 km, Kocasinan ilçesine 45 km uzaklıktadır. Mahallenin iklimi, karasal iklim etki alanı içerisindedir. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Tarımda öncelik tahıl üreticiliğindedir. Ancak son yıllarda şekerpancarı üretimi de önem kazanmıştır. Mahallede ilköğretim okulu vardır. Mahallenin içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı binası mevcuttur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Turhan Hatice Sultan Turhan Hatice Sultan (d. 1627(?) - ö. 4 Ağustos 1683, Edirne), Osmanlı padişahı Sultan İbrahim'in eşi ve IV. Mehmet'in annesidir. 5 yıl gibi bir süre saltanat naibesi sıfatıyla Osmanlı Devleti'ni yönetmiş 2. Valide Sultan'dır. Osmanlı Tarihinin en uzun valide sultanlık yapan ve kadınlar saltanatının sonunu getiren sultandır. Ukraynalı olduğuna dair çeşitli rivayetler vardır. 1668'deki doğu gezisinden dönerken İstanbul'a uğrayan Tavernier anılarında Çerkes olduğunu iddia eder. Tarihçi Reşad Ekrem Koçu ise Kösem Sultan romanında Ukraynalı veya Rus bir köylü kızı olup Tatar esircilerce çalındığını sonra Kör Süleyman Paşa'ya satıldığını onun da Kösem Sultan'a hediye ettiğini ifade eder. Hatice Turhan ismini kendisine Kösem Sul
tan’ın verdiği ileri sürülmüşse de Osmanlı tarihçisi Uşâkīzâde İbrahim duyumlarına dayanarak Turhan ismini önce, Hatice ismini sonra aldığını yazmıştır. Kaynaklarda adı Turhan Hatice, yeni araştırmalarda Hatice Turhan şeklinde geçmektedir. Boylu boslu, narince idi. Yüzündeki çiçek bozuğu güzelliğini bir kat daha arttırıyordu. Kaynkalarda teninin cazibeli beyazlığı, gözlerinin kadife gibi derin maviliği, kumral saçlarının göz kamaştırıcı parlaklığı belirtilir. İbrahim tahta çıktığında Osmanlı Hanedanı büyük bir krizle daha karşılaştı. İbrahim hanedanın tek erkek varisi durumundaydı ve acil bir şekilde hanedanın devamını sağlama zorunluluğu vardı. Oysa İbrahim bir ölçüde dengesiz görünüyor ve kadınlarla olan ilişkilere ilgi duymuyordu. Osmanlı hanedanının devamını sağlama görevi büyük ölçüde Turhan Sultan'ın kayinvalidesi Kösem Sultan'a düştü. Kösem Sultan, zihninden ve tecrübesizliğinden üzüntü duyduğu oğlunu hem avutabilmek ve hem de Osmanlı hanedanının devamı için oğluna yeni cariyeler takdim etti. Saraya doluşan hasekiler ve cariyeler hazineye büyük yük getirmiş, saraydaki kadınlar arasında da şiddetli nüfuz çatışmaları baş göstermiştir. Haremde yetişen ve Sultan İbrahim’e sunulan ilk câriye Turhan Sultan'dır. "On Beş" yaşlarında 2 Ocak 1642’de IV. Mehmed’i dünyaya getirince "Haseki sultan" unvanını aldı ve Baş Haseki oldu. Şehzadenin doğumu Osmanlı sülâlesinin kesilme tehlikesini ortadan kaldırdığı için büyük coşkuyla kutlandı. Sarayda eğitimiyle özel olarak I. Ahmed ile Kösem Sultan'ın kızı olan Atike Sultan görevlendirildi. Ayrıca Atike Sultan'ın Şehzade Mehmed'e mürebbiyelik yâni terbiye ve yetişmesi konusunda yardımları olmuştur. İlk evlâdı Şehzade Mehmed'den sonra ikinci şehzadesi Ahmed'i dünyaya getirdi fakat şehzade daha 1 yaşındayken vefat etti. Mehmed ile Ahmed isimdeki şehzadelerin yanı sıra Gevherhan Sultan'ı ve Beyhan Sultan'ı doğurdu. Sultan I. Ibrahim Han'ın birçok kadınları ve ikballeri vardi. Bu yüzden de Turhan Sultan'ın Harem'de çok kadın düşmanları vardı. Bunlarin ilki Gürcü cariyesi Zafire Hatun'dir. Bir gün Turhan Sultan iftariyelikteki havuzun başında Sultan İbrahim'in sağ göğsünea Zafire'yle muhabbet ve cariyenin beş yaşındaki oğlu Osmanla eğlenirken görmüş ve hemen hemen aynı yaştakı şehzadesi Mehmed'i havuzun diğer kenarında taş üstünde tek başına oyalanmasına dayanamamış ve Sultan İbrahim' e gelip "bir cariye sevecekseniz eşiniz olan bendeniz, evlat sevecekseniz şehzadeniz olan Mehmet'i sevin!" demiştir. Sultan İbrahim yine bir sinir krizine kapılıp Şehzade Mehmet'i tuttuğu gibi havuzun içine atmıştır. Oradaki hasodalılardan bir genç havuza atlayıp Şehzade Mehmet'i kurtarmıştır. Ama o sırada alnını havuz içindeki fıskiyeye vurduğundan o günün hatırası olarak o yarayı hep taşıyacaktır. O sırada Valide Kösem Sultan tüm olanları görmüş ve kendisini fark eden Sultan İbrahim çıldırmış gibi hareme kaçtıktan sonra Zafire'nin yanına gelen Kösem Sultan Zafire'nin saçlarını eline dolayıp hakaret ettikten sonra her şeyden habersiz Sümbül Ağa ile beraber sonbahar'da Mısır'a sürgün etmiştir. Turhan Sultan'ın mutlu günleri birkaç ay sürdü, Saliha Dilaşub Sultan 15 Nisan 1642'da Şehzade Süleyman'ın doğumuyla Turhan Sultan'ın ile oğlu Şehzade Mehmed'ın iktidarını gölgeledi. Daha sonra I. İbrahim'ın başka kadınlardan da çocukları oldu. Bu dönemde Turhan Sultan daha geri planda kalmış ve güçsüz bir Haseki Sultanlık dönemi yaşamıştır. Turhan Sultan ilk zamanlarda diğer kadınları kıskandı; Saliha Dilaşub Sultan, Hatice Muazzez Sultan, Leyla Saçbağli Sultan, Ayşe Sultan, Mah i Enver Sultan ile Şivekar Sultan, fakat Sultan İbrahim’e söz geçiremeyince onu kendi haline bıraktı. Özellikle I. İbrahim|I. İbrahim Hüma Şah Sultan'la nikah yaptığından sonra Turhan Sultan'ın hayatının kara günleri başladi. Telli Haseki saraya tamamen hakim olunca, padişaha Valide Kösem Sultan’ı Eski Saray’a sürmesini sağlattı. I. İbrahim kendi kızkardeşlerine ve IV.Murad’ın kızı Kaya Sultan’a da Telli Sultan'a yemek yerken ayakta durarak, sofra hizmetlerini yapmalarını istetti. Bu hareketler, saray içinde huzursuzuk doğurdu. Padişah bunun üzerine sultanları Edirne’ye sürdü. Turhan Sultan kendi oğluyla odaya kapandı. I. İbrahim'ın tahtan indirilmesinden sonra Turhan Sultan ve kayinvalidesi Kösem Sultan Şehzade Mehmed'ı tahta çıkarttılar. Oğlu IV. Mehmet, 18 Receb 1058/8 Ağustos 1648'de 7 yaşındayken tahta geçince Valide Sultan oldu. Teamüllere göre tahta oğlu geçen yeni bir Valide Sultan'ın gelişiyle eski Valide Sultan Eski Saray'a giderdi. Örneğin 1603'te I. Ahmed'in tahta çıkışından 19 gün sonra Handan Valide Sultan da büyük bir alayın refakatinde Safiye Sultan'ı Eski Saray'a gönderek siyasetten uzaklaştırmıştı. Turhan Sultan sarayda desteklenmişse de Kösem Sultan Saray dışında ve askerden destek gördü. Neticede Kösem Sultan, dört padişah döneminde devletin en etkili kişisi olmaya devam etmiştir. Bu dönemde herkes kendisine "vâlide-i muazzama" diyerek saygı göstermiştir. Kösem Sultan'ın bu kadar güçlenip nüfuz kazanması ağaların yardımıyla olmuştur. Öncelikle Harem ve Dârüssaade ağalarını, akabinde de Yeniçeri ağalarını arkasına alarak idareyi yönlendirmiş, kendisine karşı olabilecek bütün güç odaklarını onlar vasıtasıyla bertaraf etmiştir. . Kaptanı Derya, Yeniçeri Ağası, Reis'ül Küttab, yâni harici­ye nâzın ve Nişancı, Defterdar gibi kimseler bu istişare ve ic­ra mekanizmasının uzuvları idi. Fakat Kösem Sultan 25 yıl boyunca çok etkin bir rol oynadığı için devlette söz sahibi kişiler Turhan Sultan'ı istemediler ve yeni bir makam arayışı içine girdiler. Bütün bu hadiselerin sonunda Vâlide-i Kebīr yani Büyük Valide Sultan makamı ile Kösem Sultan iktidarı yeniden ele geçirdi. Turhan Sultan ise 'Vâlide-i Sagīr' (küçük valide) adı ile anılmaya başlandı. Kara Mehmed Paşa çocuk padişahı IV. Mehmed'in gerçekte taht naibi olan büyuk validesi Kösem Sultan'ı devamlı desteklemekte idi. Fakat bir müddet sonra sadrazam özellikle ocaklıların devlet işlerine karışmasından gayet tedirgin olmya başlamıştır. Sadrazamlıkta gözü olan yeniçeri ağası Kara Çavuş Mustafa'nın küçük valide Turhan Sultan ile birlikte kendini öldürmek için komplo kurduğu söylentisini duyunca Kara Mehmed Paşa sadrazamlıktan ayrılmaya karar vermiştir. Taht naibi Büyük Valide Sultan'a ocaktan sadrazam yapılmamasını ve tam o sırada Bağdat Valisi olma tayini çıkan Melek Ahmet Paşa'yı sadrazamlığa tayin etmesini tavsiye etmiştir. Kendine de Budin valiliği görevi verilmesini rica etmiştir. Böylece Kara Murad Paşa birinci kez sadrazamlığından 19 Ağustos 1650'da istifa ederek ayrılmıştır. Bilindiği gibi Sultan IV. Mehmed devri çok inişli çıkışlı bir dönem olduğu gibi ayrıca pek-de uzun bir zaman dilimini -44 yıl gibi bir bölümü- kapsar. Şimdi bu uzun dönemde padişahdan sonraki adam olan sadrazamların ad ve vazifede kalış müddetlerine birde akıbetle­rine sırasıyla atfu nazar eyleyelim: IV. Mehmed'in Sadrıazamları Mevlevi Sofu Koca Mehmed Paşa; IV. Mehmed'in sadaret makamında bulduğu sadrazamdır. Bunu görevinde ipka et­miştir. 1648 yılında I. İbrahim'in son günlerinde isyancı­lar tarafından sadnazam tâyin olunmuştur. Sultan İbrahim bir çıkış yolu olarak kabullenmiştir. Yukarıda yazdığımız veçhile padişahın cellâtları arasında yer almış olan Sofu Mehmed Paşa, makamı sadaretten 1649 mayısında azledilmiştir. Da­ha sonra boğdurulmuştur. Boşalan makama 1650 senesinin sekiz ayına kadar sürecek birinci sadaretiyle Kara Murad Paşa geti­rilmiştir. Bu sadaret süresi 14 buçuk ay sürmüş, yerine IV. Murad'ın damadı ve Kösem Sultan'ın torunu İsmihan Kaya Sultan hanımın kocası olan Melek Ahmed Paşa gelmiş bunun dönemi de, bir seneyi birkaç gün geçene kadar sürmüştür. Esnaf isyanında yeniçerileri destekleyen Kösem Sultan, saraydaki hâkimiyetinin her geçen gün biraz daha azaldığını hissetmekteydi. Kösem Sultan’ın yeniçeri ocağına dayanmasına rağmen, IV. Mehmed’in annesi Turhan Sultan da harem ağalarından destek almaktaydı. Harem ağaları ve Turhan Sultan’ın saraydaki güçleri artıkça, Kösem ve dolayısıyla ocak ağalarının IV. Mehmed üzerindeki nüfuzları azaldı. Harem ağalarını padişahtan uzak tutmak isteyen Kösem Sultan, bir emir yayınlayarak ağaların Harem’e girmelerini sınırlandırmak istedi. Ağustos 1651’deki esnaf isyanını yeniçerilerin gücünün kırılması için bir fırsat olarak gören Turhan Sultan, isyanı destekledi. İsyan sonunda Turhan Sultan ve harem ağalarının baskılarıyla Veziriazam Melek Ahmed Paşa azledilip, yerine Turhan Sultan‘ı destekleyen Siyavuş Paşa getirildi. Kösem Sultan, ocak ağalarına, hem kendisi hem de ağalar için büyük bir tehlike arzeden IV. Mehmed’in bir vesileyle ortadan kaldırılıp, yerine hükmetmesi daha kolay olan Şehzade Süleyman’ın geçirilmesini önerdi. Çünkü Şehzade Süleyman’ın annesi Saliha Dilaşub Sultan, ruhen itaatkar ve sakin bir hayat sürmeyi seven bir kadındı. Ancak IV. Mehmed meselesini halletmek kolay olmayacaktı. Aleni bir suikast ile Mehmed’i zorla tahttan indirmek, zaten Sultan İbrahim’in öldürülmesinden sorumlu tutulan ve ”evlat katili” damgasını yiyen Kösem’in bir de torun katili olarak halkın gözündeki otoritesini büsbütün sarsacaktı. Bunu önlemek gayesiyle Kösem Sultan, eceli ile öldü süsü vermek için IV. Mehmed’i Helvacıbaşı Üveys Paşa’nın hazırlayacağı zehirli şerbet ile öldürmeyi planladı. Ancak bu planı Kösem’in en yakınlarından biri olan Meleki Hatun, Turhan Sultan’a haber verince zehirletme planı da suya düştü. Zehirleterek IV. Mehmed’i öldürtemeyen Kösem Sultan tekrar bir suikast planı hazırladı, 2 Eylül 1651 akşamı İstanbul halkı iftarlarını ettikten sonra eğlenirken, Orta Camii’de toplanan yeniçeriler Kösem’in daha önce açık bıraktıracağı Topkapı Sarayı’nın kapısından içeri girerek, Sultan Mehmed ve taraftarlarını ortadan kaldırıp, Şehzade Süleyman’ı padişah yapacaklardı. Saraya bir baskın yapılacağını bilen, ama zamanını kestiremeyen Turhan Sultan ve Lala Süleyman Ağa yeniçerilerin silahlandıklarını haber aldıklarında, suikast vaktinin geldiğini anlamışlardı. Lala Süleyman Ağa, sarayın etrafını kendi adamlarıyla koruma altına aldı v
e Turhan Sultan ile istişare ederek Kösem Sultan’ın katledilmesi kararı aldılar. Lala Süleyman Ağa, özel bir ekip oluşturdu ve onlarla birlikte Harem’deki Kösem taraftarlarını kılıçtan geçirdi. Bu arada Kösem Sultan’ın kızlarından biri ”valide benim” diyerek Süleyman Ağa ve adamlarının önüne atıldı ise de onu tanıyan hadımlardan biri askerleri uyardı. Askerler, valide sultanın odasına zorla girdi ve odasındaki gizli bir dolapta saklanan Kösem Sultan arasında öylesine korkunç bir boğuşma yaşanmıştı ki, odanın her tarafı kan revan içinde kalmıştı. Hayattayken Osmanlı tarihinde birçok yeniliğe öncülük eden Mahpeyker Kösem Sultan, ölümüyle de Osmanlı tarihine yine bir ilke öncülük etmişti. Oğlunun yaşının küçüklüğü sebebi ile bir çeşit “padişah naipliği” yapan Turhan Sultan artık devletin her işi ile bizzat meşgul oluyor, önde gelen idarecilere yazılı emirler gönderiyor, onlara akıl veriyor ve gerektiğinde de hesap soruyordu. Turhan Sultan’ın Topkapı Sarayı Arşivi’nde muhafaza edilen emirlerinden bugüne kadar sadece birkaçı yayınlanmış ama tamamına ulaşılamamıştı. Ünlü Türk tarihçi Prof. Dr. Erhan Afyoncu, saray arşivinde yaptığı çalışmanın neticesinde Turhan Sultan’ın 164 adet mektubunu, daha doğrusu devlet adamlarına gönderdiği yazılı emirleri buldu. Bazı mektuplar ile ilgili olarak geçmişte yapılan hatâları düzeltti ve belgelerin tamamını geçtiğimiz günlerde kitap halinde yayınladı. Prof. Afyoncu’nun bulduğu belgeler, Osmanlı Tarihindeki asıl “demir leydi”nin Hürrem Sultan Kösem Sultan değil, Hatice Turhan Sultan olduğunu gösteriyor. Yayınlanan belgelerin ortaya çıkarttığı ve bugüne kadar bilinmeyen başka bilgiler de var: Çanakkale’deki istihkâmların güçlendirilmesinden askerin maaşının zamanında ödenmesine, yenicerilerni muhtemel başkaldırılarının önüne geçilmesinden ekmek fiyatlarının sabit kalmasına kadar devletin hemen her işi ile bizzat alâkadar olan Hatice Turhan Sultan, 17. pek çok mühim karara imza atmıştır. Sultan Dördüncü Mehmed döneminde sadrazamlığa getirilen Tarhuncu Ahmed Paşa, Girit'i fethetmek, donanmayı yeniden kurmak ve devlet bütçesini düzenlemek için çalışmalar yapti. 1652 yılında sadrazam olan Tarhuncu Ahmed Pasa, bütçeyi denkleştirmek için verilen gereksiz hediye ve bahşişleri sınırlandırdı. Saray harcamalarini azaltmaya çalışan, ilk kez mali yıl bütçesini önceden hazirlayan Tarhuncu Ahmed Paşa, farklı sebeplerden ötürü idam edildi. (1653). Turhan Sultan, Kösem Sultan'ın siyaset perdesinden çekilmesinden sonra güçlü bir iktidar kurmaya çalıştı. Girit Seferi nedeniyle dar olan hazine ve barut imkanlarını en iyi seviyede kullanmaya çalıştı. Geniş bir istihbarat ağı kuran Valide Sultan her olayla ilgileniyor ve askerlerin ulufeleri, seferin gidişatı ve hatta tersaneciliğin düzgün gidip gitmediğine kadar kontrol ediyordu. Şu anda Topkapı Sarayı'ndaki 164 mektubu vasıtasıyla Turhan Sultan'ın Osmanlı Devleti'nin en kudretli Valide Sultanlarından biri olduğu söylenebilir. Tarhuncu Ahmed Paşa hazine açığını kapatmak, para değerindeki istikrarsızlığı kaldırmak, gümrük gelirlerini artırmak, saray ve tersane harcamalarını azaltmak ve yolsuzluğu önlemek için koyuldu. Bundan dolayı hem devlet içinden hem de devlet dışından Tarhuncu Ahmed Paşa icraatından menfaatleri zarar görenler ona düşman olup diş bilemeye başladılar. Önce bir kısım ulema sadrazamın aleyhine harekete geçti ve bunların yanında çarşı esnafı ve günün hükümetine karşı her türlü eyleme katılmayı alışkanlık haline getirmiş kapıkulu sipahileri de bu harekate katıldılar. Bu olaylar şeyhülislamlığa Bahai Efendi getirilmekle biraz yatıştırıldı. Osmanlı Devleti'nde ilk defa olarak devletin gelirlerini ve harcamalarını ayrıntılarla öğrenip bir devlet bütçesi hazırlamak için bir kurul kuruldu. Bu kurul Kemankeṣ Kara Mustafa Paşa'nın son sadrazamlık yılı olan 1643 ile 1652 yılı arasındaki yaklaṣık 10 yıl için devletin defterlerini inceledi. Bu dönemde devlet gelirleri, yeni vergiler (özellikle "değirmen vergisi" ve "hane vergisi") ihdası ile 5.329 yük olmuştu; devlet harcamaları ise 1643'de yaklaşık 6.000 yük iken 1650'de yaklaşık 5.500 yüke indirilmişti. Ayrıca Osmanlı Devleti maliye sisteminde ilk kez olarak gelecek yıl için, yani 1652 yılında başlayan Hicri 1060 yılı için, "Tarhuncu bütçesi" adı verilen bir bütçe defteri hazırlandı. Bu bütçeye göre Hicri 1060 yılında bir yılda taşra eyaletlerinden gelen toplam cizye, avarız, mukataat bedelinden oluşan devlet gelirinin 5.329 yük olacağı hesaplanmıştı. Devlet harcamaları olarak yeniçeri ocağı, acemioğlan ocakları, bostancı ve baltacı ulufeleri ile saray, tersane, donanma, istabl-i amire, cebecihane, tophane vb giderleri 6.872 yük olacaktı. Devlet bütçe sorunlarının devamlı olarak çıktığı bilinmekteydi. "Tarhuncu Bütçesi"'ne göre Hicri 1060 yılı için devlet bütçesi açığının yaklaşık 1.600 yük olacağı hesaplandı. Bütçe sorunlarının büyük bir kısmı bu bütçe açıklığından ortaya çıkmakla beraber, bir kısmının da kısa dönem likidite sorunu olduğu, yani devlet harcamalarının devamlı olmasına rağmen, eyaletlerde gelirlerinin tam olarak zamanında toplanamaması, planlanan zamanda merkeze sevkedilmemesi ve gelirlerin düzenli olmamasına bağlı olduğu da anlaşılması gerekmekteydi. Tarhuncu Ahmed Paşa ayrıntılı bütçe defteri hazırlandıktan sonra, özellikle sarayın ve sonra devlet ilerigelenlerinin harcamalarında kesinti yapmaya koyuldu. Bu harcamalar kısıntısı ona çok düşman kazandırdı. 20 Kasım 1652'de İstanbul çarşılarına yakın Esir Hanı'nda çıkan bir yangın başkent çarşılarının yoğun olduğu Çarşıkapı, Gedikpaşa, Çemberlitaş, Mahmutpaşa, Beyazıt ve Mercan mahallelerinde büyük zararlar verdi. Bu zararlar başkentte para darlığı sorununu tekrar gündeme getirdi. Defterdar kısa vadeli finans bulmak için 15 kese borç alıp "Mum Eminliği" imtiyazını "Devletoğlu" adlı bir gayrimüslime verdi. Saraydan ve rical konaklarından baltacılar Devletoğlu'nun idare merkezi olan dûkkanını kahve, mum, şeker istekleriyle aşındırmaya başladılar. Bu yuzden baltacılar ile Devletoğlu adamları arasında çatışmalar çıktı ve Devletoğlu şahsen dayak atılmakla tehdit edildi. Sonunda sorunlarla baş edemeyeceğini anlayan Devletoğlu, defterdara verdiği nakit krediyi geri alamadan ortadan kayboldu. Padişah IV. Mehmet daha çocuk yaşlarında idi. Devlet erkanı, hatta padişah huzurunda bile, devamlı birbirleriyle kıyasıya rekabet hatta çatışma halindeydiler. Tarhuncu Ahmed Paşa'nın düşmanları, başta Turhan Sultan'ı ve hatta çocuk padişahı sadrâzam aleyhine harekete sevk etmekteydiler. En sonunda bu düşmanların sadrazamın padişahı tahttan indireceği iftirası saraylıları birleştirdi ve Tarhuncu Ahmed Paşa'nın sadrazamlıktan uzaklaştırılmasına dair bir hatt-ı hümayun çıkartıldı. Nevruz günü olan 21 Mart 1653'de sadrazam yılbaşı hediyelerini pâdişâha takdimden sonra donanma işleri için tersanede bulunduğu sırada saraya davet olunarak deniz yoluyla Hasbahçe'ye girdikten sonra kendisini kızlar ağası (darüssaâde ağası) karşılayıp sadaret mührünü geri aldı. Vezir-i âzamlığı 9 ay kadar sürmüştü. Yerine Koca Derviş Mehmed Paşa tayin edildi. Devlet büyük bir mâli sıkıntı içinde bulunmaktaydı ve önceki sadrazam Tarhuncu Ahmet Paşa'nın bütün gayret ve çabalarına rağmen bu sorunlar başarılı olarak çözülememişti. Devletin işlerinin, özellikle maliyesinin, âniden sarsıntıya uğramaması için Defterdar Zurnazen Mustafa Paşa yerinde bırakılmıştı. Lakin mali durumun iyileşmediği ve hatta kötüleşme emareleri ortaya çıktığı için Sadrazam Koca Derviş Mehmed Paşa kendini tutan devlet ricalinden saydığı başbâki kulu Moralı Mustafa Ağa’yı beylerbeyi unvanı vererek defterdar atadı. Lakin yeni Defterdar Moralı Mustafa haris bir kişi olup sadrazamlık makamını kendisinin elin geçmesini istemekteydi. Bu nedenle açık olarak Sadrazam'a bağlı görünmekle beraber, kendi lehinde önce gizliden ama sonra ortaya çıkmaya başlayan ve Sadrazam tarafından öğrenilen, çalışmalara başladı. Bunun için saraya ve vâlide sultana hediyeler ve câizeler sunmaya başladı. Bu devletin en yüksek seviyelerinde önemli bir bunalıma yol açtı. Damadlardan olan Sîyavuş Paşa 1651 senesinde sadrıazam oldu. Ancak bu süre 45 günü ya buldu, Siyavuş Paşanın bu kısa sadareti peşinden, nöbetin Gürcü Mehmed Paşa'ya geldiği görüldü ki 20 Haziran 1652 Gürcü Paşa'nın sadaretinin bitiş tarihi oldu. Bunun dönemide dokuz ayı aşmadı. Tarhuncu Ahmed Paşa da, 9 ay 1 günlük sadaretine işbaşı yaptı. Koltuğu boşalttığında tarihler, 21 Mart 1653'ü göstermekteydi. Koca Derviş Mehmed Paşa; Sul­tan IV. Mehmed'in 7. sadrazamı oldu. Ancak sadaret müdde­ti, 1 sene, 7 ay, 1 hafta sürebildi. 8. sadrazamda bir damad idi ve adı Ibşir Mustafa Paşa idi. Sadareti 6 buçukay sonunda nihayet buldu. 11 Mayıs 1655'de, Kara Murad Paşa 3 ay 9 gün sürecek 2. sadaretine getirildi. Damad Süleyman Paşa; Kara Murad Paşa'nın 2. sadaretinden sonra 19 ağustos 1655'de sadrazam yapıldı. Bunun müddeti de, 6 ay, 10 günde tamamlandı. Efsane adamların arasında pek önemli yeri bulunan Deli Hüseyin Paşa'nın, sadareti, tam 6 ay sürdü. Bitiş tarihi, 5 mart 1656 oldu. Peşine yapılan tayinle Zurnazen Mustafa Paşa Osmanlı tarihinin en az makamda kalan sadrazamı oldu. Bu sadaret, tam 4 buçuk saat sürmüştü. Aynı gün yapılan diğer bir tâ­yinle; 1 ay 22 gün sürecek sadaretine 2. defa olmak üzere damad Siyavuş Paşa getirildi. 26 nisan 1656 tarihi Boynuyaralı Mehmed Paşanın sadarete tâyin gününü teşkil etti. Bu zâtın sadareti de, 4 ay 19 gün sürdü. Mahpeyker Kösem Sultan, haremde katledilen ilk valideydi. Harem’de bir devre adını veren Kösem Sultan öldürülürken, her şeyden habersiz ocak ağaları da daha önce planladıkları üzere kendilerini verilmelerini istedikleri kişilerin isimlerini içeren bir listeyi Veziriazam Siyavuş Paşa’ya gönderdiler. Siyavuş Paşa, ağaların isteklerini öğrenince kendi canının derdine düştü. Ocak ağalarının yanına veya padişah sarayına gitmek arasında tercih yapmak zorunda olduğunu anladı. Kısa bir süre düşündükten sonra saraya gitmeye karar verdi ve Topkapı Sarayı’na gitti. Sarayın dış kapılarının açık olduğunu gördüğünde korkusu bir kat daha
arttı. IV. Mehmed’in yanına ulaştığında tüm gelişmeleri öğrendi ve padişahın güvenliğini sağlamak için bazı tedbirler aldı. Kösem Sultan’ın öldürüldüğünü öğrenen Samsoncu Çavuş, ocak ağalarına durumu iletmek için hemen saraydan ayrıldı. Bu feci haberi öğrenen ocak ağaları ne yapacaklarını tam olarak kestiremeyerek önce Orta Camii’ye geldiler ve burada en kısa zamanda bir çözüm yolu bulmak için hal çareleri aradılar. Bu arada Orta Camii ve etrafı, Süleymaniye Camii’ne kadar tıka basa silahlı yeniçeriler ile dolmuştu. Şerifi dışarı çıkarttı ve tellallarla şehir halkını sancak altında toplanmaya davet etti.Sancağın dışarı çıktığını ve padişahın da halkı sancak altına toplanmaya davet ettiğini öğrenen İstanbul halkı, büyük bir sel gibi Sultanahmet Meydanı’na akın etti. Topçu ocağı mensupları da sancağın altına dahil olunca, durumun IV. Mehmed’in lehine olduğunu gören yeniçerilerde ”Sancak-ı Şerif altında bulunalım. Ve kendimizi isyan pisliğinden temizleyelim” diyerek grup grup padişah tarafına geçmeye başladılar. Artık kendi taraftarlarının da sancak altına koştuğunu gören ocak ağalarından birinin şehri ateşe vermeyi önermesi üzerine Yeniçeri ağası Mustafa Ağa, tarihe mal olmuş şu sözleri söylemiştir: Bre Ömer! Bre eşek! Bu senin söylediğin söz nasıl sözdür? Sus! O çeşit türrahatı (zırvayı) ağzına alma. Birkaç günlük ömür için din ve devlete düşman ve kafirler gibi ihanet mi edelim? Ve cihan durdukça lanete siper olup, ocağımızın temeli yıkılıp, harap olmaya sebep ve illet mi olalım? Allah’a hamd olsun Müslümanız. Kavgamız devlet ve dünyaya aittir. Sözümüz oldu, ne güzel… Olmadı, emir Allahın’dır. Kazaya rıza… Önce beni, sonra sizi öldürürler. Bir can için devlete ve Allah’ın kullarına suikast layık mıdır ? Senelerdir ocak ağalarının zorbalıklarından müzdarip olan İstanbul halkı bunların katledilmesini savunurken, Turhan Sultan yeni bir yeniçeri ağası tayin ederek toplu bir katliamın önüne geçebildi. Böylece halkla askerin çatışması önlendi.Birkaç gün sonra ise başta Bektaş Ağa olmak üzere önde gelen ocak ağaları saklandıkları yerlerden çıkarıldılar ve daha sonra öldürüldüler. Uzun zamandır sürdüğü iktidarda dışarıda büyük zorluklarla karşılaşan Turhan Sultan, tüm bunların ötesinde devlet içerisinde isyancılarla uğraşmak zorunda kaldı. Mart 1656'ya gelindiğinde yaşanan ""Vaka-i Vakvakiye"" de tüm bu olanların en ağırıydı. Turhan Sultan'ın en yakını olan Melike Hatun bu ara öldürüldü. Ama kısa zamanda o dönemin sadrazamı olan Mehmed Paşa'nın girişimi ile isyanın elebaşıları saraya davet edilme bahanesiyle öldürüldü. Böylece devlette kangren olmuş son sorun da aşıldı. Böylece sakin bir ortam sonunda oluşmuştu. Büyük Valide Kösem Sultan ve ocak ağalarının öldürülmesi ile sonuçlanan ayaklanmanın neticesinde iktidar, içoğlanları ve onlarla işbirliği yapan bazı kişilerin eline geçmiştir. Bunlar daha önceki ayaklanmalardan ders almayarak, devlet işlerine karışmak, hazineden gereksiz harcamalar yapmak, yetkilerini kötüye kullanarak kendilerini resmi görevlerinden üstün saymakta idiler. Bu arada Girit Savaşı'nın sürmesi ve başarı elde edilememesi hükumet otoritesini sarsmıştı. Paranın değer kaybetmesi iktidarı ellerine geçiren içağaları ve yardımcılarına karşı düşmanlığı arttırmıştır. Görevliler her aksayan işin sorumluluğunu bunlara yüklemekte idiler. Bu sebeple İstanbul'da halk ayaklanmaya hazır bulunuyordu. Bu ayaklanmaya önderlik edecek olanlar arasında Kaptan-ı Derya Zurnazen Mustafa Paşa ile Bostancıbaşı Hasan Ağa bulunuyordu. Bu sırada Girit'ten dönen yeniçerilerin aylıklarının ödenmemesi üzerine Ağa Kapısı'na başvurduklarında Kulkethüdası tarafından tahkir edilmeleri ve sadrazam Ermeni Süleyman Paşa'nın ödeneklerinin düşük akçe olarak dağıtılması hoşnutsuzluğu arttırmıştır. 29 Şubat 1656 günü Hasan Ağa, Şamlı Mehmed Ağa ile Galata voyvodalarından Karakuş Mehmed Ağa, maaşlarını alamayan sipahiler ve maaşlarını aldıklarında hırpalanmış olan yeniçerileri ayaklandırdılar. Olay üzerine toplanan ayak divanında Mihter Hasan Ağa söz alarak, henüz genç yaştaki IV. Mehmed'e kendisine karşı olmadıklarını bildiren bir duadan sonra isteklerini anlatarak idamlarını talep ettikleri kişilerin adları yazılı bir defteri padişaha verdi. Padişah listede olanların canlarının bağışlanmasını istediyse de ayaklananlar direndiler. Bunun üzerine bostancıbaşı istenilen kişileri öldürerek cesetlerini ayaklananlara teslim etti. Bu cesetler Atmeydanı'na götürülerek orada bulunan çınar ağacına asıldı. Oğlunun tahta çıkışının 8 yıl ardından Turhan Sultan artık güçlü bir sadrazam aracılığı devleti emin ellere teslim etmek istedi. O sıralarda oldukça yaşlı ve okuma yazması olmayan bir adam geldi. Mimar Kasım Ağa’nın vezîriâzamlığa uygun gördüğü hemşehrisi Köprülü Mehmed Paşa’nın adı gizlice Turhan Sultan’a bildirildi. Onun mevcut sorunların üstesinden gelmeye gücü yeteceği, vezîriâzamlığa lâyık olduğu yolundaki tavsiyeler üzerine Turhan Sultan bu tayini uygun gördü. Köprülü Mehmed olarak bilinen şahıs ile görüşen Turhan Sultan devlet için en uygun kişinin o olduğuna karar verdi. Dört şart öne süren Köprülü Mehmed kendi yerini sağlama almak istedi. 1. Telhisleriyle bildirdiği meselelere karşı çıkılmayarak icraya konulmasının temini; 2. En faydalı olan ricâli istihdam edebilmek için tevcihat hususunda asla ricada bulunulmaması; 3. Vüzerâ veya vükelâdan birine teveccüh gösterilerek kendi salâhiyet alanına dahil ettirilmemesi, 4. Kendisi hakkında konuşmak isteyecek garazkâr kimselere fırsat verilmemesi) “Vallāhü’l-azîm bu ricalarına müsaade olunur” diyerek kabul etti . Sonuçta Boynuyaralı Mehmed Paşa başarısız sadrazamlığı sebep gösterilerek azledildi ve Köprülü Mehmed sadrazam oldu. Böylece akıllı bir devlet adamı iş başına geldi ve zor durumdaki Osmanlı Devleti için önemli bir adım atılmış oldu. Turhan Sultan'ın iktidarı bir devlet adamına bırakması ile, Hürrem Sultan'dan başlayarak devam eden ve diğer Valide Sultan'lar ile Haseki Sultan'ların devlet yönetiminde söz sahibi oldukları Kadınlar Saltanatı denilen dönem de bu şekilde son bulmuştu. 1657 sonbaharından itibaren IV. Mehmed’in seferler dolayısıyla Edirne’de uzun süreli ikametleri sırasında Turhan Sultan da onun yanında bulundu. Padişahın kısa süreli Edirne’den ayrılışlarında gözetimi için çoğunlukla vezirlerden biri görevlendirildi. Oğlunun uzun süreli seferde bulunduğu esnada zaman zaman İstanbul’a gitti. Edirne’ye gidiş dönüşlerin başlamasından birkaç yıl sonra 1072’de (1661-62) saray içinde oğlu adına bir daire (Avcı Sultan Mehmed Han Dairesi/Dolmabahçe Kasrı) yaptırdığı bilinmektedir. Turhan Sultan, Lehistan seferi için 5 Haziran 1672'te törenle Edirne’den çıkıp Kamaniçe yönünde hareket eden oğluyla birlikte Babadağı’na kadar gitti. Ordu seferden dönünceye kadar burada kalmaya karar verdi ve kubbe vezirlerinden İbrâhim Paşa muhafazasıyla görevlendirildi. Bu sırada sekiz yaşında bulunan torunu Şehzade Mustafa da onun yanındaydı. Ancak Babadağı’ndaki ikameti ordunun dönüşüne kadar sürmedi. Ordu sefer dönüşü Edirne’ye vardığında Turhan Sultan İstanbul’da idi. Padişah bir hafta geçmeden musâhib ikinci vezir Mustafa Paşa’yı annesini getirmek üzere İstanbul’a gönderdi. Kösem Sultan ile Saliha Dilaşub Sultan'ın 1651 yılında Şehzade Süleyman'ı tahta çikarmak için planlar yaptiğinda Şehzade Süleyman ile valiezi yineden kurtuldu ve idam edilmediler fakat Gülnûş Emetullah Sultan’ın etkisiyle oğulları Şehazade Mustafa ve Şehzade Ahmed’in doğumundan sonra, IV. Mehmed oğullarının tahta çıkması için Şehzade Süleyman ve Şehzade Ahmed'i ortadan kaldırmak istediği zaman garip bir şekilde Turhan Valide Sultan engel olmuş ve kendisinden doğma olmamalarına rağmen şehzadeleri korumuştur. Devlet idaresindeki etkilli yılardan sonra Turhan Sultan sakin bir hayat yaşadı. Hayır işlerine yönelen Valide Sultan'ın bu kadar hızlı iktidardan elini çekmesi Kösem Sultan'ın yaşadığı hızlı düşüş ve çok karışık bir dönemde yaptığı naibeliğin yorgunluğu olabilir. Kendisi saltanat naibi olarak devleti yöneten son Valide Sultandı. Ayrıca Turhan Sultan, toplam 34 yıl Valide Sultanlık yaparak Osmanlı tarihinin en uzun süreli Valide Sultanı oldu. Vezîriâzam Siyavuş Paşa’nın görevden alınmasının ardından katledilmesini, Sabatay Sevi’nin ölümle cezalandırılmasını önlediği bildirilir. Fakat Anadolu kazaskerliği sırasında doğru sözlülüğüyle takdirini kazanmış olan Şeyhülislâm Hocazâde Mesud Efendi’nin o günkü entrika ve rekabet ortamı içerisinde uğradığı suçlamalar (IV. Mehmed’in yerine Şehzade Süleyman’ı geçirme gayreti içerisinde olması) sonucu katli (Osmanlı Devleti’nde görevinden alındıktan sonra katledilen ikinci şeyhülislâmdır) Turhan Sultan’ın bilgisi dahilinde gerçekleşmiştir. Oğlu üzerinde büyük bir nüfuzu vardı. IV. Mehmed’in de annesine çok bağlı olduğu açıktır. Onu karşılayıp uğurlaması, vedalaşması sırasında hüzünlenip ağladığı kaynaklarda belirtilir. Devlet idaresindeki rolü ölümünün ardından söylenen, “Devletin rükn-i a‘zamı gitti” ; “Devletin bir rükn-i rekîni ... idiler” gibi ifadelerde belirtilmiştir. Talimatlarında “Bazılarının tepesinden sopayı eksik etmeyeceksin...” ifadesini sıkça kullanan Hatice Turhan Sultan’ın birkaç emrini ve emirlerin elyazısı ile olan orijinal görüntülerini bu sayfadaki kutuda bulabilir, hayattan 1683’te ayrılıp inşaatının tamamlanmasını sağladığı Yeni Cami’deki türbeye defnedilen Valide Sultan’ın diğer mektuplarını da Prof. Afyoncu’nun kitabından okuyabilirsiniz... Aşağıda, Prof. Dr. Erhan Afyoncu’nun Topkapı Sarayı Arşivi’nde bulup yayınladığı ve Turhan Sultan’ın elyazısı ile olan emirlerinden bazıları, dilleri günümüzün Türkçesi’ne nakledilmiş şekilde yeralıyor... Turhan Sultan’ın Sadrazam Gürcü Mehmed Paşa’ya emri: "Paşa’ya selâmdan sonra bildirilir ki: Saadetli arslan oğluma ‘Donanmayı bu hafta Perşembe günü çıkartırız’ demişsin. Şimdi şöyle çalışasın ki sözün doğru çıksın, zira padişahların huzurunda gerçek olmayan sözler söylemek hatadır. Ziyadesiyle dikkat edip sözünüzü doğru çıkarmalısın. Perşembe günü işin bitmesi için çalışın. Nice düşmanların gözü kör olsun. Ve hem
‘Zâhiren bizim düşmânımız var, efendimize bizi yanlış anlatırlar’ diye buyurmuşsun. Gerçi düşmansız kimse olmaz. Lâkin siz doğrulukla hizmet edip din ve devleti kayırdıktan sonra, hâşâ, Hakk Teâlâ kuluna zulmetmez. Hemen siz cân u gönülden çalışın. Göreyim sizi, sözünüz padişahın huzurunda yalan çıkmasın. Donanmanın perşembe günü çıkmasına çalışın ve bizi de doğru neticeden haberdar edin. Valide Sultan" . Turhan Sultan’ın Sadrazam İpşir Mustafa Paşa’ya yazdığı emir: "...Ne istiyorlar? Muradları nedir? Elbette bunları bir tahrik eden vardır, zaten bir-iki kişiden biz işkilleniyoruz. Tamamen bir fesat başı olan azledilmiş defterdar ‘Ben Valide Sultan’a sekiz yüz kese vereyim, o da sadrazamlıkmührünü bana versin’ diye ona-buna gidip konuşuyormuş. Allah saklasın, bana ne para lâzımdır, ne de sadrazamlık mührünü satarım. Bu nasıl sözdür? Mühür parayla verilmez, kim din ile devleti kayırıp güzel ve doğru hizmet ederse ona verilir. Allah bilir ki, bunları işittim ve ziyadesi ile elem çekip gazaba geldim. Bu cevaplardan senin haberin var mı? Bilmiş olasın! Defterdarı arayıp bulup getirttiniz mi? Elbette ilgilenip hesaplarını görüp şeriata havale edeceksiniz. Böyle fesat başlarının kalmalarının lüzumu yoktur, zira el altından tahrik ederler. ...Valide Sultan" . Turhan Sultan, 1652 yılında Girit’e gidecek donanmanın İstanbul’dan ayrılma tarihinin yaklaşmasına rağmen hazırlıkların bir türlü tamamlanmaması üzerine Sadrazam Gürcü Mehmed Paşa’ya “Beni aldatıyorsun” diyordu: "Paşa’ya selâmdan sonra bildirilir ki: Donanma ile niçin ilgilenmiyorsun? Huzurumuza gelüp ‘Herşey hazır ve mükemmeldir’ diye hep aldatıyorsun. Adam gönderip kontrol ettiriyorum, ortada bir nesne yok. Siz ‘1200 kürekçi lâzımdır” diyorsunuz, yoklatıyorum, üç binden fazla kürekçi yok. Artık yeter, para veriyoruz! Cephane için para istiyorsunuz, veriyoruz, bitmiş olması lâzımdı. Bu âna kadar tamamının bitmesi gerekirdi. Hep huzurumuzda lâf edip gidiyorsun, bu işin aslı nedir? Vallahi ‘Bildim, bilmedim’ demeyesin. On-on beş gün içinde donanmayı kusursuz şekilde ortaya çıkartmazsan artık kendin bilirsin. Dini ve devleti kayırmak böyle mi olur? Ümmet-i Muhammed’in hizmeti böyle mi olur? Eğer doğrulukla hizmet etmezseniz pâdişâhın ekmeği size haram, cümle ümmet-i Muhammed’in günâhı ve vebâli de boynunuza olsun. Eski emektarsınız diye sizlere inandık ama ne güzel hizmet idüp yüzünüzü ağartırmışsınız! Size düşen bize bunları söyletmemek, işleri her gün gözden geçirtmemek idi. Şimdi bildiriyoruz ki gözünüzü açıp mukayyet olun! Tershane’ye niçün boş yere gidip oturup bakınıyorsun? İyi hizmet et, ziyadesiyle dikkatli ve mukayyet ol, sonra kendin bilirsin. Size düşen Kaptan Paşa’ya tenbih edip ‘Ne lâzım ise bildir, vereyim’ demek ve parayı vermektir. Siz kusur etmediğiniz takdirde suç kaptanındır ama siz böyle yapmıyorsunuz. Valide Sultan" . Turhan Sultan’ın Sadrazam Gürcü Mehmed Paşa’ya gönderdiği bir başka emir: "Paşa’ya selâmdan sonra: Askerin maaşı meselesi ile ilgileniyor musun? Bu hafta içinde ödeyebilecek misiniz? Ziyâdesiyle ilgilenip bize lâf getirmeyin. Maaşların ödenmesinin gecikmesi hâlinde size de, bize de zarar geleceğini bilirsiniz. Allah’ı severseniz gayret gösterin, ödemeler bu haftadan sonraya uzamasın. Başımızı önce Allah’a, daha sonra da size dayadık ve size inandık. Şimdi ziyâdesiyle gözünüzü açıp her şekilde hizmete devam edesin. Geciktirilecek zaman değildir. Bu düşünce yüzünden geceleri uykunun bize haram olduğu Allah’ın mâlûmudur. İçeride bize, dışarıda da size ümmet-i Muhammed’i korumak, din ile devleti izleyip gözetmek düşer. Herkesin ve önde gelen din adamları ile sizin göreviniz ağız birliği etmek, her şekilde etrafı kollamak, zulmedenleri arayıp izlemek, bunları uyarmak, cezalandırmak ve düzeni korumaktır. Etraftan ‘Ödenmeyen maaşlar çoktur, para da yetişmiyor’ diye sözler işitiyoruz. Bunun gereğini yerine getirin. ... ‘Halka zulmedildiğini duyarsam siz bilirsiniz’ diye tenbih edin ve Allah’ı severseniz bu hususlarda dikkatli davanın. Donanmaya da özen gösterin, Kaptan Paşa’ya işlerin yapılma zamanının geldiğini söyleyin. Bizi fazla konuşturmadan hayır duamızı almanızı istiyoruz, göreyim sizi. Valide Sultan" . Turhan Valide Sultan Viyana yenilgisinin haberi gelmeden bir sene önce 4 Ağustos 1683'te öldü ve cenazesi kendi tamamlattığı Yeni Camii'nin avlusundaki Turhan Sultan Türbesi'ne gömüldü. Böylece II. Süleyman'ın ilerde 8 Kasım 1687 tarihine tahta çıkacağı vakte kadar "Dört" yıl "Üç" aydan daha uzun sürecek olan bir valide sultansız dönem de başlamış oluyordu. II. Süleyman'ın bu tarihte padişah olmasıyla valide sultanlık mâkamı "Saliha Dilaşub Sultan" tarafından doldurulmuş oldu. Murat Bardakçı kendisi hakkında, geçmişimizin bu çok önemli iki ismi ile TV dizileri sayesinde tanıştık ama Osmanlı Tarihi’nde Hürrem ve Kösem kadar önemli, hattâ onlardan çok daha etkili bir başka padişah eşi hakkında pek bilgi sahibi olamadık diyerek Turhan Sultan'ı Demir Leydi olarak tanımlamaktadır. IV. Mehmet 1642'te Turhan Sultan'dan dünyaya geldi. Babası I. İbrahim'ın tahttan indirilmesinin ardından, IV. Mehmet olarak Osmanlı Padişahı oldu ve 7 yaşında tahta çıkan en genç padişah oldu. Avcı Mehmed adıyla da bilinir. 39 yıllık saltanatıyla I. Süleyman'dan sonra en uzun süre hükümdarlık yapan Osmanlı padişahıdır. 1687 yılında tahtan indirildi ve 1693'da vefat etti. Gevherhan Sultan 1642 doğumlu, henüz dört yaşında 1646'da Damad Cafer Paşa'yla evlendi. Cafer Paşa' nın bir yıl sonra vefatı ile dul kaldı. Daha sonra 1660 senesinde Vezir Çavuşzade Mehmed Paşa ile evlendi. Bu evlilik 1682 yılında ölümüne kadar sürdü. 1692 yılında Palabıyık Yusuf Paşa'yla evlendi. 1694 tarihinde kardeşi II. Ahmed hükümdarlığı döneminde, Edirne'de vefat etti. 1694 yılında Edirne'de vefat etti. Şehzade Ahmed 1 yaşındayken ölmüştür. Turhan Sultan’ın bilinen ilk hayır eseri 1653’te Beşiktaş’ta yaptırdığı çeşmesi olup günümüze ulaşmamıştır. Venedikliler’le olan savaş sırasında (1645-1669) duyulan ihtiyaç sonucu Çanakkale Boğazı’nın her iki yakasında Fâtih Sultan Mehmed’in İstanbul’un fethinden sonra inşa ettirdiği iki kalenin (Rumeli tarafında Kilîdü’l-bahir, Anadolu tarafında Kal‘a-yı Sultâniyye) güneyinde birer kale, Rumeli tarafında Seddülbahir, Anadolu tarafında Sultâniye/Kumkale, yaptırmıştır. Her birinde birer cami, sıbyan mektebi, hamam ile ev, dükkân ve çarşılar bulunuyordu. Kaleler padişah tarafından 1659 sonbaharında inşaat devam ederken, 1661 yazında inşaat tamamlanmak üzere iken ve 1665 sonbaharında ziyaret edilmiştir. İkincisinde Turhan Sultan da bulunmuştu. İnşasını III. Murad’ın zevcesi ve III. Mehmed’in annesi Safiye Sultan’ın başlattığı Eminönü’ndeki Yenicami, Turhan Sultan tarafından tamamlatılmıştır. 1598’de başlayıp denize yakınlığı dolayısıyla zor ve masraflı ilerleyen inşaat, III. Mehmed’in 1603’te ölümü ve Safiye Sultan’ın 1605’te Eski Saray’a naklinin ardından yarım kalmıştı. Pencere altına kadar yükselmiş durumdaki bina, elli altı yıllık bir aradan sonra bir cami yaptırmak isteyen Turhan Sultan tarafından mimarbaşı Mustafa Ağa’nın yönlendirmesiyle bitirilmiş (1663-64), 30 Ekim 1665 Cuma günü açılışı merasimle yapılmış, inşasına toplam 3080 kese akçe sarfedilmiştir Yenicami Külliyesi cami, hünkâr kasrı, dârülkurrâ, sıbyan mektebi, sebil, çeşme ve türbe ile Mısır Çarşısı’ndan oluşmaktadır . Turhan Sultan camiye kitap vakfetme geleneğine uyarak hem Çanakkale Boğazı kıyısında yaptırdığı kaleler içindeki camilere hem de Yenicami’ye kitaplar vakfetmiştir . Ayrıca Kandiye Kalesi’nin alınmasının (1669) ardından kale içerisindeki binaların tamiri Turhan Sultan adına yapılmış, Saint Salvador Manastırı onun adına camiye çevrilmiştir. Kardeşi Yûsuf Ağa adına Rumelikavağı’nda bir Cami , İstefe’de bir han, Resmo’da bir cami ve mektep inşa ettirmiştir. Diğer bazı vakıflarıyla ilgili vakfiyesi de mevcuttur. Saliha Dilaşub Sultan Saliha Dilâşub Valide Sultan (1627-4 Aralık 1689) Osmanlı İmparatorluğu'nun Valide Sultan'ı, padişah II. Süleyman'ın annesi ve Sultan İbrahim'in eşiydi. Saraya ne zaman alındığı ve milliyeti kesin olarak bilinmemekle birlikte, bazı kaynaklara göre adının Katerina olduğu ve Sırp asıllı olduğu tahmin edilmektedir. I. İbrahim'in 1641'de evlendiği ikinci eşidir. II. Süleyman, Ümmügülsüm Sultan ile Ayşe Sultan’ın annesi ve "Üçüncü Haseki" olduğu öne sürülmüştür. "Sultan İbrahim" tahttan indirildikten sonra eski saraya yollanmış hayatının büyük çoğunluğu orada geçirmiştir. Oğlu II. Süleyman'ın 8 Kasım 1687 tarihinde tahta çıkması üzerine, Sâliha Dil-Âşûb Sultan, Osmanlı Devleti'nin Avrupa'da çok masraflı ve uzun sürecek olan Osmanlı-Kutsal İttifak Savaşlarına giriştiği bir dönemde Valide Sultan oldu. Osmanlı Devleti, İkinci Mohaç Muharebesi'nde aldığı ağır yenilginin ardından derin bir krize girmiş ve askerler arasında isyanlar çıkmıştı. Baş komutan ve sadrazam olan Sarı Süleyman Paşa kendi askerleri tarafından öldürüleceği endişesiyle ordunun komutasını terk etmiş ve önce Belgrad'a ardından da İstanbul'a doğru kaçmaya başlamıştı. Ordunun aldığı ağır yenilginin haberinin Eylûl ayı başlarında İstanbul'da öğrenilmesi üzerine, 18 Eylûl 1687 tarihinde IV. Mehmed tarafından Köprülü Damadı Abaza Siyavuş Paşa yeni sadrazam tâyin edildi. Kendisi ordunun komutasını ele alamadan Osmanlı Ordusu darmadağan olmuş, Yeniçeriler ve Sipahiler başları bozuk bir halde İstanbul'a dönmeye başlamışlardı. Gelişen bu hadiseler üzerine 18 Eylûl 1687 Sarı Süleyman Paşa idam edildi. "İstanbul Boğazlar Komutanı "Köprülü Fazıl Mustafa Paşa"," IV. Mehmed tarafından "Baş-Vezir Naibi" olarak atandı. Köprülü Fazıl Mustafa Paşa'nın ordudaki komutanlarla ve yüksek rütbeli devlet erkânı ile yaptığı görüşmeler neticesinde IV. Mehmed'in tahtı terketmesinin böyle bir durumda yapılacak en hayırlı iş olduğu soncuna varıldı. Komutanlar ve diğer devlet erkânı ile yapılan görüşmelerin özeti padişaha sunuldu. Padişah Avcı Mehmet durumu serin kanlılıkla karşıladı ve tahttan inerek yerine küçük kardeşi Sâliha Dil-Âşûb Sultan'ın oğlu Süleyman'ın padişah olmasına rıza gösterdi.
Bu yeni gelişmelerden sonra II. Süleyman'ın tahta çıkması üzerine, yıllarca Eski Saray'da yaşamış olan "Haseki Sâliha Dil-Âşûb Sultan" da Valide Sultan olarak Topkapı Sarayı'na geri döndü. Anadolu Sekban Ocağı Sekbanbaşısı Ermeni asıllı Yeğen Osman Ağa ile Yeniçeriler tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen bu darbenin hemen ardından birbirlerine karşı husumet besleyen bu iki ocağın aralarında anlaşamamaları üzerine tekrar bazı isyânlar baş gösterdi. Bu dönemde Rumeli Beylerbeyi olan "Yeğen Osman Paşa," yeni yönetime karşı ayaklanarak Osmanlı Hükümeti'nin baş düşmanı haline geldiler. Öte taraftan, yeni sadrazam Köprülü Damadı Abaza Siyavuş Paşa baş vezir olarak başarılı olamamıştı. İstanbul'un çevresinde kamp kuran askerleri denetimi altına almayı başaramadı. Askerler kendilerine cülus bahşişi ödenmesini talep ettiler. Oysa hazine bu ödemeyi yapabilecek durumda değildi. Bu nedenle askerler şehirde bir takım huzursuzluklara sebebiyet verdiler. Her ne kadar Köprülü Damadı Abaza Siyavuş Paşa askerin sadrazam olarak ilk tercihiyse de, yavaş yavaş kendisinden ve kayın biraderi olan Köprülü Fazıl Mustafa Paşa'dan soğumaya başladılar. Neticede 23 Şubat 1688 tarihinde yeniçeriler Siyavuş Paşa'nın evini basarak kendisini öldürdüler. Bu gelişmeler üzerine, önce bir haftalık kısa bir süre için baş vezir vekili tâyin edilen "Ayaşlı Nişancı İsmail Paşa," 2 Mart 1688 tarihinde Sâliha Dil-Âşûb Valide Sultan'ın oğlu padişah II. Süleyman tarafından yeni sadrazam olarak göreve atandı. Bununla beraber başta yolsuzluklar olmak üzere birçok meseleler ile uğraşmak zorunda kalan Nişancı İsmail Paşa'nın bu makamda fazla uzun süre kalması mümkün olmadı. Baş düşmanı kendisinden evvel baş vezirlik görevinde bulunan Abaza Siyavuş Paşa'nın kayın biraderi ve gelecekte vezîr-i âzam olacak olan "Köprülü Fazıl Mustafa Paşa" idi. Nitekim, Köprülü Fazıl Mustafa Paşa'nın yoğun çabaları sonunda 2 Mayıs 1688 tarihinde Nişancı İsmail Paşa sadrazamlıktan azledilerek yerine 30 Mayıs 1688 tarihinde Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa vezîr-i âzam olarak atandı. Yeni sadrazam atanan Bekri Mustafa Paşa çözüm bekleyen pek çetin meseleler ile karşı karşıyaydı. Bu meselelerin en önemlisi de IV. Mehmed'i tahtından indiren darbecilerin hâlâ cezalandırılamamış olmalarıydı. Bu hadiseler vuku bulurken çoğu Anadolu'dan olmak üzere huzursuz olan sekbanların tamamı Yeğen Osman Paşa'nın etrafında toplandılar. Sâliha Dil-Âşûb Valide Sultan'ın oğlu padişahın kendisine Temeşvar Seraskerliği teklifini dahi kabul etmeyen Yeğen Osman Paşa'ya Bosna Sancağı, amcasına da Hersek Sancak Beyliği verildi. Bunlarla da tatmin olmayan Yeğen Osman Paşa'nın askerleri Rumeli, Yunanistan ve Sırbistan'da kendi yönetimlerindeki toprakları yağmalamaya devam ettiler. Kimi kaynaklara göre Yeğen Osman, Osmanlı Hazinesi'nden de daha zengin hale gelmişti. 1688 yılında Yeğen Osman'ın askerleri Sırbistan'da Gračanica Manastırı'nda saklanan Pećka patrijaršija Hazinesi'ni de yağmaladılar. Katolik piskopos 'nin yazdığı bir mektuba göre Yeğen Osman, "Peć Başpiskoposu ve Sırp Patriği" olan 'i Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'ndan Sırplar'ı Osmanlılar'a karşı ayaklanmaya teşvik maksadıyla para aldığı gerekçesi ile kafasını kesmekle tehdit etmişti. İşte böyle bir ortamda, yeni padişah Yeğen Osman'ı yola getirebilmek amacıyla onu Belgrad Valiliği'ne atadı. Gelgelelim, bu atama Yeğen Osman'ı Macaristan Serdarı Hasan Paşa'nın emri altına soktuğundan dolayı bir hâyli kızdırdı. Macaristan Serdarı Hasan Paşa'dan emir almayı red ederek Belgrad'a giden "Yeğen Osman," Hasan Paşa'nın Vračar Tepesi'ndeki karargahını bastı ve kendisini hapsetti. 1688 tarihinde Kutsal Roma Cermen İmparatoru Leopold Yeğen Osman'a bir mektup göndererek kendisine Osmanlılar'ın tarafını bırakarak Eflak karşılığında Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun tarafına geçmesini teklif etti. Yeğen Osman'ın Slavonya ile Bosna-Hersek'in tamamı talep etmesi üzerine bir antlaşma sağlanamadı. Avusturyalılar ile Yeğen Osman arasındaki mücaleleler ilerledikçe, Yeğen de neticede kendi askerlerinin sayıca az olduğunu fark ederek Semendire Sancağı'na doğru geri çekilmeye başladı. Burada iki gece geçirdikten sonra üzerinden Niş'e geçti. Niş'ten Bâb-ı Âli'ye eğer kendisine "On" gün içerisinde askerî ve mâlî yardım gönerilmezse Belgrad'ın düşeceği haberini yolladı. Bu haber üzerine Bâb-ı Âli kendisine 120 çuval altın göndererek, Rumeli'de yaşayan Müslümanları Semendire Sancağı'ndaki âsiler ile mücadele etmek üzere harekete geçirtti. Daha sonra Baş Vezir olmaya kalkışan Yeğen Osman Paşa'nın bu ihtirası Osmanlı Hükümeti'ni her ne kadar kızdırdıysa da, Yeğen Osman'ı daha da güçlendirmekten çekindikleri için ona karşı bir operasyon düzenlemekten çekindiler. Bununla beraber Edirne'de toplanan bir savaş konseyinde Osmanlı Devleti'nin bir vassalı ve Kırım Hanı olan I. Selim Giray Bâb-ı Âli'ye bir çağrı yaparak, Yeğen Osman'ı idama mahkûm etmeye davet etti. Bu hadise meydana gediğinde sadrazam Bekri Mustafa Paşa sekban birliklerini yasa dışı ilân etti. Dağılmayı red eden sekban birliklerini idam cezasına çarptıtmakla tehdit etti. Böylece yeni bir iç savaş başlamış oluyordu. Önce sekbanlar bir üstünlük sağladılarsa da Tekirdağlı Bekri Mustafa Paşa yeniçerlerin yardımıyla âsileri yenmeyi başardı. Tarihçi Nicolae Iorga'ya göre, âsilerle Bekri Mustafa Paşa'nın askerleri arasında vuku bulan çarpışmalarda 6,000 kişi hâyatlarını kaybetti. Bu yeni gelişmeler üzerine Osmanlı Hükümeti evvelki kararından ani bir dönüş yaparak, Yeğen Osman Paşa'nın yakalanıp infaz edilmesini kararlaştırdı. "Yeğen Osman," 1689 yılının Mart ayının sonlarında yakalanarak idam edildi. Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu'nun ilerleyen orduları önünde pek büyük başarılar kaydedemeyen Bekri Mustafa Paşa'nın 7 Kasım 1689 tarihinde vezîr-i âzamlıktan azledilerek yerine 10 Kasım 1689'da Köprülü Fazıl Mustafa Paşa'nın sadrazam olarak atanmasının hemen akabinde hastalanan "Sâliha Dil-Âşûb Valide Sultan" 4 Aralık 1689 tarihinde vefat etti. Oğlu Süleyman'ın 22 Haziran 1691 tarihinde vefâtı üzerine II. Ahmed padişah oldu. Gelgelelim II. Ahmed'in annesi "Hatice Muazzez Sultan" 12 Eylül 1687 tarihinde henüz "Sâliha Dil-Âşûb Sultan" Valide Sultan dahi olmadan "İki ay evvel" vefât etmiş olduğundan, 6 Şubat 1695 tarihinde II. Mustafa padişah olana dek valide sultanlık mâkamı da "Beş" yıl "İki" ay kadar bir süreliğine boş kalmış oluyordu. Bu makam 6 Şubat 1695 tarihinde II. Mustafa'nın padişah olmasıyla "Mâh-Pâre Ümmetullah Râbi’a Gül-Nûş Valide Sultan" tarafından dolduruldu. Krater gölü Krater gölü, yanardağların kraterlerin, kaldera, maar, darbe kraterini, veya meteorit kraterlerin su ile dolduran bir göldür. Kraterin dibinde yer alan yanardağ bacası, taşlaşan lav tarafından tıkandığında, yağışlar ve eriyen karlar krater içinde birikir. Türkiye’deki en büyük krater gölü olan, Nemrut Dağı üzerindeki 12 km² yüzölçümlü Nemrut Krater Gölü, dünya sıralamasında da ikinci sıradadır. Meke Gölü, Acıgöl (Nevşehir), Gölcük gölü, Aygır Gölü ve Acıgöl (Konya) ise ülkedeki diğer krater gölleridir. İris İris, gözün ön kısmında saydam katmanın arkasında bulunan ve göze rengini veren damarlı bölgedir. Ortasında bulunan ve gözbebeği denen delik, ışığın az ya da çok olmasına göre genişleyip büzülen bir çeşit diyaframdır. Saydam katman ile göz billuru arasındaki boşluğu ön oda ve art oda olmak üzere iki kısma ayıran iris, içten dışa doğru 3 parçaya (dokuya) ayrılır: "Göz rengi" maddesine bakınız. Amélie Amélie (Özgün adı: Le Fabuleux Destin d'Amélie Poulain, Tr.: "Amélie Poulain'in Masalsı Kaderi"), Audrey Tautou’nun başrolünde olduğu, Jean-Pierre Jeunet filmi. Fransız yapımı bu romantik komedi, Jeunet ve Guillaume Laurant tarafından yazılmıştır. Montmartre’de geçen film, modern Paris hayatının idealize edilmiş, alaycı bir yorumudur. Film Nisan 2001’de Fransa, Belçika ve Fransızca konuşulan batı İsviçre’de gösterime girmiş, pek çok film festivalinde yer almış ve ardından tüm dünyada sinema salonlarında izleyici beğenisine sunulmuştur. Avrupa Film Ödüllerinde en iyi film ödülünü almış, ikisi En İyi Film ve En İyi Yönetmen dallarında olmak üzere dört César Ödülü almış, En İyi Senaryo dalıyla birlikte iki BAFTA Ödülü ile ödüllendirilmiştir ve Akademi Ödüllerine aday gösterilmiştir. Bunların dışında da pek çok ödülün sahibi olmuştur. Amélie Poulain, bir doktor olan babası tarafından diğer çocuklardan, kalp hastalığı olduğu gerekçesiyle, uzak yetiştirilen bir çocuktur. Aslına bakılırsa babasının yanlış bir teşhisidir bu, çünkü Amélie’nin babasıyla kurduğu nadir fiziksel temas babasının sağlık kontrolleriyle gerçekleşmektedir ve bu kontroller sırasında Amélie heyecanlanmakta, kalp atışı hızlanmaktadır. Amélie’nin annesiyse, en az babası kadar nevrotik bir kadındır. Amélie küçük bir çocukken, annesi, Notre Dame Kilisesi’nin tepesinden atlayan bir kadının üzerine düşmesi sonucu vefat etmiştir. Böylece babası daha da sessiz ve silik biri olmuş, kendisini eşi için ilginç bir anıt mezar düzenlemeye adamıştır. Amélie de bu yalnızlığın ortasında kendini eğlendirebilmek için, oldukça ilginç ve derin bir hayalgücü geliştirmiştir. Büyüdüğünde, Amélie Montmartre’da bir café olan ve eski bir sirk göstericisi tarafından yönetilip, birçok ilginç kişinin çalıştığı "Çift Değirmen"’de garson olarak çalışmaya başlar. 22 yaşındayken, Amélie için hayat oldukça basittir; kahramanımız birkaç başarısız romantik ilişki denemesi sonucunda, kendisini crème brûlées’siyle bir çaykaşığı ile oynamak, gün ışığında Paris’te yürüyüşe çıkmak, St. Martin’s Kanalı’nda taş sektirmek, yüzeyi hoşuna giden taşları toplamak gibi çeşitli küçük zevklere adamış ve hayalgücünü tamamen serbest bırakmıştır. Hayatı, Prenses Diana’nın öldüğü gün değişmeye başlar. Haberlerden duyduğu şoku takiben yaşadığı bir dizi olay sonucunda, gevşemiş bir banyo fayansının arkasında, bir çocuğun yıllar önce saklamış olduğu metal bir kutu bulur ve bu kutunun sahibini aramaya başlar. Bu arayış içerisinde kendisiyle bir anlaşma yapar; eğer kutunun sahibini bulursa, hayatını
iyiliğe adayacaktır. Bulamazsa da… Ne yapalım. Pek çok yanlış tahminin ardından, kendisiyle aynı apartmanda yaşayan “kristal adam” lakaplı ressam Raymond Dufayel’in yardımıyla, kutunun gerçek sahibini bulur ve çeşitli numaralarla kutuyu sahibine iletir. Ardından adamı gözler ve üzerinde yarattığı mutluluğu görünce, diğer insanların hayatında güzel şeyler yapmaya karar verir. Bu Amélie’yi gizli bir adalet sağlayıcı ve koruyucu melek yapar hayatına etki ettiği insanların gözünde. Babasının hep hayalinde olan dünya turuna çıkmasını sağlar, iş arkadaşlarına, apartmanın yöneticisine, manavın çırağı Lucien’e gizlice pek çok iyilik ve sürpriz yapar. Ancak Amélie diğer insanlarla ilgilenirken, kimse kendisiyle ilgilenmemektedir. Başkalarının mutluluğu yakalaması için uğraşırken, kendi yalnızlığını sorgulamaya başlar. Bu sorgulama, pasaport için fotoğraf çekilen fotoğraf kulübelerinden, kenara atılmış, yabancılara ait vesikalık fotoğrafları toplayan, tuhaf karakter Nino Quincampoix ile olan bağıntısını görünce daha açık ve rahatsız edici olmaya başlar. Her ne kadar Nino’yu kendi yöntemleriyle pek çok dolambaçlı şekilde cezbetmeye çalışsa da, özünde utangaçtır ve Nino’ya yaklaşamamaktadır. Ancak Raymond’ın öğütleri sonunda, başkalarının mutluluğu için uğraşırken kendi mutluluğunu da elde edebileceğini öğrenir... Film ticari ve sanatsal açıdan büyük başarı yakalamıştır. Bununla birlikte les Inrockuptibles yazarı Serge Kaganski’nin ağır eleştirilerine maruz kalmıştır. Kaganski’ye göre film, Fransız toplumunun realistlikten oldukça uzak, şaşaalı bir betimlemesi, eski, etnik grupların nadir görüldüğü, gizli lepenist bir Fransa kartpostalıdır. Paris çeşitli etnik kökenin bir arada bulunduğu bir şehirdir ve Montmartre’ın bitişiğinde, siyahi yerleşimlerin bulunduğu ve burada yaşayanların filmde pek az görüldüğü Barbès-Rochechouart bölgesi yer almaktadır. Eleştirmene göre, yönetmen, mükemmel Paris’in rüyası bir görüntüsünü yakalamak için, siyahi insanların filmde yer almaması gerektiğini düşünmektedir. İlginç olansa, filmde sadece tren istasyonunda Amélie’yi rahatsız etmek için arkasından yürüyen üç serseri için siyahi oyuncu kullanılmış olmasıdır. David Martin-Castelnau ve Guillaume Bigot gibi diğer eleştirmenlerse, Kaganski’nin bu eleştirisini haksız bulmakta ve Kaganski’nin iddialarını, bir çeşit “elit” grubun, filmdeki sıradan insanlara karşı hastalıklı bir aşağılama olarak değerlendirmişlerdir. Filmin yönetmeni Jean-Pierre Jeunet ise, filmde Lucien rolünü üstlenen Kuzey Afrika kökenli oyuncu Jamel Debbouze’yi örnek göstererek bu eleştirilere karşı çıkmıştır. Filme getirilebilecek bir eleştiri de, yeniden yapılandırılma aşamasında olan bir bölge olan Montmartre’da, Amélie gibi bir garsonun, sadece garsonluktan aldığı parayla herhangi bir ulaşım aracına ihtiyaç duymaksızın nasıl işe gidebildiği, iş yerine nasıl bu denli yakın yaşayabildiği ve iş dışındaki boş vaktinin neden bu kadar çok olduğuna yönelik olabilir. Film sanatsal ve ticari açıdan büyük başarı kazanmış ve dünya çapında geniş bir gösterime sahip olmuştur. Beş dalda Akademi Ödülü için aday gösterilmiştir: 2001 yılında film, Avrupa Film Festivali’nde “En İyi Film” ödülü dahil pek çok ödül kazandı. Ayrıca Toronto Uluslararası Film Festivali'nde halk oylamasıyla kazandığı ödülün yanı sıra, Karlovy Vary Uluslararası Film Festivali’nde de Kristal Küre Ödülü’nü kazanmıştır. 27. César Ödülleri'nde En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Özgün Müzik ve En İyi Sanat Yönetimi dallarında César Ödülleri'nin de sahibi olmuştur. 2002 Altın Küre Ödülleri'nde “En İyi Yabancı Film” dalında aday olmuştur. Film, "New York Times" tarafından “Gelmiş Geçmiş En İyi 1000 Film”den biri seçilmiştir. IMDB ilk 250 listesinde, ilk 50 içindedir. 21. Yüzyılın En İyi Filmleri listesinde 87. sırada yer almaktadır. Film, aşağıdaki filmlerden ve video kliplerinden parçalar içermektedir: Filmin ünü kadar ünlenen müziklerini Yann Tiersen bestelemiştir. World Soundtrack Academy tarafından 2001 yılının en iyi film müzikleri seçilmiştir. Höyük Höyük, çoğu zaman yığma tepe şeklindeki mezar (tümülüs) anlamında da kullanılır. Hüyük, Öyük veya Üyük şeklinde de söylenir. Çok eski bir yerleşme yerinin zamanla toprakla örtülüp tepe biçimine gelmiş halidir. Höyükler genelde üst üste gelmiş çok evreli yerleşim yeri birikimleridir. 1-40 metre yükseklikte ve 1000-1500 metre genişlikte olurlar. Uygarlıkların araştırılmasında önemli referanslardır.Höyükler, günümüze göre en yakını en üstte olmak üzere eskiye doğru uzanan bir katmanlaşma gösterirler. Taşlardan sembolize edilmiş biçimine Moğollar Ovo (Öbö, Övö, Ovoğ), Kazaklar ise Oba derler. İçerisinde genellikle Hakan (İmparator) Tigin (Prens) gibi kişilerin mezarları ve değerli eşyaları bulunur. Höyükler tahtalarla, bazen de taşlarla çevrili mezar odalarının üstüne bir metre ile yetmiş metre arasında toprak yığılmasıyla oluşturulur. Ayrıca bugün Çin sınırları içerisinde yer alan Uygur Özerk Devleti topraklarında Türk yapımı devasa üçgen yapılar (piramitler) keşfedilmiştir ve bunların Mısır ve aztek piramitleriyle büyüklük ve nitelik itibarıyla yarışacak seviyede olduğu söylenmektedir. Höyük İyesi, höyüğün koruyucu ruhu demektir. Höyükleri soyanların, açıp içine girenlerin başlarına felaketler geldiği anlatılır. Bu durum Ata ruhlarına saygı inancı ve Ata mağaraları anlayışıyla da bağlantılıdır. Höyüklerin Kurgan olarak adlandırıldığı da olur. Piramitin içinde bir mumya, üzerinde kurt başları ve ayyıldız sembolleri ve ayrıca Oğuz Kağan'ın temsili süreti bulunmaktadır. Bunlar aslında antik höyüklerdir. Batıda Beyaz Piramit olarak da adlanırılmaktadır. Farklı uygarlıklarda kral mezarlarının yığma toprak içerisinde oluşturulmasına sıklıkla rastlanmaktadır. Kelime, Türkçe "Hüy/Üy/Öy/Uy" kökünden türemiştir ve tepe, ev gibi anlamları içerir. Orta Anadolu höyüklerinde neolitik, kalkolitik ve tunç çağı yerleşmelerinin üzerinde, Frig, Hitit, Selçuklu ve Osmanlı yerleşimleri görülebilir. Hatta modern yerleşimlerin bir kısmı da höyükler üzerinde kuruludur. Anadolu'da bilinen en büyük höyük Aksaray ili sınırları içinde Yeşilova beldesinde yer alan Acemhöyük'tür. Anadolu’da yaklaşık 20.000 höyük bulunduğu tahmin edilmektedir. Bunların en bilinenleri: Düztabanlık Düztabanlık (Pes planus), ayaktabanındaki uzunlamasına veya enlemesine olan ayak kemerlerinden birinin düzleşmesi veya ortadan kalkmasıdır. Bu durum yaylanma olanağını ortadan kaldrır ve yürüyüş, koşma sırasında normal hareket edilmesini engeller. Düztabanlık doğuştan olabildiği gibi, kas zayıflığından da kaynaklanabilir. Düzeltici hareketler ve ayakkabılar içine konulacak ortopedik tabanlıklarla, düztabanlık giderilebilir. Dalak Dalak, karnın sol tarafında, mide ile diyafram arasında yer alan, süngerimsi yapıda, damarsal lenfoid organdır. Ömrünü doldurmuş kırmızı kan hücrelerini ortadan kaldırarak, içlerindeki demiri yeniden kullanıma verir. Görevlerinin birçoğunu, aslında başka organlar da görmektedir. Eskiden, dalağın melankolinin kaynağı olduğuna inanılırdı. Diyaframın altında, karın boşluğunda, yaklaşık bir yumruk büyüklüğünde yumuşak bir organdır. Dalak, dolaşım sistemine bağlı bir çıkmaz sokağa benzetilebilir. Kan, dalak içerisindeki geniş kanallar ve damarlar sisteminde yol alırken, dalak hücreleri ile muhatap olur. Dalak, kan fizyolojisi ile yakından alakalıdır. Dalağın vücut savunmasında aldığı rol büyüktür. Dalağı alınan bir insan normal yaşantısına devam edebilir. Dalak çıkarılırsa kişi ölmemektedir, yani dalaksızlık hayatla bağdaşan bir durumdur. Kan hücrelerinin aşırı derecede azaldığı durumlarda, büyüyen dalağın hastayı çok rahatsız ettiği bazı hastalıklarda dalak çıkarılarak hastanın rahatlaması sağlanabilir. Altıparmak, Osmangazi Altıparmak, Bursa'nın merkez ilçelerinden Osmangazi'de bir mahalle. Kalabalık nüfusu ve hareketli yaşamı, alışveriş merkezleri, sinema ve kafeleri ile Bursa'nın en hareketli semtlerinden biridir. Romain Gary Romain Gary (asıl adı Roman Kacew, takma adı Émile Ajar) (d. 8 Mayıs 1914, Vilna – ö. 2 Aralık 1980, Paris), Fransız yazar, yönetmen, senarist, II. Dünya Savaşı pilotu ve diplomat. Dünya çapında tanınan bir yazar olan Gary, Fransa'da her yazara ancak bir kez verilen Goncourt Edebiyat Ödülü'nü, bir kez kendi adıyla bir kez de takma adla yayımladığı iki romanıyla iki kez kazanmış olan tek yazardır. Bunun dışında senaryolar yazdı ve iki film yönetti. Hukuk mezunu olan Gary, kitap yayımlamaya başlamadan önce, II. Dünya Savaşı sırasında, Özgür Fransız Kuvvetlerine dahil olarak savaş pilotluğu yaptı. Bunların dışında, bir süre Fransız diplomatik servisi için çalıştı. BM Fransız Delegasyonu sekreterliği yaptı, Fransa'nın Los Angeles başkonsolosu oldu. 20. yüzyılda Fransa'nın en üretken ve tanınan yazarlarından olan Gary, eski eşi Jean Seberg'in 1979'daki ölümünün de etkisiyle, 1980'de, Paris'te yaşamına son verdi. Asıl adı Roman Kacew olan yazar, Vilna'da (şimdiki Litvanya'nın başkenti Vilnüs), Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Ailesiyle önce Varşova'ya (Polonya) göç ettiler. Babası Arieh-Leib Kacew, 1925 yılında ailesini terk etti ve yeniden evlendi. Bu tarihten itibaren Gary, annesi Nina Owczinski tarafından yetiştirildi. 1928 yılında, Gary 14 yaşındayken, annesiyle Nice'de bir banliyöye taşındılar. Daha sonra kitaplarında ve söyleşilerinde, babasının kökeni, ailesi ve çocukluğuyla ilgili her seferinde değişkenlik gösteren bilgiler verdi. II. Dünya Savaşında, Birleşik Krallık'ın yanında Almanya'ya karşı savaşmak için Fransa'ya yerleştiğinde, adını Romain Gary olarak değiştirdi. Önce Aix-en-Provence, ardından Paris'te hukuk okudu. Fransız Hava Kuvvetlerinde (Bourges yakınlarındaki Salon-de-Provence ve Avord Air Base'te) uçak kullanmayı öğrendi. II. Dünya Savaşı sırasında Fransa'nın Nazilerce işgali sonrasında, İngiltere'ye uçtu ve Özgür Fransız Kuvvetleri bünyesinde Avrupa ve Kuzey Afrika'da hizmet verdi. Pilot olarak, 65 saatten uzun süre uçarak, 25'in üzerinde başarılı saldırıda yer aldı. Savaşta göst
erdiği kahramanlık nedeniyle kendisine çok sayıda onur nişanı ve madalya verildi. Savaştan sonra, Fransız diplomatik servisi için çalıştı ve 1945'te, ilk romanını yayımladı. İlerleyen yıllarda, kimilerini Émile Ajar takma adıyla yazacağı 30'un üzerinde roman, öykü ve anı kitabıyla, Fransa'nın en üretken ve popüler yazarlarından biri olacaktı. Ayrıca, "Fosco Sinibaldi" ve "Shatan Bogat" takma adlarıyla da birer roman yayımladı. Birleşmiş Milletlerin 1952'de New York'taki, 1955'te ise Londra'daki Fransız Delegasyonu sekreterliğine getirildi. 1956'da Fransa'nın Los Angeles başkonsolosu oldu. İlk eşi, Britanyalı yazar, gazeteci ve Vogue dergisi editörü Lesley Blanch'ti. Bu evlilik, 1944'ten 1961'e dek sürdü. 1962-1970 yıları arasında ünlü ABD'li oyuncu Jean Seberg'le evli kaldı. Çiftin bu evlilikten, Alexandre Diego adında bir oğulları oldu. Seberg'le ayrılığı nedeniyle sarsılan Gary'nin 1980 yılındaki intiharında, Seberg'in 1979 yılındaki şüpheli ölümünden sonra girdiği bunalımın büyük etkisi olduğuna inanılır. Yazar, 2 Aralık 1980'de Paris'te, kendisini tabancayla vurarak intihar etti. Emile Ajar'ın kendisinin takma adı olduğunu da açıkladığı intihar mektubunun son iki cümlesi çok ses getirdi: ""Çok eğlendim, teşekkür ederim. Hoşçakalın."" Fransa'da bir kişiye birden fazla verilmeyen Goncourt Ödülü'nü iki kere (bir kez Romain Gary bir kez de Émile Ajar adlarıyla) aldı, bunu da intihar notunda açıkladı. Ödülü ilk olarak kendi adıyla yayımladığı Cennetin Kökleri romanıyla 1956 yılında alan Gary, Émile Ajar adıyla yazdığı Onca Yoksulluk Varken romanıyla, 1975 yılında ödülü tekrar aldı. "Yalan Roman", "Kadının Işığı", "Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı", "Yıldızyiyiciler", "Kral Solomon'un Bunalımı", yazarın diğer eserlerinden bazılarıdır. Ayrıca, 1962 yapımı savaş filmi "The Longest Day"'in senaryo ekibinde yer aldı; 1971 yapımı, başrolünde o dönemki eşi Jean Seberg'in oynadığı "Kill!" adlı filmi ise yazan ekipte yer aldı ve yönetti. Feyruz Feyruz (Fairuz, Fairouz, Fayrouz, Arapça: فيروز), asıl adıyla "Nouhad Haddad", Lübnanlı şarkıcı. Mardinli Wadi Haddad ile Lübnanlı Süryani-Maruni Liza Alboustani'nin ilk kızı olarak 21 Kasım 1935'te Jabal Alarz'da doğdu. Ailesi Süryani ortodoks Hıristiyandır. Arapça'da "Feyruz" ("firuze") turkuaz demektir. Feyruz, şarkı yazarı ve kompozitörlerden Mohamed Flayfel'in yardımıyla Lübnan Radyosu Korosu'na seçilmiş ve radyo yönetmeni Halim Elrumi aracılığıyla Assy Rahbani ve Mansour Rahbani kardeşlerle tanışmıştır. Şarkı yazarı ve kompozitör olan Rahbani kardeşler, geleneksel Arap şarkılarını ve bazı Batı müziği eserlerini de yeniden düzenlemekteydiler. Fairuz, bu tanışmanın ardından Rahbani kardeşlerin çalışmalarını yorumlayacaktır. 1955'ün temmuzunda Assy Rahbani ile evlenmiş, kocası ile birlikte Beyrut'un kuzeyindeki Antelias'a taşınmıştır. 1956'da Ziad isminde bir oğulları olmuştur. Fairuz'un Rahbani kardeşlerle çalışmaları Arap dünyasında büyük bir popülerliğe erişmiş, Batı'da da önemli yankı uyandırmıştır. 1971 yılında Batı'da oldukça başarılı geçen bir turneye çıkan Fairuz, New York'ta Carnegie Hall, Londra'da Albert Hall ve Paris'te Olimpia'da konserler vermiştir. Rahbani kardeşlerin yazdığı birçok müzikalde de sahne almış olan Fairuz; Yusuf Şahin'in Bayya' al-Khawatim (Rings' Salesman), Henry Barakat'ın Safar Barlik (The Exile) ve Bint al-Haris (The Daughter of the Watchman) adlı sinema filmlerinde de oynamıştır. Lübnan İç Savaşı (1975 - 1990) sırasında Lübnan'ı terk etmeyen ve ülkesinin birliği için mücadele eden Fairuz, müzik çalışmalarına devam etmektedir. Nouhad Haddad, 21 Kasım 1935'te Jabal al Arz, Lübnan'da Maruni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Aile daha sonra Beyrut'un Zuqaq el Blatt bölgesine taşındı. Beyrut'un Patrikhanesi'ne bakan, komşuyla paylaşılan bir mutfağı olan tek odalı klasik bir Lübnan evinde yaşadı. Babası Wadīʿ, Mardin'den göçen bir Süryani'ydi ve bir baskı evinden dizgici olarak çalışıyordu. Annesi Lisa ise evde dört çocuğu, Nouhad, Youssef, Hoda ve Amal'a bakıyordu. Nouhad utangaç ve okulda çok arkadaşı olmayan bir çocuktu. Ancak yaz aylarını geçirdiği Debbieh böglesinde yaşayan büyükannesine çok bağlıydı. Nohuad, kırsal köy hayatından zevk alıyordu. Gün içinde Nouhad büyükannesine atların bakımında ve yakındaki su kaynağından su getirme işinde yardım ediyordu. Pınara gidip gelişinde şarkı söylemeyi seviyordu. Akşamları ise mum ışığında büyükannesinin anlattığı hikâyeleri dinliyordu. 10 yaşında Nouhad, olağan dışı sesi ile okulda dikkat çekti. Tatilde düzenlenen okul müsamerelerinde düzenli olarak şarkı söylüyordu. Şubat 1950'de okul şovlarından birine katılan Lübnan Konservatuvarı öğretmeni ve aynı zamanda ünlü bir müzisyen olan Mohammed Fleyfel'in dikkatini çekti. Sesi ve performansından etkilenen Fleyfel, Feyruz'u konservatuvara gitmesi konusunda etkiledi. Önce, Nouhad'ın tutucu babası onu konservatuvara gönderme konusunda isteksiz olsa da, kardeşinin de onunla birlikte gitmesi koşuluyla izin verdi. Nouhad'ın ailesi toplu olarak onun müzik kariyeri yapmasına destek oldu. Mohammed Fleyfel, Nouhad'ın yeteneğiyle çok ilgilendi. Eğitiminin dışında, Kur'an'dan ayetleri okumayı öğretti. Bir kez şarkı söylerken, Lübnan Radyo İstasyonu ve müzisyen (ayrıca ünlü Lübnanlı şarkıcı Majida Roumi'nin babası olan) Halim el Roumi'nin dikkatini çekti. Roumi onun sesinden etkilendi ve Arap notalarının yanında Batı notalarını da rahatça söyleyebilme yeteneğini fark etti. Nouhad'ın isteği üzerinde, el Roumi onu Beyrut'taki radyo istasyonu korosuna şarkıcı olarak atadı ve onun için şarkı bestelemeye başladı. Nouhad'ın sahen adını "Turkuaz" anlamına gelen Arapça bir kelime olan "Feyruz" yaptı. Kısa bir süre sonra, Feyruz, radyoda müzisyen olarak çalışan Assi ve Mansour Rahbani kardeşler ile tanıştırıldı. Üçlünün kimyası tuttu ve Assi, Feyruz için şarkılar bestelemeye başladı. Onun için yazdığı üçüncü şarkı olan 'Itab, tüm Arap dünyasında kısa sürede bir hit oldu ve Arap müzik sahnesinde Feyruz'u en önemli Arap şarkıcılarından biri yaptı. Assi ve Feyruz 23 Ocak 1955'te evlendi ve Feyruz, Assi'nin inancı olan Yunan Ortodoks inancına geçti. Feyruz ve Assi'nin dört çocuğu oldu: Ziad, müzisyen ve bestekar, Layal (1987'de beyin kanamasından öldü), Hali (menenjit nedeniyle çocukluktan beri felçli) ve Rima, fotoğrafçı ve yönetmen. Feyruz, ilk büyük konserini 1957'de, dönemin Lübnan başkanı Camille Chamoun tarafından düzenlenen Uluslararası Baalbeck Festivali'nde, İngiliz balerin Beryl Goldwyn ve balet Rambert ile beraber verdi. Feyruz, şovdan 1 Lübnan Lirası kazandı. Yıllar içinde yer aldığı müzikal operettalar ve konserler, Feyruz'un Lübnan ve Arap Dünyası'nın en popüler şarkıcılarından biri olmasını sağladı. 1960'larda Feyruz, Halim Roumi'nin deyimiyle "Lübnan şarkıcılığının First Lady'si" olarak tanımlanıyordu. Bu dönemde, Rahbani kardeşler, Feyruz için yüzlerce ünlü şarkı, operattalarının birçoğunu ve 3 sinema filmini hazırladı. 1969'da, Cezayir Başkanı Houari Boumedienne huzurunda özel konsere çıkmaması nedeniyle altı ay boyunca Lübnan radyo istasyonlarında Feyruz şarkıları yasaklandı. Bu olay, popülaritesinin artmasına sebep oldu. Feyruz açıklamasında her zaman her ülke ve bölgede halklara şarkı söyleyeceğini ancak asla bir birey için şarkı söylemeyeceğini belirtti. 1971'de Feyruz'un ünü büyük Kuzey Amerika turnesinden sonra uluslararası seviyeye çıktı. Konserler Amerikan ve Arap-Amerikan kitleler tarafından oldukça pozitif tepkilerle karşılandı. 22 Eylül 1972'de, Assi Rahbani bir beyin kanası geçirip hastaneye kaldırıldı. Hayranları hastanenin dışında buluştu ve dua ederek, mumlar yaktı. Üç ameliyat sonrası Assi'nin beyin kanaması durduruldu. Feyruz ve Assi'nin en büyük oğlu Ziad Rahbani, 16 yaşındayken yayınlanmamış şarkılarından "Akhadou el Helween"i (aslen Marwan Mahfouz tarafından Ziad'ın ilk albümü "Sahriyyi"de söylenmesi için yazılmıştı.) amcası Mansour Rahbani'nin yazdığı yeni sözlerle "Saalouni n'Nass" (İnsanlar bana sordu) haline çevirdi. Şarkı, Feyruz'un Assi'siz ilk kez sahnede olmasını anlatıyordu. Beyin kanamasından üç ay sonra, Assi, Hamra Caddesi'ndeki Piccadilly Tiyatrosu'nda sahnelenen "Al Mahatta" müzikalinin galasına katıldı. Assi'nin kardeşi Elias Rahbani perfromansın müzikal aranjmanını yaptı ve orkestrasını yönetti. Bir yıl içinde Assi, beste yapıp, kardeşi ile şarkı yazmaya devam etti. Konuları daha da politikleşen müzikaller hazırlamaya devam ettiler. Lübnan İç Savaşı çıktıktan sonra, kardeşler oyunlarında politik satir ve sert eleştiriler kullanmaya devam ettiler. 1977'de müzikalleri "Petra" hem Müslüman batı ve Hıristiyan doğu Beyrut'ta gösterildi. 1978'de üçlü Avrupa ve Basra Körfezi ülkelerini dolaşıp, Paris Olympia dahil olmak üzere konserler verdi. Bu yoğun tempo nedeniyle, Assi'nin beden ve ruh sağlığı bozulmaya başladı. Feyruz ve Rahbani Kardeşler 1979'da profesyonel ve kişisel ilişkilerini bitirmeye karar verdi. Feyruz, oğlu Ziad Rahbani'nin yönettiği bir prodüksiyon ekibiyle çalışmaya başlarken, Assi ve Mansour kardeşler Ronza'nın başta olduğu birkaç sanatçıyla çalışmaya başladı. 1975-1990 arasında devam eden iç savaşta, Feyruz yurtdışında yaşamak için Lübnan'ı asla terk etmedi ve 1978'de Beyrut'un batı ve doğu taraflarında gösterilen Petra operettası dışında, Lübnan'da canlı performans yapmadı. Ancak aynı dönemde dünya çağında birçok başarılı ve rekorlar kıran konserler ve turlar düzenledi. İlk Avrupa TV performansını, 24 Mayıs 1975'te Fransız televizyonunda gerçekleştirdi. En büyük hitlerinden biri olan "Habbaytak Bissayf"ı söyleyen Feyruz'u performanstan sonra programın sunucusu Fransız yıldız Mireille Mathieu sarılarak kutladı. 1979'da yaşanan Feyruz ve Rahbani Kardeşler arasındaki sanatsal ayrılıktan sonra, Feyruz yola oğlu, besteci Ziad Rahbani, söz yazarı arkadaşı Joseph Harb ve besteci Philemon Wehbe ile devam etti. Feyruz, Fransız televizyonlarındaki ikinci ve son performansını 13 Ekim 1988'de Du côté de chez Fred şovund gerçekleştirdi. 16 Ekim'de Paris Bercy Sahnesi'nde konser verecek
olan Feyruz, konserden üç gün önce daha sonra Fransa kültür bakanı olacak Frédéric Mitterrand'ın programına katıldı. Programda Bercy konseri provaları dışında, dönemin Kültür Bakanı Jack Lang'ın Feyruz'a "Commandeur des Arts et des Lettres" madalyasını vermesini de içeriyordu. Ayrıca eski film ve konserlerinden görüntüler gösterildi. Şovda, Feyruz "Ya hourrié", "Yara" ve "Zaali tawwal" şarkılarını söyledi. 1990'larda, Feyruz altı albüm yayınladı (yayınlanmamış şarkıların da bulunduğu iki Philemon Wehbe saygı albümü, bir Zaki Nassif albümü, üç Ziad Rahbani albümü ve Ziad tarafından düzenlenmiş bir Assi Rahbani saygı albümü) ve büyük çaplı konserler düzenledi. Bunların en önemlisi Beyrut'un iç savaş döneminde yıkılmış olan merkezi Şehitler Meydanı'nın Eylül 1994'te yeniden düzenlenmesi nedeniyle düzenlenen konserdi. 1998'de Uluslararası Baalbeck Festivali'ne 25 yıl aradan sonra çıkıp, 1960 ve 1970'lerde çok ünlü olan üç oyununun en önemli şarkılarını seslendirdi. Ayrıca 1999'da çoğunun Araplardan oluştuğu 16,000'den fazla seyirciye Las Vegas MGM Arena'da konser verdi. Bundan itibaren 2000-2003 arasında Lübnan'da Uluslararası Beiteddine Festivali, 2001'de Kuweit, 2002'de Paris, 2003'te ABD, 2004'te Amman, 2005'te Montreal'de, 2006'da Dubai'de, Abu Dhabi'de, Baalbeck'te, BIEL'de, 2007'de Atina ve Amman'da, 2008'de Şam ve Bahreyn'de biletlerinin hepsinin satıldığı konserler verdi. Feyruz, günümüzde çoğunlukla bestekar oğlu Ziad ile çalışmaktadır. Yeni milenyumdaki ali albümü "Wala Keef" 2002'de yayınlandı. 2008'de Şam'de verdiği konser, Lübnan ve Suriye arasındaki gergin ilişkiler nedeniyle büyük tartışma yarattı. Bazı milletvekilleri Feyruz'a konseri iptal etmesi teklifinde bulundu. Suriye'de 7000 hayranı tarafından, arabasının Suriye sınırından geçmesi ile çığlıklarla karşılandı. Neredeyse her Suriye medya biriminde Feyruz şarkıları çaldı. Radyo kanalları, TV kanalları, restoran ve kafeler, Feyruz'un 20 yıllık aradan sonra Suriye'ye gelmesinin etkisi altındaydı. Ancak bu tartışma Lübnan'daki popülaritesini etkilemedi ve Batı Beyrut'ta yüzlerce kişi karşısında Cuma Toplu Duası'nda yer aldı. Feyruz'un "Eh... Fi Amal" isimli yeni albümü 7 Ekim 2010 yılında yayınlandı. Albümdeki şarkılar Ziad Rahbani tarafından yazılmıştı. 7 ve 8 Ekim'de Beyrut'taki BIEL Sahnesi'nde iki konser verdi. Bu konserler Rahbani Kardeşler oyunu "Sah El Nom"un 2006'daki yeni versiyonu için verilan Aralık 2006 konserinden sonraki ilk Beyrut konseriydi. Hamidiye (kruvazör) Hamidiye, "Abdülhamid kruvazörü" olarak 1903 yılında İstanbul sularına gelerek Osmanlı donanmasına katılan ve 1908 Devrimi'nin ardından adı "Hamidiye" olarak değiştirilen bir gemi. Balkan Savaşı başlayınca Hüseyin Rauf Bey (Orbay) komutasında Karadeniz'de görevlendirildi. Aralık 1912'de Varna'yı ve Bulgaristan'ın diğer limanlarını bombaladı. 20-21 Aralık 1912 gecesi bir Bulgar torpil gemisi Drazki (Bulgarca: Дръзки) tarafından vuruldu. Baş tarafı tamamen suya gömülü olarak İstanbul'a dönmeyi başardı ve Haliç'te onarıma alındı. Kıdemli Yüzbaşı Hüseyin Rauf Bey komutasındaki Hamidiye Kruvazörü’nün Ege ve Akdeniz’de olağanüstü güç koşullarda icra etmiş olduğu yaklaşık yedi buçuk ay süren Akın Harekatı, Türk Deniz Kuvvetlerinin altın sayfalarından birisini teşkil ettiği gibi, Genel Deniz Harp Tarihi açısından da bu tür harekatın emsalsiz örnekleri arasında gösterilmektedir. Birinci Dünya Savaşında Emdem ve İkinci Dünya Savaşında Scanhorst ve Bismark gibi Alman korsan kruvazörlerine ilham kaynağı olmuştur. Balkan Savaşı esnasında, Yunan Donanmasının Ege’de siklet merkezi tesis etmesini önlemek, başta Averof Kruvazörü olmak üzere, Yunanistan’ın ana muharip unsurlarını, kuvvet inkısamı yaratacak şekilde üzerine çekerek Osmanlı Donanması üzerindeki baskıyı hafifletmek amacıyla Hamidiye’nin Ege’deki Yunan askeri tesis ve gemilerine yönelik taarruzi bir harekat icra etmesi kararlaştırılmıştır. Hazırlanan harekat planında, gemi komutanı Rauf Bey'in (Hüseyin Rauf Orbay) koşullara bağlı olarak vereceği kararlara istinaden Ege’de tecavüzi hareketlerde bulunması, daha sonra İzmir’e dönmesi, bu mümkün olmadığı takdirde İskenderiye, Brindisi gibi tarafsız limanlarda hem kendisini emniyete alması hem de lojistik destek temin etmesi öngörülmüştür. Hamidiye Kruvazörü 13 Ocak 1913’te harekât emrini aldıktan sonra Yunan gemileri tarafından tespit edilmeden Çanakkale’den Ege’ye çıkmış ve 15 Ocak 1913 günü Orta Ege’de Siros Adası’ndaki askeri hedefler ile birlikte, fabrika ve barut deposunu 2800 metre mesafeden ateş altına alarak imha etmiş; daha sonra liman önüne yaklaşarak Yunan Donanmasına ait "Makedonya" kruvazörünü top taarruzları ile nötralize etmiştir. Rauf Bey, Ege’deki harekat süresince gemi personeline fes giydirmeyerek üçüncü ülkelere ait tarafsız gemilerin Hamidiye’yi Osmanlı Devleti dışında bir ülkenin gemisi olarak değerlendirmelerini hedeflemiştir. Rauf Bey, Siros Adası’na gerçekleştirdiği harekat sonrasında İzmir Körfezi yaklaşma sularında Yunan Donanmasının üstün kuvvetlerle kendisini karşılayacağını değerlendirerek Akdeniz’e çıkmaya karar vermiş; ancak önce doğuya seyrederek Anadolu’ya müteveccihen hareket ediyor izlenimini verdikten sonra, havanın kararması ile birlikte derhal güneye dönerek, düşman kuvvetleri tarafından tespit edilmeden Akdeniz’e çıkmıştır. Hamidiye Kruvazörü, lojistik destek ve en önemlisi yakıt (kömür, maksimum kapasite 700 ton) temin etmek için yaptığı çeşitli girişimlerden sonra 19 Ocak 1913 günü tarafsız ülke konumunda olan Mısır’a gelmiş; Mısır Hidivi'nin izni ile Süveyş Kanalı’nı geçmiş; İngiliz Komiserliği’nin muhalefetine rağmen, 29 Ocak 1913 günü karasuları dışına özel teknelerle getirilen kömürü gemiye alarak başarı ile ikmalini tamamlamıştır. Rauf Bey(Orbay) ikmali tamamladıktan sonra tekrar Akdeniz’e çıkmış; Başkomutanlık Vekaletinin de teklif ettiği Yunanistan’ın Batı limanlarına yönelik nakliyatı engellemek üzere bir plan geliştirmiştir. Harekat planına göre, Hamidiye’nin önce Malta’ya hareket ederek orada kömür ikmali yapması; daha sonra İtalya karasularına yakın seyrederek gizlice Adriyatik’e geçmesi ve daha sonra düşman unsurlarına taarruzlar tertiplemesi öngörülmüştür. Hamidiye, 14 Şubat 1913 günü Malta’nın La Valetta Limanı’na demirlemiştir. Uluslararası hukuk kaidelerine göre orada ancak 24 saat kalabileceği için makine arızasını gerekçe göstererek limanda 3 gün daha kalmayı başarmış ve 450 ton kömür ikmali yapmıştır. Rauf Bey, mükemmel derecedeki İngilizce dil bilgisi ve diplomasi yeteneğiyle hem İngiliz makamları hem de yerel makamlar ile son derece iyi ilişkiler geliştirmiş; bu sayede gemisine daha kolay lojistik destek temin etmiş ve aynı zamanda limanda uzun süre kalmayı başarmıştır. Bu arada, Hamidiye’nin Adriyatik’te yapacağı muhtemel bir harekattan endişe eden Yunan Donanması, bu bölgedeki kuvvetlerini Ege’den kaydırılan bir zırhlı ve 3 muhriple takviye etmiştir. Hamidiye Kruvazörü 17 Şubat 1913 günü Malta’dan hareket ederek, 22 Şubat 1913 tarihinde Gazze’ye intikal etmiş ve bir gün sonra Hayfa’ya demirleyerek 395 ton kömür almıştır. Hamidiye’nin limanlardaki lojistik destek temininde bölgede bulunan Erkan-ı Harbiye Umum Reisliği piyade şubesinde görevli Piyade Binbaşı Ömer Fevzi MARDİN Bey çok önemli katkılar sağlamıştır. Arnavutluk’ta tecrit edilmiş olan Garp Ordusuna ulaştırılmak üzere 50 ton cephane ve 10.000 altını 02 Mart 1913 tarihinde Arvat Adası’nda (Suriye karasuları içinde) teslim alan Hamidiye, 08 Mart 1913 günü Silifke’den ayrılarak, düşman unsurlarına görünmeden 11 Mart 1913’te Adriyatik Denizi’ne girmiştir. Rauf Bey, 12 Mart 1913 tarihinde karşılaştığı Leros isimli Yunan bandıralı ticaret gemisini, kaptan ve 20 kişilik mürettebatını Hamidiye’ye aldıktan sonra Yunan Donanmasına mevkiini belli etmemek için mahmuzlayarak batırmıştır. Rauf Bey sorguya çektiği Yunan kaptandan bir zırhlı ve üç muhribin Korfu’da bulunduğunu, Yunan ticaret gemilerinin Şingin Limanı (Kuzey Arnavutluk)’nda Osmanlı prdularına karşı savaşan Sırp birliklerini takviye etmek amacıyla asker ve cephane boşaltmakta olduğunu öğrenmiştir. Bu bilgiler ışığında Rauf Bey, önce Arnavutluk’taki birliklere getirmiş olduğu cephane ve altınları teslim etmeyi; daha sonra Şingin’e taarruz etmeyi planlamıştır. Hamidiye Kruvazörü, Semeni Nehri (Arnavutluk sınırları içinde) deltasına Türk birlikleri için getirmiş olduğu malzemeleri boşaltma işlemine başladıktan hemen sonra, Lonchi isimli bir Yunan Muhribi’nin kendisine 4500 metreye kadar yaklaştığını fark etmiş; bu olay Rauf Bey'i ikinci kez durum değerlendirmesi yapmaya yönlendirmiştir. Boşaltmaya devam ettiği takdirde Yunan Donanması’nın ani bir taarruzuna maruz kalabileceğini ve bu durumda gemiyi ve cephaneleri kaybedebileceğini değerlendiren Rauf Bey, kömür miktarının da azalması nedeniyle derhal Şingin Limanı’na yönelip oradaki silah ve cephane yüklü düşman ticaret filosuna taarruz kararı almış; Şingin Limanı’na yaklaşırken gördüğü askeri çadırlara top taarruzları tertipleyerek ağır hasar verdirmiştir. Hamidiye daha sonra hızla liman içine girerek, limanda bulunan ticaret gemilerine teslim olmaları yönünde çağrı yapmıştır. Ancak bu çağrılarına karşılık tepelerden ateş açılınca, hem yüksek mevkideki askeri hedefleri ve top bataryalarını hem de ticaret gemilerini hedef alarak yaklaşmaya devam etmiştir. Çatışma sonunda karadaki hedeflerin bertaraf edilmesinin yanı sıra Yunan ticaret gemilerinden altı tanesi batmış; bir gemide de ağır bir infilak meydana gelmiştir. Düşman, cepheleri takviye etmek için sevk ettiği çok sayıda askeri personeline ilave olarak büyük miktarlardaki harp mühimmatı ve lojistik destek malzemesini kaybetmiştir. Hamidiye taarruzlarını tamamladıktan sonra gemide mevcut 250 ton kömür ile intikal edebileceği limanların mevki ve mesafeler açısından analizini yapmış; Yunan Donanması ile temas kurmamak şartıyla, ancak İskenderiye’ye gidebileceğini hesaplamıştır. Rauf Bey, İtalyan karasularına yakın seyrederek Yunan gemilerine görünmeden Akdeniz’e çıkmış; 16 Mart 1913 günü İsk
enderiye Limanı’na ulaşmıştır. Hamidiye Kruvazörü daha sonraki dönemlerde de hem Doğu Akdeniz hem de Kızıldeniz’de birçok görevler icra ettikten sonra 26 Ağustos 1913 tarihinde onarım maksadıyla İzmir’e dönmüştür. Onarımını müteakip, Hamidiye Kruvazörü 05 Eylül 1913 tarihinde İzmir’den Çanakkale’ye hareket ederek, 08 Eylül 1913 tarihinde Haliç’e girmiştir. Bu harekat, gemisiyle birlikte bir komutanın yeterli lojistik destek sistemi ve üs imkânları olmaksızın tek başına planlayarak icra ettiği, gerektiğinde tarafsız ülkeleri de kapsayan uluslararası hukuk kurullarından en iyi şekilde istifade ederek lojistik destek sağladığı, son derece başarılı aldatma taktiklerinin uygulandığı parlak bir deniz harekatıdır. Dünyada, Alman Deniz Kuvvetlerine ait Emden, Lowe gibi bu tür akın tipi harekat yapan birçok gemi bulunmasına rağmen, bu gemilerin çoğu harekat esnasında batırılmıştır. Hamidiye ve onun komutanı Rauf Bey, yaptığı bu akın tipi harekat ile Yunan Donanması'nı adeta şaşkına çevirmiş; Yunanların sürekli olarak çeşitli yerlere gemi tahsis etmesine neden olarak kuvvet inkısamı yaratmış; düşman harp potansiyeline art arda darbeler indirmiş; görevini üstün başarı ile tamamlayarak ana üssüne dönmüş ve aynı zamanda Osmanlı Devleti için son derece kötü geçen Balkan Harbi’nde belki de parlayan tek yıldız olmuştur. Balkan Savaşı sırasında büyük işler yapan Hamidiye Kruvazörü ve mürettebatının bir başka başarısı da Osmanlı donanması ve personeli hakkındaki olumsuz düşünceleri tersine çevirmesi olmuştur. Taksim Taksim şu anlamlara gelebilir; Valletta Limanı Valletta Limanı. Tüm Malta'nın olduğu gibi Valetta'nın da mimari yapısı tam bir kaleyi andırır. Askeri bir mantıkla inşa edildiği için tamamen savunmaya yönelik bir yapılanmanın izlerini taşıyan kentte, liman bu anlayışın en önemli göstergesidir. Konum olarak Akdeniz'de Sicilya Adası'nın güneyinde kalan liman; derin kanalları ve kayaların üzerindeki kuşbakışı konumuyla şehrin tüm konuklarına güven verir. Valetta limanı iki büyük terminalden meydana gelir. Bunlardan ilki gemiler için tehlikeler arz eden kuzeydoğu rüzgârlarına karşı sığınak konumundaki Grand Terminali'dir. Limanın en büyük terminali olan Grand, 1200 fit uzunluğundadır. Yine Valetta limanı içinde bir Cruise Terminali de bulunmaktadır. Valetta limanı, askeri mühendisliğin yanı sıra efsane savaşların, şövalyelik zamanlarından kalma kahramanlık hikâyelerinin vücut bulduğu yer olarak görülür. Bu nedenledir ki liman, Monte Kristo Kontu ve U-571 başta olmak üzere beyazperdede pek çok kez kullanılmıştır. Valetta Limanı 2 milyon tonun üzerinde kargo giriş-çıkış kapasitesine sahip. Limanın girişinde bulunan St. Elmo Feneri ise sadece konumu ile değil, tarihiyle de son derece ilginç bir yapı. Grand Terminali Grand Terminali, Valetta Limanı'nın iki büyük terminalden birisidir. Gemiler için tehlike içeren kuzeydoğu rüzgarlarına karşı sığınak konumundadır. 1200 fit uzunluğundadır. Behemoth Behemoth, ("bi-hey-mıth" olarak telaffuz edilir), eski adıyla Baphomet , 1991 yılında kurulan ve kariyerlerine black metal yaparak başlayan Polonyalı death metal grubudur. Grubun ilk kadrosundan geriye tek kalan Nergal’dir. Grup Nergal-Inferno ikilisi olarak tanımlanır, zira grubun müziğinin genel şeklini bu ikili oluşturur. Bestelerin hepsi ve şarkı sözlerinin büyük kısmı Nergal’e aittir. Önceleri saf black metal yapan grubun müziği bir süre sonra melodikleşmiş ve "Satanica" albümüyle birlikte de sertleşip minimal müzikten uzaklaşarak death metale dönüşmüştür. Black metal döneminde paganizm üzerine olan şarkı sözleri giderek felsefi bir hal almış ve satanizm ve thelema üzerine kurulur olmuştur. Polonyalı en önemli ekstrem metal gruplarından biridir. Grubun tarihi, yaptıkları müzik türlerine göre üç döneme ayrılır. Nergal ilk grubunu dokuz yaşlarındayken bir heavy metal grubu olarak kurdu. İlgilendiği müzik giderek thrash metal ve death metale kaydı. Black metale ilgisinin artmasıyla 14 yaşındayken Behemoth’ı kurdu. Grubun adı şeytanın cisimleşmiş hali olan mitolojik bir yaratıktan gelir. Nergal bu yaratığın adına God of Evil adlı bir kitapta rastlamış ve gruba bu adı koymuştur. Grup 7 parçadan oluşan ilk çalışması "Endless Damnation"’ı demo kaset halinde 1992’nin Mart ayında Cellar of 12 Secondary stüdyosunda kaydetti. Demonun ses kayıt kalitesi 32 kbps gibi oldukça düşük bir değerdedir. Grubun bu ilk kadrosunda gitar ve vokallerde Nergal’in yanı sıra, davulda Baal (o zamanlar sahne adı olarak Sodomizer’ı kullanıyordu) ve ikinci gitarda vardı. Bu ilk müzik çalışmasında Nergal (o zamanlar kullandığı sahne adı Holocausto’ydu) 15, Baal ise 16 yaşındaydı. Albümdeki şarkıların sözlerinin neler olduğu bilinmiyor zira şarkı sözleri herhangi bir yerde kayıtlı değil ve Nergal de şarkıların sözlerini unuttuğunu söylemiştir. Grubun ikinci demosu, 1992 Aralığında kaydedilen "The Return of the Northern Moon", 1993 yılının başlarında Polonyalı müzik şirketi Pagan Records tarafından kaset olarak piyasaya sürüldü. Nergal demonun kaydı sırasındaki durumlarını “…kötü müzisyenlerdik… Daha gitarı doğru dürüst akort etmeyi bile bilmiyordum, Baal ise bateride sürüyle sorunla uğraştı” şeklinde anlatır. Bu demoda Desecrator yer almadı. Graveland grubundan Rob Darken ise klavyede görev yaptı. Demo 1995 yılında Last Epitaph tarafından tekrar piyasaya sürüldü. Bu ikinci sürüm vinil formatındadır ve 500 kopyadan ibarettir. Bu demolar, o dönemlerde müzik şirketlerinin black metal gruplarına sıcak bakmamasına rağmen, aralarında Avantgarde Music’in de bulunduğu bazı müzik şirketlerinin ilgisini çekmişti. Grup, henüz yeni oldukları profesyonel müzikte ülkedaşlarıyla daha kolay işbirliği yapabileceklerini düşündüklerinden, Polonyalı şirket Pagan Records ile yollarına devam etme kararı aldı. "...From the Pagan Vastlands", 1993 yılında kaset olarak piyasaya sürüldü. İlk iki demodaki saf black metalin ardından bu demoyla birlikte müziklerinde melodik öğeler kullanmaya başladılar. Albümde S.K. bas gitar, Czarek Morawski ise klavyede ikiliye eşlik etmiştir. Albüm’ün dört bin kopya satmasının ardından, İngiltere’de Wild Rags, Avrupa’da da Nazgul’s Eyrie tarafından CD olarak satışa sunuldu. "…From the Pagan Vastlands", yine Polonyalı bir grup olan Vader’ın onbeş bin kopya satan "Morbid Reich" demosundan sonra, sekiz bin kopya ile en çok satılan ikinci demo albümdür. Bu demoda, ünlü Mayhem şarkısı Deathcrush’ın yeniden yorumu da bulunur. Grubun ilk stüdyo albümü "Sventevith (Storming Near the Baltic)" Pagan Records etiketiyle 1995 yılında çıkarıldı. Albümdeki on şarkıdan dokuzu 1993 yılındaki demo kayıt çalışmaları sırasında kaydedilmiştir. Bu albümde Nergal-Baal ikilisine klavyede Cezar eşlik etti. Albümün Last Epipath, Century Media ve Metal Mind Productions şirketleri tarafından birçok kez yeniden sürümü yapıldı. İlk şirket değişikliğini İtalyan müzik şirketi Entropy Productions ile yaptı ve bu etiketle "And the Forests Dream Eternally" EP’sini çıkardı. Ocak 1996’da ikinci stüdyo albümleri "Grom" (Lehçe "gökgürültüsü" anlamına gelir) Solistitium Records etiketiyle çıktı. Albüm black metal temeline rağmen bayan vokaller, akustik gitarlar ve klavye de barındırır. Les basta, P. Weltrowski klavyede, Celina ise vokallerde gruba eşlik etti. Bu albümün ardından grup kendi ülkelerinde ve Avrupa’da konserler vermeye başladı. Pagan Triumph turuna katıldı. 1997 yılında Baal ve Les’in birlikte görev yaptıkları grup Damnation ile, Last Episode etiketi altında "And the Forests Dream Eternally / Forbidden Spaces" split albümünü çıkardılar. Davula Baal’ın yerine Inferno’nun geçmesiyle birlikte Behemoth’ın müziği değişmeye başladı. "Bewitching the Pomerania" adlı EP çalışmalarının ardından 1997 yılında Solistitium etiketiyle çıkardıkları "Pandemonic Incantations"’da grup, önceki çalışmalarından daha teknik ve sert tınılı bir müziğe yöneldi. Reklam çalışmalarının çok yetersiz olmasına rağmen bu albümle eksrem metal dinleyicileri arasında ünü daha da artan Behemoth, 1998 güzünde İtalyan müzik şirketi Avantgarde Music ile iki albümlük kayıt antlaşması imzaladı. Nergal-Inferno ikilisine gitarda L-Kaos’un katılmasının ardından, 25 Ekim 1999’da ekstrem metal camiasında büyük ses getiren "Satanica" albümünü çıkardılar. Bu albümde Behemoth black metalden hemen hemen tamamen ayrılıp death metale yönelse de, grubun kullandığı teknik tam olarak death metali yansıtmaz. Satanica albümünün öncülleri arasında bulunduğu bu tür şu anda blackened death metal olarak adlandırılıyor. Bu albümden "Decade of Therion" (Decade of ΘΕΡΙΟΝ olarak da bilinir) adlı parçaya çekilen klip gruba büyük bir ün kazandırdı. Albüm 2000 yılında ABD’de satışa sunuldu. Grup, Deicide ve Satyricon ile birlikte müzik turlarına katıldı. Satanica albümünün ardından basa Novy (Devilyn ve Vader’dan), ikinci gitara da Havoc geçti. Behemoth’un black metal etkilerinden tamamen koptuğu ilk albüm, 2000 yılının Temmuz-Ağutsos aylarında Hendrix Studios’da kaydedip 27 Kasım’da piyasaya çıkardığı "Thelema.6"’tir ("Thelema 6.66" olarak da bilinir). Albüm grup tarihinde birçok yenilik barındırır; oryantal müzikten etkiler taşıyan ve gruba dahil olmayan Krzysztof Azarewicz’in şarkı sözlerine katkıda bulunduğu ilk albümdür. "Christians to the Lions" ve "Antichristian Phenomenon" adlı parçalara klip çekildi. Albüm ABD’de Olympic Records, Rusya’da Irond Records Brezilya’da da Moira Records tarafından satışa sunuldu. Kazandığı başarının ardından grup Wacken Open Air, With Full Force, Inferno Festival, Mystic Festival, Mind Over Matter gibi prestijli müzik festivallerine çağrıldı . Headliner olarak Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya ülkelerinin dahil olduğu bir konser turuna katıldı. Rusya dinleyicisi tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Beyaz Rusya ve Ukrayna’da headliner olarak katıldığı ikinci turun ardından Meksika’da mini bir tura daha katıldı. 2001 yılında, Mayhem grubunun anısına kaydedilen "A Tribute to Mayhem: Originators of the Northern Darkness" adlı ortak albümde Carnage adlı Mayhem şarkısına c
over yaptı. Büyük kısmı cover parçalardan oluşan Antichristian Phenomenon EPsinin ardından Arkadiusz Malczewski’nin ses mühendisliğini yaptığı "Zos Kia Cultus (Here and Beyond)" ("Zos Kia Cvltvs" olarak da bilinir), yine Hendrix Studios’ta kaydedildi ve 28 Ekim 2002’de piyasaya sürüldü. Kazandığı başarının da etkisiyle Zos Kia Cultus için önceki albümden iki kat daha fazla bütçe ayrılmıştı. Albümün kaydı 2 ay sürdü ve 700 saate yakın bir süre üzerinde çalışıldı. Önceki albümde kısmen görülen oryantal etki, bu albümden itibaren müziklerinin temelini teşkil etmeye başlar. Albümden "As Above So Below" için bir klip çekildi. Albüm büyük bir başarı elde etti, geniş bir dinleyici kitlesi kazandı ve metal müzik eleştirmenleri tarafından olumlu tepkilerle karşılandı. Albümün hemen ardından Avrupa’da 36 ayrı yerde konser verdi. İspanya, Portekiz, İngiltere ve İskandinav ülkerlerinde de adlarını duyurmaya başladı. 2003 Şubat’ında Norveç’e ilk turunu yaptı ve Bergen, Oslo, Stavanger gibi şehirlerde konserler verdi. Mart ayında ise Century Media tarafından ABD turnesine çağırıldı. Bu, grubun ABD’ye ayak bastığı ilk turdur. Deicide ve Amon Amarth gibi grupların da dahil olduğu bu turne, New Jersey Metal Festivali ile başladı ve ABD ve Kanada’daki bir dizi şehirle devam etti. Turnenin hemen ardından Opeth, Nile, Danzig gibi gruplarla birlikte Blackest of the Black Tour’a davet edildi. ABD’ye yapılan üçüncü bir konser turunun ardından Havoc ve Novy, kendi gruplarındaki çalışmalara odaklanmak üzere Behemoth ile yollarını ayırdı ve gruba basta Orion katıldı. ABD’deki büyük ilginin fark edilmesinin ardından, ABD dinleyicilerine özel "Conjuration" adlı bir albüm çıkardılar. Albüm yeni parça içermez; konser ve cover parçalarından oluşur. Grubun şimdiye kadarki en önemli çıkışı, müzik tınısını daha da sertleştirip, tempoyu hızlandırdıkları "Demigod" albümüyle oldu. Mayıs-Haziran aylarında Hendrix Studios’ta kaydedilen ve ses mühendisliğini yine Arkadiusz Malczewski’nin üstlendiği albüm Regain Records etiketiyle 25 Ekim 2004’de piyasaya sürüldü. "XUL" adlı parçadaki gitar sololarından biri, Nile grubundan Karl Sanders tarafından çalınmıştır. "Sculpting the Throne ov Seth" ve "The Reign ov Shemsu-Hor" adlı parçalarda gruba Lublin Akademik Erkek Korosu eşlik etti. Koroyu yönetenler Piotr Banka ve Nergal’di. Albümden "Conquer All" ve "Slaves Shall Serve" adlı parçalara, Joanna Rechnio yönetmenliğinde klipler çekildi. Albüm, ekstrem metal türünde olmasında rağmen, Polonya müzik listelerinde 15. sıraya kadar çıktı. ABD’de üç ay içinde 10000 kopya sattı. Grup albümün ardından dünya çapında 325 tane konser verdi. Nergal bu önemli albümleri için şunları söyler; 2005’in sonlarında, cover ve konser parçalarından oluşan "Slaves Shall Serve" EP’sini çıkardılar.Behemoth’un black metal zamanlarını özleyen ve yeni dönemine olumsuz tepkiler veren black metal dinleyicileri için 10 Haziran 2006’da, eski parçalarından oluşan toplama albüm "Demonica"’yı yayınladılar. Albüm, eski demo parçalarının yanı sıra, bu dönemlerde kaydedilmelerine rağmen hiç yayınlamadıkları "Goat With a Thousand Young" ve "The Oak Between the Snows" adlı enstrümantal parçaları da içerir. 2 CD ve 23 şarkıdan oluşan albüm on bin kopya ile sınırlandırıldı. Albümdeki parçalardan yalnızca "Spellcraft & Heathendom" yeniden kaydedilmiştir. Diğer parçalar üzerinde oynanmamıştır. Napalm Death, Moonspell gibi gruplarla gerçekleştirdikleri 2007 turnesinin ardından, 2006’nın Aralık ayında kaydettikleri sekizinci ve son stüdyo albümleri "The Apostasy"’yi 2 Haziran 2007’de Regain Records etiketiyle piyasaya sürdü. Albümdeki Inner Sanctum adlı parçada Polonyalı caz piyanisti Leszek Mozdzer ve Nevermore grubundan Warrel Dayne gruba eşlik etti.Albümden "At the Left Hand of God" ve "Prometherion"' için klipler çektiler. Albümün çıkışından hemen sonra 2007 Ozzyfest’te ön grup olarak sahne aldılar. Bunun dışında Amerika ve Avrupa kıtasında birçok turneye katıldılar. 6 Haziran 2008'de The Apostasy albümünün Regain Records etiketiyle sınırlı digipak sürümü çıkartıldı. Bu sürümde Behemoth posteri de bulunmaktadır. Albümün ardından Regain Records ile yaptıkları iki albümlük sözleşme sona erdi. Yayınlayacağı EP’nin ardından herhangi bir müzik şirketiyle ilişkileri kalmıyor. Behemoth kariyerine saf black metal yaparak başladı. İlk iki demolarının ardından çıkan "…From the Pagan Vastlands"’dan itibaren melodik black metale yöneldiler. "Satanica" adlı ara geçiş albümlerinin ardından ise death metal yapmaya başladı. Black metal döneminde de sürekli değişim içindelerdi ve tınıları giderek sertleşiyor ve müzikleri daha melodik bir hal alıyordu. Bu dönemdeki müzikleri üzerine etkili olan gruplar Venom ve Bathory gibi proto-black metal gruplarıdır. Şarkı sözleri Slav pagan mitolojisi üzerineydi. Gitarlar Behemoth’un müziğinin temeli elektrogitar-bateri ikilisine dayanır. Gitar riflerinin bestelerinin hemen hepsi aittir. Ender olarak kısa akustik gitar bölümlerine de rastlanır (Natural Born Philosophers, Sculpting the Throne ov Seth, The Nephilim Rising, Horns ov Baphomet). Nergal, bu akustik gitar bölümlerini şarkılardaki monoton sertliği dağıttığını düşündüğünden koyduğunu söyler. Gitarlar genellikle do# veya re’ye düşürülmüştür. Parçaların girişinde kullanılan gitar rifleri, parçaların genel hatlarını belirler. Yeni dönem Behemoth’da gitar rif ve sololarının tamamı (klavye, akustik, efekt bölümlerinde olduğu gibi) ortadoğu gamları üzerine kuruludur. Hemen her parça gitar soloları ile desteklenir. Bazı parçalar birden fazla gitar solosu barındırır (Natural Born Philosophres, Libertheme). Parçaların kayıtlarında genellikle iki veya üç gitar kullanıldığından, Seth de albüm kayıtları ve konserler sırasında gruba gitarlarda dahil olur. Seth’in de gruba katkı yaptığı bazı gitar çalışmaları vardır. Bateri 1997 yılında davula Inferno’nun geçmesiyle grubun müziği köklü bir değişime uğradı. Inferno davul tekniğine çok önem veren bir bateristti. Nergal’in de gitarları progresifleştirmesi sonucu grup, atmosfer özelliklerini büyük ölçüde korumaya çalışarak görece minimalist türden daha teknik ve sert tınılı bir müziğe kaydı. Inferno’nun bateristliğinde davul sesleri çok daha öne alındı ve gitar-öncelikli müzik, gitar-bateri müziği haline getirildi. Grubun türünü neden değiştirdikerine dair bir soruya Nergal “Biz müzik türünü değiştirmedik, sadece duygularımızı izledik” şeklinde cevap verir. Inferno, gitar çalımının yavaş olduğu zamanlarda bile yüksek bir tempoda çalarak müziği daha hızlı ve agresif olarak sunar (Örnek olarak; Antichristian Phenemenon, Decade of Therion) Tempo kimi zaman 260 ("Slaying the Prophets ov Isa") ve hatta 280 bpm("Slaves Shall Serve") değerlerine çıkar. Grubun çoğu parçasında davulların diğer enstrümanlara üstün geldiği anlar bulunur. (Tipik örnekleri; Ceremony ov Shiva’nın girişi, Sculpting the Throne ov Seth’in çıkışı, Decade ov Therion’un orta bölümleri, Slaying the Prophets ov Isa’nın girişi, At he Left Hand of God’daki ilahi çıkışı, Libertheme’deki vokal çözülmesi öncesi). Gitar rifleri, soloları ve melodilerin aksine Inferno davullarda oryantal ritim kullanmaz. Vokal Nergal’in vokali Amerikan death metalinin tipik brutal vokal tonundayken, vokalin kullanımında farklılıklar vardır. Gitar ve/veya bateri riflerine uyumlu olarak vokaller bölünür, tizleştirilir/kalınlaştırılır ve kesik kesik söylenir. Satanica albümünde brutal ve scream arası bir vokal kullanılır. Birkaç istisna dışında (Ceremony ov Shiva ve Inner Sanctum’da bazı kısa bölümler) melodik vokal kullanılmaz. Şarkı sözleri Grubun ilk döneminde şarkı sözleri paganizm üzerineyken, son dönem Behemoth’da şarkı sözleri Satanizm, Thelema, felsefe ve kadim ortadoğu uygarlıkları üzerinedir. Şarkı sözlerinin büyük kısmı Nergal ait olsa da, gruba dahil olmayan Krysztof Azarewicz’in de katıları olur. Şarkı sözlerinde kadim mitolojik tanrıların adlarına sıklıkla rastlanır ("Ceremony of Shiva", "Sculpting the Throne of Seth", "Pan Satyros" ve ayrıca birçok şarkının sözlerinde). Şarkı sözlerinin içeriğinde, açıklamalarında ve gösterilen ilham kaynaklarında sıklıkla Aleister Crowley adı geçer. "Black metal dönemi" Grubun ilk iki albümü saf black metal türündedir. Daha sonra melodik özellik kazanmıştır. Black metal dönemindeki albümler arasında ciddi müzikal farklar yoktur. Tipik black metale kimi zaman klavye, akustik gitar ve hatta bayan vokal eşlik eder. Death metal özelliklerinin duyulmaya başlandığı ilk albüm "Pandemonic Incantations"’tur. Müzik, önceki albümlere göre biraz daha teknikleşmiştir. "Satanica" sonrasında çıkardığı albümlerin her biri ise bir diğerinden önemli farklar taşır. "Satanica" albümünde gitarlar re’ye düşürülmüş ve önceki albümlerden daha da öne alınmıştır. Aşırı bir distorsiyon kullanılır. Albüm herhangi bir gitar solosu barındırmazken, ince gitar telleriyle yapılan çalışmaların öne geçtiği anlar olur. Vokal, black metal ve death metal vokallerinin bir sentezi şeklindedir; black metaldeki scream vokalin tiz ve çığlığa yakın tondaki özelliklerinin yanı sıra death metaldeki brutal vokalin rifleri takip eden özelliğine sahiptir. Melodik vokalin kullanıldığı çok kısa ender zamanlar vardır (Ceremony of Shiva, The Alchemist’s Dream). Albümün en belirgin özelliklerinden biri davullardır. Bir black metal özelliği olan blast beatler sıkça kullanılsa da albüm genelindeki davullar black metalin minimalistliğinden uzaktır. Şarkı sözleri soyut ve simgecidir. Yoğun şekilde mitoloji –özellikle Yunan mitolojisi- üzerine kurulu olsa da görece felsefi bir hal almıştır. Satanizmden doğrudan bahsedilmese de satanizmin temel öğelerine göndermeler vardır: "Thelama.6", grubun gitarlarda ortadoğu gamlarını kullandığı ilk albümdür. Bu durum albümün tamamında geçerli olmasa da bundan sonraki çalışmalarının tamamı böyle olacaktır. Gitar akoru yine re’dedir Gitar rifleri black metalden artık tamamen uzaklaşmıştır. Vokaller biraz daha kalınlaşmış ve scream vokalden daha da uzaklaşmıştır. Grubun şarkı sözlerine bundan sonra da önemli ka
tkıları olacak olan Krzysztof Azarewicz, ilk kez bu albümde grupla beraber çalışmıştır. Şarkı sözlerinde ise bazı kadim İngilizce özellikleri kullanılmıştır (the-> ye, you-->thou, your->thy). "Zos Kia Cultus (Here and Beyond)"'da ortadoğu etkiler en ileri seviyeye taşınmıştır. Albümdeki bütün gitar rif, solo ve melodileri ortadoğu gamları (Fars gamı, İslam gamı) üzerine kuruludur. Gitarlar do#’e düşürülmüştür. Albümde sıklıkla akustik gitar bölümleri, çeşitli efektler ve ambient müzik gibi albümdeki hızlı tempoyu bölen bölümler bulunur. "Demigod" albümündeki en önemli değişikliklerden biri vokaldir. Vokalin tonu çok kalınlaştırılırmıştır ve brutal death metaldeki brutal vokal tonundadır. Kullanımında ise, tipik brutal vokale göre, bazı farklar vardır. Örneğin vokal riflerdeki değişimlere göre davranır. Gitarlar do#’dedir. İngilizce “din değiştirme” anlamına gelen Apostasy’nin albümdeki anlamı “dinlere karşı duruş”tur. Albümde çok sayıda “death metal dışı” bölüm (akustik, ilahi, temiz vokal, bayan vokal gibi) bulunmasına rağmen, genel müzikal hatları Demigod albümünden çok farklı değildir. ESP, Gibson, Ibanez, Dean ve Flame marka gitarlar. Mesa Boogie Rectifier amfi ve Mesa Boogie cabinet Boss pedal, Morley wah pedal, Behemoth imzalı 1mmlik pena, D'Addario marka teller (12-56, 12-60) Nergal’in kullandığı gitar modelleri; Kullandığı amfiler; Bogner Uberschall, Mesa Dual Rectifier, Krank Krankenstein, Laboga Mr. Hector Inferno’nun şu anda kullandığı davul setinin konfigürasyonu şöyledir; İnferno 2011 yılından itibaren Sabian marka zilleri kullanmayı bırakıp Paiste'ye geçmiştir. Kullandığı markalar; Evans, Vic Firth, Axis Spaundrums adlı bateri şirketi tarafından ""black metalin en hızlı ve en iyi"" bateristi olarak gösterilen Inferno'ya özel trampet davul üretildi. Davulun üzerinde Behemoth grubunun simgesi ve Inferno'nun adı yazılıdır. 4 ve 5 telli baslar kullanır. ESP/Ltd, JB bass, Madison amfi, Ampeg B2R, Sansamp pre-amp, BBE sonic maximizer ESP, Gibson, Flame marka gitarlar. Peavey Tripple X, Marshall cabinet, Boss pedal, Behemoth imzalı 0.74 mmlik pena , D'Addario tel (13-60) Behemoth müziğin yanı sıra görselliğe de çok önem verir. Albüm kapak tasarımları, albüm içi çizim konseptleri, fotoğraf çekimleri ve sahne şovları grup için oldukça önemlidir. Grubun kapak tasarımlarını ve albüm içi resim ve çizim çalışmlarını Pandemonic Incantations’tan bu yana Tomasz Danilowicz yapıyor. Behemoth üyeleri konserlerinde şarkılarındaki tekniklerinden ödün vererek, konser havasına daha uygun olduğunu düşündükleri için, daha çok hıza ve sahne şovuna odaklanır. Konserlerinde birçok şov öğesi kullanırlar. Black metale özgü olan ve kendi black metal dönemlerinden kalma bir alışkanlık olan corpse paint kullanmaya hala devam ediyorlar. Albüm satışlarında ciddi bir ticari başarıları olmadığı için grup müzik yaşamında bazı maddi sorunlar yaşıyor; klip çekimleri için maddi destek alamıyor, konserlerde kendi ekipmanlarını kendileri kuruyor. Behemoth, yine bir death metal grubu olan Vader ile birlikte Polonyalı en ünlü iki gruptan biridir. Bu özellikten dolayı Behemoth üyeleri, birçok Polonyalı metal müzik grubu tarafından albüm kayıtlarında kendilerine destek olmak için çağrılmıştır. Nergal Inferno Ortak çalışmalar Behemoth, 2007’nin haziran ayında, Polonyalı bir kuruluş tarafından hazırlanan “satanizmin gelişmesine yardımcı olan müzik grupları” listesine dahil edildi. Bu liste devlet kurumlarına gönderilerek, bahsi geçen grupların ülkede konser vermesinin yasaklanması istendi. Kuruluşun isteği gerçekleşmemesine rağmen, Nergal’in Eylül ayında Polonya Gdynia’da verdikleri konser sırasında bir İncil kitabını parçalaması ve Katolik Kilise için “…Dünya’daki en eli kanlı mezhep” demesi üzerine, kuruluş tarafından dava edildi. Yapay membran Yapay membran veya sentetik membran, laboratuvar ve endüstri ortamında saflaştırma ve yalıtma işlemlerinde kullanılır. Membranda bulunan küçük delikler büyük tanecikleri tutup küçük taneciklerin geçmesini sağlar. Özelleşmiş membranlar küçük molekülleri büyük moleküllerden ayırmakta kullanılır. Membranların ımalatında kullanılan polimer veya seramikler, daha ender ender olarak cam veya metaller, seçici geçirgenlik sağlar. Membranın işlevine yardımcı olan destek veya drenaj kısımları da membrana bitişik olarak imal edilebilir. Malzemenin membranın içinden geçmeye zorlayan güç yoğunluk, basınç, elektrik veya kimyasal potansiyel olabilir. Membranlar yaprak, tüp, kılcal boru veya içi boş elyaflar şeklinde imal edilebilir. En yaygın membranlar polimer membranlardır. Bazı durumlarda seramik membranlar da avantajlıdır. Bu tür membranların ultrafiltrasyon, ters osmoz, gaz ayrıştırması ve dializ gibi çok çeşitli uygulamaları vardır. İnşaat sanayisinde kaliteyi arttırmak için beton tabakaları arasında membran kullanılır. Membran, kaliteli dış yüzey betonu ile temel tabaka arasına çekilir, orta betonun kaliteli dış betona karışmadan su almasını sağlar. Aktif koruma sistemi Aktif koruma sistemi zırhlı savaş araçları nı saldırılardan korumak için uygulanan sistemlerinin bütününe verilen addır. İki türlü aktif koruma sistemi vardır: Aktif koruma sistemleri, kavramsal olarak; tehdidin bir Kara Muharebe Aracına fiziksel temasından önce algılanması ve durdurulması. Bu sistemin teorik olarak, güdümlü anti-tank mühimmata, RPG'lere, tanktan atılan HEAT savaş başlıklarına, tanktan atiılan KE mühimmata, havan mermilerine ve değişik boyutta bombalara karşı etkili olabildiği ifade edilmektedir. Ancak bu sistemin pasif ya da reaktif diğer koruma sistemlerinin tamamen yerini almasının yakın gelecekte mümkün olmadığı değerlendirilmektedir. Bu sistemle durdurulması ya da imhası mümkün olmayan tehditlerin (küçük kalibreli mühimmat, mayınlar, parça tesirli mühimmat ya da bombalar, yakın patlama veya isabet sonucu oluşan şarapnel etkisi) diğer koruma sistemleriyle bertaraf edilmesi gerekmektedir. Aktif savunma sistemleri kullandıkları savunma mekanizmasına göre iki grupta siniflandırılabilir "Soft-kill" koruma konsepti, sis veya parçacıklarla kara muharebe aracının etrafında yanıltıcı/gizleyici perdeler oluşturularak veya ısı (kızılötesi) ve lazer güdümlü füzelere karşı yanıltıcı/şaşırtıcı) sinyaller kullanılarak (lazer/kızılötesi karıştırıcı) Kara Muharebe Aracına yönlendirilmiş tehdidin hedefinden saptırılmasıyla bertaraf edilmesi esasına dayanmaktadır.'Soft-kill' sistemi, kara muharebe aracına yönelmiş tehdidin belirlenmesi sağlayan lazer ve elekro-optik kızılötesi algılayıcılar, sis veya parçacık bombası (chaff/flare/decoys) lançerleri ve atış kontrol ünitesinden oluşmaktadır. Ayrıca lazer ve kızılötesi güdümlü füzelerin yanıltıcı/şaşırtıcı sinyallerle hedeflerinden saptırılması esasına göre çalışan lazer veya kızılötesi karıştırıcılar da 'Soft-kill' aktif koruma sistemleri içinde yer almaktadır. İlk kez Çeçenistan'daki operasyonlarda Çeçen savaşçıların kullandığı füzelere karşı Rus tanklarının etkisiz kalması ile tasarlanmaya başlanmıştır. Ayrıca batılı ülkelerde kendi sistemlerini geliştirmiştir. "Hard-kill" aktif koruma sistemi, koruma ihtiyacına bağlı olarak tipi ve sayısı belirlenebilecek kızılötesi ve radar algılayıcılar, algılayıcılardan gelen verilerin değerlendirildiği bir mikro işlemci ve parça tesirli veya zırh delici veya kısa menzilli roket mühimmatın atıldığı lançarlerden oluşmaktadır. Lançerler genellikle aracın her iki yanında ve gerekirse üstten gelecek tehditlere karşı kule kısmında yer almaktadır ve 360'ar derecelik kapsama alanına sahiptirler. Algılayıcılardan gelen "KE" mühimmatın tipi, şekil ve vektörel özellikleri ile ilgili verileri mikrosaniye mertebelerindeki sürede işlenmekte ve lançerler hedef yönlendirilerek aktive edilmektedir. Beklenen sonuç, mühimmatın ya zırhlı araca belli bir mesafede (1–20 m) tahribi ya da çarpma etkisi ile "KE" mühimmatın yönünün saptırılarak zırhlı araca ulaşmasının engellenmesidir. Sovyetler Birliği'ler tarafından ilk geliştirilen sistemin adı Drozd'dur. Afganistan savaşında Sovyet güçleri bu sistemi T-55A tanklarına monte etmişlerdir. Sistem %80 oranında başarılı olmuştur ancak tankın yanında savaşan piyadeler için ölümcül olduğundan dikkatli kullanılması gerekmekteydi. Bu sistemler genelde tamamen mekanize birlikler üzerine kurulu ordular tarafından kullanılmaktadır. ABD ve bazı batılı ülkeler gibi piyade birliklerine önem veren ülkeler tarafından kendi askerlerine zarar verdiği gerekçesi ile yaygın olarak tercih edilmemektedir. John Titor John Titor, zaman yolculuğu yapıp 2036 yılından geldiğini öne süren bir kişidir. 2000-2001 yıllarında çeşitli internet haber sitelerine belirsiz, çoğunun yanlışlığı kanıtlanabilen bilgiler yollamış, yakın gelecek hakkında öngörüler ve yaşadığı zaman hakkında bilgiler vermiştir. Yazılanlara göre John Titor, devlet için çalışan ve zaman yolculuğu projesi için seçilen bir askerdir. 2036 yılından 1975 yılına IBM 5100 almak için döndüğünü söylemiştir. Bu bilgisayar ile 2036 yılında eski programların "ayıklama (debug)" işini yapacağını iddia etmiştir. Gönderdiği yazılar ile 2000-2037 yılları arasında birçok olaydan bahsetmiştir, III. Dünya Savaşı da bunlardan birisidir (2015 yılının sonlarında başlayacağını ve toparlanmanın 20 sene süreceğini iddia etmiştir). Mart 2001'de yeni yazılar göndermeyi bırakmış olsa da, hiçbir zaman bu işin arkasında kimin olduğu bulunamamıştır. Gerçek kimliği hakkında birçok teori vardır. En popüler fikre göre, timetravelinstitute.com veya anomalies.net sitelerinden birisinde bir yöneticidir. Daha birçok teori vardır, bunlardan birisi; yazar Douglas Adams'ın bu işe karıştığıdır. (Adams, Titor'un yeni yazılar eklemeyi bırakmasından birkaç ay sonra ölmüştür). timetravelinstitute.com/ttiforum/showflat.php?Cat=&Board=time_travel&Number=38696&page=0&view=collapsed&sb=5&o=&fpart=1 adresinde kriptolojist olduğunu söyleyen Cipher adlı üye, TimeTravelActivist Javier Cortez adında bir forum üyesinin, yazılarındaki linguistik benzerliklerden yola çıkarak, John Ti
tor olduğunu iddia etmiştir. TimeTravelActivist, John Titor adı geçen siteye yazdığı sıralarda foruma üyedir ve John Titor'un yazdıklarına en çok itiraz eden kişilerdendir. John Titor foruma yazmayı bıraktıktan sonra da TimeTravelActivist yazmaya devam etmiştir. Bundan önce de communities.anomalies.net/forum/ubbthreads.php/ubb/showflat/Number/24662/page/1/fpart/1 adresinde benzer bir çalışma yapılmış ama bir sonuç çıkmamıştır. [[Kategori:Yalan haber]] [[Kategori:İnternet fenomenleri]] [[Kategori:Zamanda yolculuk]] [[Kategori:Sözdebilim]] [[Kategori:Usenet]] [[Kategori:Ünlüler]] [[Kategori:Gizemler]] Drozd Drozd en çok bilenen aktif koruma sistemlerinden biridir. Rusya tarafından geliştirilmiş olup ilk kez Afganistan savaşında kullanılmıştır. 1983 yılında T-55A tanklarına takılan bu sistemler Afgan mücahitlerin, güdümlü tank füzelerine ve roket atarlarına karşı koymak için yapılmıştır. Sistem 1977–78 yıllarda A. Shipunova bağlı KBP dizayn bürosu olan "Kompleks 1030M-01" tarafından bulundu. Drozd radarı 24.5 GHz Doppler radar sinyaller göndererek 70 ila 700 m/s arasında bir hız ile tanka yaklaşan cisimi (roket veya füze) tespit edebilir. Daha sonra bilgisayar 107 mm çapında bir füze ateşler. Tanka yaklaşan füze tankın 7 metre yakınına geldiğinde bu füze patlar parça tesirli büyük bilyeler fırlatarak gelen roket veya güdümlü füzeyi havada patlatır. İlk önceleri ön tarafı 60°'lik bir açı ile koruyan sistem sonra geliştirilerek 120'lik bir koruma sağlamıştır. Ortalama olarak bir tankı açılan atışların yaklaşık olarak %80'inden korumuştur. 30.000 dolara mâl olan bu sistem tankın yanında çarpışan piyadelere de zarar verdiği için çok büyük risk taşımaktadır. Güvenlik korucusu Güvenlik korucusu eski adıyla geçici köy korucusu, 26 Mart 1985 tarihinde 442 sayılı Köy Kanununun 74. maddesinde yapılan değişiklikle muhtarın teklifi, kaymakamın kabulü ile gönüllü ya da valiliğin teklifi ve İçişleri Bakanı'nın onayı ile geçici olarak görev yapılan ve köy koruculuğu adıyla oluşturulan kurum. İdari bakımdan kaymakamların, mesleki bakımdan ise Jandarma Bölük Komutanı'nın emir ve komutası altındadırlar. 2014 yılının Şubat ayı rakamlarına göre Türkiye genelinde 47.800 maaşlı korucu ve 25.000 gönüllü korucu bulunuyor. 20.000 korucu ise meslekten emekli olmuş durumda. 2015'te İçişleri Bakanı Selami Altınok, Doğu ve Güneydoğu’daki 22 ilde 5.000'e yakın yeni korucu alınacağını açıkladı. 2016 yılında çıkarılan kanun hükmünde kararname ile geçici köy korucularının adı "güvenlik korucusu" olarak değiştirildi. Köy Kanunu'nun 74. maddesine göre "köy muhtarı ve ihtiyar meclisi mahsul zamanlarında çapulcular ve eşkiya türemiş ise yağmadan köy halkını korumak için köylünün eli silah tutanlarından lüzumu kadarını 'gönüllü korucu ayırarak bunların isimlerini bir kağıda yazıp kaymakama götürür. Kaymakamın müsaadesi olursa bu gönüllü korucular asıl korucularla beraber yağmacılara ve eşkiyaya karşı köy ve köylüyü korurlar". Korucuların Doğu ve Güneydoğu’daki köylerin boşaltılmasında, siyasi ve faili meçhul cinayetlerin işlenmesinde rol oynadıkları kaydedilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, 1985'ten 1997'e kadar görevde ihmal, yardım ve yataklık, adam öldürme, dolandırıcılık, kadın kaçırmak, ırza geçmek, uyuşturucu madde, silah ve muhimmat kaçakçılığı, büyük ve küçük baş hayvan çalmak, mesken masuniyeti ihlali, köy ve aşiretler arası çatışmaya girmek, terör, asayişe müessir, zabıtanın takibini gerektiren ve kaçakçılık olayları kapsamına giren suçları işleyen toplam 23.817 geçici köy korucusunun görevine son verildi. İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, 1985'ten Mart 2009'a kadar 123.476 kişi "geçici köy korucusu" olarak görev yaptı ve bunlardan 38.945'i hakkında adli veya idari işlem yapıldığı için görevine son verildi. İnsan Hakları Derneği'nin koruculuk sistemine yönelik raporuna göre 1990'dan bu yana 183 kişi köy korucuları tarafından öldürüldü, 259 kişi yaralandı. Mayıs 2009'da Mardin'in Mazıdağı ilçesi Bilge köyünde 7’si çocuk 44 kişinin öldürüldüğü katliamın zanlısı Mehmet Çelebi, 17 yıl koruculuk yaptığını ve iki faili meçhul cinayete tanıklık ettiğini dile getirdi. Çelebi'nin ihbarıyla tutuklanan köy korucusu Burhan Çelebi'nin, 5 Ağustos 1994'te öldürülen Davut Karçi’yi tasarlayarak öldürmek suçundan ömür boyu hapis istemiyle yargılanmasına başlandı, ancak dava zaman aşımından düştü. İnsülin İnsülin, moleküler ağırlığı 5,8 kilodalton (kDa) olan, polipeptit yapılı ve vücuttaki karbonhidrat özüştürmesinin düzenlenmesinde glukagon ile birlikte rol alan bir hormondur. Kan şekerini düşürücü etki yapar. Pankreasın hormonal salgı birimleri olan Langerhans adacıklarından salgılanan insülinin adı da Latince'de "ada" anlamına gelen ""insula"" sözcüğünden türetilmiştir. İnsülinin, karbonhidrat özüştürmesinin birincil dengeleyicisi olmanın yanında, karbonhidrat metabolizması ile ilişki içinde bulunan yağ ve protein metabolizmaları üzerinde de önemi vardır ve kandaki insülin derişimi değişikliklerinin tüm bedende yaygın etkileri bulunur. Bu hormonun tam yokluğu, şeker hastalığının 1. tipine (yüksek şeker); görece azlığı ya da insüline karşı direnç ya da her ikisinin birlikte olması ise 2. tip şeker hastalığına (düşük şeker) yol açar. Bu doğrultuda, endüstriyel olarak üretilmiş olan insülin, tip-1 şeker hastalığında ve başka ilaçların yetersiz kaldığı tip-2 şeker hastalığı vakalarında ilaç olarak kullanılır. İnsülinin yapısı hayvanlar arasında görece küçük farklara bağlı bir çeşitlilik gösterir ve insan insülinine en benzer yapıdaki insülin, arada tek bir aminoasit biriminin farklı oluşuyla, domuz insülinidir. İnsülinin karbonhidrat metabolizması üzerindeki düzenleyici işlevinin etkinliği de insandan insana değişkenlik gösterebilmektedir. 1869 yılında Berlin'de bir tıp öğrencisi olan Paul Langerhans, mikroskopla pankreasın yapısını incelerken, pankreasın dış salgı (ekzokrin) dokusunun içinde yayılmış ve daha önce belirlenememiş hücre kümelerine rastlamıştır. Bir süre sonra Eduard Laguesse, daha sonraları "Langerhans adacıkları" diye adlandırılacak olan ve o dönemde işlevleri bilinmeyen bu hücreler için, sindirimde rolü olan bir salgı üretiyor olabilecekleri fikrini öne sürmüştür. 1889'da Polonya asıllı Alman tıp doktoru Oscar Minkowski, Joseph von Mehring ile birlikte yürüttükleri bir çalışmada, pankreasın sindirim üzerindeki bu öngörülmüş rolünü gösterebilmek için sağlıklı bir köpeğin pankreasını çıkarmıştır. Bundan birkaç gün sonra, Minkowski'nin hayvan bakıcısı tarafından köpeğin idrarının üzerinde sineklerin uçuştuğunu fark edilmiş ve köpeğin idrarı test edildiğinde de içinde şeker olduğu ortaya çıkmıştır. Bu, pankreas ve şeker hastalığı arasındaki ilişkiyi ortaya koyan ilk bulgu olmuştur. 1901 yılında ise, Eugene Opie'nin Langerhans adacıkları ile şeker hastalığı arasındaki ilişkiyi ""Şeker hastalığının nedeni, Langerhans adacıklarındaki harabiyettir ve yalnızca bu adacıkların kısmen ya da tamamen harabolmasıyla gelişir"" cümlesi ile açıkça ortaya koymasıyla, bir başka önemli adım atılmıştır. Ondan sonraki 20 yıl boyunca, adacıkların salgılarını toplayıp, ilaç olarak kullanmak için birçok çalışma yapılmıştır. 1906 yılında, George Ludwig Zuelzer köpeklerin pankreas özütüyle iyileştirilmesinde kısmen başarı sağlamış, fakat çalışmalarını sürdürememiştir. 1911'le 1912 yılları arasında, Şikago Üniversitesi'nden E. L. Scott sulandırılmış pankreas özütlerini kullanmış ve glikozüride hafif bir azalma gözlediğini not etmiştir ama şefini ikna edememiş ve araştırması da durdurulmuştur. 1919'da ise Rockefeller Üniversitesi'nden Israel Kleiner benzer etkileri göstermiştir ama o da I. Dünya Savaşı nedeni ile kesilen çalışmalarına bir daha dönememiştir. Rumen Tıp Okulu'nda () fizyoloji profesörü olan Nicolae Paulescu, Fransa'da sürdürülüp Romanya'da da patenti alınmış benzer bir çalışmayı 1921'de yayımlamıştır ve o zamandan beri de Romenler, insülini keşfeden kişi olma unvanının Nicolae Paulescu'ya ait olduğunu savunagelmişlerdir. Ancak, 1923'de Nobel ödülleri komitesi, insülinin elde edilmesine yönelik kullanışlı bir yöntem buldukları için Toronto Üniversitesi'nden bir ekibi ödüllendirmeyi uygun bulmuştur. Bu ödülü getiren gelişmelerin oluşu şöyledir: İnsülin molekülünü oluşturan aminoasitlerin tam dizilimi (birincil yapı) ise İngiliz moleküler biyolog Frederick Sanger tarafından belirlenmiştir ve yapısı tamamen çözümlenebilen ilk protein insülin olmuş, Sanger de bunun için 1958 yılının Kimya'da Nobel Ödülü'ne layık görülmüştür. Dorothy Crowfoot Hodgkin ise, yıllar süren uğraşlardan sonra 1967'de, molekülün 3 boyutlu yapısını X ışını saçılımı çalışmaları ile belirlemiş ve o da Nobel Ödülü'ne layık görülmüştür. Sabancı Üniversitesi Sabancı Üniversitesi, 1994 yılında Hacı Ömer Sabancı Vakfı önderliğinde Sabancı topluluğu tarafından kurulma karar alınmış ve Ekim 1999'da ilk öğrencilerini karşılayarak öğretime başlamış bir vakıf üniversitesidir. Sabancı Üniversitesi, Türkiye'de liberal bilimler tarzı eğitim veren tek yüksek öğretim kurumudur. Bu sistem altında tüm öğrenciler ilk sene bir çekirdek ders grubuna tabi tutulmakta, ikinci sınıfta belirli bir bölüme odaklandıktan sonra, ikinci sınıftaki deneyimlerinin sonucunda ikinci sınıfın sonunda programlarını seçebilmektedirler. Sabancı Üniversitesi'nin kurulum süreci, yükseköğretim kurumlarının kurulup işletilmesi hakkının özel vakıflara da tanınmasıyla beraber başladı. Sabancı Topluluğu, Hacı Ömer Sabancı Vakfı önderliğinde, Sabancı Üniversitesi'nin kuruluş kararını 1994 yılında aldı. Ağustos 1995'te, 22 değişik ülkeden, çeşitli üniversite, bilim merkezi ve disiplinlere mensup 50'nin üzerinde bilim adamı, araştırmacı, öğrenci ve iş adamı İstanbul'da düzenlenen arama konferansında bir araya geldi. Konferans salonunda, kurulacak üniversitesinin felsefesinin "Birlikte yaratmak ve geliştirmek" olması kararlaştırıldı. Bu konferansı, öğrenci eğilimleri araştırmaları ile desteklenen tasarım komitelerinin çalışmaları ve oluşan akademik programlar
izledi. Sabancı Üniversitesi'nin kuruluşuna izin veren kanun, 5 Haziran 1996 tarihinde yasalaştıktan sonra, 31 Temmuz 1997'de Üniversite kampüsünün temeli atıldı. Üniversite, Ekim 1999'da ilk öğrencilerini karşılayarak öğretime başladı. Sabancı Üniversitesi kuruluş ilkeleri doğrultusunda öğrencilerinin disiplinlerarası bir eğitim görmeleri amaçlanmış, okulun akademik yapısı da buna göre tasarlanmıştır. Sabancı Üniversitesi 3 fakülte ve 1 dil okulundan oluşmaktadır. Bunlar; Üniversite, "Türkiye’nin ilk bölümsüz üniversitesidir. "Alışılmış "bölüm" sisteminin disiplinlerarası etkileşimi engelleyebildiği, öğrenimde erken ve kısıtlı uzmanlaşmaya neden olduğu gerekçesiyle üniversitede akademik bölüm bulunmamaktadır. Üniversitede öğrenim görmek isteyen olan öğrenciler, üniversite giriş sınavı sonucuna göre tercihini yaparken "bölüm" değil, fakülte ve fakülte gruplarından seçim yaparlar. Üniversitede okumaya hak kazanan öğrencilerin iki yıllık Temel Geliştirme Programı'na başlayabilmeleri için üniversitenin İngilizce yeterlik sınavına girerek yeterlilik almaları ya da TOEFL IBT, CAE, CPE, FCE, KPDS, ÜDS, PTE Akademik, YDS, ELAE sınav başarısını ibraz etmesi gerekmektedir. Diğerleri ise, İngilizce hazırlık sınıfını başarıyla tamamladıktan sonra Temel Geliştirme Programı’na devam etmeye hak kazanmaktadır. Öğrenim sisteminin altyapısını oluşturan "Temel Geliştirme Programı" süresince öğrenciler, farklı disiplinlerden dersler alarak tüm lisans programlarını detaylı biçimde tanıma fırsatı elde etmektedir. Temel Geliştirme Programı iki aşamadan oluşmaktadır. Birinci aşamada, tüm öğrenciler, fen bilimleri, sosyal bilimler ve bu alanlarla ilgili diğer disiplinlerin bütünlük içinde ele alındığı "Üniversite Derslerini" almaktadırlar. Temel Geliştirme Programı'nın ikinci aşamasındaysa, öğrenciler, öğrenim görmek istedikleri programın giriş derslerini almaktadırlar. Öğrenciler, fazladan herhangi bir sınava tâbi tutulmaksızın 13 program arasından kendi diploma alanını belirlemektedir. Sabancı Üniversitesine giriş yapılmış fakültenin içerisinde, birinci sınıfı tamamlayan öğrenciler; lisans diploma programı bildirimi yapabilirler. Giriş yapmış oldukları fakülteden başka bir fakültedeki programı seçmek isterlerse, merkezi yerleştirme puanının, yurt içindeki bütün diğer üniversitelerin tercih edilmek istenen diploma programına eşdeğer bölümleri arasında en düşük taban puanından az olmaması gerekir. Temel Geliştirme Programı, Temel Geliştirme Yılı (TGY) ve Üniversite Dersleri'nden oluşmaktadır. Sabancı Üniversitesi'ne LYS üzerinden giriş yapan tüm öğrenciler İngilizce Dil Ölçme Sınavı (ELAE)'na girerler. Bu sınavda yeterli başarıyı sağlayamayan öğrenciler yoğun İngilizce ve Türkçe derslerinden oluşan Temel Geliştirme Yılına devam ederler. İngilizce Dil Ölçme Sınavı'nda başarılı olan öğrenciler ise birinci sınıfa başlarlar. Birinci sınıfta tüm öğrenciler çekirdek programa tabi tutulurlar. Bu doğrultuda girdiği fakülte'den bağımsız olarak bütün öğrenciler, lisans programının birinci sınıfında, iki dönem boyunca, Üniversitenin ikinci senesinde öğrenciler okumayı planladıkları bölüme giriş derslerini alırlar. Örneğin Endüstri Mühendisliği okumayı planlayan, fakat Ekonomi ve/veya Bilgisayar Mühendisliğinde aklı kalan bir öğrencinin ikinci sınıf ilk dönemde alacağı dersler şöyle sıralanabilir; Öğrenci ikinci sınıfın sonunda bir diploma programı bildirmek zorundadır. Fakat bu diploma programı mezuniyetten önce tekrar değiştirilebilir. Ayrıca tam olarak bir programa karar verememiş öğrenci diploma programı gerekliliklerini yerine getirdikten sonra istediği şekilde diğer branşlardan da ders alabilmektedir. Bireysel ve Akademik Gelişim Merkezi, Sabancı Üniversitesi öğrencilerinin üniversite hayatındaki yeni sorumluluklarına etkin ve güven içerisinde adapte olabilmelerine yardım etmek, onları teşvik etmek ve de bireysel ve akademik gelişimlerinin sürekliliğini desteklemek amacıyla kurulmuştur. BAGEM aşağıdaki destek birimlerinden oluşmaktadır: Akademik İletişim Hizmetleri, Akademik Başarı İzleme ve Danışmanlık Programı, Akademik Destek Programı, Engelsiz Üniversite Programı, Ders Değerlendirme, Psikoterapi ve Psikolojik Hizmetler, Öğrenci Danışmanlık Sistemi, Toplumsal Duyarlılık Projeleri. Sabancı Üniversitesi öğrencilerini eğitim sonrası hayata hazırlamak amacıyla Kariyer Gelişim Atölyesi (KGA) programını geliştirmiştir. KGA, öğrencilerin hem üniversite yıllarına hem de mesleki hayatlarına hazırlanması için gereken bilgi ve becerileri edinmelerini sağlamaktadır. Bu program sayesinde öğrenciler kendi eğitim alanlarına uygun olan sektörleri ve istihdam olanaklarını da öğrenmektedirler. Ayrıca KGA, iş bulma sürecinde öğrencilere de yol göstermektedir. Sabancı Üniversitesi Nano-teknoloji Araştırma ve Başvuru Merkezi Devlet Planlama Teşkilatı ve Sabancı Vakfı tarafından başlangıç aşamasında yapılan 25 milyon avro tutarında yatırımla kurulmuştur. Temmuz 2011 tarihinde faaliyetlerine başlayan Merkez, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi’nin mevcut araştırma olanaklarına büyük katkıda bulunmuştur. 40 akademisyen, doktorasını tamamlamış yaklaşık 40 kadar araştırmacı ve yüzlerce doktora öğrencisi merkezin çalışmalarına katkıda bulunmaktadır. Birden çok disiplin üzerinden ileri düzey araştırma çalışmalarının gerçekleştirildiği Merkez bünyesinde, ileri düzey malzeme bilimi, temel bilimler, ve nano-mühendislik alanlarında uzmanlık sahibi araştırmacılar bir araya gelip elektronik, fotonik, sağlık, inşaat, çevre, tarım ve ambalajlama endüstrileri için uygulamalar geliştirmektir. İstanbul Politikalar Merkezi (İPM), demokratikleşmeden iklim değişikliğine, transatlantik ilişkilerden uyuşmazlıkların çözümü ve arabuluculuğa uzanan önemli sosyal ve siyasi konular üzerinde uzmanlaşan küresel bir politika araştırma kuruluşudur. İPM bünyesinde gerçekleştirilen araştırmalar üç ana grupta organize edilip yönetilmektedir: On yıldan uzun bir süredir, karar alıcılara, kanaat önderlerine ve belli başlı menfaat sahiplerine İPM tarafından uzmanlık alanları çerçevesinde objektif analiz ve yenilikçi politika önerileri yapılmaktadır. Sabancı Üniversitesi’nin önemli bir parçası olarak, İPM aynı zamanda akademik araştırmaları teşvik etmek üzere çalışmalar gerçekleştirmektedir. Merkez bünyesindeki çeşitli programlar aracılığıyla genç akademisyenlere ve politika araştırmacılarına entelektüel anlamda ve önemli boyutta destek sağlanmaktadır.  İstanbul Uluslararası Enerji ve İklim Merkezi (IICEC), enerji ve iklim alanlarıyla ilişkili objektif ve kaliteli iktisadi ve siyasi çalışmalar gerçekleştiren gelecek-odaklı bağımsız bir araştırma ve politika merkezidir. IICEC’nin çalışmaları, gerek bölgesel gerek küresel anlamda sürdürülebilir bir enerji geleceği için çözümler geliştirilmesine katkıda bulunmaktadır. IICEC, diğer üniversitelerle gerek bölgesel gerek dünya çapında bir işbirliği ağı kurarken hükümetler, sanayi ortakları, uluslararası teşkilatlar, think-tank ve diğer araştırma organlarıyla birlikte çalışmalar yürütmektedir. Merkez’in hedefi, politika yapıcılara, sektöre, akademisyenler ve kanaat önderlerine enerji alanındaki başlıca güçlükler hakkında bilgi aktararak objektif ve güvenilir analiz sunmaktır. IICEC, enerji ve iklimle ilgili alanlarda faaliyet gösteren belli başlı menfaat sahiplerini bir araya getiren seçkin bir platform sunmak suretiyle fikir alışverişi yapılıp fikirlerin geliştirilmesini teşvik etmektedir. Sabancı Üniversitesi'nin ana kampüsü, İstanbul'un 15 km doğusunda, Tuzla'da yer almaktadır. Cannon grup tarafından tasarlanan kampüsün yapımına 1998 yılında Koray Holding'e bağlı Koray İnşaat tarafından başlanmış, 1999 da inşaatı tamamlanmıştır. 2007 yılında tamamlanan yurtlarla öğrencilerin %90'ından fazlasının yurtlarda kalması planlanmış, İstanbul sınırları içinde kendi komünitesi olan bir yerleşke üniversitesi tasarlanmıştır. 1,353,000 m² alanı kaplayan kampüs üç bölümden oluşmaktadır. Kampüsün en üst tarafında yurtlar, sağlık merkezi, iletişim merkezi ve fakülte üyelerinin lojmanları bulunmaktadır. Kampüsün ortasında ters bir U şeklinde fakülteler, rektörlük ve üniversite merkezi konuşlandırılmıştır. Kampüsün sol altında ise spor salonu, gösteri merkezi, futbol sahasi, göl ve koşu pisti yer almaktadır. Sabancı Üniversitesi’ndeki kampüs yurtları, öğrencilerin “evden uzaktaki evi” olabilme prensibiyle hizmet vermektedir. Yurtlar, öğrencilerin uyum içerisinde birlikte yaşamak gibi temel bir beceriyi kazanmaları yönünde önemli bir amaca hizmet etmektedir. Her biri ayrı bir mimari tasarıma sahip ve en son teknolojiyle donatılmış olan Sabancı Üniversitesi yurt binaları, öğrencilerin aile evindeki sıcaklığı ve konforu yaşamasına olanak tanımaktadır. Her odada banyo, internet bağlantısı, telefon, çalışma masası ve her öğrenci için dolap bulunmaktadır. 900 kişilik kapasiteye sahip ana kafeterya, Üniversite Merkezi’nde yer almaktadır. Ayrıca, yemek alternatifleri sunan çok sayıda kafe kampüste hizmet vermektedir. Modern bir spor salonu ve sinema salonlarının yanı sıra kampüste, hem öğrencilerin hem de tanınmış sanatçıların eserlerinin sergilendiği hoş bir sanat galerisi bulunmaktadır. Bilgi Merkezi, kullanıcıların en doğru ve yararlı bilgiye mümkün olan en kısa sürede ulaşmalarını sağlayan bir destek birimi olarak görev yapıp Sabancı Üniversitesi’ndeki eğitim ve araştırma programlarını desteklemektedir. Merkez’in amacı öğretim görevlilerinin, öğrencilerin, personelin ve mezunların bilgi ve belge edinme ihtiyaçlarını karşılarken bir taraftan da hem ulusal hem de uluslararası seviyede bilgi birikimine katkıda bulunmaktır. Tüm kurumlara, kuruluşlara ve şahıslara açık hizmetler ve erişim sunan Bilgi Merkezi aynı zamanda bilim, endüstri, sanat ve kültür alanlarında yürütülen çalışma ve araştırmaların da ilerlemesine yardımcı olmaktadır. 600 kişilik kapasiteye ve 300.000 kitaplık raf alanına sahip 9.432 metrekarelik, modern teknolojiyle donatılmış Merkez, elektronik ekipmana sahip çalışma kabinlerine ve çok fonksiyonlu odalarla hizmet vermektedir.
