article
stringlengths 7.34k
10k
|
---|
bunalımlara karşı korunmak amacıyla kullanıma sokulmuştur. Ayrıca eurodan üye ülkeler arasında bütünleşmeye yardımcı olması ve bunu geliştirmesi amacıyla siyasi bir simge olarak da yararlanılması düşünülmüştür. Son yıllarda, euro hacmi hızla artmıştır ve Euro bölgesinin yakın gelecekte daha da büyüyeceğine ilişkin söylentiler vardır. Euronun değer artışının ve Amerikan dolarının değer kaybının sürmesi durumunda euronun dünyadaki başlıca yedek akçe durumuna gelmesi olasıdır.
Avrupa Birliği, oluşturduğu ortak pazar içinde herhangi bir haksız rekabet olayına yer verilmemesini güvence altına almak amacıyla bir rekabet hukuku yönergesi yürütmektedir. Rekabet kurumu olarak, Avrupa Komisyonu'nun ortak pazar içinde tröste karşı önlemler almak, kartelleri kırmak, ekonomiyi daha da özgürleştirmek ve devlet desteğini önlemek gibi sorumlulukları vardır.
Avrupa Topluluğu'nun rekabetten sorumlu üyesi, komisyon içindeki en önemli mevkilerden birindedir ve kararlarıyla çokuluslu şirketleri etkileyebilir. Örneğin, 2001 yılında komisyon üyesi tekelleşmeyi önlemek amacıyla Amerika Birleşik Devletleri kaynaklı iki büyük şirketin birleşmesini ulusal yetkililer anlaşmış olmasına karşın engellemiştir. Rekabet konusunda bir başka önemli dava da, 9 yıllık bir süreçten sonra komisyonun Microsoft'u, Windows Media Player üzerinde tekel oluşturmak gereçesiyle 777 milyon euroluk para cezasına çarptırmasıdır.
Lizbon Antlaşması görüşmelerinde, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin grişimleriyle antlaşma taslağından birliğin rekabetle ilgili yönergelerinden birtakım maddeler kaldırılmıştır. Ancak bu madde bazı ek yönergelerde hâlâ bulunmaktadır ve bunun Avrupa Birliği politikası içinde etkili olup olmayacağı belirsizdir.
Avrupa Birliği'nın 2007 yılı kararlaştırılmış bütçesi 120,7 milyar eurodur ve 2007-2013 arası süreç için toplamda 864,3 milyar euro ayırmıştır. Bu miktar Avrupa Birliği'nin yirmi yedi ülkesinin toplam gayri safi millî hasılasının %1.1'i ila %1.05'ine eşit gelir. Bir karşılaştırma yapılacak olursa, Birleşik Krallık'ın 2004 yılı bütçesi 759 milyar euro olarak tahmin edilmiş ve Fransa'nın da 801 milyar euro harcayacağı öngörülmüştür. 1960 yılında Avrupa Birliği'nin önceli Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun bütçesi gayri safi millî hasılanın sadece %0.03'ü kadardı.
En büyük ortak harcama ögesi bütçenin %45'lik bölümünün ayrılmış olduğu Ortak Tarım Politikası'dır. İkinci sırada %30 ile Avrupa Birliği'nin Bölgesel Kalkınma Politikası gelir. Bu harcamaları %8'lik pay ile dışişleri politikası gideleri, %6'lık pay ile yönetimsel giderler ve %5'lik pay ile araştırma giderleri izler.
Ortak Tarım Politikası, Avrupa Topluluğu'nun en eski yönergelerinden ve temel amaçlarından biridir. Bu politikanın, tarımsal üretimi arttırmak, ürün stoklarında kesinlik sağlamak, tarımla uğraşan kimseler için iyi bir yaşam standardı sunmak, pazarda istikrarı oturtmak, tüketiciler için uygun fiyatlar belirlemek gibi amaç ve görevleri vardır (Roma Antlaşması'nın 33. maddesi). Politika yakın zamana kadar bir devlet desteği düzeni ve pazar müdahalesiyle işliyordu. Tarıma verilen destek 90'lı yıllara kadar o zamanki Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun yıllık bütçesinin %60'ı kadardı. Tarım desteği bugünkü Avrupa Birliği Bütçesi'nin %35'ini oluşturmaktadır.
Politika'nın fiyat kontrolü (narh) ve pazar müdahalesi (destek alımı) büyük ölçüde ihtiyaç fazlası ürün ortaya çıkardı. Bu stoklar topluluk tarafından en alt fiyat sınırından toptan satın alındı. Topluluk elindeki stokları eritebilmek için ürünleri güvence koyduğu fiyatların çok altında dünya pazarlarında satışa sundu ya da çiftçilere topluluğun ürünleri aldığı fiyatla sattığı fiyat arasındaki fark kadar devlet desteği verildi. Bu yöntem gelişmekte olan dünyanın az ödenek alan çiftçileri tarafından büyük eleştirilere maruz kaldı. İhtiyaç fazlası üretim, ekolojik çevreye dokuncası bulunan tarımsal yöntemlerin yoğun bir biçimde kullanılmasından ötürü de pek çok tepki aldı.
90'lı yılların başlangıcından beri, Ortak Tarım Politikası bir dizi düzenleme geçirmiştir. İlk olarak bu düzenlemeler bir bölüm toprağın bilinçli olarak üretimden çekilmesini öngören 1988 Kenara-koyma Politikası, süt kotası ve daha yakın geçmişte ortaya atılan çiftçilerin ürettikleri ürün miktarına göre Avrupa Birliği'nden para almasını sağlayan "ayrım" modelidir. Bu modelle birlikte özel bir ürün üretip parasını almak yerine, tarım alanı büyüklüğüne göre doğrudan ödeme planına geçilmektedir. Bunun, tarımsal gelir düzeyini yüksek tutarken, pazarın üretim oranını da belirli bir noktada tutmasına yardım etmesi umulmaktadır. Tarım konusunda yapılan en yeni reformlardan biri de şeker pazarını büyütmek için daha önce üye devletler arasında ve Avrupa Birliği ile özel ilişkiler içerisinde bulunan bazı Afrika-Karayip-Pasifik ülkeleri arasında paylaşılan şeker pazarının bu özelliğinin feshini düzenlemesidir.
Avrupa Birliği kuruluşundan bu yana bölgesindeki enerji politikalarında öncü güç olmuştur. Bu durumun temelinde birliğin 1951 yılında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu olarak kurulması yatmaktadır. İlk zorunlu ve geniş kapsamlı bir Avrupa enerji politikasının geliştirilmesi 2005 yılında düzenlenen Avrupa Birliği Zirvesi'nde onaylanmış, ilk taslak yönerge Ocak 2007'de yayınlanmıştır.
Avrupa Komisyonu'nun enerji politikasına ilişkin beş önemli noktası vardır: iç pazarda rekabetin arttırılması, yatırımın özendirilmesi ve elektrik dağıtım ağının genişletilmesi; bir bunalım durumunda gereksinimi karşılayacak enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi; Rusya ile enerji ortaklığını geliştirirken Orta Asya'nın ve Kuzey Amerika'nın doğal kaynak bakımından zengin ülkeleriyle de alışveriş amacıyla iş birliği yapmak için yeni antlaşma çerçeveleri üretmek; yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını arttırırken, var olan enerji kaynaklarını daha verimli kullanmak ve yeni enerji kaynakları için ayrılan ödeneğin arttırılmasıdır.
Avrupa Birliği bugün, petrolünün %82'sini, doğalgaz gereksiniminin ise %57'sini dışarıdan alır ve bu da Avrupa Birliği'ni bu yakıtların en büyük ithalatçısı durumuna getirir. Avrupa Birliği'nin yakıt konusunda dış ülkelere özellikle de Rusya'ya bağımlı olmasından dolayı bazı kaygılar duyulmaktadır. Bu kaygılar yakın geçmişte Rusya ve komşuları arasında yaşanan yakıt iletim sorunları yüzünden daha da artmıştır. Bunun sonucu olarak Avrupa Birliği var olan enerji kaynaklarını ve rotalarını çeşitlendirmeye çalışmaktadır.
Avrupa Birliği, Trans-Avrupa Ağları gibi (İngilizce: "Trans-European Networks", "TEN") kendi sınırları içinde ülkelerarası altyapı hizmetlerini geliştirmeye çalışmaktadır. Trans-Avrupa Ağları projesinde Manş Tüneli, Mont Cenis Tüneli, LGV Est, Öresund Köprüsü, Brenner Tüneli gibi çalışmalar yürütülmektedir. 2010 yılı sonu itibarıyla Avrupa Birliği içindeki ulaşım ağının toplam uzunluğunun 75.200 kilometre karayoluna, 78.000 kilometre demiryoluna, 330 havaalanına, 270 uluslararası limana ve 210 iç limana erişmesi beklenmektedir.
Gelişmekte olan Avrupa ulaşım politikaları birliğin birçok yerinde artan ulaşım ağıyla birlikte doğal çevre üzerindeki baskıyı da arttırmıştır. 2004 öncesi Avrupa Birliği üyesi ülkelerde ulaşımla ilgili en büyük sorun trafik sıkışıklığı ve kirliliktir. Bundan sonra yaşanan genişleme süreçlerinden sonra ulaşım ajandasına ulaşılabilirlik sorunun çözülmesi gerekliği de eklenmiştir. Özellikle, Polonya'nın yolları, ülke Avrupa Birliği'ne katıldığında çok kötü durumda olduğundan, 4.600 kilometre yol Avrupa Birliği ölçünlerine yükseltilmiş ve buna bağlı olarak 17 milyar euro harcanmıştır.
Avrupa Birliği'nin tasarladığı bir başka altyapı projesi de Galileo konumlandırma sistemidir. Galileo projesi öneriye sunulmuş bir küresel uydu seyrüsefer sistemidir. Sistemin Avrupa Birliği tarafından yapılması ve 2010 yılında kullanıma hazır duruma getirilerek Avrupa Uzay Ajansı tarafından uzaya fırlatılması beklenmektedir. Avrupa Birliği, Galileo projesini, Amerika Birleşik Devletleri kaynaklı küresel konumlandırma sistemlerine olan bağımlığını azaltmak için başlatmıştır. Bu girişim pek çok kimse tarafından yüksek tutarı, gecikmeleri ve var olan GPS sistemlerinin yanında gereksiz olduğu yönünde aldığı tepkiler yüzünden sık sık eleştirilmektedir.
Avrupa Birliği içinde pek çok bölge arasında göze görülür nitelikte eşitsizlikler vardır. Satın alma gücüne göre uyarlandığında en yoksul ve en varlıklı bölgeler (Nomenklatürün NUT-2 ve NUT-3 bölümleri) arasındaki ayrım iyice belirgin hâle gelmektedir. Yüksek tarafta, kişi başı 68.751 euroluk alım gücüyle Frankfurt, 67.980 euroluk alım gücüyle Paris ve 65.138 euroluk alım gücüyle içeri Londra bulunurken, düşük tarafta kişibaşı 5.070 euroluk alım güçleriyle Romanya'nın Nord-Est Kalkınma Bölgesi ve 5.502 euroluk alım gücüyle Bulgaristan'ın Severozapaden gibi bölgeleri bulunur. Avrupa Birliği ortalamasına bakıldığında, Amerika Birleşik Devletleri gayri safi yurtiçi hasılası %35, Japonya gayri safi yurtiçi hasılası %15 daha yüksektir.
Avrupa Birliği'nde geri kalmış bölgelerin gelişiminin desteklenmesi için ayrılmış Yapısal Fonlar ve Uyum Fonu adı verilen ödenekler vardır. Bu tür bölgeler genelikle birliğe yeni katılan Doğu Avrupa ülkelerindedir. Birçok ödenek, acil durum yardımı, aday ülkelerin kendilerini Avrupa ölçünlerine taşımasına yardımcı olacak olanak (Phare, ISPA, SAPARD) ve eski Sovyetler Birliği ülkeleri olan Bağımsız Devletler Topluluğu üyelerine parasal destek sağlar. (TACIS) TACIS günümüzde Avrupa Komisyonu'nun bir parçası olan Avrupa Yardım ve İş Birliği Ofisi'nin bir parçası olmuştur. 7. Çerçeve Programı, ortak bir Avrupa Araştırma Alanı oluşturmak için tüm birlik üyesi ülkelerden katılan konsorsiyumlarca yönetilen araştırmaları finanse eder.
Avrupa Ekonomik Topluluğu'nda çevreyle ilgili ilk politika 1972 yılında başlatıldı. O günden beri, Avrupa Ekonomik Topluluğu asit yağmurları, ozon tabakasının incelmesi, hava kalitesi, gürültü kirliliği, su kirliliği ve atıklar gibi pek çok konuyla ilgilenmektedir. Akarsuların, göllerin, toprağın ve kıyı kesimlerinin sula |
rının 2015 yılına kadar temizlenmesini amaçlayan Su Çerçevesi Direktifleri, Avrupa Birliği'nin çevresel politikalarının bir örneğidir. Avrupa Birliği'nde yaban hayatı, Natura 2000 programı uyarınca korunmaktadır. Koruma altında yaklaşık 30 bin alan bulunur. 2007 yılında, Polonya Hükûmeti Rospuda Vadisi içinden geçen bir otoban yapma girişimlerinde bulunmuş ancak bu girişim, Avrupa Komisyonu tarafından, bölgenin yaban hayat koruma programına dâhil bir alan olduğu gerekçesiyle durdurulmuştur.
Kimyasalların Kaydı, Değerlendirilmesi, İzni ve Kısıtlanması ( REACH) programı (İngilizce: "Registration, Evaluation, Authorisation and Restriction of Chemicals"), Avrupa Birliği'nin günlük kullanım için üretilmiş 30 bin değişik kimyasal maddenin güvenliklerinin ölçülmesini öngören bir politikadır. 2006 yılında Avrupa'dan gelen bir geminin Fildişi Sahili açıklarında zehirli atık sızıntısına neden olmasından dolayı, Avrupa Komisyonu zehirli atıklarla ilgili daha ciddi önlem ve yaptırımlar uygulamaya karar vermiştir. Gemilerle zehirli atık taşımacılığını yasaklayan İspanya gibi ülkelerle bugün Avrupa Komisyonu, "Çevresel Suçlar" başlığı altında birtakım cezai yaptırımlar uygulamayı önermiştir. Komisyonun bu konuya ilişkin yasa çıkarmasına bazı kesimlerce karşı çıkılsa da görülen davada Avrupa Adalet Divanı yasa tasarısını onaylamıştır. 2007 yılında, üye ülkeler, Avrupa Birliği'nin gelecekte yenilenebilir enerjiyi %20 oranında kullanmasını ve 2020 yılına kadar atmosfere salınan karbondioksit oranının 90'lı yıllara oranla en az %20 azaltılmasını öngören tasarıyı kabul etmiştir. Bu tasarıya uymak için imzalanan 2005 Katılım Antlaşması uyarınca 2020 yılına dek, üye ülkelerdeki tüm otomobil ve kamyonların en az onda birinin biyoyakıt ile çalışır duruma getirilmesi kararlaştırıldı. Bunun sanayileşmiş bir bölge için küresel ısınmaya karşı alınabilecek en yerinde önlemlerden biri olduğu düşünülmektedir.
Kyoto Protokolü'nün devamı niteliğindeki Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı'nda Avrupa Birliği'nin 2050 yılına kadar sera gazı salınımını yarı yarıya azaltması önerilmiştir.
Avrupa Birliği'nin kendi karbon ayak izini azaltmasına yönelik girişimleri 1990 ile 2005 arasında Doğu Avrupa'da %15, Batı Avrupa'da %10 olan orman oranının artmasıyla da desteklenmiştir. Bu süreç boyunca bu ormanlar Avrupa Birliği içinde insan kaynaklı salınımın %12'sine denk düşen 126 milyon metrik ton karbondioksit emmiş ve havayı temizlemiştir.
Eğitim ve araştırma alanında Avrupa Birliği'nin görevi ulusal yönetimleri desteklemekle sınırlıdır. Eğitimde, birliğin politikaları genel olarak 90'larda hazırlanan ve öğrenci değişimini ve öğrencilerin yurtdışında okumasını kolaylaştıran programlardan oluşmaktadır. Bu programlardan en göze çarpanı, 1987 yılında uygulamaya konulan üniversitelerarası bir öğrenci değişimi programı olan ERASMUS'tur. İlk yirmi yılında bu program uluslararası düzeyde 1.5 milyon üniversite ve kolej öğrencisine yurtdışında öğrenimlerini sürdürme olanağı sağlamıştır. Günümüzde ilköğretim öğrencileri, öğretmenler, meslekî eğitim stajyerleri ve Yaşam Boyu Öğrenme Projesi içindeki yetişkin öğrenciler için de benzer programlar vardır. Bu programlar ülkelerarası bilgi aktarımını arttırmak, eğitim ve yetiştirme konusunda yararlı uygulamaları birliğe üye ülkeler arasına yaygınlaştırma gibi amaçlar güdülerek oluşturulmuştur. Bologna Süreci'ne verdiği destekle de Avrupa Birliği, Avrupa'da eğitim desteğini sürdürmektedir.
Bilimsel araştırmalar, Avrupa Birliği'nin ilki 1984 yılında başlatılan Araştırma ve Teknolojik Geliştirme Çerçeve Programı dâhilinde kolaylaştırılmaktadır. Bu alandaki Avrupa Birliği politikasının amacı bilimsel araştırmayı özendirmek ve düzenlemektir. Bağımsız bir kuruluş olan Avrupa Araştırma Konseyi, Avrupa Birliği ödeneklerini Avrupa'da yürütülen araştırmalar ve ulusal araştırmalar arasında paylaştırır. Yedinci Araştırma ve Teknolojik Geliştirme Çerçeve Programı (FP7), dışarıdan alınmış yakıtlara olan bağımlılığı azaltmak ve yenilenebilir enerji kaynaklarını çeşitlendirmek amacıyla, enerji alanında olduğu gibi pek çeşitli konuları ele alır.
Ocak 2000'den beri Avrupa Komisyonu, Avrupa Araştırma Alanı olarak bilinen daha büyük hedeflere yönelmiştir. Bu alanda büyük ödeneklerle bazı önemli konularda araştırmalar yürütülmektedir. Bu araştırmalar tüm üye ülkelerin desteğini almıştır. Araştırma Alanı'nda iş birliği, bilgi paylaşımı, Avrupa içinde araştırma görevlilerinin dolaşım özgürlüğünün sağlanması, işletmeler ile sanayi arasındaki bağların güçledirilmesi ve yönetimsel engellerin kaldırılması gibi amaçlar üzerinde yoğunlaşılmaktadır. Avrupa Birliği, Fransa'nın Cadarache kentinde kurulacak olan Uluslararası Termonükleer Deneysel Reaktör (ITER) projesini gerçekleştirmek için altı başka ülkeyle iş birliği içine girmiştir. Bu proje bugüne dek yapılmış olan en büyük nükleer reaktör olan JET'in (İngilizce: "Joint European Torus") kuruluşu üzerine kabul edilmiştir. Avrupa Komisyonu bu projenin 2050 yılına kadar enerji üretimine başlayacağını öngörmektedir. Avrupa Birliği'nin, Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi bünyesinde de gözlemci statüsü, Avrupa Uzay Ajansı ile çeşitli anlaşmaları ve Avrupa Güney Gözlemevi ile de iş birliği vardır. Bu kuruluşlar Avrupa Birliği bünyesinde olamasalar da bunlarla sık sık birlikte çalışmalar yürütülmektedir.
Avrupa Birliği'nin yirmi sekiz üye ülkesinin toplam nüfusları Ocak 2012 itibarıyla 503.492.041'dur. Genel olarak Avrupa kıtasında yaşayan toplam nüfus ise yaklaşık olarak 710 milyondur. Pek çok Avrupa ülkesine doğru yaşanan dışarıdan göçler nedeniyle birlik nüfusunda bir miktar artış beklenmektedir.
Avrupa Birliği'nin toplam nüfusu dünya nüfusunun %7.3'üne denk düşer. Birlik toprakları dünya yüzeyinin yalnızca %3'ünü kaplamasına karşın kilometrekareye 114 kişinin düştüğü birlik toprakları dünyanın en yoğun nüfuslanmış bölgelerindendir. Toplumun %80'i şehirlerde yaşar ve birlik vatandaşlarının üçte biri nüfusu 1 milyonu aşkın olan kentlerde yaşar. Avrupa Birliği, dünyadaki diğer tüm bölgelerden daha çok dünya şehrine sahiptir. Birliğe dâhil ülkeler içinde toplam 16 adet nüfusu 1 milyonu aşan kent vardır.
Avrupa Birliği'nde birçok büyükşehrin yanı sıra bir o kadar da tek bir merkezi olmayan ancak yoğun biçimde nüfuslanmış bölgeler vardır. Bu bölgeler iki önemli kentin arasında gelişmiş ya da önemli bir merkezin çevresini kuşatmış alanlardır. Bunların en önemli örnekleri: yaklaşık 10.5 milyon nüfuslu Ren-Ruhr bölgesi (Köln, Dortmund, Düsseldorf vb.), 7 milyon nüfuslu Randstad bölgesi (Amsterdam, Rotterdam, Lahey, Utrecht vb.), 5.5 milyon nüfuslu Vlaamse Ruit bölgesi (Anvers, Brüksel, Leuven, Gent vb.) ve 3.5 milyon nüfuslu Yukarı Silezya Metropolitan Birliği'dir (Katowice, Sosnowiec)
Avrupa Birliği'nde konuşlan tüm dil ve lehçeler arasında yirmi dört tanesi resmî statüye sahiptir. Bu diller: Almanca, Bulgarca, Çekçe, Danca, Estonca, Felemenkçe, Fince, Fransızca, Hırvatça, İngilizce, İrlandaca, İspanyolca, İsveççe, İtalyanca, Lehçe, Letonca, Litvanca, Macarca, Maltaca, Portekizce, Rumence, Slovakça, Slovence ve Yunancadır. Yasama kararları gibi, birlikte ele alınan tüm konuların belgeleri birliğin her resmî diline çevrilir. Avrupa Parlamentosu tüm Genel Kurul belgelerini yine tüm bu resmî dillere çevirterek üyelerine sunar. Birlik içindeki bazı kurumlar ise içişleri gibi kimi konularda yalnızca ilgili ülkelerin dilini kullanır. Bu belgeler haberleşme ve iletişim konuları için kısmen çevirtilebilir. Dil politikası her üye ülkenin kendi sorumluluğundadır ancak Avrupa Birliği kurumları da bünyesindeki resmî dillerin öğrenilmesini teşvik eder.
2006 yılı itibarıyla 88,7 milyon konuşanıyla Almanca, Avrupa Birliği'nde ana dil olarak konuşulan en yaygın dildir. Almancayı, İngilizce, Fransızca ve İtalyanca izler. En çok bilinen yabancı dil nüfusun %51'inin konuşabildiği İngilizedir. Bunu, Almanca ve Fransızca bilenler izler. Nüfusun %56'sı ana dillerinden başka bir dili konuşabilmektedir. Avrupa Birliği'nin resmî dillerinin çoğu Hint-Avrupa dil ailesine mensuptur. Bunun istisnaları Fin-Ugor dillerinden olan Macarca ve Fince ile Sami dil ailesine ait olan Maltacadır. Resmî diller içinde, Kiril abecesiyle yazılan Bulgarca ve Yunan abecesiyle yazılan Yunanca dışında tüm diller Latin harfleriyle yazılır.
Yirmi dört resmî dilin yanı sıra, Avrupa Birliği içinde ortalama 50 milyon kişi tarafından yaklaşık 150 bölgesel dil ve azınlık dili konuşulmaktadır. Bunlar arasında, yalnızca İspanya'da konuşulmakta olan bölgesel dillerden Baskça, Katalanca ve Galiçyaca ile Avrupa Birliği vatandaşları birliğin resmî kurumlarına başvuruda bulunabilirler. Avrupa Birliği zaman zaman özel programlarla azınlık dillerini ya da yerel dilleri destekelese de toplumların dil haklarını korumak üye devletlerin kendi sorumluluğundadır.
Birçok bölgesel dilin yanında, dünyanın pek çok ülkesinden Avrupa'ya gelmiş göçmen bireylerce konuşulan bir o kadar da azınlık dili vardır. Türkçe, Magrib Arapçası, Rusça, Urduca, Bengalce, Hintçe, Tamilce, Ukraynca ve çeşitli Balkan dilleri Avrupa Birliği'nin pek çok köşesinde konuşulur. Bu göçmen gruplar genelde hem kendi dillerini hem de içinde bulundukları ülkenin resmî dilini konuşan iki-dilli kişilerdir. Göçmen dilleri henüz Avrupa Birliği içinde ya da üye ülkelerden herhangi birinde resmî bir statüye sahip değildir. Ancak Avrupa Birliği'nin Yaşam Boyu Öğrenme Projesi dâhilinde 2007 yılından itibaren özel destek görebilirler. Türkçe Kıbrıs'ta, Lüksemburgça Lüksemburg'da resmî dil statüsünde olmasına karşın bu ülkelerde, birliğin mevcut dillerinden birisinin zaten resmî dil olmasından dolayı (Lüksemburg'da Fransızca, Almanca, Kıbrıs'ta Yunanca) bu diller Avrupa Birliği dilleri içine alınmamıştır.
Avrupa Birliği, var olan hiçbir din ile bağlantısı olmayan ve yaptığı anlaşma ve aldığı kararlarda herhangi bir dine değinmeyen laik bir örgütlenmedir. Hazırlanması için çalışmalar başlatılan Avrupa Birliği Anayasası taslağının önsözünde ve Lizbon Antlaşması'nın bazı maddelerinde Tanrı ve/veya Hr |
istiyanlık ile ilgili bazı söyleyişlerin bulunması büyük tepkiler almış ve sonuç olarak bundan vazgeçilmiştir.
Hıristiyanlık konusu üzerinde bu kadar durulmasının nedeni, bunun Avrupa'da, doğal olarak da Avrupa Birliği içinde en yaygın din olmasındandır. Avrupa'da Hristiyanlık inancı Roma Katolik Kilisesi, Ortodoks Kilisesi (Güneydoğu Avrupa) ve çok çeşitli Protestan kiliseleri (Özellikle Kuzey Avrupa) arasında bölünmüştür. İslam ve Yahudilik gibi dinler de Avrupa Birliği içinde temsil edilen inançlardandır. 2002 yılı itibarıyla Avrupa'da 1 milyondan fazla Yahudi ile 16 milyon Müslüman olduğu sanılmaktadır.
Eurostat tarafından düzenlenen Eurobarometre kamuoyu yoklamaları Avrupa Birliği vatandaşlarının çoğunluğunun bir tür inanca mensup olduğunu ancak bu grubun yalnızca %21'inin bu konuyu önemli saydığını göstermektedir. Genel nüfus içerisinde her ülkede giderek düşmekte olan kiliseye bağlılık durumunun yanında sayıları giderek artan ateist ya da agnostik bir grup oluşmaktadır. 2005 yılı Eurobarometre kamuoyu yoklamalarında, Romanya ve Bulgaristan'ın birliğe henüz katılmamış olduğu yirmi beş üyeli dönemde Avrupa Birliği'nde yaşayan insanların %52'si herhangi bir tanrıya inandığını, %27'si bir çeşit ruhanî varlığın ya da yaşam kaynağının olduğunu düşündüğünü, %18'iyse herhangi bir yaratıcıya inanmadığını dile getirmiştir. Yapılan anketler sonucu ortaya çıkan tablolar tanrıya inanma oranların en düşük olduğu ülkelerin %19 ile Çek Cumhuriyeti ve %16 ile Estonya olduğunu ortaya koymuştur. Aynı kamuoyu yoklamalarında en dindar ülkelerin %95'lik tanrıya inanma oranıyla baskın bir Katolik nüfusa sahip olan Malta ve halklarının %90'ından fazlası tanrıya inanan Kıbrıs ve Romanya olduğu görülmüştür. Avrupa Birliği içinde, tanrı inancının kadınlar arasında erkeklerden daha yaygın olduğu ortaya çıkmıştır. Bu durum, kişilerin yaşı, yetiştirildiği dinî çevre ve düşük eğitim düzeyine mensup olmaları gibi etmenler ile pararlel olarak artış göstermiştir. Bu kesimdeki insanlar politik görüş olarak da kendilerini sağcılık ile ilişkilendirmiş ve felsefe ve etik ile ilgili konuları daha çok eleştirmişlerdir.
Avrupa Birliği toprakları içinde inananı bulunan diğer önemli inanç akımları ise Budizm, Hinduizm (büyük çoğunluğu Birleşik Krallık'ta bulunur) ve Neopaganizm'dir. Neopaganizm, Avrupa'da antik çağda insanların uyguladıkları çoktanrılı dinlerin yeniden canlanmasını sağlayan ve hızla yayılan bir inanç hareketidir. Neopagan inançları Birleşik Krallık, Danimarka, İsveç ve İspanya hükûmetleri tarafından resmen tanınmıştır.
Avrupa Birliği'nin kültürü, parçası olduğu Avrupa'nın kültürüyle anılır. Kültürler ile ilgili politikalar genellikle her bir üye ülke tarafından bağımsız olarak belirlenir. Üye devletler arasında kültürel dayanışma ve iş birliği Maastricht Antlaşması'nda bir topluluk olarak tanımlanmasından beri Avrupa Birliği'nin ilgilendiği temel konulardan biri olmuştur. Avrupa Birliği'nin kültürel alanda aldığı kararlar arasında yedi yıllık Kültür 2000, Avrupa Kültür Ayı etkinlikleri, Media Plus programı, Avrupa Birliği Gençlik Orkestrası gibi müzik toplulukları ve her yıl bir ya da iki kentin kendi kültürünü tanıtma olanağı kazandığı Avrupa Kültür Başkentliği uygulaması gibi etkinlikler vardır.
Avrupa Birliği ayrıca sayıları 2004 yılında iki yüz otuz üçe ulaşan pek çok kültür projesine de ödenek verir. Avrupa Konseyi'nin isteği üzerine kültürel ilişkilerin geliştirilmesine yardımcı olmak amacıyla "Avrupa ve Kültür" konulu bir genel ağ portalı açılmıştır.
Birlik içinde, entegrasyon sürecini destekleyenler çoğu zaman Antik Yunan, Antik Roma, Orta Çağ feodalizmi, Rönesans, Aydınlanma Çağı, 19. yüzyıl liberalizm akımı ve dünya savaşları gibi kıtanın tarihine ve gelişimine yön veren olayları kapsayan ortak kültürel ve tarihî bir mirastan söz ederler. Avrupa değerlerinin bu paylaşılan ortak mirasın üzerine kurulması savunulur.
Spor, Avrupa Birliği'nden çok, üye devletlerin kendilerinin ya da uluslararası kuruluşların sorumluluğundadır. Ancak, ulusal futbol liglerinde Avrupa Birliği vatandaşı yabancı oyuncu sayısına kota koymayı kaldıran ve bonservis bedeli olmaksızın transfer edilmesine olanak sağlayan Bosman Kuralları gibi bazı kararlar Avrupa Birliği içinde spor politikaları üzerine büyük öneme sahiptir.
Onay beklemekte olan Lizbon Antlaşması spor oyunlarına, bu sektörü Avrupa Birliği'nin ekonomi kurallarından muaf tutacak özel bir statü tanınmasını öngörmektedir. Serbest pazar prensiplerinin varlıklı ve yoksul futbol kulüpleri arasındaki farkı büyütmesine yönelik duyulan kaygılar yüzünden bu durum Uluslararası Olimpiyat Komitesi ve Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği gibi yönetim birimleriyle görüşülmüştür.
Avrupa Birliği'nin spor politikasının oluşturulması sırasında, Uluslararası Basketbol Federasyonu, Avrupa Futbol Federasyonları Birliği, Avrupa Hentbol Federasyonu, Uluslararası Buz Hokeyi Federasyonu, Avrupa Ragbi Birliği ve Avrupa Voleybol Konfederasyonu gibi pek çok spor örgütüne danışılır ve onların fikirleri alınır. Tüm Avrupa birliği üyeleri ve bu ülkelerin ilgili ulusal spor takımları UEFA gibi Avrupa içi spor etkinliklerine katılırlar.
Kim Phuc
Kim Phuc ya da Phan Thị Kim Phúc, 1963 yılında, Saygon'un kuzeyinde bir köyde doğan Vietnam vatandaşı. 1972'de dünyanın gözünü Vietnam Savaşı'na çeviren ünlü fotoğraftaki kızdır. Adı Vietnamca "Altın Mutluluk" anlamına gelir.
Vietnam Hava Kuvvetleri tarafından atılan napalm bombasıyla köyü bombalanana kadar savaşa rağmen mutlu bir çocukluğu olmuştur. Bombardıman sonrası kaçarken iki kardeşi yanarak ölmüş, hayatta kalmayı başaran Kim, savaşın sembolü olmuştur.
Kim, köyü bombalandıktan sonra 14 ay hastanede kaldı. Vücudunun yarısından fazlasında üçüncü derecede yanık vardı ve doktorlar yaşayacağını sanmıyordu. Dayanılmaz acılar çekiyordu, çenesi ile göğsü birbirine kaynamıştı ve sol eli kemiğe kadar yanmıştı. Annesi başucundaydı, San Francisco'dan Dr. Mark Gorney küçük kızı kurtarmaya çalışıyordu. Doktor olmaya karar veren Kim iki yıl sonra köyüne döndü.
1982 yılında tıp eğitimi görürken, 'fotoğraftaki kızı' bulmak isteyen Hollandalı bir gazetecinin isteği üzerine Vietnam yetkilileri Kim'i buldu. Gazetecilerin ilgi odağı oldu, kısa zamanda bundan bunaldı. Vietnam hükümetinin isteğiyle tıp öğrenimini yarıda bıraktı. 'Savaşın simgesi' olarak hükümetin daha fazla işine yarayacaktı. Nihayet 1986'da, Vietnam yetkililerin gözetimi altında, Küba'da eğitimini sürdürmesine izin verildi. Ancak sağlık sorunları nedeniyle eğitimini tamamlayamadı. Küba'da tanıştığı Bui Huy Toan ile 1992'de evlendi.
2003 yılında Newfoundland, Gander'de, havaalanında yakıt almakta olan Moskova-Küba seferini yapan uçaktan inerek kocasıyla birlikte Kanada'ya sığınmak istediğini söyledi.
Kanada'da yaşayan Kim, özellikle savaş kurbanlarına hoşgörü, barış mesajları iletme misyonu üstlenmiştir. 1994'ten bu yana UNESCO iyi niyet elçisidir.
1977'de Chicago'da, daha sonra Kanada'da kurulan Kim Vakfı, çocuk savaş kurbanlarını iyileştirmek için hizmet vermektedir.
Bombardıman sonrası sağ kalan çocuklar, elbiseleri, saçları, vücutları yanık içinde çığlıklar atarak kaçışırken, foto-muhabiri Nick Ut kendisine Pulitzer Ödülünü getirecek olan kareyi çekti.
Vietnam'da üç defa yaralanan fotoğrafçı Ut, daha sonra Tokyo, Güney Kore ve Hanoi'de Associated Press (AP) için çalışmaya devam etmiştir. Halen AP'nin Los Angeles bürosunda çalışmaktadır ve Kanada'da yaşayan Kim ile bağlantısını hiç kesmemiştir.
Kim Phuc, 11 Kasım 1996'da Washington DC'de Vietnam savaşından kurtulan askerlerle birlikte anma törenine katılmış ve orada bir konuşma yapmıştır:
Kim konuşmasını yaptıktan sonra salondan sessizce ayrılıyordu ki, eline bir kâğıt sıkıştırıp göndereni işaret ettiler. Dönüp adama baktı. Adam orada öylece durmuş, eli ayağı titreyerek Kim'e bakıyordu. Elindeki notu okudu:
8 Haziran 1972 günü Vietnam'daki o mabede napalm atan uçağın pilotuydu John Plummer. Savaştan sonra yıllarca kendine gelememiş, ne yapacağını bilememiş, din adamı olmuş, 'o küçük kızın' resmini gazeteden kesip her an cüzdanında taşımıştı.
Kim bir an adama baktı, sonra kollarını açarak ona doğru koştu.
Bu hikâye basında ve internette yayıldıktan sonra John Plummer pek çok kişi tarafından hikâyeyi uydurmakla, fazla süslemekle veya bundan çıkar elde etmeye çalışmakla suçlanmıştır.
Leica
Leica , 1849 yılında Almanya’nın Wetzlar kentinde kurulan fotoğraf makinası üreticisi firma.
Ernst Leitz tarafından kurulan Leica aslında mikroskop ve optik cihaz üreticisi olarak dünyaya gelmişti. İlk kamera modeli ise 1914 yılında Oskar Barnack tarafından geliştirildi. Ve çığır açan 35 mm’lik el yapımı makineler 30’lardan itibaren fotoğrafın üst tabakasının eli, ayağı ve gözünün uzantısı oldu. Çünkü artık geniş formatlı kameralara, tripodlara ihtiyaç kalmamıştı.
Piyasa uzmanlarına göre Leica’nın en büyük hatası, dijital makine pazarına girmemesi oldu. Fiyatı 10 bin Euro’yu bulabilen yüksek kalite analog modellerin hitap edebileceği pazar kalmamıştı.
Bugünün fotoğraf ustalarına göre Leica mercekleri halen türünün en iyi örneği.
O döneme göre küçük, hafif, sessiz ve gösterisiz olduğu için savaşın o dehşet realitesini de en iyi Leica’lar yansıtabilmişti. Küçülen, sesi azalan makinenin hüneri sadece savaş alanıyla sınırlı kalmadı. Robert Capa 1932 yılında cebinde taşıdığı Leica’yla, Kopenhag’da Rus Devrimi üzerine konuşma yapan Leon Troçki’nin fotoğrafını gizlice çekerek dünya çapında olay yarattı.
Gero Furchheim, Leica'yı şöyle anlatmıştır: ""Ramallah’ta yalnızca taş fırlatan çocuk göstermek isteyenler sayısal kamera kullanır. Ancak tüm öykünün resmini çekmek isteyen, orada neler olduğunu, çocuğun neden taş fırlattığını anlatmak isteyen Leica kullanır. Çünkü o, sizinle daha içli dışlıdır.""
Sokak fotoğrafçılığının babası Henri Cartier-Bresson, ""Leica benim gözümün uzantısı"" demiştir. Sokaktaki yaşamı donmuş karelerden serüvene dönüştüren Bresson 2 Ağustos 2004'te öldü.
İspanya İç Savaşı'na Amerikan askerlerinin Omaha Plajı’na çıkışına Leica’sıyl |
a eşlik eden Robert Capa’nın yaşamı 1954 yılında Hindi-Çin’de bir mayına basmasıyla son buldu. Cartier-Bresson’la birlikte kurduğu Magnum fotoğraf ajansının sergisi için Japonya’da bulunan Capa, Life dergisinin cepheye gönderecek çok acil foto muhabiri istemesi üzerine göreve talip olmuştu.
AP'nin savaş fotoğrafçısı Eddie Adams 2005'in Eylül ayında yaşamını yitirdi. Adams, Vietnamlı polis şefi Nguyen Ngoc Loan'ı Vietkonglu gerillanın beynine mermi sıkarken görüntülediği fotoğrafıyla Pulitzer ödülünü almaya hak kazanmıştı.
1972'de Amerikan uçaklarının attığı napalmden yanmış Vietnamlı kız çocuğunu etkileyici bir biçimde görüntüleyen AP muhabiri Nick Ut da Leica kullanmaktaydı.
Jean-Jacques Beineix
Jean-Jacques Beineix (1946,-) Fransız film yönetmeni.
The İmam
The İmam, 2005 yapımı Türk filmi. Yönetmenliğini İsmail Güneş'in yaptığı filmde başrolde Eşref Ziya Terzi oynamaktadır.
İmam-Hatip Lisesi mezunu olduğunu saklayan hız, motosiklet ve iş tutkunu yurtdışı eğitimli Emre Hacıoğlu (Eşref Ziya) geçmişini unutma ve yeni hayata geçme çabasındadır. Bir gün ölümcül hastalığa yakalanmış lise arkadaşı Mehmet gelir ve Emreden onun yerine köyde imamlık yapmasını ister. Emre, arkadaşını kırmayıp köye gider ve kendini bilgisiz insanların içinde bulur. Film, imam-hatipli bir insanın iç çatışmalarını, kimlik tanımlaması sorununu ve Emre'nin gerçeklerle yüzleşmesini anlatıyor.
Astroloji
Astroloji, göksel cisimlerin ve astronomik fenomenlerin, insan karakteri ve kaderi üzerine etkilerinin olduğu önermesini konu alan, bilimsel gerçekliğe sahip olmayan sözdebilim. Yunanca "yıldız" anlamına gelen 'astro' ve "bilgi" anlamına gelen 'logos' kelimelerinden türemiştir.
Astroloji size gelecekte ne gibi etkiler içerisinde kendinizi hissedebileceğinizden sizi haberdar edebileceğini iddia eder.
Eskiden astrologlar gök günlüğü adı verilen ve gökyüzü konumunun gün, ay ve yıl olarak gösteren bir kitap ve ev tabloları kullanarak Yıldız Haritası grafiğini çıkartırlardı.
Gök olaylarına bakarak kehanetlerde bulunmak, özellikle de felaketleri kestirmek, tarihte pek çok toplumda gözlenmiştir. Bunun ilk yazılı örneği Mezopotamya'daki Asur ve Babil uygarlıklarındadır.
Günümüzde Batı'da varolan astroloji sisteminin kökeni Eski Yunan'dan gelmektedir. Büyük İskender dönemine kadar, Eski Yunan'daki gökyüzü incelemeleri yeryüzünde olan olayların açıklamasını ve kehanetleri içermezdi. Gelecekle ilgili tahminler, gökyüzü cisimlerinin hava durumunu etkiliyor olduğu görüşünden ibaretti. Bu dönemden sonra Mezopotamya uygarlıklarının etkisi ile Eski Yunan'da astronominin yanı sıra astroloji de boy göstermeye başladı.
Bundan çok uzun zaman önce, erkeklerle kadınlar geceleyin yıldızlı gökyüzüne baktılar ve bu yıldızların ne olduğunu, yaşamları üstünde ne etkiler yaptığını merak ettiler. Başlangıçtaki bu ilk sorulardan astroloji doğdu. Hiç kimse, astrolojinin yazı öncesi geleneğinin ne kadar eski olduğunu tam olarak bilmiyor. Yazılı tarihte ilk ortaya çıkışı ise MÖ 2500 yılında, gezegenlerin insanın kaderini etkileyen güçlü tanrılar olduğuna inanılan Mezopotamya'da olmuştur. Bu ilk astrologlar gökyüzünü dikkatle izlemeye ve onun geceleri parıltılı, muhteşem sessizliğinde gördüklerinin düzenli kayıtlarını tutmaya başladılar. Astroloji danışmanları Kraliyet ailesine devlet yönetimi konusunda akıl verirlerdi ve Mezopotamya tarihinin erken dönemlerinde astroloji "kraliyet sanatı" olarak düşünülürdü.
Mezopotamya gökbilimcileri göklerin işleyişini açıklamak için yeni geometri bilimini kullanmaya başladıkları sıralarda, eski Yunanlar, zaten tanrılarının geniş panteonuyla övünmekteydiler. Yunanlar, Mezopotamya'nın astrolojik kehanet biçimini kendi mitolojileri ve yeni geometri bilimiyle birleştirip zodyaka dayananan kişisel bir astroloji geliştirdiler. Yunanca "zodiakos kyklos" ya da "hayvanlar dairesi" anlamına gelen bu kuşak, güneşin bir yıl boyunca gökyüzünde izlediği eliptik yörüngesinin her iki yanında dokuz derece uzanır. Zodyak -Koç, Boğa, Yengeç- gibi her biri bir hayvan tarafından simgelenen ve yılın belirleyen on iki parçaya bölündü. Böylece Yunanlar astrolojiyi göklerinin yaşamlarındaki etkilerini merak eden bireylere danışmanlıkta kullanarak yıldız falını ortaya çıkardılar.
Ancak, astroloji bir yolunu bulup genel olarak Hıristiyan öğretisinin içine sızdı ve gelişmeye devam etti.
Yıldız Haritası günümüzde yaygın olarak kabul edilen Batı astrolojisinde İlkbahar Ekinoksu (Nevruz) esas alınarak çıkartılır. Çıkartılan bu haritanın takımyıldızlarıyla bir alakası bulunmamaktadır. 0 Derece Koç burcu ilkbahar ekinoksunun başladığı noktadır. İlkbahar ve sonbahar ekinokslarında günler eşitlenir (12 saat gündüz, 12 saat gece). Bu nokta esas alındıktan sonra 360 Derece 12 eşit parçaya bölünerek burçlar kuşağı ortaya çıkartılır.
Batı astrolojisinin takımyıldızlarıyla bir alakası yoktur. Fakat, Hint Astrolojisi'nin vardır. Hint Astrolojisi takımyıldızlarını esas alır. Lakin Karakter Analizi yapılırken görülen tutarsızlık nedeniyle Batı'da (Hıristiyan dünyasında) bu astroloji kabul görmemiştir. Hint astrolojisiyle Batı Astrolojisi arasında yaklaşık 23,5 derecelik bir kayma vardır. Mesela 31 Mart ta doğan birisinin Güneşi (kişinin burcu olarak bildiği şey aslında Güneş burcudur) yaklaşık 10 derece Koç burcunda çıkarken, Hint astrolojisinde bu yaklaşık 23,5 derece geri kaydırıldığında Koç burcu olan kişi Balık burcu olmuş olur ki, bu Batı astrologları tarafından tutarlı görülmemiştir.
Esasında Batı (Hıristiyan) Astrolojisi temelini Arap Astrolojisi’nden alır. Göksel konumun matematiğini ilk geliştirenler müslüman Araplar olmuştur. Trigonometri batı dünyasına Arap alimlerinden geçmiştir. Günümüzde kullanılan Uzay matematiğinin en önemli temel taşları Müslüman alimler tarafından keşfedilmiş, daha sonra bu bilgileri Hıristiyan'lar alıp geliştirmişlerdir.
Günümüzde astrologlar, Güneş'in, Ay'ın ve gezegenlerin insanın yaşamı üzerinde etkileri olduğunu ve buradan hareketle bir kişinin geleceğinin kestirilebileceğini öne sürerler. Bazı dergi ve gazetelerde, aynı burçta doğan herkes için ortak kehanetlerde bulunan yıldız falları yayımlanır.
Babilliler İÖ 6. yüzyılda gezegenlerin gökyüzündeki hareketini gösteren haritalar yaptılar. Böylece Güneş ve Ay tutulmasının ne zaman olacağını önceden kestirebiliyorlardı. Astroloji Babil'den Eski Yunanistan'a, oradan da Mısır'a ve Hindistan'a geçti. Daha sonra bütün Asya ve Avrupa'ya yayıldı. İS 1066'da gökyüzünde parlak bir kuyrukluyıldız görünmüş ve bu alışılmadık olay insanları çok korkutmuştu. Bunu yorumlayan astrologlar yakın gelecekte bir kralın öleceğini ve çok önemli olayların yaşanacağını söylediler. Gerçekten de birkaç ay sonra, Hastings Savaşı'nda İngiltere Kralı Harold öldürülünce pek çok kişi bu kehanetin doğru olduğuna inandı. Oysa bugün Halley olarak adlandırılan bu kuyrukluyıldızın her 76 yılda bir Dünya çevresindeki yörüngesinden geçtiğini biliyoruz. Fakat, bu anlamlı rastlantıya Carl Gustav Jung senkronizasyon teorisine göre anlamlı rastlantılar adını vermektedir.
Osmanlı dönemi klasik eserlerinden 1427'de yazılmış Murad-name, 51 maddede dönemin kültürel ve sosyal yapısını aktarırken 31. madde astrolojiye ayrılmıştır. Maddede müneccim olmanın niteliklerinden, takvim hesaplamaya, yıldız ve gezegenlerin adlarına ve niteliklerine kadar genel olarak astroloji anlatılmaktadır.
Müneccimbaşılık kurumuna erken Osmanlı döneminde rastlanmazken Fatih ve II. Bayezid bu dönemi açan kişiler olarak anılabilir. 17. asrın ikinci yarısından sonra bizzat hekimbaşılık kurumuna bağlanır. Saraydaki nüfuzları, Evliya Çelebi'nin IV. Murad devrindeki bir geçit töreninde müneccimbaşının Anadolu ve Rumeli kazaskerleriyle yan yana gitmesiyle örneklendirilebilir.
Ackermann işlevi
Ackermann işlevi, ismini Wilhelm Ackermann'dan alan oldukça hızlı büyüyen bir işlevdir. Özyinelemeli olup işlevlerin göreceli olarak en basitidir. Özellikle karmaşıklık çözümlemesinde kullanılır.
formula_1 kümesinde Tanımı aşağıdaki gibidir:
Karides
Karides, Avrupa denizlerinde ve Kuzey Amerika kıyılarında yaşayan, kabuklular sınıfındandır. Silindirik vücutlu, uzun duyargalıdır. Boyu 5–6 cm'dir. Vücudu kalsiyum karbonattan meydana gelen bir zırhla örtülüdür. Gövdesi eklemlidir. Geniş yüzgeçimsi kuyruğunu sallayarak geri geri yüzer. Tatlı suda yaşayan türleri yumurtalarını bıraktıktan sonra yumurtalar açılıncaya kadar yürüme bacakları arasında tutar. Denizel türlerde yumurtalar sırt bölgesinde gelişerek açılması için suya bırakılır.
Karidesler, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan on ayaklı eklembacaklılardır. Boyları 1–30 cm arasında değişir. Karidesler oymağının yedi familyası bilinmektedir. En yaygını çalıkaridesgillerdir. Beş çift bacaklarının en az iki çiftinde kıskaçlar bulunur. Kuyrukları belirgin olup, yelpazeye benzer. İki çift olan duyargaları ise çok uzun ve iki çatallıdır. Bu çatallardan en az bir tanesi geriye kıvrılarak, karidesin yarıkların içine geri geri girmesini sağlar ve arkadan gelen tehlikeyi haber verir. Tehlike karşısında karidesin en belirgin tepkisi, ani bükülmeyle kendini korumaya çalışmasıdır. Vücut renkleri, bulundukları çevreye uyacak biçimde değişebilmektedir. Küçük balıklarla beslenen büyük kıskaçlı avcı tipler olduğu gibi, kumlar arasındaki besin parçacıklarıyla beslenen çöpçü tipler de vardır. Bunların bazı türlerinde besin parçacıklarını rahat toplamak için kıskaçları üzerinde fırçamsı kıllar mevcuttur.
Dişiler yumurtalarını bacaklarının ilk dört çiftiyle taşırlar. Bazen sondaki iki bacak da bu göreve katılır. Tatlı su karidesleri çoğunlukla tropikal bölgelerde yaygındır.
Üst familyalar
Fehmi Koru
Fehmi Koru, (d. 24 Temmuz 1950, İzmir) Türk gazeteci ve yazar.
İzmir Yüksek İslâm Enstitüsü'nden (bugünkü 9 Eylül Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi) mezun oldu (1973). Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan Harvard Üniversitesi'nin Ortadoğu Araştırmaları Merkezi'nde yüksek lisansını yaptı (1982). Londra'da 15 ay, Şam'da bir yıl boyunca dil eğitimi aldı.
Amerika Birleşik Devletleri'nde Massachusetts Inst |
itute of Technology' Üniversitesi'nin Uluslararası Araştırmalar Merkezi'nde araştırmacı olarak iki yıl süreyle bulundu (1980 - 1982).
Devlet Planlama Teşkilatı'nda İslam Ülkeleri Ekonomik İşbirliği Başkanlığı'nda danışman olarak çalıştı (1985 - 1986).
Millî Gazete'nin bir dönem genel yayın yönetmeniydi (1984). Kuruluşundan itibaren Zaman Gazetesi'nde ilk önce genel yayın yönetmenliği (1986-1987), daha sonra da gazetenin başyazarlığını ve Ankara temsilciliğini yaptı (1995-1998).
1999 yılında Ankara temsilcisi olarak Yeni Şafak gazetesine katıldı ve 2010 yılına kadar gazetenin aynı zamanda başyazarı oldu. Daha sonra Star (2011-2014) ve Habertürk (2014-2016) gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı.
Halen yazılarına kişisel blog sayfasında devam etmektedir.
Gazete yazılarının yanı sıra çeşitli televizyon programlarına yorumcu olarak katıldı. Kanal-7 televizyon kanalının düzenli haber yorumcusuydu (1995-2015).
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (2003) ve Çağdaş Gazeteciler Derneği (2003) de dahil olmak üzere birçok meslek örgütünden 'yılın köşe yazarı ödülü' aldı.
Yurtiçi ve yurtdışında birçok sempozyuma ve toplantıya katılan Koru, 2006 yılında Bilderberg konferasının katılımcıları arasında yer aldı .
Yedi Türkçe ve bir İngilizce kitabı yayınlandı.
‘Democracy and Islam: The Turkish Experiment’ ('Demokrasi ve İslâm: Türkiye Deneyimi') başlıklı makalesi Council on Foreign Relations'ın Eylül/Ekim 1996 tarihli nüshasında yayımlandı.
Dr. Nebahat Koru ile evliliğinden beş çocuğu bulunmaktadır.
Kardeşi, Dışişleri Bakanlığı'nda Müsteşar Yardımcısı ve Bakan Yardımcısı olan Büyükelçi Naci Koru, son olarak BM'nin Cenevre ofisinde Türkiye'nin Daimi Temsilcisi'dir .
Dil eğitimi için bulunduğu Londra'da, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ev arkadaşlığı yaptı .
Cihan Haber Ajansı
Cihan Haber Ajansı (CİHAN), yayın hayatına 1 Ocak 1994 tarihinde başlayan, uydu ve İnternet üzerinden 24 saat aralıksız yazılı, fotoğraflı ve görüntülü haber servisi yapan Türk haber ajansı. Feza Gazetecilik A.Ş. grubuna aittir. 15 Temmuz darbe girişimi soruşturması kapsamında, kanun hükmünde kararname ile 26 Temmuz 2016 yılında tamamı ile kapatılmış ve yayın hayatı bitmiştir.
Güncel, politik, ekonomik, dış haberler, sanat-magazin ve spor alanlarında haber üreten Cihan Haber Ajansı, kendi bilgilerine göre günde ortalama 450 yazılı haber, 400 fotoğraf, 180 fotoğraflı haber ve 85 görüntülü haber servis etmektedir.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığından gelen kayyum atama talebi üzerine İstanbul 1. Sulh Ceza Hakimliği 7 Mart 2016'da Cihan Haber Ajansına 3 kayyum atanması kararını almıştır.. Ajans, 27 Temmuz 2016 tarihinde yayımlanan "Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK/668)" ile kapatıldı.
Türkiye'de yayın yapan ulusal televizyonların %78'ine, ulusal gazetelerin %53’üne haber servisi yapan Cihan Haber Ajansı'nın, çok sayıda yerel gazete ve televizyon abonesi, İnternet haber siteleri ve radyo aboneleri bulunmaktadır. Yabancı elçilikler, ekonomi örgütleri, üniversiteler, kamu kurum ve kuruluşlarıyla özel şirketlere de haber akışı sağlanmaktadır. Ayrıca 1997 yılından itibaren Arapça olarak yayın hizmeti verilmektedir.
Türkiye'nin 81 il ve 284 büyük ilçesinde hizmet vermekte, ayrıca Orta Asya, Orta Doğu, Balkan ülkeleri, Avrupa, Güney Amerika, Afrika ve Uzak Doğu'daki birçok ülkede muhabir bulundurur. 31 ülkede bürosu, 55 ülkede muhabiri ile ulusal ve uluslararası medya kuruluşlarına canlı yayın ve bant geçiş imkânları sunmaktadır.
Cihan Haber Ajansı ile çalışan uluslararasi kanallar arasında CNN International, BBC, ABC, Reuters, APTN, Globecast, Abu Dhabi Tv, ARD, TF1, RAI, TVE, Antenna 3, Nos Tv, IRIB, Lider Tv, NHK, Sawatel, TVR, Invidex, SVT, LBC Sat, C1R, Sky TG 24, MEN Dubai, Pro Tv, Al Manar, El Alam, Antenna 1, Mediasat bulunmaktadır.
Kurumların kimliklerini, ürünlerini ve hizmetlerini kamuoyuna sağlıklı olarak tanıtmalarına yardımcı olmak amacı ile hazırlanan, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi için “Büyükşehir Kocaeli”, Asya Finans için “Biz”, İş Adamları Gelişim Derneği için “Gelişim” gibi dergiler Cihan Dergi Grubu çalışmalarına birer örnektir.
Cihan TV Network 2003 yılında yerel kanallar için akşam ve sabah haberleri de hazırlamaya başlamıştır. Üye olan yerel kanallar, akşam ve sabah bültenlerinde CİHAN'ın hazırladığı programı kullanabilmektedir. Günde bir program ve 28 kanal ile başlayan proje şu anda, 94 yerel TV (57 il, 21 ilçe) kanalında günde 7 programla yayınını sürdürmektedir.
Programlar, ulusal standart ve kaliteye sahip stüdyolarda, profesyonel kadrolar tarafından hazırlanıp canlı yayınlanmaktadır. Cihan TV Network üyesi kanallar, programları izleyicilerine kendi logoları ile ulaştırmaktadır.
Ajans, 2016 Türkiye askerî darbe girişimi sonrasında çıkartılan OHAL yasası kapsamında kapatılmıştır.
Serbestlik derecesi (istatistik)
Serbestlik derecesi istatistik'te bir istatistiğin kesin hesaplanmasında kullanılan değerlerin sayısının ne kadar değişme serbestisi olduğunu sayısal olarak verir.
İstatistiksel parametrelerin kestirimleri değişik nicelikte veriye veya bilgiye dayanabilir. Bir parametrenin kestirimi için kullanılması gereken bağımsız bilgi parçalarının sayısına "serbestlik derecesi" denir. Genellikle, bir kestirim için serbestlik derecesi bu kestirimi elde etmek için kullanılan bağımsız skorlar sayısı eksi bu parametrenin kendisinin kestirimini yapma etaplarında kullanılan parametreler sayısına eşittir.
Matematiksel terimlerle, serbestlik derecesi bir rastgele vektörun sahasının boyutu olur veya vektörün tümünün belirlenmesi için bilinmesi gereken parçaların sayısıdır.
Serbestlik derecesi terimi çok defa olasılık dağılımlarında, hipotez sınamasında ve doğrusal modeller (yani doğrusal regresyon ve varyans analizi) alanlarında kullanılır. İstatistiğe giriş kitap veya makalelerinde çok kere bu kavram hipotez sınamasında veya olasılık dağılımları parametreleri olarak ilk defa ortaya çıkartılır. Fakat bu kavramin derinden anlaşılabilmesi için kritik olan, kavramın altında bulunan geometrinin kavranmasıdır. Eğer "N" boyutlu geometri bilinmezse veya modern örnekleme kuramı ikinci elden sadece istatistiğe giriş kitaplarından öğrenilirse, bu kavram pratik anlamı olmayan bir mistik sözcük olmaktan ileri gitmemektedir.
Bu kavram için notasyon ünlü istatistikçi Ronald Fisher tarafından "n" olarak kullanılmıştır; ama modern istatistik metinlerinde "n" "örneklem büyüklüğü" olarak kullanılır. Bu nedenle "serbestlik derecesi" notasyon olarak (s.d.) veya İngilizceden esinlenerek d.f. ("degree of freedom") olarak ifade edilir.
İstatistiksel modelin veriye uyarlanmasında, hata ve artık vektörleri genelde vektördeki bileşenlerin sayısından daha kısıtlı bir boyuta sahiptir. Artık veya hata vektörünün bu daha küçük boyuta sahip olma durumuna hatanın "serbestlik derecesi" adı verilir.
Basit bir örnekle açıklanması gerektiğinde:
ifadesindeki x'ler, μ beklenen değerine sahip rassal değişkenler olsun ve
örneklem ortalaması olsun. Öyleyse
büyüklüğü "X" - μ hata tahmininin artıklarını oluşturan bir büyüklüktür.
Hata terimlerinin aksine, artıkların toplamının 0 olması gerekir. Yani "n" - 1 boyutlu bir uzayda yer alma kısıntı içindedirler. Eğer artıklardan "n" - 1 tanesi bilinirse, sonuncusu da bulunabilir. Dolayısıyla hata terimi için "n" - 1 serbestlik derecesi vardır.
modelindeki a ve b'nin en küçük kareler yöntemiyle tahmininde
(ε, ve dolayısıyla "Y" rassaldır). formula_5 ve formula_6 , "a" ve "b" tahmin ettiğimiz değerler olsun. O zaman;
artıkları iki denklemin tanımladığı uzay içinde yer alacak şekilde kısıtlıdırlar:
Dolayısıyla hata terimi için "n" - 2 serbestlik derecesi vardır.
Hata terimlerinin olasılık dağılımları genelde bu serbestlik dereceleri ile parametrelendirilir. Bu yüzden Ki-kare dağılımından söz edilirken belli bir serbestlik derecesi gerekir, F-dağılımı, t-dağılımı, veya bir Wishart dağılımı pay veya paydalarında serbestlik derecesi içerir.
Bu dağılımlarının genel uygulamalarında, serbestlik derecesi yalnızca tam sayı değeri alır. Hâlbuki, konunun temelinde yer alan matematik, çoğu durumda kesirli serbestlik derecesinin alınmasına müsaade eder ki bu da daha karmaşık kullanımlar ortaya çıkarabilir.
İkili adlandırma
İkili adlandırma ya da binomial nomenklatür, tür adlarının iki kelimeden oluşacak biçimde gösterilmesi sistemi. Carl Linne'nin (1707-1778) bitki ve hayvanların isimlendirilmesi için ikili adlandırma (binomial nomenklatür) yani, 2 sözcükten oluşan (Cins adı+Epitet adı=Tür adı) bir sistem geliştirmiştir. Bu sistem bugün bazı değişikliklere uğramış ise de, prensipler hâlâ binomial nomenklatür kuralları çerçevesinde halen geçerliliğini korumaktadır.
1707-1778 yılları arasında yaşamış İsveçli bilim adamı Carl Linnaeus, tabii sınıflandırmayı Systema Naturae adlı eserinde en iyi ifade etmiştir. Bu eserin 1. baskısında (1753) bitkiler ilk defa ikili isimlendirme sistemine göre binominal sistematiğinin bilimsel olarak başlangıcını oluşturur.
Sistematikte her canlının bilimsel bir ismi vardır. Bunlar latince veya latinceleştirilmiş kelimelerdir. Bilimsel bir ismin en az iki harflik bir kelimeden oluşması gerekir. Bilimsel isimler tek (uninominal), iki (binominal) veya üç (trinominal) kelimeden oluşur. Şube/bölüm, sınıf, takım, familya ve cins isimleri uninominal olmak zorundadır. Tür isimleri binominal, alt tür isimleri ise trinominal olarak yazılır. Uninominal isimler daima büyük harfle başlar. Binominal isimde birinci kelime cins adı, ikinci ise tür (epitet) adıdır. Cinsin ismi daima büyük, türün ismi ise daima küçük harfle başlar. Bir tür ismi, daima önce cins ismi belirtilerek yazılır, hiçbir zaman tek kelime olarak yazılmaz.
Katı
Katı, maddenin, atomları arasındaki boşluğun en az olduğu halidir. "Katı" olarak adlandırılan bu haldeki maddelerin kütlesi, hacmi ve şekli belirlidir. Bir dış etkiye maruz kalmadıkça değişmez. Sıvıların aksine katılar akışkan değildir. Fiziksel yollarla, diğ |
er üç hal olan sıvı, gaz ve plazmaya dönüştürülebilirler. Altın demir gibi madenler katı maddelere örnektir. Ayrıca katı maddeler atomlarının en yavaş hareket edebildiği haldir. Doğa'da amorf veya kristal yapıda bulunurlar. Amorf katılar maddenin taneciklerinin düzensiz olma durumudur. Kristal katılar ise de maddenin taneciklerinin düzenli olma durumudur. Kristal katılar da aralarında 4'e ayrılır.
Maddenin dört temel hâlinden biri. Gaz ya da sıvı hâldeki madde katı hâle dönüşürken maddeyi oluşturan atomlar daha düzenli bir üç boyutlu yapıya geçer ve atomların enerjisi azalır. Katı durumdaki bir maddenin atomları arasındaki boşluk azalır. Bu nedenle aralarındaki çekim kuvveti de artar. Katı maddelerin biçim değiştirebilmesi için dışarıdan bir kuvvetin etki etmesi gerekir. Maddenin bu kuvvete göstereceği direniş, onun dayanıklılığını gösterir. Her maddeye göre değişen bu dayanıklılık belli katsayılarla gösterilir. Maddenin dayanıklılık özelliklerini mekanik bilimi inceler. Katıdan sıvıya, sıvıdan gaza dönüşürken ısı alır(enerji alır), tam tersi gazdan sıvıya, sıvıdan katıya dönüşürken ısı verir(enerji verir). Sıvıların sert bir görünüm almasına donma denir. Ayrıca tanecikleri sıkıştırılamaz katı cisimlerin hepsi belli bir kuvvete kadar dayanabilir esnekliğini kaybetmez yani onlara uygulanan kuvvet esnekligini sınırlayıp aşmıyosa kuvvet kalkınca cisim eski haline geri döner
Bütün maddeler atom ve moleküllerin çeşitli şekillerde bir araya gelmesiyle ortaya çıkar. Katıdaki atomlar, özellikle elektriksel karakterli kuvvetlerle, belirli konumlarda bir arada tutulurlar. Katı atomları bu denge konumları etrafında ısısal etkiler nedeniyle titreşim hareketi yaparlar. Fakat düşük sıcaklıklarda bu titreşim hareketi azdır ve atomlar hemen hemen sabit gibi düşünülebilir. Maddeye ısı enerjisi verilirse bu titreşim genliği artar.
Her katının bir erime noktası bulunur. Bir katıya ısı verildiğinde katının yapısındaki atomlar, iyonlar ya da moleküller daha şiddetli titreşirler. Sonunda bu titreşimlerin kristal yapısını bozacağı bir sıcaklığa ulaşılır; atomlar, iyonlar ya da moleküller birbirinin üzerinden kayar; katı belli biçimini kaybeder ve sıvıya dönüşür. Bu olaya erime ve bu olayın gerçekleştiği noktadaki sıcaklığa erime noktası denir. Erime noktası ile madde miktarının bir ilgisi yoktur.
"X" katısının erimesi ve donması için gereken sıçaklık aynıdır. Su 0 °C'de donup, 0 °C'de erir.
Erime ve donma noktası üzerine basıncın etkisi vardır. Normal erime noktasından söz edilirken, basınç Atmosfer olarak kabul edilir. Erime noktası, saf maddeler için karakteristik fiziksel bir sabittir.
Bazı hallerde erimiş madde, donma noktasına kadar soğuduğu halde donmaz. İşte bu duruma aşırı soğuma ve donmada gecikme denir. Bu haldeki sıvıya kendi cinsinden küçük bir katı billur atılırsa sıvı maddenin birdenbire donduğu görülür. Buna "aşı billuru" (kristali) denir. Erime noktası en düşük olan metal -38,83 °C ile Civa (Hg)'dır. En yüksek erime noktasına sahip metal ise de Tungsten veya diğer adıyla Volfram (W)'dır. Erime noktası 3412 °C'dir. Ampullerde kullanılır.
Katı halden gaz hale geçiş veya süblimleşme katı maddenin sıvı hale geçmeden direkt olarak maddenin gaz hale geçmesidir. Bu olayın tersine kırağılaşma denir. Gereken buharlaşma basıncına belli bir sıcaklıkta sahip olan bütün katılar genellikle süblimleşebilir. Karbon, arsenik gibi bazı maddelerin üçlü noktalarının yüksek olması dolayısıyla süblimleşmesi, eriyip buharlaşmasından daha kolaydır.
Katıların bazıları ısıyı ve elektriği iyi iletirken bazıları iletmez. Bu olaya maddenin iletkenlik özelliği denir. Elektriksel iletkenlik bir iletken malzemeye uygulanan elektriksel alan etkisinde yük taşıyıcılarının uzak mesafeli hareketleri sonucu oluşur. Isı aktarımı ise; sıcaklıkları farklı iki veya daha fazla nesne arasında iletim, taşınım ya da ışınım yoluyla (veya bu yolların birbiri ile olan birleşimları yoluyla) gerçekleşen enerji aktarımının incelenmesidir. Bu transferin matematiksel olarak modellenmesi "ısı aktarımı" dersinin temel konusunu oluşturur. Termodinamik, akışkanlar mekaniği ve malzeme ile ilişkilidir.
Katılar kendi arasında ikiye ayrılır. Bunlar; amorf ve kristal katılardır.
Düzensiz tanecik dizilimine sahip katılardır. Kristal katıların aksine erime sıcaklıkları yoktur. Amorf katının erimeye başladığı sıcaklık değişkenlik gösterebilir.
Amorf katılar genellikle sıvı haldeki bir maddenin ani olarak soğutulması ile oluşturulur. Günlük hayatımızda bulunan cam, plastik, lastik, mum amorf katılara örnektir. Şekilleri de belirsizlik gösterir. Uzun süre beklemede akışkan olduğu gözlenmektedir.
Gördüğünüz tüm katıların en ez %90'ı kristal katılar grubuna girer. Atomların, iyonların veya moleküllerin belli bir geometrik kalıba göre istiflenmesiyle oluşan katılara kristal katı denir. Kristal katıların yapı, erime noktası, yoğunluk, sertlik gibi fiziksel özellikleri bu katıları meydana getiren atom, iyon ve molekülleri bir arada tutan çekim kuvvetlerine bağlıdır.
Kristal katılar, tanecikler arası çekim kuvvetlerine göre iyonik, moleküler, kovalent, metalik olarak sınıflandırılır.
Sıvı
Sıvı, maddenin ana hallerinden biridir. Sıvılar, belli bir şekli olmayan maddelerdir, içine konuldukları kabın şeklini alırlar, akışkandırlar. Sıvı molekülleri, sıvı hacmi içinde serbest hareket ederler, fakat partiküllerin ortak çekim kabiliyeti, hacmin izin verdiği ölçüdedir.Sıvılar sıkıştırılamazlar.
Sıvının hacmi, onun sıcaklık ve basıncına bağlıdır.
Sıvılar iletkendir. Fakat iletkenlikleri içlerine konulan maddelerle değişebilir. Katılara göre daha fazla,gazlara göre ise daha az boşluklu yapıya sahiptir.
Örnek: Saf su ve şekerli su yalıtkanken, tuzlu su iletkendir.
Sıvıların miktarı hacim birimleri ile ölçülür.Hacimin SI birimi metre küptür (m³ ) ve genellikle desimetreküpe eş olan litre kullanılır(1 dm³ = 1 L ).
Sıvılar çok az sıkıştırılabilirdir. Su atmosfer basıncına (bar) her birim artış için milyonda yalnızca 46.4 sıkıştırır. . , oda sıcaklığında basıncı yaklaşık 4000 bar (58,000 psi) artarsa, su haciminde sadece % 11'lik bir azalma ile karşılaşır. Kimyada, sıvılar genellikle sıkıştırılamaz olarak kabul edilir.
Bir yerçekimi alanı içinde , sıvılarda basınç her yöne iletilir ve sıvı derinliği ile doğru orantılı olarak artar.
burada:
Sıvılarda ses hızı şu şekilde hesaplanır:
formula_4 "K" Bulk modülü , "ρ" basınç. Örneğin ses; tatlı su içinde, tipik değerlerle, c 25 °C'de = 1497 m / s hızındadır.
Avrasya Ekonomi Topluluğu
Avrasya Ekonomi Topluluğu ("İngilizce: Eurasian Economic Community, Rusça: Eвразийское Экономическое Сообщество, ЕврАзЭС") Avrasya Ekonomi Topluluğu'nun kurulma süreci 6 Ocak 1995'te Rusya ile Beyaz Rusya arasında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması ile başlamıştır.
Beyaz Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya ve Tacikistan tarafından 10 Ekim 2000 tarihinde imzalanan antlaşmayla kurulmuştur. 2002 yılında Moldova ve Ukrayna, 2003 yılında da Ermenistan gözlemci olarak örgüte katılmışlardır.
25 Ocak 2006 tarihinde de Özbekistan Avrasya Ekonomi Topluluğuna katılmıştır.
Örgüt aynı zamanda Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda gözlemci statüsüne sahiptir.
Avrasya Ekonomi Topluluğu'nun örgütsel yapısı şu şekildedir:
Béatrice Dalle
Béatrice Dalle (d. 19 Aralık 1964), Fransız oyuncu.
Modellik yaparken yönetmen Jean-Jacques Beineix ile tanışan Dalle, yönetmenin 1986'da yaptığı "37°2 le matin" isimli filmde "Betty Blue" karakterini canlandırmıştır.
Jean-Hugues Anglade
Jean-Hugues Anglade (d. 1955, Fransa) , Ünlü Fransız aktör.
Akçakent, Aksaray
Akçakent, Aksaray ili Hasandağı eteklerinde kurulu bir kasabadır. Bu kasabanın sakinleri Konya, Aksaray ve Niğde'den buraya göçmüştür. Akçakent kasabasının tarihi 19. yüzyıla dayanmaktadır. İstanbul'a göç edenler bir hayli insan bulunmaktadır. Taşpınar'a bağlı bir köy olmuştur.
Zeyyat Selimoğlu
Zeyyat Selimoğlu, (d. 31 Mart 1922, İstanbul - ö. 1 Temmuz 2000, İstanbul), Türk yazar ve çevirmen.
Zeyyat Selimoğlu, Alman Lisesi'nden sonra, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Hikâyelerinin yanı sıra, Almanca'dan çevirileri ve radyo oyunları ile tanındı. "Rize'nin Köylerinden" başlıklı yazısı ile Cumhuriyet Gazetesi'nin 1949-50 Yunus Nadi Armağanı'nı kazanınca, edebiyat dünyasına ilk adımını attı. "Koca Denizde İki Nokta" adlı oyununa, 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda Başarı Ödülü verildi. Zeyyat Selimoğlu, 2000 yılında İstanbul’da, Nişantaşı'ndaki evinde öldü. Tek romanı olan "Tutkunun Köşeleri"'nde sınıf atlama ve zenginleşme idealini konu edinmiştir.
Dominique Pinon
Dominique Pinon (d. 4 Mart 1955, Saumur), Fransız aktör.
Alâeddin Paşa
Alâeddin Paşa ya da Alâeddin Bey, ikinci Osmanlı padişahı olan Orhan Gazi döneminde, takriben 1320-1331 arasında vezirlik yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır.
Alâeddin Paşa'nın adı ve aslı hakkında değişik tezler bulunmaktadır. İlk Osmanlı veziri olduğu üzerinde anlaşma vardır. Tarihçiler bu ilk vezirin adını Alâeddin Paşa, Alaaddin Bey, Ali Paşa, Alaaddin Ali, Erden Ali, Pazarlı olarak da vermektedirler.
Tarihçilerin büyük çoğunluğu ilk Osmanlı vezirinin ilk Osmanlı Sultanı Osman Gazi'nin oğlu olduğunu kabul etmektedirler. Sakaoğlu'na göre
İlk Osmanlı tarihçilerine göre Alaaddin Paşa, Osman Bey'le Şeyh Edebali kızı Bâlâ Hatun'un oğlu, Orhan Bey'in kardeşidir.
İlk Osmanlı tarihçileri olan Aşıkpaşazade, Oruç Bey, Nesri, İbni Kemal tarafından hazırlanmış tarihler bunu açıkça bildirilmektedir.
Osmanlı biyografi eserleri de bu teze katılmaktadırlar. Mehmet Süreyya "Sicill-i Osmani"de bu tezi korumaktadır.. Osmanlı vezir ve sadrazamları biyografilerini veren Osmanzade Ahmed Taib "Hadika'tü'l-vüzera" adli biyografi eseri de bu teze katılmakta ve bu eserde ilk vezir olan Alaaddin Paşa'nın "paşa" sanı şöyle açıklanmaktadır:
Türkler arasında büyük oğla paşa denildiğinden ordu içinde de bu sanla anıl(mıştır).
Fakat, bazı kaynaklar ismini "Alaaddin Paşa bin Hacı Kemaleddin" ve "Hacıkemalettinoğlu Alaaddin Paşa" şeklinde verirler ve buna gör |
e ilk vezir Osman Bey'in oğlu değil "Hacı Kemalettin" adlı bir kişinin oğludur.
Alaaddin Paşa babası Osman Gazi döneminde babasına danışmanlık yapmıştır. Sonra babasının emrine uyarak büyük babası Ahı Şeyhi Edebâlî'nin yanına Bilecik'e gitmiş ve orada ona hizmet yapmıştır. İlk Osmanlı tarihçileri (Aşıkpaşazade, Oruç Bey, Nesri, İbni Kemal) ve geleneksel kabul edilen anlatıma göre Beylik ileri gelenleri ve Osman Bey'in çocukları bir toplantı yapmışlar; bu toplantıda Orhan Bey kardeşi Alaaddin'in Bey olmasını önermiş ama Alaaddin bunu kabul etmeyip devlet ileri gelenlerinin uygun gördüğü gibi Beylik tahtına küçük kardeşi Orhan'ı münasip gördüğünü ifade etmiş ve böylece Orhan tahta geçmiştir.
Bizanslı tarihçi Laonikos Halkokondiles kaynak göstermeden, babası ölünce oğlu Orhan'ın Uludağ'a çekildiğini ve sonra yanına asker toplayarak kardeşlerini alt ettiğini bildirir.
Katalan Vikipedia "Alaeddin Paixà" maddesinde , kaynak gösterilmeden, "Hüsameddin" adlı bir tarihçinin onun Orhan'dan daha yaşlı olması dolayısıyla tahta gelmesi gerektiğini yazmakta olduğunu ve "İbni Taghribirdi bin Hadjar" adlı bir diğer tarihçinin de "Erden Ali babasının yerine tahta çıktı" dediğini bildirmektedir.
Aleaddin Bey vezirlik döneminde sikke, elbise, asker ve kanun tanziminde büyük hizmetlerde bulunmuştur. Onun önerilerine uyularak Orhan Bey adına akçe kestirilmiştir. Her sınıf asker için "ak börk", siviller için "kızıl börk" baş giysisi ve değişik tip elbiseler kabul edilmiştir. İlk düzenli "yaya" adlı ordu kurulmuştur. İlk Osmanlı kanunlarının da dönemin koşulların uygun olarak koyulmasını sağlamıştır..
Bu vezirlikten sonra 1331(?)de görevden ayrılıp köşesine çekilmiştir. "Pakte" nahiyesindeki koru ve "Kitre" ovasındaki "Futra" çiftliği kendisine dirlik olarak verilmiştir
Bazı kaynaklar bir savaşta şehit düştüğünü de bildirirler. 1333 yılında Biga Kalesinde hayatını kaybettiği de söylenmektedir. Mezarı Bursa'da Osman Gazi Türbesi'ndedir.
Ölümünden sonra saltanat tarafından evlât ve torunlarına saygı gösterilmiş ve hayırseverlik eserleri ve vakfı soyundan gelenler tarafından yöneltilmiştir.
Bursa'da Kale İçi ve Kaplıca semtlerinde iki camisi ve Kükürtlü'de bir zaviyesi ve imareti vardır. Bir de vakıf tesis etmiştir.
Kazancı Yokuşu (deneme)
Kazancı Yokuşu, Ferhan Şensoy'un ilk kitabı (Nisan 1978).
Kitabın arka kapak yazısı:
Je M'en Fiche Bilader'den Haneler'den, kabareci yeteklerini sevgi ile izlediğim Ferhan Şensoy'un taze, sıcak, halkçı bir mizahı var. Yazgıdaşçıları imişçesine yansıttığı Kazancı Yokuşu'nun insancıklarını da bu külfetsiz anlatısı içinde bizlere sevdiriyor. Bu insancıklar nasıl ezildiklerinin tortusunu günlük yaşam sevinci içinde unutuyorlarsa, yazar da sanki onlardan biriymiş gibi toplumsal ukalalıklardan, yazarca bilgiçliklere yeltenmeden anlatısının tadını çıkara çıkara onlara ayna tutuyor. Sade onları konuşturduğu diyaloglar değil, kendi gözlemleri, algılamaları, söz dağarcığı, anlatışı, benzetileri ve yorumları bile argo. Öylesine onlardan. Yazımı bile onlarınki gibi yanlış kullanıyor. Bence üslubunu sevimli yapan da bu.
"Ben Ferhan Şensoy'un Kazancı Yokuşu'nu okurken zaman zaman Celine'i ya da San Antonio'yu okurken aldığım tada benzer haz duydum. Zaman zaman da Adnan Veli'nin Mapushane Çeşmesi'ndeki unutulmaz başarısını ansıdım." Haldun Taner
Matrix (film)
Matrix (Özgün adı: The Matrix), Larry ve Andy Wachowski kardeşlerin yazıp-yönettiği bir bilim kurgu film. 1999 yılında gösterime girdi. Filmde Keanu Reeves, Laurence Fishburne, Carrie-Anne Moss ve Hugo Weaving gibi yıldızlar yer almaktadır.
"Matrix" ABD'de 171,479,930 $, uluslararası olarak 288,900,000 $ hasılat ile toplam kazancı 460,379,930 $'a ulaşmıştır. Film ABD'de gösterime girdiği hafta 27,788,331 $ gelir elde etmiştir.
Saygın bir yazılım şirketinde çalışan Thomas Anderson (Keanu Reeves), gecelerini "Neo" adı altında program kırarak ve Matrix'i araştırarak geçirir. Esrarengiz şekilde Trinity ve Morpheus ile tanışan Neo, yaşadığı dünyanın aslında beyninde gerçekleşen bir simulasyon olduğunu, yani aslında Matrix'in içinde yaşadığını öğrendikten sonra oradan kurtarılır ve Morpheus'un önderliğindeki ekibe katılır. Neo gerçek dünyada ilk nefesini aldıktan sonra simulasyona tekrar girerek Matrix'in ne olduğunu kavrayacak ve kurtarılma nedenini öğrenerek gelişen olaylar çerçevesinde yeni kimliğini tanımaya çalışacaktır.
Filmdeki olaylar çok ileri bir tarihte teknolojinin son derece gelişmiş olduğu, yapay zekaya sahip makinelerin yaratılmış olduğu bir dünyada geçmektedir.Bu dünyada makineler ve insanlar arasında ortaya çıkmış, savaş sonucunda insan ırkı makineleri yenebilmek için onların enerji kaynağı olan güneş ışınlarının dünyaya inmesini engellemek adına, gökyüzünü kimyasal silahlarla siyah bulutlar oluşturmak suretiyle kapatmıştır.Bunun sonucunda enerji ihtiyacını karşılayamayan makineler yeni enerji kaynakları bulmaya yönelir ve insan vücudunun çok iyi bir enerji motoru olduğunu fark eder. Böylece insanları köle olarak enerji üretimi için kullanmaya başlarlar ve herhangi bir isyan durumundan kaçınmak insanların için zihinlerini meşgul edecek bir program tasarlarlar. Böylece köle insanlar aslında bilinçsiz bir şekilde uyurken zihinleri makinelere bağlı bir şekilde Matrix programının içerisinde her şeyden habersiz sanal bir dünyada yaşamaya devam ederler.İşte Neo bu insan tarlalarında uyanır ve gerçek dünyada insanların yaşadığı tek yer altı şehri olan Zion'a götürülür ve gerçek dünyaya alıştıktan sonra Morpheus'un ekibiyle beraber makinelere karşı savaşmaya başlar.
The Matrix; 4 Oscar aldı.
Je M'en Fous Bilader
Je M'en Fous Bilader, Ferhan Şensoy'un 1970 yılında yarı Fransızca yarı Türkçe yazdığı oyun.
Şensoy'un kurduğu Galatasaray Oyuncuları isimli amatör toplulukla Haldun Taner'in himayesinde, Devekuşu Kabare Tiyatro'sunun salonunda prova edilen oyun sadece bir kez Fenerbahçe tesislerinde, Galatasaray'ın bir akşam yemeğinde sergilendi.
Mikail
Meyve aromalı maden suyu
Meyve aromalı maden suyu, maden suyu üretiminde devrim olarak kabul edilen, klasik maden suyuna aroma eklenerek üretilen yeni nesil maden suyu çeşididir.
Türkiye'de ilk defa 1998 yılında Anatolya tarafından üretilmiş ve maden suyu sektöründe kabul görmesinin ardından birçok marka tarafından üretimine başlamıştır. Maden suyunun meyve aroması ile birleşmesinin ardından sektörde yeni bir pazar oluşmuştur. Meyve aromalı maden suyu her yıl ortalama %30 oranında büyüme hacmine sahip bir sektör haline gelmiştir.
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni, 1990 Türkiye yapımı dramatik güldürü filmidir.
60`larda ve 70`lerde çektiği aşk filmleriyle ünlenen ama bir dönemin kapanmasıyla birlikte çaptan düşen bir yönetmenin, kendini yenilemek için gösterdiği çabaları anlatan tam bir başyapıt. Binbir zorluklar, yokluklar içinde, bir avuç inançlı sinema emekçisinin, her şeye rağmen film çekmek için gösterdikleri trajik ve bir o kadar saygı duyulması gereken mücadeleyi anlatan bir film
XII. Karl
XII. Karl (Türkçe: "Demirbaş Şarl" veya İngilizce: "XII. Charles" veya Latince:"Carolus Rex") 17 Haziran 1682 , Tre Kronor Şatosu, Stockholm, İsveç - 30 Kasım 1718 Fredrikshald, Norveç), 5 Nisan 1697 – 30 Kasım 1718 tarihleri arasında İsveç kralı. Bağlı bulunduğu hanedan Wittelsbach Hanedanı'nın bir kolu olan "Palatina-Zweibrücken" Hanedanı idi. XII. Karl'ın babası XI. Karl ve annesi Ulrika Elanoara Danimarkalı idi. Bunların hayatta kalan tek erkek çocuğu olarak 5 Nisan 1697'de babasının ölümü üzerine XII. Karl adıyla daha 15 yaşında iken İsveç Krallığı kralı ve babasının hanedanının hükümdarı olduğu modern Almanya'da bulunan "Palatina-Zweibrücken Dükü" oldu ve iki hükümdarlığı 30 Kasım 1718'de daha 30 yaşında iken Fredrikshald kuşatması sırasında öldürülmesine kadar yönetti.
XI. Karl ve eşi Ulrika Elonara Danimarkalı (1656–1693)'nın ilk çocuğu olarak İsveç'te Tre Kronor Şatosu, Stockholm'da doğdu. 15 yaşında iken babası İsveç Krallı 1697 yılında ölmesi ile tahta çıktı. Ama ancak yedi ay süren bir naiplikten sonra devlet yönetimini şahsen eline almıştır.
Hükümdarı olduğu İsveç Krallığı modern İsveç'ten çok daha büyük idi. Günümüzdeki Finlandiya'nın batısında bulunan büyük bir kısmını ve Baltık Denizi kıyılarında Livonya Eyaleti (modern Estonya) ve İngria Eyaleti (Modern Rusya'nın Finlandiya Körfezi etrafındaki ve güneyindeki bölgelerini de) ihtiva etmekteydi. 1611'de tahta çıkan İsveç Kralı II. Gustav Adolf bu arazileri eline geçirmişti ve bunun için İsveç Krallığı bazen İsveç İmparatorluğu olarak tarihçiler tarafından anılmaya başlamıştır.
XII. Karl'in dedesi olan X. Karl ülkesinde 1680'de "Reduktion)" adı verilen toprak reformları yapıp, Livonya dahil ülkesindeki feodal malikane haklarını asillerden alıp kraliyet hakları olarak ilan etmiştir. Bu toprak reformlarından asiller çok hoşnutsuz olmuşlardı. Bunlar arasında Livonya'daki Alman-Baltık asilleri ve özellikle "Johan Reihold Patul" adlı bir soylu bulunmakta idi. Bu soylu İsveç'e ihanet ederek İsveç'in komşuları olan Deli Petro çarlık idaresi altındaki Rusya; hem Saksonya Elektörü olan hem de seçimle Lehistan-Litvanya Birliği kralı olan Güçlü Augustus (August II. der Starke) ile görüşmeler yaparak onları İsveç ve genç kralın aleyhinde bir savaş yapmaya ayartmıştı. !700 civarına birleşik "Danimarka–Norveç Krallığı", "Saksonya Elektörlüğü", "Lehistan-Litvanya Birliği Krallığı" ve "Rusya Çarlığı" aralarında yapılan müzakereler sonunda İsveç aleyhine bir savaş koalisyonu oluşturdular. Bu koalisyonun İsveç'e karşı yaptığı savaşlara Büyük Kuzey Savaşı adı verilmektedir.
Büyük Kuzey Savaşı 'nda ilk muharebeler XII. Karl'in 1699'un sonlarına doğru o zaman Danimarka'ya bağlı bir düklük olan Holstein-Gottorp Düklüğü'nde hükümdar olan kayın-biraderi Dük IV. Frederik'e destek olmak için gönderdiği İsveç destek birliklerinin 1700'de bu düklüğe saldırıya geçen Danimarka-Norveç Krallığı güçleriyle yaptığı muharebeler oldu.
İlk askeri seferi ise, kuzeni olan Danimarka-Norveç Kralı IV. Fre |
derik'e karşı oldu. Bu askeri kampanyayı kuvvetli deniz güçleri bulunan ve Danimarka'nın galip gelmesi ile Baltık Denizi girişi olan Sund Boğazı'nın kapatılacağından ve bunun ticareti menfi olarak etkilemesinden korkan İngiltere Krallığı ve Hollanda Krallığı da desteklemekteydiler. XII. Karl komutası altında 8,000 asker ve 43 gemiden oluşan bir İsveç gücü ile Danimarka'ya ait Zeland eyaletini istila amacı ile saldırıya geçti. Danimarka başkentinin bulunduğu bu adaya çıkan İsveç güçleri Kopenhag'ı kuşatmaya aldılar. Bu saldırıda İsveç'in kazandığı başarı Danimarka-Norveç Krallığı'nın barış istemesine neden oldu. Ağustos 1700'de imzalanan Travendal Anlaşması ile Danimarka özellikle Holstein Düklüğü'ne tazminat vermeyi kabul etti. II. Karl (1655–1697) ve eşi Ulrika Elonara Danimarkalı (1656–1693)'nın ilk çocuğu olarak İsveç'te Tre Kronor Şatosu, Stockholm'da doğdu. 15 yaşında iken babası İsveç Krallı 1697 yılında ölmesi ile babasının yerine tahta çıktı. Ama ancak yedi ay süren bir naiplikten sonra devlet yönetimini şahsen eline aldı.
Aynı 1700 yılında Saksonya Elektörü Saksonya ordusu ile İsveç'e ait olan Livonya'ya girdi ve Saksonya güçleri Şubat 1700'de İsveç Krallığı'nın o zaman en büyük şehri olan Riga'yı kuşatmaya aldı. Fakat bu Saksonya ordusu Riga'yı ele geçiremedi. Saksonya Elektörü Güçlü II. August hem Lehistan-Litvanya Birliği Kralı olarak Saksonya, Rusya ve Danimarka ile bir koalisyon anlaşması yapmıştı ama bu saldırı için resmen Lehistan-Litvanya Birligi'nin "tarafsız" olduğunu ilan etmişti.
I. Petro'nun yönetiminde olan Rusya Çarlığı Ağustos 1700'de İsveç'e savaş ilan etti. Bu savaş ilanı, İsveç'in Danimarka-Norveç Kralligi'ni yenip barış masasına götürmesinden hemen sonra oldu. Rus ordusu ancak Eylül 1700'de Finlandiya Körfezi batı ve güney kıyılarında bulunan İsveç eyaleti "İngria"'ya saldırıya geçtiler. Saksonya orduları Livonya'da Riga'nın kuşatması ile uğraşmakta iken Livonya'ya giren 55,000 kişilik Rus ordusu Livonya'da (modern Estonya'daki) Narva kalesini kuşatmaya geçti. Danimarka ile imzalanan barış üzerine Danimarka ile askeri savaşta kullanılan İsveç birlikleri görevsiz kaldılar. Bunlardan takriben 8,000 kişilik bir İsveç ordusunu Livonya'ya nakletti ve bu İsveç ordusunun başında Livonya'daki Narva'ya geçti. Narva kuşatmasını yapmakta olan Rus güçleri ile orada bir meydan muharebesine geçti. 30 Kasım 1700'de yapılan Narva Muharebesinde 8,000 askerden oluşan İsveç ordusu karşında bulunan o ordudan asgari 1'e 4 misli daha büyük bir Rus ordusu buldu. Karlı ve büyük bir tipili hava İsveç ordusunun harekatını Ruslardan gizlemekte idi. Bu değişik bir kamuflajı içinde XII. Karl ordusu ile Rus ordusuna taarruza geçti. Bu taarruzla efektif olarak Rus ordusunu ikiye böldü ve bu bölünmüş Rus ordusu arasında koordinasyon sağlamadığı için muharebeyi kazandı. Rus ordusunun mensubu birkaç birlik tümüyle ve gayet çok sayıda Rus askeri geriye kaçmakta iken Narva Nehri'ni geçemeyip boğuldular. Rus ordusu toplam 10.000 kişi ölü olarak zayiat vermişti ve İsveç ordusunun zayiatı ise 667 asker idi. Yenilen Rus ordusu İngria'nın doğusuna çekildi ve XII. Karl bu orduyu takip etmedi.
Livonya'ya Saksonya ordusu ile girip başarısız olarak Riga'yı kuşatmakta olan Saksonya Elektörü Güçlü II. August üzerine yürüyüşe geçti. 1702'de Riga Kuşatılmasının kaldırılmasını sağladı. II. August aynı zamanda Lehistan-Litvanya Birliği kiralı idi ve bu görev başlığını takınarak Lehistan-Litvanya Birliği olarak İsveç Kralı ile barış müzakerelerinin başlamasını istedi. Onun bu barış isteğini Stockholm'daki İsveç Parlamentosu desteklemekte idi. Fakat bütün bunlara rağmen, II. August'e saldırıda ısrar etti ve o da Lehistan-Litvanya Birliği ordularını savaşa soktu. 1701'de Duna Nehri kıyılarına İsveç ve karışık Saksonya Lehistan orduları arasında yapılan muharebeyi XII. Karl ve İsveç ordusu kazandı. Güçlü II. August Saksonya ve Lehistan orduları ile Polonya içlerine çekildi.
XII. Karl ve İsveç ordusu ile Temmuz Saksonya ve Lehistan ordusunu takip etti ve Güçlü II. August Kliszov'da muharebeyi kabul etti. Ortaya çıkan Kliszov Muharebesi'nde Lehistan-Saksonya ordusu İsveç ordusundan 2 misli daha büyüktü. Yapılan gayet çetin muharebe sonunda XII. Karl galip geldi. Bu muharebede İsveç ordusu tüm Saksonya ordusunun top ve topçularını eline geçirmiş ve kendi lehinde kullanmıştı. Saksonya maliyesinin ordu karargahında bulunan savaş hazinesinin tüm nakit fonları, II. August'un tüm tedarik yükleri ve 60 tane bayrak ve sancak da İsveç ordusu eline geçmişti.
Güçlü II. August Saksonya ve Lehistan ordularından kalan birlikler ile güney-batı Lehistan'daki Sandomierz'e geri çekildi. Temmuz 1702'de Krakov şehrine girdi. Oradan Lehistan'ın İsveç ordusu ve yandaşları Lehliler tarafından kontrol edilmesini pekiştirdi. Lehistan'ın başkenti Varşova İsveç eline geçti. Güçlü II. August Lehistan-Litvanya Birliği hükümdarlığı görevinden azledildi. 1704'de yapılan yeni Lehistan Kralı seçiminde XII. Karl'in Leh yandaşlarından olan ve onun adayı olan Stanislas Leszczyński Lehistan-Litvanya Birliği Kralı olarak seçildi. Bundan sonra XII. Karl Lehistan'da bir seri harekat yaparak Saksonya ordusu ile sınırına kadar yaklaştı ve Saksonya'yı işgal edebilecek stratejik mevkilere yetişti. Bunun üzerine Saksonya Elektörü Güçlü II. August, İsveç Kralı XII. Karl ve yeni Lehistan-Litvanya Birliği kralından barış istedi. 1706'da Stanislas Leszczyński'ın kralı olduğu Lehsitan-Litvanya Birliği ile İsveç arasında Altransdadt Antlaşması imzalandı ve böylece savaşın açılmasına neden olan savaş koalisyonu sona erdi.
Fakat I. Petro'nun Çarı olduğu Rusya eski İsveç toprakları içinde bulunmaktaydı. I. Petro, İsveç Kralı'na Lehistan'da 1706 yılına kadar harekette bulunmadı ve Rus ordunu güçlendirmek amacıyla yeni reformlara başvurdu ve gayet güçlü yeni ateşli silahlarla donatılmış ve iyi eğitim gormüü bir Rus ordusu kurdu. Rus orduları eski İsveç eyaleti olan İngria'ya içlerine girdi ve bu bölgede büyük bir Rus şehri olacak Sankt Petersburg şehrini kurdular. 1707'de Çar I. Petro, İsveç Kralı ile yazışmaya girişerek Rusya'nın eline geçirmiş olduğu eski İsveç Krallığı topraklarını eğer bir uygun barış imzalanırsa bırakmaya hazır olduğunu bildirdi. XII. Karl bu teklifi reddetti. Rusya'yı istila hedefi ile ordularını hazırladı. Bunun için günümüzde Ukrayna'da bulunan ve Osmanlılar, Ruslar, Polonyalılar ve çeşitli Kazak grupları arasındaki uzun savaşta rol oynayan Rus Ukraynası Kazaklarının Atamanı Ivan Mezapa ile bir gizli antlaşma yaptı. 24,000 kadar Leh ve Alman asıllı ordusu yeni Lehistan Kralı Stanislas Leszczyński emrinde geride bırakıldı. İsveç'in savunması için 28,000 kişilik bir ordu bırakıldı. Livonya, İsveç Finlandiyası ve diğer Baltık arazileri için 14,000 kişilik bir ordu bu arazileri korumakla görevlendirildi. 1707 sonlarına doğru Lehistan'dan 35,000 asker civarında bir ordu ile Rusya üzerine sefere çıktı. General Adam Ludwig Lewenhaupt emri altında Livonya ve diğer Baltık İsveç arazilerden toplanan askerden oluşan 12.000 kişilik bir ordu desteği alması planlanmıştı.
22 Ağustos 1707'de Saksonya'dan bu sefer için ordusuyla doğu yönünde etraftan gelecek destek kıt'alarının ana orduya bağlanması için nispeten yavaşça yürüyüşe basladı. 25 Aralık 1707'de ordu Vistül Nehri'ni ve Rus sınırını Masurya'dan geçti ve 26 Ocak 1708'de Rus ordusu tarafından terk edilen Grodono şehrine vardi. İsveç ordusu (günümüzde Beyaz Rusya'da bulunan) Rus kalesinin olan Stmorgon'un etrafından geçerek Minsk'e girdi. Burada İsveç ordusu kisi geçirmek üzere bir kışlamaya başladı. XII. Karl gerisini ve Bati Lehistan'i savunmak üzere 8,000 kisilik bir atlı piyade muhafız birliğini General Detlof von Krasov komutasında burada bıraktı. Kötü hava şartları ve Rusya'nın ulaşım ağının yetersizliği, İsveç ordusunun Minsk'ten yürüyüşe başlamasının Haziran 1708'e kadar geciktirilmesine neden oldu. Haziran da İsveç ordusu yeniden yürüyüşe geçti.
14 Temmuz 1708'de komutasındaki İsveç ordusu ile yeni kurulan Mareşal Boris Şeremetyev'in komutasındaki Rus ordusu arasında Holofzin Muharebesi gerçekleşti. Sayıca ustun olan Rus Ordusu'nu yaptığı harekat ile şaşırttı. Birbirleri ile ayrı ayrı olarak hareket eden, tek bir komuta ve kontrolden noksan birlikler arasında koordinasyon sağlayamayan Rus ordusu mağlup oldu.
Bu galibiyetten sonra XII. Karl, eski İsveç İngriası'ndaki Nyenskans kasabası yerine beş yıl önce I. Petro'nun yaptırmaya basladığı Sankt Petersburg yerine Moskova üzerine yürümeye karar verdi. Ruslar İsveç ordusunun geçeceği güzergah ve etrafında düşmana faydalı olabilecek her şeyin tahrip edilip kullanılamaz hale getirilmesine dayanan askerî taktik olan yakıp yıkma taktiğini uyguladılar.
Livonya'dan gelmekte olan ve yeni tedarik malzeme ve iaşesi; yeni ek askerlerle gelmekte olan Levenhaupt'un ordusu Mareşal Boris Şeremetyev'in XII. Karl'un ana ordusunu geriden takip eden Rus gücü tarafından Lesnaya adlı bir Ukrayna koyu civarında bir akarsuyu geçmekte iken pusuya düşürüldü. Bu pusuda İsveç destek gücü; ek tedarik, ek asker ve topçu kuvvetinin en az yarısını kaybetti.
Lehistan Kralı Stanisław Leszczyński de siyasi huzursuzluk ve iç isyanlarla uğraştığı için XII. Karl'ın desteğine gelemedi.
XII. Karl Ukrayna Kazakları Atamanı Mezapa ile gizlice anlaşmıştı. Onlardan 40.000 kadar asker desteği beklemekteydi. Bunu için Ukrayna'da Kazakların büyük bir isyan çıkartmalarını da umuyordu. Onun için ordusunu Mezapa'nın Ukrayna Kazaklarının başkenti olan Baturin'e yöneltmişti. Fakat Ruslar Kazakları bölmüşler, sindirmişler, buyuk bir kısmını Ataman Mezapa'dan ayırmayı başarmışlardı. Rus güçleri Aleksandr Menşikov komutasında İsveçlilerden daha önce Baturin'i ele geçirdiler. Menşikov şehrin yerle bir edilmesini şehirde bulunan her türlü malzeme ve eşyanın tahrip edilmesini ve şehir halkının tümüyle katledilip öldürülmesini emretti ve bu emirleri hiç merhametsiz olarak uygulandı. Ekim 1708'de ancak 5 bin kişilik bir Kazak kuvvetiyle Ukrayna Kazak Atamanı Mezapa Ukrayna'ya giren XII. Karl'ın ordusunu destekledi. A |
ma Ukrayna halkını Ruslara karşı ayaklandırmayı başaramadı.
Tüm bu sorunlar devam ederken Rusya'daki step ikliminde 1708-1709 yılındaki kış gayet soğuk olmuştu. Rus ordusuna karşı İsveç ordusunun üstünlüğünü sağlayan İsveç topçularının kullandığı toplar havanın dondurucu soğukluğu nedeni ile kımıldayamaz olup tahrip edilip geride bırakılmaya başlandı. Bu gayet soğuk havada İsveç ordusu askerlerinin moralleri de gayet bozulmakta idi. XII. Karl'in ordusunun mevcudu 20,000 asker ve 34 topa düşmüştü.
3 Mayıs 1709'da XII. Karl'ın İsveç ordusu gayet yorgun ve morali bozuk bir şekilde Rus ordusunun buyuk bir kale ussu olan Vorskla Nehri üzerindeki Poltova şehri önüne geldi ve şehri kuşatmaya koyuldu. Bu kuşatma üç ay surdu. Çar I. Petro emrindeki büyük 80,000 kisilik bir ordu ile Poltova şehrini kuşatmadan kurtarmak için yardıma geldi. Çarın ordusu, kalenin 4 km kuzeyinde bir korunaklı ordugah kurdurdu. 20 Haziran'da İsveç Kralı XII. Karl bu kurulan Rus ordusu ordugahını dürbünle gözlerken bir keskin nişancıya hedef olup ayağından bir kurşun yarası alarak ayakta duramaz ve yürüyemez hale geldi. İsveç ordusunun komutası Mareşal Carl Gustav Rehnskiöld'a verildi. Hemen hemen aynı gün General Krassov komutasında Minsk'te geride bırakılan 8,000 atlı piyade ordusunun Lehistan'a yönelip İsveçliler aleyhinde olan Sandomierz Konfederasyonu üzerine gittiğini ve bunun için Poltova'ya destek sağlamak için gelemeyeceği haberi Poltova'ya ulaşmıştı.
XII. Karl ordusundan artakalan 1500 kadar Karoliner ve Kazak'tan oluşan kuvvetle güneye çekilerek Osmanlı'ya iltica etmek istedi. Kralın iltica talebi, yardımcılarından Leh General Stanislaw Poniatowski bizzat Özü Kalesi komutanı Abdurrahman Paşa'ya giderek 2.000 altın vermesinden sonra kabul edilmiş ve Rus ordusunun eline düşmek üzere olan kral, son anda Bug (Aksu) Nehri'ni geçerek kaleye sığınabilmişti.
İsveç kralı, tekrar ülkesine dönebilmek ve Rusya ile savaşı sürdürebilmek için Osmanlı Devleti'nin askeri ve ekonomik kaynaklarına başvurmaktan başka çaresi olmadığını düşünmekteydi. Bu nedenle Rus askeri hazırlıklarını yakından izleyen ve sıkı bir Rus düşmanı olarak tanınan Kırım Hanı Devlet Giray ile Bender Muhafızı Çerkes Yusuf Paşa'nın siyasi nüfuz ve askeri gücünden yararlanmaya çalıştı. Nitekim Osmanlılara sığındıktan hemen sonra bu iki önemli isimle dostluk kurdu ve bizzat Yusuf Paşa'nın davetlisi olarak Bender'e yerleşti.
Sultan III. Ahmed saltanatında Bender'de beş sene gibi uzun bir süre oturdu, bu süre içerisinde, Osmanlı Devleti'ni Ruslara karşı sürekli kışkırtarak, askeri ve siyasi olarak Rusya'ya karşı azımsanamayacak bir mücadele verdi. Kurduğu yakın ilişkilerle, Rus düşmanı olan Leh, Kazak ve Tatar kuvvetlerini Bender'e toplamayı başardı. Bu birleşik orduyla zaman zaman sınırı geçerek, stratejik önemi olan Rus üslerine yıpratıcı baskınlar düzenledi.
Ayrıca İstanbul'daki özel temsilcisi General Stanislaw Poniatowski aracılığıyla saray ve devlet adamları arasında yoğun bir Rus düşmanlığı propagandası yaptı. General Poniatowski'nin padişahtan sonra görüştüğü kişiler arasında padişahın annesi Gülnuş Valide Sultan da vardı. Poniatowski, Valide Sultan'a yaptığı haftalık ziyaretlerinde Fransa elçisi Ferriol'ün tavsiyesi ile Valide Sultan'ın pek meraklı olduğu Fransız parfümlerinden armağanlar verebilmenin yanı sıra Rusların sınır bölgelerinde yaptıklarını biraz abartarak da olsa aktarma olanağı buluyordu. Nitekim etkili ve başarılı propaganda sonucunda, Çar'a ve Rusya'ya duyulan nefret iyice arttı. Bu yolla oluşturulan kamuoyu, Osmanlı Devleti'nin birkaç yıl sonra Rusya'ya karşı savaş kararı almasını etkileyen önemli sebeplerden biri olacaktı.
Diğer bir deyişle, Baltacı Mehmed Paşa'nın Rus Çarı I. Petro'yu yenmesiyle sonuçlanan Prut Savaşı, onun teşvikiyle çıkmıştı. Prut Savaşı sonunda Ruslarla barış antlaşması yapıldığı halde Osmanlı Devleti'ni savaşması için kışkırtmaya devam eden XII. Karl, Bender'den çıkarılmak istendi. XII. Karl ve askerleri 1 Şubat 1713'te direnişle karşılaşan bir baskın sonucu ele geçirilerek Edirne'de Meriç Köprüsü çıkışında I. Ahmed döneminden beri devlet konukevi işlevi gören Demirtaş Kasrı'nda zorunlu ikamete tabi tutuldu (XII. Karl'ın yeniçerilerce ele geçirilme olayı İsveççe "Kalabaliken i Bender", İngilizce "Skirmish at Bender" olarak tarihte yerini almıştır). Edirne'de kaldığı süre içerisinde de XII. Karl, ülkesini uzaktan yönetmeye devam etmiştir.
Sonunda askerleriyle birlikte buradan ayrılarak at sırtında Macaristan ve Almanya üzerinden 15 günde İsveç'e geçmeyi başardı. Kısa süre içerisinde yeniden Norveç'e karşı sefer açtı, ancak Frederiksten Kalesi'ni kuşattığı sırada başından vurularak öldürüldü.
RSA Algoritması
RSA, güvenliği tam sayıları çarpanlarına ayrımanın algoritmik zorluğuna dayanan bir tür Açık anahtarlı şifreleme yöntemidir. 1978’de Ron Rivest, Adi Shamir ve Leonard Adleman tarafından bulunmuştur. Bir RSA kullanıcısı iki büyük asal sayının çarpımını üretir ve seçtiği diğer bir değerle birlikte ortak anahtar olarak ilan eder. Seçilen asal çarpanları ise saklar. Ortak anahtarı kullanan biri herhangi bir mesajı şifreleyebilir, ancak şu anki yöntemlerle eğer ortak anahtar yeterince büyükse sadece asal çarpanları bilen kişi bu mesajı çözebilir. RSA şifrelemeyi kırmanın çarpanlara ayırma problemini kırmak kadar zor olup olmadığı hala kesinleşmemiş bir problemdir.
Birleşik Krallık haberalma teşkilatı GCHQ’da çalışan İngiliz matematikçi Clifford Cocks 1973’te kurum içi bir dökümanda eşdeğer bir sistemi açıkladı. Fakat bu sistemi hayata geçirmek için epeyce pahalı bilgisayarların kullanılması gerekiyordu ve bilindiği kadarıyla hiç kullanılmadı. Fakat Cocks’un buluşu 1998’e kadar çok gizli olduğu gerekçesiyle açığa çıkarılmadı. Rivest, Shamir ve Adleman RSA yöntemini Cocks’un çalışmasından bağımsız olarak tasarladılar.
RSA algoritması 1978’de MIT’de Ron Rivest, Adi Shamir ve Leonard Adleman tarafından açıklandı. RSA harfleri soyisimlerinin baş harflerini temsil etmektedir.
RSA algoritması anahtar üretimi, şifreleme ve şifre çözme olmak üzere 3 basamaktan oluşmaktadır.
RSA için bir ortak anahtar bir de özel anahtar gerekir. Ortak anahtar herkes tarafından bilinir ve mesajı şifrelemek için kullanılır. Bir ortak anahtarla şifrelenmiş mesaj sadece özel anahtarla çözülebilir. RSA anahtarları şu şekilde oluşturulur:
Ortak anahtar mod değeri olan formula_4’den ve ortak üs olan formula_6’den oluşur. Özel anahtar ise mod değeri olan formula_4’den ve özel üs olan ve gizli kalması gereken formula_15’den oluşur. (formula_1, formula_2 ve formula_8 değerleri de gizli kalmalıdır çünkü formula_15’yi hesaplamada kullanılırlar.)
Alice ortak anahtarı (formula_4, formula_6)’yi Bob’a gönderir, özel anahtarını gizli tutar. Bob formula_28 mesajını Alice’e göndermek istediği zaman ilk olarak formula_28’yi ters çevrilebilir bir protokol ile (dolgu şeması) formula_30 olacak şekilde bir formula_31 tamsayısına dönüştürür. Daha sonra şifrelenmiş mesaj formula_32’yi formula_33 olacak şekilde hesaplar. Bunu karesini alarak üs alma yöntemiyle hızlı bir şekilde hesaplayabilir. Bob formula_32’yi Alice’e iletir.
Alice formula_31 mesajını özel anahtarı olan formula_15’yi kullanarak şifreli mesaj formula_32’den şu şekilde hesaplar:
formula_38
Alice formula_31’yi bulduktan sonra dolgu şemasının tersini alarak orijinal mesaj formula_28’yi elde eder.
Ortak Anahtar: formula_52. Herhangi bir formula_53 mesajı için şifreleme fonksiyonu formula_54 (mod 3233).
Özel Anahtar: formula_55. Herhangi bir formula_56 şifreli mesajı için şifre çözme fonksiyonu formula_57 (mod 3233).
Örneğin formula_58’i şu şekilde şifreleriz: formula_59.
formula_60’ın şu şekilde şifresini çözebiliriz: formula_61
Tüm bu hesaplamalar karesini alarak üs alma yöntemiyle hızlı bir şekilde gerçekleştirilebilir.
Tüm bu problemleri ortadan kaldırmak için kullanılan RSA uygulamaları şifrelemeden önce düz mesaj olan formula_31’ye rastsallaştırılmış dolgu uygularlar. Bu dolgu formula_4’yi güvensiz düz metin aralığında olmaktan korur ve formula_4’in sabit bir şifreli mesajı olmasını engeller. Dolgulama için tasarlanan PKCS#1 standardının ilk versiyonlarının adaptif seçilmiş şifreli mesaj atağına karşı dayanıksızlığı ortaya çıkınca sonraki versiyonlar bu atağı engellemek için OAEP içermekteler.
RSA ayrıca mesajları imzalamak için de kullanılabilir. Alice’in Bob’a imzalanmış bir mesaj göndermek istediğini düşünelim. Alice kendi özel anahtarını kullanarak bunu gerçekleştirebilir. Mesajın özet değerini hesaplayıp mod formula_4’de formula_82 kuvvetini alır ve imza olarak mesaja iliştirir. Bob mesajı aldığı zaman aynı özetleme algoritmasıyla mesajın özetini hesaplar. Bob ayrıca mesajın imzasının mod formula_4’de formula_67 kuvvetini alır ve mesajın özetiyle karşılaştırır. Eğer iki değer birbirine eşitse mesajın Alice’den geldiğini anlar. RSA ile imza gerçekleştrilirken de RSA-PSS gibi güvenli dolgu şemaları kullanımlası gereklidir. Ayrıca güvenlik açısında şifrelemede ve imzada aynı anahtar kullanılmamalıdır.
Fermat'nın küçük teoremi formula_85 asalı ve formula_85’nin bölmediği bir formula_87 tamsayısı için formula_88 denkliğinin doğru olduğunu belirtir.
Her formula_53 mesajı için ("m") formula_90 "m" formula_91 denkliğinin doğru olduğunu göstermek istiyoruz.
formula_92 olduğunu biliyoruz. Yani negatif olmayan bir formula_85 tamsayısı için formula_94 yazabiliriz. Eğer "m" formula_95 "m" mod "p" ve "m" formula_95 "m" mod "q" olduğunu gösterirsek Çin Kalan Teoreminden "m" formula_95 "m" mod "pq" olduğunu ispatlamış oluruz.
"m" formula_95 "m" mod "p" olduğunu göstermek için "m" formula_95 0 mod "p" ve "m" formula_100 0 mod "p" durumlarına bakalım. İlk durumda "m", "p" 'nin katı olduğundan "m" formula_95 0 formula_95 "m" mod "p". İkinci durumda da "m' ‘in Fermat’nın küçük teoreminden dolayı 1’e denk olmasını kullanarak ispatı yapabiliriz:
"m" formula_95 "m" mod "q" olduğunu da benzer şekilde gösterip algoritmanın doğruluğunu ispatlamış oluruz.
Rivest, Shamir ve Adleman orijinal makalelerinde |
RSA yönteminin çalışmasını açıklarken Fermat’nın küçük teoremini kullanmalarına rağmen genellikle ispatlarda Euler teoremi kullanılır.
Her formula_53 mesajı için ("m") formula_90 "m" formula_91 denkliğinin doğru olduğunu göstermek istiyoruz. "ed" formula_95 1 mod formula_50 olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla negatif olmayan bir formula_110 tamsayısı için formula_111 çarpımını formula_112 şeklinde yazabiliriz. formula_53 ve formula_114’nin aralarında asal olduğunu varsayarsak
Son eşitlik Euler teoremi’nin bir sonucudur. Eğer formula_53 ve formula_114 aralarında asal değilse bu argüman doğru olmaz. "m" formula_95 0 mod "p" ve"m" formula_95 0 mod "q" durumları yukarıdaki ispatta olduğu gibi gösterilebilir.
RSA çok büyük tam sayılarla işlem yapmanın zorluğuna dayanan bir tekniktir. Yani, RSA algoritmasını kullanan kişi 2 büyük asal sayı seçer ve bunları saklar. Bu iki asal sayının çarpımı elde edip, random seçtiği başka bir değer ile birlikte ortak anahtar olarak belirler. Ortak anahtarı kullanan başka bir kullanıcı şifreleme yapabilir bu durumda bu mesajın şifresinin çözülüp anlamlı hale getirilebilmesi için ortak anahtar yeterince büyük olduğundan bu büyük sayının ortak çarpanlarının bilinmesi gerekir. Yani aslında RSA çarpanlara ayırma ile birebir ilişkilidir ki bu algoritma açık anahtarlı şifrelemeyi kullanır. Açık anahtarlı şifrelemede (asimetrik şifreleme) açık anahtarla şifreleme ve gizli anahtarla deşifreleme yapılmasını kolayca gerçekleştirilirken; yalnızca açık anahtarı (iki sayının çarpımını ) bilerek gizli anahtarın bulunmasını zor kılar (büyük olan bu sayının çarpanlarının bilinmesi gerekir). RSA 3 basamakta gerçekleştirilir. Bunlar: anahtar üretimi (2 büyük asal sayının çarpımı ve random seçilmiş bir sayı ile ortak anahtar üretilmesi), şifreleme (Oluşan ortak anahtarı kullanan başka bir kullanıcı şifreleme yapabilir) ve şifre çözmedir (Şifrenin çözülmesi için ortak anahtarın çarpanlarının bilinmesi gerekir). Özet olarak; tamamen random olarak ve birbirine yakın iki asal sayı seçilir. Bu sayılar tutulur. Mod n olacak şekilde ; n=p*q ve m(=(p-1)*(q-1) çarpımları hesaplanır. 1<e<m arasında bir e tamsayısı seçilir. Öyle ki e ve m’nin en büyük ortak böleni 1 olsun. Genel üs olarak kullandığımız e ve m sayıları kullanılarak gizli üs d hesaplanır (1<d<m) (Örneğin ed≡1(mod m)). Genel anahtar (n,e) ve özel anahtar (n,d)’dir. p,q ve m değerleri de gizli tutulmalıdır. .NET framework teknolojisinde kullanan RSA algoritmasına bakacak olursak:
Şifrelenmiş ve deşifrelenmiş olan verilerin tutulduğu veri tanımları yapılır.
1024 uzunluğunda RSACryptoServiceProvider sınıfından nesne üretilir.
Aşağıdaki RSAEncrypt metodu veriyi şifrelemeyi sağlar. Metottaki ilk parametre şifrelenecek veridir. Byte array şeklindedir. Metottaki ikinci parametre (RSAalg.ExportParameters(false)) anahtar bilgisinin dışa verilip verilmeyeceğini ifade eder. False olarak değer atanmışsa public anahtar dışa verilir, true olarak değer atanmışsa public ve private anahtarlar dışa verilir. Kodumuzda false olarak değer atandığı için sadece public anahtar dışa verilir. Metottaki üçüncü parametre boolean bir değerdir. Padding mode olarak isimlendirilir. Padding boolean değerinin kullanılması gereklidir çünkü metoda gönderilen verinin şifrelenecek verinin tamamının olup olmadığını bu flag değerinden anlarız. Şifrelenecek veri çok büyük boyutlarda olabilir bu da verinin bloklara bölünmesini gerektirir. Bloklara bölünen verinin tamamının şifrelendiği bu flag değerden anlaşılır. Eğer padding değeri true ise bu halde gelişmiş OAEP 16 kullanılır. Aksi takdirde geleneksel PKCS 1 v1.5 kullanılır.
Aşağıdaki decryptedData metodu veriyi deşifrelemeye sağlar. Metottaki ilk parametre deşifrelenecek veridir. Byte array şeklindedir. Metottaki ikinci parametre (RSAalg.ExportParameters(true))anahtar bilgisinin dışa verilip verilmeyeceğini ifade eder. False olarak değer atanmışsa public anahtar dışa verilir, true olarak değer atanmışsa public ve private anahtarlar dışa verilir. Kodumuzda true olarak değer atandığı için private ve public anahtar dışa verilir. Metottaki üçüncü parametre boolean bir değerdir. Padding mode olarak isimlendirilir. Padding boolean değerinin kullanılması gereklidir çünkü metoda gönderilen verinin şifrelenecek verinin tamamının olup olmadığını bu flag değerinden anlarız. Şifrelenecek veri çok büyük boyutlarda olabilir bu da verinin bloklara bölünmesini gerektirir. Bloklara bölünen verinin tamamının şifrelendiği bu flag değerden anlaşılır. Eğer padding değeri true ise bu halde gelişmiş OAEP 16 kullanılır. Aksi takdirde geleneksel PKCS 1 v1.5 kullanılır.
Nizamüddin Ahmed Paşa
Mahmudoğlu Nizamettin Ahmed Paşa padişah Orhan Gazi saltanatında, takriben 1331-1348 yılları arasında vezir-i azamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır.
İlmiye sınıfından vezirliğe yükselmiştir.
Karından bacaklılar
Karından bacaklılar (Gastropoda), hayvanlar (Animalia) alemine ait yumuşakçalar (Mollusca) şubesinin en kalabalık sınıfını oluşturan canlılardır.
Gastropoda deyince salyangozlar akla gelir. Çoğu denizlerde, bir kısmı tatlı ve acı sularda, bir kısmı da karada yaşar. Vücutları helezoni bir kabukla örtülü veya çıplaktır. Kaslı düz ayaklarıyla zemine sürünerek yürürler. Başlarında iki çift anten (dokunaç) bulunur. Uzun çiftlerin üzerinde bir çift göz mevcuttur. Çoğunun ağızlarında "radula" denen dişli bir dil bulunur. Suda yaşayanlar manto boşluğundaki tüy veya yaprak şeklindeki solungaçlarıyla, karada yaşayanlar hava ile solunum yapar. Bir delikle dışarı açılan manto boşluğunun tabanı zengin bir damar ağına sahiptir. Akciğer vazifesi gören manto boşluğuna giren havanın oksijeni, osmozla (geçişme) kan damarlarına geçerek gaz alışverişi yapılır.
Çoğu otçuldur. Az bir kısmı ise etçil olup, canlı veya ölmüş hayvanlarla geçinirler. Çok azı da parazittir. Salyangozların bir kısmı ayrı eşeyli, çoğu ise erdişili (hermafrodit)dir. Böyle bireylerde hem erkek hem de dişi üreme organları mevcuttur. Erdişi olanlar karşılıklı birbirini döller veya biri erkek diğeri dişi görevi yapar. Karadakiler, yumurtalarını toprak içine açtıkları çukurlara bırakır. Suda yaşayanlar yumurtalarını jelatinsi bir torba veya kılıf içinde su bitkilerine yapıştırır. Çoğunda metamorfoz (değişim) olmayıp, yumurtalarından, erginlere benzer yavrular çıkar. Karada yaşayanlar çoğunlukla nemli bölgelerde barınır. Kabuklu olanlarına salyangoz, kabuksuzlara sümüklüböcek denir. Mantar, ot ve sebze ile beslendiklerinden bazen bahçelere dadanarak büyük zararlar yaparlar.
Bostanlara ziyanları ise daha fazladır.
1. Prosobranchia (Solungaçları önde olan salyangozlar)
2. Subclassis (alt sınıf): Opistobranchia (Solungaçları arkada olan salyangozlar)
3. Subclassis (alt sınıf): Pulmonata (Akciğerli salyangozlar)
Hacı Paşa
Mehmet Hacı Paşa, Orhan Gazi saltanatında, takriben 1348-1359 yılları arasında vezirlik yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır.
Hakkında çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Öreğin ne doğum, yılı, ne doğum yeri, ne ölüm yılı, ne de ölüm tarihi bilinmemektedir. Vezir Nizammeddin Ahmet Paşa'yı takiben 1348(?)'de Orhan Gazi'nin veziri olmuş; 11 yıl süren bu görevden sonra 1359(?)'da yerine Kayserili Sinanüddin Fakih Yusuf Paşa bu vezirlik görevine geçmiştir.
Açık anahtarlı şifreleme
Açık anahtarlı şifreleme, şifre ve deşifre işlemleri için farklı anahtarların kullanıldığı bir şifreleme sistemidir. Haberleşen taraflardan her birinde birer çift anahtar bulunur. Bu anahtar çiftlerini oluşturan anahtarlardan biri gizli anahtar diğeri açık (gizli olmayan) anahtardır. Bu anahtarlardan bir tanesiyle şifreleme yapılırken diğeriyle de şifre çözme işlemi gerçekleştirilir. Bu iki anahtar çifti matematiksel olarak birbirleriyle bağlantılıdır.
Gizli anahtarın sadece bir sahibi vardır. Gizli anahtara sahip olan taraf gizli anahtar aracılığıyla, kendi açık anahtarıyla şifrelenmiş bilgilerin şifresini çözebilir, kendisine ait sayısal imzaları oluşturabilir ya da kendi kimliğini ispat edebilir (authentication).
Açık anahtar herkesin erişimine açıktır. Anahtarlar birbirlerinden farklı olsalar da, matematiksel olarak birbirleriyle ilişkilidirler. Açık anahtarla, bilgiler sadece gizli anahtarın sahibi tarafından çözülebilecek şekilde şifrelenebilir ya da gizli anahtar sahibinin dijital imzasının ve dolayısıyla kimliğinin doğruluğu kontrol edilebilir.
Açık anahtarlı şifrelemenin uygulanmasında asimetrik anahtar algoritmaları kullanıldığı için asimetrik şifreleme olarak da adlandırılır. Simetrik şifreleme algoritmalarının aksine, asimetrik şifreleme algoritmalarında güvenli bir "ilk anahtar değişimi" ihtiyacı bulunmamaktadır. Bu algoritmaların çalışma şekli anahtarların oluşturulmasını, açık anahtarla şifreleme ve gizli anahtarla deşifreleme yapılmasını kolayca gerçekleştirirken yalnızca açık anahtarı bilerek gizli anahtarın bulunmasını zor kılar. Bu zorluğu anahtarlar arasındaki matematiksel ilişki (öne çıkanları örnekleri çarpanlara ayırma ve ayrık logaritma) sağlar.
Açık anahtarlı şifreleme gayet temel ve yaygınca kullanılan bir teknolojidir. Açık anahtar altyapısı internet üzerinde güvenli haberleşmeyi sağlayan TLS (SSL'in takipçisi) protokolü, güvenli e-posta haberleşmesinde kullanılan PGP protokolü ve dosya şifreleme ve çözmeye yarayan GPG gibi protokollerde kullanılmaktadır.
Eğer bir anahtar mesajı şifrelemede kullanılmış ise, o takdirde şifreyi çözmek için sadece o çiftin diğer anahtarı kullanılabilir. Her ne kadar, açık ve gizli anahtar çiftleri matematiksel olarak birbirlerine bağlı olsalar da, bir anahtardan diğerinin elde edilmesi pratikte mümkün değildir. Bir başka deyişle, bir kişi açık anahtarı bilse de, gizli anahtar kopyalanmaktan ya da değiştirilmekten korunmuş durumdadır. Bu sebeple açık anahtarınızı rahatça herkesin kullanımına sunabilirsiniz, ancak gizli anahtarınızın gizli kalması çok önemlidir. Açık anahtar, gizli anahtar ile imzalanmış mesajın doğrulanmasında veya sadece gizli anahtarın şifresini çözebileceği şekilde mesajı şifrelemede kullanılır. Eğer birisi size şifreli |
mesaj yollamak istiyorsa, sizin açık anahtarınızı kullanarak şifreler ve siz, anahtar çiftinin gizli anahtara sahip olan tek kişisi olarak mesajı deşifre edersiniz.
Asimetrik şifreleme sistemlerinde her kullanıcının sadece kendi gizli anahtarını gizli tutması yeterlidir. Bunun aksine (n) tane kullanıcının bulunduğu bir simetrik şifreleme sisteminde gizli tutulması gereken anahtar sayısı her kullanıcı için (n-1) tanedir. Bu da sistem için büyük bir depolama yükü oluşturur.
Ayrıca simetrik sistemlerde anahtarların kesinlikle güvenli yollardan kullanıcılara ulaştırılması gerekmektedir. Örneğin değişik kıtalarda yaşayan kişilerin internet gibi herkese açık (güvensiz) bir ortam üzerinden güvenli bir şekilde haberleşmesi ya da alışveriş yapması için anahtarlarını değiş-tokuş etmeleri pratikte mümkün değildir. Açık anahtarlama altyapısı kullanan sistemlerdeyse anahtar değiş-tokuşu güvensiz bağlantılar üzerinde belli önlemleri almak şartıyla güvenli bir şekilde yapılabilir.
Simetrik şifreleme sistemleriyle karşılaştırıldığında, asimetrik sistemler çok daha yavaştır. Bu, şifrelemede kullanılan anahtarların uzunluğu ve yapılan işlemlerin karmaşıklığından kaynaklanmaktadır.
Asimetrik şifreleme yöntemiyle şifrelenmiş bir bilgiyi aynı anda değişik kullanıcılara gönderebilmek için aynı bilginin her alıcı için ayrı ayrı şifrelenmesi gerekmektedir. Bu da şifreleme için ayrı bir yük getirmektedir.
Bu amaçla asimetrik ve simetrik şifreleme sistemlerinin avantajlı yönlerini bir arada kullanan hibrid sistemler kullanılmaktadır. Hibrid sistemlerde şifreleme için simetrik anahtarlar kullanılırken, bu anahtarların iki taraf arasında taşınması için asimetrik yöntemler kullanılmaktadır.
Bir diğer sorun ise, asimetrik sistemlerin güvenliğinin henüz daha ispatlanmamış varsayımlara dayandırılmasıdır. Asimetrik sistemlerde güvenlik tek-yönlü-fonksiyonlara dayandırılmaktadır. Bu fonksiyonların kendisinin hesaplanması "kolay", tersinin hesaplanması "imkânsız"dır. İmkânsızdan kasıt, fonksiyonun tersinin hesaplanmasının polinomial süre içerisinde imkânsız olmasıdır. Ancak ters alma işlemini hızlandıracak yöntemlerin var olmadığı henüz ispatlanmış değildir.
Şanghay
Şanghay (; pinyin: ; ; "Şanğ-hay" diye okunur), Çin'in en büyük kentidir. Eyalet düzeyi şehir yapısına sahip şehir ülkenin doğu sahilinde Yangtze Nehri deltasında kurulmuştur. Oldukça kalabalık olan bu kent, ayrıca Çin'in en önemli liman kentidir.
Şanghay, Doğu Çin’de Yangtze Nehri Deltası’nın kıyısında yer alan, Çin’nin en büyük, dünyanın da sekizinci büyük şehridir. Yaygın olarak Çin’in modern ekonomisinin kalesi olarak görülen şehir, bu yönüyle ulusun en önemli kültürel, ticari, endüstriyel ve iletişim merkezlerinden biri olarak kabul edilir. İdari olarak Şanghay, Çin’nin eyalet statüsündeki bir belediyesidir. Şanghay, dünyanın en yoğun limanlarından biridir ve 2005’te dünyadaki en büyük kargo limanı olmuştur.
Eskiden küçük bir balıkçı kasabası olan Şanghay, 2000'lerde ise yaklaşık 1000 gökdelenin olduğu ve 3000 tanesinin yapım aşamasında olduğu metropole dönüştü. Çin’in yirminci yüzyılla birlikte en önemli şehri olan kent, cumhuriyet döneminde popüler kültürün, entelektüel tartışmaların ve politik olayların merkeziydi.
Şanghay, 1949’daki komünist devrimden sonra, merkezî hükümetin ağır vergilendirmesi, yabancı yatırımın sona ermesi ve kentli unsurların tasfiyesi yüzünden canlılığını kaybetti. 1990'da Şanghay Borsası'nın kurulması ve ardından 1992’de merkezi hükümetin Şanghay’da pazar ekonomisinin yeniden geliştirilmesi yetkisiyle beraber yeniden hareket kazanan kent, Çin’in ekonomik büyümesinin öncüsü olmuştur.
21. yüzyılda Şanghay, artan işçi göçü, büyük gelir uçurumu ve çevresel sorunlar gibi kentsel sorunlarla mücadele etmektedir. Gökdelenler ve modern yaşam tarzı, sıklıkla Çin’in ekonomik kalkınmasına referans olarak gösterilse de, kent sorunları henüz çözüme kavuşturulmuş değildir.
Şanghay, Mayıs-Ekim 2010'da Expo 2010 Dünya Fuarı'na ev sahipliği yapmıştır.
Son dönemde kentin ev sahipliği yaptığı küresel etkinlikler arasında Formula 1 Çin Büyük Yarışı, erkekler tenisinde yılın en iyi 8 isminin katıldığı Ustalar Kupası ve 7 Temmuz 2007’de küresel ısınmaya karşı yedi kıtada gerçekleştirilen Live Earth (Yaşayan Dünya) konserlerinin Asya ayağı gibi ses getiren organizasyonlar bulunmaktadır.
Anlık mesajlaşma
Anlık mesajlaşma, bir bilgisayar programı sayesinde, üye olarak, listenize eklediğiniz kişilerle gerçek zamanlı görüşme olanağıdır. Program özelliğine bağlı olarak görüntülü ve sesli görüşme olanağı da olabilir.
En bilinen anında mesajlaşma programları Pidgin, Kopete, ICQ, Yahoo Messenger, MSN Messenger ve Google Talk'dır.
Aslında anında mesajlaşmanın geçmişi internetten önceye dayanır. Anlık mesajlaşma ilk olarak CTSS ve Multics gibi işletim sistemlerinde görülmüştir. Günümüzde ise bazı anlık mesajlaşma yazılımları video konferans, Voice Over IP özelliği de sunmaya başladı.
Seyyid Kutub
Seyyid Kutub (; d. 9 Ekim 1906, Muşa – 29 Ağustos 1966, Kahire), Mısırlı yazar, müfessir ve düşünce adamı ve Kutubçuluk akımının fikir babası.
1906 yılında Mısır'ın Asyut kasabasısında, dindar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Orta ve lise tahsilini el-Ezher de bitirdi. Kahire Üniversitesi'nin Darul Ulum fakültesine girdi. 1933 yılında mezun olduğu fakülteye aynı yıl öğretim görevlisi olarak tayin oldu. 1939 ve sonrasında İslami düşünceye yöneldi. 1946'da "Konum Dersleri" isimli makalesini yayımladı. Çoğuna göre bu makalesi onun İslami düşünceye girişini temsil eder. Makalesinde toplumun ıslahının ve Müslümanların bu yönde çalışmasının Kur'an'ın emri olduğunu savunuyor, Mısır'ın o dönemki toplumsal yapısını ve geçirmekte olduğu dejenerasyonu eleştiriyordu.
1949 yılında Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmiştir. Bu dönem boyunca Amerikan yaşam tarzını ve toplumunu, tanık olduğu özdekçiliği eleştirmiş ve Amerikan medeniyetini "primitif" olarak görmüş ve reddetmiştir. Ayrıca, 1949 yılında, o yurtdışındayken, "İslam'da Sosyal Adalet" isimli eseri yayımlanmıştır. Bu eserinde gerçek sosyal adaletin İslam'da olduğunu öne sürmüştür. Ayrıca yine Amerika Birleşik Devletleri'ndeki yıllarında, daha önce kaleme almış olduğu edebi makale ve eserleri eleştiriyor, o dönemlerde sahip olduğu daha "seküler" olarak tanımlanabilecek edebiyat anlayışından ziyade "edebiyatın da kaynak olarak en başta İslam'ı alması gerektiğini" savunuyordu.
Kitaplarında, genellikle geleneksel İslam'a karşı, sahih bir çizgiyi savundu. İslamiyette var olan hurafeleri eleştirdi.
Mısır'a döndüğünde, kamu hizmetinden ayrılıp Müslüman Kardeşler teşkilatına katılmıştır. Teşkilatın gazete ve dergilerinden devamlı olarak düşüncelerini aktarmaya çalışırken, teşkilatın genel düşüncesiyle kendi fikirleri arasındaki bazı farklılıklar ortaya çıksa da, Müslüman Kardeşler ile olan ilişkisi devam etti.
Cemal Abdül Nasır'a düzenlenen 1954 tarihli suikast girişimi nedeniyle birçok Müslüman Kardeşler üyesi gibi o da tutuklandı. Yargılama sonunda Seyyid Kutub'a on beş yıl ağır hapis cezası verilmiştir. Hapiste ileride büyük bir önem ve üne kavuşacak iki eseri olan, Kur'an tefsiri "Fi zilâl-il-Kur'an" ve Kutub'un siyasi ve düşünsel görüşlerinin en son ve bütününü ifade eden "Yoldaki İşaretler"`i kaleme almıştır. 1964'te serbest bırakıldıktan sonra, 1965'te tekrar tutuklandı. Bu kez de birçok Müslüman Kardeşler üyesi ile birlikte tutuklanmıştı ve tutuklanma nedeni devlete karşı bir darbe girişimi idi. 21 Ağustos 1966'da hakkında idam cezası verildi. Kararı Pakistan, İngiltere, Lübnan, Ürdün, Sudan ve Irak gibi ülkelerdeki birçok dini otorite ve grup tepkiyle karşılasa ve Nasır'ı kararından döndürmeye çalışsalar da, Seyyid Kutub arkadaşları Muhammed Yusuf Havvaş ve Abdülfettah İsmail ile birlikte 29 Ağustos 1966'da idam edildi.
Mahkeme heyeti onu idama mahkûm ettiğinde Kutub'un ağzından şu sözler dökülmüştü:
Ahmed Karahisari
Ahmed Karahisari (tam adı: Ahmed Şemseddin Karahisârî; d. 1468, Afyonkarahisar - ö. 1556, İstanbul), Osmanlı hattatı.
Diğer birçok Osmanlı hattatından farklı olarak Şeyh Hamdullah yöntemini değil Yakut-ı Mustasımi ("Yāqūt Mostaʿṣemī Jamāl-al-Dīn Abu’l-Majd") akımını benimsemiş ve bu üslubun en güzel örneklerini vermiştir. Sülüs ve Nesih yazının en güzel örnekleri kendisine aittir. Karahisari'nin bu üslubu ""Yâkût-ı Rûm"" diye anılmıştır. Üslubu sadece kendi öğrencisi olan birkaç hattat tarafından benimsenmiş ve diğer Osmanlı hattalarınca pek ilgi görmemiştir. Bunun en önemli nedeni tüm Osmanlı hattatlarının piri olarak kabul edilen Şeyh Hamdullah'ın büyük tesiridir.
En önemli yapıtı Kanuni Sultan Süleyman'ın isteği üzerine yazmış olduğu ve halen Topkapı Müzesi'nde muhafaza edilen büyük ebattaki Kur'an-ı Kerim'dir. Diğer eserleri arasında Piyale Paşa Camii yazıları ve Süleymaniye Camii kubbe yazıları bulunmaktadır. Yine bu cami içerisindeki pencere üstü levhaları da kendisi ve öğrencileri tarafından yazılmıştır.
Tekniği ve yazıya getirdiği yenilikler bakımından Şeyh Hamdullah ve Hâfız Osman'la beraber en önemli üç Osmanlı hattatından biri olarak kabul edilir. Karahisari üslubunun temsilcileri arasında öğrencisi Hasan Çelebi ("Hasan b. Ahmed") (ö. 1594), hocası kadar ünlü bir sanatkardır.
Weather Underground
Wunderground ya da Weather Underground bir meteoroloji sitesidir. Site, içinde Türkçenin de dahil olduğu birçok dil seçeneğine sahiptir.
Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa
Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa (d.? - ö.22 Ocak 1387, Serez) ("Hayreddin" ismini vezirliğe getirilmesinden sonra almıştır). Osmanlı Devleti'nin kuruluş doneminde büyük katkıları olmuş bir Osmanlı devlet adamıdır. Tarihe Çandarlılar ailesi olarak geçmiş olan ailenin üst düzey bir mevkiye gelmiş ilk ferdidir. Ilmiye sınıfından yetişmiş; kadılık ve kazaskerlik payelerini almış; Eylül 1364 ile 22 Ocak 1387 tarihleri arasında 22 yıl 4 ay vezirlik yapmış ve vezirliği döneminde de Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa ismiyle anılan devlet adamıdır.
Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa Karamanoğulları |
devletine bağlı olan Sivrihisar kazasının Çendere köyünde doğmuştur. Babasının adının Ali olduğunu tesislerinin kitabelerinde görmekteyiz. Asıl adı Halil'dir ve lakabının gençken Kara veya Karaca olduğu belirtilmektedir. Hayreddin lakabını Osmanlı Beyliği veziri olmasıyla almıştır. Medrese tahsili aldığı ilmiye sınıfına katılmsından anlaşılmaktadır. Fakat hangi medresede, hangi kişilerden eğitim aldığı hakkında elimizde belge yoktur. Çandarlı ailesinden ilk tanınan şahsiyet, ilmiye sınıfına katılmak için iyi yetişmiş olduğu kabul edilmektedir. İznik Medresesi müderrislerinden Tâceddin Kurdî’nin kızı ile evlenmiştir. Bu evlilik ile ahî teşkilâti liderlerinden olan Şeyh Edebâli ile bacanak olmuş ve aynı ilişki ile de Osmanlı Beyliği'nin ilk beyi Osman Gazi’ye akraba olmuştur.
14. yüzyılda Anadolu'da yer yer geniş teşkilata sahip olan Ahi teşkilâti ile ilişkisi nedeni ile ilmiye sınıfı içinde hızla yükselmiştir. Kara Halil Efendi Osmanlı Beyliği ilk beyi Osman Gazi’nin son yıllarında Orhan Bey’in babasına vekâlet ettiği tarihlerde, belki de Şeyh Edebâli’nin tavsiyesiyle, bu beylik içinde önemli bir kent olan Bilecik'e kadı olmuştur. Daha sonra İznik'te kadılık etmiş ve oradan da Osmanlı beyliğinin merkezi Bursa'nın kadılığına atanmıştır.
I. Murad'ın [1362]'de padişah olması üzerine Kara Halil Efendi, Osmanlılarda ilk defa oluşturulan kazaskerlik makamına getirilmiş ve bu ilmiye mesleği en yüksek kadılık sayılmıştır
Osmanlı vekayii kısmında görüldüğü üzere Orhan Bey beylik doneminde Kazasker Kara Halil Efendi bu hizmette bulunduğu sırada beyliğin ilk askeri teşkilatı olan yaya ve müsellim teşkilatını kurmuş ve bu suretle aşiret kuvvetlerinden muntazam askeri teşkilata doğru bir adım atılmıştır. Bu yeni asker ilk Osmanlı fetihlerinde önemli bir etken olmuştur.
Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa 1372'de Sinanüddin Fakih Yusuf Paşa'dan sonra vezir olmuştur.
Oğlu Çandarlı Ali Paşa'nin vezirlik/başvezirlik zamanına kadar Osmanlı Devleti'nde tek bir vezir bulunmakla beraber; Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa tüm Osmanlı devletinin yaklaşık 600 yillik tarihinde en uzun süre vezirlik/başvezirlik yapan kişi olmuştur.
İlk Osmanlı vezirleri askeri işlerle pek meşgul olmamışlardı. Vezir oldugunda Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'nın tavsiyesiyle savaşta esir düşen genç hıristiyanların Türk köylüsünün yanına verilmek suretiyle İslam terbiyesi üzere yetiştirilip, Türkçeyi de öğrendikten sonra acemi ocağına verilmesi ve oradan da yeniçeri olmaları usulü kabul edilmiş ve bu suretle ilk düzenli Osmanlı yaya ocağı kurularak bu ocağa Yeniçeri Ocağı denilmiştir. Böylece Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa Yeniçeri Ocağı'nın ve devşirme sisteminin kurucusu olmuştur.
Aynı dönemde alim Karamanlı Kara Rüstem'in ikazı ve Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'nın padişaha arz etmesi üzerine maliye teşkilatı kurulmuş, ve yeni kurulan Yeniçeri Ocağına harpte esir edilerek olanlardan beşte birinin devlet hesabına alınması ve esire ihtiyaç olmadığı zamanlarda ise beşte bir esir akçesi alınması kanun olmuştur.
Vezir olarak Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'nın askeri alanlarda da, Batı Trakya fütuhatı sırasında, vezirlikle birlikte ordu komutanlığı görevini de yüklenmiştir. Bu kendisinden sonra gelen Osmanlı başvezirlerinin hem idari ve hem askeri işlerle sorumlu olmaları sonucunu doğurmuştur.
Kara Halil Hayreddin Paşa Gümülcine, İskeçe, Zihne, Kavala, Drama ve Serez şehirlerinin Osmanli Devleti tarafından ele geçirilmesinde ordu komutanı rolü oynamıştır. 1374’te Bizans İmparatoru Ioannes’in oğlu Selânik Valisi Manuel üzerine gönderilmiştir. Daha sonra Selânik'i, Makedonya'da Manastır ve Ohri şehirlerini Osmanlı Devleti adına zaptetmiştir. Arnavut prensleri arasındaki mücadeleler sırasında Osmanlı ordusu ile 1386’da Kroya ve İşkodra’ya kadar ilerlemiştir. Fakat Sultan I. Murad Anadolu'ya gecip Karamanoğlu Alâeddin Bey üzerine sefere çıkmaya karar verince Arnavutluk'ta ilerleme sona erdirildi.
Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'ın I. Murat'ın seferi sırasında Rumeli sınırlarını koruma görevi ile Rumeli'de bırakılmasına karar verildi. Vezir Arnavutluk'tan dönmekte iken 1387'de Vardar Yenicesi ordugahında hastalanarak Serez'e getirilip orada ölmüştür. Karamanoğulları üzerine sefer hazırlığı içindeki Osmanlı Devleti'nin vezirliğine büyük oğlu Çandarlı Ali Paşa getirilmiştir.
Cenazesi büyük oğlu Çandarlı Ali Paşa tarafından İznik'e getirilmiş ve Lefke (Osmaneli) Kapısı dışında, sonradan bir türbe yapılacak mevkiye, defnedilmiştir. Yapılan türbe 1922’de işgalci Yunan ordusu tarafından tahrip edildi. Sonradan aynı aileden gelen Nuh Neciyüddin Bey bu türbeyi eski şekliyle tamir ettirdi.
Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa’nın Ali, İlyas, İbrâhim adındaki üç oğlu olduğu bilinmektedir. Bunlardan Çandarlı Ali Paşa (1387-1406) döneminde ve Çandarlı (1.) İbrahim Paşa (1421-1429) döneminde vezîriâzam olmuşlardır. İlyas Paşa ise beylerbeyiliğe kadar yükselmiştir.
Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa birçok hayır eseri de yaptırmıştir:
Osmanlı Devleti'nin ilk devrinde yetişen tefsir, lugat, edebiyat ve tıp âlimi Cemâleddin Aksarâyî (ölümü: 1388-89) kaleme aldığı "Zemahşerî’nin el-Keşşâf" adlı tefsiri üzerine olan hâşiyesini Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa’ya ithaf etmiştir.
Çandarlı Ali Paşa
Çandarlı Ali Paşa (d.? - ö.18 Aralık 1406, Ankara) 22 Ocak 1387'de babası Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'nın ölümü üzerine yerine geçerek, 18 Aralık 1406 tarihinde vefatına kadar, I. Murad ve Yıldırım Bayezid için Ankara Savaşı'na kadar 15 yıl 6 ay ve Fetret Devri döneminde Süleyman Çelebi'nin yanında 4 yıl 4 kusur ay vezir-i azamlık yapmış ve Osmanlı Devleti'nin kuruluş sürecinde önemli rol oynamış bir Osmanlı devlet adamıdır.
Tarihe Çandarlılar ailesi olarak geçmiş olan ailenin mensubu olup Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'nın büyük oğludur. Medrese eğitimi gördü ve ilmiye sınıfına intisap etti. 1386'dan önce kazaskerlik yaptığı bilinmektedir.
I. Murad Karamanoğlu Alaaddin Bey üzerine sefer hazırlığı içinde iken Vezir olan babası Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'nin beklenmedik şekilde 22 Ocak 1387'de ölümü üzerine vezirliğe getirildi. O zamana kadar tek bir vezir varken, Karaman seferinden sonra bu seferde çok gayreti görülen Kara Timurtaş Paşa'ya da vezir payesi verildi. Böylece Çandarlı Ali Paşa da "vezir-i azam" payesini aldı.
1389'da Vezir-i Azam unvanlı Çandarlı Ali Paşa, komutasında 30 bin kişilik bir kuvvet ile Rumeli'de mütteffiklik kuran vasal devlet hükümdarları olan Sırp Despotu Lazar ve Bosna Kralı Tvrtko, Hırvat prensleri ile Arnavutluk prensleri üzerine bir sefere başladı ve Tırnova ve Şumnu'yu ele geçirdi. I. Murad Anadolu'da yeni bir ordu kurdu ve çok geçmeden Rumeli'den de takviyelerle Bulgaristan'a girdi. Bunun üzerine Bulgar Kralı Şişman Hıristiyan müttefiklerinden ayrılıp teslim oldu. I. Murad ordusunun bir kısmı Tuna boylarında Niğbolu ve Silistre kalelerini ele geçirdi. Haziran sonuna birleşrn Osmanlı ordusu Kratova'da toplanmaya başladı ve I. Murad başkanlığında yapılan harp meclisinde Hristiyan müttefikler ordusu üzerine gitme kararı verildi. Şehzade Beyazid, Şehzade Yakup ve diğer deneyimli komutanlara görev belirtilerek bir muharebe planı hazırlandı. 28 Haziran 1389'da Hristiyan Sırp, Bosna, Eflak, Macar ve Hırvat müttefikler ordusu ile Osmanlı ordusu Üsküp'ün kuzeyinde Kosova Ovası'nda bir meydan muharebesine giriştiler. I. Kosova Savaşı'nda Hristiyan ordusu büyük bir mağlubiyete uğratıldı. Fakat ya muharebe bittikten sonra veya muharebe sırasında I. Murad, Sırp Miloš Obilić tarafından hançerlenerek şehid edildi. I. Kosova Muharebesi'nde I. Murad şehit olduktan sonra büyük oğlu Yıldırım Beyazıt vezir-i azam Çandarlı Ali Paşa desteğiyle tahta geçirildi .
Yıldırım Beyazıt'ın saltanat döneminin tümünde veziriazam olarak görev yaptı ve babası gibi teşkilatçı ve kuvvetli bir idareci olduğunu gösterdi. Yıldırım Beyazıt'ın 1391'deki İstanbul kuşatmasına ve 25 Eylül 1396'daki Niğbolu Savaşı'na sağ cenah komutanı büyük şehzade Süleyman Çelebi yanında iştirak etti. Bulgaristan'ın fethinde mahir bir kumandan olduğunu gösterdi. Çandarlı Ali Paşa 1402'de Ankara Muharebesi'ne de sol cenah komutanı şehzade Süleyman Çelebi yanında katıldı. Yıldırım Beyazıt'ın Timur ile doğrudan savaşmadan önce, çete ve müdafaa harbi yapmak suretiyle, hareket üssünden çok uzakta olan Timur kuvvetinin yıpratılmasını tavsiye etti ise de Yıldırım Beyazıt bu görüşünü kabul etmemişti.
Ankara Muharebesi'nde hem Osmanlı sağ cenahının ve hem de sol cenahının geri çekilme zorunda kalmaları ile Osmanlı ordusu mağlubiyete uğradı ve orta cenah komutanı Sultan Yıldırım Beyazıt cenbere alınıp Timur'a esir düştü.
Bu yenilgiden sonra Yıldırım Beyazıt'ın veziriazamı olan Çandarlı Ali Paşa yanında Süleyman Çelebi ile birlikte önce Bursa'ya gidip sonra Rumeli'ye geçmek amacı ile kaçmaya başladılar ve Timur birliklerinin yakın kovalaması altında kaldılar. Çandarlı Ali Paşa ile Süleyman Çelebi önce Bursa'ya ve orada tutunamayıp Gemlik yoluyla Edirne'ye vardılar. 1402'de Edirne'de Süleyman Çelebi Osmanlı Devleti tahtına geçtigini ilan edip ve Rumeli'de adına hutbeler okuttu. Başveziri Çandarlı Ali Paşa aracılığı ile Süleyman Çelebi sivil ve asker kadroların desteğini kazandı. 1403 başında Süleyman Çelebi ile Bizans İmparatoru taht naibi VII. İoannis, Venedik, Cenova, Rodos San Jean Şövalyeleri, Sırp Despotu Stefan Lazeraviç ve Latin Naksos Dükü arasında bir barış anlaşması imzalandı. Süleyman Çelebi resmen meşru Osmanlı Devleti hükümdarı olarak kabul edildi.
Süleyman Çelebi kardeşi İsa Celebi'ye askeri destek vererek onu Bursa'ya gönderdi ise 1406'da İsa Çelebi, Bursa'da hüküm sürmeye başlayan Çelebi Mehmet tarafından öldürtülüp bertaraf edildi. Süleyman Çelebi tekrar Anadolu'yu ele geçirip Osmanlı devletini birleştirmeye karar verip harekete geçti. Rumeli'deki Osmanlı kuvvetlerini toplayıp Bizans yardımı ile Anadolu yakasına geçti. Çelebi Mehmet'in Bursa'da bulunmamasından istifade eden Süleyman Çelebi hemen hücuma geçerek Bursa'yı eline geçirdi. Çelebi Mehmet Am |
asya'ya çekildi. Takiben Süleyman Çelebi Anadolu'ya yürüdü; Veziriazam Çandarlı Ali Paşa'nın entrikası ile Ankara'yı aldı. Çelebi Mehmet'in geride bıraktığı arazileri talan edip Bursa'ya döndü. Bir dönem hem Rumeli ve hem Anadolu'nun hükümdarı olan Süleyman Çelebi barışçı bir tutumla buradan devleti idareye devam etti. Çelebi Mehmet Süleyman Çelebi'nin barışçıl tutumundan fırsat bularak tekrar Bursa üzerine yürüdü. Süleyman Çelebi ve Çelebi Mehmet orduları Yenişehir ovasında karşı karşıya geldiler. Fakat Süleyman Çelebi'in veziriazamı olan Çandarlı Ali Paşa Çelebi Mehmet ordusunun danışmanları ile önceden gizli konuşmalara başladı ve onları Çelebi Mehmet'ten ayrılmaya inandırdı. Böylece savaşa girmeden ordusunun dağılması üzerine Çelebi Mehmed ordusuz tekrar Amasya'ya kaçmaya mecbur oldu.
Böylece Fetret Dönemi sırasnda Çandarlı Ali Paşa, Süleyman Çelebi'nin vezir-i azamı olarak ve bütün idareyi kendisine bırakmış olan şehzadenin adına bir hükümdar gibi faaliyette bulundu. Eyalet-i Rum yani Sivas, Amasya, Tokat tarafları hariç olarak Süleyman Çelebi egemenliğini Anadolu ve Rumeli'de korumayı başardı.
Çandarlı Ali Paşa 18 Aralık 1406'da Ankara'da öldü. Onun ölümüyle Süleyman Çelebi'nin taht adayı kardeşler içindeki üstün konumu bozuldu.
Çandarlı Ali Paşa'nın cenazesi İznik'te babası Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa'nın türbesine defenedildi. .
Osmanlıların aşiret teşkilatını devam ettirmesini isteyen, hazine ve askeri teşkilatına aleyhtar olan tarihler istisna edilecek olursa, diğer yabancı ve Türk tarihçiler Çandarlı Ali Paşa'nın üstün yeteneklerinden bahsetmektedirler. Bir modern Osmanlılar biyografi eserinde şöyle değerlendirilmektedir:
Alim; değerli ve tedbirli bir vezir; teşkilatcı bir komutan.; kudretli bir devlet adamiı; iyi bir diplomat (idi). Fakat dünya zevklerine düşkün biri (idi).
Tarihler değerini ve hizmetini takdir etmekle beraber Sultan Beyazıt'ı içkiye alıştırmasından dolayı kendisini kusurlu görürler. Çok cömert olduğunu tarihler yazarlar. Bu dönemde ailenin servetinin hükümdar ailesinin servetine eşdeğer hale geldiğini de burada belirtmek gerekir.
Yıldırım Beyazıt zamanında, Çandarlı Ali Paşa'nın tavsiyesiyle, kadılara baktıkları davalardan muayyen bir ücret tahsis edilerek rüşvet almaları önlenmiştir.
İznik Yeşil Cami ve imareti, Gelibolu'da ve Serez'de camileri vardır. Çandarlı Ali Paşa'nın evladı olmadığından Bursa'da yaptırmış olduğu cami ile zaviyesinin mütevelliliği ve nazırlığını Bursa kadılarına bırakmıştır.
Osmanlı saraylarında ve vezir dairelerinde içoğlanı adıyla hademe bulunmasını Ali Paşa ihdas etmiştir.
I. Çandarlı İbrahim Paşa
Çandarlı İbrahim Paşa (ö. 25 Ağustos 1429), Temmuz 1421 ile 25 Ağustos 1429 tarihleri arasında, 8 yıl 1 ay vezir-i azamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır. Aynı adı taşıyan torunundan ayırmak için "Birinci İbrahim Paşa" şeklinde anılır. Tarihe Çandarlılar ailesi olarak geçmiş olan ailenin mensubudur.
Çandarlı Kara Halil Paşa'nın küçük oğludur. İlmiye sınıfına dahil olduğu bilinmektedir ve bu nedenle medrese tahsili aldığı çıkartılmaktadır. Fakat hangi medreseye, ne zaman gittiği ve kimlerin hocası olduğu bilinmemektedir. Eğitiminden sonra medrese hocalığı yaptığı da bilinmektedir ama nerelerde görev yaptığı ve ne dersleri okuttuğu için elimizde belge bulunmamaktadır. Saruca Paşa'nın oğlu Umur Bey'in vakfiyesinde Mart 1415'de Çandarlı Halil hakkında "kazazker" olarak kayıt bulunmaktadır. Bunun ardından Vezir olduğu bilinmektedir. Ne zaman vezir olduğunu tam belirten hiçbir kayıt günümüze gelmemiştir. Kara Timurtaş Paşa oğlu Oruç Bey vakfiyesinde onun 1420'de I. Mehmed döneminde ikinci vezir görevi yaptığı belgelenmektedir.
30 Ağustos 1421'de I. Beyazıt'ın oğlu olduğunu iddia eden Düzmece Mustafa olarak da anılan Mustafa Çelebi'nin isyanına karşı gönderilen başvezir Amasyalı Beyazıt Paşa Mustafa Çelebi'ye karşı yaptığı Sazlıdere Muharebesi'nde mağlup düşüp, esir alınıp idam edilmesinden sonra Temmuz 1421'de II. Murad'ın başveziri olmuştur. Mustafe Çelebi'nin Trakya'ya geçmesini önlemek için Gelibolu'ya asker gönderilmesi ve sonunda Mustafa Çelebi'nin yakalanıp idam edilmesinde önemli rol oynamıştır. II. Murat'ın Fetret Devri ile tekrar ortaya çıkan bazı Anadolu Beyliklerini tekrar Osmanlı devleti hükümü altına alması politikasını başarı ile yürütmüştür.
Mezar kitabesine göre 15 Ağustos 1429'da Edirne'de ölmüştür. Cenazesi İznik'e nakledilip bu şehirde Çandarlı Meyadanı'nda bulunan kendi türbesine gömülmüştür.
Dedebali kızı İsfahan Şah Hatun (veya Hanım Hatun) ile evlilik yapmıştır. Bu evlilikten Mahmud ve Mehmed adlı iki erkek oğlu ve Fatma ve Hatice adlı iki kızı olmuştur.
Çandarlı İbrahim Paşa'nın Kudüs'te bir medresesi bulunmaktadır.
Çandarlı Halil Paşa
Çandarlı Halil Paşa (d.? - ö. 10 Temmuz 1453), 1439-1453 tarihleri arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamı.
İstanbul'un fethinden hemen sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından idam ettirildiği 10 Temmuz 1453 tarihine kadar 15 yıl süresince Vezir-i azamlık yapmıştır. Osmanlı tarihinde idam edilen ilk sadrazamdır.
Osmanlı Devleti Kuruluş Dönemi başvezirlerinden olan Çandarlı Kara Halil Hayreddin Paşa'nın torunu ve Çandarlı İbrahim Paşa'nın oğludur.
Eğitimi ve ilk görevlerinin ne olduğuna dair elimizde belge yoktur. Fakat ilmiye sınıfından olduğu için iyi derecede medrese eğitimi gördüğü kabul edilebilir. Bir vakfiye'de 1436'da kazasker olduğu kaydı bulunmaktadır. Sadrazam olan babası Çandarlı İbrahim Paşa vefat ettikten sonra ilmiye sınıfından ayrıldığı belirtilmektedir.
II. Murat saltanat döneminde 1439'da başvezir olan Osmancıklı (Amasyalı) Koca Mehmed Nizamüddin Paşa vefat ettikten sonra başvezirlik görevine geçmiştir. 1439 ile 1451'e kadar dönemde iki defa devlet işlerinden uzaklaşarak Manisa'ya çekilen II. Murad'ın yerine gelen genç oğlu II. Mehmed'in birinci sultanlık döneminde fiilen Osmanlı Devleti'ni yönetmiştir. Bu dönemde özelikle Anadolu beyliklerine karşı yapılan sert müdahalelerin önüne geçerek büyük bir iç kargașalığı önlemiştir. Edirne-Segedin Antlaşması'nın koşullarından hoşnut kalmayan Papalık, Kardinal Giuliano Cesarini vasıtasıyla Macar komutanı János Hunyadi'yı "Papa’nın onayı olmadığından dolayı geçersizdir." iddiasıyla antlaşmayı ihlale yöneltmesi ile Balkan ülkelerinin büyük bir Haçlı ordusu oluşturarak Macar/Lehistan Kralı I. (III.) Ladislav komutasında önce güneye Balkanlardan sarkarak sonra doğuya Varna 'ya yönelmeleri ile büyük tehdit altına kalan Osmanlı Devleti ordusunun başına tekrar tahttan feragat etmiş olan II. Murat'ın gelmesini sağladı. Bunun sonucunda Osmanlı Devleti Varna Muharebesi'nde büyük bir galibiyet kazandı.