Toplam 480 internet erişim noktası bulunan Bilgi Merkezi, erişimi kolaylaştırmak için haftanın yedi günü açıktır. Sabancı Üniversitesi Gösteri Sanatları Merkezi’nin (SGM) temel amacı, hem öğrenciler hem de mensuplar için kampüsteki kültürel ve sanatsal yaşamı hareketlendirirken bir taraftan da büyük metropoldeki sanatseverlere ulaşmaktır. 912 seyirci kapasiteli Gösteri Sanatları Merkezi, Türkiye’de türünün en önde gelen örneklerinden biri konumundadır. Son derece modern özelliklerinin yanı sıra Merkez’de ses yalıtımlı müzik kayıt stüdyosu, prova salonu, kulisler ve sahne aksesuarları için bir depo alanı da bulunmaktadır. 4.905 metrekarelik geniş bir alana yayılmış olmasından ötürü Merkez, her türlü kongre, konferans ve seminerlere ev sahipliği yapmaktadır. Sabancı Üniversitesi’ne ait olan Sakıp Sabancı Müzesi, İstanbul Boğazı’nda, bir tepenin üzerinde yer almaktadır. İlk olarak 2002 yılında faaliyete geçen Müze açılışından önce bina Sabancı ailesi tarafından konut olarak kullanılmıştır. Bugün Müze kapsamında resim ve kaligrafi koleksiyonlarına ev sahipliği yapan köşk ve de güncel sergilere ev sahipliği yapan galeriler, İstanbul Boğaz’ı manzarasına sahip, büyük bir bahçede yer almaktadır. Sakıp Sabancı Müzesi geniş bir daimi koleksiyona, büyük uluslararası sergiler ile farklı kültürel ve eğitim programlarına ev sahipliği yapmaktadır. Sabancı Üniversitesi'nin 2016-2017 akademik dönemi için yıllık kontenjanı 760 lisans öğrencisidir. 2010-2011 eğitim yılının verilerine göre öğrencilerin %1.4 si ilk 100'den, %7.9'u ilk 1000'den ve %12.6'sı ilk 3000'den gelmektedir. Başka bir deyişle LYS'de ilk 100'e giren öğrencilerden 8'i Sabancı Üniversitesi'ni seçmektedir. Sabancı Üniversitesi öğrencileri Türkiye'nin 67 farklı şehrinden öğrenci bulunmaktadır. Sabancı Üniversitesi'nde çeşitli öğrenci kulüpleri bulunmaktadır. 2016 yılı itibarıyla aktif olan öğrenci kulüpleri: Offtown Festival, tamamen öğrencilerden oluşan bir komitenin tüm organizasyonunu üstlendiği ve üniversitedeki öğrenci kulüplerinin desteği ile 2001 yılından beri gerçekleşen, Sabancı Üniversitesi’nin en büyük öğrenci etkinliğidir. Tea Talks with CEOs Kulübü, 2007 senesinden beri gerek Türkiye'deki gerek yurtdışındaki önemli CEO ve liderlerle birçok görüşme yapmıştır. 7 yıllık zaman zarfında ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Singapur, Avusturya, Birleşik Arap Emirlikleri, Rusya, İtalya ve Kanada'ya geziler düzenlemiş ve 200'den fazla finans lideriyle görüşmeler gerçekleştirmiştir. Kampüsteki spor tesisleri; Hem öğrencilerinin hem de personelinin fiziksel ve tıbbi ihtiyaçlarını karşılamak için Sabancı Üniversitesi’nde haftanın yedi günü 24 saat hizmet veren bir kampüs Sağlık Merkezi bulunmaktadır. Bu tesis, hem tam donanımlı bir ambulansa hem de son teknoloji tıbbi ekipmanlara sahiptir. Sabancı Üniversitesi aynı zamanda kitabevi ve içinde ATM makinelerinin olduğu bir banka, fotokopi merkezi, üniseks kuaför ve süpermarket dâhil olmak üzere birçok ek hizmet sunmaktadır. Üniversite’nin çağrı merkezi ise hem öğrencilerin hem de personelin bakım ve IT gibi sorunları rapor etmesi için etkili bir araç işlevi görmektedir. Üniversite, İstanbul’un hem Anadolu hem Avrupa yakasındaki birçok belli başlı noktadan kampüse ve kampüsten bu noktalara neredeyse günün 24 saati servis hizmeti sunmaktadır. 2000 yılından bu yana Sabancı Üniversitesi, 5.591 lisans derecesi ve 2.938 yüksek lisans derecesi olmak üzere toplamda 8.529 mezun vermiştir. Mezunların %78’i iş hayatına atılmayı tercih ederken %16’sı lisans ve yüksek lisans programlarında eğitimlerine devam etmeyi tercih etmiş; Sabancı Üniversitesi mezunlarının %88’i mezuniyetlerinden sonraki bir yıl içerisinde ya iş bulmuş ya da yüksek lisans öğrenime kabul edilmiştir. Carnegie Mellon Üniversitesi, Kaliforniya Üniversitesi, Politecnico di Milano,Boston Üniversitesi, Harvard Üniversitesi, Brown Üniversitesi, Stanford Üniversitesi ve Massachusetts Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi mezunlarının yükseköğretim için tercih ettikleri üniversiteler arasında yer almaktadır. Akbank, Unilever, Accenture, Turkcell, Procter & Gamble, Ford, Garanti Bankası, Yapı Kredi Bankası ve Deloitte & Touche kuruluşları, Sabancı Üniversitesi mezunlarının çalışmak için tercih ettiği şirketler arasında bulunmaktadır. Sabancı Üniversitesi Lise Yaz Okulu, lise öğrencilerine yönelik bir program olup onların çok kültürlü bir ortamda üniversite hayatının heyecanını deneyimlemelerine yardımcı olmaktadır. İlk kez 2011 yılında öğrenci ağırlamaya başlayan programdan şu ana kadar üç binden fazla katılımcı yararlanmıştır. Öğrenciler, toplamda sunulan 40’tan fazla üniversite dersi içinden azami üç ders seçebilmektedir. Bu ders seçimi doğa bilimleri ve mühendislik, sosyal bilimler, sanat, yönetim, yabancı diller ve kişisel gelişim dâhil olmak üzere geniş bir yelpazeden yapılandırılabilmektedir. Bu uluslararası programa, sadece Türkiye’den değil Almanya, Azerbaycan, Dubai ve Kıbrıs’tan uluslararası katılımcılar da kabul edilmektedir. Sabancı Üniversitesi’nin, Karaköy Bilim ve Kültür Akademisi’nde sunduğu program “Sabancı Üniversitesi İnsanlık, Toplum ve Evren Dersleri” başlıklı derslerden oluşmakta olup tüm bireylere açıktır. Dersler, cumartesi günleri Sabancı Üniversitesi öğretim görevlileri tarafından İstanbul’un tarihi semti Karaköy’de yer alan Minerva Han İletişim Merkezi’nde gerçekleştirilmektedir. Programda son derece eklektik dersler yer almaktadır. Mekanik, nano-fizik, kimya ve jeopolitikadan sorun çözümüne 20. Yüzyılın belli başlı müzik ve sanat eserlerinden mekatronik ve insansı robotlara kadar geniş bir yelpazede dersler verilmektedir. 1998 yılında Sabancı Üniversitesi, İstanbul’un tarihi Karaköy bölgesinde yer alan ve 20. yüzyılın başlarında yapılan önemli bir banka binası olan Minerva Han’da ilk çalışmalarına başlamıştır. Minerva Han’ın zemin katında yer alan kasa dairesi, bir sanat galerisine dönüştürülmüş;. 1999 yılı Nisan ayında ise bir grup genç ve çağdaş sanatçının imzasını taşıyan “Gelecek Rüzgârları” sergisiyle açılmıştır. Bugün Kasa Galerisi, genel olarak modern sanat, tasarım ve fotoğraf sergilerine ev sahipliği yapmaktadır. Galeri, İstanbul’un canlı modern sanat ortamının önemli bir öğesi olmanın yanı sıra genç modern sanatçıların ve tasarımcıların gelişimine ve ilerlemesine de büyük bir katkı sağlamaktadır. Sabancı Üniversitesi, Avrupa Kalite Yönetimi Vakfı'na (EFQM) üye olan ilk Türk üniversitesi oldu. Sabancı Üniversitesi fotoğraf galerileri, üniversitenin Flickr hesabından takip edilebilmektedir. İmralı (anlam ayrımı) İmralı şu anlamlara gelebilir: CIF CIF, (ing. Cost, insurance & freight) uluslararası ticaretle ilgili bir terimdir. Sözcük karşılıkları "mal bedeli, sigorta ve navlun" anlamındadır. Bu tip ticarette satıcı, CFR teriminde olan yükümlülükleri aynen üstlenmekte, ancak bunlara ek olarak taşıma sırasında malların kayıp ve hasar riskine karşı deniz sigortası sağlama yükümlülüğünü de almaktadır. Burada sigorta sözleşmesini akdetmek ve sigorta primini ödemek, satıcıya düşmektedir. Alıcının dikkate alması gereken husus, CIF teriminde satıcıdan yalnızca asgari düzeyde bir sigorta kapsamı sağlanmasının beklendiğidir. CIF terimi, malların ihraç işlemlerinin de satıcı tarafından yapılmasını öngörür. Bu terim, yalnızca deniz ya da nehir taşımacılığında kullanılabilir. Eğer taşıma işleminde, örneğin roll-on/roll-off ya da konteyner trafiğinde olduğu gibi "gemi bordası" nın herhangi bir pratik anlamı kalmamışsa, bu durumda CIP teriminin kullanılması daha uygun olacaktır. Simpsonlar The Simpsons (Türkçe: Simpsonlar) , Matt Groening tarafından Fox Broadcasting Company için yaratılan animasyon televizyon durum komedisidir. Dizi, Homer, Marge, Bart, Lisa ve Maggie'den oluşan orta sınıf bir Amerikan ailesinin satirik bir parodisidir. Şov, Springfield adlı kurgusal bir şehirde geçmekte ve Amerikan kültürünü, toplumunu, televizyonunu ve farklı insanlık hâllerini hicvetmektedir. Aile, Groening tarafından prodüktör James L. Brooks ile önce bir dakikalık kısa animasyon serisi olarak tasarlandı. Groening, disfonksiyonel bir aile oluşturdu ve ailedeki karakterlere kendi ailesindeki üyelerin adını verirken, kendi adının yerine ise Bart adını kullandı. Kısa gösteriler, 19 Nisan 1987'de "The Tracey Ullman Show"un bir parçası oldu. Üç sezon yayımlandıktan sonra skeç yarım saatlik altın saatler şovu olarak geliştirildi ve bir sezonda (1989-1990) İlk 30 reyting listesinde yer alan ilk Fox dizisi olarak kanalın ilk hitlerinden oldu. Uzun metrajlı film olan "", 26 ile 27 Temmuz 2007 tarihlerinde dünya genelinde sinemalarda gösterildi ve dünya çapında 527 milyon dolarlık hasılat elde etti. "Simpsonlar", ilk yayımlandığı günden itibaren 25 Primetime Emmy Ödülü, 26 Annie Ödülü ve bir Peabody Ödülü dahil olmak üzere onlarca ödül kazandı. "Time" dergisinin 31 Aralık 1999 tarihli sayısında dizi, 20. yüzyılın en iyi televizyon dizisi olarak adlandırıldı ve 14 Ocak 2000'de Simpson ailesi, Hollywood Bulvarı'nda bir yıldız ile ödüllendirildi. "Simpsonlar", en uzun süredir yayımda olan Amerikan sit-comu, en uzun süredir yayımda olan Amerikan animasyon programı ve 2009'da "Gunsmoke"u geçerek en uzun süredir yayımda olan altın saatler eğlence dizisidir. Birçok yetişkin odaklı animasyon durum komedisi, "Simpsonlar"ca etkilenirken, Homer'ın ünlemi "D'oh!", İngilizce sözlüğe eklendi. Groening, "Simpsonlar" fikrini James L. Brooks'un ofis lobisinde beklerken düşündü. Brooks, Groening'den bir kısa canlandırma serisi için fikir üretmesini istemişti. Groening de başta kendisinin "Life in Hell" adlı karikatür bandı serisini önermeye niyetlenmişti ama "Life in Hell"in canlandırılması için hayatının eserinin yayım haklarının feshedilmesi gerektiğini anlayınca başka bir yol seçti ve kendi yorumu bir bozuk işlevli aile versiyonu geliştirdi. Karakterlere kendi ailesindeki üyelerin isimlerini verirken, kendi adı yerine "Bart"ı seçti. Simpson ailesi, ilk kez 19 Nisan 1987 tarihinde kısa gösteriler olarak "The Tracey Ullman Show"da yayınlandı. G
roening, figürlerin prodüksiyon aşamasında düzeltileceği varsayımıyla, animatörlere sadece temel eskizleri gönderdi. Ancak animatörler, bu çizimleri olduğu gibi kopyaladılar ki, bu da karakterlerin ilk bölümlerdeki üstünkörü görünümlerine yol açtı. Klasky Csupo şirketinin ilk işlerinden biri, Simpsonlar'ın başlamasına da yol açacak şekilde, "The Tracey Ullman Show" için kısa animasyon dizileri oluşturmaktı. Animasyon, ilk sezonun animatörleri olan Wesley Archer, David Silverman ve Bill Kopp tarafından Klasky Csupo bünyesinde üretildi. Renklendirici Georgi Deluse, karakterlerin rengini sarı yapmaya karar veren kişiydi. 1989'da, bir prodüksiyon şirketleri ekibi "Simpsonlar"ı Fox Broadcasting Company için yarım saatlik bir dizi olarak uyarladı. Ekip, Klasky Csupo animasyon şirketini de içeriyordu. Jim Brooks, Fox kanalıyla yaptığı sözleşmede kanalın şovun içeriğine müdahale etmemesi koşulunu kabul ettirdi. Groening, şovu yaratmadaki amacının, izleyicinin izledikleri "popüler süprüntüye" bir alternatif sunmak olduğunu belirtti. Yarım saatlik dizi, bir yılbaşı özel programı olarak "Simpsons Roasting on an Open Fire" adlı bölümü ile 17 Aralık 1989 tarihinde yayına başladı. "Some Enchanted Evening" üretilen ilk uzun bölümdü fakat ilk sezonun son bölümü olarak Mayıs 1990'a kadar animasyon problemleri nedeniyle yayımlanmadı. 1992'de Tracey Ullman, dizinin başarısının kaynağının kendi şovu olduğunu iddia ederek Fox'a dava açtı. Davada, "Simpsonlar"'ın elde ettiği kârın bir bölümünü alması gerektiği iddiası mahkemeler tarafından reddedildi. Matt Groening ve James L. Brooks, şovun tüm tarihi boyunca dizide yönetici yapımcı olarak yer aldı ve yaratıcı danışmanlık görevini de üstlendiler. "Simpsonlar"ın yönetmeni Brad Bird tarafından şovun "adsız kahramanı" olarak adlandırılan Sam Simon, şovun ilk dört sezonunda yaratıcı danışman olarak şovda yer aldı. Groening, Brooks ve Gracie Films ile sık sık anlaşmazlık içindeydi ve 1993 yılında şovdan ayrıldı. Ayrılmadan önce, 1993'ten beri şovda yer almamasına rağmen, her yıl şovun kârından bir pay almak ve jenerikte yönetici yapımcı olarak yer alması için anlaşma yaptı. Aslında tüm sezonların yapımcılığını idare eden ve baş yazarı olan şov "idarecisi" ("show runner") pozisyonu bundan daha kapsamlı bir posizyondur. Programın ilk yazı ekibi John Swartzwelder, Jon Vitti, George Meyer, Jeff Martin, Al Jean, Mike Reiss, Jay Kogen ve Wallace Wolodarsky'den oluştu. Sonraki "Simpsonlar"da her aralık ayının başında bölüm fikirlerini veren on altı senaristten oluşan bir yazı ekibi vardır. Her bölümün ana yazarları, bölümün ilk taslağını yazar. Grup, tekrar yazma oturumları, şakaların eklenmesi ya da silinmesi, sahnelerin eklenmesi ve şovun dublaj ekibinin tekrar okumalar için çağırarak bölümünün en son senaryosunu geliştirir. 2004 yılına kadar birinci sezondan itibaren şovu geliştiren George Meyer, 2004'e kadar bu oturumlarda başkanı oldu. Emektar senarist Jon Vitti'ye göre, senaryo listesinde diğer yazarların da yer almasına rağmen Meyer, yer aldığı bölümdeki en iyi replikleri yazmıştır. Her bölümün yapımı altı ay aldığından, şov nadiren güncel olaylar hakkında yorum yapar. Fakat bölümler zaman zaman olimpiyatlar ya da Super Bowl gibi planlanmış etkinliklere değinmektedir. Altmış bölümün jeneriğinde adı geçen John Swartzwelder, "Simpsonlar"daki en üretken yazardır. En çok tanınan eski yazarlardan biri, 1990'ların başlarında birçok bölüme katkıda bulunmuş olan ve sonra talk şov "Late Night"'ıın sunucusu olarak David Letterman'ın yerini alan Conan O'Brien'dır. İngiliz komedyen Ricky Gervais, "Homer Simpson, This Is Your Wife" bölümünü yazarak, hem yazar hem de konuk oyuncu olarak şovda yer alan ilk kişi oldu. "Superbad" filminin senaristleri Seth Rogen ve Evan Goldberg, "Homer the Whopper" bölümünü yazdılar ve bölümde Rogen bir karakteri seslendirdi. 2007'nin sonunda, "Simpsonlar"ın senaristleri Writers Guild of America ile birlikte grev yaptı. Dizinin yazarları, 1998'de sendikaya katılmıştılar. "Simpsonlar"ın oyuncu kadrosunda altı ana rol sahibi vardır. Homer Simpson, Abraham Simpson, Palyaço Krusty, Barney Gumble ile diğer yetişkin erkek karakterlerin dublajını Dan Castellaneta yapmaktadır. Julie Kavner, birçok küçük karakterin yanı sıra Marge Simpson ile Patty ve Selma karakterlerine ses vermektedir. Castellaneta ve Kavner, "The Tracey Ullman Show"un bir parçasıydılar ve karakterlerin seslendirmesi onlara verildi böylece yeni seslendirme sanatçılarına gerek kalmamış oldu. Nancy Cartwright dizide Bart Simpson, Ralph Wiggum ve diğer çocuk karakterlerin seslendirmesini yapmaktadır. Lisa Simpson'a dublaj yapan Yeardley Smith, zaman zaman bölümlük karakterlerin dublajını da yapmasına rağmen şovda sadece bir karaktere düzenli olarak ses veren tek ekip üyesidir. Yapımcılar, Bart ve Lisa rollerinin dublajı için oyuncu seçimleri yapmaya karar verdiler. Smith ilk başlarda Bart rolü için seçmelere katıldı fakat kadro yönetmeni Bonita Pietila, Smith'in sesinin çok tiz olduğunu düşündü. Smith'e Bart yerine Lisa rolü verildi. Nancy Cartwright, önce Lisa rolü için seçmelere katıldı. Cartwright, Lisa'yı kısaca "orta çocuk" olarak tanımladı ayrıca o zamanlarda karakterin pek kişiliği olmadığına hükmetti ve Lisa yerine "sinsi, başarısız, okuldan nefret eden, saygısız, [ve] zeki" olarak yorumladığı Bart rolüyle daha çok ilgilendi. Matt Groening, ona ana rol için deneme fırsatı verdi ve Cartwright'ın okumasını duyduğunda, derhal ana rolü ona verdi. Cartwright, şovda çalışmadan önce profesyonel olarak seslendirme eğitimi almış olan dizinin tek oyuncusudur. Diziye adını veren aile üyelerinden birini seslendirmeyen fakat erkek kasaba halkının çoğunu seslendiren iki aktör mevcuttur: ikinci sezondan itibaren dizinin düzenli seslendirme kadrosunda yer alan Hank Azaria, Moe, Moe, Chief Wiggum ve Apu gibi düzenli çıkan karakterleri seslendirirken Mr. Burns, Smithers, Principal Skinner, Ned Flanders, Reverend Lovejoy ve Dr. Hibbert karakterlerini Harry Shearer seslendirmektedir. Shearer'dan başka her ana kadro üyesi En İyi Dublaj Performansı dalında bir Primetime Emmy Ödülü kazandı. Shearer ise 2009'daki ödüllerde ilgili kategoride aday gösterildi. Bir istisna dışında, bölüm jeneriği sadece seslendirme oyuncularını listelemekte fakat oyuncuların, seslendirdikleri karakterleri belirtmemektedir. Fox ve prodüksiyon ekibi, ilk sezonlar boyunca seslendirme oyuncularının kimliklerini gizli tutmak istedi ve bu nedenle, seslendirme oyuncularının fotoğraflarını yayımlamayı reddetti ve seslendirme oturumlarının çoğunu kapalı tuttu. sonunda "Old Money" bölümüyle dublaj oyuncularına jenerikte yer verdi, yapımcılar, seslendirme oyuncularının emekleri için kredi almaları gerektiğini söylediği için. 2003 yılında. "Inside the Actors Studio"nun bir bölümünde oyuncu kadrosu, kendi karakterlerinin sesleriyle bir canlı yayın yaptı. 1998'e kadar, altı ana oyuncuya bölüm başına 30.000 dolar ödendi. 1998'de, oyuncular, Fox ile ödeme konusunda anlaşmazlığa düştüler. Şirket, yerlerine yeni aktörler almakla tehdit etti, hatta yeni bir seslendirme kadrosunu oluşturmaya başladı. Dizinin yaratıcısı Matt Groening, eylemlerinde oyuncuları destekledi. Ancak, bu sorun kısa sürede çözüldü ve 1998 ile 2004 yılları arasında oyunculara bölüm başına 125.000 dolar ödendi. Şovun geliri DVD satışları ve dizinin başka yayımcılara satılması ile giderek artmaya başladı ve Nisan 2004'te ana ekip, senaryon okumalarını durdurup bölüm başına 360.000 dolar arası ödeme talep etti. Grev, bir ay sonra çözüldü ve oyuncuların maaşları bölüm başına 250,000 ile 360,000 dolar arası bir sayıya yükseldi. 2008'de, maaşlarında bölüm başı 500,000 dolara yakın "sağlam artış" isteyen seslendirme oyuncuları ile yeni sözleşme müzakerelerinden dolayı yirminci sezonu için prodüksiyon bekletildi. Sorun kısa zamanda çözüldü ve oyuncuların maaşı bölüm başı 400,000 dolar olarak ödendi. Ana kadronun yanı sıra, Pamela Hayden, Tress MacNeille, Marcia Wallace, Maggie Roswell ve Russi Taylor, yardımcı karakterleri seslendirdiler. 1999'dan 2002'ye kadar, Maggie Roswell'ın karakterleri Marcia Mitzman Gaven tarafından seslendirildi. Karl Wiedergott, küçük rollerde yer aldı fakat tekrarlanan hiçbir karaktere dublaj yapmadı. "Özel konuk" olarak tekrarlı çıkan oyuncu kadrosuna Albert Brooks, Phil Hartman, Jon Lovitz, Joe Mantegna ve Kelsey Grammer dahildir. Bölümler bazen aktör, atlet, yazar, müzik grubu, müzisyen, bilim adamı gibi geniş bir profesyonel alandan konuk seslendirme oyuncusuna yer vermektedir. İlk sezonlarda, çoğu konuk oyuncu, karakterleri seslendirmekteydi fakat daha sonra çoğu, kendileri olarak şovda yer aldılar. Tony Bennett, kendisi olarak dizide görünen ilk konuk oyuncuydu, ikinci sezon bölümü "Dancin' Homer"da kısaca yer aldı. "Simpsonlar", "En Çok Konuk Oyuncunun Yer Aldığı TV Dizisi" dalında dünya rekorunu elinde bulundurmaktadır. Şov, Japonca, Almanca, İspanyolca, Portekizce gibi birçok dilde dublajı yapılmıştır. Ayrıca hem Fransızca hem Quebec Fransızcasına dublajı yapılan az sayıda programdan biri olmuştur. "Simpsonlar", Arapça olarak da yayımlanmış, ama İslami gelenekler gereği, şovun çoğu özelliği değiştirilmiştir. Örneğin; Homer, bira yerine soda içmekte ve sosisli sandviç yerine Mısırlı sığır etinden sosis yemektedir. Bu değişikliklerden dolayı, Araplaştırılmış versiyonu, bölgede yaşayan "Simpsons" hayranlarından olumsuz eleştiriler aldı. Dizinin aynı seslendirmenler ile 30. sezona kadar devam edeceği kesinleşmiştir. "Simpsonlar", Birleşik Devletler'deki stüdyolar ile uluslararası birçok farklı stüdyo tarafından canlandırılmaktadır. "The Tracey Ullman Show"daki kısa animasyonların gösterimi sırasında, animasyon ABD içindeki Klasky Csupo'da üretildi. Dizinin çıkışıyla iş yükünün artmasından dolayı Fox, Güney Kore'de yer alan birçok uluslararası stüdyoya prodüksiyon ihalesi verdi. Bunlar: AKOM, Anivision, Rough Draft Studios, U.S. Animation, Inc. ve Toonzone Entertainment.. ABD animasyon stüdyosu Film Roman'daki artistler resimli taslağı çizdiler, yeni karak
terleri, geri planları, dekor parçalarını tasarladılar ve karakter ile geriplan konumlamalarını çizdiler; bunlardan animatikler (taslak animasyonlar) yaptılar. Yapılacak iş ülke dışına havale edilmeden önce, gerekebilecek değişiklikleri belirlemek için bu animatikler Gracie Films'deki yazarlar tarafından gözden geçirildi. Ülke dışı stüdyoları ara kareleri çizip, çinileme ve renklendirmeyi yapıp animasyonu kaydettikten sonra, ABD'deki Fox'a teslim edilmek üzere, üç-dört ay sonra bitmiş işi geri yolladılar. İlk üç sezonda, Klasky Csupo, "Simpsonlar"ı ABD'de canlandırmaktaydı. 1992'de, şovun yapım şirketi Gracie Films, şovun ilke içi prodüksiyonunu, 2008'e kadar animasyonu yapacak olan Film Roman'a devretti. On dördüncü sezonda prodüksiyon, geleneksel sel animation'dan dijital mürekkep ile boyaya geçti. Dijital renk ile denenen ilk bölüm, 1995'teki "Radioactive Man" oldu. Animatörler, on ikinci sezonun "Tennis the Menace" bölümünün prodüksiyonunda dijital mürekkep ve boya kullandılar fakat Grace Films, iki sezon sonrasına kadar düzenli olarak dijital mürekkep ve boya kullanımını bekletti. Tamamlanmış olan "Tennis the Menace" ise bitmiş haliyle yayımlandı. Dizi, yüksek çözünürlüklü yayına yirminci sezonda başladı; ilk bölüm "Take My Life, Please", 15 Şubat 2009'da yayımlandı. HDTV'ye geçme, yeni bir açış jeneriğini de getirdi. Matt Groening, sonradan bunu karmaşık bir değişiklik olarak tanımladı çünkü bu, animasyonun kompozisyonuna ve zamanına etki etmekteydi. "Simpsonlar", Springfield'daki kurgusal bir "Orta Amerika" kasabasında yaşayan tipik bir ailedir. Homer, ailenin babası, Springfield Nükleer Santrali'nde dikkatsizliğiyle tezat yaratan, şaklaban karakterli bir güvenlik denetçisidir. Homer, Amerikan ev kadını ve annesi stereotipli Marge Simpson ile evlidir. Çiftin üç çocuğu vardır: 10 yaşındaki başbelası Bart; erken gelişmiş 8 yaşındaki aktivist Lisa ve nadiren konuşan fakat emdiği emzik ile iletişim kuran bebek Maggie. Ailenin Santa's Little Helper adında bir köpeği ve ("I, (Anoyed Grunt)-Bot" bölümünde adı Snowball II olarak değiştirilen) Snowball V adında bir kedisi vardır. Her iki hayvanın birçok bölümde önemli rolleri mevcuttur. Tatiller ya da doğum günleri gibi senelik olayların yaşanmasına rağmen, Simpsonlar'ın fiziksel yaşı yoktur ve 1980'lerin sonlarındaki ilk göründükleri gibidirler. Ailenin bozuk işlevli olmasına rağmen birçok bölüm, aile ilişkileri ve aile üyelerinin birbirlerine olan bağlarını incelemekte ve çoğu zaman bir aile üyesinin bir diğerini önemsemesi gösterilir. Şov, bir dizi ilginç karaktere sahiptir: iş arkadaşları, öğretmenler, aile dostları, uzak akrabalar, kasaba halkı ve yerel ünlüler. Yaratıcılar, esasen bu karakterlerin çoğunu tek seferlik olarak veya kasabadaki gerekli fonksiyonların yerine getirilmesi amacıyla oluşturdular. Bunlardan bazılarının rolleri büyütülmüş ve sonradan kendilerinin an rolde olduğu bölümlerde oynatılmıştır. Matt Groening'e göre, şov, komedi şovu "SCTV"den geniş bir yardımcı oyuncu konseptini benimsedi. "Simpsonlar", Amerika Birleşik Devletleri'nde bilinmeyen ve saptanması imkânsız bir eyalette yer alan kurgusal Springfield şehrinde yaşamaktadırlar. Şov, Springfield'ın konumunu kasten açıklamamaktadır. "Springfield" adı, Birleşik Devletler'de oldukça yaygındır ve eyaletlerin yarısına yakınında bulunmaktadır. Springfield'ın coğrafyası değişkendir ve çevresinde sahiller, çöller, geniş tarlalar, yüksek dağlar ya da hikâye neyi gerektiriyorsa o bulunmaktadır. Matt Groening, Springfield'ın büyüdüğü şehir olan Portland, Oregon ile birçok ortak yönünün olduğunu belirtir. "Simpsonlar", sayıltı olarak bir durum komedisinin standart düzenini kullanmaktadır. Dizi, tipik bir Amerikan kasabasında yaşayan bir ailenin ve aile üyelerinin yaşamı üzerine kurulmuştur. Fakat dizinin kapsamı, animasyon özelliğinden dolayı, düzenli bir durum komedisinden daha geniştir. Springfield kasabası, karakterlerin, modern toplumun sorunlarıyla karşı karşıya kalabildikleri bir toplumu temsil etmektedir. Homer'ın bir nükleer santralde çalışıyor olmasını kullanarak şov, çevre sorunları hakkında yorum yapabilmektedir. Bart ve Lisa'nın Springfield İlköğretim Okulu'ndaki yaşamlarına aracılığyla şovun yazarları, eğitim alanındaki tartışmalı konuları betimlemektedir. Kasaba, çocuk televizyon programlarından yerel haberlere kadar geniş bir medya kanallar yelpazesine sahiptir, bu da yapımcılara kendileri ve eğlence endüstrisi hakkında şaka yapmalarına imkânını verir . Bazı yorumcular, şovun politik olduğunu ve solcu tarafgirliğ müsait olduğunu söylemektedir. Al Jean, bir röportajında "Biz [şov], sol eğilimliyiz." diyerek yorumları kabul etti. Yazarlar, çoğu zaman solcu ideallere olan beğenilerini açığa vurmakla beraber şov, siyasi yelpazenin her tarafına yönelik şakalar yapmaktadır. Dizi, devlet ve büyük şirketleri, işçileri istismar eden duyarsız varlıklar olarak sunmaktadır. Yani, yazarlar çoğu zaman otorite figürlerini, aşağılayıcı ve olumsuz bir şekilde göstermektedir. "Simpsonlar"da politikacılar yolsuzdur, Reverend Lovejoy gibi din adamları, kiliselerinin üyelerine karşı kayıtsızdır ve yerel polis gücü ehliyetsizdir. Din, tekrarlanan bir konu olarak dizide yer almaktadır. Kriz zamanlarında aile genelde Tanrı'ya döner ve dizi, büyük dinlerin çoğuna değinmiştir. "Simpsonlar"ın açılış sekansı, şovun en çok hatırlanan ayırt edici özelliklerinden biridir. Çoğu bölüm, şovun başlığından Springfield kasabasına doğru kameranın zum yapmasıyla açılmaktadır. Kamera daha sonra eve gitmekte olan aile üyelerini takip eder. Evlerine girdikten sonra, Simpsonlar televizyon izlemek için kanepeye otururlar. Açılış, David Silverman tarafından yaratıldı. Şovun yapımı başlandığında yaptığı ilk görev buydu. Dizinin kendine özgü tema şarkısı, 1989'da Groening'in retro tarzı bir parça sipariş etmesiyle müzisyen Danny Elfman tarafından bestelendi. Oluşturulması iki gün alan bu parça, Elfman'in kariyerindeki en popüler parçası olarak kabul edildi. Açılışın en belirgin yönlerinden biri, üç parçanın bölümden bölüme değişmesidir: Bart, okul tahtasına farklı şeyler yazmakta; Lisa, saksofonuyla farklı sololar çalmakta ve aile, kanepeye oturmak için oturma odasına giderken aileye farklı şakalar eşlik etmektedir. 15 Şubat 2009'da, HDTV'ye geçiş için yeni bir açılış oluşturuldu. Yeni açılış, orijinal açılışın her şeyine sahipti fakat birçok detay ve karakter eklendi. Özel Cadılar Bayramı bölümü, her yıl yapılan bir gelenek hâline geldi. "Treehouse of Horror", ikinci sezonun bir parçası olarak ilk defa 1990'da yayımlandı; her Cadılar Bayramı bölümünün üç bağımsız parçadan oluşması geleneğini başlattı. Bu parçalar genellikle aileyi korku, bilim kurgu ya da doğaüstü durumlarla karşı karşıya getirmektedir ve bu türlerdeki ünlü bir eserin parodisini yapmakta veya saygı ile anmaktadır. Parçalar her daim şovun genel seyrinin dışında meydana gelmektedir. "Treehouse" serisi, Cadılar Bayramı'nda seyredilmek için yapılmışsa da, Fox'un Major League Baseball'un Word Series ile olan şu anki sözleşmesinden dolayı son yıllarda yeni bölümler Cadılar Bayramı'ndan sonra yayımlanmaktadır. Şovun mizahında toplumun geniş bir tayfını kapsayacak kültürel referanslardan yararlanılmaktadır. Bu sayede her nesilden izleyicinin eğlenmesi amaçlanmaktadır. Bu referanslar sinema, televizyon, müzik, edebiyat, bilim ve tarihten gelmektedir. Animatörler ayrıca düzenli olarak şakaları şovun arka planında, işaretler, gazeteler ve diğer yerlerdeki esprili ve uyumsuz parçalar yoluyla eklemektedirler. İzleyiciler, genelde tek bir izlemeyle görsel şakaları fark etmeyebilirler. Bazıları çok kısa sürelidir ve ancak video kaydının durdurulması yoluyla görünür hâle gelmektedir. Kristin Thompson, "Simpsonlar"ın "...bir kültürel referans fırtınası, kasten tutarsız karakterizasyon ve, televizyon konvansiyonları ve bu programın bir televizyon şovu olarak statüsü hakkında, önemli derecede öze dönüşlülük" kullandığını iddia etti. Bart'ın ilk ayırıcı özelliklerden biri de Moe'nun Barı'nın sahibi Moe Szyslak'a yaptığı telefon şakalarıydı. Bart, adını verdiği ve barda bulunan bir müşteriyle konuşmak istedini söyler ama verdiği ad, söylendiğinde komik veya terbiyesiz bir terim olarak da anlaşılabilecek türdendir. Moe, bardaki bu kişinin kim olduğunu bulmaya çalışır, ancak çok geçmeden durumu anlar ve kızgın bir şekilde Bart'ı tehdit eder. Bu şakalarda, Tube Bar adlı gerçek bir bara yapılmış benezer telefon aramalarının sonradan yayımlanmış kayıtlarından esinlenildi. Moe'nun karakteri kısmen Tube Bar sahibi Louis "Red" Deutsch'a dayandırılmıştı, onun küfürlü yanıtları Moe'nun kızgın yanını esin kaynağı olmuştur. Dizi ilerledikçe sahte bir isim bulmak ve Moe'nun tepkisini yazmak zorlaştı. Bu nedenle, telefon işletmeleri dördüncü sezonda düzenli bir şaka olmaktan çıkarıldı. "Simpsonlar" sık sık özgöndergesel (kendi kendine değinen) mizaha da başvurmaktadır. Bu şakaların en yaygın türü Fox Broadcasting hakkında olanlardır. Örneğin; dizinin Aralık 2004'te yayımlanan ve 2004 ABD başkanlık seçimlerine atıf yapan bir bölümünde, bir Fox News minibüsü sokakta ilerlemekte ve Queen'in "We Are the Champions" şarkısı eşliğinde "Bush Cheney 2004" yazılı büyük bir afiş taşımaktadır. Şovda çeşitli tekrar deyimler kullanılmaktadır, birincil ve ikincil karakterlerin çoğunun kendine has en azından bir deyimi bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri Homer'ın kızgınlık ünlemi "D'oh!", Bay Burns'ün "Excellent..." ve Nelson Muntz'ın ""Ha"-ha!". Bart'ın deyimlerinden ""¡Ay, caramba!"", "Don't have a cow, man!" ve "Eat my short!" şovun ilk günlerinde tişörtler üzerine basıldı. Ancak, satın alma yoluyla daha popüler olmalarına kadar Bart nadiren son iki deyimi kullandı. Bu deyimlerin çoğunun kullanımı son sezonlarda azaltıldı. "Bart Gets Famous" bölümünde Bart, "Krusty the Clown Show"da yalnızca "I didn't do it." cümlesiyle şöhreti yakalar. Bu bölümde bu tür deyimlere dayalı mizahla alay edilmektedir. "Simpsonlar"dan konuşulan dile giren birçok yeni sözcük mevcuttur. Linguistic Data Consortium
'un yönetmeni Mark Liberman, ""Simpsonlar", görünüşe göre Shakespeare'den, bizim kültürümüzün en önemli deyimler kaynağı olan Kutsal Kitap'tan, sloganlardan ve diğer muhtelif metinsel kinayelerden [tabirleri] almaktadır." diye bunu yorumladı. En ünlü slogan, Homer'ın kızgınlık homurtusu olan ""D'oh""tur." Oxford İngilizce Sözlüğü"nde kelimedeki kesme işareti olmadan şu an yer almaktadır ve aynı zamanda her yerde kullanılmaktadır. Dan Castellaneta, tabiri, ilk Laurel ve Hardy komedilerinde yer alan ve deyimi daha uzun ve daha inleyen bir şekilde telaffuz eden James Finlayson'dan ödünç aldığını söyler. "Simpsonlar"ın yönetmeni, Castellaneta'e sesi kısaltmasını söyledi ve böylece televizyon dizisindeki çok bilinen ünlem hâline geldi. Groundskeeper Willie'nin Fransızca karşılığı, Fransa'nın Irak işgali teklifinin karşısında yer alışından sonra 2003 yılında "National Review"in köşe yazarı Jonah Goldberg tarafından ""cheese-eating surrender monkeys"" olarak kullanıldı. Tabir, diğer gazeteciler arasında kısa süre yayıldı. ""Cromulent"" kelimesi İngilizce Webter's New Millenium Sözlüğü'nde kullanılmaktadır. "Bart the Genius" bölümünde Bart'ın uydurduğu bir Scrabble kelimesi olan "Kwyjibo", Melisa adındaki internet solucanını yaratan kişi tarafından takma adlarından biri olarak kullanıldı. ""I, for one, welcome our new insect overlords"", Kent Brockman tarafından "Deep Space Homer" bölümünde kullanıldı ve ardından çok yaygın bir tabir olarak kullanılmaya başlandı. Brockman'in söyleyiş varyantları, genellikle espri amacıyla alay etmek için kullanılır. "New Scientist" dergisi gibi medyada kullanılmaktadır. Şov tarafından popüler hâle getirildiği inanılan ""Meh"" terimi, 2008 yılında Collins English Dictionary'e eklendi. "Simpsonlar", 1970'lerdeki "Wait Till Your Father Gets Home" programından itibaren başarılı olan ilk altın saatler animasyon programıdır. 1980'lerin büyük bir bölümünde uzmanlar, animasyon şovlarını çocuklara uygun olarak düşündüler ve bir animasyon şova, "primetime" televizyonuna uygun bir nitelik vermek oldukça zordu. "Simpsonlar", bu algıyı değiştirdi. Kore'deki animasyon stüdyolarının kullanımı, renklendirmeyi ve bölümlerin çekimini daha ucuza getirdi. "Simpsonlar"ın elde ettiği başarı ve düşük prodüksiyon maliyeti, diğer televizyon kanallarının başka animasyon dizilerini denemesini sağladı. Bu gelişim, "South Park", "Family Guy", "King of the Hill", "Futurama" ve "The Critic" gibi 1990'larda hızla artış gösteren yeni "primetime" animasyon programların önünü açtı. ""Simpsonlar", altın saatlerde yayımlanan animasyonlar için uzun uzun yıllar boyunca orada olmayan bir izleyici kitlesi oluşturdu." dedi "Family Guy"ın yaratıcısı Seth MacFarlane: "Bana kalırsa, onlar esasen tekerleği yeniden icat ettiler." "South Park," "Simpsonlar"a olan hürmetini "Simpsons Already Did It" bölümüyle gösterdi. "Simpsonlar" ayrıca 9 Ocak 2000 tarihinde kendisinden sonra gösterilen "Malcolm in the Middle" gibi canlı-aksiyon programları da etkiledi. "Malcolm in the Middle"da diğer sitcom'larda kullanılan gülme efekti kullanılmadı. Ricky Gervais, gülme efekti kullanmayan Britanya komedi dizisi "The Office"in üzerinde Simpsonlar'ın önemli bir etkisi olduğunu belirtti. "Simpsonlar", bir sezonda en çok izlenen 30 şov arasında yer alan Fox kanalının ilk televizyon dizisiydi. Sonraki sezonlarda Homer'a odaklanılsa da Bart, ilk üç sezonun çoğunda baş karakterdi. 1990 yılında, Bart, kısa sürede "Bartmania" olarak adlandırılarak, televizyondaki en popüler karakterlerden biri hâline geldi. Hafızalarda kalan en yaygın "Simpsonlar" karakteridir. 1990'ların başında, Bart'ın üzerinde yer aldığı milyonlarca tişört satıldı ; bir milyon kadarı ise birkaç günde satıldı. Bart'ın kötü rol modeli olduğuna inanılmasıyla, Bart'ın ve "I'm Bart Simpson. Who the hell are you?" ve "Underachiever ('And proud of it, man!')" gibi yazıların üzerinde yer aldığı tişörtler, birçok Amerika halk okulunda yasaklandı. "Simpsonlar"la ilgili ticari ürünler oldukça iyi sattı ve satışa çıktığı ilk 14 ay içinde 2 milyar dolar hasılat elde etti. Bu popülaritenin sebebi, Bart'ın ana konuda yer almadığı bölümlerin olması rağmen şovun reklamlarında Simpson ailesinin genelde en çok reklamı yapılan karakter olmasıydı. Dizinin başarı elde etmesinin ardından, 1990 yazının sonunda Fox kanalı, pazar akşamları 08:00 EST'de yayımlanan "Simpsonlar"ı perşembe akşamı 08:00 EST'ye aldı. Böylece "Simpsonlar", aynı saatte NBC'de yayımlanan ve dönemin bir numaralı şovu olan "The Cosby Show"a rakip hâle geldi. Yaz boyunca birçok yeni satış yerleri, rakip zannedilen "Bill vs. Bart" hakkında öyküler yayımladı. "Bart Gets an F" (ikinci sezon, 1990), "The Cosby Show"a karşı yayımlanan ilk bölümdü ve 18,5 izlenme oranı elde eden "The Cosby Show"dan sonra sekizinci olarak daha düşük bir Nielsen Rating'i aldı. İzlenme oranı, evlerde açık olan televizyonlarında diziyi izleyenlerin sayısını göstermektedir fakat Nielsen Media Research, bölümün 33,6 milyon kişi tarafından seyredilerek aktüel izleyicilerde haftanın bir numaralı programı olduğunu tahmin etti. Aynı zamanda, Fox kanalının tarihindeki en çok izlenen bölümü oldu ve hâlâ, Simpsonlar'ın tüm bölümleri arasında en yüksek izlenme oranını elde eden bölümdür. "Simpsonlar", birçok eleştirmen tarafından övgü almakta ve eleştirmenler, diziyi "yayımlanan en saygısız ve en rahatsız etmekten çekinmeyen şov" olarak tanımlamaktadırlar. 1990'da, "Entertainment Weekly"den Ken Tucker bir eleştirisinde, şovu "basit çizgi filmler gibi çizilmiş en karmakarışık Amerikan ailesi. Bu paradoks, milyonlarca kişiyi pazar akşamları üç büyük kanaldan uzaklaştırarak Simpsonlar'a konsantre olmasını sağlamaktadır." diye yorumladı. Tucker ayrıca şovu "popüler kültür fenomeni, bütün aileye hitap eden bir prime-time çizgi filmi" olarak tanımladı. 9 Şubat 1997'de, "Simpsonlar", "The Itchy & Scratchy & Poochie Show" bölümüyle Birleşik Devletler'de en uzun süre yayımda olan altın saatler animasyon dizisi alanında "Taş Devri"ni geçti. 2004 yılında, "Simpsonlar", Birleşik Devletler'de en uzun süre yayımda olan sitcom (animasyon ya da canlı aksiyon) alanında "The Adventures of Ozzie and Harriet" (1952-1966) adlı şovun yerini aldı. 2009'da, "Simpsonlar", 435 bölümlük "The Adventures of Ozzie and Harriet"i geçti ve Guinness Dünya Rekorları tarafından tescillenen dünyanın en uzun süreli sitcomu dalında şu an dünya rekorunu elinde bulundurmaktadır. Ekim 2004'te, "Scooby-Doo" kısaca, en yüksek bölüm sayısına sahip Amerikan çizgi filmi alanında "Simpsonlar"ı geçti. Fakat, kanal yöneticileri, 371 bölümlük "Scooby-Doo"yu Nisan 2005'te tekrar yayımdan kaldırdılar ve "Simpsonlar", on yedinci sezon sonunda 378 bölüm ile rekoru geri aldı. Mayıs 2007'de, "Simpsonlar", on sekizinci sezon sonunda 400. bölüme ulaştı. "Simpsonlar", Amerikan çizgi filmlerinde en fazla bölüm sayısı rekoruna sahip iken, diğer çizgi filmler Simpsonlar'ı geçti. Örneğin: Japon anime dizisi "Sazae-san", 2,000 bölüme yaklaştı. 2007 yılı, "Simpsonlar"ın yirminci yıl dönümü olarak belirlendi. Yirminci sezona (2008-2009) göre, dizi, en uzun süre yayımda olan Amerikan "primetime" televizyon dizisi alanında "Gunsmoke" ile eşit durumdadır. Fakat, "Gunsmoke"un 635 olan bölüm sayısına "Simpsonlar"ın normal yayın akışına göre yetişebilmesi ancak yirmi dokuzuncu sezonda gerçekleşebilir. 2009'da, Fox, "Best. 20 Years. Ever." sloganıyla "Simpsonlar"ın prömiyerinin yirminci yıldönümünü tüm yıl kutlayacak. "Bart the Genius" bölümünün yayımlanmasıyla başlayan şovun yirminci yılı 14 Ocak 2010'da sona erecek. Bu kutlamaların bir parçası, şov için bir poster tasarlamayı amaçlayan "Unleash Your Yellow" yarışmasıdır. 26 Şubat 2009'da. Fox, şovu yeniledi ve şovu yirmi ikinci sezona kadar götürecek olan iki sezon için sipariş verdi. "Simpsonlar", ilk yayımlandıkları günden itibaren 25 Primetime Emmy Ödülü , 26 Annie Ödülü ve bir Peabody Ödülü dahil olmak üzere onlarca ödül kazandı. 1998'de 20. yüzyılın sanat ve eğlence alanlarındaki mükemmel başarılarını kutlayan bir sayısında "Time" dergisi, "Simpsonlar"ı, yüzyılın en iyi televizyon dizisi olarak adlandırdı. Aynı sayısında "Time", Bart Simpson'ı, yüzyılın en nüfuzlu 100 kişisinin yer aldığı liste olan "Time 100" listesine dahil etti. Bart, listede yer alan tek kurgusal karakterdi. 14 Ocak 2000'de, "Simpsonlar", Hollywood Bulvarı'nda bir yıldız ile ödüllendirildi. Ayrıca 2000 yılında, "Entertainment Weekly" dergisi televizyon eleştirmeni Ken Tucker, "Simpsonlar"ı, 1990lar'ın en iyi televizyon şovu olarak adlandırdı. Ayrıca, Birleşik Krallık'ta yayım yapan televizyon kanalı Channel 4'un izleyicileri, "Simpsonlar"ı yapılan iki oylamada birinci yaptı: 2001'in En İyi 100 Çocuk Şovu ve 2005'in En İyi 100 Çizgi Filmi ; Homer Simpson da 2001'in En İyi 100 TV Karakteri dalında birinci sırada yer aldı. Homer ayrıca "Entertainment Weekly"'nin "En İyi 50 TV İkonu" listesinde dokuzuncu sırada yer aldı. 2002'de, "Simpsonlar", TV Guide'ın Tüm Zamanların En İyi 50 TV Şovu'nda 8. olarak seçildi. 2007'de, "TIME"ın "Tüm Zamanların En İyi 100 TV Şovu" listesinde yer aldı. 2008'de, "Entertainment Weekly"nin "Son 25 Yılın En Zirvedeki 100 Şovu"nda ilk sırada yer aldı ve "Empire", diziyi tüm zamanların en iyi televizyon şovu olarak adlandırdı. Bart, yaramazlığından ötürü bir ceza almadığı isyankâr doğası ile bazı aileler ve muhafazakârlar tarafından çocuklar için kötü rol modeli olarak karakterize edildi. Okullarda eğitimciler, Bart'ın "başarısız olması ve bundan gurur duyması"ndaki tutumundan ve eğitimi hakkındaki olumsuz davranışından dolayı Bart'ın "öğrenmeye tehdit" olduğunu iddia ettiler. Başkaları, Bart'ı "bencil, agresif ve kötü ruhlu" olarak tanımladı. 1991'deki bir röportajında Bill Cosby, Bart'ı "kızgın, şaşkın, engellenmiş" olarak yorumlayarak Bart'ın çocuklar için kötü bir rol modeli olduğunu belirtti. Matt Groening cevap olarak şunları söyledi: "Bart'ı anlamak, peki. Çoğu insan, normal olmak için mücadele etmekte; o, normalin sıkıcı olduğunu düşünmekte ve diğerlerinin yapmaya cesaret etmey
i istedikleri şeyleri yapmakta." 27 Ocak 1998 tarihinde, sonraki ABD başkanı George H. W. Bush, "Biz, Amerikan ailesini "Simpsonlar"dan daha çok "Waltonlar"a benzeterek yükselteceğiz" dedi. Senaristler, üç gün sonra "Stark Raving Dad"in tekrarından önce yayımlanan bir bölümün kısa bir parçası şeklindeki kısımda Bart'a "Hey, biz aynen Waltonlar gibiyiz. Depression'a bir son için de dua ediyoruz." dedirterek bıyık altında gülen bir cevap verdiler. Şovun çeşitli bölümleri, hararetli tartışmalara neden olmaktadır. "Simpsonlar", "Bart vs. Australia" (altıncı sezon, 1995) bölümünde Avustralya'yı; "Blame it on Lisa" (on üçüncü sezon, 2002) bölümünde Brezilya'yı ziyaret etti ve her iki bölüm, ziyaret edilen ülkelerde olumsuz reaksiyonlar aldı ve hararetli tartışmalara yol açtı. Sonraki olayda, Rio de Janeiro'nun turist yönetim kurulu, FOX'u, bölümün şehri, sokak suçların olduğu, fare ve sıçanların istilasına uğradığı, gecekonduların ve adam kaçırmanın yaygın olduğunu bir yer olarak tasvir ettiğini iddia ederek yasal olarak tehdit etti. Matt Groening, "The Critic"in çaprazlaması olan "A Star Is Burns" (altıncı sezon, 1995) bölümünün ateşli ve sözlü bir eleştirmeniydi. Bunun "The Critic" için sadece bir reklam olduğunu ve insanların yanlışlıkla şovu kendisiyle bağdaştırabileceğini düşündü. Bölümün yayımlanmasını engellemede başarısız olunca, jenerikteki adını kaldırdı ve endişelerini belirtti, James L. Brooks'u açıkça eleştirdi, bölümün "Simpsonlar" evrenini kirlettiğini söyledi. Brooks ise cevap olarak "Matt'e çok öfkeliyim, [...] fikrini açıklamasına izin verildi fakat bunu basında alenen yayımlamasıyla ileri gitti." dedi. "The Principal and the Pauper" (dokuzuncu sezon, 1999), "Simpsonlar"ın en hararetli tartışmalara neden olan bölümlerinden biridir. Birçok hayran ve eleştirmen tarafından ilk sezondan beridir tekrarlanan bir karakter olan Müdür Seymour Skinner'in bir sahtekâr çıkması, olumsuz karşılandı. Bölüm, Matt Groening ve karaktere dublaj yapan Harry Shearer tarafından dan eleştiri aldı. 2001'de verdiği bir röportajindan Shearer, senaryoyu okuduktan sonra senaristlere şunu dedi: "Bu çok yanlış. Seyircinin sekiz ya da dokuz yıl boyunca yatırım yaptığı birini iyi bir neden olmadan çöpe atıyorsunuz. Bu keyfidir ve haksızlıktır, izleyiciye saygısızlıktır." İlk "Simpsonlar" bölümleri, eleştirmen tarafındandan nüktedanlığı, realizmi ve zekasından dolayı övgü aldı. 1990'ların sonunda, şovun tonu ve vurgusu değişmeye başladı. Bazı eleştirmenler şovu "yorgun" olarak yorumlamaya başladı. 2000 yılı ile, uzun süredir dizinin takipçisi olan bazı hayranlar, şov ile hayal kırıklığına uğradılar ve deli dolu tuhaf davranışlardaki vurgunun bitişi olarak algıladıkları karakterden-yayımlanan konudan sapıldığına işaret ettiler. Yazar Douglas Coupland, "saçmalık" olarak dizideki kalitenin düşüşü iddialarını ""Simpsonlar", on dört yılda topu düşürmediler; onu şimdi düşürmeleri zor görünüyor." diyerek yorum yaptı. Dokuzuncu sezonda on ikinci sezona kadar şovun yürütücüsü olan Mike Scully, eleştirilerin konusu oldu. "Slate"den Chris Suellentrop "Scully'nin yönetimi altındaki "Simpsonlar", iyi bir çizgi film oldu [...] Bölümler, eskiden Homer ile Marge, gün batımına doğru bisiklet sürerken biterdi, şimdi Homer, Marge'nin boynuna sakinleştirici bir dart atmasıyla bitmektedir. Şovun stili eğlenceli ama yıllardır insanın içine dokunmuyor." diye yazdı. 2007'de dizinin uzunluğunun başından sonuna kadar aynı kalitede nasıl sürdürüldüğü sorulduğunda, Scully şöyle cevap verdi: "Sizin kalite standartlarınızı düşürerek. Bir defa bunu yaparsanız sonsuza kadar ilerleyebilirsiniz." 2003 yılında, şovun 300. bölümü "Barting Over"ın kutlanmasıyla, "USA Today", The Simpsons Archieve hayran sitesinin webmasterı tarafından seçilen en iyi on bölüm ile "Simpsonlar"ın senaristleri tarafından seçilen en iyi 15 listesini içeren "Simpsonlar" ile ilişkili bir çift liste yayımladı. Hayran listesindeki en yeni bölüm 1997'de yayımlanan "Homer's Phobia" olurken, senaristlerin seçtiği en yeni bölüm 2000'de yayımlanan "Behind the Laughter" oldu. 2004 yılında, Harry Shearer, şovun kalitesindeki düşüşü olarak ne anladığı belirtti: "Son üç sezonu kötüler arasında sayıyorum dolayısı ile dördüncü sezon şimdi bana çok iyi görünüyor." Dan Castellaneta cevap olarak "Katılmıyorum [...] Bence Harry'nin yorumu, şovun ilk üç ya da dört sezonunda olduğu gibi değil biraz daha çılgın ya da delişmen olduğuna dairdir. Bence, canlı kalmak için [şov] organik olarak değişmektedir." "Simpsonlar", geniş bir izleyici kitlesi elde etmeyi ve yeni hayranlar oluşturmayı başardı. İlk sezon, Amerika Birleşik Devletleri'nde bölüm başına ortalama 13.4 milyon izleyiciye sahip olurken on dokuzuncu sezonun ortalaması 7.7 milyon izleyici oldu. Nisan 2006'daki bir röportajında Matt Groening, "Dürüst olmak gerekirse, ufukta bir son görmüyorum. Bence şovun finansal sorunlar yaşabileceği ihtimal fakat şimdilik sorun yok; şov, yaratıcı olarak, bence, olabileceğinden daha iyi. Animasyon, inanılmaz hayalperest ve detaylı; hikâyeler, önceden yapmadıklarımızı yapıyor. Bu nedenle vazgeçmek için hiç neden yok." dedi. "Simpsonlar" ile ilgili pek çok çizgi roman yıllarca yayımlandı. 1993'ten itibaren dokuz çizgi roman, Bongo Comics tarafından piyasaya çıkarıldı. İlk bant-karikatürler, şovun kardeş dergisi "Simpsons Illustrated"te, 1991'deki "Simpsonlar"a dayandı. Bant-karikatürler, popüler oldu ve dört farkı hikâyeden oluşan "Simpsons Comics and Stories" başlıklı tek basımlık çizgi romanlar, dizinin hayranları için 1993 yılında yayımlandı. Ve buna bağlı olarak "Simpsonlar"ın yaratıcısı Matt Groening ile arkadaşı Bill Morrison, Mike Rote, Steve Vance ve Cindy Vance, yayın şirketi Bongo Comics'i kurdular. "Simpsons Comics"in sayıları, "Bart Simpson's Threehouse of Horror" ile "Bart Simpson" koleksiyonu hâline getirildi ve Birleşik Devletler'de, Harper Collins tarafından geleneksel karton kapaklı olarak tekrar basıldı. 27 Temmuz 2007'de gösterime giren animasyon film "", 20th Century Fox, Gracie Films ve Film Roman tarafından üretildi. Film, "Simpsonlar"ın uzun süreli yapımcısı David Silverman tarafından yönetildi ve filmin senaryosu, Matt Groening, James L. Brooks, Al Jean, George Meyer, Mike Reiss, John Swartzwelder, Jon Vitti, David Mirkin, Mike Scully, Matt Selman ve Ian Maxtone-Graham gibi "Simpsonlar"ın yazarlarından bir ekip tarafından yazıldı. Dizinin sona ermesinden sonra filmin prodüksiyonunun gerçekleşeceğine dair iddiaların var olmasına karşın dizinin yazımına devam edilirken filmin yapımı gerçekleşti. Uzun metrajlı olası Simpsonlar filminin tartışması, dizinin ilk sezonlarından itibaren gündemdeydi. James L. Brooks esasen "Kamp Krusty" adlı bölümün hikâyesini bir filme uygun olacağını düşünüyordu fakat senaryoyu, uzun metrajlı filme dönüştürmeye çalışırkenki zorluklarla karşı karşıya kaldı. Uzun bir süre boyunca uygun bir hikâyenin yokluğu ve senarist ekibinin tamamen meşgul oluşu gibi zorluklar nedeniyle proje iptal edildi. Dizide yer almış olan orijinal müzik koleksiyonları "Songs in the Key of Springfield", "Go Simpsonic with The Simpsons" ve "The Simpsons: Testify" adlarında albüm olarak yayımlandı. Birçok şarkı, single ya da albüm yayını olarak kaydedildi ve şovda hiç yer almadı. "The Simpsons Sing the Blues", eylül 1990 tarihinde piyasaya çıktı ve Billboard 200 listesinde 3 numaraya kadar yükselerek başarılı oldu ve Recording Industry Association of America tarafından 2x platin plak ile ödüllendirildi. Albümden çıkan ilk single, pop rap şarkısı "Do the Bartman", Nancy Cartwright tarafından yorumlandı ve 20 Kasım 1990'da piyasaya çıktı. Şarkı, tanıtım yazısında yer almasa da Michael Jackson tarafından yazıldı. 2007 yılında bir simülatör sürüş olan The Simpsons Ride'ın, Universal Studios Orlando ve Universal Studios Hollywood'da uygulanacağı resmî olarak açıklandı. 15 Mayıs 2008 tarihinde Florida'da ve 19 Mayıs 2008 tarihinde Hollywood'da resmen açıldı. Sürüşte, müşteriler, Palyaço Krusty tarafından inşa edilen Krustyland adındaki bir çizgi tema parkıyla tanıştırılmaktadır. Fakat Figüran Bob, Krusty ve Simpson ailesinden öç almak için hapishaneden kaçmaktadır. The Simpsons Ride, "Simpsonlar"dan 24 düzenli karakteri içinde barındırdı ve Pamela Hayden, Russi Taylor ile Kelsey Grammer'in yanı sıra dizinin düzenli kast ekibi karakterlere ses verdiler. Harry Shearer, sürüşte yer almaya karar vermediği için Shearer'ın normalde dublaj yaptığı karakterlerin hiçbirine burada dublaj yapılmadı. Video oyunu endüstrisi, "Simpsonlar" karakterlerini ve Springfield dünyasını oyunlara adapte etmede hızlı davrandı. İlk oyunlardan bazıları Konami'nin arcade oyunu "The Simpsons" (1991) ve Acclaim Entertainment'in "" (1991) oyunlarıdır. "The Simpsons Road Rage" (2001), "The Simpsons Hit & Run" (2003) ve "The Simpsons Game" (2007) ise modern video oyunlardır. İki "Simpsonlar" pinball makinesi üretildi: ilki kısaca ilk sezondan sonra oluşturuldu ve diğeri ise hâlâ satın alınabilmekte. "Simpsonlar"ın popüler oluşu, diziyi bir milyon dolarlık ticaret endüstrisi hâline getirdi. Ailenin adı ve yardımcı karakterler, tişörtlerden posterlere kadar her şeyde yer aldı. "Simpsonlar", What Would Homer Do? ile Simpsons Jeopardy gibi oyunların yanı sıra Clue, Scrabble, Monopoly, Operation ile The Game of Life gibi çok fazla bilinen oyunların özel basımlarına ilham verdi. İskambil ve The Simpsons Trading Card Game gibi birçok kart oyunu yayımlandı. Bölüm kılavuzu gibi pek çok resmî ya da gayri resmî "Simpsonlar" kitabı piyasaya sürüldü. Şovun çoğu bölümü, yıl bitimlerinde DVD ve VHS olarak yayımlandı. 2001 yılında ilk sezonun DVD'leri satışa çıktığında, "Chapella's Show"un ilk sezonunun daha sonradan bu satışa yetişmesine rağmen, kısa sürede tarihteki en çok satan televizyon DVD'si oldu. Özellikle ilk sezondan on birinci sezona kadar olan sezonlar ABD'de (1. Bölge), Avrupa'da (2. Bölge) ve Avustralya, Yeni Zelanda ile Latin Amerika'da (4. Bölge) piyasaya çıktı. 2003 yılında, dünya genelinde yaklaşık 500 firma, "Simpsonlar"dak
i karakterleri, kendi reklamında kullanmak için lisans aldı. ""nin promosyonu olarak on iki 7-Eleven şubesi, Kwik-E-Mart'a dönüştürüldü ve "Simpsonlar"la ilgili ürünleri sattı. Bunlar, "Buzz Cola", "Krusty-0" kahvaltılık yiyecek, yağda kızarmış şekerli pembe çörek ile "Squishees" gibi ürünlerdir. 9 Nisan 2009'da, Birleşik Devletler Posta Servisi, şovun yirminci yıl dönümünü kutlamak için Homer, Marge, Bart, Lisa ve Maggie'den oluşan 44 sentlik beş farklı posta serisini tanıttı. "Simpsonlar", posta pulu üzerinde yer alan, yayımda olan ilk televizyon dizisi oldu. Posta pulları, Matt Groening tarafından tasarlandı, 7 Mayıs 2009'da satışa çıktı ve yaklaşık bir milyar bastırılacak. Panic! at the Disco Las Vegas, Nevada'lı punk grubu. Debut albümleri A Fever You Can't Sweat Out (Terleyerek Atamayacağın Bir Ateş), Amerikan Billboard 200 listesine 13. sıradan giriş yaptı ve Eylül 2005'ten bu yana 1 milyondan fazla sattı. Projenin başlangıcı; Ryan Ross'la Spencer Smith çocukluktan beri arkadaşlar. Her ikisi de 13 yaşlarındayken blink-182 coverlarıyla başladılar müzik hayatlarına. Brendon Urie ve Brent Wilson'in katılmasıyla Panic! At The Disco'nun temelleri atılmış oldu. Grup, P!ATD adını almadan önce grubun adı "Summer League"ydi ve Brendon'nın gruba katılmasıyla birlikte grup adı Panic! At The Disco olarak değiştirdi. Grup bu adı, "Name Taken"ın "Panic" şarkısından esinlenerek seçti. Grubun bu kadar kısa bir sürede popüler olmasının en önemli nedenlerinden biri de Pete Wentz'dir (Fall Out Boy). Grup, Pete'in LiveJournal'ına attıkları Purevolume hesapları sayesinde, Pete'in dikkatini çekmeyi başardı ve Wentz'in Las Vegas gezisinde üyelerden biriyle tanışması, grubun Decaydance'le anlaşmasını sağladı Brent Wilson'ın Ayrılışı; Grup, 17 Mayıs 2006 tarihinde websiteleri üzerinden Brent Wilson'nın gruptan ayrılması hakkında bir mesaj gönderdi. Brent'in atıldığını öne sürmesine rağmen ayrılma hakkında hiçbir neden gösterilmedi. Daha sonra da grup, Brent'in müzikal açıdan eksik bulunduğu için gruptan atıldığını öne sürdü. Bu karmaşaların tur sırasında olması grubun yeni bir basist bulma girişimlerini hızlandırdı. Ve daha sonra da kalıcı basist bulunana kadar yakın arkadaşları Jon Walker'ın yaz turu için geçici basist olacağı duyuruldu. 3 Temmuz 2006'da grubun myspace profilinde basistin Jon Walker olarak düzeltilmesiyle Jon gruba kalıcı dahil oldu. 2015'te Spencer Smith'in ayrılmasıyla grubun tek kalıcı üyesi olarak Brendon Urie kalmıştır. Ryan Ross ve Jon Walker gruptan ayrılarak The Young Veins adlı farklı bir grup kurmuşlardır.Ryan Ross, Brendon Urie'nin Sarah Orzechowski ile olan ilişkisi yüzünden gruptan ayrılmıştır. Yılın En İyi Video Ödülü (2006) "I Write Sins Not Tragedies" Yılın En İyi Grup Videosu Ödülü Adaylığı (2006) "I Write Sins Not Tragedies" Yılın En İyi Rock Videosu Ödülü Adaylığı (2006) "I Write Sins Not Tragedies" Yılın En İyi Çıkış Yapan Artist Videosu Adaylığı (2006) "I Write Sins Not Tragedies" Yılın En İyi Video Koreografisi Adaylığı (2006) "I Write Sins Not Tragedies" En İyi Uluslararası Video Ödülü (2006) "I Write Sins Not Tragedies" Web siteleri: Muhittin Üstündağ Muhittin Üstündağ (1884, Sakız Adası - 30 Nisan 1953, İstanbul) Türk bürokrat. Eski Emniyet Genel Müdürü. Eski İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı. İstanbul Hukuk Mektebi mezunudur. Mekri ve Milas Kazası Bidayet Mahkemesi Müdde-i Umumiliği Katipliği, Beyoğlu Sancağı Polis Merkez Memurluğu, İstanbul Şehremaneti Müfettişliği, Üsküdar Dairesi Belediyesi Müdürlüğü, Merkez Emanet Müfettişliği, İstanbul Şehremaneti Umumi Müfettişliği, Dahiliye Vekaleti Emniyet Umum Müdürlüğü, İstanbul Belediye Başkanlığı, İstanbul Valiliği, TBMM VII. Dönem (Ara Seçim) İstanbul Milletvekiliği yapmıştır. Evli ve üç çocuk babasıdır. Emniyet Genel Müdürü iken İstanbul Valiliği'ne atandıktan kısa bir süre sonra Özel İdare ile Belediye birleştirildiğinden, Şehreminliği görevi de kendisine verildi. 14 Ekim 1928 - 4 Aralık 1938 tarihleri arasında on yılın üzerinde bir süre Vali ve Belediye Reisliği'nde bulundu. Memurluk süresi Atatürk Devrimleri'ni uygulama ve kesinleştirme dönemini kapsamaktadır. Muhittin Üstündağ, İstanbul’a Şehir Tiyatroları'nı kazandırdı. Şehrin imar planının hazırlanmasına önayak oldu. Atatürk Köprüsü'nü yaptırdı. Eminönü Meydanı'nda geniş ölçüde istimlaklere girişti ve meydanı tanzim ettirdi. İstanbul’da ilkokul seferberliğine de ilk başlayan Muhittin Üstündağ olmuştur. Ayrıca onun gayretiyle yaptırılan çeşitli yollar günümüzde halen kullanılmaktadır. Chris Cornell Chris Cornell, (Christopher John Boyle, 20 Temmuz 1964, Seattle - 18 Mayıs 2017, Detroit), Amerikalı müzisyen, vokalist. Soundgarden'ın vokalistiyken, Soundgarden'ın dağılmasından sonra Audioslave grubunu kurmuştur. 2007 yılında Audioslave'in dağılması ile solo kariyerine devam etmektedir. 2007 Haziran'ında "Carry On" isimli ikinci solo albümünü çıkarmıştır. 2010 yılında grunge efsanesi Soundgarden'a geri dönme kararı almıştır. Şarkıcı 18 Mayıs 2017 tarihinde ABD'nin Detroit kentinde 52 yaşında ölü olarak bulunmuştur. Cornell, Christopher John Boyle ismiyle 20 Temmuz 1964'te Seattle, Washington'da doğdu ve büyüdü. Christ the King Katolik ilkokulu ve Shorewood lisesine gitti. Babası Ed Boyle eczacı, annesi Karen Cornell ise muhasebeciydi. Cornell, dokuz ve on bir yaşları arasında komşusunun bodrumunda bulduğu plaklar sayesinde the Beatles ile tanışıp müziğe ilgi duymaya başladı. Çocukluk yıllarında sosyal anlamda sıkıntılar çeken Cornell, okulu erken yaşta bıraktı. 12 yaşında heroin, marijuana ve reçeteli ilaçlar bullanmaya başladı. 16 yaşında müziğe başlayana kadar bağımlılığı devam etti. Başarılı bir müzisyen olmadan önce Seattle'da bir restoranda aşçılık yaptı. 1980lerin başında The Shemps adlı bir cover grubunda çalmaya başladı. Grup dağıldıktan sonra Cornell, bas gitarist Hiro Yamamoto ile müzik yapmaya devam etti. Kısa süre sonra onlara grubun eski gitaristi Kim Thayil katıldı. Soundgarden , 1984 yılında Cornell, Thayil ve Yamamoto tarafından kuruldu. Grubun bu kadrosunda Cornell davul çalıp, şarkı söylüyordu. 1985'te davula Scott Sundquist geçti, böylece Cornell vokallere odaklanmaya başladı. Grubun ilk üç bestesi C/Z Recordstarafından yayınlanan "Deep Six" isimli bir toplama albümde yer aldı. 1986'da evli ve bir çocuğu olan Sundquist ailesine daha çok zaman ayırmak için gruptan ayrıldı. Yerine Skin Yard'ın davulcusu Matt Cameron geldi. Sub Pop ile anlaşan Soundgarden, 1987'de "Screaming Life" EP'sini, 1988'de ise "Fopp" EP'sini yayınladı. 1988'de SST Records'a imza atıp ilk albümleri "Ultramega OK'i" yayınladılar. Albüm 1990 Grammy Ödülleri'nde "En İyi Metal Performansı" dalında aday gösterildi. Grup daha sonra A&M Records'a geçti ve büyük bir firma ile anlaşan ilk grunge grubu oldular. 1989'da ikinci albümleri "Louder Than Love" yayınlandı. "Louder Than Love"'ın yayınlanmasından hemen sonra Yamamoto, Western Washington University'de yaptığı master'ı bitirmek için gruptan ayrıldı. Yerine eski Nirvana gitaristi Jason Everman getirildi. "Louder Than Love" turnesi sonra Everman kovuldu ve 1990'da Ben Shepherd bas gitara geldi. Alice in Chains, Nirvana, ve Pearl Jam ile birlikte Soundgarden, 1990'larda çıkış yapan Seattle'lı grunge gruplarından biri oldu. Yeni kadro ile kaydedilen "Badmotorfinger" 1991 yılında yayınlandı. Albümün iyi bir satış grafiği yakınladı ve gruba ani bir şöhret kazandırdı. "Badmotorfinger"'dan "Jesus Christ Pose", "Outshined", ve "Rusty Cage" single'ları çıktı. Üç şarkı da alternatif müzik radyolarında hit olurken, "Outshined" ve "Rusty Cage"in klipleri MTV'de sıkça gösterildi. "Jesus Christ Pose" ve klibi ise 1991 yılında tartışma yarattı ve MTV listesinden çıkarıldı. "Rusty Cage" daha sonra Johnny Cash tarafından 1996 tarihli albümü "Unchained'de" yorumlandı. Ayrıca "" oyununda da bu şarkı yer aldı. "Badmotorfinger," 1992 Grammy Ödülleri'nde "En İyi Metal Performansı" dalında aday gösterildi. Albüm "Guitar World" dergisinin Ekim 2006 sayısında en iyi 100 gitar albümü listesinde 45 numarada yer aldı. "Superunknown" grubun en büyük albümü oldu. Mart 1994'te çıkan "Superunknown," "Billboard" 200 listesine bir numaradan girdi. Albümden, "Spoonman" ve "Black Hole Sun" gibi başarılı single'lar çıktı ve grubu dünya çapında ünlü yaptı. "Rolling Stone" "Superunknown" albümüne beş üzerinden dört yıldız verdi. Albüm, "The New York Times" ve "Entertainment Weekly'den" de övgü dolu sözler ald. Albüm, 1995 Grammy Ödülleri'nde en iyi rock albümü adayı oldu. "Black Hole Sun" ve "Spoonman" ise iki Grammy ödülü kazandı. "Black Hole Sun" şarkısının videosu ise MTV Video Müzik Ödülleri'nde de ödüle layık görüldü. Albüm, Rolling Stone dergisinin en iyi 500 albüm listesinde 336. oldu.  VH1'nın 90'ların en iyi 100 şarkısı listesinde ise "Black Hole Sun" 25. oldu. Grubun beşinci albümü 1996'da "Down on the Upside" adıyla yayınlandı. Bu çalışma öncekilere göre biraz daha sakindi ve grubun grunge çizgisinden farklıydı. Soundgarden bu dönem farklı tarzlar denemek istediklerini açıkladı. Ancak, Cornell'in bu değişim isteği Thayil ve Cornell arasında anlaşmazlığa neden oldu. Albümün satışları da "Superunknown'a" göre daha düşüktü. 1997'de Soundgarden ilk singleları "Pretty Noose" ile Grammy Ödülleri'nde aday gösterildi. Ancak grup içi problemler devam edince, 9 Nisan 1997'de Soundgarden dağıldığını açıkladı. 1 Ocak 2010'da Cornell, Twitter hesabından yaptığı açıklama ile Soundgarden'ın dönüşünün işaretlerini verdi. Nisan 2010'da Soundgarden, Lollapalooza 2010'da çalacağını açıkladı. 16 Nisan 2010'da Soundgarden, Seattle'da habersiz bir konser verdi. Grup, Soundgarden'ın bir anagramı olan Nudedragons adı ile sahneye çıkmıştı. 9 Kasım 2010'da Conan O'Brien'ın şovuna çıkarak yıllar sonra televizyon ekranında gözüktüler. 2011 yazında grup Kuzey Amerika'yı turladı. 2012 yazında Soundgarden "The Avengers" soundtrack'i için "Live to Rise"ı besteledi. Altıncı albümleri, "King Animal", Kasım 2012'de yayınlandı ve albüm hakkında olumlu yorumlar yazıld
ı. Esat Bey Esat Bey, yeni Türkiye Devleti'nin ilk İstanbul Valisidir. 7 Ekim 1922 - 4 Nisan 1923 Tarihleri arasında bu görevde kalmıştır. Karahisar’da doğdu. Harbiye’den Süvari Mülazımı olarak çıktı. Balkan Savaşı'nda Binbaşı ve Alay Komutanı iken 3. Kolordu'nun çekilme hareketini serbest bırakma hizmetlerinden dolayı takdir edildi. I. Dünya Savaşı sırasında Filistin cephesinde Yıldırım Ordular Grubu'nun uğradığı Nablus Hezimetinde süvari fırkası komutanı olarak İngilizlere esir düştü. 1921 yılında İstanbul, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne iltihak edince, İstanbul Valisi ve Trakya Süvari Fırkası Kumandanı oldu. Ali Haydar Yuluğ Ali Haydar Yuluğ, (d. 1878, İzmir - ö. 18 Eylül 1937), eski Ankara ve İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı. Mülkiye mezunudur. İzmir Vilayeti Maiyet Memurluğu, Seferihisar, Foçateyn, Milas, Nazilli, Çorlu Kaymakamlıkları, Trabzon-Canik Bölgesi 2.Sınıf Mülkiye Müfettişliği, Dahiliye Vekaleti Muhacirin ve Aşiret Şubesi Müdür Yardımcılığı, Antep, Urfa, Aydın, Isparta, Çatalca ve Bolu Sancakları Mutasarrıflıkları, Dahiliye Vekaleti Mahalli İdareler Umum Müdürlüğü, 1.Sınıf Mülkiye Müfettişliği, Sivas, İstanbul Valilikleri, Ankara Şehreminiliği, İstanbul Belediye İstimlak Encümeni Reisliği, 1912 Nisan-Ağustos Osmanlı Meclis-i Mebusanı'nda Menteşe (Muğla) Mebusluğu, TBMM II. Dönem (Ara Seçim) ve III. Dönem İstanbul Milletvekilliği (İskat: 19 Ocak 1930) yapmıştır. Evli ve dört çocuk babasıdır. 11 Nisan 1923 - 8 Haziran 1924 Tarihleri arasında İstanbul Valiliği görevinde bulunan Ali Haydar Yuluğ, İstanbul'a itfaiye ve mezbahayı kazandırmıştır. Raşit Bigat Raşit Bigat, eski İstanbul Valisi. Mülkiye mezunudur. 1921 yılında Şehremane Müfettiş-i Umumiliği'ne getirildi. 1924 yılında da İstanbul Valiliği'ne atandı. 15 Haziran 1924 - 24 Eylül 1924 tarihleri arasında İstanbul Valiliği görevinde bulundu. 1939-1941 tarihleri arasında Toprak Mahsulleri Ofisi genel müdürlüğü yapmıştır. Distorsiyon Distorsiyon,eklemin fizyolojik sınırlarını aşan,ani bükülme ve gerilme sonucu eklem yüzlerinin ani olarak birbirinden ayrılmasıdır.Bunun sonucilu kapsül ve bağlardan bir kısmı gerilir veya yırtlır.Genellikle bilek ve diz eklemlerinde görülür.Kemik uçları birbirinden tamamen ayrılmadığı için uygulanan güç kalkınca eklem yine eski haline dönebilir.Eklem bütünlüğününün bozulmaması burkulmayı çıkıktan ayıran en önemli özelliktir. Distorsiyon bir müzik aletinin doğal sesinin değiştirilme, çarpıtılma işlemine denir. Yaygın olarak gitar ve elektrogitar için kullanılır. Diğer müzik aletleri ve insan sesi için de çeşitli distorsiyon gereçleri kullanılabilmektedir. Distorsiyonlu gitar sesi rock, heavy metal, blues, pop vb. birçok müzik türünde vazgeçilmez bir unsurdur. Bir müzik aletinin sesini distorsiyona uğratmak için; genel olarak ayakla kumanda edilen pedal biçiminde yapılmış elektronik aletler, dahilî distorsiyon işlevi gören elektronik devreleri de olan gitar yükselticileri ya da bilgisayar programları kullanılır. Yapılan müzik tarzına göre sonuçları farklı birçok distorsiyon pedalı bulunmaktadır. Örneğin blues için genellikle yumuşak distorsiyon (veya overdrive) pedalları kullanılırken, metal için çok sert ve sivri ses veren pedallar kullanılır. Bazı tek gövdeli gitar yükselteçleri dahili distorsiyon efektlerine sahip olabilmektedir. Giriş seviyesinde gitaristler için çoğu zaman yeterli olan bu türler, sınırlı seçenekler sunmaları nedeniyle sahne çalışmaları için yeterli olmayabilirler. Fotoğraf makinesi objektiflerinde,katot tüplü ekranlarda ve optik elemanlar içeren herhangi görüntüleme sistemlerinde sistem elemanlarının fiziksel hatalarından ve yetersizliklerinden kaynaklanan görüntü bozulmalarıdır. Fotoğraf makineleri ve video kameralarda kullanılan çok sayıda mercekten oluşan objektiflerde; boyut, ağırlık, malzeme kalitesi vb. fiziksel sınırlamaların bir sonucu olarak ortaya çıkarlar. Bunlar: Dışbükey bozulma ve içbükey bozulma olarak tanımlanırlar ve açısal bozulmalar olarak adlandırılırlar. Mercek sistemindeki elemanların görüntü eksenlerinin çakışmamasından kaynaklanan bozulmaya da teğetsel bozulma adı verilir. Teğetsel bozulma da görüntüde geometrik hatalara yol açar. Arzu edilmeyen durumlarda bu tür bozulmalardan kaçınmak için perspektif düzeltme olanağı veren objektifler kullanılır. Gelişen sayısal görüntüleme teknikleri sayesinde optik bozulmalar bilgisayar programları yardımı ile kolaylıkla düzeltilebilmektedir. Katot tüplü ekranlardaki görüntü bozulması, düzlem görüntünün sistemin yapısı gereği eğrisel yüzeye yansıtılmasından kaynaklanır. Kaliteli ekranlarda bu bozulmaları engelleyen elektronik devreler bulunur. Fotoğrafçılıkta çoğu zaman sorun yaratmayan hatta bazen özellikle kullanılan görüntü bozulmaları, haritacılıkta küresel yeryüzü görüntüsünün düzlem üzerine düşürülmesinde ve fotogrametri çalışmalarında denetim altında tutulması gereken önemli bir sorundur. Süleyman Sami Kepenek Süleyman Sami Kepenek (1881, Çanakkale - 1955, İstanbul), İstanbul eski valisi. Biga Belediye Reisliği yaptı. Kars valisi iken İstanbul Valiliğine atandı. 17 Kasım 1924-23 Aralık 1927 görev yaptıktan sonra, Aydın ve Sivas valilikleri yapmıştır. Zenofobi Zenofobi, yabancı korkusu-nefreti anlamında olup, Yunanca ξένος ("xenos",yabancı) ve φόβος ("phobos",korku) kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. Kişinin yabancılardan ya da bir şekilde kendisinden farklı olan insanlardan korkmasına ve nefret etmesine verilen addır. Değişik olanın tehlikeli olduğu düşüncesiyle oluşan bir korkudur. Irkçılık da bazen zenofobinin uç bir türü olarak nitelendirilmektedir. Bilimkurguda dünya-dışı varlıklardan korkma anlamına da gelir. Amerikan Psikiyatri Birliğinin "Akıl Hastalıklarının Teşhisi ve İstatistikleri Elkitabı"na göre bu fobi, fobinin nesnesiyle karşı karşıya kalan hastanın aşırı bir kuruntuya kapılmasına yol açar. Zenofobinin iki türü vardır. Birincisi bir topluluğun içinde olan ama o topluluğun bir parçası sayılmayan bir gruba karşı duyulan korkudur. Bu genellikle göçmenler ya da azınlıklar olur, fakat bazen yüzyıllardır bir arada olunan bir grup da olabilir. Zenofobinin bu türü tehcir ve en kötü durumda soykırım gibi vahşi ve saldırgan tepkilere de yol açabilir. İkincisi ise temelde kültüreldir ve bu durumda korkunun nesnesinin, yabancı sayılan kültürel farklılıklarıdır. Bütün kültürler dış etkilere maruz kalmaktadır ancak kültürel zenofobi genellikle belli şeylere yönlenmiştir, başka dillerden gelen sözcükler, içinde yaşanılan toplum tarafından benimsenmeye başlanmış tutumlar gibi. Nadiren insanlara karşı bir saldırıya dönüşür ama, kültürel veya dilsel saflaştırma gibi politik kampanyalarla sonuçlanabilir. Acura Acura, Japon otomobil üreticisi Honda’nın 1986 yılından bu yana sadece ABD, Kanada ve Hong Kong için üretilen lüks otomobiller için kullandığı bir markadır. Honda teknolojisiyle üretilen Acura markası, Meksika’da ilk kez 2004 yılında tanıtılırken Çin pazarında ise 2006 yılında tanıtılmaya başlanmıştır. Honda firması, Acura markası ile Japonya dışında üretilen lüks otomobil pazarında ilk sıraya yerleşti. Yaklaşık 10 yıl süren araştırma geliştirme çalışmaları sonucunda, 1986 yılında Honda Motor Şirketi Acura otomobil modellerini tanıtmak ve pazarlamak amacıyla Kuzey Amerika’da 18 temsilci açtı. Acura markası bu ülkedeki “ilk Japon lüks otomobil” olarak tarihe geçti. Amerika pazarına sunulan ilk modeller: Legend, V6-Güçlendirilmiş Coupe, Sedan ve Integra. Bu modellerin başarısı ile birlikte diğer Japon otomobil firmaları (Toyota Lexus ve Nissan' Infiniti) gibi markalar çıkarmış ve aralarında bir rekabet başlamıştır. Honda gün geçtikçe diğer birçok ülkelerede bu markasını sürmeyi planlıyor.Acura ABD'de en lüks otomobil seçilmiştir. 1986 yılında Legend, V6-Güçlendirilmiş Coupe, Sedan ve Integra modelleri ile Amerikan lüks otomobil pazarına giriş yapan Honda firması, 1991 yılında Legend modeli ile “En iyi ithal otomobil” ödülünü aldı. Bu ödülün ardından araştırma geliştirme çalışmalarına hız veren Honda devrim niteliğindeki VTEC teknolojisi ile üretilmiş yeni NSX modelini tanıttı. 1997 yılında Integra Type-R modeli tanıtıldı. 2001 yılında pazara sunulan MDX modeli aynı yıl içinde “En iyi spor otomobil” ödülünü aldı. 2002 yılında Honda tarafından yapılan bir açıklama ile Kuzey Amerika’daki Integra modelinin ismi RSX olarak değiştirildi. 2003 yılında CL Coupe ve Acura Integra Sedan modellerinin yerini (BMW 3 serisi modelleriyle rekabet edebilmek için) daha gelişmiş bir model olan TSX aldı. Artan rekabet ve talepler doğrultusunda 2004 yılında Acura modelleri Meksika pazarına tanıtıldı. Aynı yıl içinde piyasaya sürülen 3. jenerasyon Acura TL modeli Amerika’da en çok satan lüks otomobil oldu. 2005 yılında Acura TL modeli, Edmunds.com tarafından “En beğenilen araç” seçildi. Aynı yılın sonlarında SH-AWD teknolojisiyle üretilen Acura RL satışa sunuldu. Uzun süren pazarlama stratejileri sonunda 2006 yılında Honda, Çin pazarına tanıtıldı. Japonya iç pazarından gelen talepleri değerlendiren Honda firması Acura modellerinin 2008 yılında iç pazarda da satışa sunacağını açıkladı. İngilizce Wikipedia Acura başlığından Türkçeye çevrilmiştir. Aston Martin Aston Martin, İngiliz otomobil üreticisi firma. 1913 yılında Londra’da küçük bir atölyede Lionel Martin ve Robert Bamford tarafından kurulmuştur. İlk otomobillerini 1914 yılında piyasaya sürmüşlerdir. Aston Martin otomobilleri tamamen el yapımı olup, üzerlerine, en son parçayı monte eden işçinin adı yazılır. Araçta plastik madde kullanılmadığından küllük, düğmeler ve havalandırma ızgaraları alüminyumdan imal edilir. .1947'de şirket David Brown Engineering Limited tarafından satın alındı. Firmayı 2007 yılında Ford firması 924 milyon dolara motor sporları girişimcisi David Richards’ın önderlik ettiği bir yatırım grubuna satmıştır. Aston Martin, 1913 yılında Lionel Martin ve Robert Bamford tarafından kuruldu. Bu iki kişi güçlerini birleştirdiler ve sonraki yıllarda Callow Street, Londra'daki tesislerden Singer tarafında
n yapılan arabalar satın aldılar. Martin Aston Clinton yakınlarındaki Aston Tepesinde yarışırdı, daha sonra çift kendi arabalarını yapmaya karar verdiler. "Aston Martin" olarak adlandırılan bu araba; 4 silindirli , 1908 model bir şaseye Coventry Climax motor takılmış bir şekilde tasarlandı. İlk arabalarını Mart 1915'de Kensingon'da ki Henniker Placa adlı tesiste ürettiler. Ancak üretim I. Dünya Savaşı başlaması dolasıyla başlayamadı ve Martin de savaşa katılmak üzere deniz kuvvetlerine katıldı. Bütün ekipmanlar da Avition Şirketine satıldı. Savaştan sonra, şirket Aston-Martin adı ve yeni araba modelleri ile Abingdon Road, Kensington'da yeniden kuruldu. 1920 yılında Bamford şirketten ayrıldı ve Court Louis Zborowski şirketi ile çalışmaya başladı. 1922 yılında, Bamford & Martin, daha sonra da dünya rekorunu kıracakları Brooklands'da ki Fransa Grand Prix'ine katıldılar. Üç araba takımı ve 16 motor, yarışmak ve rekor kırmak üzere dizayn edildi. Yaklaşık 55 araç kısa ve uzun versiyon şeklinde olmak üzere satış için üretildi. Şirketleri 1924 yılında iflas etti ve Lady Charnwood'a satıldı. Şirket 1925 senesinde tekrar başarısızlığa uğradı ve 1926 senesinde Lionel Martin'in ayrılması ile fabrika kapandı. Sonraki yıllarda, yatırımcı Bill Renwick Lady Charnwood'dan fabrikanın kontrolünü aldı. Aston Martin olarak yeniden adlandırdı ve Feltham'da bulunan Whitehead Hava Yolları şirketinin eski çalışma alanına taşıdı. Renwick ve Bartelli birkaç sene ortaklaşa çalıştılar ve Ranwick'in patenti ile 4 silindirli motor dizaynı geliştirdiler. Sadece "Renwick ve Bertelli" motoru yapıldı ve "Buzzbox" adı ile adlandırıldı. Günümüzde hala sürmektedir. 1926 1937 yılları arası Bartelli hem teknik yönetici hem de Aston Martin arabalarının bütün yeni dizaynlarını yapan kişi oldu ve o tarihten sonra " Bertelli Arabaları" olarak adlandırıldı. Bu arabalar; the 1½-litre "T-type", "International", "Le Mans", "MKII" yarış için, the "Ulster", yarış için 2-litre 15/98'dan oluşuyordu. Aston Martin'in sponsorluğunu [[2. Bundesliga]] takımlarından [[TSV 1860 München]] yapmaktadır. Aston Martin resmi web sitesi [[Kategori:Formula 1 markaları]] [[Kategori:Otomobil üreticileri]] [[Kategori:İngiltere merkezli otomotiv şirketleri]] [[Kategori:Otomobil markaları]] [[Kategori:Aston Martin| ]] [[Kategori:Lüks markalar]] Bentley Bentley, bir İngiliz lüks otomobil üreticisidir. Bentley İngiltere'de 18 Ocak 1919 yılında Walter Owen Bentley tarafından kurulmuştur. Başlangıçta sadece motor ve şasi üretimi yapan şirket I. Dünya Savaşı'nda uçak motorları üretmesinin ardından; lüks otomobiller üretmeye başlamıştır. 1931 yılında Rolls-Royce tarafından satın alınan Bentley, 1998 yılına kadar aynı teknik kadro ile birbirlerine oldukça benzeyen modeller sunmuştur. 1998 yılında, Volkswagen'e 430 Milyon Paund'a satılan Bentley; 2005 yılında 3654'ü Amerika Birleşik Devletleri'nde olmak üzere, toplam 8627 araba satmıştır. Le Mans yarışlarında 6 birincilik kazanan firmanın merkezi ve fabrikası Manchester yakınlarındaki Cheshire'dadır. Bentley resmi web sitesi Bentley Blog Emperor (müzik grubu) Emperor, 1992 güzünde kurulan Norveçli black metal grubu. Grubun türü gittikçe değişmiş, progresif bir hal almıştır. Gitar ve seslendirmede Ihsahn, davulda Samoth, basta ise Mortiis grubun kurucu üyeleridir. Grup, black metali Norveç yeraltından dışarı taşımasıyla ünlüdür ve en saygın ekstrem metal gruplarından biridir. Ihsahn ve Samoth ilk kez bir rock müzik seminerinde karşılaştı ve tanışmalarının ardından farklı adlar altında (Dark Device, Xerasia, Embryonic) müzik çalışmaları yaptılar. Emperor’dan önce aldıkları en son ad Thou Shalt Suffer’dı. Gruba basgitarda Mortiis’in katılmasıyla Emperor kurulmuş oldu. 1992 Haziran ‘da çıkardıkları ilk demo "Wrath of the Tyrants" kısa zaman içinde yeraltında önemli bir popülarite kazandı ve bunun sonucunda Candlight grup ile bir kayıt sözleşmesi yaptı. Sözleşmenin ardından Samoth ritm gitarlara geçerken boşalan davula Bard Faust getirildi. 1992 yılının sonlarında, bir yıl sonra piyasaya sürülecek olan, Enslaved ile split albümleri "Emperor/Hordanes Land"’ı kaydettiler. Basa Tchort’un geçmesinin ardından Temmuz 1993’de Grieghallen Studios’da ilk stüdyo albümlerini kaydettiler. Bu kült black metal albümü "In the Nightside Eclipse", 21 Şubat 1994’te piyasaya sürüldü. Emperor’a büyük bir ün ve saygı kazandırdı. Albüm, yine Emperor’a ait olan "Anthems to the Welkin at Dusk" albümüyle birlikte black metalin en önemli albümlerinden biri olarak gösterilir. Albüm, önceki çalışmaların aksine melodiktir ve yoğun bir klavye kullanımı vardır. Albümün 1999 ve 2004 yılındaki yeniden sürümlerinde Bathory’den A Fine Day To Die ve Ihsahn’ın etkilendiği müzisyenlerden biri olarak gösterdiği Mercyful Fate’den Gypsy şarkılarının Emperor tarafından çalınan yeniden yorumları yer alır. Grup üylerinden Faust ve Samoth’un 1992 yılında işledikleri suçlar albümün çıkışının hemen ardından açığa çıkarıldı. Faust, kendisine eşcinsel ilişki teklif eden bir adamı öldürmüş, Samoth ise Mayhem ve diğer bazı black metal gruplarıyla birlikte kilise kundaklama olaylarına karışmıştı. Bu iki üyenin hapse girmesinin ardından davula Enslaved grubundan Trym, basa ise Alver getirildi. Yeni kadroyla çıkardıkları ilk çalışma, yine Grieghallen Studios’da kaydedilen Reverence adlı EP’leri oldu. Bu albümdeki üç şarkıdan biri olan The Loss and Curse of Reverence, ikinci stüdyo albümlerinde de yer bulacaktır. Diğer ünlü albümleri "Anthems to the Welkin at Dusk", 8 Temmuz 1997 yılında çıkarıldı. Bu albüm öncekinden daha da büyük bir başarı elde etti. İçinde Terrorizer ve Metal Maniacs’ın da bulunduğu metal müzik dergilerinin çoğu, albümü yılın albümü olarak gösterdi. Bu albümde senfonik müzik çok önlere taşınır ve ilk defa In the Nightside Eclipse’deki Inno A Satana’da kullanılan melodik vokaller, bu albümdeki şarkıların hemen hepsinde bulunur. Albümden With Strength I Burn, bazı black metal dinleyicilerince bütün zamanların en iyi black metal şarkısı olarak gösterilir . The Loss and Curse of Reverence için bir klip çekilmiştir. Albümün 1999 sürümünde Reverence albümünden iki parçanın yanı sıra, The Loss and Curse of Reverence'ın konser videosu, 2004 sürümünde ise Bir Fin televizyon kanalında yapılan röportaj yer alır. 1998 yılında Dynamo ve Milwaukee metal festivallerine katıldılar. Alver’in gruptan ayrılmasının ardından Ihsahn gitar, klavye ve vokalin yanı sıra bası da eline aldı. 1999 yılında, black metal grubu Thorns ile "Thorns vs. Emperor" split albümünü çıkardılar. Albümde Emperor, Thorns’un Aerie Descent parçasının farklı yorumunun yanı sıra, kendi eski şarkılarından I Am the Black Wizards, Inno A Satana, Thus Spake the Nightspirit ve Alsvartr şarkılarından alıntılar yaptığı industrial-experimental türde şarkılar kaydetmişlerdir. Grup 2000 yılında, yine oldukça olumlu tepkilerle karşılanan "IX Equilibrium"’u çıkardı. Bu albümde black metal daha gerilere çekilir ve geleneksel metal müzik öğeleri daha yoğun kullanılır. 22 Ekim 2001’de ekstrem progressive/senfonik metal türündeki " " albümlerini çıkardıklar. Bu albümde black metal öğeleri hemen hemen tamamen kaybolmuştur. Albümdeki çalışmaların çok büyük kısmı sadece Ihsahn’a aittir. Ihsahn’ın daha sonra başlayacağı solo müzik kariyerindeki tarzı, bu albümün devamı şeklindedir. Samoth ve Trym death metal’e, Ihsahn da progresif müziğe yöneldiklerinden grubu dağıtma kararı aldılar. Samoth ve Trym Zyklon’da, Ihsahn ise Peccatum’da çalışmalarını sürdürdüler. Grup 2005’in Eylül ayında, bir dizi konser vermek için tekrar bir araya geldi. Müziklerinde karmaşık gitar riflerine klavye yoğun şekilde eşlik eder. Tipik black metal özelliği olarak gitar solosu kullanılmaz, gitarların öne çıktığı bölümler daha çok progresif gitar rifleridir. Ezgiler genellikle Barok-Ortaçağ dönemindendir. Başlarda besteler Ihsahn veya Samoth’un veya ikisinin ortak çalışmalarının ürünüyken sonraki bestelerin hemen hepsi yalnızca Ihsahn'a aittir.. Şarkı sözleri başlarda satanizm temalıydı. Buna rağmen şeytan adı doğrudan kullanmaz, bunun yerine almighty emperor (en güçlü imparator), master of beasts (ucubelerin efendisi) gibi belirtkelere giderlerdi. Her albümüyle bu satanistik tema daha gerilerde kullanılır olmuştur. Grubun son zamanlarındaki şarkı sözleri daha çok doğa, mitoloji ve mistizm üzerinedir. Başlangıçta şarkı sözleri Samoth’a aitken, grubun son zamanlarında bu işi Ihsahn üstlenmiştir. Emperor, her türlü ekstrem metal türü dinleyicisi tarafından çok saygı duyulan ve takdir edilen bir grup olmasına rağmen grubun müziğinin izinden giden gruplar olmamıştır. Bunun nedeni olarak aşırı karmaşık ve progresif müzik ve bunun yanı sıra çok sayıda enstrümanın aynı anda ve armonik şekilde çalınması gösterilebilir. Tallit Tallit(טַלִּית) ya da Sefarad telaffuzuna göre Tallet (טַלֵּית): Musevilik dininde Yahudi erkeklerinin sabah dualarında taktıkları beyaz üzerine mavi çizgili şal. Tallit beyaz ipek ya da pamuklu kumaş üzerine mavi çizgilerden oluşmuştur. Musevilikte sabah duasının en erken okunabilmesi için güneşin mavi ile beyazı ayırt edebilecek aydınlığa ulaşması lazımdır, tallit çizgileri bu sebeple mavi yapılır, bir kişi odada ışık yakmadan sırf güneşin ışığıyla tallitteki mavi çizgileri görebildiği anda sabah duasına başlayabilir. Tallit'in 4 köşesinde özel biçimde bağlanmış püsküller bulunmaktadır bunlara İbranice'de tsitsit adı verilir bu püsküllerin her biri 8 ipten oluşur ve her püsküldeki düğüm sayısı 10-5-6-5 olacak şekildedir bu da Tanrı'nın isminin İbranice'deki yazılışı olan YHWH harflerinin rakamsal karşılıklarına denk gelmektedir. Tallit'i üzerine takan kişi doğal olarak Tanrının varlığını sürekli düşünecektir ve hissedecektir. Tallitin omuza gelen kısmında Atara adı verilen işlemeli bir bölüm bulunur bu da tallitin yönünü belirtmek içindir. Tallit sabahları özel bir dua ile takılır, dua esnasında herhangi bir sebeple çıkartılması icabederse katlanmadan bıralılırsa tekrar giyildiğinde giyme duasını söyleme
ye gerek yoktur. Tallit'in diğer bir kullanımı Sinagog'da evlenecek olan gelin ve damat üzerine gerilir. İsrail Devleti'nin bayrağı Tallit'in biçiminden ve renginden esinlenerek oluşturulmuştur. Buick Buick, Amerikalı bir otomobil markasıdır. 1899 yılında David Dunbar Buick tarafından Detroit, Michigan'da kurulmuş amerikanın en eski otomobil markasıdır. Günümüzde General Motors bünyesindedir ve bazı spekülasyonlara göre tıpkı Oldsmobile gibi Pontiac markasıyla birlikte piyasadan kaldırılması söz konusudur ama 2010 model LaCrosse'un tanıtılması Buick üretiminin devam edeceği sinyallerini vermektedir. 2010 modeli yeni LaCrosse 6 silindirli 3.0L ve 3.6L motor seçneklerine sahip olacak. Cadillac Cadillac, ABD'li lüks otomobil markası ve General Motors grubunun bir parçasıdır. 1902'de Henry Martyn Leland tarafından kurulan bu şirket adını Fransız kâşif, Detroit şehrinin kurucusu Antoine Laumet de la Mothe, Sieur de Cadillac'tan almıştır. Chevrolet Chevrolet, 1911'de kurulmuş olan ABD'li bir otomobil markasıdır. Adını Kurucusu Louis Chevrolet'in soyadından almaktadır. 1918'de % 54.6'sını satın alan General Motors bünyesine geçmiştir. Chevrolet'nin kısaltılmış adı Chevy'dir. 2015 sonu itibarı ile Batı ve Doğu Avrupa'dan çekilme kararı almıştır. Şirket ilk olarak 1914 yılında papyon şeklindeki logosunu kullanmıştır. General Motors'un amiral gemisi olan markalarından birisidir. Türkiye'de 2005 yılında 1.5 Milyar $ kazanç elde etmiştir. sadece otomobil değil kamyon ve kamyonet üretimi de yapmaktadır. Citroën Citroën () Fransız ana otomobil üreticisisi olan, PSA Peugeot Citroën grubunun 1976'den beri üyesi bir otomobil üreticisidir. Amblemin Anlamı : Açılı sembol. Fransızların çift açılı çavuş amblemi, daha önce başka bir Citroën ürünü olan dişli çarklarda kullanılıyordu. 1919 yılında araba yapımına başlayan Fransızlar, ürettikleri ilk arabalarında da çift açılı amblemi kullanmayı uygun buldular. Binek Araçlar Ticari Araçlar Konsept Araçlar DS Ürün Gamı Bazı modeller, ortak girişim ile üçüncü tarafta ya da ortak girişim fabrikalarnda üretilmektedir: Chrysler Chrysler Anonim Şirketi, 1925`te Amerika Birleşik Devletleri'nde kurulan, daha sonraki yıllarda da Dodge markasını satın alarak 1930'lu yıllarda Amerika'nın en geniş servis ağına sahip markası haline gelen Detroit, Michigan merkezli otomotiv firmasıdır. 1980'li yıllarda Mitsubishi markası ile ortak üretimler yapmış ve iflasın eşiğinden Voyager-Grand modeli ile dönmüştür. Chrysler, Dodge, Plymouth ve Jeep markaları adı altında üretim yapmıştır. Dodge, Jeep ve Chrysler, 2000`Haziran'ında Daimler-Benz'in satın almasıyla Daimler Chrysler otomotiv grubunun parçası haline gelmişlerdir. Bu ortaklığın ilk ürünü de 2002 yılında 3 milyon km test edilerek piyasaya çıkartılan, Amerika'daki adıyla Liberty, Avrupadaki adıyla Cherokee'dir. Firma 2007 yılında zarar ettiği için yüzde 80.1 hissesi 7.41 milyar dolara Cerberus şirketine satılmıştır. 2008 yılında başlayan ve 2009'un ilk aylarında devam eden küresel mali kriz sonucu 20.01.2009' tarihinde Fiat Chyrsler'in %35'ini aldığını ve anlaşma gereği bu hisse değerini %55'e çıkarma imkânının olduğunu duyurarak Chyrsler'i maddi sıkıntıdan biraz olsun kurtarmıştır. 20 Ocak 2014 tarihinde ise Fiat, Chrysler'in %100'ünü satın almıştır. Jaguar Cars Jaguar, İngiltere merkezli bir otomobil markasıdır. 1945 yılında kurulan firmayı BLMC (British Leyland), 1990 yılında Ford'a sattı. Jaguar, 2008'e kadar Ford'un PAG adı verdiği ve Land Rover, Volvo, Aston Martin gibi lüks ve prestijli markalardan oluşturduğu alt grubunda yer almaktaydı. 26 Mart 2008 tarihinde Hindistan'ın en büyük otomotiv markası Tata'ya satıldı. En önemli modeli 1965 yılında piyasaya sürülen E-Type, büyük bir satış başarısı elde etti. Diğer bir önemli model ise 1970-80 döneminde üretilen XJ-S 2 kapılı modeldir. Jaguar, otomobillerinin motor kaputunun üstünde yer alan ve zıplayan Jaguar figürünü, meydana gelebilecek kazalarda, yayaların yaralanma riskini azaltmak için değiştirmiştir. Firma, ürettiği yeni modellerine bu Jaguar figürü yerine, Jaguar resimli bir plaket monte etmektedir. Tadatoshi Akiba Tadatoşi Akiba (Japonca: 秋葉忠利, d. 3 Kasım 1942), Japon matematikçi ve siyasetçi. 1990'da Japon Sosyalist Partisi milletvekili olarak seçilerek 1999'e kadar aynı görevini sürdürmüştür. 1999'de Hiroşima'nın belediye başkanılığına seçilmiş ve 2003'te tekrar aynı göreve getirilmiştir. Anthems to the Welkin at Dusk Anthems to the Welkin at Dusk, 1997 tarihli Emperor albümüdür. Senfonik black metal türünde bir eseridir ve bu, grubun dağılışına kadar takip edeceği türdür. Tüm Emperor albümleri gibi (Wrath Of The Tyrants dışında) çığlık ve temiz seslendirmeler bir arada kullanılmıştır. Melodiktir ve karanlık bir atmosfer barındırır. 1999 yılında üç bonus parçayla yeniden piyasaya sürülmüştür. Albümden The Loss and Curse of Reverence adlı parçaya klip çekilmiştir. Bonus Parçalar(1999 sürümünde): Tsitsit Tsitsit, (İbranice: ציצת veya ציצית Aşkenazlar Tzitzis şeklinde okur): Musevi erkeklerinin sabah dualarında giydikleri Tallit ve dindar musevilerin içlerine giydikleri Tallit Katan (Küçük Talet)'in 4 ucuna takılmış püskül. Tevrat'ta geçen "Elbiselerinin dört köşesine püsküller dikeceksin" (Tesniye 22:12) emrinden dolayı Museviler köşeleri olan giyeceklere püskül takmak zorundadır, zamanla bu emir elbisenin içine, baştan geçirilerek giyilen 4 köşesinde püskül olan "Tallit Katan"'a dönüşmüştür. Aşkenazlar içlerine giydikleri bu Tallit Katan'ın tsitsitlerini gömleklerinin dışına çıkartıp sarkıtırlarsa da Sefarad'lar dışarıya çıkartmazlar. Tallit'in ve Tallit Katan'ın dört köşesinde özel biçimde bağlanmış bu püsküllere İbranice'de tsitsit adı verilir bu püsküllerin her biri 8 ipten oluşur ve her püsküldeki düğüm sayısı 10-5-6-5 olacak şekildedir bu da Tanrı'nın isminin İbranice'deki yazılışı olan YHWH harflerinin rakamsal karşılıklarına denk gelmektedir. Tallit'i üzerine takan kişi doğal olarak Tanrının varlığını sürekli düşünecektir ve hissedecektir. Tsitsit yapılırken 8 ipten bir tanesi diğerlerinden uzun tutulur 4'erli ayrılır ve Tallit'in 4 kenarına açılmış deliklerden geçirilir önce 2 düğüm atılır, sonra uzun ip diğerinin üzerine 10 defa sarılır, sonra 2 düğüm daha atılır bu sefer uzun olan ip diğerlerinin üzerine 5 defa sarılır, 2 düğüm daha atılır uzun ip diğerlerinin üzerine 6 defa sarılır, 2 düğüm daha atılır 5 defa sarılır ve en son 2 düğüm daha atılarak Tsitsitlerin biri tamamlanır, bu iş yapılırken konuşulmaması gerekmektedir. Eski dönemlerde bu 8 ipten bir tanesi mavi olurdu, bir deniz hayvanından elde edilen bu boyanın tonu konusunda farklı görüşler olduğundan günümüzde tsitsitler sadece beyaz ipten yapılır. Ancak Karay Musevileri ve bazı cemaatler hala mavi ipi kullanırlar. Playboy Playboy, ABD kökenli erkek dergisidir. 1953 yılında Hugh Marston Hefner tarafından kurulmuştur. Türkçede, çapkın erkekler için sıfat olarak da kullanılır. 1980'li yılların sonuna doğru Erkekçe dergisinin Türkiye'de gösterdiği tiraj başarısı sonucu Türkçe sürümü de dönemin Türkiye yasalarına uyarlanmış fotoğraf biçimleriyle çıkarıldı. İlk Türkçe sayısının Türk güzeli Burçin Orhon'dur. Otomotiv kısaltmaları Bu liste otomotiv kısaltmalarını ve J1930'a göre teknik terımleri içerir. ( Four wheel drive ) Knight Online Knight Online, Mgame Corporation ve Noah System tarafından geliştirilmiş ve NTTGame tarafından yayınlanan, çok oyunculu, devasa bir çevrimiçi rol yapma (MMORPG) oyunudur. Dünyanın farklı bölgelerinde farklı şirketler tarafından ücretsiz (Free2Play) veya ücretli (Pay2Play) olarak hizmete sunulan Knight Online'ın toplamda seksenden fazla ülkede milyonlarca oyuncusu bulunmaktadır. Knight Online, 2002 yılının Haziran ayında Demo beta sürümü olarak sunucularını açmıştır.Oyunun ilk adı Knight Empire'dir ve K2Network isimli şirket tarafından yayınlanmaya başlamıştır.Karakterlerin şu anda ulaşabileceği seviye sınırı 83 iken ilk açıldığı dönemde 65 Leveldi.Beta sürümünde sadece Ares sunucusu vardı.Tam sürüm olarak 4 Sunucuyla açılmıştır.Bu sunucular Ares, Dies , Beramus , Xigenon'dur.2004 yılında Knight Online ismini almıştır.Fire Drake isimli patch'in gelmesiyle birlikte Breth ve Piana haritalarının yerine Luferson Castle ve El Morad gelmiştir.2007 yılında New Moradon olarak gelen patch ile birlikte Moradon'un haritası değişmiş ve çok daha büyük bir harita olarak oyunculara sunulmuştur. 2012 yılında Mgame Corporation oyunun yayıncısı olan K2Network'e usulsüzlük yapması iddiasıyla ilgili olarak dava açmıştır.Bu iddialara göre K2Network Mgame'in Knight Online'a ait kaynak dosyalarını çalması, VPN ile sunuculara bağlanan MGame’in bağlantısını koparması, Mgame'den habersiz bazı Türk oyuncularıyla anlaşma sağlayarak oyun içi eşya karşılığında maddi gelir elde etmesi, Mgame'den izinsiz oyun için event düzenlenmesi ve daha çok maddi kazanç sağlamak adına Free2Play limitinin azaltılması gibi nedenler yer almaktaydı.Dava sonuçlandığında K2Network ve Mgame, Knight Online işletme lisansıyla ilgili karşılıklı anlaşmaya varmış ve Mgame oyunu NTTGame isimli şirkete devretmiştir. Oyunda kontrol edilebilen iki ırk ve her ırk için beş farklı karakter sınıfı bulunmaktadır. Bu nedenle oyunda kişiler arasında en çok fark yaratacak şey ırklar ve sınıf seçimleridir. Knight Online; Warrior (Savaşçı), Rogue (Okçu, Suikastçi), Magician (Büyücü), Priest (Rahip/Ruhban Sınıfı), Porutu ve Kurian olmak üzere altı temel karakter sınıfı içermektedir. Bu sınıflar kendi aralarında yeteneklerine göre ayrıldıkları gibi, oyuncular tarafından tasarımlarından farklı amaçlarla kullanılan (örneğin Battle Priest) sınıflar da bulunmaktadır. Hanukiya Hanukiya, Musevilikte Hanuka Bayramı'nda yakılan Menora'ya benzeyen fakat fazladan iki kolu daha olan 9 kollu şamdan. M.Ö. 169-166 yılları arasında Yahudi Makabiler Helenler'e karşı savaşırlar. İskender öldükten sonra M.Ö. 175 yılında Suriye Genel Valisi Antiohus Epiphanes hük
ümdar olur. Yahudi karşıtı düşünceleriyle bilinen bu hükümdar, yahudilerin dini ibadetlerini, Kaşer ve Sünnet kurallarını yasaklar ve Yahudilerin tapınağına heykeller yerleştirir. Makabiler'in Tapınağı ele geçirmesinden sonra tapınak heykellerden temizlenir ve tapınakta bulunan menora'yı yakmak için yağ aranır ancak sadece bir gün yanacak kadar saf zeytin yağı bulunur bunun üzerine bir mucize olur ve bir gün yanması gereken yağ 8 gün boyunca sönmeden yanar. İşte bu Mucizenin anısına Yahudiler her sene Hanuka bayramından 8 gün boyunca hanukiya yakarlar. Hanukiya Menora'ya benzeyen 9 kollu bir şamdandır bu şamdanın en ortadaki koluna Şamaş adı verilir bu diğerlerinden daha yüksektedir. Bu mum Hanuka boyunca her gün yanar. Hanukiya her gün özel bir dua ile evin bütün fertleri tarafından yakılır. İlk gün 1 mum ve Şamaş olmak üzere 2 mum, 2. gün 2 mum ve Şamaş olmak üzere 3 mum, 3. gün 3 mum ve Şamaş olmak üzere 4 mum ... 8. gün 8 mum ve Şamaş olmak üzere 9 mum yakılır. Böylece bir Hanuka boyunca toplam 44 mum yakılmış olur. Ezel Akay Ezel Akay (d. 20 Ocak 1961, İnegöl), Türk yönetmen. 1961 yılında İnegöl'de dünyaya gelen Ezel Akay, Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Amerika’da Villanova Üniversitesi’nde tiyatro öğrenimi gördü. İFR’nin kurucu ortağı olarak film prodüksiyonu sektörüne girmeden önce reklam metin yazarlığı, tiyatro yönetmenliği ve oyunculuğu, yapım asistanlığı ve amirliği yaptı. İFR’nin kuruluşundan bu yana, aralarında son on yılın unutulmazlarından “İş Bankası-Sağduyu”, “İş Bankası-Atatürk”, “Telsim-Çıldıran Müdür” filmlerinin ve son dönemde de “Kredi Kart-Migros”, “Mio-Türkiye’ye Doğan Temizlik Güneşi”, “Pimapen” ve “Microsoft-Korsan Yazılım” gibi son dönem filmlerinin de yer aldığı 500’den fazla reklam filmine yönetmen olarak imza attı. 1996 yılında Derviş Zaim ile “Tabutta Rövaşata” filminin yapımcılığını üstlendi. Film yurtiçi ve yurtdışı birçok festivalde ödül kazanırken uluslararası alanda en çok ödül alan yerli film unvanını elde etti. Daha sonra genel yapım sorumlusu olduğu ve yönetmenliğini Yeşim Ustaoğlu’nun yaptığı “Güneşe Yolculuk” filmi Berlin Film Festivali de dahil yerel ve uluslararası birçok festivalde ödül kazandı. 2001 yılında yapımı gerçekleştirilen ve yönetmenliğini Semir Aslanyürek’in üstlendiği, başrollerini Hülya Koçyiğit, Tuncel Kurtiz ve Aykut Oray‘ın paylaştığı “Şellale” filminin de yapımcılarından olan Ezel Akay, 2004 yılında yapımı tamamlanan Ahmet Uluçay’ın yönettiği, yurtiçi ve yurtdışı festivallerde birçok ödül kazanan “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” adlı sinema filminin de genel yapım sorumluluğunu üstlendi. Ezel Akay, 2004 yılında başrollerini Haluk Bilginer, Özcan Deniz ve Demet Akbağ’ın paylaştıkları, Levent Kazak'ın senaryosunu yazdığı, “Neredesin Firuze” filmiyle de yönetmenliğini üstlendiği ilk uzun metrajlı sinema filmine imzasını attı. En son olarak 2006 yılında vizyona giren, yine Levent Kazak'ın yazdığı, başrollerini Haluk Bilginer ve Beyazıt Öztürk'ün paylaştıkları "Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?" filminin yönetmenliğini yaptı. 20 Kasım 2009 tarihinde vizyona girecek olan son filmi 7 Kocalı Hürmüz'in çekimlerini bitirdi. Galip Derviş adlı dizide Hamdi "Fil Hamdi" Dönmez karakterini canlandırdı. Ezel Akay halen, kurucu ortak sıfatıyla İFR A.Ş. bünyesinde yönetmenlik ve yapımcılık yaparak kariyerini sürdürmektedir. Matbaacılık Matbaacılık, metin ve görüntülerin genellikle kâğıt gibi yüzeyler üzerine basılarak çoğaltılma işidir. Matbaanın ilk kez kullanılması Uzak Doğu’da başlamıştır. İlk matbaa, ağaç oyma tekniği kullanarak, MS 593'te Çin'de kurulmuş, ilk basılı gazete de MS 700'de Pekin'de çıkmıştır. 8. yüzyılda Japonya’da baskı yapıldığı, İmparatoriçe Shotoko'nun Budizm’in kutsal metinlerini Sanskrit dilinde Çin alfabesiyle bastırdığı bilinmektedir. Bilinen en eski eksiksiz basma kitap olan Tianemmen ruloları Çin'de 868'de basılmıştır. İlk kez tek tek harfler dökerek baskı yapmayı da 1040 yıllarında Pi Sheng adında bir Çinlinin porselenden harfler kullanarak denediği söylenmişti. Tun-Huang mağarasındaki buluntular, matbaayı Çinlilerden alan Uygurların 9. yüzyıldan itibaren baskı yaptığını göstermektedir. Öte yandan, Çin'den mi geldiği yoksa bağımsız mı geliştirildiği bilinmese de, Mısır'da 4. yüzyıldan itibaren kumaş üzerine ağaç oyma kalıplarla baskı yapılmaktaydı. Aynı teknikle Arapça metinlerin basılması 9. ve 10. yüzyıllarda gene Mısır'da başlamıştır. Avrupa da ağaç oyma kumaş baskısını İslam dünyasından alarak başlamıştır. Özellikle 15. yüzyılda Avrupa’da matbaacılığın üssü olan Hollanda'da basım tekniği çok gelişmiştir. O dönemde hattatlarca yazılan ve hakkaklarca kazılan tahta kalıpların yanı sıra Harlem kentinde ilk kez tek tek harflerle baskı denemelerini 1430 yılında Lourens Janszoon Coster’in yaptığı sanılmaktadır. Nihayet 1450'de Johannes Gutenberg, ortağı Fust ile birlikte Almanya'nın Mainz şehrinde metal harflerle basım tekniğini bulmuş ve matbaaya uygulamıştır. Gutenberg'in üretimi, özellikle de 1455'te bastığı İncil, yüksek kalitesi ve ucuz fiyatıyla kısa sürede başarılı olmuş, yeni buluş Avrupa'dan başlayarak tüm dünyada yaygınlaşmıştır. Daha sonra tipo baskı olarak adlandırdığımız bu matbaa tekniği sanayi devrimiyle doğan modern baskı makinalarının ve matbaacılık endüstrisinin temeli olmuş ve 20. yüzyıl sonlarına kadar gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk matbaası daha 1493 yılında, İbrahim Müteferrika'dan 234 yıl önce, İspanyol göçmeni David ve Samuel İbn Nahmias Kardeşler tarafından kuruldu. İlk kitap, Yakup ben Asher'in Arba'ah Turim eseri 13 Aralık 1493'te basıldı. İtalik hurufatı, sayfa düzeni, folyo işaretleme tekniği, metin başının büyük harfle belirtilmesi gibi yenilikleri matbaa sanatına kazandıranlar da 1530'da İtalya yolu ile İstanbul'a gelip yerleşen Sonsino ailesidir. Baskı yüzeyinin düz tabaka ya da rulo kâğıt (rotatif) dışında, matbaacılıkta kullanılan temel baskı yöntemleri şunlardır: Kısaca matbaacılık denilen karmaşık süreç, farklı teknolojilere ait çok sayıda işlemden oluşur. Uluslararası bir sektörel konsorsiyum olan cip4 tarafından hazırlanan JDF (Job Definition Format) iş tanımlama standardı kapsamında yüzden fazla işlem tanımlanmış, bunlar da geleneksel eğilime uygun olarak baskı öncesi, baskı ve baskı sonrası şeklinde üç alt süreçte toplanmıştır. Öncelikle basılacak işin tasarımı yapılır. Bu aşamada yazıların ve fotoğrafların bilgisayara aktarılması gerekir. Bilgisayara aktarılan görsel öğeler mizanpaj yazılımında bir araya getirilerek baskıya uygun tasarım oluşturulur. Bilgisayar yardımıyla yapılan bu işleme masa üstü yayıncılık da denir. Sonrasında, yapılan çalışmanın film çıkışları alınır. Film, baskı için kullanılan kalıbı oluşturmak için kullanılır. Filmden sonra da prova alınabilir. Filmden alınan provaya analog prova (Dupont firmasının Cromalin sisteminden dolayı sektörde "cromalin" adı ile bilinir) denmektedir. Analog provanın dışında baskıyı taklit eden yazıcılarla dijital prova da alınabilir. Film çıkışları alındıktan sonra alüminyum plakalar (kalıp) üzerine tasarımın görüntüsü çıkarılır. Kalıp çekme denilen bu işlem iki aşamada gerçekleşir: Film kullanarak kontakt baskı yani pozlandırma ve banyo. Günümüzde tasarımlar bilgisayardan direk kalıba alınabilmekte, CTP adıyla anılan bu sistem ile film ve montaj işlemleri ortadan kalkmaktadır. Kalıp çekildikten sonra baskıya geçilir. Baskı sonrasında selefon, lak gibi malzemelerle yüzey kaplama (laminasyon) uygulanabilir. Mücellithane makineleri kullanılarak da çok sayfalı ürünlerde katlama, harmanlama, iplik dikiş, tel dikiş gibi işlemler, kitap ve dergiler için kapak takarak ciltleme gibi, ambalajlar için kalıplı kesim gibi işlemler uygulanabilir. Yıldız Tilbe Yıldız Tilbe (d. 16 Temmuz 1966, İzmir), Kürt ve Zaza kökenli Türk şarkıcı-şarkı yazarı. İzmir'in Konak ilçesine bağlı Gültepe semtinde doğmuş olan Yıldız Tilbe, Kürt ve Zaza kökenli ailesinin altı çocuğundan en küçüğüdür. Ailesi içinde "Yadigar" takma adıyla hitap edilmiştir. Tuncelili ve Zaza kökenli olan Annesinin Altun, Ağrılı ve Kürt kökenli babasının adı Ali'dir. Babası Ali Tilbe mevsimlik işçiydi. Orta ikinci sınıfta okuduğu Mustafa Rahmi Balaban Okulu'nda eğitimini bırakmak zorunda kalmış, küçük yaşlardan itibaren şarkı söylemeye başlamıştır. 18 yaşından önce evlenmiştir. Evliliğinden "Sezen Burçin" adında bir kız çocuğu dünyaya getirmiştir. Daha sonra 5 yıl evli kaldığı Güngör Karahan'dan ayrılmıştır. Sonraları İzmir'de çeşitli gece kulüplerinde şarkıcılık yapmaya başlamıştır. Sahneye ilk olarak 1990 yılında Cengiz Özşeker'in patronu olduğu bir kulüpte başlamıştır. 1991 yılının sonlarında Sezen Aksu, Tilbe'nin ismini duyup kendisini dinlemeye gelmiş ve vokalistlik teklif etmiştir. İki sanatçı tanışmış, Tilbe vokalistlik teklifini kabul ederek İstanbul'a gelmiş, Sezen Aksu'nun evine taşınmış, konserlerinde ve albümlerinde vokallik yapmıştır. Sezen Aksu ile yolları ayrıldıktan sonra İstanbul'un gece kulüplerinde şarkı söylemeye başlamıştır. Bu sırada Cem Özer'in "Laf Lafı Açıyor" isimli programında solistlik teklifi almış ve bir süre programın solisti olarak şarkı söylemiştir. Bu programda kazandığı ün ile albüm teklifleri alarak 1994 yılının yazında "Delikanlım" isimli ilk albümünü yayınlamıştır. Bu yıllarda birçok sanatçıya hit olan şarkılar vermiş, vokaller yapmıştır. 1996 yılında narkotik şube tarafından sanatçının evine yapılan baskında bir miktar esrar bulunmuş ve Tilbe üç gün gözaltında tutulmuş ardından serbest bırakılmıştır. Esrardan kurtulmak için Balıklı Rum Hastanesinde bir süre tedavi görmüştür. Aynı yıl çıkardığı "Aşkperest" albümü beklenen ilgiyi görmemiştir. 90'lı yılların sonlarında İstanbul, Bursa ve Eskişehir'de çeşitli gece kulüplerinde çalışmaya başlamıştır. 2001 yılında çıkardığı "Gülüm" isimli albümü ile yıldızı yeniden parlamaya başlamıştır. Ve 2002 yılında çıkardığı "Haberi Olsun" isimli albümü ilgi toplamıştır. Akabinde 2003 yılında yayınladığı "Yürü Anca Gidersin" isimli albümdeki her
şarkı hit olmuştur. Sanat hayatı boyunca birçok ödül alan Tilbe, günümüzde hala en başarılı bestecilerden ve yorumculardan birisi olarak görülmektedir. 2004 yılında Tilbe rahim kanseri hastalığına yakalanmış bir süre Ankara Hacettepe Tıp Fakültesi'nde tedavi görmüş ve ameliyat olmuştur. Tilbe, hastalığını o dönemde yaşadığı ayrılık acısına bağlamış ve şöyle demiştir; Bir zamanlar, arabeskin efsane ismi Azer Bülbül tarafından evlenme teklifi almış ama Yıldız Tilbe bu teklifi kabul etmemiştir. Yazdığı şarkılarda hüzün, aşk ve ayrılık konularını edinmiş olan Yıldız Tilbe şarkıları ve bestelerinde romantik konuları işlemiştir. Aşk temasını şarkılarında imgesel olarak, güçlü bir dil ile anlatmıştır. Tilbe'nin albümlerinde seslendirdiği kendisine ait besteleri dışında birçok sanatçıya verdiği onlarca bestesi vardır. Sanatçının 1994 yılından 2005 yılına kadar yayınladığı toplamda dokuz albümünde yer alan şarkılarda bu temaları görmek mümkündür. Sanatçı kariyeri süresince 2004 yılında bir ilk olarak "Yıldız'dan Türküler" adlı albümünde seçme türkülere, 2009 yılında ise "Aşk İnsanı Değiştirir" albümünde arabesk ve halk müziklerine yer vermiştir. Şarkılarında günümüzde daha sade bir dil kullanmaktadır. Tarz olarak pop ile başlamış ve repertuvarını genişleterek arabesk, halk müziği ve sanat müziği formlarını da kullanmıştır. Gece kulüplerinde çalıştığı sırada İzmir'de, Sezen Aksu'nun kendisini dinlemeye gelmesi ile İstanbul'a gitmiş ve Sezen Aksu'ya 1992 yılında 9 ay boyunca vokalistlik yapmıştır. Daha sonra Cem Özer'in "Laf Laf Açıyor" programında solistlik yaparak şöhret kazanan Tilbe, 1994 yılı Haziran ayında Aydın Oskay'la anlaşarak "Delikanlım" isimli şarkısı ve aynı ismi taşıyan albümünü piyasaya sürerek ününü sağlamlaştırmıştır. Albümünün çıktığı yıllarda türk popunun zirvede olması, Tilbe'yi pop söylemeye itmiş ve pop müziğine önemli eserler vermiştir. Albüm içerisinde yer alan şarkıların birisi dışında hepsi Tilbe'ye ait olup, sanatçı albümünde seslendirdiği "Zülüf" adlı sözleri ve müziği Neşet Ertaş'a ait şarkıya da yer vermiştir. Albüm üç milyon satış tirajını yakalayarak en fazla satılan albümler arasında yer almıştır. Yıldız Tilbe, ilk klibini Cenk Torun'la birlikte oynadığı "Delikanlım" adlı parçaya çekmiş, bir yıl aranın ardından sanatçının 1995 yılında yayınladığı ikinci stüdyo albümü olan "Dillere Destan", on şarkıdan oluşmakta olup albümdeki şarkılar Tilbe'ye aittir. Sanatçı bu albümünde "Havalım" adlı söz ve müziği Tarkan'a ait ve "Mühür Gözlüm" adlı söz-müziği Neşet Ertaş'a ait şarkılara da yer vermiştir. 2 Ağustos 1996'da yayınlanan "Aşkperest" albümü sanatçının üçüncü stüdyo albümüdür. Albümde on üç şarkı yer alıyor olup, albümdeki şarkıların 9'u sanatçıya aittir. Albümde yedinci sırada yer alan "Gönül Çalamazsın" adlı türkü ise anonimdir. Delikanlım adlı şarkısının Remix'i bu albümdedir. Yorum ve söz olarak Tilbe'nin zirveye ulaştığı, pop müziğinin altın çağlarına değer katan bir albümdür. 1998 yılında yayınlanan ve sanatçının dördüncü stüdyo albümü olan bir diğer albüm "Salla Gitsin Dertlerini"dir. Albüm on iki parçadan oluşmakta olup albümde yer alan dört şarkının söz ve bestesi sanatçıya aittir. Albümde söz-müziği Pir Sultan Abdal'a ait "Geçti Dost Kervanı" adlı türkü de Tilbe tarafından yeniden yorumlanmıştır. 2001 yılında yayınlanan "Gülüm" adlı albümde yer alan şarkıların söz ve müziklerin tamamı Tilbe'ye ait olup, sanatçı albümde "Aşkın Cezam mı?" adlı şarkının klibinde yakın sanatçı arkadaşları ile beraber yer almıştır. Albüm, sanatçının İdobay Müzik adlı şirketle son çalışmasıdır. 24 Nisan 2002 tarihinde yayınlanan ve Yıldız Tilbe'nin beşinci stüdyo albümü olan "Haberi Olsun" on bir şarkıdan oluşuyor olup, albümde yer alan on şarkının bestesi sanatçıya aittir. Albümde ilk ve ikinci sırada yer alan "Haberi Olsun" adlı şarkının iki ayrı versiyonuna albüm içerisinde yer verilmiş, "Haberi Olsun", "Aşk Laftan Anlamaz ki" ve "Ummadığım Anda" adlı şarkılara klipler çekilmiştir. Albümün de ismi olan "Haberi Olsun" adlı şarkıya, daha sonra bir remix yapılmıştır. "Yürü Anca Gidersin" 12 Mayıs 2003 tarihinde yayınlanan Yıldız Tilbe'nin yedinci stüdyo albümüdür. Albümde on iki şarkı yer alıyor olup, albümdeki şarkıların tamamı sanatçıya aittir. Albümün düzenlemelerini Ozan Doğulu ve Selim Çaldıran yapmıştır. Albümde yer alan "Yürü Anca Gidersin", "Çabuk Olalım Aşkım", "E mi" ve "Çat Kapı" adlı şarkılara klipler çekilmiş, 2004 yılında yayınlanan "Yıldız'dan Türküler" adlı albüm, Yıldız Tilbe'nin Türk kültürlerine ait şarkıların kültürel ezgilerle söylediği Türk Halk Müziği şarkılarının yer aldığı şarkıların yer aldığı sekiz stüdyo albümüdür. Albümde yirmi türkü sanatçı tarafından yeniden yorumlanmıştır. Tilbe bu albümüyle 2004 Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde "En İyi Türk Halk Müziği Kadın Sanatçısı" ödülüne layık görülmüştür. 2004 yılında yayınlanan bir diğer albüm ise "Sevdiğime Hiç Pişman Olmadım"dır. Yıldız Tilbe'nin ilk tekli çalışmalarına yer verdiği bu albümde söz ve müzikleri sanatçıya ait iki şarkı yer almaktadır. Değerini Bilmek Gerekir Aşkın isimli parçanın sözleri, Şili'li yazar-şair Pablo Neruda'ya ait olup, bestesi Yıldız Tilbe'ye aittir. Albümde "Sevdiğime Hiç Pişman Olmadım" şarkısının iki remiks versiyonu, "Değerini Bilmek Gerekir Aşkın" şarkısının ise 1 remiks çalışması yer almakta olup aynı şarkılara klipler çekilmiştir. 15 Mayıs 2005 tarihinde yayınlanan "Papatya Baharı" adlı albüm Tilbe'nin 10. albümü olup, albümde "Kendimi Vermiyorum", "Yar Yanına Geleceğim", "Papatya Baharı" adlı şarkıların pop-rock, slow ve remiks versiyonları dahil olmak üzere 18 şarkı yer almaktadır. Albümdeki şarkıların söz ve müziklerinin tamamı Tilbe'ye aittir. 2006 yılında yayınlanan ve sanatçının maxi-single çalışması olan Tanıdım Seni, altı şarkı ve iki versiyonla toplamda sekiz şarkı barındırıp, sanatçının on bir albümüdür. Albümdeki tüm şarkıların söz ve müziği Yıldız Tilbe'ye aittir. Yine sanatçının bir diğer albümü 31 Ocak 2008 tarihinde yayınlanan, on altı şarkıdan oluşan ve Tilbe'nin on iki stüdyo albümü olan "Güzel"dir. Albümde on beşinci sırada yer alan "Şarkıların Şarkısı" adlı şarkının sözleri, sanatçının 2008 yılına dek kendi albümlerinde ve diğer şarkıcılardaki şarkıların isimlerinden veya şarkı sözlerinden derlenmiştir. 20 Mayıs 2009 tarihinde yayınlanan "Aşk İnsanı Değiştirir" adlı albümde ise Tilbe, arabesk ağırlıklı şarkılar seslendirmiştir. Albüm iki ayrı CDden oluşup, albümde "Ağla Yüreğim", "Aşk İnsanı Değiştirir", "Gözleri Kara Sevgilim", "Ben Bir Karar Verdim", "Seni Sevmek İstemiştim" isimli şarkıların söz ve müzikleri sanatçıya aittir. Çıkış şarkısı Erkin Koray klasiği "Anma Arkadaş" şarkısıdır. Albüm yirmi üç şarkıdan oluşmakta olup listelerde satış rekorları kırmış, 12 Mayıs 2010 tarihinde Seyhan Müzik etiketiyle yayınlanan on dört albümü "Hastayım Sana"dır. Albümde on şarkı yer almaktadır. Şarkıların tamamı Yıldız Tilbe'ye ait olup iki tanesi daha önceden sanatçı arkadaşlarına verdiği Ayrılamam Ve Hiç Kimse Değilim şarkılarını kendi yorumu ile albümüne almıştır. Pop ağırlıklı bir albümdür. Albümde "Hastayım Sana", "Bu Evde Senle" ve "Sevgilim Benim" şarkılarına klip çekilmiştir. 4 Ağustos 2011 tarihinde "Oynama" isimli albümünü çıkarmıştır. Albümün çıkış parçasının müziği dünyaca ünlü bas-gitar sanatçısı Marcus Miller'e ait Blast melodisir. Tilbe, bu müziğin üzerine sözler yazmıştır. Oynama'nın Blast versiyonu dışında bir de Türkçe versiyonu mevcuttur ve video bu versiyona Kemal Doğulu tarafından çekilmiştir. Daha önce sanatçı arkadaşı Toprak tarafından da seslendirilen "Aklım Hep Sende" isimli türkü, albümün Türk Halk Müziği tarzındaki tek şarkısıdır. Albümde toplam dokuz şarkı yer alıyor; iki şarkıya müzik klibi çekilmiştir. Tilbe'nin Hakan Altun'la düet yaptığı şarkısı Ruh İkizi ve maNga grubu ile "Hani Biz" şarkıları ile müzik gündeminde adından bahsettirmiştir. 2012 yılının başlarında TRT Müzik kanalında 5 hafta süren "Şarkıların Yıldızı" adlı müzik programı yapmıştır. Program daha sonra TRT'nin maddi imkanlarının yetersizliği gerekçesi ile yayından kaldırılmıştır. 28 Ekim 2012 tarihi itibarıyla her pazar akşamı Flash TV'de yayınlanan "Yıldız Tilbe ile" isimli televizyon programıyla ekranlara geri dönmüştür. Terör Dağı (Antarktika) Terör Dağı ("Mount Terror"), Antarktika'daki Ross Adası'nın doğu bölümünü oluşturan, büyük, bazalt yapılı ve sönmüş bir kalkan yanardağıdır. Terör Dağı, Ross Adası'nı oluşturan 4 yanardağ içinde, 30 km kadar batısında bulunan ve adanın tek etkin yanardağı olan Erebus'dan sonra ikinci büyük olandır. Çoğunlukla kar ve buzla örtülü olan dağın eteklerinde, çok sayıda cüruf koni ve kubbeleri bulunur. Zirvesindeki kayalar üzerinde henüz çalışma yapılmamış olan Terör Dağı'nın daha alt bölgelerindeki kayaların 0.82 - 1.75 milyon yaşında olduğu belirlenmiştir ve dağın o dönemlerden bu zamana kadar bir yanardağ etkinliği gösterdiğine ilişkin herhangi bir ize rastlanmamıştır. Terör Dağı, yapmış olduğu coğrafya keşifleri nedeniyle sonradan ""Sir"" unvanıyla onurlandırılan bir İngiliz deniz subayı ve kaşif olan James Clark Ross tarafından keşfedilmiştir. 1839'la 1843 yılları arasında, komutasındaki HMS "Erebus" ve HMS "Terror" adlı gemilerle Antarktika'ya keşif gezileri düzenlemiş olan James Clark Ross, kıtanın kıyı şeridinin çoğunluğunun haritasını çıkarmış ve 1841'de de Ross Denizi, Victoria Arazisi ve gemilerinin adlarını verdiği Erebus Dağı ile Terör Dağı'nı keşfetmiştir. Terör Dağı'na, ilk defa, 1959'da ve bir Yeni Zelanda ekibi tarafından çıkılmıştır. Terör Ucu ("Terror Point"), Terör Dağı'nın hemen güneyinde (77° 41' G, 168° 13' B), MacKay Burnu'ndan ("Cape MacKay") batı-kuzeybatı doğrultusunda 6 km uzakta bulunan ve Sis Körfezi'nin ("Fog Bay") doğu sınırını oluşturan bir uçtur. Bu isim, ilk defa, 1901-1904 yıllarındaki İngiliz Ulusal Antarktika Keşif Seferi ("British National Antarctic Expedition") üyelerince ve bu ucu kuzeybatıdan gören Terör Dağı'na bir gönderme olarak kullanılmıştır. Gün Sazak Gün Sazak (1932, Sazak,
Mihalıççık - 27 Mayıs 1980, Ankara), 12 Eylül öncesi Gümrük ve Tekel Bakanıdır. Süleyman Demirel'in Başbakan olduğu 27 Mayıs 1980 tarihinde eşi ile gittiği bir ziyaretten dönüp arabadan eşyalarını indirirken Marksist-Leninist Dev-Sol tarafından çapraz ateşe alınarak öldürülmüştür. Öldürüldüğü tarihte MHP Genel Başkan Yardımcısı olan Sazak, Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sazak köyünde toprağa verildi. Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sazak köyünde doğan Gün Sazak, Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokrat Parti eski milletvekillerinden Emin Sazak'ın oğludur. İlk ve orta tahsilini Eskişehir'de, yüksek tahsilini de ABD'de yapmıştır. Sazaklar Eskişehir'de geniş topraklara sahip çiftçilik yapan bir ailedir. Bu yüzden Gün Sazak Amerika'ya ziraat okumaya gönderilir. Yüksek tahsilini tamamlayıp yurda dönen Gün Sazak toprak işlerine girer, modern teknoloji ile işlerini geliştirir, verimi arttırır. Diğer taraftan da inşaat müteahhitliğine başlar. MHP genel başkan yardımcısı iken 21 temmuz 1977'de kurulan ikinci Milliyetçi Cephe hükumetinde milletvekili olmadığı halde dışarıdan Gümrük ve Tekel Bakanı olarak görev aldı. Güneş motel vakasıyla 11 Adalet Partili milletvekilinin AP'den istifa edip CHP'ye geçmesiyle II. Milliyetçi Cephe hükumeti düşürüldü. 11 milletvekilinin hepsine de bakanlık verilince Gün Sazak'tan boşalan Gümrük ve Tekel Bakanlığını Tuncay Mataracı aldı. Tuncay Mataracı'nın yolsuzluklara karıştığı iddiası Milliyet Gazetesi başyazarı Abdi İpekçi tarafından sert bir dille eleştirildi. Uğur Mumcu'ya göre Abdi İpekçi, kaçakçılık konusunda açıkça MHP'li Gün Sazak'ı desteklemektedir. Oysa siyasal görüşleri Gün Sazak'ınkiyle taban tabana zıttır. Fakat İpekçi Mataracı'nın kaçakçılık konusundaki tutumunu saptamış ve bu yüzden siyasal görüşüne katılmadığı Sazak'ı, desteklemeyi uygun görmüştür. Ayrıca CHP'nin sol kanadından İzmir Milletvekili Süleyman Genç "Ben inceledim, cumhuriyet kurulduktan bu yana gümrüklerdeki soygunu fikri ve felsefesi benimle yüzde yüz ters olan Gün Sazak önlemiştir" diye konuşur. Milliyetçi Cephe Dönemi'nde 5,5 ay bakanlık yaptı. Fenerbahçe eski başkanlarından (1993-1994) Güven Sazak ve Atletizm Federasyonu eski başkanlarından Yılmaz Sazak'ın (ölüm: 15 Temmuz 2000) kardeşidir. Oğlu Süleyman Servet Sazak da MHP den bir dönem (TBMM 21. dönem, 1999 seçimleri) Eskişehir Milletvekilliği yapmıştır. Dumlu Kalesi Dumlu Kalesi, Ceyhan'ın 17 km kuzeybatısında Sağkaya bucağının Dumlu (Tumlu) mahallesinin batısında ve 75 m kadar yükseklikteki sert kalkerli bir tepe üzerindedir. 12. yüzyılda yapıldığı sanılmaktadır. Çevresi 800 metredir. Sekiz burçludur. Ovaya bakan doğu köşesinde gözetleme kulesi bulunmaktadır. Tek kapısı doğuya bakmaktadır. Kale içerisinde yapı kalıntıları ve sarnıçlar yer almaktadır. Tepe etrafında kaya mezarları görülmektedir. Kalenin kuzeyinde yarım haç şeklinde birçok mezar vardır. Bu mezarlar genelde küçük el yapımı mağaralar biçimindedir. Kuzeybatısında mozaikler bulunan kalede yakın zamanda bir mağara mezar ve bir toplu mezar ortaya çıkmıştır. Köylülerin anlatımlarına göre kalenin tarihi dokusu 1989'da ABD'lilerin petrol arama çalışmaları sırasında zadelenmiştir. Mercimek, Ceyhan Mercimek, Adana'nın Ceyhan ilçesine bağlı bir mahalledir. Belde'nin ismi 1928 yılına ait Türkçe kaynaklarda Nogay Mercimek ve Abzeh Mercimek olarak geçmektedir. Günümüzde ise Mercimek ismiyle anılmaktadır. 2008 yılında 6360 sayılı kanunla belediye statüsü sona ermiştir. Ceyhan ilçesine 13 km uzaklıktadır. Ses gücü amplifikatörü Amplifikatör (Fransızca: "amplificateur", kısaca "ampli"), müzik sistemlerinde yükseltici olarak kullanılır. Kaynak cihazlardan (CD çalar, pikap gibi) çıkan ses sinyallerini güçlendirerek hoparlörlere gönderme görevini üstlenir. Çeşitli mimariler ve bu mimari özelliklere dayanan sınıflandırmalar mevcuttur, ama asıl sınıflandırma transistörlü yapıda olanlar ve vakum tüplü, yani eskiden beri Türkçeye yerleştiği şekli ile, lambalı yapıda olanlar arasındadır. 2 ve 4 kanallı olarak piyasada mevcuttur. Bunlarla birlikte son yıllarda yaygınlaşan hibrid (melez) tasarımlar da vardır. Yine bunlara ek olarak entegre yapıdakiler, giriş/güç katı ayrı kasalar halinde üretilenler ve monoblok (güç amplileri için) şeklinde ana yapıdan bağımsız alt sınıflandırmalar da mevcuttur. Çıkış katı yapısına göre amplifikatör sınıflandırmaları şu şekildedir: Bunlar haricinde F,G,H sınıfları gibi yeni tasarımlar da bulunmaktadır. Yukarıdaki ana sınıfların beraberce kullanılmasına dayanırlar. Neredeyse her firmanın farklı çözümleri bulunmaktadır. Amplifikatörlerin genelde ısınma gibi bir takım dezavantajları olduğu için bilgisayar sektöründe sıkça karşımıza çıkan ve ısıyı yayma maksadıyla kullanılan aluminyum metali kullanılır. Genelde bu maddeden yapılmış bir kasayla hazırlanırlar. Bu kasa hem görünüşü, hem de soğutma özelliği sayesinde sektörde geniş kulanım alanına sahiptir. Amplifikatör içindeki entegre ve benzeri yarı iletken maddeler bu kasa üzerine yüzeyleri temas edecek şekilde montajlanır ve kasa entegrelerle bir bütün olarak çalışır. Fan barındıran modeller de bulunmakta ve kasanın soğumasına hava akımıyla katkıda bulunulmaktadır.Birçok amplifikatör sac kutu içerisinde imal edilir.Burada Kasanın önemi büyük bir yer tutar. Prozodi (müzik) Prozodi veya müzik prozodisi, müziğin sözlere, sözlerin nağmelere, çeşitli vasıtalarla uygulanmasına ve her ikisinin de beste diksiyonu, mânâ ve âhenk bakımından başarılı bir şekilde kaynaşmasıdır. Zülfü Livaneli de Nâzım Hikmet'in Karlı Kayın Ormanı şiirini bestelerken prozodi hatası yapmıştır. Grup Yorum da yine Nazım Hikmet'in Hoşçakalın Dostlarım şiirinin bestesinde prozodi hatası yapmışlardır. Türk müzik âlimi H. Saadeddin AREL'in Türk Mûsikîsi PROZODİ adlı kitabında bu konu tüm detaylarıyla anlatılmıştır.Konuyla ilgili olarak Ahmet Hatipoğlu'nun da bir kitabı bulunmaktadır. Prozodi; ritim ve mânâ bakımından, sözlerin ve müziğin birbiriyle uyumudur. Ritm (usul) ve mana (anlam) prozodisi olmak üzere ikiye ayrılır. Jaklin Çarkçı Jaklin Çarkçı, Türk opera sanatçısı (mezzo-soprano). Türkiye Ermenisi Çarkçı, Babası Jirayr Çarkçı gibi, İstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçılarındandır. 18 Aralık 2005'de İtalya'nın Foggia kentinde, İtalyan besteci Umberto Giordano adına düzenlenen uluslararası müzik müsabakasında 42 katılımcı arasında birincilik ödülünü Koreli tenor Lee Dong Hwa ile paylaşmıştır. 11 yıldır verilen bu ödülü alan ilk kadın sanatçıdır. Carmen, "Amneris" (Aida) ve "Azucena" (Il trovatore) rollerindeki performansı ile dikkat çekmiştir. Lamba (ses) Hi-Fi terminolojisinde lamba. Aslında İngilizce'den vakumlu tüp olarak çevrilebilecek olan terim zamanla değişerek lamba olarak yerleşmiştir. Müzik sistemlerinde özellikle amplifikatörlerde bir yükseltme ünitesi olarak kullanılmaktadır. Elektrotlar, vakumlanarak havası alınmış cam tüp içerisinde bulunur, filaman yardımıyla ısıtılan elektrotlar elektron yaymaya başlarlar. Anot ve katot arasındaki bu elektron akışı sayesinde sinyaller yükseltilir. Son yıllarda amplifikatörler dışında, CD okuyucular gibi çeşitli kaynak cihazlarda da kullanılmaya başlanmıştır. Uzun yıllar farklı ülkelerde üretildikleri için, hemen her ülkede farklı kod sistemleri kullanılır. En çok bilinenler, Amerikan ve Avrupa kod sitemleridir. Bu kod sistemlerinin birbirine çevrilmesi amacıyla tablolar kullanılmaktadır. Ayrıca bu kodlar lamba hakkındaki ana karakteristikleri ve soket tiplerini de verir. Ortaya çıkmasından itibaren vakumlu tüpler çeşitli elektronik cihazlarda da kullanılmaya başlandı. İlk olarak askeri iletişim araçları (telsizler) ve hastanelerdeki kimi cihazlarda kullanılırken, zamanla kullanım alanı genişledi. Ses sinyalinin yükseltilebileceğinin bulunması ile Hi-Fi alanında da kullanılmaya başlanmış ve transistörler keşfedilene kadar kullanımda kalmıştır. Transistörlerin yaygınlaşması ve ucuzlaması sonucunda bile tamamen ortadan kalkmamış, bu yapıya sahip ekipmanların üretimi devam etmiştir. Özellikle Hi-Fi sektöründe sıcak ses verdiği için günümüzde de kullanılmaya devam etmektedir. Bazı modern ekipmanlarda rastlamak olasıdır. Dünya çapında önemli fabrikalar lamba üretimine devam etmektedir. Örnek olarak, Rus savaş uçaklarından Mig-29'un iletişim sistemlerinde hâlâ lamba kullanılmaktadır. Lambalar içlerindeki plakaların sayılarına göre isimlendirilirler. Bu plakalar aslında elektrottur. Örneğin triyodlarda üç elektrot, diyotlarda ise iki elektrot kullanılmaktadır. Bu şekilde latince olarak isimlendirmeleri yapılmıştır. Farklı kullanım amaçları için farklı özelliklere sahip lambalar üretilmiş olup, sinyalleri çeşitli oranlarda büyütebilen farklı çeşitleri olabildiği gibi, elektrik akımını düzenleyenler de bulunmaktadır. Günümüzde lambaların yerini neredeyse tamamen transistörler (hatta tümleşik devreler) aldıysa da, yüksek güçlü yüksek frekans üretiminde halen alternatifsizdir. Örneğin yersabit haberleşme uydularındaki aktarıcılarda lambalar kullanılmaktadır. Paleosen Paleosen, zamanımızdan 65 milyon yıl önce başlayıp 23 milyon yıl önce sona eren jeolojik zaman dilimidir. Kraetase döneminin sonunda bugünküne benzeyen Türkiye belirmeye başlamıştır. MM iğne MM iğne, plak üzerinde basılmış ses izlerini okuyan bir iğne türüdür. Okunan izler sinyal haline gelerek, yükseltilmek üzere fono katına gönderilir. MM iğne özellikle düşük fiyatları ve üretiminin göreceli olarak MC iğnelere göre daha basit olması nedeni ile çok yoğun olarak kullanılmaktadır. Fakat gerek frekans aralığı gerekse de hassasiyet, MC iğnelerden biraz daha düşüktür. Özellikle giriş seviyesi pikaplarda yoğun olarak kullanılırlar. Mikrofilm Mikrofilm, fotoğrafları, planları, matbu yazıları, yazı parçalarını kısaltılmış halde depolamak, muhafaza etmek veya neşretmek için kullanılan fotoğraf filmi. Bir bilginin orijinal kaynağı, mesela bir gazete, istenilen ebadda (16 mm, 35 mm, 70 mm, 105 mm) fotoğrafı çekilerek saklanabilir. Kısaltılmış halde muhafaza edildiğinden bilgiler daha küçü
k yerde, daha yüksek miktarda muhafaza edilebilir. Mesela, kısa bir film şeridine bir kitabın filmi çekilip saklanabilir. Böylece film, kitabın kapladığı yerden çok daha az yer kaplamış olur. Mikrofilm bilgi işlem dairelerinde çok rahat kullanılmaktadır. Her mikrofilm kaydı, okuma cihazı ile hemen okunabilir veya neşredilmek üzere işlem yapılabilir. Mikrofilmin neşriyatta ehemmiyeti büyüktür. Mesela, bir bilgisayardan çıkan malumatın mikrofilmi çekilerek çok sayıda, ucuz ve seri bir şekilde çoğaltılabilir. Yoksa mikrofilmi çekilmeseydi o kadar yazının aynı ebadda çoğaltılması çok zor olurdu. Oryantal metal Oryantal metal, Oryantal öğeler kullanan heavy metal alt türü ya da folk metal türüdür. 1990 yılında ortaya çıkmıştır. Yerel Orta Doğu ve Mezopotamya müzikal öğelerini barındırır. Oryantal metal olarak değerlendirilebilecek ilk albüm Salem'in Creating Our Sins albümüdür. Türü devam ettiren önemli gruplar; İsrailli Orphaned Land, Melechesh, Tunuslu Myrath, Türk Mezarkabul, Almora, Ermeni Ayas ve Oaksenham'dır. Fono katı Her kaynak cihaz (CD çalar, teyp vesaire) bir çıkış sinyali üretir. Bu standart sinyal gücü amplifikatöre giriş yapılarak yükseltilir ve hoparlörlere aktarılır. Bu noktada pikapların sinyal gücü tüm diğer kaynaklardan daha azdır. Bu yüzden pikap iğnesinden gelen sinyal önce yükseltilip amplifikatöre o şekilde aktarılmalıdırlar. İşte bu yükseltme işlemi "pre amplifikatör"ler tarafından fono katında yapılmaktadır. Pikaplarda kullanılan MM iğneler ve MC iğneler için farklı yükseltme seviyeleri bulunması gerekir. MC iğnelerin yapılarından kaynaklanan sinyalin daha da az kuvvetli olma özelliği, bu tip iğne ile donatılmış pikapların daha fazla yükseltme ihtiyacına sahip fono katları ile kullanılma durumunu ortaya çıkartır. MM MC iğne MC iğne, bir pikap iğnesi tipidir. İngilizce "Moving Coil" kelimelerinin baş harflerinden oluşturulmuştur. Türkçeye hareketli bobin olarak çevirilebilir. Özellikle üretiminin maliyetli olması ve beraber kullanıldığı sistemin belli özelliklere sahip olması gerekliliğinden dolayı daha az kullanılan bir iğne türü olsa da, özellikle frekans aralığının genişliği ve yüksek ses kalitesinden dolayı odyofil'ler tarafından tercih edilen bir iğnedir. Bu iğne türünde mıknatıslar sabit durumda olup, iğnenin bağlı olduğu bobinler plak üzerine kaydedilmiş izler sayesinde sabit mıknatıslar içerisinde hareket ederek sinyali üretmektedirler. En düşük ses sinyali üreten iğne tipi budur.> Özellikle son yıllarda hareketli bobinlere sahip pikap iğnelerine olan ilgi arttığından dolayı üreticiler, fono katlarında hareketli bobin iğnelere destek vermeyen pre amplifikatörlerle kullanılabilecek yeni bir MC iğne türevini de üretmişlerdir. Bu iğne aynı çalışma mantığına sahip olsa da çıkış hassasiyeti MM iğneler ile aynıdır. Bu sayede kullanımında özellikle 2000'li yıllarda artış olmuştur. Pikap Pikap (), plaklar üzerine kaydedilmiş ses sinyallerini okumaya yarayan kaynak cihazdır. Şasi, kol, tabla, motor ve MM (Moving Magnet) iğne, MC (Moving Coil) iğne ana parçalarıdır. Plak üzerine üretim aşamasında aktarılmış olan, göz ile görülemeyecek kadar ufak girinti çıkıntılar okunarak ses sinyali üretilmektedir. Genel olarak iki tipi bulunmaktadır: Günümüzde en çok kabul gören ikinci tipte üretilen modellerdir. Hatta son yıllarda motor ana şasinin dışına taşınarak, oluşabilecek titreşimlerin azaltılmasına yönelik iyileştirmeler de sağlanmıştır. Çeşitli devirlerde üretilmiş plakları okuyabilen farklı pikaplar üretilebildiği gibi genel olarak tüm formatları destekleyen okuyucular da bulunmaktadır. Günümüzde özellikle 45 ve 33 1/3 turluk plaklar daha yaygın olsa da, 78 devirlik plakları da okuyabilen pikaplar bulunmaktadır. Yamanlar MinT Motion Pictures MinT Motion Pictures medya sektöründe hizmet veren bir yapım şirketidir. 1996 yılında yapımcı Birol Güven tarafından kurulmuştur. Güven MinT (MinT Motion Pictures) adlı şirketi kurarak senaryo ekibiyle birlikte 2.000 den fazla bölümlük 20’nin üzerinde TV projesine imza atmıştır. TV projeleri arasında yer alan Çocuklar Duymasın’ın 2002-2004 yılları arasında dünyada da ender görülen bir rating başarısına imza atmıştır. Mint Akademi - Oyunculuk ve Sahne Sanatları Okulu DoReMinT - Film ve Dizi Müzik Yapım Şirketi MinT Post & Records (MP&R) - Ses ve Görüntü Teknolojileri Stüdyosu MinT Digital - Birol Güven'in yeğeni Ertan Güven tarafından kurulan ve MinT bünyesinde hizmet veren kreatif tasarım ajansıdır. Öncesinde MCS İstanbul olarak hizmet vermekte olan çatı kuruluş sonrasında MinT Digital olarak isim değiştirmiştir. Paleojen Paleojen Dönem, Senozoik Zaman'ın üç alt döneminden ilki olup 65 milyon yıl önce başlayıp 24 milyon yıl önce sona erdiği kabul edilir. Pek çok tür açısından evrimsel açılım günümüz biçimlerini almasıyla durmuş, memelilerde ise geniş bir açılım göstermeyi sürdürmüştür. Bugünkü ölçülere göre dev boyutlu sayılabilecek memeli türleri ortaya çıkmıştır. Ancak halen beyinler küçüktür. Hayvanlarda merkezi sinir sistemi henüz evrime girmemiştir. Maginot Hattı Majino Hattı (Fransızca: ""Ligne Maginot""), Fransa'nın tüm kuzey ve doğu sınırlarını kapsayan hatta son kısmı da Korsika'da inşa edilmesi planlanmış savunma hattıdır. I. Dünya Savaşı'nın ardından Fransa'nın tekrar işgalini önlemek üzere bu savunma hattının inşasına başlanmıştır. I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Savaş Bakanlığı Müsteşarı olan ve savaşa er olarak katılan Fransız devlet adamı André Maginot'nun ısrarla savunduğu ve sonunda uygulamaya konulmasını sağladığı devasa bir savunma hattıdır. Öncelikle Alman sınırına inşa edilmiş, sonra denize kadar uzatılmak istenmiş; ancak Belçika'nın izin vermemesi dolayısıyla asla tam olarak bitirilememiştir. Asıl yapı kale adı verilen dairesel ana yapılardan oluşmaktaydı. Bu yapılar arasında özel tüneller ile geçiş sağlanmaktaydı. Böylece savunma hattının tümü doğrusal ve kesintisiz bir hat oluşturmaktaydı. Tüm bu yapı grubunun kendi özel hava temizleme sistemi ve özel haberleşme sistemleri bulunmaktaydı. Ayrıca bu kalelerde görevli askeri birliklerin konaklaması amacı ile özel barınma yapıları da hazırlanmıştı. Özellikle 75, 81 ve 135 mm'lik topçu bataryaları ve bunlar için özel üretilmiş taretler, özel tank hendekleri ve su yapay kanalları ile oldukça karmaşık bir koruma düzeni yapılmaya çalışılmıştı. Tüm silahlar için özel yer altı cephaneliklerinin yanı sıra, gerekli enerjiyi üretebilmek için özel jeneratörler de geliştirilmişti. 1925'lere kadar hızla devam eden inşaatlar, daha sonraları bir savaş ihtimalinin uzak olduğu bahanesiyle bu yıllardan sonra yavaşlamış, 1930'larda tekrar çalışmalar başlamış, 1934'te neredeyse tüm askeri mühimmat tekrar yenilenmiş fakat tüm bu uğraşlara rağmen Alman saldırısı başladığında tam olarak tamamlanmış durumda değildi. İnşaatlar tam olarak bitmese bile silah teknolojisi geliştikçe bu hattın bu silahlarla donatılması ve geliştirilmesi asla unutulmamıştır. 1930'lu yıllarda, Almanya'nın askeri gücünün bir tehdit haline geliyor olması ve Fransa'nın Alman ordusuna nazaran çok zayıf bir askeri güce sahip olması üzerine, Majino Hattı Fransızlar için büyük önem kazanmıştır. Fakat, tehlikenin yakın olması ve 10 yıllarca silahsızlanma politikası güdülürken arka planda kalan bu savunma hattından maksimum verim alınması için yapılan plan Alman ordusunun Fransa sınırından yani doğrudan saldırmasını imkânsız hale getirebilmekti. Eğer, Almanlar Hollanda ve Belçika üzerinden saldırırlarsa Fransız ordusu Belçika ve Hollanda'ya girerek, mevcut yerel güç ile birleşerek Fransa sınırı önünde tampon bölge oluşturacaktı. Almanları durdurmak için planlanan doğudaki hat ve batıdaki tampon bölge planlarının tek açığı iki kolun ortasındaki araziydi. Fransızlara göre bu sık ağaçlar ve ırmaklar barındıran bölge, tank ve topçu birlikleri için geçilmesi imkânsız bir yer olduğundan, büyük saldırı için ihtimal dışıydı. Fakat, Hitler ağaçlık bölgeyi yıkarak ordusunu geçirmiş ve hattı yarmıştır. 1940'da Alman Kuvvetleri tarafından aşılmıştır. Önlerinde savunma hattı bulunmayan Alman ordusu Fransa'nın içlerine doğru ilerleyince, Fransızların bütün savunma hattı çökmüştür. Ardından Belçika ve Hollanda üzerinden de Fransa'ya saldıran Alman güçleri kısa zamanda Fransa'nın 2/3'ünü işgal etmiştir. Majino Hattı II. Dünya Savaşı'ndaki yanlış kullanımından doğan başarısızlığından ve Fransa'nın savaş sonrasında ekonomik olarak çöküntüde olmasından dolayı önemsiz bir askeri harcama olarak görülmüştür. Sonraki yıllarda Avrupa'daki barış politikaları ve askeri teknolojinin gelişmesi nedeniyle, I. Dünya Savaşı'nın etkisinin azaldığı zaman olduğu gibi askeri olarak da önemsiz görülmeye başlanmıştır. Turistik olarak ziyarete açıktır. Tasavvuf müziği Tasavvuf müziği, İslamdaki Tasavvuf felsefesine uygun olarak, eğlendirmek için değil, insanın Allah'a olan kulluğunun farkına varmasını sağlamak için yapılan bir müzik türüdür. Dini duyguların seslendirilmesidir. Tasavvuf müziği ilahidir. Tasavvuf musikisi nefes ile dokunuş ile ritim ile icra edilir, sonu olmayan sürekli bir kurgu içerisinde örülür. Temel enstrumanlar Ney ve bendirdir. Mevlevi müziği tasavvuf müziğinin temelidir. Mayhem (müzik grubu) Mayhem, Oslo, Norveç'te 1984 yılında Euronymous tarafından kurulan black metal grubu. Sıkı bir Venom hayranı olan Euronymous grubun ismini Venom'un "Mayhem Without Mercy" isimli şarkısından etkilenerek koymuştur. Grup, gerçek anlamda black metalin şeklini veren grup olarak kabul edilir. Sonraki yıllarda Norveç'te kurulan black metal grupları Mayhem'in stilini taklit edip black metal yapmaya başlamıştır. Grubu eleman arayan Euronymous, basgitarda Necrobutcher, davula Manheim alarak grubun ilk kadrosunu oluşturdu. İlk çıkardıkları "Pure Fucking Armageddon" demosunda vokalleri Euronymous yaptı. Ancak vokalinin yetersiz ve kötü olduğu gerekçesiyle diğer grup üyelerinin ısrarıyla gruba yeni bir vokalist aramaya başladı. Bundan sonra Maniac isimli bir solist kendi isteğiyle gruba girdi. "Deathcru
sh" isimli albümde vokalleri yaptı ama bir süre sonra çeşitli anlaşmazlıklar sonucu Euronymous tarafından gruptan çıkarıldı, aynı şekilde yetersiz bulanan baterist gruptan kovuldu. 1988 yılında Dead, Euronymous ile mektuplaşma sonucu gruba dahil olur ve Hellhammer baterist olarak oluşuma katılır. Grup bu kadrosuyla Norveç dışında iki kez konser vermiştir. Bu konserlerden biri Leipzig'de diğeri de İzmir'de verilmiştir. Vokalist olarak gruba 1988 yılında katılan Dead, Euronymous'un beğenisini kazanmıştır. Çünkü Dead depresif, içine kapanık, çekingen, insanlardan nefret eden ve şizofreni belirtileri gösteren biriydi, bu da Euronymous'a göre tam bir black metal solisti olmak için gereken özelliklerdi. Konserlerden sonra Dead ile 2 tane stüdyo şarkısı kayıt edildi. Bunlar Carnage ve Freezing Moon isimli şarkılardır. Röportajlarda, çoğu müzisyen çoğunlukla Dead'i içe dönük ve garip bir kişi olarak betimlemişlerdir. Mayhem'ın gitaristi Euronymous, röportajlardan birinde: ""Ben Dead'in akıl sağlığının gerçekten yerinde olmadığını düşünüyorum. Başka hangi şekilde derisinde açlıktan damarlarının çıkmasını isteyen ve bunun için kendini bilerek aç bırakan veya tişörtünde cenaze ilanları olan bir kişi başka hangi şekilde tanımlanabilir ki?" Emperor grubunun bateristi Bård "Faust" Eithun: "O (Dead) çok yakından tanıyabileceğiniz birisi değildi. Ben Mayhemdaki diğerlerinin bile onu çok iyi tanıdığını zannetmiyorum. O yakınlaşması çok zor biriydi. Onla ölmeden iki hafta önce tanışmıştım. Onu, toplamda, sekiz veya altı defa görmüştüm. Çok fazla garip fikri olduğunu hatırlıyorum. Aarseth'in onun hakkında konuştuğunu hatırlıyorum, bana onun espri anlayışı olmadığını söylemişti. Vardı, ama çok karanlık ve anlaşılmazdı. Ben onun bu dünyada yaşamayı sevdiğini zannetmiyorum. Çoğu kişi, Mayhem grubundakiler de dahil, Dead'in kişiliğinin ve davranışlarını çok garip ve ilginç bulduklarını söylüyorlardı. Onun her zaman ölüm, karanlık, Satanizm, şeytan, ve bu tür konulara çok meraklı olması, onun kişilik özelliklerinden bir tanesiydi. 90'lı yıllarda grup bazı şiddet olaylarıyla gündeme geldi. 1991 yılında evine kapanan Dead, önce bileklerini ekmek bıçağıyla kesip intihar etmeyi denedi. Ama bunun zor bir yöntem olduğunu fark edip, Euronymous'un pompalı tüfeğini kullanarak, beynine doğru nişan alarak silahı patlatıp hayatına son verdi. Cesedi bulan Euronymous, polisi aramadan önce Dead'in ölüsünün fotoğrafını çekip sakladı ve bu fotoğraf Dawn of the Black Hearts albümünde kullanıldı. 1993 yılında ünlü albümleri "De Mysteriis Dom Sathanas"ın tamamlanmasının ardından grubun gitaristi Euronymous, Burzum adlı tek kişilik grubun tek elemanı Count Grishnackh (Varg Vikernes) tarafından, 23 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Polis Grishnackh'ı tutukladığında, evinde 150 kg ın üzerinde çalıntı dinamit buldu. Planı, noel gecesi büyük bir kiliseyi havaya uçurmaktı. O dönemden bu yana baterist Hellhammer dışında kadro neredeyse her albümde değişti. Grup hala müzik çalışmalarına devam etmektedir. "ile" Aman (IDF) Aman (İbranice tam adı אגף המודיעין‎, "Agaf HaModiin", "İstihbarat Birimi") , İsrail Ordusu'nun askeri istihbarat birimi. 1950 yılında kurulmuştur. Kara, hava veya deniz kuvvetlerine bağlı olmayan bağımsız bir birimdir. Aman, Mossad'ın stratejik planlarını uygulayabileceği uygun zeminler meydana getirme görevini yürütür. Görev yelpazesi Arap orduları hakkında bilgi toplamaktan, İsrail ordusu içindeki güvenliği temin etmeye kadar uzanabilmektedir. Çok iyi organize edilmiş bir askeri birliktir. Altı bölümden oluşur. Özellikle iki bölüm tarafından yönetilir: Toplama ve Prodüksiyon. Toplama bölümü, sınır ötesine ajanlar göndermek, radyo kanallarını ele geçirmek, genellikle ülkelerdeki telefon konuşmalarını dinlemekten sorumludur. Prodüksiyon bölümünde, 'Aman'lı 7.000 kişinin 3.000'i çalışır. Konuları, dış ülkelerden çalınan belgelerin ve bilgilerin analizidir. Bu analizler politikacıların karar vermesinde yardımcı olur. Aman, basına verilen bilgileri de kontrol altında tutar. Sınır ötesi harekatlar için oluşturduğu çok gizli komando birliğinin adı Sayeret Matkal'dır. Askeri istihbarat sorumlusunun statüsü de az sayılmaz. Genelkurmay başkanının ordu adına görüş açıklama yetkisine sahip tek kişi olması gibi, AMAN'ın şefi de 'ulusal durum değerlendirme'yi formüle etmekle görevli tek kişidir. Hiçbir bakan ya da Knesset (İsrail Meclisi) üyesi, AMAN'ın yapmış olduğu değerlendirmelere şüphe düşürecek değerlendirme yapma cesareti gösteremez. Aman (Orta Dünya) J. R. R. Tolkien'in hayalî Orta Dünya evreninde bir coğrafî kıta (Kutsanmış Ülke, Eski Batı, En Uzak Batı). Tolkien'in eserlerinin çoğunda konu edindiği, hayalî Orta Dünya tarihi, gerçek Dünya'nın tarih öncesi geçmişine dair efsaneler olarak kurgulanmıştır (Odiseus'un serüvenleri gibi). Kıtadaki ülkeler; Valinor, Eldamar, Araman ve Avathar'dır. Belegaer ve Ekkaia arasında uzanan, Batı'daki büyük kıta. Valinor, Pelóri sıradağlarının batısında, 'iç' Aman'da bulunmaktadır. Eldamar, Pelóri'nin doğusunda deniz kıyısında, Araman ve Avathar ise Pelóri'nin kuzey ve güneyinde yer almaktadır. Aman ve Tol Eressëa, Nùmenor'un sulara gömülüşü sırasında Dünya küresel hale getirildiğinde, Dünya'dan 'çıkartılmış', yine de muhtemelen Eä'nın dahilinde kalmıştır. Şin Bet Şin Bet (İbranice: שב"כ, tam adı: שירות ביטחון כללי / Şerut-ha-Bitah'on ha-K'ali, anlam: "Genel Güvenlik Servisi"), İsrail'in yurtiçi gizli servisidir. 'Destek' ve 'Operasyon' olmak üzere iki bölüme ayrılır 1998'de mensuplarını yine İsraillilerin oluşturduğu İşkenceye Karşı Genel Komite adlı oluşumun İsrail Yüksek Mahkemesi'nde Şin-Bet'in işkenceleri hakkında dava açması üzerine, teşkilatın o dönemdeki Genel Müdürü General Ami Ayalon mahkemeye bir rapor sunmuş ve İsrail İç Güvenlik Teşkilatı'nın Filistinlilere işkence yapmadan edemeyeceğini, Şin - Bet soruşturmaları açısından işkencenin zorunlu olduğunu ileri sürmüştü. Ayalon aynı raporda, işkenceye herhangi bir sınırlama getirilmemesini de talep etmişti. Sonuçta Yüksek Mahkeme, Ayalon’un raporunu esas alarak İşkenceye Karşı Genel Komite’nin davasını reddetti. İsrail güvenlik servisi Şin Bet'in eski başkanı Avi Dicter, terör zanlılarına yönelik düzenlenen suikast operasyonlarının her birinin başbakanın özel onayıyla yapıldığını söyledi. ABD'de Brookings Enstitüsü'ne konuk olan Dicter, İsrail'in terörle mücadele operasyonlarının perde arkasına ilişkin yaptığı alışılmadık açıklamasında, suikast operasyonlarının her birinin tek tek başbakan tarafından onaylandığını anlattı. Anıttepe Anadolu Lisesi Anıttepe Lisesi ya da sonradan Anıttepe Anadolu Lisesi, Ankara'nın en eski liselerinden birisidir. Ankara'nın Anıttepe semtinde bulunan okul Anıtkabir, bakanlıklar ve Kızılay'a yakın mesafededir. Arkasında Polis Koleji, önünde jandarma lojmanları olup bahçesinde ise başka bir okul (ticaret lisesi) vardır. Öğrenime ortaöğretim ile başlamış olup daha sonra eğitim süresinin 11 yıla uzamasıyla birlikte ortaöğretim bölümü ayrılmıştır. Bu yıllardan sonra lise seviyesindeki öğrencileri üniversite sınavlarına hazırlayarak halen lise olarak eğitimini sürdürmektedir. Ayrıca, okul 2011-2012 öğretim yılından itibaren öğretim hayatına "Anadolu lisesi" unvanıyla devam etmeye başlamıştır. Nemf Nymphler ("Nymphe" veya Türkçe "nemf", "nimf" ya da diğer bir deyişle "peri" olarak da anılırlar) Yunan Mitolojisi'nde yeri ve denizi dolduran sayısız çokluktaki dişi, tanrısal varlıklardır. Ölümsüz değillerdir ama tanrılar gibi ambrosia ile beslendiklerinden çok uzun yıllar yaşarlar ve hep genç ve güzel kalırlar. Ambrosia balımsı bir maddedir ve uzun yıllar yaşamı sağlar doğurganlık ve zariflik simgesidirler. Mitlerde genellikle güzellikleri yüzünden başlarından geçenler anlatılır, genel olarak perilerin güzelliğine vurgu yapılır. Çok sayıda nemf türü vardır ve bunlar yaşadıkları yerlere göre ayrı adlar alırlar. Oreadlar dağlarda, Naiadlar akarsularda, Dryadlar meşe ağaçlarında limnadeslar göllerde crinaealar çeşmelerde pegaeaeler kaynaklarda potameidesler nehirlerde elionomaeler bataklıklarda yaşarlar. Oreadlar ve Dryadlar doğanın bir parçası oldukları için satirler bu nemflerin hayranıdır. Kabazlı, Salihli Kabazlı, Manisa ilinin Salihli ilçesine bağlı bir mahalledir. İzmir il merkezine 102 km, Manisa il merkezine 82 km, Salihli ilçesine 9 km uzaklıktadır. X Pencere Sistemi X Pencere Sistemi (X), daha çok GNU/Linux ve Unix benzeri işletim sistemlerinde kullanılan grafik arayüz altyapısıdır. Genel olarak ekrana çizdirme ve kullanıcıdan geribesleme alma işlerini yapan X sunucusunu ve uygulamaların sunucu ile haberleşme için kullanabileceği X kütüphanesini kapsar. Bu sunucu-istemci yapısı sistemin ağ üzerinden çalışmasına da olanak verir. Sunucu doğrudan donanımı yönetebildiği gibi, başka bir altyapı üzerinde de çalışabilir. Bu şekilde diğer işletim sistemlerinde de X sunucusu çalıştırılabilmektedir. Mevcut protokol sürümü X11 olduğundan, kimi zaman kısaca X11 olarak da anılır. X kütüphanesi göreceli olarak düşük seviyeli olduğundan, uygulama geliştiricilerin işini kolaylaştırabilecek birçok kontrol kütüphanesi geliştirilmiştir. Erlik Erlik Han - Türk ve Altay mitolojisinde kötülük yapan Tanrı ruhudur. Erlik Han Gök Tanrı'nın oğlu ve eski Türklerin inancı Tengricilikte yeraltı aleminin efendisidir. ("Yerlik"/"Erlik" de denir). Moğollar ise Erleg veya Yerleg derler. Macar mitolojisindeki "Ördög" ile eşdeğerdir Ülgen'in oğludur ve Tengri'nin yeğeni ve Kayra Han'ın torunudur. Günümüzde "kötü cin" olarak kullanılan bir tür cin olmasına rağmen kötülüğü simgeleyen bir tanrı ruhudur. Altayların bir yaradılış efsanesine göre Erlik Han, dünyanın yaradılışında Tengri'ye karşı fenalık yapmış ve Tengri onu ceza olarak yeraltı âleminin efendisi yapmıştır. Erlik Han, yeraltı Âleminin en alt katında yeşil demirden bir sarayda, gümüşten bir tahtın üzerinde oturur. Orada kendine koyu kırmızı parlayan ve çok az ışık veren bir güneş yaratmıştır. Emirinde dokuz semerli boğası vardır.
Erlik Han lanetlenmiştir, Tanrı [Ülgen] ve yarattığı karada dokuz dallı çam ağacının dokuz dalından kendi halkını türetir. Erlik bu halk benim olsun der tanrıya.tanrı da ona git kendi halkını kendin bul deyip Erlik'i geri çevirir. Tanrının halkının bu agacın yalnız doğuya bakan 5 dalından istifade etmelerine izin verilmiştir. Kalan dört dal yasaklamıştır. Erlik gidip bu halkı baştan çıkarır. Erkek olan Törüngey ile dişi olan Eje, Erlik'in şu sözüne kanarlar "Bu dört dal aslında size yasak değildir, meyveleri de pek tatlıdır. Dilediğinizce yiyin." Erlik sonra ağaca bekçi bulunan yılan uyurken ağzına girer ve ağaca çıkar, Ece'ye müsaade ettiğini söyler. Bunun üstüne Ece meyveden yer, Törüngey'in de agzına sürer. Tanrı durumu fark eder ve Erlik'i yer altına gönderir. Eje'ye "Sen benim sözümü tutmadın bundan sonra gebe kalasın ve doğum sancıları çekesin" der. Yılana "Sen benim sözümü tutmadın, bundan böyle Şeytan diye bilinesin, herkes seni ezmeye öldürmeye çalışsın" der. Törüngeye "Sen benim sözümü tutmadın, 9 kızın 9 oğlun olacak ve hepsinden sen sorumlu olacaksın, insan neslini sen çoğaltacaksın"der. "Hepinizi hanemden kovuyorum, dünyaya gönderiyorum, burda sizi ben beslerdim, ben korurdum, artık kendinizi besleyip koruyacaksınız, bir daha da sesimi duymayacaksınız" diye ekler. Böylece Erlik insanoğluna ilk kötülüğünü etmiş olur. Erlik; sağlam gövdeli, atletik yapılı yaşlı bir varlık olarak düşünülür. Gözleri, kaşları kara renklidir. Çatal sakalı dizlerine değin uzanmıştır. Yaban domuzunun azı dişlerine benzeyen bıyığı kulakları üzerine yerleşmiştir. Kara ve kıvırcık saçlıdır. Çenesi tokmağa, boynuzları ağaç köklerine benzer. Kana benzer parlak yüzlü Erlik'in, kara demirden kılıcı ve kalkanı vardır. Bineği kara at ya da kara boğadır (belki de öküz). Erklig Kan, Eski Uygur sanatında boğa ya da öküze binmiş olarak tasvir edilmiştir. Kötülüklerin kaynağıdır. Yeraltında yaşar. Saçları, gözleri ve kaşları ile atı karadır. Çatal (çiftli) sakalı dizlerine kadar uzamıştır. Boynuzları ağaç köklerine, bıyıkları yaban domuzunun dişlerine benzer. Yatağı kunduz derisindendir. Kadehi insan kafatasındandır. Kamçısı karayılandandır. Körüğü, çekici ve örsü vardır. Dokuz oğlu ile dokuz kızı vardır. Çenesi tokmak gibidir. Eyerlenmiş dokuz boğası vardır. Gümüş bir tahtı vardır. Yeraltında demir sarayında yaşar. Yassı demirden bir kalkanı bulunur. Kılıcı geniş ağızlı bir paladır. İhtiyar ve çirkin bir görüntüye sahiptir. Kara renkle simgelenir. Kendisine kara at kurban edilir. Kayra Han ilk önce bir varlık yaratmış onun aracılığı ile de yeryüzünü, dağları, vadileri meydana getirmiştir. Bu varlığın kendisine baş kaldırması üzerine, ona “Erlik” adını vererek ışık evreninden yeraltına atmış, ayrıca yerden dokuz dallı bir ağaç büyüterek her dalında değişik bir cins insan yaratmıştır. Sonsuz suların içinden toprak (balçık) çıkarma görevi ona verilmiş fakat Erlik yeryüzü yaratılırken ağzında kendisi için bir parça toprak saklamış fakat bu yaptığı anlaşılınca cezalandırılmıştır.Bazı yaratılış efsanelerinde cezalandırılan canlı ördektir. Suyun altından çıkardığı toprağı ağzında saklamıştır. Macar efsanelerinde Aran Ata ördeğin bacaklarını kırdığı için paytak kalmıştır. Macar mitolojisinde Erlik’e eşdeğer olan Ördög’ün adının Ördek sözcüğüne benzemesi de bu bakımdan ilgi çekicidir. Evenk mitolojisinde ise cezalandırılan canlı köpektir. Bu ceza nedeniyle kıllı ve kirlidir. Erlik bilgisiz, yıkıcıdır. Düzen ve barış istemez. Huzura karşıdır, yeryüzünü karıştırmak ister. Sonsuz karanlıkların içinde yaşar. İradesi yoktur. İradesizliği simgeler. Affedilir fakat hemen ardından kötülüğe dalar. Evrenin başlangıcında yalnızca Ülgen ve Erlik vardır. Kaz ve kuğu kılığına girerek sonsuz suyun üzerinde uçarlar. Kayra Han ise evrenden önce de mevcuttur. İki köpeğinin adı Kazar ve Pazar’dır. Yeraltındaki ırmağın kenarında, yüksek bir dağın eteğinde kırk köşeli taş evinde yaşar. Çelik mızrak şeklinde bir tılsımı vardır. Bir insanın eline geçtiğinde ölümcül bir silah olur. Tüm düşmanları yok eder. Gözkapakları bir karış, saçları dimdik, yüzü kan gibi kırmızıdır. Bıyığı kıvrılarak kulağına asılmıştır. Vücudu yılanlarla kaplıdır. Domuz boynuzlu öküzünün sırtında yolculuk yapar. Kızlarının hiçbirinin adı yoktur. Kötü ruhların tamamı onun egemenliği altındadır. Pora Ninci ve Kara Ninci adlı iki yardımcısı vardır. Gökten kovulduğunda yardımcı ve hizmetkarları da onunla birlikte yere dökülmüştür. O hızla toprağın altına saplanmışlardır. Erliğin gelişiyle aleme aniden karanlık çöker, rüzgar eser, fırtına kopar, yer sarsılır. Yeraltını kara bir güneşle aydınlatır. 1980 yılında Moğolistanda bulunan bir dinozora Erlik ismine istinaden Erlikosaurus adı verilmiştir. Erlik'in dokuz oğlu ve dokuz kızı vardır. Kara Oğlanlar olarak anılan Dokuz oğlu, adlarıyla birlikte şunlardır: Karaş Han, Matır Han, Şıngay Han, Kömür Han, Badış Han, Yabaş Han, Temir Han, Uçar Han, Kerey Han. Altay şamanizmine göre Erlik'in oğulları yer altına inen şamana yol gösterirler. Erlik ve oğulları için zayıf ve hasta hayvanlar kurban edilir. Çünkü Altaylılar'ın inançlarına göre Erlik, kötü (zayıf ve sakat) kurbanlardan hoşlanır. Erlik'e asla at kurban edilmez. Ayrıca, Erlik'i simgeleyen şeyler ve tasvirler yapmak yasaktır. Erlik Han'ın oğulları her zaman babaları gibi kötü değildir. Bunlar, kötü ruhlardan insanları korurlar. Babaları için yapılan kurban törenlerinde hazır bulunurlar ve töreni yöneten kamın Erlik Han'ın yanına gitmesine öncülük ederler. Yeryüzündeki görevlerinden ayrı olarak Erlik'in oğulları yer altındaki gölleri, ırmakları, denizleri yönetirler... Kızları olan Kara Kızlar kuttörenleri sırasında kamları baştan çıkarıp, onların başarısız olmalarına neden olurlar. Erlik ile iletişime geçen şamanlara Kara Kam denir. Erlik'in kızları, kam Gök Tanrı'ya (Ülgen'e) kurban vermek için göğe çıkarken, kamı yataklarına çağırıp yolundan alıkoymağa çalışırlar. Kam, işini unutup Erlik'in kızlarının cilvelerine kanarsa başka ruhlarca cezalandırılır ve Tanrı'nın kurbanı kabul etmesi işi de tehlikeye düşer. Erlik'in kızlarından ikisi Kiştey Ana ile Erke Solton'dur. Sibiryanın kuzeyinde yaşayan ve doğaya bağlı bir yaşam sürdüren Türk halkından olan Dolganlarda anlatılan bir efsaneye göre, Erlik han Mamutları yeryüzünden alıp yeraltı alemine götürmüştür. Mamutlar orada pis kokuların, sıcağın ve karanlığın içinde Erlik Han'a hizmet etmek zorundadırlar. Eğer bir Mamut oradan kaçıp tekrar yeryüzüne ulaşmaya çalışırsa derhal buz kesilip ölür. (Er/Yer) kökünden türemiştir. Kişi, güç ve yer, yer altı kelimeleri ile bağlantılıdır. Buryatçada kan içen anlamında kullanılır. Taş plak İki tarafında da ses sinyalleri kaydedilmiş en ilkel plak türüdür. 1890'larda ortaya çıktı. Aslında 78,26 devir'de okunabilen plak türüdür. Üretimi neredeyse 1940'lı yıllara kadar devam etse de, çok kırılgan olması nedeni ile kullanımı dikkat isteyen bir plak türüdür. Üretiminde kullanılan ebonit maddesinin yapısından dolayı Türkiye'de bu isimle anılmaktadır. Özellikle gramofon ve motoru 78,26 devri destekleyen pikaplar ile okunabilir. Anarşist komünizm Anarşist komünizm; "komünist anarşizm", "anarko komünizm" ya da "liberter komünizm" veya "komünalizm" olarak da bilinir. Kapitalizmin ancak toplumsal bir devrimle ortadan kalkacağını ve bunun da sınıf eksenli bir mücadeleyle gerçekleşeceğini savunur. Anarşist komünistler sosyalist akımların aksine komünal hayat düzenine erişebilmek için sosyalist devrimi ve devletin proletarya tarafından ele geçirilmesini değil, doğrudan kömün hayata geçilmesi gerektiğini savunur. Marksistlerden farklı olarak devrimden sonra iktidarın devletin tekelinde toplanmasına karşı çıkar. Bunun devlet iktidarına sahip olanlar ve olmayanlar arasında ayrışmaya yol açacağını, iktidara sahip olanların yozlaşacağını ve toplumun çıkarına göre davranmak yerine iktidarlarını koruma, kuvvetlendirme yoluna gideceklerini savunur. Anarşist komünistler bunun yerine tüm kararların toplumun tamamının katılımıyla alınmasını savunur. Aynı zamanda devrimci örgütlenme modeli konusunda da marksist ve burjuva partilerden farklılaşır. Toplumun tabandan örgütlenmesini savunduğu gibi devrime giden süreçte anarşist komünizmi savunan bir örgütün de hiyerarşik olmaması, içinde herhangi bir otorite barındırmamasını savunur. Anarşist komünizm fikri 1870’lerde, kollektivist modelin eleştiri süreciyle beraber gelişti. Anarşizm, Uluslararası Emekçiler Birliği (IWPA veya I. Enternasyonal, 1864-72) içinde doğmuş ve gelişmiştir. İlk anarşistler genelde kolektivistlerdi; Enternasyonal içinde Marx tarafından savunulan biçimiyle “komünizme” karşıydılar. Kolektivizm, bir iş yerinde çalışan işçilerin üretim araçlarını ele geçirmesi ve onları beraberce idare etmesini öngörüyordu. Anarşist komünizm, sadece emek araçlarının ortaklaştırılmasının yeterli olmadığını, aynı zamanda emeğin ürünlerinin de toplumun tamamı için ortaklaştırılması ve “Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacı kadar” ilkesi doğrultusunda dağıtılması gerektiğini vurguluyordu. 1880’de, Jura Federasyonu konferansında, (temel olarak Fransızca konuşan İsviçre Jura’sının anti-otoriter emekçiler federasyonu), ilk defa anarşist bir konferans ekonomik örgütlülük olarak komünizme sıcak bakılmış oldu. İtalyan devrimci Carlo Cafiero bu konferansta komünist tezleri şöyle savunmuştur: “Bir kimse komünist olmadan anarşist olamaz. Gerçekten de, sınırlamaya dair en ufak bir ipucu, otoriterliğin tohumlarını taşıyacaktır. Ve bunu seri bir şekilde türeyen kanunlar, mahkemeler ve jandarma olmaksızın düşünemeyiz. Komünist olmak durumundayız çünkü kolektivist safsatayı anlayamayan insanlar, Reclus ve Kropotkin arkadaşların da belirttiği gibi komünizmi kusursuz bir şekilde kavrayıp benimseyebilirler. Komünist olmak zorundayız çünkü bizler anarşistiz, çünkü anarşi ve komünizm devrimin iki asıl ilkesidir.” Komünizm, hem üretimi ve dağıtımı hem de toplumsal olarak üretilen serveti ortaklaştırmamız gerektiğini söyleyen öğretidir. Komünizm, yerine dünya çapında sınıfsız bir top
lumun alacağı sınıflı sistemin ve ücretli köleliğin kaldırılmasını hedefler. Anarşist komünistlerin düşüncelerine göre, gerçek komünizmin tek hedefi devletin yıkılmasıdır; çünkü devlet, egemenlik ve sınıf hükümdarlığı üzerine kurulu politik örgüttür. Burak Aydos Burak Aydos (8 Ocak 1972, Ankara), Türk şarkıcı, besteci, şarkı sözü yazarı. İlk, orta, lise ve üniversite eğitimini Ankara'da tamamlamıştır. Müzik hayatına 1983 yılında Metin Tufan'dan solfej ve piyano dersleri alarak başlayan müzisyen, 1987'de Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı Kontrbas Bölümü'ne girmeye hak kazanmış ancak bir sene sonra yetersiz olduğu gerekçesiyle okuldan uzaklaştırılmıştır. Konservatuvardan uzaklaştırılmasına rağmen Metin Tufan ile çalışmalarına devam eden müzisyen, 1991'de TRT'nin açmış olduğu Altın Anten Beste Yarışması'nda Mor Menekşe adlı şarkısı ile finalde yarışmış ve mansiyon kazanmıştır. 1993 yılında İrlanda'nın Cork kentinde düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışması'nda söz, müzik ve koreografisini hazırladığı, düzenlemesini ise Mete Artun ile birlikte yaptığı Esmer Yarim adlı bestesiyle Türkiye'yi temsil etmiştir. 25 ülkenin katılması ile baraj sisteminin ilk defa uygulandığı yarışmada 21. sırayı alması sebebiyle baraja takılan Türkiye, 1994 yılında Eurovision'a katılamamıştır. 1995 yılında üniversite eğitimine ara vererek, 30 Kasım 1995'te söz ve müziği kendisine ait "Şartsız Kuralsız Hesapsız" adlı solo bir albüm çıkartan müzisyen ilk albümünde vokal ve perküsyonda Vedat Sakman, flamenko gitarda Erdinç Şenyaylar, klasik gitarda Soner Egesel, basgitarda Cüneyt Sözmen, yine perküsyonda Mısırlı Ahmet, davulda ise Volkan Öktem gibi önemli müzisyenler ile çalışmıştır. Şartsız Kuralsız Hesapsız albümünde yeralan Yalnızlık Benim Eski Sevgilim ve Beni Verme Ellere adlı şarkılarına klip çekilen müzisyen, Yalnızlık Benim Eski Sevgilim ile oldukça geniş bir dinleyici kitlesine kavuşmuş, söz konusu şarkı 2005 yılında daha yumuşak bir tarzda yeniden yorumlanmıştır. Burak Aydos, bestelerinin gerek nakarata dayanmayan sözel kurgusu, gerekse melodik yapısı ile popüler müziğin aktüel tavrından uzak kalmayı tercih etmektedir. 1997'de, eğitimine geri dönerek Bilkent Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi Bölümü'nden mezun olan Burak Aydos, profesyonel müzik hayatına Şartsız Kuralsız Hesapsız albümünden sonra uzunca bir süre ara vermiştir. 2007]]'de dinleyici ile buluşan Ümitsiz bir aşığın, Eski bir İstanbul kabadayısının, 30 yaşını aşanların ve Bir babanın hikâyelerini içeren "30+" adlı yeni çalışmasında müzisyene, trompet ve klarnette Hüsnü Şenlendirici, basgitarda Nurhat Şensesli, davulda Volkan Öktem, piyanoda Burç Şensesli gibi enstrümanlarında önemli isimler eşlik etmiştir. Söz ve müzikler ilk albümünde olduğu gibi yine Burak Aydos’a ait. Bize Erkek Adam Derlerin Eylül 2007 itibarıyla Show TV'de yayınlanan "Eşref Saati" dizisinin jenerik müziği olarak da kullanılmış, bestekar aynı dizi için "Eşref Bunu Duyunca" adlı bir çalışma daha yapmıştır. Çetin Alp Çetin Küçükarslan sahne adıyla Çetin Alp (21 Haziran 1947, Malatya - 18 Mayıs 2004, İstanbul), Türk şarkıcı. Malatya'da doğmuştur. 3 evlilik yaşayan Alp, ilk evliliğini Ergül Kuğuoğlu ile yaptı (boşandılar). Bu evliliğinden Fulya (d.1970) ve Filiz adında iki kızı ve Ahmet Küçükarslan (d.1976) adında bir oğlu oldu. 2.evliliğini Şermin Küçükaslan ile yapan Alp, 19 Kasım 1982’de boşandılar. 3. ve son evliliğini seksenlerde Suna Yıldızoğlu ile yapan Alp, 9 yıl sonra boşandı. Uzun zamandır kalp sorunu yaşayan sanatçı, ölümünden birkaç yıl önce anjiyo olmuş ve kalp damarına stent takılmıştı, sanatçının tek böbreğinin olmaması nedeniyle ilaçla tedavisi de yavaş ilerliyordu. 2004 yılında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Kariyerine 1970'lerdeki "Altın Ses" yarışmasındaki birincilikle atılır. Bu yıllarda Sezen Cumhur Önal'ın sözlerini yazdığı bir Yunanca şarkıyı 45'lik olarak yayındı. 45'lik tutulur, 500 bin satar. Sanatçıya, bu 45'lik Altın plak kazandırdı. Peşi sıra yine çok tutan 45'liği "Son Defa Görsem"'i yaptı. Yurdaer Doğulu ve Zekai Apaydın orkestralarıyla birlikte çalışmalar yaptı, Eurovizyon ardından Los Angeles'taki 'Dünya Şarkıcı Yarışması'nda üçüncülük elde etti. Ayrıca 1990'da Bulgaristan'da düzenlenen 'Altın Orfe' yarışmasında birinci oldu. İngiliz asıllı eski eşi Suna Yıldızoğlu ile dokuz yıl birlikte kariyerine devam etti, birçok 45'lik yayımlamasına karşın tek bir stüdyo albümü çıkaramadı. 1983 Eurovision Şarkı Yarışması'nda Türkiye'yi Kısa Dalga Vokal Grubu ile birlikte "Opera" adlı şarkıyla temsil etmiştir. Bu yarışmada sıfır puanla sonuncu olması sebebiyle yıllarca yıkıcı eleştirilerin hedefi olan sanatçı, Türkiye'nin 2003'te kazandığı ilk zaferle ertesi yıl İstanbul'da yapılan 2004 Eurovision Şarkı Yarışmasının finalinden üç gün sonra evinde kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmiştir. Bir hafta önce Alp'le TRT'nin Eurovision vesilesiyle yaptığı söyleşide "Münih'te aldığı kötü sonucun kendisine mal edildiği için çok üzüldüğünü ve yıllarca kendine gelemediğini" anlatmıştı. Los Angeles ve Altın Orfe Müzik Festivalleri'nde de yarışmıştır. Güçlü bariton sesi, müzik bilgisi ve "Çek Çek" adlı 1970'lerin sonundaki hit şarkısıyla da hatırlanmaktadır. Topkapı Plak Yonca Plak Öncü Plak Diskotür Plak Adnan Menderes Havalimanı Adnan Menderes Havalimanı , Türkiye'nin İzmir iline hizmet veren uluslararası havalimanı. Şehir merkezinin 14 km (8,7 mi) güneyinde, Gaziemir ilçe sınırları içindedir. Adını 1950-1960 yılları arasında başbakanlık yapan Adnan Menderes'ten (1899-1961) almaktadır. Havalimanının sahibi Devlet Hava Meydanları İşletmesi iken işletmecisi TAV Havalimanları'dır. 2016 yılında 11.951.183 yolcu ve 86.248 uçak trafiğine ev sahipliği yapan Adnan Menderes Havalimanı, ülkenin en işlek beşinci havalimanıdır. Kargo trafiği bakımından ise 19.620 ton ile ülkedeki havalimanları arasında üçüncü sıradadır. Eski adı Cumaovası Havaalanı olan Adnan Menderes Havalimanı yeniden inşa edilmeden önce, İzmir'deki sivil uçuşlar Çiğli Havaalanı'ndan gerçekleştiriliyordu. Çiğli Havaalanı onarıma girdiği zamanlarda Cumaovası Havaalanı devreye alınıyordu; ancak teknik yetersizlikler nedeniyle gece uçuşları yapılamıyordu ve büyük uçaklar piste inemiyordu. Cumaovası Havaalanı'nda ayrıca Türkiye'nin ilk havacılık müzesi kuruluydu. 15 Mayıs 1971'de açılan ve 1978 yılına kadar açık kalan müze, daha sonra İstanbul'a taşındı. Artan ihtiyaçla birlikte Cumaovası havaalanının sivil uçuşlara tahsil edilmesi yönündeki planlar 1980’lerin başında oluşturuldu ve çevredeki araziler istimlak edildi. Havalimanının temelini 1984 yılı mayıs ayında 1980’deki askeri darbe sırasında genelkurmay başkanı olan ve ardından cumhurbaşkanlığı görevini üstlenen Kenan Evren attı. Proje tutarı 15 milyar 300 milyon lira olarak belirlenmişti. Havaalanının 1987’de hizmete girmesi öngörülse de, bütçe kısıntıları nedeniyle proje açıklanan zamanda tamamlanamadı. Eski başbakanlardan Adnan Menderes'in adı verilen yeni havalimanı 17 Kasım 1987’de hizmete girdiğinde İstanbul’un ardından Türkiye'nin ikinci büyük havalimanıydı. Evren havalimanına İzmir’in “düşman işgalinden kurtuluşunu” simgeleyen 9 Eylül adının verilmesini istemiş ancak hükümet buna uymamıştı. Evren anılarında “Zannettiler ki bu ismi vermekle oy oranını çoğaltacaklar” dedi. 2000’li yıllara gelindiğinde ortaya çıkan kapasite ihtiyacı nedeniyle DHMİ, Adnan Menderes Havalimanı Dış Hatlar Terminali'ni genişletmek üzere yola çıktı. Projenin yap-işlet-devret modeliyle oluşturulması kararlaştırıldı ve 5 milyon yolculuk terminal yapılması öngörüldü. 16 Ağustos 2004'te Havaş ile Bayındır İnşaat Ortak Girişim Grubu'nun ihaleyi 6 yıl 7 ay 29 gün işletme süresi karşılığında 125 milyon avro ile kazandığı açıklandı. Girişimde Havaş’ın yüzde 65, Bayındır’ınsa yüzde 35 payı bulunuyordu ve inşaatın 24 ayda bitirilmesi öngörülüyordu. 2005 yılı ortasında terminal inşaatı devam ederken Havaş’ın yüzde 60 hissesi Ciner Holding tarafından o sırada İstanbul Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Terminali'ni de işleten TAV'a satıldı. Öngörülenden sekiz ay önce bitirilen ve 150 milyon avroya mal olan yeni terminal 9 Eylül 2006’da açıldı ve işletmesi TAV tarafından üstlenildi. Adnan Menderes Havalimanı ACI Europe tarafından 2010’da ilk kez verilen “Eko-inovasyon” ödülünü almıştır. 2009’da da Doha Aviation Summit’te “yılın çevreci havalimanı” seçilmiştir. Adnan Menderes Havalimanı, Uluslararası Sivil Havacılık Örgütünün (ICAO) yaptığı sınıflandırmaya göre CAT-II seviyesindedir. Eski dış hatlar terminali yenilenerek 11 Mayıs 2017'den sonra iç hatlar terminali olarak hizmet vermeye başladı. Adnan Menderes Havalimanı İç Hatlar Terminali yeni terminal inşaatı çerçevesinde yıkıldı ve 1 Ocak 2012’den itibaren Dış Hatlar terminali ortak kullanılma açıldı. DHMİ, Kasım 2011’de Adnan Menderes Havalimanı İç Hatlar Terminali’nin yenilenmesi, iç ve dış hatların 2032 sonuna kadar işletilmesini içeren bir ihale açtı. İhaleyi 610 milyon avro bedelle TAV Havalimanları kazandı. TAV, proje kapsamında 250 milyon avro yatırım yapılacağını açıkladı. Yeni terminalin temeli 15 Haziran 2012’de atıldı. TAV Grubu CEO’su Sani Şener “Kısa bir sürede tamamlayarak hizmete açmayı planladığımız yeni iç hatlar terminaliyle yolcu sayısının hızla artacağını umuyoruz” dedi. Buna göre yeni terminalin 2014’te bitirilmesinin planlandığı açıklandı. TAV İnşaat tarafından yapılan yeni terminal yaklaşık 200 bin metrekare kapalı alana sahip olacak ve yaklaşık 25 milyon yolcuya hizmet verebilecek. Projede 2537 aralık kapalı otopark ve 3 bin araçlık açık otopark inşaatı da bulunuyor. İç hatlar terminali, Sürdürülebilir kalkınma derneği (SKD) tarafından "İnovatif Sürdürülebilirlik Uygulama" ödülüne ve Türk Yapısal Çelik derneği tarafından "Ulusal Çelik Yapı Tasarımı" ödülüne layık görülmüştür. Dış hatlar terminali 107 bin 699 metrekare büyüklükle Türkiye'deki dördüncü büyük dış hatlar terminalidir. Dış hatlar terminali projesi Devlet Hava Meydanının düzenlediği mimari proje yarışması ile elde edil
miştir. Düzenlenen yarışmada Yük.Mim. Rest. Uz Yakup Hazan'ın tasarladığı proje 1. olmuş ve uygulanmıştır. Yarışma bünyesinde Havalimanı gelişme perspektifiyle ilgili çalışmalar istenmiş bu kapsamda Yakup Hazan'ın tasarladığı iç hatlar terminalide 1. etap gelişme planı çerçevesinde uygulanmıştır. Yenilenen terminal 2006'da açılmıştır. Dış hatlar terminali 2007 yılında ECCS tarafından " Avrupa çelik yapı" ödülüne layık görülmüştür. Adnan Menderes Havalimanı Dış Hatlar Terminali’ndeki gümrüksüz satış mağazaları TAV Havalimanları ve Unifree ortaklığıyla kurulan ATÜ Duty-Free tarafından işletilmektedir. Toplam 2 bin 353 metrekareye yayılan mağazalarda günün her saati hizmet verilmektedir. Gidiş katında yedi, geliş katında iki mağaza bulunmaktadır. Adnan Menderes Havalimanı Dış Hatlar Terminali Gidiş Katı’nda, pasaport kontrolü öncesinde TAV Galeri İzmir adlı bir sergi alanı yer almaktadır. Şubat 2011’de açılan galeride yıl boyunca resim, fotoğraf ve benzeri alanlarda sergiler düzenlenmektedir. Kargo terminalinde radyoaktif malzeme, kıymetli eşya, soğuk hava depoları ile özel kargo acentelerinin ofisleri bulunmaktadır. Terminalde THY Kargo, PTT, Gümrük Müdürlükleri binası ile kargo, acente ve gümrük komisyoncularının ofisleri yer almaktadır. Ayrıca THY’e ait ithalat ve ihracat antrepoları da kargo terminalinde bulunmaktadır. Yeni iç hatlar terminali inşaatının yanında yer alan ve TAV İzmir tarafından işletilen genel havacılık terminali özel jetlerle hava taksilere hizmet vermektedir. Terminalde gümrük ve pasaport işlemleri yapılabilmektedir. Havalimanında 3.426 araç kapasiteli park yeri bulunmaktadır. Ayrıca havalimanı içerisinde TAV Airport Hotel adlı bir otel hizmet vermektedir. İzmir Adnan Menderes Havalimanı, 2011 verilerine göre ticari Türkiye uçak trafiğinde sırasıyla İstanbul Atatürk, Antalya ve İstanbul Sabiha Gökçen havalimanlarının ardından dördüncü sıradadır. Uçuş düzenleyen şirket sayısı 66’dır. Adnan Menderes Havalimanı, şehir merkezine üzerindeki Akçay Caddesi ile bağlıdır. Havalimanına toplu taşıma araçları ile ulaşım olanağı da vardır. İç hatlar terminalinin önünden geçen banliyö hattı İZBAN aracılığıyla şehrin kuzey ve güneyine yolcu taşınmaktadır. Hat üzerindeki Hilal ve Halkapınar istasyonlarından ise İzmir metrosuna aktarma yapılabilmektedir. Mavişehir istasyonundan kalkan 200, Cumhuriyet Meydanı'ndan kalkan 202 ve Bornova metro istasyonundan kalkan 204 numaralı ESHOT otobüsleri havalimanına 24 saat ulaşım sağlamaktadır. Havaş servis otobüsleri ise İzmir'in Çeşme, Karşıyaka ve Konak ilçeleri ile Aydın'ın Efeler ve Kuşadası ilçelerine havalimanından yolcu taşımaktadır. Ayrıca havalimanında taksiler ve araç kiralama firmaları hizmet vermektedir. Emma Watson Emma Charlotte Duerre Watson (d. 15 Nisan 1990, Paris), İngiliz oyuncu, model. Watson "Harry Potter" film serisinde canlandırdığı Hermione Granger karakteriyle tanındı. Hermione olarak kadroya dahil olduğunda dokuz yaşındaydı ve daha önce yalnızca okul gösterilerinde oynamıştı. 2001'den 2011'e kadar Daniel Radcliffe ve Rupert Grint'le beraber sekiz "Harry Potter" filminde rol aldı. Watson "Harry Potter" serisindeki çalışmalarından çok sayıda ödül ve 10.000.000 sterlinin üzerinde para kazandı. İlk mankenlik deneyimini ise 2009'da Burberry'nin Sonbahar/Kış sezonunda yaptı. 2013 yılının ekim ayında Empire dergisi tarafından dünya çapında yapılan ankette En Seksi Film Yıldızı seçildi. 2007'de, Watson iki yapımda yer alacağını duyurdu: "Bale Papuçları" romanının televizyon uyarlaması ve "Despero" adlı çizgi film. "Bale Pabuçları" filmi 2007 yılında gösterime girdi ve 5,2 milyon seyirci elde etti; Kate DiCamillo romanından uyarlanan "Despero" ise 2008'de yayınlandı ve 70 milyon dolar gişe hasılatı elde etti. 2011 yılından 2014 yılına kadar Watson zamanını hem film çalışmaları hem de eğitimine devam ederek sürdürdü, Mayıs 2014'te Brown Üniversitesi İngiliz Edebiyatı bölümününden mezun oldu. Burberry ve Lancôme şirketlerinin reklam kampanyalarına model olarak dahil oldu. Bir moda danışmanı olarak, People Tree için giyim tasarımlarında yardımcı oldu. 2017 yılında Disney'in 1991 yapımı filminin yeniden uyarlanması olan "Güzel ve Çirkin"de Belle'i canlandırdı. Emma Watson, her ikisi de İngiliz avukat olan Jacqueline Luesby ve Chris Watson'ın kızı olarak Paris, Fransa'da doğdu. Watson'ın büyükannelerinden biri Fransız'dır. 5 yaşına kadar Paris'te yaşadı. Anne ve babasının boşanmalarının ardından, annesi ve erkek kardeşiyle birlikte Oxfordshire'a taşındı. Altı yaşından beri oyuncu olmak isteyen Watson senelerin birinde Stagecoach Sahne Sanatları'nın Oxford şubesinde eğitim gördü; yarım günlük tiyatro okulu olan Stagecoach'ta şan, dans ve oyunculuk dersleri aldı. On yaşına geldiğinde, içlerinde "Arthur: The Young Years" ve "The Happy Prince"in de aralarında bulunduğu çeşitli Stagecoach yapımlarında ve okul oyunlarında oynadı, fakat "Harry Potter" serisinden önce hiç profesyonelce çalışmadı. Watson, "Parade" dergisinin 2007'de yapmış olduğu röportajında "Film serilerinin ölçeği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Fikrim olsaydı, düpedüz boğulurdum." şeklinde demeç verdi. 25 Mayıs 2014'te Brown Üniversitesi İngiliz Edebiyatı alanında lisans derecesi ile mezun oldu ve Twitter hesabından cübbeli ve kepli bir fotoğrafını yayınladı. Watson boşanan ailesinin yeni eşleri ve çocuklarıyla geniş bir ailede büyüdü. Babasının Nina ve Lucy isimli ikizleri ve kendinden 4 yaş küçük Toby isimli çocuğu vardır. Annesinin yeni eşinden iki çocuğu vardır (Emma'nın üvey kardeşleri) ve düzenli olarak onlarla kalmaktadır. Kardeşi Alexander iki "Harry Potter" filmlerinde gözüktü ve BBC yapımı "Ballet Shoes" 'da üvey kardeşleri Pauline Fossil karakterinin gençliği rolünü canlandırmıştır. Annesi ve kardeşiyle Oxford'a taşınan Emma 2003 yılının sonuna kadar "The Dragon School" 'da okumuş daha sonra "Headington School" 'a geçmiştir. Film setleri sürerken Watson ve akranları günde 5 saatten fazla özel ders aldı. Filme konsantre olmasına rağmen eğitimine başarılı bir şekilde devam etmiştir. 2006 Haziranında General Certificate of Secondary Education(Liseyi bitirme sınavları) sınavına girmiş ve 10 dersten 8'inden A* ve 2'sinden A notunu almıştır. Brown Üniversitesi'nde (ABD) eğitim görmüş ve bu üniversiteden mezun olmuştur. Watson Harry Potter serisinden 10 milyon sterlinden fazla kazanmıştır, böyle bir parayı yapacağı hiçbir işte kazanamayacağını kabul etmektedir. Filmlerden kazandığı parayı ailesine vermiş ve üniversite masrafları için bankaya koymuştur. Ancak okulu bitirdiği zaman tam manasıyla aktris olmaya başlayacağını belirten Watson " İnsanlar neden istemediğimi anlamıyorlar... Fakat okul hayatı arkadaşlarımın arasında olmak beni koruyor. Bu benim gerçek hayatta olmamı sağlıyor" demiştir. Çalışırken olumlu olmaya çalıştığını belirtip ailesinin ve meslektaşlarının mutlu bir deneyim için ona yardım ettiklerini söylemiştir. Watson Harry Potter serilenin yıldızları Daniel Radcliffe ve Rupert Grint ile çok eğlendiğini aralarında kardeşlik bağı olduğunu söylemiştir. Dans etmek, şarkı söylemek, çim hokeyi, tenis, resim çizmek, balık tutmak, ve WTT'ye bağışta bulunmak ilgi alanları arasındadır. Kendisini "birazcık feminist" olarak tanımlayan Watson'ın hayran olduğu oyuncular Johnny Depp ve Julia Roberts'tır. 1999 yılında Watson'ın oyunculuk yaşamı J. K. Rowling'in aynı adı taşıyan kitabından uyarlanan "Harry Potter ve Felsefe Taşı" filmiyle başlamıştır. Yönetmenleri için Harry Potter rolü ve Potter'ın iki arkadaşı Hermione Granger ve Ron Weasley yardımcı rolleri çok önemliydi. Oyuncu ajansları Watson'ı Oxford tiyatro hocası sayesinde buldular ve kendine olan güveninden dolayı ondan oldukça etkilendiler. Sekiz ses sınavının ardından yapımcı David Heyman Watson, Daniel Radcliffe ve Rupert Grint'in sırasıyla Hermione Granger, Harry Potter ve Ron Weasley rollerini kaptığını söyledi. Rowling ilk deneme çekiminden itibaren Watson'ı desteklediğini belirtmiştir. 2001 yılına gelindiğinde Watson'ın sahneye ilk çıkışı "Harry Potter ve Felsefe Taşı" filminin vizyona girmesiyle olmuştur. Film ilk gün gelirleri ve ilk hafta sonu gelirleri rekorlarını kırmış ve 2001 yılının en fazla gelir elde eden filmi olmuştur. Eleştirmenler filmdeki üç ana oyuncuyu övmüş, çoğunlukla Watson'ın performansını ayrıca takdir etmişlerdir. "The Daily Telegraph" gazetesi performansının "takdire şayan" olduğunu belirtmiştir. Watson Felsefe Taşı'ndaki performansıyla içinde Genç Aktris Ödülü de olan 5 ödül kazanmıştır. Bir yıl sonra serinin ikinci filmi "Harry Potter ve Sırlar Odası" ile tekrar kamera karşına geçti. Filmle ilgili olarak birbirinden farklı yorumlar yapıldıysa da eleştirmenler oyuncuların performansları hakkında olumluydu. "The Times" gazetesi yönetmen Chris Columbus'u Watson'un fazlasıyla popüler olan karakterini yeterince kullanmadığı için eleştirirken "Los Angeles Times" gazetesi iki film arasında geçen süreçte Watson ve arkadaşlarının olgunlaştığını yazdı. Watson performansıyla Alman "Die Welt" dergisinin düzenlediği Otto ödüllerinde En İyi Kadın Aktris (gümüş) ödülü almıştır. 2004 yılına gelindiğinde "Harry Potter ve Azkaban Tutsağı" gösterime girmiştir. Watson iddalı Hermione rolünü beğendiğini, oynadığı rolün "karizmatik" ve "oynanması fanstastik bir rol" oluğunu söylemiştir. Eleştirmenler Radcliffe'e odun damgası vurup oyunculuk yeteneğinden ümidi kestilerse de Watson'ı övmeye devam etmişlerdir; "The New York Times" gazetesi etkili performansını "Çok şükür Radcliffe'ın uysallığı, Watson'un sivri uçlu sabırsızlığı ile dengeleniyor" yorumunda bulunmuştur. "Harry gelişen sihirbazlık becerileriyle hava atabilir fakat Hermione Draco'nun burnuna attığı büyüsüz yumrukla büyük alkışı hakkediyor. Ocak 2008 itibarıyla "Azkaban Tutsağı" en az gelir elde edilen Harry Potter filmi olmasına rağmen Watson için en başarılı filmiydi; bu filmle iki Otto ödülü ve Total Film dergisinin düzenlemiş olduğu törende Yılın Çocuk Performansı ödülünü almıştır. 2005 yılında "Harry Potter ve Ateş Kadehi" filminin
gösterime girmesi Watson ve Potter filmleri için yeni bir kilometre taşı olmuştur. Eleştirmenler Watson ve genç yıldız rol arkadaşlarının artan olgunluklarını övdü; The New York Times performansını "dokunaklı bir şekilde ciddiyet" olarak belirtti. Watson için, filmin tabiatının büyük kısmı üç ana karakterin arasındaki gerilimi olgunluğuyla yatıştırmasıdır. "Ben bütün tartışmaları sevdim. Onların tartışmalarının çok gerçekçi olduğunu düşünüyorum." demiştir. "Ateş Kadehi" 'yle birlikte Otto ödülleri (bronz) ödülüde dahil 3 ödül kazanmıştır. Bir yıl sonra "Teen Vogue" dergisinin kapağına çıkan en genç kişi olmuştur. 2006 yılında kendini "The Queen's Handbag"'de bulmuş ve Kraliçe Elizabeth'in 80. yaş günü için özel Harry Potter mini bölümünde oynamıştır. Serisinin beşinci filmi "Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı" 2007'de yayınlandı. Dünya çapında rekor kırarak ilk haftasında 332,7 milyon dolar gelir elde etmiştir. Watson İngiltere'de düzenlenen Ulusal Film Ödülleri'nde "En İyi Kadın Performansı" ödülünü almıştır. Watson'un ünü serinin filmleriyle devam etti ve 9 Temmuz 2007'de Watson ve Harry Potter'ın yıldızları Daniel Radcliffe ve Rupert Grint Hollywood'un Grauman'ın Çin Tiyatrosu önüne el ve ayak izlerini bıraktılar. Temmuz 2007'de, Watson "Harry Potter" serisindeki çalışmalarından 10 milyon sterlinden fazla kazandığını söyledi; hayatının geri kalanında para için çalışmak zorunda olmadığını kabul etti. Mart 2009'da, "Forbes" dergisinin "En Değerli Genç Yıldızlar" listesinde 6. sırada yer aldı, 2009'da kazandığı yaklaşık 19 milyon sterlin ile Şubat 2010'da Hollywood'un en yüksek maaşlı kadın yıldızı olarak adlandırıldı. "Zümrüdüanka Yoldaşlığı"nda elde edilen başarıya karşın, "Harry Potter" serisinin geleceğinden endişe duyuldu; üç başrol oyuncusu da son iki bölümdeki rollerine devam etme konusunda kararsızdı. Radcliffe sonunda son filmler için 2 Mart 2007'de anlaşmaya vardı, fakat Watson çok daha duraksamalıydı. Kararın önemli olduğu, filmlerdeki rolün önündeki dört sene boyunca bağlayıcılığı bulunduğunu açıkladı, fakat sonunda "Hermione'yi [rolünü] asla bırakamayacağını" kabullendi ve 23 Mart 2007 günü rol için imza attı. Son filmlere olan taahhüdünün karşılığında, Watson'ın ücreti film başına 2 milyon sterlin olacak şekilde ikiye katlandı "sonunda, artıların eksilerden daha ağır bastığı" kararına vardı. Altıncı filmin ana çekimlerine 2007'nin sonunda başlandı, Watson'ın bölümleri 18 Aralık ile 17 Mayıs 2008 tarihleri arasında çekildi. Watson, 15 Temmuz 2009'da gösterime giren Harry Potter serisinin 6. filmi olan Harry Potter ve Melez Prens (film) ile yine övgü dolu eleştiriler almıştır. Los Angeles Times kendisinin oyununu "İngiliz aktörlüğü açısından kapsamlı bir rehber olarak tanımlarken, Washington Post ise "Bu onun şu ana kadarki en büyüleyici performansıydı" şeklinde bir yorumda bulunmuştur . "Harry Potter" serisinin son bölümü "Harry Potter ve Ölüm Yadigârları" için Watson'ın çekimleri 18 Şubat 2009'da başladı ve 12 Haziran 2010'da sona erdi. Parasal ve betik nedenler yüzünden özgün kitap art arda çekilecek iki film hâlinde ikiye bölündü. "Harry Potter ve Ölüm Yadigârları"nın Kasım 2010'da yayınlanırken ise Temmuz 2011'de yayınlandı. Watson'ın Potter filmleri dışında rol aldığı ilk film 2007 yılı yapımı TV filmi olan "Ballet Shoes" 'dur. Pauline Fossil rolünü canlandırmıştır. Proje için "Harry Potter (ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı) 'a dönmek için kararsız kaldım fakat Ballet Shoes'a direnemedim. Gerçekten sevdim." demiştir. Aynı isimli Noel Streatfeild'in romanının uyarlanan BBC adaptasyonu olan filmde Watson hikâyede yer alan üç kız kardeşin en büyüğüdür. Yönetmen Sandra Goldbacher "Emma, Pauline için mükemmeldi... Bir piercingi var, onun sahip olduğu narin hava ona baktıkça sizin ona bakıp dalmanıza sebep olur." yorumunda bulundu. Watson sarı saçıları rol gereği ağartılmıştır. Ballet Shoes Birleşik Krallık'ta yılbaşı tatilinde yayınlandı ve filmi 5.2 milyon izleyici izledi. Film eleştirilerin genelinden zayıf notlar aldı ve "The Times" filmi " Az duygusal yatırımla veya büyü veya dramatik momentum ilerlemekte" olarak tanımlamıştır. Yine de filmdeki performansı genellikle övüldü; The Daily Telegraph filmi için "Kesinlikle iyi yapılmış mıydı, hiç yoktan değil mi? Çünkü o bu günlerde ne kadar iyi çocuk aktörlerden biri olduğunu doğruladı" yazdı. Watson 2008 Aralığında gösterime giren animasyon filmi The Tale of Despereaux'da seslendirme yapmıştır. Filmde sesiyle Prenses Pea karakterini canlandırdı. 2008 Haziranında Chanel moda şirketi ile 3 milyon dolarlık reklam anlaşması imzalamıştır. Chanel şirketinin sahip olduğu Coco Mademoiselle parfümlerinin Keira Knightley'nın yerini alarak yeni yüzü olmuştur. Nana Buluku Nana Buluku (Nan Nan, Nana Baruku, Nana Baluku, Na Na Baraclou, Boucalou...), Dahomey'deki (Benin) Fon halkının ve dolayısıyla Vodun inancının en önemli tanrısı. Çift cinsiyetli olan Nana Buluku, Judeo-Hıristiyan tanrı anlayışındaki gibi evreni ve evrenin içindeki her şeyi yaratan, yaratıcı tanrıdır. Nana Buluku'nun iki kız çocuğu vardır: ay tanrıçası Mawu ve güneş tanrısı Lisa. Nana Buluku inancı Yorùbá dinine de, eril yaratıcı Aşe'nin dişi düşüncesi/zihni ve daha sonraki yaratıcılığın etkili nedeni olarak dahil edilmiştir. Nana Buluku inancı Vodun (veya Vudu) için çok önemlidir. Vodun'da Nana Buluku Yaratıcı-Baş-Tanrı'dır, fakat dünyevi işlerle ilgilenmez, zira Vodun inancına göre Nana Buluku dünyevi işlerle ilgilenmek için çok önemli ve büyüktür. Vodun inancı Afrika'dan Amerika kıta ve adalarına köle olarak götürülen topluluklar tarafından buralarda da yaygınlaştı. Vodun inancının yaygınlaşmasıyla Nana Buluku inancı da varlığını sürdürdü ve gelişti. Rupert Grint Rupert Alexander Lloyd Grint (d. 24 Ağustos 1988) İngiliz oyuncu. canlandırdığı Ron Weasley karakteri ile tanınır. Grint 24 Ağustos 1988’de Nigel ve Jo Grint’in ilk oğlu olarak doğdu. Beş çocuğun ilki olan Rupert’ın bir erkek kardeşi (James (d. 1990)) ve üç de kız kardeşi (Georgina (d. 1993), Samantha (d. 1996), Charlotte (d. 1999)) var. Laura Linney ve Julie Walters ile birlikte rol aldığı Driving Lessons 2006 yazında gösterime girdi. 5 Temmuz 2009'da gazetelerde Grint'in domuz gribine yakalandığı haberi verildi. Ancak daha sonra domuz gribini atlattığı haberi verildi. Ayrıca Grint Cherrybomb adlı filminin bazı sahnelerinde çok cüretkar olduğu için birkaç kişiden eleştiri aldı. 2011 yılında, Ed Sheeran'ın Lego House adlı klibinde oynamıştır. 2002 Satellite Ödülleri 2002 Young Artist Ödülleri 2010 Otto Ödülleri Abdul Alhazred Abdul Alhazred, H. P. Lovecraft tarafından yaratılan kurgusal bir karakter. Büyü kitabı Necronomicon'un yazarıdır. Yine Lovecraft'ın yazdığı Necronomicon'un Tarihi adlı kitapta Abdul Alhazred'den sekizinci yüzyılda Yemen'in Sana şehrinde yaşayan bir deli arap olarak bahsedilir. Babil harabeleri ve Memfis'in yeraltı gizemlerini araştırdığı anlatılır. 738'deki ortadan kayboluşu önceleri görünmez bir canavar tarafıdan yenilişine bağlanmış ama daha sonra bu son August Derleth tarafından değiştirilmiştir. Buna göre Abdul Alhazred, gizli bilgileri açığa çıkardığı için önce işkencelere maruz kalmış, kör bırakılmış, dili kesilmiş ve en sonunda idam edilmiştir. Necronomicon Necronomicon, Howard Phillips Lovecraft'ın kendi yarattığı Cthulhu Mitosu'nu desteklemek için çoğu öyküsünde bahsini geçirdiği kurmaca kitap. İlk olarak "The Hound" (1924) başlıklı Lovecraft öyküsünde yer alır. 8. yüzyılda Abdul Alhazred adlı bir Arap tarafından yazılmıştır. Yunancadan çevirisi Lovecraft'ın iddiasıyla Ölüler Yasasının Simgesi ("necros": ölü, "nomos": yasa, "eikon": simge) başka bir yaklaşımla ise Ölülerin Sınıflandırılması'dır. ("necros": ölü, "nemo": sınıflamak, "ikon": nötr sıfat eki). Yazar, kitabın özgün adının Kitab Al Azif olduğunu ve 950 yılında Theodorus Philetas tarafından Yunancaya çevrildiğini söyler. Piyasada birbirinden tamamen farklı birçok Necronomicon bulmak mümkündür. Bunlardan en çok bilineni "Simon" Necronomicon'u denilen kitaptır. Bu Kitap Sümer mitolojisiyle bağlantılıdır. Necronomicon okülttür. Lovecraft öykülerinin çoğunda Necronomicon'dan bir tiksinti ile bahseder. O gizin araştırılması sonucu ortalığa çıkan/çıkabilecek şeylerden bahseder. Tasarımının sahibi bilinmemekle birlikte Necronomicon Gate olarak bilinen bir tür okült de Necronomicon'un piyasadaki örnekleri üzerinde görülebilmektedir. Lovecraft'ın yarattığı bu kurgusal kitabın müzikte etkilerine sıklıkla rastlanır. Maser Maser, atomların, dışarıdan uyarılması neticesinde dışarıya salınan radyasyon yardımı ile elde edilen, genliği yükseltilmiş elektromanyetik dalga. Maser, önceleri ilk maserin mikrodalga frekansında çalışması sebebiyle İngilizce ("Microwave Amplification by Stimulated Emission of Radiation") cümlesindeki kelimelerin baş harflerinin alınmasından türetilmiştir. Bugünse işitme frekansından itibaren (20 ila 20.000 saykıl/saniye), görünen ve morötesi frekanslı elektromanyetik bölgelerde dahi aynı prensip tatbik edildiğinden maser, "Molecular amplification by Stimulated Emission of Radiation" olarak tarif edilmektedir. Maser, uyarılmış radyasyon (ışın, şua) yayılımıyla mikrodalga veya moleküler dalga kuvvetlendirilmesi demektir. Cihaz, hassas olarak tayin edilmiş frekansta mikrodalga osilasyonları (titreşimleri) ve düşük gürültü seviyeli amplifikasyon (kuvvetlendirme) elde etmeyi sağlar. Bu maksatla atomların ve moleküllerin iç enerjisinden faydalanan bir amplifikatör ve osilatör grubu kullanılır. Aletin çalışmasının temel prensibi olan uyarılmış emisyon ("stimulated emission"), uyarılmış (aşırı enerji yüklü) haldeki bir atoma, dışarıdan eşit enerjili bir fotonun çarpması sonucu atomun aynı özellikli bir foton yayması şeklinde meydana gelir. Böylece atoma çarpan foton veya dalgalar çarptıkları uyarılmış atomlar tarafından yayılan fotonlarla kuvvetlenir. Bir maser, gaz veya katı halde aktif bir ortamdan ibarettir. Sistem çeşitli frekanslar halinde elektromanyetik bir radyasyona maruz bırakılır
. İçerideki atomların çoğu bu tesirle yüksek enerjili (uyarılmış) hale gelir. Böylece uyarılmış bir frekans meydana gelir. Aktif ortam, rezonans sağlayan bir boşlukla çevrili olduğundan, tek bir çıkış frekansına eşdeğer osilasyon modlu paralel dalgalar meydana gelir. Çok fazla çeşitli, koherent ve tek renk ışık elde etmek amacıyla oluşturulan optik düzenekler maserdir.Bunların optik frekanslarda çalışanlarına optik maser veya laser adı verilir. Birkaç milimetreden daha uzun dalga boyları için rezonatör olarak metal bir kutu kullanılır.Bu kutunun boyutu titreşim modlarından yalnızca biri atomların yaymış oldukları ışınımların frekanslarıyla çalışacak biçimde belirlenir,kutuda yalnızca bir ses frekansında rezonansa uğramış gibi belirli bir mikro dalga frekansında rezonansa gelir. Maser dalgaları oldukça kararlı ve monokromatik (aynı frekans ve fazda) olduğu için astronomi ve uzay haberleşmesinde, gürültü seviyesi olmayan yükselticiler olarak kullanılırlar. Maserde dalga rezonans sistemi, atom enerji seviyelerinden istifade edilerek çalıştığı için, dalga boyları çok küçük olmasına rağmen imal edilmesi mümkündür. Hâlbuki aynı frekansta mevcut hiçbir manyetik dalga rezonatörü yapılamaz. Çünkü rezonatör yapımı dalga boyu büyüklüğü ile sınırlıdır. Maser dalga boyu 1 mm'den çok küçüktür. Klasik metotlarla elde edilen en yüksek frekansa (daha doğrusu en küçük dalga boyuna) sahip rezonatör radar cihazlarında kullanılmaktadır. İlk maser rezonatörü (osilatör de denir) Charles H. Townes, James Gordon ve Herbert Zeiger tarafından 1954 senesinde yapıldı. Bu maserde amonyak gazının özel frekansından istifade edildi.İlk maserde metal çubuklardan yapılmış silindirik bir kafes içerisinde eksen boyunca yol alan bir molekülden yararlanılmaktaydı.Amonyak moleküllerinin bu demetteki uyarılan durumda olanları, sırası ile bir artı bir eksi yüklü olacak şekilde dizilmiş çubukların oluşturduğu elektrik alan etkisiyle, uyarılmamış durumdakilerden ayrılır ve rezonatördeki küçük bir deliğe doğru kayar.İlk maserin çıkış gücü çok düşüktü (1 mikrowattan küçük) fakat amonyak amonyak moleküllerinin belirlemiş olduğu ışınım dalga boyu sabitti bu dalga boyuyla denetlenen bir saat ancak birkaç yüzyılda 1 saniyelik hata yapacak doğrulukta çalışmaktaydı. Azot atomu amonyak molekülünde (NH) hidrojen atomları arasında 24.000 MHz ile titreşir. Bu frekansla titreşen amonyak molekülleri, havasız elektrostatik bir ortamdan geçirilirken aynı frekansta titreşen amonyak molekülleri bir hüzme şeklinde rezonatöre gelir. Rezonatör de enerji seviyelerindeki değişmelerle foton üretimine sebep olur. Bu fotonlar aynı fazda, aynı frekansta mikrodalgalar halinde titreşirler. Mikrodalga, rezonatörden dalga kılavuzu ile alınarak yayınlanır. Katı maserler çok geniş olan frekans bandındaki radyo dalgalarının yükseltilmesinde kullanılır. Maserin kullanıldığı en önemli saha haberleşmedir. Haberleşmede karşılaşılan en büyük sıkıntı haberleşme kanallarının sınırlandırılmış olmasıdır. Böyle bir haberleşme trafiğinde yayınların birbirine müdahale etmemesi için, mikrodalga (yüksek frekans) kullanılması gerekir. Maser bu tür haberleşme için çok uygundur. Mikrodalga ile yayında, yayın yapan istasyonla alıcının birbirini görmesi lazımdır. Bu bakımdan ara istasyonlara ihtiyaç vardır. Dünya etrafında yörüngede bulunan uydular, ara istasyon vazifesi yaparlar. 1962 senesinde yörüngeye oturtulan Telstar uydusu bu vazifeyi icra etmektedir. Telstar 3700-4200 ve 5925-6425 MHz bandlarında maser yayını alır ve yükselterek yayınlar.Radyoastronomide Venüsün yayınladığı çok zayıf radyo dalgalarının ölçülmesinde ve bununla da gezegenin sıcaklığına ilişkin bilgi sahibi olunmada maser kullanılır. Maser'in kullanıldığı bir saha da, uzaya fırlatılan araçların göndereceği bilgiler içindir. Uzay aracı çok küçük ve mesafe çok uzak olduğu için mikrodalga vericisinin hem küçük hem de yaptığı yayının gürültüsüz olarak alınması gereklidir. Maser bu maksada mükemmel cevap verir. 1964 senesinde 383.180 km mesafedeki ay yüzeyinden Ranger VII ay modülünün gönderdiği TV yayınları ile 1965 senesinde 215.740.000 km mesafedeki Mars yüzeyinden Mariner IV'ün gönderdiği çok net resim yayınları, maser ile sağlanmıştır. Bu kadar uzak mesafeden optik ve radyo dalgaları ile TV ve resim yayını mümkün değildir. Maser yayını ile uzaydaki gazların cinslerini tespit etmek mümkündür. Bu maksatla hidrojen atomu ile 1421 MHz'de çalışan hidrojen maseri yapılmıştır.Alçak basınçlı rubidyum buharı içeren maser de frekans standardı kullanılır. Bu maserde boşluk ile çevrelenmiş saydam göze içerisinde tutulmakta olan rubidyum buharına bir rubidyum lambasından elde edilmiş olan ve uygun filtrelerden geçirilen ışık düşürülür.Düşürülen ışığın etkisi ile uyarılmış atomlar frekanslı dalga yayarlar. Alice Cooper Alice Cooper (asıl adı Vincent Damon Furnier) (d. 4 Şubat 1948), rock solisti ve müzisyen. Genellikle "metalin babası", "metal tanrısı" sıfatlarıyla anılan Alice Cooper, aslında Vincent Damon Furnier'ın kurduğu bir grubun adıdır. Furnier daha sonra ismini Alice Cooper olarak değiştirmiştir. Cooper, The Beatles, The Rolling Stones, The Who, The Kinks ve The Yardbirds gibi gruplardan etkilenerek 1960'larda Earwigs, The Spiders ve The Nazz isimli rock grupları kurmuştur. School's out adlı şarkısıyla da tanınır. 1964'te 16 yaşındaki Furnier bir yetenek yarışmasına katılmak için arkadaşları ile "the Earwigs" adını verdikleri ve the Beatles taklitleri yapan bir grup kurdu. Yarışmayı kazanan grup, gerçek bir müzik grubuna dönüşmeye karar verdi. Bir eleman dışında enstrüman çalmayı bilmeyen grup üyeleri kendilerini geliştirip the Spiders adını aldılar. Furnier de grubun vokalistliğini üstlendi. Grup, Pheonix'te verdikleri ilk konserlerde sahnede büyük siyah bir örümcek maketi önünde sahne alıyordu. 1965'te ilk single'ları "Why Don't You Love Me?"yi kaydeden grupta, Furnier sadece bu şarkı için harmonika çalmayı öğrendi. Bir sene sonra liseden mezun olduktan sonra ikinci single'ları "Don't Blow Your Mind" ile bölgesel bir ün kazandılar. 1967'de Nazz adı altında bir single daha çıkarıp Los Angeles'a taşındılar. 1968 yılında Nazz adını kullanan bir başka grubun varlığını öğrenince yeni bir isim aramaya başladılar. Furnier, Alice Cooper adını buldu ve hem kendisine hem de grubuna bu ismi verdi. Bu dönemde Cooper, kendisiyle özdeşleşen makyajı kullanmaya başladı ve sahnede "What Ever Happened to Baby Jane?, Barbarella" ve "The Avengers" gibi filmlerden etkilenerek yarattığı katil bir karakteri oynamaya başladı. Grubun ilk kadrosu vokalde Cooper, gitarda Glen Buxton ve Michael Bruce, basta Dennis Dunaway ve davulda Neal Smith'ten oluşuyordu. Salvador Dali'den etkilendikleri sahne şovlarıyla önce seyirciyi yakalayamasalar da müzik adamlarının dikkatini çektiler. Frank Zappa'nın evinde sabah saat 7'de çaldıkları üç şarkı sonrası Zappa, grubu plak şirketi olan Straight Records'a dahil etti. Cooper'ın ilk albümü "Pretties for You", 1969 yılında yayınlandı. Zappa'nın etkilerinin de görünür olduğu psychedelic rock şarkıları dinleyicinin dikkatini çekmedi ve albüm ABD listelerinde 193. sıraya kadar çıktı ve bir hafta sonra listelerden düştü. Eylül 1969'da Toronto'da verdiği bir konserde yaşadıkları ile gazetelere çıktı. Cooper, konser verirken bir şekilde sahneye giren tavuğu uçması için havaya fırlattı ancak tavuk en ön sıradaki tekerlekli sandalyede oturan dinleyicilerinin üstüne düştü ve bunun şovun bir parçası olduğunu düşünen dinleyiciler tavuğu parçalara ayırdı. Bir gün sonra bu olay gazetelerde Cooper'ın tavuğun kafasını ısırarak kopartması ve sahnede kanını içmesi olarak anlatıldı. Bu olayın yarattığı gündeme rağmen David Briggs'in prodüktörlüğünü yaptığı Haziran 1970'de çıkan ikinci albüm "Easy Action" ilk albümden de kötü bir performans gösterdi ve Billboard 200 listesine giremedi. Bu dönemde Cooper, the Stooges ve the MC5 gibi yerel grupların dikkat çektiği Pontiac, Michigan'a taşındı ve 1972'ye kadar burada kaldı. 1970 sonbaharında, Alice Cooper ve prodüktör Bob Ezrin, grubun üçüncü albümü "Love It to Death" için stüdyoya girdi. Bu albüm Straight Records ile kaydedilecek son albümdü ve grubun plak şirketinde kalması için albümün tutması gerekiyordu. Kasım 1970'de çıkan ilk single "I'm Eighteen" gruba ilk başarısını kazandırdı ve 1971 yılı başında "Billboard" Hot 100 listesinde 21. sıraya kadar çıktı. Ocak 1971'de albüm çıktıktan hemen sonra Warner Bros. Records, Cooper'ın konratını Straight Records'dan aldı ve albümü daha büyük bir promosyonla yeniden bastı. Albüm, Billboard 200'de 35. numara çıkarak grubun ilk popüler albümü oldu. Albümün başarısı Cooper'ın sonraki yıllarda Ezrin ile çalışmaya devam etmesine neden oldu. Grubun 1971 turnesi, sahnede kurgulanmış kavgaların yaşandığı, gotik dönem işkence aletlerinin sergilendiği, en sonunda da Cooper'ın elektrikli sandalye ile idam edilmesi ile biten bir şov içeriyordu. Single'ın, albümün ve Cooper'ın Avrupa'da ilk kez sahne aldığı bu turnenin başarısı sayesinde Warner Bros. gruba birkaç albümlük yeni bir kontrat teklif etti. 1971 yılının sonlarında "Killer" yayınlandı ve bir önceki albümün başarılı çizgisini devam ettirdi ve 1972 yılı başında "Under My Wheels" ve "Be My Lover" single'ları ile büyük bir başarı kazandı. "Halo of Flies" da Hollanda'da aynı yıl ilk 10'a girdi. "Killer," Cooper'ın kötü adam rolünü devam ettirdiği bir öyküden oluşuyordu. Cooper, turnede bu sefer bir boa yılanı eğitmeni ile sahne aldı ve şov bu sefer darağacında idam sahnesiyle sonlandı. 1972 yazında yeni single "School's Out" yayınlandı ve şarkı İngiltere'de bir numaraya, ABD'de ise ilk 10'a girme başarısı gösterdi ve rock radyolarının değişmez şarkılarından biri oldu. Bu şarkıyı içeren yeni albüm "School's Out" da Amerika listelerinde iki numaraya çıktı ve bir milyondan fazla sattı. Grup, bu albüm sonrası Greenwich, Connecticut'a taşındı. ABD'de ve Avrupa'da yaptıkları turneyle hayranlarını memnun ederken, tepki toplamaya da devam ettiler. İngiltere'de BBC'nin "School's Out" klibini yasaklamas
ı yönünde Hristiyan grupları kampanya düzenleyip başarılı olsalar da şarkının liste başı olmasına engel olamadılar. Cooper, bu kampanyayı başlatan Mary Whitehouse'a bu nedenle çiçek gönderip teşekkür etti. Aynı zaman İngiliz İşçi Partisi milletvekili Leo Abse de grubun ülkede konser vermesini yasaklamak için dilekçe yazsa da başarılı olamadı. Şubat 1973'te "Billion Dollar Babies" bütün dünyada yayınlandı ve ABD'de ve İngiltere'de birinci sıraya çıkarak grubun en başarılı albümü aldı. 1972 yılı sonunda yayınlanan ve İngiltere'de ilk 10'a giren "Elected", bir öyküsü olan ilk müzik kliplerinden biri oldu. Bu şarkının ardından "Hello Hooray" ve "No More Mr. Nice Guy" single'ları yayınlandı ve bu şarkılar da İngiltere'de ilk 10'a girdi. Donovan'ın vokallerinin de bulunduğu albüme adını veren şarkı ise ABD'de hit oldu. 1973 ABD turnesi, the Rolling Stones'un en çok seyirciyi çeken turne rekorunu kırdı. Turnede kullanılan özel efektleri geliştiren grup, sihirbaz James Randi ile çalıştı ve Randi bazı şovlarda Cooper'ı kendi dizayn ettiği giyotin ile idam etti. Yılın sonunda yeni albüm "Muscle of Love" yayınlandı. Albüm, klasik Alice Cooper kadrosu ile yayınlanan son albüm oldu. "Teenage Lament '74" şarkısı Cooper'ın 1970'lerde İngiltere Top 20 listesine soktuğu son şarkı oldu. Albümde Cooper'ın James Bond filmi "The Man with the Golden Gun" için kaydettiği bir şarkı da bulunmaktaydı ancak film için Lulu'nun aynı isimli bestesi tercih edildi. 1974 yılı biterken, "Muscle of Love" halen önceki albümler kadar büyük bir satış rakamına ulaşamamıştı ve grup üyeleri arasında anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Grup, kısa bir süre müziğe ara verme kararı aldı. Gazeteci Bob Greene, grupla beraber "Muscle of Love Christmas Tour" konserlerini beraber geçirdikten sonra Kasım 1974'te "Billion Dollar Baby" kitabını yayınladı ve grup içindeki problemleri bütün çıplaklığıyla anlattı. Bu sırada Alice Cooper, Los Angeles'a döndü ve "The Hollywood Squares" gibi televizyon şovlarında oynadı. Warner Bros. da "Alice Cooper's Greatest Hits" adlı toplama albümü yayınladı. Albüm ABD Top 10 listelerine girerek, "Muscle of Love"'dan daha iyi bir başarı yakaladı. 1974 yılında grubun baş rolde olduğu "Good to See You Again, Alice Cooper" filmi az sayıda sinemada gösterime girdi ve büyük bir izleyici sayısına ulşamadı. Mart ve Nisan 1974'te Alice Cooper grubu son konserlerini Brezilya'da verdi. 30 Mart'ta São Paulo'daki Anhembi Exposition Hall'da verdikleri Güney Amerika turnesinin ilk konserine 158,000 kişi gelerek bir rekor kırdı. 1975'te Alice Cooper, "Welcome to My Nightmare" ile solo kariyerine giriş yaptı ve "Alice Cooper" markasını grup isminden solo ismine çevirttirdi. Albümün başarısı Alice Cooper'ın bir grup olarak sonunun geldiğini de gösteriyordu. Albümde Cooper yine prodüktör Bob Ezrin ile çalıştı ve Ezrin albümde çalması için Lou Reed'in grubundan gitarist Dick Wagner ve Steve Hunter'ı kayıtlara davet etti. ABD Top 20 listesine giren "Only Women Bleed"in ardından Atlantic Records tarafından Mart ayında yayınlanan albüm ilk 10'a girdi. Steven adlı bir çocuğun gördüğü bir kabusa dayanan bu konsept albümde klasik korku filmi yıldızı Vincent Price da seslendirme yapıyordu. Cooper'ın yeni sahne şovunda ise bu sefer Cooper tarafından kafası kesilerek öldürülen 2.4 metre boyunda bir Cyclops sahne almaktaydı. Albüm ve turneyi desteklemek için Cooper ve Vincent Price'ın içinde bulunduğu televizyon şovu "The Nightmare", Nisan 1975'te Amerikan televizyonlarında prime time'da yayınlandı. "The Nightmare" rock müzik tarihine geçen bir gösteri olmanın dışında daha sonra 1983'te video formatında tekrardan yayınlandı ve En İyi Müzik Filmi Grammy Ödülü dalında Grammy adaylığı kazandı. Bunun yanı sıra Eylül 1975'te Londra'daki Wembley Arena'da West Side Story müzikalinden David Winters tarafından çekilen konser filmi "Welcome to My Nightmare" 1976'da sinemalarda gösterime girdi. Cooper'ın solo projesinin büyük başarısı sonrası Cooper solo kariyerine devam edeceğini açıkladı ve grup tamamen dağılmış oldu. Grup elemanlarından Bruce, Dunnaway ve Smith, daha sonra Billion Dollar Babies adlı grubu kurdu ve 1977'de "Battle Axe" adlı bir albüm çıkardıktan sonra dağıldılar. Zaman zaman birbirleri ile çalan grup elemanları 23 Ekim 1999'da hayatını kaybeden üyeleri Glen Buxton anısına Alice Cooper ile yıllar sonra ilk kez sahne aldı. 16 Aralık 2010'da Phoenix'te gitar Steve Hunter ile verilen bir konserden sonra 14 Mart 2011'de orijinal Alice Cooper grubunun the Rock and Roll Hall of Fame'e dahil edilmesi ile tekrardan bir araya geldiler. Bruce, Dunnaway ve Smith, Alice'in 2011 tarihli "Welcome 2 My Nightmare" albümünde üç şarkının yazımında ve kaydında Cooper'a destek oldular. 1976'da yayınlanan ve ABD listelerinde 12 numaraya çıkan "I Never Cry"'ın ardından "Alice Cooper Goes to Hell" and "Lace and Whiskey" albümleri yayınlandı. 1977'de "You and Me" isimli şarkısı ABD'de dokuz numaraya çıktı. 1977 ABD turnesinden sonra ise Cooper'ın alkolizm ile yaşadığı sıkıntılar arttı. Turdan hemen sonra "The Alice Cooper Show" adlı konser albümü piyasaya sürülürken, Cooper bir akıl hastanesinde denetim altına alındı. 1978'de alkolü bırakmış Cooper, akıl hastesinde kazandığı deneyimlerden esinlenerek Bernie Taupin ile hazırladığı yarı-otobiyografik albümü  "From the Inside"'ı çıkardı. Bu albümde ABD Top 20 listelerine giren bir şarkı olan "How You Gonna See Me Now" da bulunuyordu. Bu albümün turnesinde akıl hastanesi dekoru kullandı ve bu konserlerde yapılan çekimler 1979'da "The Strange Case of Alice Cooper" adlı bir video olarak piyasaya sürüldü. Bu dönemde bir "The Muppet Show" bölümünde konuk sanatçı olup, "Welcome to My Nightmare", "You and Me" ve "School's Out" şarkılarını söyledi. Ayrıca Mae West'in son filmi "Sextette"'te bir disko görevlisi ve "Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band" filminde bir kötü adamı oynadı. 1980'lerin başında tekrardan madde bağımlılığına geri dönen Cooper, bu dönemde kaydettiğini hatırlamadığı albümler yayınladı. "Flush the Fashion", "Special Forces", "Zipper Catches Skin" ve "DaDa," Cooper'ın satışlarında büyük bir düşüşün göstergesi olurken, son iki albüm Top 200 listesine dahi giremedi. Queen'in prodüktörü Roy Thomas Baker tarafından düzenlenen "Flush the Fashion", ABD'de Top 40'a giren "Clones (We're All)" şarkısını bulundurmasına rağmen, new wave etkisi nedeniyle Cooper hayranlarını şaşırtmıştı. "Special Forces" da new wave tarzına daha yakın olsa da daha agresif bir tona sahipti ve "Generation Landslide" şarkısının yeni düzenlemesini içeriyordu. Bu albüm için yaptığı turneden sonra Cooper, yaklaşık beş sene turne yapmaya ara verdi. 1982 tarihli "Zipper Catches Skin" diğer albümlere göre daha pop punk tarzına yakındı ve gitar sesi daha fazla ön plandaydı. 1983 tarihli "DaDa" albümünde ise Cooper tekrardan Ezrin ve gitarist Wagner ile çalışmıştı. Bu albüm Cooper'ın Warner Bros.'tan çıkardığı son albümdü. 1983 yılı ortasında "DaDa" kayıtları bittikten sonra Cooper alkolden doğan karaciğer sorunları nedeniyle tekrardan hastanelik oldu. Bu kötü deneyimden sonra Cooper, tam anlamı ile alkolü bıraktı. Şubat 1984'te Cooper kariyeri boyunca ilk kez bir plak şirketi ile anlaşmamış bir durumdaydı. Bu sırada Cooper, özel hayatındaki problemlerle ilgilenmeye başladı. 30 Ocak 1984'te eşi Sheryl Cooper'dan ayrıldı. Bir sonraki ay 26. Grammy Ödülleri'nde Grace Jones ile ödül veren isimlerden biri oldu. 1984 baharında B-tipi korku filmi "Monster Dog" çekimleri için Torrelodones, İspanya'ya gitti. Çekimlerden sonra eşi Sheryl ile barışan Cooper, Şikago'ya taşındı. Yeni şarkıları üstünde çalışmaya başlayan Cooper, MCA Records ile anlaştı. Cooper, Twisted Sister şarkısı "Be Chrool to Your Scuel"da gruba eşlik ederken, şarkının klibinde de yıllardan sonra ilk kez klasik Alice Cooper görüntüsünde kamera karşısına geçti. Ancak şarkı ve klip büyük bir başarı yakalayamadı. 1986'da müzik hayatına resmen dönen Alice Cooper, gitarda Kane Roberts ve bas gitarda Kip Winger ile çalıştığı "Constrictor" albümünü çıkardı. Albümden "He's Back (The Man Behind the Mask)" ("Friday the 13th Part VI: Jason Lives" film müziği, filmde de Cooper'ın aklı havada bir psikiyatrist olarak ufak bir rolü vardı) ve "Teenage Frankenstein" şarkıları başarı yakaladı. Bu albümün başarısından sonra Cooper beş yıl aradan sonra turneye çıkmaya karar verdi ve turnenin adı "The Nightmare Returns" oldu"." Turnenin Detroit ayağında Ekim 1986'da çekilen görüntüleri aynı isimde video olarak yayınlandı. Bu albümü bir sene sonra yine aynı ekiple çalıştığı "Raise Your Fist and Yell" takip etti ve bir öncekine göre daha sert olan bu albümden "Freedom", Cooper fanlarının beğenisini kazandı. Bu albümün turnesi 13. Cuma ve Elm Sokağında Kabus gibi dönemin popüler korku filmlerinden etkilenmişti ve 1970'lerde Cooper'ın yarattığı sansasyona benzer bir sansasyon yaratmıştı. Turnenin Almanya ayağında şovdaki bazı elementler Alman hükümeti tarafından yasaklanırken, Londra konserinde ise şovun sonundaki darağacında idam sahnesinde Cooper bir kaza geçirerek ölümden döndü. 1988'de MCA Records ile anlaşması biten Cooper, Epic Records'a geçti. Bir yıl sonra, Cooper'ın kariyeri tam anlamıyla bir geri dönüş yaşadı ve Desmond Child ile çalıştığı "Trash" piyasaya sürüldü. Grammy adayı olan albüm, İngiltere'de iki numaraya, ABD'de ise yedi numaraya çıkan bir hit single olan "Poison"ı içermekteydi. Bu albümü de dünya çapında bir arena turnesi takip etti. 1991 yılında Cooper, rock müziğin en önemli isimleriyle çalıştığı 19. stüdyo albümü "Hey Stoopid"'i çıkardı.Glam metalin popülerliğini grunge'a bıraktığı bu dönemde çıkan bu albüm bir önceki kadar iş yapmadı. Aynı sene Cooper'ın kariyerini Cooper, Ezrin ve menejeri Shep Gordon gibi isimlerin ağzından anlatan "" video formatında yayınlandı. Cooper, öte yandan farklı işlerde de görünmeye devam ediyordu. Guns N' Roses albümü "Use Your Illusion I"'da bulunan "The Garden" şarkısında Axl Rose ile düet yaptı. Ayrıca "" filminde ünlü karakteri Freddy Krueger'in şiddet ya
nlısı üvey babası rolünde ufak bir rol aldı. 1992'de ise ünlü komedi filmi "Wayne's World"'de ufak bir rol aldı ve grubu filmde son albümlerinden "Feed My Frankenstein"ı söyledi. 1994'te Cooper, "DaDa"'dan sonra yaptığı ilk konsept albüm olan "The Last Temptation"'ı çıkardı. Bu albümde genç bir adamın inanç, şehvet, yalnızlık ve modern dünya hakkındaki kafa karışıklıklarına değindi. Albümle beraber, albümün hikayesinin anlatılığı ve Neil Gaiman tarafından çizilen üç bölümlük bir karikatür kitabı yayınlandı. Bu albüm Cooper'ın Epic Records ile kaydettiği son albüm oldu ve Cooper, altı yıl süren bir sessizliğe girdi. Bu dönemde "A Fistful of Alice" adlı konser albümünü çıkarırken konserlere ise devam etti. 1996'da 1974'ten beri gitmediği Güney Amerika'ya geri döndü. 1999'da dört CD'lik bir box set olan "The Life and Crimes of Alice Cooper" yayınlandı. Bu setteCreem dergisi editörü Jeffrey Morgan tarafından yazılan ve Cooper tarafından onaylanmış "Alcohol and Razor Blades, Poison and Needles: The Glorious Wretched Excess of Alice Cooper, All-American" adlı bir biyografi de yer alıyordu. Öte yandan yine farklı işlerde Cooper imzası görmek mümkündü. Insane Clown Posse'nun "The Great Milenko" albümünün de introsunda yer aldı. Londra'da sahnelenen "Jesus Christ Superstar"'da Herod karakterinin söylediği şarkıları seslendirdi. Televizyonda ise That 70s Show'un bir bölümünde göründü. 20. yüzyılın ilk yarısı Alice Cooper için yoğun bir dönem oldu ve 60 yaşına giren sanatçı bir takım onur ödülleri almaya başladı. 2007 yılında Scream Awards'da "Ölümsüz Rock Yıldızı" ödülü, 2003 yılında Hollywood Walk of Fame'de bir yıldız, Mayıs 2004'te Grand Canyon University'de onursal doktora unvanı, Mayıs 2006'da Kuzey Dakota'daki Alice şehrinin anahtarı, 2006'da Classic Rock Roll of Honor töreninde yaşayan efsane ödülü, ve 2007'de Mojo dergisinden "kahraman" ödülü aldı. Stüdyo albümleri arasındaki büyük boşluğu 2000 yılında "Brutal Planet" albümü ile sonlandırdı. Modern hayatın getirdiği vahşetleri gelecekte geçen bir distopyada anlatan albümde CNN'de yayınlanmış haberlerden de esinlendi. Albümün prodüktörlüğünü Bob Marlett yaparken, prodüksiyona Bob Ezrin de yardımda bulundu. Bu albümün turnesinde Cooper, Rusya'da ilk konserini verdi. Yeni nesil dinleyici ile Cooper'ı buluşturan bu turnenin 19 Temmuz 2000'deki Londra ayağı "Brutally Live" DVD olarak yayınlandı. Bu albümü benzer bir tarzda yayınlanan ve prodüktörlüğünü Bob Ezrin'in yaptığı "Dragontown" takip etti. Bu iki albüm Cooper'ın tekrardan Hristiyanlığa dönmesinin izlerini de taşıyordu. 2003 yılında yayınlanan "The Eyes of Alice Cooper" önceki albümlere göre daha az agresif bir sound içeriyordu. Önceki albümlere göre daha genç müzisyenlerle çalışan sanatçı, albümün "Bare Bones" adlı turnesinde şovdan daha fazla müzikaliteye önem verdi. 26 Ocak 2004'te "Nights with Alice Cooper" adlı bir radyo programı yapmaya başladı. Programda klasik rock şarkıları, Cooper'ın bir rock yıldızı olarak yaşadıkları, ve diğer ünlü rock yıldızlarıyla röportajlar yer aldı. Bir önceki albümdeki tarzını devam ettiren Cooper, 2005 yılında 24. albümü "Dirty Diamonds"'ı yayınladı. Bu albüm Cooper'ın 1994 yılındaki "The Last Temptation"'dan sonra listelerde en iyi sıradaki albümü oldu. Bu albümün turnesi kapsamında 12 Temmuz 2005'te Montrö Caz Festivali'nde davulda KISS'ten Eric Singer'ın da yer aldığı bir kadro ile sahne aldı ve bu konser DVD olarak yayınlandı. Ocak 2008'de Cooper, Avantasia albümü "The Scarecrow"'da yer alan vokallerden biri oldu. Temmuz 2008'de Cooper, "Along Came a Spider"'ı yayınladı. Bu albüm de "Hey Stoopid"'den sonra en başarılı Cooper albümü olarak ABD'de 53., İngiltere'de ise 31. sıraya kadar yükseldi. Albüm müzik eleştirmenleri tarafından da takdirle karşılandı. Ocak 2010'da Alice, Rob Zombie ile "Gruesome Twosome" turnesine başladı. Mayıs 2010'da "American Idol" yarışmasının sezon finalde sahne alan şarkıcı "School's Out" şarkısını yorumladı. Aynı sene "Welcome to My Nightmare" albümünün devamı olarak düşünülen "Welcome 2 My Nightmare" için çalışmalara başladı. Albüm, 2011'de piyasaya sürüldü. 15 Aralık 2010'da Cooper ve orijinal kadrosunun Rock and Roll Hall of Fame'e kabul edildiği açıklandı. 14 Mart 2011'de düzenlenen törende Rob Zombie, Alice Cooper'ı sahneye çağıran isim oldu. Orijinal grup elemanlarından Cooper, Bruce, Dunaway ve Smith kısa konuşmalar yaptı ve hayatını kaybetmiş Glen Buxton'ın yerine Steve Hunter'ın gitar çaldığı grup "I'm Eighteen" ve "School's Out" şarkılarını çaldı. Alice törene üzerine kan sıçramış bir gömlek ve boynunda canlı bir beyaz piton ile katıldı. 9 Haziran 2011'de ise Cooper, Kerrang! tarafından düzenlenen Kerrang! Ödülleri'nde "ikon" ödülüne layık görüldü. Cooper, 2012 tarihli Tim Burton filmi "Dark Shadows"'da kendini oynayarak beyaz perdede bir kez daha yer aldı. Daha sonra Kanadalı yönetmenler Sam Dunn, Scot McFadyen ve Reginald Harkema tarafından çekilen ve hayatını anlatan "Super Duper Alice Cooper" belgeselinde oynadı. Bu film 3. Canadian Screen Awards'da en iyi belgesel ödülü kazandı. 2015 yılında Cooper, Johnny Depp ve Joe Perry'nin de yer aldığı bir süper grup projesi olan Hollywood Vampires'ı hayata geçirdi. Rock cover'larından oluşan albümlerinde Paul McCartney dahil olmak üzere birçok konuk sanatçıya yer veren grup konserler de verdi. 2017 yılında altı yıllık bir aradan sonra yeni stüdyo albümü "Paranormal"'i yayınladı. Davullarını U2'dan Larry Mullen'in çaldığı albümde ZZ Top'tan Billy Gibbons ve Deep Purple'dan Roger Glover da yer aldı. Metin And Metin And (d. 17 Haziran 1927, İstanbul – ö. 30 Eylül 2008, Ankara), Türk bilim insanı, yazar, performans, tiyatro, illüzyon sanatı ve sanat tarihi araştırmacısı ve hukukçudur. 17 Haziran 1927’de İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra yüksek lisans yapmak için önce Londra’ya, daha sonra bale, opera ve tiyatro eğitimi için Rockefeller Vakfı bursuyla New York’a gitti. Yazı hayatına 1954 yılında edebiyat, opera ve bale eleştirmenliği ile başlayan And, Ulus gazetesinde 15 yıl boyunca tiyatro eleştirileri yazdı. Ayrıca Forum, Değişim, Dost, Türk Dili dergisi dergilerinde yazıları yayınlandı. Kuruluşundan itibaren Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nde (DTCF Tiyatro Bölümü) otuz yılı aşkın süre ile öğretim üyeliği yaptıktan sonra 1994’te emekli oldu. Sonrasında Boğaziçi Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi'nde üçer yıl "Kültür Tarihi" dersleri verdi. Milliyet ve Vatan gazetelerinde yazıları yayımlandı. And, bazıları yabancı dillerde olmak üzere 50 kadar kitap, 1500 kadar bilimsel inceleme, tanıtma-eleştiri yazısı ve ansiklopedi maddesi kaleme aldı. Metin And, Türk Dil Kurumu Bilim Ödülü (1970), Türkiye İş Bankası Bilimsel Araştırma Ödülü (1980), Sedat Simavi Sosyal Bilimler Ödülü (1983), Fransa Hükümeti’nin ""Officier de l’ordre des Arts et des Letres"" nişanı (1985), İtalya Cumhurbaşkanı’nın Şövalyelik nişanı (1991), Türkiye Bilimler Akademisi Hizmet Ödülü (1998) gibi ödül ve nişanlar aldı. Giuseppe Donizetti Giuseppe Donizetti (Donizetti Paşa) (d. 6 Kasım 1788, Bergamo (günümüzde Lombardiya, İtalya), – ö. 12 Şubat 1856, İstanbul). İtalyan müzisyen. Türkiye'yi 19. yüzyılda batı müziği ile tanıştıran ve ilk Türk bandosu olan Mûsikâ-i Hümâyûn'un (günümüzde Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) gelişmesinde en büyük katkıyı sağlamış olan kişidir. 28 yıl boyunca Osmanlı Devleti'nin hizmetinde çalışan ve kendisine "Paşa" unvanı verilen Donizetti, hükümdarın kurduğu modern ordunun bando teşkilatını hayatı boyunca yönetti ve ikinci vatanı olan İstanbul'da hayatını kaybetti. Giuseppe Donizetti'nin, II. Mahmut için bestelediği "Mahmudiye Marşı" on bir yıl, II. Mahmut'un ölümünden sonra tahta çıkan oğlu Sultan Abdülmecit için bestelediği "Mecidiye Marşı" da (1839) 22 yıl boyunca Osmanlı Devleti'nin marşı olarak çalınmıştır. Giuseppe Donizeetti 6 Kasım 1788'de Bergamo (günümüzde Lombardiya, İtalya) doğdu. Çoğu müzisyen olan bir aile ortamı içinde yetişti. Sonradan tanınmış bir opera bestecisi olan Gaetano Donizetti (1797-848) onun küçük kardeşi idi. Bergamo'da amcası Carini Donizetti'den flüt dersleri aldı. İlk müzik derslerini için Bergamnoi'da yeni açılan "Lezioni Caritatevoli di Musica" adlı okula devam etmek istedi ama 17 yaşında idi ve yaşının büyük olması nedeniyle konservatuvarlara kabul edilmedi. Kardeşi sonradan opera bestecisi olarak ün yapacak Gaetano'nun müzik hocası Bergamo'da yerleşik Alman besteci Johann Simon Mayr'dan bir süre ücretiz müzik dersi aldı. 1808'de 20 yaşında iken Napolyon Bonapart'ın Fransa ordusuna kayıt oldu. Fransa ordusunda 1808-1813 arasında asker olarak Avusturya ve İspanya seferlerine katıldı. 1813'te Cenevre'de "Elba Adsai Taburu Bandosu"'na girdi. 1814 Napolyon Elba adasına sürüldüğünde onunla birlikte Elba'ya gitti. Napolyon Mart 1815'te Fransa'ya dönüp Yüz Gün tekrar imparator olarak hüküm sürmesi döneminde bando şefi olarak Napolyon'nun yanında idi. O yıl Angela Toki ile evlendi. Napolyon'un 19 Haziran,1815'de Waterloo Muharebesi'nde yenilmesinden sonra Fransa ordusundan ayrıldı. Ardından Sardınya-Piyemonte Krallığı ordusunun "Casale Ili Alayi (Reggimento Provinciale Casale" alayına bando üyesi olarak katıldı, 1821'de bu alayın müzik direktörü ve bando şefi oldu. Osmanlı İmparatorluğu'nda yeni kurulan "Mûsıkâ-i Humâyûn" adlı saray bandosunun şefi olmak üzere İstanbul'a davet edildi. Osmanlı Sultanı II. Mahmut, Vakay-i Hayriye adiı ile Yeniçeri Ocağı'nı kaldıran reform yapmış ve eski orduyu dağıtmış; yerine kurduğu yeni ordu (Asakir-i Mansure-i Muhammediyye) ile birlikte Avrupa asıllı asker eğitim programı uygulanmaya başlamıştı. Bu dönemde Mehter eğitimi için Mehterhane ve Mahter tipi askeri müzik sistemi yeni ordu için yetersiz ve uygunsuz görülüp kaldırılmış; Mûsikâ-i Hümâyûn adlı yeni bir saray bandosu kurulmuştu. Koca Hüsrev Mehmed Paşa ve Sardınya Krallığı İstanbul elçisi Markı Groppallo vasıtasıyla Fransız müzisyen Manguel
yerine Mûsıkâ-i Humâyûn bandosunun başına bir deneyimli bir İtalyan müzisyen bando şefi aranmış ve Markı'nın tavsiyesi ile Fransa ve Sardinya ordusunda bando şefliği deneyimi olan Giuseppe Donizetti bu görev için davet edilmiştir. II. Mahmut'un daveti ile İstanbul'a gelen Giuesppe Donizetti 17 Eylül 1828'de görevine başladı. Donizetti İtalya'dan gemi ile gelirken Batı Avrupa tipi bir askeri bando için gerekli müziksel çalgıları da birlikte getirmişti. Ayrıca yanında askeri bando deneyimi olan ve müzik öğretmenliği yapacak kabiliyetli birkaç İtalyan da gelmişti. İstanbul'a varınca ilk iş olarak askeri bando Mûsikâ-i Hümâyûn'u yapılandırdı ve bir ay içerisinde padişaha ilk konserini verecek hale getirdi. Bundan sonraki 28 yıl boyunca Osmanlı Devleti'nin hizmetinde çalışan Giuseppe Donizetti'ye 1841'de miralay (albay) ve daha sonra mirliva (tuğgeneral) rütbesi ile "Paşa" unvanı verilmiş; hükümdarın kurduğu modern ordunun bando teşkilatını ölümüne kadar yönetmiştir. İstanbul, Donizetti için ikinci bir vatan olmuş ve 12 Şubat 1856'da ölene dek İstanbul'da yaşamıştır. Giuseppe Donizetti'nin, II. Mahmut için bestelediği "Mahmudiye Marşı" on bir yıl, II. Mahmut'un ölümünden sonra tahta çıkan oğlu Sultan Abdülmecit için bestelediği "Mecidiye Marşı" da (1839) 22 yıl boyunca Osmanlı Devleti'nin marşı olarak çalınmıştır. Sultan Abdülmecit tarafından Paşa unvanı ile taltif edilen Donizetti'nın çalışmaları sadece askeri bando kurulması ile sınırlı kalmadı. Bazı Türk musikisi eserlerini Klasik Batı müziği sistemine uydurarak çok sesli hale getirdi. Türk musikisi makamlarını kullanarak bazı eserlerin bestelemesini yaptı. Sarayda Osmanlı hanedan ailesinin fertleri ve harem halkına (örneğin Sultan Abdülmecid, Dürrinigar Kalfa) müzik dersleri verdi. Türkiye'de Batı müziğinin öğretimi ve kurumlaşması için gayet ciddi çabalar sarf etti. Yetiştirdikleri arasında Nacib Paşa, Hacı İbrahim Paşa, Süleyman Paşa, Neşet Paşa, Miralay Halil Bey, Kaymakam Atıf Bey ve Dürrinigar Kalfa gibi Türk müziğinin sonraki gelişmelerini ilerleten öğrencileri vardı. Müzik alanında yaptığı başarılı çalışmalar dolayısıyla Sultan II. Mahmut tarafından "İftihar"; Sultan Abdülmecit tarafından "Mecidi" ve Fransa tarafından "Légion d'honneur" nişanları ile ödüllendirilmiştir. Donizetti Paşa, Pera'da (Beyoğlu ve çevresinin eski adı) her yıl düzenlenen İtalyan opera gösterilerini desteklemiş, sarayda konserler düzenlemiş ve İstanbul'u ziyaret eden Franz Liszt, Parish Alvars ve Leopold de Meyer gibi zamanın önde gelen virtüözlerine ev sahipliği yapmıştır. 1848'de İstanbul'u ziyaret eden Lizst Sultan Abdülmecit'e sunmak üzere "Grande Paraphrase de la marche de Donizetti composée pour Sa Majesté le Soultan Abdül Mejid-Khan" adlı bir beste yapmış ve bu bestenin notaları 1848'de Berlin'de basılıp yayımlanmıştır. Donizetti'nin kendisi gibi müzisyen olan iki kardeşi daha vardır. İçlerinden en yetenekli ve ünlüsu bir opera bestecisi küçük kardeşi Gaetano Donizetti idi. Geatano uzun zamandır ağabeyini hiç görmemekle beraber onu sevgi ile "Benim Türk kardeşim" diye andığı belirtilmektedir. Donizetti'nin cenazesi, ölümünden sonraki üç hafta boyunca Beyoğlu'ndaki Santa Maria Kilisesi'nde muhafaza edilmiş ve 6 Mart 1856'da Santa Esprit Kilisesi'inin mezarlığına nakledilerek defnedilmiştir. Ölümünden sonra yerine Callisto Guatelli Paşa atanmış ve 1856-1858 ile 1868-1899 yılları arasında Mûsikâ-i Hümâyûn bandosunu yönetmiştir. Müzikolog Emre Aracı tarafından kaleme alınan kapsamlı bir biyografisi "Donizetti Paşa Osmanlı Sarayının İtalyan Maestrosu" adı altında 2006 yılında bir kitap halinde ve kısaltılmış biyografisi bir makale olarak "The Musical Times" dergisinde 2002-2003'te yayımlanmıştır. 4 Ocak 2007'de "Bergamo Müzik Festivali"'nde "Teatro Donizetti"'de Türk müzikolog Emre Aracı ilk kısmı "Donizetti Paşa'nın batı müziği besteleri" ve ikinci kısmı "Donizetti Paşa'nın klasik Osmanlı müziği" adlı iki kısımdan oluşan bir lirik-senfonik konseri hazırlayıp ve orkestra şefliği yapmıştır. Anısına Beyoğlu'nun Pera Bölgesinde "Palazzo Donizetti Hotel" bulunmaktadır. Jethro Tull (müzik grubu) Jethro Tull, 1968 yılında kurulmuş progresif rock grubu. Halen kariyerinde ilerlemekte olan Jethro Tull toplam 30 albüm çıkarmış ve Londra'nın meşhur Marquee kulübündeki ilk performanslarından bu yana 60 milyon albüm satmıştır. 30 yılda 40 ülkede 2500'den fazla konser verdikten sonra şimdilerde dünya çapında her yıl 100 konser vermektedir. Grubun parçaları karmaşık ve alışılmışın dışında bir alt yapıya sahiptir. Jethro Tull, iki blues kökenli yerel İngiliz grubu olan John Evan Band ve McGregor's Engine'nin birleşmesiyle oluşmuştur. Grup adını on sekizinci yüzyılda yaşamış olan, tarımda en çok ihtiyaç duyulan tarım makinesini yaratan İngiliz bir çiftçinin isminden almaktadır. Grubun kurucusu ve solisti 1947 İskoçya doğumlu Ian Anderson aynı zamanda flüt çalmaktadır. Anderson çoğu Tull performansının ayrılmaz parçası akustik dokuları sağlayan etnik flüt, akustik gitar ve mandolin türevi enstrümanları çalmaktadır. Grubun yaptığı müzikte flüt sololarının bol bulunması nedeniyle Jethro Tull çoğu zaman tek ayak üzerinde flüt çalan Ian Anderson'la özdeş tutulabilmektedir. Sanatçı 4 farklı solo albüm de çıkarmıştır. Bu albümler Walk Into Light, Divinites, The Secret Language of Birds ve Rupi's Dance'dir. Jethro Tull (tarım bilimci) Jethro Tull (30 Mart 1674 - 21 Şubat 1741), Britanya'da Tarım Devriminin başlamasına önayak olan İngiliz tarımsal öncü. 1700 yılında at gücüne dayanan bir hasat makinesi geliştirmiştir. Tull, çağdaş çapanın da mucidi sayılmaktadır. Çamlık, Selçuk Çamlık, İzmir'in Selçuk ilçesine bağlı bir mahalle. Cumhuriyet dönemi öncesinde "Aziziye" adıyla biliniyordu. 1991 yılında kurulan Çamlık Buharlı Lokomotif Müzesi ile ünlüdür. Çamlık Buharlı Lokomotif Müzesi'nde Alman, İngiliz, Fransız, Amerikan, İsveç ve Çekoslovak yapımı 30 buharlı lokomotif sergilenmektedir. Bunların arasında dünyada sadece 2 tane bulunan ve odunla çalışan İngiliz yapımı bir lokomotifin de yer almaktadır. Müze, Türkiye’nin ilk demiryolu olan İzmir–Aydın Demiryolu'nun (inşası 1866-1976) Çamlık'tan da geçmesi dolayısıyla bu konumda kurulmuştur. Müzede, tarihe tanıklık etmiş 30 lokomotifin yanı sıra, 4 vinç, su pompaları, motorin taşıma tankı, 1 açık ve 1 kapalı yolcu vagonu, su cenderesi, tamir atölyesi, 1850 yılından kalma bir tuvalet ve 900 metre uzunluğunda eski bir tünel de yer almaktadır. Her yıl yerli–yabancı 10 bin civarında turist, müzeyi ziyaret etmektedir. Bu sayının artması için Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TURSAB) yetkililerinden, gezi programlarına müzeyi de dahil etmeleri rica edilmiştir. Ayrıca, Atatürk de 1936 yılında "beyaz tren" ile gelerek Çamlık'ta konaklamıştır. Müzede Atatürk’ün tren seyahatlerinde çekilmiş fotoğraflarının yer aldığı bir oda hazırlamıştır. Mahallenin ilköğretim okulu vardır. Sağlık evi vardır fakat faal değildir. Sağlık ocağı yoktur. PTT şubesi yoktur fakat PTT acentesi vardır. içme suyu şebekesi ve kanalizasyonu vardır. Quebec Konferansı Irza geçme Irza geçme veya tecavüz, kişinin rızası dışında cinsel ilişkide bulunulmasıdır. Tecavüz bir insanlık suçu olarak kabul edilir. Kadının vajinasına penis ya da yabancı madde sokulması ile gerçekleşen, kadının rızası dışındaki ırza geçme türüdür. Vajinal yolla ırza geçmede; genital organlar çevresinde, göğüslerde, boyunda, uyluk iç yüzlerinde ve gluteal bölgelerde ekimoz, erozyon ve eritem gibi travmatik lezyonlar oluşabilir. Cinsel organlar dışında vücudun diğer yerlerinde de bu gibi belirtiler bulunabilir. Vajina içinde ve dışında genital bölge çevresinde olayın mağduru ve failini iç çamaşırlarında meni ve meni lekeleri bulunabilir. Zorla oral birleşme gerçekleştirmek de tecavüz sayılmaktadır. Eylem; akıl ve bedensel zayıflıktan yararlanılarak gerçekleştirilmedikçe ve zor kullanılmadıkça ırza geçme olarak kabul edilmez. Kişi bütün hazırlıkların tamamlamış, ancak eylemin gerçekleştirilmesi sırasında kişinin elinde olmayan bir nedenle eylem gerçekleşemez ise, bir başka anlatımla kişi amacına ulaşamazsa olay, ırza geçmeye teşebbüstür. Kişinin direnç göstermesi durumunda olay teşebbüs aşamasında kalır. Eksik veya tam teşebbüs halinde anüs ve vajen çevresinde sıyrıklar, ekimozlar ve yırtıklar görülebilir. Markopaşa (dergi) Markopaşa, Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Mustafa Mim Uykusuz’un yazarlığını yaptığı 1946 yılında yayın hayatına başlayan Türk basın tarihinin en yüksek tirajlı yayınlarından biri olan cuma günleri çıkan haftalık mizah dergisidir. Sabahattin Ali başyazarlığını, Mustafa Mim Uykusuz da çizerliğini üstlenmiştir. Toplumcu ve gerçekçi halk mizahıyla, dudaklara tebessüm ettirirken düşündüren Marko Paşa, aynı zamanda da akıldan çıkmayan bir mizah anlayışıyla kuruldu. O dönemlerde adeta ana muhalefet gibi etki gösteren derginin yazarlarına karşı birçok dava açılmış, kimi sayılar toplatılmış ve hatta dergi ismindeki Paşa kelimesinden dolayı zamanın "Milli Şef"i İsmet Paşa ile alay ediyor diye kapatılmıştır. Bu tür olaylar yüzünden Markopaşa "Toplatılmadığı zamanlar çıkar" veya "Yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar." gibi ibarelerle çıkardı. Kimi zaman yazarlar dergiyi elden dağıtmaya çalışmışlar, buna karşın çok sayıda satmayı başarabilmişlerdir ki derginin tirajı 60-70 binlere dek ulaşmıştır. O dönemlerde en çok satan gazetelerin tirajları bile 50 bini geçmemekteydi. Markopaşa kapatılınca sırasıyla; "Merhumpaşa", "Malumpaşa", "Yedi-Sekiz Hasan Paşa", "Hür Marko Paşa", "Bizim Paşa", "Ali Baba ve Kırk Haramiler" adları altında yeniden çıkarıldı. Bu konuda bilinen en kapsamlı çalışmalar: Sabahattin Ali'nin Markopaşa yazıları için: Rıfat Ilgaz'ın Markopaşa yazıları için: Aziz Nesin'in Markopaşa yazıları için: http://www.nesinvakfi.org/aziz%20nesin%20-%20marko_pasa_meselesi.html http://www.nesinvakfi.org/aziz%20nesin%20-%20marko_pasa.html Tom Robbins Thomas Eugene Robbins (d. 22 Temmuz 1932), Amerikalı roman ve kısa hikâye yazarı. R
obbins, ""Oyunculuk, uçarılık değil bilgeliktir"" görüşünü ön plana çıkarıp çılgınlık derecesinde oyuncul romanlar yazmaktadır. Romanları, hayatın daha ciddi yanlarını inkar etmez; "her şeye rağmen mutluluk" ilkesinin savunuculuğunu yapar. Bu ilkenin içerdiği mesajı, romanlarındaki karakterlerin felsefeleri ve aynı zamanda da incelikli yazı biçimiyle iletir. Edepsiz kelime oyunları, alakasız sonuçlar, zıtlık içeren ifadeler, ara sözler, Robbins'in anlatımının belli başlı özellikleridir. Romanları yalnızca edebi uzlaşımları değil, insanoğlunu tatmin etmenin en iyi yolu hakkında toplumda yer alan varsayımları da sorgular. Robbins, panteizm, mistik Doğu dinleri ve Yeni Fizik gibi çeşitli kaynaklardan alternatif düşünceleri bir araya getirir. Thomas Eugene Robbins Kuzey Carolina'nın Blowing Rock adlı kasabasında George Thomas Robbins isimli bir idareci ve Katherine D'Avalon isimli bir hemşirenin çocuğu olarak doğdu. Robbins 1954 yılında Washington'da ve Virginia'nın Lexington kasabasında bulunan Lee Üniversitesi'nde gazetecilik öğrenimi gördü ancak disiplin sorunları nedeniyle üniversite öğrenci birliğindeki görevinden alınınca okulu terk etti.Okuldan ayrılmasını izleyen yıl zamanını otostop yaparak geçirdi ve nihayetinde New York'a yerleşerek şiir yazmaya başladı. 1957 yılında askerlik emrini almasını takiben Amerikan Hava Kuvvetleri'ne katıldı. Askerliği boyunca iki yılını Kore'de meteorolojist olarak geçirdi ve 1959 yılında terhis oldu. Terhis olduktan sonra Virginia'nın Richmond kasabasında sivil hayatına geri döndü. Robbins,1960 yılında daha sonra adı Virginia Commonwealth Üniversitesi olarak değişen Richmond Enstitüsü'nde sanat bölümüne girdi ve üniversite gazetesinde editörlük yaptı. Mezun olmasını takiben, yüksek lisans öğrenimi görmek amacıyla Seattle'da bulunan Washington Üniversitesi'nin Uzak Doğu Çalışmaları bölümüne girdi. Seattle eyaletinde geçirdiği süre zarfında, The Seattle Times ve Seattle Post-İntelligencer gazetelerinde çalıştı. Robbins, 1971 yılında ilk romanı olan Dur Bir Mola Ver isimli kitabını yayınladı. Bu ilk kitabı eleştirmenler tarafından olumlu yorumlar aldı ancak bir sonraki romanı Even Cowgirls Get the Blues büyük ilgi gördü ve bir başyapıt olarak yorumlandı. Robbins, 35 yıllık edebi kariyeri boyunca sekiz adet roman, bir yığın şiir ve kısa hikâye yayınladı. Birçok kitabında etkisinin aşikar olduğu görülebilen Terence McKenna ile arkadaşlık yaptı. Sirius'tan Gelen Kurbağa adlı kitabının ana karakteri Larry Diamond, Psilosibin de dahil olmak üzere Mckenna'nın kuramlarının benzerlerini savunuyordu. Buna ek olarak, Parfümün Dansı adlı kitabının ana karakterlerinden Wiggs Dannyboy ile McKenna arasında çarpıcı benzerlikler bulunmaktadır.Robbins,aynı zamanda Hindistan'lı gizemci Osho'nun da hayranıdır ve Amerika Birleşik Devletleri'nde faaliyette bulunan Legal Marijuana Hareketi'nin danışma kurulunda görev yapmaktadır. 1997 yılında, Bumbershoot Seattle Sanat Festivali kapsamında verilen Altın Şemsiye ödülünü kazandı. Robbins halen beşinci eşi olan Alexa D'Avalon ile beraber Washington'a bağlı La Conner şehrinde yaşamaktadır. Rip ve Fleetwood Star isimli iki oğlu vardır. Orhan Kural Orhan Kural, (d. 1950, İstanbul) Gezi kitabı yazarı, Yüksek Mühendis, Gezgin ve Aktivist. Orta öğrenimini Kadıköy Maarif Koleji'nde tamamladıktan sonra, 1968-1969 yılında girdiği İTÜ Maden Fakültesinden 1972 Haziran döneminde "maden mühendisi" olarak mezun oldu. Aynı yıl Eylül ayında lisansüstü öğrenimine Henry Krumb bursu kazanarak New York Columbia Üniversitesi'nde başladı. 1973 Mayısında Maden Yüksek Mühendisi unvanını alarak İTÜ Maden Fakültesi'ne asistan olarak girdi. 1981 yılında Federal Almanya Hükûmeti'nin DAAD bursunu kazanarak 14 ay süre ile Aachen Teknik Üniversitesi'nde briketleme konusunda araştırmalar yaptı. 1982 Kasım ayında Venezuela Hükûmeti'nin davetlisi olarak Maracaibo Kentinde kömür teknolojisi seminerine katıldı. Kömürün teknolojisi, hava kirliliği ve briketleme üzerine değişik dillerde 50 civarında makalesi bulunuyor. Kömürün briketlemesinde ekonomik olup ve sağlığa zararlı olmayan bazı katkı maddelerini geliştirdi. Bu katkı maddeleri Türkiye ve Türkiye dışında geniş bir uygulama alanı buldu. Yüze yakın ülkede ve Türkiye'de çok sayıda konferans ve seminer verdi. Konuşmacı ve yönetici olarak birçok eğitim programlarına ve panellere katıldı. Kömür konulu, 3 adet Türkçe ve bir adet İngilizce kitabın editörlüğünü yaptı. İngilizce hazırlanan "Coal" (kömür) isimli esere 22 devlet başkanı önsöz yazdı. Bu özelliği ile Guiness Rekorlar Kitabına girdi. Ayrıca, biri TÜBİTAK tarafından desteklenmiş 4 adet araştırma projesi yürütücülüğü ve değişik danışmanlık görevleri bulunmaktadır. Yeditepe Üniversitesi'nde bir sömestr İngilizce olarak “İstatistik” dersini verdi. Şu an İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Mühendisliği bölümünde bölüm başkanı olarak görev yapmaktadır. 120 farklı havayolu ile 1003 uçuş yaparak ziyaret ettiği 234 ülkenin bazılarını anlattığı 15 adet gezi kitabı bulunmaktadır. Orhan Kural bu gezileri sırasında altmışa yakın ülkenin televizyon ve yazılı basınına konu olmuştur. Ayrıca kendi yaşam öyküsünü anlattığı "Bu Kitap Başka" adlı bir anı kitabının sahibidir. Kendi dallarında isim yapmış 50 günümüz yazarının anılarının yer aldığı "Sefername I ve Sefername II ve Seferi" adlı eserlerin editörlüğünü yaptı. Bazı film ve dizilerde rol aldı. "Akla Ziyan İşler" adlı tiyatroda oynadı. Serap Yenici ile "Dünya İçin Bir Şey Yap" adlı müzikli gösteride oynadı. Yaşamı "Don Kişot - Orhan Kişot" müzikali olarak sahnelendi. Ayrıca bir "Matematik" kitabının yazarıdır. Çevre duyarlı şiirleri bir antoloji kitabında topladı. Çok sayıda kanalda televizyon ve radyo programı hazırlayıp sunmuştur. Türkiye Gezginler Derneği'nin ve "Bağımlılığa ve Sigaraya Hayır Derneği" kurucu başkanıdır. Benin Cumhuriyet'inin 12 yıldır fahri konsolosu ve Vanuatu'nun Fahri Konsolos Yardımcısı'dır. Bir dünya rekoru olan 81 ilimizde 205 ilçemizde ve 64 ülkede 5000'ne yakın "Yaşanabilir Bir Çevre İçin El Ele" başlıklı konferans vermiştir. Yol Türküleri, Bay Gezen 14, Dünya Döndükçe İnsan Gezdikçe, Bir Gezginin Dünyası, Bir Tutam Dünya, Ve Sekiz Oldu, Ufukların Ötesinde, Sibirya'dan Şiliye, Gezginin Gölgesi, Göçmen Kuşun Kanadında, Köşe Bucak Dünya, Yol Çağrısı, Gizemli Coğrafyalar, Dünya Kalemimin Ucunda Seyahatname, Gezi Rehberi, Anılarım, Coal, Kömür, Çevre Şiirleri Antolojisi, Matematik Orhan Kural uzun yıllar boyunca “çevre bilincini” yaymak amacıyla farklı kanallarda televizyon programları hazırlayıp sunmuş ve ayrıca  danışmanlık yapmıştır. Bu programlar çok sayıda “ödül” almıştır. Ayrıca tüm kanallardaki programlar sona erene kadar daima  karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı bir anlayışla devam etmiştir. 1.    KMP, (1995 – 1996)  "(Kartal, Maltepe Pendik Televizyonu)," Bu çevre programı canlı         yayın olarak (7)  ay devam etti. 2.    Kanal 9, (1996 – 1999), önce  canlı ve sonra  paket program olarak 3 sene devam etti. 3.    HBB (1999), Yelda Kılçuval’ın sunuculuğunda  “canlı yayınlanan” bu program  “Çevre Aktüel” başlığı ile 7 ay kadar  devam etti. 4.    E TV  (Eyilik TV) (1999 – 2004), “Yeşil Bir Dünya” programı, önce stüdyo ve sonra dış çekim olarak 5 yıl kadar  devam etti. 5.    İstanbul Televizyonu (2004), “Çevre Platformu”  olarak isimlendirilen bu  çevre programı her salı akşamı bir saat canlı yayın olarak sunuldu. Bu program 7 ay devam etti. 6.    Kanal 6 (2005) “Orhan Kural ile Yeşil Bir Dünya Programı” Kanal 6’da Şubattan –  Eylül’e dek  her Cumartesi akşamı ortalama  iki konuğun katılımı ile Saat 19.00 – 20.00 arası canlı yayınlandı. "7."    Kanaltürk (Mayıs – Haziran 2005) “Türkiye Rekora Koşuyor” başlıklı interaktif, seyircili,  bol konuklu  ve Guinness rekorlarını esas alan bu programlar bu kanalda defalarca yayınlandı. 8.    Star TV, “Olmaz Böyle Bir Şey”, bir Armağan Çağlayan yapımı idi., Yeteneklerin sergilendiği bu  program. Cuma akşamları 4 saat boyunca  canlı yayın olarak çekildi. 9.    Expochannel (Eylül 2006 – Ocak 2009.), “Orhan Kural ile Yeşil Bir Dünya” bir dış çekim idi.  Her Pazar günü  saat 17’de yayınlandı ve bu kanalda bu yapım iki yıl sürdü. 10. Ulusal Kanal (2009) Nilgün Serimoğlu’nun sunduğu, canlı yayınlanan “Nilgünce Programına” sürekli konuk olarak Orhan Kural  katıldı. Farklı Sanat ile  Çevre sorunları ve faaliyetleri  konuklarla  ele alınıyordu. 11. Kanal T (2010 Yılı) “Kuralsız”,  Orhan Kural’ın  canlı olarak hazırlayıp sunduğu bu tartışma programında Pazartesi akşamları Saat 21.00 – 23.00 arası canlı olarak yayınlandı. Yayının koordinatörü Sisi idi. 12. Bugün Kanalı (Haziran 2009), “Lütfen + 1” başlığı ile dış çekim prodüksiyon olarak, çevre sorunlarını ele alan bu program hâlen devam etmektedir. 13. TRT Çocuk Televizyonu (Başlangıcı Nisan 2010) “Dünya Çocuk Rekorları” başlıklı bu programın yapımcısı Aydın Türkgücü.  Çocukları yarıştırmadan doğru davranış biçimlerine yönlendiren bu program zaman zaman canlı olarak da  "yayınlandı." 14. Kanal 34 Yarın Geç Olabilir. Pazartesi günleri 22.00-23.00 arasında canlı olarak iki ay Eylül 2011 – Ekim 2011 arasında pazar geceleri 21.00 – 23.00 arasında canlı yayınlandı. 15.  Bugün TV “Lütfen +1″ dört yıl boyunca pazar günleri yayınlandı. İki konukla birlikte farklı mekanlarda çekilen ve değişik çevre konularını işleyen ilgi çekici bir program oldu. Orhan Kural, 2011 Kültür Sanat Etik Ödülü’ne layık görüldü. 16. Bloomberg Lütfen+1 programı 15 günde 1 cumartesi günleri saat 15’te yayınlanmaktadır. Beğeni ile izlenen program, İnci Demirhan yönetiminde, ilginç mekanlarda 2 kamera ile çekilmektedir. Her bölümde, 2 konuk ağırlanmaktadır. 16. Kanal 360 Sibel Çakı ile birlikte sunduğu ve her hafta madencilik sektöründen bir konunun ele alındığı “Cevher” programı Mayıs 2014’te son buldu. "Ayrıca, Orhan Kural Show TV’de Coşkun Aral’ın hazırladığı “Haberci” ve TV 5’teki “yol cağrısı” adlı gezi programlarına  danışmanlık yaptı." 1) NEPAL – TİBET  Kişisel Fotoğraf Sergisi, Devlet Güzel Sanatlar Galerisi, Beyoğlu,İst
anbul, 25 – 30 Eylül 1995 2) DÜNYA DÖNDÜKÇE İNSAN GEZDİKÇE Kişisel Fotoğraf Sergisi, Trabzon Şehir Kulübü Salonu, Trabzon, 21 – 28 Kasım 1995 3) ORTA ASYA’DAN ESİNTİLER Kişisel Fotoğraf Sergisi, Korukent Sanat Galerisi, Levent, İstanbul, 23 Aralık 1995 – 12 Ocak 1996 4) AYRI DÜNYALARIN İNSANLARI Kişisel Fotoğraf Sergisi, Pimapen Kültürevi, 1. Levent, İstanbul, 6 – 19 Şubat 1996 5)UYGARLIKLARIN ARASINDAN Kişisel Fotoğraf Sergisi, Çarşı Capitol Mağazası, Altunizade, İstanbul, 1 – 14 Nisan 1996 6) UYGARLIKLARIN ARASINDAN Kişisel Fotoğraf Sergisi, Çarşı Maslak Mağazası, Maslak, İstanbul, 15 – 30 Nisan 1996 7) OBJEKTİFİMİN GÖRDÜKLERİ Türkiye 10. Kömür Kongresi Kapsamında Kişisel Fotoğraf Sergisi, Zonguldak, 20 – 24 Mayıs 1996 8 ) JOURNEY AMONG CIVILIZATIONS  Habitat II Kapsamındaki aktivitelerden, Kişisel Fotoğraf Sergisi, Youth Cafe (Arion Cafe), Taksim, İstanbul, 2 – 15 Haziran 1996 9) DÜNYA UYGARLIKLARI III. Uluslararası Osmanlı Çileği Kültür Festivali Kapsamında Kişisel Fotoğraf Sergisi, Karadeniz Ereğlisi, 7 – 9 Haziran 1996 10) TİBET – TÜRKİSTAN Kişisel Fotoğraf Sergisi, Kütahya Devlet Güzel Sanatlar Galerisi, Kültür Sarayı, Kütahya, 29 Temmuz – 4 Ağustos 1996 11) OBJEKTİFİMİN GÖRDÜKLERİ  Kişisel Fotoğraf Sergisi, Kişisel Fotoğraf Sergisi, Kadıköy Belediyesi Sanat Merkezi, Kadıköy, İstanbul, 26 Ekim – 2 Kasım 1996 12) BİR GEZGİNİN OBJEKTİFİNDEN Kişisel Fotoğraf Sergisi, Kişisel Fotoğraf Sergisi, Çatalca Belediyesi Kültür Merkezi, Çatalca, 11 – 18 Kasım 1996 13) BİR GEZGİNİN DÜNYASI Kişisel Fotoğraf Sergisi, Kişisel Fotoğraf Sergisi, Akbank Adapazarı Sanat Galerisi, Adapazarı, 25 Kasım – 12 Aralık 1996 14) BİR GEZGİNİN DÜNYASI Kişisel Fotoğraf Sergisi, Kişisel Fotoğraf Sergisi, Fotoğrafevi, Beyoğlu, İstanbul, 30 Kasım – 27 Aralık 1996 15) BİR GEZGİNİN DÜNYASI Kişisel Fotoğraf Sergisi, Kişisel Fotoğraf Sergisi, Akbank Bursa Sanat Galerisi, Bursa, 25 Şubat – 14 Mart 1997 16) BİR GEZGİNİN GÜNLÜĞÜ Kişisel Fotoğraf Sergisi, Kişisel Fotoğraf Sergisi, Akbank Elazığ Sanat Galerisi, Elazığ, 20 Mayıs – 6 Haziran 1997 17) BÜYÜK DÜNYADA KÜÇÜK ADIMLAR  Kişisel Fotoğraf Sergisi, Baraka Sanat Evi, Beyoğlu, İstanbul, 7 – 21 Kasım 1997 18) BİR GEZGİNİN DÜNYASI Kişisel Fotoğraf Sergisi, Akbank Balıkesir Sanat Galerisi, Balıkesir, 10 – 31 Kasım 1997 19) BİR DEMET BİZ (Karma Sergi) Füsun Önal’la Ortak Bir Fotoğraf Sergi, Pimapen Kültürevi, Harbiye, İstanbul, 27 Kasım – 13 Aralık 1997 20) BİR GEZGİNİN DÜNYASI  Kişisel Fotoğraf Sergisi, Akbank Trabzon Sanat Galerisi, Trabzon, 6 – 26 Mart 1998 21) BİR GEZGİNİN DÜNYASI Kişisel Fotoğraf Sergisi, Akbank Çorum Sanat Galerisi, Çorum, 7 – 27 Mayıs 1998 22) ADIM ADIM DÜNYA Kişisel Fotoğraf Sergisi, Cemal Nadir Sanat Galerisi, Teyyare Kültür Merkezi, Bursa, 4 – 13 Aralık 1998 23) SİBİRYA’DAN ŞİLİ’YE  Kişisel Fotoğraf Sergisi, Akbank Konak, İzmir Sanat Galerisi, İzmir, 4 – 24 Mart 1999 24) BİR GEZGİNİN GÜNLÜĞÜ Kişisel Fotoğraf Sergisi, Fotoğraf Dergisi Sanat Galerisi, Taksim, İstanbul, 4 – 15 Ekim 1999 25) GEZGİNLER KULÜBÜ ORTAK FOTOĞRAF SERGİSİ Kişisel Fotoğraf Sergisi, Dedeefendi Evi, Cankurtaran, İstanbul, 6 – 10 Ekim 1999 26) GİZEMLİ COĞRAFYALAR  Kişisel Fotoğraf Sergisi, Akbank Cinnah, Ankara Sanat Galerisi, Ankara, 8 – 31 Mart 2000 27) SEFERNAME Kadırga Kültür Merkezi, (Pari Dukoviç ile birlikte), Kadırga, Eminönü, İstanbul, 12 Ekim 2000 28) SEFERNAME Kişisel Fotoğraf Sergisi, Ortaköy Kültür Merkezi, Sanat Galerisi, Ortaköy, İstanbul, 2 – 11 Kasım 2000 29) MAVİ DENİZLERE ÖZLEM (Konuk Sanatçı)  Askerî Müze ve Kültür Sitesi, Hasan Rıza Sergi Salonu, Fotoğrafları ile Konuk sanatçı olarak, Harbiye, İstanbul, 25-26 Nisan 2001 30) DOĞANIN RENKLERİ (Konuk Sanatçı) Hotel Armada Preveze Salonu, Akbıyık Sokak Şenliği kapsamında, Konuk sanatçı olarak, Cankurtaran, Eminönü, İstanbul, 1 Haziran 2001 31) AKBIYIK FESTİVALİ KARMA SERGİSİ Dede Efendi Evi, Akbıyık Sokak Şenliği kapsamında, Nasuh Mahruki, Mevhibe Başaran, Mücella Özserezli ve Çetin Yapıcı ile Akbıyık, Sultanahmet, İstanbul, 1 Haziran 2001 32) GEZGİNİN OBJEKTİFİNDEN  Akbank Eskişehir Sanat Galerisi, Eskişehir, 4 – 31 Ekim 2001 33) YOL ÇAĞRISI ArtNiyet Kültür ve Sanatevi, (Nasuh Mahruki ile birlikte), Beyoğlu, İstanbul, 15 Ekim – 15 Kasım 2001 34) YEŞİL BİR DÜNYA (Konuk Sanatçı) Halis Kurtça Kültür Merkezi, Çetin Yapıcı Fotoğraf Sergisi, Fotoğrafları ile konuk sanatçı olarak, İçgöztepe, İstanbul, Mart 2002 35) SEFERNAME  Kişisel Fotoğraf Sergisi, Harbiye Muhsin Ertuğrul Şehir Tiyatrosu Fuayesi, Harbiye, İstanbul, 1 – 15 Nisan 2002 36) EYLÜL PEYSAJLARI Çetin Yapıcı’nın Sergisine konuk sanatçı olarak fotoğrafları ile katıldı. Dila Oteli Sanat Galerisi, İstanbul, 21 Eyül – 4 Ekim 2002 37) YOLA ÇAĞRI  İstanbul Çevre Kısa Film Festivali Çerçevesinde, Profilo Kültür Merkezi’nde (Nasuh Mahruki ile) Mecidiyeköy – İstanbul, 17-21 Ekim 2003 38) YOLA ÇAĞRI Orhan Kural Kişisel Fotoğraf Sergisi, Altunizade Kültür Merkezi Salonu, Üsküdar, 25 – 31 Aralık 2003 39) YOLCULUK Karma Sergiye konuk olarak katıldı, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi, Mart 2006 40) GEZİLERİMDEN KARELER  Kişisel Fotoğraf Sergisi, Hazeranlar Konağı Sanat Galerisi, Amasya, 2-7 Mart 2007 41) UZAKLAR YAKINIMDIR Beylisium Alışveriş Merkezi, Beylikdüzü, 23 Ekim   2007 (Nasuh Mahruki ile Ortak Fotoğraf Sergisi) 42) GİZEMLİ COĞRAFYALAR Kadıköy Halk Eğitim  Merkezi, Nasuh Mahruki ile ortak fotoğraf sergisi, Kadıköy, 7 – 14 Kasım 2007 43) YOL ÇAĞRISI  Orhan Kural Kişisel Fotoğraf Sergisi, Coffe Me Salonu, Eskişehir 4-11 Nisan 2008 44) GİZEMLİ COĞRAFYALAR Orhan Kural kişisel fotoğraf sergisi, Coffee Me Salonu, Şişli, İstanbul, 20-27 Aralık 2008 45) YOL ÇAĞRISI Türkiye Gezginler Kulübü Üyeleri ile karma bir sergi, Sirkeci Garı 10 – 17 Aralık 2010. 46) YOL ÇAĞRISI  Türkiye Gezginler Kulübü Üyeleri ile karma bir sergi, İTÜ Ayazağa Yerleşkesi, Süleyman Demirel Kültür Merkezi 7 – 11 Ocak 2011. 47) YOL ÇAĞRISI Türkiye Gezginler Kulübü Üyeleri ile karma bir sergi, Olivium Alışveriş Merkezi, Zeytinburnu, 18 – 25 Mart 2011. 48) YOLA ÇAĞRI veya MASUMİYET Orhan Kural Kişisel Fotoğraf sergisi, Anabilim Eğitim Kurumları, Ataşehir, Mart 2011 49) YOL ÇAĞRISI Türkiye Gezginler Kulübü Üyeleri ile karma bir sergi, Starcity Outlet Center’da. 6 Mayıs 2011, 3 Hafta Sürdü 50) EVLİYA ÇELEBİ 400. DOĞUM YILI Türkiye Gezginler Kulübü Üyeleri ile karma bir sergi, Wedding World, Kuyumcu Kent AVM’de 30 Haziran 2011, 1 Ay Sürdü 51) YOLA ÇAĞRI Orhan Kural kişisel fotoğraf sergisi, Torium Alışveriş Merkezi, Haramidere, Avcılar, 18 – 25 Aralık 2011 52) YOL ÇAĞRISI KARMA FOTOĞRAF SERGİSİ Türkiye Gezginler Kulübü Üyeleri ile karma bir sergi, İstinye Park Alışveriş Merkezi’nde, 13  – 20 Ocak, 2012 53) “YOL ÇAĞRISI” Türkiye Gezginler Kulübü Üyeleri ile karma bir sergi, Yeşilköy Atatürk Havalimanı’nda, Ekim 2012 54) “YOL ÇAĞRISI” Türkiye Gezginler Kulübü Üyeleri ile karma bir sergi, İzmir Adnan Menderes Havalimanı’nda, Ocak 2013 55) “YOL ÇAĞRISI” Türkiye Gezginler Kulübü Üyeleri ile karma bir sergi, Dolmabahçe Sarayı’nda, 11 – 16 Temmuz 2013 56) “YOL ÇAĞRISI” Türkiye Gezginler Kulübü Üyeleri ile karma bir sergi, Ankara Esenboğa Havalimanı’nda, 1 Şubat – 15 Mart 2014 57) “YOLDAYDIM-YENİ GELDİM” Türkiye Gezginler Kulübü Üyeleri ile karma bir sergi, İstanbul Sapphire’de, 1 Kasım – 30 Kasım 2014 Opera Software Opera Software, 30 Ağustos 1995 yılında kurulan ve ağ tarayıcısı Opera'yı geliştiren bir Norveç firmasıdır. Firmanın tam adı Opera Software ASA'dır. ASA ismi "Allmennaksjeselskap"'tan gelmektedir. Kent, İngiltere Kent, Birleşik Krallık İngiltere ülkesinin Güney Doğu bölgesinde birinci seviyede bir "shire" tipi bir kontluk yerel idaresi ve bir törensel kontluktur. Merkezi "Maidstone" kentindedir. Kent Kontluğunun toplam yüzölçümü 3.736 km² dir. Törensel Kent Kontluğu Greater London, Essex, Surrey ve East Sussex törensel kontlukları ile komşudur ve uzun Thames Nehri Halici, Manş Denizi ve Kuzey Denizi sahilleri bulunur. 2008 tahminine göre nüfusu 1,660,100 kişi olup İngiltere'deki kontluklar arasında en yüksek nüfusludur. Nüfus yoğunluğu ise km² başına 434 kişidir. Kent kontluğunun alt seviyesinde ikincil seviyede 12 tane metropoliten olmayan borough/bölgeler bulunmaktadır. Ayrıca Kent Kontluğu Yerel İdaresinden bağımsız ama törensel olarak Kent'e bağlı olan tek -seviyeli yerel idaresi bulunan Medway vardır: Tek seviyeli Medway Borough dışında Kent Kontluğu'nda ve ayrıca Medway Borough içindeki cari fiyatlarla gayrisafi toplam katma değer ve önemli sektörlerin gayrisafi katma değerleri şu tabloda gösterilir. Hotmail Hotmail (eski adıyla Windows Live Hotmail), Microsoft'un internet kullanıcılarına sunduğu ücretsiz e-posta sağlayıcısı. İnternet tarayıcıları üzerinden kullanılabilmekte olan hotmail'in nispeten kolay bir arayüzü vardır. Çalışmalar tamamlandıktan sonra MSN Hotmail'in yeni sürümü Windows Live Hotmail olarak değiştirildi. 2013 yılında Microsoft'un Hotmail üzerine kurduğu Outlook.com ile birleştirilmiştir. Hotmail, 1995 yılında Sabeer Bhatia ve Jack Smith tarafından kuruldu. O dönemde tarayıcı üzerinden kullanılabilinen ilk e-posta programı olan Hotmail 4 Temmuz 1996 tarihinde tamamen kullanılabilir hale gelmiştir. Hotmail ismi Jack ve Sabeer yeni servislerine isim bulmaya çalıştıkları sırada HTML harflerini çağrıştırdığı için seçilmiştir. Nitekim servisin orijinal ismi HoTMaiL'dir. Aralık 1997'de 8,5 milyon kullanıcıya sahip olan Hotmail, 400 milyon Amerikan Dolarına Microsoft'a satıldı ve MSN şemsiyesine alındı. İki yıl sonra, Şubat 1999'da Hotmail 30.5 milyon üyeye ve 17 farklı dil desteğine sahipti. 2007'de MSN Hotmail adı altında hizmet veren servis adı Windows Live Hotmail olarak değiştirildi. Windows Live Hotmail Microsoft'un Windows Live Grubu tarafından yaklaşık 3 yıldır Windows Live Mail adı altında geliştiriliyor ve deneme sürümü olarak seçilmiş kişilerce kullanılabiliyordu. Windows Live Hotmail, MSN Hotmail'e göre çok daha güvenli, sade ve kullanışlıdır. Son güncellem
eler ile birlikte Windows Live Hotmail 5GB Ücretsiz E-Posta kapasitesi sunuyor, Plus seçeneği ise 10GB. Hotmail, gerçekte FreeBSD işletim sistemi üzerinde çalışmaktaydı. Yazılımın Windows'a uyarlanmasının zorluğundan dolayı bugün halen FreeBSD üzerinde çalıştığı iddia edilir. Hotmail, şu anda 5 GB depolama alanı sunmaktadır. Kısa zaman önceye kadar oldukça sınırlı olan(10MB) bu alanın arttırlmasında GMail ve Yahoo Mail'in kapasitelerini arttırmalarının etkisi vardır. Hotmail, POP3 desteği barındırır, böylece Microsoft Outlook ve Mozilla Thunderbird gibi programlarla hotmail hesapları yönetilebilir. Hotmail, özellikle Microsoft'un diğer yazılımları ile tam uyumludur. MSN Hotmail, üç ayrı pakete sahiptir Microsoft'un 2012 yılında Hotmail temeli üzerine kurduğu e-posta sağlayıcısı Outlook.com kurulmuştur. Bir süre sonra Hotmail'e kullanıcılar girince Outlook açılmaya başlanmıştır. 2013 Yılında tam olarak Outlook.com ile birleştirilmiştir. Animasyon Animasyon (canlandırma), birkaç resmin arka arkaya hızlı bir şekilde gösterilmesiyle elde edilen hareketli görüntüdür. İlk animasyonlar birkaç kağıda istenen resimlerin çizilmesi ve kâğıtların hızlıca geçirilmesi veya bir çemberin içine konup döndürülmesi ile yapılıyordu. Günümüzde bilgisayar teknolojisi hem vektör hem de piksel tabanlı animasyonlar yapılmasına olanak sağlamaktadır. 2D animasyon tekniği saniyede 12 kare çizilerek yapılır. Kısıtlı (limited) animasyon tekniğinde ise daha az kare çizilerek yapılmaktadır. Bir animasyon filminin hazırlık sürecinde, klasik film yapım süreçlerine ek olarak karakter tasarımları, storyboard, pilot ses kayıtları ve en son layout yapılmaktadır. Profesyonel hedefleri olan bir animasyon filmine bu aşamalar tamamlanmadan başlanamaz. Animasyon film yapımı teknolojinin gelişmesine birebir bağımlıdır. Gelişen teknoloji, bilgisayarlarda daha az zamanda daha kaliteli içerik oluşturmayı mümkün kılmaktadır. Animasyon filmleri 3D, 2D, stop motion, cut-out gibi yapımlarında sık kullanılan tekniklere kategorize edilebilir. 3D Animasyon, bilgisayar teknolojisi kullanılarak, özel yazılımlar ile 3 boyutlu vektörler kullanılarak elde edilen hareketli görüntülerdir. Bu işlemleri yapan kişilere genel olarak animatör denmektedir. Süreç içerisinde, animatör ilk olarak 3 boyutlu vektörel çizgiler kullanarak bir 3 boyutlu model oluşturur. Bu işlem bir heykeltıraşın heykel yapmasına benzemektedir ve modelleme olarak adlandırılmaktadır. Daha sonra bu modele renk bilgisi işlenir ki buna dokulandırma denmektedir. Bir sonraki aşama haraketlendirilecek olan nesneye düzenek kurulmasıdır. Canlılarla ilgili 3d animasyonların yapımında genel olarak bu aşamada sanal bir iskelet sistemi oluşturulur. Bu yapı vektörlerin animatörün istediği biçimde yeniden konumlandırılmasını sağlamaktadır. Bu sayede sanal 3 boyutlu nesnelere hareket verilir. Ortaya çıkan 3 boyutlu vektörel yapının gerçek hayat ile benzerliğini sağlamak amacı ile sanal kamera ve ışıklar oluşturulur. Bu aşamadan sonra bilgisayar yazılımı vektörel bilgileri, matematik algoritmaları ile yorumlayarak 2 boyutlu piksellerden oluşan resimler oluşturur. Gelişen teknoloji ile birlikte 3 boyutlu canlandırmalarda doğada taklidi zor olan durumlar için yeni yazılımlar geliştirilmiştir. Örnek olarak günümüzde yanan bir cismin üzerindeki ateş fumefx, phoenix gibi özel yazılımlar ile fizik kurallarına uygun bir biçimde simüle edilebilmektedir. Günümüzde 3D Animasyon, medikal sunumlardan, mimari görselleştirmeye, bilgisayar oyunlarından, sinema filmlerine birçok alanda kullanılmaktadır. Bazı uzun metrajlı filmler tamamen 3D animasyon olarak hazırlanmaktadır. Toy Story (1995) bunların ilkidir. 3 Boyutlu animasyonların hazırlanmasında kullanılan yazılımlardan bazıları 3ds Max, Cinema 4D , Houdini, Maya, Blender ve Lightwave'dir. Çevirmeli ağ Çevirmeli ağ, bir ağa (özel ağ veya internet) erişmek için bir modem ve telefon hattının kullanıldığı, telefon numarası çevirilerek erişimin sağlandığı, bir bilgisayar ağı biçimidir. Çevirilen telefon numarası, gerçek (yani normal bir telefonla da aranabilen) veya sanal (örneğin GPRS bağlantısı için çevrilen *99***1# numarası gibi) bir telefon numarası olabilir. Aranılan numarada internet, cihazlar tarafından ses sinyalleri şeklinde alınır. Günümüzde ADSL, kablo internet, fiber internet ve 3G gibi teknolojiler sayesinde çevirmeli ağ artık hız ve ekonomi kriterleri düşünüldüğünde çok zayıf kalmaktadır bu sebeple artık nadir kullanılmaktadır. SFTP "Secure FTP" (Güvenli Dosya Taşıma Protokolü), yani SFTP, SSH kullanarak dosya transferi yapan bir dosya aktarım protokolüdür. SSH'ın sağladığı güvenlik özellikleri, FTP'den farklı olarak SFTP'yi güvenli hale getirir.FTP'nin RSA ile güçlendirilmiş halidir. TCP üzerinden çalışır. SFTP ile dosya transferi yapabilmek için bir SFTP istemcisine sahip olmak gereklidir. Neredeyse bütün Linux dağıtımlarında bir SFTP istemcisi ön tanımlı olarak bulunur. Windows işletim sistemlerinde bir SFTP istemcisi edinerek kurmak gerekir. OpenSSH ile birlikte gelen SFTP ( Secure file transfer program), bu protokolün "istemci" kısmını gerçekleştiren bir konsol (uçbirim) uygulamasıdır. scp'nin de bazı uygulamaları gerçekte dosya transferi yapmak için SFTP kullanırlar. Zaten bu uygulamalar da eğer sunucu SFTP servisi sağlamıyorsa, en son çare olarak scp kullanırlar. Unix ve Windows işletim sistemleri için çok sayıda SFTP sunucu uygulaması mevcuttur. Özel SFTP sunucu uygulamaları da vardır, ancak en yaygın olarak bilinen OpenSSH'tır. Ön tanımlı olarak 22. portu kullanırlar. İnternet dünyasında güvenli araçlarla SFTP transferi yapmak zor bir iştir. FTP işlemlerini loglamak için kullanılan standart araçlar mevcuttur. Bunlardan bazıları; TIS fwtk ya da SUSE FTP vekil sunucularıdır. Ancak SFTP şifrelidir, geleneksel vekil sunucularla SFTP trafiğini kontrol etmek pek başarılı bir yöntem değildir. SFTP kontrol özellikleri barındıran SSH için, man-in-the middle attack (ortadaki kişi saldırısı) yapmaya yarayan bazı araçlar mevcuttur. Bu araçlar kablodan geçen gerçek verileri ya da SFTP ile yapılan işlemleri loglayabilen fonskiyonlar içerirler. sftp> put kaynak_dosya_konumu (hedef_konum) sftp> get kaynak_dosya_konumu (hedef_konum) sftp> chmod izin_kodu dosya_konumu sftp> rename eski_isim yeni_isim FreeDOS FreeDOS, Microsoft'un 1999'da MS-DOS'u geliştirmeyi durdurması üzerine serbest DOS'u yaşatmak için doğmuş GNU Genel Kamu Lisansı kapsamında açık kaynaklı gelişmiş bir DOS tabanlı işletim sistemidir. Amacı DOS ile %100 uyumlu olmaktır ve bu hedefe neredeyse tümüyle ulaşılmıştır. Bu işletim sistemi ile yine açık kaynaklı Arachne web tarayıcısını kullanarak, çok eski bilgisayarlar ile internete bağlanmak mümkündür. Piyasada herhangi bir işletim sistemi yüklenmeyerek satılan bilgisayarlar da FreeDos olarak sunulmaktadır. Bazı kullanıcılar FreeDos'un ücretsiz olmasından dolayı daha ucuz fiyata satılan FreeDos yüklü masaüstü bilgisayar ve dizüstü bilgisayarlara rağbet göstermektedir. Microsoft, MS-DOS'u artık satamayacağını veya desteklemeyeceğini açıkladıktan sonra FreeDOS projesi 29 Haziran 1994'te başladı. O zamanlar bir öğrenci olan Jim Hall, açık kaynak kodlu bir yedek geliştirmeyi öneren bir manifesto yayınladı. [verilen alıntıda değil] Birkaç hafta içinde, Pat Villani ve Tim Norman dahil olmak üzere diğer programcılar projeye katıldı. Aralarında, bir kernel (Villani tarafından), COMMAND.COM komut satırı tercümanı (Villani ve Norman tarafından) ve çekirdek araçları (Hall tarafından), yazdıkları veya mevcut bulunan kodları bir araya getirerek oluşturulmuştur. FreeDOS 1.0 dağıtımından önce FreeDOS'un resmi yayın öncesi dağıtımları yapıldı. FreeDOS'un gayri resmi bir dağıtımı olan GNU / DOS, 1.0 sürümü piyasaya sürüldükten sonra kaldırıldı. Mawu Vodun ve Dahomey mitolojisinde, Mawu yaratıcı baş tanrı Nana Buluku'nun kızıdır. Yaratıcı bir tanrıça olan Mawu ay ve güneş ile de özdeşleştirilmiştir, genelde ay-tanrıça olarak tanımlanmıştır. Bazı mitlere göre, güneş tanrısı Lisa'nın eşi ve ikiz kız kardeşidir; diğer mitlere göre ise Mawu ve Lisa çift cinsiyetli ve çift yönlü bir tanrının, Mawu-Lisa, iki farklı yüzüdür, belki güneş ve ay şeklinde. Nana Buluku'nun çocukları olan Mawu ve Lisa, Xevioso'nun ebeveynidirler. Mawu, "Mahu" diye de anılır. Xevioso Xevioso ("Xewioso" veya "Heviosso") Dahomey mitolojisinde, So bölgesindeki bir gök gürültüsü tanrısıdır. Gun'un ikiz kardeşidir ve Mawu ile Lisa'nın çocuklarındandır. Kişar Kişar, Akad mitolojisinde Lahmu ve Lahamu'nun kızıdır. Kişar, Anşar'ın karısı, kız kardeşi ve dişi tamamlayıcısıdır; o dişi ilkedir. Ayrıca, Kişar Anu ve Ea'nın annesidir. Gökyüzünü temsil eden Anşar'ın tamamlayıcısı olarak Kişar yeri, arzı temsil eder ve bir tür toprak/doğa ana tanrıça olarak kabul edilebilir. Ortak bölen Ortak bölen, birden fazla pozitif tam sayıyı kalansız bölebilen bir sayıdır. Mesela 4 ve 6'nın ortak bölenleri 1 ve 2'dir. Ortak bölenlerin en büyüğü (EBOB), ortak bölenlerden en büyük olan sayıya verilen addır. Öklid algoritması yoluyla bulunabilir. Mesela formula_1 ve formula_2 için 24 ve 36'nın EBOB'u, her iki sayının da ortak böleni olan formula_3 sayısıdır. Negatif sayıların EBOB'u olmaz. Eğer birkaç sayının tek ortak böleni 1 ise o sayılar kendi aralarında asaldır. Kur (mitoloji) Kur, Sümer mitolojisinde ölülerin yuvası, cehennem, "ölülerin nehri" (Stiks) ve tarih öncesi deniz (Abzu) ile dünya (Ma) arasındaki boşluğu temsil eder, bir nevi bunların tecessümü yani cismani halidir. Lahamu Lahamu, Akad mitolojisinde Tiamat ile Apsu'nun ilk kızı. Kardeşi Lahmu'dan, Anşar ve Kişar isimli çocukları olmuştur. Bazen bir yılan olarak tasvir edilen Lahamu, bazen saçı altı bukleli, kırmızı kuşak takan bir kadın olarak tasvir edilmiştir. Kendisi ve eşi, erkek kardeşi Lahmu'dan her zaman birlikte bahsedilmiştir, ayrı ayrı hiç bahsedilmemişlerdir. Lahmu Lahmu, Akad mitolojisinde Apsu ile Tiamat'ın ilk oğludur. Kız kardeşi ve eşi olan Lahamu ile Anşar ve Kişar'ın ebev
eynidir. Bazen bir yılan olarak betimlenen Lahmu, bazense sakallı, saçında altı bukleli, kırmızı kuşak takan bir erkek olarak betimlenmiştir. O ve Lahamu birbirlerinden ayrı olarak bahsedilmemiş, hep birlikte bahsedilmişlerdir. Namtar Namtar, Sümer, Asur ve Babil mitolojilerinde cehennemle ilgili bir tanrı bir tür iblis, ölüm tanrısı ve An, Ereşkigal ve Nergal'ın elçisidir. Hastalıklardan ve haşarettan onun sorumlu olduğuna inanılırdı, çünkü iblis biçiminde altmış hastalığa hükmettiği söylenirdi. Bu hastalıklardan korunmak için ona bazı adaklarda bulunulurdu. Asur ve Babillilerin bu inancı fethettikten sonra Sümerlerden aldıkları düşünülmektedir. Zu (mitoloji) Zu (İran ve Sümer'de "Anzu"), Akad mitolojisindeki pek önemli olmayan bir tanrı. Tanrıça Siris'in oğludur. Zu ve Siris, ateş ve su soluyabilen dev kuşlar olarak görülmüştür. Buna rağmen, Zu aslan başlı bir kartal olarak da tasavvur edilmiştir. Gök tanrısı Enlil'in hizmetkarı olduğuna inanılırdı. Efsaneye göre, her şeyin kaderini yönetebilmek için Kader Tabletleri'ni efendisinden çalar. Hikâyenin bir başka şeklinde tanrılar Lugalbanda'yı tabletleri geri getirmesi için gönderir ve bu arada Lugalbanda Zu'yu öldürür. Bir başkasına göre ise, Ea ve Belet-İli Nünurta'yı tabletleri getirmek için görevlendirirler. Üçüncü bir anlatıma göre ise Zu'yu Marduk öldürmüştür. Amortisör Amortisör (Fransızcadan: "amortisseur"), makinelerde çalışma sırasında meydana gelen sarsıntı ve titreşimlerin şiddetini ve etkisini azaltmak için kullanılan elemanlar. Amortisörler hareket yönüne ters, hız ile orantılı bir direnç gösterirler. Böylece sarsıntı ve titreşim doğuran enerjiyi ısıya çevirerek yutarlar. Her türlü darbeli çalışan makinelerde (tekstil makineleri, presler, iş makineleri, kaldırma makineleri, otomobiller...) kullanılmalarına rağmen, en yaygın kullanma alanı araçlardır. Yayların araç süspansiyon sistemlerinde kullanılmaları geçen yüzyıla kadar dayanır. İlk kullanılan yaylar kalın çelik yaylardır. Bunların yoldan gelen darbeleri bir ölçüde yutmaları, daha hızlı ve rahat yolculuk yapma imkânını ortaya çıkarmıştı. Daha sonraları halk arasında "makas" olarak bilinen yaprak yayların büyükten küçüğe doğru yerleştirilmesi ile meydana gelen yaylar, geniş kullanım alanı bulmuştur. Bu yayların ön ve arka dingil ile şasi arasında kullanılmasıyla araç gövdesi dolaylı olarak dingillere oturtulmuş olur. Böylece yoldan gelen sarsıntılar kadar, aracın kalkma ve fren sırasındaki sarsılmaları da yumuşatılmış oluyordu. İlk defa 1928'de otomobil imalatındaki bir uygulamayla süspansiyon sistemi her bir tekerleğe bağımsız olarak uygulanmış, yani dingil kullanılmasından vaz geçilerek her tekerlek ayrı olarak yataklanmıştır. Böylece bir tekerlek tarafından alınan darbe diğerine iletilmediğinden seyahat rahatlığı artırılmıştır. Bugün helezon yaylar, burulma çubukları, yaprak yaylar gibi kullanılan birçok yay tipi vardır. Genellikle ön tekerlekler için helezon yaylar kullanılırken, arka dingil yaprak yaylardan yapılan makaslar üzerine oturtulur. Yaylar enerji depolama kabiliyetleri yüksek olan elastik elemanlardır. Bu özellikleri, dolayısıyla yol sathından alınan darbeleri, boyut değiştirerek ve enerji depolayarak şasiye iletmeden alırlar. Fakat yalnız başlarına kullanıldıklarında ilk anda depoladıkları enerjiyi sonra geri verirler ve bir salınım hareketine sebep olurlar. Bu salınımın sadece bir kısmı yayın rijitliği, yani iç moleküller sürtünmesi dolayısıyla ısıya çevrilerek yutulur ve salınımın durması zaman alır. Eğer bu salınımların devam etmesine müsaade edilirse araçta da sallanmalar görülür. Bilhassa İkinci Dünya Savaşı sırasında metalurji sahasındaki son ilerlemeler yayların enerji depolama kabiliyetlerini, yani elastikiyetlerini arttırmış ve araç süspansiyon sistemlerinde yaylar yanında enerji yutma kabiliyetleri yüksek amortisörlerin kullanılması bir ihtiyaç halini almıştır. Bugün amortisörler, araç süspansiyon sistemlerinde geniş bir şekilde kullanılmaktadır. Amortisörler, araç süspansiyon sistemlerinde yaylarla birlikte kullanılarak yoldan tekerleklere gelen sarsıntı ve titreşimlerin araba şasisine iletilmeden emilmesini veya en aza indirilmesini sağlarlar. Burada amortisörlerin rolü yaylardan daha değişik bir karakter gösterir. Bu sistemlerde yay tarafından depolanan enerji, salınımlar halinde şasiye iletilmeden amortisörler tarafından emilir. İşte bu prensibe dayanarak yolun düzensizliklerinden dolayı meydana gelen darbe ve salınımları, yaylar, araç gövdesine iletmeyerek depolarlar. Amortisörler ise hareket yönüne ters doğrultuda gösterdikleri direnç ile gerek ilk anda tekerlekten gelen enerjiyi ve gerekse yayda depolanan enerjiyi yutarak ısıya çevirirler. Böylece sarsıntıları azaltırlar. Amortisörler, sadece aracın konforu için gerekli elemanlar değillerdir. Aynı zamanda tekerleklerin yolu iyi kavramaları gibi önemli bir fonksiyonu da yerine getirirler. İyi bir amortisör virajda savrulmayı önler. Tekerleklerin yere iyi basmalarını ve zıplamamalarını sağlayarak hem çekişi artırır, hem de fren yapıldığında duruş mesafesini kısaltır. Genel olarak amortisörlerin çalışma prensibi sürtünme yoluyla harekete karşı bir direnç göstererek, hareket enerjisinin ısıya dönüştürülüp, yutulması esasına dayanır. Amortisörler "kuru" ve "akışkan esaslı" tipler olmak üzere iki ana bölüme ayrılırlar. Amortisörlerin bu iki ana esasa bağlı, sanayi ve araçlarda kullanılan birçok tipleri vardır. Araçlarda geniş bir kullanılma alanı bulması dolayısıyla en çok tanınan teleskopik tipdir. Bu tip amortisörler tekerlek kısmına bağlı içi yağ dolu silindir ve arabanın gövdesine bağlı çubuk piston grubu olmak üzere iki ana parçadan meydana gelirler. Silindir kısmının dış zarfı iki kat olup ara kısım yedek yağ deposu vazifesini görür. Piston çubuğuna silindirin üst tarafına geçen koruyucu toz tüpü ve silindir içinde işleyen piston bağlıdır. Bu tip amortisörlerin çalışma şekli şöyledir: Eğer tekerlek bir darbe alırsa, amortisörün bu sıkışma stroku esnasında silindirin alt kısmındaki süpap kapanır. Yağ basıncı piston üzerindeki süpabı açar ve yağ pistonun üst kısmına geçer. Bu kısımda aynı zamanda piston çubuğu bulunduğundan fazla yağ bir boru vasıtasıyla yedek depoya gönderilir. Bu borunun ucunda bir supap daha mevcuttur. Bu işlem sırasında amortisör yukarı doğru olan yay hareketini yumuşatır, darbeyi söndürür, amortisörün aşağı doğru tepkisi lastiği yola bastırır, zıplamasını önler. Tekerleğin düşmesi sırasında amortisör şöyle çalışır: Amortisörün açılması esnasında yağ önce silindirin alt başındaki süpaptan içeri girer. Piston üzerindeki süpap tek taraflı olduğundan kapanır ve piston üstündeki yağ ince borudan geçerek yedek depoya ve oradan silindire girer ve geri gelme mukavemetini te'min eder. Bu işlem sırasında amortisör tekerleğin düşmesi ile yayın birden boşalmasını önler, darbeli açılımı frenler, tekerleğin yola yumuşak bir hareketle oturmasını sağlıyarak, zıplamasına engel olur. Görüldüğü gibi yağın ince boru ve süpaplardan geçmeye zorlanması amortisörün hareketini, ters yönünden bir direnç göstererek sarsıntı doğuran enerjiyi ısıya çevirip yutmasına imkân sağlar. Dikkat edilecek diğer bir husus da amortisör içinde ısınan yağın her zaman bir yönde hareket etmesi ve böylece kendini ve cihazı soğutmasıdır. Başta Japonya olmak üzere dünyanın çeşitli ülkelerinde uygulanan ve amortisör gibi işleyen "taban izolasyon sistemi", binaların temel ile irtibatını keserek depreme karşı koruma sağlıyor. LogMeIn Hamachi LogMeIn Hamachi internet üzerinden sanal ağ oluşturmaya olanak sağlayan bir bilgisayar yazılımıdır. "Premium" ve "Basic" sürümleri mevcuttur. Oyunların VPN protokolu üzerinden yerel ağ olarak LAN üzerinden oynanmasına olanak sağladığından bazı oyun firmalarının tepkisini çeken program ile 16 kişilik büyük bir oyun veya iş ağı kurulup transferler yapılabilir. Web üzerinde arama yaparak çeşitli oyunların binlerce ağını bulabilirsiniz. Kodein Kodein (metilmorfin) afyondan elde edilen ve analjezik, antitussif ve antidiyareik özellikleri olan bir opioiddir. Kodein sülfat ve kodein fosfat olarak pazarlanmaktadır. Avrupa'da ise daha çok klorhidratı (kodein hidroklorid) olarak pazarlanır. Kodein ham afyonda en fazla %0,5 oranında bulunur. Doğal olarak elde edilen kodein ilaç sanayiinde yeterli olmadığı için morfinin o-metillendirilmesiyle elde edilir. Morfinin metillendirilmesi ilk defa Grimaux tarafından metil iyodür (CHI) ile yapılmıştır. Reaktif olarak CHI, dimetil sülfat, diazometan ve trimetilfenil amonyum klorür denenmiş, en etkili reaktifin trimetilfenil amonyum klorür olduğu bulunmuştur. Bunu elde etmek için dimetil anilin otoklavda mutlak alkollü ortamda metil klorür (CHCl) ile 100-120 C'de metillendirilir. Morfinden daha zayıf bir narkotik olup alışkanlık yapma derecesi de azdır. Bu yüzden çok kullanılan bir uyuşturucudur. Ağrı dindirme etkisi aspirinden çok yüksektir. Analjezik etkisi morfine göre daha azdır. Ancak iyi bir öksürük dindiricidir. Uyuşturma etkisi 2-3 saat kadardır. Öksürük azaltma etkisi de olup, astımlı kimseler için tehlikelidir. Kodeinin alışkanlık yapma derecesi daha az olmakla beraber, morfin ve eroin alanlar bunları bulamadıklarında kodeine başvururlar. Kodeinin toksik etkisi de nispeten azdır. Tıpta kullanılış sebebi, merkezi sinir sistemi ni etkileyerek öksürük refleksini ortadan kaldırma tesiridir. Bu yüzden bazı kuru öksürüklerde, doktorun lüzum görmesiyle geçici olarak kullanılabilir. Diğer ağrı kesicilere katılarak daha kuvvetli etki elde etmek için de kullanılmaktadır. Kodeinde 5,6,9,13 ve 14 numaralı karbonlar asimetriktir. Alkoldeki %2'lik çözeltisi polarize ışığı sola çevirir. [α] = –135 Kromoplast Kromoplast, bitkilere farklı renkler kazandıran plastittir. Lökoplastlar gibi renksiz değildir. Bitkiye renk veren pigmentlerin üretilmesiyle ve depolanmasıyla görevlidir. Kloroplastlar ve lökoplastlar gibi fotosentez yapan ökaryotik türlerde bulunur. Likopen(kırmızı), ksantofil(sarı) ve karoten(turuncu) olmak üzere üç çeşitt