Bunu takiben Osmanlıların Mora'ya büyük bir sefer yaparak Mora'nın büyük kısmının Osmanlı devleti eline geçmesinde ve Eflak Prensi Drakula III. Vlad Tepeș'in Macar müttefiklerinden ayrılmasına ve II. Kosova Muharebesi'nde II. Murat komutasındaki Osmanlı ordusunun Janos Hunyadı komutasındaki yeni bir Macar-Eflak ordusunu imha etmesinde büyük katkısı oldu. II. Murat'ın 3 Şubat 1451'da Edirne'de vefatından sonra oğlu II. Mehmet'in Manisa'dan gelmesine kadar geçen 16 gün büyük bir dirayetle bu tahta geçişinin problemsiz olmasını sağladı.
II. Mehmet'in ikinci tahta geçmesinden sonra da başvezirlik hizmetinde devam etti. Fakat II. Mehmet'in lalası olan Zağanos Mehmet Paşa ile arasında bir politik mücadele başladı. Çandarlı Halil Paşa Zağanos Mehmet Paşa'nın devamlı öğrencisi olan padişaha özellikle Bizans'a karşı daha atak davranması hakkındaki tavsiyelerine karşı idi ve Bizans'a karșı daha ılımlı davranılması tavsiyeleri vermekte idi. Bazı kaynaklara göre Çandarlı, II. Mehmet'i sabırsız ve deneyimsiz buluyordu. II. Mehmet Başveziri olan Çandarlı Halil Paşa'in katkısına değer verdiğini Filibe civarlarında bir köyü malikane olarak başvezire bağışına rağmen, Çandarlı Halil tedirgin olmakta devam etti.
İstanbul kuşatması sırasında Avrupa'da yeni bir haçlı ittifakı ortaya çıkacağından kuşkulandığını ve bu nedenle kuşatmatın zayıflatılmasını ve hatta kaldırılmasını II. Mehmet'e tavsiye etti. Bu tavsiyeleri orduda ve devlet kapılarında Çandarlı Halil Paşa'nın Bizans'tan rüşvet aldığı söylentilerinin dolaşmasına neden oldu. 29 Mayıs'ta İstanbul fethedilmesinden hemen sonra 1 Haziran 1453'de II. Mehmet bu dedikoduları çok ciddiye aldığını açıklayarak başvezir Çandarlı Halil'i görevinden azletti. Çandarlı Halil Paşa ve çocukları tutuklandı. Çocukları daha sonra serbest bırakıldı ama Çandarlı Halil Paşa Yedikule’de Altın Kapı’da kırk gün hapis edildi. 10 Temmuz’da gözlerine mil çekildi ve daha sonra 10 Temmuz 1453 tarihinde idam edildi. Boyun eğeceği yerde Sultan’a dik baktığı iddia edilir. Daha sonra oğlu İbrahim Paşa tarafından İznik’e götürülüp türbesine gömüldü.
Bu olay hakkında tarihçiler arasında çeşitli değişik yorumlar ve tartışmalar yapılmaktadır. Bazı tarihçiler II. Mehmed, ilk tahta geçtiğinde ve İstanbul’un fethi sırasında başvezirin sergilediği tutumlar nedeniyle bu idamın ortaya çıktığını bildirirler. Babinger bu politikasıyla II. Mehmed'in kendi otoritesini pekiştirmiş olduğunu ve herkesin genç sultana boyun eğdiğini belirtir. Sakaoğlu İstanbul'un alınmasında muhalif kalması ve bu nedenle Bizans'la arasında bir gizli anlaşma olduğundan kuşkulanıldığını belirtmektedir.
Sicill-i Osmani'de şöyle değerlendirmektedir:
Tedbirli, güçlü, âlim ise de Bizans Devleti ile siyasi ilişkisi 80 senelik aile ocağının ikbaline son vermiştir.
Ege'de Çandarlı Körfezi'nde bir kale yaptırmış olup körfez ve Çandarlı ilçesi onun adını taşımaktadır. İznik'te bir imaret ve Edirne'de "Halil Paşa Hanı" olarak adlandırılan bir han yaptırmıştır.
Bornova Anadolu Lisesi
Bornova Anadolu Lisesi (BAL), Bornova, İzmir'de bulunan, üç dil eğitim yapan bir Anadolu Lisesidir. İzmir Koleji adıyla bir Maarif Bakanlığı Koleji olarak kurulan okul, önce İzmir Anadolu Lisesi, daha sonra bugünkü adını almıştır.
Okulun bugün tesislerinin bulunduğu alan 1950'lere kadar, Fransız asıllı varlıklı bir levanten olan Edmond Giraud'nun İzmir'in Bornova kazasına |
2 kilometre uzaklıktaki 220 dönümlük çiftliğiydi. 1950'li yılların başında, İzmirli 50 dolayında tanınmış iş adamı, İzmir'de eksikliği hissedilen yabancı dil ile eğitim veren yatılı bir okulu şehirlerine kazandırmak amacı ile bir araya geldiler. Görüşmeler sonunda Giraud, arazisini içindeki tarihi köşkü, korusu ve güvercinliğiyle birlikte, bir okul yapılması koşuluyla, 26 Mart 1953 tarihinde sembolik bir bedelle Ege Koleji T.A.Ş.'e devretti ve kendisi de şirket ortağı oldu. Arazi üzerine, zengin bitki örtüsü korunarak derslikler, yatakhaneler, yemekhane ve konferans salonu inşa edildi. Böylece, 1953-1954 öğretim yılında "Özel Ege Koleji" eğitim ve öğretime başladı. Okula ilk yıl 38 yatılı erkek öğrenci kaydoldu.
1954 yılında Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı'nca yurt çapında yabancı dille öğretim yapacak olan Maarif Bakanlığı Kolejleri'nin (sonraları kısaca "Maarif Koleji" olarak anılmışlardır) kurulması kararlaştırılınca İzmir'deki Maarif Bakanlığı Koleji için uygun nitelikte bir yer aranmaya başlandı.
Zamanın başbakanı Adnan Menderes ve Millî Eğitim bakanı Celal Yardımcı'nın, Ege Üniversitesi'nin temelini atmak üzere Bornova'ya geldiklerinde ziyaret ettikleri Özel Ege Koleji, Adnan Menderes'in tercihi doğrultusunda İzmir Koleji (İK) için uygun görüldü. Millî Eğitim Bakanlığı, araziyi ve okulu Özel Ege Koleji T.A.Ş.'den satın aldı ve Özel Ege Koleji, İzmir Koleji'ne dönüştürülmüş oldu.
İzmir Koleji; Diyarbakır, Eskişehir, İstanbul/Kadıköy, Konya ve Samsun Kolejleri ile birlikte Türkiye'nin ilk altı Maarif Bakanlığı Koleji arasında 22 Ekim 1955'de öğretime başlamıştır.
Okulun eğitimci kadrosunda İngilizce-Türkçe ağırlıklı verilen eğitimin gereği olarak Türk öğretmenlerinin yanı sıra çok sayıda yabancı uyruklu (İngiliz, Amerikalı, vb.) öğretmen yer almıştır. 1957 yılında ABD ile yapılan ikili kültür anlaşması gereği çok sayıda yabancı uzman ve barış gönüllüsü de 1969 yılına kadar öğretmen olarak çalışmıştır.
İlk 10 yıl sadece yatılı erkek kabul eden İzmir Koleji, 1964-1965 öğretim yılından itibaren Orta Öğretim Genel Müdürlüğü kararı ile kızları da kabul eden karma öğretime başladı. Bu yıldan başlamak üzere gündüzlü kız ve erkek öğrenciler de okula kabul edilmeye başladı.
1975 yılında Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı kararı gereğince yurt çapındaki Maarif Bakanlığı Kolejleri'nin adlarının "Anadolu Lisesi"ne dönüştürülmesi üzerine okulun adı "İzmir Anadolu Lisesi" (İAL) olarak değiştirildi. 1976-1977 öğretim yılında ise, İzmir'de başka Anadolu Liseleri açılması üzerine, "Bornova Anadolu Lisesi" (BAL) adını aldı.
1979-1980 öğretim yılı başında, o yıla dek İzmir İnönü Lisesi binalarında öğretim gören Almanca Anadolu Lisesi öğrencileri de okulda öğretime başladılar ve böylece BAL, İngilizce ve Almanca Bölümleri olmak üzere iki bölüme ayrıldı ve yine aynı dönemde Almanca Bölümü'ndeki kız öğrencilerin bir kısmı yatılı öğrenci olarak kabul edildi. Bu durumda yatakhane kapasitelerinin dolmaya başlaması sonucu, aileleri İzmir içinde oturan yatılı öğrenciler gündüzlüye geçirildi.
1997-1998 öğretim yılından itibaren Fransızca bölümünün de açılması sonucu, Bornova Anadolu Lisesi 3 yabancı dilde eğitim vermeye başladı.
BAL öğrencileri okulun kuruluşundan itibaren açık fikirli, dinamik ve yaratıcı, çağdaş yaşamı benimsemiş bir yapı oluşturmuşlardır. Okulda uzun süre hizmet veren, sağlam kişilikleri ve ilkeli tutumlarıyla pek çoğu efsaneleşmiş, aydın ve bilgi düzeyleri yüksek eğitimcilerin, bir anlamda kurucu hocaların, bunda büyük payı vardır. Okulun görece şehirden uzak ve kapalı yerleşkesi, kendine özgü ortamıyla yatılılık, hazırlık-orta-lise sürekliliğiyle kesintisiz uzunca bir eğitim süresi de canlı ve ilişkileri sıkı bir sosyal ortam yaratmış, geleneklerin sürmesini sağlamıştır.
Her sene eğitim yılı sonunda düzenlenen Ayran Günü, okulun geleneksel şenliğidir.
Eski mezunlardan birisinin dediği gibi, "Şanslıydık: Şehrin dışında, 200 dönüm arazisi olan bir okulda yatılı okuyorduk. Sayısız oyun alanımız, bir spor salonumuz, futbol, basketbol, voleybol sahalarımız, uzun atlama için kum havuzumuz, baharı tepesinde karşıladığımız ağaçlarımız vardı. Ama asıl şansımızın, bizi sporla tanıştıran o enerjik ve otoriter beden eğitimi öğretmeni olduğunu yıllar sonra anlayabildik." Kastedilen kişi Cumhuriyetin ilk kuşak idealist öğretmenlerinden Ahmet Dökmeoğlu'dur.
Okulun tarihinde çeşitli spor dallarında yer alan çok sayıda başarı arasında şunlar sayılabilir:
Bornova Anadolu Lisesi Türkiye'de "Ultimate Frizbi" takımına sahip tek lisedir, bu yüzden turnuvalarda takım üyeleri üniversite öğrencileriyle maç yapmaktadırlar.
Okul orkestrası, 1967'de "Milliyet Liselerarası Hafif Batı Müziği Yarışması" adıyla başlayıp daha sonra kapsamı genişleyerek Milliyet Türkiye Liselerarası Müzik ve Halk Oyunları Yarışması adını alan yarışmalarda çeşitli dereceler aldı:
Sonuncusu 1999 yılında düzenlenen bu yarışmanın dışında, daha sonraki dönemde şu etkinlikler yaşandı:
Okulun müzik öğretmeni Naci Önöz sözleri de kendisine ait olan okul marşını 1965'te bestelemiş ve geçirmiştir.
Marşın sözleri şöyledir:
Selam İzmir Koleji
Yürekten saygı sana
Durmadan bıkmadan
Işık tuttun sen bana (x2)
Göklere değer başımız
Ağızlarda marşımız
Geriliğe saldıralım
Aydınlığa varalım (x2)
Selam İzmir Koleji
Yürekten saygı sana
Durmadan bıkmadan
Işık tuttun sen bana
BAL mezunları, güçlü dayanışma duyguları ve Cumhuriyet ilkelerine bağlılıklarıyla tanınırlar. İzmir Koleji ve Bornova Anadolu Lisesi mezunları kurdukları dernek (BALMED) ve vakıfla (BALEV) hem okullarının ideallerini yaşatmakta ve kendi aralarındaki dayanışmayı sürdürmekte hem de okullarının altyapısal olarak ve kültürel ortam olarak gelişmesini desteklemektedir.
Innere Stadt
Innere Stadt () ("Die Altstadt"), Viyana'nın 1. ilçesi. Merkez İlçe. Aynı zamanda tarihi kent merkezi. 1850 yılında Viyana'nın ilçelerinin belirlenmesine kadar Viyana sözcüğü bu bölgeyi ifade etmekteydi.
İlçe geleneksel olarak dört semte ayrılmıştır: Stubenviertel (Kuzey Doğu), Kärntner Viertel (Güney Doğu), Widmerviertel (Güney Batı), Schottenviertel (Kuzey Batı).
İlçe 100.745 çalışanı, şirket merkezleri ve turistik bölgeleriyle kentin en önemli iş merkezidir.
2001 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiştir.
1. Bölge Viyana kentinin tam merkezinde bulunmaktadır. İlçeyi kuzey doğudan Leopoldstadt, doğudan Landstraße, güneyden Wieden ve Mariahilf, batıdan Neubau ve Josefstadt, kuzeydense Alsergrund ilçeleri çevreler.
1. Bölge kentin ekonomik olarak en gelişmiş bölgesi olmasına karşın, kentin en düşük nüfuslu bölgesidir. Bölgede yaşayan yabancı ülke vatandaşlarının oranı % 15, 5 ile kent ortalamasının yaklaşık % 2 altındadır. Almanca'nın yanı sıra bölgede en sık rastlanan yabancı diller Sırpça, Macarca ve Hırvatça'dır. Sağdaki tabloda yıllara göre kentin nüfus değişimi görülmektedir.
Merkez İlçe'deki konuşulan diller
Almanca %79,0
Sırpça %4,0
Macarca 1,8 %
Hırvatça 1,4 %
Diğer diller 14,3 %
Merkez İlçe'deki dinler
Roma Katolik %51,3
mezhepsiz %22,7
Protestan %6,6
Ortodoksluk %5,1
Musevîlik % 3,3
İslam % 2,0
Merkez İlçe II. Dünya Savaşından sonra Avusturya Halk Partisinin kalesi ve her zaman seçimlerde en çok oy alan parti olmuştur.
Bir zamanlar Merkez İlçe'de, Liberal Forum'un seçim sonuçları ortalamanın üstündedir.
İlçe Meclisindeki sandalye dağılımı
SPÖ 10
Yeşiller 8
ÖVP 16
FPÖ 4
Diğer 2
Koca Mehmed Nizamüddin Paşa
Osmancıklı Danişmendoğlu Koca Mehmet Nizamüddin Paşa (kısaca "[Koca Mehmet Paşa]", veya "Danişmendzade Mehmet Paşa" şeklinde de anılır) (d. ? - ö. 1439, Osmancık), 28 Ağustos 1429'dan yerini Çandarlı İkinci Halil Paşa'ya bıraktığı 1438 yılına kadar 9 yıl başvezirlik yapmış bir Osmanlı devlet adamıdir.
Bugün Çorum'un bir ilçesi olan Osmancık’ta doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. Babası 1406-1413 döneminde Osmanlı Devleti başvezirliği yapmış olan Osmancıklı İmamzade Halil Paşa’dır.
İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi'nde Koca Mehmet Paşa'nın Amasyalı olduğundan bahsedilir. Bu bilgi o zamanki idari teşkilat açısından doğru olmakla birlikte, (Osmancık o sırada Amasya sancağına bağlıydı) aslen Osmancıklı olduğu, azlinden sonra buraya yerleşmesi ile de sabittir. Öte yandan, hanımlarının birisinin, Amasya’nın ilerigelen kişilerinden Kutlu Paşa’nın kızı Cihan Hatun olması Amasyalılık yanılgısına sebebiyet verebilmektedir.
Sultan I. Mehmet'in Amasya’da bulunduğu sıralarda Anadolu Beylerbeyi olmuştur. 1415 tarihinde bu rütbede büyük başarı gösterdiği için, Sultan II. Murat tarafından, tahta çıkışıyla birlikte başvezirlik makamına getirilmiştir. 1429-1438 yılları arasında başvezirlik makamında bulunmuştur. Azledilince Osmancık’a yerleşmiştir.
Koca Mehmet Paşa 1439 tarihinde Osmancık’ta vefat etmiştir. Mezarı adı ile de anılan İmaret Cami'nin bahçesindedir..
Sadrazamlık döneminde Bursa’ya iki hamam yaptırdığı kitabelerden belgelidir. Osmancık Güney Mahallesi, Kayadibi denilen mahalde şimdiki camiinin yanına bir okul ve aşevi yaptırmıştır. .
Alice in Chains
Alice in Chains, Seattle çıkışlı rock müzik grubu.
Grubun temelleri, 1987 yılında Jerry Cantrell'ın Layne Staley'i (1967-2002) kendi grubuna davet etmesiyle atıldı. Bas gitarist Mike Starr’ın ve davulcu Sean Kinney’in de katılımıyla oluşan grup adını 'Alice 'n Chaynz' olarak belirledi (Bu isim Layne Staley'nin eski grubundan esinlenerek seçilmiştir. Grup 1989 yılında Columbia Records'la anlaşarak, 1990 senesinde 'We Die Young'adlı EP'yi çıkardı. Aynı sene içinde çıkardıkları ilk albümleri Facelift, Grunge müziğin ilk yapı taşlarından biri olarak kabul edildi. Grup bu albümün satışıyla altın plak ödülünü kazandı.
Piyasaya çıkardıkları ikinci albümleri SAP'de akustik ağırlıklı parçalara yer veren gruba Heart, Soundgarden ve Mudhoney gruplarının bazı üyeleri konuk müzisyen olarak katılmıştır.
1992 yılında çıkardıkları Dirt albümünde bulunan “Sickman”, “Junkhead”, “Dirt”, “God Smack”, “Hate To Feel” ve “Angry Chair” parçalarının sözlerinde Staley’nin eroin bağımlılığın |
ın etkileri olduğu ifade edilmektedir. Bu albümün turnesi sırasına basgitarist Mike Starr gruptan ayrılmış ve gruba onun yerine adaşı olan ,Ozzy Osbourne'nin basgitaristi Mike Inez getirilmiştir. 1993 senesinde stüdyoya giren grup, “Last Action Hero” filminin soundtrack’i için “What The Hell Have I?” ve “A Little Bitter” adlı iki yeni parça kaydetmişlerdir.
Grup, aynı sene albüm için stüdyoya girdi. 1994 senesinde "Jar of Flies " albümünü çıkaran grup beklenenin tersine, bir önceki albümünden daha "yumuşak tonlu" parçalarla albüm çıkardı. Layne Staley uyuşturucu bağımlılığı için yattığı hastanede, alkol bağımlılığı için tedavi gören Pearl Jam'in Gitaristi Mike McCready bir proje gerçekleştirdi."Mad Season" adlı grub "Above"adlı albumunu çıkardı. Yine 1995 senesinde Studyoya giren grup kendiyle aynı ada sahip olan bir albüm çıkardı. Albüm ABD listelerinde 1.sıraya yükseldi. Ancak Layne Staley'nin ilerleyen uyuşturucu bağımlılığı nedeniyle turne düzenlenemedi.
1996 senesinde MTV Unplugged’da sahne alan Alice In Chains, bu performansını “Unplugged” adlı albümüyle piyasaya sürdü. Bu çalışmada Layne Staley uyuşturucu bağımlılığı görülmektedir.
Bu albüm sonrası Kiss ile birlikte turneye çıkan Alice In Chains, 3 Temmuz’da Kansas’da verdiği konserde Layne Staley ile son kez sahneye çıktı. Jerry Cantrell 1998 senesinde “Boogy Depot” adındaki ilk solo albümünü yayınladı. Senenin sonuna doğru Staley ile stüdyoya giren grup, “Get Born Again” ve “Died” adında iki parça kaydetti. 1999 Haziran ayında grubun şirketi Columbia Records, “Nothing Safe: Best Of the Box” adlı derleme albümünü yayınladı. Bu albümün ardından 48 şarkılık “Music Bank” adlı box set’i çıkartan Alice In Chains, 2000 senesinde de “Live” adlı konser albümüyle sevenleriyle buluştu. Layne Staley'den aynı Kurt Cobain gibi uzun süre haber alınamadı 19 Nisan 2002 de Seattle'daki evinde ölü bulundu. Naaşı ilk olarak tanınamayan Staley'in kimliği ancak otopsiyle anlaşıldı. Ölüm nedeni tam olarak açıklanamasa da yanında buluna şırınga vs. aletler yüzünden aşırı doz olarak belirlendi. Layne Staley, 1996 yılında Rolling Stones dergisine yaptığı açıklamada ‘Uyuşturucu bugüne kadar benim için çalıştı, şimdi ise bana karşı çalışıyor. Şu anda cehennemde yürüyorum’ demişti.
Jerry Cantrell'in Elektro gitarla ilk tanışması 17 yaşındayken olmuştur. Daha önce birçok grup ile çalışan Cantrell bir gün Layne ile tanışıp onu grubuna davet etmiştir. Böylece grubun kurucularından olmuştur. 2 tane solo albümü olan Jerry Cantrell hem solo hem de yeni kadrosuyla Alice in Chains le çalışmaktadır.
Michael "Mike" Inez, gruba Mike Starr yerine Ozzy Osburne'nin grubundan getirilmiştir. Ozzy'nin No More Tears (1991), Live and Loud (1993) albumlerinden bulunmuştur. Alice in Chains'in Jar of Flies (1994), Alice in Chains (1995), Unplugged (1996), Nothing Safe: Best of the Box (1999), Music Bank (1999), Live (2000) albümlerinde bulunmuştur.
Grubun davulcusudur. Şu an hâlâ grupta yer almaktadır.
Grubun Layne'den sonraki solistidir. 2009'da çıkarılan "Black Gives Way to Blue" ve 2013 çıkışlı "The Devil Put Dinasours Here" albümlerinde vokal-ritim gitarla gruptaki değişimi farkettirmiştir. Alice in Chains'den önce bazı Punk gruplarında çalmıştır.
Alice in Chains grubunun solisti idi. Kendisiyle aynı yıl doğan Kurt Cobain gibi Staley de uyuşturucu bağımlısı idi. 20 Nisan 2002'de Seattle'daki evinde cesedi tanınmayacak halde bulundu. Kimliği yapılan otopsi sonucunda ortaya çıkarıldı ve ölüm nedeni aşırı doz uyuşturucu olarak açıklandı. Alice in Chains dışında başka yan projelerde de çalıştı.
Alice in Chains grubunun ilk basgitaristidir. Grupta 1987 yılından 1993 yılına kadar basgitar çalmıştır. Spector NS-2 basgitar'a ekipmanını kullanmaktadır.
Disc: 1
Disc: 2
Disc: 3
Disc: 1
Disc: 2
Alarm
Alarm (Fransızca'dan: "à l'arme" = silahlara), tehlikeli bir durumu bildirmek için verilen işaret. Alarm durumu: Doğacak tehlikeli bir durumda tehlikeyi önlemek için devamlı hazır vaziyette (teyakkuz) uyanık olmak. Bu hal ancak askeriye, itfaiye ve zabıtada görülür. Alarm, çeşitli işaretlerle (siren, düdük vs.) ile yapılır. Ayrıca otomatik olarak ev ve arabalara da tehlike anında haber veren ışıklı ve sesli alarm cihazları yerleştirilir. Bunlar belirli bir zaman içinde kendiliğinden, yaklaşma veya dokunma anında tehlikeyi haber verirler.
Modern mimarlık
Modern mimarlık, 19. yüzyıl'ın Eklektisist mimarlığına karşı çıkan özgün yaratma yanlısı tüm mimari akımların genel adıdır. Eklektisizmin geçmişten biçim aktarmaları yapan tutumuna karşıt olarak, tüm modern akımlar mimari biçimlerin çağa ve güncel koşullara göre oluştuğu görüşü doğrultusunda çalışmışlardır. Kabaca, Art Nouveau'nun ortadan kalkışından , 1910'dan sonra, 1970'lere dek gelişen tüm akımlar modern mimarlık kapsamı içinde değerlendirilebiler. Bunlar tasarım anlayışları açısından birbirlerinden çok farklı kutuplarda yer alsalar da temelde tarihten yararlanmayı yadsıyışlarıyla ortaklaşırlar. 1970'lerden bu yana modern mimarlık Postmodernizm karşısında sürekli gerileyerek, yerini tarihselci bir akıma terk etmektedir.
Modern mimarlık batı uygarlığının bir ürünüdür. On sekizinci yüzyılın sonlarında, modern çağı ortaya çıkaran demokratik devrim ve endüstri devrimi ile birlikte biçimlenmeye başlamıştır. Bütün dönemlerin mimarlığı gibi modern mimarlıkta, insan yaşamı için özel bir çevre yaratmaya, insanoğlunun düşünce ve eylemlerini, olduğuna inandığı ya da olmasını istediği gibi görselleştirmeye girişmiştir. Ünlü mimar Otto Wagner, 1986'da yayımladığı kitaba verdiği başlıkla, daha sonra tüm sanat biliminin kullanabileceği bir deyimin isim babası olmuştur.
18. yüzyılın sonlarında ortaya çıkmaya başlayan demir köprüler modern mimarinin ilk otantik örnekleri sayılır. Bina olaraksa, 1851 Londra sergisindeki Paxton'un Crystal Palace'ına gelinceye kadar tavizsiz bir örnek gösterebilme olanağı yoktur. Yaklaşık olarak 70 bin metre karelik bir alanı kaplayan bu teşhir sergisi, standardize elemanlar halinde demirle camın kaynaştığı ilk önemli fabrikasyon örneğidir. Nitekim böylesine muazzam bir bina 16 hafta içerisinde, o zaman için mucizevi, bugünse şaşırtıcı sayılabilecek bir sürede inşa edilip bitirilebilmiştir. Crystal Palace'sı çeşitli özellik ve nitelikleriyle, modern mimarinin başlatıcısı ve de eskimez örneklerinden biri olarak değerlendirmek yanlış olmaz.
Modern mimarinin yapısal yönden en ilginç tarafı, teknolojik yetkinliğin sağlandığı, neredeyse sınırsız olan özgürlüktür. 1964 Lozan, 1967 Montreal ve 1970 Osaka dünya fuarlarındaki pavyonların modern mimariye getirdiği yapısal çözümler söz konusu özgürlüğün somut ifadeleridir. Betonarmenin, çeliğin, alüminyumun, plastik maddelerin kılıktan kılığa sokulup taşıyıcı ve örtücü fonksiyonlara kavuştuğu modern strüktür anlayışı çerçevesinde, Alman mimarı Frei Otto'nun geliştirdiği çadırsal konstrüksiyonlar, Göçebe Uygarlık'ta rastlanan bir mimarlık türüne bambaşka içerik ve boyutlarla yeniden dönüşü ifade eder.
Münih Olimpiyat Sitesi'nin uyandırdığı derin yankı, şimdi bile bazı çevrelerde kaybolmuş değildir. Ünlü Japon mimar Kenzo Tange yönetimindeki ekibin planlayıp inşa ettiği Tokyo Olimpiyat Sitesinin, yine adı geçen özgürlük anlayışı ile hem büyük hem küçük salonun dış ve iç mimarilerine ne derece başarılı bir çözüm tarzı getirdiği bilinmektedir.
Bu yapısal başarılara paralel olarak çeşitli mimari konuların ele alınışında her türlü tasarlama olanağının - bu defa düşünce özgürlüğünün sonucu olarak - modern mimaride aynı zaman da temsil edildiğini görüyoruz. Loos, Le Corbusier Gropius ve de Mies Van Der Rohe gibi ünlü mimarların önerip uyguladıkları Rasyonalist ve Fonksiyonculuk anlayışı giderek 1950'lerde tümel mekân mimarisini doğuracaktır. Rasyonalizmin, yani basit geometrik biçimlerle dikaçısallığın savunuculuğunu yapan akımın tasarlama anlayışı mimari konuların basit, asal geometrik formlara sığdırılmasını öngörür. Bunun dışında, Brütalizm adı altında 1950'lerin ortalarında meydana çıkıp gelişen diğer bir akım, doksan dereceye bağlı kalmakla beraber, herhangi bir binada, o binayı oluşturan çeşitli işlevlerin kendilerini dışarıya vurma zorunluluğu şart koşacaktır. Malzeme kullanımında da aynı tutumu öneren bu akım, mimari tasarlamada "kimliği bileşenleriyle belirtme" felsefesinden hareket ederek, mimari sorumluluğuna yeni bir boyut getirmiştir.
Paul Rudolph. New Haven'de mesken bloğu 1966 Brütalist anlayışa özgü ilkeleri büyük bir sadakatle uygulayan ünlü mimar bu yapıta adı geçen akıma ait sağlam bir belge geliştirebilmeyi başarmıştır.
90 derece ya da belirli bir açısal düzeni vazgeçilmez koşul olarak kabul etmeyen iki önemli eğilimden birine Ekspresyonist, yani ifadeci tutum diyebiliriz. Alman mimar Erich Mendelsohn'un 1915-19 yılları arasında geliştirdiği projelerle Potsdam'da inşa ettiği meşhur rasathane, Einstein Kulesi bu tutuma ait belirgin örneklerdir. Fonksiyonu somut bir biçime kavuşturmada mimara kişisel özgürlük tanıyan ekspresyonist davranışların mimarlık tarihinde, dün olduğu gibi bugün ve yarın da daima varolacağı bir gerçektir. Özellikle modern mimarinin en önemli birkaç anıtından biri olarak sayılan Le Courbusier'in Ronchhamp Şapeli'nde de böyle bir ifadeci, ekspresyonist bir atılımla modern mimarinin rotası ilk önemli değişikliğine uğrayacaktır. Nihayet, diğer önemli akım da ünlü Alman mimarları Haering ile Scharoun'un geliştirilmiş oldukları Organhafte adlı mimari akımdır. Temel ilkesi bakımından Brütalizm'le paralellik kurulabilir; burada da binanın içindeki eyleme cevap veren bir biçim yaratmak söz konusudur. Ancak, Organhafte mimari de serbest davranabilme imkânı vardır. 90 derece veya belirli bir açı reddedilmemekle beraber, eylemi en iyi ifade edebilecek biçimi ararken mimar tamamen özgürdür; serbest kırık serbest eğrisel ya da dik açısal çalışabilir.
Özellikle 1960'ların başlangıcından itibaren seslerini yükseltip etkilerini arttırmaya başlayan birtakım kişi ve akımlar, modern mimarinin mimarlarına birtakım yazı ve yapıtlarla karşı çıkarak yeni bir akı |
m arayışı içine girmişlerdir. Dış biçime önem verilmesine; plastik sanatların cephelerden şehirsel mekâna yansıtılmasına; tarihle geçmişle çevreyle ilişkilerinin yeniden kurulmasına çalışan birtakım olumlu çabalar dengesizliğe yol açmıştır. Beklenebileceği üzere, geçmişçilik, tarihçilik, bölgeselcilik modernizmin aleyhine gelişen bir ortam yaratmıştır. Gelişigüzel biçimcilikte son derece tehlikeli bir düzeye varmıştır ve postmodernizm, olumlu ya da olumsuz yönleriyle, modern mimarinin karşısında gelişen veya ondan farklı olan davranışların tümünü kapsayan bir terim niteliğinde kullanılır hale gelmiştir.
Bir inşaat mühendisi olarak Gustave Eiffel'in tasarladığı bu kule yaklaşık 12000 parçadan oluşup, 200 kadar işçi tarafından 21 ayda monte edilmiştir.
Frank Lloyd Wright'ın Chicago'daki Robie evi, kütlesi ve cephenin ele alınışı bakımından, katılığı, tekdüzeliği reddedebilen bir rasyonalizmin en belirgin örneklerindendir.
Berlin'deki 20. Yüzyıl Galerisinde 1962-68 Mies Van Der Rohe yıllarca önce başlattığı tümel mekân ile neredeyse cephesizlik anlamına gelebilecek cam cephe uygulamalarının müze mimarisi alanındaki en belirgin örneğini geliştirmiş olacaktır.
Bayezid Paşa
Bayezid Paşa (Amasyalı Bayezıd Paşa) Osmanlı Devleti'nin Fetret Devri'nde, 1413'de Sultan I. Mehmed Çelebi saltanatında sadrazam olmuş; devleti toparlama süreci içinde yanında bulunmuş ve sonra da II. Murad döneminde Düzmece Mustafa'ya Sazlıdere'de yenilip teslim olup onun emriyle öldürüldüğü Temmuz 1421'e kadar başvezirlik yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır.
Amasyalı Yahşi Bey'in oğludur. Amasya'da doğduğu için lakabı Amasyalı olmuştur. Sarayda yetişmiştir. I. Bayezid döneminde bazı askeri görevler yapmıştır. Çelebi Mehmet'in Amasya'da sancak beyliği yaptığı dönemde onun baş danışmanlarından biri olmuştur.
Yıldırım Bayezid'in Timur'a esir düştüğü 1402 Ankara Savaşında, 15 yasındaki genç Şehzade Mehmet'i Timur'un kuşatmasından kurtararak Amasya'ya getirmeyi başarmıştır. Beyazıd Paşa, Mehmet Çelebi'nin Amasya'da Osmanlı birliğini yeniden kurmaya çalıştığı, kendileri de sultan sıfatıyla çeşitli merkezlerde üslenmiş kardeşlerine karşı mücadele verdiği dönemde onun hizmetinde bulunmuştur.
Mehmet Çelebi'nin 1412 yılında Bursa'ya girerek I. Mehmed adıyla Osmanlı Hükümdarı olmasından sonra da Vezir olmuş ve Karamanoğulları Beyliği üzerine yapılan bir seferde önemli hizmetlerine karşılık ayrıca Rumeli beylerbeyi olarak atanmış, bu iki vazifeyi ölümüne kadar muhafaza etmiştir.
Beyazıd Paşa gayretleriyle Şeyh Bedreddin isyanlarını bastırmış olan devlet adamıdır. Bu isyan hareketleri Şeyh Bedrettin liderliğinde Rumeli'de Deliorman bölgesinde, Karaburun’da Börklüce Mustafa, Manisa’da da Börklüce’nin sağ kolu Torlak Kemal önderliğinde gelişmekteydi. Eflak hükümdarının da desteğiyle Tuna’nin güneyine geçen Şeyh Bedrettin asileri çevresinde toplayarak kuvvetlerini arttırmıştı.
Börklüce Mustafa’nın da beş bin kişiyle İzmir sancakbeyini yenmesi üzerine isyan ciddileşti. Saruhan sancak beyinin de Börklüce’ye yenilmesi üzerine Sultan I. Mehmet Çelebi harekete geçti ve veliaht şehzade Murat ve vezir-i azam Beyazıd Paşa'yı Börklüce’nin üzerine gönderdi. Hayli şiddetli geçen Karaburun yarımadası çarpışmalarında Beyazıd Paşa isyancıların çoğunu imha etti, esirleri de idam ettirdi. Bizzat Börklüce Mustafa da idam edildi. Manisa civarında Torlak Kemal ile 3000 asi de yakalanıp öldürüldü. Anadolu’daki isyan bastırıldıktan sonra Şeyh Bedrettin'in yanındakilerin çoğu kaçtılar.
Beyazıd Paşa, Rumeli’ye geçerek, Şeyh Bedrettin ve taraftarlarını Deliorman’da küçük bir çarpışmadan sonra kolaylıkla yakaladı. Şeyh Bedrettin'i kardeşi Mustafa Çelebi’ye karşı Rumeli’ye geçmiş bulunan Sultan I. Mehmet Çelebi'nin bulunduğu Serez’e yolladı. Sultan Şeyh Bedrettin'i Heratlı Mevlana Haydar başkanlığındaki mahkemede yargılatarak, 1420'de Serez çarşısında astırdı. Böylece, Mustafa Çelebi hadisesi ile aynı zamanda vuku bulan ve Osmanlı Devleti'ni çok zor duruma sokan bu ayaklanmalar, Beyazıd Paşa'nın sayesinde ortadan kaldırıldı.
I. Mehmet Çelebi'nin ölümünden sonra, oğlu II. Murat tahta geçti, ancak bu arada Vezir olan Beyazıt Paşa padişahın ölümünü, onun vasiyeti üzerine, oğlu şehzade Murad gelinceye kadar kırk gün süreyle gizledi ve böylece çıkması muhtemel bir fitneyi önledi.
Mayıs 1421'de tahta geçen II. Murat zamanında da Beyazıd Paşa Vezir mevkiini korumuştur. Çelebi Mehmet'in ölümünün duyulmasından sonra serbest bırakılan ve hemen meşru hükümdarla mücadeleye başlayan Şehzade Mustafa'nın (Düzmece Mustafa) üzerine gönderilmiştir. Beylerbeyi olarak, kuvvetleriyle Rumeli'ye geçerek Mustafa Çelebi'ye karşı koymuştur.
İki taraf, bugün Keşan'in bir köyü olan Saros Körfezi kıyısındaki Sazlıdere mevkiinde karşılaştığında, muharebe esnasında elindeki kuvvetler Mustafa Çelebi tarafına geçince, Beyazıd Paşa teslim olmuştur. Fakat kendisine itimat edilmeyerek Mustafa Çelebi'nin yanındaki İzmiroğlu Cüneyt Bey'in ısrarlarıyla (Temmuz 1421'de) boynu vurulmuştur .
Mezarı Sazlıdere'dedir.
Amasya'da Bayezid Paşa Camii'ni, imaret ve medrese yaptırmış ve 1418 tarihli vakfiyeleri vardır . Oğlu İsa Bey ümeradan olup Bursa'da mescidi ve imareti vardır.
Torunları zamanımıza kadar gelmişlerdir.
Papağan
Papağan, papağansılar ("Psittaciformes") takımını oluşturan kıvrık gagalı, etli ve kalın dilli, parlak tüylü, sıcak yerlerde yaşayan kuş türlerine verilen ad. Ayrıca bu kuşların bazı türleri söylediğiniz bazı şeyleri tekrar edebilirler.
Ayakları kısa ve ikisi önde, ikisi arkada olmak üzere dört parmağa sahiptir. Ön parmakların dipleri kısa bir zarla birbirine bağlıdır. Arkaya yönelik birinci ve dördüncü parmak geriden kavrar ve gaganın yardımı ile çeviklikle tırmanabilir. Tırmanma anında gagalarını üçüncü bir ayak gibi kullanma özelliklerinden dolayı en iyi tırmanıcı kuşlar olarak kabul edilirler.
Kalın ve kıvrık üst gaga hareketlidir. Alt gaga ise yiyecekleri kırmada tabla vazifesi görür. Dil, kalın ve etlidir. Aynı zamanda dokunma organı görevini de yapar. Dilleri kısa ve serttir. Gaga ve dilleri sayesinde ayçekirdeği gibi kabuklu yemişleri soyup yiyebilirler.
Papağanların kanatları nispeten kısadır. Bununla beraber, Yeni Zelanda papağanı hariç hepsi iyi uçucudur. Genelde çift veya grup halinde çığlık çığlığa uçarlar. Avustralya'da yaşayan kakadular, binlerce fertten meydana gelen sürüler halinde seyahat ederler.
Beslenirken veya dinlenirken çok sakindirler. Yeşil renklileri o kadar iyi kamufle olur ki, çoğu zaman fark edilmezler. Tüyleri yeşil hakim olmak üzere kırmızı, mavi, sarı, beyaz ve siyah olabilir.
Papağanlar tabii halde ağaçlarda yaşarlar. Ancak insan sesini ve melodileri ezberleyerek tekrarlama kabiliyetlerinden dolayı, birçok evde kafeslerde beslenirler. Kafeslerine çiğnemeleri için ağaç parçaları koymak faydalıdır. Yuvalarını ağaç kovuklarına, kaya yarıklarına yaparlar. Eşler birbirlerine bağlıdır. İri yapıda olanların dişileri yılda 2-3, küçükleri ise daha çok yumurta yaparlar.
Çeşitlerine göre tomurcuk, çiçek, meyve ve tohumlarla beslenirler. Bu arada hayvansal besin alan birkaç tür de mevcuttur.
Papağanlar beslenme ihtiyaçlarına göre (genel olarak) ikiye ayrılabilir:
Tohum, çekirdek ve nut gıdalar, eğer papağanınız sebze-meyveye henüz alışmadıysa, gerekli vitamin ve minerallerin karşılanması için önemli olacaktır. Ancak bu durumda ay çekirdeği ve yer fıstığı gibi gereksiz besinler yerine, kabak çekirdeği, badem, fındık ve diğerlerine ağırlık vermeniz daha doğru olur. Yine de unutmayın, bu besinler "normalde" papağanların beslenme yüzdesinin bir kısmını oluşturur ancak. Ne kadar uğraştırırsa uğraştırsın, papağanınızı meyve sebzeye geçirin.
Aşağıdakileri ayrı ayrı verebileceğiniz gibi, ileride anlatılacak "LAPA MAMA"larının içine katık olarak da kullanılabilirler.
Papağanlar, çok kuvvetli hafızaları sayesinde öğrendikleri sözcükleri anlamlarını bilmeden tekrar ederler. Doğada özgürken insanlarla hayvanları taklit etmedikleri tetkik edilerek anlaşılmıştır. En tanınmış konuşan türü jako'dur. Erkekler dişilerden daha iyi konuşur. Yeni bir kelimeyi öğrendikleri zaman memeliler gibi mükafat beklemezler. Verilecek cezadan da anlamazlar. Eğitimleri sabır ister.
Türlere göre papağanlar içersinde en çok konuşma yeteneği olanlar şöyle sıralanabilir;
Muhabbet kuşu gibi bazı türlerin konuşmaları ıslığa benzer olduğu için fark edilmeyebilir, bununla beraber gri papağan, amazon papağanı, ara ve kakadu gibi türler net ve anlaşılır şekilde konuşabilir. Kuşların konuşma yeteneğini, eğitim, genetik ve geçmiş deneyimler etkileyebilmektedir.
Papağanlar kuşlar sınıfı içersinde beyin organizasyonu en gelimiş canlılar olarak, sebep-sonuç ilişkisi kurmakta oldukça başarılıdırlar. Örneğin telefon çaldığında "alo" ya da kapı çaldığında "kim o" gibi kelimeleri söyleyebilirler. Bu tarz kelimeleri söyletmenin öncelikli olarak eğitimle ilgili olduğunu belirtmek gerekir.
Ortalama ömürleri 70 yıl kadar olan papağanların 315'ten fazla çeşidi vardır. Kafestekiler 30-40 yıl yaşayabilir. Elli yıl yaşayanları görülmüştür.Papağanlar yumurtlayarak çoğalırlar.
Tarım ürünlerine olan ziyanlarından dolayı bol avlanmaktadırlar. Esaret hayatına rahat alıştıklarından kafeste kolayca beslenebilirler. Fakat "papağan hastalığı" diye bilinen psittakozu, insana bulaştırdıklarından zararlı olabilirler.
Afrika, Amerika, Asya ve Okyanusya'nın tropikal orman bölgelerinde yaşarlar. Türkiye'de ise doğal olarak yaşayan iki tür şunlardır: Yeşil papağan ve İskender papağanı.
Papağanlar dil yapısına göre iki ana gruba ayrılır;
Papağangiller
Papağangiller ya da Gerçek papağanlar (Psittacidae), papağansılar takımından, kıvrık gagalı, etli ve kalın dilli, parlak tüylü, sıcak yerlerde yaşayan papağan olarak bilinen kuş türlerini kapsayan bir familyadır.
Güney yarım kürede, Afrika, Amerika, Asya ve Okyanusya'nın tropikal orman bölgelerinde yaşarlar. Hepsi canlı parlak tüylü ve üst gagaları alt gagayı kavrayarcak şekilde kıvrıktır. Üst gaganın ucunda törpü çentiği bulunur. Kafaları büyük, boyunları kısa, t |
aklit kabiliyetli zeki kuşlardır. Ayaklarını bir el gibi rahatça kullanır. Tohumlar, meyveler ve çekirdeklerle beslenirler.
Familya Psittacidae
Buster Keaton
Buster Keaton (gerçek adı: "Joseph Francis Keaton"), (d. 4 Ekim 1895, Kansas; ö. 1 Şubat 1966), Amerikalı komedi oyuncusu, sinemacı, yapımcı ve senarist.
Anne ve babası vodvil komedyenleriydi. "Buster" adı ise aile dostları ve iş arkadaşları vaftiz babası Harry Houdini tarafından verilmişti. Küçükken birkaç tehlikeli kaza atlattı. Daha üç yaşındayken, ailesiyle birlikte "Üç Keaton" adı altında gösterilere çıkıyordu.
İlk kez 1917 yazında, beraber iki bobinlik on beş kısa film daha çekeceği komedyen-yönetmen Fattie Arbuckle'ın filmi "The Butcher Boy"da rol aldı. 1920 yılında askerden döndükten sonra ilk uzun metrajlı filmini çekti ve birden yıldız oldu. Bir yıl içinde, kendi yapım şirketinde kendi yazdığı, yönettiği ve oynadığı filmler çekiyordu. Filmlerinde kullanılan şapkaları kendisi tasarlıyordu. Türkiye'de Malek adıyla tanınıyordu. Filmlerinde farklı tarzlar kullandı. Özellikle Stamboat Bill, Jr. filminde çektiği düşen duvar sahnesi oldukça ünlüdür. Fakat bütün bunlara rağmen Charlie Chaplin ve Harold Lloyd aktörlerin gölgesinde kalmıştı. 1928'de MGM stüdyosuna geçmek zorunda kalınca filmlerinin de ışıltısı iyice kayboldu.
Keaton'ın canlandırdığı tek drama Gogol'ün bir eseridir. Gogol'e büyük bir hayranlığı vardı.
Keaton, 1932 yılında rol aldığı Sherlock Jr. adlı filmde su kulesinin (eski binalarda bulunan geniş su hazneli metal boru) altındayken suyun fazla gelmesi nedeniyle düştü. Demiryolu hattına yuvarlanan oyuncu, boynunda bir ağrı hissetti. Buna rağmen boynunun kırık olduğunu tam 10 yıl boyunca fark edemeyen Keaton, uzun yıllar boyu şiddetli bir baş ağrısıyla yaşadı. Yıllar sonra doktora gittiğinde ilginç gerçekle karşılaşan aktör böylece tarihe geçti.
1932 yılında boşandı, alkolik oldu maddi sıkıntılar çekti ve 1935'te bir kliniğe yatırıldı. 1952'de eski evinde sakladığı bazı filmleri bulununca yeniden hatırlandı ve filmlerine akademik bir ilgi gösterilmeye başlandı ve ardından kendisine özel bir Oscar ödülü verildi. 1966 yılında, yüzden fazla film çektikten sonra kanserden öldü. Hiçbir filminde değişmeyen ifadesiz yüzü ile "Büyük Taştan Surat" lakabını kazanmıştı.
Osmancıklı İmamzâde Halil Paşa
Osmancıklı İmamzade Halil Paşa Osmanlı Devleti sadrazamlarındandır. 18 Aralık 1406 tarihinden 1413 yılına kadar Fetret Devri döneminde I. Mehmed için vezir-i azamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.
Babası Haydar Paşa'dır. Doğum yeri Çorum'un bugünkü ilçesi olan Osmancık'tır. 1402 yılında Ankara Savaşı’nda Yıldırım Bayezit, Timur ordularına yenildikten sonra başlayan Fetret Devri'nde Osmanlıların yeniden bir araya gelmesinde Osmancıklı Halil Paşa’nın, Çelebi Mehmet’in Osmanlı gücünü yeniden toplamasında çok değerli yardımları olmuştur. Buna karşılık Halil Paşa, önce Anadolu Beylerbeyi yapılmış daha sonra 18 Aralık 1406'da Çelebi Mehmet’in sadrazamlığına yükseltilmiştir. 1413 yılına kadar ona sadrazamlık yapmıştır.
Halil Paşanın oğlu Osmancıklı (Amasyalı) Koca Mehmed Nizamüddin Paşa (1429-1438) döneminde II. Murad'ın sadrazamlığını yapmıştır.
Frederick Law Olmsted
Frederick Law Olmsted (FLO), (d. 26 Nisan 1822, Kansas - ö. 28 Ağustos 1903, Hartford) ABD'nin ilk peyzaj mimarıdır. Gerçekleştirdiği çok sayıda çalışmanın arasından Central Park, Prospect Park, Emerald Necklace ve Beyaz Saray en önemlileri olarak sayılabilir.
ABD'nin ilk peyzaj mimarı ve kent plancısının 26 Nisan 1822’de Hartford’da doğduğu yıllarda kentsel açık alanlara evlerden kolayca ulaşılabiliyor, kırsal alanların sesleri ve kokuları kent içine nüfuz edebiliyordu.
İşte böyle bir ortamda büyüyen Olmsted Yale Üniversitesi’nde topoğrafya mühendisliği eğitimi almaya başladı fakat geçirdiği bir zehirlenme sonucu görmesi ve eğitimi olumsuz etkilendi. Yale’i bırakıp kendisini Çin’e kadar sürükleyen bir ticaret macerasına atıldı. 1844-1847 yılları arasında çiftçilik ile uğraşan Olmsted 1848 yılında gazeteciliğe başladı. 1850 yılında, Avrupa’ya yaptığı gezilerinden notlarla başladığı yazın hayatı 1857 yılına kadar gazetecilikle beraber devam etti. 1853 yılında New York Times’ın taşra muhabirliğine getirilen Olmsted kölelik sistemini incelemek için Güney’e seyahatlerde bulundu. Bu seyahatlerini anlattığı kitaplarında kölelik karşıtı düşünceler dikkati çekiyor, köle işçinin maliyetinin serbest bir işçiye göre daha fazla olduğunu matematiksel olarak kanıtlıyordu. İç Savaş sırasında yazdığı "Cotton Kingdom" (Pamuk Krallığı) kölelik sistemi üzerine yazılmış en önemli yazınlardan birisi olarak değerlendirilmektedir.
1857 yılında New York’ta oluşturulması düşünülen parkın projesini hazırlayan Egbert Viele için arazinin topoğrafik keşfini yapmak üzere işe alındı. Viele’ nin projesi beğenilmeyince park için bir yarışma açılmasına karar verildi. Calvert Vaux (İngiliz mimar) ile birlikte yarışmaya katılmaya karar veren Olmsted’in ortağıyla birlikte hazırladığı proje 33 proje arasından birinci seçildi ve Olmsted şef-mühendis olarak Central Park’ta işe başladı. İşte bu noktadan sonra ABD’nin ve Kanada’nın çeşitli yerlerinde yüzlerce projeye imza atan Olmsted, peyzaj mimarlığının yanı sıra Amerikan Sağlık Komisyonu Genel Sekreterliği, New York Kent Komisyonu üyeliği, şehir plancılığı ve proje yöneticiliği de yapmıştır. 1893 yılında düzenlenen Kolomb Dünya Fuarı'nın da çevre düzenlemesinde görev aldı.
Olmsted, ortağı Vaux ile birlikte peyzaj mimarlığı kavramını ortaya koymuş ve içeriğini şekillendirmiştir. Vaux’un mimarlıktan gelen sanatçı kişiliğinin yanına sahip olduğu sosyal reformist görüşleri koyarak devrimci, toplum yapısını geliştirmeyi amaçlayan, demokrasiyi yaşam ortamları içine sokmaya çalışan, doğaya saygılı bir meslek disiplini yaratmıştır. İşte bu nedenle, peyzaj mimarlığı meslek disiplininin babası olarak kabul edilmektedir.
Olmsted, peyzajları zihinde ve uzayda ardışık, doğal ve kültürel süreçlerin bir araya geldiği (getirdiği) alanlar olarak görmüştür. Onun ilgisini çeken fiziksel bir peyzajdan daha ziyade peyzajın sosyal yönüdür. Kendisini Amerikan toplum yapısını geliştirmeye adamış, çalışmalarıyla değişik altyapıya sahip kitlelerin bir arada, sağlıklı, huzurlu ve estetik bir çevrede yaşamalarını sağlamaya çalışmıştır. Endüstri devriminin sosyal yapıda açtığı yaraları sarmak için çaba göstermiş, gittikçe bozulan kent ekosistemlerini onarmaya çalışmıştır.
Cotton Kingdom’ın Giriş Bölümü
Epoksi
Epoksi, termosetler grubundan yapıştırıcı bir kimyasal reçinedir. Suya, aside ve alkaliye direnci çok iyidir, zamanla direnç özelliğini yitirmez. Çatlağa doldurulmuş epoksi yapıştırıcısı, çatlağın yarattığı süreksizlik ortamını sürekli duruma dönüştürür, çatlağın her iki yüzünü çatlak boyunca sürekli olarak birbirine bağlar ve gerilme birikimlerini önler.
Genellikle iki bileşenli olan epoksiler, diğer termoset plastikler gibi belli süre sonra sıvı halden katı hale geçer ve takibeden bir iki hafta içinde olgunlaşarak nihai sertliğe ulaşır. Cam veya karbon elyafı ile epoksi kombinasyonu mükemmel mekanik dayanıklılığa sahiptir. Bu yüzden uzay ve havacılık teknolojilerinde ve denizcilik alanında çok kullanılır. Epoksi, inşaat alanında da yaygın kullanılan bir malzemedir. Onarım sırasına uygun çatlakların doldurulmasında, sonradan betonun içine eklenecek çelik donatıların yerleştirilmesinde kullanılır. Betonarme içine saplanan donatılar için çekme mukavemetleri oldukça yüksektir. Epoksi, aynı zamanda bir yüzey kaplama ürünüdür. Ayrıca, boya veya astar olarak da kullanılır.
Epoxy sözcüğü Yunanca iki önekten türemiştir: “üzerinde” anlamına gelen “epi” ve “keskin/asitli” anlamına gelen “oxy”.
Polinomsal zaman
Polinomsal zamanda çalışan bir algoritma, bir Turing makinesinin girişin uzunluğuna göre en fazla bir polinom tane adımda çözebildiği bir problemdir.
Polinomsal zaman, daha basit bazı zamanlara ayrılabilir:
Ayrıca bakınız: Logaritmik zaman, Üstel zaman, NP-complete
Asur
Asur, Mezopotamya'nın kuzey kısmına verilen isim. Bugünkü Musul yöresinde bulunan Asur, Kalah ve Ninova kentleri Asur'un başlıca kentleriydi.
Asur krallığın merkezi oldu ve Asurlular MÖ 19. yüzyılda kurdukları devleti giderek genişlettiler. MÖ 1300'de Asur kralı I. Salamanasar, Kalde ve Asur ülkelerini birleştirdi. Sonra bir ara Hititler'in egemenliğine giren asurlular MÖ 14. yüzyıl ortalarına doğru yeniden egemenlik elde ettiler. Kral I. Tiglat-Pileser zamanında (MÖ 1100) Karadeniz ve Akdeniz'e kadar sınırlarını genişlettiler.
Kral 2. Sargon iki kez Babil'i ele geçirdi. Suriye ve Mısır'ı yendi. Asur devleti, Asurbanipal (MÖ 668-626) en parlak dönemini yaşadı. Nil Nehri ile Basra Körfezi arasındaki tüm ülkeleri egemenlik altına aldı. Fakat bu dönem uzun sürmedi. Asur devleti, Medler'in saldırısı sonunda yenilerek ortadan kalktı (MÖ 612).
Asurlular, Aslen Kuzey Irak'ta, Dicle kıyısında bulunan Aşur/Asur (Qalat Şarqat) şehri ve çevresinde yaşayan bir Sami toplulukken özellikle MÖ 2000 sonrası doğu-batı arası global ticaretten faydalanarak gelişmiş ve topraklarını genişleterek ülkelerini bir imparatorluğa dönüştürmüş eskiçağ halkı. Başkentleri Ninova'dır. Mutlak monarşi ile yönetilmişlerdir.
İlkçağda, Ortadoğu'nun en büyük imparatorluklarından birinin merkezi olmuştur. MÖ 2. binyıl'ın başından itibaren özellikle Anadolu'da koloniler kurmuş, Anadolu'ya yazıyı taşımışlardır. Asur ülkesi, önceleri Babil'e, MÖ 2. binyılın büyük bölümü boyunca Mitannilere bağımlı kalsalar da MÖ 14. yüzyılda bağımsızlıklarını kazanmış ve Fırat'a kadar topraklarını genişleterek buralara yerleşmişlerdir. Daha sonra Mezopotamya'da, Anadolu'nun güneydoğusunda, zaman zaman da Suriye'nin kuzeyinde büyük güç kazanmışlardır
I. Tukulti-Ninurta'nın ölümünden (MÖ 1208) sonra gerileme dönemine girdi. MÖ 11. yüzyılda I. Tiglat-Pileser zamanında kısa süre yeniden eski gücüne kavuştuysa da, bunu izleyen dönemde hem Asur Krallığı, hem de düşmanları, yarı göçebe Aramilerin akınlarıyla yıprandı. MÖ 9. yüzyılda Asur kralları sınır |
larını yeniden genişletmeye başladılar; MÖ 8. yüzyılın ortasından MÖ 7. yüzyılın sonuna değin III. Tukultī-Apil-Ešarra "(III. Tiglath-Pileser)", II. Šarru-Kinu "(II. Şarrum-Ken, II. Sargon)" ve Sin-Ahhe-Eriba "(Sinahherib)" gibi güçlü kralların önderliğinde Basra Körfezinden Mısır'a kadar uzanan toprakları egemenlikleri altında birleştirerek günümüzde Yeni Asur İmparatorluğu olarak adlandırılan bir imparatorluk kurdular.
Son büyük Asur kralı, Aššur-Bāni-Apli "(Aššurbanipal)"'di. Aššur-Bāni-Apli "(Aššurbanipal)" (Aššurbanapal, "Ailein Halefi - Son Büyük Asur Kralı"), Elam'ı ele geçerek buranın halkını yok etmiştir.
Bu dönemde sanatta büyük bir gelişme olduğu bilinmekteyse de, hükümdarlığın son yılları ve MÖ 627'deki ölümünü izleyen dönemin olayları karanlıkta kalmıştır. Asur Krallığı MÖ 612-609'da Keldaniler'in ve Medler'in ortak saldırılarıyla yıkıldı.
İmparatorluğun çökmesiyle birlikte Asur halkı da tarihi kayıtlardan silinir. Son olarak Harran ve çevresinde yaşadıkları bilinmekle birlikte kayıtlarda yeralmasa da eski imparatorluk topraklarında daha sonraki yüzyıllarda da yaşamlarını sürdürdükleri ve zamanla bölgenin diğer halkları içinde eriyip gittikleri aşikardır.
Zalimlikleri ve savaştaki atılganlıklarıyla tanınan Asurlular, anıtsal yapılar da bıraktılar. Ninive, Asur, Kalah (Nimrud), Dur Şarrukin (Horsâbad) ve başka yerlerde bulunan kalıntılar, Asurların mimarîdeki ustalığını göstermektedir. MÖ 612'de Med Babil kuvvetleri tarafından Asur Devleti'ne son verilmiştir.
Günümüzde bazı Süryani toplulukları Asurluların soyundan geldiklerini iddia etmektedirler.
Antipsikotik
Antipsikotik ya da Nöroleptik ilaçlar başta şizofreni olmak üzere psikozların tedavisinde kullanılan ilaçlar.
Temelde psikotik belirtilerle giden ruhsal ve organik hastalıkların sağaltımında kullanılan moleküllerdir. Sınıfın ilk temsilcisi klorpromazinin bulunuşu psikiyatride önemli bir kilometre taşı olup, önemli sayıda kronik psikiyatri hastasının hastaneler dışında veya evde bakımlarını olanaklı hale getirmiştir. İlk nöroleptik 1950 yılında tesadüfen etkisi fark edilen klorpromazindir. Daha sonraki 55 yıl boyunca birçok nöroleptik sentezlenmiştir.
Başlıca kullanım alanları; Antipsikotikler şizofreni ve bipolar bozukluklar başta olmak üzere psikotik belirtilerin görüldüğü deliryum, psikotik depresyon gibi diğer durumlarda da tercih edilirler.
Antipsikotiklerin temel etki mekanizması dopamin reseptör antagonizmasıdır. Bu yolla pozitif semptomları azaltırlar. Yine bu yolla istenmeyen ekstrapiramidal semptomlara yol açabilirler.
Antipsikotikler önce bulunan klasik ve daha yeni geliştirilen atipik antipsikotikler olarak ikiye ayrılabilirler. Klozapinin bulunuşuyla ortaya çıkan atipik moleküller farklı reseptör afiniteleriyle farklı bir kuşağı temsil etmektedir.
Fenotiyazin ve butirofenonlar gibi eski nöroleptikler klasik nöroleptik veya ilk jenerasyon olarak bilinir. Bu grubunun temel etki mekanizması dopaminerjik D reseptör blokajıdır..
Atipik (yeni) ve tipik (klasik) olmak üzere iki jenerasyon vardır. Klasik nöroleptikler şizofreninin pozitif semptomlarına (deliryum, halüsinasyon) daha etkilidir. Atipik nöroleptikler ise, klasik nöroleptiklere cevap vermeyen negatif semptomların (hislerin küntleşmesi, sosyal geri çekilme) giderilmesinde etkilidir.
Uzun süre kullanımlarında çeşitli yan etkilere sebep olabilirler. Yan etki profillerinin göreceli daha avantajlı olmasıyla atipiklerin klinik kullanımları gittikçe daha da yaygınlaşmaktadır. Atipik antipsikotikler: klozapin, risperidon, olanzapin, ketiapin, amisülprid, ziprasidon, aripiprazol.
Ormanlı, Şenkaya
Ormanlı, Erzurum ilinin Şenkaya ilçesine bağlı bir mahalledir.
Mahallenin eski adı Ersinek'tir. Şenkayanın en büyük köylerinden biridir köylüler tarafından bilinen 14. yy yıla dayanan bir tarihi vardır. Sarıkamış Harekâtı'nda 90 bin askerin büyük bir kısmının mahallenin toprakları üzerinde hayatını kaybetti. Allahuekber Dağı eteklerin de kurulmuş olan yaylasında askerlerin donarak hayatını kaybettiği bilinmektedir. O dönemde yaşayan köylülerin ısrarlarına rağmen askerlerin Allahuekber dağlarına çıkmasına engel olamamışlardır. Bunun üzerine askerlerin donarak öldüğü yayla evlerini kullanmamışlardır.
Mahallenin gelenek, görenek ve yemekleri hakkında bilgi yoktur. yemekleri:mantı, kesme aşı, hıngel cağ kebabı tatar böreği haşıl, guymak, gaygana, haşo, kete, katmer,gevrek, pağaç, sugıligi,
Okuma yazma oranın 40 yaş altı %100'dür. Geçimi daha çok hayvancılığa dayalıdır. Etrafındaki orman ve yayları tam bir doğa şaheseridir. Birçok görülüp gezilmesi gereken doğal yapıya sahiptir.
Erzurum iline 175 km, Şenkaya ilçesine 33 km uzaklıktadır.
Mahallenin iklimi, sert karasal etki alanı içerisindedir. Çevresi orman olması sebebiyle tipi ve fırtına görülmemektedir.
Mahallenin ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayalıdır.
Mahallede ilköğretim okulu vardır. Mahallenin içme suyu şebekesi ve kanalizasyon şebekesi vardır. PTT şubesi ve PTT acentesi yoktur. Sağlık ocağı vardır ancak sağlık evi yoktur. Mahalleye ulaşımı sağlayan asfalt olup mahallede elektrik ve sabit telefon vardır. Cep telefon şebekeleri mevcuttur.
https://m.facebook.com/pages/Ormanlı-Köyü-ERSINEK/214811938543206
Lineer zaman
Lineer zamanda çalışan bir algoritma, bir Turing makinesinin girişin uzunluğunun en fazla n katı tane adımda çözebildiği bir problemdir. Lineer zaman, polinomsal zamanın bir alt kümesidir.
Örneğin, iki kelimenin birbirinin tersi olup olmadığını anlama problemi lineer zamanda çözülebilir:
Dolayısıyla, eğer kelimenin uzunluğu formula_1 ise, bu problem o kelime için formula_2 adımda bitecek ve iki kelimenin birbirinin tersi olup olmadığını söyleyecektir.
Sabit zaman
Sabit zamanda çalışan bir algoritma bir Turing makinesinin girdi uzunluğundan bağımsız olarak n tane adımda çözebildiği bir problemdir. Sabit zaman polinomsal zamanın bir alt kümesidir.
Örneğin, bir sözcüğün ilk harfinin "a" olup olmadığını bulma problemi sabit zamanda çözülebilir. Algoritma, verilen sözcüğün ilk harfini okur ve "a" harfi ile karşılaştırıp "DOĞRU" veya "YANLIŞ" cevabını yollar. Bu fonksiyonun C ile yazılmış hali şu şekildedir:
Leopoldstadt
Leopoldstadt (), Viyana’nın 2. Merkez İlçesi’dir. Tuna Nehri ile Tuna Kanalı arasındaki ada üzerinde bulunur. Toprağının büyük bir bölümünü Prater diye bilinen orman ve çayırlık alan kaplar ve Leopoldstadt, Jaegerzeile, Zwischenbrücken adlı bölgelerden oluşmaktadır.
Leopoldstadt’a yerleşim diğer İlçelere nazaran geç başlamıştır, bunun en önemli sebebi de büyük bir bölümün ormanlık alan olamasıydı, fakat bu yerleşimler çok köklü olmuştur. İlk yerleşim 1450 yıllarında başlamıştır. Bu ilk yerleşimciler arasında 1569 yılında Bamherziger ve 1623 yılında da Karmeliter adlı Tarikatlar başı çekmişlerdir. 1569 yıllarında İmparator II.Maximilian Prater adı verilmiş ormanlara yakınlığından dolayı kurduğu av köşkü de zamanla şimdiki Jägerzeile adlı bölgenin kurulmasına önayak olmuştur.
1625 yıllarında yahudileri Merkez İlçe-Innere Stadt bölgesinden çıkarabilmek için buraya Getto’lar kurulmuştur, fakat 1669/70 yıllarında da İmparator I. Leopold emri ile buradaki yerlerinden de olmuşlardır. Fakat zamanla her zaman Leopoldstadt’a geri gelmişlerdir.
1670 yılında İmparator I.Leopold emri ile yapılan kilise bu bölgeye Leopoldstadt denmesindeki en büyük etken olmuştur. Tandelmarktgasse 8 ve Karmelitergasse 24 numaralı sokaklarda eski şehir duvarını görmek bugün de mümkündür. İmparator II. Josef isteği doğrultusunda 1766 yılında yapılan değişiklerle Prater ve 1775 yılında da Augarten’e girmek normal vatandaşlara da mümkün kılınmıştır.
1850 yılında Leopoldstadt bölgesi çevresindeki Jägerzeile ve Prater başta olmak üzere birçok yerleşim yerlerini de içine alarak Viyana’ya 2. Merkez İlçe olarak bağlanmıştır. Zamanla yer yer büyük meydanlar yapılmıştır. Mexiko Meydanı buna en iyi örnektir.
1900 yılında Leopoldstatd’ın kuzey bölgesi ayrılarak 20. Merkez İlçe Brigittenau adı altında Viyana’ya bağlanmıştır.
1938 yılında da Kaisermühlen adlı bölgesi 22. Merkez İlçe Donaustadt’a bağlanmıştır.
Leopoldstatd bugün nüfusu,yeşil ve dinlenme alanları ile Viyana’nın en eski ve önemli Merkez İlçe’lerinden biridir.
Ayrıca Leopoldstatd bugün Türkler’in en yoğun bulunduğu ilçelerin başında gelmektedir.
Gerhard Kubik (SPÖ)
SPÖ 100
Yeşiller 12
ÖVP 9
FPÖ 8
KPÖ 1
Cemal Kutay
Cemal Kutay (1909 Konya - 5 Şubat 2006, İstanbul), Türk tarihçi ve yazar.
Bedirhan Bey'in torunu ve Tahir Muhlis Kutay'ın oğlu olan Cemal Kutay, orta öğrenimini Kadıköy Lisesi'nde tamamladı.
Anadolu Ajansı'nda 1924-1928 yılları arasında muhabirlik, Hakimiyet-i Milliye'de istihbarat şefliği ve fıkra yazarlığı yapan Kutay, Konya'da "Yeni Anadolu" gazetesini ve "Zaman" dergisini, İstanbul'da "Halk" gazetesini, "Millet" dergisini çıkardı. Kutay, pek çok gazete ve dergide özellikle tarihi konularda yazılar yazdı.
Cemal Kutay'ın kitap halinde basılan 187 eserinden bazıları şöyle:
Manyetik raylı tren
]
Manyetik levitasyon treni (maglev) “MAGLEV” sözcüğü İngilizce “magnetic levitation” sözcüklerinin kısaltılmasıyla elde edilmiş, yani “manyetik olarak havada tutma, yükseltme” anlamına geliyor.
Maglev tren teknolojisi, büyük ölçüde geliştirilme aşamasında olduğu için henüz yaygın olarak kullanılmaya başlanmadı. Şu an Almanya ve Japonya, maglev tren teknolojileri üzerinde çalışıyor. Maglev trenlerin günlük yaşamdaki ilk örneği, Çin’in Şangay kentinde kullanılmaya başlandı. 30 km’lik bir hat üzerinde çalışan tren, bu mesafeyi 7 dakika 20 saniyede geçebiliyor.
Maglev kavramı, aslında günlük hayatta çok uzak olmadığımız bir kavram. Bildiğimiz gibi, iki mıknatısın eş kutupları birbirini iter. Alt alta uygun şekilde konulmuş iki mıknatıstan biri manyetik itme kuvvetlerinin etkisiyle diğerinin üzerinde hiçbir şeye değmeden havada durabilir.
Maglev trenler de temelde bu ilkeyle çalışırlar. Maglev trenlerin altında mıknatıslar bulunur. Aynı zamanda maglev trenler için özel olarak üretilmiş tren raylarında da elektromıknat |
ıslar bulunur. Elektromıknatıs, bir telin üzerinden elektrik akımı geçmesiyle oluşturulan manyetik alana sahip mıknatıstır. Tellerden akım geçmediğinde manyetik etki de ortadan kaybolur ya da akımın yönü kontrol edilerek mıknatısın kutupları değiştirilebilir. Bu mıknatıslar sayesinde tren, raylar üzerinde 10 mm’lik bir yükseklikte ilerler. Raylarla temas olmadığı için sürtünme büyük ölçüde azaltılmış olur. Trenin şekli de havayla sürtünmeyi en aza indirecek şekilde tasarlanır.
Maglev trenler, normal trenlere oranla daha hızlı ve ucuz olmalarına karşın, çok güçlü elektromıknatıslar ve çok duyarlı kontrol sistemleri gerektiriyor ve şu anki teknoloji, bu trenlerin yaygın kullanımına izin verecek kadar gelişmiş değil. Maglev trenlerin önündeki diğer büyük engelse, normal tren raylarında çalışamıyor olmaları. (Bu konuda çalışmalar var normal tren raylarının ortasına yapılan bir sistem ile Maglev ve normal tren aynı rayları kullanılması planlanıyor.) Bu trenler için yerleşim merkezleri arasında özel hatlar döşenmesi gerekiyor ve bunun maliyeti de hayli yüksek. Fakat geçen zamanla birlikte gelişen teknoloji, maglev trenlerin avantajlarını artırdıkça bu maliyet göze alınabilir. Gelecekte bu tür trenler, özellikle ülke içi yolcu taşımacılığında havayolu taşımacılığının yerini alabilir.
Hızlı tren
Hızlı tren, normal trenlere göre daha hızlı yolculuk etme olanağı sağlayan bir demiryolu aracıdır. Türkiye'de TCDD'ye bağlı işletmesinin adı Yüksek Hızlı Tren (YHT)'dir.
Dünyada eski döşenmiş raylarda seyahat hızı 200 km/s (bazı Avrupa ülkeleri 190 km/s olarak kabul ediyor) ve üzeri, yeni döşenmiş hatlarda 250 km/s ve üzeri trenler hızlı tren tanımlaması yapılmaktadır. Bu trenler genelde konvansiyonel (eski sistemle döşenmiş) raylarda 200 km/s altı, yüksek hıza uygun hızlı tren raylarında 200 km/s üzeri hızla seyahat edebilmektedir. Ankara-Eskişehir hattında 245 km mesafeyi 90 dakikada kat edilmektedir. Ankara-İstanbul hattı Türkiye'nin ilk hızlı tren hattıdır. Türkiye'nin ikinci hızlı tren hattı, Ankara-Konya hattıdır, bu hatta trenler 306 km mesafeyi yaklaşık 105 dakikada kat etmektedir.
Trenler erken 20. yüzyılda motorlu araçların icadına kadar dünyanın tek karada giden toplu ulaşım araçlarıydı ve buna bağlı olarak ciddi bir tekel durumundalardı. Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri hızlı tren seferleri için 1933 yılından beri buharlı trenleri kullanmaktaydı. Bu trenlerin ortalama hızları saatte 130 km'ydi, en fazla da saatte 160 km yapabiliyorlardı.
1957'de Tokyo'da Odakyu Electric Railway, Japonya'nın kendi hızlı treni olan 3000 SSE'yi hizmete soktu. Bu tren saatte 145 km hız yaparak dünya hız rekorunu kırdı. Bu gelişme Japon tasarımcılarına, bundan daha hızlı trenler rahatlıkla yapabilecekleri konusunda ciddi bir özgüven aşıladı. Özellikle Tokyo ve Osaka arasındaki yolcu sayısındaki yoğunluk, Japonya'nın hızlı tren geliştirme konusunda bir öncü olmasında önemli rol oynamıştır.
Dünyanın ilk yüksek kapasiteli hızlı treni (12 vagonlu) Japonya'nın geliştirdiği ve Ekim 1964'te hizmete giren Tōkaidō Shinkansen adlı hat oldu. Kawasaki Heavy Industries tarafından geliştirilen 0 Serisi Shinkansen Tokyo–Nagoya–Kyoto–Osaka hattında 1963 yılında saatte 210 km hız yaparak yeni bir "yolculu" dünya rekoru kırdı. Yolcusuz olarak saatte 256 km'ye ulaşabilmişti.
Avrupa kamuoyu hızlı tren ile Ağustos 1965'te gerçekleştirilen Münih'deki Uluslalarası Ulaşım Fuarı'nda tanıştı. DB Class 103 adlı tren Münih ve Augsburg arasında saatte 200 km hız ile toplam 347 sefer yaptı. Bu hızda yapılan ilk düzenli hizmet ise Paris ve Toulouse arasında yapılan TEE "Le Capitole" hattıydı.
Normal tren trafiğine açık demiryolu üzerindeki hız rekoru 18 Mayıs 1990 tarihinde 515,3 km/s ile Fransız TGV Atlantique 325 adlı trene ait idi. Bu rekor yine Fransa'ya ait V150 (Vitesse 150 - saniyede en az 150 metre hızla gitmek amaçlandığı için bu ad verilmiştir) adlı trenle 04 Nisan 2007 tarihinde 574,79 km/s olarak kırılmıştır.
En uzun Yüksek Hızlı Demiryolu hattı 2298 km uzunluğu ile Çin'in başkenti Pekin'i ülke güneyindeki Guangzhou şehrine bağlamaktadır. Bu hat 26 Aralık 2012 tarihinde hizmete açılmıştır. Ortalama 300 km/s hızla gidilen bu yolda bu sayede yolculuk 22 saatten 8 saate düşmüştür.
Dünya'da en fazla Yüksek Hızlı Demiryolu hattına sahip ülke rekoru ise 2012 yılı sonu itibarıyla yaklaşık 8400 km ile yine Çin'e aittir.
UIC (International Union of Railways, Uluslararası Demir Yolları Derneği) 'hızlı tren'i yeni hatlarda saatte en az 250 km hız yapabilen, var olan hatlarda da saatte en az 200 km hız yapabilen trenler olarak belirlemiştir. Çoğu hızlı tren sisteminin ortak bir dizi özelliği vardır. Çoğu trenin üstünde yer alan hatlardan aldığı elektrik ile çalışmaktadır. Ne var ki bu her hızlı tren için geçerli değildir, zira bazı hızlı trenler dizel ile çalışmaktadır. Daha kesin olan bir tanımı rayların özelliğiyle ilgilidir. Hızlı tren hatları titreşimi azaltmak ve ray segmentleri arasındaki açılmaları engellemek için hat boyunca kaynak yapılmış raylardan oluşur. Bu sayede üzerinden trenler saatte 200 km hız ile sorunsuz geçebilmektedir. Trenlerin hızında en önemli engel eğim yarıçaplarıdır. Hatların tasarımlarına göre değişebilmekle birlikte, hızlı tren yollarında eğimler çoğunlukla 5 kilometrelik bir yarıçapta gerçekleşir. Bazı istisnalar bulunsa da hızlı tren yollarında herhangi bir geçişin bulunmaması tüm dünyada kabul gören bir standarttır.
"Ana madde: Türkiye'de Hızlı Tren"
TCDD 2003 yılında Ankara-İstanbul arası illeri kapsayan Ankara - İstanbul hızlı tren hattının inşaatına başlanmıştır.Etütler yapıldıktan sonra ilk somut adım 2004 yılında atılıp,hızlı tren hattı için yer açma işlerine başlanmıştır. 22 Temmuz 2004 tarihinde meydana gelen ve 41 kisinin ölümüyle sonuçlanan kazadan sonra seferler bir süre durdurulmuştur. 23 Nisan 2007 tarihinde Hattın ilk etabı olan Eskişehir etabında deneme seferlerine başlanmış, 13 Mart 2009 tarihinde de ilk yolcu seferi yapılmıştır. 245 km'lik Ankara-Eskişehir hattı yolculuk süresini 1 saat 25 dakikaya düşürmüştür. Hattın Eskişehir-İstanbul kısmının 2018'te tamamlanması öngörülmüştür. Hat 2013'te Marmaray'la bağlandığında Avrupa ve Asya arasında dünyanın ilk günlük sefer yapan hattı olacaktır. Ankara-Eskişehir hattında kullanılan TCDD HT65000 modelleri İspanyol Construcciones y Auxiliar de Ferrocarriles (CAF) şirketi tarafından üretilmiştir ve standart olarak 6 vagondan oluşmaktadır. İki seti birleştirerek 12 vagonlu bir tren de elde edilebilmektedir.
Ankara-Konya hızlı tren hattının temeli 8 Temmuz 2006'da atılmış, ray döşenmesine Temmuz 2009'da başlanmıştır. Deneme seferlerine ise 17 Aralık 2010 tarihinde başlanmıştır. 24 Ağustos 2011 tarihinde ilk yolcu seferi yapılmıştır. Toplam 306 km'lik hattın 94 km'lik Ankara-Polatlı arasındaki kısmı, Ankara-Eskişehir projesi kapsamında yapılmıştır. 300 km/saat hıza uygun hat inşa edilmiştir.
Fransa'daki TGV, Almanya'daki ICE ve gelişme aşamasındaki Manyetik raylı trenler(Maglev) bu tren türüne örnek gösterilebilir. Şu anda Almanya, Belçika, Çin, Finlandiya, Fransa, Güney Kore, Hollanda, İngiltere, İspanya, İsveç, İtalya, Japonya, Norveç, Portekiz, Rusya, Tayvan, Türkiye saatte minimum 200 km hızın üzerine çıkan trenlerle bu taşımacılığı gerçekleştirmektedir.
Tren
Tren, raylar üzerinde bir ya da birkaç lokomotif tarafından çekilen veya itilen vagonlardan oluşan ulaşım aracı.
Tren, dünyada ilk kez 1800'lü yılların başında, İngiltere'de kullanılmaya başlanmıştır. Tren, Richard Trevithick adında bir mühendis ile İngiltere'nin Pennydarran bölgesinde bir maden sahibinin iddialaşmaları yüzünden doğmuştur. Mühendis Trevithick, 10 ton ağırlığındaki demir yükü, kendi yapmış olduğu buharlı makineyle Pennydarran'dan Cardiff'e kadar raylı bir yol aracılığıyla hiç zorlanmadan taşıyabileceğini iddia ediyordu. Böylece 6 Şubat 1804 tarihinde Tram-Waggon adlı bir lokomotif 10 tonluk demir yükü ve ayrıca 70 yolculu bir arabayla Cardiff'ten hareket etti. 16 km uzunluğundaki Pennydarran-Cardiff yolu, beklemeler ve tamirler de hesaba katılırsa, tam 5 saatte aşılabildi.
Elde ettiği bu başarılı sonuca karşın Trevithick'in şansı yaver gitmemiş bu yeni makineyi daha fazla geliştirememiş ve böylece makinenin o günlerdeki yaygın ulaşım aracı hayvanlardan daha üstün ve etkin olduğunu ispatlayamamıştır. İşte bu nedenledir ki, trenin bulunuşu, başka bir İngiliz'e, George Stephenson'a mal edilir. George Stephenson, daha sonraki yıllarda, peron, lokomotif ve vagon tasarımları çizmiş ve bunları gerçekleştirmiştir. Böylece o günün buharlı lokomotifi... gelişimin bir simgesi halini almıştır. Stephenson, 27 Eylül 1825 tarihinde yalnızca yolcu ve yük taşıyarak Dünya'nın ilk demiryolu taşımacılığını gerçekleştiren treni, İskoçya'da Darlingthon ile Stockton arasında kullanmıştır. Yine Stephenson, bu tarihten beş yıl sonra saatte 24 km hızla gidebilen ve Rocket adını taşıyan yeni bir lokomotif modeliyle büyük ticari önemi olan Liverpool-Manchester hattındaki yarışmayı kazanmıştır.
50 km uzunluğundaki Liverpool-Manchester hattından sonra, İngiltere'de on yıl içinde yapımı bitmiş veya tamamlanmış durumda olan demiryollarının uzunluğunun toplamı 2.000 km'ye ulaşmıştır. 1831'de Amerika Birleşik Devletleri'nde, 1832'de Fransa'da 1835'te Belçika ve Almanya'da 1837'de Rusya'da ve 1848'de İspanya'da demiryolu kullanılmaya başlanmıştır.
Demiryolu ulaşımı
Bir yerden bir yere madeni bir yol üzerinde, mekanik bir güçle hareket ettirilen araçlar içinde, insan ve eşya taşımasını temin eden tesislerin hepsine birden demir yolu denir.
Buradan demir yolunun bir bütün olduğu, sadece, ray, travers ve balasttan ibaret bulunmadığı, istasyon binalarının, köprü ve tünellerin, lokomotif depolarının, telgraf, telefon direkleri ve benzerlerinin de demir yolunun bir parçası olduğu ve tarifte sözü geçen taşıma işine yardımcı her tesisin aynı şekilde demir yolunun bir kolunu teşkil ettiği anlaşılır. Bu tariften iyi bir demir yolunda sadece yolun iyi nitelikte olmasının yeterli olmayacağı, bütün tesislerin ayn |
ı şekilde iyi olmasının gerektiği, dolayısıyla bunu temin etmenin de çok büyük masraflara yol açacağı kendiliğinden anlaşılır.
Traversler üzerine özel tertibatla bağlanan rayların ucuca eklenmesi ile, elde olunan paralel iki demir şerit, en basit şekliyle bir demir yolu olur. Burada ray dizileri arasındaki iç yüzlerden ölçülen uzaklığa hattın açıklığı denir.
George Stephenson'un yaptığı ilk yolda bu açıklık 4 ayak 8½ parmak = 1435 mm idi. Bundan sonra başkaları tarafından yapılan hatlarda farklı açıklıklar kullanıldı. Ve kısa zamanda Birleşik Krallık'ta yedi muhtelif açıklıkta yol meydana geldi, bir hattan diğerine geçişte meydana gelen zorluklar sebebiyle bu keyfiliğe son verme lüzumunu duyan hükümet 1846'da çıkarılan bir kanunla bunu yaptı ve açıklık olarak 1435 mm kabul edildi.
Bugün bütün Dünya'da Japonya, Rusya ve bazı diğer ülkeler hariç 1435 mm normal açıklık olarak kabul edilmiştir. Yolda kabul edilen bu tek açıklık sayesindedir ki, bugün Londra’dan çıkan bir vagonun hiç kesilmeden Kars’a kadar devamı sağlanır.
Arkeologlar Mısır'daki bir piramitin yakınında M.Ö. 2600 yıllarında yapıldığı sanılan bronz ray kalıntılarını gün ışığına çıkarmışlardır. Piramidin yapımında kullanılan taşların ocaklardan taşınmasında bu raylardan yararlanıldığı sanılmaktadır. Mısır'da kullanılan ray örneğinden, lokomotif yapımının gerçekleşmesine dek binlerce yılın geçmesi gerekmiştir. Bu süre içinde raylar, özellikle maden ocaklarında, hayvanların ya da insanların ağır maddelerle yüklü araçları daha kolay çekmelerini sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Bu raylar genellikle tahtadan kimi zaman da rayın dayanıklılığını arttırmak amacıyla metallerle kaplanarak yapılmaktaydı. İlk demir ray 1738 yılında İngiltere'de, Cumberland'daki bir maden ocağında kullanılmıştır. Demiryollarındaki asıl gelişim ise buhar makinelerinin gelişmesi ile olmuştur. 1804 yılında Richard Trevithick ilk lokomotifi inşa ederek 24 Şubat günü Galler'deki bir kalay madeninde kullanmıştır. 27 Eylül 1825'te ise kamu hizmetine giren demir yolları ve lokomotifler yolcu ve yük taşımaya başlamasıyla sanayi devrimini de başlatmış sayılır.
İlk elektrikli yol ise 1879 yılında Berlin'de deneysel olarak inşa edilmiş ve bu tarihten sonra özellikle şehir içi tramvay taşımacılığında elektrikli hatlar kullanılmaya başlanmıştır.
Osmanlı Devleti'nde ilk demir yolu ulaşımı 1854'te Kahire-İskenderiye hattında yapıldı.Anadolu da ilk demir yolu İzmir-Aydın arasında yapıldı. Osmanlı'da demir yolu ağırlıklı olarak II. Abdülhamit döneminde yapılmıştır.
Abdülhamit zamanında yapılan demir yolları ve diğer eserler Osmanlı tarihinin en yoğun dönemi olmasının sebebi, gelişen teknoloji ve 33 yılı aşkın iktidarı boyunca Avrupa ile geliştirilen ilişkiler olarak görülmektedir.
Bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırlarındaki ilk demir yolu 1860 yılında bir İngiliz şirketi tarafından kurulan İzmir-Aydın hattının bir bölümüdür. Sonra sırasıyla 1865'te İzmir-Kasaba, 1869-1877 yılları arasında Şark Demiryolları (Rumeli hattı) döşendi. Daha sonra 1872'de Anadolu-Bağdat ve Cenup demir yolları, 1892'de Mudanya-Bursa, 1899'da Horasan-Sarıkamış ve Sarıkamış-sınır hatları döşendi ve büyük demir yolları olarak Amasya, Samsun demir yolları ağı döşendi. En fazla demir yolu Cumhuriyet döneminde yapılmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi Sarıtepe Kampüsü
Sarıtepe Kampüsü veya Kilyos Kampüsü, Boğaziçi Üniversitesi'nin Sarıyer, İstanbul'da Kilyos koyunda bulunan kampüsüdür. Ana kampüslere 34 km mesafededir.
1985 yılında, Rektör Ergün Toğrol zamanında üniversitenin hazırladığı proje uyarınca “öğrencilerin sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için yataklı sağlık merkezleri, mediko sosyal merkezleri, yabancı diller koyu yapılmak” üzere Maliye Bakanlığı tarafından tahsis edilen 1.272.600 m²’lik alan üzerine kurulmuştur.
Üniversite’nin bu alan üzerindeki inşaatları 1991 yılında Biyomedikal Enstitüsü kompleksi (UNESCO Merkezi, araştırma laboratuvarları, konferans merkezi ve destek üniteleri) ile başladı. Üstün Ergüder ve Sabih Tansal’ın rektörlük dönemlerinde bu inşaatlar tamamlandı. 1995 yılında Üniversite Senatosu’nda görüşülen stratejik plan uyarınca YADYOK binası inşaatına başlandı. 2001 yılında inşaat programına alınan yurt ve konut binaları ise bir yıl içinde tamamlandı.
2002-2003 akademik yılında, yaklaşık 200 öğrenci kapasiteli, Kuzey Yurt Binası hizmete açıldı.
2003-2004 yılında Sarıtepe’de kalan Hazırlık öğrencileri, B blokta (Biyomedikal Enstitüsü için yapılan binalardan biri) açılan dersliklerde eğitim görmeye başladılar.
2004-2005 akademik yılında Güney Yurt Binası da hizmete açılarak Sarıtepe’de kalan öğrenci sayısı 355’e yükseldi. Buna bağlı olarak Sarıtepe'de eğitim gören hazırlık sınıflarının sayısı arttı. Boğaziçi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu Hazırlık Birimi'nin Sarıtepe Kampüsü'nde sekiz sınıfı bulunuyor. Bunların altısı Orta Düzey, ikisi İleri Düzey sınıfları.
Sarıtepe konutlarında akademik ve idari personel kalmaktadır.
Devam eden çevre düzenleme çalışmalarına paralel olarak Sarıtepe Kampüsü’ndaki sosyal-kültürel faaliyetler de hızla gelişiyor. Özellikle Tiyatro, Folklor, Sinema kulüplerinin yönlendirdikleri faaliyetler çerçevesinde, eğitim çalışmaları ve sahne gösterileri yoğun olarak sürüyor.
Masa tenisi, bilardo, beden eğitimi, bilgisayar salonu, basketbol, kum voleybolu sahaları, öğle ve akşam yemeklerinin verildiği yemekhanesi, kantini, TV salonu, çamaşırhanesi, ütü odası, müzik çalışma, müzik dinleme odaları, reviri ve gelişmekte olan kütüphanesi ile Sarıtepe Kampüsü, öğrenciler ve personel için yaşamın tüm alanlarını kapsayan bir hizmet ağı sunuyor.
Sarıtepe Kampüsü’nun bir özelliği de, dünyadaki belli başlı kumul alanlarından birinin üzerinde yer alması. Üniversite, kumul hareketliliğinin ve kumul bitkilerinin öneminin bilincinde olarak, bu coğrafyanın korunması yönünde bazı projelerin oluşturulmasını da desteklemekte. Çevrede sayıları sürekli artan başka oluşumlar ile kıyaslandığında Boğaziçi Üniversitesi’nin buradaki yapılanması şimdiden sınırlanmış durumda.
Sarıtepe Kampüsü Sosyal Tesisi, özellikle hafta sonlarında deniz ve kumsaldan yararlanmak isteyen akademik ve idari personele ve öğrencilere, Burç Beach plajı hizmet veriyor.
Abbas ibn Firnas
Abbas Kasım İbn Firnas (d. 810 Córdoba - 888 Córdoba ), Berberi gökbilimci, simyacı, fizikçi, şair ve İslam bilgini
Tarihî kaynaklar Endülüslü Firnas'ın da uzun çalışmalar sonunda yeni bir keşifte bulunup bir cihaz yaptığını, üzerine kumaş geçirip kanat yerine büyük kuş kanatları taktığını ve bu âleti çalıştırarak havalanıp uçtuğunu kaydeder. Üstelik havada uzun süre kuşlar gibi süzüldüğünü, daha sonra da yavaşça yere indiğini söyler. İbn-i Firnas'ın bu başarısı Batı'da uçak yapıp uçmayı başaran Wright Kardeşler'den 1023 yıl öncesine rastlamaktadır.
İbn Firnas'da birçok alanda çalıştı, kimya, fizik, astronomi okudu. Astronomi tabloları hazırladı, şiir yazdı, el-Makata adlı saati tasarladı.
Kaya kristallerini kesme yöntemini geliştirdi. O zamana kadar sadece Mısırlılar kristal kesmeyi biliyordu. Bundan sonra, İspanya Mısır'dan kuartz ihracını bıraktı.
Güneş ve gezegenleri hareket halinde gösteren bir Plenatarium da yapmıştı. Bilgin bu cihazla yıldızlarla birlikte bulutu ve şimşekleri de inceliyordu.
Ünlü bilgin ayrıca kendisine has metodlarla bir kısım taşlardan mükemmel cam imal etme usûlünü keşfetmiş, cam sanayiinin de öncüsü olmuştu.
Ayrıca düzeltme kabiliyeti olan camı keşfederek gözlüğün mucidi olduğu kabul edilir.
Bilgin İbn-i Firnas'ın aynı zamanda İslâm musıkîsinin İspanya'da topluma mal edilmesini sağlamıştır.
Libya'da onun onuruna posta pulu basıldı. Irak'ta Bağdat Uluslararası Havaalanı'nda onun anısına bir heykel dikildi. Bağdat'ın kuzeyinde İbn Firnas Havaalanı'na onun adı verildi. Ay üzerinde güneybatıda King ve Ostwald Kraterlerine yakın bir yerde 89 km çapındaki bir kraterin adı İbn Firnas diye isimlendirildi.
Philip Khuri Hitti, 'Arap Tarihi' adlı eserinde şöyle der: 'İbn Firnas, insanlık tarihinde ilk defa bilimsel uçma girişiminde bulunan kişidir.'
Alman bilim tarihi araştırıcısı Sigrid Hunke, 'İbn- i Firnas'ın yaptığı bu uçakla İkaros'un rüyasını gerçekleştirdiğini' dile getirmektedir.
Osman Turan da İbn-i Firnas'ın 'İslâm medeniyetinde modern havacılığın öncüsü' olduğunu dile getirdikten sonra şöyle bir tespiti de ilave etmektedir: 'Daha doğrusu şu dünya tarihinde ilk defa uçmayı gerçekleştiren, uçak yapan bir Müslümandır.'
Nasuh Paşa
Gümülcineli Damat Nasuh Paşa, (ö. 17 Ekim 1614) I. Ahmed saltanatında, 5 Ağustos 1611 - 17 Ekim 1614 tarihleri arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır.
Doğum yerinin nerede olduğuna dair tarihçiler arasında tartışmalar bulunmaktadır. Atayı "Sahayık Zeyli" (s. 615); "Naima Tarihi" ve "Hadikatü'l-vüzera" Gümülcine'li olduğunu bildirler. "Naima Tarihi" (c.2 s.89) Arnavut asıllı olduğunu beyan eder. "Uzunçarsılı" ise Drama köylerinde olduğunu açıklar.
Devşirme olarak İstanbul'a getirilmiş ve "Zülüflü Baltacılar" ocağında eğitim almıştır. Saraydan müteferrkalıkla çıkmış ve Divan-ı Humayun çavuşluğu yapmıştır. Oradan Zile voyvodalığına gönderilmiş ve sonra İstanbul'a dönerek kapılar kethudası ve küçük imrahorluk görevlerini yapmıştır.
1603'te Halep Valiliğine atanmıştır. İran serdarı olan Cığalzade Sinan Paşa onu Halep valiliğinden azletmiş ve yerine "Canpulatoğlu"nu getirmiştir. Nasuh Paşa buna itiraz ettiyse de bu itirazı kabul edilmemiştir. Kendisine vezirlik rütbesi verilmiş ve "Tavil Ahmet" adlı Celali isyancıyı tenkil ile görevlendirilmiştir. Fakat bu isyancı üzerine gittiğinde mağlup olmuş ve geri çekilmiştir. Daha sonra 1606'da Bağdat'ı sahte bir ferman ile ele geçiren "Tavil Ahmet oğlu Mehmet" üzerine Bağdat'ı geri almak üzere gönderilmiştir. Bu seferde de başarısız kalıp Diyarbakır'a çekilmek zorunda kalmıştır. Nasuh Paşa Diyarbakır Valiliği'ne getirilmiştir. Bu görevde iken Bitlis hakimi olan Şerefhan'ın kızı ile evlenmiş ve kayınbabası yoluyla önemli bir servet edinmiştir. Burada eyalet sipahi gücü olarak 5000 atlı mükemmel bir süvar |
i birliği kurup yetiştirmiştir.
Bu valiliği sırasında Sadrazam Kuyucu Murat Paşa İran üzerine sefer için serdar-ı ekrem tayin edilmişti. Diyarbakır valisi olan Nasuh Paşa, Sultan I. Ahmed'e bir mektup yazarak, Kuyucu Murat Paşa'nın azledilip yerine kendisinin "Sadrazam" görevine getirilmesi durumunda hazineye 40.000 altın verip, ayrıca İran seferine çıkmış olan ordunun tüm levazım iaşesini kendi cebinden temin edeceğini bildirmiştir. Sultan bu mektubu seferde olan Kuyucu Murat Paşa'ya göndermemiştir. O, Nasuh Paşa'yı yanına çağırmış; ona bu mektubu kimin yazdığını sormuştur. Nasuh Paşa inkara sapmayarak mektubu kendisinin yazdığını itiraf etmiştir. Sadrazamın etrafındakiler bunun Nasuh Paşa'nın idamı ile sonuçlanacağını sanmakta iken Kuyucu Murat Paşa onun devlete gerekli bir kişi olduğunu bildirerek onun idam edilmemesini etrafına açıklamıştır.
Çok geçmeden, Sadrazam Kuyucu Murat Paşa isyan etmiş olan eski Halep Valisi Canpulatoğlu'nu tenkil etmek amacıyla, eyalet süvari birliğini kullanmak için Nasuh Paşa'ya talep göndermiştir. Nasuh Paşa, talep edilen eyalet sipahi süvari birliği ile sadrazama katılmayı kabul etmemiştir. Bunun üzerine Kuyucu Murat Paşa Nasuh Paşa'yı idam ettirmek için İstanbul'da bulunan padişahtan izin istemiştir. Fakat I. Ahmet sadrazamın bu talebini reddetmiş, ona Nasuh Paşa'nın hayatına dokunulmaması emrini göndermiştir. Nasuh Paşa Mart 1611'de Mısır valiliğine tayin edilmiştir, fakat doğuda seferde bulunan ve yaşı ilerlediğinden ötürü hasta olan Kuyucu Murat Paşa'nın yerine sedaret kaymakamlığı yapmak üzere İstanbul'a çağırılmıştır.
İstanbul'a dönerken bugünkü Nallıhan ilçe merkezinin bulunduğu yerde konakmıştır. Bir vadi içindeki bağlık, bahçelik ve ormanlık bu alan çok hoşuna gitmiş ve buraya kırk odalı bir han, bir hamam ve bir camii yaptırmıştır. O günden itibaren Nallihan ilçe merkezi burada gelişerek büyümüştür.
15 Ağustos 1611’de Kuyucu Murat Paşa'nın Diyarbakır'da ölmesi üzerine Nasuh Paşa sadrazamlığa getirilmiştir. Nasuh Paşa, Nasuh Paşa Antlaşması adı verilen bir antlaşma ile İran'la barış sağlamıştır. Eylül 1612'de yanında İran elçilik heyeti ve Şah I. Abbas'ın her yıl tazminat olarak ödemeyi kabul ettiği 200 yük ipekle İstanbul'a dönmüştür. Şehirde sadrazam ve İran elçilik heyeti ayrı ayrı alay göstermişlerdir.
Fakat Karakterinin hiddetli ve kırıcı olması dolayısıyla devlet ricali ile arası açılmıştır. Özellkile şeyhülislam Hocazade Mehmet Efendi ile ilişkileri gayet kötüleşmiştir. Nasuh Paşa'nın kendisine aleyhte tavır gösterenlerin yerine, nitelik ve tecrübelerine bakmadan kendi adamlarını getirmesi de hükümet ve devlet ricalinin kendine karşı tavırını oldukça negatifleştirmiştir. Diğer taraftan Sultan I. Ahmet'in devlet işlerine karışmasına da endişelenmiş; ve ona kafa tutarcasına icraat yapmaya başlayıp onu kendinden soğutmuştur.
Naima tarihine göre Nasuh Paşa Sultan I. Ahmet'e
Ya ben dersem amel edip hayırhahliğima itimad ile dediğimi yaparsınız veyahut bana sedaret lazım değil, mührü başka kulunuza verirsinis, aksi takdirde kendimi zehirlerim.
demiştir ve padişah da bu sözlerden onun Kuyucu Murat Paşa'yı zehirlediği anlamını çıkarıp çok hiddetlenmiştir. Ertesi gün onun azledilmesine karar vermiştir.
Bu arada ülkede çıkan bazı kötü olayların haberlerini de sultandan saklamaya başlamıştır. Yine Naima tarihine göre 1614'te bir sayaklı Kazak gücünün Karadeniz'i geçip Sinop'u basmasını ve Sinop'ta halktan birçok kişiyi öldürüp birçok esir alıp götürmeleri üzerine Sinopluların merkezi devlete gönderdikleri şikayetnamelerini ve istedikleri desteği sultan bu olay hakkında ona sorunca tam gerçek olarak bildirmemiş ve küçük önemsiz bir olaymış gibi aksettirmiştir. Fakat sadrazam Nasuh Paşa ile ihtilaflı olan Şeyhülislam Hocazade Mehmed Efendi sultana gerçeği ayrıntıları ile açıklamıştır.
17 Ekim 1614'de İstanbul gergin bir gün yaşamıştır. I. Ahmet Cuma selamlığına çıkmamış ve saray çevresinde koruma tedbirleri alınmıştır. Tüm kapıkulu askerleri saray duvarları dışında dizilip bir duvar gibi sarayı korumaya almışlardır, Sadrazam ikametgâhı olan Paşakapısı'na Bostancıbaşı Ohrili Hüseyin Ağa ve silahlı 100 kadar bostancı gönderilmiştir. Orada Sadrazam Nasuh Paşa bostancıbaşının eliyle boğulup idam etmiştir.
İdam edilmesi için açıklanan neden Sakaoğlu'na göre:
Padişahla Edirne'deyken Cebrail adlı bir ağasının, bir seyyidin evine girip karısının ırzına geçmesi, seyyidin de cuma selamlığında cami içinde sarığını çözüp İ. Ahmet'in duyacağı bir sesle "Allah'a hanginizden şikayetçi olayım?" diye bağırmasıydı.
Sadrazamın malları müsadere edilmiştir ve servetinin milyonlarca düka altını olduğu görülmüştür; bu yüksek mal varlığı aldığı rüşvetlere atıf edilmiştir.
Naaşı ya Okmeydanı'na ya da Şahkulu mezarlığına gömülmüştür.
Naima Tarihi Nasuh Paşa'nın iyiliği, kusurları ve katledilmesi hakkında çok ayrıntılı bilgiler sunmaktadır.
Uzunçarsılı onu şöyle değerlendirmektedir:
Müsekke, ilim ve fazilet sahibi; iyi görüşlü, zeki, natuk ve aynı zamanda cesur ve cömert idiyse de hiddetli ve ve kalp kırıcı ve garezkar (idi)
12 Kasım 2015 tarihinden itibaren yayınlanmaya başlayan dizisinde Tolga Tuncer canlandırmıştır.
İvazzade Halil Paşa
İvazzade Halil Paşa, (d. 1723, İstanbul - ö. 1777, Nallıhan) III. Mustafa saltanatında, 12 Aralık 1769 - 25 Ekim 1770 tarihleri arasında on buçuk ay sadrazamlık yapmış bir Osmanlı devlet adamıdır.
1724'de İstanbul'da doğmuştur. Babası Hacı İvaz Mehmet Paşa Belgrad Fatihi olarak isim yapmış ve sadrazamlık görevi de yapmıştır. Babasının önemli mevkiinden dolayı devlet katında çabuk ilerlemiş, kapıcıbaşı, mirahor-u sanı oldu. Ekim 1756'da mirahor görevi verildi ama Ekim 1757'de bu görevden azledildi. Ağustos 1760'da çavuşbaşı, Şubat 1763'de tütün gümrüğü emini görevlei yapmıştır. , 1763'de ikinci kez mirahor-u evvel olmuş 1764'de azledilmiştir. Şubat 1769'da sadaret kethudası olmuş, aynı yıl sonlarında azille üçüncü kez mirahor-u evvel yapılmıştır. Sonra vezirlik verilerek Rumeli Valiliği tayin edilmiştir. Oradan Hotin Muhafızlığı görevine nakledilmiştir.
Devam eden 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında 1769'da Sadrazam Moldovancı Ali Paşa'nın Hotin kalesini kaybetmesi üzerine Aralık 1769'da III. Mustafa tarafından takiben Sadrazamlığa getirilmiştir. 1739-1740'da on buçuk ay süren sadrazamlık yapmıştır. Sadrazamlık döneminde Osmanlı askeri güçleri önemli yenilgilere uğramışlardır. 6-7 Temmuz 1770'de Baltık Denizi'inden batı Avrupa kıyılarını dolanıp Akdeniz'e ve Ege Denizi'ne gelen Rus deniz filosu Osmanlı donanmasını Çeşme Deniz Muharebesi sonucu yakmıştır. Serdar-ı Ekrem olarak İvazzade Halil Paşa Osmanlı ordusu ile 1770'de Rus cephesine sefere çıkmıştır. 7 Temmuz 1770'de Kırım Tatarı ve Osmanlı ordusu birlikleri Kırım Hanı Kaplan Giray komutasında, Rus ordusu ile Larga Muharebesi'ne girişmiş ve büyük bir bozguna uğramıştır. 1 Ağustos 1770'de serdar-ı ekrem olarak komuta ettiği Osmanlı ordusu Rus ordusu ile Kartal Ovası Muharebesi (veya Kagul Meydan Muharebesi)'ne girişmiş ve Osmanlı ordusu ağır bir bozguna uğramıştır. Bu muharabede Osmanlı ordusu 20.000 asker ölü ve yaralı zayiat vermiş ve 130 top kaybetmiştir. Sonra da Ruslar Bender, İbrail, Kılı, İzmail ve Akkerman kalelerini ellerine geçirmişlerdir.
Bunun üzerine Aralık 1770'de İvazzade Halil Paşa sadrazamlıktan azledilmiştir. Vezirliği kaldırılarak Filibe'de mecburi olarak oturmaya gönderilmiştir. Fakat sonra afedilmiştir. Önce Belgrad Muhafızı olarak görev verilmiş; Ocak 1772'de Karadeniz seraskeri yapılmıştır. 1773'de vezirlik rütbesi tekrar geri verilmiştır. Sonra da Eğriboz valisi ve Eylül 1775'de Selanik valisi ve Ağustos 1777'de son olarak da Sivas valisi görevleri verilmiştir. Sivas Valilik görevine gitmekte iken Ekim 1777'da yolda aniden Nallıhan‘da ölmüştür. Mezarı Nallıhan'dadır.
"Osmanlılar Ansiklopedisi" onu şöyle değerlendirmektedir:
Kaynaklar İvazzade Halil Paşa'nın, keyfine düşkün biri olduğu ve israfa varan cömertliği yanında çelebi ve nazik mizaçlı olduğunu belirtmektedirler.
İslam dini fıkıh mezhepleri
İslâm dîni fıkhî mezhepleri, günümüzde İslam toplumunda fıkıh ve İslam hukuku konusunda anlayış, yöntem ve uygulama açısından farklı düşüncelere sahip mezhepler bulunur. Bu mezheplerin başlıcaları şunlardır:
Sünnîler'in dört büyük fıkıh mezhebi:
Şiâ'nın takip ettiği fıkıh mezhepleri:
Haricîler'in günümüze kadar ulaşan mezhebi:
Ayrıca diğer bağımsız fıkıh mezhepleri ve âlimleri de mevcuttur.
Bu mezheplerden Sünni İslam inanışında yaygın olanları Malikî, Hanefî, Şafiî ve Hanbelî mezhepleridir. Bu nedenle bu dört mezhebe zaman zaman "dört büyük fıkıh mezhebi" denmiştir.
İlk dönemlerde Ali ile Muaviye arasındaki savaş ve İslam toplumundaki bölünme Sünnilik, Şiîlik ve Haricilik şeklinde ilk mezhepsel ayrışmayı beraberinde getirmiştir.
Erken dönemlerde değişik İslam şehirlerinde, bu şehirlerin adıyla anılan fıkıh okulları bulunmaktaydı. Şam (Evzâ'i), Kufe, Basra, Medine okulları bunlardan bazılarıdır. Daha sonra Irak okulu Hanefi, Medine okulu ise Maliki mezhepleri olarak konsolide olmuş, Şafii, Hanbeli, Zahiri, Evzâ'i, Leysî, Sevrî ve Taberî mezhepleri daha sonra ortaya çıkmışlardır. Ve bu fıkhi mezheplerden son Dördü günümüze ulaşamamıştır.
Daha sonra İnanç etrafında yapılan tartışmalarla inanç (itikad) mezhepleri de ortaya çıkmıştır.
Sünniler günümüzde inanç açısından Maturidilik ve Eşarilik, fıkhi açıdan da Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbelî mezheplerine bağlıdırlar. Bu dört mezhepten ilki olan Hanefi mezhebi itikad olarak Maturidiliğe diğer üç mezhep ise Eşariliğe bağlıdırlar. Bu mezhepler dışında, Sünnilik'te olan icma-i ümmete, kıyasa ve re'ye başvurulmasını kabul etmeyen, her sorunun çözümünü yalnızca Kur'an'da, Sünnette, sahabe ve tabiunun görüş ve uygulamalarında arayan bir grup daha vardır. Bunlar; Selefiyye veya Selefiyyun (geçmişe bağlılar) olarak anılır. Bu düşünceye bağlı olanlar ortaya çıkan yeni sorunlara çözüm bulmakta yetersiz kaldıkları için fazla yandaş kazanamamışlardır. Hanbelî mezhebi, Selefiyye anlayışına en yakın Sünni mezhep olarak |
tanınır.
Şiîlerin günümüzde bağlı olduğu en büyük fırka ise İmamiyye (Caferiyye) dir. Bunun dışında sayıları az olmakla birlikte Zeydiyye ve İsmailîyye fırkaları da günümüze ulaşmıştır.
Haricilerin ise günümüze ulaşmış olan tek fırkası İbadiyye'dir.
Fıkhî açıdan Sünni mezhepler dört tanedir. Bunlar:
Bu dört fıkhi mezhep arasında uygulama ve ibadetlerde bazı farklılıklar görülür.
Ali ve Muaviye arasında sürdürülen savaşlar ve mücadelelerde Hâricîler üçüncü grup olarak ortaya çıkmışlardır. Siyasi, itikadi veya tarihi bazı ihtilaflar nedeniyle Hâricîler kendi içlerinde de çeşitli gruplara ayrılmışlardır. Bu grupların bazıları İslam dininin temel akide kaidelerini takip ederken, bazıları İslam dininin itikadi prensiplerinden ayrılarak İslam dairesi dışı ilan edilmiş ve İslam dinin dışında incelenmiştir. Fakat bu grupların da temelleri Haricilere ve İslam dinine dayanır.
Wieden
Wieden (; Türkçeleştirilmiş: Vidın), Viyana'nın 4. Merkez İlçesi'dir.
Wieden ismi ilk 1137 yıllarında Viyana'nın ön şehri olması dolayısıyla telaffuz edilmeye başlanmıştır ve buradan da anlaşılacağı üzere en eski ön şehridir.
Wieden’in tarihi 18. yüzyıl aristokrat ailelerin bu yöreye kendileri için köşkler ve konaklar yaptırmalarıyla parlamıştır,bugün bile bunların izini Hungelbrunn ve Schaumburgergrund adlı semtlerde görmek mümkün.
İlk 1850 yılında çok geniş bir şekilde Margareten ve Favoriten'ide içine alacak şekilde Viyana'ya 4. Merkez İlçe olarak bağlanmıştır ama zamanla diğer ilçelerdeki farklılıklardan dolayı bu ilçeden ayrılmışlardır.
Wieden’in diğer bir özelliği ise 1700'lerde vergiden muaf bazı güçlü kişiler tarafından kurulmuş ve zamanında bu kişilere gelir getiren binalar yapılmıştır ve bu binaların özelliği ise şehir içinde bulunması ve olanaklarından yararlanabilmesi ama yönetim konusunda istediği adliyeye veya yönetim birimine bağlı olabilmesiydi.
Vidın burjuva bir semt, onun için Avusturya Halk Partisi'nin (ve Yeşiller'in) kalesidir.
Susanne Reichard (ÖVP)
Dinî mimari
İnsanoğlu varoluşundan bu yana varlığının kaynağını bulmaya çalışmıştır ve bu başlangıcı bulma arayışı bir yaratıcıya inanma ve tapınma ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. Yaratıcısına bağlılığını yerine göstermek için ibadet eden insan ibadetini yerine getirmek için ibadethaneler inşa etmeye başlamıştır. İnşa edilen bu ibadethaneler mimari yapıların da ilk örneklerinden olmuştur.
İnşa etme süreci içinde ister beşeri ister ilahi tüm dinlerin ibadethanelerinde gelenekselleşmiş bir takım yapı teknikleri ve elemanları ortaya çıkmıştır.
MÖ 3000’lerde Mezopotamya’da inşa edilen "Ziggurat"lar dini mimari eserlerinin bilinen ilk örneklerindendir. Tanrı’nın evini inşa edip Tanrı’yı hoşnut bırakmak ve böylelikle hayat kaynağı olan suya kavuşmak isteyen Sümerler, Babiller ve Asurlular tabandan başlayarak tepeye doğru kat kat yükselen, giderek küçülen teraslardan oluşmuş, zirvesinde bir tapınak bulunan ve yanlarında bir merdiven sistemi yer alan kademeli kuleler olarak üstü açık ve dört köşeli tapınaklar olan zigguratları kullanmışlardır.
Yine MÖ 3000’lerde Eski Mısır’da ölümden sonraki yaşama olan inanç sebebiyle inşa edilen ve Tanrı’yla eşdeğer tutulan kralların mezarları olarak kullanılan piramitler de günümüze kalan ve en çok bilinen ilk dini mimari örneklerindendir. Yapılan ilk piramitlerdeki basamaklar halindeki kenarlar ölü kralların ruhunun, babası Ra’ya (Güneş’e) kavuştuğu merdiveni belirtir. Başta sekiz basamaklı olarak yapılan mezarlar, daha sonraları basamakları doldurularak tabandan tepeye kesiksiz eğim halinde yükselen dümdüz dört kenar ile düşen güneş ışınları demetinin taşlaşmış bir görüntüsünü simgelemektedir.
Farklı zamanlarda farklı toplumlarda da olsa Tanrılar için yapılar yapma hep süregelmiştir. MÖ 8. yüzyılda tapınaklar yapmaya Hera ve Poseidon Tapınaklarıyla başlayan ve en bilindik Eski Yunan tapınağı olan Parthenon’u inşa eden Eski Yunan Uygarlığı sütunlu girişler ve çatılarda kereste kirişlerin üstünü kaplayan kızıl balçık ya da mermer kullanmıştır.
Parthenon’dan oldukça etkilenen Eski Roma Tapınakları dört taraftan basamaklarla ulaşılabilen tapınaklar olarak inşa edilmişlerdir. M.S. 128’de inşa edilen ve tüm Tanrılara ithaf edilen Pantheon en çok bilinen Eski Roma tapınağıdır.
Yeryüzüne inen 2. ilahi din olan Hıristiyanlık’ın ibadethanelerinden olan Katedraller gösterişli, büyük ve tamamlanması uzun yıllar sürmüş yapılardır. Ana elementi psikoposun tahtı olan Katedrallerin ilahilerin hep beraber okunduğu bir bölümü de bulunmaktadır ve resimlenmiş camları sadece süsleme için değil, İncil’den parçaları anlatan resimleri içerir (Orta Çağ’da okuma yazma bilmeyen Hristiyanlar için yapılmaya başlanmıştır.)
Son ilahi din olan Müslümanlık'ta ibadethaneler büyük kubbeleri, minareleri, geniş avluları, geometrik şekillerle ve tekrarlanan desenlerle çizilmiş parlak renkli işlemeleri ve hep Mekke’ye bakan mihraplarıyla camilerdir. Camilerde iç güzelliğe estetiğe dış görünümden daha fazla önem verilir. Ve tevhid (Allah’ın birliği) inancı nedeniyle iç mekanlardaki işlemelerde insan, hayvan, ateş, gibi Allah’a ortak koşulabilecek tüm objelerden kaçınılmıştır.
Diğer dinlerin aksine belirgin bir yapı tarzına sahip olmayan Musevilerin ibadet mekanları olan sinagogların mimarisi yapıldıkları yere ve döneme göre farklılık gösterir. Sinagogların genelde üç boyutlu süslemeler, heykeller ve resimler bulunmaz. İslamiyet’te camilerdeki Mekke’ye yönelimin bir benzeri de sinagoglarda bulunmaktadır. Tüm sinagoglar (kompleks bir yapının parçaları da olsalar) Kudüs'e değil doğu yönüne bakar buna İbranice'de mizrah adı verilir.
SSL
SSL şu anlamlara gelebilir:
CRS
Uta
Japonca’da uta şarkı demektir ve ‘uta-u’ (şarkı söylemek) fiilinden türetilmiştir. Aynı zamanda Japon şiirindeki tüm nazım türleri ‘uta’ diye adlandırılır,
örneğin:
Chôka = ( 5-7-5-7-5-7-5 devam eder ——7-7 ile biter +
Hanka = ‘karşı şarkı-şiir / nakarat’ 5-7-5-7-7 ile sonlanır)
Bussokusekika = 5-7-5-7-7-7
Sedoka = 5-7-7-5-7-7
Tanka = 5-7-5-7-7
Haiku = 5-7-5
Obtüratör
Obtüratör fotoğraf filmine düşürülecek ışık miktarını ayarlamada 2 değişkenden biridir. Diyafram ve obtüratör fotoğrafta iki temel ayardır. "Diyafram", makineye giren ışık ışınlarının geçtiği dairenin çapını belirtirken, "obtüratör hızı" ise filmin ışığa ne kadar süre maruz kalacağını belirler. İki değerin birlikte ayarlanarak film üzerine ışığın istenilen düzeyde düşürülmesine "pozlama" denir. Obtüratör hızına aynı zamanda "perde hızı", "shutter speed", "enstantane" de denilmektedir.
Obtüratör film üzerine düşme süresini belirleyen mekanik bir sistemdir.Bu süreler çoğunlukla saniyelerin birimleri kadardır.
Örneğin 1/1, 1/2, 1/4, 1/8, 1/15, 1/30, 1/6 0, 1/125, 1/250,1/500, 1/1000 gibi. 1/1 de perdenin açılıp kapandığını gözle görebilirken 1/1000 de gözle görülemeyecek kadar kısa sürede perde açılıp kapanır. Objektifler arası ve perdeli olmak üzere iki tip obtüratör sistemi vardır.Obtüratörün iki fonksiyonu vardır:
1) Işık miktarını saptamak,
2) Hareketi saptamak .
Hıfzı Topuz
Hıfzı Topuz, (d.1923) Türk gazeteci ve yazar.
1923 yılında İstanbul’da doğdu. Galatasaray Lisesi’ni (1942), İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni (1948) yılında bitirdi. Strasbourg Üniversitesi’nde devletler hukuku ve gazetecilik alanlarında yüksek lisans (1957-59) ve yine Strasbourg Hukuk Fakültesi’nde gazetecilik alanında doktorasını yaptı (1960). 1947-58 yılları arasında Akşam gazetesinde önce istihbarat şefi, sonra yazı işleri müdürü olarak çalıştı. İstanbul Gazeteciler Sendikası’nın kurucuları arasında yer aldı ve başkanlığını yaptı. Paris’te Unesco Genel Merkezi’nde Özgür Haber Dolaşımı şefi olarak çalıştı (1959-1983). Uluslararası gazetecilik örgütleri arasında mesleksel işbirliği, basın ahlâkı, gazetecilik eğitimi ve gazetecilerin korunması projelerini yönetti. Afrika ülkelerinde, Hindistan’da, Filipinler’de gazetecilik eğitimi seminerleri düzenledi. Kara Afrika'da kırsal basın projesini oluşturdu. 1962 yılında Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin, o zamanki adıyla Basın-Yayın Yüksek Okulu’nun kuruluşu için, Paris’te Unesco’nun merkezinde ilk projeleri hazırladı. 1974-75 yılları arasında TRT’de Radyolardan Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı yaptı. 1986’da halen başkanlığını sürdürdüğü İletişim Araştırmaları Derneği’ni (İLAD) kurdu. Vatan, Milliyet ve Cumhuriyet gazeteleriyle çeşitli dergilerde diziler ve inceleme yazıları yazdı. Anadolu Üniversitesi, Galatasaray ve İstanbul Üniversiteleri iletişim fakültelerinde basın, radyo-televizyon tarihi, uluslararası iletişim ve siyasal iletişim dersleri verdi.
Yıldız Savaşları: Bölüm IV - Yeni Bir Umut
Yıldız Savaşları: Bölüm IV - Yeni Bir Umut, Star Wars (Yıldız Savaşları) serisine ait, 1977 yapımı bilim-kurgu türünde bir filmdir. Senaristi ve yönetmeni George Lucas'dır. Yapım tarihine göre serinin ilk filmi, fakat hikâyenin kronolojik sıralamasına göre dördüncü filmidir.
Film 25 Mayıs 1977'de vizyona çıkmış ve 11 milyon dolar bütçe ile çekilmiş film dünya çapında 798 milyon dolar hasılat getirmiştir.
Film 1989 yılında Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli" filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi'nde muhafaza edilmesine karar verilmiştir.
Galaksi iç savaş halindedir. İsyancı Güçler'in ajanları Galaktik İmparatorluk'un Ölüm Yıldızı (ağır zırhlı ve silahlı uzay istasyonu, gezegenleri yok edebilme gücünde) adlı silahına ait planları ele geçirir.İsyancı lider Prenses Leia planlara sahiptir,fakat gemisi karanlık lord Darth Vader'ın liderlik ettiği İmparatorluk güçleri tarafından ele geçirilir.Bu olaydan önce Leia planları astrometrik droid R2-D2'nun hafızasına holografik kayit yöntemiyle saklar.Bu robot protokol droidi C-3PO ile gemiden çöl gezegen Tatooine'ye inerler.
Jawa tacirleri; droidleri ele geçirip onları rutubet çiftçileri Owen, Beru ve onların yeğeni Luke Skywalker'a satar.Luke R2-D2'yu temizlerken yanlışlıkla Leia'nın mesajının bir kısmını tetikler ve mesajda Leia'nın Obi-Wan Kenobi |
'den yardım istediğini görür.Ertesi sabah Luke Obi-Wan'ı araştırmak için R2-D2'yu bulmaya koyulur. Zaman sonra tepelerde yalnız başına yaşayan ve kendini Obi-Wan olarak ortaya çıkaran Ben Kenobi ile karşılaşır.Obi-Wan Luke'a eskiden kendisinin de içinde bulunduğu, doğaüstü bölünmüş bir Güç ile desteklenmiş galaktik arabulucular grubu Jedi Şovalyeleri'nin olduğunu ancak daha sonra İmpartorluk tarafından yok edildiklerini anlatır.Luke amcasının anlattıklarının tersine, babasının Obi-Wan ile yan yana çarpışmış bir Jedi Şovalyesi olduğunu ve Güç'ün karanlık tarafına geçmiş Obi-Wan'ın eski öğrencisi Vader tarafından ihanet edilip öldürüldüğünü öğrenir.
Obi-Wan Luke'a babasının ışın kılıcını verir ve kendisi ile birlikte gelmesini ister. Luke ilk başta onu yalnızca Alderaan'a götürmeyi kabul eder. Fırtına Birliklerinin amcası ve halasını öldürdüğünü öğrenince Obi-Wan'la Alderaan'a gitmeye karar verir.Han Solo adında bir kaçakçıyla tanışırlar ve onun gemisi Milenium Falcon'la yola çıkarlar.Darth Vader tarafından kaçırılan Prenses Leia işkenceye maruz kalır. İsyancıların üssü olarak olarak Dantooine'i söyler. Gezegeni Alderaan Ölüm Yıldızı tarafından yok edilir. Luke ve diğerleri Alderaan'ın olmadığını görünce şaşırırlar. Ölüm Yıldızı'ndan kalkan bir gemi görürler. Takip ederken Ölüm Yıldızı'na giderler. Obi-Wan geminin kalkanlarını kaldırmak için diğerlerinden ayrılır. Han ve Luke onu beklerken C-3PO Prenses Leia'nın gemide tutulduğunu ve hakkında idam kararı olduğunu tespit eder. Yalnızca alacağı paraya bakan Han prensesi kurtarmaya gönüllü gözükmez ama Luke Onun zenginliğinden söz edince geride bıraktığı borçları düşündüğünden olsa gerek kabul eder. Aslında elbette Luke'un prenses hakkında hiçbir bilgisi yoktur. İki fırtına birliği kılığında gemiye sızarlar. Luke prensesin hücresine ulaşır. O'nu kurtarmaya geldiklerini söyler. Zaten Obi-Wan'ın adını duymak Leia için yeterli olur. Eski hocasının varlığını hissetmiş olan Vader onun peşine düşer. Fırtına Birliklerinin çapraz ateşinde kalan üçlü ise zorlukla çöp kanalına ulaşırlar. Gemiye ulaşmak için atlattıkları bir dizi zorluk sonrası hangara yaklaştıklarında Luke Darth Vader'la savaşan Obi-Wan'ı görür. Onunla göz göze gelen Obi-Wan Darth Vader'in darbesiyle yere düşer ve yok olur. Luke'un haykırışı kaçakların yerini belli etmeye yeter. Luke Vader'a ateş eder. Obi-Wan'ın koşmasını söyleyen sesini duyar. Hangardan havalanıp gemiyi terk ederler.
Ölüm Yıldızı'nı yok etme planı uygulamaya konur. Buradan isyancıların ana üssüne giderler. Luke artık her zaman hayalini kurduğu üzere bir pilottur. Han savaşın dışında kalıp ödülüyle beraber Tatooine'e dönme kararı vermiştir. Luke onu kalması için ikna edemez. Leia ise kendisine öfke doludur. Saldırı harekatı başlar. Avcıların ölüm yıldızı karşısında şansı yoktur. İmparatorluk gemileri de karşı saldırıya geçerler. Vader'da bizzat bu ava katılır. Pilotlar birer birer yok edilirler. Luke Vader'ın ateş çemberinde gemisyle gelen Han sayesinde kurtulur. Gemisinin kontrolunü kısa bir süre için kaybeden Vader hızını sabitleyebildiğinde ise Luke çoktan ana reaktöre giriş yapmıştır. Ölüm Yıldızı tam isyancıların ana üssünü yok etmek üzere iken Luke Skywalker Ölüm Yıldızı'ndaki hedefe ulaşır ve iki atış yapar. Ölüm Yıldızı patlayarak yok olur. Luke ve Han Solo düzenlenen seremonide Prenses Leia'nın elinden birer madalya alır.
Diablo II
Diablo II, Blizzard North tarafından geliştirilmiş ve Blizzard Entertainment tarafından 2000'de piyasaya sürülmüş bir aksiyon-rol yapma hack and slash oyunudur. Windows, Classic Mac OS ve Mac OS X sürümleri yayımlanmıştır.
Diablo'nun (1996) devam oyunu olan Diablo II, 2000 yılının en popüler oyunlarından biri olmuştur. Oyunun başarısının etkenleri arasında ilk oyunun popüle fantastik temalarını sürdürmesi ve Blizzard'ın ücretsiz çevrimiçi oyun hizmeti Battle.net'e erişim sağlaması sayılabilir. 2001'de genişletme paketi yayımlanmıştır.
Diablo 2 ilk oyundaki gibi 2 boyutlu izometrik görünüme sahiptir. Klavye ve fare yardımıyla oynanır. Verilen görevleri yerine getirerek oyunda kademeli olarak ilerlenir. 4. bölümde 3, diğer bölümlerde ise 6 görev verilmektedir. Son görev yerine getirildiğinde, diğer görevleri yapmasanız bile, bir sonraki bölüme geçebilirsiniz. Oyun sırasında düşmanları öldürerek kazandığınız tecrübe puanları ile yönettiğiniz karakteri geliştirebilir ve kazandığınız altınları yardımcı kiralamak, çeşitli eşyalar satın almak ve eşyalarınızı tamir etmek için kullanabilirsiniz. Oyunda size eşya satan, yardımcı kiralayan veya görev veren birçok oyun dışı karakter(NPC) bulunmaktadır. Oyunda yönettiğimiz her karakterin kendine ait bir yetenek ağacı bulunur. Düşman öldürerek kazandığınız yetenek puanları ile karakterinize birçok yetenek kazandırarak daha güçlü yapmak için uğraşırız. Oyunda gelebileceğiniz en yüksek seviye 99'dur. Eğer karakter seçme ekranında Hardcore seçeneğini işaretlerseniz oyunda ölmeniz durumunda bir daha karakterinizle oynamanız mümkün değildir.
Oyunda 3 zorluk seviyesi bulunmaktadır. Bunlar Normal, Nightmare (Kâbus) ve Hell (Cehennem) zorluk seviyeleridir. Oyuna ilk olarak normal zorluk seviyesinde başlanır. Her seviyeyi bitirdiğinizde karakterinize bir unvan verilir. Oyunu Normal zorluk seviyesinde bitirince karakterimiz "Slayer", Nightmare zorluk seviyesinde bitirince "Champion", Hell zorluk seviyesinde bitince "Patriarch" (karakter kadınsa Matriarch) unvanını alır.
Oyunda zorluk seviyesi arttıkça karşınıza çıkan düşmanların seviyeleri, dirençleri ve savunmaları artarken karakterinizin ateşe, buza, yıldırıma ve zehire karşı olan dirençleri azalır. Buna karşın daha güçlü eşyalar bulma şansınız ve yaratıklardan topladığınız altın artar.
Oyuna çıkan 1.11 yaması sadece Battle.Net'te oynanabilen bir görev daha eklenmiştir. Bu görevde önce çeşitli yaratıklar öldürülerek onlardan düşen anahtarlar toplanıyor, toplanan anahtarların bir Horadric Cube tarafından birleştirilmesiyle görev kapısı açılıyor. İçeride, önce mini-uberler kesiliyor onlardan düşen organ parçaları ise Horadric Cube tarafından tekrar birleştirilerek yeni portal açılır, ardından Uber-Diablo, Uber-Mephisto ve Uber-Baal aynı anda kesilmeye çalışılıyor. Eğer başarılı olunursa, sadece oraya özgü "torch" adı verilen charmlar (karakterinize çeşitli özellikler veren eşyalar) düşüyor.
Diablo kahraman bir savaşçı tarafından öldürülmüş ve ruhtaşı(soulstone) sökülüp alınmıştır. Savaşçı güçlü iradesiyle Diablo'yu kendi bedeninde hapsedebileceğini düşünür. Böylece ruhtaşını kendi vücuduna yerleştirir. Fakat gün geçtikçe savaşçının da aklı karışmaktadır, iradesi günden güne zayıflar. Bir gece kontrolünü kaybeder ve Tristram'a yaratıklar saldırarak herkesi katleder. Aynı gece savaşçı ortadan kaybolur. Bu katliam ve yıkımdan sadece iki kişi kurtulur. Biri korkuyla kendini savaşçının hizmetine adayan Marius'dur. Sağ kalan diğer kişi ise eski Horadrim üyesi olan yaşlı Deckard Cain'dir.
Bu karanlık zamanda bir kahraman belirir ve Deckard Cain'i tutsak tutulduğu Tristram'dan kurtarır. Cain ona savaşçıdan bahseder ve birlikte onu öldürmek için savaşçının peşine düşerler. Böylece doğuya yolcukları başlar.
Çölü geçerek Lut-Gholein'e varırlar. Fakat savaşçı onlardan daha önce buraya gelmiştir. Amacı küçük kardeş Baal'ı kurtarmaktır. Tal-Rasha'nın mezarında artık değişim geçirmeye de başlamış olan savaşçı giderek Diablo'ya dönüşür. Marius'la birlikte mezarın içlerine kadar ilerlerler. Baal'ı bulduklarında onları orada bekleyen bir kişi daha olduğunu fark ederler. Bu kişi başmelek Tyrael'den başkası değildir. Tyrael Diablo'ya saldırarak onu engellemeye çalışır fakat dünya işlerine müdahale etmesi yasak olduğundan onu öldüremez. Bu arada Marius yavaşça artık dönüşüm geçirmiş olan Baal'e yaklaşır. Baal Marius'tan yardım istemektedir ve Marius uzanarak ruhtaşını Tal-Rasha'nın bedeninden çıkarır. Baal'ı tutsak eden büyü artık kalkmıştır.
Tyrael Marius'un düşüncelerine girerek ona yaptığı aptallığın dünyaya yıkım getireceğini söyler. Bunu telafi etmenin tek yolu Hellforge giderek ruhtaşını yoketmesidir. Marius oradan kaçarak uzaklaşır fakat Tyrael kaçamaz. İki kardeş Tyrael'i yakalayarak Tal-Rasha'nın mezarına kapatır ve Kurast limanına doğru yola çıkarlar. Marius ise gizlice onların peşinden gider.
Kahramanımız mezara girerek Tyrael'i kurtarır ve ondan Diablo'nun nereye gittiğini öğrenir. Böylece Cain'le birlikte Kurast limanına varırlar.
Zakarum'da büyük kardeşleri Mephisto'yu kurtaran Diablo ve Baal, onunla güçlerini birleştirerek cehenneme bir kapı açarlar. Artık savaşçı tamamen Diablo olmuştur. Kapıdan geçerek cehenneme gider. Marius tüm bu olanları gördükten sonra kapıdan geçmeye korkar ve ruhtaşını alarak oradan kaçar.
Kahramanımız ise Zakarum kilisesinin derinlerine kadar Diablo'yu kovalar. Fakat Mephisto Zakarum klisesinde saklanmaktadır ve öldürülüp ruhtaşı alınacaktır. Daha sonra geçitten geçen kahramanımız Diablo'yu bulup öldürür. Böylece Diablo'nun ve Mephiston'un ruhtaşları Hellforge'da yok edilir. Geriye sadece Baal kalmıştır.
Baal kardeşlerinin yanından ayrıldığından beri gizlenerek kendi ruhtaşını arar. Bunun için öncelikle Marius'u bulması gerekmektedir. Baal'ın ruhtaşıyla kaçtığından beri Marius'un hayatı altüst olmuştur. Her şeyini kaybetmiş giderek paranoyak ve saplantılı bir hale gelmiştir. Sonunda bir akıl hastanesine düşer. Baal Marius'u burada bularak onu kandırır. Tyrael kılığında gelerek Marius'tan tüm hikâyeyi dinler. Sonunda yok etme bahanesiyle kendi ruhtaşını ister. Marius ona güvenerek "Halime bak Tyrael, bu taş benim felaketim oldu" der ve yanında taşıdığı ruhtaşını ona verir. Ruhtaşını alan Baal gerçek yüzünü gösterir ama artık çok geçtir. Bu defa Marius yaptığı hatayı canıyla öder. Bir yangınla her şey küle dönüşür, arkasında kanıt birakmayan Baal ortadan kaybolur.
Baal ruhtaşını güvenceye aldıktan sonra saklanır ve kendine bir ordu kurmaya başlar. Bu orduyla barbarların şehri Harrogath'a saldırır. İki ordu Arreat platolarında karşı karşıya gelir. Baal'ın amacı Arreat dağındaki dünyataşı |
nı (worldstone) ele geçirmektir. Savaş sırasında Baal dünyataşına ulaşır ve etkisi altına almaya çalışırken öldürülür fakat dünyataşını da etkilemeyi başarmıştır. Tyrael'in onu yoketmekten başka çaresi kalmaz. Kılıcını çekip dünya taşına doğru fırlatır. Dünyataşı binlerce parçaya ayrılırken tüm Harrogath sarsılır ve Arreat dağı ikiye bölünür.
Oyunda yönetebileceğiniz 5 adet karakter sınıfı bulunuyor. Bunlar Sorceress (Büyücü), Paladin (Kutsal Şövalye), Barbarian (Barbar), Necromancer (Ölüm Büyücüsü), Amazon (Orman Savaşçısı). Eğer ek paket yüklemişseniz bu karakterlere ek olarak 2 yeni karakter sınıfı olan Assasin (Suikastçi) ve Druid (Doğa Büyücüsü) ile de oynayabilirsiniz.
Oyunda kontrol ettiğiniz karakterinizin yanına her bölümde farklı bir yardımcı karakter kiralayabilirsiniz.
IBAN
IBAN (International Bank Account Number), para transferlerinin yanlış hesap numaralarına yapılmasını önlemek amacıyla ilk olarak Avrupa Birliği ülkelerinde ortaya çıkmış bir hesap numarası standardıdır.
Avrupa Birliği düzenlemeleri çerçevesinde, ülkeler arasında gerçekleştirilen para transferlerinin hızı ile kalitesini artırmak ve maliyetlerini düşürmek amacıyla IBAN (International Bank Account Number) adı verilen Uluslararası Banka Hesap Numarası standardı geliştirilmiştir. IBAN’ın amacı, Avrupa ülkelerindeki banka ve diğer finansal kurumlar aracılığı ile gerçekleştirilen para transferlerindeki hataları ve bundan doğan gecikmeleri engellemektir. IBAN sayesinde transfer edilen para daha hızlı ve hatasız bir biçimde göndericinin hesabından alıcının hesabına geçmekte; böylece, işlemlerde oluşan hatalardan kaynaklanan bekleme süreleri ve ek maliyetler ortadan kalkmaktadır.
IBAN, sağladığı faydalar nedeniyle Avrupa Birliği ülkelerinin yanı sıra diğer bazı ülkeler tarafından da kabul görmüştür ve uygulanmaktadır. Bazı ülkeler, IBAN’ı yurtiçi para transferi işlemlerinde de kullanmaya karar vermişler; bazı ülkeler de aralarındaki ve kendi sınırları dahilindeki para transferleri için IBAN kullanımını zorunlu hale getirmişlerdir.
IBAN, Dünyadaki tüm banka hesapları içinde yalnızca bir hesabı işaret eden; rakam ve harflerden oluşur. Her hesabın bir IBAN’ı vardır ve bir IBAN, yalnızca bir hesabı işaret eder.
Bir IBAN, en fazla 34 basamaktan oluşur. IBAN’ın ilk dört hanesi, iki haneli ülke kodu ve iki haneli kontrol rakamıdır. Kontrol rakamı, IBAN’ın doğru ve geçerli olup olmadığını gösterir. IBAN’ın bundan sonraki kısmı, ulusal banka hesap numarasını içerir. Bu bölüm, IBAN’ın toplam uzunluğu 34 haneyi aşmayacak şekilde her ülke tarafından serbestçe belirlenebilir.
Ülkemizin IBAN uzunluğu 26 hane olarak belirlenmiştir. Türkiye IBAN’ın biçimi aşağıdadır:
İlhan Ayverdi
İlhan Ayverdi, İlhan Tolun (d. 24 Ekim 1926, Akhisar - ö. 6 Kasım 2009, İstanbul). Türk dil bilimci, edebiyat öğretmeni.
Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı'nın kurucusu ve vefatından önce başkanı idi. Misâlli Büyük Türkçe Sözlüğü hazırlamıştır. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin eşidir.
24 Ekim 1926'da Akhisar’da doğdu. 06 Kasım 2009'da İstanbul'da vefat etti. Baba tarafı Dağıstan, anne tarafı Rumeli asıllıdır. Ailesi, 93 Harbi sırasında topraklarını terkedip önce Bursa'ya sonra Ödemiş'e yerleşmişti. Babası Murat Tolun Bey, Kurtuluş Savaşı yıllarında Galip Hoca diye bilinen Celal Bayar'ın silah arkadaşıdır; Kurtuluş Savaşı'nda Akhisar Cephesi Kuva-yı Milliye Kumandanı olarak görev yapmıştır, İstiklal madalyası sahibidir.
İlhan Hanım, posta müdürü olan babasının Akhisar'a tayininden sonra dünyaya geldi; ilk ve orta tahsilini aynı yerde tamamladı. Akhisar'da lise olmadığından lise tahsili için İzmir'e gitti ve 1943 yılında İzmir Karataş Lisesi'nden mezun oldu.
Hastalık sebebiyle iki sene ara verdiği öğrenim yaşamına İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde devam etti. Türk tarihinin ilk edebiyat profesörü olan Ali Nihad Tarlan, edebiyat tarihçisi İsmail Hikmet Ertaylan, Prof. Mehmet Kaplan'ın öğrencisi oldu. Gazeteci yazar Ahmet Kabaklı ile sınıf arkadaşı oldu ve dostlukları ömürboyu devam etti. Fakültede öğrenci iken bir yandan da İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü'nde memur olarak çalıştı; çalıştığı dairede tanıştığı Mehmet Örtenoğlu Dede ile tanışması bütün hayatını etkiledi. Mehmet Dede vasıtasıyla yazar Samiha Ayverdi ve Samiha Hanım'ın hocası Ken'an Rifâî (Kenan Büyükaksoy) ile tanıştı. Üniversite öğrenimini 1949 yılında tamamladı.
Edebiyat öğretmeni olan İlhan Hanım, sırası ile Anarat Higutyan Ermeni Orta Okulu, Galatasaray Lisesi, Zoğrafyon Rum Lisesi (1951-1955), Saint Joseph Lisesi ve Saint Michel Fransız Lisesi’nde görev yaptı. 1960 yılında ise Çapa Eğitim Enstitüsü'nde bir süre öğretmenliğe devam etti; aynı yıl öğretmenlikten ayrıldı. Öğretmenliği bıraktıktan sonraki yaşamını dernek çalışmaları, özel kültür falaliyetleri ile doldurdu.
8 Ekim 1959 günü Samiha Ayverdi'nin erkek kardeşi mimar-mühendis-müteahhit Ekrem Hakkı Ayverdi ile evlendi. Eşinin Anadolu ve Rumeli'de gezerek 20 yıllık bir çalışma sonucu dört ciltlik "Osmanlı Mimari Eserleri" adlı yapıtı meydan getirmesinde katkıda bulundu.
1966-1982 yılları arasında Türk Kadınları Kültür Derneği'nin başkanlığını yaptı.1970'li yıllarda Kubbealtı Cemiyeti'nin kuruluşuna Samiha ve Ekrem Hakkı Ayverdi ile birlikte başkanlık etti, cemiyetin isim-annesi oldu. Bu cemiyet, Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı adıyla vakfa dönüşünce, vakfın başkanı oldu.
Kubbealtı Mecmuası'nın yayımlanmasında, vakfın yayın, seminer, konferanslar, musiki çalışmaları ve çeşitli sosyal faaliyetlerinde eşi Ekrem Hakkı Ayverdi ve Samiha Ayverdi ile aktif rol oynadı.
1976 yılında, Kubbealtı Vakfı'nın yayımlamaya karar verdiği Misâlli Büyük Türk Lugati'nin hazırlanması ve yazılması işini üstlendi. Bu eser üzerinde 28 yıl aralıksız çalıştı ve 2004 yılında tamamladı. 13. yüzyıldan günümüze kadar Türk dilinin envanterini çıkaran ve binlerce misalle donatılan bu eser, Kasım 2005’te yayımlandı. İlhan Ayverdi, bu eser ile Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2005’te dil alanında “Yılın Yazarı” seçilmiştir.
İlhan Ayverdi'nin 80. yaşını kutladığı 2006 yılında Kubbealtı Neşriyat tarafından hayatından kesitler sunan bir kitap hazırlanmıştır. "İlhan Ayverdi: Bir Hayat Bir Lûgat" adlı 99 sayfalık kitap, 80. Yaşına Armağan alt başlığını taşır; Zeynep Uluant ve Aysel Yüksel tarafından hazırlanmıştır.
İslam'da dört büyük melek
Dört büyük melek, İslam dininde inanılan dört büyük meleğe verilen ortak isimdir. İslam dininde bu melekler diğer meleklerden daha büyük ve önemlidir.
İslam dininde melekler nurdan yaratılmış, bedensel özelliklerikler olmayan, cüz'i iradesi olan fakat şeytan tarafından musallat olunmadıkları için bu iradelerini kötüye kullanma gibi bir durumları olmayan, günahsız, Allah katındaki makamları sabit olan varlıklardır. Meleklere inanmak İslam'da inanç esaslarındandır, yani meleklere inanmayan kişi müslüman olamaz. Meleklerin sayıları ve çeşitleri tam olarak bildirilmemiştir. Yine de bazılarının görevleri ve sayıları bilinmektedir. Bu meleklerden dört tanesi, "büyük melekler" veya "dört büyük melek" olarak anılır. Bunlar: Cebrâil, Mîkâîl, İsrâfil ve Azrâîl'dir.
Cebrail'in görevi peygamberlere vahiy getirmektir yani o Allah'ın emir ve yasaklarını peygamberlere getiren (ileten) melektir. Ayrıca Cebrail tüm meleklerin en büyüğü ve en üstünü anılır. Mikail'in görevi doğa olaylarını idare etmektir. İsrafil'in görevi kıyamet günü sûra üflemektir. Azrail'in görevi ise canlıların canını almaktır, bu nedenle "ölüm meleği" (melekü'l mevt) olarak da anılmıştır.
Müşebbihe
Müşebbihe, İslâm dininde Allah'ı yaratılmış olanların sıfatlarıyla anan ve kendisinin yarattıklarına benzeten i'tikat mensuplarının oluşturdukları i'tikadî mezheplerin tamamına mal olan bir tâbirdir. Günümüzde ise İslâm dini itikadî mezhepleri içerisinde, ne Şiîlik mezhepleri arasında ne de Sünnîlikte mensubu kalmamış olan bir i'tikattır. Tarihte Gâl’îyye'den olduğu kabul edilen siyâsî mezheplerin çoğu itikadî açıdan bu mezhebin takipçileriydiler. Mûsevîlik'te bahsi geçen Yahveh ise ""Müşebbihe"" i'tikadının bir örneğini teşkil etmektedir.
Benzetme genel olarak insani vasıflarla yapılır. "(Antropomorfizm)" teşbih, "benzetmek" anlamındadır. Müşebbih de teşbih kelimesinden türer ve "benzetenler" anlamına gelir. Fırkanın bu ismi almasının nedeni Allah'ı insan veya diğer yaratıklara benzetmeleri veya onun sıfatlarını çeşitli şeylere benzetmeleridir.
Ayrıca, insanlarınki gibi olmasa da Kur'ân’da geçen şekliyle Allah'ın organlarının (el, yüz) bulunduğuna inanan görüşler de bu fırkanın içinde sayılır. Sünni kelâmcılara göre bu ifadeler mecazidir.
Müşebbihe grubunun temel düşüncelerinin Cehm bin Safvan'ın Allah'ın subuti sıfatlarını inkar etmesine tepki olarak doğduğu düşünülür. Müşebbihe kendi içinde birçok farklı gruba ayrıldığı gibi, Müşebbihe'nin temel düşüncelerini veya benzerlerini barındıran diğer gruplar da Müşebbihe'nin içinde ele alınır.
Dursun Özden
Dursun Özden (d. 21 Ekim 1950; Beyağıl, Ulukışla, Niğde), Türk gazeteci, şair, araştırmacı, gezi yazarı ve belgeselci.
21 Ekim 1950'de Niğde'nin Ulukışla ilçesine bağlı olan Beyağıl köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Ulukışla'da okudu. 1970'de Niğde Lisesi'ni bitirdi. İşletme ve jeodezi (haritacılık) eğitimi aldı. Anadolu Üniversitesi Basın ve Halkla İlişkiler'i bitirdi. Bulgaristan İlimler Akademisi Kırcaali Balkan Folklor Enstitüsü, Bükreş Üniversitesi Grigore Kiazim Popülar Muzik Araştırma Enstitüsü'nden diploma aldı. Çeşitli reklam ajansları, gazete ve dergilerde gezi ve köşe yazarlığı, editörlük ve genel yayın yönetmenliği yaptı. Belgesel film danışmanlığı, metin yazarlığı, senaristlik, yönetmenlik ve yapımcılık yaptı. İlk şiiri 1970'te Kurtuluş Dergisi'nde yayınlandı. 1972'de İstanbul Sinematek Derneğinde Onat Kutlar'ın asistanlığını yaptı. 1974'te İSTA Haber Ajansı Kocaeli muhabiri olarak gazeteciliğe başladı. Evli ve iki çocuk babası olan, sevgisini sebil eyleyen ve dünyanın 99 haline tanıklık eden Özden, gittiği onlarca ülkede kaybolan e |
tnik kültürleri, dünyada Atatürk izlerini, su medeniyetlerini ve alternatif kültür turizm potansiyelini araştırıyor.
"Kar ile Kor / Hasan Dağı", "Han Duvarları", "Niğde Güzellemesi", "Maçka'dan Maçin'e", "Sıkıntılı Seneler (1935-1945)", "6 Mayıs, 15'liler", "Kutsal Emanetler", "Mübadele Acısı", "Uygur Karız Cenneti", "Anadolu Karızları", "Anadolu Su Medeniyeti", "Kutsal Su Zemzem" ve "Mekke Su Yolları" adlı belgesel çalışmaları ile dikkat çeken Özden, mübadele üzerine yaptığı çalışmalar ve Küba'nın efsanevi lideri Fidel Castro ile Atatürk hakkında yaptığı özel röportajla ses getirdi. Diğer taraftan Sibirya müslümanları, Galina'nın Nazım'ı, Tuva şamanları, kutuplarda dans, Pasifik Adalarında ve Afrika'da kadın eti yiyen ve sünnet olan kızları araştıran Dursun Özden, Dünya Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) üyesi olarak çalışmalarını sürdürüyor. 1996 yılında Fidel Castro'nun elinden ödül alan ve Castro'nun konuğu olan Özden, 4 Aralık 2016'da Santiago de Cuba'da Fidel Castro'nun cenaze törenine katılan tek Türk olması ile dünya basınında ilgi odağı oldu.
Ayrıca CNR Tv, TRT Belgesel, CNN Türk, TRT Arapça, TRT Türk, Cine 5, El Cezire, TRT Okul ve ATV'de özgün yorumları ile dikkat çekti. Touristica, Travel, Daily News Trevel, Al Watan, Yol Boyunca, Gezi, Kıyı, Berfin Bahar, Kar, Aykırı Sanat, Çalı, Türk Dili Dergisi, Turizmin Sesi, Son Medya, Ekonomi Dünya, Azernews ve Bizim Gazete'de makale, deneme, kitap tanıtımı, şiir, eleştiri, gezi ve köşe yazısı yazdı. Dünyanın 99 haline tanıklık eden ve onlarca ülkeyi gezen, Türk kültürü, kaybolan etnik kültürler, su medeniyeti, inançlar ve folklor araştırması yapan Özden; Sinematek Derneği, Karayolları, IGL-STFA, Tekfen, İstanbul Haber Ajansı, Politika, Cumhuriyet, Milliyet, İSTA, MilHa, Anadolu Ajansı ve Doğan Haber Ajansı'nda çalıştı. Dünya Ünlüler Biyografisi ve Yazarlar Antolojisi, Türk Edebiyatında Şairler ve Yazarlar Sözlüğü, Edebiyatçılar Antolojisi, Çağdaş Türk Şairleri Antolojisi, Ret Şiirleri Antolojisi, İstanbul Şiirleri Seçkileri, Barış ve Emek Şiirleri Antolojisi ve Kim Kimdir gibi kaynaklarda yer alan Özden, Jose Marti Küba Dostluk Derneği, Bilim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği (BESAM) kurucu üyesi ve denetçiliği yaptı. Uluslararası Turizm Yazarları ve Gazetecileri Federasyonu (FIJET), Uluslararası PEN Yazarlar Merkezi üyesi, Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği, Türk-Arap Bilim, Kültür ve Sanat Derneği (TASCA) kurucu üyesi ve yöneticiliği, Belgesel Sinemacılar Meslek Birliği Denetim Kurulu başkanlığı yaptı. Basın Konseyi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Gezi Yazarları Cemiyeti, İçel Sanat Kulübü, İLESAM ve Türkiye Yazarlar Sendikası üyesi olan Özden, "Yoleri Yapım Prodüksiyon" şirketi adına dış yapımcı ve yönetmen olarak su temalı araştırmalarını ve belgesel çekimlerini sürdürüyor. Halen, Anadolu Halk Kültürü Araştırma Akademisi/Özgür Film Yarışması seçici kurul üyesi, Assa-Irada Uluslararası Haber Ajansı, AZER NEWS (İngilizce gazete), Daily News Travel Türkiye temsilcisidir.
Dursun Özden; İslam İşbirliği Teşkilatı Gazeteciler Birliği, "www.dursunozden.com.tr", "www.milliyetblog.com", "www.lavaraci.com", "www.ekonomidunya.com", "www.sonmedya.com.tr", "www.turizminsesi.com" köşe yazarıdır.
Mücessime
Mücessime, Cisimleşme, ya da Enkarnasyon; İslâm dininde eskiden mevcut olan i'tikadî bir fırkanın adı. Aynı zamanda İslâm dini itikadî mezhepleri içerisinde sadece Ghulat-i Şîʿa'dan olan mezhepler arasında mevcut bir i'tikat olup, bu fırkalar günümüzde varlığını koruyan itikadî İslâm mezhepleri olan Sünnîlik ve Şiîlik tarafından İslâmdışı olarak kabul edilmektedir.
Mücessime, Allah'ı cisim sayan veya Allah'ın sıfatlarını cisimleştiren mezhebe verilen isimdir. Çoğunlukla Müşebbihe "(Antropoteizm)" grubunun içinde ele alınır. İslâm dininde bazı maddeci felsefi düşünceler de Mücessime'nin içine dahil edilirler. Bu i'tikadların tamamı Müşebbihe i'tikadî mezhepleri içerisinde yer alır.
Gamalı Haç ile Kızıl Yıldız Arasında
Gamalı Haç ile Kızıl Yıldız Arasında, 23 Ocak 2006'da TRT 2 kanalında gösterime giren belgesel film. II. Dünya Savaşı'nda ölen, kaybolan, sürgüne gönderilen Sovyet Doğu halklarının; Kazak, Kazan Tatar, Kırım Tatar, Kırgız, Türkmen, Kafkas halkları, Karaçaylar ve Malkarlar'ın hayatlarını konu almaktadır.
Afaki
Afaki, gözde lensin bulunmaması durumudur. Ameliyatla alınmış olabileceği gibi delici bir yara veya ülser, veya konjenital bir anomali (kalıtsal bir bozukluk) nedeniyle de olabilir. Akomodasyon kaybı ve hiperopiye neden olur. Vitre veya retinanın çıkması ve glokom bilinen komplikasyonlarındandır.
Napoli
Napoli (Napoliten lehçesi: "Napule") güney İtalya'nın Campania bölgesinde ve kendi ismini taşıyan Napoli ilinde bulunan ve Campania bölgesi ve Napoli ili başkenti olan bir şehir ve yerel idare bakımından bir komündür. İtalya'nın nüfus itibarıyla, Roma ve Milano'dan sonra üçüncü büyük şehridir. Şehir tarih, sanat, kültür, mimari, müzik ve astronomi yönlerinden İtalya'da hayati rol oynamaktadır. İtalya tarihinde 2.800 yıllık geçmişi ve (1285 – 1816 döneminde özerk bir devlet olan) Napoli Krallığı başkentliği yapması nedeniyle çok büyük öneme sahiptir.
720 hektarlık Napoli eski tarihsel şehir merkezi UNESCO Dünya Mirasları listesinde bulunmaktadır.
Napoli İtalya'nın başkenti olan Roma'nın 250 km güneyindedir. Şehir Akdeniz sahilinde Napoli Körfezi üzerinde iki volkanik bölge (doğusunda Vezüv Yanardağı ve batısında "Campi Flegri") arasında bir konumdadır. Napoli limanı Akdeniz'in ve Avrupa'nın en büyük limanlarından biri olup yakında bulunan birçok küçük Akdeniz adalarına, Sardinya'ya, Sicilya'ya, Eoliyen adalarına, Korsika'ya ve Tunus'a giden feribotların merkez limanıdır.
Şehir idaresi Comune sınırları içinde nüfusu (2009) 962.638 olup İtalya'da Roma ve Milano'dan sonra üçüncü şehir idare nüfusuna sahiptir. Napoli şehri İtalya'nın en yüksek nüfus yoğunluğu gösteren şehridir. Metropoliten Napoli alanı için nüfus ise 3 ile 5 milyon olarak verilmektedir..
Napoli komününün belediye sınırları içinde nüfusunun 19. ve 20. yüzyıllarda gelişmesi resmi nüfus sayımı sonuçlarına göre şu gösterimde özetlenmiştir:
İtalya'da ekonomik gelişme bakımdan, Roma, Milano ve Torino'dan sonra en güçlü şehir olarak sınıflandırılmıştır. Satın alma gücü bakımından dünya sınıflandırmasına göre ABD'de $43 milyar olan GSMH ile dünyada 83. sırayı almaktadır. Napoli şehri ekonomik bakımdan çok büyük gelişme göstermektedir. Napoli şehrinde ve merkezi olduğu Campania eyaletinde, işsizlik 1999'dan beri devamlı düşmektedir. Bunun dışında Napoli şehri politik ve ekonomik bozukluk ve çok gelişmiş karaborsa faaliyetleri merkezi olarak tanınmışlığını korumaktadır. İtalya'nın çok büyük şirketlerinden bazılarının (örneğin MSC) merkezliğini yapmaktadır. 1958'den itibaren "Napoli Center RAI" medya merkezidir. Napoli limanının "Bagnoli" bölgesi güneydoğu NATO üssü ve merkezidir.
Turizm açısından çok önemlidir. Özellikle Vezüv Yanardağı ve etrafındaki arkeolojik antik şehirler (Pompei, Herculanum vb.) ve Kapri Adası başlıca turist çeken yerlerdir. Kuzeyindeki Amalfi Kiyisi ("Costiera amalfitana") UNESCO Dünya Mirasları listesinde bulunmaktadır.
Napoli komunünün şu komünlerle ortak sınırları bulunur:Arzano, Casandrino, Casavatore, Casoria, Cercola, Marano di Napoli, Melito di Napoli, Mugnano di Napoli, Portici, Pozzuoli, Quarto, San Giorgio a Cremano, Volla, San Sebastiano al Vesuvio
Napoli şu kentlerle kardeş şehir bağlantısı kurmuştur:
Nuh
Nuh (Arapça: نوح, İbranice: נוֹחַ veya נֹחַ; "Noah" veya "Noaχ"), İbrahimî dinlerde (Musevilik, Hıristiyanlık, İslam ve Bahailik) ve Mandaizmde kendisinden söz edilen Tufan peygamberidir. Tevrat'ta Nuh'un 950 yıl yaşadığı söylenir. Kuran'da ise kaç yıl yaşadığı bildirilmemiştir, yalnızca Nuh peygamberin 950 yıl kavmi içinde yaşam sürdüğü belirtilmiştir. "O da dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. (Ankebut 14)" İnsanlığın ikinci babası sayılmaktadır. İnanışa göre tufandan önce Tanrı'nın emriyle büyük bir gemi inşa etmiş ve bu gemiye "Nuh'un Gemisi" denmiştir.
Tevrat ve Kuran’daki Nuh’un yaşı ile ilgili ifadeler Babil ve Sümerlerin tufan anlatıları (Gılgamış destanı)ndaki Ziusudra / Utnapiştim karakterleri ile büyük benzerlikler gösterir. Mezopotamyada toplumu derinden etkileyen bir sel felaketi üzerine üretilen ve toplum hafızasına kazınan destanlarının İbranilerin babil sürgünü dönüşünde yazılan Tevrat nüshalarına aktarıldığı düşünülmektedir. Ancak bu aktarımlar her kültür ve coğrafi bölgede yeni ve yerel özellikler ile değiştirilerek yeniden yazım şeklinde gerçekleşir.
Eski Ahit'in Genesis bölümünde verilen sayılara göre yaratılıştan Nuh'un doğumuna kadar geçen süre 1056 yıldır. Tufan Nuh 600 yaşında iken olur. Anno Lucis'e göre yaratılış MÖ 4004, tufan 2348 yılında olur. Çoğunluğa göre tufan MÖ 4100 yılında olur.
Tekvin'e göre Nuh'un üç oğlu vardır ve üç oğlundan üç temel ırk meydana gelmiştir.
İbni Abbas'tan rivayete göre Nuh 480 yaşındaydı 120 yıl süren peygamberliği boyunca onları Allaha çağırdı. Ona karşı geldiler ve onu yalanladılar. Allah ona gemi yapmasını emretti. Gemiyi yaptı ve 600 yaşında olduğu halde içine bindi. Boğulanlar boğuldu, bundan sonra o, daha 350 yıl yaşadı. Tufan yükseldi ve bütün yeryüzünü kapladı. Adem'le Nuh arasında 2200 yıl vardır. İnanca göre Tufan 40 yıl sürmüştür.
İslam geleneğinde Nuh ile İbrahim arasında da 950 yıl olduğuna inanılır. Kur’anda Nuh Müminun Suresi, Ankebut Suresi 14. Ayet ve Nuh Suresi'nde benzer ifadelerle anlatılır:
Pek çok kadim tufan hikâyeleri yukarıdakine benzer olayları paylaşırlar.
Yelken (spor)
Yelken veya yelkencilik, yelken kullanarak, su üzerinde tekne ile yol alma yöntemi. Spor ve gezi amaçlı olarak yapılabilir.
Uluslararası çaptaki en üst düzey yönetim organı Uluslararası Yelken Federasyonu (kısaca ISAF)'tır.
Kürdistan Eyaleti
Kürdistan (Farsça: استان کردستان "Ostān-e Kordestān", Kürtçe: پارێزگه ی کوردستان "Parêzgeha Kurdistanê"), İran'ın 31 eyaletinden birisidir.
Tarihi adı "Erdelan" (اردلان) olan eyaletin yüzö |
lçümü 28.817 km², 2005 sayımına göre nüfusu 2.474.118'dir. Nüfusun çoğunluğunu Kürtler oluşturmaktadır.
Eyalet kuzeyinden Batı Azerbaycan, doğusundan Zencan ve Hamedan, güneyinden Kirmanşah eyaletleri, batısından ise Irak devleti tarafından çevrelenmiştir.