ir. Misalli Büyük Türkçe Sözlük Asırlar Boyu Târihî Seyri İçinde Misâlli Büyük Türkçe Sözlük ("Kubbealtı Lugatı"), 2005 yılı sonunda Kubbealtı Vakfı tarafından yayınlanan, İlhan Ayverdi'nin hazırladığı 3 ciltlik sözlük. Yalnızca yaşayan Türkçenin sözcüklerini değil, tarihten beri Türkçede kullanılan sözcükleri içerir. Böylece 100-150 yıllık metinlerin yeni kuşaklar tarafından okuyup anlaşılmasına yardımcı olmak amacı güdülmüştür. Sözlük, bir etimoloji sözlüğü olmamasına karşın sözcüklerin etimolojik açıklamaları da içermektedir. İnce kağıda basılı üç büyük cilt, toplam 3750 sayfadır, 46035 ana maddeden oluşur. Ara maddelerle birlikte madde sayısı 61 bindir. Sözlük, tam alfabetik sıralama ile hazırlanmıştır. Kelimelerin eskiden kullanılan fakat sonradan unutulan anlamlarına yer verilmiştir. Sözlükte, sözcüklerin kullanımına çeşitli metinlerden örnekler verilmiştir.400 yazarın 1000'e yakın eseri taranmasıyla elde edilen 100 bin örnek mevcuttur. Sözlüğün hazırlığı 1972 yılında, yazılması ise 1976 yılında başlamıştır. 1972-1976 yılları arasındaki hazırlık döneminde 13. asırdan 20. asra kadar yazılmış eserler çeşitli akademisyenler tarafından tarandıktan sonra 1976 yılında maddeler yazılmaya başlandı. Bir süre sonra akademinin dağılması sonucu maddeleri yazma işini İlhan Ayverdi sürdürdü. Marmara Üniversitesi de bu sözlük çalışmasına katıldı. 28 yıllık emek sonucu 2004 yılında tamamlanmıştır. Sözlüğün Etimolojik redaksiyonunu Ahmet Topaloğlu, Arapça ve Farsça etimoloji ve imlâ editörlüklerini ise Mustafa Tahralı ve Hayri Bilecik yaptı. Özel uzmanlık alanı danışmaları arasında Kenan Gürsoy (Felsefe), Tarık Akçal (Tıp), Mustafa Fayda (İlahiyat), Fahreddin Olguner (İslam Felsefesi), Uğur Derman (Süsleme Sanatları) ve Muhittin Serin (Hat) gibi birçok bilim ve fikir adamları yer aldı. Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı tarafından hazırlandı ve yayınlandı. 46035 ana kelimeden meydana gelen sözlükteki kelimelerin %32(13777)’sini Türkçe, %39(17179)’unu Arapça, %12(5010)’sini Farsça ve %17(7516)’sini Batı dilleri kökenli kelimeler oluşturmaktadır. Toplamda lügatte yer alan kelimelerin %32(13777)’si Türkçe kökenli, %68(29705)’i ise diğer diller kökenlidir. İkinci baskısı 2006, gözden geçirilmiş üçüncü baskısı 2008, dördüncü baskısı ise 2011 yılında yapılmıştır. 2010 yılı başında 1411 sayfalı gözden geçirilip genişletilmiş tek cilt büyük boy bir baskısı da yayımlanmıştır. 3. cildin sonunda Dr. Fahrünnisa Bilecik tarafından hazırlanmış “"Ekler Üzerine Bir Deneme"” bölümü yer almaktadır. Ayrıca sözlüğün internet üzerinden erişilebilen bir sürümü de kullanıma sunulmuştur. Kinidin Kinidin, Kınakına ağacından elde edilen bir alkaloid. Kalp ritim bozukluğuna karşı kullanılır. Yine aynı ağaçtan elde edilen kinin maddesinin eş biçimlisidir (izomer). Yani kimyasal formülleri kinin ile aynı molekül yapıları farklıdır. Kerberos Kerberos (eski Yunanca: Κέρϐερος / Kérberos, Latince: Cerberus), Yunan mitolojisinde Hades'in yönettiği ölülerin bulunduğu yeraltının kapısında bekçilik yapan üç başlı köpek (Hesiode'a göre 50, Horace'a göre ise 100 başı vardı). Kuyruğu bir yılan olan ve sırtında sayısız yılanbaşı bulunan, ısırıkları zehirli bu köpek Herakles'in 12 görevi arasında yer alır. Kerberos Yunanca 'çukur (çok derinlerdeki, şeytani çukur) iblisi' demektir. Yarı kadın yarı yılan Ekhidna ile dev Typhon'un oğlu olan Kerberos'un kardeşi Orthros 'tur. Dev zincirlerle bağlı olan bu köpeğin görevi yer altına giren ölülerin tekrar yeryüzüne çıkmalarını önlemektir. Sadece beş kere yenilmiştir: Kerberos özellikle kapıların, eşiklerin ve sınırların bekçisi olmanın arketipi olmuştur. Orta Çağdan günümüze kurgu yapıtlarda sıkça bu özelliğiyle yer almıştır (Dante'nin İlahi Komedya'sında ve Fluffy olarak J. K. Rowling'in Harry Potter ve Felsefe Taşı adlı kitabında.) Ayrıca günümüzde güvenlik ve savaş alanında da kullanılmaktadır (MIT tarafından geliştirilen Kerberos protokolü gibi.) Herkül'ün onikinci ve son görevi, Hades'in krallığını yaptığı ölüler diyarının bekçi köpeği olan Kerberus'u Atina'ya getirmekti.Görevi aldıktan sonra, diğer tarafa geçmek için Eleusis'tan yardım ve bilgi alan Herakles, Tanareum bölgesinde ölüler diyarına geçiş yapabileceği girişi bulur. Athena ve Hermes'in yardımı ile girişten geçen ve Charon'u da yine Hermes'in yardımı ile geride bırakan Herakles Kerberus ararken, Ölüler diyarında Hades tarafından zincirlenen Thesus'u sihirli kelepçelerinden güç de olsa kurtarır. Hades ve Persephone'nin karşısına çıkıp durumunu anlatan Herkül, onların onayını alarak Kerberus'u geri getirmek üzere izin alır. Kerberus'un karşısına çıkıp, güreşte onu yenmeyi başaran Herkül, Kerberus'u yeraltı dünyasından çıkararak Atina'ya; Eurystheus'un karşısına çıkarır. Korkudan nereye saklanacağını bilemeyen Eurystheus, yakınında bulunan büyük bir amfora'nın içerisine saklanır. Herkül'ün Kerberus'u yeryüzüne çıkardıktan sonra,etrafa saçılan zehirli salyasından dünya üzerindeki ilk zehirli bitkiler oluşmuş ve buradan yayılarak diğer ülke ve topraklarda da yetişmeye başlamıştır. Pim Pim, farklı parçaları sabitlemek ya da merkezlemek için kullanılan, ince uzun silindirik ya da konik parçadır. Mekanik sistemlerde bir makine elemanı olarak metalden yapıldığı gibi marangozluk ve mobilyacılıkta bağlantı elemanı olarak kullanılan ahşap ya da metal tipleri vardır. Saatçilikte bir dişli çarkın üzerindeki dikey çıkıntıya da pim denir. Zeplin Zeplin, bir tür hava gemisi olup, ulaşım aracı olarak kullanılan itme kuvvetiyle yol almalarını sağlayan motorları ve havada yönlenmesini sağlayan dümenleri olan puro biçiminde ve altında yolcu kabini bulunan güdümlü balonların genel adıdır. Omurgalı güdümlü balonların en başarılı yapımcısı olan Kont Ferdinand von Zeppelin adlı Alman güdümlü balonların isim babasıdır. İlk zamanlar hidrojen ile dolu olmasına karşın 1937'de Hindenburg faciası üzerine hidrojen yerine helyum kullanılmaya başlanmıştır. Başarılı olmuş ilk uçuş Fransız mühendis Henri Giffard tarafından 24 Kasım 1852 yılında gerçekleştirilmiştir. Giffard 160 kg ağırlığındaki ve 3 BG’ndeki buhar makinasını 43 metre uzunluğunda ve 12 metre çapındaki, hidrojenle dolu bir torbanın altına takarak Paris’ten havalanıp 30 km uzaklıktaki Trappes’e uçarak gerçekleştirilmiştir. İlk zeplin 128 metre uzunluğunda ve 11 metre çapındaydı. Alüminyumdan oluşan iskeleti, pamuklu bir bezle kaplıydı. İskeletin içinde hidrojen taşıyan gaz baloncukları vardı. 2 Temmuz 1900’de havalandırılan zeplin, 400 metre yükseklikten uçarak 6 kilometrelik bir yolu 17 dakika 30 saniyede aldı. Bu ilk zeplinin başarısı üzerine yenileri de üretildi. Özellikle Alman Savaş Bakanlığı zeplin üretimini destekledi. I. Dünya Savaşı sırasında Paris ve Londra zeplinlerle bombalandı. 1927 sonbaharında L-59 adını taşıyan bir zeplin havada 96 saat kalarak 7.000 km yol aldı. 1928'de Dr. Eckener tarafından yönetilen Graf Zeplin Atlas Okyanusu'nu aştı. Graf Zeplin ve yerine geçen Hindenburg, uzun yıllar yük ve yolcu taşımada kullanıldı. Zeplinler, II. Dünya Savaşı öncesine dek 52.000 kişiyi Atlas Okyanusu'nun iki kıyısı arasında taşıdıktan sonra, yeni yolcu uçaklarının geliştirilmesi ve kaza ve kayıp olaylarının çoğalması nedeniyle 1950’lere gelmeden üretimden kaldırıldı. Günümüzde sadece ABD’de reklam amaçlı olarak kısıtlı sayıda üretilmektedirler. Bugün dünyada en yaygın zeplin kullanım amacıdır. Dünyanın birçok ülkesinde zeplinler alternatif etkin bir reklâm mecrası olarak kullanılır. Bu konuda Good Year dünyada öncüdür. Goodyear II. Dünya Savaşında kendi zeplinleri üretmekteydi. Fakat bir süre sonra Goodyear kendi zeplin üretimini durdurdu. Bugün Kuzey Amerika da ise 3 Goodyear Zeplin birden uçurmaktadır. Zeplinlerin Goodyear'ın bir dünya markası olmasında önemli rol oynadığı söylenir. Dünyanın birçok büyük (Fortune 500 dâhil) Firmaları bugün bile Zeplin Reklâm kullanmaktadır. Bunlardan biri olan BMW, 2004 senesinde BMW 1 serisinin tanıtımı amaçlı Avrupa turunda (Transeuropean Tour) 1 haftalığına İstanbul'a da gelmiştir. Türkiye zeplinle ilk 1929 yılında Graf Zeppelin, yani D- LZ 127 Türkiye üzerinden geçerek Orta Doğu'ya gitmesi ile tanışmıştır. 1998 yılında Koç Zeplin kullanmaya başlamıştır. Koç Zeplin Amerikan menşeli imalatçı firma American Blimp Corporation (ABC) tarafından imal edilmişti. Modeli A-150 modeliydi, 50m uzunluğundaydı ve Ekim 1998`de Koç'a teslim edilmişti. Zeplin reklamların daha yaygın kullanılmamalarının tek sebebi ise yüksek yatırım maliyeti ve aylık operasyon giderleridir. Zeplinler hangar gerektirir. Helyum ise pahalı bir gazdır. Ayrıca büyük zeplinler için 12-13 kişilik dev yer ekibi gerekmektedir. Taner Akçam Altuğ Taner Akçam, (23 Ekim 1953, Ölçek, Ardahan), Türk tarihçi ve toplum bilimci. ODTÜ İdari İlimler Fakültesi'ni bitirdi. 1973'ten sonra ODTÜ-DER, ADYÖD gibi derneklerin kurucuları arasında yer aldı. 1975'te yayına başlayan Devrimci Gençlik dergisinin sorumlu yazıişleri müdürü olarak, dergide komünizm ve Kürtçülük propagandası yapıldığı iddiasıyla yargılandı ve 1976'da tutuklandı, 1977'de 9 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 12 Mart 1977' Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nden kaçtı. 1978-1995 yılları arasında Almanya'da siyasi mülteci olarak yaşadı. 1988 yılında Hamburg Sosyal Araştırmalar Enstitüsü'nde çalışmaya başladı. 1995'te Hannover Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde "İttihat ve Terakki Yargılamaları ve Ermeni Kırımı" konulu doktora çalışmasını tamamladı. Aynı üniversitede profesörlük tezini hazırladı. Akçam, Minnesota Üniversitesi Tarih Bölümü'nde görev yapıyor. Minotor Minotor (Yunanca: Μινώταυρος, "Minotavros"): Yunan mitolojisinde yarı insan-yarı boğa yaratık. Özgün sözcük Minotor'dur ve Yunanca "Minos’un Boğası" anlamına gelir. Klasik bir Yunan Efsanesi olan Minotor, öykü kısmı daha iyi anlaşılsın diye üç bölüme ayrılabilir. Bu evrelerin çok daha ayrıntılı anlatılışları mitolojik kaynaklarda bulunabilir. Theseus: Minotor’u öldüren Atina’nın veliahtı, daha sonra kralı. Ariadne: Theseus’a
âşık olan kral Minos’un kızı. Aigeus (Egeus): Theseus’un babası, Atina’nın kralı. Aithra (Ethra): Theseus’un annesi. Minos: Girit Kralı. Pasiphae: Minos’un karısı. Daidalos: Labirenti inşa eden mimar. Poseidon: Yunan mitolojisinde denizler, depremler ve atlar tanrısı. Atina kralı Egeus, çeşitli kadınlarla evlenmesine rağmen çocuğu olmaz. Bunun üzerine Troezen kralının kızı Ethra ile evlenir ve Ethra, Troezen’de hamile kalır. Ancak Egeus, Theseus’un doğmasını beklemeyerek Atina’ya geri döner. Dönmeden önce de, sandalet ve kılıcını dev bir kayanın altına bırakır. Ethra’ya da: “Çocuk büyüdüğünde emanetlerini alınca, hanedana mensup olduğunu ispatlayabilecek” der. Theseus büyür ve gerçekten kayayı kaldırarak babasının emanetlerini alır. Annesi, oğluna gerçek kimliğini açıklayınca da genç Theseus, Atina’ya doğru yola çıkar. Dönemin şartları gereğince yolda birçok haydut, vahşi hayvan ve türlü türlü tehlikeler vardır. Theseus hepsinin üstesinden gelmeyi başarır ve Atina’ya varır. Girit’te hüküm süren güçlü kral Minos, gücünü kanıtlamak için denizler tanrısı Poseidon’dan ona kurban etmek üzere bir boğa vermesini ister. Poseidon boğayı Minos’a verir. Fakat hayvan, Minos’un hoşuna gider ve Minos, boğayı kurban etmez. Bunun yerine başka bir boğayı kurban eder. Poseidon bunu fark ettiğinde çok sinirlenir ve Eros'tan okuyla Minos’un karısını boğaya âşık etmesini ister. Minos’un karısı Pasiphae, boğayla çiftleşir ve yarı insan yarı boğa bir çocuk doğar.İnsanlar bir süre sonra çocuğa "Minotor" yani "Minos'un boğası" derler. Minotor herkese zarar veren bir yaratıktır ve bunun üzerine mimar Daidalos’un yaptığı Labyrinthos adlı, içinden kimsenin çıkamayacağı yapıya kapatılır. Girit kralı Minos’a yenilen Atinalılar, haraç olarak yedi yılda bir en güzel yedi genç erkek ve yedi genç kızı Minotor’a kurban olarak göndermek zorundadırlar. Kurbanları götüren gemi, siyah yelkenlidir. Theseus, Minotor’u yenip, bu kurban işine bir son vermek istemektedir. Babası vazgeçirmeye çalışsa da, sonunda bir şartla buna izin verir. Eğer Theseus, Minotor’u öldürebilirse, Atina’ya dönerken, gemiye siyah yelkenler yerine beyaz yelkenler takacaktır. Kurbanlar ve Theseus, Girit’e geldiklerinde, onları labirente götürürler. Minos’un kızı Ariadne, kurbanlar halka gösterilirken Theseus’a âşık olur ve Theseus’a labirentten çıkabilmesi için basit bir strateji önerir. Buna göre Theseus, kızın verdiği ipliği labirentin girişine bağlayacaktır ve dönerken ipi takip ederek çıkışı bulabilecektir. Theseus labirente girdiğinde Minotor ile başa baş bir savaşa girer, Ariadne'nin dediği gibi Minotor'a eski adıyla seslenerek Minotor'u bir süre şaşırtır ve durumdan yararlanarak Theseus, Minotor'u öldürür. Theseus, Atinalı kurbanlar ile ipi takip ederek çıkışa ulaşır ve Ariadne’yi de yanına alıp Atina’ya doğru yola koyulur. Ancak beyaz renkli yelkenleri açmayı unutmuştur. Kıyıdan siyah renkli yelkenleri gören babası Egeus, oğlunun öldüğünü düşünerek aşağıdaki denize atlayarak intihar eder ve sonra insanlar onun adını anmak için atladığı denize onun adı yani "Ege Denizi" denir. Böylece Theseus, Atina kralı olur. Helmut Kohl Helmut Kohl (d. 3 Nisan 1930, Ludwigshafen-Almanya - ö. 16 Haziran 2017, Ludwigshafen), Alman siyasetçi ve devlet adamı. 1982 ile 1998 arasında (1982-1990 arasında Batı Almanya), Almanya şansölyesi, 1973 ile 1998 arasında Hıristiyan Demokrat Birliği'nin (CDU) lideri. 16 yıl şansölyelik yapan Kohl, Otto von Bismarck'tan sonra en uzun süre bu görevde kalan kişidir. Alman yeniden birleşmesi ve Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand ile birlikte Avrupa Birliği'nin kuruluş belgesi olan Maastricht Anlaşması'nın mimarlarından biridir. Kohl'un ailesi muhafazakar ve Roma Katolikti ve 1933 öncesinde ve sonrasında Katolik Merkez Partisine sadık kaldılar. Kohl'un, genç bir asker olarak savaşa katılmış olan ağabeyi savaş sırasında öldürüldü. On yaşında olan Kohl, Almanya'daki herhangi bir çocukta olduğu gibi, Hitler Gençliğinin bir bölümü olan Deutsches Jungvolk'a katılmak zorunda kaldı. 20 Nisan 1945'te Adolf Hitler'in doğum gününde 15 yaşında olan Kohl, savaşın bitmesinden sadece günler önce Berchtesgaden'de lider Artur Axmann tarafından Hitler Gençliğine girdi. Kohl, 1945'te askerlik hizmeti için hazırlandı; Ancak daha sonra "geç doğum merhameti" (Almanca: Gnade der späten Geburt) olarak nitelendirdiği bu savaşa karışmadı. Harpten sonra siyasetle ilgilenmeye başladı. 1947'de Junge Union'ın (CDU'nun gençlik örgütü) Ludwigshafen am Rhein şubesine kaydoldu. Heidelberg Üniversitesinde yaptığı siyasal bilimler doktorasını 1958'de tamamladı. Ertesi sene Rheinland-Pfalz eyalet meclisine, 1969'da ise aynı eyaletin şansölyeliğine seçildi. Aynı yıl CDU'nun genel başkan yardımcılığına, 1973'te ise genel başkanı oldu. Kohl'un, CDU ve Franz Josef Strauss önderliğindeki Hıristiyan Sosyal Birlik'in (CSU) şansölye adayı olduğu 1976 genel seçimlerinde önemli, ancak sosyalist-liberal koalisyon hükümetini düşürmeye yetmeyen bir başarı elde etti. Seçimleri kazanan Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ile Hür Demokrat Parti (FDP) arasında bir koalisyon hükümeti kuruldu. Kohl 1980 genel seçimlerinde CSU başkanı Strauss'un, CDU-CSU koalisyonunun şansölye adayı olmasını kabul etti, ama bu seçimler de büyük farkla kaybedildi. Strauss'un başarısızlığı Kohl'ün yükselişini kolaylaştırdı. SPD lideri Helmut Schmidt'in izlediği politikalar konusunda doğan anlaşmazlıklar, FDP'li birçok parlamento üyesinin seçimlerden iki yıl sonra hükümetten desteklerini çekmesine neden oldu. CDU ile CSU ile FDP'li milletvekilleri arasında kurulan ittifak sonucu 1 Ekim 1982'de güvensizlik oyu verilerek düşürülen Schmidt'in yerine, Kohl aynı gün CDU-CSU-FDP milletvekillerinin oylarıyla şansölye oldu. CDU-CSU-FDP koalisyonu ve Kohl 6 Mart 1983 genel seçimlerini kolaylıkla kazandı. Hıristiyan Demokratların oy oranının artması Kohl'un yerini sağlamlaştırdı. CSU ve FDP ile yeni bir koalisyon kurdu. Kohl şansölyeliği sırasında ülkesinin Batı ile olan ilişkilerini güçlendirmeye ve piyasa ekonomisini yerleştirmeye çalıştı. Seçim öncesi en büyük tartışmalardan biri NATO'nun Batı Almanya dahil Batı Avrupa'ya Cruise ve Pershing-2 adlı nükleer başlıklı orta-uzun menzilli füzelerin yerleştirme planı oldu. Kohl de, ısrarlı biçimde füzelerin Almanya'ya konumlandırılmasını savundu. 1984'te İsrail'e yaptığı ziyarette, İsrail Parlamentosu'nda konuşma yapan ilk savaş sonrası kuşaktan Alman Şansölyesi oldu. Eylül 1984'te, Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand ile, I. Dünya Savaşı sırasında Alman ve Fransız kuvvetleri arasında sert çarpışmaların yaşandığı Verdun'da buluştu. Ölenleri anarken el ele verdikleri görüntü Alman-Fransız ulaşmasının simgesi oldu. Mitterand ile Kohl arasındaki yakın siyasi ilişki Avrupa entegrasyonunun oluşmasında motor işlevi gördü. Ocak 1988'de Paris'te François Mitterand ile bir savunma ve işbirliği anlaşması imzaladı. Kohl hükümeti, iç politikada hükümet harcamalarının kısıtlanmasına, dış politikada ise, NATO içinde daha etkili bir rol oynanmasına dayanan merkez sağ bir politik yol izledi. 1985 mayısında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Ronald Reagan ile birlikte Adolf Hitler'in SS subaylarının mezarlarının bulunduğu Bitburg Askeri Mezarlığı'nı ziyareti tepkiyle karşılandı. 25 Ocak 1987 genel seçimlerinde CDU-CSU koalisyonu tarihinin en düşük oy oranını aldıysa da, Kohl bir defa daha başbakan seçilmeyi başardı. Doğu Almanya (Alman Demokratik Cumhuriyeti) ve Batı Almanya arasındaki ilişkileri yumuşatmayı amaçlayan Ostpolitik Kohl döneminde de sürdürüldü. 1987'de Doğu Almanya lideri Erich Honecker'le bir araya geldi. Bu ziyaret aynı zamanda bir Doğu Alman liderinin Batı Almanya'ya yaptığı ilk ziyaretti. Ama bu ziyaret sırasında yapılan görüşmelerden önemli bir sonuç alınamadı. 1989-90'da Sovyetler Birliği'nin Doğu Avrupa üzerindeki denetiminin sona ermesiyle birlikte, Kohl, Batı ve Doğu Almanya'nın en kısa sürede birleşmesini savunanların en önünde yer aldı. Berlin Duvarı'nın yıkılması ve hemen akabinde Doğu Alman rejiminin çökmesiyle ortaya çıkan Doğu Almanya konusu Kohl'ün şansölyeliğinin dönüm noktası oldu. Mayıs 1990'da imzalanan bir antlaşmayla iki Almanya arasında sağalanan para birliği haziran ayında meclislerde onaylanarak 1 Temmuz 1990'da yürürlüğe girdi. Ekonomide olduğu gibi vergi, sosyal güvenlik, çalışma yaşamı ve bankacılık yasaları alanlarında da Batı Alman sistemi bütün ülkeyi kapsar duruma geldi. Ancak Almanya'nın birleşmesi önünde hala iki büyük engel vardı; askeri ittifak ve Almanya-Polonya sınırı. 16-17 Temmuz 1990'da Moskova'da bir araya gelen Helmut Kohl ile Sovyetler Birliği lideri Mihail Gorbaçov Birleşik Almanya'nın NATO üyeliği konusunda anlaştılar; anlaşma Doğu Almanya'daki Sovyet birliklerinin çekilmesine ve Alman ordusunun küçülmesine ilişkin hükümler de içeriyordu. Ertesi gün iki Almanya'nın, dört müttefik gücün (ABD, SSCB, Britanya ve Fransa) ve Polonya'nın temsilcileri var olan Polonya sınırlarının korunması konusunda anlaşmaya vardılar. İki Alman devletinin birleşmesinin siyasi ve toplumsal koşullarını belirleyen antlaşma 31 Ağustos 1990'da imzalandı. 12 Eylül tarihinde Müttefikler iki Alman devletinin temsilcileriyle bir antlaşma imzalayarak bütün işgal haklarını ve sorumluluklarını bıraktılar; böylece birleşik Almanya'nın tam egemenliğini tanıdılar. 2 Ekim'i 3 Ekim'e bağlayan geceyarısı Doğu ile Batı Almanya'nın birleşmesi sonucunda Helmut Kohl, Birleşik Almanya'nın ilk şansölyesi oldu. Aynı yılın aralık ayında, Weimar Cumhuriyeti'nden beri, yaklaşık 60 yıl aradan sonra bütün Almanya'da düzenlenen ilk serbest genel seçimleri de Hıristiyan Sosyal Birliği ve Kohl'ün lideri olduğı CDU ittifakı kazandı. 1994 seçimlerini, "uluslararası siyasette söz sahibi devlet adamı" unvanını iyi kullanan Kohl kazandı. Kohl'ün 1994 seçimlerini kazanmasına rağmen, Bundesrat'ta çoğunluğu elde eden SPD Kohl'ün iktidarını kısıtladı. 1990'dan sonraki şansölyelik döneminde daha çok dış politikada başarılı olan Kohl, Avrupa Merkez Bankası merkezinin Frankfurt am
Main'e getirilmesini sağladı. 1990'ların sonlarına gelirken artan işsizlik yüzünden desteği azalan Kohl, 1998 seçimlerinde rakibi Gerhard Schröder'e karşı ağır bir yenilgi aldı. 27 Ekim 1998'de başbakanlıktan ve aynı yıl içinde CDU liderliğinden ayrılan Kohl'ün Bundestag'daki üyeliği 2002'ye kadar devam etti. Siyasetten ayrıldıktan sonra 1999'da patlak veren CDU'ya yapılan para bağışı skandalıyla uğraşmak zorunda kaldı. 1999 yılı sonunda CDU'nun gizli hesaplarıyla ilgili dokuz sayfalık bir belgenin kamuoyuna açıklanmasıyla ortaya çıkan "gizli hesap" skandalında, Kohl 1993-98 arasında 2 milyon mark tutarındaki bağışı kayıtlara geçirmeden CDU'nun Doğu Almanya'daki faaliyetinde kullandığını itiraf etti. Ancak tüm baskılara rağmen bağış yapanların isimlerini açıklamadı ve CDU'nun "onursal başkanlığı"ndan istifa etti. Skandal nedeniyle CDU lideri Wolfgang Schäuble de görevinden istifa etti. 2007 yılında önce sağ dizine ardında sol dizine protez takılması için ameliyat olan Kohl, tüm rehabilitasyon çabalarına rağmen bacaklarının 170 kg ağırlığındaki bedenini taşıyamaması nedeniyle tekerlekli sandalyede yaşamını sürdürmeye başladı. Temmuz 2013'te, Spiegel Online'in, gizliliği kaldırılan Britanya Millî Arşivi'nde kamuoyunun bilgisine sunulan istihbarat belgesine dayandırarak verdiği haberde, Kohl'ün 1982'de Britanya Başbakanı Margaret Thatcher ile yaptığı görüşmede "Gelecek 4 yılda Türklerin sayısının yüzde 50 azaltmak zorunluluk hale gelecek. Ancak bunu kamuoyunda açıkça ifade etmemek gerekir" dediği belirtildi. Belgelerde Kohl'ün aynı dönemde Almanya'da çalışmakta olan İtalyan, Güney Asyalı ve Portekizli misafir işçilerden hiçbir rahatsızlık duymadığı, buna karşılık Türk işçileri en çabuk şekilde Türkiye'ye geri göndermek istediği görülüyor. Britanya istihbarat belgelerine göre, "Almanya 11 milyon Doğu Avrupalı'yı entegre etti" diyen Kohl'ün, meslektaşı Thatcher'a, "Ancak Türkler bambaşka bir kültürden geliyor" dediği vurgulandı. Thatcher tutanaklarına göre Helmut Kohl'ün Türklerin yarısını Almanya'dan göndermek için parayı araç olarak kullanmak istediği ve bunun için yüklü tazminat ödemesi yapmayı planladığı deşifre edildi. Belgelerin açıklanmasından kısa süre sonra Helmut Kohl'ün bürosundan yapılan açıklamada belgelerdeki sözlerin doğru olduğu vurgulandı. 1960'ta Hannelore Renner'le yaptığı evlilikten iki oğlu oldu. 2001 yılında oğullarından Peter Kohl, Türk asıllı Elif Sözen'le evlendi. Aynı yıl, 1993 yılında penisilin tedavisi sonrası ışık alerjisine yakalanan karısı Hannelore Renner intihar ederek yaşamına son verdi. 2008 yılında dört yıldır beraber yaşadığı kendisinden 43 yaş küçük ekonomist Maike Richter ile evlendi. Oktay Kaynarca Oktay Kaynarca (d. 27 Ocak 1965, Malatya), Türk oyuncudur. Oktay Kaynarca, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Anasanat Dalı Yüksek Lisans Bölümü mezunudur. Ayrıca oyuncunun memleketi Hekimhan'da Oktay Kaynarca isminde bir de cadde vardır. Oktay Kaynarca, 27 Ocak 1965 Malatya doğumludur. Çocukluğunun bir dönemi Berlin'de geçti. Konservatuvara girmeden önce Ege Tiyatrosu'nda Turgut Özakman'ın "Duvarların Ötesi"nde adlı oyununda oynadı. Ardından birkaç çocuk oyununda yer aldı. Konservatuvar zamanında TRT için "Gençler Dizisi"nde oynadı. İlk profesyonel oyunculuğunu Ali Atik, Ayşegül Atik'le bir çocuk oyununda yaptı ve ilk parasını kazandı. İlk oyunu bir müzikal idi. Konservatuvardan mezun olduğu 1991 yılında Tiyatro Stüdyosu'nda "Kan Kardeşleri" (Blood BrOthers) adlı müzikalde Zuhal Olcay, Haluk Bilginer, Celal Perk, Jülide Kural, Derya Alabora ve Ahmet Levendoğlu ile beraber oynadı. Sonra yine aynı tiyatroda 1993-1994 sezonunda "Derin Bir Soluk Al" oyununu oynadı ve tiyatro hayatını noktaladı. Bu oyunla Avni Dilligil "En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü"nü aldı. 2003 yılında başlayan Kurtlar Vadisi dizisinde canlandırdığı Süleyman Çakır rolüyle ünlendi. 2008 yılında yayına giren Adanalı dizisinde "Adanalı Yavuz" rolünü, 2011 yılında yayına giren Nuri dizisinde Nuri karakterini oynamıştır. Ayrıca 2015 yılında Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisine başlamıştır. Wrath Of The Tyrant Emperor'un 1992 çıkışlı denel albümü. Grubun, türünden (senfonik black metal) daha farklı bir türde, pure black metal olarak çalıştığı bir albümdür. Kirli ses kaydı kullanılmıştır. Sekstant Sekstant, yerküre üzerinde bulunulan yerin enlemini belirlemek amacıyla, bir gök cismiyle ufuk düzlemi arasındaki açısal mesafeyi ölçmekte kullanılan optik seyir cihazı. Yay biçimindeki parçası çemberin altıda biri büyüklüğünde bir açıya sahip olduğu için, bu gereç sekstant ismini almıştır. 1731 senesinde John Hadley (1682–1744) tarafından yapılan ilk 45 derecelik oktantla modern sekstant arasında hemen hiç fark yoktur. Sekstant aynı zamanda gemiden veya uçaktan herhangi bir gök cisminin yüksekliğini ölçmeye de yarar. Bunlardan en basiti kuzey yarım kürede kutup yıldızının açısal yüksekliğini bulmaktır. Sekstantla en hassas mevki tayini, güneşin en yüksek noktasına ulaştığı öğlen vakti yapılır. Bu en yüksek noktaya güneşin üst yücelim noktası denir. Sekstantla açı ölçmek için, gemici sekstant dürbününden, ufuk hattına bakar. Gemici, gemi güvertesinde dik olarak durduğu ve gemiyle beraber sallandığı için ölçülecek açı hiç değişmez. Güneşin aynalardan yansıyan görüntüsü tam ufuk hattıyla çakıştığı an sekstant açısı okunur. Açının okunduğu yerel saat de tablolarda kullanılmak üzere hassas olarak tespit edilir. Modern sekstantlarda ufuk aynasının yarısı gümüşlenmiştir. Bu durumda sekstant teleskobundan bakıldığında teleskopta hem güneş, hem de ufuk düzlemi yan yana görülür. Ölçüm kolaylığı için güneşin parlaklığını azaltan filtreleme, açıyı hassas bir şekilde okumak ve açı değiştirmede süratli olabilmek için ince ayar (verniyer) sistemi de bulunur. Sekstantın hava trafiğinde de önemi vardır. Uçak sekstantında çoğu kere ufuk düzlemi yerine su tesviye aleti ölçümde yatay hattı verir. Sekstant’ın Kısımları: 1-Büyük ayna (index mirror): Yayın merkez üzerinde yerleştirilmiş ayarlanabilen bir çerçeve içindedir. 2-Küçük ayna (horizon mirror): Sextant düzlemine dik, bir çerçeve içine yerleştirilmiş yarısı sırlı, yarısı sırsız bir aynadır. 3-Teleskop (telescope): Küçük aynaya doğru uzatılmış ve gök cisminin yansımasının düz bir hat içinde ve kuvvetli olarak alınmasına yarar. 4-Madensel çerçeve: Tüm kısımlar bunun üzerinde yerleştirilmiştir. 5-Yay (arc): Derecelere bölünmüş bir kısım olup açılar buradan okunur. 6-Uzade kolu (index arm): Yayın yaklaşık merkezinde hareket eden ve gök cisminin yansımasını ufka indiren bir koldur Üstteki kısımlardan başka, parlak gök cismi için yüksekliğin alınmasında kullanılan renkli camlar (shades) bulunur. Bunlar az saydamdan çok saydama doğru sıralanmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu arması Osmanlı Devleti arması ya da Osmanlı arması, 19. yüzyılda Birleşik Krallık geleneğindeki nişanlardan etkilenilerek Osmanlı Devleti için hazırlanmıştır. Öncesinde, padişah tuğraları devlet nişanı yerine geçiyordu.Osmanlı arşivlerinde yapılan araştırma sonucu armanın yapılışı hakkında şu bilgilere rastlanmıştır; Osmanlı ile Rusya arasındaki Kırım Savaşı sırasında, Fransızların Sultan Abdülmecid'e verdiği 'Legion' nişanı, Osmanlı devleti ile yakın ilişkiler kurmaya çalışan İngiltere'yi harekete geçirir. İngiltere Kraliçesi Victoria, Fransa'nın verdiği nişana karşılık Kasım 1856'da Dizbağı Nişanı'nı Osmanlı Sultanı'na sunar.1346'da Kral III. Edward tarafından ortaya çıkarılan Dizbağı Nişanı'nın geleneğinde şöyle bir uygulama vardır: Nişanı alan kişi ya da hükümdarların armaları Londra'da Windsor Sarayı'nda bulunan Saint George Kilisesi'nin duvarında asılmaktadır. Ancak Osmanlı Padişahı'nın arması bulunmamaktadır. Bunun üzerine Kraliçe Victoria, Prens Charles Young ismindeki arma uzmanını Osmanlı için arma tasarlamak üzere görevlendirir. İstanbul'a gelerek araştırmalarda bulunan Young'a, Etyen Pizani isminde bir tercüman yardımcı olur. İngiliz tasarımcı, padişahlık alameti olan saltanat kavuğunu, sorgucu, ay-yıldızlı sancağı ve tuğrayı ön plana çıkararak bir arma hazırlar. Bir yılda hazırlanarak İstanbul'a gönderilen arma çizimlerini Sultan Abdülmecid de beğenir. Bu şekilde oluşan Osmanlı Devleti arması İngiltere'nin Saint George Kilisesi'ndeki yerini alır.Osmanlı nişanının son hali, 17 Nisan 1882'de Sultan II. Abdülhamid tarafından yürürlüğe konmuştur. Osmanlı Devlet Nişanı'nın içinde iki tane bayrak vardır. Kırmızı zeminde hilal ve yıldız bulunan bayrak Osmanlı Hanedanı'nı, yeşil zemindeki bayrak halifeliği simgelemektedir. Terazi, Osmanlı adaletini, terazide bulunan kitaplar da adaletin kaynağı olan Osmanlı kanunnamelerini ve Kur'an'ı temsil etmektedir. Osmanlı armasında silahların toplu olarak yer almasının ana nedeni ise güçlü Osmanlı ordusunun bütün unsurları ile yansıtılması kaygısıdır. Itachi Uchiha Uchiha Itachi , Naruto isimli manga ve anime serisinde yer alan karakterlerden biridir. Uchiha Itachi, Konoha Köyünde yetişmiş serideki en güçlü ninjalardan biridir. Mangekyou Sharingan uyandırabilmiş, savaş ve dövüş zekası üst düzey, S-Sınıfı bir ninjadır. Mangekyou Sharingan'ın 3 büyük jutsusu Amaterasu, Tsukuyomi ve Susano'yu uyandırmıştır ve üçünü de ustalık derecesinde kullanabilmektedir. Aynı zamanda Uchiha Sasuke'nin ağabeyidir. Itachi; Uchiha Fugaku ve Mikoto'nun ilk çocuğudur. Çocukluğunda şiddetle iç içe olmak zorunda kalmış ve daha 4 yaşındayken 3.Büyük Ninja Savaşı'na tanıklık etmiş, savaşın sebep olduğu tüm yıkımları görmek zorunda kalmıştır. Ölümü ve yıkımı çok genç yaşta tanıyan Itachi bu nedenle pasifist olmuştur. Ölümsüz olmayan bir hayatın anlamsız olduğunu düşünen Orochimaru ile karşılaştıktan sonra hayat ile ilgili daha derin düşünmeye başlamıştır. Bu sebeple antisosyal bir kişiliğe bürünmüş ve çalışmalarına ve antrenmanlarına daha çok önem vermeye başlamıştır. Bu arada da kargalarla iletişim kurmaya başlamıştır. 5 yaşındayken Uchiha Shisui ile tanışmıştır. Benzer görüşleri olan bu ikili kısa sürede iyi dost olmuş ve hatta aral
arında kardeşlik bağı kurmuş, beraber çalışıp öğrendikleri teknikleri birbirlerine öğretmişlerdir. Kyuubi'nin Konoha'ya saldırısı sırasında küçük kardeşi Sasuke'den sorumlu olan Itachi, Uchiha Izumi ile de beraber güneydoğu sığınağına gitmişlerdir. Kyuubi'nin köye saldırısı Konoha'nın yöneticileri ve Uchiha Klanı'nın arasının bozulmasına sebep olmuştur. Böylece yöneticiler Uchiha Klanı'nı köyün geri kalanından uzak tutmak ve daha iyi gözlemleyebilmek için köyün ücra köşesine taşınmak zorunda bırakmıştır. Itachi her ne kadar barışçıl bir insan olsa da shinobi sanatları konusunda doğal bir yeteneğe sahiptir. Hep en yüksek puanları almış ve ona öğretilen her tekniği, Jonin seviyesinde bile olsa, kolayca öğrenmiştir. Daha sonra kendi köyünün, klanının tarihini, dünya tarihini öğrenmeye, çalışmaya başlamış ve bu sayede neyin önemli olduğunu görmeye başlamıştır. Pek çok şey öğrenmek onun geçmişteki olayların nedenlerini ve sonuçlarını anlamasını sağlamış ve şimdiki olayların nereye varacağını tahmin etmesine katkıda bulunmuştur. Yetenekleri fark edildikten sonra, daha 7 yaşındayken en yüksek puanla Akademi'yi bir yılda bitirmiştir. Animede daha sonra 2.Takım'ın bir üyesi olmuş ve bu takım Daimyo'yu yıllık Konoha gezisinde korumakla yükümlü kılınmıştır. Görev esnasında konvoy Maskeli Adam (Tobi) tarafından saldırıya uğramış ve Itachi'nin takım arkadaşı olan Izumo Tenma'nın ölümünü görmesi Sharingan'ının uyanmasını sağlamış ve Itachi aynı yaşta (8) Sharingan konusunda uzmanlaşmıştır. 10 yaşına geldiğinde Chunin sınavlarına girilmesine izin verilmiş ve bu sınavları başarıyla tamamlayan Itachi, Chunin olmuştur. 11 yaşına geldiğinde ANBU'ya katılmıştır. Itachi'nin başarıları ailesini gururlandırmış, babası onun Uchiha Klanı'nın gelecekte yükselmesinde büyük rol oynayacağını düşünmüş ve küçük kardeşine rol model olmuştur. Itachi, Sasuke ile harika zaman geçirmiş, onunlar beraber antrenman yapmış ve babalarının ona göstermediği sevgi ve onaylamayı göstermiştir. Daha sonra Uchiha Klanı kendilerine yapılan muameleden hoşlanmadıkları için hükümete bir darbe planı yapmışlardır. Fugaku, Uchiha'nın ve darbenin planının başı olarak Itachi'yi ANBU ve köy hakkında ajanlık yapması için teşvik etmiştir. Itachi ise Uchiha'nın ayaklanmasından sonra diğer devletlerin de boş durmayacağını, köye saldıracağını ve başka bir savaş çıkacağını biliyordur. Bu yüzden çifte ajan olmuş ve Uchiha'nın yaptıklarını Hokage'ye ve Konoha Heyeti'ne raporlamış, onların barışçıl bir çözüm bulacağını ümit etmiştir. Itachi, klanına ihanet etmesinin yükünü Shisui ile paylaşmıştır. Shisui, Kotoamatsukami ile klan liderini kontrol almayı ve Konoha ile anlaşmaya varmaya zorlamayı düşünmüş ise de sağ gözü Shimura Danzo tarafından çalınmış ve planını gerçekleştirememiştir. Shisui'nin seçenekleri tükenmiş ve kalan gözünü Itachi'ye vermiş, ondan köyü ve klanının onurlu adını korumasını istemiş daha sonra kendini Naka Nehri'ne atarak intihar etmiştir. Shisui'nin ölümünü gören Itachi bu sayede Mangekyou Sharingan'ını uyandırmıştır. Ertesi gün Itachi'den başından beri şüphe duyan bazı klan üyeleri onu Shisui'yi öldürmekle ve daha sonra da intihar süsü vermekle suçlamış, Itachi de kontrolünü kaybedip onlara saldırmış ve alt etmiştir. Bu olaydan sonra ailesi ile arası açılmıştır. Itachi daha sonra 13  yaşında ANBU takım kaptanı olmuştur. 3.Hokage hala Uchiha ile anlaşma yapmanın yollarını ararken Danzo artık Uchiha Klanı için bir kurtuluş olmadığını anlamıştır. Danzo daha sonra bunu Itachi'ye açıklamış ve ona iki seçenek sunmuştur: - Darbeyi destekle ve Sasuke dahil bütün klanın katledilsin. - Darbe yapılmadan önce klanını saf dışı bırak ve böylece kardeşin kurtulsun. Itachi kardeşini kurtarmayı seçmiştir. Son hazırlıklarını yaparken Konoha'da gizlice dolaşan Tobi'yi fark etmiştir.  Onu izlerken onun gerçekten de yeni bir çatışma arayan Uchiha Madara olduğunu düşünmüştür. Itachi ondan klanını yok etmede yardım etmesini istemiş ve bu sayede geçmişin intikamını almak isteyen Madara da bunu kabul etmiştir. Daha sonra bir gecede Tobi ile beraber tüm klanı katletmişlerdir. Itachi ebeveynlerini kişisel olarak kendisi öldürmüştür. Ailesi ihanetine rağmen ona karşı garez beslemediklerini ve hatta kendisiyle gurur duyduklarını söylemiş, Sasuke'ye sahip çıkmasını istemiş ve Itachi'ye karşı bir direnç göstermemiştir. Itachi yaptıklarının cezasını ona ödetebilecek kişi olarak sadece Sasuke'yi görmüştür. Sasuke'yi bu yola sokmak için ona kötü biri olduğunu, tüm bunları güç için yaptığını söylemiş ve ailesinin cansız bedenlerinin önünde ona Tsukuyomi uygulamış, ailesinin ölümünü defalarca göstererek psikolojik olarak işkence etmiş ve onu aslında hiç sevmediğini söylemiştir. Itachi, Sasuke'yi onu öldürecek kadar güçenmesi için teşvik etmeye çalışmış ve ona da Mangekyou Sharingan'ını uyandırmasını söylemiştir. Itachi ayrılırken Sasuke'nin Sharingan'ı uyanmış ve bayılmadan hemen önce Itachi'nin ağladığını görmüştür. Daha sonra Itachi bir karga klon aracılığı ile Danzo'yu tehdit etmiş ve eğer sözünü tutmayıp Sasuke'ye dokunursa Konoha'nın bütün sırlarını diğer köylerle paylaşacağını söylemiştir. Köyden ayrılmadan önce 3.Hokage'nin yanında gitmiş ona görevini tamamladığını söylemiştir. Danzo'nun güvenilir olmadığını bilen Itachi; Hokage'den, Sasuke'ye göz kulak olmasını istemiştir. Hokage'nin sözünü alan Itachi daha sonra köyü görünürde bir hain olarak terk etmiş ancak gizli bir görev almıştır. Bu görev Tobi'nin örgütü Akatsuki'ye sızma ve Konoha'ya saldırmasına engel olma görevidir. Animede Akatsuki'ye katıldıktan sonraki ilk partneri Biwa Juzo'dur. Ancak onlara verilen görevde Kirigakure'de Yagura tarafından pusuya düşürülmüş, güçlü bir Jinchuuriki olan Yagura'yı Amaterasu sayesinde yenmiş ancak Juzo bu esnada öldürülmüştür. Belli bir vakit sonra Orochimaru, Itachi'nin gözlerini çalmaya çalışmış ancak Itachi onu genjutsu ile kolayca mağlup etmiş, sol elini kesmiş ve örgütten ayrılmak zorunda bırakmıştır. Daha sonra tıpkı kendisi gibi hemşehrilerini katletmiş olan Hoshigaki Kisame ile partner olmuştur. Itachi, Orochimaru'nun ayrılmasıyla oluşan üye boşluğunu doldurmak için Deidara ile savaşmış ve onu da genjutsu ile kolayca alt edip örgüte katılmasını sağlamıştır. Animede Itachi, Hidan'ın da örgüte katılmasını sağlamıştır. Daha sonra Pain, Orochimaru'nun Konoha'yı yok etme girişimini duymuş ve olayı araştıracak bir takım istemiştir. Sasuke'nin güvenliğinden emin olmak isteyen Itachi de bu göreve gönüllü olmuştur. Bu sıralarda Itachi ölümcül bir hastalığa yakalanmış ve yıllarca ilaçlar ve irade gücüyle kardeşi Uchiha Sasuke'nin kollarında ölebilmek için hastalığa direnmiştir. Itachi'nin kardeşi Sasuke yıllarca ağabeyine kin besleyerek büyümüştür. 12 yaşında Konoha'dan ayrılıp Orochimaru adlı eski Akatsuki üyesi, 3. Hokage'nin ölümünden sorumlu suçlunun yanına gitmiştir eğitilmek için. 15 yaşında Orochimaru'yu öldürüp kendini özgür kılmış, 16 yaşındaysa kendi suç örgütü Hebi (Yılan) ile ağabeyinin karşısına çıkmıştır. Ağabeyi gibi Mangekyou Sharingan açamamış olduğundan Itachi karşısında pek bir varlık gösteremez. Buna rağmen Itachi ölümcül bir hastalığa yakalanmıştır ve savaşta bilerek aldığı darbelerin de etkisiyle bitkin düşer, ölmeden önce kardeşine parmak darbesi(çocukluğunda hep yaptığı gibi) ile önemli güçler bırakır (aynı zamanda Amaterasu'sunu yeniden programlayıp Uchiha Obito'nın sharinganını görür görmez Amaterasu'yu etkinleştirmesini sağlar) ve bu dövüşün hayalini kuran saygıdeğer Itachi, Sasuke'den onu affetmesini isteyerek mutlu bir şekilde hayata gözlerini yumar. Ölümünün ardından Tobi, Sasuke'ye aslında Itachi'nin bir Konoha ajanı olarak görev aldığını, klanını da Danzou'dan aldığı emir doğrultusunda öldürdüğünü iddia eder. Ama görevine aykırı olarak bir tek kardeşi Sasuke'yi öldüremediğini ifade eder. Daha sonraki bölümlerde Orochimaru'nun binevi bedenini alan Yakushi Kabuto Orochimarunun yasaklı bir jutsusu olan "Edo Tensei" yi geliştirip 4.Büyük Ninja Savaşı'nda Uchiha Itachi'yi canlandırır. Kabuto'nun Itachiyi canlandırmasından sonra Itachi kotoamatsukami denen Shisui Uchiha'nın göz tekniğini kullanarak Edo tensei kontrol mührünü kırıp Naruto ve Killer Bee ile Nagato karşısında dövüşür ve Totsuka no tsuguri sayesinde Nagato mühürlenir bunun üzerine Itachi Edo tensei yi kaldıracak bir planı olduğunu söyleyip Sasukeyi Narutoya emanet eder ve Ortalıktan ayrılır 4. Ninja Savaşı patlak verdiğinde Orochimaru'nun öğrencisi Kabuto, Edo Tensei isimli jutsuyu kullanarak Itachi'yi yeniden diriltir. Itachi ve Nagato'yu Naruto ve Killer Bee'yi yakalaması için yollar. Itachi, Kabuto'nun kontrolü altında olmasına rağmen bilinci yerindedir. Mangekyou Sharingan'ını kullanarak Naruto'ya saldırdığında daha önceden Naruto'ya verdiği gizli güç ortaya çıkar: Shisui'nin gözü. Shisui, Itachi'nin en yakın arkadaşıdır. Ölümünden kısa bir süre önce kalan tek gözünü Itachi'ye vermiştir. Itachi de bu gözü bir kargaya implant edip ileride Sasuke ile olacak muhtemel savaşında Sasuke'nin ikna olmaması durumunda 'Konoha'yı koru.' emri ile Naruto'ya vermiştir fakat edo Itachi Naruto ile karşılaşır ve Itachi'nin mangekyou sharingan'ı karşısında bu teknik aktifleşir. Bunun sonucunda Itachi'nin ipleri artık Kabuto'nun elinde değildir, hür iradesine paralel olarak Konoha'yı koru emri doğrultusunda Naruto'ya yardım edip Edo Nagato(Pain)'yu yener ve tekrar dünyaya getirilmemesi için ruhunu totsuka kılıcı ile mühürler. Bundan sonra Kabuto'yu bulmak için Naruto ve Bee'nin yanından ayrılır. Yolda kardeşi Sasuke'yle karşılaşır. Cevaplar isteyen kardeşine vakit ayırmaz ve birlikte Kabuto'nun yanına varırlar. Itachi ve Kabuto savaşmaya başlar. Kardeşinden yana tavır alan Sasuke, Itachi'ye yardım eder. Kabuto'ya karşı Izanami'yi aktifleştiren Itachi Izanami'nin Izanagi'nin aksine, gerçeği illüzyona değil de illüzyonu gerçeğe dönüştürerek kadere yön verdiğini söyler.Daha sonra Kabuto'yu Izanamiye hapseden Itachi Edo Tensei'yi durdurur.Bu esnada Sasuke ona kendi duygularından bahseder ve onunla vedala
şır.Fakat Itachi o gitmeden Sasuke'ye istediği açıklamaları yapar.Artık duygularını gizlemesine gerek kalmadığını söylerek alnını kardeşinin alnına dayar ve onu ne yapmaya karar verirse versin seveceğini söyler.Itachi'nin tekrar ölümüyle Sasuke bir arayışa sürüklenir. Itachi'nin soğukkanlı bir kişiliği vardır. Görevi uğruna veya gerekli gördüğü durumlarda karşısındaki kişinin acımadan canını alabilir. 3. Ninja Savaşı'nda çocuk olarak bulunması karakterini kökten etkilemiştir. Tam manasıyla bir pasifist olan Itachi gerekmediği takdirde asla savaşmaz. Tıpkı bir satranç oyuncusu gibi her zaman birkaç adım ilerisini düşünür, asla boşa hamle yapmaz ve analiz yeteneği çok iyi bir ninjadır. Şu ana kadar anime veya mangada savaştığı kimseye karşı mağlup olmamıştır. Sadece, Naruto'nun peşindeyken Kisame'nin saldırma talebine karşılık olarak Jiraiya'nın karşısında ikisinin hiçbir şansının olmadığını ve hatta yanlarında diğer adamlarla gelseler bile en iyi durumun herkesin ölmesi olacağını söylemiştir. Bunu gerçekten mana edip etmediğini bilmemekteyiz, nitekim Jiraiya, Konoha'ya bağlı en güçlü ninja idi ve Itachi'nin Konoha'nın iyiliği için Jiraiya ile olası bir çatışmaya girmek istememesi de muhtemeldir. Orhun Ene Orhun Ene (d. 1 Şubat 1967, Erzurum), Türk eski basketbolcu ve antrenör. Günümüzde Tofaş SK'nın başantrenörlüğünü yapmaktadır. 1,87 boyundaki Orhun Ene, sırasıyla Ortaköy, Eczacıbaşı, Paşabahçe, Fenerbahçe takımlarında guard pozisyonunda başarılı maçlar çıkardı. 1993 yılında Ülkerspor'a transfer oldu. Dört sezon boyunca Ülkerspor ile Avrupa Ligi'nde önemli görevler aldı. 1997'de Galatasaray'a geçti. Burada yaşanan bazı huzursuzluklar sonucunda üçüncü sezonu olan 2000 yılında basketbolu bıraktığını söyledi. Fakat daha sonra basketbola döndü ve 2001 yılı başında İTÜ ile anlaştı. 2003 yılına kadar İTÜ takımıyla oynadı. 1988 ve 1989'da Eczacıbaşı, 1995'te Ülkerspor ile üç kez lig şampiyonluğu sevinci yaşadı. 1990 ve 1992'de Paşabahçe, 1993'te Fenerbahçe, 1994 ve 1996'da ise Ülker formasıyla play off finali oynadı. Orhun Ene, 202 kez millî formayı giydi. 1987 yılında Suriye'nin Lazkiye kentinde düzenlenen Akdeniz Oyunları'nda altın madalya kazanan takımda yer aldı . 1993, 1995, 1997, 2001 yıllarında Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda Türk millî takımının oyun kurucusu olarak görev yaptı. 2011 yılına kadar A millî takımda yardımcı, ümit millî takımda baş antrenör olarak görev yaptı. 2009-10 sezonu için Banvit ile sözleşme imzalamıştır. 2011 yılında Tanjeviç'in yerine A millî takımın baş antrenörlüğüne getirilmiştir. Litvanya’da yapılan 2011 Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda millî takımın başantrenörü olan, ancak ”12 Dev Adam” şampiyonaya 2. turda veda edince millî takımdan istifa etti. 2012-13 yılında Banvitspor'la play off yarı finalinde Anadolu Efes'i eleyerek, finalde Galatasaray'la karşılaşmaya hak kazandı. Finalde Galatasaray'a kaybettiler. Orhun Ene 4 sezon baş antrenörlüğünü yaptığı Banvitspor'dan 2013 yılının Haziran ayında ayrılmıştır. 2013 Ağustos ayında TB2L takımlarından Darüşşafaka'nın başına geçti. 2014 Haziran ayinda calistirdigi takim olan Darüşşafakayi TBL 1.ligine cikarmistir.. 2015 sezonunda Tofaş'ın başantrenörü olarak görev yapmaktadır. Galatasaray Lisesi mezunudur. Basketbol kariyeri nedeniyle ekonomi eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmıştır. Eski millî basketbolcu Zeynepgül Onay Ene ile evlidir. Çiftin Yiğit ve Denizhan adında iki oğlu vardır. Emel Sayın Emel Sayın (20 Kasım 1945, Sivas), Türk ses sanatçısı, müzik yorumcusu ve sinema oyuncusu. 1998 yılında Türkiye hükûmeti tarafından Devlet Sanatçısı unvanı verilmiştir. 1926'da Türkiye'ye gelen muhacir ailenin dört kız çocuğundan en büyüğüdür. Babasının Toprak Mahsulleri Ofisinde Tekel baş memuru olarak görev yaptığı Şarkışla, Sivas'ta 20 Kasım'da dünyaya geldi. Müzik kariyerine küçük yaşlarda adım atar ve ilk olarak 13 yaşında Arif Sami Toker'den müzik dersleri almaya başlar. Toker'in yetiştirdiği en ünlü ve yetenekli sanatçı olarak kabul edilir. Üç yıl Münir Nurettin Selçuk'tan ders alarak müzik eğitimine devam eder. Uzunköprü, Edirne'de Gazi Turhan Bey Ortaokulu ve Çapa Anadolu Öğretmen Lisesinden mezun olduktan sonra üç yıl süresince İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Beşiktaş Şan Bölümü'nde Fransa'da zamanında Münir Nurettin Selçuk'a da hocalık yapmış olan şan hocası Alis Rosenthal'dan dersler alır. Yine aynı dönem arkadaşları Mine Mater, Erkin Koray ile birlikte Muhittin Sadak'tan da solfej dersleri alır. Bu arada Hürriyet Haber Ajansı'nın açtığı yarışmada Münir Nurettin Selçuk'a ait klasik bir eser okuyarak ‘Ses Kraliçesi’ seçilir. Emel Sayın, henüz 17 yaşındayken Ankara Gençlik Parkı'nda Necdet Yazar'ın gazinosunda ilk defa sahneye çıktı. 1963 yılında Ankara Radyosu'na sınavla solist olarak girdi ve yaklaşık yedi yıl hizmet verdi. Ankara seyircisi karşısında sahne tecrübesi kazanan sanatçı, Egemen Bostancı'nın teklifiyle İstanbul müzik piyasasına transfer oldu ve Lalezâr Gazinosu'nda assolist olarak sahne almaya başladı. Bu arada İstanbul Radyosu'na geçti ve İstanbul'a yerleşti. İstanbul'a gidişiyle yoğun bir çalışma dönemine giren Emel Sayın pek çok müzik albümünün yanı sıra sinema filmlerinde de rol aldı. İstanbul'a gidişiyle ilk stüdyo albüm çalışması "Sus Sus Sus"a imza atarak sanat kariyerini başlatan sanatçı aynı yıl "Gel Gel Gel"e ve "Doyamadım Sana" çalışmalarına 1971 yılı içerisin de imza atarak sanat kariyerine iki teklikten oluşan üç ayrı plak çalışması ile giriş yapan Emel Sayın' ın ilk plak çalışmasında yer verdiği şarkı başrollerini Hülya Koçyiğit ve Erol Büyükburç'un paylaştığı 1968 yapımlı "Sus Sus Kimseler Duymasın" isimli filme ismini veren şarkıda film müziği olarak yer almıştır. Sanatçı 1972 yılında "Son On Yılın En Sevilen On Şarkısı" adında on Türk sanat müziği şarkısından oluşan albümünü çıkarmış, albüm 100 bine yakın satarak rekor kırmıştır. Yine bu albümde yer alan şarkı çeşitli Türk filmlerinin film müziği olma özelliği de göstermektedir. İstanbul Plakçılık'tan çıkmış ve ön kapağında sanatçıya ait bir resim adının da yazılı olduğu albüm kırmızı renkli fon kapağıyla yayınlanmıştır. 1973 yılında "Emel Sayın 73" ve sonraki sene yılında ise "Emel Sayın 74" müzik albümü yayınlandı. Modern Folk Üçlüsü ile Hasan Cihat Örter'in düzenlemelerini yaptığı "İstanbul Şarkıları" adlı müzikal çalışmada bulundu, Yapı Kredi Bankası destekli albüm çalışması yaptı. 1966 yılında 21 yaşındayken ilk eşi "İsmet Kasapoğlu" ile evlenmiş, 1975 yılında boşanmışlar ancak 1976 yılında yeniden evlenmişlerdir. Yine 1979 yılında yeniden boşanmışlardır. 20 Haziran 1979 tarihinde "Selçuk Aslan" ile evlenmiş, Eylül 1981 tarihinde boşanmışlardır. 4 Haziran 1986 tarihinde "David Younnes" ile evlenen sanatçı bu evliliğini de 1999 yılında sonlandırmıştır. İstanbul'a gidişiyle yoğun bir çalışma dönemine giren Emel Sayın pek çok müzik albümünün yanı sıra sinema filmlerinde de rol aldı. Ancak, 1970'lerin ortasından itibaren sinemadan uzaklaşarak yalnızca müzikle ilgilenmeye başladı. 2001 yılında Mehmet Ali Erbil'le birlikte Aşkım Aşkım adlı televizyon dizisinde rol aldı. Daha sonra Karınca Yuvası adlı dizide rol aldı. "Mavi Boncuk" adlı filmi Tarık Akan'la oynadığı adına takma isim konan filmi olarak geçmektedir. 53. Uluslararası Antalya Film Festivali'nde "Yaşam Boyu Başarı Ödülü" almıştır. Necmi Mutlu Necmi Mutlu (d. 1937, İstanbul), Türk eski millî futbolcudur. Kaleci pozisyonunda görev almaktaydı. Necmi Mutlu, futbola 16 yaşında Kadırga'da başladı. 5 sezon boyunca Kadırga ve Beykoz'da oynadıktan sonra 1958'de kendisine Galatasaray transfer teklifinde bulunduysa da o, Beşiktaş'a gitmeyi tercih etti. 11 sezonda 241 maçla Türkiye 1. Ligi'nde Beşiktaş'ın kalesini en çok koruyan kaleci oldu. Oynadığı dönem boyunca 3 Lig, 1 Cumhurbaşkanlığı, 2 TSYD Kupası şampiyonluğu yaşadı. Özellikle karşı karşıya pozisyonlardaki başarısı, refleksleri ve soğukkanlılığıyla döneminin en iyi kalecileri arasında yer aldı. 1968-69 sezonunun sonunda kalesini genç Sabri Dino'ya bırakarak futbola veda etti. Futbolu bıraktıktan sonra Beşiktaş'ta teknik direktörlük ve kaleci antrenörlüğü yaptı. WinRAR WinRAR, Windows için Shareware dosya arşivleme ve veri sıkıştırma yazılımıdır. Eugene Roshal tarafından geliştirilen yazılım 1995 yılında piyasaya sürüldü ve dünyanın en popüler dosya sıkıştırma yazılımları arasındadır. Şimdiki geliştirici Eugene Roshal’ın arkasında Alexander Roshal, yazılımın geliştirilmesinde katkıda bulunmaktadır. WinZip WinZip, Microsoft Windows için tescilli Shareware bir dosya arşivleme ve veri sıkıştırma programıdır. Bu sürümle beraber 'rar' dosya formatı da destekleniyor ve Microsoft'un yeni işletim sistemi Windows Vista ile uyumlu bir şekilde çalışıyor. Bu sürüm kullanılarak birden fazla parça halinde sıkıştırılmış dosyalar önceki sürümlerde açılamıyor. Bölümleme sistemi tamamen değiştirilmiş. İlk bölümden itibaren z01, z02, z03 gibi uzantılar veriliyor ve son parça zip uzantılı oluyor. Dosyalar zipden son parça kullanılarak çıkarılabiliyor. Son yıllarda WinRAR'ın gelişmesiyle arka planda kalmıştır. WinZip, RAR desteği de sunmaktadır. Orochimaru (Naruto) Orochimaru, Sarutobi'nin yani Üçüncü Hokage'nin öğrencilerinden, efsanevi üç "Sannin" 'den birisidir. Diğer iki Sannin olan Tsunade ve Jiraiya'ya göre daha zeki ve yetenekli olmasına karşın, çarpık ve sapkın bir kişiliğe sahiptir. Yeteneklerinden dolayı Sarutobi, Orochimaru'nun kendi yerini almasını arzu etmişti. Ama kişiliğinden dolayı onun yerine Konoha'nın Sarı Şimşeği Dördüncü Hokage olarak seçildi. Sarutobi ne kadar düzelmesini dilediysede daha sonra da ortaya çıktığı üzere Orochimaru'yu doğru yola sokması mümkün olmadı. Orochimaru'nun bir vakit en çok ilgilendiği alanlar yasak olarak adledilen tekniklere yönelik alanlardı (çalışması sırasında ölüme sebebiyet verebilecek teknikler). Orochimaru yasak tekniklerle ilgili çalışmaları sonucunda ölümsüzlük olarak da nitelendirebilecek bir teknik geliştirdi. Bu teknik sayesinde akıl ve ru
hsal gücünü başka bir bedene aktarıp, o bedeni kendi yeni bedeni olarak kullanabilme yeteneğine sahip oldu. Orochimaru'nun diğer yetenekli olduğu alansa yılanlara yönelik teknikler, örneğin, değişik güçte ve ebatta yılanları çağırabiliyor, dilini yılan gibi uzatabiliyor, kısmi olarak yılana dönüşebiliyor. Orochimaru'ya güç katan diğer bir özelliği ise içinde taşıdığı özel güçlere sahip kılıcı, "Kusanagi". Bu kılıç çok sağlam ve güçlü olmasının yanında Orochimaru tarafından uzaktan kontrol edilebilme özelliğine de sahip. Efsanevi üç Sanninden biridir. Orochimaru'nun kullandığı yasak tekniklerden birisidir. Ölen bir insanı başka bir bedeni feda ederek tekrar dünyaya çağırmasıdır. Çağırdığı kişinin iradesini kontrol edebilir. Bu teknik bazen işe yaramaz, duygusal yönleri ölen kişiyi kurtarır. Artık Edo Tensei o kişi üzerinde kullanılamaz. Orochimaru, yasak tekniklerini geliştirmek ve dünyadaki tüm jutsuları öğrenme isteği nedeniyle Akatsuki adlı örgüte katılmıştır. Itachi'nin bedenini Itachi Akatsuki'ye ilk katıldığı andan itibaren gözüne kestirmiştir. Çünkü Orochimaru, Uchiha klanın Sharinganlarını istiyordu fakat Uchiha Klan'ına mesup olmayan kişiler gözlerini kapatamadıkları için fazla chakra toplayamazlar. Ororchimaru böyle bir şeyi istemediği için bir Uchiha bedeni ele geçirelim diye kendine hedef koymuştur. Ve bir gün İtachi ile görevde iken Itachi'ye saldırmış ancak Itachi çoktan onu genjutsuya hapsettiğinden dolayı bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ve ardından İtachi şöyle demiştir; (Orochimaru, senin hiçbir tekniğin benim gözlerimin karşısında işe yaramaz!) Bu yüzden Orochimaru Akatsuki'den ayrılmıştır. Akatsuki onu öldürme çabasındayken gizli bir beden değiştirme töreni sırasında Uchiha Sasuke tarafından mühürlenmiştir.Daha sonra Sasuke İtachi ile dövüşünde Sasukenin ezici chakrası tükendiğinde içinde mühürlü olan Orochimarunun chakrası ağır basmıştır ve mühürden kurtulmuştur Itachi Totsuka (Saplandığı Kişiyi Sonsuz Bir Genjutsuya Hapseden Ruhsal bir Kılıç)ile Orochimaruyu Genjutsuya hapsetmiştir.Ancak İlerleyen bölümlerde sasuken'nin kafasındaki soru işaretlerinden kurtulmak için Orochimaru'yu eski öğrencisi mitarasi anko lanetli mühüründen çıkararak aradığı cevapları bulmasında yardım etmesini söylemiştir. ING Bank (Türkiye) ING Bank, finans sektöründe hizmet eden Hollandalı ING Grubu'nun sahibi olduğu, merkezi Hollanda'da bulunan bankanın Türkiye'deki koludur. 1984 yılında "Bank of Boston"ın İstanbul şubesi olarak kurulmuştur. Bank of Boston, 1990'da "The First National Bank of Boston" adını alarak Oyak Grubu, Alarko ve Cerrahoğlu'yla beraber dört ortaklı ayrı bir banka olarak kurulmuştur. 1991'de bankanın adı "Türk Boston Bank A.Ş." olarak değişmiş ve 1994'te Oyak, diğer bütün hisseleri alarak bankanın tek sahibi olmuştur. Oyak Grubu, 31 Mayıs 1994'da İrlanda'da Oyak European Finance Plc. ve 1 Ocak 1996'da Almanya'da Oyak Anker Bank GmbH'yi satın almıştır. 10 Mayıs 1996'da Türk Boston Bank A.Ş.'ın adı "Oyak Bank A.Ş." olarak değiştirildi. Oyak Bank A.Ş., 1996 yılına kadar sadece kurumsal bankacılık alanında hizmet vermiştir. Yine 1996 yılında sadece Ankara, Adana, İzmir ve Bursa'da, ağırlıklı olarak grup firma ve çalışanlarına hizmet eden şubeleri mevcuttu. 1998 yılında alınan kararla müşteri ağını daha fazla genişletmek ve daha fazla noktada hizmet etmek amacıyla, bireysel bankacılık alanında çalışmalar başlatıldı. Bu amaçla şube sayısını artırma ve büyüme Oyak Bank A.Ş.'nin başlıca hedeflerini oluşturdu. Bu hedefler doğrultusunda Sümerbank 10 Ağustos 2001 tarihinde Oyak tarafından alınmış ve 11 Ocak 2002'de Oyak Bank A.Ş.'ye devredilmiştir. Bu birleşme sonucunda oluşan yeni Oyak Bank A.Ş., yurt çapına yayılmış 359 şubesiyle Türkiye'nin her yerinde hizmet vermiştir. 14 Aralık 2007'de ING Grubu Oyak Bank’ın bütün hisselerini satın aldı ve ING Bank Türkiye 7 Temmuz 2008 tarihinde faaliyetlerine başladı. Tekstilbank Tekstilbank 1986 yılında tekstil sektörünün genel olarak faaliyet gösteren Rüştü Akın'ın sahibi olduğu, Akın Şirketler Grubu tarafından kuruldu. 1992 yılında 96 tekstil kuruluşunun bir araya gelmesiyle kurulan GSD Dış Ticaret A.Ş., Tekstilbank'in %30 hissesini alarak ikinci büyük ortak oldu. GSD Holding 2002 yılında %75'lik hisse oranı ile ana hissedar konumuna geçmiştir. 2006 yılında yapılan sermaye artırımı ile bankanın sermayesi, 300 milyon TL’ye yükseltilmiştir. Çinli bankacılık grubu ICBC'nin (Industrial and Commercial Bank of China) 22 Mayıs 2015 tarihinde bankaya ait hisselerin %75,5'lik kısmını 668.810.011,63 TL'ye satın almasının ardından 23 Kasım 2015 tarihinde bankanın ismi ICBC Turkey Bank A.Ş. olarak değişmiştir. Kokain Kokain veya bilimsel adıyla benzoylemetil ekgonin, koka bitkisinin yapraklarından elde edilen kristalize tropan bir alkaloid. Kelime "coca"ya "-in" eki getirilmesiyle türetilmiştir. Bu madde merkezi sinir sistemi üzerine uyuşturucu, uyarıcı ve iştahın bastırılması gibi etkiler yapar. Özellikle dopamin, noradrenalin ve serotonin geri-alınım engelleyicisidir ve bu yollarla mezolimbik yolu etkiler ve bağımlılık yapar. Yine de özellikle bölgesel anestezide, çocuklarda bile, göz, burun ve boğaz ameliyatlarında kullanılan bir ilaç olmuştur. Günümüzde ise yerini daha az yan etkisi olan prokain (novokain) gibi ilaçlar almıştır. Prokain kokainden oldukça daha az zehirli olup, bağımlılık etkisi daha düşüktür. Kokainin tıp haricindeki kullanımı, bulundurulması, üretimi ve dağıtımı dünyadaki ülkelerin çoğunda yasal değildir ve hemen hemen hepsinde yasaktır. Kokain ilk keşfedilen bölgesel (lokal) anesteziktir. Güney Amerika'da yetişen koka ağacının ("Erythroxylum coca") yapraklarında bulunan bu alkaloid bağımlılık yapar. Koka ağacının esas memleketi Şili, Peru ve Bolivya'dır. Uzun yıllar önce bazı Güney Amerika yerlileri, açlığın etkisini atmak ve zihni faaliyeti hızlandırmak maksadıyla koka yapraklarını çiğneyerek kokain alkaloidini alırlardı. 1859 yılında Avusturyalı araştırmacı Carl von Scherzer koka yapraklarını Avrupa'ya getirdi. İlk defa 1860'ta koka yapraklarından kokain Wöhler tarafından izole edilmiştir. Lokal anestezik tesiri 1868'de anlaşılmışsa da ilk kez 1884'te bir göz ameliyatında kullanılmıştır. Birçok araştırmacı da kokaini izole ederek dil üzerindeki etkisini izah ettiler. 1884 yılında kokainin uyuşturucu etkisi açıklandı. 1898'de konstitüsyonu ve sentezi yapılmıştır. Nihayet 1902 yılında Almanya'da uyuşturucu olarak sentez edildi. 1880 yılında Amerikalı Cerrah William Halsted, mevzi (lokal, yerel) uyuşturucu olarak tıpta kullanmaya başladı. Fakat deneme mahiyetinde kendisi ve asistanları da kullanınca uyuşturucu alışkanlığına düştüler. Tedavide suda kolay çözünen klorhidratı kullanılır. Kokain hidroklorürün %1-4'lük çözeltileri sadece yüzeyel anestezi için boğaz ve burun mukozalarında kullanılır. Tedavi dozundan fazla kullanılınca solunum sistemini felce uğratarak ölüme neden olur. Kokainin sakıncalı tarafı alışkanlık yapmasıdır. Etkisini dopamin nörottransmitterini hücrelere taşıyan (dopamin taşıyıcı) proteinler üzerinden gösteren kokain, sinirleri tesirsiz hale getirir ve uygulandığı bölgede uyuşturma yapar. Düşük dozlarla kana geçtiğinde bir zindelik ve zevk hissi verir. Bu durum, bazı kimseleri uyuşturucu alışkanlığına sürükler. Bu kimseler, enjeksiyon ve burna çekmek suretiyle keyif verici olarak kullanırlar. Kokain, keza bir hücre öldürücü olup, bir bölgede, uzun bir süre kalırsa veya yüksek dozda alınırsa hücreleri öldürür. Odisseus Elitis Odisseus Elitis (Οδυσσέας Ελύτης) (asıl adı, Odysseus Alepoudhelis, d. 2 Kasım 1911, Kandiye (Iraklion), Girit - ö. 18 Mart 1996, Atina), Yunan şair. Ailesi, üç yaşındayken I. Dünya Savaşı başlayınca Atina'ya göç etti. Atina Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Ailesi fabrikatördü. Almanya'nın Yunanistan'ı, İtalya'nın Arnavutluk'u işgali sırasında Arnavutluk'ta anti-faşist direniş cephesinde çarpıştı. 1948-1952 yılları arasında Paris'te yaşadı. 1953'te ülkesine döndü. 1960'da Ulusal Şiir Ödülü'nü aldı. 1969-1972 cunta yıllarında yine Paris'de yaşadı. 1979'da Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldı. Elitis 18 Mart 1996'da Atina'da öldü. Koka ağacı Koka ağacı ("Erythroxylon coca"), Erythroxylaceae (kokaağacıgiller) familyasından Bolivya, Peru, Cava ve Sri Lanka gibi tropik bölgelerde yetişen, 1-2 metre boyunda çalı tipli bir ağaççık. Çiçekleri küçük ve sarımtraktır. Meyveleri tek çekirdekli olup kırmızı kiraza benzer. Yaprakları kokain ve başka maddeler taşır. Kurutulmuş yapraklarına koka adı verilir. And Dağlarında yabani olarak yetişmekle beraber, yaprakları için özel olarak da yetiştirilmektedir. Müessir madde olarak tanen, uçucu yağ ve alkaloidler taşır. Alkaloit miktarı % 0,7-2 arasında değişir. Kokain ve tuzlar, bilhassa küçük cerrahi müdahalelerde mevziî (lokal) anestezik olarak kullanılmaktadır. Koka yapraklarının uyarıcı ve kuvvet verici özellikleri de vardır. Amerika'nın bazı bölgelerinde, yerli halk tarafından koka yapraklarını çiğnemek adet haline gelmiştir. Koka ağacı çok sert bir yapıya sahip olması sebebiyle meraklıları tarafından çok iyi bilinen ve kıymetli olan koka tesbihi yapımında kullanılır. Bu tesbihler Osmanlı'da da kullanılmıştır. Intel 80286 Intel 80286 veya i286, 8086/8088'dan sonraki intel işlemcisidir. 8086/8088 işlemcilerinin 1 MB bellek ile sınırlı adres alanı, 1980'lerin ortalarına doğru birçok uygulama için ciddi bir problem olmaya başlamıştı. Bu yüzden Intel, x86 çekirdeğinin bir üst uyumlu sürümü olan 80286 işlemcisini üretti. Bu işlemci, 16 MB'lık adres alanı ile beraber temel 8086/8088 komut kümesine sahipti. 80286, IBM PC/AT ve orta model PS/2 bilgisayarlarında kullanıldı ve daha önceki 8088 gibi büyük bir başarı kazandı. 8086/8088'e göre 3 temel üstünlüğü bulunmaktadır: Ayrıca, 80286 mikroişlemcisi yeni adresleme ve bellek koruma özelliklerini desteklemek için yeni ek komutlara sahiptir. Bu işlemci IBM PC/AT ve bazı PS/2 bilgisayarlarının ana mikroişlemcisi olmuştur. 80286 bu yüksek performansı, basitleştirilmiş hali ş
ekil 2.2'de görülen, içinde bulunan birbirinden bağımsız 4 fonksiyonel birim sayesinde sağlar. Veriyolu birimi CPU için gerektikçe, işlem kodu ve veri okuma/saklama gibi bütün veriyolu işlemlerini yerine getirir. CPU eğer yapacak başka bir işlemi yoksa, 6 byte'a kadar komutları önceden okur ve bunları komut birimine gönderir. Komut birimi veriyolu birimi tarafından okunmuş ham verileri alır ve sonraki yürütme için kodunu çözer. Üç taneye kadar tam kodu çözülmüş komut, bu birimde bir anda bulunabilir. Kodu çözülmüş komutların CPU içinde hazır olarak bulunması CPU yürütme hızını artırır. İşletim birimi komut biriminden gelen komutları işler. Bazı komutlar adres içermektedir. Bu adresler daha sonraki işlemler için adres birimine verilir. Adres birimi bütün adresleme ve görüntü bellek işlemlerini yerine getirir. (Görüntü bellek, bir programın fiziksel olarak sahip olduğu bellekten daha fazla bellek kullanabilmesini sağlayan bir tekniktir.Program parçalarının yürütme sırasında, gerektikçe, bellek ile disk arasında değiştirme prensibine dayanır). Adres biriminin çıkışı, okuma ve yazma adreslemesi için veriyolu birimine iletilir. 80287'nin mikroişlemci arabirimi 8087'dekinden tümüyle farklıdır. Bir bellek yönetim birimi yardımıyla bellek koruması uygulayan 80286 tüm koruma birimini 80287'nin de üzerine koymak çok pahalı olacağı için farklı bir çözüm uygulanmıştır. Bu sistemlerde, CPU için bütün komutları ve verileri getirip götürme işini mikroişlemci yapar. Tüm bilgi F8h-FFh adresleri arasındaki I/O bölgesi üzerinden akar. Bu adreslere program aracılığıyla erişim mümkün olduğu için yanlış bir yazma işlemi yapılmamalıdır. Yoksa CPU'nun tuttuğu bilgiler bozulabilir ve yanlış sonuçlarla karşılaşabilirsiniz. 80287 üzerinde işlemleri asıl gerçekleştiren birim 8087'deki ile aynı olduğu için bütün komutlar aynı sayıda saat çevrimi içerisinde işlenir. Ama 80286/80287 sisteminde I/O işlemleri çok fazla olduğu için aynı hızda çalışan bir 8086/8087 sisteminde daha yavaş çalışabilir. Eski 80286 anakartlarının çoğu CPU işlemci hızını 2/3'ü hızda çalıştıracak şekilde düzenlenmişti. Böylece mikroişlemciye daha yavaş ve daha ucuz bir CPU bağlanabiliyordu. 80286 her zaman beslendiği frekansı ikiye bölüp kullanırken 80287, CKM bacağı "yukarıda" (1) olduğu zaman CLK bacağında gözüken frekansı olduğu gibi kullanıyor, "aşağıda" (0) olduğunda ise bu frekansı 3'e bölerek kullanıyor. Bazı üreticiler bu özellikten yararlanarak 80286'nın daha hızlı CPU'larla da çalışabilmesini sağlayan arayuvalar geliştirdiler. CPU ve CPU yuvasının arasına yerleştirilen bu küçük arayuvaya CKM bacağını yukarıda tutup besleme frekansının bölünmemesini sağlıyor, CLK bacağına da daha hızlı bir frekans üreteci tarafından yeni CPU'nun çalışacağı frekans veriliyor. Böylece mikroişlemci 8 MHz'de çalışırken CPU'nuz 20 MHz gibi bir hızda çalışabiliyor. Ama bu çözüm sisteminizin performansını artırsa da tüm I/O'dan hala yavaş çalışan mikroişlemci üzerinden geçmesinden doğan darboğazı aşamıyor. Bir 8086-8087 ilişkisini tarafların eşit haklara sahip olduğu bir ilişki olarak görebiliriz. Buna karşılık, bir 80286-80287 ilişkisi daha çok efendi-köle ilişkisini andırır. Bu eşgüdümlülüğü daha da kolaylaştırıyor çünkü CPU'nun bütün veri akışı mikroişlemci üzerinden geçiyor. Pek çok CPU komutunu CPU'ya iletmeden önce mikroişlemci otomatik olarak CPU'nun işlem yapıp yapmadığını denetler. Bu yüzden derleyici ya da çeviricilerin CPU komutlarından önce otomatik WAIT komutu üretmesine gerek yoktur. Ancak üretilmişse de bir zararı olmaz. Bununla beraber WAIT komutunun ikinci kullanım nedeni (CPU belleğe bir değer yazarken mikroişlemcinin beklemesi gerekliliği) hala geçerlidir. Intel 80286 Çıkış Tarihi 1982 Mimari 16 bit Veriyolu 16 bit Adres Yolu 24 bit En Fazla Bellek 16 MB L1 Önbellek Yok L2 Önbellek Yok Saat Hızı 6-12 MHz FSB Saat Hızının Aynısı FPU 80287 SIMD Yok Üretim Teknolojisi 1,500 nm Transistör Sayısı 134,000 Güç Tüketimi-Gerilim 5 V Çekirdek Yüzey Alanı 49 mm² Bağlantı 68-pin Intel 80486 Intel 80486 yazılım (software) açısından I486 ailesinin yazılım içeriği, Intel 80386 içeriğiyle birkaç değişiklik dışında hemen hemen aynısıdır. Donanım açısından 486'nın mimarisi büyük bir gelişmedir. Üzerinde yazılımları birleştiren çipi ve önbelleği vardır. Buna ek olarak optimal durumlarda işlemci bir talimatı bir saat vuruşunda yerine getirir. Bu gelişmeler Intel 80386'nın bir saatteki hızını ikiye katlayan performansını açığa çıkarır. Ama bazı düşük çaplı I486 modelleri 386s'ların en hızlı halinden daha yavaştırlar özellikle 'SX' i486s'lar. 486 32-bit veri yolu ve 32-bit adres yolu içerir. Bu da ya 4 eşli 30-pin SIMMs ya da tek 72-pin SIMM gerektirir. 32-bit adres yolu bunu 4 GB RAM' e sınırlar. 80486'nın Intel proje müdürü Pat Gelsingerdır. 2006'nın Mayıs ayında anons edildiği gibi 80486 2007'nin Eylül ayının sonunda daha iyi anlaşılacaktır; Cip'in kişisel bilgisayar uygulamalarında modası geçmiş olmasına rağmen. Intel 80486DX-33 mikroişlemci Birçok önekler ve farklı oluşumlar vardır: 486 sistemine oranla ilk 486 makineler 16-bit ve 8-bit ISA dan oluşmaktaydı. Daha sonra anakartlar ISA'yı yüksek hızlı VESA Local Bus'larla birleştirmiştir. (VLB), öncelikle video kartları ve sürücü kontrolleri için yapılmıştır. Bundan önce bazı ana bellek kartları ISA'nın 32 bit versiyonlarıyla donanmıştır. EISA adıyla. Bunlar önce VLB ve daha sonra PCI'nin yerini almıştır. Son 486 kartları PCI ve ISA donanımıyla üretilmiş, ve bazen VLB yi de içermiştir. Bus speed ISA'nın katlarıyla belirlenmiştir ama PCI ve VLB bus saatleri zaman zaman 486 bus saatlerine eşittir. Sonraları 486 kartları Plug-and-play'i desteklemiştir, Windows 95'in bir parçası olarak başlayan Microsoft teknolojisi tüketicilerin bileşenlerini kurmasını kolaylaştırmak üzere üretilmiştir. ISO 9362 ISO 9362 (SWIFT kodu veya BIC kodu) uluslararası para transferlerinde ve haberleşmede kullanılan bir kod sistemidir. Kodlar finans kuruluşunun ismi, bulunduğu şehire göre verilmesi esastır. Her finans kuruluşunun merkezlerine ve birimlerin yaptığı işlere göre bir veya daha fazla kodu bulunabilmektedir. Operatörlerin bilgisayar aracılığıyla girdiği kodlar ve mesajlar karşı bankaya özel bir ağ yardımıyla iletilmektedir. Uluslararası ticarette genel olarak SWIFT veya BIC ifadeleri kullanılır. Swift bu standardı sağlayan Society for Worldwide Interbank Financial Telecommunication kurumunun baş harflerinden gelir. BIC ise Bank Identifier Codes (Banka tanımlama kodları) ifadesinin kısaltılmasıdır. Swift, söz konusu bankayı belirten 8 veya 11 haneli bir koddan ibarettir. Tüm dünya bankacılık sisteminde SWIFT kodları standarttır. İsmail Hakkı Dümbüllü İsmail Hakkı Dümbüllü (d. 1897 - ö. 5 Kasım 1973) Geleneksel Türk Tiyatrosunun son temsilcisi, Orta oyunu ve Tulûat sanatçısıdır. Trafik kazası sonucu 75 yaşına öldü. Cenazesi, 30 Ekim 1973 tarihinde açılan Boğaziçi Köprüsü üzerinden geçirilen ilk kişi olan Dümbüllü Karacaahmet Mezarlığı'nda yatar. Dümbüllü'nün Fesi yıllar boyunca Türk tiyatro oyuncuları arasında geleneksel bir törende devredilir; bu fes ve kavuk Türk tiyatro oyunculuğu mirasını temsil etmektedir. Orta oyunu ve Tulûat (doğaçlama) sanatçısı İsmail Hakkı Dümbüllü, ustası Kel Hasan’dan devraldığı fesi, 1968’de oyuncu Münir Özkul’a devretmiştir. Kel Hasan Efendi Kavuğu “Türk Tiyatrosu”nun güldürü geleneğinin nişanesi sayılmaktadır. Kavuk daha çok orta oyununu temsil eder. Kel Hasan Efendi Kavuk’u öğrencisi İsmail Dümbüllü’ye devretmişti. İsmail Dümbüllü ise bir dönem geleneksel tiyatro ile ilgilenen sinema sanatçısı Münir Özkul'a devretmiştir. Dümbüllü, Özkul’u 1967-1968 yılları arasında Arena Tiyatrosu’nda. ‘Kanlı Nigar’ piyesindeki ‘Kavuklu’ rolünde izlemiş; 1968 yılında Özkul’un yeteneğinin nişanesi olarak bir törenle Kavuk’u devretmiştir., daha sonra Dümbüllü'nün kavuğu; Münir Özkul tarafından 1989’da Ortaoyuncular Tiyatro Topluluğu’nun kurucusu Ferhan Şensoy’a devredilmiştir.İsmail Dümbüllü’nün Münir Özkul’a devrettiği Hasan Efendi’nin kavuğunu Ferhan Şensoy, Rasim Öztekin’e devretti. Fes ise Tuluat sanatını temsil eder. Fes aynı şekilde Kel Hasan Efendi'den İsmail Dümbüllü'ye daha sonra ondan Münir Özkul'a devretmiştir. Münir Özkul fesi daha sonra Müjdat Gezen'e devretmiştir.(Kavuk ile karıştırılmamamılıdır, Münir Özkul kavuğu Ferhan Şensoy'a devretmiştir. )Son olarak Müjdat Gezen, geleneksel Türk tiyatrosunun son temsilcisi İsmail Dümbüllü’ye ait olan ve yıllardır kendisinde bulunan fesi ise, eski öğrencisi Şevket Çoruh’a devretmiştir. Dümbüllü'nün Fesi ile Dümbüllü'nün Kavuğu karıştırılmamalıdır. Fes; 2017 Nisan ayı itibarıyla, İsmail Hakkı Dümbüllü'den Müjdat Gezen'e ve ondan da Şevket Çoruh'a devredilmiştir. Kavuk ise mayıs 2016 ayı itibarıyla, İsmail Hakkı Dümbüllü'den Münir Özkul'a, Münir Özkul'dan Ferhan Şensoy'a, ondan da Rasim Öztekin'e devredilmiştir. Türk Hava Yolları uçuş noktaları Türk Hava Yolları uçuş noktaları 2018 Mayıs ayı itibarıyla THY'nin tarifeli olarak sefer gerçekleştirdiği destinasyonların listesidir. Listede Türk Hava Yolları'nın merkez havaalanları, yan merkez havaalanları, kargo servisleri, planlanan ve iptal edilen destinasyonlar ile birlikte şehir, ülke, IATA kodu, ICAO kodu ve havalimanının adı gibi bilgiler yer almaktadır. İbrahim Baştuğ İbrahim Baştuğ, (d. 11 Mayıs 1964 - Sivas) Şair. Ortaöğrenimini 1973'te geldiği İstanbul'da, yükseköğrenimini Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde yaptı. Öğrencilik yıllarında Ankara Halk Tiyatrosu'nda başladığı oyunculuk serüveni Erkan Yücel'in trafik kazasında ölmesiyle Asaf Çiğiltepe Sahnesi'nde bir yıl kadar devam etti. 1987 yılında Devlet Tiyatrosu'nda Kenan Işık'ın yönettiği "Afife Jale" oyununda yardımcı oyunculuk yaptı. 1991'den 1998 Mart'ına kadar Ankara'da bir kamu kurumunda edebiyat bilim uzmanı olarak çalıştıktan sonra istifa ederek İstanbul'a döndü. Ortaokul yıllarında şiir yazmaya başladı. İlk şiiri Milliyet Sanat Dergisi'nde yayımlandı ve daha sonr
a 1985 yılında Milliyet Yayınları'nın Genç Şairler Antolojisi'nde yer aldı. 1988 yılında şiirleri Edebiyat Dostları'nda yayımlandı. Ocak 1991'de Ankara'da tek sayı çıkan Layka adlı dergiyi kurdu. Edebiyat ve Eleştiri 1993 ile Varoş 1994 dergilerinin kurucuları arasında bulundu ve bu dergilere sürekli yazdı. Her iki derginin künyesinde ve şiirleri dışındaki ürünlerinde Sonay Yılmaz takma adını kullandı. İlk şiir kitabını 1989'da yayımladı. Kemal Sılay'ın An Antology of Turkish Literature (1996, Indiana University Turkish Studies and Turkish Ministry of Culture Joint Series-XV, Bloomington, Indiana) adlı eserinin biyografi bölümünün yazılmasında görev aldı. Kemal Sılay tarafından İngilizceye çevrilen, ilk kitabından üç şiir ve ikinci kitabından üç bölüm bu antolojide yayımlandı. Köz adlı kitabıyla 2001 Cemal Süreya Şiir Ödülü'nü aldı. 2001 yılında Şiir Feneri adlı internet sitesini kurdu. Yemaja Yemaja Yorùbá mitolojisinde bir ana tanrıçadır. Kadınlar, özellikle hamile kadınlar, doğum ve Ogun nehrinden sorumlu tanrıçaydı. Bu nedenle Ogun nehrinin suyunun kısırlığı tedavi ettiğine inanılır. Yemaja'nın ebeveynleri Oduduwa ile Obatala'dır. Orungan adında bir oğlu vardır. Bu oğlu bir kez onun ırzına geçer, ikinci kez aynı şeyi tekrarlamak istediğinde tanrıça patlar/parçalanır ve bu patlama sonucu 15 Orişa ortaya çıkar. Yemaja'ya Vodun'da da tanınır ve sayılırdı. Umbanda dininde ise, okyanusların tanrıçasıydı. Ayrıca gemi kazalarından kurtulan insanların da baş tanrıçasıydı. Bu inançta her 2 Şubat günü tanrıça Yemaja anılır ve kutlamalar olur. Kutlamanın bir bölümü olarak da büyük alaylar halinde insanlar denize doğru yürür. Yemaja birçok farklı kültürde bilinen, sayılan ve tapılan bir tanrıçaydı. Bu nedenle birçok ismi vardır: Orişa Orişa, Orisa veya Orixa Yoruba dini veya ruhani sisteminde "Olodumare"`nin (Tanrı'nın) alametlerinden birini yansıtan bir ruha verilen isimdir. Sayısız Orişalardan birkaçı Şango, Olokun, Ifá, Yemoja, Osun, Obatala, Ogun, Oko, Soponna ve Oya'dır. Apocalyptica Apocalyptica, Finlandiya'daki Sibelius Akademisi'nin çello bölümü öğrencileri olan Eicca Toppinen, Max Lilja, Paavo Lotjonen ve Antero Mannien’den oluşan ve müziğiyle, klasik müzik ve heavy metal arasındaki sınırın sanılanın aksine çok ince olduğunu düşündüren Apocalyptica grubu, dört gencin, yakın çevrelerine çaldıkları Metallica yorumlarıyla müzik çalışmalarına başladı. Esin kaynaklarının ünlü Rus klasik müzik bestecisi Dmitri Shostakovich olduğunu her fırsatta dile getiren grup elemanları, bu çalışmalarını mezuniyet törenlerinde sergilediklerinde ise tam anlamıyla kıyamet kopmuştu. Grup, Metallica parçalarını ezbere bilen seyircilerin de eşliğiyle öyle başarılı bir performans sergiledi ki, büyük plak şirketlerinden biriyle anlaşma başarısını gösterdiklerinde bu olayın üzerinden henüz bir hafta bile geçmemişti. Metallica'nın "Enter Sandman", "The Unforgiven", "Wherever I May Roam", "Master of Puppets", "Harvester of Sorrow" gibi parçalarını dört çelloyla yorumladıkları ilk albümleri "Plays Metallica By Four Cellos", 1996 yılında piyasaya çıkarak tüm dünyada 250.000 adetlik satışla metal müzik dinleyicilerinin yanı sıra klasik müzik severlerin de arşivlerinde yer almayı başardı. Çellolarını amfiye bağlayarak oldukça ilginç ve bir o kadar da üstün işler yaratan grup üyeleri, bu albümle Metallica’dan da övgü almayı başardılar. Mtv Avrupa ve Amerika haber bültenlerinde yer almaya başlayan Apocalyptica, Sex Pistols, Sepultura ve Bad Religion gibi gruplarla aynı sahneyi paylaştı. Daha sonra Metallica’nın alt grubu olarak sahne alan topluluk geniş kitlelerin beğenisini kazandı. İlgi öylesine büyüktü ki, diğer birçok Metallica konseri öncesinde Apocalyptica eserleri, dinleyenlere banttan sunulmaya başlandı. Grup 1997 yılında, Türkiye'deki dinleyenleriyle buluşmak üzere Cemal Reşit Rey 2. Uluslararası Gençlik Festivali kapsamında sahneye çıkmış ve inanılmaz bir ilgiyle karşılaşmıştı. Topluluğun; Sepultura, Pantera, Metallica, Faith No More yorumlarının yanı sıra, içerisinde grup üyelerinden Eicca Toppinen’in bestelerinin de bulunduğu bir albümle hayranlarının karşısına çıktılar. Bu çalışma, Apocalyptica’nın sadece diğer grupların eserlerini yorumlarken değil, özgün çalışmalarıyla da ne kadar başarılı olabileceklerinin bir kanıtı niteliğindeydi. 1998 yılında piyasaya çıkan "Inquisition Symphony" adlı bu albüm, öncekinden sert bir tarza sahipti. Grup, bu çalışmayı sunduğu turne kapsamında İstanbul ve Ankara'da da konserler verdi. Avrupa’da gösterime giren ve başrollerini Jason Patric, Ben Stiller ve Nastassja Kinski’nin paylaştığı "Your Friends and Neighbours" filminde, ilk albümden üç parçaları kullanılan grup, böylece ilk beyaz perde denemelerini de yapmış oldu. 2000 yılı çıkışlı "Cult" albümü ise Eicca Toppinen’in besteci yönünün git gide geliştiğinin göstergesiydi. Sonrasında grubu, Şebnem Ferah’ın "Perdeler" şarkısına eşlik ederken dinledik. Ferah’ın albümünde biri orijinal, diğeri Apocalyptica düzenlemesi olan iki sürüm yer aldı. Bu arada grupta eleman değişiklikleri de oldu. Antero Manninen’in yerini Helsinki Flarmoni Orkestrası’nın metalci çello sanatçısı Perttu Kivilaakso alırken Max Lilja gruptan ayrıldı. Kayıt firması Universal bu dönemde boş durmayarak son albümleri olan "Cult"ın çift diskli özel baskısını piyasaya sürdü. Sunulan özel çalışmada, "Cult" albümündeki çalışmaların yanı sıra; Guano Apes solisti Sandra Nasic’in vokal yaptığı "Path Vol.2" ve Farmer Boys’dan Matthias Sayer’in sesiyle eşlik ettiği "Hope Vol.2" ile "Harmageddon", "Nothing Else Matters" ve "Inquisition Symphony"nin canlı kayıtları da yer aldı. "Vidocq" adlı filmde müzikleriyle yer almaları, durgun oldukları bu arada dikkat çeken çalışmalarından biriydi. Antero Mannien’in de ayrılması dağılma korkusu yaratsa da grup sessiz sedasız çalışmalarına devam etti. Beklenen "Reflections" albümünde, usta davulcu Dave Lombardo’nun da konuk olarak yer alması herkes için tam bir sürpriz oldu. Tamamı kendi bestelerinden oluşan 10 Şubat 2003 çıkışlı bu albümleriyle yeni bir tarzı, çello-rockı yarattıklarını belirten grup üyeleri, sürekli gelişerek yollarına devam ediyorlar. Eğitimli oluşlarının yarattığı farkı koruyan, çalışkan ve özgün çizgileriyle bu işin üstesinden geliyorlar. 2005 te çıkardıkları Apocalyptica albümleri ile yine kendilerinden oldukça söz ettirdiler.2007 yazında çıkardıkları yeni albümleri ile ilk çıkardıkları video klip "Apocalyptica feat Corey Taylor : I'm not Jesus" büyük beğeni topladı. Özellikle bu klipe Corey Taylor'ın o üstün vokalinin birleşimi şarkıya ayrı bir hava katmıştır. Grup şu an yeni albüm konserlerine yeni başlamıştır. Son olarak Nisan ayında; plak şirketi olan Sony BMG ve Poem Organizasyon iş birliği ile Apocalyptica Türkiye Turnesi 2008 kapsamında Ankara, İzmir ve İstanbul konser vermişlerdir. Grizu Maden ocaklarının galerilerinde bulunabilen ve belirli konsantrasyonlara eriştiğinde patlayıcı hale gelebilen, zehirli bir gaz. Grizu, başka bir deyişle metan-hava karışımı olarak da adlandırılabilinir. %5 - %15 arası metan ile havanın birleşmesinden oluşan bu karışım, 650'C de 2 fazlı bir yanma gerçekleştirir. Bu karışım önce ani şekilde genleşir, daha sonra patlama merkezine doğru çok büyük bir kuvvetle gazı sıkıştırır. Büyük tahrip gücüne ve yıkım etkisine sahip bir patlamadır. Kömür madenlerinin kabusu olan grizu, Türkiye'de de sık sık görülmektedir. Özellikle yaşlı kömür damarlarında grizu riski yüksektir. Yasalar doğrultusunda, metan'in havada bulunma oranı, hacimce %1'dir. Bu seviyeye ulaşıldığında acilen önlem alınması gerekmektedir. Eğer %1 üzerine çıkarsa bu karışım, maden ocaği acilen boşaltılmalıdır. Ocak derinliği, eğimi, üretim yöntemi, fay ve çatlak yapılar grizu riskini değiştiren faktörlerdir. Metalin metale sürtmesi, ocakta herhangi bir ateş parçası veya kullanılan çelik ekipmanların ısınması sonucu patlama oluşabilir. Obsidyen Obsidyen, volkan camı (ya da obsidiyen), doğal yollarla oluşan volkanik kökenli bir cam türüdür. Lavın hızlıca soğuması ve kristalleşmeye yetecek kadar zaman geçmeden donmasıyla oluşur. Genellikle felsik lav akıntılarının, soğumanın hızlı olduğu kenar bölümlerinde bulunur. Kristal yapıda olmadığından, keskin kıyıları moleküler inceliğe ulaşabilir. Bu özelliğinden ötürü eski çağlarda ok ucu olarak kullanılmış, günümüzde ise cerrahların kullandığı neşterlerin kesici kısımlarında kullanılmaktadır.Hali hazırda obsidyene cam haline gelmesi için 2 etken vardır. Obsidyenler özellikle siyah olmakla beraber Yeşil Obsidyen (Nemrut Dağı-Tatvan), Kırmızı Obsidyen (İkizdere-Rize) gibi değişik renklere sahiptir. Hasan Dağı Obsidyenlerinde mikroskopla incelenmesinde bol miktarda demir mineralleri içermektedir. İkizdere obsidyenlerinin içeriğine bakıldığında altın mineraline rastlanmıştır. Jarhead (film) Jarhead, 2005 ABD yapımı film. Amerikalı bir deniz piyadesi olan Anthony Swofford'un Körfez Savaşı anılarını anlattığı kitabından (Jarhead: A Marine's Chronicle of the Gulf War and Other Battles, 2003) sinemaya uyarlanan film. Adını, Amerikan askerlerine saç tıraşları nedeniyle verilen isimden ("jarhead") almaktadır. "Amerikan Güzeli" isimli filmi ile tanınan Sam Mendes'in yönettiği filmde Anthony Swofford'u Jake Gyllenhaal canlandırıyor. Sevgililer Günü Sevgililer Günü, her yılın 14 Şubat günü birçok ülkede kutlanan özel gündür. Kökeni, Roma Katolik Kilisesi'nin inanışına dayanan bu gün, Valentine ismindeki bir din adamının adına ilan edilen bir bayram günü olarak ortaya çıkmıştır. Bu sebeple bazı toplumlarda "Aziz Valentin Günü" (İngilizce: "St. Valentine's Day") olarak bilinir. Valentine kelimesi, Batı medeniyetlerinde "hoşlanılan kişi" veya "sevgili" anlamlarında da kullanılır. Günümüzde, bazı toplumlarda sevgililerin birbirine hediyeler aldığı, kartlar gönderdiği özel bir gün olarak devam etmektedir. Tahminlere göre 14 Şubat günü, tüm dünyada 1 milyar civarında kart gönderilmektedir. Bunun yanı sıra hediye alımlarından kaynaklı piyasada satışlar artm
aktadır. Şubat ayı ortasının aşk ile ilişkisi antik çağlara dayanmaktadır. Antik Yunan takvimlerinde, Ocak ayı ortası ile Şubat ayı ortasının arasında kalan zaman Gamelyon ayı olarak adlandırılmıştı ve Zeus ile Hera'nın kutsal evliliğine adanmıştı. Antik Roma'da 15 Şubat, bereket tanrısı Lupercus'un onuruna, Lupercalia günü olarak kutlanmaktaydı. Bu günde, Lupercus'un din adamları tanrıya keçi kurban ederlerdi. Daha sonra kafalarının üstüne koydukları bir parça keçi derisi ile Lupercus'u simgeleyerek, Roma sokaklarında koşturup, karşılaştıkları herkese dokunurlardı. Genç kızlar gönüllü olarak ileri atılır ve bereket tanrısının dokunuşundan paylarını almaya çabalarlardı. İnanışa göre bu dokunuş sayesinde doğurganlıkları kolaylaşacaktı. Lupercalia bayramının arifesi olan 14 Şubat'ta genç erkeklerin genç kızların isimleri yazlı kura çekerek bayram boyunca 'çift' olma alışkanlığı vardı. 469'da Papa bu gayri-Hristiyan bayramını yasaklayarak sadece kura çekilişine izin verdi. Ancak artık kuralarda kızların değil azizlerin isimlerini yazılıydı. 1908 tarihli Katolik Ansiklopedisi'ndeki eski şehitler listesinde, 14 Şubat gününe kayıtlı, inancı yüzünden öldürülmüş üç tane Aziz Valentine geçmektedir: Romantik aşk ile Valentine arasındaki bağlantı tarihi dokümanlarda hiç geçmemektedir ve kimi tarihçilere göre sadece bir efsanedir. Valentine'nin onuruna kutlama günü, 14 Şubat 496 yılında Papa Gelasius tarafından ilan edilmiştir. 1969 yılında kilise takviminden Aziz Valentine gününü çıkarmıştır. Romantik aşk ile Valentine arasındaki bağlantı ilk olarak 14. yüzyıla ait kaynaklarda görülmektedir. 1381 tarihli "Parlement of Foules" adlı kitaba göre, Fransa'da ve İngiltere'da 14 Şubat geleneksel olarak kuşların çiftleşme günü olarak bilinmekteydi. Günün bu özelliğinden dolayı sevgililer birbirlerine güzel sözler yazan notlar vermekteydi ve bu notlarda birbirlerine Valentine diye hitap etmekteydiler. Hıristiyan olduğu için öldürülmüş din adamı Valentine ile romantik aşk arasındaki ilişkiyi anlatan efsanelerin 14. yüzyılda ortaya çıktığı düşünülmektedir. Bu efsanelerde geçen başlıcaları şöyledir: 14 Şubat, 1800 yıllarda Amerikalı Esther Howland'ın ilk Sevgililer Günü kartını yollamasından bu yana çok sayıda insanın kutladığı toplumsal bir olay olmuştur. Bunun doğal sonucu olarak olayın ticari yönü çok fazla önem kazanmış, sevgililer günü tüm dünyada ticaretin canlandığı bir dönem haline gelmiştir. Sevgililer günündeki en yaygın uygulama eşe ya da sevgiliye verilen karttır. Bu kartlara sevgi mesajları, aşk şiirleri vs. yazılır. Özellikle batı medeniyetlerinde, sevgilisi olmayanlar hoşlandıkları kişilere kart gönderir. Alıcı kişi, içinde genellikle ""Sevgilim olur musun?"" yazan bu imzasız kartın kimden geldiğini bulmaya çalışır. Sevgililer gününde hemen herkes sevgililerine veya eşlerine bu günün ruhu ile bütünleşen, karşı tarafa sevgilerini anlatan hediyeler verir. Bu hediyelerin başında çiçekler ve çikolata gelir. Sevgililer Gününü çiftler genellikle başbaşa geçirirler. Başbaşa gidilen romantik bir yemek ya da evde hazırlanan romantik bir sofra en yaygın kutlamalardandır. Çiftler, Sevgililer Günü'nün gecesinin de özel olması için çaba gösterirler. Kimi çiftler, bu güne has, cinselliği ön plana çıkarıcı kıyafetler ve iç çamaşırları alırlar. En çok tercih edilen renk, tutkuyu sembolize eden kırmızıdır. Bunların yanı sıra, Sevgililer Günü çok sayıda evlenme teklifinin de gerçekleştiği bir gündür. Suudi Arabistan'da resmi olarak da sevgililer günü kutlamasında kullanılan ürünlerin satışı yasaklanmıştır. Centrino Centrino, Intel tarafından dizüstü bilgisayarlar için geliştirilmiş platformun adı olup, işlemci, anakart çipseti ve kablosuz ağ kartı içeren bir kombinasyondan oluşur. Intel tarafından üretilmiş bu 3 bileşeni içeren sistemler, Centrino olarak adlandırılmaktadır. Mart 2003 senesinde piyasaya sürüldüğünden beri birçok kez güncellenip, içeriği değişen ve gelişen Centrino platformu, günümüzde de mobil sistemlerde en çok kullanılan model olmuştur. Sistem düşük voltajda çalışmaya yatkındır ve işlem yoğunluğunun düşük olduğu durumlarda işlemci hızını kesmeye yönelik bir teknoloji ile donatılmıştır. Bu sayede pil ömrü artmış ve sessizlik sağlanmış ayrıca fanlar küçüldüğü için bilgisayarlarda bir incelme de sağlanmıştır. Carmel, Mart 2003 tarihinde piyasaya çıkan ilk Centrino platformunun kod adıdır.En sonda napa adında kod adı tasarlamıştır. Sonoma, Ocak 2005 tarihinde piyasaya çıkan ikinci Centrino platformunun adıdır (Kod adı Alviso). Intel GM915, PM915 çipseti ve yeni nesil Intel Pentium M işlemcilerinin kullanıldığı platform, 2915ABG veya 2200BG kablosuz ağ bileşenleriyle tamamlanıyor.Bu platformda GMA915 ekran kartı dahili olarak görev yaparken PM915 serisi çipsetli dizüstüler ATI Mobility Radeon ve Nvidia Go Series ekran kartlarıyla tüketiciye sunuluyor. Napa, Ocak 2006 tarihinde piyasaya çıkan üçüncü Centrino platformunun adıdır. Intel GM945, PM945 çipseti ve Core Duo - Core 2 Duo işlemcilerle güç kazandığı için Centrino Duo olarak da anılan yeni platform 3945ABG kablosuz ağ bileşenini kullanıyor. Bu platformda GMA950 ekran kartı dahili olarak görev yaparken PM945 serisi çipsetli dizüstüler ATI Mobility Radeon ve Nvidia Go Series ekran kartlarıyla tüketiciye sunuluyor. Santa Rosa, Mayıs 2007 tarihinde piyasaya giren dördüncü Centrino platformunun adıdır. Intel GM965, PM965 çipseti ve yeni nesil Core 2 Duo işlemcileriyle kullanılmak üzere tasarlanan yeni platform 4965AGN kablosuz ağ bileşenini kullanıyor.Bu platformda GMA X3100 ekran kartı dahili olarak görev yaparken PM965 serisi çipsetli dizüstüler ATI Mobility Radeon ve Nvidia Go Series ekran kartlarıyla tüketiciye sunuluyor. Montevina, Temmuz 2008 tarihinde piyasaya giren beşinci Centrino platformunun adıdır. Intel GL40, GS45, GM45, PM45 çipsetli ve yeni nesil Core 2 Duo işlemcileriyle kullanılmak üzere tasarlanan yeni platform Centrino 2 adıyla da bilinmektedir.5100, 5150, 5300, 5350 kablosuz ağ bileşenini kullanan bu platformda GMA X4500 ekran kartı dahili olarak görev yapaken PM45 serisi çipsetli dizüstüler ATI Mobility Radeon ve Nvidia Go Series ekran kartlarıyla tüketiciye sunuluyor. Kemal Atatürk, Kemalpaşa Kemal Atatürk, İzmir'in Kemalpaşa ilçesine bağlı bir mahalle. Kemalpaşa ilçe merkezine 20 km uzaklıktadır. 5216 Sayılı Büyükşehir Belediye Yasası kapsamına girmeden önce Bağyurdu beldesine bağlı olan bölge, belde belediyesinin kapatılmasıyla mahalle olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi sınırları içine dahil edilmiş ve Kemalpaşa ilçesinin bir mahallesi olmuştur. Belde belediyesi kapanmadan önce bölgenin ismi Atatürk mahallesiydi. Sosyal Sigortalar Kurumu Sosyal Sigortalar Kurumu (kısaca SSK), Türkiye Cumhuriyeti Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na bağlı bir sosyal güvenlik kurumuydu. 16 Mayıs 2006 tarihinde kabul edilen 5502 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na bağlı Türkiye Cumhuriyeti Sosyal Güvenlik Kurumuna devir olmuştur. Sosyal Güvenlik Kurumu'na devir olmadan önce Türkiye'nin en büyük sosyal güvenlik kuruluşuydu ülke nüfusunun yaklaşık %50'sine sigorta ve sağlık hizmeti sunmaktaydı. Kurum, Başkan ve Başkana bağlı birimler ile Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı Sigorta İşleri Genel Müdürlüğü, Sosyal Sigortalar Kurumu Başkanlığı Sağlık İşleri Genel Müdürlüğü ve bunların merkez ve taşra teşkilatından oluşmaktadır. Amele Birliği 1923 yılında Bakanlar Kurulu tarafından onaylanan "Amelebirliği Talimatnamesi" ile Türkiye'nin ilk sosyal yardım kuruluşu olarak faaliyet gösteren dernek. TTK'da çalışan işçiler ile EÜAŞ Çatalağzı Termik Santralinde çalışan işçiler zorunlu üye olmakla beraber, üye sayısı yaklaşık olarak 20.000'dir. Erebus Dağı Erebus Dağı, Antarktika'daki Ross Adası'nın batısında bulunan ve dünyadaki etkin yanardağlar içinde en güneyde yer alan bir stratovolkandır. Ross Adası'nı oluşturan dört yanardağdan Erebus dışındakiler, sönmüş yanardağlardır. Bu yanardağ, bölgede bulunan ve New Mexico Madencilik ve Teknoloji Enstitüsü "(New Mexico Institute of Mining and Technology)"nce işletilen Erebus Dağı Volkan Gözlemevi "(Mount Erebus Volcano Observatory)" tarafından izlenmektedir. 1972'den beri sürekli aktif durumda olan Erebus Dağı, günümüzde Antarktika'nın en etkin yanardağıdır. Krateri, dünyada çok az sayıda bulunan daimi lav göllerinden birinin ev sahibidir ve bu lav gölü, günlük olarak Stromboli tipi patlamalara maruz kalmaktadır. 2005'te küçük çaplı kül püskürmeleri izlenmiş ve hatta, lav gölünün yakınındaki yarıklardan da küçük bir lav akıntısı gözlenmiştir. Deniz seviyesinden yüksekliği 3.794 metre olan Erebus, tıpkı Etna gibi, alt yarısı kalkan yanardağı ve üst yarısı da stratovolkan konisi olan bir dağdır. Jeolojik tarihi boyunca görece farklı nitelikte lav püskürmeleri ve yapı değişimleri göstermiş olması nedeniyle, poligenetik stratovolkan olarak sınıflandırılır: Erebus'un stratovolkan konisi yapılı üst yarısının yamaçları yaklaşık 30° dikliktedir ve büyük ölçekli kenar setlerine sahip tefritik fonolit lav akıntılarının hâkimiyetindedir. Bu eğimde yaklaşık 3.200 metreye ulaşıldığında, 100.000 yıldan daha genç bir kalderayı temsil eden zirve platosuna bağlı bariz bir kırılma gözlenir. Bu kalderanın kendisi, düşük hacimli tefritik fonolit ve fonolit lav akıntıları ile dolmuştur. Kalderanın ortasındaysa, temel yapısında dağılmış lav bombaları ve büyük miktarda anortoklas kristali birikintileri bulunan, dik yamaçlı bir koni oturur. Dağın tepesindeki etkin lav gölü de bu zirve konisinin tepesinde bulunur. Yanardağın sık ürettiği Stromboli tipi patlamalar, en içte bulunan kraterdeki çeşitli yarıklardan ve en sık olarak da 10 metre çapa ulaşabilen gaz balonlarının lav gölünden patlayıcı bir şekilde çıkması tarzında gelişir. Erebus Dağı, coğrafya keşifleri nedeniyle sonradan "Sör" unvanıyla onurlandırılan bir İngiliz deniz subayı ve kâşif olan James Clark Ross tarafından keşfedilmiştir. 1839'la 1843 yılları arasında, komutasındaki HMS
"Erebus" ve HMS "Terror" adlı gemilerle Antarktika'ya keşif gezileri düzenlemiş olan James Clark Ross, kıtanın kıyı şeridinin büyük bölümünün haritasını çıkarmış ve 1841'de de Ross Denizi, Victoria Arazisi ve gemilerinin adlarını verdiği Erebus Dağı ile Terör Dağı'nı keşfetmiştir. Erebus Dağı'na ilk defa 1908'de, Sör Ernest Shackleton ve ekibinin Nimrod keşif seferi sırasında çıkılmıştır. Yeni Zelanda Hava Yolları - Uçuş 901, Yeni Zelanda'nın Auckland Uluslararası Havalimanı'yla Antarktika arasındaki tarifesiz ve gidiş-dönüş yolcu taşıma hizmetiydi. Şubat 1977'de başlatılan ve McDonnell Douglas DC-10-30 tipi uçakla yürütülen bu servis, uçağın 1979'daki bir uçuş sırasında Erebus Dağı'na çakılması ve taşıdığı 257 yolcunun tümünün ölmesiyle sona ermiştir. Pertevniyal Valide Sultan Camii Pertevniyal Valide Sultan Camii, Sultan II. Mahmut'un eşi ve Sultan Abdülaziz'in annesi olan Pertevniyal Valide Sultan tarafından yaptırılan cami. Cami 1869-1871 yılları arasında inşa edildi. Planlarını Sarkis Balyan 'ın çizdiği, hazırlanmasına Hagop Balyan'ın katıldığı da bilinmektedir. Mimarı Montani'dir. Çizim işlerinde, desinatör Osep çalışmıştır. Uygulama ve şantiye yönetimi için Bedros Kalfa ve duvarcı Ohannes ile dülger kolbaşısı Dimitri görevlendirilmiştir. Caminin, neogotik tasarımıyla klasik camilerden oldukça farklı bir mimarisi vardır. Devlet ileri gelenlerinin, din bilginlerinin, hocaların katılımıyla düzenlenen büyük bir törenle temeli atıldı. Pertevniyal Sultan temel atma töreninini meydanı görebilen bir evin penceresinden izledi. Tek şerefeli iki minaresi, Dolmabahçe Camii'nin minarelerinden daha geniş tutulmuştu. İç mekân bakımından da bu camiden daha genişti. Tek kubbesi yüksek, fakat küçüktür. Neogotik yüzey bezemeleri bu camiye ayrı bir güzellik kazandırır. Aynı bezeme zenginliği ve güzellik caminin iç kısımları için de geçerlidir. Altın yaldızla parlatılan mavi rengin egemen olduğu kalem işi süslemeler, iç mekanı baştan sona süslemektedir. Caminin Aksaray Meydanı`na bakan avlu kapısı, İstanbul`daki camiler için pek alışılmadık ve aynı zamanda da göz kamaştırıcıdır. Bu kapı Osmanlı taş oyma sanatının nadide ürünlerindendir. 1956-59 arasındaki Aksaray Meydanı düzenlenmesi esnasında sebil gibi camiye ait bazı unsurlar kaldırılmış veya yeri değiştirilmiştir. Caminin çevresindeki eserler bir çeşme, bir kütüphane ve Pertevniyal Sultan'ın kendisi için yaptırdığı türbeden oluşmaktadır. Kütüphanesi, Süleymaniye Kütüphanesi'ne taşınmıştır. Trafikten en çok etkilenen cami bu camidir. Caminin kahyası Hüseyin Bey cami masrafı olarak 7961 kese 396 kuruş 10 para harcamış; üç ayrı temel çukuruna olmakla 3225 lira temele gömülmüştür. (İstanbul, s.121) Thomas Kuhn Thomas Samuel Kuhn (18 Temmuz 1922 - 17 Haziran 1996), Amerikalı, fizikçi, tarihçi ve bilim felsefecisi. Kuhn'un en önemli yapıtı 1962 yılında yayımlanan "Bilimsel Devrimlerin Yapısı (The Structure of Scientific Revolutions)" adlı kitabıdır. Bu kitap hem akademik camiada hem de popüler bilim çevrelerinde büyük etki oluşturmuş ve "paradigma değişimi" (paradigm shift) kavramsallaştırmasını tanıtmıştır ki o günden bu yana sıkça kullanılan bir deyim haline gelmiştir. Thomas Kuhn, bilimsel bilginin gelişimi hakkında önemli katkılarda bulunmuştur. Kuhn'a göre bilimsel alanlar doğrusal ve devamlı bir şekilde gelişmekten ziyade periyodik olarak paradigma kaymalarından etkilenirler ve bu paradigma kaymaları bilim adamlarının daha önce geçerli kabul etmedikleri savlara karşı yeni bir anlayışın ortaya çıkmasına sebep olur. Bu sebeple bilimsel doğru kavramı herhangi bir zamanda sadece tarafsızlık ölçütüyle belirlenemez; bilim camiasının fikir birliği de bilimsel doğrunun oluşturulmasında aynı ölçüde değerlidir. Rekabet eden paradigmalar çoğu zaman kıyaslanamaz, çünkü paradigmalar gerçekliğin rekabet eden ve uzlaştırılamaz açıklamalarıdır. Bu sebeple bilim anlayışımız asla tamamıyla nesnellik kavramına dayanamaz. Tüm nesnel çıkarımlar, bu çıkarımları ortaya koyan araştırmacıların ve katılımcıların öznel dünya görüşlerinden ve koşullandırmalarından nihayetinde etkilendiği için bilim öznel bakış açılarını da hesaba katmalıdır. Tirimüjgan Kadınefendi Tirimüjgan Kadın Efendi (Osmanlı Türkçesi: تیر مژگان قادین افندی), (d. 19 Ağustos 1819 -ö. 3 Ekim 1852, İstanbul), Sultan Abdülmecid'in eşi Sultan II. Abdülhamid'in öz annesidir. Kökeni hakkında iki değişik görüş bulunmaktadır. Bir görüşe göre Trabzon'da esir pazarından alınma bir Ermeni kızıdır. Diğer bir görüşe göre ise Çerkes'dir. Necdet Sakaoğlu'nun bildirdiğine göre Abdülmecid'in gözdelerinden değildir, ama diğerleri gibi onun da Çerkes olduğu kuşkusuzdur. Çerkes olduğunu savunan araştırmacılar buna kanıt olmak üzere Ayşe Osmanoğlu hatıralarında belirttiği gibi, II. Abdülhamid'in annesi için bizzat haremdeki cariyeleri kastederek: Tîr-î-Müjgan Kadınefendi 10 Kasım 1841 tarihinde Sultan Abdülmecid'in eşi oldu. İki çocuk doğurdu. Birisi 22 Eylül 1842 tarihinde doğan Şehzade Abdülhamid, diğeri ise Seniha Sultan'dı. Tîr-î-Müjgan Kadınefendi, Şehzade Abdülhamid on yaşındayken eski ahşap Beylerbeyi Sarayı'nda veremden öldü. O yüzden Valide Sultan olamadı; oğlu Abdülhamid'i Piristû Kadın Efendi yetiştirdi. Cenazesi İstanbul Yeni Cami "Cedit Havatin Türbesi"'ne gömüldü. Siyaset Siyaset veya politika, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayış. Siyaset kelimesi Arapça Seyis ("At Bakıcısı") kelimesinden türemiştir. Yunan siyasal yaşamında ise siyaset, "polis"'e veya devlete ait etkinlikler biçiminde tanımlanmıştır. Politika bilimi (politoloji) politik hareketler ve güç edinilmesi ve kullanımı konusunu inceler. "Politika, toplumun halka dair yaptığı tüm etkinliklerdir. ("Aristoteles")" Eflatun veya Aristo'nun kurucuları olarak kabul edildiği bu gelenekte etik sorunları incelemek önceliklidir. Olması gerekenle ilgilenir. Günümüzde ise bu gelenek, "bireysel özgürlüğün sınırları ne olmalıdır?" "Devlete neden itaat etmeliyim?" gibi normatif sorunlarla uğraşır. Deneyci geleneğin izlerini Aristo'dan, Montesquieu'ye kadar birçok siyaset bilimcide görürüz. Günümüzde özellikle ABD'li siyaset bilimciler tarafından kullanılan bir çözümleme geleneğidir. Var olanı, işleyiş sisteminin ne olduğunu anlamaya çalışır. John Locke ve David Hume'un çalışmaları sayesinde yaygınlaşan Deneycilik Auguste Comte'un çalışmalarına bağlı olarak pozitivist şekilde değişmiştir. Deneycilik, sosyal bilimlerde de doğa bilimlerinin yöntemlerinin kullanılması gerektiğini savunur. Siyâseti "bilimsel" olarak ele alan ilk kişi Karl Marx'tır. 1870'lerde Avrupa şehirlerindeki üniversitelerde siyaset alanında kürsüler açılmıştır. Bu dönemde diğer sosyal bilimlerde olduğu gibi siyaset biliminde de "davranışsalcı" akım kendini göstermiş ve 1970'lere kadar bilimsel gelenek etkisini ağırlıklı olarak göstermiştir. Siyâset, belli bir toplumda çatışma halinde olan düşüncelerin uzlaştırılması faaliyetidir. Bu uzlaştırma faaliyeti ise yönetim erkinin elde bulunması ile gerçekleşir. Siyâset tarihine bakıldığında insanın ortaya çıkışı ile birlikte siyaset; yönetim sanatı da sahnede yerini almış ve binlerce yıl yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi ile yönetsel gücün elde tutulması davranışlarına yön vermiştir. Tüm medeni toplumlarda Antik Çağ'dan beri toplum yönetimi üzerine çalışma yapan düşünürler hep kendi çağlarının bir ütopyasının (mükemmel veya sadece daha iyi bir toplum oluşturmak için verilen çabaları tanımlamak için kullanılan bir terim ) mücadelesini vermişlerdir. Tarım ve din toplumlarında modern anlamda devlet yoktu. Egemenlik kralın, hükümdarın, dini liderindi. Avrupa ve Amerika devrimleriyle mutlakıyetten meşrutiyete ve cumhuriyete yönelen devlet gücünü toplumsal sözleşmeye dayandırdı. Hukukiliği kabul ederek, bağımsız yargının denetimine izin verdi, meclis iradesini halkın iradesiyle bütünleştirdi. Kutsaldan bireye, vesayetçilikten özerkliğe, merkeziyetçilikten ademimerkeziyetçiliğe, devletçilikten piyasacılığa, ırkçılıktan çoğulculuğa, gizlilikten şeffaflığa doğru gelişti. Kuvvetler ayrımı esasını ortaya atan Montesquieu 20 yıl üzerinde çalıştığı De l'esprit des lois adlı kitabında yasama, yürütme ve yargı'yı birbirlerinden ayırmanın önemini vurgulamıştır. Farklı politik toplumlardaki farklı pozitif hukuk sistemlerinin çok çeşitli faktörlere, örneğin, halkın karakterine, ekonomik koşullarla iklime, vs., göreli olduğunu söylemiştir. O, işte bütün bu temel koşullara, "yasaların ruhu" adını veren Montesquieu bu bağlamda, üç tür yönetim tarzını birbirinden ayırmış ve bu devletlere uygun düşen yönetici ilke, iklim ve topraktan söz etmiştir. Buna göre, despotizm büyük devletlere, sıcak iklimlere uygun düşer ve korkuya dayanır. Britanya örneğinde olduğu gibi, ne soğuk ve ne de sıcak olan bir iklimin hüküm sürdüğü, orta büyüklükteki devletlere uygun düşen yönetim biçimi, monarşidir; söz konusu yönetim biçimi, şan ve şerefe dayanır. Buna karşın, soğuk iklimlere ve küçük devletlere uygun düşen rejim, demokrasidir; demokrasinin yönetici ilkesi "erdem"dir. Feodal düzenin siyâsî yapısı bir piramit gibidir. En üstte kral (veya imparator), altında ise kendisine bağlı soylular bulunur. Bu soyluların altında daha alt soylular olur. Bu hiyerarşik düzenin en alt ve en geniş tabakasını serfler oluşturur. Feodal sistemde sadece üretim araçları değil, askerî güç de feodal beyler arasında paylaşılmıştır. Donanımlı askerlerden oluşan merkezî bir ordunun kurulması kral açısından pahalı olduğundan, bu ihtiyacı feodal beyler karşılamıştır. Bu sebeple kralın savaşta başarılı olması, feodalitenin desteğine bağlıdır. İktidar kavramı birey veya topluluğun başka birey veya topluluk üzerinde kendi istediklerini yapabilme veya yaptırabilme gücüdür. Siyâset disiplini içerisinde "iktidar" daha genel bir anlam yüklenmiş ve bir devletin içindeki tüm birey ve gruplar üzerindeki hakimiyeti kapsamıştır. Siyâsî iktidarı diğer iktidar unsurlarından ayıran en önemli özellik ise meşru olma gücüdür. Meşruiyet siyasî iktidarı,
yönetilenler için makul seviyede olması için, halkın rızasına dayandırmasıdır.Bir diğer deyişle iktidar ile toplum arasında karşılıklı rıza ile yapılan sözleşmedir. Egemenlik kavramı Latince "superanus" olup "en üstün iktidar" anlamına gelmektedir. Siyâset Disiplini literatürüne sokan Bodin'dir. Jean Bodin egemenlik için 'birçok ailenin ortak çıkarlarının, egemen bir güçle yönetilmesi', Thomas Hobbes;'bireysel kudretlerin toplamını egemenin kendi iradesine göre kullanmak yetkisi' olarak tanımlarlar. Günümüzde ise egemenlik anayasalar aracılığıyla sınırlanmakta, güçler ayrılığı ilkesiyle bölünmekte ve seçimler aracılığıyla devredilmektedir. İdeoloji siyasal ya da toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir partinin, bir toplumsal sınıfın davranışlarına yön veren politik, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel, moral, estetik düşünceler bütünü. En basit tabirle bir "ideoloji", "düzenlenmiş, yapılanmış bir fikirler bütünü"dür. Bu fikirler bütünü de siyasetin temeli olan siyâsî ideolojileri oluşturmuştur. Muhafazakârlık, var olan durumu koruma amacını güden düşünce tarzı. Toplumun değişmesine karşı direnç gösteren, toplumsal-kültürel değerlerin korunmasını savunan sağ kanat siyasi ideoloji. Muhafazakârlığın "değişime karşı direniş" olarak tanımlanması, özellikle değişim isteyen sol ideolojiler tarafından eleştirilir. Muhafazakârlığın "var olan kazanımları ve değerleri korumak" şeklinde bir yanı da vardır. Bu açıdan bakıldığında, herkes, solcular dahil, istedikleri toplumsal düzen gerçekleştiğinde muhafazakârlaşabilirler. Nitekim Sovyetler Birliği'ndeki solcu rejime karşı olanlar (örneğin Troçkistler) bu rejimi tutuculaşmakla suçladılar. Bu suçlamanın ardından zaten rejim karşıtları ayaklanma çıkardılar. Sosyalizm, sosyal ve ekonomik alanda toplumsal refahı devlet kararlarının getireceğini ve üretim araçlarının hakimiyetinin toplumlara ait olduğunu savunan, işçilerin yönetime katılmalarına ağırlık veren, özgür girişimi devletin ve sendikaların baskısı altında tutmaya çalışan, telkin ve propagandalarını eğitim, tarım ve vergi reformları üzerinde yoğunlaştıran ekonomik ve siyasi bir ideolojidir. Komünizm, sosyal örgütlenme üzerine bir kuramsal sistem ve üretim araçlarının ortak mülkiyetine dayalı bir politik harekettir. Komün sınıfsız bir toplum yaratma amacındadır. 20. yüzyılın başından beri dünya siyâsetindeki büyük güçlerden biri olarak modern komünizm, genellikle Karl Marx'ın ve Friedrich Engels’in kaleme aldığı Komünist Manifesto ile birlikte anılır. Liberalizm, özgürlüğü birincil politik değer olarak ele alan bir ideoloji, politika geleneği ve düşünce akımıdır. Genel anlamda liberalizm, bireylerin ifade özgürlüğüne sahip olduğu, din, devlet ve kimi zaman kurumların gücünün sınırlandırıldığı, düşüncenin serbest bir şekilde dolaştığı, özel teşebbüse olanak sağlayan bir serbest piyasa ekonomisinin olduğu, hukukun üstünlüğünü geçerli kılan şeffaf bir devlet modeli ve toplumsal hayat düzeni hedefler. Devleti bir gece bekçisi modeli olarak görmektedir. Devlet sadece bireylerin güvenliğini korumakla ve onların refahını sağlamakla yükümlüdür. Ekonomik anlamda kapital ekonomiyi benimser. Mülk edinme esasına dayanır. Devletin ekonomiye müdahalesi sadece bir görünmez eldir. Devlet müdahalesindeki temel amaç rekabet edilebilir ortamı sağlamaktır. Ekonomi ve maliye politikalarına gerek yoktur. Zaten serbest piyasa ekonomisi kendiliğinden ekonomi dengesini sağlar. Liberallerin en büyük korkusu devletin birey karşısında güçlü konuma gelmesidir. "Bırakınız gitsinler, bırakınız yapsınlar" genel sloganıdır. Kapitalizm üretim araçlarının özel mülkiyetine ve bunların kâr amacıyla işletilmesine dayanan bir ekonomik sistemdir.[1][2][3] Kapitalizmin merkezindeki özellikler özel mülkiyet, sermaye birikimi, ücretli emek, gönüllü takas, bir fiyat sistemi, ve rekabetçi pazarları içerir.[4][5] Kapitalist piyasa ekonomisinde, karar verme ve yatırım finansal ve sermaye piyasalarındaki üretim faktörleri sahipleri tarafından belirlenir. Malların fiyatları ve dağıtımı ağırlıklı olarak piyasadaki rekabet tarafından belirlenir.[6][7] Anarşizm kavramı Yunanca "anarchaia"dan (hükümetin olmaması durumu) gelir. İnsan özgürlüğünü kısıtlayan tüm otoritelerin ortadan kaldırılmasını ve barış, uyum ve iş birliği ilkelerine dayanan yeni bir toplumsal düzen yaratma düşüncesindedir. Anarşistlere göre devlet ve devletin kurumları toplumu sömürmek için güç odakları tarafından yaratılmış bir araçtır. Anarşizm, bireyci anarşizm ve anarşist komünizm şeklinde tasnif edilmektedir. Faşizm pek çok açıdan, Fransız İhtilali sonrasında serpilip büyüyen akılcılık, ilerleme, özgürlük ve eşitlik gibi değerlerden mürekkep Batı siyasal düşüncesine karşı bir tepki olarak görülebilir. Bu değerlerin yerini faşizmde birlik, mücadele, liderlik ve güç gibi olgular almıştır. Bu bakımdan İtalyan faşistlerin kullandığı "1789 öldü" sloganı oldukça anlamlıdır. Faşizm genel olarak seçilmiş bir ulus olma bilinci, demokrasinin reddi ve yayılmacı dış politika temellerine dayanır. Siyasal sistem, sosyal sistemin bir dalı olduğu için toplumlar arasında farklı sistemler ortaya çıkmıştır. Siyasal sistem genel olarak devlete bağlı olan kurumların birbirleri arasındaki ilişkiler ve yöneten ile yönetilenler arasındaki ilişkilerin bütünüdür. Siyasal sistemler yöneten ve yönetilenin sayılarına göre kategorilendirilir. Eflatun'a göre ilk siyasi sistem patriarşidir. Bu küçük toplumlardaki daha çok aileler içinde uygulandığı varsayılan bir sistemdir ve yöneten pozisyonunda, erkek ve en yaşlı olan kişi bulunmaktadır. Ailelerin birleşmesiyle büyüyen toplumlarda, bir ailenin yönetimde bulunması ile monarşi birden fazla ailenin bulunması halinde ise aristokrasi sistemleri ortaya çıkmıştır. Sistemin bilgelikten çok şan ve şöhrete önem vermesinden dolayı bozulması timokrasiyi ortaya çıkarmış ilerleyen dönemlerde yöneticiler, erdem ve bilgelikten yoksun oldukları sebebiyle, zenginlik ihtirasına bürünmüş ve oligarşi ortaya çıkmıştır. Oligarşide ortaya çıkan düzensizlikle meydana gelen çatışma sonucu yoksulun zengini yenmesi ile demokrasi oluşmuştur. Fakat Eflatun, halkın tamamının siyasete karışmasının toplumu bozacağını ileri sürer. Bu durumda ise toplum Tiranlık sistemine teslim olur ve köleleşir. Eflatun bütün siyasi sitemleri bu şekilde tasnif eder ve özetler. Eflatun'un bu bilgileri ışığında Aristo'nun siyasi sistem sınıflandırması siyaset bilimciler tarafından genel kabul görmüştür. 1950'ler ve 1960'larda sistemlerin sınıflandırılması çabaları, değişen sistemlerle birlikte devam etti. Soğuk Savaş'ın keskin karşıtlığı ile birlikte "üç dünya" yaklaşımı ortaya çıktı. Buna göre dünya üç ayrı blok halinde bölünebilirdi. Ancak 1970'lerde başlayan ve günümüzde hâlâ devam eden, Afrika ve Latin Amerika demokratikleşme çabaları "üçüncü" dünya, 1990'ların başındaki Doğu Avrupa devrimleriyle de "ikinci" dünya rejimleri çökme dönemine girdiler. Anavatan Partisi Anavatan Partisi (kısaltması ANAP), 1983 yılında Turgut Özal tarafından kurulmuş olan eski siyasi parti. 1983'ten 1991'e kadar aralıksız olarak tek başına iktidarda kalmış, 1996 ile 2002 yılları arasında da çeşitli koalisyon hükümetlerinin içinde yer almıştır. 31 Ekim 2009 tarihinde Demokrat Parti ile birleşmiştir. 12 Eylül Darbesi'nden bir süre sonra eski siyasi partiler kapatıldı ve halkoylamasıyla kabul edilen 1982 Anayasası'yla "yeni bir siyasal düzen" getirilmesi amaçlandı. Bu yeni siyasi düzen bağlamında, "demokrasiye yeniden geçiş" süreci içinde 1983 ilkbaharında yeni siyasi partiler kurulmaya başladı. 12 Eylül'ün temsilcisi olduğu söylenen Milliyetçi Demokrasi Partisi (MDP), sosyal demokrat nitelikte olduğunu ileri süren Halkçı Parti (HP) ile Anavatan Partisi (ANAP), seçime katılmasına izin verilen üç parti oldu. ANAP, 20 Mayıs 1983'te, Adalet Partisi (AP) iktidarı sırasında alınan ve 12 Eylül döneminde de uygulaması sürdürülen 24 Ocak 1980 ekonomik önlemler paketini hazırlayan, 12 Eylül döneminde bir süre ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olan Turgut Özal tarafından kuruldu. ANAP Özal'ın çevresinde örgütlenmiş, büyük ölçüde kişiselleşmiş bir partiydi. Siyasi kadrosu önemli ölçüde, devlet ve özel sektör deneyimi sırasında Özal'la birlikte çalışmış teknokratlarla, Millî Selamet Partisi (MSP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Adalet Partisi (AP) ve hatta Cumhuriyet Halk Partisi'nden (CHP) gelme, 1980 öncesi dönemde fazla ön planda olmayan siyasetçilerden oluşuyordu. Dört siyasi eğilimi (AP, MSP, MHP, CHP) birleştirmeyi iddia ediyordu. İşçi, memur, çiftçi, esnaf gibi toplumsal katmanları kapsayan "orta direk" temasını kullanarak kendine bir "orta sınıf partisi" görünümü verdi. Bazı büyük sermaye çevrelerinden de destek gördü. Eski parti örgütlerinin dağıldığı bir ortamda görece genç ve dinamik kadrosu, etkili destekleri sayesinde kısa zamanda güçlü ve yaygın bir parti örgütü olmayı başardı. Seçim öncesi siyasal söyleminde ılımlıydı, daha çok ekonomik konulara ağırlık verdi, bürokrasiye karşı çıktı, "devlet millet için vardır" temasını işledi. Ekonomik düzlemde, 24 Ocak Kararları'nda somutlanan bir "liberalizm"in savunuculuğunu yaptı. Millî Güvenlik Konseyi'nin veto barajını aşarak 6 Kasım 1983 Genel Seçimleri'ne katılan üç partiden biri oldu. 6 Kasım 1983'te yapılan genel seçimlerde %45,14 oy oranıyla 400 üyeli TBMM'de 211 milletvekilliği kazanarak çoğunluğu sağladı ve tek başına iktidara geldi. ANAP'ın seçim başarısında eski siyasi partilerin devamı olarak kurulan partilerin MGK tarafından veto edilerek seçime sokulmayışlarının etkisi olmuşsa da, kitle iletişim araçlarını kullanmadaki etkililiği, iktisadi konulara ağırlık veren ılımlı söylemi, kullandığı "orta direk", "iş bilirlik, iş bitiricilik" gibi temaların kamuoyundaki etkisi, tek "sivil parti" olma görüntüsü, dört eğilimi birleştirme iddiasıyla klasik sağ geleneği önemli ölçüde özümsemesinin yanı sıra 12 Eylül öncesindeki sağ partilerin ortak özelliği olan anti-komünist söylemden uzak durarak sosyal demokrat seçmenler üzerinde de etkili olabilmesi, en etkin ve
geniş örgütsel ağı kurmuş olması gibi faktörler rol oynadı. ANAP Aralık 1983'te, Turgut Özal başkanlığında tek başına hükümeti kurdu. 25 Mart 1984'te yapılan yerel seçimlerde % 41,5 oy alan ANAP, birinci parti konumunu korudu. Bu seçimlere, 6 Kasım 1983 seçimlerine katılmasına izin verilmeyen partiler de katıldı. 28 Eylül 1986'da yapılan ara seçimlerde, ANAP önemli bir gerilemeyle oyların ancak yüzde 32,1'ini alabildi. Buna karşılık Süleyman Demirel'in desteklediği Doğru Yol Partisi (DYP) seçimlerden kazançlı çıktı. Milliyetçi Demokrasi Partisi 4 Mayıs 1986'da dağılınca milletvekillerinden bir bölümü Mehmet Yazar başkanlığında Hür Demokrat Parti'yi (HDP) kurdu; ama bu parti 28 Eylül 1986'daki ara seçimde bir varlık gösteremeyince ANAP'a katıldı. Sivil yönetime geçme sürecinde, eski politikacılara 1982 Anayasası ile getirilen yasakların kaldırılması gündeme gelince, ANAP iktidarı bu konuyu halkoyuna sundu. Başbakan Özal yasakların sürdürülmesinden yana propaganda yaptıysa da, 6 Eylül 1987'de yapılan halkoylaması çok küçük bir farkla yasakların kaldırılması doğrultusunda sonuçlandı. Turgut Özal'ın halkoylaması öncesinde, bir askeri rejim tarafından uygulamaya konmuş siyasi yasakların devam etmesi yönünde coşkulu bir kampanya yürütmesi, başta Özal olmak üzere ANAP'a yönelik olarak "demokratikleşme" konusunda sert eleştirilerin yöneltilmesine neden oldu. Halkoylamasının yapıldığı gün daha sandıklar kapanmadan Başbakan Özal erken seçimlere gidileceğini açıkladı. 29 Kasım 1987'de yapılan genel seçimlerde ANAP oylarını düşürmesine rağmen (% 36,31) 450 üyeli TBMM'de kazandığı 292 milletvekiliyle çoğunluğunu korudu. 26 Mart 1989 yerel seçimlerindeyse, Başbakan Özal'ın merkezi yönetimle uyumlu çalışabilecek yerel yönetimler seçilmesi gerektiği yolundaki uyarılarına karşın, ANAP özellikle büyük kentlerde belediye başkanlıklarının çoğunu yitirdi; Sosyaldemokrat Halkçı Parti'nin (SHP) zafer elde ettiği seçimlerde ANAP, il genel meclisi seçimlerinde de yüzde 21,2 oy toplayabildi. Yerel seçimlerin hemen ardından muhalefet partileri ANAP'ın üçüncü parti olduğunu öne sürerek erken seçim istedi. Bu ortamda Turgut Özal'ın 31 Ekim 1989'da TBMM'deki ANAP çoğunluğunun oylarıyla cumhurbaşkanı seçilmesi de muhalefet için yeni bir eleştiri konusu oldu. Cumhurbaşkanı Özal başbakanlığa TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut'u atadı. 17 Kasım 1989'daki ANAP I. Olağanüstü Kongresi Turgut Özal'dan boşalan genel başkanlığa Akbulut'u getirdi. Özal başkanlıktan ayrılmasına rağmen, siyasi olayların gelişmesinde belirleyici rolünü sürdürdü. Dış politikayı yönlendirmesi iki dışişleri bakanının, Mesut Yılmaz ve Ali Bozer'in istifasına neden oldu. Partinin milliyetçi ve muhafazakâr kanatlardan oluşan “kutsal ittifakı” ile liberaller arasındaki çekişme Özal'ın Çankaya Köşkü'ne çıkmasıyla daha da belirginleşti. 3 Mart 1991'de ANAP İstanbul il başkanlığı için yapılan seçimde Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın eşi Semra Özal'ın aday olması parti içindeki liberal-muhafazakar çatışmasını görünür hale getirdi. Aralarında bakanların da bulunduğu muhafazakar grup bu adaylığa karşı çıktı, ama Cumhurbaşkanı Özal'ın da desteklediği Semra Özal il başkanlığına seçildi. Semra Özal'ın adaylığına karşı çıkan ve Turgut Özal'ın "istenmeyen bakanlar" olarak ilan ettiği Hüsnü Doğan, Mehmet Keçeciler, Cemil Çiçek ve Abdülkadir Aksu'dan, Millî Savunma Bakanı Hüsnü Doğan, Özal'ın baskısıyla, Başbakan Akbulut tarafından görevinden alındı (22 Şubat 1991). Parti, 1991 Haziranı'nda yapılacak 3. Olağan Kongreye doğru Yılmazcılar, Keçecilerciler, Güzelciler, Akbulutçular olarak dörde bölündü. 15 Haziran 1991'de yapılan olağan kongrenin ilk turunda liberal kanadı temsil eden Mesut Yılmaz 580, Keçeciler tarafından desteklenen Yıldırım Akbulut 557 ve Hasan Celal Güzel 20 oy aldı. Güzel'in Akbulut lehine adaylıktan çekilmesine karşın ikinci turda Yılmaz 631, Akbulut 523 oy aldı. Seçimi yitiren Yıldırım Akbulut başbakanlıktan da istifa etti; böylece Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir başbakan, görevi başındayken parti içi muhalefet hareketi sonucunda makamını kaybetti. İktidarda giderek yıpranan ANAP, 1987'de olduğu gibi zaman yitirmeden, yeni bir görünümle erken seçime gitme gereği duydu. Aynı zamanda başbakanlığa gelen Yılmaz göreve göreve başlar başlamaz erken seçim kararı aldı. Ağustosta başlayan seçim kampanyasında yeni başbakan ve ANAP genel başkanı Mesut Yılmaz genç ve yıpranmamış bir önder olduğunu vurguladı; girişilen işlerin tamamlanması için ANAP'a oy verilmesini istedi. 20 Ekim 1991'de yapılan genel seçimlerde oyların yüzde 24'ünü toplayan ANAP 115 milletvekili çıkararak ikinci parti durumuna düştü. Seçim sonrasında Yılmaz halkın ANAP'a anamuhalefet görevi verdiğini söyleyerek koalisyon görüşmelerinin dışında kaldı. 1991-1995 yılları arasındaki dönemi muhalefette geçirdi. 1990'lı yıllarla birlikte parti içinde üç eğilim (milliyetçiler, muhafazakarlar, liberaller), yerini "Özalcı"-"Yılmazcı" ayrımına bıraktı. 30 Kasım 1992'de yapılan II. Olağanüstü Kongre'de, olağanüstü kongrenin toplanabilmesi için gereken tüzük kuralları değiştirildiği için, Turgut Özal ve muhafazakarların desteklediği Mehmet Keçeciler'in adaylığını bile koyamaması nedeniyle partinin yönetimi büyük ölçüde Yılmazcıların eline geçti. Mesut Yılmaz'ın tekrar genel başkan olması üzerine Keçeciler önderliğindeki muhalif milletvekillerinin bazıları (Yıldırım Akbulut, Hüsnü Doğan, İbrahim Özdemir, Yusuf Bozkurt Özal, Hüseyin Aksoy, Halil Şıvgın, Gaffar Yakın, Ercüment Konukman, Engin Güner, Leyla Yeniay Köseoğlu, Osman Ceylan, Tunca Toskay, Fevzi İşbaşaran, Naci Ekşi, Esat Canan) kongrenin ertesi günü partilerinden istifa ettiler. 3 Aralık'ta da, beşi kurucu olmak üzere (Cemil Çiçek, Kazım Oksay, Mehmet Altınsoy, Aycan Çakıroğulları ve Fahir Sabuniş) 17. ve 18. dönemde milletvekilliği ve bakanlık yapmış toplam 54 kişi istifa etti. İstifa edenlerden bir kısmı daha sonra ANAP'a dönerken, Yusuf Bozkurt Özal, Ercüment Konukman ve Hüsnü Doğan Ekim 1993'te Yeni Parti'yi (YP) kurdular. 28-29 Ağustos 1993 tarihlerinde Ankara'da düzenlenen 4. Olağan Kongre'de, tek aday olarak katılan Yılmaz genel başkan seçildi. BBP adaylarını da listesine aldığı 24 Aralık 1995 seçimlerinden sonra Anavatan Partisi halk oyu bakımından % 19,65 ile 2. parti konumuna korusa da, koltuk bakımından üçüncü parti (132 milletvekili) oldu. Seçimlerden sonra, Refah Partisi (RP) ile ANAP arasında yürütülen koalisyon görüşmelerinin başarısızlıkla noktalanması üzerine, DYP ile ANAYOL hükümeti kuruldu. Ancak hem ANAP lideri Mesut Yılmaz ile DYP lideri Tansu Çiller arasındaki geçimsizlik hem de Refah Partisi'nin (RP) Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı başvuru sonucunda ANAYOL hükümetinin güvenoylamasının iptal edilmesiyle ANAYOL Hükümeti ancak 4 ay sürebildi. Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi arasında kurulan REFAHYOL Hükümeti'nin sona ermesinin (30 Haziran 1997) ardından, 2 Temmuz 1997'de Mesut Yılmaz'ın başkanlığında kurulan ANASOL-D koalisyon hükümetinde Demokratik Sol Parti (DSP) ve Demokrat Türkiye Partisi (DTP) de yer aldı. 1998 yılının yaz aylarında patlak veren ve Mesut Yılmaz'ın da adının karıştığı Türkbank Skandalı nedeniyle ANASOL-D hükümeti toplam 18,5 ay kadar sürebildi. Türkbank’ın özelleştirilmesiyle ilgili ihaleyi yapanların ve ihaleye katılanların Başbakan Mesut Yılmaz tarafından yönlendirildiği iddiası nedeniyle, 25 Kasım 1998'de Mesut Yılmaz için verilen gensoru önergesinin TBMM'de kabul edilmesinden sonra Yılmaz istifa etti; Yılmaz'ın başkanlığındaki 55. Hükümet, Cumhuriyet tarihinin gensoruyla düşürülen ilk hükümeti olarak tarihe geçti. 18 Nisan 1999 genel seçimleri sonucu yüzde 13,22 ile 86 milletvekilliği kazanan ANAP TBMM'deki 4. büyük parti oldu. Anavatan Partisi, 28 Mayıs 1999'da Bülent Ecevit'in başkanlığında DSP ve MHP'nin de katıldığı 5. Ecevit Hükümeti'nde hükümetin en küçük ortağı olarak yer aldı. 5 Ağustos 2001 tarihinde yapılan 7. Olağan Kongre'de Mesut Yılmaz büyük bir farkla kazandı. Yılmaz 1210 delegenin oy kullandığı kongrede, 1205 geçerli oydan 921'ini aldı. Diğer adaylardan Lütfullah Kayalar 260, Eyüp Aşık 19, Vehbi Dinçerler 4 ve Necla Akben de 1 oy aldı. 3 Kasım 2002'de yapılan genel seçimler ise ANAP için bir facia oldu; %5,11'lik oy oranıyla tarihinde ilk kez TBMM dışında kaldı. Seçimlerden hemen sonra 11 Ocak 2003'te yapılan 3. Olağanüstü Kongre'de, aday olmayan Mesut Yılmaz'ın yerine Ali Talip Özdemir seçildi. Özdemir'in aynı yıl içinde istifa etmesiyle genel başkanlığa Nesrin Nas seçildi. Şubat 2005'te Kültür ve Turizm Bakanlığı ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nden istifa eden Isparta milletvekili Erkan Mumcu, 2 Nisan 2005 tarihinde yapılan kongrede tek aday olarak genel başkanlığa seçildi. Aynı yıl içinde logosunu ve ANAP olan kısaltmasını ANAVATAN olarak değiştirdi. ANAVATAN, 22. dönemde Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi'nden istifa etmiş milletvekillerinin katılımıyla TBMM'de grup kurabilcek milletvekili sayısına ulaştı ve 3. parti konumuna geldi. 2007 Genel Seçimleri öncesinde Doğru Yol Partisi ile birleşme kararı aldı, fakat daha sonra bazı nedenlerden dolayı birleşme gerçekleşemedi, aday listelerini geç verdiği gerekçesiyle de genel seçimlere de katılamadı. 25 Ekim 2008'de yapılan 6. Olağanüstü Büyük Kongre'de, genel başkanlıktan çekilen Mumcu'nun yerine Salih Uzun seçildi. 31 Ocak 2009'da yapılan tüzük kongresinde alınan kararla daha önce 1983'ten 2005 yılına kadar kullandığı logoyu yeniden kullanmaya başladı . 2009 yerel seçimlerinde eski genel başkanlardan Mesut Yılmaz`ın memleketi olan Rize dışında bir varlık gösteremedi. Aldığı binde 7'lik oy oranı, siyasi tabanının tamamen eriyerek eski gunlerine nazaran artık bir tabela partisi konumuna geldiğinin en açık göstergesi oldu. 23 Temmuz 2009'da Demokrat Parti (DP) ile birleşme kararı aldı. 31 Ekim 2009 tarihinde Ankara'da yapılan 10. Olağan Büyük Kongresi'nde, kendini fesih ve Demokrat Parti ile birleşme kararı alındı. Feshedilip Demokrat Parti ile birleştikten sonra, 16 Kasım 2009 tarihinde Büyük Anavatan Partisi adıyla Emanu
llah Gündüz tarafından kurulmuştur. Parti Anavatan Partisi'nin kurucusu Turgut Özal'ın görüşlerini savunuyordu. Ardından Büyük Anavatan Partisi ismini Birlik ve Huzur Partisi olarak değiştirmiştir. 7 Eylül 2011 tarihinde aynı adla tekrar kurulan partinin Genel Başkanlığına İbrahim Çelebi getirilmiştir. ANAP dört eğilime, dolayısıyla CHP'den kaynaklanan eğilime de sahip çıkma iddiasına karşın, siyasi yelpazenin sağında yer alan muhafazakar bir parti olmuştur. ANAP'ın muhafazakarlığı daha önceki sağ partilere oranla daha kentselleşmiş bir özellik göstermiştir. Özellikle Turgut Özal döneminde, ANAP'ta liderin ağırlığı, daha önceki sağ partilere göre daha belirgin olmuştur. Bütün toplumsal kesimlerden seçmenlere seslenen bir "seçmen partisi" niteliği gösteren ANAP, 1983, 1984 ve 1987'de eski sağ partilerin seçmenlerinin büyük bölümünün oylarını kendine çekti. 1980'li yıllarda en güçlü olduğu bölge, 12 Eylül öncesi üç sağ partinin (AP, MSP ve MHP) toplam gücünün en yüksek düzeye eriştiği Orta Anadolu'ydu. Ama, ülkenin tüm bölgelerinde, kırda ve kentte farklı ölçülerde de olsa, başarılı oldu. Anavatan Partisi iktidarları süresince Türkiye'de neo-liberal sisteme geçişi şiddetle desteklemiş ve bu doğrultuda icraatlar ortaya koymuştur. Günümüzde halen bu dönemde yaşanan değişimlerin etkilerinin sosyal ve ahlaki hayata yansımaları tartışılmaktadır. Parti ideoloji olarak Adalet Partisi (AP) misyonunun devamı gibi gözükse de uygulama ve politik yaklaşımlarında AP'nin misyonundan farklılık göstermiştir. 12 Eylül Darbesi'nden sonra merkez sağ kulvarı paylaştığı Doğru Yol Partisi'ne (DYP) göre çağdaş, kentli ve bilim yanlısı bir sağ oluşum çizgisi çizmeyi istemiştir. Turgut Özal, Cavit Şadi Pehlivanoğlu, Mehmet Keçeciler, Mesut Yılmaz, Cavit Kavak, Adnan Kahveci, Cemil Çiçek, Ali Ayağ, Mustafa Taşar, Kaya Erdem, Güneş Taner, Abdullah Tenekeci, Kazım Oksay, Recep Ercüment Konukman, Veysel Atasoy, Halil Şıvgın, Vehbi Dinçerler, Sudi Türel, Necat Eldem, Ali Tanrıyar, Bedrettin Doğancan Akyürek, İbrahim Özdemir, Abdulhalim Aras, Hüsnü Doğan, Leyla Yeniay Köseoğlu, Vural Arıkan, Bedrettin Dalan, Abdülhalim Aras, Nail Kul. August Bebel August Ferdinand Bebel (d. 22. Şubat 1840, Köln – ö. 13. Ağustos 1913, Passugg, İsviçre), Alman sosyalist politikacı ve gazeteci-yazar. Almanya'da "sosyal demokrat" siyâsî hareketin önde gelen fikir babaları arasında kabul edilir. 1840 yılında, Köln'de, yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Hayata torna işçisi olarak katıldı. 1861'de bir işçi derneğine girdi. Çalışma koşulları ve dernek yöneticiliği kendisini zamanla sosyalizme, giderek marksist sosyalizme yaklaştırdı. Bebel, W. Liebknecht ile birlikte, işçi hareketinin marksist kesimini canlandırdı. "Alman İşçileri Genel Birliği" başkanı Ferdinant Lasselle'ın 1864'te ölmesi üzerine başkanlığa seçilen J.B. von Schweitzer, İşçi Birliği'ni Prusya-Almanya çerçevesi içinde tutmak istiyordu. Bu tutum Bebel ile W. Liebknecht‘in muhalefete geçmesine sebep oldu. Çünkü Bebel, her şeyden önce beynelmilel bir görüşte ve Prusya düşmanıydı. Bebel, uzun çekişme yıllarından sonra 1869‘da arkadaşı W. Liebknecht ile birlikte Eisenach'ta, Sosyal Demokrat İşçi Partisi (SDAP)'yi kurdu. Bu parti, 1864'te Londra'da kurulmuş olan Uluslararası Emekçi Birliği'ne dayanmaktaydı. 1867'den ölümüne kadar Reichstag'da (Alman Meclisi) milletvekili olarak görev yaptı. 1870 Fransız-Alman savaşı patlak verdiği zaman, Alman İşçileri Genel Birliği ile Eisenachlılar birbirlerinden ayrı bir tutum benimsediler. Kuzey Almanya Meclisinde (Reichstag) Lassalecı Schweizer, Fritsche ve Mende savaş ödenekleri lehinde oy kullanırken, Bebel ve Liebknecht çekimser kaldılar. Bu tutumları kendilerine çok pahalıya mal oldu; vatana ihanetle suçlandılar ve kalebentliğe mahkum edildiler. 1890‘dan başlayarak revizyoncuların artan nüfuzuna karşı mücadeleye girişen Bebel ve onun başında bulunduğu Alman sosyalist hareketi, evrensel bir üne sahiptiler. Eylem adamı olduğu kadar, kuramcı da olan August Bebel, 1913 yılında ölmüştür. Birçok yapıtları yanında, en önemlisi "Kadın ve Sosyalizm"dir. "Teoride ve Pratikte" adlı kitabı da 1969 yılında Türkçe'ye tercüme edildi. Marduk (efsanevi gezegen) Marduk, 36 milyar km. uzaklıkta olduğuna inanılan ve 3661 yılda bir dönerek dünyaya yakın geçiş yaptığı iddia edilen gaz gezegen. İsmini Babil tanrılarının kralı Marduk'tan alır. Son yörünge geçişini, MÖ 1649'da yaptığı iddia edilen Marduk, bir mite göre Thera yanardağının patlamasını da içeren bir dizi doğal âfete neden olmuş, "Mısır’dan Çıkış" mitlerine esin kaynağı oluşturmuş, yakındoğu başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde siyasi ve sosyal dengeleri altüst etmiştir. Marduk, Babil ve Asurluların yaradılış destanlarında yer alan, tanrıların en bilgesi ve güçlüsüdür. Alexander Heidel'in yazdığı ve Türkçeye de çevrilen Enuma Eliş (Vaktiyle Yukarıda...) kitabında adı geçen bir yaradılış destanı kahramanı. Kötü tanrı Tiâmat'ı öldürmesi için özel olarak görevlendirilen ve onu öldürerek Babil şehrini kuran, yeri ve göğü yaratan, kendisine destek veren iyi tanrılara hizmet etsin diye insan soyunu da yaratan tanrı. Destan bir kısmı tamamıyla tahrip olmuş 7 kil tablet deşifre edilerek günümüze kazandırılmış. Yazıldığı tarih için ise, MÖ 700 den 1600 yılına kadar uzanan geniş bir aralığı söz konusu. Uranüs gezegeninin yörüngesinde- ki tedirginlikleri bilinmeyen başka bir gezegenin yapabileceği varsayımından hareketle Neptün gezegeninin keşfi, matematiğin bir zaferi oldu. Bundan sonra Neptün gezegeninin yörüngesindeki düzensizliklerden yola çıkılarak 9. gezegenin bulunması için matematikçiler ve gökbilimciler seferber oldular. Sonunda Plüton gezegeni 1930 yılında bulundu. Ancak 2006 yılında boyutu nedeniyle cüce gezegenler kategorisi altına alındı. Agasaya Agasaya, "Çığlık atan", bir Semitik savaş tanrıçasıydı. Daha sonra İştar'ın gökyüzünün savaşçısı tanımına dahil edilmiştir. Kubuntu Kubuntu, Debian dağıtımını temel alan Ubuntu dağıtımının GNOME masaüstü ortamı yerine KDE masaüstü ortamını kullanan türüdür. Ubuntu projesinin bir parçasıdır ve aynı temeli kullanır. Kubuntu ve Ubuntu, ubuntu-desktop ve kubuntu-desktop paketlerinin yüklenmesiyle beraber çalışabilirler. Kubuntu da Ubuntu ile eşzamanlı olarak altı ayda bir yeni sürüm çıkartır. Çevrimiçi olarak kendi sitelerinden ücretsiz indirilebilir. Kubuntu'nun diğer GNU/Linux dağıtımlarından farkı her zaman en son yazılımı en kısa sürede sunması ve geniş topluluğudur. Kubuntu kelimesi aslen "Ubuntu"nun başına KDE'yi simgeleyen bir "K" harfi getirilmesiyle oluşturulmuştur. Ayrıca kubuntu Bemba dilinde "insanlığa doğru" anlamına gelir ve (kuu-BUN-tuu) şeklinde telaffuz edilir . Kubuntu, aynı zamanda Mizo dilinde "arkadaşlık ruhu", Kirundi dilinde ise özgür anlamına gelir . "Bakınız: Ubuntu'nun özellikleri" Kurulumun Ubuntu'dan farkı bulunmamaktadır. Güncel sürüm, 14.10 KDE 4.14 ve canlı (çalışan) DVD'den kullanılan bir yükleme sistemiyle gelmektedir.Ayrıca 14.10 sürümüyle birlikte KDE 5 teknik önizleme sürümünü içeren harici bir yayınlanmıştır. Kubuntu Muon Yazılım Merkezini kullanmaktadır. Ancak depolardan Ubuntu'nun paket yöneticisi Synaptic de yüklenebilir. Synaptic paket yöneticisi kullanım açısından Kubuntu'nun eski paket yöneticisi olan Adept paket yöneticisine göre daha basit bir yapıya sahiptir. (K)ubuntu .deb uzantılı Debian paket sistemini kullanmaktadır. Bu nedenle hemen hemen tüm .deb uzantılı paketler Kubuntu'ya yüklenebilir. Bu sayede aradığınız bir yazılımın paketini kolayca bulabilirsiniz. Kubuntu'da kullanılabilecek yazılım sayısı 60000'in üzerindedir. Program yazanların büyük bir kısmı programlarını .deb uzantısı ile de paketlemektedir. Örnek olarak açık kaynak kodlu Jabbin isimli anında iletişim yazılımının .deb uzantılı paketi Kubuntu depolarında yer almazken, üretici sitesinde yer almaktadır. Ubuntu, Gnome ile birlikte geldiği için Gnome'nin araçlarına sahiptir; aynı şekilde Kubuntu da KDE ile birlikte gelen yazılımları içermektedir. Öte yandan bu yazılımlar sonradan rahatlıkla diğerine yüklenebilmektedir. Ubuntu ile Kubuntu arasındaki uygulama karşılaştırmaları aşağıdaki tabloda verilmiştir: Kubuntu'nun tüm sürümleri (LTS - Uzun Süreli Destekli veya Latest Release (en son sürüm)) Kubuntu İndir sayfasından indirilebilmektedir. İndirilen ISO dosyası yaklaşık 1 GB'dır. Ayrıca Ubuntu Türkiye Forumları üzerinden Kubuntu DVD paylaşımı yapılmaktadır. Dileyen kullanıcılar bu alan vasıtası ile birbirleri arasında "ücret talep etmeden" CD paylaşımı yapabilmektedirler. Apsû Apsû (abzu veya engur olarak da bilinir) Sümer ve Akad mitolojisindeki yeraltı tatlı su okyanusuna verilen isimdir. Göller, pınarlar, nehirler, kuyular ve diğer tatlı su kaynaklarının suyu "apsû"`dan çektiğine (aldığına) inanılırdı. İnsanoğlu yaratılmadan önce Sümer tanrısı Enki'nin (Akad'da Ea) "apsû"`da yaşadığına inanılırdı. Karısı Damgalnuna, annesi Nammu ve uşakvari bir yaratık türünün de "apsû"`da yaşadığına inanılırdı. Eridu'da Enki'nin tapınağı "E-abzu" ("abzu tapınağı") olarak bilinirdi. Babil ve Asur tapınak avlularında bulunan belirli kutsal su depolarına da "apsû" veya "abzu" denirdi. Bazılarına göre bu böylece İslam camilerindeki yıkama havuzlarının veya Hıristiyan kiliselerindeki vaftiz pınarlarının öncüsüdür. Miryokefalon Muharebesi Miryokefalon (Myriokephalon) Muharebesi (Türkçe adlandırması: Düzbel Savaşı) Anadolu Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan ile Bizans imparatoru I. Manuil arasında, Denizli Çivril Düzbel geçidi yakınlarında Miryokefalon'da (Myriokephalon) yapılan savaş. Anadolu'da Türk hakimiyetinin kabul edildiği savaştır. Zengi Hanedanının Suriye ve Musul hükümdarı Atabeg Nureddin Mahmud Zengi'nin ölümü üzerine (1174), büyük bir rakipten kurtulan II. Kılıç Arslan, ertesi yıl, Sivas ve Tokat bölgelerine hâkim olan Danişmendli Beyliğine son verdi. Manuil, Papaya bir mektup yazarak, zamanın yeni bir haçlı seferi için elverişli olduğunu ve "Anadolu'dan geçen yolun artık güven altına alınacağını" bildi
rdi. Bizans İmparatoru I. Manuil Kilikya kıyı bölgelerini tekrar eline geçirmiş ve Haçlılar tarafından kurulan Antakya Prensliği üzerinde Bizans hakimiyetinin kabul edilmesini sağlamıştı. Diğer taraftan Bizans sınırlarında özellikle Eskişehir yörelerinde yoğun bir şekilde çoğalan Türkmenlerin, Denizli, Kırkağaç, Bergama ve Edremit'e değin Bizans yörelerine akınlarda bulunmaktaydılar ve bu akınları önlemek istemekteydi. 1174'de Halep emiri Nureddin Zengi ölmüş ve yerine geçen Selahaddin eli altında bulunan arazilerin kuzeyindeki gelişmelerden gözünü çekmiş hedefini Mısır üzerine odaklandırmıştı. Bu gelişmelerden haberdar olan I. Manuil Anadolu Selçuklularının bir güçlü taraftarın desteğinden mahrum kaldığını düşünmekteydi. Böylece toprak elde etmek ve kendi topraklarına gelen hücumları önlemek amacıyla Selçuklular diğer destek alamayacakları bir sırada Bizans İmparatoru I. Manuil Anadoluya yeni kuvvetler göndermekle birlikte düzenleyeceği bir sefer için de askeri hazırlıklara başladı. Onun bu hazırlıklarını haber alan II. Kılıç Arslan, bir elçi heyeti göndererek daha önce yapılan barış antlaşmasının yenilenmesini önerdi. Fakat İmparator I. Manuil, Bizansa yöneltilen Türkmen akınlarının durdurulması, Bizans'a sığınan Danişmendliler emiri Zünnun ile şehzade Şahinşah'ın, daha önce yönetiminde bulunan ülkelerinin Bizans'a bırakılması şartıyla buna razı olacağını sultana bildirdi. Bu şartları kabule yanaşmayan sultan, atlı kuvvetler sevk edip Denizli yörelerine kadar olan Bizans topraklarını ağır bir şekilde tahrip etti. İmparator, Bizans kuvvetleri eşliğinde, önce şehzade Şahinşah'ı daha sonra da Zünnun'u Anadolu'ya gönderme girişiminde bulundu ise de II. Kılıç Arslan'ın aldığı önlemler karşısında başarılı olamadı; Şahinşah ve Zünnun yeniden Bizans'a kaçmak zorunda bırakıldılar. Kılıç Arslan, imparatora elçiler göndererek barış isteğinde bulundu. Sultanın ikinci barış önerisini de reddeden Manuil 1176 yazında, amcasının oğlu Andronikos Vatatzes'i bir orduyla Paflagonya'ya Amasya'ya doğru yola çıkardı. İmparator'un kendisi de, içinde Frank, Peçenek, Macar ve Sırp kuvvetleri bulunduğu orduyla, Anadolu Selçuklu Devleti'nin başkenti olan Konya üstüne yöneldi. Paflagonya'ya gönderilen Andronikos Vatatzes'in ordusu Eylül ayı başlarında, Niksar surları önünde yapılan meydan savaşında, Selçuklu ordusu tarafından yenildi. Vatatzes'in kesilen başı, bir zafer nişanesi olarak II. Kılıç Arslan'a gönderildi. I. Manuil'in idaresinde Konstantinopolis'den yürüyüşe geçen ordunun çok büyük olduğu ve yürüyüşte 15 küsur kilometre uzunluk gösterdiği yazılmıştır. I. Manuil önce Konya'yi hedef almış ve o şehri eline geçirirse Konya ile Antakya'ya arasında bulunan arazileri de eline geçirmeyi planlamıştı. Uçlarda bulunan kalabalık Türkmen kuvvetleri, Konya'ya yönelik I. Manuil idaresindeki Bizans ordusuna ufak ama yıpratıcı hücumlarla mukavemet gösterdiler. Manuil'in ordusu, Denizli'de Eskihisar (Laodicea)'dan geçerek, Menderes vadisinden geçerek [KHOMA (HOMA) ucundaki Akdağ dizisine giden dağlık bölgeye girdi. Kuşatma araçları, erzak fazlalığı ve ağır arabalar, ordunun ilerlemesini yavaşlatıyordu. Ayrıca geçmek zorunda oldukları bölge, Selçuklular tarafında tahrip edilmişti. Bizans ordusunun ilerlediği yol üzerinde, o zaman "Tribritze" geçiti denilen ve çıkış yerinde, tahrip edilmiş "Miryokefalon" kalesinin bulunduğu bir geçit bulunmaktaydı. II. Kılıç Arslan idaresindeki Selçuklu ordusu, Bizans ordusunu, bu dar ve sarp Miryokefalon yıkık kalesinin bulunduğu geçitte karşılamaya hazırlanmıştı. Bu geçitin şimdi tam olarak nerede bulunduğu hakkında bazı tartışmalar vardır. Büyük olasılıkla geçit Denizli ilinin Çivril ilçesinde "Düzbel Geçidi" olup muharebe Düzbel geçidi içinde vukuu bulmuştur. Aynı ildede (Çivril ilçesinde) Küfi boğazında geçtiğini iddia edenler varsa da, sağlam bir kanıt sunamamaktadırlar.. Kendine bağlı küçük beyliklerden yardımcı kuvvetler alan Kılıç Arslan'ın ordusunun asker sayısı hemen hemen Manuil'in ordusuna eşitti, ancak Selçuklu ordusu daha kötü teçhizatlıydı. Fakat, Selçuklu ordusunun daha fazla hareket imkanı vardı. Selçuklu ordusu, bu dar dağ geçidinin dağ yamaç ve doruklarında toplu olarak bulunuyordu. Manuil'in ileri görüşlü subayları, ağır hareketli Bizans ordusunu, geçidin içindeki dar ve çukur yoldan geçirmemesi için imparatoru uyardılar. Fakat ordudaki genç ve tecrübesiz prensler, kendilerine güveniyor, şan ve şöhret kazanmak istiyorlardı. Bunlar, imparatora baskı yaparak onu bu yolda ilerlemeye zorladılar. İmparator'un neden bunu kabul ettiği üzerinde tartışma vardır. Bizans ordusu geçide giriş sırasına göre kollara bölünmüştü. Önde piyadelerden oluşan bir "Öncü Kolu" vardi. Diğer kollar piyade ve süvari karışığı idi. Öncüleri takip eden "Ana Kol"da doğu ve batı Thema'lardan eyalet askerleri bulunmaktaydı. Sonra "Sol Kanat Kolu" Antakyalılar ve diğer Batı "Thema" eyalet askerlerinden oluşmakta I. Manuil'in kayınbiraderi Frank asıllı Antakya Prensi Baudouin komutasındaydı. Bunların arkasında ağırlıklar ve kuşatma için kullanılacak büyük mancınık tipli harp aletler taşıyıcı arabalar gelmekteydi. Sonra "Sol Kanat Kolu" General "Theodor Mavrozomes" ve "İoannis Kantakuzenos" komutasında askerler ile İmparator Manuil ve kendi seçme muhafız birliğinden oluşmaktaydı. "Artçı Kol" ise General "Andronikos Konstostenfanos"un emrinde idi. 17 Eylül 1176'da Bizans "Öncü Kol" kuvvetleri, zor kullanarak geçide girdiler. "Öncü Kol" ve "Ana Kol" güçleri pek az bir zayiatla geçitten geçtiler. Selçuklular, önce geri çekilerek dağlara saptılar. Bu iki Bizans ordusu kolu geçidin ağzından çıktıkları zaman, "Artçı Kolu" geçite daha yeni girecekti. Geçit içinde bulunan ordu kolları ve ağırlıklar geçitte 15 kilometre uzunlukta bir sıra halindeydi. Birden geçidin her iki yamaç ve doruklarında bulunan Selçuk ordusu önce yamaçlardan aşağı inerek geçit ağızlarına saldırıp geçidin içinde bulunan Bizans birliklerini bir tuzak içine aldılar. Bizans "Sağ Kanat Kolu" üzerine çok ağır bir Selçuklu hücumu geldi; bu "Sağ Kanat Kolu" birliğini kaybetti; askerler küçük birbirinden habersiz parçalara bölündü. Bu kol çok ağır zayiat verdi. Bu koldaki süvarilerin başında İmparatorun kayınbiraderi Antakyalı Baudouin, Selçuklulara karşı saldırıya geçtiyse de bütün adamları kılıçtan geçirildi ve kendi hayatını da kaybetti. Özellikle Türkler sonra hücumlarını taşıt araçlarına, arabalara ve araba atlarına odaklayıp bunlar için geçidi geçilmez hale getirdiler. Sonra geçitte bulunan Bizans ordusunun diğer kollarını eritme hücumlarına başladılar. Geçidin aşağısında bulunan askerler, durumu görüyor, fakat sıkışık durumda oldukları için yardım edemiyorlardı. "Sol Kanat Kolu "da büyük zayiat verdi ve komutanlarından biri, İoannis Kantakuzenos, Selçuklular tarafından öldürüldü . Kalan Bizans askerleri Selçukluların önden mi arkadan mı hücum edeceklerini anlayamayıp paniğe kapıldılar. Hava da bozmuş, çok kesif bir toz fırtınası geçidi kaplamıştı ve bu her iki tarafa da aksi tesir yapmakla beraber panik halinde olan Bizanslıların morali ve organizasyonu üzerinde çok fena tesir yaptı. Bu sırada "Sol Kanat Kolu"nda olan İmparator I. Manuil de bütün moralini kaybetmiş, yere oturmuş, pasif olarak ordusunun ve kendisinin akıbetini düşünmeye koyulmuştu. Sonunda kurmaylarının zorlaması ile İmparator kendini topladı; elinde kalan askerleri arasında bir disiplin kurdu ve savunma grupları oluşturdu. Bu gruplar her tarafa yayılmış insan ve hayvan ölüleri ve tahrip olmuş ağırlıklar arasından geçebilip geçitin dışına çıkmayı başardılar. Burada zaten geçitte yakalanmamış olan ve savunma siperli bir ordugah hazırlamış olan İoannis ve Andronikos Angelos komutasındaki "Öncü Kolu" ve Konstantin Makrodukas ve Andronikos Lapardas komutasında "Ana Kol" askerleri ile yine birleştiler. Andronikos Kontostefanos komutasındaki "Artçı Kolu" ise baskında geçide yeni girmekte olduğu için nispeten daha az zayiat vermişti ve biraz zaman sonra geçitten hücum uğramadan geçip onlarla birleşti. Bütün gece Selçuklu atlı kuvvetleri okları ile hücumlarına devam ettiler; ama Bizans savunma hatları bu hücumlara dayandı Ertesi gün de Selçuklu atlı kuvvetlerinin ok atımıyla yaptıkları hücumlar devam etti. İmparator geçidi başta zayiat vermeden geçen birliklere iki karşı hücum yaptırttı, ama genellikle muharebenin kızgınlığı geçmişti. Bu muharebenin dikkate değer bir özelliği bir yüzyıl kadar önce 1071de Malazgirt Meydan Muharebesinde Bizans güçleri yenilgiye uğrayınca dört bir tarafa çil yavrusu gibi yayılıp imparatorları Romen Diyojen'i yalnız bırakıp onun esir olmasına neden olmuşken, bu yenilgide bütün yenik Bizans birliklerinin birleşip İmparatorlarını birlikte korumalarıdır. İmparator I. Manuil'in Türklere esir olmaktan korkup birliklerini bırakıp kaçmayı düşündüğü; fakat ismi bilinmiyen bir Bizanslı asker ve general Kostostefanos tarafından çok sert serzeniş ve laflarla bu kararından caydırıldığı bildirilmiştir. Her iki taraf da zayiat vermiştir ama ne kadar olduğu bilinmemektedir. Bizans ordusundan kalan birlikler muharebeden sonra geçide girdiklerinde Türk ölülerinin kaldırılmış olduğunu görmüşlerdir. Fakat gördükleri en önemli tahribat Konya'yı kuşatma için yanlarında getirdikleri mancınık tipi kuşatma makinalarının hepsinin kullanılmaz ve tamir edilmez bir halde oluşuydu. Böylece İmparator'un Konya'yı kuşatıp alma ve oradan ta Antakya'ya gitme düşleri boşa gitmiş oldu. Selçuk Sultanı'da Bizans ordusunun hepsinin tahrip edilemeyeceğini anlayınca barış taraflısı oldu. O akşam Sultan, Gabras adlı bir elçiyi bir İran savaş atı ve bir kılıç hediyesiyle İmparator'un kampına barış şartlarını müzakere etmek için gönderdi. Bu müzakerelerde Selçuklular eğer Eskişehir (Dorileon) ve Gümüşsu (Sublaion) kalelerinin Bizanslılara tarafından boşaltılıp yıkılması şartıyla, kalan Bizans ordusunun kayıtsız şartsız hiç hücuma uğramadan geri gidebileceğini teklif ettiler; Bizanslılar da bunları kabul ettiler. I. Manuil, Bizans'a dönerken, yolda Türkmenlerin sürekli saldırılarına uğradı. Sonradan,
Bizanslılar imzalanan bu barış anlaşmasına aykırı olarak Dorileon kalesini yıktırmama kararlarına bir bahane olarak barışa aykırı olan bu hücumları gösterdiler. Fakat İmparator Sublaion kalesine geldiğinde imzaladığı barış şartlarına göre o kaleyi yıktırdı. Birkaç gün sonra Alaşehir (Filedelfiya)'ya geldiği zaman Konstantinopolis'e ulaklarla mesaj göndererek bu muharebede kaybettiklerinin bir ayrıntılı hesaplarını verdi. Bu mesaja göre Miryokefelon yenilgisi bir yüzyıl önceki Malazgirt Meydan Muharebesi'ndeki Bizans yenilgisine benzemekteydi. Ancak Malazgirt'te Bizans İmparatoru esir düşmüştü ve I. Manuil hala ordusu kalıntılarına komuta etmekte serbestti. Bel (tanrı) "Lord/Tanrı" veya "Efendi" anlamlarına gelen Bel, bir isimden çok unvandı. Babil dinindeki çeşitli tanrılara verilirdi. Dişil şekli "Belit" yani "Hanım/Tanrıça, Sahibe". Dilsel olarak kuzeybatı Semitik'teki "Baal" ile akraba olan "Bel" sözcüğün bir doğu Semitik şeklidir. Bu iki sözcük eşanlamlıdır. Mummu Mummu, tarih öncesi (primordiyal) tanrılardan Apsû (tatlı su) ve Tiamat'ın (tuzlu su) vezir tanrısı. Teknik yeteneğin vücut bulmuş hâli, cismani şekli olmasının yanı sıra antik Sümero-Babil zanaatkâr-tanrısıydı. Efsaneye göre tatlı su ruhu ile dişi bir devden Mum-mu denilen ne olduğu bilinmeyen bir varlık türemiş. Mum-mu biri dişi, biri erkek iki yılan doğurmuş. Bu yılanların evlenmesiyle , gökler ve yerler meydana gelmiş. İnsanlar yaratılan bu evrenin kırmızı bir öküzün boynuzunun üstünde durduğuna inanmışlar. Bu öküz bir taşın üzerinde, taş bir balığın sırtında, balık suda, su da havadaymış Antik Sümerce'de Mummu kelimesi "uyanan" anlamına gelip teknoloji, matematik ve soyut kavramları Mezopotamya halkına getirdiğine inanılıyordu. Nabu Nabu, Asur ve Babil hikmet-irfan ve yazı tanrısı. Babilliler tarafından, Marduk'un oğlu ve Ea'nın torunu olarak tapılırdı. Nabu'nun eşi Taşmetum'du. Aslen, Nabu Amoritler tarafından Mezopotamya'ya getirilmiş bir batı Semitik putuydu. Nabu'ya Anbay veya Nebo (Tanrılar elçisi) ismiyle Güney Arapları da tapınmışlardır. Balkan dil birliği Balkan dil birliği, Balkanlar’da konuşulan ve özünde çok farklı olan diller arasında dil bilgisi, söz dizimi, sözcük dağarcığı ve ses bilimi açısından mevcut bazı benzerlikleri açıklamak için ortaya atılmış bir dilbilim kuramıdır. Kuramın Türkçeyi ilgilendiren yönleri de bulunmaktadır. Ancak öncelikle, hepsi özgün birer Hint-Avrupa dili olan Yunanca ve Arnavutça, üç Slav dili (Bulgarca, Makedonca, Sırpça) ve dört Latin dili (Rumence, Arumence, Megleno-Rumence ve İstro-Rumence) arasındaki ilişkileri konu etmektedir. Bu dört grupta anılan diller arasındaki ortak sözcük varlığı görece azdır. Ancak dilbilim ve sözdizimi çözümlemelerinde dikkat çekici ortak eğilimler mevcuttur. Balkan dilleri arasında mevcut bu benzerliklere ilk kez Sloven dilbilimci Jernej Kopitar tarafından 1829 yılında dikkat çekilmiştir. Ancak kuram, özellikle Gustav Weigand ve Kristian Sandfeld-Jensen'in katkılarıyla 1920'li yıllarda olgunlaştırılmıştır. "Balkan dil birliği" terimi ilk kez 1958'de Rumen dilbilimci Alexandru Rosetti tarafından ortaya atılmıştır. Sözcük dağarcıkları apayrı olan bu dillerde esasen birlikten ziyade yapısal benzerlikler söz konusu olmakla birlikte, bu terim geniş ölçüde benimsenmiştir. Yapısal ögeler arasındaki yakınlığın bu anlamda bir birlik oluşturduğunu öne süren dilbilimciler de bulunmaktadır. Tartışma bu benzeşmelerin ne ölçüde coğrafi yakınlıkla, ne oranda da bu dillerin kendi içlerindeki evrimleriyle ilgili olduğu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu konuda tartışmalar sürmekte olup, çeşitli varsayımlar ortaya atılmıştır. Balkanlardaki Latin ve Slav dillerinde göze çarpan bazı özellikler diğer coğrafyalardaki Latin ve Slav dillerinde görülmediğinden, kuramın ilk olarak geliştirildiği dönemlerde araştırmalar yürütmüş olan dilbilimciler bu özelliklerin Balkanların eski yerli dillerinin kalıntıları olabileceğini, Trakça, Daçça ve İllirce'nin böylece günümüz Balkan dilleri için bir alt katman (substratum) teşkil etmiş olabileceklerini öne sürmüşlerdir. Ancak bu tarihi diller üzerindeki bilgi çok az olduğundan Balkan dil birliğine giren özellikleri bulundurup bulundurmadıkları da bilinmemektedir. 1930'larda ortaya atılmış bir varsayım, Yunan kültürünün diğer Balkan dillerinin kültüründen daha ileri aşamalarda bulunmuş olduğu savından hareketle, Balkan dil birliğine yol açan bütün etkenlerin eski Yunanca'dan nüfuz etmiş olduğudur. Ancak Balkan dil birliğine giren özelliklerin hiçbiri eski Yunanca'da bulunmamaktadır. Bizzat günümüz Yunanca'sındaki Balkanizm unsurları Klasik Dönem ve Bizans İmparatorluğu'dan sonra girmiş yenilikler görünümündedir. Yunanca'nın Balkan dil birliğine dahil edilebilecek yönleri de daha azdır. Roma İmparatorluğu Balkanların tamamını belli bir süre yönetimi altında tutmuş olduğundan, Rumence'nin atası olan Latin diyalektinin bütün Balkan dillerine etkide bulunmuş olması ve sonradan gelen Slavlar için de bir substratum teşkil etmiş olması mümkündür. Ancak diğer coğrafyalardaki Latin dillerinde bu Balkan dil birliği unsurlarına fazla rastlanmamaktadır. Öte yandan, Latince'den türemiş Vlahca'nın Makedonca için bir alt katman işlevi görmüş olması mümkündür. Ancak, bu düşünce de Balkan dil birliği unsurlarının Vlahca'ya nasıl girdiğini açıklamamaktadır. Günümüzde en sık dile getirilen açıklamadır. Bütün ortak unsurların tek bir kaynaktan gelmediği ve diller arasında karşılıklı etkileşimler cereyan ettiği şeklindedir. Yunan, Latin ve Slav dillerinin özelliklerinin farklı gruplardaki dillere nüfuz etmesi gibi, Romanya'da Latinler öncesi, güney Balkanlarda Slavlar öncesi kavimlerin dillerinden aktarılmış bir alt katman da rol oynamıştır. Bizans İmparatorluğu'nun şaşaalı döneminde ve Osmanlı İmparatorluğu boyunca da 500 yıl Balkan yarımadasının tek bir devletin sınırları içinde olması da diller arası alışverişleri kolaylaştırmıştır. Nüfus hareketleri ve bireylerin birden fazla dil konuşma alışkanlığı Balkan dillerine ortak eğilimler kazandırmıştır. Bulgarların Slavlaşmasından önce ve Osmanlı yönetiminde Türk unsurların siyasi hakimiyetinin söz konusu olduğu da unutulmamalıdır. Arnavutça ise hem Latin hem de Slav dillerinden etkilenmiştir. İlk temaslar, muhtemelen, Arnavutların ataları ile uzantıları bugünkü Makedonya ve kuzey Yunanistan'da mevcut Ulah toplumu olan Latin kökenli halklar arasında M.S. 1. yüzyıl ve 5. yüzyıl arasında gerçekleşmiştir. Arnavutça'daki Balkan Latincesi kökenli sözcükler ve Ulah'dan alıntılar bunu doğrulamaktadır. Dil birliğinin Rumence için de geçerli olması, bu temasların Balkanlardaki Latin halkları dağılmadan önce gerçekleştiğini doğrulamaktadır. Bu dağılmada en önemli etken Slavların Balkanları istilası (8. yüzyıl - 12. yüzyıl arası) olmuştur. Sırpçada dil birliği unsurlarının azlığı ve bu unsurların özellikle Sırpça ve Bulgarca arasında bir ara diyalekt olan Torlakçada belirmesi, Sırpçanın dil birliğine en son girmiş dil olduğunu göstermektedir. Arnavutçanın coğrafyası ise Osmanlı yönetiminde genişlemiş ve bu arada çeşitli bölgelere Türk nüfus iskan edilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nun zayıflaması ve Hristiyan Balkan halklarının Avrupa'da gerçekleşen yenilikleri (sağlık, eğitim gibi) daha erken benimsemiş olmaları nüfus dengelerinin ibresini Slav ve Yunan halkları lehine çevirmiştir. İsim hallerinin azalması bütün Balkan dillerinde görülmüştür. Edebi Sırpça bu eğilimin tek istisnasıdır. Özellikle genitif (iyelik hali) ve datif (-e hali) kaynaşması dikkat çekicidir. Gelecek zaman İngilizce'de olduğu gibi analitik hale gelmiş, başka bir deyişle fiilin şeklinin değiştirilmesinden ziyade fiilden önce bir yardımcı fiil (İngilizcede 'will') kullanma alışkanlığı yerleşmiştir. Fiilerin mastar hali Balkanlar dışındaki Latin ve Slav dillerinde ve standart Türkçede canlılığı korumakta iken, bu dillerin Balkanlar’daki temsilcilerinde genelde dilek kipi ile değiştirilmektedir. Bazı Balkan dillerinde "Yazmak istiyorum" aşağıdaki şekillerde söylenmektedir: Balkan dil birliğine birkaç yüz sözcük de dâhildir. Bu sözcüklerin çoğunun menşei Yunanca veya Türkçedir. Bizans İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu'nun bölgedeki hâkimiyetinin kalıntılarıdır. Ayrıca, özellikle Arnavutça, Bulgarca ve Rumence arasında sözcük alışverişleri de olmuştur. İdiomatik ifadelerde de dikkat çekici paralellikler bulunmaktadır. Sarpanit Sarpanit (Zarpanit, Zarpandit, Zerpanitum, Zerbanitu veya Zirbanit), Babil mitolojisindeki bir ana tanrıçadır. Baş tanrı Marduk'un eşidir. Ona Ay yükselişi ile tapılırdı. Ayrıca çoğunlukla hamile olarak betimlenmiştir. Gamsu, İştar ve/veya Beltis ile aynı olabilir. A'mâk-ı Hayâl Âmâk-ı Hayâl ("Hayâlin Derinlikleri"), Şehbenderzâde Filibeli Ahmed Hilmi tarafından 1910'da yazılmış bir eserdir. Tasavvuf edebiyatının önemli eserlerinden olan "A'mâk-ı Hayâl", Vahdet-i Vücûd inancını anlatmaktadır. Eser birçok tasavvufi öğenin yanı sıra farklı dinlerin (Budizm veya Zerdüştlük gibi) önemli unsurlarını da barındırır. Sahneye uyarlanmış, çizgi romanı yapılmıştır. Eserin ismi, Arapça ‘gözün iç köşesi, göz pınarı’ mânâsındaki mu’k (مؤق) kelimesinin çoğulu olan âmâk (آماق) ‘pınarlar’ ve ‘imgelem, imajinasyon’ mânâsındaki hayâl kelimelerinden oluşmakta olup, Hayal Pınarları veya Hayal(in) Derinlikleri olarak çevirilebilir. Romanın çerçeve hikâyesi, başkahraman olan "Râci"'nin hayata dair sorularını cevaplamak istemesini anlatır. Bu soruların çoğu ontolojik sorulardır. Her ne kadar birçok farklı bilim, felsefe ve inanç ile sorularına cevap aramışsa da bu kültürlü genç bir türlü tatmin olamaz. Bu ruh haliyle bir gün mezarlıkta karşılaştığı "Aynalı Baba"'dan çok etkilenir. Aynalı Baba ile düzenli olarak buluşurlar ve her buluşmalarında kahve yapıp içtikten sonra, Aynalı Baba ney üflemeye başlar. Bu ney sesiyle Râci dalar ve hayaller görmeye başlar. Her hayalde çok farklı bir dünya ve durumda bulur kendini. Bu hayallerin her biri birer hikâye şeklindedir ve hepsi Tasavvufun, özellikle de Vahdet-i Vücûd inancını
n bir yönünü anlatır. Bu hikâyelerin kurgusu çok çeşitlidir; antik dinlerin öğelerinden mistik düşüncelere kadar birçok farklı kavramı barındırır. Fibonacci dizisi Fibonacci dizisi, her sayının kendinden öncekiyle toplanması sonucu oluşan bir sayı dizisidir. Bu şekilde devam eden bu dizide sayılar birbirleriyle oranlandığında altın oran ortaya çıkar, yani bir sayı kendisinden önceki sayıya bölündüğünde altın orana gittikçe yaklaşan bir dizi elde edilir. Bu durumda genel olarak n'inci Fibonacci sayısı F(n) şu şekilde ifade edilir: Bu da bir Fibonacci dizisidir:4, 4, 8, 12, 20, 32, 52, … Çünkü Fibonacci dizisi herhangi iki sayıdan başlayabilir. Fibonacci sayı dizisindeki sayıların birbirleriyle oranı olan ve altın oran denilen 1,618 sayısı ise doğada, sanatta ve hayatın her alanında görülen ve estetik ile bağdaştırılan bir sayıdır. Ayrıca Pascal Üçgeninde de fibonacci sayı dizisi bulunmaktadır. Amerikan İç Savaşı Amerikan İç Savaşı veya diğer adıyla Eyaletler Arası Savaş, Amerika Birleşik Devletleri'nin Washington'daki yönetimi ile bu ülkeden ayrılmak isteyen 11 Güney Eyaleti arasında çıkmış geniş kapsamlı bir iç savaştır. 11 Güneyli Eyalet Abraham Lincoln'un 1860 yılında başkan seçilmesiyle Jefferson Davis komutasında bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. 12 Nisan 1861 yılında ise Güney Carolina'daki Sumter Kalesi'nden ilk top atışıyla birlikte savaş başlamıştır. Savaşın ilk sonucu Lincoln'un duraksamalarına ve bazı Demokrat Parti'lilerin tepkisine rağmen köleliğin kaldırılmasıdır. 22 Eylül 1862'de hazırlanmaya başlanan, 1 Ocak 1863'te uygulamaya konan bu önlem, 13 anayasa değişikliği önergesinin oylanıp kabul edilmesiyle 31 Ocak 1865'te yasallaşmıştır. Ancak bu zaferden beş gün sonra Lincoln bir suikast sonucu öldürülmüştür. 19. yüzyılın ortalarında Amerika Birleşik Devletleri'nin güneydoğu bölgelerinde büyük çiftliklerin ağırlıkta olduğu ve tarıma dayanan bir ekonomi yerleşmişti. Bu çiftliklerde özellikle pamuk, tütün ve şeker kamışı yetiştirilmekte ve gereken işgücü Afrika'dan kaçırılıp getirilen siyahi kökenlilerden oluşan kölelerden sağlanmaktaydı. ABD'nin diğer bölgelerinde ekonomi sanayiye yönelmiş ve bunun gerektirdiği serbest işgücü için kölelik ortadan kaldırılmıştı. ABD'nin batı kesiminde hala yeni eyaletler kurulmaya devam ediyor ve bu yeni eyaletlerin çoğunda kölelik yasaklanıyordu. Bu ortamda güney eyaletleri köleliğin eninde sonunda güneyde de yasaklanacağından endişelenmekteydiler. Bu da güneyin köleliğe dayanan üretim tarzını kökünden tehdit ediyordu. Köleliği kaldırmaya söz vererek seçime katılan başkan adayı Abraham Lincoln seçimi kazanınca güneyli 7 eyalet (Güney Karolina, Mississippi, Florida, Alabama, Teksas, Georgia ve Louisiana) yeni başkanın köleliği kaldıracağına kesin gözle bakarak hemen ABD'den bağımsızlığını ilan ettiler. Bu eyaletler Jefferson Davis'in başkanlığı altında Amerika Konfedere Devletleri adı altında yeni bir devlet kurdular. Kısa bir süre sonra buna 4 eyalet (Virjinya, Arkansas, Kuzey Karolina ve Tennessee) daha katıldı. Bu toplam 11 eyalet Amerikan İç Savaşı'nda güneyli "konfederasyon" tarafını oluşturdular. Ülkenin geri kalan kısmı (özellikle kuzeydoğu kısmı) da kuzeyli "union "birlik"" tarafını oluşturdular. Bir süre sonra iki devlet arasında savaş patlak verdi. Amerikan İç Savaşı'nın ilk yıllarında hiçbir taraf üstünlük sağlayamadı. Her iki taraftan da birçok kayıplar oldu ve her iki taraf da zaman zaman askeri başarılar elde etse de baskın çıkamadı. 1863 yılının Temmuz ayında gerçekleşen Gettysburg Muharebesi önemli bir dönüm noktası oldu. Güneyden 75 bin, kuzeyden 82 bin askerin katıldığı bu kanlı savaşta her iki taraf da askerlerinin yaklaşık üçte birini kaybettiler ama kuzeyliler tartışmasız bir üstünlük sağladı. En sonunda 9 Nisan 1865 tarihinde kuzey orduları güneyli ünlü komutan Robert Edward Lee'nin ordularını birkaç koldan sardılar ve teslim olmaya mecbur bıraktılar. Aynı yılın Haziran ayında geri kalan bütün güney askerleri de silahlarını bırakarak teslim oldular ve  Amerikan İç Savaşı kuzeyin zaferiyle sona erdi.  Savaşın sonuna yaklaşırken kuzeyli başkan Abraham Lincoln bir güneylinin yaptığı suikast sonucu vurularak öldü. Savaşın bitiminde güneydeki bütün kölelere özgürlük hakları verildi. Kısa bir süre sonra da köleler oy kullanma hakkını kazandılar. ABD'nin güneyinde köleliğe dayanan tarım ekonomisi sona erdi. Amerika Birleşik Devletleri bölünme tehlikesinin üstesinden gelerek tekrar tek bir ülke olarak birleşmiş oldu. Savaşın sonunda güneydeki siyahilere birçok hak verildiyse de, bunlar kısa süre içinde güneyli beyazlar tarafından geri alındı. Ayrıca savaştan önce ABD'nin güney ve kuzey tarafları eşit zenginlikteyken, savaştan sonra güney ekonomik yıkıma uğradı ve kuzey öne geçti. Metin Tekin Metin Tekin (d. 8 Mayıs 1964, İzmit), Kanat mevkinde forma giymiş ve Sarı Fırtına lakaplı Beşiktaş'ın sembol isimlerinden olan millî eski futbolcu ve teknik direktör. "Metin Tekin", forvet bölgesinde de oynamasına rağmen çoğunlukla kanatlarda görev almıştır. Hızının yanı sıra gücü, tekniği ve kafa golleri ile de Beşiktaş'a hizmetini sürdürmüştür. Beşiktaş'ta 21 kupa kazanarak en çok kupa kazanan isimlerinden biri oldu. 2003'de 100 yılın en iyi futbolcularından seçilerek altın 11'e girmiştir. Birçok dergiye ve belgesellere konu olan Metin Tekin, halen beIN Sports'da futbol yorumcusu olarak görev yapmaktadır. Futbola avukat babasının desteği ile Kocaelispor altyapısında başladı. Fuleli deparları, sürati ve çalımlarıyla kısa sürede sivrilen Metin, kısa sürede ilgi çekti ve PAF Ligi'nin yıldız oyuncusu durumuna geldi. Henüz Kocaelispor'un A takımında oynayamadan Beşiktaş'a transfer oldu. 18 yaşında iken, 1982-83 sezonunda Beşiktaş'taki ilk sezonunda forma şansı buldu ve 11 numaralı formasıyla kısa sürede takımın sembol isimlerinden biri durumuna geldi. Burada o dönemde siyah beyazlı takımın önemli bir gençleştirme operasyonuna başlaması da önemli rol oynadı. Beşiktaş forması altındaki henüz 18 yaşındayken ilk golünü 2 Ocak 1982 tarihinde BJK İnönü Stadı'nda oynanan ve Beşiktaş'ın 2-1 kazandığı Adana Demirspor maçında attı. 1982-83 Sezonun devre arasında düzenlenen Donanma Kupası'nda Galatasaray'a karşı teknik direktör Đorđe Milić tarafından‚ Metin Tekin'e ilk onbirde şans verir. O dönem futbol severler tarafından tanınmayan bir oyuncu olan Metin 2-2 biten maçın 2 golünü de atmayı başarır. Sakaryaspor ile oynanan Türkiye Kupası maçında Turhan Sofuoğlu ile çıktığı hava topunda başına aldığı darbe nedeniyle beyin sarsıntısı geçirdi. Hastaneye kaldırıldıktan sonra "öldü" söylentilerinin yayılması hayranlarını bir hayli üzdü. Yaklaşık 6 ay yeşil sahalardan uzak kaldı. 1989-1990 sezonunun son derbi maçında Fenerbahçe'ye attığı şık golle Beşiktaş'ı 2-1 öne geçirdi. Kaleci Schmacher'in ikinci yarıya çıkmamasına ve soyunma odasında Müjdat Yetkiner ile kavga etmesine sebep olduğu iddia edildi. İkinci yarıda kaleye geçen Nurettin Yıldız'a da bir kafa golü attı. 1993-94 sezonunda Kösice filelerine gönderdiği 2 gol ve PSV'ye deplasmanda attığı golle takımının uzun süre sonra Avrupa'da tur atlamasında önemli rol oynadı. Avrupa Kupaları’nda toplam 6 gole imza attı. 1982 yılından 1997'ye Beşiktaş'ta 340 lig maçı oynadı ve 77 gol attı. Feyyaz ve Ali'ye göre daha çok sağ açık oyuncusu olarak oynadığı için diğer iki takım arkadaşı kadar gol atamasa da, pek çok kritik gole imza attı. Bu dönem zarfında 5 Lig Şampiyonluğu yaşadı. Taraftarlar tarafından oldukça sevilen yakışıklı oyuncu, Beşiktaş oynadığı dönemde takım arkadaşları Ali Gültiken ve Feyyaz Uçar'la çok başarılı bir ileri üçlü oluşturmuş, seyirciler tarafından MAF lakabı takılmış ve Metin-Ali-Feyyaz olarak isimlerine pek çok özel tezahürat hazırlanmıştır. Pek çok başarı yaşayacağı teknik direktör Gordon Milne kadro dışı bırakınca, tekrar takıma alınması için açlık grevi dahi başlatıldı. Tahsil hayatı ve yaşam tarzıyla genç futbolculara ve futbolcu adaylarına örnek oldu. Efendiliğiyle her zaman takdir topladı. Beşiktaş ile Eskişehirspor arasında oynanan bir maçta rakibine sert girince sarı kart gördü. İstemeden faul yaptığı her halinden belli olan Metin Tekin, hakemden özür diledi. Beşiktaş’tan hiç ayrılmak istemeyen Sarı Fırtına, Van'da yaptığı askerlik sebebiyle 1997 yılında Vanspor’da yarım sezon kiralık olarak oynadıktan sonra siyah-beyazlı formayla jübilesini yaptı. Türk millî takımının 2-1 yenildiği Kuzey İrlanda maçında ilk defa A Millî formayı giydi. Toplam 37 kez A Millî olurken, A millî takım forması altında 2 gol kaydetti. 12 Kez U-18, 4 kez Ümit Milli ve 37 kez de A Milli olmak üzere toplam 45 kez Türkiye millî futbol takımı forması giyen Metin Tekin, bu maçlarda 2 gole de imzasını atmıştır. Futbolu bıraktıktan sonra spor yazarlığı yapan Metin Tekin, daha sonra teknik direktörlüğe başlamıştır. Önce Erdoğan Arıca'nın yardımcısı olarak sırasıyla 1999-00 Samsunspor, 2000-01 Gaziantepspor, 2001-02 Malatyaspor ve aynı sezon Gençlerbirliği'de görev aldıktan sonra 2002-03 Çanakkale Dardanelspor ve 2003-04 Altay'da teknik direktörlük yapmıştır. 2005 yılında Fatih Terim yardımcısı olarak A Milli Takım Antrenörü olarak Türkiye millî futbol takımında göreve başlamıştır. 2009 yılında Fatih Terim'istifası sonrası görevini bırakmıştır. 26 Ekim 2011 tarihinde, Türkiye Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu tarafından, Genç millî takımlar Direktörlüğü'ne getirdi. Futbol Federasyonu'nun kurumsal yapısının yeniden ele alınması çerçevesinde, Futbol millî takımları ile ilgili bir yeniden yapılandırma çalışması kapsamında Türk Millî Futbol Takımlarının tüm yaş kategorilerini Genç millî takımlar Direktörlüğü adı altında Metin Tekin'e bağlandı.. Genç millî takımlar'ın başına gelir gelmez, görevin çok geniş mesai gerektirmesi ve özel hayatına uygun olmamasından dolayı istifa etti. Spor Yorumculuğu ve Yazarlığı Genç millî takımlar Direktörlüğü görevinden istifa ettikten sonra Spor Yorumcusu ve Köşe Yazarı olarak Türk Spor Medyasında rol almaya başladı. 2016 yılının Ağustos ayına kadar NTVSpor ekranlarında 90
+, Futbol Aktüel, Not Defteri adlı programlarında Rıdvan Dilmen, Mehmet Demirkol, Ercan Taner, Fuat Akdağ, Nebil Evren, Güntekin Onay, Önder Özen gibi isimlerle birlikte Türk Futbolunu yorumladı. Şu anda Sabah Gazetesi'nde Türk Futboluna yönelik köşe yazıları yazmaktadır. Fotospor gazetesinin yaptığı ankette 'en yakışıklı futbolcu' seçildi. 27 Aralık 1993 tarihinde Şevval Sam'la evlendi. Ünlü şarkıcı Leman Sam'ın kızı olan oyuncu ve ses sanatçısı Şevval Sam ile 1993-1999 yılları arasında evli kaldı. 1997'de Şevval Sam'la evliliğinden Tarık Emir adında bir oğlu oldu. İkinci evliliğini Doğa Tekin ile yapan Tekin' in 2012 yılında "Rüzgar" adında bir oğlu olmuştur. Metin Tekin'in en belirleyici özelliği sürati idi. Topu rakibin yanından geçirir, hızı ile geride bırakırdı. Depar da iken sallanan saçları ve büyük adımları ile "Fuleli Depar" terimi ondan geçmiştir futbol sahalarına. Sarı fırtına lakabı onun hızını ve oyun içindeki etkisini çok rahat anlatmaya yeterlidir. Metin-Ali-Feyyaz üçlüsünün oluşmasında ki etkisi yaptığı değerli asistler ve attığı kritik goller. Çoğunlukla orta yapmak için sıfıra (çizgiye) inerdi. Jake Gyllenhaal Jacob Benjamin Gyllenhaal (d. 19 Aralık 1980, ), Yahudi asıllı ABD'li oyuncu. Yönetmen Stephen Gyllenhaal ve senarist Naomi Achs'in oğlu, oyuncu Maggie Gyllenhaal'in da kardeşidir. İlk rolünü on yaşında oynayan oyuncu, ilk başrol deneyimini 1999 yılında, henüz on dokuz yaşındayken "Ekim Düşü" filminde canlandırmıştır. Oyuncu, 2001 yılında oynadığı "Donnie Darko" filmiyle çıkış yapmıştır. 2004 yılında oynadığı, Küresel Soğuma'yı ele alan "Yarından Sonra" filminin küresel çaptaki başarısından sonra ününü katlayan oyuncu, 2005 yılında ABD Deniz Piyadeleri için çekilen "Jarhead" filminde oynamış ve aynı yıl "Brokeback Dağı" filminde Jack Twist'i canlandırmıştır. Gyllenhaal, Los Angeles, Kaliforniya'da, yönetmen Stephen Gyllenhaal ile senarist Naomi Foner'in (kızlık soyadı Achs) oğlu olarak 1980 yılında dünyaya gelmiştir. Oyuncu Maggie Gyllenhaal'ın da kardeşi olan oyuncu, ablası ile birlikte "Donnie Darko" filminde oynamıştır. Babası Swedenborgian mezhebine bağlı bir Hıristiyan olan oyuncunun sülalesindeki ilk tanınmış kişi, büyük büyük büyükbabası Leonard Gyllenhaal'dır. Annesi New York'lu bir Yahudidir. Akademi Ödülü adaylığı olan ve BAFTA ödülü sahibi ABD'li aktör. Brokeback Dağı filmindeki rolü ile En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalındaki ödüle aday gösterilmiştir. İlk olarak 1991 Billy Crystal ile "City Slickers" filminde görülmüştür. Ailesi bir süre filmlerde yer almasını yasakladı,çünkü evden uzak kalmasını istemiyorlardı.Bu yasaklama 1993 yılında kardeşi Maggie Gyllenhaal ile oynadığı "A Dangerous Woman" filmi ile son buldu. Gyllenhaal, 1998 yılında Harvard-Westlake Okulu'ndan mezun oldu.Sonra Columbia Üniversitesi'ne başladı. Burada doğu dinleri ve felsefe çalıştı. İki yıl sonra okula sinema kariyeri için ara verdi. İlk başrolü "Ekim Düşü" filmidir. Film, Gyllenhaal'un çıkış filmi olarak nitelendirilir. Bu başarıdan sonra Gyllenhaal'un başrolde olduğu "Highway" isimli film geldi. Ancak ne film ne de oyuncu beğenildi.Jennifer Aniston'la oynadığı "The Good Girl" filmi ile daha çok beğenildi. "Moonlight Mile" filminde Dustin Hoffman ve Susan Sarandon ile birlikte oynadı. Örümcek Adam'da Tobey Maguire sırtını incittiği için başrolü oynayacaktı ancak Tobey Maguire iyileşti ve Jake de 2004'te başka bir gişe filmi Yarından Sonra'da Dennis Quaid ile birlikte onun oğlu rolünde oynamaya karar verdi. 2005 yılında oyuncu üç filmde yer aldı: Proof, Jarhead ve Brokeback Dağı. Proof'ta Gwyneth Paltrow ve Anthony Hopkins ile başroldeydi. Jarhead'de ise bir Amerikan askerini oynadı. Jake'in asıl çıkışı Brokeback Dağı'yla oldu. Bu filmde 1960'larda Heath Ledger'in oynadığı kovboy karakteri ile büyük bir aşk yaşayan kovboyu oynadı. Film üç Akademi Ödülü, dört Altın Küre ve dört BAFTA Ödülü kazandı.Jake Gyllenhaal buradaki rolü ile Oscar'a aday olmuş olsa da ödülü George Clooney aldı. 2006 Akademi Ödülleri'nden sonra oyunculuk kariyerindeki gelişmeler doğrultusunda akademi tarafından akademiye üye olması için davet edildi. Jake'e Heath Ledger ile olan romantik sahneleri sorulduğunda "etkilenmediğim bir kadınla oynamak gibiydi" cevabını verdi. Biseksüel olduğu yolundaki dedikodulara da "insanların bana yakıştırdıkları her şeye açığım.Bir erkeğe karşı şimdiye kadar hiçbir şey hissetmedim. Hissetseydim de bundan korkmazdım" şeklinde yanıt verdi. Gyllenhaal David Fincher'ın yönettiği,gerçek bir öyküye dayanan "Zodiac" isimli filmde Robert Graysmith karakterini canlandırdı. Bu filmden sonra ise 2007 yapımı Rendition filminde Reese Witherspoon ile birlikte rol alacak. Ayrıca 2010 yapımı (Prince of Persia Sands of Time) Pers Prens Zamanın Kumları Destan rolündeki Gyllenhaal, video oyunu uyarlamasından yola çıkılarak yapılan son filmidir. Pers Prensi, büyük bir macera, bolca komedi, biraz aşk ve bolca şaşırtıcı özel efekt sunuyor. Jake ailesi ile birçok film yaptı.Kardeşi Maggie ile iki filmde rol aldı.Maggie'nin nişanlısı aktör Peter Sarsgaard ile Jarhead isimli filminde birlikte oynadı. Vaftiz annesiJamie Lee Curtis, Vaftiz babası ise Paul Newman'dır. Kendisi de Heath Ledger ve Michelle Williams'ın kızlarının vaftiz babasıdır. En bilinen ilişkileri oyuncu Kirsten Dunst ve Reese Witherspoon ile yaşadığı ilişkilerdir. Kirsten ile Jake'in aktris kardeşi Maggie sayesinde tanışmışlar, 2002'de başlayan ilişki inişli çıkışlı olarak 2004'e kadar sürmüştür. Daha sonra adı Natalie Portman ve Gretchen Bleiler gibi birçok ünlüyle anılmıştır. En uzun süreli ilişkisini ise Rendition Yargısız İnfaz filminde tanışıp sevgili olduğu Reese Witherspoon ile yaşamıştır. Çiftin üç senelik birlikteliklerinden sonra evleneceklerine kesin gözüyle bakılırken Reese Witherspoon tarafından ayrıldıkları açıklanmıştır. Aktif olarak Amerika Birleşik Devletleri'ndeki gençlerin oy vermesi için çeşitli kampanyalarda çalışmış, kendisi başkan adayı John Kerry'i desteklemiştir. Çevre sorunlarıyla ilgilenir ve her yıl Mozambik ormanlarına ağaç diker. Boş zamanlarında yemek yapmayı ve ağaç işleriyle uğraşmayı sever. Jake-Gyllenhaal Budizm'e inanmaktadır. İskoçya İskoçya, İngiltere, Galler ve Kuzey İrlanda ile birlikte Birleşik Krallık'ı oluşturan 4 ülkeden biri; İngiltere'den sonra en fazla nüfusa sahip olan 2. Birleşik Krallık ülkesidir. İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth'in varis bırakmadan ölmesi üzerine, kraliçenin en yakın akrabası olan İskoçya Kralı VI. James tahta geçti. I. James adıyla 1603 yılında taç giyen kral, İskoçya ile birlikte, İngiltere'yi, 12. yüzyıldan beri değişen derecelerde İngiliz tacı altında bulunan İrlanda'yı ve 1536'da İngiltere ile siyasi olarak birleşen Galler'i merkezden yönetmeye başladı. I. James'in, İngiltere ve İskoçya'yı hukuki ve siyasi olarak tam bir birlik haline getirme çabası sonuç vermedi ve "Taçların Birliği" olarak adlandırılan bu dönemde iki ülke bir tek kral altında ayrı ayrı varlıklarını sürdürmeye devam etti. 1707 yılında önce İskoç Parlamentosu tarafından, daha sonra da İngiliz Parlamentosu tarafından kabul edilen Birleşme Yasası ile iki krallık tek bir parlamento ile yönetilmeye başladı. Bu birleşme sonrasında oluşan yeni krallık, Büyük Britanya olarak adlandırıldı. İskoçlar bu birleşmeden sonra tacı ele geçirmek üzere en önemlileri 1715 ve 1745 tarihlerinde olmak üzere birkaç kez ayaklansalar da başarılı olamadılar. 1800'de çıkarılan yeni bir Birleşme Yasası ile İrlanda Parlamentosu da dağıtıldı ve parlamentoya Birleşik Krallık Parlamentosu'nda temsil hakkı verildi. Bu gelişme ile oluşan yeni ülkenin adı ise Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı oldu. İskoçya'yı bağımsızlık referandumuna taşıyan ilk somut adım, 1978 yılında İskoçya ve Galler için ayrı ayrı çıkarılan ve yetki devri (devolution) öngören yasalar çerçevesinde 1 Mart 1979 tarihinde yapılan referandum oldu. Bahse konu referandumda söz konusu yasa hükümlerinin uygulamaya geçirilmesinin istenip istenmediği soruldu. Galler halkının %79,7'sinin "hayır" oyu kullandığı referandumda, İskoçlar %51,6'lık oran ile ile yetki devri öngören yasanın uygulamaya geçirilmesini desteklediler. Ancak, ilgili yasaya eklenmiş olan "evet oylarının toplam seçmen sayısının %45'ini aşması zorunluluğu" nedeniyle referandum sonuçlarına rağmen yetki devri gerçekleşemedi. Bağımsızlık referandumu yolundaki ikinci önemli adım 1997 yılında gerçekleştirilen referandum ile atıldı. İskoçya ile birlikte Galler'e de yetki devrine yönelik olarak bu referandum yapıldı. Galler halkına sadece kendi parlamentolarını isteyip istemedikleri sorulurken, İskoç halkına bu soru ile birlikte, İskoç Parlamentosu’nun vergileri değiştirme yetkisine sahip olmasını isteyip istemedikleri yönündeki soru da yöneltildi. İskoç halkının %60,4'ü referandumda oy kullandı ve katılanların %74,3'ü İskoçya'nın kendi parlamentosuna sahip olması fikrini destekledi. Parlamentolarının vergileri değiştirme yetkisine sahip olmasını savunanların oranı ise %63,5 oldu. 1997 referandumu sonuçları çerçevesinde 1999 yılında 129 üyeli İskoçya Parlamentosu kuruldu. Sağlanan yetki devri uyarınca, egemen devletin sahip olduğu yasama ve yürütme yetkilerinin bir bölümü Birleşik Krallık Parlamentosu ve hükümetinden bu parlamentoya ve parlamentonun seçtiği yürütme organlarına devredildi. İskoçya'yı bağımsızlık referandumuna taşıyacak son önemli adım, İskoç ve Birleşik Krallık Hükümetleri arasında yapılan müzakereler sonucunda 15 Ekim 2012 tarihinde İskoçya Birinci Bakanı Alex Salmond ile Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron tarafından imzalanan Edinburgh Antlaşması ile atıldı. Antlaşmayla referandumun 2014 yılı sonundan önce gerçekleştirilmesi ve referandumda bağımsızlık ile ilgili tek bir sorunun sorulması kararlaştırıldı. 18 Eylül 2014 tarihinde bağımsızlık referandumunda Birleşik Krallık'tan ayrılmama kararı çıktı. Nihai sonuçlara göre; Evet oyu 1 milyon 617 bin 989 (%45), hayır oyu ise 2 milyon bin 926 (%55) oldu. Katılım oranı ise %84,5 olarak belirlendi. 2016 Birleşik
Krallık'ın Avrupa Birliği üyeliği referandumunda İskoçya'daki seçmenlerin %62'si AB'de kalma yönünde oy kullanmasına rağmen oylama sonucunda Birleşik Krallık'taki seçmenlerin %51.9'u AB'den ayrılma yönünde oy kullandı. İskoçya, 77.900 km²'lik yüzölçümü ile Birleşik Krallık'ın toplam yüzölçümünün yaklaşık %32,3'ünü kapladığı Britanya adasının en kuzeyinde yer alır. Güneyde İngiltere’ye komşu olan ülkenin doğusunda Kuzey Denizi, batısında ise Atlantik Okyanusu yer alır. Kaledonya Kanalı, İskoçya'nın doğu ve batı kıyılarını birleştirir. Coğrafı olarak İskoçya, kuzeyden güneye 3 ana bölgeye ayrılmıştır. Bunlar dağlık bir bölge olan Highlands, deniz seviyesine yakın olan Central Belt ve tepelik bir araziden oluşan Southern Uplands’dir. İskoçya nüfusunun çoğu Edinburgh, Glasgow ve Stirling gibi en önemli şehirlerin içinde yer aldığı Central Belt bölgesinde yaşamaktadır. Bunun yanında İskoçya’ya bağlı 130’u yerleşim bölgesi olan 790 ada vardır. İskoçya, dağları, nehirleri ve gölleriyle zengin bir doğaya sahiptir. Bunlardan en ünlüsü şüphesiz yöre halkının Nessie adını verdiği efsanevi canavarla ünlü Loch Ness’tir. İskoçya bağımsız bir ülke olmasa da kendine ait bir bayrağı, başkenti ve parlamentosu vardır. İskoçlar, kendi kültürlerine ve geleneklerine bağlı, geçmişlerini sürekli canlı tutan, tarihe önem veren bir millettir. Başkent Edinburgh, Orta Çağ’dan kalma kaleleri, tarihi binaları ve doğal güzellikleri olan bir şehirdir. Üç tarafı denizle çevrili olan İskoçya'nın iklimi, Britanya ortalamasına göre oldukça sert ve soğuktur. Gulf Stream nedeniyle, yağış oranı Londra’dan biraz daha fazladır. En sıcak aylar olan Temmuz ve Ağustos’ta ortalama hava sıcaklığı 15-20 °C olarak seyreder. İskoçya'da İngilizce, İskoçça ve İskoç Cermencesi olmak üzere üç farklı dil konuşulur. Hemen hemen herkes İngilizce konuşurken halkın %30'u İskoçça da bilir. Galce konuşan %11'lik kesimin çoğu aynı zamanda İngilizce konuşur. Halkın İskoççayı öğrenebilmesi için kurslar oluşturulmuştur. İskoçya, 27 Mart 2011 tarihinde yapılan son nüfus sayımı verilerine göre 5.295.400 olarak kaydedilen nüfusu ile Birleşik Krallık'ın toplam nüfusunun yaklaşık %8,4'ünü oluşturmaktadır. 2011 nüfus sayımının 21 Mart 2013 tarihinde açıklanan verilerine göre, İskoçya'da 65 yaş ve üzeri nüfus ilk kez 15 yaşın altındaki nüfusu geçmiştir. Sayım sonuçlarına göre İskoçya nüfusunun %17'si 65 yaş ve üzeri kişilerden oluşurken, nüfusun %16'sı 15 yaşın altındadır. Ülkenin en önde gelen eğitim kurumlarından biri Glasgow Üniversitesi'dir. 1451'de kurulan üniversite İskoçya'nın en eski üniversitelerinden biridir; ayrıca İngilizce konuşan ülkeler içinde dördüncü en eski üniversite olduğu ve Avrupa'da eğitim konusunda en büyük ve en prestijli kurumlar arasında bulunduğu için hak ettiği uluslararası itibar ile eğitim ve araştırma konusunda çok ünlü bir üniversitedir. Üniversitenin ana yerleşkesi Glasgow'un batı ucunda Gilmorehill'dedir. Üniversitenin şehrin farklı yerlerinde binaları vardır. Glasgow Üniversitesinde 9 tane fakülte bulunmaktadır. Edinburgh Üniversitesi: Edinburgh Üniversitesi İskoçya'nın başkenti Edinburgh'da bulunan bir üniversitedir. 14 Nisan 1582 tarihinde Kral VI. James tarafından yasalaştırılan Edinburgh Üniversitesi 1583 yılında kurulmuştur. Edinburgh Üniversitesi dünyanın en saygın üniversiteleri arasında yer almaktadır. 2010 yılında uluslararası üniversiteler arasında dünyanın en iyi 9. üniversitesi seçilmiştir. 9 Nobel Ödülü, 1 Abel Ödülü ve Olimpiyatlarda birçok altın madalya çıkaran Edinburgh Üniversitesi, Harvard, Oxford ve Cambridge gibi dünyaca ünlü ve prestijli üniversiteler arasında yer almaktadır. 2011-2012 eğitim yılında araştırma ve diğer faaliyetlerden elde ettiği £700 milyonluk gelir ve £1.58 milyarlık aktifleri ile Birleşik Krallık'ın ve dünyanın en varlıklı üniversiteleri arasındadır. Üniversitenin kurulduğu zamanda (1583) Avrupa'daki bütün üniversiteler Papalık Makamı'nın emriyle kurulur ve desteklenirken, Edinburgh Üniversitesi'nin Kral VI. James'in emriyle kurulması ve yerel belediye tarafından finanse edilmesi, onu dünyanın ilk sivil üniversitesi yapar. Diğer "eskiden kalma" (Ancient) İskoç üniversiteleri (St. Andrews, Aberdeen ve Glasgow) ile beraber ayrı yasal statüye ve haklara sahiptir. Örneğin üniversite 3 başlı bir yönetime sahiptir. Rektörü öğrenciler seçer, Britanya kraliyet ailesi şansölyeyi belirler, akademik senato ise başkanı ve şansölye yardımcısını atar. Edinburgh Üniversitesi'nin günümüzdeki şansölyesi Prenses Anne, görevini 2011'de babası Edinburgh Dükü Prens Philip'in 47 yıl süren şansölyeliğinden ayrılmasından sonra almıştır. Edinburgh Üniversitesi geleneklerine bağlı olmasının yanında, günümüzde yapay zekâ, nörobilim ve bilişsel bilimler gibi birçok alanda da ilklere imza atmaktadır. 1887 yılında üniversitenin o zamanki öğrencilerinden Arthur Conan Doyle, The Student gazetesini çıkarmaya başlar ve bu gazete İngiltere'nin ilk öğrenci gazetesi olur. Aynı zamanda okulun öğrenci birliğine (EUSA) ait, 1889 yılında inşa edilen Teviot Row House binası, dünyanın bu amaçla kurulan ilk binası olma özelliğini taşır. Avrupa'daki ilk yapay zekâ araştırma merkezi Edinburgh Üniversitesi'nde kurulmuştur. Dünyanın ilk klonlanmış memeli hayvanı Koyun Dolly de Edinburgh Üniversitesi'ne bağlı Roslin Enstitüsü'nde klonlanmıştır. Mezunları arasında Hasan Ruhani, Charles Darwin, David Hume, Alexander Graham Bell gibi isimler bulunan Edinburgh Üniversitesi'nde, Adam Smith, Max Born, Peter Higgs de ders vermiştir. Galler Galler (, ), Britanya'da Birleşik Krallık'a bağlı dört ülkeden biri. Başkenti ve en büyük şehri Cardiff'tir (Kardif okunur). Britanya'nın güneybatısında; doğuda Cheshire, Shropshire, Herefordshire ve Gloucestershire kırsal bölgeleriyle, güneyde Bristol Kanalıyla, güneybatıda St. George Kanalıyla ve batı ve kuzeyde İrlanda Denizi'yle çevrili bir bölgedir. Galcede "Tywysogaeth Cymru" denilen "Galler Prensliği", Galler bölgesinin yönetiminde söz sahibi olmamasına karşın halen kullanılabilmektedir. 1282 yılında İngiltere Kralı I. Edward döneminde Galler bölgesi Cilmeri Savaşı sırasında istila edildi. Bununla birlikte bölgenin kanunları 1535-1542 yılındaki Laws in Wales Acts'e kadar İngiliz kanunlarıyla yer değiştirmemişti. Galler için kullanılan "Wales" terimi yabancı anlamına gelen Germanik (Alman dil grubundan) "walha" kelimesinden ileri gelmektedir. Galce'de ülke için eski Galce'de hemşehri anlamına geldiği düşünülen Cymru (Kımrii) dir. Bu terimin bir ortaçağ efsanesindeki Cymru Kralı Brutus'un oğlu Camber'den geldiği de ileri sürülmektedir. İngiltere'nin kuzeyindeki Cumberland veya Cumbria terimleri de aynı kelimeden türemiştir. Günümüzdeki Galler bölgesindeki ilk yerleşimciler bölgeye Buzul Çağı'nın sonuna doğru gelmişlerdir. İlk tarihi kayıt Britanya'nın Roma istilası döneminden kalmadır. O dönemde modern Galler bölgesi pek çok kabileye bölünmüştü. Romalılar bölgenin daha çok kuzeyinde bulunmuşlardır. Eski bir efsanede son Roma imparatorlarından Magnus Maximus'un Gal şeflerinden birinin kızı olan Elen veya Helen ile evlendiği geçmektedir. Roma istilası döneminde 4. yüzyılda Gal halkı Hristiyanlıkla tanışmıştır. Britanya'da Roma İmparatorluğu'nun 410 yılındaki düşüşünden sonra Galler birkaç krallığa bölünmüştür. Anglosakson kabilelerin bu krallıkları istila girişimleri yöre halkının direnişi karşısında başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Anglosaksonlar bölgeyi "yabancı" anlamına gelen ve günümüz İngilizcesindeki Wales kelimesinin kökeni olan "Walha" ile isimlendirmişlerdir. Galler kendilerini Cymry veya Cymro teriminin dışında Brythoniaid (Britonlar) olarak da adlandırmışlardır. Normanların 1066'daki İngiltere'yi istilasını takiben Gallerin bağımsızlığı gün geçtikçe azalmıştır. 1282'de İngiltere Kralı I. Edward Gallerin son bağımsız prensi Llywelyn the Last'ı yenilgiye uğratmıştır. Edward bölgeyi kontrol altında tutmak için bir seri büyük taş şato inşa ettirmiştir. Şatoların en tanınanları Beaumaris, Caernarfon, Conwy, ve Harlech'dedir. 1746 yılında imzalanan "The Wales and Berwick Act" anlaşması ile İngiltere'de uygulanan tüm yasalar otomatik olarak Galler bölgesinde de geçerli olmuştur. Galler, Britanya adasının batısında bir yarımadadır. 20,779 km²'lik bir alana sahiptir. 230 mil uzunluğunda kıyı bandına sahiptir. Nüfus Güney Galler'de yoğunlaşmıştır. Güney bölgeler kuzeye göre daha çok sanayileşmiş ve gelişmiştir. Ülkenin kuzey kısmı daha geleneksel bir hayat yaşar. Ülkenin kuzey ve orta bölgeleri dağlıktır. En yüksek dağı Snowdon'dır ve 1085 m'dir. Galler'de üç ulusal park bulunmaktadır. Bunlar: Bunların dışında dört tane daha doğal güzelliğe sahiptir: Galler'in yedi harikası olarak nitelendirilen doğal ve tarihi alanlar ise şunlardır: Tüm Britanya adasında hükümran Birleşik Krallık'tır. Tüm ülke Meşrutiyetle yönetilir. Buna göre Galler dahil tüm adada Kraliçe: II. Elizabeth, Başbakan: Theresa May, Hükümet Sekreteri Cheryl Gillan'dir. Galler Ülkesi Başkanı ise Carwyn Jones'dur. İngiliz Kraliçesinin atadığı Galler Prensi ise Prens Charles'tır. Galler, Birleşik Krallığı oluşturan dört ülkeden biridir ("constituent countries"). Birleşik Krallık'ın sınırlı olarak tanıdığı hakla, 1999'da yapılan halk oylamasıyla kendi meclisini kurma kararı vermiştir. Buna bağlı olarak 1999 yılında Galler Ulusal Meclisi kurulmuştur. Anayasal olarak tüm adada Birleşik Krallık, egemen ("de jure") üniter devlettir. Tüm adadaki hükümranlık hakları Birleşik Krallık'a aittir. Tüm Krallığı temsil eden, tek bir hükümet ve parlamento bulunmaktadır. Galler dahil tüm adada yürütme gücü Kraliyet ailesinin elindedir ve yürütme gücü Westminster'daki Birleşik Krallık Parlamentosu tarafından uygulanmaktadır. 1999 yılıyla birlikte Birleşik Krallık Parlamentosu yetkilerinin bir kısmı Cardiff'teki Galler Ulusal Meclisi'ne devredilmiştir. Ancak Birleşik Krallık Parlamentosu Galler üzerinde, birinci derecede yasa yapma sorumluluğunu yitirmemiştir. Galler Meclisi belirli çerçeve içinde ikinci derecede yasa yapma kabiliyeti ile
yetkilendirilmiştir. Ancak Galler Meclisi'nin yasama gücü Galler ülkesini ilgilendiren konuları kapsamaktadır. Galler Meclisi, hükümet kurma ve ülke üzerinde hükümran olma hakkına sahip değildir. Bu hak Birleşik Krallığı'ndır. Birleşik Krallık Parlamentosunca Galler Meclisinin ikinci dereceden yasa yapma yetkisi kaldırılabilir ya da yaptığı yasalar reddedilebilir. İlk Ulusal Meclisi ""Galler Hükümet Hareketi"" adı altında 1998 yılında kuruldu. Daha sonra merkezi hükümet (İngiltere) tarafından birtakım kısıtlı yetkilerle donatılmıştır. Meclis'in 60 üyesi vardır. Meclis üyelerinin 40'ı "First Past the Post", kalan 20'si "Additional Member System" modeliyle seçilir. Mecliste çoğunluğu kazanan parti, Galler Meclisinin ve Hükümetinin Başkanı olur. "Meclis hükümeti" şeklinde ifade edilebilecek bir yapıdır. Galler Meclis Hükümeti yürütme organıdır. Meclis Hükümeti, Meclis'e karşı sorumludur. Yeni Hükumet Binası 2006 yılında Kraliçe tarafından açılmıştır. Birleşik Krallık Parlamentosu alt birimi 646 sandalyeli House of Commons'da Galler 41 sandalye ile temsil edilmektedir. Birleşik Krallık'ın lider ülkesi olan İngiltere ile Galler pek çok konuda birbirine geçmiştir. Örneğin, Galler ile İngiltere'nin hukuk sistemi ortaktır. Aynı kanunlar geçerlidir. Kuzey İrlanda ve İskoçya'nın ise Galler'in aksine, kendi hukuk sistemleri vardır. Yasal sistem dışında kalan diğer konular oldukça karışıktır. Bazı konularda Galler ve İngiltere ortak kurallara sahipken, bazılarında farklılaşmaktadır. Örneğin, Kriket sporunda Galler ve İngiltere ortak ulusal takım çıkarırlar. Bazı dini mezhepler İngiltere-Galler'i bir sayarak örgütlenmelerini yapmışlardır. Bazı partiler İngiltere ve Galler'de ayrı olarak değil tek bir ülke sayarak örgütlenmişlerdir. Galler ile İngiltere birbiri içerisine geçmiş iki ülkedir. Galler Ülkesi yerel yönetimi 22 tane tek-katlı yerel idareye bölünmüştür. Bunlardan 9'una county, 10'una county beldesi ve 3'üne şehir adı verilmektedir. 19. yüzyılın sonlarıyla birlikte Galler'de İngiltere'nin siyasî hegemonyasından kurtulma-bağımsız veya geniş yetkilerle donatılmış bir statüye kavuşma arzusu gelişmiştir. Yapılan seçimlerde ülke nüfusunun %12'si bu arzuyu taşıyan partilere oy vermiştir. Gal ulusalcılığı, İngiliz baskısından kurtulmak, kültürel kimliğini ve İngiliz kültüründen farklı kodlarını korumak fikrine sahiptir. Galler'in İngiliz kimliği altında farksızlaştırılmasına karşıdırlar. Avrupa Birliği Mevzuatı içinde geliştirilen "Subsidiarite ilkesi" bu akımın en büyük yardımcısıdır. 1992’de Maastricht’te imzalanan ABA’nın 3-b maddesinde (yeni 5. maddesi) şu şekildedir : "“Topluluk bu Antlaşmayla kendisine tanınan yetkilerin ve verilen amaçların sınırları içinde tasarrufta bulunacaktır." "Münhasır yetkisine girmeyen alanlarda Topluluk subsidiarite ilkesine göre, yalnızca önerilen tasarrufun (eylemin) amaçları üye ülkeler tarafından yeterince gerçekleştirilemediği ve dolayısıyla önerilen tasarruf boyut ve etkileri bakımından Topluluk tarafından daha iyi gerçekleştirilebildiği takdirde ve bu oranda tasarrufta bulunur. "Topluluğun hiçbir tasarrufu, işbu Antlaşmanın amaçlarını gerçekleştirmek için gerekli olanı aşmayacaktır.”" Bu madde AB'ye üye ülkelerde ademi merkeziyetçiliğin ön plana çıkarılması anlamına gelmektedir. Subsidiarite ilkesi bölgesel farklılıkların, çeşitliliğin ve Avrupa mozaiğinin korunmasına yönelik bir ilkedir. AB coğrafyası içinde yer alan Galler, İskoçya, Kuzey İrlanda, Katalonya, Güney Tirol, Korsika gibi bölgeler subsidiarite ilkesini bu işleve dayandırarak farklı algılamaktadırlar. Bu bölgeler ilkenin daha fazla yetki elde etme olanağı sunduğunu belirtmektedirler. Bu anlayış, Birleşik Krallık’a bağlı Galler bölgesinde ilkeyi ön plana çıkaran bir siyasi partinin seçim bildirgesinde açıkça yer almaktadır. 2001 verilerine göre Galler ülkesinde 2,903,085, kişi yaşamaktadır. Ülkeler sıralamasında 132. sıradadır. Tüm ada nüfusunun %5'idir. Yapılan araştırmalarda ülke nüfusunun %71'i kendini ulusal kimlik olarak tamamen Gallerli (Gal, Welsh) olarak nitelendirmektedir. % 7'si İngiliz-Gal olarak nitelendirmektedir. Gal halkının kökeni Keltlere dayanmaktadır. İskoçlarla, Man Adası sakinleriyle, İrlandalılarla ve Cornwall bölgesi halkıyla akrabadırlar. 2001 verilerine göre halkın %72'si kendini hristiyan olarak tanımlamaktadır. Galler Prespiteryan Kilisesi ülkedeki en yaygın mezheptir. Anglikan Galler Kilisesi ise 2. büyük kilisedir. Semavi dinler arasında İslam, Çoğunluğu göçmen olan 30 binden fazla insan tarafından benimsenmektedir. Son zamanlarda yapılan bir araştırmaya göre, Gallerli insanların %35'i Galce kökenli soyad taşıdığı tespit edilmiştir. Ülkede Galce konuşan kişi sayısı yaklaşık 750 bin kadardır. Bu sayı Galler nüfusunun %25'ini teşkil etmektedir. Nüfusun geri kalanı İngilizce konuşmaktadır. Asıl İngiltere'de ise 115 bin kişi Galce konuşmaktadır. Ada dışında Galce konuşan kişi sayısı yaklaşık 35 bin kadardır. Bu kişiler Galler ülkesinden ABD, Kanada, Arjantin, Avustralya ve Yeni Zelanda'ya göçmüş kişilerdir. Ülke adeta kırmızı ejderha ile özdeştirilmiştir. Ülke sanayileşmiş olsa da özellikle kuzey bölgelerde geleneksel hayat korunmuştur. Galler denince akla pırasa gelir. Tüm adada Galler pırasası ün yapmıştır. Bölgede çok bulunan nergis çiçeği ulusal sembollerden biridir. Sessile cinsi meşe ağacı bölgede oldukça sık rastlanır. Kırmızı çaylak kuşu da bölgede yaşayan nadir türlerden biridir. Saint David bayrağı bölgede değer gören bir bayraktır. Gal ulusu açısından kırmızı ejdarhalı bayrakla eşdeğer öneme sahiptir. Galler Prensliği Arması da oldukça önemlidir. Galler Prensliği'nin kuş tüylü rozeti de kültürel öneme sahiptir. Galler bölgesi geleneksel müzik açısından oldukça zengin bir bölgedir. Bölgenin arpçıları ünlüdür. Dağlık olması sebebiyle bölgede süt ve süt ürünleri faaliyetleri gelişmiştir. Büyükbaş ve küçükbaş hayvancılık gelişmiştir. Yerel bazı tadlara örnekler: Denizbörülcesinden yapılan "Laverbread", meyvelerdan yapılan "bara bread", pırasadan yapılan pırasa çorbası "cawl cennin", bölgede sık yapılan tatlı "Welsh cakes", bölgeye has tostlarda kullanılan peynir "Welsh rarebit" oldukça popülerdir. İngiltere'de "kırmızı et" deyince akla Galler gelir. Galler'in koyun eti makbuldür. Kuzey İrlanda Kuzey İrlanda (İngilizce: "Northern Ireland", İrlandaca: "Tuaisceart Éireann", İskoçça: "Norlin Airlann"). İrlanda Adası'nda İrlanda'nın kuzeyinde yer alan Birleşik Krallık'a bağlı özerk ülke. Başkenti Belfast'tır. Yüzölçümü 14.139 km² 2004 nüfusu 1.710.300. Kuzey İrlanda olarak bilinen bölge farklı bir tarihe sahiptir. İrlanda Krallığı'na (1541-1800) bağlı olan adanın tümü Londra merkezli, İrlanda ve Büyük Britanya Krallıklarını birleştiren Birlik Kanunu (1800) çerçevesinde 1801 yılında Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Krallığı adıyla birleşik bir Krallık halini almıştır. 20. yüzyılın başlarında birlik yanlısı Sir Edward Carson liderliğindeki Birlikçiler İrlanda'da halkın yerinden yönetimine karşı çıkmıştır. Birlikçiler İrlanda adasının tamamında azınlık olmalarına rağmen Ulster denilen "Kuzey İrlanda" tarafında büyük bir nüfusa sahiptiler. Şu anda "Kuzey İrlanda" nüfusunun yaklaşık yarısını Protestan olan Birlik yanlıları oluşturmaktadır. 2004 tahminlerine göre ülkenin nüfusu 1.710.000 kişidir. Bu nüfusun % 53,1'i Protestan (Presbiteryen, İrlanda Kilisesi, Metodist ve diğer Protestan mezhepleri), % 43,8'i ise Roma Katolik Kilisesi'ne bağlıdır. Bölgede 2005 yılında yapılan bir ankette halkın %58'inin Kuzey İrlanda'nın Birleşik Krallık ile birlik halinin devamını, %23'ünün ise İrlanda Cumhuriyeti ile birleşerek birleşik bir İrlanda devletinden yana olduğu sonucunu çıkarmıştır. Ülkenin en önemli gölleri Britanya adalarının içinde de en büyük tatlı su kaynağı olan 392 km²'lik alana sahip Lough Neagh, diğer önemli gölü ise Fermanagh Kontluğu sınırları içindeki Lough Erne'dir. "Kuzey İrlanda"'nın en büyük adası Antrim sahilindeki Rathlin adasıdır. Sperrin Dağları ülkenin Altın ihtiyacının karşılandığı bir bölgedir. Ayrıca Mourne dağları çevresinde de Granit çıkarılmaktadır. Ülkenin en yüksek noktası Mourne dağlarında 848 metre yüksekliğindeki Slieve Donard'dır. Kuzey İrlanda'nın tamamında ılıman deniz iklimi etkisini gösterir. "En yüksek sıcaklık": 30.8 °C (87.4 °F) Knockarevan, Garrison yakınları, Fermanagh kontluğu 30 Haziran 1976 ve Belfast'ta 12 Temmuz 1983. "En düşük sıcaklık": -17.5 °C (0.5 °F) Magherally, Banbridge yakınları, Down Kontluğu 1 Ocak 1979. Kuzey İrlanda altı kontluğa ayrılmıştır: Kuzey İrlanda'da beş kent idari olarak şehir statüsündedir: "Birlik yanlıları" tarafından verilen isimler: "Cumhuriyetçiler" tarafından verilen isimler: "Diğer Gruplar" tarafından verilen isimler: "Kuzey İrlanda" ekonomisi Birleşik Krallığı oluşturan diğer dört bölge içinde en kötü durumda olanıdır. Buna rağmen ülke ekonomisi geleneksel olarak endüstriyel sanayine bağımlıdır. Özellikle gemi inşası ve tekstil önemli bir yer tutar. Doğum yerlerine göre sosyal yapısı: "Kuzey İrlanda" halkının %99,15'ini beyazlar oluşturmaktadır. Ülkedeki en büyük azınlık grubu nüfusun %0,25'ini oluşturan Çinlilerdir. Kuzey İrlanda'da üç dil konuşulmaktadır: İngilizce, İrlandaca ve Ulster Scots dili. "Kuzey İrlanda"'da konuşulan İngilizce, İngiltere'nin West Midlands ve İskoçya'dan gelen göçmenlerin konuştuğu aksana benzeyen Mid Ulster lehçesidir. "Kuzey İrlanda" halkının yaklaşık % 100'ü tarafından günlük yaşamda kullanılmaktadır. İrlanda dilinin kullanımı Birlik yanlılarının engellemesine rağmen Katolik/Cumhuriyetçi nüfus tarafından desteklenmektedir. Belfast'ın Katolik mahallelerinde İrlandaca işaret ve yazılar yollarda kullanılmaktadır. Son yapılan araştırmalarda nüfusun %14'ünün İrlandacayı bildiğini; ancak sadece %1'inin anadili olarak kullandığını göstermiştir. Ulster Scots dili İskoçya'da konuşulan Scots dilinin bir lehçesidir. "Kuzey İrlanda" nüfusunun %2'si tarafından konuşulmaktadır. Kanıt (film, 2005) Kanıt, başrollerini Anthony Hopkins, Gwyneth Paltro
w ve Jake Gyllenhaal'in paylaştığı 2005 Amerika Birleşik Devletleri yapımı film. Türkiye'de 3 Şubat 2006'da gösterime giren filmin yönetmeni John Madden Shakespeare in Love isimli filmle tanınmıştı. Film, matematik dehası bir baba (Anthony Hopkins) ve babası ile birlikte yaşamayı seçen kızı (Catherine-Gwyneth Paltrow)'nın ilişkilerini temel alarak, 27 yaşındaki genç bir kadının kendini keşfetme çabasını konu almaktadır. Zeki ama dengesiz, matematik dahisi olan Robert adındaki babasıyla yıllarını geçiren Catherine, 27. yaşgününün eşiğindeki genç bir kadındır. Catherine'in, yalnızca uzaktaki kızkardeşi Claire'in gelişiyle değil, aynı zamanda Robert'in 103 not defterindeki değerli çalışmalarını bulmayı uman, babasının eski öğrencisi Hal'ın ilgisiyle de ilgilenmesi gerekmektedir. Catherine, Hal'in sevgisine ve Claire'in kendi hayatı için buyurucu plânlarına karşı koyarken, bütün bunlardan daha çok zihin karıştırıcı sorunu çözmekle uğraşmaktadır. Babasının deliliğinin ya da dahiliğinin ne kadarı kalıtsal olarak kendine geçecektir. İETT İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel İşletmeleri (kısaca İETT), İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı olarak İstanbul'da toplu taşıma hizmeti verir. 24 Kasım 2017 tarihinde genel müdür Arif Emecen görevden alınmıştır, yerine Ahmet Bağış getirilmiştir. 1939 yılında muhtelif şirketleri millileştiren 3645 sayılı yasa ile İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel (İETT) İşletmeleri Umum Müdürlüğü adı altında bugünkü hüviyetine kavuştu. 1945 yılında Yedikule ve Kurbağalıdere havagazı fabrikaları ile bu fabrikaların beslediği İstanbul ve Anadolu havagazı dağıtım sistemleri İETT’ye devredilir. 1961’de işletmeye alınan Troleybüsler, 1984’e kadar İstanbullular’a hizmet verir. 1982 yılında çıkarılan bir yasa ile tüm elektrik hizmetleri, hak ve vecibeleriyle Türkiye Elektrik Kurumu’na (TEK) devredilir. Daha sonra 1993 yılında havagazı üretim ve dağıtım faaliyetleri sona erdirilir. Bugün yalnızca kent içi toplu ulaşım hizmeti sunan İETT; otobüs, tramvay ve tünel işletmeciliğinin yanında Özel Halk Otobüsleri ve İstanbul Otobüs AŞ’nin yönetim, yürütüm ve denetiminden sorumludur. İETT ayrıca İstanbul`daki raylı sistemlerin (Metro, Hafif Metro) bir bölümünün (Eminönü-Kabataş, Sultançiftliği-Edirnekapı, Edirnekapı-Topkapı, Otogar-Başakşehir) yapımını üstlenmiştir. İstanbul kent içi ulaşımı 1869 yılında Dersaadet Tramvay Şirketi`nin kurulması ve Tünel Tesisleri`nin inşaasıyla başlar. 1871 yılında şirket atlı tramvay olarak dört hatta taşımacılığa başladı. Bu hatlar Azapkapı-Galata, Aksaray-Yedikule, Aksaray-Topkapı ve Eminönü-Aksaray idi ve ilk sene 4,5 milyon kişi taşındı. Daha sonraki yıllarda yenı hatlar eklenmiştir. Bu hatlarda 430 at, 45 tramvay arabası 1 metre hat genişliği olan demıryolunda çalışmaktaydı. 1912 yılında atlı tramvay bir yıl süreyle çalışmasına ara verdi çünkü Savunma Bakanlığı, Balkan Savaşı sırasında tüm atları cepheye gönderdi. Tramvay ağı 2 Şubat 1914 tarihinde Katenersiz tel ile elektrikli hale getirildi. 8 Haziran 1928 tarihinde Tramvay Üsküdar ve Kısıklı arasında çalışmaya başladı.1950'lere gelindiğinde, tramvay hatlarının uzunluğu 130 km'ye ulaşmıştı. 1956 yılında 56 hatta 270 tren ve 108 milyon yolcu ile zirve yıllarını yaşadı. 27 Mayıs ihtilali sonrası şehirdeki tramvay hizmeti kapanmaya başladı. Hatlar sökülerek yerine o günün şartlarında daha hızlı ve seri hareket edebilen motorlu taşıtların ilerleyebileceği yollar inşa edildi. Eski Tramvaylar 12 Ağustos 1961 yılına kadar kentin Avrupa yakasında ve 14 Kasım 1966 yılına kadar Asya tarafında hizmet vermeye devam etti. Tramvayla aynı zamanda, Tünel inşaatı da başladı, Pera ve Galata arasındaki füniküler hat 30 Temmuz 1871 tarihinde inşaatına başlandı. Füniküler 5 Aralık 1874'te, Londra metrosundan sonra dünyanın en eski ikinci metrosu olarak hizmete açıldı. Başlangıçta, sadece yük ve hayvan taşınan hatta, 17 Ocak 1875 günü, test çalışmaları tamamlandıktan sonra halka da açıldı. Bu hizmet halen devam etmektedir. 1871 yılından itibaren faaliyette olan Tramvay İşletmesi’ne destek olmak amacıyla Dersaadet Tramvay Şirketi`ne otobüs çalıştırma izni verilmesinin ardından 1926 yılında Fransa’dan 4 adet Renault-Scania marka otobüs satın alındı. Tramvay Şirketi’ne bağlı çalışan otobüslerden biri 2 Haziran 1927’de Beyazıt-Taksim hattında ilk seferini yaptı. Diğerleri de beş ay sonra Beyazıt-Fuatpapa-Mercan Yokuşu-Sultanhamam-Eski Postane-Eminönü güzergahında çalışmaya başladı. Bu hat daha sonra Karaköy’e kadar uzatıldı. İstanbul’un ilk otobüsleri tramvayların çıkmakta zorlandığı yokuşlarda hizmet vermeye başladı. Bunun için daha önce tramvay hangarı olarak kullanılan Bağlarbaşı deposu, otobüslerin bakım ve onarımları için 1928 yılında garaj haline getirildi. Şirketin millileştirilmesi ve İETT`ye devri sırasında 3 adet otobüsü vardı. 1942 yılında 23 adet Gazoille White marka otobüs sipariş edildi, ancak bunlardan 9 adedi teslim alınabildi. Aynı yılın sonlarında Ticaret Ofisi tarafından, İsveç`ten 25 adet Scania-Vabis marka benzinli kamyon ithal edilerek İETT`ye tahsis edildi. 1943’ün Nisan ayında kamyondan bozma 15 otobüs, 1944 yılında ise 5 adet Scania-Vabis otobüs alınmasıyla birlikte 29 adetlik bir filo oluşturuldu. Bu filo 17 Ekim 1946 yılında Ankara Belediyesi'nin otobüs deposunda çıkan yangında yanan otobüslerin yerine Ankara`ya gönderildi. Kısa bir süre sonra Belediye’nin girişimiyle 12 adet Twin Couch, 2 adet Chevrolet, 1 adet Fargo marka olmak üzere toplam 15 otobüslük bir filo oluşturuldu. Bu otobüsler 1955 yılına kadar hizmet verdi. 1960 yılına kadar da Skoda, Mercedes, Bussing ve Magirus gibi çeşitli markalarda otobüs alımları sürdü ve filodaki otobüs sayısı 525’e yükseldi. Bunu 1968 ve 1969 yıllarında alınan 300 adet Leyland marka otobüs takip etti. Otobüs alımları 1979-1980 yıllarında Mercedes-Benz, Magirus ve Ikarus’la; 1983-1984 yıllarında Man’la devam etti. 1993 yılında ilk çift katlı otobüsler, 1998 yılında çevre ve insan dostu yeşil otobüsler, 2006’da Euro III çevreci motora sahip klimalı ve alçak tabanlı otobüsler hizmete verildi. 2007 yılının ilk aylarında yeni çift katlı kırmızı otobüsler sefere başladı. 2007'nin Eylül ayında Metrobüs hizmet vermeye başladı. Bu hatta yüksek yolcu kapasiteli, klimalı, alçak tabanlı, engellilerin ulaşımına elverişli otobüsler kullanılmaktadır. İETT 2014 yılı sonu itibarıyla bünyesinde 3.059 otobüs barındırmaktadır. Bu otobüsler solo, körüklü ve metrobüs tipidir. Bu otobüslerin markalarına göre dağılımları şu şekildedir: 900 Otokar, 540 Karsan Bredamenarinibus, 1569 Mercedes-Benz ve 50 adet Phileas. Ayrıca IETT kontrolündeki Özel halk otobüslerine ait 3075 adet otobüs vardır. Türkiye’de ilk elektrik dağıtım işletmesi İstanbul’da hayata geçirilir. 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanıyla gelişen modernizasyon hareketleri sırasında, Osmanlı İmpataratorluğu’nda yapılan araştırmalar sonucu İstanbul’da elektrik dağıtım imtiyazı, merkezi Peşte’de bulunan Ganz Anonim Şirketi’ne verilir. Daha sonra başka ortaklarla 1910 yılında Osmanlı Anonim Elektrik Şirketi’ne dönüşen yapı, birinci dünya savaşı ve sonrasında Silahtar’ta özellikle tramvaylar için elektrik üretmeye başlar. Cumhuriyet’in ilanıyla Ankara hükümeti; personelinin Türk vatandaşı olması, yatırım mecburiyeti ve hizmetin geliştirilmesi konularında ek anlaşmalar yaparak şirketi tanır. Özel Elektrik Şirketi, 31 Aralık 1937’de 11 milyon 500 bin Liraya kamulaştırılarak Nafıa Vekaleti’ne bağlı Elektrik İşleri Umum Müdürlüğü adını alır ve elektrik üretimi ve dağıtımından sorumlu olur. 16 Haziran 1939’da kurulan İETT İşletmeleri Umum Müdürlüğü, elektrik üretim ve dağıtım işini üstlenir. 1952 yılına kadar üretim ve dağıtımı bir arada yürüten İETT, bu tarihten sonra Etibank’tan cereyan almaya başlar. 1970 yılında Türkiye Elektrik Kurumu yasasıyla elektrik dağıtımından Türkiye Elektrik Kurumu (TEK) sorumlu olur. 1982’de ise elektrik dağıtım hizmeti tamamen TEK’e devredilir. İstanbul’da havagazı üretimine, ilk kez 1853 yılında Dolmabahçe Sarayı’nın aydınlatılması amacıyla başlanır. 1878’e kadar Yedikule’de, 1891’de Kadıköy’de yabancı sermayeli özel şirketlerce yürütülen üretim ve dağıtım işi birkaç el değiştirdikten sonra, 1945 yılında 4762 sayılı devir yasasıyla İETT’ye devredilir. 1984 yılında imtiyazı dolan Beyoğlu Poligon Havagazı Fabrikası’nın da devredilmesiyle İETT, havagazı üretimi ve dağıtımında tekel olur. Kok üretimi ve satışı da yapan, yaklaşık bin kişinin çalıştığı, günlük ortalama kapasitenin 300 bin metreküpü bulduğu, 80 bin abonesiyle İstanbul’a onyıllar boyu yaz kış demeden hizmet veren işletme, doğalgazın günlük yaşama girmesi ve geri teknoloji nedeniyle Haziran 1993’te tasfiye edilir. İstanbullular’a her iki yakada uzun yıllar hizmet veren tramvayların 1960’larda kentin ihtiyacını karşılayamaz hale gelmesi üzerine; otobüslere oranla daha ekonomik olması da göz önüne alınarak troleybüs sisteminin kurulmasına karar verilir. Güç beslenmesi çift havai elektrik hattından sağlanan Troleybüsler için ilk hat Topkapı-Emönönü arasında döşenir. İtalyan Ansaldo San Giorgia firmasına 1956-57 yıllarında sipariş edilen Troleybüsler 27 mayıs 1961’de hizmete girer. Toplam uzunluğu 45 km. olan şebeke, 6 kuvvet merkezi ve 100 troleybüslük işletmenin maliyeti o günün rakamıyla 70 milyon TL’yi bulur. Şişli ve Topkapı garajlarına bağlı olarak hizmet veren ve kapı numaraları birden yüze kadar sıralanan araçlara 1968 yılında tamamen İETT işçilerinin üretimi olan ‘Tosun’ da katılınca araç sayısı 101 olur. Tosun, 101 kapı numarasıyla İstanbullular’a on altı yıl süreyle hizmet verir. Elektrik kesintileri yüzünden sık sık yollarda kalan ve seferleri aksayan Troleybüsler, trafiği engellediği gerekçesiyle 16 Temmuz 1984’te işletmeden kaldırılır. Araçlar İzmir Belediyesi’ne bağlı ESHOT (Elektrik, Su, Havagazı, Otobüs ve Troleybüs) Genel Müdürlüğü’ne satılır. Troleybüslerin 23 yıllık İstanbul macerası böylece son bulur. İETT eski otobüslerini onararak, ihtiyaç duyan ülkelere ve şehirlere göndermektedir. Filodaki araçların 561'i yarı alçak
tabanlı olup geri kalan tüm otobüsler tam alçak tabanlıdır. 17 Eylül 2007 hizmete açılan otobüs hattı E-5 yolu üzerine konulmuştur. 7'si Asya, 38'i de Avrupa yakasında olmak üzere 45 duraktan meydana gelecek hattın toplam uzunluğu 50 km'dir. 8 Eylül 2008 günü yapılan açılış töreninde metrobüs Avcılar-Zincirlikuyu arasında hizmet vermeye başlamıştır. Zincirlikuyu istasyonu, Asya istikametinde Avrupa'daki son durak olama statüsüne sahip olmuştur. Metrobüste 9 hat bulunmaktadır. Metrobüs günde yaklaşık 750.000 yolcu taşımaktadır. 1985'ten ihtibaren özel işletme otobüsleri (ÖHO) İETT'ye bağlı olarak hatlarda çalışmaktadır. Günümüzde 1.366 adet özel hat otobüsü bulunmaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı`na bağlı Trafik Müdürlüğü denetiminde çalışan Özel Halk Otobüsleri, 1985 yılında Belediye Başkanlığı`nın teklifine binaen alınan UKOME kararıyla İETT İşletmeleri Genel Müdürlüğü`nün yönetim, yürütüm ve denetimine verilmiştir. Bu bağlamda Özel Halk Otobüsleri ile ilgili işlemleri yürütmek üzere bir müdürlük oluşturulmuştur. Halen bu çalışmalar Ulaşım Planlama Daire Başkanlığına bağlı Özel Ulaşım Müdürlüğü tarafından yürütülmektedir. 1985'ten ihtibaren özel işletme otobüsleri (ÖHO) İETT'ye bağlı olarak hatlarda çalışmaktadır . 2014 yılı sonu itibarıyla 3075 adet özel hat otobüsü bulunmaktadır. Kitap Kitap, bir kenarından birleştirilerek dışına kapak takılmış yani ciltlenmiş, (kâğıt, parşömen vb. malzemeden üretilmiş) üzeri baskılı sayfaların bir araya gelmesiyle oluşan okumalıktır. Bir "yapıta" ya da yapıtın bir bölümüne de kitap dendiği olur. Edebiyat, felsefe, bilimsel ve birçok alandaki yazıtların bir bütün halinde sunulduğu, genellikle kâğıttan yapılan ciltlenmiş nesnelere denir. Elektronik ortamda yayınlanan kitaplara ise e-kitap yani elektronik kitap denir. Kütüphanecilik 'te, dergi, bülten ya da gazete gibi süreli yayınlardan ayırt etmek için monograf olarak da adlandırılır. Eskiden kâğıt yerine kil tablet, palmiye yaprağı gibi şeyler kullanılmış. Böylece kitabın yaprakları da bunlardan olmuş. Ama bunlardan hiçbiri bugün kullandığımız kâğıt kadar dayanıklı olmamıştır. Kitap sözcüğü Arapça bir sözcüktür.Aslı ketebe (yazmak) 'tan kitab (yazılı olan, yazılan)' dır.Türkçesi ise bitig diğer yazılışlarıyla bitik ya da betiktir. Kaşgarlı Mahmudun Bağdatta 1072 - 1074 yılları arasında yazdığı Türkçe Arapça sözlük olan Divânu Lügati't-Türk adlı yapıtında kitap sözcüğünün karşılığı Türkçe bitig olarak geçmektedir. Göktürklerden kalan Orhun Yazıtlarında da kitap sözcüğü bitig olarak geçer. Kitabın türü ya da amacına bağlı olarak (örn. ansiklopedi, sözlük, ders kitabı, vb.) yapısı değişse de kitabın genel unsurları şunlardır: 19. yüzyıldan itibaren, Sanayi Devrimi'nin doğal sonucu olarak, selüloz esaslı endüstriyel kâğıt üretimi yaygınlaştı. Bu tür kâğıt, dokuma-lif esaslı kâğıttan çok daha ucuz olduğu için her türden kitabın genel okuyucuya büyük miktarlarda ve ucuz sunulmasını sağlamakla birlikte, asit içerdiği için zamanla bozulur. Dolayısıyla, ancak 1950'lerde ortaya çıkan asitsiz (acid-free) ya da alkalin kağıda basılmamış kitaplar yok olma tehlikesi altındadır ve asitten arındırma işlemi gereksinirler. Kitaplar tercihen fazla ışık, özellikle de doğrudan güneş ışığı almamalıdır. Normalin üstünde ısı ve nem de kitaplara zararlıdır. Liam Howlett Liam Paris Howlett (d. 21 Ağustos 1971), İngiliz DJ, Prodüktör. The Prodigy adlı elektronik müzik grubunun XL-Recordings adlı plak şirketine kayıtlı tek üyesi, grubun beyni. Dünya müzik otoritelerince elektronik müziğin dehası ve yeni Robert Moog'i olarak kabul edilir, Ingiltere'de büyük bir hayran kitlesine sahip olmakla birlikte 2006 yılında "Back To Mine" projesine imza atarak ülkenin müzik dehaları arasında olduğunu yeniden kanıtlamıştır. Howlett, 21 Ağustos 1971'de İngiltere'de doğmuştur. Çocukluğundayken piyano çalmıştır. 14 yaşındayken ilk DJ mix setlerini toplamıştır. Çocukken müzikle çok uğraşmıştır. Grubu 1989 yılında İngiltere'nin Essex şehrinde "Prodigy of Moog" adıyla kurarak müzik yaşantısına başladı. Daha sonra yoluna Sharky, Keith Flint, Leeroy Thornhill ve Maxim'ide alarak devam etti. 1990 da grubun ismini "The Prodigy" olarak kısalttı. İrlanda (ada) İrlanda Adası, Avrupa'nın üçüncü büyük adasıdır. Adada Kuzey İrlanda ve İrlanda bulunmaktadır. Kuzey İrlanda Birleşik Krallık'a bağlıdır. İrlanda Cumhuriyeti ise bağımsızdır. The Prodigy The Prodigy. İngiltere'nin Essex şehrinde 1989 yılında Liam Howlett tarafından "Moog Prodigy" adıyla kurulan, 1991 de ismini "The Prodigy" olarak değiştirdikten sonra yaptıkları "Firestarter", Smack My Bitch Up", "Voodoo People" gibi parçalarla tüm dünyada kendilerinden bahsettirmiş elektronik müzik topluluğudur. 1998 de yaptıkları "The Fat of the Land" albümünün satış rakamı, Beatles, Spice Girls ve Radiohead'den sonra grubu tek albüm üzerinden multiplatin plak alabilen tek İngiliz grup olarak tescillemiştir. Prodigy, rave çevrelerinin "Dört Büyük" (Big Four) olarak isimlendirdiği gruplardan biridir. Fatboy Slim, Crystal Method ve Chemical Brothers bu Dört Büyük'ün diğer elemanları kabul edilir. Her ne kadar 1970'lerde Jean Michel Jarre, Kraftwerk, Tangerine Dream gibi isimlerin elektronik müziğin öncüleri oldukları kabul edilse de, "Dört Büyük" arasında 1990'larda başlayan müthiş rekabet dans müziğini farklı boyutlara taşımış, bu rekabetten doğan ürün 1990'lı yılları dans müziğinin miladı olarak kabul ettirmiştir. Yaptıkları müziğe "jungle", "breakbeat", "punk-vokal", "big beat" gibi isimler takılsada The Prodigy hiçbir zaman sabit bir müzik türü yapmayarak rave dünyasını ve hayranlarını her zaman şaşırttı. Grubun beyni Liam Howlett'ın yaptığı bu müzik 1990'lı yıllarda tüm dünyayı etkisi altına aldı. Birçok rave otoriterine göre Liam Howlett elektronik müziğin kurucusu Robert Moog ve geliştiricisi Brian Eno'dan sonra en büyük elektronik müzik dehası olarak kabul edilir. The Prodigy'nin böyle bir başarı elde etmesinin nedeni Liam'ın tekno rüyasına zamanının en uç Mc örnekleri olan Keith Flint ve Maxim Reality ile devam etmiş olmasıdır. Aynı zamanda lise arkadaşı olan bu üç kafadar unutulmayacak başarılara imza atacaklardır. Grup, old Floppy Disk formatında 1989-1991 yılları arasında kluplerde yaptıkları çalışmalarını; "What Evil Lurks" ismiyle 1991 ile cd olarak yayımladı. Bu underground çalışmadan sonra 1989-1993 yılı arasında geçen süre zarfında yaptıkları çalışmalarını ilk albümleri "The Prodigy Experience" adlı albumde topladı ve İngiltere'de büyük bir hayran kitlesine sahip oldu. Özellikle İngiliz gençliği gelen bu ciddi çalışma ile Jungle, Breakbeat gibi yeni müzik türleriyle buluşmuş ve bu kapsamlı çalışma lokal de olsa grubun popularitesini büyük ölçüde arttıran etmenlerin başında gelmiştir. 1994'te "Music For The Jilted Generation" adlı ikinci albumlerini piyasaya sürdüler. Bu album müzik çevrelerinin The Prodigy'nin adının ülke dışına çıktığına önayak olduğunu ileri sürseler de 1998 yılında yaptıkları üçüncü albümleri "The Fat of The Land" gelmiş geçmiş en iyi elektronik müzik albümü kabul edilir. Bu album The Prodigy'nin tüm dünyaya açılmasını sağlayan, tüm dünyada hayran kitlesine sahip olmasını sağlayan albümdür. Bu albümün tanıtım turnesinde İstanbul'a da gelen The Prodigy 1998 yılında Abdi İpekçi Spor Kompleksinde de konser vermiştir. "Fat of the Land" albümünde yer alan "Smack My Bitch Up" parçasının videosu birçok kadın hakları örgütünden sert tepki aldıktan sonra MTV gibi popüler TV kanallarından kaldırılmış, fakat bu parçanın popularitesini engelleyememiştir. Zaten grubun videolarıda defalarca MTV ve diğer müzik kanalları tarafından sözleri ve ritimleri şiddet içerdiği gerekçesiyle 02:00 kuşağından sonra verilmiş MTV2 gibi alternatif müzik kanallarının kurulması en çok Prodigy'nin işine yaramıştır. Prodigy, 1990'ların başındaki İngiltere'de bir grup anarşist gence hitap eden klasikleşmiş imajını Moskova Kızıl Meydan'da 1997 yılında toplanan yaklaşık 1 milyon izleyiciyle tamamen değiştirmiştir. Bu konser aynı zamanda Avrupa kıtasında verilmiş en büyük konser olarak kayıtlara geçecektir. Liam Howlett daha sonraları tek başına bir albüm yapsa da (Dirtchamber Sessions Volume One) istediği satış rakamını yakalayamamıştır. Bu başarıyı yakalayamamasındaki en büyük etken bu albumü Maxim ve Keith olmadan yapmış olmasıdır. Grubun birlikte yaptığı "Baby's Got a Temper" adlı single müzik çevrelerince olumsuz tepkiler alsa da grubun hızının kesmemiş, bilakis 2004 yılında çıkardıkları "Always Outnumbered Never Outgunned" adlı 4. albümün çıkmasına önayak olmuştur. Prodigy'nin dönüşü niteliğindeki bu album grubu uzun bir aradan sonra yeniden listelere taşımıştır. Grup bu albümün tanıtım turnesinde 3 Ekim 2004 günü Parkorman-İstanbul'da da konser vermiştir. The Prodigy 2005 yılında şu ana kadar yaptıkları en iyi parçaların içinde bulunduğu "best of" kategorisindeki beşinci albümlerini "Their Law: The Singles 1990-2005" adıyla dvd formatında piyasaya sürülmüştür. Bu dvd içerisinde hediye olarak verilen bonus cd de, Prodigy fanatikleri olan Audiobullys, Pendulum gibi üst seviye grupların Prodigy için yaptıkları remixlerde vardır. The Prodigy, Mart 2009'da, 5 yıl aradan sonra çıkarttığı beşinci stüdyo albümü "Invaders Must Die" ile müzik piyasasındaki yerini aldı. Grubun canlı performansı dünyaca ünlü Q Magazine, Rolling Stone gibi dergiler tarafından ölmeden önce görülmesi gereken 50 konser arasında gösterilir. Hackers, The Sopranos, Dobermann, Matrix (film), Closer, The Fast and the Furious, Spawn, Charlie's Angels, Wasabi, Tomb Raider (film) gibi yapımların müziklerine imza atmışlardır. The Chemical Brothers The Chemical Brothers, Manchester Üniversitesi'nde tanışan Tom Rowlands ve Ed Simons tarafından kurulan popüler İngiliz elektronik müzik grubu. Başlangıçta, özellikle Amerikan müzik piyasasında "Dust Brothers" olarak anıldılar, The Prodigy'nin "Voodoo People" parçasına yaptıkları mix ile adlarını duyurdular ve 1995'ten itibaren bugünkü isimlerini aldılar. Dah
a önce Dust Brothers adıyla Fight Club filminin soundrack i olan "This is your life" ile adlarından iyice söz ettirmişlerdir. İlk albümleri "Exit Planet Dust" funky breaks/electronica tarzında bir albümdür. Bu albümle kısa sürede bir milyondan fazla satarak Virgin Records’la anlaşma imzaladılar.1998’de daha çok DJ’liğe ağırlık veren ikili, “Brothers Gonna Work It Out” isimli bir mix albümü yayınladı. Chemical Brothers 3. albümü olan "Surrender"i ise1999 yılında piyasaya sürdü, "Hey Boy, Hey Girl" ve "Let Forever Be" single'larıyla, ortalığı kasıp kavurdu. 2005 yılında "Push The Button" albümündeki "Galvanize" single'ı, ile 2006 yılında Grammy ödülünü aldı. Chemical Brothers, The Prodigy, Fatboy Slim, The Crystal Method ve daha az bilinen bazı gruplarla birlikte elektronik dans müziğinde big beat tarzının öncü gruplarındandır. Robert Moog Robert Arthur "Bob" Moog (23 Mayıs 1934 - 21 Ağustos 2005), elektronik müziğin kurucusu olarak bilinir. Kendi ürettiği "Moog synthesizer" adlı müzik cihazıyla tüm dünyada yeni bir müzik türünün başlamasını sağlamıştır. İlk başlarda cok eleştirilen cok dışlanan bu eser şimdi ise bir dünya fenomeni olarak dinlenmektedir. Tasarımı büyük bir yankı uyandırmıştır. Microsoft'ta da çalışmış bulunmaktadır. Rickenbacker Rickenbacker, dünyaca ünlü elektro-gitar markası. The Beatles'ın üyeleri bu markayı kullanıyordu. Yes'in basgitaristi Chris Squire de yine bir Rickenbacker kullanıyodu. Fakat Rickenbacker kullanan ünlüler içerisinde en sıfatına layık olan John Lennon'dı. Ayrıyetten Cliff Burton ve Lemmy Kilmister da bu basgitarı kullanan basgitaristlerdendir. Swatch İsviçre orijinli Dünyaca ünlü saat, araba, zamanlama teknolojisi yarı iletkenler firması, Sahibi Swatch Grubu Olup Breguet, Blancpain, Glashütte Original, Jaquet Droz, Léon Hatot, Omega SA, Longines, Rado, Union Glashütte, Tissot, Calvin Klein Watches + Jewelry, Balmain, Certina, Mido, Hamilton, Swatch, Flik Flak, Endura and Tourbillon Markalarıyla Kardeştir. Daimler AG ile imzalanan ortaklık anlaşmasıyla Smart marka arabalar üretmektedir. Bas Şarkıları Bas Şarkıları, Gürol Ağırbaş tarafından 1995 yılında yayınlanan, Türkiye'nin ilk solo basgitar albümüdür. Sanatçı, birkaç yıl sonra "Bas Şarkıları 2" albümünü çıkartmıştır. Bay Müzik Üretim Şirketi tafarından piyasaya sürülmüş olan bu albüm, özellikle Türkiye'de basgitarın tanımını değiştirmiş, yıllar yılı ikinci hatta üçüncü plana atılan basgitarı bir anda sahnenin önüne yerleştirmiştir. Gürol Ağırbaş'ın albümünü yayınlamasının ardından almış olduğu olumlu tepkiler, Türkiye'de diğer tanınmış basgitaristlerin de kendi "bas şarkılarını" hazırlamalarına önayak olmuştur. Albümdeki bütün besteler Gürol Ağırbaş'a aittir. Albümün hazırlanması aşamasında Ağırbaş, Türkiye'nin önde gelen müzisyenleri ile birlikte çalışmıştır. Çekirge, Osmangazi Bursa Osmangazi ilçesine bağlı bir semttir. Bursa'nın en eski semtlerinden biri olmakla beraber, ismini Osmanlı döneminde yaşamış olan Çekirge Han adlı bir kişiden aldığı rivayet edilir, ayrıca Osmanlı döneminde o bölgede yaşanan bir çekirge istilası sonucu da bu bölgeye bu ismin verildiği bir rivayettir. Çekirge bugün Bursa'nın en gözde, modern, nezih ve elit yerlerinden biridir. Bursa denince akla gelen, Karagöz ve Hacivat'ın da mezarları bu semtte yer almaktadır. Armutlu Meydanı diye adlandırılan küçük de bir meydanı vardır. Bursa'da yeşili bol bir semttir. Ayrıca Sultan I. Murat Hüdavendigar'ın türbesi ve camisi bu semtte yer almaktadır. Bursa Osmangazi ilçesine bağlı bir semttir. Bursa'nın en eski semtlerinden biri olmakla beraber, ismini Osmanlı döneminde yaşamış olan Çekirge Han adlı bir kişiden aldığı rivayet edilir, ayrıca Osmanlı döneminde o bölgede yaşanan bir çekirge istilası sonucu da bu bölgeye bu ismin verildiği bir rivayettir. Semtte pek çok kaplıca bulunur. Uludağ'ın eteklerindedir. Şehir merkezine yakındır. Merkeze yakın olduğu için merkez olmayan yerlere uzaktır ve bilmeyenler için gerçek bir tuzaktır. Bazı yerleri çorak bazı yerleri ise gerçekten sulaktır. Şifalı sularla iyileştirilebilecek hastalıklara gerçek bir kaynaktır. Çekirge’deki termal sular içme ve banyo kürlerinde kullanılıyor. Banyo kürleri; romatizmal hastalıklar, hareket sisteminin ağrılı hastalıkları, kronik iltihaplı ve ağrılı kadın hastalıkları, damar tıkanıklarıkları, İçme-banyo kürleri; karaciğer, safra yolları, diyabet (hafif), gut hastalığı (kriz devrelerinin dışında), kandaki fazla yağ oranı olan obezite vakalarında uygulanıyor.Çekirge’de su sıcaklığı 45 derecenin üstünde olan termal sular, Çekirge’nin en yukarı bölümünde, Vakıfbahçe denilen bir yerden kaynamakta. Bu sularda çeşitli maden eriyikleriyle zengin kimyasal madenler, gazlar ve yüksek radyoaktivite bulunuyor. İgor Nikolovski İgor Sasa Nikolovski, (; d. 16 Temmuz 1973), Makedon eski futbolcudur. 90'lı yıllarda Süper Lig'de Sakaryaspor ve Trabzonspor'da forma giymiştir. Aynı zamanda Makedonya Cumhuriyeti millî futbol takımında da forma giydi. Trabzonspor'a Hüseyin Çimşir karşılığında transfer edilmiştir. Çekirge Çekirge, düz kanatlılar (Orthoptera) takımından Caelifera alt takımının sıçrayıcı üyelerine verilen genel ad. Anadolu'da çekirgeler türlerine göre, 4–5 cm arasında değişen büyüklüklerde yaşamaktadır. Bilinen en küçük çekirge türü 2 cm olup şimdiye kadar tespit edilen en büyük çekirgelerin boyları 20 cm kadar olup, özellikle göçmen çekirge türlerinin diğerlerine göre 5 – 10 cm daha büyüktür. . Çekirgeler, özellikle sıcak çöllere yakın yerlerde (Akdeniz çevresindeki bölgeler, Kuzey Amerika ve Arjantin'in orta kesimi, Asya ve Afrika çöllerine yakın bölgeler) tarıma büyük zarar verir. Türkiye'de çekirgeden zarar gören kesimler Güney Anadolu ve Trakya'dır. Çekirgeler zengin bitki örtülü ülkelere yaptıkları dehşet verici göçlerle ünlüdür. Kümeler halinde bırakılan yumurtalardan ilk yağmurlardan hemen sonra çıkan kanatsız çekirge yavruları büyük topluluklar halinde bitkilere saldırır. Yavrular erginleşip kanatlanınca göçün hızı daha da artar: karabulut gibi göç eden çekirge sürüsü indiği yerdeki bitkileri kısa sürede yer ve bitirir. Sıcak mevsimin sonunda dişiler bulundukları yerde yumurtlar; daha sonra erginler kalabalık topluluklar halinde ölür ve bu defa da cesetleri hastalıklara yol açar. Çekirgelere yapılan savaş çeşitli etmenlere bağlı olarak değişir: çekirge sürüsünün büyüklüğü, göç biçimi, sürüyü oluşturan bireylerin erişkin olup olmamaları vb. Günümüzde, yere konmuş çekirgelerin silindirle ezilmesi, gürültü yapılarak ya da yumurtaların yakılması ya da üzerine kaynar su dökülmesi gibi yöntemlerin yanı sıra çekirgeleri yok etmede böcek öldürücü ilaçlar da kullanılmaktadır. Üst familya: Tridactyloidea Üst familya: Tetrigoidea Üst familya: Eumastacoidea Üst familya: Pneumoroidea Üst familya: Pyrgomorphoidea Üst familya: Acridoidea Üst familya: Tanaoceroidea Üst familya: Trigonopterygoidea Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği, genel merkezi Ankara'da bulunan sivil toplum kuruluşudur. 1955 yılında kuruldu. Bakanlar Kurulunun 21 Aralık 1992 tarih ve 92/3924 sayılı kararı ile kamu yararına çalışan dernek olarak tescil edildi. Derneğin 1 Ocak 2008 itibarıyla 22 şubesi var. Ahkaf Suresi Ahkaf Suresi, Mekke döneminde indirildiğine inanılan sure 35 ayetten oluşur. Sure, adını 21. ayette geçen “Ahkaf” kelimesinden almıştır. Ahkaf, “Ad” kavminin yaşadığına inanılan, Yemen’de bir bölgenin adı olup, uzun ve kıvrımlı kum yığınları demektir. Konusu itibarıyla bir önceki surenin devamı niteliğindedir. "Kendisinden önce ve sonra uyarıcıların gelip geçmiş olan Âd kavminin kardeşini hatırla. Hani Ahkâf’taki kavmini, “Ancak Allah’a ibadet edin, çünkü ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum” diye uyarmıştı." (Ahkaf-21) Ayette geçen kardeş kelimesi Hud ile, ahkaf ise yer ismi olarak yorumlanır. Ahkaf kumul olarak alındığında ise anlamı çöl ortasında yaşayan bir topluluğun kumul istilası ile korkutulması, ve bundan korunma için tek ilaha tapınılması gerektiği şeklinde bir anlam çıkar. Palamar Palamar, gemileri iskele, rıhtım veya şamandıraya bağlamaya yarayan kalın halattır. Şivan Perwer Şivan Perwer (d. İsmail Aygün, 23 Aralık 1955, Viranşehir) Kürt müzisyen, şair ve yazar. Eserlerinde tarihi ve geleneksel temaları yansıtmaktadır. İsmail Aygün, 23 Aralık 1955 tarihinde, Şanlıurfa ilinin Viranşehir ilçesinde doğmuştur. 1976 yılında Türkiye'den ayrılıp, Almanya'ya yerleşmiş ve geleneksel şarkılardan oluşan ilk resmî albümünü çıkarmıştır. 1991 yılında, birçok uluslararası sanatçı ile birlikte bir yardım konserinde sahne almıştır. 2004 yılında Frankfurt kentinde, kendi adını taşıyan bir vakıf kurmuştur. 16 Kasım 2013 tarihinde, Diyarbakır'ı ziyaret ederek, yeniden Türkiye'ye dönmüştür. 2004 Grand Prix du Disque by l'Académie Charles Cros 2000 San Diego Takdir Sertifikası Ortaklar Dava (Kafka romanı) Dava, ("Der Prozeß"), bir sabah uyandığında kendisini sebebini anlamadığı bir suç nedeniyle dava edilmiş bulan Josef K. adlı kahramanın absürt durumunun anlatıldığı bir Franz Kafka romanıdır. Gerçekdışı niteliğiyle Kafka'nın şaşırtıcı yapıtları arasında çok önemli bir yeri olan Dava; tamamlanmamış bölümleriyle birlikte yazarın ölümünden iki yıl sonra, yakın arkadaşı Max Brod'un katkılarıyla, 1925'de yayımlanmıştır. Roman 1962'de Orson Welles tarafından filme uyarlanmıştır. Bir sabah ansızın tutuklandığını; ama normal yaşamına devam edebileceğini öğrenen Josef K., neyle suçlandığı bildirilmediği için önce bunu bir şaka sansa da, kısa sürede durumun ciddiyetini kavrar. Ancak ne mahkemeye çıkarılır ne de savcılarla görüşebilir. Çalıştığı bankada, kaldığı pansiyonda, gittiği yerlerde herkes, anlaşılmaz bir biçimde bu davadan haberdardır. Kaderin bir tür oyunuyla sürüklenir durur, savunma gücü yoktur, bir hiçtir o. Yavaş yavaş bir saplantı haline getirdiği davasıyla arasında hiçbir aracı bulunmadığını, kaçınılmaz bir biçimde bu davanın tam merkezinde kendi
sinin yer aldığını anladığında ise, cezasını beklemeye başlar. Aslında ortada gerçek bir dava da yoktur. Kafka'nın burada anlatmak istediği Bay K. zaten yaşam ya da dünya tarafından tutuklanmış ;fakat bunun bilincine hiçbir zaman varamamış olmasıdır. Akıncılar Derneği Akıncılar Derneği ilk olarak Ankara Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademili bir grup öğrenci tarafından Tevfik Rıza Çavuşoğlu'nun başkanlığında 12 Aralık 1975’de kurulmuştur. Ankara’da yalnızca bir okulun dernek çalışması şeklinde kurulan Akıncılar, aynı dönemde Adana ve Kasımpaşa’da kurulan derneklerle de aynı ismi taşımaktaydı. Daha sonra Ankara’da bulunan Akıncılar Derneği’nin etkinliğiyle birlikte Adana ve Kasımpaşa Akıncıları da Ankara’ya -genel merkeze- bağlanmıştır. Akıncılar Derneği’nin kurucu genel başkanı Tevfik Rıza Çavuşoğlu daha sonra sırasıyla Mehmet Tezel, 1977’de Mehmet Tellioğlu, 1979’da Mehmet Güney başkanlığa seçilmiştir. Akıncılar Derneği’nin kapatılmadan önce 600’e yakın şubesi vardı. Sadece gençlik derneği değil, Akıncı İşçiler, Akıncı Memurlar, Akıncı Sporcular, Akıncı Esnaflar dernekleri de kurulmuştur. Toplamda 1200 civarında dernek şubesine ulaşılmıştır. Akıncılar Derneği 27 Kasım 1979’da dönemin siyasi inisiyatifi tarafından dernek binalarına baskınlar yapılarak birçok dernek üyesi gözaltına alınmıştır. 13 Aralık 1979 tarihinde ise Ankara Sıkıyönetim komutanlığınca kapatılmıştır. 12 Eylül’den sonra Mamak’ta Akıncılar davasında 140 kişi yargılanmıştır. 2011 yılında tekrar kurulan Akıncılar Derneği’nin bugünkü Genel Başkanı Fahri Çınar'dır. Jack London Jack London (d. 12 Ocak 1876, San Francisco - ö. 22 Kasım 1916, Kaliforniya), Amerikalı gazeteci ve roman yazarı. Vahşetin Çağrısı, Martin Eden, Demir Ökçe, Beyaz Diş ve Deniz Kurdu başta olmak üzere elliden fazla kitabın yazarı olan Jack London, Dünya ticari dergi romanının öncüsü ve yazarlıktan yüksek gelir elde edebilen Amerikalıların ilklerindendir. Jack London'ın annesi Flora Wellman spiritüalist bir müzik öğretmeniydi. Tahminen Jack'in babası olduğu düşünülen William Chaney ise astrologdu. San Francisco Chronicle gazetesinin 4 Haziran 1875 tarihli yayınında çıkan bir habere göre Flora Wellman; Chaney'nin bebeğin aldırılmasını istediğini, fakat onun bu talebi reddettiğini öne sürmüştür. Bunun üzerine Flora kendisini vurmaya kalksa da ciddi bir yara almamış, ardından geçici olarak akli dengesini yitirmiştir. Doğumdan sonra bebeğin bakımı eski bir köle olan Virginia Prentiss'e verilir. Prentiss, London'ın hayatındaki başlıca anne imgesi olarak kalacaktır. Aynı yılın sonlarına doğru Flora Wellman, Amerikan İç Savaşı gazisi John London ile evlenince, sonradan Jack olarak anılacak bebek John da onlarla birlikte yaşamaya başladı. Jack ilkokulu Oakland'da okudu. 1897'de Berkeley Üniversitesi'nde öğrenciyken ise annesinin intihar girişimi ve biyolojik babası ile ilgili gazete haberlerini araştırmaya koyuldu. Edindiği bilgilerden sonra Chicago'da yaşarken William Chaney'ye bir mektup yazdı. Chaney'den gelen yanıt ise oldukça ilginçti. Jack'in babası olmasının mümkün olamayacağını, çünkü iktidarsız olduğunu söyleyen Chaney, Jack'in annesinin başka adamlarla ilişkisi olduğunu iddia ederek annesine bebeği aldırması konusunda ısrar ettiği konusunun ise iftiradan ibaret olduğunu belirtti. Biyografi yazarı Clarice Stasz ve diğer bazıları, her ne kadar yasal olarak evli olup olmadıkları bilinmese de, Jack London'ın babasının astrolog William Chaney olduğuna inanmaktadırlar. 1906 depremini izleyen büyük yangınlar sebebiyle San Fransisco'nun çoğu resmi kaydı yok olduğundan Wellman ile Chaney'nin yasal olarak evli olup olmadıkları kesin olarak bilinmemektedir. (Aynı nedenle Jack London'ın doğum belgesinde hangi adın yazılı olduğu da bilinmiyor.) Stasz bu iddiasına kanıt olarak, Chaney'nin anılarında; Jack London'ın annesi Flora Wellman'dan karısı olarak söz etmesini ve Flora'nın bir reklamda kendisini Florence Wellman Chaney olarak takdim etmesini kaynak göstermektedir. Jack London San Fransisko'daki 3. cadde ile Brannan caddesi yakınlarında 12 Ocak 1876'da doğdu. Doğduğu ev 1906 San Fransisko depremi sırasında çıkan yangında tamamen yandı ve bunu belirtmek için1953 yılında Kaliforniya Tarih Derneği tarafından bir tabela koyuldu. London ailesi işçi sınıfından geliyor olsa da aslında Jack London'ın ileride yazdıklarında iddia ettiği kadar yoksul değillerdi. Jack London, özellikle yerel kütüphanede kitap okuyarak kendi kendisini eğitmiştir. 1885'te, Ouida'nın eğitimsiz bir İtalyan köylü çocuğunun opera bestecisi olarak ün kazanmasını anlatan romanı "Signa"'yı okudu. Bu romandaki karakter onun edebiyat alanındaki kendi hedeflerine ulaşması açısından prototipi olacaktı.. 1886’da Oakland Yerel Kütüphanesi’nin sempatik kütüphanecisi Ina Coolbrith’ı (sonraları Kaliforniya’nın ilk sayılan şairlerinden ve San Fransisko edebiyat topluluğunun önemli bir şahsiyeti olmuştur) keşfetmesi Jack London için önemli bir gelişme olmuştur. London 1889 yılında Hickmott konserve fabrikasında günde 12-18 saat çalışmaya başladı. Bu ağır iş koşullarından kurtulmak için siyahi sütannesi Virginia Prentiss’den borç para alarak French Frank adındaki bir istiridye korsanından "Razzle-Dazzle" adlı şalopayı satın aldı. Böylelikle o da bir istiridye korsanı oluyordu. "John Barleycorn"'da French Frank’ın metresi Mamie’yi kaçırdığından söz edilir. Birkaç ay sonra yelkenlisi tamir edilemeyecek düzeyde zarar gördü. Bu olaydan sonra safını değiştirerek Kaliforniya Balık Devriyesi'nin bir üyesi oldu. 1893 yılında Japonya sahillerine gitmek üzere "Sophia Sutherland" adlı fok balıkçısı uskunaya girdi. Döndüğü zaman ülkesi 1893 Krizi’nin ve Oakland’daki işçi huzursuzluklarının etkisi altındaydı. Bir hint keneviri fabrikasında ve bir elektrik santralinde ağır iş koşulları altına çalıştıktan sonra serserilik yaşantısına başladı. 1894 yılında serseriliği nedeniyle Buffalo'daki Erie County Cezaevi'nde 30 gün hapis yattı. Daha sonraları Yol adlı kitabında bu hapishanedeki ortamı "düşünülemeyecek" korkunçlukta, "insanın düşebileceği en derin çukur" olarak tarif etti. Serserilik ve denizcilik deneyimlerinden sonra Oakland'a döndü ve Oakland Lisesi'ne kaydoldu. Burada "Aegis" isimli okul dergisine birkaç yazısıyla katkıda bulunmuştur. Bu yazılardan yayınlanan ilk eseri "Japon Kıyılarında Tayfun", denizcilik deneyimlerinin bir meyvesidir. Jack London Berkeley Üniversitesi'ne girmeyi çok istedi ve 1896 yılında bir yaz dönemi yoğun ders çalıştıktan sonra başardı fakat maddi zorluklar yüzünden 1897 yılında ayrılmak zorunda kaldı ve bu yüzden hiçbir zaman diploması olmadı. Üniversitedeki öğrenci yayınlarında yazısı olduğuna dair kayıt yoktur. 25 Temmuz 1897'de London, kayınbiraderi James Shepard ile Klondayk Altın Avı'na ("Klondike Gold Rush") katılmak üzere yola çıktı. İlk başarılı öykülerini de burada yazacak olan London için Klondayk dönemi sağlığı açısından pek de iyi gitmedi. Klondayk'taki diğer birçok kişi gibi o da beslenme yetersizliğinden iskorbüt hastalığına yakalandı. Bu hastalık dişetlerinin şişmesine ve ardından dört ön dişini kaybetmesine neden oldu. Aynı dönemde karın ve bacak kaslarındaki ağrılar da ona ıstırap veriyordu. Neyse ki "Dawson City'nin ermişi" peder William Judge, ona ve onun gibi çeşitli hastalıklarla boğuşan birçok insana barınacak yer, yemek ve ilaç temin etti. London'ın sağlığı bu sayede düzeldi ve bu cizvit papazı tarafından belki de hayatı kurtarılmış oldu. London, Klondayk'ın tüm güçlüklerine karşın hayatta kalmayı başardı. Bu çabası onun en iyi eserlerinden sayılan Ateş Yakmak adlı kitabını yazmasına esin kaynağı olmuştur. Dawson'daki ev sahibi Bond ailesiydi. Marshall ve Louis; Yale ve Stanford'dan mezun maden mühendisleri, babaları Hiram Bond ise şirket avukatlığının yanı sıra zengin bir altın madeni yatırımcısıydı. Bondlar, başta Hiram olmak üzere, aktif birer cumhuriyetçiydiler. Jack Oakland'ı iş etiğine bağlı, sosyal vicdan sahibi, sosyalist eğilimli biri olarak terk etti ve sosyalizmin aktif bir destekçisi haline dönüştü. Ayrıca kendisi için yoksulluktan tek çıkış yolunun eğitim alıp "beynini satmak" olduğu kararına vardı. 1898'de Oakland'a döndüğünde ciddi olarak yazdıklarını yayınlatma çabasına girişti. Bu dönemi "Martin Eden" adlı romanında akıllara kazınacak bir biçimde anlatır. Yayımlanan ilk öyküsü "Yoldaki Adam"dı. Bu öyküsü için "Overland Monthly" ona yalnızca 5 dolar teklif edince Jack London yazarlık kariyerini sonlandırmanın eşiğine gelmişti. Ancak "The Black Cat" dergisi "A Thousand Deaths" adlı öyküsünü yayınlamak için 40 dolar ödemesiyle, kendi deyimiyle, "kelimenin tam anlamıyla paçayı kurtarmıştı". Jack London yazarlık kariyerindeki zamanlama konusunda şanslıydı. Tam da düşük maliyetli dergi üretimini mümkün kılan yeni basım teknolojilerinin çıktığı ve bunun sonucunda geniş kitleleri hedefleyen popüler dergilerin patlama yapıp büyük bir kısa öykü pazarının oluştuğu dönemde yazarlık mesleğine adım atmıştı. 1900'lerde yazarlıktan 2.500 dolar (90'lerin 75.000 doları) kazandı. "Batarde" ve "Diable" olarak iki farklı adla dergilere sattığı bir kısa öyküsünde, zalim bir Fransız asıllı Kanadalı ile köpeği anlatılır. Köpek vahşileşir ve sonunda intikam için sahibini öldürür. London, köpeği kötülüğün simgesi olarak gösterdiği için yapılan eleştirilere karşı, hayvanın davranışının asıl sebebinin adamın tutumu olduğunu dile getirmiş, "Saturday Evening Post" için yazdığı "Vahşetin Çağrısı" adlı öyküsünde bu görüşünü ayrıntılandırmıştır. Santa Clara vadisinde geçen bu öykü Buck adındaki St.Bernard-çoban köpeği kırması bir köpek üzerine kuruludur. Aslında açılış sahnesi Bond çiftliğinin bir tarifidir ve Buck da Dawson'da ev sahipleri tarafından ödünç verilen bir köpeğe dayanmaktadır. Şair George Sterling ile Oakland'ın Lake Merritt bölgesinde kiralık villasında yaşarken tanışan London ve Sterling zamanla birbirlerinin en iyi arkadaşı oldular. 1902'de Sterling London'a California Piedmont'daki kendi evinin yakınlarında bir ev bulması konusunda yardımcı oldu. London, me
ktuplarında karga burnu ve klasik karakteri nedeniyle Sterling'e "Greek" diye hitap etmiştir ve bunları "Wolf" adıyla imzalamıştır. Sonradan London Sterling'i; otobiyografik eseri Martin Eden'de Russ Brissenden karakteriyle, "Ay Vadisi"nde ise Mark Hall karakteriyle betimleyecekti. Daha sonraki yaşamında London geniş kapsamlı şahsi kütüphanesine kendini adadı. London 15.000 ciltlik bu kütüphaneye "Benim Ticari Araçlarım" derdi." Jack London 7 Nisan 1900'de, "Kurdun Oğlu"nun yayınlandığı gün, Bess Maddern ile evlendi. Bess birkaç yıldır arkadaş çevresinin bir parçası olmuştu. Stasz'e göre "Her ikisi de açıkça evliliklerinin aşktan yoksun olduğunu söylemekteydiler, fakat evliliklerinin sağlıklı meyvelerini verecek olan arkadaşlıkları ve birbirlerine olan inançlarıydı." Kingman'a göre de: "Birlikte rahatlardı... Jack, Bessie'ye ona aşık olmadığını açıklamıştır fakat başarılı bir evlilik yapabilecek kadar onu sevmiştir." Evliliği sırasında, "Kempton-Wace Mektupları"nı birlikte yazdığı Anna Strunsky ile arkadaşlığını sürdürmüştür. "Kempton-Wace Letters" aşka iki bakışı karşılaştıran mektuplardan oluşan bir romandır. Anna Strunsky'nin kaleme aldığı Dane Kempton'ın mektuplarında evlilik romantik bir bakış açısıyla yorumlanırken Jack London'ın kaleminden çıkan Herbert Wace'in mektuplarında Darwinizm ve Öjenik'e dayanan bilimsel bir bakış açısıyla yorumlanmıştır. Romanın kurgusal karakteri Wace tanıdığı iki kadını şöyle karşılaştırmaktadır: "[İlki] çılgın, oyunbaz, harika, ahlaksız ve hayat dolu bir varlıktı. Şu anda bile onu hatırladığımda kalp atışlarım hızlanır… [İkincisi] göğüs kabartan, harika bir anneydi. Bu türü bilirsiniz, onlara "İnsanlığın anneleri" derim. Bu türden dünya üzerinde o kadar çok var ki, emzirilirken imanla doluyoruz. Oynak olanı yatılacak bir kadındı, fakat bu Ana idi. Öyle ki hayatın hiyerarşik düzeni içerisinde en son, en yüksek ve en kutsal basamakta yer alır." Wace şunu da itiraf eder: "Ben, gönül maceralarımı akılcı bir davranışla düzenlemeyi tercih ederim… Bu sebeple Hester Stebbins ile evlendim. Ne modası geçmiş hayvansı seks çılgınlığı, ne de eskimiş romantizmin büyüsüne kapılıp evlenmeye zorlandım. Ben, beden ve ruh sağlığı ile uyumlu bir beraberlik için sözleşme imzaladım. Benim akıl gücüm bu sözleşmeden zevk almalı." Onu evlenmek niyetinde olduğu kadına mecbur eden şeyin ne olduğunu araştırırken de Wace şöyle der: "İçimizdeki, her erkek ve kadının içindeki Doğa Ana, soy sop diye haykırır." Gerçek hayatta Jack'in Bess'e taktığı ad "Mother-Girl", Bess'in Jack'e taktığı ise "Daddy-Boy"du. İlk çocukları Joan 15 Ocak 1901'de, ikinci çocukları Bessie (sonradan Becky denildi) 20 Ekim 1902'de doğdu. Her ikisi de London'ın en ünlü çalışmalarından "Vahşetin Çağrısı"nı yazdığı yer olan California Piedmont'ta doğdular. Joseph Noel'e göre "Bessie ebedi bir anneydi. Başta Jack için yaşıyordu, onun elyazılarını düzeltiyordu, ona gramer öğretiyordu ancak çocuklar olunca onlar için yaşamaya başladı. Bu nokta onun en büyük gururu ve ilk gafı idi. Jack, Noel ve George Sterling’e şunları yakındı, "O namusuna bağlı biri. Onun ahlakının basit soyunun baskısı olduğunu söylediğim zaman benden nefret ediyor. O kahrolasıca namusu için beni ve çocuklarını satabilir. Bu berbat bir şey. Evden ayrı geçirdiğim zamanların sonunda her eve dönüşümde aynı odada kalmama bile izin vermiyor.". Stasz'a göre "bunlar Jack’in hayat kadınlarıyla ilişkiye girip, eve zührevi hastalık getirmesinden korkan Dess'in aldığı önlemlerdir." 24 Temmuz 1903'te Jack London, Bessie'ye ayrılmak istediğini söyledi ve evden taşındı. 1904 yılı boyunca boşanma şartlarını görüştüler ve 11 Kasım'da boşanma karara bağlandı. 1904 yılında Maddern'den boşandıktan sonra, 1905'te Charmian Kittredge ile ikinci evliliğini yapmıştır. Biyografi yazarı Russ Kingman, London'un ikinci eşi Charmian'ı şöyle tanımlar: "Jack'in ruh eşi, her zaman her konuda onun tarafındadır; mükemmel bir çift!". Jack "Anne Kadın" ve "Arkadaş Kadın" kavramlarını "Kempton-Wace mektupları"nda karşılaştırmıştı. Bess'e taktığı ad "Anne Kız" iken, Charmian'a taktığı ad "Anne Kadın"dı. Charmian'ın Victoria Woodhull'un öğrencisi olan teyzesi ve süt annesi onu rahat yetiştirmişti. Her biyografi yazarı Charmian'ın sınır tanımayan cinselliğine atıfta bulunur; Noel muzipçe, "Charmian Kittredge adındaki genç bir bayan Piedmont'ta pamuklu sütyenler ve güzel bir kalçaya sıkıca oturan kısa kesim eteklerle ortaya çıktı." Stasz ise doğrudan, "Titiz ve nazik bayanı şehvet dolu ve özel olarak cinsel açıdan zinde bulmak gizli bir hazine keşfetmek gibiydi." ve Kershaw da kaba bir şekilde, "Sonunda zinaya tapan bir kadın vardı, Jack'in onu orgazm etmesini istiyor ve bunu sıkça yapmayı umuyordu; ağzına indirilen sadistçe yumruk bile onu gözyaşlarına boğmuyordu." demiştir. Noel, 1903'ten 1905'e kadar geçen olayları "İbsen'in ilgisini çeken bir aile dramı... London bir tür kaygısız romantizm ve komedi rahatlığı içindeydi," diye anlatır. Ana hatlarıyla, Jack London evliliğinde hareketliydi; evlilik dışı cinsel olaylar arıyordu ve bunu Charmian'da buldu, yalnızca cinsel olarak aktif ve maceracı bir partner değil aynı zamanda geleceğinin hayat arkadaşı olacaktı. Charmian Bessie'ye cana yakın gözükmeye çalışarak niyetini gizlerken Bessie ve diğerleri Anna Strunsky'yi rakipleri olarak algılayarak yanıldılar. Çocuk sahibi olmak istedilerse de bebeklerinden biri doğum sırasında öldü öteki hamilelik ise düşükle sonuçlandı. 1906'da "Collier's Weekly" dergisinde 1906 San Fransisco depremi üzerine görgü tanıklığı raporu yayımlandı. 1910'da Jack London 26.000 dolara California Glen Ellen'da Sonoma Dağının doğu yamacında 4 km²'lik bir çiftlik satın aldı. "Eşimin yanında, çiftlik bana dünyanın en güzel şeyi olarak gözüküyor." der, çiftliğin başarılı bir ticari girişim olmasını isterdi. Yazarlık her zaman için London'a göre ticari bir girişimken şimdilerde ise anlamını tamamen yitirdi; "Bana ait olan "Beauty Ranch"ten başka bir amaç için yazmam. Muhteşem mülküme bir ya da iki dönüm eklemek dışında bir amaçla kitap yazmam." 1910'dan sonraki edebi eserleri daha çok ticari amaçlıydı. Çiftliğe kazanç sağlama ihtiyacıyla yazılmışlardı. Joan London, "Çok az sayıda eleştirmen onun eserlerini ciddi olarak inceleme gereği hissediyordu ki Jack'in artık çaba göstermediği ortadaydı." diye yazmıştır. Çiftlik birçok yönden büyük bir fiyaskoydu. Stasz gibi iyimser yorumcular onun projelerini potansiyel olarak uygulanabilir görmüşlerdir ve başarısızlığı kötü şansa ya da döneminin ilerisinde olduğuna bağlamışlardır. Oysaki Kevin Starr gibi kötümser tarihçiler onun kötü bir yönetici olduğunu, başka endişelerinden etkilendiğini ve alkolik olmasından zarar gördüğünü iddia etmektedir. Starr, London'ın 1910 ile 1916 arasında yılda altı ay çiftliğinden uzakta olduğunu belirtir ve "Yönetsel gücün gösterişini sevdi, bunaltan ayrıntılara dikkat etme konusunu değil... London'ın çalışanları onun büyük bir çiftlik sahibi zengin bir kişi rolünü oynaması çabasıyla alay ediyorlardı." diye yazar. Jack London Hawai'yi son kez Aralık 1915'te ziyaret etti. Hawai'de bulunduğu 8 aylık sürede Dük Kahanamoku, Prens Jonah Kūhiō Kalaniana'ole, Kraliçe Lili‘uokalani ve diğer birçok kişiyle tanıştı. Temmuz 1916'da çiftliğine geri dönen London, böbrek yetmezliği şikayetine rağmen çalışmaya devam etti. Çiftlik şu anda koruma altında olup Jack London Millî Parkı içindedir. Jack London kariyeri boyunca defalarca intihalden suçlandı. Saldırıya açıktı, sırf dikkat çekici ve başarılı bir yazar olmasından değil çalışma yöntemleri nedeniyle de. Elwyn Hoffman'a yazdığı bir mektupta, "ifade etmek icat etmekten daha kolaydır," demiştir. Sinclair Lewis'ten öykü ve roman için taslaklar satın almış, öyküleri için gazete küpürlerini çokca kullanmıştır. Egerton R. Young "Vahşetin Çağrısı"nın kendi kitabı "Northland'daki Köpeklerim"den alındığını iddia etmiştir. Jack London yanıt olarak onun kitabını kaynak olarak kullandığını kabul etmiş ve Young'a bir teşekkür mektubu yazdığını ileri sürmüştür. Temmuz 1902'de, iki ayrı kurgu aynı ayda ortaya çıktı: Jack London'ın "San Fransisco Argonaut"taki "Moon-face" i ile Frank Norris'in "Century"deki "The Passing of Cock-eye Blacklock"u... Gazetelerin karşılaştırmalarına göre London’ın karakter tanımlamaları davranış olarak tamamen farklı, temelde ve dürtülerde ise açık bir şekilde aynıydı. Jack London bunu, iki yazarın da hikâyelerini aynı gazete için yazmış olmalarına bağladıysa da daha sonra Charles Forrest McLean’in aynı olayı kurguladığı romanının bir yıl önce yayınladığı ortaya çıktı. The New York World’ün 1906 yılında yayınladığı "ölümcül benzerlik" isimli makalede, Jack London’ın “Love of Life” isimli kısa hikâyesinin 18 bölümü, Augustus Biddle’ın kurgudışı makalesi ve J. K. Macdonald’ın “Gece Yarısının Güneşi Diyarında Kayıp” isimli yazılarıyla yan yana karşılaştırmıştır. London’ın Biddle’ın yazısını yeniden düzenlediği kanıtlandıktan sonra London da ilgili eserlerden esinlendiğini kabul etmiştir. En ciddi suçlama, Jack London’ın dünyaca ünlü Demir Ökçe romanının “Piskopos’un Gördüğü Hayalet” isimli 7. Bölümü hakkında ortaya atılmıştır. Bu bölüm, Frank Harris’in 1901 yılında yayınlanan “Londra Piskoposu ve Halk Ahlâkı” isimli ironik denemesinin birebir kopyasıdır. Bu olaydan dolayı öfkelenen Harris, kitabın telif haklarından 1/60 oranında hisse talep etti. Jack London ise bu bölümün bir gazete küpürü olarak eline geçtiğini, yazıyı gerçek Londra Piskoposunun gerçek bir konuşması olduğunu zannederek kullandığını öne sürdü. Joan London ise bu savunmayı “gerçeklerden uzak” olarak yorumladı. Jack London 20 yaşında sosyalizmi benimsedi. Bundan önce sağlıklı ve güçlü bünyesinden kaynaklanan bir iyimserliğe sahip, çok çalışan ve dünyaya olumlu gözle bakan bir kişiydi. Fakat "Nasıl Sosyalist Oldum” adlı makalesinde de belirttiği gibi halkın en alt tabakalarını daha yakından gördükçe sosyalist fikirleri oluşmaya başladı. İyimserliği ve ferdiyetçiliği yavaş yavaş söndü ve mecbur olmadıkça hiçbir zaman daha fazla çalışmam