Kürdistan Eyaleti, 10 şehristan, 21 bahş, 78 dehestan ve 1.762 köyden oluşur.
İslam peygamberleri
İslam peygamberleri, ilki Âdem, sonuncusu Muhammed olan; İslam dininde peygamber oldukları kabul edilen dinî şahsiyetlere denir. İslam inancına göre Âdem ile başlayan ve Muhammed ile son bulan bütün peygamberler aynı dini takip etmişler, bu dini devam ettirmişler ve zamana göre şeriat getirmişlerdir.
Kur'an'daki ifadeler şöyledir:
Kur'an'da Ahkaf suresinin 35. ayetinde yer alan, hayatı zorlukla, çileyle geçen peygamberler için kullanılmış özel bir ifadedir.
Bu peygamberlerin hangisi olduğu konusunda el-Bağavî ve başka din bilginlerinin İbn Abbas ve Katade’den naklettiği 2 ayet vardır. Bunlar:
Bu iki ayetten yola çıkan alimler Ulu'l azm peygamberlerin ayetlerde ismi geçen;
Kur'an’da adı geçen peygamberlerin ilki Âdem, sonuncusu ise Muhammed'dir. Bu ikisi arasında sayısı bazı hadis kaynaklarına göre 124 bin olan başka peygamberlerden de bahsedilir. Ancak bu Peygamberlerden 25 tanesi Kur'an'da yer almaktadır. "Ey Muhammed! And olsun, senden önce de birçok peygamber gönderdik. Sana onların kimini anlattık, kimini de anlatmadık." (Mümin suresi: 78)
Kur'an'da adı geçenlerin kronolojik sırasıyla isimleri ve kendileriyle ilgili inançlar şöyledir:
Aşağıdaki tablo Kur'an ayetlerinde adı geçen peygamber (nebi) ve resulleri göstermektedir. Ayrıca peygamberlerin kitaplarına, halkına ve kendi şeriat kanunları olanlarına referansdır.
Cihangir, Beyoğlu
Cihangir, İstanbul'un Beyoğlu ilçesinde bulunan mahalle ve semt. Semt olarak kuzey'de Taksim Meydanı tarafından Sıraselviler Caddesi ile Kazancı Yokuşu arasından başlayıp, güneyde dik yokuş ve merdivenlerle Salıpazarı ve Fındıklı'ya inilen tepe yamaçlarına dek uzanır. Kafeleri ve eski binaları ile bilinir. İstanbul'a yerleşen yabancıların ve sanatçıların yoğunlukta olduğu bir semttir.
Cihangir semti; Cihangir, Kılıç Ali Paşa ve Pürtelaş mahallelerinden oluşmaktadır. Cihangir Caddesi'nin her iki ucundan da ulaşım pek zor olduğundan semtin merkezi Taksim'den aşağı Firüzağa Camii'ne inen Sıraselviler Caddesi'nin alt bölümüne kaymıştır. Pek çok süpermarket ve banka bu cadde üzerindedir. Cihangir'in ana caddeleri Akarsu ve Cihangir caddeleridir.
Cihangir hakkında Osmanlı öncesi dönemine ait herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte, denizden kayalık halinde yükselen dik tepenin üzerinde eski bir pagan tapınağına veya bir erken Bizans manastırına ait olduğu sanılan kalıntılara rastlanmıştır. Osmanlılar dönemine ait semtle ilgili ilk belgede ise burada bir takım nahoş kadınların ve erkeklerin kaldığı yazılıdır (1563).
O sıralarda Kanuni Sultan Süleyman'la Hürrem Sultan'ın küçük oğulları Şehzade Cihangir'in çok genç yaşta ölmesi üzerine padişah İstanbul'a hakim bu tepenin üzerinde, eski dini binanın harabelerinin bulunduğu mevkide 1559-1560'ta bir cami (Cihangir Camii) inşa ettirdi. Mimar Sinan tarafından yapılan camiye Şehzade Cihangir'in adı verildiğinden orasının adı da Cihangir kaldı. Buna rağmen, o sıralarda yöre henüz semt denilecek kadar bir yerleşim bölgesi değildi.
İstanbul'un birçok semti gibi Cihangir de, 19. yy boyunca zaman zaman yangınlara maruz kalmıştı, fakat nüfus yoğunluğu yüksek olmadığından bu yangınlar, İstanbul'un ünlü yangınlarındaki kadar hasara yol açmamıştır. 1916'daki yangında tüm ahşap binalar kül olmuş, kâgirler de hayli hasar görmüştü. O tarihten sonra semtte bir daha ahşap bina yapılmadı.
19. yy'ın sonlarında ve 20. yy'ın ilk çeyreğinde yapılan kâgir binalarla ve büyük apartmanlarla semt yoğun bir yerleşim bölgesi oldu.
Bu dönemde daha çok gayrimüslim azınlıkların oturduğu Cihangir'e, 1920'den sonra akın akın gelip Pera'da biriken Beyaz Rus göçmenlerin bir bölümü yerleşti. Cumhuriyet'in İlanı'ndan sonra da Cihangir'in inşa ve gelişmesi devam etti.
Cihangir 1930, 1940 ve 1950'lerde hem Beyoğlu'ndaki eğlence yerlerinde çalışanların oturduğu, randevuevlerinin bulunduğu, hem de lüks apartman dairelerinin yer aldığı, varlıklı bir kesimin yaşadığı, kentin tanınmış pek çok tabip ve diş hekimi muayenehanelerinin, özel dispanser ve polikliniklerinin bulunduğu bir semtti. Alman Hastanesi ve Taksim İlkyardım Hastanesi de (2013 yılında kapatıldı) Sıraselviler üzerinde, bu semttedir.
Cihangir'in yazgısı Beyoğlu ve Taksim'inkine bağlı olmuştur. 1960'larda başlayan Taksim ve Beyoğlu'ndaki bozunmaya paralel olarak Cihangir de kötüleşti, bakımsızlaştı. Önceden gayrimüslimlerin de dahil olduğu bir üst-orta sınıf nüfusun yaşadığı semtte, onların terk etmesiyle gayrimenkul fiyatları düştü ve el değiştirdi. Kent merkezi olması ve ailelerin tercih etmemesi nedeniyle bu süre içinde marjinal olarak tanımlanabilecek gruplar yerleşti. 1983 yılında semtin halka açık biricik yeşil alanı olan Cihangir Parkı'nın bir kısmı kaldırılarak, yerine beton yığını halinde kapalı otopark yapıldı.
1980'li yılların sonundan itibaren İstiklal Caddesi ve çevresindeki düzelmeye paralel olarak evrimleşen Cihangir, günümüzde edebiyatçı, oyuncu, ressam, müzisyen ve yazar sakinleri veya müdavimleriyle ‘sanatçı muhiti’ veya ‘enteller semti’ olarak adlandırılmaktadır.
Uluslararası Kanser Savaş Örgütü
Union Internationale Contre le Cancer (UICC, Türkçe: Uluslararası Kanser Savaş Örgütü).
80 ülkeden 270 kuruluşun üye olduğu dünyadaki en büyük, bağımsız, kar amacı gütmeyen kanserle savaş örgütü olan UICC'nin temel amacı gelecek nesillere kanserden arındırılmış bir dünya bırakmaktır. Türkiye örgüte 1969'da üye oldu.
Steganografi
Steganografi, eski Yunanca'da ""gizlenmiş yazı"" anlamına gelir ve bilgiyi gizleme (önemli: şifreleme değil) bilimine verilen addır. Steganografi'nin şifrelemeye göre en büyük avantajı bilgiyi gören bir kimsenin gördüğü şeyin içinde önemli bir bilgi olduğunu fark edemiyor olmasıdır, böylece içinde bir bilgi aramaz (oysaki bir şifreli mesaj, çözmesi zor olsa bile, gizemi dolayısıyla ilgi çeker).
Tarihte steganografi, hem şifreleme öncesi dönemde hem de sonrasında (ilgi çekmeme avantajından dolayı) kullanılmıştır.
Bilgisayar dünyasında da steganografi oldukça popülerdir:
Resimlerde, 24-bit'lik bir kanallama kullanılır. Bu kanallar kırmızı, yeşil ve mavi'dir ve her bir kanal 8 bit'lik bir değere sahip olabilir. 8 bit 256 ayrı değer saklayabilir, ve örneğin 12 sayısı 00001100 olarak 240 sayısı ise 11110000 olarak kodlanacaktır.
Öte yandan, bir insan her renkteki 8 bit'in son iki (hatta üç) bitindeki değişiklikleri göremeyecektir, zira bu değişiklik 3 (veya son üç bit için 7) ton değişikliğe eşdeğerdir (oysaki toplamda 255 ton var). Bu durumda, son üç bit asıl rengin detayları yerine başka bir bilgi saklamak için kullanılabilir: hesaplayacak olursak görüyoruz ki günümüzde cep telefonlarının çektiği (dolayısıyla sıkça paylaşılan) 1600 * 1200 çözünürlükteki bir resmin içine bile 2 Megabayta kadar veri saklanabilir!
Örneğin, soldaki resmi gelişmiş bir fotoğraf veya veri editörüne verin. Editöre, resmin her baytına 3 sayısı ile "Logical AND" işlemi yapmasını söyleyin. Ortaya simsiyah bir resim çıkacak.
Şimdi işin zevkli kısmı: o simsiyah (gibi görünen) resmi bir resim editörü ile açın ve resmin parlaklığını 85 katına çıkartın. Göreceksiniz ki, ortaya sağdaki kedi çıkacak!
Günümüzde birden fazla veri gizleme metodu bulunmaktadır. Bu yöntemler arasında en iyi en kötü ayrımı yapamayız, her birinin diğerlerine göre kısıtlamaları ya da üstünlükleri bulunmaktadır. Bu projede kullanılacak olan yönteme geçmeden önce diğer yöntemleri inceleyelim.
Yöntemlerin en kolayı gizlenecek olan veriyi resim dosyasının “açıklama” alanında gizlemektir. Bu ideal bir yöntem değil çünkü “açıklama” alanının bir sınırı var (255 byte kadar). Ayrıca bu yöntemde değişik resim dosyaları için değişik algoritmalar kurmanız gerekecektir.
Bir başka yöntem ise resim dosyasında renkler için ayrılan ama kullanılmayan alanların veri gizleme için kullanılmasıdır. Bu yöntem de bazı veri çözme araçları ile kolayca bulunabilir, fark edilebilir.
Resim dosyalarının tipik özelliklerini çok iyi kavramamız gerekir.
Bunlar;
Örnek :
Beyaz Renk RGB formatında FF-FF-FF hex değeri ile ifade edilir.
Yani Red: FF(h), Green: FF(h), Blue: FF(h)
FF binary sistemde 11111111 in karşılığıdır.
1 pikselde beyaz rengi ifade etmek için 11111111- 11111111- 11111111 verisi
kullanılır.
11111111- 11111111- 11111111 verisinin en anlamsız bitlerini gizlenecek olan veri için kullanma yöntemi üzerine kuruludur. Bu küçük renk değişikliğini insan gözü algılayamaz.
Her piksele 3 bit. İlk bakışta çok çok az gibi görünse de 800x600 ebatında bir resimde
800 x 600 = 480.000 adet piksel bulunur.
480.000 x 3 bit = 1.440.000 bit (gizlenecek olan veri için kalan yer)
1.440.000 bit = 175,7 KiloByte
VSL: Virtual Steganographic Laboratory
Kaftan
Kaftan (← Farsça خفتان), üste giyilen, kumaştan yapılan, uzun, süslü ve astarsız elbise, hilat. Üzerine cübbe giyilirdi. Kaftanlar cins ve nevilerine göre murabba, keçe, çuha gibi isimler alır. Kaftanların kıymetleri, renk, şerit ve düğmelerinden anlaşılırdı.
Ağır kıymetli kumaştan yapılanların önü ve kolları altın telli şeritler ve kordonlarla süslenirdi. Kadifeden yapılan vezir kaftanları ise kıymetli düğmeli, sırma şeritli olur ve kışın üzerine samur kürk geçirilirdi. Yeniçeriler, entariler üzerine kaftan giyer, yürürken zorluk vermemesi için eteklerini toplayıp bellerine sokarlardı. Bunlara "dolama" denilirdi.
Osmanlılarda, önemli hizmetler görenleri mükafatlandırmak için, padişah tarafından kaftan hediye edilirdi. Kumandanlara bir imtiyaz verildiği zaman, buna işaret olarak kılıç ve kaftan verilirdi.
Padişah tarafından Mekke Şerifi ile başkalarına ihsan olunan kaftanları giydirene "kaftan ağası" denirdi.
Mükafat maksadıyla kaftanı, bazen padişahlar giydirdikleri gibi sadrazamlar ve vezirler de giydirirlerdi.
|
Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması
SETI (Search for Extra-Terrestrial Intelligence; "Dünya Dışı Akıllı Yaşam Araştırması"), Dünya-dışı bir uygarlıktan veya başka bir gezegenden gelen mesajların varlığının saptanması ve saptanması halinde incelenmesi amacıyla ön çalışmaları 1960’lı yıllarda ABD tarafından yapılan, daha sonra geliştirilerek 1971’de NASA tarafından başlatılan bir projedir. Projenin amacı Dünya dışı bir uygarlıktan veya uzak bir gezegenden gelen mesajların varlığını saptanması ve var olduklarının saptanması halinde bunların incelenmesiydi.
Yıldızlar arası yolculuklar yapan zeki uzaylılarla doğrudan temas ve karşılaşma, bilim-kurgu hikâyelerinde de kullanılan yaygın bir temadır. Ancak bu yıldızlar arası yolculukların önündeki teorik engeller, bunun çok güç olduğunu öngörmektedirler. Bu tarz bir "ilk temas" için alternatif bir arayış, Güneş Sistemi dışı bir gezegenden gelen yıldızlar arası iletişim dalgalarını aramak için gökyüzüne bakmaktır. Bunun önünde pek çok engeller vardır.
Güneş sistemi dışı bir gezegendeki bir uygarlığı ziyaret etmek mükemmel olabilirdi; ancak şu an için bu insan yeterliliklerinin çok ötesindedir.
SETI projesi kaynak yetersizliğinden 2011 yılında durdurulsa da 2012 yılında yeniden faaliyete geçmiştir.
Birçok radyo frekansları atmosferimize oldukça iyi nüfuz eder. Bu nedenle büyük radyo antenleri kullanarak kozmosu araştırma fikri radyo teleskoplarının üretilmesi ve gelişmesine yol açtı. Dahası, insan çabalar bu tür televizyon ve radyo gibi iletişim bir yan ürün olarak önemli elektromanyetik radyasyon yayarlar. Bu sinyaller nedeniyle tekrarlayan doğal ve dar bant genişlikleri gibi yapaya kadar tanımak için kolay olurdu. Eğer bu tipik ise, bir dünya dışı medeniyet keşfetmenin tek yolu, Güneş Sistemi dışındaki bir yerden doğal olmayan radyo emisyonlarını tespit etmek olabilir.
Kâfur ağacı
Kâfur ağacı ("Cinnamomum camphora"), defnegiller (Lauraceae) familyasından vatanı, Güney Çin, Güney Japonya ve Formoza gibi uzak doğu olan, 20–30 m uzunluğa ulaşabilen, tabii ormanlar meydana getiren ağaç türü.
Kâfur ağacı uzun yıllar (2000 yıl) yaşar. Tropik bölgelerde kültürü yapılır. Ağacın yaprağında, gövde kabuğunda ve odununda bulunan yağ hücrelerinde Camphora (kâfur) meydana gelir ve yaşlı gövdelerde yarıklar içerisinde kristalleşir. Sonra dal ve gövdelerinin su buharı distilasyonu ile kâfur elde edilir.
20-25 yaşlarındaki ağaçların odunu kesilip, uçucu yağ elde edilir. Bu uçucu yağ, soğukta bekletilince kâfur kristallenerek çöker, süzülerek temizlenir. Tablet veya prizmatik kristaller halinde ticarete çıkarılır. Tabii kâfur, monoterpenik bir maddedir. Sunî kâfur rasemiktir ve pinenden çeşitli işlemlerle hazırlanır.
Kalp ve solunum antiseptiği olarak, çoğunlukla yağlı enjeksiyonları halinde kullanılmaktadır. Akciğer ve solunum yollarında antiseptik bir etki yapar. Bu sebeple kâfur taşıyan preparatlar buğu olarak veya kâfur merhemleri, göğüs ve sırta sürülerek kullanılır.
Kâfur, sabun ve selüloz sanayiinde de kullanılmaktadır. Türkiye'de yılda 10-15 ton kadar kâfur ithal edilmektedir. Kâfur ağacı bir tropik bölge bitkisi olduğundan, Türkiye'de yetiştirilememektedir.
Muhsin Bey
Muhsin Bey, 1987 yapımı, Yavuz Turgul'un yazıp yönettiği filmdir. Oyuncular Şener Şen ve Uğur Yücel, sinema çevrelerine göre bu film ile oyunculuklarının zirvesine çıkmışlardır. Film yine birçok otoriteye göre Türk sinema tarihinin en başarılı filmlerindendir. Filmin yüksek çözünürlüğe sahip bir kopyasını yapmak üzere, Mimar Sinan Üniversitesi çeşitli çalışmalar yapmıştır. Filmin görüntü ve sesi yenilenmiş ancak, orijinalinden 20 dakika eksik olan bu kopya rağbet görmemiştir.
Film; prensiplerine bağlı eski bir müzik yapımcısı olan Muhsin Bey ve şöhret olmak isteyen Ali Nazik ismindeki saf delikanlının basit macerası olarak başlayıp, Muhsin Bey'in yaşam ve onur mücadelesine dönüşen olayları konu almaktadır.
Muhsin Bey, Beyoğlunda yaşayan bir organizatör olarak şarkıcılara çalışacak yer aramaktadır.(pavyon, gazino, kaset vs.) Bir İstanbul Beyefendisi tipinde ve biraz huysuz olsa da (diş ağrısından olabilir) kendi deyimiyle "orta direk" olarak hayatını sürdürmektedir. Ev sahibesi madam Ağavni ve karşı komşusu Sevda Hanımla arası iyidir. Sevda Hanımı sevse de kendisine bir türlü açılamamaktadır. Ayrıca kendisine pavyonda şarkı söylemesi için (konsomatrislik yapmadan) yardımı dokunmuştur. Çırağı Osman'ın kirayı at yarışına harcaması sonucu parası olmadığı için ofisinden çıkmak zorunda kalan Muhsin Bey, işlerini evinin yakınındaki kıraathanede yürütmeye başlar. Bu durum bir nevi meslektaşı olan Şakir tarafında alay konusu edilir. Bu sırada kıraathaneye Urfa ağzıyla konuşan biri gelir ve Muhsin Beyi sorar. İsminin Ali Nazik olduğunu, kendisinin emmisinin Muhsin Beyle asker arkadaşı olduğunu söyler. Türkücü olduğunu söyleyen Ali, Muhsin Beyden yardım ister. İşleri kesat giden Muhsin yeni yatırıma girmekte isteksiz olduğundan Ali'yi kovar. Ancak Ali, Muhsin Beyi takip etmeye başlar ve evinin etrafında dolaşır. Yağmurun yağdığı gece Muhsin Bey Ali'yi evine alır. O gece diş ağrısı artan Muhsin Bey fenalaşır. Bunun üzerine Ali Muhsin Beyi dişçiye götürür ve dişçi Muhsin Beyin dişini çeker. Ertesi sabahında ağrıdan kurtulan Muhsin Bey, Ali'nin söylediği türküyle uyanır. En sonunda yumuşamaya başlayan Muhsin Bey Ali Nazik'in hikayesini dinler. Fakir bir aileden gelen Ali, türkücü olmak istediğini söyleyince ailesiyle kavgalı olur ve emmisinin tavsiyesiyle İstanbul'a kaçar (Muhsin Beyi bulmaya). Kıraathaneye giden Muhsin Bey, Ali Nazik'i türkücü yapmaya karar verir. Öncelikli planları Ali'yi gazinoya ve TRT'ye çıkarmaktır. Gazino için Arap Celal'in mekanını ayarlarlar ve yakın arkadaşı bir başka gazinocu Laz Nurettin'i Ali Nazik'i dinlemesi için ikna eder. Televizyon için de çırak Osman birini ayarlar. Ayarladığı adam şüpheli tavırlarla kıraathaneye gelir. Ali'yi TV'ye çıkarmak için 50000 lira ister ve parayı dikkat çekmeyecek bir şekilde (masanın altından) teslim alır. Bu arada Ali ile ev arkadaşı olan Muhsin Bey Ali'yle hayallerini, fikirlerini (Türk Sanat musikisi sevgisi, arabesk nefreti) paylaşır. Akşamında Arap Celal'in gazinosunda sahne alan Ali heyecandan türküyü detone ve sözlerini unutarak okur. Bunun sonucunda Laz Nurettin Ali'yle alay eder. Muhsin Bey sinirli bir şekilde Sevda Hanım ve Ali ile eve döner.
1988 St. Sebastian Ödülü,
En İyi Film,
En İyi Senaryo,
En İyi Erkek Oyuncu,
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu
Özel Jüri Ödülü
Sabra ve Şatilla Katliamı
Sabra ve Şatilla katliamı, 16 Eylül 1982 tarihinde İsrail yanlısı aşırı sağcı Hristiyan Falanjist milislerin Batı Beyrut'ta Sabra ve Şatilla adındaki Filistin mülteci kamplarını basarak çocuklar dâhil yüzlerce (750 ile 3500 arasındadır) kişiyi katletmesi olayıdır. Katliamda sonradan İsrail'in eski başbakanlarından olan Ariel Şaron'un rolü olduğu bilinmektedir. BBC'ye göre İsrail Meclis Araştırma Komisyonu Şaron'u katliamdan dolaylı olarak sorumlu bulmuş, Şaron bunun üzerine Savunma Bakanlığı görevinden istifa etmiştir.
Beyrut’ta iki hafta (15-29 Eylül) süren İsrail işgalinin ikinci gününde (16 Eylül), dönemin İsrail Savunma Bakanı Şaron'un 2.000 Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) üyesinin Sabra ve Şatilla kamplarında olduğunu ikinci kez duyurması üzerine İsrail tankları "uluslararası koruma altına alınmış" Beyrut'a doğru ilerlemeye başladı. Bu, Beyrut'ta kamplarda kalan FKÖ üyeleri meselesi daha sonraları Robert Fisk tarafından, alaylı bir ifadeyle "efsane" olarak nitelenecektir. İsrail askerlerinin bu manevrasını fotoğraflamak isteyen bir Fransız Birleşmiş Milletler yetkilisi, meçhul bir sniper ateşiyle öldürüldü.
Olayın öncesinde Hıristiyan Falanj milislerinin lideri Beşir Cemayel'in bir bombalı saldırı sonucu öldürülmesiyle Falanjistler, intikam fırsatı aramaya başladılar. Dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron’un emrindeki İsrail ordusunun açtığı yoldan ilerleyen Elie Hobeika komutasındaki Hıristiyan Falanjist milisler, Sabra-Şatila'da bulunan, ezici çoğunluğu çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan kamp sakinlerine saldırdılar. Kampta bulunan Filistinli mültecilerle Lübnanlı yoksullar silahsız ve savunmasız durumdaydılar. Falanjistlerin yanı sıra İsrail ajanı Said Haddad da saldırganlar arasındaydı. İsrail, katliamı durdurmak için hiçbir eylemde bulunmadı. Katliamlardaki rolü dolayısıyla Ariel Şaron "Beyrut kasabı" diye anılır.
1982 Sabra ve Şatila mülteci kampındaki katliamdan kurtulmuş 23 kişi 18 Haziran 2001'de yaptıkları şikayet başvurusu ile, dönemin Savunma Bakanı (sonradan İsrail Başbakanı olan) Ariel Şaron´un ve dönemin İsrail Silahlı Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Amos Yaron ve diğer İsrail askeri görevlileri ve Falanjistlerin bu öldürmelerle bağlantılı olduklarını iddia etmişlerdir.
Belçika sorgu hakimi (juge d´instruction) Patrick Collignon, Sabra ve Şatilla katliamı ile ilgili cezai soruşturma başlattı. 15 Mayıs 2002'de, Falanj'ın bu katliamlar sonrası İsrail kuvvetlerinin denetiminde geniş çaplı operasyon yaptığı iddialarıyla ilgili olarak Belçika Temyiz Mahkemesi İddia Makamı, Belçikalı bir savcının Falanjistlerin gerçekleştirdiği bu eylemle ilgili cezai soruşturmayı yürütemeyeceği kararını verdi ve duruşmanın ardından, soruşturmanın Belçikalı savcılarca yürütülmesini durdurdu.
Büyük Kolej (basketbol takımı)
Büyük Kolej, Temmuz 2006'da TBL'den çekilmiş olan Ankara merkezli spor kulübü.
2000-01 sezonunda ilk kez mücadele ettiği TBL'yi 9. sırada tamamlamasına rağmen, "Troy Pilsner" 'in ligden çekilmesiyle birlikte, Türkiye Basketbol Federasyonu tarafından Türkiye'yi Koraç Kupası'nda temsil etmekle görevlendirilmiştir. Koraç Kupası'nda ön eleme turunda Bosna Hersek'in "Zenica Celik" takımını eleyerek ilk tur gruplarına kalan Büyük Kolej, gruplarda Çek Cumhuriyeti'nden Opava, Rusya'dan BK Himki ve Macaristan'dan Atomerömü takımlarıyla oynadığı, 6 maçın 6'sını da kaybederek Koraç Kupası'na veda etmiştir.
2004-05 sezonunu 14. bitirerek ve play-out karşılaşmaları oynamış ve "Beykoz" 'u eleyerek ligde kalmayı başarmıştır. 2004- |
05 sezonu 24. haftasında oynanan Darüşşafaka maçında kural hatası olduğu yönündeki düşüncelerinin ardından ligden çekilme kararı almış ancak daha sonra bu kararından vazgeçmişlerdir.
7 Ağustos 2006 yılında sponsor sıkıntısı nedeniyle TBL'den çekildiğini açıklamıştır.
"Not: TBL son kez mücadele ettiği 2005-06 sezonu kadrosu."
Koç: Naci Özonay
Kiril alfabesi
Kiril alfabesi (Makedonca: "Кирилица" ("Kirilitsa"); Bulgarca: "Кирилица" ("Kirilitsa"); Rusça: "Кириллица" ("Kirillitsa"); Sırpça: "Ћирилица" ("Çirilitsa"), yaygın olarak Slav dillerinin yazımında kullanılan alfabedir. En eski Slav kitaplarının yazıldığı iki alfabeden biri (diğeri Glagol alfabesi) olan Kiril yazısı, Aziz Kiril ve kardeşi Metodius tarafından 9. yüzyılın ilk çeyreğinde oluşturulmuştur.
Yapılan araştırmaların gösterdiklerine göre Kiril ve Metodius'un öğrencileri, 9. yüzyılın ortasında günümüzde Kiril alfabesi olarak bilinen ve halen Rusya, Ukrayna, Bulgaristan, Sırbistan ve diğer ülkelerde kullanılan bu alfabeyi Orta Çağ Yunan (Bizans) alfabesinin temelinde geliştirerek Yunancada bulunmayan birtakım Slav seslerini de buraya eklemişlerdi.
Bugünkü Rusya topraklarındaki Türklerin alfabelerinin Kirilleştirilmesi iki ayrı dairede ve dönemde değerlendirilmelidir. Birincisi Müslüman olmayan Türklere yazı dili oluşturma yoluyla Kiril alfabesinin benimsetilmesidir. Bu tarz bir operasyon, Rus Ortodoks Kilisesi misyonerlerinin titiz ve sabırlı adımlarıyla çarlık döneminde gerçekleşmiştir. İkincisi yazı dili olan Müslüman Türklerin yazılarının Kirilleştirilmesidir. Bu hareket ise, devletin çıkardığı yasayla ve zor kullanılarak Komünist dönemde gerçekleşmiştir.
Kiril alfabesini kullanan ülkeler: Beyaz Rusya, Ukrayna, Bulgaristan, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Moğolistan, Makedonya, Sırbistan.
Rusya'da bu alfabe ilk olarak Orta Çağ'ın başlarında büyük yazı harfleri olarak kullanılmaya başlandı. El yazısı olan italik harfler ise daha sonra geliştirildi. 18. yüzyılın başlarında Büyük Peter Yunan harflerini çıkararak alfabeyi daha basit ve düzenli bir hâle getirdi. 1918 yılında bir değişiklik daha yapılarak, alfabeden diğer gereksiz harfler çıkarıldı. Kiril alfabesi birçok Slav Ortodoks ülkesinde kullanımdadır. Ayrıca Türk Cumhuriyetleri'nden Kazakistan ve Kırgızistan tarafından da hâlâ kullanılıyor. Tablodaki Slavsı olmayan harfler ise Türk-Kiril harfleridir. Başkurdistan, Yakutistan gibi birçok özerk Türk bölgelerinde de Kiril harfleri kullanılmaktadır.
Latinizasyon (Romanizasyon) tabiri genel olarak Latin alfabesi dışındaki ses sitemlerinin Latin Alfabesine çevrilmesini ifade eder. Rusçadaki bazı harflerin Kiril alfabesi kullanan diğer ülkelerdeki alfabelerdeki ses değerlerinden farkı bulunduğu göz önüne alınmalıdır. Örneğin Kiril Е harfi Rusçada farklı Ukraynacada -az da olsa- farklı ses değerlerine sahiptir.
Başka bir versiyon ise şu şekildedir:
Not: İçinde Slavik harfler de olabilir.
Bilgisayarlarda Kiril harfleri "italik" yazıldığında şu biçimlerde gözükürler:
Jikle
Jikle, benzinli motorlarda, motorun soğukken ilk çalıştırılması sırasında kullanılır.
Karbüratörlü eski tip motorlarda rastlanan bu sistem, mekanik yani elle kumanda edilen ya da elektronik yani kendiliğinden devreye giren şekillerde bulunabilir. Prensipte jikle, karbüratörün hava kelebeğini kapatmak veya iyice kısmak suretiyle karışıma giren hava miktarını azaltırken, yakıtın akışını hızlandırıp zengin karışım elde edilmesini sağlar. Özellikle soğuk havalarda motorun daha kolay çalıştırılmasını sağlar. Jikle, motor ısındığında elle veya elektronik olarak devre dışı bırakılarak, benzin harcamasının artmasının ve aracın aşırı zengin karışım nedeniyle boğulmasının önüne geçilir.
Enjeksiyonlu motorlarda hava-yakıt karışımı bilgisayar tarafından otomatik olarak ayarlandığından jikle düzeneği bulunmaz.
Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü
Çaykur Türkiye Cumhuriyeti devletine ait, çay üreten bir Türk firması. Ayrıca Çaykur Rizespor'un forma ve isim sponsorudur. Ayrıca soğuk çay, yeşil çay, organik çay ve siyah çay üretimi yapılmaktadır. 1983 yılında bir kamu iktisadi kuruluşu olarak kurulmuştur.
4 Şubat 2017 tarihinde yayımlanan kararname ile devlete ait bütün hisselerinin Türkiye Varlık Fonu'na devredilmesi kararlaştırılmıştır.
I. Dünya Savaşı'nın getirdiği ekonomik buhranı takiben, yöredeki işsizliğin giderilmesi ve ekonomik refah sağlanması amacıyla Doğu Karadeniz bölgesinde çaycılık faaliyetleri başlatılmıştır. TBMM tarafılan 1924 yılında çıkarılan 407 sayılı kanun ile çay tarımı yasal güvence altına alınmıştır. Ziraat Umum Müfettişi Zihni Derin tarafından yürütülen çay üretme çalışmalarının başarılı olması sonucu 1937 ve 1940 yıllarında Batum'dan getirtilen tohumlarla çay bahçeleri kurulmuştur.
Çay üreticiliği takip eden yıllarda da Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından desteklenmiştir. 1938'de ilk çay mahsülü alınmış, 1947'de ilk çay fabrikası kurulmuştur. 1963 yılından itibaren Türkiye'nin çay tüketiminin karşılanmasında ithalatın yerini yerli üretim almıştır. Çaycılık faaliyetleri 1948 yılına kadar Devlet Ziraat İşletmeleri tarafından, 1949-1973 yılları arasında ise Tekel Genel Müdürlüğü ve Tarım Bakanlığı işbirliği ile yürütülmüştür.
1971 yılında çıkarılan 1497 sayılı kanun ile tüm çaycılık faaliyetleri Çay Kurumu Genel Müdürlüğüne devredilmiştir. Bu kurum 1982 yılında çıkarılan 2929 sayılı kanunla Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü haline gelmiş ve kamu iktisadi kurumu statüsü (KİK) kazanmıştır. KİK statüsü 1994 yılında çıkan 4046 sayılı kanunla değiştirilmiş ve Çaykur bir İktisadi Devlet Teşekkülü (İDT) olmuştur. İDT statüsüne alınmasından itibaren özelleştirme tartışmalarına konu olmuştur. 2017 yılında tüm hisseleri Türkiye Varlık Fonu'na aktarılmıştır.
Cumhuriyetçi Parti (Amerika Birleşik Devletleri)
Cumhuriyetçi Parti (İngilizce: Republican Party), Amerika Birleşik Devletleri'ndeki iki büyük partiden biri. Diğeri Demokratik Parti'dir. Genelde izlediği siyaset muhafazakar sağ olarak tanımlanabilir.
1994 yılından beri Temsilciler Meclisi ve Senato seçimlerinde çoğunluğu elinde tutan Cumhuriyetçi Parti'nin 2006 seçimlerinde büyük bir yenilgiye uğradığı gözlendi. 2000 yılında Cumhuriyetçi aday George W. Bush'un başkan seçilmesinden sonra Cumhuriyetçi Parti 6 yıl süreyle ABD'nin hem yasama hem de yürütme kollarına egemen olmuştu. 2007 yılında yasama kolu Demokratik Parti'nin eline geçerken, 2008 yılındaki başkanlık seçimleriyle iktidarı Demokratik Parti'ye kaptırmışlardır.
Cumhuriyetçi Parti, 19. yüzyılın ortalarında ABD'de köleliğin büyük bir tartışma konusu olduğu bir ortamda doğdu. Kölelik tarımın egemen olduğu güney eyaletlerinde yaygındı. Sanayinin egemen olduğu kuzey eyaletlerinde kölelik yasaklanmıştı. Daha önce kurulmuş olan Demokratik Parti köleliği savunan Güneyli üyeleri ile köleliğe karşı çıkan kuzeyli üyeleri arasında ikiye ayrılmıştı. Cumhuriyetçi Parti 1854 yılında güney eyaletlerinin köleliği yayma çabalarını önlemek amacıyla kuruldu. 1860 yılında ilk defa Cumhuriyetçi Parti'nin adayı Abraham Lincoln başkan seçildi ve kısa bir süre sonra Amerikan İç Savaşı patlak verdi. İç Savaşı Abraham Lincoln önderliğindeki kuzeylilerin kazanmasıyla kölelik sona erdi ve 19. yüzyılın geri kalan bölümünde Cumhuriyetçi Parti siyah Amerikalıların oylarını kolayca kazanmaya devam etti. Fakat 20. yüzyıl başlarında Amerikan siyasetinde büyük değişiklikler oldu. Demokratik Parti'den seçilen başkan Franklin D. Roosevelt'in işçilere ve orta gelirli kesime verdiği haklar Demokratik Parti'yi liberal sol bir çizgiye oturttu.
Cumhuriyetçi Parti ise muhafazakar kesimin savunucusu konumuna geldi. Partinin güneydeki tabanı büyüdü. Cumhuriyetçi Parti, Başkan Richard Nixon'un Watergate skandalı sonucu 1974 yılında başkanlıktan istifa etmesiyle büyük bir yara almasına rağmen Cumhuriyetçi Başkan Ronald Reagan'ın başkanlığı döneminde tekrar başarıya ulaştı.
Cumhuriyetçi Parti vergi yükünün azaltılması ve firmalara yasalarla getirilen kısıtlamaların azaltılması yanlısıdır. Sosyal konularda muhafazakar bir tutum izler. Özellikle dindar Protestan grupların (evanjelist) desteğine sahiptir. Kürtajın yasaklanması gerektiğini savunur. Protestan ağırlıklı güney eyaletlerinde büyük bir desteğe sahiptir.Ayrıca silah serbestliği kanunu'nu destekler.
Irak'ta 2003 yılından beri süregelen Amerikan ağırlıklı müdahelenin başarısızlığı Amerikan halkının Cumhuriyetçi Parti'ye olan desteğine zarar vermiştir. 2004 yılında George W. Bush ikinci bir defa başkanlığa seçilmiş olmasına rağmen kamuoyu yoklamalarında desteğinin büyük oranda düştüğü gözlenmektedir. Kongre'de Cumhuriyetçi Parti üyelerin karışmış olduğu yolsuzluk skandalları da partiye büyük zarar verdi. 7 Kasım 2006 tarihinde yapılan ara seçimlerde Cumhuriyetçi Parti'nin büyük bir yenilgiye uğradığı gözlendi. Hem senato hem de Temsilciler Meclisi'nde çoğunluğunu kaybeden Cumhuriyetçi Parti, 2008 Seçimlerinde kaybederek yönetimi Demokrat Parti, Barack Obama ile devralmıştır.
Demokratik Parti (Amerika Birleşik Devletleri)
Demokratik Parti veya Demokrat Parti (İngilizce: Democratic Party), Amerika Birleşik Devletleri'ndeki iki büyük partiden biri. Diğeri Cumhuriyetçi Parti'dir. Parti Sosyal liberal ve ilerici siyaseti destekler; ilericiler, liberaller ve merkezcilerden oluşmaktadır.
Demokrat Parti son 50 yıl içinde genel olarak Cumhuriyetçi Parti'ye göre başkanlık seçimlerinde daha az bir başarı gösterdi. Fakat aynı dönemde, özellikle (1950-1990) yılları arasında, Temsilciler Meclisi ve Senato seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti'ye göre çok daha başarılı oldu. Ancak 1994 yılında bu üstünlüğünü kaybeden Demokratik Parti 2001 yılında George W. Bush'un başkan seçilmesinden sonra 6 yıl süreyle devletin hem yasama hem de yürütme kanatlarında muhalefet rolüyle yetindi. 7 Kasım 2006 ara seçimlerinde bu koşullar tekrar değişti. Demokrat Parti 12 yıldan sonra ilk defa hem Senato hem de Temsilciler Meclisinde çoğunluğu ele geçirdi.
Demokrat Parti 1828 yılında kuruldu. 1860'lı yıllarda İç Savaş sırasında ikiye ayrıldı. Güneyli d |
emokratlar kölelik yanlısıydılar. Kuzeyli demokratlar köleliğe karşı çıkıyorlardı. Cumhuriyetçi Parti bu ortam içinde köleliğe karşı olarak kuruldu ve Cumhuriyetçi aday Abraham Lincoln başkan seçildi. Güneyliler savaşı kaybettikten sonra uzun bir süre kuzeyin baskısı altında yaşadılar. Bu döneme "Yeniden Yapılanma" denir. Baskı ortamı güneyde büyük bir tepki yarattı ve bu tepkiyi kendi çıkarına kullanan Demokrat Parti güneyde özellikle beyazlar arasında büyük bir destek buldu. 1929 yılında New York Borsası'nda meydana gelen ani bir çöküntü Amerika'da 10 yıl süren bir ekonomik gerileme ve sıkıntı dönemini başlattı. Bu döneme "Büyük Buhran" "(The Great Depression)" adı verilir. Demokrat Parti'nin adayı Franklin D. Roosevelt bu dönemde başkanlığa seçildi ve ekonomik gerilemenin etkisini azaltmak için sosyal sigorta, işsizlik sigortası gibi alanlarda birçok reformlar yaptı. İşte bu dönemde Demokrat Parti'nin Sosyal Demokrat çizgisi belirginleşmeye başladı. İç Savaştan beri Cumhuriyetçi Parti'ye oy veren siyah Amerikalılar Demokrat Parti'ye yönelmeye başladılar. İşçi sendikaları da Demokratik Parti'nin çalışanlara kazandırdığı hakların etkisiyle üyelerini Demokrat Parti'ye yönelttiler. ABD'nin güneyinde Demokrat Parti'nin sahip olduğu destek yavaş yavaş kaybolmaya başladı. Bunun yerine büyük şehir merkezlerinin yoğunlaştığı kuzeydoğu, ortabatı eyaletleri ve Kaliforniya gibi batı bölgeleri Demokrat Parti'nin kuvvet merkezleri haline geldi.
Demokrat Parti'den seçilen başkan Bill Clinton 90'lı yıllarda çok başarılı bir başkanlık dönemi yaşadı. Kalkınma oranı yükseldi. İşsizlik oranı düştü. Bütçe açığı kapatıldı. Amerikan ordusu dünya çapında sadece insancıl amaçlarla Bosna, Kosova gibi yerlerde müdahalelerde bulunmakla kaldı, Filistin-İsrail çatışmasında daha tarafsız bir tutum izledi. 2000'li yıllarda Demokrat Parti başkan adayları Al Gore (2000) ve John Kerry (2004) seçimleri kaybettiler. 11 Eylül 2001 Saldırısı'nın toplumda yarattığı olumsuz tepkinin de etkisiyle Amerika Birleşik Devletleri Cumhuriyetçi başkan George W. Bush'un önderliği altında daha saldırgan bir dış siyaset izlemeye başladı. Fakat 2005 yılından sonra Amerikan toplumunda George W. Bush'un Irak siyasetine karşı hoşnutsuzluk düzeyi artmaya başladı. 7 Kasım 2006 tarihindeki ara seçimlerde büyük bir zafer kazanan Demokrat Parti 12 yıldan sonra tekrar hem Senato, hem de Temsilciler Meclisi'nin çoğunluğunu ele geçirmeyi başardı. 4 Kasım 2008 tarihinde Demokrat Parti adayı Barack Obama'nın Başkan seçilmesiyle Demokrat Parti ABD'nin hem Yasama, hem de Yürütme kollarını eline geçirmiş oldu. Ancak bu durum sadece 2 yıl sürdü. 2010 seçimlerinde Temsilciler Meclisi, 2014 seçimlerinde de Senato Cumhuriyetçilerin eline geçti. Şu an için ABD'de Demokrat Parti Yürütme, Cumhuriyetçi Parti ise Yasama kollarını elinde bulundurmaktadır.
Genelde günümüzde Demokrat Parti siyah Amerikalılar, Katolikler, Yahudiler, göçmenler, kadınlar, azınlıklar ve yüksek eğitimli kişiler arasında destek bulmaktadır. İşverenlerin ve büyük firmaların karşısında işçilerin ve çalışan kesimin yanında yer alır. Kürtaj haklarının kısıtlanmasına karşı kesin bir tavır almıştır. Eşcinsellerin ve diğer azınlıkların haklarını savunan bir siyaset izler. Devletin gerektikçe vergileri arttırarak, az gelirli yurttaşlara daha geniş olanaklar sağlaması yanlısıdır. Çevre kirliliğini önleme konusunda titizlik gösterir. Dış siyaset konusunda Cumhuriyetçi Parti'ye göre daha ılımlı bir tutum sergiler. Silah serbestliği kanununa sıcak bakmaz.
Kan Sesi
Kan Sesi veya Kıbrıslı Türkler’e Barbarlıklar ve Madalyonun Öteki Yüzü (Yunanca: Φωνή αίματος; İngilizce: "Voice of Blood"), 1974'te Kıbrıs Harekâtı sırasında EOKA-B tarafından Muratağa, Sandallar ve Atlılar köylerinde çoğu kadın ve çocuk 126 Kıbrıslı Türk'ün öldürülmesini anlatan Kıbrıslı Rum asıllı İskoç yazar Antonis "Tony" Angastiniyotis'e ait belgesel.
Belgesel, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükûmetine bağlı olan Bayrak Radyo Televizyon Kurumu'nun BRT kanalında yayınlandı. Belgesel içeriğini aynı zamanda kitap olarak yayımlandı. Antonis Angastiniotis konu hakkında şöyle konuştu;
Ayrıca Aralık 2004 tarihinde Kıbrıs Türk Kültür Derneği'nin İstanbul Şubesi, Şişli'deki şube binasında 1963-1964 Kıbrıs olayları nedeniyle basın toplantısı düzenledikten sonra belgesel katılımcılar tarafından izlendi.
Taşkent Katliamı
Taşkent Katliamı, Kıbrıs Harekâtı sırasında ikinci harekâtının başlatıldığı 14 Ağustos 1974'te Taşkent (Tohni) köyünün erkeklerinin topluca öldürüldüğü olay.
Rumlar tarafından öldürülen Taşkent (Dohni) köyünün erkekleri esir mübadelesi için götürüldüklerini zannediyorlardı.
Eski EOKA-B üyesi olduğunu söyleyen Andreas Dimitriu isimli Kıbrıslı Rum'un "Alithia" gazetesine yaptığı açıklamasına göre, Rum ve Yunanlar 14 Ağustos 1974'te Taşkent köyünde 89 Kıbrıslı Türk'ü evlerinden topladıktan sonra öldürmüşlerdir (Köydeki 9 yaşından büyük bütün erkek çocukları).
Köydeki Türk erkeklerini esir değişiminde kullanılacağını sanarak topladıklarını anlatırken, "Ne yaptıysak devletin yasal güçleriyle beraber yaptık" diye konuşmuştur.
John Travolta
John Joseph Travolta (d. 18 Şubat 1954, New Jersey), ABD'li oyuncu ve şarkıcı. Saturday Night Fever ve Grease filmlerindeki performansı ile öne çıkmaya başladı. İlginç fiziği; özellikle yüz yapısı onun en önemli özelliklerindendir. Altı çocuğun sonuncusu olarak dünyaya gelmiştir.. New Jersey eyaletinde büyümüştür. Babası Salvatore yarı profesyonel futbolcudur. Annesi Helen ise bir aktris idi.
Oğlu Jett Travolta 2009 yılının başlarında hastalığı "Kawasaki Sendromu"na yenik düşmüş ve yaşamını yitirmiştir.
Taklamakan Çölü
Taklamakan Çölü, (veya Takla Makan, Çince: 塔克拉玛干沙漠; Pinyin: Tǎkèlāmǎgān-Shāmò, Taklimakan Shamo, Uygurca: "Täklimakan Toghraqliri"), Rub' ul-Hali'den sonra dünyanın ikinci büyük aynı zamanda Çin'deki en büyük Kum çölüdür. Anaasya'dan kuzeybatı Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nden Tarım Havzasının batı bölgesinden 218 numaralı Anayola kadar uzanır. Bu anayolun doğusunda Tarım Havzasının en derin yeri olan Lop Nur Çölü bulunur. Önceleri Taklamakan Çölü ve Lop Nur Çölü Tarım Nehri, Konçe Derya ("Konqi He") ve Çerçen Derya ("Qarqan He") nehirleri ile ayrılırdı, fakat Tikenlik'in güneyi son on yıldan beri kurudu.
Genişliği batıdan doğuya 1000 kilometre, kuzeyden de güneye 400 kilometre olan Taklamakan Çölü, 324 bin kilometrekarelik alanı kapsamaktadır.
Xinjiang Sosyal Bilimler Akademisi'nden araştırmacı Qian Boquen, "takli" kelimesinin Türkçedeki kavak anlamına gelen "tohlak" veya "tohrak" kelimelerinden, "ma" hecesinin büyüklüğü ifade ettiği, "kan" hecesinin de eski Farsça'daki ülke, kent veya köy demek olan "kand" sözcüğünden geldiğini, bu nedenle Taklamakan'ın "kavak ülkesi" demek olduğu görüşünü dile getirmektedir.
Ortalama yıllık yağış 30 mm altında olan bölgeler Çöl sayılır aynı zamanda kurak'tır. Bu çok kurak olan iklim, iki nedenden oluşur. Birincisi Taklamakan yüksek sıradağların yağmur gölgesindedir. İkincisi Taklamakan Karasal iklim kuşağında oluşudur. Denizlerden gelen Hava akımları daha Anaasya'ya ulaşmadan nemini kaybeder, böylece yüksek sıcaklığa yol açar.
Yüksek sıradağların eteklerinde birçok vaha'larda zengin bitki örtüsü vardır. Kunlun Shan ve Tanrı Dağları'ndan eriyip gelen kar suları Tarım Nehri'ni ve diğer ırmak ve dereleri besler, Tarım nehri boyunca Kavak ("Populus diversifolia", "Populus euphratica"), Söğüt ("Salix × sepulcralis"), Yalancı iğde ("Hippophae rhamnoides") ve çok sık çalılık kendir ve kenevir gibi bitki örtüsü vardır. Tarım vadisinde ince bir Kavak ormanları yetişir. Ilgıngiller ailesinden olan "Tamarix ramosissima" bitkisi, tuzlu ve alkali topraklarda yetişir, ve derin köklüdür. Bu bitki pullu(kepekli) olan yapraklarından tuzu dışarı atar.
Taklamakan Çölü Sincan Eyaletinin aşağı yukarı üçte ikisini kaplar. Alanı ortalama 300.000 km² olup büyük bir kısmı 100 metre kumul'la kaplıdır, bazı beyanlarda hatta 300 metre yüksekliğindedir.
Başlıca vaha şehirleri, yağış alan dağlardan gelen sulardan beslenen, güneyde Kaşgar, Miran (Çince: 米兰遗址, "Mǐlán yízhǐ" - bir antik vaha şehri) , ve Hotan ("Khotan"), kuzeyinde Kuçar İlçesi ve Turfan, doğudaki Loulan ve Dunhuang'dır.
Taklamakan Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nın bir parçası deprem tehdidi altındadır.
Çöl'de Tuz gölleri vardır. Birkaç metre derinlikte büyük tabansuyu tabakası bulunur, tahminen etrafındaki Sıradağlardan eriyen kar sularından birikmiştir.
Taklamakan Çölü'ndeki petrol kaynakları dünyanın en zengin petrol rezervleri arasında yer almaktadır.
Platin grubu metaller
Platin grubu metaller. periyodik cetvelde, altı element için kullanılan bir gruplandırmadır. Bu elementlerin tümü geçiş metallerinden olup d blokunda (8, 9, ve 10. gruplarda, 5 ve 6. periyotlarda) yer alırlar.
Platin grubu metalleri: rutenyum, rodyum, paladyum, osmiyum, iridyum, ve platin'dir. Hemen hemen aynı fiziksel ve kimyasal özellikler gösterirler ve aynı mineral yataklarında genellikle birlikte bulunurlar.
Fiyatları için kıymetli metaller maddesine bakabilirsiniz.
Muğlalı Memiş
Muğlalı Memiş, Ege ezgilerini icra ederek özellikle bölgesinde ismini duyurmuş bir müzisyen. Asıl adı Memiş Günüç'tür. Ege bülbülü lakabı ile de tanınmaktaydı.
Kliplerinin yanı sıra sekiz albümü bulunmaktadır. İki CD'den oluşan; Türk sanat müziği, Türk halk müziği ve gazel örneklerinin icra edildiği "Rakı Masası, Şarkılar ve Gazeller" albümünü Ahmet Yiğit ile birlikte seslendirmiştir.
Muğlalı Memiş kalp krizi geçirerek hayata veda etmiş ve Muğla Yenişehir Mezarlığı'na defnedilmiştir. Memiş Günüç evli ve iki çocuk babasıydı.
The Madcap Laughs
The Madcap Laughs Syd Barrett'in ilk solo albümüdür. 3 Ocak 1970'de yayınlanmıştır. Albüm kapağı Pink Floyd'un da birçok albüm kapağını yapan Hipgnosis tarafından hazırlanmıştır. James Joyce'un bir şiiri olan Golden Hair dışında her şarkının söz ve müziği Syd Barrett'e aittir. Albümden Octopus / Golden Hair single'ı çıkmıştır.
Göksel
Göksel Demirpençe (d. 25 Kasım 1971, İstanbul |
), Türk şarkıcı-şarkı yazarı.
Göksel Demirpençe 25 Kasım 1971 yılında İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü'ndeki eğitimini devam ettirirken profesyonel olarak müzikle ilgilenmeye başlamıştır. 2002-07 yılları arası Alper Erinç ile evli kalmıştır..
Göksel, 1992 yılından itibaren birçok orkestrada solistlik yaptı. 1995 yılında ünlü müzisyen Onno Tunç'la tanışmasıyla birlikte müzik kariyerinde ilk albümünü yayınladı. Ve yine aynı yıl Sezen Aksu'nun orkestrasında vokalist olarak görev aldı.
İlk albümü "Yollar" Sarp Özdemiroğlu prodüktörlüğünde 1997 yılında yayınlandı. Albüm ağırlıklı olarak sanatçının kendi bestelerinden oluşuyordu. Kendi şarkıları dışında söz ve müzikleri Sezen Aksu ve Onno Tunç'a ait "Kurşuni Renkler" ve "Yakışıklı" adlı iki şarkıyı yorumladı. Albümün ses getiren ilk parçası "Sabır" oldu. Şarkı Göksel'in teatral yorumu ve Yavuz Çetin'in gitar solosuyla beraber, deneysel tatlar içeren video klibiyle de müzikseverlerin beğenisini kazandı, ikinci albümü "Körebe" Ekim 2001'de piyasaya çıktı. Bu albümde yer alan "Depresyondayım" şarkısı geniş kitleler tarafından çok sevildi. "Körebe" albümü aynı zamanda Göksel ve Alper Erinç'in müzikal birlikteliklerinin başlangıcı oldu. Şarkıcı aslında neşeli biri olduğunu ancak şarkılarını hüzünlü zamanlarda yazdığını söylemiştir.
Göksel, Alper Erinç prodüktörlüğünde 2003 yılında "Söz Ver", 2005 yılında "Arka Bahçem" ve 2007 yılında çıkış şarkısı olarak "Yarabbi Şükür" seçilen "Ay'da Yürüdüm" albümüyle müzikseverlerle buluştu, 2009 Mayıs ayında yayınlanan "Mektubumu Buldun mu?" ve 2010 yılında "Hayat Rüya Gibi" albümleri ile 70'li yılların şarkılarını yeniden seslendirdi. Yine 2012 yılında Ozan Çolakoğlu prodüktörlüğünde "Bende Bi' Aşk Var" isimli albümü çıkaran Göksel, büyük beğeni topladı. "Bende Bi Aşk Var" son yılların en iyi albümü olarak nitelendirildi. Göksel, dijital platformda yılın en çok indirilen şarkısı "Acıyor" ile Altın Kelebek, Avrupa Gazeteciler Derneği Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti "En İyi Pop Kadın Sanatçı" ödüllerine layık görüldü. Göksel üçüncü video klibi "Yalnız Kuş"'u 2012 Kasım ayında yayınladı. 2013 Türkiye Video Müzik Ödüllerin'de "En iyi kadın şarkıcı" ödülünü almıştır. 5 Ocak 2015 günü Göksel'in dokuzuncu stüdyo albümü "Sen Orda Yoksun"u Avrupa Müzik etiketiyle dijitalde yayımladı. Albümün aranjörlüğünü Ozan Çolakoğlu üstlendi. Şarkı sözlerinin yer aldığı albüm kitapçığını, Göksel kendi el yazısıyla yazdı. Albüm fotoğrafları Moskova'da Aytekin Yalçın tarafından çekildi. Toplam on bir şarkının yer aldığı albümdeki tüm şarkıların söz-müziği Göksel'e ait. Albümün son şarkısını ise Göksel ve Mabel Matiz beraber yazdılar.
Abraham Laboriel
Abraham Laboriel, (d. 17 Temmuz 1947 Meksiko, Meksika) Müzisyen.
Babasının hediye ettiği gitar ile müzikle erken yaşlarda tanıştı. İlk kayıtını Los Traviesos grubu ile henüz on yaşında iken yaptı. Gençlik yıllarında Boston'daki Berklee müzik okuluna kaydoldu. Johnny Mathis, Michel Legrand, ve Henry Mancini ile birlikte 1976 yılında Los Angeles'e gittiler ve burada stüdyo kayıtlarına başladılar.
George Benson, Larry Carlton, the Crusaders, Ella Fitzgerald, Dave Grusin, Herbie Hancock, Freddie Hubbard, Al Jarreau, John Klemmer, Manhattan Transfer, Joe Pass, Joe Sample, Lalo Shifrin, Diane Schuur, Sara Vaughan, ve Joe Zawinul gibi birçok jaz müzisyeni ile birlikte çaldı. Lee Ritenour, Ernie Watts ve Alex Acuna ile birlikte Friendship adında bir albüm çıkardılar.
Anter kültürü
Anter kültürü, polen kültürü olarak da bilinir, bir bitkiden izole edilen anterlerin uygun bir gıda ortamına alınarak yeni bitkilerin yetiştirilmesi tekniğidir. Haploit (n kromozomlu) bitki üretmek amacıyla kullanılan ve özellikle bitki ıslahı yönünden önem taşır. Fazla miktarda haploid bitki üretimi sağlayacak olan anter kültürü ile istenilen mutant tiplerin seçimi ve yeni kültüvarların geliştirilmesi mümkündür.
Polen oluşumu sırasında anterlerin çiçek tomurcuklarından çıkarılıp aseptik (mikropsuz) koşullarda besin ortamına alınmasıyla başlar. Anterler bu kültür ortamına mitoz bölünme geçirerek gelişirler. Gelişme süreçlerini tamamladıkları zaman haploid bitkicikler elde edilir.
Haploid bitkiler ıslah çalışmalarında genetik analizlerde ve benzer çalışmalarda kullanılan önemli mataryellerdir. Haploid bitkilerin ıslah çalışmalarında kullanabilmesi için bunların istenilen genetikten istenildiği zaman yeterli miktarda ve kolay elde edilebilmesi için anter kültürü yoluna gidilir. Elde edilen haploid bitkilerin kolşisin (hücrelerde kromozom sayısının 2 katına çıkması için kullanılan bileşik) veya diğer mutagenlerle kromozom katlanması sağlanır. Elde edilen bitkiler % 100 homozigottur. Anter kültürü ayrıca melezme ıslahında da kullanılmaktadır.
Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı
Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı: Değerlerin Sorgulanması (Zen and the Art of Motorcycle Maintenance: An Inquiry into Values), ABD'li felsefeci Robert M. Pirsig'in 1974 yılında yayımlanmış olan bir kitabı ve nitelik metafiziğini konu eden ilk metinlerden biridir. Kitabın ismi, 1953'te yayımlanan ve Eugen Herrigel imzalı "Okçuluk Sanatında Zen" isimli bir başka kitabın başlığı üzerinde bir kelime oyununa dayalıdır. Otobiyografik roman formunda yazılan "Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı", ABD'nin bir ucundan diğerine yapılan on yedi günlük bir yolculuğu anlatmakta ve bu yolculuk esnasında çeşitli karakterlerle yapılan konuşmalara yer vermektedir.
Felsefi bir deneme olarak da değerlendirilebilecek bu romanda, yazar Robert M. Pirsig Nitelik kavramının anlamı üzerinde fikirler yürütmektedir.
Haluk Kırcı
Haluk Kırcı (d. 1958, Erzurum), 8 Ekim 1978 günü Bahçelievler katliamında yedi Türkiye İşçi Partisi üyesi genci öldürmekten hüküm giyen ve 28 Mayıs 2010 tarihinde tahliye edilen kişidir.
Kırcı, 1958 yılında Erzurum'da doğdu. Ülkücü çevrelerde "İdi Amin" lakabı ile tanınır. 8 Ekim 1978 günü Ankara'nın Bahçelievler semtinde yedi Türkiye İşçi Partisi üyelerinin öldürülme eylemlerinin sanığı olarak hakkında arama kararı çıkartıldı. 12 Nisan 1988'de Bahçelievler katliamı davasında idama mahkum oldu. 16 Temmuz 1989 tarihinde Bursa Cezaevi'nde ki açık görüşte, üzerinde "Ali Ekinci" sahte kimliği ile firar teşebbüsünde bulundu.
Çıkarılan infaz kanunundan yararlandı ve 26 Nisan 1991 tarihinde Bursa Cezaevi'nden şartlı olarak tahliye edildi. Ancak her idamı için ayrı hesaplanması gereken süre henüz tamamlanmadığından tekrar aranmaya başlandı.
Kırcı firarda iken 1 Ağustos 1992'de Erzurum'da evlendi. Nikâh şahitliğini dönemin Erzurum Valisi Mehmet Ağar yaptı.
25 Ocak 1996'da İstanbul'da yeniden yakalandı ve aynı gün firar etti. O zamanki emniyet müdürünün bu firarda yardımlarının olduğu iddia edilmektedir.
Kırcı, sağlık sektöründe faaliyet gösteren çok sayıda şirkete ortak oldu. 10 Ocak 1999'da, İstanbul terörle mücadele ekiplerinin bir operasyonu ile yakalandı. 8 Şubat 1999'da İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde yargılanmaya başladı.
Ömer Lütfü Topal cinayetinden beraat eden Kırcı, Susurluk çetesine üye olmak suçundan 4 yıl hapse mahkum oldu.
18 Mart 2004’de ikinci kez yanlışlıkla tahliye edilen Haluk Kırcı, Bahçelievler’de öldürülen öğrencilerin avukatlarının itirazı üzerine aranıyordu.
Yanlış infaz hesabı nedeniyle serbest bırakılan ve ardından kaçtığı Ukrayna'da yakalanan Haluk Kırcı, sorgusunun ardından kesinleşmiş hapis cezaları nedeniyle 4 Şubat 2005 günü Kartal Cezaevi’ne gönderildi. 28 Mayıs 2010 tarihinde tahliye oldu ve 8 Şubat 2011 tarihinde tutuklandı. 4 Şubat 2014 tarihinde yeniden tahliye oldu.
Alparslan Türkeş'in vefatı üzerine kendisinin ve yakın arkadaşlarının yaşadıklarını kodlama isimlerle "Çapraz Biçildi İsyanlarım" kitabında anlatmıştır. Kitaptaki Musa, Cumali, Hamdi ve Kemal isimli karakterlerin Haluk Kırcı, Muhsin Yazıcıoğlu ve Abdullah Çatlı oldukları iddia edilmektedir.
Yunan tanrılarının soyağacı
İşaretli olanlar Olimpos'un 12 tanrısı ve belli bir çağda dünyaya hükmetmiş olan tanrılardır (Uranus, Kronos ve Zeus).
Türkiye'deki enerji santralleri listesi
Katı fosil yakıtların kimyasal enerjisinin kazanlarda buhar elde etmek için kullanıldığı ve Rankine su-buhar çevrimine uygun Buhar türbinleri kullanılarak elektrik enerjisine dönüştürüldüğü elektrik santralleridir.
Günümüzde elektrik büyük oranda bu yöntemle üretilmektedir.
Yüksek seviyedeki su birikintisinin potansiyel enerjisinin su türbinlerini harekete geçirmek için kullanıldığı santrallerdir.
Gaz türbinleri ve egzoz kazanları kullanarak buhar türbinleri ile güç üretimi yapan termik santrallerdir.
Atom parçacıklarını ayıran veya birleştiren, fizyon (Proje aşamasında) 4800 MW (Tahmini)
Yeraltı sıcak katmanlarını yüksek sıcaklık kaynağı, atmosferi düşük sıcaklık kaynağı olarak kullanmak suretiyle güç üretimi yapan santrallerdir.
Rüzgâr türbinleri vasıtasıyla güç üretimi yapan santrallerdir.
Kuyruk özyineleme
Bilgisayar biliminde, kuyruk özyineleme özel bir özyineleme çeşididir.
Bir işlevin döndüreceği değer, doğrudan çağırdığı işlevin döndüreceği değere eşitse buna kuyruk özyineleme denir. Konu özyineleme ile sınırlı olmasa da, özyineleme sırasında işlev çağırma miktarının çokluğu nedeniyle önem kazanır.
İşlev çağırma, dolayısıyla özyineleme göreceli olarak pahalı bir iştir. Bunun sebebi işlevlerin çağırılması ve sonlanması arasında yığından (stack) ve muhtemelen öbekten (heap) yer tüketmesidir. Özyineleme sırasında çağırılan işlev, kendi içinden çağırılan bütün işlevlerin bitmesini beklemektedir. Bu zincir yapı algoritma ve girdiye bağlı olarak çok uzayabilir. Bu durumda eşdeğer döngüsel algoritmadan yavaş olacağı gibi, fazla hafıza tüketimi nedeniyle hesaplama bitmeden sonlandırılabilir.
Eğer özyineleme kuyruk yapısındaysa, derleyici ya da yorumlayıcı çalışma zamanında yığının büyümesini engelleyebilir. Bunun sebebi, artık işlevin yığında yer kaplamasına gerek kalmaması ve kendisini çağıran işleve değer olarak doğrudan kendi çağırdığı işlevin çıktısının döndürülebilmesidir. Bu tarz eniyileme işlemleri her derleyici tarafından |
gerçekleştirilmese de özellikle yaygın işlevsel dillerin derleyicileri tarafından gerçekleştirilir.
Faktöriyel işlevi basit olarak Standart ML'de şu şekilde tanımlanabilir:
Özyinelemenin gerçekleştiği nformula_10 durumunda döndürülen değer n*fak(n-1) olduğundan bu kod kuyruk özyineleme yapısında değildir.
Öte yandan ikinci bir işlev (fak2) sayesinde bu kod kolaylıkla kuyruk yapıya çevirilebilir;
Türbin
Türbin, bir akışkanın enerjisini işe çevirmek için kullanılan alettir. Türbin bir mil ve üzerinde kanatçıklardan oluşur. Kullanılan akışkana göre türbinin yapısı değişir. Çalışma prensibi şu şekildedir. Akışkan türbinin kanatçıklarına çarparak türbin miline hareket verir, hareket milin çıkışında mekanik işe dönüşür.
Kullanım alanları oldukça geniş ve yaygındır.
Genelde enerji santrallerinde kullanılır, fosil yakıt (petrol veya doğal gaz) veya nükleer yakıttan alınan enerji ile buhar elde edilir. Buharın türbin kanatçıklarına çarparak döndürmesi ve türbin çıkışında elde edilen dönme ile enerji elde edilir.Buharın potansiyel enerjisini, kinetik enerjiye ve kinetik enerjiyi mekanik enerjiye dönüştüren güç ünitesidir.
Çalışma prensibi: Sabit kanada giren buharın basınç ve sıcaklığı düşürülür. Buna karşılık buhar belirli bir hız kazanır. Hız kazanmış olan buhar hareketli kanatlara çarparak mekanik enerji üretilir.
Aksiyon Türbinlerinde basınç ve sıcaklık düşüşü, başka bir deyişle ısı düşüşü sadece sabit kanatlarda yapılırken, Reaksiyon Türbinlerinde hem sabit, hem de seyyar yani hareketli kanatlar yapılır.
Düşük buhar basıncı ve sıcaklığında çalışan küçük güçlü türbinler tek basamaklı olabilir. Ve bunlar sadece Aksiyon tipte yapılır. Tipik örneği Laval Türbini’dir. Büyük güçlü türbinler çok basamaklı yapılır ve hem Aksiyon hem de Reaksiyon tipte olabilir.
Eksenel akışlı türbinlerde, buharın türbin içinde akış doğrultusu türbin mili eksenine paralel iken, Radyal tiplerde diktir. Türbinler daha çok Eksenel, nadiren de Radyal tip olarak yapılır.
Kara türbinlerinde genellikle devir sayısı sabittir.(n= sabit) En fazla kullanıldığı alanlar termik santraller ve endüstridir.
Gemi türbinlerinde devir sayısı değişkendir. Gemilerde türbinin ana görevi, pervane miline hareket vermektir. Bunun yanında, geminin ihtiyacı olan elektriğin üretiminde de kullanılırlar. Türbinli gemilerde redüktör kullanılarak pervane devri 200-300 dev/dak’ya düşürülür. Türbin devir sayıları daha yüksektir ve genellikle 3000 dev/dak’nın üzerindedir. Pervaneyi bu devirde çalıştırırsak, pervane verimi düşer. Bu nedenle araya bir redüktör yerleştirilir.
Buhar türbini yapısı gereği sadece tek yönde döner, tersine döndürülemez. Halbuki gemilerde hem ileri, hem de daha kısa süreli olmak üzere geri (gemicilik deyimiyle: tornistan) hareket vardır. Bu hareketleri sağlamak için türbinli gemilerde üç tip sistem kullanılır.
Bu türbinlerde türbinde buharın çıkış basıncı (Po) atmosfer basıncının altındadır(yani eksi(-)basınç altındadır). (Po < Patm ) Bu, türbin çıkışına kondenser adını verdiğimiz ısı eşanjörü yardımıyla buharın yoğuşturulmasıyla sağlanır. Bütün güç türbinleri (Santral ve Gemi) bu şekilde yapılır.
Bu tipte çıkış basıncı atmosfer basıncının üzerindedir. (Po > Patm ) Özellikle elektrik ve ısının beraber kullanıldığı (kojenerasyon) endüstri türbinleri bu tipte yapılır. Burada elektrik üretmenin yanında tesisin ihtiyacı olan ısı da türbinden çıkan nispeten yüksek basınç ve sıcaklıktaki buharla sağlanır.
Endüstri tipi türbinlerdir. Bu türbinlerde, belirli basamaklardan çekilen buhar ile proses ısısı üretilir.
Bu türbinlerde türbinin iki noktasından buhar girişi yapılır. Ana girişten taze buhar, diğer girişten ise herhangi bir kaynaktan sağlanan daha düşük basınç ve sıcaklıktaki buhar türbine girer.
Yine enerji santrallerinde (hidroelektrik santrallerde) kullanılır. Buhar türbinindeki gibi aynı prensiple çalışır. Akan su türbin kanatlarına çarparak kanatlar üzerinde bir güç yaratır. Böylece su akışı enerjisi türbini döndüren enerjiye dönüşür. Su türbinleri iki gurupta ele alınır. Tepki (reaksiyon) ve itici güç (impuls) türbinleri. Su türbin kanatlarının kesin şekli ve dizaynı su basınç kaynağına uygun verilir.
Türbin çarkının dönmesi, suyun çark çıkışında ivmelenmesi sonucu oluşan tepki kuvvetiyle sağlanır. Su enerjisini türbine verirken basınç değişir. Burada su basıncı ya da su emişi sağlanması için kapalı bir ortam ya da çarkın tamamen suyun içinde olması gerekir. Bu nedenle fazla miktarda suya gereksinim duyarlar.Tepki türbinleri için enerji dönüşümü, Newton'un üçüncü yasası (Etki-tepki ilkesi) ile açıklanır. Bilinen çeşitleri;
Türbin çarkı üzerinde çukur çanak şeklindeki kanatlara su fiskiyesinin (su jeti) çarparak su hızının değişmesi sonucu türbinin dönmesi sağlanır. daralan bir boru sisteminden (nozul) geçirilerek suya bir hız kazandırılır ve su jeti oluşturulur. Su jetinin kanatlara çarpması sonucu kinetik enerji,potansiyel enerjiye dönüşür. Bu sistemde çark kanatlarında basınç değişimi ortaya çıkmaz ve türbin kapalı bir ortama gereksinim duymaz.
İmpuls türbinleri için enerji dönüşümü, Newton'un ikinci yasası ile açıklanır. Daha ziyade çok yüksek düşülerde tercih edilir.Çeşitleri:
Normalde lüle ve kademeler arası yönlendirme kanatçıkları olmadan tek kademeli olarak çalışırlar. Éolienne Bollée'nin rotor ve statoru bulunan bir türbini istisnai bir durumdur.
Nusret Fatih Ali Han
Nusret Fatih Ali Han (Nusrat Fateh Ali Khan) (13 Ekim 1948 - 16 Ağustos 1997), Hint yarı kıtasının en popüler şarkıcılarından biri.
13 Ekim 1948'de Pakistan'ın Pencap bölgesinde Faysalabad'ta doğdu. Nusret Fatih, "Ben sufi değilim" der ve ekler, "ama sufilerin yolundayım." Ehl-i Beyt aşığıdır, fakat şii değildir. Eserlerinden açıkça anlaşılabilir. Nusret Fatih Ali Han ağırlıklı olarak kavvali söyledi. Kavvali ("qawwali") terimi, Pakistan ve Hindistan civarında Peygamber ve arkadaşlarına naat, mersiye, methiye okuyanlara verilen bir addır. Ama tüm dinlerden izleyiciler topladığı kişisel tarzını oluştururken geleneksel klasik müzik olan Khylal gibi diğer anonim türlerde de eserler verdi. Pakistan'da ileri derecede eğitim almış, bazılarının ailesinden de olduğu bir grupla birlikte çalıştı.
1971'de Nusret babasından grubun liderliğini devraldı. 70'ler ve 80'lerde Nusret'in müziği dinamik Hint ve Pakistan film endüstrisi ile gittikçe eş anlamlı hale geldi ve popülerlik kazandı. Peter Gabriel'in Nusret'in müziğine duyduyduğu hayranlık onu derleme albümler, festivallerde boy göstermeler ve daha sonralarda da Virgin / Real World Records etiketli kişisel albümlere yöneltti. Bu albümlerin ilki Nusret'in Pakistan'daki lakabına gönderme yapıyordu: ŞehinŞah-ı Kavvali ("ShanenShah-e-Qawwali"); Kavvalilerin Padişahlar Padişahı. Mustt Mustt albümünde deneysel besteci Michael Brook'la sesini Batı müziğine uydurmayı amaçlayan çalışmalar yaptı. Geleneksel şarkılar Batı ritimleri çevresinde hazırlanmış klasik vokal talimleriyle yer değiştirdi. Massive Attack tarafından yapılan bir remix İngiltere'de sürpriz bir şekilde club hiti oldu.
Nusret Shahbaaz albümüyle kökenlerine geri döndükten sonra da Real World serisinden Kavvali ve Batıdaki tepkilerinin karşılıklı olarak yer aldığı albümler serisine devam etti.
Nusret Fatih Ali Han 16 Ağustos 1997'de Londra'da böbrek ve karaciğer yetmezliğinden hayatını kaybetti.
o İngiltere'de canlı konser (DVD böl. 1)
o (DVD böl. 2)
o (DVD böl. 3)
o (DVD böl. 4)
o (DVD böl. 5)
o (DVD böl. 6)
o (DVD böl. 7)
o (DVD böl. 8)
o (DVD böl. 9)
o (DVD böl. 10)
o (DVD böl. 11)
o Digbeth Birmingham 12 Kasım 1983 (DVD böl. 12)
o Digbeth 30 Ekim 1983 (DVD böl. 13)
o Luxor Sinema Birmingham (VHS böl. 1, 19
o Digbeth Birmingham (VHS böl. 2, 1983)
o St. Francis Hall Birmingham (VHS böl. 3, 1983)
o Royal Oak Birmingham (VHS böl. 4, 1983)
o Private Mehfil (Wallace Lawley Centre, Lozells Birmingham, Kasım 1983) (VHS böl. 5)
o Private Mehfil (VHS böl. 6, 1983)
o Natraj Cinema Leicester (VHS böl. 7, 1983)
o Live In Southall (VHS böl. 8)
o Live In Bradford (VHS böl. 9, 1983)
o Live In Birmingham (VHS böl. 10, 1985)
o Allah Ditta Hall (VHS böl. 11, 1985)
o Harrow Leisure Centre (VHS böl. 12)
o Aston Üniversitesi(VHS böl. 13, 1988)
o Aston Üniversitesi (VHS böl. 14, 1988)
o WOMAD Festival Bracknell (VHS böl. 15, 1988)
o Live In Paris (VHS böl. 16, 1988)
o Poplar Civic Centre London (VHS böl. 17)
o Imperial Hotel Birmingham (VHS böl. 18, 1985)
o Slough Gurdawara (SHABADS) (VHS böl. 19)
o Imran Khan Cancer Appeal (VHS böl. 20)
o Town Hall Birmingham (VHS böl. 21, 1993)
Spot piyasa
Ticari bir ürünü toptancısından veresiye aldıktan sonra değerinden daha aşağı bir fiyatla pazarda peşin olarak satma. Her ürünün spot piyasası vardır.
Genellikle kur farkı olabileceği endişesiyle döviz alım-satımlarında kullanılır. Bu işleme spot işlem denir. Bu işlem yapıldığı andaki kur üzerinden, döviz alım veya satımı 2 iş günü içinde gerçekleşir.
Para ve döviz piyasaları, dünya coğrafyasının zaman dilimine göre yapıldığından işlemlerde işlem tarihiyle teslim tarihi (valör) farklıdır. Döviz ticareti fiziki değil, muhabir hesaplar üzerinden olur. Teslimatlar işlem gününden iki gün sonradır. Örneğin, Amerika'dan getirteceğim bir mal için x dolara ihtiyacım var. Bankamı arar, kuru sorarım. Banka, alış ve satış rakamı verir. Bu fiyatlar bankanın yabancı parayı alış ve satış rakamlarıdır. Banka, iki işgünü sonra x doları kredi eder, yani çekme izni verir, hesabımdan satış rakamı olan TL'yi düşer.
Kallus kültürü
Kallus kültürü, bitkiden alınacak bir parçadan uygun bir gıda ortamında steril şartlarda kallus dokusunun oluşturulmasıdır. Bazı dokuları kültüre almak güç olmasına rağmen kök ve gövde iletim dokularının yakınındaki dokular kallus kültür tekniğine iyi sonuçlar vermektedir. Kallus kültürünün uzun süre devam ettirilmesi sonucunda kromozon sayısında azalma ya da artmalar meydana gelmektedir. Kallus kültürüne bitkilerin bölünebilme özelliğini taşıyan hücrelerden başlanabilir.
Kallus kültürü bitkilerin sürekli bir biçimde çoğatılması amacıyla kullanılır.
S |
oner Yalçın
Hüseyin Soner Yalçın (d. 1 Ocak 1966, Çorum), Türk gazeteci ve yazar.
Soner Yalçın, Cemile Yalçın ve Mehmet Ali Yalçın'ın oğulları olarak 1 Ocak 1966'da Çorum'da doğdu. Anne tarafı Tercanlı, baba tarafı ise Horasanlıdır. Annesi ev hanımı, babası ise gıda ticareti ile uğraşan bir tüccardır. Üniversite eğitimini Hacettepe Sağlık İdaresi Yüksek okulunda tamamladı. Daha sonra idarî bilimler konusunda yüksek tahsile karar verdi.
1987'de "2000'e Doğru" adlı dergide çalışmaya başladı. Uzun süre Ankara bürosunda muhabirlik yaptı. Burada Adnan Akfırat, Hikmet Çiçek ve Serhan Bolluk’le birlikte çalıştı. 6 Mayıs 1990'da Ankara İstihbarat Şefliğine getirildi.
1993-94 yılları arasında günlük gazete olarak çıkan "Aydınlık"'ta çalışmaya başladı. 1995'te haber araştırma müdürü iken ayrıldı. Bir ara Doğan Yurdakul'un "Siyah – Beyaz" gazetesinde çalıştı.
1996 yılında televizyonculuğa giriş yapıp Show TV Ankara bürosunda çalışmaya başladı. Aynı yıl içerisinde Star TV'ye geçti ve haber müdürlüğüne getirildi. Daha sonra "", "" adlı kitaplarını yayımladı. CNN Türk'te Cüneyt Özdemir'le birlikte "5N1K" adlı programı hazırladı. "Kurtlar Vadisi" adlı dizinin ilk iki yılında konsept danışmanlığını üstlendi. CNN Türk'te yayınlanan "Oradaydım" adlı politik belgeselin hazırladı. 4 Şubat 2007 tarihinden itibaren "Hürriyet" gazetesinde, pazar günleri “Not Defteri” adlı köşesinde yazmaya başlamış, Mart 2012'de işine son verilmiştir.
Odatv davası kapsamında 14 Şubat 2011 tarihinde tutuklanan Yalçın, yaklaşık 22 ay sonra 27 Aralık 2012'de tahliye oldu. Halen "Sözcü" gazetesi ve Odatv İnternet sitesinde yazılarına devam etmektedir.
Soner Yalçın'ın, avukat Feza Kutanoğlu ile evliliği 10 yıl sürdü ve bu evlilikten Aren Soner (d. 2000) adında oğlu dünyaya geldi.
Kör Saatçi
Kör Saatçi; "(İngilizce: The Blind Watchmaker, 1986, Norton & Company, Inc. New York)" Richard Dawkins'in evrimsel gelişmeyi basit örneklerle modellendirerek anlattığı popüler bilim kitabı.
İsmi 18. yüzyıl tanrı bilimci William Paley'in o dönemde çok bilinen bir kitabına referans olarak kullanılmıştır, Paley kitabında bu tür tartışmalarda sık kullanılan saat analojisine başvuruyor, çünkü saat karmaşık yapıları anlatmak için iyi bir model, Paley eğer yürürken yerde bir saat görseydiniz bunun karmaşık bir mekanizma olduğunu ve bir tasarımcı tarafından önceden tasarlandığını düşünürdünüz ama insan gibi karmaşık yapıların neden önceden tasarlanıldığını düşünmüyorsunuz diyerek bu tasarımcının üstü kapalı bir biçimde tanrı olması gerektiğini iddia ediyor, Dawkins de buna cevap olarak mutasyon, birikimli seçilim gibi mekanizmalarla çalışan evrimin önceden planlanamayan bir süreç olduğuna dikkat çekerek bu saatçinin ileriyi göremeyeceği ve planlayamayacağı için kör olması gerektiğini savunarak kitabına Kör Saatçi adını verir.
Ve bunu da yaptığı bir programla açıklamaya çalışır ki kendisi yazıldığı gibi bir bilgisayar programcısıdır, bu program kendiliğinden biyomorph adı verilen şekiller oluşturan bir programdır, doğada binlerce gen kullanan canlılara karşın bu programda oluşan şekillerin kullandığı gen sayısını 9 la kısıtlar, her oluşan yeni biyomorfla bir önceki biyomorf arasında sadece +1 veya -1 gen farkı vardır, Dawkins bilgisayarda tesadüfi olarak oluşan şekilleri incelerken ortaya çıkan bir şekli gözden kaçırır ve yeniden aynı şekle ulaşmak ister ama bunu bir türlü başaramaz. Programı kendim yazdığım halde, nasıl çalıştığını bildiğim halde ben aynı şekle bir daha ulaşamıyorum diyerek, doğadaki gelişmelerin de böyle olduğunu bir sonraki adımın nasıl olacağının, evrimin ne yöne gideceğinin önceden asla kestirilemeyeceğini söylüyor.
Dawkins bize doğadaki tüm her şeyin bir anda ve önceden tasarlanmış bir şekilde ortaya çıktığı, gelişime kapalı, durağan bir modelin tersine her şeyin kerte kerte, adım adım, basitten karmaşığa doğru ilerlediği, sürekli gelişen, hareketli bir gelişme modeli sunuyor. Ona göre insanın evrimi tahayyül edememesinin en büyük nedeni beynimizin küçük niceliklerle çalışmak üzerine evrimleşmesi için işin içine milyonlarca yıllık süreçler girince affallayıp kalmasıdır.
HiTNeT
HiTNet, Türkiye'nin ilk İnternet mesaj ağıdır. Açılımı "Hi! Türkiye Network". Önceleri 1993 yılında Türkiye'de FidoNet tarzı mesajlaşma ağı olarak yaygınlaşmıştır. Daha sonra İnternet'in yayılmasıyla popülerliğini yitirmiş, ve tamamen e-posta listelerine geçilmiştir.
HiTNet, amatör, ücretsiz bir mesaj ağı, bir "e-posta listeleri topluluğu"dur. HiTNet, fido ve usenet benzeri, türünün başka örneği olmayan kapalı bir mailing-listtir. Aslında eskiden tamamen fido tabanli olan HiTNet bu teknolojinin eskimesi, insanların internete olan ilgisi ve BBS ahalisinin internete göçmesinden dolayı kullanıcılarını tek tek kaybetmiş ve işlemez hale gelmiştir. Bu yüzden önce basit bir mailing list seklinde internet üstünde faaliyete başlamış daha sonra da birtakım evrimler geçirerek bu hale gelmiştir. En başta gönüllülerin çabasıyla ortaya çıkan HiTNet hala da gönüllülerin çabasıyla gelişip şekil değiştirmektedir.
HitNet her ne kadar varlığını sürdürmese de geçmişte oluşum içerisinde yer almış olan kullanıcılar çeşitli sosyal paylaşım sitelerinde HitNet adıyla sayfalar açmaktadır.
HitNet aynı zamanda amatör BBS'lerin yaygınlaşmaya başladığı dönemin sembollerinden biridir. Bu BBS'ler Istanbul, İzmir, Ankara gibi kentler başta olmak üzere Türkiye'nin büyük kentlerinde ortaya çıkmıştı. Oldukça dar olanaklara sahip olan bu BBS'lere çoğu zaman tek bir kullanıcı, modem aracılığıyla bugüne kıyasla oldukça düşük hızlarda bağlanabiliyordu. Daha fazla kullanıcının bağlanabilmesi için daha fazla telefon hattı gerektiğinden, kurumsal BBS'ler dışında kalanlar bu sistemleri bir posta kutusu gibi kullanıyor yazılan mesajlar mevcut kullanıcı hattan ayrılıp yeni kullanıcılar geldikçe onlarla paylaşılıyordu. HitNet üye BBS'lerin belli periyotlarla otomatik olarak bağlanıp mesaj dosyalarını alıp verdikleri oluşumun adıydı. Bu sayede, e-maile göre çok daha yavaş olsa da, örneğin İstanbul'daki bir kullanıcı, İzmir ya da Konya'daki başka kullanıcılarla günaşırı mesajlaşabiliyor ya da forum alanlarında tartışabiliyorlardı. HitNet'in en popüler zamanlarında, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı görevlerinde bulunmuş olan Turgut Özal'ın da forumlarda görüldüğüne dair rivayetler vardır.
HitNet kullanıcıları o yıllarda kendi aralarında pek çok toplantılar düzenlemişlerdir. Bu toplantılara çok genç yaşlarda katılan BBS işleticilerinden bir kısmı sonraki yıllarda Türkiye'de IT sektörünün gelişimine önemli katkıda bulunan insanlar haline gelmişlerdir.
BBS
Nötron
Nötron, proton ile birlikte, atomun çekirdeğini meydana getirir. Bir yukarı ve iki aşağı kuarktan oluşur. Ayrıca nötron ve proton sayılarının toplamı, bize kütle numarasını verir. Nötron ve proton kütleleri, birbirine oldukça yakındır. Nötronlar yüksüz parçacıklardır. Hidrojen dışında bütün atomların çekirdeklerinde bulunan parçacıktır. Nötronun elektrik yükü sıfır ve bağıl kütlesi 1,00 dır.Nötronların da 3 kuarktan oluştukları sanılmaktadır. Sembolü(n)’dir, çekirdekte bulunur. Her atom farklı sayıda nötron bulundurabilir.
James Chadwick adlı bilim adamı tarafından 1932 yılında keşfedilmiştir. Bu keşfinden dolayı 1935'te Nobel Fizik Ödülü almıştır.
Hidrojen dışında tüm atomların çekirdeklerinde bulunurlar. Proton ile aynı kütleye sahiplerdir (1 a.k.b.).
Nötronlar, elektron ve protonun birleşiminden oluşurlar. Kütleleri 8 ile 50 arası Güneş kütlesine sahip yıldızlar süpernovaya dönüşürken aşırı basınç sonucunda çekirdeğindeki atomları nötrona evrilir. Beta ışımasında, nötron bozunarak proton ve elektrona dönüşür.
Beygir gücü
"BG kısaltması başka anlamlara da gelmektedir, diğer anlamları için BG maddesine bakınız."
At gücü (Beygir gücü), genellikle otomobil ve elektrik motorlarının güçlerinin belirlenmesi için kullanılan güç birimi. Terim, buhar makinelerinin üretilmeye başlandığı yıllarda, bu makinelerin güçlerinin olası alıcılar tarafından kolayca anlaşılabilmesi için James Watt tarafından yapılmıştır,
İskoçyalı mühendis ve fizikçi James Watt, ürettiği buhar makinelerinin iş yapabilme yeteneklerini müşterilerinin kolayca mevcut sistemlerle karşılaştırabilmeleri amacı ile 1872 yılında "Beygir Gücü" kavramını kullanmıştır.
Watt, bir atın bir 12 fit yarıçaplı bir değirmen çarkını saatte 144 kez veya dakikada 2,4 kez çevirebildiği ve çarka uyguladığı kuvvetin 180 libre-kuvvet olduğunu öngörerek aşağıdaki hesabı yapmıştır.
Buradaki birimlerin SI karşılıkları:
İş = Kuvvet x Yol ; Güç = İş / Zaman ; Güç = (Kuvvet x Yol) / Zaman
ifadelerinden,
ve buradan çıkan 32.572 sonucunu 33.000'e yuvarlatan Watt bu rakamı 1 Beygir gücü olarak tanımlamıştır.
Günümüzde James Watt'ın adı ile anılan SI güç birimi Watt olarak, 1 AG:
olur.
Horse Power kelimelerinin ilk harflerinden türeyen HP ifadesi Türkçeye Beygir Gücü olarak çevrilmiş ve BG olarak sembolleştirilmiştir. Otomobillerin motor gücü beygir gücü kavramında bazı nüansları bulunan kW, PS gibi birimlerle de ifade edilmektedir.
1 metrik AG veya PS: 735,49875 W'a eşittir.
Yıldız Savaşları: Bölüm V - İmparator
Yıldız Savaşları: Bölüm V - İmparator (Özgün adı: "Star Wars Episode V - The Empire Strikes Back"), Irvin Kershner'ın yönettiği 1980 yapımı uzay operası filmi. Senaryoyu, George Lucas'ın hikâyesini temel alan Lawrence Kasdan ve Leigh Brackett yazdı. "Yıldız Savaşları" (Star Wars) serisinin gösterime giren ikinci filmidir. Devam filmi ""dür ve kronolojik sıraya göre serinin beşinci filmidir.
Film Ölüm Yıldızı'nın imha edilmesinin üç yıl sonrasında geçer. Luke Skywalker, Han Solo, Prenses Leia Organa ve Asi İttifak ekibinin geri kalanı Darth Vader ve İmparatorluk'un elit güçleri tarafından takip altına alınır. Luke, Dagobah'a Jedi Ustası Yoda'dan eğitim almaya gider. Han Solo da Leia Organa'yı yanına alıp eski dostu Lando Calrissian'nın yöneticisi olduğu Bulut şehrine gider. Luke kendisine gizli bir tuzak hazırlayan Darth Vader'dan şok edici bir gerçeği öğrenecektir.
Zor bir |
yapım aşamasından sonra "İmparator", 21 Mayıs 1980 tarihinde gösterime girdiğinde karışık eleştiriler aldı ama zamanla serinin en iyi bölümü ve sinema tarihinin gelmiş geçmiş iyi filmlerinden biri olarak kabul gördü. Orijinal gösterimlerde ve tekrar gösterimlerde 538 milyon $ kazanan film, 1980 yılının en çok kazanan filmi oldu. Enflasyon ölçümüne göre Birleşik Devletler'de en çok hasılat yapan 12. film oldu.
Yavin Savaşı'ndan 3 yıl sonra, İsyan Güçleri'nin üç kahramanı Luke Skywalker, Han Solo ve Prenses Leia Organa, Hoth gezegeninde konuşlanan isyancılarla beraberdirler ve imparatorluk güçleri tarafından aranmaktadırlar. Luke devriye gezisi sırasında bir yaratığın saldırısına uğrar. Yaratığın ininden kaçmayı başaran Luke soğuk yüzünden fazla ilerleyemez. Yere yığılır. Bu sırada Obi-Wan Kenobi'nin ruhu kendisine görünür ona Dagobah sistemine gitmesini ve kendisinin de eski ustası olan Master Yoda'yı bulmasını söyler. Geri dönmeyişi üzerine aramak için dışarı çıkan Han, Luke'u donmak üzere iken bulur. Sonunda, İmparatorluk Donanması galaksinin bir ucundaki Hoth buzul gezegeninde üs kuran asi ittifağının yerini tespit eder. Darth Vader komutasındaki imparatorluk ordusu asileri ablukaya alır. Asiler ciddi kayıplarla Buzul Gezegeni'nden kaçmayı başarırlar fakat Millenium Falcon gemisindeki Han ve Leia imparatorluk tarafından galaksi boyunca takip edilir. Bu arada Luke, Vader ve İmparatorun Klon ordusunu da kullanarak başlattığı meşhur Jedi katliamından kurtulan ve esrarengiz Dagobah gezegeninde yaşayan en bilge Jedi ustası Yoda'yı bulmak için onlardan ayrılır. Gezegene zorunlu iniş yapar ve kamp kurar. Kısa süre sonra Yoda ile karşılaşır. Yoda başlangıçta onu eğitmeyi istemez. Luke ısrar eder. Böylece eğitime başlarlar. Luke, Yoda'dan Güç hakkında pek çok şey öğrenir. Bu öğrendikleri Luke'un kaderi ile olan yüzleşmesinde ve Darth Vader ile karşılaşmasında ona kılavuzluk edecektir.
Millenium Falcon'un hasarlı durumu yüzünden iniş yapma zorunluluğu hisseder. En yakın yer gibi görünen Bulut şehrinde bir maden işletmecisi olan eski arkadaşı Lando Calrissian'ın kendisine yardım edeceğini ummaktadır. Sıcak şekilde karşılanırlar. Lando, Leia'ya fazlasıyla nazik davranır. Ancak hiçbir şey sandıkları gibi değildir. Gezgeni çoktan ablukaya almış olan Darth Vader kendilerini beklemektedir. Luke eğitimini yarıda keser çünkü Leia ile Han'ın tehlikede olduğunu hisseder. Güç ile bütünleşmiş Obi-Wan ve Yoda'nın ısrarlarına rağmen yola çıkar. Yoda eğitimini tamamlamamış ve hala gücün karanlık tarafının cazibesine çabucak kapılacak zayıflıkta olan Luke'u kayıp olarak görür. Oysa o son umutlarıdır. Obi Wan bir tane daha olduğunu hatırlatır. Vader'ın işkencesine maruz kalan Han, Lando ile dostça sayılmayan bir konuşma yapar. Lando, şehri ve insanları için seçim yapmıştır. Aslında tüm olanların Vader'ın Skywalker adındaki birine tuzak kurmak için tasarladığı planının bir parçası olduğunu söyler. Han ve Leia, Vader'ın Luke'u neden istediğine bir anlam veremezler.
Luke, Bulut Şehre sorunsuzca iniş yapar. Buradan onu bekleyen Vader'ın yanına gider. Han Solo, Luke için planlanan karbon dondurucuda dondurulur. Jabba the Hutt'a teslim edilecek bir kargo olarak götürülür. Lando, Leia için pazarlık yapar ama Vader anlaşmaya sadık kalmaz. Sonuçta Lando, Leia ve beraberindekilerin kaçmasına yardım eder ve kendisi de onlara katılır. Luke, Leia'nın götürülüşünü görür. Klonların açtığı ateş yüzünden ona bir yardımı dokunmaz. Çok geçmeden Darth Vader'la karşı karşıya gelir. Luke eğitiminin henüz çok başında ve deneyimsizdir. Düello yaparlar ve Luke sağ elini kaybeder. Vader ona önce karanlık tarafın sağladığı Güç'ten bahseder ve ardından babası olduğu gerçeğini söyler.
Luke yaşadığı derin şokla beraber buna inanmayı reddeder. Vader gücün karanlık tarafıyla, beraber galaksiye hükmedebileceklerini ekler. Sonuçta Luke ya teklifini kabul edecek ya da ölecektir. Seçimini kendisini üzerinde zorlukla tutunabildiği platformdan aşağı atmaktan yana kullanır. Şans eseri hayatta kalır ama tek kolunu kullanamadığı için düştüğü yerde asılı kalır. Önce Obi-Wan'a sonra Leia'ya seslenir. Millenium Falcon gezegeni terk etmek üzeredir. Kokpit koltuğundaki Leia, Luke'un kendisini çağıran sesini duyar. Gemi peşindeki avcı gemilere rağmen geri döner ve Luke'u platformdan alırlar. Bundan sonraki adım Han'ı kurtarmaktadır. Lando ve Chewbacca buluşmak üzere Millenium Falcon'la ayrılırlarken Luke ve Leia bulundukları gemiden onların gidişini izler.
Televizyon dizisi "Cheers"'taki Cliff Clavin rolüyle ve birçok Pixar animasyonunda yaptığı seslendirmeyle tanınan John Ratzenberg güverte subayı Binbaşı Bren Derlin rolüyle filmde yer aldı. Önemli karakter oyuncusu Treat Williams da Hoth'taki asker ve bulut şehrindeki asker dahil olmak üzere birkaç rolü canlandırdı.
George Lucas'ın 1977 tarihli "Yıldız Savaşları" filmi, kâr bakımında beklentilerin üstüne çıktı, sinema endüstrisinde bir devrim yaptı ve kültürel bir fenomene dönüştü. Lucas, önceki film sayesinde borçlarını kapayınca, filmi Hollywood sanayinden bağımsız olarak çekti. Filmin yapımcısı olan Lucas özel efekt şirketinde ve finansal görevlerdeki rolü yüzünden filmi çekmek istemedi. Bu yüzden filmi yönetmesi için sinema okulundaki öğretmenlerinden biri olan Irvin Kershner'ı düşündü. İlk filmin kalitesini hiçbir devam filminin aşmayacağını düşünen Kerhner, teklifi en başta reddetti. Sonra Kershner, onun sekreterini arayıp işi kabul ettiğini söyledi. Ayrıca Lucas da, kendi yazdığı orijinal hikâyeyi temel alan bir senaryo yazmaları için Lawrence Kasdan ve Leigh Brackett'i kiraladı. Brackett, 1978'de ilk taslağı tamamlamayı başardı. Brackett'ın taslağı, Darth Vader'ın Luke Skywalker'a onun babası olduğunu söylememesi dışında filmin son senaryosu ile neredeyse aynıydı. Bu taslakta, Luke'un babası ona bilgi vermek amacıyla bir hayalet olarak görülüyordu. Lucas, metni gördüğünde hayal kırıklığına uğradı. Ancak Lucas, senaryoyu ile tartışma fırsatı bulamadan, senarist Leigh Brackett kanserden öldü. Bu yüzden Lucas, sonraki senaryo taslağını kendisi yazmak zorunda kaldı. Yönetmen bu taslakta ilk kez filmleri episodik bir şekilde ayırdı ve "İmparator"'u "Bölüm II" olarak listeledi. Lucas muhtemelen ilk taslağın kendisinde yarattığı hayal kırıklığından dolayı filmin olay örgüsünde bazı değişiklikler yaptı. Yönetmenin yaptığı en büyük değişiklik Darth Vader'ın Luke Skywalker'ın babası olmasıydı. Lucas, ilk film için uzun yıllar süren senaryo yazımı aşamasına göre, bu taslağı yazarken nispeten daha çok eğlendi ve 1978'in Nisan ayında iki taslağı hızlıca yazdı. Ayrıca senaryoya Han Solo'nun karbonitle dondurulması fikrini de ekledi.
"İmparator"'un ikinci ve üçüncü taslaklarının yazımından sonra Lucas, hikâyeye yeni bir nokta ekledi. Buna göre; Anakin Skywalker, Obi-Wan Kenobi'nin öğrencisiydi ama İmparator Palpatine tarafından karanlık tarafa çekildi. Anakin, Obi-Wan bir volkanda karşılaştı ve oldukça ağır bir şekilde yaralandı. Ama yine de, Darth Vader olarak tekrar dirildi. Darth Vader, Jedi şövalyeleri bulup yakalarken bu arada Obi-Wan Kenobi de Luke Skywalker'ı yeni kurulan cumhuriyetten korumak için Tatooine'de saklıyordu. Lucas, eklenen yeni hikayler ile seriyi bir üçleme yapmayı kararlaştırdı ve sonraki taslağın adını "Empire Strikes Back" olarak değiştirdi. Lucas "Kutsal Hazine Avcıları" için yazdığı senaryoyu çok beğendiği Kasdan'ı ikinci taslağı yazması için kiraladı.
"Yıldız Savaşları" filminin gösteriminden sonra ILM, gelişmek için çalışan bir şirket olmaktan çıktı ve Kaliforniya'da bulunan Marin County'ye taşındı. "Yıldız Savaşları: Bölüm V - İmparator" filmi şirkete yeni olanaklar sağladı. "Yıldız Savaşları"' genellikle uzay sekanslarına yer veriyordu, ama "İmparator" yalnızca uzaydaki it dalaşı sekanslarına yer vermedi, ayrıca bir buz gezegeninde geçen savaşlara ve gökyüzündeki bulutların arasında yer alan bir şehre de yer verdi. Hoth'taki buzullarda yapılan mücadele sahnesi için ilk düşünce, imparatorluğa ait olan robotların mavi ekran önünde yürütülmesiydi. Onun yerine görüntüyü oluşturması için bir sanatçı kiralandı ve impatorluğa ait robotların yürüyüşünde stop-motion tekniği kullanıldı. Phil Tippett, AT-AT'ların orijinal tasarımını "büyük tekerlekleri olan zırhlı araçlar" olarak düşünmüştü. Bitmiş birçok tasarım Port of Oakland konteynır vinçlerini andırıyordu, ama Lucas bunu reddetti.
Stuart Freeborn, Jedi Efendisi Yoda'nın yüz modeli için Albert Einstein'ın bazı görünümlerinden yararlandı. Dagobah setinde, Yoda'nın kuklacılarına kolaylık sağlayabilmek için beş fit yüksekliğinde set inşâ edildi. Yoda'yı canlandıran Frank Oz, bazı sahnelerde sorun yaşadı. Ardından Mark Hamill, aylarca setteki tek insan karakter olduğu için dehşete düştüğünü açıkladı. Hamill kendini makinelerin, hareket eden kuklaların ve hayvanların arasında önemsiz bir öğe gibi hissetmeye başlamıştı. Yönetmen Kershner, Hamill'i kuklalar ile olan performansı için tebrik etti. Filmin çekimleri 5 Mart 1979'da Norveç'te başladı. "Yeni Bir Umut"'un çekimlerinde çok sevilen Tunus'ta yeniden çekim yapan film ekibi, bölgede elli yıldır ilk kez meydana gelen yağmur fırtınasıyla karşı karşıya kaldı. Çekimler için Norveç'teki Hardangerjøkulen buzullarına giden ekip, son elli yılda çıkan en kötü kış fırtınasıyla karşılaştı. Sıcaklık −28.9 °C'ye kadar düşerken kar kalınlığı 5.5 m'ye çıkmıştı. Mark Hamill, "Yeni Bir Umut" filminin final sahnesinin çekiminden bir gün önce arabası ile kaza yaptı. Mark Hamill'ın burnu ve elmacık kemiği kırıldı. Bu yüzden Hamill, yüzündeki yaralar ile oynamak zorunda kaldı. Lucas sonradan ona yardım ettiğini itiraf etti. 13 Mart'ta yapım için Londra'daki Elstree Stüdyoları'na gidildi. Ocak ayında Sahne 3'te çıkan yangın (Stanley Kubrick'in "Cinnet" filminin çekimleri sırasında) yüzünden filmin bütçesi 18 milyon dolardan 22 milyon dolara çıktı. Temmuz ayında bütçeye 3 milyon dolar daha eklendi. Filmin çekimleri Eylül ayının ortasında bitirildi.
Filmdeki bir diyalog, yapım için büyük bir reklam oldu. Gerçekte, Lucas'ın yaz |
dığı, Leia Organa'nın Han Solo'ya aşkını itiraf ettiği sahnede Solo'nun repliği "Ben de seni seviyorum" cümlesiydi. Harrison Ford karakterizasyonu etkin kullanmıyordu ve yönetmen Kershner da bunu kabul etmişti. Birkaç denemeden sonra, Kershner, Ford'a cümleyi doğaçlama söylemesini önerdi. Sonuçta da Han Solo'nun cümlesi "Biliyorum" olarak değişti.
Yapım sırasında, Darth Vader'ın Luke'un babası olduğu gerçeği büyük bir gizlilik içinde korundu. Çekimler sırasında David Prowse'ye ve bütün film ekibinin geri kalanı gibi, Vader'ın filmde konuştuğu bütün cümlelerin yer aldığı sayfada yanlış bilgilendirme amacı olan "Senin babanı Obi-Wan öldürdü" cümlesi yer aldı. Filmin gösterimine kadar gerçeği sadece Mark Hamill, George Lucas, Irvin Kershner ve James Earl Jones biliyordu. James Earl Jones, cümleyi gördükten sonra verdiği ilk tepkinin "Oh, yalan söylüyor!" olduğunu söyledi. Filmde, kameranın uzaktan çektiği, Vader'ın maskesini takmadığı sahne ile izleyicilere Vader'ın bir robot olmadığı aksine organik - belki de insan olduğunun gösterilmesiydi. Bu gerçek biraz kafa karıştırıcı olsa da, Vader'ın Luke'un babası olduğu öğrenildikten sonra önemli bir yer teşkil etti.
Filmin dramatik açılış sekansını korumak için Lucas, ekran kredilerinin filmin sonunda yer almasını istedi. Şimdilerde daha alışıldık olmasına rağmen o zaman için oldukça olağandışı bir seçimdi. Amerikan Yazarlar Derneği ve Amerikan Yönetmenler Derneği, ilk "Yıldız Savaşları" için izin verdi ama Lucas'a, filmin deneme gösterimleri sırasında 250,000 doların üzerinde ceza kesti ve filmi sinema salonlarından çekmeyi denedi. Yönetmenler Derneği sonra da Irvin Kershner'a gitti. Yönetmenine sahip çıkan Lucas, derneklere bütün cezaları ödedi. Lucas'ın çektiği bu eziyet ve hissetmeye başladığı duygular bu derneklerden ayrılmasına neden oldu. "İmparator"'un yapımı 35,000,000 dolar bütçe ile sonlandırıldı ve tarihin en pahalı filmlerinden biri yapıldı. Banka çektiği kredi için borcunu isteyince Lucas, 20th Century Fox şirketi ile anlaşmak zorunda kaldı. Lucas, stüdyo ile yapımın devam filminin ve ticari haklarının kaybı olmadan bir anlaşma yaptı.
"İmparator" için 21 Mayıs 1980'de basit bir gala yapıldı. "" gibi, "İmparator" da Amerika Sinema Filmleri Birliği'nden "bilimkurgu/aksiyon şiddet" öğeleri nedeniyle PG sertifikası aldı. Bu filmin 1980 sürümünün VHS ve Laserdisc versiyonları birkaç kez 1980'lerde ve 1990'larda piyasaya sürüldü.
1997 yılında "Yıldız Savaşları"'nın 20. yıldönümü nedeniyle "İmparator", serinin diğer iki filmi "Yeni Bir Umut" ve ""'nün dahil olduğu paketi "Yıldız Savaşları: Özel Versiyon" adı altında satışa çıkarıldı. Lucas bu fırsatı kullanarak filmde birkaç küçük değişiklik yaptı. Hoth'taki canavar temeli korunarak değişiklikler yapıldı. Millenium Falcon'un Bulut Şehrine girişindeki bazı detaylar değiştirildi. Kısa bir sahnede de, yaptığı düellodan sonra gemiden çıkan oğlunu izleyen Vader'a, "Jedi'ın Dönüşü" filminden bazı eklemeler yapıldı. Değişikliklerin çoğu küçük ve estetikti, ancak bazı hayranlar bunların filme olumsuz etki yaptığına inandı.
"İmparator"'un DVD'si 2004 yılının Eylül ayında satışa çıkarıldı. DVD Box-setinde diğer iki film "Yeni Bir Umut" ve "Jedi'ın Dönüşü"'ün diskler ile bir de bonus disk yer aldı. Filmler dijital olarak yenilendi ve George Lucas tarafından birkaç değişiklik daha yapıldı. Filmlerin bonus özellikleri, George Lucas, Irvin Kershner, Ben Burtt, Dennis Muren, ve Carrie Fisher'in sesli yorumlarını ve "İmparatorun Rüyası: Yıldız Savaşları Üçlemesinin Hikayesi" adlı bir belgeseli kapsıyordu. Ayrıca tanıtımlar, fragmanlar, TV spotları, resim galerileri, video oyun demoları ve "" filmi ile ilgili görüşler de yer aldı.
DVD gösterimi için Lucas ve ekibi "İmparator" ve prequel üçleme arasında bağlantı kurmak için değişiklikler yaptı. Bu versiyonda, "İmparator"'un da dahil olduğu orijinal üçleme filmleri ve prequel üçleme filmlerine yeni dijital baskı yapıldı. Bonus diskin bulumadığı, yalnızca üçlemenin diskinin buluduğu set 2005 yılının Kasım'ında satışa çıkarıldı.
Film, diğer yapımlardan ayrı olarak iki diskli sınırlı versiyon olarak 12 Eylül 2006 ve 31 Aralık 2006 tarihlerinde satışa çıkarıldı. Bu sefer filmin değişikliğe uğramamış, orijinal sürümü yer aldı. Üçlemenin DVD seti 4 Kasım 2008'de tekrar piyasaya sürüldü. Satışa verileceği zaman, DVD'de, orijinal filmlerin 1993'te yayınlanan anaformik olmayan Lazerdisk sürümlerine yer verilip verilmemesi tartışıldı. Anaformik ekran yerine, yarım ekranın kullanılması seçimi karşısında birçok hayran hayal kırıklığına uğradı.
Her ne kadar günümüzde serinin iyisi olarak kabul edilse de, "İmparator", gösterime girdiğinde karışık eleştiriler aldı. Film, finansal olarak beklentileri aştı, Lucas'ın filme yatırdığı 30 milyon dolar üç ay içinde kâra dönüştü. Birleşik Devletler'deki ilk haftasonunda 10,840,307 dolar kazandı. 1997 yılındaki ABD'deki tekrar gösterimlerin açılış haftasonunda 21,975,993 dolar kazandı. 2007'de ABD'deki kazancı 290,475,751 dolar ve dünya çapındaki brüt kazancı da 538,375,067 dolara erişti.
Bazı eleştirmenlerin filmin öyküsüyle ilgili olumsuz görüşleri olsa da film, teknik açıdan başarılı bulundu. Örneğin The New York Times'den Vincent Canby film hakkında çok olumsuz bir yazı yazdı. Daha sonra San Francisco Examiner'dan Bob Stephens filmi "Yıldız Savaşları serisinin en büyük filmi olarak nitelendirdi. Empire dergisi, "İmparator"'un serinin en ahlâki ve duygusal açıdan karmaşık filmi olduğunu yazdı. Roger Ebert, 1997'deki incelemesinde filmin orijinal üçlemenin en güçlü ve tahrik edici filmi olduğunu yazdı. Rotten Tomatoes sitesinde %97 "Fresh" derecesi alan "İmparator", serinin sitedeki en yüksek puana sahip bölümü oldu. Darth Vader, filmdeki rolüyle Amerikan Film Enstitüsü'nün 2003'te açıkladığı "En Büyük 100 Kahraman ve Kötü Adam" listesinde üçüncü sırada yer aldı. Wizard dergisi, filmin finalindeki dövüş sekansını "Tüm Zamanların En Büyük Kapışma Sahnesi" olarak adlandırdı. Filmin en büyük şöhrete sahip repliği olan "Hayır, senin baban benim" (No, I am your father) çoğunlukla yanlış aktarılarak "Luke, senin baban benim" (Luke, I am your father) diye geçti.
1981'deki Akademi Ödülleri'nde "İmparator", Bill Varney, Steve Maslow, Craig Landaker ve Peter Sutton ile En İyi Ses dalında ödül kazandı. Ayrıca film, görsel efektleri hazırlayan Brian Johnson, Richard Edlund, Dennis Muren, ve Bruce Nicholson ile Akademi Özel Başarı Ödülü'nü aldı. John Williams ile En İyi Müzik, En İyi Orijinal Müzik dallarında, Norman Reynolds, Leslie Dilley, Harry Lange, Alan Tomkins, ve Michael Ford ile de En İyi Sanat Yönetimi-Set Tasarımı dallarında aday oldu. Film, BAFTA Ödülleri'nde En İyi Orijinal Müzik ödülünü kazandı. Ayrıca En İyi Ses ve En İyi Yapım Tasarımı dallarında aday oldu. Williams besteleriyle Grammy ve Altın Küre ödülü aldı. "İmparator", Saturn Ödülleri'nde Mark Hamill ile En İyi Aktör, Irvin Kershner ile En İyi Yönetmen, Brian Johnson ve Richard Edlund ile En İyi Özel Efekt ödüllerinin yanı sıra En İyi Bilim-Kurgu Filmi dalında da ödül sahibi oldu. Hugo Ödülleri'ndeki Altın Ekran Ödülleri'nde En İyi Dramatik Sunum dalında ödül kazandı. Yazarlar Derneği Ödülleri'nde de Başka Bir Türden Uyarlanan En İyi Komedi ödülü kazandı. Yapım, İngiliz sinema dergisi "Empire"'ın 2006 yılında hazırladığı "Tüm Zamanların En Muhteşem 201 Sinema Filmi" listesinde "Esaretin Bedeli" (Shawshank Redemption) filminin ardından ikinci sırada yer aldı. Aynı derginin 2008 yılında düzenlediği "Tüm Zamanların En Muhteşem 500 Sinema Filmi" anketinde ise "Baba" (The Godfather) ve "Kutsal Hazine Avcıları"nın ardından üçüncü sırada yer aldı. "İmparator", birçok kişiye üstün bir devam filmi yapmak konusunda örnek oldu. "X-Men" filminin devamı olan "X-2"'nin yapımcısı Tom DeSanto ve yönetmeni Bryan Singer, filmdeki karakter incelemesini taklit etti. Christopher Nolan da "Kara Şövalye"'nin devam filmini yönetip yönetmeyeceği sorusuna "Eğer devam filmini kötü çekerseniz göze batar ve 'Neden tüm bu karakterleri tıkıştırmışlar ki?' denir. Ama iyi giderse, "Baba II" veya "Yıldız Savaşları: Bölüm V - İmparator"'da olduğu gibi kimse ağzını açıp şikayet edemez" dedi.
Önceki film "" gibi, "İmparator" da dünya dinleri ve mitolojik öykülerden bazı öğeler içeriyordu. Bunlara George Lucas'ın çocukluğundaki favori film serisi olan "Flash Gordon"'daki gökyüzünde bulunan bulutlardaki şehir de dahildi.
Filmin müzikal besteleri John Williams tarafından hazırlanıp bestelendi ve Londra Senfoni Orkestrası tarafından gerçekleştirildi. RSO Kayıt şirketi, filmin orijinal soundtrack albümünü Amerika Birleşik Devletleri'nde çift LP ve 8 parça formatında dağıttı. Albümün ön kapağına Darth Vader'ın maskesinin resmi yerleştirildi. RSO Kayıtı ve onun müzik kataloğunu içine alan Polydor Kayıt, filmin ilk compact disk (CD) sürümünü yayımladı. 20th Century Fox şirketi 1993 yılında " Star Wars Trilogy: The Original Soundtrack Anthology" adında özel dört CD'lik bir kutu hazırladı. Bu antolojinin içindeki disklerde, üç orijinal "Yıldız Savaşları" filmi için bestelenen müzikler yer aldı. 1997 senesinde RCA Victory, orijinal üçlemenin üç filmi için hazırladığı iki disklik seti satışa sundu. Bu sette 32 sayfalık bir kitapçıkta bulunuyordu. Bu kitapçıkta "Yıldız Savaşları Üçlemesi: Özel Versiyon" için hazırlanmış posterler bulunuyordu. Bütün parçalar dijital olarak yenilendi. RCA Victory, daha sonra seti yeniden paketledi. Bu set, sınırsız olarak satışa sunuldu ama önceki sette yer alan kitapçık yer almıyordu. 2004 yılında, üç devam filmin ("Gizli Tehlike", "Klonların Saldırısı", "Sith'in İntikamı") soundtrack albümleri yayınladıktan sonra bunların yayın hakkını isteyen Sony Classical, bu amacına ulaşırken aynı yıl "İmparator"'u da kapsayan 1997'deki RCA Victor sürümünü tekrar dağıtıma soktu. Filmin DVD sürümü, yeni bir albüm kapağı çalışmasıyla dağıtıldı. Sony'nin bu 2004 sürümü, aslında 1997'deki RCA Victor sürümüyle aynıydı.
Filmin romanı 12 Nisan 1980 tarihinde Del Ray Kitapçılık tarafından yayımlandı. Romanı, Leigh B |
rackett ve Lawrence Kasdan'ın senaryosunu temel alan Donald F. Glut yazdı.
Roman ilk önce "Star Wars: The Empire Strikes Back" adıyla yayımlandı. Ancak sonraki basımlarda serideki filmlerin adlarına uygun olacak şekilde romanın adı "Star Wars Episode V: The Empire Strikes Back" olarak değiştirildi. Diğer "Yıldız Savaşları" filmleri için çıkarılan romanlarda olduğu gibi, bu romanda da hikâyenin arka planına yer verildi ve öykünün ekrana yansımayan kısımları genişletildi. Yine de romanın bazı ayrıntıları prequel üçleme ve "Jedi'ın Dönüşü" için yazılan romanın ayrıntılarıyla ile ters düştü. Örneğin; "İmparator"'da Boba Fett'in kökenleri belirsiz ve giydiği zırh savaşçı bir grup olan mandalorianların kostümlerinden biriydi. Bobo Fett'in gerçek kökenleri "" filminde açıklanmıştı. Marvel Comics, Archie Goodwin'ın yazıp Al Williamson ve Carlos Garzon'un çizdiği bir çizgi roman uyarlaması yayımladı. Filmin gösterim tarihi ile aynı zamanda yayımlanan çizgi roman ayrıca eş zamanlı olarak dergilerde ve cep kitapçıklarında yayımlandı.
Filmden uyarlanan video oyunları çeşitli konsollar için piyasaya sürüldü. Ayrıca filmden esintiler taşıyan ama tamamen filme dayalı olmayan video oyunları da çıkarıldı. Parker Brothers, 1982'de AT-AT'ların Hoth'taki saldırısının da yer aldığı " Star Wars: The Empire Strikes Back" oyununu Atari 2600 konsolu için çıkardı. Bunu 1985'te çıkarılan arcade oyunu takip etti. Karakterler ilk kişi perspektifinden kontrol ediliyordu ve filmdeki savaş sekansları takip ediliyordu. Hoth Savaşı'ndaki mücadeleleri ve Millenium Falcon'un bir asteroid alanından kaçışını kapsıyordu. Başka türler de ZX Spectrum, Amstrad CPC, Commodore 64, BBC Micro, Atari ST ve Commodore Amiga için yayımlandı. 1992 yılında JVC, LucasArts tarafından Nintendo Entertainment System konsolu için hazırlanan "Star Wars: The Empire Strikes Back" isimli oyunu piyasaya dağıttı. Oyunda Luke Skywalker karakteri kontrol ediliyor ve baştan sona dek Skywalker'ın filmdeki hikâyesini izleniyordu. Aynı yıl Ubisoft da oyunun Game Boy versiyonunu dağıttı. Önceki oyun gibi bu oyunda Luke Skywalker'ın hikâyesini takip ediyordu. LucasArts'ın "Shadows of the Empire" adlı video oyunu, Nintendo'nun üçüncü nesil konsolu Nintendo 64 ve ayrıca Microsoft Windows için hazırlanmış ilk oyunlardan biri oldu. "Shadows of the Empire", Nintendo 64 adlı konsolun 1996 yılının Aralık ayında piyasaya sürülmesinden dört ay sonra dağıtıldı. Oyunun bilgisayarlar için hazırlanmış versiyonu ise, yaklaşık bir yıl sonra, Eylül 1997'de dağıtıldı. Bu oyunda, oyuncular kendi çabaları ile Prenses Leila'yı ve Luke Skywalker'ı Prens Xizor'un elinden kurtarıyordu.
"İmparator" filmi sırasında geçen "Star Wars: Rebellion", filmden farklı olaylar içerir.
Filmin radyo dram uyarlaması Brian Daley tarafından yazıldı ve 1983 yılında Ulusal Halk Radyosu'nda yayınlandı. Karakterler ve olaylar Leigh Brackett ve Lawrence Kasdan'ın senaryosundan uyarlandı. Dram, John Madden tarafından yönetildi. Ses miksajı Tom Voegeli tarafından yapıldı. John Williams'ın bestesine ek olarak Ben Burtt'un ses tasarımı da kullanıldı. Mark Hamill, Billy Dee Williams, ve Anthony Daniels sırasıyla Luke Skywalker, Lando Calrissian ve C-P3O rollerini tekrarladı. Yoda'yı John Lithgow seslendirdi. Dram beş saatlik bir süreye sahipti. 14 Şubat 1983 tarihinde yaklaşık 750,000 insan radyoları ile seriyi dinledi.
Azizli, Ceyhan
Azizli, Adana ilinin Ceyhan ilçesine bağlı bir mahalledir.
Mahallenin ismi 1928 yılına ait Türkçe kaynaklarda Azizli olarak geçmektedir. Günümüzde aynı isimle köy statüsünü sürdürmektedir.
Adana il merkezine 65 km, Ceyhan ilçesine 19 km uzaklıktadır.
Qui-Gon Jinn
Qui-Gon Jinn, "" (Star Wars Epsode I: The Phantom Menace) filminde yer alan hayâli bir karakterdir. George Lucas'ın yarattığı karakter Liam Neeson tarafından canlandırılmıştır. Kont Dooku'nun padawanı, Obi-Wan Kenobi'nin ustasıdır. Kraliçe Padme Amidala kurtarıp, uzay gemisindeki arıza nedeniyle Tatooine'ne iniş yapan Qui-Gon, orada Anakin Skywalker ile tanışır ve onun Jedi eğitimi almasını sağlar. Kendine has tavırları yüzünden Jedi Konseyi ile hep anlaşmazlığa düşer. Darth Maul tarafından öldürülür.
"Yıldız Savaşları" serisinin en ayrıksı Jedi'ıdır. Aslında George Lucas tarafından 60 yaşlarında, uzun beyaz saçlı biri olarak planlanmıştır. Ancak Lucas daha sonra bu fikrini değiştirmiştir. Karakter ayrıca "Yıldız Savaşları"'ın çizgi kitaplarında, video oyunlarında ve romanlarında da yer almıştır.
Yavin Savaşı'ndan yaklaşık bir yüzyıl önce doğan Jinn, bir çocukken Jedi olmak için Coruscant'a gitti. Doğduğu gezegen ile bağlarını sürdürdü. Qui-Gon, sekiz yaşındayken başka bir öğrenci ile arkadaş oldu. On yaşındayken, genç öğrencilerin bir şövalye veya Jedi Efendisi'nin himayesine girebilmek için yeteneklerini gösterdikleri Sergi Günü Turuvasına katıldı. Qui-Gon burada Kont Dooku'dan ilk ışın kılıcını kazandı. Ardından Kont Dooku, Qui-Gon'a eğitim vermeye başladı. Dooku ve Qui-Gon birlikte birçok görev için galakside ilerlediler. Bu görevlerin en önemlilerinden birinde ikisi Senator Blix Annon'a korumalık yapmak için yollandı. Ama gemilerindeki boşluktan içeri giren uzay korsanları yüzünden başarısız oldular. Bundan sonra, Dooku ve Qui-Gon'a usta ve çırak olarak verilen son görevin üzerinden iki yıl geçtikten sonra yeni bir görev verilir. Onlar görevden döndükten sonra, uzun zamandır birbiri görmeyen Qui-Gon ve Tahl karşılaştılar. Dooku, Qui-Gon'a son çıraklık anlarında onun merhametinin hayatının en büyük zaâfı olacağını söyledi. Dooku onu, bir arkadaşından gelecek ihanet konusunda uyardı.
Öğrencisi Obi-Wan Kenobi ile birlikte Ticaret Federasyonu’nun Naboo kuşatmasını kaldırması için çıktıkları serüvende kendilerini savaşın ortasında bulmuşlardır. Kraliçe Amidala’yı gezegenden kurtarmalarının ardından gemilerindeki arıza nedenli ile Tatooine adında bir çöl gezegenine zorunlu iniş yapmışlardı. İhtiyaçları olan malzemeleri temin etme sürecinde Usta Jinn, Anakin Skywalker adında bir çocukla tanışmış ve onda olağanüstü bazı güçlerin bulunduğunu fark etmiştir.
Jedi Konseyi’nin karşı çıkmasına rağmen çocuğun eğitimini üstlenmiştir. Naboo Savaşı’nda bin yıldır yüzlerini saklamayı başaran Sithler, Darth Maul adından bir Zabrak savaşçısı ile ortaya çıkmışlardı. Kılıç kullanmadaki becerisine rağmen kendinden daha çevik ve atletik olan Maul tarafından öldürülen Jedi ustası, son bir istek olarak Obi-Wan’dan Anakin Skywalker’ı eğitmesini istemiştir.
Ölümünden sonra tam olarak nasıl olduğu bilinmese de Whills denilen bir oluşumdan güç ile bir olmayı fakat fiziksel bütünlüğünü kaybetsede zihinsel bütünlüğünü korumanın yollarını öğrendi. İlk olarak Yoda ile temasa geçen Jinn ona Dooku ile 2. karşılaşmasından önce önemli ipuçları verdi.
Daha sonra Jedi Düzeni’nin Galaktik İmparatorluğun kurulması ile sona ermesinin ardından Usta Yoda bu bilgiyi Obi-Wan Kenobi ile paylaştı ve Tatooine ‘deki uzun süreli bekleyişi için yeni bir eğitim alacağını söyledi. Luke'u izlerken birçok kereler Jinn ile konuşan Kenobi bu konuşmaların birinden dolayı son kalan Jedi'lardan biri olan fakat padawanlığının son yılında düzeni Anakin yüzünden terk eden Ferus Olin'i kurtarmak için Tattoine'den ayrılmış ve bu olaylar zinciri ikizlerin gizliğinin ortaya çıkmasını engellemede önemli bir yer tutmuştur. Qui-Gon Jinn güçle birleşen ilk Jedi'dır.
Somaklonal varyasyon
Somaklonal varyasyon, doku kültürü ortamına alınmış somatik hücrelerde meydana gelen varyasyon. Bu varyasyon, mutasyon ve epigenetik varyasyona bağlı olarak meydana gelmektedir. Mutasyon kalıcıdır, epigenetik varyasyon ise genetik karakterlerde olmayan varyasyonlardır. Bu metotla hastalıklara, böceklere, tuzluluğa dayanıklı çeşitler elde edildiği gibi yeni çiçek renklerine sahip çeşitlerde oluşturulmuştur. Yine somaklonal varyasyonla yulafta bitki boyu, şekil ve rengi, soğanda yumru büyüklüğü ve şekli tipler elde edilmiştir. Ayrıca bu metot domates, patates, şeker kamışı ve tütün türlerinde yaygın olarak kullanılmaktadır.
Luke Skywalker
Luke Skywalker, Yıldız Savaşları filminde yer alan Mark Hamill tarafından canlandırılmış kurgu bir karakteri. Jedi Şövalyesi Anakin Skywalker ile Naboo Senatörü Padme Amidala'nın oğlu, Leia Organa Solo'nun ikiz kardeşi, Mara Jade Skywalker'ın eşi ve Ben Solo'nun dayısıdır. Skywalker pek çok ünlüden daha ünlü bir pilot, lider ve efsanevi jedi olmuştur. Skywalker, İlk Ölüm Yıldızı'nı yok etmiş; İmparator Palpatine'i öldüren Darth Vader'i kurtarmayı başarıp Galaktik İmparatorluk'u devirmiş Asi Birliği'nin büyük kahramanı haline gelmiştir. Bir süre sonra general rütbesine terfi edip. Yeni Cumhuriyet'te sözü geçen bir üye ve önemli bir Jedi Efendisi olduktan sonra ordudan ayrılmayı uygun bulmuştur.
Jedi efendileri Obi-Wan Kenobi ve Yoda gibi Güç'ün yolunda eğitmen olarak ilerledi. Luke bir asker olarak yaşantısını sonsuza kadar kapattı ve Jedi Praxeum ile Yeni Jedi Düzenini meydana getirerek, yeni cumhuriyete koruyucu ve barışın bekçisi olarak hizmet etti. Jedi Mara Jade ile evliliğinden bir erkek çocuk sahibi oldu. Ben Skywalker adını verdi. Luke bir süre sonra resmi istek üzerine jedi düzeninin en yüksek dereceli Büyük Jedi Efendisi olmuştur.
Büyük Jedi Temizliği başladıktan ve Galaktik İmparatorluk kurulduktan kısa bir süre sonra asteroid kolonisi olan Polis Massa' da Padme Amidala Luke' u ve ikiz kızkardeşi Leia' ı doğurduktan sonra öldü. Her iki çocuk da öksüz kaldı.
Obi-Wan Kenobi ve Yoda çocukların bilinmemesi için sahip oldukları güç ile İmparator ve düşmüş babalarından korumaya çalıştılar. Bunun için en iyi yolun çocukları ayırmak olduğuna karar veren iki Jedi Efendisi erkek bebeği, babasının üvey erkek kardeşi; Owen Lars ve eşi Beru' nun yanına Tatooine'e gönderilecek, Leia ise evlat edinebileceğini öneren Senatör Bail Organa ve eşi Breha Organa tarafından büyütülecekti.
Kenobi bebeği de yanına alarak Tatooine gitti ve burada ilk yolculuğu Soulless One ile Nar Shadda' ya yaptılar. Lars ailesinin yaşadığı yere gidebilmek için şehrin pazar yerinde yıl |
dız gemisini satmak zorunda kaldı. Kenobi, Skywalker' in eğitimini yakından izlemek ve çocuğun yanında olabilmek için Tatooine'de saklanmayı seçti.
Sürgünde geçirdiği ilk zamanlar Obi-wan, Larsların çiftlik evine her gün gitti. Aslında Owen ve Beru yu düzenli olarak ziyarete geldiğinde, Luke'u uzaktan izlemekteydi.
'nın sonlarına doğru doğan Luke ve Leia kardeşler babalarından ve İmparatorluktan saklanmaları için daha doğumlarında sonra birbirlerinden ayrıdılar. Leia Alderaan senatörü Bail Organa'ya verilirken Luke ise amcası ve yengesi ile beraber çöllerle kaplı Tatooine gezegeninde yaşamaya başladı. Kendisini korumak ve yeri geldiğinde eğitmek için aynı gezegende bulunan Jedi ustası Obi-Wan Kenobi'nin gizli gözetiminde 20 yaşına kadar normal bir hayat yaşadı. Ancak yaşadığı hayattan çok da memnun değildi. Amcasının düşüncesinin aksine bir çifçi değil Pilot olmak istemekteydi.
20 yaşındayken bir gün C-3PO ve R2-D2 isimli 2 robotu satın aldılar. Luke onları temizlerken R2-D2'nun belleğine yazılmış hologram bir mesaj kaşfetti. Mesajın sahibi genç kız Obi-Wan Kenobi isimli birinden umutsuzca yardım istemekteydi. Bu kişinin tanıdığı Yaşlı Ben ile ilgisi olup olmadığı kafasında soru işareti halinde iken o gece R2-D2 ortadan kayboldu. Onu aramaya çıkan Luke Tuskenların saldırısına uğradı ve uyandığında eski dostu yaşlı Ben'i karşısında buldu. Ben, uzun zamandır Obi-Wan ismini kullanmadığından söz etti. Luke R2-D2'nun kendisi için kayıtlı mesajını olduğunu söyledi. Beraber Obi-Wan'ın evine gittiler. Obi-Wan mesajın tam metnini izledi ve İmparatorluktan önceki eski zamanlardan, kendisi gibi bir jedi olan babasını bahsetti. Ona ait olan ışın kılıcını verdi. Dahası gücün karanlık tarafını seçen Darth Vader isminde bir hain tarafından öldürüldüğünü söyledi. Luke tüm bunları ilgiyle dinledi. Artk zamanın daraldığı düşüncesiyle olsa gerek Ben, Luke kendisiyle beraber gelmesini önerdi. Luke buna gönüllü gözükmedi. Bu arada İmparatorluk birlikleri iki robotu aramak üzere gezegene inmiş bulunuyorlardı. Eve döndüğünde genç adam amcası ve yengesinin yanmış cesetleriyle karşılaştı. Artık kendisini Tatooine'de tutacak bağı da kalmamıştı. Obi-Wan'la gitmeye ve babası gibi bir jedi olmaya karar verdi.
Gezegenden çıkmanın yolu uzay gemisi kiralamaktan geçiyordu. "Millenium Falcon" adlı geminin sahibi kumarbaz ve kaçakçı Han Solo ile anlaştılar. Han Solo ve yardımcı pilotu "Wookiee" ırkından Chewbacca ile Han Solo'nun gemisiyle Alderaan gezegenine doğru yola çıktılar. Luke yolculuk sırasında Jedi eğitimine başladı. Bu esnada Ölüm Yıldızında bulunan Prenses Leia'ya gizli asi üssünün yerini söylemesi için Darth Vader tarafından işkence yapıldı ve tehdit edildi. Göz korkutmak amacıyla da Leia'nın vatanı olan Alderaan gezegeni Ölüm Yıldızı tarafından yok edildi. Luke ve Obi-Wan Alderaan'a vardıklarında enkazdan başka bir şey bulamadılar. Ne yapacaklarına karar vermeye çalışırlarken bilinmeyen bir çekim alanına girdiler. Bu çekim alanını yaratan " Ölüm Yıldızı"ydı.
Han İmparatorluk filosuna sızmayı başardı. Anca giriş çıkış kadar kolay değildi. Obi-Wan Kenobi kalkanları kaldırmak üzere diğerlerinden ayrıldı. R2-D2'nun tarayıcıları tutsak prensesin gemide olduğunu tespit edince Han'ın itirazına rağmen Luke O'nu kurtarmaya karar verdi. Aralarında uygulamaya koydukları basit bir planla prensesi hücresinden kaçırdı.
Kalkanları kaldırmayı başaran Kenobi eski öğrencisi ile yüzleştiği sırada Luke'da bu mücadeleye ve yaşlı dostunun ölümüne tanık oldu. Klon askerlerin çapraz ateşinden zorlukla kurtularak gemilerine binmeyi başardılar. Luke Ben'in ölümüyle fazlasıyla sarsıldı. Ölüm Yıldızına ait gizli planı asilere ulaştırdıklarında Han kalıp savaşmak yerine aldığı ücretle dönmeyi seçtip onları hayal kırıklığına uğrattı. Luke ise hayalini kurduğu üzere Ölüm Yıldızı'na düzenlenecek saldırı birliğinde pilot olarak yer aldı ve Ölüm Yıldızı'nı patlattı.
Ancak imparatorluk karanlık tarafını gösterdi ve Ölüm Yıldızı II doğdu. Aynı zamanda Luke, Leia ve Han önderliğinde Soğuk Hoth gezegeninde bir üs kuruldu. Luke bir Wampa'nın saldırısına uğradı ve kaçtı. Sonrasında Hoth Savaşı başladı ve Luke'un önderliğinde avcı uçakları saldırıya başladı. Düşman çok güçlüydü ve Luke'un gemisi düştü. Ve bu sırada boş durmayıp bir AT-AT'ı patlatmayı başardı. Ancak düşman ilerledi ve üs yok oldu. Luke'un ve diğer arkadaşlarının yolu ayrıldı. Han, Leia ve diğerleri Lando Calrissian'ın üssüne gider. Luke ve R2-D2 Üstat Yoda'nın yaşadığı gezegene, Dagobah'a gider. Eğitiminin yarısını tamamlar. Ama sonrasında tekrar gelir ve ne yazıkki Yoda çok hastadır. Neredeyse ölmek üzeredir, Luke Yoda'ya "Darth Vader benim babam mı" diye sorar.Yoda "Evet" der ve sonra gözlerini yumarak ölür. Güç ile bütünleşir.
Luke Skywalker, Darth Vader'ın İmparatoru öldürmesini sağlamış ve Yeni Cumhuriyet'i kurmuştur. Büyük Amiral Thrawn ve bir Dark Jedi olan C'Boath'a karşı savaşmıştır. Mara Jade ile evlenmiştir. Kısa bir süreliğine de olsa Karanlık Taraf'a geçmiştir.
Dış bağlantılar
Adapa
Adapa, Adaba Mezopotamya mitolojisinde yaratılmış ilk insandır. Adapa Sümer kralları listesi'nde ulusun ilk lideri olarak geçer. Farklı biçimlerinde "Oanes" ve "Alulim" olarak da anıldığı olmuştur. Akadca'da ismi "adamu, erkek insan" anlamına gelir. Öykü tevrat anlatılarında yer alan yasak meyveden yiyen Âdem ile Havva'nın cennetten atılması öyküsü ile ilişkilendirilmektedir.
Adapa antik Eidug şehrinin kralıydı. Enki tarafından yaratıldığına inanılırdı, bir bakıma Enki'nin oğlu olarak düşünülmüştür. Yarı faniydi ama ölümsüzlerin kuvvetine sahipti. Evrenin tüm bilgisinin üçte birine sahip olduğu, bu bilginin ona Enki tarafından öğretildiğine inanılırdı. İnsanlığa dili öğretenin Adapa olduğuna inanılır.
Kral olarak görevlerinin yanı sıra bir rahip ve üfürükçüydü. Öldükten sonra yarı tanrılar sınıfı olarak değerlendirilen yedi büyük bilge (apkallu)`dan biri olmuştur.
Mite göre Adapa tanrısal soydan gelen bir fanidir. Balıkçı teknesini devirdiği gerekçesiyle "Güney Rüzgârı"'nın kanatlarını kırınca cennetin ve tanrıların tanrısı olan Anu'nun önünde hesaba çekilmesi gerekir. Adapanın koruyucu tanrısı olan Ea/Enki, cennetteyken yiyip içmemesi gerektiği konusunda onu uyarır. Bu aslında bir aldatmadır, böylece Adapa'nın ölümsüz olma şansını elinden almıştır.
Bu mite göre ise insanların ölümlü oluşu Adapa'nın aptallığından kaynaklıdır. Enki (Ea), oğluna bilgelik vermiş, ama ölümsüz yaşamı vermemiştir. Bir gün Adapa'nın önüne ölümsüzlüğü elde etme şansı çıkar, ancak Adapa reddeder. Tanrı Anum'un huzuruna çağrılır. Ea, önceden ona orada ölüm için yiyecek ve içecek verileceğini, onlardan tatmamasını haber verir. Hüküm verileceği gün, öteki tanrılar onu tutarlar ve yumuşayan Anum, ölümsüzlük yiyecek ve içeceğini getirtir. Adapa bunları da almak istemez. Anum, şaşırıp nedenini sorar. Adapa şöyle yanıtlar: "Bir başkası yemeyeceksin, içmeyeceksin, dedi". Anum, buna bakıp Adapa'nın yeryüzüne atılmasını emreder.
Yahudilerin Babil sürgünü sırasında Yahudi bilginleri tarafından diğer mitolojik unsurlarla birlikte kültürel hafızaya alınan Adapa öyküsü ilk insan ve insanlığın atası olarak Tevrat'ın yazımı sırasında Tevrat anlatımlarına (genesis) konu edilmiş, kültürel miras olarak Ortadoğu din ve inanışlarına aktarılmıştır.
Adapa ve diğer sümer mitolojilerine ait çok sayıda imgenin Adem ve tufan hikâyeleri gibi Tevrat anlatılarına aktarıldığı düşünülmektedir. Bunlardan bazıları Adem (Adam) ismi, sonsuz yaşam sürülen cennette yaşamaktayken yasak meyvelerden yeme ile bağlantılı bir şekilde tanrı tarafından hesaba çekilme ve cennetten atılma, her şeyin isminin (bilgisinin) kendisine öğretilmiş olması, kendisinin ilk insan olmakla birlikte ilk rahip (ibrahimi dinlerde ilk peygamber) oluşu, cennetten medeniyete ait sanat veya bilgileri getirmesi, Ea ile Eva (Havva) isim ve rollerine ait benzeşmelerdir.
Form
Refik el-Hariri
Refik Bahaddin el-Hariri (Arap: رفيق بهاءالدين الحريري, d. 1 Kasım 1944, Sayda – ö. 14 Şubat 2005, Beyrut), Lübnanlı iş adamı ve Lübnan'ın eski Başbakanı.
Refik el-Hariri, 1944'te Lübnan'ın Sayda şehrinde mütevazı bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini Sayda'da tamamladı. Üniversite tahsilini Beyrut Arap Üniversitesi'nde ticaret bölümünde okudu. Üniversitede öğrenim görürken bir yandan da okul masraflarını karşılamak için gazetelerde redaktör olarak çalışıyordu. Daha sonra buradaki tahsilini keserek 1965'te Suudi Arabistan'a geçti ve orada öğretmen olarak çalışmaya başladı. Suudi Arabistan'da Kral Fahd'ın kız kardeşiyle evlendi. 1969’da CICONEST isimli kendi inşaat şirketini kurdu. 1970'li yılların ortalarında büyük petrol şirketleriyle iş anlaşmaları imzaladı. Onun servet dünyasına girmesinden kısa bir süre sonra asıl vatanı olan Lübnan'da iç karışıklıklar yaşanmaya başladı. Bu yüzden ticaret ve sanayi alanındaki faaliyetlerini Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde sürdürdü. Çok kısa bir süre içinde büyük bir servete sahip oldu ve Arap dünyasının hatta dünyanın sayılı zenginleri arasına girdi.
Servet alemine önce bazı küçük çaplı mukavelelerle girdi. Sonra bir Fransız inşaat şirketini satın alarak büyük ihalelere girmeye başladı. Lüks Taif otelinin ve bazı kraliyet saraylarının inşaatları üstlendiği büyük ihaleler arasında yer alıyordu. Ardından bankacılık işine girip Lübnan ve Suudi Arabistan'da bazı bankaları satın alarak bunların güçlerini birleştirdi. Ardından bilgisayar ve yayın dünyasına girerek işi büyüttü.
Yayın alanında el-Mustakbel televizyonunu satın aldı. Sonra Paris'ten yayın yapan eş-Şark radyosunu satın aldı. Yine aynı dönemde zamanla Arap dünyasının en etkili haftalık yayın organları arasına giren el-Mustakbel dergisini ve Savtu'l-Urube gazetesini satın aldı. Derken kendi girişimleriyle günlük el-Mustakbel gazetesini çıkardı. Çok geçmeden Arap dünyasının en yaygın günlük gazetelerinden olan en-Nehar'ın hisselerini satın alarak ortak oldu. Daha sonra Suudi Arabistan'daki üç dergiyi satın almak ve Suriye'de bu ülkenin şartlarına gör |
e bayağı büyük sayılabilecek 100 milyon dolar sermayeyle bir yayın şirketi kurmak suretiyle medya alanındaki faaliyetlerini bayağı büyüttü. Bu yüzden gerek siyasi çevrelerde ve gerekse ekonomik rakipleri arasında "medya kralı" olarak anılmaya başlanmıştı. Yayın dünyasındaki etkisi ile kendisine zamanla kalıcı kitle tabanı kazandı ve bu yolla bir siyasi güç de elde etmiş oldu.
Hariri, 1987'de de Suudi Arabistan'dan vatandaşlık hakkı elde etti.
Finansörlüğünü yaptığı 1988 Taif Anlaşması'nın ardından Lübnan'da iç savaş çıktı ve yeni bir dönem başladı. Bu anlaşma gereği birbiriyle çatışma hâlindeki tüm silahlı grupların silahlarının toplanmasına başlandı. Zaman içinde istikrar sürecine girilmeye başlandı. Kamusal, sosyal alanlarda Özelleştirme girişimleri ve kaynakları yabancı sermayeye açmada çok başarılı olmasının yanı sıra, icraatları ile insanların değerlerine saygılı, ülkesini kalkındırma konusunda da gayretli olduğu da görülmeye başlandı ve "Beyrut'u yeniden inşa eden" biri olarak anıldı.
1992'de Lübnan Başbakanı oldu. 1995'e kadar bu görevde kaldı. 1996'da Ulaştırma Bakanı oldu ve 1998'e kadar bu görevi sürdürdü. 2000 yılında Lübnan halkının desteğiyle ikinci kez Başbakanlık koltuğuna oturma imkânı elde etti ve 2004 yılı Ekim'ine kadar da bu görevi sürdürdü. 2002 yılında Dünyanın en zengin dördüncü kişisi oldu. Ekim 2004'te bazı konularda, özellikle Suriye çizgisinde bir politika sürdüren Cumhurbaşkanı Emil Lahud ile ortaya çıkan ihtilaflardan dolayı istifa etti.
Refik el-Hariri, 14 Şubat 2005'te, Beyrut'taki St George oteli yakınlarındaki bir kavşağın bir tonluk TNT ile havaya uçurulması ile öldürülmüştür.
Suikast sonrasında Suriye'ye çeşitli suçlamalar yönelttiyse de 2010 senesinde Refik Hariri'nin oğlu dönemin Lübnan Başbakanı Saad Hariri, Suriye'yi suçlamakla hata edildiğini ifade etti.
Köprülü Mehmed Paşa
Köprülü Mehmed Paşa, (d. 1578 - ö. 31 Ekim 1661) Osmanlı sadrazamı.
Olaylı bir dönemde Osmanlı Devletini idare etmiştir. Kargaşaların etkisini azaltarak devlete yeniden eski itibarını kazandırabilmiştir. Mehmed IV. tahta 7 yaşında geçtiği için Valide Kösem Sultan ve Valide Sultan Turhan söz sahibidir. Aralarında geçen entrikalar ve akıbetinde Kösem Sultan'nın öldürülmesiyle beraber bir kargaşa mevcuttur. Köprülü Mehmet Paşa bu kargaşalı dönemde sadrazam olmuştur. Köprülü Mehmet Paşa'nın Katip Çelebi'nin risalelerini göz önünde bulundurarak katı davranışlar sergilediği düşünülür zira Katip Çelebi yazılarında başa "eli kılıçlı" (Sahib-üs Seyf) bir yönetici geçmelidir demiştir.
Mehmet Paşa, 1578'de Arnavutluk'un Berat Sancağı'nın Rudnik Köyü'nde doğmuştur. Babası Vezirköprü eşrafındandı. Gençliğinde İstanbul'a getirilerek saraya alındı. Has odalı Hüsrev Ağa'ya bağlanarak, büyük odalı zümresine dahil oldu. Sonra hazine-i amire'de vazife aldı. Kemankeş Kara Mustafa Paşa'nın zamanında Mirahorluk payesi aldı. Daha sonra Mirmiranlıkla Şam'a vali tayin edildi. 1650'de kubbealtı veziri oldu. Aynı sene içerisinde on yedi gün Anadolu Eyaleti valiliği yaptı. Sadrazam Gürcü Mehmet Paşa'nın garazına uğradı ve bu yüzden rütbesi alınarak Köstendil'e sürüldü.
İpşir Mustafa Paşa'nın himayesi ile Trablus'a vali tayin edildi. Eskişehir'de karşılaştığı Boynueğri Mehmet Paşa ile birlikte İstanbul'a döndü.
Bu esnada bütün memlekette anarşi kol gezmekteydi. Zorbalık ve haksızlık almış yürümüştü. Devlet düzeni bozulmuştu. Ordudaki disiplin bozulmuş, askerler ahaliyi rahatsız etmeye başlamışlardı. Henüz çocuk olan IV. Mehmet'in duruma hakim olması mümkün değildi. Annesi Turhan Valide Sultan saltanat naibeliği yapıyordu.
İstanbul'da bulunan Köprülü Mehmed Paşa ise; yakın dostlarından Mimar Kasım Ağa, şair ve musikişinas Solakzade Mehmet Hemdemi Efendi ve Evliya Çelebi ile sohbet ediyor, devlet idaresi hakkındaki fikirlerini açıklıyordu. Mütevazı fıtratıyla tanınan, mevki ve makamda gözü bulunmayan Mehmet Paşa, devletin içerisinde olduğu durumdan ızdırap duyuyor ve yakın arkadaşlarına devletin kurtarılması için ne yapılması lazım geldiğini anlatıyordu.
Turhan Valide Sultan'ın müşavirlerinden olan Mimar Kasım Ağa, Köprülünün fikirlerini Valide sultana anlatmış ve Köprülüyü sadrazam olarak tavsiye etmişti.
Valide Sultan Köprülü ile görüştü ve onu sadrazam yapmak istediğini bildirdi. O esnada 78 yaşında olan Köprülü, kendisine geniş yetkiler verildiği ve aleyhine hile koparanların sözlerine itibar edilmeyeceğine söz verildiği takdirde sedâreti kabul edeceğini bildirmiş ve kendisine çok geniş yetkilerin verilmesi üzerine 15 Eylül 1656'da sadrazamlığı kabul etmişti.
Mehmet Paşa idareyi ele alır almaz derhal anarşiyi bastırma yoluna gitmiş ve zorbaları birer birer yakalatarak cezalarını vermişti. IV. Murat gibi, ordu intizam altına alınmadan devletin kargaşadan kurtarılamayacağına ve huzurun temin edilemeyeceğine inanan Mehmet Paşa, ordudaki zorbaları temizleyerek, disiplini kurmaya muvaffak oldu.
İstanbul'daki karışıklıklarda, yeniçeri kiyafetine soktuğu Hristiyanlar vasıtası ile Müslüman ahaliyi zarara uğratan Rum patriğini idam ettirdi.
İstanbul'daki ulema sınıfı arasındaki kargaşalığı önledi ve bu sınıfın huzurla hizmet görür hale gelmelerini sağladı.
Devlet bünyesinde asayişi muhafaza edip, huzur ve intizamı ikame ettikten sonra orduyu toplayarak sefere çıktı. Çanakkale Boğazını kapatmış olan Venediklilerin üzerine yürüdü.
Kaptan Topal Mehmet Paşa'nın denizden, kendisinin karadan yaptığı taarruz neticesinde Venediklileri boğazdan attı ve Venedik işgali altındaki Bozcaada ve Limni adalarını geri aldı.
Ardından, Eflak, Boğdan ve Erdel meselelerini ele aldı. Bu havalideki isyanları bastırdı. Anadolu'daki Abaza Hasan Paşa isyanını da başarıyla bastırdı ve Anadolu'da huzuru temin etti.
1661'de Edirne'de vefat eden Köprülü, İstanbul'a getirilerek Divanyolundaki türbesine defnedildi.
Kendisinden sonra oğulları, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa ve Köprülü Fazıl Mustafa Paşa sadrazam olarak devlete hizmet etmişlerdir.
Charlize Theron
Charlize Theron (d. 7 Ağustos 1975, Benoni), Güney Afrikalı sinema sanatçısıdır. 2003'te En İyi Kadın Oyuncu dalında Oscar ödülüne layık görüldü.
Charlize Theron Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Benoni şehrinde doğdu. Annesi Gerda Alman, babası Charles Theron ise Fransız asıllıydı. Annesi ve babası bir yol yapım şirketi işletiyordu. Theron 15 yaşında iken annesi bir tartışma sırasında babasını vurdu ve Theron'un babası hayatını kaybetti. Annesi kendini savunduğu gerekçesiyle ceza almadı. 6 yaşında bale dersleri almaya 16 yaşında modellik yapmaya başladı. Ancak bir süre sonra dizini incitti ve profesyonel olamadan balerinliğe noktayı koydu. Theron bir bankadaki görevliyle ateşli bir tartışma yaşarken oyuncu menajeri John Crosby tarafından keşfedilmiştir. Theron kartvizini aldığı Crosby'i arayarak oyunculuk için ilk adımını atmıştı.
2001 yılından bu yana İrlandalı aktör Stuart Townsend ile olan birlikteliği 2011 yılının başlarında sona ermiştir. 2011 yılı Kasım ayında Jackson Theron'u, 2015 yılında August'u evlat edinmiştir.
The Hollywood Reporter'ın 2006 yılının "En Çok Kazanan Kadın Oyuncuları" listesinde North Country ve Æon Flux filmleri için film başına aldığı 10,000,000 $ ücretle Halle Berry, Cameron Diaz, Drew Barrymore, Renée Zellweger, Reese Witherspoon, ve Nicole Kidman'ın ardında 7. sırada yer aldı.
Oscar
BAFTA
Altın Küre
Emmy
! colspan="3" style="background: #DAA520;" | Akademi Ödülleri
Enkidu
Enkidu, Sümer mitolojisinde bir karakter. Sümercede "Kırların İnsanı" anlamına gelir. Gılgamış destanında Gılgamış'ın arkadaşıdır. Hayvanlar tarafından büyütülmüş vahşi bir insanken tapınak rahibesi olan Tehiptilla tarafından canavarsı yönleri ehlileştirilmiştir. Tanrı İştar'ın Gılgamış ve Enkidu üzerine gönderdiği Gök Boğa'sını beraber öldürürler ve boğanın bir bacağını keserek İştar'ın yüzüne fırlatır. Bunun üzerine tanrılar ikisini ayırmak için Enkidu 'ya bir hastalık verir ve onu öldürürler.
Geştinanna
Geştinanna, Sümer mitolojisinde Enki ve Ninhursag'ın kızı.
Dumuzi öldüğünde, Geştinanna günler ve geceler boyunca matem tutup, dövünmüştür. Geştinanna öldükten sonra şarabın ve soğuk mevsimlerin tanrıçası olmuştur.
Buji
Buji, İçten yanmalı motorlarda yakıt-hava karışımını ateşleyen makine parçasıdır. Bujiler yüksek gerilimli elektriği iki elektrot arasından atlatarak kıvılcım oluştururlar. Silindir içinde basınç altında yanma noktasına yaklaşmış yakıt bu kıvılcım sayesinde ateşlenir. Motorun "yanma zamanı" böylece gerçekleşmiş olur. Bujiler birçok çeşitte ve değişik tip motorlarda kullanılmak üzere farklı boyut ve özelliklerde üretilir. Genellikle 4 bölümden oluşurlar.
Şamhat
İştar (aşk ve savaş tanrıçası) kültüne bağlı bir tapınak fahişesi. Şamhat, bitkiler için verimli, hızlı büyümek, olağanüstü bir endama ve güzelliğe sahip anlamlarına gelen, "samahu" kökünden türemiş bir kelimedir. Çayırın hayvanları ile dost yabani insan Enkidu (Enki'nin yaratısı) ile ilşkiye giren şamhat onun uygarlıkla tanışmasını sağlar. Cinsel deneyim sonucu elde edilen bilgelik fikrinin sümer kökenli mi yoksa sami kökenli mi olduğu bilinmemektedir.
Siduri
Siduri, Gılgamış Destanı'ndaki bir karakter. Fermantasyon ile bağdaştırılmış bir tanrıçaydı. Gılgamış'ı ölümsüzlük arayışından caydırmaya çalışmıştır.
Tammuz
Tammuz veya Tamuz Arapça تمّوز Tammūz; İbranice תַּמּוּז; Akadca Duʾzu, Dūzu; Sümerce Dumuzi bir Babil tanrısı.
(Tam/Dam) kökünden türemiştir. Sümerlerde Dumuzı veya Damuzı olarak yer alır ve anlamı güvenilir veya oğul demektir. Türkçe de Dam/Tam yani ahır ile bağlantılı bir anlam kazanmıştır.
Türk ve Altay mitolojisine de Tamız (Tamus, Tammus, Tamıs, Dumuz, Dumıs) Han olarak geçmiştir. Sümer kökenlidir. Türk coğrafyasının büyük kısmında adı yaz aylarından birisine verilir; Temmuz, Tamız, Tamıs gibi… Çoğu zaman Ahır hayvanlarının ve/veya Çobanların ya da kırsal hayatın, ekinlerin ve hasadın koruyucusu olarak görülür. Damızlık sözcüğü, Damız (ahır) sözcüğüyle olduğu kadar bu isimle de bağlantılıdır ve Tamız Han için ayrılan hayvan demektir. Sümer mitolojisinde çoban |
görünümlü olarak betimlenir. Sümerce adı Dumuzi, 12 Hayvanlı takvimde de yer alan Domuz ile bağlantılı görünmektedir. Ünü tüm Ortadoğuya yayılmıştır.
"Tammuz" Suriye ve Lübnan'da tapılan bir ilah olan "Dumuzu"nun İbranice dilindeki karşılığıdır.
Temmuz ayı ismini bu tanrıdan almıştır. Babil'de Temmuz ayı tanrı Tammuz'un onuruna kurulmuştur. Tammuz'un kökeni Sümer çoban-tanrı, Dumuzid veya Dumuzi'dir. Dumuzi İnanna'nın eşiyken, Akadlar'da İnanna'nın dengi olan İştar'ın eşidir. Antik Suriye inancındaki Adonis, ki daha sonraları Yunan panteonuna da girmiştir, buradan kök almıştır.
Bekir Sami Kunduh
Bekir Sami Kunduh (Osetçe: "Къуындыхаты Муссæйы фырт Бечыр"; 1867, Saniba, Osetya - 16 Ocak 1933, İstanbul), ilk TBMM hükümetinin, bu anlamda da Türkiye'nin ilk dışişleri bakanı olma unvanını taşıyan siyaset adamı ve diplomattır.
Kuzey Kafkasya'nın Osetya Bölgesi'nde 1865'de doğmuş ve aynı yıl Anadolu'ya göç etmiş olup, Rus ordusunda General iken hemşehrileriyle birlikte Osmanlı Devleti tarafına geçip, Türk ordusunda da paşalık yapmış olan Musa Kunduh Paşa'nın oğludur. Galatasaray Lisesini bitirdikten sonra Paris'te siyasal bilgiler tahsilini tamamladı.
Petersburg Elçiliği'nde katiplikle başlayan memuriyeti Amasya Mutasarrıflığı, Van, Trabzon, Bursa, Beyrut ve Halep Valilikleriyle devam etti. Mütareke öncesi son görevi Beyrut Valiliğidir. Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey'in çağrısı ile Anadolu'ya geçmiş ve Sivas Kongresi 'nden itibaren Milli Mücadele'nin içinde yer almıştır. Erzurum Kongresi sırasında Sivas'ta olmasına rağmen Heyet-i Temsiliye üyesi seçilmiştir.
Sivas Kongresi tarafından da Heyet-i Temsiliye üyeliğine seçilmiştir. Sivas ve Amasya Çerkesleri üzerinde geniş bir nüfuza sahip olan Bekir Sami Bey, tarihte Amasya Mülakatı olarak bilinen ve İstanbul Hükümeti ile Anadolu Temsilcileri arasındaki ilk resmi görüşmede de Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey ile birlikte hazır bulunmuştur.
Heyet-i Temsiliye'nin Ankara'ya taşınmasından sonra yapılmış olan son Osmanlı Meclis-i Mebusan toplantısına Amasya Milletvekili olarak katılmış, bu Meclis'in İngilizler tarafından basılmasını takiben Ankara'ya dönüp TBMM'ye katılmıştır.
TBMM bünyesinde oluşturulan ilk hükümetin dışişleri bakanı olmuştur. Bu sıfatla Sovyetler Birliğine ve Londra Konferansına giden heyetlerin başkanlığını yapmıştır.
Konferansta Ankara Hükümeti'ni Bekir Sami Bey, İstanbul Hükümeti'ni ise Osmanlı Sadrazamı Tevfik Paşa temsil etti. Konferans sırasında Türkiye'nin tek temsilcisinin Ankara Hükümeti olduğunu belirten Sadrazamı Tevfik Paşa, sözü Bekir Sami Bey'e bıraktı.
Londra Konferansı sırasında diyalog kurduğu, İngiltere, Fransa ve İtalya Dışişleri Bakanları ile özel birer anlaşma parafe etmek suretiyle Malta'da tutuklu bulunan birçok değerli insanın sürgünden dönüp Milli Mücadeleye katılmasını amaçlamış ise de Ankara'nın onayını almadan yaptığı bu anlaşmalar, Türkiye'nin hükümranlık haklarına aykırı görülmesi üzerine, 8 Mayıs 1921'de Dışişleri Bakanlığı görevinden istifa etmiştir.
İstifa öncesinde ve sonrasında TBMM Genel Kurulunda heyet içinde yer alan diğer yetkililerin, ağır eleştirilere uğraması üzerine her türlü sorumluluğun kendisine ait olduğunu, hiçbir yetkilinin sorumluluğunun bulunmadığını, ifade ederek heyetinde görev alan insanların zarar görmesine engel olarak örnek bir davranış sergilemiştir.
Altı dil bilen Bekir Sami Bey, Avrupa devletleri nezdinde itibarı ve prestiji olan bir yöneticiydi. Bu yönünü iyi bilen Mustafa Kemal Paşa Meclis olurunu almadan da kendisini iki kez daha Avrupa'ya görevli olarak kulis için göndermiştir. Bir taraftan Türkiye'nin bağımsızlığı için çalışırken diğer taraftan da Kafkasya'nın bağımsızlığı için mücadele etmiştir.
Londra'da 12 Şubat-12 Mart 1921 tarihleri arasında yapılan Ortadoğu Konferansında bu tezin savunuculuğunu yapmıştır. İstanbul'da kurulmuş olan "Şimali Kafkas Cemiyeti" ve "Şimali Kafkas Göçmenleri Komitesi" gibi Kafkas göçmenlerinin sorunlarıyla ilgili kuruluşlarda görev yapmış olması nedeniyle Kafkas göçmen sorunlarını iyi bilir Sovyetler Birliği'ne yaptığı ziyaret sırasında Osetya yetkilileri ile eski bir Oset soylusu olarak yapmış olduğu görüşmelerin mana ve mahiyetini bilmesi mümkün olmayan Doktor Rıza Nur tarafından haksız olarak eleştirilere muhatap kılınmıştır.
TBMM'nin ilk dönemlerinde iki dönem Tokat Milletvekilliği yapmış olan Bekir Sami Bey, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nin kurucuları arasında yer almıştır. İzmir Suikastı nedeniyle bu partinin tüm üye ve kurucularının yargılanması sırasında yargılanmış ve beraat etmiştir. Bu olay kendisini çok üzdüğü için aktif siyasetten 1927’de ayrılıp köyünde sessiz yaşamayı tercih etti.
1933'te İstanbul'da vefat etmiştir.
Utnapiştim
Utnapiştim, Babil'deki Gılgamış Destanı'na göre Sümer şehir devleti Şuruppak'ın kralı. Efsaneye göre karısıyla birlikte, ki karısının ismi destanda yer almaz, tanrı Enlil tarafından gönderilen ve tüm canlıları yok etmeyi amaçlayan büyük Tufan'dan kurtulmuştur. Utnapiştim'in hikâyesinden Gılgamış Destanı'nın XI. tabletinde bahsedilir.
Utnapiştim ve karısı Tufan'dan sağ çıkıp dünyadaki hayvan ve bitki yaşamını da Utnapiştim'im yaptığı gemi ile kurtarmayı başarınca, tanrı Enlil tarafından kendilerine tanrılık bahşedilir. Gılgamış, Utnapiştim'den ölümsüzlüğün sırrını ister. Utnapiştim Gılgamış'ı bir bitkiyi bulmaya gönderir. Bu bitki ile gençleşmeyi ümit etmektedir. Gılgamış bitkiyi bulmasına rağmen bir yılan elinden alır ve sonuçta memleketine eli boş döner.
Utnapiştim'in Sümerlerdeki karşılığı Ziusudra, İbrahimi dinlerdeki karşılığı Nuh'tur.
Mezopotamya efsaneleri ile Kitabı Mukaddes'te bahsedilen Tufan arasında büyük benzerlikler olmakla birlikte, Kitabı Mukaddes'teki hikâye İbrani bakış açısına göre yazılmıştır. Babil efsanesinde felaketin nedeni tanrılar arasındaki bir anlaşmazlıktır; Tevrat'ın Çıkış kitabında ise insanoğlunun ahlaki çöküşüdür. Mezopotamya'nın ilkel çoktanrılı dinlerinden esinlenen hikâye Tevrat'ta, her şeye gücü yeten, iyilik yanlısı bir tanrının varlığının kanıtına dönüşür. Kurtuluştan sonra Ziusudra, Utnapiştim ve karısına tanrılık verilirken, Nuh ve karısına insanlık tarihini yeniden yazma görevi verilir.
Sertab Gibi
Sertab Gibi, Türk şarkıcı Sertab Erener'in üçüncü stüdyo albümü.
Yapım görevlileri "Sertab Gibi" albüm kitapçığından alınmıştır.
Humbaba
Humbaba (Asurda yazılışı) veya Huwawa (Babil), Akad mitolojisindeki canavarımsı bir devdir. Tanrıların yaşadığı sedir ormanının bekçisi, koruyucusudur. Yüzü aslan yüzüdür.
Huwawa veya Humbaba Hititler ve Hurriler'de Kupapa'dır, ki Kibele olarak Yunan ve Arap dillerine evrilmiştir. Öz olarak mitolojinin belirttiği gibi bir dev değil, bir Tanrıçayı, onun da ötesinde atatanrıçayı temsil eder. Gılgamış destanında geçtiği gibi anatanrıçadan kopup gelen ve uygarlaşmanın akabinde ona ihanet eden kişi Enkidu'dur. Gılgamış destanı Huwawa'yı öldürmekten korkar, zira ona yabancıdır. Fakat Enkidu, onu bilmekte, tanımaktadır. İhanetin mantığı içinde düşünülürse Enkidu'nun yaşaması için Huwawa'nın ölmesi zorunludur.
Kingu
Kingu, "Qingu" olarak da yazılır, Babil mitolojisindeki bir cindir. Tanrıça Tiamat, ki sonra Marduk tarafından öldürülmüştür, Kingu'nun annesiydi.
Tiamat Kingu'ya Kader Tableti'ni verdi. Kingu, Kader Tableti'ni boynuna asardı, bu da ona büyük bir kuvvet kazandırırdı. Daha sonraları, Marduk tarafından öldürüldü ve kanından insanlık yaratıldı.
Yemişen
Belde adları:
Köy adları:
Bitki adları
Alın
Alın yüzün bir parçasıdır ve kaşların üstünden saç bitimi başlangıcına kadar olan bölgeyi kapsar.
Alın derisinin hemen altında yağ dokusu ve bunun da altında kaslar vardır. Bu kaslar mimik kaslar grubundandır.
Alın kemiği içinde küçük bir çift kanalla burun boşluğuna açılan bir çift odacık (sinüs) mevcuttur. Baş ağrılarının birçok türü alın bölgesinde hissedilir. Bu ağrılar sinüziten kaynaklanabileceği gibi; göz, beyin ve sinir sistemine ait de olabilir.
Kalori
Kalori (simgesi "cal"), atmosfer basıncında 1 gram suyun sıcaklığını 1 °C artırmak için gerekli olan enerji miktarıdır.
Kilokalori (bazen kilogramkalori veya büyük kalori de denir) 1000 kaloriye eşittir. 1925'ten beri kalori, joule terimi ile belirlenmektedir. Enerji birimi olarak kalori, bir maddeye verilen (ya da eklenen) ısı miktarını belirlemek için kullanılır. Maddelerin ısı kapasiteleri, erime ve buharlaşma ısıları ve kimyevi değişmeye bağlı reaksiyon ısıları daima kalori terimi ile ifade edilir. 1 kalori yaklaşık 4,184 joule'e eşittir. 4 kibrit çöpü yakıldığında 1 kalorilik enerji açığa çıkar. Ayrıca "fiziksel" kalori yiyeceklerin enerji değerlerini göstermekte kullanılan kalori ile karıştırılmamalıdır. Yiyeceklerde kullanılan kalori "C" ie gösterilip 1000 cal değerindedir.
Eben Moglen
Eben Moglen, Columbia Üniversitesi hukuk ve hukuk tarihi profesörü. Aynı zamanda ücret almadan Özgür Yazılım Vakfı genel danışmanlığı ve Yazılım Özgürlüğü Hukuk Merkezi başkanlığı yapmaktadır.
Swarthmore Koleji'nden 1980 yılında mezun oldu. 1985'te Yale Üniversitesi'nde felsefe yüksek lisansını ve hukuk öğrenimini tamamladı. 1993'te Yale Üniversitesi'nde tarih doktorasını tamamladı. Şubat 2005'te Yazılım Özgürlüğü Hukuk Merkezi'ni kurdu. Bu merkez, Dünya çapında tüm özgür yazılım projelerine hukuki danışmanlık hizmeti vermekte ve özgür yazılımların haklarını kimi zaman dev firmalara ve hükümetlere karşı savunmaktadır.
Moglen, özgür yazılımın teknolojik aygıtlara bağlı bir toplumun özgür ve demokratik olabilmesi için temel gereksinimlerden biri olduğunu söylemektedir. Ancak özgür yazılım sayesinde kontrol edilebilecek bu aygıtlar sayesinde güç eşit olarak dengelenebilir.
Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması
Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması ; ; ), Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ve Meksika tarafından imzalanan serbest ticaret anlaşması. 1 Ocak 1994'te yürürlüğe giren NAFTA kapsamında, söz konusu üç ülke arasındaki ticaret ve yatırımlar liberalize edilmiş, ilk kez yabancı şirketlere, anlaşma ülkelerini uluslararası tahkim |
kurullarında tek taraflı olarak dava etme hakkı tanınmıştır. Kuruluş amacı üye devletler arasında serbest ticaret bölgesi oluşturmaktır.
1994-2001 yıllarında yatırımcıların ABD, Kanada ve Meksika hükümetlerine karşı açtığı yüzlerce tahkim davası bulunmakta olup; bu davaların hemen hepsinde yatırımcılar kazanmış, devletler ise kaybetmiştir.
NAFTA Antlaşması ABD, Kanada ve Meksika devlet başkanları Bush, Mulroney ve Salinas tarafından 12 Ağustos 1992'de Washington'da imzalanmıştır. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA), ABD, Meksika ve Kanada arasında dört yılı aşkın müzakereler sonucunda imzalanarak 1 Ocak 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Thelma ve Louise
Thelma ve Louise, 1991 yapımı bir yol filmidir. Senaryosunu Callie Khouri'nin yazdığı filmin yönetmenliğini Ridley Scott üstlenmiştir. Başrol oyuncularından Geena Davis, "Thelma" karakterini, Susan Sarandon "Louise" karakterini, Harvey Keitel, filmin iki kadın karakterinin işlediği suçları aydınlatma çabasında olan bir dedektifi; Hal kerekterini, Michael Madsen Louise'in erkek arkadaşını, Christopher McDonald Thelma'nın eşini, Brad Pitt ise Thelma ve Louise'in yanlarına aldıkları otostopçuyu canlandırmıştır.
Diğer bazı yol filmleriyle ve özellikle Alain Tanner'in yönettiği 1979 yapımı "Messidor" ile benzerlikler taşıdığı söylenebilir. Kadın hareketinin önem verildiği bir filmdir.
Film, mutsuz ev kadını olan Thelma ve monoton hayatından sıkılmış garsonluk yapan Louise’in hafta sonu tatili için arabayla şehir dışına çıkmalarıyla başlar. Arkansas civarında mola verdikleri bir barın otoparkında Thelma saldırıya uğrar. Louise son anda Thelma’yı tecavüze uğramaktan kurtarır ve saldırganı vurarak öldürür. Olay yerinden uzaklaşarak, kaçak durumuna düşen ikili Louise’in arkadaşı Jimmy’den Louise’e ait 6.100 doları alarak Meksika'ya gitmeyi planlarlar. Bu sırada polis Thelma ve Louise’in arananlar listesine koyar. Yolda karşılaştıkları J.D. adlı otostopçuyu arabalarına alan ikili jimmy ile buluşurlar. Louise Jimmy’den meksikaya gitmesi için gereken parayı alır ancak J.D. parayı Thelma’dan çalar. Bu sırada FBI ajanı Hal, Thelma’nın kocasına ulaşır. Paraları olmayan ikili yolda bir marketi soyarlar. Polis J.D.‘yi yakalar Thelma ve Louise’in yol aldıkları güzergâhı öğrenir. Louise bir markette Hal ile telefonla konuşur. Hal teslim olmalarını ister Louise ise teslim olmayacaklarını söyler. Telefon konuşmasında yerleri tespit edilen ikili, polisin uzun süren araba takibinin ardından; büyük kanyonda sıkışırlar. Bu sırada Hal Grand kanyona ulaşır.
CD-RW
CD-RW, İngilizce "Compact Disc Re-Writable" kelimelerinin kısaltmasıdır. Tekrar yazılabilen CD demektir.
İlk yazılabilir CD CD-Erasable (CD-E)(Silinebilir Yoğun Ağırşak) olarak tasarlandı ve yapılan değişikliklerden sonra 1997 yılında CD-RW ismini aldı.Herhangi bir CD, bilgileri üzerindeki polikarbon plastik yüzeye işlerken,CD-RW üzerindeki iki farklı yüzeye:dielektirik yüzey ve faz değişim materyaline işler. Faz değişim materyali ise kimyada AgInSbTe (Silver-Indium-Antimony-Tellurium) olarak tanımlanan çok özel bir maddededen oluşur.CD yazıcısı, lazerin ısısıyla yansıma niteliğinde bir yansıma meydana getirir.Lazer,çukur (pit) oluşturarak,yansıyan ışığın daha fazla saçılmasını sağlar. Böylece karanlık alanlar oluşur.Bu sistemin geri dönüşü mümkündür.
Bir CD-RW kaydedicisi 700 MB (Megabyte) veriyi bir CD-RW'a yaklaşık olarak 1000 kez yazabilir.Teoride bir CD-RW 1000 defa silinebilir ve yeniden yazılabilir olsa da pratikte bu sayıya ulaşmak pek mümkün olamamaktadır. Bunun en önemli sebebi ise medyanın iyi korunmaması olmaktadır. CD-RW lerin mutlaka bir CD kutusu içerisinde fiziki etkilerden ve parlak ışık kaynaklarından korunması gerekmektedir.
Frida Kahlo
Magdalena Carmen Frida Kahlo Calderon (6 Temmuz 1907 - 13 Temmuz 1954), Meksikalı ressam.
Bir yirminci yüzyıl popüler kültür ikonu haline gelen ressam, resimlerinin yanı sıra inişli çıkışlı özel yaşamı ve politik görüşleri ile tanınır. Sanatı, sürrealist olarak tanımlanmışsa da kendisi bu tanımı reddetmiştir.
Ressam Diego Rivera’nın eşidir.
1907 yılında Meksiko’nun güneyindeki Coyoacán'da dünyaya geldi. 6 Temmuz 1907 günü doğmuş olmasına rağmen, kendisi doğum tarihini, Meksika devrimi'nin gerçekleştiği 7 Temmuz 1910 günü olarak ilan etmiş, yaşamının modern Meksika'nın doğuşuyla başlamış olmasını istemiştir.
Altı yaşındayken geçirdiği çocuk felcinin sonucu olarak bir bacağı engelli kalmış, kendisine ""Tahta Bacak Frida"" denmişti. Bu engeliyle baş etmesini bilen Frida, genç kızlık çağında, dönemin en iyi eğitimini veren "Ulusal Hazırlık Okulu"’nda okudu. Bu okul, onu sanat, edebiyat, felsefe gibi alanlara yönlendirdi. İlerde Meksika düşün yaşamının önemli isimleri olarak anılacak "Alejandro Gomez Arias, Jose Gomez Robleda, Alfonso Villa" okul arkadaşları oldu. Okulda, anarşist bir edebiyat grubuna dahil oldu; güçlü bir kişilik oluşturmaya başladı. 18 yaşında geçirdiği bir trafik kazası bütün hayatını değiştirdi.
17 Eylül 1925 okuldan eve dönerken bindiği otobüsün tramvayla çarpışması sonucu çok kişinin öldüğü kazada, tramvayın demir çubuklarından birisi Frida’nın sol kalçasından girip leğen kemiğinden çıkmıştı. Kazadan sonra tüm hayatı korseler, hastaneler ve doktorlar arasında geçecek; omurgası ve sağ bacağında dinmeyen bir acıyla yaşayacak, 32 kez ameliyat edilecek ve çocuk felci nedeniyle sakat olan sağ bacağı 1954’te kangren yüzünden kesilecektir.
Kazadan bir ay sonra hastaneden çıkan Kahlo, ailesinin teşviki ile sıkıntı ve acıdan kaçmak için resim yapmaya başladı. Yatağının tavanındaki aynaya bakarak "oto-portreler" yaptı. İlk otoportresi, ""Kadife Elbiseli Otoportre""'dir (1926).
1927 yılı sonunda yürümeye başlayan Kahlo, bu dönemde sanat ve politika çevreleri ile yakınlaşmaya başladı. Kübalı önder Julio Antonio Mella ve fotoğraf sanatçısı Tina Modotti ile tanışıp yakın arkadaş oldu. Birlikte, dönemin sanatçılarının davetlerine, sosyalistlerin tartışmalarına katılmaya başladılar. Kahlo, 1929’da Meksika Komünist Partisi’ne üye oldu.
Resim çizmeye devam eden Kahlo aynı dönemde arkadaşı Tina Modotti aracılığıyla "Meksikalı Michalangelo" olarak anılan ünlü ressam Diego Rivera ile tanıştı ve ona resimlerini gösterdi. Aralarında romantik bir ilişki doğan iki ressam, 21 Ağustos 1929’da evlendiler. Frida, Rivera'nın üçüncü eşi oldu. Evlilikleri, ""fil ile güvercinin evliliğine"" benzetildi.
Sanatçı, ikinci otoportresini evlendiği yıl yaptı (Eser, 2000 yılında bir Amerikalı koleksiyoner tarafından 5 milyon USD'a satın alınmıştır). Aynı yıl Rivera'nın Komünist Parti'den ihraç edilmesi üzerine Frida Kahlo da partiden ayrıldı. 1930’da eşiyle beraber ABD’ye gitti ve 1933’te Rivera aldığı duvar resmi siparişlerini bitirinceye kadar eşiyle birlikte orada yaşadı. Evliliklerinden iki yıl sonra bir düğün fotoğraflarından yola çıkarak ""Frieda ve Diego Rivera"" (1931) adlı tablosunu yaptı. San Fransisco Kadın Ressamlar Topluluğu yıllık sergisinde sergilenen bu eser, onun bir sergide yer alan ilk tablosu oldu.
Çiftin, fırtınalı bir evlilik yaşamları oldu. Sağlık sorunları nedeniyle bir çocuğunu aldıran ve art arda iki düşük yapan Frida, eşinin sadakatsizlikleri nedeniyle 1939 yılında ondan ayrıldı ama 1 sene sonra yeniden evlendiler ve Frida’nın çocukluğunu geçirdiği ""Mavi Ev'e"" yerleştiler.
Frida’nın da evlilikleri sırasında çeşitli erkeklerle ilişkileri olmuştu. Bunlarda birisi de Rus devriminin önde gelen isimlerinden Lev Troçki idi. Troçki, Rivera’nın Meksika Cumhurbaşkanından aldığı özel izin ile 1937’de Meksika’ya gelmiş ve Frida’nın evine yerleşmişti. Aralarındaki ilişkiyi Troçki’nin eşinin farketmesi üzerine Frida, Troçki’den ayrılmıştır. Troçki’ye düzenlenen suikastin ardından suikastçı ressam Siqueiros’un arkadaşı olması nedeniyle sorgulanan Frida, bir süre Meksika’dan ayrılmayı uygun bulmuş; o sırada San Fransisco’da bulunan eski eşi Rivera’nın yanına gitmiş ve çift orada yeniden evlenmişlerdi.
Sık sık sağlığı bozulan Frida, dayanılmaz acılarla başa çıkmak için bütün gücüyle resim yapmış; yalnız ülkesinde değil, Amerika ve Fransa’da sergiler açmıştır. 1938’de New York’ta açtığı sergi ona büyük ün getirdi, 1939’daki Paris sergisi ile övgüler topladı.
1943’de "La Esmeralda" adlı yeni bir sanat okulunda öğretim üyeliğine başlayan Frida, sağlık durumu kötüleşmesine rağmen ders vermeyi on yıl boyunca sürdürdü. Sağlık koşulları nedeniyle Mexico City'e gidemediğinden, derslerini evinde veriyordu. Öğrencilerine ""Los Fridos"" (Frida öğrencileri) denildi.
1948'de yeniden Meksika Komünist Partisi'ne katılmak için başvurdu ve başvurusu kabul edildi.
1950'de omurgasındaki sorunlar nedeniyle hastaneye kaldırıldı ve 9 ay hastanede kaldı. 1953 yılı Nisan ayında Mexico City’de bir kişisel sergi açtı; Temmuz ayında sağ bacağı kesildi.
Frida Kahlo, 13 Temmuz 1954’te, akciğer embolisi teşhisiyle son nefesini verdiğinde; arkasında bıraktığı son tablosu; "Yaşasın Yaşam" isimli bir natürmorttu. Cenazesi, ertesi gün yakıldı. Külleri, Mavi Ev'de muhafaza edilmektedir. Mavi Ev, 1955'te Rivera tarafından devlete bağışlanmıştır.
Frida Kahlo’nun 143 resmi vardır; 55 tanesi otoportredir Yaşamının büyük bir bölümünü yatakta başının üstünde duran, “"gündüzlerinin ve gecelerinin celladı"” olarak tanımladığı bir aynaya bakarak geçirdiği için sürekli oto-portre çizmiştir. Resimlerindeki ustalık, Pablo Picasso’ya bile ""Biz onun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyoruz"" dedirtmiştir.
Sürekli evcil hayvan besleyen Frida’nın beslediği hayvanlarla ilgili iki portresi vardır: 1941'de yaptığı ""Ben ve Papağanlarım"" ile 1943'te yaptığı ""Maymunlarla Otoportre"".
Frida’nın resimleri ""sürrealist"" olarak değerlendirilse de o surrealizmi reddetti. Resimleri aslında acı ve kesin gerçekliği yansıtıyordu. Frida’nın resimlerinde Meksika kültürü ve devrimci ulusal kimlik tuvale aktarılmıştı.
Kahlo, 1938’de New York’ta sürrealist resmin öncü isimlerinden dostu Andre Breton’un da desteğiyle bir sergi açtı ve bu sergi ona uluslararası ün getirdi. 4 tablosunu ünlü aktör Edw |
ard G. Robinson’a satarak ilk büyük satışını gerçekleştirdi, resimlerinin yarısı satıldı. Bu başarı üstüne 1939’da Paris’te bir sergi açtı. Paris sergisinde fazla resmi satılmasa da eserleri büyük ilgi topladı; Picasso ve Kandinsky gibi sanatçıların övgüsünü kazandı; Louvre Müzesi, sanatçının "Çerçeve"' adlı tablosunu satın aldı. Sanatçı, ülkesindeki ilk kişisel sergisini 1953’te Meksika’daki galerisinde açtı. Doktoru, yatağından çıkmasını yasakladığı için serginin açılışına karyolasında taşınarak götürülmüştü
Ahmet Hamdi Akseki
Ahmet Hamdi Akseki (1887 - 9 Ocak 1951), Türk din bilgini 3. Diyanet İşleri Başkanı.
1947'den vefatına değin Diyanet İşleri Başkanı olarak görev yaptı.
Akseki, Güzelsu'da 1302 (1887) yılında doğdu. Babası Mahmud Efendi, annesi Hatice Hanımdır. Kuran'ı Kerim'i babasından öğrendi, Mecidiye Medresesi'nde okudu. Ödemiş'teki din ilimleri tahsil ettikten sonra İstanbul'a geldi. Fatih'te öğrenimine devam etti. Darülfünun Ulumi aliye-i Diniye'yi, Darülhilafetil Aliye'yi, Medresetül Mütehassısîn'i birincilikle bitirdi. Dersiam oldu. "Sebilürreşad", Selamet, Mahfil, Yeşilay, İslam-Türk Ansiklopedisi gibi mecmualarda yazdı. Kürsü Şeyhliği, muallimlik, medrese hocalığı yaptı. Balkan savaşı öncesi Sebilürreşad dergisinin muhabiri olarak Bulgaristan'a gitti, oradan mektuplar yazdı.
Milli mücadele döneminde görevini bırakarak destek olmak için Ankara'ya geldi. 1923'de Darülhilafe'leri ıslah etti. Atatürk'ün övgüsüne mazhar oldu. İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hadis müderrisi ve diyanet azası, Rıfat Börekçi'nin yardımcısıydı.
1947'de üçüncü Diyanet İşleri Başkanı oldu. 9 Ocak 1951'de görevi başında vefat etti, naaşı cebeci asri mezarlığına defnedildi.
Cıva
Cıva (Farsça: جیوه- jive), sembolü "Hg" ve atom numarası 80 olan kimyasal element. "Hg" sembolü, Latince'deki "hydrargyrum" (sulu/sıvı gümüş) sözcüğünden gelir. Cıva için İngilizcede ise iki sözcük kullanılır: ""mercury"" ve ""quicksilver"" (akıcı gümüş).
Cıva, hava, su ve toprakta birkaç şekilde bulunur. Bunlar, elementel cıva, inorganik ve organik cıva bileşikleri şeklindedir.
Gümüş renkli, ağır bir metal olan cıva, oda sıcaklığında (25C)sıvı halde bulunan 5 elementten (galyum, brom, sezyum, cıva ve fransiyum) birisidir. Cıva zehirli ve pahalı bir maddedir. İnhibitör (enzimlerin çalışmasına olumsuz etkide bulunur) olduğu için çok tehlikelidir.
Farsça jive(جیوه), Orta Farsça zivag(زیوگ), menisi canli (zenda/زنده)
Cıva, doğada mevcut olan bir elementtir. İnsanlar cıvayı; yiyeceklerden, çevresel ve endüstriyel ortamlarda ve amalgam bileşiklerinden alırlar. Bazı mikroorganizmalar cıvayı daha zehirli bir hali olan metil cıvaya dönüştürür. Bu bileşik, çevrede en çok karşılaşılan organik cıva bileşiğidir ve besin zincirinde birikir.
Ayrıca birinci derece cıvaya maruz kalınan besin maddesi, metilcıva içeren balık etidir. Metil cıva, mikroorganizmalarla birlikte, besin zincirinin daha üst organizmalarında birikir.
Cıvanın buharını solumak, insanlarda gelişmekte olan sinir sistemlerine zarar verir. Çoğu insan çevrede dağılmış bulunan cıva nedeniyle, dokularında eser miktarda cıva taşır. Cıvaya maruz kalan insanın zarar görüp görmeyeceği birçok faktöre bağlı olmakla birlikte genelde zehirleyicidir.
Venedik
Venedik (İngilizce: "Venice" /ˈvɛnɪs/; İtalyanca: "Venezia" [veˈnɛttsia], : "Vinegia"; Venedikçe: "Venexia" [veˈnɛsja]; Latince:"Venetiae"; Slovence: "Benetke"), kuzeydoğu İtalya'da birbirinden kanallarla ayrılmış ve köprülerle bağlanan 118 adanın üzerine kuruludur. Şehir, kıyı şeridi boyunca uzanan Venetian Lagoon bataklığında, Po ve Piave nehirlerinin deltaları arasına kuruludur. Venedik doğal güzelliği, mimarisi ve sanat eserleri ile ün yapmıştır. Bu şehir bütünüyle, deniz kulağı da dahil, Dünya Mirasları listesindedir.
Venedik, Veneto bölgesinin başkentidir. 2009 yılında Venedik komününde 270,098 kişi yaşıyordu (bu nüfusun 60,000'i tarihi Venedik şehrinde, 176,000'i Mestre ve Marghera şehirlerinde, 31,000' ise deniz kulağı üzerindeki diğer adalardadır). Padua ve Treviso şehirleriyle birlikte oluşan Padova-Treviso-Venedik Metropolitan Bölgesi (PATREVE)'nin toplam nüfusu 1,600,000'dir. PATREVE herhangi bir özerkliği bulunmayan, sadece istatistiksel bir bölgedir.
Venedik ismi, milattan önce 10. yüzyılda burada yaşayan Veneti insanlarınan gelmektedir. Ayrıca şehir eskiden Venedik Cumhuriyeti'nin başkentiydi. Venedik "La Dominante", "Serenissima", "Adriyatiğin Kraliçesi", "Sular Şehri", "Maskelerin Şehri", "Köprülerin Şehri", "Yüzen Şehir", ve "Kanallar Şehri" olarak bilinir. Luigi Barzini The New York Times Gazetesi'nde Venedik'i "kuşkusuz bir insan tarafından yapılan en güzel şehir" ayrıca Times Online Gazetesi de "Avrupa'nın en romantik şehri" olarak tanımlamışlardır.
Venedik Cumhuriyeti Ortaçağlar ve Rönesans dönemi boyunca denizlerdeki en önemli kuvvet olduğu kadar 13. yüzyıldan 17. yüzyılın sonlarına kadar sanatın ve ticaretin merkeziydi. Tarihi boyunca, özellikle Rönesans Döneminde, birçok sanatsal hareket olmuştur. Venedik tarihi boyunca senfonik müzik ve operanın gelişiminde önemli rol oynayan, aynı zamanda Antonio Vivaldi'nin doğduğu şehirdir.
İsim Veneti olarak bilinen halk ile bağlantılıdır (belki de Homer tarafından (W)enetoi) olarak bahsedilenle aynıdır). Kelimenin anlamı kesin değildir. Latince kelime olan "Venire" (gelmek) veya (Slo)venia dır. Latin kelimesi venetus ile bir bağ, anlamı "mavi-deniz" olasıdır. Araplar arasında eski ismi بُنْدُقِيَّة (Bündükıyye) olarak bilinir.
Venedik'in orijinine ait tarihsel kayıtların olmadığı zamanda, elde edilebilir kanıtların Venedik'in orijinal nüfusunun Padova, Aquileia, Altino ve Concordia (modern Portogruaro) gibi Roma şehirleri olduğunu gösterdiğinde pek çok tarihçi mutabıktır. Venedik'in tarih sahnesinde ünlenmesi Venedik Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla başlar.
Yıl ortalaması 13,5 °C'dir. Yılın en sıcak ayları Temmuz ve Ağustos aylarıdır. Ortalama sıcaklık bu aylarda 23 °C civarındadır. En soğuk ay 3,0 °C ile Ocak ayıdır.
Venedik belediye sınırları içindeki nüfus (31 Temmuz 2010 tahminine göre) 270.516 kişidir ve nüfus yoğunluğu 652,52 kişidir. Coğrafi bakımdan Venedik hem esas Venedik şehrini ve adaları ve Padova'ya kadar ulaşan anakara parçalarını içine alan Padova-Venedik şehirleşmiş metropolitan alanın bir parçasıdır ve bu metropolitan alanın nüfusu yaklaşık 1,6 milyonu aştığı tahmin edilmektedir.
Venedik belediye sınırları içindeki (2006 Nüfus Sayımına göre) nüfusun %47.5'i erkek, %52.5'i ise kadındir. 18 yaş altı genç nüfus toplam nüfusun %14.36'sini temsil etmektedir. Venediklilerin ortalama yaşı 46'dır. Bu oran İtalya'da 42'dır. 2002 ve 2007 arasındaki 5 yıllık süreçte şehirdeki nüfus %0,2 gerilemiştir.2006 itibarıyla nüfusun %93,70'i İtalyandır.
Venedik komününün belediye sınırları içinde nüfusunun 19. ve 20. yüzyıllarda gelişmesi nüfus sayımı sonuçlarına göre şu gösterimde izlenebilir:
Türk Hanı ("Fondaco dei Turchi" veya "Palazzo dei Turchi"), 13. yüzyılın ilk yarısında Giacomo Palmier tarafından inşa edilmiş bir saray. Türk Hanı, Büyük Kanal'ın sağ tarafında San-Marcuola İstasyonu'nun karşısında bulunmaktadır.
Venedik'in en eski saraylarından birisi olan Türk Hanı kıvrımlı bağlantıları ve ince sütunları ile Bizans mimarisinin tipik bir örneğidir. 1621'den itibaren Türk tüccarlar sarayı ticaret merkezi olarak kullanmaya başladılar. 1838'e kadar olan bu süreçte orada ikamet eden Türkler binaya bir cami ve hamam inşa etmişler ve sarayın mimarisini kısmen değiştirmişlerdir. Ayrıca 19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan restorasyon çalışmaları esnasında sarayın üst kısmına kubbe biçimde eklemeler yapılmıştır. Saray 1923'ten beri Venedik Doğa Tarihi Müzesi ("Museo di Storia Naturale di Venezia") olarak kullanılmaktadır.
Alman Hanı ("Fondaco dei Tedeschi") Akdeniz veya Balkanlar üzerinden gelen malları Avrupa'nın içlerine götürecek Alman tüccarlar tarafından kullanılmış handır. 1228 senesinde inşa edilmiş yapı yangın ile yıkılması sonrasında 1505-1508 seneleri arasında yeniden inşa edilmiştir.
Düka Sarayı ("Palazzo Ducale"), gotik tarzda yapılmış ve Venedik dükaları tarafından kullanılmış saraydır. Dükalık sarayı olmasının yanında Venedik Cumhuriyeti'nin siyasi merkezi konumundaydı. Napolyon işgaline kadar siyasi kurumlara da ev sahipliği yapmıştır. Günümüzdeki saray büyük ölçüde 1309-1424 yılları arasında yapıldı ve oldukça küçük olan bir kale üzerine inşa edildi. Giovanni ve Bartolomeo Bon 1442 yılında "Porta della Carta"'yı inşa ettiler.
Venedik'in asil ailelerinden Dandolo Ailesi tarafından 14. yüzyılın sonunda inşa ettirildi. 16. yüzyılda üç kısıma ayrılan yapı, üç aile üyesi arasında pay edildi. Sahibinin değişmesi sonrasında nihayet 1895'te otel olarak kullanılmaya başlandı 2010 senesinde başrollerini Johnny Depp ve Angelina Jolie'nin oynadığı The Tourist filminin bazı sahneleri burada çekilmiştir. Günümüzde Otel Danieli olarak kullanılmaya devam edilmektedir.
Grand Kanal ("Canal Grande") yaklaşık 4 km uzunluğunda, 30 ile 70 m genişliğinde, derinliği 5 metreye varan Venedik'teki en büyük kanaldır. Kanal S şeklinde aktığı için "volta die Canal" olarak isimlendirilir. Grand Kanal'a yaklaşık 45 adet diğer küçük kanallar bağlanmaktadır.
Kanalın sol tarafında San Marco, Cannaregio ve Castello, sol tarafında ise Dorsoduro, San Polo ve Santa Croce bölgeleri bulunur.
Günümüzde Grand Kanal üzerinde 4 köprü bulunmaktadır. İçlerinden en eski olanı "Rialto Köprüsü"dür. "Scalzi Köprüsü" ve "Accademia Köprüsü" nün inşa edildiği 19. yüzyıla kadar "Rialto Köprüsü" Grand Kanal üzerinde iki yakayı birbirine bağlayan tek köprü idi.
Grand Kanal kenarlarında 200'ün üzerinde saray vardır.
Saraylarda Gotik, Rönesans ve Barok stiline sıkça rastlanmaktadır. Bazı saraylarda Bizans mimarisi göze çarpar.
Grand Kanal'da ulaşım deniz otobüsleri (vaporetto) ve gondollar ile sağlanmaktadır. Ayrıca deniz taksileri de mevcuttur. Grand Kanalı boydan boya sadece 1 numaralı deniz otobüsü (vaporetto) geçmektedir.
Grand Kanal'da yüzmek para cezasına tabidir. Bu konu |
da cok sıkı kontroller yapılmaktadır.
Venedik kentinin en renkli mekanlarından biridir. Yalnız iki yakayı birbirine bağlamakla kalmaz; aynı zamanda cıvıl cıvıl bir alışveriş mekanıdır. Rialto köprüsünün üzerinde, girişinde ve çıkışında birbirinden güzel cam eşyalar, maskeler, kuklalar, ayakkabı-çanta ve meyve sebzeden tutun da şekerleme ve çöreklere kadar satın alabilecek her şeyi bulabilirsiniz. Bütün bu alışveriş keyfinin ötesinde Rialto Köprüsü'nün üzerinden Grand Kanal manzarası bir harikadır.
"İç Çekişler Köprüsü", "İşkence Köprüsü" veya Ahlar Köprüsü olarak bilinmektedir. "Dükler Sarayı" ile "Yeni Hapishane" arasında kapalı olarak inşa edilmiş bir köprüdür. İsmini muhtemelen buradan cezaevine giden mahkûmların Venedik'e son kez bakmasından almıştır. İnanışa göre, bu köprü altında öpüşen çiftlerin aşklarının daim olacağı söylenmektedir. Venedik'te görülecek en güzel yerlerden biri olan bu köprü, Dükler Sarayı'na bağlı olan tarihi bir yapıdır.
San Marco meydanı, Venedik'in turistler ve güvercinler tarafından en çok ziyaret edilen meydanı.
San Marco meydanı 175 uzunluğunda, 82 metre genişliğindedir. Fransız Yazar Alfred de Musset meydan için "Avrupa'nin Salonu", Napolyon ise "Avrupa'nın en güzel şenlik alanı" ifadesini kullanmıştır.
Meydanın geçmişi 9. yüzyıla dayanmaktadır. O zamanlar meydan düklerin aldıkları kararları açıkladıkları, Markus kilisesinin önündeki küçük bir alandı. Meydan bugünkü konumuna 13. ve 16. yüzyıllar arasındaki çalışmalar sonucunda ulaşmıştır.
Büyük kanal'dan başlandığında (soldan sağa) meydanda sırasıyla şu binalar yer alır: Dükler Sarayı, Porta della Carta, Saat kulesi, Procuratie Vecchie, Procuratie Nove, Campanile ve Biblioteca Marciana.
Meydan aynı zamanda pek çok ünlü ziyaretçileri olmuş olan kahvehaneleri ile de ünlüdür. Meydanın ve İtalya'nın en eski kahvehanesi olan Caffè Florian(•) (1720 yılında inşa edilmiştir) pek çok yazar, şair ve müzisyenin buluşma yeriydi. Goethe, Thomas Mann, Marcel Proust, Hemingway ve Mark Twain gibi pek çok ünlü kişiler kahve içmeye oraya giderlerdi. Hatta Richard Wagner Giuseppe Verdi ile karşılaşmamak için meydanın diğer tarafındaki Caffe Lavena'ya giderdi.
"Fenice Tiyatrosu" Venedik'in en bilinen ve en büyük Opera binasıdır. Dünyaca ünlü pek çok opera eserinin prömiyerleri burada yapılmıştır. Bunlardan bazıları sırayla şu eserlerdir:
Venedik kanalları nedeniyle dünyaca ünlüdür. Bir sığ Deniz kulağında yaklaşık 150 kanal tarafından şekillenmiş olup, 118 adet adadan oluşan bir takım adalar zinciri üzerinde kurulmuştur. Üzerinde şehirlerin kurulduğu bu adalar yaklaşık 400 köprü ile birbirine bağlanır. Eski merkezde kanallar yol görevi görür. Her bir şekillenmedeki ulaşım su üzerinde veya yürüyerek olur. 19. yüzyılda bir geçici yaya yolu anakarayı Venedik'teki demiryolu istasyonuna götürüyordu. Venedik Avrupa'nın en geniş araba girişinin yasak olduğu alana sahiptir. Ayrica Venedik aşk şehri olarak da bilinir. Venedik'teki türlü aşk mekanları genç aşıkların buluşma noktasıdır. Örn: Aşk Tüneli
İdari bakımdan Venedik, Veneto bölgesine bağlı Venezia ili'nin bir komünüdür. Venedik komünü daha önce 18 adet "mahalle (quartieri)" kapsamaktaydı ve bu eski mahalleler esas Venedik şehri; belirli adalar ve anakarada bulunmaktaydı. 2005den itibaren Venedik Komünü 6 Belediye "(municipalità)"'ya bölünmüş ve bu belediyelere şu belirlenen "eski mahalleler" bağlanmıştır::
Venedik 25 Eylül 1999 tarihi ile Yunanistan'ın Selanik ve Almanya'nın Nürnberg şehirleriyle imzalanan iş birliği anlaşmasına sahiptir. Türkiye'nin İstanbul şehriyle 4 Mart 1993 tarihinde 1991 yılı İstanbul deklerasyonu çerçevesinde imzalanan iş birliği anlaşmasına sahiptir. Ayrıca Çin'in Qingdao şehri ile bilim ve teknoloji ortaklığına sahiptir.
Ocak ayı 2000 tarihinde EC (Avrupa Birliği) n.2137/85 tüzüğünü yaparken, Venedik şehri ve Yunan topluluk ve şehirleri merkez birliği (KEDKE) kuruldu. Avrupa Ekonomik İlgi Gruplaşması (E.E.I.G.) Marco Polo sistemi ulusal olarak turist alanı ve kültürel alan içerisinde Avrupa Projesini gerçekleştirmek ve geliştirmektedir. Özellikle güzel sanatlara ait ve mimari mirasın korunması ve güvenliğinde referansdır.
Alanis Morissette
Alanis Nadine Morissette ("doğumu 1 Haziran 1974 Ottawa, Ontario, Kanada"), Kanadalı şarkıcı, şarkı sözü yazarı ve sinema oyuncusudur. Sanat hayatına Nickelodeon'un "You Can't Do That on Television" dizisinde oynayarak başlamış ve buradan kazandığı parayla Kanada'da epeyce satan ilk "single" çalışmasını ( "Fate Stay With Me" ve B yüzünde "Find The Right Man") çıkarmıştır.
İlk klibi Friends'den tanınan Matt le Blanc'ın da ilk ekran deneyimlerindendir. İkinci albümüyle istediği başarıyı yakalayamayan Alanis Amerika'ya gider ve orada yapımcı Glen Ballard'la tanışır. Hemen çalışmaya başlarlar ve dünyanın en çok satan çıkış albümü (33 milyondan fazla) olan "Jagged Little Pill" kısa zamanda ortaya çıkar.
Daha sonra medyanın ilgisinden bunalan Alanis gelmiş geçmiş en iyi kadın sanatçı satışını yapsa da müziği bıraktığını açıklar ve Hindistan'a iç huzurunu aramaya gider. Orada huzuru bulduğunu belirtir ve yine müzik yapmaya başlayarak "Supposed Former Infatuation Junkie" albümünü çıkarır. Yazmış olduğu "Uninvited" ile Grammy ödülünü kazanır. Hindistan'a teşekkür ederek çıkışını "Thank U" ile yapar. Bu albüm yalnızca 7 milyon satmıştır.
Bunda sonra "MTV Unplugged" albümünü çıkarır. Aynı dönemde Kevin Smith'in "Dogma" isimli filminde Tanrı rolünde oynar. "Still" şarkısını bu film için yazmıştır. Ardından "Under Rug Swept" gelir ve Alanis "Hands Clean" şarkısıyla kendini tekrar tanıtır. Albüm satışı 5 milyon gibi az bir rakamdır. Bu albümle en iyi yapımcı Juno Ödülü'nü almıştır.
Ardından "Feast on Scraps" adlı bir albümle hayranlarının karşısına çıkar. Diğer ülkelerdekilere konser performansını izleme şansı verdiği bu albüme aynı zamanda "URS" e sığmayan şarkılarını da koyar. Önemli şarkılarından biri "Purgatorying"dir.Daha sonra "So-Called Chaos" gelir ve Kanadalı aktör Ryan Reynolds'a atfedilen bu albüm ile onun artık eskisi gibi sinirli olmadığını, olgunlaştığı görülmektedir.
2005 senesinde Narnia Günlükleri filmine yaptığı "Wunderkind" şarkısıyla Altın Küre'ye aday olan sanatçı "Jagged Little Pill" 'in 10. yılı anısına akustik versiyonunu çıkarır. Yine 2005 sonlarına doğru "The Collection" adlı ""Best of"" albümünü çıkarır ve "Crazy" şarkısıyla yeniden popüler olur.
Kalorimetre
Kalorimetre, kalorimetri biliminde kullanılan cihaza veya bir kimyasal reaksiyonda ya da fiziksel değişim'de açığa çıkan ısıyı ve ısı sığasını ölçme işlemine verilen isimdir. Diferansiyel taramalı kalorimetre (DSC), izotermal titrasyon kalorimetresi (ITC) ve hızlandırılmış oran kalorimetresi en bilinen çeşitleridir.
Kalorimetre ismi ünlü Fransız kimyager Antoine Lavoisier tarafından türetilmiştir.
İç içe geçmiş iki stiren köpüğünden yapılmış kahve bardağından oluşan, yanma olmayan reaksiyonların ısı değişimlerini tayin etmek için kullanılan basit bir cihazdır. Çözelti ve seyrelme ısıları ,asit-baz nötralleşmeleri (Yanma olayı gerçekleşmeyen reaksiyonlar) gibi çeşitli reaksiyonların ısı etkilerini ölçmektedir.Prosesin ısı değişimi basit sabit olduğu için entalpi değişimine eşittir. Tamamen izole bir sistemde reaksiyon ısısının çözelti tarafından absorblandığı kabul edilir. Çözeltinin ısı değişimi kadar kalorimetrenin de ısı kapasitesini de bilmek gerekir.
En basit ısı ölçü birimi, bir kilogram buzu eritmek için gerekli ısı miktarıdır. Birime dayanan ölçme şeklinde, bir buz kütlesi alınır. İçinde bir oyuk açılır. Mesela belirli bir sıcaklıktaki bir cismin 0 °C dereceye inmek için vereceği ısıyı ölçmek için, o cisim bu oyuğa konulur ve üstü bir buz tabakasıyla kapatılır. Konulan cismin sıcaklığı 0 °C dereceye bir müddet sonra iner. Sonra meydana gelen su alınarak tartılır. Cismin sıfır dereceye inmek için vereceği ısı su haline geçen buzun erimesi için gerekli olan ısıya eşit olacağından, kilogram cinsinden ölçülen su ağırlığı ısı miktarını verir. Daha sonra Joseph Black tarafından kullanılan bu alet, Pierre Laplace tarafından geliştirilmiştir.
Robert W. E. Bunsen ise, bu aleti iki hazneli yaparak daha da pratik hale getirmiştir. İç hazne ısısı ölçülecek cisim için olup, dışta bulunan ve iç hazneyi çeviren haznede buz ve su karışımı bulunur. Dış hazneye bir kapiller boru bağlanmıştır. Ayrıca aleti, dış tesirlerden korumak için bütün dış hazne buz parçacıklarıyla sarılmıştır. Çalışma durumunda dış haznedeki buz ve su karışımı tamamen dengede olup, ne erime ve ne de donma mevcuttur. Isısı ölçülecek cisim, iç hazneye konulduğunda buz-su karışımındaki buzlar erimeye başlar.
Eriyen buz miktarı bu haznede meydana gelen hacim değişikliğinden ve bu ise eklenmiş bulunan tüpteki seviye değişikliğinden anlaşılır. Bu değerden, cismin sahip olduğu ısıya geçmek mümkündür.
Bir kilogram buharın yoğunlaşıp aynı sıcaklıkta su haline dönüşürken verdiği ısı da, başka bir ısı birimi olarak tarif edilir. Bugünkü durumuna fizikçi John Joly'in çalışmalarıyla gelmiştir. Hassas bir terazinin bir kefesine sahib olduğu sıcaklığı ölçülecek cisim konur. Cismin sıcaklığı kendisini saran buharın sıcaklığına çıkarken, buharın bir kısmı cisim üzerinde yoğunlaşır. Daha sonra cisim tartılarak yoğunlaşmış olan buharın ağırlığı bulunur. Bu kadar buharın yoğunlaşması için gerekli olan ısı miktarı, cismin bulunduğu sıcaklıktan, buharın sıcaklığına gelmesi için gerekli olan ısı miktarına eşit olacaktır.
Kalorimetre bombası, bir reaksiyondaki yanma ısısını ölçmek için kullanılan bir kalorimetre cinsidir. Kalorimetre bombaları reaksiyon sonucu oluşan basınca ve güce karşı koymak zorundadır. Yakıtı tutuşturmak için elektrik enerjisi kullanılır, yakıt yanmasıyla birlikte etrafındaki havayı ısıtır. Isınan hava genleşerek kalorimetrenin hava çıkışındaki tüpe doğru gider. Hava bakır tüpten geçerken aynı zamanda tüpün dışındaki suyu da ısıtır. Suyun sıcaklığındaki artış miktarı yakıtımızın kalorisini hesaplamamıza yardımcı olur.
Yeni kalorimetre tasarımlarında bomba tek bütün o |
larak elektrikle tutuşturulmadan önce belirli bir miktar yakıt ve yüksek basınçlı oksijen(genelde 20 atm) ve belirli miktardaki su ile çevrelenir. Bomba – yakıt ve oksijen – kapalı bir sistem oluşturur ve reaksiyon esnasında hava çıkışı olmaz. Yanma sırasında oluşan enerjiyle çelik bombanın, bileşenlerin ve suyun sıcaklığı yükselir. Ve böylece suyun sıcaklığındaki değişim doğru şekilde ölçülür. Bu sıcaklık artışı bir bomba faktörüyle (metal bombanın parçalarının ısı kapasitesine bağlı olan) beraber yanan yakıtın verdiği enerjiyi ölçmede kullanılır. Sıcaklık değişimi hesaplandıktan sonra bomba içindeki yüksek basınç dışarı verilir.
Temel olarak, bu düzenek basit kalorimetrelerden daha iyidir, çünkü hesaplanmayan ısı kaybına çok fazla izin vermez.
Pearl Jam
Pearl Jam, Seattle, Washington kökenli bir rock müzik grubudur. Grubun kuruluşundan bu yana var olan üyeleri Eddie Vedder (vokal), Mike McCready (lead gitar) Stone Gossard (ritim gitar) ve Jeff Ament'tır (bas). Beşinci üye olan davulcu Matt Cameron, 1998'den beri gruptadır ve aynı zamanda Soundgarden ile çalmaktadır.
Gossard ve Ament'ın önceki grubu Mother Love Bone dağıldıktan sonra kurulan Pearl Jam, 1991'de ilk albümü Ten ile ana akım piyasaya girdi ve 1990'ların başlarında grunge hareketinin en önemli gruplarından biri oldu. Kariyerlerinin ilerleyen dönemlerinde grup üyeleri video klip çekmeme, röportaj vermeme, Ticketmaster boykotu gibi eylemlerle müzik endüstrisinin geleneksel yapısına karşı çıktılar. 2006 yılında Rolling Stone dergisi, grubun "son on yılının çoğunu kendi şöhretini yok etmekle geçirdiğini" yazdı.
Grup, ABD'de yaklaşık 32 milyon ve dünya çapında yaklaşık 60 milyon albüm sattı. 1990'ların başlarında alternatif rock yapan grupların çoğundan daha yüksek satış rakamlarına ulaştı ve 90'lı yıllarda en çok konuşulan gruplardan birisi oldu.
1980'lerin ortalarında Seattle'da, gitarist Stone Gossard ve basçı Jeff Ament’ın “Green River” adlı bir rock grubu kurdu. Grup, ilk olarak bir EP ve “Rehab Doll” adlı bir albüm hazırladı. 1988 yılının sonunda Green River dağıldı. Daha sonra Gossard ve Ament, ikiliye katılan baterist Jeff Turner ve daha önce Seattlelı bir grup olan Malfunkshun’ın solisti olan Andrew Wood’la birlikte “Mother Love Bone” adlı grubu kurdu. Kurulan bu yeni grubun Green River’dan tamamen farklı, blues ve glam rock ağırlıklı bir sound'u vardı.
Grubun başarısı PolyGram’ın bir yan kuruluşu olan Stardog tarafından hemen farkedildi. Böylece grup, 1989’da çıkaracakları “Shine” adlı EP’leri için Stardog’la anlaşma imzaladı. Shine’ı, bir yıl sonra çıkacak “Apple” adlı albüm izledi. Ne yazık ki Wood, eroin bağımlılığını yenemedi ve “Apple” albümünün çıktığı 1990 yılının Mart ayında aşırı dozdan öldü.
Wood’un ölümüyle Mother Love Bone dağıldı. Gossard, bireysel çalışmalara yöneldi. İçinde, üç enstrümantal kaydın bulunduğu Stone Gossard Demos 91 adını verdiği bir hard rock albüm çıkardı.
Grup, 27 Ağustos 1991 yılında, Epic Records tarafından çıkarılan ilk stüdyo albümleri olan Ten'i piyasaya sürdü. Ten'in asıl patlaması ise aradan bir yıl geçtikten sonra piyasaya sürülen Jeremy single'ı ve klibi ile oldu ve 1992'nin sonlarına doğru albüm Billboard'da 2. sıraya kadar yükseldi.
Grup isim arama aşamasındayken Ament, grup adında "pearl" (inci) sözcüğünün geçmesini önermişti. Arından bir Neil Young konserine giden grup, Young'ın şarkılarını doğaçlama bir şekilde 15-20 dakikaya kadar uzattığını (jam) görünce "Pearl Jam" adında karar kıldı.
Holokost
Holokost (Yunanca: "holókaustos: ", "bütün" ve ', "yanmış"), Nazi Soykırımı, Yahudi Soykırımı ya da Ha-Shoa (İbranice: "felaket"); Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Partisi'nin yönettiği Nazi Almanyası döneminde, işgal edilen sınırlar içerisindeki yaklaşık altı milyon Yahudi’nin (kaynaklara göre bu ölü sayısı değişir) sistemli bir şekilde öldürüldükleri soykırım.
Bazı akademisyenler, Romanların toplu katliamının ve özürlü insanların öldürülmelerinin de bu tanıma katılmaları gerektiğini savunur ve bazı bilim insanları da Holokost tanımının, Naziler tarafından öldürülen Sovyet tutsaklar, Polonyalılar ve eşcinselleri de içermesi gerektiğini savunmuştur. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ardından ortaya çıkan rakamlarla birlikte, yakın dönemdeki tahminler, 10-11 milyon civarında insanın Nazi rejimi tarafından öldürüldüğünü göstermektedir.
Holokost öncesinde sayıları dokuz milyonu bulunan Avrupalı Yahudilerin aşağı yukarı üçte ikisi öldürüldü. Bir milyon üzerinde Yahudi çocuk, aşağı yukarı iki milyon Yahudi kadın ve üç milyon Yahudi erkek Holokost’ta öldürüldü. Almanya ve Almanların işgal ettiği sınırlar içerisindeki 40.000 üzerindeki bir tesis ağı, Yahudi ve diğer kurbanları; toplamak, hapsetmek ve öldürmek için kullanıldı.
Holokost'a giden süreçte şiddet ve soykırım aşama aşama gerçekleşti. Yahudilerin sivil haklarını elinden alan, en meşhuru 1935 yılındaki Nürnberg Yasaları olan, birçok yasa, Avrupa’da İkinci Dünya Savaşı patlak vermeden yürürlüğe girdi. Toplama kampları, mahkûmların, ya bitkinlikten ya da hastalıktan ölene kadar köle gibi çalıştırılmaları için kurulmuştu. Almanya’nın her işgal ettiği yerde paramiliter grup , Yahudileri ve politik muhalifleri, toplu infazlarla öldürdü.
İşgalciler, Yahudileri ve Romanları gettolara hapsedip nakliye trenleriyle ölüm kamplarına gönderilmeden önce bir arada tuttular. Yolculuk boyunca ölmeyenler ya ölene dek çalıştırıldı, ya tıbbi deneyler için kullanıldı, ya da sistematik bir şekilde gaz odalarında öldürüldü. Alman bürokrasisinin her kolu, soykırımın lojistiğine yardım etti ve Üçüncü Reich’ı, Holokost akademisyenlerinin belirttiği gibi bir Soykırım Devleti’ne dönüştürdü.
Holokost sözcüğü, İbranice "olah" kavramının Yunanca çevirisidir. "Olah", Yahudilikte tamamen yakılan bir tür adaktır. Holokost sözcüğü (Yunanca: holókauston), "holos" (tüm, komple) ve "kaustos" (yakılmış, köz olmuş) sözcüklerinin birleşiminden oluşur ve "tamamen yakılmış, yanıp kül olmuş" anlamına gelir. Kaustos sözcüğünün kökü yakmak anlamına gelen "kalein" sözcüğüne dayanır.
Kitab-ı Mukaddes'te de geçen, Shoah (שואה) sözcüğü "felaket" anlamına gelir ve bu sözcük 1940’larda, özellikle İsrail ve Avrupa’da, Holokost için kullanılan standart İbranice sözcük olmuştur. Shoah sözcüğünün tercih edilmesinde birçok amaç vardır. Bunların arasında, dini olarak, “Holokost” teriminin hakaret anlamına gelmesidir.
Naziler, soykırım için daha üstü kapalı bir tabir olan “Yahudi sorununa son çözüm” (Almanca: ""). Naziler öldürdükleri kurbanları "lebensunwertes Leben" (yaşamayı hak etmeyen canlar) olarak adlandırıp işledikleri suçları kendilerince böyle akladılar.
1933 yılında Yahudilerin haklarının azaltılması ile adım adım başlayan felaket, sonunda Nazi hükûmetinin eline geçirebildiği bütün Avrupa Yahudilerini katletmesi ile sona erdi. Bu süreç kaba şekilde üç döneme ayrılabilir:
Michael Berenbaum Almanya’nın bir soykırım devleti olduğunu yazar “Ülkenin bütün bürokratik kolları ölüm sürecinde etkili oldu. Mahalle kiliseleri ve içişleri bakanı, doğum kayıtlarını paylaşarak kimin Yahudi olduğunu paylaştı; Posta kurumu, sürgün ve vatandaşlık haklarının alınmasına dair kararları dağıttı; ekonomi bakanlığı Yahudilerin mallarına el koydu; Alman şirketleri Yahudi işçileri kovdu ve Yahudi hissedarların haklarını ellerinden aldı.”
Üniversiteler Yahudileri kabul etmedi ve hali hazırda eğitim görmekte olanlara diplomalarını vermedi ve Yahudi akademisyenleri kovdu; devlet ulaşım görevlileri, Yahudilerin kamplara gönderilmeleri için tren hazırladı; Alman ilâç şirketleri kamptaki mahkûmlar üzerinde ilâçları denedi; şirketler krematoryum inşası için ihaleye girdi; IBM’in Almanya şubesi, bütün kurbanların kayıtlarını muntazam bir şekilde kayıt altına alacak sistemi kullandı. Mahkûmlar ölüm kamplarına girdiklerinde kişisel eşyalarını görevlilere verdi. Bu eşyalar sınıflandırıldı ve Almanya’ya, tekrar kullanılmak ya da geri dönüşüm için gönderildi. Berenbaum, “Yahudi sorunu için son çözümün, failleri tarafından en büyük başarı” olarak görüldüğünü yazdı. Gizli bir hesapla, Alman Millî Bankası, kurbanlardan ele geçirilen varlıkları hortumladı.
Saul Friedländer, “Avrupa’da ve Almanya’da hiçbir sosyal grup, hiçbir dini cemaat, hiçbir eğitim kurumu ya da hiçbir mesleki kuruluş, Yahudilere destek vermedi” diye yazdı. Friedländer, gelişmiş ülkelerde muhalif olan büyük küçük güçlerin (kurumlar, kiliseler, sivil toplum kuruluşları, çıkar grupları, iş dünyası), Holokost döneminde Almanya’da engel olmaya çalışmamasından dolayı, Holokost’u farklı bulduğunu da yazdı.
Diğer soykırımlarda, sınırların ve kaynakların kontrolü gibi faydacı değerlendirmeler, soykırım politikaları için oldukça önemliydi. İsrailli tarihçi ve bilim insanı Yehuda Bauer’e göre;
Holokost’un temel motivasyonu tamamen ideolojikti. İdeolojinin temeli, Yahudilerin uluslararası bir Yahudi komplosuyla dünyayı kontrol etmeyi istediklerine inanan Nazi inancına dayanır. Nazilere göre Yahudilerin bu kontrol plânları, Aryan ırkın aynı plânlarına engeldi. Hiçbir soykırım bu kadar tamamıyla efsanelere, halüsinasyonlara ve soyut kavramlara dayalı değildi ve diğer soykırımlar Holokost’a nazaran daha rasyonel pragmatik yollarla yapılmıştı.
Alman tarihçi Eberhard Jäckel 1986 yılında, Holokost’un farklı özelliklerinden biri olarak şunu belirtti:
Soykırım sistematik bir şekilde, Almanlar tarafından işgal edilmiş, günümüzde 35 farklı Avrupalı ülke olan sınırlar içinde yürütüldü En kötü etkilenen coğrafya, 1939 yılında yedi milyondan fazla Yahudi nüfusuna sahip olan Orta ve Doğu Avrupa’ydı. Üç milyon Polonya’da ve bir milyon üzerinde Sovyetler Birliği’nde olmak üzere, beş milyona yakın Yahudi burada öldürüldü. Yüzbinlerce Yahudi, Hollanda, Fransa, Belçika, Yugoslavya ve Yunanistan’da öldürüldü. Wannsee Protokolü, Nazilerin soykırım plânlarını İngiltere, İrlanda, İsviçre, Türkiye, İsveç, Portekiz ve İspanya gibi Avrupa’daki bütün tarafsız ülkelerde gerçekleştirmek istediklerini belirtmiştir.
Üç ya da dört Yahudi büyüğe (babaanne-anneanne) sahip olan her Yah |
udi istisnasız bir şekilde öldürülmeliydi. Diğer soykırımlarda, insanlar ölümden din değiştirerek ya da bir şekilde asimile olarak kaçabildiler. Bu seçenek, Avrupa’daki Yahudiler için geçerli değildi Tek istisna, ataları 18 Ocak 1871 öncesinde dönmüş olan Yahudiler içindi. Diğer bütün Yahudiler, Almanya’da ve Almanya’nın işgal ettiği yerde öldürülecekti.
Gaz odalarına sahip olup sistematik bir şekilde insanları öldürmeyi amaçlayan kampların olması, Holokost’un en farklı özelliklerinden biridir ve tarihte daha önce başka bir örneği olmamıştır. Daha önce kitle kitle insanları öldürmek için herhangi bir yer kullanılmamıştı. Bu tür kamplar, Auschwitz, Belzec, Chelmo, Jasenovac, Maıdanek, Maly Trostenets, Sobibor ve Treblinka’da kurulmuştur.
Holokost’un belirgin özellikleri arasında, insanların tıbbi deneyler için kullanılmaları vardır. Raul Hilberg’e göre, “Alman doktorları, diğer çalışan kesime göre, daha fazla Nazileşmişti partiye üyelik açısından ” ve bâzıları, Auschwitz, Dachau, Buchenwald, Ravensbrück, Sachenhausen ve Natzweiler toplama kamplarında deneyler yürüttüler.
Bu doktorlar arasındaki en meşhur olan, Doktor Joseph Mengele’ydi ve Mengele Auschwitz’te çalışıyordu. Deneyleri arasında, insanları basınçlı odalarda tutmak, insanlar üzerinde ilâç denemek, onları dondurmak, çocukların gözlerine kimyasallar enjekte ederek göz renklerini değiştirmeye çalışmak, sayısız uzuv kesmek ve ameliyatlar vardır. Çalışmalarının bütün kapsamı hiçbir zaman bilinmeyecek çünkü kamyonlar dolusu evrak Kaiser Wilhelm Enstitüsü’nde, Doktor Otmar von Verschuer tarafından yok edildi. Mengele’nin deneylerinden kurtulanlar neredeyse her zaman öldürüldü ya da parçalara ayrıldı.
Mengele genelde Roman çocuklar üzerinde çalıştı. Çocuklara, şekerler verirdi. Çocuklar Mengele’ye “Amca Mengele” derdi
Vera Alexander, Auschwitz kampında 50 set Roman ikizi çocukla ilgileniyordu:
Yehuda Bauer, Raul Hilberg ve Lucy Dawidowicz’e göre, orta çağ döneminden itibaren, Almanlar antisemitizmi toplum içinde barındırdılar ve Nazi ölü kamplarıyla orta çağdaki pogromlar arasında direkt bir bağlantı vardır.
19. yüzyılın ikinci yarısı, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’da, Houston Stewart ve Paul de Lagarde gibi bâzı düşünürler tarafından geliştirilen ırkçı hareketlerin ortaya çıkışına şahit oldu. Hareket, temelini biyolojiye bağlayan, yarı bilimsel bir ırkçılık ortaya koyarak, Yahudileri, Aryan ırkla ölümcül bir egemenlik savaşına girmiş bir ırk olarak gördü. Bu ırkçı antisemitizm, Hristiyanlığa özgü antisemitizme ait bâzı ön yargıları içeriyordu fakat farklı olan yönü Yahudilik bir din olarak değil bir ırk olarak görülüyordu.
Hareketin lideri Hermann Ahlwardt, 1895 yılındaki Reichstag (Almanya parlamentosu) konuşmasında, Yahudilerin avcılar olduklarını ve kolera basili olduklarını belirtti. Aynı konuşmasında Yahudilerin, Alman halkının iyiliği için yok edilmeleri gerektiğini söyledi. "Alldeutscher Verband" grubunun lideri Heinrich Class, 1912 tarihli, ünlü "Wenn ich der Kaiser wär" (Eğer Kaiser ben olsaydım) adlı kitabında, Alman Yahudilerin vatandaşlıklarının ellerinden alınması gerektiğini ve yabancı statüsü ("Fremdenrecht" ) verilmesi gerektiğini yazdı. Ayrıca Class, Yahudilerin Alman toplumundan oldukça soyutlanmaları gerektiğini, toprak sahibi olmamaları gerektiğini, bir iş sahibi olmamaları gerektiğini ya da gazetecilik, bankacılık gibi işlere sahip olmamalarının gerekliliğini yazdı. Class Yahudi’yi, 1871’de Alman İmparatorluğu’nun kurulduğu gün Yahudilik dinine mensup herkes ya da en az bir Yahudi ataya sahip kimseler olarak tanımladı.
Alman İmparatorluğu döneminde, ırkçı kavramlar ve yarı bilimsel ırkçılık olağan oldu ve Almanya’nın her yerinde kabul edilir oldu. İnsanların eşit olmadığını savunan bu ideolojiyi eğitimli çalışan sınıfta kabul etmişti. 1912 yılında ırkçı partiler Reichstag seçimlerinde yenilmiş olsa da, antisemitizm, birçok ana akım partinin içine yerleşmişti. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nazi Partisi, NSDAP) 1920’de kuruldu. Parti ırkçı hareketin antisemitizmini benimsedi.
19. yüzyılın sonlarına doğru ve 20. yüzyılın başlarında, Almanya’da muazzam bilimsel ve teknolojik gelişmeler oldu. Bu gelişmeler insanlara bir ütopyanın gerçekleşeceği hissini vermişti ve insanlar yakın zamanda bütün sosyal problemlerin çözüleceğini düşünüyordu. Bunun yanı sıra, aynı dönemde, ırkçı, sosyal Darvinist ve öjenik dünya görüşü, bâzı insanların diğer insanlardan biyolojik olarak daha önemli olduğu görüşündeydi. Tarihçi Detley Peukerte göre, Shoah, sadece antisemitizmden gelmiyordu ve birikmiş radikalleşmenin bir ürünüydü. I. Dünya Savaşı’ndan sonra, savaş öncesindeki pozitifliğin yerini Alman bürokratların hayal kırıklığı aldı. Böylece biyolojik olarak uygun olanların çıkarları için uygun olmayanların dışlanması gerekiyordu.
Büyük Buhran’ın getirdiği zorluklar, Almanya’daki birçok tıbbi kurumun, ötenazi kullanarak tedavisi mümkün olmayan fiziksel ve zihinsel özürlüleri öldürme fikrini desteklemesine neden oldu. Böylece bu insanlar için kullanılacak para, tedavi edilebilecek hastalar için kullanılacaktı. Naziler 1933 yılında yönetime geldiğinde, Alman toplumunda, ırksal olarak “değerli” olan insanları koruyup “değersiz” olanları toplumdan arındırma fikri hâlihazırda sempatiyle karşılanmaktaydı.
Hitler Yahudilere karşı nefretiyle ilgili oldukça dobraydı. Mein Kampf adlı kitabında, Hitler, Yahudileri Almanya’nın politik, entelektüel ve kültürel hayatından uzaklaştırma istediğini belirtti. Hepsini öldürtmek istediği ile ilgili hiçbir işaret vermedi ama özel yaşamında bu konuyla ilgili daha açık olduğu bilinmekteydi. 1922 yılında, Hitler, o dönemde gazeteci olan Binbaşı Joseph Hell’e şöyle söyledi:
Alman tarihçi Hans Mommsen Almanya’da üç tip antisemitizmin olduğunu iddia etti:
Nazi Almanyası’nın kurulmasıyla birlikte, Nazi liderleri ulus toplumunun ("Volksgemeinschaft") varlığını ilan etti. Nazi politikaları, nüfusu iki kategoriye ayırdı: Ulus toplumuna ait olan "Volksgenossen" ("millî yoldaşlar") ve ait olmayan yabancılar ("Gemeinschaftsfremde"). Nazi baskı kanunları, insanları üç tip düşmana ayırdı: Kanlarından dolayı ırksal düşman olan Yahudiler ve Çingeneler; Marksistler, liberaller, Hristiyanlar gibi politik muhalifler ve Nazilere tepki gösteren “âsî millî yoldaşlar”; ve diğer âsî millî yoldaşlar içinde bulunan ahlâk dışı homoseksüeller, tembeller ve suçlular. Son iki grup, toplama kamplarına gönderilip tekrar eğitim tabi tutulmalıydı. Böylece millî topluma kabul edilebilir bireyler olarak değiştirilebilirlerdi. Bâzı ahlâk dışı kesim, genetik problemleri olduğundan kampların yanı sıra kısırlaştırılmalıydı.
Yahudiler gibi ırksal düşmanlar, ulus toplumuna hiçbir zaman dahil olamayacaklardı ve toplumdan sonsuza dek uzaklaştırılmalıydılar. Alman tarihçi Detlev Peukert’e göre, Nazilerin amacı sürekli polisler tarafından izlenen bir hayalî ulus toplumu kurmak ve herhangi kurallara uymayan bir girişim tespit ettiklerinde bu girişime terörle cevap vermekti. Peukert’in 1944 tarihli, Nazilerin toplumdaki yabancılara karşı düzenledikleri “muamele” kanunlarından yaptığı alıntılara göre, Nazilerin amacı, ulus toplumunun oluşması yolunda üzerine düşen sorumlulukları yerine getiremeyen herkesi polis kontrolüne alıp takip etmek, eğer düzelmezlerse, toplama kamplarına almaktı.
1933 Reichstag seçimlerine doğru, Naziler, muhaliflere karşı şiddetlerini artırdı. Yerel otoritelerin yardımıyla toplama kamplarını kurup yargı dışı mahkûmiyetlere, muhaliflerle başladılar. İlk kamplardan olan Dachau, 9 Mart 1933 tarihinde açıldı ve başta kampa komünistler ve sosyal demokratlar getirildi. Diğer ilk hapishaneler, "Sturmabteilung" (SA) tarafından yönetilen depo ve bodrumlarda ya da çok olmamakla birlikte, "Schutzstaffel" (SS) tarafından yönetilen depolarda kuruldu. Bu hapishanelerdeki kişiler, 1934 ortalarında daha büyük ve amaca yönelik olarak, şehir dışında kurulan, SS yönetimindeki kamplara gönderildi. Kampların ilk dönemdeki amacı, caydırıcılık oluşturarak, ulus toplumu kurallarına uymayan Almanları terbiye edip fikirlerini değiştirmekti. Kampa gönderilenler arasındaki eğitimli kişilerin iradeleri kırıp millî yoldaşlara katılmaları istendi. Biyolojik olarak uygun olmayanlar ise, kısırlaştırılacak ve daimi olarak kampta tutulacaktı. Bu kesimin, sürekli artan iş yüküyle çalışırken ölmeleri beklenecekti
1930lar boyunca, Yahudilerin yasal, ekonomik ve sosyal hakları tek tek kısıtlandı. İsrailli tarihçi Saul Friedländer’in yazdıklarına göre, Naziler, Almanya’nın gücünün kutsal Alman topraklarından ve kanının saflığından geldiğine inanıyordu.
1 Nisan 1933’te Yahudi işyerlerine karşı boykot düzenlendi. Bu gerçekleşen ilk millî antisemitist kampanyaydı. Başta bir haftalık olması beklendi fakat yeterince destek olmadığından bir gün sonra durdu. 1933’te yürürlüğe giren birçok kanun Yahudilerin hayatını etkilemeye başladı. Sivil Hizmeti Yeniden Düzenleme kanunu, Yahudileri toplumdaki birçok alandan uzaklaştırdı. Bu Nazi Almanyası’ndaki ilk antisemitist kanundu. Çiftlik Kanunu, Yahudilerin çiftlik sahibi olmalarını veya çiftlikte çalışmalarını engelledi.
Yahudi avukatlar barodan ihraç edildi. Yahudi avukatlar ve hâkimler, ofislerinden ve mahkemelerden dışarı atılarak dövüldü. Başkan Paul von Hindenburg’un ısrarıyla, Hitler, I. Dünya Savaşı gazileri ve gazilerin çocukları olan memurları istisna olarak gösterdi ve görevlerinde kalmalarını sağladı. Hitler bu istisnayı 1937’de kaldırdı. Yahudiler, okullardan ve üniversitelerden, “Okullardaki Kalabalığı Engelleme” kanunuyla uzaklaştırıldı, Gazeteciler Birliğinden uzaklaştırıldı ve gazete sahibi olmaktan veya editörlük yapmaktan men edildiler.
27 Nisan 1933 tarihli "Deutsche Allgemeine Zeitung" şöyle yazdı:
Haziran 1933’te Kalıtımsal olarak Hastalıklı Zürriyetin Engellenmesi kanunu yürürlüğe girdi. Böylece yararsız insanlar kısırlaştırılacaktı. Bu büyük öjenik politika, 200 Kalıtımsal Sağlık Mahkemelerinin ("Erbgesundheitsgerichte") kurulmasını sağladı. Mahkemenin kararlarıyla 400.000 kişi rızası olmadan |
kısırlaştırıldı.
1935’te Hitler, Nürnberg Kanunlarını getirdi. Bu kanunlara göre, Yahudiler Aryan ırktan kişilerle cinsel ilişkiye giremeyecek ve evlenemeyecekti (Alman Onurunu ve Alman Kanını Koruma Kanunu). Yahudilerin Alman vatandaşlıkları ellerinden alıp sivil haklarından mahrum etti. Hitler “Kan Kanunu” özellikle tanımladı: “Problemin çözülmesi için kullanılan düzenlemenin işe yaramaması durumunda, problemin çözümü Nazi Partisinin Final Çözüm'üne (') bırakılacaktı”. Final Çözüm ('), Naziler için Yahudilerin yok edilmesini anlatan üstü kapalı bir tanımdı. Ocak 1939’daki bir konuşmasında Hitler, şunları söyledi: “Eğer Avrupa’daki ve Avrupa dışındaki Yahudiler, milletleri tekrar bir Dünya Savaşı’nın içine sokarsa, sonucu dünyanın Bolşevik hale gelip Yahudilerin zafer kazanması olmayacak. Tam aksine Avrupa’daki Yahudi ırkının sona ermesine (') sebep olacak.”. Konuşmasından alınan çekimler, 1940 yapımı Yahudi Göçebe (') adlı bir Nazi propaganda filminin finali olarak kullanıldı. Bu filmin amacı Avrupa’daki Yahudilerin temizlenmesini mantıksal bir temele bağlamayı amaçladı.
Yahudi entelektüeller ülkeyi terk eden ilk kişiler oldu. Filozof Walter Benjamin, 18 Mart 1933 tarihinde Paris’e göçtü. Roman yazarı Leon Feuchtwanger İsviçre’ye göçtü. Koro şefi Bruno Walter, Berlin Filarmoni Salonu’nda bir defa daha konser verirse, binanın yakılacağı tehdidini aldıktan sonra ülkeyi terk etti. Albert Einstein 30 Ocak 1933’te Amerika’da bir gezideydi. Belçika Ostende’ye döndü ve Almanya’ya daha sonra hiç adım atmadı. Einstein Almanya’da gerçekleşenleri kitlesel delilik olarak adlandırdı. Kaiser Wilhelm Topluluğu'ndan ve Prusya Bilim Akademisi'nden kovuldu. Ayrıca vatandaşlığı iptal edildi. Almanya, 1938 yılında Avusturya’yı topraklarına kattığında, Sigmund Freud ve ailesi Viyana’dan İngiltere’ye göçtü. Saul Friedländer, Prusya Sanat Akademisi fahri başkanı Max Liebermann’ın görevinden istifa ettiğinde kimsenin sempati göstermediğini ve iki yıl sonraki ölümüne kadar sürekli dışlandığını yazdı.
10 Kasım 1938 günü Alman Nazilerince, Yahudi ev, işyerleri ve sinagoglarına yapılmış kanlı ve ölümcül saldırıların adıdır. Pogrom (katliam/kıyım) gecesi ya da Kasım pogromları olarak da anılır. "" "Kristal" adı, saldırıdan sonra sokakları kaplayan cam kırıklarının ışıltılarından esinlenerek verilmiştir.
Bu saldırıların bahanesi Paris'teki bir suikasttı. 1938'de Almanya ülkede yaşayan 17 bin Polonyalı Yahudi'yi sınır dışı etti. Polonya tarafından da ülkeye kabul edilmeyen bu kişiler iki ülke arasında sıkışıp kaldı, çoğu soğuk, açlık ve hastalıktan yaşamını yitirdi. Bu kaderi paylaşanların arasında kendi ailesinin de bulunduğunu öğrenen 17 yaşındaki Herşel Grynszpan, Paris'teki Alman Büyükelçiliği'ni basarak karşısına ilk çıkan kişi Konsolos yardımcısı Ernst von Rath'ı vurdu. Hitler'in sağ kolu Göbbels, bunun plânlanarak düzenlenmiş bir Yahudi komplosu olduğunu öne sürerek Alman ırkının öcünü alması gerektiğini konuşmalarında halka empoze etti. Yahudilere karşı arada sırada yapılan saldırıları öven Göbbels, partisinin bu tür saldırı girişimlerinin olmayacağını, ancak bu tür olayların olması halinde asla müdahale edilmeyeceğini basın yoluyla duyurdu. Sivil ajanların da halkı kışkırtmasıyla Kasım'ın 9'unu 10'una bağlayan gece kanlı saldırılara göz yumuldu. Polis ve itfaiye olaylara kasıtlı olarak müdahale etmedi. Olaylar yer yer 13 Kasım'a kadar sürmüştür.
Gecenin sonunda 91 Yahudi öldürülmüş, yüzlercesi ağır yaralanmış, Yahudilere ait 7.500 dolayında işyeri yağmalanmış, tahminen 177 sinagog yakılıp yıkılmış, pek çok mezarlık tahrip edilmişti. 30.000 Yahudi Dachau, Sachsenhausen, Buchenwald ve Oranieburg toplama kamplarına gönderildi. Birkaç hafta kaldıktan sonra, eğer göç edeceklerinin ve mal varlıklarını Nazilere vereceklerinin garantisini verirlerse bırakıldılar ’tan hemen sonra, 11 Kasım 1938 tarihli Yahudilerin silahlanmamasına yönelik düzenleme yürürlüğe girdi ve Yahudilerin silah taşımasını yasakladı (1938 Alman Silah Kanunu). Bütün maddî zararlardan Yahudiler sorumlu tutuldu ve bütün Yahudiler yüksek miktarda tazminat ödemeye zorlandı.
Olaylar derhal pek çok ülkede tepkiyle karşılandı. ABD, 14 Kasım günü büyükelçisini Berlin'den geri çekti.
Kristal Gece, Yahudi Soykırımı'nın başlangıcı idi.
Savaştan önce, Naziler, Almanya’daki (ve daha sonra bütün Avrupa’daki) Yahudilerin Avrupa’dan uzaklaştırılmasını dikkate aldı. Hitler’in 1938-39 yıllarındaki Schacht Plânı’nı kabul etmesi ve Schacht plânının boşa çıkmasından sonra uzun bir süreç içerisinde Yahudilerin binlerce sayıda Hitler’in kıskaçlarından kaçıyor olmaları, o dönemde Yahudilerin sistematik bir şekilde yok edilmesi plânının olmadığını gösterdi.
Tanganvika ve Güney Batı Afrika gibi eski Almanya kolonilerinin, Yahudilerin yerleştirilmesi için tekrar ele geçirilmesi girişimi Hitler tarafından durduruldu. Hitler’e göre, birçok Alman kahramanının kanlarının döküldüğü topraklar, Almanya’nın en büyük düşmanları için yerleşim yeri olamazdı. Bu konuyla ilgili diğer eski kolonyal güçlerle diplomatik yoldan anlaşmaya çalışıldı. Birleşik Krallık ve Fransa’dan Yahudileri kolonilerine kabul etmeleri istendi. Yahudilerin yeniden iskan edilmeleri için uygun görülen olasılıklar arasında, İngiliz Filistini, İtalyan Habeşistanı, İngiliz Rodezya’sı (günümüzde Zimbabwe), Fransız Madagaskarı ve Avustralya vardı.
Bu yerlerin arasında, Madagaskar en ciddi olarak tartışılan opsiyondu. Heydrich, Madagaskar’ı sınırsal “Final Çözüm” olarak gördü. Adanın uzakta olması ve adadaki zorlu koşullar, ölümleri hızlandıracaktı. 1938’de Hitler’in onayıyla yeniden yerleştirme plânı yürürlüğe girdi ve Adolf Eichmann’ın ofisi tarafından gerçekleştirilmekteydi. Bu süreç, Yahudilerin 1941 yılında toplu şekilde öldürülmelerinin başlamasına kadar devam etti. Bu plân, Holokost’a giden yolda psikolojik bir hazırlık gerçekleştirmişti.
Madagaskar Plânı’nın sona ermesi, 10 Şubat 1942 tarihinde duyuruldu. Resmî açıklamada, Sovyetler Birliği’ne karşı verilen savaştan dolayı, Yahudiler doğuya gönderilecekti.
Nazi bürokratlar, Yahudileri Sibirya’ya gönderme plânı da yaptılar. Filistin, Nazi yeniden yerleştirme politikasının ciddi sonuçlar verdiği ve sonuca ulaştığı tek yer oldu. Ha Avara Anlaşmasıyla, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine kadar, 60.000 Yahudi ve 100 milyon dolar Almanya’dan Filistin’e gitti. Bu anlaşma Siyonist Federasyonu ve Nazi Hükûmeti arasında yapıldı.
Almanya’nın 1939 Eylül'ünde Polonya’yı işgal etmesi, “Yahudi Sorunu”nun ivediliğini artırdı. Polonya’da iki milyon Yahudi (nüfusun 9%unu oluşturmaktaydı) yaşamaktaydı. Bu insanlar yüzyıllar boyunca Polonya’da yaşamışlardı.
Himmler’in sağ kolu Reinhard Heydrich, Polonyalı Yahudilerin büyük şehirlerde gettolarda toplanmasını ve hepsinin Alman Savaş endüstrisi için çalışmalarını önerdi. Gettolar tren yollarının çakıştığı yerlerde yapılmalıydı, böylece Heydrich’in deyimiyle gettolardaki Yahudiler daha kolay kontrol edilebilir ve zamanı geldiğinde kolayca transfer edilebileceklerdi. 1961’deki sorgulamada, Adolf Eichmann, bu “transferin” imha anlamına geldiğini belirtti.
Eylül’de Himmler, Heydrich’i Reich Güvenlik Baş Dairesi’nin ("Reichssicherheitshauptamt" - RSHA) başkanı olarak atadı. Bu kurum yedi departmana sahipti. Bu departmanların içinde, Güvenlik Polisi (SD) ve Gestapo vardı. Bu iki bölüm işgal edilmiş Polonya’da SS’in işlerini gözetlemekle ve Heydrich raporundaki, Yahudilere karşı politikaları yürütmekle hükümlüydüler. Yahudilerin ilk sistematik şekilde öldürülmeleri, Tannenberg Operasyonu’nda Selbschutz birimleri tarafından gerçekleştirildi. Yahudiler daha sonra gettolara dolduruldu ve hepsi Fritz Sauckel liderliğindeki Reich İş Gücü Ofisi gözetiminde çalıştırılmaya başlandı. Burada binlerce Yahudi kötü muameleden, hastalıktan, açlıktan ve yorgunluktan öldü, ama hâlâ sistematik öldürmeye yönelik herhangi bir program yoktu. Zorlu çalışmaların Yahudileri öldüreceği Naziler için aşikârdı ve "Vernichtung durch Arbeit" ("çalıştırarak yok etme”) oldukça sık kullanılan bir tanımdı.
1941 yılında, SS hiyerarşisinin, Alman kontrolünde bütün Yahudileri öldürecek politikayı yürürlüğe sokma isteği açıkça ortayken, Nazi rejimi içerisinde bu politikaya karşı olan muhalifler vardı. Bu muhalefetin sebebi insanı değil, ekonomikti. Almanya savaş endüstrisini ve Alman ordusunun ekonomi departmanını yöneten Hermann Göring, bir milyondan fazla çalışabilir bedenin, Sovyetler Birliği'ne savaş açacak Almanya’nın savaş eforuna yararlı olacağı düşüncesindeydi.
Almanya 1940 yılında Norveç’i, Hollanda’yı, Lüksemburg’u, Belçika’yı ve Fransa’yı ve 1941 yılında Yugoslavya ve Yunanistan’ı işgal ettiğinde, antisemit politikalar bu ülkelerde de uygulandı fakat uygulamanın hızı ve şiddeti ülkeden ülkeye, ülkenin yerel politik durumlarına göre değişti. Yahudiler ekonomik ve kültürel hayattan men edilmişti ve birçok kısıtlayıcı kanunla hayatları zorlaştırılmıştı fakat gönderilmeleri 1942’den önce gerçekleşmedi. İşgal altındaki Fransa’yı yöneten Vichy rejimi, Fransız Yahudilerin zulme uğramaları için yardımcı oldu. Almanya’nın müttefikleri olan İtalya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Finlandiya, antisemit politikaları yürürlüğe sokma konusunda baskı altında tutuluyorlardı fakat zorlanana kadar bu politikaları gerçekleştirmediler. Alman kuklası bir rejim tarafından yönetilen Hırvatistan, aktif bir şekilde Yahudilere karşı kendi politikalarıyla savaş açtı. 10 Kasım 1941 tarihindeki bir kanunla Yahudilerin mal varlıklarına ve Yahudi şirketlerine yönelik bir el koyma sürecini başlattı.
28 Eylül 1939 tarihinde Almanya, Lublin bölgesinin kontrolünü, Alman-Sovyet anlaşması kapsamında, Litvanya’yı vererek ele geçirdi. Nisko Plânı’na göre, bölgede Lublin-Lipowa rezerv alanı kurulacaktı. Bu alan Almanya, Avusturya ve Bohemya ve Moravya Protektorası’ndan Yahudileri temizlemekle sorumlu olan Adolf Eichmann tarafından tayin edildi. İlk Yahudiler üç haftadan az bir süre sonra, 18 Kasım 1939 tarihinde Lublin’e gönderildi. Yahudilerle dolu ilk tren, Avusturya ve Bohemya-Moravya Protektora |
sı’ndandı. 30 Ocak 1940 tarihinde, 78.000 Yahudi, Almanya, Avusturya ve Çekoslovakya’dan Lublin’e gönderildi. 12 ve 13 Şubat 1940’da Pomeranyalı Yahudiler, Lublin’e gönderildi. Böylece Pomeranyalı Nazi valisi Franz Schwede-Coburg, kendi bölgesinin Yahudilerden tamamen temizlemiş (Judenrein) olduğunu deklare eden ilk kişi oldu. 24 Mart 1940 tarihinde Göring, Nisko Plânı’nı durdurdu ve nisan ayında sona erdirdi. Nisana kadar, toplam 95.000 Yahudi Lublin’e sürgün edilmişti ve birçoğu açlıktan ölmüştü.
Temmuz 1940’ta, Genel Hükûmet altındaki artan popülasyonu yönetmek zorlaştığından Hitler sürgünleri durdurdu.
1940 Ekiminde, valiler Josef Bürckel ve Robert Heinrich Wagner, Bürckel operasyonuyla, kendi bölgelerindeki ve Alsace-Lorraine’deki Yahudileri, Fransa’nın işgal edilmemiş bölgelerine sürmek istedi. Sadece Hristiyanlarla evli olan Yahudiler sürülmemişti. Operasyondan etkilenen 6.500 Yahudi, toplanmadan iki saat önce durumla ilgili bildirildi (22-23 Ekim 1940 geceleri). Dokuz tren Fransa uyarılmadan sınırı geçti ve gelen Yahudileri kabul etmek istemeyen Fransızlar mutsuzdu. Sürülen kişiler kendi eşyalarını alamadılar ve bu eşyalar Alman yöneticiler tarafından ele geçirildi. Alman Dışişleri bakanı Joachim von Ribbentrop, Vichy Hükûmeti'nin sürgünlerle ilgili şikâyetlerine karşı oldukça yavaş hareket aldı. Bunun sonucu, sürülen Yahudiler Vichy Hükûmeti tarafından gurs, Rivesaltes ve Les Milles kamplarında kötü muameleye tabi tutuldu ve hepsi Almanya’ya geri dönme umuduyla bekledi.
1940 ve 1941 boyunca, çok sayıda Yahudi’nin işgal altındaki Polonya’da katledilmesi süreci ve Genel Hükûmet bölgesine Yahudilerin sürülme süreci devam etti. Aralık 1939 tarihine gelindiğinde, Genel Hükûmet bölgesinde, 3,5 milyon Yahudi toplanmıştı.
Nazi Almanyası’nın kurulmasından beri, toplama kampları, hapishane olarak kuruldular. Bu kamplardaki ölüm 50% gibi yüksek bir oranda olsa da, bu kamplar öldürme merkezleri olarak kurulmadılar (1942’ye doğru, Naziler tarafından işgal edilmiş olan Polonya’da, altı imha kampı toplu ölümler için kurulmuştu) . 1939’dan sonra, kamplar, Yahudi ve Savaş tutsaklarının öldürüldüğü ve az yemekle ve işkenceyle çalıştırıldığı kamplar haline geldi. Tahminlere göre, Almanlar, çoğunluğunun Doğu Avrupa’da olduğu 15.000 kamp ve alt kamp kurdu Yeni kamplar, yoğun oranda Yahudilerin, Polonyalı entelektüellerin, komünistlerin ve Romanların olduğu yerlerde kuruldu. Yahudilerin transferleri, eski tren kompartımanlarıyla kötü şartlarda gerçekleşti ve birçok Yahudi gidecekleri yerlere ulaşmadan öldü.
Çalıştırarak imha etme, sistematik bir ölüm politikası haline geldi ve bu yöntemle, mahkûmlar durmadan, fiziksel olarak tükenene kadar çalıştırıldılar. Tükenen ve çalışamayacak duruma gelen mahkûmlar, yeni gelenlere yer açmak için ya vurularak ya da gaz odalarına gönderilerek öldürüldü. Bâzı kamplar, ulaşan mahkûmları dövmelerle numaralandırdı Çalışabilecekler 12-14 saat sürecek mesailerine gönderilirdi. Çalışma öncesinde ve sonrasında, saatler süren yoklamalar yapılırdı düzenli olarak ve birçok mahkûm birçok nedenden dolayı ölürdü Mahkûmlar çalışarak savaşa yarayacak birçok şey ürettiler. Örneğin, Mittelbau-Dora kampında mahkûmlar V-2 roketi ürettiler.
Polonya’nın işgalinden sonra, Naziler, Yahudilerin ve Romanların ölüm kamplarına gönderilmeden önce tutulup kontrol altında kalmaları için gettolar inşa etti. 29 Eylül 1939 tarihinde ilk girişim olarak, Heyrich’ten başkanlarına gelen bir mektupla konseylerin kurulması emrini verdi. Her getto, " (Yahudi Konseyi) adlı, Almanlar tarafından seçilmiş, Yahudi toplumundaki liderler tarafından kurulan konseylerle yönetildi. Bu konsey, günlük işleri düzenleyip gıda, su, ısınma, ilâç ve barınak dağıtımından sorumlu oldu. Konseyin stratejisi, Nazi yöneticileriyle işbirliği yaparak, kayıpları oldukça aza indirmekti. Rica ederek ve Nazi muamelelerini kabul ederek, merhamet ve daha iyi koşullar için çalıştılar.
Konseyler ayrıca ölüm kamplarına transferler için hazırlık yapmak zorundaydı. Böylece konseyin cesaretini ve karakterini ortaya koyan noktalar, transferler için istenen listelerin hazırlandığı zamanlardı. " üyeleri daha önce denenmiş ve test edilmiş erteleme, rüşvet, engel olmaya çalışma, yalvarma metotlarını kullandılar ama eninde sonunda bir karar alınmalıydı. Chaim Rumkowski gibi bâzıları, ’ın kurban edilebilecek kişilerle, kurtarılması gereken kişiler arasındaki ayrımı yapmakla sorumlu olduğunu belirtti. Dr. Joseph Parnas gibi liste oluşturmaya karşı çıkan liderleri vurularak öldürüldü. 14 Ekim 1942 tarihinde, Byroza’daki bütün üyeleri, Nazilerle listeler için işbirliği yapmamak adına intihar etti
Varşova gettosu 380.000 kişiyle en geniş olandı; Łódź gettosu 160.000 kişiyle ikinci en geniş gettoydu. Gettolar oldukça geniş ve kalabalık hapishanelerdi ve Michael Berenbaum’un deyimiyle gettolar, yavaş ve pasif ölüm araçlarıydı. Varşova gettosu Polonya başkenti popülasyonunun 30%’unu içinde bulundurmasına rağmen, bütün şehir alanının 2,4%’sini kapsıyordu. Oda başına ortalama 9,2 kişi düşüyordu
1940 ve 1942 arasında, açlık ve hastalık (özellikle tifo) binlerce kişinin ölümüne sebep oldu. 1941’de 43.000 üzerinde Yahudi gettoda öldü. 1942’de toplam getto nüfusunun yarısından fazlası öldü.
19 Temmuz 1942 tarihinde, Himmler transferlerin başlamasını emretti ve üç gün sonra, Varşova gettosundan transferler başladı ve sonraki 52 gün boyunca, 12 Eylül'e kadar 300.000 Yahudi Treblinka ölüm kampına trenlerle gönderildi. Birçok getto tamamıyla boşaltılmıştı.
İlk getto ayaklanması 1942 Eylül'ünde, Polonya’nın güney doğusunda bulunan Łachwa adlı küçük bir kasabada başladı. 1943 yılında, daha büyük silahlı ayaklanmalar gerçekleşti. Varşova Gettosu Ayaklanması ve Białystok Gettosu Ayaklanması Yahudiler için, güçlü Naziler karşısında yenilgiyle sonuçlandı. Hayatta kalan Yahudiler ya öldürüldü ya da ölüm kamplarına gönderildi.
İkinci Dünya Savaşı döneminde yerel nüfuslar tarafından gerçekleştirilen pogromlar oldu. Bâzıları spontane bir şekilde oldu, bâzıları da Nazilerin teşvikiyle oldu. Bu pogromlar arasında, 30 Haziran 1941 tarihinde Romanya’da gerçekleşen Laşi Pogromu (14.000 Yahudi öldürüldü) Romanyalılar ve polis tarafından gerçekleştirildi. Temmuz 1941’de gerçekleşen Jedwabne pogromunda 1.600 civarında Yahudi yerel Polonyalılar tarafından öldürüldü.
1941 yılında Almanya’nın Sovyetler Birliği'ni işgal etmesiyle, yeni bir safha başladı. Naziler Litvanya’yı işgal ettikten sonra Holokost daha yoğunlaştı ve ülkenin Yahudilerinin 80%’i olan 220.000 kişi yıl bitmeden katledildi. 1942 başlarında işgal edilen, Beyaz Rusya, Estonya, Letonya, Litvanya, Ukrayna, Moldova ve Rusya’nın batı kısmındaki Leniningrad-Moscow-Rostow’da toplam üç milyon Yahudi vardı.
Sovyet sınırlarından işgal edilen bâzı yerlerde yerel nüfus Yahudilerin ve diğer insanların öldürülmesinde yardımcı oldu. Litvanya, Letonya ve batı Ukrayna’da, Almanya işgalinin başından beri Yahudilerin öldürülmesinde oldukça aktif rol oynamışlardır. Leton Arais Taburu, bu yardım birimlerine bir örnekti. Buna ek olarak, Leton Ve Litvanyalı ülkelerinin yanı sıra, Belarus ve Ukrayna’daki Yahudilerin öldürülmesine de yardımcı oldu ve Polonya’daki imha kamplarında güvenlik görevlisi olarak çalıştılar. Bu yerel katılımcıları Almanlar organize ediyordu.
Toplu kıyımların birçoğu halka açık bir şekilde gerçekleştirildi. Naziler öldürmeleri, partizan ve haydutlara karşı operasyon olarak tanımladılar ama Alman tarihçi Andreas Hillgruber’e göre, “savaş suçu” veya “insanlık suçu” bu ölümler için daha uygun isimlerdi. Hillgruber’e göre, 2,2 milyon korunmasız ve masum kadın, erkek ve çocuğun ırksal ideolojilerle öldürülmesi hiçbir şekilde açıklanamazdı ve ’i partizanlığa karşı bir tepki olarak gören alman generaller aslında yalan söylüyorlardı.
Ordu, SS güçleriyle, Yahudi karşıtı ve partizanlara karşı operasyonlarda sıkı işbirliği yapmaktaydı.1941 yılı ortasında, Herman Fegelain liderliğindeki SS süvari tugayı, Pripyat bataklığında gerçekleşen bir anti partizan operasyonda, 699 Kızıl Ordu Askeri, 1.100 Partizan ve 14.178 Yahudi öldürdü. Operasyon öncesinde Fegelain, bütün ergin Yahudilerin vurulmasını ve kadın ve çocukların bataklıklara sürülmesini emretti. Operasyondan sonra, Ordu Grup Merkezinin arka taraflarını komuta eden General Max von Schenkendorff, 10 Ağustos 1941 tarihinde, Fegelein’in emrinin bütün Wehrmacht Güvenlik Bölümlerince her yerde gerçekleşmesini emretti ve 24 Eylül 1941 tarihinde bir seminer organize ederek, Yahudilerin en iyi nasıl ve verimli şekilde öldürülebilecekleri üzerinde tartıştı. Seminer 322 nolu taburun Knjashizy adlı köyde 32 Yahudi’yi öldürmesiyle bitti. Bu 32 kişinin öldürülmesindeki amaç toplanan taburlara, nasıl partizanları ayırt edebileceklerini öğretmekti. 322 nolu taburun kayıtları şöyle yazdı:
.”
Mogilev’deki bu seminerde öğrendiklerini göz önünde bulundurarak, bir Wehrmact subayı adamlarına “Partizan neredeyse, orda bir Yahudi vardır ve Yahudi nerdeyse orda bir partizan vardır” dedi. 24 Kasım 1941 tarihli emirde, 707. Bölük komutanını şunları belirtti:
Wehrmacht savaş suçları üzerinde uzmanlaşmış olan Alman tarihçi Jürgen Förster, Wehrmacht’ın Holokost’ta önemli bir rol oynadığını ve Shoah’yı sadece SS’in işi olarak görmenin yanlış olacağını belirtti.
Raul Hilberg, Alman kumandanlarının sıradan vatandaşlar olduğunu, çoğunun bir mesleğe sahip olduğunu, birçoğunun entelektüel insanlar olduğu ve bütün yeteneklerini, eğitimlerini ve bilgilerini iyi katiller olmak için kullandıklarını yazmıştır
İşgal edilen Sovyet topraklarındaki geniş çapta gerçekleşen Yahudi infazları, Heydrich altındaki SS kuvvetlerinin görev grubuna verilmişti. Bu gruplar 1939 yılında Polonya’da daha kısıtlı bir şekilde kullanılmıştı ama gelinen noktada daha büyük bir kapsamda görevlendirildiler. "A" Baltık bölgede görevlendirilmişti, Belarus’ta, Ukrayna’nın orta ve kuzey kesimlerinde ve Moldova ve Ukrayna’nın güneyi, Kırım ve 194 boyunca kuzey Kafkaslarda görevlendirilmişti.
Otto Ohlendorf’a göre (mahkemesi esnasında belirttiği üzer |
e) , “ orduların arkasında, Yahudileri, Çingeneleri, Komünistleri, aktif Komünistleri ve güvenliği bozacak herkesi öldürerek koruma görevinde bulundular.” Pratikte, kurbanları tamamen korunmasız Yahudi sivillerdi (operasyonlar esnasında hiçbir üyesi öldürülmedi.)1941 Eylül'üne doğru, yukarda belirtilen dört , sırasıyla, 125.000, 45.000, 75.000 ve 55.000 kişiyi öldürdü. Genelde hepsini şehir dışlarında toplu mezarlara koyarak üzerlerine el bombası atıldı.
Birleşik Devletler Holokost Anma Müzesinde, Ukrayna Piryatin’de ’den kurtulan (6 Nisan 1942 tarihinde 1.600 Yahudi’yi öldürdükleri operasyondan) birinin hikâyesi vardır:
Sovyetler Birliği'ndeki en kötü Yahudi katliamı, Kiev dışındaki Babi Yar adlı vadi de gerçekleşti. 30 Eylül 1941 tarihinde 33.771 Yahudi tek bir operasyonla öldürüldü. Kiev’deki bütün Yahudi infazları, askerî yönetici General Friedrich Eberhardt, Güney Polis Komutanı (SS-"Obergruppenführer") Friedrich Jeckeln ve Komutanı Otto Rasch tarafından emredildi. SS ve SD nin karışımı ve güvenlik polisleri, Ukraynalı polislere infazlar için yardım etti. Direkt infazlara katılmasalar da 6. Ordu askerleri, Kiev’deki Yahudilerin toplanıp Babi Yar’da öldürülmelerinde büyük rol oynadılar.
Pazartesi günü Kiev’deki Yahudiler Mezarlığın yanında toplandı. Trene binmeyi bekliyorlardı. Kalabalık çok büyüktü ve bu nedenle hiçbiri ne olup biteceğini bilemediler. Makineli silahların seslerini duyduklarında çok geçti. Kaçmak için hiç şans yoktu. Askerlerin oluşturduğu koridorlardan 10 ar kişilik gruplar olarak hareket ettirilip vuruldular. Olayı gören bir kamyon şoförü şöyle anlattı:
Himmler 1941 Ağustosunda Minsk’e gitti ve 100 Yahudi’nin öldürüldüğüne bizzat şahit oldu. Karl Wolff’un günlüğünde anlattığı olayda: “Himmler’in yüzü yeşildi. Cebinden bir mendil çıkardı ve yanağına sıçrayan beyin parçasını sildi. Sonra kustu. Tekrar doğrulduğunda, SS adamlarına, uymaları gereken kurallar hakkında dersler verdi.”
Aralık 1939 itibarıyla, Naziler, yeni toplu infaz yöntemi olan gazla öldürmeye başladı. İlk olarak, deneysel gaz kamyonetleri tecrübe edildi. Pomeranya’daki akıl hastalarında, Doğu Prusya ve Polonya’da Action T4 adlı operasyonlarla denendi. 1941 Kasımı itibarıyla, Sachsenhausen toplama kampında 100 kişiyi alabilecek kamyonetlerde kullanılmaya başlandı. İlk denemelerde gaz silindirleri kullanılırken, bu büyük araçlarda, araçların egzozları kullanıldı Bu kamyonetler Chełmno toplama kampına Aralık 1941’de götürüldü ve diğer 15 kamyonette Sovyetler Birliği'nden alınan topraklarda tarafından kullanıldı. Bu kamyonetler Reich Ana Güvenlik Ofisi tarafından kontrol edildi ve 500.000 civarında Yahudi, Roman ve diğer insanların öldürülmesinde kullanıldı. Kamyonetler iyice gözlemlendi ve bir ay sonunda, raporlar, 97.000 kişinin, makineler sorun vermeden üç araçla öldürülebileceği ortaya çıktı.
Yeni bir imha yöntemine duyulan ihtiyaç Hans Frank tarafından dile getirildi ve bu ihtiyaçla birlikte SS daha geniş kapsamlı infazlar için gaz odalarını kullanmaya başladı. Gaz odalarının Christian Wirth tarafından icat edildiği bilinir.
Wannsee Konferansı, 20 Ocak 1942 tarihinde, Berlin Wannsee’de Reinhard Heydrich tarafından toplandı. Konferansa içlerinde devlet sekreterlerinin, kıdemli subayların, parti liderlerinin, SS yetkililerinin ve Yahudilerle ilgili politikalardan sorumlu devlet görevlilerinin olduğu 15 Nazi lideri katıldı. Toplantının ana nedeni “Avrupa’daki Yahudi problemine” çözüm bulmak için tartışmaktı. Heydrich, Hitler’in emri olan “Avrupa’daki Yahudi problemine çözüm bulmak” amacıyla, işgal edilen yerlerdeki toplu ölümleri plânlamak istedi… Böylece bürokratlar, bu çözüm için gerekli bilgiyi ve sorumluluğu paylaşacaktı.
Eichmann tarafından hazırlanan belgeler bu güne kadar hayatta kaldı, fakat Heydrich’in talimatıyla örtmeceli bir dille yazıldı. Bu nedenle toplantıda kullanılan asıl kelimeler bilinmemekte. Buna rağmen, Heydrich’in toplantıda, Yahudilerin doğuya sürülmesi politikasının, başka ülkeleri gönderilmeleri politikasıyla yer değiştirdiğini ve bu politikanın da son çözümden önceki bir adım olduğunu söyledi. Son çözüm, sadece Almanlar tarafından kontrol edilen yerlerdeki değil, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri gibi büyük ülkelerdeki aşağı yukarı 11 milyon Yahudi’yi içerecekti. Kendini açıklar şekilde, Heydrich’in plânladığı “son çözüm” Yahudileri ya çalıştırarak ya da toplu infazlarla yok edecekti.
Yetkililer Genel Hükûmet bölgesinde 2,3 milyon, Macaristan’da 850.000, diğer işgal edilmiş yerlerde 11.000 ve iki milyonu Sovyetler tarafından yönetilen yerlerde olmak üzere beş milyon kadar Yahudi de Sovyetler Birliği'nde vardı. 6,5 milyon Yahudi, Polonya’daki ölüm kamplarına ("Vernichtungslager") trenlerle gönderilecekti ve topluca gazla öldürülecekti. Auschwitz gibi bâzı kamplarda, çalışabilecekler bir süre hayatta kalacaktı fakat sonunda bütün Yahudiler öldürülecekti. Göring’in temsilcisi, Dr. Erich Neumann, bâzı endüstri işçileri için istisna elde etti.
Ian Kershaw, 1983 yılında yayınladığı Nazi Almanyası’ndaki Politik Muhalefet ve Popüler Fikir kitabında, Nazi dönemi Bavyera’sındaki günlük hayatı ("Alltagsgeschichte") inceledi. Birçok Bavyeralının tavırlarını inceleyen Kershaw, genel bakış açısının, Yahudilere olanlar karşısında vurdumduymazlık olduğunu belirtti. Kershaw’a göre, Bavyeralılar, Shoah hakkında yeterince bilgiye sahip değillerdi ve Yahudi problemi için yürürlüğe konulan son çözümden ziyade, daha çok savaşla ilgileniyorlardı. Kershaw, “Auschwitz’e giden yol nefretle inşa edildi ama vurdumduymazlıkla döşendi” diye belirtti.
Kershaw’ın, Bavyeralıların ve diğer birçok Alman’ın Shoah’ya karşı vurdumduymaz olduğu kanısı, Nazi Almanyası popüler fikir uzmanı İsrailli tarihçi Otto Dov Kulka ve Kanadalı Michael Kater tarafından tepki aldı. Kater’a göre, Kershaw; Almanya’daki antisemitizmin büyüklüğünü göz ardı etmişti. Yahudilere karşı yapılan bütün girişimler birçok Nazi tarafından biliniyordu ve diğer insanların bilmemesinin imkânı yoktu ve ayrıca, Yahudilerin yaşadıklarını organize eden Nazilerdeki antisemitizm tabii ki tepeden gelme değildi, aksine toplumun içinde gelişmişti. Kulka, Almanların çoğunun, Kershaw’ın gösterdiğinden daha antisemitist olduğunu ve vurdumduymazlıktan ziyade, “pasif uymacılık” in daha uygun bir açıklama terimi olduğunu belirtti. Alman tarihçi Chrisof Dipper, 1983 yılında yazdığı yazıda, Nazi karşıtı muhafazakârların da antisemitist olduğunu yazdı. Alman popülasyonun büyük bir kısmı, bir “Yahudi Problemi” nin olduğuna ve çözülmesi gerektiğine inanıyordu.
2012 yılında yapılan bir araştırmaya göre, sadece Berlin’de 3.000 ve Hamburg’da 1.300 kamp bulunuyordu ve Alman nüfusunun olup bitenlerden haberdar olmamaları imkânsızdı. Robert Gellately, Alman nüfusunun olup bitenden haberdar olduğunu belirtti. Gellately’e göre, Naziler medya aracılığıyla sivillere birçok şeyi ilettiler ve Almanlar, gaz odaları dışında her şeyi biliyorlardı.
Tarihçi Hans Buchheim, 1965 yılındaki “emir ve uyma” yazısında, Yahudileri öldürmek için kimseye baskı uygulanmadığını ve Yahudileri katleden herkesin kendi kişisel iradesiyle bunları gerçekleştirdiğini yazdı. Buchheim SS emirlerine uymayan ve Yahudilerin ölümlerine katılmayan hiç kimsenin öldürülmediğini ve toplama kamplarına gönderildiklerine dair hiçbir delil olmadığını yazdı. Buccheim’a göre, bâzı kişiler yapılanları hoş görmese bile grubun değerlerine sahip çıkmak ve arkadaşları arasında zayıf görünmemek için emirleri uyguladı.
1992 deki kitabı Sıradan Adamlar: 101 numaralı Polis Taburu ve Polonya’da son Çözüm kitabında, Christopher Browning, Yahudileri toplayıp öldüren ve ölüm kamplarına gönderen, 101 no lu tabur (Ordnungspolizei) üzerinde bir çalışma yaptı. Taburdakiler, Hamburglu, orta yaşta, çalışan sınıftan insanlardı ve askerî görev için uygun değillerdi. Soykırım için de özel bir eğitim almamışlardı. Komutanları, bu insanlara, eğer yapılanları çok kötü bulurlarsa katılmamaları seçeneğini sundu. Çoğunluğu bu seçeneği kullanmadı. 500 kişilik taburdan, 15 kişiden azı bu seçeneği kullanmak istedi. Stanley Milgram’dan esinlenen Browning, taburdaki kişilerin itaat ve çevrelerindeki insanların baskılarından dolayı katliamlara katıldıklarını ve kana susamışlıktan dolayı katılmadıklarını belirtti. Kitabın genel olarak anlatmak istediği, insanlar görev için bir gruba katıldıklarında, grubun çoğunluğu, otoritenin verdiği emirlere, emirleri ahlâkî bulmasalar da uyarlar. Bu durum, Milgram’ın deneyindeki hipotezle aynıdır.
Rus tarihçi Sergei Kudryashov, Reinhard operasyonu kapsamındaki ölüm kamplarında personel olan, Trawniki SS bölüğü üzerinde çalışma yaptı. Bâzı Trawniki korumaları, Kızıl Ordu'da görevli olup Savaş tutsağı olarak mahkûm tutulan askerlerdi. Bu askerler, tutsaklıktan kurtulmak için, SS’e gönüllü olarak katıldı. Holokost tarihçisi Christopher R. Browning, bu gönüllülerin, ne kadar anti-komünist hisler taşıdıklarına göre ayırt edildiklerini belirtti Çoğunluğu Ukraynalı, Leton ve Litvanyalıydı bu kişilerin.Kudryashov’a göre, bu kişilerde Nasyonal Sosyalizme karşı bir sempati yoktu ve mahkûm edilmeden önce hepsinin komünist olduğunu belirtti. Buna rağmen, Trewniki adamları, Yahudilerin ölümlerinde aktif rol oynadı. SS’in verdiği emirleri harfiyen yerine getirdiler ve her biri düzinelerce Yahudi öldürdü. Browning’den sonra, Kudryashov, Trawniki adamlarının normal vatandaşlardan, istekli katillere dönüşmenin örnekleri olduğunu belirtti.
Trawniki adamları ("Trawnikimänner"), son çözüm için bütün büyük ölüm merkezlerinde görevlendirildiler, eğitimleri bu yönde yapıldı. Bu kişiler Yahudilerin Belzec, Sobibor, Treblinka II,Varşova (üç defa), Częstochowa, Lublin, Lvov, Radom, Kraków,Białystok (iki defa), Majdanek, Auschwitz ve Trawniki’deki toplu katledilmelerinde görev aldılar
1942 yılında, Auschwitz’ın yanı sıra, diğer beş kamp, Reinhard plânını yürütmek amacıyla, imha kampı "Vernichtungslager") olarak ilan edildi Bu kamplardan ikisi (Chełmno. ve Majdanek) hali hazırda çalışma kampı olarak görev görmekteydi ve şimdi de imha |
tesisleri bu kamplara eklenmişti. Üç yeni kamp, sadece öldürme amaçlı inşa edildi ve Yahudileri oldukça çabuk bir şekilde öldürmeye tasarlandı. Bu kamplar, Belzec, Sobibor ve Treblinka’da kuruldu. Belarus’taki Maly Trostinets kampı da bu iş için kullanıldı ve Jasenovac kampı da etnik Sırpların genelde öldürüldüğü bir kamp oldu.
İmha kampları sık sık Dachau ve Belsen’deki toplama kamplarıyla karıştırılır. Ama toplama kampları, sadece insanları (genelde Komünist ve homoseksüeller) tutsak edip çalıştırmak için vardı ve genelde çoğunlukla Almanya içindeydiler. Bütün Nazi kamplarında ölüm oranı oldukça fazlaydı. Ölüm nedenleri, yorgunluk, açlık ve hastalıktı ama sadece imha kampları toplu ölümler için tasarlanmıştı.
Gezgin Kitap
Gezgin Kitap, başta İngiltere ve ABD olmak üzere birçok ülkede uygulanan ve orijinal adı Bookcrossing olan uygulamanın Türkiye'deki adıdır.
Kişilerin, kamuya açık yerlerde buldukları kitapları, okuduktan sonra yine herhangi bir yere bırakarak, elden ele dolaştırmalarını sağlamak amacıyla düşünülmüştür.
Bu uygulama için hazırlanan internet sitesine üye olanlar, kitaplarını kaydeder ve otomatik bir kitap takip numarası (BCID) alırlar. Bu numarayı, özel hazırlanmış bir etiketin üzerine yazıp, kitabın iç kapağına yapıştırırlar. Böylece, kitabın gezginlik macerası başlar. Kitabı bulan kişi siteyi ziyaret eder, kitabın BCID numarasını yazarak ulaştığı listeye, kitabı nerede, ne zaman bulduğunu ekler. Ayrıca kitap hakkındaki kişisel yorumlarını belirtir. Böylece kitabın dolaştığı eller, sitede düzenli olarak tutulmuş olur.
Asıl amacı kitap okutmak olan uygulama, ilginç paylaşım yöntemiyle eğlenceli bir hal alır.
William S. Burroughs
William Seward Burroughs II (5 Şubat 1914 – 2 Ağustos 1997), Amerikalı roman ve deneme yazarı.
Jack Kerouac ve Allen Ginsberg ile birlikte Beat Akımı'nı başlatan yazarlardan biri olarak tanınır. Yazılarının çoğu yarı otobiyografik olarak tanımlanabilir.
Beat kuşağının en renkli yazarlarından biri olan William S. Burroughs, oldukça ilginç bir yaşam sürmüştür.
5 Şubat 1914’te St. Louis, Missouri'de doğan Burroughs, hayli rahat şartlarda büyüdü. 1936’da Harvard Üniversitesi’nden mezun oldu. Açıkça ifade ettiği eşcinsel eğilimleriyle tanınırdı ve sıklıkla uyuşturucularla ilgili deneyimlerini yazardı.
Burroughs, 1951’deki bir Meksika gezisinde, Giyom Tell’den bir sahne canlandırmaya çalışırken, kazayla ikinci karısı Joan’u vurdu. Bu olaydan sonra hayatının büyük bölümünü Güney Amerika’yı dolaşıp pek çok uyuşturucu deneyerek ve gelecekteki yazıları için araştırma yaparak geçirdi. The Black Rider adlı, tiyatroya uyarlanan eserinde yaşadığı bu olaydan esinlenmiştir.
Yazılarında, birçok kişinin “kafa karıştırıcı ve ukalaca” olarak nitelendirdiği kolaj (cut up) tekniğini kullanırdı. Ele aldığı konular çoğunlukla yer altı dünyası ve uyuşturucu alt-kültürleriydi. Burroughs’un aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan Naked Lunch (Çıplak Şölen) , bir kült film olmuştur.
Burroughs, Gus Van Sant’ın Drugstore Cowboy‘unda da Matt Dillon’ın canlandırdığı uyuşturucu bağımlısı karakterin akıl hocası olarak yer aldı.
Eserleri arasında "The Ticket That Exploded", "Nova Express", "The Last Words of Dutch Schultz", "The Wild Boys", "Exterminator", "Cities of the Red Night" ve kendi eşcinselliğini incelediği "Queer" sayılabilir.
Çoğu eleştirmen, Burroughs’un eserlerinin uyuşturucu kullanımı ve ahlaksızlığı yücelten, özelliksiz yazılar olduğunu düşünmektedir. Ancak onun sanatsal yeterliliğini takdir eden ve yazılarını ileri görüşlülüğünün kanıtı olarak kabul eden eleştirmenler de bulunmaktadır.
"William Seward Burrougs II: el hombre invisible", "old bull lee", "inspector lee", "punk'ın büyükbabası", "heavy metal kid" unvanlarını kazandı. James Graham Ballard'a göre "II. Dünya Savaşı sonrasındaki en önemli yazar", Norman Mailer için "dehanın hükmettiği tek Amerikalı yazar"dır. Samuel Beckett'a Burroughs hakkındaki görüşü sorulduğunda ise "Evet, o bir yazar" demiştir.
İlaç bağımlılığı ve eşcinsellik, çalışmalarının çoğuna egemendir. Kitaplarının birçoğunda, güçlü bir karışım yaratmak için popüler kültürün tüm alanlarından, filmlerden, karikatürlerden, Western'lerden ve bilim-kurgu yapıtlarından düşünceler ödünç alarak kolaj tekniğini denedi. İktidarın kötüye kullanılmasından büyük rahatsızlık duyması nedeniyle ilaç bağımlılığını, yaşamlarımızın denetlenme yollarının tümünü kapsayan bir mecaz olarak kullandı.
Burroughs 1997’de, 83 yaşında öldü.
Landstrasse
Landstrasse (), Viyana'nın 3. Merkez İlçesi'dir. 1850 yılında Erdberg, Landstrasse ve Weissgerber Landstrasse adı altında Viyana'ya 3. Merkez İlçe olarak bağlanmıştır, 19. yüzyıl Fasanvirtel adlı bölgeninde katılmasıyla bugünkü konumuna kavuşmuştur.
Landstrasse eski zamanlarda Romalılar'ın bölgedeki en önemli ileri karakollarından (Vindobona) biriydi.Bugünkü Rennweg ve Belvedere Sarayı yakınları ana merkezleriydi.
İlerleyen zamanlarda bugünkü Reisnerstrasse bölgesine yerleşen birçok yabancı elçilikler sayesinde orta ve üst tabaka için ideal bir yerleşim alanı olmuştur. Viyana'nın en büyük canlı hayvan pazarınında kurulması ile ticaret ve endüstri de buna bağlı olarak önem kazanmıştır. 20. yüzyıl I. Dünya Savaşı ve onu takip eden II. Dünya Savaşı'ndan sonraki yıllarda ihtiyaç doğrultusunda en büyük ve kapsamlı sosyal evler bu bölgeye yapılmıştır ve bundan dolayıda bugün daha çok işçi kesimine hitap eden bir ilçe olarak tarihteki yerini almıştır.
Günümüzde Landstrasse eski demir perde ülkelerininde dışa açılmasıyla adeta doğu batı arasında gerek yol gerekse konum olarak kavşak görevi görmektedir.
Erich Hohenberger (SPÖ)
SPÖ 24
ÖVP 12
Yeşiller 11
FPÖ 6
KPÖ 1
Öjenik
Öjenik, ilk kullanımı Eflatun'a kadar gitse de, modern anlamıyla ilk olarak Sir Francis Galton tarafından ortaya atılmış, sağlıksız ceninleri ayırıp, sağlıklı ceninler yetiştirmenin yollarını arayan, bilimselliği tartışmalı bir toplumsal akım veya toplumsal felsefedir.
'Eugenics' Galton’un "iyi tür" anlamında eski Yunancadan ürettiği bir kelimedir. Nitekim, doğumların devlet tarafından kontrol edilmesi düşüncesini ilk ortaya atan ünlü Yunan filozofu Eflatun'dur.
Galton, Evrim teorisinin de etkisiyle, insandaki kalıtımla geçen özellikleri, farklı zihinsel yetenekleri ve kişisel karakteristikleri ölçerek bulmaya girişti. Öyle bir varsayımla hareket ediyordu ki, bireysel farklılıkları gösterebildiğinde, dolaylı olarak genetik etkeni de göstermiş olacağını sanıyordu.
Galton ve çağdaşı Wund'un insan işlevlerinin laboratuvarda ölçülebileceğini ileri süren öncü çabalarıyla, liberal siyaset felsefesinin kurucusu olarak kabul edilen John Locke'un duyumculuğunun bütün bilginin duyumlardan geldiği şeklindeki önermesi birleşince zekayı ölçmeye çalışan psikologlar, daha çok bireyler arasındaki duyusal-motor farklılıklara yöneldiler. Zeka farklılıklarını görme keskinliğinden, acıya karşı duyarlılığa, hatta avuç içindeki çizgilere kadar birçok etkenle açıklamaya kalkıştılar.
Bir iddiaya göre sadece Kaliforniya’da zorla kısırlaştırılan insan sayısı 64.000 olmuştur. "zihinsel engellilerin" ezici çoğunluğu da "beyaz olmayanlardır".
20. yüzyılın ilk yarısında çok sayıda taraftar toplayan öjeni teorisi, sakat ve hasta insanların ayıklanması ve sağlıklı bireylerin çoğaltılması yoluyla bir insan ırkının "ıslah edilmesi" anlamına geliyordu. Öjeni teorisine göre, nasıl sağlıklı hayvanlar birbirleriyle çiftleştirilerek iyi hayvan cinsleri oluşturuluyorsa, bir insan ırkı da ıslah edilebilirdi.
"Öjenik Uygarlık", yeryüzünde kendiliğinden sürmekte olan organik yaşamı doğal seyrinden kopararak, önceden belirlenen ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden oluşturma çabası olarak ifade edilebilir.
Doğal olana antipatiyle yaklaşan Öjenik Uygarlık anlayışı, biyoteknolojinin insana ve tüm diğer canlı organizmalara yoğun olarak uygulanmasını savunmaktadır.
Öjeniyi Almanya'da ilk benimseyen ve yayan kişi ise, ünlü evrimsel biyolog Ernst Haeckel oldu. Haeckel, Darwin'in yakın bir dostu ve destekçisiydi.
Haeckel aynı zamanada "öjenizm" savunucusu idi. Bu uygulamayı Alman toplumu içerisinde yaygınlaştırmak için çeşitli propaganda faaliyetleri yürütüyordu. Fakat "öjenik" uygulamalar Alman toplumu içerisinde Nazi'ler iktidara gelene kadar yaygın bir biçimde uygulanmadı. Nazi'ler ise iktidara geldikten sonra çeşitli dönemlerde, çeşitli vesileler ile öjenik uygulamaların icra edilmesini sağladılar. Bu noktada bazı bilimci-yaratılışçı çevreler Haeckel'in fikirlerinin Nazi'lere miras kaldığını hiçbir delilleri olmadan iddia ediyor. Oysa Nazi'lerin ve koyu bir Katolik olan Hitler'in "öjenizm" projesi Haeckel'in "öjenizm" anlayışından tamamen bağımsız bir biçimde ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Tarih bize belgelerle ispat ediyor ki Nazi'ler bilimselliğinden zerre kuşku duyulmasa da Haeckel'e ait bütün bilimsel teorileri reddetmiş ve Haeckel'in bütün görüşlerine istisnasız savaş açmıştı, Haeckel'in çalışmalarının yayınlanması da ciddi anlamda Naziler tarafından engellenmiştir. Nazi'lerin bizzat kendilerine ait olan makalelerde ve yayınlarda da "Partimiz ve temsilcileri Haeckel'in fikirlerini reddetmekte ve Haeckel'in her türlü araştırma ve eğitim faaliyetlerinin önüne geçilmesini savunmaktadır" tarzındaki birçok ifadeye rastlayabilirsiniz.
Benito Mussolini de İtalya'yı emperyalist ve faşist temeller üzerine oturtmak için aynı Öjenik kavramlardan ve iddialardan faydalandı.
1935 yılında Etiyopya'yı işgal ederek 1941 yılına kadar 15 bin insanı katlettirdi. Etiyopya işgalini, ırkçı görüşleriyle destekleyerek makul göstermekten de geri kalmadı. Mussolini'ye göre Etiyopyalılar siyah ırktan oldukları için aşağıydılar ve İtalyanlar gibi üstün bir ırk tarafından yönetilmek onlar için bir şeref olmalıydı.
1900'lü yıllarda Fransız hükümeti, psikolog Alfred Binet'e zihinsel özürlü çocukları diğerlerinden ayırma görevi verdi.
İlmi kanıtlarla desteklenen bir teori ve tam anlamıyla "bilimsel" olan "evrimsel biyoloji"yi kendi ıkçı ideolojilerine alet edenlerin başında gelen Henry Fairfield Osborn, "İn |
san Irklarının Evrimi" başlıklı bir makalesinde "ortalama bir zencinin zeka yaşı, Homo sapiens (günümüz insanı) türüne ait on bir yaşındaki bir çocuğun zekasına ancak ulaşabilir" diye yazıyordu.
Yakın zamanlarda 'Eugenics' ABD’de de uygulanmıştır.
1907’de Indiana eyâletinde kabul edilen bir kanunla zekâ özürlü, sağır ya da körler zorla kısırlaştırılmaya başlanmıştır. Benzer bir yasayı 1909'da Washington ve Kaliforniya eyaletleri kabul etmiştir. 1927’de Virginia eyâletinde zekâ özürlüler kısırlaştırılmışlardır. Yasa, Amerika’nın pek çok eyâletinde 1960'lara kadar yürürlükte kalmıştır. Toplamda 67000 insan kısırlaştırılmıştır.
PCI
PCI (Peripheral Component Interconnect) Intel tarafından geliştirilen yerel veriyolu standardıdır.
Çoğu modern bilgisayarların ana kartında PCI yuvalari, ISA yuvalarinin hemen yanında bulunur; beyaz renkte ve ISA'dan biraz daha kisadir. PCI veriyolu tak-çalıştır desteklidir.
1993'te Intel tarafından gelistirilen bu veriyolu 64 bit'liktir, ama uyumluluk problemleri nedeniyle uygulamada genelde 32 bit'lik bir veri yolu olarak kullanilir. İşlemci ile senkron 33 veya 66 MHz saat hızlarında çalışır. 32 bit ve 33 MHz PCI veri yolunun kapasitesi 133 MB/sn'dir.
Intel'in PCI üzerindeki çalışmaları 1990 yılında başlamıştır. Sadece bileşen seviyesi spesifikasyonları içeren ve VESA yerel veriyoluna (VESA Local Bus=VLB) benzeyen PCI 1.0, 22 Haziran 1992 tarihinde yayınlandı. Daha sonra, ana kart yuvası ve bağlantı standartlarını da ilk defa belirleyerek "yerel veriyolu görünümünden çıkıp işlemci tasarımlarından bağımsız hale gelen" PCI 2.0, 30 Mayıs 1993 tarihinde piyasaya sürüldü.
Üst-uç sunucularda MCA ve EISA yerine PCI, sunucu genişleme veriyolu olarak kısa sürede kullanıma sunuldu. PCI veriyolunun, genel kullanıma yönelik (mainstream) PC'lerde VESA yerel veriyolunun yerini alması daha yavaş gerçekleşti ve PCI,1994 sonuna kadar ikinci nesil Pentium PC'lerde kayda değer bir piyasa atılımı gerçekleştiremedi. 1996 yılına kadar PCI veriyolunun 486 makinalarına bile uyarlanmasıyla VLB nesli neredeyse tamamen tükendi. Diğer taraftan ISA, PCI ile birlikte 2000 yılına kadar kullanılmaya devam etti. 1995 yılının ortalarında Apple, "Professional Power Macintosh" bilgisayarları için PCI veriyolunu NuBus'ın yerine kullanmaya başladı.
66 MHz 3.3 V standardı, 133 MHz PCI-X ve PCI sinyallerinin diğer biçim katsayısılarına (form-factors) uyarlanması gibi bir dizi değişiklikler, PCI veriyoluna yeni özellikler ve performans artışı getirdi. 2004 yılında tanıtılan seri PCI-e standardı ile "geleneksel" PCI'ın sonunun yaklaştığı söylenebilir.
PCI spesifikasyonları iki farklı kart uzunluğu tanımlar. Tam boyutlu PCI kartının biçim katsayısı 312 milimetre uzunluğundadır; kısa PCI kartları 119 ve 167 milimetre arasındadır ve yer sorunu olan daha küçük yuvalara uyumludur. Büyük PCI gibi küçük PCI da yüksek bant genişliği gerektiren cihazların kullanabilmesi için dinamik olarak konfigüre edilebilir yüksek performanslı bir G/Ç veriyoludur.
Çoğu PCI kartları yarım boyutlu veya daha küçüktür.
PCI cihazları tak çalıştır (plug and play) özelliğine sahiptir. Sistem donanım yazılımı (firmware) her bir cihazın
PCI Konfigürasyon Alanını inceler ve ilgili kaynakları tahsis eder. Her bir cihaz 6 bellek alanı veya G/Ç bağlantısı taleb edebilir. Ayrıca çalıştırılabilir x86 veya PA-RISC kodlarını, Açık Bellenim (Open Firmware) veya EFI sürücüsü içeren ROM seçeneğide olabilir.
Kesmeler, kart üzerindeki atlanımların ISA cihazlarındaki gibi ayarlanmasından ziyade bellenim tarafından kartlara atanır. PCI cihazları seviye tetiklemeli kesmelere sahip olması gerektiğinden kesme rakamlarını paylaşabilirler. Bu duruma rağmen sistem yazılımı performansı arttırmak için her bir cihaza farklı kesme rakamı verecektir.
Robert Bunsen
Robert Wilhelm Bunsen Eberhard, (d. 31 Mart 1811, Holzminden - ö. 16 Ağustos 1899, Heidelberg) özellikle mineralojik ve analitik kimya üzerine çalışmış Alman kimyagerdir. Gustav Robert Kirchoff ile beraber sezyum ve rubidyum elementlerini keşfetmiş, ısıtılan elementlerin emisyon spektrumlarını incelemiş ve spektral analizi bulmuştur. Fotokimyaya öncülük eden Bunsen, bir deney esnasında koruyucu gözlük kullanmadığı için bir gözünü kaybetmiştir.
Bunsen elektrik akımının üç boyutlu analizini yapmıştır. Bu yöntemle çalışmalarına önemli veriler katmış, matematik ve fiziği bir araya getiren çalışmaları yayınlanmış; bir yandan astronomide yeni bir çağ başlatmış ve Berlin Üniversitesi'nde Matematiksel Fizik Koltuğu'na oturmuştur. Laboratuvar asistanı Peter Desega ondan sonra, onun çalışmalarını kullanarak Bunsen brülörü denilen aparatı geliştirmiştir.
Girne
Girne (, "Kerinya"), Kıbrıs'ta bir liman kentidir. Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Girne kazasının ve fiili olarak parçası olduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Girne ilçesinin yönetim merkezidir.
Girne kenti ve çevresi, Kuzey Kıbrıs'ın turizm başkentidir. 1974'teki Kıbrıs Harekâtı'na kadar şehir nüfusunun çoğunluğunu Kıbrıslı Rumlar oluştururken, harekât sonucunda Girne'deki Rumlar göçmen oldu. Özellikle 2000'li yılların başlarından itibaren şehirde hızlı bir nüfus artışı ve yapılaşma yaşandı. 2011 nüfus sayımına göre, Aşağı ve Yukarı Girne'den oluşan kent merkezi nüfusu 20.851, Girne Belediyesi'nin nüfusu 33.207'dir.
Kentin güneyinde Girne Dağları, kuzeyinde ise Akdeniz bulunur. Şehrin merkezinde yer alan antik liman, Girne Kalesi'nin hemen yanındadır. Liman boyunca hem yerli halk, hem de turistlerin rağbet ettiği lokantalar, barlar ve açık hava kafeteryaları vardır.
Şehirde Girne Amerikan Üniversitesi ve Girne Üniversitesi yer alır.
Bazı kaynaklara göre şehir MÖ 10. yüzyılda Akalar tarafından kurulmuştur. Strabon şehrin Akalara mensup olan efsanevi Tegea kralı Cepheus tarafından kurulduğunu yazmıştır. Buna rağmen şehrin bulunduğu bölgenin kalıcı yerleşim alanına dönüşmesi MÖ 4. yüzyılda, Pers hakimiyetinde gerçekleşti. MS 7. yüzyıldaki Arap saldırıları sırasında Girne Kalesi yapıldı. 1191 yılındaki Üçüncü Haçlı Seferi sırasında İngiliz kralı I. Richard, İsaakios Komnenos'la savaşarak kaleyi kuşatıp ele geçirdi. Bunu takip eden yıllardaki Lüzinyan hakimiyeti sırasında kale sağlamlaştırıldı. 1373 yılındaysa Ceneviz saldırıları nedeniyle kale tahrip oldu. 1489 yılında tüm adayla beraber Venedik kontrolüne geçen Girne'de, bu dönemde kalede büyük değişiklikler yapıldı. 9 Temmuz 1570 tarihinde Osmanlı Devleti'nin Kıbrıs Seferi sırasında şehir kendi rızasıyla teslim oldu.
Şehrin belediye sınırları içerisindeki bölgesinin 1946 yılındaki nüfusu 2922, 1960 yılındaki nüfusu ise 3498 idi. 1960 Kıbrıs nüfus sayımına göre bu nüfusun 2802'si Rum, 696'sı Türk idi. 1974 yılında gerçekleşen Kıbrıs Harekâtı'nda bölge Türk kontrolüne girdi. Şehrin Rum nüfusunun büyük bölümü harekât sırasında kaçtı, kaçmayanlar 1975 yılının ekim ayına kadar Dome Hotel'de tutulduktan sonra şehirden çıkarıldı. Toplamda 2.650 Girneli Rum göçmen oldu. 1975'te Limasol'dan ve güneydeki bir takım köylerden göçmen olan Kıbrıslı Türkler şehre yerleştirildi.
Girne şehrindeki başlıca tarihî mekanlar, antik liman ve limana hakim konumdaki Girne Kalesi'dir. Aslen 7. yüzyılda, Bizans döneminde yapılan kale, Lüzinyan ve Venedik döneminde yapısal değişikliklere uğradı, yeni kısımlar inşa edildi. Günümüzde kale Bizans döneminden kalma kilisesi, kulesi, Lüzinyan döneminden kalma bekçi odası, zindanları ve Venedik döneminden kalma kuleleri, sarnıcı, cephaneliğinin de dahil olduğu elementler ile üç dönemin de izini yansıtır. Müze olarak düzenlenen kalenin içindeki Batık Gemi Müzesi'nde, MÖ 300 yıllarında, yani Helenistik dönemde batmış bir gemi, gemideki buluntularla beraber sergilenir.
1860 yılında inşa edilen Archangelos Michael Kilisesi, 1885 yılında yapılmış ve Girne'nin her yerinden görülebilen bir çan kulesine sahiptir. Günümüzde ikon müzesi olarak kullanılır. Şehir merkezindeki Ağa Cafer Paşa Camii ise 1589-90 yıllarında inşa edilmiş bir Osmanlı yapısıdır. Bunun yanı sıra şehirde 19. yüzyılda yapılmış dört çeşme, Osmanlı döneminden kalma, kaledeki askerlerin ve salgınlardan ölenlerin gömüldüğünün düşünüldüğü bir mezarlık bulunur.
Girne çevresinde Beylerbeyi ve bu köydeki Bellapais Manastırı, St. Hilarion Kalesi, Hazreti Ömer Türbesi, Buffavento Kalesi, çeşitli kilise ve manastırlar bulunur.
Kentin güneyinde Beşparmak Dağları, kuzeyinde ise Akdeniz vardır. Girne'ye bağlı diğer bölgeler Bellapais, Karaoğlanoğlu, Çatalköy, Alsancak, Lapta, Karşıyaka, Çamlıbel ve Kayalar'dır.
1974'ten günümüze Girne Belediye Başkanlığı görevini üstlenen belediye başkanları:
Kuzey Kıbrıs'ın turizm başkenti olan Girne, Kıbrıs adasının da turizm açısından en önemli şehirlerindendir. Şehir çok sayıda yeme içme ve alışveriş mekanına, barındırdığı eğlence mekanları sayesinde gece hayatına ev sahipliği yapar. Özellikle Girne antik limanında turistler ve yerli halkın rağbet ettiği restoranlar, barlar, kafeteryalar bulunur. 2009 yılında şehirde dokuzu beş yıldızlı olmak üzere 93 otel bulunmaktaydı.
2000'li yılların başlarından itibaren, Annan Planı'nın yarattığı olumlu hava sonucunda Girne ve çevresinde inşaat patlaması yaşandı. 2001-2003 yılları arasında şehirde yapılan inşaat sayısı her yıl üçe katlandı, yabancılara yapılan satışlarda büyük artış görüldü. İnşaat patlaması sonucu çok sayıda site ve apartman yapıldı.
Girne'de Girne Amerikan Üniversitesi 7000'den fazla öğrencisi ile hizmet vermektedir.
Girne'de her yaz haziran ayından eylül ayına dek Girne Kültür ve Sanat Günleri gerçekleşir. Bu etkinlik, geçmişte haziran ayı boyunca Girne Kültür ve Sanat Festivali adı altında yapılmaktaydı. Etkinlikler kapsamında amfitiyatroda, Ramadan Cemil Meydanı'nda ve antik limanda çeşitli tarzlarda konserler, tiyatro oyunları, oratoryolar düzenlenir. Bunun yanı sıra sokaklarda heykeller sergilenir.
Girne şehrindeki futbol kulüpleri: Türk Ocağı Limasol (TOL), Doğan Türk Birliği (DTB), Girne Halk Evi (GHE).
Dipkarpaz, Kıbrıs
Dipkarpaz (Yunanca: Ριζοκάρπασο / Rizokarpaso, Rizokarpasia), de jure olarak Kıbrıs Cumhuriyeti |
'nin Mağusa Kazası'nda, de facto olarak ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin İskele İlçesi'nde yer alan bir kasabadır. Burada Türkler'in yanı sıra 250 Rum nüfusu yaşamaktadır. 2006 nüfus verilerine göre burada nüfus 5.300 kişiden oluşmaktadır.
Kasabada Rumların sıkça ziyaret ettikleri Apostolos Andreas Manastırı bulunmaktadır.
XX. yüzyıla kadar burada yaşayan halk ipek üretim ve ticareti ile geçinirdi. İkinci büyük geçim kaynağı ise tütün üretim ve ticaretiydi. Dipkarpaz bir kac yıl içinde Kıbrıs'ın tütün merkezi haline geldi. 1974'den sonra artık tütün üretimi azalmıştır ve Türkiye'ye ihraç edilir. Türkiye'de üretilen sigara markaları olan Bafra, Gelincik ve Sipahi buradaki üç köye isim olmuştur.
Yerli halkı geçimini tahıl ve keçiboynuzu üretiminden sağlar.
Değirmenlik
"Antalya, Akseki'nin köyü olan Değirmenlik için:" Değirmenlik, Akseki
Değirmenlik (Yunanca: Κυθραία / Kythrea), "de jure" olarak Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Lefkoşa Bölgesi'nde ve "de facto" olarak ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin Lefkoşa İlçesi'nde yer alan bir köydür. Lefkoşa kentinden 19 km uzaklıkta olan köy, dört küçük köyün birleşmesinden oluşmuştur.
Bu yerleşim yerine Kythrea adlı Venüs'ün kutsal, dinsel adı olan Cythera'dan gelmedir. Türkçede Değirmenlik denmesinin sebebi, eski tarihlerde Başpınar'dan çıkan suyla birçok un değirmeninin çevrilmesiydi. Bu tarihlerde köyde 30'dan fazla un değirmeni bulunmaktaydı.
Değirmenlik kasabasının 2006 itibarıyla nüfusu 11.722 kişidir.
Başpınar kurumadan önce kasabada çok daha fazla zeytin ve limon ağacı vardı.
Değirmenlik yakınındaki Kitera harabelerinde 1928 yılında imparator Septimus Severus'un büyük bir boy heykeli bulunmuştur. Tunç heykel, Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki Kıbrıs Müzesi'nde sergilenmektedir.
Dünyada çiçek lahanasının ilk kez burada Romalılar tarafından yetiştirildiği ve 1604 yılında Avrupa'ya götürüldüğü yazılmaktadır. Lusignano'ya göre Başpınar suyu ile köy etrafında yetiştirilen pamuklar sulanmaktaydı. Bu sebeple Orta Çağ'da Değirmenlik pamuk yetiştirilen bir yer olduğu düşünülmektedir.
Osmanlılar zamanında 7 büyük yerleşim yerinden biri olan Değirmenlik halen önemini korumaktadır.
Fahrettin Kerim Gökay
Fahrettin Kerim Gökay (9 Ocak 1900, Eskişehir - 22 Temmuz 1987, İstanbul), Türk bürokrat ve siyasetçi. İstanbul Valisi ve İstanbul milletvekili olarak görev yaptı.
Tıp fakültesinden 1922 yılında mezun olduktan sonra, Emraz-i Akliye uzmanı oldu. Uzun süre öğretim üyesi olarak görev yaptı. 24 Ekim 1949-26 Kasım 1957 tarihleri arasında sekiz yıl İstanbul Valiliği ve Belediye Reisliği yaptıktan sonra, İsviçre (Bern) Büyükelçiliği'ne atandı. 1. (XII) Dönem İstanbul Milletvekilliği, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı, İmar ve İskan Bakanlığı görevlerinde bulundu. Basılmış birçok eseri mevcuttur.
Prof. Fahrettin Kerim Gökay, İstanbullulara tanzim satışlarını sunmuştur. Migros, Gökay zamanında açılmıştır. Zeytinburnu ve Kazlıçeşme, onun zamanında şehirleşmiştir. Dolayısıyla Gökay, Zeytinburnu ve Kazlıçeşme'nin babası olarak bilinmektedir. Ayrıca elliye yakın okul yaptırmıştır.
Ayrıca Üsküdar'da ve Kadıköy'de adını taşıyan önemli iki cadde bulunmaktadır.
6-7 Eylül 1955 Olayları karşısında yetersiz kalması nedeniyle, o günlerde İstanbul'da bulunan ve olayların başlangıcında "Milli Gençliğin Kıyamı" tabirini kullanan İçişleri Bakanı Namık Gedik ile beraber, istifa etmek durumunda kalmıştır.
Halk tarafından çok sevilen ve kısa boyu dolayısıyla hakkında "Mini Mini Valimiz, Ne Olacak Halimiz?" tekerlemesi üretilmiştir. Önemli bir serveti olan Fahrettin Kerim Gökay'ın terekesinde 630 tapu bulunuyordu. Tüm varlığını kendi adını taşıyan vakfa bırakmıştır.
Ayrıca İstanbul Sefaköy'de isminin verildiği Fahreddin Kerim Gökay Anadolu Lisesi, İstanbul Bakırköy'de Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesi Bitam'da isminin verdiği Fahrettin Kerim Gökay Pavyonu bulunmaktadır.
Mezarı Sahrayıcedit mezarlığındadır.
Nevzat Ayaz
Nevzat Ayaz, (1930, Bayramören, Çankırı, Türkiye), Türk siyasetçi, eski İstanbul ve İzmir valisi.
1930 yılında Çankırı’nın Bayramören ilçesinde dünyaya gelmiştir. İlkokulu Bayramören ilçesinde bitirdikten sonra orta okulu Ankara’da okumuştur. Lise tahsilini Polis kolejinde yapmıştır. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1953-1954 ders yılı mezunudur.
İlk olarak Emniyet Genel Müdürlüğü 3. ve 4. Şube Müdürlüklerinde Komiser Muavini ve Komiser olarak görev yapmıştır. Müteakiben Polis Enstitüsü Yüksek Uzmanlık Kursu'na katılmıştır. Bu kursu bitirdikten sonra Yedek Subay olarak İstanbul İstihkam okulunda askerlik hizmetini tamamlamıştır. 1956 yılında Ankara Emniyet Müdürlüğü 1. Şube Müdürlüğü'nde Komiser ve Başkomiser olarak çalışmıştır. 1959 yılında Sinop Emniyet Müdürü olarak tayin edilmiştir. 1960 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü 4. Şube Müdür Muavini ve 1961 yılında da 4. Şube Müdürü olarak çalışmalarını sürdürmüştür. 1966 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü 1. Daire Başkanlığına ve 1969 yılında da Emniyet Genel Müdür Muavinliğine atanmıştır. 1971-1972 yıllarında Balıkesir Emniyet Müdürü iken 1972 ‘de tekrar Emniyet Genel Müdür Muavinliğine getirilmiştir. 1975 yılında Zonguldak Valiliğine tayin edilmiş ve Zonguldak Valisi iken 4 Aralık 1979 tarihinde İstanbul Valiliği'ne atanmıştır. 18 Ocak 1988 tarihinde İzmir Valiliği'ne atanmıştır. 19. Dönem Çankırı Milletvekilliği ve Milli Savunma Bakanlığı yapmıştır. Halen Haliç Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkan yardımcılığı görevinde bulunmuştur. Evli ve 2 çocuk babasıdır.
BTU
BTU ya da Btu (British thermal unit); bir libre (453,6 gr) suyun sıcaklığını 63° F'den (17.2222 °C) 64 °F'ye (17.7778 °C) çıkartmak için gerekli olan enerji miktarıdır. Bu tanım, sıcaklık değişimlerinin 1 atmosferlik basınç altında ölçümleri şartında geçerlidir.
Bu birimlerin hepsi enerji birimidir ve birbirlerine dönüşüm yapılabilmektedir, buna rağmen kullanım alanları farklıdır. Besinlerin enerji değerleri kilokalori birimiyle verilirken, Joule mekanik işlerdeki enerji için, Watt elektriksel enerji için BTU da soğutma enerjisi birimi olarak kullanılır.
Standart bir oda için gereken soğutma gücü birimleri şöyle sıralanabilir:
Bilgisayarlı bir oda için ise şu soğutma gücü birimleri geçerlidir:
Soğutma analizi yapılırken odanın çeşitli durumları da önemlidir, bunlar aşağıdaki gibi sıralanabilir.
Odanın genel özelliklerinin etkisi aşağıda sıralanmıştır ve bütün bu etkenlerin BTU sonucuna etki oranı hesaplanmıştır.
Bu değerlerin toplamı, genel soğutma ihtiyacını BTU olarak verecektir. Yani;
İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi
İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, İstanbul'un Avcılar İlçesi içerisinde, Küçükçekmece Gölü’nün güney batı tarafındaki Avcılar Kampüsü'nde bulunmaktadır.
İstanbul Üniversitesi’nde 1967 yılında kurulan Kimya Fakültesi içinde Kimya Mühendisliği, 1978 yılında kurulan Yerbilimleri Fakültesi içinde Jeoloji ve Jeofizik Mühendisliği eğitimleri verilmiştir. 6 Kasım 1981 tarihinde 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu uyarınca Üniversite sistemi yeniden düzenlenmiştir. Bunun sonucu İstanbul Üniversitesi Kimya Fakültesi ile Yerbilimleri Fakültesi birleştirilerek dört bölümlü bir Mühendislik Fakültesi haline dönüştürülmüştür. 1988 yılında beşinci bölüm olarak açılan Elektronik Mühendisliği Bölümü, 1989 öğretim yılından itibaren öğretimine İngilizce olarak devam etmiştir. 1989-1990 öğretim yılında ise fakülte bünyesinde Bilgisayar Bilimleri Mühendisliği, Makine Mühendisliği, Endüstri Mühendisliği ve Çevre Mühendisliği Bölümleri, 1991-1992 öğretim yılında Maden Mühendisliği, Metalürji ve Malzeme Mühendisliği, Deniz Ulaştırma ve İşletme Mühendisliği, Elektrik - Elektronik Mühendisliği, İnşaat Mühendisliği öğretim faaliyetlerine başlamıştır. Günümüzde İstanbul Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi bünyesinde 13 bölüm bulunmaktadır.
Soundgarden
Soundgarden, Seattle, Washington'da 1984 yılında kurulmuş olan grunge grubudur. Grup kurulduğundaki üyeler Chris Cornell, Kim Thayil ve Hiro Yamamoto'dur. İlk zamanlar Chris Cornell hem vokal yapıp hem de bateri çalmaktaydı. Ancak vokalinin daha öne çıkması için gruba baterist olarak Scott Sundquist alındı. Grup ismini Seattle yakınlarında bulunan ve rüzgar çıktığında ürkütücü sesler çıkartan Sound Garden adlı heykelden aldı. 1987 senesinde Sub Pop ile anlaşan Soundgarden, aynı sene “Screaming Life” adlı single ep'sini piyasaya sürdü. Grup ep'lerini Nirvana gibi devlerle çalışmış olan Jack Endino prodüktörlüğünde yayınladılar. 1988 senesinde "Ultramega OK" adlı ilk albümünyle birlikte Soundgarden klipleri de yayınlanmaya başladı. Bu dönemde en iyi performansa aday gösterildiler ancak bu ödülü Metallica'ya kaptırdılar. 1989 senesinde "Louder than Love" adlı 2. albümünü A&M Records etiketiyle piyasaya süren Soundgarden, album sonrası eski basçılarıyla yollarını ayırdı ve yerine o zamanki Nirvana'nın gitarcısı Jason Everman'i kadrosuna basçı olarak ekledi. 1991 senesinde yeni kadrosuyla "Badmotorfinger" adlı albümünü piyasaya süren grup, çok güzel yorumları ve şarkıları olmasına rağmen Nirvana'nın Nevermind, Pearl Jam'in Ten albümünün gölgesi altında kaldı. Albüm sonrası Guns N' Roses ile birlikte turneye çıkan grup, turnedeki kayıtlarla bir albüm çıkardı. 1994 senesine gelindiğinde "Superunknown" adlı 4. stüdyo albümünü yayınlayan Soundgarden asıl büyük çıkışını, şarkı sözleri bağımlılık, intihar ve acı üzerine olan bu albümle yakaladı. 1996 senesine gelindiğinde "Down on the Upside" adlı 5. albümünü çıkaran grup diğer albümlerinden daha yumuşak bir sound izledi. Bu, grubun son grunge albümü oldu. En son 1997 senesinde "A-Sides" adlı derleme albümü piyasaya sürdüler ve turne sırasında çıkan sorunlar nedeniyle grup dağıldı. Chris Cornell ilk önce bir solo albüm yaptı ancak daha sonra Rage Against the Machine grubundan kalan 3 üyeyle beraber Audioslave grubunu kurdu. Ancak Chris Şubat 2007'de yaptığı açıklamada bu gruptan da ayrıldığını açıkladı.
1 Ocak 2010 tarihinde Cornell'in Twitter sayfasında yaptığı açıklama ile Soundgarden grubunun 12 yıl sonra bir araya geldiği |
duyuruldu.
5 Nisan 2010 tarihinde Soundgarden sitesinde yapılan açıklamada grubun Lollapalooza Festivali kapsamında 8 Ağustos 2010 tarihinde sahne alacağı açıklandı.
Şubat 2011 tarihinde Soundgarden'nın web sayfasında yeni albüm kayıtlarına başladıkları ve albümün Adam Kasper tarafından yapımcılığının üstlendiği açıklandı.
13 Kasım 2012 tarihinde "King Animal" albümü piyasaya sürüldü. Bu albümden piyasaya sürülen "By Crooked Steps" şarkısının video klibinin yönetmenliğini ise Dave Grohl üstlendi.
"Spoonman" - En iyi Metal Performansı ve"Black Hole Sun" - En iyi Hard Rock Performansı ile Grammy
İstanbul Üniversitesi Elektrik - Elektronik Mühendisliği Bölümü
İstanbul Üniversitesi Elektrik - Elektronik Mühendisliği Bölümü, 1988 yılında İstanbul Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'nin beşinci bölümü olarak açılan ve 1989 öğretim yılından itibaren öğretimine İngilizce olarak devam Elektronik Mühendisliği Bölümü'nün devamıdır. Daha sonra kurulan Elektrik - Elektronik Mühendisliği ile Elektronik Mühendisliği bölümleri birleştirilmiştir.
Bölüm öğretim üyelerinin çıkarmış olduğu Journal of Electrical & Electronics Engineering (ISSN 1303-0914) adlı dergi bulunmaktadır.
Çoğunlukla bu bölüm öğrencilerinin üye olduğu İstanbul Üniversitesi Elektrik - Elektronik Kulübü ve İstanbul Üniversitesi IEEE Kolu faaliyet göstermektedir.
Margareten
Margareten (), Viyana´nın 5. Merkez İlçesi'dir. Hundsturm, Laurenzergrund, Margareten, Matzleinsdorf, Nikolsdorf, Reinprechtsdorf adlı 6 adet eski küçük ön bölgenin birleşmesiyle oluşmuş bir Merkez İlçe’dir.
Bu ilçeye zamanında irili ufaklı birçok köşk ve av evleri yapılmıştır fakat II. Viyana Kuşatması’nda birçoğu yıkılmış ve yerinede yenileri yapılmamıştır.
1850 yılında Wieden ile beraber bir ilçe olarak Viyana’ya bağlanmıştır. Fakat 1861 yılında bu ilçeden ayrılarak kendi başına Viyana’nın 5. Merkez İlçesi olarak kalmıştır.
Genelde esnaf kesiminin oturduğu bir ilçeydi fakat zamanla işçi kesimininde yerleşmesiyle değişik kesimlere hitap eden bir ilçe olarak kalmıştır.
Margareten’in diğer bir özelliği ise I. Dünya Savaşı sonrasında ilk sosyal evlerin Gürtel adlı büyük bulvar etrafına yapılmasıdır.Bundan dolayıdır ki Nazilere karşı ilk gerilla hareketleri bizzat bu sosyal evlerden başlamıştır.
Günümüzde Margareten Viyana’ya ilk gelen göçmen isçilerin yerleştiği alandır ve hala eski Yugoslavya ve Türk aileleri burada oturmaktadır.
Allianoi
Allianoi İzmiri, Bergama ilçesi sınırları içinde, Bergama-İvrindi karayolunun 18. km.'sinde, Bergama'nın kuzeydoğusunda, Yortanlı Barajı gölet alanının tam ortasında, Paşa Ilıcası Mevkii’nde yer alan bir antik kenttir.
1998 yılından bu yana da Paşa Ilıcası merkez olmak üzere baraj gölet alanı içinde kalan alanda kurtarma kazı çalışmaları devam etmektedir. Baraj Gövdesi ve çevre ile bağlantısını sağlayacak yol yapım çalışmaları devam etmektedir. Proje aynen uygulandığı takdirde, baraja su toplanmaya başlandığı gün Allianoi tamamen su altında kalacaktır. Yağış rejimi ve bitki örtüsü ile bağlantılı olarak yaklaşık 40-60 yıl arasında ömrü olduğu düşünülen barajın gölet alanında bu süre zarfında alüvyon birikecek. Ve Allianoi yaklaşık 12– 15 m.’lik alüvyon dolgu altında kalacaktır.
Antik yazarlardan P.Aelius Aristides’in Hieroi Logoi adlı eserinde (III.1 ) Allianoi anılmaktadır. Bu antik kaynak haricinde henüz, antik yazarlarda veya epigrafik buluntularda, Allianoi hakkında başka bilgiye ulaşılamamıştır. Allianoi, “Sağlık Tanrısı Asklepion’un yurdu” olarak bilinmektedir
İlginç bir özelliği, antik çağ kaynaklarında sadece bir kez, M.S. 2. yüzyıl Batı Anadolu yazarı Aelius Aristides’in "Hieroi Logoi" (Kutsal Anlatılar) adlı eski çağ tıbbının en önemli kaynaklarından biri olan eserinde (III.1 ) anılmış olmasıdır. Bu kaynak haricinde antik yazarlarda veya epigrafik buluntularda henüz bahsine rastlanmamıştır.
Allianoi’nin batısındaki orman arazisinde yapılan kazı çalışmaları sırasında, Erken Tunç Çağı II’ye ait bir adet Yortan kabı ele geçmiştir. Çakmak Tepe eteklerinde ise çok sayıda çakmak taşı eser saptanmıştır. Bunun haricinde dolgu toprak içerisinden iki adet taş balta ele geçmiştir. Tüm bunlara dayanılarak Allianoi ve yakın çevresinde prehistorik bir yerleşim olduğu düşünülmektedir.
Bu dönemde sıcak su kaynağını değerlendiren küçük bir termal merkezi olduğu sanılmaktadır. Helenistik Çağ’a ait sadece birkaç arkeolojik ve nümizmatik eser ele geçmiş olmasına rağmen Allianoi merkez yerleşiminde Helenistik mimariye rastlanılmamıştır.
Allianoi’de, Roma İmparatorluk Dönemi’nde (M.S. 2. yüzyıl) kült merkezinde, Anadolu’nun pek çok merkezinde ve Pergamon’daki Asklepieionda olduğu gibi büyük bir bayındırlık faaliyeti yaşanmıştır. Kült merkezinde mevcut binaların büyük bir kısmı bu döneme aittir. Ilıcanın yanı sıra, köprüler, caddeler, sokaklar, insulalar, geçiş yapısı, propylon, ve nympheum bu dönemde planlanır.
Allianoi’de yoğun yerleşimin görüldüğü dönemdir. Ancak Pergamon (Bergama)’da olduğu gibi sosyo-ekonomik açıdan son derece zayıf bir dönem yaşanmıştır. Kült merkezinde yaşamaya başlayan Bizanslılar, Roma Çağı’na ait heykeltıraşlık eserlerini ve mimarlık kalıntılarını tahrip edip, devşirme malzeme olarak kullanmaya başlamışlardır. Roma Çağı’na ait stoaların ve ana caddelerin tabanları kullanılmak suretiyle, yeni ve daha basit mekanlar inşa edilmiştir. Allianoi’nin en önemli yapısı olan ılıcanın ve nympheumlar da ihtiyaçlara uygun küçük değişiklikler yapılarak kullanılmaya devam etmiştir. Bazilikal planda büyük bir kilise inşa edilmiştir. Yerleşmenin içinde ve yakın çevresinde de şapeller yapılmış, ayrıca bu dönemde metal, seramik ve cam atölyelerini kurulmuştur.
Osmanlı döneminde Paşa Ilıcası, Aydın Salnameleri’nde zikredilmektedir. Ancak yoğun bir şekilde kullanılmamıştır. Çünkü kazılar sırasında Osmanlı dönemine ait birkaç sikkenin dışında iz yoktur. 20. yüzyıl başlarında bölge kaymakamı Kemal Bey tarafından Ilıca ele alınmış ve büyük havuzun bulunduğu yerin kısmen yeniden kullanıma açılmasını sağlamıştır. Ilıcanın batısındaki Roma köprüsünün, Osmanlı döneminden 1979 yılına kadar Bergama-İvrindi arasında kullanıldığı anlaşılmaktadır.
20. yüzyılın başında kısmen temizlenmiş ancak sonra yeniden gelen sel nedeniyle, ılıcanın bulunduğu kısmın 1950’li yıllara kadar atıl durumda kaldığı anlaşılmaktadır. 1992 yılında, Bölge Karayolları Müdürlüğü tarafından halen mevcut Roma Köprüsü, kurul kararı olmaksızın yapılan bir ihale ile kısmen deforme edilerek yeni bir köprü inşa edilmiştir. Aynı yıl ılıcanın restorasyonu İzmir Valiliği tarafından İzmir İl Özel İdaresi aracılığı ile ihaleye verilmiştir. Bir yıl süren restorasyon işlemleri sırasında yine kurul kararı olmaksızın ılıcanın içi deforme edilerek üzerine modern bir bina yapılmıştır. Bu tarihten itibaren işletmeye verilmiştir, Şubat 1998’de yaşanan ağır bir sel taşkını ile tesis yeniden kullanılamaz duruma getirmiştir. Çayın güneyinde ise özel şahıslara ait olan arazide tarım yapılmıştır. Bu onarımlarda ilave edilen modern binaların büyük bir bölümü 2003 yılı çalışmaları sırasında kaldırılmış ve antik ılıca mekanları ortaya çıkarılmaya başlanmıştır.
Yortanlı Barajı gövdesinin çalışmaları bitmiş, çevre ile bağlantısını sağlayacak yol yapım çalışmaları devam etmektedir. Proje aynen uygulandığı takdirde, baraja su toplanmaya başlandığı gün Allianoi tamamen su altında kalacaktır. Yağış rejimi ve bitki örtüsü ile bağlantılı olarak yaklaşık 40-60 yıl arasında ömrü olduğu düşünülen barajın gölet alanında bu süre zarfında alüvyon birikecek. Ve Allianoi yaklaşık 12– 15 m.’lik alüvyon dolgu altında kalacaktır.
Bu arada Allianoi sitinde Trakya Üniversitesi Yrd.Doç.Dr. Ahmet Yaraş'ın yönetiminde 1998-1999'da Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nün, 2000-2004 döneminde ise Philip Morris'in katkıları ve ayrıca Yortanlı Kurtarma Derneği bünyesinde örgütlenmiş gönüllülerin özverileriyle kurtarma kazıları gerçekleştirilmiştir. 1998-1999 kazı çalışmaları sonucunda, kazılan alanın Allianoi olduğu öğrenildikten sonra, Bergama Müze Müdürlüğü'nün başvurusu üzerinde, İzmir I Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu 29.03.2001 gün ve 9229 sayılı kararla, Allianoi'yi I. Derecede Arkeolojik Sit Alanı ilan edilince gerçek anlamda kurtarma kazısına dönüşmüştür. Bu arada özellikle Philip Morris'in katkılarıyla sitin kamuoyuna tanıtılmasında önemli çabalar gösterilmiştir.
2000 yılı kazı çalışmaları sırasında sade bir şekilde restore edilen bir sektörün tarla toprak seviyesini aşan ve Bergama-İvrindi yolundan geçerken de görülebilen bir mimari öğe haline dönüştürülmesi sağlandı. 2003 yılı kazı sezonunda biri Güney Ilıca ile dere sınırını belirleyen Roma duvarının mevcut kısmının sağlamlaştırılarak, yükseltilmesiyle (dolgu çöküntüsünü önlemek amacıyla), diğeri Kuzey Ilıca batısındaki mekanları sel taşkınlarından korumak amacı ile iki sağlam koruma duvar projesi gerçekleştirildi. Bu duvarlar sayesinde sit İlya Çayı’nın taşkınlarından kısmen korunmuş oldu. İşin ilginci, bu projeyi 100 yıl önce Kaymakam Kemal’in de düşünmüş olması, Alman Kazı heyetinde görevli Mimar W. Dörpfeld’den yardım istemesiydi. Ancak Ilıca turizme kazandırılamamıştı. Günümüz kazılarında Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün kazılarından biri olan Pergamon Kazısı’ndan bazen araç gereç yardımı da alındı. ahşap bir seyir platformu oluşturuldu. Düzenleme ve yol parkuru mümkün olduğunca en görsel alanlardan geçirildi. Yeşillendirme çalışmaları yapıldı. Bergama Müzesi'ne en ünlüleri sitin simgesi haline gelmiş Nymphe heykeli olan toplam 10000 eser reslim edildi. Allianoi merkez yerleşimi haricinde 1998 yılından beri süren kazılarda tüm gölet alanı içerisinde araştırmalara devam edilmektedir. Bu araştırmalar sırasında 2 km. kuzeydoğuda Helenistik Döneme tarihlenen bir çiftlik yerleşiminin ve Pergamon su hattına ait olan kemerin devamı keşfedilmiştir. Yine gölet alanı içerisinde kalacak, 311 numaralı parselde yapılan çalışmalarda bir Bizans nekropolü ve nekropol şapeli ele geçmiştir.