aya karar verdi. Yazılarında ferdiyetçiliğinin bünyesinden sökülüp çıktığını ve bir sosyalist olarak tekrar doğmuş olduğunu belirtir. London Sosyalist İşçi Partisi'ne ilk kez Nisan 1896'da katıldı. 1901'de Sosyalist İşçi Partisi'ni bırakıp yeni kurulan Amerikan Sosyalist Partisi'ne girdi. 1896'da "San Francisco Chronicle" gazetesi, Oakland Hükümet Konağı bahçesinde geceleri halka sosyalizm üzerine konuşmalar yapan 20 yaşındaki London'ı yazıyordu. Bu faaliyetlerinden ötürü 1897 yılında tutuklandı. Önce 1901'de (245 oy alarak) daha sonra da 1905'te (oylarını 981'e çıkararak) Oakland'ın belediye başkanlığına aday oldu ancak seçilemedi. 1906'da sosyalizm üzerine konuşmalar yapmak üzere ülke gezisine çıktı ve sosyalizm üzerine makale derlemelerini yayınladı ["The War of the Classes (Sınıflar Savaşı)", 1905; "Revolution, and other Essays (Devrim ve Diğer Makaleler", 1910)]. Çoğunlukla mektuplarını "Devrim için" diye imzalardı. Demir Ökçe isimli romanı başta olmak üzere yazarın birçok eserinde sosyalist bakış açısını açıkça görebiliriz. Yazarın bu bakış açısı kuramcı veya entelektüel sosyalizmden değil, daha çok yaşam tecrübelerinden ve kendi içinden gelmektedir. Glen Ellen'daki çiftlik yıllarında London, sosyalizme karşı karışık duygular beslemeye başlamıştı. Yazar olarak büyük mali başarıya ulaşan London aynı başarıyı çiftlikte de yaşamayı çok arzuluyordu fakat bu gerçekleşmedi. Çalışanları arasındaki İtalyan işçilerin verimsiz olmasından şikayetçi olan yazar 1916'da çiftlik işletmesine son verdi. London'ın 1904 tarihli, "The Yellow Peril" makalesi, o dönemde yaygın basmakalıp görüşlerin tekrarıdır: "Koreli tam bir verimsizlik örneği, Çinli tam bir sanayi tipidir". "Büyük ırk maceramızın, denizdeki ve karadaki yağmalarımızın, tutku ve vahşetimizin ve yaptığımız tüm kötülüklerin arkasında gene bize ait, hiç kuşkusuz tamamen bizim olan belirli bir tutarlılık, bilinçli bir sertlik, melankolik bir yaşam sorumluluğu, bir yakınlık ve yoldaşlık ve sıcak insan duyguları … vardır." Gene de aynı yazı London'ın bu konudaki çelişkili duruşunu sergiler. "Büyük ırk maceramız"ın etik yönü üzerinde durduktan sonra yazıyı, "yukarıdaki önermenin kendisinin de Batılı ırk-egotizminin bir ürünü olduğu dikkate alınmalıdır," diye bitirir. Jack London Asyalı göçmenlere karşı kendi döneminin yaygın Kaliforniyalı bakış açısına ve kalıplaşmış görüşlerine pek karşı çıkmaz. Örneğin Öte yandan, Jack London'ın pek çok öyküsünde Meksikalı, Havaili, Asyalı karakterler önemli yer tutar. Rus-Japon Savaşı sırasında savaş muhabirliği yaparken yazdıkları ve yarım kalan romanı "Cherry", Japon adetleri ve meziyetlerini çok takdir ettiğini gösterir. 1996 yılında Kanada'nın Yukon bölgesindeki Whitehorse şehrinde bir bulvara Jack London'ın ismi verildi, fakat sonrasında, London'ın ırkçı söylemleri sebep gösterilerek tekrar eski ismi "Two-mile Hill"e çevrildi. Jack London'ın ölüm sebebi çok tartışılmıştır. Pek çok eski kaynakta intihar ettiği anlatılmıştır. Ölüm raporunda ölüm sebebi üremi olarak gösterilmiştir. 22 Kasım 1916'da, çiftliğinde bir uyku sundurmasında ölmüştür. Son döneminde çok acı çektiği ve morfin aldığı biliniyordu, kazayla ya da kasıtlı olarak aşırıdoz olması da ihtimaller dahilindedir. Clarice Stasz'a göre "London'ın ölümünü takiben, bazı nedenlerle, onun sonunda intihar etmiş bir kadın avcısı olduğu yolunda bir biyografik efsane gelişti. Birinci el kaynaklara dayanan yakın zamanlı ciddi çalışmalar bu karikatürü reddetmektedir." London'ın eserlerinde intihar pek çok kez karşımıza çıkar ve bu durum söz konusu "biyografik efsane"nin oluşmasına katkıda bulunmuş olabilir. Yaşamöyküsünü yazan Russ Kingman London'ın "inme ya da kalp krizi" nedeniyle öldüğünü düşünmüştür. Jack London'ın külleri, eşi Charmian'ınkilerle birlikte, Glen Ellen, California'daki Jack London Eyalet Tarih Parkı'na gömüldü. Çok sade olan mezarda sadece yosun tutmuş bir kaya parçası dikilidir. Yazar ve tarihçi Dale L. Walker'a göre "London'ın gerçek dehası kısa, 7500 ve altında sözcükten oluşan, imgelerle dolu beyninin ve üstün anlatım yeteneğinin özgürce boşaldığı, yazılardır. Bu sihirli 7500'den daha uzun öyküleri genellikle, elden geçirilip düzeltilmeye muhtaçtır." Jack London'ın şaşırtıcı derecede çok sayıda hikâyesi bugün bilim kurgu olarak sınıflanabilir. "The Unparalleled Invasion" Çin'e karşı bir biyolojik savaşı, "Goliah" nükleer denilebilecek bir enerji silahını, "The Shadow and the Flash" görünmezlik peşinde farklı yollar tutan iki rakip kardeşi, "A Relic of the Pliocene" çağdaş insanın bir mamutla karşılaşmasını, Londra'da Jung'un kuramlarına ilginin yoğun olduğu döneme ait daha geç bir hikâyesi "The Red One" dünya dışı bir nesnenin etkisindeki bir ada kabilesini konu edinir. Negatif ütopya ya da distopi örneği olarak yazdığı Demir Ökçe romanı da bugünün "Soft" bilim kurgu tanımına uygun düşer. En ünlü romanları Vahşetin Çağrısı, Beyaz Diş", "Deniz Kurdu", "Demir Ökçe" ve "Martin Eden'dir."~ "Martin Eden", tıpkı Jack London gibi mücadeleci bir yazarı anlatan bir romandır. Sipariş üzerine yazdığı "The People of the Abyss" (1903), Britanya İmparatorluğu'nun başkentinde yoksulların yaşadığı sefil koşullar üzerine bir araştırmadır. "The Road" (1907) Jack London'ın berduşluk (hobo) günlerinin hatıra ve öykülerini toplar. Jack London'ın özyaşamöyküsel "alkolik anılar"ı, "John Barleycorn", 1913'te yayınlandı. "The Cruise of the Snark" (1913) Jack ve Charmian London'ın 1907-1909 tarihli Pasifik seyahatlerinin bir hatırasıdır. Irving Shepard 1956 tarihli bir Jack London hikâyeleri derlemesinin önsözünde bir "Jack London Credo"dan alıntı yaptı: Shepard kaynak belirtmemiştir. Alıntıladığı sözcükler San Francisco Bulletin'ın 2 Aralık 1916 tarihli sayısında, London'ın çiftliğini ölümünden birkaç hafta önce ziyaret eden gazeteci Ernest J. Hopkins'in bir yazısında geçer.Clarice Stasz bu parçanın "London'ın üslubundan pek çok iz taşıdığı"nı yazmıştır. "The Scab" (grev kırıcı) başlıklı kısa yazı Amerikan işçi hareketi tarafından çokça alıntılanmış ve Jack London'a atfedilmiştir: "Tanrı çıngıraklı yılan, kurbağa ve vampiri tamamladıktan sonra elinde kalan iğrenç artık malzemeyle grev kırıcıyı yaptı. Bu iki ayaklı hayvanın dönek bir ruhu, sıvı bir beyni, jelatin ve tutkal karışımı bir omurgası vardır …. Bu parça, 1974 tarihli bir Yüksek Mahkeme davasında tümünü alıntılayıp "genellikle yazar Jack London'a atfedilen, sendika edebiyatının iyi bilinen bir parçası" olarak niteleyen hakim Thurgood Marshall'ın ağzından tutanaklara da geçmiştir. Bu alıntı Jack London'ın yayınlanmış eserleri içinde bulunmaz. Bir zamanlar "The Scab" başlıklı bir konuşma yapmış ve "The War of the Classes" (Sınıfların Savaşı) kitabında yayınlamıştır fakat bu konuşma içerik ve tarz olarak söz konusu alıntıdan tamamiyle farklıdır. Anton LaVey'in "Şeytan Kilisesi", 1896 tarihli Might is Right kitabının yazarı Ragnar Redbeard'ın aslında Jack London olduğunu ileri sürer. London'ın hiçbir biyografisinde buna değinilmez ve Rodger Jacobs bir yazısında bu iddiayı reddeder. "Sierra Madre Hazineleri" filminin senaryosuna temel olan kitabın yazarı olarak ünlenen gizemli yazar B. Traven, 1930'larda, "Alman Jack London" olarak nitelendi. Siyasi eğilimi, konuları, yazı üslubu ve mekanları gerçekten de Jack London'inkilerle büyük benzerlik gösterir. Traven tüm ömrünce gerçek kimliğini saklı tutmuştu. Traven üzerine yazan her yorumcu, onun aslında Jack London olduğu, kendi ölümünü insanları yanıltan bir oyun şeklinde sahneleyen London'ın yeni bir kimlikle yazmaya devam ettiği yolundaki spekülasyona değinir. London'ın hiçbir biyografisi bu konuyu ele almaya değer bulmaz. 1990'da Traven'in dul eşi kendisiyle yapılan bir söyleşide Traven'in Almanya'da 1. Dünya Savaşı'nda yaşamış sol devrimci Ret Marut olduğunu açıkladıktan sonra spekülasyonlar da dinmiş oldu. Stasz describes this as "Comments on 400 books in London's personal library, and their relationship to particular writings. An exceptional guide to London's intellectual influences." Stone, Irving (1938) "Sailor on Horseback"". Dale L. Walker notes : ""Sailor on Horseback" was a massively flawed book …. The author depended too much on London's fiction … to recreate the author's life …. Stone the novelist could not escape novelizing Sailor on Horseback (later editions were more factually subtitled "A Biographical Novel")." Starr, Kevin (1973) "Americans and the California Dream 1850-1915." Oxford University Press. 1986 reprint: ISBN 0-19-504233-6 Jack London, Star Trek: TNG " Time's Arrow (Zamanın Oku) " bölümünde teğmen Commander Data'ya yardımcı olan bir otel çalışanı karakterinde gözükür. Mark Twain, O'na Alaska'ya gidip iyi bir yazar olması öğüdünü verir. San Francisco'da doğan Jack London, İrlanda asıllıdır. Çocukluğu yoksulluk içinde geçen London, kitaplarla 10 yaşında tanışmıştır. Birkaç yıl serseriler arasında yaşayıp bu durumdan kendini kurtarmak için yük gemilerinde çalışmaya başlayan yazar, bu iş sayesinde denize açılmış ve Japonya'ya, Sibirya'ya gitme şansı bulmuştur. 1896 yılında ise altın arayıcılarının peşine takılmıştır. Burada başından geçenleri Vahşetin Çağrısı (1903) adlı kitabında anlatan London, bu kitabıyla üne kavuşmuştur. Okuma alışkanlığını hiç bırakmadığı ve durmadan yazdığı bilinmektedir. En ünlü eseri olarak bilinen ve yarı-otobiyografik özellik taşıyan "Martin Eden" romanında anlattığına benzer biçimde 1916 yılında intihar etmiştir. London'ın ölümünden sonra hayatını romansı bir dille anlatan biyografik kitap "Doludizgin Bir Denizci" (Sailor on Horseback) Irving Stone tarafından yazıldı. Çataldili Çataldili, Harry Potter romanlarında yılanlarla konuşabilme yeteneğidir. Büyücülük dünyasında çok nadir bir yetenektir. Çataldili konuşan kişiye çatalağız denir. Bakanlıktaki pek çok görevli Çatalağızların sorguya çekilmesi düşüncesindedir. Bu Büyücülük Dünyası'ında çok karanlık bir yetenek olarak görülür. Harry potter çatal dili konuşarak onlarla dialog kuruyordur. Ayrıca Harry'nin çatalağız olması yüzü
nden başı derde girmiştir. Önce Draco Malfoy'la yaptığı düello da yılana çatal dilinde öğrencilere karışmaması hakkında bir şeyler söylemiştir ama herkes bunu yanlış anlamış Harry Potter'ın yılana öğrencilere saldırmasını söylediğini sanmışlardır. Bir de "Sırlar Odası'nın" 2. kez açılışında bir yılan olan Basilisk'in ölüm gibi kelimeler söylediğini duymuş ve sesin geldiği yere doğru gitmiştir. Hermione Granger ve Ron Weasley de Harry'i takip etmişlerdir. En sonunda Harry durmuş ve kanla yazılmış olan "Sırlar Odası Açıldı" yazısını ve yazının altındaki Mr. Filch'in kedisi Mrs. Norris'i görmüşlerdir ve herkes de bu yazıyı Harry'nin yazdığını ve onun Slytherin'in varisi olduğunu düşünmüştür. Harry Potter tam Bir Çatalağızdır. Harry çatalağız yeteneğini Voldemortdan almıştır çünkü Harry'i o gece öldürmeye geldiğinde Lily'nin yaptığı sevgi büyüsüyle kalkan oluşturup lanet Lily'den geri tepmiş bu sayede Voldemort öldürücü darbe yiyerek ruhu bulduğu tek canlıya tutunmuştur yani istemeden Harry'i Hortkuluk yapmıştır. Hortkuluk sayesinde bazı yeteneklerinide ona geçmesine sebep olmuştur. Voldemort'a çatalağız olma özelliği safkan olan annesinin soyundan geçmiştir. Büyük babası, dayısı ve annesi (Gaunt soyu) çatalağızdır. Voldemort, Hogwarts savaşında yasak ormanda Harry'e yaptığı öldürücü laneti aslında içindeki Hortkuluğu yok etmiştir. Böylece Harry Çataldili özelliğini kaybetmiştir. Ninsun Ninsun, Sümer mitolojisinde tanrıça. Ünlü kahraman Gılgamış'ın annesidir. Gılgamış Destanı'nda Ninsun Uruk'ta kral olan oğluyla beraber yaşayan bir insan, kraliçe olarak geçer. Utu Utu (Süm), Sümer mitolojisinde güneş ve adaletin tanrısı. Nanna ile Ningal'ın çocuğudur. Her şeyi yaratan, bütün işi iyilik olan büyük tanrıdır. Her günün sonunda yeraltı dünyasına inerek, ölülerin kaderini belirler. Urgakina destanında da geçen oğlunun adı El-merkar'dır. Sama olarak da bilinir Abraham Lincoln Abraham Lincoln (12 Şubat 1809 - 15 Nisan 1865), Amerikalı siyasetçi, devlet başkanı, hukukçu. Amerika Birleşik Devletleri'nin 16. başkanı ve Cumhuriyetçi Parti'nin ilk başkanıdır. Lincoln, Amerikan İç Savaşı'nda Amerika Konfedere Devletleri'ne karşı büyük bir galibiyet elde etti. Ülkenin birliğini korudu ve köleliği bitirdi. 1860 Başkanlık Seçimleri'nden önce savcılık, Illinois Temsilciler Meclisi üyeliği ve bir dönemde ABD Temsilciler Meclisi üyeliği yapmıştır. İki kez de ABD Senatosu'na girmek için adaylığını koymuştur fakat başarısız olmuştur. Lincoln ABD'de köleliğe karşı olduğunu resmen dile getirdi. 1860 yılında Başkanlık için resmen adaylığını koydu. Ertesi yıl oyların büyük çoğunluğunu alarak Cumhuriyetçi Parti'nin ilk başkanı oldu. 1863 yılında köleliğin kaldırılması için gerekenleri ve tedbirler konusunda önlemleri belirtti. Ardından Serbest Bırakma Beyannamesi ve On Üçüncü Yasa değişikliği bildirilince Haziran 1863 tarihinde ABD'den kölelik resmen kalkmış oldu. Lincoln, suikast sonucu ölen ilk ABD başkanı oldu. Tarihsel değerlendirmelerde en iyi ABD Başkanları'ndan biri olarak kabul edilir. Abraham Lincoln, 12 Şubat 1809 tarihinde, Thomas Lincoln ile Nancy Lincoln adında iki eğitimsiz çiftçinin ilk çocuğu olarak Kentucky eyaletinde bir kulübede dünyaya geldi. Abraham ismi annesi Nancy Hanks tarafından konulmuştur ve Lincoln'e ikinci bir isim verilmemiştir. Lincoln'ün soyu, 17. yüzyılda İngiltere'den Hingham, Massachusetts'e göç etmiş olan Samuel Lincoln'e dayanır. 1818'de, Lincoln 9 yaşındayken, annesi Nancy Lincoln süt hastalığından (34) öldü. Kısa bir süre sonra Thomas Lincoln, Saraha Bush Johnston adında bir kadınla evlendi. Lincoln, ekonomik nedenlerden dolayı 18 ay kadar örgün eğitim alabildi. Daha sonra maddi sıkıntılar ve ailesinin kamu arazisinde oturduğu gerekçesiyle Indiana'dan ayrılarak Illinois eyaletine taşındı. Doymak bilmeyen okuma isteğiyle kendi kendisini eğitti. Amerikan ve İngiliz tarihiyle ilgili birçok kitap okudu. Lincoln, aynı zamanda bir güreşçi ve ağaç kesme konusunda yetenekliydi. 1,93 m boya sahipti ve yaşına göre çok güçlüydü. 4 Kasım 1842 tarihinde Lincoln, Mary Todd ile evlendi. Robert Todd Lincoln, 1 Ağustos 1843 yılında Springfield'da doğdu. Onun tek yetişkin yaşa gelebilen oğlu Robert, Harvard Koleji`ne gitti. Diğer çocukları ise genç yaşta öldüler. Edward Baker Lincoln, 10 Mart 1846 tarihinde doğdu ve 1 Şubat 1850 tarihinde ise öldü. William Lincoln ise 21 Aralık 1850 yılında doğdu. 20 Şubat 1862'de Washington D.C'da Lincoln başkanken öldü. Thomas Lincoln ise 4 Nisan 1853'te doğdu, 16 Temmuz 1871 yılında Chicago`da öldü. 1832'de, henüz 23 yaşındayken, Illinois'te Liberal Parti üyesi olarak başarısız bir kampanya ile siyasi kariyerine başladı. Sangamon nehrindeki gemi trafiğini üstlendi. Daha sonra Kara Şahin Savaşı sırasında milis kuvvetlere kaptanlık yaptı. 1834 yılında, devlet meclisi seçimini kazandı Sir William Blackstone'un İngiltere'nin hukuk sistemini anlattığı, "Commentaries on the Laws of England" adlı kitabı okudu ve hukuk öğretmeye başladı. Bu yıllarda çok başarılı bir avukat oldu. Lincoln, 1841 yılında Whig Partisi`ne William Herndon ile birlikte girdi. Lincoln, 1847 yılında Birleşik Devletler Temsilciler Meclisi`ne seçildi. Amerika – Meksika savaşı sırasında Başkan James K. Polk`a yaptığı eleştiriler fazla dikkat çekmesine neden oldu. 1848 yılında “Savaşın gereksiz ve anayasaya aykırı olarak başkan James K. Polk tarafından başlatıldığı” söylemini içeren bir metin oylamında 81 demokrata karşı mağlup olan 82 Whig üyesi arasında yer aldı. Illinois Yüksek Mahkemesi'nde avukatlık kariyerine başlayan Lincoln, birçok davada başarılı olarak o dönemin en başarılı avukatları arasına girmeyi başardı. Lincoln'ün en önemli davası 1858 yılında bir cinayet davası oldu. Lincoln'ün müvekkili William "Duff" Armstrong, James Metzker'i öldürmekle suçlanıyordu.1858 yılında müdafaa ettiği ünlü William \"Duff\" Armstrong davasıyla, hukuk dehasını da ortaya koydu. Farklı ve o zamanlar ender rastlanılan bir taktik kullanmak suretiyle, görgü tanığının yalan söylediğini çiftçi almanağıyla kanıtladı. Lincoln, İllionis eyaletinde geçirdiği 23 yıllık hukuk hayatı boyunca, 5.100'den fazla davada avukatlık yaptı. 1861 yılında Amerika Birleşik Devletleri Başkanı olarak göreve başlayan Lincoln, ilk olarak köleliği kaldırma sözü verdiği için köleliğin kaldırıldığını açıkladı. 13. Anayasa Değişikliği'yle de bunu başardı. Ama 19. yüzyılın ortalarında Amerika Birleşik Devletleri'nin güneydoğu bölgelerinde büyük çiftliklerin ağırlıkta olduğu ve tarıma dayanan bir ekonomi yerleşmişti. Bu çiftliklerde özellikle pamuk, tütün ve şeker kamışı yetiştirilmekte ve gereken işgücü Afrika'dan kaçırılıp getirilen siyah ırktan oluşan kölelerden sağlanmaktaydı. ABD'nin diğer bölgelerinde ekonomi sanayiye yönelmiş ve kölelik ortadan kalkmıştı. ABD'nin batı kesiminde hala yeni eyaletler kurulmaya devam ediyor ve bu yeni eyaletlerin çoğunda kölelik yasaklanıyordu. Bu ortamda güney eyaletleri köleliğin eninde sonunda güneyde de yasaklanacağından endişelenmekteydiler. Bu da güneyin yaşam tarzını kökünden tehdit ediyordu. Köleliği kaldırmaya söz vererek seçime katılan başkan adayı Lincoln, seçimi kazanınca güneyli 7 eyalet (South Carolina, Mississippi, Florida, Alabama, Teksas, Georgia ve Louisiana) yeni başkanın köleliği kaldıracağına kesin gözle bakarak hemen ABD'den bağımsızlığını ilan ettiler. Bu eyaletler Jefferson Davis'in başkanlığı altında Amerika Konfedere Devletleri adı altında yeni bir devlet kurdular. Kısa bir süre sonra buna 4 eyalet (Virjinya, Arkansas, North Carolina ve Tennessee) daha katıldı. Bu toplam 11 eyalet Amerikan İç Savaşı'nda güneyli "konfederasyon" tarafını oluşturdular. Ülkenin geri kalan kısmı (özellikle kuzeydoğu kısmı) da kuzeyli "union "birlik"" tarafını oluşturdular. Bir süre sonra iki devlet arasında savaş patlak verdi. Lincoln, savaşın ancak dikkatli ve hatasız bir şekilde kontrol altına alınmasıyla, birliğin bozulmasının önüne geçileceğini düşünüyordu. Ancak bu düşüncesinin karşısındaki tek zorluk savaş değildi. Muharebe meydanlarında sergilenen çabanın yanı sıra, özellikle senatodaki kendi kabinesinin ve radikal Cumhuriyetçilerin muhalefetiyle de başa çıkmak gerekiyordu. Ayrıca, eşi hakkında çıkan dedikodular nedeniyle, eşinin erkek kardeşleri de Lincoln'e cephe alarak, konfederasyon ordusuna geçmişti. Tüm bunlar Lincoln'ün yüksek konumu gereği taşıdığı sorumlukların bir karşılığıydı. Ancak 1862'nin Şubat ayında 12 yaşındaki oğlu Willie'yi kaybetti. Amerikan İç Savaşı'nın ilk yıllarında hiçbir taraf üstünlük sağlayamadı. Her iki taraftan da birçok kayıplar oldu ve her iki taraf da zaman zaman askeri başarılar elde etse de baskın çıkamadı. 1863 yılının Temmuz ayında gerçekleşen Gettysburg Savaşı önemli bir dönüm noktası oldu. Güneyden 75 bin, kuzeyden 82 bin askerin katıldığı bu kanlı savaşta her iki taraf da askerlerinin yaklaşık üçte birini kaybettiler ama kuzeyliler tartışmasız bir üstünlük sağladı. En sonunda 9 Nisan 1865 tarihinde kuzey orduları güneyli ünlü komutan Robert Edward Lee'nin ordularını birkaç koldan sardılar ve teslim olmaya mecbur bıraktılar. Aynı yılın Haziran ayında geri kalan bütün güney askerleri de silahlarını bırakarak teslim oldular ve Amerikan İç Savaşı kuzeyin zaferiyle sona erdi. Savaş bitince Abraham Lincoln Güney'i sömürmek yerine onları kalkındırmak için çok sayıda karşılıksız borç teklif etti 1863'te, birlik kuvvetlerinin Gettysburg, Vicksburg ve Chattanooga'yı ele geçirmesiyle birlikte, savaşın sonlarına gelinmeye başlandı. Çünkü zafer, büyük ölçüde Kuzeyli birlik kuvvetleri tarafında görünüyordu. 9 Nisan 1865'te ise, General Robert Edward Lee'nin konferede eyaletler ordusunun Appomattox'a yakın bir yerde kuşatılmasıyla, güney teslim oldu ve savaş böylece sona erdi. Amerikan İç Savaşı'nın en büyük ve kanlı çarpışması Gettysburg Muharebesi'ni Birlik'in kazanmasıyla, Amerika Konfedere Devletleri'nin savaş ve bağımsızlık çabasına darbe indirilmiş oldu. Fakat Birlik Güçleri'nin asker sayısı azaldığı için daha fazla asker gerekliydi. Lincoln 1863 yılın
da seferberlik çağrısında bulundu. Seferbirliğin halka duyurulması ile birlikte New York Eyaleti'nde hükümete karşı bir isyan çıktı. Lincoln, halkı sakinleştirmek ve savaşa karşı birlik olma konusunda halka çağrı için 1863 yılında Gettysburg konuşmasını yaptı. Birlik Ordusu'nun, Amerika Konfedere Devletleri'ni Gettysburg Muharebesi'nde mağlup etmesinden dört ay sonra Lincoln tarafından yapılan Gettysburg Konuşması, ABD tarihi için en önemli konuşmalardan biridir. Abraham Lincoln'ün dikkatlice hazırlanmış konuşması ve o günün insanları için büyük önem arz etmesi bu konuşmanın çok büyük bir tarihi değer olduğuna kabul getirmiştir. Konuşma, 19 Kasım 1863 tarihinde Pennsylvania'da bulunan bugünkü Gettysburg Ulusal Şehitliği'nde yapılmıştır. John Wilkes Booth, aşırı güneyli taraftarı olan bir aktör ve Konfederasyon adına çalışan Maryland'lı bir casusdu. Booth'un ilk planı Lincoln'ü pazarlık için Konfederasyon hapishanesine kaçırmaktı. Fakat Lincoln'ün 11 Nisan'da siyahların haklarına yönelik yaptığı konuşma sebebiyle planı suikasta çevirdi. Booth, Lincoln ve eşinin Ford Tiyatrosu'nda bir oyun izleyeceklerini öğrendi. Sonrasında planını daha da büyüterek, Başkan Yardımcısı Andrew Johnson ve Dış İşleri Bakanı William H. Seward için de suikastçılar ayarladı. 14 Nisan akşamı Lincoln ve eşi "Our American Cousin" (Amerikalı Kuzenimiz) adlı oyunu izlemek için Ford Tiyatrosu'na geldiler. Yakın koruması Ward Hill Lamon o gün Lincoln istemediği için oyuna gelmemişti. Lincoln oyunu izlemek için özel balkonda yerini aldı. Booth, balkonun arka kısmında bir delik açarak bekledi. Çünkü oyunun en komik anını bekliyordu. Böylece gürültüden dolayı silah sesi fark edilmeyecekti. Booth gülme seslerinin arasında Lincoln'ü başından vurdu ve Albay Henry Rathbone'un çabasına rağmen sahneye atlamayı başardı. Ardından "Sic semper tyrannis!" (Daima tiranlar için) diye bağırarak kaçtı. Suikastın ardından Lincoln, tiyatronun karşısında Alman bir terziye ait olan eve taşındı. 15 Nisan 1865 sabahı Lincoln hayatını kaybetti. Lincoln'ün cenazesi trenle Illinois'e götürüldü. Lincoln, en büyük ABD başkanlarından biri olarak kabul edilir. Günümüzde Lincoln'ün resmi, 5 Dolarlık banknotların ve 1 sentlik madeni paraların üzerinde yer almaktadır. Mezarı Springfield'da bulunan The Oak Ridge Anıtı'ndadır. Ayrıca 1922 yılında yapımı tamamlanmış olan Lincoln Anıtı da Washington, D.C.'dedir. Bilgelik Bilgelik, bilgi edinme, idrak, görgü, sağduyu ve sezgisel anlayış ile birlikte bu hususiyetleri özümseyebilme ve uygulayabilme kapasitesi. Bu vasıfları taşıyan kişiye bilge denir. Bilginin, sağduyu, derin görüşlülük ve muhakemeli mantık ile tatbiki. Akıl ve Bilgelik anlamları bazı durumlarda birbiriyle örtüşür. Bilgelik veya derin görüş, bir meziyet olarak kültürel, felsefi ve dinî kaynaklarda geçmektedir. Kavuştak Kavuştak, nakarat mısralara verilen addır. Türküler ikişer, üçer, dörder mısralık bentler üzerine kavuştak (nakarat) mısralar eklenerek oluşturulur. Airbrush Airbrush ("havalı püskürtme"), en genel anlamda bir resim tekniğidir. Püskürtme prensibi yani airbrush yeni bir buluş değildir; aksine, insanlık tarihi kadar eski olduğu bile söylenebilir. Çalışmalar, mağara dönemine ait negatif el çizimlerinin de benzer bir tekniğin ürünleri olduğunu gösterir. Bu çizimlerin, kayanın üzerine konan elin çevresine içi boş bir kemik yardımıyla boya püskürtülmesi ve böylece elin altında kalan boyasız bölümün el figürünü almasıyla ortaya çıktığı sanılmaktadır. Günümüzde kullanılan airbrush'a benzeyen ilk aletin patenti 1800'lü yılların başında Charles Burdick tarafından alınmıştır. Semele Semele, Yunan mitolojisinde Cadmus ile Harmonia'nın kızı. Zeus'tan Dionysos'u doğurduğuna inanılırdı. Dionysos kültündeki diğer parçalar gibi Semele de Yunan değil, büyük bir ihtimalle Trako-Frigyalı bir kökene sahiptir. Ayrıca Semele'nin babası olarak geçen Cadmus'un efsanesi ise Cadmus'un Fenike'li bir kökeni olduğunu ortaya çıkarır. Zeus'un kıskanç eşi Hera, Semele hamileyken ilişkiden haberdar olur. Yaşlı bir kocakarı şekline bürünen Hera Semele'ye arkadaşça yaklaşır ve onun güvenini kazanır. Böylece Semele sırrını açıklar ve kocasının, bebeğinin babasının Zeus olduğunu söyler. Yaşlı kadın halindeki Hera Semele'ye inanmamış gibi davranır ve böylece Semele'nin zihnine şüphe tohumları eker. Merak ve şüphe içinde Semele Zeus'tan tüm tanrısal özellikleriyle karşısına çıkmasını ister, böylece onun tanrı olduğuna, gerçekten Zeus olduğuna inanacaktır. Zeus fikrini değiştirmek ve Semele'nin bu isteğini geri çevirmek için uğraşsa da başaramaz ve Semele'nin ısrarıyla kendisini göstermeyi kabul eder. Fakat, faniler bir tanrıya ölmeden bakamayacakları için, Zeus'un tanrısal hâli karşısında Semele alevler içinde yok olur, ölür. (Ovid, Metamorfozlar III.308-312; Hyginus, Fabulae 179). Bu sırada Zeus mucizevi şekilde orada biten bir asmanın koruduğu cenin halindeki Dionysos'u kurtarır ve bacağına diker. Birkaç ay sonra Dionysos doğar. Bunun yüzünden Dionysos bazen "iki kez doğan" olarak anılır. (Apollodorus iii.4.3; Apollonius Rhodius,iv.1137). Büyüyünce Dionysos annesini Hades'ten kurtarır ve annesi Olympos Dağı'nın "Thyone" diye yeni bir isimle tanrıçası olur. Burada Zeus tarafından bir köşkle ödüllendirilir. Romalı tanrıça Stimula'nın Thyone'nin dengi olduğu söylenir. Roman Abramoviç Roman Arkadyeviç Abramoviç (; d. 24 Ekim 1966), Rus iş adamı. Rusya'nın Saratov şehrinde dünyaya geldi. Çukotka bölgesi valiliği yaptı. İngiltere'nin Chelsea FC Spor Kulübü sahibi ve Yahudi asıllı iş adamı. Abramoviç, 2016 Forbes listesine göre 7,6 milyar dolar olarak tahmin edilen servetiyle, şu anda Rusya'nın en zengin 13.kişisi ve dünyanın en zengin 149. kişisidir. Abramoviç Rus ve İngiliz çifte vatandaşlığına sahiptir. Abramoviç 3,5 yaşında babasını, 4 yaşında ise annesini kaybetti. Endüstri ve ticarete ilgisi Sovyet Ordusuna katılmadan önce başlamıştır. İş hayatına 1992 yılında başladı. 1992-1995 yılları arasında beş şirket kurdu. Roman Abramoviç Premier League takımlarından Chelsea kulübünün sahibidir. Dünyanın en büyük yatına (eclipse 165m) sahip olan Abramoviç erken yaşlarda ailesini kaybetmiş olsa da en duyarlı iş adamları unvanını haketmiş bulunmaktadır. Roman Abramoviç şu anda 2 yata sahiptir. Eclipse 165m ve Luna 115m. Pelorus isimli 115 metrelik megayatını 300 milyon dolar karşılığında Mayıs 2011'de Amerikalı müzik ve film yapımcısı David Geffen'e sattı. The Bandit isimli 30 kişilik yemek salonu, lavaboları altın kaplamalı mutfağı olan Boeing-767 jete sahip. Bu değişikliklerle birlikte uçağın 300 milyon dolara malolduğu belirtilmektedir. Ayrıca bir Boeing 767'si, iki de helikopteri vardır. Başta Maybach limuzin olmak üzere hepsi zırhlı olan otomobil filosuna sahip olup, Londra'da, Eaton Meydanı'nda 6 katlı bir evi 28 milyon Sterline satın alan Abramoviç'in ülkenin batısındaki Sussex'te 450 hektarlık arazisi Moskova, Cote d'Azur, İspanya ve İsrail gibi ülkelerde çok sayıda mülkleri vardır. 2005 yılında, Londra'da açık artırmayla satışa çıkan İtalya'nın Toskana bölgesindeki San Miniato kasabası yakınlarında bulunan 850 gramlık trüf siyah mantarı, 28 bin pound'a satın aldı. 2003 yılının Haziran ayında Chelsea FC bünyesinde yer alan şirketler satışa sunuldu.Açık arttırma sonucunda Roman Abramoviç'in önderliğinde bulunan Anonim Şirketi bünyesine Chelsea FC katılmış oldu ilk sezonunda 80 Milyon Pound'luk temditli borcu ödeyen Abramoviç 120 Milyon Pound'luk bir transfer bütçesi ayırıp takımın başına Jose Mourinho'yu getirdi Mourinho takımı ilk sezonunda şampiyon yaptı 2004-2005 sezonunu şampiyon bitiren Chelsea 2005-2006 sezonunu da şampiyon bitirdi yaz transfer döneminde takıma Tiago (10 milyon €), stoper Ricardo Carvalho (19.8 milyon £) Sağ bek Paulo Ferreira (13.3 million £) Gana'lı ön libero Michael Essien (24.4 milyon £),Fildişi Sahilli santrafor Didier Drogba (24 milyon £), ve Sırp santrafor Mateja Kežman (5.4 million £) transferleri gerçekleştirildi.2007-2008 yılının başına Mourinho ile yaşanan anlaşmazlıklar sonucu Abramoviç Mourinho'nun sözleşmesini fesh etti Abramoviç kulübü aldığı 2003-2004 sezonundan 2012-2013 sezonuna kadarki süreçte transfer ve yatırımların toplamı 700 Milyon Pound'u aşmıştır. Abramoviç döneminde kulüp 3 Premier Lig Şampiyonluğu, 2 Lig Kupası Şampiyonluğu, 3 FA Kupa Şampiyonluğu, Uefa Avrupa Ligi şampiyonluğu ve Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğunu elde etti. Futbola olan düşkünlüğü yalnızca Chelsea'ya yaptığı yatırımlarla sınırlı olmayan Abramoviç kurduğu "Abramoviç Millî Futbolcu Yetiştirme Akademisi" ile Dünya ve Rus futboluna oldukça küçümsenmeyecek şekilde katkılarda bulunmuştur. Bugünün Rus Millî Takımı ve CSKA Moskova takımının alt yapısından sorumlu vakıftır. Beta sürüm Beta ya da Beta Sürüm, yazılımın ilk sürümündeki sistem testlerinden ve eksiklik testlerinden geçirilmeyi belirtir. Bu sürümde amaçlanan farklı donanımlar altında yazılımı sorunsuz çalıştırmadır. Tüm kullanıcılar tarafından gerçek verilerle test edilen yazılımın test sonuçları, yazılım testçileri tarafından yakından takip edilir. Demo ile karıştırılmamalıdır. Bazı geliştirici takımları, ürettikleri beta yazılımlarını tüm kullanıcılar yerine belirli kullanıcıların denemesini isteyebilirler. Bu programları kullanabilmek için "Beta Tester" (Beta Testçisi) olmak gerekir. Fakat bazı kurum/kuruluş(lar) beta testerlık için kayıt izni istemektedir. Bunun nedeni yazılımın kararlı bir sürüm (en az hatalı bir sürüm) oluşturmadan uzak olmasıdır. Bazı geliştiriciler ise beta yerine "preview" (önizleme), "technical preview" (TP) (teknik önizleme), "early access" (erken erişim) gibi isimler kullanabilirler. Yeni sürümde yeni özellikler eklendiyse bunlar doğru çalışmayabilir. Ya da varolan yazılımın son sürümü çok fazla hata iletisi çıkartıyorsa geliştirme takımları hata ayıklama yapabilirler. Beta sürümdeki tüm hatalar düzeltildiğinde yazılım kararlı bir sürüm halini alır. Filiz Koçali Filiz Koçali (d. 22 Ocak 1958, İstanbul), Sosyalist Demokrasi Partisi'nin (SD
P)2. genel başkanıdır. Şu anda Ufuk Göllü genel başkandır. Kalamatianos Kalamatianos, kalamatyano da denilen, kökeni Mora'da Kalamata Bölgesi olmakla birlikte, çok geniş bir coğrafyada sevilen halk dansına uygun 7/8'lik müziktir. 1910'larda İzmir'de aynı adla birçok orkestra kurulmuştur. Bu orkestralar çoğunlukla batı vokal ve çalış tekniğini kullanmışlardır. En bilinen kalamatianos Samiotissa adlı şarkıdır. Paul Atreides Paul Atreides, Frank Herbert tarafından yaratılan Dune evreninde yer alan bir kurgusal karakterdir. Frank Herbert'ın Dune kitaplarının ana karakterlerinden biridir, ve ilk kitaplar Dük Leto Atreides I'in Bir mesihe dönüşen oğlu Paul'ün hayatını konu edinir. Bir Fremen olduktan sonra Paul Muad'Dib adını alır. Chani'den olan oğlu Leto Atreides II, Paul'ün önceden gördüğü Altın Yol'u tamamlamış, Dune'un ve evrenin imparator tanrısı haline gelmiştir. Daniel Amokachi Daniel Owefin Amokachi, (d. 30 Aralık 1972, Kaduna), Santrafor mevkiinde forma giymiş Nijeryalı eski millî futbolcudur. 2006 yılından itibaren teknik direktör'lük yapmaktadır. Amokachi, Dünya Kupası performanslarıyla Afrika'da Yılın Futbolcusu ödüllerinde üç defa üçüncü oldu. Sürati, tekniği ve fiziksel gücü ile lakabı Kara Boğa ve Kara Tren olarak bilinmektedir. Ülkesinde de çok sevilen ve bilinen biri olan Amokachi, Nijerya'nın Dünya Kupası'na 2 turnuva üst üste katılmasına katkıda bulunmuştur. Bunların yanı sıra Amokachi, UEFA Şampiyonlar Ligi'nin ilk golünü 25 Kasım 1992 günü Club Brugge forması ile atma başarısı göstermiştir. Amokachi, profesyonel futbola 1989 yılında Nijerya'nın Ranchers Bees takımında başladı. İlk sezonunda Batı Afrika Kulüpler Şampiyonası'nda birincilik yaşadı. Burada Nijerya millî takım teknik direktörü Clemens Westerhof tarafından keşfedilip, millî takıma çağrılınca dikkat çekti ve 1990'da Belçika'nın Club Brugge takımına transfer oldu. Belçika şampiyonu takımın kadrosunda yer bulan Amokachi, 4 sene bu takımın formasını giydi. İlk sezonunda genellikle Club Brugge'un altyapısında forma giydi ve ligde sadece 3 maçta forma şansı bulabildi. Kupada ise 5 maçta forma giyip 1 gol kaydetti. Çeyrek final ilk maçında SK Beveren'e attığı gol hem Brugge kariyerinin ilk golüydü hem de maçı kazandıran gol oldu. O sezon Beker van België'yi kazandılar. 1991-92 sezonunda Hugo Broos'un teknik direktörlüğe gelmesiyle daha fazla şans buldu. 26 maçta attığı 12 golle takımın en golcü ikinci ismi olurken, kariyerinde ilk kez Belçika'da lig şampiyonluğu gördü. Kupada çeyrek finalde elendiler. Amokachi, 3 maçta 2 golle, takımının kupadaki en golcü ismiydi. Bu sezon UEFA Kupa Galipleri Kupası'nda forma giyerek ilk kez Avrupa arenasında maça çıktı. Brugge bu kupada yarı finale çıkma başarısını gösterirken, Amokachi de 6 maçta 2 gol kaydetti. Başarılı geçen bu sezon sonrası Amokachi, bu performansı ile ilk kez verilen Belçika Siyah Ayakkabı ödülünün sahibi oldu. Bu ödülle, Belçika'da oynayan en iyi Afrikalı futbolcu olduğu tescillendi. 1992-93 sezonunda UEFA Şampiyonlar Ligi'nde oynadı ve grup seviyesine çıkmada takıma yardım etti. Elemelerde forma giymeyen Amokachi, ilk grup maçında CSKA Moskova'ya gol atarak maçı 1-0 kazanmalarını sağladı. Bu gol Şampiyonlar Ligi'nin ilk golüydü. Amokachi, diğer bütün grup maçlarında oynadı. Club Brugge, grup üçüncüsü olarak turnuvadan elendi. Ligde yine takımın en golcü ikinci ismi olsa da yerel lig ve kupada başarı kazanamadılar. Amokachi, son sezonunda 14 golle takımının en golcü ismi oldu. Şampiyonluğu iki puanla kaçırdılar. Şampiyonluğu kaybettikleri Anderlecht'e kupa finalinde de 2-0 mağlup oldular. Yine de Amokachi sezon içi gösterdiği performansla 1994 yılında Belçika Siyah Ayakkabı ödülünü ikinci kez aldı. 1994 yazında gösterdiği Dünya Kupası performansı ile Afrika'da Yılın Futbolcusu ödüllerinde üçüncü olan Amokachi, İngiliz ekibi Everton FC'ye transfer oldu. Everton, bir süredir kötü giden durumlarına bir son vermek için birçok transfer yapmıştı ve Amokachi de bunlardan biriydi. Ligde 15. olup ligden düşmediler. Everton asıl sürprizi FA Cup'ı kazanarak yaptı. Yarı finallerde Jurgen Klinsmann'lı Tottenham Hotspur'u 4-1 yenerlerken Amokachi de iki gol kaydetti. Finalde Amokachi son 21 dakika Anders Limpar'ın yerine oyuna girdi. Everton, geçen senenin kupa galibi Manchester United'ı 1-0 yenerek 8 senedir kupa kazanamama durumunu kırdı. 1995 yılında da FC Charity Shield kupasıyla girdiler. Amokachi, ilk 15'te olsa da forma şansı bulmadı. 1996'da Amokachi, Beşiktaş'ye transfer oldu. Beşiktaş'ın Vanspor'u 7-0 yendiği lig maçıyla Türkiye kariyerine başladı. İlk sezonunda lig ve kupada başarılı olamasa da ligde 7 gol kaydetti. Sezonda yalnızca Başbakanlık Kupası'nın sahibi oldular. UEFA Kupası'nda mücadele eden Beşiktaş, 4 tur eleme oynayarak tarihinin en uzun Avrupa maceralarından birini yaşadı. Amokachi de 2 gol kaydetti. Sezon içinde Dünya Kupası performansı ile bir kez daha Afrika'da Yılın Futbolcusu listesinde 3. oldu. Sonraki sezon ligde hüsran yaşasalar da Türkiye Kupası'nı kazandılar. Finale çıkana kadar 2 gol kaydeden Amokachi, finalde Galatasaray'ı penaltılarla yenerlerken kendi penaltısını gole çevirdi. Cumhurbaşkanlığı Kupası'nda da Galatasaray'la karşılaşan Beşiktaş, rakibini 2-1 yenip kupayı alırken bir golü Amokachi kaydetti. Dünya Kupası zamanında geçirdiği sakatlık nedeniyle 1998-99 sezonunda çok fazla forma şansı bulamadı. Buna rağmen ligde 4 gol atmayı başardı. Özellikle Beşiktaş'ın Fenerbahçe'yi 3-2 yendiği lig maçında 2 gol atarak iyi bir performans gösterdi. Beşiktaş, sezonda lig ikincisi oldu. Amokachi, böylece Türkiye'de kazanamadığı tek kupa olan lig kupasını göremedi. Amokachi, ligde 77 maçta 19, Avrupa Kupaları’nda ve Türkiye Kupası’nda 17’şer maçta 3’er, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık Kupaları’nda da 3 maçta 1 olmak üzere, toplam 114 resmi maçta 26 gol kaydetti. Sık sık sakatlanması ve Nijerya seyahatlerinden geç dönmesi nedeniyle Türkiye'deki performansı beklenenin altında oldu. Yine de sürati ve tekniği ile Beşiktaş'ın unutulmaz futbolcuları arasına girdi. Amokachi, 1999-2000 yılları arasında zaman zaman antrenmanlara katılsa da, ameliyatlar ve sağlık sorunları nedeniyle hiçbir maçta forma giymedi. Haziran 2000'de Everton'da ki hocası Joe Royle'un isteği üzerine Manchester City'de denendi. Dizindeki sakatlık nedeniyle kadroya dahil edilmedi. Amokachi de Alman ekibi TSV 1860 München ile sözleşme imzaladı ancak sağlık sorunları nedeniyle sözleşme kısa sürede feshedildi. Amokachi, 2005 yılına kadar birçok kulüp tarafından daha denendi. Bu kulüpler İngiliz takımları Tranmere Rovers, Darlington FC, İskoç ekip St. Mirren FC, Fransız ekip US Créteil-Lusitanos'du. 2002'de Amerikan takımı Colorado Rapids ile sözleşme imzalayabildi ancak maça çıkamadan sözleşmesi feshedildi. Birkaç ay sonra Birleşik Arap Emirlikleri takımı Emirates Club ile sözleşme imzaladı. Ancak bu sözleşme de kısa süre sonra feshedildi. Bir süre Hollanda'da teknik direktörlük eğitimi alan Amokachi, 2005 sezonunda Nijerya'ya geri dönüp Nassarawa United takımına transfer oldu. Ligin ilk haftası son 15 dakika oyuna giren Amokachi, uzun yıllar sonra profesyonel liglere geri dönüş yaptı. Amokachi, futbolu bıraktıktan sonra 18 Temmuz 2007'de Nelson Mandela adına düzenlenen 90 Minutes for Mandela maçında Afrika Karması formasını giydi. 27 Temmuz 2008'de ise Jay-Jay Okocha'nın jübilesinde Nijerya karmasına karşı Dünya Karması'nda yer aldı ve bir de gol attı. 26 Temmuz 2009'da ise Güney Afrika'da düzenlenecek Dünya Kupası'nı kutlamak adına Afrika karmasına karşı Nijerya forması giydi. 42 kez Nijerya millî takım kadrosunda yer alan Amokachi, bu maçlarda toplam 14 gol atmıştır. Amokachi'nin katıldığı ilk üst düzey turnuva 1990 tarihli Afrika Uluslar Kupası turnuvası oldu. İkinci olan Nijerya'nın formasını giyen Amokachi, daha 17 yaşındaydı. Buna rağmen turnuvada Nijerya'nın oynadığı 5 maçın 3'ü ilk 11'de olmak üzere dördünde forma giydi. Final maçında 69. dakikada Ayodele Ogunlana'nın yerine oyuna girdi. Nijerya, Cezayir'e 1-0 yenilerek Afrika ikincisi oldu. 1992'deki turnuva elemelerinde forma giyip 2 gol kaydetse de Avrupa'da sezonun devam etmesi nedeniyle turnuvaya katılamadı. 1994'te düzenlenen bir sonraki turnuva kadrosunda kendine yer buldu. Yarı finalde penaltılara giden Fildişi Sahili maçında penaltılarda bir gol kaydetti. Turnuvayı Nijerya kazandı, böylece Amokachi kariyerinin ilk millî başarısını kazanmış oldu. Nijerya politik nedenlerden dolayı 1996 ve 1998'de turnuvaya katılmadığı için bu turnuva Amokachi'nin son Afrika Uluslar Kupası macerası oldu. Dünya Kupası elemelerinde forma giyen ve 2 de gol atan Amokachi, 1994 FIFA Dünya Kupası kadrosunda yer aldı. 21 yaşındaki Amokachi, kadronun en genç isimlerinden biriydi. İlk grup maçı olan Bulgaristan maçında 90 dakika forma giyen Amokachi, 3-0'lık galibiyetin ikinci golünü kaydetti. İkinci maç Diego Maradona'lı Arjantin karşısında da 90 dakika forma giydi. Son maç olan Yunanistan maçında 2-0'lık galibiyetteki ikinci golü atan Amokachi, takımının grup birincisi olmasına büyük katkıda bulundu. Sonraki turda İtalya karşısında da ilk 11 başlayan Amokachi, 36. dakikada 1-0 önde giderlerken sakatlandı ve yerini Mutiu Adepoju'ya bıraktı. Nijerya 88. dakikada Roberto Baggio'nun golüne engel olamadı ve Baggio, uzatmalarda bir gol daha atarak Nijerya'nın elenmesine neden oldu. Amokachi, turnuvada attığı iki golle Emmanuel Amuneke ile birlikte takımının en golcü iki isminden biri oldu. 1995'te daha sonra FIFA Konfederasyonlar Kupası adını alacak 1995 Kral Fehd Kupası kadrosunda da yer aldı. İlk grup maçında Japonya karşısında 90 dakika forma giyen Amokachi, bir gol attı. İkinci maçta Arjantin karşısında da 90 dakika forma giydi. Nijerya, averajla ile grup ikincisi oldu. Üçüncülük maçında Meksika ile oynayan Nijerya, 1-1 berabere kalırken golü Amokachi attı. Nijerya, maçı penaltılarla kaybederek 4. oldu. Bir sene sonra Amokachi bu sefer 1996 Yaz Olimpiyatları için Nijerya forması giydi. 22 yaş altı futbolculardan kurulu takımlara
3 tane de serbest oyuncu ekleme hakkı tanınıyordu. 23 yaşındaki Amokachi de bu fırsatla Uche Okechukwu ve Emmanuel Amuneke ile birlikte kadroda yer aldı. 6 maçta da forma giyen Amokachi, takımının finale çıkmasında yardımcı oldu. Arjantin ile oynanan finalde 74. dakikada 2-1 yenik durumdaki Nijerya'nın beraberlik golünü attı. Amuneke'nin 90. dakikada attığı golle Nijerya maçı 3-2 kazanıp, altın madalyayı aldı. Amokachi, 1998 FIFA Dünya Kupası kadrosunda da yer buldu. Grup maçlarının ikincisi olan Bulgaristan maçında ilk 11'de sahaya çıktı. Golün asistini yapan Amokachi, 67. dakikada yerini Nwankwo Kanu'ya bıraktı. Üçüncü maç olan Paraguay maçı öncesi ısınırken sakatlanıp, turnuvayı kapattı. Nijerya grup maçlarında birinci olarak gruptan çıksa da sonraki tur Danimarka'ya elendi. Amokachi, 2000 Afrika Uluslar Kupası kadrosuna çağrılsa da sakatlığı nedeniyle daha sonra kadrodan çıkarıldı. Buna rağmen moral vermesi için turnuvaya takımla beraber götürüldü. 2001'de Dünya Kupası elemeleri için kulüpsüz olmasına rağmen kadroya çağrıldı ama kısa süre sonra fiziksel kondisyonunun yeterli olmadığı görülünce kadrodan çıkarıldı. 2003 yılında Nijerya'nın Olimpiyat millî takımının görevlilerinden biri olarak ilk kez futbolculuk dışında bir görev yapmaya başladı. 2005'te Nijerya millî takımının başına gelen eski Nijeryalı millî oyuncu Augustine Eguavoen'in isteği ile, aynı dönemde millî takımda beraber oynadığı Samson Siasia ve Ike Shorunmu ile teknik kadroya dahil oldu. 2006'da U-23 millî takımının teknik direktörü olarak atandı. 2007'de takımın başına Alman Berti Vogts getirilince bir süre Vogts ile çalışıp, daha sonra hoca ve federasyonla problem yaşadı ve istifa etti. 2006 yılında eski takımlarından Nasarawa United'da teknik direktörlüğüe başlamıştır. Takımı ligde 2.ci sırayı elde ederek Afrika Şampiyonlar ligine katılmaya hak kazanmıştır. 2007'de millî takımdan ayrıldıktan sonra Enyimba International FC'de görev yaptı. 2008'de Nijerya millî takımına Shaibu Amodu'nun yardımcısı olarak geri döndü. Bu görevi alınca Enyimba'dan ayrılan Amokachi, geçici olarak Nijerya futbol takımında da görev almıştır. Günümüzde Finlandiya'nın JS Hercules kulübünü çalıştırmaktadır. Amokachi, 1995'te tanıştığı Tunuslu model Nadia ile evlenmiş, bu evlilikten olan çocukları da Everton FC'de denenmiştir. Amokachi'nin kız kardeşi ise bir başka Nijeryalı millî futbolcu Tijani Babangida ile evlenmiştir. 2016 yılında yeniden yapılandırılan Vodafone Park'ın açılış maçına davet edilen isimlerdendir. Oğulları Nazim ve Kalim Beşiktaş'ın Beşiktaş U21 takımında forma giymişlerdir. Amokachi'nin oyun stili Türk futbol tarihine adeta ışık tutmuştur. Siyahi oyuncu tutumu, Amokachi'nin Türkiye'de gösterdiği etkili ve olumlu oyunun sonucu olarak ileriki yıllara da yansımıştır. Onun ayağına aldığı top tribünleri de ayağa kaldırır, rakip taraftara korku salardı. Aldığı "Kara Boğa" ve "Kara Tren" yakıştırmaları aslında oyun tarzını da ön plana çıkartıyordu. Topu ayağına aldığı anda rakipleri bir bir geçer doğru pozisyonu bulursa kale dibine kadar giderdi. Asistleri ile de ön plana çıkan Amokachi, takım arkadaşlarına bir birinden şık ve yaratıcı gol pasları verirdi. Oyun içerisinde topu nizami şekilde sürerken, defansı rahatsız edici koşular yaparak savunma hattını tek başına yıpratırdı. Tomáš Jun Tomáš Jun, (d. 17 Ocak 1983, Prag) Çek futbolcudur. Avusturya'da üçüncü ligi takımı olan SC Ritzing formasını giymektedir. Futbola 1989'da 6 yaşındayken Spark Hlubočepy takımında başladı. 9 yaşında, Sparta Praha altyapısına transfer oldu. 16 yaşında profesyonel oldu. 17 yaşında UEFA Şampiyonlar Ligi'nde Arsenal'e karşı ilk 11'de forma giydi. Ayrıca ümit millî takımda forma giymeye başladı. 2001 yılında FK Jablonec 97 takımına kiralandı. Birkaç ay Jablonec'te forma giydikten sonra Sparta Prag tarafından geri çağrıldı ve önemli goller kaydetti. Sonraki sezon ilk 11'de daha çok forma giydi. 2002-03 sezonunda genç yıldız düzenli olarak forma giydi ve 8 gol kaydetti. 2004-05 sezonunda yeni yönetim ile daha iyi bir performans gösterdi ve 30 maçla 14 gol ile gol kralı oldu ve Sparta'nın lig şampiyonluğunda önemli bir katkıda bulundu. Sparta'daki iyi sezonu, Jun'a büyük ün kazandırdı. Millî takımda daha çok görev almasının yanında, yabancı kulüplerden de transfer teklifleri almaya başladı. Sonuç olarak, Trabzonspor'a 3.25 milyon euro'ya 5 yıllık imza attı. Sezonun ilk haftasında Kayserispor'u 2-1 yendikleri maçın 77. dakikasında oyuna girerek Türkiye kariyerine başladı. Ancak, Trabzonspor'un hem Şenol Güneş hem de Vahid Halilhodzic döneminde takımın ilk 11 oyuncusu haline gelemedi. Devre arasında forvet sorunu çeken Beşiktaş'a Bobô ve Gökhan Güleç ile birlikte gelen bir başka forvet futbolcusu oldu. Beşiktaş'taki ikinci maçında Diyarbakırspor'a gol attı. Ancak bu golün devamı gelmedi. İki kez sahaya ilk 11'de sürülen futbolcu, ligde 6, Türkiye Kupası'nda ise 2 maça çıktı. Sezon sonunda Beşiktaş ile Türkiye Kupası şampiyonluğu gördü. Finalde forma giymeyen futbolcu, bu maçta birkaç gün sonra Beşiktaş'tan ayrıldı. 2006-07 sezonunda Trabzonspor'dan eski kulübü Sparta Prag'a tekrar kiralandı. Sezon boyunca ligde 19 kez forma giyen futbolcu, ağları sadece bir kez havalandırabildi. 2007-08 sezonunda sakatlanan Ersen Martin'in yerine teknik adam Ziya Doğan'ın isteğiyle Trabzonspor ile tekrar antremanlara başlasa da forma giymedi. Ocak 2008'de başka bir Çek takımı FK Teplice'ye kiralandı. Sezona golle başlayan futbolcu, FK SIAD Most'u 1-0 yendikleri maçta galibiyet golünü atmıştı. Futbolcu 6 ayda 14 maça çıkıp 4 gol attı. Sezon sonunda Teplice'ye transfer oldu. 2008-09 sezona iyi bir başlangıç yapıp, SK Dynamo České Budějovice'yi 4-0 yendikleri sezonun ilk maçında hat-trick yaptı. Ancak sezonun geri kalanında gol atamayınca devre arasında Teplice ile yolları ayrıldı. 2009 Ocak'ında Avusturya'nın SC Rheindorf Altach takımına 6 aylığına kiralandı. Oynadığı üçüncü maçta ilk golünü kaydeden futbolcu, sadece 14 maçta 8 gol atarak eski formuna geri dönebileceğinin sinyalini verdi. Gollerinin yanında asistleriyle de dikkat çeken futbolcu, 6 da asist yapmıştı. Bu performansa rağmen yine de takımını küme düşmekten kurtaramadı. Ancak Bundesliga (Avusturya) ekiplerinin dikkatini çekmeyi başarmıştı. 2009-10 sezonunda Austria Wien'e kiralandı. Takıma güzel bir başlangıç yaptı. FK Vojvodina'yı eledikleri UEFA Avrupa Ligi maçlarında 2 gol attı. ÖFB-Cup ikinci turunda FAC Team'e 58 dakikada hat-trick yaptı. Ligin ilk 10 haftasında da 4 gol 3 asist yapmayı başardı. Ancak SV Mattersburg'u attığı golle 1-0 yendikleri maçta geçirdiği sakatlık nedeniyle sahalardan 6 ay uzak kaldı. Bu nedenle Avrupa Ligi gruplarında sadece iki maçta forma giyebildi. Son haftalarda takıma dönen futbolcu gollerine devam etti ve sezonu ligde attığı 9 golle kapattı. 14 Mayıs 2010'da Jun, Austria Wien'e transfer oldu. Sezon içinde zaman zaman sakatlıklar nedeniyle takımdan uzak kaldı. Buna rağmen ligde yaptığı 9, Avrupa'da yaptığı 3 asist ile takımının asist kralı oldu. 2011-12 sezonunda fazla gol atamasa da takımının en fazla forma giyen isimlerindendi. 2012-13 sezonunda ise 33 maçta forma giyen futbolcu, 10 gol 13 asist ile takımının en önemli isimlerinden biri olarak Avusturya Bundesliga şampiyonluğu yaşadı. Kupada da 4 gol kaydeden futbolcu, kupa finalinde 90 dakika forma giyse de FC Pasching'e 1-0 yenilip ikinci olmalarını engelleyemedi. 2013-14 sezonu Austria Wien'deki son sezonu oldu. Ligde daha az forma şansı bulan futbolcu, sezonu 5 gol 4 asistle tamamladı. Şampiyonlar Ligi'ne kalmayı başaran takımın 3 grup maçında forma giyen Jun, Zenit'i 4-1 yendikleri son grup maçında gol atmayı başardı. Jun, 2000 U-16 Avrupa Şampiyonası'nda biri finalde olmak üzere 7 gol atarken, takımı gümüş madalya kazandı. 2002'de ise UEFA 21 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası'nın kazanılmasına yardım etti. 2002 Şubat'ında, A millî takım için ilk golünü attı. Jun'un en önemli golünü, 2006 FIFA Dünya Kupası elemelerindeki son grup maçında ilk 11'de çıkıp takımın ilk golünü atmasıyla kaydetti. Galibiyet Çek Cumhuriyeti'nin play-offlara kalmasına yardım etti. Ancak Türkiye'deki kötü performansı 2006 FIFA Dünya Kupası'na gitmesini engelledi. Toplamda 10 maçta 2 gol buldu. Susan Sontag Susan Sontag (d. 16 Ocak 1933 – ö. 28 Aralık 2004) dünyaca tanınan Amerikalı deneme ve roman yazarı, kuramcı, eleştirmen ve insan hakları savunucusu. 2003'te Alman Yayıncılar Birliği’nin Geleneksel Barış Ödülü’nü kazandı. Çocukluk ve gençlik yıllarını Arizona ve Los Angeles'ta geçiren Sontag'ın ilk romanı The Benefactor 1963'te yayımlandı. Umran (dergi) Türkiye'nin önde gelen aylık düşünce-kültür-siyaset dergilerindendir. Güncel değerlendirmeler ile kalıcı düşünsel üretimi meczetmesi sayesinde ayrı bir çizgisi vardır. İslam düşüncesi, Kur'an yorumları ve araştırmaları farklılığı öne çıkaran unsurlardandır. Araştırma ve Kültür Vakfı'nın yayın organı olarak doğmuş, yakın zamanda ise varlığını bağımsız olarak sürdürmeye başlamıştır. Entelektüel birikimi ile birlikte sosyal ve siyasal analizleriyle dikkat çekmekte, kimi zaman başlıklarıyla gündem yaratmaktadır. İlk sloganlarından biri "Geleneğin İhyasından Geleceğin İnşasına" şeklindeydi. İsmi verilirken Cemil Meriç'ten esinlenilmiştir. Medeniyet, yani Cemil Meriç'in tabiriyle 'Umran'. Geleneklerle yoğrularak yeniden inşa edilen daha üstün bir medeniyet... Mandra havası Mandra havası, Balkanlarda oynanan halk oyunu. 7/16'lık ve 7/8'lik ritimleriyle oldukça hareketlidir. Türk Müziği'nde, devr-i turan usulüyle çalınır. Yunanistan'da mandilatos(Μαντηλάτος) (mendil) adı ile bilinir. En bilinen mandra havası Sultan Abdulaziz 'in bestelediği "Hicaz" mandra havasıdır. Tesettür Tesettür, örtünmek anlamında İslam kültürüne ait bir terimidir. İslam dünyasında çoğunlukla kadınların kıyafetleri ile ilgili tanımlamalarda kullanılan bir kavramdır. Pek çok mezhep örtülmesi gereken yerleri ve örtünün şeklini (örneğin transparan olup olmamasını) kesin talimatlarla belirlemiştir. Ancak bunlar
arasında tam bir fikir birliği olmadığı gibi ayetlerde kadınların saçlarını örtmesinin zorunlu tutulmadığını savunan müfessirler de mevcuttur. Arapça "setr" (s-t-r) "örtmek", tesettür ise örtünmek anlamına gelir. Hicab; Tesettür ile aynı anlamda Arapça ve Farsça yayınlarda tercih edilen bir terim dir. "H-c-b" kökünden türetilen kelime, sadece fizikî örtünmeyi değil, daha genel bir şekilde tevazu, mahremiyet ve ahlâk, utanma gibi kavramları da ifade eder. Türkçede mahcubiyet utanma anlamındadır. Hımar; Kur'an'da da geçen "hımar", "humur" sözcüğünün çoğuludur ve örtü, perde (pencere) anlamındadır. Arapçada içkiye hamr isminin verilmesi de aklı örtmesi ve gizlemesi ile bağlantılanır. Cilbab; Kur'anda kullanılan bir kelime de "cilbab"dır. Bu kavram batılı dillere daha çok "pelerin ya da büyük şal" olarak tercüme edilirken Diyanet İşleri Başkanlığı'nın mealinde "bedeni örtecek elbise" olarak tercüme edilmiştir. Cilbab dış elbise olarak tanımlanır. Başörtüsü; sadece başın örtülmesini, tesettür ise genel anlamda bedensel örtünmeyi tanımlar. "Türban", farklı toplumlarda kullanılan bir başörtüsü çeşididir; ayrıca tarih boyunca bir erkek başlığı olarak da ön plana çıkmıştır. Tesettür belirli bir giysiyi betimlemez iken, türban belirli bir giysinin ismidir. Siyab; Elbisedir. Nur suresi 58. ayette de tanımlanan ev içi elbisedir. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ gelenekçi ve köktenci anlayışlar açısında Yahudilik, Hıristiyan ve İslamda çok önemli bir yeri olan başörtüsü konusunda, kaynağın Sümer dini gelenekleri ile ilgili ve diğer birçok kavram ve uygulama gibi buradan alıntılanma olduğunu ifade etmiştir.(Görsel kaynak ) O'na göre bu uygulamalar Yahudilerin Babil sürgünü sırasında benimsenmiş ve daha sonra tevrat yazımlarına aktarılmıştır. Tevrat'ın anlatılarında kadın giyimi, Tekvin: 64-65), Yeşeya 16-23, Ezgilerin Ezgisi 4/1 ve Tekvin: 38, 14-15'de geçer. Hristiyanlıkta ise kadınların örtünmesi ile ilgili ifadeler İncil'de Korintoslular bölümünde (11/1-16) belirtilir. Müfessirlerin ve İslam tarihçilerinin geneline göre İslam öncesi dönemde Arap kadınları enselerine bağladıkları veya arkalarına saldıkları başörtüsü tarzı bir örtüyü takarlardı. Bununla birlikte bu örtü gerdanlarını ve diğer taraflarını örtmezdi. Coğrafik etki; Çöl yaşamından kaynaklanan, toz ve yakıcı güneş ışınlarından koruyucu geniş ve bazı bölgelerde yüz dahil tüm vücudu kaplayan yerel giysilerin, hadisler ve Kuran yorumları ile dini zorunluluklar içine girmiş olma ihtimali göz ardı edilemeyecek bir konu olarak görünmektedir. Prof. Dr. Mehmet Aydın bu konuya işaret eden yorumunda, tesettürün İslamda olduğunu, şekil ve miktar gibi hususların ise coğrafya ve kültür tarafından belirlendiğini ifade etmiştir. Prof. Dr. Neşet Çağatay İslamda başörtüsünün ortaya çıkışı sürecini "Müslümanlar, hür kadınlarıyla birlikte Mekke'den Medine'ye göç ettiklerinde, Medine'de bir meta aracı gibi alınıp satılan ve örtünmeyen cariyelerle karşılaştılar. Medineli erkekler, Mekke'den gelen kadınlara da cariye gibi davranıyor. Onları da meta gibi alıp satmak istiyorlar. Hazreti Ömer bu kargaşalığı görüyor. Medinelilerle karıştırılmamaları için Mekkeli kadınlara örtünme kuralı getiriliyor. Cariyelerin örtünmesi ise yasaklanıyor. İslamiyette hür kadınların cariyelerden ayırt edilmesi için başlatılan bu gelenek, daha sonra kadınların erkeklere karışı örtünmesi şekline dönüşüyor..." sözleriyle ifade etmektedir. "Hicab" terimi Kur'an'da giyim ile ilgisiz olarak, inanan erkeklerin Muhammed'in eşleri ile perde (hicap) arkasından konuşmaları gerektiği şeklinde kullanılmıştır. Sonraki dönemlerde bu uygulama Müslüman toplumun geneline yayılmış, erkek ve kadın bölmelerinin ayrılması sonucunu doğurmuştur. İslam toplumunda tesettür ve hicabın İslamın ortaya çıkış dönemlerinde yaygın olarak kullanılmadığı, hicabın o dönemde aynı zamanda Peygamberin evi olan mescide gelen erkeklerden peygamberin kadınlarını korumak için konulduğu, genişletilmiş tesettür ve hicap uygulamalarının Müslümanların İran ve Bizansı almaları sonrasında, bu kültürlerden etkilenerek, özellikle Emeviler döneminde ulemanın otorite kazanma çabaları sonucunda İslam toplumunda yaygınlık kazandığı bazı araştırmacılar tarafından ifade edilmiştir. Örtünme İslamiyetin doğuşundan birkaç yüzyıl sonra yazılan hadis ve fıkıh kaynaklarında, dini önderler tarafından yapılan ayet ve hadislerin kapsamlarını genişleten ve bağlamından kopartılmış ileri yorumlarla kadın ve erkeğin birbirini görmelerinin tamamen haram kılınması, harem, burka ve peçe gibi uygulamalar islam topluluklarında yerleşik kurallar haline gelmiştir. Kuran’da tesettürle ilişkilendirilen ayetler Türkçeye anlamlarını da değiştirecek şekilde farklı tercümelerle çevrilen, Nur ve Ahzab surelerinde yer alan iki adet ayettir. Bu ayette geçen "hımar" kelimesini geleneksel mütercimler baş örtüsü, ayetlerin geleneğin etkisinden arındırılmış anlamını verme iddiası taşıyanlar ise salt "örtü" olarak çevirmeyi tercih etmektedirler. Ayette örtülecek yeri ifade eden "cuyub" (= cepler) kelimesi geleneksel olarak yaka olarak verilirken, Yaşar Nuri Öztürk tarafından yapılan mealde ilgili kısım "göğüs yırtmacı" olarak tercüme edilir. Ancak bazı araştırmacılar tarafından Kur'anın dilinin %10 kadar Süryanice içeriğe sahip olduğu, Kur'anın anlaşılmasında bu dile ait bilgiler göz önüne alındığında geleneksel tercümelerden oldukça farklı anlamların ortaya çıkabildiği belirtilmektedir. Bunlardan birisi de Nur suresi 31. ayetinde geçen cuyub kelimesini anlamlandırma ile ilgilidir. Buna göre ayet belirli bir örtünme şeklini değil, mecazi olarak iffetin korunması anlamında, Süryanicede bel altı kısmının örtülmesi gibi mecazi bir ifadeye sahip olmaktadır.[ Görsel kaynak] Ayrıca kadın anatomisinde cep olarak nitelendirilebilecek kısım göz önüne alındığında bu açıklama çok daha akla yatkın hale gelmektedir. Bazı yorumcular kadın bedeninin tamamını süs kabul ederek, ayeti kadın bedeninin tamamını kapsayacak şekilde yorumlayıp, bundan zorunlu olarak gördükleri yüz ve el gibi kısımların açılmasına ruhsat verecek şekilde meal vermeyi tercih etmektedirler. Bunlardan bazıları kendiliğinden, spontane anlamlarına gelebilecek ifadeden "zaruri olan" anlamını çıkartırlar ve zaruri olmadıkça kadın vücudunun tamamıyla örtülmesi gerektiğinden bahsederler. Bazı hadislerle de desteklenen bu anlayışa göre kadın burka, peçe benzeri giysilerle tamamen örtünür. Bu görüşteki yorumculara göre zorunlu olarak dış ortama çıkması durumunda izin verilebilecek yegane açıklık, kadının tek gözünün açılabilmesinden ibarettir. E. Hamdi Yazır' Zaruri ile ifade edilen yerlerin el ve yüz olduğu yorumunu yaparken O'na göre alimlerin çoğu da bu görüştedir. Mevdudi kadınların bilerek ve kasıtlı olarak süslerini açığa vurmamaları, kontrolleri dışında açığa çıkandan ise mesul olmadıklarını ifade eder. Mevdudiye göre kendisi ve Hanefi fakihlerin çoğunluğu "vücudun genelde açıkta kalan ve örtülmeyen kısımları" ifadesinden El ve yüzü anlamaktadır. Ahzab suresi'nden tesettür ile ilişkilendirilen bir diğer ayet ise Ahzab suresi: 59) ayetidir. Bu ayet de tercüme yazarları tarafından farklı şekillerde tercüme edilir. Bazı yorumcular ayette geçen "tanınmaları ve incitilmemeleri için" ifadelerinden kastın "tanınmamaları" olduğu yorumunu yaparlar ve buradan da kadınların evleri dışında iken el ve yüz dahil bütün vücutlarınının örtülmesi gerektiği sonucuna ulaşırlar. Yazır bu ayetin "hür kadın"ları ilgilendirdiğini söyler ve cilbab'ı şöyle tanımlar: "Cilbâb"; vücudu baştan aşağı örten çarşaf, ferace, car gibi dış örtüsünün, elbisesinin adıdır." Prof.Dr. Süleyman Akdemir ayet'in üslubuna dikkat çekmekte ve bu ayette emir değil tavsiye niteliğinde ifade kullanıldığı üzerinde durmaktadır. Yaşar Nuri Öztürk'e göre ayet dışarıda giyilecek elbiseleri tanımlar ve cilbabı basitçe dış elbise olarak isimlendirir. Ve bunun hür-cariye ayrımını göstererek asayişi sağlamak için olduğunu belirtir. Yine örtünmeyle alakalı bir başka ayet de hayızdan kesilmiş kadınların bazı şeylere bağlı kalmaları şartıyla örtünme yükümlülüklerinin kalktıklarını belirtir. ""Evlenme ümidi kalmayan yaşlı kadınların, ziynetlerini açığa vurmamak şartıyla dış örtülerini çıkarmalarında kendilerine bir günah yoktur. Yine de iffetli olmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah işitendir, bilendir"." (Nur suresi, 60) Kuran'da örtünmenin yanı sıra güzel giyinmeye teşvik eden iki ayet de vardır: Araf suresi, 26 ve 31. Hadisler Muhammed'in ölümünden 1- 2 asır sonra yazılan ve bir ravi zinciri ile Muhammed'e isnad edilen sözlerden oluşur. Bazı dini anlayışlarda referans değerleri tartışılan bu sözler değişik hadis külliyatlarında toplanmışlardır. Sünni anlayışa göre altı temel hadis kitabının adı olan Kütüb-i sitte'de farklı başlıklarda örtünmeyle ilgili hadislere yer verilmiştir. Ayşe bint Ebu Bekir'den rivayet edilen bir hadis şu şekildedir; "Resûlüllah bileklerinin dört parmak yukarısını işaret ederek:“Allah’a ve ahiret gününe inanan bir kadına ergenlik çağına varınca yüzü ve şuraya kadar elleri dışında herhangi bir yerini açması helal değildir." Yine Ayşe bint Ebu Bekir'den rivayet edilen bir hadise göre, Ebu Bekir'in kızı Esma ince bir elbise ile peygamberin huzuruna girmişti. Peygamber yüzünü başka yöne çevirdi, yüzünü ve avuçlarını göstererek şöyle dedi; "Ey Esma! Şüphesiz kadın ergenlik çağına ulaşınca, onun şurası ve burası dışında kalan yerlerinin görünmesi uygun değildir." Buharî, Ebu Dâvud, Nesaî'den gelen hadislere göre Peygamber zamanında kadın ve erkekler aynı su kapından abdest almaktaydılar. Ebu Dâvud'un eserinde: '‘Kadın ve erkek, ellerimizi aynı kaba sarkıtıp daldırarak toplu halde abdest alırdık" denmektedir. Bazı ilahiyatçılar bu ifadelerden Muhammed zamanında kadınların erkeklerin yanında abdest aldıkları, abdestte yıkanan veya meshedilen kol, el, ayak, yüz, baş, boyun gibi organların açıklığı konusunda dinen bir sorun olmadığı yorumlarına ulaşmışlardır. Bir başka rivayette ise Ömer başını örten bir cariye gördüğünde, ona sopasıyla vurarak, "B
aşörtüsünü at! A kokmuş!" demiştir. Bazı rivayetlerde "Hür kadınlara benzemek mi istiyorsun?" ilâvesi de vardır. Bundan yola çıkarak İslam'da başörtüsünün sınıf farklılığı ile ilgili bir konu olduğu da tartışılmaktadır. Tesettürü dini bir emir olarak algılayan din yorumlarında ayrıca bu emrin kimleri ilgilendirdiği üzerinde de durulur. Buna göre cariyeler, ergenliğe kadar kız çocukları ve adet görmekten ve cinsel cazibeden kesilmiş yaşlı kadınlar ve akıl hastaları kapsam dışı tutulur. Bu yorumlara göre ayrıca süslü, transparan ve vücut hatlarını belli eden giysiler tesettür mantığına aykırı bulunur. İçi gösteren kumaşlar, kadın giyiminde olduğu gibi, erkekte de kullanılmaz. Hanefi, Şafii ve Malikilerin anlayışında Şeriat kurallarına göre Hünsa olarak tanımlanan ara cinsiyet (hermafroditler, interseksüeller) kadınlar gibi örtünmeye zorlanır. Hanbelilere göre ise onun örtünmesi erkek gibidir. Kur'anda tesettür'e uymama ile ilgili herhangi bir yaptırım öngörülmemesine rağmen Şeriat hukukunda tesettür kurallarına uymama günah veya büyük günah olarak değerlendirilir ve bu duruma uygun tazir cezaları uygulanabilir. Bu ceza basitçe bir azarlamadan, direnç halinde sopa, hapis veya sürgün gibi hakimin takdir edebileceği farklı uygulamalara kadar değişiklik gösterebilir. Aralarında bazı küçük farklılıklar olmakla birlikte klasik sünni-ortodoks İslam mezhepleri kadın vücudunu bütünüyle gizlenmesi gereken bir varlık (avret) kabul etmişler, ancak zaruri durumlarda geçerli olmak üzere ve kendi yakınları ile sınırlı belirli bölgelerin açılabilmesine izin vermişlerdir. Hanefi ve maliki mezheplerinde kadının el ve yüzü bu kapsamda değerlendirilmiş ve "fitneyeye yer vermeyecek şekilde" açılabilmesine müsaade edilmiştir;"Kadının mahkemede ifâde vermesi için erkek hakim veya alış-veriş için müşteri veya satıcı erkeklere görünmesinde beis yoktur." Kur'an'da erkeklerin örtünmesine dair ifade bulunmaz. Hadislerde ise erkekte göbekten diz kapağına kadar olan bölge avret sayılır. ""Erkeğin avreti göbeği ile diz kapağı arasıdır"" ""Diz kapakları avret yerlerindendir."" Hanefîler erkeklerde diz kapaklarını avretten sayarken, Şafiîler ve Malikîler avretten saymaz. Malikî mezhebi, ise bazı hadisleri örnek göstererek uyluk bölgesinin de erkekte avret sayılmayacağını ifade eder. Aynı şekilde cariyelerin avreti de erkeklerle aynı sayılmıştır. Başörtüsü konusunda din âlimleri farklı referans ve görüşlere sahiptirler. Bazı din bilginleri hadislerin dinî referans olmasını kabul etmezler, başörtüsünün Kur'an’da yer almadığını, ayetlerin çarpıtılarak tercüme edildiğini de ifade ederler. Bu görüşe sahip çok sayıda din bilginine örnek Prof. Zekeriya Beyaz, Prof. Yaşar Nuri Öztürk, Prof. Şahin Filiz, İhsan Eliaçık, Edip Yüksel, Hüseyin Hatemi sayılabilir. Türkiye'nin ilk kadın vaizi Prof. Beyza Bilgin ve ilahiyatçı Prof. Dr. Salih Akdemir ilgili ayetlerin tavsiye olarak anlaşılması gerektiği görüşündedirler. Salih Akdemir ayrıca söz konusu edilen ayetlerin lafızlarının peygamberin eşleri, kızları ve mü'minlerin eşleri olan "evli kadınlar"la ilgili olduğuna dikkat çekmektedir. Geleneksel İslamcılar hadislerde bulunan tesettürle ilgili rivayetleri ayetlerin anlamlandırılmasında kılavuz olarak kabul ederler ve ayetleri bu rivayetler istikametinde tercüme ve tefsir ederler. Ayetlerin anlamlarını ağırlaştıran ve yerini kaydıran tercümeler ayetlerin çarpıtıldığı şeklinde itirazlara yol açmıştır. Bu itirazlarda ayetlerdeki örtünün başörtüsü, ceb kelimesinin ise omuz veya yaka şeklinde tercüme edilmesi yer almaktadır. Ali Bardakoğlu, İslamda başı örtmenin dinî bir gereklilik olduğunu ifade eder. Said Nursi; Şehirli kadınların köylü, bedevi kadınlar gibi açılamıyacağı, ifadelerinden kendisinin şehirli kadınlar için, bütün vücudu kapsayan ve el, yüz gibi istisnaları olmayan bir tesettür anlayışı içerisinde olduğu anlaşılabilir. Tesettür konusunda Fethullah Gülen'in tutumu zaman içerisinde değişimler göstermiştir. Önceleri peçe ve eldiven kullanılarak kadınların tüm vücudunun örtülmesi gerektiği vaaz ve telkinleri yanında saçın bir telinin bile açılmasını büyük günah olarak ele alan Gülen son konuşmalarında başörtüsünü bir füruat olarak değerlendirmiştir. Prof.Dr. İlhami Güler peçe ve çarşaf konusunu kadın tesettüründen sayan yaklaşımlar için "Ancak, peçe ve çarşafa teolojik açıdan yaklaştığımızda, olayı salt dinsel bir yorum (içtihat) farkı olarak görüp saygı duyulacak bir mevzu saymak doğru değildir. Olayın ciddi estetik ve ahlaki boyutları vardır. Dinin düşünceden çok inanca, sorgusuz teslimiyete (dogmatizme) dayandığını iddia edenler bunu kabul etmeyeceklerdir. Kanaatime göre, peçe ve çarşaf, kadın onuruna karşı girişilmiş ağır bir hakaretin ve aşağılamanın ifadesidir." ..."‘Tanrının izi insanın yüzünden geçer’ der. Yüz, insanın ötekine karşı ahlaki sorumluluğunu ifade eder. Kadının önemli iki değeri olan iffeti ve namusunu, sözüm ona koruma adına kadının (insanın) en yüce, kutsal, manevi ve değerli yerini salt cinsel bir uzuv olarak görüp onu örtmeye kalkışmanın ne büyük bir cinayet, ilkellik olduğu ortadadır." şeklinde tepki gösterir. Vücudu sıkı bir şekilde yalıtan giyim ve yaşam tarzının, cilt üzerinde cilt kanserleri, kuruma ve kornifikasyon gibi etkilere yol açtığı bilinen güneş ışınları, soğuk, sıcak gibi dış etkilere karşı vücut üzerinde koruyucu etkiye sahip olduğu düşünülebilir. Bunun yanında bazı kadınlar kendilerini bu giyim tarzı ile daha rahat hissedebilirler. Bunun yanında güneş ışınlarından mahrum kalan bir vücudun özellikle enlem ve iklim açısından Güneşin bazı coğrafi bölgelerde D vitamini aktivasyonu açısından yetersiz kalmasıyla kemiklerde erime, depresyon ve şizofreniye yatkınlığının artması mümkündür. Termokimya Termokimya, kimya biliminin bir alt dalı olup ilgi alanı kimyasal reaksiyonların ısı ile olan ilişkileridir. "Termo" Latince ısı anlamına gelir ve termokimya "kimyasal termodinamik" adlı bilim dalının yerine isimce daha kısa olduğu için sıkça kullanılır. Na't Na't, konu olarak İslam dininin son peygamberi Muhammed'i anan ve öven edebi eserlere verilen isimdir. Arapçada, "tavsif etmek" anlamında mastar, sıfat ve vasıf mânâsına da isim olarak kullanılır; aynı şekilde Arap gramerinde de, sıfata; na’t, mevsûfa; men’ût denmektedir. Edebiyatta, na’t öncelikle, Muhammed'i övmek, ona duyulan saygı, sevgi ve şevki dile getirmek, ondan şefaat dilemek gibi amaçlarla yazılan manzumeler için kullanılır. Bunların nazım şekilleri çeşitlidir: Gazel, kaside, mesnevî, terkib-i bend, terci-i bend, müstezad vs. olabilir, beyitler veya dörtlüklerle yazılabilir; Beyit sayısı 6-7’den, yüzlerce beyte kadar değişir. Na’t, özellikle Muhammed için yazılan manzum eserdir; ancak tasavvufun etkisiyle bazı veliler ve tarikat pirleri için de na’tlar yazıldığı olmuştur; Na’t-ı Hazret-i Ali, Na’t-ı Mevlânâ gibi. Doom (1993 video oyunu) Doom, 1993 yılında id Software tarafından tasarlanmış, bir FPS, bilgisayar oyunu. Piyasaya floppy disk formatında sürülmüş olsa da, internet erişiminin yaygınlaşması nedeni ile yaklaşık 50 milyon bilgisayara yüklendiği düşünülmektedir. Oyunun konusu Mars gezegeninde, bir insan kolonisini tehdit eden varlıklara karşı girişilen mücadeledir. İlk oyun tüm dünyada yankı uyandırmıştır. Hemen ertesi sene, Doom 2: Hell on Earth (1994) isimli 2. sürümü ek paketleri ile birlikte piyasaya sürülmüştür. 1996'da Windows 95'in yaygın duruma gelmesi ile birlikte, yapımcılar Windows formatında ilk oyunları olan Final Doom'u piyasaya sürmüşlerdir. Bunun yanı sıra oyun birden çok platformu desteklediği için Doom fenomeninin uluslararası pazara girmesi daha da hızlanmış ve ucuzlamıştır. Kütleçekim ivmesi Yerçekimi ivmesi, bir cismin yerçekimi etkisiyle sahip olduğu ivmedir. Dünya yüzeyinde tüm cisimler bu ivme ile düşerler. İvmenin Paris'teki değeri tam olarak 9,80665 m/s² (metre bölü saniyekare) dir. M kütlesine sahip bir cisme doğru olan yerçekimi ivmesi ile hesaplanır. Bu eşitlikte "r" cismin merkezinden olan uzaklık, "G" de çekim sabitidir. Yer çekimi ivmesinin birimi N/kg ile dönüşümlü olarak kullanılabilir. Yer çekiminden veya ağırlıktan kaynaklanan basınç problemlerinde bu alternatifler daha kullanışlı olabilirler. Ebced hesabı Ebced, geleneksel Arap alfabesinin eski sıralanışından (elif, ba, cim, dal) ilk dört harfinin okunuşlarıyla (E-B-Ce-D) türetilmiş bir sözcüktür. Ebced hesabı ise Ebced rakamları denilen alfabetik bir sayı sistemini kullanarak, kelime, cümlecik veya cümlelerin sayısal değerini hesaplama ve bunlardan anlamlar çıkartma işlemidir. Teori incelenen kelime, cümlecik veya metinde bir şekilde gizli şifreleme bulunduğu varsayımına dayanır. Semitik alfabelerde olduğu gibi Arap alfabesiyle yazılan bir yazıda da harflerin sayısal değerleri ile bir şifreleme ("cifr") yapılmış olabilirdi ve gelecekte hâdiselerin vukuu zamanının tespiti (Kehanet) için harflerin sayısal değerleri kullanılarak bu kehanetlerin sırrı gizemi açılabilirdi. Bir cümle veya cümleciğin Ebced değeri ("cümle hesabı") varsayılan bu gizem'in anahtarı olurdu. Bilinen bütün ebcedler semitik alfabelere aittirler ve onların da Mısır hiyerogliflerine dayandığı sanılan protosemitik harflerden türediğine inanılmaktadır. Ebcedde ilk yaygın kullanım fenike ebcedi ile olmuştur. Arap ebcedinin İbrani ve Aramî alfabesinden alındığına şüphe yoktur. Ebced'in ilk çıkışının Mısır hyeroglif rakamları ile bağlantılı olabileceği düşünülmektedir. Ebced zaman içinde değişimlere uğramış ve geliştirilmiştir. Bu gelişim alfabelerin gelişimi ve düzeni ile bağlantılı değişikliklerdir. Örneğin Arap alfabesi zaman içerisinde gelişerek noktalı ve sesli harflerin alfabeye ilave edilmesi ile ebced de buna paralel değişikliklere uğramıştır. Ebced hesabını akılda tutmak için bir anlamı olmayan ve Arap alfabesindeki harflerin eski dizilişini hatırlatıcı olarak kullanılan kelimelerden bir cümle oluşturulmuştur: bu 'ebced', 'havvez', 'huttî, 'kelemen', 'sa'fes', 'karaşet', 'sehhaz', 'dazıg' cümlesidir. Bu kelimelerle ilgili spekülasyonlara göre ke
limelerden altısı Medyen hükümdarlarından altı kişinin adı yahut altı şeytanın veyahut haftanın günlerinin ismi olmalıydı. Arap nahivcilerinden "Müberred" ve "Seyrafi" bu yorumlarım hurâfe olduğunu, ebcedi oluşturan kelimelerin ecnebi olduğunu söylemişlerdir. Sonraları bu kelimeler muska, vefk gibi şeylerde kullanılmış ve her birine rakamsal bir değer verilmiştir. Semitik alfabelerde başlamış olduğu gözüken harflere sayısal değerler atfetme işi İbrani ve Yunan alfabelerinde de görülmektedir. "Abced gadol"da bazı harfler ve rakamsal değerleri: Kabala sisteminde Gematria denen (İbranicesi: גימטריה, gēmaṭriyā) sayısal bir düzenek mevcuttur. Burada İbrani sayıların rakamsal değeri 400'e kadar ebced numaraları ile aynıdır. Günümüzde hala madde numaralamada ve haftanın ilk 6 gününü temsil için kullanılmaktadır. Fenike alfabesinden uyarlanmış olan ve isimlendirme ve sırasını bu alfabeye göre şekillendirmiş olan Yunan alfabesinde de izopsefi denilen (İngilizcesi "isopsephy") harflerden faydalanan sayısal bir sistem mevcuttur. Bu sistemde harflerin karşılık geldiği rakamsal değerler 90 sonrasında ebced değerlerinden farklılaşır. Bunun sebebi Yunan dilinde "ṣād" (ص) harfine denk gelen bir sesin olmamasıdır. Ebced hesabında harflerin sayısal değerleri Arap alfabesindeki sıraya göre değil, İbranice ve Süryanice'deki sıralamaya göredir. Arap alfabesinde harflerin bugünkü sıralanışı daha sonra benzer harflere eklenen noktalar ve bu benzer harflerin yan yana yazılmasıyla oluşmuştur. Ebcede göre harflerin sırası ve değerleri söyledir: Arapçada kullanılmayan ve özellikle Farsça'dan alınıp Osmanlıca'da kullanılan pe, çim, je, gaf harfleri sırasıyla be, cim, ze ve kef eşit sayılır. Bazı yazarlar kitaplarının içindekiler bölümünde veya akrostiş gibi şiir içine tarihleri gizlemek gibi denemeler yapmışlardır. Kullanıldığı yerler kısaca şöyle sıralanabilir: Devlet kayıtlarında: Devlet arşivlerinde yer alan birçok resmî belge, tutanak, fezleke ve mazbatalar, vak’anüvist kayıtları, vakıf kayıtları ile sayım ve döküm hesapları bu hesaba göre tanzim edilmiştir. Mimarlıkta: Mimar Sinan’ın eserlerinde, boyutların modüler düzeninde çok sık kullanılmıştır. Örneğin Süleymaniye’de zeminden kubbe üzengi seviyesi 45, kubbe alemi 66 arşın yüksekliktedir. Yine Selimiye’de de kubbeyi taşıyan 8 ayağın merkezlerinden geçen dairenin çapı 45 arşındır. Kubbe kenarı zeminden 45, minare alemi buradan itibaren 66 arşındır. Süleymaniye ve Selimiye’nin görünen silüetleri 92 arşındır ki, bu da “Muhammed” kelimesinin ebced karşılığıdır. Sembolizmde: İki veya daha fazla kelimenin sayı değerlerinin aynı olmasından istifadeyle birini söylemekle diğeri kastedilmiş kabul edilerek halk arasında kullanılagelmiştir. Meselâ: “Muhammed” kelimesi 92′dir. “Aman’ kelimesi de 92′dir. “Mevlevî” kelimesi de 92′ ettiğinden bu kavramlar arasında bir alaka kurulmuştur. Ör; Aman lafzı senin ism-i şerîfinle müsavidir Anınçin aşıkın zikri amandır ya Resulullah İlim, amel, sa’y kelimelerinin, hilâl, lâle ve Allah sayı değerlerinin aynı olması anlamlı bulunur. Ebced'in bir takım amacını aşan uygulamaları eleştiri konusu olmuştur. Örneğin ilgili metnin böyle bir şifre veya gizem barındırdığı varsayımından hareketle dini metinlerden bir takım yeni anlam ve işaretler çıkartılması bunlardan birisidir. Bir diğer eleştiri konusu metnin yazıldığı tarihte kullanılmayan bir takvim sistemi kullanılarak şiir, dini metin vb. üzerinden bir takım tarih kehanetleri yapılmasıdır. Örneğin Hicri takvimin Ömer zamanında, Rumi takvim'in ise Osmanlılar zamanında oluşturulmasına rağmen birtakım ayet ve hadisler üzerinde bu takvim sistemlerine göre hesap yapılabilmekte ve bu kaynaklara yeni anlamlar yüklenebilmektedir. İsmail Yakıt, Türk-lslam Kültüründe Ebced Hesab ve Tarih Düşürme, ötüken Ist. 1992. Muammer Sun Muammer Sun (d. 15 Ekim 1932, Ankara), Türk besteci ve müzik eğitimcisi. Türkiye'nin müzik politikasında 60'lı ve 70'li yıllarda etkili olmuş bir isimdir. Ankara Radyosu Çoksesli Korosunu ve TRT Müzik Dairesinin kurucusudur. Türkiye'de 166 çocuk ve gençlik korosu kurmuştur. 1932 yılında Ankara'da doğdu. 1947'de Askerî Muzıka Okuluna, 1953'te Ankara Devlet Konservatuvarı'na girdi; A.Adnan Saygun'un kompozisyon öğrencisi oldu. Bu kurumda, Saygun'un yanı sıra, Mahmut Ragıp Gazimihal, Mithat Fenmen, Muzaffer Sarısözen, Ruşen Ferit Kam gibi öğretmenlerden ders aldı. Özel olarak da Kemal İlerici ile Türk Musikişi Makamları ve Armonisi konularında çalıştı. Saygun'un öğrencisi olarak 1960 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı Kompozisyon Bölümü'nden pekiyi derece ile mezun oldu. Mezuniyetinden sonra Ankara, İzmir, İstanbul Devlet Konservatuvarlarında, GEE Müzik Bölümünde, Siyasal Bilimler Fakültesi Basın Yayın Yüksekokulu'nda, Ankara Radyosu'nda öğretmenlik yaptı. 1969 yılında, sanat kurumlarının temsilcisi olarak TRT Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. TRT Ankara Radyosu Çoksesli Korosu'nu ve TRT Müzik Dairesini kurdu.1971'de TRT Kültür Sanat Ödülleri Sistemini (Murat Katoğlu ile birlikte) hazırladı, TRT'nin gerçekleştirmesini sağladı. 1968'de atandığı Milli Eğitim Bakanlığı Müşavirliği sırasında, Çocuk ve Gençlik Koroları Yönetmeliği'ni hazırladı. Bütün Türkiye'de 166 çocuk ve gençlik korosu kuruldu. Koro şeflerine 1968 -1969 yazlarında, Gazi Eğitim Müzik Bölümü öğretmenleriyle birlikte, iki kez yaz kursu düzenledi. Bu kurslara Gazi Müzik bölümü'nde 40, Sinop kursunda 80 olmak üzere 120 müzik öğretmeni katıldı. (166 koro, ödenekleri kesildiği için 1970'te kapatıldı. Bu korolar ve kurslara katılan müzik öğretmenleri, bugünkü Türkiye'de yaygınlaşan çocuk ve gençlik korolarının temelini oluşturdu.) Sun, 1967 ve 69'da, biri TRT adına; öteki de TRT ve ODTÜ adına, iki büyük folklor derlemesi düzenledi; kendisi de bu derlemelere uzman derleyici olarak katıldı. Haccettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Kompozisyon bölümü öğretim üyeliğinden Ekim 1999'da emekli oldu. Eylül 2004'te Sun Yayınevi'ni kurdu. (H. Şimşek, R. Tanrıkulu, Houngaraton) (Hande Dalkılıç, Kalan Müzik) (Gürer Aykal, Bilkent SO) Bilkent Yayını Şefik Kahramankaptan yayını Siyam Balığı Siyam Balığı ("Rumble Fish") 1983 tarihli Francis Ford Coppola filmi. Güçlü liderlere hayranlık duyan genç erkekleri konu alan film, Coppola tarafından Susan Eloise Hinton isimli Amerikan yazarın romanından (Rumble Fish-1975) sinemaya uyarlanan 4 filmden biridir. I. Mehmed (Karamanoğulları beyi) I. Mehmed ya da Karamanoğlu Mehmed Bey, (d. (?) - ö. 20 Haziran 1277), Karamanoğulları Beyliği’nin kurucusu ve ilk hükümdarı. Subaşı olan Karaman Bey'in en büyük oğludur. Doğum tarihi belli olmayıp ölümü 1280'dir. Mehmet Bey askerî ve idarî yönden bilgili bir devlet adamı idi. Bilim adamlarını etrafına toplayıp onlara büyük önem vermiştir. 13. yüzyıl ortalarında Selçuklular, devlet işlerinde Farsçayı kullanırlardı. Halk ise öz dilleri olan Türkçeyi kullanıyordu. Mehmet Bey millet olarak birlikte yaşamanın ilk şartı olan dil birliğinin sağlanmasının gerekliliğine inanıyordu. Bu birliği gerçekleştirmek için Toroslar üzerinde yaşayan bütün Türkmen boylarını çevresinde toplayarak bir ordu oluşturdu. "Şimden gerü hiç gimesne divanda, dergahda, bergahda ve dahi her yerde Türk dilinden özge söz söylemeye." (13 Mayıs 1277) Üzerine gönderilen Selçuklu ve Moğol kuvvetlerini büyük bir yenilgiye uğratarak Konya’ya girdi. Burada yaşayan Selçuklu Türkleri, Karamanoğulları ile birlik oldular. Kısa zamanda Konya vilayeti ve bazı çevre iller Karamanoğulları'nın hâkimiyeti altına girdi. Daha sonra Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus’un oğlu Gıyaseddin Siyavuş’u başa geçiren Mehmet Bey’in kendisi de vezir oldu. İlk önceleri Moğol baskısına başarı ile karşı koymasına birçok kere galip gelmesine rağmen, daha sonraki çarpışmaların birinde iki kardeşi ile beraber öldürülmüştür. İdareciliği sırasında Türkçeyi resmi dil olarak ilan eden fermanını vermiştir. Bu fermanda ""Bugünden sonra divanda, dergâhta ve bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır."" diyerek sadece siyasî ve askerî bir zafer değil aynı zamanda kültürel bir zafer kazanmıştır. K vitamini K Vitamini lipofilik ve hidrofobik bir vitaminler grubuna verilen addır. K vitamini 1920'lerin sonlarında Danimarkalı bilim insanı Henrik Dam'ın kolesterol hakkındaki çeşitli araştırmaları sonucu keşfedilmiş, kan pıhtılaşması ile ilişkili olduğu saptandığı için de önceleri "koagülasyon vitamini" (yani pıhtılaşma vitamini) olarak adlandırılmıştır. "K" harfini almasının sebebi vitamine dair ilk keşiflerin Almanca bir dergide yayımlanması ve bu yazınlarda vitaminin "Koagulationsvitamin" şeklinde yer almasından gelir. K vitaminlerine bazı proteinlerin posttranslasyonal değişimi, özellikle de koagülasyon yani kan pıhtılaşması, için gereksinim duyulur. Kimyasal olarak bunlar 2-metil-1,4-naftokinon türevleridirler ve genel kanıya göre etkinliklerinin temel sebebi kimyasal yapılarındaki naftokinon halkasıdır. Buradan hareketle genel olarak tüm K vitaminlerinin etki mekanizmaları benzerdir. Yine de bağısaktaki emilimi, taşınması ve doku dağılımı ile ilişkili olarak önemli farklılıklar ortaya çıkabilmektedir. Isıya oldukça dayanıklı olan K vitaminleri, bahsi geçen kimyasal özellikleri hasebiyle suda çözünmezler. İnsan vücudu K vitaminini depolayabildiği için günlük K vitamini katkısına ihtiyaç duymaz. K vitamini (menakinon) normalde bağırsaklardaki bakteriler tarafından üretilirler ve yetersizliği, bağırsaklar ağır bir şekilde zarar görmemişse, oldukça nadirdir. K vitaminleri proteinlerdeki belirli glutamat kalıntılarının karboksilasyonunda görev alarak gamma-karboksiglutamat kalıntılarının (bunlara kısacas Gla-kalıntıları da denir) oluşumuna sebep olurlar. Gla-kalıntıları bilinen tüm n biyolojik aktiviteleri için gereklidirler. keşfedilebilmiştir ve bunlar üç fizyolojik sürecin kontrolü (regülasyonu) için çok önemlidirler: Kalın bağırsakta bulunan birçok bakteri, örneğin "Escherichia coli", KÊakinon iki farklı, küçük molekül arasında iki elektron taşır. "Escherich
ia coli" aerobik solunum yapabildiği gibi menakinon aracılığıyla anaerobik solunum da yapabilir. Kontrolsüz kanamalara neden olan K vitamini eksikliği malabsorbsiyon (emilim bozukluğu) hastaları hariç ender görülür. Doğumdan sonraki ilk 3-5 gün içerisinde bağırsak florası henüz tam gelişmemiş olduğundan K vitamini eksikliği vardır. Altın standart Altın standart, herhangi bir hastalık şüphesiyle tetkik edilen hastalarda nihai karar verilen testtir. Herhangi bir hastalık teşhisinde kullanılan birçok test olabilir. Ancak bunlardan bir tanesi "referans test" olarak kabul edilir. Yeni ve daha güvenilir bir test ortaya çıktığında altın standart değişebilir. Altın standart testin, duyarlılığı ve özgüllüğü yüksek olmalıdır. Duyarlılığın yüksek olması için hasta kişilerde hastalığı tespit yüzdesi yüksek, hatalı negatif verme oranı düşük olmalıdır. Özgüllüğün yüksek olması için ise, sağlıklı hastaya hatalı pozitif verme oranı düşük olmalıdır. Julian Barnes Julian Patrick Barnes (d. 19 Ocak 1946,-), Man Booker Ödülü sahibi, çağdaş İngiliz roman yazarı. Dan Kavanagh takma ismiyle polisiye romanlar da yazan Barnes, Fransa'da da popüler olan İngiliz yazarlardan biridir. Sanatçı bu ülkede aralarında Médicis Ödülü ve Prix Femina'nın da bulunduğu birçok ödül kazandı. City of London School ve Oxford'taki Magdalen Koleji'nde eğitim gören Barnes, eğitimini tamamladıktan sonra Oxford İngilizce Sözlükleri'nde sözlük düzenleyicisi olarak çalışmaya başladı. Daha sonraları edebiyat ve sinema eleştirmenliği yaptı. Uzun bir zamandır sadece yazmaktadır. Erkek kardeşi, Jonathan Barnes antik felsefe dalında uzman bir filozoftur. Uzun yıllar yazar temsilciliği yapmakta olan eşi Pat Kavanagh ile birlikte Londra'da yaşadı. Pat Kavanagh'ı, 20 Ekim 2008'de beyin tümörü sebebiyle kaybetti.. İlk romanı "Metroland"'de Londra'nın banliyösünde yaşayan ve Paris'e seyahat edip daha sonra da geri dönen Christopher isimli bir öğrencinin kısa hikâyesini anlattı. Otobiyografik öğeler de içeren bu eserde idealizm ve cinsel sadakat temasını işledi. Roman, Barnes romanlarında sıkça görüldüğü üzere 3 bölümden oluşur. 1983'de yayınlanan ikinci romanı Benimle Tanışmadan Önce'de daha karanlık bir anlatım tarzı ile ikinci karısının geçmişini takıntı haline getiren kıskanç bir tarihçinin intikam öyküsünü anlattı. Barnes'ın tanınmasını sağlayan romanı "Flaubert'in Papağanı" oldu. Bu romanda yaşlı bir doktor olan Geoffrey Braithwaite'in Gustave Flaubert'in hayatına olan düşkünlüğünü anlattı. Barnes'ın otobiyografik öğelere yer verdiği görüldüğü bu roman yayınlandığında özellikle Fransa'da büyük bir ilgi ile karşılandı. 1989'da insan tarihi farklı yazı tarzları ile sorguladığı birbirinden bağımsız 10,5 bölümden oluşan romanı "10½ Bölümde Dünya Tarihi"'ni yayınladı. Bir aşk üçgenini konu aldığı "Seni Sevmiyorum (Talking it Over)" 1991'de yayınlandı. Bu romanında her bölümü, romanın bir kahramanının anlattığı bir kurgu ile okurun karşısına çıktı. Romanın yayınlanmasından 10 sene sonra aynı kahramanları "Aşk Vs. (Love Etc.)" isimli romanında tekrar bir araya getirdi ve aradan geçen yıllarda neler olduğunu yine onların ağzından anlattı. Barnes çok derin bir Fransız hayranıdır. 1996'da yayınlanan kitabı "Manş Ötesi"'nde Britanya'nın Fransa'yla olan ilişkisini konu alan 10 adet hikâye vardır. Ayrıca "Bir Çift Söz (Something to Declare)" isimli kitabı Fransa ve Fransızlar hakkındaki makalelerinden oluşmaktadır. Barnes'ın diğer işleri arasında, Britanyalı olmayı ve Britanya turizmini hicvettiği "İngiltere İngiltere'ye Karşı (England, England)" ile Sir Arthur Conan Doyle'un hayatına dayanan "Arthur ve George" yer alır. 1992'de yayınlanan romanı "Oklukirpi (The Porcupine)"'de ise eski bir komunist diktatörü anlatmaktadır ve bu roman Rumence ve İngilizce'de eşzamanlı olarak yayınlanmıştır. "Metroland" ve "Love Etc." romanları filme de çekildi. "Metroland" 1997'de Philip Saville tarafından, "Love Etc." ise 1996'da Marion Vernoux tarafından sinemaya aktarıldı. Jonathan Cape tarafından 4 Ağustos 2011 tarihinde yayınlanan "The Sense of an Ending" (Bir Son Duygusu) ile dördüncü kez Man Booker Ödülü'ne aday olan Barnes, Ekim 2011 bu ödülü ilk kez kazandı. Barnes polisiye romanlar yazarken Dan Kavanagh mahlasını kullanmaktadır. Bu mahlas ile yazdığı 4 romanda Duffy isimli, mesleği detektiflik olan biseksüel eski bir polis memurunun maceralarını anlatır. Barnes bu eserlerinde, yazınsal olarak tamamen farklı bir yolu seçerken, Kavanagh için de ayrı bir hayat hikâyesi oluşturmuştur. Kavanagh'ın hayat hikâyesi şöyledir: 1946'da County Sligo'da doğan Kavanagh ergenlik dönemini okulu asarak, cinsellik konusunda tecrübelerini arttırarak ve ufak tefek hırsızlıklarla geçirdikten sonra 17 yaşında evi terk etti ve bir Liberya tankerinde tayfa olarak çalışmaya başladı. Montevideo'da gemiden ayrılan Kavanagh, Amerika kıtasındaki hayatında garsonluk, gay barlarında fedailik, boğa güreşçiliği gibi işler yaptı. Şu anda Kuzey Islington'da yaşayan Kavanagh Londra'da ne olduğunu açıklamayı reddettiği işlerde çalışıyor. Özdeyiş Özdeyiş, vecize, aforizma ya da özlü söz; düşünce, duygu ya da ilkeleri kısa ve öz bir biçimde anlatan sözlerdir. Kimi zaman motto, kelamıkibar ve ülger olarak da anılırlar. Özdeyişlerin söyleyeni genellikle bellidir; ancak bazı sloganlaşmış özdeyişlerin kim tarafından yaratıldığı bilinmeyebilir. Özdeyişlerin diğer sözlü gelenek ve sanatlar ile ortak kullandığı hatırlama kolaylaştırıcı teknikleri vardır; Bunlar cümlede vurgu ve ritm, alliterasyon, tekrarlama, asonans, hece sayma gibi yöntemlerdir. Özdeyiş derin anlamı olan geniş duygu ve anlatıların tek ve sloganımsı cümle şeklini almış halidir. Yani, derin duygu tasvirleri ve onlarca kelimeyle ifade edilmeye çalışılanın tek solukta çıkmasıdır. Aforizmanın tanımını da yine aforizmaları ile ses getiren Friedrich Wilhelm Nietzsche yapmıştır: Aforizma bir form olarak neredeyse bütün disiplinlerle dirsek temasındadır. Schopenhauer, Nietzsche, Cioran kimi zaman felsefi, kimi zaman şiirsel, kimi zaman da edebi yönü baskın olan aforizma yazarlarıdır. Lichtenberg ise yer yer bir düşünür edasıyla tespitler ortaya koysa da, aforizmalarının büyük bölümünü eğitimle ilgili temalar oluşturur. Dime Dime, ABD ve Kanada'da on sentlik madeni paralara verilen isimdir. Salavat Yulayev Salavat Yulayev ya da Yulayoğlu (Başkurtça: Салаўат Юлай улы) (d. 16 Haziran 1752, Tekey, Başkurtistan; ö. 8 Ekim 1800, Paldiski, Estonya), ünlü Başkurtistan istiklal savaşcısı ve şairidir. Başkurtistan'ın halk kahramanıdır. Kendisi Sufi idi. Kazan'ın düşüşünden sonra Ufa bölgesindeki savaşçı Başkurtları yenmek için 3 yıl gerekti. Başkurtlar yenidi ama boyun eğmediler, çünkü asla vasal olmayı kabul etmeyen bir halktır. Başkurtlar çok az sayıda olmalarına karşın, bir süre sonra Büyük Rusya adını alacak hükümdarlığa karşı hiç durmadan en ufak bir kazanma umudu dahi olmadan başkaldırdılar (1678, 1708, 1776, 1735-1737, 1740 ve 1755). Yemelyan Pugaçov'a 1773 yılında en iyi subaylarından biri olan Salavat Yulayoğlu'nu de armağan etmişlerdir. Fındıkkıran Balesi Fındıkkıran Balesi, Rus besteci Çaykovski'nin 1891 yılında bestelediği son balesidir. Küçük Alman kız "Clara Stahlbaum"'un yeni yıl hediyesi olarak aldığı "fındıkkıran" oyuncağı ile ilgili rüyalarını konu alan büyü-masal tarzı bir eserdir. İlk defa 1892'de Sankt-Peterburg'da sahnelenen Fındıkkıran Balesi, yeni yıl kutlamaları ile özdeşleşmiş ve pek çok bale topluluğu tarafından yılbaşında sahnelenmesi gelenekselleşmiştir. Dünyanın en çok sahnelenen bale eserlerinden birisidir. Alman yazarı Ernst Theodore Amadeus Hoffmann değişik ülkelerdeki benzer halk öykülerinden yola çıkarak 1815'de "Fındıkkıran ve Fareler Kralı" (Der Nussknacker und Mausekönig) adlı bir öykü yazmıştı. Aynı öyküyü ünlü Fransız yazar Alexandre Dumas hem uyarlama hem çeviri şeklinde 1844'te yayınlamıştır. Dumas, Hoffmann’ın öyküsündeki kasvetli havayı yumuşatıp bir masal havasına bürümüştü. Öykü, 1846'da Chapman ve Hall Yayınevi tarafından İngiltere'de Holfmann'a ve Dumas'a atıfta bulunmadan yayınlandı. Fındıkkıran Balesi ilk defa 1892 yılında Sankt-Peterburg'da Mariinski Tiyatrosu'nda sahneye konmuştur. Uyuyan Güzel Balesi’nin bir sene önce gördüğü büyük ilgi üzerine Sankt Peterburg'daki Krallık Tiyatroları'nın 1890'larda yönetmeni olan Ivan Vsevolojsky, Dumas'nın Fındıkkıran öyküsünün iyi bir bale eseri olabileceğini düşünmüş ve Krallık Tiyatrosu'nun bale yönetmeni Fransız asıllı ünlü koreograf Marius Petipa'dan bir bale yaratmasını istemişti. Petipa hazırladığı detaylı librettoyu besteci Çaykovski'ye verdi. Besteci, konuyu beğenmemesine rağmen görevi kabul etti. Sürekli güvensizlik nöbetleri geçiren ve eseri yaratacak ilhamı bir türlü bulamayan Çaykovski, bu arada New York Carnegie Hall’in açılış temsiline orkestra şefi olarak davet edilmişti. New York’a giderken eserin 1. sahnesinin taslaklarını yanında götüren besteci, yolculuk sırasında konakladığı Paris’te yeni icat edilmiş olan çelesta adlı enstrümanın sesini ilk defa duydu. İlahi bir çınlama sesi çıkaran ve klavyeli vurmalı bir müzik aleti olan çelesta, Çaykovski'ye şeker perisi'nin müziği için ilham verdi ve günümüzde bu enstrümanın sesi tüm dünyada "şeker perilerini" ve "Noel"'i canlandırır hale geldi. Petipa'nın eserin provaları sırasında hastalanması üzerine sahneye koyma işi asistanı Lev İvanov'a kalmıştır. İvanov, esere Petipa'nın koreografisinden farklı olarak Çaykovski'nin bestesini ön plana çıkaran "Kar Taneleri Dansı" ve "Şekerleme Perisi'nin Dansı"'nı kattı. Gala gösterisi 18 Aralık 1892'de gerçekleşti ve başarısızlıkla sonuçlandı. Şeker perisi rolündeki İtalyan balerin "Antonietta dell'Era" seyircileri memnun edemedi; ayrıca çizimler ya kasvetli ya da kaba bulundu. Eleştirmenler Fındıkkıran'ı hiç sevmediler. Bu başarısızlığa rağmen ilerki yıllarda çeşitli koreografların eserde uyarlamalar yaparak sahnelemeleri sayesinde bale, kaybolup gitmekten kurtuldu. Fındıkkıran Balesi batıda ilk defa 30 Ocak 1934'te, Londra'da sahnel
endi. Rusya’da 1914-1918 yılları arasında Mariinski Tiyatrosu'nun genel müdürlüğünü yapan Nikolay Sergeyev, sahnelenen tüm baleleri bir çeşit notasyon sistemiyle arşivlemişti. 1918'de Rusya'yı terkedip Paris'e geldiğinde tüm ünlü Rus balelerinin yazılı şeklini batıya getirdi. Dame Ninette de Valois, kendisini Londra'ya davet edince Sergeyev, kutular dolusu bale kayıtlarıyla Londra'ya gitti ve daha sonra "Saddler's Wells Tiyatro Balesi" adını alacak olan "Vic-Wells Balesi" ile çalıştı. Fındıkkıran'ı batıda ilk defa Vic-Wells Balesi sahneledi. Fındıkkıran Balesi'nin başarıya ulaşması 1950'lerde gerçekleşti. Hem "Londra Festival Balesi" hem de "New York Şehir Balesi", sıradan olmayan klasik bir bale sahneleme düşüncesiyle Fındıkkıran'ı güzel klasik danslar, iyi bir dekorla sahneye koydu ve başarı kazandı. O zamandan beri dünyanın her yerindeki bale merkezlerinde eser sahnelenmiş ve dünyanın en çok sahnelenen bale eserlerinden birisi haline gelmiştir. Fındıkkıran'ın Türkiye'de ilk sahnelenişi Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü tarafından 1968-1969 sezonunda Ankara'da gerçekleşmiş, baleyi Dame Ninette de Valois sahneye koymuş, koreografik düzenlemesini Richard Glasstone, Ivanov'un özgün koreografisine bağlı kalarak yapmıştır. Pek çok varyasyonu bulunan balenin en yaygın öyküsü şu şekildedir: Stahlbaum ailesinin evinde yılbaşı partisi verilmektedir. Clara ve erkek kardeşi Fritz ile anne ve babaları dev yılbaşı ağacının altında dostlarıyla eğlenirler. Gizemli Vaftiz Baba Drosselmeyer çocuklar için bir çuval dolusu oyuncakla gelir. En güzel oyuncak, Clara’ya hediye edilen Fındıkkıran’dır. Kıskanan Fritz, oyuncağı kırar ancak Drosselmeyer tamir eder. Parti sona erdiğinde aile yatmaya gider ancak Clara Fındıkkıran’ı görmek için ağacın altına gelir. Kollarında Fındıkkıran ile uykuya dalar. Gece yarısı, garip şeyler olmaya başlar. Clara,fare sesi sesi duyarak uyanır. Oda, Fareler Kralı’nın önderliğindeki bir fare ordusu ile dolar. Clara kaçmak ister ancak dev fareler onu durdurur. Öte yandan odadki oyuncaklar da canlanır.Fındıkkıran komutasındaki kurşun askerler Fareler Kralı’nın ordusu ile savaşır ve ölür. Clara’nın terliğini Fareler Kralı’nın başına atmasıyla kral ölür ve komutanlarının cesedini taşıyan fareler odayı terkeder. Clara’nın Fındıkkıran için döktüğü gözyaşları onu canlandırır. Bir prense dönüşen Fındıkkıran, Clara’yı kendi ülkesi Karlar Diyarı’na götürür. Karlar Ülkesi’nde Prens ve Clara, kar tanelerinin dansı ile karşılanırlar. Clara, prensin eşliğinde Şekerleme Ülkesi'ne gider. Şeker Perisi’ne farelerle yaptıkları savaşı anlatırlar. Peri, onları ödüllendirmek için kutlama dansları sunar. Son olarak prens ile Şekerleme Perisi birlikte dans ederler. Clara, rüyadan uyanır ve kendisini Fındıkkıran’ı ile beraber evlerinin salonundaki yılbaşı ağacının altında bulur. Faraday kafesi Faraday kafesi, elektriksel iletken metal ile kaplanmış veya iletkenler ile ağ biçiminde örülmüş içteki hacmi dışardaki elektrik alanlardan koruyan bir muhafazadır. 1836 yılında İngiliz Fizikçi Michael Faraday'ın buluşu olduğu için "Faraday kafesi" diye adlandırılmıştır. İletken teller ile ağ biçiminde kaplanmış ve topraklanmış her kafesle bu koruma gerçekleştirilebilir. Ağ gözü sıklığı ve topraklama kalitesi korumayı arttırır. Dışarıdaki elektrik alan içeri etki edemez, mesela yıldırımlar gibi statik elektrik boşalmaları iletkenlerden geçer ve içeri sıçramaz. Dış elektrik alanlar da içeri etki edemez. Kafes ağ gözü biçiminde yapılmış ise ağ gözleri ne kadar dar tutulursa o kadar iyi koruma sağlar ve benzer şekilde dış elektromanyetik alanları da dışarıdan içeriye ve içeriden dışarıya geçirmez. Daha dar ağ gözleri ile daha yüksek frekans elektromanyetik dalgalara karşı geçirmezlik sağlanabilir. Geniş ağ gözleri daha dalga boylu (diğer bir deyişle daha düşük frekanslı) radyo dalgalarına karşı geçirmezlik sağlar. Kafesin işlerliği için iletkenlerin iyi topraklanmış olması gerekir. İletken malzemeleri oluşturan atomların en dış yörüngelerindeki değerlik (valans) elektronları, atomlarından kolayca ayrılarak hareket etme yeteneğine sahiptir. Dolayısıyla; kapalı bir yüzeye sahip olan iletken bir cisim elektrik alanı içerisine yerleştirildiğinde bu elektronlar, iletkenin içerisindeki elektrik alanı sıfırlanıncaya kadar hareket eder ve bir ‘yeniden dağılım’a uğrarlar. Elektrik alanın sıfırlanmasıyla birlikte, hareket etmelerinin gerekçesi ortadan kalkmış olur. Faraday kafesi bu ilkeye göre çalışır ve içindeki nesneleri dış elektrik alanlara karşı korur. Dolayısıyla ideal olarak; topraklanmış, örneğin içi boş metal bir küre gibi kapalı bir iletken yüzeyden oluşur. Ancak iletken yüzey sürekli olmak yerine, kafes şeklinde de imal edilebilir. Bu durumda kafes aralıklarından bir miktar elektrik alanı içeriye sızacak, fakat aralıklar yeterince küçükse bu bir sorun oluşturmayacaktır. Öte yandan geometrinin küre olması şart değildir. Kapalı herhangi bir yüzey, kafes görevini yerine getirebilir. Bu tip binaların dışı kafes şeklinde kaplanır. Binanın dışındaki yüksek noktalara sivri uçlu metaller yerleştirilir. Bütün iletkenler ve sivri metaller( yıldırım yakalama uçları) birbiriyle bağlanır ve topraklanır. Bu tip cihazların konduğu kabinler cihaz çevreye parazit radyo sinyalleri yaymasın diye dış metal kılıfından topraklanır. Bina içindeki telsiz haberleşme sinyallerinin dışarıya sızmasını ve dinlenmesini önlemek için bina dışına Faraday kafesi inşa edilir. Binada telsiz haberleşme yapılmasa bile, CRT monitörler görüntüyü zayıf bir radyo dalgası olarak yaydığı için uzaktaki bir monitördeki görüntüyü sinyali yakalayıp kuvvetlendirerek tekrar oluşturmak mümkündür. Binalarda tavan da demir lamalar ile örülmüş hatıl olarak yapılmıştır, duvarlarda bu şekilde demirler olmadığı için baz istasyonları binaların üzerinde sağlık açısından büyük bir tehlike arz etmektedir. Radyo-televizyon tuneri, GSM alıcı verici devreleri gibi radyo frekans amaçlı modüller veya elektronik devre bölümleri, sac bir kapakla kapatılıp topraklanarak elektronik karta ve çalıştığı ortama bozucu sinyaller yayması engellenir. EMC (Elektromanyetik Uyumluluk) yönetmeliğine göre bu tip önlemleri almak mecburidir. Elektrikli cihazların gerek radyo sinyali olarak gerekse iletken hatlar üzerinden parazitler yaymasına müsaade edilmez. İnter arma silent leges İnter arma silent leges, Latince bir deyim olup, Savaş sırasında hukuk susar şeklinde Türkçeye çevrilebilir. Özellikle "haklı savaş" kavramının gelişmesiyle, üstünde durulmaya başlanmış bir ilkedir. Divan-ı Hikmet Divan-ı Hikmet, Hoca Ahmed Yesevî (1093, Sayram - 1166, Türkistan (Yesi)), Pir-i Türkistan'nın söylediği "hikmet" adlı şiirleri bir araya getiren Türk tasavvuf edebiyatının bilinen en eski örneklerini içeren kitap. Türkistan'ın Ahmet Yesevi'nin (ölümü:1166) dile getirdiği "hikmet" adı verilen şiirlerini bir araya getiren şiir antolojisine verilen özel isimdir. Türk edebiyatı tarihinde "Divan-ı Hikmet"in önemi İslamiyet'ten sonraki Türk edebiyatının daha önce yazılan Kutadgu Bilig’den sonraki bilinen en eski örneklerinden biri ve tasavvufi Türk edebiyatının ilk eseri oluşundan daha fazla Türk Dünyası’nda meydana getirdiği tesirlere dayanır. Genel olarak dervişlik hakkında övgülerden bu dünyadan şikâyetten cennet ve cehennem tasvirlerinden, İslâm peygamberi Muhammed'in hayatından ve mucizelerinden bahsedilir. Dinî ve ahlâki öğütler veren şiirlere de yer vermiştir. Hece ölçüsü olarak 4+3 ve 4+4+4 kullanılmıştır. Bu yapıtın ortaya çıkmasından bir süre sonra; İslamiyet göçebe Türk toplulukları arasında yayılmaya başlamıştır. Ahmet Yesevi'nin görüşleri Anadolu gizemciliğinin (tasavvuf) temelini oluşturur. Tasavvuf kültürünün temeli bu yapıttadır. Yunus Emre'nin, Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli gibi mutasavvıfların düşüncelerinin kaynağı bu yapıttır. Eserde Ahmet Yesevi'nin kurucusu olduğu Yesevilik tarikatına ait bilgiler, dervişlik üzerine övgüler, Cennet-Cehennem tasvirleri, İslam peygamberinin hayatı ve mucizeleri anlatılır. İlk kez 12. yüzyılda kitap hâline getirildiği düşünülen Divan-ı Hikmet önceleri yazma nüshalar şeklinde, daha sonraları ise taş basması tekniği ile çoğaltılmıştır. Bilindiği kadarıyla son iki yüz yıl içinde on yedi kez Taşkent'te, dokuz kez İstanbul'da, beş kez Kazan'da ve birer kere de Buhara ve Kazan’da matbu olarak yayınlanmıştır. Yakın tarihlerde Türkiye'de "Divan-ı Hikmet'ten Seçmeler" adı ile yetmiş adet hikmetten müteşekkil ve Prof. Dr. Kemal Eraslan tarafından hazırlanan bir eser T.C. Kültür Bakanlığı tarafından iki kez basılmıştır.Dr. Hayati Bice tarafından hazırlanan ve Türkiye Diyanet Vakfı tarafından ilk kez 1993 yılında yayınlanan Divan-ı Hikmet’te ise yüz kırk dört adet hikmet yer almaktadır. Bu Divan-ı Hikmet nüshası Türkiye Diyanet Vakfı yayın evlerinden temin edilebilir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan yeni imkânlar Divan-ı Hikmet'in Türk cumhuriyetlerinde yeniden gün ışığına çıkmasını sağlamış ve Özbekistan'da Divan-ı Hikmet'in Kiril harfli iki yeni baskısı yapılmıştır. Kazan baskısı esas alınarak Resul Muhammed Aşurbay-oğlu tarafından hazırlanan ve 1992'de Taşkent'te Kiril harfleri ile neşredilen Divan-ı Hikmet kitabının baskı adedi tam beş yüz bin adettir. Divan-ı Hikmet yine 1992 yılında Türkmenistan’da “Medine’de Muhammed Türkistan’da Hoca Ahmed” adı ile elli bin adet olarak basılmıştır. Son olarak hikmetlerden bir kısmını içeren ve “Akıl Kitabı” adı ile basılan bir yayın da Kazakistan’da 1994 yılında yayınlanmıştır. Jus in bello Jus in bello, "ius in bello" şeklinde de rastlanabilecek latince bir deyiştir. Savaş sırasında uyulması gereken kuralları anlatmaya yarayan uluslararası hukuk kavramıdır. İlk kez Hugo Grotius tarafından ortaya atılmış, Vitor ve Suarez tarafından geliştirilmiştir. Özellikle Latin Amerika'nın modern dünyaya katılması süresinde yerli halklara yapılan zulümlere karşı düşünülmüştür. Daha sonraları Avrupa ve dünyanın geri kalanı için de geçerli olması yönünde çaba gösterilmiştir. 1914'teki La Hay
e Barış Konferansı bu kavramın somut adımları olarak kabul edilebilir. Patrona Halil İsyanı Patrona Halil İsyanı, Osmanlı Devleti'ndeki Lale Devri'nin sonunu getiren ayaklanmadır. Patrona Halil idaresinde, bu ayaklanma 28 Eylül 1730'da başlayıp günlerce sürmüştür. Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa idam edilmiş; Sultan III. Ahmed tahttan indirilmiş ve yerine yeğeni I. Mahmud tahta geçirilmiş ve sonradan Lale Devri adı verilen devir sona erdirilmiştir. Ayaklanmanın sebebi, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın açtığı zevk ve sefahat devrinden memnun olmayan, bu yapılanları israf olarak gören ve büyük bir ekonomik sıkıntı çeken bir kitle olmuştur. İran seferinden olumsuz haberler gelmesi üzerine halk harekete geçmiş, camilerde ve diğer yerlerde propaganda yaparak ayaklanmanın zeminini oluşturmaya başlanmıştı. Uzun zamandır maaşlarını alamayan Yeniçerilerin içerisinde de huzursuzluk belirmişti. Zamanın tarihini yazan Mehmed Raşid Efendi ve İsmail Asım Efendi, tepkilerin ve öfkelerin korkunç bir ayaklanmaya dönüşmesinde, halkın ekonomik sıkıntısına ve yüksek enflasyona rağmen geceli gündüzlü ziyafetlerin, çırağan eğlencelerinin, sefere çıkmak istemeyen padişahla sadrazamının Davutpaşa Sarayı bahçelerine gidip bülbül dinlemelerinin baş rolü olduğunu yazarlar. Tarihçi Şem'danî-zâde ise daha pratik bir anlatım ve örneğinle ayaklanmaya neden olan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'yı "mirasyedi meşreb, gece gündüz zevk u sürûr icad idüb halkı aldadacak şey lâzımdır deyû bayramlarda meydanlarda dolaplar, beşikler, atlıkarıncalar, salıncaklar kurdurub erkeklerle kadınları karışık salıncağa bindiren, salıncağa binub inerken hubbaz yiğidlere kadınları kucaklatdıran, hoş-seda ile şarkılar söylettiren" kişi olarak tarif eder. Topluluk tepkilerini halk ihtilaline döndürmeyi başaranlar, gerçekte Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın siyasi karşıtlarıydı. Bu isyanın arkasında ilk kez imparatorlukta seküler yeniliklerin yapılmasının da katkısı vardı - ki bu nedenle zaten isyan süresince isyankarlar hep şeriatta söz etmişlerdir. Ayaklanmanın yöneticilerin aşırı tüketiminden kaynaklandığına dair iddialar da Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve diğer yöneticilerin muhallefat (ölenin bıraktığı mallar) kayıtlarının karşılaştırılmasıyla tutarsızdır. Bu dönem yöneticilerinin tüketim alışkanlıkları ve gündelik yaşam harcamaları önceki dönemdekilerden pek farklı değildir. Bu arada, III. Ahmed'den önceki padişahların büyük kısmının Edirne'de ikamet etmiş olmaları ve bu süre içinde İstanbul'un bakımsız kalması ve III. Ahmed'in İstanbul'a yerleşmesi sonrası yapılan - belki biraz gösterişli ama çoğunluğu gerekli- birçok yatırımın da dışarıdan aşırı harcamalar olarak değerlendirilebileceği unutulmamalıdır. Son olarak, her ne kadar Patrona Halil'İn yönetici olarak belirgin özellikleri olsa da o dönem yönetim yapısı içinde, devlet içinde belli desteği olmadan bu tür bir isyan ve yönetim değişikliğinin yapılmasının neredeyse olanaksız olduğu da düşünülmelidir. Nitekim bu isyan sırasında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın 1718-1730 seneleri arasındaki uzun süreli sadaret döneminde (Nevşehirli Damat İbrahim paşa öncesi, III Ahmed 1703-1718 arası 15 senede 13 sadrazam değiştirmiştir) oluşturduğu kadrolara yönelik Kaymak Mustafa Paşa gibi umeranın ve seküler uygulamalara yönelik İspirzade Ahmet Efendi, Zülali Hasan Efendi gibi ülemanın ve yeniçerilerin isyancı yandaşlığı belirgindir . Halk isyanının elebaşısı Horpeşteli Arnavut Halil, leventlik ve Rumeli'de yeniçerilik yapmıştı ve yakın hemşehrileri arasında "Patrona" (koramiral) lakabıyla anılmaktaydı. İstanbul'da bir ara hamam tellaklığı veya esnaflık yaptığı da söylenmektedir. İstanbul meyhanelerine devam ettiği, devamlı alkol aldığı ve ihtilal yoldaşlarını da bu meyhanelerde tanıdığı bilinmektedir. Patrona Halil'i kendini ayaklanmaya elebaşılık etmeye kışkırtanların telkinleri ile 1730 yaz sonunda bir ihtilalci kadro toplamış ve ilk ihtilal planlama toplantısı 25 Eylül 1730'da Mevlid Alayı günü yapılmıştır. Bu grupta başkan Patrona Halil; yardımcıları Muslu Beşe ve Emir Ali ve kolbaşı kurmaylar olarak Ali Usta, Karayılan, Çınar Ahmed, Oduncu Ahmed, Derviş Mehmed, Erzurumlu Mehmed, Küçük Muslu, Kutucu Halil adlarında daha çok zorba olarak adları çıkmış halk adamları bulunmaktaydı. Zorba ayaklanmacılar 28 Eylül Perşembe günü bayrak açıp şeriat için herkesi bayrak altına gelmesini istediklerini bağırarak üç koldan şehirde yürüyüşe geçtiler. Kapalıçarşı'ya Bayezid Camii'nin Kaşıkçılar kapısı tarafından yürüyüşe geçerek ayaklanmayı resmen başlattılar; çarşıya girip tüccarlara zorla dükkânlarını kapattırdılar ve çarşı girişlerini tutup kimsenin alışveriş için girememesini sağladılar. Birden yürüyüş kolları kalabalıklaşıp büyümeye başladı. Ana kola hedef Etmeydanı oldu ve Patrona Halil ve erkanı bu meydanı merkez seçtiler. Bir grup da Üsküdar'a geçip orada muzır çıkarmaya başladı. Asayişi sağlaması gereken Yeniçeri Ağası Hasan Paşa bu kargaşalığa önce müdahale eder göründü ise de kalabalık dallanıp budaklanınca korkup, kurtulma çaresini kaçıp saklanmakta buldu. Sultan ve sadrazam Damad İbrahim Paşa Üsküdar'da idiler. İstanbul Kaymakamı karşıya geçip gelişmeler hakkında bilgiler verdi. Karşılık olarak yapacakları kararlaştırmak için devlet adamları ve yüksek ulema Üsküdar'a çağrıldı ve Sancak-i Şerif Topkapı Sarayı'ndan çıkarılıp getirildi. O gece Sultan, Sadrazam ve devlet erkanı İstanbul'a geçip Topkapı Sarayı'na yerleştiler. Fakat o akşam Yeniçeriler ve Acemoğlanları da kazan kaldırıp, şeriat için yürüyüşe geçen ve geceyi sokaklarda geçiren halka katıldılar. 29 Eylül günü ayaklanmacılar İstanbul'un kontrolünü ellerine almışlardı. Patrona Halil yandaşlarına emirler verip yağmalar ve baskınlar düzenleyip isyana katılmayan veya isyancıların uygun görmedikleri kişilerin öldürülmelerine başlandı. Bu aranan ve kayıplara karışan kişiler arasında devrin ünlü şairi Nedim de bulunmaktaydı. Böylece Patrona bir terör havası yaratmayı ve kendine muhalif olacaklara gözdağı verip muhalefeti önlemeyi başardı. Etmeydanı'nda bulunan elebaşılar heyeti karargahına müderrisler getirip isteklerini fetvalar şekline dönüştürüp güya meşruiyet kazandılar. "Şeriat isteriz" yaygaralarıyla sokaklara dökülmüş acayip halk psikolojisi içinde bulunan halk güruhuna, tomruk ve zindan mahkûmlarının salınması ile katılanlar ve İstanbul'un bütün ayaktakımı öncülük ve liderlik etmeye başladı. Bu gelişmeler üzerine Saray'dan gönderilen bir aracı ile Sultan III. Ahmet isyancıların ne istediklerinin sorulmasını istedi. Patrona Halil'in, Sadrazam Damat İbrahim Paşa ile birlikte 37 kişinin kellelerinin kesilmesini istediği belirtildi. Sultan duruma el koymak için Sancak-i Şerif'in açılmasını ve müslümanların bu sancak altına çağrılmasını emretti. Bu emire uyan çok az sayıda kişi Patrona Halil'in devriyeleri tarafından hemen dağıtıldılar. Yeni Kaptan-ı Derya olarak atanan Abdi Paşa, Patrona ile şahsi bir görüşme yapıp uzlaşma yolları araştırdı; ama başarı kazanamadı. 30 Eylül'de Topkapı Sarayı'nda yapılan toplantıda Zülali Hasan Efendi, Sadrazam İbrahim Paşa'nın idam edilmesini önerdi. Ulemanın fetvası da alınarak akşama doğru Sadrazam İbrahim Paşa ve damatları Mustafa Paşa ve Mehmed Paşa Kapılararası'nda boğduruldular. 1 Ekim sabahı, cesetleri öküz arabalarına konulup Saray'dan çıkartılıp isyancılara verildi. Ayaklanmacılar cesetleri İstanbul sokaklarında sürükleyip herkese gösterdiler. Fakat, ayaklanmacılar arasında bu cesetlerden hiçbirinin İbrahim Paşa'ya ait olmadığına dair bir şüphe uyandı. Tekrar Saray'a bir yürüyüş başladı. Alay Köşkü önünde büyük bir kalabalık toplandı. Padişah pencereden görünmek zorunda kaldı. Ulemadan Zulalî Hasan Efendi ve İspirzade asilerle uzlaşmaya gönderildiler. Fakat Patrona Halil ve diğer isyancı başları, bu sefer de tüm isteklerini yerine getiren Sultan III. Ahmet'in tahtan indirilmesini istediler. Uzlaşma heyeti de Patrona Halil ile isyanın sona ermesinin ancak Sultan III. Ahmed'in tahttan inmesi ile mümkün olacağına anlaştılar. Kendisine ve ailesine zarar verilmemesi durumunda tahttan çekileceğini bildiren Sultan III. Ahmet, 30 Eylül gecesi yeğeni Şehzade Mahmud'u Kafes Köşkü'nden getirip önce alnından öptü; saltanata dair öğütlerde bulundu ve şehzadeleriyle birlikte yeni sultana biat etti. I. Mahmud önce Hirka-i Saadet dairesinde namaz kılıp dua etti ve gece yarısından sonra iç biat törenine katılıp Saray halkının tebriklerini kabul etti. 2 Ekim,1730'da İstanbul Osmanlı tahtına I. Mahmut geçtiğini ilan eden cülus toplari ile uyandı. O gün Sadrazamlığa Silahdar Mehmed Paşa tayin edilmişti. Babüsaade onune kurulan bir tahta oturan I. Mahmut için dış biat törenine hemen başlandı. Bu torende protokol ayaklanma liderlerinin uygunsuz giysi, hareket ve tavırları ile bir skandal oldu. Ön sırada baldırı çıplak Yeniçeri eri kıyafeti giyinmiş ile silahları kuşanmış olarak Patrona Halil, Muslu Beşe vb efradı yer almışdı. Ayaklanmacılar hemen organize olmaya başladılar. Patrona Halil, İstanbul Kadısı olarak Müderris İbrahim'i, Yeniçeri Ağası olarak eski yoldaşı Nişli Kel Mehmed'i ve Sekbanbaşı olarak Urlu Murteza'yi atamıştı. Yeni Padişah, ayaklanmacıların hazırladığı listelere göre, ta en küçük görev olan kürsü şeyhliğine kadar, yeni atamalar yapmak zorunda kaldı. Örnegin, Patrona'ya ayaklanmadan önce borç vermiş ve ayaklanma sırasında kredi sağlamış olan Yanaki adlı bir Rum kasap Boğdan Voyvodalığı'na kâğıt üzerinde atanmıştı. 6 Ekim 1730'da yeni Padişah için Eyüp'da yapılan kılıç alayında İstanbul halkı arasından geçip camide, İslam peygamberi Muhammed'in kılıcını kuşandı. Asiler daha önceki devirden elde kalan en önemli binaların bulundugu Saadabat'daki köşkleri yakıp küle döndürmeyi arzu etmekteydiler. Fakat I. Mahmud bu yangına izin vermedi. Ama yine de buraların yıkılmalarına engel olamadı. II. Mahmud ayaklanma elebaşılarını birer görevle İstanbul'dan uzaklaştırmayı denedi. Patrona Halil Yeniçeri Ağası tarafından yapılan 10 bin altın maaşla nerede isterse vali olması teklifini reddedip; amacının mal, mülk