Yortanlı Barajı ile Allianoi arasındaki açmazı çözmek için ba |
şbakanlık tarafından bir komisyon oluşturulması istendi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün çağrısıyla toplanan akademik komisyon, 05-06.07.2005 tarihinde Allianoi’ye gelerek inceleme ve istişarelerde bulundu. 18.07.2005 tarihinde raporunu tamamlayarak bakanlığa sundu. Komisyonun sonuç kısmında, "Heyetimiz yerinde ve Kurul işlem dosyasında yaptığı inceleme ve değerlendirmelerin sonucunda, Allianoi olarak adlandırılan tescilli arkeolojik sit alanının, kültür tarihimize katkıları nedeniyle korunmasının tartışmasız olduğu; ancak bu amaçla sunulmuş olan koruma önerilerinin alanın korunması konusuna gerçekçi bir çözüm getirmediği görüşündedir.
On binlerce yıllık bir süreçten geçerek bize ulaşan bir kültür varlığını yok etme hakkına sahip olmadığımız gibi, bunları gelecek nesillere aktarma yükümlülüğümüzün olduğu da kesinlikle unutulmamalıdır. Bu nedenle anlık çözümler aramak yerine, alanın bütüncül ve kalıcı olarak korunması ve sergilenmesi için daha fazla zaman kaybetmeden harekete geçilmesi, bu konuda ulusal ve uluslararası sorumluluğumuzun bir gereğidir." denilmektedir.
Allianoi, kültür, sağlık ve kongre turizmine kazandırılabilecek kadar görsel zenginliğe sahiptir. Allianoi’nin henüz yeteri kadar tanıtımı yapılmadığı halde, Bergama’ya gelen turistlerin büyük ilgisini çekmektedir. Gerekli yasal düzenlemelerden sonra kazı ekibi tarafından kısmen başlatılan basit çevre peyzajı tamamlandığında, Türkiye ve Bergama yeni bir ören yeri kazanacaktır.
Uzun vadede, Bergama’ya gelen turistin 1/10’i Allianoi’ye getirtilmiş olsa -ki normal bir turizm mevsiminde yaklaşık 600.000 turist Bergama’yı ziyaret etmektedir- Bergama’da konaklayan turist sayısında dolayısıyla ilçenin turizm gelirlerinde ciddi bir artış olacaktır. Böylelikle 45 °C olan sıcak suyu ile korunmuş ören yeri ve Adatepe’de kongre turizmine dönük bir tesisle ilçe ve Türkiye için eşsiz bir merkez kazandırılmış olacaktır.
Avrupa’da Badenweiler ve Baden Baden gibi birçok örneği bulunan ılıca merkezlerinde, sadece bir iki metresi korunmuş birkaç duvar olması yeterli görülürken Allianoi’de tamamı üst yapısına kadar korunmuş 9000m2’i aşan bir alana yayılan bir ılıca mevcuttur. Türkiye’de de bu bölgeye yakın, İzmir Balçova Ilıcası ve Balıkesir’deki ılıcalar gibi çok daha basit yapıdaki tesislerin doluluk oranı, yıl boyunca sürmektedir. Ve bunlar ülke ekonomisine büyük katkı sağlamaktadır.
Önerilen alternatif projede set yapıldığı takdirde doğu ve batı da ana kayaya kadar inilerek geçirimsiz tabakaya beton enjekte edilecek. Perde duvarları ile kuşaklama yöntemiyle Allianoi’nin su altında kalması önlenecektir. Ilıcanın kuzeyinden bir tünel aracılığı ile baraj gölet alanına su verilmesi sağlanabilecektir. Eğer bu proje uygulanabilirse, ılıcanın kuzeyindeki tepeye kongre amaçlı bir turistik tesis yapılmak suretiyle, kültür, sağlık ve kongre amaçlı tesis ile olağanüstü bir kompleks elde edilebilir.
YARAŞ (2004) A. ARAŞ, "Allianoi", Dergi TÜRSAB, Ağustos 2004, >245, s.22-28
YARAŞ 1999 A. Yaraş, "Bergama'da İkinci Antik Sağlık Merkezi : Allianoi", Yapı Aylık
Kültür, Sanat ve Mimarlık Dergisi, 217 / Aralık, s. 35-38.
YARAŞ 1999 A. Yaraş "1998 Yortanlı Barajı Kurtarma Kazısı", Bergama Belleten 9, s. 44-50.
YARAŞ 2001 A. Yaraş, "Su İçinde Gelen Sağlık, Su İçinde Yok Olan Kültür! ; Allianoi",
Toplumsal Tarih , Sayı 85, Ocak, s. 26-29.
YARAŞ 2001 A. Yaraş, "Tanrıçanın Hüznü Allianoi", Atlas 97,Nisan, s.48-66.
YARAŞ 2000 A. Yaraş, "Yortanlı (Bergama) Baraj Havzası’ndaki Tarihsel Miras", Zeugma Yalnız Değil Türkiye'de Barajlar ve Kültürel Miras, Aralık, s. 109-115.
YARAŞ 2001 A. Yaraş, "1998-1999 Bergama Yortanlı Barajı Kurtarma Kazısı" 11. Müze Çalışmaları ve Kurtarma Kazıları Sempozyumu (24-26 Nisan 2000 Denizli), Ankara, s.105-118.
YARAŞ 2001 A. Yaraş, "2000 Yılı Allianoi Kurtarma Kazısı", XXIII. Kazı Araştırma ve Arkeometri Sempozyum Sonuçları , Ankara, (25-30 Mayıs 2001 Ankara), I. Cilt, s.463-478.
YARAŞ 2002 A. Yaraş, "Allianoi " Arkeoatlas sayı 1, s.148-149.
YARAŞ 2002 A. Yaraş, "İzmir’de Yeni Bir Ören Yeri ; Allianoi", İzmir Kent Kültürü Dergisi , Şubat, sayı 5, s.165-170.
YARAŞ 2003 A.Yaraş "Allianoi Geç Antik Çağ Seramik Fırınları", 3. Uluslararası Eskişehir Pişmiş Toprak Sempozyumu, (16-30 Haziran 2003 Eskişehir), s. 404-410.
YARAŞ 2003 A. Yaraş, "2002 Yılı Allianoi Kurtarma Kazısı", XXIV. Kazı Araştırma ve Arkeometri Sempozyum Sonuçları,(27-30 Mayıs 2001 Ankara), s. 373-384.Ankara.
YARAŞ 2004 A.Yaraş, "Allianoi 2003 Kazıları", XXV Uluslararası Kazı Sonuçları
Toplantısı, (26-31 Mayıs 2002 Ankara), Baskıda.
MÜLLER, H., "Allianoi. Zur Identifizierung eines antiken Kurbades im Hinterland von Pergamon ", IstMitt 54, 2004; 215-225.
Logaritmik zaman
Logaritmik zamanda çalışan bir algoritma, bir Turing makinesinin girişin uzunluğu formula_1 ise en fazla formula_2 civarı adımda çözebildiği bir problemdir. Örneğin, ikili arama algoritması logaritmik zamanda çalışır.
Siyavuşpaşa Kasrı
Siyavuşpaşa Kasrı ya da Havuzlu Köşk "(Çavuş Başı)", İstanbul'un Bahçelievler ilçesinde bulunan kasır. İnşa tarihi kesin bilinmeyen yapının 1571-72 yıllarında inşa edildiği tahmin edilmektedir. Günümüzden 5-8 yıl önce çocuk kitaplığı olarak kullanılan yer şu anda tadilat izni alamadığından dolayı işlevini yitirmiştir ve tarihi eser olarak Milli Egemenlik Parkının içinde bulunmaktadır.
Kanije çevresinden devşirilerek enderunda eğitim gören ve 3 kez sadrazamlık yapan, 1602 yılında İstanbul'da ölen Siyavuş Paşa tarafından yaptırıldı. Yapının mimarı bilinmiyor olsa da inşa tarihi ve mimari uslüp özellikleri dikkate alınarak Mimar Sinan tarafından yapıldığı tahmin edilmektedir.
Yapılan ek ve değişikliklere karşın, köşkün genel görünüşü 16. yüzyıl Osmanlı sivil mimarlığının tüm özelliklerini yansıtmaktadır.
Digiturk
Digiturk ( ), Türkiye'de sayısal yayın yapan bir dijital platformdur. 1999 yılının Ocak ayında Çukurova Holding'in sahibi Mehmet Emin Karamehmet tarafından kurulmuş, 2000 yılının Nisan ayında hizmet vermeye başlamıştır. Süper Lig maçlarının yayın haklarını elinde bulundurmaktadır. Eutelsat ve Türksat uydularından yayın yapmaktadır. Şirket 2015'te beIN Media Group’a satıldı ve hisselerin devri resmi onay sürecinin ardından, 2016 yılı Ağustos ayında tamamlandı.
Toplam kanal sayısı 200'ün üzerindedir. Aynı zamanda Digiturk HD , Digiturk Plus ve Digiturk IQ hizmeti ile de HD ve 4K kalitesinde yayın imkânı sunmaktadır. Türkiye’deki ilk 4K yayınını 2014 yılı Şubat ayında Galatasaray-Beşiktaş arasında oynanan karşılaşmayı yayınlayarak gerçekleştirmiştir. 24 Eylül 2016 yılında Vodafone Arena’da oynanan ve 59. sezonun ilk derbi maçı olan Beşiktaş-Galatasaray karşılaşması ise Türkiye’de ilk kez VR olarak yayınlamıştır.
beIN Sports'da Spor Toto Süper Lig, 1. Lig, UEFA Kadınlar Şampiyonlar Ligi, İspanya La Liga, İspanya Kral Kupası, Fransa Ligue 1, Fransa Lig Kupası, İngiltere Premier Ligi, İngiltere Futbol Ligi, Brezilya Serie A, ATP World Tour Masters 1000, Wimbledon Tenis Turnuvası, WTA Tur Şampiyonası, EuroLeague ve Basketbol Süper Ligi'nin yayın haklarına sahiptir. Çok sayıda ulusal kanalı HD kalitesinde yayınlamaktadır. 15 Şubat 2013'te Digiturk IQ (Dilediğin Yerde, Dilediğin Zaman) hizmeti ile yayın izlenilebilirliği artırılmıştır. 2018 Kış Olimpiyatları'nın yayıncısı olan Eurosport'la anlaşma yapılmış ve var olan Eurosport 1 ve Eurosport 2 kanalları dışında Eurosport 3, Eurosport 4, Eurosport 5 kanallarıda kanal listesine eklenmiştir. 2018 Kış Olimpiyatları'nın bitmesiyle kanalların yayınları bitmiş ve platformdan çıkarılmışlardır.
Kasım 2006'ya kadar Cryptoworks adlı şifreleme sistemini kullanmış, 2010'dan itibaren ise daha güçlü bir şifreleme sistemi olan Irdeto adlı şifreleme sistemine geçmiştir. 2011 yılının 3. çeyreğinden itibaren de Eutelsat ve Türksat uydularındaki Süper Lig yayınlarında Cryptoworks şifreleme sistemini tamamen kaldırmış, modüllü üyelikleri iptal edip bu üyelere Irdeto kutu ve kart vermiştir. 1 Mart 2011 tarihinden beri yeni logosunu kullanmaktadır.
24 Temmuz 2013 tarihinde şirketin sahibi olan Çukurova Holding'in TMSF'ye olan borçlarından dolayı şirketin yönetimi TMSF'ye geçmiştir. 2014 yılının başlarında bünyesine Digigame'i katmıştır.
13 Temmuz 2015 tarihinde Katar merkezli medya grubu Al Jazeera bünyesindeki beIN Media Group'a satıldı. 26 Ağustos 2016 tarihinde beIN Media Group'a satışın tamamlandığı duyuruldu. Yapılan açıklamada Digitürk'e ait kanalların beIN Media Group kalitesiyle yenileneceği duyuruldu ve 13 Ocak 2017 Cuma günü yenilenen kanallarıyla ve yep yeni isimleriyle yayın hayatlarına devam etmektedir.
Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumunun 2017 yılı 4. çeyrek pazar verileri raporuna göre Digiturk'ün yurtiçi toplam 2.589.596 abonesi bulunmaktadır.
Digiturk HD, abonelik paketinde bulunan HDTV yayınlarını izlemeyi sağlayan ek bir servis idi. 13 Ocak 2017 tarihi itibari ile Digiturk bu servisi tüm kullanıcılarına ücretsiz olarak sunmuştur. 1080i formatında yayın yapılmaktadır. Bazı kanallar 5.1 Dolby Digital ses kalitesiyle de izlenebilmektedir. HD uydu alıcıları Humax, Vestel gibi firmalar tarafından HDMI çıkışlı olarak üretilmektedir. Tüm cihazlar Irdeto 2 smart kart girişlidir. Humax ve Vestel 9102, 9103 model cihazlar USB üzerinden bağlanan harddiskleri kullanarak PVR özelliklerini kullanabilmektedir.
Digiturk Plus, 1 Nisan 2007 tarihinden itibaren hizmete sokulan Digiturk'ün ekstra bir hizmetidir. Digiturk Plus ile HD yayınlar, VOD (Seç-İzle) ve PVR özellikleri kullanılabilmektedir. Digiturk Plus, aylık kutu kira ücreti ödenerek veya peşin satın alınarak kullanılabilir. İlk cihazları Pace firması Digiturk adına üretmiştir. Sonrasında Altech marka kutular da üretilmiştir. Abonelik paketinde bulunan HD kanallar izlenebilmektedir. DVDigi adı verilen VOD (Seç-İzle) hizmeti sayesinde kullanıcılar istedikleri zaman film, dizi vb. içerikleri izleyebilmektedirler. PVR (Personal Video Recorder) özelliği ile istenilen bir program cihazda bulunan harddiske kaydedilip, sonra tek |
rar izlenebilmektedir. Ayrıca bir programı izlerken durdurma, geri alma ve ilerletme gibi özellikleri de bulunmaktadır. Hatta kaydedilmek istenilen bir program varsa internet bulunan her yerden DigiWeb (Digiturk Online Üyelik İşlemleri) üzerinden üye numarası veya tanımladıkları Digimobil numarası ve şifreleri ile giriş yaparak ya da iPhone cihazlarına App Store'dan DigiGuide uygulamasını yükleyerek istenilen programın kaydını sağlayabilmek mümkündür. Aynı anda iki kanalı kaydedebilir, kaydederken bulunan frekanstaki bir kanal da izlenebilmektedir. Son dönemde teknolojinin gelişmesi ve evlerde bulunan televizyonların pek çoğunda HD özelliği olması sebebiyle ilgili modeller HDMI çıkışlı üretilmiştir.
Digiturk 4K, abonelik paketinde bulunan UHDTV yayınlarını izlemeyi sağlayan ek bir servisdir. 16 Haziran 2016 tarihinde kullanıma açılmıştır. 2160p formatında yayın yapılmaktadır. Sadece SAGEMCOM marka HY6100 - HY6101 model dekoderlerde UHD (4K) yayın desteği bulunmaktadır.
Digiturk IQ, Portal üzerinden sırasıyla beIN Connect, Mini Paketler, Digimusic Karaoke, Digimusic Videoklip, Digiturk Çocuk, beIN Sports, Digigame, beIN Gurme Yemek Tarifleri, YouTube, Facebook, Twitter, Volkswagen, Dini programlar uygulamalarına erişilebilmektedir. Bu özelliklerin kullanılabilmesi için cihazın Ethernet arabirimi üzerinden internete bağlı olması gereklidir. Sunulan uygulamalar cihazdan cihaza değişiklik göstermektedir. Uyumlu dekoderler ise Humax marka HM9502 - HM9503 - HM9504 - HM9505, Vestel marka DT9102 - DT9103 - DT9104 ve SAGEMCOM marka HY6100 - HY6101 model cihazlardır. Dekoderlerde bulunan USB girişine bağlanan hard disk desteği ile yayınlar kaydedilebilir, canlı yayın durdurulabilir, geri veya ileri sarılabilmektedir. Ayrıca hard diskde bulunan müzik, resim gibi multimedya içeriklerini görüntüleyebilme özelliğine sahiptir.
Digiturk abonelerinin paketini TV'de, web'de, cepte veya tablette, istediği zaman ve istediği yerde ücret ödemeden izleyebildiği platformdur.
Özel kanallar sadece özel zamanlarda ve özel günlerde yeni numaralı kanallarda yayın yapan film, dizi ve dini içerikli kanallardır.
TRT 1
TRT 1, Türkiye'nin ülke çapında yayın yapan ilk ulusal televizyon kanalıdır. Ana binası Ankara'dadır. Kanalın ilk logosu düz yazıyla tasarlanmış TRT logosudur. Türkiye'de açılan ikinci televizyon kanalı ve ilk ulusal televizyon kanalıdır. (Açılan ilk kanal olan İTÜ TV, 1971 yılında TRT'ye devredilmiştir.) İlk genel müdürü 29 Nisan 1964'te Adnan Öztrak olmuştur.
İlk yayınını Nuran Devres spikerliğinde Ankara'da gerçekleştirildi. Şubat 1968 tarihinde ilk televizyon oyunu "Şair Evlenmesi" canlı olarak yayınlandı. 1976 yılında ilk renkli yayın gerçekleştirildi. 1982 yılında kısmen, 1984 yılında tamamen renkli yayına geçti. Dünya çapında hizmet vermektedir.
Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu (TRT), 1961 Anayasası'nın 121. maddesine göre çıkarılan 24.12.1963 gün ve 359 sayılı yasa ile, tüzel kişiliğe sahip özerk bir Kamu İktisadi Teşebbüsü olarak 1 Mayıs 1964 tarihinde kurulmuştur. 1964 yılında radyo yayınlarına başlamıştır. Aynı yılın Ekim ayında, televizyon yayınları için eğitilmek üzere, teknik personel alımına başladı. 13 Haziran 1966 tarihinde Ankara'da ilk kapalı devre televizyon yayını için hazırlıklara başlandı. 1966 yılının Ağustos ayında TRT kapalı devre televizyon eğitimi yayınları başladı. 16 Ocak 1967 tarihinde TBMM Bütçe Komisyonu üyeleri için özel kapalı devre televizyon yayını yapıldı. Aynı ay içinde TRT dışı radyo ve televizyon vericileri ile ilgili çalışmalar başlatıldı. Temmuz'da Televizyon eğitim merkezi için 50 kişilik öğrenci bursu ayrıldı. Ekim ayı içerisinde Ankara Televizyonu'nun teknik deneme yayınları başladı ve televizyon eğitim kursu başladı. 1967 yılının sonunda Televizyon haber hizmetleri için "VISNEWS" ve "AP" ajansı ile anlaşma yapılmasına karar verildi. 33
31 Ocak 1968 tarihinde TRT Ankara Televizyonu deneme yayınlarına başladı. Bir sonraki ay ilk televizyon oyunu "Şair Evlenmesi" canlı olarak yayınlandı. Temmuz ayı içerisinde TRT haber bültenleri içinde yer alan yorumlarda değişiklik yapıldı; radyoda kısıtlandı, televizyonda kaldırıldı ve Ankara Televizyonu'nda kadrosuz çalışan yapım ve teknik personel sendika kurdu. 26 Ağustos tarihinde Uluslararası Fuar nedeniyle İzmir'de ilk televizyon deneme yayını yapıldı. 4 Ekim'de TRT, EBU Televizyon Program Komitesi'nin Stockholm'de yapılan toplantısına ilk kez katıldı.
13 Mart 1970 tarihinde Yönetim Kurulu, Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde televizyon şebekesi kurulması için inceleme yapılmasını kararlaştırdı. 7 Ağustos'ta Teknik arıza nedeni ile 1 Eylül'de yayına başlayamayan İzmir Televizyonu yayına girdi. 7. ABU Genel Kurulu ve komite toplantıları ilk kez İstanbul'da yapıldı. Ekim'de, Televizyonun yayına başlama saatleri 19:30'a alındı ve televizyon nüfus sayımı dolayısıyla ilk kez kesintisiz 9 saat gündüz yayını yaptı. Kasım ayında İstanbul Televizyonu'nun montajı ile ilgili olarak Almanlarla yapılan anlaşma Resmi Gazete'de yayınlandı. 100 kw orta dalga İstanbul Televizyon verici istasyonunun temeli Çamlıca'da atıldı. 1971 yılının Mart ayında Eskişehir televizyonu yayına başladı. Yönetim Kurulu toplantısı, kurum içi olaylar görüşülürken yarıda kesildi. Aynı ayın sonunda Yönetim Kurulu, millî televizyon şebekesinin öngörülenden daha kısa sürede gerçekleşmesi için DPT'ye başvurmayı kararlaştırdı. Mayıs ayında radyo ve televizyon ruhsat ücretleri kararnamesi yayınlandı. İstanbul Televizyonu, İTÜ TV vericisinden Ankara bağlantılı yayınlara başladı. 3 Ekim'de televizyonda ilk spor naklen yayını olarak İzmir'den "Karşıyaka- İstanbulspor" futbol karşılaşması verildi. Aynı ayın sonunda İzmir'deki Akdeniz Oyunları televizyondan naklen verildi. Aralık ayında, İstanbul televizyonu, merkez televizyon şebekesine bağlandı. 700 Watt gücündeki İzmir Televizyonu merkez televizyon şebekesine bağlandı. İstanbul Televizyonu haftada 4 gün yayına başladı. Ankara Televizyonu 2. stüdyosu hizmete girdi ve TRT Eskişehir Televizyonu, ETİİA televizyon vericisinden yayına başladı. 1972 yılına gelindiğinde, Merkez televizyon yayınları 4 güne çıkarıldı. Televizyonun 6 yapımcısının işine son verildi. Federal Almanya Hükümeti ile TRT arasında İstanbul ve İzmir'de kurulacak televizyon vericileri ile ilgili sözleşme imzalandı. Mart ayında Televizyonda 12 saat süreli ilk canlı yayın yapıldı Televizyonda reklam yayınlarına başlandı. Ardından 5 kw. gücünde Edirne Televizyonu ilk paket program yayınına başladı ve 5 kw. gücünde Eskişehir Televizyonu yayına başladı. Bu yıl televizyonda ilk kez "Bedava Dünya Gezisi" adlı yabancı dizi Türkçe seslendirildi. Merkez televizyon yayınları haftada 5 güne çıkarıldı. Temmuz ayında "Apollo 17" ile ilgili televizyon yayınları naklen verildi. Aynı ay TRT köylere televizyon alıcısı dağıtım kampanyası başlattı. TRT Eurovision bağlantısına katıldı. Münih Olimpiyatları, Eurovision aracılığı ile ilk kez televizyondan naklen verildi. 2,5 kW gücünde İstanbul Çamlıca televizyon istasyonu yayına başladı, ardından 100 kW gücünde İstanbul Çamlıca televizyon vericisi yayına başladı. 1973 yılında, Türkiye- İtalya millî maçı ilk kez Eurovision aracılığı ile televizyondan naklen verildi. TRT'nin Keldağ (Ödemiş) televizyon yansıtıcısı için açmış olduğu dava TRT lehine sonuçlandı. Nisan'da TBMM'den ilk kez naklen televizyon yayını yapıldı. Ankara Televizyonu Arı stüdyosuna sabit donanım yerleştirildi. Ardından, Antalya Televizyonu paket program yayınına başladı. Seçmen kütüklerinin yazımı dolayısıyla ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında radyo ve televizyon özel gündüz yayını yaptı. TRT-MEB ortak yapımı üniversite giriş sınavı hazırlık kursları televizyondan yayınlanmaya başlandı. Yönetim Kurulu, siyasi partilerin çeşitli faaliyetlerine ilişkin haberlerin radyo ve televizyon haber bültenlerinde verilmesi ile ilgili esasları belirledi. 100 kw. gücünde İzmir televizyon verici istasyonu yayına başladı. Erzurum Televizyonu paket program yayınına başladı. 28 Aralık'ta İsmet İnönü'nün cenaze töreni televizyondan naklen verildi. Aralık ayının sonunda televizyon yılbaşı gecesi 11 saat özel yayın yaptı.
1974 yılının Ocak ayında İzmir Yamanlar tepesindeki televizyon vericisi fırtınadan yıkıldı ve TRT Yönetim Kurulu, Ankara Televizyonu "Arı Stüdyosu"nun adının "Orkut Stüdyosu" olarak değiştirilmesine karar verdi. Daha sonraki aylarda TRT ile GS, FB ve BJK kulüpleri arsında maçların televizyondan verilmesi konusunda ön anlaşma imzalandı. Yönetim Kurulu, "Televizyon Reklam Esasalarını" kabul etti. 3 Mart'ta Fenerbahçe-Galatasaray futbol karşılaşması televizyondan naklen verildi. Aynı ay televizyon yayınları, çarşamba günleri dışında haftada 6 güne ve 35 saate çıkarıldı. 22 Mart'ta gerçekleşen Eurovision Şarkı Yarışması'na Türkiye ilk defa katıldı. 700 watt gücündeki Kayseri televizyon vericisi haftada üç gün paket yayına başladı. 24 Mayıs'ta televizyon yayınları 7 güne çıkarıldı. Bu yıl Türkiye'nin ilk dizisi Kaynanalar yayınlanmaya başlandı ve 30 yıl ekranlarda kaldı. Daha sonra, 700 watt gücündeki Diyarbakır televizyon vericisi yayına başladı. 60 kW İzmir televizyon verici istasyonu yayına başladı. Televizyon "FIFA Dünya Kupası" maçlarını naklen yayınlamaya başladı. 100 kW Eskişehir Televizyon vericisi yayına girdi. TRT iç haberleşme bülteni yayınlamaya başladı. Televizyon yayınları haftada 60 saate çıkarıldı. 30 kW gücünde Adana televizyon verici istasyonu ve 30 kW gücünde Edirne televizyon verici istasyonu yayına başladı. Kayseri televizyon verici istasyonu merkez televizyon şebekesine katıldı. 1975 yılında 30 kw. gücünde Samsun televizyon vericisi Merkez televizyon şebekesine bağlandı. İlk televizyon izleyici araştırmasının sonuçları açıklandı. İzmir televizyon stüdyosu açıldı. Televizyonda siyasi partilerin seçim propagandası yapmalarını sağlayan kanun tasarısı TBMM'de kabul edildi. Apollo-Soyuz kenetlenmesi televizyondan naklen verildi. Yönetim Kurulu, Ramazan ayı dolayısıyla Televizyonda "İftar Saati" kuşak yayını yapılmasına karar verdi. 30 kW gücünde Gaziantep |
televizyon verici istasyonu yayına başladı ve 100 kW gücünde Diyarbakır televizyon verici istasyonu yayına başladı. 6 Ekim'de İstanbul ve İzmir televizyon haber büroları ilk kez Merkez Ankara'ya bağlandı. 1 Ocak 1976 Çukurova, Gaziantep ve Diyarbakır televizyon vericileri merkeze bağlandı. TRT, Eurovision Devamlı Şebekesine, Teknik ve Haber Konferansı devrelerine sürekli bağlandı. Insbruck'ta yapılan Kış Olimpiyat Oyunları televizyondan naklen verildi. Televizyonda Yay-Kur eğitim yayınları başladı. "İngiltere Kral Kupası" televizyondan ilk renkli naklen yayın olarak verildi. İslam Ülkeleri radyo ve televizyon genel müdürleri toplantısı İstanbul'da yapıldı. Televizyonun ilk haber spikeri Zafer Cilasun öldü. 1977 yılındın Nisan ayında Yönetim Kurulu, siyasi partilerin, seçim konuşmalarının televizyondan da verilmesine karar verdi. İstanbul Televizyonu Kuruçeşme'deki yeni binasına taşındı. 30 kW gücünde Aydın ve Muğla televizyon verici istasyonu yayına başladı. 30 kW gücünde Kayseri televizyon verici istasyonu yayına başladı. TRT trafik semineri düzenledi. Yönetim Kurulu, elektrik sıkıntısı nedeniyle televizyon yayınlarının bir saat kısaltılmasını kararlaştırdı. 30 kW gücünde Antalya televizyon verici istasyonu merkez televizyon şebekeye bağlandı. Ardından 30 kW gücünde Ordu ve Giresun televizyon verici istasyonu merkez şebekeye bağlandı. 30 kW gücünde Zonguldak televizyon verici istasyonu yayına başladı. 17 Eylül-1 Ekim tarihleri arasında ABU Genel Kurulu, TRT'nin düzenlemesi ile İzmir Çeşme'de ikinci kez toplandı. Televizyonun yeni program döneminde, elektrik kısıntısı nedeni ile yayın süreleri daha da azaltıldı ve 30 kw. gücünde İzmit ile Kastamonu televizyon verici istasyonu yayına başladı. Televizyon yayınları, elektrik kesintisi nedeni ile bir saat daha kısaltıldı. 30 kW gücünde Sivas televizyon verici istasyonu yayına başladı. 1978 yılının Haziran ayında 11 AP Milletvekili TRT'nin önünde televizyon alıcısı yaktı. 100 kW gücünde Elâzığ, Malatya ve Amasya televizyon verici istasyonu yayına başladı. 30 kW gücünde Silifke, Isparta ve Burdur televizyon verici istasyonu yayına başladı. Arabesk şarkıları ile ün kazanan Orhan Gencebay televizyonda ilk kez şarkı söyledi. 23 Ocak 1979 tarihinde televizyon reklamlarında hediye verme yasaklandı ve sonraki aylarda televizyon Reklamları Yönetmeliği yürürlüğe girdi. Yönetim Kurulu, 1980 yılı Eurovision Şarkı Yarışması esaslarını belirledi. 30 kW gücünde Bingöl, Muş ve Ağrı televizyon verici istasyonu yayına başladı.
Reklamlara konulan çiklet yasağı 13 Ocak'ta kaldırıldı. Televizyon haberlerinde ilk kez ENG kameraları kullanıldı. TBMM'den ilk kez 5 saat televizyon naklen yayını yapıldı. TRT ilk kez dış ülkelere yerli yapım satışı yaptı. TRT bölge müdürlükleri kuruldu ve İzmir Karatepe televizyon vericisi yeniden yayına başladı. Konya'da yapılmakta olan Mevlevi törenleri ilk kez televizyondan naklen yayınlandı. 100 kw gücünde Erzincan televizyon verici istasyonu yayına başladı. 1980 yılından 1981 yılına geçerken yılbaşı gecesinde dansöz Nesrin Topkapı ilk kez televizyona çıktı. 1981 yılının başında Elektrik kısıntısı nedeniyle televizyonun gece yayınları 3 saate indirildi. 3 Mart'ta Televizyon Okulu adlı okuma-yazma öğretmeyi amaçlayan bir dizi başladı. Radyo ve televizyondaki banka ve basın reklamları sınırlandı. Televizyonda ilk kez yılbaşı gecesi renkli yayınlandı ve bu yılda kısmende olsa renkli yayınlar başladı. 1982 yılında Hükümet, renkli televizyon yayınlarının Temmuz 1984'te başlayacağını açıkladı. "Televizyon Okulu" dizisi ikinci kez yayınlanmaya başlandı. Banker reklamlarının radyo ve televizyondan yayınlanması yasaklandı ve Bankalar Birliği'nce banka reklamlarının radyo ve televizyondan yayınlanması yasaklandı. Atatürk'ün doğumunun 100. yılı dolayısıyla TRT tarafından hazırlanan iki program Mısır televizyonunda gösterildi. 1983 yılının başında televizyonda "Açık Öğretim Fakültesi Yayınları" başladı. Ardından radyo ve televizyonda seçim konuşmaları başladı. Yeni kurulan üç partinin lideri, genel seçimler nedeni ile televizyonun "Açık Oturum" programında tartıştılar. TRT, seçim sonuçlarını radyo ve televizyondan sabaha kadar verdi. 1984 yılına gelindinde Yerel seçimler için radyo ve televizyonda seçim konuşmaları başladı ve Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK) üyeleri belli oldu. 15 Mart'tan itibaren televizyon programlarının tümü renkli olarak yapılmaya başlandı. Küçük Ağa dizisi başladı. Nisan ayında Anadolu liseleri için televizyonda hazırlık kursları başladı. 4 Mayıs'tan itibaren televizyon reklamları renkli olarak yayınlanmaya başlandı. Temmuz'da ise televizyon yayınlarının tümü renkli yayınlanmaya başladı. 14 Eylül'de Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK), TRT'nin 1985 yılı yayın ilkelerini belirledi. Televizyonda Hanımlar Sizin İçin adlı sabah programı başladı. Televizyon Programlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi Protokolüne Ek Yeni Protokol'ün onay kararı Resmi Gazete'de yayınlandı. İlk yerli yapım çizgi diz Karınca Ailesi ve Orman yayınlanmaya başlandı ve dört yıl sürdü. 1984 yılının sonunda yayın Denetleme Kurulu kuruldu.
1 Ocak 1985'te Radyo ve Televizyon Ruhsat Yönetmeliği yayınlandı. Ardından Yönetim Kurulu, 205 kelimenin radyo ve televizyonda kullanılmamasını öngören komisyon raporunu kabul etti. SODEP'in başvurusu üzerine toplanan Radyıo ve Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK), Genel Müdür Tunca Toskay'ın görevine devam edeceği kararını verdi. Radyo Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK), TRT 1986 yılı genel yayın planında yer alacak yayın ikelerini belirledi. 1 Ağustos'ta Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK), TRT ile ilgili ilk üç aylık yayın değerlendirme raporunu açıkladı. 6 Ekim'de ise TRT Yönetim Kurulu Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK)'nun belirlediği yayın ilkelerinin 1986 yılı genel yayın planına alınmasına karar verdi. 1985 yılının sonunda ise Yönetim Kurulu, Kuruluş/Osmancık adlı dizinin yapılmasına karar verdi. 1986 yılının başında Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK), TRT 2 yayınlarında izlenecek genel yayın politikasını belirledi. Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK) Başkanlığı'na atandı. 1 Mart'ta İzmir renkli televizyon stüdyosu açıldı. 5 Mayıs tarihinde Öğretmene Televizyon Okulu adlı program dizisi başladı. 14 Haziran'da DYP Genel Başkanı Süleyman Demirel 6 yıl aradan sonra ilk kez televizyonda konuştu. Yönetim Kurulu, Susam Sokağı (Sesame Street) dizisi ile ilgili ortak yapım projesini kabul etti. TRT Radyo ve Televizyon Programlarının Alımı ve Satımı Hakkında Yönetmelik" yürürlüğe girdi. TRT-PTT arasında TVRO (Uydudan Televizyon Alıcısı) temini ve kurulup işletilmesini kapsayan bir protokol imzaladı. 6 Ekim'de TRT 2 açıldı ve aynı ay 30 kw güçlü Elbistan televizyon verici istasyonu yayına başladı. 1987 yılında Cumhurbaşkanı Kenan Evren, televizyonda paralı siyasi propaganda yapılması ile ilgili tasarıyı veto etti. TRT, Cannes Televizyon program pazarına ilk kez katılarak 17 ülkeye program satışı yaptı. 3 Mayıs'ta 30 kw gücündeki Cizre televizyon verici istasyonu yayına başladı. Ekim'de televizyonun bir haftalık yayın süresi 129.5 saat oldu. Sabah yayınları haftada 5 güne çıkarıldı. Ekim'de TRT Yönetim Kurulu, Kuruluş/Osmancık adlı dizinin yalnızca çekim harcamaları için 650 milyon ödenek ayırdı. 19 Kasım'da TRT, ilk kez Rio De Janerio Film ve Televizyon Programları Festivali'ne (FESTRIO) katıldı. Aynı ay Genel seçim dolayısıyla televizyonda siyasi partilerin görüntülü propaganda yayını başladı. Propaganda konuşmalarında ilk kez karşıdan okuma (Auto-q) aracı kullanıldı. 1987 yılının son günlerinde Yeniden Doğmak adlı yerli yapım belgesel televizyon dizisi, Dışişleri Bakanlığı'nın isteği ile yayından kaldırıldı. 1988 yılının başında TRT'nin televizyon haberlerinde "Zakkum çiçeğinin kansere iyi geldiği" konusunda haber yayınlandı. 1 Mart'ta Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK), TRT Genel Müdürlüğü için üç, TRT Yönetim Kurulu için ise 12 aday belirledi. 4 Nisan'da Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu (RTYK), televizyonda yayımlanan "Çanakkale" programı için toplandı. 26 Eylül'de TRT yabancı kuruluşlar için haftalık televizyon haberleri hazırlamaya başladı ve 1988 yılının sonunda PTT; uydu yolu aldığı dış ülke televizyon yayınlarını kablo yolu ile dağıtma pilot uygulamasına Ankara Çankaya'da başladı. 1989 yılının başında SHP, TRT haberlerinde ve Gelişen Türkiye adlı programlarda yanlı davranıldığı gerekçesi ile Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu'na başvurdu. 1 Mart'tan itibaren özel kanallar açılmaya başlandı. Siyasi partilerin 26 Mart'ta yapılacak mahalli seçimler için radyo ve televizyonda propaganda konuşmaları başladı. TRT'nin Avrupa Sinema-Televizyon yılı çerçevesinde yaptığı "Divandan Sandalye"ye adlı belgeselin galası Brüksel'de yapıldı. Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu toplanarak TRT Genel Müdürü için üç aday belirledi. 2 Ekim'de Arı Stüdyosu'nda düzenlenen bir törenle TRT 3 ve TRT Gap Televizyonu yayına başladı.
1990 yılının başında TRT Telegün adını verdiği Teleteks deneme yayınlarına başladı. 28 Şubat'ta Avrupa'ya yönelik yayın yapacak olan TRT-INT televizyonu deneme yayınlarına başladı. Ankara'da TRT - Arnavutluk Radyo Televizyonu arasında işbirliği protokolü imzalandı. 1991 yılında 6 Mayıs'ta Alman televizyon kanalı ZDF tarafından yayınlanan "Avrupadaki Komşularımız" adlı programın yıllık toplantısı İstanbul'da yapıldı. Bükreş'te TRT-Romanya Radyo Televizyonu arasında işbirliği protokolü imzalandı. Eylül'de Ankara Radyosu ile İstanbul TV Prodüksiyon Merkezi'nin ek hizmet binası hizmete açıldı ve Bükreş'te TRT - Romanya Radyo Televizyonu arasında işbirliği protokolü imzalandı. 1993'te tematik televizyon yayıncılığına geçildi. 20 Nisan 1998'de Türkiye'de ilk kez Televizyonda Şiddet'e karşı kampanya başlatıldı. Aynı yıl TRT'nin yayına başlamasının 30. yılı Arı Stüdyosu'nda yapılan canlı yayınla kutlandı. 17 Ağustos 1999 depremi nedeniyle 3 gün aralıksız yayın yapıldı. 31 Ocak, 2000'de TRT'nin yayına başlamasının 32. yıldönümü nedeniyle tüm gün özel yayın akışı uygulanar |
ak tarihsel süreç gözler önüne serildi. Mart'ta kanalın en çok ilgi göen ve reyting rekorları kırmış olan 7 Numara adlı dizisi başladı. Ağustos'ta TRT Sitesi'ndeki Ankara Televizyonu Devamlılık Stüdyoları hizmete girdi. 2001'de logo değişti ve Görev süresi sona eren Yücel Yener, yeniden Genel Müdür seçildi. TRT, Ülkemiz adına katıldığı 48. Eurosion Şarkı Yarışmasını, Sertap Erener’in yorumladığı “Every Way that I can” şarkısıyla kazandı. 2004 yılında Mahalli İdareler Genel Seçiminde, seçim sonuçları hızlı ve güvenli bir şekilde sayısal ortama aktarılmış, televizyon, internet ve mobil cihazlar üzerinden sonuçların metin ve grafik olarak yayınlanması sağlanmıştır.
2009 yılında TRT televizyon yayıncılığının 41. yıldönümü görkemli bir geceyle kutlandı. Aynı yıl dünyanın en çok izlenen spor dalları arasında yer alan Formula 1 yarışları 29 Mart 2009 tarihinde TRT 1 ekranlarında canlı olarak sunuldu. 17 etaplık sezonda yayınlar yaklaşık 600 ila 700 milyon “farklı” izleyiciye ulaştırıldı. 9 Şubat 2011 tarihinde kanalın tüm zamanların en iyi dizilerinden birisi olan Leyla ile Mecnun yayınlanmaya başlamıştır. Dizi çok tutmuştur ve dünya çapında izlenmeye kadar varmıştır. Dizi yayınlanmayan ülkelerde bile internetteki dizi siteleri tarafından altyazı konularak izlenilmiştir ve dünyanın gelmiş geçmiş en iyi 50 dizisi arasında giren ilk Türk dizisi olmuştur. 19 Mayıs 2012 tarihinde TRT 1 HD yayın yapmaya başlamıştır.
TRT 1 HD, 19 Mayıs 2012'de kurulan, TRT 1 ve TRT 1 HD Avrupa kanalları ile eş zamanlı yayın yapan TRT 1'in yüksek çözünürlüklü kanalıdır.
Türksat 3A 11054 V 30000 3/4 frekansından, D-Smart 26. kanaldan, Digiturk 323. kanaldan, Filbox 150. Kanaldan, Türksat TKGS 1. kanaldan, Kablo TV 22. kanaldan ve Tivibu 311. kanaldan da izlenebilmektedir.
TRT 1 HD Avrupa, TRT'nin 27 Şubat 2016 tarihinde TRT İnt kanalı yerine Avrupa'da yaşayan Türklere yönelik açtığı bir TV kanalıdır. Ana binası Ankara'dadır. Türksat 3A uydusu üzerinden HD sadece yayın yapmaktadır. Kanalın SD yayını bulunmamaktadır. Genellikle TRT 1 ile ortak yayın yapmaktadır. TRT 1'deki UEFA Şampiyonlar Ligi, UEFA Avrupa Ligi ve UEFA Süper Kupası müsabakaları yayınları sırasında Avrupa'daki telif hakları nedeni ile TRT 1 HD Avrupa kanalında başka içerikler yayınlanmaktadır.
Programların genel yayınlanma saatleri, sabah haberleri genelde 06:30 ve 08:30 arasında yayınlanır. Sabah programları 9:30 ve 12:15 arası, Öğlen programları 12:30 ve 14:00 arasıdır. Akşam üzeri yayınlanan programlar 16:00 ve 17:30 arasında, Akşam haberleri 19:00 ve 20:00 saatleri arasında yayınlanır. Akşam programları 20:00 ve 22:30 arasında yayınlanır. Gece programları ise 23:00 ve 01:30 arasında yayınlanır. Bunun dışındaki saatlerde genelde tekrar programları verilir.
Günümüze kadar birçok program, dizi ve film yayınlanmıştır ve de yayınlanmaktadır. Sabah 06:30-08:30 saatleri arasında kahvaltı haberleri yayınlanır. İlerleyen saatlerde 09:00-12:00 saatleri arasında kadın programları veya yemek programları yayınlanır. Öğlen 12:30-18:30 arasında tekrar programları ya da eğlence programları yayınlanmaktadır. Akşam haberleri 19:00-20:00 saatleri arasında yayınlanır ve hemen ardından 20:00-22:30 saatleri arasında TV dizisi veya yarışma programı yayınlanmaktadır. Gece 23:00-02:00 saatlerinde talk-show veya sinema filmi verilir. 1990 yılı öncesinde saat 24:00 televizyon İstiklâl Marşı ile kapanır ve sabah saat 06:30-07:00 saatleri arasında açılırdı. Geceleri Bir Başka Gece, Kadir Çöpdemir Koptu Geliyor gibi programlar yayınlanmıştır.
TRT 1'de özel olarak ödül törenleri, bağış günleri ve siyaset özel gibi programlar yayınlanır. 1974 yılından itibaren Altın Kelebek Ödülleri'ni canlı olarak yayınlamaya başladı. 1991 yılına kadar yayın haklarını elinde tuttuğu ödül töreni, 1992 yılında Show'a geçti. Aynı yıl FIFA Dünya Kupası canlı olarak yayınlanmaya başlandı ve büyük ilgi gördü. 1973 yılının sonundan itibaren TRT Yılbaşı Özel ekranlarda yayınlanmaya başlandı. Yılbaşında sanatçıların sahne aldığı ve diğer eğlencelerinde yer aldığı program çok büyük bir ilgi görmüştür ve her yıl yayınlanmaktadır. Peter Collinson'un yönettiği, Türk oyuncuların da yer aldığı 1970 yapımı Paralı Askerler adlı, o dönemde Türkiye'de yasaklanan film 2011 yılında gösterilmiş ve bu yasak delinmiştir.
TRT 1'de yayınlanmış ve yayınlanan gündüz programlarını kapsamaktadır. Bunlardan ekranda iz bırakanlardan en büyüğü ise Barış Manço'nun sunduğu içinde birden fazla programında yer aldığı 7'den 77'ye (1988-1998) adlı program olmuştur.
Ekranda uzun süre yer almış diğer programlar ise Gezelim Görelim (1984-günümüz), İşitme Engelliler Haber Bülteni (1982-1986), Pastane (2014-günümüz) gibi programlar ekranlarda uzun süre yer aldı ve bazıları halen yer almaktadır. TRT 1'de Bizim Eller (1989-1990), Hanımlar Sizler İçin (1983-1985) gibi birçok sabah programı da kısa süreli de olsa yayınlanmıştır.
Türkiye'de TRT 1 çocuk programları ve çizgi dizilerin yayınlanmasında öncü olmuştur. 1973 yılında, TRT 1'nin ilk büyük çocuk serisi Oyun Gemisi dönemin ilk büyük çocuk şovlarından birisi oldu. 1970'li yılların başından 2004 yılına kadar TRT 1'de yayınlanan çocuk programları birer klasik haline geldi. En çok ses getiren programlardan birisi de Idık ile Bıdık, Cumartesiden Cumartesiye adlı program oldu. Idık ile Bıdık, Korkuluk ile Kelebek, Rüzgar Gülü, Susam Sokağı, Yok Yok Televizyonu ve Benimle Oynarmısın? gibi programlar çok yoğun ilgi görmüştür. Kuşkusuz Türkiye'nin en iyi çocuk programları arasında birisi de Adile Naşit'in sunduğu Uykudan Önce adlı programdır. Akşam saatleri üzerinde yayınlanan program çok büyük ilgi görmüştür ve ekranlarda uzun süre yer almıştır. Bir diğer program ise Türkiye'de çocuk programı denilince akıla ilk gelen ve iz bırakmış olan Adam Olacak Çocuk programıdır. Barış Manço'nun sunduğu 7'den 77'ye adlı programın içinde yer alan program 1988-1998 yılları arasında ekranlarda yayınlanmıştır ve beraberinde iki-üç nesil birden bu programla büyümüştür. Pazar günlerinin vazgeçilmezi hale gelen programa 1982-1996 yılları arasında doğan çocuklara katılma hakkı doğmuştur. 1994 yılından itibaren programa "Adam Olmuş Çocuk" köşesi ile müzisyenlerde alınmaya başlanmıştır.
Çizgi dizi yapım aşamaları ilk olarak 1980'li yılların başlarında boy göstermiştir. Animasyon sanatçılarının isteği üzerine ekranlarda çizgi dizi gösterimleri başlayacaktı ve bunun için TRT ile anlaşmalar başladı. Başarılı olunan görüşmeler sonucunda 1983 yılında Derviş Pasin ve Ateş Benice'nin birlikte kurdukları animasyon stüdyosunda çalışmalar başladı. Ekranda gösterilen ilk çizgi dizi 1984 yılında başlayan Karınca Ailesi ve Orman olmuştur. Büyük bir başarı sağlamış ve tam dört yıl sürmüştür. 75 bölüm yapılan çizgi dizi dış ülkelere de satılmıştır. Bunların yanı sıra Can ile Tomtini, Ali ile Kütburun, Tekir Noktalama İşaretlerini Öğretiyor, Az Gittik Uz Gittik, Polis Amca ve Bay Burun gibi birçok klasik çizgi dizi 1980'li yıllara damgasını vurmuştur. Bazı çizgi diziler 1984-1988 yılları arasında yayınlanan efsane çocuk programları arasında yer alan "Cumartesiden Cumartesiye" adlı programın içinde verilmiştir. 1990'lı yıllarda TRT çizgi dizi sektörüne desteği azalttığı için ekranlarda yerli çizgi dizi yayınları çok azaldı. Yabancı çocuk programları ve çizgi diziler çok fazla yayınlanırdı. 1968 yılından itibaren yabancı klasikleşmiş çizgi diziler yayınlanırdı. Bunlardan en çok iz bırakanlardan 60'lar ve 70'lerde Ağaçkakan Woody, Ayı Yogi, Şeker Kız Candy, Temel Reis, Sevimli Hayalet Casper, Jetgiller, Taş Devri, Vikingler ve Tom ve Jerry. 1980'li yıllarda He-Man, Voltran, Clementine, Varyemez Amca, Superman, Redkit, Pembe Panter, Hayalet Avcıları, Ten Ten, Bugs Bunny ve Şirinler yayınlanmıştır. 1990-2005 yılları arasında da Disney'in Tenefüs Zili, Küçükler, Tılsımlı Gelinlik, Ay Savaşçısı, Atom Karınca ve Simpsonlar gibi çizgi diziler yer almıştır. Bu dönemlerde yayınlanan tüm çizgi diziler efsaneleşmiş birer klasik haline gelmiştir.
TRT 1'de yayınlanan ilk yerli dizi, 1974 yılında yayınlanan ve Türkiye'de çekilen ilk dizi olan Kaynanalar adlı dizi olmuştur. Dizi çok büyük ilgi görmüştür ve tam 30 yıl sürmüştür. 1975 yılında romandan uyarlanan ilk dizi Aşk-ı Memnu ekranlarda 6 bölüm olarak yerini almıştır. Bu sırada Türkiye'de yerli dizi sektörü hızlanıyordu. 1970'li yıllarda Diyet, Darısı Başınıza, Caniko, Annemi Hatırlıyorum, , Paranın Kiri gibi birçok TV dizisi çekilmiştir. 1979 yılında Halit Refiğ'in yönettiği Yorgun Savaşçı adlı dizi 1982 yılında 12 Eylül askeri cuntası tarafından yakılmıştır. Türk televizyon tarihine yok edilen yapım olarak geçmiştir. 1980'li yıllara gelindiğinde renkli televizyon ve gelişen teknoloji ile dizi sektörü daha da yaygınlaştı. 1980'li yıllarda Kartallar Yüksek Uçar, Küçük Ağa, Kuruntu Ailesi, Aliş ile Zeynep, Çalıkuşu, Kuruluş/Osmancık, Yaprak Dökümü, Uzaylı Zekiye gibi birçok dizi çekilmiştir. 1986 yılında başlayan Perihan Abla adlı dizi Türkiye'de dizi kültürünü başlatan öncü dizilerden birisidir. 1989 yılında başlayan Bizimkiler adlı dizi ise Türk televizyon tarihinin gelmiş geçmiş en iyi dizilerinden birisidir. 1990-2005 yılları arasında Hanımın Çiftliği, Yuva, Bizim Mahalle, Ferhunde Hanımlar, Gülşen Abi, Ayrılsak da Beraberiz ve 2000'li yılların başında Dikkat Bebek Var, Yeditepe İstanbul, Koçum Benim ve En Son Babalar Duyar gibi diziler büyük reyting yapmıştır ve iz bırakmıştır. 2000 yılında yayınlanmaya başlayan Yedi Numara adlı dizi TRT 1'in bu zamana kadar yayınlanmış en iyi dizilerinden birisi olmuştur. Dizi yayınlandığı dönemde çok fazla reyting rekorları kırmış ve komedi dalında birçok ödül almıştır. Dizi 75. bölümde final yapmasına rağmen seyircinin TRT'yi mektup yağmuruna tutması ile tekrar başlamıştır ve 92. bölümde final yapmıştır.
2000'li yılların ortasından sonra internet ortamından dizi izlenmeye başlandığı için reytinglerde az da olsa azalma yaşanmıştır. 2000'li yılların ortasından günümüze Kırmızı Işık, Doludizgin Yıllar, Beni Böyle Sev, Şimdi Onlar Düşünsün, Süper Babaanne, Zengin Kız Fa |
kir Oğlan, Yedi Güzel Adam, Filinta, Seksenler ve gibi büyük reyting alan diziler çekilmiştir. 2011 yılında yayınlanmaya başlayan Leyla ile Mecnun adlı dizi TRT'nin ve dünyanın en iyi dizileri arasında yer almıştır. Dizi dış ülkelere satılmadığı halde yabancı ülkelerde internet ortamından altyazılı çevrilerek izlenmiştir. Dizi dünyanın gelmiş geçmiş en iyi 50 dizisi listesine giren ilk Türk dizisi olmuştur. Birçok ödül alan dizi Türk dizilerinin de en iyisi arasında yer almış ve fenomen olmuştur. Ardından Beni Böyle Sev, Seksenler ve gibi diziler yayınlanmıştır.
Yabancı diziler oldukça sık yayınlanmıştır. Dizilerin büyük çoğunluğu kendi ülkelerinde renkli olarak çekilip yayınlanmış olmalarına rağmen, ancak 1982 yılından sonra renkli yayına geçen TRT'de siyah beyaz olarak yayınlanmışlardı. Bazıları renkli yayına geçildikten sonra özgün şekilleri ile, yani renkli olarak da yayınlandılar, bazıları da renkli yayına geçildikten sonra TRT'de gösterime verildiler. TRT'nin politikası gereği tamamı Türkçe dublajlı olarak gösterilen dizilerin yine büyük çoğunluğu ABD kökenliydi. 2000'li yılların ortalarında Kore dizileri de gösterilmiştir. 1972 yılında ilk yabancı dizi "Bedava Dünya Gezisi" ekranlarda gösterilmiştir ve ekranlarda yayınlanan ilk Türkçe dublajlı televizyon dizisi olmuştur. TRT'nin politikası gereği ekrandaki tüm diziler Türkçe dublajlı olarak yayınlanacaktı. 1970'li yılların başından itibaren birçok dizi yayınlanmıştır. 1970'li yıllarda Charlie'nin Melekleri, Küçük Ev, , Görevimiz Tehlike, Genç Doktorlar, Kaçak ve Komiser Columbo gibi birçok dizi yayınlanmıştır ve hepsi çok büyük ilgi görmüştür. 1980'li yıllarda renkli televizyon ile birlikte diziler artık renkli gösteriliyordu.
1980'li yıllarda Beyaz Gölge, Altın Kızlar, Flamingo Yolu, Kara Şimşek, Mavi Ay, The Muppet Show ve Dallas gibi diziler Türkiye'de çok fazla seyrediliyordu. Büyük reytingler alıyordu ve yayınlandıkları gün sokaklar bomboş oluyordu neredeyse. 1990'lı yıllardan 2000'li yılların ortasına kadarsa Andromeda, İkiz Tepeler, Kuzeyde Bir Yer, , Yalan Rüzgârı ve Kuzeyde Bir Yer gibi diziler gösterilmiştir ve yine büyük reytinler almıştır. 2005 yılından sonra internet furyası ivme kazandığından dolayı çok fazla dizi yayınlanmamıştır. Kore dizileri yayınlanmıştır.
359 sayılı özel yasayla, özerk bir kamu tüzel kişiliğine sahip olarak kurulan ve günümüzde devlet bütçesinden yıllık yaklaşık 800 milyon lira kaynak ayrılan TRT, kurulduğundan beri hem politik tartışmalara, hem de “TRT sansürü” olarak literatüre geçecek denetim nedeniyle sanatçıların boykot ve protestolarına neden olmaktadır. Kurulmasının üzerinden 45 yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen, çeşitli hükümetler döneminde TRT'nin kalıcı ve özerk bir yayın anlayışına sahip olamaması, kanalın en önemli eksikliği olarak görülmektedir. Elektrik faturalarından günümüzde %2 oranında alınan TRT payı, bağımsız yayın yapmadığı öne sürülen kanala ilişkin eleştirileri beraberinde getirmektedir. Bu nedenle son yıllarda kimi muhalif kesimler TRT payının kaldırılmasını gündeme getirirken, kimi muhalif kesimler ise TRT kurumunun tamamen kapatılması gerektiğini öne sürmüşlerdir. Bunlara örnek olarak, 2002 yılında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin, payın kaldırılması konusunda Bakanlar Kurulu'na verdiği teklif verilebilir. Yine 2012 yılında CHP milletvekili Osman Kaptan, 2013 yılında ise CHP milletvekilleri Rahmi Aşkın Türeli ve Ali Sarıbaş, TRT payının kaldırılmasına ilişkin yasa teklifleri vermişler, dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız ise payın gelecekte kaldırılabileceğini belirtmiştir. Ancak Yıldız'ın demeçleri de 2009 yılında dönemin Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan'ın aynı yöndeki demeçleri gibi uygulamaya konmamıştır. Yine TRT 1'de yayınlanan ve Gezi protestoları sonrasında yayından kaldırılan Leyla ile Mecnun dizisinin 2012 yılında yayımlanan bir bölümünde, hayali karakter Erdal Bakkal, TRT 1 kanalını hiç izlemediğini belirterek yıllardır elektrik faturaları yoluyla ödediği TRT paylarının kendisine iade edilmesi gerektiğini öne sürmüş, bu yolla hem devlet bürokrasisinin önüne çıkardığı engelleri hem de taraflı yayın politikalarını eleştirmiştir.
"TRT 1 Ana Haber"'i sırasıyla hafta içleri;
Hafta içleri yayınlanan "TRT 1 Ana Haber"'in sunucuları aşağıda sıralanmıştır.
hafta sonları;
TRT 1'in ilk logosu 1968 yılındaki düz yazı ile yazılımış olan "TRT" logosu idi. 1983 yılında yuvarlak bir çemberin içinde yazan "TRT" yazılı logo olarak değiştirilmiştir. 1985 yılında düz yazı ile "TV1" yazan bir logo olarak değiştirilmiştir. 1988 yılının ortasında düz yazı ile birleşik bir "TRT" yazısı olarak değiştirilmiştir. 1989 yılında birleşik bir yazı "TRT 1" yazan turuncu bir logo olarak değiştirilmiştir. 1992 yılında düz bir yazı ile "TRT 1" yazan bir logo olarak değiştirilmiştir. 1998 yılında beyaz ve mavi renkten oluşan bir logo olarak değiştirilmiştir ve bu logo uzun süreli olarak kullandığı ilk logo olmuştur. 2001 yılında mavi-kırmızı bir renkte logo tasarlanmıştır ve 2009 yılına kadar bu logoyu kullanmıştır. 2009 yılında kırmızı renkte etrafı şeffaf bir logo olarak değiştirilmiştir. 2012 yılında ise düz yazı ile "TRT 1" yazan logo olarak değiştirilmiştir. Gri olarak TRT, 1 ise kırmızı bir kutunun içinde yer almaktadır.
Haldun Alagaş Spor Salonu
Haldun Alagaş Spor Salonu, İstanbul'un Ümraniye ilçesinde bulunan bir spor salonudur.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 1996 yılında temeli atılan Spor Kompleksi yaklaşık 11.000 m²'lik arsa alanına sahip olup, tüm birimleri ve 3 kat olma özelliği ile birlikte, toplam 32.000 m²'lik inşaat alanını kapsayan Anadolu yakasındaki önde gelen spor merkezlerinden biridir.
Anadolu yakasındaki spor tesisi ihtiyacını büyük ölçüde gideren Haldun Alagaş Spor Kompleksi, birçok branşı bünyesinde bulundurarak günde ortalama 2000 kişiye spor yapma imkânı sunmaktadır. Bunun yanında kütüphane, tiyatro ve konferans salonlarıyla birlikte bir kültür merkezi konumunda olan tesis, 3 katlı otoparkıyla çevresindeki otopark sorununu da gidermektedir.
İstanbul Büyükşehir Belediyespor ve Üsküdar Belediyesi Spor Kulübü Kadın Hentbol Takımı tarafından kullanılmaktadır.
Kabartma
Kabartma veya diğer adıyla rölyef, yüzey üzerine yapılan yükseltme ya da çökertmelere denir.
Alçak ve yüksek rölyef olmak üzere ikiye ayrılır. Mimarlıkta da heykel sanatında da kullanılan bir terimdir. Yüzey üzerine yükseltilerek yapılıyorsa "yüksek rölyef", çökertilerek yapılıyorsa "alçak rölyef" adını alır. Üzeri işlenebilir malzemeleri şekillendirme olarak da tanımlanabilir. Kabartma, sanat kolları dahil endüstri, tarım ve günlük hayatta da kullanılır.
Mimarlıkta kil, alçı, taş gibi işlenebilir malzemelerin yüzeyinde, alçaklı, yüksekli şekiller meydana getirmektir. Kabartma, ışık alan ve almayan yönlerin belirme derecesine ve yüzey şekline göre, alçak, orta yüksek olarak çeşitlenir. Alçak kabartma, yüzeyden çok az ayrılan kabartmalardır. Madalyon, para vb. şeylerde görülen kabartmalar bu şekildedir. Yüksek kabartma, yüzeyden oldukça yükselen kabartmalardır. Şeklin hemen hemen yarısı denilebilecek derecede yüksektir. Rond-bos kabartmalar ise heykele yaklaşır şekildedir. Şekiller satıha alçak taraflarından yapıştırılmış gibidirler.
Kabartma olarak yapılmış süslemeler, mimari yapılarda taşa, mermere işlendikleri gibi madenden ve ahşaptan yapılmış eşyalar üzerinde de görülürler. Şamdan, kapı tokmağı gibi madeni eşyalarda, kapı, pencere kanadı, rahle, dolap, çekmece gibi ahşap eşyalarda kabartma şeklinde yapılmış süslemelere çok rastlanır. Mimari eserlerin dış veya iç cephelerinde yapının görülecek yerlerinde taş veya mermer üstüne kabartılarak yapılmış süslemeler vardır.
Büyük Selçuklu devri mimarları, ana malzeme olan tuğlayı süslemede kullanmalarının yanında, stüko üzerinde yaptıkları kabartmalardan da geniş ölçüde faydalanmışlardır. Arabesk süslemeler arasındaki kufi yazıyla elde edilen kabartma süslemeler Selçuklu mimarisinin karakteristik özelliği olarak kabul edilir. Merv, Nişabur ve Kazvin'de bulunan Selçuklu eserleri, bu mimarinin kabartma süslemelerinin en güzel örnekleridir.
Anadolu Selçuklu mimarisinde süs unsuru ön planda yer alır. Binalar geniş süslemeye imkân verecek tarzda inşa edilmiş gibidir. Kapı, pencere, söve ve friz gibi unsurlar şerit, örgü, kabara ve palmet gibi kabartmalarla bezenmiştir. Taş işlemeciliğinin ilerlediği Anadolu Selçuklu mimarisinde özellikle portallerde "rumi" denilen süsleme şekli kabartma olarak tatbik edilmiştir. Bu devre ait kabartma süslemeye en iyi örnekler, Divriği Ulu Cami, Karatay Medresesi, Niğde Alaaddin Camii portali, Konya Sırçalı Medrese, Erzurum Çifte Minareli Medresede görülür.
Osmanlı sanatında taş işçiliği üç ana grupta toplanır: 1. Kabartma, 2. Şebeke, 3. Renkli taş. İlk devir Osmanlı mimarisinin taş süslemesinin önemli bir kısmını kabartmalar teşkil eder. Yuvarlak, sivri profilli veya düz yüzeyli olmak üzere çeşitli teknikler alçak kabartma olarak tatbik edilmiştir. İznik Yeşil Camii taş süsleme sanatının en iyi örneklerine sahiptir. Sütun ve paye başlıkları ile kemer yastıklarında görülen lotus ve palmet motifleri düz satıhlı kabartma tekniğiyle yapılmıştır. Bursa Yıldırım Camiinde ise kabartma klasikleşmiş bir görüntü içindedir. Mukarnasın bol ve ince işçilikle kullanılması camiye ayrı bir özellik kazandırmaktadır. Bursa Yeşil Camii ise, klasik devirde Osmanlı taş işçiliğinin varacağı en olgun seviyede süslemelere sahiptir. Edirne Üç Şerefeli Camiinde de taşa işlenmiş kabartma yazının en girift istifli örneklerinden biri portalinde görülebilir.
Çok çeşitli zevklerin, işçiliğin ve motif bileşimlerinin ortaya konulduğu Osmanlı mimari sanatı, 17. asırdan sonra klişeleşmiş ve rumi grubu ile mukarnasın bol kullanıldığı eserler vermeye başlamıştır.
Bir yüzeyden, hafif bir çıkıntı olarak ayrılan heykel türüne denir.
Ortadoğu'da, eski çağlardan kalam din dışı ya da dinsel süslemelerde kullanılan birçok alçakkabartma bulundu. Alçakkabartmanın temel kuralları, taş malzeme açısından fakir olmasına rağmen, Sümer sanatı tarafından sapt |
andı. Öteki halklar, topraklarında bulunan malzemeye göre, kaya (hititler) ya da taş levhalar üzerine (Asurlatr ve Ahemenid Persler), eski olayları canlandıran sahneler işlediler.
Mısırlılar, en eski çağlardan beri, mezar odalarını, tapınaklarını, sunak taşlarını, dikilitaşlarını, oyulmuş ya da yüzeyleri geçişli alçakkabartmalarla süslemişlerdi. Yunanlılari tapınaklarının frizlerine alçakkabartma eklediler (Parthenon'un Panathenaia frizi).
Kabartma sanatındaki geçmişi Antik Yunan'a ve daha öncesindeki eski Anadolu uygarlıklarına kadar dayanan Türkiye, bu köklü mirasını birçok kabartma sanatı dalında devam ettirmektedir. Bu kabartma sanatı dallarından Türkiye'de en sık rastlananlarından birisi bakır (kabartma) rölyef sanatıdır. Tablolar, duvar kompozisyonları, dekoratif kaplamalar (şömine, davlumbaz, kapı, sehpa ve çeşitli eşya kaplamaları gibi örneklerine günümüzde sıkça rastlanmaktadır. Türkiye'de bu amaçla üretim yapan firma ve şahıslar daha çok Elazığ, Urfa, Erzincan, Konya, Çorum ve Samsun illerimizde yer almaktadır. Fakat birçok kültürel tarihe sahip olan sanat dalında olduğu gibi Türkiye'deki bakır kabartma ile sanat olarak ilgilenen uzman sanatçı sayısı çok azdır. Ayrıca Kabartma sanatı icra edilirken tamamen geleneksel yöntemlerin kullanılması, el emeğinin çok fazla olması ve ortaya çıkan eserlerin eşsiz olması bakır rölyef sanat eserlerini çok değerli kılmaktadır.
Kabartılmak istenen bakır levha kalınlığına ve motif detaylarına göre çeşitli materyallerden (ahşap, metal, plastik vs.) üretilen kabartma kalemleri-aletleri kullanılır. Genellikle kabartma kalemleri kabartmayı yapan sanatçının kendi kullanımına göre tasarlayıp imal ettiği aletlerdir. Bakır levha yüzeyi temizlenerek işlenecek olan motif yüzeye çizilir. Çizilen motif daha sonra uzaktan-yakına ilkesi göz önünde bulundurularak kabartılmaya başlanır. Her kabartma evresinde kabarması istenmeyen fon tekrar tekrar indirilmelidir. Kabartma işlemi tamamlandıktan sonra rölyef yüzeyi tekrar temizlenerek zırnıklama işlemi yapılır. Zırnık adı verilen sodyumsülfat bileşiği, az miktarda kükürt ve bolca su ile karıştırılarak kaynatılır. Kaynayan kimyasal karışım özenle, temizlenmiş rölyef yüzeyine sürülerek bakırın koyu bir renk almasını sağlar. Zırnıklama işlemi bittikten sonra rölyef kurumaya bırakılır. Kuruyan rölyef üzeri ince bir zımpara veya benzeri bir materyal ile temizlenerek çukur bölgelerin koyu renkte kalması sağlanır. Bu işlem sona erdikten sonra verniklenen rölyef tamamlanmış olur.
Doğu St. Louis İsyanı
St. Louis İsyanı, 1917 yılının Temmuz ayında ABD'nin St. Louis şehrinde meydana gelen bir halk hareketidir.
2 Temmuz 1917'de o güne kadar beyazların çalıştığı fabrikalara siyahların alınmaya başlamasıyla işlerini kaybedeceğine inanan beyazlar büyük bir isyan çıkardılar.
Olaylar sırasında, aralarında olaylarla alakası bile olmayanların da bulunduğu 6.000 siyah dövülerek, bıçaklanarak, asılarak bir daha dönmemek üzere evlerinden sürülmüş, 40 siyah, 8 beyaz katledilmiştir.
Ünlü siyahi Amerikalı caz ustası Miles Davis demiştir ki:
Jim Crow yasaları
Jim Crow bir İngiliz komedyen olan Thomas Rice'ın 1828’de yarattığı bir karakterdir. Rice'ın canlandırdığı karakter, geri zekâlı, ilkel, her türlü aşağılanmaya maruz kalan bir zenci tiplemesidir. Rice, karakteri canlandırırken yüzünü kömürle siyaha boyuyordu.
Jim Crow, aşağılamak amacıyla beyazlar tarafından siyahlara takılan isimlerden biriydi.
Jim Crow Yasaları, demiryolları ve tramvaylarda ırk ayrımını benimseyen ilk yasa 1875'de Tennessee'de kabul edildikten hemen sonra, tüm Güney eyaletlerinde birden demiryollarında ırk ayrımı uygulamasına gidildi. Her yere "Sadece Beyazlar İçin" ve "Siyahlar" tabelaları asılmıştır. Aslında bunların hepsi mevcut durumun resmiyet kazanması anlamına geliyordu.
Uygulamada ise bu, otelleri, tiyatroları, kütüphaneleri ve hatta asansör ve kiliseleri de kapsıyordu. Ayrımın en ağır biçimde hissedildiği alan ise okullardı.
Lucy Parsons 1853'te iç savaş sırasında Teksas'ta doğdu, Afroamerikalı, Meksikalı ve Kızılderili kanı taşıyordu.
1870'te Oliver Gathering adlı bir Siyahla birlikte yaşarken Albert Parsons'la tanıştı. O yıllarda Güney'de Jim Crow Yasaları hüküm sürüyordu. Ayrı ırklardan insanların evlenmesi yasaktı. Güney'de evlenemeyen Albert ve Lucy, taşınmaya karar verdiler.
1872'de Teksas'taydılar. Seçim zamanı Albert bölgedeki reşit Siyahlar'ı oy kütüklerine yazdırmak için uğraştı. Parsonslar bütün ırkçıların nefretini kazandılar. Siyahlar'ı oy vermeye çağıran Albert bacağından vuruldu, Lucy ölümle tehdit edildi. Zaten iki ayrı ırktan gelip evlenebilmeleri onların hedef seçilmesi için yeterli bir nedendi. Linç tehdidi hayatlarının bir parçasıydı.
Jim Crow Yasaları Martin Luther King'in öldürüldüğü 1968’e kadar yürürlükte kalmıştır.
Lucy Parsons
Lucy Parsons (Lucy Eldine Gonzales) (1853, Teksas - 7 Mart 1942), Meksikalı-Amerikalı siyahi sendikacı.
Lucy Parsons bir Siyahtı, Siyahlara karşı ayrımcılıkla savaştı. Kadındı, kadınlara karşı ayrımcılıkla savaştı. Emekçiydi, emekçileri ezen sömürü düzeniyle savaştı. Bugün geride bir tek fotoğrafı var. Bir de belleklere, belgelere bıraktıkları.
Lucy Eldine Gonzales 1871'de amcasına ait küçük çiftlikte kuzey Teksas'ta çiftlikleri dolaşan bir vergi tahsildarı olan Albert Parsons isimli bir beyazla tanıştı. O yıllarda Güney'de Jim Crow yasaları hüküm sürüyordu. Ayrı ırklardan insanların evlenmesi yasaktı.
1872'de Teksas'taydılar. Seçim zamanı Albert bölgedeki reşit Siyahlar'ı oy kütüklerine yazdırmak için uğraştı. Parsonslar bütün ırkçıların nefretini kazandılar. Siyahlar'ı oy vermeye çağıran Albert bacağından vuruldu, Lucy ölümle tehdit edildi. Zaten iki ayrı ırktan gelip evlenebilmeleri onların hedef seçilmesi için yeterli bir nedendi. Linç tehdidi hayatlarının bir parçasıydı. Güney'de evlenemeyen Albert ve Lucy, Chicago'ya taşınmaya karar verdiler. 1873'te Chicago'ya taşındılar.
Lucy, zengin kadınlara elbise dikip aile bütçesine katkıda bulunmaya çalışırken, Albert Chicago Times'da dizgici olarak çalışmaya başlar.
1877'de ABD'de ilk büyük işçi eylemleri görüldü. Baltimore, Ohio demiryolu hattında çalışan demiryolu işçileri ücretlerin düşürülmesini protesto etmek amacıyla greve gittiler. Onların hareketi Chicago'da da karşılık buldu. İşçiler militanca mücadeleye giriştiler. Polisin grevi kırma girişimi şiddet olaylarına yol açtı. Albert Parsons yirmi beş bin işçiye karşı yaptığı konuşmayla kitleleri şiddetin yer almadığı bir mücadeleye çağırdı ve öfkeli işçileri, akılcı bir mücadele planından söz ederek yatıştırdı. Bu konuşma, onun işini kaybetmesine ve bütün işverenlerce kara listeye alınmasına neden oldu.
Yanına arkadaşı Lizzie Swank'ı alan Lucy bir butik açtı. Bu butikte Uluslararası Kadın Giyimi Emekçileri Sendikası (ILGWU) toplantıları da yapılıyordu. Lucy'nin aktif siyasi kariyeri böyle başladı.
Haymarket Olayı
Haymarket Olayı, 1 Mayıs 1886'da Luizvil'de (ABD) başlayan işçi grevleri sonucu 4 Mayıs'ta yine aynı şehirdeki Haymarket Alanında meydana gelen olay.
1886'da Şikago'da toplanan Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu, 8 saatlik işgünü için 1 Mayıs'ı grev ve 8 saat uygulamasını fiili olarak hayata geçirme günü olarak belirledi.
1 Mayıs 1886'da, grev ve gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Irklar arasındaki dayanışma da o gün en yüksek noktaya ulaştı. Luizvil'de (Kentaki) 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü. O dönemde Luizvil'deki parklar, siyahlara kapalıydı. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte Ulusal Park'a girdi. Her eyalet ve kentte, siyah ve beyaz işçilerin birlikte yaptığı gösteriler, gazeteler tarafından, 'Böylece önyargı duvarı yıkılmış oldu' şeklinde yorumlanmıştı.
Grev ve gösteriler, 1 Mayıs'tan sonra da sürdü. İşçilerin çoğu 3 Mayıs'ta sokaklara çıktılar. McCormick'e ait fabrikadan atılan ve grevde olan işçiler de miting yaptılar. Miting sona ermek üzereyken McCormick fabrika düdüğünü çalarak, içerdeki grev kırıcıları dışarı çıkarttı. Grev kırıcıları protesto etmek için bir grup işçi fabrikaya yöneldi. İşçilere ateş eden polis, 4 işçinin ölmesine, onlarcasının yaralanmasına neden oldu.
Bu saldırıyı protesto etmek için 4 Mayıs'ta Haymarket Alanı'nda miting düzenlendi. Miting tam dağılırken, kürsünün önüne, nereden geldiği belli olmayan bir bomba atıldı. Hemen polisin önünde patlayan bomba nedeniyle 7 polis öldü, 69'u ise yaralandı. Yüzlerce işçi asılsız ithamlarla tutuklandı. Tutuklanan işçilerden sekizi yargılanmak üzere seçildi: Albert R. Parsons, August Spies, Samuel J. Fielden, Michael Schwab, Adolph Fischer, George Engel, Louis Lingg ve Oscar Neebe.
Aralarından en gençleri olan Louis Lingg idamından bir gün önce intihar etti.
1889`da toplanan İkinci Enternasyonal'de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada Birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanmasına karar verildi.
İdeal gaz yasası
İdeal gaz yasası, sadece teoride olan ideal gazların durumları hakkında denklemler sağlayan bir yasadır. Bir miktar gazın durumu; basıncı, hacmi ve sıcaklığına göre belli olur. Bu denklem aşağıdaki gibidir:
İdeal gaz sabiti (R), kullanılan birimlere göre değişir. Yukarıda verilen değer (8.3145), SI birimleri için, yani paskal-kübik metre-molar-kelvin için hesaplanmıştır.
İdeal gaz yasası, en çok monatomik gazlar için geçerlidir ve yüksek sıcaklık, alçak basınçlarda daha iyi sonuçlar verir. Bu formül, her gaz molekülünün boyutunu ya da moleküller arası bağları dikkate almadığından, bunları da dikkate alan van der Waals denklemi daha iyi sonuçlar verir.
Mol sayısı ("n"), kütle olarak da verilebileceği için, bazen bu denklemin alternatif hali daha kullanışlı olabilir. Bu özellikle bilinen bir gaz sorulduğunda kolaylık sağlar.
Mol sayısının ("n"), kütlenin ("m") molar kütleye ("M") bölünmesine eşit olduğunu düşünün:
Bunu, "n" ile yer değiştirirsek:
Termodinamik ve fizik alanlarında, bir şey "spesifik" olması gerekiyorsa, bu değerlerin birim başına düşen kütle halinde verilmesi gerektiği anlamına gelir. |
Bu durumda spesifik gaz sabiti ("r"), gaz sabitinin ("R") molar kütleye ("M") bölünmesi anlamına gelir:
Bu durumda, yukardaki formüle "r" eklenmek istense, aşağıdaki formül ortaya çıkar:
Yoğunluk ("ρ") kütlenin hacme oranı olduğundan, hacim kütleyle yer değiştirirse ("V" = g/"ρ"), benzer bir formül yazılabilir.
İdeal gaz yasası, Boyle yasası, Charles yasası ve Gay-Lussac yasası kullanılarak kanıtlanılabilir.
Herhangi bir hacimde ("V") bir gaz düşünülürse, hali aşağıdaki gibi belirtilebilir:
Öncelikle, gaz izobarik bir işleme uğrarsa, son hacmi aşağıdaki gibi olur:
ve de sıcaklığı formula_10 olur.
İkinci olarak, daha sonra izotermik bir işleme uğrarsa, hali aşağıdaki gibi olur:
Sonuç olarak:
Burada, formula_15 adı verilen formula_16 , evrensel gaz sabitidir. Bunu kullanarak:
Ve denklemin iki kısmını da "n" (mol sayısı) ile çarparsak:
formula_19 sembolünü, formula_20 için kısaltma olarak kullanırsak aşağıdaki sonucu elde ederiz:
İdeal gaz yasası, ayrıca, kinetik teoriyi kullanarak kanıtlanılabilir. Bunda, durumu basitleştirmek için bazı varsayımların yapıldığı unutulmamalıdır. Bunların arasında en önemlisi şudur: Bir gazın molekülleri ya da atomları bir kütleye sahip olsalar da yok sayılabilirler.
İdeal gaz
İdeal gaz, moleküllerin özhacimlerinin moleküllerin serbestçe dolaştıkları tüm hacim oranı çok küçük olan (yani tüm hacim yanında ihmal edilebilecek kadar küçük kalan), moleküllerinin arasında çekme ve itme kuvvetleri bulunmayan, molekülleri arası çarpışmaların esnek olduğu (enerji kaybı olmayan çarpışma)gaz modelidir. Gerçek durum ele alındığında, hiçbir gaz ideal değildir. Fakat çoğu gaz düşük basınç ve yüksek sıcaklıklarda ideal gaz modeline uyarlar.
İdeal gaz tanımı ve kabulü gazlarla ilgili temel denklemleri oluşturabilmek ve matematiksel formülasyona gidebilmek için yapılmıştır.
Telgraf
Telgraf, iki merkez arasında, kararlaştırılmış işaretlerin yardımıyla yazılı haberlerin veya belgelerin iletimini sağlayan bir telekomünikasyon düzenidir.
Elektrikli telgraflar, bir verici, bir alıcı ve ikisi arasına çekilmiş elektrik hattından meydana gelir. Vericiye maniple denir. Maniple, telgraf şebekesindeki elektrik akımını açıp kapayan anahtarlardır. Manipleye basınca devre tamamlanır ve telgraf şebekesinden akım geçer.
Karşı tarafta ise alıcılar vardır. Alıcılar, elektro mıknatıs bobinlerden yapılmışlardır. Elektro mıknatısın karşısında ileri geri hareket edebilen madeni bir çubuk vardır. Bu çubuk elektro mıknatıstan akım geçtiği zaman hareket eder. Çubuğun ucundaki mürekkepli kalem bir kâğıt şerit üzerine nokta (.) veya çizgi (-) şeklinde şekiller çizer.
Sesle çalışan alıcılar da vardır. Bunlar kâğıt bir şeride yazı yazmak yerine, sert bir cisme vurarak tıkırtı çıkarırlar. Tecrübeli telgraf operatörleri, bu tıkırtıları dinleyerek mesajı çözerler. Burada kısa tıkırtı nokta (.), uzun tıkırtı çizgi (-) anlamına gelmektedir.
Claude Chappe, 1792 yılında telgraf adında bir sistem ortaya attı. Tepelerin üzerine kurulmuş kulelerden bir ağ oluşturuldu ve her kulenin üzerinde 49 değişik konuma ayarlanabilen iki uzun kola sahip bir makine vardı. Her konum bir harfe veya bir rakama karşılık geliyordu. Bu sistem çok başarılı oldu. 19. yüzyılın ortalarında Fransa'daki kule ağı yaklaşık olarak 4828 kilometreydi.
1830 yılında ABD'li Joseph Henry (1797-1878), elektrik akımını teller vasıtasıyla uzaklara taşıyıp, oradaki bir zili çalıştırdı. Zil bir elektromıknatısa bağlıydı. Bu elektrikli telgrafın doğuşuydu.
1832 yılında ABD'li ressam Samuel Morse, bir yolculuk sırasında kendisine elektro mıknatıstan söz eden bir yolcuyla tanışmıştı. Telgraf üstünde zaten çalışmaları olan Morse, bu sefer elektro mıknatıslı telgraf için çalışmaya başladı.
1835 yılında, Samuel Morse ilk elektromıknatıslı telgrafını yaptı. O telgrafta bulunan elektromıknatısa başlı bir kalem vardı. Bu kalem kâğıt bir şerit üzerine elektro mıknatıstan aldığı hareketle zig zag çizgiler çiziyordu. Bu sistem pek başarılı değildi.
Daha sonra Morse ve yardımcısı Vail bunu geliştirdiler. Nokta ve çizgilerden oluşan bir kodlama sistemi ortaya çıkardılar. Bu kodlama sistemi, daha sonra tüm dünyada kabul gören Mors alfabesiydi.
O yıllarda telgraf en popüler iletişim aracı oldu. İlk telgraf hattı ise 1843 yılında Washington, D.C. ile Baltimore, Maryland arasına çekildi.
Aristofanes
Aristofanes (Aristophanes), MÖ 456 - MÖ 386 yılları arasında yaşamış bir komedya yazarıdır.
Eski komedyanın en büyük yazarı olarak nitelendirilen Aristofanes, Aegina’da doğdu. Babasının adı Philippos'dur. Gençliğine dair kesinlik taşıyan bilgiler olmamakla birlikte günümüze ulaşamayan ilk oyunu "Bilgelerin Şöleni"nin MÖ 427’de oynandığı bilinmektedir. Dolayısıyla, Aristofanes’in oyun yazarlığı döneminin, Perikles'in ölümünden (MÖ 429) sonraki döneme tekabül ettiği söylenebilir. Yazar, Atina demokrasisinin en parlak dönemine yetişmiştir.
Perikles'in ölümünden sonra başa geçenlerin çıkarcı ve ikiyüzlü davranışları, Aristofanes'in komedyalarında sık sık yerilir. Özellikle Peloponez Savaşı esnasında savaş çığırtkanlığı yapan kişiler, Aristofanes'in "Barış Üçlemesi" diye adlandırılan komedya eserlerinde alaya alınırlar. Bu üçleme yazarın "Lysistrata" veya "Kadınlar Savaşı" (MÖ 411), "Barış" (MÖ 421), "Kömürcüler" (MÖ 425) adlı oyunlarından oluşmaktadır.
Aristofanes geleneklere bağlı ve her yeniliğe tepki gösteren bir yazardı. Düşüncelerinde tutucuydu. Edebiyatta ve sanatta yapılan yenilikleri pek beğenmezdi. Ona göre en iyi tragedya yazarı Aiskhylos’tur. Oysa her yönüyle yeni olan Euripides’i tutmaz, komedyalarında onunla alay ederdi. Yazarın tutumu Sofistlere ve doğal olarak Sokrates’e karşı da aynıydı; çünkü Aristofanes’in gözünde bunlar tehlikeli ihtilalcilerdi, gelenekleri yıkan, töreleri saymayan düşünürlerdi. Tüm bunlara rağmen, MÖ 411'de yazdığı "Lysistrata" oyununda gerçekleşeceğini umduğu barışı tesis etme görevini kadınlara verir. Bu durum, kadınların yurttaş bile sayılmadıkları Atina toplumu açısından önemli bir adımdır.
Aristofanes’in günümüze ulaşmayan ikinci oyunu ise "Babilonyalılar"dır (MÖ 426). Bu oyun Atina’nın iç ve dış politikasını taşlayan bir eserdir. Oyun, Dionysos şenliklerinde ve 3 kez de Lenaia bayramında oynanmıştır.
Aristofanes, yapıtlarını koronun ve mimin önemini koruduğu dramatik dönemin sonlarında vermiştir. Koroya yer vermeyen son oyunu da ("Plutos") kısa süren ve MÖ 4. yüzyıldan önce yerini Yeni Komedya’ya bırakan Orta Komedya’nın günümüze kalan tek örneği olarak bilinir.
Aristofanes’in yapıtlarının günümüzde de önemini koruması, diyaloglarındaki yaratıcılığa, genellikle yerinde ve ölçülü kullanılan yergi öğesine bağlanabilir. Özellikle Euripides’i alaya aldığı parodilerinin parlaklığının ve koro şarkılarının canlılığının yanı sıra barış, kadın-erkek ilişkileri, iktidara yergi gibi evrensel temaları ele alması, yapıtlarının geçerliliğini sağlayan diğer niteliklerdir. Her şeyden çok kadın ile erkek arasındaki aşk temasını işler. Oyunlarında para ve saygıdeğerlilik mutlu son için yeterli şartlardır.
Günümüze ulaşan on bir metnin ilki "Akharnialılar" (MÖ 425), yazarın sergilenen üçüncü oyunuydu. Bu eser Atina ve Sparta arasında yaşanan Peleponez Savaşlarını ele alıyordu. Aristofanes bu eserinde oldukça kaba fırça vuruşlarıyla Kleon’u alaya alıyordu. Bu oyun bir yıl sonra oynanan "Atlılar"ın (MÖ 424) bir önsözü niteliğindeydi.
MÖ 423’te oynanan "Bulutlar" tragedya ve komedya eserlerinin yer aldığı yarışmada ancak üçüncülük aldı. Aristofanes bu eseri kendisi de başarısız bulduğundan oyunu tekrar ele aldı. Bu komedyada saldırılar Sokrates’e ve eğitim üzerine yöneltilmişti. Oyunun sonu oldukça yıkıcı oldu. Sokrates, tutuklanmasının ve ölüme mahkûm edilmesinin en önemli etkenlerinden biri olarak bu komedyayı gösterdi.
"Eşek Arıları" (MÖ 422) ise parayla tutulmuş ve yargı verme yetkisi olan jürileri keskin bir dille eleştiriyordu. Jüri üyeleri kocaman iğneleri olan eşek arılarına benzetilmişti. Oyundaki budala ihtiyarın adı Philokleon'dur (yani Kleon dostu), onu değiştirmeye çalışan oğlunu adı ise Bdelykleon'dur (yani Kleon düşmanı). Aristofanes bu eserinde, Kleon’a zenginlerin malına el koymasında yardım ediyorlar diye jüri üyelerini yeriyordu.
"Barış" (MÖ 421) yarışmada ikinci ödülü aldı. Bu eser Atina’nın Sparta ile savaşa son vermesini ve anlaşma yapılması gerektiğini savunan bir eserdi.
MÖ 414 yılında oynanan ve Aristofanes’in en sevilen oyunlarından biri olan "Kuşlar", Kleon’dan sonra başa geçen Alkibiades’i konu alıyordu. Bu oyunda savaş bitkini iki Atinalı yurttaş, cennetle yeryüzü arasında, gökyüzünde bir kent kurarlar. Tanrılardan egemenliği çalıp kuşları evrenin efendileri yaparlar. Kuşlar, kaba şakaları en az olan oyunudur.
Bundan sonra Aristophanes’in savaşa karşı yazılmış ve çağımızda müzikali bile yapılmış Lysistrata’sı (MÖ 411) gelir. Atina halkı tarafından çok sevilen ve ertesi yıl yine tekrarlanan Lysistrata savaşa son vermeyi zorunlu kılmak için erkeklerine aşk grevi yapan Atinalı ve Spartalı kadınların isteklerinde nasıl başarıya ulaştıklarını gösterir.
Lysistrata’nın ikinci kez oynandığı ertesi yıl (MÖ 410) Euripides’e yeni bir saldırıyı getiren ""Thesmophoria Şenliğini Kutlayan Kadınlar"" (Thesmophoriazusae), Euripides’in "Helene" adlı oyununa bir parodi olarak yazılmış eğlenceli ve hafif bir eserdi. Ancak yazarın Euripides’e daha büyük bir diğer saldırısı "Kurbağalar" (MÖ 405) ile geldi.
MÖ 393’te oynandığı sanılan "Kadınlar Mecliste" yazarın ilk oyunlarından çok farklıydı. Atina demokrasisi gerilemeye başladığından siyasal taşlamaya girmek zorlaşmıştı; çünkü baskı başlamıştı. Bu oyun, o dönemin kadınlarının yaygın olan görüşlerini temsil etmektedir. Aristofanes, bunla da yetinmeyerek, kadınların tarzlarıyla da dalga geçerek, tembellikleriyle ve çok içen halleriyle kocalarının hayatını cehenneme çevirdiklerini ima eder. Oyun kurgusu, şahsi mülkiyetin kaldırılması ve aile yapısının kaldırılması gibi görüşlerle de mizahi bir dille dalga geçmektedir.
Günümüze gelen on bir oyun metninden sonuncusu "Ploutos"t |
ur (MÖ 388). İyice gerileyen Atina devletinde eleştiri yok olduğundan, yazar bu oyununda ancak kinaye sanatına sığınabilmişti. Bu oyunda parabasis, yani koronun doğrudan doğruya halkla konuşup yazarın düşüncelerini dile getirip yöneticileri suçladığı bölüm, yoktu. Böylece eski komedya dönemi sona erdi ve yerini orta komedyaya bıraktı.
Aristofanes, ayrıca, Platon'un "Şölen" adlı eserinde bir karakter olarak karşımıza çıkar. Bu eserde Platon, aşkın kökeninin komik ve söylencesel açıklamalarını belirtir.
Sinagog
Sinagog (Yunanca: συναγωγή – toplantı/meclis) veya havra, Yahudilerin ibadet ettiği tapınaklara denir.. Modern İbranice’de sinagog ya beyt Knesset (toplantı evi) ya da beyt t’fila (ibadet evi) olarak adlandırılır.
Sinagoglar, büyük bir ibadet salonuna (ana tapınak) ve dinî çalışmalar için küçük odalara sahiptir. Bazen sosyal toplantı salonları ve ofisler de bulunur. Bazı sinagoglar Tevrat çalışmaları için, beit midraş (Sefarad) ya da beis midraş (Aşkenaz) adlı ayrı odalara sahiptir.
Sinagoglar kutsal yerlerdir ve sadece ibadet amaçlı kullanılırlar. Fakat ibadet etmek için sinagogda olmak şart değildir. Toplu Yahudi ibadetleri, 10 Yahudinin (minyan) olduğu her yerde olabilir.
İsrailliler İbranice, sinagog için bet Knesset (toplanma evi) ifadesini kullanır. Aşkenaz Yahudiler geleneğe göre Almanca okul kelimesinden gelen Yidiş ' kelimesini kullanırlar. İspanyol ve Portekizli (Ladino) Yahudiler ' olarak adlandırırlar. İranlı ve Karayit Yahudiler, Aramiceden türeyen "kenesa" terimini, Arapça konuşan Yahudilerse ("knis")’i kullanırlar. Modern Yahudi toplumlarında sinagoglar daha geniş rollere sahiptir. Bu nedenle bazı sinagoglarda yemek salonları, koşer mutfaklar, dînî okullar, kütüphaneler, günlük bakım yerleri ve küçük şapeller vardır.
Sinagogların İkinci Tapınak'ın yıkılmasından çok önce var olmalarına rağmen, tapınaktaki toplu ibadetler, din adamları (kohanim) tarafından gerçekleşen kurban ibadetleri (Korbanot) için yapılırdı. Bu dönemde cemaat, bütün gün süren Yom Kippur ayininde hem hahamın kurban ibadetini izler, hem de ibadetin düzgün tamamlanması için dualar ederdi.
Babil tutsaklığı döneminde Büyük Toplantı Mensupları, Yahudi ibadetleri için kullanılan dili standartlaştırdılar. Bundan önce, insanlar doğru buldukları şekilde ibadetlerini edâ ederlerdi. İkinci Tapınak döneminin sona erdiği dönemde hahamlık yapan Rav Yohanan ben Zekayi, Yahudilerin yaşadıkları yere yakın ibadet evlerinin yapılması gerektiğini ilan etti. Bu, tapınağın yıkılmasına rağmen Yahudilerin ibadetlerini ve kimliklerini bulundukları yerde korumalarını sağladı.
Sinagogların planlarını etkileyen standart kanunlar olsa da, mimarı tasarım konusunda sınırlayıcı kurallar pek yoktur. Bu nedenle sinagogların iç ve dış tasarımları çok değişkenlik gösterir. Tarihî olarak sinagoglar, yapıldıkları dönemde ve yerde ağırlık basan mimarî tarza göre yapılırdı. Böylece Kaifeng-Çin’deki sinagog, Çin tapınaklarına benziyordu. İlk sinagogların tarzları, Doğu Roma’daki diğer dînî grupların tapınaklarına benzerdi. Ortaçağ İspanya’sından kalan sinagoglar Müslümanların (mudejar) alçı işleriyle kaplanmıştır. Budapeşte ve Prag’daki Ortaçağ sinagogları tipik gotik yapılardır.
Avrupa’daki Yahudilerin özgürleşmeleriyle birlikte Yahudiler, daha önce yasaklı oldukları girişim alanlarına girmeye başladı ve artık sinagog yapmak için özel izinler gerekmediğinden sinagog mimarisi yeşerdi ve gelişti. Geniş Yahudi toplumları sadece zenginliklerini değil, yeni elde ettikleri vatandaşlık statülerini muhteşem sinagoglar kurarak göstermek istedi. Neo-Klasik, Neo-Bizans, Romanesk revival, Fas revival, Gotik revival ve Yunan revival tarzları gibi birçok yenilikçi stil kullanıldı. 19. ve erken 20. yüzyılda historisist mimarî doruklarındaydı ve bu döneme ait sinagoglar tek bir tarza sahip değildi ve daha çok eklektikti.
Bütün sinagoglar bimah diye adlandırılan, üzerinde Tevrat okunan bir masaya ve din adamları için bir kürsüye sahiptir.
Tevrat Sandukası (İbranice: Aron Koden- ) Tevrat rulolarının tutulduğu ve korunduğu dolaplardır.
Sandukalar, sinagoglarda önleri Kudüs’ü görecek şekilde konumlanır. İsrail’deki sinagoglar da Kudüs’e doğrudur. Bazı sinagoglar yapı gereği farklı yöne bakarlar ve bu nedenle bazı kişiler dua esnasında Kudüs’e doğru döner dua ederken bütün cemaat dönmez.
Sanduka, On Emir'in içinde bulunduğu anlaşma sandukasını andırır. Bu sanduka sinagogdaki en kutsal bölümdür. Sanduka parochet adındaki süs perdesiyle örtülür.
Geniş ve uzun olan Bimah (), Tevrat parşömenlerinin üzerine konup okunduğu platformlardır. Bütün sinagoglarda bulunur. Sefarad sinagoglarında bimah, din adamlarının okuma masası olarak da kullanılır.
Sinagoglardaki diğer özellikler arasında daima yanan bir lamba (ner tamid, – sonsuz ışık) vardır. Bu lamba, Kudüs’teki tapınakta bulunan batı taraftaki hiç sönmeyen menorayı hatırlatır. Birçok sinagogda yedi kollu menora vardır. Günümüzdeki birçok sinagogda ise hahamlar için rahle vardır.
Sinagoglar sanatsal ögelerle dekore edilebilir, fakat Rabinik ve Ortodoks geleneğine göre üç boyutlu heykeller ve insan vücudunu gösteren ögeler yasaktır. Putperestlik olarak algılanır.
19. yüzyıla kadar Aşkenaz sinagoglarında oturma bölümleri Tevrat Sandukasına dönüktü. Sefarad sinagoglarında oturma kısımları tapınak etrafında konumlanırdı ve dua esnasında cemaat ayağa kalkıp sandukaya dönerdi. Aşkenaz sinagoglarında Tevrat, ortada bulunan okuma masasında okunurdu. Sefaradlarda okuma masası sandukanın karşısında bulunurdu. Böylece tapınağın ortası dinî tören için gerekli alan olan kullanılırdı.
Ortodoks sinagoglarda kadın ve erkekleri ayrı tutan ayrı kısımlar vardır (mechitzah). Böylece kadınlar ve erkekler ayrı kısımlarda oturur ya da kadınlar için ayrı balkonlar vardır.
19. yüzyılın başlarında ortaya çıkan Alman reform hareketi, sinagogları geleneksel görünüşlerinden uzaklaştırdı. Hem Yahudi kalacak, hem de ev sahibi kültür tarafından kabul edilebilecek hâle getirdi.
1811’de Hamburg’da açılan ilk reformist sinagog, kiliseye benzedi. Bu sinagoglarda büyük orglar Şabat ibadetlerine eşlik ederdi. Hazan’a bir koro eşlik eder ve hahamlar cübbe giyerdi.
Ortodoks Yahudiler, yalnız ibadet etmektense minyanlar oluşturmayı tercih ederler. Genelde önceden ayarlanmış zamanlarda oturma odaları, ofislerde ya da başka alanlarda ibadet edilir. Bu tür toplanmalar, sinagoga gitmekten daha uygun zamanlarda yapılır. Bu amaçla kullanılan bina ya da odalar küçük birer sinagog ya da dua odası olarak kullanılabilir. Aşkenaz Yahudiler, bu yerleri Shtiebel (küçük ev – ) olarak adlandırırlar ve bu tür yerler, Dünya'nın her yerinde Ortodokslar tarafından kullanılır.
Günümüzde gerçekleşen diğer toplu ibadet gruplarından biri de Chavurah () ya da dua kardeşliği olarak adlandırılır. Bu gruplar, belirli zaman ve yerlerde evlerde toplanır.
19. yüzyılda ve 20. yüzyıl başlarında Avrupa’daki Yahudiler sadece ibadet için değil, toplumun bir parçası olduklarını göstermek için oldukça büyük ve mimarî açıdan gösterişli sinagoglar yaptılar. Küçük şehirlerde bile büyük sinagoglar yapıldı. Bu büyük sinagoglar arasında Portekiz Sinagogu (Amsterdam), Roma’daki Büyük Sinagog, Berlin'de Yeni Sinagog, Leopoldstädter Tempel, St. Petersburg’daki Büyük Sinagog, Sidney’deki Büyük Sinagog vardır.
Blues
Blues terimi Batı Afrika kültüründe cenaze ve yas törenlerinde "acının ifadesi" olarak kullanılan "çivit rengi" üzerinden mistisizme dayanır. Blues, 400 yıllık geçmişi olan ve temeli Afrika'ya dayanan, bir müzik türüdür. Kökleri Afrika'da bulunan blues, 17. yüzyıldan itibaren Afrika'dan getirilen kölelerin tarlalarda çalışırken söyledikleri hüznü, umudu, özgürlüğü ve derin acıyı anlatan şarkılardan doğmuştur. İlk yayınlanan Blues notası Hard A. Wand'ın 1912 tarihli "Dallas Blues"udur.
Blues, 1865 yılından itibaren köleliğin kaldırılmasıyla birlikte Amerikan toplumu içinde yayılmaya başlar ve buradan da zaman içerisinde tüm dünyaya yayılır. 1910'lu yıllardan itibaren ise blues, Amerika'da birçok şehre yayılır. Bu şehirlerdeki kültürle ve müzikle harmanlanır ve yeni Blues türleri ortaya çıkar, bunlardan bazıları Delta Blues, Memphis Blues, Texas Blues'dur. 1930'lu yıllara gelindiğinde Blues, Caz müzik ile harmanlanarak Robert Johnson, Big Bill Broonzy, Sonny Boy Williamson, Lonnie Johnson ve Tampa Red idi.
Blues'un formu, genellikle Afrika ve Afro-Amerikan müziğinde bulunan "çağrı ve cevap" düzeniyle akor dizilerinin tekrarlayan döngüsüdür.12 ölçülük Blues, popüler müzikte en çok kullanılan akor yürüyüşüdür.Blues notaları, genellikle bemolleştirilmiş üçlü, bemolleştirilmiş beşli ya da bemolleştirilmiş yedili olarak isimlendirilirler.
Blues, özünde en çok ritim özellikleriyle dikkat çekmektedir. Ancak günümüzde icra edilmekte olan Electric Blues yüksek enstrüman hakimiyeti ve güçlü ritim kabiliyetiyle birlikte iyi bir armoni bilgisini de gerektirmektedir. Zira Modern Blues, Afrika kökenlerinin yanında çok yüklü bir etkileşime uğramış ve pek çok müzikten kalıntılar barındırır hale gelmiştir.
__DİZİNYOK__
__YENİBAŞLIKBAĞLANTISI__
Bash
Bash, Unix ve benzeri işletim sistemleri için yazılmış komut satırı kabuğu ve bu kabuğun betik dilidir. GNU Tasarısı'nın parçasıdır ve birçok GNU/Linux dağıtımında ön tanımlı kabuk olarak gelir.
İsmi "Bourne-again shell" kelimelerinin kısaltılmasıyla oluşmuştur.
Beytullah
BeIN İZ
beIN İZ, 6 Şubat 2006 tarihinde İZ TV adıyla yayına başlayan Türkiye'nin ilk belgesel ve gezi televizyonudur. 24 saat boyunca, Digiturk platformu 18. kanaldan yayın yapmaktadır.
Gezi ve yaşayan tarih ağırlıklı olmak üzere kültür, macera, doğa, sağlık, yemek ve çocuk programlarına da yer veren kanalın Genel Yayın Yönetmenliği'ni Coşkun Aral yapıyor. Aral'ın yanı sıra Nasuh Mahruki, Savaş Karakaş, Serkan Ercan ve Nazım Alpman gibi bu konuda oldukça tecrübeli isimleri bünyesinde bulunduruyor.
Türkiye'nin gerçek anlamda ilk bilgi ve belge televizyonu olma unvanını elinde bulunduran beIN İZ, Türk halkının aslında belgesellere ne kadar ilgili olduğunun da bir kanıt |
ı. Amatör ve genç belgeselcilere "Genç-İz" kuşağında, belgesel ustalarının yapımlarına ise "Ustalara Saygı" kuşağında yer veren beIN İZ, birçok farklı kitleye hitap etmektedir. Ayrıca, kanal 26 Haziran 2009 tarihinden itibaren Digiturk Plus hizmeti üzerinden HD yayınlarına başlamıştır.
5 Temmuz 2011'de Türksat uydusu üzerinden tanıtım amaçlı bir süre şifresiz yayına geçmiştir.
13 Ocak 2017'de beIN İZ olarak değiştirilmiştir.
Digiturk platformunda 318. kanaldan yayın yapmaktadır. beIN İZ kanalı ile eşzamanlı HD kalitesinde yayın yapar.
Digiturk platformunda 400. kanaldır. Digiturk 4K kanalından üç kanal dönüşümlü olarak yayın yapar. beIN İZ kanalındaki belgeselleri 4K kalitesinde yayınlar.
Digiturk Tüm Kanallar
Digiturk beIN İZ
Ravent (cins)
Ravent (Rheum), kuzukulağıgiller (Polygonaceae) familyasından mayıs-haziran aylarında çiçek açan, 100–150 cm boyunda, çok yıllık, otsu bir bitki cinsi. Bu cins içinde ravent ("Rheum rhabarbarum"), İngiliz ravendi ("Rheum rhaponticum") ve ışgın ("Rheum ribes") gibi türler yer almaktadır. Türkiye'de yabani olarak yetişen tek türü "Rheum ribes" türüdür.
Yapraklar bitkinin taban kısmında toplanmıştır. Yaprakları, kalp veya böbrek şeklinde, 30–60 cm ebadında, kenarları dişli, damarlar alt yüzden dışarı doğru çıkıktır. Çiçekleri geniş bir bileşik salkım durumunda toplanmıştır. Çanak yaprakları 6 parçalıdır. Meyveleri 10–30 cm uzunluğunda, kırmızımtrak renkli ve kanatlıdır. Toprak altında etli bir rizomu bulunmaktadır.
Ravent yaprakları zehirli maddeler içerir. Yapraklarında pek çok bitkide bulunan öldürücü ve aşındırıcı etkisi olan oksalik asit bulunur. Saf oksalik asidin öldürücü dozajinın her bir kilo vücut ağırlığı için 375 mg olduğu yahut 65 kg bir insan için 25 g olduğu tahmin edilmektedir. Yapraklardaki oksalik asit miktarı degişkenlik göstermesine rağmen bunun 0,5% oranında olduğu söylenebilir. Yani öldürücü dozajda oksalik asit alabilmek için aşağı yukarı 5 kg yaprak yenilmesi gerekmektedir ki bu da pratikte pek mümkun değildir.
Kökleri yaklaşık 5.000 yıldır kuvvetli bir laksatif olarak kullanılmaktadır. Kökler ve gövde emodin ve rein gibi antrakinonlar bakımından zengindir. Bu maddeler ishal yapıcı ve boşaltımı hızlandırıcı etkileriyle bilinmektedir.
Star
Star İngilizcede yıldız anlamına gelen bir sözcük olup aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Show TV
Show TV, Ciner Yayın Holding bünyesinde yayın yapan ulusal televizyon kanalıdır. Show TV'nin genel müdürü Suavi Doğan'dır.
Show TV, Show Radyo ile birlikte, 1 Mart 1991'de Erol Aksoy, Dinç Bilgin, Haldun Simavi ve Erol Simavi tarafından Fransa'da kurulmuş ve yayınına "Başka Bir Alem!" sloganıyla Fransa üzerinden başlamıştır. 1 Mart 1992 tarihinde de Türkiye'de yayın hayatına başlamıştır. Yayına başladığı ilk dönemlerde yayınlanmayan Show Haber, aylar sonra ilk kez Mehmet Ali Birand tarafından 2 Mart 1992'de sunulmaya başlanmıştır. Kanal, Mart 1992'de Türkiye'ye de yayın yapmaya başlayınca, gerçek bir yayıncılık anlayışına girmiştir. Show TV, bir dönem kardeş kanalı olan Cine5 ile birlikte Türk televizyonculuğuna yeni soluk ve heyecan getirmiştir.
Kanalın ilk genel müdürü Güneri Civaoğlu'ydu. Show Haber'i kanalın ilk dönemlerinde Gülgün Feyman, 1996 ve 2002 yılları arasında da Reha Muhtar sunmuş, Reha Muhtar bu sayede dönemin Show TV'sinin en bilindik simalarından biri haline gelmiştir.
1993 yılında Erol Aksoy ve Dinç Bilgin ile ortak girişimi, 1994 yılında Erol Aksoy, Dinç Bilgin ve Aydın Doğan ile ortak girişimi, 1995 yılında tekrar Erol Aksoy ve Dinç Bilgin ile ortak girişimi olmuştur. 1997 yılında Erol Aksoy'ya geçmiştir. 2000 yılında Mehmet Emin Karamehmet tarafından satın alındı.
90'larda "Arena" adıyla yayınladıkları en iyi haber programının yayınlandığı tartışma programıyla büyük beğeni kazanan Show TV, yine 90'ların başında kırmızı nokta uygulamasıyla gece yarısı yayınlanan Tutti Frutti gibi programlarla erotik yayın yapmıştır. Bu erotik yayın daha sonradan RTÜK aracılığıyla kaldırılmış ve kaldırıldığı ilk aylarda, gece teletekst yayını ve ünlü yabancı dizilerin yayını yapılmıştır.
Show TV, yine 90'lı yıllarda Simpsonlar, Seinfeld, "Sıkı Dostlar", Dallas, Battlestar Galactica, Yalan Rüzgârı, Roseanne, Power Rangers, S.W.A.T., Superboy ve The Rookies gibi pek çok yabancı dizinin tekrar bölümlerini gündüz ve geceyarısı kuşaklarında yayınlamıştır.
TRT ve Star TV'den sonra yayınladığı Bizimkiler, Sıdıka, Deli Yürek, Örümcek, Şehnaz Tango, Küçük İbo, Zehirli Çiçek, Sırılsıklam, Canısı, Haşlama Taşlama, Bu Sevda Bitmez, İki Kız Kardeş, Mirasyediler, Hangimiz Eşek, Gökkuşağı, Ana Kuzusu, Hemşerim, Ayşecik ve Zirvedekiler gibi yerli dizileriyle de büyük seyirci kitlesine sahip olmuştur.
Yarışma programlarında çığır açan Biri Bizi Gözetliyor'un 2000 yılında yayınlanan ilk sezonu Show TV'ye çok büyük reyting sağlamıştır.
Show TV ilk logosuyla, 90'lı yıllarda Türk insanının yaşamında önemli bir unsur olmuştur. Belgesel, müzik, sinema gibi yayınladıkları programların başlangıçlarındaki jenerikleriyle ve O harfinin içindeki renginin ve harfin şeklinin değişimiyle de akılda kalıcı kanallardan biri haline gelmiştir.
Show TV, 1 Ekim 2002 tarihinde yeni logosu ve yeni "Esas Show bu Show!" sloganıyla yeni yayın dönemine başlamıştır. Kanalın bu yeni döneminde Acun Ilıcalı, Serap Ezgü, Magic Necmi, Seda Sayan, Saba Tümer, Derya Baykal, Çağla Şikel ve Alişan gibi isimler, kanalın bu döneminin bilinen simalarından olmuşlardır. Serap Ezgü İle Biz Bize, Deryalı Günler gibi programlar da gündüz kuşağının izlenen programlarından olmuştur. Acun Firarda, kanalın 2000'lerde yayınlanan önemli gezi programlarından olmuştur. Ayrıca UçanKuş ve Pazar Keyfi kanalın vazgeçilmez magazin programları olmuştur.
Ekmek Teknesi, Tatlı Hayat, Hayat Bilgisi, Cennet Mahallesi, Dadı, Doktorlar ve Adını Feriha Koydum gibi beğenilen diziler başta olmak üzere günümüze dek toplam 93 yerli ve 9 yabancı dizi yayınlayan Show TV, en çok farklı dizi yayınlamış Türk televizyon kanalıdır.
2003-2005 yılları arasında yayınlanan Kurtlar Vadisi, yalnızca 2 bölüm yayınlanan Kurtlar Vadisi Terör (2007) ve yine 2007-2009 yılları arasında Show TV'de yayınlanan Kurtlar Vadisi Pusu dizileri çok büyük izlenme oranları almaya başlamış ve mafya/silah içeren diziler modasını başlatmışlar, ancak diziler yüzünden RTÜK tarafından kanala pek çok yasaklama getirilmiştir.
Var Mısın Yok Musun?, Survivor Türkiye - Yunanistan, Fear Factor, Wipe Out, Şarkı Söylemek Lazım, Buzda Dans, Yemekteyiz gibi yabancı ve Gelinim Olur Musun? tarzı yerli menşeîli Show TV yarışmaları, çok izlenmelerinin yanı sıra Türk televizyonculuğunda yeni bir sayfa açarak yarışma furyası dönemini başlatmışlardır. Show TV, aynı zamanda 25 yarışma ile en çok sayıda farklı yarışma programı yayınlamış Türk televizyon kanalıdır.
29 Eylül 2005 tarihinde Avrupa'daki Türklere yönelik yayın yapan Show Türk açılmıştır.
atv'nin el değiştirmesinden sonra kanalın yeni sahipleri ile uyum sorunu yaşayabileceklerini düşünen Ali Kırca ve diğer atv Haber çalışanlarının birçoğu, 31 Aralık 2007 tarihinde Show TV ile anlaşmışlar ve her zaman olduğu gibi Show Haber'i hafta içleri Ali Kırca sunmuştur. Hafta sonu haberlerini ise 31 Aralık 2007'den 31 Ağustos 2012'ye kadar Korcan Karar sunmuştur. Show Ana Haber bülteninden sonra yayınlanan Spor Sayfası programını hafta içleri Melih Gümüşbıçak, hafta sonları Merve Toy, Ebru Gürsoy ve Birsu Eren sunmuştur. Siyaset Meydanı programını her perşembe gecesi Ali Kırca sunmuştur. Show TV'nin seslendirme sanatçısı 2010 yılından itibaren Mehmet Onur'dur. Tuba Atav ise Korcan Karar'ın yerine hafta sonu haberlerini sunmaya başlamıştır.
Show TV, 3 Eylül 2012'den itibaren 16:9 geniş ekran formatına geçmiştir.
18 Mayıs 2013 tarihinde kanalın sahibi olan Mehmet Emin Karamehmet'in, İnterbank ile ilgili kredi ilişkilerinden kaynaklanan 455 milyon dolar nedeniyle TMSF tarafından Show TV, 360, Digitürk, Alem FM, Lig Radyo, Akşam Gazetesi, Güneş Gazetesi ve BMC şirketlerine el konuldu.
Çukurova Holding, TMSF gözetiminde olmak üzere Show TV ve kardeş kanalları Show Türk ve Show Max'i 402 milyon dolara Ciner Medya Grubu'na sattı.
15 Haziran 2013'ten 5 Ocak 2014'e kadar Show Haber'i hafta içleri Erhan Çelik sundu. Hafta sonları ise Cansu Oyan sunmuştur. Ayrıca Show Kulüp'ün yayınına son verilmiştir. Kanalın yeni sezondaki yenilikleri nedeniyle Aşk Emek İster dizisi yayından kaldırıldı. atv'den Benim İçin Üzülme dizisini transfer etti. 5 Ağustos 2013'te hafta sonu haberleri Pınar Erbaş tarafından sunulmaya başlandı. 14 Aralık 2013'te kanala, FOX'tan Fatih Harbiye dizisi transfer edildi. Erhan Çelik'ten boşalan sunucu koltuğuna Ece Üner geçti ve hafta içi haberlerini sunmaya başladı.
TMSF'nin 30 Mayıs 2014'te yaptığı açıklama ile, Show TV'nin ve diğer kanalların Ciner Medya Grubu'na satışının iptaline ilişkin açılan dava sonucunda İstanbul 4. İdare Mahkemesi'nin yürütmeyi durdurma kararı verdiğini ve böylelikle kanalların yeniden TMSF'ye geçtiğini duyurdu.
Ancak 18 Temmuz 2014'te, TMSF Show TV'nin haklarını yeniden Ciner Yayın Holding'e verdi.
9 Ocak 2015'te, İstanbul 4. İdare Mahkemesi Çukurova Holding'in başvurusu üzerine açılan davada Show TV'nin Ciner Yayın Holding'e devrini iptal etti ve kanal yeniden TMSF'ye geçti.
5 Haziran 2015'te, mahkeme Show TV'nin Ciner Yayın Holding'e geri verilmesini karara bağladı.
Show Haber'i hafta içi her gün Ece Üner sunumu ile hafta sonu ise Pınar Erbaş’ın sunumu ile ekrana gelmektedir. Show TV’nin bu sezon yayında olan dizileri Çukur ve Yeni Gelin'dir.
Show TV HD, 4 Ocak 2011'de kurulan, önceleri sadece belli programlarda Digiturk'ten yayın yapan kanal, 12 Ocak 2014'ten itibaren Show TV ile eş zamanlı yayın yapan Show TV'nin yüksek çözünürlüklü kanalıdır.
18 Eylül 2014 tarihine kadar sadece Digiturk 322. Kanaldan izlenebilmekteyken 18 Eylül 2014 tarihinde Türksat 4A uydusunun devreye girmesiyle birlikte Show TV HD, Türksat 4A 12209 H 10000 3/4 frekansından, D-Smart 23. kanaldan, KabloTV 24. kanaldan, Digiturk 22. kanaldan, Filbox 26. kanal |
dan, Türksat TKGS 4. kanaldan ve Tivibu 25. kanaldan da izlenebilmektedir.
Show TV, 7 Eylül 2016 tarihinde HD logosunu kaldırmıştır.
Show Türk, 29 Eylül 2005 tarihinde Avrupa'daki Türklere yönelik yayın yapmak amacıyla kurulmuş TV kanalıdır.
Türksat 4A 11045 H 4800 5/6 frekansından izlenebilmektedir.
3 Eylül 2012'den itibaren 16:9 geniş ekran formatına geçmiştir.
Show Max, 15 Nisan 2006'da yayın hayatına başlamış bir televizyon kanalı. Şu an Türksat 3A uydusu ve D-Smart platformu üzerinden yayın yapmaktadır.
15 Nisan 2006 tarihinde Digiturk'e özel olarak açılan kanallardan birisi oldu. 18 Mayıs 2013 tarihinde Çukurova Holding'in borçları nedeniyle kanalın yönetimine TMSF tarafından el konuldu. 1 Haziran 2013 tarihinde Ciner Medya Grubu tarafından satın alındı. 25 Ağustos 2015 tarihinde internet üzerinden yayın yapmaya başladı. 9 Nisan 2016'da Türksat 3A uydusu üzerinden, 11045 H 4800 5/6 frekansından yayına başlamasının ardından Digiturk'ten çıkarılmıştır ve D-Smart platformuna gelmiştir.
Show TV'nin eski dizilerini ve program tekrarlarını yayınlamaktadır.
Show Max tarafından yayınlanan programların listesi
Show Plus, Digiturk platformunda yayın yapmaktaydı. Yayın süresi toplamda 24 saattir ve 60'a yakın program yayınlamaktaydı. Amerika'da en çok beğenilen yarışma ve programlar yayın akışında bulunmaktaydı.
Bunların haricinde eğlence programları, aksiyon dizileri ve daha birçok temada yayınları vardı. Kanal 1 Ekim 2012'de kapatıldı ve yerine Dizimax Entertainment yayına başladı.
Pul (posta)
Posta pulu, posta gönderilerinde posta ücretinin ödendiğini göstermek amacı ile kullanılan bir tarafı yapışkanlı, diğer tarafı çoğunlukla resimli ve yazılı kâğıt etiket. Posta pulları geçmişte gönderinin posta ücretini ödemenin en çok kullanılan şekliydi. Günümüzde ise gönderiler çoğunlukla damga makinesinden geçirilmekte ve kâğıt pul taşımamaktadır. Ayrıca posta idareleri tarafından hazırlanan antiye zarf ve antiye kart gibi ayrıca ek bir ücret veya pul gerektirmeyen yazı malzemeleri de postada kullanılmaktadır.
İlk olarak Birleşik Krallık'ta, 6 Mayıs 1840 tarihinde kullanılmaya başlanmıştır. Türkiye'de ise Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1 Ocak 1863 tarihinde kullanılmaya başlanmıştır.
Posta pulları ayrıca pul koleksiyoncuları tarafından satın alınarak biriktirilen çok popüler bir koleksiyon aracıdır. Zarf, kart, damga, posta kartı, ve benzeri posta ile ilgili her türlü malzeme dünya çapında yüz milyona yakın olduğu tahmin edilen koleksiyoncu tarafından toplanır. Posta pulları filatelistler tarafından incelenerek pulların dantelleri, kâğıtları, mürekkepleri ve benzeri diğer teknik özellikleri araştırılır; pulların posta merkezlerine dağıtılması da filatelinin araştırma alanları arasındadır.
Dünyada posta idareleri tarafından çıkartılan ilk posta pulu konusunda tartışmalar olmakla birlikte, genel kabul gören Birleşik Krallık ve İrlanda'da posta reformcusu Rowland Hill tarafından başlatılan çalışmalar sırasında kullanılmaya başladığıdır. O zamana kadar postayı alan posta ücretini ödüyordu. Sonradan postayı gönderenin posta ücretini ödemesine ve bu ücretin ödendiğini göstermek için gönderinin üzerine posta pulu yapıştırılmasına karar verilmiştir. 1 Mayıs 1840 tarihinde ilk posta pulu olan "Penny Black" satılmaya başlanmıştır, ancak postada geçerliliği 6 Mayıs 1840 tarihi ile başlamıştır, birkaç gün sonra ise "İki penilik mavi" pul çıkartılmıştır. Her iki pulun üzerinde genç Kraliçe Viktorya'nın resmi bulunmaktadır. Bu ilk çıkan pullarda dantel bulunmamakta idi (imperforated) ve makas ile kesilip ayrıldıktan sonra kullanılmaları gerekiyordu, ayrıca pulların üzerinde Birleşik Krallık'ın adı bulunmamaktadır, bugün bile pullarının üzerinde ülke adı belirtilmeyen tek ülke Birleşik Krallık'tır.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında kurulan posta sistemi Bosna-Hersek'ten Yemen'e, Kafkasya'dan Libya'ya bugün bağımsız devlet haline gelen 23 ülkede organize posta taşımacılığının başlangıcı kabul edilmektedir. İlk Türk posta pulları ise 1862 yılında Darbhane-i Amire'de taş baskı (litografi) tekniği ile basılmıştır. Değişik kalınlıklardaki kâğıtlar üzerine basılan pullar elle boyanmış ve zamklanmıştır, ayrıca sahtekarlıkları azaltabilmek için Nezaret-i Maliye tarafından üzerilerine eski yazı ile "Nezaret-i Maliye-i Devlet-i Aliye" yazılı kırmızı veya mavi renkli kontrol damgası vurulmuştur. Pulların posta gönderilerinde kullanılması ise 1 Ocak 1863 yılında başlamıştır. Pulların üzerinde dönemin padişahı Sultan Abdülaziz'e ait tuğra bulunmaktadır, tuğranın altındaki hilalin içinde ise Devlet-i Aliye-i Osmaniye yazılıdır. Bu pullarda dantel bulunmamakta idi ve makas ile kesilerek ayrılıp gönderilere yapıştırılması gerekiyordu.
Posta pullarının kullanılmaya başlaması o gün için iletişimde bir devrim yaratmıştır denilebilir, Birleşik Krallık'ta pul öncesi dönemde 1839 yılında 82 milyon posta gönderisi yollanmasına karşılık pul sonrası dönemde 1841 yılında bu sayı 170 milyon olmuştur. Bugün ise Birleşik Krallık'ta her yıl yaklaşık 20 milyar posta gönderisi yollanmaktadır.
Pullar alışılagelen kare veya dikdörtgen şekillerin dışında daire, üçgen, beşgen veya sekizgen şekillerinde de basılmışlardır.
Sierra Leone ve Tonga kendinden yapışkanlı pulları çıkaran ilk ülkeler arasındadır, hatta bunlar arasında meyve şekilli pullar bulunmaktadır. Bhutan ise üzerinde, ulusal marşlarını içeren, çalınabilir bir kayıt bulunan bir pul çıkartmıştır. Ayrıca pullar kâğıt dışında maddelerden de yapılmışlardır, kabartmalı folyo (bazen altın) sıkça kullanılmıştır; İsviçre kısmen dantelden bir pul ve kısmen tahtadan başka bir pul yapmıştır; ABD plastikten bir pul üretmiş, Doğu Almanya tamamıyla sentetik kimyasallardan oluşmuş bir pul çıkartmıştır. Hollanda ise gümüş folyodan yapılmış bir pul çıkartmıştır.
İng. "First Day Cover"
Bir pul setinin çıkartıldığı ilk gün pul seti bir zarfa yapıştırılıp o gün için hazırlanan özel hazırlanan bir hatıra damgası ile damgalanırlar bu zarfa İlk Gün Zarfı (kısaltılmış olarak İGZ - İng. "FDC") denir; bu şekilde hazırlanan zarflar Posta idaresi tarafından satışa çıkarılır. İlk Gün Zarfları (İGZ) ayrıca bileşen parçalarından pul koleksiyoncuları tarafından da hazırlanmaktadır. Bu zarflarda genel olarak pullardaki konuya uyan tasarımda çizimler, süslemeler veya resimler bulunur.
Türkiye'de 1950 ile 1980 yılları arasında İGZ'ler PTT tarafından değil filateli dernekleri, pul tüccarları ve PTT çalışanları yardım derneği tarafından hazırlanmıştır. 1981 yılından beri İGZ'ler PTT tarafından hazırlanmaktadır. Ancak PTT çok nadir olarak bazı serilere ait zarfları hazırlamamıştır, bu zarflar daha zor bulunmakta ve daha yüksek fiyatlar ile satılmaktadır.
Pul koleksiyonculuğunun popüler bir uğraşı olması nedeni ile koleksiyonculara satmak amacı ile pul çıkartılması dünyada yaygınlaşmaktadır. Postada kullanmak için değil koleksiyonculara pul satmak amacı ile pul ürettiği bilinen ülkeler vardır, bu ülkelerin hükümetleri pullardan önemli ölçülerde gelir sağlayabilmektedir. Bu şekilde posta macı ile değil koleksiyonculara satmak için pul çıkaran ancak pul çıkartma politikaları göreceli olarak tutucu olan Lihtenştayn ve Pitcairn Adası gibi bazı yerlere koleksiyoncular tarafından hoşgörü gösterilmektedir, ancak benzeri politikalar uygulamayan ülkeler koleksiyoncularca kınanmaktadır. Bu konuda koleksiyoncuları suistimal eden Birleşik Arap Emirlikleri'ni oluşturan emirlikler tarafından çıkartılan pullar bilgi sahibi koleksiyoncular tarafından tercih edilmemektedir. Özellikle 1960'lı yıllarda Barody Pul şirketi başta emirlikler olmak üzere bazı ülkelerin adına çok yüksek sayılarda pul üretmek üzere sözleşmeler yapmıştır bunun sonucu olarak bu ülkelerin adı kötüye çıkmıştır.
Yüzlerce ülkenin pek çok sayıda pul çıkarması nedeni ile 2000 yılında 400 000 çeşit pul basılmış durumdaydı, son yıllarda ise dünya üretimi yılda 10 000 çeşit civarındadır.
Gao Xingjian
Gao Xingjian (Çince: 高行健 - Gāo Xíngjiàn) (d. 4 Ocak 1940) bir nesir yazarı, çevirmen, tiyatro yazarı, tiyatro yöneticisi, eleştirmen ve ressamdır.
Xingjian, Çin-Japon Savaşı’nın en şiddetli günlerinin yaşandığı bir sırada, Doğu Çin’in Ciangşi Eyaleti’nde, Ganzhou’da doğdu. Günümüzde Çin olarak anılan ülkesinin başkenti Pekin'de ilk, orta ve yükseköğrenimini tamamlayarak 1962'de Pekin Yabancı Diller Enstitüsü’nün Fransızca bölümünden mezun oldu. Sekiz yıl boyunca çevirmenlik yapan Gao, Çin Komünist Partisi’nin 1966-1976 yılları arasında uyguladığı "Kültür Devrimi" sırasında beş yıllığına "tarım işlerinde çalışmak üzere" kırsal bölgeye gönderildi.
Bu dönemde, çocukluğundan beri tuttuğu günlükler de içinde olmak üzere, on tiyatro oyunu, bir roman ve çok sayıda şiirini yok etmek zorunda kaldı. "Proleterleşme süreci"ni tamamlayan Gao, çevirmen ihtiyacı doğduğu için tekrar Pekin’e çağrıldı. Bu arada edebiyat dergilerinde denemeleri ve öyküleri de yayımlanan Gao’nun "Modern Roman Sanatı Üzerine İlk Deneme" adlı çalışması beklenmedik şiddette bir tartışmaya yol açtı. Bir yıl sonra sahnelenen ve Çin’de deneysel tiyatronun ilk örneği kabul edilen "Alarm İşareti" (Signal d'alarme) adlı tiyatro oyunu, yüzlerce kez kapalı gişe oynadı. Hakkında eleştiri yazısı yazılabilsin diye bir kez sahnelenmesine izin verilen "Otobüs Durağı" (Arrêt d’autobus) adlı tiyatro oyununu ise partinin kıdemli bir üyesi "Çin’nin kuruluşundan beri kaleme alınmış en tehlikeli metin" ilan etti.
"Vahşi Adam" (L'Homme sauvage) adlı tiyatro oyunuyla (1985) yeniden tartışmaların odağına oturdu. Deutscher Akademischer Austauschdienst ve Fransız Dışişleri Bakanlığı'nın davetlisi olarak Avrupa'da sekiz ay kaldı. "Öteki Kıyı" (L'autre rive) adlı tiyatro oyunu henüz prova aşamasındayken yasaklandı (1986). Baskılardan iyice bunalan Gao, Fransız Kültür Bakanlığı’nın davetlisi olarak Paris’e gitti (1987) ve 1982’de Çin'de başladığı romanı "Ruh Dağı"nı (La Montagne de l'Ame) yazmaya koyuldu. Tian An Men olaylarının patlak verdiği sırada romanını bitiren (1989) Gao’nun, yeni yazdığı "Kaçış" (La Fuite) adlı tiyatro |
oyununun da Çin’de basımı yasaklandı. "Devlet düşmanı" ilan edilerek Çin Komünist Partisi’nden atılan Gao’nun pek çok eseri polisin Pekin'deki evine düzenlediği baskın sırasında yok edildi. Yazar, Fransa’nın talebini kabul etmesi üzerine politik göçmen olarak Paris'e yerleşti.
1990’dan itibaren romanları Batı dillerinde yayımlanmaya, oyunları sahnelenmeye başlayan, Fransa ve Belçika’dan ödüller alan Gao, 1997’de Fransız vatandaşlığına kabul edildi. İlk baskısı, Taibei’de Fransızca yayımlanan (1998) "Ruh Dağı", Fransa’da iki yıl sonra piyasaya çıktı. İtalya'da Premio Letterario Feronia'yla ödüllendirilen roman, 2000 yılı Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü. Ayrıca Gao, Fransa cumhurbaşkanı tarafından "Chevalier de l'Ordre de Légion d'Honneur" unvanıyla ödüllendirildi.
Claus von Stauffenberg
Claus von Stauffenberg (Tam adı: Claus Philipp Maria Schenk Graf von Stauffenberg, 15 Kasım 1907, Jettingen, Württemberg - 21 Temmuz 1944, Bendlerblock, Berlin), Nazi Almanyası'nın kurmay subayı (Albay). 20 Temmuz suikast girişimi'nin baş mimarlarındandır.
Erich Hoepner komutasındaki 1. Hafif Tümeni (sonraki 6. Panzer Tümeni)ne atanmış ve Eylül 1938'de Südet Bölgesine girmiş ve konuşlandırılmıştır. 6. Panzer Tümeni ile Polonya Seferi'ne katıldıktan sonra amcası Nikolaus von Üxküll-Gyllenband'ın daveti üzerine Ludwig Beck liderliğindeki Nazi karşıtı hareketine katılmıştır.
Fransa Seferi ve Barbarossa Harekâtı'na katılarak Birinci Sınıf Demir Haç Madalyasını almıştır. Moskova Muharebesi öncesinde Aralık 1941'de OKH Harekât Şubesine tayin edilerek Almanya'ya dönmüştür. 1 Ocak 1943'te Yarbaylığa yükseltilmiş ve Mart ayında Kuzey Afrika Cephesi'nde Tunus'ta bulunan Hans-Jürgen von Arnim komutasındaki Afrika Ordular Grubu (Heeresgruppe Afrika)'na bağlı Friedrich von Broich komutasındaki 10. Panzer Tümeni'nin kurmay başkanlığına atanmıştır.
Von Broich Tunus'un düşmeden önce Stauffenberg'i uçakla Almanya'ya göndereceğine söz vermiştir. Fakat 7 Nisan'da çekilme harekâtını komuta ederken Kraliyet Hava Kuvvetlerine bağlı bir uçağının konvoya saldırısına uğrayarak ağır yaralanmış ve sonuçta sol göz, sağ elinin bütün parmağı ve sol elinin dördüncü ve beşinci parmakları kaybetmiştir.
Savaşın asıl amacının Sovyet Rusya'yı yıkmak olması gerektiğini savunuyordu. Ayrıca işgal edilen bölgelerdeki yerli halka ve Yahudilere karşı yapılan haksızlıkları ve zulmü yanlış buluyordu. Buna bir son vermek için darbe yapmak gerektiğini düşünüyordu. Hitler'in ölümüyle bütün bu vahşet ve sefilliğe bir son verebileceğini düşündü.
1944 yılının Haziran ayının sonuna doğru Stauffenberg için çok önemli bir olay oldu. Stauffenberg kıdemli Albaylığa terfi etti ve Anayurt Ordusunun Başkanı Friedrich Fromm'un Kurmay Başkanlığına getirildi. Böylelikle hem Fromm'un adına Anayurt Ordusuna emir verecek duruma geçti hem de Hitler ile sık sık ve doğrudan görüşme olanağı buldu. Gerçekten de Hitler Yedek Ordu komutanı General Friedrich Fromm'u ya da yardımcısı Claus von Stauffenberg'i haftada iki kere karargahına çağırmaya ve Rusya'da azalan tümenleri için taze takviyeler istemeye başlamıştı. Stauffenberg bu görüşmelerden birine bomba koyabilir ve Hitler'i de öldürebilirdi.
7 Temmuz 1944 tarihinde Hellmuth Stieff'in giriştiği suikast başarısız olunca bizzat Hitler'i öldürmeye karar verdi.
20 Temmuz'da Doğu Prusya'nın Rastenburg (Bugün Polonya'da Kętrzyn, 1945-1950 arasında Rastembork adını taşıdı) kasabasındaki karargahında (Wolfsschanze) bulunan Hitler komutanlarıyla savaşın son durumu ile ilgili bir toplantı yapmak istedi. Stauffenberg de bu toplantıya gitmesi gereken kurmaylardandı. Bu yüzden suikast girişimini yapmak için bu günü uygun gördü.
Planı: Toplantı odasına girince içinde İngiliz yapımı zaman ayarlı iki tane bomba bulunan çantasını Hitler'in yakınına koyacak, ardından anlaşmalı olduğu emireri onu telefondan arandığı bahanesiyle dışarı çağıracak, Stauffenberg de hazır bekler durumdaki uçağıyla doğrudan Berlin'e uçup Hitler'n öldüğünü ve yönetimin artık Wehrmacht'ta olduğunu bildiren bildirgeyi Alman halkına duyuracaktı.
Stauffenberg toplantının yapıldığı salona girdi. Toplantıda üç silahlı kuvvetten 18 subay bulunuyordu. İçerideki masanın çevresinde SS askerleri ayakta bekliyorlardı. Hermann Göring ve Heinrich Himmler toplantıda yoktu. Hitler elindeki büyüteçle oynuyor, o sırada önünde serili haritalardaki ufak yazıları okumak için büyüteç kullanıyordu ve iki steno'da not tutuyordu. Feldmareşal Wilhelm Keitel Albay von Stauffenberg'in neden geldiğini Hitler'e bildirdi. Hitler, bir gözü bantla kapatılmış olan tek kollu Stauffenberg'e baktı, kendisini hafifçe selamladı ve Stauffenberg'in hazırlamış olduğu raporunu dinlemeden önce General Heusinger'le işini bitirmek istediğini söyledi.
Stauffenberg General Günther Korten ve Albay Heinz Brandt'ın arasına geçip masaya oturdu. Hitler'den bir buçuk metre ötede bulunuyordu. İçinde bomba bulunan çantasını yere koydu. İleri doğru sürdü. Meşe ağacından yapılmış olan kalın masa ayağının iç kenarına dayadı. Çanta Hitler'in ayaklarından iki metre uzaktaydı. O sırada saat 12.37 idi. General Heusinger konuşmasına devam ediyor, masanın üzerindeki kocaman durum haritasında adı geçen yerleri gösteriyordu. Hitler'le subaylar da haritanın üzerine eğilmişler, bakıyorlardı.
O sırada Stauffenberg'in dışarıya çıktığının kimse farkına varamadı. Çıktığını yalnızca Albay Brandt gördü. Brandt o sırada generalin anlattıklarını dinlemekteydi. Bir ara haritayı daha iyi görebilmek için masanın üzerine eğildi, ayağı Stauffenberg'in çantasına takıldı. Ayağıyla çantayı bir kenara itmeye çalıştı. Sonra bir eliyle uzandı ve çantayı ağır masa ayağının öteki tarafına kaldırıp koydu. Şimdi bombayla Hitler arasında kalın bir ayak vardı. Hitler'in hayatını belki de, görünüşte çok önemsiz olan bu hareket kurtarmıştır.
General Heusinger ise artık, günün kötü durumunu belirten raporunun sonuna gelmişti. "Ruslar" diyordu: "Duna Nehri'nin batısından kuzeye doğru büyük kuvvetlerle ilerliyorlar. Şu anda öncü kuvvetleri Dunaburg'un güney doğusuna varmış bulunuyor. Eğer Peipus Gölü çevresindeki Ordu Grubumuz hemen geri çekilmeyecek olursa bir felaket..." Cümlesi bitmedi. Bomba saat tam 12.45'te patladı. Fakat Hitler hâlâ yaşıyordu. Albay Brandt'ın bir bacağı kopmuştu fakat ertesi gün hastanede yaşamını yitirdi. Ölümünden sonra Hitler onu Tümgeneralliğe terfi ettirdi.
Burada diğer bir ayrıntı; Stauffenberg'in başparmağını kaybetmiş olması, kendisine özel tasarlanan penselerle bombayı hazırlamaya imkânı olmasına rağmen Hitler'in toplantıyı 15 dakika öne alması ikinci bombayı hazırlamasına engel oldu. Bu Hitler'e yapılan 15. suikast girişimiydi ve sonuncusu oldu. Hitler birkaç hafif sıyrık ve geçici sağırlıkla bu suikast girişimini atlattı.
Eğer hazırlayamadığı ikinci bombayı da çantasına koymuş olsaydı zincirleme etki nedeniyle ikinci bomba da ilk patlamadan etkilenerek patlayacak ve istenilen sonuca ulaşılacaktı. Yapılan araştırmalarda toplantının yapıldığı masanın kalın ayağının Hitler'i koruduğu tespit edilmiştir. Stauffenberg, Hitler'in öldüğünü varsayarak Berlin'de yönetimin Wehrmacht'a geçtiğini beyan etti.
Fakat propaganda bakanı Joseph Goebbels bunu duyunca Wolfsschanze'yi aramış ve "Großdeutschland" Alayını komuta eden Otto Ernst Remer ile Hitler'i bizzat telefonda görüştürerek onun yaşadığını kanıtlamış olmuştur. Hitler'in sesini duyan Remer, Goebbels'in emrine göre darbecileri bastırmaya karar vermiştir.
Daha sonra Joseph Goebbels, Hitler'in hayatta olduğunu radyodan açıkladı ve, Hitler bizzat devlet radyosunda hayatta olduğuna dair konuşma yaptıktan sonra komplocular darbenin başarısız olduğunu fark etti. Komplocular, Bendlerstrasse'deki ofislerinde kısa süreli çarpışma sırasında Stauffenberg omzundan yaralandı. Stauffenberg ve yandaşları 21 Temmuz 1944 günü apar topar ofisinde tutuklandılar. Kendi hayatını kurtarmak için bir girişimde bulunan ortak-komplocu Generaloberst Friedrich Fromm, Bendlerblock Başkomutanlığında (Ordu Komutanlığı) doğaçlama bir mahkeme yaparak komplocuları ve elebaşlarını kınadı ve ölüme mahkûm etti. Friedrich Fromm'un emriyle Bendlerblock'un iç avlusunda, derme çatma bir infaz mangası tarafından (21 Temmuz 1944) o gece saat 01:00 dan önce tüfekle vurularak idam edildiler. İnfaz sırasında bir kamyonun farları yanıktı. Stauffenberg'den sonra idam edilecek olan yaveri Teğmen von Haeften üçüncüydü. İnfaz sırası Stauffenberg'deydi ancak, Teğmen von Haeften Stauffenberg ile idam mangası arasına kendi geçti ve Stauffenberg'in yerine vuruldu. İdam edilirken Stauffenberg'in son sözleri "Es lebe unser Heiliges Deutschland!" (Yaşasın kutsal Almanya'mız!) diye bağırmak olmuştur. Fromm, Berlin'in Schöneberg semtinde yer alan Matthäus kilise bahçesinin mezarlığında Stauffenberg'in ve komplocuların üniformalı bir şekilde askeri onur ile hemen mezara gömülmesini emretti. Ertesi gün ise, SS tarafından Stauffenberg'in mezarı açılarak vücudu ile beraber madalya ve nişanları yakılmıştır. Stauffenberg'in ailesi ise çoktan ülkeden kaçmıştı.
Laktik asit
Laktik asit, 1780 yılında Carl Wilhelm Scheele tarafından keşfedilen, formülü CHCHOH-COOH ve kimyaca adı "alfa hidroksipropanoyik asit" olan, bir organik hidroksi asittir. 1881'de ticari olarak büyük ölçüde ekşimiş sütten elde edildi; bu yüzden "süt asidi" de denir. Sütte bulunan laktoz, laktik maya denilen bakteriler tarafından laktik aside dönüştürülür.
Her insanın vücudunda oluşan tabii bir organik bileşiktir, kas, kan ve vücudun değişik organlarında bulunur. Laktat ile aynı anlamda kullanılır, laktat, laktik asidin sodyum (Na) ve potasyum (K) tuzudur.
Laktik asidin temel kaynağı, glikojen olarak adlandırılan, karbonhidratın yıkımı sonucu oluşan bir yan üründür. Anaerobik glikoliz sonucu pirüvat üretildiği zaman kas hücresi onu aerobik olarak enerji üretimine katmayı dener. Şayet, kas hücresi üretilen tüm pirüvatı kullanma kapasitesine (aerobik olarak) sahip değilse, pirüvat laktata dönüşür. Laktat, laktik asidin Na, K tuzudur, laktik asit ile aynı anlamda kullanı |
lır.
Handan Sultan
Handan Sultan (d. 1574- ö. 12 Kasım 1605) Osmanlı padişahı Sultan III. Mehmet'in eşlerinden ve padişah Sultan I. Ahmet'in annesi, Valide Sultan'dır.
Handan Sultan'ın doğum yılı ve milliyeti hakkında kesin bir bilgi yoktur. Rum asıllı olduğu ve adının Helen olduğu tarihî verilere dayanmayan iddialardır. 1603 yılında oğlu I. Ahmet 13 yaşında tahta çıkarılınca Valide Sultan oldu. İki yıl boyunca oğlu adına bizzat Osmanlı Devleti'ni yönetti. Kendisine "Devletlu İsmetlu Handan Valide Sultan Aliyyetü'ş-Şân Hazretleri" "olarak hitap edilirdi." Ölüm yılı tartışmalı olsa da son yapılan çalışmalar ile vakfiye belgeleri, Venedik doçe raporları incelendiğinde 1605 yılının sonlarında öldüğü belirlenmiştir.
Handan Sultan, son incelenen Balyos Raporları'na göre Boşnak asıllı ve Cerrah Mehmed Paşa'nın cariyelerinden olan bir kızdı. Güzelliğinden dolayı o dönemde Manisa sancak beyi olan III. Mehmed'e hediye edilmiştir.Yani kısaca Handan Sultan 1583 yılının ikinci yarısında hareme girmiştir. Hareme adım atmasından sonra Safiye Sultan'ın ilk gelini Halime Sultan'ın anlaşmazlıkları sonucu III. Mehmed'e bizzat Safiye Sultan tarafından sunulduğu anlaşılmaktadır. 1589 yılı civarında III. Mehmed'in 1589'da evlendiği Üçüncü eşidir. Daha sonra kendisine "güleç" ya da "neşeli" manasına gelen "Handan" ismi verilmiştir. Temiz ahlakı ile kendini herkese sevdiren Handan Sultan yaşadığı müddet boyunca oğlu Şehzade Ahmed'in terbiyesi ile ilgilendi.
Reşad Ekrem Koçu'nun kitabında geçen bir rivayete göre ise kendisinin Çatalca Kalfa köyünden olduğu ve bir imamın kızı olduğu belirtilmektedir. Ancak son yapılan çalışmalar onun Bosna'dan geldiğini göstermektedir.
Handan Sultan diğer Valide Sultan'lardan farklı olarak kendi ailesinden olanları saraya ve başkente toplayabilmişti. Kız kardeşlerini hareme almış, erkek kardeşi olan Geysudar Mustafa ise Mahmud Hüdayi'nin derghına girmiştir.
18 Nisan 1590 yılında oğlu I. Ahmed'i dünyaya getiren Handan Sultan baş haseki olmaması sebebiyle şanssız bir konumdaydı. Fakat tahtta gözü olduğu inancıyla Şehzade Mahmud aleyhinde yapılan pek çok faaliyet vardı. Şehzade Mahmud'un rakibi olabilecek tek erkek evlat da Şehzade Ahmed olduğundan annesi Handan Sultan ile babaanne Safiye Sultan'ın iş birliği yaptığı oldukça açıktır.
Veliaht konumuna geçen Şehzade Ahmed oldukça sevildi ve aynı gün Safiye Sultan bir kayık ile denizden geçerek zaferini kutladı. Aslında bunun aynısının oğlunun başına gelebileceğini sezen Handan Sultan III. Mehmed'in ani ölümüne kadar oğlunu korudu.
Çocuk yaşta padişah olan I. Ahmed'in saltanatının ilk iki yılında en etkili kişi Sultan Ahmed'in annesi Valide Handan Sultan'dır. 1605 yılındaki vefatına kadar hanedan içinde ve bilindiği üzere siyaset alanında üst düzey kişilerle bağlantılı olan ve önemli bir kişilik olarak tarihe geçti. Leslie Pierce'e göre Handan Sultan, oğlu adına bizzat devleti yönetiyordu.
Handan Sultan'ın oğlu tahta geçtiğinde Safiye Sultan hâlâ hayattaydı. Bu yüzden Sultan Ahmed'in sünneti ile birlikte ilk işlerin arasında Safiye Sultan'ın Eski Saray'a gönderilmesi de vardı. Safiye Sultan 9 Ocak 1604'te büyük bir alay refakatinde Eski Saray'a gönderildi. Böylece Safiye Sultan'a yakın isimler de haremden uzaklaştırılmış oldu.
Kasım 1604 tarihine gelindiğinde ise Safiye Sultan'ın Eski Saray'a gitmeden önce kaldığı ve Handan Sultan'ın yerleştiği Valide Sultan dairesinin eski kapı ağası ve kapı kethudası boğduruldu ve mevcut paraları devlete müsadere ettirildi. I. Ahmed sancağa çıkmadan tahta geçtiği ve Safiye Sultan da tüm alayıyla beraber gönderildiğinden saray neredeyse bomboş kalmıştı.
Ağabeyi Şehzade Mahmud'un ölümünden dolayı derinden yaralanan Sultan Ahmed'i teselli etmek de Handan Sultan'a düştü. Birçok cariye getirterek Sultan Ahmed'in oğlunun olmasını isteyen Handan Sultan, Şehzade Mustafa'yı da herhangi bir duruma karşın yanından ayırmıyordu. Sünnetinden birkaç hafta sonra iyileşen I. Ahmed dışarıda gezip av partilerine katılmayı severdi. Fakat bu alışkanlığı onu ölümden döndüren bir kızamık hastalığı geçirmesine neden oldu. Aynı hastalığa kardeşi Şehzade Mustafa da tutulunca kardeşinin öldürülmesi fikri de ertelendi. Bu tehlikeli durum tamamen atlatıldığı Nisan ayı sıralarda Şehzade Osman'ın ana rahmine düştüğü haberi de sarayı şenlendirdi.
Handan Sultan, Valide Sultan'lığı boyunca Şehzade Mustafa'nın hayatını korumaya çalıştı. Vefatından sonra şehzadenin öldürülme fikri yeniden canlandıysa da Kösem Sultan'ın hareme girişiyle, çocuk yaştaki padişah I. Ahmed tamamen bu fikirden vazgeçirildi. Tabii ki bu sebeplerin arasında Şehzade Mustafa'nın akıl sağlığının yerinde olmaması da çok önemli bir unsurdu.
Handan Sultan oluşturduğu bir yönetici kademe ilk yıllarda etkili bir siyaset yürüttü. Bu ekipte olan kişilerden birisi de harem ağalarından kuvvetli biri olan El-Hac Mustafa Ağa'ydı. Padişahı tesiri altına alan devlet adamlarıyla gerektiğince devleti idare etmeye çalışıyorlardı.
Handan Sultan'ın kendisi direkt olarak siyasete karışmayı seven biri değildi ve geri planda durup hayır işleri ile iyilik yapmayı seven bir Valide Sultan'dı. Bunda Safiye Sultan'ın çok fazla yükseldikten sonra yaşadığı sert düşüşün ve Handan Sultan'ın iktidar hırsından çok hayır işlerine yönelmesinin birer sebep olabileceği açıktır.
I. Ahmed tahta çıktıktan sonraki ilk problem cülus bahşişi idi. Fakat bu da Mısır'dan gelen Malkoç Yavuz Ali Paşa sayesinde bu durum da aşıldı. Böylece yönetim ittifakına bir kişi daha katılmış ve iktidar kanadı giderek güçlenmiştir. Bunun yanında da Sokolluzade Lala Mehmed Paşa'nın sadrazam olmasının en büyük sebebi Handan Sultan'ın oğluna olan telkinleridir.
Bunlara ek olarak doçe raporlarının bir kısmında padişaha ve emrinde yer alan birçok paşaya olan ulaşımın da Handan Sultan aracılığıyla gerçekleştiği bilinmektedir. Bu da Handan Sultan'ın güçlü bir Valide Sultan olduğunu gösterir niteliktedir. Bu da kendisine yıllardır tarihçiler tarafından biçilen zayıf bir karakter yerine, I. Ahmed'in erken döneminde kritik ve güçlü bir siyasi rol oynadığını gösterir. Valide Sultan öldükten sonra da Boşnak Derviş Mehmed Paşa ve El-Hac Mustafa Ağa'nın padişahın kararları üzerinde etkili olmaya devam etti.
1604 yılının yaz aylarında bahçıvan Bayran Ağa'ın yerine Derviş Ağa getirildi. Bu kararda Handan Sultan'ın etkili olduğu açıktır. Bunun dışında hünkarın emrinde bulunan Derviş Ağa da, Handan Valide Sultan'ın vefatından sonra daha fazla güç kazandı.
Veziriazam oluşunun ardından boşlukta kalan Derviş Paşa da ilk hengamede kurban olmuştur. Handan Sultan'ın çok geçen bilgiye göre 1605 yılının sonlarında genç yaşta ölümüne kadar devlet yönetiminde fazlasıyla etkili olan kişilerin yönetim kademesine gelmesinde telkinlerde bulunabilmesi oldukça mümkündür.
Buna örnek olarak da Celali ayaklanmalarında pasif kalan Sinanpaşaoğlu Mehmed Paşa'nın, Handan Sultan'ın oğluna olan talebi ya da telkiniyle affının sağlanması ve başkente dönmesi verilebilir.
Handan Sultan oğlunun saltanatı sırasında fazla yaşamadı. İki yıl sonra Osmanlı kaynaklarında hicri takvime göre 1 Recep 1014, hesaplama yapıldığında miladi takvime göre 12 Kasım 1605 yılında mide hastalığından genç yaşta öldü.
Valide Sultan'ın cenazesi Ayasofya Camii'nde tüm devlet erkanının katılımıyla kılınan namazının ardından III. Mehmed'in türbesine defnedildi. Handan Sultan'ın ölümü I. Ahmed'i çok etkiledi. Sultan Ahmed Han validesinin vefatından sarayda duramaz hale geldi ve yedi gün sonra oldukça soğuk bir zamanda fırtınaya rağmen üç parça kadırga ile Bursa'ya gitti. Sadrazam kaymakamı olarak Derviş Paşa, İstanbul'da bırakıldı.
Vefatından sonra salalar verildi ve halka sadakalar dağıtıldı.
Ahmed Han annesinin ölümüne fazlasıyla üzüldü. Günlerce gözyaşı döken padişah, validesinin ölümünden sonra daha şiddetli bir hükümdar oldu. Kuyucu Murat Paşa'nın sert politikalarına destek vermesinden de bu durum rahatça anlaşılabilir.
Handan Sultan'ın Menemen ve Kilizman (Kilis) mevkiilerinde vakfiyesi olduğu bilinmektedir. Kendisinin vefatını takip eden 1606-1607 yılları arasında vakfiye gelirlerinin fazla kısmı da aktarılmaya devam edilmiştir.
2010 yılında Mahpeyker filminde Ayten Soykök canlandırmıştır.
Vefatının 410. yılına denk gelen ve 12 kasım 2015'te yayınlanmaya başlayan "Muhteşem Yüzyıl Kösem" adlı Türk dizisinde kendisini Tülin Özen canlandırmıştır.
Søren Kierkegaard
Soren Aabye Kierkegaard (IPA: [ˈsœːɐn ˈkʰiɐ̯g̊əˌg̊ɒːˀ]; Türkçe telaffuz önerisi: Sörın Kirkıgor) (5 Mayıs 1813-11 Kasım 1855), Danimarkalı filozof ve teolog.
Kierkegaard dindar babasının etkisiyle din eğitimi alarak ve katı bir dini atmosfer içinde yetişti.Tüm yaşamında bu çocukluğun etkisi görülür.Kendisi de dinsel düşünceleri olan birisi olmakla birlikte sürekli din adamlarıyla, kurumlarıyla ve düşünceleriyle çatışma halinde oldu. Mevcut Hıristiyanlığın yozlaşmış olduğunu ileri sürdü ve Hıristiyan inancının tamamen yenilenmesine yönelik eleştiriler geliştirdi. Kierkegaard, din ve Tanrı'yı tamamen bireysel bir konu olarak değerlendirdi. Bu yönde giderek sistematik felsefenin bireyi göz ardı eden bütüncüllüğünü de reddetti. Felsefesinde bireyi merkeze aldı.
Kierkegaard, varoluşçuluğun öncülerinden sayılır.Varoluşçu felsefe bir bakıma her varoluşçu filozofta kendine özgü bir nitelik kazanarak ayrıca tanımlanır, ancak bilinen genel nitelikleri ve felsefi özgürlüğü açısından varoluşçuluğun kurucu isimlerinin başında Kierkegaard sayılmaktadır. Kierkegaard'ın belli bir felsefî sistematik geliştirmediği doğru olmakla birlikte (Kierkegaard bu anlamda Nietzsche gibi bağımsız ve dizgesiz filozoflardandır), kullandığı kavramlar ve felsefe yapma tarzı sonradan varoluşçu felsefelerde görülen nitelikleri barındırır. Kierkegaard'ın itiraz ettiği ve sürekli eleştirdiği filozof Hegel'dir. Hegel'in rasyonalist ve sistematik felsefesi Kierkegaard için kabul edilemezdir.Varoluşçu felsefelerde görülen kavramların çoğunluğu öncül olarak Kierkegaard'da görülür: saçma, bunaltı, korku ve kaygı.Kierkegaard'ın felsefî sorunsalı bir bakıma me |
vcut Hıristiyanlık içinde ve hatta karşısında nasıl iyi bir Hıristiyan olunacağı noktasına da bağlıdır. Kierkegaard, felsefe tarihinin soyut mantıksal kurgularla geliştiğini ve bu nedenle bireyi, bireyin gerçek yaşamını gözden kaçırdığını düşünür.Ona göre varoluş, somut ve öznel insanın yaşamıdır.Bu nedenle felsefe somut düşünmeye, yani varoluşa yönelmelidir.
Cin (İslam)
İslam dininde cin ateşten yaratılmış, gözle görülmeyen bir ruhani varlıktır.
"Cinn" Arapça da "örttü veya gizledi" anlamına gelen ""cenne"" kelimesinden türemiş bir cins isimdir. İsminin bu anlamı İslam dininde onların insanların duyularıyla idrak edilemeyeceği inancından kaynaklanır. Tekil hali ""cinnî"" olan kelimenin, çoğulu ""cinne""dir. "Cânn" kelimesi de cin ile aynı manaya gelir.
Cin sözcüğünün iki farklı kullanımı vardır:
İslam dininde ruhani varlıklar üç türdür: Melekler, şeytanlar ve cinler. İslam inancına göre melekler sadece iyi eylemler yapabilirken, şeytanlar sadece kötü eylemlerde bulunabilir. Cinler ise hem iyi hem de kötü eylemlerde bulunabilir, buna göre hem iyi cinler hem de kötü cinler vardır.
İslam dininde cinlerin ateşten yaratıldığına inanılır. İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'da cinlerin insanlardan önce yaratıldığı geçer. Bazı açılardan insanlara benzer iradeleri mevcuttur, iyi veya kötü eylemlerde bulunabilirler, insanlar gibi yiyip içer, evlenip, çoğalabilirler. Cinsiyetlerin olduğuna inanılır., yani doğar, büyür ve ölürler. Fakat ömürlerinin insanlarınkine oranla daha uzun olduğuna inanılır. İslam dininde cinler de insanlar gibi inanan ve inanmayan şeklinde ayrılır. İnanmayan cinlerin sayısının daha fazla olduğu düşünülür. İnsanlar gibi ibadet etmeleri gerektir. İnanan cinlerin inanan insanlarla beraber cennete gideceğine, inanmayan cinlerin ise inanmayan insanlarla birlikte cehenneme gideceğine inanılır. İslam dinin kutsal kitabı Kur'an'a göre, İslam dininin son peygamberi Muhammed hem insanlara hem de cinlere gönderilmiş, hem insanları hem de cinleri İslam dinine çağırmıştır. İslam dininde şeytan İman etmeyen/ reddeden/ asi çıkan bir Melek' tir.
Bunların dışında insanlardan farklı çeşitli özellikleri olduğu düşünülür; çeşitli şekillere girebildikleri, çok kuvvetli olup bazı ağır işleri gerçekleştirebilecekleri, istedikleri takdirde gözle görülebilir olabildikleri gibi. Ayrıca cinlerin çok büyük hızlarla hareket edebildiklerine inanılır.
Genel kanının tersine İslam inancına göre cinler geleceği ve gaybı bilemezler. Her ne kadar ruhani bir varlık türü olduklarından insanların bilmediği bazı gizemleri bildiklerine inanılsa da, geleceği ve gaybı bilmezler. Ayrıca peygamberlere inen vahyi (ilahi haber ve mesajları) peygamberler tarafından açıklanmadıkça bilemezler.
İslam dininin kutsal kitabı Kur'an'da cinleri konu alan bir sure (bölüm) mevcuttur, adı da "Cinn"`dir ve Kur'an'ın 72. suresidir.
Yasemin Horasan
Yasemin Horasan (d. 1 Ağustos 1983, İstanbul), pivot pozisyonunda oynayan ve Türkiye kadın millî basketbol takımı'nda da forma giymiş eski basketbolcu. Yasemin Horasan 3 Kasım 2016 tarihinde aktif basketbol hayatına son verdiğini açıklamıştır.
Her kategoride millî takımlarda oynamış olan Yasemin Horasan, Eurocup ve Euroleague'de de oynamıştır.
Basketbola Beşiktaş Minik Takımı’nda başlamıştır. 1997 yılında Beşiktaş ile Türkiye Genç Kızlar Basketbol Şampiyonası'nı kazanmıştır. Aynı yıl Beşiktaş'ta profesyonel olmuş ve TKBL'de forma giymeye başlamıştır. 1997 - 2007 arası 10 senelik süreçte, yetiştiği kulüp olan Beşiktaş'ın formasını giymiştir. Bu süre içerisinde birçok başarıya imza atarken, Beşiktaş kaptanlığına kadar da yükselmiştir. 2001-02 sezonu Türkiye Kupası'nda Yasemin Horasan'lı Beşiktaş, BOTAŞ'a yenilerek kupayı kazanamamıştır. 2002-03 sezonunda Beşiktaş forması giyerken TKBL'nin tüm oyuncuları arasında En Değerli Oyuncu seçilmiştir. Tekniğini geliştirmek için kulübü tarafından dünyanın en iyi çok amaçlı spor eğitim merkezi olan IMG Academy Bradenton, Florida, ABD'ye gönderilmiştir. 2004-05 yılında Yasemin Horasan'lı Beşiktaş, Türkiye Kupası'nda final oynamış ancak finalde Fenerbahçe'ye yenilerek kupayı alamamıştır. Aynı sezon Yasemin Horasan'lı Beşiktaş, TKBL finalinde yine Fenerbahçe'yle karşılaşmış bu sefer rakibini gergin geçen serilerin sonunda 3-2'yle yenerek TKBL şampiyonluğunu kazanmıştır. 2005 yılında, takımının 21 sene sonra gelen şampiyonluğundaki en önemli oyunculardan biri Yasemin Horasan olmuştur. 2005-06 sezonunda Yasemin Horasan'lı Beşiktaş Cumhurbaşkanlığı Kupası finalinde Fenerbahçe'yi yenerek kulüp tarihinin ilk Cumhurbaşkanlığı Kupası'nı kazanmıştır. 2006-07 sezonunda Yasemin Horasan'lı Beşiktaş, Türkiye Kupası'nda final oynamış ancak finalde Fenerbahçe'ye yenilerek kupayı alamamıştır. 2010-11 sezonu için tekrar Beşiktaş'a dönmüştür. İki sezon Beşiktaş forması giydikten sonra 2012-13 sezonu öncesinde Fenerbahçe'ye transfer olmuştur. 2013-14 sezonu öncesinde bir kez daha Beşiktaş'a transfer olmuştur. 2014-15 sezonunda Basketbolu Geliştirenler Derneği'ne transfer olmuştur.
2007-08 sezonunda İtalya Ligi'nin son şampiyon takımı Phard Napoli'ye transfer olmuş, İtalya'da bir sezon forma giymiştir. Phard Napoli, formasını giydiği sürede İtalyan takımıyla Süper Kupa'yı kazanmıştır.
2008-09 sezonunda Galatasaray'a gelmiştir. Galatasaray'da iki sezon basketbol oynamıştır. Bu süre içerisinde Yasemin Horasan'lı Galatasaray kulüpler bazında Türk basketbol tarihindeki ikinci Avrupa kupası olan 2008-09 Eurocup'ı kazanarak Türkiye'ye getirmiştir. 2009 FIBA Avrupa Kadınlar Süper Kupası'nda WBC Spartak Moskova'ya kaybederek kupayı kaldıramamışlardır. 2009-10 sezonunda Yasemin Horasan'lı Galatasaray, Türkiye Kupası'nı kazanmış, TKBL'yi finalde Fenerbahçe'ye kaybederek 2. bitirmiştir.
2012-13 sezonu başında Fenerbahçe ile 1 yıllık anlaşma sağladı. Fenerbahçe forması ile ligin yanı sıra Euroleague'de de mücadele etti. 2013-14 sezonunda Fenerbahçe'den ayılarak, Beşiktaş'a transfer oldu.
2014-15 sezonunda Basketbolu Geliştirenler Derneği'ne transfer olmuştur.
Yasemin Horasan, 317'den fazla kez millî maçta forma giymiştir. Ümit Millî Takım Avrupa 4.lüğü ve Akdeniz Oyunları 4.lüğü yaşamıştır. 2005'te Almeria, İspanya'da düzenlenen Akdeniz Oyunları'nda altın madalya, 2011 Avrupa Kadınlar Basketbol Şampiyonası'nda gümüş madalya kazanan takımda yer almıştır. Türkiye'nin bayan basketbol tarihinde ilk kez katıldığı ve çeyrek final oynadığı 2012 Londra Yaz Olimpiyatları'nda Türkiye kadın millî basketbol takımı kadrosunda yer almış ve millî takımla beraber Olimpiyat 5.liğini elde etmişlerdir.
Nedim Yücel
Nedim Yücel, (22 Nisan 1979 İstanbul) Türk basketbolcudur. 2012-2013 sezonu itibarıyla Türkiye Basketbol Ligi takımlarından TED Ankara Kolejliler'da oynamaktadır.
Basketbola 1991 yılında Beşiktaş’ın alt yapısında basketbola başlayan Nedim Yücel, sadece bir sezonun ilk yarısında Pınar Karşıyaka’da forma giydi ve tekrar Beşiktaş'a döndü. 10 kez Millî formayı giyen Nedim Yücel, mücadeleci ve hırslı yapısıyla tanınıyor. Poziyonuna göre fiziksel dezavantajına rağmen atletik yapısı ve reboundlardaki üstünlüğü ile takımda yer buluyor.
2007-2008 sezonunda Antalya Büyükşehir Belediyespor'da oynadıktan sonra 2008 yılında sezona Antalya'da başlayıp daha sonra Mersin Büyükşehir Belediyesi'ne transfer oldu ve üç sezon boyunca Mersin'de oynadı. Son olarak 2011-2012 sezonunda Türkiye Basketbol Ligi'nin Ankara takımlarından Türk Telekom'na transfer oldu. 2012 - 2013 Transfer döneminde Beko Basketbol Ligi ekiplerinden TED Ankara Kolejliler transfer oldu.
Binbir Gece Masalları
Binbir Gece Masalları (kısaca Binbir Gece, Arapça: كتاب ألف ليلة وليلة Kitāb 'Alf Layla wa-Layla, Farsça: هزار و یک شب Hazâr-o Yak Šab) Orta Çağ'da kaleme alınmış Orta Doğu kökenli edebi eserdir. Şehrazad'ın hükümdar kocasına anlattığı hikâyelerden oluşur. Arapçaya çevrildikten sonra yayılmıştır.
8. yüzyılda Abbasi Halifesi Harun Reşid zamanında Bağdat önemli bir kozmopolit şehirdi; İran, Çin, Hindistan, Afrika ve Avrupa'dan gelen tüccarlar ile dolup taşmaktaydı. Bu dönemde, şehrin kültürel yapısı da gelişmiş, Arap kültürü, özellikle diğer Doğu kültürleriyle harmanlanmıştı. Binbir Gece Masalları'ndaki hikâyeler işte bu dönemde, halk hikâyeleri olarak ortaya çıkmıştır. Sözle aktarılan bu hikâyeler sonunda tek bir eserde derlenmiştir. Hikâyelerin çekirdeğini eski bir Fars (İran) kitabı olan Hazâr Afsâna (Bin Efsane) oluşturmuştur. 9. yüzyıl dolaylarında hikâyeleri derleyen ve Arapça'ya çevirenin masalcı Ebu Abdullah Muhammed el-Gahşigar olduğu söylenir. Eserdeki hikâyelerin çerçevesini oluşturan Şehrazad öyküsünün esere 14. yüzyıl dolaylarında katıldığı düşünülmektedir. Eserin yabancı bir dile ilk çevirisi Türkçeye 15. yüzyılda Abdi tarafından yapılır. Artık bu çeviriden sonra bu hikâyeler Binbir Gece Masalları olarak anılmaya başlanır. Eser Fransızcaya 1704'te çevrilmiş, ilk modern Arapça derlemesi ise 1835'te Kahire'de yapılmıştır. Fransızca'ya 1704'te çevrilmişse de, eserin ve ihtiva ettiği hikâyelerin bir kısmının daha önceden Batı'ya geldiği düşünülmektedir.
Binbir Gece Masalları, Arap edebiyatı'nın en güzel eserlerindendir. Gerek eskiliği ve gerekse anonim oluşu, bu masalların hızla yayılmasına yol açmıştır. Hatta çok sonraları "Binbir Gündüz Masalları" adında başka bir seri de ortaya çıkmıştır. Hemen hemen tüm dünya dillerine çevrilen masallar arasında "Ali Baba ve Kırk Haramiler" ve "Alaaddin'in Sihirli Lambası" da yer almaktadır.
Hikâyeye göre; Fars kralı Şah Şehriyar Hindistan ile Çin arasındaki bir adada hüküm sürer (eserin daha sonraki biçimlerinde bunun yerine Şehriyar'ın Hint ve Çin'de egemenlik sürdüğü yazar). Şehriyar karısının kendisini aldattığını öğrenir ve öfkelenir, tüm kadınların sadakatsiz, nankör olduğuna inanmaya başlar. Kadınlardan intikam alma düşüncesiyle önce karısını öldürtür, sonra da vezirine her gece kendisine yeni bir hanım bulmasını emreder. Her gece yeni bir gelin alan Şehriyar, geceyi hanımıyla geçirdikten sonra tan vakti hanımını idam ettirir. Bir süre bu böyle devam eder. Vezirin a |
kıllı kızı Şehrazad bu kötü gidişata son vermek için bir plan kurar ve Şehriyar'ın bir sonraki eşi olmaya aday olur. Evlendikleri geceden başlayarak, kardeşi Dünyazad'ın hikâye dinlemeden uyuyamadığını söyler ve hergece Dünyazad'ın da yardımıyla çok güzel ve heyecanlı hikâyeler anlatmaya başlar ama tam şafak vakti geldiğinde, hikâyenin en heyecanlı yerinde, hikâyeyi anlatmayı keser. Hikâyenin sonunu merak eden Şehriyar, Şehrazad'ın hikâyeye ertesi gece devam edebilmesi için, o gecelik Şehrazad'ın idamını erteler. Her gece bir önceki masalın devamını anlatıp yeni bir hikâyeye başlar ve yine tam tan vakti hikâyenin en heyecanlı yerinde anlatmayı bırakır. Kitabın sonuna kadar yer alan hikâyeler, Şehrazad'ın Şehriyar'a anlattığı hikâyelerdir. Sona gelindiğinde, Şehrazad üç erkek çocuğu doğurmuştur ve evliliklerinden uzunca bir süre geçmiştir. Kralın kadınlara olan öfkesi ve kötü düşünceleri dinmiş, Şehrazad'ın sadakatine inanmıştır.
Eserin bir Avrupa dilindeki ilk baskısı, Antoine Galland tarafından yapılmış Fransızca çevirisidir (1704-1717). Bu çeviri eserin daha önce derlenmiş bir Arapça sürümünden yapılmıştır. 12 ciltten oluşan bu ilk çeviri, "Les Mille et une nuits, contes arabes traduits en français ", büyük ihtimalle çevirinin yapıldığı Arapça nüshada bulunmayan fakat çevirmen tarafından bilinen bazı Arapça hikâyeleri de içermekteydi.
850 yılı civarında ortaya çıkan Arapça derleme, "Alf Layla" (Bin Gece) ise büyük ihtimalle, daha önce yazılmış olan "Hazar Afsanah" (Bin Efsane) isimli Fars eserinin özetlenmiş bir tercümesiydi. Eserin günümüzdeki ismi olan "Alf Layla wa-Layla" (Binbir Gece) ise Orta Çağ'da ortaya çıkmıştır. Bu isim büyük ihtimalle sonsuzluk ötesi sayı düşüncesini sembolize etmekteydi, zira o zamanlar Arap matematik çevrelerinde 1000 sayısı kavram olarak sonsuzluğu sembolize ederdi. Belki de buradan yola çıkarak, eserdeki tüm hikâyeleri okuyan kişinin delireceğine dair bir efsane ortaya çıkmıştır.
Eser geleneksel Fars, Arap ve Hint hikâyelerinin bir derlemesi olarak görülür. Fakat, eserde bulunan ünlü hikâyelerden "Alaaddin'in Lambası" ve "Ali Baba ve Kırk Haramiler", eserin Avrupa baskısına Antoine Galland tarafından eklenmiştir. Galland bu hikâyeleri Halepli, Marunî bir masalcıdan duyduğunu yazmıştır.
İngilizce'ye çevirisi Sir Richard Burton tarafından "The Arabian Nights" olarak yapılmıştır. Kendinden evvelkilerden farklı olarak bu çeviri özgün malzemeyi sansürlememiştir. İngiltere tarihinin muhafazakar Victoria döneminde yayımlanmasına rağmen bu çeviri, kaynağında bulunan erotik incelikleri ve cinsel tasvirleri içermektedir. Bu çevirinin yanı sıra, daha yakın zamanlarda Fransız doktoru J.C. Mardrus'un da bir çevirisi vardır. Mevcut çevirilerin en doğru ve güzeli olarak değerlenidirilen, Fransa'daki Bibliothèque Nationale'de bulunan 14. yüzyıldan kalma bir Suriye el yazmasından Hüssain Haddawy'nin yaptığı Arapça derlemedir.Günümüzde Binbir Gece masalları zevkle okunmaktadır.
Binbir Gece Masalları'nın televizyon ve sinemaya pek çok uyarlaması yapılmıştır. Bunların asıl öykülere olan bağlılığı çok değişkendir. Fritz Lang'in 1921 yapımı "Der Müde Tod", 1924 Hollywood yapımı (Douglas Fairbanks'ın başrolünde olduğu) "The Thief of Baghdad" ve onun 1940'daki İngiliz ikinci yapımı, "Binbir Gece Masalları"'ndan etkilenmişlerdir.
Hollywood'un "Binbir Gece Masalları" 'na dayandırılmış ilk konulu filmi 1942 yapımı "Arabian Nights"'dır. Başrollerde Şehrazad rolünde Maria Montez, Ali Ben Ali rolünde Sabu Dastagır ve Harun Reşid rolünde Jon Hall vardır. Filmin konusunun "Binbir Gece Masalları" ile neredeyse hiç ilgisi yoktur. Filmde Şehrazat, Halife Harun Reşid'i devirip kardeşiyle evlenmek isteyen bir dansözdür. Şehrazadın ilk suikast girişimi başarısızlığa uğrar ve esir olarak satılmasının ardından pek çok macera gelişir. Maria Montez ve Jon Hall 1944 yapımı "Ali Baba ve Kırk Haramiler" 'de de rol almışlardır.
"1980"'li yıllarda Şehrazat rolünde Annette Haven ve Şehriyar rolünde John Leslie'nin oynadığı "1001 Erotic Nights", bütçesi milyon doları aşan ilk porno film sayılır.
Binbir Gece Masalları'ın en başarılı sinema uyarlaması 1992 Walt Disney yapımı çizgi film "Aladdin" sayılabilir. Filmde Scott Weinger ve Robin Williams seslendirme yapmıştır. Bu filmi devam bölümleri ve televizyon serileri izlemiştir.
Sinbad'ın yolculukları, televizyon ve sinemaya birkaç kere uyarlanmıştır. Bunlardan en sonuncusu, seslendirmesini Brad Pitt ve Catherine Zeta-Jones'un yaptığı 2003 yapımı animasyon "Sinbad: Legend of the Seven Seas" dir. 1958 yapımı "The Seventh Voyage of Sinbad" en meşhur Sinbad filmi sayılabilir.
İngilizce olmayan uyarlamalar arasında çeşitli Hint (Bollywood) yapımları, İtalyan yönetmen Pier Paolo Pasolini'nin 1974 yapımı Il fiore delle mille e una notte'si, ve 1990 yapımı Fransız "Les 1001 nuits" sayılabilir.
Televizyon ve sinema uyarlamaları arasında aslına en sadık kalmış olanı 2000 yılında Amerikan ABC ve İngiliz BBC kanallarında gösterilen "Arabian Nights" dizisi sayılır. Emmy ödülünü alan bu iki bölümlük dizide Şehrazat rolünde Mili Avital, Şehriyar rolünde Dougray Scott oynamıştır.
Ayrıca 2006-2009 tarihleri arası Türkiye'nin bir kanalında Binbir Gece adlı televizyon dizisi yayınlanmıştır. Dizi diğer dünya ülkelerinde de yayınlanıp meşhur olmuştur.
Rus bestecisi Nikolai Rimsky-Korsakov, 1888'de Şehrazad adlı eserini tamamlamıştır. Parça dört masaldan esinlenmiştir: "Deniz ve Sinbad'in Gemisi", "Kalender Prens", "Genç Prens ve Prenses" ve "Bağdat'ta Şenlik".
XVIII. yüzyılda Binbir Gece ve Binbir Gündüz hikâyelerinden ilham alınarak Aziz Efendi tarafından yazılan "Muhayyelat-ı Aziz Efendi" hikâyeler külliyatı niteliğinde bir eserdir.
Resul (İslam)
Rasul (Arapça: رسول), İslam dininde insanları müjdelemek ve uyarmak için Allah tarafından gönderilen kişilere verilen isimdir. "Elçi", "gönderilen" anlamına gelir. Rasuller konusunda günümüzde verilen bilgilerin çoğu , Kur'an'ı Kerim dışındaki kaynaklardan alındığından İslam dininin asıl kaynağı olan Kur'an'ı Kerim'in esas alınması gerekmektedir.
Kur'an'ı Kerim'e göre rasuller insanlardan,cinlerden,meleklerden seçilebilir. Aynı dönemde birden çok Rasul'un bulunabileceği ve bütün ümmetlere kavimlere rasullerin o kavmin lisanı ile gönderildiği bu rasullerin her defasında yalanlandığı ve insanlara rasullerin hidayetle geldiği insanların inanmamasına ise "Allah, insan rasul mü gönderdi?" demelerinden başka bir şeyin mani olmadığı beyan edilmiştir.
Zümer Suresinin 71. ayetinde ise cehenneme gidecek kimselere cehennemin bekçileri onlara kendilerinden bir rasulün gelip cehenneme gidecekleri konusunda uyarıp uyarılmadıklarına yönelik sorusuna hepsinin verdiği cevap "evet" olmuştur. Cennete gidenler de kendilerine rasul geldiğini ve rasullerin doğru söylediklerini ifade etmişlerdir.
Kur'an'a göre rasul:
Hüseyin Yurttaş
Hüseyin Yurttaş (1946, İzmir), Türk şair ve yazar.
Hüseyin Yurttaş, 1946 yılında Foça'nın Kozbeyli köyünde doğdu. İlkokulu köyünde, ortaokulu Menemen'de okudu. Parasız yatılı okuduğu Edirne Erkek İlköğretmen Okulu'ndan 1964 yılında mezun oldu. Van, Amasya, İzmir illerine bağlı köylerde on yıl çalıştıktan sonra İzmir'e atandı. 1983 yılında öğretmenlikten istifa etti. Yayıncılık ve dağıtımcılık işiyle uğraştı. 1990 yılı sonunda bu işi de bıraktı. Yalnızca yazarak yaşamaya çalıştığı bir dönemin ardından Bornova Belediye Kitaplığı ve Okumaevi'nin kuruluşunu üstlendi ve gerçekleştirdi. Bu görevinden 1994 yılında ayrılarak emekli oldu. Çeşitli dergi ve gazetelerde şiir ve yazıları yayımlanan Yurttaş, arkadaşlarıyla birlikte İzmir'in en uzun ömürlü edebiyat dergisi Dönemeç'i çıkardı. Yurttaş'ın anı, anekdot ve düşüncelerini içeren düzyazıları Yeni Asır gazetesinde "Cumartesi Sohbeti" adı altında yayımlanıyor.
Çocuk Kitapları
Yeni Asır
Yeni Asır, Türkiye'de 19 Ağustos 1895'te yayımlanmaya başlanan günlük gazete. Sloganı "Türkiye'nin en köklü gazetesi"dir. Gazete, 1998 yılının Aralık ayından itibaren internet üzerinden de yayımlanmaya başlamıştır. 1 Mart 2017 tarihinde ulusal basına geçmiştir.
Gazete, 19 Ağustos 1895'te Asır adıyla Arif Bilgin tarafından kurulmuş ve 22 Temmuz 1908'de Yeni Asır adıyla yayımlanmaya başlamıştır. Arif Bilgin'in ölmesinden sonra yönetimi ortaklaşa üstlenen oğulları Şevket Bilgin döneminde de, gazete aynı çizgiyi sürdürmüştür.
Renkli fotoğrafı basma, ilk seri ilanı yayımlama gibi fark yaratan uygulamalarla okurun dikkatini çeken Yeni Asır, Türkiye'de yüksek tirajlı halk gazetesi kavramının içini doldurdu.
Şevket Bilgin'in vefatının sonrası sonra gazete tümüyle Dinç Bilgin'in yönetimine geçti.
1998'den itibaren internet üzerinden de yayımlanmaya başlayan gazete, halen Turkuvaz Grubu'na bağlı olarak yayım yapan bir günlük gazetedir. Günlük 20 ila 30 bin tirajıyla (bu sayılar google'a gazete tiraj yazarak çıkan listelerden alınmıştır) daha önceki, Türk basınının en etkili ulusal gazetelerinden biridir. 1980 li yıllarda 200 bin tirajı görmüş aynı yıllarda ortalama 120 bin tirajı yakalamıştır. 2004-2012 yılları arasında da gazete tirajı yarı yarıya azalmıştır. 1 Mart 2017 Çarşamba tarihinde beri Tüm Türkiye'de bayilerde satmaktadır.
Yazılı basında tanınan birçok isim çeşitli dönemlerde Yeni Asır'da çalışmıştır. Bazıları:
Diyoptri
Diyoptri, Optik'te bir merceğin veya aynanın optik gücünü (kırma gücünü) ifade eden birimdir. Odak mesafesinin tersi şeklinde ifade edilir (1/f), Örneğin büyütme gücü 5 diyoptri olan bir mercek paralel gelen ışık huzmesini 1/5m = 20 cm'ye odaklar. İnce kenarlı mercekler pozitif, kalın kenarlı mercekler de negatif diyoptri değerlerine sahiptir. Bu terim Fransız oftalmolog Felix Monoyer tarafından 1872'de ortaya atılmıştır. Aynı birim SI birim sisteminde 1/metre olarak geçer (m).
Optik kuvvetin diyoptri cinsinden gösterilişi, iki farklı mercek arka arkaya konulduğunda toplam optik kuvvet her ikisinin diyoptrileri toplamına yakın olduğu için kullanışlıdır.
Gözlük numaralarında belirtilen rakamlar da gözlük camlarının diyoptri değerleridir. SPH +0.50 bir |
gözlük camının odak mesafesi 1/0.5 = 2m. dir.
Kızıldağ Millî Parkı
Kızıldağ Millî Parkı, Isparta'nın Şarkikaraağaç ilçesi sınırları içerisinde yer alır. Millî park sâhası içerisinde konaklama ve piknik yapma amaçlı hazırlanmış yerler mevcuttur. Burada otelde değil çadırlarda, ahşap evlerde kalınır.Oksijeni bol olduğu için solunum yetmezliği hastaların burada iyileştiği bilinmektedir. İyileşmek için 21 gün kalmanın yeterli olduğu söylenmektedir.
Kızıldağ Millî Parkı, Isparta merkeze 120, Şarkikaraağaç ilçesine ise 5 km uzaklıktadır. Şarkîkaraağaçlılar her sene burada piknik için toplanırlar. Kızıldağ Millî Parkı, öncelikle bir dağdır.Karaçamıyla, sedir ağaçlarıyla, meşe ve ardıç ağaçlarıyla bol oksijenli bir ortam sunan Kızıldağ Milli Parkı, Türkiye'de mavi yapraklı sedir ormanının bulunduğu tek bölgedir.
Kızıldağ'ın ardında Sultan Dağları yer almaktadır. Piknik alanı, kamp alanı, çadır ve konaklama alanları bulunan Kızıldağ Millî Parkı'nın yüksekliği 1342 metredir. Kızıldağ Milli Parkı'nın kapsadığı alanda keşfedecek çok nokta vardır. Bu noktalardan biri; ülkenin en uzun mağarası olan Pınargözü Mağarası'dır. Kızıldağ Milli Parkı, flora bakımından da oldukça zengindir. Tıbbi ve aromatik bitkiler de burada yetişmektedir. zengin bir faunaya sahiptir. Tilki, sansar, kurt, çakal, kartal, akbaba, şahin, doğan, ve baykuş türlerine ev sahipliği yapar.
Şinto
Şinto (Kanji:神道 Şintō) veya Şintoizm Japonya'nın yerli, Japonların milli dini. Eskiden Japonya'nın resmi diniydi. Sadece Japonya'da ibadetlere katılan 119 milyon kişi vardır. Dünya'nın en eski dinlerinden olan Şinto bir tür animizmdir. "Kami" tapını içerir; kami "hayat için önemli olan, rüzgar, yağmur, ağaç, dağ, ırmak ve bereket gibi anlayış ve şeylerin şeklini alan kutsal ruhlar" olarak tercüme edilebilir. Bazı kamiler yerel olup sadece belirli bir yerin ruhu veya koruyucusu iken bazıları büyük doğal oluşumları, nesneleri ve işlemleri temsil ederler. (Güneş tanrıçası Amaterasu gibi).
Şinto kelimesi iki kanjinin birleştirilmesinden oluşturulmuştur: "神" "şin" (yani "tanrılar" veya "ruhlar") ve "道" "tō" (yani "yol"). Böylece, Şinto genellikle ""tanrıların yolu"" olarak çevrilmiştir.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra Şinto resmi din olma özelliğini kaybetti; bu durumda ABD'nin Japon militarizmini ortadan kaldırma girişimlerinin de etkisi vardır; savaştan sonra silahsızlandırılmış Japonya'da feodal kültürü yansıtan Şinto uygulama ve öğretileri, savaş dönemindeki ünlerini kaybettiler ve bugün uygulanmıyor ve öğretilmiyorlar. Diğer uygulama ve öğretiler ise günlük etkinlikler olarak varlıklarını sürdürüyor. Şu anda ise Japonya'da daha çok barışçı bir din olan Budizm hakimdir. Özellikle İkinci Dünya Savaşında sürdürülmüş olan saldırgan siyasetten kaynaklanan toplumsal yıkımların giderilmesi açısından Japonya'da milliyetçiliğin diğer simgeleri gibi Şintoizm de değer yitimine uğramış ve barışçı, uzlaşımcı nitelikler taşıyan Budizm batılılaşma, liberalleşme eğilimiyle birlikte güç kazanmıştır.
Birçok uygulama arasında, mabed ziyaretinde ("Omairi") herhangi bir giriş kapısında saygıyla baş eğerek selamlanır. El yıkama havuzu varsa su ile eller ve ağız yıkanır. Buna "Temizu" denilir:
Maşrapa sağ ele alınıp su doldurulur. Biraz sol ele dökülür, maşrapa sol ele aktarılır ve biraz sağ ele dökülür. Maşrapa yine sağ ele alınıp sol elin avcuna su dökülür. Bununla ağza su verilir, sessizce çalkalanır ve sessizce sol avuca tükürülür. Sonra maşrapayı iki el ile tutarak düşey olarak çevirilirki kalan su tutma yeri ve eller üzerinden aksın. Maşrapa bulduğunuz yere geri koyulur.
Kızıldağ
Kızıldağ aşağıdakilerden birini kastediyor olabilir
İç savaş
İç savaş veya sivil savaş, bir ülkenin insanlarının çeşitli politik veya dini kutuplar altında organize olarak birbirleriyle yaptıkları silahlı çatışmalara verilen genel isimdir. Bu çatışmalar genelde ortak yönleri olmasına rağmen her ülkenin kendine has kültürel ve siyasi yapısı nedeniyle çoğunlukla öznel bir yapıya sahiptir. İç savaş her ne kadar bir ülkenin içindeki grupların silahlı çatışması olarak tanımlansa da ülke içindeki her silahlı çatışma iç savaş değildir. Örneğin devletin ayrılıkçı bir grupla ya da rejim karşıtı hareketlerle yapacağı çatışmalar iç savaş sayılmaz. Ancak bazı ayrılıkçı hareketlerin ufak çaplı bir isyan olarak başlayıp ülkenin geneline yayılması ile çatışmanın bir iç savaşa dönüştüğü de olmuştur. Bir çatışmanın "iç savaş" olarak kabul edilebilmesi için bu çatışmanın ülkenin genelinde etkili olması, ülkedeki mevcut devletin ya politik gruplar arasında parçalanması ya da ülkenin bir kısmında hakimiyetini yitirmesi gerekmektedir. Örneğin İspanya İç Savaşı'nda İspanya Devleti, Cumhuriyetçiler ve Milliyetçiler arasında ikiye bölünmüşken Suriye İç Savaşı'nda Suriye Devleti bünyesinden bazı unsurların ayrılmasına rağmen ayakta kalmış ancak ülkenin bir kısmında da hakimiyetini kaybetmiştir. İç savaşlar hemen her zaman iç savaşa giren ülkeye diğer ülkelerle yapılan savaşlardan daha fazla zarar vermiştir. Bunun en önemli nedeni, ülkenin kendi yapısının kendi içinde giriştiği bir mücadelenin diğer ülkelerle giriştiği mücadelelere nazaran tedavisinin çok daha zor olmasıdır. Tarihte iç savaşlar çoğu zaman ya rejim değişikliğiyle ya da bölünmeyle sonuçlanmıştır.
Dünya tarihinde çok sayıda ülkeler iç savaşlara sahne olmuşlardır. Bunlardan bazıları:
Liesing
Liesing (), Viyana'nın 23. merkez ilçesi'dir. Viyana Eyaleti'nin güneybatısında yer almaktadır.
Liesing bölgesine M.S. 1000 yıllarında "Lieznica" yani "orman çayı" deniyordu. Bu ilçenin ortasından geçen çay (Liesinger Bach) çevresinde eskiden bir saray, birkaç çiftlik, toplam dört adet de su değirmeni bulunuyordu. 19. yy.'da fabrikaların kurulmasıyla Aşağı ve Yukarı Liesing olarak adlandırılan bölge, 1938 yılında Müttefik Devletler tarafından tek isim altında Viyana'nın 25. merkez ilçesi yapıldı. 1946'da Müttefik Devletlerin ayrılmasından sonra Viyana'nın 23. merkez ilçesi unvanına sahip oldu. Fakat Müttefik Devletler tarafından ilçeye bağlanmış köylerden bazıları tekrar Aşağı Avusturya Eyaleti'ne verildi ve ilçe bugünkü son şekline 1954 yılında kavuştu.
İlçe merkezi Viyana-Aşağı Avusturya eyalet sınırına birkaç yüz metre uzaklıktadır. Buradan S-Bahn ve çeşitli kurumların (Wiener Linien, ÖBB Postbus, Wiener Lokalbahnen) otobüsleriyle Viyana'nın bazı bölgeleri ve Aşağı Avusturya'nın civardaki yerleşim birimleriyle bağlantı sağlanmaktadır. Ayrıca gece saatlerinde Viyana Devlet Operası önünden kalkan N66 gece otobüsüyle ulaşım mümkündür.
Liesing (Almanca)
Donaustadt
Donaustadt (), Viyana'nın 22. Merkez İlçesi'dir.
Donaustadt farklı bir geçmişleri olan Viyana'nın 8 kenar kentlerinden meydana getirdiği bir ilçedir. Bunlar arasında geçmişleri en ünlü "Aspern" ve 1809 yılında Erzherzog Karl von Österreich'in Fransa İmparatoru Napolyon Bonapart'ı yendiği yer olan "Eßling"'dir.
15 ekim 1938 yılında büyük bir alana dağılmış olan "Stadtlau, Kagran, Hirschstetten, Aspern, Groß-Enzersdorf" ve Floridsdorf'un parçası "Lobau" ile Leopoldstadt'ın parçası "Kaisermühlen" gibi yerleşim yerlerini içine alarak Viyana'ya "Groß-Enzersdorf" adı altında 22. Merkez İlçe olarak bağlanmışdır.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra başlatılan büyük Viyana projesinden dolayı çevresindeki Aşağı Avusturya'ya bağlı birçok irili ufaklı yerleşim yerleride bu ilçeye bağlanmışdır. Bu ilçe de komşu ilçe Floridsdorf gibi Viyana ile Aşağı Avusturya eyaletleri arasında sürekli kavga meselesi haline gelmiştir. En son çözüm 29 temmuz 1946 yılında yapılan anlaşma ile son kez "Süßenbrunn, Breitenlee" ve "Eßling" gibi büyük yerleşim yerleri de bağlanarak ve isim kenti olan "Groß-Enzersdorf" tekrar Aşağı Avusturya Eyaleti'ne geri verilerek ve Donaustadt adını alarak bugünkü son şeklini almıştır.
Şehir merkezinin eski dokusunu korumayı başarmış olan Donaustadt'ın toprakları eskiden tarımcılığa uygun olduğundan yıllarca Viyana'nın bahçe sebzelerini yetiştirmiştir. Ama günümüzde büyüyen şehirlerde yeni yerleşim yerleri için düz alanların önemli olduğundan, bir zamanlar uçsuz bucaksız tarlaların bulunduğu yerlerde şimdilerde sayısız yerleşim kentleri vardır.
Donaustadt (Almanca)
Okan Koç
Okan Koç (d. 22 Ocak 1982, Sakarya), eski Türk futbolcudur.
Adapazarılı bir ailenin çocuğu olan Okan, profesyonel futbola Çanakkale Dardanelspor'da başladı. 2001 yılında Gençlerbirliği'ne transfer oldu.
Gençlerbirliği'nde 10 Şubat 2001 ile 31 Mayıs 2003 yılları arasında toplam 46 resmi maçta 3.404 dakika forma giydi. 5 gol attı, 4 sarı kart gördü. Gençlerbirliği'nde oynadığı ilk maç; 2001-2002 Sezonu Süper Lig 22. Hafta Maçı, Kocaelispor 0-1 Gençlerbirliği maçıdır.
Beşiktaş'a Ali Cansun ve 1.6 milyon dolar karşılığında Ahmed Hassan, Sinan Kaloğlu, Ramazan Kurşunlu ve Emre Aşık ile birlikte 2003-2004 sezonunda transfer oldu, fakat İstanbul gece hayatına kendini fazla kaptırması ve hocalarıyla yaşadığı sorunlar onu formadan uzak tuttu ve sonuçta başarısız oldu.
Daha sonra Konyaspor ve MKE Ankaragücü takımlarında kiralık olarak oynadı. 2005-2006 sezonu 2. yarısı başlarında Galatasaray ile anlaşma yaptı fakat lisansındaki bazı sorunlar nedeniyle MKE Ankaragücü'ne transfer oldu. Disiplinsiz davranışları ile çok parlak olacağı tahmin edilen kariyerini bir anlamda duraklattı. 2006-2007 sezonu ortasında Vestel Manisaspor'a transfer oldu.2008-2009 sezonunda Sakaryaspor'a transfer oldu.
2009-2010 sezonunda Altay ile anlaşma sağlamıştır. Bu forma altında ilk gölünü Boluspor'a atmıştır. Anlaşması karşılıklı feshedilen Koç 2009-2010 sezonu ikinci yarısında Denizlispor'a transfer olmuştur. Ve 2010-2011 sezonunun devre arasında Denizlispor tarafından gönderilmiştir. 2010-2011 sezonun ikinci yarısı için 2. lig ekiplerinden Çanakkale Dardanel'e transfer olmuştur.
2011-12 sezonu başında Anadolu Selçukluspor'a transfer oldu. Bu takımla 10 maça çıkıp 1 gol atan Koç, sezon sonunda ise futbolu bıraktı.
Kemal Unakıtan
Kemal Unakıtan (d. 14 Şubat 1946, Domurcalı, Süloğlu, Edirne - ö. 12 Ekim 2016, İstanbul) Türk siyaset |
çi ve ekonomist. 2002 ve 2008 yılları arasında Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan hükümetlerde Maliye Bakanı olarak görev yapan Unakıtan, 2002 ve 2007 Türkiye genel seçimleri'nde AK Parti milletvekili olarak meclise girmiştir. 12 Ekim 2016 tarihinde 70 yaşında vefat etti.
Kemal Unakıtan, Mustafa Bey ve Hidayet Hanım'ın çocuğu olarak 14 Şubat 1946 tarihinde Edirne'nin Süloğlu ilçesine bağlı Domurcalı köyünde dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğrenimini Edirne'de tamamlamasının ardında 1968 yılında Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'nden (Bugünkü adıyla Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi) mezun oldu. Sonrasında Türkiye Cumhuriyeti Maliye Bakanlığı'nda Hesap Uzmanı olarak göreve başlayan Unakıtan, Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları A.Ş'da (SEKA) genel müdür muavinliği ve 1976-1978 yılları arasında SEKA genel müdürlüğü görevlerini üstlendi. Ayrıca özel sektörde de çalıştı; çeşitli sanayi kuruluşlarında, finans kurumlarında (Albaraka Türk Finans Kurumu), dış ticaret şirketlerinde Genel Müdürlük, Yönetim Kurulu üyeliği ve Yöneticilik yaptı. Ahsen Hanım ile evli üç çocuk babası olan Unakıtan, İngilizce bilmektedir.
Siyasi yasağı bulunan Recep Tayyip Erdoğan'ın talebiyle onun yerine aday olarak sadece iki partinin seçim barajını aşabildiği 2002 Türkiye genel seçimleri'nde AK Parti İstanbul milletvekili olarak TBMM'ye girdikten sonra yine Erdoğan'ın inisiyatifiyle Abdullah Gül tarafından kurulan 58. Türkiye Hükûmeti'inde Maliye Bakanlığı görevine getirildi. Erdoğan'ın Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nı Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'den alarak, kendisine bağlamasıyla özelleştirmenin de patronu oldu. Gül'ün istifa etmesinin ardından Erdoğan tarafından 14 Mart 2003'de kurulan 59. Türkiye Hükûmeti'nde Maliye Bakanlığı görevini sürdürdü.
2007 Türkiye genel seçimleri'nde AK Parti'den Eskişehir milletvekili seçilerek meclise tekrar giren Unatıkan, Erdoğan tarafından kurulan 60. Türkiye Hükûmeti'nde de Maliye Bakanı olarak görev aldı ancak 1 Mayıs 2009 tarihinde yapılan bir kabine değişikliği sonucu bu görevini Mehmet Şimşek'e devretti ve kendisi kabine dışı kaldı. Unakıtan hakkında Ekim 2005, Şubat 2006 ve Mart 2006 tarihlerinde verilen üç ayrı gensoru önergesi de, TBMM Genel Kurulu'nda reddedildi.
2005 yılında besin zehirlenmesi yaşayıp vücudunun susuz kalması sonucu böbrekleri iflas eden Unakıtan, Kök hücre operasyonundan istediği sonucu alamamış, 30 yıllık arkadaşı ve dünürü Ali Rıza Üstün'ün kendisine bir böbreğini vermesi üzerine yeni bir operasyon daha geçirmişti. Unakıtan, 2010'lu yıllarda kalbi ve böbreğiyle ilgili sağlık sorunları yaşadı. 2009 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde Koroner arter baypas ameliyatı geçirdi. Unakıtan, İsrail başkenti Tel Aviv'de yer alan bir merkezde kök hücre nakli yaptırdı. 2013 yılında Akdeniz Üniversitesi Hastanesi'nde böbrek nakli oldu.
Kemal Unakıtan bir süredir vücudundaki ödemler nedeniyle Acıbadem Maslak Hastanesi'nde tedavi görmekte iken 12 Ekim 2016 tarihinde 70 yaşında vefat etti.
Cenaze töreni 13 Ekim 2016'da Süleymaniye Camii'nde gerçekleştirildi. Törene, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Sağlık Bakanı Recep Akdağ, eski Başbakan Yardımcısı ve AK Parti Ankara Milletvekili Ali Babacan, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, eski Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, İstnabul Valisi Vasip Şahin, Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir katıldı.
Unakıtan, Maliye Bakanlığı döneminde farklı tavır ve uygulamalarıyla sürekli olarak 'ilgi ve tepki' nedeni olan ve gündemde kalmış, çeşitli eleştirilere maruz kalmıştır.
2005'te Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Antalya Milletvekili Tuncay Ercenk'in "Unakıtan soyadlı kişilerin kurduğu şirketleri" sormasına "Ne yiyecek bu çocuklar? Soyadını mı değiştirecek babası Maliye Bakanı oldu diye?" şeklinde tepki göstermiştir.
Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi (GEAH) veya eski adıyla Gülhane Askerî Tıp Akademisi (GATA), II. Abdülhamit tarafından 1898 yılında İstanbul'da Gülhane Seririyat Hastanesi olarak kurulmuş olup günümüzde Etlik, Keçiören'de Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak devam etmektedir.
Hastane ilk olarak "Gülhane Seririyat Hastanesi" adı ile Padişah II. Abdülhamid’in doğum günü olan 30 Aralık 1898 tarihinde törenle açılmış, "Gülhane" adıyla kurulduktan hemen sonra Tıbbiye-i Şahane'den mezun olan asker hekimler bölükteki görev yerlerine gitmeden önce Haydarpaşa Askeri Hastanesi yerine burada bir yıl pratik eğitimine başlamışlardır.
1908’de İkinci Meşrutiyet ilan edilmesinden sonra tıp konularında yapılmak istenen reform girişimleri sonucu askeri ve sivil tıp okulları birleştirilmiş ve 1909’da kurulan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne Gülhane öğretim üyelerinin on bir kişilik önemli bir kısmı da transfer olmuştur. 1914 yılında ise Gülhane'deki askeri hekimlik eğitimleri artırılmış, "Gülhane Seririyat Hastanesi" ismi değiştirilerek "Gülhane Tatbikat-ı Askeriye Tatbikat Mektebi ve Seririyatı" olmuştur. Gülhane Seririyat Hastanesindeki modern eğitim ve öğretim nedeniyle, burada yetişen asker hekimler Balkan Savaşı, I. Dünya Savaşı ve Türk Kurtuluş Savaşı yıllarında ordu içinde başarılı görevler yapmışlardır.
Türkiye'nin II. Dünya Savaşı'na girme ihtimali üzerine, askeri okulların ve Gülhane'nin İstanbul'dan Ankara'ya taşınmasına karar verilmiş ve 21 Temmuz 1941'de, İstanbul'dan 28 vagonluk bir katara sığdırılan tüm eşya ve personel, Sirkeci, İstanbul'dan Cebeci Merkez Hastanesi'ne nakledilmiştir.
2016 yılına kadar Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı olan GATA, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne sağlık bilimleri alanında askeri personel yetiştiren bir komutanlıktı. 15 Temmuz askerî darbe girişimininden sonra 31 Temmuz 2016 tarihinde çıkarılan kanun hükmünde kararname ile sağlık birimleri ile birlikte Sağlık Bakanlığına bağlanmıştır ve adı Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak değiştirilmiştir. GATA'ya bağlı olan yükseköğretim birimleri ise Sağlık Bilimleri Üniversitesine devredilmiştir.
Gülhane Askerî Tıp Akademisi Komutanlığı ve bağlı birimleri Ankara, İstanbul ve Eskişehir'de bulunmaktaydı. Eylül 2016 tarihine kadar bağlı birimleri;
IMEI
IMEI (), .
Her bir GSM telefon cihazına üretim aşamasında IMEI numarası yüklenmektedir. IMEI numarası her bir cihazın kimlik numarası olup tek ve benzersizdir ve 15 haneden oluşur. Ancak günümüzde bir IMEI numarasını farklı bir telefona kopyalayarak her iki telefonunda kullanılmaz hale getirilmesi mümkün.
Cep telefonda codice_1 tuşlayarak telefonun seri numarasını (IMEI numarası) tespit edilebilir.
Ülkü Ayvaz
Ülkü Ayvaz (d. 5 Mayıs 1955, Bayburt - ö. 23 Nisan 2016, İstanbul) Türk yazar. Evli ve bir çocuk babasi. Tiyatro oyunları kadar, sade anlatımıyla günlük yaşamın ayrıntılarını işlediği öyküleri ile de dikkati çeker. İstanbul Davutpaşa Lisesi'nden mezun olan sanatçı; Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü'nü bitiren yazar İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda hâlen dramaturg olarak görev yapmaktadır. Tiyatro oyunları yanında radyofonik oyunlar ve öykü kitapları da yayınlanmıştır. Eserleri çeşitli ödüller kazanan sanatçının değişik yapıtları çeşitli dillere çevrilmiş, oyunları Devlet ve özel tiyatrolar ile yurtdışında Rusya, Makedonya ve Almanya'da sahnelenmiştir. İlk kez 2011-2012 sezonunda sahnelenen "Külhanbeyi Müzikali" ile 16. Afife Tiyatro Ödülleri'nde Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü kazanmıştır. Yazar, TRT için 'Çocuklarla Başbaşa' ile 'Gençlerle Başbaşa' programlarına dramalar yazmıştır.(1986--).İst.Devlet Tiyatrosu için "Sanat İnsanları" etkinliğine de, tiyatronun sanatçılarının rol aldığı şu sahne belgesel-sahne senaryolarını yazdı: Adalet Ağaoğlu, Aziz Nesin, Can Yücel, İlhan Selçuk, Mehmed Kemal, Vedat Günyol, Turhan Selçuk, Necati Cumalı, Lütfi Ö. Akad, Salah Birsel...
Bengü
Bengü Erden (d. 2 Nisan 1979, İzmir), Türk şarkıcı. Müzikle tanışması ilkokul yıllarında İzmir Devlet Senfoni Orkestrası ile oldu. İzmir'de sahnelenen "Oliver Twist" isimli müzikalde başrol oynadı. İzmir Devlet Konservatuvarı Genel Müdürü Müfit Bayraşa'dan şan dersleri aldı. 1998 yılında Müfit Bayşara'nın bir bestesiyle MÜYAP ve Show TV'nin organize ettiği Pop Show '98 adlı şarkı yarışmasında 2. oldu. Akademi İstanbul'da müzik eğitimi aldı. Üç yıl süre ile Kenan Doğulu'ya vokallik yaptı.2007 de Show TV de Organize edilen "Bak Kim Dans Ediyor" adlı yarışmada 1. oldu. İlk albümü "Hoş Geldin"i Kenan Doğulu ve Ozan Doğulu prodüktörlüğünde 2000 yılının Temmuz ayında piyasaya çıkardı. Daha sonra Bağlasan Durmam adlı 2. stüdyo albümünü 2005 yılında çıkardı.
Bir yıl aradan sonra 2007 yılında üçüncü albümü Taktik piyasaya çıktı. Albümde bulunan Korkma Kalbim şarkısıyla MÜ-YAP Müzik Ödüllerinden "Dijital" sertifika aldı ve albümü yılın en çok satan albümlerinden oldu.
2009 yılında İki Melek albümünü çıkardı. Albüm 125.000 kopya sattı ve Altın Plak aldı.Resmi Türkiye listesinde 7 hafta zirvede kalarak 2009'un en uzun süre zirve'de kalan sanatçıları'ndan oldu.
2011 yılında Dört Dörtlük albümünü çıkardı.Hareketli çıkış şarkısı Aşkım'la dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Şarkı Google Zeitgeis raporlarına göre 2011'nin en çok aranan şarkısı oldu.Yine Google verilerine göre Bengü, 2011'in "en çok takip edilen Sanatçısı" olmuştur.
2012 yılında Anlatacaklarım Var maxi single'ını piyasaya sürmüştür.Single'da yer alan Yaralı şarkısı, 7 hafta Resmi Türkiye listesinde 1 numara olarak kaldı.2013 yılında "Saygımdan" single'ını piyasaya sürmüştür.Şarkı, Resmi Türkiye listesinde 2014 yılının başlarında 5 hafta boyunca zirvede yer almıştır.Bengü, 2014 yılında düzenlenen2. Türkiye Müzik Ödülleri'nden Yaralı şarkısıyla Radyolarda En Çok Çalınan Şarkı ödülünü almıştır.
Bengü, 2014 yılının ekim ayında İkinci Hal adını verdiği 7. stüdyo albümünü piyasaya çıkarmıştır.Çıkış |
şarkısı Sahici, çıktığı hafta Resmi Türkiye listesi'ne 3 numaradan girmiş ve toplam 5 hafta zirvede kalmıştır.
Bengü, 2014 yıl sonu açıklanan verilerle toplam 10 hafta Resmi Türkiye listesi'nde 1 numara olarak 2014'ün en çok zirvede kalan 2. sanatçısı olmuştur. Bengü, TelifMetre'nin verilerine göre 2014'ün TV'lerde en çok yayınlanan kadın sanatçısı olmuştur.İkinci Hal'den yayımlanan Feveran adlı şarkısı DMC'den 2015 yılında Dijital platformda başarısından dolayı Altın Plak almıştır.
2000 yılından günümüze kadar Korkumdan Ağladım, Korkma Kalbim, Unut Beni (şarkı), Ağla Kalbim, Gezegen (şarkı), İki Melek, Kocaman Öpüyorum, Aşkım (şarkı), , Haberin Olsun (Bengü şarkısı), Yaralı, Saygımdan, Sahici,Feveran,Hodri Meydan ve Sığamıyorum gibi birçok şarkısı hit oldu ve bugüne kadar 7 albüm 5 single olmak üzere 12 proje yayınlayan Bengü, müzik yaşamında yüzlerce adaylığın yanı sıra birçok ödül sığdırmıştır. Adaylıkları arasında 4 Kral TV Video Müzik Ödülleri adaylığı, 2 Balkan Music Awards adaylığı, ödülleri arasında 1 Kral TV ödülü, 1 MÜYAP Müzik Ödülü ve 1 TTNET Müzik ödülü bulunmaktadır.
Yaklaşık üç buçuk yıllık bir albüm çalışmasının ardından birinci albümü olan "Hoş Geldin"i Temmuz 2000'de piyasaya sürdü. Kenan Doğulu, Şehrazat ve Ümit Sayın, Yıldız Tilbe gibi önemli müzisyenlerin imzası bulunan albümde 9 şarkı ve bir remix bulunuyor.Albümdeki bütün düzenlemeler Ozan Doğulu tarafından yapılmıştır.Albümde vokal olarak Cihan Okan, Sıla gibi isimler bulunmaktadır.Albüm'ün tüm görselleri Koray Kasap tarafından çekilmiştir.Bengü bu albümle yurt içinde ve yurt dışında olmak üzere 300'e yakın konser vermiştir. Bengü, 2001 yılında düzenlenen 7. Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde "En iyi çıkış yapan kadın" dalında aday olmuştur.
Bengü asıl çıkışını, 2005 yılında ikinci albümü olan "Bağlasan Durmam" ile yapmıştır. 5 Yıllık aranın ardından Dokuz Sekiz Müzik'le anlaşan Bengü, müzik direktörlüğünü Suat Aydoğan'ın yaptığı albümde Serdar Ortaç, Gökhan Şahin, Sibel Alaş ve Hakkı Yalçın gibi önemli isimlerle çalışmıştır. Bengü, albüm'de yer alan Korkumdan Ağladım,Gel Gel, Ciddi Ciddi sözü ve müziği kendisine ait olan Müjde ve albümle aynı adı taşıyan Bağlasan Durmam şarkılarına klip çekmiştir. 12. Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde En İyi Pop Kadın Sanatçı dalında aday gösterilmiştir. Yılın en çok satan albümlerinden biri olan Bağlasan Durmam yıl sonuna kadar 52.000 satmıştır. Bağlasan Durmam, albümü NTV tarafından 2000'lerin en iyi Türkçe albümlerinden biri olarak gösterildi.
2007 Yılında çıkardığı "Taktik" albümü ile kariyeri'nin zirvesine oturan Bengü, albümde Serdar Ortaç, Adnan Fırat, Kutsi, Alper Narman, Fettah Can gibi isimlerle çalışmıştır.Ayrıca Bengü sözü ve müziği kendisine ait "Yolcu" isimli şarkıya da bu albümde yer vermiştir.Alümden çıkan ilk klip sözü ve müziği Serdar Ortaç'a düzenlemesi ise Suat Aydoğan'a ait olan Korkma Kalbim müzik dünyasına bomba gibi düşmüştür. Şarkı'nın klibindeki bikinili sahneleri ile gündemden düşmeyen Bengü tıklanma rekorları kırmıştır. Şarkı büyük başarısı ile Mü-Yap Müzik Endüstüri Ödülleri'nde dijital sertifika almıştır. Ayrıca Korkma Kalbim 136.430'luk indirilme oranı ile 2007'nin en çok indirilen 13. şarkısı oldu. Albümün ikinci klibi sözü ve müziği Adnan Fırat'a ait Unut Beni şarkısına çekildi, şarkı yurtiçinde ve yurtdışında olmak üzere büyük başarı yakaladı.Albümde yer alan daha önce demosunu Hande Yener'in seslendirdiği "Ağla Kalbim" şarkısı dönemin popüler dizisi Doktorlar'da yayınlandığı andan itibaren özel ilgiyle karşılaştı.Klipsiz kalmasına karşın Türk popüler müziğinin klasikleşmiş eserlerinden biri oldu.Taktik albümü 100.000'e yaklaşan satış rakamıyla yılın en çok satan albümlerinden biri olmuştur. Bengü, bu albümle 14. Kral TV Video Müzik Ödülleri'nde "en iyi pop kadın" dalında aday olmuştur.
2008 yazında 4.stüdyo albümü "Gezegen"i dinleyicilerinin beğenisine sunan Bengü eleştirmenler ve dinleyicilerden olumlu yorumlar almıştır.Albümde Serdar Ortaç, Adnan Fırat, Altan Çetin ve İlhan Şeşen gibi isimlerin imzası bulunmaktadır. Albümün ilk klip şarkısı albümle aynı taşıyan sözü ve müziği Serdar Ortaç'a aranjesi Suat Aydoğan'a ait olan Gezegen'e Murat Küçük yönetmenliği'nde kliplenmiştir.Şarkı, eleştirmenler, radyocular ve dj'ler tarafından "2008'in en iyi şarkıları"ndan biri olarak gösterilmiştir. Albüm yıl sonuna kadar 35.000 satış rakamına ulaşmıştır.
2009 yılında ise 5. albümü "İki Melek"i, Avrupa Müzik etiketiyle piyasaya sürmüştür. Albümde Serdar Ortaç, Şehrazat, Sinan Akçıl ve Yalın gibi isimlerle çalışmıştır. Yıl'ın en iyi albümleri'nden biri olan ve yıla damgasını vuran bu albümden çıkan ilk iki video, "İki Melek" ve "Kocaman Öpüyorum" Billboard Türkiye listelerinde 1 numaraya yükselmiş ve toplam 7 hafta birincilik kazandırmıştır Bengü'ye.2009 yılı içerisinde sanatçı bu albümüyle 13. İstanbul FM Müzik Ödülleri'nde "En İyi Pop Kadın Sanatçı" ödülünü almayı başarmıştır.Aynı yıl düzenlenen Siyaset Dergisi Ödülleri'nden "Yılın Şarkısı" ve birçok çeşitli organizasyon ve üniversite kurulaşlarından "Yılın Albümü" ödüllerini almıştır. "İki Melek" albümü Hürriyet gazetesinin hazırladığı "2009'un En İyi 10 Yerli Albümü" listesinde 6. sırada yer aldı. Albüm yıl sonuna kadar 125.000 satış rakamına ulaşmış olup Bengü'ye Altın Plak kazandırmıştır.
2010 Yılın'ın yaz ayları'nda ise Sırada Sen Varsın adlı maxi single çalışmasını çıkardı.Bengü bu single çalışması ile 14. İstanbul FM Altın Ödülleri'nde En İyi Single ödülünü almayı başarmıştır. Çıktığı ilk 25 günde 40.000 satışa ulaşan single Bengü'nün kariyerine büyük katkı sağlamıştır.
Bengü, 2011 yılının başında yayınlanan Suat Ateşdağlı'nın proje albümünde "Artık Sevmeyeceğim" isimli şarkıyı seslendirmiştir.
Bengü 2011'de çıkarmış olduğu "Dört Dörtlük" albümünde Sinan Akçıl, Şehrazat, Ersay Üner gibi isimlerle çalışmıştır.Albümün çıkış parçası olan Aşkım şarkısı ile oldukça büyük beğeni toplamıştır.Şarkı çıktığı gün sosyal paylaşım sitesi Twitter'da "trends topic" listesine girmiştir. Bengü, Aşkım şarkısı ile Google Zeitgeist 2011 verilerine göre yılın en çok aranan şarkısı ve sanatçısı başarısınıda elde etti.
Bengü Dört Dörtlük Albümü'nün 2. video klip çalışması olan 'ün çıkmadan önce yayınlana promo fotoğrafı'yla Sanal alemde büyük ilgi gördü. Bengü albümünün 3. video klibini ise yine sözü ve müziği Sinan Akçıl'a ait olan "Kalbi Olan Ağlıyor" şarkısına Salih Singin yönetmenliği'nde çekti. Albüm yıl sonuna kadar Mü-yap verilerine göre 25.000 satmıştır. Albüm Bengü'nün Avrupa Müzik'ten çıkan son çalışmasıdır.
Bengü, 2012 yılının son aylarına doğru 2. single'ı olan Anlatacaklarım Var'ı piyasaya sürmüştür. Avrupa Müzik'ten ayrılıp kendi markasını temsil edecek olan BNG Müzik'i kuran Bengü aynı zamanda DMC ile anlaşmıştır. Single'da sözü ve müziği Zeki Güner'e ait olan Haberin Olsun ve Yaralı şarkılarına yer vermiştir. Versiyonlarla birlikte toplam 7 şarkının bulunduğu albümün aranjörlüğünü Mustafa Ceceli üstlenmiştir. İlk klip Haberin Olsun'a Nihat Odabaşı yönetmenliğinde çekilmiştir. Albümün ikinci klibi ise yine sözü ve müziği Zeki Güner'e ait Yaralı şarkısına çekilmiştir. Yaz aylarının hareketli şarkıları arasından sıyrılıp zirveye yerleşen Yaralı 7 hafta Resmi Türkiye listesinde 1 numara olarak yılın en çok çalan şarkıları arasında ilk 3'e yerleşti. Şarkının klibi ise 15 milyon tıklanma grafiği gösterdi.Bengü, single'ın başarısı nedeniyle 19. Siyaset Dergisi Ödülleri'nde En İyi Single ödülünü kazanmıştır.Ayrıca Yaralı şarkısı 2014 yılında düzenlenen 2. Türkiye Müzik Ödülleri'nden Radyolarda En Çok Çalınan Şarkı ödülünü almıştır.
2013 yılının ilkbahar aylarında kliplenen "Yaralı" şarkısı ile Resmi Türkiye listesinde 7 hafta zirvede kalan Bengü, bu şarkıdan sonra üçüncü single çalışması için çalışmalara başlamıştır. 2013 yılının kasım ayında "Saygımdan" ismini verdiği single çalışması ile sevenlerinin karşınısına çıkan Bengü yine büyük beğeni toplamıştır. Şarkının sözü ve müziği Zeki Güner, düzenlemesi Mustafa Ceceli imzası taşımaktadır. Şarkının klip yönetmenliğini Burak Ertaş üstlenmiştir. Singlenın yapımcılığını kendi şirketi BNG Müzik ve DMC yapmıştır. Şarkı 2013 yılının son haftalarında Resmi Türkiye listesinde 2 numarada yer alırken 2014 yılının başlarında 5 hafta boyunca zirvede yer almıştır. Şarkı, birçok radyo ve tv top listelerinde en üst sıraya yerleşmiştir. Saygımdan ve Yaralı'nın başarısının ardından Bengü, 2. Türkiye Müzik Ödüllerinde En İyi Kadın Sanatçı kategorisinde adaylık kazanmıştır.
Bengü, 2013 yılında yayınlanan Erdem Kınay'nın proje albümünde "Kolay Gelsin" isimli şarkıyı seslendirmiştir.
Albümde 10 şarkı 1 versiyon olmak üzere 11 şarkı bulunmaktadır. Albümün çıkış şarkısı olarak sözü ve müziği Zeki Güner, düzenlemesi Mustafa Ceceli'ye ait olan "Sahici" seçilmiştir. Şarkı ilk kez 23 Eylül 2014'te yayımlanmıştır. Çıktığı ilk 3 gün içinde yasal platformlarda "en çok indirilen", çıktığı ilk 1 hafta içindede "en çok dinlenen ve indirilen" şarkı olmuştur. Şarkı, i-Tunes, Avea Müzik, Turkcell Müzik ve TTnet Müzik'te 1 numaraya yükselmiştir. Şarkı ikinci haftasında radyo ve tv'de en çok yayınlanan eserleri belirleyen Music TopTR listesine ikinci sıradan girmiştir. Sahici şarkısı ayrıca i-Tunes / Türkmenistan Top Songs listesinde 1 numaraya çıkmıştır.İkinci klip albümle aynı ismi taşıyan "İkinci Hal" şarkısına, 2 Nisan 2015'te üçüncü klip "Feveran" adlı şarkıya çekilmiştir.Şarkı Resmi Türkiye Listesinde 5 numaraya yükselmiştir.Son klip ise 1 Aralık 2015'te "Kapıda Yalnızlık" şarkısına çekilmiştir.
Yine bu albümde Şehrazat, Deniz Erten, Serkan Kavuşan gibi isimlerin sözlerine yer verirken aranjmanlarda Murat Yeter, Barış Özesener, Erdem Kınay ve Çağatay Şen ile çalışılmıştır. Albümde Bengü'nün 2011 yılı çıkışlı Dört Dörtlük albümünde seslendirdiği "Kadar" şarkısı Emre Aydın düeti ile yer almaktadır. Albümde ayrıca Bengü'nün birçok ödüle layık gören single albümlerinde yer alan Yaralı ve Saygımdan şarkılarına da yer verilmiştir.
Albüm satış listelerine ilk 5'ten girmeyi başarmıştır. İkinci Hal albümü, TTNET Mü |
zik tarafından "'Yılın Albümü" seçilmiştir.
Hodri Meydan, Bengü'nün 4 Mart 2016 tarihinde DMC etiketiyle çıkan 5. teklisidir.Şarkının sözü Deniz Erten, müziği Toylan Kaya, düzenlemesi ise Erdem Kınay'a aittir.Dijital platformlarda 7 Mart'ta yayımlanmıştır.Klipte Bengü'ye Demet Özdemir'de eşlik etmiştir. Klip,Ümraniye platolarındaki eski kablo fabrikasında 5 ayrı mekanda çekilmiştir.Klibin yönetmenliğini ise Gülşen Aybaba üstlenmiştir.Şarkı yayımlandığı ilk hafta TTNET Müzik / En Çok Dinlenen 100, TTNET Müzik / En Çok İndirilen 100 listesinde 1 numara olmuştur.CD olarak ise 25 Mart'ta satışa sunulduğu ilk hafta D&R listesine 1 numaradan giriş yapmıştır.Şarkı birçok radyo ve müzik kanallarında 1 numara olmuştur.
Sığamıyorum, 28 Haziran`da klip ile aynı günde dijital platformda yayımlanmıştır.Şarkının sözü ve müziği Zeki Güner, düzenlemesi ise Mustafa Ceceli'ye aittir.Klip yayımlandığı ilk hafta 5 milyon izlenme barajını geçmiştir.Şarkı yayımlandıktan 3 hafta sonra Resmi Türkiye Listesine 3 numaradan giriş yapmıştır.
10 Haziran 2012 tarihinde Ankara konseri dönüşünde, TEM otoyolunda bir kaza yaşamıştır. Kazada Bengü'nün koruması Ümit Özer yaşamını yitirmiştir.
Bengü, müzik hayatı boyunca çıktığı birçok programda değişik isimlerle düet yapmıştır.Ümit Besen'le "Seni Unutmaya Ömrüm Yeter Mi?", Coşkun Sabah'la "Anılar", Bülent Ersoy'la "Kum Gibi", Ferdi Özbeğen'le "Dilek Taşı", Selami Şahin'le "Özledim" ve Volkan Konak'la yaptığı "Belalım" şarkısına düeti yapmıştır.
Bengü, kariyeri boyunca çalışmaları sayesinde çok sayıda ödül kazandı veya aday gösterildi. Kral Türkiye Müzik Ödülleri'nde (eski adıyla Kral TV Video Müzik Ödülleri) birçok ödüle adaylık gösterildi, ancak kendisi bunlardan yalnızca bir tanesini kazanabildi. 2010'da Balkan Müzik Ödülleri'nde Balkanların En İyi Kadın Sanatçısı ve Balkanların En İyi Şarkısı dallarında aday gösterildi.
2007 yılında çıkardığı Taktik albümü'nün çıkış şarkısı "Korkma Kalbim"le Müyap'tan dijital sertifika kazandı. 2009 yılında yayınladığı ve 125.000 satışa ulaştığı İki Melek albümüyle Altın Plak almayı başardı. 2011'de 500.000 kişinin oy kullandığı Algida'da anketinde en sevilen kadın sanatçı seçildi. 2012'de açıklanan verilerle 2011'de Google'da en çok aranan şarkı ve sanatçı unvanını kazandı.
Floridsdorf
Floridsdorf (), Viyana'nın 21. Merkez İlçesi'dir.
İsmini 1786 yılında 26 aile ile bu bölgeye yerleştirilmiş Hristiyan bir tarikat olan Floridus Leeb adlı gruptan almıştır. Genelde tarım ile geçinen halk zamanla hızlı bir şekilde gelişen sanayinden payını almış ve 8 mayıs 1894 yılında "Donaufeld, Jedlesee, Neu-Jedlersdorf" ve "Floridsdorf" adlı bölgeler birleştrilip Floridsdorf adı altında Viyana'ya bağlanmışdır.
Zamanla yerleşim olsun veya sanayileşme olsun geniş topraklarından dolayı Aşağı Avusturya Eyaleti 'ne başkent yapılması bile gündeme gelmiştir. Ama Viyana'nin buna karşı çıkması ile gerçekleşememiştir.
23 kasım 1837 yılında Kayzer Ferdinand Nordbahn adlı Floridsdorf ile Deutsch-Wagram şehirleri arasına döşenen demiryolu, Avusturya'da demiryollarının yapımını hızlandırmıştır.
Heinz Lehner (SPÖ)
SPÖ 35
FPÖ 10
ÖVP 8
Yeşiller 6
BZÖ 1
Floridsdorf (Almanca)
Brigittenau
Brigittenau (), Viyana'nın 20. Merkez İlçesi'dir.
Topraklarının büyük bir bölümünü Tuna nehrinin bataklıklarının kurutulması ile kazanmış ve uzun yıllar Leopoldstadt adlı diğer merkez ilçenin yönetiminde kalmıştır. 1900 yılında "Schottenau, Wolfsau, Taborau" ve "Zwischenbrücken" adlı yerleşim yerleri birleştrilip Brigittenau adı altında Viyana'ya bağlanmıştır. İsmini bu bölgede bulunan Brigittakapelle'den almaktadır.
Konuşulan Diller
Almanca %64,9
Türkçe %15,3
Sırpça %9,4
Brigittenau'daki Dinler
Roma Katolik %42,4
mezhepsiz %24,7
İslam %14,1
Ortodoks %8,4
Brigittenau (Almanca)
Soya
Soya ("Glycine max"), baklagiller (Fabaceae) familyasından 1 - 1,5 m boyunda, kısmen sarılıcı, dallanmış, bir yıllık, Çin ve Japonya'da geniş ölçüde ziraati yapılan bir bitki. Dünya'nın başka yerlerine de dağılıp değer kazanması 20. yüzyıl'da gerçekleşmiştir. Tohumlarından sıvı yağ ve margarin hâlinde kullanılan yemeklik bir yağ çıkarılır.
Soya, kazık köklü bir bitkidir. Kuvvetli bir saçak kök sistemi mevcuttur. Kökleri genellikle 60–70 cm olmakla birlikte 2 metre olanları da görülmüştür. Bitki boyu 60–150 cm arasında değişir. Sapı 10-15 boğumdan oluşur. Soya yaprakları üç yaprakçıktan oluşur. 3,5 cm uzuklukta ve 1 cm kalınlıkta baklalara sahiptir. Bir soya bitkisi genellikle 35-40 baklaya sahipken seyrek ekimlerde bu sayı 200'ün bile üstüne çıkabilmektedir. Tohumlarının (tanelerinin) rengi yeşilin değişik tonlarından siyah, sarı ya da kahverengine varabilen alacalı renkte olabilir.
Soya, %18-24 oranında yağ ve %35-45 oranında protein içerir. %30 karbonhidrat ve %5 oranında mineral, çok sayıda vitamin ve değerli aminoasitler içerir.
Soya bitkisi, farklı iklim bölgelerine uyumludur. Dünyanın pek çok yerince başarıyla yetişmektedir. Yine de en iyi verim Mayıs-Eylül ayları arasında sıcaklığın 25 °C olduğu iklimlerde alınır. 18 °C’nin altındaki ve 40 °C’nin üstündeki sıcaklıklar soyanın
gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir.
Soya, çok kumlu topraklar hariç, değişik toprak türlerinde yetişebilir.
Soya fasulyesi 5000 yıl önce Doğu Asya ovalarında keşfedilmiş olup genetik orijin merkezi Çin ve Mançurya'dır. 11 ve 17. yüzyıllar arasında Doğu Çin'de yetiştirilmeye başlanan soya bitkisi zamanla Japonya, Vietnam, Filipinler, Tayland, Malezya, Nepal ve Hindistan'a yayılmıştır.
17. yüzyılın başında Avrupa'ya getirilmişse de verimli olarak yetiştirilememiştir. 1804'te ABD sınırlarında yetiştirilmeye başlanmıştır. 1919-1924 yılları arasında ABD'de 8 eyalette birden soya ekimi yapılmış ve zamanla 26 eyalete yayılmıştır. Günümüzde de soya tarımı en çok ABD'de gelişmiştir.
Soyanın Türkiye'ye gelişi ise 1930'larda gerçekleşmiştir. 1982 yılında ise Bakanlar Kurulu kararı ile üreticiye teminat verilmeye başlanmıştır. Adana ve Osmaniye illeri Türkiye'deki soya üretiminin %80-85'ini karşılamaktadır.
Soya, dünyayı besleyen 5-6 bitkisel üründen birisidir. Proteince zengin olup oldukça besleyicidir. Dünya’da en fazla üretilen ve tüketilen yağ soya yağı, yem sanayisinde en fazla kullanılan hammadde ise soya küspesidir. Sütü, peyniri, sosu, dondurması, eti vb. pek çok ürün üretilmektedir. Toprağa azot kazandırarak kendisinden sonra ekilecek bitkilerin verimini arttırır.
Soya bitkisi, ayrıca biyoyakıt üretiminde de yoğun olarak kullanılır.
Soyanın insan sağlığına faydalı mı yoksa zararlı mı olduğu tartışılmıştır. Soyanın insan sağlığına pek çok faydası olduğu gibi bazı zararlarının da olduğu iddia edilmiştir.
Besleyici olması ve doymuş yağ içeren hayvansal proteinlere alternatif olması nedeniyle oldukça faydalıdır. Sağlıklı bir beslenme için kadınlar günde 46 gram, erkeklerse günde 56 gram protein tüketmelidir. Bu protein ihtiyacı soyadan sağlanabilir. Soya, omega-3 yağları, çoklu doymamış yağ, B vitamini, demir, çinko, anti-oksidanlar, fotokimyasallar ve lif bakımından zengin olup insan sağlığına yararlıdır. Vejetaryenler için mükemmel bir protein kaynağıdır.
Soyanın bazı yönlerden insan sağlığına zararlı olduğu iddia edilmişse de bu konuda kesin bir kanıt bulunmamaktadır. Bu iddialardan birisi, soyanın meme kanserini tetiklediği iddiasıdır. Soyanın içindeki östrojen hormonuna benzer etkideki maddeler meme ve endometrium kanserini tetikleyebilmektedir. Fakat bu etki zaten başka tür kanser yaşayan hastalarda görülmektedir. Üstelik bunun için "bol" miktarda tüketim gerekmektedir.
Soya, başta veganlar olmak üzere herkes için hayvansal ürünlere alternatiftir. Soya sütü ve soya unu, bilinen süt ve una alternatiftir. Soya köftesi, soyanın içerdiği bileşikler nedeniyle et köftesine alternatif olup, içerdiği protein nedeniyle oldukça besleyicidir. Tofu hayvansal peynire alternatif bir soya peyniridir.
Soyanın unu, sütü, köftesi ve peynirinin yanı sıra yoğurdu ve ekmeği de yapılmaktadır. Soya yağı, dünyadaki en yaygın bitkisel yağlardandır. Soya fasulyesi, soya soslu brokoli, soyalı piliç, soya çorbası başta olmak üzere çok sayıda soyalı yemek tarifi mevcuttur.
Klimakterik şikayetlerin giderilmesinde soya kullanımı
Houston
Houston ( /ˈhjuːstən/), Amerika Birleşik Devletleri'nin en büyük dördüncü, Teksas eyâletinin en büyük şehri olan kent. 1600 kilometrekare alana kurulu olan kentin 2010 sayımına göre 2,099,451 kişi nüfusu vardır.
Houston 1836 yılında kurulmuştur. Kurucular John Kirby Allen ve Augustus Chapman Allen'dır. Şehir 5 Temmuz 1837 tarihinde tüzel kişilik kazanmıştır. Adı eski Teksas Cumhuriyeti başkanı Sam Houston'dan gelmektedir. 1901 yılında bölgede petrol bulunmuştur. Ayrıca şehir bir "Beta- küresel kent"tir.
Ekonominin ana sektörleri enerji, üretim, havacılık, ulaşım ve sağlık sektörleridir. Şehir sonbahar aylarında bazen hortumlar da taşıyabilen süper hücrelerce vurulmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri'nin diğer kentlerinden farklı olarak zengin etnik yapısıyla ve kosmopolit nüfusuyla ayrıca da bir öneme sahip olan Houston; Türkiye dışında tamamen özel girişimciler tarafından kurulan en büyük kültür merkezi olan Raindrop Turkish House'a da ev sahipliği yapmaktadır.
Houston'un 17 tane kardeş şehri vardır:
Philadelphia
Philadelphia, Amerika Birleşik Devletleri'nin Pensilvanya Eyaleti'nin en doğusunda bulunan eyaletin en büyük, ABD'nin ise 5. büyük şehridir. ABD'nin ilk başkentidir. 1790-1800 yılları arasında başkentlik yapmıştır.
ABD'nin eski başkanlarından Thomas Jefferson, başkan olmadan önce ve başkanlığı sırasında bu şehirde yaşamış ve çeşitli bilimsel ve siyasal çalışmalar yapmıştır.
"Declaration of Independence" olarak adlandırılan, bağımsızlık bildirgesi burada imzalanmıştır.
NFL takımlarından Philadelphia Eagles, NBA takımlarından Philadelphia 76ers, MLB takımlarından Phillies ve NHL takımlarından Flyers maçlarını Philadelphia Şehrinde, Sport Complex olarak adlandırılan, tüm statların yan yana olduğu, bir bölgede oynar.
South Street ve Market Street olarak adlan |
dırılan iki çok büyük caddesi, birçok alışveriş merkezini, barları ve cafeleri üzerinde barındırır.
Şehirde çok sayıda resim-heykel akademisi vardır, şehrin her yerinde heykel görmek mümkündür.
Amerika'nın en büyük Kablo TV ve internet sağlayıcılarından olan Comcast şirketinin genel merkezi bu şehirdedir. Bu şirkete ait Comcast Building şehirdeki en yüksek binadır.
Rocky-1 filminde, Rocky'nin koşarak merdivenlerini tırmandığı Museum of Art buradadır.
Amerika'nın en eski sinema salonu bu şehirde bulunmaktadır. "State Theatre of Pennsylvania" ismindeki bu salonda 2006 senesinde 197. sezon film gösterimi yapılmıştır.
Philadephia, Güneydoğu Pensilvanya Ulaşım yetkisi (SEPTA) tarafından, işletilen otobüsler, trenler, hızlı nakliyeler ve tramvaylar ile baştanbaşa hizmet vermiş bir şehirdir. Philadelphia, 4 şehir dışı ikamet bölgesi olan Bucks County, Chester County, Pensilvanya, Delaware County, Pensilvanya, Montgomery County, Pensilvanya; ayrıca Mercer County, New Jersey, New Castle County, Delaware ilinin bakımlarını yapan bir şehirdir. Şehrin metrosu 1907 yılında açılmış ve şu anda Amerika Birleşik Devletleri'ndeki en eski 3. metro istasyonudur.
Philadelphia'nin resmen 12 tane kardeş şehri vardır:
[[Kategori:Philadelphia| ]]
[[Kategori:Pensilvanya'daki şehirler]]
[[Kategori:Pensilvanya'daki il merkezleri]]
[[Kategori:Eski Amerika Birleşik Devletleri'nin eyaletlerin başkentleri]]
[[Kategori:39° K]]
[[Kategori:75° B]]
Phoenix
Phoenix, ABD'nin en büyük 5. şehri ve Arizona eyâletinin en büyük şehridir. Uzun yıllar boyunca yerli halkın hakim olduğu bölge, Avrupalılar'ın kıtaya gelmesinden kısa süre sonra, keşfedilerek ABD topraklarına dahil edilmiştir. 1881'de şehir ilan edilen Phoenix, yıllar geçtikçe büyümesine devam etti. Doğal kaynakların yoğun olması ve doğu-batı ulaşım hatları üzerinde yer alması, Phoenix'i bir metropol kıldı. Günümüzde şehir, Amerika Birleşik Devletleri'nin en büyük 10 kentinden biri haline gelmiştir.
Döbling
Döbling (), Viyana'nın 19. Merkez İlçesi'dir.
Şerhin kuzey tarafının büyük çoğunluğunu kaplayan bu ilçe, 1893 yılında "Unterdöbling, Oberdöbling, Grinzing, Heiligenstadt, Nussdorf, Josefsdorf, Sievering" ve "Kahlenbergerdorf" adlı yerleşim yerlerini içine alacak şekilde birleştirilib Döbling adı altında Viyana'ya bağlanmıştır. Daha sonra 1938 yılında diğer ilçe Waehring'in bölgeleri olan "Neustift am Walde" ve "Salmannsdorf", belli yerleri olmak kaydı ile konumlarından dolayı Döbling'e intikal etmiştir.
Viyana Belediyesi düz alanının azlığından zor olmuş olsa da, nüfusu belli bölgelere yaymak için 1927 ile 1930 yılları arasında 1382 dairelik Karl-Marx-Hof sosyal konutlarını yapabilmiştir.
Günümüzde üzüm bağlarının bulunması, yapılaşmanın belli bir düzeyde kalması ve genelde tek ailelik evlerin bulunmasından dolayı, belli bir kesimin yaşadığı bir ilçedir. Döbling'de ayrıca Heuriger denilen şarap mahzeninden ve lokantadan oluşan eğlence yerleri kışın sevilerek gidilen yerlerdir.
Döbling Semti Avusturya Halk Partisi'nin kalesidir. Döbling kibar bir semtidir.
Adolf Tiller (ÖVP)
ÖVP 20
SPÖ 16
Yeşiller 6
FPÖ 4
hohe warte
Döbling (Almanca)
Dallas
Dallas, ABD'nin dördüncü en kalabalık nüfuslu metropolitan alanının en büyük şehri olup, Teksas eyâletinde yer almaktadır. Şehir nüfus bakımından ABD'nin en büyük dokuzuncu, Teksas'ın ise Houston ve San Antonio'dan sonra üçüncü en büyük şehridir. Şehir, tarihi boyunca petrol ve pamuk sanayisi ile çok sayıdaki demiryolu hattının geçtiği bir yerde olması sebebiyle öne çıkmıştır. 2010 yılı ABD Nüfus Sayımı'na göre Dallas'ın nüfusu 1,197,816 kişidir. ABD Sayım Bürosu'nun 2014 verilerine göre ise şehrin nüfusu 1,281,047 kişiye yükselmiştir.
Şehir, 1 Temmuz 2014 itibarıyla 6,954,330 nüfusa sahip olan 12 county'lik Dallas–Fort Worth–Arlington metropolitan alanının ekonomik merkezi durumundadır. Bu alan 1 Temmuz 2013 - 1 Temmuz 2014 dönemi arasında gerçekleştirdiği 131,000 kişilik artışla Houston–The Woodlands–Sugar Land metropolitan alanından sonra ülkenin en çok büyüyen ikinci metropolitan alanıdır. Şehrin ekonomisi ağırlıklı olarak bankacılık, ticaret, telekomünikasyon, bilgisayar teknolojileri, enerji, sağlık, tıbbi araştırmalar, ulaşım ve lojistiğe dayanır. Dallas, aralarında AT&T, Texas Instruments, Dean Foods, Southwest Airlines gibi Fortune 500 listesinde yer alan şirketlerin genel merkezlerine ev sahipliği yapmaktadır.
Dallas civarına Avrupalı ülkelerden önce binlerce yıl çeşitli yerli kültürler hükmetti. İspanyol sömürgecilerin 16. yüzyılda bu bölgenin Nueva España Genel Valiliği'ne ait olduğunu iddia etmesinden önce Caddo halkı bölgeye iskân etmişti. Bölge için Fransız Sömürge İmparatorluğu da hak talebinde bulunsa da 1819 yılında Birleşik Devletler ve İspanya arasında imzalanan Adams–Onís Anlaşması ile bölge İspanya'ya bırakıldı. İki yıl sonra Meksika'nın İspanya'dan bağımsızlığını elde etmesiyle bölge Coahuila y Tejas eyaletinin bir parçası haline geldi. 1836'da ise Teksas Cumhuriyeti'nin bağımsız bir devlet olmasıyla bu devletin sınırları içinde kaldı.
1839'da John Neely Bryan adındaki bir tüccar yerlilerle ticaret yapabilmek için bir ticaret merkezi ararken günümüzdeki Dallas civarını haritaladı. Bryan'dan sonra Dallas'a yerleşmeler başladı. 1845'te Teksas Cumhuriyeti'nin Birleşik Devletler'e dahil edilmesiyle Dallas County kuruldu. 2 Şubat 1856'da da Dallas şehir oldu.
Demiryollarının inşa edilmesiyle 19. yüzyılın sonlarına doğru Dallas, ekonomi ve ticaret merkezi konumuna geldi. 20. yüzyılın başlarında petrolün bulunmasıyla sanayi şehri olan Dallas, birçok çevre bölge ve eyaletlerden nüfus göçü aldı.
Dallas tarihinin en önemli olaylardan biri 22 Kasım 1963'te yaşandı. Teksas gezisinin ikinci durağı için Dallas'a gelen 35. ABD Başkanı John F. Kennedy araba konvoyu esnasında Elm Street üzerindeki Dealey Plaza'yı geçerken başından vurularak öldürüldü.
Dallas metropolitan alanı sporda ön planda olan bir alandır. Alanın farklı dallarda beş büyük spor kulübü vardır. Bunlar; Dallas Cowboys, Dallas Mavericks, Texas Rangers, Dallas Stars ve FC Dallas'tır.
Dallas 6 kardeş şehre ve 5 dostluk şehre sahiptir.
San Antonio
San Antonio, ABD'nin en büyük 7. şehri ve Teksas eyâletinin en büyük 2. şehridir. Etrafındaki varoşlarıyla Metropoliten San Antonio nüfusu ABD'de 24. büyük metropoliten bölgeyi oluşturur.
San Antonio "Los Alamos" Misyon/Kalesi, "İspanyol Misyonları", "Nehir Yürüyüş Yolu", "Amerikas Kulesi", "Teksas Bowl Stadı" ve "SeaWorlde" ve "Altı Bayrak Fiesta Teksas" tema parkları ile şehir ("San Antonio Kovensiyon ve Misafirler Bürosu" bilgilerine göre) yılda yaklaşık 28 milyon turist ziyaretçi çekmektedir. Şehirde "NBA basketbol" liginde beş defa şampiyon olan San Antonio Spurs takımı bulunmakta ve ülkenin en büyük rodeo yarışması her yıl "San Antonio Stock Show & Rodeo" olarak organize edilmektedir.
San Antonio'da Amerikan askeri güçleri çok önemlidir. Şehirde "Fort Sam Houston", "Lackland Hava Üssü", "Randolph Hava Üssü", ve "Brooks City Üssü" ve şehrin yakınlarında "Camp Bullis" ve "Camp Stanley" kışlaları bulunmaktadır.
Amerika'nın en büyük özel sektör firmalarının sıralandığı "Fortune 500" listesinde bulunan 5 firmanın merkezi San Antonio'dadır. Şehirde bulunan "South Texas Medical Center (Güney Teksas Tıp Merkezi)" güney Teksas bölgesinde tek tip araştırma merkezi olup büyük bir araştırma hastanesi merkezidir.
Amerika'nın yerli kızılderilileri San Antonio mevkinden nehir kenarında yerleşke kurmuşlar ve bu yöreye "Yanaguana (Serinleyici Su)" adını vermişlerdi.
1691'de bir İspanyol kesif grubu başlarında misyoner papazlar olarak bölgeye Aziz "San Antonio de Padua"'nın isim günü olan 13 Haziran'da gelmişler ve buradaki nehre San Antonio ismini vermişlerdir.
Bu nehir kenarındaki ilk İspanyol yerleşkesi 1718'de Papaz Antonio Olivares tarafından "San Antonio de Valero Misyonu" adı altında kurulmaya başlanmıştır. Bu misyon etrafındaki araziye Kanarya Adaları'ndan gelen birçok İspanyol göçmen yerleşmiş ve bu yerleşke bir İspanyol kolonisi niteliğini almıştır.
19. yüzyıl başlarında doğudan ABD'den gelen göçmenler 1810'da istiklalini ilan eden ve 1821'de bir devlet olarak kabul edilen Meksika'ya ait olan Teksas arazilerine gözlerini dikmişlerdir. Bu ülkenin diktatörü ve 11 defa cumhurbaşkanı olan General Antonio López de Santa Anna idaresine karşı ABD asıllı göçmenler, 2 Mart 1836'da Teksas'ın Meksika'dan bağımsızlığını ilan etmişler. General Santa Anna isyanı bastırmak San Antonio'da bulunan ve göçmenlerce pekiştirilen "Los Alamos" misyonunu sarmış ve bu binayı ele geçirme sırasında isyancıları öldürmüştür. Böylece San Antonio ve Los Alamos katliamı önce Teksaslılar ve sonra Amerikalılar tarafından bir mitik bina sembolü haline geçmiştir. Günümüzde San Antonio ve şehrin tam ortasında bir müzeye dönüştürülen Los Alamos misyon/kalesi ve diğer misyon binaları bu olay dolayısıyla binlerce Amerikalı turist çekmektedir.
1836'da Meksika'ya karşı galip gelen ABD asıllı halk Teksas'ı bağımsız cumhuriyet olarak ilan etmişlerdir. 1845'te ise Teksas ve San Antonio Amerika Birleşik Devletleri'ne katılmıştır.
Mevsimlik rüzgar yönüne bağlı olarak San Antonio iklimi kuru ve nemli olarak değişir. Yazlar sıcaktır. İlkbahar ve sonbahar ayları genellikle ılıktır ve sonbaharda yağmurlu olabilir. Kışlar kuzeyden inen hava cephelerine göre ya kuru ılık ya da soğuktur. Kış ısı ortalaması 15 °C olmakla beraber, soğuk geceler ve yağış olursa serin akşamlar ortaya çıkması da olasıdır. San Antonio'da ortalama olarak yılda bir düzine sıfır altına düşen geceler olur ve zaman zaman kış yağışları ya donmuş yağmur ve hatta ıslak sulu sepken kar şeklinde olabilir. Amerikan Millî Meteoroloji Servisi'nin 122 yıllık gözlemlerine göre 33 yıl şehirde kar yağışı gözlemlenmiştir ve ortalama olarak her dört yılda bir kar yağışı beklenmektedir. San Antonio'da Temmuz ve Ağustos en sıcak aylardır ve bu aylar için gözlemlenen ortalama maksimum ısı 35 °C olmaktadır. Şehirde en düşük ısı 1 Ocak 1949'da -17.7 °C olarak gözlenmiştir. Mayıs, H |
aziran ve Ekim en çok yağışlı aylardır. Son 135 yıllık yağış gözlemlenmelerinde yıllık yağış azami 132.79 cm ve minimum 25.68 cm arasında değişerek ortalama 76.79 cm olmuştur.
San Antonio'nun in aşağıdaki kentler ile kardeş kent antlaşmaları vardır:
Detroit
Detroit (), bir milyona yaklaşan nüfusu ile ABD'nin en büyük 11. şehri ve Michigan eyaletinin en büyük şehridir. Etrafındaki banliyölerle birlikte Detroit şehrinin oluşturduğu "Detroit Metro" bölgesi ise 4.5 milyona yaklaşan nüfusu ve birçok "Fortune 500" şirketine ev sahipliği yapmasıyla ABD'nin en önemli ekonomik merkezlerinden biridir.
Şehirde bulunan büyük otomobil fabrikaları (General Motors, Ford, Chrysler )nedeniyle dünyanın otomotiv başkenti olarak anılır. Yerli halkı şehire "Motor şehir" manasına gelen 'Motor City' ya da 'Motown' takma adlarını da kullanır. Dünyanın en büyük otomobil fuarı olan ve her sene ocak ayinda düzenlenen 'Uluslararası Otomobil Fuarı' na ev sahipliği yapar. Büyük otomobil firmaları yeni modellerini sergilemek için genelde bu fuarı tercih ederler.
Turistik açıdan pek tercih edilmeyen şehir, şehir merkezinin yaklaşık bir kilometrekarelik kısmı hariç oldukça eski ve ürkütücü bir görünüme sahiptir.
Her mevsim yağış alan şehirde en çok yağış haziran-temmuz aylarında olur. Kışları sert ve yağışlıdır ve Türkiye'de pek görülmeyen bir yağış biçimi olan buz yağışı burada zaman zaman görülebilir.
Ülkenin en kuzeyinden en güneyine uzanan 75 numaralı otoyol Detroit'den de geçmektedir. Şehirde toplu taşıma yok denecek kadar azdır, ancak şehri Ann Arbor'a ve havaalanına bağlayacak bir yolcu treni ve şehrin en önemli yolu olan Woodward Bulvarı üzerinden kuzey banliyölerine bağlayacak olan bir hafif tramvay hattı yapım aşamasındadır.
Şehrin en büyük eğitim merkezi dünyanın en başarılı ilk 300 sıralamasına da giren Wayne State Üniversitesi'dir.
Şehir 1701 yılında Fransız Cadillac ve 51 Fransız tarafından kurulmuştur. Adı Fransızca su yolu ya da boğaz (dé troit ) manasına gelmektedir. Çünkü Detroit şehrinin kurulduğu bölge Büyük Göller'den Erie ile Huron birleştiği bir geçit üzerindedir. Orijinal adı 'Fort Ponchartrain du Détroit' dir. Ancak şehir 1760 yılında Fransızlar ile Amerikan yerlileri arasındaki bir savaş sırasında İngilizler tarafından ele geçirilmiş ve İngilizler kısaca şehri Detroit olarak adlandırmışlardır.
Detroit 1805'den 1847' ye kadar, Michigan bölgesinin başkenti olmuştur. Bu yıllarda genişleyen şehrin imar planları o yıllarda Michigan bölgesi başyargıcı olan Augustus B. Woodward yapılmıştır. Detroit '1812 savaşları' sonunda 1813 yılında ABD tarafından ele geçirilmiş ve 1815 yılında ABD şehri olarak yapılandırılmıştır.
Şehri, NBA'de Detroit Pistons , ABD Ulusal Beyzbol Ligi'nde Detroit Tigers, ABD Ulusal Hokey Ligi'nde Red Wings, WNBA'de Detroit Shock temsil eder.
Detroit'in resmen 6 tane kardeş şehri vardır:
İzzet Altınmeşe
İzzet Altınmeşe (d. 26 Ekim 1945, Çüngüş, Diyarbakır), Türk halk müziği sanatçısı.
İzzet Altınmeşe henüz 5 aylık iken ailesi ekonomik nedenlerden ötürü Diyarbakır'dan Adana’ya göç etti. Burada bir süre berberlik yaptı. Daha sonra berberliği bırakarak halk türkülerine yöneldi. 1963 yılında Adana Halk Eğitim Merkezinde Türk halk müziği, nota ve şan dersleri almaya ve sahne çalışmaları yapmaya başladı. 1965 yılında ilk plak çalışmasını gerçekleştirdi.
1966-1968 yılları arasında askerliğini yaptı. Askerlik dönüşü Adana’da 2 yıl halk müziği çalışmalarını sürdürdü. 1970 yılında Ankara’ya yerleşti. 1972 yılında söz ve müziği kendisine ait olan “Biraz Da Bana Gül Kader” adındaki bestesiyle Türkiye'nin tamamında tanındı. 1976 yılında Ankara Radyosu Sanatçılık Sınavını kazandı. Bu dönemde Nida Tüfekçi, Coşkun Güla, İhsan Öztürk ve Musa Eroğlu gibi Türk halk müziğinin ustaları ile çalışmalarını sürdürdü. 1977’de kendi derlediği "Maden Dağı" adlı türkü günümüzdeki tanınmışlığının başlangıcı oldu. 1978 yılında "Esmerim" türküsü yılın hit parçası oldu.
İzzet Altınmeşe'nin 100 civarında derleme, sözü ve müziği kendisine ait olan parçalar mevcuttur. Yedi tane sinema filminde rol almıştır. Eşref Saati dizisinde Alemdar Ağa karakterini canlandırmıştır.
1998 yılında Kültür Bakanlığı tarafından Devlet Sanatçısı unvanıyla onurlandırıldı.
Kemal Nehrozoğlu
Kemal Nehrozoğlu (23 Nisan 1940, Mardin, Türkiye), Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri ; İzmir, Muğla,Amasya ve Kocaeli valiliği de yapmıştır.
1961 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Memuriyetine, İçel il maiyet memurluğu ile başladı. Çeşitli ilçelerde kaymakamlık yaptı. Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü'nde Kamu Yönetimi Uzmanlık Programını bitirdi. İngiltere Leeds Üniversitesi'nde Kalkınma İdaresi Konusu'nda lisansüstü çalışma yaptı. 1978'de Konya Vali Yardımcılığı'na, 1981 yılında Muğla Valiliği'ne atanan Nehrozoğlu, 1984-89 yılları arasında merkez valiliği yaptı. 1989 - 1992 yıllarında emeklilik sonrası özel sektörde yöneticilik, bir yandan da SHP Genel Başkanı Erdal İnönü'ye danışmanlık yaptı. 1992'de Kocaeli Valiliği'ne, 1996'da da Amasya Valiliği'ne atandı. 14 Ağustos 1998'de de İzmir Valiliği'ne getirilen Kemal Nehrozoğlu, Kocaeli Üniversitesi'nden onursal doktora, çeşitli kuruluşlardan da çevre, kültürel, kültürel mirasın korunması, özürlü dostu ödülleri aldı. Türk İdareciler Derneği, Türk Bilişim Vakfı, Mülkiyeliler Birliği üyesi olan Nehrozoğlu evli, 2 çocuk ve 4 torun sahibidir
2000-2007 yılları arasında Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in genel sekreterliğini yaptı.
Halet Çambel
Halet Çambel (27 Ağustos 1916, Berlin - 12 Ocak 2014, İstanbul), Türk arkeologtur.
Hattuşaş'ın bulunduğu Boğazköy'de, stajyer olarak başladığı kazıları hayatı boyunca sürdüren Halet Çambel, bilim dünyası tarafından “"Hitit hiyerogliflerinin çözüldüğü yer"” olarak tanınan Karatepe-Arslantaş Höyüğü'nde, Türkiye’nin ilk açık hava müzesini kurmuştur. Karatepe kalıntılarının ortaya çıkarılmasına ve Hitit dilinin çözülmesine katkısı büyüktür.
Türkiye’yi eskrim dalında temsil ederek Suat Fetgeri Aşeni ile birlikte “"Olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcu"” unvanını kazanmıştır.
Akyaka evlerinin mimarı olmakla ünlü Nail Çakırhan'ın eşidir.
27 Ağustos 1916'da Berlin'de dünyaya geldi. Babası, Almanya'da askeri ataşelik görevi yapan ve Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Hasan Cemil Bey, annesi dönemin Berlin Büyükelçisi İbrahim Hakkı Paşa'nın kızı Remziye Hanım'dır. Dört çocuklu ailenin üçüncü çocuğu idi. Hukukçu ve gazeteci Leyla Çambel ile kanser araştırmacısı Perihan Çambel'in kardeşi, mühendis Bülent Çambel’in ablasıdır.
I. Dünya Savaşı sonrası mütareke döneminde anne babası ile bir süre İsviçre ve Avusturya'da yaşadıktan sonra, cumhuriyetin kurulmasını takiben 8 yaşında Türkiye'ye geldi.
Ortaokul ve liseyi Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nde okudu. Sanat tarihi öğretmeninin etkili anlatımı ve İstanbul'un tarihi mekanlarına düzenlediği geziler lise yıllarında onu derinden etkiledi. Okulda, eskrim sporu ile de tanıştı ve bu konuda ustalaştı.
Lise öğrenimini tamamladıktan sonra Fransız hükümetinden aldığı bursla Paris Sorbonne Üniversitesi'nde 3 yıl arkeoloji lisans öğrenimini gördü; ayrıca Hititçe ve eski İbranice öğrendi. İlk kazı deneyimini 1935 yılında yaşadı. Dr. Kurt Brittel’in başkanı olduğunda Alacahöyük kazısına stajyer olarak katıldı.
Fransa'daki lisans öğrenimi sırasında boş vakitlerini eskrim, masa tenisi ve binicilikle değerlendiren Çambel, 1936 Yaz Olimpiyatlarında eskrim dalında Türkiye'yi temsil etti ve Suat Fetgeri Aşeni ile birlikte olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcu oldu. Turnuva sırasında Adolf Hitler tarafından görüşmeye çağrılan Çambel, hükumetin izni olmadan görüşmeyeceğini bildirerek reddetti.
1938 yılında lisans öğrenimini tamamladıktan sonra Sorbonne'da doktora yapmaya başlayan Çambel, 1939 yılının yaz aylarında İstanbul Fransız Arkeoloji Enstitüsü'nün, Dr. Emilie Haspels baskanlğında yürüttüğü Yazılıkaya/Midas şehri kazısına katılmak üzere Türkiye’ye geldi. II. Dünya Savaşı sebebiyle Fransa’ya dönemeyince İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Helmuth Theodor Bossert’in asistanlığını yaptı.
1940 yılında Tan Gazetesinde çalışan sol görüşlü bir gazeteci-yazar olan Nail Çakırhan ile evlendi. Üniversitede kadro olmadığından bir süre Haydarpaşa Lisesi'nde Fransızca öğretmenliği yaptı. Doktora çalışmasına İstanbul Üniversitesi’nde devam eden Çambel, Türk Tarih Kurumu adına Kırşehir Hashöyük'teki kontrol kazısını gerçekleştirdi. 1946'ya kadar Dr. Bossert ile birlikte Anadolu’da araştırma gezileri yaptı.
1946 yılında Kayseri-Adana arasında kalan bölgedeki Hitit eserlerini incelemek için Bossert ile bilikte çıktıkları gezide Karatepe bölgesindeki kalıntılara ulaşmaları kariyerinde belirleyici oldu. Araştırma ekibi, Hitit hiyeroglifleri ve Fenike yazısının bir arada kullanıldığını görmüş ve Fenike yazısı tercüme edilebildiği için, bu keşif Hitit hiyerogliflerinin nihai çözümü olmuştur. Karatepe-Arslantaş Höyüğü’nde Bossert tarafından başlayan kazı çalışmalarına 1952’den sonra Çambel başkanlık etti. Karatepe’de ortaya çıkarılan arkeolojik buluntuların restorasyonu, korunması ve sergilenmesi için bir açık hava müzesi kurulmasına önayak oldu. Mimar Turgut Cansever’in yaptığı projenin uygulanması işini Çambel’in eşi Nail Çakırhan yürüttü.
1948-1949 yıllarında, Karatepe'deki çalışmaların yanı sıra Fransız Arkeoloji Enstitüsü'yle birlikte Yazılıkaya/Midas şehri kazısını yürüttü.
1960 İhtilali'nden sonra 147'ler listesinde yer alarak üniversiteden ihraç edildi. Eşiyle birlikte Karatepe’de çalışmalara devam eden Çambel, 1962-1963’te Almanya'da Saarbrücken Üniversitesi'nde konuk öğretim üyesi olarak çalıştı. Türkiye’ye döndükten sonra İstanbul Üniversitesi’ndeki görevine döndü ve Prehistorya Kürsüsü’nü kurdu.
1964 yılında Chicago Üniversitesi'nden Robert J. Braidwood ve eşi Linda S. Braidwood'la birlikte Ergani'de Çayönü höyüğü kazısına başladı. Kote Çemi (Hilar - Çayönü) kalıntılarını gün ışığına kavuşturdu; bu bölgede günümüzden 8.000 yıl önce avcı-toplayıcılıktan tarıma geçild |
iğinin kanıtlarını ortaya çıkardı.
Çambel'in çabalarıyla kurulan İstanbul-Chicago Üniversiteleri Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi Araştırma Kamu Projesi çerçevesinde, 1964’te Urfa-Bozova’da Biris Mezarlığı ve Söğüt Tarlası, 1968 ve 1970’de Diyarbakır Girikihacıyan kazıları gerçekleştirildi.
Çambel, Keban Barajı’nın yapımıyla su altında kalacak olan alanların taranması için 1966’da başlayan çalışmalara öncülük etti.
1976'da TÜBİTAK'a bağlı bir Arkeometri Ünitesi kurulmasına katkıda bulundu.
1984 yılında emekli oldu. Kazılara katılımını ve yazılarını emekliliğinde de sürdürdü.
Arnavutköy'de “"Kırmızı Yalı"” olarak bilinen ailesinden kalma evini 2004 yılında Boğaziçi Üniversitesi'ne bağışladı. Yapı, Halet Çambel ve Nail Çakırhan Arkeoloji ve Geleneksel Mimarlık Araştırmaları Merkezi'ne dönüştürülmek üzere restore edilmektedir.
2005 yılında Hollanda devletinin kültür ve kalkınmaya hizmet edenlere verdiği Prens Claus ödülü'nün sahibi oldu. 2010 yılında kendisine T.C. Kültür Bakanlığı tarafından "Kültür ve Sanat Büyük Ödülü" verildi.
12 Ocak 2014 tarihinde İstanbul'daki evinde yaşamını kaybetti.
Acem halısı
Acem halısı, İran halısına verilen addır.
Düğüm tarzları da Türkiye'de dokunan halılardan farklıdır. Acem düğümü veya İran düğümü denilen dokuma tarzı Gördes düğümü veya Türk düğümü şeklinde anılan dokuma tarzından daha gevşek olup, kalite ve dayanıklılık açısından daha zayıftır.
Azeriler
Azeriler, Azerbaycan Türkleri ya da Azerbaycanlılar, Kafkasya ve İran platosu arasındaki geniş arazide yaşayan bir Türk halkı. En büyük nüfusu İran Azerileri oluşturur.
1813'te Gülistan Antlaşması ve 1828'de Türkmençay Antlaşması ile Aras Nehri'nin kuzeyi Rus İmparatorluğu'nun egemenliği altına girmiş ve Azeriler ikiye bölünmüştür. Bir uluslararası sınırın her iki tarafında yaşamalarına rağmen Azeriler tek bir etnik gruptur. Azerice, Türk dil ailesinin Oğuz grubuna ait bir dildir ve aynı aileden olan Türkmence, Kaşkayca ve Türkiye Türkçesi (Irak Türkmenleri tarafından konuşulan şive dahil olmak üzere) ile karşılıklı anlaşılabilirliğe sahiptir. Azerbaycan'daki Azeriler genellikle daha ılıman, İran'dakiler ise daha dindar Müslümandırlar. Azerbaycan'ın 1991'de Sovyetler Birliği'nden bağımsızlığından bu yana Türk köklerine yönelik yoğun bir ilgi ve milliyetçi düşünce akımı başlamıştır.
Çoğunluğunu 30 milyon ile İran'nda yaşayanlar oluşturmakla birlikte, Azerbaycan'nda 9.4 milyon, Rusya'da 0,6 milyon, Gürcistan'da 0,4 milyon, Irak'ta 300 bin-900 bin, olmakla toplamda 35-40 milyon civarında Azerbaycan Türkü yaşamaktadır.
İran'da Batı Azerbaycan, Doğu Azerbaycan, Erdebil, Zencan, Gilan, Kürdistan, Merkezi Kazvin ve Hamedan gibi eyaletlerde ve başkent Tahran'da ikamet ederler. Türkiye'de ise Iğdır, Kars Erzurum, Ağrı ve Van gibi illerde ikamet ederler. Ahmet Caferoğlu'na göre (1899-1975) Azerileri oluşturan boylar Afşarlar, Ayrımlar, Karapapaklar, Şahsevenler, Ustaçlılar, Padarlar, İmreliler ve Halaçlardır. Bu Türk toplumları Azericeyi anadili olarak kullanmaktadırlar. "Büyük Sovyet Ansiklopedisi"ne göre Azerbaycan'da yaşayan Afşarlar, Karapapaklar, Ayrımlar ve Şahsevenler Azerileri oluşturan boylardır. "An Ethnohistorical Dictionary of the Russian and Soviet Empires" isimli sözlüğe göre de Padarlar, Şahsevenler ve Ayrımlar; Azerileri oluşturan alt etnik gruplardandır.
Azerbaycan Türklerinin kökenlerine dair bazı ideolojik tezler mevcuttur.
Eski Sovyetler Birliği, İran ve Azerbaycan Cumhuriyeti'nde Azerbaycan tarih yazımında Türklerin Azerbaycan coğrafyasına yerleşmeleri konusunda ideolojilerden doğan farklı tezler mevcuttur. 1939'da Josef Stalin tarafından ortaya atılan "Medya-Atropatena tezi"ne göre, M. Ö. XI - IV yüzyıllarda Medya'da İranî dilini konuşan Atropatenalılar orta çağda Türklerin bölgeye yerleşmesiyle Türk dilini benimseyip yeni Türk halkına dönüşmüştür. 1948'de V. N. Leviatov ve yandaşları tarafından ileri sürülen "Albanya tezi"'ne göre, Arap Hilâfetinin egemenliği döneminde Albanya'da oturan Albanların bir kısmı Müslümanlaşmış ve diğer kısmı da Hristiyan kalmıştır. Ayrıca İ. P. Petruşevski'ye göre, Hristiyan kalanlar Ermeniler arasında erimiş, Müslüman olanlar ise Azerileşmiştir. "Eski Türk tezi"ne göre Türklerin yerleşmesi 3 dalga halinde olmuştur. İlk dalga M.Ö. VII. yüzyıl sonrarından VIII. yüzyıl başlarına kadar, bu tezin savuncuları tarafından Türk olduğu iddia edilen Kimmerler, İskitler, Sakaların Kafkasya'ya yerleşmesidir.. İkinci dalga ise II.-IV. yüzyıllar arasında Hunlar, Hazarlar, Sabirler ve diğer soyların göçleriyle yaşanmıştır. Son dalga XI. yüzyıl başlarından itibaren Selçukluların yerleşmesiyle yaşanmıştır.
"Oğuzların gelişi tezi"'ne göre Azeriler bölgeye 11. yüzyılda Orta Asya’dan Oğuzlar ve diğer Türkmen boylarının akınları ile gelerek yerleşmiş Karapapaklar, Afşarlar, Ayrumlar, Padarlar, Şahsevenler, Karadağlılar ve diğer bazı etnik gruplardan şekillenmişlerdir ve kökenlerinde Kafkas ve Türk unsurlar vardır. Osman Turan'a göre, Orta Asya'nın Moğol İstilasına uğramasından sonra bazı Türk grupları da Moğol hakimiyetini tanımadıkları için gelip Azerbaycan'a yerleşmişlerdir. ve Selçuklulardan sonra Moğol İmparatorluğu ve Büyük Timur İmparatorluğu idaresinde yaşamış sonrasında ise Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerini kurmuşlardır.. Başka bir görüşe göre, Azerbaycan halkının oluşumu 15-16 yüzyıllarında, Safevi rejimi sırasında, Şahsevenler, Kızılbaşlar ve Karadağlılar gibi Türkçe konuşan kabilelerin Küçük Asya'dan modern Azerbaycan bölgesine göç ettiği zaman tamamlanmıştır. Başka bir teze göre de, Rus İmparatorluğu döneminde 19. yüzyıl sonlarına kadar Tatarlar ve 20. yüzyıl başında Türkler olarak sayılan etnik grubun bir kısmını oluşturan topluluk için Sovyet döneminde Marksist-Leninist tarih görüşü, Azerbaycan halkının Türk kökenini çarpıtmaya çalışmış ve "Azerbaycanlılar" ve "Azerbaycan Dili" diye suni bir etnik grup ve dil yaratılmak istenmiştir. Özellikle Stalin döneminde Azerilerin kökü Medlere, Manna'ya, Atropatena'ya, Farslara ve Albanya'ya dayandırmaya çalışılmıştır. Ancak kabul görmemiştir.. Bu dönemde etnik kimliğin adı "Türk"ten "Azerbaycanlı"ya, milletin konuştuğu dilin adı da "Türk Dili" nden "Azerbaycan Dili"ne değiştirilmiştir. Farslaştırma politikası güden İran rejimi tarafından Azerbaycan Türklerinin kökeninin, Türkçeyi benimseyerek Türkleşen İran halkı Azerilere dayandığını, dolayısıyla Azerbaycanlıların Türk değil Aryan kökenli bir kavim olduğunu günümüzde de ileri sürmektedirler . Aslen Azerbaycan Türkü olan Ahmed Kesrevi'nin kaleme aldığı "Azeri ya Zeban Bastane Azerbaycan" adlı eserinde de bu tez savunulmaktadır.
Safevi Devleti'ni kuran I. İsmail'in Azerbaycan ve İran'daki Türkler'in tarihinde önemli yeri vardır. Safevi döneminde Şah İsmail'in Şiiliği siyasi bir araç olarak kullanarak yükselmesi yalnız Azerilerin değil bütün Türk-İslam aleminin kaderini değiştiren önemli olaylardan biri olmuştur.. Şah İsmail, bütün Azerbaycan'ı imparatorluğuna dahil edince Azeriler ordunun esas nüvesini oluşturmuşlardır. Safeviler, Afşarlar ve Kaçarlar gibi Türkmen boyları tarafından kurulan İran devletlerinin egemenliği altında yaşadıkları için din ve dil olarak Farslardan etkilenmiştir.
Nadir Şah'ın 1747'de öldürülmesi üzerine kurulmuş de-fakto bağımsız hanlıklar Azeri Türklerinin tarihinde önemli bir yere sahip olmuşlardır. Tarih boyunca birçok devletin hâkimiyeti altına giren Azerbaycan'a bu dönemde hâkim olan devletler, gönderdikleri idarecilerle buraları ne kadar kendilerine bağlamak istemişlerse de, halk daima hanını tanımayı sürdürmüştür. Bu sosyal yapının doğurduğu "Hanlıklar Dönemi", 1828 yılına kadar sürdü. 18. ve 19. yüzyıllarında yer alan Rus-İran Savaşları'nın ardından Günümüzdeki Azerbaycan Cumhuriyeti'nin toprakları Rusya tarafından ele geçirildi. Bunun üzerine Rusya İmparatorluğu topraklarında yaşayan Azeri Türkleri din ve dil açısından Ruslar'dan etkilenmiştir.
Sovyet egemenliği döneminde Marksist-Leninist öğretisi doğrultusunda Azerbaycan halkının etnik kökenindeki Türklük unsurunun silinmeye çalışıldığı görülmüştür.
28 Mayıs 1918 tarihinde Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kurulmuştur.
Temmuz 1920'de Tebriz'de Muhammed Hiyabani önderliğinde yalnızca 13 Eylül 1920'ye kadar sürecek olan Azadistan kurulmuştur.
12 Aralık 1945'te kısa ömürlü Azerbaycan Millî Hükûmeti kurulmuştur.
Azeri Türkleri birçok bakımdan Avrasyalıdir; Kuzey Azerileri Doğu Avrupa ve Kafkas etkilerini, güney Azerileri ise Türkî-İranî ve Fars etkisinde kaldılar. Çağdaş Azeri kültürü edebiyat, sanat, müzik ve filmde çeşitli atılımları kapsamaktadır.
Azeriler, Azerice konuşurlar. Azerice bir Türk dilidir ve her iki dilin arasında küçük aksan, sözcük ve gramer farklılıkların bulunmasına karşın Azerice, Türkiye Türkçesi ile karşılıklı olarak anlaşılabilme özelliğine sahiptir. Karşılıklı anlaşılabirliğe sahip olan diğer Türk dillerin arasında Türkmence, Kaşkayca ve Irak Türkmenleri tarafından konuşulan Türkçe lehçesi de yer alır. Azerice, 11. yüzyılda Azerbaycan'da saptanan Batı Oğuz Türk dilinin soyundandır. Erken Oğuzca genellikle ağza ait bir dildi, ancak 13. yüzyılda edebî bir dil olarak gelişmeye başladı. Oğuz dilinden türetilen erken sözlü Azericesi, Türk mitolojisini içeren Dede Korkut hikâyeleri ve Köroğlu Destanı gibi tarihî destanlar (Azerice'de "dastan") ile başladı. Geçmişteki en erken Azeri eserleri Nesimi'ye (ö. 1417) ve onyıllar sonra Fuzûlî'ye (1483-1556) kadar saptanabilir. Safevi Hanedanı Şahı I. İsmail, "Hatai" takma adı ile Azeri şiirler yazdı. Çağdaş Azeri edebiyatı, Samed Vurgun, Şehriyar ve birçok diğer yazarın eserlerinde aksettirildiği tarzındaki hümanizmindeki geleneksel vurguyla devam etti.
Azerbaycan Türkleri genellikle çift dillidir ve Azerice yanında çoğunlukla, Farsça veya Rusçayı akıcı bir şekilde konuşabilirler. Ek olarak, 1999'da Azerbaycan Cumhuriyetinde aşağı yukarı 2.700 Azeri (toplam Azeri nüfusun %0,04'ü) Rusçayı anadili olarak konuşmaktaydı. İran'da 2002'de yapılan bir ankete göre, İran'daki örneklem nüfusun %90'ı Farsça konuşabilir, %4,6'sı Farsça'yı sad |
ece anlayabilir, ve %5,4'ü Farsça'yı ne konuşabilir ne de anlayabilir. İran'da en çok konuşulan azınlık dili Azericedir (%24).
Azerilerin çoğu İslamın Şiilik mezhebine bağlıdır. Sünni, Zerdüşt, Hristiyan ve Bahai azınlıkları da var. Azerbaycan, laik bir ülke olması nedeniyle inanışlarına göre ülke nüfusunun sayısı net olarak bilinmemektedir. Azerbaycan Cumhuriyeti'ndeki Hristiyan Azerilerin sayısı tahminen 5.000 kişi olmakla birlikte çoğunluğu son yıllarda din değiştiren kişilerden oluşmaktadır. Kırsal bölgelerden bazı Azeriler, bazı alanların kutsallığı ve bazı ağaçlara ve taşlara karşı çok büyük saygı duymak gibi İslam öncesine dayanan animist inançları hâlâ daha izlemektedirler. Azerbaycan Cumhuriyeti'nde İslamî bayramlara ek olarak Nevruz gibi bahar bayramı ve Noel gibi diğer dinlerden alınan bayramlar da kutlanır.
Jacksonville
Columbus, Ohio
Columbus, ABD'nin en büyük 15. şehri ve Ohio eyâletinin en büyük şehri ve başkentidir. Cincinnatı ve Cleveland bölgelerinden sonra Ohio Eyaleti'nin en büyük 3. kentsel bölgesidir. Amerıka'nın 15. Amerikan Orta-Batısı'nın 3. en büyük şehridir. Ünlü kaşif Kristof Kolomb'un adıyla 1812'de Scioto ve Olentangy Nehirleri'nin arasına kurulan şehir 1816'da başkent olmuştur. Şehrin ekonomisi eğitim, hükümet işleri, sigortacılık, bankacılık, moda, savunma, havacılık, yiyecek, giyecek, taşıma, çelik, enerji, tıbbi araştırma , sağlık hizmetleri, turizm, perakendecilik ve teknoloji gibi pek çok farklı konuya dayanır. Modern Columbus teknolojik anlamda gelişmiş bir şehir olarak varlığını sürdürmektedir. Dünyanın en büyük özel ar-ge kuruluşu, the Battelle Memorial Institute; Chemical Abstracts Service, dünyanın en büyük kimyasal bilgi takas odası (clearınghouse); dünyanın en büyük jet filosunun kısmı mülkiyet sahibi NetJets, ve ABD'nin en büyük kampüsüne sahip üniversitesi Ohio State Üniversitesi bu şehirdedir.
2009 yılında Business Week dergisi Columbus'u bir aile kurmak için en elverişli şehir seçmiştir. Forbes Magazine tarafından 2008 yılında en iyi gelecek vaadeden teknoloji şehri seçerken 2010 yılında Relocate America tarafından ilk 10 listesi içine dahil edilmiştir. ABD'nin en büyük 10 şehri İngiliz fDi Magazine dergisince Columbus geleceğin 3 şehrinden biri ilan edilirken Ohio'nun kaynakları, Columbus Hayvanat Bahçesi ve Akvaryumu da USA Travel Guide tarafından 2009'un en iyi hayvanat bahçesi ve akvaryumu seçilmiştir.
2008 yılında Market Watch tarafından ABD'de iş yapılacak en iyi 7. şehir ABD'de iş yapmak için en iyi 10 şehir seçilirken Columbus 2011 yılında Forbes 500 listesinden yer alan Nationwide Mütual İnsurance Company, American Electric Power, Limited Brands, Momentive Specialty Chemicals, ve Big Lots gibi 5 farklı kurumun genel müdürlüğüne de ev sahipliği yapmaktadır. Columbus'ta faaliyette bulunan ya da şubesi olan belli başlı yabancı şirketler de Almanya menşeli Siemens ve Roxane Laboratories, Finlandiya kökenli Vaisala, Japonya kökenli Techneglas, Inc., Tomasco Mülciber Inc., ve A Y Manufacturing,İsviçre kokenli ABB Group and Mettler Toledo'dur.
2010 nüfus sayımlarına göre Columbus 787,033 kişilik nüfusuyla Ohio'nun en kalabalık kentidir. 2008 tahminlerine göre bu sayının 116,000 civarını yabancılar oluşturmaktadır.
Geçmişte Ohio Vadisi ya da Ohio bölgesi olarak da adlandırılan bölge, bugünkü Columbus'un yerleşim alanıdır Her ne kadar geçmişte Fransa Krallığı'nın kontrolü altında gözükse de sonradan kürk ticareti için Avrupa'nın farklı bölgelerinden pek çok tacir bölgeye gelmiştir. Yerli Amerikali halkın ve Avrupalı'ların çıkar çatışması sonucu pek çok çatışmaya sahne olan bölgede Fransızlar zorla gücü ele geçirene kadar Pensilvanyalı tacirlerin egemenliği hüküm sürmüştür.
"1763 Paris Antlaması" ile bu bölge Britanya İmparatorluğu'na verildi. Bu koloni egemenlik döneminde bölgede sulh ve sukun ihdas edilemedi. Bu bölge devamli kargaşalık içinde kaldı ve çatışmalar ve katliamlar devamlı ortaya çıktı.
Amerikan Devrimi'nin ardından Virjinya Askeri Bölgesi'nin bir parçası haline gelen Ohio bölgesi Birleşik Devletler'in egemenliğini kabul etmiştir. Doğu yakasından göçen Avrupa asıllı koloniciler bu bölgede boş ve kendilerinin yerleşebilecegi bir sınır bölgesi bulamamışlardır. Onun yerine Miami, Delaware, Wyandot, Shawnee, ve Mingo adlı yerli Amerikan halklarından insanlar ile Avrupalı tacirlerle karşılaşmışlardır. Kabileler tecrübesiz Birleşik Devletler'in beyaz kolonicilerinin yayılma politikalarına karşı çıkmış ve yıllar süren kanlı savaşlar meydana gelmiştir. En son "Fallen Timbers Muharebesi" sonucu imzalanan "Greenville Anlaşması" ile yeni yapılanmalara olanak sağlanmıştır.
1797'de Virjinyali genç kontrolör Lucas Sullivant Scioto Nehri kollarının batı yakasında sürekli bir yerleşke kurmuş ve Benjamin Franklin'in hayranı olan Sullivant buraya "Franklinton" ismini vermiştir. Her ne kadar bu yerleşke kanal taşımacılığı ve ulaşım açısından avantajlı olsa da 1798 yılında meydana gelen büyük sel felaketiyle bu yerleşke yerle bir olmuştur. Fakat sonradan yeniden kurulmuştur.
1803 yılında Ohio'ya eyalet statüsü verilmesinden sonra iç politika çatışmaları nedeniyle Ohio'nun önde gelen liderleri eyalet başkentini Chillicothe'den tekrar Zanesville'e taşımışlardır. Eyalet meclisi ise sonunda, eyaletin tam cografik ortasında yeni bir başkente ihtiyaç olduğuna karar vermiştir. Bunun için Dublin, Worthington, Delaware ve Franklinton kasabaları da eyalet başkenti olmak için aday gösterilmekle beraber günümüzde Columbus olan mevkiin merkezi konumundan ve belli başlı ulaşım yollarına (o zamanlar en popüler taşımacılık nehir taşımacılığı idi) olan erişilebilirliğinden dolayı yeni eyalet başkenti olarak seçilmiştir. Aslen bölge hükümeti 1812'de Columbus'un başkent olmasını onaylayan yasamayı yapmadan önce bu mevkide Columbus adlı bir yerleşke bulunmamakta idi. Kurt Sırtı olarak bilinen bu mevki eskiden çok büyük bir ormanlik arazi idi ve yalnızca avcılık için kullanılmakta idi. Başkent olma yasası Ohio eyalet meclisinden geçtikten sonra seçilen mevki yeni bir eyalet başkenti olarak dizayn edilmiştir. Bu yeni kent planları Ohio'nun gelecekteki siyasi, ekonomik, ve sosyal alanlardaki rolüne hazırlanmıştır. Kristof Kolomb'u onurlandırmak adına Columbus isim verilmiş ve resmen 14 Şubat 1812'de başkent ilan edilmiştir.
"Columbus Burough"[sic] ya da şehir konseyi resmi olarak 10 Şubat 1816'da kurulmuş ve 9 kişi Belediye Başkanlığı, Haznedar ve diğer pozisyonları doldurmak üzere seçilmiştir. Her ne kadar 1812 Savaşı bölgeye zenginlik getirse de sonradan gelen ekonomik durgunluk ve çelişkili iddialar yeni şehrin başarısını tehdit eder olmuştur. Zorlu koşullar, o zamanlar fazlasıyla etkili olan yüksek ateşli hastalık krizleri ve 1833'te patlak veren kolera salgınıyla daha da kötü hale gelmiştir.
Baltimore'dan gelen "Ulusal Yol" 1831 yılında Columbus'a ulaşmış ve şehrin Ohio ve Erie Kanal'ına olan bağlantısını sağlayarak bir nüfus patlamasına neden olmuştur. Bunun yanı sıra Avrupa'dan gelen bir göçmen dalgası iki etnik göçmen bölgesi oluşmasına zemin hazırlamıştır. Büyük bir İrlanda asıllı nüfus şehrin kuzeyine (bugünkü Nationwide Boulevard civarın) yerleşirken Alman asıllılar güneydeki arazinin daha ucuz olmasından faydalanarak "Das Alte Sudende (Eski Güney Uç)" diye bilinen bölgeyi kurmuşlardır. Columbus'taki Alman göçmenler daha sonra Alman köyü (German Village), birçok bira imalathanesi, Trinity Lutheran Seminary (Protestan İlahiyat Fakültesi) ve Capital University (Capital Üniversitesi) gibi yerleri de kuran aktif bir topluluğo oluşturmuşlardır.
3500 kişilik nüfusuyla Columbus resmi olarak şehir unvanını 3 Mart 1834'te almış, aynı gün eyalet hükümetinin çıkardığı özel yasa ile yasama işlevi şehir konseyine bırakılırken yargı işlevi belediye başkanına verilmiştir. Aynı yılın nisan ayında seçimler gerçekleştirilmiş John Brooks ilk belediye başkanı olarak seçilmiştir.
Columbus-Xenia tren yolu 1850 yılında şehre giren ilk tren yolu olmuştur. Daha sonra bunu Cleveland-Columbus-Cincinnatı tren yolu izlemiştir (1851). İki demiryolu beraber High Street'in doğu yakasında hemen Naghten'in (Kuzey Kamu Patikası) Union İstasyonu'nu inşa etmiştir. 1875 ylina gelindiğinde Columbus'un demiryolu trafiği artmış, şehir 8 farklı demiryolunu kullanabilir hale gelmiş bu nedenle de yeni bir Gar inşa edilmiştir. Yeni garın yanı sıra inşaatı 18 yıl süren Ohio Statehouse (Devlet Konağı) 7 Ocak 1857'de kullanıma açılmıştır.
İç Savaş döneminde, Columbus gönüllü Union Army 26,000 askeri birliği ve 9,000 confederasyon mahkûmuna topraklarını (Batı Columbus civarında bugün Hilltop olarak bilinen Chase kampında) açan bir üs haline gelmiştir. Bu bölgede halen 2000'den fazla Konfederasyon askeri gömülü bulunmaktadır (bu sayı bölgeyi en büyük Konfederasyon mezarlıklarından biri yapmaya yetmiştir) Ayrıca düzenli ordu kuzey Columbus'ta (Delaware yolu civarında) Thomas kampını, 18. Birleşik Devletler Piyade Sınıfı'nın örgütlendiği ve eğitildiği yer, kurmuştur.
1870 yılında, Morril Land-Grant Colleges kanununa binaen, eskiden William ve Hannah Neil'in olan arazi üzerinde sonradan Ohio State Üniversitesi olacak olan the Ohio Tarım ve Makine Üniversitesi) kurulmuştur.
19. yüzyılın sonlarına doğru Columbus pek çok imalat işletmesinin yükselişine şahit olmuştur. 20'den fazla "buggy tipi binek at arabasi" imalathanesine sahip olması nedeniyle o zamanlar Dünyanın Buggy merkezi olarak bilinmekte idi. Bu imalathanelerden en büyüğü sonradan binek at arabasi, bisiklet ve otomobil sisme lastigi uretiminde oncu olan 1875 yılında C.D. Firestone tarafından kurulan The Columbus Buggy Company'dir. Columbus'ta The Columbus Consolidated Brewing Company (Columbus Birleşmiş Bira Uretim Şirketi) adli bira imalatcisi ve fabrikasi 19. yuzyilda büyük bir ün kazanmış. Ancak Orlin, Ohio'da kurulmuş 19. yüzyılda özellikle güney ve kırsal kuzey Amerika'da etkili olmuş içki ve barlarda icki servvisine karşıt olan (bugün "Amerikan İçki Problemleri Konseyi" adını almış olan birlik olan) "Anti-Saloon League"'in lobi faaliyetleriyl |
e bu başarısı gölgelenmiştir. Çelik endüstrisinde de ileri görüşlü olarak bilinen "Samuel P. Bush Buckeye Çelik Döküm Şirketi"'ni kurmuştur.
Bu kadar işletmenin olması kaçınılmaz olarak Columbus'u işçi örgütlenme merkezlerinden biri haline getirmiştir. Ünlü Amerikan işçi sendikaları organizatörü ve lideri Samuel Gompers Columbus'da Güney 4. Cadde üzerindeki "Druid's Binası"'inda tüm ABD'de organize olmak hedefiyle isci sendikaları konfederasyonu olan "Amerikan İşçi Federasyonu"'nu kurmuştur. ABD'de tüm ülkede organize edilmiş olan güçlü bir işçi sendikasi olan "Amerika'nın Birleşik Maden İşçileri" de 1890 yılında Colombus'ta eski "Şehir Konağı" binasındaki bir toplantı ile kurulmuştur.
Yazdığı mizah skeç ve hikayeleri ile Paris ve New York'ta büyük edebi başarılara imza atacak olan James Thurber 1894 yılında Columbus'ta doğmuştur. Gunumuzde "Ohio Eyalet Üniversitesi Tiyatro Bölümü" onun adını taşıyan bir performans merkezi kurmuştur. Ayrıca Thurber'ın yaşadığı Discovery bölgesi yakınlarındaki gençlik evi bugün ABD "Tarihi Binalar Ulusal Listesi"'ne kayıtlıdır.
"The Columbus Experiment" (Columbus Deneyi) uluslararası alanda tanınmış, filtreleme ve yumuşatma işlemlerini gerçekleştirmek üzere dünyadaki bildiğimiz anlamda ilk şu arıtma tesisinin kurulmasını amaçlayan 1908 doğumlu bir çevre hareketidir. Çalrence ve Charles Hoover kardeşler tarafından dizayn ve icat edilmiştir. Bu icat o güne kadar sıkça görülen tifüs salgınlarının ölümcül sonuçlarını ciddi ölçüde azaltmıştır. 103 senelik bu dizaynlar günümüzde halen kullanılmaktadır. Bu tesisin yapılışında işçi olarak görev alan Jeremiah O'Shaughnessy'in adı daha sonra Columbus büyükşehir belediye bölgesindeki O'Shaughnessy barajına verilmiştir.
Columbus lakaplarından biri olan "The Arch City" (Tak Şehri) ismini 20. yüzyıl itibarıyla High Street'i çevreleyen onlarca tahtadan kemer/tak'dan almaktadır. Bu taklar caddenin iki yakasını havadan birleştiren üzerinde yalnızca aydınlatma araçlı ampuller olan çok ince ve küçük kemerdir. Bu taklar başlangıçta geçiş yollarını aydınlatırken sonradan yeni elektrikli tramvay ve troleybuslara elektrik enerjisi sağlamak için kullanılmıştır. Ama 1914 yılında bu taklar sökülüp yerlerine sokak lambaları taşıyan sokak direkleri dikilmiştir. k 2002 yılında Shorth North bölgesinde bu takların tarihsel önemlerini vurgulamak amacıyla metalden yeniden inşa edilmişlerdir.
25 Mart 1913 tarihinde bir sel felaketi Franklinton mahallesini yerle bir etmiş, 90'dan fazla kişi ölmüş, binlerce Batı Yakası sakini evsiz kalmıştır. Gelecekte olabilecek başka selleri önlemek amacıyla "The Army Corps of Engineers (Askeri İstihkamcı Mühendisler Birliği)" Scioto Nehri'ni şehir merkezine doğru genişletme, yeni köprüler kurma ve kıyılarına koruma duvarı örme önerisi getirmiştir.
I. Dünya Savaşı sonrası ABD'de var olan güçlü ekonomiyle Columbus'ta 1920'lerde bir inşaat atılımı gerçekleştirilmiştir. Bu atılım sırasında halen kullanılmakta olan The Ohio Theatre (Ohio Sahnesi), şehir merkezi hükümet binaları, the American İnsurance Union Çitadel (Amerikan Sigorta Birliği Hisarı) ve şehrin kuzeyine yeni ve oldukça büyük bir stadyum (Ohio Stadıum) yapılmıştır.. Her ne kadar "American Professional Football Association (Profesyonel Amerikan Futbol Birliği)" 1920 yılında Canton'da kurulsa da merkez ofisleri 1921'de Columbus'a taşınmış ve 1941'e kadar burada kalmıştır. Bu birlik 1922'de şimdiki ismi olan "NFL-National Football League (Amerikan Ulusal Futbol Ligi)" adını almıştır.
1929 Dünya Ekonomik Bunalımı'nın etkileri ekonominin farklı alanlara dayanmasından dolayı Columbus'ta görece daha az hissedilmiştir. II. Dünya Savaşı şehirde pek çok yeni işin yaratılmasına ve yeni göç dalgalarına neden olmuştur. Bu seferki göçmenler New York'un güneyinden Alabama, Missisipi, Georgia'yı içine alan bir hat gibi uzanan Appalas Dağları'nın fazlasıyla az gelişmiş kırsal bölgelerinden gelmiş ve kısa bir sürede Columbus nüfusunun üçte birini oluşturmuşlardır. Bugün Amerika'nın ilk modern alıveriş merkezleriinden sayılan "Town and Country Shopping Center (Kasaba ve Kır Alışveriş Merkezi)" 1948 yılında Whitehall banliyösünde kurulmuştur.
Eyaletler arası federal otoyolların yapımına başlanması merkez Ohio'da banliyö gelişiminin çok hızlı olacağının işaretini vermekte idi. Bu banliyöleşmeden dolayı şehrin yerel vergi matrahında olabilecek aksi etkiler sorunlarının önüne geçmek için kanalizasyon ve su bağlantılarını işleten bağımsız şirketlerin belediyeleştirilmesi politikasını uygulamaya başlamıştır. Bu tedbirler ile varoşlara kaçan seçmenlerin şehir hizmetlerine desteği sağlanmıştır ve ABD'da mali çöküm tehdidi altında bulunan şehir hizmetlerinin kurtarılması imkanı ortaya çıkmıştır. 1990'ların başına gelindiğinde Columbus hem arazi hem de nüfus bakımından Ohio'nun en büyük kenti haline gelmiştir.
Columbus şehir merkezini yeniden yapılandırma çalışmaları son zamanlarda başarılı olsa da, bütün büyük ABD şehirlerinde olduğu gibi, bazı mimarî miraslar bu süreçte maalesef kaybedilmiştir. Colombus'da 1970'lı yıllarda çok katlı yüksek ofis binaları ve ticaret merkezleri yapmak için Union Station (Columbus Garı) ve Neil House Oteli gibi kentsel mimarı simgeler yıkılmıştır. "National City Bank", "Nationwide Plaza" ve diğer gökdelenler 1970li yıllar sonunda inşa edilmişlerdir. "Greater Columbus Convention Center (Columbus Konferans Merkezi)"'nin inşasıyla birlikte şehre pek çok ticari şov gelmiş, bugün " Miranova Şirketler Merkezi"'ne ve "North Bank Parkı"'ndaki Condominiums'a ev sahipliği yapan "Scioto Mile" bölgesi yine bu zamanlarda büyük değişim göstermiştir. Broad ve High Caddeleri'nin kesişimindeki yerel NBC'yi de konuk eden "Capitol Square" yine 1980'li yılların başında kurulmuştur. Şehir Belediyesi 2010 yılındaki ipotek krizi sonrası boş kalan, terk edilen pek çok binayı yenilemek ya da yıkmak amacıyla onlarca milyon dolara satın almak zorunda kalmıştır. Şehir yetkililerinin yaptığı açıklamalara göre 2011 yılı Şubat ayında Columbus'ta 6,117 metruk, boş bina bulunmaktadır.
1907 yılında 14 yaşındaki Cromwell Dixon, pedallarla ilerleyen bir nevi küçük keşif balonu olan "SkyCycle" (Gökyüzü bisikleti) ni yapmış ve Driving Parkı üzerinde uçmuştur.
1910 yılında Wright Kardeşlerin gösteri pilotlarından Phillip Parmalee'nin 88 kilo ipeği Dayton'dan Columbus'a (yaklaşık 110 km'lik bir mesafe) Wright B Modeli ile uçarak taşıması sonucu dünyanın ilk ticari kargo uçuşu gerçekleşmiştir.
20 yıldan daha kısa bir süre sonra Columbus Havalimanı demiryollarıyla havayolunu birbirine bağlayan kıtalararası bir sistemin ekseni olmuş, Charles Lindbergh'in Columbus'u böyle bir uçuş merkezi haline getiren teşvikiyle ticari amaçlı servis sağlayan daha sonra TWA adını alacak olan TAT ile doğu yakasından batı yakasına yolcu taşınmaya başlanmıştır. 1927'deki havaalanı yapmak için tahvil toplama fiyskosundan sonra Lindbergh 1928 yılında kişisel olarak bir kampanya başlatmış ve bir sonraki yıl yeni tahvil toplama yasası çıkarılmıştır. 8 Temmuz 1929'da havaalanı ise amaçlı olarak TAT'ın batı istikametindeki Columbus-Waynoka, Oklahoma açılış uçuşuyla açılmıştır. 19 yolcunun arasında açılış seremonilerine katılan Amelia Erhart, Henry Ford ve Harvey Firestone da yer almışlardır.
1964 yılında Ohio'nun yerlisi olan Geraldine Fredritz Mock, "Spirit of Columbus" (Columbus'un Ruhu) isimli uçağı kullanarak Columbus'tan yola çıkmış ve dünya etrafını uçan ilk kadın unvanını almıştır. Bu uçuş neredeyse bir ay sürmüş ve 1750 kg'in altındaki uçaklar için hızı bir rekor teşkil etmiştir.
Scioto ve Olentangy Nehirleri'nin birleşmesi yalnızca Columbus şehir merkezinin biraz batısında olmaktadır. Bunlar dışında Columbus şehir sınırları içerisinde Alum Creek, Big Walnut Creek, ve Darby Creek gibi pek çok küçük akarsu da bulunmaktadır.
Wisconsin Buz Dönemi'nde büyük bir buzulun neredeyse bütün Ohio'yu kaplaması sonucu Columbus görece düz bir topoğrafyaya sahiptir. Buna rağmen yine de bölge de bazı eğim farklılıkları görülmektedir. 1132 ft./345 m.lik rakımı ile New Albany yakınlarındaki Franklin ilçesi en yüksek yeriyken, 670 ft/207 m'lik Lockbourne (Scioto Nehri'nin bölgeyi terk ettiği nokta) en alçak yeridir.
Nehir ve göllerin yakınlarındaki çukurluk bölgeler toprak örtüsünün çok çeşitli olmasında etkili olmuş, Alum Creek'i ve Olentangy Nehri'ni besleyen dereler daha çok killi bir toprak yaratırken, Scioto Nehri'ni besleyenler kireçtsşı oluşumları yaratmıştır.
Bölgenin iklimi nemli kıtasal iklimle nemli astropikal iklim arasında geçiş gösteren Columbus'ta yazlar sıcak ve bunaltıcı, kışlar soğuk ve kuru geçmektedir. Kışın kar yağışı, şehrin hem tipik kuvvetli kış alçak iklimi bölgesinde olmamasından(örneğin kuzey doğuya göre) hem de [[Erie Gölü]] etkisinden kaynaklanan yağış ikliminden uzak olmasından dolayı görece azdır.
Columbus'ta gözümlenmiş en yüksek sıcaklık 21 Temmuz 1934'te ve 14 Temmuz 1936'da yaşanmış 41 °C'lik işidir. Columbus'un suana kadar geçirdiği en soğuk gün ise −30 °C ile 19 Ocak 1994'tur. Columbus Amerikan Orta Batısı'nı etkisi altına alan kötü hava koşullarına maruz kalmakta, özellikle bahardan sonbahara kadar kasırga görülme ihtimali çok yüksektir. En son 11 Ekim 2006'da yaşanmış olan kasırga, şehre F2 seviyesinde zarar vermiştir. Ayrıca zaman zaman seller, kar fırtınaları ve ciddi fırtınalar da görülmektedir. Şu tabloda ay ay "Günlük maksimum ortalamaları", "Günlük minimum ortalamaları", "Aylık yağışlar" ve "Aylık kar yağışları" özetlenmektedir.
Columbus'un demografik gelişmesi ABD Nüfus Sayımı Bürosu'nun on yılda bir yaptığı nüfus sayımı sonuçları özeti tablosundan görülebilir. Bu tabloda "% Değisme" sayımlar arasında toplam değişmeye ve "Sıra" ABD içindeki şehirler sıralamasına atıf etmektedir:
[[Dosya:Derick BrassardCBJ.jpg|thumb|upright|[[Derick Brassard]], buz hokeycisi eski NHL "Columbus Blue Jackets" takımı üyesi.]]
2010 nüfus sayımına göre Columbus'un ırksal tablosu şu şekildedir;
2010'deki nüfus sayımına göre Columbus nüfusu 729.369'dur. Şehirde 301.534 hane ve 165.240 aile vardır. Nüfu |
s yoğunluğu kilometre kare başına 1.399,2 kişidir. En kalabalık 5 Avrupa asıllılar ise; Almanlar (%19,4), İrlandalılar (%11,7), İngilizler (%7,9), Polonyalılar (% 7,2) ve İtalyanlar (%5)dır.
.301,534 hanenin %28'inde 18 yaşından küçük çocuk bulunurken bu sayının %36.1'ı evli ve birlikte yaşayan çiftlerden, %14.5'i halihazırda kocası olmayan kadın ev sahiplerinden, % 45.2'si ise aile olmayanlardan oluşmaktadır. Toplan hanelerin %34.1'i bireylerden, %7'si ise 65 yaş ve üstü biriyle birlikte yaşayanlardan oluşmaktadır. Ortalama hane büyüklüğü 2.30 ken, ortalama aile büyüklüğü ise 3.01'dir.
Yaş dağılımı istatistiklerine göre toplam nüfusun %24.2'si 18 yaşın altında, %14'u 18-24 yaş arası,%35.1'i 25-44 yaş arası, %17.9'u 45-64 yaş arası ve %8.9'u 65 yaş ve üstüdür. Medyan yaş 31'ken 18 yasin üstündeki her 100 kadın için 91.9 erkek vardır
Şehrin hane başına düşen ortalama geliri yıllık 37,897$'ken, ortalama aile geliri yıllık 47,391$dir. Ortalama erkek geliri 35,138$ken bu miktar kadınlarda 28,705 $'a düşmektedir. Şehrin kişi başına düşen geliri 20,450$dir ve bu rakamla ailelerin yaklaşık %10.8'ı ve toplam nüfusun %14.8'i yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır.
Columbus şehir merkezi 20 yüzyıl ve 21. yüzyıl boyunca, Çin anakarasından, Avrupa'dan, Tayvan'dan, Vietnam'dan, Rusya'dan, Japonya'dan Somali'den, Hindistan'dan pek çok göç dalgasına maruz kalırken, Meksika ve diğer Latin Amerika ülkelerinden kaynaklanan göçse halen sürmektedir. Bunlar dışında dünyanın pek çok ülkesi de Ohio Devlet Üniversitesi'nin uluslararası öğrencileri sayesinde Columbus'ta temsil edilmektedir. 2008 tahminlerine göre şehir nüfusunun 116,000 kadarı, yeni şehir sakinlerinin yaklaşık %82'si, yabancı ülke doğumludur.
Demografik özellikleri, ırkların ve milletler kadar farklı gelir gruplarını ve kentsel, kırsal ve banliyö alanlarını içinde bulundurmasıyla geçmişte Columbus tıpık bir Amerikan şehri olarak görülmekte ve bu nedenle de piyasaya yeni sürülecek ürünle için test pazarı gibi kullanılmaktayken günümüzde yeni çalışmalar genel ABD nüfusunu yansıtmadığını ileri sürmektedir.
Columbus ayrıca yaklaşık 34,952 gay, lezbiyen veya biseksüelden oluşan bir kısım LGBT'ye ev sahipliği yapmaktadır. Bu özelliğiyle Gay ve Lezbiyenlerin yaşaması için en elverişli şehirlerden biri seçilirken ülkedeki en hakkı verilmemiş gay şehri unvanına da sahip olmuştur.
2008'de "Central Connecticut Eyalet Üniversitesi" tarafından ABD'nin 15. en okur-yazar şehri seçilirken 19. en iyi eğitim görmüş şehri ilan edilmiştir.
2006 yılında CNN Money tarafından yaşamak için 8. en ideal büyük şehir seçilmiş, 2010 yılında Sperling's tarafından 2. en erkeksi şehir seçilirken (2009 yılında 7 sırada imiş) aynı yıl "Dole Nutrition Institute (Dole Beslenme Enstitüsü)" tarafından en çok salata tüketen şehirlerden biri olduğu belgelenmiştir.
[[Dosya:Columbus-ohio-city-hall.jpg|thumb|Columbus Şehir Konağı]]
Şehir bir belediye başkanı ve tek kameralı, her iki senede bir iki aşamada 4 dönemlik seçilen 7 üye tarafından yönetilmektedir. Belediye başkanı Güvenlik Müdürü ile Kamu Servisleri Müdürü'nüne atama yapar. Vatandaşlar ise şehrin mali denetçisini, şehir mahkemesi katibini, belediye mahkemesi yargıçları ile şehir savcısını seçerler. 1913 yılında seçilen kanun komisyonu 1914'te iş başına geçmiş ve Federal formu, pek çok yenilikçi özellikle değiştiren (örneğin partiye bağlı olmayan oy hakkı, tercihli oy hakkı, seçilmiş memurların azledilebilmesi, referandum gibi) değiştiren yeni bir kanun teklifi getirmiş ve bu teklif 1916 yılında yasalaşmıştır. Şehrin bugünkü belediye başkanı Michael B. Coleman'dır.
Columbus şehri polis hizmetleri Belediye Polis Departmanı tarafından sağlanmaktadır. CQ Press'e göre 2009 yılında Columbus ABD'nin en tehlikeli 38. şehridir fakat tarihi boyunca hiçbir zaman en tehlikeli 25 listesinden girmemiştir. Bu sıralama Federal Bureau of Investigation (FBI) tarafından derlenen suç istatistiklerinin CQ Press tarafından ağırlıklı değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkmıştır. 2005 FBI istatistiklerine göre Columbus'ta 102 cinayet kayda geçmiş, toplamda 6,111 şiddet vakası rapor edilmiştir. İlgilenenler için, her gün güncellenen, suç mekanlarını, tiplerini ve detaylı bilgi içeren Columbus olay haritası mevcuttur.
[[Dosya:OPERS Building, Columbus, OH.jpg|thumb|left|Columbus merkezinda OPERS binası]]
Columbus genel anlamda güçlü ve farklı iş kollarına- eğitim, sigortacılık, bankacılık, moda, savunma, havacılık, yiyecek, ulaşım, çelik, enerji, tıbbi araştırma, sağlık, turizm, perakendecilik ve teknolojiye- dayanan bir ekonomiye sahiptir. Relocate Amerika isimli bir emlakçılık araştımra firmasına göre 2010 yılının en iyi büyük şehirleri sıralamasında ilk 10'da yer alan Columbus'u 2008 yılında MarketWatch ış kurmak ve yapmak için en ideal 7. şehir, fDi geleceğin şehirleri listesinden ABD'deki 3. şehir ve en işletme canlısı 4. şehir seçmiştir. Policom Corp'a göre 2006 yılında Amerika'nın en güçlü 7. Ohio'nun 1. ekonomisi seçilirken 2009 yılı istatistiklerine göre Columbus büyükşehir belediyesi bölgesinin GDP'si 90 milyar dolardır.
2007 yılında başlayan ekonomik durgunluk süresince Columbus ekonomisi, 10'larca yıllık iş dağıtımı ve uzun zamandır bölgede olan büyük şirketler, iş dünyası liderleri, ve siyasi liderler sayesinde ülkenin geri kalanı kadar etkilenmemiştir. Her ne kadar Columbus'da ülke atmosferinden etkilenmiş, finansal yanlışlıklar yapıldığına dair iddialar sonucu vergileri yükseltmek zorunda kalmış olsa da Coleman yönetimi bu istikrarlı ekonomiyi sürdürmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Columbus;un eyalet başkenti olmasından dolayı şehirde, şehir, bölge, eyalet, federasyon çalışanlarını ve hükümet işçilerini de kapsayan resmi bir varlık da söz konusudur. Hatta devlet Columbus'taki en büyük işverendir de denilebilir.
2011 yılında şehirde Fortune 500 listesinde yer alan 5 farklı genel müdürlük bulunmaktadır, bu müdürlükler Nationwide Mütual İnsurance Company, American Electric Power, Limited Brands, Momentive Specialty Chemicals, ve Big Lots'tır. Ayrıca Cardinal Health'in genel müdürlüğü de Dublin'in hemen dışında Columbus yakınlarındadır. Bunlar dışındaki büyük işverenler içerisinde çok sayıda okul (The Ohio State University gibi), Battelle Memorial Institute gibi hi-tech araştırma ve geliştirme şirketleri, OCLÇ ve Chemical Abstracts şirketleri gibi Bilgi/Arşiv şirketleri, JP Morgan Chase ve Huntington Bancshares gibi finans şirketleri ve Wendy's gibi yiyecek zincirleridir. Columbus'ta faaliyette bulunan ya da şubesi olan belli başlı yabancı şirketler de Almanya menşeli Siemens ve Roxane Laboratories, Finlandiya kökenli Vaisala, Japonya kökenli, Tomasco Mulciber Inc., ve A Y Manufacturing, İsviçre kökenli ABB Group and Mettler Toledo'dur.
Şehrin sokak planlaması şehir merkezından başlatılmış ve High Street (kuzey-güney yöönlü) ve Broad Street (doğu-batı yönlü) kesişimleri esas alınarak hazırlanan bir şebeke sistemine göre eski büyüme mahallelerine doğru genişletilmiştir. Kuzey-Güney sokaklar High Street'e paralel olarak 12 derece kuzeyden batıya ilerlerken bulvarlar (Fıfth Avenue, Sixth Avenue diye devam eden) doğudan batıya uzanırlar. Adres sistemi Broad ve High Caddelerinin kesişiminden başlar ve numaralar High Caddesi ya da Broad Caddesi'ne olan uzaklıklarına göre numaralandırılır. Numaralandırılmış bulvarlar First Avenue'dan başlar, First Ave. yaklaşık 2.01 km uzunluğunda ve Broad Caddesi'nin kuzeyindedir bundan sonraki bulvarlar kuzeye doğru büyüyen sayılarla numaralandırılmışlardır. Numaralandırılmış caddeler Second Street (2. Cadde) ile başlar, 2nd St. High St.in iki blok batısında ve 3rd St. High St.in 1 blok doğusundadır, buradan itibaren numaralar doğuya doğru büyür.Çift sayılı adresler caddelerin kuzey ve doğusunda bulunurken, tek sayılı adresler güney ve batıda yer almaktadırlar. 700 sayılık bir kapı numarası farkı aynı cadde üzerinde yaklaşık 1 millik (1.6 km) bir mesafeyi göstermektedir. Örneğin 351 Batı 5. Cd High St.in güneyinde kalır ve High St.eyaklaşık .5 mil (0.80) km uzaklıktadır
Kuzey-güney caddeleri üzerindeki binalar da aynı mantıkla numaralandırılmıştır. Kapı numarası Broad Cd.den yaklaşık ne kadar uzaklıkta olduğunu gösterir. "N" ve "S" kısaltmaları caddelerin Broad St.e göre kuzeyde mi güneyde mi olduğunu gösterirken cadde numaraları da şehir merkezindeki High ve Broad Cd.leri kesişiminden ne kadar uzakta olduğunu anlatır.
Yine de yukarıdaki cadde numaralandırma sistemi çoğu yerde sağlanamamıştır. Marble Cliff'ten Güney Lindon'a oradan da havaalanına uzanan bölgede çoğunlukla bulvarlar bulunurken şehir merkezi ve merkeze yakın doğu ve güney yönlü mahallelerde bulvarların aksine yalnızca caddeler vardır. Caddelerin ve bulvarların kesiştiği noktalar çok azdır ve isimlendirilmiş caddeler ile bulvarlar herhangi bir yön doğrultusunda ilerleyebilir. Örneğin, bütün numaralandırılmış bulvarlar doğu-batı yönünde High St.e dik bir şekilde ilerlerken, isimlendirilmiş fakat numaralandırılmamış bulvarların bir çoğu kuzey-güney yönlüdür ve High. St.e paralel yer alırlar. Aynı durum pek çok isimlendirilmiş cadde için de geçerlidir. Numaralandırılmış caddeler şehri kuzeyden güneye geçip Broad St.i dik keserken, pek çok isimlendirilmiş fakat numaralandırılmamış cadde doğu-batı yönünde yer alır ve High. St'e dik uzanır.
Bu karmaşaya rağmen adres sistemi neredeyse bütün Franklin İlçesini, yalnızca kendi mahalle merkezli adres sistemini geliştiren birkaç banliyö dışında, kapsar. Yukarıda sayılanlar dışında Columbus'un belli başlı caddeleri Main Street, Morse Road, Dublin-Granville Road (SR-161), Cleveland Avenue/Westerville Road (SR-3), Ölentangy River Road, Riverside Drive, Sunbury Road, Fıfth Avenue ve Livingston Avenue'dur.
Columbus iki büyük eyaletlerarası (Interstate) otoyolun kesişiminde kalmıştır; Doğu-Batı istikametli İnterstate 70 ve kuzey-güneybatı istikametli İnterstate 71. The Split (yarık) diye bilinen bölgede (şehir merkezi cıvarlarında) bu iki otoyol 2.4 km boyunca birleşir ve bu birleşme özellikle yoğun saatlerde Columb |
us için bir trafik sıkışıklığı yaratır. Columbuslular tarafından National Road (Milli Yol) diye bilinen 40 numaralı Birleşik Devletler otoyolu (U.S. Highway 40)doğudan batıya ilerler ve Main St.i şehrin doğusuna bağlarken, ve Broad St.i de batıya bağlar. Aynı yol pek çokları tarafından ülkenin ilk otoyolu olarak da bilinmektedir. 23 numaralı ÜS otoyolu kabaca güney-kuzey istikametinde yapılmışken, 33 numaralı ÜS otoyolu kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda ilerler. 270 numaralı eyaletlerarası yolun dış halkaları şehrin büyük bölümünü sararken, iç halkalar 670 numaralı eyaletlerarası yolu da içine alacak şekilde kuzeye ve havaalanını kapsayarak doğuya gitmekte ve batıda I-70 ( 70 numaralı eyaletlerarası yol)ile 315 numaralı devlet yolu ile (State Route 315) şehrin batısından, I-70/71 ayrımı ile şehrin güneyinden ve İ-71 ile şehrin doğusundan birleşmektedir. Merkezi konumu ve arayolların fazla kullanılmaması ile Columbus eyalet içindeki her varış noktasına yalnızca yaklaşık 2 saat uzaklıktadır.
[[Dosya:Columbus-olentangy-river-bridge-night.jpg|thumb|left||200px|Columbus Üniversite Semtinde Olentangy Nehri Köprüsü]]
Columbus nehir kenarları son yıllarda yapılmış olan birkaç kayda değer köprüye ev sahipliği yapmaktadır. 30 Temmuz 2010 yılnda ulaşıma açılmış olan 210m'lik Main St. Köprüsü COSİ (Columbus Bilim ve Sanayi Merkezi)'nin hemen güneyinde Scioto Nehri üzerinde olan köprü 3 tek yön şeritten ve bisikletliler ve yayalar için ayrılmış bir yoldan oluşmakta ve turunun Kuzey Amerika'daki tek örneği olma özelliği göstermektedir. Ağustos 2011'de açılması planlanan The Rich St. Köprüsü Main St. Köprüsü'ne komşu olacak ve nehrin doğu yakasındaki Rich St. ile batı yakasındaki Town St.'i birbirine bağlayacaktır. Lane Ave. Köprüsü ise Üniversite Bölgesi'nd Olentangy Nehri'nin iki yakasını bağlamış, her iki yöne de 3 şeridi olan 14 Kasım 2003'ten beri hizmet veren bir köprüdür.
[[Dosya:PCI CIMG9956.jpg|thumb|200px| Port Columbus International Havaalanı]]
Şehrin ana havalimanı Port Columbus International Airport (CMH)'dir ve birçok başka küçük havalimanı gibi şehrin doğusunda bulunmaktadır. CMH'den yurtiçine(San Francisco ve Seattle haricindeki hemen hemen bütün büyük merkezlere) olduğu kadar Kanada ve Meksika'ya uçuşlar gerçekleştirilmektedir. Skybüs Airlines gibi indirimli tarifeli uçaklar için önemli bir merkez olan Columbus Havalimanı dünyanın en büyük hava yolu taşımacısının bir kolu olan NetJets'e de ev sahipliği yapmaktadır. 2005 pazar araştırmalarına göre, Columbus havalimanı yolcularının %50'sini ana servis alanının 60 millik (97 km) bir yarıçap dışından çekmektedir.
Franklin County'nin doğusunda bulunan Rickenbacker Uluslararası Havalimanı ana kargo merkezlerinden biri olup Ohio Milli Hava Muhafaza Gücü (Ohio Air National Guard) tarafından kullanılmaktadır.
ÖSÜ Don Scott Havalimanı ve Bolton Field de Columbus çevresindeki önemli genel havacılık tesislerindendir.
Günümüzde Columbus demiryoluyla yolcu taşıma hizmeti vermemektedir.
Geçmişte ise Columbus şehir merkezinde "Union Station" adında bir gara sahip olmuş ve bu istasyon 1977'ye kadar daha çok Amtrak's National Limited tren servisi için kullanılmıştır. 1979 yılına gelindiğinde "Union Station" yıkılmış yerine bugün hala var olan Greater Columbus Convention Center inşa edilmiştir. İstasyon yıkılmadan önce Cleveland-Columbus-Cincinnatı ve Pittsburgh-Cincinnatı-Chicago-St. Louis güzergahlarında çalışan trenler için önemli bir durak olmuştur. Columbus şu anda, [[Phoenix]]'in Aralık 2008'de hafif raylı bir sistem inşa etmesinden sonra, ABD'de demiryolu ile yolcu taşıma sistemi olmayan en büyük büyükşehir belediye alanıdır. Yine de Ohio Hub projesi ile Columbus'un yeniden demiryolu ile yolcu taşıma sisteminde yer alması için çalışmalar sürdürülmektedir. Bu proje çerçevesinde Columbus'u Cincinnatı'ye bağlayacak bir hızlı tren sistemi inşa edilmesi ve bu sistemin New York ve Washington D.C. de dahil olmak üzere Doğu Yaka'sina demiryoluyla yolcu taşıma sistemine dahil olan Cleveland'a bağlanması öngörülmektedir.
Columbus belediyesinin oldukça yaygın kullanılan Central Ohio Transit Authority COTA(Merkez Ohio Aktarma Müdürlüğü) adı verilen bir otobüs taşıma sistemine sahiptir.
Bisikletin bir ulaşım aracı olarak kullanılması genellikle düzlük alanlardan oluşması, el değmemiş şehir alanlarının bulunması, büyük bir öğrenci nüfusuna sahip olması ve off-road bisiklet yollarına sahip olması gibi nedenlerden dolayı Columbus içinde yükselen bir trend olmuştur. Şehir, 2010 Biçentennial Bıkeways (200. yıl Bisikletyolları) Planını yayınlamış, ve Complete Streets (Tamamlanmış Yol) politikasını yürürlüğe koymuştur. Bıke to Work Week (İse Bisikletle Git Haftası), Consider Biking (Bisiklete Binmeyi Düşün), Yay Bıkes (Yaşasın Bisikletler), Third Hand Biçycle Co-op (Üçüncü El Bisiklet Kooperatifi), Franklinton Cycleworks (Franklinton Bisiklet İşleri ve Cranksters gibi halk çabaları ile yerel bir radyo programının şehir bisikleticiliğine yoğunlaşması da bisikletin bir ulaşım aracı olarak kullanılmasında etkili olmaktadır.
Columbus ayrıca şehir dışında elçi stili "alleycat(sokak kedisi)" bisikletle hız yarışmaları ve Critical Mass, bisiklet polosu, sanat gösterimleri, film geceleri ve daha pek çok bisiklete binmeyi destekleyen aylık örgütsüz grup binişleri düzenlemektedir.. Bütün bu faaliyetler Columbus'un sert havasına rağmen bütün yıl devam etmektedir.
Yeni Main St. ve 2011 yılında açılan Rich St.Köprüleri de üzerinde yaya ve bisikletlilere ayrılmış özel bir yol içermektedir.
Walk Score tarafından 2011 yılında gerçekleştirilmiş bir çalışmaya göre Columbus, ABD'nin en büyük 50 şehri içinde yürüyüşe en elverişli 29. şehir seçilmiştir.
[[Dosya:Drinko Hall (2006).jpg|thumb|left|Ohio Eyalet Üniversitesi Drinko Hall'da Michael E. Moritz Hukuk Koleji]]
Columbus, ABD'deki en büyük kampüs alanlarından birinin sahibi olan "OSU Ohio Eyalet Üniversitesi" ve "Columbus State Community Koleji" adlı iki eyalet üniversite kurumuna ev sahipliği yapmaktadır.
2009 yılında OSU, "U.S. News and World Report" tarafından yapılan araştırılmada devlet üniversiteleri sıralaması içinde de 19. olmuş, genel sıralamada ise ülkenin en başarılı 56. üniversitesi seçilerek ulusal okul sıralamalarında ilk sınıfa girmiştir. OSU'nün Veterinerlik ve Eczacılık gibi bazı yüksek lisans programları ise ülke sıralamasında ilk 5'tedir. Sosyal Psikoloji Özel Yüksek Lisans Programı 2., Anlaşmazlık Çözümü Programı 5., Mesleki Eğitim Programı 2., İlköğretim Programı 5., İleri Öğretmenlik Programı 5., Yönetim/Gözetim Programı ise 5. sıradadır.
Columbus'ta bulunan özel üniversite kurumları ise; Columbus College of Art and Design, Fortis College, DeVry Üniversitesi, Ohio Business College, Ohio Institute of Health Careers, Bradford School ve Franklin Üniversitesi'dir. Bunlarla birlikte dini eğitim veren Bexley Hall Episcopal Seminary, Mount Carmel College of Nursing, Ohio Dominican Üniversitesi, Pontifical College Josephinum, ve Trinity Lutheran Seminary de Columbus sınırları içersindedir.
Şehrin banliyölerinde yer alan Bexley's Capital Üniversitesi, Westerville's Otterbein Üniversitesi, ve Delaware's Ohio Wesleyan Üniversitesi de Columbus'un eğitim atmosferini etkilemektedir.
Eskiden "Columbus Public Schools" ismiyle bilinen "Columbus City Schools (CCS) (Columbus Şehir Okulları) "55,000 öğrencisiyle Columbus'un ilk ve orta öğretimdeki en kalabalık kesimini oluşturmaktadır. CCS'ye bağlı 142 orta okul, lise ve alternatif okul bulunmaktadır. Banliyöler kendi eğitim bölgelerini bir ya da birden çok kasabada kimi zaman şehir sınırlarına da geçerek servis sağlayacak şekilde idare etmektedirler, Colombus Roma Katolik Dıocese da dini eğitim veren birçok orta okul ve liseyi yönetmektedir. 2. en büyük eğitim bölgesi, güneybatı Franklin bölgesine hizmet sunan South-Western City Schools (Güney-batı Şehir Okulları)'dur. Bu bölgede birçok özel eğitim kurumu bulunmaktadır.
Bazı kaynaklara göre ABD'deki ilk anaokulu 1838 yılında şehre göç etmiş Friedrich Frobel'in eski öğrencilerinden Louisa Frankenberg tarafından Columbus'ta kurulmuştur. Bununla birlikte Indianola Junior High School 1909 yılında ülkenin ilk ortaokulu olma unvanına sahiptir. O dönemde öğrencilerin yalnızca %48'inin 9. sınıftan sonra eğitimlerine devam ettikleri göz önünde bulunudurulduğunda, ilkokul ve lise arasındaki geçişi sağlayan bu okulun ülke için ayrı bir önemi vardır.
The Columbus Metropolitan Library (Columbus Büyükşehir Kütüphanesi)(CML) 1873 yılından beri şehir sakinlerine hizmet vermektedir. Bünyesinde 3 milyon öğe içeren kütüphanenin şehir çapında 22 farklı şubesi bulunmaktadır. Bu kütüphane sistemi ülke çapında en çok kullanılan kütüphanecilik sistemlerinden biri olmuş ve Hennen’s American Public Library Ratings (Hennen'in Amerikan Kamu Kütüphaneleri Sıralamaları)nda her zaman en üst sıralarda yer almıştır. (1999, 2005 ve 2008 yılillarında 1. olmuş, 1999'dan beri hep ilk 4'tedir.) Ayrıca CML Library Journal (Kütüphane Dergisi) ne göre 2010 yılında yılın kütüphanesi seçilmiştir.