ve unvan edinmek olmadığını ve bozuk düzeni kaldırmak ana hedefi olduğunu belirtti. Güvenilir adamları aracılığıyla I. Mahmut, Kapıkulu asker ocaklarındaki isyancıları ve Patrona Halil etrafındaki kalabalığı kendi safına çekmekte biraz başarı kazandı. Patrona Halil, Şeyhülislam ve kazaskerin kefil olmaları ile bu yoldaşlarının ayrılmasını kabul etti. Fakat yine bir ay boyunca Patrona sık sık Etmeydanı karargahından ayrılıp silahlı olarak Sultan'ın huzuruna çıkıp istek ve önerilerde bulunmakta ve ayrıca çarşı pazarda denetimde bulunmaktaydı. Kasım 1730 ortasında (çoğu Arnavut asıllı olan) Patrona Halil erkanı ile kapıkulu askerleri arasında, özellikle Patrona Halil erkanına sağlanan ayrıcalıklardan doğan hoşnutsuzluk dolayısıyla, uyuşmazliklar başladı. Bunu önlemek için Patrona Halil Sadaret Kaymakamı görevini yüklenmek istediğini Sultan'a bildirdi. Bunun zararını anlayan Sultan hemen Kaptan-ı Derya Canım Hoca Mehmed Paşa'ya bir plan hazırlatıp uygulamaya koydu. 23 Kasım'da genel gündemli bir Divan-ı Hümayun toplantısı hazırlanıp Patrona Halil ve bütün erkanı bu toplantıya çağrıldı. Burada 25 Kasım'da bir gizli toplantı yapılması kararlaştırıldı. Bu gizli toplantiya gelen Patrona, erkanı ve muhafızları birbirinden ayrıldı. Silahlarından arındırılan Patrona Halil ve erkanı Sünnet Odası'ndan alınarak bir baskınla öldürüldüler. Dışarıda bekleyen muhafızlar ise birer ikişer ayrı ayrı idam edildiler. Enderun avlusu ve Sofay-i Hümayun bir savaş meydanına döndü. Patrona, erkanı ve mufahızlarının kelleleri ve cesetleri Saray'dan arabalarla çıkarılınca zorba kalabalıkları da hemen dağıtıldı. İstanbul sıkı bir denetime alındı. Özellikle hamamlarda çalışıp yaşayan Arnavutlar dağıtıldı. 2.000 kişi yakalanıp ya idam edildi ya da Anadolu'ya sürgüne gönderildi. Böylece 25 Kasım'dan hemen sonra Patrona Halil isyanı kalıntıları sona erdirilip I. Mahmud'un gerçek saltanatı başladı. Nikola Prkačin Nikola Prkačin, "(Nikola Prkaçin)" (d. 15 Kasım 1975 - Dubrovnik, Hırvatistan), Cibona Zagreb'in Hırvat pivot oyuncusu. Basketbola 15 yaşında BC Pomorac Dubrovnik'te başladı.1995 yılında Croatia Insurance Split takımına transfer oldu. 3 sezon burada oynadı. Ancak 3. sezonunda Mart 1998'de parasını alamadığını öne sürerek Split'ten ayrıldı. 1998-1999 sezonunda Cibona Zagrep'e transfer oldu. Cibona'da her sene kendini ve istatistiklerini geliştirerek gerek ülke liginin gerekse Avrupa Ligi'nin önemli pivot oyuncularından biri durumuna geldi. 1999-2000 sezonunda Beşiktaş'a transfer oldu ancak iki hafta sonra Cibona'ya geri döndü. 2003 yılında Efes Pilsen'e transfer oldu. 4 sezon Efes Pilsen'de oynadı.İki sezon üst üste Türkiye Basketbol Ligi Şampiyonluğu yaşadı. Oynadığı 4 sezonun 3'ünde EuroLeague'de çeyrek final oynadı ve son sezonunda takım kaptanlığı yaptı Özellikle 2005/2006 sezonunu başında kendi pozisyonundaki diğer oyuncu Ermal Kurtoğlu'nun dopingli ilaç kullanımı nedeniyle ceza almasıyla oynama süresi oldukça uzadı. Buna rağmen temel basketbol bilgisinin üst düzeyde olması ve fiziksel gücü ile pozisyonunda ligin ve Avrupa'nın en değerli oyuncularından biri olarak gösterilmiştir. 2007-2008 sezonuna Dynamo Moskova takımında başladı. Takımıyla sorun yaşayan Prkacin sezon ortasında Panathinaikos'a transfer oldu. Panathinaikos'la lig ve kupa şampiyonluğu yaşadıktan sonra kariyerinin son döneminde eski takımı Cibona'ya geri döndü. 1997'den beri Hırvatistan millî takımında oynuyor. Kariyerinin en parlak dönemlerini Cibona Zagreb ve Efes Pilsen'de geçirmiştir. Türk spikerlerin profesör lakabını taktığı Prkacin Avrupa basketbolunun en tecrübeli ve en kaliteli pivotlarından biridir. 2.07 bir pivot için fazla uzun sayılmaz.Zaten kariyerine power-forward olarak başlamıştır. Ancak kalınlığı ve ayak çabukluğunun az olması sebebiyle ilerleyen yıllarda pivot pozisyonuna kaydırılmıştır. Her pivot gibi potaya sırtı dönük top aldığında etkilidir. Ancak Prkacin bu konuda adeta uzmandır. Kendisini bire birde kimse tutamaz. Ne atletik uzunlar, ne çabuk uzunlar, ne de tecrübeli ve kurnaz uzunlar seneler boyu Avrupa'da kendisiyle baş edebilmiştir. Genelde topu aldığında kendisine 2'li hatta bazen 3'lü sıkıştırmalar gelir. Ancak usta oyuncu bu kez de sahanın ölü noktasında boşta bekleyen arkadaşını bulur ve takımının 3'lük kazanmasını sağlar. Kısacası topu aldığında takımı % 90 basketi bulur.Ona yapılabilecek en iyi savunma topu aldırmamaktır ancak top alamadığında da faul alır. En ufak temasları bile abartarak hakeme göstermesi ve faul kazanmasıyla ünlüdür. Aynı şekilde savunmada çaresiz kaldığında da rakibine hücum faul aldırır. Kısacası Prkacin için ne savunmada ne de hücumda hiçbir durumda çareler tükenmez. Bire bir savunması ayaklarının yavaşlığından dolayı mükemmel değildir ancak takım düzeni içinde verilen savunma görevini üst düzeyde yapar. Avrupa'nın en büyük savunma ekolü Efes Pilsen'de senelerce aksamadan savunma yapması zaten her şeyi açıklıyor. Boyu çok uzun olmamasına rağmen çok iyi yer tutması ve rakibini foulsüz engellemesi sayesinde ribaund konusunda da yeterlidir. Kısacası çok zeki ve kurnaz bir insan olması neticesinde var olan fiziksel eksikliklerini gidermeyi başarmış ve senelerce üst düzey Euroleague takımlarında ve yine üst düzey bir millî takım olan Hırvat millî takımında oynamıştır. Şu an 34 yaşına girmiş olmasına rağmen hala Euroleague'de ve millî takımda oynaması takım için ne kadar kilit bir oyuncu olduğunun en büyük göstergesidir. 14 sayı ort., 5.8 reb. ort. 8.6 sayı ort., 6 reb. ort. 10.9 sayı ort., 7 reb. ort. Hırvat Ligi: 10.9 sayı ort., 7 reb. ort., 1.3 ast. ort. EuroLeague: 9.2 sayı ort., 4.5 reb. ort. Euroleague: 10.0 sayı ort., 5.9 reb. ort., 2.3 ast. ort., 1.3bl.ort. Adriyatik Ligi: 10.5 sayı ort., 6.6 reb. ort., 1.5 ast. ort., 1.3 top ç. ort. Adriyatik Ligi: 9.1 sayı ort., 4.5 reb. ort., 1.5 ast. ort., 1.1 top ç. ort. Euroleague: 11.2 sayı ort., 5.3 reb. ort., 2.4 ast. ort., 2.1 top ç. ort. Hırvat Ligi: 7.5 sayı ort., 5.1 reb. ort., 2.7 ast. ort., 2.1 top ç. ort. Euroleague: 7.8 sayı ort., 4.1 reb. ort., 1.5 ast. ort. TBL: 9.1 sayı ort., 4.5 reb. ort., 1.3 ast. ort. Euroleague: 9.9 sayı ort., 4.5 reb. ort., 1.7 ast. ort., 1.1 top ç. ort. TBL: 7.7 sayı ort., 3.2 reb. ort., 1.8 ast. ort. TBL:9,9 sayı ort., 5,6 reb. ort., 2,5 ast. ort. Euroleague:12,1 sayı ,5,2 reb ort.,1,9 ast. ort. Hiram Abas Mustafa Hiram Abas ("Bay Pipo" olarak da bilinir) (d. 1932, İstanbul - ö. 26 Eylül 1990, Kadıköy, İstanbul), Türk istihbaratçı. Anne tarafından dedesi, Osman Hamdi Bey'in yeğeni olan eski müzeler umum müdürü Mübarek Galip Eldem ve anneannesi Munise Eldem'dir. Mehmet Eymür 2013'de katıldığı bir programda Hiram Abas'a Hiram adını, dedesinin mason olmasından dolayı verdiğini söylemiştir. Babası kaptanlık mesleğiyle uğraşan Hilmi Abas, annesi ise 27 Ocak 1981'de vefat eden Fatma Roksan Abas'tır. Çocuklarının ismi Cengiz ve Cenan'dır. 4 dayısının ismi ise Galip, Memduh, Hüsrev ve İskender Eldem'dir. 1932'de İstanbul'da doğdu. Hiram Abas gençlik yıllarında Boks ile ilgilenmiş ve ufak çapta şampiyonluklar kazanmıştır. 1957 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirdi. Müfettişlik görevinden sonra yedek subay olan ve Millî İstihbarat Teşkilatında çalışmaya başlayan ve 12 Mart döneminde MİT'te etkin görevlerde bulunan Abas, 1978'de Namık Kemal Ersun'un tasfiyesiyle ilişkili olarak kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. 1983'te ikinci kez MİT'e dönen Abas, 1988'de yayımlanan MİT raporu olayında sorumlu görülerek, raporu kaleme alan Mehmet Eymür'le pasif göreve alınmak istenince ikinci kez teşkilattan kendi isteğiyle ayrıldı. Korkut Eken ile abi kardeş, eski MİT müsteşarı ve korgeneral Mehmet Fuat Doğu ile baba oğul ilişkisi içinde olduğu çeşitli kitaplarda belirtilmiştir. Turgut Özal'ın MİT'i sivilleştirme projesinin başında olmasından ötürü öldürüldüğü şeklinde iddialar vardır. Amerikan silah firmalarının Türkiye temsilciliğini yapan bir şirkette çalışırken, 26 Eylül 1990 sabahı işine gitmek için yola çıktığında uğradığı suikastta yaşamını yitirdi. Evinin yakınlarında, belediye işçisi gibi giyinmiş kişilerin açtığı çapraz ateşin ortasında kalan Abas, olay yerinde öldü. Cinayeti DEV-SOL üstlense de, Hiram Abas'ın faili meçhul davası tozlu raflarda çürüyüp gitmiştir. Ergenekon Davası iddianamelerinde ve daha sonra gazetelere verilen röportajlarda Hiram Abas'ı öldüren kişinin, 3 Mart 1995'de Sedat Bucak emrindeki Abdullah Çatlı ve ekibi tarafından infaz edilip betona gömüldüğü iddia edilen Tarık Ümit olduğu öne sürülmektedir. Kurtlar Vadisi'ndeki eski karakterlerden Aslan Akbey'in "(Aslan Amca-Dizideki gerçek adı: Abbas Ustaoğlu)" Hiram Abas'ı temsil ettiği ileri sürülmektedir. Ve dizide Tarık Ümit'i canlandıran Pala karakteri Aslan Akbey'i, gerçekte tıpkı Hiram Abas'ın suikaste uğradığı şekilde öldürmüştür. Soner Yalçın, Hiram Abas'ın da içinde bulunduğu veya dolaylı olarak ilişkili olduğu gerçek olaylardan yola çıkarak 1999 yılında Bay Pipo adlı bir araştırma kitabı yazmıştır. Melankoli Kara sevda, melankoli ya da mâl-i hülyâ (Yunanca - "melankolia", "üzüntü" < Eski Yunanca μέλας ("melas"), "kara, siyah", + χολή ("kholi") kara safra), günümüzde yaygın olarak kişinin az hareketli ve normalden daha heyecansız bir hayat tarzını sürdürdüğü depresyondan kaynaklanan bir duygudurum bozukluğu anlamında kullanılır. Psikanalitik ekolde melankoli kelimesi ilk olarak Sigmund Freud'un 1917 yılında yayınladığı Trauer und Melancholie ("Yas ve melankoli") makalesinde geçmektedir. Freud'a göre melankoli durumunun oluşabilmesi için süjenin, sırasıyla aşağıdaki beş aşamadan geçmesi gerekmektedir; Süjenin, sevgi nesnesini kaybetmesi ardından yaşadığı yas dönemi normal bir süreç olup, melankoli durumunu yaratan asıl neden; belirli bir süre yaşandıktan sonra bitmesi gereken "yas döneminin" hiçbir zaman bitmemesidir. Dolayısıyla yas döneminin bitmemesi kaçınılmaz olarak, yeni bir sevgi nesnesi arayışına başlanmasını imkansız kılacak ve herhangi bir sevgi nesnesine aktarılamayan "libidinal enerji" Ego'da
birikecektir. Ego'da gerçekleşen bu içsel birikim en nihayetinde, kaybedilen sevgi nesnesinin Ego tarafından "içselleştirilmesi" sonucunu doğuracaktır. Öte yandan, yas sağlıklı ve doğal bir süreç olarak değerlendilirken, melankoli patalojik bir içeriğe sahiptir ve süjede genel anlamda disforik bir tablo şeklinde kendini gösterir. Süje, çoğu zaman içinde bulunduğu durumun farkına varamaz. 17. asrın başlarında İngiltere'de, edebiyatta ve günlük yaşamda melankoliye yönelik bir ilgi yükseldi. Batı Avrupa halklarında din alanında yaşanan Reform'un İngilizlerde yol açtığı neye inanacakları yönündeki belirsizlikler ve günah, lanet, dinsel kurtuluş mefhumlarına artan ilgi melankoliye olan ilgiyi de artırdı. Elizabeth sonrası dönem melankolisinin müzikteki en önemli ismi, slogan haline getirdiği "Semper Dowland, semper dolens" (Daima Dowland, daima matem) sözüyle John Dowland'dir. O devrin insanları tarafından "huzursuz tip" olarak adlandırılan melankolik adam tiplemesinin meşhur bir örneği Shakespeare'in Hamlet'indeki Melankoli Dane karakteridir. Hüzün edebiyatında eserler veren diğer bazı yazarlar ise şunlardır: "Hydriotaphia, Urn Burial"'ın yazarı Thomas Browne, "Holy Living and Holy Dying"'ın yazarı Jeremy Taylor. Her iki eserde de ölüm konusu üzerinde çok durulur. Melankoli ismiyle anılmasa da benzer konulara eğilen Sturm und Drang (yaklaşık Türkçesi, "fırtınalar ve bunalım") akımı da o devirde Almanya'da etkili olan hüzün kültü olarak tarihteki yerini aldı. Goethe'nin "Genç Werther'in Acıları" eseri bunun örneklerindendir. Fetih hadisi Fetih hadisleri, İstanbul'un fethedileceğine dair İslam Peygamberi Muhammed'in söylediğine inanılan sözlerdir. Rivayete göre Muhammed peygamber hadislerinde İstanbul'un fethedileceğini bildirmiştir. İbn-i Mes'ud tarafından rivayet edilmiştir. Böyle İran'ın, Bizans'ın fethedileceğini bildirdiği gibi, İstanbul'un fethedileceğini de hadislerinde bildirmiştir. Bu hususta hadis kitaplarında pek çok hadis vardır. Basel Basel (Almanca: Basel, Fransızca: "Bâle", İtalyanca: "Basilea") Basel, İsviçre'nin kuzeybatısında bulunan bir sınır şehridir. Basel şehri "Basel Stadt" (basel ştad) Kantonu'nun başkentidir. 170.000'in üzerinde nüfusu ile İsviçre'nin Zürih ve Cenevre'den sonraki en büyük üçüncü şehridir. Basel, Almanya ve Fransa`ya komşudur. Günlük Basel`e giriş yapan 100.000 kişinin içerisinde bu komşu ülkelerden çalışmak için gelenlerin sayısı önemli rol oynamaktadır. Şehrin içinden Ren (Rhein) Nehri geçmektedir. Ren Nehri, şehri Büyük Basel ve Küçük Basel olarak ikiye ayırmaktadır. İki bölgeyi de birbirine bağlayan 5 köprü bulunmaktadır. Bunlar arasında tam ortada bulunan Rheinbrücke (Ren köprüsü) 1225 yılında yapımına başlanmış olup 1244'te kullanıma açılmış ve birçok süreçten geçerek günümüzdeki halini almıştır. Basel kimya endüstrisi açısından önemli bir merkezdir. Dünyanın en büyük kimya şirketlerinden Novartis ve Hoffmann-La Roche'un merkezleri Basel'de bulunmaktadır. Ayrıca dünyanın gelmiş geçmiş en iyi tenisçisi Roger Federer Basel'de doğmuştur. Basel birçok uluslararası fuara ev sahipliği yapmaktadır. Dünya çapında en büyük diye nitelendirilen Basel Art ve Schmuckmesse fuarları döneminde otellerdeki doluluk oranı %100'e ulaşır. Kültür ve sanat açısından yoğunluk oranı çok yüksek bir şehir olan Basel ve yakın çevresinde 40'a yakın müze bulunuyor. Varlığını hâlâ sürdüren en eski müze "Kunstmuseum" Sanat Müzesi, ilk defa yapılan "Schaulager" ve "Foundation Beyeler" gibi önemli sanat mekânları bu şehirde bulunuyorlar. Ekonomik açıdan paranın ve refahın ülkesi olan İsviçre'nin de kişi başına 115.000 İsviçre Frangı civarı geliriyle en zengin şehridir. .ax .ax, Aland Adaları hükûmeti 2006 yılında bu İnternet Ülke kodu üst-düzey alan adını istemiştir, fakat henüz kullanmamıştır. Şu anda Finlandiya'nın ccTLD'si .fi kullanılmaktadır. 17 Şubat 2006 tarihinde Finlandiya parlamentosu Fince alan adlarını düzenleyen bir yasa değişikliği onayladı. 17 Mart 2006 tarihinde, Finlandiya Cumhurbaşkanı Tarja Halonen kanun haline tasarıyı imzaladı. 27 Mart 2006 itibarıyla kanun etkili oldu. Aland hükümeti yasa değişikliğiyle bir CcTLD alan adı istedi. 9 Haziran günü, ICANN Aland hükümetine .ax üst düzey alan adını verdi. 15 Ağustos 2006 tarihinde faaliyete .ax faaliyete geçti. .cs .cs Çekoslovakya'nın uzun yıllar kullandığı İnternet Ülke kodu üst-düzey alan adıdır. 1993 yılında ülke Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ayrıldıktan sonra ülkeler sırası ile, .cz ve .sk'yı kullanmaktadırlar. .eh Fas'ın askeri işgali nedeniyle, Batı Sahra'da henüz bir İnternet Ülke kodu üst-düzey alan adı kullanılmamaktadır, fakat .eh Batı Sahra için ayrılmıştır. .kp .kp Kuzey Kore için ayrılmış İnternet Ülke kodu üst-düzey alan adıdır. 24 Eylül 2007'de oluşturulmuştur. Günümüz itibarıyla .kp alan adını kullanan yalnızca birkaç web sitesi bulunmakta. Kuzey Kore'de internet erişimi aşırı kısıtlı olduğu için bu siteler daha çok yabancı kullanıcıları hedef almaktadır. .kp alan adına kayıtlı birkaç site: .kp alan adı önceden KCC Europe tarafından yönetilmekteydi. Ayrıca bu alan adındaki sitelerin birçoğu KCC Europe tarafından Almanya'da barındırılmaktaydı. Ancak 2012 itibarıyla .kp alan adının yönetimi Pyongyang merkezli Star JV şirketine verildi. Uygurca Uygurca veya Yeni Uygurca (ئۇيغۇرچه "Uyğurçe" veya ئۇيغۇر تىلى "Uyğur tili"), Uygurlar tarafından konuşulan, Türk dillerinin Uygur grubunda yer alan bir dildir. Türkçe literatürde “Uygurca” veya “Uygur Türkçesi” kullanımı, aynı zamanda tarihî Eski Uygur Türkçesini de kapsayabildiği için ayırmak için bu çağdaş yazı dil yayınlarda Yeni Uygur Türkçesi olarak da kullanılır. Türk dili tarihi içerisinde önemli bir yeri olan Uygur Türkçesi kendi içinde iki döneme ayrılır. Birincisi, ‘Eski Uygurca’ denilen ve Göktürk yazı dilinden sonra eser vermeye başlayan tarihî dönemdir. İkincisi ise, XX. yüzyılda yeniden yazı dili olarak kullanılan ve ‘Yeni Uygurca’ denilen dönemdir. Uygurcada 8 ünlü (a, e, é, i, o, u, ö, ü), 24 ünsüz vardır (b, c, ç, d, f, g, ğ, h, j, k, l, m, n, ñ, p, q, r, s, ş, t, v, x, y, z). Uygurcada iki türlü e sesi vardır. Bunlardan ə Türkiye Türkçesindekinden daha açık, e ise daha kapalı telaffuz edilir. Kalın olan k̡ ve ƣ sesleri yanında i'ler ı okunabilir, diğer yerlerde ise i okunduğu kabul edilir. k̡ ve ƣ sesleri Türkçedekinden daha kalındır. Bu sesler gırtlağa daha yakın olarak telaffuz edilir. h̡ sesi sert olarak telaffuz edilen bir gırtlak sesidir. ng genizsi n sesidir. Yeni Uygur Arap Alfabesinin (UEY), Urumçi üniversitesince kabul edilen Latin alfabesi karşılıklarında (ULY); ɵ yerine ö, ə yerine e, e yerine ë, ƣ yerine gh, k̡ yerine q, q yerine ch, h̡ yerine h, h yerine x, x yerine sh, v yerine w kabul edilmiştir. Türkiye'deki Uygurlar, ch, sh, gh yerine ç, ş, ğ harflerini kullanırlar. Uygurca, Çin'de 8.5 milyon kişi tarafından Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde (Doğu Türkistan) konuşulur. Uygurca ayrıca 300.000 kişi tarafından Kazakistan'da konuşulur ve Afganistan, Arnavutluk, Avustralya, Belçika, Kanada, Almanya, Endonezya, Kırgızistan, Moğolistan, Pakistan, Suudi Arabistan, İsveç, Tayvan, Tacikistan, Türkiye, Birleşik Krallık, ABD ve Özbekistan'da da Uygurca konuşan topluluklar vardır. Uygurca 10. yüzyıldan beri Arap alfabesi ile yazılmaktadır. 1969-1983 yılları arasında Çin hükumetinin hazırlattığı Uygur Latin alfabesi ile yazılmış fakat sonra Uygurca sesleri gösteren ek işaretler ile Arap alfabesine dönülmüştür. Aşağıdaki kıyaslama Arap, Latin ve Kiril harflerinin bir karşılaştırılmasıdır: Uygur Kiril alfabesi ek olarak iki harfe sahiptir, ki bunlar iki sesin birleşimidir. Bunlar aşağıda Arabik ve Latin harflerinin eşdeğeriyle gösterilmiştir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 1. maddesi:... Doğu Türkistan Uygurları için yazı diline esas olan ağız Urumçi ağzı iken, eski Sovyetler Birliğinde yaşayan Uygurlar için yazı diline esas olan ağız, İli ağzıdır. Doğu Türkistan'da Uygur ağızları aşağıdaki şekilde gruplara ayrılır; Lopnur ağzı konuşanların sayısı, Uygurların nüfusunun %0,4'üne ulaşmasına rağmen, Lopnur bölgesinin özel coğrafi konumu ve özel tarih koşullarından dolayı, bu ağızda çok sayıda eski dil ögeleri korunmuştur. Lopnur ağzı bir "boy dili" olarak, Çağdaş Uygurcaya bağlıdır. Özay Gönlüm Özay Gönlüm, (d. 5 Şubat 1940, Denizli - 1 Mart 2000, Ankara), Türk halk müziği sanatçısı. Repertuvarı Ege Bölgesi ve özellikle de Denizli yöresi ile özdeşleşmiş ve mizahi unsurlara yer verdiği çalışmalarının ustalığı ve derinliği zamanla fark edilmeye başlanan Türk Halk Müziği'nin "üstad"ları arasında kabul edilir. Ailesi Denizli'nin Tavas ilçesine bağlı Kızılcabölük mahallesindendir. 1953 yılında başladığı Denizli Erkek Sanat Enstitüsü'nde farklı kişiliği ve müziğe yatkınlığı ile okulda sevilen biri oldu. 16 yaşında Türk türkülerinin en ünlü derleyicisi olan Muzaffer Sarısözen'le tanışması kariyerinde belirleyici oldu. Ankara Radyosu Yurttan Sesler programıyla sanat dünyasına adım attı. Belli bir süre Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı "Film Radyo Televizyon Merkezi"'nde çalıştı. 1966'da "yetişmiş saz sanatçısı" olarak Ankara Radyosu'nda çalışmaya başladı. Özellikle Denizli yöresinin türkülerini, sesi ve sazı ile mikrofonlara taşıdı. Çalıp söylediği Ege türküleri kadar, taklit yeteneği, şovmenliği, fıkraları ve kullandığı Denizli şivesiyle folklora zenginlik kattı. 1960'larda sahneye de çıkan sanatçı, 1973'ten itibaren düzenli şekilde İzmir Enternasyonal Fuarı'nda sahne aldı. Başta Zeki Müren olmak üzere pek çok ünlüyle aynı sahneyi paylaştı. 1963'te Kütahyalı olan Ayten Hanım ile evlendi. Bir Yeşilçam filminde başrolde oynadı. TRT'de, tarıma ve çocuklara yönelik programlarda yer aldı. Kültür Bakanlığı Halk Müziği Geliştirme Merkezi (HAGEM) Repertuvar Kurulu üyeliği yaptı. Son televizyon programı TRT-1'deki "Türk Halk Müziği İstekleri" oldu. Radyo oyunlarında ve tiyatrolarında roller alan Özay Gönlüm, radyo ve TV'lerde yayınlanan "Nineden Mektuplar" tiplemesiyle çok sevildi. En sevilen
türkülerinden biri olan "Çöz de Al Mustafa Ali" türküsünü, "Fişini de Al Mustafa Ali" diye de seslendirerek, halkı fiş (vergiye yönelik makbuz) toplamaya davet etmesiyle sosyal bilincini gösterdi. Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Çin ve Hindistan'da konserler veren Özay Gönlüm, başta Denizli ve Kütahya yöreleri gelmek üzere pek çok yöreden 3400'den fazla türkü derledi. Özellikle, "Denizli'nin Horozları" (Çil Horoz), "Çöz de Al Mustafa Ali", "Sultan Seccadesi", "Asmam Çardaktan", "Cemile'min Gezdiği Dağlar Meşeli", "Osmanım'ın Mendili", "Adım Adım Denizli'nin Yolları", "Şu Dağlar Tepe Tepe" gibi türküleriyle tanınıyordu. Teatral yeteneği, yöresel icra tekniği, vokal yorumu ve yaren adını verdiği üçlü sazı ile Türk Halk Müziğinde bir ekol oluşturdu. Bağlamanın yanı sıra cura ve tambura tekniğine de çok önem vermiş, Ege yöresinde Ramazan Güngör'den Hamit Çine'ye kadar birçok curacı ile çalışmış, katıldığı programlarda her boydan cura çalmıştır. Yaren adlı enstrümanı ile cura, bağlama ve çöğürü bir araya getirdi. Türküleriyle 34 yıldır beğeni toplayan Özay Gönlüm, 2 yıl akciğer rahatsızlığıyla yaşadı. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Kliniği'ne tedavi amacıyla yattı. Ancak hastalığa yenik düşerek 1 Mart 2000'de hayata gözlerini yumdu. Mezarı Cebeci Asri Mezarlığı'ndadır. Eşi Ayten Hanım'dan iki kızı vardır. 30 civarında 33'lük/45'lik, 30 kadar kaset ve 200 türkünün derleyicisi veya kaynak kişisi. Eski 45'likleri ve uzunçalarları birinci el piyasasında bulunmamaktadır. En güncel derleme, Kalan Müzik tarafından 2005 yılında piyasaya sürülmüş olan ve 2 CD, 2 kaset ve kitapçıklardan oluşan "Özay Gönlüm" koleksiyonudur. Ayrıca 2001 yılında Anadolu Müzik tarafından piyasaya sürülmüş "Yaren" isimli kasedini bulmak mümkündür. En tanınmış türküleri arasında aşağıdakiler sayılabilir: Cemre Cemre, İlkbahar başlangıcında yedişer gün arayla; önce havada sonra su ve toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık artışı. Arapça olan sözcük "kor durumunda ateş" anlamına gelir. Mina Vadisi'nde Arafat'tan gelecek taşlarla oluşan yığınlara da "cemre" adı verilir. Türk ve Altay halk kültüründe ve mitolojisinde İmre (İmere veya Emire) adı verilen cinin neden olduğuna inanılır. İlkbaharda görünüp titrek ışıklar saçarak göğe yükselir. Sonra buzların üzerine düşerek onları eritir. Oradan da yere girer. Bundan sonra ısınmış topraktan buhar yükselir. Emire baharın gelişini temsil eder. Bulgarlarda Zemire olarak yer alır. Anadolu Türkçesindeki Arapçadan gelme Cemre sözcüğünün aslında bu adın benzetme yoluyla değişmiş hali olduğu söylenebilir. İlk cemre 20 Şubatta havaya ve yedişer gün arayla da toprağa ve suya düşer. Zemre ise Kumuk Türkçesinde nem, buhar gibi anlamlara gelir. Tasavvuftaki kor ve ateş kavramlarının mecazi anlamları vardır. Temizlenmeyi ve yeniden doğuşu temsil eden ateş aşk kavramının yakıcılığıyla da yakından ilgilidir. Türkiye ve Azerbaycan Türklerinin yaratılışla ilgili eski inançlarından kaynaklanan ve Nevruz Bayramından önce, yılın son Çarşamba gününde yapılan "boz ayın dört çarşambası", uygulamasını ifade eden ""Cemle"" sözcüğü de ""Cemre"" ile aynı kelimedir. Buradaki ""Cemle"" de köken olarak "İmir, İmere, Emire" sözcükleriyle bağlantılıdır. Celal Beydili'ne göre; bazı sözlüklerde gösterildiği gibi, Arap dilinden geldiğini söylemek doğru değildir. Ulusal Bilim Olimpiyatları Ulusal Bilim Olimpiyatları, Tübitak'ın Türkiye'de düzenlediği 3 aşamadan oluşan sınavlar. 1. aşamayı geçenler Aralık ayında Ankara'da yapılan 2. aşama sınavına girerler. Bu sınavda başarılı olan öğrencilere madalya verilir. Aynı zamanda sınavda başarılı görülen öğrenciler, 3. aşamaya çağrılır ve bu aşamanın sonunda 5 branşta ulusal takım seçilir. Bu öğrenciler Türkiye'yi Dünya'da (Uluslararası Bilim Olimpiyatları) ve Balkanlarda temsil eder. MAC adresi MAC adresi (İngilizce "Media Access Control", yani "ortam erişim yönetimi") bir bilgisayar ağında, bir cihazın ağ donanımını tanımaya yarar. Örneğin, sizin bilgisayarınızda modeminizin ve ağ kartınızın kendine özel birer MAC adresleri vardır. MAC, 48 bit'lik bir adres olduğundan dolayı 2 = 281,474,976,710,656 değişik ağ kartını tanımlamak için kullanılabilir. MAC adresi (Fiziksel adres, Donanım adresi), ağ donanımının tanımlanmasını sağlar. MAC adresi, bilgisayarın ethernet kartına üretici tarafından kodlanan bir bilgidir. Her donanım için özel bir adresi vardır. Aynı MAC adresine sahip birden fazla ağ cihazı yoktur. MAC adresi 6 oktetten oluşur. İlk 3 oktet donanımı üreten firmayı işaret eder. Son 3 oktet donanımı işaret eder. MAC adresi, sadece yerel ağlarda haberleşmeyi sağlar. Ağın dışına taşınabilecek bir adres değildir. Sadece aynı ağ üzerindeki bilgisayarların birbirlerini bulmalarını sağlar. Aynı ağda iki ağ cihazının birbiriyle haberleşmesi MAC adresiyle mümkündür. MAC adresinin kullanıldığı protokollerden bazıları şunlardır: Bir MAC adresinde ilk üç bit adres havuzunu dağıtan organizasyonu, sonraki beş bit ise üreticiyi temsil eder. Dolayısıyla, bir MAC adresinin ilk bitlerine bakılarak kartın hangi şirket tarafından üretildiği görülebilir. MAC adresleri, aralarına ":" işareti konarak 16'lı tabanda yazılır: 01:23:45:67:89:AB. Bazı MAC adresleri özel adreslerdir: MAC adresleri ile IP adresleri arasındaki bağ ARP ve RARP protokolleri tarafından yapılır. 128 bitten oluşan ipv6 adresinin ilk 64 biti ağ adresini geriye kalan 64 biti ise konak(bilgisayar) adresini verir. Konak adresini MAC adresinden elde edebiliriz. Fakat MAC adresi 48 bitlik bir alanı kapsadığı için bunu 64 bit haline getirmemiz gerekir.MAC adresinden ipv6 adresi elde edilmesi için yapılması gerekenler: 1. 48 bitlik olan MAC adresi 64 bit haline getirilir.Bunun için xx:xx:xx:xx:xx:xx şeklinde olan 48 bitlik MAC adresi ortadan ikiye ayrılır ve 16 bitlik FF:FE adres uzayı eklenir. 2. 64 bit haline getirilen adres uzayının 2'lik tabanda soldan 7.biti değiştirilir. Yani soldan 7.bit 0 ise 1, 1 ise 0 olur. 00:2A:00:3F:2A:1C MAC adresine sahip bir bilgisayarın alabileceği IPv6 adresinin konak adresini bulalım. Yani 7.bit 0 ise 1, 1 ise 0 yapalım. Aerodinamik (otomobil) Aerodinamik, genel anlamda havanın kuvvetsel etkilerini inceleyen bilim dalıdır. Katı bir cisim etrafında akan hava veya hareketsiz duran hava içinde hareket eden katı cisim söz konusu olduğunda hava, aerodinamik kanunlarına uygun davranır. Havanın göreli hareketinden kaynaklanan kuvvetler taşıma ve sürükleme kuvvetleridir. direnç kuvvetleridir. Hava taşımacılığında bu iki kuvvet önemli yer tutarken kara nakil araçları için belli bir hıza kadar sadece direnç sürükleme kuvveti göz önüne alınır. Ancak çok hızlı araçlarda örneğin Formula 1 yarış arabalarında taşıma kuvveti (aracın yol tutuşuyla ilgili olarak) dikkate alınması gereken değerlere ulaşır. Kuvvetler, hızın karesi ile orantılıdır. Üretici firmalar, araçlarının insanın ayağını yerden kesmek yanında yüksek sürat, yüksek taşıma kapasitesi, ekonomi gibi üstün performans özelliklerine sahip olması gerektiğini fark ettiklerinden bu yana bir yandan motor tarafından sağlanan gücü artırma, diğer yandan da aracın sistemlerindeki ve bilhassa hava direncinden kaynaklanan kayıpları minimize etme yolları aramışlardır. İlk binek otolarının bir telefon kulübesinden farkı yok iken günümüzdeki otomobil üreticileri araçlarının daha iyi aerodinamik özelliklere sahip olmaları amacıyla köklü form değişikliklerine gitmişlerdir ve bu konudaki Ar-Ge çalışmalarına büyük önem vermektedirler. Özellikle rekabet piyasasında daha geniş yer hedefleyen üreticiler araçlarının ekonomikliğini artırırken, ekonomikliği artırmada en büyük engel olan hava direnç kaybını azaltmak için bu tür araştırmalara gelirlerinin büyük miktarını ayırmaktadırlar. Kara nakil araçlarında motorca üretilen güç hava direnci ve sistem içindeki kayıpları dengeler. Bu kayıplar : Düşük hızlarda hava direnci diğer kayıplar yanında oldukça düşük mertebelerdedir. Ancak hız 30-40 km/h değerine ulaşınca hava direnci önem kazanır. Bunun sebebi hava direncinin hızın karesiyle doğru orantılı olarak artmasıdır. Geometrik boyutları araç dış formuna bağlı direnç katsayısı (cw) belli olan bir araca herhangi bir hızda etkiyen direnç kuvveti hesaplanabilir. Örnek olarak ; hızı 30 m/sn (108 km/h) olan bir aracın rüzgara dik kesit yüzeyi 3m'kare olsun. Aracın direnç katsayısı Cw =0,45 ise bu araca etkiyen direnç şu şekilde bulunur : D=0,5 x d x Cw x A x V² Burada; Bu kuvvet 80 kg ağırlığında bir kütleyi havaya kaldırmak için gerekli olan kuvvete eşittir. Cw değeri bir cismin dış formu sebebiyle düzgün doğrusal akım içinde oluşturduğu süreksizlik ve girdaplar gibi akım bozuntularının sonucu ortaya çıkar. Dış form itibarıyla cisim ne derece az bozuntuya sebep olursa direnç katsayısı ve buna bağlı olarak direnç kuvvetide o derece küçük olur. Görüldüğü gibi hızı ve geometrik boyutları belli olan bir aracın hava direnç kaybını azaltmanın tek yolu aracın dış formuna bağlı olan direnç katsayısı Cw'yi azaltmaktır. Cw değerinin azaltılması : anlamına gelir. Binek araçları için ekonomi açısından ikinci şık yarış arabalarında ise yüksek performans hedeflendiğinden birinci şık Cw değerinin önemini ortaya koyar. Direnç katsayısı Cw'nin azaltılabilmesi için araç formları gün geçtikçe aerodinamikteki adıyla damla formuna benzetilmeye çalışılmaktadır. Damla formunun özelliği doğrusal akımda bilinen en az bozuntuya sebep olan yapı olmasıdır. Aracın kaportası çevresinde akan havanın mümkün olduğunca kesintisiz ve pürüzsüz bir yüzey etrafında akması sağlanarak direnç katsayısı daha da düşürülebilmiştir. Bu amaca yönelik araçlarda kapı camlarının ve farların kaporta ile bir yüzeyde dizayn edilmesi, ön ve arka camların daha yatık dizayn edilmesi, yan aynaların formunun aerodinamik özellik taşıması, lastik oyuklarının genişletilmiş çamurluklarla örtülmesi, ön ve arka tekerlekler arasına etekler yerleştirilmesi, ön panel altına hava kesiciler ( airdam ) yerleştirilmesi, jant kapaklarının mümkün olduğunca aerodinamik yapıda imal
edilmeleri, aracın altındaki düzgünsüzlükleri alt kaplama takviyesi ile kamufle edilmesi gibi önlemlere rastlanmaktadır. Günümüzde yukarıda bahsettiğimiz önlemler sayesinde direnç katsayısı ; dek düşürülebilmiştir. Hava akımı içinde akım yönüne dik olarak tutulan bir levha için bu değer 1.28, paraşütte 1.70, tabanca mermisinde 0.3, futbol topunda 0.29, yolcu uçaklarında 0.25, bomba ve yedek yakıt tankı taşımayan savaş uçaklarında 0.20 civarındadır. Bu arada laboratuvar çalışmalarında bulunan sonuçların normal trafikte tespit edilenler ile uyuşmaması çoğunlukla rastlanan haldir. Çünkü araca etkiyen yan rüzgar, yük durumu vb. faktörler direnç katsayısına doğrudan tesir ederler. Açık bir pencere, bagajdaki 20 kg'lık fazla yükün oluşturduğu yere yaklaşma veya kullanılan lastiklerin daha kalın olanlarıyla değiştirilmesi gibi hallerde direnç katsayısı değeri %10-12 artış gösterir. Küçük gibi görünen bu artışın ise yakıt sarfiyatının %5 yükselmesine neden olduğu tespit edilmiştir. Aracın altındaki düzgünsüzlüklerin alt kaplama ile kamufle edilmesi halinde cw değeri 0.045 düşüş gösterir.Ön ve arka camların eğik dizayn edilmesi, aracın iç kısmını etkileyen güneş ışığı miktarının artmasına neden olur. Bunun doğuracağı yüksek sıcaklık problemine çözüm olarak cam imalatçı firmalar renksiz iki ince cam tabakası arasına altın veya gümüş metalden mikron mertebesinde film sıvayarak güneşin görünür dalga boyundaki ışınlarını geçiren fakat enfraruj ışınlarını yansıtan camlar geliştirmişlerdir. Bunun maliyeti ise normal cam maliyetinin % 50 üzerindedir. Cw değerini azaltma çalışmalarının sonucu olarak şu söylenebilir : Geliştirilen farklı önlemler sayesinde direnç kaybı oldukça düşürülebilmiştir ve hatta daha da düşürülebilir ancak bu amaç için uygulanacak ilave önlemlerin doğurabileceği maliyet artışı cw değerinin küçültülmesi sonucu ortaya çıkacak avantajı aşacağından bu gibi önlemler şimdilik sadece deneme, geliştirme ve yarış gibi özel amaçlı araçlara uygulanabilmektedir. Binek otolarında cw değeri 0.25 ile 0.6 arasında değişirken bu tür numunelerde cw değeri 0.20'ye düşebilmektedir. Bu konuda rekor 0.182 ile Mercedes'in C111 serisinin 1985'de geliştirdiği C111/4 modelindedir. Zaman değerlerini alt üst 1936 yapımı geliştirilmiş Mercedes W125 0.20'lik cw değeri ile damla formuna en yakın araçlardan biridir. Tayfun veya hortum gibi şiddetli rüzgarların tehlikeli olmalarının bir nedeni çok alçaktan eserek yukarıya doğru basınç oluşturup herhangi bir kütleyi havaya savurmasıdır. Benzer bir etki de hızlı kullanılan otomobillerde oluşmaktadır. Bu etki aracın üstünde oluşan emme, altında oluşan kaldırma kuvvetiyle daha çok artmaktadır. Yüksek hızlı araçlarda aracın üst kaporta yüzeyinin kambur olması doğrusal akım karakteristiği taşıyan hava akımının ( V ) bu bölgede eğrilik sebebiyle hareket yönüne dik bir hız bileşeni kazanmasına ( V2 ) neden olur. Böylece yeni bileşen sayesinde daha büyük değere sahip bir bileşke hız vektörü ( Vb ) ortaya çıkar. Hızdaki artışa paralel olarak aracın üstündeki basınç düşer. Aracın üstünde oluşan basınç düşmesi araca yukarıdan emme etkisi yapar. Bu etki oluşurken bir yandanda aracın altından giren hava aracı yukarıya kaldırmak için basınç uygulamaktadır. Bu kaldırma ve emme kuvvetleri aracın tekerleklerindeki ağırlık kuvveti etkisini azaltarak kumandanın zorlaşmasına bilhassa viraj halinde aracın kolaylıkla savrulmasına ve hatta yerden havalanıp takla atmasına neden olur.Bu sebeple yarış otomobillerinin alt yapısına eğrilik verilerek yere basma kuvvetini artırmaya çalışılmıştır. Buna rağmen tam bir başarı sağlanamamıştır. Şöyle ki : olanca hızıyla giden bir yarış arabasını rüzgar piste adeta yapıştırır, öte yandan arabanın karoseri rüzgar direncini asgariye indirecek şekilde biçimlendirilmiştir. Rüzgar bir yandan arabayı piste yapıştırırken, öte yandan arabanın altında oluşan hava cereyanı bir karşı güç oluşturur. Öndeki otomobile fazla yanaşan bir yarış arabasının üzerindeki rüzgar baskısı azalır, çünkü rüzgarın esas baskısını öndeki otomobil karşılar. arkadaki otomobilin sürati artar ancak ön tekerlerin piste olan teması zayıflar. Bu durumda saatte 300 km hızla giden araç birdenbire açıkta kalıp esen rüzgarla karşı karşıya geldiğinde arabanın altından giren hava tekerlerin yerle olan temasını keser ve aracı havalandırır. Normal binek araçlarında tehlike bu boyutlarda olmamaktadır yine de savrulma riski vardır. Porsche 1966'dan 1969'a kadar ürettiği 911 marka araçlarda ağırlık artırımı yaparak soruna pratik bir çözüm bulmuştur. Saatte 225 km hızla giden araçlarının ön tarafına döküm demir sağ ile sol tarafa birer akü koyarak aracın yere yapışmasını sağlamıştır. Teknik açıdan daha akıllıca çözüm ise spoiler kullanımı ile gelmiştir. Kelime anlamıyla spoiler bozucu veya dağıtıcıdır. Yapılan laboratuvar araştırmalarında aracın üstünden akan hava akımının kaportayı terk ettiği arka bölüme konulan spoiler bu bölgenin arkasında oluşturduğu hız düşüşü ve buna bağlı olarak ortaya çıkan basınç artışının araca ilave itme kuvveti sağladığı veya diğer bir deyişle aracın hava direnç kaybını azalttığını ortaya koymuştur Aracın ön tarafına konulan spoilerin ise rüzgarı yönlendirerek yukarı doğru basınç yapmasını ve böylece otomobilin ön kısmının havalanmasını engellemektedir. Memorat Memorat bir insanın yaşadığı ve çeşitli sebeplerle izahı yapılamayan olağanüstü an ya da hikâye manasını taşır. İzahının yapılamamasının sebeplerinin başında çok kişisel yaşanımlar olmaları gelmektedir. Çoğu kez bir tanığı bulunmamakla birlikte bazen olay sadece tanıklar için olağanüstüdür. Mesela öleceğini söyleyen bir insanın ölüvermesi gibi. Bu ölüme tanık olanlar için olağanüstü bir durumdur. Memorat konusu "halk inançları" ve "efsaneler" araştırmalarının bir alt bölümü olarak ele alınmaktadır. Özkul Çobanoğlu tarafından hazırlanan "Türk Halk Kültüründe Memoratlar ve Halk İnançları" (Akçağ, Ankara 2004) adlı eserde memoratlar Türkçede ilk kez bağımsız olarak ele alınmıştır. Bu konuda başka bir kaynak olarak Fuzuli Bayat, Türk Şaman Metinleri (Efsaneler ve Memoratlar), Piramit Yayınları, İstanbul 2004. adlı eser anılabilir. Karabasan, cinler, yatırlar, büyü, nazar, UFO gibi konular memorat olarak da tanımlanabilirler. Bunun yanı sıra giydiğiniz bir elbisenin size uğur getirmesini anlatabilirsiniz, ancak izahı olmaz. I. William I. William (İngilizce: "William of Normandy", Fransızca: "Guillaume de Normandie"; 1028? – 9 Eylül 1087), 1035-1087 yılları arasında Normandiya Dükü ve 1066-1087 yılları arasında İngiltere Kralı olarak görev yapmıştır. Şu anki adlandırmada William; II. William olarak Normandiya Dükü ve "I. William" olarak da İngiltere Kralı olarak görülmektedir. Ayrıca Fatih William ("William the Conqueror" ve "Guillaume le Conquérant") ve Piç William ("William the Bastard" ve "Guillaume le Bâtard") olarak da bilinmektedir. I. Robert ve Herleva'nın tek oğludur, William gayrimeşru olarak Falaise'de, Fransa'nın bir parçası olan Normandiya'da doğmuştur. William İngiltere'yi istila etmiş, 1066 yılında Hastings Muharebesi'ni kazanmış ve İngiliz ayaklanmalarını bastırarak, şimdi bilinen Normandiya Fethini yapmıştır. William'ın güvenilir hiçbir portresi bulunamamıştır. Hastings Muharebesi'nden sonra İngiltere'de kalıcı bir politika izlemiştir. Virgül Virgül (,) bir noktalama işaretidir. Eş görevli sözcük ya da sözcük gruplarının arasında kullanılır. Sıralı cümleleri ayırmada kullanılır. Hitap ve seslenme sözcüklerinden sonra kullanılır. Yazışmalarda, başvuru yapılan makamın adından sonra kullanılır. Ara söz ve ara cümlelerin, başında ve sonunda kullanılır. Sayılarda, ondalık bölümü ayırmak için kullanılır. Tırnak işareti içine alınmamış alıntı cümlelerden sonra kullanılır. Bir olayın yer ve zamanı belirtilirken, yer adını tarihten ayırmak için kullanılır: Adlaşmış sıfatlardan ve anlamca karışan öğelerden sonra kullanılır. “Evet, hayır, peki” vb. sözcüklerden sonra kullanılır. Ünlem sözcüklerinden sonra virgül kullanılabilir. “ve, veya, ya da” gibi sözcüklerden önce ve sonra virgül kullanılmaz. İkilemelerin arasında virgül kullanılmaz. Virgül (anlam ayrımı) Virgül sözcüğünün farklı anlamları ve kullanımları vardır: Açık Radyo Açık Radyo, 13 Kasım 1995 tarihinde İstanbul ili ve çevresine yayın yapmak amacıyla açılmış olan bölgesel radyo kanalı. Radyo kanalının kurulduğu tarihten bu yana sloganı ""Kâinatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo"" olmuştur. Radyo kanalı, 92 ortağın tamamının yaklaşık olarak eşit paylara sahip olduğu anonim şirkete aittir. Kanal, şirketin çalışma prensibini kâr amacı gütmeyen kuruluşlara yakın olarak görmektedir. Bir diğer fark ise, hissedarların tümünde bulunan ortaklık belgesinde, Abidin Dino'nun -1’den 100’e kadar numaralanmış– “Tuğralar” serisi litografilerinden birisinin bulunmasıdır. Bu litografilerin arkasında ise; ""Özgür, bağımsız, demokratik” haysiyetli, duyarlı ve sıradışı bir radyo kurma projesine, 1995’te verdiğiniz desteğin Türkiye’de yeni projelere örnek olması dileğiyle..."" yazmaktadır. Radyo, özellikle herhangi bir ideoloji'ye bağlı olmadığını sıkça dile getirmektedir. Haftanın 7 günü ve 24 saat boyunca kesintisiz yayın yapan Açık Radyo'da hali hazırda 206 programcı tarafından 144 ayrı program yapılmaktadır. Türkiye dışından gelen programcılara da yayın yapma hakkı tanımış ve bu kapsamda, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen yabancılar, radyo kanalında program yapma imkanını bulmuşlardır. Radyo kanalındaki programlara günde en üz üç kişi veya kuruluş temsilcisi konuk olmuş ve olmaya devam etmektedir. 1995 - 2012 yılları arasındaki yayın süresi içinde, Açık Radyo ve Açık Radyo programcıları toplam 45 ödüle lâyık görülmüştür. Bunlardan bazıları şunlardır; Duat Duat, Mısır mitolojisinde yer altı dünyasıdır. "Tuat", "Akert" veya "Amenthes" olarak da anılır. İnanca göre gece boyunca Güneş battığı batıdan doğuya doğru Duat'ta yolculuk eder. Ayrıca Duat ölü ruhların Osiris tarafından yargıladığı yerdi
r. Bu yargılama Hakikat'i temsil eden bir tüy yardımıyla yapılır. Günahları nedeniyle ağır gelen ruhlar Ammit tarafından yenir. Nebu Nebu, Antik Mısır'da altının simgesi. Antik Mısırlılar altının yok edilemez ve cennetsel, ilahi bir metal olduğuna inanırlardı. Güneş tanrısı Ra'ya sıklıkla bir altın dağı olarak gönderme yapılırdı. Ayrıca Kraliyet Mezarı ""Altın Evi"" olarak bilinirdi. Eski Krallığın firavunları "Altın Horus" olarak anılırdı. Tanrıların derisinin altından olduğu söylenirdi. Rational Rose Rational yazılım 2003 yılında IBM tarafından satın alınana kadar bağımsız bir şirketti. Yazılım geliştirme, modelleme konusunda birçok ürünü bulunmaktadır. Rational yazılım 1980/1981 yıllarında Paul Levy ve Mike Devlin adlı 2 yazılım geliştirme uzmanı tarafından kurulmuştur. Normoblast Normoblast (veya eritroblast) hâlâ hücre çekirdeği barındıran bir alyuvar (eritrosit) tipi. Normal bir eritrositin anlık öncülüdür. Bir normoblastın gelişimi dört evreye ayrılır: Pronormoblast, Bazofilik normoblast, Polikromatik (veya "polikromatofilik") normoblast, Ortokromatik (veya "ortokromatofilik") normoblast. Histiosit Histiosit insan bağışıklık sisteminin bir bölümünü oluşturan hücre. Histiositler kök hücrelerin çoğalması ile kemik iliğinden türer. Kemik iliğinde oluşan hücreler kana monosit olarak geçerler. Kan ile vücudu dolaşır ve çeşitli organlarda farklılaşarak histiositlere dönüşürler. Histiositler fagositik özellik gösterirler Gökhan Güleç Gökhan Güleç, (d. 25 Eylül 1985, İnegöl) forvet mevkiinde oynayan Türk millî futbolcudur. İnegölspor'da profesyonel futbol hayatı başladı. Daha sonra Gaziantepspor takımına transfer olup orada 2 sezon yedek bekledikten sonra Jean Tigana onu genç millî takımda görüp beğenmiştir. 2005/2006 sezonunu devre arasında Gaziantepspor'dan Beşiktaş'a transfer oldu. 2007/2008 sezonunda teknik direktör Ertuğrul Saglam'ın gelmesiyle bir yıllığına Denizlispor'a kiralanmış ancak kulüple yaşadığı sorunlar nedeniyle sezon bitmeden sözleşmesini fesh etmiştir. 2008/2009 sezonunda Bursaspor'a transfer oldu. Bursaspor'da geçirdiği bir sezondan sonra 2009 -2010 sezonunda ise Kasımpaşaspor'a transfer oldu. 2012-2013 sezonunda 1. Lig ekiplerinden Şanlıurfaspor'a transfer olmuştur. 10 kez Türkiye U-20 ve 6 kez Türkiye U-21 olmak üzere 16 kez genç millî takımlarda forma giymiştir ve bu müsabakalarda dört gol kaydetmiştir. Yeni İskoçya Yeni İskoçya. Kanada'nın güneydoğu kıyısında kurulmuş olan Nova Scotia (Fransızca: Nouvelle-Écosse), Doğu Kanada ve Maritimes bölgesindeki eyâletler içinde en büyük nüfusa sahip olanıdır. Başkent Halifax, Maritimes bölgesinin de kültürel ve ekonomik merkezi olma niteliğine sahiptir. 55,284 km² olan yüzölçümüyle Nova Scotia, Kanada'nın en küçük ikinci eyâletidir. 937,889 Nova Scotia'lının (ya da daha az resmi bir şekilde, Bluenoser'lar) yaşadığı eyâlet, aynı zamanda en düşük nüfusa sahip üçüncü Kanada eyâletidir. Latince olan ismi, Yeni İskoçya anlamına gelmektedir. Nova Scotia ekonomisi, günümüzde de büyük oranda doğal kaynaklar üzerine kurulu olsa da, son dönemde ekonomide çeşitlilik göze çarpmaktadır. Geleneksel endüstriler olan balıkçılık, madencilik, ormancılık ve tarım önemlerini korumakla birlikte, günümüzde bunlara turizm, teknoloji, film prodüksiyonu, müzik ve diğer kültürel endüstriler katılmıştır. Avrupalıların bölgeye varmasından önce, burada yaşayan Mi'kmaqlar, bölgeyi "Gespogwitg" olarak isimlendiriyorlardı. 1604'te, Fransız kolonistleri Florida'nın kuzeyindeki ilk kalıcı yerleşim bölgesini Port Royal'de kurmuşlardır; ve bu yerleşim Acadia olarak bilinmektedir. 1713 ve 1760 yılları arasında bölgenin kontrolü Britanya İmpraratorluğu'nun eline geçmiştir ve 1749'da başkent Halifax'ı kurulmuştur. Nova Scotia, 1867 oluşturulan Kanada Konfederasyonunun kurucu eyâletlerinden biridir. Bu eyaletin en önemli sembollerinden biri de Donald Marshall'dır. Bobô Deivson Rogério da Silva ya da kısaca Bobô (d. 9 Ocak 1985, Gravatá, Brezilya), Santrafor mevkinde görev yapan Brezilyalı futbolcu 2016/2017 sezonunda transfer olduğu FC Sydney ile Avustralya Ligi'nde forma giymektedir. 1995 yılında, 10 yaşındayken Brezilya'nın Corinthians takımında futbola başlayan Bobô, 2003 yılında sezonunda 18 yaşında profesyonel oldu. 23 Temmuz 2003'te Bahia karşısında ilk maçına çıktı. İlk sezonunda 13 maçta forma giydi. Takım 2003 sezonunda başarılı bir performans gösteremedi. Sonraki sezon Bobô sadece 4 maçta forma giyebildi. Ancak Brezilya Kupası maçlarında kadroya alındı ve 3 maça çıktı. 2005 sezonunun özellikle ikinci yarısında daha çok forma giydi. Ligde ilk golünü 15 Mayıs 2005'te yedeklerden oyuna dahil olduğu Paranaense maçında kaydetti. 21 Temmuz'da ikinci golünü Paysandu takımına, yine yedeklerden dahil olup atarken, kırmızı kart görerek maçı tamamlayamadı. Corinthians, sezonu Brezilya Ligi şampiyonu olarak tamamladı. Bobô, 2005'te Brezilya sezonunun bitmesiyle birlikte 20 yaşında, Corinthians'tan takım arkadaşı Marinho'nun da bir süre forma giydiği Beşiktaş'a kiralandı. 10 Şubat 2006'da Diyarbakırspor ile oynanan lig maçında Türkiye'deki ilk lig maçına çıktı. Deplasmanda oynanan maçta, Bobô 6. dakikada golle tanıştı. Maçı Beşiktaş 3-1 kazandı. 14 lig maçında 5 gol kaydetti. Beşiktaş, lig 3.sü oldu. Türkiye Kupası'nda ise 7 maçta forma giyen Bobô, 4 gol attı. Final maçında da uzatmalara dahil olmak üzere 120 dakikada sahada kaldı. Beşiktaş, Fenerbahçe'yi 3-2 yendi ve Bobô, Türkiye'deki ilk kupasını kazanmış oldu. Beşiktaş'taki performansı beğenilerek 2006-2007 sezon başında Corinthians'tan bonservisi 2 Milyon ABD doları karşılığında alındı. 2006-2007 sezonuna Türkiye Süper Kupası şampiyonluğu ile başladı. Sezon içinde 27 maçta 11 gol kaydetti ve takımının lig ikincisi olmasında büyük katkı sağladı. 5 Kasım 2006'da Antalya'da oynanan Antalyaspor-Beşiktaş maçında Türkiye'deki ilk hat-trick'ini kaydetti. Maç 4-4 berabere bitti. Bunun dışında Beşiktaş'ın Gaziantep'i 2-1 yendiği maçta da iki golle takıma galibiyeti getirdi. Türkiye Kupası'nda da başarılı bir performans gösterdi. Beşiktaş'ın Bucaspor'u deplasmanda 5-1 yendiği, çeyrek finallerde ise Manisaspor karşısında İnönü Stadı'nda alınan 4-0'lık galibiyetlerde ikişer gol kaydetti. Yarı finalde Beşiktaş, ilk maçta Fenerbahçe'yi, Bobô'nun attığı golle 1-0 yendi. Kupa finalinde Kayseri Erciyesspor ile karşılaşan Beşiktaş, uzatmalara giden maçı Bobô'nun 101. dakikadaki kafa golüyle kazandı ve bir Türkiye Kupası'nın daha sahibi oldu. Bobô, kupada attığı 7 golle, Fenerbahçe'li Semih Şentürk ile kupada gol krallığını paylaştı. Aynı sezon ilk kez Avrupa sahnesine çıkan Bobô UEFA Kupası 3. ön eleme turu ikinci maçında CSKA Sofya takımına gol atarak gruplara kalınmasına büyük katkı sağlamıştır. Bobô, gruplarda Dinamo București'ye de bir gol atmıştır. 2007-2008 sezonunu Beşiktaş, Fenerbahçe ile oynadığı Süper Kupa finaliyle açtı. 14. dakikada Deivid De Souza'nun golüne 6 dakika sonra Bobô cevap verse de 85. dakikada Mateja Kezman'ın attığı golle Beşiktaş, kupayı kazanamadı. Bobô geçirdiği bir sakatlık nedeniyle bu sezon önceki sezon kadar fazla forma giyemedi. Buna rağmen ligde 21 maçta 10 gol kaydetti. 20 Kasım 2007'de Trabzon'daki Avni Aker Stadı'nda seyircisiz oynanan maçta, Beşiktaş ve Trabzonspor karşı karşıya geldi. Beşiktaş, 6. dakikada 2-0 yenik duruma düşse de 25. dakikada durumu 2-2'ye getirdi. 72. dakikada Bobô attığı golle Beşiktaş'ı 3-2 öne geçirdi. Bobô'nun golünden 7 dakika sonra Beşiktaş kalecisi Rüştü Reçber kırmızı kartla oyundan atıldı. Bobô, Rüştü'nün yerine kaleye geçti ve maçı gol yemeden tamamladı, böylece Beşiktaş maçı kazandı. Beşiktaş tarihinde Metin Tekin ve Daniel Pancu'dan sonra kaleye geçen üçüncü hücum oyuncusu olarak tarihe geçmiştir. Türkiye Kupası'nda ise önceki iki sezonki şampiyonluğunu koruyamayan Beşiktaş'ta, Bobô 3 maçta 1 gol kaydetti. Bu sezon Bobô ilk kez UEFA Şampiyonlar Ligi'nde forma giydi. Elemelerde Moldova ekibi FC Sheriff ile oynanan ikinci maçta deplasmanda 2 gol kaydetti. Elemeler dahil olmak üzere 10 maçta da forma giydi. 82. dakikada Liverpool FC'ye attığı golle Beşiktaş'ın maçı 2-1 kazanmasını sağladı. 88. dakikada bu sefer Olympique de Marseille'ya attığı golle Beşiktaş maçı 2-1 kazandı. Ancak takım bir üst tura yükselemedi. Bobô, 2008-2009 sezonunda 34 maçın 32'sinde forma giyerek, Türkiye'de bir sezonda en çok lig maçına çıkma rekorunu yarattı. Ligde 11 gol kaydetti. Sezon sonunda Süper Lig şampiyonu oldular. Bobô, kupada ise 8 maçta 7 gol kaydetti ve bir kez daha Türkiye Kupası'nda gol kralı oldu. Kupa finalinde Fenerbahçe ile oynayan Beşiktaş, maç 1-1 devam ederken, 57. ve 75. dakikada Bobô'nun kaydettiği gollerle öne geçti. Maçı 4-2 kazanan Beşiktaş, Türkiye Kupası'nı da bir sezon aradan sonra kazandı. Beşiktaş'ın başarısız UEFA Kupası serüveninde ise ilk turda NK Široki Brijeg'i 4-0 yendikleri maçta bir gol attı. Bobô, sezona Süper Kupa finaliyle başladı ancak gol atamadığı maçta Beşiktaş, Fenerbahçe'ye 2-0 yenilerek kupayı kaybetti. Ligde 29 maçta 12 gol atıp, kendi lig rekorunu kırdı, ancak Beşiktaş, çok başarılı bir sezon geçiremedi ve ligde 4. oldu. Türkiye Kupası'nda da hayal kırıklığı yaşatan Beşiktaş, grupları geçemezken, Bobô kupada bir gol kaydetti. Şampiyonlar Ligi'nde bir kez daha forma giyen Bobô, 6 grup maçının 5'inde forma giydi ve CSKA Moskova'ya bir gol kaydetti ancak Beşiktaş gruptan çıkamadı. 2010-11 sezonuna da takımın değişmez elemanlarından biri olarak başlayan Bobô, ilk 7 lig maçında 6 gol atmayı başardı. UEFA Avrupa Ligi'nde mücadele eden Beşiktaş'ta Bobô, Víkingur Gøta'ya 2 gol, Rapid Wien ve FC Porto'ya da birer gol attı. Top sürüşü çok iyi olan kolay kolay yıkılmayan son vuruşları etkili olan oyuncu. Ayrıca ceza alanı içinde ani dönüşleriyle bulduğu gollerle tanınmıştır. Ayrıca Bobô Beşiktaş tarihindeki en golcü yabancı futbolcu olarak Beşiktaş tarihine geçmiştir.Beşiktaş formasıyla 200.resmi maçına çıkan Deivson Bobô, 200.maçında Sivasspor ağlarını 1 kez havalandırdı. Bonservisi elinde bulunan Bobô, terci
hini ülkesi Brezilya takımlarından Cruzeiro'den yana kullanmıştır. Bobô 11 Haziran 2012 Tarihinde Kayserispor takımı ile anlaşmıştır ve 9 numarayı hak etmiştir.Gaziantepspor ile yapılan hazırlık maçında oynayıp 80. dakikada gol atıp Kayserispor lehine skoru 3-1 yaptı.Böylece Bobô Kayserispor'daki ilk hazırlık maçını Gaziantepspor'a karşı oynayıp Kayserispor'un 3-1 kazanmasına yardımcı olmuştur. İkinci hazırlık maçında La Spezia Calcio takımına karşı takımının ilk 2 golünü atmıştır. Bobô, Kayserispor ile ligde oynadığı maçlarda 2012-2013 sezonunun ilk yarısında toplam 9 gol atmıştır. Kayserispor, Bobô'nun gol attığı maçlarda 3 galibiyet, 1 beraberlik, 2 yenilgi almıştır. Berabere kalınan Fenerbahçe maçında takımını 83. dakikada öne geçirmesine rağmen 90.dakikada beraberlik golü atılmıştır. Bobô 2012-2013 sezonuda 31 maçta 18 gol atmış, 5 de asist yapmıştır. Yaşadığı sakatlık nedeniyle sezonun ilk yarısını büyük ölçüde kaçıran Bobô, bu süre içerisinde 5 maçta görev alabilmiş ve ilk devrenin son maçında Fenerbahçe'ye karşı attığı golle bu sezonun kendi adına ilk golünü atmıştır. Bu gol, futbolcunun Türkiye kariyerinde Fenerbahçe'ye attığı 8. gol olmuştur. 13 kez millî takım forması giyen Bobô bu maçlarda 7 gol atmayı başarmıştır. 2005 yılında Hollanda'da yapılan FIFA U-21 Dünya Gençler Şampiyonası kadrosunda yer almış ve dünya üçüncüsü olmuşlardır. Bobô, grup maçlarında Güney Kore ile oynanan maçta 90 dakika forma giymiştir. Son 16'da Suriye ile oynanan maçta 69 dakikada oyundan alınmıştır. Çeyrek finalde Almanya karşısında da ilk 11'de çıkıp 56 dakika sahada kaldı. Yarı finalde Lionel Messi'li Arjantin U-21'e 2-1 yenilerek elendiler. Bobô yarı final maçına da ilk 11'de çıkıp 67 dakika forma giydi. Şubat 2008'da, sakatlanan Alexandre Pato yerine Brezilya A millî takıma seçilen Bobô 4 ve 6 Şubat tarihlerinde yapılan maçların kadrosuna alınmıştır. 19 yaşında, Raquel Strutz adlı Brezilyalı bir bayanla evlenen Bobô'nun, Julia ve Luiza adlı iki kızı, Davi adlı erkek bir çocuğu vardır. Jarkko Oikarinen Jarkko Oikarinen (d. 16 Ağustos 1967), metin tabanlı ilk chat programı olan IRC'nin geliştiricisi. 1988 yılında Oulu Üniversitesi'nde ilk IRC programını yarattı. Doktorasını aynı üniversitede tamamlayan Oikarinen, telekomünikasyon dünyasına yaptığı katkılardan ötürü Dvorak Ödülü'ne de değer görülmüştür. Makrofaj Makrofajlar (Yunanca: "büyük-yiyiciler") dokularda bulunan patojenlerin, ölü gözelerin (hücrelerin), hücresel kalıntıların ve vücuttaki yabancı maddelerin yutulmasından sorumlu hücrelerdir. Makrofajlar doğuştan bağışıklık sisteminin bir bölümüdürler. Makrofajlar monositlerden türer. Monositler kemik iliğinde büyür ve daha sonra kan dolaşımına girerler. Dolaşımdaki monositler enflamasyonun (iltihaplanma) kimyasal aracılarına (medyatörlerine) yanıt verirler. Bu aracılar (medyatörler) tarafından aktive edildiklerinde monositler endotelin içinden geçerler. Endoteli geçtikten sonra, monositlere makrofaj denir. (Bazı monositler özelleşmiş hücrelere farklılaşırlar, dendritik hücreler veya mikrogliya gibi). Makrofajların ana görevi patojenlerin ve ölü dokuların ortadan kaldırılmasıdır. İkincisi, yani nekrotik debrisin ortadan kaldırılması, özellikle süreğen (kronik) yangı durumunda daha önemlidir. Yangının erken evreleri nötrofil granülositlerince kontrol edilir ki yaşlanmış nötrofil granülositler makrofajlarca sindirilir. Ayrıca makrofajlar sindirmek için yapılarına aldıkları patojenlerden parçalar (antijen) salarlar. Bu parçalar yardımcı T hücreleri tarafından tanınır ve yardımcı T hücreleri lenfokin salgılarlar ki bu B hücrelerini uyarır. Böylece B hücreleri o belli antijene özgü (ve böylece patojene özgü) antikor üretir ve salarlar. Bu noktada makrofajlar tekrar rol alırlar, zira makrofajlar özellikle antikorların bağlanmış olduğu hücrelere karşı duyarlıdırlar. Bir makrofaj bir patojeni içine aldığında, patojen bir kofulun içine alırlar daha sonra bu koful bir lizozomla birleşir. Lizozomun için, enzimler ve toksik oksijen bileşikleri ile patojen sindirilir. Fakat, bazı bakteriler, "Mycobacterium tuberculosis" gibi, bu sindirilme metotlarına karşı direnç geliştirmiştirlerdir. Makrofajlarla yakından ilgili kimi hücre türleri: Gözeyutarlığındaki rolleri nedeniyle makrofajlar bağışıklık sisteminin birçok hastalığında yer alırlar. Örneğin, granülomların oluşumunda yer alırlar. Genellikle nadir olarak etkisiz fagositoz ve makrofaj fonksiyonuna dair bazı bozukluklar tanımlanmıştır. Aterosklerozun artan plak lezyonlarının oluşumunda en önemli ve çoğunlukta olan hücreler makrofajlardır. Grip ile savaşırken, makrofajlar boğaza gönderilir. Fakat, grip virüsünü yok edebilecek öldürücü T hücreleri bulunana kadar, makrofajlar yarardan çok zarar sağlar. Grip virüsü bulaşmış boğaz hücrelerini yok etmenin yanı sıra virüs bulamamış komşu hücreleri de yok ederler. Ayrıca makrofajlar İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüsü (HIV - "Human Immunodeficiency Virus") enfeksiyonunda da rol alırlar. T hücreleri gibi, makrofajlara da HIV bulaşabilir ve hatta devam eden virüs replikasyonunun deposu olarak vücutta dolaşabilirler. Harut ve Marut Harut ve Marut, Pers mitolojisinde, Zerdüştlük'te ve Kur'an'da ismi geçen iki melek. Hurdad ile Harut, Murdad ile de Marut arasında bağlantı kurulur. Murdad ile bağlantılı olduğu düşünülen bir başka konu ise Marduk'tur. Avesta'nın bölümlerinden olan Vendidad'a göre Kral Tanrı Ahura Mazda ile Kral Şeytan Ehrimen'in sayısız "asker"ler, "erbaş"lar, "subay' ve "komutan"lardan oluşan orduları bulunmakta ve bunlar birbirleriyle çatışmaktaydılar. Ahura Mazda'nın yanında altı komutan "melek" bulunur. Kralın "yardımcı"ları ve "bakan"ları durumunda, tahtın (Arş) önünde "buyruk" alır ve yerine getirirler. Turan Dursun'a göre Harut ve Marut isimli melekler ile birlikte 4 büyük melek Zerdüştlükten Yahudiliğe, oradan da Hristiyanlık ve İslam'a geçen, Pers mitolojisine ait ruhani figürlerden başkası değildir. William St. Clair Tisdall Harut ve Marut'un Ermeniler'in Hristiyanlık öncesi tapındıkları iki ilahın ismi olduğunu söyler. Onlar tanrıça Spandaramit'in yardımcıları idiler. Yeryüzünün verimliliği ile ilgiliydiler. Bazı eski kaynaklarda, Hristiyan ve Yahudi kaynakları da referans gösterilerek Babil'in düşmüş melekleri olarak da adlandırılırlar. Efsaneye göre melekler, insanların işledikleri günahları görünce kınarlar, Allah "Siz onların yerinde olsanız aynısını yapardınız" der ve meleklerden en iyilerinden ikisi, Harut ve Marut seçilerek Babil şehrine yargıç olarak gönderilir. İslami yazarlarca kabul gören açıklama Harut ve Marut'un Allah'ın emri ile sadece insanlara çeşitli bilgileri ve sihri öğreten iki melek olduğudur. Bazı tefsirlerde Harut ve Marut'un melek değil insan olabileceği belirtilmiştir. Harut ile Marut aralarında sohbet eden iki melekti. Sohbetlerinde "İnsanlar yerine biz duygu sahibi olsaydık sürekli ibadet ederdik" diyorlardı. Allah onlara "Size şehvet duygusunu verseydim siz insanlardan daha çok günah işlerdiniz" demiş. Melekler kendilerine güveniyorlarmış. Allah onlara şehvet duygusu verip dünyaya indirmiş. Harut ile Marut bir kadın görmüşler. Kadın Harut ile Marut'a bir şartla onlarla birlikte olacağını söylemiş. Ya kocasını öldürecek, ya puta tapacak ya da şarap içeceklerdi. Şarap içmeyi tercih ettiler. Hikâyeye göre kadın bir şartta daha bulundu. Aşk duygusuna kapılan Harut ile Marut bu şartı da kabul etmişler. Kadının şartı ona ism-i azamı öğretmeleriydi. Onlar öğretince kadın söyleyip gökyüzüne çıkmış. Allah kadını Zühre yıldızının üstüne koymuş ve Harut ile Marut'u da Babil'de bir yerde baş aşağı kıyamete kadar duracakları cezasını vermiş. Mahmut Yıldırım Mahmut Yıldırım ya da bilinen ismiyle Yeşil veya Ahmet Demir, (d. 1951, Solhan, Bingöl), Zaza asıllıTürk kontrgerilla. Dört yıl sonra farklı bir göreve soyunup, farklı bir isimle anılmaya başladı. Operasyonlarda PKK’lı gibi giyinen Mahmut Yıldırım, güvenlik görevlilerince ayırt edilebilmek için ‘yeşil fular’ takıyordu. Abdullah Öcalan'ı öldürmek için gönderildikten 3 ay sonra öldürülmemesi için emir verilmiştir ve Yıldırım'ın buna isyanı üzerine vatan haini ilan edilmiştir, Daha sonra ülkeyi terkederek 1996'da Şam'da bulunduktan sonra tekrar kendisinden haber alınamamıştır. Susurluk kazasından sonra ortaya dökülen ilişkiler, pek çok cinayetin tetikçisi olduğunu ortaya koydu ancak bulunamadı. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz, aldığı bilgileri aktarırken Yeşil'in öldürüldüğünü söyledi. Ancak kısa bir süre sonra Yeşil, İHD Başkanı Akın Birdal'ı vuranların arkasındaki isim olarak ortaya çıktı. Daha sonraki bilgiler Yıldırım'ın hâlâ hayatta olduğunu ortaya koydu. Susurluk Raporu'nda da Yıldırım'a 12 sayfalık özel bir yer ayrıldı. Ahmet Demir, Mehmet Kırmızı sahte kimliklerini kullanan, Güneydoğu'da "Sakallı" adıyla bilinen Solhanlı Mahmut Yıldırım'ın geçmişi bir ölçüde deşifre edilebildi. Bir dönem MİT'te, bir dönem JİTEM'de görev aldığı anlaşıldı. JİTEM subayı Ahmet Cem Ersever' in öldürülmesinden, Güneydoğu'daki pek çok fail-i meçhul cinayete kadar sayısız olayda tetikçilik yaptığı belirlendi. Hatta Abdullah Öcalan'ın Suriye'de öldürülmesi için görevlendirilen ekipte de yer aldı. Afyon Cezaevi'nde Sabancı suikastı sanıklarından DHKP-C'li Mustafa Duyar'ı Türkiye'nin Şam Büyükelçiliği'nden alıp getiren ekipte onun da adı sayıldı. Ancak istihbarat birimlerinin kamuoyuyla pek de paylaşmadığı kanıya göre, aslında "Yeşil" tek bir kişinin değil, birden fazla görevlinin kullandığı ortak kod adı. Mahmut Yıldırım ise Yeşil kod adıyla dolaşan bir tetikçi. Ankara'da bir pavyonda eğlenirken olay çıkarttığı için gözaltına alınan, götürüldüğü Emniyet Müdürlüğü binasında Orhan Taşanlar ve ekibi tarafından kaburgaları kırılana kadar dövülen Yeşil'i polisin elinden alan ve MİT'te tedavi ettiren kişinin Mehmet Eymür olduğu öne sürüldü. Üzerinde taşıdığı telefonla aradığı yerler arasında resmî kurumların yanı sıra Abdullah Çatlı, Sami Hoştan, Sedat Peker gibi isimler de bulunuyor. Mesut Yılmaz'a Budapeşte'te
yumruk atanlar da Yıldırım'ın telefonundan arananlar arasında yer alıyor. "Yeşil" adının korkuyla anılması Susurluk çetesi tarafından tahsilat amacıyla kullanıldı. Susurluk çetesinin tehditle para topladığı kişileri arayan hep Yeşil idi. Ömer Lütfü Topal'ın öldürülmeden önce para yatırdığı Ziraat Bankası Ankara Heykel Şubesi'ndeki hesabın sahibinin de Ahmet Demir kimliğini kullanan Yeşil olduğu ortaya çıktı. Musa Anter, Cem Ersever, Tarık Ümit ve Behcet Cantürk olmak üzere birçok faili meçhul cinayette "zanlı" olarak isminden söz edilmektedir. Mahmut Yıldırım'ın izi uzun süredir bulunamadı. Yaşayıp yaşamadığı konusunda da net bir bilgi yok. "Sabah" gazetesinin internet sitesinde yer alan bir habere göre, ismi verilmeyen ve Yeşil'in oğlu Murat Yıldırım ile arkadaş olduğunu iddia eden biri,Murat Yıldırım ile birini almaya gittiklerini,adamı arabaya aldıktan sonra da kendisinin arabaya aldıkları kişinin Yeşil olduğunu fark ettiğini söyledi. Korkut Eken, Yeşil'in yaşadığını iddia edip,Yeşil'e "Çıkıp doğruları söyle!" diyerek seslenmiştir. OdaTV'de yer alan bir habere göre ise Yeşil,Suriye'nin İdlib eski Vakıflar Müdürü Rıdvan Hammudi ile beraber görüldüğü iddia edilmiştir. AK Parti Gaziantep milletvekili Şamil Tayyar, emekli bir albayın kendisine Yeşil'in yaşadığını,Sakarya'da yemek yediğini söylediğini iddia etmiştir. Beyaz TV'de yayınlanan Dinamit programının sunucusu Latif Şimşek,bir canlı yayında Yeşil'in yaşadığını ve akrabası aracılığıyla kendisine mesaj gönderdiğini iddia etmiş ve şunları söylemiştir: "Mahmut Yıldırım Türkiye'nin en güvenilir moderatörü olarak gördüğü için mesajı bana göndermek istemiş. Bir estetik operasyon geçirdiğini, yaşadığını bildirmek istemiş." Dağın Ardındaki Gerçekler kitabının yazarı ve 1997-99 yılları arasında JİTEM bünyesinde Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde görev yapmış Bedran Akdağ'a göre ise Yeşil yaşıyor ve Diyarbakır'da görüldü. Oradan da Çukurova bölgesine götürüldü ve orada tutuldu. Konuyla ilgili yapılmış haberler 5-6 sene öncesine ait olduğu için hala Çukurova'da olup olmadığı hakkında bilgi yok. Sağır Oda dizisinde "Cenap Dursun" adlı bir istihbaratçı ve tetikçilik yapan bir karakter olarak sembolize edilmiştir. Kurtlar Vadisi Pusu dizisinde ise Kara adlı karakterle sembolize edilmiştir. Dizinin 232.bölümünde Kara karakteri Ebola virüsüne yakalanmış ve Siyah Sancak Timi tarafından kendi emriyle öldürülmüştür. Kamuoyu araştırmalarına göre bir kısım çevre, Kurtlar Vadisi Pusu dizisinin 232.bölümünde yer alan bu sahneden ötürü Mahmut Yıldırım'ın Türkiye'nin yurtdışında özel operasyon yapan ekiplerinin birinin başındayken gerçekten 2014'te Ebola'ya yakalanıp dizide belirtildiği şekilde öldüğüne inanmaktadır. Oğlu Murat Yıldırım 2009 yılında "Yeşil-Savaşçı Yeşil" adlı bir kitap yazmıştır. Kitapta babasının hayat hikayesini, katıldığı operasyonları anlatmış Yeşil hakkında merak edilen soruları cevaplamıştır. Aleko Aleko, Moskvitch markasının Avrupa pazarında ihracat için kullandığı ismi. 1986 yılında piyasaya çıkan Sovyet Rus otomobilidir. Üretimi 1988 ve 2002 yılları arasında devam etmiştir. Moskvitch markasının en yeni modelini üretmek için kurulmuştu. Şu anda tamamen kapatılmıştır. Alfa Romeo Alfa Romeo, 1910 yılında İtalya'nın Milano şehrinde, Milano'lu aristokrat bir aile tarafından kurulmuş olan bir otomobil üreticisidir. Özellikle 1960'lı yıllarda Avrupa'da popüler bir marka haline gelen Alfa Romeo, 1986 yılında Fiat'a katılmıştır. Yönetimi Fiat'ın elindedir. Ürettiği spor model otomobillerle dikkat çeken Alfa Romeo, ilk zamanlar kamyon, minibüs ve troleybüs gibi çeşitli vasıtaları da üretsede daha sonra sadece binek otomobil üretmeye karar vermiştir. Alfa 147, Alfa Romeo tarafından ilk olarak 2000 yılında üretilmeye başlanan küçük aile tipi otomobildir. Alfa 147, 3 kapılı ve 5 kapılı hatchback olmak üzere 2 farklı gövde stiline sahiptir. Ayrıca Alfa 147, 2001 yılında Avrupa'da yılın otomobili seçilmiştir.1,6 lt benzinli 120 hp, 2,0 lt benzinli 150 hp, 1,9 lt dizel 150 hp ve 3,2 lt v6 250 hp gta modelleri mevcuttur. Blackline ve Collezione adı altında 2 farklı modeli daha mevcuttur.Bu modeller genellikle iç ve dış opsiyonlar ve küçük makyajlardan oluşmaktadır. Alfa 156, 1997 yılı sonunda 155 modelinin yerinde D segmentte konumlandırılmış ve 1998 model olarak piyasaya çıkmıştır. Değişik tasarımı ve önceki modellere göre yükselen kalitesi ile markanın yeniden dönüşünü sağlamıştır.1998 yılında Avrupa'da yılın en iyi otomobili seçilmiştir. 2004 yılında makyajlı kasası ile tasarım ödülü almıştır. 1.6 120 HP,1.8 140 HP, 2.0 155 HP Twin Spark ve 2.5 V6 24V 192 HP benzinli motorlar ile 1.9 JTD ve 2.4 JTD yeni nesil Common-Rail Dizel motorlar ile üretilmiştir.Daha sonra motor gamına 250 HP güç üreten 3.2 V6 24V ve 2.0 JTS ilave edilmiştir.156, 2005 yılında yerini 159'a bırakmıştır. Alfa 159, Alfa Romeo tarafından 2005 yılında üretilmeye başlanan geniş aile tipi otomobildir. Alfa 159, 4-kapılı sedan ve 5-kapılı station wagon olmak üzere 2 farklı gövde stiline sahiptir. 2006 yılında Auto Bild en iyi dizayn ödülünü alan Alfa 159, GM/Fiat Premium platformunu kullanmaktadır. 1992 yılında Fiat Tempra Platformu kullanılarak tasarlanmış ,1998 yılına kadar üretimi devam etmiştir. 4x4 Q4 modeli dikkat çekmektedir. 1.6 TS , 2.0 TS gibi başlıca motorlara sahiptir. Alfa GT, Alfa Romeo tarafından Alfa Romeo Stil Merkezi ile Bertone Stil Merkezi tarafından tasarlanarak ilk olarak 2003 Geneva Motor Fuarı'nda görücüye çıkarılan ve 2004 yılında üretilmeye başlanan spor araba modelidir. Alfa GT, coupe gövde stiline sahiptir ve 2.0 petrol motoru ile 3.2 V6 petrol motoru arasında değişen motor seçeneklerine sahiptir. Bu motor tipleri arasında 1.9 MultiJet Turbodiesel motoru dikkat çekmektedir. Alfa Brera, Alfa Romeo tarafından 2005 yılında üretilmeye başlanan spor araba modelidir. Alfa Brera, ilk olarak 2002 Cenevre Otomobil fuarında(İsviçre) konsept bir model olarak tanıtılmıştı. Tıpkı Alfa 159'da olduğu gibi GM/Fiat Premium platformunu kullanır. 2006 ve 2007 yıllarında çeşitli ödüller alan Alfa Brera, sahip olduğu şık dizaynı ve yüksek performansıyla dikkat çeken bir spor otomobildir. Alfa Spider, ilk olarak 1966 yılında Spider Duetto adı altında Battista Pininfarina tarafından tasarlanarak aynı yıl Cenevre Fuarında sergilenerek otomobil tutkunlarına tanıtıldı. Daha Sonra 1995 yılında sadece Spider adı altında asıl kimliğine bürünerek şimdiki halini almıştır. Alfa Spider yeni modelinde Brera'nın cabriolet versiyonu olarak satışa sunulmuştur. Alfa Spider, iki koltuklu üstü açık dizaynıyla spor otomobil sınıfının tüm özelliklerini yansıtmaktadır. Alfa 8C Competizione, ilk olarak 2003 Frankfurt Motor Fuarı'nda konsept spor araba olarak gösterilmiş ve 2007 yılında Alfa Romeo tarafından üretilmeye başlanmıştır. Alfa 8C Competizione, seçenek olarak sadece 2 kapılı coupe gövde stiline sahiptir. 6 manuel vitese sahip olan 8C Competizione, maximum 292 km/saat hıza ulaşabilir ve sıfırdan yüz kilometre hıza (0–100 km/saat) 4.2 sn gibi çok kısa bir sürede çıkabilmektedir. Alfa Mito 2008 sonu 2009 model olarak yollara çıkacaktır. Tasarımında 8C Competizione 'den izler taşmaktadır. 1.4 Benzinli 78 HP,1.4 benzinli Turbo 155 HP, 1.4 benzinli Turbo 170 HP, 1.6 Dizel 120 HP motor seçenkeleri mevcuttur. 4.06 mt uzuluğundadır. Mini'ye en büyük rakip olacak bir modeldir. Model şu anda üretilmiş olup,satışa sunulmuştur. Yeni motor olarak 1.4 170 Hp multiair versiyonu eklenmiştir. Önümüzdeki aylarda ise, 1.4 135 HP (yine multiair) otomatik şanzımanlı versiyonu Türkiye'de satışa sunulacaktır. 2012 yılında 1.3 Jtd 95 HP seçeneği de satışa sunulmuştur. 2010 yılında Giorgetti Giugiaro tarafından tasarlanan HB model; motor seçeneklerine sahiptir. Bunun haricinde 2.0 JTDM 150HP ve 200HP motor seçenekleri bulunmaktadır. Arabesk (film) Arabesk, 1988 yılı yapımı Türk filmi. Absürt komedi olarak nitelendirilebilecek bu film Ertem Eğilmez'in son filmidir. Şubat 1989'da gösterime girmiştir. Ertem Eğilmez, bu filmi hasta yatağındayken odasına gelen görüntüleri izleyip ekibini yönlendirerek çekti. Eğilmez, filmin montajlı halini gördükten 3 ay sonra öldü. Ağa kızı Müjde (Müjde Ar), küçüklüğünden beri tanıdığı Şener'e (Şener Şen) varmak ister fakat babası izin vermez. Sonunda Müjde, Şener'e kaçar fakat gene çocukluğundan beri bu ilişkiyi bozmak isteyen Kaya'nın (Necati Bilgiç) kötülükleriyle karşılaşırlar. Mercedes Mercedes İspanyolca konuşulan ülkelerde kullanılan bir kadın ismidir. İspanyolca anlamı ise mars gezegenidir Cem Özdemir Cem Özdemir (21 Aralık 1965, Bad Urach), Türk ve Çerkes asıllı Alman siyasetçi. 2008-2018 yılları arasında Birlik 90/Yeşiller partisinin eş başkanlık görevini Claudia Roth ve Simone Peter ile birlikte yürüttü. Halen Alman Federal Meclisi'nde Yeşiller Partisi milletvekili olarak görev almaktadır. Babası Çerkes kökenli olan Özdemir Türkiye'den göç eden Tokatlı bir ailenin oğlu olarak Almanya'nın güneyindeki Baden-Württemberg eyaletinde, Bad Urach kentinde dünyaya geldi. Lisenin ardından sosyal pedagoji eğitimi aldı. 1987'den itibaren eğitimci ve serbest gazeteci olarak meslek hayatına atıldı. 1981'de Yeşiller Partisi'ne üye oldu. 1989-1994 yılları arasında partinin Baden-Württemberg eyalet yönetiminde görev yaptı. 1992'de göçmen hakları için kurulan "Immi-Grün - Bündnis der neuen InländerInnen" (Göçmen Yeşili - Yeni Vatandaşlar İttifakı) grubunun kurucuları arasında yer aldı. 2 Haziran 2008 tarihinde Yeşiller Partisi eş başkanlığına adaylığını açıkladı. 1994-2002 yılları arasında Yeşiller Partisi'ni Alman Federal Meclisi'nde temsil etti. 1998'den itibaren Yeşiller Meclis Grubunun iç politika sözcüsü oldu. 2002 yılında Frankfurtlu halkla ilişkiler danışmanı Moritz Hunzinger ile girdiği kredi ilişkisi ve milletvekilleri ve bakanlara verilen "iş için bedava uçuş hakkından" özel uçuşlar için yararlandığı ortaya çıkınca milletvekilliğinden ayrılma kararı aldı. 22 Eylül 2002 tarihinde yapılan genel seçimlerde yeniden milletvekili seçilen Birlik 90/Yeşille
r partisi üyesi Cem Özdemir, milletvekilliğini kabul etmediğini Baden-Württemberg Eyaleti Seçim Komisyonu'na resmen bildirdiğini açıkladı. Cem Özdemir, ALS hastalığına dikkat çekmeyi amaçlayan "Ice Bucket Challenge" kampanyasına destek vermek adına evinin balkonunda bir video çekmiştir daha sonra ise videoda görüntülere takılan “Hint keneviri” bitkisi gerekçe gösterilerek uyuşturucu yasasına muhalefetten hakkında soruşturma açılmış ve dokunulmazlığı kaldırılmıştır. İlerleyen dönemlerde Berlin Başsavcılığı, Özdemir hakkındaki soruşturmayı Hint kenevirinin az miktarda olması nedeniyle durmuştur. 2003 yılında, II. Dünya Savaşı sonrası ABD'nin Avrupa'ya sağladığı Marshall yardımı ruhu çerçevesinde, ABD ile Avrupa arasında işbirliğini geliştirmeye yönelik bir Amerikan düşünce kuruluşu olan "The German Marshall Fund" (GMF) adına muhtelif projelerde görev aldı. Aynı süre içinde ABD'nin Wisconsin eyaletindeki Madison Üniversitesi'nde Türkiye'nin Avrupa'daki rolü üzerine ders verdi. 2004 yılında Avrupa Parlamentosu'na seçildi. AP'de Yeşiller Grubu / Hür Avrupa İttifakı üyesi olan Özdemir, halen parlamentonun Dış İlişkiler Komisyonu üyeliğini yürütmektedir. Özdemir, ABD Merkezi Haberalma Teşkilatının (CIA) Avrupa'daki gizli tutukevleri ve uçuşlarına yönelik iddiaları araştırmak üzere AP bünyesinde kurulan komisyonun başkan yardımcılığını yaptı. Özdemir'in üyesi bulunduğu oluşumlar arasında AP'de Kuzey Kıbrıs'la doğrudan ilişki tesis edilmesi amacıyla kurulan "İletişim Komitesi", AP ile TBMM arasında diyalog organı olan Karma Parlamento Komisyonu ve "Uluslararası Irkçılıkla Mücadele ve Çeşitlilik Grubu"nun (Anti-Racism and Diversity Intergroup) de bulunmaktadır. 5 Nisan 2001'de, Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinde yayımlanan bir açıklamasında, “Alman Meclisi Fransa Meclisi’nin izinden gidip Ermenilerin kitlesel ölümünü soykırım olarak tanımlamamalı. Tarihi olaylara resmi tanımlama getirmek parlamentoların işi değildir. Bu tarihçilerin işidir. Bundestag, geçmişte yaşanan haksızlıklar için karar verecek merci değildir.” ifadelerini kullandı. 17 Mart 2015 tarihinde Erivan'da bulunan Ermeni Kırımı anıtı Tsitsernakaberd'i ziyaret ederek saygı duruşunda bulundu ve çelenk bıraktı. Özdemir burada yaptığı açıklamada Türkiye'yi, Ermeni Kırımı'nı soykırım olarak tanımaya, Alican Sınır Kapısı'nı açmaya ve Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirmeye davet etti. 2016 yılında eş başkanlığını yürüttüğü Birlik 90/Yeşiller partisi öncülüğünde hazırlanan ve Almanya Federal Hükûmetinin koalisyon ortakları Hristiyan Demokrat Birliği, Hristiyan Sosyal Birliği ve Sosyal Demokrat Parti tarafından desteklenen, 1915 olaylarını soykırım olarak tanımlayan karar tasarısının Federal Meclise taşınmasını sağladı. Oylama öncesi Bundestag'da bir konuşma yapan Özdemir, Türkiye'de “Ermeni” kelimesinin halen hakaret sözcüğü olarak kullanıldığını ve Almanya'nın da soykırımda suçlu olduğunu belirtti. Ayrıca, Enver Paşa ve Talat Paşa'nın adlarını anarak “katiller” ifadesini kullandı. Tasarı, 2 Haziran 2016'da yapılan oylamada bir çekimser ve bir ret oyu ile kabul edildi. Özdemir, tasarının mecliste kabul edilmesinin ardından sosyal medya, e-posta ve mektup aracılığıyla kendisinin ölüm ile tehdit edildiğini açıkladı. 23 Mart 2018'de Cem Özdemir'e Ermenistan tarafından devlet liyakat nişanı verildi. Cem Özdemir, 15 Eylül 2015 tarihinde, Şırnak çatışmalarını yerinde incelemek üzere Cizre'yi ziyaret etti. Özdemir Cizre’de yaşanan sivil ölümlerinden Ankara’nın sorumlu olduğunu iddia etti ve “Demokratik bir devlet sorunları böyle çözmez” ifadesini kullandı. Özdemir, kenevirin yasallaştırılmasının savunuculuğunu yapmaktadır. Aralık 2014'te arkasında kenevir bitkisi ile bir Ice Bucket Challenge videosunda görülen Özdemir'in dokunulmazlığı, Berlin savcılarının uyuşturucu yetiştirildiği iddiasıyla başlattığı soruşturma nedeniyle kaldırıldı. Özdemir, olayın ardından "Westdeutsche Allgemeine Zeitung"a yaptığı açıklamada "Özgür bir toplumda kenevir tüketmeye ve bununla ilgili riskleri almaya karar vermek her bir bireye bağlı olmalı." dedi. 5 Haziran 2016'da Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ermeni Kırımı'nın soykırım olarak tanınmasını içeren tasarının Alman Federal Meclisi'ne taşınmasını sağlayan Özdemir hakkında isim vermeden, “Birileri de diyor ki, güya Türk... Ne Türk'ü be? Bunların kanlarının laboratuvar testinden geçmesi lazım” ifadelerini kullandı. Türk tarihçi İlber Ortaylı da bir televizyon programında Cem Özdemir ve diğer Türk asıllı milletvekillerine yönelik olarak, “Oraya Türk asıllı milletvekilleri girdi diye oraya bir uzlaşı götürmüyoruz ki. Onlar havaya çalıyorlar. Yani o arkadaşlar, o havaya intibak ederek yani yamanarak geçiniyorlar. Bu bir entegrasyon değildir, bu bir yamanmadır.” açıklamasında bulundu. Tuğba İnan Tuğba İnan(1977,Yozgat) Türkiye'nin,2006 başı itibarıyla mevcut 22 kadın kaymakamı arasında en gençlerindendir. Halen Eskişehir ilinin Günyüzü ilçesinin kaymakamıdır. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İşletme Bölümü mezunudur. Sadece 3 personeli olan Tuğba İnan, kendisine "Kaymakam Bey" diye hitap edildiğini belirtmektedir. "Her zaman, her yerde, herkese eğitim" sloganıyla 7'den 77'ye herkese eğitim programı başlatan Tuğba İnan, 300 kadının okuma yazma kursuna katılmasını sağladı. "Kızınızın kaderi size benzemesin" programıyla aileleri ikna etmeyi başaran İnan, Anadolu Lisesi ve Fen Lisesi sınavları için ücretsiz hazırlık kursu verilmesine öncülük etti. Ailevi sorunlarına çözüm bekleyen kadınlar sık sık kapısını çalmaktadır. Elif Nur Bozkurt Tandoğan Elif Nur Bozkurt Tandoğan (d. 1972 Kayseri), Türkiye'nin 2006 başı itibarıyla mevcut 22 kadın kaymakamından biridir. Halen Kırıkkale Bahşılı ilçesinin kaymakamıdır. 1993'de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi bölümünden birincikle mezun oldu. Daha sonra Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'nde yüksek lisansını tamamladı. 1994 yılında başladığı kaymakam adaylığı eğitiminin ardından Kayseri, Afyonkarahisar ve Saimbeyli'da mülki amirlik görevlerinden sonra, Kars'ın Susuz ilçesinde kaymakamlık görevi ve Kars Vali Yardımcılığı yapmıştır. 2005 yılında Nevşehir'in Hacıbektaş ilçesine atanan Tandoğan, kadın olmanın sorun yaratmadığını belirterek, "Avantajları bile var. Vatandaş devlet dairesiyle ilişkilerinde daha seviyeli oluyor. Kadın kaymakamların daha başarılı olduğunu duyuyoruz" demektedir. Kars'ta okula gidemeyen 1300 kızın 460'ını eğitime kazandıran Tandoğan, Hacıbektaş'a atanmasına rağmen, Kars'taki kız yurdu sorununu çözmek için çalışmaya devam etmektedir. Tandoğan, 19 bin nüfuslu Hacıbektaş'ta, ilçenin yüksek uygarlık düzeyinin bir göstergesi olarak, okula gidemeyen sadece 7 kız çocuğu olduğunu belirtmektedir. Mehmet Eymür Mehmet Eymür (1943, İstanbul), MİT Kontrterör Dairesi eski başkanıdır. 9 Mart 1971 darbe teşebbüsünden sonra MİT'te Hiram Abas'la birlikte Ziverbey'de 1. Ordu Komutanı Orgeneral Faik Türün'ün emrinde çalıştı. Kızıldere ve Ulaş Bardakçı'nın öldürüldüğü operasyonlara katıldı. 1975'te Ankara MİT Bölge Dairesi Başkanlığı Takip Şube Müdürlüğü de yapan Eymür, 1980'de Bulgaristan'a gittikten sonra 1982'de Kenan Evren'in damadı Erkan Gürvit tarafından Köşk'e çağırıldı. ASALA'ya karşı eylemlerde görevlendirildi. Türkiye'ye döndükten sonra Mardin MİT Bölge Müdürlüğü'ne getirildi. Daha sonra Ankara'da Kontrespiyonaj Dairesi içinde kurulan Kaçakçılık ve İstihbarat Şube Müdürlüğü'ne tayin edildi. Başkan yardımcılığı görevine getirildikten sonra 1984'te Genelkurmay Başkanlığı'ndan alınan izinle Babalar Operasyonu'nu başlattı. Abdullah Çatlı'nın istihbarat amaçlı kullanıldığını ancak daha sonra kontrolden çıkıp kendisini bile görevden aldırmak istediğini ileri sürdü. MİT görevlisi Tarık Ümit'in kaçırılmasının ardından Mehmet Ağar'ı aradığını ve serbest bırakılmasını söylediğini açıkladı. Ergenekon çetesine sızan Tuncay Güney'in de MİT Kontrterör Dairesine bilgi aktardığı öne sürülmektedir. 70'li yılların başında girdiği MİT'te Alaattin Çakıcı'nın yakalanmasının ardından Washington'dan merkeze çağırıldı. Emeklilik kararına direnince MİT Yasası'nın 19. Maddesi işletildi ve Mesut Yılmaz'ın onayıyla Şeker Fabrikaları'na müşavir olarak atandı. Daha sonra emekliye ayrılarak Washington'a yerleşen Eymür, en son İnternet'te açtığı sitede yaptığı açıklamalarıyla gündeme geldi. Eymür, 2000'de bir gazeteye verdiği demeçte, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım konusunun MİT'le değil kendisiyle özdeşleştirilmesinden rahatsız olduğunu belirterek, "Teşkilatın elemanları arasında yüzlerce Yeşil var. Yeşil önce de vardı, yetkililer ne derse desinler, bundan sonra da olacaktır" dedi. Eymür hakkında, e-mail yoluyla ve açtığı web sitesindeki açıklamaları nedeniyle basına "Devletin gizli sırlarını ifşa etmek" suçundan soruşturma başlatıldı. Sitede yer alan bilgiler üzerine MİT, Eymür hakkında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi'ne suç duyurusunda bulundu. DGM Savcılığı yetkisizlik kararı vererek dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdi. Cumhuriyet Savcısı Kasım Hacıkamiloğlu tarafından yürütülen soruşturma çerçevesinde, Eymür'ün adres tespiti ve kimlik bilgileri için Başbakanlığa yazı gönderildi. MİT'in, adından en fazla söz ettiren isimlerin biri. Emekli olduktan sonra Washington'a yerleşen Eymür, yeniden İstanbul'da. Bu kez çok farklı bir görevi var. Gazino, otel ve kumarhaneler zinciri sahibi Sudi Özkan'ın danışmanlığını yapan Eymür, "sentez" isimli yeni bir kitap çıkardı. Özlem Bozkurt Gevrek Özlem Bozkurt Gevrek, Türkiye'nin 2006 başı itibarıyla mevcut 22 kadın kaymakamından biridir. 1967 Bursa doğumlu olan Özlem Bozkurt Gevrek, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunudur ve İngiltere'de idare sistemi eğitimi almıştır. 1991'de kadınlara kaymakamlık hakkının tanınmasıyla sınava girdi ve bir yıl sonra ilk kadın kaymakam adayı oldu. Çankırı ili'nin Orta, Ağrı ili'nin Hamur, Erzurum ilinin Ilıca ilçelerinde görev yapmıştır. Ardından Ankara'da Ayaş ve Kaz
an ilçelerinde kaymakamlık yapmıştır. Ayaş'ta kadınların okuma yazma kurslarına gönderilmesi, ilköğretime giden çocuk sayısının artması, kadınlara yeni Medeni Kanunu'nun öğretilmesi, doğum kontrolü, spor ve kültürel eğitime verdiği destekle tanınmaktadır. Bazı kadınların kendisine olan bakışını kendisi şöyle anlatır: "Jandarmanın karşımda topuk selamı verdiğini, muhtarın önümde ceketini iliklediğini görünce özeniyorlar. Benim için geç ama kızım için değil, diye düşünüyor. İyi örnek olduğuma inanıyorum."demiştir. Eşref Bitlis Eşref Bitlis (1933, Malatya - 17 Şubat 1993, Ankara), Türk asker. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 32. Jandarma Genel Komutanı'dır. 1952 yılında Kara Harp Okulu'nu bitirdi, 1954 yılında Polatlı Topçu Okulu'nu bitirerek Teğmen rütbesi ile mezun oldu. 1966 yılında Kara Harp Akademisi'ni tamamladı. Almanya'da dil eğitimini tamamladıktan sonra 1969 yılında Türk Silahlı Kuvvetler Akademisi'nden mezun oldu. 1973 yılında Alman Harp Akademisi'ni tamamladı ve bir yıl Kara Harp Akademisi'nde başöğretmen olarak görev yaptı. 1974 yılında Kıbrıs Harekâtı sırasında Albay rütbesiyle Kıbrıs Türk Alayı Komutanlığına atandı. Bu alayın komutanlığını yaparken Kıbrıs Yunan Alayı imha edildi. 1978 yılında Tuğgeneral rütbesine terfi etti ve Bolu Komando Tugayı Komutanlığına atandı. 1982 yılında Tümgeneral rütbesine terfi etti ve Kıbrıs 28. Tümen Komutanı oldu. 1986 yılında Korgeneral rütbesine terfi etti. 1988 yılında Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı oldu. 1990 yılında Orgeneral rütbesine terfi etti ve Jandarma Genel Komutanlığı'na atandı. Kuzey Irak'ta konuşlanmış durumda bulunan Çekiç Güç Kuvvetlerinin Türkiye'den ayrılması gerektiğini ve ABD'nin Kuzey Irak'ta oluşturmaya çalıştığı Kürt Devleti'nin Türkiye'nin zararına olduğunu söylüyordu. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri büyükelçiliği tarafından birkaç defa hükümete şikayet edildiği iddia edildi. 17 Aralık 1992 tarihinde Çekiç Güç'e bağlı Amerikan savaş uçakları, kendilerine bildirildiği halde Irak'ın Selahaddin kentine gitmekte olan Bitlis'in helikopterine taciz uçuşu yaptı ve helikopteri inişe zorladı. Komutanlığı döneminde JİTEM'in kurularak yargısız infazların yapılmasına ve itirafçılarla birlikte silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapılmasına karşı çıktığı da basına yansıdı. Yine uçağının düşmesi sonucu vefat eden Eşref Bitlis, ölümünden 7 ay önce kendisini gelecekte genelkurmay başkanı olarak görmek isteyen dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal'a yazdığı son mektupta Kürt sorununa ilişkin şöyle yazmıştır: 7 Şubat 1993 tarihinde İncirlik Üssü'nden kalkan ABD uçaklarının, PKK'ya yardım dağıttığı" açıklamasını yaptıktan sonra 17 Şubat 1993 tarihinde içinde bulunduğu Beechcraft B200 King Air tipi uçağın henüz aydınlanamayan nedenlerle düşmesi sonucu hayatını kaybetti. Kazanın ardından olay yerinde inceleme yapan Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş uçağın düşüş sebebinin buzlanma ve pilotaj hatasını olduğunu söylemiş, ertesi gün Genelkurmay Başkanlığı tarafından yapılan açıklamada hiçbir bilirkişi ve teknik raporun olmadığı açıklandı. Kara Havacılık Okulu Komutanı Tuğgeneral Armağan Kuloğlu tarafından kazadan yarım saat sonra hazırlanan bilirkişi raporunda genelkurmay açıklamasını tekrarlamıştır. Orgenaral Bitlis'in kamuoyunda tartışmalara neden olan ölümünün hemen ardından kendisine yakınlığıyla bilinen Cumhurbaşkanı Turgut Özal geçirdiği kalp kriziyle, ardından Bitlis'in ekibi içinde yer alan Rıdvan Özden ve Bahtiyar Aydın gibi bazı yüksek rütbeli askerler de görevi başında vefat etti. Aynı yıl Türkiye'de derin yankı uyandıran Uğur Mumcu ve Adnan Kahveci suikastleri yapılmış, Bingöl karayolunda 24 Mayıs 1993 PKK pususunda yolları kesilen 33 silahsız er öldürülmüş, hemen ardından Alevi-Sünni çatışmasına sahne olan Sivas Katliamı yaşanmış, yine aynı yıl PKK saldırısında 33 sivilin katledildiği Başbağlar Katliamı yaşanmış, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın'ın Lice'de uzun menzilli tüfekle vurulması olayları arkası arkasına gerçekleşti. Huriye Küpeli Huriye Küpeli, Tarsus, Sandal köyü doğumlu olup, Türkiye'nin 2006 başı itibarıyla mevcut 22 kadın kaymakamından biridir. 26 Ekim 2003 - 8 Ekim 2005 tarihleri arasında Batman ilinin Hasankeyf ilçesinde kaymakamlık görevinde bulunmuştur. Selçuk Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü'nü bitirmiştir. Güney kaymakamlığı yapmıştır. Daha sonra Hasankeyf ilçesine atanmıştır. Göreve başladıktan sonra ilk iş olarak Hasankeyf'te okula gönderilmeyen 24 kızı okula başlatan Küpeli, 190 yaşlı, kimsesiz, dul, yetim ve özürlü vatandaşın yararlanacağı bir de aşevi yaptırmıştır. Çabalarını Hasankeyf'in layık olduğu turizm potansiyeline kavuşturulması ve yöredeki kadınların durumunun iyileştirilmesi üzerinde yoğunlaştırmaktadır. İlçenin Üçyol köyündeki bir mağarayı jandarmanın da katkısıyla kadınlar kahvesine dönüştürmüştür. Dževad Šećerbegović Dževad Šećerbegović ya da Cevat Şekerbegoviç (; d. 15 Temmuz 1955; Tuzla, Yugoslavya), Beşiktaş'ın eski futbolcusu olan Boşnak kökenli Yugoslav millî futbolcudur. Futbola Sloboda Tuzla takımında başladı ve 9 sezon bu takımın formasını giydi. 1977 - 1983 arasında 9 kez Yugoslavya millî futbol takımı formasını giydi. 1983 - 1984 sezonunda Beşiktaş'a transfer oldu. Sol açık mevkisinde görev yapan Šećerbegović, özellikle duran toplarda ve sol kanattan yaptığı ortalarda oldukça etkiliydi. Boşnak futbolcu 1985 yılında Türkiye'den ayrıldı. Futbolu bıraktıktan sonra FK Sloboda Tuzla takımında menajer olarak görev yaptı. Etibank Etibank, artık faaliyet göstermeyen bir bankadır. 1935 yılında kurulup 2001 yılında kapatılmıştır. 14 Haziran 1935 tarihinde, Atatürk'ün direktifi ile Türkiye'nin yeraltı kaynaklarını işletmek ve değerlendirmek üzere, sanayinin ihtiyacı olan madenleri, endüstriyel hammaddeleri, enerjiyi üretmek ve bu işlerin yapılması için gerekli sermayenin toplanacağı her türlü bankacılık işlemini yapması için kuruldu. Demir madenciliği ve demir-çelik üretimi 1955'te Türkiye Demir Çelik İşletmeleri'ne, kömür madenciliği de 1957'de Türkiye Kömür İşletmeleri'ne devredildi. Önce Eti Holding A.Ş. olarak, sonra da Eti Maden İşletmeleri Genel Müdürlüğü bugün, artık yalnızca Türkiye'deki Bor madenlerinin işletmesini yürüten bir maden-kimya sektörü kurumudur. Bütün hisseleri T.C. Hazinesine aittir. 2 tane yurtdışı iştiraki vardır, bunlarda Ab Etiproducts Oy ve Etimine SA. şirketleridir. Eti Maden'in Kırka, Emet ve Bandırma'da tesis edilmiş üç büyük kimya fabrikası Türkiye'deki konsantre bor üretiminin tamamını gerçekleştirmektedir. Etibank 2 Mart 1998'de Özelleştirme çerçevesinde Dinç Bilgin ve Cavit Çağlar tarafından satın aldı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun (BDDK) 27 Ekim 2000 tarihinde aldığı kararı ile Etibank'ın temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi TMSF'ye devredildi. İnterbank ve Esbank ile birlikte Etibank bünyesi altında birleştirildikten sonra, tamamı TMSF'ye ait olan Bayındırbank ile altında birleştirilmiştir. 29 Ağustos 2001 günü davanın ilk duruşmasında sanıklar suçlamaları kabul etmedi. Cavit Çağlar Nergis Holding’in bankalarda 300 milyon dolar kredibilitesi olduğunu ve 7 milyon dolar için böyle bir yolsuzluk yapmayacağını belirtti. Tabela firmalara kredi kullandırttığı iddialarını yalanlayarak, ""söz konusu 5 firmanın 1998 ihracatının 30 milyon ve cirolarının 5 trilyon olduğunu, Nergis Holding'in 1998 cirosunun 1.1 milyar dolar, ihracatının ise 447 milyon dolar olduğunu"" belirtti. mahkeme kararında, bankanın zarara uğratılmasına ilişkin ""nitelikli dolandırıcılık"" suçundan Cavit Çağlar'ı 3 sene, Mustafa Çağlar'ı 1.5 sene hapis cezasına çarptırdı ancak cezalar ertelendi. 26 Ocak 2010 tarihinde Etibank'ın zarara uğratılmasına ilişkin bankanın eski sahibi Dinç Bilgin ile oğlu Şevket Önay Bilgin'in de aralarında bulunduğu 27 sanığın yargılandığı davada, Cumhuriyet Savcısı Selamettin Celep esas hakkında mütalaa verdi. Mütalaada, sanıklardan Dinç Bilgin ve Şevket Önay Bilgin'in ""cürüm işlemek için örgüt oluşturmak, yönetmek ve üye olmak, nitelikli dolandırıcılık ve özel belgede sahtecilik"" suçlarından açılan kamu davasının kaldırılması ve ""nitelikli ve teselsülen zimmet"" suçundan cezalandırılması talep edildi. Tülay Baydar Tülay Baydar, (d. 1979'da Ağrı, Türkiye), Türk bürokrat. Türkiye'nin 2006 yılı başı itibarıyla mevcut 22 kadın kaymakamından biridir. Ankara'da büyümüştür. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü'nü bitirmiştir. Üç yıllık staj döneminde henüz 21 yaşındayken Balıkesir'inin Gömeç ve Muğla 'inin Kavaklıdere ilçelerinde kaymakam vekilliği yapmıştır. Asaleten ilk olarak Isparta'nın Yenişarbademli ilçesine atanmıştır. 2004 başında da Köprüköy'ün kaymakamı olmuştur. Köprüköy'de yeşil kart çalışmaları ile birlikte okuma yazma seferberliği de başlatmıştır. 2005-2007 yılları arasında Hekimhan kaymakamlığı yapmıştır. İngiltere'ye giderek, Portsmoult Üniversitesi'nde master yapmıştır. Halen Kale kaymakamlığı yapmaktadır. Joe Erwin Kuzman Joe Erwin Kuzman (Janos Kuszmann , d. 3 Aralık 1938, Budapeşte, Macaristan), Beşiktaş'ın ilk yabancı futbolcusu. Futbola MTK Budapest'nin genç takımında başladı. Bu takımın A takımına çıktıktan 3 yıl sonra, Macar devrimi ile birlikte Avusturya'nın Wiener Sport Club takımına transfer oldu. Bir yıl sonra 1958'de La Liga'ya yeni çıkmış olan İspanya'nın Real Betis takımına transfer oldu. 6 yıl Real Betis'te en iyi dereceyi son sezonunda 3. olarak gördü. 2 yıl ise Espanyol takımında oynadı. Aynı zamanda İspanya vatandaşı oldu. 8 yıllık La Liga macerasında 109 maçta 15 gol attı. 1966-1967 sezonunda yine Macaristan vatandaşı olan ve MTK'dan takım arkadaşı Tibor Szalay ile birlikte Beşiktaş'a transfer oldu. Szalay sadece 3 maç oynayıp, sezonun sonlarına doğru takımdan ayrılırken Kuzman Beşiktaş'ta kaldı ve attığı gollerle takımını şampiyonluğa taşıyan oyunculardan biri oldu ve oynadığı 21 maçta 8 gol attı. Ancak tüm golleri kritik maçlarda olması ile attığı goller oldukça önem kazandı. Sezon bitiminde bir maçta yaptığı sportmenlik dışı hareketler
yüzünden 3 ay men cezasının da etkisiyle vatandaşı Szalay'ın takımı Philadelphia Spartans'a transfer oldu. Sadece 2 maç sonra Cleveland Stokers'a geçti. 1968 sezonunda da Stokers da kalan Kuzman, toplam 28 maçta 4 gollük bir performans gösterdi. 1968-1969 sezonunda Beşiktaş'a geri döndü. Ancak ikinci gelişinde aynı başarıyı gösteremedi. Ertesi sezon Stokers'tan takım arkadaşı Manuel Mendoza ile 2. Ligde mücadele eden Boluspor'a transfer oldu ve takımının 1. Lige çıkmasında önemli rol oynadı. 1970'de antrenörlük kursuna gitti. Türkiye'de kendine takım bulamayınca 1971'de Yunan takımı Panachaiki G.C.'yi çalıştırdı. Tabutta Rövaşata Tabutta Rövaşata, 1996 yapımı bir Derviş Zaim filmi. Başrolü Ahmet Uğurlu'nun üstlendiği film, Rumeli Hisarı`nda yaşayan evsiz barksız bir adamın hüzünlü hikâyesini konu edinir. Tabutta Rövaşata En İyi Film, En İyi Yönetmen, En İyi Kurgu ve En İyi Erkek Oyuncu ile dördü Antalya Altın Portakal Film Festivali'nden olmak üzere 12 ödül kazandı. Araba sevdalısı bir otomobil hırsızının hüzünlü öyküsü. Rumeli Hisarını mesken tutan Mahsun (Ahmet Uğurlu), evsiz-barksız işsiz ve kimsesi olmayan bir garibandır. Tüm dostları balıkçılardır. Sabahçı kahvesindeki çay borçlarına kadar her şeyine balıkçı dostlarından Reis'in (Tuncel Kurtiz) sahiplendiği Mahsun, otomobil çalarak yaşamını sürdürür. Yaşamındaki tek tutkusu arabalardır. Geceleri çaldığı arabaları sabaha dek gezdikten sonra yerlerine bırakır. Çoğu zaman da onları garip bir coşkuyla, okşarcasına yıkayıp temizleyerek... Yine Reis'in sayesinde sandalyeler üzerinde uyuklamaktan kurtulur ve kahvenin tuvaletine bakma işini üstlenir. Bir gün, kahveye gelen eroin bağımlısı kıza (Ayşen Aydemir) aşık olur. Birden dünyası değişen Mahsun, hiçbir karşılık beklemeden, yatacak yeri olmayan kıza odasını açar. Ne var ki beyazcı kız, eroin almak için bedenini, bu açılan odada erkeklere satarak Mahsun'un saf dünyasında bir düş kırıklığı yaratacaktır. Son derece düşük bir bütçeyle tamamlanan "Tabutta Rövaşata", yönetmen Derviş Zaim, görüntü yönetmeni Mustafa Kuşçu, yapımcı Ezel Akay, set işçileri ve oyuncularla hep birlikte büyük bir dayanışmayla, yokluklar içerisinde ve amatör bir ruhla toplam 24 günde çekildi. Belgesel yönetmeni Süha Arın'dan ödünç alınan bir film kamerası kullanıldı. Kısıtlı sayıdaki negatif filmi yönetmen kendi parasıyla satın aldı. Negatif miktarı kısıtlı olduğu için toplam 4 saatlik çekim yapılabildi. Bu kurguda 1,5 saate indirgendi. Filmin uzun tutulan ön hazırlıkları sırasında en ince detaylara kadar planlamalar yapıldığı ve çekim mekânlarının birbirlerine yakın olmaları sağlandığı için çekimleri 24 gün gibi kısa bir sürede bitirmek mümkün oldu. Post prodüksiyon işleri İstisnai Filmler (IFR) şirketine yaptırıldı. Bütün bu nedenlerle film 'bütçesiz' bir film olarak nitelendirilmiştir. İnci Sezer Becel İnci Sezer Becel, Türk bürokrat. Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü yapmış, çeşitli ilçelerde kaymakam olarak hizmet vermiştir. 1971'de Gaziantep'in İslahiye ilçesinde Almancı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini İslahiye'de tamamladı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. 1992 yılında mezun oldu, 1993 yılında İçişleri Bakanlığı'nın açmış olduğu kaymakam adaylığı sınavını kazanıp 1994 yılında Ordu'da kaymakam adayı olarak göreve başladı. Sırasıyla Antalya-Finike Kaymakam Refikliği, Rize-Kalkandere İlçesi ve Nevşehir-Acıgöl İlçesi Kaymakam Vekillikleri görevlerinde bulunması sonra, 1995-1996 yılları arasında sekiz ay süre ile İngiltere'nin Bournemouth kentinde İngilizce dil eğitimi ile İngiliz genel ve mahalli yönetimiyle ilgili eğitim gördü. 1997 yılında staj programını başarı ile tamamlayarak Çeltik ilçesine Kaymakam olarak atanmıştır. Adıyaman'inin Tut ilçesinde kaymakamlık yaparken emniyet amiri olarak görev yapan ve kendi emri altında bulunan Başkomiser Hakan Becel'le 2001 yılında evlendi. 2001-2006 yılları arasında Nevşehir'in Gülşehir ilçesinde kaymakamlık yapan Becel, 2006-2011 yılları arasında Malatya Vali Yardımcılığına, 2011 yılında bir kararname ile Çeşme kaymakamlığına atanmıştır. 2009 yılında birinci sınıf mülki idare amirliğine ayrılmış olan Becel, 2015 Haziran ayı itibarı ile beş seneliğine Çatalca kaymakamı olarak atanmıştır. 2016'da Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğüne atandı. Yüksek Lisansını İnönü Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünde tamamlamış olup, Siyaset ve Sosyal Bilimler programında doktorasına tez aşamasında devam etmektedir. İyi derecede İngilizce bilen Becel bir çocuk annesidir. Fani Madida Fani Madida (d. 1966 - Güney Afrika), Beşiktaş, Bursaspor ve Antalyaspor'un eski orta saha oyuncusu. 1992 yılında Kaizer Chiefs takımından Beşiktaş'a transfer oldu. Sağ açık, orta saha, sağ bek ve forvet olmak üzere birçok pozisyonda başarıyla ve istikrarla forma giydi. Beşiktaş'ta 3 sezon boyunca oynayarak en uzun süre oynayan futbolculardan biri oldu. Beşiktaş'ta oynadığı 76 lig maçında 16 gol attı. Bu dönemde 1 Lig, 1 Kupa şampiyonluğu yaşadı. Kontratı sürerken 1995 yılında tartışmalı bir şekilde Antalyaspor'a transfer olarak, siyah beyazlı kulüple davalık oldu. Madida Güney Afrika'da bir sezonda kupa ve lig maçlarında bir futbolcunun attığı en fazla gol rekorunu (42 maçta 34 gol ile % 80,95 gol ortalaması) 1991'den beri elinde bulundurmaktadır. Bu sayede yılın futbolcusu ödülü de kazanmıştır. Madida Temmuz 2011 itibarı ile Güney Afrika takımlarından Amazulu FC için teknik direktör yardımcılığı yapmaktadır. Mirsad Kovačević Mersed "Mirsad" Kovačević (d. 1956), Yugoslav eski futbolcudur. 1984 yılında Sloboda Tuzla takımından Beşiktaş'a transfer edilmiş ve iki sezon boyunca istikrarlı ve başarılı bir performans göstermiştir. Beşiktaş'taki ilk sezonu olan 1984-85 sezonunda Beşiktaş, Fenerbahçe'nin ardından sezonu averajla ikinci kapatırken, Kovačević 34 maçta görev yaparak 17 gol atmıştır. İkinci sezonunda Beşiktaş şampiyonluğa ulaşırken, 36 maçta 17 gol atmıştır. 1986 yılının temmuz ayında Galatasaray'a transfer oldu ve Türk vatandaşlığına geçti. Mirsad Güneş adını alan oyuncu, sarı-kırmızılı takımda 3 sezon boyunca görev yaptı. Bu dönem boyunca 86 lig maçında oynadı ve 28 gol attı. 1989 yılında Göztepe'ye transfer oldu. 1990 yılında futbolu bıraktı. Maki Maki, Akdeniz ikliminin egemen olduğu bölgelere özgü, ortalama 1-2 metre boyundaki küçük ağaç ya da çalıların oluşturduğu bitki örtüsü. Bu bitki örtüsüyle kaplı alanlara makilik denir. Makilikler, eskiden ormanlık olan alanların yangın ya da insanlar tarafından yok edilmesi sonucu oluşmuştur. Orman kendini yenilemeden ortamı kaplayan maki türleri ağaç fidanlarının büyümesini engellerler. Maki bitkileri Akdeniz ikliminin kurak koşullarına yani ortamdaki yetersiz sudan olabildiğince yararlanmaya uyarlanmış derin köklü, ufak ve sert yapraklı, hatta dikenli ağaçlık ve çalılardır. Bu ufak yaprakların yüzeyi genellikle su kaybını önlemek için yaprakları kalın, sert, cilalı, keçeli veya mumsu reçineli bir katmanla kaplanmıştır. Makiliklerde rastlanan pek çok ağaç türü arasında başlıca yabani zeytin, funda, katran ardıcı, keçiboynuzu, sakız ağacı, laden, böğürtlen, zakkum, sandal ağacı, Akdeniz defnesi, menengiç, mersin (bitki), koca yemiş (dağ çileği), kermes meşesi, pırnal meşesi sayılabilir. Maki bitki örtüleri genellikle geçit vermeyecek kadar yoğun bir biçimde gelişerek toprağın yüzeyinde oldukça sık bir doku oluşturur. Çoğu su gereksinimini gecenin neminden sağlar. Özellikle denize bakan yamaçlar, yapraksız dikenli çalılıklarla kaplıdır. Türkiye'de maki tipi bitki örtüsü en çok Akdeniz ve Ege, özellikle Güney Ege kıyılarında yaygındır; Marmara ve Karadeniz kıyılarında ise daha seyrektir. Dünyanın başka bölgelerinde de makiye benzeyen bitki örtüsüne rastlanır, ancak bunlar bulundukları yöreye göre değişik adlar alır. Akdeniz iklim sahasından uzaklaştıkça maki türleri azalır, çıkabildiği yüksekliği kaybeder. Akdeniz kıyılarında 18-20 tür, Ege kıyılarında 13-14 türe, Karadeniz kıyılarında 4-5 türe iner. Makilerin çıkabildiği yükseklik enleme bağlı olarak güneyden kuzeye azalır: Akdeniz'de 800-900m, Egede 500-600m, Marmara çevresinde 300-400m, Karadeniz'de 150-200m. Türkiye'de ayrıca garig vardır. Makiye göre daha seyrektir. Maki asitli topraklarda yaygınken garig kalkerli topraklarda yaygındır. Halk arasına hepsine maki dememize rağmen, konunun uzmanları bu ayrımı belirgin bir şekilde yapıp, hem halka öğretmeli hem de okul kitaplarına bunu geçirmelidir. Connectionless Bağlantı gerektirmeyen bir veri gönderim biçiminde (İngilizce "Connectionless Mode Transmission"), veriler bir bilgisayardan diğerine herhangi bir akış kontrolü uygulanmadan yollanır. Dolayısıyla, karşı tarafın veriyi alıp almadığı kontrol edilmez. UDP protokolü ve IP yönlendirmesi bu şekilde çalışır. Ayrıca bakınız: TCP Petros Gaitanos Petros Gaitanos', Drama, Yunanistan'da doğdu. Yunan besteci ve şarkıcıdır. Baba Zula BaBa ZuLa, 1996'da Levent Akman, Murat Ertel ve Emre Onel tarafından kurulmuş olan müzik grubudur. Grup parçalarını; geleneksel Türk müzik aletlerini kullanırken yine Türk halk müziği usullerinden ve elektronik müziğin olanaklarından yararlanarak, kendi melodi, ritim ve sözleri ile yaratmaktadır. Grup müziklerini 'Uzay yolu oryantal müziği' olarak lanse etmektedir. Müzisyenler, konser sırasında rengarenk kostümler giymekte;teatral ve törensel öğelerden yararlanmaktadır. Anadolu fikir ve görüşlerinin başını çeken alevi ve bektaşi inancından da etkilenen grup bu bağlamda evrensel müzik iradesine Anadolu fikrini de katmaktadır. Ertel'e göre BaBa ZuLa, 1996 yılında Derviş Zaim'in yeni tamamladığı Tabutta Rövaşata filmi için grubun öncülü sayılabilecek olan Zen'den yeni müzikler istemesi sonrasında oluştu. Grup BaBa ZuLa ismini bu projeyle birlikte seçti. Film için yaptıkları çalışma sonrasında aynı isim ile devam etmeyi (ismi tutmayı) düşünmeyen grup gelen başarı ve konser talepleri ile birlikte William MacBeath, Ralph Carney gibi isimlerle birlikte çalışmaya
başlamış ve grubun konuk sanatçılarla çalışma formülü böylece oluşmuştur. BaBa ZuLa'nın ilk albümü grubun Tabutta Rövaşata için 1996'da kaydettiği özgün müziklerden oluşmaktadır. Aynı adlı albümdeki dört parçada filmde rol alan Ahmet Uğurlu, Tuncel Kurtiz ve Ayşen Aydemir'in de ses kayıtları bulunmaktadır. 1999 yılında çıkan Üç Oyundan Onyedi Müzik albümünde ise Küçük Prens, Kurbağa Öyküleri ve Mutfak Kazaları adlı tiyatro oyunlarının sahnelemeleri için hazırlanan müzikler bir araya toplandı. Ralph Carney, Brenna MacCrimmon ve Selim Sesler albüme katkı sağlayan konuk sanatçılardan bazılarıdır. Grup 2001 yılında Ahmet Çadırcı'nın yönetmenliğini yaptığı Renkli Türkçenin müziklerini albüm yaptı. Mayıs 2003'te yayımlanan Ruhani Oyun Havaları albümünde Kanadalı halk müziği şarkıcısı ve müzikolog Brenna MacCrimmon yer almış, albümün miksajını Neil Fraser (Mad Professor) yapmıştır. 2004 yılında Roskilde Festivali'nde, Fransa'da Printemps de Bourges'de ve Berlin'de Şimdi/Now Festivali'nde konserler verdi. Altın Ayı ödülü alan Fatih Akın'ın yönetmenliğini yaptığı Crossing The Bridge – The Sound of Istanbul'nda grup üyelerinden bazıları rol aldı ve filmde grubun iki parçası kullanıldı. 2005 yılına Duble Oryantal adlı albümleri yayımlandı. Sly & Robbie, Alexander Hacke, Neil Fraser, Özkan Uğur, Mehmet Güreli, Hüsnü Şenlendirici ve Brenna MacCrimmon albümdeki konuk müzisyenlerdir. Grup aynı yıl Temmuz ayında İspanya'da La Mar de Musica'da konser verdi. Yüksel Aksu'nun Dondurmam Gaymak için hazırlanan parçalardan oluşan albüm Nisan 2006'da yayımlandı. 2006 yılında grup Danimarka turnesi yaptı, Vooruit Festivali (Belçika), Arezzo Wave Festivali (İtalya) ve Bimhuis'te (Amsterdam) konser verdi. 2007'de Atina ve Stockholm konserlerini Marsilya'da düzenlenen bir müzik fuarı olan Babel Med ve Tokyo konserleri izledi. Baba Zula Venedik Bienali'nde Türk Pavyonu açılışını yaptı. 15 Eylül 2007'de altıncı albüm Kökler yayımlandı. Grubun konserlerinde yer bulan "İskender", Neşet Ertaş'ın katkısı olan "Sevsem Öldürürler Sevmesem Öldürürler" ve Pir Sultan Abdal'ın sözleriyle bestelenmiş "Âşıkların Sözü Kalır" albümdeki parçalardan bazılarıdır. BaBa ZuLa'nın müziği Zen'e benzemekle birlikte göre daha yalın ve minimaldir. Ertel, Zen'in müziğindeki Batı ve Rock etkisini fazla bulmaya başlamış, grubun ürettiği müziğin Türk halk müziği etkilerine ve belli tanımlamalar (gam vb.) makam ve usulleri takip ederek altında doğaçlamaya daha açık hale gelmesini istemiştir. Bu anlamda BaBa ZuLa'yla grubun Türk müziğinin de barındırdığı şekilde doğaçlamaları daha fazla, geleneksel formlara daha yakın, şarkı odaklı bir anlayışa geçtiği söylenebilir. Totient Totient (kısaca φ, "n") sayılar teorisinde, bir tam sayının o sayıdan daha küçük ve o sayı ile aralarında asal olan sayma sayı sayısını belirten fonksiyondur. Genellikle Euler Totient ya da Euler'in Totienti olarak adlandırılan Totient, İsviçreli matematikçi Leonhard Euler tarafından yaratılmıştır. Totient fonksiyonu, Yunan harflerinden formula_1 ile simgelendiği için Fi fonksiyonu olarak da anılabilir. Örneğin, formula_2 zira 10 ile dört sayma sayısı, hem 10'dan küçüktür, hem de 10 ile arasında asaldır: 1, 3, 7 ve 9. Euler fonksiyonu, Euler Fermat teoreminde de kullanılır. Şöyle ki: formula_3, "a" ile "n" aralarında asal ise. Dolayısıyla, formula_4, "n"'in bir tam katıdır. Örneğin, formula_5, formula_6 için sırasıyla formula_7, "10"'un bir tam katıdır. Totient fonksiyonu ayrıca RSA kriptografi sisteminde de kilit rol oynamaktadır. Fonksiyonun yukarıda verilen tanımına göre formula_8 ve eğer p bir asal sayıysa formula_9. Bunun yanında, totient fonksiyonunun çarpım özelliği de vardır: "m" ve "n" aralarında asallarsa formula_10. (Bu yargının ispatının anahattı: "A","B" ve "C" kümeleri sırasıyla "m","n" ve "mn" ile aralarında asal ve modlarının kalan kümesi olsun. Bu durumda, Çinlilerin kalan teoreminden yararlanılırsa göürülür ki, "AxB" ve "C" arasında eşleme olur.) Yani, formula_1 fonksiyonunun değeri aritmetiğin temel teoremi kullanılarak hesaplanabilir. Öyleyse, formula_12 için Yukarıdaki formül bir Euler Çarpımı'dır ve genellikle formula_14 şeklinde yazılır. formula_15 Yani yazıyla ifade edersek, "36"nın asal çarpanları "2" ve "3"tür. "36"'nın yarısı olan 18 tane sayı "2" ile bölünür, dolayısıyla "36" ile aralarında asal değildir. Kalan 18 sayının da 3'te biri "3" ile bölünür. Bu durumda 36 sayı içerisinde 36 ile aralarında asal olan sadece 12 sayı kalır. İlk birkaç değer aşağıdaki tabloda ve grafikte gösterilmiştir: formula_16 sayısı aynı zamanda dairesel grup olan "C"nin olası generatörlerine eşittir. Bu nedenle"C"in her elemanı, bir dairesel altgrup oluşturur. "C"nin algrupları "C" formundadır, eğer "d" böler "n" ("d" | "n" şeklinde yazılır). Böylece Buradaki toplam "n"nin tüm "d" pozitif bölenlerine kadar genişler. Şimdi Möbius formülünü, bu toplamı değiştirmek ve formula_16 için bir formül daha elde etmek için kullanabiliriz: Burada, "μ" pozitif tam sayılarda tanımlanan Möbius fonksiyonudur. Euler'in teoremine göre, eğer "a" ile "n" aralarında asallarsa, yani ebob("a", "n") = 1, Bu durum Lagrange'ın teoremini ve "a"nın formula_21nin mod n'e göre tam sayı grubuna ait olmasını takip eder. (Ancak ve ancak "a" ile "n" aralarında asallarsa). Burada gösterilen iki fonksiyon da nın sonucudur. formula_1("n")yi içeren bir Dirichlet Serisi öyle ki ζ("s") Rienmann Zeta Fonksiyonudur. Bunun ispatı aşağıda gösterildiği gibidir: Lambert serisi fonksiyonu, öyle ki |"q"|<1 için ıraksar. Bu durumun nedeni yani formula_16nin fonksiyon olarak büyümesi ilginç bir sorudur; çünkü küçük"n"ler için formula_16in "n"den küçük olacağı düşüncesi tam olarak doğru değildir. Asimptotik olarak, Aslında ele alınırsa, yazılabilir. "p|n"i sağlayan "p" asal sayıları için) Asal sayı teoremi'nden εnin yerine aşağıdakinin yazılabileceği gösterilebilir: formula_1 de ortalama olarak "n"e yakındır. Yani formula_42ndan rastgele seçilen iki pozitif sayının aralarında asal olma olasılığı "n" sonsuza yaklaşırken formula_43a yaklaşır. Bununla ilgili bir sonuç da, ile gösterilir; çünkü formula_45, formül bu şekilde de ifade edilebilir. Burada "m" > 1 bir pozitif tam sayıdır ve ω("m") "m"in asal sayı çarpanlarını ifade eder. (Bu formül "n"den küçük ve "m" ile aralarında asal olan doğal sayıların sayısını gösterir.) formula_1 fonksiyonunu içeren bazı eşitsizlikler: ve "n" asal sayısı için, açıkça formula_61. "n" birleşik sayısı için Rastgele büyüklükteki n için, bu sınırlar halen geliştirilememeiştir ya da daha kesin olmak gerekirse: formula_1 fonksiyonu ile formula_65 fonksiyonunu birleştiren birkaç eşitsizlik: Ford, her "k" ≥ 2 tam sayısı için φ("x") = "m" eşitliğinin tam olarak "k" sağlayanı bulunması durumunu sağlayan bir "m" sayısının bulunduğunu ispatladı. Ne yazık ki, "k" = 1 için herhangi bir "m" bulunamamıştır, Carmichal'ın Totient Fonksiyonu Konjektürü'ne göre, bu durumda böyle bir "m"in varolmadığına inanılır. Alan Walsh Alan Walsh (d. 9 Aralık 1956, Hartlepool), Beşiktaş'ta 1990'ların başında forma giymiş İngiliz sol kanat oyuncusu. 1989-1990 sezonu başında Beşiktaş'ın İngiliz teknik direktörü Gordon Milne tarafından İngiltere'den transfer edilen Robert McDonald ve Ian Wilson'la beraber üç futbolcudan biri. McDonald sadece 1 kez Avrupa Kupası maçı oynadıktan sonra İngiltere'ye dönerken Wilson'la beraber 2 sezon Beşiktaş'ta forma giydi. Taraftarlar arasında ve basında yaşının ileri olmasından dolayı "Süleyman Seba'nın askerlik arkadaşı" lakabı takılmıştır. Alan Walsh Hordon Colly takımında yetişti. 1989 yılında Beşiktaş'a transfer olmadan önce Middlesbrough FC, Darlington FC ve Bristol City takımlarında oynadı. Oynadığı 2 sezonda 2 Lig şampiyonluğu ve 1 Türkiye Kupası şampiyonluğu yaşadı. Özellikle forvet oyuncuları Feyyaz Uçar ve Ali Gültiken'e yaptığı asistler ve isabetli ortaları ile takımın en yararlı oyuncularından biri oldu. Türkiye Ligi'nde iki sezonda oynadığı 45 maçta 13 gol attı. 1991 yılında İngiltere'ye döndü. Ülkesine döndükten sonra, Huddersfield, Shrewsbury Town ve Cardiff City takımlarında kısa süre oynadıktan sonra futbola veda etti. Web sitesi Web sitesi, web üzerindeki sayfalar; metin, görsel ve animasyon şeklinde ziyaretçisine bilgi aktaran veya hizmet sunan sayfaların tümünü kapsayan bir doküman topluluğudur. Ziyaretçiler bir web sitesine, HTTP veya HTTPS protokollerinde aşağıdaki bileşenlerden oluşan benzersiz bir adresi kullanarak erişirler: Bu adres gerekli dosyalara ulaşımı ve sergilenmesi sağlanarak ziyaretçiye görsel sunum şeklinde hizmet verir. Ayrıca web siteleri çok güncel kullanılmamasına rağmen özel bir ip adresinden de sergileme hizmeti verir. Web siteleri 1991'de geliştirilmeye başlandı. Daha sonra 30 Nisan 1993'te CERN tarafından WWW ön eki ile internet kullanıcılarının ulaşabileceği şekle getirildi. 12 Nisan 1993 tarihinde ODTÜ'den Ankara-Washington arasında kiralık hat ile Türkiye'de ilk internet bağlantısı gerçekleşti. Bir Web sitesi "statik" veya "dinamik" olabilir: "Statik" bir web sitesi, monoton veya az güncellenen sitelerdir. İçerik sık bir şekilde değişikliğe uğramaz. Genellikle uzun süre değişiklik olmayacak olan sitelerdir. Ziyaretçi veya üye katkısı yok denecek kadar azdır. Site tamamen siteyi oluşturan kişi tarafından düzenlenebilir. Statik Web sitesini oluştururken; dilleri kullanılabilir. Photoshop ve FIREWORKS gibi görsel grafik editörleri kullanarak mizanpajlar da kullanılarak GIF, JPEG ve PNG formatlarındaki görsel dokümanlar ile ziyaretçinin tarayıcılarında izlenmesi sağlanır. Statik web sayfası/sayfaları, sayfaları oluşturan birey tarafından değiştirilmedikçe herhengi bir güncellemeye maruz kalmayarak en son yapılandırıldığı gibi bilgi veya görsel sunum aktarımı sağlar. "Dinamik" bir web sitesi, her kullanıcı için ya da her ziyarette özel olarak oluşturulabilir. Dünya üzerindeki her kullanıcı, bir siteye kendi kullanıcı adıyla girdiğinde diğer kullanıcılardan farklı bir içeriğe erişebilir. Bu f
arklı içerik, Web sitesinin renkleri, teması, müzikleri, sitedeki yetki derecesi vb. şeklinde olabilir. Günümüz internetindeki popüler siteler dinamik sitelerdir. Bu dinakmikliği oluşturmak için dünyada kullanılan farklı diller vardır. Dinamik bir Web sitesinde kullanılabilen dillerden bazıları şunlardır: Sayfaların dinamik, yapımcı veya ziyaretçi tarafından sürekli güncellenebilir olmasını sağlayan bu yazılım dilleri; yapımcı ve yazılım dillerinin geliştiricileri tarafından sağlanan yenilikler ile kendilerini geliştirmektedir. Microsoft firması tarafından geliştirilen ASP.Net ve ASP nin belli bir kesim tarafından kabul edilip kullanılmasının yanı sıra günümüzde PHP olarak adlandırılan ve belide en çok kullanlan betik ve programlama dili de bir hayli yaygın olarak kullanılır. Sayfalardaki içeriğin dinamikliği için bu kullanılan yazılım dillerine yardımcı ve hatta tüm sayfaların dinamik bir şekilde kullanılmasını sağlayan JavaScript, JQuery, Flash, Silverlight gibi "gerçek zamanlı veri akışı" dillerde kullanılabilir. 2008 yılı başlarında Web 2.0 adlı bir kavram doğmuştur. Bu kavram yeni nesil web sitesini ifade eder. Hız ve kodlama olarak çok değişen bir şey olmamakla beraber; renk uyumu, daha zarif geçişler, yuvarlak köşeler, kontrast renklerin bir arada bulunması gibi kombinasyonlarla oluşturulan sitelerdir. Gerçek zamanlı veri akışı Bir gerçek zamanlı veri akışı sisteminde, indirilmekte olan veri içeriği indirme işlemi bitmeden işlenmeye başlanır. Popüler kullanım alanları şunlardır: İlk başlarda Real Networks'ün öncüsü olduğu bu teknoloji, zamanla ASF ve WMA standartları ile Microsoft'un öncülüğüne doğru kaymıştır. Günümüzde, bilgisayarlara doğru yapılan canlı yayınlar için ASF, cep telefonlarına doğru yapılan canlı yayınlarda ise Real Networks'ün formatı kullanılmaktadır. En yaygın akış yayını yapan hizmetler arasında video paylaşım ve yayın sitesi YouTube; canlı video oyunu yayını yapan Twitch ve Mixer; film ve TV şovu yayını yapan Netflix ve müzik akış yayını yapan Spotify ile Apple Music verilebilir. Haldun M. Özaktaş Haldun M. Özaktaş (1966, Ankara), ODTÜ Elektrik Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra Stanford Üniversitesi'nde doktora yaptı. 1991'den beri Bilkent Üniversitesi Elektronik Mühendisliği bölümü öğretim üyesidir. Fractional Fourier Transform'un optik uygulamaları üzerine çalışmalarıyla tanınmaktadır. 1999 yılında TÜBİTAK Bilim Ödülü'nü almıştır. Bu ödülü alan en genç kişidir. İbrahim Tennuri İbrahim Tennuri;, (? Amasya - 1482 Kayseri ), 15. yüzyıl tasavvufçularından, Aşık takma adıyla şiirler yazmıştır, Amasya 'da doğmuş, 1482`de Kayseri'de ölmüştür. XV'inci yüzyılda Kayseri'de yaşamış mutasavvıf şair, ilim ve hikmet sahibi bir zattır. Ailesine "Sarrafzadeler" denilen İbrahim Tennuri'nin sarraflıkla uğraşan babası Hüseyin Efendidir. Şeyh Tennuri, Sivas'taki ilköğrenimi ardından Konya'ya gitti; Mevlana Sarı Yakup'un öğrencisi oldu. Sarı Yakup'un 1438'deki ölümününü ardından Hunad Hatun Medresesi'ne müderris olması sebebiyle Kayseri'ye geçti. Ancak birkaç yıl sonra medresenin vakfiyesinde, sadece Hanefi müderrislerin görev alabileceği şartı üzerine Şeyh Tennuri görevi bıraktı. Çünkü kendisi Şafii mezhebindendi. Fatih Sultan Mehmed'in hocası Akşemseddin'in ününü duyunca, Beypazarı'na gidip ona intisap ederek Bayramiye tarikatına girdi. Üç ay dünya nimetlerinden uzak durup inzivaya çekildi. Ardından tasavvuf eğitimi tamamladı. Akşemseddin'den icazet ve hilafet alarak tekrar Kayseri'ye döndü. Bu kez kendi tekkesini kurup, öğrenci kabul etmeye başladı. Bu arada, kendi geliştirdiği kabızlık hastalığını tedavi şekli, "İbnü's Sarraf" olan lakabının değişmesine neden oldu. Kabız olan müritlerini, sıcak fırın (tennur) üzerine oturtup, su içirip terleterek tedavi etmesi üzerine, "Tennuri" lakabını aldi. Bir gün, Kayseri'de irşad faaliyetlerini sürdürürken, aldığı haber üzerine alel acele hocası Akşemseddin'in yanına gitti. Telaşının sebebi sonra ortaya çıktı: Hocasıyla birlikte İstanbul'un fethinde bulunmuştu. Fetihten üç ay sonra tamamladığı, 5140 beyitlik mesnevi tarzındaki manzum eseri "Gülzar-ı Manevi"yi, Fatih Sultan Mehmed'e ithaf etti. (Bu eser halen Sülaymaniye Kütüphanesi'ndedir.) Bu jest karşısında Fatih Sultan Mehmed, Şeyh Tennuri ve oğullarının vergiden muaf olduklarına dair ferman çıkardı. Şiirlerinde "Aşık" mahlasını kullanan Şeyh İbrahim Tennuri'nin mezarı ve oğulları Şeyh Lütfullah ve Şeyh Ali'nin sandukaları da, Kiçikapı'dan Talas Caddesi'ne çıkılan ve kendi adını taşıyan sokakta, kendi yaptırdığı Şeyh Camii haziresindedir. Meşhur şiir kitabının adı: Gülzar-ı Manevidir. Yazmış olduğu bir şiir ; Türkiye'de kadın hakları Türkiye'de kadın hakları konusu, Batı dünyasındaki gelişmelere paralel olarak 19. yüzyıl ortalarından itibaren gündeme gelmiştir. Günümüzde Türkiye'de kadınların başlıca sorunları şunlardır: Dünyada her 3 kadından 1'i hayatında en az bir kez aile içi şiddete maruz kalıyor. G-20 üyesi Türkiye'de bu oran diğer gelişmiş devletlere oranla çok daha yüksek. Türkiye genelinde kadınların neredeyse yarısı şiddete maruz kalıyor. Uzmanlara göre ülke genelinde eşi veya eski eşi tarafından fiziksel şiddete maruz bırakılan kadınların oranı %39. Varoşlarda bu oran %97'lere çıkıyor. Yaşadıkları fiziksel şiddeti kimseye anlatamayan kadınların oranı %48.5. Herhangi bir sivil toplum örgütüne ve polis, savcılık dahil hiçbir kuruluşa başvurmayanların oranı %92. Genel kanının aksine kırsal kesimde ve kentlerde kadına karşı şiddet oranı hemen hemen eşit düzeyde. Şiddetin en yoğun yaşandığı bölgeler ise Doğu ve İç Anadolu bölgeleri. Eski Millî Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu'ya göre kadına karşı şiddetle mücadelede, kadın ve erkeklerin duyarlılıklarının artırılması, farkındalık yaratılması ve bilinçlendirilmesi ayrıca şiddet mağduru veya risk altındaki kadınlara sunulan hizmetlerde ise kurumsal mekanizmaların eşgüdüm içinde çalışmalarını sürdürmesi gerekiyor. Kadına en temel haklarının iade edilmesinde erkeklerin eğitimine çok önemli rol düşüyor. Bu amaçla 2006 yılı Ağustos'unda askerlik hizmetini yapmakta olan er ve erbaşlara verilen yurttaşlık sevgisi eğitim programına kız çocuklarının eğitimi, kadınların istihdamı ve karar alma mekanizmalarına katılımları, kadına yönelik şiddet, töre cinayetleri, kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konuları da dahil edildi. Adalet Bakanlığı tarafından açıklanan istatistiklere göre, Türkiye'de kadın cinayetlerinde 2002'den 2009'a kadar %1.400 oranında artış olmuştur. Aynı verilere göre 2002 yılında 66, 2003'te 83, 2004'te 164, 2005'te 317, 2006'da 663, 2007'de 1011, 2008'de 806, 2009'un ilk 7 ayında ise 953 kadın yaşamını kaybetmiştir. Türkiye'de aile içi şiddete uğrayan kişilerin korunması için gerekli tedbirlerin alınmasını düzenleyen 'Ailenin Korunmasına Dair Kanun', 1998'de yürürlüğe girdi. Türkiye'de zorunlu temel eğitimi beş yıldan sekiz yıla çıkaran kanun, 1997 yılında yürürlüğe girdi. 1975-2000 döneminde üniversite mezunu kadın sayısı 56 binlerden 910 bine kadar yükselirken, okuma yazma bilmeyen kadın sayısı, hala oldukça yüksek. 2000 yılı itibarıyla Türkiye'de 25 yaşın üzerinde okuma yazma bilmeyen kadın sayısı 4 milyon 625 bini buluyor. Bu rakam erkeklerde 1 milyon 176 bin kişide kalıyor. Türkiye’de ilköğretim çağında olup da okula gitmeyen yaklaşık 1 milyon çocuk var. İlköğretim düzeyinde okullulaşmada cinsiyetler arasındaki fark %7. Yani ilköğretim çağında olup da okula gitmeyen kız çocuk sayısı aynı durumdaki erkek çocuk sayısından 600,000 daha fazla. Buna karşılık, 1975-2000 döneminde kadınların eğitimde büyük mesafe kaydettikleri de görülüyor. Nitekim dönem başında: Kız çocuklarına mesleki eğitim vermek amacıyla Kız Teknik Öğretim Müdürlüğü 1933 yılında kuruldu Türkiye'de kadınların iş gücüne katılım oranları son derece düşük. Erkeklerin hemen hemen yüzde % 70'i, kadınların ise sadece dörtte biri çalışıyor. Çalışan erkek sayısı yaklaşık 17 milyon iken çalışan kadın sayısı 6 milyon civarında, yani erkeklerin üçte biri oranında. Kadınlardaki işsizlik oranı yüzde 9.4 iken, erkeklerde işsizlik oranının yüzde 10.7 olması kadın işsizliğinin daha düşük olduğu kanısı yaratıyor. Ancak bunun nedeni, kadınların işgücüne daha az katılması. Türkiye'de tarım dışı kadın çalışanların oranı hızla artıyor. 1997 yılında yüzde 17.7 olan bu oran 2003 yılına gelindiğinde yüzde 20.6'ya çıktı. Tüm bunlara rağmen, kadın ve erkek çalışanların ücret dengesizliği devam ediyor. Türkiye, Dünya Ekonomik Forumu tarafından yayımlanan 2009 Küresel Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi'nde, 134 ülke arasında 129. sırada yer almıştır. 1936'da kadınların yeraltında ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılması, ILO sözleşmesi ile yasaklandı. Kadınlar siyasi hayatta da var olma mücadelesine ilk kez 1923 yılında başladı. Kadınlar, ilk kadın partisi Kadınlar Halk Fırkası'nı, Nezihe Muhittin'in başkanlığında 1923 yılında kurmak istedi. Ancak partinin kuruluşuna, kadınlara oy hakkı tanımayan 1909 tarihli Seçim Kanunu gereğince valilikçe izin verilmediği için parti girişimi dernekleşme ile sonuçlandı. 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte kadınların kamusal alana girmesini sağlayan yasal ve yapısal reformlar hızlandı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun 3 Mart 1924'te çıkarılmasıyla tüm eğitim kurumları Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlanırken, kızlar da erkeklerle eşit haklarla eğitim görmeye başladı. Kadınlara siyasetin kapısını aralayan Belediye Yasası, 1930 yılında çıkarıldı. Böylece kadınlar belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı kazandı. 8 Şubat 1935'te TBMM Beşinci Dönem seçimleri sonucunda 17 kadın milletvekili, ilk kez meclise girdi. 1936'da yürürlüğe giren İş Kanunu ile kadınların çalışma hayatına düzenleme getirildi. Kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakları ise 1933 yılında Köy Kanunu'nda değişiklik yapılarak verildi. Kadınlara siyasetin kapısı 1934'te yapılan Anayasa değişikliği ile seçme ve seçilme hakkı tanınmasıyla tam olarak açıldı ve ilk kadın milletvekilleri TBMM'de yerleri