Columbus, "Antik Grek Uyanışi" mimari stilinde yapılmış "Ohio Statehoouse (Devlet Konagi Capitol)" binası, art-deco mimari stilinde "Ohio Judicial Center Ohio Adliye Sarayi), mimar Peter Eisenmen tarafından tasarimlanan "Wexner Sanat Merkezi" ve "Greater Columbus Convention Center (Büyük Columbus Konferans Merkezi)" gibi pek çok kayda değer binanın ev sahibidir. Ek olarak "Rhodes State Office Tower (Rhodes Eyalet Idare Merkzi)", "LeVeque Tower", ve "One Nationwide Plaza" da şehirde bulunan diğer önemli gokdelenler ve iş merkezleridir.
"Ohio Statehouse (Ohio Devlet Konağı)" inşaatı 1839 yılında, Columbus zamanın öne çıkan 4 toprak sahibi tarafından bağışlanmış 40,000 m² bir alan üzerinde başlamıştır. Bu arsa daha sonra, şehrin orijinal düzenlemesinde var olmayan "Capitol Square (Capitol Meydanı)" haline dönüşmüştür. Marble Cliff Quarry Co.'dan alınan Columbus kireçtası ile yapılan hükümet konağı 5 m derinlikte, rivayete göre o zamanın hapishane mahkûmu çete üyeleri (ki çoğunlukla t |
açılık ustası oldukları iddia edilir) tarafından kazılmış bir temel üzerinde durmaktadır. Hükümet konağı Antik Grek Dorik stilinde göre yapılmış gömme bir sundurmaya sahiptir.
Geniş ve alçak merkezi alınlık astylar tarzında yapılmış olan, görülemeyecek kadar alçak ola, giriş kümbetini ışıklandıran kubbenin altındaki camlı tamburu desteklemektedir. ABD'deki pek çok hükümet konağının aksine ulusal Capitol akımından çok da etkilenmemiştir. 22 yıl süren uzun inşaat döneminde 7 mimar çalıştırılmış ve mimarlarla yönetim arasındaki ilişki çoğu zaman arkadaş canlısı olmamıştır. Isıtma ve dahiyane olarak nitlendirilen doğal havalandırma sistemini devreye sokmak isteyen Nathan B. Kelly dizaynlarının, planlanan bütçeye göre fazla pahalı olduğu gerekçesiyle komite üyeleri tarafından kovulmuştur. Hükümet Konağı halka ve kullanıma 1857 yılında açılmış ve inşaası 1861 yılında tamamlanmıştır. High ve Broad Cd'lerinin kesişiminde merkez Columbus'ta bulunmaktadır.
1975 yılında kurulmuş olan "The Jefferson Center for Learning and the Arts (Jefferson Öğrenim ve Sanat Merkezi)" kar amacı gütmeyen örgütlerin kampüsü, araştırma, yayın ve kar amacı gütmeyen liderlik ve yönetim seminerleri için bir merkez olarak kullannılmaktadır. Columbus şehir merkezinin doğu köşesinde yer alan The Jefferson Center 100 yılını devirmiş, James Thurber'in çocukluğunu geçirdiği ev de dahil olmak üzere 11 evi yenilemiştir. Bugün bu evler kar amacı gütmeyen insanı servisler, eğitim ve sanatsal çalışmalar için kullanılmaktadır.
Santa Maria gemisinin gerçeğe uygun ölçeklendirilmiş bir kopyası Scioto Nehri kenarında Columbus şehir merkezinde yer almaktadır. Kristof Kolomb'un Amerika'yı keşfinin 500. yılı şerefine 1992 yılında yapılmıştır.
Driving Park mıraş bölgesi 1. Dünya Savaşı'nın ünlü birinci sınıf savaş pilotlarından Eddie Rickenbacker'in evinin de içinde olduğu bölgedir ve evin yeniden yapılandırılma çalışmaları başlamıştır.
1848 yılında kurulmuş olan "Green Lawn Cemetery (Yeşil Çimenlik Mezarlığı)" Amerikan Orta-Batısı'nın en büyük mezarlıklarından biridir.
[[Dosya:Columbus Museum of Art.jpg|thumb|left|200px|Columbus Güzel Sanatlar Müzesi]]
"Columbus Museum of Art (Columbus Güzel Sanatlar Müzesi)" 1931 yılında açılmış, daha çok erken modernizm dönemine kadar oluşturulmuş Avrupalı ve Amerikalı sanat eserleri koleksiyonlarına odaklanmıştır. Çağdaş bir sanat galerisi ve araştırma tesisi olan "Wexner Center for the Arts (Wexner Sanat Merkezi)" Ohio Eyalet Üniversitesi kampüsü içerisindedir. Aynı kampüste OSU basketbolunun ve erkek hokey takımlarının mabedi "Jerome Schottenstein Merkezi" yer almakta içinde de Ohio Eyalet Üniversitesi "Athletics Hall of Fame (Atletik Onur Listesi)"ni bulundurmaktadır.
Franklin Park'ın içinde yer alan "Franklin Park Conservatory (Franklin Parkı Serası)" 1895 yılında açılmış, 36 hektar üzerine kurulu hemen şehir merkezinin dğusunda bulunan botanık bir bahçedir.
"COSİ, (Center of Science and Industry)( Bilim ve Endüstri Merkezi)" büyük bir bilim müzesidir. eskiden "Central High School (Merkez Lisesi)" olarak bilinen şu an kullanılan COSİ binası 1999'da restore edilmış olup şehir merkezinin hemen karşısında Scioto Nehri'nin batı kıyısındadır.
"Ohio Historical Society (Ohio Tarih Kurumu)"'nun genel merkezi, şehir merkezinin 6.4 km uzağında 23,000-m²'lik bir alana kurulmuş en güzel müzesi olan "Ohio Historical Center (Ohio Tarih Merkezi)" ile Columbus'tadır. Müzenin hemen yanında Amerikan İç savaşı dönemindeki Ohio'nun bir kopyası olarak yapılan tipik eski Ohio kasabası bulunmaktadır.
"Kelton House Museum and Garden (Kelton Evi Müzesi ve Bahçesi)" Victorian döneme adanmış bir müzedir. 1852'de inşa edilmiş bina 3 kuşak boyunca Kelton ailesine ev sahipliği yapmış ve "Underground Railroad (Esir kaçıran yer altı örgütü)" içinde bir etap olmuştur.
1989 yılında karşılıklı kültürel değiştokuşa bir örnek olarak Columbus'da "Son of Heaven: Imperial Arts of China (Cennetin oğlu: Çin'in İmparatorluk Sanatları)" adını alan ve Çin'den getirilen antik Çin imparatorlarına ait tarihi eserlerinin gosterildiği bir sergiye ev sahipliği yapmıştır.
Sperling's e göre Columbus nüfusunun %37.6'si dindardır ve bu oranın %15.7'si kendini Protestan, %13.7'si Katolik, %1.5'i Yahudi, %0.6'si Müslüman ve %0.5'i Mormon olarak tanımlamıştır.
Columbus'taki ibadet yerlerinden bazıları; Xenos Christian Fellowship (Xenos Hristiyan Cemiyeti), Trinity Episcopal Church (Trinity Psikoposluk Kilisesi), Vineyard, the Glenwood United Methodist Church (Glenwood Birleşik Metodist Kilisesi), Second Presbyterian Church (İkinci Presbitryan Kilisesi), St. Paul Episcopal Church (Aziz Paul Psikoposluk Kilisesi, Shilöh Baptist Church (Shilöh Vaftiz Kilisesi), Roman Catholic Church's St. Joseph's Cathedral (Roma Katolik Kilisesi Aziz Joseph Katedrali), Greek Orthodox Church's Annunciation Cathedral (Yunan Ortodoks Kilisesi Meryemana Katedrali), Columbus'un kuzey doğusunda bulunan Life Church (Hayat Kilisesi) Mormon Columbus Ohio Temple (Ohio Columbus Mormon Tapınağı), Muslim Noor İslamic Cultural Center (Müslüman Nur İslami Kültür Merkezi), ve Columbus'taki en eski sinagog olan the Reform Jewish Temple Israel (Reformist Yahudi Sinagogu İsrail)dir.
Şehirdisinda güneydoğuda bulunan World Harvest Kilisesi "[[Megachurch]]" (ortalama haftada 2000'den fazla ziyaretçisi olan kilise) sınıfına girmektedir.
Dini Eğitim Enstitüleri ise; Trinity Lutheran Seminary (Trinity Lüteran Ruhban Okulu), Bexley Hall Episcopal Seminary (Bexley Hall Psikoposlul Ruhban Okulu), Methodist Theological School ın Ohio (Ohio Metodist Teoloji Okulu), ve the Pontifical College Josephinum (Papalık Josephinum Koleji)dir.
Columbus ve Franklin Kontlugu Büyükşehir Belediyesi Park Bölgesi, kamuya ait bahçelerden oluşan "Inniswood Metro Gardens"'i; "Highbanks Metro Park"'ı ve daha pek çok halka açık park ve bahçeyi içerir. Şehrin güneybatısında bulunan "Big Darby Creek (Büyük Darby Çayı)" güzelliği ve ekolojik çeşitliliği ile Columbus için ayrı bir önem taşımaktadır. Clintonville semtinde 53,000 m2 üzerine kurulmuş güzel bir gül bahçesi olan "Park of Roses (Güller Bahçesi)"'i içine alan Whetstone Park'ına ev sahipliği yapar.
"Chadwick Arboretum (Chadwick ağaç parkı)" OSU kampüsünde yer alan büyük ve çeşitli bir bitki örtüsüne sahip bir botanık bahçesidir. [[Georges Seurat]]'nin ünlü tablosu [[A Sunday Afternoon on the Island of La Grande Jatte|Grande Jatte Adasında Pazar Öğledensonrasi]] simsir ve benzeri ağaç budama sanatıyla Columbus'un "Old Deaf School Park (Columbus Eski Sağır Okulu Parkı)"'nda temsil edilmektedir. Ayrıca şehir merkezi yakınlarında, Whittier yarımadası üzerinde 2009 yılında Metro Park isimli, bölgenin ününü sağlayan kuşları izleme amacına gayet mükemmel hizmet için inşa edilmiş yeni bir park açılmıştır.
[[Columbus Zoo and Aquarium|Columbus Hayvanat Bahçesi ve Akvaryumu]] alçak bölge [[goril]]leri, [[kutup ayı]]ları, [[Manatigiller|manatiler]], [[Sibirya kaplanı|Sibirya kaplanları]], [[çita]]lar ve [[kanguru]]ları kapsayan zengin koleksiyonu ile dünyaca tanınmaktadır. fahri yöneticisi Jack Hanna, Tonight Show ve Late Show gibi ABD'de iyi bilinen televizyon programları için sık sık ulusal kanallarına çıkmaktadır. 2009 yılında ABD'nin en iyi hayvanat bahçesi seçilen parkın içinde bir de Zoombezi_Bay isimli su ve eğlence parkı bulunmaktadır.
[[Dosya:Ohio Theatre.jpg|thumb|right|Columbus'taki "Ohio Tiyatrosu". Bir ABD ulusal tarihi mimarlik simgesi olarak kabul edilmiştir.]]
Şehir, Columbus Senfoni Orkestrası, Columbus Operası, BalletMet Columbus dans topluluğu, "ProMusica Chamber Orchestra ( Promusica Oda Orkestrası)", CATCO (Çağdaş Amerikan Tiyatro Şirketi), "Columbus Children's Theatre (Columbus Çocuk Tiyatrosu)" , "Shadowbox Çabaret (Gölge Oyunu Kaberesi)" ve "Columbus Jazz Orchestra (Columbus Jazz Orkestrası)" gibi dünyaca ünlü sanat topluluklarına ev sahipliği yapmaktadır. Yaz boyunca Aktorlerin Columbus Tiyatrosu, German Köyü semtinedeki Schiller Park'ta akşamları ücretsiz [[William Shakespeare|Shakespeare]] oyunları temsil edilmektedir.
"Columbus Youth Ballet Academy (Columbus Gençlik Bale Akademisi)" 1980 yılında uluslararası tanınan balerin ve artistik yönetmen, [[Martha Graham]]ca keşfedilmiş Shir Lee Wu tarafından kurulmuştur. Wu, dünyaca aranan bir hoca olsa da şu anda "Columbus City Ballet School (Columbus Şehri Bale Okulu)"'nun artistik yönetmenliğini yapmaktadır. Son birkaç on yıllık süre içinde onun mezun ettiği öğrenciler öğrenim hayatlarına "Juilliard Okulu", "Amerikan Bale Okulu)", "Houston Ballet Academy (Houston Bale Akademisi)", "Pacific Northwest Ballet School (Pasifik Kuzeybatı Bale Okulu)" gibi enstitülerde devam etmiş, bazıları "(New York Şehir Balesi)", "Pasifik Kuzeybatı Balesi", "Martha Graham Contemporary Dance Company (Martha Graham Modern Dans Kuruluşu)" ve BalletMet Columbus gibi kuruluşlarda performans sergilemişlerdir. Ayrıca Wu'nun öğrencileri New York'ta düzenlenen "Youth American Grand Prix (Gençler Amerikan Büyük Yarışması)"nda altın madalya kazanmışlar, bazıları ise "Concord De Dance de Paris"'te finalist olmuşlardır.
Columbus'ta "Nationwide Arena", "Jerome Schottenstein Merkezi","Hayat Stilleri Toplumleri Pavyonu (kısaca LC)" gibi büyük sayıda seyirci alan konser salonları bulunurken, "Veterans Memorial Auditorium", "Mershon Auditorium", ve "Newport Music Hall" gibi dah kucuk konser salonlarında da müzik performansı sahnelenmektedir.
Eskiden "Siyahi Kültür Merkezi" olarak hizmet veren "Linkoln Sahnesi" büyük bir restorasyon çalışması sonucu 2009 yılında tekrar halkın kullanımına açılmıştır. Linkoln Sahnesi'nden çok da uzakta olmayan "King Arts Complex (Kral Sanatlar Kompleksi)" birçok kültürel etkinliğe ev sahipliği yapmaktadır. Ayrıca şehir merkezinde tarihi "Palace Tiyatrosu" , "Ohio Sahnesi", "Güney Sahnesi" gibi pek çok büyük tiyatro ve sinema salonu vardır. "Amerika Boyunca Broadway" isimli gezici olarak Broaday müzikalleri temsil eden trup/kurum Ohio'da pek çok gösteri için bu sahneleri kullanmıştır.. Bunların dışında,"Vern Riffe Center |
for Government and the Arts (Vern Riffe Hükümet ve Sanat Merkezi)", "Capitol Theatre (Capitol Sahnesi)" ve 3 küçük stüdyo sahneye ev sahipliği yapmakta yerel sanat kurumlarına gösteri şansı tanımaktadır.
[[Steven Soderbergh|Steven Soderberg]]'in 2000 yılında çektiği [[Traffic]] ve [[Jonathan Demme]] 1991'de yönettiği [[The Silence of the Lambs|The Silence of the Lambs (Kuzuların Sessizliği)]] filmleri Columbus ve Merkez Ohio bölgesinde çekilmiş ve Oscar kazanmış filmlerdir. Oscar'a aday gösterilen [[The Shawshank Redemption|The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli)]] filmi 1994 yılında Orta Ohio bölgelerinde çekilmiştir. Yerel film yapımcıları Peter John Ross,John Whitney ve yapımcı Philip R. Garrett tarafından çekilen Horrors of War filmi 2006, Fallen Angels yine 2006, Bubble 2005, Criminal Minds 1998'de,Wolfgang Petersen'in Air Force One'i 1989, [[Konuş Benimle|Speak]] 2004, [[Tango & Cash]] 1989 ve http://en.wikipedia.org/wiki/Teachers_(film) 1984 yıllarında yine Ohio eyaletinde çekilmiştir.
Columbus'un resmen 10 tane kardeş şehri vardır:
[[Kategori:Columbus, Ohio| ]]
[[Kategori:Ohio'daki şehirler]]
[[Kategori:39° K]]
[[Kategori:82° B]]
Austin, Teksas
Austin, ABD'nin en büyük 11. şehri ve Teksas eyaletinin en büyük 4. şehridir. Ayrıca, eyaletin başkentidir.
Austin'in resmen 12 tane kardeş şehri vardır:
Memphis, Tennessee
Memphis, Birleşik Devletler'in güney doğusundaki Tennessee eyâletinde bulunan bir kent. Şehir aynı zamanda içinde bulunduğu "Shelby Kontluğu"nun merkez şehridir.
Memphis şehrinin, şehir sınırları içindeki nüfusu (2001 nüfus tahmini itibarıyla) 655,155 kişi olup Birleşik Devletler'in 20., Tennessee eyâletinin en büyük şehridir.
Elvis Presley'nin gençlik yıllarını geçirdiği ve müzikle ilgilenmeye başladığı şehirdir.
Milwaukee
Milwaukee, Amerika Birleşik Devletleri'nin en büyük 22. şehri ve Wisconsin eyaletinin en büyük şehridir.
Michigan Gölü'nün güneybatı kıyısında yer alan Milwaukee şehri sınırları içinde (2010 Nüfus sayımı itibarıyla) 594,833 kişi yaşamaktadır; ama şehir ve etrafında bulunan şehirleşmiş varoşları ile "Şehirleşmiş Milwaukee" nüfusu 1,308,913 kişidir. Milwaukee, Milwaukee–Racine–Waukesha Metropolitan Alanı'nın kültürel ve ekonomik merkezi durumundadır. Bu alan 1,566,981 kişilik bir nüfusa sahiptir (2010).
Milwaukee ayrıca bölgesel bir merkez durumundadır. Bu açıdan da Milwaukee Bölgesi yaklaşık toplam 2,014,032 kişiyi barındırmaktadır (2008).
İlk Avrupalı kafilelerin bu topraklara gelişi Fransızlar ve kürk ticareti ile uğraşanlar vasıtasıyla olmuştur. 1818 yılında Fransız-Kanadalı öncülerden Solomon Juneau bu alana yerleşmiştir. 1846'da Juneau'nun kurduğu şehir ve iki komşu şehir birleşerek Milwaukee şehrini oluşturmuşlardır. 1840 ve sonrası yıllarda, büyük oranda Alman Amerikalılar ve diğer göçmenler şehrin nüfusunun artışında önemli etkenlerdir.
Milwaukee şehrinin kardeş şehirleri:
Dosya:Milwaukee Intermodal Station.jpg|Milwaukee Intermodal Tren Gari
Rhode Island
Rhode Island, Amerika Birleşik Devletleri'nin 50 eyaletinden biridir. Ülkenin en küçük eyaleti konumundadır.
17. yüzyıl başlarında Kuzey Amerika'daki İngiliz Birleşik Krallık'ının bir kolonisiydi. Sonradan Amerika Birleşik Devletleri'ni oluşturacak olan bu kolonilerden birisi de Massachusetts Körfez Kolonisiydi. Roger Williams -din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılışını isteyen (laikliğin ilk uygulaması)- dinsel görüşlerinden dolayı Massachusetts Körfez Kolonisinden ihraç edilince 1636 yılında Providence kentini kurdu. 1664 yılında Rhode Island kendini ayrı bir koloni ilan etti ve 1776 yılında bağımsızlığını kazanarak Amerika Birleşik Devletleri'ni oluşturan onüç Koloni'den biri oldu.
Rhode Island eyaletinin her köşesi denizden en fazla 50 km uzaklıkta olduğu için Okyanus Eyaleti rumuzu ile anılır. Eyalet doğusunda ve kuzeyinde Massachusetts Eyaletiyle komşudur. Batısında ise Connecticut eyaleti yer alır. Eyaletin güneyi Atlas Okyanusu üzerinde yer alır. Atlas Okyanusu'nun bir kolu olan Narrogansett Körfezi eyaletin iç kısımlarına kadar uzanır. Eyaletin en büyük kenti olan Providence aynı zamanda eyalet başkenti olup, kültür, eğitim, siyaset ve ekonomi dallarında eyaletin en önemli bölgesidir.
Rhode Island eyaleti Amerika Birleşik Devletleri'nde Sanayi Devriminin başladığı yer olarak bilinir. Nüfusunun %50'sinden fazlasının Katolik mezhebinden olduğu tek eyalettir. Okyanus kıyısındaki Newport kenti eyaletin ikinci büyük kenti olup ABD'nin ünlü zenginlerinin inşa ettirdikleri konaklarla tanınır. Bu konaklar günümüzde müze olarak ziyaretçilere açılmıştır. Providence kentinde bulunan Brown Üniversitesi ABD'nin en prestijli üniversitelerinden biridir.
Elektronik müzik
Elektronik müzik, elektronik aletler yardımıyla yapılan müzik türüne verilen bir isimdir. Elektronik aletler düşük kuvvetli sistemlerdir ve transistör, tümleşik devre gibi parçalar kullanırlar. Bu tanıma göre, elektromekanik anlamda ses üreten enstrümanlarla elektronik öğeler kullanarak ses üreten enstrümanlar arasında ayrım yapılabilir. Elektromekanik enstrümanlara Telharmonium, Hammond B3 ve elektro gitar gibi enstrümanlar örnek verilebilirken, elektronik enstrümanlara da Theremin, synthesizer ve bilgisayar örnekleri verilebilir.
Elektronik müzikten önce, müzisyenlerin teknolojik gelişmeleri müzikal amaçlar için kullanma isteği vardı. Elektromekanik tasarımlara sahip birkaç enstrümanın geliştirilmesiyle, diğer elektronik enstrümanlara yol açıldı. Telharmonium adında bir elektromekanik enstrüman, 1897'de, Thaddeus Cahill tarafından icat edildi. Bazı bariz zorluklar, Telharmonium'un yaygınlaşmasını önledi: enstrüman yedi tondu ve bir yük vagonu büyüklüğündeydi. Bu enstrümanın daha gelişmiş modelleri de daha sonra yapıldı (en son yapılan 1907 modeli 200 tondu). Genellikle, ilk icat edilen elektronik enstrüman Theremin olarak görülür. Theremin, Profesör Leon Theremin tarafından 1919'la 1920 arasında bir tarihte icat edilmiştir. Başka bir elektronik enstrüman ise Ondes Martenot'tur. Ondes Martenot, Olivier Messiaen'in 'The Turangalîla-Symphonie'sinde kullanıldıktan sonra ünlenmiştir. Ayrıca, Ondes Martenot, Andre Jolivet gibi birçok Fransız müzisyen tarafından da kullanılmaya başlanmıştır.
Kaset çalar, Almanya'da II. Dünya Savaşı sırasında icat edilmiştir. Müzisyenlerin, kaset çalarları, musique concrète adını verdikleri yeni bir müzik besteleme tekniğinde kullanmaları uzun sürmedi. Bu teknik, doğal ve endüstriyel seslerin beraber kaydedilip, daha sonra düzenlenmesini içeriyordu. Besteciler, sıkça, müzikal bir amaç için yaratılmamış olan elektronik aletlerden çıkan sesleri kullandılar. Musique concrète'in ilk örnekleri, Pierre Schaeffer bestelemiştir. Schaeffer, daha sonra Pierre Henry, Pierre Boulez ve Karlheinz Stockhausen gibi birçok avant-garde müzisyenle çalışmıştır. Amerika'da magnetik teyp için bestelenen ilk eser Louis ve Bebe Barron tarafından 1957'de tamamlandı.
1957'de, iki yeni elektronik enstrüman daha ortaya çıktı. Daha önceki Theremin ve Ondes Martenot'tan farklı olarak, bu yeni enstrümanları kullanmak zordu, zorlu bir proglamlama gerektiriyordu ve ikisi de gerçek zamanlı çalınamıyordu. Bu enstrümanlardan ilki Max Mathews'un "Music 1" adlı bir programla kullandığı bilgisayarıydı. Enstrümanlardan ikincisi ise RCA Martk II Sound Synthesizer adındaki ilk elektronik birleştiriciydi. RCA tarafından tasarlanan alet the Colombia-Princeton Electronic Music Center'da kurulmuştur ve hala ordadır.
The Columbia-Princeton Electronic Music Center, bilgisayar müziği merkezi olarak biliniyordu. Bu merkez, türünün Amerika'daki en yaşlısıdır. 1958'de 1950'lerin başından beri magnetik teyp manipülasyonuyla igilenen Vladimir Ussachevsky ve Otto Luening tarafından açılmıştır. Merkezde, Peter Mauzey yardımıyla bir stüdyo kurulmuştu ve 1980lere kadar elektronik müzik merkezi olarak görevini korudu.
Yaratıcılarından olan Brian Eno’nun gelişimine ışık tuttuğu Ambient; FSOL (Future Sound of London), The Orb, Biosphere ve Woob gibi yeni akımlarla günümüzdeki düşündürücü, derin ve de farklılığı her zaman ön planda hissettiren şeklini almıştır. Diğer bütün elektronik müzik dallarından farklı olarak Ambient müzik; davul vuruşları ve ritim içermeyen daha ziyade doğa sampleları, melodiye ve ambiyansa ağırlık veren bir müzik tarzıdır.
Tutku dolu vokallerle süslenmiş olan trip hop, genelde acı keder ve üzüntü gibi koyu (derin) hislere hitap eder. Portishead, Cold Cut, Massive Attack, Archive ve Télépopmusik bu tarzın önde gelen isimleri arasında yer almaktadır.
Dj Spooky ile özdeşleştirilmiş olan bu tarz, Trip Hop-Dub-Ambient karışımı ortaya çıkmıştır.
Jazz’ı geleceğe taşıyan ve bu aşamada jazz üzerine çeşitli elektronik ses modifikasyonların gerçekleşmesi ile ortaya çıkmış olan önemli bir biçimdir. Özetlemek gerekirse temalar Jazz üzerine kurulu, destekler ve enstrümanlar elektronik ağırlıklıdır. Modaji, United Future Org., Gotan Project, Ian O’Brein, Fauna Flash ve Jamiroquai önemli isimler arasında yer almaktadır.
4/4 vuruşluk house ve benzeri tarzlara alternatif olarak ortaya çıkan Breakbeat’in kökenleri hip hop’a dayanmaktadır. Old-School Techno ve Acid house’dan da esinlenmelerin gözlendiği Breakbeat’in önde gelen isimleri Meat Katie, Adam Freeland'dir.
Akılda kolay kalan sample’larıyla parti ortamlarının vazgeçilmez müziğidir. Alçak sesle dinlemenin Big Beat tarzına haksızlık olacağı düşüncesiyle hareket eden birçok insanın ortak görüşü “yüksek çıkış gücün yoksa dinlemenin de bir manası yoktur” şeklinde biçimlenmiştir. Anavatanı Brighton olan bu tarzın bayraktarlığını Fatboy Slim yapmaktadır.
Kraftwerk, Afrika Bambaataa ve Electron’dan etkilenmiş(ilk albümleri) ve ilham almış olan Funky Breaks ilk tohumları, meyvelerini Birleşik Amerika’nın batı sahillerinde vermiştir.
Dance Müziğin omurgası olarak da nitelendirilebilir. Elektronik Müziğini en popüler kolu olarak kabul edilen Dance’de trackler genel olarak bir vokalist eşliğinde ve House Music benzeri bir formda yapılandırılır. Günümüzde Sasha, bu tar |
zın en önde gelen isimlerinden birisidir.Dance müzigi daha çok electronica ile harmanlanır bu tarzın iyi temsilcileri arasında David Guetta,Laurent Wolf,Yves Larock,Desaparecidos,Akcent gibi isimler vardır.
Euro Cheese ve Euro Trash olarak da bilinen dans müziğin basit, eğlenceli ve tempolu kolu olarak bilinen Euro Dance, ana kolu olan Dance Müziğin popülaritesinden geri kalmayarak dünyanın birçok radyosunda boy göstererek ön saflarda yerini almaktadır. Aqua, Ace of Base ve ATB bu tarzda dikkati çeken isimlerdir.
Yoğun olarak ses efektlerine yer veren Dub, enstrümantal Reggae olarak da bilinir. Dub, adını Lee Scratch Perry, Bill Laswell ve King Tubby ile duyurmuştur.
Drum&Bass‘in jump-up ve intelligent gibi birçok türü(ucu) olmasına rağmen gövdeden (Main genre Drum’n Bass) ayrılmadıkları bir kesin bir çizgi vardır... tabii ki derin güç. Drum vuruşlarının dip Bas(sub-bass)lar süslendiği ve dakikada 160 vuruşluk bir tempoya sahip olan Drum’n Bass, 90’lı yılların başında Büyük Britanya’da çok önemli gelişmeler kaydederek Elektronik Müzik’in temel dalları arasındaki sarsılmaz yerini yaratmıştır. Omni Trio, Photek, Squarepusher akla ilk gelen isimlerdir.
Drum’n Bass’in ragga vocallerle beslenmiş halidir. Aphrodite, Shy FX, Baby D. vs.vs.
Two-Step Drum’n Bass’dir. Squarepusher ve Photek.
Elektronik Müzik için ana terim olup sanatsal yönlerin şiddetle ağır bastığı; öze bakıldığı zaman, görünen güzelliklerin bütünüdür.Metallica örneği vardır.
Genelde sözsüz vokallerin (çoğunlukla soprano sesin enstrüman olarak kullanıldığı gözlenir) ön plana çıkışıyla ve bunların yer yer uyumlu melodilerle desteklenmesiyle oluşan bir tarzdır. Orbital, Genaside ii (Ad Finite)tarzın en iyi örnekleridir.AN21 & Max Vangeli, MOTI ve Tim Berg son zamanlarda tarzın dikkat çekici isimlerindendir.
Klasik temaların elektronik motiflerle süslendiği New Age’i çağrıştıran ve içinde Progressive Electronica’da olduğundan daha güçlü sanatsal salınımlar saklayan bir tarzdır. Vangelis ve Jean Ven Robert Hal.
Tempo ve süreklilik yönünden daha seyrek fakat kendi kurallarını kendi yaratan bir tarzdır. Plastikman iyi bir örnektir.
Geleneksel olmayan müzikal elementleri içeren, Batı Müziğinin standart öğelerini kapsamayan ve doğuşu 1913 yılı olarak kabul edilen bir deneysel (experimental) müzik türüdür. Bir Noise müzisyeni (aynı zamanda Noise Artist olarak da geçebilir) sınırlar olmadan birçok sesi, örneğin teyp hışırtısı, üzerinde oynanmış kayıtlar (örn. ağır derecede çizilmiş plaklar), makine gürültüsü, değişik nesnelerin feedback sinyallerini ve müziğe girmeyecek vokal/ses elementlerini parçalarında kullanabilir. Aynı zamanda istendiğinde Jazz, Rock ve Metal gibi diğer popüler müzik öğelerini de yapılan kayıtlarda sample olarak kullanılmaktadır. Bu müziğin en önemli temsilcileri arasında, Noise'un büyükbabası olarak görülen Merzbow'un yanında Masonna, C.C.C.C. ve Hanatarashi de bulunmaktadır. Glam Rock müzisyeni Lou Reed'in gitarının feedback sinyallerini kullanarak 1975 yılında kaydettiği Metal Machine Music albümü de Noise alanının en önemli ilham kaynaklarından biri olarak gösterilebilir. Ayrıca Noise müziği de kendi içerisinde dallara ayrılmıştır, ve diğer müzik türlerinde de ilham kaynağı olarak yer almıştır.
Özellikle gece kulüplerinde sık çalan müzik türüdür.
House’un diğer kolarına göre daha bir katı olan, kendi kurallarını kendisi çizen ve dinleyiciyi düşündürme yoluna giden bir tarzdır.Dave Spoon,Wolfgang Gartner bu tarz için iyi bir örnektir.
Daha sıkı ve güçlü looplarla beslenen bu tür az vokal daha çok vuruş (drum) sistemini işletmektedir.
Hard House’un aksine, her şeyin drum vuruşları olmadığını iddia edercesine vokal’e daha fazla ağırlık veren House koludur. Gospel ve latin müziklerinin etkisiyle de gelişmiştir. Martha Wash, Amber, Sia, Nervo gibi.
90’ların sonlarına doğru Acid House’un Büyük Britanya’yı kasıp kavurmasının ardından, geniş dinleyici kitlesi daha sert ve kural tanımaz temalar istemiştir. Bu ortam zaten patlamak için fırsat kollayan Techno için bulunmaz bir fırsat olmuştur. Acid House’a göre daha hızlı bpm’lere (beats per minute à dakikadaki vuruş sayısı) ve daha agresif bir yapıya sahip olan Techno, arayışta olan kitleye gereğinden çok daha güzel (doyurucu) bir şekilde cevap vermiştir. Günümüzde eğilimi yakalamış olan Techno, en hızlı gelişen modern müzik türlerinin başında yerini almıştır. Sven Vath, Eat Static, Derrick May, Juan Atkins, Kenny Larkin,Paul van Dyk ve daha sayılmayan birçok isim, bu tarzı günümüzde başarı ile temsil etmektedir...
Yıllar önce Derrick May, Juan Atkins ve Kenny Larkin’in ortaya çıkardığı; Techno’nun temel kolu olarak da bilinir.
Sıra dışı ve bir o kadar da agresif motifler içeren bu dal, mükemmel uyumsallık ve de dahiyane yaklaşımlarıyla diğer birçok daldan sıyrılır. Beaumont Hannant.
Tüm Techno formlarının birleşimi olarak görülen Rave/Old Skool; Drum’n Bass, Trance gibi birçok tarzın kökeninde ve gelişiminde pay sahibi olmuştur. Bol içki ve druglı underground partilerin vazgeçilmez müziği olan Rave/Old Skool’un track’leri diğer tarzların track’lerine kıyasla daha uzun sürer. Solid 4/4’lük vuruşlar, sert elektronik motifler ve etkileyici baslardan oluşan Rave/Old Skool’u başlı başına bir tarz (genre) olarak görmek yanlış olmaz.
Sert ve Hızlı Techno’dur. Lenny Dee, Delta-9, Ron D.Dore... Hardcore müziğin alt türü olarak bilinir. Dinleyicide değişik duyguların ortaya çıkmasını sağlar. Çok hızlı olan bu tür yoğunluğuyla da diğer dallardan sıyrılır. Türün başlıca temsilcisi Stu Allan'dır.
Vuruşların ve melodilerin kenetlenmiş (birbirinin eksiğini kapatır gibi) şekilde birbirini takip ettiği Goa, Trance’in en çok dinlenen kolu olarak bilinir. Hindistan'ın Goa eyaletinden çıkan bir türdür. Filteria bu türe iyi bir örnektir.
TS-TR 303lerle üretilen Trance’idr. 4/4vuruşlarındaki sertlik ile dikkati çeker.
136 - 140 bpm arası melodi ve armoni dolu, enerjik bir trance türüdür. Dünyada en yaygın olarak dinlenen trance türlerindendir. Genel olarak major akorlardan oluşup dinleyiciyi daha mutlu ve neşeli hiisettirebilme özelliği ile de bu ismi almıştır. Bu tarzı dinleyenler çoğunlukla telaş ve acele hissi yaşadıklarını belirtmektedir. Majör yapısı dışında en belirgin özelliği synth ses veren enstrumanlarla yapılan arpejlerin ön planda olmasıdır. Ayrıca yapısında kullanılan sesler diğer türlere oranla biraz daha yumuşaktır.
Birçok trance prodüktörü bu tarzda örnekler üretmişler ve Tiesto, Armin Van Buuren, Akira Kayosa, Sean Tyas, Coll&Tolland gibi dünyaca ünlü birçok prodüktör ve DJ bu tarzın gelişmesinde rol oynamıştır.
Kulağa Hoş gelen melodilerle üretken bir yapı sergileyen Progressive Trance, Ambient’ın ortaya koyduğu kalitede seçici yapıya sahiptir. Trance türü içinde en yaygınıdır.Tiesto,Ferry Corsten,Armin van Buuren,Markus Schulz,Sied van Riel,Above & Beyond son zamanların başlıca isimlerindendir.
Neredeyse tamamı bass seslerden oluşan, düşük perdeli davul sesleri kullanılan, aksak ritimlerin ağır bastığı bir müzik türüdür. Ortaya çıkışı 90'ların sonuna dayanır. Tempo genellikle 140 dolaylarında seyreder, snare 3. vuruştadır.
Akışkan (anlam ayrımı)
Sevan Nişanyan
Sevan Nişanyan (Ermenice: Սեւան Նշանեան, 21 Aralık 1956, İstanbul), Türkiye Ermenisi yazar, dil bilimci. Agos ve Taraf'ta köşe yazarlığı yaptı. Seyahat kitapları yazdı. 2004'te Ayşenur Zarakolu Özgür Düşünce Ödülü'nü aldı.
İlköğrenimini Pangaltı Mıhitaryan Okulu'nda gördü. 1968'de, "Milliyet" gazetesi tarafından düzenlenen İlkokullararası Bilgi ve Kültür Yarışması'nda üçüncü oldu. Orta öğrenimini Işık Lisesi ve Robert Lisesi'nde tamamladı. Robert Lisesi için "İçinde bulunup da sevdiğim ilk ve muhtemelen son kurum" demiştir. 1974'te üniversite eğitimi için ABD'ye gitmiş, Yale Üniversitesi'nde Felsefe ve Columbia Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi okumuştur. Latin Amerika siyasi partileri hakkındaki doktora tezini tamamlamadan Türkiye'ye dönmüştür.
Türkçeye çevirdiği "Grundrisse," yazdığı yüz sayfalık bir önsöz ile 1979'da henüz 23 yaşındayken yayımlandı. Birikim dergisinde ve "The New York Times"'ta yazıları çıktı.
1984-1985 yıllarında Commodore 64 adlı kişisel bilgisayarı Türkiye'ye getiren firmanın kurucusu ve yöneticisi oldu. Bilgisayar programcılığı ile ilgilendi, çeşitli konuşma ve konferanslara katıldı. Türkiye'nin ilk popüler bilgisayar dergisi olan Commodore'u kurup orada Baytan Bitirmez müstear ismiyle yazılar yazdı.
1986'da vizyona giren, kömür madenlerinde geçen bir aşk hikâyesini anlatan "Flight of the Spruce Goose" filmine senaryo danışmanlığı yaptı.
Çeşitli Britanya ve Uzak Doğu yayınevleri için seyahat kitapları kaleme aldı. 1998 yılında "Küçük Oteller Kitabı" ilk kez yayımlandı. Türk turizmine kitle turizmi dışında yeni bir yön kazandırma çabası olarak görülebilecek bu kitap kısa süre içinde bir referans kitap haline geldi.
Hapis yattığı dönemde Türkçenin etimolojisi üzerine ilk kapsamlı bilimsel çalışma olan ""Sözlerin Soyağacı: Çağdaş Türkçenin Etimolojik Sözlüğü"" adlı eserini tamamladı; aynı sözlüğün popüler bir özeti olan ""Elifin Öküzü ya da Sürprizler Kitabı"" adlı kitabı yayımlandı.
2004'te İnsan Hakları Derneği tarafından verilen Ayşenur Zarakolu Özgür Düşünce Ödülü'ne layık görüldü. Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu bölgeleri hakkında resmî görüşün verilerini sorgulayan ""Ankara'nın Doğusundaki Türkiye"" adlı gezi rehberi 2006'da yayımlandı.
Nişanyan'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş dönemine ilişkin eleştirel görüşlere yer veren ""Yanlış Cumhuriyet: Atatürk ve Kemalizm Üzerine 51 Soru"" adlı kitabı 2008'de basıldı. ""Sözlerin Soyağacı""nın geniş ölçüde gözden geçirilmiş ve genişletilmiş yeni versiyonu da aynı tarihte piyasaya sunuldu.
Agos gazetesindeki köşe yazarlığının yanı sıra, 29 Ekim 2008 ve 14 Aralık 2009 tarihleri arasında "Taraf" gazetesinde ""Kelimebaz"" adıyla dile ilişkin köşe yazıları yazdı. Bu yazıları iki ayrı kitapta toplanarak ""Kelimabaz - 1"" ve ""Kelimebaz - 2"" isimleriyle yayımlandı.
2009'dan itibaren Anadolu yer adlarına ilişkin geniş kapsamlı bir çalışm |
a başlattı. Çalışmanın ilk ürünleri 2010'da piyasaya çıkan ""Adını Unutan Ülke: Türkiye'de Adı Değiştirilen Yerler Sözlüğü"" adlı kitapta ve Index Anatolicus web sitesinde yayımlandı.
Likya hakkında kitap yazma çalışması sırasında aklına düşen kaya mezarı inşa etme fikrini, yirmi yıl sonra, 2012 yılında Şirince'de gerçekleştirdi.
Agos yazılarını da kapsayan otobiyografisi "Aslanlı Yol", 2012 yılında yayımlandı.
Şirince'de inşa ettiği taş binalar mühürlendikten sonra mührü sökerek inşaata devam eden Nişanyan iki yıl hapis cezasına çarptırıldı. Daha önce onanan hapis cezaları da buna eklenince infaz süresi 11 yıl 5 aya çıktı. Söke Cezaevi'nde cezası infaz edilmeye başlandı, 2017'de daha sonra aktarılmış olduğu Foça Açık Cezaevi'nden firar ederek yurtdışına kaçtı. 25 Temmuz 2017'de Twitter hesabından bir açıklama yapan Nişanyan, Yunanistan'a siyasi sığınma talebinde bulunduğunu açıkladı. Nişanyan mesajında, "Yunanistan’a siyasi iltica başvurusunda bulunduk, ikamet kartımı aldık" ifadelerini kullandı.
1995 yılında eşi Müjde Tönbekici ile birlikte İzmir'in Selçuk ilçesinin Şirince köyüne yerleşen Nişanyan, bu köyde geleneksel mimari dokuyu korumak ve canlandırmak için yaptığı çalışmalarla tanındı. Eski köy evlerini geleneksel tarzda onararak oluşturduğu Nişanyan Evleri adlı otel 1999'da işletmeye girdi.
Ali Nesin ve Sevan Nişanyan'ın öncülüğünde kurulmuş, Nesin Vakfı bünyesinde faaliyet gösteren eğitim ve araştırma kurumudur. Yapımına 2007'nin Nisan ayında başlandı. Üç ayda kırk yataklı dört koğuş, elli kişilik bir derslik, hamam usulü kubbeli iki banyo, bir yemekhane, bir tane de amfi yapıldı. Köy, halktan gelen maddi yardımlarla, öğrencilerin ve gönüllülerin emeğiyle oluştu. Yeri, Şirince'nin bir kilometre uzağındaki Kayser dağının yamaçlarındadır ve toplam arazisi 22 dönüm dolayındadır. Köyde ülkeden ve dünyadan birçok bilim insanı ders vermektedir. Birçok yapısı üzerinde yıkım kararı bulunan Nesin Matematik Köyü halen faaliyetlerine devam etmektedir.
Ali Nesin ve Sevan Nişanyan'ın yıllarca tartıştıkları 'ideal eğitim mekanı nasıl olmalı' sorusuna pratikte yanıt verdikleri köyün fikrinin doğmasında Aziz Nesin'in bir matematik enstitüsü kurulması yönündeki vasiyeti de önemli yer tutar.
Şirince köyünün yakınlarındaki Kayserdağı'nda 15 Nisan 2009'da inşa edilmeye başlanan mezarın yapımında yaklaşık yirmi kişi çalıştı. Yekpare kayanın oyulmasıyla, hiçbir ekleme yapılmadan inşa edilen mezar, çalışmaya başlandıktan 34 ay sonra tamamlandı. 2012 yılında bir törenle açılışı yapıldı. Açılış töreninde sınırsız şarap ve helva ikram edildi.
Şirince köyünün üst ucunda, Nişanyan Evleri arazisi içinde bulunan 12 metre uzunluğa sahip taş kuledir. Yapımına 2 Eylül'de başlanan kule 5 Kasım 2010 yılında tamamlanmıştır. Kulenin girişindeki tabelada 'Zalimin aczini görmek ve göstermek için inşa edildi' yazmaktadır.
Rubik Küpü
Rubik Küpü, Zekâ Küpü ya da Sabır Küpü; 1974 yılında Macar heykeltıraş ve mimar Ernõ Rubik tarafından icat edilen mekanik bulmaca. Hareketli yüzeylerden oluşan ve çoğunlukla plastikten yapılmış bir küp olan Rubik Küpü, başlıca dört şekilde piyasaya sürülmüştür: 2×2×2'lik "Mini Rubik Küpü", 3×3×3'lük standart küp, 4×4×4'lük "Rubik'in İntikamı" ve 5×5×5'lik "Profesörün Küpü". 6×6×6 ve 7×7×7'lik küpler de hâlihazırda üretilmektedir.
Ayrıca 11×11×11 gibi çok katmanlı Rubik Küpleri de vardır.
"Rubik Küpü" diye bilinen standart 3×3×3'lük modelin her yüzünde 9 kare olmak üzere alanı toplam 54 karedir ve hacmi -ortadaki görünmeyen küp hariç- 26 birim'tür. Yüzeyindeki kareler genel olarak altı farklı renk ile etiketlendirilmiştir. Bulmaca çözüldüğünde küpün her yüzü tek renkten oluşur.
Yaratıcısı tarafından ilk olarak "Sihirli Küp" adı verilen bulmacaya 1980 yılında "Rubik Küpü" adı verildi ve aynı yılın Mayıs ayında tüm dünyada dağıtımına başlandı. 2007 yılına kadar 300 milyon adet satıldığı ve dünyanın en çok satılan oyuncağı olduğu söylenir.
1970 yılının Mart ayında Larry Nichols 2x2x2 bir yapboz hazırladı ve ürünü için Kanada patenti aldı. Bu küp 11 Nisan 1972'de, yani Rubik'ten iki yıl önce ABD patentini de aldı.
9 Nisan 1970'te Frank Fox "Küresel 3×3×3" ürününü tescillettirdi. 16 Ocak 1974'te Birleşik Krallık'tan patent aldı.
Rubik Küpü, geometri ile ve üç boyutlu şekillerle ilgilenen Macar heykeltıraş ve mimarlık profesörü Ernő Rubik tarafından 1974 yılında icat edildi. 1975 yılında HU170062 numaralı Macar patentini alan Rubik, uluslararası patent için başvuruda bulunmadı. İlk deneme üretimi 1977’nin sonlarına doğru yapılan küp, Budapeşte’de oyuncakçılara dağıtıldı.
Macaristan’da popülerliği artan küp ile Batılı bilimadamları da ilgilenmeye başladı. 1979 yılında “Ideal Toys” ile uluslararası pazara çıkarılması konusunda anlaşmaya varıldı. 1980’lerin başlarında Londra, New York, Nürnberg ve Paris’te yapılan oyuncak fuarlarında uluslararası sahneye çıkarıldı.
Kısa süre için üretimine ara verilerek, Batı dünyasının güvenlik ve paketleme yönetmeliklerine uyumu sağlandı. Ideal Toys, hafifletilen küpe yeni bir isim koymaya karar verdi. “Gordiyon düğümü” ve “İnka altını” isimleri düşünüldükten sonra “Rubik’s Cube” (Rubik’in Küpü) adında karar kılındı ve ilk parti Macaristan’dan 1980 Mayıs ayında ihraç edildi.
Başlangıçta ortaya çıkan arz yetersizliği nedeniyle kısa sürede birçok ucuz taklit ortaya çıktı. 1984 yılında Ideal Toys Larry Nichols’ın US3655201 no.lu patentine karşı açtığı davayı kaybetti. Japonya’da ise Sabır Küpü için patent alma prosedürü işlerken Terutoshi Ishigi benzer bir mekanizma için JP55‒8192 no.lu Japon patentini aldı. Ishigi’nin bağımsız olarak aynı icadı yaptığı kabul edilir.
1980’den 1982’ye kadar yüz milyonun üzerinde küp satıldı. 1980 ve 1981 yıllarında Britanya Oyuncak Perakendecileri'nce verilen Yılın Oyuncağı ödülünü kazandı. Sabır Küpü piyasaya çıktıktan kısa süre sonra benzer birçok oyuncak hem Rubik hem de başkaları tarafından piyasaya sürülmüştür. Bunların arasında 4×4×4 , 2×2×2 ve 5×5×5 tipleri ile birlikte Piramit adı verilen dört yüzlü tipi de bulunmaktadır.
2005 Mayıs ayında Yunan Panagiotis Verdes, 6×6×6’lık Sabır Küpünü çözdü ve 23 Mayıs 2006’da Sabır Küpü çözme konusunda dünya şampiyonluğu olan Frank Morris bu yeni küpü denedi. Daha önce 3×3×3’ü 15 saniyede, 4×4×4’ü 1 dakika 10 saniyede, ve 5×5×5’i 2 dakikada çözen Morris, 6×6×6’yı 5 dakika 37 saniyede çözdü. Temmuz 2006’da Verdes 7x7x7’lik küpü de çözdü ve Frank Morris’in bu küpü denerken çekilen video görüntüsü 27 Ekim 2006’da İnternet üzerinde yayımlandı.
1994'de, Melinda Green, Don Hatch ve Jay Berkenilt, Java ile "MagicCube4D" olarak adlandırdıkları 3×3×3×3'lü 4 boyutlu Rubik Küpü modeli yarattılar. Daha fazla olasılık barındırması nedeniyle 2007 Ocak ayına kadar sadece 55 kişi bu küpü çözebildi. 2006 yılında ise Roice Nelson ve Charlie Nevill bu kez 3×3×3×3×3'lü ve 5 boyutlu bir küp yarattılar. Ocak 2007'ye kadar bu küpü yalnızca 7 kişi çözebildi.
1981’de Birleşik Krallık'tan on iki yaşındaki Patrick Bossert "You Can Do the Cube" (Küpü Siz de Yapabilirsiniz) (ISBN 0-14-031483-0) adındaki kendi çözüm kitabını yayımladı. Bu kitap on yedi baskıyla dünya üzerinde 1,5 milyon adet satıldı ve hem "The Times"’ın hem de "The New York Times"’ın en çok satan kitaplar listesine girdi.
Bulmacanın en çok ilgi topladığı dönemlerde renkli etiketler de satışa sunulmuştu. Böylece küpü çözemeyip düş kırıklığına uğrayan ya da sabırsız küp sahipleri, sabır küplerini ilk hâline getirebiliyordu.
Rubik Küpü, pek çok dilde bu isimle anılmaktadır. Ancak bazı dillerde farklı şekilde bilinmektedir. Örneğin İbranicede "Macar Küpü" olarak bilinir.
3×3×3'lük özgün modelin otuzuncu yıldönümü, 2010 yılında, tahtadan yapılan ve aynı özgün model gibi işlevsel bir modelin piyasaya çıkarılmasıyla kutlandı. Bu tahta küp, Ernõ Rubik'in 1974 yılında küpün ilk prototipini tahtadan yapmasından esinlenerek üretilmiştir.
Standart küpün her kenarı yaklaşık 5,7 cm’dir. Bulmaca yüzeyindeki yirmi altı küpçükten oluşur. Ancak her yüzün orta küpçüğü aslında merkez mekanizmaya bağlı kare bir yüzeyden ibarettir. Bu mekanizma diğer parçaların girebileceği ve hareket edebileceği temeli oluşturur. Yani küp aslında kesişen üç eksende altı orta kareyi tutan bir merkez parça ve bu merkez parçanın üzerine takılan ve üzerinde dönebilen yirmi küçük plastik parçadan oluşmaktadır. Küpü kolayca parçalarına ayırmak mümkündür. Bunun için genellikle bir kenarı 45° açıyla döndürüp, köşedeki küpçüğü hafifçe zorlayarak orta küpçükten ayırmak yeterli olmaktadır. Ancak dikkat edilmezse köşe küpçüğü zorlarken ortadaki mekanizma da kırılabilir. Yani küpü parçalarına ayırıp sonra tekrar birleştirmek mümkündür.
İki tarafında farklı renk olan on iki "kenar parça" ve üç tarafında farklı renk olan sekiz "köşe parça" vardır. Her parçanın kendine özgü bir renk kombinasyonu vardır ama tüm olası kombinasyonlar mevcut değildir. Örneğin eğer beyaz ve sarı renkler karşıt yüzlerde ise hem beyaz hem de sarı renk içeren köşe parça yoktur. Bu küpçüklerin birbirlerine olan görece konumlarını değiştirmek için küpün dış üçte bir bölümünü 90°, 180° ya da 270° çevirmek yeterli olur. Ancak bulmacanın çözülmüş hâlinde, renkli yüzlerin birbirlerine göre konumları sabittir.
Orijinal küplerde renkler şöyle dağılmıştır: Kırmızı karşısında turuncu, sarı karşısında beyaz ve yeşil karşısında mavi. Ancak sarı karşısında yeşil ve mavi karşısında beyaz olan farklı kombinasyonlara da rastlanır.
Normal (3x3x3)’lük sabır küpü (8! × 3) × (12! × 2)/2 = 43.252.003.274.489.856.000 farklı konuma ya da matematik dili ile permütasyona sahiptir. Bu sayı (~4.3 × 10) olarak da yazılabilir ve 43 kentilyon olarak okunur. Ancak bu sayının herkes tarafından tam olarak anlaşılamayacağı düşünüldüğünden reklamlarda küpün yalnızca “trilyon” kadar konumu olacağı söylenmiştir. Bu kadar fazla konumu olsa da küpler yirmi ya da daha az hareketle çözülebilir.
Aslında Küpü oluşturan parçalar (8! × 3) × (12! × 2) = 519.024.039.293.878.272.000 (yaklaşık 519 kentilyon) kadar farklı konuma getirilebilir ama bunun yalnızca on ikid |
e biri (1/12) ulaşılabilir konumdur. Çünkü tek bir kenarı değiştirebilecek ya da tek bir köşeyi döndürebilecek hareket sırası mümkün değildir. Bu nedenle ancak küpü söküp tekrar birleştirerek ulaşılabilecek on iki olası konum kümesinden ya da “evren”inden sözedilebilir.
Özgün ve hâlâ resmî Rubik Küpü'nde orta yüzlerde herhangi bir işaret yoktur. Bu nedenle ortada bulunan küpçüklerin de bağımsız olarak dönebileceği gerçeği açık olarak görülememektedir. Eğer isterseniz, küpün orta yüzündeki etiketin her kenarını karşısındaki renkte yazan bir kalemle işaretleyebilirsiniz. Lo Shu sihirli karesi gibi bazı küpler orta yüzleri de işaretlenmiş olarak üretilmektedir.
Rubik Küpü'nün orta yüzlerine işaret koymak ayırt edilebilir konumların sayısını artırdığı için permütasyonları da artırır. Orta yüzlerin işaretlerini dikkate almadan küp çözüldüğünde her zaman için çift sayıda orta yüz, çeyrek tur döndürülmek zorunda olacaktır. Dolayısıyla orta yüzler için 4/2 = 2.048 olası konum bulunmaktadır ki bu da küpün toplam permütasyon sayısını 43.252.003.274.489.856.000'den 88.580.102.706.155.225.088.000'e çıkarmaktadır.
Birbirinden bağımsız olarak Rubik Küpünün birçok çözüm yöntemi bulunmuştur. En popüler yöntem David Singmaster tarafından geliştirilmiş ve 1980 yılında "Notes on Rubik's Magic Cube" (Rubik'in Sihirli Küpü Üzerine Notlar) adlı kitapta yayımlanmıştır. Bu çözümde küp seviye seviye çözülüyordu. Önce üst seviye, sonra orta, en sonra da alt seviye çözülüyordu. Diğer çözümler, "önce köşeler" yöntemi ile birlikte birçok farklı yöntemin kombinasyonundan oluşuyordu.
Rubik Küpü'nü olabildiğince hızlı çözebilmek için hızlı küp çözüm yöntemleri de geliştirildi. En yaygın hızlı küp çözüm yöntemi olan Fridrich Yöntemi, Jessica Fridrich tarafından geliştirilmiştir. Bilinen bir başka yöntem de Lars Petrus tarafından geliştirilmiştir.
Çözümler genel olarak bir algoritmadan oluşur. Bu algoritmalar da belirli bir amaca yönelik yapılan döndürme hareketleridir. Örneğin bir algoritma diğer tüm küpçükleri yerinde bırakırken yalnızca üç köşe küpçüğün yerini değiştirir. Bu algoritmalar bulmacanın o andaki hâline göre belirlenmiş bir sırayla uygulanır.
3×3×3 ‘lük Rubik Küpü çözüm kitapçıklarının çoğu David Singmaster tarafından geliştirilen gösterim sistemini kullanarak hareket algoritmalarını tanımlar. Bu sisteme genel olarak "Küp gösterimi" ya da "Singmaster gösterimi" denir. Göreceli olan tanımlama nedeniyle herhangi bir küp için kullanılabilir.
Bir harfin arkasından kesme işareti geldiğinde o yüzün saat yönünün tersine çeyrek tur döndürüleceği anlamına gelir. Kesme işareti olmadan kullanılan harf ise saat yönünde çeyrek tur döndürülmesi için kullanılır. Bir harfin arkasından "2" kullanıldığında (genelde üst simge olarak yazılır) o yüzün yarım tur döndürülmesi anlamına gelir ve döndürme yönünün bir önemi yoktur.
Az kullanılan hareketlerin arasında küpün üçte ikisini ya da tamamını döndürmek için kullanılan gösterim yer alır. "x", "y", ve "z" harfleri, küpün gösterilen eksenlerinden biri etrafında tamamen döndürülmesi için kullanılır. X ekseni sol ve sağ yüzleri dik olarak kesen çizgidir. Y ekseni üst ve alt yüzlerden, Z ekseni de ön ve arka yüzlerden geçen çizgidir.
"f", "b", "u", "d", "l", ve "r" olarak kullanılan küçük harfler sözü edilen yüzün ilk iki seviyesini hareket ettirmek için kullanılır. Ayrıca "M", "E", ve "S" içeride kalan kısmın hareketi için kullanılır. "M" harfi, "L" ve "R" arasında kalan kısmın aşağı hareketi için, "E" harfi "U" ve "D" arasında kalan kısmın sağa hareketi için ve "S" harfi de "F" ve "B" arasında kalan kısmın saat yönünde döndürülmesi için kullanılır.
Örnek olarak üst kısımdaki üç kenar küpçüğü diğer parçaların yerini değiştirmeden hareket ettirmek için kullanılan "F2U'R'LF2RL'U'F2" algoritması şöyle okunur:
Yeni başlayanları yıldırmamak için bu gösterim sisteminin yanı sıra algoritma açıklayıcı resimler ve çevrimiçi çözümlerde de animasyonlar verilmektedir..
Popüler olduğu yıllarda Rubik Küpü'nü en kısa sürede kimin çözebileceğini görmek üzere birçok yarışma düzenlendi. İlk Dünya şampiyonası 5 Haziran 1982’de Budapeşte’de yapıldı. Yarışmayı, Los Angeles, ABD’den katılan Vietnamlı öğrenci Minh Thai 22,95 saniyelik bir süreyle kazandı.
Pek çok kişi daha kısa sürelere ulaşmış olduklarını iddia etmişlerdir ancak zamanlama ve yarışma kurallarına uygun olarak kaydedilmediklerinden bu iddialar resmî olarak tanınmamıştır. Sadece Dünya Küp Derneği (‘’World Cube Association’’ - WCA) tarafından düzenlenen yarışmalarda kırılan rekorlar kaydedilmektedir.
2004 yılında WCA Stackmat zamanlayıcısı adı verilen özel bir alet ile birlikte yeni kurallar belirlendi. Hollandalı Mats Valk , Zonhoven Open 2013 yarışmasındaki 5.55 saniye ile dünya rekorunu elinde bulundurmaktaydı. 27 Nisan 2015 tarihinde 5.25 saniyede tamamlayan Amerikalı Collin Burns yeni dünya rekorunun sahibi oldu. Bundan dünya rekoru ise 4.90 saniye ile Lucas Etter tarafından kırılmıştır. En yeni dünya rekorunu ise SeungBeom Cho 4.59 saniyelik süresiyle elinde bulundurmaktadır. Feliks Zemdegs, 5.80 saniye ile beş çözüm derecesinin en iyi ve en kötü çözüm çıkarıldıktan sonra kalan üçünün ortalaması olan resmî rekorunu elde etmiştir. Ayrıca Türkiye rekoru Mehmet Barın Erturan tarafından 7.43 saniyedir.
Yukarıdakilere ek olarak küpü değişik durumlarda çözebilmeye yönelik resmî/resmî olmayan yarışmalar da bulunmaktadır. Bu yarışmalar arasında şunlar sayılabilir:
Matematiksel bir grubun somut bir örneği olması nedeniyle Rubik Küpü ile birçok matematikçi de ilgilenmiştir. Rubik Küpü ile parçacık fiziği arasındaki paralelliğe matematikçi Solomon W. Golomb tarafından dikkat çekilmiş ve bu çalışma Anthony E. Durham tarafından genişletilmiştir. Temel olarak köşe küpçüklerin saat yönünde ve saat yönünün tersine dönüşleri kuarkların ve antikuarkların elektrik yükleri ile (+⅔ ve -⅓ kuarklar için -⅔ ve +⅓ antikuarklar için) karşılaştırılabilir. Köşe dönüşlerin olası kombinasyonları ile kuark ve antikuarkların olası kombinasyonları arasında paralellik kurulabilir çünkü hem köşe dönüşlerin hem de kuark/antikuark yüklerinin toplamı tam sayı olmak zorundadır. İki ya da üç köşe dönüşleri çeşitli hadronlarla kıyaslansa da bu her zaman geçerli bir karşılaştırma olmamaktadır.
Kanal B
Kanal B, Başkent Üniversitesi'nin kurduğu ulusal yayın yapan bir televizyon kanalı. Ayrıca bu kanalla ilişkili bir de radyo istasyonu (Radyo Başkent) vardır.
Kanal B, yayınladığı bütün programların bir kopyasını Kanal B Program Arşivi sayfasında yayınlayarak izleyicilerine geçmiş tarihli yayınlara ulaşma imkânını sağlamaktadır. Program Arşivi uygulaması Türk televizyon kanalları içerisinde ilk defa Kanal B tarafından hayata geçirilmiştir. Türksat uydusu,Digiturk,D-Smart,Kablo TV ve Tivibu'dan yayın yapmaktadır.
Monosakkarit
Monosakkaritler, su ile daha küçük birimlere parçalanamadıklarından "basit şekerler", "tek şekerler", "monozlar" olarak da bilinirler.Bu sekerler karbonhidratların en küçük yapı birimidir. Çoğu C(HO)n formülüne uyar. Bazı monosakkaritler tatlıdır. Zincir veya halkalı yapıya sahip olup, genellikle 3-6 arasında karbon (C) atomu taşırlar. Moleküllerindeki karbon sayılarının Latincelerinin sonuna "-oz" eki getirilerek gruplandırılırlar. Üç karbonlu olanlar "trioz", dört karbonlular "teroz", beş karbonlular "pentoz", altı karbonlular "heksoz" adını alırlar. Pentozlardan riboz (CHO) ve deoksiriboz (CHO) nükleik asitlerin yapısına girer. Hücre zarından difüzyon ile kolay geçerler.
Besin kaynağı bakımından önemli olan monosakkaritler heksozlardır. Bunlardan glikoz (üzüm şekeri), fruktoz (meyve şekeri, levüloz) ve galaktoz (süt şekeri) en önemlileridir. Sindirilmeden kana karışırlar. Hepsinin kapalı formülleri CHO şeklinde olup birbirlerinin izomeridirler.
İçerdikleri C sayısına göre monosakkaritler:
6 C'li monosakkaritlerin difüzyon hızları şöyledir. Galaktoz > Glikoz > Fruktoz. Bunun yanında Glikozun ayracı Fehling veya Benedik çözeltisidir. Ayraç glikozla birleşince kırmızı olur.
Cerrahpaşa
İstanbul Fatih ilçesinin semtlerinden biridir. Adını Cerrah Mehmet Paşa 'dan almaktadır. Semtin Türkiye çapında bilinirliğini en çok arttıran unsur Cerrahpaşa Tıp Fakültesi 'dir. İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Fatih'teki mahalle sayısının 69'dan 24'e indirilmesini onaylayınca, Hobyar, Davutpaşa ve Kasap İlyas mahallelerinin birleştirilmesiyle de Cerrahpaşa Mahallesi kuruldu.
Jostein Gaarder
Jostein Gaarder (d. 8 Ağustos 1952; Oslo), Norveçli yazar.
Annesi, Inger Margrethe Gaarder öğretmendi ve çocuk kitapları yazarıydı. Babası, Knut Gaarder Oslo'da kolej müdürlüğü yapıyordu. 1971'te Oslo Katedral Okulu'nu bitirdi. 1974'te evlendi. 1976 ve 1983 yıllarında iki oğlu oldu. 1976'da Oslo Üniversitesi'nde İskandinav dilleri (Norveççe), düşünce tarihi ve dinler tarihinden lisans eğitimini tamamladı.
1981'de Ailece Bergen'e yerleştiler. Jostein Gaarder Fana Koleji'nde on yıl boyunca felsefe ve edebiyat öğretmenliği yaptı. 1991'de Jostein Gaarder tam zamanlı yazar oldu. Sofie'nin Dünyası'nı yazdı.
1994 yılından beri doğduğu yer olan Oslo'da yaşıyor.
Çayırhan Termik Santrali
Çayırhan Termik Santrali, yıllık 5 milyar kilowat saat üretim gerçekleştirerek Türkiye'nin en yüksek verimle çalışan santralidir. Santralin işletme hakkı E.Ü.A.Ş. tarafından Park Termik Elektrik Sanayii ve Ticaret A.Ş.'ne devredilmiştir. Çayırhan Termik Santrali Nallıhan ilçe sınırları içinde kalmakla birlikte Beypazarı'na 23 km uzaklıktadır. Çayırhan Termik Santrali'nin 14 Kasım 1976'da temeli atılmıştır. 1978 yılında inşatı tamamlanan Çayırhan Termik Santrali zaman içerisinde çeşitli genişletmeler ve ek binalar ile bugünkü halini almıştır.
Hatha Yoga
Hatha Yoga, Raja Yoga'nın bir koludur ve fiziksel duruşlara ve nefes talimlerine ağırlık veren okuludur. Bu okul Yogi Swatmarama tarafından 15. yüzyılda Hindistan'da başlatılmıştır. Belli başlı kitabı Swami Svatmarama'nın "Hatha Yoga Pradipika" adlı eseridir.
Ha-Tha Güneş ve Ay anlamına gelir. Birlikte yazıldığında ise "güçlü" anlamı |
nı taşır ve vücudu temizlemenin ne büyük bir güç gerektirdigini sembolize eder. Swatmara Hatha yogayı, vücudu uzun meditasyon seanslarına hazırlayıp kuvvetlendirmek amacıyla yapılacak asanalar (duruşlar) ve pranayama'lar (nefes teknikleri) olarak düşünmüştür.
Batı dünyasında günümüzde uygulanan ve kısaca yoga olarak bilinen fiziksel egsersizler ve stress azaltıcı nefes alıştırmaları Hatha yoga'dan ortaya çıkmıstır ve ruhsal ve fiziksel sağlık amacıyla yapılmaktadır.
Kaka
Kaka şu anlamlara gelebilir:
Kızılay
Kızılay şu anlamlara gelebilir;
David Fincher
David Leo Fincher (d. 28 Ağustos 1962), Akademi Ödülü adayı olmuş sinema filmi ve video klip yönetmenidir. "Yedi", "Dövüş Kulübü", "Panik Odası""," "Zodiac" ve "Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi" gibi filmlerle tanınır.
Denver, Colorado'da "Life" dergisi yazarı ve başkanı Jack Fincher'ın oğlu olarak doğan David Fincher, Marin County, California'da büyüdü. Sekiz yaşındayken Paul Newman ve Robert Redford'un oynadığı "Sonsuz Ölüm" filminden etkilenen Fincher, yönetmeye olmaya karar verdi ve 8 mm kamerası ile filmler çekmeye başladı. Ashland, Oregon'daki Ashland Lisesi'nden mezun oldu. Daha sonra deneyim kazanacağını umarak bir animasyon stüdyosunda çalışmaya başladı. 1980 yılında Industrial Light & Magic şirketinde çalışmaya başladı. Bu şirkette çalıştığı süre içerisinde efekt konusunda uzmanlaşan Fincher, "" ve "" gibi filmlerin yapımında yer aldı. 1984 yılında ILM'den ayrıldı ve Amerikan Kanser Derneği için bir reklam filmi çekti. Los Angeles'taki yapımcıların dikkatini çeken Fincher, 1985'te Rick Springfield'ın yer aldığı "The Beat of the Live Drum" adlı belgeseli yönetti. Revlon, Converse, Nike, Pepsi, Sony ve Levi's gibi firmalar için reklamlar çeken Fincher, müzik video klipleri yönetmeye yöneldi.
Madonna, Billy Idol, Paula Abdul, Aerosmith, The Rolling Stones, Nine Inch Nails, A Perfect Circle, Jody Watley, Rammstein, Rick Springfield, Steve Winwood, Neneh Cherry, George Michael, Michael Jackson, The Wallflowers, Wire Train ve The Outfiel için video klipler çeken Fincher'ın yönettiği ilk sinema filmi "Yaratık 3" (1992) adlı bilim kurgu filmi oldu. Yapım, özel efektleri ile Akademi Ödülü adaylığı aldı. Ancak film, eleştirel ve finansal açıdan başarılı olamadı. Fincher, filmin DVD'sinin yer aldığı 9 disklik "Alien Quadrilogy" seti için hazırlanmış bir belgeselde, 20th Century Fox şirketi ile bütçe konusunda bazı sorunlar yaşadığı belirtti.
Yönetmenin sonraki işi, senaryosunu Andrew Kevin Walker'ın yazdığı 1995 tarihli "Yedi" isimli film oldu. Yedi ölümcül günaha uygun cinayetler işleyen bir katilin (Kevin Spacey peşindeki iki dedektifin (Brad Pitt ve Morgan Freeman) hikâyesinin anlatıldığı film, dünya genelinde yakalışk 300 milyon dolar kazandı ve eleştirmenlerden genellikle olumlu yorumlar aldı.
"Yedi" "Alacakaranlık" tarzı bir gerilim filmi olan "Oyun"u (1997) yönetti. Kardeşinden (Sean Penn bir hediye aldıktan sonra başına sıradışı şeyler gelmeye başlayan bir işadamının hikâyesine odaklanan film, eleştirmenler iyi yorumlar almasına rağmen gişede orta karar bir başarı elde etti.
David Fincher'ın Chuck Palahniuk'un aynı adlı romanından uyarladığı "Dövüş Kulübü", 1999 yılında gösterime girdi. Başrollerinde Edward Norton, Brad Pitt ve Helena Bonham Carter'ın yer aldığı film eleştirmenlerden karışık yorumlar alırken gişe hasılatında beklenen başarıyı kazanamadı. Ama eleştirmenlerin ve izleyicilerin filme olan bakışı zaman içinde çok değişti. "Dövüş Kulübü" zamanla sinema tarihinin en iyi filmlerinden biri olarak anılmaya başlandı. "Entertainment Weekly", "Dövüş Kulübü" gösterime girdiğin zaman filme düşük bir not vermişti ama "Sahip Olmanız Gereken 50 DVD Film" listesinde bir numaraya "Dövüş Kulübü"'nü yerleştirdi. "Dövüş Kulübü", İngiliz sinema derisi "Total Film"in hazırladığı "Tüm Zamanların En Muhteşem 100 Filmi" listesinde "Jaws", "Vertigo" ve "Sıkı Dostlar" filminin ardından dördüncü sırada yer aldı.
Fincher'ın "Dövüş Kulübü"ünden sonraki filmi "Panik Odası" (2002) oldu. Film her ne kadar Amerika Birleşik Devletleri'nde yaklaşık 92 milyon dolar kazansa da "Yedi", "Oyun" ve "Dövüş Kulübü" filmlerinin elde ettiği eleştirel başarıya ulaşamadı. Bu filmden beş yıl sonra David Fincher, Robert Graysmith'in Zodiac Katili hakkında yazdığı kitaptan uyarladı. Önemli rollerde Jake Gyllenhaal, Mark Ruffalo, Robert Downey Jr., Anthony Edwards ve Brian Cox'ın yer aldığı "Zodiac", 2007 yılının en beğenilen filmlerinden biri oldu ancak Birleşik Devletler'de gösterimde kaldığı süre içerisinde yalnızca 33 milyon dolar kazanabildi.
Fincher'ın senarist Eric Roth ile birlikte F. Scott Fitzgerald aynı adlı romanından uyarlandıkları "Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi" 2009 yılında gösterime girdi. "Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi" Fincher'ın yönettiği en uzun film oldu. Ayrıca Fincher, bu filmde Brad Pitt ile üçüncü kez çalıştı. 13 dalda Akademi Ödülü adaylığı kazanan yapım, David Fincher'a da ilk En İyi Yönetmen dalında Akademi Ödülü adaylığını getirdi. Film 300 milyon dolardan daha fazla kazandı. Ünlü yönetmen,çok satan bir roman olan Ejderha Dövmeli Kız'ın Amerikan versiyonunu sinemaya aktardı.
Fincher son olarak 2014 ABD yapımı "Kayıp Kız" filminin yönetmenliğini yapmıştır. Gerilim türündeki film oldukça iyi bir gişe hasılatı yapmıştır. Film 3 Ekim'de ABD'de sinemalarda gösterime girdi. "Kayıp Kız"; Pike ile Drama Dalında En İyi Kadın Oyuncu ve Fincher ile En İyi Yönetmen dalları da dahil olmak üzere dört Altın Küre Ödülü adaylığı kazandı.
Mahfiruz Hatice Sultan
Mahfiruz Hatice Sultan ( - 26 Ekim 1620, İstanbul), Osmanlı Padişahı II. Osman'ın ve Şehzade Mehmed'in annesi ve Sultan I. Ahmed'in ilk hasekisi ve eşidir. İlk adı Hatice'dir ve Saray'a geldiğinde ise Mahfiruz ismi verilmiştir.
Milliyeti, ailesi ve kökeni bilinmemesine rağmen bazı yabancı kaynaklar Yunan asıllı olduğunu iddia eder.
Kasım 1604'te Sultan I. Ahmed'den en büyük çocuğu II. Osman'ın annesi olmuştur. Böylece I. Ahmed'in harem'deki baş hasekisi olmuştur. I. Ahmed'in babaannesi olan Safiye Sultan'ın Eski Saray'a gönderilmesi ve Handan Sultan'ın genç yaşta ölümüyle Harem'deki en kudretli kadın oldu.
I. Ahmed 21 Kasım'ı 22 Kasım'a bağlayan gece 1617 yılında vefat etti ve oğlu Osman daha küçük yaşta olması nedeniyle I. Mustafa tahta oturdu. I. Mustafa devlet meseleleri ile ilgilenmediğini ifade ederek saltanatı kabul etmediyse de bu hal, devlet erkânı tarafından göz önüne alınmadı. Ancak gerçekten I. Mustafa devlet işleri ile ilgilenmeyip, devlet işlerini ehline teslim etmek istedi. Nitekim tahta çıktıktan 96 gün sonra 26 Şubat 1618 günü tahttan indirildi. Genç Osman'ın 1618'de 14 yaşındayken tahta geçmesi üzerine Valide Sultan oldu. Kendisine "Devletlu İsmetlu Mâh-Firûze Hadice Valide Sultan Ahiyât üs-Şan Hazretleri" unvanıyla hitap edilirdi. Mahfiruz'ın etkisiyle Kösem Sultan Eski Saray'a gönderildi. 1620'de oğlunun saltanatı sırasında öldü.
2010 yapımı "Mahpeyker" adlı filmde kendisini Öykü Çelik canlandırmıştır.
2015 yılından itibaren yayınlanmakta olan "" adlı Türk dizisinde ise Dilara Aksüyek canlandırmıştır.
Kösem Sultan
Mahpeyker Kösem Sultan (Osmanlıca: كوسم سلطان; ö. 2 Eylül 1651), Osmanlı İmparatorluğu tarihinin en güçlü kadın figürlerinden biri. Padişah I. Ahmed'in nikahlı eşi, kadınlar saltanatındaki nüfuzlu hasekilerin sonuncusu, IV. Murad ve İbrahim'in annesiydi.
Yaklaşık 30 yıl Valide Sultan olmuş, 20 yıl kadar da naip sıfatıyla Osmanlı Devleti'ni yönetmiştir. Osmanlı tarihinde iki oğlunu tahta çıkarıp akabinde de torununun saltanatını gören tek Osmanlı sultanıdır. Bunun yanında Osmanlı tarihinde ölümüyle de bir ilke imza atarak Osmanlı tarihinde katledilen tek valide sultan olma niteliğini taşımaktadır. Osmanlı hareminde kadın hakimiyetinin sembolü haline geldiği ve Haseki Hürrem Sultan'la başlayan, popüler kültürde ve bilimsel edebiyatta Kadınlar Saltanatı olarak adlandırılan dönemi zirveye ulaştırdığı kabul edilmektedir. Kösem Sultan 1623 yılında Osmanlı devlet geleneğinde daha evvel hiç yaşanmamış bir şekilde saltanat naibi olarak devleti yönetmeye çalışmış, büyük ölçüde de başarılı olmuştur. Aldığı kararlar ve oğlu adına verdiği hükümlerle İmparatorluğu kasıp kavuran isyan yangınını söndürmeyi başarmıştır. Hürrem Sultan'ın Osmanlı'da kadına bakış noktasında ihdas ettiği akımı üst düzeye yükselterek Osmanlı tarihi içerisinde kadının erkini ve ataerkil idareye meydan okuma savaşını en iyi biçimde sergilemiştir. Siyaset ve yönetim tarihleri içerisinde kadından söz edilirken akla gelen en büyük isimlerden biri olmayı başarmıştır. Kösem Sultan, Osmanlı tarihinin en güçlü ve en etkili valide sultanı olarak kabul edilir.
Hayatının ilk yıllarına, kökenine, nerede doğduğuna dair kaynaklarda bilgi yoktur, ancak buna rağmen hakkında çeşitli rivayetler, söylentiler, iddialar vardır. Çeşitli kaynaklarda Rum, Bosnalı veya Çerkes asıllı olduğuna dair bilgiler vardır. Babasının Ortodoks bir papaz olduğu rivayet edilir. Genellikle Rum olduğu söylenir. Tarihçi Halil İnalcık da Rum asıllı olduğunu belirtir.
Çocukluğundan sonra Bosna Beylerbeyi'nin sarayına girdi. Zamanla güzelliği ve zekası nedeniyle Bosna Beylerbeyi tarafından İstanbul'daki Osmanlı Saray'ındaki Darüssaade Ağası'na gönderilmiştir.
Saraya geldiği 1604 yılında Safiye Sultan Eski Saray'a gönderilmiş (9 Ocak 1604) ve Handan Sultan'ın haremdeki iktidarı başlamıştı. Çünkü kaidelere göre yeni Valide Sultan gelince eski Valide Sultan saraydan yollanırdı. Bu olay Kösem Sultan'ın üzerinde etki bırakmış ve yıllar sonra torunu tahta geçtiğinde Eski Saray'a gitmemiş ve haremde çıkan iki başlılık sonucu öldürülerek hayata veda etmiştir.
Saraya gelen Anastasya'nın Kösem ismini almasıyla ilgili iki rivayet vardır. Bunlardan ilki tüysüz bir yapıya sahip olmasıdır. Bu zayıf bir rivayettir. Diğer kuvvetli olan rivayet ise kendisinin sarayda diğer cariyelere kösemenlik ettiği, yani "Emin, ne zaman ne yapacağını bilen, bir sürüye yol gösteren ve yönlendiren kişi veya kimse" olduğu için Kösem ismi verilmiştir.
|
Anastasya saraya girdiğinde Mahpeyker adını almıştır. Ancak zamanla diğer cariyelere de yol yordam gösterdiğinden kendisine Kösem ismi verilmiştir. I. Ahmed'in annesi Handan Valide Sultan tarafından seçilen Kösem padişaha sunulmuştur. Sultan Ahmed çocuk yaşta olduğundan yarı naip olarak Handan Sultan oğlu adına bizzat devleti yönetiyordu. Bu konuda Leslie Peirce, Handan Sultan'ın oğlu döneminde çok güçlü biri olduğunu ve tecrübesiz oğlu için zihinsel anlamda pek çok şeyi aşıladığını ve geri planda devleti yönettiğini varsaymaktadır.
Handan Valide Sultan oğluna çocuğu olması için birçok cariye gönderiyordu, fakat oğlu cariyelere karşı ilgisizdi. İyi yürekli bir kadın olan Handan Sultan Şehzade Mustafa'nın da öldürülmesine engel olmuştur. Kendisinin ölümünden sonra da 1612 yılına kadar bu konu kapalı kalmıştır. 1604 yılının Mart aylarında I. Ahmed ve kardeşi Şehzade Mustafa ölümcül bir rahatsızlık yaşamışlardır. Hanedanın yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu bu hastalıktan padişah ve şehzade ancak Nisan aylarında kurtulabildiler. Bu nedenle Sultan Ahmed'in bir an evvel çocuk yapması gerektiği daha iyi anlaşıldı.
Kösem hareme girdiğinde kendisinden önce Mahfiruz isminde bir cariye Sultan Ahmed'in gözdesi olmuştu ve hamile kalmıştı. Yaklaşık 4 ay sonra Kösem'in de hamile kaldığı haberi yayılmıştır. 3 Kasım 1604'e gelindiğinde Mahfiruz Hatice Sultan ve I. Ahmed'in ilk şehzadesi olan Şehzade Osman'ı doğurarak Baş Haseki oldu. 1605 yılının Mart ayında ise Kösem Sultan'dan Şehzade Mehmed doğdu. Böylece Kösem de Haseki Sultan oldu.
Sultan Ahmed dindar bir padişah olarak bilinir ve genel olarak bu dindarlığı kendisine annesi aşılamıştır. Bu dönemde Aziz Mahmud Hüdayi ile de tanışmış ve annesi ile ziyaretlerine gitmişlerdir. Validesinin vefatından sonra I. Ahmed ile ziyaretlere genellikle Kösem Sultan gitmiştir.
1605 yılına kadar haremi yöneten Valide Sultan'ın vefatı ile I. Ahmed oldukça müteessir olmuş ve bu ölüm önceki sakin yapısından daha çok şiddetli ve isyan edenlere karşı sert yaptırımlar uygulayan bir hükümdara dönüşmesine sebep olmuştur. Oğlu üzerinde oldukça etkili olan Handan Valide Sultan yaşadığı sürece Kösem'in yükselmesine imkan yoktu. Handan Valide Sultan'ın vefatından sonra annesi tarafından kendisine inanmaması için tamamen ikna edildiği Derviş Paşa'nın padişah üzerinde tesiri olmuş, fakat onun da 1606 yılında idam edilerek öldürülmesi ile kendisini kısa zamanda kendini kabul ettirdiği küçük yaştaki padişah Kösem Sultan'ın etkisine girmiştir. Sultan Ahmed'in ilk eşi ise zamanla gözden düşmüştür.
Hatta padişahın bir hasekisi ile Kösem Sultan'ın arasında 1607 yılında gerçekleşen ağır bir kavga olduğu da söylenir ve Ahmed'ın haberdar olunca her iki hasekisine de kızdığı belirtilir.
Mevcut Osmanlı kaynaklarının hiçbiri Sultan Ahmed'in Kösem'le evlendiğini yazmamaktadır. İstisnai durumlar hariç padişahlar eşleri ile nikâh kıymıyorlardı. Yabancı kaynaklar ise çoğu zaman nikâhtan bahsetmeyerek Kösem'i Ahmed'in eşi olarak alıp konuyu muallakta bırakmaktadır. Örneğin, 1609 yılında Venedik'li Elçi Bon, Ahmed'in üç kadından dört çocuğu olduğunu, ancak hiçbiriyle nikâhlanmadığını bildirmektedir. İngiltere'de Richard Knolles'un 1603'te basılan ve gayet başarılı bir şekilde Osmanlı Devleti tarihini anlatan ""The generall historie of the Turkes"" ("The General History of the Turks") adlı kitabının içeriğini 1621'e kadar genişleten Edward Grimestone ise Kösem'in, Ahmed'in eşi olduğunu yazmaktadır, ama bunun nikâhlı eşi anlamına gelip gelmediği tartışmalıdır.
Son yıllarda genç araştırmacı Özlem Kumrular Venedik Devlet Arşivi'nde yaptığı bir tarama araştırmada Sultan IV. Murad'ın cülûsunu ilan eden ve üzerinde IV. Murad'ın tuğrası bulunan bir name ortaya çıkartmıştır. Bu namede yeni padişahın "valide-i kerimeleri Kösem Sultan"dan bahsederken Kösem'in "ki sabıkan merhum ve mağfurun-leh Sultan Ahmed'in gayetden mu'teber ü makbulesi olmağın onu nikâh-ile tazimen tezevvüc edip"... Ahmed'in "muteber ü makbulesi" olduğu vurgulanmakta ve onu övmeye devam edilmektedir. Bu belge padişah I. Ahmet'in hasekisi Kösem Sultan ile nikâh yapıp evlendiğini açıkça göstermektedir. Özetle, Kösem Sultan da tıpkı seleflerinden olan Hürrem Sultan gibi zevcinin yasal eşi olma şerefine nail olmaya muvaffak olmuştur.
Tarihçilerin aktardıklarına göre, Kösem Sultan ilk başlarda huzurlu bir hayat sürmüş, tasavvufa meraklı olan I. Ahmed ile birlikte dergâhlara gitmiş ve çocuklarıyla ilgilenmiştir. Dini tutumu kuvvetli olan I. Ahmed, çocuk yaşta tahta geçmesine rağmen babası gibi başkalarının etkisi altında kalmadığını kanıtlamak konusunda çok titizdi. Kösem Sultan bu nedenle I. Ahmed döneminde siyasi işlere fazla bulaşmamıştır.
1612 yılına gelindiğinde I. Ahmed'in dört oğlu olmuştur. Bu çocuklarının ismi Mehmed (1605), Selim (1611) ve Murad (1612) olarak belirlenmiştir. Şehzade Selim aynı yıl içinde ölmüştür. Şehzadesi çok olduğundan Sultan Ahmed kardeşini katlettirmek istemiş, ancak devlet büyükleri akli dengesi bozuk olduğundan zararı olmaz fikrini padişaha kabul ettirerek bu ölüme engel olmuşlardır. Tabii ki burada Kösem Sultan'ın tahta Şehzade Osman'ın çıkıp öz oğlunu katlettirmesine engel olmak için I. Ahmed üzerinde bir etki oluşturmaya çalıştığı da söylenebilir.
I. Ahmed'in erkek çocuklarından 6 tanesini Kösem Sultan doğurmuştur. Bunlardan iki tanesi küçük yaşta vefat etmiştir. Bu nedenle saraydaki en nüfuzlu kadın da Kösem Sultan olmuştur. Mahfiruze Sultan'ın 1620 yılında genç yaşta ölümü de bunda etkili olmuştur. Bundan sonra Şehzade Osman'ı Kösem Sultan büyütmüştür.
Kösem Sultan gücünü arttırmak için kızları Ayşe, Gevherhan ve Fatma Sultan'ı, özellikle ilk kızı olan Ayşe Sultan'ı, güçlü olan paşalarla evlendirdi, böylece Divan-ı Humayun'da büyük bir nüfuza sahip oldu. Ayşe Sultan'ın henüz 6 yaşındayken 1611’de Veziriazam Nasuh Paşa ile nikâhı kıyıldı bir yıl sonra da düğünleri yapıldı. Ayşe Sultan, Nasuh Paşa'nın sarayına nakledildi; fakat zifaf, saray âdeti mucibince çocuğun bulûğa ermesine talik olunmuştu. Nasuh Paşa, zeki, muktedir ve devrin kapısı en zengin vezirlerindendi. Fatma Sultan'ı Kaptan-ı Derya Hasan Paşa ile, diğer kızı Gevherhan Sultan'ı ise Öküz Kara Mehmed Paşa ile küçük yaşlarda suri (göstermelik) olarak evlendirmiştir.
Daha Kuyucu Murad Paşa'nın sadareti zamanında, saraya bir mektup göndererek, eğer mührü hümayun kendisine tevdi edilirse padişaha kırk bin altın takdim edeceğini bildirmişti. Padişah, bu mektubu derhal Murad Paşa'ya yolladı. Murad Paşa da nadir bir pişkinlikle Nasuh Paşayı çağırtarak teklif ettiği parayı derhal tahsil eylemişti. Bu hâdiseden dolayı Padişah I. Ahmed, Nasuh Paşa hakkında hiçbir kötü düşünceye kapılmamış olmalı ki, Murad Paşa ölür ölmez onu sadarete getirdi. Arkasından Ayşe Sultan izdivacıyla taltif etti. Fakat, padişahların aşırı iltifatları daima tehlikeli olmuştur.
Nasuh Paşa'nın ikbali de ancak üç yıl sürdü. 18 Ekim 1614 günü, idam hükmünü infaza giden Bostancıbaşı, Sadrazamı Küçük Ayşe Sultan'la bir odada bulmuştu. Küçük Ayşe Sultan'ı kaldırıp pencerenin içine oturttular ve gözü önünde paşayı boğdular. Gerçi, Hazine gibi Ayşe Sultan da Rüstem Paşa'dan sonra Osmanlı tarihinin en zengin vezirlerinden sayılan Nasuh Paşa'nın bir kısım servetine tevarüs etmiş, fakat gözü önünde işlenen bu cinayet, hayatı için fena bir başlangıç olmuştu. Nasuh Paşa'nın idam edilmesinden sonra diğer kızı Gevherhan Sultan'la evli olan Öküz Mehmed Paşa veziriazam makama getirildi.
Osman küçükken Kösem ile araba gezintilerine çıkardı; bu gezintilerde yol kenarında duranlara para atarak kendini göstermeyi severdi. Daha sonra Ahmed, oğluyla hasekisi arasındaki bu ilişkiye müdahale etti; elçi Valier 1616'da padişahın Kösem ile Osman'ın görüşmesini yasakladığını bildirmişti. Belki de gerekçesi Valier'in de yorumladığı gibi, Kösem'in oğullarının geleceği hakkında iyi bilinen planlarının şehzadelerin güvenliğini tehlikeye sokması korkusuydu. Bir diğer olası sebep de artık ergenlik çağına gelen bir şehzadenin namahrem bir kadının yanında olmasının uygunsuz düştüğü yargısıydı. Yine de Ahmed'in ölümünden sonra ilişki yeniden devam etti. 1619'da Osman, padişah olarak Kösem'i eski sarayda üç günlük bir ziyafetle onurlandırdı.
Kösem, Osmanlı hanedan tarihinde ekberiyete geçişin mümkün hale geldiği dönüm noktasında, son derece nüfuzlu bir hasekiydi. Eğer Ahmed veliaht sahibi olduktan sonra, gelenek gereği kardeşi Mustafa'yı idam etmiş olsaydı, yerine en büyük oğlu Osman geçecekti. Hükümdarlığın babadan oğula geçme usulü böyle gerektiriyordu. Muhtemelen yeni padişah da erkek çocuk sahibi olur olmaz Kösem'in oğulları Murad, Kasım ve İbrahim de dahil bütün kardeşlerini idam ettirecekti. 1612'de Venedik elçisi Simon Contarini, Kösem'in Osmanlı hanedanının geleneğine ters bile olsa kardeşine zarar vermemesi gerektiğini savunarak, Ahmed'i Mustafa'nın canını bağışlamaya ikna ettiğini bildirmişti. Contarini'ye göre burada Kösem'i harekete geçiren şey "şimdi kendisinin bir kardeşe gösterdiği bu merhametin ileride ilk doğan şehzadenin kardeşi olan kendi oğlu için de gösterebileceği"ydi.
22 Kasım 1617'de Sultan I. Ahmed vefat etti. Cenazesi Sultanahmed Camii yanındaki türbesine defnedildi. Padişahın genç yaşta vefatı ile tahta kimin çıkacağı da tartışma konusu olmuştur. Taht için namzet isimler Şehzade Mustafa ve Şehzade Osman'dı. Fakat kaideler gereği bir padişah vefat ettiğinde oğullarından birinin tahta geçmesi uygundu. Fakat devlet erkânı tahta daha büyük yaşta olan Şehzade Mustafa'nın geçmesini uygun buldu. Evladının ölmemesini isteyen Kösem Sultan ise bu işe destek vermek için altınlar saçtırdı ve I. Mustafa'nın tahta geçmesi için tüm imkanlarını kullandı. Zaten hanedanın en kıdemli erkek üyesi olması bakımından, I. Mustafa'nın tahta çıkarılması I. Ahmed döneminde kabul edilen taht veraset kaidelerine uymakta idi. Devlette söz sahibi olanlar bu kaideyi uygulayıp Mustafa'yı tahta geçirmeyi kabul ettiler. Halbuki I. Ahmed'in en büyük şehzadesi Osman gayet iyi eğitim almıştı. Buna ek olarak haremde yaşayanları |
gayet iyi tanıyan Darüsaade Ağası Mustafa Ağa'nın Mustafa'nın akıl dengesinin yerinde olmadığına devlet ricalini uyarmıştı.
Sultan Ahmed'in oğullarından en büyük şehzade Osman daha 13 yaşında idi; ama I. Ahmet tahta çıktığında 14 yaşında idi. I. Mustafa devlet meseleleri ile ilgilenmediğini ifade ederek saltanatı kabul etmediyse de bu hal, devlet erkânı tarafından göz önüne alınmadı. Kösem Sultan eşi vefat ettiğinden ikbalden düştü ve Safiye Sultan'ın yanına Eski Saray'a yollandı. I. Mustafa deli bir padişah olduğundan bir süre sonra devlet içerisinde kabul görmemeye başladı. Yazılıp gönderilen emirler bile başkası tarafından yazıldığı anlaşılacak şekilde oluyordu. Eğitimi de eksik olan padişah I. Mustafa devlet işleri ile de ilgilenmeyince tahttan hâl edildi. Nitekim tahta çıktıktan 96 gün sonra 26 Şubat 1618 günü tahttan indirildi, yerine Kösem Sultan'ın kocasının başka bir kadından olma oğlu II. Osman geçti.
Fakat II. Osman yaşı çok genç olmakla birlikte Kösem Sultan'ın devlet işlerine çok karışmasından rahatsız oldu. Bu yüzden Kösem Sultan'ı Eski Saray'da siyasetten uzak tutmaya çalışmıştır. Ancak kendisini büyüten Kösem Sultan'ı da ihmal etmemiş ve daima saygı duymuştur. Örneğin, Genç Osman Kösem Sultan'ı Eski Saray'da üç gün ziyaret etmişti.
Genç Osman, iktidarının üçüncü yılında Lehistan seferine çıkarken, kendisinin yokluğunda herhangi bir oldubitti olasılığını engellemek için, altı kardeşinden en büyüğü olan Şehzade Mehmed’i yaklaşık 16 yaşında iken boğdurttu. En büyük şehzadesi olan Şehzade Mehmet'in II. Osman tarafından idam ettirilmesinden sonra Kösem Sultan genç padişaha düşman olmuştur. Tahttan indirilen I. Mustafa'nın annesi Halime Valide Sultan oldukça hırslı bir kadındı ve Kösem Sultan zamanında oğlunun öldürülmesine engel olduğundan iyi anlaşıyordu. İkisi de Eski Saray'da bulunduklarından iletişimleri oldukça iyiydi.
Halime Sultan oğlu Mustafa'yı tahta çıkarabilmek için damadı Kara Davut Paşa ile ittifak kurmuştu. Hotin Savaşı'ından istediği sonucu alamadan dönen II. Osman ise Anadolu'ya geçerek Mısır Ordusu'na benzer bir ordu kurmanın hayaliyle yaşıyordu. Bunun için tek çıkar yolun hacca gitmek olduğunu düşünen padişah bu sırrı iyi saklayamayınca birçok kişiye gün doğdu. Padişah otağının Üsküdar'a kurulacağı günden bir gün önce, yeniçeriler Süleymaniye'de toplandılar. Ayaklanan yeniçeriler saraya girip bazı devlet adamlarını öldürdüler.
Yeniçeri ve sipahileri ikna etmek isteyen Sultan Genç Osman, yeniçeri ağalarını merhamete getirmeye çalıştı. Ancak bunda başarılı olamadı. Nihayet yenilik taraftarı olmayanların tahrikleri neticesinde isyan eden yeniçerilerin 19 Mayıs 1622’de II. Osman’ı tahttan indirmeleri, Sultan Mustafa’nın yeniden ikinci defa tahta çıkmasına yol açtı. Çıkan isyanda Genç Osman Yedikule Zindanları'nda boğduruldu ve burnu ile kulağı koparılarak öldürüldüğüne inanması için Halime Sultan'a getirildi. Asiler tekrar Şehzade Mustafa'yı tahta çıkardılar.
II. Osman'ın öldürülmesi nedeniyle Anadolu'da ayaklanmalar çıkmıştı. Tımarlı sipahiler, İstanbul'daki kapı kulları aleyhine eyleme geçmişlerdi. Bunlar asi yeniçerileri ve kapıkulu sipahilerini kaygılandırmaya başladı ve aklanmak için çeşitli taşkınlıklarda bulunmaya başladılar. 31 Aralık 1622'de sipahiler II. Osman'ın kan davası ile ayaklandılar. Ocak ayının ilk haftası boyunca Divanhane önüne gelip gürültülü eylemlerde bulunup II. Osman katillerinin cezalandırılmasını istediler. Kara Davut Paşa, II. Osman'ın katlinde rol oynamış olan diğer yakalananlardan vezir Derviş Paşa, Kalender Uğrusu ve Meydan Bey 8 Ocak'ta idam edildiler.
I. Mustafa, Kara Davut Paşa’yı azlettirip öldürttü ise de isyanlar durmadı. İstanbul’daki karışıklıklar ve Anadolu’da meydana gelen isyanlar, Osmanlı Devleti’nin başında devlet işlerinden anlayan ve bunu yapmak isteyen bir padişahın bulunmasını gerekli kılıyordu. Sultan I. Mustafa, akıl sağlığı bozuk olduğu için hiçbir kadını yatağına yaklaştırmamış ve çocuğu da olmamıştır. I. Mustafa 1.5 yıl daha hüküm sürdükten sonra akıl sağlığı bozuk olduğu için 10 Eylül 1623 tarihinde şeyhülislam Zekeriyazade Yahya Efendi'ın fetvası ile akli dengesi yerinde olmayan kişinin halife olamayacağı gerekçesi ile tekrar tahttan indirildi.
Mustafa'nın da tekrar tahttan indirilmesi üzerine Şeyhülislâm Yahya Efendi ve devlet erkânı, I. Mustafa’nın yerine nihayet kendi oğlu IV. Murad'ın geçmesi konusunda karara vardı. Kösem Sultan Valide Sultan olarak Eski Saray'dan Topkapı Sarayı’na yerleşti. IV. Murad tahta çıktığında sadece 11 yaşındaydı ve Kösem Sultan artık oğlu adına devleti büyük ölçüde yönetmeye başladı. Kösem Sultan’ın saltanatı, IV. Murad’ın idareyi tam olarak ele almasına kadar sürmüştür.
Yeniçeriler, üst üste aldıkları cülus bahşişi münasebetiyle Sultan IV. Murad'ın taht-i saltanata iclasında bahşiş istemeyeceklerine dair söz verdikleri halde, az bir müddet sonra «cülus isterük» diye ısrar ettiler. İki milyon Osmanlı altını bulan meblağ saraydaki altın tabakalar ve tepsiler eritilerek karşılandı.
Sadrazam Kemankeş Ali Paşa, Şeyhülislâm Yahya Efendi'yi görevinden azlettirdi. Yeni gelen zât, Genç Osman'ın kayınpederi, Şeyhülislâmoğlu Şeyhülislâm Esad Efendi idi.
IV. Murat tahta geçtikten sonra hızlı bir eğitime tabi tutuldu. Kösem Sultan, oğulları ve torunu dönemlerinde ise, otuz yıla yakın devletin fiili ve idari gücünü bizzat elinde bulundurmuş ve oynadığı siyasi satrançlar ile imparatorluk üzerinde iktidar sahibi olmak isteyen devlet adamlarını bertaraf etmiştir. Genç padişah ise kendisine eğitime olumlu tepkiler verecek ve ileride sahip olduğu entelektüel bir birikimle kendinden söz ettirecektir. Bu süre içerisinde padişah adına annesi Kösem Sultan "saltanat naibesi" adıyla devleti yönetmek zorunda kaldı. Padişah adına devleti annesinin yönetecek olması Osmanlı tarihinde bir ilktir. Bu süre içinde imparatorluk anarşiye ve büyük iç karışıklıklara sürüklendi. IV. Murad tahta geçmeden önceki son altı yılda üç kez culus bahşişi de verildiğinden hazine neredeyse tamamen boşalmıştı.
Kösem Sultan akıllı hamleler yaparak birçok devlet adamını değiştirmiş ve bir kişinin devlet üzerine hakim olmasını önlemiştir. Kösem Sultan Anadolu'daki isyanları bastırmak için birçok girişimde bulunmuş ve en dikkat çekici olan Abaza Mehmet Paşa isyanı son bulmuştur. Kendisi anarşi döneminde ülkeyi toparlama konusunda yoğun bir çaba sarf etti. Kösem Sultan, yaklaşık 10 yıllık saltanatı boyunca 8 veziriazam, 9 defterdar değiştirmiştir.
Safeviler, Irak'ı ele geçirdi, Bağdat başta olmak üzere birçok yerde sünniler kılıçtan geçirildi. Safevi orduları Mardin'e kadar ilerledi. Orta Doğu'daki sünni - şii dengesi bozuldu. Kırım, Yemen, Lübnan ve Mısır'da ciddi isyanlar çıktı. Abaza Mehmet Paşa, Doğu Anadolu'da iki kez isyan çıkardı. Askerlere verilen maaşlar arttırılırken, vergi sistemi bozulduğundan gelirlerde azalma görüldü. Kuzey Anadolu'da işlevsizleşen Tımar Sistemi ve buna bağlı artan yolsuzlukları öne süren halk isyan başlattı.
Safevilere karşı yürüttüğü seferde başarısız olan Sadrazam Hüsrev Paşa'nın azli üzerine 1632 yılında Yeniçeriler sarayı basarak sadrazam ile 17 devlet yöneticisinin kellesini istedi. Yeni Sadrazam Hafız Paşa yeniçerilerce öldürdü, birçok devlet adamının evi yağmalandı. İkinci bir isyana kalkışarak padişaha güvenmediklerini söyleyen yeniçeriler, ileride padişah olacak şehzadelerin hayatlarından şüphe ettiklerini, sağ olduklarının bir ispatı olarak şehzadelerin kendilerine gösterilmesini hatta bazı şehzadelerin Yeniçeri Ocağında kendi himayelerinde kalması gerektiğini söylemişlerdir. Padişah, şeyhülislam ve veziriazamın kefil olması ile yeniçerileri bu isteklerinden vazgeçirmiştir. Asilerin ayak divanına çıkartıp yaptıkları pazarlıklarla genç padişahı zor durumda bırakması, acizliği, yaşı itibarıyla sürekli küçümsenmesi ve annesinin himayesinde kaldığı düşüncesi onun ilerde sert bir mizaca bürünmesine neden olmuştur.
Bunun yanında Kösem Sultan muhtaçlar için aşevleri açtı, hayır kurumları yaptırdı, borçları yüzünden hapishaneye düşmüş olan mahkûmların borçlarını ödeyerek onları hapisten kurtardı ve fakir kızların çeyizlerini düzerek onları evlendirdi. Bu icraatleri ilk döneminde toplum ve bürokrasi çevrelerinde takdir görmüştür.
Zamanla Sultan IV. Murad olgunlaşarak annesinin faaliyetlerini bir ölçüde engellemeye başladı. Ne var ki; çocukluğundan beri annesinin telkinleri etkisinde kalan IV. Murad, çoğu zaman annesinin fikirlerini önemsemeye devam etti. IV. Murat kendini yeterince güçlü ve idareyi ele alacak kabiliyet ve tecrübede hissedince Yeniçeriler'i merasim için Sultan Ahmet Meydanı'nda topladığı, beklemekten canı sıkılan bir yeniçeri subayının disiplinsiz bir şekilde, padişah geçerken yaşı ile alaya varan sözler sarfetmesi üzerine kılıcı ile tek hamlede hem yeniçeriyi hem de atını ikiye böldüğü anlatılır. Bu olaydan sonra hemen Yeniçeri Ocağı'nda düzenlemeye gitmiş ve ocak içerisindeki kimi subayları halletmiş, kimine de boyun eğdirmiştir.
Yeniçeriler Kösem Sultan'ın kızı Ayşe Sultan'ın kocası Hafız Ahmed Paşa'yı öldürdüğünde ve padişaha zorla sadrazamlığa getirten Kösem Sultan'ın diğer kızı Gevherhan Sultan'ın kocası Topal Recep Paşa üstüne, IV. Murad ilk Hüsrev Paşa'nın kellesine aldı ve daha sonra Recep Paşa'y 18 Mayıs 1632 senesinde idam etti, böylece mutlak saltanatı gösterdi.
Sadrazam Topal Recep paşa daima zorbalardan birkaç kişiyi yanına alarak Dîvan'a gelirdi. Son ihtilalden iki ay kadar sonra bir gün Dîvan'a mutadı veçhile yanındaki zorbalarla gelen sadrazam onları dış kapıda bırakıp padişahın huzuruna varıp etek öpmeğe durduğunda 4. Murad birdenbire parladı: «Gel bre Toplazorbabaşı.» Recep paşa şaşırdı, ve aman padişahım biz sadece sizin kulunuzuz, bütün gayretimiz hizmetinizde olmaktır diye dil dökmeye başlayınca «Bre abdest al» hitabı Recep paşanın dilinin tutulmasına, ayaklarının tutmamasına yerlerde sürünmesine sebeb oldu. Padişah «Tiz kafasını kesin» dediğinde cellat orda hazır olmadığı için bostancılar hemen kement atarak Damad Topal Recep paşanın hayat defterini dürüv |
erdiler ve cesedini kapı önünde paşalarını bekleyen zorbaların önüne attılar. Zorbalar paşalarının cesedini önlerine görünce derhal savuştular. Çünkü artık devletin sahibi ayağa kalmış, bütün gücünü göstermeye başlamıştı.
Tabanı Yassı Mehmed paşa sadrazam yapılmış ve padişaha çok bağlı bir zat olan paşa Mısır valiliğinden emekliye ayrılmıştı. Çok dürüst bir zat olan paşa Hicri 1041, Milâdi 1631 yılında geldiği bu makamı beş yıla yakın bir zaman muhafaza etmiş ve padişahın en büyük yardımcısı olmuştur.
Kösem Sultan oğlu IV. Murad için kızlar yetiştirdi, bunların ilki 1612'da doğan Şemsperi Haseki, Kösem Sultan'ın kızı Ayşe Sultan'ın nedimesiydi ve özel olarak yetiştirildi. Sultan IV. Murat padişah olunca Kösem tarafından hükümdara hediye edildi. Daha sonra 1616'da doğan Sanevber Haseki'ye oğluna hediye etti. Henüz 3 yaşındayken kaçırılmış olan Esma Haseki Sultan konakta büyümüştür. Sonra Kösem Sultan tarafından saraya getirildi.
Arnavut, Asilzade ve Jonima ailesinden olan bir kız IV. Murad'ın en çok sevdiği haseki olmayı ve şehzadeler doğurma başardı. 1614 yılında Hasan Bey'dan olma Ayşe Haseki Sultan Kösem Sultan'ın iktidarının son senelerinde oğlu IV. Murad ile, Edirne Saray'ında evlenmiştir ve gelini oldu. Bu evliliğe Kösem Sultan şiddetle karşı çıktığı söyleniyor. Izdivaç Mayıs 1630 tarihınde gerçekleştırmış, nikah Edirne Saray'ında kıyıldı. Bu Haseki Sultan 1633'da İsmihan Kaya Sultan dünyaya getirdi. Ayşe Haseki Sultan doğurduğu şehzadeler daha büyüyemeden küçük yaşlarda hastalıklardan vefat etmişlerdir. Bu yüzden adı tarihte pek duyulmaz.
Mahfiruz Sultan'dan doğma Şehzade Bayezid annesi ve teyzesi Şahincan Hatun'un bütün itirazlarına rağmen Sultan IV. Murad ile çok iyi anlaşırdı ve beraber şehirde gezmelere çıkarlardı. Annesinin genç yaşta ölümü ile anne-baba bir kardeşi olan Şehzade Süleyman teyzesi Şahincan tarafından büyütüldü. Şehzade Bayezid'e göre Şehzade Süleyman'in arası Kösem'in çocuklarıyla kötüydü. Şehzade Bayezid ve Şehzade Süleyman'ın teyzeleri sürgüne gönderildikten sonra Kösem Sultan'ın eline düştüler ve onun isteği üzerine Sultan IV. Murad'ın emri ile Revan Sefer'ine çıkarkan ibrişim kemendiyle boğduruldular. I. Mustafa'nın ölümünden sonra Osmanlı Hanedan'ının soyu sadece Kösem Sultan'ın oğullarından devam edecekti.
Kösem Sultan, oğlu Şehzade Kasım’ın 1638'de Bağdat seferi arefesinde tıpkı ilk şehzadesi Mehmet gibi , IV. Murad tarafından katledilmesine engel olamadı; ancak İbrahim’in katline onun saltanat yükünü kaldıramayacak kadar aciz olduğunu ileri sürerek mani olabildi. Padişahın genç yaşta ölümü üzerine tahta Kösem Sultan'ın diğer oğlu İbrahim çıktı ve Kösem Sultan ikinci bir oğlunu tahta çıkarmaya muvaffak olarak valide sultanlığa ve saltanat naipliğine devam etti.
İbrahim şehzadeliği döneminde sürekli öldürülme korkusu yaşadığı için psikolojisi bozuktu ve bu durum Osmanlı’da yönetim boşluğu doğurmuştur. Başkentte yeni çekişmeler baş göstermişti: Kapıkulu askerleri, ulemalar, vezirler ve saray erkânı iktidarda daha fazla nasıl söz sahibi olabileceklerinin ince hesaplarını yapmaya başlamışlardı. Otorite boşluğu bu tür çekişmelere neden olduğundan; öteden beri yönetmeye hevesli olan Kösem Sultan harekete geçerek; bir kukla padişah olarak öne çıkardığı oğlu İbrahim döneminde yeniden devlet işlerinde aktif görev üstlenmiştir.
İbrahim tahta çıktığında Osmanlı Hanedanı büyük bir krizle daha karşılaştı. İbrahim hanedanın tek erkek varisi durumundaydı ve acil bir şekilde hanedanın devamını sağlama zorunluluğu vardı. Oysa İbrahim bir ölçüde dengesiz görünüyor ve kadınlarla olan ilişkilere ilgi duymuyordu. Osmanlı hanedanının devamını sağlama görevi büyük ölçüde Kösem Sultan'a düştü. Anne Kösem Sultan, zihninden ve tecrübesizliğinden üzüntü duyduğu oğlunu hem avutabilmek ve hem de Osmanlı hanedanının devamı için oğluna yeni cariyeler takdim etti. Saraya doluşan hasekiler ve cariyeler hazineye büyük yük getirmiş, saraydaki kadınlar arasında da şiddetli nüfuz çatışmaları baş göstermiştir. İbrahim'in hem ruhsal sorunlarına çare bulmak hem de erkek evlat sahibi olması için ülkenin dört bir tarafından üfürükçüler, cinci hocalar davet edildi. Bu üfürükçülerin en ünlüsü Cinci Hoca lakabıyla tanınan Safranbolulu Karabaşzade Hüseyin Efendi'ydi.
İbrahim'in tahta çıkmasından 2 yıl sonra Şehzade Mehmed, Şehzade Süleyman ve Şehzade Ahmed dünyaya geldi. En nihayetinde hanedanın devamı sağlanmış oldu. Kösem Sultan buna karşılık olarak Hüseyin Efendi'ye Safranbolu da daha sonra cinci hanı olarak anılacak hanın yapım masraflarını karşılayacak para verdirmiştir. Hatta Cinci hoca o kadar güçlendi ki Cinci Hoca'nın öldürülmesinden sonra hazineye aktarılan paralar askere cülus olarak dağıtıldı ve bu paralar halk arasında 'cinci hoca akçesi' diye anılır oldu.
Ukraynalı veya Rus bir köylü kızı olan Nadya'yi Tatar esircilerce çalındığından sonra Kör Süleyman Paşa'ya satıldı ve Paşa onu Kösem Sultan'a hediye ettiği. Haremde yetişen Nadya, Turhan Hatice ismi alimiştir, Sultan İbrahim’e sunulan ilk câriye oldu ve on beş yaşlarında 2 Ocak 1642’de IV. Mehmed’i dünyaya getirince Haseki sultan unvanını aldı. Şehzadenin doğumu Osmanlı sülâlesinin kesilme tehlikesini ortadan kaldırdığı için büyük coşkuyla kutlandı. Sarayda eğitimiyle özel olarak Kösem Sultan kızı Atike Sultan görevlendirildi. Ayrica Atike Sultan Kösem Sultan'ın torunu Mehmed mürebbiyelik yâni terbiye ve yetişmesinde yardımları olmuştur.
Sultan I. Ibrahim Han'ın birçok kadınları ve ikballeri vardi. Bu yüzden de Turhan Sultan'ın Harem'de çok kadın düşmanları vardı. Bunlarin ilki Gürcü cariyesi Zafire Hatun'dir. 1641 yılında Giray Han tarafından Osmanlı sarayına harem'e gönderildi. Kızlarağası Sünbül Ağa’nın himayesi altına alındığı ve sonra bir erkek evlâd ile doğum yapti. Bu nahoş olay üzerine Şehzade Mehmed'ın anası Haseki Turhan Sultan ile bir kıskançlık kavga başladı. Bir gün Turhan Sultan iftariyelikteki havuzun başında Sultan İbrahim'in sağ göğsünea Zafire'yle muhabbet ve cariyenin beş yaşındaki oğlu Osman'la eğlenirken görmüş ve hemen hemen aynı yaştakı şehzadesi Mehmed'i havuzun diğer kenarında taş üstünde tek başına oyalanmasına dayanamamış ve Sultan İbrahim' e gelip "bir cariye sevecekseniz eşiniz olan bendeniz, evlat sevecekseniz şehzadeniz olan Mehmet'i sevin!" demiştir. Sultan İbrahim yine bir sinir krizine kapılıp Şehzade Mehmet'i tuttuğu gibi havuzun içine atmıştır. Oradaki hasodalılardan bir genç havuza atlayıp Şehzade Mehmet'i kurtarmıştır. Ama o sırada alnını havuz içindeki fıskiyeye vurduğundan o günün hatırası olarak o yarayı hep taşıyacaktır. O sırada Valide Kösem Sultan tüm olanları görmüş ve kendisini fark eden Sultan İbrahim çıldırmış gibi hareme kaçtıktan sonra Zafire'nin yanına gelen Kösem Sultan Zafire'nin saçlarını eline dolayıp hakaret ettikten sonra her şeyden habersiz Sümbül Ağa ile beraber sonbahar'da Mısır'a sürgün etmiştir.
Vaktiyle Valide Sultan olan Kösem Sultan kul cinsinden geldiği için asilzade olan gelinlerini pek sevmezdi. Bu sebeptende onlara türlü cefa çektirmekten pek zevk alırdı. Sultan İbrahim'in asil soyundan gelme zevceleri: Saliha Dilaşub Sultan, Hatice Muazzez Sultan, Ayşe Sultan, Mahienver Sultan ve Saçbağlı Sultan hakkında muhtelif dedikodular saçmaktan kendini alamıyordu. Lakin İbrahim'in bu nisvandan pek hoşnut olduğu için onları yegane lafları ile tenkid edebiliyordu. Zira İbrahim haremini, akli dengesi pek yerinde olmamasına rağmen daimi suretle savunuyordu. Validesi de oğlunun devlet işinden elini çektiği müddetce haremine karışmıyordu. Fakat pek akıllı ve kurnaz olan padişah zevcesi Saçbağlı Sultan, damarlarında taşıdığı asil kanın verdiği gurur ile Kösem'e başını eğmek istemiyordu. Neden bu sebeptende Hazinedar makamında bulunan amcazadesi Şekerpare Hatun ile kocasına muhtelif fikirler verip kindar validesinin pençesinden kurtulmasını istiyorlardı. Esas adı Şehsuvar olan Şekerpare Hatun'un amcazadesi Leyla Saçbağlı Sultın'ın aklına girip bir merasim esnasında Kösem Sultan'a dikbaşlık etmesini sağlamıştı. Bütün Hasekiler kayınvalidelerinin eteğini öperken, Saçbağı'na sıra geldiğinde bu yekten "Ne içün haşmetlü efendimize, hükmünü layık görmeyen bir Valide'ye boyun eğeyim" demişti. Bu hadiseye mukabil Saray'da bir kıyamettir koptu. Zaten pek vakit geçmeden Sultan İbrahim de canından oldu. Muhtemelen gelini'nin dikbaşlığını saltanatının sallatında bulunduğuna hükmeden Kösem de oğlunu bütün bütün gözünden çıkarmıştı. Kösem oğlunun tek başına hakim olma heveslerinin kabardığını hissettiği vakit de gözünü kırpmadan İbrahim'i tahttan indirtip katledilmesine göz yummuştur.
Kösem Sultan’ın IV. Murad’ın kızı Kaya Sultan’ı Silâhdar Mustafa Paşa ile evlendirmek istemesi, Sadrazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa ile arasının açılmasına sebep oldu. Çünkü Kara Mustafa Paşa, Silâhdar Mustafa Paşa’yı rakip olarak görüyordu. Kemankeş’in hazinede yapmak istediği ıslahat bazı şikâyetlere yol açmış ve kendisine yeni düşmanlar kazandırmıştı. Sadrazamın yıpranması Kösem Sultan’ın işine geliyordu. Kemankeş’in sonunu hazırlayan bu hadiselerden sonra Sultan İbrâhim’de samur ve amber merakı başladı. Kösem Sultan bu yüzden İbrâhim’in musahibesi Şekerpâre Hatun’u saraydan çıkarmak için büyük gayret sarfetti.
Kemankeş Mustafa Paşa bu dönemde de kendine rakip olan diğer devlet adamları ile uğraşmaya başlamıştır. Bunlar Sultan İbrahim'in silâhdarı olan "Yusuf Paşa" ile meşhur Cinci Hoca Hüseyin'dir. Kemankeş Kara Mustafa Paşa gerek bu iki rakibinin ve gerekse asabi ve rasyonel olmayan Sultan İbrahim'in her işe karışmasından dolayı iki defa vezir-i âzamlıktan istifa etmiştir ama bu istifalar kabul edilmemiştir. Rakiplerini saf dışı bırakmak için bu sefer kapıkulu askerini isyana teşvik etmiştir. Bu isyan teşviki gerçeği Sultan İbrahim'e yetişince padişah Kemankeş Kara Mustafa Paşa'yı 31 Ocak 1644 sadrazamlıktan azletmiş ve idam edilmesini emretmiştir. İdam edildiğinde 50 yaşlarındaydı. İki padişah döneminde yaptığı sedareti 5 yıl 1 ay sürmüştür.
Kösem Sultan için İbrâhim’in saltanatı pek tatmin edici geçmemişti. Zira vâli |
de sultanlık yetkilerini istediği gibi kullanamamış, Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın idamıyla, başlayan saraydaki huzursuzluklar yüzünden zaman zaman endişeli günler geçirmişti.
I. İbrahim'ın son yılında sekizci Hasekisi Hüma Şah Sultan'la nikâh kıydı ve Aralık 1647'te evlendi, bundan sonra Kösem Sultan gözden düşmüş, I. İbrahim kız kardeşlerinden Ayşe Sultan, Fatma Sultan ile Hanzade Sultan ve yeğeni İsmihan Kaya Sultan'ın malina mülküne el koydu ve Hüma Şah Sultan'a hediye etti.
Sultan İbrahim savruk harcamaları tamamen mücevher işli yeni bir saltanat kayığı yaptırması isteği ile daha da arttı. Bunun için esnaftan, ulemadan, ocak ağalarından ve devlet ricalinden ek vergiler istenildi ve buna muhalefet edecek olanların cezalandırılacakları duyuruldu. Kösem Sultan, bunun bir patlamaya yol açacabileceğine dair Sultan İbrahim'i uyarmak istemesi dolayısıyla saraydan atılarak İskender Bahçesi'ne sürgün edildi. Sadrazam Tezkereci Ahmet Paşa ise kendi savruk haracamalarına devam etmekte ve oğlunun düğünü için yaptığı eğlentiler ve ve harcamalar hakkındaki haberler şehirde herkese yayılmakta idi.
7 Ağustos 1648'de ulema Fatih'de ve (başlarında yeniçeri ağası) kapıkulu ocakları ağaları Etmeydanında Orta Camii'de toplandılar. Sultan İbrahim'in sefahatine ve koyduğu samur ve amber vergisine karşı olarak bir ayaklanma üzerinde anlaştılar. Sabahleyin silahlanmış kapıkulu askerleri Fatih Camii avlusuna geldiler. Bunu haber alan sadrazam Tezkerci Ahmet Paşa korkup saklandı. O zaman başdefterdar olan Sofu Mehmed Paşa Fatih Camii'ine çağrıldı ve burada isyancıların liderleri olan ocak ağaları ve ulema liderleri tarafından geniş tecrübesi nedeniyle kendisinin sedarete getirildiği ilan edildi.
O zamana kadar sadrazam olan Tezkereci Ahmet Paşa saklandığı için kendisinden mühr-ü humayun alınamamıştı. O akşam geç saatlerde Tezkereci Ahmet Paşa saklandığı konağında yakalandı. Konağı yağmalandı. Eski sadrazam, Fatih Camii'ne isyancı kapıkulu askeri komutanları; ulema liderleri ileolarak bunların veziriazam seçtikleri ve sarayın da bunu teyit ettiği Sofu Mehmed Paşa önüne getirildi. Orada Cellat Kara Ali tarafından boğularak idam edildi. Öldürüldüğü yaşının 50'yi geçtiği bildirilir.
Sadrazam olan damadının katledilmesinden sonra, Sultan İbrahim durmadan haber gönderiyordu, isyancılara. Artık dağılınız. Bir değişiklik olmadığını tespit edince, saray burçlarına topları yerleştirtmiş, bostancıları silahlandırmiştı. İtaatsizlikleri devam ettiği takdirde hepsini kırıp geçireceği haberinin yayılsın istiyordu. İsyancılar ise Kösem Valideye saldıkları bir haberde, Şehzade Mehmed Sultanı Orta Camii göndermesini taleb ettiler. Kösem Sultan bunun mümkün olamayacağını, böyle bir cülus adeti olmadığını, padişahın patırdı-sına bakıfmamasını, kendisinin sarayda her ne kadar on iki-bin silahlı bostancı neferi olmasına rağmen Ağaların kendisi tarafında olduğunu bildirdi. Cemiyet saraya geldiğinde bostancıların kendilerine iltihak edeceğini bildirdi. Bu bilgiyi ertesi günü gizlice kıyam erbabının yanıbaşina gelen Bostancibaşı te'yid etti. O gün Cuma idi ve bu hâl üzere salatı cuma elden gitmişti. Atmeydanı'na doluşan kıyamcılar, ayak divanı istediler, orada da durmayıp saray içine daldılar. Karşılarında Sultan İbrahim değil, Valide Sultanı gördüler. Karşılıklı olarak konuştular, konuştular! Valide Sultan kıyam edenlere her ne kadar mukavemet etmeye çalıştıysa da, oğlu İbrahim'in tahtta kalmasını sağlayamadı! Sonunda: Varayım arslanımın sarıkcığı-nı sardırayım ve çıkarayım. Diyerek içeri girdiği görüldü. Az sonra küçük şehzade babaannesinin elinden tuttuğu halde, masum ve güzel yüzü ile göründü. Osmanlı tahtına oturtuldu. Birbir önünden biat ederek geçiyorlardı. Bu kalabalıktan ürken yeni padişah ağlamağa başlayınca, daha fazla rahatsızlık vermeyi önlemek için biat yeterli sayıldı. 6 ağustos 1648 çarşamba günü başlayan ihtilâl, cuma günü nihayetlendiğinde, Osmanlı tahtında kırkbir yıl hüküm sürecek, IV. Mehmed unvanlı Sultan İbrahim'in oğlu vardı.
Sultan İbrahim'in bir süre sonra annesini devlet işlerine karıştırmamaya başlaması hatta kiz kardeşleriyle eski saraya gönderme isteği karşısında nüfuzu kırılır gibi olmuşsa da, bu sıralarda İbrahim'in tahttan indirilerek yerine çocuk yaştaki Şehzade Mehmed'in padişah olması, Kösem Sultan'ın durumunu yeniden güçlendirmiştir çünkü IV. Mehmed henüz 6 yaşındaydı ve annesi Turhan Hatice Sultan 21 yaş'la genç sayılırdı. Turhan Sultan Saray'da desteklenmişse de Kösem Sultan Saray dışında ve askerden destek gördü. Neticede Kösem Sultan, dört padişah döneminde devletin en etkili kişisi olmaya devam etmiştir. Bu dönemde herkes kendisine "vâlide-i muazzama" diyerek saygı göstermiştir. Kösem Sultan'ın bu kadar güçlenip nüfuz kazanması ağaların yardımıyla olmuştur. Öncelikle Harem ve Dârüssaade ağalarını, akabinde de Yeniçeri ağalarını arkasına alarak idareyi yönlendirmiş, kendisine karşı olabilecek bütün güç odaklarını onlar vasıtasıyla bertaraf etmiştir. . Kaptanı Derya, Yeniçeri Ağası, Reis'ül Küttab, yâni hariciye nâzın ve Nişancı, Defterdar gibi kimseler bu istişare ve icra mekanizmasının uzuvları idi.
Sultan IV. Mehmed'e biatlarını yerine getiren devlet adamları cemmi gâfir halinde Saray'ın Harem dâiresine sellemü-sellem dalışa geçtiler. Bu yakışıksız hâl; Genç Osman, IV. Murad devrindeyken bile olmamıştı. Bostancıbaşı bu kafilenin önüne düşmüş, şeyhülislâm, sadrıazam ve ulema arkalarından destursuz yürümekteydiler. Sultan İbrahim'in etrafını kadınlar almış ellerini eteklerini tutuyorlar, bir tarafa kıpırdamasına fırsat vermiyorlar idi. Şüphesiz ki bu davranışları padişaha yardımcı olmak, ona gelebilecek bir saldırıya sed olmak niyetini taşıyordu. Hızla yürüyen kafile aniden karşısında Sultan İbrahim'i buldu. Bostancıbaşı Padişahım! Ulema ve ayanın kararlan var. Siz artık içeriye buyrunuz. Dediğinde: "Sultan İbrahim Bre hâinler, pezevenkler, Allah'dan korkmaz kâfirler! Bu ne işdir? Ben; her birinizi ihsanlarıma gark etmedim mi, şimdi isteklerinize uymadığım için mi bana ihanet ediyorsunuz? Ben padişah değil miyim? Kararınızı kabul etmiyorum, red ediyorum, defolup gidiniz, irademe itaat etmeyen hâin ve kâfirdir". Bu salvolar karşısında; heyetin içinden yine bir kişinin cevap veren sesi yükseldi. Bu ses de Karaçelebizâ-de Aziz Efendi'ye aitti. Tarihçi Nâima şöyle naklediyor:
"Aziz efendi o mecliste büyük cür'et gösterip, padişaha yapılacak hürmete mugayir pek çok söz söyledi şöyle ki" Hayır padişah değilsin. Din ve şeriata mugayir pek çok iş yaptığından cihanı harabeye çevirdin. Ne zamanki; gaflet ile vakit geçirip rüşveti açıkça yapılır hâle getirdin, zulmü alime musallat ettin, beytülmâli israf içinde kullandın' Dedi. Söylenen bu sözlere oradakiler hayran oldular. "Sultan İbrahim; tahttan indirildiğine inanamıyordu. Kendisinin emirlerinin yerine getirileceğine dâir inancı, hiç sarsılmamaktaydı. Bir yandan konuşuyor, bîr yandan kendisi için seçilmiş bulunan dâireye doğru yürümekteydi. Nihayet yanında iki câriye olduğu halde dâiresine soktular. Kapının kilidine sokulan anahtar iki defa çevrildi. Arkasından anahtar deliğine kurşun akıtılarak, kilit de işlemez hâle getirilince Sultan İbrahim yine kafese konduğunu idrâk etti. Bütün gücüyle, bağırdı, kapılara vurdu, yıkniağa çalıştı, nihayet ağzına gelen küfürleri bazı kimselere tahsis etmeğe başladı.
Padişah artık savurduğu küfürleri validesi Kösem Sultana etmeye başlamıştı. Demek ki; yanında bulunan iki cariyeden, hâl vakasında, Kösem Mahpeyker Valide Sultan'in oynadığı rolü öğrenmişti. Artık bir dinlenmeye çekilen eski padişah, güçleniyor ve beş defa bağırmaya koyuluyordu. Mah-besinden taşan sesler dışarıya duyuluyor, bunları duyanların bir bölümünün içi sızlamaya başlamıştı. Ertesi gün oda kapısının önü bir güzel örüldü. Ahalinin tepkisini ölçmek için padişahın kapatıldığı yerden kurtulup firarı başardığı istikametinde bir haber hassaten çıkarıldı. Görüldü ki esnaf derhal dükkânlarını kapadı.
Demek ki, ahalinin nabzı sayılan esnaf bu karışık ahvalde yağmaya uğrayacağı endişesiyle ve de, bu işe karışmamak için kenara çekilmeyi seçmişti. Beri yandan kapısı örülü dâiresinden Sultan İbrahim'in gönüllere üzüntüler salan feryadı saray duvarlarını aşmaktaydı. Yeniçerilerin bir bölümününde bu feryatlardan kalbleri ihtizaza geliyor ve kendi kendilerine acaba bu hâl işini ettiğimiz kötümü oldu? Şeklinde düşüncelere dalıyorlardı. Ahalinin ve bir bölüm askerin sessizliği; idareyi korkuya ve sarayı da endişeye sevketmişti. Kösem Valide Sultan tecrübesini konuşturarak, böyle hallerde ulemaya başvurulmak gerektiğini hatırlattı. Başvurulan ulema takımı, derhal çareyi söylemekte gecikmedi: yâniiki halifeden birini öldürünüz! Mizancı Murad bey diyor ki: "âyet değil. Hadis değil. İmamların içtihadı değil. Uydurulmuş Arabça bir cümle"den başka bir şey değil ulemanın söylediği çare.
Yine bahse konu çarenin gösterdiği iki halife ifadesi, gerek mantık gerekse mâna itibarıyla da yanlıştır. Çünkü halife denilen ikiden biri bulûğ çağına ermemiş bir masum çocuk. Diğeri ise bir mecnun. Dolaysıyla değili ki halife bir tane bile mevcud değil, görüşünü ileri süren Mizancı Murad'a iştirak etmiyorsak da söylediklerinin pek de yabana atılacak hususlardan olmadığını düşünüyorum. Yine Murad bey diyor ki, "..sümme tedarik fetvalar yüzünden Osmanlı devletinin uğradığı felâketler, düşmanların taarruzlarından meydana gelen felâketlerden büyük ve dehşetlidir." Sultan İbrahim'in katline dâir fetvayı isteyenler, Bektaş, Murad Ağalar, Kara Çavuş ve Muslihiddin idi. ulemanın bulduğu çâreyi fetva haline getiren de şeyhülislâm Abdürrahim Efendi'ydi.
Kara Mehmed Paşa çocuk IV. Mehmed'e gerçekte taht naibi olan büyukvalide Kösem Sultan'ın devamla desteklenmekte idi. Fakat bir müddet sonra sadrazam özellikle ocaklıların devlet işlerine karışmasından gayet tedirgin olmaya başlamıştır. Sadrazamlıkta gözü olan yeniçeri ağası Kara Çavuş Mustafa'nın küçük valide Turhan Sultan ile birlikte kendini öldürmek için komplo kurduğu söylentisini duyunca Kara Mehmed Paşa sad |
razamlıktan ayrılmaya karar vermiştir. Taht naibi Büyük Valide Sultan'a ocaktan sadrazam yapılmamasını ve tam o sırada Bağdat valisi olma tayini çıkan Melek Ahmet Paşa'yı sadrazamlığa tayin etmesini tavsiye etmiştir. Kendine de Budin valiliği görevi verilmesini rica etmiştir. Böylece Kara Murad Paşa birinci kez sadrazamlığından 19 Ağustos 1650'da istifa ederek ayrılmıştır.
Bilindiği gibi Sultan IV. Mehmed devri çok inişli çıkışlı bir dönem olduğu gibi ayrıca pek-de uzun bir zaman dilimini 44 yıl gibi bir bölümü kapsar. Şimdi bu uzun dönemde padişahdan sonraki adam olan sadrazamların ad ve vazifede kalış müddetlerine birde akıbetlerine sırasıyla atfu nazar eyleyelim: IV. Mehmed'in Sadrıazamları Mevlevi Sofu Koca Mehmed Paşa; IV. Mehmed'in sadaret makamında bulduğu sadrazamdır. Bunu görevinde ipka etmiştir. 1648 yılında I. İbrahim'in son günlerinde isyancılar tarafından sadnazam tâyin olunmuştur. Sultan İbrahim bir çıkış yolu olarak kabullenmiştir. Yukarıda yazdığımız veçhile padişahın cellâtları arasında yer almış olan Sofu Mehmed Paşa, makamı sadaretten 1649 mayısında azledilmiştir. Daha sonra boğdurulmuştur.
Boşalan makama 1650 senesinin sekiz ayına kadar sürecek birinci sadaretiyle Kara Murad Paşa getirilmiştir. Bu sadaret süresi 14 buçuk ay sürmüş, yerine IV. Murad'ın damadı ve Kösem Sultan'ın torunu İsmihan Kaya Sultan hanımın kocası olan Melek Ahmed Paşa gelmiş bunun dönemi de, bir seneyi birkaç gün geçene kadar sürmüştür.
2 Eylül 1651'de Kösem Sultan, Turhan Sultan ile yaşadığı otorite mücadelesi sonunda Lala Süleyman Ağa tarafından hazırlanan oluşturulan bir ekiple öldürüldü. Kösem Sultan'ın cenazesi, kocasının Sultan Ahmet Camii'ndeki I. Ahmed türbesine gömüldü.
Kösem Sultan; en karışık, karanlık, cinayetlerle dolu bir 40 yılın çalkantılarında dul bir saraylı olarak siyasal meselelerin ortasında son karar sorumluluğunu yüklenmişti.Daha ileri gidilerek denebilir ki,tarih kitaplarında, "Sokullu Mehmed Paşa ve Yükselme Devrinin Sonu ", "Lale Devri" birer başlıksa "Kösem Sultan'ın Naipliği " de Osmanlı tarihi için önemli bir ayraç veya başlık olmalıdır. Kösem'in Osmanlı hanedan yapısındaki yeri Avrupa ve Rusya'daki hükümdar kraliçelere denk bir üstünlüktür.Mahpeyker Kösem'i bütün kadın sultanlardan ayrıcalıklı kılan,Topkapı Sarayı haremindeki varlığı ve etkinliğinin kocası 1.Ahmed'den torunu 4.Mehmed'e değin yarı asra yakın olması,iki oğluna ve torununa "Sahibetü'l- makam Ümmü'l-mü'minin" sanlarıyla haremde naiplik yapmasıdır. Haremden,ülkenin dört bir tarafına bu düzeyde hükmeden başka bir haremli yoktur.
Kösem Sultan'ın siyasi hayatı Osmanlı tarih yazarları ve modern araştırmacılar tarafından her zaman ilgi duyulan bir konu olmuştur. Kimi araştırmacılar onu şiddetle eleştirirken, kimi araştırmacılar ise daha olumlu bir tablo çizme eğilimi göstermişlerdir.
Örneğin şu araştırmacılar onu şiddetle eleştirmektedirler:
Bu eleştirici yazarların aksine diğer bazı yazarlar Kösem Sultan için olumlu düşünmektedirler:
Hayır işlerinde de öncülük etmeyi prensip edinen Kösem Sultan, etrafındaki fakirlere yardımlarda bulunmuştur. Her yıl Receb-i Şerif ayında tebdili kıyafetle arabaya binerek hapishanelere gitmiş; borcu yüzünden hapse düşen mahkûmların borçlarını ödemiş ve onların hapisten çıkmalarını sağlamıştır. Kösem Sultan, katil kişileri bu yardımlardan nasiplendirmemiştir. Yaptırdığı hayır işlerinin başında 1640'ta biterelen Üsküdar’daki Çinili Camii, Boğaziçi’nde Anadolu Kavağı, Sultan Selim civarında Valide Medresesi Mescidi’ni yaptırarak hizmete açmıştır. O dönemde Osmanlı’nın eyaleti durumunda bulunan Mekke ve Medine’ye de yardım elini uzatmış, fakir yöre halkına da hatırı sayılır yardımlarda bulunmuştur.
Boylu boslu, narince idi. Kaynaklarda teninin cazibeli beyazlığı, gözlerinin kadife gibi derin kahverengiliği, sarı saçlarının göz kamaştırıcı parlaklığı belirtilir.
Çikolata (film)
Çikolata ("Chocolat") Joanne Harris'in aynı isimli romanından sinemaya uyarlanan 2000 İngiliz/Amerikan ortak yapımı yapımı film. Tutucu bir Fransız kasabasına (Lansquenet-sous-Tannes) gelen genç bir anne ile (Vianne Rocher; filmde Juliette Binoche) altı yaşındaki kızından (Anouk) ve onların çikolata dükkânından bahsetmektedir (La Chocolaterie Maya). Vianne'nin çikolataları kısa zamanda kasaba halkının hayatını değiştirir.
Film Fransa'da Flavigny-sur-Ozerain kasabasında çekilmiştir (Burgonya).
Kaderin sonucu, 1959 kışında Vianne kızı Anouk ile sessiz bir Fransız kasabasına gelir. Vianne'ın tutucu kasabalıların tutkularını canlandırması, yeni açtığı çikolata dükkânı insanları çektiği gibi korkutur da. Belediye Başkanı(Alfred Molina, aralarında romantik bir bağ oluşan Vianne ile çingene Roux'yu (Johnny Depp) düşmanları gibi görür.
Şofar
Şofar (שׁופר): Musevilik'de Roşaşana ve Yom Kipur bayramlarında çalınan koç veya keçi boynuzundan yapılmış bir boru.
Tokea adı verilen ve bu iş için özel eğitim almış kişiler tarafından şofara özel bir nota ile çalınır.
Bu sesler Şofar'ın ana notaları olup T (ת), Ş(שׁ), R(ר) harfleriyle gösterilirler.
Standart bir şofar çalımında sırayla,
düzeninde çalınır.
Her Musevi senede en az bir kere Yom Kipur bayramında Şofar'ın sesini dinlemeli ve orucunu bu sesi duyduktan sonra açmalıdır.
Asya tipi üretim tarzı
Asya tipi üretim tarzı, Toplumsal üretim ve bunun yeniden üretimi dünyadaki bütün topluluklar için farklı iki ana yoldan gelişmiştir. Bu yollardan bir tanesi klasik yoldur ve Avrupa'ya ve Japonya'ya özgü bir yapısı vardır; bu yapıya göre avrupada toprak beyleri kendi denetimi altındaki bölgede toprağın sahibi olmaları nedeniyle bulundukları bölgede Kralın yetkilerini paylaşır ve kendi kendilerini yönetirlerdi, Feodalizm olarak adlandırılan bu üretim yapısı kapitalizmin klasik gelişme yoludur ve kapitalist üretim süreci bu yapı içerisinde meydana gelmiştir.
Ancak toplumsal gelişim aşaması özellikle Asya toplumlarında bu yoldan farklı bir seyir izlemiştir. Asya toplumlarında (Hindistan,Çin,Osmanlı imparatorluğu vs.) Avrupa'dakinin aksine merkezi otorite, gücünü muhafaza etmek ve yetkilerini paylaşmamak için ülke topraklarını belirli bir bireye ya da aileye mülk olarak devretmez ancak onun belirli şartlar altında ve kendisine bağlı kalacağına inanması suretiyle kullanma hakkını devrederdi, kullanma hakkına sahip olan kişi bu hakkını miras yoluyla da çocuklarına devredemezdi. Böylece merkezi otorite, kullanma hakkını devreden anlaşmayı feshedip bu hakkı bir başka kişiye verebilirdi. Bu nedenle doğu toplumlarında toprak, bireyin değil, devletin mülkiyetindeydi. Bu durum devletin doğu toplumlarında Batı toplumlarına göre farklı algılanmasına neden olmuştur, Doğu toplumlarında Devlet "tanrısal bir güce" sahiptir, ve asla sarsılmaz bir yapısı vardır.
Asya Tipi Üretim Tarzı analizi, Karl Marx tarafından geliştirilmiştir.
Bu iki üretim yapısındaki mülkiyet farklılığı bu toplumların sosyal ve psikolojik yapılarını da farklılaştırmıştır. Bu üretim yapısının en belirgin özelliği toprağın mülkiyet yoluyla çocuklara devredilememesi nedeniyle bir sermaye birikimine müsaade etmemesidir, Avrupa, kapitalizmin gelişim süreci içerisinde miras hakkına sahip olmasından ötürü sermaye birikimini daha hızlı bir biçimde sağlayabilmiştir.
Ağaç kurbağası
Ağaç kurbağası, Hylidae (ağaç kurbağaları) familyasını oluşturan kurbağa türlerine verilen ad.
Genellikle küçük, ince yapılı ve uzun bacaklıdırlar. Ön ve arka parmaklarının ucunda, tırmanmaya yarayan emici diskler bulunur. Bazı türler iyi tırmanamadığından su içinde ya da karada yaşar. Çoğu türde dişi kurbağa yumurtalarını suya bırakır.
Kuzey Amerika'nın ılıman iklim bölgelerinde geniş yayılış gösterirler. Ayrıca Papua Yeni Gine ve Avustralya'da da yaygındırlar.
Ağaç kurbağaları 4 alt familya ve 37-39 cinse ayrılır.
Gerilla savaşı
Gerilla savaşı, küçük ve gizli birliklerin gayri nizami harp tekniklerini kullanarak, düzenli bir orduya karşı yürüttükleri yıpratma savaşı taktiği, zayıf kuvvetlerin güçlüye karşı uyguladığı direniş savaşının unsurudur.
Gerilla terimi Yarımada Savaşı'nda İspanyolların Napolyon Bonapart'ın Fransız ordusuna karşı mücadelelerde kullandıkları taktiği "Küçük savaş"ın İspanyolcasıdır. İlk defa Arabistanlı Lawrence tarafından yazılı bir savaş konsepti haline getirildi. Sun Tzu'nun öğretilerini bilen Mao Zedung tarafından başarıyla uygulandı. Mao'dan ilham alan Vo Nguyen Giap, Ernesto Che Guevara ve Carlos Marighella gerilla harbinin geliştirilmesinde katkıda bulundu.
Gerilla savaşı, Türk Kurtuluş Savaşı sırasında Kuvâ-yi Milliye'nin yaptığı gibi işgal ordularına karşı olabileceği gibi, Küba devriminde görüldüğü gibi ülkedeki baskıcı yönetime karşı da olabilir. II. Dünya Savaşı'nda Alman ordularının işgal ettiği Bulgaristan, Yunanistan, Fransa, Yugoslavya, SSCB gibi ülkelerde yürütülen gerilla savaşlarına, Fransızca'dan gelen partizan savaşı denir.
Gerilla harbinin başarılı olması için halkın gerillaya desteği şarttır. Gerilla coğrafi şartlardaki olumsuzlukları düşman aleyhinde kullanabilmelidir. Gerilla savaşta nihai sonuç almayı yani düşmanı yenmeyi hedeflemez, düşmana zarar vermeyi, savaşma azim ve iradesini kırmaya çalışır. Dış desteğin sağlanması da gerillanın başarılı olabilmesi için hayati önem taşır. Gerilla kısa sürede belirlenmiş bir cephede veya alanda muharebe etmez. Çok uzun bir dönemde ve geniş bir coğrafi alanda taarruz zamanı ve istikameti kestirilemeyen ani baskınlar, pusular ve sabotajlar ile amacına ulaşmayı hedefler.
Bir gerilla, genelde üniformayı andıran özel giysiler giyer. Tarihte, geniş halk desteği alan gerilla savaşlarının başarılı olarak yavaşlatma ve düşmanı yıpratma taktiğidir. Bunun diğer bir faydası da ordunun lojistik kaynağını tüketmektir.
St. Helens Yanardağı
St. Helens Dağı, ABD'nin Washington Eyaleti'nin güneyinde, 2.549 metre yüksekliğinde bir volkandır. Kuzey Amerika'nın batı kıyısında uzanan Pasifik Ateş Çemberi'nin sisteminin bir parçası olan, bir dizi volkanlar zinciri Cascade Sıradağları'nda yer alır. St. Helens Dağı, Pasifik Volkan Kuşağı'nın tüm |
yanardağları gibi büyük bir patlama enerjisi gösterir.
St. Helens Dağı'nı ilk keşfeden Avrupalılar, 19 Mayıs 1792'de George Vancouver'un ekspedisyonunun katılımcılarıdır. Vancouver 20 Ekim 1792'de volkana, İngiliz diplomat Alleyne FitzHerbert, 1st Baron St Helens'in adını verir.
İlk onaylanmış görgü şahitli patlama raporu, Mart 1835'de Dr. Meredith Gairdner'e dayanır. Gairdner o sırada, Vancouver, Washington'da Hudson’s Bay Company çalışmaktaydı.
1857'den beri sakin bir volkan olan St. Helens Dağı, 20 Mart'tan itibaren meydana gelen deprem serisinin ardından, 18 Mayıs 1980'de tekrar patlar. Bu esnada, tüm batı zirvesi aşağı kayar. St. Helens zirvesi bu patlamadan önce 2950 metre yükseklikteyken, bugün 2549 m yüksekliktedir. Şans eseri seyrek olarak yerleşilmiş bölge, tamamen tahrip olmakla kalmamış ayrıca tabiyat da tamamen değişmiştir. Aralarında, o sırada gaz salımı ölçümleri yapan volkanolog David A. Johnston'ın da olduğu 57 kişi bu patlamada hayatını kaybeder. Yaklaşık 3 km³ kayaç, bu patlamada harekete geçer.
Küller ve gaz bulutları, 18 km yüksekliğe kadar yükselerek, Troposferi geçer ve Stratosfer'e ulaşır. Kül atımı 9 saat sürer ve 3 gün sonra ABD'nin doğusunda kaydedilir. Külün bir kısmı Jet stream'e ulaşarak iki hafta içinde tüm yeryüzünü turlar.
İçlerindeki ısı 640 derece celsiusun üzerinde olan piroklastik akıntılar, 400 km/h hızla dağdan aşağı yürüyerek, bölgenin tüm flora ve faunasını yok eder. Piroklastik akıntılardan iki hafta sonra bile, örtü katmanlarında 400 derece celsiusden fazla ısı ölçülür.
Piroklastik akıntıların, üst dağ yamacındaki kar ve buzla karışımından oluşan, 120 km/h hıza ulaşarak bölgeyi ayrıca tahrip eden lahar, daha az tehlikeli değildir. Böylece alışılmış sel seviyesi, çok kısa zaman zarfında 9 metreyi aşmıştır.
1980 ile 1986 arasında St. Helens Dağı'nın volkanik faaliyetleri devam eder. Bu esnada kraterde yeni bir lavadom (lav patlamasıyla oluşan tepe şeklinde yükselti) oluşur. Bu zaman zarfında çok sayıda küçük patlamalar gerçekleşir.
1989 ile 1991 arasında, bazen küçük patlamalarla bağlantılı olan çok sayıda sismik faaliyet olur. 1995, 1998 ve 2001 yıllarında bir yığın deprem kaydedilir, ancak hiçbir patlama gerçekleşmez.
Vestel
(2011)
Vestel, 1984 yılında başlayan faaliyetlerini 1994 yılından beri Zorlu Holding bünyesinde sürdüren bir şirkettir. Vestel‘in üretim tesisleri Manisa şehrinde yer almaktadır. Manisa’da 1,1 milyon metrekare alan üzerine kurulu Vestel City, tek lokasyonda üretim yapan en büyük endüstri komplekslerinden biridir.
1994 yılında Vestel Elektronik A.Ş'nin Zorlu Holding bünyesine katılmasının ardından kurulan Vestel Şirketler Grubu; bilgi teknolojileri, savunma sanayi ve elektrik, elektronik sektörlerinde faaliyette bulunan üretim ve pazarlama şirketlerine sahiptir.
Vestel; elektronik, beyaz eşya ve dijital ürünler alanlarında faaliyet gösteren, 16’sı yurt dışında olmak üzere, toplam 23 şirketten oluşan küresel bir şirketler grubudur. Tüketici elektroniği ve beyaz eşya alanında dünyanın önde gelen ODM (Original Design Manufacturer- özgün tasarım üreticisi) üreticilerinden biri olan Vestel, Avrupa TV pazarının lider, beyaz eşya pazarının ise ilk 3 üreticisinden biridir. Vestel, aynı zamanda, Türkiye Devletinin en çok bilinen 10 markası arasında yer almaktadır.
Vestel‘in üretim tesisleri Manisa’da ve Rusya’nın Alexandrov şehrinde yer almaktadır. Manisa’da 1,1 milyon metrekare alan üzerine kurulu Vestel City, Avrupa’nın tek lokasyonda üretim yapan en büyük endüstri komplekslerinden biridir.
Vestel televizyon satışlarında Türkiye pazarında ilk sıradadır. Beyaz eşya ürünlerinde ise Türkiye'nin en büyük 3 üreticisinden biridir. Üretimini yaptığı ürünlerin büyük kısmını ihrac etmektedir. Ayrıca Avrupa bölgesi pazarındaki pazar payı %35 civarındadır. Toshiba, JVC, Hitachi, Sharp gibi markalara da üretim yapmaktadır.
5746 sayılı kanun ile belgelendirilmiş 3 Elektronik ve 1 Beyaz Eşya Ar-Ge Merkezi olmak üzere toplam 8 Ar-Ge Merkezi, Vestel City bünyesinde yer almaktadır.
Yurt içi ve yurt dışında yer alan diğer Vestel Elektronik Ar-Ge merkezleri:
Sahibi olduğu markalar aşağıdaki gibidir.
Oyun pazarında aktif olmak isteyen, hatta bir dönem oyun konsolu üretmeyi planlayıp ardından bu düşüncesinden vazgeçen Vestel, video oyunu sektöründeki ilk tecrübesini, bir yerli yapım olan Kâbus 22 adlı oyunun Türkiye dağıtımcılığını üstlenerek yapmıştır. Korku türündeki oyun, 25 Aralık 2006 tarihinde, 18 yaş sınırlaması ile Vestel tarafından piyasaya sürüldü. Vestel, Kâbus 22 adlı oyunun getirisi ve oyun pazarındaki büyümenin neticesinde, yine yerli bir yapım olan I Can Football isimli çevrimiçi futbol oyununu Türk oyunseverlerin beğenisine sundu. 1 Nisan 2008 tarihinde açık beta testlerine başlanılan oyun, oyunculara 11'e 11 futbol oynama imkânı tanıyor.
Cep telefonu dünyasına IFA fuarında tanıttığı cihazlarla dahil olan Vestel 2014 yılında tanıttığı modeller ile pazara dahil olmuştur. Vestel akıllı telefonlarını Venus serisi altında satmaktadır. Modeller: Venus 4.5, Venus 5.0 X, Venus 5.0 V, Venus 5.5 X, Venus 5.5 V Modeller ekran boyutlarına(inç) ve tasarımlarına göre adlandırılmıştır. X serisi köşeli tasarıma, V serisi ise yuvarlatılmış hatlara sahiptir. Vestel Venus 5.5X ve Venus 5.5V modellerinin gol altın renginde olan Android KitKat (android 4.4) sürümlü versiyonuna Venus V2 denilmiştir. Vestel çeşitli boyut ve tasarımdaki modelleri ile geniş bir kullanıcı kitlesine hitap etmektedir.
Vestel’in 2015 yılında lansmanını yaptığı Venus V3 serisi, 5580, 5070 ve 5040 olmak üzere üç yeni modeli bulunmaktadır.
Vestel, Türkiye Devleti ile birlikte ortaklaşa "%100 yerli üretim" şeklinde Ar-Ge’de kazanmış olduğu yüksek teknolojik yetkinliği savunma-havacılık alanına taşıyarak NATO’nun uçuşa elverişlilik standardı olan Stanag 4671 ile uyumlu olarak geliştirilip yerli taktik İnsansız Hava Aracı (İHA) Karayel’e imza atmıştır.
Türk Silahlı Kuvvetleri için üretilen Karayel İHA (İnsansız Hava Aracı) sistemi; 6 uçak, 3 yer kontrol istasyonu ve yardımcı alt sistemlerden oluşmaktadır.
Karayel 2014 yılı içinde tamamladığı test uçuşlarında; 21.500 feet yükseklikte, 8 saat havada kalma başarısını gösterirken, Deniz Kurdu Tatbikatında, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından verilen görevleri eksiksiz yerine getirerek toplamda 15 saatlik operasyonel uçuş gerçekleştirmiştir. Karayel, üzerinde bulunan buzlanma giderme sistemi sayesinde çetin hava koşullarında üstün performanslı uçuşlar gerçekleştirmektedir.
Karayel, 70 kg faydalı yük taşıma kapasitesi ve 20 saate kadar havada kalış süresi hedefi ile gelişmiş bir İHA olarak fark yaratmaktadır.
Karayel 2014 yılı içinde tamamladığı test uçuşlarında; 21.500 feet yükseklikte, 8 saat havada kalma başarısını gösterirken, TSK Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından verilen görevleri yerine getirerek toplamda 15 saatlik operasyonel uçuş gerçekleştirmiştir.
Vestel Savunma, Karayel dışında, aviyonik testler ve pilot eğitimlerinde kullanılmak üzere Bora eğitim uçağını geliştirmiştir.
Bora;
özelliklerine sahiptir.
Mikail Aslan
Mikail Aslan, (d. 1972, Hozat, Tunceli), Zaza asıllı Türk müzisyen. Ahmet Aslan ile amca çocuklarıdır.
Bağlama, üç telli, tambur, kaval, mey, vurmalılar gibi otantik Anadolu, Ermeni ve Mezopotamya enstrümanlarıyla, gitar, saksofon gibi Batı enstrümanlarını birlikte kullandığı albümlerinde kendisine ait şarkıların yanı sıra Dersim bölgesine ait geleneksel bestelere de (kilam) yer verir. Müziği modern enstrümanlarla donatılmış olsa da, tınıları geldiği bölgenin derin izlerini taşır. Şarkı sözleri de bölgelerinin inanç, antropolojik ve psikolojik yapısını yansıtması açısından da müzikal temsil niteliğindedir.
Albümleri genellikle Zazaca şarkılardan oluşsa da, Türkçe, Ermenice ve Kürtçe ezgilere de yer verilir.
Ursula Plassnik
Ursula Plassnik, (23 Mayıs 1956, Klagenfurt), Avusturyalı diplomat ve siyasetçi. 2004-2008 yılları arasında Avusturya Dışişleri Bakanlığı görevinde bulundu. 2011 yılından beri Avusturya'nın Paris Büyükelçisi olarak görev almaktadır.
Plassnik; Avusturya'nın güneyinde, İtalya ve Slovenya sınırındaki Karintiya eyaletinin Klagenfurt şehrinde, sosyal demokrat bir ailenin çocuğu olarak doğdu ve büyüdü. 1971-1972'de ABD'de değişimli öğrenci olarak bulunmuş, 1977'de Viyana Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezûn olmuş, Bruges Avrupa Koleji'nde bir yıl lisans yapmıştır.
Bu tarihten itibaren Avusturya Dışişleri Bakanlığı'nda çeşitli makamlarda bulunmuştur. 1 Temmuz 1997'de, o dönemde Avusturya Başbakan Yardımcısı olan Wolfgang Schüssel'in özel kalem müdürü olmuştur. Schüssel'in yakın mesai arkadaşı ve sırdaşı olarak tanınmış, 2000 yılında Avusturya'da bir koalisyon hükümetinin başbakanı olan Schüssel'in yanında olmak için Avrupa Konseyi'nde üst düzey bir pozisyonu geri çevirmiştir. 2004 başına kadar Schüssel'in Kabinesi Başkanı, daha sonra kısa bir süre için Avusturya'nın İsviçre büyükelçisi olmuş, 18 Ekim 2004'de de dışişleri bakanı olarak atanmıştır. Kariyeri boyunca siyaset dışı bir profil çizmeye özen göstermiş, bünyesinden bakan olarak atandığı Avusturya Halk Partisi'ne ancak Dışişleri Bakanlığı önerisini almasıyla üye olmuştur.
Plassnik 2011 yılında Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) genel sekreterliği için Avusturya tarafından aday gösterildi. 5 Haziran 2011'de Türkiye, Plassnik'in Türkiye karşıtı tutum ve ifadeleri, Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı olması, AGİT ilkelerine ve felsefesine karşı yaklaşımları nedeniyle seçim sürecinde konsensüse katılmayacağını açıkladı ve Plassnik'in adaylığını veto etti.
11 Aralık 2011'den beri Avusturya'nın Paris Büyükelçisi olarak görev almaktadır. 9 Aralık 2015'de Bakanlar Kurulu Avusturya'nın Bern Büyükelçisi olarak atanmasını içeren kararnameyi onayladı.
Ursula Plassnik, ilki bir Avusturya Sosyaldemokrat Partisi (SPÖ) politikacısı olan Georg Posch ile, ikincisi de İsviçreli diplomat Gerard Stoudman ile olmak üzere iki evlilik yapmıştır. Plassnik 1.91 cm (6 ft) boyu ile dikkat çekmektedir. 2004 yılında Şan |
sölye Wolfgang Schüssel'in Plassnik ile arasındaki boy farkını kapatabilmesi için toplantılarda daha yüksek koltukta oturtulacağı haberleri başbakanlık yetkilileri tarafından doğrulandı.
Litoria
Litoria, Hylidae (ağaç kurbağaları) familyasından bir kurbağa cinsi. Anavatanı Avustralya, Yeni Gine, Soloman Adaları ve Timor'dur.
Bu cinsin üyeleri diğer ağaç kurbağalarından yatay irisleri ile gözkapaklarında pigmentlerin bulunmayışı ile ayrılır. Son derece değişken davranış ve yaşam şekilleri gösterirler.
Sinan Aygün
Sinan Aydın Aygün (d. 10 Mart 1959, Ankara), Türk iş adamı ve siyasetçi, 24. dönem Ankara milletvekili.
İlk, orta ve lise öğrenimini Ankara'da tamamlayan Aygün, Gazi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirmiştir. Daha sonra ticarete atılan Aygün, günümüzde de inşaat müteahhitliği ve inşaat malzemeleri ticareti yapmaktadır. 1997 yılında seçildiği Ankara Ticaret Odası başkanlığı görevini 2011 yılına kadar sürdürdü. Aynı zamanda 2005-2011 yılları arasında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Ticaret Odaları Konsey Başkanlığı'nı da yaptı. 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan 2011 Türkiye genel seçimleri sonucunda CHP Ankara milletvekili seçilerek meclise girmiştir.
1 Temmuz 2008 sabahı, Ergenekon Soruşturması kapsamında yapılan operasyon ile İstanbul Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz ve Mehmet Ali Pekgüzel'in talimatıyla Ankara Emniyet Müdürlüğü'nün Terörle Mücadele Şubesi tarafından gözaltına alınmıştır.
Sinan Aygün'ün evinde arama yapan polisler, daha sonra Aygün ile birlikte ATO Genel Merkezi'ne geldi. Polislerin koluna girmiş biçimde ATO Genel Merkezi'ne girdi. Bu anlarda kameralar tarafından görüntülenen Aygün, gazetecilerin gözaltı nedenini sorması üzerine ""Atatürk'ü sevmekle suçlanıyorum."" dedi. Aygün, ATO Genel Merkezi'ndeki odasına çıkarılarak, burada da polisler tarafından arama yapıldı.. Bu arama sonunda evdeki bir kasada bulunan 2,5 milyon Euro'ya mahkeme kararı ile tedbiren el kondu.
Ergenekon soruşturması kapsamında Beşiktaş adliyesinde sorgulanan ATO Başkanı Sinan Aygün nöbetçi mahkeme kararı ile tutuklandı.
14 Temmuz 2008'de Sinan Aygün'ün avukatının tutuklama kararına yaptığı itiraz kabul edildi ve ATO Başkanı Aygün ve Barbaros Altıntaş serbest bırakıldı.
5 Ağustos 2013'te İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından karara bağlanan Ergenekon davasında 12 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Hakkındaki karar, Yargıtay tarafından Ergenekon Davası' nın 21 Nisan 2016'da usul ve esas yönüyle bozulmasıyla kaldırıldı.
12 Haziran 2011 Milletvekili Genel Seçimleri'nde Ankara 2. Bölge 3. sıra adayı oldu ve seçimleri kazanarak TBMM'ye girdi. Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu ve Türkiye-Peru Parlamentolararası Dostluk Grubu üyeliği görevinde bulundu.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ya da THKO, 1960'ların ikinci yarısında gelişen sosyalist gençliğin emekçi kitlelerin verdiği mücadeleye de katılan önemli ve tanınmış önderlerinden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan, Taylan Özgür, Cihan Alptekin ve Mustafa Yalçıner tarafından kuruldu. Örgüt, kuruluşunu gerçekleştirdiği bir dizi eylemden sonra 4 Mart 1971 tarihinde yayınladığı bir bildiri ile kamuoyuna duyurdu.
İlk silahlı eylemini 29 Aralık 1970 tarihinde gerçekleştiren Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu, bütün bir 12 Mart yarı-askeri dönem boyunca varlığını sürdürdü. Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) ile birlikte söz konusu döneme damgasını vurdu. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idamlarını önlemek için gerçekleştirdikleri ortak eylemin sonucu olarak THKP-C’den 8, THKO’dan 2 militanın Kızıldere’de öldürülmeleri, Silahlı Devrim Cephesi kavramının yerleşmesini ve siper kardeşliği-yoldaşlığı kavramının ortaya çıkmasını sağladı.
THKO, Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan’ın Nurhak; Cihan Alptekin ve Ömer Ayna’nın Kızıldere’de öldürülmeleri; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilmelerinden sonra dağıldı.
THKO davasından yargılanıp mahkûm olan kadroların 1974 affıyla hapisten çıktıktan sonra dışarıdakilerle birleşerek oluşturduğu Geçici Merkez Komite, hızla örgüt çizgisinden uzaklaşırken komite üyeleri kendi aralarında da bir farklılaşma sürecine girdiler. Bir grup Çin Komünist Partisi-Arnavutluk Emek Partisi (sonrasında yalnızca AEP) yanlısı politikalar geliştirerek Türkiye Devrimci Komünist Partisi'ne, diğer bir grup ise SBKP eğilimli politikalarla Türkiye Komünist Emek Partisi'ne gidecek örgütlenmeler kurarken örgüt çizgisine bağlı kalanlar Türkiye Devriminin Yolu adı altında birbirinden bağımsız grupçuklar oluşturmaktan öteye gidemediler.
Büyük şehirlerdeki yükseköğretim gençliği başta olmak üzere kimi aydın çevreleri ile İsmet İnönü yönetimindeki Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Demokrat Parti iktidarına karşı verdikleri açık mücadele ortamında, ordu içindeki Kemalist-olma-savlı subayların “Cunta”sı, 27 Mayıs 1960 tarihinde yönetime el koyar. Emir-komuta zinciri dışında gerçekleştirilen ve kimilerince “ihtilâl” kimilerince de “darbe” olarak tanımlanan bu "ordu müdahalesi" sonucu girilen süreç, Türkiye tarihinin gelmiş geçmiş tek “demokratik” anayasasını ortaya çıkartır. 1961 Anayasası ve onun güvencesi altındaki kurumsal yapı, daha önce bulunmayan haklarla tanımlanan yeni bir dönemi başlatır. Türkiye’nin sorunları ve bu sorunlara getirilen çözümlerin tartışılmasına kısmen olanak tanıyan bir ortamda Doğan Avcıoğlu önderliğindeki Yön hareketinin ortaya çıkışı (1961), Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) kuruluşu (1961), CHP’de “Ortanın Solu”na yöneliş (1965) ve Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun (DİSK) kuruluşu (1967), Marksist klâsiklerin Türkçeye çevrilmesiyle harmanlanır.
Güney Kore’deki anti-emperyalist gençlik hareketiyle benzer devinimlere sahip Türkiye’deki yükseköğretim gençliği aslında Türkiye'ye ait daha özel bir şekliyle varlığını sürdürürken anti-emperyalizmi sosyalist düşünceler temelinde ele almaya çalışan yeni bir öğrenci kuşağı da uç verir.
1965’te kurulan Adalet Partisi (AP) ve millliyetçi cephe 1-2 hükumetleri dış ilişkilerinde ABD ve Ortak Pazar yanlısı bir politika izlerken içte hak arama savaşımlarına tahammülsüz ve 1961 Anayasası karşıtı ve genel olarak bölücü bir zeminde hareket ederler.
Yükseköğretim gençliğinin “özgür üniversite” kavgası ile bununla zamandaş olarak yükselen başta işçi sınıfı ve köylülük olmak üzere emekçi sınıfların savaşımlarına Adalet Partisi Hükümeti'nin polis ve karşıt görüşlü grupların desteğiyle verdiği şiddet unsurlu karşılık, tarikatçı yükseliş ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) tarafından kurulan “komando kampları”, radikal sağ ile polis gücü arasındaki işbirliği, siyasal saflaşmaları derinleştirir.
Yükselen anti-emperyalist ve demokratik savaşım içindeki genç devrimciler, Marx, Engels, Lenin ve Stalin ile başlayan tanışıklıklarına Vietnam Devrimi, Filistin Kurtuluş Savaşı ve başta Küba devrimi olmak üzere Latin Amerika devrimci deneyimlerini eklerler.
Soğuk Savaş dönemi olarak tanımlanan iki-kutuplu dünyanın (ABD-SSCB) ilişki ve çelişkileri, sonradan Avrupa Birliği’ne dönüşecek olan Ortak Pazar’ın yükselişi, SSCB’ nin Brejnev’in "sınırlı egemenlik doktrini" bağlamında Çekoslovakya’ya zorunlu girişi, SBKP-ÇKP ayrışması ve Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki Büyük Proleter Kültür Devrimi, dönemin devrimci kadrolarını derinden etkiler.
Döneme karakterini veren slogan ise “Tam Bağımsız ve Gerçekten Demokratik Türkiye” olacaktır.
Örgütün kökeninde, birbiriyle bağlantılı ve/ama görece bağımsız gelişen iki odak olduğu söylenebilir.
Birinci odak, Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesi’ndeki “Toplumcu Grup”tan çıkar. Sinan Cemgil, Mustafa Taylan Özgür, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan gibi daha sonra THKO’yu kuracak olanlar, Münir Ramazan Aktolga, Yusuf Küpeli ve Rasih Ulaş Bardakçı gibi THKP-C’yi kuracak olanlarla birlikte bir yandan yüksek öğrenim gençliğinin akademik-demokratik hakları için savaşım verirlerken diğer yandan da gelişen halk hareketleriyle birleşme ve dayanışma çabası içinde olurlar. Yükseköğretim kurumlarında Sosyalist Fikir Kulüplerinin kuruluşlarına katılıp bu kulüplere önderlik ederler. Söz konusu kadrolar, gençliğin anti-emperyalist savaşımına bilinçli eylem önderleri olarak katılır ve kitlenin eylem içinde bilinçlenmesine özen gösterirler. Grubun sonraki gelişimi diğer gruplardan farklı olur. Bu odak, sol içi tartışmalara çok fazla girmez. Sosyalist Devrim-Millî Demokratik Devrim saflaşmasında Türkiye devriminin önündeki devrimci adımın kesintisiz ve aşamalı devrim anlamında Millî Demokratik Devrim olduğunu savunsalar da "Türk Solu" ve "Aydınlık" akımından ve bu akım içindeki tartışmalardan uzak dururlar. Hüseyin İnan’ ın önderliğinde kendi yollarını açmak için sıkı bir çalışma içine girerler. Türkiye’nin hemen hemen her yerinde her çevreden kimi sosyalist öncüleri bir araya getirirler. Grup, öngördüğü devrim stratejisine istinaden "Dağcılar" olarak anılmaya başlar.
İkinci odak, İstanbul’da Devrimci Hukuklular Örgütü (DHÖ) ve Devrimci Öğrenci Birliği’nde (DÖB) örgütlenen ve anti-emperyalizm ortak zemininde bir araya gelen yükseköğretim gençlik öncülerinin Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin önderliğindeki kanadıdır. DÖB içindeki Mustafa İlker Gürkan tarafından temsil edilen Türkiye Millî Gençlik Teşkilâtı (TMGT) kökenlilerle TİP kökenliler arasındaki ilişkiler bir süre sonra gevşeyecek ve herkes kendi yoluna gidecektir. Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin, bu süreçte Ömer Ayna, Avni Gökoğlu, Yavuz Yıldırımtürk, Zerruh Vakıfahmetoğlu gibi Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) çevresinden gençlerle birleşecektir. Mustafa Zülkadiroğlu, bu konuda, şunları demektedir:
Vietnam Kasabı olarak ünlenen Robert W. Komer’in Amerika Birleşik Devletleri Türkiye büyükelçisi olarak atanması büyük bir tepki doğurur. İstanbul, İzmir ve Ankara başta olmak üzere bütün Türkiye’de yaygın protesto gösterileri düzenlenir. Komer’in arabasının Sinan Cemgil, Hüseyin İnan, Mustafa Taylan Özgür, Yusuf Aslan, Seçkin İnceefe, Halil Çelimli, Tuncay Çelen, Sabit Big gibi ODTÜ’lü sosy |
alistler tarafından yakılmasıyla (6 Ocak 1969) doruğa ulaşan tepki, sürdürülen savaşımda bir dönüm noktası sayılabilir. Eylemin içinde yer alan Mustafa Taylan Özgür’ün, Komer olayından sonra İstanbul Üniversitesi Öğrenci Birliği’nin Beyazıt'taki kongresi sırasında arkadan kurşunlanarak (ve sonrasında polis karakolunda dövülerek) öldürülmesinden (23 Eylül 1969) sonra ise yeni dönemin karakterini Sinan Cemgil, “Taylan, Kommer'in arabasını yakarak devrim için ilk kıvılcımı atmıştı. Bu kıvılcım devam ettirilecektir." diye açıklayacaktır.
THKO esasen silahlı mücadeleyi 1969'da başlatmayı planlamıştı ama çekirdek kadrosunun Filistin'den dönüşü sonrası tutuklanması üzerine mücadele 1970'te başlatıldı. Bu dönemlerde Mahir Çayan, Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga THKO üyeleriyle bir görüşme yapar. Çayan THKO üyelerine "mücadeleye erken başlandığını", ""bir siyasal parti olarak örgütlenmeksizin silahlı propagandaya girişilemeyeceğini"" söyler ve ""birlikte"" örgütlenme teklifi yapar. Fakat THKO'nun kır gerillası, ileride THKP-C'yi oluşturacak olan kadronun ise şehir gerillasını savunmasından dolayı Hüseyin İnan ""Siz kent proletaryasına inanıyorsunuz, biz ise kır proletaryasına"" diyerek reddeder. Deniz Gezmiş ise Mahir Çayan'a "sen oportünistsin" der.
Birbiriyle bağlantılı ama görece bağımsız Ankara ve İstanbul odaklı iki grubun birleşmesinde ve tek odaktan harekete geçmelerinde Ankara kökenli grubun önemli kesiminin Filistin dönüşü Diyarbakır’da yakalanması (Şubat 1970) doğrudan etkili olmuştur. Bu dönemde Deniz Gezmiş, grubuyla birlikte “Dağcılar”la birleşir.
Diyarbakır cezaevi, THKO’nun kuruluşunda en önemli aşamalardan birini oluşturmaktadır. Gülay Ünüvar-Özdeş, bu dönemi şöyle anlatmaktadır:
“Halk savaşı” hazırlığı içine giren “Dağcılar”, kırsal alanlardaki çalışmalarını yoğunlaştırırlar. ODTÜ yurtları, “Dağcılar”ın harekât üssü haline gelir. Gizli çalışma üzerinde yoğunlaşan “Dağcılar”, yasal örgütlenmelerde yönetsel görevler üstlenmemeye özen göstermekle birlikte, başta Türkiye Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu (TDGF ya da yaygın adıyla Dev-Genç) olmak üzere kitle örgütlenmeleri içindeki gelişmelere müdahale etmeyi sürdürürler.
İlginç bir gelişme de “Dağcılar”dan Sinan Cemgil ve Deniz Gezmiş’in Yusuf Küpeli, Münir Ramazan Aktolga, Aydın Karagözoğlu, Sema Karagözoğlu, Bingöl Erdumlu ve Mustafa Kemal Çamkıran gibi farklı çevrelerde yer alan kişilerle birlikte "Gizli Komünist Partisi" kurdukları gerekçesiyle Ankara İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmalarıdır.
Bu, dönemin bir özelliği olarak siyasal alanda farklılaşma sürecinde olsalar bile savaşım içinde gelişen dostluk ve yoldaşlık anlayışının sürdüğünün ve yeni biçimlenen çevrelerin savaşımı sürdürebilmek için gerekli dayanışmayı göstermelerinin bir örneği olarak görülebilir.
Henüz belirlenmiş bir örgüt adına sahip olmayan “Dağcılar”, gerilla savaşı için en uygun yerin Malatya olduğuna karar verirler. Teslim Töre ve Mustafa Yalçıner, malzeme yüklü bir arabayla Kasım 1970’te Malatya’ya giderler...
23 Aralık 1970 Çarşamba günü, Ankara Hukuk Fakültesi önünde vurulan devrimci öğrencilerden İlker Mansuroğlu’nun 28 Aralık 1970 Pazartesi günü akşamı tedavi edildiği hastanede ölümü üzerine "Dağcılar", tepkilerini dile getirmek amacıyla yapacakları eylem için Amerika Birleşik Devletleri Büyükelçiliğini seçerler. “Dağcılar”, 29 Aralık 1970 Salı günü ABD Büyükelçiliği önündeki polis noktasının kurşunlanmasıyla başlayan eylemler dizisinin ardından 04 Mart 1971 Perşembe günü yayınlanan bir bildiri ile Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun (THKO) varlığını duyururlar.
Türkiye uzun bir dönem sağ kanatlarla birlikte, ısrarla örgütün adını “Türk Halk Kurtuluş Ordusu” olarak söylemeyi yeğledi, çünkü Türkiye ve Türkiyeli gibi ifadeleri bölücülük olarak görüyorlar ve Türkiye’de farklı budunsal (etnik) grupların bulunduğunu kabul etmedikleri gibi dünyada neredeyse bütün örgütlerin ülke adlarıyla anıldığını da unutuyorlardı.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun Sıkıyönetim Mahkemelerindeki dava dosyalarında örgüt adı doğru biçimde Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu olarak yer almasına karşın, devlet tarafından hazırlanan kitapçıklarda “Türk Halk Kurtuluş Ordusu” olarak belirtilmeye özen gösterilmişti. (Bknz. Başbakanlığın emri ile Bakanlıklararası bir kurul tarafından hazırlanmış olan “Beyaz Kitap”, Ankara-1973)
Örgüt adının doğru kayda geçirilmesi yönündeki ısrarlar karşısında ise THKO, bölücülükle damgalanıyordu. THKO 1 ve 2 Davalarının mahkeme başkanı Ali Elverdi, Bu Vatana Kastedenler adlı kitabında bu tavırda olmuştur.
“Halk Kurtuluş Ordusu” (English "People’s Liberation Army") ifadesi, ilk kez Çin Komünist Partisi tarafından Parti önderliğindeki ama partili olmayanların da yeraldığı silahlı örgütlenmeleri ifade etmek için kullanıldı. ÇKP ile aynı zeminde yeralan partiler de kurdukları askerî örgütlenmelere bu adı verdiler ya da bu adı ima ettiler.
THKO, ÇKP ile aynı zeminde olmayıp da bu ifadeyi kullanan ilk ve bilinen tek örgüttür. Benzer biçimde THKP-C de kendisini Ordu yerine Parti ve Cephe olarak tanımlamasına karşın “Halk Kurtuluş” (English "People’s Liberation") ifadesini kullanmayı yeğlemiştir.
1960’lı yıllar Küba Devrimi’nden esinlenen “Ordu” ve daha çok da “Cephe”lerin ortaya çıktığı bir dönemdir ve bu gruplar, ÇKP’den ayrı bir ideolojik-siyasî zeminde durduklarının bir göstergesi olarak genellikle Millî Kurtuluş (English "National Liberation") ön adını kullanmışlardır.
THKO’nun tamamen, THKP-C’nin kısmen, ÇKP’yi anımsatan bu ifadeleri örgütlerinin adı olarak kullanmış olmaları, iki örgütün önder ve kurucu kadrolarının da Çin ve Küba deneyimlerini birbirlerini dışlayan ve kendi içlerinde mutlaklaştıran okullar olarak algılamadıklarının işareti olarak görülebilir.
Ordu, askerî bir kavram olmasına karşın THKO, kendisini siyasî bir örgüt olarak tanımlamıştır. Bu, siyaset ve savaş ilişkisinin ele alınma biçimiyle bağıntılıdır. Hüseyin İnan, kendi anlayışlarını şöyle açıklamaktadır:
Örgütün varlığını kamuoyuna açıkladığı 4 mart 1971 tarihli bildirisinde “Amacımız Amerika'yı ve tüm yabancı düşmanları temizleyerek, hainleri yok etmek ve düşmandan temizlenmiş tam Bağımsız Türkiye'yi kurmaktır.” denilmektedir. THKO militanları, hem kişisel sorgularında hem de ortak savunmalarında bu temelden hareket etmişler ve her aşamada Örgüt’ün programını savunmuşlardır. Hemen hemen bütün militanlarının tek tek kendilerini Marksist-Leninist olarak tanımladığı bir örgütün kendisini Marksist-Leninist, Komünist vb olarak tanımlamaması yadırgatıcı görünebilir, nitekim görülmüştür de. Oysaki THKO’yu kuran ve kendilerini Marksist-Leninist olarak tanımlayan kadrolar, kurdukları örgütün verili andaki militan bileşimini değil, gelişim sürecindeki bileşimini esas almışlardır. Öngörülen, gelişimi içinde THKO’nun sosyalist olmayanların da katıldığı/içinde yeraldığı bir örgüt haline gelmesidir.
Söz konusu kadrolar, halk savaşının başarısı için iki örgütün stratejik öneme sahip olduğunu düşünmüşlerdir: işçi sınıfı partisi ve halk ordusu. Bu iki örgütü de işlev-görev ve kitle ilişkileri düzeyinde ele alan Hüseyin İnan, “Parti”nin görevini “işçi sınıfı ideolojisinin hakimiyetini devam ettirmek ve başka ideolojilerin mevcudiyetini minimuma indirgemek” olarak tanımlamakta, kuruluş koşulunu da işçi sınıfı ile örgütsel bağların gelişmesinde görmektedir. “Ordu”nun görevi ise “halkın silahlı gücü” olmaktır. “Ordu” da halk kitleleriyle örgütsel bağlar geliştikçe gerçek bir halk ordusu olacaktır. Dolayısıyla THKO, örgütsel düzey açısından ne bir parti ne de bir ordudur; parti ve ordu fonksiyonlarını üstlenen bir örgüttür.
THKO’na yön veren siyasî çizgi, Hüseyin İnan tarafından yazılan, Türkiye Devriminin Yolu broşüründe kayıt altına alınmıştır. Broşür, önce teksir ve fotokopiyle çoğaltılmış, 1976’da Belge, 1991’de ise Ulusal Kültür tarafından yayınlanmıştır. Broşürün sınırlı bir özeti için Türkiye Devriminin Yolu bölümüne bakılabilinir.
THKO’nun (öncesi de dahil) içinde yeralan ya da davalarda yargılananların bir kısmı aşağıda ilk ada bağlı olarak alfabetik sırayla verilmiştir.
Ahmet Erdoğan,Anıl Bayraktar, Ali Aydın Çığ, Alpaslan Özdoğan, Atilla Keskin, Avni Gökoğlu, Cihan Alptekin, Deniz Gezmiş, Ercan Öztürk, Ergun Adaklı, Erol Tulpar, Fevzi Bal, Gülay Ünüvar-Özdeş, Hacı Tonak, Hasan Ataol, Hasan Bakırlar, Hüseyin Cemal Özdoğan, Hüseyin İnan, İbrahim Öztaş,İbrahim Seven,Kadir Manga, Kor Koçalak, Mehmet Ali Bulut, Mehmet Asal, Mehmet Emin Aktaş,Uğur Telatar, Mehmet Nakiboğlu, Mehmet Özdemir, Mete Ertekin, Metin Güngörmüş, Metin Yıldırımtürk, Metin Karavelioğlu, Mustafa Çubuk, Mustafa Taylan Özgür, Mustafa Yalçıner, Nahit Tören, Necmettin Baca, Niyazi Yıldızhan, Oktay Kaynak, , Osman Arkış, Ömer Ayna, Recep Sakın, Safa Asım Yıldız, Semih Orcan, Sevim Onursal, Sinan Cemgil, , Taşkın Tanman, Teslim Töre, Yusuf Aslan, Zerruh Vakıfahmetoğlu...
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu ana davasıdır. Sanıkların çoğunluğu yükseköğrenimli gençlerden oluşmaktadır. Dava, 16 Temmuz 1971 günü Altındağ Veteriner Okulu binasında Tuğgeneral Ali Elverdi başkanlığında Baki Tuğ savcılığında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 no'lu Mahkemesi'nde başladı ve 9 Ekim 1971 günü bitti. Bu davada Deniz Gezmiş ve arkadaşları verdikleri savunmada İkinci Kurtuluş Savaşçıları olduklarını ve Mustafa Kemal'in bağımsızlık mücadelesini savunduklarını belirttiler. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ında aralarında bulunduğu 18 kişi idama mahkûm edildi.3 sanığa 5 yıl hapis verildi,diğer sanıklar beraat etti.Cezalar temyizden döndü.Deniz Gezmiş,Yusuf Aslan,Hüseyin İnan'ın idamları onandı.Mahkeme kararı 24 Nisan 1972'de TBMM'de oylandı. 276 milletvekilinin "Evet", 48 milletvekilinin de "Hayır" oyu verdiği oylamada iki çekimser oy çıktı. Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş , Osman Bölükbaşı, Hüdai Oral, Mustafa Timisi'nin de aralarında bulunduğu 115 milletvekili ise oylamaya katılmamıştı. "Hayır" oyu verenler arasında; İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Mehmet Ali Aybar, Muammer Erten, Necdet Uğur gibi isimler bulunmaktaydı. Süleyman Demirel, İsmet |
Sezgin, Nahit Menteşe, Hasan Korkmazcan, Necmettin Cevheri "Evet" oyu kullanan 276 milletvekili arasındaydı. Bir sonraki gün gazeteler, oylamada Süleyman Demirel'in bir yandan kolunu kaldırırken diğer yandan da grubundaki milletvekillerinin oylarını kontrol ettiğini yazacaktır.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan 6 Mayıs 1972 Cumartesi günü idam edildiler.
Cihan Alptekin, Oktay Kaynak, Ömer Ayna'nın da aralarında yer aldığı davadır. Sanıklardan Cihan Alptekin ve Ömer Ayna, THKP-C'den Mahir Çayan, Rasih Ulaş Bardakçı ve Ziya Yılmaz ile birlikte Maltepe Cezaevi'nden firar ettiler.
Gülay Ünüvar-Özdeş ve Hasan Bakırlar’ın da aralarında yer aldığı davadır. Sanıkların çoğunluğu yükseköğrenimli gençlerden oluşmaktadır.
Sanıkların çoğunluğu işçi, emekçi ve köylü kökenlidir.
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu, bilinçli eylemler örgütleyen ve bu eylemlere önderlik eden devrimcilerin ideolojik-politik ayrışması sonucu ortaya çıkmış bir devrimciler örgütüydü. Yazılı program ve tüzüğe sahip değildi ama diğer grup ve çevrelerden kendisini ayıran açık bir siyasal program ve örgüt anlayışına sahipti. Bu siyasal program bilinçli eylem içinde geliştirilmiş ve örgütü oluşturanlarca Diyarbakır cezaevinde yazılan bir broşüre dayanarak benimsenmişti. Bir millî demokrat devrimci örgüt olarak THKO’nun varoluş gerekçeleri, 4 mart 1971’de yayınlanan “Dünya ve Türkiye Halklarına” başlıklı bildiridir. Örgüte yön veren sosyalist düşünce ise Hüseyin İnan tarafından cezaevi koşullarında geliştirilen ve örgüt pratiğindeki hataların da değerlendirildiği “Türkiye Devriminin Yolu” (TDY) adlı çalışmada kayıt altına alınmıştır.
Her yenilgi sonrasında olduğu gibi THKO’nun sürdürdüğü savaşımın yenilgisinden sonra da ""özeleştiri"" çalışmaları başlatılmıştır. Örgütün eleştirisinin ana hatları TDY’de yapılmış olmasına karşın, önder kadroların ölümünden sonra yeni bir özeleştiri dalgası yükselmiştir. Bu yeni özeleştiri dalgası, iki kanaldan ve her ikisi de örgütün siyasî temellerine ilişkin olarak geliştirilmiştir.
THKO'nun cezaevi dışında bulunan Teslim Töre yönetimindeki kadroları tarafından kaleme alınan ""Mücadelede Birlik"" (1974) adlı broşürde Türkiye’nin önündeki devrimci aşamanın Millî Demokratik Devrim olduğu kabul ediliyor ama devrimci savaşımın temel alanının kırsal alanlar olduğu anlayışı terkediliyor, yerine temel alanın kentlere geçiş için bir sıçrama alanı olması ve işçi sınıfının esas alınması gerektiği anlayışı ikâme ediliyordu. Ordu örgütlenmesi değil de partiye yönelinmesi gerektiği bir başka farklılaşmaydı. Kürdistan, ilhak edilmiş bir ülke olarak ele alınıyor ve bu temelde de Kemalizme ilişkin yaklaşım terkediliyordu. Teslim Töre, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nde yer alan yazısında ""Mücadelede Birlik"" broşürünün ""programatik manifesto oluşturmaya yetmediğini"" söyleyecektir.
THKO’nun cezaevinde kalan ve çoğunluğunu ODTÜ kökenlilerin oluşturduğu Mustafa Yalçıner önderliğindeki kadrolar ise ""Geçmişin Eleştirisi"" (1974) adlı çalışmalarında (Kürdistan’a ilişkin tez dışında) Mücadelede Birlik’ten çok da farklı olmayan açılımlar yapacaklardı.
“Geçmişin Eleştirisi” yazısı üzerine çıkan tartışmalar, Hüseyin İnan’ın Türkiye Devriminin Yolu broşüründe ifade ettiği görüşleri savunanların kendi yollarını açmak için ayrılmaya başlamalarıyla sonuçlandı.
1974 yılındaki kısmî af çerçevesinde cezaevinden çıkan kadrolarla dışarıdaki kadrolar, yaptıkları bir dizi görüşme sonucunda Örgüt’ün merkezî yapısının yeniden kurulması için 1975 başlarında 9 kişiden oluşan Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu-Geçici Merkez Komitesi’ni (THKO-GMK) kurdular. THKO-GMK’nin görevi, örgütlenmek, program ve tüzük hazırlamak ve ideolojik-kuramsal görüş oluşturmaktı. THKO-GMK, bu çerçevede Türkçe-Kürtçe bir merkez organ (Yoldaş-Heval) yayınlamaya başladı.
İki farklı özeleştiri süreci ve farklı kanallardan beslenmenin ne tür ideolojik-kuramsal farklılıklar doğurduğu Yoldaş-Heval’in 2. sayısının hazırlığı sırasında ortaya çıkacaktı. THKO-GMK üyelerinin çoğunluğunun Çin Komünist Partisi-Arnavutluk Emek Partisi zemininde yer aldığı ve yeni sayının kapağına “Sovyet Sosyal Emperyalizmi” görüşünü yazma kararı aldıkları öğrenildiğinde Sovyetler Birliği Komünist Partisi eğilimli Mücadelede Birlik kökenliler bu duruma karşı çıktılar. Bir dizi görüşmenin sonucu olarak ideolojik ayrılığın giderilemeyeceğinin anlaşılması üzerine 1976 yılı başlarında taraflar, biribirlerine karşı şiddet kullanmayacaklarını bir protokolle bağlayarak ayrıldılar. Bu süreçte ayrılan bir başka grup ise Beş Parçacılar olarak adlandırılan gruptur.
Eleştirilere karşın THKO adını soneksiz kullanmakta ısrarlı davranan “Yoldaş” grubu, Ekim 1978'de topladığı Konferansla adını Türkiye Devrimci Komünist Partisi-İnşa Örgütü (TDKP-İÖ) olarak değiştirdi. 2 Şubat 1980’de gerçekleştirdikleri Kongre ile de Türkiye Devrimci Komünist Partisi’ni (TDKP) kurdu. Grup, 12 Eylül Askeri Müdahalesinden önceki dönemde, THKP-C kökenli Devrimci Yol’dan sonra en geniş kitle temeline sahip ikinci hareket olarak kabul edilmiştir.
Mücadelede Birlik grubu ise Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu-Mücadelede Birlik (THKO-MB) adı altında savaşımlarını sürdürdüler. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) ile yapılan birlik görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra yoluna yalnız devam eden Grup, Nisan 1980'de gerçekleştirdiği bir kongreyle Türkiye Komünist Emek Partisi adı altında partileşti.
Hüseyin İnan'ın Türkiye Devriminin Yolu broşüründe ifade ettiği görüşleri savunanlar ise Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu-Türkiye Devriminin Yolu (THKO-TDY) adı altında savaşımlarını sürdürdüler, ancak merkezî bir örgütlenme oluşturamadılar. Birbirinden bağımsız gruplar, yerel düzeyde etkili olabildilerse de, içlerinden hiçbiri ülke düzeyinde etkili bir siyasal grup oluşturma becerisi gösteremediler.
Fenerbahçe TV
Fenerbahçe TV, Fenerbahçe Spor Kulübü tarafından kurulan bir spor kanalıdır.
Fenerbahçe'nin başta futbol ve basketbol branşları olmak üzere tüm branşlarındaki aktiviteleri, müsabakaları, çalışmaları, sporcu ve antrenörlerin görüşlerini başta Fenerbahçeli taraftarlar olmak üzere tüm sporseverlerin ilgisine sunmuştur.
Hem tematik hem de eğlence kanalı bileşimi FB TV'de gerçekleştirilmiştir. Spor haberleriyle ve olaylara yaklaşımıyla Fenerbahçeliler dışında da tüm sporseverlere hitap eden, çeşitli programlarıyla da her kesimin ve her yaştan insanın kendini bulabileceği yayınları ile tüm sporseverlerin hizmetindedir. Yayın hayatına Doğan Holding bünyesinde başlamıştır, ancak sonra kendi yayınını yapmaya başlamıştır.
19 Ocak 2003 tarihinde test yayını ve 19 Ocak 2004 tarihinde normal yayına başlamıştır. 10 Eylül 2016 tarihinde HD yayınıyla başlamıştır.
FB TV HD, 10 Eylül 2016'da yayına başlayan, FB TV ile eş zamanlı yayın yapan FB TV'nin yüksek çözünürlüklü kanalıdır. FB TV HD Digiturk 76. kanaldan izlenebilmektedir.
Waehring
Währing (), Viyana'nın 18. Merkez İlçesi'dir.
1892 yılında Viyana’nın kuzeyinde bulunan belli başlı yerleşim yerleri "Waehring, Weinhaus, Gersthof, Pötzleinsdorf" ile belli bir bölümü olmak üzere "Neustift am Walde" ve "Salmannsdorf" birleştirilerek Waehring adı altında Viyana’ya bağlanmışdır. Günümüzde hali vakti yerinde olanlarin yerleşip yaşadığı diğer merkez ilçe’ler Hietzing ve Döbling gibi yeşili bol rahat yaşama sahip bir merkez ilçedir.
Waehring adı 1170 yılındaki resmî evraklarda kaydedildiği gibi "Warich" olarak bilinmekteydi. Bu ismin bu bölgeye imparatorluk zamanında yerleşmiş insanların verdiği eski slavca kökenli "var" (sıcak pınar) bir isim olduğu veya eski cermencede denildiği gibi "werich" (çalışılması gerekli bir gün) olduğu sanılmaktadır. Bu varsayımlar çoktur ama tarihçilerin en akıla yatkın olan Waehring "varica" (koyu dere) adında karar kılmışlardır.
Vering kibar bir semti ve ÖVP'nin kalesidir.
Karl Homole (ÖVP)
ÖVP 15
SPÖ 13
Yeşiller 9
FPÖ 1
T-90
T-90, Rus yapımı 3.nesil ana muharebe tankı dır.
Eski T-80'lerin yerini doldurmak için yapılmıştır. Körfez Savaşı'nda T-72'lerin Amerikan M1A1 tanklarına karşı başarısız olması sonucu geliştirilmeye başlanmıştır. Şu anda Rus ve Hindistan ordusunun kullandığı en modern tank olan T-90'lar, T-72BM tankının yüksek teknoloji ürünleri ile donatılmış halidir. Bu tanklar, T-80 tankından alınan 1G46 nişangahı Termal kamera Kontakt-5 patlayıcı duyarlı zırh (aktif zırh) ve daha güçlü motora sahip olup diğer Rus tankları gibi alçak bir profile sahiptir.
Rus ordusunda kullanılan bu tank Hindistan tarafında da üretilmekte ve kullanılmaktadır. Rusya ve Hindistan arasında 2001 yılında yapılan anlaşma ile T-90 tanklarının Bişma adıyla Hindistan'da ortak üretimine başlanmıştır. Hindistan 1000 adetten fazla tank üretmeyi planlamaktadır.
T-90, T-72BM tanklarının geliştirilmesiyle oluşmuştur. Körfez Savaşı'nda modern ateş kontrol sistemleri olmayan T-72 tanklarının Amerikan M1A1 tankları tarafından yok edilmesi Rusya'yı daha gelişmiş tanklar üretmeye yöneltmiştir.
Tankın aktif ve pasif zırhları güçlendirilmiş, bu da ağırlığın artmasına neden olmuştur. T-90'ın hızlanma ve manevra yetenekleri T-72 tanklarından daha düşüktür ancak tank yine de modern batılı tankların birçoğundan hızlıdır. Denemelerde T-90'ların kendilerinden 20 ton daha ağır olan batılı tanklarla hemen hemen aynı zırh direncine sahip oldukları görülmüştür. Ayrıca tank diğer Rus tankları gibi alçak bir silüete ve küçük iç hacime (11 m³) sahiptir.
Tankta Ştora-1 kızılötesi ve lazer ışınlarını bozucu sistem ve Kontakt-5 tepkimeli zırh (aktif koruma sistemi) gibi gelişmiş donanımlar mevcuttur.
Eski modellerdeki 840 BG motor, sonraları Hindistan'a ihraç edilen modellerdeki 1000 BG motorlarla değiştirilerek performans artışı sağlanmıştır.
125 mm'lik yivsiz top, tam sabitleme sistemi (stabilizasyon sistemi) ile donatılmıştır. Sabitleme sistemi, top hedefe kilitlendiği zaman araç hareket halinde olsa bile namluyu hedefe doğrultulmuş olarak tutar. Bu özellik T-90 gibi hareket yetenekleri yüksek olan tanklarda daha büyük önem arz etmektedir.
Hindistan ordusu T-9 |
0'ı bir adet Amerikan M1IP (üretim tarihi 1986), bir adet İngiliz Challenger 1 (üretim tarihi 1991) ve bir adet Alman Leopard 2A4 (üretim tarihi 1986) tankı ile karşılaştırmıştır. Yapılan testler sonucundan T-90 ile M1A2 arasında kayda değer hiçbir fark olmadığı kaydedilmiştir. Fakat Challenger 2 ve Leopard 2A4 tankları T-90'ı geçmiştir. Daha sonra yapılan testlerde T-90'nın Leopard 2A6 (üretim tarihi 2006) tankından daha iyi olduğu ortaya çıkmıştır. T-90'nın diğer bir avantajı da batılı tanklardan yarı yarıya daha ucuz olmasıdır. Bu test sonuçları üzerine Hindistan ordusu T-72 ürettiği fabrikalarda T-90 üretimine başlamıştır.
Toplam olarak Hindistan ve Rusya elinde 500 adet tank hazır bulunmaktadır.
Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi
Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi (, FSLN), Nikaragua'daki demokratik sosyalist bir siyasi partidir.
Parti; Carlos Fonseca, Tomas Borge, Silvio Mayargo önderliğinde 19 Temmuz 1979 tarihinde Nikaragua'da Anastasio Somoza Debayle diktatörlüğünü devirdi. İsmini 1927 yılında ABD Deniz Piyadelerinin Nikaragua'ya müdahalesi üzerine yandaşları ile dağa çıkarak ABD karşıtı silahlı eylemler ile halkın sempatisini kazanan Augusto César Sandino'dan almaktadır. Üyeleri Sandinist olarak adlandırılır. Günümüzde Nikaragua'da iktidar partisidir.
K2 Dağı (Karakurum)
Karakurum'da Pakistan-Çin sınırı üzerinde bulunan K2 Dağı, 8.611 metreye ulaşan yüksekliğiyle, Everest'ten sonra dünyanın en yüksek ikinci dağıdır. Dağın diğer anıldığı isimleri ise Çhogori/Kogir, Ketu/Keçu, Zalim Dağ ve tam kabul görmemiş başka ismi "Godwin Austin" 'dir. Zorluk bakımından ise ilk sırada yer alır ve dolaysıyla dağcılar arasında zirvesi bir nevi "kutsal zirve" olarak görülür. K2 Dağı, 25% gibi yüksek ölüm oranıyla "öldürücü dağ" ve "zalim dağ" olarak nam salmıştır.
Dağ K2 ismini, Britanya sömürgesi dönemindeki Hindistan'ın Kapsamlı Trigonometrik Harita Ölçümü sırasında Karakurum Dağları ölçülürken göze çarpan iki zirvenin K1 ve K2 olarak adlandırılmasından almıştır. Bu ölçümlerde eğer varsa öncelikle yerel adlandırmaya yer verilmiş ancak K2 zirvesi için bilinen bir yerel ad bulunamamıştır.
K2, 8.000 m'den yüksek 14 dağ arasında çıkış sayılarına göre zirvesine en zor varılabilendir. Bunun başlıca birkaç sebebi ise dağın aşırı dik olup teknik beceri gerektiren birçok safhası olması, düşen kaya parçaları ve çığ çökmesi olarak gösterilebilir. İlk başarılı zirve çıkışını 1954 yılında bir İtalyan ekip yapmıştır. Liderliğini Ardito Desio'nun yaptığı bu ekipte zirveye ulaşabilen dağcılar Lino Lacedelli ve Achille Compagnoni'dir. K2'ye tırmanan ilk kadın Polonyalı dağcı Wanda Rutkiewicz olmuştur. Türkiye'den ilk çıkışı 2001 yılında Nasuh Mahruki gerçekleştirmiştir. Öte yandan bu zirve yapan dağcıların ismi anılırken bilinmesi gereken başka bir gerçek de dağcıların asıl eşyalarını hem de dağcılar gibi özel giyim kuşamları olmadan, üstelik, onlara kimi zaman rehberlik ederek zirveye taşıyan yerel halktan hamalların durumudur. Ekmek parasının peşindeki son derece fakir bu Pakistanlı veya Nepalli hamallar olanaksızlık içinde eşya taşırken veya zorlu geçitlerde rehberlik yaparken sıklıkla ölümle karşılaşmaktadır. K2 zirvesini tırmanmak isteyen dört kişi başına bir hamal hayatından olduğu için bu tırmanışların durdurulması dahi istenmiş. Ancak en zor oluşu sebebiyle K2 zirve tırmanışı dağcıların tutkusu konumunu yitirmemiştir.
Yakın yıllara kadar dağcılar için ölüm oranı 1/3 iken, bu oran teknolojideki gelişmeler ve dağcıların tehlikeler konusundaki tecrübeleri sayesinde azalmaktadır.
Six Feet Under (dizi)
Six Feet Under HBO tarafından yapılmış bir televizyon dizisidir. Dizinin 63. ve son bölümünün yayın tarihi 1 Temmuz 2007'dir.
American Beauty’nin senaristi Alan Ball’ın senaryosunu yazdığı dizi, bir cenaze evi işleten ve bu evde yaşayan Fisher ailesinin yaşantılarına dair bir kara mizahtır. 2003 yılında En İyi Drama Dizisi dalında Altın Küre ödülü alan yapım, 2005 yılında 5. sezonuyla ekranlara veda etmiştir.2004 Altın Küre'de iki ayrı dalda aday gösterilip Frances Conroy ile Televizyon dizilerinde en iyi kadın oyuncu ödülünü almıştır. Aynı yıl Screen Actors Guild Awards'da (Conroy ve tüm casting ekibi ile) iki ödül almıştır. 32 kez Emmy adaylığı alıp 7'sini, 8 Golden Globe adaylığından 3'ünü kazanmıştır.
Final bölümü Variety dergisinin "En Unutulmaz Dizi Finalleri" listesinde yer almıştır.
K2 Dağı (Kanada)
K2 Dağı, Kanada'nın "Jasper" Ulusal Parkı içinde yer alan "Athabasca" Nehri Vadisi'nin üst kısmında ve "Kitchener" Dağı'nın 1,5 km doğusunda yer alır.
Dağ, 1938'de Rex Gibson tarafından ve büyük ihtimalle bu dağı "Kitchener" Dağı'nın ikincil bir tepesi olarak belirtmek için "K2 Dağı" olarak isimlendirilmiştir; Everest'ten sonraki en yüksek ikinci dağ olan K2 ile bir ilgisi yoktur.
Hernals
Hernals (), Viyana'nın 17. Merkez İlçesi'dir.
Armasından da belli olduğu üzere, üzüm bağları ve şarap evleri ile ünlüdür.
Hernals'e ilk yerleşimin eski çağlarda şimdiki Als nehrinin çevresinde ve günümüzdeki Elterleinplatz meydanının Romalılar'ın askeri bölge merkezi olduğu yapılan kazılarda ortaya çıkmıştır. Zamanla bu yerleşim yerleri büyüyerek Hernals'in bölgeleri olan Hernals, Dornbach, Neuwaldegg gibi köylerin ortaya çıkmasına da sebep olmuştur.
Gittikçe büyümesine rağmen çeşitli sebeplerden dolayı büyük birer köyden öteye gidememiştir, işte bu sebepten dolayı bölgenin birleşerek daha faydalı olacağı düşünülerek ve İmparator I. Franz Josef'in isteği de göz önüne alınarak Als çevresindeki irili ufaklı yerleşim yerleri birleştirilerek 1892 yılının başında çıkarılan kanunla Hernals adı altında Viyana'ya bağlanmıştır.
Zamanında küçümsenmeyecek derecede 1.803 hanede 74.657 kişilik nüfusu ve Aşağı Avusturya eyaletinin en önemli yerleşim yerlerinden biri olması sebebiyle Viyana'ya bağlanmasında en çok problem çıkarılan yerleşim yeri olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır.
Merkeze bağlanmanın ilk meyvelerini zamanın belediye başkanı Kretschek ve yardımcısı Grünbeck’in çabaları ile yapılan birçok okul, kapalı yüzme havuzları, yolların genişletilmesi, mezarlıkların düzenlenmesi, birçok sitelerle ve şehir içi raylı sistemin yapılması ile vermiştir.
I. Dünya Savaşı öncesinde büyük şehir belediyesinin hayata geçirdiği ıslahat çalışmalarından yapılan 164 ve sonrasında yapılan 294 adet daire ile en büyük payı yapılan sosyal evlerle almıştır. Viyana'nın birçok yerinde olduğu gibi 1934 şubatında Nazilere karşı yapılan çatışmalarda 158 kadar ev tahrip olmuştur. Yıkılan bu blokların tamiri ve yenilerinin yapılması 1955 başlarında ancak 1945 yılında yabancı askerlerin ülkeyi terk etmesinden sonra mümkün olmuştur.
Alfred Kroeber
Alfred Louis Kroeber (11 Haziran 1876; Hoboken, New Jersey - 5 Ekim 1960; Paris, Fransa), ABD'li antropolog, Franz Boas'ın öğrencisi. Ünlü yazar Ursula Kroeber Le Guin`in babasıdır.
Kültürel antropolog olarak bilinse de, arkeoloji alanında da önemli çalışmaları bulunmaktadır.
"Oikoumene" kelimesini ilk olarak bir bölgeyi değil de bölgeler arası eklemlenmelerle gittikçe büyüyen bir bölge olarak Afro-Avrasya tarihsel tarım bütünü için kullanan kişidir. Bu yönüyle bu kelime Hristiyan teolojisinin sıkça kullandığı anlamın dışında kullanılmıştır...
Ottakring
Ottakring (), Viyana'nın 16. Merkez İlçesi'dir.
Yerleşimine 8. yy ortalarında başlamış olan bölge, Avusturya İmparator'u Franz Josef'in isteği üzerine 1890 yılında çevredeki yerleşim yerleri birleştirilip Ottakring adı altında 106.861 nüfus ile Viyana'ya bağlanmıştır. Bölgelerinden biri olan "Neulerchenfelder" zamanında ilçeye katılmaya karşı çıktıysa da yasa 1892 yılında kabul edilip yürürlüğe girmiştir.
Viyana Eyâleti'ne bağlandıktan sonra doğası ve konumu dolayısı ile nüfusu giderek artmıştır ve bu sayı 1910 yıllarında 177.687 gibi büyük rakama ulaşmıştır. Yerleşik halkını Viyana'nın birçok kenar ilçelerinde olduğu gibi işçi ve çiftçi kesimi oluşturmaktaydı ve bunun da en önemli sebeblerinden biri bu bölgede çoğalan endüstri ve irili ufaklı iş yerleriydi.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra yapılan birçok sosyal evler; özellikle 1922 ve 1934 yılları arasında 28 sitede toplam 4.517 adet ev yapılması bu bölgenin cazibesini iyice arttırmıştır. Ama 1930 yıllarının başında meydana gelmiş olan ekonomik kriz en çok burayı etkilemiştir, o zamanlar işsizlik oranının yüzde 50'ye varması da bunu doğrulamaktadır.
Faşistlere karşı yapılan 1934 deki büyük ayaklanma ve çatışmalar ilçenin durumunun iyice kötülemesine sebep olmuştur. Bu çatışmalar zaman zaman o kadar şiddetli olmuştur ki Ottakring'in merkezi hemen hemen tümüyle yıkılmıştır. Savaştan sonra tekrar yapılanmaya başlayan ilçe nihayet zor da olsa bugünkü halini almıştır.
Eski işlevini yitirmiş binalar teknik lise ve öğrenciler için yurt yapılarak değerlendirilmiştir. Ottakring günümüzde modern bir görüntüsü ve 1998 yılında işletmeye açılmış olan metro sayesinde şehir merkezine 13 dakika gibi kısa bir sürede hızlı ve kolay ulaşımın sağlanabildiği, yerleşim açısından bugün de cazibesini muhafaza eden bir ilçedir.
Mitsubishi Tip 90
Mitsubishi Tip 90, Japon menşeli modern ana muharebe tankı. Mitsubishi tarafından üretilen bu tanklar Tip-64'lerin yerini almıştır. Ayrıca bazı Tip-74 tankları da bu tankla değişitirilmiştir.
Sovyet'ler T-72 tanklarını kullanmaya başlayınca Japonlar ellerindeki tankların savunma için yeterli olmadığını düşünmüşler ve yeni bir tank projesine girmişlerdi. Sonuçta Leopard 2A4 modeline benzeyen bu tanklar ortaya çıktı. Tank diğer batı tanklarına göre hafif sayılabililecek bir ağırlığa(50 ton) sahipti. 1982'de testlerine başlanan tank ancak 1989'da hizmete girebildi.
Tank, Leopard 2 ve M1 Abrams tanklarında olduğu gibi Alman yapımı Rheinmetall L44 120 mm'lik topunu kullanır.
Rudolfsheim-Fünfhaus
Rudolfsheim-Fünfhaus (), 15. Merkez İlçesi'dir ve birleşerek Viyana’ya bağlanmış iki degişik ilçelerden oluşmaktadır.
II. Viyana Kuşatması’ndan sonra kurulmuş olan Reindorf, Braunhirschen ve Rustendorf adlı köyler birleştirilerek Veliaht Prens Rudolf’un |
ismi verilerek Rudolfsheim adı ile büyük bir şehir meydana getirilmişdir.
19 yy birçok göç alan bölge ilk önce 1890 yılında çevresindeki küçük yerleşim alanlarınıda içine alarak Rudolfsheim adı altında, 1938 yılındada daha önce kendi başına Viyana’ya bağlı diğer ilçe olan Fünfhaus ile birleştirilerek Viyana’ya 15. Merkez İlçe olarak bağlanmışdır.
1957 yılından beridirde Rudolfsheim-Fünfhaus ismi ile anılmaktadır.
İlçedeki Türk nüfusu o kadar belirgindir ki, aşağı yukarı her sokakta bir Türk bakkalı, kahvehanesi veya dükkânı bulmak mümkündür. Hâlbuki semtin en büyük ekalliyeti eski Yugoslavya'dan geldi.
Rudolsfheim-Fünfhaus'taki konuşulan diller
Almanca %58,8
Sırpça %13,0
Türkçe %8,7
Hırvatça %5,4
Rudolfsheim-Fünfhaus'taki dinler
Roma Katolik %40,2
mezhepsiz %23,3
İslam %14,7
Ortodoksluk %11,4
Rudolfdheim-Fünfhaus (Almanca)
Web sunucusu
Web sunucusu, Hosting ya da "barındırma" işlemini İnternet protokolü üzerinden sunan bir sunucudur. Barındırma ya da hosting, Web sayfalarını İnternet'te yayınlamak için gerekli alanın kiralanmasıdır. Diğer bir ifade ile hosting, bir Web sitesinde yayınlanmak istenen sayfaların, resimlerin veya dokümanların İnternet kullanıcıları tarafından erişebileceği bir bilgisayarda tutulmasıdır.
Bir Web sitesi kurmak için dosyaların saklanacağı bilgisayar bir ev bilgisayarı olmamalıdır, çünkü gerekli program ve donanımı olsa bile İnternet bağlantısının veri yükleme hızı (upload) bu iş için genelde yetersizdir.
İnternet'te site yayınlamak için özel olarak üretilmiş, İnternet'e hızlı bağlantısı olan, yüzlerce kullanıcıya aynı anda hizmet verebilecek bir bilgisayarda (server, yani sunucu) dosyaların saklanması gerekir. Web sitesine ait dosyalar için depo vazifesi gören ve İnternet kullanıcılarının erişimine sunan bilgisayarlara Web sunucusu (web server), bu veri saklama ve yayınlama işlemine de Web hosting denir.
Hosting kiralama ya da satın alma öncesinde bazı konular önem taşır. Aşağıdaki özellikler, ihtiyaçlar da gözetilerek değerlendirilmelidir.
"Platform" sunucu üzerinde kullanılan Linux, MacOS, Microsoft Windows, UNIX gibi işletim sistemleri için kullanılan bir terimdir. En basit anlamda, sunucu üzerinde çalışan ve donanım ile diğer tüm servislerin yönetimini sağlayan işletim sistemidir. Sitede ihtiyaç olan yazılımlara göre kullanılmasını gerektiren işletim sistemi de değişecektir. Sitede sadece HTML dosyaları kullanılacaksa Windows veya Unix sistemleri fazla bir fark taşımaz.
Günümüzde Windows ve yeni bir UNIX formu olan Linux platformları en çok kullanılan server sistemleridir.
Eğer sitede ASP, FrontPage, MS SQL, Access veya başka Microsoft ürünleri kullanmak isteniyorsa, Windows tabanlı hosting kullanılmalıdır.
Eğer sitede PHP, MySql, CGI veya Perl kullanmak isteniyorsa UNIX hostlar daha çok tercih edilmektedir. UNIX sistemi Windows sistemine göre genellikle daha ucuz ve stabildir. Güvenlik açısından UNIX, kullanım ve kurma kolaylığı açısından Windows tercih edilir.
Sunucunun sahip olduğu donanım da oldukça önemlidir. İşlemci, disk, hafıza, ağ kartı gibi ayrıntıları gözeterek, mümkün olan en uyumlu ve hızlı donanımı hedeflenmelidir. Eğer güvenliğe önem veriliyorsa Firewall, yani siteye yapılacak saldırıları önlemeye yarayan donanımı da tercih edilmelidir.
Dedicated Hosting nedir: Bir sunucunun tümüyle bir kişi tarafından kiralanmasına "dedicated hosting" denir. Genelde hosting için bir sunucuyu tümüyle kiralamak gerekmez, sunucunun bir bölümü bu site için yeterlidir. Ancak bazı siteler performans gereksinimleri ve ziyaretçi yoğunluğu gibi nedenlerle bir sunucunun bir bölümü ile yetinemezler ve bir sunucu hatta birkaç sunucu üzerinde barındırılırlar. Mesela mail, dosya, arama motorları performansları için, müzik ve video siteleri ise kullandıkları bant genişliği için tek bir sunucuda barındırılırlar.
Dedicated hosting paketleri diğer hosting paketlerinden çok daha pahalıdır. Ayrıca fiyat konusu sadece sunucunun kendisi ile ilgili değil, sunucun kiralandığı şirket tarafından verilen hizmet ile bağlantılı olarak da değişir. Örneğin managed dedicated serverler, daha pahalıdır.
Dedicated Hosting hizmetinin "managed" olması, sunucunun kiralayan hosting şirketi tarafından yönetildiği anlamına gelmektedir. Eğer sunucu hosting şirketi tarafından yönetiliyor ise buna Managed Dedicated Server denir. Bu sunucuların alttaki özelliklere sahip olması tercih edilmelidir:
Eğer sunucuyu kullanacak kişi veya kurumun teknik bilgisi bir sunucuyu uzaktan yönetmeye, sorun yaşandığında veya çöktüğünde onu kurtarmak için yeterli işlemleri yapmaya yeterli değilse managed bir sunucu almak daha iyi bir seçim olacaktır. Ayırıca bulut platformu sistemleri üzerinden de sunucu servisi almak mümkündür.
Co-location Hosting nedir? Bir Web sunucusunu yüksek hızda İnternet erişimi, güvenlik, yedekleme ve teknik destek gibi hizmetleri sağlayabilecek bir Network Operasyon Merkezi'nde barındırmaktır. Yani sunucu İnternet bağlantısının sürekli olduğu, elektrik kesintilerine uğramayacağı ve soğutma hizmetinin verildiği özel odalarda barındırmak üzere hazırlanmış özel yerlerde tutma işlemidir. Bu özel merkezlerde barındırmak ücretlidir. İşletim sistemi, donanımı ve tüm diğer ayrıntıları kontrol etmek tamamiyle sunucu sahibinin yükümlülüğündedir. Genelde co-location sunucuya erişim İnternet üzerinden bir kontrol paneli sayesinde sağlanır.
Sanal barındırma hizmeti (İng. Virtual Hosting: Bir Web sunucusunun sahip olduğu kaynaklarının paylaştırılarak bünyesinde birden çok sunucu oluşturulması; alan, hafıza ve bağlantının bölümlere ayrılarak, her bölümün birbirinden bağımsız çalışmasına sanal barındırma hizmeti denir. Bu hizmet, az sayıda kişinin kullanımına açılmış ve kullanıcılara tekil sunuculardaki kök yetkiler (root erişim) verilmiş olmalıdır. Böylelikle kullanıcı sunucu üzerinde çok daha fazla kontrol imkanına sahiptir.
Shared (paylaşımlı) hosting, bir Web sunucusu üzerinde birçok kullanıcının olduğu anlamına gelir. Bu sunucularda kullanılan sunucunun fiziksel gücü ve bant genişliğine bağlı olarak yüzlerce site barındırılabilir. Aynı sunucuda hizmet alan farklı kişiler ile o sunucuyu paylaşıldığı, ortaklaşa kullanıldığı için bu hizmete paylaşımlı barındırma hizmeti denir.
Shared Hosting, paylaşımlı bir hizmet olduğu için pekala diğer müşterilerin yaşadığı olumsuz sorunlardan etkilenmek muhtemeldir. Örneğin bir hizmetle aynı sunucu üzerinde bulunan bir Web sitesinin saldırı alması, aşırı sistem kaynaklarını tüketmesi gibi durumlarda bu hizmetin aksamasına veya performansının düşmesine sebep olabilir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken şey, hizmet alınan firmanın profesyonel olmasıdır. Türkiye'de bu profesyonellik, TİB (Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı) tarafından Yer Sağlayıcı Faaliyet Belgesi ile yasal olarak kontrol altına alınmak istenmiştir.
Siteye ait sayfaların yüklenme hızı önemli bir konudur. Her bağlantı çeşidi değişik oranlarda bilgi transferi gerçekleştirmekte ve bu birim olarak megabit/saniye (Mbps) olarak ölçülmektedir. Uluslararası İnternet omurgalarını oluşturan OC3 bağlantılarında hız 155 Mbps'dir. Bu hız 43 Mbps'lik T3 hatlarına göre üç kat daha fazladır. Karşılaştırma yapılacak olunursa bir T3 hattı, her biri 1,544 Mbps'lik kapasiteye sahip olan 30 T1 hattı kadar bilgi transfer kapasitesine, bir T1 hattı ise 54 tane 28.800 modem toplamı kadar kapasiteye sahiptir. T1 hatları genel olarak bir Web hosting sağlayıcısının ihtiyaçlarını karşılamaz. Dolayısıyla iyi firmalar yedekli T3 hatları üzerinden müşteri Web sitelerinin ihtiyaçlarını karşılarlar. Bununla birlikte hatların doluluk oranı da önemli bir faktördür. Web sitelerinde anlık hız sınırlamalarının, kesintilerin olmaması için hatların %50 doluluk oranı altında bir kapasitede bulunmaları gerekir.
Sitenin bir ziyaretçi tarafından gezilirken yavaş olmasının iki önemli nedeni vardır:
Hosting alınan sunucunun İnternet'e çıkış hızı düşük ise ya da kapasitesinin üstünde hosting hizmeti veriyorsa doğal olarak sayfaların yüklenme hızı yavaş olur. Ayrıca hız konusu sayfaların boyutu ve hazırlandıkları programlarla da ilgilidir. Çünkü bâzı siteler flash ve animasyon programları ile hazırlanır. Bu durum HTML formatta hazırlanan sitelere oranla flash kullanan sitelerin daha yavaş açılmasına neden olur.
Disk alanı: Sitenin alan boyutu (sunucunun kaç megabayt olduğu) ihtiyaçların ve servisin kalitesi ölçüsünde değişiklik gösterir. Geniş kapsamlı ve içeriği fazla bir site düşünülüyorsa siteye alınacak alanın boyutunun da büyük olması gerekir. Sitede bol resim, müzik, flash kullanmak plânlanıyorsa site alanının büyük olmasına özen gösterilmelidir. Sitede e-posta hizmeti verilecekse bu hizmetin de oldukça fazla yer anlamına geldiği unutulmamalıdır.
Genelde kişisel sayfalar için (resim, müzik, video, e-posta hizmeti barındırmayan) 5-25 MB, küçük kurum ve kuruluşlar için 50-250 MB, büyük kurum ve servisler içinse 250 MB üzeri bir alan önerilir.
Bant genişliği, kısaca aylık veri transfer limitdir. Gelen ziyaretçilerin istekleri ve Web sitesi üzerinde yapılan işlemler sonucunda ağ üzerinden giden ve gelen elektronik veri miktarı genelde Dedicated Hosting türü dışında sınırlıdır. Okuyucular adres satırına bir site adresi girdiklerinde tarayıcı sunucudan o sitenin ilgili sayfasını ister ve sunucu ile okuyucunun tarayıcısı arasında bir veri iletişimi olur. Web sitesinin ne kadar çok ziyaretçisi olursa o kadar çok bant genişliğine ihtiyacı vardır.
Her ay 20.000 kişi tarafından ziyaret edilen 50 kilobyte'lık bir Web sayfası, aylık bir gigabyte'lik trafik anlamına gelir (50.000 B×20.000 hit = 1 milyar byte ∼= 1 gigabyte). Sunucuyu alınacak firmanın sunduğu aylık bant genişliği ve bunun aşılması durumunda ne olacağı konuları önceden öğrenilmelidir.
Siteye İnternet üzerinden giriş yapabilmek ve dosyaları göndermek, yönetmek için kullanılacak kontrol paneli bu başlığın en temel unsurudur. Kontrol paneli dosya, veri tabanı, alan adı, e-posta gibi konularda yönetim imkânı verir. Bu yüzden hem yeni, hem de güvenli olmalıdır.
Sunucunun de |
steklediği yazılımlar, sitede yapmak istenileni doğrudan etkileyecektir. İnternet siteleri tanıtımın yanında, hazırlanan dinamik formlar sayesinde daha farklı işlevleri de (iş başvuru formları, talep formları, kredi kartı ile satış gibi) yerine getirmektedir. Bu tür formların hazırlanması programlama dilleri (ASP, CGI, JavaScript, Perl, PHP, SQL v.s.) ile yapılmaktadır. Her yazılım gibi bu yazılımların da güncellenmiş versiyonları, dolayısıyla da farklılıkları vardır. Ayrıca hazırlanacak site dili ile ilgili ayrıntıları da unutulmamalıdır.
Hosting şirketleri genelde maliyetleri nedeniyle açık kaynak (open source) yazılımları tercih etmektedir. Sitede kullanılacak hizmetler için önceden araştırma yapıp, hangi yazılım ve versiyonlara ihtiyaç duyulacağı belirlenmeye çalışılmalıdır.
Hazırlanacak Web sitesinin ihtiyaçlarını belirleyip bu iş için ayırılması düşünülen bütçeye karar verdikten sonra Web hosting firmaları arasında tercih yapmalıdır. Firma seçimi konusunda dikkat edilmesi gereken başlıca noktalar şunlardır:
Penzing
Penzing (), Viyana´nın 14. Merkez İlçesi'dir ve Penzing, Breitensee, Baumgarten, Hütteldorf ve Hadersdorf-Weidlingau adlı bölgelerden meydana gelmiştir.
Viyana'ya bağlandıktan belli bir zaman sonra Aşağı Avusturya Eyâleti’ne ait Purkersdorf ve Mauerbach adlı yerleşim yerlerini de içine alarak bugünkü büyüklüğüne ulaşmıştır.
Penzing (Almanca)
Hietzing
Hietzing (), Viyana’nın 13. Merkez İlçesi'dir.İlçe Hietzing, Unter Sankt Veit, Ober Sankt Veit, Hacking, Lainz, ve Speising adlı bölgelerden oluşmaktadır.
Hietzig Almanca erkek ismi "Heinrich"’in kısaltılmısı olan "Hiezo" veya "Hezzo" adından gelmektedir, ayrıca 1130 tarihli arşivlerde de bu isme raslanmaktadır.
Eskiden mera, ekin tarlaları ve üzüm bağlarından oluşmaktaydı, ayrıca bugünkü Hietzinger Mezarlığı’nın (Hietzinger Friedhof) bulunduğu yerde eskiden yapılar için taş, çakıl ve kum çıkarılan bir ocak vardı Viyana’daki görkemli yapılardan biri olan Schönbrunn Sarayı’nın taşları ve diğer inşaat malzemeleride bu ocaktan karşılanmıştır.
1683 yılındaki II. Viyana Kuşatması’n da tamamen bosaltılan ve bağlarının çoğu ekin tarlalarına dönüştürülen Hietzing’in kenidini toparlaması biraz zaman almıştır.
Avusturya İmparator’unun bu yöreye yerleşimi teşvik etmek için Schönbrunn Sarayı’nı yaptırmıştır.
Sarayın yapımından sonra üst sınıfın saray çevresine yerlemeşi çok zaman almamıştır.
O zamanki yerleşimin etkisi bugünkü Hietzing’in yüzünü açıkça göstermektedir.
Günümüzdeki Hietzing genelde varlıklı kişilerin ikaamet ettiği geniş ve yeşil alanı bol bir İlçe’dir.
Hietzing kısmen liberal bir bölgedir. Onun için Avusturya Halk Partisi'nin kalesidir.
Haynrih Gerstbah (ÖVP)
ÖVP 17
SPÖ 14
Yeşiller 6
FPÖ 3
Karamanlıca
Karamanlıca, Karamanlı Türkçesi ya da Karamanlidika (Καραμανλήδικα), Anadolu Türkçesinin Karamanlı/Kapadokyalı Rumlar tarafından konuşulan bir ağzıdır. Bu ağzı konuşan Rumlar dilde türkleşmiş Rumlar olup; bazılarına (tarihçi ismi belirtin) göre ise Selçuklular döneminde Doğu Roma ile yakın ilişki sonucu vaftiz olmuş etnik Türklerdir. Osmanlı belgelerinde "Zımmiyan-ı Karaman" ya da "Karamaniyan" adıyla anılan bu Karamanlılar, Yunan alfabesini kullanmış harfleriyle Türkçe olarak yazmışlardır. 18. yüzyıldan başlayarak Türkiye ve Avrupa'da bâzı kitaplar yayınlamışlardır.
Bir iddiaya göre Karamanlılar 11. yüzyılda Anadolu’da, özellikle Toros dağlarına Bizans tarafından yerleştirilen askerlerdi. Kurtuluş Savaşı döneminde Milli Mücadele yanlısı bir tutum sergilemişler fakat dinlerinden dolayı Rum milletinden sayılmışlardır. Şu anda çoğu 1926’daki nüfus mübadelesinden beri Yunanistan’da yaşamaktadır. Kullandıkları Helen alfabesi ile çeşitli eserler ortaya koymuşlar ayrıca bu alfabeyi çeşitli kitabelerde kullanmışlardır.
Patrikhane dâhi buna karşı çıkmaz, kiliseye bağlı kaldıkları sürece Karamanlıca din kitapları yayımlanmasını olağan bulur. Evangelinos Misailidis'in 1851'de İstanbul'da yayınlamaya başladığı Anatoli gazetesi Karamanlıcanın kök salmasına büyük bir katkıda bulunur. Misailidis, bol sayıda kitap da yayımlar. Dilbilimcilere göre, Karamanlıca Rumcadan çok Türkçeye ayak uydurmuş ve Yunanların yayılmacı etkilerinden çok, bir arada uyumlu yaşamanın destekçisi olmuştur. Bu sebepten Tercüman-ı Hakikat, Misailidis'i "Fikr-i Osmani"yi yaymakta kimsenin kabına sığdıramadığı kişi olarak tanıtır.
Karamanlı Türkçesine dair bilgiler, Evliya Çelebi'nin Seyahatname adlı eserinde vardır. Evliya Çelebi'ye göre Antalya'nın yirmi mahallesinden dördünde ""Urum keferesi"" sakindir, ancak bunlar Rumca değil ""bâtıl Türk lisânı üzere kelimât ederler"" (IX, 64a). Alanya'da da aynı durumla karşılaşırız: ""Ammâ aslâ Urum lisânı bilmeyüp bâtıl Türk lisânı bilürler"".
Haydar Aliyev
Haydar Alirza oğlu Aliyev enternasyonal olarak Geydar Aliev (, 10 Mayıs 1923 — 12 Aralık 2003) Azerbaycanlı siyasetçi, Azerbaycan Cumhuriyeti'nin üçüncü cumhurbaşkanı. Azerbaycan'ın görevdeki cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in babası.
Sovyetler Birliği döneminde Nahçıvan'da doğmuştur. 1939'da Nahçıvan Pedagoji Teknik Lisesi'ni bitirdikten sonra Azerbaycan Sanayi Enstitüsü, Mimarlık Fakültesi'nden mezun olmuştur. 1957'de ise Azerbaycan Devlet Üniversitesi tarih bölümünü bitirmiştir.
1941'de Nahçıvan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin Halk İçişleri Komiserliği'ni yapmış, 1944'te ise KGB'de görevlendirilmiştir. O zamandan itibaren Sovyet devlet istihbaratı dahilinde farklı vazifelerde çalışan Haydar Aliyev, general rütbesine kadar yükselmiş ve 1967 yılında Azerbaycan SSC Devlet Güvenlik Komitesinin başkanı olarak görevlendirilmiştir.
Azerbaycan Komünist Partisi Merkezi Komitesi'nin 1969 Temmuz plenumunda Haydar Aliyev Azerbaycan Komünist Partisi Merkezi Komitesi'nin genel sekreteri seçilerek devletin rehberi olmuştur. 1982 Aralık ayında Sovyet İttifakı Komünist Partisi Merkezi Komitesi Siyasi Bürosu'nun üyesi seçilmiş, SSCB Bakanlar Kurulu başkanının birinci yardımcısı vazifesine yükseltilmiş ve SSCB'nin rehberlerinden biri olmuştur. Haydar Aliyev yirmi yıl süresince SSCB milletvekili olmuş, 5 yıl ise SSCB Bakanlar Kurulu Başkan Yardımcılığı yapmıştır.
Haydar Aliyev 1987 Ekiminde Sovyet İttifakı Komünist Partisi Merkezi Komitesi Siyasi Bürosu'nun ve Mihail Gorbaçov'un talimatı ile görevlerinden alınmıştır.
Haydar Aliyev 20 Ocak 1990'da SSCB'nin Bakü'de yaptığı kanlı baskın ile ilgili olarak ertesi gün Azerbaycan'ın Moskova'daki konsolosluğunda beyanatla karşı çıkarak, Azerbaycan halkına karşı işlenmiş cinayetin teşkilatçılarının ve faillerinin cezalandırılmasını talep etmiştir. O, SSCB'nin dağıldığını görerek 1991 Temmuz ayında Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ni terk etmiştir. 12 Aralık 2003 tarihinde ABD'nin Ohio eyaletinin Cleveland şehrinde ölmüştür.
1990 * 10 Mayıs 2003 - Rusya'nın yüksek ödülü - Mukaddes Apostol Andrey Pervozvannı nişanı ile ödüllendirilmesi ve anlaşma imzalanması.
Meidling
Meidling (), Viyana'nın 12. Merkez İlçesi'dir.Bu isim eskiden bu yöreye denen Murlingen isminden geldiği 1104 yılındaki kaynaklardan bilinmektedir.
Ortaçağlarda daha çok şaraplık üzümlerinin yetişdiği Meidling 1755 yılında tesadüf sonucu bulunan kükürtlü sularından dolayı çevre halkı tarafından mesire yeri olarak kullanılmaya başlanmıştır.
18.yy sonlarına doğru buraya yerleşen fabrikaların bu yöreyi endüstrileştirmesi sonucu eski cazibesini yavaş yavaş kaybetmiştir.
1806 yılında büyümesi sonucu "Aşağı" ve "Yukarı" Meidling olmak üzere iki ana bölgeye ayrılmıştır.Aşağı Meidling’in zamanla buraya yapılan sosyal konutlardan dolayı nüfusunun artması ve yine kumaş boya, deri ve çamaşır haneleri gibi çeşitli iş kollarının buraya yerleşmesi ile 1819’da günümüzdeki Gürtel Bulvarı diye bilinen yer olan "Gaudenzdorf", 1846’da da "Wilhelmsdorf" gibi bölgeler oluşmuşdur.
1314’de verilen ismi ile "Altsmannsdorf" uzun zaman boyunca köy havasını muhafaza etmiştir.
1190 yılında da "Hetzendorf" bugünkü zenginlerin tercih ettiği ve birçok villanın bulunduğu adlı bölge oluşmuşdur.
1 ocak 1892 yılında Viyana'ya 12. Merkez İlçe olarak bağlanmıştır.
Günümüzde bir tarafı büyük ve yüksek yapıları ile şehir görüntüsü veren, diğer tarafdan da eski dokusunu korumuş yeşil alanları ile, iki farklı Meidling vardır.
Jandarma Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Birimleri
Jandarma Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Birimleri veya Jandarma KOM Şube Müdürlükleri , Organize suçlarla ve uyuşturucu ile mücadele kapsamında Jandarma Genel Komutanlığı'na bağlı Türkiye'deki İl Jandarma Komutanlıklarında kurulu Kaçakçılık Ve Organize Suçlarla Mücadele Şubelerinin adıdır.
Yasadışı uyuşturucu ve psikotrop maddelerin üretimi, kullanımı ve ticaretine ilişkin BM sözleşmelerine taraf olan Türkiye, uyuşturucu kaçakçılığında üretim ve tüketim merkezleri arasında transit bir yol olan Balkan rotası üzerinde yer almakta ve uyuşturucu ile mücadele konusunda büyük bir gayret sarf etmektedir.
Bu birimler Ankara ilindeki Jandarma Genel Komutanlığında bulunan Kaçakçılık Ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı'na bağlıdır. Başkanlığı bir subay yürütür. Türkiye genelinde J.Gn.K.'lığına bağlı birliklerin uyuşturucu madde kaçakçılığı men, takip ve tahkiki görevlerine ait işlemleri yürüterek bu konuda gerekli plan ve etüdleri hazırlar. Daire başkanı Kaçakçılık İstihbarat Koordinasyon Kurulunun Kuruluşunda görev alır.
İl J.K.'lıklarının kaçakçılık ve organize suçlarla mücadelede etkinliğini artırmak amacıyla Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şubeleri kurulmuştur.
Jandarma Özel Harekat Birlikleri ise nokta operasyonları icra ederek kanun kaçaklarını tesirsiz hale getirir ve ele geçirirler.
Favoriten
Favoriten (), Viyana´nın 10. Merkez İlçesi'dir. İlçeye bu isim 1873 yılında Viyana'nın aldığı kararla verilmiştir. Favoriten adı Latince kaynaklı Favorita (Favori) kelimesinden gelmektedir.
1874 Viyana’ya bağlanan bu bölge doğası nedeni ile geniş bahçeli meyhaneleri bulunuyordu. 1890 yılında büyümeye başlayan ilçe çeşitli sosyal konutlarinda yapılması ile bugün en kalaba |
lık ilçe konumundadır.
Favoriten aynı zamanda Viyana'da Türk halkının en yoğun bulunduğu ilçedir.
Viyana’nın güneyinde bulunan Favoriten genelde 100 ve üzeri yıllık konutlar bulunmaktadır.Viyana’nın ilk fabrikaları buralarda kurulmuştur. Bölgedeki en büyük temal tesisleri 1974 yılında Kurhalle Oberlaa adlı Termal Tesis bölgede çıkan bol kükürtlü suyların bulunduğu Oberlaa bölgesine kurulmuştur.
Buların yanı sıra eski dinlenme ve eğlence bölgesi olan Böhmische Prater (Bohemya Lunaparkı) 1882 yılında yine yeşil alanı bol olan bu ilçede kurulmuştur.
Toprak bakımında en son genişlemeyi 1954 yılında Rothneusiedl, Oberlaa ve Unterlaa adlı köylerin kendisine bağlanmasi ile bugünkü genişliğine ulaşmıştır.
Favoriten (Almanca)
İlham Aliyev
İlham Haydar oğlu Aliyev (; d. 24 Aralık 1961; Bakü, Azerbaycan SSC), Azerbaycan'ın dördüncü ve mevcut Cumhurbaşkanı. Önceki Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'in oğludur. Ayrıca Yeni Azerbaycan Partisi'nin başkanıdır.
1967-1977 yılları arasında Bakü'de ilk, orta ve lise eğitimi aldı. 1977 yılında Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nü kazandı. 1982 yılında Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nü başarıyla bitirerek aynı okulda doktoraya başladı. 1985 yılında doktorasını başarıyla tamamlayarak tarih doktoru unvanı aldı. 1985-1990 yılları arasında Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 1990-1994 yılları arasında iş hayatına atıldı. Birtakım ithalat-ihracat şirketlerinin yönetim kurulu başkanlığını yaptı.
1994-2003 yılları arasında Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet Petrol Şirketi'nin başkan yardımcılığını yaptı. Haydar Aliyev'in yeni petrol stratejisinnin hayata geçirilmesinde önemli bir rol üstlendi. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin petrol politikasının jeopolitik yönleriyle ilgili birçok araştırması bulunmaktadır. Bilimler doktorudur.
İlk olarak 1995 yılında daha sonra ise 2000 yıllında Azerbaycan Millî Meclisi'na yapılan seçimlerde milletvekili seçildi. 2003 yılında Azerbaycan Cumhurbaşkanı tarafından Başbakanlık görevine tayin edilmesiyle milletvekilliği sona erdi.
1997 yılından itibaren Azerbaycan Milli Olimpiyat Komitesi başkanlığını yürütmektedir. Sporun gelişmesinde büyük hizmetler gösterdiği için Uluslararası Olimpiyat Komitesi Şeref Madalyası'yla taltif edildi. 1990 yılında Yeni Azerbaycan Partisi'nin başkan yardımcılığına, 2001 yılında birinci yardımcılığına, 2005 yılında ise başkanlığına seçildi.
2001-2003 yılları arasında Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde Azerbaycan Millî Meclisi delegasyonunun başkanı oldu ve Ocak 2003 tarihinde Avrupa Parlamenterler Asamblesi'nin başkan yardımcısı ve Büro üyesi seçildi. Avrupa Parlamenterler Asamblesi'nin çalışmalarına aktif katılımı ve Avrupa ilkelerine uyumundan dolayı Avrupa Parlamenterler Asamblesi'nin fahri üyesi diploması ve Avrupa Parlamenterler Meclisi madalyonuyla Nisan 2004 tarihinde taltif edildi.
4 Ağustos 2003 tarihinde parlamento tarafından onaylandıktan sonra Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Başbakanı tayin edilmiş, 15 Ekim 2003 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı seçildi. Resmi sonuçlara göre oyların %76'sını aldı. 31 Ekim 2003 tarihinde görevine başladı.
15 Ekim 2008 tarihinde yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yeniden Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı seçildi. Resmi açıklamaya göre seçimlere katılan halkın yüzde 85'inden fazlası İlham Aliyev'e oy verdi. 24 Ekim 2008 tarihinde görevine başladı.
9 Ekim 2013 tarihinde yapılan Azerbaycan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde oyların 84,54%'le bir kez daha Azerbaycan Cumhuriyyetinin Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
11 Nisan 2018 tarihinde yapıla Azerbaycan cumhurbaşkanlığı seçimini İlham Aliyev yüzde 86'lık oy oranıyla kazandı. Seçime katılma oranının yüzde 74’ün üzerinde olduğu bildirilmiştir. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan İlham Aliyev’i cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasından dolayı tebrik eden ilk lider oldu.
Azerbaycan Cumhurbaşkanı olarak İlham Aliyev ilk defa Eylül 2004'te Birleşmiş Milletlerin (BM) 59-cu genel kurulunda müzakerelere katılmış ve o zaman ki BM genel sekreteri Kofi Annanla görüşmüştür. Eylül 2010'da BM'in 65-ci genel kuruluna ve Eylül 2017'de BM'in 72-ci genel kuruluna katılmış ve Azerbaycan ülke olarak İlham Aliyevin Cumhurbaşkanlığı döneminde BM İnsan Hakları Konseyine (2006-2009), BM Güvenlik Konseyine (2012-2013) ve BM Ekonomik ve Sosyal Konseyine (2017-2019) üye olmuştur.
2010 yılında İlham Aliyevin Cumhurbaşkanlığı döneminde Türkiye ve Azerbaycan arasında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi (YDSK) mekanizması tesis edilmiştir. 13 Kasım 2013´te o zamanki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev´in liderliğinde yapılan Türkiye-Azerbaycan Yüksek Stratejik Konseyi 3. Toplantısı´nda, iki ülke arasında teknolojik işbirliği protokolü, bilim, teknoloji, sanayi ve girişimcilik alanında işbirliğini güçlendirmeye yönelik mutabakat zaptı, uluslararası kombine yük taşımacılığı anlaşması, güvenlik işbirliği anlaşması, iş gününü karşılıklı istihdamına dair anlaşma başta olmak üzere 7 protokol ve anlaşma imzalandı.
Türkiye ile Azerbaycan arasındaki Bakü'de yapılması planlanan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi 5. Toplantısı, Ankara'da 17 Şubat 2016'da bombalı araçla meydana gelen saldırıya denk gelmiş ve Erdoğan Azerbaycan ziyaretini erteleme durumunda kalmıştır. Bunun üzerine, İlham Aliyev'in önerisiyle toplantı Bakü yerine Ankara'da yapılmıştır. Erdoğan Türkiye'yle somut dayanışma sergileme çerçevesinde yapılan bu öneriyi kabul ederek, bu jestten dolayı İlham Aliyev'e teşekkürlerini iletmiştir.
Cumhurbaşkanı oldukdan sonra İlham Aliyev ABD ile ilişkileri genişletmeye çalışmıştır. Bu bağlamda, 25-28 Nisan 2006'da eski ABD Başkanı George W. Bush'un daveti üzerine Washington'a ilk resmi ziyaretini yaptı. Toplantıda petrol ve gaz endüstrisi, bölgesel ve küresel enerji güvenliği konuları ele alınmıştır.
24 Eylül 2010'da İlham Aliyev, BM Genel Kurulu 65. toplantısı için ABD ziyareti sırasında New York'ta o zamanki ABD Cumhurbaşkanı Barack Obama ile bir araya gelmiştir. 31 Mart - 1 Nisan 2016 tarihlerinde Barack Obama'nın daveti üzerine Nükleer Güvenlik Zirvesine katılmıştır.
Son olarak, İlham Aliyev, 20 Eylül 2017'de New York'ta ABD'nin şu anki, cumhurbaşkanı Donald Trump ile bir araya gelmiştir. Donald Trump İlham Aliyeve Güney Gaz Koridoru projesinin ABD tarafından desteklendiyini ve bu projenin Avrupanın enerji güvenliyi açısından çok önemli olduğuna vurgu yapmıştır.
İlham Aliyev Rusyanı stratejik ortak olarak nitelendirmiştir. 11 Ağustos 2004'te İlham Aliyev Putin tarafından 2005 yılının "Rusya'da Azerbaycan yılı" düzenlenmesi kararı sonrasında 2006 yılında "Azerbaycan'da Rusya yılı"nın düzenlenmesi kararını kabul etmiştir.
Cumhurbaşkanı oldukdan sonra İlham Aliyev Avrupa Birliği ile ilişkileri genişletmeye başlamıştır. İlham Aliyev Cumhurbaşkanı oldukdan sonra Azerbaycan 2004'te Avrupa Birliğinin (AB) dış politika programı olan Avrupa Komşuluk Politikasına katılmıştır. 2 yıl sonra, 2006'da, Azerbaycan adına İlham Aliyev, Avrupa Devlet ve Hükûmet Başkanları Konseyi adına dönem başkanı Matti Vanhanen ve Avrupa Birliği Komisyonu adına dönem başkanı José Manuel Barroso, Azerbaycan'la Avrupa Birliği arasında Stratejik Enerji Mutabakat Zaptı'nı imzaladılar.
2009'da Azerbaycan Avrupa Birliğinin Doğu Ortaklığı politikasına katıldı. 2011'de İlham Aliyev ve Avrupa Birliği dönem başkanı José Manuel Barroso Azerbaycanın başkenti Bakü'de Güney Gaz Koridoru ortak deklarasyonu'nu imzaladılar. Bununla Şah Deniz 2. Faz sahasından yılda 16 milyar metreküp gaz üretilmesi ve bu gazın 6 milyar metreküpünün Türkiye’ye, 10 milyar metreküpünün de Türkiye üzerinden transit geçerek Avrupa pazarlarına satılması planlanmaktadır.
Ülkenin ana muhalefet partileri 2003, 2005 (parlamento seçimleri), 2008 seçimlerinde yolsuzluk yapıldığını iddia etmektedir. 2003 cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını tanımayan muhalefet, seçim sabahı kitlesel gösteriler düzenlemiş, çok sayıda protestocu tutuklanmıştır.
WikiLeaks tarafından açıklanan Amerika Birleşik Devletleri diplomatik belge sızıntısında eşi Mihriban Aliyeva ile ayrıntılı bilgiler yer almakta, ülkeyi yöneten az sayıda güçlü ailenin Orta Çağ'daki gibi feodal bir biçimde ülkeyi yönettiği iddia edilmektedir.
Ayrıca İlham Aliyev'in Türkiye'nin bölgedeki enerji merkezi olmasını istemediği ve bunu engellemek için Rusya ile gaz anlaşması yaptığı da Wikileaks belgelerinde ileri sürülen iddialar arasındadır.
Mihriban Aliyeva ile evlidir, üç çocuk babasıdır ve üç torun sahibidir. Çok iyi derecede Rusça, İngilizce, Türkçe ve Fransızca bilmektedir.
° işareti aldığı ödül ve unvanların resmi web sitesinde olduğunu gösterir
Kiptaş
Kiptaş, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Yalova Belediyesi bünyesinde faaliyet gösteren, İstanbullu ve Yalovalı vatandaşların konut ihtiyacını karşılamaya yönelik projeler gerçekleştiren özel bir şirkettir.
Necati Şaşmaz
Muhammed Necati Şaşmaz, ya da bilinen adıyla Necati Şaşmaz (d. 15 Aralık 1971; Harput, Elâzığ), Zaza asıllı Türk sinema ve dizi oyuncusu, yapımcı.
Zaza kökenli olan Muhammed Necati Şaşmaz, Abdulkadir - Sahil Şaşmaz çiftinin oğludur. Asıl mesleği turizmcilik olan Şaşmaz, eğitimini tamamladı, ABD'de 6 sene kalan Şaşmaz, 2001 yılında bir süreliğine ailesini ziyarete geldiği sırada geri dönüş uçak biletini 11 Eylül 2001 tarihine aldı. Amerika'da yaşanan saldırılar sebebiyle uçağı Amerika'ya varamadan geri dönen Şaşmaz, sonradan ailesinin çekinceleri ve ısrarı üzerine Amerika'ya dönmekten vazgeçti. Hayatına Türkiye'de devam etme kararı alan Necati Şaşmaz, Ankara'da sigorta acentesi açtı. Çok geçmeden Osman Sınav'la bir iş görüşmesine oturdu. Kendisine bir yapımın senaryo ekibinde yer alması teklifi geleceğini beklentisi ile görüşmeye gitti. Osman Sınav'ın "Bir dizi düşünüyoruz, seni de başrolde düşünüyorum" sözlerine düşünmek istediğini söyleyen Şaşmaz, bir ay sonra teklifi kabul etti.
Hayatını tamamen değiştirdi |
ğini söylediği Kurtlar Vadisi projesine böyle başlayan Necati Şaşmaz, özel hayatının kalmadığını, "Beni sadece Ankara'da ismimle çağırıyorlar, İstanbul'da herkes Polat diyor." sözleri ile dile getirdi. Amerika'da kaldığı dönemde yeşil kart sahibi olan Şaşmaz, bedelli askerlikten yararlanarak, askerliğini 28 gün yaptı. Raci Şaşmaz (Kurtlar Vadisi dizisinin senaristi) ve Zübeyr Şaşmaz adında iki kardeşi vardır.
Necati Şaşmaz, 12 Aralık 2012 tarihinde kendisinden 21 yaş küçük Nagehan Kaşıkçı ile evlendi.
2013 Taksim Gezi Parkı protestoları için çözüm arayışına giren hükümet, sanatçıların da aralarında bulunduğu bir heyet kabul etmiş, Şaşmaz da bu heyet içerisinde Hasan Kaçan, Hülya Avşar gibi isimler ile birlikte yer almıştır. Toplantı sonrası yaptığı basın açıklaması sosyal medya Twitter'da bazı kesimin tepkisini toplamıştır.
Necati Şaşmaz 2 Kasım 2014 tarihinde dizi çekimleri sırasında kendi kullandığı aracın kontrolden çıkması sonucunda trafik kazası geçirdi. Çenesinde kırık olduğu tespit edildi ve ameliyat edildi.
Kendisi, Pana Holding ve Pana Film yapımları hakkındaki iddialara Kurtlar Vadisi İnternet Sitesi ve Yazete adlı haber sitesi aracılığıyla cevap vermektedir.
Duvara Karşı
Duvara Karşı (Almanca: Gegen die Wand), Fatih Akın'ın senaryosunu yazdığı ve yönettiği 2004 yapımı film.
Cahit Tomruk (Birol Ünel) 40 yaşlarında Almanya'da yaşayan, hayattan vazgeçmiş bir Türk'tür. Üstelik duymakta olduğu acıyı dindirmek için kendisini kokain ve alkole vermiştir. Bir gece, bilinçli olarak arabasıyla duvara çarpar ve kıl payı hayatta kalır. Psikiyatri kliniğinde Sibel Güner (Sibel Kekilli) ile tanışır. O da intihar girişiminde bulunmuş olan bir Türk'tür. Sibel, Cahit'ten onunla evlenmesini ister, böylece tutucu ailesinin onu bunaltan kurallarından kurtulabilecektir. Cahit başta bu teklifi reddeder ama ardından plana uymayı kabul eder. Plana göre sadece ev arkadaşı hayatı yaşayacak, tamamen bağımsız özel hayatlara ve cinsel yaşamlara sahip olacaklardır. Fakat birbirlerine aşık olmalarıyla durum karmaşık bir hal alır ve Cahit'in Sibel'in sevgililerinden birini kıskanarak öldürmesi ile sonuçlanır. Cahit hapishaneye düşerken, Sibel İstanbul'a gider.Cahit hapisten çıkacak ve onu bulacaktır.
Film daha sonradan tiyatroya ve operaya uyarlanmıştır.
K2
K2 ya da K-2 ifadesinin olası anlam ve kullanımları şunlardır:
Askerî:
Coğrafya:
Spor:
Diğer:
Ezginin Günlüğü
Ezginin Günlüğü, Türk müzik grubu. 1982 yılında, İstanbul’da kuruldu. İlk konserlerini 1983 yılında İstanbul Hodri Meydan Kültür Merkezi`nde verdi. En hit parçaları "Düşler sokağı" olmuştur. 1990 yılında çıkan Ölüdeniz albümünden sonra grup dağılma sürecine girdi ve böylece bir dönem kapanmış oldu. Daha sonra Nadir Göktürk, yeni isimlerle yine Ezginin Günlüğü çatısı altında 1990`ı takip eden yıllarda yeni bir grup kurdu. İkinci dönem 1993 yılında İstavrit albümüyle ilk eserini verdi.
Bir kalıba yerleştirmemekle birlikte Türkiye'de özgün müzik olarak kabul edilen türün ilk icracılarından sayılan grup, Nâzım Hikmet'in, Orhan Veli'nin ve diğer önemli şairlerin şiirlerini ("Ayrılış, Seni Düşünmek") bestelemiştir. Grup, Azeri türkülerine getirdikleri yorumlarla da bilinmektedir.
"Not: Parantez içindekiler, katkıda bulundukları albümleri gösterir."
(25. Yıl Özel Albümü - Çeşitli Sanatçılar)
Josefstadt
Josefstadt (), Viyana'nın 8. Merkez İlçesi'dir. Bölgeye yerleşim Viyana'nın diğer bölgelere nazaran daha geç başlamıştır, çekirdeğini oluşturan yer Merkez İlçe yakınındaki isimsiz yerleşim alanıydı.Josefstad’ın kayda değer tarihi binası günümüze kadar ulaşmış Rote Hof diye bilinen binadır.
İlk yerleşim 16 yy başlarında başlamıştır.1700 yılında Viyana tarafından kendi alanına girmiş ve bu bölgeye İmparator I. Joseph’in adı verilmiştir. Zamanla şu anki semtleri "Alservorstadt, Alt-Lerchenfeld, Breitenfeld, Strozzigrund" oluşmuşdur.
1850 yılında Neubau ve Alsergrund ilçerinin yerleşim alanlarınıda içine alarak Viyana'ya 8.Merkez İlçe olarak bağlanmıştır.
Josefstadt genelde üst düzey memurların ve politikacıların oturmayı tercih ettiği bir ilçedir. Bugünkü Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer de burada oturmaktadır.
Neubau İlçeşi'nden sonra Yeşiller’in belediye başkanı olduğu ikinci ilçedir.
Josefstadt (Almanca)
Neubau
Neubau (), Viyana'nın 7. Merkez İlçesi'dir. Şu bölgelerden oluşmaktadır; Altlerchenfeld, Neubau, Sankt Ulrich, Schottenfeld, Spittelberg.
Neubau Viyana merkezinin ve batısında ve kendine çok benzeyen Josefstadt ile komşudur.bulunur,genelde üniversite öğrencilerin kaldığı bir semttir.En önemli caddeleri ise Neubaugasse ve birçok alışveriş yerlerinin bulunduğu Mariahilfer Strasse'dir.
Bu ilçe ilk önce 1302 yıllarında tarih sayfasına çıkmıştır.O zamanlar bu bölge St.Ulrich olarak Protestanlık'ın önemli merkezlerinden biriydi.1693 yılında St.Ulrich bölgesinin batı tarafı Neubau adı altında kendi başına bir yönetim olmuştur.Daha sonra Neubau Neustift,Schottenfeld gibi Endüstriyel bölgelerinide içine alarak gelişmeye başlamıştır.
Neubau'ya bağlı diğer bir bölgede Spittelberg'dir,eskiden insanların fazla uğramadığı daha doğrusu dışlanmış bir bölgeydi fakat zamanla gelişerek ve binaları dolayısı ile restore edilerek günümüzde seçkin kişilerin oturduğu bir yer olmuştur.
1850 yılında Mariahilf'in küçük bir parçaları olan Laimgrube ve Alt Lerchenfeld adlı bölgeleride içine alarak Viyana'ya 7.İlçe olarak bağlanmıştır.O zamanlar birçok gelişmiş sanayii vardı ama 1880 ve 1890 yıllarında bu bölgeler başka yerlere taşınmış ya da kaybolmuşlardır.
Noybav'nun diğer bir özelliği ise 2004 yılında yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Yeşiller'in en çok oy aldığı seçim bölgesidir. Halen bu ilçenin belediye başkanı Yeşiller'den dir.
Thomas Blimlinger (Yeşiller)
Yeşiller 18
SPÖ 12
ÖVP 7
FPÖ 3
Orhan Erbuğ
Orhan Alaettin Erbuğ, (d. 1926 İstanbul) Türk bürokrat.
1947 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun olmuştur. İzmir ve Çanakkale Maiyet Memurluğu görevlerinden sonra Kaş, Eğirdir Kaymakamlıklarında bulunmuştur. Ayrıca 1959 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsünü bitirmiştir.
İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdürlüğünde önce Şube Müdürlüğü daha sonra da Belediyecilik Dairesi Başkanlığına atanmıştır. Daha sonra Mülkiye Müfettişi olmuştur. Müteakiben 1964 yılında Bingöl Valiliğine, İçişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığına, 1970 yılında Kars Valiliğine, 1972 yılında Emniyet Genel Müdürlüğü'ne ve 1974 yılının Aralık ayında İzmir Valiliği görevlerine atanmıştır. 1975 yılında İzmir Valisi iken istifa ederek emekliye ayrılmıştır. 1979 yılında Hükümet tarafından İçişleri Bakanlığı Müsteşarlığı'na getirilmiş, daha sonra 1980 ile 1981 yılları arasında Balıkesir valiliği yapmıştır.
29 Mayıs 1979 - 6 Aralık 1979 Tarihleri arasında geçici bir süre İstanbul Valisi olarak görev yapmıştır.
9 Şubat 1982 tarihinde kendi isteği ile emekli olmuştur.
İhsan Tekin
İhsan Tekin, İstanbul eski valisi.
1919 yılında Kastamonu’da doğmuştur. Kastamonu Lisesini ve 1941 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirmiştir.
Kastamonu Maiyet Memurluğu ve Devrakani ile Cide Kaymakam Vekilliklerinden sonra Tuzluca, Devrek, Mecitözü, Akdağmadeni ve Düzce Kaymakamlıklarını yapmıştır.
Denizli ve Konya Vali Muavinliklerinden sonra 1960’da Uşak Valiliğine atanmıştır. Daha sonra Konya Valiliği ardından Eskişehir ve Merkez Valiliği yapmış, son olarak 7 Şubat 1978 - 9 Nisan 1979 Tarihleri arasında İstanbul Valiliği'ne atanmış ve bu görevden sonra emekli olmuştur.
Almanca bilir. Evli ve 3 çocuk babasıdır.
Mariahilf
Mariahilf (), Viyana'nın 6. merkez ilçesidir.
1000 yıllarında eski Roma Yolları’ndan biri de buradan geçmekteydi ve ilk yerleşimler de bu yol etrafında başlamıştır. O zamanlar bu bölgeye Schöff deniyormuş ama zamanla bu isim unutulmuş ve 1680’li yıllarında buraya yapılan Mariahilf adlı küçük bir kiliseden dolayı bu isimle anılır olmuştur. Mariahlif’i oluşturan bölgelerin geçmişi de en az bu ilçe kadar eskidir.
"Gumpendorf" 1130 yılında tarih sayfasına çıkmış ve buraya o zamanlar Romalılar tarafından gözetleme kuleleri inşa edilmiştir, 1798 yılında da Viyana'ya satılmıştır.
"Magdalenengrund" ise eskiden sadece üzüm bağları vardı ve ilk 1698 yıllarında yerleşime açılmıştır.
"Laimgrube" adı ilk kez 1291 yılında tarih sayfalarında görülmüş sürekli ismi değiştiği için geçmişinin 10. yüzyıla dayandığı tahmin edilmektedir, bu bölge eskiden tuğla üretim merkezi olarak tanınmıştır.
"Windmühle"’nin ise geçmişi ruhanidir, eskiden burada çeşitli Katolik tarikatlarına ait manastırlar bulunmaktaydı fakat bu dini binalar 1529 yılında I. Viyana Kuşatması'nda tahrip edilmiş ve yerine de yenileri yapılmamıştır. İmparator I. Ferdinand burasını birçok yel değirmeni (Alm. Windmühle) yapması karşılığında Johann Francolin adlı bir kişinin hizmetine vermiştir ama bir adet yel değirmeni yapılmıştır.
Bu 5 bölge 1850 yılında Mariahilf adı altında Viyana’ya bağlanmıştır fakat zamanla Wieden ve Neubau adlı diğer merkez ilçelerin ayrılması ile 1862 yılında kendi başına 6. merkez ilçe olarak kalmıştır.
Namık Kemal Şentürk
Namık Kemal Şentürk (d. 24 Temmuz 1922, Merzifon), Türk devlet adamı.
Avukat Bayburt’lu Sinan Şentürk’ün (Kitre Köyü Eşrafından Haciibrahim sülalesinden Nazım efendinin küçük kardeşi Hasan efendinin oğlu, Hüseyin efendinin torunu) oğludur. İlk ve orta tahsilini Merzifon’da, lise tahsilini Erzurum’da yaptı..
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden 1945 yılında mezun oldu. 30 Temmuz 1945 yılında İçişleri Bakanlığında Maiyet Memuru olarak devlet hizmetine girdi. Amasya ilinde 2,5 yıl Maiyet Memurluğu yaptı. Bu müddet zarfında Merzifon ilçesine bağlı Türmik ve Alıcık Bucak Müdürlüklerinde, Merzifon Kaymakam Vekilliğinde ve Amasya’da Mektupçu Vekilliklerinde bulundu.
11. Dönem Kaymakamlık Kursu'nu müteakip 28 Ekim 1948 tarihinde, Isparta’nın Sütçüler İlçesi Kaymakamlığına tayin edildi. Sırasıyla, Seben, Sarız, Bünya |
n ve Foça Kaymakamlıkları yaptıktan sonra 29 Şubat 1956 tarihinde Mülkiye Müfettişi oldu.
15 Kasım 1961 ile 30 Ekim 1962 tarihleri arasında Van, 31 Ekim 1962 ile 7 Eylül 1964 tarihleri arasında Diyarbakır, 8 Eylül 1964 ile 24 Haziran 1973 tarihleri arasında İzmir Valiliklerinde bulundu. 25 Haziran 1973 tarihinde İstanbul Valisi olarak atandı. 21 Ekim 1977 Tarine kadar bu görevde kaldı. Diyarbakır valiliği sırasında aynı zamanda belediye başkanlığı görevini yürütmüştür.
21 Ekim 1977'de cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından Cumhuriyet Senatosu üyeliğine seçilmiştir. 1983 yılında MDP'den İstanbul milletvekili seçilmiştir. Haliç Üniversitesi Mütevelli Heyeti üyeliği görevinde bulunmuştur.
Vefa Poyraz
Vefa Poyraz (1918, Nevşehir) Türk asker, bürokrat ve siyasetçi.
İlk ve orta öğrenimini Nevşehir'de yaptı. 1932 yılında İstanbul'daki Maltepe Askeri Lisesi'ne girdi. 1937 yılında Harp Okulu'nu, 1939 yılında Halıcıoğlu'ndaki Topçu Okulu'nu bitirdi. Bir süre devam eden kıta hizmetinden sonra, 1948 yılında Harp Akademisi imtihanlarını kazanmış ve 1952 yılında bitirdi.
Ordu saflarında Kurmay Subay olarak çeşitli kademelerde Kurmay Başkanlıkları, Harekat Şubesi Müdürlüğü ve nihayet Harekat Şubesi Müdürlüğü ve Yıldız Silahlı Kuvvetler Akademisi Harekat Öğretmenliği yaptı.
15 Nisan 1960 tarihinde Bitlis, 1961 tarihinde Trabzon Valisi ve Belediye Başkanlığı görevlerinde bulundu. 1964 yılında Bursa Valiliğine, 1966 yılında İstanbul Valiliği'ne atandı. 2 Haziran 1973 tarihine kadar bu görevde kaldı.
Cumhuriyet Senatosu İstanbul Üyeliği (14 Ekim 1973 - 12 Eylül 1980) ile Köy İşleri ve Kooperatifler Bakanlığı yaptı. Evli ve 2 Çocuk babasıdır.
Refik Tulga
Refik Hamit Tulga (9 Ekim 1907, Kütahya - 23 Nisan 1981, İstanbul) Türk asker ve siyasetçi.
Kuleli Askeri Lisesi'nden sonra, 1927 yılında Harp Okulu'nu bitirdi. 1937 yılında Harp Akademisi'nden mezun oldu. 1938 yılında Kurmaylığı onaylandı. Paris'de Ataşemilter Yardımcısı iken, Siyasal Bilgiler Okulu'na devam etti. 1941-1942 yılları arasında Vichy'de Ataşemiliter olarak bulundu. Türkiye'ye dönüşünde Genelkurmay Balkan Şube Müdürlüğü görevine atandı.
1946-1947 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Piyade Tabur Komutanı olarak görev yaptı. 1947-1950 yılları arasında Washington Ataşemiliterliği görevini yürüttü. 1952 yılında Paris’teki Avrupa Müttefik Kuvvetleri Karargahı İstihbarat Dairesi'ne gönderildi. 1954 yılından itibaren 2 yıl boyunca Cumhurbaşkanlığı Başyaverliği ve Muhafız Alay Komutanlığı yaptı. Daha sonra Zırhlı Tugay ve Tümen Komutanı oldu.
1960 yılında 27 Mayıs Darbesi'nden sonra İstanbul Valiliği ve Belediye Başkanlığına getirildi. 26 Şubat 1962 tarihine kadar bu görevde kaldı. Daha sonra 2. Ordu ve 3. Ordu Komutanlığı'na atandı. 1964 yılında Genelkurmay II. Başkanlığı'na atandı. Son olarak Brüksel'de NATO Türk Askeri Heyeti Başkanlığı görevini yürüttü.
23 Nisan 1981 tarihinde İstanbul'da vefat etti. Mezarı Zincirlikuyu Mezarlığı'ndadır.
Niyazi Akı
Niyazi Akı (1913, Bilecik - 30 Eylül 1992, Bandırma), eski İstanbul valisi.
1913, Bilecik doğumludur. 1931 yılında Bursa Erkek Lisesi'nden, 1934 yılında Mekteb-i Mülkiye’den mezun oldu.
Cebeci Nahiye Müdürlüğü, 1939-1940 yılları arasında Alanya, 1943 yılında Safranbolu, İçişleri Bakanlığı Tetkik Kurulu Danışmanlığı, 1950-1951 yılları arasında Tunceli, 1951-1953 yılları arasında Kars, 1953-1955 yılları arasında Kastamonu, 1955-1957 yılları arasında Erzurum, 1957-1960 yılları arasında Antalya, 1960-1961 yılları arasında Diyarbakır, 1961-1962 yılları arasında Amasya Valilik görevlerinde bulunmuştur. Amasya Valiliği'nden İstanbul Valiliği'ne Atanmıştır. 6 Mart 1962 - 18 Ocak 1966 Tarihleri arasında İstanbul Valisi olarak görev yapmıştır. Niyazi Akı, gecekonduların elektrik meselesini halletmeye çalışmış, şehrin pek çok yerine elektrik vermiştir.
[8 Ocak 1966‘da Devlet Personel Dairesi Başkanlığı'na atanmıştır. Balıkesir Valisi olarak emekli olmuştur. 1984 yılında Et ve Balık Kurumu Yönetim Kurulu Üyeliğine getirilmiştir. Niyazi Akı, 30 Eylül 1992'de Bandırma'da vefat etti.
Ethem Yetkiner
Ethem Necip Yetkiner, (d. 1912, Rodos - ö. 26 Ocak 1973, İstanbul), Türk hukukçu, bürokrat. İstanbul valisi ve belediye başkanı. 27 Mayıs Darbesi'yle İstanbul valiliği görevine son verilmiştir.
Babası Hüseyin Hüsnü Bey’dir. Kabataş Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunudur. Kaymakamlık, İstanbul Bölgesi Müfettişliği, Kütahya, Aydın, Çankırı, Kocaeli, Konya, Hatay Valilikleri, İstanbul Emniyet Müdürlüğü yaptı. İçişleri Müsteşarlığı'ndan İstanbul Valiliği ve Belediye Başkanlığı'na atandı. İstanbul Özel İdaresi'yle Belediye'nin ayrılması üzerine 24 Aralık 1958’de Belediye Başkanlığı'ndan ayrıldı.
5 Haziran 1954 - 12 Eylül 1955 tarihleri arasında Emniyet Genel Müdürü, 14 Mayıs 1958 - 27 Mayıs 1960 tarihleri arasında İstanbul Valisi olarak görev yapmıştır.
Arap Yarımadası
Arap Yarımadası (eskimiş "Ceziretü'l-arap") (Arapça:شبه الجزيرة العربية "Şibhe'l-ceziretü'l-Arabiyye") ya da Arabistan, Asya'nın güneybatısı ve Afrika'nın kuzeydoğusunda yer alan yarımada. Büyük bölümü çöl olan yarımada, içerdiği petrol ve doğal gaz kaynakları nedeniyle Orta Doğu'nun jeopolitik açıdan önemli bir bölgesidir. Bölgede nüfusun büyük bölümü Arap ve Müslüman kökenlidir. Ayrıca yarımada, İslam dininin ortaya çıktığı yerdir.
Yarımadada yer alan ülkeler Suudi Arabistan, Yemen, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn (ada ülkesi), Kuveyt, Irak ve Ürdün'dür. Bunlardan Irak ve Ürdün topraklarının bir kısmı Arap yarımadasının dışında kalır.
Batısında Kızıldeniz, güneydoğusunda Umman Denizi ve doğusunda da Basra Körfezi bulunur. Yarımadanın başlıca bölümleri batıdaki dağlık Hicaz, iç kısımdaki Nejd ve doğudaki Lahsa (Al-Hasa) ile aynı zamanda ülke ismide olan Umman ve Yemen bölgeleridir
Başlıca yüzey şekilleri şunlardır;
Dağlar
Çöller
Jeoloik olarak Arap levhası olarak adlandırlan ve kuzeyde Güneydoğu Anadolu bölgesine kadar uzanan ayrı bir levha üzerindedir. Levhanın hareket yönü kuzey doğrultusundadır.
Bölgeye özgü nesli tehlikedeki bazı türler;
"Daha çok bilgi için: İslam Devleti"
Helenistik açıdan Arap Yarımadası 3 kısma ayrılır
Sami dilleri
Sami dil ailesi veya Semitik diller, Afro-Asyatik dil ailesinin bir alt grubudur. Orta Doğu'da yaygın olan antik dillerin çoğunu kapsar. Bunların arasında Aramice, Arapça ve İbranice en fazla konuşulan Sami dillerdir. Ayrıca Fenikece ve Akadca da Sami dil ailesinin mensubudur. Ama bu iki dil günümüzde konuşulmamaktadır. Aramice, Arapça ve İbranicenin lehçelerinden olan Süryanice de bölgede kullanılan Sami dillerine örnek olarak gösterilebilir. Sami adı Nuh'un oğlu Sam'dan gelmektedir.
Sami veya Semitik tabiri günümüzde daha çok İbrani ve Arapları tanımlamakta kullanılır. Bununla birlikte anti-semitik kelimesi Yahudilere karşı düşmanlık veya ön yargı besleyen kişileri tanımlamakta kullanılır.
Atakum
Atakum, Samsun Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı bir ilçedir.
Atakum 43 yeni ilçe öngören yasa tasarısı kapsamında ilçe olmuştur.Samsun-Sinop karayolu üzerinde, şehir merkezine 5 km mesafeden başlar. Atakent belde sınırına kadar geçen mesafeyi kapsar. Balaç Köyü'nün geçmişte tarla olarak kullandığı araziler beldenin genel yerleşim alanını oluşturmuştur. Denizi sığdır ve geniş bir kumsala sahiptir. Eski adı Matasyon'dur.
Samsun'un diğer yerleşim bölgelerine nispeten daha düz bir alana yayılmış ve yeni yapılanan bir ilçe olduğundan şehircilik olarak daha planlı bir yapılaşma mevcuttur. Nüfusu hızlı bir artış göstermektedir. Atakum, Samsun'un nüfus artış hızı en yüksek belediyesi olmuştur. Atakum'un nüfusu 2004 yılına göre 63.712'dir. 2010 nüfus sayımına göre 123.904'tür.
1994 yılında kurulan Atakum Belediyesi adında bir belde belediyenin mücavir alanları içerisinde bulunur. İlk 2 dönem belediye başkanlığını Metin Burma yapmıştır. 2004-2009 yılları arasında Adem Bektaş başkanlığını yapmıştır. 29 Mart 2009 seçimlerinde ise Metin Burma tekrar başkan seçilmiştir.
Belde sınırları içerisinde 2009 yılı itibarıyla 8 banka şubesi ve muhtelif kamu kurumları bulunmaktadır.
Geçmişte Samsun'un yazlık ve sayfiye yeri olan belde artık kışın da yaşanabilecek bir bölge haline gelerek, merkez ilçeye bağlı belde olmuştur. Atakum ilçesinin diğer ilçelere göre farkı; yaz turizminin çok gelişmiş olması, plajlarının ve sahillerinin Akdeniz'i aratmayacak derecede olmasıdır. Yeni yasa ile Atakum ilçe statüsüne geçmiş olup, çevre belediyeler ve beldeler ile yerel yönetim yapılanmasına gidilmiştir. Atakent, Kurupelit, İncesu, Altınkum, Çatalçam ve Taflan; Atakum belediyesine bağlanmıştır.
Elastikiyet
İslamofobi
İslamofobi, kelime anlamı olarak "İslam korkusu" demektir. Müslümanlara ve İslam dinine karşı sürdürülegelen ön yargı ve ayrımcılıktan kaynaklanmaktadır. Müslümanlara karşı duyulan irrasyonel nefret, ayrımcılık, düşmanlık ve kin besleme anlamına gelir.
Kelime ilk kez 1991 yılında kullanılmış olup 11 Eylül saldırıları ile gündeme getirilmiştir. Bugün İslamofobi dendiğinde hem İslam dinini tanımamak ve öğrenmemekten kaynaklanan bir korku, hem de bu korkuya dayanarak Müslümanlara karşı ayrımcılık ve düşmanlık yapılmasının meşru görülmesi anlaşılmaktadır.
Tarihî kökleri İspanya'da Endülüs'ün Emevîler tarafından fethedilmesine kadar iner. Haçlı seferlerine asker devşirmek isteyen kilise mensuplarının yaptığı propagandalar ile fikir zemini Hristiyanlığa karşı tehditler ve tehlikeler üzerinde oluşturulmuş olan "İslamofobi", Müslümanlar ile Hrıstiyanlar arasındaki ilişkilerin, tanışıklığın yaygınlık kazanması ile yüzyıllar içerisinde azalmış iken yaklaşık günümüzde yeniden popülarite kazanmıştır. Bu popülaritesinde Huntington'un ünlü "Medeniyetler Çatışması" makalesinde İslam'ı Batı için bir potansiyel düşmanlık odağı olarak lanse etmesinin önemli bir etkisi olmuştur.
Özellikle 11 Eylül 2001 tarihinde New York'taki 11 Eylül saldırıları'ndan sonra Batı dünyasında daha önceki yabancı düşmanı ırkçı eğilimlerden kaynaklanan yeni bir durumdur.
Hüseyin Çağlay |
an
Hüseyin Çağlayan (d. 12 Ağustos 1970, Lefkoşa), Kıbrıs Türkü asıllı Britanyalı moda tasarımcısı. Yılın İngiliz Tasarımcısı ödülünü iki kez (1999 ve 2000'de) kazanmış ve 2006'da Britanya İmparatorluğu Nişanı ile ödüllendirilmiştir.
1970 yılında Kıbrıs adasında Lefkoşa'da doğdu. 1982'de ailece İngiltere'ye göç etti. 1993'te Londra'da bulunan 'Central St. Martins College of Art and Design'dan mezun oldu.
2005'te 51. Uluslararası Venedik Bienalinde tasarımını gerçekleştirdiği Türkiye pavyonunda, yönetmenliğini yaptığı ve başrolünde Tilda Swinton'ın oynadığı bir filmi (Absent Presence - Olmayan Varolma) de gösterilmiştir.
17 Haziran 2006'da İngiliz Şövalyelik Nişanı ile ödüllendirildi.
Barack Obama'nın eşi Michelle Obama'nın 2009 İngiltere ziyareti sırasındaki kıyafeti, Çağlayan'ın İlkbahar/Yaz 2009 "Hız" isimli koleksiyonundan yeşil baskılı ipek bluz.
Lady Gaga'nın çok sevdiği baloncuklu elbisesinin de tasarımcısıdır.
2013 Audi Moda Festivali'ni takiben "Moda Vizyoneri" ödülüyle onurlandırılmış olup; 2012-2013 döneminde, Mavi Jeans için 20 parçalık özel bir koleksiyon hazırlamıştır.
Stoll
Stoll, bir düz örgü triko makine üreticisi. Ör ve Giy (Knit and Wear) sloganı ile son derece gelişmiş tekstil makineleri üreten bir Alman firmadır. Türkiye'de en çok kullanılan Triko makinelerinin başında gelir. Almanya'daki fabrikası Reutlingen/Stuttgart'tadır.
Turing makinesi
Turing makinesi (İngilizce "Turing Machine"), karmaşık matematiksel hesapların belirli bir düzenek tarafından yapılmasını sağlayan hesap makinesi.
Karmaşık hesapların belirli bir düzenek tarafından yapılıp yapılamayacağı, 20. yüzyılın başlarında büyük bir tartışma konusu olmuştu. Öteden beri el ile veya zihinden yapılan hesaplamalar çok zaman almakla birlikte, birçok hatayı da beraberinde getiriyordu. Tüm bu tartışmalar sürerken, 1936 yılında, ünlü matematikçi Alan M. Turing "Saptama Problemi Hakkında Bir Uygulamayla Birlikte Hesaplanabilir Sayılar" (İngilizce "On computable numbers, with an application to the Entscheidungsproblem") isimli bir makalesini yayınladı. Makalesinde teorik ve matematiksel temellere dayalı sanal bir makineden bahseden Turing, her türlü matematiksel hesabın bu sanal makineyle yapılabileceğini iddia ediyordu. Turing’in 1950 yılında yayınlanan "Hesaplama Mekanizması ve Zeka" (İngilizce "Computing Machinery and Intelligence") isimli ikinci makalesi ise, makineler ve zekayla ilgili birçok tartışmalı konuya cevap niteliğindeydi. İşte bu makalelerde sözü geçen sanal makine daha sonraları bu adla isimlendirildi.
Bu tablo, Turing makinesinin çalıştırdığı algoritmadır. Turing makinesi, her adımda
Örneğimizdeki Turing makinesi sembol havuzu (yani alfabe) olarak {'B', '1'} kullanmaktadır. Bu makineni amacı, verilen girdinin en sağına 1 ekleyip girdinin en soluna geri dönmektir.
Bu amaca ulaşabilmek için, {'d0', 'd1', 'd2'} şeklinde üç durum kullanacağız. Bu durumların geçiş tablosu ise şu şekilde olacak:
Makine, ilk başta d0 durumunda olacak. Bu tabloya bakarak görebiliriz ki, d2 son durum olacak ve makinenin kafası şu işlemi yapacak:
Birkaç denemeyle bu makinenin istediğimiz işlemi yaptığını görebiliriz.
Anlatılan Turing makinesi, yapılabilecek en basit makinedir. Bunu şu şekilde geliştirebiliriz:
Buna ek olarak, anlatılan Turing makinesi belirlenimci (determinist) bir makinedir, başka bir deyişle aynı girdi için her zaman aynı çıktıyı üretir:
World of Warcraft
World of Warcraft (çoğunlukla WoW şeklinde kısaltılmaktadır), Blizzard Entertainment firması tarafından geliştirilen bir MMORPG, yani devasa çok oyunculu çevrimiçi rol yapma oyunudur. İlk olarak 1994 yılında çıkarılan oyunu ile tanıtılan Warcraft serisinin 4. oyunudur, ancak bu oyundan önceki oyunlar gerçek zamanlı strateji (RTS) türündedir. oyunundan sonra kaldığı yerden devam eden oyunun konusu, yine önceki oyunlar gibi Azeroth adı verilen sanal gezegende devam etmektedir. "World of Warcraft" ilk olarak Blizzard Entertainment tarafından 2 Eylül 2001'de duyuruldu ve Warcraft serisinin 10. yılında 23 Kasım 2004'te satışa sunuldu.
Oyunun ilk genişleme paketi olan , 16 Ocak 2007'de yayınlandı. Bu genişleme paketi ile Outland oyun dünyasına katılmış oldu. İkinci genişleme paketi ise 13 Kasım 2008'de yayınlandı. BlizzCon 2009 konferansında ise oyunun üçüncü genişleme paketi "" duyuruldu. Yeni eklenti paketi 7 Aralık 2010'da piyasaya sürülmüştür. Bu eklenti paketiyle oyunun çıkış zamanında tanıtılan eski Azeroth kıtaları Eastern Kingdoms ve Kalimdor'da yıkım sonucu birçok kalıcı değişiklik olmuştur. 30 Haziran 2011'den itibaren World of Warcraft'ın klasik sürümü, The Burning Crusade genişletme paketi içeriğini de kapsayacak şekilde güncellenmiştir.. 21 Ekim 2011'de BlizzCon 2011 konferansında oyunun dördüncü genişleme paketi duyurulmuştur. Daha sonra 2014 te oyunun beşinci genişleme paketi Warlords of Dreanor çıkmıştır. Altıncı genişleme paketi Legion ise 30 Ağustos 2016 tarihinde yayınlanmıştır.
Dünya genelinde 12 milyonu aşkın kullanıcısı ile, "World of Warcraft", "en popüler MMORPG oyunu" olarak Guinness Rekorlar Kitabı'na girmiş bulunmaktadır. Nisan 2008 tarihi itibarıyla, "World of Warcraft" devasa çevrimiçi oyunlar pazarının yüzde 62'sini elinde bulundurmaktadır. Son açıklamalara göre 2015'in son çeyreğinde abone sayısı 5,5 milyona kadar gerilemiştir. Bunun nedeni MMORPG dünyasına olan ilginin azalması ve World of Warcraft'ın son genişleme paketi olan Warlords of Dreanor'un oyuncuları pek memnun etmemesidir. Blizzard ise Blizzcon 2016 da duyrulan Legion genişleme paketi ile oyuncuların geri döneceğini ve tekrar eski gücüne kavuşacağını söylemiştir. Ocak 2014 tarihinde Blizzard, oyunun çıkışından bu yana toplamda 100 milyondan fazla hesap oluşturulduğunu açıklamıştır.
"World of Warcraft" oyununda MMORPG türündeki diğer oyunlar gibi, oyuncular bir karakter oluşturup, oyun dünyasındaki görevleri tamamlayarak, canavarları öldürerek ya da diğer oyuncularla savaşarak deneyim kazanmak suretiyle seviyelerini artırabilirler. Oyun özel bir üyelik gerektirmektedir ve diğer MMOPRG türündeki birçok oyun gibi "World of Warcraft"'ı oynamak için kullanıcı aylık bir ödeme yapmalı ya da ön ödemeli kartları (pre-paid card) kullanmalıdır. Oyunu denemek isteyen herkes, ücretsiz olarak World of Warcraft'ın sınırlandırılmış Başlangıç Sürümü'nü deneyebilir. Oyunun oynanabilmesi için aktif bir internet bağlantısı şarttır.
Çok fazla kullanıcı olması nedeniyle World of Warcraft, ABD'de, Avrupa Birliği'nde ve Kore'de bulunan farklı oyun sunucuları üzerinde çalışmaktadır. Oyuncunun en başta "realm" adı verilen bu oyun sunucularından birisini seçmesi istenmektedir. Genellikle oyunu oynayan diğer arkadaşların bulunduğu sunucunun seçilmesi tercih edilmektedir. Oyun sunucuları dört kategoriye ayrılmıştır: "PvP" (player versus player) tipi sunucularda karşı birlik oyuncuları başlangıç bölgeleri dışında her an birbirlerine saldırabilir iken, "PvE" (player versus environment) tipi sunucularda ise oyuncular daha çok canavar öldürmeye ve görev yapmaya odaklanmıştır ve oyuncuların birbirlerine saldırabilecekleri alanlar daha azdır. Bu iki tip sunucuların "RP" yani rol yapma sürümleri de mevcuttur. Ayrıca oyun sunucuları dillere göre de sınıflandırılmıştır, kullanıcı oyunun ilk açılışında dilini seçmelidir. Belli bir ücret karşılığında sunucular arasında karakter transferleri ile karakterlerin birliklerinin ve ırklarının değişimi de mümkündür.
Oyun bünyesinde birbirine düşman olan iki birlik bulunmaktadır: Alliance (İttifak) ve Horde (Güruh). Yeni bir karakter oluştururken kullanıcıdan bir birliği seçmesi istenmektedir. Oyuncu bu iki birlikten dilediğinin altındaki bir ırkı seçer (örneğin Alliance için Dwarf ırkı ya da Horde için Troll ırkı). Her bir ırk altında avcı (hunter), rahip (priest) ya da savaşçı (warrior) gibi sınıflar bulunmaktadır ancak bazı ırklar için sınıf kısıtlaması olabilir. Oyuncu seçtiği birlikteki diğer oyuncularla konuşabilir, posta alışverişi yapabilir, grup görevleri yapabilir ve lonca (guild) oluşturabilirler. Karşı birlik oyuncuları ise birbirleriyle yalnızca özel komutlarla iletişime geçebilir ve özel bölgelerden ticaret yapabilirler. Örneğin Horde birliğindeki bir kullanıcı sohbet metni yazdığında Alliance birliğindeki oyuncu bunu şifreli bir şekilde görür.
Oyunda karakter oluşturmadan önce nasıl bir oyun oynamak istediğinize karar vermelisiniz bu size karakter oluşturmada yardımcı olacaktır. Ne tarz oyun oynayacağınıza karar verdikten sonra Sıra ırk ve class seçimine geliyor. Classınızı seçmeden önce internetten araştırma yapmalı ve class'ın oynanışı hakkında bilgi edinmelisiniz.
Oyun, üç boyutlu bir oyundur ve "Warcraft" serisine özgü bir grafik stilinde oluşmaktadır. Oyun, Azeroth gezegeninin üç büyük kıtasını The Burning Crusade eklentisi ile oyun dünyasına katılan Outland kıtası, Mists of Pandaria sürümü ile gelen Pandaria kıtası, ve son olarak Warlords of Dreanor paketi ile gelen Dreanor gezegenini içermektedir. Oyuncular karakterlerini görev tamamlayarak ya da çeşitli aktivitelerle geliştirirler ve belli miktarda deneyim kazanırlar. Deneyim puanları ise karakter seviyesinin artmasını sağlar. Oyuncular yeni bölgeleri keşfettikçe bölgeler arası ulaşım yolları çeşitlenmektedir. Ayrıca oyunda ırklara özgü şehirler de bulunmaktadır. Bunun yanında karşı birlik oyuncularının birbirlerine saldıramayacakları tarafsız şehirler de mevcuttur.
Karakterler geliştikçe seviyeleri artmakta ve yeni yetenekler kazanmaktadır. Yetenek puanı sistemiyle oyuncu karakterinin özelliklerini istediği şekilde yönlendirebilir. Ayrıca oyun içerisinde madencilik, terzilik, dericilik ya da ilk yardım gibi meslekler de bulunmaktadır ve oyuncu bunlardan dilediğini seçerek geliştirebilir. Oyun bünyesinde yine kullanıcılar tarafından oluşturulabilen ya da dahil olunabilen loncalar(guild) bulunmaktadır. Lonca bünyesindeki oyuncular birbirleriyle özel yolla iletişime geçebilirler ve ortak takım bankasını kullanabilirler.
Oyun genellikle görev yapma yapısı üstüne kuruludur. Oyuncud |
an belli bir görevi tamamlaması istenmektedir. Görev tamamlandığında ise karakter deneyim puanı kazanmaktadır, bunun yanında çoğunlukla özel giysiler ve/veya oyun içi para ödülleri de alınabilmektedir. Görevler alındığında genellikle tanıtıcı bir metin sunulur ve oyun içi hikâyenin anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Birçok görevler ise birbirini takip eden "zincir görevler" dir, yani bir görev bitirildiğinde devam görevi alınır. Görevler genellikle belli miktarda canavar öldürmeyi ya da eşya toplamayı, oyun içi yerleri keşfetmeyi ya da özel yerlere gitmeyi, diğer oyun içi oynanamayan karakterlerle (NPC) konuşmayı içerir.
Bazı görevler ise bir oyuncunun tek başına tamamlayamayacağı türde olabilmektedir. Bu durumda birden fazla oyuncu grup oluşturarak bu görevleri tamamlarlar, böylece her bir sınıf belli bir amaçta hizmet eder (örneğin, savaşçı (warrior) sınıfı canavarın dikkatini üzerine çekerken, rahip (priest) sınıfı ise iyileştirme görevi yapar). Genellikle bu görevler oyun terminolojisinde "dungeon" (zindan) adı verilen mekânlarda geçer. Oyunun 3.3 sürüm yaması ile beraber karşılaştırma metodu yardımıyla sunucular arası grup oluşturulabilecek yeni bir zindan sistemi geliştirilmiştir. Karakter öldüğünde en yakın mezarlıkta "hayalet" moduna geçer (Night Elf ırkı için "wisp"). Ölü karakterler yeteneği olan diğer oyuncular tarafından, oyuncunun karakterin öldüğü yerdeki cesedinin yanına gitmesiyle ya da mezarlıktaki ""spirit healer"" yardımıyla belli bir ceza uygulanmak koşuluyla diriltilebilir.
Oyunda karakterlerin ulaşabileceği maksimum bir seviye bulunmaktadır ve genellikle her bir genişleme paketi ile bu seviye yükseltilmiştir. Maksimum seviyedeki oyuncular ise oyunda tek başına gidilmesi imkânsız olan bölgelere "raid" (baskın) adı verilen gruplarla toplu bir şekilde giderek "boss" (patron) adı verilen yüksek seviyeli canavarları öldürebilirler ve eşsiz eşyaların sahibi olabilirler.
Oyunda birçok PVP mekanizması da bulunmaktadır. PVP tipindeki sunucularda karşı birlik oyuncuları bazı alanlar dışında her bölgede birbirlerine saldırabilirler. PVE tipi sunucularda ise oyuncu istediği takdirde PVP modunu açabilir. Oyuncular birbirlerini öldürerek deneyim puanına benzer bir şekilde onur puanı kazanır ve bu puanları çok özel eşyaları satın almakta kullanabilirler. Ayrıca "dungeon" bölgelerine benzer şekilde "battleground" adı verilen özel bölgelerde de oyuncular birbirleriyle savaşabilirler. "Arena" adı verilen bölgelerde ise oyuncular 2'şerli, 3'erli ya da 5'erli 10'arlı 25'erli 40'arlı takım şeklinde karşı birlik takımlarıyla savaşarak arena puanları kazanabilirler.
Oyun içerisinde özel bir para sistemi bulunmaktadır. Herhangi bir karakter ilk oluşturulduğunda görevler yardımıyla bakır kazanır ve gittikçe zenginleşir. Ayrıca 100 bakır = 1 gümüş ve 100 gümüş = 1 altın sistemi bulunmaktadır. Oyuncular sahip oldukları parayı karakterlerini geliştirmek için daha iyi giysiler ve silahlara harcayabilir.
Ayrıca oyun içerisinde oyuncuların birbirleriyle ticaret yapabilecekleri bir sistem de bulunmaktadır. Herhangi bir oyuncu satmak istediği nesneyi açık artırma evleri ("auction houses") yoluyla satabilir. Buralardan nesne satın almak isteyen oyuncu ise kapalı usul açık artırmaya katılabilir ya da doğrudan son satış fiyatına işlemi tamamlayabilir.
Oyun içerisinde zırhlardan yiyeceklere kadar birçok tipte nesne (item) bulunmaktadır ve bunlar kalitelerine göre renklendirilmiştir. Birçok nesne yapılan görevlerin ödülü olarak, öldürülen canavarlardan ya da yüksek seviyeli oyuncuların topladıkları özel nesneler ve puanlar karşılığında elde edilebilmektedir. Oyun içerisindeki nesnelerin resmi veri tabanına WoWArmory adresinden ulaşılabilir.
Heirloom nesneleri oyuncunun ana karakterinin yanında başka karakterlerle oynarken, o karakterin daha hızlı ve kolay şekilde gelişmesini sağlamak üzere tasarlanmıştır. Karakterin seviyesine göre özellikleri değişir ve hesaba bağlıdır. Hesap İçinde karakterlere Heirloom itemlar taşınabilir.
Birçok nesnenin minimum seviye sınırı bulunmaktadır. Karakter seviyesi nesnenin minimum seviyesinden düşük olduğunda o nesne kullanılamaz. Ayrıca birçok zırh nesnelerinin dayanıklılığı (durability) bulunmaktadır. Bu özellikler nesnenin kullanılmasıyla (örneğin, savaştıkça) düşer. Dayanıklılığı kalmayan nesne ile işe yaramaz hale gelir ancak özel NPC'ler tarafından tamir edildiğinde tekrar kullanılabilir. Ayrıca PvP haricindeki ölümlerde giyiliyor olan zırh nesnelerinin dayanıklılığı %10 oranında düşer.
Oyun içerisindeki nesnelerin aşırı ticaretini önlemek için bir sahiplik sistemi (binding) de mevcuttur. Yaygın olmayan ve daha iyi kalitedeki nesnelerin hemen hemen hepsi bu sisteme dahildir. Nesnelerin özelliklerinde hangi türden olduğu da belirtilmektedir. Karaktere bağlanan nesneler "Soulbound" olarak etiketlenir. Herhangi bir sahiplik ibaresi taşımayan nesnelerin ticareti ve posta yoluyla gönderimi yapılabilir.
Oyun içerisinde oyuncuların birbirleriyle sosyal etkileşime girebildikleri yararlı meslekler de bulunmaktadır. Bir karakter, birincil tipte olan mesleklerden en fazla iki tanesine sahip olabilirken, ikincil mesleklerde böyle bir sınır yoktur. Üretime dayalı birçok meslek, toplayıcı mesleklerden elde edilen malzemelerle desteklenir, ayrıca birçok noktada mesleklerin birbirleriyle etkileşimleri mevcuttur.
Oyunda bahsi geçen birçok ırk bulunmaktadır. Ancak bu ırklardan 13 tanesi oynanabilir durumdadır.
Human: Birinci Savaş'ta Orc istilasına karşı koyan insanlar, İkinci Savaş esnasında da Azeroth'u yeniden kurtarmak için dost ırklarla beraber Alliance birliğini oluşturmuştur. Scourge saldırısından sonra yıkılan Lordaeron krallığından sonra Stormwind şehrini yeniden kuran insanlar, Eastern Kingdoms kıtasının güneyinde hakimiyetlerini sürdürmektedir ve Kutsal Işığın yardımıyla Horde ve Scoruge 'le savaşlarına devam etmektedir.
Night Elf: Azeroth'un ilk ırklarından olan Night Elfler (kendi dillerinde "Kal'dorei" yani "Yıldızların Çocukları"), Üçüncü Savaşta Burning Legion'a karşı büyük bir savaş vermişlerdir ancak bunun bedeli olarak vatanlarından olmuşlardır. Uzun yıllar boyunca Hyjal Dağları'nda inzivaya çekilmiş ırk yeniden uyanmıştır ve Alliance tarafında Azeroth'a barış getirmek için uğraşmaktadır. Night Elflerin karanlık derileri ve uzun kulakları tipik özellikleridir. Doğa ile ilgilenmektedirler ve Druidizm ile uğraşmışlardır. Ayrıca öldüklerinde "wisp" olarak daha hızlı hareket edebilen tek ırktır.
Dwarf: Titanların çocukları olarak taştan yaratılan cüceler, uzun yıllar boyunca yeryüzüne çıkmadan Azeroth'u şekillendirmeye uğraşmıştır. Ancak Birinci Savaş sırasında Sonsuzluk Kuyusu'nun yıkılması onları da derinden etkilemiş ve artık yavaş yavaş özelliklerini kaybetmeye ve taştan olan derileri yumuşamaya başlamıştır. Şu an ise Khaz Modan ve Ironforge'da hüküm süren cüceler, insanların yanında Alliance birliğine dahildir. Tarihi eser eşyaları ve hazineleri bulmada gelişmişlerdir.
Gnome: Azeroth'ta bilinen en kısa boylu ırk olan gnomelar buna rağmen mühendislik zekasıyla çok güçlü haldedir. Yakın akrabaları cücelerle sıkı ilişkiler içerisindedirler bu nedenle Alliance birliğinde yer alırlar. Her ne var ki İkinci Savaş esnasında Alliance'a gerekli yardımı yapamamışlardır çünkü onların teknokentleri Gnomeregan derinliklerden gelen yaratıklarla istila edilmiştir ırkın büyük bir kısmı yokolmuş, geriye kalan küçük bir kısmı ise şu an cücelerle aynı kenti paylaşmaktadır.
Draenei: "The Burning Crusade" saü, Büyük Yıkım ile parçalanmış Draenor gezegeninin yerlilerinden başkası değillerdir. Kuzey Kalimdor'da bir gün büyük bir patlama olmuştur. Burning Legion istilasından kaçan Exodar gemisi, Azuremyst adalarına çakılmıştır. Alliance birliğinin gücünden etkilenen Draeneilar kendi geleceklerini oluşturmaktadır.
Worgen: "Cataclysm" genişleme paketi ile gelen bu yeni ırk, kurtadam görüntüsü ile öne çıkmaktadır. İlk olarak Üçüncü Savaşta ortaya çıkan Kurt adamlar, Scourge'u yenmek için uğraşmışlardır ancak nasılsa onların laneti Gilneas şehri insanlarının üzerine çökmüştür. Bunun üzerine Gilneas, Scourge yaygınından kurtulmak için kapılarını kapatmış ve saklanmışlardır. Uzun yıllar kapalı kapılar ardında kalan Kurt adamlar, Alliance tarafından yeniden ortaya çıkmışlardır.
Orc: Aslen Draenor gezegeninde yaşamaktaydılar. Burning Legion saldırısına sebep olan Kara Geçitin açılmasıyla Azeroth'a gelerek insanlarlara kıyasıya savaşmışlardır. Ancak bir kısmı Burning Legion saldırılarına karşı çıkarak kendi geleceklerini oluşturmuşlardır. Şu anda Vol'jin tarafından yönetilen Orclar, Doğu Kalimdor'da hayatlarını sürdürmektedir.
Tauren: Azeroth'un ilk ırklarından olan Taurenler, doğanın dengesini korumak için uzun yıllar uğraşmışlardır. Kuvvetli yapılarına rağmen barış içinde yaşayan ırk, Üçüncü Savaş sırasında Orclarla beraber Burning Legion'a karşı saldırmışlardır. Ayrıca Night Elfler ile de ilişki içerisinde olan ırktır.
Darkspear Troll: Oyun dünyasında birçok Troll kabilesi bulunmaktadır ancak oynanabilir olan Darkspear Trolleri, Murloc istilalarından kaçarak, Thrall tarafından kurtarılmıştır. Şu an Orclarla aynı şehri, Orgrimmar'ı paylaşan Troller, Horde tarafında hayatlarını sürdürmektedir.
Undead: Lich King'in esaretinden kurtulan bu ırk, şu an eski bir elf olan Sylvanas Windrunner liderliğinde Forsaken birliğini kurmuşlardır ve hem yaşayanlara hem de Scourge'a karşı meydan okumaktadırlar. Şu an Lordaeron'un yıkılmış şehrinin altında yaşayan Undeadler, Horde tarafında Lich King ile savaşmaktadır ancak bu birliğe de bağlılıkları yoktur.
Blood Elf: "The Burning Crusade" genişleme paketi ile tanıtılan bu ırk, ölüm şövalyesi Arthas ve onun ordusu Scourge tarafından istila edilmiş olan anavatanları Quel'Thalas'ı koruyarak Scourge'u yenmiş ırktır. Önceden "yüksek elfler" olarak bilinmelerine rağmen, sonradan istila sırasında kaybettiklerinin anısına adlarını "blood elf" olarak değiştirmişlerdir. (Kendi dillerinde Sin'dorei, yani kanın çocukları) Büyüde yetenekli olan bu ırk, Horde tarafından Sc |
ourge ile savaşına devam etmektedir.
Goblin: "Cataclysm" genişleme paketi ile gelen bu ırk, oyuncular tarafından yapılan büyük istekler üzerine oluşturulmuştur. Madencilikle uğraşan Kezan Trolleri, çıkardığı bazı madenleri ayinlerinde kullanıyorlardı. Ancak ansızın bazı troller daha kısa boylu ve kimyagerlikte usta olan Goblinlere dönüşmeye başladılar. Zamanla Goblinler çoğaldı ve Kezan'ı ele geçirerek anavatanları yaptılar. Son zamanlarda Alliance tarafından saldırıya uğrayan Goblinler, eski dostları Horde tarafından koruma altına alınmıştır.
Pandaren "Mists of Pandaria" genişleme paketi ile tanıtılan bu yeni ırk, genişletme paketi ile sunulan Pandaria kıtasının yerlileridir. Yeni oluşturulan Pandaren karakterleri başlangıç bölgesindeki tüm görevleri bitirdikten sonra Horde veya Alliance'tan birini seçmek zorundadırlar.
Death Knight:: Scourge ırkından gelen Death Knightlar(Ölüm Şövalyeleri) bir kısma kadar Lich King'in askerleridir. Lich King'in hükmü durumundayken amaçları Alliance'ın masum köylerindeki insanları öldürmektir (Havenshire vb.).Belli bir süre sonrasında Lich King'e ayaklanma başlatırlar ve ilk başta Horde ırklarından birini seçmişseniz Horde'a Alliance ırklarından birini seçmişseniz Allianceye katılırlar.Bu ırk "Wrath of the Lich King güncellemesiyle birlikte gelmiştir."
Oyunda birisi kahraman olmak üzere 11 adet sınıf bulunmaktadır. Oyuncu kendi beğenisine göre dilediği sınıfta bir karakter oluşturabilir. Oyunun hikâyesine bağlı olarak, tüm ırklar altında bu sınıfların hepsinin oynanması mümkün değildir.
Druid: Şekil değişikliğini temel alan bu sınıf, birçok amaca hizmet eder yani hibriddir. Örneğin ayı biçimine girerek, dayanıklı olabilir ya da ağaç şekline girerek iyileştirme görevini yapabilirler.
Hunter: (Avcı) Uzak mesafeli silahları (yaylar, tüfekler, vb.) etkin bir şekilde kullanabilen avcılar, yakın mesafe dövüşlerinde yeteneksizdirler. Ayrıca bazı hayvanları evcilleştirebilir ve savaş hayvanı olarak kullanabilirler. İzcilikte gelişmişlerdir.
Mage: (Büyücü) Uzak mesafeden büyü yaparak öldürücü etkiye sahiptirler ve alan efektlerinde de gelişmişlerdir, ancak zayıf bir koruma ve cana sahiptirler. Işınlanma ve geçit açma, yiyecek ve su oluşturabilme gibi yetenekleri ön plandadır.
Monk: (Keşiş) Mists of Pandaria eklenti paketi ile gelen bu sınıf Paladin ve Druid gibi hibrid bir sınıftır. Özellikle silah kullanmadan tekme ve tokat taktiği ile hasar verme yönünden gelişmişlerdir.
Paladin: Kutsal savaşçılardır ve druidler gibi hibrid bir sınıftır. Özellikle gruplarda ön plana çıkarlar çünkü diğer grup üyelerine yaptığı etkiler çok gelişmiştir.
Priest: (Rahip) İyileştirici özellikle çok gelişmiş olan bir sınıftır. Aynı anda birçok karakteri iyileştirebilirler. Ayrıca gölge formuna girerek güçlü bir savaşçı da olabilirler.
Rogue: (Düzenbaz) Özellikle PvP savaşlarında etkin olan bu sınıflar yakın dövüşte gelişmişlerdir. Gizlenebilirler ve silahlarına zehir sürebilirler.
Shaman: (Kam, Şaman) Oyundaki en hibrid sınıftır. Savaşçıdan iyileştiriciye kadar her rolü üstlenebilir. Grup üyelerine yardımcı olmak için totemleri kullanırlar.
Warlock: (Kara Büyücü) Şeytani güçleri kullanan warlocklar, kendilerine yardımcı olarak şeytani yaratıkları da çıkartabilirler. Uzun süreli zararlarda gelişmişlerdir. Diğer grup üyelerini çağırma gibi birçok yetenekleri mevcuttur.
Warrior: (Savaşçı) Yakın dövüş konusunda gelişmişlerdir ve genellikle dikkat çekmede başarılıdırlar. Güçlerinin birçoğu giydiği zırha bağlıdır.
Death Knight: (Ölüm Şövalyesi) "Wrath of the Lich King" eklenti paketi ile tanıtılan bu sınıf, oyunun ilk kahramansal sınıfıdır. Hesabını Wrath of the Lich King'e yükselten oyuncular seviye 55'ten başlayan yeni Death Knight karakterlerini oluşturabilmektedir. Diğer yeni açılan karakterlere göre daha güçlü olan Death Knight karakterleri, ihtiyaç duydukları yetenek puanları, ekipman ve parayı seviye 58'e kadar "Eastern Plaguelands: The Scarlet Enclave" adı verilen özel bir bölgedeki görevleri yaptıktan sonra elde edebilmektedirler. Hem Alliance hem de Horde altındaki tüm ırklarda Death Knight sınıfı karakter açılabilir.
Paladin sınıfı gibi yakın dövüşte gelişmiş olan Death Knightlar, mana, energy, rage gibi savaş kaynak sistemleri yerine "rune" adı verilen özel bir sistem kullanmaktadır. Bunun yanında rune kullanıldıkça sahip olunan "runic power" etkisi belirli yeteneklerde harcanmak üzere kullanılabilmektedir.
Demon Hunter: Tıpkı Death Knight'larda olduğu gibi Demon Hunter da Hero Class. Yani 1. level'dan değil, çok daha yüksek bir level'dan başlayacağız oynamaya. Ayrıca Death Knight'ların Lich King'den aldığı emirleri uyguladığı ve hızlı bir şekilde seviye atladığı Scarlet Enclave ve Acherus benzeri bir başlangıç bölümüne sahip olacak. Bu sınıfı oynayabileceğimiz iki ırk bulunuyor: Night Elf ve Blood Elf. WarCraft 3'te kahraman olarak, Heroes of the Storm'da ise direkt "Illidan Stormrage" olarak hali hazırda oynayabildiğimiz sınıf, çevikliğiyle ünlü. Dolayısıyla Legion'da da son derece çevik bir sınıf olacak. Çift zıplama özelliği özellikle arena dövüşlerinde fark yaratacak. Ayrıca savaş alanına kolayca atlayabileceği ve sonrasında hızlı bir şekilde kaçabileceği ilginç yetenekleri de bulunuyor. Sadece 2 tane yetenek ağacı bulunan Demon Hunter'ı ister tank, ister DPS olarak oynayabileceğiz. Demon Hunter'ımız elbette ki Metamorphisis moduna geçebiliyor olacak.
Artifact silahlar, Legion’un tanıtımında en göze çarpan özelliklerden biriydi. Her Spec için özel ve anlamlı olan bu silahlara, Legion paketine adım attığımız gibi sahip olabileceğiz. Tüm eklenti paketi boyunca bu silahlar da bizimle beraber güçlenecek. Trait adı verilen kendi yetenek ağacına sahip olacaklar ve oynadığımız sınıf uzmanlığı neyse onunla ilgili yetenekleri istediğimiz yönde güçlendirebileceğiz.
Retribution Paladin’ler Artifact silahı olarak artık Ashbringer’a, Enhancement Shaman’lar da Doomhammer’a sahip olacak. Frost Death Knight’ın da silahlarını Frostmourne’un kırılmış parçalarından yaptığını söylesek? Birbirinden güzel Artifact modelleri ve renkleriyle silahlarımızın farklı olmasını sağlayabileceğiz. Her uzmanlık için farklı görev zincirleriyle, oynadığınız karakterlerin hikâyesi derinleşmiş olacak.
World of Warcraft’da herhalde şimdiye dek en çok istenen ve beklenen sınıf Demon Hunter olmuştu. Legion paketinde istekler cevaplanıyor ve Demon Hunter Heroic sınıfı WoW kahramanları arasında yerini alıyor. Sonunda Illidan’ın, Burning Legion’a karşı Elf ırkından ürettiği Illidari savaşçılarına katılabileceğiz.
Yıllar yılı World of Warcraft’ın değişmez bir kuralı vardı, o da Raid’lerin en prestijli eşyaların düştüğü yer olmasıydı. Ancak zaman geçtikçe çoğu oyuncu düzenli raid yapamayacak duruma geliyordu ve böyle bir organizasyona dahil olmadan da kaliteli eşyalar kazanmak mümkün olmuyordu. Bunun haricinde Raid eşyaları seviyesine gelmiş bir oyuncu yapacak birşeyler bulamayıp oyundan sıkılıyordu.
Legion’da ise artık Raid’ler her şey demek değil. Yeni eklenen Mythic zorluk seviyesindeki Dungeon’lar ile daha küçük topluluklarla da oynadığımızda oyundaki en kaliteli eşyalara erişebilmemizin kapıları açılıyor. Biz ilerledikçe zorlaşan ve mekanikleri değişen Dungeon’lar göreceğiz. Bunun haricinde meslekler ile kendi ürettiğimiz eşyalar da çok yüksek seviyelere ulaşabilecekler. Oyuna eklenen birçok Legendary eşya da Dünya Görevlerinin veya Battleground sonundaki kutulardan, veya Dungeon ve Raid boss’larından düşebilecek. Dünya Görevleri ile tek başımıza da yapabileceğimiz birçok şey olacak. Yani Raid duvarları arasına sıkışıp kalmayacağız, oyunun bize sunduğu birçok içerik bulunacak.
Legion PvP severleri de unutmadı ve PvP’ye bambaşka bir anlam kazandıracak yeni Honor sistemini getiriyor. Artık Honor puanları bir alışveriş aracı olarak kullanılmayacak, bunun yerine Honor Level geliyor. 1-50 seviye arasında olan Honor seviyeniz arttıkça sadece PvP alanlarda kullanabileceğiniz özel yeteneklere erişim hakkı kazanıyorsunuz. Uzmanlıkların Talent sisteminin yanı sıra bir de PvP Talent Sistemi olacak.
6 sıra içerisinde, her birinde 3 Talent olmak üzere 18 yeni Talent’dan istediğiniz 6 tanesini seçip PvP alanların tozunu dumana katabileceksiniz. Seviye 50’ye ulaştıktan sonra isteğinize bağlı olarak Prestij seviyenizi 1 arttırıp tekrar Seviye 1’den başlayabilirsiniz. Prestij seviyeniz arttıkça Mount, Artifact kostümü gibi kozmetik ürünlere sahip olabiliyorsunuz.
World of Warcraft serüvenimiz devam ediyor ve birçok insan oyunun konusunun nasıl ilerleyeceğini de merakla bekliyor. Paketin adından da belli olduğu üzere Burning Legion tarafından şimdiye dek gördüğümüz en büyük saldırıya şahit olacağız, birçok kaybımız var (Spoiler’lar bu tarafta) ve Azeroth’u korumak isteyen herkese ihtiyacımız olacak. Tabii ki buna Illidan ve onun Demon Hunter ordusu da dahil.
Burning Legion’la ilişkili görünse bile Illidan aslında yıllar boyu Burning Legion tehlikesini yok etmek uğruna savaşmıştı, ancak ihanet ettikleri tarafından işlediği suçlar affedilmemişti. Gul’dan’ın paralel bir zaman diliminden çıkıp gelmesi ve Illidan’ı diriltmesi onun için iyi bir hamle olmadı, çünkü Illidan aslında onun baş düşmanı olarak can vermişti. Broken Shore saldırısından sonra (Spoiler içerir), konunun nasıl ilerleyeceğini birlikte izleyeceğiz.
Sofie'nin Dünyası
Sofie'nin Dünyası, Norveçli yazar Jostein Gaarder tarafından 1991 yılında yazılmış roman. 1996 yılından sonra İngilizce'ye ve diğer dillere çevrisi yapılmıştır. Kitap, 30 milyondan fazla kopyasıyla Norveç dışındaki Norveçli yazarlarından tümünden daha başarılı olmuştur.
Sofie, bir gün posta kutusunda "Kimsin sen?" yazılı bir kart bulur ve bundan hareketle felsefe tarihinde yanıtlanmış tüm sorulara cevap bulur. Romanın sonunda aslında Lübnan'daki bir BM taburunda görevli olan bir binbaşının, kızına doğum günü hediyesi olarak yazdığı bir romanın parçası olmasını anlamasıyla biter.
Jostein Gaarder'in felsefe alanında yazdığı bu kitap insanı kendi içine çekerek edebiyat tarihinde hakkı olan yeri alm |
aktadır. Roman içinde roman denilebilecek, her yaştan insanı kendi içine çekebilecek türden bir başyapıt, mistik tarihin felsefe taşı...
1999 Norveç yapımlı sadık kalınarak çekilmiştir.
Vudu
Vudu (Benin'de Vodun; Haiti'de Vodou ve Dominik Cumhuriyeti'nde Vudu), Batı Afrika kökenli ruhçu-animist bir din. Haiti'nin resmi dinlerinden biridir. Başta Kongo, Yoruba ve Dahomeanlar olmak üzere, Avrupalılar tarafından köleleştirilerek Saint-Domingue'ye (bugünkü Haiti) getirilen çeşitli Afrikalı etnik gruplar tarafından oluşturulmuş, Avrupa dini gelenekleri ile sentezlenmiştir. 16. ve 17. yüzyıllarda Katolik misyonerler tarafından Hristiyanlaştırılmıştır. Fon dilinde vodou sözcüğü "ruh" veya "ilah" anlamına gelir.
Vudu geleneksel bir Afro-Haiti dini; tıbbı, adalet sistemini, felsefeyi de kapsayan bir dünya görüşüdür. Vudu'nun temelinde her şeyin "ruh" olduğu inancı vardır. İnsanlar, görünen dünyada yaşayan ruhlardır. Görünmeyen alemde ise lwa (ruhlar), mystè (gizemler), anvizib (görünmeyenler), zanj (melekler) ile ataların ve yakın zamanda ölmüşlerin ruhları yaşarlar. Ruhların yaşadığı aleme Ginen denir. Hristiyan inancındaki Tanrı'nın evreni ve ruhları yarattığına, ruhların Tanrı'ya insanlığı ve doğal dünyayı idare etmesinde yardımcı olduğuna inanılır.
Batı Afrika'da, batı Nijerya'dan doğu Gana'ya, yaşayan Fon, Ewe ve Yoruba gibi çeşitli topluluklardan çıkmıştır. Benin'de Vudu (Vodun) ulusal dindir ve nüfusun %60'ı tarafından benimsenmiştir. Diğer Vudu gelenekleri özellikle Orta Afrika adetlerinden etkilenmiştir. Örneğin kuzey Haiti'de "Lemba" olarak da bilinen Kongo ayini Batı Afrikalı öğeler kadar yaygın olsa da Kuzey Amerikalılar tarafından pek önemsenmemiştir.
Küba'daki Fon geleneği "La Regla Arara" olarak bilinir. Ayrıca, Brezilya'deki eski köleler arasında yaygınlaşmış olan Fon geleneği, "Jeje Vodun" olarak bilinen bir geleneğin doğmasına neden olmuştur.
Vodun, tektanrıcı (monoteistik) ve büyüsel (büyü içeren) bir animizm türüdür. Batı Afrikalı çeşitli etnik gruplar tarafından ortaya çıkarılmıştır. Kültürel anlamda Fon, Gun, Mina ve Eve toplulukları ikici (dual) kozmolojik bir prensip etrafında gelişen metafiziki bir düşünceyi paylaşır. Bu ikici kozmolojik düşünceye göre; Nana Buluku, Tanrı-Yaratıcı ve Tanrı(lar)-Oyuncu(lar) veya Vodun(lar), yani Yaratıcı'nın ikiz çocukları olan Mawu (ay tanrıçası) ve Lisa'nın (güneş tanrısı) kız ve oğul evlatları vardır. Tanrı-Yaratıcı, Nana Buluku, kozmogonik ilkedir ve dünyevi işlerle uğraşmaz - dünyevi olaylarla uğraşmak için çok büyük ve önemlidir; böylece Vodun(lar),Tanrı(lar)-Oyuncu(lar), dünyevi işleri yönetenlerdir.
Vodunların panteonu (tanrıların toplamı) çok geniş ve komplekstir. Mawu'nun doğrudan 7 oğlu, interetnik tarihi veya mitik kişiler, birçok etnik Vodun, belli klan ve kabilelerin koruyucuları veya liderleri ve bazı modern Vodunlar bulunur.
Her ne kadar soya ve atalara verilen önem ile Batı Afrika (veya Benin) Vodun'u, Haiti Vodou'suna benzese de, her ruh ailesinin özel bir ruhban sınıfı vardır ve bu sınıf genellikle ırsidir - miras yoluyla devredilir. Afrika'da; su tanrıçaları Mami Wata, Haiti'deki yaşlı betimlemesinden farklı olarak genç ve erkeksi olan Legba, demir ve demirciliği yöneten Gu, hastalıkları yöneten Sakpata ve Batı Afrika'ya özgü birçok farklı ruh bulunur.
Batı Afrika'daki totaliter rejimler Vodun'u ve diğer dinleri bastırmaya çalışmış olsa da, bugün bu din ve gelenekler yeniden gelişmeye başlamıştır ve Vodun bölgede 30 milyondan fazla kişi tarafından benimsenmektedir.
Vududa köleler her sabah ve akşam, bir ritüel olarak kırbaç darbeleri temposuyla birlikte yüksek sesle dua etmek zorundadırlar. Posesyonel açıdan üç tip vardır;
Mercedes-Benz
Mercedes-Benz, 1926 yılında Karl Benz'in şirketi Benz & Cie. ve Gottlieb Daimler'in şirketi Daimler Motoren Gesellschaft'in birleşmesi sonucu kurulmuş otomotiv markası.Almanya`nın Stutgart şehri`nde kurulmuştur.
1897 yılında Fransa'nın Nice kentinde yaşayan Avusturyalı tüccar ve Avusturya Nice Başkonsolosu Emil Jellinek, Daimler fabrikasını ziyaret ederek bir otomobil satın aldı. Uluslararası finans dünyası ve aristokrasi ile iyi ilişkiler içinde olan Jellinek, Daimler otomobili ile Fransız Riviera'sında büyük ilgi topladı. Daha sonra Jelinek 1899'da 23 beygir gücünde motorla donatılmış bir Daimler yarış otomobiline büyük kızı Mercedes 'in adını vererek bu araçla Nice'de bir yarışa katıldı ve birinci oldu. Bu başarıdan sonra Jelinek, Daimler fabrikasına 36 otomobil sipariş verdi ve bu araçların "Mercedes" adını taşımalarını şart koştu.
Emil Jelinek'in elde ettiği satış başarısı üzerine Daimler, 1901 yılından itibaren ürettiği araçları "Mercedes" olarak adlandırmaya karar verdi. Mercedes İspanyolca konuşulan ülkelerde çok kullanılan bir isimdir. Kelime olarak da Mars gezegeninin İspanyolca adıdır. Lütuf ve zarafet anlamına da gelmektedir. 23 Haziran 1902 tarihinde Mercedes marka adı olarak tescil edildi. 26 Eylül 1902 tarihinden itibaren de kanunlarca koruma altına alındı.
Şirketin kurucusu Karl Benz, Deutz'daki motor fabrikasındaki görevinin ilk yıllarında, Köln ve Deutz manzaralı evinin tepesine bir yıldız amblemi koymuş, eşine yazdığı mektuplarda bu yıldızın günün birinde başarıyı ve gücü temsil edeceğini ve fabrikasının üzerinde parlayacağını söylemişti. Yıldız Daimler'in, motorlu araçların "karada, suda, havada" evrenselliğini simgelemektedir.
1909'da tescil edildi.
1916 yılında yıldızın etrafı, içinde dört küçük yıldızın ve Mercedes isminin yer aldığı bir daireye çevrildi.
1926'da Daimler-Benz birleşmesi ile Benz'in defne yapraklarından çelengi yıldızın etrafını sardı.
Otomobiller
Hafif Ticari Araçlar
Kamyonlar
Şehiriçi toplu Taşıma otobüsleri
Şehirlerarası Yolcu Otobüsleri
Aslen Almanya üretimi olsa da Mercedes-Benz araçları başka ülkelerde de üretilir/monte edilir. Bunlar:
Everest (anlam ayrımı)
Everest, aşağıdaki anlamlara gelebilir:
Otomobil ön düzen açıları
Kumanda edilen ön tekerleklerin konumu büyük ölçüde taşıtın hareketine etki etmektedir. Tekerlere olabildiğince düzgün bir hareket verebilmek için birbirlerine göre paralel olarak değil farklı tekerlek düzlemlerinde eğik durumda yapılmışlardır. Tekerlek konumu direksiyon emniyeti ve lastik aşınmasının azaltılması bakımından önemlidir. Nedir ön düzen açıları:
Ön düzen açılarını düzenlemeye kısaca rot ayarı denmektedir.
Balans ayarı ise tekerleğin dikey veya yatay eksene göre dengesiz yük dağılımıdır. Rot ve balans ayarını şimdi de aynı tanım içinde verecek olursak; rot ayarı her iki tekerleğin de aynı eksende ve doğrultuda çekiş yapması için, balans ayarı da tekerleklerin ağırlık merkezi kaçıklıklarının bu ayara uyması ve tekerlekleri dengesiz aşındırmaması için yapılır. Aksi halde yüksek hızlarda meydana gelen direksiyondaki titreşimler veya tekerleklerin yolu iyi kavrayamamasından kaynaklanan sorunlar başa bela olur. O derece önemli ayarlardır ki, düzgün olmazsa, yüksek süratli dönülen virajlarda savrulmaya kadar varabilecek tehlikeler ortaya çıkabilir, fren performansında sapmalar da olabileceği gibi, araç düz gider gibi görünürken her iki yöne doğru ayrıca çekebilir. Aşırı ağırlık yüklemesi, çukurlara sert ve hızlı girme vb. durumlar rot balansın bozulmasına neden olabilir.
Roadster
Roadster, arka koltukları olmayan, arkadan motorlu, sadece iki kişilik üstü açılan, kilo başına düşen yüksek beygir gücü sayesinde seri ve genelde pahalı otomobil karoseri türü. Genel özelliklerinden biri de arka tarafının kısa, ön tarafının uzun olmasıdır. Roadster ile bir GT arasındaki diğer bir ayırıcı özellik: Roadsterlerin HP lerinin bir Gran Turismo'ya nazaren daha düşük olmasıdır.
Station wagon
Station wagon (SW); çatısı arabanın arka ucuna kadar uzayan, 3-5 kapılı, taşıma kapasitesi yüksek olan otomobil türü. Koltukların arkasında geniş bir hacim bulunur ve buraya arka kapı (bagaj kapağı) vasıtasıyla ulaşılır.
Amerikan İngilizcesinde "station wagon" kavramı "istasyon vagonu (kasası)" anlamına gelir ve kökeni istasyonlar arasında yolcu ve yük taşımacılığında kullanılan araçlara dayanır. Britanya İngilizcesinde kullanılan "estate" sözcüğü ise malikane anlamına gelir ve adını malikaneler arasında yük ve yolcu taşımaya yarayan araçlardan alır.
Sarı Prenses
Sarı Prenses, Latince ismi "Labidochromis Caeruleus" olan barışçıl bir akvaryum balığıdır. Türkiye'de sarı prenses ismi ile satılmaktadır. 13–15 cm boylara ulaşabilirler. Anavatanı Afrika kıtasının Malavi gölü olan bu balık sığ kayalıklarda yaşamayı sever.
Doğada daha çok 10-40 metre arası derinliklerde kayalık kıyılarda yaşarlar. Akvaryumlarda diğer Labidochromis türleri (zebroides, chisumulae) ve "Cyrtocara moorii".
Hepçildirler, temel besinleri diğer tipik Mbuna (Malawi kayalık bölge çiklitleri) türleri gibi kayaların üstünü kaplayan yosun tabakasıdır. Kayalar üzerindeki yosun tabakalarının içindeki küçük kabuklular, böcekleri de avlamayı severler. Tropikal bir balıktır su sıcaklığı 20 derece üstünde ideal 28 derece civarında olmalıdır. Akvaryumları bol saklanma yeri ve optik bölge sınırları oluşturacak şekilde kayalarla dekore edilmelidir. Bir erkek, yaklaşık 40–50 cm çapındaki bir bölgeye sahip çıkar. Her erkeğe en azından üç dişi düşmesi şartıyla, 120 litreden geniş ve kalabalık akvaryumlarda birden fazla erkek barındırılabilir. Karma akvaryumlarda aynı gölden barışçıl cichlidlerle (örneğin yunus cichlid) bakılması uygundur.
Cichlid ailesinin üyelerinden bu balığın ağzında yumurtaları kuluçkaya yatırma gibi ilginç bir özelliği vardır. Yaklaşık 23 gün boyunca dişi balık ağzında yumurtaları saklı tutarak onları başka balıklar tarafından yenilmekten korur. Bu kuluçka döneminde balık 23 gün boyunca aç kalarak oldukça fazla kütle kaybına uğrar ve hassas bir hal alır. Bazen yem yedigi görülür ama çok nadirdir Bu yüzden doğumdan önce ve sonra anne balığı iyi beslemek sağlığı açısından iyi olacaktır.
Nuray Hafiftaş
Nuray Hafiftaş (8 Ağustos 1964, Ardahan - 14 Şubat 2018, İstanbul), Azeri kökenli Türk Halk Müziği sanatçısı ve bestecisi. |
Subsets and Splits
No community queries yet
The top public SQL queries from the community will appear here once available.