ni aldı. 1950 yılında ilk kadın belediye başkanı Müfide İlhan Mersin'den seçildi. İlk kadın bakan Türkan Akyol, 1971 yılında göreve atandı. 17 Kasım 1972'de Türkiye Ulusal Kadınlar Partisi kuruldu. Parti, 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında, askerî mahkemenin kararı doğrultusunda 16 Ekim 1981 tarihinde kapatıldı. 1989 yılında kadınlara da kaymakamlık yolu açıldı. İçişleri Bakanlığı, kaymakamlık sınavlarına kadınların da alınacağını açıkladı. Kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan Medeni Kanun'un 159'uncu maddesi, Anayasa Mahkemesi'nce 1990 tarihinde iptal edildi. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kadın vali Lale Aytaman, 1991 yılında Muğla'ya atandı. 1993'te İstanbul Üniversitesi'nde ilk Kadın Araştırmaları Ana Bilim Dalı açıldı ve yüksek lisans programı vermeye başladı. Aynı yıl Kadın Dayanışma Vakfı, Altındağ Belediyesinin desteğiyle kadın danışma merkezi ve kadın sığınma evini açtı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Başbakan koltuğuna ilk kez bir kadın oturdu. Türkiye'nin ilk kadın başbakanı Tansu Çiller, 25 Haziran 1993 tarihinde hükümeti kurdu. Nüfusun yarısını oluşturan kadınların Meclis'teki temsil oranı ise yok denecek kadar az seviyede bulunuyor. Kadın milletvekili sayısı erkek milletvekillerinin sadece yüzde 4.2'sinde kalıyor. Türk kadını seçme seçilme hakkına 74 yıl önce kavuştu. Ancak 1935'ten 2009'a kadar Meclis'e 8 bin 794 erkek vekile karşılık sadece 236 kadın girebildi. Erkeğin çokeşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemelerin kaldırıldığı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanıyan Türk Medeni Kanunu, 17 şubat 1926'da kabul edildi. Türkiye'de evlenen yabancı erkekler yasalar hükmüyle vatandaşlığa geçemezler, fakat yabancı kadınlar geçebilir. 2010 İstatistiklerine göre Türkiye'de 5 ilin nüfusu kadar doğu bloğundan gelen kaçak kadın çalışmaktadır. Mecliste yasa dışı göçmen ticaretine gösterilen dikkat çekici tolerans ile eşine genelde güvenen Türk kadını kontrastı ise dünyada birinci sırada yerini korumaktadır. Bunun getirisinde birçok sahte evlilik de yapılmakta ve benzer politikalar sonucunda yaşanan yasa dışı kadın nüfusu fazlası ile de sosyal ve çalışma imkanları halihazırda kısıtlı olan ve halen tek güvencesi kocası olmak durumunda bırakılmış, belediye ve sosyal çalışmalarda yüksek sertifikalar veya cep harçlığı hariç kontenjan bulması imkansız olan vatandaş kadınların ülkede yapılan iş değiştirme, eş değiştirme, gelir dağılımında düşüş ve seks işçiliğinde, AIDS riskinde ise bu nedenle 90'lı yılların başından bu yana hızlı bir artış gözlemlenmektedir. Kadınların en önemli sorunlarından olan doğum izni, ilk kez 1930 yılında düzenlendi. Kadınlara doğum yardımı ilk kez 1945 yılında 4772 sayılı yasa ile düzenlendi. Yaşlılık sigortasının kadın ve erkekler için eşit esaslara göre düzenlenmesi ise 1949 yılında çıkarılan yasa ile gerçekleşti. Sağlık Bakanlığı bünyesinde ana çocuk sağlığı hizmetleri verilmesine 1952 yılında başlanırken, gebeliği önleyici araçların satış ve dağıtımının serbest bırakılmasını ve tıbbi zorunluluk halinde kürtaj hakkı tanınmasını düzenleyen 'Nüfus Planlaması Hakkında Kanun' 1965 yılında çıkarıldı. Eşit değerde iş için kadın ve erkek işçiler arasında ücret eşitliğini sağlayan ILO sözleşmesi 1966 yılında onaylandı. 1983'te 2827 nolu Nüfus Planlaması Hakkında Kanunda yapılan düzenlemelerle, 10 haftaya kadar olan gebeliklerde tıbbi gereklilik olmadığı hallerde isteğe bağlı kürtaja ve gönüllü cerrahi sterilizasyon yöntemlerinin kullanımına izin verilmiştir. Kürtaj/istemli düşük/gebeliği sonlandırma için kadın eğer 18 yaşın üzerindeyse ve evli değilse kendi isteği, evliyse kocasının da onayı, 18 yaşından küçük ise vasisinin de onayı gerekiyor. Ayrıca TCK nun 99.madde ve 6. fıkrasına göre tecavüz sonucu oluşan gebeliklerde 20 haftaya kadar gebeliğin sonlandırılması suç oluşturmuyor, kanun buna onay veriyor. Her nasılsa, Türkiye'de 2000'li yılların başlarında Türkiye'de daha tartışılabilir hale gelen doğum, süt izni yasasının daha yaptırımlısı ise (1 sene doğum izni gibi) Rus kadınlarını ve sosyolog yazarlarına göre daha önce Doğu Bloku ülkelerinde uygulanmış ve acı su-altın kase olarak, kadınların işsiz kalmaları ve seks göçünde asıl nedeni teşkil etmiştir. Türkiye, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ni 1985 yılında imzaladı. Sözleşme bir yıl sonra yürürlüğe girdi. 1985 yılında 'Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda kadın konusu, ilk kez bir sektör olarak yer aldı ve bu konuda politikalar belirlendi. İlk 'Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi', 1989 yılında İstanbul Üniversitesi'nde kuruldu. Bugün üniversiteler bünyesinde kurulan bu merkezlerin sayısı 13'e ulaştı. Tecavüz mağdurunun hayat kadını olması halinde cezanın indirilmesini öngören Türk Ceza Kanunu'nun 438'inci maddesi, TBMM tarafından 1990 yılında yürürlükten kaldırıldı. Yerel yönetimler özellikle şiddete uğrayan kadınlara yönelik hizmet vermeye başlarken, Türkiye'de ilk kadın sığınma evi, Bakırköy Belediyesi tarafından 1990 yılında açıldı. 2005 yılı için kadınların yaşam beklentisi 71.3 yıl olarak hesaplanırken, 2030 yılında ortalama yaşam beklentisinin 76 yıla çıkacağı öngörülüyor. Bu tarihte Türkiye'deki kadın sayısının erkek sayısının önüne geçmesi bekleniyor. 2030 yılında Türkiye'deki kadın sayısının 46 milyon 854 bin, erkek sayısının da 46 milyon 841 bin olacağı tahmin ediliyor. Türkiye'de kadınlar eşlerinin soyadını kullanmak zorundadır. Kendi soyadlarını da isterlerse "kocalarınınki ile birlikte" kullanabilirler. pek çok gelişmiş devletde kadınlar diledikleri soyadını kullanabilirler. 2011 yılında aile mahkemelerinde bazı kadınların sadece kendi soyadlarını kullanabilmek için açtıkları dava sonucunda yapılan incelemede Anayasa Mahkemesi, Türk Medeni Kanunu'nun "evlenen kadının kocasının soyadını alması ya da kocasının soyadının önünde önceki soyadını kullanması"na ilişkin hükmünü anayasaya aykırı bulmadı. İlk dönemde daha çok kadınların eğitim hakkı ile ilgili olarak yapılan düzenlemeler, Avrupa'da yaklaşık aynı yıllarda gerçekleştirilen reformları çok kısa bir zaman aralığıyla izler. Örneğin (meslek ve el işi okulları dışında) kızlar için ilk devlet liseleri Prusya'da 1872'de, Fransa'da 1880'de açılmışken Osmanlı Devletinin ilk kız idadisi (lisesi) de 1880'de açılmıştır. Viyana Üniversitesi ilk kız öğrencisini 1897'de, Sorbonne 1899'da, Alman üniversiteleri 1895 ile 1905 arasında kabul etmiş iken, İstanbul Darülfünun'unda karma öğretim 1914-1921 yılları arasında gerçekleşmiştir. Kadınların özel hukuktaki konumuna ilişkin reformlar Türkiye'de II. Meşrutiyet döneminde gündeme gelmiş, çok eşlilik ilk kez 1917'de çıkarılan bir yasayla Avrupa normları doğrultusunda düzenlenmiştir. Özel hukukta kadın-erkek eşitliği (bazı istisnalarla) 1926 tarihli Medeni Kanun'la gerçekleşmiştir. Kadınların siyasi ve mesleki yaşamda hak iddia etmelerinin örneklerine 1908-1914 yıllarından itibaren rastlanırsa da, bu alanda önemli gelişmeler ancak Cumhuriyet döneminde gerçekleşme fırsatını bulmuştur. Kadınlara oy hakkı veren ilk ülke olan Finlandiya'dan (1906) sonra, 1917'de Rusya, 1918'de İngiltere, Kanada (Quebéc hariç), Azerbaycan, 1919'da Almanya ve Avusturya, 1920'de ABD ve Macaristan, kadınlara oy hakkı tanımıştır. Türkiye'de ise kadınlar, gerçek siyasi seçimlerin henüz yapılmadığı bir dönemde, 1930 ve 1934'te bu hakka kavuşmuştur. 1843: Türk kadınları ilk kez, Tıbbiye Mektebi bünyesinde aldıkları ebelik eğitimi ile sosyal yaşamda yerlerini almaya başladı. 1847: Kız ve erkek çocuklara eşit miras hakkı tanıyan İrade-i Seniye yayımlandı. 1856: Osmanlı topraklarında kadınların köle ve cariye olarak alınıp satılmaları yasaklandı. 1858: yılında yayımlanan 'Arazi Kanunnamesi'nde mirasın kız ve erkekler arasında eşit olarak paylaştırılacağı hükmü yer alırken, kadınlar miras yoluyla mülkiyet hakkını kazandı. Aynı yıl Kız Rüştiyeleri açıldı. 1869: Kadınlar ilk dergilerine 1869 yılında kavuştu. Kadınlar için ilk sürekli yayın olarak nitelenen haftalık 'Terakk-i Muhadderat' dergisi yayımlanmaya başlandı. 1869: Kızların eğitimine ilk kez yasal zorunluluk getiren 'Maarif-i Umumiye Nizamnamesi' ise 1869 yılında yayımlandı. Bundan bir yıl sonra da kız öğretmen okulu 'Dar-ül Muallimat' açıldı. 1871: Evlilik sözleşmesinin resmi memur önünde yapılması, evlenme yaşının erkeklerde 18, kadınlarda 17 olması ve zorla evlendirmelerin geçersiz sayılmasını düzenleyen Hukuk-ı Aile Kararnamesi 1871'de çıkarıldı. 1876: 1876'da ise ilk anayasa olan Kanun-i Esasi ile kız ve erkekler için ilköğretim zorunlu hale getirildi. 1897: Giderek sosyal yaşamda daha çok yer almaya başlayan kadınlar, iş hayatına ilk olarak 1897 yılında 'ücretli işçi' olarak atıldı. Kadınların devlet memuru olmak içinse bu tarihten itibaren 16 yıl beklemeleri gerekti. 1913: Kadınlar ilk kez 1913 yılında devlet memuru olarak çalışmaya başladı. Bunun ardından bir yıl sonra kadınlar, tüccar ve esnaf olarak da iş hayatına girişti. 1914: Kızlar için ilk yüksek öğretim kurumu, 1914 yılında 'İnas Darülfünunu' adı altında açıldı. 1922: Kadınlar bilim dünyasıyla ilk kez 1922 yılında tanıştı. Bu tarihte yedi kız öğrenci, Tıp Fakültesi'ne kayıt yaptırarak eğitime başladı. 1924: Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğrenim Birliği) çıkarıldı Böylece eğitim laikleştirilerek tüm eğitim kurumları Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlandı Kız ve erkekler eşit haklarla eğitim görmeye başladı. 1926: Türk Medeni Kanunu'nu ile erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemeler kaldırıldı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanındı. 1930: Kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı. 1930: Doğum izni düzenlendi. 1933: Kız çocuklarına mesleki eğitim vermek amacıyla Kız Teknik Öğretim Müdürlüğü kuruldu. 1933: Köy Kanunu'nda değişiklik yapılarak kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakları verildi. 1934: Anayasa değişikliği ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. 1936: İş Kanunu yürürlüğe gir
di. Kadınların çalışma hayatına düzenleme getirildi. 1937: Kadınların yeraltında ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmasını yasaklayan 1935 tarihli 45 sayılı ILO sözleşmesi kabul edildi. 1945: Analık sigortası (doğum yardımı) 4772 sayılı yasa ile düzenlendi. 1949: Yaşlılık sigortasının kadın ve erkekler için eşit esaslara göre düzenlenmesi 5417 sayılı yasa ile sağlandı. 1952: Sağlık Bakanlığı bünyesinde ana çocuk sağlığı hizmetleri verilmeye başladı. 1965: Gebeliği önleyici araçların satış ve dağıtımının serbest bırakılmasını ve tıbbi zorunluluk halinde kürtaj hakkı tanınmasını düzenleyen Nüfus Planlaması Hakkında Kanun çıkarıldı. 22 Aralık 1966: Eşit değerde iş için kadın ve erkek işçiler arasında ücret eşitliğini sağlayan 1951 tarihli 100 sayılı ILO sözleşmesi onaylandı. 27 Mayıs 1983: 10 haftaya kadar olan gebeliklerin kürtajla sona erdirilmesi ve gönüllü cerrahi sterilizasyon yöntemlerine izin verilmesi Nüfus Planlaması Hakkında Kanun'da yapılan değişiklikle sağlandı. Kürtaj için evli kadınlara kocadan izin alma koşulu getirildi. 1985: Türkiye, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesini (CEDAW) imzaladı ve sözleşme ertesi yıl yürürlüğe girdi. 1985: 5. Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda kadınlar konusu ilk kez ayrı bir başlık olarak yer aldı ve bu konuda politikalar belirlendi. 1987: Kadınlar konusuna odaklanmış ilk resmi kurum olan Devlet Planlama Teşkilatı Kadına Yönelik Politikalar Danışma Kurulu kuruldu. 1989: İstanbul Üniversitesi'nde ilk Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi kuruldu. Bugün üniversiteler bünyesinde kurulan bu merkezlerin sayısı yurt çapında 13'e ulaştı. 24 Ocak 1989: İçişleri Bakanlığı kaymakamlık sınavlarına kadınların da alınacağını açıkladı. 29 Kasım 1990: Kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan Medeni Kanun'un 159. maddesi Anayasa Mahkemesi'nce iptal edildi. İptal kararı 2 Temmuz 1992 tarih ve 21272 sayılı Resmi Gazete'de yayımlandı. 1990: Mağdurun hayat kadını olması halinde tecavüz cezasının indirilmesini öngören Türk Ceza Kanunu 438. maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yürürlükten kaldırıldı. 14 Nisan 1990: Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı, ilk kadın kütüphanesi ve bilgi merkezini açtı. 1990: Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü bünyesinde, şiddete uğrayan kadınlara ve çocuklara destek hizmeti vermek üzere ilk Kadın Konukevleri açılmaya başlandı. 2000 yılı itibarıyla bu sayı yediye yükselirken kapasiteleri 170'e ulaştı. 1990: 422 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Kadının Statüsü ve Sorunları Başkanlığı kuruldu. 25 Ekim 1990 tarihinde kadın sorunları konusunda ulusal çapta bir mekanizma olarak Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü (KSSGM) 3670 sayılı kanunla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na bağlı olarak kuruldu ve 24 Haziran 1991 tarihinde de Başbakanlığa bağlandı. Eylül 1990: Yerel yönetimler kadın konusunda özellikle şiddete uğrayan kadınlara yönelik hizmet vermeye başladı. Türkiye'deki ilk kadın sığınma evi Bakırköy Belediyesi tarafından açıldı. 20 Şubat 1992: Birleşmiş Milletler Uluslararası Kadının İlerlemesi İçin Araştırma ve Eğitim Merkezinin (INSTRAW) toplantısında, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Türkiye'de kadın konusunda irtibat noktası olarak kabul edildi ve BM ile işbirliği içinde program ve projeler uygulanmaya başlandı. 1992: Cinsiyete dayalı veri tabanı oluşturulması amacıyla Devlet İstatistik Enstitüsü'nde Toplumsal Yapı ve Kadın İstatistikleri Şubesi kuruldu. 1993: İstanbul Üniversitesi'nde ilk Kadın Araştırmaları Ana Bilim Dalı açıldı ve yüksek lisans programı vermeye başladı. Bugün Kadın Çalışmaları Ana Bilim Dalı açarak Yüksek Lisans Programı veren üniversite sayısı dörde ulaştı. 1993: Kadın Dayanışma Vakfı, Altındağ Belediyesinin desteğiyle kadın danışma merkezi ve kadın sığınma evini açtı. 1993: Halk Bankası'nca kadınları girişimciliğe özendirmek amacıyla kadınlara özel, düşük faizli kredi uygulaması başlatıldı. 1994: Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü bünyesinde, şiddete uğrayan kadınlara hukuki ve psikolojik danışmanlık, girişimcilik ve el emeğinin değerlendirilmesi konularında hizmet vermek amacıyla Bilgi Başvuru Bankası (3B) kuruldu. 5 Nisan 1994: Dünya Bankası ile kadın konulu projeler yürütülmeye başlandı. Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nde bir Dokümantasyon Merkezi kuruldu. 1994: Türkiye Kahire'de yapılan Birleşmiş Milletler Nüfus ve Kalkınma Konferansına katıldı. Konferans'da kadının statüsü ve sağlık ilişkisini vurgulayan "üreme sağlığı" kavramı üzerinde özellikle duruldu ve kadın sağlığında "bütüncül" bir yaklaşım benimsendi. Bu yaklaşım doğrultusunda Sağlık Bakanlığı koordinatörlüğünde ilgili kesimlerden sağlanan katılımla "Kadın Sağlığı ve Aile Planlaması Ulusal Eylem Planı" hazırlandı. 1998 yılında kamuoyuna sunulan Eylem Planı 6 ana çalışma grubu tarafından oluşturuldu. Kadının Statüsü grubunun koordinasyonunu Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü üstlendi. 1995: Kurulduğundan bu yana, açtığı kadın danışma merkezi ile şiddete uğrayan kadınlara danışmanlık hizmeti veren Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, ilk kadın sığınağını açtı. Kasım 1995: Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı tarafından bölgedeki kadınların durumunun iyileştirilmesi ve kalkınma sürecine entegre edilmesi amacıyla planlanan Çok Amaçlı Toplum Merkezlerinin (ÇATOM) ilki Urfa'da açıldı. 2000 yılı itibarıyla bölgedeki sayısı 21'e ulaştı. 29 Haziran 1996: Anayasa Mahkemesi Türk Ceza Kanunu'nun erkeğin zinasını suç olarak düzenleyen 441. maddesini anayasanın eşitlik ilkesine aykırılığı gerekçesiyle iptal etti. 27 Aralık 1996 tarih ve 228600 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan kararda verilen bir yıllık süre içinde yasal düzenleme yapılmaması nedeniyle erkeğin zinası 27.12.1997 tarihinden itibaren suç olmaktan çıktı. 1996: Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bünyesinde "Kırsal Kalkınmada Kadın Daire Başkanlığı" kuruldu. 1997: Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü koordinasyonunda 13 il valiliği bünyesinde "Kadının Statüsü Birimleri" kuruldu. 22 Mayıs 1997: Kadının evlendikten sonra kocasının soyadını almakla birlikte, kendi soyadını da kullanabilmesi Medeni Kanun'un 153. maddesinde yapılan değişiklikle sağlandı. 19 Kasım 1997: Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nün önerisi üzerine İçişleri Bakanlığı'nca nüfus cüzdanlarında medeni hal kısmında "evli/ bekar/ dul/ boşanmış" gibi ifadelerin yerine sadece "evli" veya "bekar" ifadelerinin kullanılmasını düzenleyen genelge yayımlandı. 13 Kasım 1997: Türkiye Cumhuriyeti, amacı uzman bakanların çalışma alanları ile ilgili konularda Avrupa Konseyi faaliyetlerine etkin bir şekilde katılmalarını teşvik etmek olan Kadın-Erkek Eşitliğinden Sorumlu Avrupa Bakanlar Konferansı'nın dördüncüsüne ev sahipliği yaptı. 23 Haziran 1998: Anayasa Mahkemesi kadının zinasını suç olarak düzenleyen Türk Ceza Kanunu'nun 440. maddesini anayasanın eşitlik ilkesine aykırılığı gerekçesiyle iptal etti. Gerekçeli karar 13 Mart 1999 tarih ve 23638 sayılı Resmi Gazete'de yayımlandı. 17 Şubat 1998: Yeni Türk Medeni Kanunu Tasarısı Adalet Bakanlığı ve Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü'nün ortaklaşa yaptığı bir toplantı ile kamuoyunun bilgisine sunuldu. 21 Ekim 1998: Adalet Bakanlığı, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, ve kadın kuruluşlarının oluşturduğu gündem sonucunda bekaret kontrolünün, ancak takibi şikayete bağlı suçlarda, mağdurun rızası alınarak, ırza geçme gibi re'sen takip edilen suçlarda ancak hakim kararı ile gecikmesinde sakınca bulunan hallerde ise Cumhuriyet savcısının yazılı izni ile yapılabileceğini düzenleyen bir genelge yayınladı. 1998: İçişleri Bakanlığı'nca nüfus cüzdanlarında yapılan düzenlemeye paralel olarak Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü'nce verilen dul ve yetim tanıtım kartlarındaki "Emekliye Yakınlığı" bölümünde yer alan "dul kadın vb." ifadelerin yerine sadece "eşi, kızı, oğlu, annesi, babası" gibi ifadelerin kullanılması sağlandı. 17 Ocak 1998: Aile içi şiddete uğrayan kişilerin korunması için gerekli tedbirlerin alınmasını düzenleyen 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlüğe girdi. 1998: Gelir Vergisi Kanunu'nda yapılan bir değişiklikle aile reisinin beyanname vermesi esası kaldırılarak kadınların kocalarından ayrı olarak beyanname vermesi sağlandı. 1998: Kadınlara yönelik danışma merkezleri çalışmaları başta Ankara ve İstanbul olmak üzere Barolar tarafından da başlatıldı. Barolar bünyesindeki Kadın Hakları/Hukuku Komisyonları arasında koordinasyonu sağlamak amacıyla "Türkiye Barolar Birliği Kadın Hakları Komisyonları Ağı (TÜBAKKOM)" kuruldu. Giderek artan komisyonların sayısı 2001 yılı itibarıyla kırk civarına vardı. Eylül 1999: Türkiye, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığı Önleme Sözleşmesi'ni onaylarken koyduğu aile hukukunu ilgilendiren 15 ve 16. maddelerine ilişkin çekinceleri kaldırdı. 1999: Kadın erkek eşitliği açısından önemli değişiklikler içeren Medeni Kanun Tasarısı hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunuldu. 8 Eylül 2000: Ek İhtiyari Protokol Türkiye tarafından imzalandı. Onay aşaması için Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine alındı. Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesinin daha etkin bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan Ek İhtiyari Protokol ile Sözleşmenin taraf devletler tarafından ihlali durumunda kişilere ve kişilerden oluşan gruplara başvuru hakkı tanınmakta ayrıca uygulamaları denetlemek üzere Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi (CEDAW) Komitesine yapılacak şikayetleri kabul etme ve inceleme yetkisi tanınmaktadır. 24 Kasım 2000: Türkiye'de giderek artmakta olan töre cinayetlerine karşı kamuoyu oluşturmak üzere "25 Kasım Kadınlara Karşı Şiddete Hayır Günü" nedeniyle Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve Şanlıurfa Valiliği işbirliği ile "Kadına Yönelik Şiddet" konulu bir panel düzenlendi. Panel resmi düzeyde töre cinayetlerine karşı duruşun zeminini oluşturdu. 17 Şubat
2001: Türk Medeni Kanunu'nun yıldönümü nedeniyle TBMM Adalet Komisyonunda görüşülmekte olan Medeni Kanun Tasarısının eşitlikçi özünün korunarak yasalaşması için Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü ve kadın kuruluşları tarafından kamuoyu oluşturma faaliyetlerinde bulunuldu. Kadın dernekleri ve diğer sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla "Medeni Yasa Tasarısı İçin Hep Birlikte" yürüyüşü gerçekleştirildi. 21 Haziran 2001: TBMM Adalet Komisyonunca kabul edilen Türk Medeni Kanunu Tasarısı Genel Kurula sevk edildi. 22 Kasım 2001: Yeni Türk Medeni Kanununun TBMM tarafından kabul edildi. 1 Ocak 2002: Yeni Türk Medeni Kanununun yürürlüğe girdi. 30 Temmuz 2002: CEDAW Ek İhtiyari Protokolünün onaylanması 7 Ocak 2008: Avrupa Konseyi bünyesinde oluşturulan Kadınlara Yönelik Şiddetle Mücadele Gücü tarafından yürütülecek "Aile İçi Şiddet Dahil, Kadınlara Yönelik Şiddetle Mücadele Kampanyası" çerçevesinde Avrupa Konseyi'nce nakdi hibe verilmesine ilişkin anlaşmanın yürülüğe girmesine dair karar 26749 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Mike Tyson Michael Gerard Tyson Müslüman olduktan sonraki adı Malik Abdul Aziz (d. 30 Haziran 1966, Brooklyn, New York, ABD) Boks tarihinde tüm zamanların en asi oyuncusu olarak tanınmaktadır. Lakabı "Demir Mike"tır. 1,80 cm boyunda ve 98–100 kg ağırlığındaki boksör Mart 1985'te yaptığı ilk profesyonel maçında rakibini 1. rauntta 8. saniyede nakavtla yendi. 20 yaşında dünyanın en büyük boksörleri arasında adı geçmeye başladı ve kısa süre sonra Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonluğu unvanını kazandı (1986). Aynı zamanda en genç ağır siklet boks şampiyonu oldu. Rakibi olan Trevor Berbick'i 2. rauntta nakavt etmiştir. Mike Tyson 1988 yılında bir başka dev Larry Holmes'u da nakavt etmiştir. Çenesi oldukça sağlam, ve hiç nakavt olmamış olan Larry Holmes, Mike Tyson karşısında 4 raunt dayanabildi. Yine 1988 yılında bir başka çenesi sağlam ve hiç yenilmemiş, nakavt olmamış Michael Spinks'se karşı da galibiyet kazanmıştır. Mike, 1. rauntta nakavt etmiştir. 1990'a kadar yaptığı 37 maçın tamamını kazanan Tyson, ilk mağlubiyeti 1990 yılında Buster Douglas ile yaptığı karşılaşmada aldı ve WBC, WBA, IBF kemerlerini kaybetti. Aynı yıl, ABD Güzellik Kraliçesi'ne tecavüz olayı, Mike Tyson'ın skandallar zincirinin ilk ve en önemli halkasıydı. Bu suçlamadan 3 yıl hapis ile cezalandırılmıştır. Bu suçtan girdiği hapishanede Müslüman oldu ve "Malik Abdülaziz" ismini aldı. Cezası biter bitmez bir barda çıkardığı kavga yüzünden kendisini tekrar mahkemede buldu. Yumrukları kadar, yasa dışı olaylarıyla da anıldı. Dünya Boks Konseyi (WBC) ve Dünya Boks Birliği'nin (WBA) Ağır Siklet Şampiyonluğu unvanlarını elde etti. 1996'da Holyfield'a yenilerek WBA unvanını kaptırdı. 1997'de Evander Holyfield ile yaptığı unvan maçının üçüncü raundunda rakibinin kulağını kopardığı gerekçesiyle diskalifiye edildi. İki yıl men cezası alan Tyson'ın Ohio eyaletinde ömür boyu boks yapması yasaklandı. Tyson, 1999 yılında tekrar ringlere döndü. 8 Haziran 2002'de Memphis'te, Lennox Lewis ile Mike Tyson arasında yapılan Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonası karşılaşmasında kazanan taraf Lennox Lewis oldu. Lennox Lewis, karşılaşmada pek varlık gösteremeyen Tyson'ı sekizinci rauntta yenerek Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonu unvanını korudu. 31 Temmuz 2004'te Tyson bir "geri dönüş" maçına, Louisville, Kentucky'de İngiliz Danny Williams ile karşılaşmaya gitti. Tyson ilk iki raundu kazandı. Üçüncü raundun başlarında Williams, hileli hareketler yapmaya başladı ve ceza puanları yedi. Dördüncü rauntta sürpriz bir şekilde Williams, Tyson'ı nakavt etti. Maç sonrasında Tyson'ın tek bacakla dövüştüğü, diğer bacağının bağlarında bir kopma olduğu açıklandı. Bu Tyson'ın kariyerindeki beşinci yenilgisiydi. Maçtan 4 gün sonra bacağından ameliyat oldu. Menajeri Shelly Finkel, Tyson'ın bacağındaki sorunu yüzünden hasara yol açacak sağ kroşelerini atamadığını belirtti. 11 Haziran 2005'te, boks dünyasını şok ederek, kariyerinde ilk defa, İrlandalı Kevin McBride ile yaptığı karşılaşmanın yedinci raundunda, ringden çekildi. Yaptığı son dört maçın üçünü kaybeden Tyson, boksu maça çıkmadan önce bırakma kararını verdiğini söyledi. Tyson, "Artık tükendim. Kalbimde boks yapma isteği ve cesareti kalmadı" dedi. Mike Tyson, ağır siklet için kısa bir boya sahip olmasına rağmen saldırgan dövüşüyle boksu seven sevmeyen birçok insanın ilgisini ve beğenisini çekmiştir. Tandır Tandır, ısınmak için kullanılan bir çeşit mangal. Yere çukur kazılarak yapılan özel bir fırına da tandır denir. Eskiden kış soğuk geçen yerlerde alçak dört köşe bir masanın altına bir mangal konur ve bunun üzeri, tamamen örtecek, ateşten zarar görmeyecek şekilde pamuklu bir örtüyle kapatılırdı. Isınmak istiyenler bu örtüyü dizleri üzerine çekerler, ayaklarını mangalın etrafına koyarlardı. Sobaların olmadığı, mangalla ısıtmanın sağlanamadığı yerlerde bu usul çok kullanılırdı. Bazı yerlerde altı ayaklı, altı köşeli veya yuvarlak ağaç masa altına kendine mahsus bir mangala ateş konmak suretiyle de tandır yapılırdı. Bunun üzerine çapraz yorganlar daha üstüne halılar örtülürdü. Ayaklar masaya doğru uzatılarak ısınılırdı. Bu ısınma esnasında güzel fıkralar ve masallar anlatılırdı. Böyle tandır başında anlatılan masal, hikâye vs.lere "tandırname" denirdi. Yere kazılarak yapılan tandırların derinliği daha ziyade 130–150 cm olur. Çaplarıysa 50–65 cm arasında değişir. Sıkı çamur, saman ve keçi tüyü ile hazırlanan karışımla yapılan tandırlar, güneşte kurutulur. Daha sonra yere kazılan çukura yerleştirilir. Tandırda mangal kömürü, odun gibi yakacaklar kullanılır. Genellikle burada kuzu kızartılır. Tandırda kuzu etini pişirmek için önce et temizlenir. Bir çengele asılarak üzeri iyice kapatılıp, tandır içinde pişmeye bırakılır. Buna tandır kebabı adı verilir. Gerald Ford Gerald Rudolph Ford, Jr. (14 Temmuz 1913 – 26 Aralık 2006), Amerika Birleşik Devletleri'nin 38. başkanıdır. 1974-1977 yılları arasında başkanlık yapmıştır. Başkanlığa hiçbir seçimden geçmeden olağan dışı koşullar altında gelmiştir. 14 Temmuz 1913 tarihinde Nebraska eyaletinin Omaha kentinde dünyaya geldi. Doğduğunda ona Leslie Lynch King, Jr. adı verildi. 2 yaşındayken annesi, Gerald Rudolff Ford ile evlendi ve adı değiştirilerek üvey babasının adını aldı. Gerald Ford, Michigan eyaletinin Grand Rapids kentinde 3 üvey erkek kardeşiyle birlikte büyüdü. Babasının üvey olduğunu ancak 15 yaşına geldiğinde öğrendi. Ford, Michigan Üniversitesi'ni bitirdikten sonra Yale Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. II. Dünya Savaşı başladığında ABD'nin savaşa katılmasına karşı olan Ford Pearl Harbor saldırısından sonra fikrini değiştirdi ve ABD Deniz Kuvvetleri saflarında savaşa katıldı. Büyük Okyanus bölgesindeki muharebelerde gösterdiği yararlılıklardan dolayı 9 yıldızlı "Asya Pasifik Görev Madalyası" 'nı kazandı. Savaştan sonra 15 Ekim 1948'de Betty Ford'la yaşamını birleştirdi. Savaştan sonra 1949 yılında Michigan eyaletinden Temsilciler Meclisine seçildi. Muhalefet partisi liderliğine kadar yükseldi. 1973 yılında Başkan Yardımcısı Spiro Agnew'un istifa etmesi üzerine Başkan Richard Nixon tarafından tayin yoluyla Başkan Yardımcılığına getirildi. 1974 yılında Watergate skandalı sonucu Nixon da istifa etmek zorunda kalınca başkanlığa yükseldi. Başkanlığa getirildikten sonra istifa eden Nixon'a başkanlık nezdinde af uygulamasında bulundu. Bu affın sonucunda Nixon'un suçlanmış olduğu yolsuzluklardan yargılanması mümkün olmadı. Gerald Ford bu kararı yüzünden çok eleştiri aldı. Başkanlığı sırasında enflasyon oranı % 7'ye yükseldi. Kızıl Khmerler Kamboçya'da yönetimi ele geçirdiler. Amerika Birleşik Devletleri Vietnam'dan askerlerini geri çekti. 1976 yılında Gerald Ford Cumhuriyetçi Parti'nin adayı olarak başkanlık seçimlerine katıldı. Fakat Demokratik Parti'nin adayı Jimmy Carter'a yenilerek 1977 yılında siyasetten çekildi. Jimmy Carter'la televizyonda yaptığı bir tartışma programı sırasında Doğu Avrupa'nın Sovyet hakimiyetinde olmadığını söyleyerek siyasi bir gaf yapması politik yaşamının sonunu getirdi. Başkanlıktan ayrıldıktan sonra 30 yıla yakın bir süre yaşadı. Diğer emekli ABD başkanlarının geleneğine uyarak Grand Rapids'de bir "Başkanlık Kütüphanesi" inşa ettirerek 1981 yılında açılışını yaptı. Kendisinden sonra gelen Başkan Jimmy Carter'la yakın bir arkadaşlık kurdu. Ford'un ölümüne kadar Jimmy Carter ve eşi Ford'u düzenli olarak evinde ziyaret etmeye devam ettiler. 90 yaşına yaklaştığı yıllardan itibaren sağlığı bozuldu. 2006 yılında anjioplasti operasyonu geçirdi ve kalbine pil takıldı. 12 Kasım 2006 tarihinde ABD tarihinde en uzun süre yaşayan eski başkan sıfatını kazandı. 26 Aralık 2006 tarihinde hayatını kaybetti. Öldüğünde 93 yaşındaydı. Ölümünden sonra açılmasını vasiyet ettiği mektubunda George W. Bush'un Irak politikasını eleştirmiştir, Irak'ta savaşın yanlış olduğunu belirtmiştir. Kadıköy, Seydikemer Kadıköy, Muğla ilinin Seydikemer ilçesine bağlı bir mahalledir. 2012 yılına kadar Fethiye ilçesine bağlı bir beldeyken, 2012 yılında Muğla'nın büyükşehir olmasıyla Seydikemer ilçesine bağlı bir mahalle statüsünü almıştır. Fethiye merkeze 40 km uzaklıkta bulunan Saklıkent ve Tlos bölgeleri arasıda bulunan mahalle. Sürekli gelişmekte ve yenilenmekte olan bir mahalledir. Maranello Maranello (Modena lehcesi:"Maranèl") kuzey İtalya'nın Emilia-Romagna bölgesinde Modena ili'nde Modena şehri yakınlarında bulunan bir komündür. Maranello beldesi Modena'dan 18 km uzaklıkta bulunmakta; beldenin yüzölçümü 32,71 km² olup nüfusu (31.7.2010 tahminlerine göre) 16.890'dır. Ferrari'nin fabrikasının burada bulunması ile tanınır. Ferrari'nin ünlü oto modelleri olan Ferrari Maranello 550 ve 575 modeli de ismini bu kasabadan alır. "Scuderia Ferrari" Formula 1 otomobil yarışma takının merkezi buradadır. Ferrari firması tarafından satın alınmadan önce müstakil oto kaporta firması olan "Carrozzeria Scaglietti" firmasının da bu beldede idare merkezi bulunmaktaydı. Beldede Alfa Romeo firmasının Ferrari şir
ketine karşı uyguladığı boykot dolayısıyla Ferrari firmasının kurduğu otomotif üretim makinaları imalatçı firması olan "Auto Avio Costruzioni"'dedir. Ferrari S.p.A. firmasının kurucusu olan Enzo Ferrari anısına yapılan yıllık "İtalyan Maraton Koşusu" da her yıl Maranello'dan başlayıp Carpi'de bitmektedir. Castelvetro di Modena, Fiorano Modenese, Formigine, Marano sul Panaro, Serramazzoni Standart ML Standart ML (SML), çok amaçlı işlevsel programlama dilidir. Çoğunlukla derleyici/yorumlayıcı yazımı ve teorem ispatlama konularında tercih edilir. ML ailesinin diğer fertleri gibi tür çıkarımı yeteneği ile ünlüdür. Ayrıca çok gelişmiş bir modül sistemine sahiptir. print "Merhaba Dünya\n" fun fak 0 = 1 Yukarıdaki örnekte derleyici 0 ve 1'in tam sayı olmasından yola çıkarak, "fak" işlevinin tam sayılardan tam sayılara tanımlı olduğunu algılar. Doku tanımı, "fak" işlevinin parametresi 0 ise farklı bir kod, değilse farklı bir kod çalıştırmasıdır. fun esle ([], _) = [] Doku tanımının daha gelişmiş örneği olan bu kodda tanımlanan "esle" işlevi, parametre olarak bir liste ve bir işlev alıp, listenin her elemanı için "islev"i çağırır ve sonuçları gene bir liste olarak döndürür. datatype dogal = SIFIR | SONRAKI of dogal Bu örnekte dilin kendi tam sayı veri türünden ve toplama (+) işlecinden bağımsız olarak doğal sayılar veri türü ("dogal") ve iki dogal'ı toplayan "topla" işlevi tanımlanmıştır. Matematiksel sistemleri tanımlama konusundaki rahatlığı teorem ispatlamada kullanılmasının temel sebeplerindendir. (* burası yorum Mihrali Bey Karapapak–Terekeme Türklerinden olan Mihrali, Tiflis vilayetinin Borçalı sancağına bağlı Darvaz köyünde doğup büyümüştür. Babası Abdullah, dedesiyse Memili'dir. Sünni terekeme bir aileden olan Abdullah, Acem bir kız ile evlenir. Ondan Mehmet Ali, ikinci hanımından ise İsa Bey, Mihrali Bey ve Ali Bey doğmuştur. İki de kızı vardır. Huri ve Kezban.) Mihrali Bir Karapapak Türkü olması dolayısıyla yetiştiği bölgenin özelliklerine göre, ata binme ve sair erkekte bulunması gereken özellikleri tam olarak şahsında taşımaktadır. Gününün gereği savaşçı olarak yetişmiştir. Ata binmeyi küçük yaşlarında öğrenmiştir. Mahallesindeki, bölgesindeki insanlar onun ata biniş şeklini hayran hayran seyrederler. Kısa boylu, kara yağız, yüzünde şeytan tüyü var denilen cinsten ve herkesin görmek ve konuşmak istediği bir gençtir. Etine dolgun, kara yağız ve sevimli biridir. Genç yaşlardaki gözü pekliği, "gözünü pıtıraktan esirgemez!" diye tâbir edilen özelliklere sahiptir. Cesareti, mertliği ve çevikliği dillerde söylenir olmuştur. 17 yaşında babasını kaybeder. Ruslar, babasının cenazesinin Müslüman mezarlığına gömülmesine izin vermez. Rivayete göre gece rüyasında babasını görür ve babası "Sen nasıl karapapak yiğidisin, beni bu mezarlığa nasıl gömdürdün, eğer beni bu Moskof’un arasından almazsan sana hakkımı haram ederim" der. Bunun üzerine silahlarını kuşanan Mihrali, evden çıkarak doğruca mezarlığa gider. Mezarlık Rus askerleri tarafından korunmakta olduğundan sessizce babasının mezarına kadar giden Mihrali, mezarı kazar ve babasının cesedini mezardan çıkararak omuzun alır ve tam dışarı çıkmak üzere iken askerlere yakalanır. Mihrali cesedi yere koyup ellerini havaya kadıracağı anda ani bir hareketle nöbetçilerin üzerine saldırır ve ikisini de oracıkta öldürür. Tekrar babasının cesedini omuzlayarak doğruca Müslüman mezarlığına götürür ve okuduğu dualarla tek başına gömer. Artık Mihrali için kaçak dönemi başlamıştır. Ertesi gün olayın duyulması ile Tiflis valisi köyü ablukaya aldırır. Ancak Mihrali dağa çıktığından yakalanmaz. Korkunç bir takip başlamıştır. Mihrali’yi aramak bahanesiyle Azeri köylerine baskınlar düzenleyen Rus askerleri, yerli ahaliye zulmetmekte onun yerini öğrenebilmek için insanlara işkence etmektedirler. Hele olayın Çar Aleksandr tarafından duyulması, baskı ve zulmün daha da artmasına ve başkaca insanlarında dağa çıkmalarına sebep olmuştu. Bu arada içerideki hainlerden Keçeli köyünde Hacı Veli, Mihrali’nin İran’da bulunduğunu ihbar eder. Çar, İran Şahına bir name yazarak Mihrali’nin yakalanmasını talep eder. Bu defa İran zaptiyeleri tarafından sıkıştırılan Mihrali, tekrar Rus tarafına geçer. Olayların sürekli bu şekilde gelişmesi ve Mihrali ve onunla birlikte hareket eden adamlarının yakalanmasındaki zorluğu gören Çar, bu ekibin içinden birkaç kişiyi affederek muhbir olarak kullanmak ister. Bu tuzağa düşenlerden Mansur ve Tavşankuloğlu Hüseyin gizlice valiye gider, teslim olurlar. Serbest bırakılan bu hainler, Mihrali’nin baba evini basar, ağabeyi Mehmet Ali’yi öldürürler. Olaylar bu şekilde devam edip giderken Mihrali her sıkıştırıldığında birkaç Rus askerini daha öldürüyor ve kaçışını devam ettiriyordu. Artık yüzlerce asker Mihrali’nin peşindeydi. Osmanlı Rus sınırına yakın bir bölgede meydana gelen şiddetli bir çatışma sonrasında Mihrali yaralı olarak Osmanlı topraklarına geçer ancak bir ihbar sonucu yakalanarak Kars hapishanesine atılır. Uyandığında elleri ve ayakları prangaya vurulmuş vaziyette bulur kendisini. Yarası kapanmamış, yapılmak istenen tedaviyi "zehirlerler" korkusu ile kabul etmiyor, durumu her geçen gün daha kötüye gidiyordu. Mahkûm arkadaşlarının getirttiği otlarla tedavi olmaya çalışır. Bu arada mahkûmlardan birisinin karısı vasıtasıyla içeriye eğe, çekiç ve benzeri malzemeler getirirler. Mahkûmları organize eden Mihrali onların bir tünel kazmalarını ister. Epey bir uğraş sonucu tünelin sonuna gelmişlerdi. Ama ne yazıkki tünelin çıkış noktası tam nöbetçi askerlerin bulunduğu nokta idi. Son taşı kaldırmadılar ve bir gün hapishanede isyan çıkartıldı. Gardiyanlarla mahkûmlar arasındaki arbade devam ederken prangalardan kurtulan Mihrali tünelden geçerek son taşı kaldırdığında nöbetçi tarafından fark edilir ve askerim müdahalesi sonunda bacağından yaralanır. Kaptığı süngü ile askeri öldürür, sürünerek karşıdaki ahıra gider otların arasında saklanır. Hapishanede isyan bastırılmış ve yapılan sayım sonrasında Mihrali’nin kaçtığı anlaşılmıştı. Her tarafa atlılar salınarak aramalara başlanıldı. Ancak hapishanenin hemen yakınındaki ahırda saklanan Mihrali bulunamadı. Gece ahırdan aldığı bir atla dışarı çıkan ve oracıktan uzaklaşan Mihrali Maraşlı köyüne gelir. Bu köyde Musa çavuşun evinde bir ay müddetle kalan Mihrali tüm yaraları iyileştikten sonra kendisine verilen bir at, silah ve erzakla buradan ayrılır. Bu sırada 93 Harbi yani 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı başlamıştı. Mihrali yanına topladığı 120 kadar adamı ile Ruslara yapmadığını bırakmaz Ruslar bu belalı Karapapak’la baş edemeyeceklerini anlayınca onu orduya hizmet şartı ile affederler. Mihrali Kars kumandanı Hüseyin Hami Paşa’ya bir mektup yazarak Ruslara karşı Osmanlı’nın yanında yer almak istediğini ve kendisinin affedilerek Osmanlı topraklarına geçişine izin verilmesini ister. Bu teklif kabul edilir ve Mihrali kuvvetleri ile Çıldır’a gelir. Kendisine Binbaşı rütbesi verilen Mihrali Artık Osmanlı’nın bir kumandanı idi ve adamları ile birlikte doğrudan savaşın içerisine girmişti. Ağustos ayında iyice kızışan savaşta Mihrali ve kuvvetleri Göle bölgesinde kendisinden sayı ve cephane yönünden çok güçlü olan düşmanla karşı karşıya gelir. Amansız bir mücadele başlamıştı. Güçlü düşman karşısında başarılı olmaya azmetmiş olan bu kahramanlar bir taraftan geri çekilme taktiği ile düşmanı üzerine çekerken diğer taraftan yan kuvvetler ile işin farkında olmayan Rus askerlerini çembere alıyordu. Sonuçta çember kapatıldı ve düşmanın büyük bir bölümü imha edildi. Bu savaşta atı vurulan Mihrali elde ettiği ganimetlerle Kars Kalesine döndüğünde buranında muhasara altında olduğunu görünce arkadan düşman güçlerine karşı saldırı emri vererek kuşatma altındaki kalenin kurtulmasını ve ganimetlerin günlerdir aç ve susuz olan kaledeki askerlere ulaştırılmasını sağladı. 93 Harbi Osmanlı’yı güçsüz ve sıkıntılı bir döneminde yakalamıştı. Her türlü araç gereç ve silahtan yoksun olan komutanlar, top arabalarını çekmek üzere at veya gerekli hayvanları bulamadığı zamanlarda, bu görevi de o kutsal askerlerin yerine getirmelerini istiyor, çamurda, yağmurda ve her türlü zorluklara rağmen, askerlerin tırnaklarını toprağa gömerek bunları yeni mevzilere taşımaları sağlanıyordu. Muhtar Paşa’nın sonsuz güvenini kazanan Mihrali her verilen görevden başarı ile dönüyor , her dönüşünde de düşmana ait mühimmat, hayvan ve çeşitli gıda maddelerini de beraberinde getiriyordu. Yine bir defasında Gümrü Tiflis yolu üzerindeki tüm telgraf tellerini keser, müfrezelerini tepeler, düşmanı çaresiz ve kımıldamaz hale getirir. Bu kahramanın yaptıkları İstanbul’a, II. Abdülhamit’e kadar uzanır ve kendisine Mecidiye Nişanı verilir. Mihrali daha sonra köyü Darvas’a gider, akrabalarını ve diğer Karapapakları toplayarak Osmanlı’ya göç eder. Bundan sonra Erzurum müdafasında yer alan Mihrali bu savaşta ağır yaralanır 12 Aralık 1877 de Ahmet Muhtar Paşa İstanbul’a çağrılır. Bir kızak hazırlattırarak Mihrali’yi de adamları ile birlikte yanına alarak yola çıkarlar. Mihrali ve Sülalesi Sivas’ta kalırken Paşa yoluna devam eder. Mihrali Sıvas’ın Ulaş Bucağına bağlı Acıyurt köyüne yerleşir. Onunla birlikte gelen Karapapaklarda bu civarda 40 kadar köye yerleşirler. Bunların buralara yerleşmesine herhangi bir zorluk çıkarılmaz, çünkü Padişah Mihrali ve ahvadının dilediği yere yerleşmesini serbest bırakmıştır. Mihrali Sivas’ta da boş durmaz, 40. Hamidiye süvari alayını kurar. Mahalli bir ozanın yazdığı şiirde: Mihrali Bey Türküsü Mihr Ali Bey 'de Hamidiye Alayı, Araplar çıkardı türlü belâyı Nedir beyim bu işlerin kolayı Top olmazsa Arap gelmez imana Mihr Ali Bey'im indimola Yemen'e, Çadırını kurdum ola Yemen'e, Kendim ettim, kendim buldum kime ne? Top olmazsa Arap gelmez imana! Kum tipisi çıktı da görünmez otlar, Pelli perişan oldu, küheylan atlar, Yoruldu askerler, atılmaz toplar, Top olmazsa Arap gelmez imana! Oturur masamda yazı yazarım, Çekerim kılıcımı ordu bozarım, Küçük hanım sende kaldı nazarım Acep beyim indimola Yemen'e? Mihrali Bey'i sormayı
n yaslıdır yaslı, Askeri sorarsanız hepsi de Karslı, Babayiğit erlerin hepsi de fesli, Ne diyelim beyler böyle zamana? Göçten 12 sonra Kurt İsmail Paşa Mihrali’nin yanına gelir ve Bağdat’ta ortaya çıkan bir eşkıyanın, Arapları Osmanlı aleyhine kışkırttığını söyler. Mihrali bunun üzerine atlılarını toplar ve Kurt İsmail Paşa ile birlikte Bağdat’a gider. Burada anılan eşkıyayı etkisiz hale getiren ve kendisinden af dileyen bu hainlerin Padişah tarafından bağışlanmasını ister. Bağışlanırlar. Bağdat'ta Vali ve eşkıya, Mihrali'ye iyi cins Arap atları hediye ederler. Mihrali Kurt İsmail Paşayla geri döner. Bu olaydan sonra Mihrali'nin ünü daha çok yayılır. Sivas’ta bir olay sonrası Kangal kaymakamı ile ters düşen Mihrali’yi padişah’a şikayet ederler. Padişah cevabi yazısında "O benim yularsız aslanımdır. Kimsenin ona baskı ve eziyet etmesine izin vermem" diyerek gelen şikayetleri geri çevirir. Fakat Sivas’taki devlet erkanı Mihrali’yi rahat bırakmazlar. Bu arada Yemen İsyanı çıkmıştır. Sivas valisi Mihrali’yi Yemen’e göndermek isterse de padişah tercihi Mihrali’ye bırakır. "Gitmem" demeyi yiğitliğe sığdıramayan Mihrali yollara düşer uzun bir yolculuk sonrasında Yemen’e varır duruma el koyar, ama çöl sıcaklarına fazla dayanamaz hastalanır. Bir müddet hasta yattıktan sonra oracıkta ölür. Adamlarının büyük bölümü şehit olur birkaç kişi ancak Sivas’a geri döner. Tapu kayıtlarından anlaşıldığı gibi büyük arazi-köy sahibi oldu. Kendisine tabi olan Tavşankuluoğlu Hüseyin’e de geniş arazi vermiştir. Kurulan birlikte Hüseyin Binbaşı unvanını almıştır. Mihrali Bey Tavşankuluoğlu Hüseyin’i yanına alıp toprak ve unvan sahibi yaptığı için pişmanlığını Yemen’deki çadırında belirtmiştir. FIDE Fédération Internationale des Échecs veya Dünya Satranç Federasyonu tüm ülkelerin satranç federasyonlarını birbirine bağlayan ve uluslararası satranç turnuvalarının kurallarını belirleyen uluslararası organizasyondur. FIDE, 24 Temmuz 1924'te Paris'te kuruldu. Şu anki başkanı Kirsan İlyumjinov'dur. FIDE'nin 158 tane üyesi vardır. Engin Alkan Engin Alkan (d. 27 Temmuz 1965, Samatya, Fatih), İBB Şehir Tiyatroları oyuncusu, rejisör. 1984–1989 yılları arasında İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bölümü ve İ.Ü. Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nde oyunculuk eğitimi gördü. 1996 yılından başlayarak çeşitli oyunculuk okullarında eğitmenlik ve tiyatro bölüm başkanlıklarını sürdürdü.1985 yılında mensubu olduğu İ.B. Şehir tiyatrolarında halen oyunculuk ve rejisörlük çalışmalarına devam etmektedir. Şirinler çizgi filminde Şirin Baba'yı, Susam Sokağı'nda Edi'yi, Yüzüklerin Efendisi üçlemesinde Samwise Gamgee'yi, Shrek animasyon serisinde Çizmeli Kedi'yi ve League Of Legends oyununda Braum adlı şampiyonu seslendirmistir. June Haimoff June Haimoff, Kaptan June (1922, Essex,İngiltere) Dalyan İztuzu Plajı'nda yumurtalarını bırakan Caretta caretta kaplumbağalarının neslinin korunması için başarılı bir mücadele vermiş İngiliz çevreci. Londra'nın doğusundaki Essex vilayetinde (county), 1922 yılında doğdu. Babası, ünlü bir petrol mühendisi idi. Babasının işi nedeniyle çocukluğu Uganda, İran, Irak'ta geçti. Gençliğinde opera şarkıcısı olmak için müzik, dans ve bale okuluna gitti, daha sonraları yağlıboya resim çalışmalarına başladı. İki evlilik yaptı. Haimoff soyadını taşıyan ikinci eşi ile ABD'de ve İsviçre'de yaşadı. Dünya jet sosyetesinde yer aldı. İkinci eşinden ayrıldıktan sonra satın aldığı bir balıkçı teknesi ile Ege'de seyahat etti ve Yunanistan'da 20 yılını geçirdi. İlk defa Temmuz 1975´te teknesiyle Dalyan sahilindeki Ekincik Koyu'na geldi. Daha sonra tatilini geçirmek için sürekli bu bölgeye geldi. Dalyan'a 1986'daki gelişinde İztuzu Plajı'nda bir barakada ve teknesinde yaşamaya başladı. Bu dönemde, geceleri yumurta bırakmak için kumsala gelen deniz kaplumbağaları Caretta Caretta´larla karşılaştı. Nesli tükenmeye yüz tutmuş bu kaplumbağaları gözleyerek bu sahillere nasıl, ne zaman geldiklerini, yumurtlama, üreme ve Akdeniz'e geri dönüşleri hakkında bütün bilgi edindi. Caretta carettaların yuvalama ve yaşam alanı olan İztuzu Sahili'nde otel yapılmak istendiğini öğrendiğinde bir kampanya başlatarak dünyanın ilgisini bu kumsala çekti ve otel yapma girişiminin durdurulmasını sağladı. Ankara'da dönemin başbakanı Turgut Özal ile görüşen Haimoff, Özel Çevre Koruma Kurumu'nun kurulmasında önemli rol oynadı. Bu mücadelenin ve kazanılan zaferin öyküsünü 2002 yılında İngiltere'de yayınladığı "Captain June and the Dalyan Turtles" kitabında anlattı. Kitap aynı yıl "Kaptan June ve Kaplumbağalar" adı altında Türkçeye çevrildi ve Remzi Kitabevi tarafından yayınlandı. June Haimoff ayrıca 2003 yılında geliri Caretta Carettaların korunması amacıyla kullanılmak üzere tek şarkılık CD yaptı. Dalyan halkının "Kaptan June" olarak hitap ettiği Haimoff, halen Köyceğiz Gölü-Dalyan ve çevresinin doğa bekçiliğini sürdürmekte, bölgedeki doğal dengeleri tehlikeye iten yapılanmaları engellemeye çalışmaktadır. Çalışmalarını Toparlar beldesinin sınırları içinde bulunan günlük ağaçlarının kurtarılması üzerinde yoğunlaştırmıştır. Dalyan Belediyesi tarafından evinin bulunduğu sokağa kendi adı verilmiştir. Haimoff, 2009 yılında Türk vatandaşı oldu. Kurduğu Kaptan June Deniz Kaplumbağalarını Koruma Vakfı ("kısaca "Kaplumbağa Vakfı"") 2011 yılı başında tescillendi. Vakfın Deniz Kaplumbağaları Rehabilitasyon Merkezi (DEKAMER) ile işbirliği içinde faaliyet göstermesi amaçlanmaktadır. Haimoff ayrıca, Birleşik Krallık kraliçesi II. Elizabeth tarafından yılbaşında ve doğum gününde toplam yaklaşık 1350 ismi kapsayacak şekilde yılda iki kez yayınlanan "Britanya Onur Listesi"nin 2011 yılbaşı itibarıyla yer aldı ("British New Year's Honour's List"). Onur rütbelerinin verileceği resmi tören Mayıs ayı içinde Buckingham Sarayı'nda gerçekleştirilecek. Vitir namazı Vitir namazı (Arapça: وتر‎), İslam dininde namaz ibadetinin bir türüdür. Uygulamada yatsı namazlarının arkasından kılınır ve üç rekattır. Diğer namazlardan farklı olarak ayakta iken Kunut duasının okunmasıdır. Yalnız kılınır; ancak Ramazan aylarında cemaat ile kılınabilir. Hanefi mezhebinde vacip, diğer üç mezhebe göre ise sünnettir. 'Vitir' Arapça kökenli bir kelimedir ve 'tek', 'tek başına olan' anlamına gelir. Yatsı namazından sonra kılınan ve sonu 1,3,5,7... gibi tek rekatlı olan bir namazdır. Bu konudaki uygulama Peygamberin gece namazının sonlarının her zaman tek rekatlı olmasına dayanır. Bu konudaki rivayetler kesindir. Kesin olmayan ise bunun rekat sayısıdır. Bu konudaki hadisler şunlardır Fakihler bu hadisleri değerlendirmiş ve farklı sonuçlara varmışlardır. Ebu Hanife vitir namazını vacip olarak kabul etmiştir. Ebu Hanife'nin talebeleri Ebu Yusuf, İmam Muhammed'e ve diğer üç mezhep imamlarına göre ise, vitir namazı sünnet-i müekkededir. Hanefilere göre, vitir namazı üç rekattır ve sonunda selam verilir. Şafiîlere göre vitir namazının en azı bir rekat, en çoğu on bir rekattır. Bir rekattan fazla kılınacaksa, önce iki rekata niyet edilir ve sonunda selam verilir. Sonra vitir namazının bir rekatına niyet edilir ve sonunda selam verilir. Malikilere göre vitir namazı bir rekattır. Ondan önce yatsının farzından sonra kılınan iki rekat sünnet bulunur. Bunların arası selam ile ayrılır. Hanbelilere göre de, vitir namazı bir rekattır. Fakat üç veya daha çok rekat olarak da kılınabilir. http://www.fetva.net Gordon Freeman Gordon Freeman, Valve Software tarafından geliştirilen Half-Life video oyunu dizisinin hayalî baş karakteri. Yayımlanan karakter adil kullanımlerinde Gordon, gözlüklü, atletik yapılı, keçi sakalı olan bir karakter olarak görülmektedir. Ayrıca kızıl birisi olduğunu Blue Shift oyununda görülmektedir. Seattle, Washington doğumlu olan Gordon, oldukça genç bir yaşta kuantum mekaniği ile görelilik alanlarına karşı ilgi göstermiştir. Çocukluk kahramanları arasında Albert Einstein vardır. Fizik konusunda uzman bir bilim adamı olarak çalıştığı Black Mesa'da bir deney için Xen boyuttan alınan kristal taşla bu boyuta gidecek bir kapıyı açacak ve Xen'e giderek araştırma yapacaktır. Lakin deney ters gider ve Xen kapısı dünya için tamamen açılır. Bu boyuttan gelen yaratıklar insanlara saldırır. Gordon bu olaylardan sonra, yüzeye çıkıp dünyaya haber salmayı planlar. Fakat hayatta kalmak için uzaylılarla girdiği amansız mücadele bir yana, Freeman aynı zamanda olayı örtpas etmek ve Black Mesa'yı temizlemek amacıyla giren Amerikalı ordusuna karşı da mücadele edecektir. Tek kişilik bir ordu gibidir. Hatta, askerler onu yakalayıp çöp öğütücü makineye attığında bile yılmamıştır, görevine; yani dünyayı kurtarmaya devam etmiştir. Half-Life'ın sonunda Nihilanth adındaki yaratık ölürken Gordon'a ona eşlik eden G-Man'in insan olmadığını söyler. Bunun üzerine G-Man, Gordon'a bir antlaşma sunar ya ölecektir ya da G-Man onu bir süre uyutacaktır. Bunun üzerine Gordon uyumayı seçer. Uzun zaman sonra gözlerini açar ve G-Man'i karşısında konuşurken bulur. G-Man yokken her şeyin nasıl kötüye gittiğini ve onun her şeyi değiştirme şansı olduğunu söyler. Gordon'ın gözleri kamaşır. Kendine gelince G-Man arkasında onca soru işareti bırakmış gitmiş olduğunu görür. Kendisini acayip bir üniformayla bir trenin içinde bulur. Yanındaki adamlarda aynı şeyleri giymektedir. Trenden çıkınca gaz maskeli bir adamın bir Xen yaratığını temizlikçi olarak çalıştırdığını görür. Çaresizce istasyonda dolaşırken birkaç gaz maskeli adam ondan bir yerde durmasını söyler fotoğrafları çekilir ve başka biri onu götürür. Adamın onu götürdüğü odaya giderken başka birine haksız sorgu yapıldığını görür. Ne olduğu bile bilmeden içeri girer. Onu çağıran adamla yalnız kalınca adam maskesini çıkartır. Bu Black Mesa koruması olan Barney'dir. Gaz maskeliler odayı kontrole gelince Gordon oradan kaçmak zorunda kalır gittiği yerde yollar kapalıdır, bu yüzden balkonlardan atlar ve bir binaya girer. Şansına gaz maskelilerin baskın yaptığı bir yerdir. Oradaki çoğu insan kaçmak yerine Gordon'u çatıya çıkartırlar. Çatıdan kaçarken ateşe tutula
n Gordon bir binanın penceresinden içeri girer içeride onu sıkıştırıp döverler. O sırada bir kız gelip onu kurtarır. Bu Black Mesa'daki Profesör Eli'nin kızıdır. Alyx adındaki kız onu gizli yerlerine götürür. Orada ve oradan sonra öğrendiklerine göre gaz maskeli adamların aslında kombine denen istilacı ırkın adamları olduğu öğrenir. Bu sırada Alyx Vance ve Gordon Freeman'ın Black Mesa East adlı gizli bir tesise ışınlanması gerekmektedir. Önce Alyx Vance Black Mesa East'e başarılı bir şekilde ışınlanır. Sıra Gordon Freeman'a geldiğinde tam ışınlanacakken Profesörün beslediği Lamarr adlı Headcrap ışınlanma makinesine saldırır ve bir aksilikle Gordon bulunduğu odanın dışındaki tren istasyonuna ışınlanır. Gordon için Combinelere karşı savaş ve Black Mesa'ya ulaşma amacıyla devam eder. (Black Mesa East direnişçilerin kurmuş olduğu bir kamptır, Half-Life oyunundaki Black Mesa labratuarı ile karıştırılmamalıdır.) Gordon Freeman Black Mesa East'e doğru giderken birçok engel ile karşılaşır. Malatya Devlet Hastanesi Malatya Devlet Hastanesi, 1939 yılında Malatya'da kurulmuş olan devlet hastanesidir. Malatya Devlet Hastanesi 460 yatak kapasitesi ve 794 personeli ile hizmet vermektedir. Ekmeleddin İhsanoğlu Ekmeleddin Mehmet İhsanoğlu (d. 26 Aralık 1943, Kahire), Türk bilim tarihi profesörü, akademisyen, diplomat, siyasetçi, yazar. 2004 ve 2014 yılları arasında Birleşmiş Milletler'den sonra ikinci büyük uluslararası örgüt olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın genel sekreterliğini sürdürmüştür. Türk kültürü, İslam Dünyası ve Batı Dünyası ilişkileri ve Türk-Arap ilişkileri hakkında değişik dillerde çok sayıda eseri olan İhsanoğlu, Bilim ve eğitim tarihine katkı ve hizmetlerinden dolayı birçok ödülün yanı sıra Devlet Üstün Hizmet Madalyası sahibidir. 16 Haziran 2014'te Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi arasındaki, 2014 cumhurbaşkanlığı seçimleri için aday belirleme görüşmeleri çerçevesinde CHP ve MHP tarafından "çatı aday" olarak gösterilmiştir. Daha sonra da bu partiler tarafından ve bazı meclis dışında kalan partiler tarafından cumhurbaşkanlığına ortak (çatı) aday gösterilmiştir. Haziran 2015 Türkiye genel seçimleri'nde MHP İstanbul milletvekili olmuştur. İngilizce ve Arapçanın yanı sıra orta düzeyde Fransızca ve Farsça bilmektedir. Bazı kaynaklarda ise bu dört dili akıcı olarak konuştuğu belirtilmiştir. Ekmeleddin İhsanoğlu 26 Aralık 1943'te Kahire'de doğmuştur. Babası Yozgatlı müderris İhsan Efendi, annesi Rodoslu bir Türk ailenin kızı olan Seniye Hanım'dır. İhsan Efendi, eğitim için 1924’te geldiği Mısır’a yerleşmiş ve 1951’de Ayn Şems Üniversitesi Şarkiyat Bölümü Türk Dili ve Edebiyatı Kürsüsü’nü kurmuştu. Ekmeleddin İhsanoğlu, Mısır'da Hıdiviye Lisesi'nden mezun olduktan sonra Ayn Şems Üniversitesi Fen Fakültesi'nde yükseköğrenim gördü. Öğrenciliği sırasında Kahire Millî Kütüphanesi'nde Türkçe yazma ve basma kitapların kataloglamasında çalıştı. 1966’da Fen Fakültesi’nden mezun oldu ve El-Ezher Üniversitesi'nde akademik hayata başladı. Yüksek lisansı sırasında El Ezher Üniversitesi'nde asistanlık ve Ayn Şems Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı okutmanlığı yaptı. Bilim tarihi çalışmalarının yanı sıra Hamid, Tevfik Fikret, Mehmet Akif, Yahya Kemal, Necip Fazıl, Nâzım Hikmet gibi şairlerin eserlerini Arapça’ya çevirerek Türk kültürünü Araplar’a tanıtmaya çalıştı; Türk yazarlarından hikâyeler içeren bir antoloji hazırladı (1970). 1970 yılında Türkiye'ye geldi ve Ankara Üniversitesi'nde göreve başladı. 1972'de eczacı Füsun Bilgiç ile evlendi, üç çocuk sahibi oldu. 1974'te Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi'nde doktorasını tamamladıktan sonra, Birleşik Krallık'ta Exeter Üniversitesi'nde doktora-sonrası çalışmalar yaptı. 1980 yılında İslam İşbirliği Örgütü'nün tavsiyesi ile İstanbul’da kurulan İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA)’nin başkanlığına getirildi. Bu görevi 25 yıl sürdürdü. IRCIA bünyesinde Türk ve İslam kültürü konusunda büyük bir ihtisas kütüphanesi ve arşivi kurulmasına öncülük etti. 1984'te İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne girerek profesör oldu. Bu üniversitede Bilim Tarihi Anabilim Dalı’nı kurdu. Üniversite ve IRCICA’daki görevlerinin yanı sıra Türk Bilim Tarihi Kurumu'nun başkanlığı ve İstanbul Üniversitesi Bilim Tarihi Müze ve Dokümantasyon Merkezi müdürlüğü görevlerinde bulundu. İhsanoğlu, 14-16 Haziran 2004’te İstanbul’da düzenlenen İslam Konferansı Örgütü (sonradan İslam İşbirliği Teşkilatı adını almıştır) 31. Dışişleri Bakanları Toplantısında, Genel Sekreterlik için Türkiye’nin adayı olarak gösterildi. Malezya ve Bangladeş ile genel sekreterlik için yarışan İhsanoğlu, 5 Haziran 2004′te Genel Sekreterliğine seçildi. Örgütün seçimle gelen ilk genel sekreteri ve ilk Türk genel sekreteri oldu; görevi 1 Ocak 2005’te devraldı. Görev süresi, 18-20 Haziran 2008 tarihlerinde Kampala’da düzenlenen 35. Dışişleri Bakanları Konseyi’nde 5 yıllık bir süre için uzatıldı. İhsanoğlu, genel sekreterlik görevini Cidde'de düzenlenen törenle 30 Aralık 2013′te Suudi Arabistanlı İyad Medeni’ye devretti. 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan cumhurbaşkanı seçiminde Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi tarafından cumhurbaşkanlığı için çatı adayı olarak açıklanmıştır. Daha sonra da bu partiler tarafından resmen cumhurbaşkanlığına aday gösterilmiştir. Seçim sloganı olarak 'Ekmek İçin Ekmeleddin' sloganını seçmiştir. İhsanoğlu'nun adaylığına bu iki partinin yanı sıra Demokrat Parti, Demokratik Sol Parti ve Bağımsız Türkiye Partisi ortak basın toplantısıyla desteğini açıklamıştır. Ayrıca Büyük Birlik Partisi, Liberal Demokrat Parti, TSİP ve DEV-PARTİ Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ekmeleddin İhsanoğlu'nu desteklediklerini açıklamıştır. Kadın Partisi 21 Temmuz 2014 tarihinde yaptığı ilk parti meclisi toplantısında aldığı kararla ve Doğru Yol Partisi daha önce desteğini çekmiş olduğu halde gene 21 Temmuz 2014 tarihinde aldığı kararla Ekmeleddin İhsanoğlu'na destek vereceklerini açıklamışlardır. Daha sonra alınan kararlarla HAP ve TURK PARTİ de çatı adaya destek vermişlerdir. En son ise 3 Ağustos 2014 tarihinde BAK Parti Ekmeleddin İhsanoğlu'na destek vereceğini açıkladı. Böylece Ekmeleddin İhsanoğlu'na destek veren parti sayısı 14 olmuştur. 3 adayın yarıştığı 10 Ağustos 2014 cumhurbaşkanlığı seçimi sonucunda oyların %38,44'ünü alarak Recep Tayyip Erdoğan'dan sonra en çok oy alan 2. aday olmuştur. 7 Nisan 2015 tarihinde, Haziran 2015 Türkiye genel seçimleri için Milliyetçi Hareket Partisi'den İstanbul 2. bölge 1. sıra milletvekili adayı olmuştur. Seçim sonucu İstanbul 2. bölgeden 3 milletvekili çıkarmayı başaran Milliyetçi Hareket Partisi ile meclise girmeye hak kazanmıştır. 24 Haziran 2015 tarihinde Milliyetçi Hareket Partisi tarafından 30 Haziran 2015'te yapılacak TBMM başkanlık seçimleri için TBMM başkan adayı olarak gösterildi. Seçimde 1. turda 81, 2. turda 80 ve 3. turda 80 oy alarak seçimi kaybetmiştir. 4. tura, 3. turda 3. olduğu için; yani 1. veya 2. olamadığı için katılamamıştır. 2018 yılının Haziran ayında yapılan genel seçimleri için milletvekili adaylığı için başvuru yapmadı. UNESCO ve Harvard Üniversitesi'ndeki görevlerinin yanı sıra millî ve uluslararası birçok bilim kurumunun üyesi olan İhsanoğlu, bilim ve eğitim tarihine katkı ve hizmetlerinden dolayı birçok ödül aldı. Türkiye Devlet Üstün Hizmet Madalyası (2000), Ürdün Birinci Derece İstiklal Madalyası, İKÖ Şeref ve Liyakat Sertifikası ile Mısır Cumhuriyeti Liyakat Nişanı ile ödüllendirildi. 2008’de Uluslararası Bilim Tarihi Akademisi tarafından Koyre Madalyasına layık bulundu. 2009 yılında Mısır Cumhuriyeti Sanat ve Kültür Nişanını, Malezya'da en üst sivil unvan olan "Tansri" unvanını ve 2010 yılında "İslamofobiye karşı verdiği mücadele ve Keşmir konusundaki çabaları" nedeniyle Pakistan'da en yüksek unvan olan Hilal-i Pakistan unvanını aldı. 22 Kasım 2013'te KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu tarafından gerek Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin İİT'deki durumunun yüceltilmesi, gerekse İİT üyeleriyle ilişkilerinin geliştirilmesi konusunda verdiğini hizmetler nedeniyle kendisine "KKTC Devlet Nişanı" verildi. İhsanoğlu, şimdiye kadar bu nişana layık görülen ilk ve tek kişidir. Üyesi olduğu ve 2001-2005 arasında başkanlığını yaptığı Uluslararası Bilim Tarihi ve Felsefesi Kurumu (ICHSTM), 2007 yılı sonunda aldığı bir kararla, dört yılda bir bilim tarihi ve felsefesi alanlarında yapılacak doktora tezleri arasında yapılacak değerlendirme sonucu seçilen bir eseri bir “"Uluslararası İhsanoğlu Altın Madalyası"” adı altında ödüllendirmeye karar vermiştir. Madalya, 2009 yılında Budapeşte’de 23. Uluslararası Bilim Tarihi ve Teknoloji Kongresi sonunda Astronomi Tarihi tezi nedeniyle Dr. Jose Bellver Martinez’e;; 2013 yılında Britanya'nın Manchester kentinde 24. Uluslararası Bilim Tarihi ve Teknoloji Kongresi sonunda düzenlenen törenle İslam bilimi tarihinde astronomi üzerine yaptığı çalışma nedeniyle Marc Oliveras Busquets’a takdim edildi. İslâm Tarih, Sanat ve Kültür Araştırma Merkezi (IRCICA) tarafından 1986'dan bu yana her yıl farklı bir hat üstadının adına düzenlenen Milletlerarası Hat Yarışması'nın dokuzuncusu, hat sanatını canlandırma ve geliştirme yönünde sağladığı kalıcı üstün katkıları nedeniyle Ekmeleddin İhsanoğlu adına düzenlenmiştir. Laozi Lao Zi (Çince 老子, okunuşu "Laotsı"; kimi kaynaklarda adı Lao Tsu, Lao Tse, Laotze veya Laozi olarak da geçer. Lao Çince 'yaşlı', Zi ise 'üstad', 'bilge' anlamına gelir. Taoizmin kurucusu kabul edilen önemli bir Çin filozofudur. Dao De Çing kitabının yazarıdır. Laozi, Çin tarihi belgelerine göre milattan önce 6. yüzyılda Çuu Devletinin Kuu ilinde (Kǔ Xiàn), yani günümüzdeki Henan eyaletinin Lùyì kasabasında doğmuştur. Bir başka görüş ise, Çin'in Yüz Düşünce Okulu ve Savaşan Beylikler Dönemi olan MÖ 4. yüzyılda yaşamış olabileceğini söylerler. Ancak, önemli takipçilerinden Çuang Zi'nin ( 莊子) MÖ 4. yüzyılda yaşadığı düşünülürse bu görüşün temelleri zayıflamaktadır. Bir rivayete göre Çou Hanedanlığının imparatorluk kütüphanesinde
arşivciydi; 80 yaşına geldiğinde insanların doğal güzelliklerin ve doğanın yolundan gitmemesinden yorulmuş ve üzülmüş olarak Çin'i terk etti. Hangu sınır kapısından geçerken muhafız Yin Şi, Laozi'dan gitmeden önce öğretilerini kaleme almasını istedi ve o da Dao Te Çing kitabında görüşlerini derledi. Bazılarına göre ise Laozi Çin'in efsanevi Sarı İmparatoru Huang-di'ydi. Başka bir görüşe göre ise Dao De Çing hepsi de Laozi takma ismini kullanan farklı yazarın kaleme aldığı metinlerden oluşur. Halk geleneklerine dayanan tüm öğretilerde olduğu gibi Dao De Çing kendinden önce zaten var olan görüşlerin Laozi tarafından bir araya getirilmiş, derlenip düzenlenmiştir. Çok daha eskiye dayanan Yi Çing kitabında ya da yine bölgenin göçer halde yaşayan Şaman/Kam geleneğindeki toplumlada da var olan çok benzer bu görüşler, bu bilgilerin Doğu Asya halklarının evren ve yaşam hakkındaki gözlem, gelenek ve görüşlerinin derlenmiş hali olduğunu ileri sürenler de vardır. Laozi'nin ister kendi görüşleri ister derleme görüşleri olsun bunları kaleme alıp bir klasik eser olarak dünya halklarına sunması, halkların kendi tarihi öğretilerinin ne kadar günümüzün kuantum fizik bilimiyle örtüştüğünü görebilme olanağı sağlaması açısından onu hem kendi zamanında hem günümüzde çok önemli bir üstad yapmıştır. Dao De Çing kitabına göre Hiçlikten (Nihilizm'le (Hiççilik) karıştırılır ancak aynı şey değildirler) Dao doğdu; Dao da Yin ve Yang kopuşamaz karşıt kutuplarını doğurdu. Böylece sonsuz ve döngüsel hareket ve değişim de başlamış oldu. Böylece evren veya "Gök ve Yer" diye bilinen her şey oluştu. Çin Tıbbı'nın yanı sıra birçok kadim bilimsel çalışmaya rehberlik etmiş, geliştirip dönüştürmüştür. Ahmet Uğurlu Ahmet Uğurlu (d. 2 Ağustos 1952, Konya)Türk tiyatro ve sinema oyuncusu. Ankara Devlet Konservatuvarı Tiyatro bölümünden mezun olmuştur. Kendisi gibi oyuncu olan Mustafa Uğurlu'nun abisidir. Evanescence Evanescence (ˌɛvəˈnɛsəns), ABD'li rock müzik grubu. 1995 yılında grubun vokalisti Amy Lee ve gitaristi Ben Moody tarafından Little Rock, Arkansas'ta kurulmuştur. Daha önce "Childish Intentions" ve "Stricken" gibi isimlerle de anılan grup en son "Evanescence" adını aldı. İki özel EP ve Bigwig Enterprises'ın yardımlarıyla "Origin" adını taşıyan demo CD'nin kaydedilmesinin ardından, grup 4 Mart 2003'te ilk uzunçalar albümü olan "Fallen"ı Wind-up Records üzerinden satışa sundu. Dünya çapında 15 milyondan fazla kopyası satan bu albüm ve "Daredevil" filminin müziği olarak da kullanılan "Bring Me To Life" şarkısı sayesinde, grup iki Grammy Ödülü kazandı. Daha sonra 25 Mayıs 2004 tarihli Paris konserini 23 Kasım'da "Anywhere But Home" adı altında yayınlayan grup, bu albümü ile 1 milyonluk satışa ulaştı. 3 Ekim 2006'da grup 4 milyondan fazla satan ikinci stüdyo albümü "The Open Door"`u satışa çıkardı. Bu albümün 5 Ocak 2006'da başlayıp 9 Aralık 2007'de sona eren turnesinin ardından grup müziğe ara vermeye karar verdi. Evanescence'ta birkaç eleman değişikliği yaşandı. Bunların ilki, solo olarak Hristiyan müziği üzerine çalışmaya karar veren klavyeci David Hodges oldu. 2003'te grubu bırakmaya karar veren kurucu ve gitarist Moody'nin yerine Cold grubundan Terry Balsamo geldi. 2006'da basçı Will Boyd'un grup ile yollarını ayırmasıyla Tim McCord grupta görev almaya başladı. 2007'de ise gruptan ayrıldıkları beyan edilen davulcu Rocky Gray ve gitarist John LeCompt'ın yerini ""The Open Door"" turnesi boyunca Will Hunt ve Troy McLawhorn doldurdu. Troy McLawhorn turneden sonra gruptan ayrılsa da, Will Hunt grubun bateristi olarak grupta kaldı.Grubun lideri Lee şu anda tek değişmemiş Evanescence üyesidir. Haziran 2009'da Amy Lee Evanescence'ın resmi sitesinde yaptığı açıklamada, grubun yeni bir albüm için hazırlık içerisinde olduğunu bildirdi. Evanescence grubu; vokalist, piyanist ve şarkı yazarı Amy Lee ile eski gitarist ve şarkı yazarı Ben Moody tarafından 1995 yılında kuruldu. Birbirlerini daha önce de tanımakta olan ikili, 1994'te Little Rock'taki bir gençlik kampında; Moody'nin, Lee'yi 1993 yılı hiti "I'd Do Anything for Love (But I Won't Do That)" (Meat Loaf) adlı parçayı piyanoda çalarken duymasıyla tanışmıştı. Lee tarafından yazılan "Solitude" ve "Give Unto Me" ile Moody tarafından yazılan "Understanding" ve "My Immortal" ikili tarafından aranje edildi. Lee ve Moody'nin şarkılarından ikisinin yerel radyolarda çalınması, grubun ülkede tanınmasını ve konser isteklerinin artmasını sağladı. Nitekim grup canlı bir gösteri sergiledi ve böylece yerel çevrenin en popüler gruplarından biri haline geldi. Grubun adı için "Childish Intentions" ve "Stricken" gibi adlar denendikten sonra, "yok olmak" "buhar olup uçmak" anlamına gelen "Evanescence"ta karar kılındı. Lee, sonrasında "gizemli, karanlık ve dinleyicinin aklında kalıcı" olduğundan bu adı sevdiğini söylemiştir. İlk demo CD'leri olan ""Origin""in (2000) yanı sıra grup iki adet EP yayınladı. İlki kendi adlarını taşıyan ""Evanescence EP"", ikincisi ise ""Whisper EP"" adıyla da bilinen ve 50 kopyası basılan ""Sound Asleep EP"" idi. ""Origin"" ve bu iki EP, grubun ilk stüdyo albümü ""Fallen"" daki parçaların bazılarının demo sürümlerini içermektedir. Sonradan bu eski parçaların internetten indirilmesine izin verilmiştir. Evanescence şu an Hard Rock müzik türüyle ilgileniyor. 2003'ün başlarında grubun kadrosu, Amy Lee ve Ben Moody'nin arkadaşları olan John LeCompt, Rocky Gray ve Will Boyd'un katılmasıyla tamamlandı ve grup Evanescence'ın ilk şarkılarını tekrar kaydetti. Bu sırada Wind-up Records ile anlaşma imzalandı ve sıradaki albüm olan ""Fallen"" üzerine çalışılmaya başlandı. Beşli, ""Fallen"" albümünü düzenlemek için uğraşırken video oyun şirketi Nintendo ile "Nintendo Fusion Tour"da çalmak için anlaşma imzaladı. "Fallen" albümü "Billboard İlk 10" listesinde 43 hafta geçirerek, ABD'de 6 platin plak kazandı. 6,6 milyonu ABD'de olmak üzere tüm dünyada 15 milyondan fazla kopyası satıldı. Albüm, 104 hafta boyunca "Billboard İlk 200" listesinde kalarak tarihte "Billboard İlk 50" listesinde en az bir yıl geçiren sekiz albümden biri haline geldi. Evanescence'ın ilk teklisi olan, Paul McCoy (12 Stones)'un konuk vokal olarak yer aldığı "Bring Me To Life"; "Billboard Hot 100" listesinde 5. sıraya, İngiltere listelerinde de 1. sıraya ulaştı ve bir ay (Haziran-Temmuz 2003) boyunca yerini korudu. WWE No Way Out 2003 için de resmi müzik olarak kullanıldı. "My Immortal" teklisi, ABD ve İngiltere listelerinde 7. sıraya ulaştı. Her iki şarkı da ""Daredevil"" filminin müziği olarak kullanıldı. "Bring Me to Life" sayesinde dört dalda aday gösterildikleri 2004 Grammy Ödülleri'nde Evanescence "En İyi Yeni Sanatçı" ve "En İyi Hard Rock Performansı" dallarında ödülü evine götüren grup oldu. Albümden çıkan diğer tekliler olan "Going Under" (5. ABD Modern Rock Parçaları, 8. İngiltere Listeleri) ve "Everybody's Fool" (36. ABD Modern Rock Parçaları, 23. İngiltere Listeleri) için de klipler çekildi. 23 Kasım 2004'te, Evanescence yeni kadrosu ile "Anywhere But Home" adını taşıyan bir konser CD'si/DVD'si yayınladı. DVD; 25 Mayıs 2004 tarihinde Paris'te verilen konser, sahne arkası görüntüler ve imzalama aşamasında çekilen fotoğraflardan oluşuyordu. CD'de ise konserde çalınan şarkıların yanı sıra tekli olarak yayınlanan "Missing" (1. İspanya) parçası ve CD'de "Breathe No More" (""Elektra"" filminin müziği), "Farther Away" ve Korn "cover"'ı "Thoughtless" parçaları yer aldı. Amy Lee ve John LeCompt, ikinci stüdyo albümü ""The Open Door""un tanıtımı için; Londra (6 Eylül 2006, İngiltere), Barselona (8 Eylül 2006, İspanya) ve Paris'i (11 Eylül 2006, Fransa) ziyaret etti. Eleştirilerde, yarışmaları kazanarak soru sorma ve fotoğraf imzalatma hakkına da sahip olan hayranlara şarkıların akustik versiyonları dinletildi. 2 Ekim 2006'da, albüm İngiltere'de satışa sunulduğunda, Evanescence konuk olduğu "Late Night with Conan O'Brien" programında "Call Me When You're Sober" parçasını çaldı. Ayrıca "Metal Edge" dergisinin basın ve fotoğraf çekimleri için New York'a gidildi. Kanada ve ABD'de 3 Ekim 2006'da piyasaya sürülen 13 şarkılık albüm; İngiltere'de 2 Ekim 2006'da, Avustralya'da ise 30 Eylül 2006'da satışa sunuldu. ABD'de ilk haftasında 447,000 kopyası satılan albüm ABD'de "Billboard" 200 albüm listesinde 1 numaraya kadar tırmandı. Albümün kayıt aşaması; Amy Lee'nin yaratım aşamasını doruğa ulaştırmak istemesi, diğer grup elemanları yan projeleriyle meşgul olması, gitarist Terry Balsamo'nun kalp krizi geçirmesi ve menajerlerini kaybetmiş olmaları nedeniyle yavaş ilerledi. Her ne kadar Lee "Evboard" adlı internet hayran forumunda yeni Evanescence albümünün Mart 2006'da tamamlanacağını belirtmiş olsa da, yayın tarihi 3 Ekim'e çekildi; bir iddiaya göre bunun nedeni ise "Wind-up Records'un yakında yayınlanacak olan modern rock ve alternatif rock listelerinde çıkış yapan "Call Me When You're Sober" teklisinde birtakım değişikler yapma isteği" idi. "Call Me When You're Sober"ın Los Angeles'ta çekilen müzik videosu ""Kırmızı Başlıklı Kız"" adlı masala dayanıyordu. ""The Open Door"" albümü ve "Call Me When You're Sober"ın videosu iTunes'ta 15 Ağustos 2006 tarihinde ön sipariş için halka açıldı. Lee, """" filmi için bir parçayı kaleme aldığını ancak şarkı "çok karanlık ve epik" olduğu için geri çevrildiğini bildirdi. Ona göre bu sadece ""The Open Door" için daha fazla materyal" demekti. ""Narnia"" filmi için yazıldığı söylenen bir diğer parça ise bir Mozart şarkısından etkilenmiş olan "Lacrymosa"ydı. Ancak, ""Narnia""nın prodüktörleri, bu bilginin "kendileri için yeni" olduğunu belirterek herhangi bir Evanescence parçasının filmin müziğinde yer almasının düşülmediğini açıkladı. "The Open Door" albümünün 5 Ekim 2006'da Toronto şehrinde başlayan turnesi Kanada, ABD ve Avrupa'yı kapsadı. 5 Ocak 2007'de devam eden bu ilk tur; Kanada (Stone Sour grubuyla birlikte), Japonya ve Avustralya (Shihad grubuyla birlikte) gibi ülkeleri de kapsadıktan sonra ilkbahardaki ikinci tur için Chevelle ve Finger Eleven gruplarıyla birlikte ABD'ye
döndü. Turlarının bir parçası olarak, Evanescence 15 Nisan 2007 tarihinde Quilmes Rock 07 adlı Arjantin festivalinde Aerosmith, Velvet Revolver ve yerel gruplarla birlikte çıktı. Aynı zamanda, Korn ile birlikte, Family Values Tour 2007 festivalinin ana gruplarından oldu. 26 Haziran 2007 tarihinde Ra'anana, İsrail'de hayata geçen, tüm biletleri tükenmiş konser ile Avrupa turnesi kapatıldı. 9 Aralık 2007'de ise turne tamamen sona erdi. Haziran 2009'da Amy Lee, Evanescence'ın resmi sitesinde yaptığı açıklamada, grubun 2010 yılında çıkarmayı planladığı yeni albümleri için hazırlık içerisinde olduğunu bildirdi. Lee ayrıca yeni albümdeki müziğin önceki çalışmaların gelişmişi ve "daha iyi, daha güçlü ve daha ilginç" olacağını da sözlerine ekledi. Birçok duyarlı sanatçı gibi Evanescence da Haiti'de yaşananlara göz yummadı ve "Together Again" şarkısını internette satışa çıkararak gelirini Haiti'ye bağışladı. Şarkının indirilmesi 22 Şubat'tan itibaren serbest hale geldi. Haiti'ye yardım etmek isteyenler en az 5 dolara grubun şarkısını indirebildi, böylece oradaki insanlara yardım elini uzattı. Grup yazma sürecine Haziran 2009’da başladı. Albümün yayınlanma tarihi birkaç kez değiştirildi. En başta grup 22 Şubat 2010’da prodüktör Steve Lillywhite ile stüdyoya girdi ama sonra onunla kayıt yapmayı bıraktılar; çünkü “meydana çıkan şey hoş değildi”. O zamanlar albümün yayınlanma tarihi 2010’un Ağustos veya Eylül ayı olarak düşünülüyordu, ama ardından Lee Evanescence’in stüdyoyu bıraktığını açıkladı. 11 Nisan 2011’de grup yeni prodüktör Nick Raskulinecz ile tekrar stüdyoya döndü ve kayıtlar 8 Temmuz 2011’de tamamlandı. Albümden ilk tekli olan “What You Want” 9 Ağustos 2011 tarihinde yayınlandı. En sonunda albüm 11 Ekim 2011 tarihinde "Evanescence" adıyla piyasaya çıktı. Amy Lee, albümün adının Evanescence olmasının nedenini şöyle açıklıyor: ""Albümün adının Evanescence olmasını istedik çünkü grup gerçekten bir değişim geçirdi. Artık gerçek Evanescence oldu."" 22 Ekim 2003'te, ""Fallen"" albümünün Avrupa turu sırasında, Moody söylendiğine göre müzikal ayrılıklar nedeniyle grubu bıraktı. Amy Lee, birkaç ay sonra gerçekleşen bir söyleşide, "[...] eğer bir şeyler değişmezse ikinci kaydın yapılamayacağı noktaya gelmiştik." sözleriyle yorumunu bildirdi. Lee ve Moody iyi arkadaşlar olduğu için bu birtakım karışıklıklara yol açtı. Lee ise bu olayın grup içerisinde yaşanan gerginliklerin bir sonucu olduğunu belirtti. Moody'nin yerine gelen kişi Cold grubundan Terry Balsamo oldu. 14 Temmuz 2006'da grubun kayıt firmasının konuşmacısı, bas gitarist Will Boyd'un "başka bir büyük tura çıkmak istememesi" ve "ailesiyle daha fazla vakit geçirmeyi tercih etmesi" nedeniyle Evanescence'tan ayrıldığını bildirdi. 10 Ağustos 2006'da resmi internet sitelerinde gösterilen, MTV ile yapılmış bir söyleşide, Amy Lee; eski The Revolution Smile gitaristi Tim McCord'un grupta bas çalacağını bildirdi. 4 Mayıs 2007 tarihinde gitarist John LeCompt, Evanescence'tan atıldığını ve davulcu Rocky Gray'in de ayrılmaya karar verdiğini açıkladı. LeCompt MySpace sayfasında; Lee'nin hiçbir uyarı veya görüşme yapmaksızın cep telefonunu arayarak kendisini gruptan kovduğunu iddia eden bir yazı yayımladı. Daha sonra MySpace'inde bir açıklama yayımlayan Rocky Gray, Wind-up Records'un kendisine basına bu olay hakkında konuşmasını yasakladığını bildirdi. Lee grubun resmi sitesinde, kadrodaki bu değişikliklere rağmen hiçbir konser ya da turnenin iptal edilmeyeceğini açıkladı. 17 Mayıs 2007 tarihinde Wind-up şirketi, Dark New Day grubunun elemanları olan davulcu Will Hunt ile gitarist Troy McLawhorn'un, Gray ve LeCompt'un yerini dolduracağını duyurdu. Ancak, EvThreads.com adlı forumda "Will ve Troy'u bir süre için ödünç alıyoruz" diyen Lee iki sanatçının Dark New Day'i bırakmayacağını bildirdi. İlk başta Hunt ve McLawhorn'un Eylül 2007'deki Family Values Tour'a kadar gruba eşlik edeceği açıklanmıştı, ancak ikisi de ""The Open Door"" turnesinin sonuna kadar Evanescence konserlerinde yer aldılar. Bu günlerde, kendisi ve grubunun bir molada olduğunu belirten Lee yakın zamanda çıkması planlanan herhangi bir albüm olmadığını bildirdi. Kritikler Evanescence'ı farklı türden gruplarla karşılaştırmaktadır. Buna Linkin Park ve P.O.D. gibi nu metal toplulukları, Nightwish ve Within Temptation gibi senfonik metal grupları, Lacuna Coil ve Type O Negative gibi gotik metal hareketleri örnek olarak gösterilebilir. Evanescence'ı nu metal, senfonik rock ve gotik rock gibi türlerle de ilişkilendiren Johnny Loftus; grubun Hristiyan tarafının "Tourniquet" adını taşıyan şarkıdaki "Kurtarılamayacak kadar kayıp mıyım? / Çok mu kayıbım? / Tanrım, sargı bezim / Kurtuluşu bana geri ver." gibi sözlerle açığa çıktığını belirtmektedir. Eleştirmen Cammila Albertson (Allmusic) Evanescence'ın gotik metalden bir adım uzakta olduğunu, yaptıkları müziğin "zaten kollara ayrılmış bir tür olan metalin pop versiyonu" olduğunu söylemiştir. Bunun yanı sıra "Metal Hammer", "Rolling Stone" ve "Blender" gibi yayınlar da Evanescence'ı bir gotik metal grubu olarak göstermiştir. Evanescence'ın ""The Open Door"" albümü (özellikle de "Lithium" adını taşıyan parça) Allmusic eleştirmeni Stephen Thomas Erlewine tarafından "epik gotik rock" şeklinde tanımlanmıştır. About.com'un eleştirmenlerinden Bill Lamb kısaca "pop-gotik" olarak tanımlarken; "Blender"'dan David Browne ayrıntılara inerek "melankolik Enya'nın dokunuşlarıyla gotik Hristiyan nü-metal" der. Allmusic'ten Johnny Loftus ise Evanescence'ı alternatif metal türünün altında sayar. Onun dışında grubun adı alternatif rock, hard rock, post-grunge, pop ve elektronika tarzlarının altında da sayılmaktadır. Evanescence'ın heavy metal ile olan ilişkisi de tartışmalıdır. Popüler bir müzik sitesi olan Metalstorm, grubu bir metal müzik grubu olarak kabul etmez. Metal-archives ve Rateyourmusic gibi yoğun katılımlı müzik sitelerindeki dinleyiciler tarafından da grup herhangi bir heavy metal türü altında değerlendirilmez. Bunların yanı sıra, Moonspell'den Fernando Ribeiro, Evanescence'ın bir metal grubu olmadığını ileri sürmektedir. Gotik doom metal grubu My Dying Bride'dan Aaron Stainthorpe ise Evanescence'ın My Dying Bride'a benzeyen bir müzik yaptığını ama bunu daha ticari bir yöne çevirdiğini söyler. Başlangıçta Hristiyan müzik marketlerinde tanıtımı yapılan Evanescence bir Hristiyan rock grubu olarak anılmak istemediğini açıkça belirtmiştir. Nisan 2003'te, Wind-up Records'un başkanı Alan Meltzer grubun albümlerinin Hristiyan satış mağazalarından kaldırılmasını isteyen bir basın açıklaması yaptı. Ben Moody, 2003 yılında "Entertainment Weekly" ile yapılan bir söyleşide "Aslında Hristiyan listelerinde yüksek bir yerdeyiz ama ne işimiz var orada?" şeklinde bir açıklama yapmıştır. Bu, Moody'nin daha önce söylediklerine ters düşüyordu: "Yaptığımız müzikle, Hristiyanlığın bir katı kurallar topluluğu olmadığını kanıtlayacağımızı umuyoruz. Dinleyicilere iletmeyi her şeyden çok istediğimiz mesaj basit - Tanrı Sevgidir." Bunların sonucunda; Hristiyan cemiyetinde birtakım eleştirilere maruz kalan grubun, ""Fallen"" albümünün Hristiyan müzik marketlerine dağıtılmasını onayladığı iddia edildi. Tartışmanın ilk dönemlerinde çoğu Hristiyan radyosu "Bring Me To Life" parçasını çalma listelerinden çıkardı. ""Radio&Records""un "Hristiyan Rock İlk 10" listesinde bir hafta 5. sırada olan şarkı sonraki haftada listedeki yerini tamamen kaybetti. 2006'da "Billboard" dergisi Amy Lee'ye grubun Hristiyan olup olmadığını sorduğunda Lee'den gelen cevap şöyle oldu: "Sosyal Ağlar" Hernán Cortés Hernán Cortés (d. 1485 ö. 2 Aralık 1547), İspanya adına Meksika'yı işgal eden denizcidir. Hernando veya Fernando olarak da bilinir, ancak tüm mektuplarını Hernán Cortés ismiyle imzalamıştır. Bugünkü Peru olan İnka topraklarını işgal eden Francisco Pizarro'nun ikinci dereceden kuzenidir. Küba'nın İspanyollarca işgal edilmesinde görev almış ve başarısı buradan geniş bir arazi ve yerli köleler ile ödüllendirilmiştir. Yeni Dünya'nın zenginliğini anlamış, Küba valisinden anakıtaya sefer yapmak için yardım istemiştir. Vali, kıtayı kendisi işgal etmek istediği için sadece ticaret yapmasına ve keşif yapmasına izin vermiş, ancak Cortes valiyi kandırarak Meksika'yı işgal etmiştir. Aztek topraklarına çıkarma yapmasından sonra, ordusunda firar olmaması için, tüm gemilerini batırtmıştır. Yanında topçu, zırhlı süvari, zırhlı piyade ve tüfekçi birlikleri dahil, 40.000'e yakın bir ordu topladığı bilinmektedir. Çoğu rivayete göre bu sayıyı yerli kabilelerden topladığı adamlarla 100.000'e çıkardığı sanılmaktadır. Bazı kabile yerlileri, Aztek'lerin düşmanı oldukları için Cortes'e Tenochtitlan'ın yolunu göstererek, şehri bulmasına yardımcı olmuşlardır. Aztek İmparatoru Montezuma karşısındaki bu güce ilk başlarda direnmemiş, hatta onlara başkent'te kilise kurmalarına bile izin vermiştir. Ama sonraları şehirdeki bazı yerli savaşçılar, Cortes'in şehirde istila ve yağma sebebiyle bulunduğunu anlamış ve isyan çıkarmışlardır. Çıkan isyanda imparator Montezuma başından yaralanmış ve kısa süre sonra ölmüştür. Cortez yanındaki birlikleriyle zor koşullarda ayrıldığı şehri, asıl ordusuyla kuşatmış ve uzun bir saldırı ve yıkımdan sonra şehri ele geçirmiştir. Yerli halkı katletmesiyle de bilinir. Altın ve değerli mücevherler için dünyadaki en büyük soy kırımlardan birini yapmıştır. Azteklerin baş şehri Tenochtitlan'ı (o günün şartları içinde 200.000 nüfusu ile İstanbul ve Paris'den sonra en büyük 3. şehir olarak bilinir) yerle bir etmiştir. Barbarlığı ile bilinir, çok serttir ve acımasızdır. Bu yüzden kendisinden korkulan ve istenilmeyen bir kişi olmuştur. İspanya'ya çağrılıp, yetkileri azaltılmıştır. 1541'de ülkesine dönüp Osmanlı'ya karşı açılan Cezayir seferine katılmış; ölümden zor kurtulmuştur. Vasco da Gama Vasco da Gama (Portekizce okunuşu "Vasico dı Gama") (1469, Sines, Portekiz - ö. 24 Aralık 1524, Kochi (Kerala), Hindistan), Keşifler Çağı'nda yaşamış, Avrupa'nın en başarılı kaşiflerinden olan, Avrupa'dan çıkıp d
oğrudan Hindistan'a giden ilk kişi olarak bilinen, Portekizli denizcidir. Portekiz kralı I. Manuel'e bağlı olarak, Doğu'nun hazinelerine ve Hristiyanlar için kutsal olduğuna inandıkları Hindistan topraklarına ulaşmakla görevlendirilmiştir. 1497'de, kendisinden önce Bartelemeu Dias'ın keşfettiği ve Afrika'yı dolanan Ümit Burnu'nu kadar uzanan deniz yolunu geliştirerek, Denizci Henri'nin başlattığı Portekiz deniz keşiflerine bir yenisini eklemiştir. Avrupalıların Hindistan'a deniz yoluyla ulaşabilmeleri, Osmanlı Devleti'nin ve İran'ın ticari alandaki üstünlüklerine son vermiş, deniz ticaretinde Avrupalıların üstünlüğü ele geçirmesini sağlamıştır. Gittiği yerlerde Müslüman gemilerine karşı, özellikle hacdan gelen zengin gemilere karsı korsanlık yapmış, Calicut, Mombasa, ve Malindi gibi liman şehirlerinde, yerel halkla savaşıp, bu şehirleri topa tutmuştur. 1998 yılında Hindistan hükumeti Gama'nın Hindistan'a ilk geldiği yer olan Calicut'ta özellikle ülkeye ve bölgeye turist çekmek amacıyla bu kutlamaları yapmak ister. Fakat başta Hindistan Komünist Partisi olmak üzere halk Vasko da Gama'nın gelmesiyle köleleştirme ve emperyalist sömürü döneminin başladığını söyleyerek bu kutlamalara karşı ayaklanır ve gösteriler düzenler. Bundan dolayı da 500. yıl kutlamaları Hindistan'da kutlanmaz ve hükumet geri adım atmak durumunda kalır. Ancak tüm bunlara rağmen Vasco da Gama Portekizlilerin milli kahramanı olduğu için Portekiz'deki kutlamalarda bir değişiklik yapılmaz. Hatta bu kutlamalar daha da büyük bir şekilde Expo 98 kutlamaları ile birleştirilir. Ortaköy, Milas Ortaköy, Muğla ilinin Milas ilçesine bağlı bir mahalledir. Muğla iline 65 km, Milas ilçesine 31 km uzaklıktadır. Mahallenin iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir. Mahallenin [[Türkiye ekonomisi|ekonomisi]] tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede ilköğretim okulu vardır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi vardır. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Charon Charon : Nefis Nefis ya da Nefs (نفس), Arapça kökenlidir, sözlükte ruh, bir şeyin kendisi, akıl, insan bedeni, ceset, kan, azamet, arzu ve kötü istekler gibi manalara gelmektedir. Tasavvufî olarak da, "kendisinde iradi hareket, his ve hayat kuvveti bulunan latif buharlı bir cevherdir." şeklinde tanımlanır. Kötülüğü emreden manasında anlaşıldığı gibi, Allah tarafından insana üflenen ve "ruh-ı Rahmani", "ilahi ben" manasında da kullanılmıştır. Nefsî Tezkîye ya da Nefîs Terbiyesi/Temizliği İslam dini ve tasavvuf terimi. Nefsin temizlenip günâhlardan arındırılması, sâf, pâk, ve olgun hale getirilmesi sürecine verilen isim. Nefsi teskiye etmek demek nefsi temizlemek demektir. Bu temizlik yedi kademede gerçekleşir. Bu kademeler tamamlandığında, tasavvufta nefs afetlerin çoğundan temizlenmiş demektir. Bunlar kademeler aşağıdaki gibi sıralanırlar: Nefs-i emmare kötülüğü emreden ve bundan zevk alan nefise verilen isim. Nefis tezkiyesi kademelerinden ilkidir. İlk kademede nefsin temizliğine henüz başlandığı için nefiste bütün 19 afet mevcuttur. Onun için bu kademede nefis henüz arınmadığı için kötülüğü emreder. Genelin sahip olduğu nefis, "Nefsi natıka"dır. Nefsi emmare bir makamdır. Tahkiki iman noktasıdır. Bu makamda küfür afetinin olamayacağı bilinir; nefsin diğer afetleri mevcuttur. Bu makamın zikri Kelime-i Tevhid'dir. LA İLAHE İLLALLAH Zikri çekilir Nefs-i Levvâme kötülük yaptığında bundan pişman olup af dileyen nefise verilen isimdir. Mürşidi önünde yapılan tövbeyle nefis bu mertebeye çıkar. İnanışa göre sadece ibadetle bu mertebe çıkmak 100 seneyi gerektirmektedir. Bu makamın zikri Lafzı Celal'dir. ALLAH Zikri çekilir Nefsi mülhime nefis teskiyesi kademelerinden üçüncüsüdür. Tasavvufa göre bu mertebede nefis Allah'tan ilham almaya başlar. Bu makamın zikri İsmi HU'dur. HU Zikri çekilir Nefsi mutmainne nefis teskiyesi kademelerinden dördüncüsüdür. Tasavvufa göre bu mertebede nefis, tatmin olmuş, şüphelerden arınıp rahatlamıştır. Mesela bu kademede insan nefsin hırs adındaki afetine galip gelerek o afeti devre dışı bırakabildiği için, anlar ki Allah'ın onun için ihsan ettiği şeylerin o ana kadar farkına bile varamamış ve bu kademede farkına varıp doyuma ulaşır. Bu makamımın zikri HAK Esmasıdır. Nefs-i radiyye nefis teskiyesi kademelerinden beşincisidir. Tasavvufa göre bu mertebede nefis daha önceki kademede doyuma ulaştığı için Allah'ın yaptığı her şeyden razı olmuştur. Bu makamımın zikri HAY Esmasıdır. Nefsi marziyye nefis teskiyesi kademelerinden altıncısıdır. Bu makamımın zikri KAYYUM Esmasıdır. Nefs-i kâmile, nefis tezkiyesinin yedinci mertebesidir. Seçkin, temiz halidir. Olgunluğa ermiş nefisir. Mürşitlerin nefsinin karşılığıdır. Bu makamımın zikri KAHHAR Esmasıdır. Lada Lada (Rusça: Лада), Sovyet, Rus AvtoVAZ firmasının ürettiği bir araba markasıdır. Merkezi Samara Oblastı'nın Tolyatti'dedir. Volga Otomobil Fabrikası, 27 Temmuz 1966 tarihinde Kuibyschewer (bugünkü adı ile Samara Oblastı) bölgesinde yıllık 600.000 otomobil kapasitesi ile üretime başlamıştır. Bu üretim için İtalyan Fiat ile 1966 yılında teknoloji ve lisans anlaşması yapılmış olup şirketin yönetimine ülkenin otomobil bakanı Viktor Nikolayavich atanmıştır. 1967 yılının Nisan ayında ilk olarak Zhiguli adıyla Fiat 124 şaseli VAZ 2101 modeli (sonraki modeller Lada adını almıştır) üretim bandından çıkmaya başlamıştır. Aracın projelendirme aşamasında Fiat, Moskova Enstitüsü Nami ve şirketin araştırma-geliştirme departmanı birlikte yer almışlardır. Fiat 124 adıyӀa 1966 yılında sınıfında yılın otomobili seçilen bu model VAZ 2101 adı ile de ülkesinin en popüler otomobili olma sözünü veriyordu. 1971 yılının Mart ayında yıllık 220.000 adet otomobil üretim kapasitesine ulaşan fabrika 1972 yılının Ocak ve yine aynı yılın Eylül ayında kapasitesini arttırmış, Aralık 1973 yılında ise fabrika bütün olanakları ile tam kapasite üretime ulaşmıştır. Avtovaz yıllık 750.000 adet imalat kapasitesiyle Rusya ve Doğu Avrupa'nın en büyük otomobil üreticisi konumundadır. 1970-2003 yılları arasında 600.000 adeti Vega modeli (110, 111 ve 112 modeӀӀeri) olmak üzere toplam 22 milyon araç üretmiştir. Ayrıca lisans anlaşmaları ile aralarında Ukrayna, Kazakistan, Mısır ve Ekvator ülkelerinin de bulunduğu 18 ayrı montaj tesisleri de faaliyet göstermektedir. Türkiye'ye 1986 yılından itibaren bir Anadolu Grubu kuruluşu olan Çelik Motor Tic. A.Ş tarafından ithal edilmeye başlanan Lada, büyük bir ilgi ile karşılanmış ve 1989-1993 yılları arasında üst üste en çok satılan ithal otomobil olma başarısını yakalamıştır. 18/11/2005 tarihinde üretim bandından ilk inen araçla birlikte hayata geçen Kalina modeli, Çelik Motor tarafından 2007 yılının Mayıs ayında Türkiye'ye ithal edilmeye başlanmıştır. 2008'den itibaren Fransiz Renault %25 ve artı bir hisse senedi ile sermayesine girmiştir. Uzunca bir aradan sonra Lada, 2014 Ağustos ayında Moskova Otomobil Fuarı'nda yeni Vesta modelinin dünya prömiyerini gerçekleştirdi. Boulevard of Broken Dreams "Boulevard of Broken Dreams", Green Day adlı müzik grubunun "American Idiot" isimli albümünün dördüncü parçası. Green Day ve Rob Cavallo tarafından yapılmış olan şarkı 2006'da Grammy Ödülü almıştır. Yansımalar Yansımalar, 1990 yılında Aziz Şenol Filiz ve Birol Yayla tarafından kurulan müzik grubu. Temelde akustik bir tınıya sahip olan topluluk, geleneksel Türk müziğinden yola çıkarak günümüzü yansıtan ve geniş bir yelpazeye açılabilen sade ve dingin bir müzik anlayışını yorumluyor. Topluluk, 1996 yılına kadar ikili olarak çalışmalarını sürdürdü. Bu dönem içinde yurt içi ve yurt dışında verdikleri pek çok konserin yanı sıra "Yansımalar" ve "Bab-ı Esrar" isimlerinde iki albüm yayımladılar. Aynı yıl topluluğa vurmalı çalgılarda Engin Gürkey ve klavyede Alper Berksu katıldı. Murat Usanmaz ve Pınar Duruk'un kadroya katılması ile son yapılan müzik daha da renklenmiştir. Daha sonra vurmalı çalgılara Melih Yüzer gelmiştir. Enstrümantal müzik yapan ve "Günümüzün karmaşasına karşın, insanlara biraz sadelik ve huzur sunmak amacımız..." diyen sanatçılar, çalışmalarında dinleyicileri ile bu temayı paylaşmaktadır. Karşılıksız aşk Karşılıksız aşk, bir tarafın diğer taraftan arzuladığı karşılığı göremediği aşk türüdür. Bu durum insanda genellikle kederli ve kaygılı bir ruh haline yol açmakla birlikte, depresyon ve öfori arasında ani duygusal kaymalara da sebep olabilir. Karşılıksız aşk sonunda insanda bir saplantı halini alabilir, karşılık vermeyi reddeden arzu kaynağını sürekli takip etmek yahut ona kinle bakmak sık gözlemlenen durumlardır. Bu karmaşık durum, sanat tarihinde birçok baş yapıta esin kaynağı olmuştur. Karşılıksız aşk acı verici bir durum olsa da aynı zamanda kimi insanlar için mutluluk kaynağı olabilir. Bu durumdaki insan birine aşık olma hissinin (karşılıksız dahi olsa) çektiği bütün acılara değdiğini düşünebilir. Vazgeçmeye çabalamak yerine bu halde kalmayı tercih edebilir. Kendini vazgeçmeye şartladığında bunu bir yenilgi hezimet olarak hisseder ve vazgeçemez. Uzun bir süre, yıllarca, hatta on yıllarca sürebilecek karşılıksız aşk birkaç farklı şekilde son bulur. Eğer birey sonunda karşılık görürse duyguları genelde yatışır ve hatta bitebilir. Bu durumun aksine eğer birey karşılık görmemeye devam ederse sonunda çıkış yolu olarak intiharı seçebilir yahut artık karşılık bulamayacağını kabullenip arzularını başka bir kaynağa yönlendirebilir. Sonu olup olmayacağı o kişinin içinde beslediği güzel ve saf duygulara bağlıdır. Ahmed Hulûsi Ahmed Hulûsi (d. 21 Ocak 1945, İstanbul), Türk yazar ve eski gazeteci. Pertevniyal Lisesi'ni terk ettikten sonra tasavvuf öğretilerine duyduğu ilgi vesilesiyle kendisini bu yola adamıştır. 1965 yılından itibaren bugüne kadar tasavvuf bakış açısıyla İslam'ı bilimsel gerçeklerle açıklamaya çalışan otuza yakın kitap yazan Ahmed Hulûsi, Allah ilminin karşılığı alınmaz prensibi diye
adlandırdığı fikrinden ötürü telif hakkı almayıp, tüm kitap ve makaleleriyle birlikte sesli ve görüntülü sohbetlerinin tamamını İnternet üzerinden okuyucuları ile ücretsiz ve tam metin olarak indirilebilir şekilde paylaşmaktadır. Kitapları birçok yabancı dile de çevrilmiştir. Son çalışması olan "Allah İlminden Yansımalarla Kur'an-ı Kerim Çözümü" adlı eserin altıncı yüz bin adetlik baskısı ücretsiz olarak hediye edilmiş, aynı eser yazarın kendi resmî web sitesinden çok sayıda indirilmiştir. Ahmed Hulûsi, 21 Ocak 1945 tarihinde İstanbul, Cerrahpaşa'da dünyaya gelmiş, Ahmed ismini annesi, Hulûsi ismini ise babası koymuştur. Kendi ifadesine göre, 18 yaşına kadar Peygamber Muhammed'i dahî tanımayan bir zihniyetle yalnızca bir yaratıcıya inanmış ve din konusundaki her sorusuna karşılık olarak "sen bunları sorma, sadece denileni yap" cevabını aldığı için de hep din dışı yaşamıştır çevresindekilerce. Babasının vefatından üç gün sonra 13 Eylül 1963 günü annesinin ısrarıyla gittiği Cuma namazında içine gelen bir ilhamla din konusunu tüm derinlikleriyle araştırma kararı almış, o günden sonra beş vakit namaza başlamış ve abdestsiz dolaşmamaya karar vermiştir. Din konusuna önce Diyanet'in yayımladığı on bir ciltlik Sahih-i Buhari tercümesini, sonra tüm Kütüb-i Sitte'yi ve Elmalılı Hamdi Yazır'ın "Hak Dini Kur'an Dili" isimli tefsirini okuyarak girmiştir. İki yıla yakın bir süre zahir ilimleri itibarıyla olabildiğince geniş kaynakları incelemiş, yoğun riyazatlar ve çalışmalarla kendini tasavvufa vermiş; ilk kitaplarını 1965 yılında yazdıktan sonra kendindeki açılım ve hissedişleri 1966 yılında yazdığı "Tecelliyat" isimli kitabında yayımlamıştır. Bu kitap onun 21 yaşındaki bakış açısını ve değerlendirmelerini ihtiva etmesi itibarıyla geçmiş yaşamı hakkında önemli bir değerlendirme kaynağıdır. 1965 yılında tek başına hacca gitmiş ve hayatı boyunca kendi yolunda hep tek başına yürümüştür! Prensibini "Kimseye tâbî olmayın, kendi yolunuzu kendiniz çizin, Rasulullah öğretisi ışığıyla" diyerek izah eder. 1970 yılında "Akşam" gazetesinde çalışırken ruh ve ruh çağırmalar konusunu incelemeye almış ve bu konuyu "Ruh İnsan Cin" kitabında yayımlamıştır. Kur'an'daki "dumansız ateş" ve "gözeneklere nüfuz eden ateş" uyarılarının "ışınsal enerjiye" işaret ettiğini anladıktan sonra, Kuran'ın işaret yollu açıklamalarını değerlendirerek, bundan sonra dinsel anlatımdaki işaretlerin bilimsel karşılıklarını deşifre etmeye çalışan Ahmed Hulûsî, bu alanda ilk çalışmasını 1985 yılında "İnsan ve Sırları" isimli kitabında açıklamıştır. Daha sonraki süreçte Kur'an'da kelimeler bazında yaptığı çalışmalarla keşfettiği gerçekleri hep çağdaş bilgilerle bütünleştirmiş; kendisini, "din" olayını, Allah adıyla işaret edilenin tamamen entegre bir sistem ve düzeni temeline oturtarak Muhammed'in neyi anlatmak istediğini "oku"maya vermiştir. Bu yolda edindiği bilgilerin bir kısmını kitapları ve İnternet aracılığıyla da toplumla paylaşmıştır. İslam'ı, Kur'an-ı Kerim, Kütüb-i Sitte (altı önde gelen kitap) hadisleri temelinde kabul ederek inceleyen, geçmişteki ünlü tasavvuf simalarının çalışmalarını değerlendirerek gereklerini yaşadıktan sonra, bunları günümüz ilmiyle de birleştirerek değerlendiren ve mantıksal bütünlük içinde bir sistem olarak açıklayan Ahmed Hulûsî, insanların kişiliğiyle değil, düşünceleriyle ilgilenmesini istemektedir. Sürekli Sarı Basın Kartı sahibi gazeteci Ahmed Hulûsi, bu alan dışında profesyonel olarak hiçbir işle uğraşmamış, hiçbir teşkilat, dernek, parti, cemaat üyesi olmamıştır. 28 Şubat 1997 öncesi şartlar dolayısıyla eşi Cemile ile önce Londra'da bir yıl yaşayan Ahmed Hulûsi, 1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ne yerleşmiş ve hâlen Amerika Birleşik Devletleri'nin Kuzey Karolina eyaletine bağlı Raleigh kentinde yaşamını sürdürmektedir. Yazarın kendi resmî İnternet sitesinde ve kitaplarında açıkladığına göre yazılı, sesli veya görüntülü eserlerinin hiçbirinde telif hakkından kaynaklanan herhangi bir tür talebi yoktur ve eserlerini okuyucuları ile ücretsiz olarak internet üzerinden paylaşmaktadır. Black Mesa Araştırma Tesisi Black Mesa Araştırma Tesisi (veya kısaca Black Mesa), Half-Life ve eklenti paketlerinin geçtiği kurgusal gizli araştırma tesisidir. ABD'nin New Mexico eyaletinde yer alan tesis, soğuk savaş döneminde füzelerin saklanması için, daha sonradan ise araştırma tesisi olarak kullanılmıştır. Gerçekliği ise hala tartışılmasına rağmen Meksika eyaletinde çok kez görülmüştür. Black Mesa, birçok kesimden oluşmaktadır. Tesiste ulaşımı sağlamak amacı ile bir raylı sistem düzenlenmiştir. Bunun dışında ise yine çeşitli yollar ile bölgeler arası geçiş sağlanmaktadır. Tesiste yüzlerce kişi çalışmaktadır. Black Mesa devlet tarafından desteklenen büyük bir tesistir. İçerisinde üstün teknoloji kullanılarak hazırlanmış birçok platform vardır. Her türlü araştırmaya açık bir tesistir. New Mexico çölünün yakınlarında yüzlerce dönüm arazi içine kurulmuştur. Tesisin büyük bir kısmı yer altındadır. Kendine ait bir hidroelektrik santrali vardır. Black Mesa tesisi; 6 ana bölümden oluşmaktadır. “Alpha Core” (α CORE); tesisin elektrik, iletişim, su, güvenlik, raylı taşıma, kargolama, nakliye gibi şebekelerinin kontrolünü sağlamaktadır. Yerin üstünde olduğu gibi yerin altında da yan kontrol merkezleri vardır. Oyunda Alpha Core’un merkez üssü görülmemektedir. Fakat nakliye alanları vb. yan kontrol merkezleri oyunda görülmektedir. Hidroelektrik santrali, jeneratörler, raylı taşıma sistemi, Blue-Shift güvenlik takımı bu merkezin kontrolü altındadır. “Gamma Core” (γ CORE); tesisteki en büyük araştırma merkezidir. Araştırma alanı inceleme ve testtir. “Anomalous Materials” adlı araştırma alt merkezi de burada yer almaktadır. Bu merkezde 3 adet büyük araştırma reaktörü bulunmaktadır. Reaktörlerin güvenlik gerekçelerinden dolayı bu merkez yerin en altındadır. “Theta Core” (Τ CORE); tesisteki 2. en büyük araştırma merkezidir. Astronomi ile ilgili çalışmalar yapılmaktadır. Uydular bu kısımda hazırlanmakta ve uzaya gönderimleri bu kısmın yer üstündeki alanında yapılmaktadır. “Lambda Core” (λ CORE); tesisteki 3. en büyük araştırma merkezidir. Teleportasyon, ışınlama ve bunlarla ilgili araştırmalar bu kısımda yapılmaktadır. Uzaydaki gezegenlerden örneklerin toplanmasını bu merkez üslenmektedir. En sıkı güvenlik bu kısımdadır ve 3 güvenlik kapısından birine girebilmek için 4 aşamalı bir güvenlik kontrolünden geçmek gerekmektedir. “The HQ”; tesisin ana yönetim binasıdır. “The Life Residences”; merkezin yaşam lojmanlarıdır. Çalışan personel bu kısımda hayatlarını sürdürmektedir. Half-Life 2'de yer alan Black Mesa Doğu isimli direnişçi merkezi ile karıştırılmamalıdır. Hilafetin kaldırılması Halifeliğin kaldırılması (3 Mart 1924), Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 3 Mart 1924 günü çıkardığı kanunla halifelik makamının kaldırılmasıdır. Devletin laikleştirilmesi yolunda yapılmış siyasî bir devrimdir. Bu karar ile 16. yüzyıldan itibaren Osmanlı padişahlarının taşıdığı; son Osmanlı padişahı Vahdettin'in ülkeyi terk etmesinden sonra TBMM tarafından Abdülmecit Efendi'ye verilmiş olan halifelik unvanı ortadan kalkmıştır. Yasanın gerekçesi, birinci maddede ""halifeliğin hükümet, Cumhuriyet, yani TBMM’nin anlam ve kavramı içinde zaten saklı olduğu"" ifadesi ile açıklanmıştır. Halife sözcüğü İslâm devletlerinde Muhammed'den sonraki devlet başkanlığı kurumunu ifade eder. Halifelerin seçimle belirlendiği Dört Halife devrinden sonra saltanata dönüşen halifelik kurumu; 945 yılında Büveyhîler'in Abbasi hanedanının başkenti Bağdat'ı işgalinden sonra farklı siyasi otoritelerin himayesindeki bir ruhani önderlik haline dönüşmüş ve 13.-16. yüzyıllarda Memluk himayesinde Mısır'da yaşamıştır. 16. yüzyılbaşında Mısır'ı fethedip Abbasi halifesini himayesine alan Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim, onun ölümünden sonra "halife" unvanını kendisi almış ve Sultan Selim'den sonra gelen Osmanlı hükümdarları bu unvanı taşımaya devam etmişlerdi. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı sonunda yıkıldı. Ankara'da kurulan bir meclis hükümeti ülkeyi yönetmekteydi. 1 Kasım 1922'de Saltanatın Hilâfet'ten ayrılmasına ilişkin yasanın meclisten geçmesi ile Osmanlı Devleti'nin son padişahı Vahdettin, halife sıfatıyla kalmıştır. Vahdettin'in 17 Kasım 1922’de bir İngiliz harp gemisiyle İstanbul'dan gizlice ayrılması üzerine 18 Kasım'da Mecliste gizli bir oturum düzenlenmişti. Bu oturumda Vahdettin'in Halife unvanıyla İngilizlere başvurması onun bütün İslâm aleminde ihaneti olarak değerlendirilmiş ve İslâm imameti için TBMM tarafından yeni bir kişinin seçilip İslam alemine bildirilmesine karar verilmiştir. Meclis 19 Kasım 1922 tarihli oturumunda seçime katılan 162 mebustan 142'sinin oyu ile Osmanlı hanedanı üyesi Abdülmecit Efendi'yi halife olarak seçti Yeni halifenin kendine tanınan sınırların dışına çıkması, halkın ve bir kısım siyasetçilerin halifeye bağlılığının devam etmesi ve nihayet basında başlayan sert tartışmalar, gelişmeleri hilâfetin kaldırılması yönüne sürüklemiştir. Vahdettin'in kaçışı ve yeni Halife'nin seçimi 19 Kasım'da basın yoluyla halka duyurulmuştu. Saltanatın kaldırılmasından sonra bu saltanatın başka bir adla aynı sülalede devam etmesini önlemek için Halifeliğin yetkisiz bir unvan olarak bırakılmasında hükumet büyük titizlik gösterdi. Sade bir biat töreni düzenlenmesini isteyen Ankara hükumetinin bütün çabalara karşın Abdülmecid Efendi gösterişli bir törenle halifeliği üstlendi. Meclisteki gelenekselci hilafet taraftarları, hilafete siyasal bir otorite kazandırmak istiyorlardı. Muhalifler bu yoldaki düşünce ve isteklerini 15 Ocak 1923'te dağıttıkları bir risale ile ortaya koydular. Afyon milletvekili İsmail Şükrü'nün imzasını taşıyan ""Hilâfet-i İslâm ve Büyük Millet Meclisi"" başlıklı risalede saltanatın kaldırılmasının uygun görüldüğü, ancak hilâfetin asla kaldırılamayacağı, halifenin sadece ruhanî sorumluluklarının değil dünyevî görevlerinin de bulunduğu ve içinde yaşanan olağanüstü şartların normale dönmesiyle halifenin bunları yerine getireceği be
lirtiliyor ve İslâm âlemine sabırla beklemesi tavsiye ediliyordu. O sırada yurt gezisi nedeniyle Ankara dışında bulunan Mustafa Kemal'e çok ilgi gören bu risalenin haberi İzmit'te iken ulaşmış verdiği nutuklarda Hilafete yönelik tavırlarını net bir şekilde göstermesine olanak sağlamıştı. 17 Ocak 1923'te yaptığı ünlü basın toplantısında bir soru üzerine halifelerin, aleyhine bir hareketleri olduğu takdirde milletin onları başından defedebileceğini söyledi. Yeni Türk devletinin kurucu meclisi olan birinci meclis 15 Nisan 1923'te son oturumunu yapmış; yeni meclis 11 Ağustos 1923'teki ilk oturumunda Lozan Barış Antlaşması'nı onaylamıştı. İkinci meclisin 25. toplantısında hilafete ayrılan bütçe konusunda şikayetler gündeme geldi. Konu, bu meselenin genel bütçe içinde değil tek başına incelenmek üzere 1924 bütçesine bırakılması ile kapandı. Yeni meclis 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet'i ilan etti. Mustafa Kemal Paşa'nın Cumhurbaşkanlığına getirilmesi ile bazı vekillerin Halifeyi devletin başına getirerek çözmek istedikleri devlet başkanlığı meselesi çözülmüş oldu. Ocak 1924'te Halife Abdülmecid Efendi'nin hilâfet ödeneğinin arttırılması ve İstanbul'a gelen resmî heyetlerin kendisini de ziyaret etmeleri yolundaki istekleri Halifeliğin kaldırılması sürecini hızlandırdı. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, halifenin yabancı devlet temsilcileriyle görüşme isteğini Türkiye Cumhuriyeti’nin istikbaline açık bir tecavüz olarak nitelendirdi ve halifeyi saltanat hülyası içinde olmaması için uyardı. 25 Şubat 1924’te bütçe görüşmeleri sırasında mecliste halifenin ve hânedanın ödeneği konusu tartışıldı. 3 Mart 1924 günü Urfa vekili Şeyh Saffet Efendi ve elli üç arkadaşının hazırladığı, hilâfetin kaldırılmasına dair on iki maddeden oluşan bir kanun teklifi meclise getirildi. Teklif okunduktan sonra halifenin hal‘edildiğini ve hilâfetin kaldırıldığını bildiren birinci madde; ardından hanedan üyelerinin yurt dışına çıkarılmasına dair 2. madde aynen kabul edildi. Oturuma katılan 158 üyenin 157’sinin oyuyla kabul edilmiş; tek red oyunu Gümüşhane mebusu Zeki Bey vermiştir. Aynı oturumda daha önce Şer'iye ve Evkaf ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti'nin İlgasına Dair Kanun ile Tevhid-i Tedrisat Kanunu da kabul edilmiş ve Diyanet İşleri Reisliği'nin kurulması kararlaştırılmışıtr. Hânedan üyelerine yurt dışına çıkmaları için on günlük bir süre tanınmışken Abdülmecid Efendi aynı gece on bir kişilik ailesiyle beraber Çatalca İstasyonu’ndan trene bindirildi; sınıra kadar kendisine İstanbul valisi ve emniyet müdürü refakat ettiler. Türkiye'den ayrıldıktan sonra İsviçre'ye giden Abdülmecid Efendi, 11 Mart 1924 günü haber ajansları vasıtasıyla bir bildiri yayınladı ve Türkiye hükumetinin kararını reddettiğini duyurarak Müslümanları bir Kongre toplamaya çağırdı. Birkaç gün sonra İsviçre hükümeti tarafından kendisine, siyasal propaganda yapmama şartıyla oturma izni verildiği hatırlatıldı. Ekim 1924'te Fransa'ya geçen Abdülmecid Efendi hilâfet konusunda İslâm âleminden umduğu ilgiyi bulamadığı için kendisini daha çok ibadete, resim çalışmalarına ve müziğe vermiştir. Türkiye'de halifeliğin kaldırılmasından sonra 7 Mart 1924 de, Hicaz Kralı Hüseyin, Mekke ve Medine'nin elinde olmasına dayanarak kendisini Halife ilân etti. Hüseyin'in halifeliğine en büyük tepki Necd'deki Suudilerden gelmiştir. Suudi orduları 1925'te Mekke'yi ele geçirdi; İbni Suud 1926 yılının Ocak ayında Hicaz Kralı olarak taç giydi. Suudiler 1926 başlarında Kahire'de bir İslam Kongresi toplayıp hilafet konusunu ele almak istedilerse de konu ciddi olarak ele alınmadan kongre 1926 Mayıs'ında sona erdi. Türkiye Cumhuriyeti'nin hilâfeti bütünüyle kaldırıp Abdülmecid Efendi ve ailesini yurt dışına çıkarması Hindistan'da hilafet otoritesini savunmak üzere kurulmuş "Hindistan Hilafet Hareketi" içinde anlaşmazlık doğmasına neden oldu. Kimileri kararın tartışılmasını, kimisi halifeliğin Mustafa Kemal Paşa'ya teklif edilmesini, kimisi ise Türkler'in tutumunda İslam'a aykırı bir taraf olmadığı için Hint müslümanlarının da Türkleri örnek almasını istiyordu. Hindistan Hilafet hareketi bu tartışmalarla bütünlüğünü kaybetti; hilafet hareetine ilgi azaldı. İslam dünyasındaki bazı uygun görülen kişilere teklif ederek bu kurumu yeniden canlandırma girişimleri olduysa da bu girişimler gerçekleşmedi. <!----! === Asıl nedenleri === Saltanatın kaldırılmasından ve VI. Mehmet'in (Padişah Vahdettin) İstanbul'dan ayrılmasından sonra, TBMM'nin 18 Kasım 1922'de halife seçmiş olduğu Abdülmecit Efendi, eski rejim yanlılarının tek umudu haline gelmiş, bundan güç alan Abdülmecit Efendi de, imzasını Halife-i Müslimin ve Hadim-ül Haremeyn olarak atması kararlaştırılmışken, ileride hanlık iddiasında bulunabileceğine işâret eden ""Hâlife Abdülmecid bin Abdülaziz Han"" olarak atmaya başladı. İslam alemi içinde hazırladığı beyannamenin altına İstanbul yerine Dar-ül Hilafe yazmak için ısrar edip Cuma selamlığına Fatih'in kıyafeti ve başında sarıkla çıkmak istedi. Yeniden törenler düzenlemeye, demeçler vermeye, bazı İslâm ülkelerinin kendisine bağlılık bildirmeleri üstüne, İslam dünyasının siyasi bir önderi gibi davranmaya başladı. Bu durumun yeni kurulmuş Cumhuriyet yönetimi için tehlikeli olabileceğini kavrayan Atatürk, İzmir'deki ordu tatbikatları sırasında ordu komutanlarına hilafetin kaldırılması konusunda düşüncesini açıklayıp, yasanın meclis gündemine getirilmesini kararlaştırdı. 1 Mart 1924'teki bütçe görüşmelerinde Halife'ye ve Osmanlı Hanedanı'na verilecek ödenek konusunun gündeme getirilmesinden sonra, 3 Mart 1924'te kabul edilen yasayla, halifelik kaldırılıp, ileride saltanat ve halifelik iddiasında bulunmamaları için hanedan üyelerinin de yurt dışına çıkarılmaları kabul edildi. 5 Mart 1924 sabahı Abdülmecit Efendi ailesiyle birlikte Türk topraklarından ayrıldı. Abdülmecid Efendi ve saltanat ailesi mensuplarıyla birlikte çoğunluğu Osmanlı Hanedanı üyesi olmak üzere toplamda 155 kişi yurtdışına çıkarılmıştır. Hâlifeliğin kaldırılmasıyla bağlantılı olarak Şeriye ve Evkaf Vekaleti (Diyanet İşleri ve Vakıflar Bakanlığı) kaldırılarak yerine Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü kuruldu. Şeriye ve Evkaf Vekaleti'nin kaldırılması sonucu, bu vekalet tarafından yönetilen okullar ve medreseler de kaldırılmıştır. Ayrıca aynı gün, Erkan-ı Harbiye-i Umumiye vekaleti de kaldırıldı. Böylece ordu siyaset çatışmasının da önüne geçilmiş oldu. Tevhid-i Tedrisat kanunu da o gün kabul edilmişti. 1928'de yapılan bir değişiklikle " Türkiye Devleti'nin dini İslamdır" ibaresi kaldırılmış; cumhurbaşkanı ve milletvekillerinin yemin şekli yeniden düzenlenmişti. Devletin tüm inançlara saygılı ve eşit mesafede olması, tüm vatandaşlarının vicdan ve inanç özgürlüğünü tarafsızca koruması, vatandaşlarını dini baskılardan uzak tutması anlamına gelen laiklik, 5 Şubat 1937'de Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerinden biri olarak Anayasa'da yer aldı ve devlet politikası haline geldi. Halifeliğin kaldırılışından hemen sonra Şerif Hüseyin kendisini Halife ilan etti ve ardından 9 ülkenin yöneticisi daha kendilerini halife ilan ettiler.------------!> Toktamış Ateş, Türk Devrim Tarihi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2. Baskı Punto Kitaplarda harf büyüklükleri genellikle 9 - 12 punto arasındadır. Daha yüksek puntolar başlıklar ve manşetler için kullanılır. 6, 7, 8 punto yazılar başvuru niteliğindeki yazılar için uygundur. Dipnotlarda ve resim altı yazılarında bu puntolar kullanılır. Renk yönetimi Basım sektöründe kullanılan makine ve cihazlar farklı renkleri tanımlayabilmektedir. Örneğin monitörün gösterebileceği renk sayısı basılabilecek renk sayısından fazladır. Aynı zamanda cihazların renkleri oluşturma biçimleri de birbirinden farklıdır. Kameralar, tarayıcılar ve monitör RGB prensibiyle görüntü oluştururken, yazıcılar ve baskı makineleri CMYK prensibiyle görüntü oluştururlar. Renklerin bir cihazdan diğerine tanımlaması yapılırken değerlerinin değişmemesi gerekir. Sistem içerisinde çalışma tüm cihaz ve makinelerin birbirine uyumlu hale getirilerek, aynı renkleri tanımlaması ve aynı renk değerini değiştirmeksizin taşınmasını renk yönetim sistemi (Color Management) ile yaparız. Renk yönetim sistemiyle bütün makine cihazların belirlenen standartlarda çalıştırılması ve bu doğrultuda kalibrasyonunun yapılması esastır. Daha geniş bir renk evrenine sahip olan monitör bize baskıda basamayacağımız renkleri gösterecek ve bizi beklediğimizden farklı baskı sonuçları karşılayacaktır. O halde monitörümüz basabileceğimiz renkleri göstermelidir. Basamayacağımız renkleri çeşitli yöntemlerle monitörden çıkarmak gerekmektedir. Renk yönetimi bu işi yapar. Ancak bunu yaparken yalnız baskı makinesi ile monitörü değil, prova cihazlarını da kalibre eder. Böylelikle ekranda görülen rengin, aynı değerlerde provası alınır. Alınan prova ve monitördeki renk değerlerinde baskı sonuçları alınır. Ve renk değerleri bir makineden diğerine geçerken değişmez. Renk yönetim sistemi için gerekli standartları ICC (International Color Consortium) denilen bir kurum belirlemektedir. Bu kurumu basım ve bilişim sektörünün önemli firmaları bir araya gelerek oluşturmuşlardır. ICC profili ise cihazın kendi renk skalası (evreni, gamutu) dışında kalan renkleri tanımlaması ve en uygun biçimde oluşturması için kullanılır. Böylelikle geniş bir evrene sahip olan bir görüntü dar bir evrende en doğru şekilde tanımlanmaktadır. Renk yönetim sisteminin en doğru şekilde uygulanması için kullanıcılar kendi üretim şartlarına uygun ICC profilini oluşturmalıdırlar. Renk yönetimi rengin olduğu her sektörde geçerlidir ve renk bilgisinin taşınması açısından önemlidir. Sisteme uygulamaya bağlı olarak kameralar, projeksiyon cihazları gibi cihazlar eklenebilir. Garabet Amira Balyan Garabet Amira Balyan (1800 - 1866), I. Abdülmecid'in mimarlarındandır. En önemli eseri, oğlu Nigoğos Balyan'la birlikte yaptıkları Dolmabahçe Sarayı'dır Nigoğos Balyan Nigoğos Balyan (1826-1858), Garabet Amira Balyan'ın ilk erkek çocuğu, Ermeni mimar. En önemli eseri, babası G
arabet Amira Balyan'la birlikte yaptıkları Dolmabahçe Sarayı'dır. 1843'te kardeşi Sarkis ile birlikte mimarlık okumak için Collège Sainte-Barbe de Paris'e gitti. 1845'te hastalık yüzünde kardeşi ile beraber İstanbul'a geri döndü. Babası Garabet ile çalışırken tecrübe kazandı ve Sultan I. Abdülmecit'in sanat danışmanı oldu. Ayrıca batı mimarlığını öğretmek için açılan iç mimarlık okulunun kurucusudur. Tübingen Tübingen (, ), Almanya'nın Baden-Württemberg eyaletinde, eyalet başkenti olan Stuttgart'ın 30 km güneyinde yer alan tarihî bir üniversite şehridir. Tübingen şehrinin ortasından Neckar Nehri geçer. 2014 yılında Tübingen şehrinin nüfusu 85.871 kişi olarak sayılmıştır . 2015-2016 eğitim yılında yaklaşık 28.400 üniversite öğrencisi oluşturmaktadır . Focus adlı Alman haftalık dergisinde 1995'te yayınlanan listeye göre Tübingen hayat kalitesi açısından Almanya'nın en iyisi seçilmiştir . Tübingen, şehir merkezi ve 10 tane beldeden oluşur: Taçsız Kral Taçsız Kral, 1965, Türkiye yapımı dram filmi. Başrollerini Metin Oktay, Gönül Yazar, Ayten Gökçer, Ajda Pekkan, Erol Taş ve Can Tengizman'ın paylaştığı filmin yönetmenliğini Atıf Yılmaz üstlenmiştir. Konusunu, futbolcu Metin Oktay'ın hayatından almaktadır. O dönemde Galatasaray forması giyen Metin Oktay'ın takım arkadaşlarından Turgay Şeren ile dönemin teknik direktörü Gündüz Kılıç'ın da filmde küçük rolleri vardır. Film, Metin Oktay'ın İzmir sokaklarında mahalle arkadaşlarıyla top oynadığı günlerden başlayıp Damlacıkspor'a, İzmirspor'a ve oradan da Galatasaray'a uzanan futbol kariyerinin hikayesini anlatmaktadır. Halil İnalcık Halil İnalcık (7 Eylül 1916, İstanbul - 25 Temmuz 2016, Ankara) Türk tarih profesörü. Eserleriyle Osmanlı-Türk tarihine hem siyasî ve ekonomik konularda hem de kültür ve medeniyet tarihi alanında orijinal katkılarda bulunmuş bir bilim adamıdır. Tüm Balkan dillerine ve Arapçaya çevrilmiş olan ""The Ottoman Empire The Classical Age 1300-1600"" ve ""An Economic and Social History of the Otoman Empire"" gibi kitapları dünya üniversitelerinde başlıca ders kitabı olarak kullanılmaktadır. Tarih alanındaki üstün çalışmaları ve yetiştirdiği öğrenciler sebebiyle "Şeyh-ûl Müverrihin" (Tarihçilerin şeyhi) ve "Tarihçilerin Kutbu" gibi isimlerle de anılmıştır. İnalcık, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde 32 yıl hizmet verdikten sonra 1972 yılında Chicago Üniversitesi'nde Osmanlı Tarihi Kürsüsünü, 1993 yılında Bilkent Üniversitesi'nde Tarih Bölümünü kurmuştur. 1916'da İstanbul'da dünyaya geldi. Babası Kırım göçmenlerinden Seyit Osman Nuri Bey, annesi Ayşe Bahriye Hanım'dır. Ailesi, 1924 yılında Ankara'ya yerleşti. 1923-1930 arasında Ankara Gazi Mektebi'nde, bir yıl Sivas Muallim Mektebi’ne devam etti. Orta tahsilini 1931’de Ankara’da Gazi Muallim Mektebi'nde tamamladıktan sonra Balıkesir Necati Bey Muallim Mektebi'nde lise tahsiline devam etti. 1936 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yeni Çağ Tarihi bölümünde yüksek öğrenimine başladı. 1940 yılında mezun olduktan sonra fakültede asistan olarak kaldı. 1942 yılında "Tanzimat ve Bulgar Meselesi" adlı doktora tezini verdi. 1943’te "Viyana’dan ‘Büyük Ricat’e Osmanlı İmparatorluğu ve Kırım Hanlığı" başlıklı teziyle doçentliğe atandı. 1945’te AÜDTCF Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden Şevkiye Işıl hanımla evlendi. Bu evlilikten kızı Günhan dünyaya geldi. Uzun yıllar aynı fakültede Osmanlı ve Avrupa tarihi üzerine dersler veren İnalcık, 1947'de Türk Tarih Kurumu (TTK) üyeliğine seçildi. 1949'da İngiltere'ye giderek British Museum’da Türkçe yazmalar üzerinde çalıştı ve "Calendar of State Papers" serisinde Osmanlı tarihine ait kayıtları topladı. "Public Record Office"’te Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili kaynak taraması yaptı. 1951 yılında Türkiye'ye döndü. 1951'in yazında Bursa Şer'iyye Sicilleri üzerine çalışmaya başladı. Girişimleri sonucu siciller, Topkapı Sarayı'ndaki atölyede ciltlenip temizlenerek tekrar Bursa’ya gönderildi. İnalcık, Haziran 1952'te "Viyana Bozgun Yıllarında Osmanlı-Kırım Hanlığı İşbirliği" teziyle profesörlük unvanı aldı. Columbia, Princeton, Pennsylvania, Harvard Üniversitelerinde ziyaretçi profesör olarak dersler veren İnalcık, 1972 Ankara Üniversitesinden emekli olarak Chicago Üniversitesinde Osmanlı Tarihi Kürsüsünü kurdu. 1973 yılında kitabı "The Ottoman Empire The Classical Age 1300-1600" yayımlandı. İnalcık, Osmanlı/Türk tarihi araştırmalarının ortaya koyduğu yeni bilgi ve bulguların en üst düzeyde paylaşılıp tartışılması için “"International Association for Social and Economic History of Turkey"” adlı uluslararası bir birlik kurdu, ilk 1977'de Hacettepe Üniversitesi'nde olmak üzere 11 uluslararası kongrenin toplanmasına öncülük etti. 1986 yılında Chicago Üniversitesinden de emekliye ayrıldı ve 1993 yılında Bilkent Üniversitesi’nde Tarih Bölümünü kurdu. 23 yıl boyunca Bilkent Üniversitesi Osmanlı Tarihi Bölümü'nde yüksek lisans ve doktora öğrencilerine seminer dersi verdi. 2003 yılında Bilkent Üniversitesi’nde "Halil İnalcık Center for Ottoman Studies" adlı bir merkez kurdu. Halil İnalcık, yıllardan beri çeşitli arşivlerden topladığı belge ve defterlerin kopyalarını, yarım kalmış araştırma metinlerini, 1000’den fazla ayrıbasımı ve diğer materyalleri bu merkeze bağışlamıştır. İnalcık, çok iyi düzeyde Osmanlı Türkçesi, iyi düzeyde; İngilizce, Fransızca, Almanca, orta düzeyde de; Arapça, Farsça ve İtalyanca biliyordu. Dünyanın çeşitli üniversitelerinden çok sayıda fahri doktora tevcih edilen İnalcık, 20. yüzyıl sona ererken  Cambridge'de bulunan Uluslararası Biyografi Merkezi tarafından dünyada sosyal bilimler alanında sayılı 2000 bilim adamı arasında gösterilmiştir. Hayatı ve tarihçiliğini anlattığı "Tarihçilerin Kutbu Halil İnalcık Kitabı" adlı söyleşi kitabı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan 2005 yılında yayımlanmıştır. Avrasiya Akademiyasının kurucu üyelerinden birisi idi. Halil İnalcık çoklu organ yetmezliği nedeniyle 25 Temmuz 2016 tarihinde saat 19.10'da Ankara'da tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Ölümünün ardından Bilkent ve Ankara Üniversitesi'nde tören düzenlendi. Cenazesi Bakanlar Kurulu kararı ile Fatih Sultan Mehmet'in de türbesinin bulunduğu Fatih Camii Haziresi'ne defnedildi. Ölümünün ardından birçok yerde anma törenleri düzenlenen İnalcık için Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatı ile özel bir kabir yapıldı. Geleneksel Osmanlı kabirleri tarzında düzenlenen İnalcık'ın “ulema kabri” 22 Temmuz 2017'de tamamlandı. Mermerden yapılan kabrin yazma ve motifleri altın varak ile süslendi. Kabir düzenlenmesinde Ahmed Cevdet Paşa'nın kabri örnek alındı. Koordineyi İstanbul Kültür ve Turizm Müdürlüğü ile İstanbul Valiliği üstlendi ve finansal destek İstanbul Türbeler Derneğince verildi. Kabrin üzerine ayak ve baş kısmında olmak üzere iki silindir (“üstüvânî”) dikildi. Taşları Semih İrteş imal ettirirken ayak kısmındaki silindirin klâsik tezyinatını Sabri Mandıracı yazdı. Mandıraca'nın çalışması el ile işlendi. Kargıcak, Milas Kargıcak, Muğla ilinin Milas ilçesine bağlı bir mahalledir. Kargıcak mahallesi, Milas ilçesine 7 km uzaklıkta bulunmaktadır. Tarihi LABRANDA ören yerine bu mahallenin içinden geçen asfalt yolla ulaşılır. Mahallenin geçim kaynakları arasında tarım ve hayvancılık büyük bir öneme sahiptir. Mahallede zeytin yağı fabrikası mevcut olup salamura zeytincilik de yapılmaktadır. Köy yaklaşık 100 haneden ve nüfus olarak da 250 ile 350 arasında bir nüfusa sahiptir. Mahallenin gençleri okumakta ve sanayi sektöründe çalışmakta, orta yaşlı halkta tarım ve hayvancılıkla uğraşmaktadır. Köy sürekli ilçeye, Kızılcayıkık, Bahçeburun, Kırcağız köylerinin hudutları içinde kalan ovadan tarla alıp tarlalara ev yapıp oralara taşınmak suretiyle o köylere göç vermektedir ama Kargıcak mahallesiyle ilişkileri kopmadığı için onlar Kargıcak'lıdır. Mahallede 3 derslikli bir okul vardır. Mahallede en çok zeytin yetiştirilmektedir. Bahçelerde portakal ve mandalina, ayva, nar, üzüm yetiştirilmektedir. Ayrıca, ovada tarlalarda tarım ürünleri karpuz, kavun, karnabahar, lahana, marul, domates, biber, salatalık, börülce, fasulye, ıspanak v.b sebzeler yetiştirlmektedir. Yeni yenide mahallede şeftali ve erik ağacı dikimine başlanmıştır. Mahallenin adının nereden geldiği ve geçmişi hakkında bilgi yoktur. Mahallenin gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi vardır Muğla iline 80 km, Milas ilçesine 11 km uzaklıktadır. Mahallenin iklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir. Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır. Mahallede, ilköğretim okulu vardır. Mahallenin içme suyu şebekesi vardır ancak kanalizasyon şebekesi yoktur. PTT şubesi yoktur ancak PTT acentesi vardır. Sağlık ocağı ve sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan yol asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Newfoundland ve Labrador Newfoundland ve Labrador (İngilizce: "Newfoundland and Labrador", Fransızca: "Terre-Neuve-et-Labrador"), Kanada'nın Doğu Kanada bölgesinde yer alan, Konfederasyon'a katılan en son eyalettir (10. sırada). Eyalet, Newfoundland adası ve Labrador anakarasından oluşur ve Kanada'nın doğu kıyısında kurulmuştur. Eyaletin ismi 1949'da Kanada'ya katıldığında yalnızca Newfoundland'dı. Fakat eyalet hükümeti 1964 yılından bu yana kendini "Newfoundland ve Labrador Hükümeti" olarak isimlendirmeyi tercih etmektedir. 6 Aralık 2001'de, Kanada Anayasası'nda yapılan bir değişiklikle eyaletin resmî ismi "Newfoundland ve Labrador" olarak belirlenmiştir. Newfoundland ismi İngilizce "New Found Land (Yeni Bulunan Yer)"dan gelmiştir. Labrador ise Portekizli kaşif João Fernandes Lavrador'a ithafen bu ismi almıştır. Eyaletin her geçen yıl küçülen nüfusu, 2005 yılının başında 515.000'den biraz daha fazladır. Newfoundland'da; İngilizce, Fransızca ve İrlandaca'nın kendilerine özgü diyalektleri konuşulur. Reşef Reşef, Mezopotamya mitolojisinde salgın ve savaş tanrısı. Ugarit mitoloji metinlerinde geçmese de Ugarit panteonunun önemli bir üyesiydi. Reşef Babil ölüm tanrısı